Genel Başkanımız Ali Babacan'ın Konuşmaları

1 Nisan 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 31 Mart Seçimleri Sonrası Açıklama

31 Mart Seçimleri Sonrası Açıklama


Kıymetli yol arkadaşlarım,

Saygıdeğer vatandaşlarım,

31 Mart yerel seçimleri ülkemiz için hayırlara vesile olsun.

Ülkemizin dört bir yanında milletimiz sandıklara gitti, oyunu kullandı.

Demokrasimizin ağır hasarlı haline rağmen; halkımızın sandığa olan inancının ne kadar yüksek olduğunu, düşmüş haliyle bile, seçimlere katılım oranlarından anlıyoruz.

Ülkemizde hala, seçimlere çok sayıda parti giriyor.

Ülkemizde hala, insanlar, fikirlerini demokrasi yoluyla yaşatma umudu koruyor.

Ben buradan, seçimlere katılan tüm siyasi partilere ve iradesini sandığa yansıtan her bir vatandaşımıza şükranlarımı sunuyorum.

Şu anda içinde bulunduğumuz ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı siyasi iklime rağmen;

Barış içerisinde oyunu kullananların; aşırılıklara, kavgalara prim vermeyenlerin ülkesinde bir yurttaş olmaktan kıvanç duyuyorum.

Sağ olun, var olun.

*****

Değerli vatandaşlarım,

31 Mart seçimleri bizim için çok önemliydi. Partimiz ilk kez kendi adıyla, kendi logosuyla oy pusulasında yer aldı.

İlk kez seçmenlerimizle buluştuk.

İnsanlar ilk kez oy pusulasında DEVA Partisi’ni gördüler; ilk kez partimize oy verdiler.

Sandıkta ilk kez bizimle buluşan, DEVA Partisi’nin ilk seçmenlerine hassaten selamlarımı gönderiyorum.

Evet, 14 Mayıs seçimlerinde “Önce Türkiye” demiştik. Partimizin isminden demokrasimiz adına feragat etmiştik.

Bu kez ise kendi ismimizle, kendi logomuzla seçmenimizin karşısına çıktık.

Genç bir siyasi parti olarak Türkiye’nin her yerinde;

Doğu-Batı, Kuzey-Güney ayrımı yapmadan her yerde aday çıkaran bir partimiz olduğu için;

Böylesi yol arkadaşlarımla bir arada olduğum için onur duyuyorum.

Belediye başkan adaylarımız, meclis üyesi adaylarımız, teşkilat mensuplarımız büyük bir özveri ile çalıştılar.

Üstelik, bazı şehirlerde hakim siyasi partilerin türlü zorluklarıyla da karşılaştılar.

Bakın bunu iktidar-muhalefet ayrımı yapmadan söylüyorum maalesef.

Ama pes etmediler, vazgeçmediler.

Biz, DEVA Partisi olarak, seçimlere girerken iktidar olmanın imkanlarına sahip değildik.

Hazine yardım almıyoruz.

Kayıtdışı kaynaklarla da iş yapmıyoruz.

Köprülerden sallandıracak koca pankartlarımız, sokakları donatacak afişlerimiz yoktu.

Çok şükür; caddelerdeki sokaklardaki o çevre kirliliğine de, israfa da ortak olmadık.

Sayesinde billboard’lar giydirebileceğimiz belediyelerimiz yoktu;

Sesimizi duyuracak medya organlarımız, gazetelerimiz, gazetecilerimiz de yoktu.

Seçimlere teşkilatımızla girdik, seçmenlerimizle girdik, yol arkadaşlarımızla girdik.

Mütevazı bağışlarla ve adaylarımızın, teşkilatımızın kendi helal rızıklarından yaptıkları harcamalarla seçim kampanyamızı yürüttük.

Saha çalışmalarımızla ve sosyal medyayla vatandaşlarımıza doğrudan ulaşmaya çalıştık.

Buradan, il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle dolaşan tüm partililerimize, tüm teşkilat mensuplarımıza;

Kapı kapı dolaşan, broşürlerimizi elden ele ulaştıran, bizi bir fazla kişiye anlatmak için uykusundan feragat eden tüm gönüllülerimize;

Teşekkürlerimi iletiyorum, selamlarımı gönderiyorum.

*****

Evet, şimdi de, kazandığımız belediyelerdeki, yeni başkanlarımızı ve belediye meclis üyelerimizi tebrik ediyorum.

Belki çok sayıda değiller, fakat hepsi kıymetli; hepsi biricik.

Adıyaman Çelikhan Belediye Başkanımız: Mahmut Şahin

Adıyaman Besni Suvarlı Belediye Başkanımız: Haydar Sert

Muş Bulanık Sarıpınar Belediye Başkanımız: Maşuk Ataş

Muş Bulanık Rüstemgedik Belediye Başkanımız: Abit Özdemir

Kendilerini tekrar kutluyorum. Görevlerinde başarılar diliyorum.

DEVA Partisi, artık Meclis’te vekilleri, yerel yönetimlerde belediye başkanları, yerel meclislerde üyeleri olan bir parti.

DEVA Partisi, girdiği ilk seçimlerde, kısıtlı imkânlarına rağmen yoğun bir seçim çalışması yürütmüş; mahalle mahalle, kapı kapı dolaşmış;

Yurt genelinde, mütevazı da olsa, her bölgeden destek almış bir parti.

Bilenlerin gönlünde yer tutmuş bir parti.

Belediye başkanlarımız, biliyorsunuz, seçimlerden önce Etik Kurallar Bildirge’mizi imzalamışlardı.

Kazandıkları belediyeleri bu kurallara uygun şekilde yönetecekler.

Önce halkın taleplerine kulak verecekler, onları dinleyecekler.

Parti fark etmeksizin, insan ayırt etmeksizin herkesin derdine koşacaklar.

Halkın sorunlarıyla yakından ilgilenecekler; temiz bir belediyecilik nasıl olurmuş gösterecekler.

Demokrasiyi yerelden yükseltecekler.

Adil olacaklar, şeffaf olacaklar.

Çok çalışacaklar.

Yerel yönetimlerdeki başarılarıyla hem iktidara, hem muhalefete hem de diğer belediyelere örnek olacaklar.

Hepsine yeni vazifelerinde başarılar diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlar;

Biz, girdiği ilk seçimlerde 81 ilde aday çıkarmış, türlü imkânsızlıklara rağmen büyük özveriyle kampanyasını yürütmüş bir siyasi partiyiz.

Biz, kavgadan, aşırılıktan beslenmeyen, ülkenin makul insanlarının sesini yükseltmiş bir siyasi partiyiz.

Vakit kaybetmeden seçim sonuçlarını tüm ayrıntılarıyla değerlendireceğiz.

Nerede başarılı olduk, nerede hata yaptık, hepsini masaya yatıracağız.

Biz, DEVA Partililer olarak, sorumluya bakarken işaret parmağını önce kendimize çeviririz.

Çuvaldızı her zaman olduğu gibi yine önce kendimize batıracağız.

Alınan sonuçların incelikli bir değerlendirmesini yapacak; “Nerede yanlış yaptık?”, “Daha iyi nasıl olabilirdi?” diye düşünüp çözümler arayacağız.

Teşkilatımızı, adaylarımızı, gönüllülerimizi, sözü olan herkesi dinleyeceğiz.

Elbette girdiğimiz ilk seçimlerden alınacak çok ders var.

Evet, partimiz adına bizi memnun etmeyen bir sonuç elde ettik.

Arzu ettiğimiz kadar çok sayıda vatandaşımızı logomuzun altında buluşturamadık.

Bunun muhasebesini amasız, fakatsız yapacağız; mazeretlere sığınmayacağız ve bunun sorumluluğu ile hareket edeceğiz.

Gereken kararları alıp, yolumuza devam edeceğiz.

Ancak; bazı hususlar var ki, o konularda kendimizden şüphe etmeyeceğiz:

Seçim sonuçlarına bakıp kavgacı, popülist, anlık politikalardan beslenen insanlar olmayacağız.

Uzlaşma ve birlikte çalışma kültüründen, ortak akıldan ve adaletten asla vazgeçmeyeceğiz.

Ahlaki duruşumuzla varlığımızı koruyacağız.

Doğru yoldan şaşmayacağız.

Bizi, biz olduğumuz için destekleyen, DEVA’ya oy veren ilk seçmenlerimizin başını öne eğdirmeyeceğiz.

Ve yarından itibaren, genel seçimler için hazırlanmaya başlayacağız.

Çok çalışacağız, daha çok çalışacağız.

*****

Bakın, 31 Mart seçimleri, ülkemizdeki siyasi krizi çözen bir seçim olmadı.

Bu seçim, krizin ne kadar büyük olduğunu bize gösterdi.

İktidar, yıllardır inatla sürdürdüğü kutuplaştırma siyasetinin, iki kutuplu siyasetin esiri oldu, kaybedeni oldu.

Biz buradayız.

DEVA Partisi, fikirleriyle, planlarıyla, projeleriyle, emeğiyle burada.

Hep söylüyorum:

Ne kadar DEVA, o kadar demokrasi.

Ne kadar DEVA, o kadar adalet.

Ne kadar DEVA, o kadar özgürlük.

Ne kadar DEVA, o kadar zenginlik.

Onlar-Bunlar, Biz-Siz ayrımına bir an olsun düşmeyeceğiz.

Biz, Türkiye’yi herkesin evi, herkesin yuvası yapacağız.

Bizim için; “biz” demek, Türkiye demek.

Biz, Türkiye için buradayız.

Yarınlara güçlü, adil, özgür, zengin bir ülke bırakmak için çalışacağız.

Sözlerimin sonunda diğer siyasi partilere de seslenmek istiyorum:

Öncelikle iktidar partisine sesleniyorum.

Yerel seçimler bitti. Şimdi, Türkiye’yi düşünme zamanı.

Ülkemizin demokrasisine bir gram katkısı olacak her siyasi partiyi, her sivil toplum kuruluşunu, her fikir örgütünü ciddiye alın.

Ülkeye daha fazla zarar vermeyin; kavgayı, ayrıştırmayı bırakın; Türkiye için çalışın.

Bir diğer çağrım ise bugün seçilen tüm il ve ilçe belediye başkanlarına…

Artık şehrinizdeki tüm insanların başkanısınız. Onu kapıdan almam, bunu bacadan sokmam değil; her yurttaşımıza belediyelerin imkanlarını eşit ve adil dağıtın.

Ve iktidar-muhalefet tüm siyasi partilere; en can yakıcı hakikatimizi hatırlatmak istiyorum: DEPREM.

Gelin Türkiye’nin her köşesini depreme dirençli hâle getirelim. Bir tek canımızı dahi afetlerde yitirmeyelim.

*****

Değerli vatandaşlarım,

İnşallah, yarın bugünden daha güzel olacak.

Bu sonuç, çıktığımız yolun sonu değil; henüz başı.

Daha gidilecek çok yol, varılacak çok hedef var.

Çok çalışacağız, çok.

Ama dosdoğru çalışacağız.

İlk seçmenlerimizden aldığımız destekle, bir kar topu gibi büyüyeceğiz, günden güne güçleneceğiz.

Bir sonraki seçimlerde iktidara daha da geniş kitlelere, teşkilatlarımızla, üyelerimizle, seçmenlerimizle yürüyeceğiz.

Bir kez daha 31 Mart yerel seçimlerinin ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyor;

Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

 

30 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Van Basın Toplantısı Konuşması

                                  

Ali Babacan Van Konuşması

DEVA Partisi'nin çok değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çok değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,

Çok değerli büyükşehir belediye başkan adayımız, ilçe belediye başkan adaylarımız,

Kıymetli basın mensupları, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum ve bugün kadim şehrimiz Van'da yapmış olduğumuz bu basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

***

Evet, bu aslında bir basın buluşması, basın toplantısı ama süremiz çok kısa olduğu için teşkilattan arkadaşlarımızla da bir arada olacağımız, hep beraber şöyle kısa bir değerlendirmeyi de yapacağımız buluşmayı burada bu saatte gerçekleştirmiş olduk.

Ben konuşmamı bitirdikten sonra basın mensubu arkadaşlarımıza bir soru cevap imkânı da olacak.

Bunu da ben baştan bir kendilerine belirtmiş olayım.

***

Evet, artık bugün seçimlerden sonraki tabloya şöyle baktığımızda seçimlerden sonraki tabloyu belirleme açısından baktığımızda son çalışma günümüz.

Çünkü bu akşam saat 18:00de seçim kampanyası tamamlanıyor ve kampanya açısından da seçim yasakları başlıyor.

Yani önümüzde son 6 saatimiz var.

Ben hemen sözlerimin başında başta Büyükşehir Belediye Başkan adayımız başta Erkan Bey olmak üzere cesurca Ben buradayım” diyen, bu ülke için Van için Buradayım” diye ayağa kalkan Hazırım” diyen ve hemen çalışmaya başlayan bütün adaylarımızı huzurlarınızda bir kez daha tebrik etmek istiyorum.

Aynı zamanda aday olduklarından bugüne kadar gösterdikleri olağanüstü çaba ve çalışma için de hem adaylarımıza hem de bütün bu adaylarımızın yapmış olduğu kampanyaya destek veren, onlarla beraber olan tüm teşkilat mensuplarımıza özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

***

Evet, son güne geldik.

Gerçekten Türkiye'de benim bu kampanya çerçevesinde ziyaret ettiğim şu anda 63’üncü ildeyim.

Ama özellikle son mesajı, vatandaşlarımıza tüm Türkiye'ye son mesajı Van'dan vermek istedim.

Kadim şehrimiz Van'dan vermek istedim.

Niye?

Çünkü Van şöyle bir Ankara'dan bakıldığı zaman ve Van'dan Ankara'ya bakıldığı zaman gerçekten bir unutulmuşluk söz konusu.

Hani “gözden ırak, gönülden ırak” meselesi var ya gerçekten özellikle hükûmet açısından, ülkeyi yönetenler açısından, iktidar açısından bir unutulmuşluk söz konusu.

Bunu nereden anlıyoruz?

İşte daha en son açıklanan ve Van'la ilgili gelir dağılımı, kişi başına düşen gelir rakamlarından anlıyoruz.

Şu anda Van değerli arkadaşlar sondan 5inci sırada. Daha doğrusu son 5 ilimiz içerisinde.

Yine bakıyoruz bir kültür ve turizm rotası açıklandı değil mi?

Rota niyeyse Van'a hiç uğramıyor.

Böyle bir şey düşünülebilir mi?

Türkiye'nin doğudan en önemli giriş kapısı olan, turizm deyince doğudan bakıldığında, doğu komşularımızdan bakıldığında ilk durak, ilk kapı olan Van'ın bu rota dışında bırakılması inanın ihmal ve unutulmuşluk.

Başka bir şey değil.

Sıkıntılar büyük.

Van Gölü bir tabiat harikası. Ama zamanında tedbirler alınmaması, göle pek çok kaynaktan atık suya izin verilmesi, yeteri kadar özen gösterilmemesi bu tabiat harikası değeri maalesef gün geçtikçe kirletiyor ve hem gelecek nesiller açısından hem de turizm açısından cazibesinin azalmasına sebep oluyor.

Ve belki de en önemlisi gençler, Vanlı gençler.

Genç işsizlik çok yüksek.

Gençler yarınlarını başka şehirlerde, başka ülkelerde arıyorlar.

Buna da çok üzülüyoruz.

Bir gencimizin doğduğu topraklarda değil, başka yerlerde yaşama arzusu gerçekten hükümete, ülkeyi yönetenlere şöyle başlarını iki ellerin arasına alıp, Ya biz nerede hata yapıyoruz, nerede hata yaptık” demelerine sebep olacak kadar çok önemli bir konu.

***

Bu sıkıntılar evet Van ile ilgili sıkıntılar ama bir de Türkiye'nin ortak sorunları var. Türkiye'nin pek çok ilini ilgilendiren ortak sorunları var.

Sadece Van'da değil pek çok şehirde değerli arkadaşlar kayyum uygulaması var.

Biz parti programımızı yazarken, bakın bugün ben Van'da olduğum için söylemiyorum bunu.

DEVA Partisi'ni kurduğumuz ilk gün 9 Mart'ta açıkladığımız parti programına çok açık şekilde bunu yazdık.

Bu yanlıştır. Demokrasilerde böyle bir şey kabul edilmez. Halkın iradesine idari bir kararla müdahale edilemez. Bu, vatandaşlarımızın demokrasiye olan inancını, demokrasiye olan bağlılığını, sandığa olan güvenli sıfırlar. Kayyum uygulaması, demokrasinin tam da kalbine saplanmış bir hançerdir.” Dedik.

Belediye başkanları hata yapabilir.

Belediye başkanları hukuk karşısında, kanun karşısında dokunulmaz da değildir.

Hataları varsa, yanlışları varsa tabii ki yasalar çerçevesinde yaptırımlar uygulanır.

Ancak bu kararı verecek olan sadece ve sadece bağımsız mahkemelerdir.

Siz idari bir kararla, keyfi bir şekilde, hükûmet olarak Ben seni görevden aldım” diyemezsiniz.

Birinci hata; “idari kararla görevden aldım” demek.

İkinci hata; belediye meclis üyelerinin içinden değil de dışarıdan bir belediye başkanı atanması da bir başka önemli hatadır.

Çünkü orada seçilmişler var.

Sen öyle o seçilmişlere bak. Seçilmişler içerisinden bir belediye başkanının seçilmesi esastır.

İki tane büyük hata ısrarla, inatla maalesef yapılıyor, gerçekleştiriliyor ama ben buradan tüm Van'daki vatandaşlarımıza, oy kullanacak herkese seslenmek istiyorum.

Asla demokrasiden vazgeçmeyin.

Asla “benim oyum kıymetsiz” demeyin.

Her bir oy çok kıymetli ve sandık günü gidip iradenizi mutlaka kullanın.

***

Bizim sadece belediye başkanı adaylarımız yok bakın.

İlde, büyükşehirde ve ilçelerde hem belediye meclisi için hem de il genel meclisi için adaylarımız var.

Dolayısıyla biz desteğinizi sadece belediye başkan adayları için istemiyoruz.

Biz desteğinizi aynı zamanda belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri için de istiyoruz.

Allah'tan yeni bir uygulamayla meclis üyelerinin yerine de vali yardımcıları, kaymakam yardımcıları falan inşallah atamayı düşmezler.

O da başka büyük demokrasi hatası olur.

Ama biz mücadele edeceğiz arkadaşlar.

Bize düşen mücadele, sonuna kadar mücadele ve meşru demokratik siyaset içerisinde mücadele.

Altını çizerek söylüyorum.

Çünkü bir yanlış, bir başka yanlışla düzeltilmez.

Bunlar yanlış yapıyor, hukuksuzluk” yapıyor. Ee? Ben de bir yanlış yapayım, hukuksuzluk yapayım ki onu düzelteyim”.

Öyle bir şey yok.

O zaman haklıyken haksız yere düşersiniz.

Haklıyken yanlış yere, haksız konuma düşersiniz.

Dolayısıyla biz DEVA Partisi olarak her daim hukuk içerisinde olacağız. Her attığımız adım meşru olacak.

Bizim hedefimiz büyük ve meşru bir hedef.

Ama o büyük ve meşru hedefe doğru yürürken attığımız her adım da meşru adımlardan olacak.

Şunu diyemezsiniz. Ya tamam benim o kadar çok önemli bir hedefim var ki dolayısıyla ben biraz sağdan soldan gayrimeşru yollardan yapayım. Gideyim o yollardan. O hedef çünkü önemli.”

Öyle bir şey yok.

Geçtiğimiz hafta İstanbul'da Sultanhamamda seyyar kestane satan bir esnafımız çok önemli bir söz söyledi. Dedi ki, Başkanım insanın ayak izleri çok önemlidir. Sadece nerede olduğunuz değil, o bulunduğunuz konuma yürürken hangi yollardan geçtiğiniz de önemlidir” dedi.

Seyyar kestane satıcısından baya hikmetli bir söz değil mi?

Ama hayatın içinde.

Sultanhamamda ticaretin içinde.

Görüyor, yanlışları görüyor, sıkıntıları görüyor.

İşte biz bütün bunlara çok dikkat eden, gerçekten her adımımızda büyük bir hassasiyetle hareket eden, her zaman vatandaşlarımıza doğruyu söyleyen, söz verince tutmak için büyük bir gayret içerisinde olan bir siyasi anlayışa sahibiz.

***

Bir devlet, bir hükümet niye var?

İnsan için var.

Önce insan.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyor değil mi? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”.

İşte biz devletin varlığını ve gücünü bu ülkede yaşayan insanların hakkının, hukukunun korunmasından geçtiğini hep savunduk.

Vatandaşını ezen, vatandaşın hakkını, hukukunu gasp eden bir devlet güçlü bir devlet olamaz.

Çünkü siyasi meşruiyeti olmaz.

Halkta karşılığı zayıf olur.

İşte bunun içindir ki biz vatandaşlarımızın insan olmaktan kaynaklanan her türlü temel hak ve özgürlüklerini de çok önemseyen bir partiyiz.

Sadece önemsemeyen, hayata geçirmek için de her türlü gayretin içerisinde olan bir siyasi partiyiz.

Ben tam 3 yıl Avrupa Birliği Bakanlığı yaptım. 2 yıl Dışişleri Bakanlığı yaptım.

Ve Türkiye'nin her alanda ama özellikle de insan hakları alanında en yüksek standartlara ulaşması için büyük bir gayret içerisinde oldum.

Temel haklar deyince “ana dil” demeden geçemeyiz arkadaşlar.

Kimisi ana dil diyor, kimisi ana dili diyor.

Ama biz ne diyoruz?

Bir evde insanın annesinin konuştuğu dil diyoruz.

İşte onun için diyoruz ki, “madem ana dili evde insanın annesinin konuştuğu dil, ana dil, bir insanın annesinin ak sütü kadar helalidir” diyoruz.

Cumhuriyetimiz 100 yılını devirmiş, 101. yılın içindeyiz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 104. yılın içindeyiz.

Ya hala bugün mecliste bu garabeti yaşıyoruz.

Bir milletvekilimiz çıkıp da meclis kürsüsünde iki üç kelime Kürtçe ifade kullandığında bu hala meclis kayıtlarına alınamıyor biliyor musunuz?

Elleri ayaklarında dolaşıyor.

Senograflar birbirine bakmaya başlıyor. Ben ne yapacağım, ne yazacağım şimdi” diye.

Kimi zaman yazdılar “bilinmeyen bir dil” diye. Kimi zaman X harfi koydular.

Şimdi de son zamanlarda galiba Türkçe olmayan ifadeler mi ne böyle bir şeyler.

Bir şeyler uyduruyorlar.

Ama bir gerçeği bir türlü teslim etmiyorlar ya.

Bu gerçeği artık görün.

Türkiye'de Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde en çok konuşulan ikinci dile siz yabancı dil muamelesi yapamazsınız.

Bilinmeyen bir dil muamelesi yapamazsınız.

Meclis orada.

Allah aşkına oturun. Bir uzlaşma komisyonu kurun. Deyin ki Bu Türkiye'nin gerçeği ya bunu artık bir kabul edelim, önce bu hakkı bir teslim edelim. Daha sonra da meclisin iç çalışma kuralları gereği nasıl bir yöntemi izleyelim, ne yapalım?” Bunu oturun bir konuşun.

Bakın bu gerçeklerden kaçıldığı sürece bu sorun çözülmez.

Kürt sorunundan kaçtığınız sürece Kürt sorununu çözemezsiniz.

Biz bakın partimizi kurarken daha henüz 9 Mart tarihinden önce en çok zamanı en çok gayreti ve düşünce eforumuzu bu meseleye ayırdık.

Özel çalıştaylar yaptık.

Sorun nedir? Çözümler nedir?

Ve korkmadan bütün açıklığıyla parti programına yazdık.

Bir temel haklar eylem planı açıkladık ya 354 madde.

Bazıları tereddüt ediyordu.

Çoğu parti dokunmaz bu meselelere. Ya elimizi yakar, başımıza iş açarız” falan.

Ya bu ülkenin ihtiyacı mı arkadaş?

İhtiyacı.

Sen bu ülkeyi yönetmeye talip misin?

Talipsin.

O zaman korkmadan bu ülkenin meselelerinin üzerine gitmek zorundasın ve çözüm yönetmek zorundasın.

***

Şu anda Türkiye'de siyaset kolayı bulmuş.

Kimlik siyaseti, kimlik siyaseti.

Diyor ki; Ben şucuyum, sen de şucusun, onun için bana oy ver”.

Diyor ki; Ben falancayım. Sen de falancasın, onun için bana oy ver.”

Bu bazen kültür bazında, bazen inanç bazında oluyor, bazen etnik bazında oluyor, bazen siyasi hamaset bazında oluyor, bazen düşmanlıklar üzerinde oluyor.

Ama dikkat edin o kimlik siyaseti yapanlara, bu ülke için hiçbir çözümleri yok.

“Ben şucuyum, bucuyum” diyen partilere diyeceksiniz ki, Tamam arkadaş ben senin neci olduğunu anlıyorum da bu ülke için senin çözümün ne arkadaş? Koy bir ortaya, bir görelim.”

İşte biz DEVA Partisi olarak çalışmışız.

Tam 23, 23 ayrı fasikülde çözüm üretmişiz.

Her şey var burada.

Sağlık da var, eğitim de var, ekonomi de var, sanayi de var, ticaret de var, kültür de var. Var, var, var, var.

Hepsi akıl teri.

Hepsi emek ürünü ve uzmanların, Türkiye'yi bilenlerin katkısıyla yapılmış çalışmalar.

Siz de koyun ortaya.

Yok.

Bakın şu anda mecliste bulunan siyasi partilere bakın.

Milletvekili sayısı olarak da başlayın.

En çok milletvekili sayısı olandan başlayın. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü sırayla gelin.

Hepsine de sorun.

Arkadaş sizin eğitimle ilgili çözümünüz nedir ya? Bir koyun ortaya.”

Yok.

Ana muhalefeti var, yavru muhalefeti var.

Hepsi var var var. Hepsi var yani.

Biz işte çözüm üreten, çözümleri hazırlayan ve gerçekten bu ülkeyi yönetmeye talip olan bir siyasi partiyiz.

İşte DEVA Partisi'nin herhalde diğer tüm siyasi partilerden en önemli ayrımı bu.

***

Bakın, yerel seçimler geliyor diye değil tam iki sene önce biz belediyecilik, şehircilik eylem planımızı açıklamışız. İki sene önce.

Karınca duası gibi yazılarla belediyecilik nedir, şehircilik nedir, yerinden yönetim anlayışı nedir?

Tek tek açıklamışız.

Son haftalarda dikkat edin, pek çok siyasi parti yerel yönetimlerle ilgili seçim beyannamesini açıklıyor.

Yeni mi aklınıza geliyor ya?

31 Mart'ta seçimin olacağı 5 sene önceden belli.

Bugüne kadar niye beklediniz?

İçleri de bakın, inanın boş.

Bunun hepsinin arkası dolu.

Biz bununla da yetinmedik.

Bir de belediyecilikle ilgili bir Etik Kurallar Bildirgesi hazırladık.

Yani bizim belediye başkanlarımızın hangi ahlaki kurallara göre belediyeyi yöneteceğinin bütün detaylarını yazılı hale getirdik ve adaylarımız bunu beyan ve taahhüt etti bu kurallara uyacağını.

Ondan sonra adayımız oldu.

Türkiye'de bir ilk.

Bakın, 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde, 70 yıllık çok partili hayatta, 4 yaşında bir siyasi partinin aklına geliyor siyasi ahlak, siyasi etik.

Niye?

Çünkü belediyecilik deyince çoğunun aklına rant geliyor, belediyecilik deyince çoğunun aklına Eurolar, dolarlar geliyor.

Halbuki biz belediyecilik deyince hem etkin belediyecilikten bahsediyoruz hem de temiz, dürüst belediyecilikten bahsediyoruz.

Bu iki sütun üzerinde bizim belediyecilik anlayışımız yükseliyor.

***

Bir başka önemli konu arkadaşlar bakın Van'dayız.

Depremin acısını en derinden yaşayan büyük kayıplar veren bir şehrimizdeyiz.

Biz afetlerle ilgili çalışmamızı bundan tam 3 sene önce açıkladık.

3 sene önce.

Tarih 2021.

Hala geçerlidir. Pırıl pırıl.

Afet yönetimi nasıl yapılmalı? Yerinden yönetim anlayışımız, afet yönetimi çerçevesinde nasıl? Neler yapılmalı? Muhtarlara kadar daha fazla yetki ve imkân nasıl olmalı?

Hepsini zamanında açıkladık.

Ve baktığımızda geçen seneki Kahramanmaraş depremlerinden sonra yapılanlara baktığımızda maalesef hükûmet çok büyük bir aciziyet içerisinde.

Tam, dikkat edin arkadaşlar, 14 ay geçti, 14 ay depremden bu yana.

Sayın Erdoğan ne dedi?

Geçen sene Şubat'ta deprem oldu, Mayıs'ta seçim var.

Mart'ta çıktı dedi ki: 312 bin konut inşa edeceğiz” dedi.

Bir yılda 312 bin konut.

Ben dedim ki ya bir dakika. Bir dakika dur.

Atıp tutmak kolay.

TOKİ'nin yıllık konut üretme kapasitesi belli. Yıllık 50 bin civarında konut üretebiliyor.

Siz bu 312 bin konutu nasıl yapacaksınız?

Hangi teknik kapasiteyle ve hangi parayla yapacaksınız?

Önce onu bir açıklayın bakalım.

Nitekim toplamda söz verdiklerinin %10'unu bile yapamadılar arkadaşlar.

Deprem Kahramanmaraş merkezde değil mi?

Kahramanmaraş'ta söz verdiklerinin %10'unu bile teslim edemediler bugüne kadar.

Konuşmak kolay, laf üretmek kolay.

Seçim geliyor diye aldatmak da bazen kolay.

Biz ne yaptık?

6 Şubat depremlerinden sonra 6 Mart'ta detaylı bir rapor çıkarttık.

Hem durumu analiz ettik hem de depremden çıkışla ilgili çok detaylı bir çalışma yaptık.

Bakın, açtım depremin yol açtığı mali yükün finansmanı.

Para nereden bulunur? Bu konutlar nasıl finanse edilir?

Bizim işimiz.

Hepsini yazdık.

Ama bunların uygulanması için önce güven lazım, güven.

Güven olmayınca olmaz.

Siz güven olmayınca kaynak üretemezsiniz.

Ne yaptılar?

Parayı tükettiler. Merkez Bankası'nın rezervini, yedek akçelerin hepsini tükettiler. Sonra döndüler Merkez Bankası'na karşılıksız para bastırmaya başladılar.

Geçtiğimiz seçimlerden bu yana ki yeni hükûmet kurulduktan hemen sonra Merkez Bankası'na talimat gitti.

Dediler ki: Kur korumalı mevduatın kur farkı için artık hazinede para kalmadı. Merkez Bankası'na sen öde.”

Merkez Bankası: Nasıl ödeyeyim?”

Para bas öde. Bir yerden bul kardeşim.”

1 trilyon lira arkadaşlar.

Geçtiğimiz seçimden bugüne kadar tam 1 trilyon lira karşılıklı para bastılar ve Kur Korumalı Mevduat sahiplerinin kur farkına ödediler.

Yani kime ödediler? Zaten bankada parası olana 1 trilyon daha ödediler.

1 trilyon ne kadar büyüklük bir para?

Karşılaştıralım.

Tarım desteğinin tamamı Türkiye'de 91 milyar. Milyonlarca çiftçiye verilen bütün destekleri topla, topla, topla, topla, hayvancılık dahil.

Sadece çiftçilik, tarım anlamayın. Bitkisel üretim anlamayın.

Hayvancılık dahil toplamı 91 milyar.

Sadece bankada parası olana karşılıksız para basıp da ödedikleri 1 trilyon, 11 katı.

Bu senenin bütçesine koydukları faiz ödeneği 1 trilyon 254 milyar.

Bu yılın bütçesine tarıma koydukları 91 milyar.

Bu ülkede tarım ayağa kalkar mı?

Bu ülkede enflasyon düşer mi?

Sen tutacaksın Merkez Bankası'na karşılıksız para bastıracaksın. Ondan sonra da faizi yükselterek enflasyonu düşürmeye çalışacaksın.

Olmaz ya. İnanın bilmiyorlar.

Fakat daha da önemlisini biliyor musunuz arkadaşlar?

Sadece mesele ekonomi yönetimi de değil.

Ben hep söylüyorum.

Hukuk ve adalet olmadan ekonomi düzelmez.

Ne kadar hukuk, o kadar ekonomi. Ne kadar adalet, o kadar ekonomi.

Bu kadar açık.

Bakın eğer şu anda Türkiye'de gerçekten hukuka, adalete saygılı bir iktidar olsaydı gerçekten Van'da, Van'ın derdiyle dertlenen yerel yönetim anlayışı olsaydı, gerçekten hükümet sadece sağındaki, solundaki, etrafındaki o çıkar odaklarının menfaatine değildi, tüm ülkenin menfaatine çalışsaydı, bugün Van hayal edemeyeceğiniz kadar ilerlemiş, hayal edemeyeceğiniz kadar büyük bir cazibe merkezi olmuş bir ilimiz olacaktı.

Uluslararası ilişkilerde komşularla ilişkisini düzgün tutan, itibarlı, güvenilir bir aktör olan Türkiye ancak hudutlara yakın olan illerimizin kalkınmasını sağlayabilir.

Siz dış ilişkileri bozarsanız, her gün bir başka düşman üretirseniz bundan en çok bizim sınırlara yakın olan illerimiz etkilenir.

Bir küs, bir barış, bir düşman bir kucakla, bu güven oluşturmaz.

Güven olmayınca da yatırım olmaz. Yatırım olmayınca da İslam olmaz, şehir kalkınmaz.

***

İşte biz evet, bu seçimlerde Van Büyükşehiri ve ilçe belediyelerini yönetmeye talibiz.

Belediye meclislerine talibiz.

Ama bir sonraki seçimlerde de arkadaşlar ülkeyi yönetmeye talibiz.

Ve bunun için hazırlanıyoruz.

Kadrolarımıza hazırız, planlarımıza, programlarımıza hazırız.

Çünkü bu hükûmet artık yönetemiyor.

Büyük bir feryat var ya, büyük bir feryat.

Ama en çok da feryat emeklilerimizden geliyor biliyor musunuz?

Yakın tarihimizde emeklilerimiz hiçbir zaman bu kadar perişan olmamıştı. Her yıl arka arkaya, 2018'den bu yana özellikle her yıl arka arkaya enflasyonu gerçeğinden düşük açıklıyorlar. Emekliye o kadar artış veriyorlar.

Ama gerçek enflasyon çok yüksek olduğu için emeklimizin geliri reel anlamda sürekli düşüyor ve emeklimiz her geçen yıl yoksullaşıyor.

Her geçen ay yoksullaşıyor.

Beş senedir sistematik olarak yapılıyor bu.

Özellikle şu son 1 yılda bakın, sadece 1yılın rakamını vereyim.

Gerçek enflasyon %130. Türkiye'nin açıkladığı enflasyon %65.

Emeklilere de %65 zam veriyorlar.

Aradaki 65 puan, 130 ile 65 arasındaki fark kadar emekli yoksullaşıyor.

Hele hele 10 bin lira maaş alanlara verdikleri zam sadece %33.

7 bin 500den 10 bine çıkarttılar.

%33.

Emeklimiz dedi ki: Arkadaş gerçek enflasyon %130. Sen TÜİK'e bile 65 açıklattırmışsın. Niye bana 33 zam veriyorsun?”

Dönüp emeklimize dediler ki: Ya biz senin aslında maaşına enflasyon kadar zam yaptık.”

E nerede hani?”

“İşte maaşın köküne zam yaptık ya.”

Maaşın kökü diye bir şey öğrettiler millete.

İnanılır gibi değil.

Ve ne diyor şimdi Sayın Erdoğan? Enflasyon dipsiz kuyu. Ne kadar maaş artırsak yetmiyor” diyor.

Ya bir dakika arkadaş.

Dipsiz kuyuyu gelip de elini adamı mı kazdı?

O dipsiz kuyuyu kazan sensin.

Merkez Bankası'na karşılıklı para bas diye talimatı veren sensin.

Dışarıdan birileri gelip yapmıyor bu enflasyonu.

Diyor ki Dünyada enflasyon var.”

Ben diyorum ki hop dur bir dakika dur dur dur. Dünyada enflasyon.

Bir dakika dur orada.

Geçen sene Dünyadaki gıda enflasyonu % -10.

Dünyada gıda fiyatları %10 düşmüş.

Türkiye'de TÜİKe göre % 70 İstanbul Ticaret Odasına göre %120 artmış.

Hani nerede?

Bir de ne yapıyor?

Enflasyon yükseldi ben faiz artırıyorum” diyor.

Van'da çiftçilikle, hayvancılıkla uğraşan şöyle 10 tane vatandaşımızı Sayın Erdoğan bir çağırsın. Hani ara ara çağırıyor ya muhtarları falan.

Van'dan gerçekten ama eli nasırlı olacak. Böyle oturduğu yerden para kazanan değil.

Elini kontrol edeceksin, eli nasırlı olacak.

Gerçek çiftçi, gerçek hayvancılıkla uğraşan olacak.

Şöyle bir oturtacak, bir anlatacak, diyecek ki Arkadaşlar gıda enflasyonu yükseldi ya. Ben şimdi faizi artırdım. Onun için şimdi artık sizin enflasyonunuz düşecek.”

Bir anlatsın nasıl işliyormuş bu.

İnanın bilmiyorlar ya.

Türkiye'de gıda enflasyonunu düşürmenin yolu, çiftçimize verilen destekten geçer.

Biz tarım eylem planımıza yazdık bakın, bu kitaptaki 1 NO'lu eylem planı.

İlk adımı toprağa attık.

Dedik ki, gübrenin yarısını devlet karşılamalıdır.

Yemin yarısını devlet karşılamalıdır.

Mazot, elektrik çiftçiye çok daha uygun şartlarda ayrı bir fiyattan verilmelidir.

Türkiye'deki bütün yatırımlar, sulama yatırımları 5 yılda tamamlanmalıdır dedik.

Ve bunu yapacak imkânı vardır bu ülkenin dedik.

Ben tam 11 yılın bütçesini yaptım. 11 ayrı yılın bütçesini yapan heyetin başkanı bendim.

Bütçe nasıl yapılır biliriz.

Bunu bu ülke yapabilir.

Ama mesele öncelik.

Senin önceliğin faize mi, kur korumalı mı yoksa çiftçiye mi?

Önce onu bir söyle.

Ona göre bütçene bak nasıl tarım ayağa kalkıyor.

Tarıma siz desteği verin, maliyetleri düşünün hem çiftçinin yüzü gülecek hem de bu ülkede gıda fiyatları bu kadar artmayacak.

Çözüm bu kadar basit.

Basit yani.

Faizi artıyor, faizi arttırınca da devletin faiz ödemesi artıyor.

Sen faize ödediğinin onda birini bir tarıma ver, bak nasıl tarım ayağa kalkıyor.

Tarıma destek verdiğin zaman da zaten enflasyon düşecek, senin faizi arttırmana gerek kalmayacak.

Bu kadar basit inanın ya.

Bu kadar basit ama bilmiyorlar. Bilmediklerinin de farkında değiller.

Akılları, güçleri rantta.

Gerçekten üzülüyoruz. Çünkü bu ülke buna layık değil yani.

Bir de çıkıyor şimdi tehdit ediyor. Hatay'da.

Benim belediye başkan adayıma oy vermezsen Hatay’da bir şey olmaz” diyor.

11 tane deprem ili var şu son depremden etkilenen. Bir tanesinde muhalefet belediyesi var. 10 tanesinde de kendi belediyesi var.

Hatay'da bir şey olmadı da Kahramanmaraş'ta mı oldu mu?

Adıyaman'da oldu mu?

Oralarda da olmadı.

İstismar, tehdit, aldatma üzerine bir artık siyaset var maalesef.

Türkiye'nin bir an önce bu girdaptan çıkması lazım. Bir an önce bunları aşması lazım.

***

Onun için değerli arkadaşlar bu yerel seçimlerde sadece belediye başkanlarımızı, belediye meclis üyelerimizi seçmeyeceğiz bu seçimlerde aynı zamanda hep beraber hükûmete yanlış yoldasın diyeceğiz, hatan var, yanlışın var, hukuk çiğniyorsun, faul yapıyorsun diyeceğiz ve bu “sarı kartı” inşallah göstereceğiz.

Bu sarı kartı göstermezsek inanın hukuksuzluk, adaletsizlik artarak sürecek.

Bu sarı kartı göstermezsek enflasyon, hayat pahalılığı, yoksulluk artarak devam edecek.

Kırmızı kart da cepte hazır.

Genel seçimlerde de inşallah hep beraber millet olarak kırmızı kartı göstereceğiz ve Türkiye'de arzu ettiğimiz iktidar değişikliğini gerçekleştireceğiz.

Ehil ve dürüst kadrolarla Türkiye'nin yönetileceği bir dönemi inşallah başlatacağız.

***

Ben tekrar bugün bizlerle beraber olan değerli basın mensubu arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Bütün Van teşkilatımıza buradan özellikle sizlerin aracılığıyla selamlarımı gönderiyorum.

Biliyorum ilçelerinde şu anda yoğun çalışma içerisinde gayret içerisinde olan çok arkadaşımız var.

Biz dedik onlara Ben merkezde olacağım ama siz Uhud tepelerini boş bırakmayın. Son gün. Dolayısıyla oralarda son dakikaya kadar son saate kadar çalışın.”

Dolayısıyla arkadaşlarımızın bir kısmı da sağ olsunlar kendi seçim bölgelerinde akşam 18:00a kadar yoğun bir çaba içerisinde olacaklar.

Ve inşallah bu seçimler ülkemiz için bu kadim güzel şehrimiz Van için hayırlı sonuçlar getirecek deyim ve basın mensubu arkadaşlarımızdan soruları alacağız ama ondan önce ben hem Erkan Bey'i hem ilçe belediye başkan adaylarımızı, il başkanımızı, Kerem Bey'i, Medeni Bey'i şöyle bir sahneye davet edeyim sağıma soluma.

Çünkü sorular sadece bana değil, arkadaşlarımıza da olabilir.

Onun için şöyle hep beraber bir huzurunuza çıkalım.

Ama belki şunu yapalım, ben arkadaşlarımıza şöyle bir, Erkan Bey kısa bir sözü aldı açılışta ama diğer adaylarımızın da şöyle bir sesini duyalım.

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

29 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bitlis İftar Konuşması

Ali Babacan Bitlis İftar Konuşması


DEVA Partisi’nin çok değerli genel merkez kurul üyeleri;

Çok değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız;

Çok değerli belediye başkan adayımız,

Değerli misafirler,

Bu program vesilesiyle bizlerle beraber olan sivil toplum kuruluşlarımızın, meslek örgütlerimizin değerli temsilcileri,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum ve Bitlis teşkilatımızın düzenlemiş olduğu bu iftar programına tekrar hoş geldiniz diyorum.

***

Bugün burada sizlerle beraber olmak, aynı aşı paylaşmak bizim için büyük bir mutluluk.

Ramazan, böyle büyük sofralarla güzel.

Ramazan, ekmeğimizi bölüşüne bereketli.

Allah tüm milletimize böyle kalabalık, büyük sofralar nasip etsin ve Ramazan ayı ülkemiz için berekete vesile olsun diyorum.

***

Değerli arkadaşlar,

Sıkıntılı günlerden geçiyoruz.

Gerçekten ülkemizde her alanda sorunlar büyük ve gittikçe de büyüyor.

Şu andaki hükümet artık çözüm üretme kapasitesini tamamen kaybetmiş durumda.

Dikkat edin her alanda kötüleşme var.

Elle tutulur bir sağlık vardı bir zamanlar, vatandaşlarımız devletin sağlık hizmetlerinden memnundu.

Memnuniyet araştırmalarında fena gitmiyordu sağlık hatırlayalım o günleri ama son 4-5 yıldır orada da çok hızlı bir gerileme var.

Randevu kuyrukları, doktorlara ulaşamamak, bir yandan MR cihazları boş durur bir yandan 3 ay 6 ay sonraya gün alırsınız.

Gerçekten şu andaki yaşadığımız sorunların tamamen özünde kökünde kötü yönetim var.

Ülkeyi yöneten ehil ve dürüst kadroların çoğu dağılmış durumda.

Bir zamanlar pek çok alanda başarılı olan şu andaki iktidarın mensup olduğu siyasi parti, benim de zamanında kurucusu olduğum parti ilk kuruluşta gerçekten düzgün insanlarla, ehil dürüst insanlarla kurulmuştu.

Aramızda bizlerle beraber Medeni Yılmaz Bey var Muş milletvekilimizdi.

Şimdi İstanbul milletvekilimiz.

Kerem Altun Bey var. Van milletvekilliğimizi yapmıştı.

Gerçekten Medeni Bey ve Kerem Bey gibi düzgün insanların çok ağırlıkta olduğu bir yapı ile bir yola çıkmıştık.

Ve işi ehline teslim eden bir yönetim anlayışı da vardı o zamanlar.

Büyük bir ekonomik krizin tam ortasındaydık.

Tam 20 tane banka batmıştı ve batan bütün bankaların yükü hazinenin sırtına binmişti.

Merkez Bankası’nın kasasında 28 milyar dolar döviz vardı.

Sadece IMF'ye 23 milyar dolar borç vardı.

Yani çıkarsanız sadece IMF'in borcunu ödeseniz geriye 5 milyar dolar kalıyordu. Diğer borcu saymıyorum.

Ama ne yaptık? Düzgün bir kadro kurduk.

Her konuda işin ehli insanları birimlerin başına getirdik, açık olduk, şeffaf olduk, istişare ile yönettik ve adaletle yönettik.

Ve çok şükür güzel sonuçlar aldık.

3 bin 500 dolarlık milli gelirimizi 12 bin 500 dolara çıkardık.

Ne zaman?

Yıl 2013.

2023'e hedef koyduk. “25 bin dolarlık milli gelire ulaşacağız 2023'te” dedik.

Geçen sene 2023 yılında milli gelir 13 bin dolarda kaldı.

Ve bunu bir müjde olarak açıkladılar, hatırlarsanız Sayın Erdoğan çıktı, "Milli gelirimizi 13 bin dolara ulaştırdık" dedi.

Bundan 10 sene önce zaten biz 12 bin 500 dolara çıkarmışız. Siz geri gitmişsiniz.

Eğer TÜİK'in o da rakamlarına güveniyorsak 13 bin dolar.

Hedef 25 binde, ulaşılan rakam 13 bin dolar.

Şu anda Türkiye bunun tam 2 katı zenginliğe ve 2 katı gelir ulaşmış bir ülke olabilirdi çok rahat.

İnanın çok rahat o günlere ulaşabilirdik.

Fakat adaletten hukuktan uzaklaştılar.

Ehil, dürüst kadrolar bir tarafa itildi, yandaşlar emir kulu tipler ve iktidardan menfaatlenen insanlar oralara öbeklenmeye başladı.

Ve alınan kararlar milletimizin kahir ekseriyetinin menfaatine olan kararlar değil artık.

Dikkat edin alınan kararların çoğu sadece küçük bir zümrenin faydasına, onların yararına alınan kararlar.

Kaldı ki enflasyonu olduğundan küçük açıklayan TÜİK bundan 2 ay önce gelir dağılımı çalışmasını açıkladı.

Henüz muhtemelen iktidarın farkında değil ki TÜİK¹e "Ya bunu düzelt değiştir” diye bir talimat gelmedi.

Bu rakama göre son 5 yıldır ülkemizde yaşayan insanların sadece %5'ini geliri artmış durumda.

5 yılda sadece %5'inin gelir artmış.

%95'in gelir ya düşmüş ya sabit kalmış.

Tablo bu.

Geniş kitlelerin gittikçe yoksullaştığı, gençlerin yaşamak için bir başka ülke aradıkları, çiftçimizin, emeklimizin, asgari ücretimizin büyük bir feryat içinde olduğu bir ülkeye dönüştü şu anda Türkiye.

Gerçekten yazık oldu. Çok yazık oldu.

Bu büyük ve güzel ülke sadece ve sadece kötü yönetim yüzünden bu hale düştü.

Çünkü doğruluktan saptılar. Artık doğruyu söylemiyorlar.

Ticarette de siyasette de “Helalinden kazanmak” diye bir kavram var arkadaşlar.

Helalinden kazanmak.

Ticarette helalinden kazanmak nasıl olur?

Sattığınız ürünle ilgili doğruları söylersiniz. Ölçüde tartıda hile yapmazsınız. Değil mi?

E şimdi son beş yıldır Türkiye’ye dönüp de enflasyonu gerçeğinden çok daha düşük bir rakam olarak açıklattırmak doğruluk mu, dürüstlük mü?

Enflasyonu düşüremeyip, dönüp de TÜİK’e, “Kardeşim ben enflasyonu düşüremedim bari sen düşür” demek vatandaşa doğruyu söylemek mi?

Alışverişe çıkan herkes çarşıya, pazara çıkan herkes biliyor ki geçtiğimiz yıl enflasyon %130 civarında.

TÜİK açıkladı %65.

Aradaki fark %130 ile %65 arasındaki fark tamamen emeklimizin gelir kaybı arkadaşlar.

Çünkü emeklilerimizin maaşı TÜİK'in açıkladığı o düşük enflasyon oranı kadar arttırılıyor.

Oysaki gerçek enflasyon çok yüksek.

Sadece son bir yılda emeklimizin kaybı aradaki 65 puan.

5 yıldır arka arkaya bu yapılıyor.

Bir zamanlar emekli maaşı Türkiye'de asgari ücretin üstündeyken, 2 katıyken, 3 katıyken şimdi emeklerimizin maaşının kahir ekseriyeti asgari ücretin altında kaldı.

Emeklerimizin çoğunun aldığı rakam da 10 bin lira biliyorsunuz.

Hele 10 bin lira emekli maaşı geçtiğimiz yıl sadece yüzde 33 arttırıldı. 7 bin 500 liradan 10 bin liraya çıkarıldı.

Emeklimiz dedi ki, “Ya bir dakika, sizin kendi açıkladığınız enflasyon bile yüzde 65. Bana niye yüzde 33 veriyorsun?”

Ne dediler emeklimize?

“Ya biz maaşın köküne zam yaptık” dediler.

Maaşın kökü diye bir şey öğrettiler bu millete ya.

Sen kimi aldatıyorsun ki?

Emeklimiz eline geçen paraya bakar.

Devlet olarak sen de bütçeye koyduğun paraya bakarsın.

Yok, şöyleymiş de böyleymiş de, köküne zam yapmış da, şuymuş da, buymuş da.

Ama artık feryat çok büyük.

Hangi şehre gidersek gidelim, arabamızdan, otobüsümüzden, adımımızı şöyle kaldırıma attığımız andan itibaren emekliler etrafımızı sarıyor.

“Geçinemiyoruz” diyorlar.

Bakın bugün öğlen, cuma vakti Bingöl merkezdeydik.

Cuma’dan çıktığımızda ilk yanımıza gelenler emeklilerdi.

Ondan sonra kimler geldi biliyor musunuz?

Gazze'de olanlara isyan eden vatandaşlarımız geldi.

Evet, Türkiye'de emeklimiz de çiftçimiz de çok zor şartlarda yaşıyor ama asıl feryadın büyüğü arkadaşlar Gazze'den geliyor.

32 bin insan öldü bugüne kadar.

Bunların 20 bini kadın ve çocuk.

Bakın 32 bin ölen var, 20 bini kadın ve çocuk.

Yiyecek kıtlığı var, yiyecek kuyruğunda bekleyen insanların tepesine bomba yağdırıyorlar.

Bizim hükûmet ne yaptı? İktidar ne yaptı?

İsrail, Gazze'ye saldırmaya başladığından bu yana ne yaptı?

Somut hangi adımı attı?

Hamaset yapmaktan kolay bir şey yok.

İnsanları meydanlara topla, ee? Bağır, çağır, konuş, ee? Sonuç?

Sıfır.

Somut hangi adım?

Yok.

Bakın ta uzaklardaki Malezya ne yaptı?

“İsrail'le ben ticareti kesiyorum” dedi.

“İsrail'e mal getirip götüren gemiler benim limanlarıma uğrayamaz bile." dedi.

Türkiye ticaretle ilgili en ufak bir tedbir aldı mı?

Tam gaz devam ediyor.

Ve iki üç gündür sürekli sürekli yalan söylüyorlar, yalan söyledikçe de ayaklarına dolanıyor.

Neymiş? Giden malın çoğu aslında Filistinlilere gidiyormuş.

Bugün rakam açıklandı, yüzde %4'.

İsrail'e giden ihracatın sadece %4'ü Filistin'e, %96'sı İsrail'e, rakam ortada.

Ne diyor? Ticaret Bakanı çıkmış, “Biz devlet olarak satmıyoruz ki özel sektör satıyor, biz ne yapalım” diyor.

Ya arkadaş, sen kimi kandırıyorsun ya? Özel sektör senin iznin olmadan bir tane çorap gönderebilir mi oraya?

Bir kutu ürün gönderebilir mi?

Hepsi devletin izniyle olan işler.

Ben buradan Sayın Erdoğan'a çağrı yapıyorum. Hemen bu akşam at imzayı, durdur ticareti.

Bu kadar basit, inanın.

Bir imza atacak, Resmî Gazetede yayınlanacak, ticaret bitti.

Ama yapmıyorlar yapmıyorlar, dikkat edin.

Hadi paradan vazgeçemiyorlar, anladım.

Hadi İsrail'e ticarette bir sürü yandaş var, şu var, bu var, onu da anladım.

Ya peki, hiçbir hukuk işlemi de yapamaz mısınız?

Elin Güney Afrika Cumhuriyeti, ta uzaklardaki Meksika, Şili. Bunlar uluslararası mahkemelerde arkadaşlar dava açtı.

Uluslararası mahkemelere suç duyurusunda bulundu.

“İsrail hükümeti soykırımı yapıyordur” dedi.

İsrail Başbakanı “Savaş suçu işliyor” dedi.

Güney Afrika yapıyor, Meksika yapıyor, Şili yapıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin iktidarının şu ana kadar uluslararası mahkemelerle ilgili İsrail'e karşı tek bir adım attığı yok.

Yok.

Para bu kadar mı tatlıymış ya? Hayret ediyorum yani.

Ha diyeceksiniz “Ya para için olmaz bu kadar herhalde”.

Peki, para için olmaz da ne için olur?

Ben Sayın Erdoğan'a yine buradan soruyorum. Acaba çekindiğiniz bir şey mi var? Korktuğunuz bir şey mi var?

Yani her konuda esip gürleyip İsrail söz konusu olduğu zaman bu kadar tutukluk, bu kadar pasiflik niye? Soruyorum. Niçin?

Paradan mı vazgeçemiyorsunuz? Yoksa korktuğunuz, ürktüğünüz, çekindiğiniz bir şeyler mi var?

Yoksa bir yerlerden talimat mı geliyor?

Evet, maalesef, yıllar sonra arkadaşlar iktidarın geldiği durum, geldiği tablo bu.

Bu güzel ve büyük ülke her alanda zafiyete uğradı, her alanda.

Bir zamanların itibarlı Türkiye'si, bir zamanların güçlü Türkiye'si, o Erdoğan'ın çıkıp da “one minute” dediği yılların Türkiye'si artık çok zayıf duruma düştü.

Hatırlayalım o “one minute” dediğinde ben Dışişleri Bakanı'yım.

Ekonomimiz zirvede.

Yer neresi?

Yer, Davos.

Türkiye'yi yere göğe sığdıramadıkları dönemdeyiz.

Bütün dünya kırılıyor, ekonomi krizden 2008-2009 krizi malum, Türkiye sapasağlam ayakta, dimdik ayakta Türkiye'nin ekonomisi, onun verdiği güce sırtını yaslıyor, “one minute” diyor.

Hadi şimdi desin de görelim.

İşe yarıyor mu, işliyor mu?

Yok.

Siz bu ülkeyi bu kadar zayıflatın, ekonomisini çökertin, her alanda itibarını zayıflatın ama olan Gazze'ye oluyor.

Bir önceki seçimlerde ne diyordu hatırlayalım.

“Biz kaybedersek Gazze düşer” diyordu.

Milletimiz de temiz duygularla gitti destekledi, 52'yi verdi.

Ama Gazze işte düştü düşüyor ve bir şey yapamıyor.

Bu millet bu desteği size niye verdi?

Gazze düşmesin diye verdi. Gazze konusunda dik dur diye verdi.

Sadece laf üretme, lafla peynir gemisi yürümez. İş üret, somut bir adım at diye bu desteği verdi.

Gerçekten yazık oluyor.

Evet, sıkıntılar büyük ama değerli arkadaşlar, inanın Türkiye'nin her konuda çözümü hazır.

Bu büyük ülke, Avrupa'nın en büyük nüfusuna ve en büyük topraklarına sahip olan ülke, Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip olan ülke, bu sorunları rahatça aşabilecek güce sahip.

Ama nasıl?

Baştan da söylediğim gibi ehil ve dürüst kadrolarla. Ehil ve dürüst kadrolarla.

Nasıl?

Adalet ilkesinden asla sapmadan.

Her konuda adaletle, şeffaflıkla hareket ederek.

Ama nasıl?

Ehil ve dürüst kadrolarla, liyakatli kadrolarla işi ehline teslim ederek.

Üç tane temel ilke var arkadaşlar. Devlet yönetiyorsanız üç tane temel ilke.

Bizim inancımızın gereği devlet yönetiminde üç tane ilke vardır.

Bir, adalet,

İki, ehliyet liyakat,

Üç, istişare.

Bu üç ilkeyi uygulayın, korkmayın.

Ne zamanki uyguladık, yükseldik.

Ne zamanki bu ilkelerden saptık, Türkiye inişe geçti, çöküşe geçti.

Ne diyor?

“Dipsiz kuyu” diyor. “Dipsiz kuyu” diyor enflasyona.

E bu dipsiz kuyuyu kazan sizsiniz.

Merkez Bankası'na karşılıksız parayı bastırırsanız enflasyon olur bu ülkede.

Gizli saklı yapıyorlar bakın.

Biz açıklamasak inanın örtbas etmeye kalkacaklar.

Nasıl zamanında o meşhur 128 milyar doları ilk ben açıkladım bir genel başkan olarak canlı yayında, bakın şimdi diyorum ki tam 1 trilyon lira karşılıksız para bastılar geçtiğimiz seçimden bu yana.

Basmadılarsa çıksınlar açıklasınlar. Bu kadar karşılıksız paranın basıldığı ülkede enflasyon düşer mi?

Ve gizli saklı bakın.

Merkez Bankası'nın arka kapısından sattıkları döviz miktarı sadece son 5 haftada 25 milyar doları geçti.

Ya doğru hesaptan kaçar mı?

Niye gizli saklı yapıyorsun? Niye açıklamıyorsun?

Tam 13 yılda biz 8 milyar dolar satmışız.

Şeffaf, açık, hala bugün Merkez Bankası'nın web sitesinde açıklanmış durumda.

Girin bakın Merkez Bankası döviz satışları diye bizim dönemi görürsünüz.

Son 5 yıldır gizli saklı yapıyorlar.

Sadece son 5 haftada 25 milyar dolar.

Niye?

Seçim geliyor ya, döviz artmasın.

“Şu dövizi millete bir düşük gösterelim, seçimi kazanalım, ondan sonra yine patlatırız kuru.”

Geçen seçimlerde yaptılar, hatırlayalım.

Şu andaki Hazine Bakanı ne dedi? Bir önceki seçimlerden sonra göreve geldi.

“Benden önce dedi, seçimlerden önce kuru bastırmışlar” dedi.

Yine yapıyorlar.

Peki, seçimden önce kuru düşük gösterip seçimden sonra patlatmak halkı aldatmak değil mi?

Seçimden önce Mazotu 18 lira gösterip seçimden sonra 45 lira çıkartmak, halkı aldatmak değil mi?

Seçimden önce “Faiz indi daha da inecek” deyip seçimden sonra 9 kere faiz arttırmak, halkı aldatmak değil mi?

İşte onun için dedim ya bir helalinden kazanmak diye bir kavram var. Seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.

Oysa biz her zaman doğruyu söyledik.

Halkımızı hiç aldatmadık.

Olabilecek şeye olur dedik, olamayacak şey de olmaz dedik.

Ve onun için bugün çok şükür, alnımız açık, başımız dik, milletimizin karşısındayız.

Hamdolsun.

Bizim çekinecek, korkacak bir şeyimiz yok.

Şu anda hükûmete yakın duranlar, hükûmetin talimatıyla hareket edenlere dikkat edin ister ticaret tarafı olsun ister sanayi tarafı olsun, ister siyaset tarafı olsun, hükûmet ya korkutuyor, öyle boynunu büküyor, ya da teşvik veriyor, dümen suyuna sokuyor.

Tehditle ya da teşvikle etraflarında tuttukları insanlar var oralarda, dikkat edin.

Ya tehditle ya da teşvikle.

Ya menfaat var ya korku var.

O yüzden çok şükür biz onların korkutamadıkları insanlarız ve hiçbir teşvikle de cezbedemeyecekleri insanlarız.

Çünkü biz bu ülkeyi çok seviyoruz, bu milleti çok seviyoruz ve bu ülkenin sorunlarının sadece ve sadece adaletle, ehil dürüst kadrolarla ve istişareye dayanan bir yönetim anlayışıyla çözüleceğini gayet iyi biliyoruz.

***

Ben tekrar bu akşam bu iftar programını düzenleyen Bitlis İl Başkanımıza, Bitlis Belediye Başkanı adayımıza çok teşekkür ediyorum.

Allah milletimize böyle geniş sofralar nasip etsin diyorum.

Ve şöyle hem il başkanımızı hem de belediye başkan adayımızı şöyle bir sahneye davet edeyim beraberce olalım.

Bu arada şöyle bir şöyle bir şey yapalım. Bir fotoğraf çektirelim. Ondan sonra programımızın geri kalan kısmına devam edeceğiz.

Ben değerli adayımız Fikret Bey'e başarılar diyorum.

Bu kısa süre içerisinde gerçekten il başkanımızın da büyük katkısıyla ve büyük organizasyon çabasıyla güzel bir kampanya yaptılar.

Herhalde Bitlis'te bilmeyen kalmamıştır, duymayan kalmamıştır diye tahmin ediyorum.

Bizim işimiz gayret.

Sabırla, sebatla çalışmak ve gayret etmek.

Gayret bizden, takdir milletimizin, takdir Allah'ın diyorum.

Tekrar hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.

Sağ olun, var olun.

26 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Rize İftar Konuşması


Ali Babacan Rize İftar konuşması

Sivil toplum kuruluşlarımızın, siyasi partilerin, meslek örgütlerinin çok değerli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Kıymetli misafirlerimiz,

Hepinize bu iftar programına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.

İftar sofraları ne kadar büyük olursa o kadar güzel.

Ekmeğimizi ne kadar çok paylaşırsak o kadar bereketli.

Allah tüm milletimize buradaki bu birlik beraberliğe benzeyen, buradaki büyük sofralara benzeyen iftarlar nasip eylesin inşallah.

Allah Ramazan ayı boyunca yaptığımız ibadetleri, ettiğimiz duaları kabul etsin ve hep beraber huzur içerisinde bayrama ulaşalım diyorum.

***

Çok kıymetli misafirlerimiz,

Türkiye gerçekten son derece sıkıntılı günler yaşıyor.

Evet, ülkemizde geçim sıkıntısı büyük, emeklilerimiz, asgari ücretle çalışan işçilerimiz, gençlerimiz kime dokunsanız bir feryat var ama bu feryattan da daha büyük feryadı sizlere hatırlatmak istiyorum.

Bugünlerde iktidarın herkese unutturmaya çalıştığı iktidara yakın basının gazete sayfalarında kolay kolay göremeyeceğiniz bir başka büyük feryadı hatırlatmak istiyorum.

Evet, Gazze'den gelen feryadı.

Tam 30 bin sivil insan bugüne kadar hayatını kaybetti.

Bunların üçte ikisi kadın veya çocuk, yiyecek kuyruğunda bekleyen insanların üzerine bombalar yağdırıldı.

Şu andaki iktidar bugüne kadar elle tutulur, somut, hiçbir adım atmadı, atamadı.

Bir önceki seçimlerde, geçen sene mayıs ayındaki genel seçimlerde ne demişlerdi?

“Biz seçimi kaybedersek Gazze düşer” demişlerdi değil mi?

E seçimi kazandılar ama Gazze yine düştü.

Hiçbir şey yapamadılar.

Bakın ta dünyanın öbür ucundaki Güney Afrika Cumhuriyeti ne yaptı?

Netanyahu hükümetine suç duyurusunda bulundu.

Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne gitti, dedi ki “Netanyahu hükümeti savaş suçlusudur. Gereğini yapın” dedi.

Başka ne yaptı?

“Filistin'de bir soykırımı” vardır dedi. Lahey, Uluslararası Adalet Divanı’na resmen başvurdu.

Güney Afrika Cumhuriyeti'nden bahsediyoruz ha, uçakla 8 saat sürüyor.

Dünyanın başka yerlerinden Meksika, Şili, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin yaptığı gibi uluslararası mahkemelerle suç duyurusunda bulundu, dava açtı.

Türkiye ne yaptı?

Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler ne yaptı?

Malezya, dünyanın bir başka öbür ucundaki ülke.

Dedi ki “Ben İsrail’le ticareti kesiyorum. Hatta İsrail'e gidip gelen gemiler benim limanlarıma dahi uğrayamaz” dedi.

Limanlarını her türlü İsrail'e mal getiren, götüren gemiye kapattı.

Soruyorum, şu andaki iktidar ne yaptı?

Bağırıp çağırmaktan başka, hamasetten başka, insanları miting alanlarına toplayıp Gazze mitingi yapıp gelip, hep beraber “İsyan edelim, bağıralım” demekten başka ne yaptı?

Sıfır.

Çünkü arkadaşlar maalesef öyle bir noktaya geldiler ki menfaat varsa menfaat, paranın ucunu da gördülerse akılları karışıyor.

Zihinleri bulanıyor.

İlke, değer kalmıyor.

Bir duruş gerekir.

Yazıktır, günahtır.

Lafa gelince Filistin meselesinde, Gazze meselesinde kendilerine toz kondurmayan ama fiiliyata gelince de somut hiçbir adım atmayan bir iktidar var şu anda ülkenin başında.

Çok yazık.

Ne oldu o “One minute” diyen Türkiye'ye?

O gün ben bakın Dışişleri Bakanı'ydım o meşhur “One minute” hikayesi var ya.

Ben Dışişleri Bakanı'ydım.

Bütün dünyada itibarımız vardı.

Sözümüzün eriydik.

Ne diyorsak yapıyorduk.

Güçlü bir ülkeydik.

Ekonomimiz zirve yapmıştı.

Türkiye bütün dünya basınında manşet oluyordu.

“Güçlü ülke, model ülke, yıldız ülke, parlayan ülke” diye.

Ve asla zikzak yapmıyorduk.

Dış politikada sağlam bir çizgimiz vardı.

Onun verdiği güçle, o sağlam ekonominin ve dış politikadaki sağlam çizginin gücüyle o “One minute” lafını edebildi.

Bugün diyebiliyor mu?

Velev ki dedi, kim takıyor ki?

İster “One minute” desin, ne derse desin, kimsenin taktığı, dinlediği yok.

Çünkü siz dünyada itibarlı olacaksınız, dünyada saygın, sözü dinlenen bir ülke olacaksınız, öncelikle diplomaside, dış ilişkilerde tutarlı olacaksınız.

Daha dün “Zalim” dediğiniz Sisi’nin ayağına gidip, elini sıkıp kucaklarsanız, daha dün “Katil” dediğiniz veliaht prensin ayağına gidip kucaklayıp avuç açıp borç para isterseniz, daha dün “15 Temmuz'daki hain darbe teşebbüsünün finansörüdür” dediği ülkenin Emir’ine gidip kucaklayıp avuç açıp borç para isterseniz dünyada itibarınız kalmaz.

Bu şekilde borç alan emir alır.

Bakın ben 2 aydır soruyorum. Diyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin Rusya Federasyonu'na doğal gaz borcu var mıdır, yok mudur diyorum.

Doğalgaz borcunu günü gününe hazine Rusya'ya ödeyebiliyor mu? Ödeyemiyor mu diye soruyorum.

Çıt yok.

Çünkü biliyorum erteliyorlar, ödeyemiyorlar.

En son aldığımız rakam 20 milyar doların üzerinde birikmiş bir borç var Rusya'ya.

Eğer doğru değilse çıkıp açıklasınlar.

İşte buradan canlı yayındayız. Şu anda uydudan benim söylediklerim bütün Türkiye'de bütün kanalların sistemine düşüyor.

Ha yayınlarlar, yayınlamazlar ama bütün kanalların şu anda sisteminde bizim şu andaki cümlelerimiz var.

Desin ki Sayın Erdoğan çıksın, “Hayır, benim Rusya'ya bir kuruş dolar, bir dolar, bir sent doğal gaz borcum yoktur” desin.

Görelim.

Bakın siz eğer Rusya gibi bir ülkeyle ilişkilerinizde “Arkadaş borcumu ödeyemiyorum. Ne olur biraz ertele” deyip de borç biriktirirseniz borç alan yarın emir alır.

Bütün ilişkilerde boynunuz bükük kalır.

Kritik dönemlerde bu ülkenin asıl milli menfaatleri korumanız gereken noktalarda boynunuz bükük kalır.

Tam 11 yıl ben bu ülkenin ekonomisinin başında oldum 11 yıl.

Hiçbir ülkeden gidip de ikili anlaşmalarla kredi istemedik, borç istemedik.

Tabii ki hazinenin borçlanmaya ihtiyacı olur. En azından eski borcu ödemek için borçlanmaya ihtiyacı olur.

Ne yaptık?

Dedik ki “Bizim bu ay 3 milyar dolar borca ihtiyacımız var. Bu üç milyar doları bize en ucuz kim getirirse bu borcu onlardan alırız” dedik.

3 milyar dolarlık ihaleye çıktığımızda en az 10 milyar dolarlık, 15 milyar dolar para teklif ettiler.

Baktık en ucuz hangisiyse gittik o en düşük maliyetlisini aldık.

“Geri kalana şimdilik ihtiyacımız yok. Alın paranızı” dedik.

Böyle yürüdü 11 yıl.

IMF’e 23 milyar dolarlık borçla devraldım ben ekonomiyi.

Hamdolsun, borcu sıfırladık.

Üstelik IMF geldi bizden borç istedi. Dedi ki, “Sizin ekonominiz çok iyi. Batan ülkeler var. O ülkeler için para gerekiyor. Siz bize biraz kredi açabilir misiniz? Borç verebilir misiniz” dedi.

Biz de tamam dedik.

Anlaşmayı imzaladık, 5 milyar dolarlık bir kredi hatta açtık IMF’e.

Borç alan ülkeden borç veren ülke haline geldik.
Hissemizi ikiye katladık.
Hisse satın aldık.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi seçimlerinde tam yüzde 80 oyla güvenlik konseyine seçildi Türkiye.

53 Afrika ülkesinden 51’i Türkiye'ye oy verdi.

Bütün Latin Amerika, Asya'nın çoğu.

Yüzde 80.

Tarihte bir ilk.

Daha önce hiçbir zaman Türkiye'ye böyle bir oyla seçilmemişti oraya.

Ama bu itibarla oluyor, güvenle oluyor, sözüne güvenirlilikle oluyor, tutarlı çizgiyle oluyor.

Siz her gün yalpa yapıp bir gün barışıp bir gün küserseniz, içeride iç siyasette düşman gerektiği zaman başka ülkeleri düşman ilan ederseniz gerçek düşmanlar ortaya çıktığında doğruları söylemeye çalıştığınızda kimse size inanmaz.

İşte maalesef Gazze konusunda Türkiye'nin şu anda etkisinin sıfır olmasının en önemli sebebi Türkiye'nin uluslararası planda kaybettiği itibardır.

Ekonomisinin zayıflamasıdır, güvenilirliğinin zayıflamasıdır.

Gerçekten çok üzülüyoruz.

Bu büyük ve güzel ülke böyle yönetilmeye layık değil.

Bu büyük ve güzel ülke çok daha iyi yönetilmeyi hak ediyor.

Çünkü bizim nüfusumuz Avrupa'nın şu andaki en büyük nüfusu ve en genç nüfusu.

Avrupa'nın en büyük toprakları bizde, en büyük tarım arazileri bizde.

Canlı hayvan ithal eder hale geldik ya.

Et ithal ediyoruz et.

Buğday ithal ediyoruz.

Avrupa'nın en büyük tarım alanlarına sahibiz. Kendi ihtiyacımızı kendimiz karşılayacak tarım imkanlarımızı maalesef şu andaki kötü yönetim sebebiyle kaybettik, kaybediyoruz.

Bakın iki tane rakam vereceğim.

Bu yılın bütçesinde bütün tarım destekleri çiftçimize verilen desteğin tamamı içinde çay da var, fındık da var, buğday da var, mısır da var, hepsi var.

Topla, topla, topla, topla bu yılın bütçesindeki rakam 91 milyar lira.

Peki, bu yılın bütçesinde faiz ne kadar?

Hasan Bey biraz önce söyledi. 1 trilyon 254 milyar.

Tarıma verilen desteğin tam 14 katı faiz ödeniyor şu anda.

Ve bu faiz bir hiç uğruna ödeniyor biliyor musunuz?

Yıllarca yıllarca 50 milyar civarında seyretti bizim faiz ödememiz.

Ne zamanki partili taraflı Cumhurbaşkanlığı sistemi geldi, ne zamanki tek imzayla aklına geleni yapmaya başladı, ne zamanki Merkez Bankası'nı talimatla yönetmeye başladı, ne zamanki Merkez Bankası'nın başkanlarını “Laf dinlemiyor” diye kulağından atıp laf dinleyen başkanları başına koydu, ne zamanki Merkez Bankası'na karşılıksız para bastırmaya başladı, o gün bugündür Türkiye'de ekonomide dikiş tutmuyor.

Bakın arkadaşlar sadece geçen seçimlerden bu yana 10 ayda Merkez Bankası'nın karşılıksız para basıp kur korumalı mevduata ödediği rakam tam 1 trilyon lira.

Hatırlayalım tarım bütçesi 91 milyar, Merkez Bankası'nın Kur Korumalı Mevduat’a ödediği 1 trilyon.

Ve bunu açıklamıyorlar.

Bütçeden de vermiyorlar.

Merkez Bankası'na talimatla ödetiyorlar.

Merkez Bankası nereden buluyor parayı?

Evet, karşılıksız para basıyor.

Merkez Bankası'nın sadece kur korumalıya 1 trilyon lira karşılıksız para bastığı bir ülkede siz faizi arttırarak enflasyonu düşürebileceğinizi zannediyorsunuz?

Mümkün değil.

Yüzde 8,5’tan 45’e çıkarttılar, “Burada artık duracağız” dediler değil mi?

Durabildiler mi?

Duramadılar. Çünkü enflasyon durmuyor.

Ne yaptılar?

Mecburen seçim gelmesine rağmen yüzde 50’ye çıkartmak zorunda kaldılar.

Üstelik neye rağmen?

Ne diyordu? “Bu can bu tende olduğu sürece” diyordu. “Nas var” diyordu.

“Sana bana ne oluyor” diyordu.

Hatırlayalım.

Daha 10 ay önce geçen seçimlerden önce.

“Faiz indi daha da inecek. Ben iş başında olduğum sürece yükselmez” demiyor muydu?

Yüzde 8,5 faiz atam yüzde 50’ye çıktı.

9 kere faiz arttırdılar.

Yine de işe yaramayacak. Çünkü bu ülkenin başını öyle dertlere soktular ki aynı kuyuya atılan taş gibi yeni ekonomi yönetimi de o kuyuya atılan taşları çıkaramıyor.

Güçleri yetmiyor.

Ve sadece ekonomi yönetimiyle bu iş olmaz arkadaşlar bakın.

Hukuk ve adalet olmadan ekonomi olmaz.

Hukuk ve adalet olmadan yatırım olmaz, istihdam olmaz.

Çünkü hukuk ve adalet olmadan güven olmaz güven.

Güven olmayınca siz ekonomiyi asla düzeltemezsiniz.

Güvenin çok önemli kuralları var güvenin.

1 no'lu kural: Konuşunca doğruyu söyleyeceksin değil mi? Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.

Ya sen devletin resmi istatistik kurumuna dönüp de “Arkadaş ben enflasyonu düşüremedim. Bari sen düşür” deyip de TÜİK'e enflasyonu düşürtüp, TÜİK'in gerçek olmayan enflasyon rakamlarını açıkladığı bir ülkede güven oluşur mu?

Alışverişe giden herkesin yüzde 100’ün üzerinde olduğunu rahatlıkla gördüğü bildiği bir enflasyonu siz TÜİK'e %65 olarak açıklatarak güven oluşturabilir misiniz?

Güven oluşturmanın 1 no'lu kuralı: Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.

2, söz verince tutacaksın.

3, emanete hıyanet etmeyeceksin.

Bakın bugün emekliler feryat ediyor değil mi?

Türkiye'nin her yerinde büyük bir feryat var.

Nerede otobüsümüzden, arabamızdan şöyle adımımızı kaldırıma atsak emekliler etrafımızı çeviriyor.

Böyle devlet uçağıyla, özel uçağıyla gezenler helikopterle inip kalkanlar kaldırımlara ayaklarını basmıyorlar ki, emeklilerle muhatap olmuyorlar ki.

Emeklilerle muhatap olan biziz.

Büyük bir feryat var.

“Geçinemiyoruz” diyorlar. “Açız” diyorlar.

Bakın daha geçen hafta Yozgat Sorgun’da bir emeklimiz böyle sakalı buralara kadar, iki gözü iki çeşme ağladı.

“Biz 70 kişi tren istasyonunda yatıyoruz emekli olarak” dedi. “Emekli parası artık emekli maaşı kiraya yetmiyor” dedi.

“Kira ödeyecek, barınacak imkanımız kalmadı” dedi.

Niçin?

Çünkü siz TÜİK'e düşük bir enflasyon rakamı açıklattırırsanız emeklilerin de zammını maaş zammını ona göre yaptırırsanız emekli fakirleşir, yoksullaşır.

Sadece son 1 yılki fark arkadaşlar yüzde yüz 130 ile yüzde 65 arasındaki fark tam 65 puan.

Ki 5 yıldır bu sistematik olarak yapılıyor. 5 yıldır düzenli olarak TÜİK gerçek enflasyonu açıklamıyor, daha düşük bir rakamı açıklıyor.

Ve 5 yıldır her yıl üst üste üst üste emeklimizin aldığı maaş zammı gerçek enflasyonun altında kalıyor.

Makas her yıl her yıl her yıl her yıl açılıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın en son değil mi, bu Ramazan için açıkladığı dört kişilik bir ailenin asgari gıda ihtiyaç rakamı değil mi?

15 bin lira.

Emeklerimizin kahir ekseriyetinin şu anda aldığı maaş 10 bin lira.

Rakamlar ortada.

Türk- İş’in açıkladığı açlık sınırı var, yoksulluk sınırı var.

Türk- İş’in açıkladığı açlık sınırı 20 bin liraya geçti son ay itibariyle.

E bütün bu gerçekler ortadayken siz TÜİK'e düşük bir enflasyon rakamı açıklattırıp emeklimize o kadar zam verirseniz, asgari ücretin maaşını o kadar arttırırsanız insanları aldatmış olursunuz.

İnsanların geçiminden çalmış olursunuz.

Gerçekten sıkıntılar çok büyük.

Ama bu sıkıntıların hiçbirisi bizim için sürpriz değil.

Zamanında biz bunların geleceğinin hepsini gördük.

Çok uğraştık. Çok çalıştık.

İçeriden düzeltmenin mücadelesini ettik.

İşte Hasan Bey'le o zaman ve belki salondaki başka arkadaşlarımızla beraber büyük bir mücadele verdik içeriden sessiz bir mücadele.

Bu yanlışları düzeltme, hatalardan dönme mücadelesi.

Ama baktık olmuyor.

Onun için yolları ayırdık, kendimize yeni bir yol çizdik ve şimdi emin adımlarla bu büyük ve güzel ülkemizi içinde bulunduğu bu sıkıntıdan bu kötü durumdan kurtarıp çok daha iyi standartlara ulaştırmanın mücadelesini verdik, veriyoruz.

***

Değerli misafirler,

Yerel seçimlere gidiyoruz.

Yerel seçimler vesilesiyle biliyorsunuz pek çok siyasi parti apar topar seçim beyannamesi açıkladı.

Son birkaç ay içerisinde duymuşsunuzdur.

Oysaki 31 Mart'ın yerel seçimlerin geleceği 5 yıl önceden belli.

Anayasanın gereği zaten. Tarih takvim belli.

Biz ne yaptık?

Bundan tam 2 sene önce yerel yönetimler ve şehircilikle alakalı eylem planımızı açıkladık.

Karınca duası gibi yazılarla tek tek tek tek belediyecilik nedir, şehircilik nedir, ta muhtarlarımıza kadar yerinden yönetim anlayışı nasıl bu ülkede hâkim olmalı hepsini yazılı hale getirdik, açıkladık.

Bu da yetmedi.

Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdik.

DEVA Belediyeciliğinin “Etik Kurallar Bildirgesi”ni yayınladık.

Bu 3 sayfalık etik kurallar yani ahlaki kurallar bildirgesiyle bizim belediye başkanlarımızın hangi ahlaki kurallar çerçevesinde belediyecilik yapacaklarını da ilan ettik.

Bunu bizden başka yapan hiç kimse yok.

100 yıllık Cumhuriyet tarihinde, 70 yıllık çok partili demokrasi döneminde 4 yaşındaki bir siyasi partinin mi aklına gelmeliydi bu?

Çünkü belediye deyince çoğunun aklına ilk gelen kelime rant.

Belediyecilik deyince çoğunun gözlerinde dolar, euro işaretleri oluşuyor.

Biz bunu bir ahlaki kurallar bildirgesi olarak hazırladık.

Aslında ben bunu zamanında bir kanun haline getirmeye çalıştım.

Bir siyasi ahlak kanunu, yolsuzlukla mücadele kanunu, imar rantlarıyla ilgili bütün kanunları hazırladık, Başbakan Yardımcısıyken.

Ve bunu anlattık.

Dedik ki; bunlar lazım bakın. Çünkü bu ülkede yolsuzluk artıyor, haksızlık artıyor, şeffaflık azalıyor. Bunları düzeltmemiz lazım. Bunu bir kanun haline getirmemiz lazım.

Cevap şuydu; “Biz bunları yaparsak il başkanı, ilçe başkanı bulamayız.”

O günlerde basına düştü bunlar. Eminim hepiniz en azından yaşı müsait olanlar hatırlıyordur.

Hamdolsun.

DEVA Partisi'ni kurduk.

81 tane pırıl pırıl il başkanı, 650 tane de pırıl pırıl ilçe başkanı bulduk.

Demek ki niyet sağlam olunca oluyormuş, bulunabiliyormuş, yaptık.

Ha o gün biz bunları kanun haline getiremedik. Ama ne yaptık?

Şimdi partimizin kendi iç hukuku haline getirdik.

Ve bunu denetleyecek denetim mekânımız genel merkezimizden belediye başkanlarımızın bu kurallara uygun hareket edip etmediğini sürekli denetleyecek.

Dolayısıyla biz ne diyoruz?

1, “biz belediyeciliği etkin yaparız” diyoruz eylem planımızda ve “temiz yaparız” diyoruz, “şeffaf yaparız” diyoruz.

***

Yerel seçimler geliyor.

Yerel seçimlerde belediye başkanlarımızı seçeceğiz, evet, meclis üyelerimizi seçeceğiz evet ama bu yerel seçimler değerli arkadaşlar aynı zamanda hükümete bir uyarı niteliğinde olmalı.

Yani sandıktan çıkacak sonuç iktidara “Arkadaş bakın yanlışın var. Hatan var, hukuk çiğniyorsun, anayasa çiğniyorsun. Anayasa mahkemesinin kararlarına uymuyorsun. Hatan var” dememiz gerekiyor.

Yani bu seçimlerden bu sandıktan çıkacak sonucun hep beraber tüm milletimizin iktidara değerli arkadaşlar bir “sarı kart” gösterme imkânı olması lazım.

Yani bu sarı kartı hep beraber göstereceğiz ki akıllarını başlarına alsınlar.

Bu sarı kartı göstereceğiz ki “Hatam var galiba. Galiba faul yaptım, hukuku çiğniyorum, haksızlık yapıyorum” diye bu uyarıya alsınlar.

Bu sarı kartı görmezlerse inanın şu ana kadar yaşadığımız ne kadar sıkıntı varsa artarak katlayarak devam edecek.

Bana diyorlar ki “Peki başkanım niye kırmızı kart değil de sarı kart?”

Ben de diyorum ki kırmızı kart öbür cepte hazır. Ama kırmızı kart seçimi genel seçim.

Çünkü bu seçimlerde sadece belediye başkanlarımızı seçiyoruz, meclis üyelerimizi seçiyoruz.

İktidarın değişeceği seçim genel seçimler bir sonraki seçim.

İnşallah bir sonraki seçimde de hep beraber kırmızı kartı gösterip Türkiye'de dürüst ve ehil kadroların iş başına gelmesinin önünü açacağız.


Devlet yönetiminde değerli arkadaşlar bizim inancımızın gereği bir yönetim modeli yok.

İşte yok başkanlık modeli deniyor, şu deniyor, bu deniyor.

Ama ne diyor?

İlkelerden bahsediyor.

3 tane temel ilke var 3 tane.

1, adalet ilkesi.

2, ehliyet liyakat ilkesi.

3, istişare ilkesi.

Yani diyor ki adaletle hükmet diyor, adaletle yönet diyor.

2, ehliyet liyakat. Yani işi ehline ver diyor. İşi yandaşına ver. İşi akrabana ver. İşi her dediğimi yapana emir kulu olana ver demiyor.

“İşi ehline ver” diyor.

Ve üç istişare: Yani bin biliyorsan birbirine soracaksın, karar alırken istişare ederek karar alacaksın.

Şu andaki iktidar bu üç temel ilkenin üçünden de sapmış durumda.

Adalet ilkesinden de sapıldı, ehliyet liyakat ilkesinden de sapıldı, istişare ilkesinden de sapıldı.

Onun için dikiş tutmuyor, onun için olmuyor.

Ne kadar uğraşsalar da bu 3 ilkeye sadık kalmadıktan sonra bu ülkenin sorunlarını çözemeyecekler.

İşte bunu bildiğimiz için yola çıktık, işte bunu bildiğimiz için emin adamlarla yürüyoruz.

Ve çok şükür alnımız açık, başımız dik, Türkiye için doğruların mücadelesini vermeye hep beraber devam ediyoruz.

Ben tekrar bu mübarek Ramazan ayı vesilesiyle hepinize şimdiden hayırlı bayramlar diliyorum.

Bu yaklaşan seçimlerin 31 Mart seçimlerinin bu güzel ülkemize, bu büyük ülkemize hayırlı sonuçlar getirmesini temenni ediyorum.

Bu akşam bu iftar sofrası vesilesiyle de bizlerle olan tüm misafirlerin eşlerine, dostlarına, akrabalarına, arkadaşlarına gönül dolusu sevgilerimi, selamlarımı, hürmetlerimi iletmenizi özellikle rica ediyorum.

Sağlıcakla kalın diyorum. Sağ olun, var olun.

 

25 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Trabzon Beşikdüzü İftar Konuşması

Ali Babacan Trabzon Beşikdüzü İftar Konuşması


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri;

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız;

Sivil toplum kuruluşlarımızın, iş dünyamızın kıymetli temsilcileri;

Soframızı büyüten, bizlere eşlik eden tüm misafirlerimiz;

Beşikdüzü ilçe teşkilatımızın düzenlemiş olduğu bu iftar programına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

*****

Ramazan, büyük sofralarla, kalabalık masalarla güzel.

Ramazan, soframızı büyüttükçe, yemeğimizi paylaştıkça bereketli.

Rabbim sadece bizlere değil, tüm milletimize, hep böyle güzel, kalabalık sofralar nasip eylesin.

Allah yaptığımız ibadetleri, ettiğimiz duaları, tuttuğumuz oruçları kabul eylesin.

Ramazan ayı ülkemizin tamamı için berekete vesile olsun inşallah.

*****

Kıymetli misafirlerimiz,

Ülkemizde sıkıntılar büyük.

Ülkemizde dertler çok ama şu anda Gazze'de yaşananlar herhalde İslam dünyasının en büyük zulmünün yaşandığı, İslam dünyasına karşı yapılan en büyük saldırının en büyük soykırım teşebbüsünün olduğu bir dönem gerçekten.

Tam 30 bin insan hayatını kaybetti 30 bin.

Bunların üçte ikisi kadın ya da çocuk.

Yemek kuyruğunda bekleyen insanlara saldırdılar.

Yüzlerce kişi öldü.

En temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, şu anda 2 milyon insanın adeta açık hava hapishanesinde yaşadığı bir yer şu anda Gazze.

Peki, Gazze’deki bu durum karşısında iktidar ne yaptı?

Hamasetten başka, bağırıp çağırmaktan başka ne yaptı?

Geçen seçimleri hatırlayın. Sayın Erdoğan ne demişti? "Eğer biz düşersek Gazze düşer" dememiş miydi?

"Eğer ben bu seçimi kaybedersem Gazze düşer" dememiş miydi?

Seçimi kazandı ama Gazze düştü düşüyor.

Hiçbir şey de yapmadı yapamıyor.

İsrail ile ticaret tam gaz devam ediyor.

Artarak devam ediyor.

Güney Afrika Cumhuriyeti ta dünyanın öbür tarafından ne yaptı?

Netenyahu hükûmet hakkında uluslararası ceza mahkemesine suç duyurusunda bulundu.

Lahey adalet divanına dava açtı. "Burada soykırım var" dedi.

Elin Şililisi, Meksikalısı katıldı.

Türkiye ne yaptı?

Bizim hükûmet ne yaptı?

Pek çok ülke İsrail'e karşı ticaret ambargosu koydu.

Elin Hollandalısı uçak parçası satmayı yasakladı mahkeme kararıyla. "Çünkü bu uçaklar soykırımda kullanılıyor, sivil halkı bombalıyor" diye.

Dünyanın öbür ucundaki Malezya sadece ticareti kestiği ile kalmadı kendi limanlarının İsrail ile ticarette kullanılmasını yasakladı.

"Bırakın mal satmayı İsrail'e mal götüren gemiler benim limanlarıma uğrayamaz" dedi.

Türkiye tam gaz ticarete devam ediyor.

En ufak bir yaptırım yok bakın en ufak bir yaptırım yok.

Şu yandaş medyayı hiç takip ediyor musunuz bilmiyorum.

Hükûmete yakın gazeteleri son günlerde hiç okuyor musunuz?

Tek kelime Gazze geçmiyor.

Eğer sadece hükûmet sopayla ya da havuçla idare ettiği basını takip ederseniz o gazetelere bakarsanız 1 sayfaların manşetlerinde Gazze diye bir şey yok.

Çünkü biliyorlar etkisiz kaldıklarının farkındalar.

Hadi gücün yetmiyor hiç olmazsa ticaretten vazgeç.

Çok değiştiler çok.

Paranın ucunu görünce akılları karışıyor.

Paranın ucunu görünce zihinleri dağılıyor.

İlke değer hiçbir şey kalmıyor.

Gerçekten yazık oldu.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti bu büyük ülke Gazze'de yaşanan katliama karşı hiçbir yapmadı, yapamadı.

Kürsüye çıkıp nara atmaktan kolay bir şey yok.

"Biz düşersek Gazze düşer" diye milletten oy alıp ondan sonra Gazze düşerken kayıtsız kalanlar gerçekten değerli arkadaşlar bu millete bir hesap vermek zorundalar.

Bir anlatmak zorundalar ne oldu?

Çünkü bir ülkenin itibari bir ülkenin gücü güvenilirlikten geçer.

Verdiği sözü yerine getirmekten geçer.

Seçim öncesi "Faiz indi daha da inecek" deyip siz faizi 9 kere artırırsanız seçimden sonra, güveni artıramazsınız güveni oluşturamazsınız.

Seçimden önce mazotu çiftimize 18 lira gösterip seçimden sonra 40 liraya artırırsanız güven oluşturamazsınız.

Güven olmayınca uluslararası ilişkilerde diplomaside etki kalmaz güç kalmaz.

Daha dün zalim dediğiniz Sisi'nin peşinde koşarsanız, daha dün katil dediğiniz veliaht prense sarılıp "Bana para ver" derseniz, 15 Temmuz’daki hain darbe teşebbüsünün finansörüdür dediğiniz ülkenin emirine gidip kucaklayıp "Bana para ver" deyip kucak açarsanız itibarlı olamazsınız.

En kritik konularda bağırırsınız sonuç alamazsınız.

İşte değerli arkadaşlar gerçekten çok üzülüyoruz. Ama aynı zamanda da kızıyoruz.

*****

Son 10 yıldır hukukta, adalette geriye geriye gitti ülke.

Eğitimde geriye gittik, sağlıkta geriye gittik.

Cumhuriyetin yüzüncü yılını kutladık, on yıl öncesinden daha geriye düşmüş durumda kutladık.

İlk defa bir nesil Türkiye’de, kendinden sonraki neslin yarınlarıyla ilgili endişeli.

Türkiye’deki her nesil bir öncekinden daha yüksek refah seviyesine ulaşa ulaşa geldi bugüne kadar.

Evde çamaşır makinesi yokken bir merdaneli çamaşır makinası oldu.

O gitti, bir otomatik çamaşır makinası geldi.

Daha sonra bulaşık makinası girdi evlere.

Ama her nesil bir önceki nesle göre daha iyi şartlarda yaşadı.

Şu anda ilk defa bizler, bizim neslimiz, çocuklarımızın, torunlarımızın yarınlarından endişeliyiz.

“Biz zamanında ev aldık araba aldık. Galiba bizim çocuklar ömürleri boyunca çalışsalar bir araba sahibi, bir sahibi olamazlar.” Diyoruz.

Bunu ilk defa yaşıyoruz bakın, yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk defa yaşıyoruz bu durumu.

Bu tek kişilik kadro, bizi 90’lı yılların karanlığına götürüyor.

Ama arkadaşlar, daha evvel de sıkça söyledim;

Türkiye’den asla umudumuzu kesmeyeceğiz.

Biz bu yanlışların düzeltilmesi için çok çalışacağız, ama dosdoğru çalışacağız.

Trabzon’dan, bu güzel şehrimizden bizleri izleyen gençlere, kadınlara, asgari ücretlilere, beyaz yakalılara, mavi yakalılara, emeklilere…

Hakka inanan, adalet isteyen, zenginlik talep eden herkese seslenmek istiyorum.

Yeriniz burası. Yeriniz DEVA diyorum.

Esnaf kardeşim:

Komşun siftah yapmadığında canın sıkılıyorsa;

Senin yerin burası.

Öğrenci kardeşim:

Korkmadan tweet atmak istiyorsan; insanca koşullarda, iyi yurtlarda öğrencilik yapmak istiyorsan;

Senin yerin burası.

Çalışan kardeşim:

Ay başında maaşın eriyip gitmesin, kafanı yastığa borç harç düşünmeden rahat koymak istiyorsan;

Senin yerin burası.

Motokurye kardeşim;

Hasta olduğunda işe nasıl gideceğini düşünüyorsan, hastaneden randevu alamıyorsan;

Senin yerin burası.

Türkiye’ye sesleniyorum:

Emeğe önem veren, çalışanın yanında olan;

Hakkı adaleti savunan, demokrasinin, özgürlüklerin yanında olan;

Herkesin yeri burası.

***

Değerli misafirlerimiz,

Bakın yerel seçimlere gidiyoruz.

Partiler apar topar seçim beyannameleri açıklıyor.

Biz kendi yerel seçimlerle ilgili olan eylem planımızı bundan tam 2 sene önce açıkladık.

Seçim geliyor diye değil.

Yerel yönetimler nedir, şehircilik nedir ortaya koyduk.

Bu da yetmedi.

Belediyelerimiz için ilk defa bir etik kurallar bildirgesi açıkladık.

Bizim belediye başkanlarımızın hangi ahlaki kurallar çerçevesinde belediyecilik yapacağını ortaya koyduk.

Ve bunlar Türkiye'de ilk bakın ilk. Daha önce hiç yapılmamış işler.

Ve değerli arkadaşlar evet belediye başkanlarımızı seçeceğiz, belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz ama aynı zamanda bu seçim iktidara bir uyarı niteliği de taşıyacak.

Eğer iktidar yanlış yapıyorsa, hatası varsa, faul yapıyorsa, hukuk tanımıyorsa, kural çiğniyorsa, bu milleti yoksulluğa mahkûm ettiyse bu seçim aynı zamanda hükûmet bir “sarı kart” gösterme seçimi arkadaşlar.

Bu sarı kartı hep beraber göstermeliyiz ki akıllarını başlarına alsınlar.

Ben böyle gösterince diyorlar “Başkanım niye kırmızı kart değil"

Diyorum ki kırmızı kart öbür cepte duruyor.

Kırmızı kartı İnşallah bir sonraki Genel seçimlerde hep beraber kırmızı kartı göstereceğiz ve Türkiye'nin ehil ve dürüst kadrolar tarafından yönetilmesinin inşallah önünü açacağız.

*****

Kıymetli misafirlerimiz,

31 Mart günü inşallah oy pusulasını ele aldığımızda, DEVA Partisi’nin logosunun yeri sağdan saydığınızda 1,2,3’üncü sırada.

Onun için sağdan say 1-2- DEVA kampanyamızı da bugün öğleden sonra başlatmış durumdayız.

Pusulalar uzun. Arayıp bulmak zor oluyor.

Dolayısıyla bizi kolay bulsunlar diye ne diyoruz?

Sağdan say 1-2-DEVA diyoruz.

Bu bizim ilk seçimimiz.

Başkanlarımızın yanı sıra Belediye Meclisi seçimlerinde de DEVA Partisi’nin alacağı destek çok önemli.

Sandık günü pusulalarda DEVA’nın alacağı her oy iktidara “ben özgür bir ülke istiyorum” demek.

Sandık günü DEVA’nın alacağı her oy iktidara “ben güçlü ekonomi istiyorum, zengin bir ülke istiyorum” demek.

Sandık günü DEVA’nın alacağı her oy iktidara “adil bir ülke istiyorum” demek.

Bu sebeple sizden, hem başkan adaylarımız için, hem de Belediye Meclis üyesi adaylarımız için destek bekliyoruz.

Açık söylüyorum:

Ne kadar DEVA, o kadar demokrasi.

Ne kadar DEVA, o kadar özgürlük.

Ne kadar DEVA, o kadar zenginlik.

Az kaldı; inşallah, çok çalışacağız; çocuklarımız için, torunlarımız için zengin ve özgür bir Türkiye’yi hep beraber hazırlayacağız.

*****

Allah tüm milletimize ekmeğimizi paylaşacak Ramazan sofraları nasip etsin; Allah tuttuğumuz oruçları kabul etsin.

Bir kez daha soframızı büyüttüğünüz için teşekkür ediyorum.

Şimdi huzurlarınıza adaylarımızı davet etmek istiyorum.

*****

Evet böyle pırıl pırıl adaylarla Trabzon’un huzurundayız.

Beşikdüzü’nün huzurundayız.

Bizim şöyle bir iddiamız var, diyoruz ki: Bizim belediye başkan adaylarımız mevcut başkanlardan çok daha iyi ve çok daha temiz belediyecilik yapar diyoruz.

Arkadaşlarımıza güveniyoruz.

Ve özellikle bugünkü bu buluşmanın ev sahipliğini yapan Ali Bey’e de ben huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum, Beşikdüzü Belediye Başkan adayımıza.

Yine Büyükşehir adayımız Selçuk Bey başta olmak üzere tüm adaylarımıza başarılar diliyorum.

Allah yar ve yardımcınız olsun diyorum.

Tekrar tüm misafirlerimize hoş geldiniz diyorum, sefalar getirdiniz diyorum.

Allah kabul etsin.

Eşlerinize, dostlarınıza, akrabalarınıza gönül dolusu sevgilerimizi selamlarımızı, hürmetlerimi iletmenizi özellikle rica ediyorum.

Sağ olun var olun diyorum.

22 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kayseri İftar Konuşması

Ali Babacan Kayseri İftar Konuşması


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri;

Çok değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız;

Siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarımızın, iş dünyamızın çok kıymetli temsilcileri;

Soframızı büyüten, bizlere eşlik eden tüm misafirlerimiz;

Kayseri il teşkilatımızın düzenlemiş olduğu iftar programına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

*****

Ramazan, büyük sofralarla, kalabalık masalarla güzel.

Ramazan, soframızı büyüttükçe, yemeğimizi paylaştıkça bereketli.

Rabbim sadece bizlere değil, tüm milletimize, hep böyle güzel, kalabalık sofralar nasip eylesin.

Allah Ramazan ayı boyunca yaptığımız ibadetleri, ettiğimiz duaları kabul eylesin.

Ramazan ayı ülkemizin tamamı için berekete vesile olsun inşallah.

*****

Değerli konuklar,

Biz bu ülkenin makul insanlarıyız.

Bu ülkede kavgasız, gürültüsüz, huzur içinde yaşamak isteyen insanlarız.

Bakın, soframız güzel, huzurlu.

Burada olan herkes; çocukları için, torunları için adil ve zengin bir Türkiye istiyor.

Buradaki insanlar, hiç kimseye siyasi düşmanlık etmeyen, kin beslemeyen insanlar.

Böyle bir hazirunla şu an beraberiz.

Öfkeden, şiddetten medet ummayan; ayrıştırmayan, ötekileştirmeyen insanlar.

İşte biz bu yüzden yarınlardan umutluyuz.

Çünkü biz ve bizim gibiler; aslında çok kalabalığız.

Sayıca diğer herkesten daha fazlayız.

İnşallah daha da büyüyeceğiz, daha da kalabalık olacağız.

Yarınları hep birlikte, makul insanlarla kuracağız.

Çünkü arkadaşlar; biz şunu çok iyi biliyoruz ki insanlarımızın tertemiz inançlarını, milli duygularını siyaset uğruna istismar edenler değil; her daim samimiyetle hareket edenler kazanacaktır.

Sağa sola bağıranlar, öfke nöbetleriyle hakaretler edenler değil; huzurun yanında olanlar kazanacaktır.

Hamaset ve laf kalabalığı dışında bir şey bilmeyenler değil; adaletin yanında, zenginliğin yanında olanlar kazanacaktır.

Biz çok iyi biliyoruz:

Düşmanlığı büyütenler değil, ekmeğini bölüşenler kazanacaktır.

*****

İnsanları kutuplaştırmak inanın çok kolay.

Şu anda Türkiye’de siyasette hâkim olan davranışta bu.

“Benden misin? Değil misin?”

“Beriki misin? Öteki misin?”

“Bak ben şucuyum, sen de şucusun bana destek ver”

“Ben falancayım sen de falancasın onun için bana destek ver”.

Kimlik siyaseti şu anda maalesef hiçbir fayda üretmiyor arkadaşlar.

O, “Ben falancayım filancayım, sende falancasın filancasın. Onun için bana destek ver” diyenlere sormak lazım: “Ya arkadaş senin neci olduğunu anladık da sen bu ülke için hangi projeyi ürettin?”

“Bugüne kadar hangi taşın üstüne hangi taşı koydun? Bu ülkenin yarınlarıyla ilgili hangi faydalı programın var?”

İnanın çoğu bu sorulara cevap veremiyor.

Ve bu hamaset siyasetinin, öfke siyasetinin, kimlik siyasetinin emin olun bir karşılığı yok arkadaşlar.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’daydım Sultanhamam’daydım.

İstanbul ticaretinin önemli bir merkezidir biliyorsunuz.

Orada kestane satan bir arkadaşımız bana şunu söyledi:

“Başkanım gidilen hedef önemli ama arkada bıraktığınız ayak izleri de önemli” dedi.

Bakın bu seyyar kestane satan bir arkadaşımız.

Ve dedi ki: “Siz sakın duruşunuzu bozmayın, bu milleti ayrıştırmayın, bu yolda devam edin” dedi.

Çok şükür, bizim geriye baktığımızda, onur duyacağımız ayak izleri var.

Başka bir şey yok hamdolsun.

Allah utandırmasın.

Evet, biz ayak izlerine önem verenlerdeniz.

Biz kolayı değil, zoru seçiyoruz.

Çünkü bize göre ulaşmak istediğiniz hedefin meşru olması yetmez.

O hedefe doğru atacağınız her bir adımın da tek tek meşru adımlardan oluşması gerekir.

“Benim hedefim var”, ee?

“O hedefe ulaşmak için yan yola sapacağım. Gayrimeşru yollardan gideyim ama hedefim çok önemli. O hedefime ulaşacağım.”

Bizde bir şey yok.

Biz ayrıştırmayı değil, birleştirmeyi seçiyoruz.

Kutuplaştırmayı değil, eşitliği, kardeşliği;

Kavgayı değil, saygıyı seçiyoruz.

Çünkü biliyoruz ki, bu ülke sesi çok çıkanlardan, kürsüden bağırıp çağıranlardan ibaret değil.

Bu ülkeyi; ırkçılık yapanlara, ayrımcılık yapanlara;

Bu ülkeyi; kutuplaştıranlara, kavgadan medet umanlara bırakmayacağız arkadaşlar.

Nasıl ki yüzyıllardır aynı topraklarda birlikte barış içinde yaşadık;

Nasıl ki bu güzel ülkeyi hep beraber kurduk, büyüttük;

Yine el birliğiyle, hep beraber yaşatacağız.

Yine hep birlikte, ülkenin bir arada yaşama iradesi gösteren insanlarıyla, makul insanlarıyla;

Zengin yarınları, özgür yarınları kuracağız inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şu anda Türkiye’de gerçekten zor bir dönem yaşıyoruz.

Başta emeklilerimiz olmak üzere sabit gelirle geçinmeye çalışan, Türk lirası cinsinden sabit geliri olan herkes ama herkes yoksullaşmış durumda.

Çünkü enflasyon yoluyla bu milletin yaşam standartlarını düşürdüler.

Merkez Bankasına karşılıksız para bastırıp milli paramızın değerini düşürdüler.

Lafa gelince milliyetçiliği hiç kimseye bırakmayanlar, bizim milli ve yerli paramızın değerini pula çevirdiler.

Bakın sadece geçen seçimlerden bu yana Merkez Bankası’nın karşılıksız basıp sadece Kur Korumalı Mevduat’a ödediği para 1 trilyon lira arkadaşlar 1 trilyon lira.

10 ayda.

Bu ülkede enflasyon düşer mi?

Bu yılın bütçesinde faize koydukları rakam 1 trilyon 250 milyar lira.

Çiftçiye destek bu yılın bütçesinde 91 milyar,

Faiz 1 trilyon 254 milyar,

Bu ülkede çiftçinin yüzü güler mi?

Bu ülkede tarımsal üretim artar mı?

Parası olana daha çok para, çiftçiye gelince, emekliye gelince yok.

Kur farkını kime veriyorlar?

Kur Korumalı Mevduatı olana veriyorlar. Parası olana veriyorlar.

Faizi kime veriyorlar?

Faizde parası olana veriyorlar.

İşte bunun içindir ki seçimlerden önce “Nas var. Faiz inecek. Ben iş başında olduğum sürece artmaz” diyenler seçimden sonra tam 9 kere faiz artırdı bu ülkede.

Ve inanın o da işe yaramayacak.

Tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir arkadaşınız olarak söylüyorum.

Merkez Bankasına karşılıksız para bastırmaya devam ettiğiniz sürece faizi ne yaparsanız yapın bu ülkede enflasyon düşmez, düşmeyecek.

Merkez Bankası bağımsız olmadıkça, TÜİK enflasyon rakamını dosdoğru, gerçek enflasyon rakamını açıklamadıkça bu ülkede ne emeklinin ne asgari ücretlinin ne de çiftçinin yüzü gülmeyecek.

Bunu üzülerek söylüyorum.

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak, içim canım yanarak söylüyorum.

Değerli arkadaşlar bakın,
En son emekliye müjdeyi duydunuz herhalde değil mi?

Bankaların promosyon rakamları artacakmış.

Herhalde en az 3 yıllığına emeklilere bir sözleşme imzalatacaklar ve bir defalığına artık 8 bin lira mı, 10 bin lira mı 12 bin lira mı bir defalığına bir ödeme yapacaklar.

Onu da bankalara yaptıracaklar.

Seçime 1 hafta kala emeklimize verdikleri sürpriz el kesesinden cömertlik.

Bankaların kesesinden emekliye cömertlik yapmaya çalışıyorlar.

Çarşıdan pazardan inanın bunların haberi yok.

10 bin lira, 12 bin lira emekli maaşıyla bu ülkede yaşamanın imkânsız olduğundan bunların haberi yok.

Fakat umutsuz olmayacağız.

Bu ülke büyük ve güzel bir ülke.

Ehil ve dürüst kadrolar tarafından yönetildiğinde bu ülkenin aşamayacağı hiçbir sorun yok, çözemeyeceği hiçbir kriz de yok.

İnşallah çalışacağız, çok çalışacağız ama dosdoğru çalışacağız.

***

Değerli misafirler,

Yerel seçimler artık çok yakın.

Biliyorsunuz, ülkemizde belediye deyince belediyecilik deyince insanların aklına ilk gelen kelime “Rant”

Belediye deyince çoğunun gözünde Dolar işaretleri oluşuyor, Euro işaretleri oluşuyor.

Türk lirası para etmiyor ya artık onun için Dolar, Euro.

Görüyoruz: Masalarda paralar sayılıyor; görüntüler var.

Türlü türlü pazarlıklar dönüyor, 3 mü 5 mi?

Meğer 3, 5 dedikleri milyon dolar.

Ses kayıtları var.

Görüyoruz: Bir de bu sesleri kaydedenler ve seçime üç kala yayanlar var.

Sanki dünün hadisesiymiş gibi.

Onlar birbirleriyle kavga ederken, halkımız feryat içinde.

Emekli perişan, asgari ücretli perişan, öğrenciler perişan.

Kiralar ateş pahası, fiyatlar almış başını gitmiş.

Bütün dünyada gıda enflasyonu – %10 iken, bütün dünyada ortalama gıda fiyatları düşmüşken Türkiye’de gıda fiyatları hızla artmaya devam ediyor.

Artık ev araba almayı bir kenara bırakın gençlerimiz bunun hayalini bile kuramıyor.

“Ben herhalde ömür boyunca ne ev ne araba alamam bu maaşla” diyor.

İktidarın da muhalefetin çoğunun da bunlar umurunda değil.

Son düzlükte birbirlerini tehdit etme telaşındalar;

Siyaseti kirletme yarışındalar.

“Senin adayının şu videosu çıktı, şundan şundan para almış” tartışmaları var;

Bozuk yollardan, kaldırımlardan bahseden yok.

“Şuradaki kişi bilmem kimin adamıymış, o bizden değil” tartışmaları var;

Sahipsiz sokak hayvanlarından bahseden yok.

“Bilmem kim, bilmem kimle pazarlık yapmış, adaylıktan çekilecekmiş” iddiaları var;

Gelmeyen otobüslerden, kalabalık toplu taşıma araçlarından bahseden yok.

Değerli arkadaşlar,

Uzun lafın kısası: İktidarıyla, muhalefetiyle, bunlarda her tür hesap var.

Fakat hiçbir hesapta;

Halk yok.

Millet yok.

Hizmet yok.

*****

Biz 4 yaşında bir siyasi partiyiz.

Kurulduğumuzdan hemen itibaren her konuda çözümler ürettik.

Pek çok siyasi parti yerel seçimlerle ilgili eylem planını, yerel seçimlerle ilgili seçim beyannamesini apar topar geçtiğimiz haftalarda açıklarken biz, bundan tam 2 yıl önce Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı’mızı açıkladık.

Karınca duası gibi yazılarla tek tek, bütçesi hesap edilmiş, takvimi belirlenmiş bir program ortaya koyduk.

Belediyecilik nedir, şehircilik nedir? Vizyonumuzu ortaya koyduk.

Bundan tam 2 sene önce.

Yetmedi ilk defa Türkiye'de bir belediyecilikte “Siyasi Etik Kurallar Bildirgesi” hazırladık.

3 sayfalık bu Etik Kurallar Bildirgesi’ni yani ahlaki kurallar bildirgesini, bizim adaylarımız önce imzalıyor ondan sonra adayımız oluyor.

Türkiye'de bir ilk.

100 yıllık Cumhuriyet’te, 70 yıllık çok partili siyasi hayatta, 4 yaşındaki bir partinin mi aklına gelmesi gerekiyordu böyle bir ihtiyacın, belediyeciliğin ahlaki kurallarının olması gerektiğinin böyle yazılması.

Çünkü şu anda mevzuat çok esnek.

Lastik gibi sünüyor.

Her türlü yalanı dolanı yolsuzluğu yapıp kitabına uydurmak mümkün.

Onun için biz belediyecilik mevzuatının tam ortasına bir ahlaki kurallar çerçevesi koyduk.

Ve bu kurallara seçilen başkanlarımızın uyup uymadığı da genel merkezimiz tarafından sürekli denetlemesini gerçekleştireceğiz.

Ben bunu aslında zamanında başbakan yardımcısı iken kanun haline getirmeye çalıştım.

Her şeyi hazırladık.

Siyasi etik, siyasi ahlak yasası hazırladım.

Ama reddedildi.

Bana dedi ki; "Partiye İl Başkanı ilçe Başkanı bulamayız bu ahlaki kuralları koyarsak" dedi.

O günün basınına da yansıdı. Basın mensuplarımız hatırlıyordur.

Biz hamdolsun 81 il başkanı 650 ilçe başkanı bulduk.

Bir tane belediyemiz yok henüz, İnşallah seçimlerden sonra olacak.

Demek ki oluyormuş.

Niyeti sağlam tutunca oluyormuş.

***

Değerli konuklar saygıdeğer basın mensupları,

Evet, yerel seçimlere doğru gidiyoruz.

Ama bu seçimler sadece belediye başkanlarımızın meclis üyelerimizin seçildiği seçimler olmayacak.

Bu seçimlerde sandıklardan bir mesaj çıkacak aynı zamanda.

Vatandaşlarımız iktidara bir mesaj verecek bu sandıkta.

Biz diyoruz ki bu sandıktan çıkacak mesela şu olmalı iktidara, "Hatan var, yanlışın var, faul yapıyorsun. Hukuka uymuyorsun. Anayasa mahkemesi karar alıyor uymuyorsun."

Ve diyoruz ki; bu seçim milletimizin iktidarda bir sarı kart gösterme seçimi olmalı diyoruz sarı kart.

Çünkü bu sarı kartı görmezlerse inanın yozlaşma hızlanarak devam edecek, enflasyon artarak devam edecek, yoksulluk yaygınlaşacak derinleşecek.

Bana diyorlar ki, "Başkanım neden sarı kart?"

Ben diyorum ki kırmızı kart öbür cepte.

İnşallah bir sonraki genel seçimlerde hep beraber toplum olarak millet olarak bu kırmızı kartı göstereceğiz ve dürüst ehil işini bilen kadrolarla bu ülkenin yönetilmesinin önünü hep beraber açacağız.

Sizlerden de istirhamımız, 31 Mart günü oy pusulasını elinize alıp, damgayı DEVA logosunun olduğu pusulaya basmanız.

Biliyorsunuz, bu bizim ilk seçimimiz.

Başkanlarımızın yanı sıra Belediye Meclisi seçimlerinde de DEVA Partisi’nin alacağı destek çok kıymetli.

Sandık günü pusulalarda DEVA’nın alacağı her bir oy iktidara “ben özgür bir ülke istiyorum” demek.

Sandık günü DEVA’nın alacağı her oy iktidara “ben güçlü ekonomi istiyorum, zengin bir ülke, mutlu bir ülke istiyorum” demek.

Sandık günü DEVA’nın alacağı her oy iktidara “adil bir ülke istiyorum” demek.

Bu sebeple sizden, hem başkan adaylarımız için, hem de Belediye Meclis üyesi adaylarımız için destek bekliyoruz.

Ne kadar DEVA o kadar demokrasi.

Ne kadar DEVA o kadar özgürlük.

Ne kadar DEVA o kadar zenginlik.

31 Mart’a az kaldı; inşallah, çok çalışacağız; çocuklarımız için zengin ve özgür bir Türkiye, adil bir Türkiye için çalışacağız.

*****

Kıymetli misafirlerimiz, değerli basın mensupları,

Allah tüm milletimize ekmeğimizi paylaşacak Ramazan sofraları nasip etsin; tuttuğumuz oruçları kabul etsin.

Tüm bu duygular içerisinde buradan, bu kadim şehrimiz Kayseri’den Ramazan’ınızı tekrar tebrik ediyor, bir kez bizlerle beraber olduğunuz, ekmeğimizi paylaştığınız için teşekkür ediyorum.

Sağ olun var olun diyorum.

Şimdi adaylarımızı huzurunuza davet ediyorum.

21 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adana İftar Konuşması

Ali Babacan Adana İftar Konuşması


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri;

Değerli il başkanımız, değerli adaylarımız, teşkilat mensuplarımız;

Sivil toplum kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız;

Soframızı büyüten, bu iftar sofrasında bizlere eşlik eden tüm kıymetli misafirlerimiz;

Hepiniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Bugün burada Çukurova’nın kalbinde Akarcalı’da sizlerle beraber olmak, bu büyük Ramazan sofrasında sizlerle ekmeğimizi paylaşmak, soframızı paylaşmak bizim için büyük bir mutluluk.

Ramazan, soframızı büyüttükçe, ekmeğimizi paylaştıkça bereketli.

Rabbim tüm milletimize, böyle güzel, kalabalık sofralar nasip etsin inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Mübarek Ramazan ayının aşağı yukarı ortalarındayız.

Türkiye’nin dört bir yanında programlar yapıyoruz.

Şu anda ülkemizde çok geniş ve derin bir yoksulluk var.

Nereye gitsek emekliler önümüzü kesiyor.

Nereye gitsek çiftçilerimiz feryat ediyor.

31 Mart yerel seçimlerine çok kısa zaman kala bugün sizlerle beraberiz.

11 gün sonra, sandıklara gideceğiz, oylarımızı kullanacağız.

Ülkenin her yeri flamalarla, brandalarla, afişlerle donatılmış.

Artık son hazırlıklar yapılıyor:

İnsanların kapıları çalınıyor; insanlardan son kez destek isteniyor,

Kimi yerlerde tatlı bir telaş hâkim, kimi yerlerde rekabet hepten kızışmış.

Bunların hepsi demokrasilerde olan şeyler.

Ülkemiz demokrasi kültürü olan, seçimlere alışkın bir ülke.

Fakat seçimler uzun süredir seçim marşlarıyla, sloganlarla, adayların tatlı sert rekabetleriyle anılmıyor.

Seçimlerin yaklaştığını artık şuradan anlıyoruz:

Nasıl ki yaz gelince cemre düşüyor; seçimler yaklaşınca da bir bir videolar düşmeye başlıyor.

Montaj ya da değil;

Gerçek ya da değil;

Ama videolar düşmeye başladıysa, bilin ki seçim geliyor.

Ses kayıtları düşmeye başladıysa, bilin ki seçim geliyor.

Cumhurbaşkanı “Bu artık son” deyip helallik istemeye başladıysa, bilin ki seçimler geliyor.

Ülkemizde demokrasiyle anılması gereken seçimler artık şunlarla anılıyor:

Düşen videolar, ses kayıtları, pazarlıklar, tehditler şunlar bunlar.

Bunlar iktidarıyla muhalefetiyle, el ele verdiler, demokrasi diye diye maalesef ülkemizi bu hale getirdiler.

İktidarıyla muhalefetiyle, saçılan videolarla, ses kayıtlarıyla ülkeye layık gördükleri demokrasi seviyesi maalesef bu.

Çünkü onlar için hesap basit, denklem ortada:

Belediyecilik, eşittir haksız rant.

Belediyecilik, eşittir eşe dosta dağıtılacak ihaleler.

Belediyecilik, eşittir denetimsiz ruhsatlar, imara açılacak arsalar.

Değerli arkadaşlar;

Muhalefet etmeyi bir kazanç kapısı olarak görenlerin de, kapılar ardında para hesapları yapanların da;

Seçimlere giderken videolardan medet umanların da, montajlara sığınanların da bu ülkeye katacakları hiçbir şey yok.

Çünkü, iktidarıyla, muhalefetiyle, yerel seçimlerdeki hiçbir hesapta;

Halk yok.

Çiftçimiz yok.

Hizmet yok.

Millet yok.

*****

Adana’dayız, Çukurova’nın bereketli topraklarındayız.

Fakat bu topraklarda rahat geçinebilenlerin sayısı hızla azalıyor.

Biraz önce muhtarımız söyledi: Dedi ki, “Eskiden 8-9 bin baş hayvan vardı bizim köyde. Şimdi artık yok” dedi.

Türkiye’de büyükbaş ve küçükbaş hayvan popülasyonu hızla azalıyor.

Üreticilerimiz bir hayvanını kesiyor, yem parası yapıyor, diğerlerine yediriyor.

Bir süre sonra bir tane daha kesiyor, yem parası yapıyor, diğerlerine yediriyor.

Sürekli azalıyor.

Dışarıdan canlı hayvan ithal eden, et ithal eden bir ülke haline geldik.

İthal et alışkanlığı oldu artık Türkiye’de.

Avrupa’nın en büyük nüfusuna, en genç nüfusuna sahip olan bu ülke, Avrupa’nın en büyük tarım alanlarına sahip olan bu ülke ithal et, ithal canlı hayvanla hayvancılığını sürdürüyor şu anda.

Herkeste yarınlara dair bir endişe var arkadaşlar, herkeste geçim sıkıntısı.

Ne diyor Peygamberimiz; “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” diyor değil mi?

Açlar çoğaldı ülkede.

Adana’da kaç yerde otobüsümüzün önünü kestiler.

Mersin’de kaç yerde otobüsümüzün önünü kestiler.

Biraz bir iki sohbetten sonra emeklilerimiz hemen dert yanmaya başladı.

“Geçinemiyoruz, açız” diyorlar.

Açlar çoğaldı, insanlar komşularına yardım etme çabasındalar.

O da eğer ulaşabiliyorlarsa.

Geçen Yozgat Sorgun’da bir emeklimiz dedi ki, iki göz iki çeşme ağlıyor, “Biz 60 kişi tren istasyonunda yatıyoruz” dedi.

“Emekli maaşıyla artık kira ödemek mümkün değil, barınma imkânı mümkün değil” dedi.

Herkes borç içinde, çoğu muhtaç.

Kimi kirasını ödeyemiyor, kimi temel gıda ihtiyacını karşılayamıyor.

“Ben geçinebiliyorum, sorunum yok, hiçbir şeyden kısmadım” diyebilen insan neredeyse Türkiye’de kalmadı.

Çukurova’nın çiftçileri de bereketli toprakları da bu sıkıntılardan nasibini alıyor.

Çiftçilerimizin maliyeti her geçen gün artıyor.

Mazot zamlı, yem zamlı, gübre zamlı, tohum zamlı, ilaç zamlı.

Çiftçimiz zarar ediyor. Ne kadar çok üretse, o kadar çok zarar ediyor.

Bazen mahsul çok oluyor, mahsul çok oluyor diye çiftçimiz korkuyor.

“Şimdi para etmeyecek” diyor.

Mahsul az oluyor zaten geçinemiyor.

Üretimden vazgeçen çok çiftçimiz var Türkiye genelinde.

Maalesef en temel gıda ihtiyaçlarını ithal eden bir ülke haline geldik.

Gemi gemi buğday ithal ediyoruz arkadaşlar gemi gemi.

Hatırlayın Rusya-Ukrayna savaşı çıktığında bir gemi dolusu buğday o savaş alanında serbest bırakılacak da Karadeniz’den gelecek diye gözümüz yollarda kaldı.

Yazık değil mi bu ülkeye? Yazık değil mi bu ülkenin çiftçilerine?

Türkiye'de gıda enflasyonu aldı başını gitti.

Tüm dünyada gıda enflasyonu yüzde -10 arkadaşlar, Türkiye'de devletin açıkladığı %70, İTO'nun açıkladığı %130.

Hükûmet ne yapıyor enflasyonu düşürmek için?

Faiz artırıyor.

Burada, Yüreğir'de, Akarcalı'da şöyle 10 tane çiftçimizle bir masaya otursun da Sayın Erdoğan bunu bir anlatsın nasıl bu formül işleyecek.

A'dan Z’ye bütün maliyetler artmış, diyor ki "Ben enflasyonu düşüreceğim".

Nasıl düşüreceksin?

Merkez Bankası 8 ayda 8 kez faiz artırdı.

Faiz artırmadan da gıdanın enflasyonu nasıl düşüyormuş bir anlatsın.

İnanın bilmiyorlar.

Türkiye'de gıda enflasyonunu düşünmenin yolu tarımdaki maliyetleri aşağı doğru çekmekten geçiyor.

Çiftçimizin maliyetini düşürmekten geçiyor.

Biz Tarım Eylem Planımıza açık açık yazdık.

Bunu biz Çukurova’da açıkladık biliyor musunuz?

Tam 3 sene önce Çukurova’da açıkladık Tarım Eylem Planını.

Dedik ki 1, “Gübre maliyetinin yarısını devlet karşılamalı” dedik.

2, “Yem maliyetinin yarısını devlet karşılamalı” dedik.

3, “Mazotu elektriği devlet çiftçiye daha ucuza vermeli, normal piyasa fiyatlarının daha altında vermeli” dedik.

Ve en önemlisi “Bütün sulama projelerinin 5 yılda tamamlanması gerekiyor” dedik.

Hepsinin hesabını kitabını yaptık.

Ben tam 11 yıl bu ülkenin bütçesini hazırlayan ekibin başında oldum.

Hepsi bunun mümkün.

Türkiye'deki bütün basınçlı kapalı sistem sulamanın, yağmurlama, damlama, sulamanın barajı ile göleti ile hepsinin 5 yılda tamamlanması mümkün.

Ama bir rakam vereceğim size bakın geçen sene tarıma verilen desteğin tamamı arkadaşlar 91 milyar lira.

Yani geçen sene 2024'ün bütçesi hazırlanırken, bütçeye koyulan rakam 91 milyar.

Faize ne kadar koydular biliyor musunuz?

1 trilyon 254 milyar koydular.

Tarıma verilen desteğin 14 katını şu anda hükûmet faize veriyor.

Çiftçiye gelince "Kaynak yok kusura bakma para yok.”

Faiz ödemeye gelince gayet güzel veriyorlar.

Bir rakam daha vereceğim, Kur Korumalı Mevduat, değil mi?

Geçen seçimden bu yana Kur Korumalı Mevduat’ın kur farkı için devletin ödediği rakam 1 trilyon lira.

Tekrar ediyorum, bu yılın bütçesinde milyonlarca çiftçiye verilen destek 91 milyar, kur korumalıya verilen kur farkı 1 trilyon.

Tam 11 katı.

Sen çiftçiye verilen desteğin tam 14 katını faize verirsen, 11 katını da Kur Korumalı Mevduat’a verirsen yani zaten parası olana çiftçiye verdiğin desteğin toplamda 25 katını verirsen bu ülkede tarımın beli doğrulmaz.

Bu ülkede üretim artmaz.

Siz şu maliyetleri aşağıya doğru çekin, suyu toprakla buluşturun, verim artsın, ondan sonra gıda enflasyonu nasıl düşüyor bir görün.

İnanın bilmiyorlar, bilmiyorlar.

Bilmediklerinin de farkında değiller.

Çiftçimizle hem hal olmayan çiftçinin sorununu anlamayan hükûmet, çiftimizin sıkıntısına çare bulamaz.

Mümkün değil.

Artık geçti.

Yapamıyorlar beceremiyorlar.

Bakın demin 1 trilyon lira dedim değil mi kur farkı, bunu Merkez Bankası’na ödetiyorlar biliyor musunuz?

Merkez Bankası bu parayı nereden buluyor?

Karşılıksız para basıyor arkadaşlar, karşılıksız para.

Merkez Bankası karşılıksız para basıp Kur Korumalı Mevduat’ın kur farkını ödüyor.

Bu ülkede enflasyon düşer mi?

Karşılıksız para basarak milyonların kesesinden, cebinden alıyorlar bir avuç zaten parası olana kur farkı ve faiz olarak ödüyorlar.

Yaptıkları bu.

Onun için sıkıntı büyüyor, onun için emeklimiz feryat ediyor;

Onun için çiftçimiz; “zarar ediyorum, ürettikçe daha çok zarar ediyorum” diyor.

Onun için gençler tarımdan uzaklaşıyor, onun için gençler "Baba, anne siz para kazanamıyorsunuz, ben gideyim geleceğimi, yarınlarımı başka bir şehirde, başka bir meslekte arayayım" diyor.

Köylerimizde artık gençlerimiz yaşamak istemiyor.

Gençler tarımdan kaçtıkça, ben size soruyorum bu ülkede tarımın hali nice olacak?

Bu ülkede üretimi kim yapacak? Bu ülkede hayvancılığı kim yapacak?

Gençleri mutlaka toprakta tutmamız gerekiyor.

Biz buraya yazdık bakın “Tarım Liseleri” yazdık, Tarım Liseleri.

Türkiye'nin bütün tarım arazilerine yakın yerlerinde tarım liseleri açacağız ki; “gençler hem işi yaparak öğrensin hem de modern tarım nedir? Bilinçli tarım nedir? Onun okuluna gitsinler” dedik.

Bütün bunların çalışmaları hazır, hepsi hazır.

Her konudaki ama her konudaki çözümlerimizi Türkiye'nin DEVA'sı dediğimiz bu ansiklopedi kalınlığındaki çalışma ile hazırladık.

Eğitimden sağlığa, ekonomiden adalete, hukuka, dış politikadan güvenliğe her şeyde ama her şeyde hazırız.

Evet, bugün bu mübarek Ramazan gününde beraber olduk.

İftar soframızı hep beraber paylaştık.

Davetimize icabet eden, bizlerle beraber olan bütün muhtarlarımıza, tüm misafirlerimize ve Akarcalı'nın tüm sakinlerine ben teşekkür etmek istiyorum.

Bu organizasyonda emeği olan çalışma arkadaşlarımız Murat Erdemir’e teşekkür ediyorum.

Yine Hüseyin Hadis'e teşekkür ediyorum, bu organizasyon için.

Ve ev sahibimiz muhtarımız Şükrü Dişkaya'ya da ayrıca teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Bugün Yüreğir Ziraat Odası Başkanımız bizlerle sağ olsun.

Hem iftar yaptık kendisiyle hem de çiftimizin sorununu bizzat Ziraat Odası Başkanı’ndan dinledik.

Ona da teşekkür ediyorum bizlerle beraber olduğu için.

Ben şimdi huzurlarınıza değerli Adana Milletvekilimiz Sadullah Kısacık Bey’i bir davet edeyim.

Adana İl başkanımız Oğuz Bey'i davet edeyim.

Sadullah Kısacık biliyorsunuz bizim DEVA Partimizin kurucu il başkanıydı, şimdi Adana milletvekilimiz.

Oğuz Bey DEVA partimizin Adana İl Başkanı.

Evet, şimdi Hamza Milli Bey'i davet edelim.

Adana Büyükşehir Belediye Başkan adayımız.

Ve şöyle diğer belediye başkan adaylarımızı da ilçe belediye başkan adaylarımızı da şöyle sahneye alalım.

Yüreğir, öncelikle ev sahibi Yavuz Bey.

Seyhan adayımız Taner Bey, Aladağ adayımız, Çukurova adayımız, Akdeniz adayımız, Sarıçam, Karahisar, evet Karataş...

Murat Bey ve Hüseyin Bey'i de çağıracağız. Bütün organizasyonun mimarı onlar. Buyurun.

Yine bugün aramızda bir misafirimiz var.

Adalet Bakanımız, Ankara Milletvekilimiz Sadullah Ergin Bey'i de davet edelim. Genel Başkan Yardımcımız.

Biz böyle çok şükür birbirinden güzel, pırıl pırıl bir kadro ile milletimizin karşısındayız.

*****

Evet, yerel seçimlere doğru gidiyoruz.

Yerel seçimler kuşkusuz önemli, belediye başkanlarını seçeceğiz, meclis üyelerini seçeceğiz.

Biz yerel seçimlerle alakalı hazırlığımızı ta 2 sene önce tamamladık.

2 sene önce belediyecilik nedir, yerel seçimlerle ilgili şehircilikle ilgili planımız programımız nedir 2 sene önce açıkladık.

Çoğu biliyorsunuz şimdi apar topar seçim beyannamesi hazırlıyor, açıklıyor bugünlerde, biz iki sene önce açıkladık.

Bununla da yetinmedik, belediyecilikte Etik Kurallar Bildirgemizi açıkladık.

Yani bizim belediye başkanlarımız seçildikten sonra hangi ahlaki kurallara göre belediyeyi yöneteceklerini beyan ediyorlar, taahhüt ediyorlar ondan sonra adayımız oluyorlar.

Çünkü biz belediyecilik deyince aklına ilk “rant” gelenlerden değiliz.

Belediye deyince gözünde dolar euro işaretleri oluşanlardan da değiliz.

Biz temiz ve ahlaki kurallara göre yönetilen bir belediyecilik anlayışı ile milletimizin huzuruna çıktık.

Ve bu Türkiye'de ilk.

Daha önce hiçbir siyasi partinin aklına gelmemiş.

4 yaşında bir siyasi partinin Türkiye'ye kazandırdığı bir şey bu.

Yani biz diyoruz ki "Hem düzgün yönetiriz hem de etik kurallara, ahlaki kurallara uygun, temiz yönetiriz" diyoruz.

Bu iki sütün üzerinde bizim belediyeciliğimiz yükseliyor.

Evet, yerel seçimler geliyor.

Bu yerel seçimlerde belediye başkan adaylarımızı seçeceğiz, meclis üyelerimizi seçeceğiz ama arkadaşlar, bu yerel seçimler aynı zamanda hükûmet açısından baktığımızda, iktidar açısından baktığımızda da bir güven oylaması.

Yani sandıktan çıkacak sonuç çok önemli.

Eğer hükûmetin yanlışları varsa, hükûmet faul yapıyorsa, kural dinlemiyorsa, hukuk dinlemiyorsa bizim sandıklardan çıkan sonucun bir sarı kart olması gerekiyor arkadaşlar, sarı kart.

İnanın sandıklardan bu sarı kart çıkmazsa bilin ki; Türkiye'de hukuksuzluk artacaktır, adaletsizlik artacaktır.

Sandıktan bu sarı kart çıkmazsa, bu uyarı çıkmazsa vurdumduymazlık artacaktır.

Çiftçimizin de emeklimizin de sorunları katlayarak artacaktır.

Onun için gelin hep beraber sandığa gidelim.

Bizim inancımızda umutsuzluğa asla yer yok.

Vatandaş olarak, vicdani görevimiz olarak mutlaka sandığa gidelim.

Sandıkta irademizi ortaya koyalım.

Ben özellikle gençlerde bakıyorum umutsuzluk var.

"Hiçbir şey değişmiyor ki. Oy versek de bir vermesek de bir" diyorlar.

“Öyle değil gençler” diyorum öyle değil.

Bu sizin elinizde.

Ben gençlere diyorum ki eğer “Âlem talansa, yolsuzluksa; DEVA sensin” diyorum gençlerimize.

“Eğer Âlem emeklilerimizi ucuz ekmek, ucuz et kuyruğunda bekletenlerse; DEVA sensin” diyorum gençlerimize.

“Ve Âlem buysa, DEVA sensin, Âlem buysa, DEVA sizsiniz” diyorum.

““Âlem buysa, DEVA milletimiz” diyorum.

Hepinizi tekrar saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Sağ olun var olun.

18 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Mardin İftar Konuşması


Ali Babacan Mardin İftar Konuşması

DEVA Partisinin değerli genel merkez kurul üyeleri, değerli il başkanımız, teşkilat mensuplarımız;

Sivil toplum kuruluşlarımızın, iş dünyamızın değerli temsilcileri;

Kıymetli muhtarlarımız;

Soframızı büyüten, bizlere eşlik eden değerli misafirlerimiz;

Hanımefendiler, beyfendiler;

Değerli Basın mensupları,

Mardin İl Teşkilatımızın düzenlediği iftar programımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

*****

Ramazan; büyük sofralarla, kalabalık masalarla güzel.

Ramazan; soframızı büyüttükçe, yemeğimizi paylaştıkça bereketli.

Rabbim, tüm milletimize, böyle güzel, kalabalık iftar sofraları nasip eylesin.

*****

Değerli arkadaşlar;

Yerel seçimler yaklaştı; il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle çalıştık, çalışıyoruz.

Adaylarımız seçim bölgelerini sokak sokak, ev ev dolaştılar, dolaşmaya devam ediyorlar.

Çalmadık kapı bırakmıyorlar.

Biliyorsunuz, biz devlet parası harcayan, belediye parası harcayan, büyük bütçeleri olan partilerden değiliz.

Yandaş medyamız yok, televizyon kanallarımız, gazetelerimiz de yok.

Ülkenin ulusal kanalı, halkın vergileriyle finanse edilen TRT kurulduk kurulalı bizi hala o gün bugündür görmezden geliyor.

Peki biz ne yapıyoruz?

Çok çalışıyoruz. Evet, çok çalışıyoruz.

TRT onlarınsa sokaklar, caddeler mahalleler bizim diyoruz.

Belki büyük bütçelerimiz yok ama, seslerini duyurabilmek için canla başla çalışan kadrolarımız var.

Bunlardan biri de, bizim Kırşehir Belediye Başkan adayımız.

Belki duymuşsunuzdur.

Ulusal basına bir miktarda olsa kendisini duyurdu.

Bayram Yıldız.

Seçim kampanyası için ne yapmış?

200 lirayı temsili bastırmış broşür ebadında ve 200 lirayla bir zamanlar neler alınabildiğini gösteren de bir tasarım yapmış broşür içerisine.

Sokak sokak, mahalle mahalle dolaşmış.

Bu broşürle, bir zamanlar bu ülkenin refah seviyesinin nerelerde olduğunu şöyle bir milletimize hatırlatmış.

Ülkenin bolluk dolu, bereket dolu günlerini o güzel espriyle hatırlatmaya çalışmış.

Büyüklerimizin bir lafı vardır; “Kötü komşu insanı ev sahibi yapar” derler, değil mi?

Basın ambargosu sayesinde, biz de her gün insanlara kendimizi anlatacak, partimizi tanıtacak farklı çalışmalar yapıyoruz.

İnsanlara ulaşmak için her yolu deniyor; sokak sokak çalışıyoruz.

31 Mart’a kadar da inşallah durmak yok, yorulmak yok.

Kimsenin şüphesi olmasın:

DEVA kadroları, her türlü imkânsızlığa rağmen, insanlara o bolluk bereket dolu günleri; o bereketli Ramazan sofralarını hatırlatmaya inşallah devam edecek.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizde şu anda “Rahat geçinebiliyorum, benim bir sorunum yok” diyen insan neredeyse kalmadı.

Asgari ücretlisi de geçinemiyor, emeklisi de geçinemiyor.

Memuru da geçinemiyor, esnafı da.

Çiftçisi de geçinemiyor, işçisi de.

Öğrencisi de geçinemiyor, işletmecisi de.

Ev almak, araba almak şu anda vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti için sadece bir hayal oldu.

İnsanlar alacakları peynirin, zeytinin gramını hesap etmeye başladı.

Bize ilköğretim çağında ne öğrettiler?

Türkiye misafirperver bir ülkedir dediler, değil mi?

Gidilen bir evde, yemek yemeden misafir bırakılmaz dediler, değil mi?

Bugün insanlar, iftara birilerini çağırırken iki kere düşünüyorlar.

Markete, pazara giden herkes görüyor;

Küçük bir tereyağı, 250 gramlık küçük paket tereyağı en ucuzu 70-80 lira.

İnsanlar artık kırmızı eti geçtim, tavuk eti bile alamıyorlar sofralarına.

Birbirinden uzaklaşıyor insanımız. Beraberce vakit geçirmek, sosyalleşmek zorlaşıyor.

“Nerde o eski Ramazanlar” derlerdi ya büyüklerimiz; tam da öyle.

Nerde o eski Ramazan sofraları, nerede o bolluk, bereket?

Biliyorsunuz, biz ”eşit vatandaşlık” diyerek yola çıktık.

Ama iktidar, meseleyi yanlış anladı; herkesi yoksullukta eşitledi adeta.

Bugün bir aile, komşusunu yemeğe çağırsa, akrabalarına bir sofra kursa hemen o ailenin bütçesi sarsılıyor.

10 kişilik bir iftar sofrası, hele bir de kırmızı et ya da tavuk eti varsa dünyanın parası artık.

Önceden, insanlar ramazan paketleri alır, ihtiyacı olanlara verirlerdi.

Artık Ramazan paketlerinin yanlarına yanaşılmıyor;

Ramazan paketlerinin bile ucuzları çıktı; içinde malzemelerin alındıkları küçük versiyonları çıktı.

Onları bile küçülttüler.

Küçücük Ramazan paketleri bile en az bugün 350-400 liraya temin edilebiliyor.

Fakat madem Kırşehir’den Bayram kardeşimiz bizlere hatırlattı, gelin sizlerle o 200 liranın çıktığı tarihe şöyle bir yolculuk yapalım hep beraber.

Biliyorsunuz 200 liralık banknot ilk defa 2009 yılının ocak ayında tedavüle sürüldü.

Orada, bu Ramazan soframız için bir alışveriş yapalım.

Tarih Ocak 2009.

Bir Ramazan paketi oluşturalım. Bakalım ne kadar tutacak:

Yemeklerin olmazsa olmazı, 1 litre Ayçiçek yağını herhalde pakete koymak lazım değil mi?

1 kilo pirinç, 1 paket makarna, 1 litre süt ekleyelim.

Yemek sonrası çaysız olmaz. 1 paket çay, 1 kilo şeker koyalım paketimize.

Yeter mi? Yetmez. Şu anda 200 liranın 1 kilosunu bile alamadığı peynirden de Ocak 2009’da şöyle paketimize 1 kilo peynir koyalım.

2009’un 200 lirasından bahsediyoruz, kolay kolay bitmiyor değil mi?

Etsiz olmaz. Gelin paketimize 1 kilogram da kuzu eti koyalım.

Kaç para tuttu şöyle bir tahmin edin.

Ocak 2009.

50 lira 88 kuruş arkadaşlar.

Neler aldığımızı tekrar sıralayım mı?

Ayçiçek yağı aldık; çay, şeker, pirinç, makarna, süt aldık; 1 kilogram beyaz peynir aldık; 1 kilogram da kuzu eti aldık.

50 lira 88 kuruş tuttu.

200 lirayı bitiremedik.

Parayı verdik üzerine bir de 149 lira 12 kuruş paranın üstünü aldık.

Ramazan’ın bereketli günleri, işte böyleydi.

200 liraya tam 40 litre Ayçiçek yağının alınabildiği günlerdi onlar.

Bahsettiğimiz yıllar çok eski yıllar değil.

Daha dün.

Şimdilerde 6 buçuk dolar bile etmeyen 200 liralık banknot 134 dolar ediyordu, 134 dolar.

200 lirayla 134 dolar alabiliyordunuz, şu anda 6 buçuk dolar ediyor.

İnsanların maaşlarıyla birikim yapabildiği;

O birikimle ev, araba alma hayali kurabildikleri günlerdi o günler.

İnsanların evine korkmadan misafir çağırabildikleri; emeklilerimizin kiralarını ödeyebildikleri, ucuz et sıralarında, ucuz ekmek sıralarında beklemedikleri günlerdi onlar.

Sofraların kalabalık, yüzlerin güleç, dertlerin az olduğu günlerdi o günler.

Geçenlerde saha çalışmalarımızda bir emekli vatandaşımız dedi ki; “Başkanız sizin dönemde ben hiç çekinmeden 10 tane arkadaşımı yemeğe davet edebiliyordum. Bugün ben tek başıma gidip bir restoranda emekli maaşımla yemek yiyemem. O iş bitti benim için” dedi.

Ama inşallah hep beraber o güzel günlere çok çalışarak tekrar ulaşacağız.

Hatta çok daha güzeline ulaşacağız.

Kimsenin şüphesi olmasın;

Bu yerel seçimlerde evet belediye başkanlarımızı seçeceğiz ve meclis üyelerimizi seçeceğiz ama tabii bununla ilgili hazırlık yapmış olmak, bununla ilgili vatandaşlarımızın karşısına hazır çıkmak çok önemli.

Bakın biz yerel seçimler geliyor diye apar topar seçim beyannamesi açıklayan siyasi partilerden değiliz.

Bundan tam 2 sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilik eylem planımızı açıkladık.

2 sene önce.

Sayfalar dolusu karınca yazısı dualarla belediyecilik nedir? Şehircilik nedir? Yerinden yönetim nedir? Burada açıkladık.

Buda yetmedi ilk DEVA Belediyeciliği Etik Kurallar Bildirgesi’ni açıkladık.

Bu da Türkiye’de bir ilk.

Daha önce kimsenin aklına gelmemiş ne hikmetse.

Ve böylece bizim belediye başkanlarımızın hangi ahlaki kurallar çerçevesinde belediye yöneteceklerini yazılı esaslara bağladık.

Hatırlayalım, ben bunu başbakan yardımcısıyken zamanında siyasi etik kanun hale getirmeye çalıştığımda Sayın Erdoğan ne demişti?

Basın mensuplarımız hatırlar. Çünkü basına da düşmüştü o gün.

"Eğer bu senin dediklerini yaparsak etik kurallara ahlaki kurallara uyan bir kanun çıkarırsak partiye il başkanı ilçe başkanı bulamayız" dedi.

Ve bu o gün basına düştü.

Biz ne yaptık? Yasayı değiştiremedik ama partimizin kendi kurallarını ortaya koyduk.

Bu seçimler evet yerel seçimler, belediye başkanlarımızı seçeceğiz, yerel yönetimlerle alakalı belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz ama sandıktan çıkacak sonuçla aynı zamanda hükûmete bir uyarı niteliği taşıyacak.

Yani eğer belediye başkanından memnun değilsek, eğer özellikle hükûmetten iktidardan memnun değilsek bu yerel seçimler aynı zamanda iktidara bir sarı kart göstermek için de çok önemli bir fırsat.

Sarı kart göstereceğiz ki, "Arkadaş, hukuk tanımıyorsun, kurallara uymuyorsun, faul yapıyorsun, anayasayı dinlemiyorsun, anayasa mahkemesi karar alıyor uyumuyorsun" diye bu sarı kartı hep beraber hükümete göstermemiz gerekiyor.

Sonra da inşallah o kalabalık sofralara, buradaki gibi kalabalık sofraların tüm Türkiye sathında oluşmasına başlayacak bir dönemin de inşallah önünü açmış, başlatmış olacağız.

*****

Değerli arkadaşlar;

Ekonomik gidişatın maalesef sosyal sonuçları da oluyor:

Her türlü yasadışı kumar, fuhuş ve bahisler memlekette tavan yapmış durumda.

Gayri meşru olup olmadığına bakmaksızın hızla zengin olma, köşeyi dönme anlayışı yaygınlaştı gitti memlekette.

Helal nedir, haram nedir, hızla birbirine karışıyor.

“Alın teriyle kazanmak”, “helalinden kazanmak” kavramları artık unutuluyor.

Toplumumuzun dokusu, bu kötü yönetim ve ekonomik sebeplerle çürüyor.

Evet, son yıllarda Erdoğan’ın ülkeyi sürüklediği tablo maalesef bu.

Ekonomik sorunların getirdiği ahlaki yozlaşma maalesef toplumun dokusunu bozuyor.

*****

Tüm bunlara şahidiz arkadaşlar, ama umutsuz da değiliz.

Asla umudumuzu kaybetmeyeceğiz.

Bu büyük ve güzel ülkemiz için hep beraber çalışmaya devam edeceğiz.

Sofralarımız büyüsün, bereketli günlerine kavuşsun diye il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle çalışacağız.

İnşallah, bu günleri hep birlikte, dayanışma içinde, çözüm üreterek, siyaset üreterek, çalışarak atlatacağız.

Çocuklarımıza zengin ve özgür bir Türkiye bırakacağız.

*****

Değerli arkadaşlar;

Şu anda bakıyoruz Türkiye'de siyaset tamamen kimlik üzerinden yapılır hale geldi.

Her türlü istismar var.

Partilerin biri diyor ki, "Ben sucuyum sen de sucusun onun için bana oy ver" diyor.

Öbürü diyor ki, "Ben falanım sen de falansın onun için bana oy ver" diyor.

Arkadaş sen falansın filansın sucusun burcusun… Bu memleket için ne yapacaksın önce onu bir açıkla.

Daha önce bu memleket için ne yaptın? Hangi taşı hangi taşın üzerine koydun onu bir açıkla.

Türkiye'nin yarınları ile ilgili planların nedir projelerin nedir bir koy bakayım ortaya.

Yok.

Bakın ben demin sarı kart gösterdim ya, bu sarı kartı benden sonra başka genel başkanlar taklit etmeye başladı biliyorsunuz.

Sarı kart gösteren Parti liderleri var.

Ama bizim bir de Türkiye'nin DEVA'sı çalışmamız var.

23 ayrı alanda çözümlerimizi ortaya koyduğumuz bir çalışma var.

Fasikül fasikül hazırladık ansiklopediye çevirdik.

Sarı kartı taklit etmek kolay haydi şunu bir taklit edin de göreyim bakalım.

Yapamazlar çünkü bunları hazırlayacak kadrolar bizde var.

Ülkeyi yönetme tecrübesi temiz, ehil, dürüst kadrolarla çalışma geleneği ilkesi bizde var.

Onun için biz bunları yapabiliyoruz.

Onun için A'dan Z'ye Türkiye'nin bütün sorunlarının çözümünü hazırladık.

Hukuktan adalete, ekonomiden dış politikaya, sağlıktan eğitime aklınıza ne geliyorsa ne geliyorsa tamamının çözümü hazır.

Ve bunu lafta değil sözde değil yazılı olarak açıkladık ki işin ciddiyeti olsun ve inşallah Türkiye'yi yönetme sorumluluğu üstlendiğimizde vatandaşlarımızın karşısına verilmiş yazılı taahhütlerle çıkalım ve hepsini tek tek yerine getirelim.

Ben tekrar bugünkü davetimize icabet ettiğiniz için, iftar soframızı paylaştığınız için tüm kıymetli misafirlerimize teşekkür etmek istiyorum.

Allah tüm milletimize ekmeğimizi paylaşacak ramazan sofraları nasip etsin.

Tuttuğumuz oruçlar kabul olsun.

Yaptığımız ibadetler kabul olsun.

Ramazan'ın bereketi tüm ülke genelinde hâkim olsun diyorum ve bu duygu ve düşünceler içerisinde ramazanınızı tekrar tebrik ediyor bir kez daha soframızı büyüttüğünüz için hepinize tek tek şükranlarımı sunuyorum.

Sağ olun var olun diyorum.

13 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Denizli İftar Konuşması

Ali Babacan Denizli İftar Konuşması

Değerli Bakanımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sivil toplum kuruluşlarımızın, iş dünyamızın değerli temsilcileri;

Değerli basın mensupları,

Soframızı büyüten, bizlere eşlik eden kıymetli misafirlerimiz;

Hanımefendiler, beyefendiler;

Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

*****

Ramazan; büyük sofralarla, kalabalık masalarla güzel.

Ramazan; soframızı büyüttükçe, yemeğimizi paylaştıkça bereketli.

Rabbim, tüm milletimize, hep böyle güzel, kalabalık sofralar nasip eylesin.

*****

Değerli misafirler,

Değerli arkadaşlar,

Dün, Ramazan’ın ilk günüydü.

Dualar edildi, ilk sahura kalkıldı, ilk iftar yapıldı;

Fakat Ankara’da bir masaya, Ramazan neşesi gelmedi, gelemedi.

Ankara’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden Sinan Ateş’in babası Musa Ateş, geçtiğimiz gün hayatını kaybetti.

Musa Ateş, oğlunun faillerinin ortaya çıktığını göremeden; faillerin ceza aldıklarını göremeden hayatını kaybetti.

Ankara’da bir sofrada, Ramazan bir kişi daha eksik başladı.

Ankara’da bir sofra, Ramazan’da bir Sinan Ateş, bir Musa Ateş eksiğiyle başladı.

Musa Bey’e Allah’tan rahmet, acılı ailesine, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

*****

Bakın arkadaşlar;

Ankara’nın, başkentin orta yerinde, çeteler bir cinayet işledi.

Ankara’nın ortasında, gencecik bir adam, bir baba, bir kardeş katledildi.

Ankara’nın ortasında, Sinan Ateş öldürüldü.

Bu suikastla ilgili ortada henüz bir iddianame bile yok:

14 ay geçti; sürekli savcılar değiştiriliyor.

Daha iddianameyi yazacak bir savcı yok ortada.

Adalet bilerek, isteyerek geciktiriliyor.

Herkes olan bitenin, hakikatin farkında: Sinan Ateş cinayeti şu anda örtbas edilmeye çalışılıyor.

Birileri suikastın zanlıları serbest kalsın diye uğraşıyor.

Kim oldukları belli:

Yıllardır bu işi yapanlar, yıllardır ülkeyi krizden krize sürükleyenler.

Çetelerle dirsek teması içinde olanlar, çeteleri içlerine alanlar.

Dükkanlara çökenler, iktidara çökmeye çalışanlar.

Bunlar şimdi de Sinan Ateş suikastını örtbas etmeye çalışıyor.

Herkes görüyor, biliyor; fakat susuyor.

Ne acı ki arkadaşlar; zamanında birlikte yol yürüdüğümüz iktidardakiler tüm bunlara şu anda göz yumuyorlar.

Öte yandan, AK Parti’ye gönül vermiş; AK Parti’nin içindeki vicdanlı insanlar da, her şeyi biliyor, izliyor, ama şimdilik susuyorlar.

Bu cinayetin üstünün örtülmeye çalışıldığını biliyorlar.

Buradan, bu Ramazan akşamı, bu sofradan, kendilerine seslenmek istiyorum:

Tarihteki yerinizi alın ve bu çetecilere karşı gelin;

“Olmaz” deyin.

“Vicdanımız, ahlakımız, inancımız buna el vermez” deyin.

Şu mübarek Ramazan ayında, haksızlığa karşı durun ve çıkın konuşun.

Çünkü biliyoruz ki, “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır”.

Ben, buradan bir kez daha Musa Ateş’e Allah’tan rahmet diliyorum.

Ailesine sabır ve başsağlığı diliyorum.

Şimdi olmasa da, ileride adalet er ya da geç yerini bulacak;

Sinan Ateş’in katilleri de; arkasındaki çeteler de adalet önünde hesap verecekler.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizde şu anda “Rahatça geçinebiliyorum, benim bir sorunum yok” diyen insan neredeyse kalmadı.

Asgari ücretlisi de geçinemiyor, emeklisi de geçinemiyor.

Memuru da geçinemiyor, esnafı da.

Çiftçisi de geçinemiyor, işçisi de.

Öğrencisi de geçinemiyor, işletmecisi de.

Ev almak, araba almak şu anda nüfusumuzun kahir ekseriyeti için bir hayal oldu.

Zamanında ev alan, araba alan aileler, “Benim oğlum, torunum herhalde hayatı boyunca hiç araba sahibi olamaz. Ev sahibi olması imkânsız” diyorlar.

Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir nesil, kendinden sonra gelen neslin refahının düştüğünden, daha da düşeceğinden endişeli.

Bu hiç olmamıştı Türkiye’de bakın, ilk defa oluyor.

İlk defa bir nesil, kendinden sonraki nesillerin daha kötü şartlar yaşadığını görüyor ve daha da kötüleşeceğinden endişe ediyor.

İnsanlar alacakları peynirin, zeytinin artık hesabını yapmak zorunda kaldılar.

Yumurta taneyle satılmaya başlandı.

Değerli misafirler, değerli arkadaşlarım,

İlköğretim çağında bize ne öğrettiler?

Türkiye misafirperver bir ülkedir dediler, değil mi?

“En önemli özelliğimiz” dediler.

Gidilen bir evde, yemek yemeden kalkılmaz dediler, değil mi?

Bugün insanlar, iftara birilerini çağırırken iki kere düşünmek zorunda kalıyor.

Haksız mıyım?

Markete, pazara giden herkes görüyor; küçücük bir tereyağının, 70-80 liraya çıktığını görüyor.

İnsanlar artık kırmızı eti geçtim, tavuk eti bile alamıyor.

Bugün Pamukkale’deki SKM açılışında geldi bir vatandaşımız aynen bu ifadeyi kullandı:

Ben, gecenin 2’sinde 3’ünde ucuz et kuyruklarında bekleyen emeklileri söyleyince dedi ki: “Onlar yine şanslı, tavuk eti bile alamıyor artık bu millet” dedi.

Ve insanlar birbirinden uzaklaştı;

“Nerde o eski Ramazanlar” derlerdi ya büyüklerimiz; tam da öyle.

Nerde o eski Ramazan sofraları, nerede o bolluk, bereket?

Şu andaki iktidar maalesef herkesi yoksullukta eşitledi.

Bunun sosyal sonuçları da çok ağır olmaya başladı.

Her türlü yasadışı kumar, fuhuş ve bahisler, internette oynanan oyunlar, paralı kumar, memlekette tavan yaptı.

Gayri meşru olup olmadığına bakmaksızın hızla zengin olma, köşeyi dönme anlayışı yaygınlaştı.

Toplumumuzun dokusu, şu andaki ekonomik şartlar altında çürüyor.

Tüm bunlara şahidiz arkadaşlar, ama umutsuz da değiliz.

Asla umudumuzu kaybetmeyeceğiz.

Bu büyük ve güzel ülkemiz için hep beraber çalışmaya devam edeceğiz.

Sofralarımız büyüsün, bereketli günlerine kavuşsun diye il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle çalışacağız.

İnşallah, bu günleri hep birlikte, dayanışma içinde, çözüm üreterek, siyaset üreterek, çalışarak atlatacağız.

Çocuklarımıza zengin ve özgür bir Türkiye bırakacağız.

Bütün bunların hazırlıklarını yaptık.

Binlerce sayfalık, Türkiye’de aklınıza gelen her türlü sorunu çözmek için her türlü hazırlığı yaptık.

“Türkiye’nin DEVA’sı” dediğimiz bu kitap altında, bu ansiklopedi altında hepsini topladık.

Eğitimden sağlığa, ekonomiden hukuk adalete, dış politikadan güvenliğe aklınıza ne gelirse ama ne gelirse çözümü var.

Hiç bir şey çözümsüz değil.

Ve hepsini konunun uzmanlarıyla çalıştık.

Her konuda en iyi kimse onu davet ettik, beraber çalıştık ve her konuda çözümleri hazırladık.

Ve pırıl pırıl bir kadroyu hazırladık çok şükür.

Hem planlar projeler hazır, hem de kadrolarımız hazır.

****

Ben bütün bu duygular içerisinde Ramazan’ı tekrar tebrik etmek istiyorum.

Bir kez daha soframızı büyüttüğünüz için teşekkür ediyorum.

Sözlerime son vermeden öncede, çalışma arkadaşlarımı sahneye davet etmek istiyorum.

Öncelikle İl Başkanımız Bekir Bey’i şöyle bir sahneye alalım.

Değerli Bakan’ımız, Genel Başkan Yardımcımız Selma Aliye Kavaf Hanım’ı hemen sahneye alalım.

Ve Büyükşehir Belediye Başkan Adayımız Mehmet Mirza Bey’i sahneye alalım.

Anı zamanda, ilçe belediye başkan adaylarımızı da tek tek sahneye davet edelim arkadaşlar.

Ben tekrar huzurlarınızda bütün belediye başkan adaylarımıza başarılar diliyorum.

Türkiye için, Denizli için pırıl pırıl tertemiz bir kadro oluşturduk.

Ve Denizli hazır, Türkiye hazır, DEVA hazır diyorum.

Tekrar hepinizi saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum.

Ailelerinize, dostlarınıza da gönül dolusu sevgilerimi, selamlarımı iletmenizi özellikle rica ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

11 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Çorum Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Çorum
Basın Toplantısı Konuşması
 
Bir tabiat kenti Çorum Merhaba, 
 
Merhaba, ana ocağım, merhaba!
 
*****
 
DEVA Partisi’nin çok kıymetli il başkanı,
 
Değerli ilçe başkanlarımız, 
 
Değerli belediye başkan adaylarımız, 
 
Değerli teşkilat mensuplarımız, 
 
Kıymetli misafirler, 
 
Basınımızın kıymetli temsilcileri, 
 
Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
 
Bugün burada Çorum’da gerçekleştirdiğimiz buluşmaya hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Ekranları başında bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarımız; gençler, emekliler, ev hanımları;
 
Bugün sizlere buradan Çorum’dan sesleniyorum.
 
Çorum’dan Ankara’ya; Sayın Erdoğan’a da sesleniyorum, sizler de duyun istiyorum.
 
Sayın Erdoğan, Allah aşkına söyleyin;
 
Bu ülkeyi yönetmek için ne bekliyorsunuz?
 
Bu ülkenin sorunlarını çözmek için neyi bekliyorsunuz?
 
Daha ne istiyorsunuz?
 
Her seçim bir mazeret.
 
Her seçim bir bahane.
 
Hatırlayın; zamanında tertemiz bürokratların, işini bilen bürokratların yönettiği kurumları, kuruluşları diline dolamıştı. 
 
Ülkenin Merkez Bankası’na karşı savaş açtırmıştı.
 
Hatırlayın: “Anayasa engel oluyor” dedi, “Anayasa’yı değiştirmek lazım” dedi.
 
“Beni tutuyorlar” dedi, “Hareket edemiyorum” dedi.  
 
“Bürokrasi engel oluyor, istediğimi yapamıyorum, yolumu tıkıyor” dedi.
 
“Kararları tek başıma almam lazım” dedi.
 
Milletimizin çoğunluğu 2017 referandumunda “Tamam” dedi, “al sana yetki, yeter ki işini yap, bahane üretip durma dedi. ” dedi.
 
Ve 2028’deki seçimlerle beraber Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemine geçildi. 
 
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile beraber tek yetkili oldu.
 
Tek imzayla aklına gelip de yapamadığı hiçbir şey yok. 
 
Elini tutan da yok. 
 
Artık kanun, anayasa falan da dinlemiyor.
 
İşine gelmeyeni çiğneyip geçiyor. 
 
Ama olmadı. Yönetemedi.
 
Hatta tam tersine işler daha da kötüye gitmeye başladı. 
 
Mazeretler çoğaldıkça çoğaldı. 
 
Herkes iç düşman oldu. Yedi düvel dış düşman oldu. Düşman bitmedi.
 
Depremler oldu, insanlar öldü.
 
Ekonomi çöktü, insanlar mahkemelik oldu.
 
Ev sahipleri kiracılarıyla Türkiye’nin her yerinde mahkemelik oldu. 
 
Mazeretler bitmedi.
 
Bu kez ne yaptı? “Helallik” istedi, “toparlayacağız” dedi, “son bir seçim daha” dedi.
 
Ama olmadı. Yine olmuyor, mazeretleri sıralıyor.
 
Şimdi de ne diyor? “Bir son seçim daha” diyor.
 
Üç tane örneği var daha önce “Son defa” deyip de sözünü unuttuğu.” “Son defa” deyip de sözünü yediği. 
 
Şimdi yine söylüyor. “Bu benim son seçimim” diyor. “Bir kerecik, bir defa daha bana destek verin diyor”.
 
Ordu’ya doğalgaz götürmesi için, bu seçimleri de kazanması lazım.
 
Sanki Ordu Belediyesi yıllardır başka bir partideymiş gibi. 
 
Hatay’a hizmet etmesi için, bu seçimleri de kazanması lazım.
 
Yıllardır dilinden düşürmediği Filistin’e, Gazze’ye yardım etmek için, bu seçimleri de kazanması lazım.
 
Geçen seçimlerde, 2023 Mayıs seçimlerinde bu vatandaş size bu yetkiyi niye verdi? 
 
Bu %52 desteği vatandaşlarımız size niye verdi? 
 
Bu sorunları çöz diye verdi ve bu yetkiyi 5 yıllığına verdi. 
 
Yerel seçimlerde de “Destek almazsam ben işimi yapamam” diyor. 
 
Daha 9 ay önce, millet sana desteği vermiş, %52’yi almış cebine koyuşsun.
 
Şimdi diyorsun ki “Gene destek verin yoksa yapmam gereken şeyi yapmam, yapamam”. Diyor. 
 
Buradan ben soruyorum: Sayın Erdoğan,
 
Tek yetkili sizsiniz. İmza sizde, ferman sizin elinizde.
 
Geçen demedi mi “Buyruğumuzu ilettik” demedi mi? 
 
Buyrukta kendisinde ferman da kendisinde. 
 
Elini tutan da yok. 
 
Bu ülkeye hizmet etmek, ekonomiyi düzeltmek için kaç tane seçim almanız gerekiyor?
 
İstanbul’a, Ankara’ya, Çorum’a hizmet götürmek için size kaç seçim lazım?
 
Gazze’ye yardım etmek için size kaç seçim lazım?
 
Mazeret üretmemeniz için size kaç lazım?
 
Söyleyin, insanlar da bilsin, biz de bilelim.
 
Dikkat edin son 5 yıldır, bu Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi başladı başlayalı ülkede her şeyin çivisi çıktı. 
 
Hiçbir konuda artık bu memlekette dikiş tutturamıyor bu hükûmet. 
 
Çünkü tek imzalı tek yetkili olduğu günden bu yana adaleti çiğnemeye başladı. 
 
“Ben 50+1’i aldım mı milletten? Anayasa dediğin de 50+1, çiğnesem ne olacak” diyor. 
 
Hâlbuki gerçek demokrasilerde seçilenler hukuk içerisinde anayasa içerisinde hareket ederler. 
 
Tam demokrasi buna denir. 
 
Siz seçimde vatandaştan desteği alıp, cebinize koyup, “Hukuk tanımam, kural tanımam, anayasa tanımam. Aklıma geleni yaparım” derseniz o ülkede kriz arkasına kriz yaşarsınız, yaratırsınız. 
 
Yaşanıyor.
 
Her konuda kriz yok mu ülkede? 
 
*****
 
Bakın arkadaşlar, 
 
Hizmet üretemeyen, mazeret üretiyor.
 
Fakat bakıyoruz bir kısım muhalefete, muhalefette farksız. 
 
İktidarı da muhalefeti de aynı.
 
Muhalefet olmaktan gayet memnun olanlar var.
 
Muhalefeti profesyonel bir iş alanı olarak görenler var.
 
“Ben muhalefet olayım, az biraz oy alayım, hazine yardımı da geliyor, işime gücüme bakayım” diyenler çok parti var bu ülkede.  
 
Bu iktidar yirmi yıldır iş başındaysa, bunda sanmayın ki muhalefetin payı yok.
 
Şiddet kültürünü besleyen, büyüten sadece bu iktidar mı?
 
Muhalefete bakın: Onlar da nefret saçıyor.
 
Biri seçmenle kavga halinde.
 
Bir diğeri neredeyse atılan yumruğu alkışlıyor.
 
Avukatlarını, vekillerini vekaleten şiddeti savunmak için gönderdi.
 
Dedik ya; yok birbirinden farkları.
 
Sözüm ona ülkenin yarınlarına siyaset vadediyorlarmış.
 
Sözüm ona bu iktidarın alternatifi onlarmış.
 
Sözüm ona ülkeye barış getireceklermiş, demokrasi getireceklermiş.
 
Kendi ülkesinin insanına düşmanlık yapan zihniyet bu ülkeye demokrasi getiremez arkadaşlar. 
 
Kendi içinde kavga eden, bu ülkeye barış getirebilir mi?
 
Arkadaşlar; siyaseti bu öfke kültüründen arındırmalıyız. 
 
Hatırlayın bir zamanlar Sayın Erdoğan’a sormuşlardı neden bağrışıp çağırışıyosun? diye.
 
O da demişti, “Öfke hitabet sanatıdır” demişti.”
 
Yani “Ben bunu sanat icrası olarak böyle konuşuyorum” demişti. 
 
İyi de her gün yeni düşman üreten iktidardan da muhalefetten de bu ülkeye hayır gelmez.
 
Çünkü bunlar milleti birbirine karşı düşman belletiyor. Ülkeyi kutuplaştırıyor, geriyor. 
 
“Benden misin ondan mısın” diyor, “Beriki misin öteki misin” diyor. 
 
“Benim belediye başkanıma oy vermezsen sana hizmet yok” diyor. 
 
Sen Cumhurbaşkanı seçildiğinde meclis kürsüsünden bir yemin ettin. 
 
Anayasada açık metni olan bir yemin ettin. 
 
Bu yeminde ne diyor?  “Görevimi tarafsızca yapacağıma namusum ve şerefim üzerine ant içerim” diyor, görevine başlıyor. 
 
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra görevini tarafsız yapmak zorunda. Ayrım yapamaz. 
 
“Benim partimin belediyesiysen hizmet götürürüm, farklı belediye seçersen hizmet alamazsın” diyemezsin.
 
Ülkenin tümünü yönetme sorumluluğu onda. Ve “Tarafsızca yöneteceğim” diye yemin ederek görevine başlamış durumda.  
 
İşte biz arkadaşlar bu kavgacı, ötekileştiren, nefret tohumları ekmek dışında bir şey bilmeyen, çözüm üretmeyen muhalefetin de tam karşısındayız.
 
Önce, yerel seçimlerde, bu şiddet kültürünün beslendiği her türlü kanalı elimizle şöyle bir kapatacağız.
 
Sonra da inşallah, genel seçimlerde; siyaseti öfke, şiddet, bağırma, hakaret etme zannedenleri ülke siyasetinden uzaklaştıracağız.
 
Ayrımcılığa son vereceğiz.
 
Bu karşılıklı nefret siyasetine son vereceğiz
 
Haksızlığın her türünü alaşağı edeceğiz. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Çorum’dayız; bir sanayi, bir tarım kentindeyiz; bir tarih kentindeyiz.
 
Eminim çoğunuz biliyorsunuz, benim rahmetli annem Çorumluydu. 
 
İnsanlık tarihinin ilk yazılı barış antlaşması olan Kadeş Antlaşması, Hititler ile Mısırlılar arasında bu coğrafyada imzalanmıştı. 
 
Kadın erkek eşitliğinin ilk tarihsel belgesine bu bölgede imza atılmıştı.
 
Yani Çorum’un aslında hukuk, adalet, eşitlik konusundaki tarihi binlerce yıl öncesine dayanıyor. 
 
Ticarete ev sahipliği yapmış; yapmaya da devam eden bir kent Çorum.
 
Bakın arkadaşlar; Çorum, Karadeniz bölgesindeki 18 il içerisinde, ihracatta 1. Sırada olan ilimiz.
 
“Anadolu Kaplanı” diye bir tabir vardırsa herhalde bu tabire en çok yakışan il Çorum.
 
Ülkeye milyar dolarlık ihracat getirisi kazandırıyor.
 
Tarıma, Nohut, mercimek, şekerpancarı, ayçiçeği, soğan; hepsi burada.
 
Ama iktidar bu kente gereken yatırımı yapıyor mu?
 
Çorum’un ülkeye verdiğini, ülkeye kazandırdığını iktidar Çorum’a verebiliyor mu? 
 
Havalimanı nerede? Yok.
 
Hızlı tren nerede? Yok.
 
Otoban nerede? Yok. 
 
Arkadaşlar, her yerde diyoruz, evet, bu bir yerel seçim.
 
İktidarı değiştirmek elbette bu seçimlerde elimizde değil; ama uyarmak, elimizde.
 
Türkiye’ye dolar kazandıran bir kent, bu kadar yatırımsız bırakılır mı?
 
Siz hiç bir ticaret merkezinin lojistiksiz olduğunu gördünüz mü?
 
Göremezsiniz arkadaşlar, yüz yıl önceye gidin, yine göremezsiniz.
 
Eğer önemli ticaret merkeziyse mutlaka onun lojistiği sağlanmıştır. 
 
Liman yapılmıştır, yollar yapılmıştır. 
 
Anadolu’daki yollar binlerce yıllık tarihe dayanan yollardır. 
 
O büyük mermer kesme taşlardan yapılan yollardır bunlar. 
 
O zamanın imkanlarıyla yapılmıştır. 
 
Gerçekten ayıptır, günahtır; bu Çorum’un hakkını, Çorumlunun hakkını yedirmemek gerekir.  
 
*****
 
Değerli arkadaşlar, zaten biliyorsunuz, iktidarın bu ekonomi politikası yüzünden enflasyon patlamış durumda.
 
Konut kiraları uçtu; her yerde üçe dörde katladı.
 
Eğer bir emeklimiz kendi oturduğu evin sahibi değilse, kirada oturuyorsa artık bir emekli maaşıyla yaşamak mümkün değil. 
 
Kirayı ödedikten sonra geriye kalan asgari gıda ihtiyacına dahi yetmiyor. 
 
Gerçekten sıkıntı çok büyük. 
 
Deprem fay hattına yakın bir bölgedeyiz değil mi? 
 
Kentsel yenilenme nasıl gidiyor? Yok. 
 
Ya yok, ya yavaş, ya eksik.
 
TOKİ, Kuruçay’da konut yapımına girişti. 6 yıl önce 743 konut sözü vermişlerdi; %10’unu ancak teslim ettiler.
 
Teslim ettikleri evlerin de kiminin dolabı yok, kiminin tezgâhı yok.
 
Kentsel yenilemede, depremle mücadelede iktidar sınıfta kaldı; muhalefet de ondan farklı değil, onların belediyelerinin olduğu yerleri de görüyoruz. 
 
Deprem bölgesinde bir tane istifa eden çıktı mı belediyelerden, merkezi hükûmetten, kamu yöneticilerden. 
 
Yok.
 
Yıkılan binanın müttehidinin peşine düşüyorlar, iyi de o binanın inşaatına izin veren, o binaya ruhsat veren, o binanın depreme karşı dayanıklı olduğunu belgeleyen imza atanlarla ilgili en ufak bir soruşturma, bir yargı süreci duydunuz mu? 
 
Yok.  
 
Muhalefetten de iktidardan da istifa eden yok arkadaşlar.
 
Yetmedi, muhalefet aynı adayı biliyorsunuz yeniden aday bile gösterdi.
 
Değerli arkadaşlar;
 
2024 Türkiye’sinde, afetlere verecek tek bir canımız yok.
 
Kentsel yenilenmeye hız vermek zorundayız ve yereldeki destekleri bu konuda artırmak zorundayız. 
 
İnsanlara yaşayacakları güvenli evler sunmak için harekete geçmek zorundayız.
 
Biz, insan onuruna yaraşır bir yaşam için yola çıktık; bu yaşamın içinde afetlerde ölmek de yok, saldırgan sokak hayvanları tarafından her gün korku içerisinde yaşamak da yok.
 
Saldırgan sokak hayvanları sorunu, Türkiye’ye, Çorum’a yakışmıyor.
 
Bu soruna hâlâ çözüm bulunmamış olması, 2024 Türkiye’si için büyük bir ayıp, büyük bir utançtır.
 
Belediyesiyle, iktidarıyla hepsinin de ortak sorumluluğudur.
 
İnşallah biz bunu da çözeceğiz. 
 
Sokakların her yaştan insan için güvenli olduğu bir şehir kuracağız.
 
Toplu taşıma araçlarının durağa zamanında geldiği, gideceği yere zamanında ulaştığı, çarpık kentleşmenin olmadığı, doğasına sahip çıkılan bir Çorum inşallah kuracağız.
 
Biz, iktidara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.
 
Hep beraber 31 Mart günü oy pusulasını elinize alıp, vicdanımızla baş başa kaldığımız o an damgayı DEVA logosuna basacağız ki bu ülkede sorunlar çözülmeye başlansın arkadaşlar.  
 
*****
 
Bakın biz seçimler geliyor biliyorsunuz. Her parti seçim beyannamesi açıkladı değil mi? Ne zaman açıkladılar? Geçtiğimiz bir iki hafta içerisinde açıkladılar. 
 
Sanki 31 Mart'ta yerel seçimin olacağı yeni belli olmuş gibi. 
 
Biliyorsunuz yerel seçimlerdeki tarih anayasada otomatik takvime bağlanmıştır.
 
5 yılda bir mart ayının son pazarı yapılır yerel seçimler.
 
Otomatik takvim çalışmaya başlar. “Acaba seçim ne zaman?” demez kimse.
 
Bu böyle 5-6 seçim dönemi böyle devam ediyor, 20-30 yıldır.
 
Bu tarih geleceği belli. 
 
Yılların partileri akılları yeni mi başlarına geliyor ki seçim beyannamesini son bir iki haftada açıklıyorlar.
 
Biz kendimiz 2 sene önce açıkladık, 2 sene önce. 
 
Biz ev ödevini zamanında yapan, zamanında çalışan bir siyasi partiyiz.
 
Yerel yönetimler ve şehircilikle ilgili eylem planımızı bütün detayları ile açıkladık. 
 
Yerinden yönetim anlayışımızı, “ta muhtarlara kadar yerel yönetimlere daha çok yetki ama aynı zamanda daha çok imkân verilmesi gerekir” diye yazdık buraya.
 
Hepsi belli A'dan Z'ye.
 
Belediye başkan adaylarımız için 500 projelik bir havuz oluşturduk. 
 
Hepsi gerçekleşecek, hepsi yapılacak.
 
Burada, Çorum’da Yunus Emre Bey'in, ilçe belediye başkan adaylarımızın ne kadar bahsettiği proje varsa o projelerin tamamı bizim 500 projelik havuzumuzda gözden geçirilmiş, elenmiş, yapılabilirliği konusunda genel merkezimizin uzmanları tarafından onaylanmış projelerdir.
 
Bizde öyle atıp tutma yok. 
 
Biz lafla peynir gemisi yürütenlerden de değiliz. 
 
Biz iş yaptık, yine iş yapmaya talibiz. 
 
Bununla birlikte Türkiye'de bir başka ilki gerçekleştirdik arkadaşlar. 
 
DEVA belediyeciliğinin “Etik Kurallar Bildirgesi”ni yayınladık. 
 
Bizim adaylarımız bu üç sayfalık bildirgeyi okuyorlar, imzalıyorlar ondan sonra adayımız oluyorlar. 
 
100 yıllık Cumhuriyet tarihinde, 70 yıllık çok partili sistemde 4 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi bunu yapmak? 
 
Örneği yok, yok hiç kimsenin aklına etik kural ahlaki kural diye bir şey gelmemiş. 
 
Çünkü belediyecilik deyince akla gelen ilk kelime “rant.”
 
“Belediye” deyince çoğunun gözünde dolar işaretleri, Euro işaretleri oluşuyor.
 
“Orayı ele geçireyim, biraz da ben ele geçireyim, çevremi biraz da ben nemalanayım.” 
 
İnanın çoğunun kafasında bu var ya.
 
Biz ne diyoruz?
 
Biz hem “düzgün belediyecilik” diyoruz hem de ahlak çerçevesine göre yapılmış bir belediyecilikten bahsediyoruz.
 
Kanunlar da belediyelerle alakalı çok esnek. 
 
Lastik gibi sünüyor. 
 
Kitabına uydurup her şeyi yapmanız mümkün. Biz aslında bunu bir kanun metni haline getirmeye çalıştık. Bunu iki defa yaptık. 
 
Benim Başbakan Yardımcısı olduğum dönemde Siyasi Etik Kanunu çıkaralım diye çok uğraştık.  Metni hazırladık fakat o günün başbakanı Sayın Erdoğan reddetti. 
 
Dedi ki: “Böyle bir kanun çıkarırsan ben partime il başkanı, ilçe başkanı bulamam” dedi. 
 
O gün bunlar haber olduğu için hatırlarsınız. 
 
10 sene önce, yapamadık. O gün engellendi. 
 
Daha sonra ne yaptık? 
 
Bir önceki seçime giderken kendi eylem planlarımıza bunları yazdık. 
 
Hatta Altılı Masa’nın bütün ortak politika metinlerinde bunu soktuk. Hepsi var orada. 
 
“Yoksa biz yokuz bu işte” mi dedik.?
 
Siyaseti niye yapıyoruz Allah aşkına ya düzgün, adam akıllı, temiz, tertemiz siyaset yapacağız ya da yapmayacağız. 
 
Bizim siyasette bir idealimiz var, ilkemiz var, hedefimiz var. 
 
Fakat vatandaşlarımızın bize verdiği destek yüzde 48’de kalınca artık bu seçime giderken biz ne yaptık? Parti olarak kendi bildirgemizi yayınladık. 
 
Yani o geniş, sünen, esnek kanunların tam da ortasına bir ahlak çerçevesi koyduk ve bizim belediye başkanlarımız kanunun verdiği yanlış yollara sapmayacak. 
 
Öyle “şunu nemalandırayım, bunu nemalandırayım, bu imar planı değiştireyim, ben de kazanayım, onlar da kazansın”, yok.
 
Bizim belediye başkanlarımız kanun çerçevesinde ama aynı zamanda o kanunların ortasındaki ahlaki çerçevede işini yapacak. 
 
Evet, yerel seçimlere doğru gidiyoruz.
 
Belediye başkanlarımızı seçeceğiz, belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz ama arkadaşlar bu seçimler aynı zamanda milletimizin iktidara, merkezi hükûmete bir uyarıda bulunma seçimi.
 
Eğer hükûmetten memnun değilsek, çiftçilerimiz, emeklilerimiz, “Sen yanlış yoldasın, hata yapıyorsun, faul yapıyorsun” demek istiyorsa bu yerel seçim aynı zamanda hükümete bir sarı kart gösterme seçimidir. 
 
Bu sarı kartı hep beraber millet olarak hükümete inşallah göstereceğiz.
 
Göstereceğiz ki akılları başlarına gelsin, göstereceğiz ki hatalarından dönsünler, göstereceğiz ki hukuksuzluk, bu iş bilmezlik burada bir noktada artık sona ersin. 
 
Bazen soruyorlar bana “Niye kırmızı kart göstermiyoruz” diye. 
 
Ben de diyorum ki, bu seçim belediye seçimi merkez hükümetin, iktidarın değiştirileceği bir seçim değil.
 
Belediye seçimi. 
 
Ama sandıktan çıkan sonuç “hükümete güveniyor muyuz güvenmiyor muyuz?”
 
Bununla ilgili mesaj verecek. 
 
Dolayısıyla biz kırmızı kartı cebimizde saklıyoruz. 
 
Kırmızı kartı inşallah bir sonraki genel seçimlerde hükümete göstereceğiz.
 
Böylece Türkiye'de iktidar değişikliğini inşallah bir sonraki genel seçimlerde gerçekleştirmiş olacağız ve hukukla, adaletle “Önce insan” diyen bir yönetim anlayışıyla inşallah bu ülkenin sorunlarını tek tek ve hızlı bir şekilde çözeceğiz.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Biliyoruz; çözüm sandık, çözüm halk, çözüm aslında çözüm sizsiniz:
 
Ne diyoruz?
 
“Âlem talansa, yolsuzluksa; DEVA sensin” diyoruz.
 
“Âlem, parti üyeliklerine göre dağıtılan sosyal yardımlarsa, DEVA sensin” diyoruz.
 
“Âlem güvensiz sokaklarsa, yanmayan ışıklarsa, susuzluksa; DEVA sensin” diyoruz.
 
“Âlem geçim sıkıntısıysa, yüksek kiralarsa; DEVA sensin” diyoruz.
 
Âlem buysa;
 
DEVA sensin.
 
Âlem buysa, DEVA sizsiniz arkadaşlar siz!
 
DEVA milletimiz. 
 
Milletimizin iradesiyle inşallah sorunlarımızı çözeceğiz. 
 
Milletimizin iradesiyle meşru, demokratik siyasetle bu ülkenin sorunlarını hep beraber çözeceğiz. 
 
O yüzden, biz buradayız;
 
O yüzden, Çorum’dayız.
 
Biz diyoruz ki zaman, yeni bir şeyler yapma zamanı.
 
Zaman, yeni bir yol çizme zamanı.
 
Zaman, mevcut siyaset anlayışı elimizin tersiyle bir kenara itip iktidarıyla muhalefetiyle yepyeni bir anlayışı ülkemize getirme zamanı.
 
O yüzden, biz buradayız;
 
O yüzden, Çorum’dayız.
 
*****
 
Şimdi Çorum Belediye Başkan Adayımız Yunus Emre Özdemir’i sahneye davet edeyim.
 
Yunus Emre Bey biliyorsunuz bir avukat, hukukçu, bizim belediye başkan adaylarımız arasında çok sayıda hukukçu var. 
 
Ankara Büyükşehir Adayımız biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi üyeliği yapmış, 12 yıl, 5 yıl Afyon’da baro başkanlığı yapmış, bağımsız, hür hukukçulardan, barolardan Anayasa Mahkemesi üyesi olan ilk arkadaşımız Mümtaz Bey. 
 
İstanbul Büyükşehir adayımız Baro Başkanlığı yapmış. Yine hukukçu bir arkadaşımız. 
 
Bakıyorum Türkiye genelinde çok sayıda hukukçu bizim belediye başkan adayımız. 
 
Çünkü niye biliyor musunuz? 
 
Önce hukuk, önce adalet. 
 
Biliyorsunuz, devletin dini adalettir. 
 
Adalet olmadan ne yaparsanız yapın başarılı olamazsınız. 
 
İşte hükûmet ne yaptı? 
 
Baktı ki ekonomide iyice çuvalladı, iyice batırdı, “çözse çözse bunu Ali Babacan çözer ama şimdi o da başka bir partinin genel başkanı.  Üstelik sıkı da muhalefet yapıyor, bari Ali Babacan'a en yakın kim vardı, onun yaptığı işte biraz, ‘kır atın yanında olan ya huyundan ya suyundan’ derler ya onun yanında olan kim var?” dedi. 
 
Bizim yakın çalışma ekibimizdeki iki arkadaşımızı aldı, ekonominin başına koydu.
 
Ne oldu? 
 
On ay geçti, on ay. 
 
Enflasyon düştü mü? Düşmedi. 
 
Faiz kat kat arttı mı? Arttı.
 
Emeklilerimiz, çiftçimiz, asgari ücretlimiz geçen seneye çok daha zor durumda mı? 
 
Öyle. 
 
Çünkü ülkenin başındaki insan “önce hukuk, önce adalet” demedikten sonra ekonomi yönetiminin başına kimi getirirseniz getirin yapamaz, beceremez olmaz. 
 
On tane Nobel ödüllü iktisatçıyı getirsinler bugün, koysunlar ekonominin başına, onlar da beceremez. 
 
Çünkü ülkeyi yöneten, tek imzayla kafasına eseni yapan insanın artık hukuka, anayasaya bağlılığı yok. 
 
Onun için olmaz. 
 
Üzülerek söylüyorum olmayacak da. İçim yanarak söylüyorum. 
 
Yani bunların başarısızlığına sevinme durumumuz olamaz. 
 
Çünkü hükûmetin başarısızlığı milletimizin sıkıntısı demektir. 
 
Milletimizin canının yanması demektir ama üzülerek söylüyorum DEVA Partisi’ni onun için kurduk, onun için yola çıktık. 
 
Onun için bizim çok güçlü bir hukuk ekibimiz var. 
 
İşte Yunus Emre Bey de burada, Çorum’da tanınan, sevilen hukukçu bir arkadaşımız. 
 
Çorum hukukla, adaletle yönetilsin bakın görün ondan sonra sorunlar nasıl hızlı çözülüyor, nasıl problemler hal yoluna giriyor.
 
İnşallah göreceksiniz. 
 
İnşallah Çorum’u layık olduğu şeklinde, en iyi şekilde yönetecek Yunus Emre Bey.
 
Ve 31 Mart’a kadar da hep beraber çok yoğun bir şekilde çalışacağız ve halkımızın teveccühüyle Çorum’u da ilçelerini de DEVA Belediyeciliği ile inşallah buluşturacağız. 
 
Ben şimdi ilçe adaylarımızı da şöyle bir sahneye davet edeceğim ama ondan önce son olarak bugün biliyorsunuz Ramazan'ın birinci günü.
 
Bu vesileyle tekrar Ramazan ayının mübarek olmasını diliyorum.
 
Ramazan ayı boyunca yapacağımız ibadetlerin, edeceğimiz duaların da Allah katında kabul görmesini niyaz ediyorum.
 
“Ramazan ayı da bundan sonra karşılayacağımız inşallah Ramazan Bayramı da şimdiden kutlu olsun” diyorum. 
 
Ülkemiz için bol berekete vesile olsun diyorum. 
 
Tekrar hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. 
 
Sağ olun, var olun.
 
10 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Tokat Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Tokat Basın Toplantısı Konuşması

Merhaba Tokat!

Kaleleriyle, medreseleriyle, hanlarıyla bir tarih kenti Tokat; merhaba!

Kaz Gölü’yle, Ballıca Mağarası’yla bir tabiat, doğa kenti Tokat; merhaba!

Tarımıyla, sanayisiyle, Cumhuriyet tarihinde yükselişle anılan Tokat;

Merhaba!

*****

DEVA Partisi'nin çok değerli il başkanı, ilçe başkanlarımız

Çok değerli belediye başkan adaylarımız, değerli teşkilat mensuplarımız,

Bu toplantı vesilesiyle bizlerle beraber olan çok kıymetli misafirlerimiz,

Sivil toplum kuruluşlarının ve siyasi partilerin değerli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum ve buradaki bu sıcak güzel salondaki Tokat buluşmamıza hoş geldiniz diyorum.

*****

An itibariyle akşam ezanı ile beraber Ramazan ayı başladı.

Ramazanınız mübarek olsun. Allah dualarınızı ibadetlerinizi kabul etsin.

Allah memleketimize Ramazan bereketi getirsin inşallah.,

Tokat’tayız; yaylalarıyla, göletleriyle, mağaralarıyla bir tabiat kenti Tokat’ımızdayız.
Binlerce yıldır, ticaretin merkezi olmuş bir kentteyiz.
Şimdi size Tokat’tan, yıllar öncesinden bir telgraf okuyacağım.
Tokat mutasarrıfı Celal Bey tarafından çekilen telgraftan sadece bir pasaj okuyacağım sizlere.

Celal Bey; Tokat’ın sancak yöneticisi.
Tarihi: 12 Haziran 1908. 115 yıl önce. Günlerden de perşembe.
Telgrafta şöyle diyor Celal Bey, “Saat dokuza doğru, dolu ile karışık ve çok şiddetli bir şekilde yağan yağmur neticesinde büyük bir sel meydana gelmiştir.”
Biliyorsunuz, artık telgraf diye bir iletişim aracı kalmadı.
O yüzden, sizlere 115 yıl sonradan; tam tamına 115 yıl 7 gün sonrasından bir haber okuyacağım. Tarih: 19 Haziran 2023, yer yine Tokat:
“Yeşilyurt ilçesinde iş yerlerini su basan esnaf, kendi imkanlarıyla suyu tahliye etti” diyor bu haberde.
115 yıl 8 gün sonrasından bir başka haber.
“Tokat'ın Turhal ilçesinde akşam saatlerinde başlayan sağanak yağış 3 köyde sele neden oldu”
Tarih farklı ama kader aynı.
115 yıl arkadaşlar.
115 yıldır, bu güzel coğrafyanın; üzerine şarkılar, türküler yazılan bu coğrafyanın payına düşen sel olmuş, su baskını olmuş, felaket olmuş.
Tabiatın cömertlik ettiği, yeşili bahşettiği bu güzel kent 115 yıldır düzenli olarak selle boğuşuyor.
Değerli arkadaşlar;
2024 Türkiye’sinde, afetlere; su basan iş yerlerine, su basan evlere artık yer olmamalı.
Altyapıyı elden geçirmek, insanlara onurlu bir yaşam sunmak şart.
Bu onurlu yaşamın içinde, afetlerde yaralanmak da yok, saldırgan sokak hayvanlarında tehdit görmekte yok.
Saldırgan sokak hayvanları sorunu, Türkiye’ye, Tokat’a yakışmıyor.
Bu soruna hâlâ çözüm bulunmamış olması, 2024 Türkiye’si için büyük bir ayıp, büyük bir utançtır.
Belediyesiyle, iktidarıyla hepsinin de ortak sorumluluğu bunlar.
Ve biz İnşallah bütün bu sorunların çözümü için yola çıktık.

Biliyorsunuz; Tokat bir tarım kentimiz, bir ticaret kentimiz, bir hayvancılık kentimiz.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımıza, üreticilerimize şöyle bir bakıyoruz.

Ne yapıyorlar?

Hayvanlarından birini kesiyorlar onun parasıyla diğer hayvanlara yem alıyorlar.

Para kazanamıyorlar.

Sonra bir hayvanı daha kesiyor, onun parasıyla yem alıyor, diğer hayvanları besliyor.

Ve bu şekilde Türkiye'de hayvan popülasyonu büyükbaş ve küçükbaş sürekli azalıyor.

Gemi gemi canlı hayvan ithal eder hale geldik, gemi gemi et ithal eder hale geldik.

Hep söylüyorum; çiftçiye, hayvancılıkla uğraşan üreticilere gerekli desteği vermeden Türkiye'de gıda enflasyonunu düşüremezsiniz.

Bu mümkün değil.

Dünyada geçen sene gıda fiyatları %10 düştü.

Yani gıda enflasyonu dünyada geçen sene eksi %10.

Türkiye’de TÜİK’in açıkladığı rakam %70 küsur, İstanbul Ticaret Odası’nın açıkladığı rakam %120 küsur...

Şu farka bakıyor musunuz? Şu farkı görüyor musunuz?

Ve bu yüksek tarım enflasyonunun bu yüksek gıda enflasyonunun Türkiye'de sebebi maliyetlerdeki artış.

Çiftimizin maliyeti arttığı için enflasyon yükseliyor.

Bu hükûmet ne yaptı?

8 ayda 8 kere faiz artırdı.

Seçimden önce "Nas var, faiz indi daha da inecek, ben iş başında olduğum sürece artmaz" dedi.

8 kere faiz artırdı.

Çıktı yüzde 45'e Merkez Bankası faizi.

Ben şimdi soruyorum:

Gelsin burada Tokat’taki bir çiftçimize Sayın Erdoğan Bir anlatsın bu matematik nasıl işliyor?

Çiftçimizin maliyeti artmış, fiyatlar artmış, gıda fiyat artmış, diyor ki, "Ben faiz artırdım, enflasyon düşecek".

Bunun mantığını gelsin bir anlatsın.

İnanın bilmiyorlar. Bilmediklerinin de farkında değiller.

Türkiye'de gıda enflasyonunu düşürmenin yolu tarıma destek vermektir, gıda fiyatlarını aşağıya doğru çekmektir.

Ancak siz tarıma destek verirseniz maliyetleri düşürerek gıda fiyatlarını aşağı doğru çekebilirsiniz.

Onun için biz açık bir şekilde ilan ettik.

1 Nolu Tarım Eylem Planımızı ortaya koyduk Tarım Eylem Planıyla.

Biz "Çiftçimizin gübre maliyetinin yarısını devlet karşılamalı" dedik.

"Biz yapacağız" dedik.

"Yemin yarısını devlet karşılayacak" dedik.

"Yapacağız" dedik.

"Elektriği mazotu çiftçimiz daha ucuza almalı" dedik.

Bunu ortaya koyduk.

"Türkiye'deki bütün sulama yatırımlarını 5 yılda tamamlayacağız" dedik.

"Böylece verimi artıracağız" dedik.

Diyorlar ki, "Para yok".

Ben de diyorum ki; bir dakika, bir dakika. Rakamlar ortada. Ben 11 yıl bu ülkenin bütçesini yapan ekibin başında oldum. 11 yılın bütçesi benim kontrolümde ve benim denetimimde, benim koordinasyonum da yapıldı.

2024 bütçesini açın bakın.

Tarıma ayrılan para 91 milyar, faize ayıran para 1 trilyon 254 milyar.

Tam 13 kat.

Yetmedi geçen seçimden bugüne kadar da tam 1 trilyon lira Kur Korumalı Mevduat için kur farkı ödediler.

1 trilyon lira.

Nereden ödediler?

Bütçede o görünmüyor.

Çünkü Merkez Bankası karşılıksız parayı basıyor, ödüyor.

Bütçede de görünmüyor rakam.

Biz bu işten hiç anlamasak biz de deriz ki "Ya ne oluyor nasıl oluyor"?

Açıyoruz bakıyoruz Merkez Bankası rakamlarına buna hesap edebiliyoruz.

E siz 1 trilyon Kur Korumalı’ya, 1 trilyon 250 milyar faize öderseniz etti mi 2 trilyon 250? Tarıma sadece 91 milyar destek verirseniz Türkiye'de tarım düzelmez.

Üreticinin yüzü gülmez.

Kur farkını kime veriyor?

Parası olana veriyor.

Faizi kime veriyor?

Onu da parası olana veriyor.

Üretene alın teri dökene 91 milyar, parası olana 2 trilyon 250 milyar.

Hesap ortada.

Çiftçiye ödediğinin 25 katını faize ve kur farkına ödüyor.

Bu ülkede tarım ayağa kalkar mı?

Bu ülkede üretim artar mı?

Bu ülkede aslında teşvik nedir?

"Sen üretme, paranı bankaya koy, varsa paran yan gel yat. Paran yoksa da kusura bakma yoksulluğa muhtaçsın."

Şu andaki politikanın özü bu.

Biz, yerelde çiftçiyi destekleyeceğiz arkadaşlar, yerelde de.
Şehirdeki sorunların da bilhassa trafiğin gayet iyi farkındayız.
Toplu taşıma araçlarının durağa zamanında geldiği, gideceği yere zamanında ulaştığı, çarpık kentleşmenin olmadığı, doğasına, kültürene sahip çıkılan bir Tokat inşa edeceğiz inşallah.

Biz, iktidara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.
Biz bunların hepsini ta 2 sene önce hazırladık.

Partiler apar topar eylem planları hazırlıyor ya biz Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı 2 sene önce açıkladık.

Hepsi tek tek yazıyor, belediyecilik nedir ne yapılacak.

Belediyecilikten bahsediyoruz, şehircilikten bahsediyoruz çok şükür biz DEVA Partisi olarak 81 ilde şu an seçime giriyoruz.

Her ilde de pırıl pırıl adaylarla seçime giriyoruz.

Çok şükür bizim şöyle bir iddiamız var; biz diyoruz ki bizim her bir adayımız mevcut belediye başkanından da diğer adaylardan da çok daha iyi yönetir belediyeyi.

Biz insan kaynağı ile, insan kaynağı zenginliği ile bilinen bir partiyiz.

Her alanda uzman kadroları olan bir partiyiz.

Ve bu şekilde yola çıktık, inşallah bu seçim tüm Türkiye genelinde DEVA Partisi'nin çok farklı sonuçlar alacağı, beklenenden çok farklı neticeler alınacak bir seçim olacak.

Ama ben bugün Tokat'ta şöyle bir havaya baktım.

Gerçekten Sedat Bey'in heyecanına baktım. Sizlerin gözlerinizdeki o heyecanı ve azmi gördüm.

Hele hele sokaklarda caddelerde şöyle otobüsümüzde turlayınca vatandaşımızın o ilgisini alakasını görünce “Tokat'ta bu iş bitmiş” dedim.

İnşallah 31 Mart akşamı Sedat Bey’i Tokat Belediye Başkanımız olarak göreceğiz ve makamında şöyle bir kahve içmeye bizi herhalde davet eder.

DEVA belediyeciliği nasılmış burada göstereceğiz inşallah.

Yerelde göstereceğiz ki ülke nasıl yönetilir görsünler.

Hep beraber inşallah 31 Mart günü oy pusulasını elimize alacağız, damgayı DEVA'nın damlasının altına “Evet” şeklinde basacağız.

Ve biliyoruz, çözüm sandık, çözüm halk, çözüm sensin:

Ne diyoruz?

“Âlem talansa, yolsuzluksa; DEVA sensin” diyoruz.

“Âlem, parti üyeliklerine göre dağıtılan sosyal yardımlarsa, DEVA sensin” diyoruz.

“Âlem güvensiz sokaklarsa, yanmayan ışıklarsa, susuzluksa; DEVA sensin” diyoruz.

“Âlem geçim sıkıntısıysa, yüksek kiralarsa; DEVA sensin” diyoruz.

Âlem buysa;

DEVA sensin.

“Âlem buysa, DEVA sizsiniz” diyoruz.

DEVA milletimiz!

Çünkü ülkenin sorunlarının çözümü nihayetinde milletimizin elinde.

Milletimizin iradesi, milletimizin tercihi düzgün, dürüst, ehil kadrolardan yana olduğu sürece bu iş hızlı toparlanır.

O yüzden, biz buradayız;

O yüzden, Tokat’tayız.

Biz; zaman, yeni bir şeyler yapma zamanı diyoruz.

115 yıl önce çekilen telgraf, 116. yılında yerine ulaşsın, gerekli önlemler alınsın diyoruz.

Zaman, yeni bir yol çizme zamanı diyoruz.

Zaman, bu siyaset zihniyetini topyekûn değiştirme zamanı diyoruz.

O yüzden, biz buradayız;

O yüzden, Tokat’tayız.


*****

DEVA Partisi'ni kurarken arkadaşlar biz bir şey söyledik.

Dedik ki, "Biz herhangi bir siyasi partinin rakibi olarak yola çıkmadık. Herhangi bir siyasi partinin tabanını gözüne kestirip oradan destek almak oy almak için de yola çıkmadık. Biz mevcut siyaset düzeninin tamamını reddeden yepyeni bir siyaset, düzen iddiası ile yola çıktık".

İktidarı ile muhalefetiyle sıkıntıları görüyorsunuz.

İktidarı ile muhalefeti ile ülkenin durumunu görüyorsunuz.

İşte bunun için yola çıktık ve inşallah çok çalışacağız.

Ama dosdoğru çalışacağız.

Biz şuna inanıyoruz; Allah doğrunun yardımcısıdır.

Onun için biz niyetimizi sağlam tutacağız, azmedeceğiz çok çalışacağız ve inşallah hep beraber başarıya ulaşacağız.

Ben şimdi Tokat Belediye Başkan Adayımız Sedat Ay Bey'i şöyle sahneye bir davet edeyim.

Sedat Bey’i herhalde Tokat'ta tanımayan yok ama buradan Türkiye'ye de şimdi yayın yaptığımız için kendisi genç bir iş insanı.

Buralı.

Bütün hayatı Tokat'ta geçmiş.

Ve Tokat’a hizmeti kendisi için bir borç biliyor.

Tokat'ı tanıyor Tokat'ta onu tanıyor.

İnşallah Tokat'a gözü gibi bakacak.

İnşallah Tokat'ı layık olduğu en iyi şekilde yönetecek.

Tokat Belediye Başkan Adayımız Sedat Bey'i sizlere emanet ediyorum ve inanıyorum ki bu güçlü kadro azimli kadro bu işi başaracak.

***

31 Mart'a kadar hep beraber çok çalışacağız ve inşallah başaracağız.

Halkımızın teveccühü ile Tokat'ı da ilçelerini de DEVA belediyeciliği ile tanıştıracağız.

Şehrimize ülkemize hayırlı olsun diyorum tekrar hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Sağ olun var olun diyorum.

7 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Amasra Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Amasra Basın Toplantısı Konuşması


Merhaba Amasra;

Doğasıyla, deniziyle, yeşiliyle;

Havayla bütün, suyla bütün, güneşle bütün Amasra; merhaba.

Çok değerli İl Başkanımız,

Değerli İlçe Başkanlarımız,

DEVA Partisi’nin çok değerli teşkilat mensupları,

Çok değerli Amasralı hemşerilerimiz,

Değerli basın mensupları,

Hanımefendiler, beyefendiler, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, Amasra’nın bu güzel ilçemizin merkezindeki seçim büromuzun açılışına hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında 14 Ekim 2022’de meydana gelen maden kazasında vefat eden 43 Maden şehidimize Allah’tan tekrar rahmet diliyorum.

Kalanlara başsağlığı ve sabır diliyorum.

Allah bir daha böyle acılar göstermesin.

Felaketten hemen sonra buraya gelmiştim, ailelerin acısını paylaşmıştım, cenaze törenlerine katılmıştım.

Ancak tabii ki ateş düştüğü yeri yakıyor.

Felaket olduktan sonra giden canlar geri gelmiyor.

İşte bunun içindir ki, önce tedbir tedbir tedbir.

İş sağlığı ve güvenliği konusunda, madenlerimizin can güvenliği konusunda, mutlaka çok daha ciddi, çok daha sıkı denetim gerekiyor ve bu denetimin bağımsız olması gerekiyor.

Bağımsız yapılar tarafından bu denetimin gerçekleştirmesi gerekiyor.

Aksi halde şöyle baktığımızda dünyada demokraside, hukuk ve adalette ileri olan ülkelerde, maden kazaları çok çok azalıyor, kayıplar çok çok azalıyor.

Ama demokrasinin çalışmadığı, hukukun, adaletin yerle bir edildiği ülkelerdeyse maalesef çok kaza oluyor, çok can kaybı oluyor.

İşte biz onun içindir ki önce hukuk diyoruz, önce adalet diyoruz, önce insan diyoruz.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

İl il, ilçe ilçe dolaşıyor, halkımızın sorunlarını dinliyoruz.

Başkaları gibi “Biz sahaya indik” demiyoruz.

Çünkü zaten hep sahadayız, hep vatandaşlarımızla beraberiz. İç içeyiz.

Gittiğimiz her yerde, şoförler, öğrenciler, emekliler geçim sıkıntısı çeken herkes etrafımızı çeviriyor, dertlerini sıkıntılarını anlatıyorlar bize.

Ama en büyük feryat da emeklilerimizden geliyor.

Gerçekten şu son yıllarda arka arkaya her bir enflasyon dalgası emeklimizin kesesinden, bütçesinden alıyor, götürüyor.

Yakın tarihimizde hiçbir zaman emeklilerimiz bu kadar büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmamıştı.

Bunun da en önemli sebebi ne biliyor musunuz?

En önemli sebebi; TÜİK'in açıkladığı enflasyon gerçek enflasyon değil.

Halkın gördüğü, hissettiği, alışveriş yaparken bizzat yaşadığı enflasyon, TÜİK'in açıkladığı enflasyonun çok çok üstünde.

Bu rakamlarla oynamaya ilk 2018-2019’da başladılar.

O birinci damat döneminde.

Baktılar ki enflasyonu düşüremiyorlar, döndüler TÜİK’e dediler ki “Enflasyonu düşür TÜİK” dediler.

TÜİK'te “Baş üstüne hemen düşeyim” dedi.

Düşük rakamlar açıklamaya başladı.

Olayın tam da özünde bu vardır.

Yani yıllarca arka arkaya gerçek enflasyon çok yüksek seyretmekte ama emeklilerimizin maaşı sadece ve sadece TÜİK'in açıkladığı o küçük oran kadar arttırılmakta.

Gerçek enflasyonla TÜİK'in, terazisi bozuk TÜİK'in ölçtüğü enflasyon arasındaki fark kadar emeklilerimiz her sene, her sene, her sene yoksullaştı.

Şu anda bir emeklimizin eğer oturduğu ev kendine ait değilse, kira ödüyorsa o emeklimizin asgari gıda ihtiyacını dahi karşılaması mümkün değil.

Bir zamanlar asgari ücretin 2 katı 3 katı olan emekli maaşları şu anda asgari ücretin çok altına düşmüş durumda.

Geçen yıl 7 bin 500 TL olan en düşük emekli maaşını bu yıl 10 bin liraya çıkarttılar değil mi?

Oran kaç?

Yüzde 33.

Vatandaşımız dedi ki, “Ya arkadaş gerçek enflasyon %130. TÜİK bile %65 açıklıyor. Bu %33 zam nedir?” Diye sordu.

Onlar da dedi ki, “Biz maaşın köküne zam yaptık ya” dediler.

Maaşın kökü diye bir şey öğrettiler millete.

İnanılır gibi değil, yani inanılır gibi değil.

Gerçekten şu andaki hükümet, bu milletin bu koskoca milletin gözünün içine baka baka doğruları söylemiyor, rakamları gizliyor.

Devletin ülkenin gerçek durumunu örtbas etmeye çalışıyor.

Suçunu, hatasını, günahını yalan verilerle kapatmaya çalışıyor ama milletimiz neyin ne olduğunu gayet iyi biliyor.

Bu son seçimlerde vatandaşlarımız şu andaki iktidara son bir kredi açtı.

Dedi ki “Ya madem bu kadar istiyorsun, madem tek imzayla da aklına geleni yapıyorsun, hadi yapalım da gör” dedi milletimiz ve yüzde 52 oranında vatandaşlarımız şu andaki iktidara desteğini verdi.

Çünkü iktidar seçimden önce ne dedi?

“Ben bu ülkenin başında olduğum sürece faiz artmaz iner daha da inecek. Nas var” dedi.

Seçimlerden önce faizi yüzde 8 buçuk gösterdi, seçimden sonra 8 ayda 8 kere faiz arttırdı, %45’e çıkarttı.

Seçimlerden önce benzinin mazotun fiyatını 18 lira gösterdi, seçimlerden sonra 40 liraya çıkarttı.

Seçimlerden önce doların kurulunda 18 liraya bastırdı, seçimden sonra 30 liranın üzerine yükseltti.

Ben onun için diyorum ki; evet, seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.

Bakın etrafta çok sayıda iş yeri var, çok sayıda esnaf kardeşimiz var.

Ticarette de, siyasette de helalinden kazanmak diye bir kavram vardır.

Karşıda bakın marketimiz var, kasabımız var, farklı farklı meslekten esnafımız var.

Eğer sen terazide tartıda hile hurda yaparsan, milleti aldatırsan helalinden kazanmazsın.

Eğer ürünü, malını satarken doğruyu söylemezsen, helalinden kazanmazsın.

Eğer siyasette de TÜİK'in terazisinin ayarını bozarsan, milletin gözünün içine baka baka daha düşük, gerçekten çok daha düşük bir enflasyon açıklayıp “Faiz düşecek” diye söz verip seçimden sonra faizi arttırırsan helalinden kazanmazsın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gerçekten ülkemiz çok büyük sıkıntıların içine düştü.

Bakın bundan sadece on gün önce, Sincan’da bir öğrenci arkadaşımız yanıma gelip derdini anlattı.

7. sınıf öğrencisi; 12 yaşında.

Ne dedi biliyor musunuz?

“Bu dönemde geçim zor” dedi.

“Babam poşet satıyor, annem fabrikada çalışıyor, geçinemiyoruz” dedi.

“Ben gezemiyorsam, eğlenemiyorsam, ekmeğimi alamıyorsam bu ülkede iyi bir ekonomi yoktur” dedi.

Bunları söylerken gözyaşlarını da tutamadı.

Bakın arkadaşlar, henüz on iki yaşında bir arkadaşımız.

Ülkemizin yarınlarını kurması gereken bu genç arkadaşımız, hayal dahi kuramıyor.

Faturaları düşünüyor; yiyeceği simidi, tostu düşünüyor;

Ailesinin geçim sıkıntılarını düşünüyor;

Bu genç arkadaşımız ileride belki bir bilim insanı olacak, belki yönetmen olacak, mühendis olacak.

Fakat daha şimdiden ekonomi derdine, geçim derdine düşmüş durumda.

Şimdiden, yiyeceği ekmeği, içeceği suyu hesap etmek zorunda.

Genç arkadaşımız anlattı, anlattıkça ağlamaya başladı.

İnanın arkadaşlar, o anlattıkça benim için yandı.

Gençlerimiz parasızlıktan öğün atlıyor.

OECD’nin kendi açıklaması, kendi araştırması, Türkiye’de ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin her 5 öğrencinin birisi haftada en az bir gün öğlen yemeği parası olmadığı için okulda aç derslere giriyor.

Yazık değil mi?

Bir hiç uğruna, sadece ve sadece kötü yönetim yüzünden gençlerimiz okulda ailesinin ödeyeceği faturaları düşünüyorlar.

Her şeyin farkındalar;

Arkadaşlar on yaşındaki çocuk görüyor;

İktidar görmüyor.

Emekliler kiralarını ödeyemiyor, her gittiğimiz yerde bize dertlerini anlatıyor;

İktidar görmüyor.

Emekliler et kuyruklarında, ev alma, araba alma hayalleri yok, sabahın 2’sinde 3’ünde kuyruğa giriyor ki kıymayı 100 lira daha ucuza alabilir miyim diye.

7 saat 8 saat gecenin soğuğunda karanlığında kuyrukta bekliyor, 70-80 yaşında emekliler.

Yazık değil mi bu ülkenin insanlarına?

Ama iktidar görmüyor.

Asgari ücretliler ay sonunu getiremiyor;

İktidar görmüyor.

Öğrenciler bir kahve içemiyor, sinemaya, tiyatroya gidemiyorlar;

İktidar görmüyor.

Kendilerini Külliye’ye kapattılar kapatalı; etrafına hay hay efendimcileri topladılar;

Artık memleketin sorunlarını görmüyorlar, duymuyorlar ama umursamıyorlar da.

Eskiden Keçiören’de bir apartman dairesinde yaşardı.

Komşuları vardı.

Eve girerken çıkarken emeklilerle karşılaşıyordu, bir kapıcısı vardı marketten, pazardan, kasaptan fiyatlar konusunda haber getirecek.

Ne zaman ki Külliye ’ye hapsoldu, ne zaman ki o çıkar şebekesi etrafını çevirdi artık memleketin gerçeklerinden koptu.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bundan yaklaşık 1,5 ay önce Yalova’daydım.

Merkez’de, üç motokurye arkadaşla karşılaştım.

Şöyle bir sohbet ettim onlarla.

Baktım; bir tanesi üniversitede grafik tasarım bölümü okuyor.

Yani bilgisayarla işi var.

Dedi ki; “Ben hem okuyorum hem motosikletle yiyecek dağıtıyorum. Çünkü benim üniversite masrafımı ailemin karşılaması mümkün değil. Benim kullandığım bilgisayarın fiyatı 60 bin lira 80 bin lira. Benim ailem bunu alamıyor. Ben onun için çalışarak okumak zorundayım.”

Bir başkası… Bir başka motokurye.

Hemen yan yana oturuyorlar.

Dedi ki, “Ben hukuk öğrencisiyim. Geçinmek, kira ödeyebilmek için bu işi yapmak zorundayım. Yoksa okuyamam.”

İnanın okul masraflarını çıkarmak pek çok öğrencimiz için artık çok zor.

Eğer bir üniversite öğrencisi oturduğu şehirden başka bir şehirde üniversiteyi kazandıysa ve yurt da çıkmadıysa okuması çok zor.

Geçen sene bakın 100 binin üzerinde üniversite öğrencisi üniversiteyi kazandığı halde kayıt yaptırmadı.

Çünkü başka bir şehirde üniversite kazandı, yurt da çıkmadı, kayıt yaptıramadı.

Bakın, gençlerle ilgili sorunlar sadece ekonomide de değil;

Gençler yanıma geliyor, diyorlar ki “Bir tweet bile atmaktan korkuyoruz”.

Gençler yanıma geliyor, “Selfie çekelim, ama sosyal medya hesaplarınızda paylaşmayın diyorlar.

“Mülakatlarda bizi elerler” diyorlar.

Hatta daha ileriye gidip “Silivri soğuktur” diyor gençler bana.

Yazık değil mi bu insanlara?

Gencecik, körpecik gençleri siz korku iklimi, baskı iklimi altında yaşamaya mahkûm ettiniz bu güzel ülkede.

Bu ülkenin gençlerinin hayallerini ellerinden alanlar utansınlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bartın’dayız; Amasra’dayız. Tabiatın cömertlik ettiği, güneşi denizle buluşturduğu bir ilimizdeyiz;

Barış Akarsu ne diyor Amasra şarkısında: “Toprak kokan şehir, deniz kokan şehir” diyor Amasra için.

Fakat bu şehir Amasra Kalesi’yle gündeme gelmiyor.

Çekiciler Çarsısı’yla gündeme gelmiyor.

Kuşkayası’yla gündeme gelmiyor.

Her sene, Amasra olmasa da Bartın gazete manşetleriyle haberde.

Ne tür manşetler?

Ağustos 2021, Bartın’da sel.

Temmuz 2022, sel.

Temmuz 2023, sel.

Doğal güzellikleriyle gündeme gelmesi gereken bir ilimiz, bu güzel ilçemiz Amasra ancak olumsuzluklar olduğunda haber oluyor.

Olumsuzluklarla anılıyor.

Bakın;

Bizim 2024 Türkiye’sinde, tedbirsizlik yüzünden hayatını kaybedecek tek bir cana dahi tahammülümüz yok.

Mutlaka tedbir alınmalı, afetler öncesinde tedbir alınmalı.

Madense madene tedbir alınmalı, sel ise sele tedbir alınmalı.

İş olup bittikten sonra giden geri gelmiyor.

Altyapıyı elden geçirmek, insanlara onurlu bir yaşam sunmak şart.

Bu onurlu yaşamın içinde, afetlerde ölmek de yok, saldırgan sokak hayvanları tarafından tehdit edilmek de yok.

Ve gerçekten bu sorunlar artık Türkiye’ye yakışmıyor.

Bu sorunlara hâlâ çözüm bulunmamış olması, 2024 Türkiye’si için büyük bir utanç.

Belediyesiyle, iktidarıyla bütün bu sorunlar aslında ortak bir sorun.

Biz, bütün bu sorunların çözümü için yola çıktık.

Sokakların her yaştan insan için güvenli olduğu bir belediyecilik anlayışıyla hareket ediyoruz.

Amasra, şu anda tedirgin, Amasra korkuyor.

“Acaba bu termik santral projesi gerçekleşir mi?” diye.

Amasra çok zengin kömür kaynaklarına sahip.

Kömür ocakları Amasra’nın ekonomisi için son derece önemli.

Toprağın altından o değerleri çıkarmak, ekonomiye can vermek önemli.

Tabi ki tedbir almak, iş sağlığı ve güvenliği konusunda gereken her şeyi yapmak şartıyla.

Ancak mesele bu kömürü yakıp da elektrik üretmeye geldiğinde Amasra “Hayır” diyor.

Kömür madenciliğine “Evet”, çevreyi kirleten termik santrallere “Hayır”.

Bu tabiat harikası, bu kültür ve mirası bu güzel ilçemiz Amasra’ya bir termik santralle kimsenin ihanet etmeye hakkı yok.

Bu güzel ilçemiz turizmle çok ileri noktalara gelebilir.

Bakın ben dünyada çok yer gördüm, işim görevim gereği çok yere gittim ama inanın bu coğrafya, bu tarih, bu özgün doku dünyada çok az yerde görülür.

Kıymetini bilmemiz lazım.

Ve Amasra’nın çok daha düzgün yapılaşması lazım.

Amasra’nın imar durumunun, yapıların tarih ve doğa dokusuna uygun bir şekilde yeniden ele alınması lazım.

İnanın bu ilçe, şöyle herhangi bir Avrupa ülkesinde olsa, herhangi bir Akdeniz, Karadeniz kıyısında başka bir ülkede olsa bugün görünüm çehre bambaşkaydı.

Çünkü bunun kıymetini bilen ve Amasra’nın hakkını veren bir yönetim anlayışıyla Amasra’ya hizmet ederdi.

İşte bunu biz yapmak için buradayız.

Bunu bilerek, dünyayı bilerek ama Amasra’yı da çok iyi bilerek buradayız.

Bizim Belediye Başkan adayımız Ali Yıldırım Bey, aynı zamanda DEVA Partisi’nin kurucu il başkanı biliyorsunuz.

Daha önce kendisi burada 2 dönem belediye başkanlığı yaptı ve kendisiyle ilk tanışmamız aslında 1 Ocak 2005’te Amasra’ya geldiğimizde gerçekleşti.

Hatırlarsanız biz 31 Aralık 2004 tarihinde enflasyonu tek haneye indirdiğimizde paradan 6 sıfır atmıştık.

Hatta hatıra diye ben o paradan bir çift yanımda getirdim. Eskiden 31 Aralık 2004'e kadar en küçük banknotun 1 milyon lira olduğunu hatırlayalım.

Ne yaptık?

31 Aralık gecesi 6 sıfır attık ve 1 yeni lirayı ülkemizle tanıştırdık.

Ve ilk yeni bir Türk lirasını da burada Amasra’da bir restoranda restoran sahibine hesap öderken ödedik.

Amasra'nın da ekonomi tarihimizde bu açıdan çok önemli bir yeri var, paradan 6 sıfırın atıldığı ve ilk kullanıldığı yer Amasra.

Böylece Amasra sadece kalesi ile değil ekonomi tarihinin bir altın döneminde paradan 6 sıfırın atılıp ilk kullanılmaya başlandığı ilçemiz olarak da anılacak inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şu anda yerel seçimlere gidiyoruz.

Ve DEVA Partisi olarak bu bizim girdiğimiz ilk yerel seçimler.

Hazırlanıyoruz, çok iyi hazırlanıyoruz ve biz kazanmak için hazırlanıyoruz.

Bazıları diyor ki, “E sizin belediye başkan adayınız var” ee, “ Sizin belediye başkanınız şuna kazandırır mı şuna kaybettirir mi”?

Biz ne yahu.

“Ali Yıldırım Belediye Başkanı olsun, kazansın” diye seçime giriyoruz Amasra’da.

Bizim derdimiz başkalarına kazandırmak ya da kaybettirmek değil.

“Amasra daha iyi yönetilsin, daha emin daha düzgün ellerde yönetilsin” diye seçime giriyoruz.

Kısacası arkadaşlar, artık yerelde yepyeni şeyler yapmanın zamanı geldi.

Yepyeni yol çizmenin zamanı geldi.

Zaman, bu siyasi zihniyetini artık değiştirme zamanı.

İşte DEVA tam da bunun için var.

O yüzden, biz buradayız;

O yüzden, Amasra’dayız.

O yüzden Türkiye’nin dört bir yanında;

Başımız dik, alnımız ak, milletimizin karşınızdayız.

*****

Bakın bu arkadaşınız tam 13 yıl hükûmette görev aldı.

Türkiye Cumhuriyet tarihinin herhalde en uzun süre bakan olarak bu ülkeye hizmet etmiş insanlardan birisi benim.

Ali Yıldırım Bey tam 10 yıl belediye başkanlığı yaptı.

Hamdolsun, bugün biz milletimizin karşısına böyle alnımız açık başımız dik çıktıysak zamanında yaptığımız düzgün ve temiz bir çalışmanın sonucunda.

Yoksa yüzümüz yere bakardı.

Yoksa milletimizin karşısına böyle çıkamazdık.

Çok şükür, hamdolsun.

11 yıl ekonominin başında oldum.

Önümüzden milyarlarca dolar geldi geçti ama boğazımızdan bir tek lokma haram geçmedi.

Ve bunun içindir ki; “belediyecilik çok önemli” diyoruz, bunun için “temiz belediyecilik önemli” diyoruz.

Bakın şu an pek çok siyasi parti apar topar seçim beyannamesi hazırlıyor değil mi?

“Seçim Beyannamesi” diyorlar yerel seçim geliyor diye.

Aklınız yeni mi başınıza geldi?

Biz bundan tam 2 sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilikle ilgili Eylem Planımızı açıkladık.

Sayfalar dolusu, karınca duası gibi yazılarla hepsini yazdık açıkladık.

“Yerinden yönetim” dedik.

Bununla da kalmadık, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik.

DEVA Belediyeciliği’nin bir “Etik Kurallar Bildirgesi”ni hazırladık.

Tam 3 sayfalık bu bildirgeyle, bizim belediye başkanlarımız hangi ahlaki kurallar içerisinde belediyeyi yöneteceklerini imza ediyorlar, taahhüt ediyorlar ondan sonra adayımız oluyorlar.

Yüz yıllık Cumhuriyette, 70 yıllık çok partili siyasi hayatta 4 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi bunu hazırlamak?

Niye daha önce kimsenin aklına gelmedi?

Çünkü belediyecilik deyince çoğunun aklına böyle etik kural falan gelmiyor.

Çoğunun aklına hemen “rant” geliyor.

Belediyecilik deyince çoğunun gözünde dolar, Euro işareti oluşuyor.

Biz 2002’de çalışmaya başladık, Türkiye ekonomisi batmış, 20 tane banka batmış.

Ben 34 yaşındayım.

Dediler ki “Kaynağı nereden bulacaksın?”

Ben de dedim ki; “Kaynak Türkiye. Bu çok büyük bir ülke. Yeter ki imkanları siz dikkatli harcayın”.

Şimdi Ali Bey’e de soracaklar “Kaynak nerede”?

Siz belediyenin imkanlarını isabetli harcayın, doğru projelere yönlendirin, satın alırken dikkat edin, gerçek yarışmayla olabilecek en ucuz maliyetle eserlerinizi ortaya koyun kaynak nasıl bollaşıyor bir görün.

Tasarruf çok önemli.

İsraf etmeyeceksin, kaynağı yerinde isabetli projelere harcayacaksın ve mutlaka ve mutlaka açık, şeffaf, yarışmalı ihale süreçleriyle kaynakları kullanacaksın.

Bu ülkenin, Amasra’nın kuruluşu inşallah buralarda.

Evet, şimdi seçimlere gidiyoruz.

Bu seçimler yerel seçimler, belediye başkanlarımızı seçeceğiz, belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz ama bu seçimler aynı zamanda hükûmeti uyarmak için “Yanlış yoldasın” demek için de çok önemli bir fırsat.

Yani sandığa giden vatandaşlarımız iktidardan memnun mu değil mi?

Emeklilerimiz halinden memnun mu değil mi?

Eğer bu seçimlerde çıkacak sonuç iktidara güvenoyu anlamına gelirse bilin ki hukuksuzluk, haksızlık aynen devam eder.

Tam gaz israf, yolsuzluk aynen devam eder.

Ama bu seçim elimizde bir fırsat.

Bu seçimde eğer hükûmete “Yanlış yoldasın, hata yapıyorsun, kuralı çiğniyorsun, hukuku çiğniyorsun” demek istiyorsanız eğer hükûmete bir sarı kart göstermek istiyorsanız tam zamanı.

Onun için diyorum ki, gelin bu seçimlerde hep beraber hükûmete yanlışın var, kusurun var, faul yapıyorsun, düzgün çalışmıyorsun” diye bu Sarı Kartı gösterelim.

Bana diyorlar ki “Niye kırmızı kart değil?”

Ben de diyorum ki; “Bu seçimler belediye seçimleri, yerel seçimler. Genel seçimlerde ancak iktidarı değiştireceğiz. Dolayısıyla bizim kırmızı kartımız cebimizde hazır.”

İnşallah genel seçimlerde de hep beraber kırmızı kartı göstereceğiz ve iktidar değişikliğini inşallah sağlayacağız hep beraber.

Arkadaşlar biz iktidara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki ülke nasıl yönetilir, anlasınlar.

Sizler de 31 Mart günü oy pusularınızı elinize alıp, damgayı DEVA'nın o damla logosunun altına basarak inşallah hükûmete hem sarı kart göstermiş olacaksınız hem de belediyemizin çok daha emin ellerde çok daha güzel hizmetler üreterek yoluna devam etmesinin önünü açacaksınız.

Çünkü biliyoruz ki; çözüm sandık, çözüm millet, çözüm sizsiniz:

Ne diyoruz?

Âlem talansa, yolsuzluksa; DEVA sensin diyoruz.

Âlem, parti üyeliklerine göre dağıtılan sosyal yardımlarsa, DEVA sensin diyoruz.

Âlem güvensiz sokaklarsa, yanmayan ışıklarsa, susuzluksa; DEVA sensin diyoruz.

Âlem geçim sıkıntısıysa, yüksek kiralarsa; DEVA sensin diyoruz.

Âlem buysa;

DEVA sensin.

Âlem buysa, DEVA sizsiniz diyoruz.

DEVA milletimiz, DEVA tüm Türkiye.

O yüzden, biz buradayız.

*****

Ben şimdi Ali Yıldırım Bey’i şöyle bir yanıma davet edeyim.

İnşallah Amasra yeniden Ali Yıldırım ile, belediye başkanımız Ali Yıldırım ile yeniden kucaklaşacak, yeniden buluşacak.

31 Mart’a kadar hep beraber çok yoğun bir şekilde çalışacağız ama 31 Mart’tan sonra Ali Bey, görevine başladıktan sonra daha da çok çalışacağız hep beraber.

Ve halkımızın da teveccühüyle Amasralı bütün vatandaşlarımızın da teveccühüyle Amasra’yı ilk defa bu seçimlerde DEVA belediyeciliğiyle buluşacağız inşallah.

Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle muhabbete selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

Aliler DEVA olsun diyorum.

Hayırlı olsun diyorum.

7 Mart 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Zonguldak Basın Toplantısı Konuşması


Zonguldak Basın Toplantısı Konuşması

Altın Elmasıyla, bir tarih kenti, bir kültür kenti bir doğa kenti Zonguldak Merhaba,

Zonguldak evet Karaelmas kenti, aynı zamanda Zonguldak maden facialarına çok büyük sayıda şehitler vermiş çok büyük kayıplar vermiş bir şehrimiz.

Onun için ben hemen sözlerimin başında, bugüne kadar Zonguldak ve çevresinde meydana gelmiş tüm maden facialarında hayatını kaybetmiş şehitlerimizi rahmetle minnetle anıyorum.

Allah hepsine rahmet eylesin, kalanlara sabır diliyorum, baş sağlığı diliyorum.

Tedbir çok önemli arkadaşlar.

Tedbir gerçekten iyi tedbirler alındığında madencilik bilim kurallarına uygun bir şekilde uygulandığında, denetim, tarafsız, bağımsız ve düzgün olduğunda maden kazalarının sayısı çok çok azalıyor.

Ama kontrol yoksa, kural yoksa, denetim yoksa, denetim bağımsız ve tarafsız değilse o zaman çok canlar kayboluyor.

Türkiye'nin her yerinde durum aynı.

Dünyada da baktığımızda bu işte iyi ülkeler var. Bu işte çok büyük sıkıntı yaşayan ülkeler var.

Ancak şunu görüyoruz ki, demokrasisi ileri olan, hukuk ve adalette ileri olan ülkelerde maden kazaları çok çok az yaşanıyor.

Madende kaybedilen insanların sayısı çok çok az oluyor.

Ama demokrasinin işlemediği, hukuk ve adaletin ayaklar altına alındığı ülkelerde de kazalar çok oluyor, kayıplar çok oluyor.

Şöyle bir istatistiklere bakın istatistikler gerçeği olduğu gibi önünüze koyacaktır.

Gerçekten üzülüyoruz.

Her can çok kıymetli ve kaza olduktan sonra “vah tüh” demenin, soruşturmaların bir anlamı kalmıyor.

Önemli olan kazalardan önce tedbirler almak.

Deprem olduktan sonra, can kayıplarından sonra deprem tedbir almak işe yaramıyor.

Dolayısıyla önce tedbir önce tedbir önce tedbir...

Ve bunu tedbir almak arkasından bağımsız, tarafsız denetim.

Bunun yolu buradan geçiyor.

İnşallah öyle acı hadiseleri ülkemiz bir daha yaşamaz, inşallah bu acı olaylara daha fazla can vermeyiz.

Bu arada hemen yine sözlerimin başında, 6 Şubat depremlerinde derhal işini gücünü bırakıp, deprem yaşayan şehirlerimize koşan, orada enkaz altında kalan vatandaşlarımızın canını kurtarmak için canla başla çalışan bütün madencilerimize de ben buradan özellikle şükranlarımı sunmak istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel seçimler yaklaşıyor… Yaklaştıkça da iktidar insanları tehdit etmeye devam ediyor.

Sayın Erdoğan Ordu’ya gitti, insanları tehdit etti: “Biz yoksak, doğalgaz yok” dedi.

Sanki yıllardır Ordu belediyesi başka partideymiş gibi..

Hatay’a gitti, insanları tehdit etti: “Biz yoksak, hizmet yok, beklemeyin” dedi.

Sanki depreme maruz kalan diğer 10 ilde belediyeler farklı partilerdeymiş gibi.

Oysa, bu ülkeye hizmet etmek, vatandaşlarımızın Mayıs 2023 seçimlerinde kendisine verdiği desteğin bir gereği.

Bakın arkadaşlar bu detayı çoğu kaçırıyor.

Geçen sene Mayıs’ta seçim oldu mu?

Oldu.

Vatandaşlarımız yüzde 52 oranında Sayın Erdoğan’ı destekledi mi?

Destekledi.

Bir sonraki genel seçime kadar parti belediye ayrımı yapmaksızın bu ülkeye hizmet etmek onun borcu.

Hizmet etmek zorunda.

Yani aslında savurduğu bu tehdit ne demek?

“Bana yine oy ver yerel seçimlerde yoksa işimi yapmam” demek.

Bu senin işin, yapacaksın.

Bunun için gittik vatandaşlardan destek istedin, seçildin.

Bir sonraki genel seçime kadar o hizmeti vermek zorundasın.

Demokrasilerde böyle bir şey yok.

Üstelik bakın geçen sene seçildikten sonra meclis kürsüsüne çıktı ve görevine başlamadan önce bir yemin etti değil mi?

Cumhurbaşkanının anayasaya göre etmesi gereken bir yemin.

Ne dedi bu yeminde?


“Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, … bağlı kalacağıma, …üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim.” Dedi görevine başladı.

Anayasaya uyuyor mu?

Anayasa Mahkemesi karar alıyor “Saygı duymuyorum” diyor.

“Alt mahkeme uymayabilir, Yargıtay uygulamayabilir” diyor.

Peki, yemin metninde olduğu gibi meclis kürsüsünde yaptığı o yeminde ifade ettiği gibi görevini tarafsızca yapıyor mu?

“Benim belediyem, muhalefetin belediyesi...”

Eğer merkezi hükûmet olarak, iktidar olarak, ülkenin Cumhurbaşkanı olarak partiler arasında ayrım gözetiyorsa “Benim belediyem, onun belediyesi, beriki belediye, öteki belediye” diye ayrımcılık yapıyorsa yemin ettiği metne uymuyor demektir.

Tarafsızlık yeminine uymuyor demektir.

Peki, ülkenin Cumhurbaşkanı böyle tehditler savururken adaylar duruyor mu?

Erdoğan'dan aldıkları cesaretle onlarda başladılar milleti tehdide.

Ama Sayın Erdoğan stajını küçük ortağın yanında yaptı.
O yüzden bu tehdit konusunda artık tecrübeli ama adaylar tecrübesiz, adaylar acemi.
Gittiler İstanbul’da insanları neyle tehdit ettiler biliyor musunuz?
Gazze'yle tehdit ettiler.
“Bize oy verirseniz Gazze’ye yardım ederiz” dediler. “Bize oy verirseniz Gazze’yi görmezden gelmeyiz” dediler.
Açlıkla, susuzlukla, bombalarla boğuşan insanları desteği dahi şarta bağladılar.
Yerel yönetimlerle Gazze’nin ne alaka var Allah aşkına ya?

Genel seçimleri kazandı da Gazze’ye hangi hayrı dokundu bugüne kadar?

Bakın arkadaşlar aylardır haykırıyoruz, bağırıp çağırmak sonuç getirmiyor.

“Diplomasiyi çalıştırın” dedik, beceremediler.

“Öldürülen çocukların, altı yaşındaki Hind Receb’in sesini duyun” dedik, duymadılar.

“Ticari yaptırımlar uygulayın, uluslararası kamuoyunu ayağa kaldırın” dedik görmezden geldiler, hiçbirini yapmadılar.

Tam tersine tam gaz ticarete devam ettiler, İsrail’e ticareti artırdılar.

İsrail ordusunun kullandığı bazı malzemelerin dahi biliyorsunuz Türkiye’den oraya ihraç edilmesi söz konusu.

Laf, laf, hamaset, hamaset, hamaset.

Buradan, Sayın Erdoğan ve çevresindekilere sesleniyorum:

Gazze’deki insanların ahını alıyorsunuz.

Gazze’deki mazlumları inciten bu çirkin siyasetten vazgeçin.

Açlık içindeki çocukları siyasetinize malzeme etmekten vazgeçin.

Sayın Erdoğan,

Ya Gazze için bir şeyler yapın, ya da susun ve çevrenizdekileri susturun.

*****

Değerli arkadaşlar,

İktidarın da, maalesef muhalefetin de bu ülkeye bir katkı sunma hevesi yok; arzusu da yok.

Gördük arkadaşlar…

İktidarı da gördük, muhalefetin de bir kısmını gördük.

İktidarı da, muhalefet belediyeleri de, depreme karşı önlem aldılar mı?

Almadılar.

İktidarı da, muhalefet belediyeleri de, torpilin önüne geçebildiler mi?

Geçmediler.

İktidarı da muhalefeti de; sokakları güvenli hale getirebildiler mi?

Getiremediler.

Deprem oldu, iktidardan da muhalefetten de tek bir istifa eden çıkmadı yahu.

Etmediler, etmeyecekler.

Zihniyet aynı olduğu sürece; bir şey yapma, bir şey başarma imkânları da yok.

Zihniyet aynı olduğu sürece, iktidarın da muhalefetin de yeni bir söz söyleme gücü yok arkadaşlar.

İktidar gidiyor, insanları Gazze’yle tehdit ediyor: “Bana oy yoksa, yardım da yok” diyor.

Muhalefet ne yapıyor?

Genel seçimlerde iktidar olamamanın acısını, seçmenden çıkarıyor:

Şu an seçmenle kavga eden muhalefet partileri var bu ülkede.

Biri çıkıyor, sokakta kendisine küçük bir eleştiri getirene kızıyor, azarlıyor.

Diğeri, yasal hakkı olan bedelli askerlik hakkını kullanan gençlere çatıyor.

Bu yüzden hep söylüyoruz: İktidarı da, muhalefeti de, Türkiye’de şu anda öfke üretiyor, öfke, karşıtlık üretiyor, düşmanlık üretiyor.

Başkaca üretebildikleri hiç bir şey yok.

İktidarı da, muhalefeti de, vatandaşı kendi boyundurukları altında tebaadan ibaret görüyor.

Bir kısım muhalefetin tek derdi, iktidarın salladığı sopayı ele geçirip, o sopayı biraz da ben sallayacağım demek.

İnanın bazen görüyoruz, korkuyoruz.

Şu anda otoriterlikten şikâyet ediyoruz değil mi?

Ama bazı muhalefet partilerinin içindeki isimler otoriterlikte şu anda ki hükümetten çok daha ileri kafalara sahip.

Biz bunu gördük.

Şu son 4 yıldır Türkiye’deki siyasi partilerle daha yakın ilişkide bulunarak ve bazılarında daha yakından daha içeriden tanıyarak gördük ve gerçekten endişelendik.

Ama hep diyorum, endişeye mahal yok, endişeye.

Çünkü artık DEVA burada, DEVA kadroları burada;

Biz ayrıştırmaya değil, barıştırmaya geldik.

Biz vatandaşa dikte etmeye değil, hizmet etmeye geldik.

Onun için buradayız, onun için Zonguldak’tayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizde artık kira ödemek imkânsız, geçinmek imkânsız, mevcut maaşlarla hayat sürdürmek imkânsız.

Öğrenciler geçinemiyor, memurlar geçinemiyor, emekliler, asgari ücretliler geçinemiyor.

Rakamları Ayarlama Enstitüsü dediğimiz TÜİK’e göre kişi başına düşen milli gelir geçen yıl 13 bin 110 dolara çıkmış.

Sayın Erdoğan da çıkıyor, bununla övünüyor. “Tarihi rekorumuzu yakaladık” diyor.

Ya arkadaş bizim 2002’de 3. 500 dolardan alıp 2013’te 12. 500 dolara yükselttiğimiz milli geliri bundan 10 yıl sonra 2023’te “13 bin dolara çıkarttık” diye övünüyorlar.

Şu hale bakın. Akıl alacak gibi değil.

Bunların hesabına göre bütün millet, kişi başı bakın aile başı değil, kişi başı herkes yılda 420 bin TL kazanıyormuş.

Yani; herkese ayda ortalama 35.000 liralık bir gelir düşüyormuş.

Bakın aileye değil, herkese, 4 kişilik bir ailenin Türkiye’deki ortalama geliri 140 bin liraymış.

Açıkladıkları rakam bunu ifade ediyor.

Maaş, para, cüzdan sormak ayıptır ama arkadaşlar; acaba ülkemizde kaç haneye böyle bir gelir giriyor merak ediyorum.

Bu salondakilere sormayacağım sormak ayıp ama herkes kendi muhasebesini yapsın.

Yani 4 kişilik bir aileye aylık 140 bin liralık bir maaş, bir gelir kaç tane ailede var Türkiye’de ama ilan ettikleri Türkiye ortalaması.

Üstelik bir de ne diyorlar? “10 yıl öncesinden daha iyi durumdayız” diyorlar.

Çarşıya pazara çıkmayınca, markette alın teriyle kazandığı parayla alışveriş yapmayınca “10 yıl öncesinden iyiyiz” demek dile kolay.

Hisseden var mı bunu? Hissediyor musunuz?

10 yıl öncesinden daha mı iyiyiz, daha mı kötüyüz? (…)

E tabii ki daha kötüyüz arkadaşlar.

Peki, rakamlar niye böyle?

Rakamlarla oynuyorlar arkadaşlar oynuyorlar, sorunun tam da özünde bu var.

Herkesin yaşadığı bildiği enflasyonu düşük gösteren TÜİK'in açıkladığı milli gelir hesaplarına nereden güveneceğiz?

Ben gittiğim her yerde soruyorum, emeklilerimize, çarşıda, pazarda gezen herkese “Enflasyon kaç” diyorum?

Esnafa soruyorum, manava soruyorum, kasaba soruyorum, hem alışveriş edene hem de esnafa soruyorum.

Yüzde yüzden aşağı bir rakam telaffuz eden yok.

Ama bunlar ne yapıyor? Enflasyonu hala %60 küsülerde açıklıyor.

Oysa halkın yaşadığı gerçek enflasyon ENAG’a göre %130.

Ve enflasyon yoluyla emeklilerimizin cebinden çalıyorlar, enflasyon üreterek maaşlı herkesin refahından çalıyorlar.

Karşılıksız para basıyorlar.

Geçen seçimden bugüne kadar bir trilyon liralık karşılıksız para bastılar, sadece Kur Korumalı Mevduat’ın kur farkını ödemek için.

Bu yıl 1 trilyon 254 milyar faiz ödeyeceklerini bütçeye yazdılar.

Çiftçiye verilen desteğin tamamı 91 milyar bu yıl.

Tarım bütçesi 91 milyar, faiz bir triyon 250, kur farkı 1 trilyon.

Yani toplayın çiftçiye ödenenin 25 katını zaten parası olana veriyor.

Parası faizdeki faiz veriyor, parası Kur Korumalı Mevduattaki kur farkı veriyor.

Bunları geçtik.

Erdoğan’ın açıkladığı 13 bin dolar velev ki doğru.

Bu durumda dahi “2013’ten daha iyiyiz” demeleri, teknik olarak da gerçeği yansıtmıyor.

Çünkü hesap basit.

Kişi başına düşen milli geliri 10 yıl öncesiyle kıyaslıyorlar değil mi?

“12 bin 500 dolardı ta 10 yıl önce bak 13 bin olduk”

Ama dolar enflasyonunu hesaba katmıyorlar.

O günün 12 bin 500 doları bugünün 12 bin 500 dolarına göre çok daha kıymetli, satın alma gücü çok daha fazla.

10 yılın dolar enflasyonu ver birikmiş enflasyon değil mi?

Öncelikle bu 13 bin dolardan bu dolar enflasyonunu düşmek gerekiyor.

Yetmedi ülkemizde yaşayan sığınmacılar...

10 yıl önce Türkiye’de bu kadar sığınmacı mı vardı?

Bunlar ne yapıyor toplam geliri vatandaşlarımızın sayısına bölüyorlar.

Halbuki şu anda Türkiye’de yaşayan milyonlarca sığınmacı var.

Bu geliri onlar da paylaşıyor.

Gidiyorlar bizim okullarımızdan istifade etmiyorlar mı? Gidiyorlar hastanelerimize istifade etmiyorlar mı?

Bu ülkenin ürettiklerinden sığınmacılar da alıyor.

Dolayısıyla o gün 12 bin 500 doları hesap ederken kullandığınız vatandaş sayısıyla bugün 13 bini hesap ettiğinizde kullandığınız vatandaş sayısını bir tutamazsınız.

Toplam nüfusa ekleyin sığınmacıları, bir bölün bakalım ne oluyor? Artış mı var, düşüş mü var görün hesabı.

İşte arkadaşlar, rakamları böyle ayarlıyorlar.

Bunları da dahil edersek, yani hem sığınmacı sayısını hem de dolar enflasyonunu dahil edersek TÜİK'in açıkladığı 13 bin dolarlık milli gelir iniyor 9 bin 600 dolara.

İşte sordum ya baştan; “2013’e göre daha iyi durumda mısınız? Daha iyi durumda mıyız?” diye.

Daha kötü durumdayız çünkü TÜİK'in açıkladığı 13 bin velev ki doğru olsa dahi sırf teknik basit hesap ettiğimizde bu 9 bin 600’e düşüyor.

Üstelik bu kadarla da bitmiyor.

10 yıl öncesinden düşük olan bu milli gelir artık adil de dağılmıyor.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik şu anda yakın tarihimizin en kötü seviyesinde.

Bakın yine TÜİK’in rakamlarına göre söylüyorum, başkası değil.

Gelir dağılımı anketi açıklandı biliyorsunuz gelir dağılımı araştırması açıklandı, yeni 2 ay kadar oldu.

Son 5 yıldır ülkemizdeki nüfusun sadece en zengin %5’inin geliri artmış.

Geri kalan %95’inin geliri ya düşmüş ya da sabit kalmış.

Bunlar TÜİK rakamı.

Şöyle tablolara bakın.

Herhalde biz bunları dillendiriyoruz dillendirdikçe onları da kamufle e derler ama biz yakaladıkça rakamları açıklayacağız.

Gelecek sene bakacağız. Bunların da üstünü örtmüşler, cilalamışlar, süslemişler ayrı ama en son açıklanan gelir dağılımı rakamlarına göre son, 5 yıldır sadece ve sadece en zengin %5’in geliri artmış hem de çok çok artmış. Geriye kalan %95’in geliri düşmüş ya da artmamış.

Türkiye’yi siyasette iki kutba hapsetmek isteyenler, ekonomide iki kutup oluşturmayı başardılar.

Artık aynı ülkede, aynı topraklarda yaşayan iki farklı coğrafyanın insanlarıyız.

Geliri artan %5 ve yoksullaşan, yerinde sayan %95.

Sipariş verenler ve siparişi getirenler;

Story atanlar ve onları izleyenler.

Ev üstüne ev alanlar ve kiralarını ödeyemeyenler.

Playstation oynayan gençler ve o oynayanları imrenerek ekranda izleyen gençler.

Senede birkaç kez arabasını yenileyenler ve belediye otobüsüne binerken liranın hesabını yapmak zorunda kalanlar.

Ülkeyi getirdikleri durum bu arkadaşlar.

Üniversite okuyup çalışarak, aylık maaşlardan artırarak birikim yapmak hayal.

Ev almak, araba almak vatandaşlarımızın çoğu için, büyük bir çoğunluk için artık bir hayal.

Huzurla restoranda şöyle bir ailece yemek yemek çoğu vatandaşımız için hayal…

Erdoğan’ın eski meşhur sloganını hatırlıyor musunuz bilmem? (…)

Ne diyordu?

Bu ekonominin zirvede olduğu yıllarda, milli gelirimizin 12 bin 500 doları bulduğu yıllarda ne diyordu?

“Hayaldi, gerçek oldu”…

Evet, oldu. O hayalleri gerçek yapan bizdik; benim başında olduğum dürüst, ehil ekonomi kadrolarıydı.

Bizim gerçek yaptığımız hayallerdi onlar.

Bizim yönetimde olduğumuz özgür ve zengin Türkiye’nin günleriydi o günler.

Dürüst ve ehil kadrolarla biz o başarıyı yakalamıştık.

Peki şimdi ne oldu?

“Gerçektii, hayal oldu.”

Ülkeyi düşürdükleri durum şu anda bu arkadaşlar.

Yaşadığımız gerçeği tekrar yakalayabilmek artık bir hayal oldu.

*****

Değerli arkadaşlar,

Zonguldak’tayız. Filyos da burada, mağaralar da, şelaleler de burada.

Zonguldak, doğasıyla, tabiatıyla gündeme gelmeyi hak ediyor.

Evet, kara Elmas’ta çok önemli bir zenginliğidir ama Zonguldak deyince bu zenginlikten öte ilk akla gelen maden kazaları maalesef.

Bu güzel şehrimiz, çok daha fazla kişi tarafından ziyaret edilmeyi çok daha fazla turizmi hak ediyor.

Ereğli’nin güzelliklerini biliyoruz.

Fakat insanlar bilmiyor; bu güzel coğrafya tanınmıyor, tanıtılmıyor.

Bölgeyi, Zonguldak coğrafyasını; buranın lezzetini, kültürünü, doğasını tanıtan etkinliklerin mutlaka artırılması gerekiyor.

Yani belediyelerimize, yerel yönetimlerimize çok büyük işler düşüyor.

Zonguldak, hem muhalefetin hem iktidarın görmezden geldiği bir kent.

Temmuz 2023’teki büyük sel felaketini hatırlayalım.

770 konut, bine yakın işyeri bu sel felaketine maruz kaldı.

Aynı yıl Kasım’da, bu kez mal kaybının yanına, can kayıpları da eklendi.

2024 Türkiye’sinde, afetlere verecek tek bir canımız olamaz, olmamalı.

Altyapıyı elden geçirmek ve insanlarımıza onurlu bir yaşam sunmak şart.

Saldırgan sokak hayvanları sorunu, Zonguldak’a yakışmıyor, Türkiye’ye yakışmıyor.

İnanın bunlar çözmesi zor işler de değil, böyle çok para tutan işler de değil.

Bu soruna hâlâ çözüm bulunmamış olması, 2024 Türkiye’si için büyük bir ayıp, büyük bir utançtır.

Belediyesiyle, iktidarıyla hepsinin de ortak sorumluluğu bakın.

Kimse birbirine suç atmasın.

Hepsinin imkanları var, hepsinin elinde yapabilecekleri işler var.

Biz inşallah bütün bu sorunları da çözeceğiz.

Sokakların her yaştan insan için güvenli olduğu bir şehir kuracağız.

Toplu taşıma araçlarının duraklara zamanında geldiği, gideceği yere zamanında ulaştığı, çarpık kentleşmenin olmadığı, doğasına, tabiatına sahip çıkılan bir Zonguldak’a hep beraber kavuşacağız.

Biz, iktidara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şu anda biliyorsunuz, son bir kaç hafta izleyin, siyasi partiler apar topar yerel yönetimlerle ilgili seçim beyannamesi hazırlıyorlar.

Sanki seçimin bu yıl 31 Mart’ta olacağı yeni belli olmuş gibi.

Anayasaya göre 5 sene önceden seçim tarihi belli.

Anayasal bir tarih, otomatik takvim başlıyor.

Biz ne yaptık? Bundan tam 2 yıl önce “Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı”mızı açıkladık.

Bütün detaylarıyla bakın sayfalar dolusu bir eylem planı, sayfalar dolusu.

Her şey var, yerinden yönetim anlayışı var burada.

Belediye başkanlarına, belediye meclislerine ve muhtarlara kadar daha çok yetki ama aynı zamanda daha çok imkân var bu çalışmada.

Türkiye çok büyük bir ülke.

Bu büyük ülkenin bu güzel ülkenin sadece tek bir yerden, Beştepe’den, Beştepe mahallesindeki Külliye ’den, Külliye içerisindeki tek bir odadan yönetilmesi mümkün değil.

Yerelin sorununu yerel görür, yerel daha iyi anlar, yerel daha iyi çözer.

Siz yeter ki imkân verin ve aynı zamanda yetki verin.

İşte bizim çalışmamızın tam da özünde bu var.

Bu da yetmedi biz Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik.

DEVA belediyeciliğinin “Etik Kurallar Bildirgesi”ni hazırladık.

3 sayfalık bir metinle bizim belediye başkanlarımızın hangi ahlaki kurallar çerçevesinde belediyeyi yöneteceklerini yazılı hale getirdik ve bizim adaylarımız önce bunu imzalıyorlar. Ondan sonra bizim adayımız oluyorlar.

Şu anda belediyelerle ilgili yasal düzenlemeler çok esnek.

Lastik gibi sündür istediğin yere.

Aklına geleni yap kitabına uydur.

Maalesef şu anda ki yasal düzenlemeler böyle.

Onun için haksız imar rantları, adam kayırma, her türlü her türlü yanlışa izin veren bir mevzuat var Türkiye’de.

Biz bunu zamanında 2014’te 2015’te benim Başbakan yardımcılığım döneminde yasa haline getirmeye çalıştık.

Fakat reddedildi.

Sayın Erdoğan ne dedi?

“Bu dediklerini yaparsak il başkanı, ilçe başkanı bulamayız partiye” dedi.

Bakın etik kurallar getirmeye çalışıyoruz, “Yaparsak il başkanı ilçe başkanı bulamayız” diyor.

O günlerde hatırlarsınız, bu basına da düşen bir ifadesiydi.

Çünkü kalabalık bir toplantıda söyledi bunu.

Biz çok şükür 81 il başkanı, 650 tane de ilçe başkanı bulduk.

Bizim biz iktidar değiliz.

Bugün için daha tek bir belediyemiz yok?

Biz nasıl bulduk?

Demek ki niye?

Sağlam olunca oluyor.

Ve bunu biz ne yapıyoruz?

Kanun haline getiremediğimiz için ha şunu da söyleyeyim, biz 6’lı Masaya da bunu getirdik.

6’lı Masa’nın dokümanlarına da bunlar girdi.

Eğer geçen sene seçimi kazanmış olsaydık o zaman bütün bunları kanun haline getirme taahhüdü vermiştik milletimize.

Hatırlarsanız, o 2 bin 300 maddelik ortak eylem planında, siyasi ahlak, siyasi etikle ilgili maddeler vardır, o maddeler aslında bunlardır.

Bizim çok büyük katkımız vardır oralara.

Ama baktık ki o da olmadı ne yaptık?

“Biz artık siyasi parti olarak kendi kurallarımızı kendimiz koyalım” dedik.

Yani o geniş, çok esnek alan sağlayan kanunların içerisine bir ahlak çerçevesi oturttuk ve bizim belediye başkanlarımız görevlerini yaparken o ahlak çerçevesi içinde yapacak.

Biz de genel merkezden kurduğumuz bir izleme kadrosuyla hepsini izleyeceğiz ve yakından takip edeceğiz “imzalarına uyuyorlar mı, uyumuyorlar mı belediye başkanlarımız” diye.

Bu Türkiye’de bir ilk.

Bakın hiç yok.

Çünkü Türkiye’de belediyecilik deyince hemen akla rant geliyor.

Belediye deyince çoğunun gözünde dolar Euro işaretleri oluşuyor maalesef.

Evet, şu anda yerel seçimlere gidiyoruz ve yerel seçimlerde belediye başkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz doğru bunları seçeceğiz ama bu yerel seçimler aynı zamanda değerli arkadaşlar hükûmete bir güvenoyu verip vermeme anlamına da geliyor.

Yani sandıklardan çıkacak sonuçlar “Hükûmete güveniyorum. Sen aynen bildiğin gibi bu yolda yürü” mü diyecek yoksa “Arkadaş yanlış yapıyorsun, arkadaş hatan var, hukuku çiğniyorsun, milleti perişan ediyorsun” mu diyecek sandıktan çıkacak sonuçlar.

Dolayısıyla biz bu seçimleri aslında hükûmete bir sarı kart göstermek içinde çok önemli bir imkân olarak görüyoruz.

Yani vatandaşlarımız eğer hükûmetten memnun değilse, merkezi hükûmetten, iktidardan memnun değilse verecekleri oy sadece belediye başkanıyla alakalı olmayacak.

İktidara da bir “Sarı Kart” gösterme oyu olacak aynı zamanda.

Dolayısıyla memnun değilsek, şikâyetçiysek, gençlerimiz, emekliğimiz, işçimiz alın teniyle helalinden kazanmaya çalışan herkes şikayetçiyse bu seçim “Sarı Kartı” göstermenin tam zamanı diyoruz.


*****

Ve inşallah 31 Mart günü oy pusulalarımızı elimize aldığımızda, DEVA logosuna “evet” mührünü “tercih” mührünü basmak suretiyle de bu klasik muhalefet anlayışıyla iktidarın vurdumduymazlığı arasında seçeneksiz çaresiz kalan vatandaşlarımız için yeni bir yol, yeni bir tercih, yeni bir imkan oluşturmuş olduk tüm Türkiye genelinde.

Biz biliyoruz ki çözüm sandık, çözüm aslında milletimiz.

Ne diyoruz?

Âlem talansa, yolsuzluksa; DEVA sensin diyoruz.

Âlem, parti üyeliklerine göre dağıtılan sosyal yardımlarsa, DEVA sensin diyoruz.

Âlem, kayırmayla, torpille işe insan almaksa DEVA sensin diyoruz.

Âlem güvensiz sokaklarsa, yanmayan ışıklarsa, susuzluksa; DEVA sensin diyoruz.

Âlem geçim sıkıntısıysa, yüksek kiralarsa; DEVA sensin diyoruz.

Âlem buysa;

DEVA sensin diyoruz.

Âlem buysa, DEVA sizlersiniz, DEVA milletimiz diyoruz.

DEVA milletimiz diyoruz.

O yüzden, biz buradayız;

O yüzden, Zonguldak’tayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şimdi, Zonguldak belediye başkan adayımız Fatih Keleş’i sahneye davet edeyim.

Ve Fatih Bey’e geçmiş olsun dileklerimi de huzurlarınızda ileteyim.

Fatih bey biliyorsunuz bizim Zonguldak kurucu il başkanımız.

DEVA Partisi’nin Zonguldak’ta ilk bayrağını dalgalandıran arkadaşımız.
Zonguldaklı, iyi tanıyor buraları.

Kendisi hukukçu ve aynı zamanda iş insanı.

Zonguldak'a gözü gibi bakacak ve inşallah Zonguldak’ı layık olduğu en iyi şekilde yönetecek.

31 Mart’a kadar hep beraber çok yoğun bir şekilde çalışacağız arkadaşlar ve halkımızın teveccühü ile Zonguldak’ı DEVA belediyeciliği ile buluşturacağız.

Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun diyorum. Fatih Keleş kardeşime başarılar diliyorum.

Çünkü hak ediyor.

Bizim kadromuz da biliyorsunuz çok hukukçu var.

Bizim Ankara Büyükşehir adayımız hukukçu.

Anayasa Mahkemesi üyeliği de yaptı 12 yıl.

İlk bağımsız avukat barolardan seçilen Anayasa Mahkemesi üyemiz emekli olduktan sonra hemen bizim kadrolarımıza mensup oldu ve şimdi Ankara Büyükşehir adayımız.

İstanbul büyükşehir adayımız İdris Bey o da baro Başkanlığı yaptı.

Oda hukukçu.

Zonguldak’ta Fatih Bey hukukçu.

Çünkü ne diyoruz?

“Hukuk ve adalet olmadan ekonomi olmaz” diyoruz.

“Hukuk ve adalet olmadan yöneticilik olmaz” diyoruz.

Hem hukuku bilmek hem de iş dünyasını bilmek, düzgün çalışmak ama her zaman da hukuka riayetle çalışmak demektir.

Biz fatih Bey’e güveniyoruz, kendisine desteğimiz tamdır.

Umarım ki bekliyoruz ki; tüm Zonguldak’ta kendisine güvenecek kendisine inanacak ve bu seçimlerden DEVA Partisi hiç kimsenin ummadığı, beklemediği büyük bir başarıyla inşallah çıkacak diyorum.

Tekrar hepinize saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

29 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Antalya Aday Tanıtım Toplantısı Konuşması

Antalya Basın Toplantısı Konuşması


DEVA Partisi’nin çok değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çok değerli Antalya il başkanımız, değerli ilçe başkanlarımız, değerli adaylarımız, değerli yol arkadaşlarım,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin çok değerli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum,

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum (…)

*****

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, Antalya’dan gönül dolusu sevgilerimi selamlarımı iletiyorum.

*****

Düden Şelale’siyle, Kaleiçi’yle;

Olimpos’uyla, Sapadere’siyle;

Aspendos’yla, Likya Yolu’yla Yivliminaresiyle;

Tarımıyla, sanayisiyle, turizm sektörüyle;

Bu güzel, bu kadim, bu doğa harikası şehirde olduğum için, sizlerle beraber bugün bu çatı altında olduğum için gerçekten çok mutluyum.

Sağ olun var olun diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

28 Şubat’ın üzerinden, tam 27 yıl geçti.

Bugün yine, 28 Şubat kararlarını alanların, uygulayanların ya da destekçilerinin siluetlerini ekranlardan görüp, duruyoruz.

Biri küçük ortak, onu her gün görüyoruz; iktidarın hemen yanı başına kazık çaktı.

Biri, “iktidarla aynı gemideyiz ama rotayı biz çiziyoruz” diyen Perinçek; onu da oralarda iktidarın etrafında yakınlarında görüyoruz.

90’ların karanlığında ismi olan bir eski Başbakan çıkıyor; iktidarın İstanbul adayına desteğini açıklıyor;

5 Nisan 94 kriziyle de anılır sık sık biliyorsunuz.

Onu da ihtiyaç durumunda ortalarda görüyoruz.

Buradan ben iktidara seslenmek istiyorum:

Biz o siyasetçileri çok gördük ama bir yararlarını göremedik.

Kiminin bu memlekete en küçük bir faydası olmadı kimi de büyük zararlar verdi, çekti gitti.

Bu ülke onları maalesef çok gördü, en çok da zararlarını gördü.

Rica ediyorum:

90’ların karanlık siyasetçilerini artık ekranlardan uzak tutun; çocuklardan uzak tutun diyorum.

Hele o bağırıp çağıran, hakaret eden, her gün televizyonlarda şiddet pompalayan, nefret pompalayan...

İnanın onlar ekrana çıktığı zaman RTÜK’ün bir karar alıp şöyle hemen 18+ işaretini koyması lazım ekranlara.

Hicap duyuyor insan.

“Biz gördük, onlar görmesin”" diyorum.

“Biz şahit olduk, çocuklar şahit olmasın” diyorum.

“Biz yaşadık, onlar yaşamasın” diyorum.

Değerli arkadaşlar,

Söyledik, söylüyoruz: Türkiye’de bir hayalet dolaşıp duruyor: 28 Şubat hayaleti.

Hatırlıyor musunuz? O dönemin generalleri “1000 yıl sürecek” demişlerdi.

Onu o generaller, o rütbeliler başaramadı ama; Sayın Erdoğan ve ortakları başarma gayretinde şu an.

Yıllardır bu ülkeden defetmeye çalıştığımız her türlü zihniyet, geldi iktidarın yanı başına oturuverdi.

İktidardaki de memnun ha, bir şikâyeti görülmüyor.

Sık sık onlarla poz vermeyi marifet sayıyor.

Gençlerimizi okullardan mahrum bırakanları kapıdan kovduk; onlar bağırlarına bastılar.

Bizden-onlardan diye ayıranları yanımızdan uzaklaştırdık; onlar yanlarına aldı.

Seçim seçim çalışıp yendiğimiz, hukuksuzluğu kendilerine şiar edinmişleri aldılar; yanlarındaki koltuklara oturttular.

Ve sonuç ortada:

Arkadaşlar; iktidarın yanındaki zihniyet, başörtülü olduğu için meclisten vekil kovan, meclise girebilmesi için kadınlara başını açtıran zihniyettir.

Unutmayalım.

Gece vakti bir vekilin evine baskına giden DGM savcılarının zihniyetidir unutmayalım.

Bu zihniyet, 22 yıl önce bu toprakların en derinine defnettiğimiz bir zihniyettir.

Tekrar hortlattılar.

Kimsenin şüphesi olmasın;

İrili ufaklı iktidar ortaklarıyla da, zor durumda mikrofon uzatılan karanlık figürlerle de mücadelemiz bizim sonuna kadar devam edecek.

İşte DEVA Partisi bunun için var arkadaşlar.

Bu 28 Şubat ve türevi zihniyetlerle mücadele etmek için var.

Tam demokrasi için var tam demokrasi.

Öyle eksik gedik değil.

Öyle herkesin kendine göre uydurduğu tanımladığı demokrasi değil.

Gerçek anlamda tam demokrasi için DEVA Partisi var.

Biz burada oldukça, ölmüş ideolojilere heba edilecek insanımız olmayacak.

Biz burada oldukça, bu ülke topraklarında mazlumlara zulmetmeye geçit olmayacak.

Çünkü biz her zaman yüksek sesle haykıracağız.

Çünkü biz gözü pek, hiç bir şeyden korkusu olmayan kadrolarız.

DEVA Partisi’nin pek çok partiden farklı olduğu, DEVA Partisi’nin pek çok partiden ayrıştığı konu arkadaşlar; Bir, hiçbir tehdit altında asla boyun eğmez,
Hiçbir teşvikle bizi asla cezbedemez.

Yani hükûmetin sopayla ya da havuçla yola getirdikleri partilerden değiliz biz.

Bunu iyi anlamaları gerekiyor.

Şunu unutmayın,

DEVA Partisi varken hiç kimse sizin hakkınıza göz koyamaz.

DEVA Partisi varken hiç kimse helal tek bir lokmanızı elinizden alamaz.

Çünkü artık biz varız.

Biz, o düşük emekli maaşları, o siftahsız kapanan dükkânlar, o ürettikçe zarar eden çiftçilerin tüm Türkiye’de sesiyiz.

Çünkü korkmadan dillendiriyoruz her şeyi.

Onun için diyoruz ki “Endişeye mahal yok çünkü artık DEVA Partisi var”.

*****

Değerli arkadaşları, değerli izleyenler,

İktidarı da muhalefeti de her seçim yanınıza gelip vaatler sıralıyor değil mi?

Vaadin biri bin para.

Sanki biri iktidarı, biri de belediyeyi yönetmiyormuş gibi; her seçim yüzleri kızarmadan vaat vermeye devam ediyorlar.

İşte ne diyor? “2025’te enflasyon bilmem neye düşecek”.

Ya arkadaş, 2017’den 2018’den bu yana sürekli olarak sürekli olarak “Enflasyon düşecek, enflasyon düşecek, enflasyon düşecek” diyen siz değil misiniz?

Düştü mü?

Düşmüyor.

“Ben iktidarda olduğum sürece faiz iner daha da inecek” deyip seçimlere giderken faizi bu millete %8 buçuk gösterip; seçimlerden sonra 8 ayda 8 kere faiz artıran kendileri değil mi?

Depremden sonra, geçen sene Mart ayında “1 yılda 312 bin konut inşa edeceğiz” deyip, bunun %10’unu bile tamamlamayan kendileri değil mi?

Seçime giderken değil mi? Genel seçimlere giderken… Genel seçimlerden tam bir buçuk ay önce çıktı demedi mi “312 bin konut biz inşa edeceğiz” dedi.

Ben de dedim, “Bir dakika ya dur. Biz hesap kitap bilen insanlarız.”

TOKİ'nin 20 yıllık ortalaması, 50 bin konut.

TOKİ Bu ülkede ancak yılda 50 bin konut yapacak bir kapasiteye sahip.

Döndü dolaştı deprem bölgesinde TOKİ'nin kendi ifadesiyle anahtar teslimine hazır olacak konut sayısını 46 bin açıkladı.

Dememiş miydik? Dememiş miydik arkadaş? “312 bin konut yapacağım diyorsun da bunun parasını nereden bulacaksın? Bir finansmanını açıklar hele.”

Yok, vaat, vaat, vaat, vaat seçimi kazan, % 50 + 1’i cebine koy, arkana dönüp bakmadan yürü git.

Sonra da “Atı alan Üsküdar’ı geçti” de.

Gelelim Antalya’ya. Ben buradan soruyorum:

Antalya-Alanya otoyolu projesi nerde?

Alacabel Tüneli nerde?

“Ha bugün ha yarın” derken, sekiz yıldır tünel yok arkadaşlar.

Söyleyeyim: Bu gidişle on da olur, on beş de olur.

Otoyol projesi 6 kez ertelendi.

Bu kafayla daha 10 kez de ertelenir, 15 de.

Yol yok, hızlı tren değil mi? Konuşulup duruyor nerede?

10 yılda geçer 15 yılda. Olmaz.

Değerli arkadaşlar bakın, bu iktidarın artık birikmiş sermayesi tükendi.

Bizim zamanında oluşturduğumuz, bizim zamanında biriktirdiğimiz ne kadar rezerv varsa ne kadar kredibilite varsa ne kadar yedek akçe varsa hepsini tükettiler.

İnsafsızca tükettiler.

Merkez Bankası’nın yıllardır biriktirdiği yedek akçeyi o birinci damat bir günde sıfırladı, bir günde sıfırladı.

Bir yılda daha sonra biriken yedek akçayı yine bir günde sıfırladı, acımadı.

Merkez Bankası’nın rezervlerini eksiye düşürdüler eksiye.

Merkez Bankası şu anda net olarak döviz borcu olan bir banka haline geldi.

Elindeki rezervden çok daha fazla borcu var bu ülkenin Merkez Bankası’nın.

Değerli arkadaşlar, bakın ister merkezi hükûmet olsun ister belediyeler olsun, eğer bir insanın aklı hizmette değil, haksız rantta olursa…

Eşe dosta kazandıracağı paralarda olursa…

İnsanın aklı boş arsalara dikilecek plazalarda, dağıtılacak ruhsatlarda, oyunlarla el değiştirecek kamu arazilerinde olursa…

Hizmetin gelmesi 20 yıl da sürer, 30 yıl da sürer, 40 yıl da sürer.


*****

Bakın arkadaşlar;

Ülkeye bunca katkı sunan, turizm dövizini sunan, meyve-sebze sunan Antalya, böyle yönetilmeyi hak etmiyor.

Benim Antalyalı hemşerim, 2024 Türkiye’sinde hâlâ sivrisinek ve böceklerle uğraşmayı hak etmiyor.

Burası koskoca Türkiye, büyük ve güzel ülke Türkiye.

O 70’lerin 80’lerin geri kalmış Türkiye’sinin sorunlarını getirdiler tekrar bu ülkenin başına musallat ettiler.

Sadece ve sadece kötü yönetim sebebiyle.

2024 Türkiye’sinde, hâlâ saldırgan sokak hayvanlarını dert etmeyi bu millet hak etmiyor.

İşte Belek’te değil mi? Hayatını kaybeden, 9 yaşındaki Mahra Melin Pınar'ı unutmadık.

Çocukcağız köpeklerden kaçayım derken bir kamyonun altında can verdi.

Yazık günah değil mi?

Bu soruna hâlâ çözüm bulunmamış olması, 2024 Türkiye’si için büyük bir ayıptır, büyük bir utançtır.

Belediyesiyle, iktidarıyla hepsinin ortak sorumluluğudur bu.

İşte değerli arkadaşlar; bütün bu sorunları biz çözmek için yola çıktık.

Sokakların her yaştan insan için güvenli olduğu şehirleri oluşturmak için yola çıktık.

Toplu taşıma araçlarının durağa zamanında geldiği, gideceği yere zamanında ulaştığı, çarpık kentleşmenin olmadığı, doğasına hep beraber sahip çıktığımız bir Antalya için buradayız.

Kısacası arkadaşlar, demokrasiyle şahlanmış bir Antalya hep beraber kuracağız.

Buradan söylüyorum, tekrarlıyorum:

İktidarı da muhalefeti de, yapmadı. Yapamayacak.

Gördük arkadaşlar…

İktidarı da, muhalefeti de gördük.

Depreme karşı önlem almadılar, almayacaklar.

İktidarı da muhalefeti de; torpilin önüne geçmediler, geçmeyecekler.

İktidarı da muhalefeti de; sokakları güvenli hale getiremedi, getiremeyecekler.

Deprem oldu, iktidardan da muhalefetten de tek bir kişi istifa etti mi?

Etmeyecekler.

Çünkü şu anda maalesef Türkiye’de, siyasetin geneline hâkim olan zihniyet aynı olduğu sürece bir şey yapma bir şey, başarma imkanları yok.

Zihniyet aynı olduğu sürece; bir şey yapma, bir şey başarma imkânları da yok.

Zihniyet aynı olduğu sürece, iktidarın da muhalefetin de yeni bir söz söyleme gücü yok.

İktidarın da muhalefetin de kavgadan, ayrıştırmadan başka bir siyaseti yok.

Artık bunları görelim.

Değerli arkadaşlar, buradan tüm milletime seslenmek istiyorum!

Artık zaman, yeni bir şeyler yapma zamanı;

Zaman, yeni bir yol çizme zamanı;

Zaman, bu siyaset zihniyetini değiştirme zamanı.

İşte DEVA tam da bunun için var.

O yüzden, biz buradayız;

O yüzden, Türkiye’nin 4 bir yanında 81 ilinde, yüzlerce ilçesinde varız.

Bakın arkadaşlar, biz Türkiye’de şöyle bir tabloya baktık.

2015’te ben bakanlıktan ayrıldıktan sonra ülkemizin dört köşesini gezdik, sorunlar nedir, sıkıntı nedir? Siyasi partileri inceledik tek tek…

İktidar tarafını zaten biliyoruz.

Bir güç zehirlenmesine kapılmış, devletin verdiği o gücü kullanmanın, yozlaşmasının içine düşmüş, mutlak gücünde mutlaka yozlaştırdığı bir tabloyu milletin önüne koymuş bir iktidar var.

Çünkü ülkeyi yönetenlerin süreyle ve yasalarla hukukla sınırlanması gerekiyor.

Devlet gücünü kullananların; bir, süreyle iki, hukukla sınırlandırılması gerekiyor.

Yoksa devleti yönetme gücü insanı bozuyor.

Bu insanın tabiatında yaratılışında olan bir özellik.

Güç zehirlenmesi denen bir şey var, böyle bir gerçek var.

Dolayısıyla bizim şu andaki iktidar partisinden zaten ümidimiz kesildi.

Bizim kuruluşta koyduğumuz 3 dönem kuralını bizzat Erdoğan’ın kendisi deldi.

Biz niye o kuralı koyduk?

İktidar Partisi’nin ben o kurucu çekirdek ekibindeydim.

3 dönem dedik, 3 dönem.

3 dönemden fazla işin başında kalan kim olursa olsun yoldan çıkıyor, olmuyor.

Ama o kuralı ilk delen kendisi oldu.

Akitleşmeyi bozan kendisi oldu.

Ve dikkat edin 3 dönemden sonra 2014, 2015’ten bu yana memlekete bir hayrı dokunmadı, dokunmuyor, olmuyor.

Bakın değerli arkadaşlar, biz evet iktidara baktık ama muhalefete de baktık.

Hatta muhalefetin bir kısmıyla da masada oturduk.

Bakın, bütün bu çalışmalar Türkiye’nin her alandaki çözümleri, Türkiye’nin DEVA’sı.

Böyle bir şey yok.

Ne hükûmet de var ne diğer muhalefet partilerinde var.

23 ayrı alanda her şeyiyle çözüm üretmiş çözümleri yazılı olarak milletimize sunmuş bir partiyiz biz.

Burada hukuk, adalet de var, özgürlük de var, eğitimde var, sağlıkta var, dış politikalar, güvenlik var, var var her şey var… Ve hepsi uzmanlarca hazırlanmış.

Koyduk Altılı Masa’ya.

Altılı Masa’nın dokümanlarına bakın bizim hazırlıklarımızla çelişen tek bir madde görmezsiniz.

O 6 imzalı belgeler var ya şimdi kimse bahsetmiyor.

Herkesin unutturmaya çalıştığı bizim sadece DEVA Partisi olarak hatırlattığımız, çünkü biz önemsiyoruz, altında imzamız var.

Biz güvenin ne olduğunu iyi bilen insanlarız.

Ve açıkça söylüyorum, Türkiye'yi yönetmeye en hazır parti kadrolarıyla çözümleriyle DEVA Partisi, başka yok.

İddiası olan varsa koysun ortaya, koysun ortaya.

Eğitim politikası neymiş koysun, biz de koyalım basının önünde tartışalım bakalım.

Sağlıkla ilgili hazırlığı olan varsa koysun ortaya, biz de koyalım, canlı yayınlarda tartışalım.

Yok arkadaşlar yok çünkü siyasetin çoğu kimlik siyaseti yapıyor.

Kimlik siyaseti ne demek?

“Ben falancayım sen de falancasın bana oy ver” ya da dönüyor “Ben şucuyum bucuyum sen de şucusun bucusun onun için bana oy ver”.

Ya arkadaş falancasın filancasın şucusun bucusun da bu ülke
İçin ne yapacaksın? Bir anlat hele.

Bu ülkenin yarınları için planın proje nedir? Bir anlat hele.

Yok.

Çünkü bu zihniyet siyaseti iktidarıyla, muhalefetiyle bir rant kapısı gören zihniyettir arkadaşlar unutmayın.

Siyaseti bir para kazanma aracı gören, siyaseti rant kapısı gören zihniyettir.

Oysa DEVA kadroları siyaseti sadece ve sadece bu millete hizmet için bir alan olarak görür.

Hatırlayalım, ben yolsuzlukla mücadele yasasını hazırladığımda, imar planlarıyla ilgili, bu haksız imar rantlarıyla ilgili yasal düzenlemeleri hazırladığımda, siyasi etik yasasını hazırladığımda Sayın Erdoğan ne dedi?

“Ne uğraşıyorsun ya bunlarla? Türkiye'de yolsuzluk mu var sanki. Üstelik bu dediklerini yaparsam ben partime il başkanı da ilçe başkanı da bulamam” dedi.

Ve bu söyledikleri hatırlayın.

O gün bütün basında yer aldı. Çünkü kalabalık bir toplantıda söyledi ve kalabalık toplantıda konuşulanlar genelde basın mensubu arkadaşlarımız çok çok da tecrübeli, duayen insanlar da aramızda.

Kalabalık, ortamlarda konuşanların gizlisi olmaz, mutlaka kamuoyuna yansır.

Biz ne yaptık?

DEVA Partisi olarak 81 il başkanımızı yüzlerce ilçe başkanımızı anlı açık, başı dik bir ekip kurduk ve milletimizin huzurunda çalışmaya başladık.

Sayın Erdoğan “Ben bulamam” diyordu, biz bulduk.

Çünkü niyet iyi olacak niyet.

Niyet iyi olmayınca mümkün değil arkadaşlar mümkün değil.

İşte biz arkadaşlar, yerelde çözümler üreteceğiz, merkezi hükûmete örnek olacağız.

Onlara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.

Sizlerden istirhamımız, 31 Mart günü geldiğinde oy pusulasını elinize aldığınızda vicdanınızın, kalbinizin sesini dinleyin.

Bu ülke için en hazır, en düzgün kadrolara sahip kimi görüyorsanız ama hazırlık ve kadrolar açısından baktığınızda o partiye destek verelim.

Biz bu partinin DEVA Partisi olduğunu düşünüyoruz.

Onun için diyoruz ki, “Damgayı mutlaka damlaya vuralım”.

Çünkü biliyoruz ki,

Çözüm sandık; çözüm halk; çözüm sensin:

Ne diyoruz değerli arkadaşlar?

Âlem talansa, yolsuzluksa; DEVA sensin.

“Âlem, parti üyeliklerine bağlı olarak dağıtılan sosyal yardımlarsa, DEVA sensin” diyoruz.

“Âlem güvensiz sokaklarsa, yanmayan ışıklarsa, susuzluksa; DEVA sensin” diyoruz.

“Âlem geçim sıkıntısıysa, yüksek kiralarsa; DEVA sensin” diyoruz.

“Âlem buysa; DEVA sensin” diyoruz.

Âlem buysa (…); DEVA sensin!

Âlem buysa (…); DEVA sensin!

Âlem buysa, DEVA sizsiniz arkadaşlar, siz ve bu kadrolar...!

Türkiye’nin DEVA’sı Antalya!

DEVA milletimizin tam kendisi!

Âlem buysa, DEVA sensin dediğimiz kim biliyor musunuz?

Hem kadrolarımız hem millet.

Çünkü millet olarak yine bu ülkenin yaralarını saracağız, millet olarak bu ülkenin bozulmuş düzenini yeniden inşa edeceğiz.

Millet olarak, dağılmış eğitim sistemini, gittikçe bozulan sağlık sistemini, hukuksuzluğu, adaletsizliği yeniden inşa edeceğiz ve yeniden bu ülkeye hukuk, adalet gelsin diye çalışacağız.

Çünkü değerli arkadaşlar, Antalya, demokrasinin yerelden başlayacağını biliyor.

Çünkü Antalya, hakla, adaletle yönetilmeyi hak ediyor.

Antalya, iktidarın görmezden gelmesine, yatırım yapmamasına kurban edilemez.

Antalyalılar bunu gayet biliyor.

*****

Bakın arkadaşlar biz belediyecilik nedir? Yerel yönetimlerle ilgili ne yapacağız? Seçim geliyor diye apar topar son birkaç haftada hazırlık yapıp da beyanname sunan partilerden değiliz.

Taa 2 sene önce, 2 sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı ortaya koyduk.

Bütün ayrıntılarıyla madde madde, karınca duası gibi yazılarla.

Tek bir kişi gelip bir nokta koyamadı “Şunu yanlış yapmışsınız” diye.

Çünkü bunu istişare ile yaptık.

Her işin uzmanıyla hazırladık bunu ve milletimizin karşısına tam 2 sene önce yerel yönetimler ve şehircilik anlayışımızla ortaya çıktık.

Başka ne yaptık?

Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdik.

DEVA belediyeciyle ilgili bir “Etik Kurallar Bildirgesi” hazırladık.

Tam 3 sayfa boyunca...

Uluslararası yolsuzlukla mücadele kurallarına uygun, yönetimle ilgili ahlaki kurallara, etik kurallara uygun bildirge bizim bütün adaylarımız ad soyad imza bunu imzalıyor.

Ondan sonra adayımız oluyor.

Çünkü kanunlar esnek, lastik gibi sünüyor.

Kitabına uydurup iş yapan çok belediye var bu Türkiye’de.

Hepiniz biliyorsunuz izliyorsunuz.

Biz bu kanun zamanında çıkarıp bunu kanun haline getirmenin mücadelesini verdik o Erdoğan’ın “İl başkanı ilçe başkanı bulamam” dediği dönemde.

Ama biz, bu geniş esnek kanuni düzenlemesinin içerisinde bir ahlak çerçevesi kuruyoruz, biz etik çerçeve koyuyoruz ve diyoruz ki “Belediye başkanlarımız iş yaparken bu etik kurallar çerçevesinde işini yapacak” diyoruz.

Bunu da genel merkez olarak biz adım adım Türkiye’nin her yerinde kazandığımız bütün belediyelerde takip edeceğiz, takipçisi olacağız.

Dolayısıyla bizim belediyeciliğimiz bu 2 sütunda yükseliyor.

Yani diyoruz ki biz “İyi yaparız, hazırız ve bunu ahlaki kurallar, evrensel ahlaki kurallar çerçevesinde yaparız” diyoruz.

Evet, seçimlere gidiyoruz.

Seçimler gerçekten belediye başkanlarımızı, meclis üyelerimizi seçeceğimiz seçimler ama aynı zamanda bu sandıktan çıkacak sonuç milletimize bir mesaj aynı zamanda hükûmete bir mesaj olacak.

Sandıktan çıkacak sonuç hükûmete vatandaşlarımız ne kadar güveniyor? Güven oyu veriyor mu, vermiyor mu? Bunun da ölçüsü olacak.

Yani bu seçim sadece yerel seçimlerden ibaret değil.

Bu seçim aynı zamanda iktidara bir had bildirme seçimi, iktidara bir uyarı seçimi, iktidara “Arkadaş sen yanlış yoldasın aklını başına al” deme seçimi.

Onun için biz bu seçimi arkadaşlar iktidara “Sarı Kart” gösterme seçimi olarak görüyoruz.

İnanın bu sarı kartı görmezlerse daha hoyratlaşırlar.

Bu sarı kartı görmezlerse Türkiye’de hukuksuzluk, adaletsizlik, büyür, hırsızlık, yolsuzluk çoğalır.

Bu sarı kartı görmezler sana “Demek ki millet memnun kardeşim, ne sen ne konuşuyorsun? Ben anayasayı tanımam. Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlara falan da uyumam. Ben aynen yoluma devam ederim. Sen ne konuşuyorsun? Millet beni destekliyor. Bak yaptıklarım da teşhis ediyor millet sana ne” der.

Çünkü ülkeyi yöneten zihniyet; 50+ 1’i cebine koydu mu aklıma geleni yaparım zihniyeti.

Türkiye'yi yöneten zihniyet şu anda; “Ben 50+1’im anayasada 50 + 1 ne olacak kardeşim uyumasan ne olacak? Kim ne diyebilir ki bana” diyen bir zihniyet.

Onun için bu sarı kartı görmeleri lazım.

Bazıları bana soruyor “Başkan niye kırmızı kart değil, niye kırmızı kart yok” diyor.

Ben de diyorum ki ya bu yerel seçim iktidarı değiştirmek bu seçimde değil, iktidarı değiştirmek bir sonraki seçimde.

Yani “kırmızı kartı inşallah hep beraber genel seçimlerde göstereceğiz” diyorum.

O günlerde gelecek.

Evet, çok değerli teşkilat mensuplarımız çok değerli basın mensupları şimdi ben belediye başkan adaylarımızı şöyle bir kez daha huzurlarınıza davet etmek istiyorum.

“Bir kez daha” diyorum çünkü biz Ankara’da yaptığımız bir toplu lansman programıyla aslında ismen duyurmuş idik.

Fakat burada Antalya’da bu güzel doğa harikası şehrimizde, bu kadim şehrimizde bir kez daha toplu bir şekilde şöyle huzurlarınıza davet etmek istiyorum.

*****

Şimdi Kıvanç Çetinkaya kardeşimi sahneye davet ediyorum.

Evet, Antalya Büyükşehir Belediye Başkan adayımız, Kıvanç Çetinkaya.

Bizim Antalya teşkilatımızın ilk kuruluşundan bugüne çok emeği olan fedakârca çalışan bir arkadaşımız.

Antalya doğumlu, ailesinin kökleri Antalya’da olan bir arkadaşımız.

Ve kendisi, mimar.

Aynı zamanda örtüaltı tarım alanında da çalışıyor.

Yani hem şehirciliği biliyor hem de bu şehrin en önemli sektörlerinden birisi olan tarımın bizzat içinde, tarımda damdan düşenlerden yani.

Genç ama tecrübeli bir arkadaşımız.

İnşallah sizlerle birlikte Antalya’ya en iyi şekilde hizmet vermeyi hedefliyor.

*****

İlçe belediyelerimiz için DEVA Partili adaylarımızı da tek tek şimdi davet edeceğim.

İlçelerin alfabetik sırasına göre davet edeceğim.

Onun için gönül koyma yok. Kim önce kim, sonra, hepsi birbirinden kıymetli çünkü arkadaşlarımız.

Her bir ilçemiz çok kıymetli.

Nüfusu ne olursa olsun büyük olsun, küçük olsun her bir ilçemiz bizim göz bebeğimiz, her bir teşkilatımız, her bir adayımız, göz bebeğimiz ve Antalya’yı da zaten hep beraber DEVA Belediyeciyle tanıştıracağız.

Hep beraber Antalya’dan bu iktidara kuvvetli bir “Sarı Kartı”da göstereceğiz.

Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun ve hep beraber çok çalışacağız arkadaşlar.

Şimdi ben sırayla davet edeyim.

Aksu belediye başkan adayımız, Hakan Halim Okudan’ı şöyle bir davet edelim.

Kendisi orman bölge müdürlüğünde çalışmış, genç ama tecrübeli bir ziraat mühendisi. İnşallah Aksu’ya en iyi şekilde hizmet edecek.

Alanya belediye başkan adayımız, Cem Sak.

Cem Bey iktisat fakültesi mezunu; şimdilerde danışmanlık yapıyor.

Akıl satıp para kazananlardan diyelim.

Alanya’ya DEVA olacak inşallah.

Ve Alanya ki Antalya’nın çok önemli bir ilçesi.

Önemli şehri diyelim. İlçe biraz Alanya için artık şey kalıyor ifade olarak.

İl de diyemiyoruz hukuken olmuyor ama şehir dememizde bir sakınca yok.

İnşallah kendisi Alanya’ya çok güzel hizmetler sunacak, güveniyoruz.

Döşemealtı belediye başkan adayımız, Eyüp Çiftçi.

Evet, Eyüp Bey, genç, dinamik, çalışkan bir arkadaşımız.

Kendisi farklı ajanslarda değişik pozisyonlarda görev almış bir iletişim uzmanı.

İnşallah Döşemealtı için bundan sonra güzel hizmetler olacak.

Finike, Mehmet Selçuk Sazak.

Kendisi, iş insanı; Farklı sektörlerde iş yapıyor ve şirketlerinin Yönetim Kurulu Başkanı.

Finike’de DEVA'yı en iyi şekilde temsil edecek kendisi.

Gündoğmuş Belediye başkan adayımız, Mehmet Eser.

Mehmet Bey, kendi iş yerinde çalışıyor. Mekanik tesisatçı. Esnaf odasında yönetim kurulu üyeliği de yapmış bir arkadaşımız.

Gündoğmuş’u iyi bilen iyi tanıyan, Gündoğmuşlularla hemhal olan bir arkadaşımız ve Gündoğmuş Belediyesini en iyi şekilde yönetmeye talip.

Kepez belediye başkan adayımız, Emre Karaşin.

Emre bey yine bizim Antalya teşkilatımızın ilk nüvesinde, ilk kuruluşunda olan ve o günden bugüne de teşkilatımıza büyük hizmetleri geçmiş, Antalya'ya büyük hizmetleri dokunmuş bir arkadaşımız.

Kendisinin üniversitedeki lisans alanı fizik.

Ama Emre Bey, çok yönlü bir arkadaşımız.

Haber spikerliği de yapmış, oyunculukla ilgilenmiş, hayatı bilen bir arkadaşımız.

İnşallah Kepez’e DEVA olacak kendisi.

Konyaaltı, Şafak Çelik.

Şafak Hanım, bizim Konyaltı kurucu ilçe başkanımız.

İlk günden beri beraber çalışıyoruz, kendi işini yapıyor, kendi sektöründe ki turizmle ilgili önemli bir şirketi var.

Ayrıca çeşitli derneklerde kurucu üyelik yaptı.

Sivil toplumda da çok çok aktif, çalışkan, genç bir arkadaşımız.

Konyaaltı’nda DEVA'yı en iyi şekilde temsil edecek ve Konyaaltı’na kadın eli değecek inşallah diyoruz.

Kumluca, Veysel Akın.

Veysel Bey, Kumluca’da gerçekten güzel çalışmalar yaptı.

Uzun süre emlakçılıkla, ticaret ve tarımla uğraştı. Kumluca ile hemhal oldu.

Kumluca’yı iyi tanıyan ve en iyi hizmeti Kumluca için yapmaya hazırlanan bir arkadaşımız inşallah yeni dönemde Kumluca ona emanet olacak.

Manavgat, Zübeyir Sarıkaya.

Zübeyir Bey Alman dili ve edebiyatı mezunu, turizm alanında yöneticilik pozisyonlarında bulunmuş.

Antalya’yı ve lokomotif sektör olan turizmi çok iyi bilen bir arkadaşımız ve inşallah Manavgat’ı bu önemli ilçemizde en iyi şekilde yönetecek.

Muratpaşa, Hatice Usta.

Hatice Hanım jeofizik mühendisi. Zemin etüdü alanında çalışmış, yapı konusunda, inşaat konusunda tecrübeli bir arkadaşımız.

Ve Muratpaşa gibi çok merkezde büyük ilçemizde yapılaşmanın imar meselelerinin çok önemli olduğu, özellikle de Antalya deyince depremi hiç unutmamamız lazım. Bazen Antalya gündeminde deprem daha alt sıralarda olabiliyor ama bu ülkenin gerçeği.

Dolayısıyla belediyecilikte, Antalya’da da bizim bu depreme hazırlığı bir öncelik olarak mutlaka bir kenara yazmamız lazım.

Çünkü hazır olmak lazım.

İş olup bittikten sonra ne yapsanız çare değil.

Dolayısıyla bu şehri inşallah depreme hazırlıklı hale getirmekte en önemli önceliklerimizden birisi olacak.

Değerli arkadaşlar;

Böylece aday tanıtım programımızda bütün adaylarımızı sahneye davet etmiş olduk.

Katılamayan bir Serik var.

Sağlık sorunu sebebiyle bugün aramızda değil ama ben bütün adaylarımızın tekrar Antalya için tüm ilçelerimiz için hayırlı olsun diyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

24 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İstanbul Aday Tanıtım Toplantısı Konuşması

Ali Babacan İstanbul Aday Tanıtım Toplantısı

VİDEO 1 – -Alem Buysa DEVA Sensin- video izletildi

Âlem buysa, DEVA sizsiniz arkadaşlar.

Âlem, 28 Şubatçılara kol kanat gerenlerse;

Âlem, enkaz altındakilerin sesini duymayanlarsa;

Âlem, “Ezilenlerin kaderini değiştireceğim” diye yola çıkıp, etrafına “hay hay efendim”cileri dolduranlarsa;

DEVA sensin.

Âlem, taraflı partili medyaysa;

Âlem, küfürlerse, hakaretlerse;

Âlem, hakarete alkış tutanlarsa;

DEVA sensin.

Âlem, depremle yıkılmış şehrin belediye başkanını ödüllendirmekse;

Âlem, sadece kendinden olanı savunup demokratçılık oynayanlarsa;

Âlem, yumruğu, kavgayı, şiddeti savunanlarsa;

DEVA sensin.

Âlem, yükselen kiralarsa, kat üstüne kat çıkılan temelsiz yapılarsa;

Âlem, iktidarıyla muhalefetiyle vatandaşı değil, kendi haksız rantını düşünenlerse;

DEVA sensin.

Âlem, et kuyruklarıysa;

Âlem, ekmek kuyruklarıysa;

Âlem, yemek kuyruklarıysa;

Âlem, pahalı diye alınmayan zeytin yağıysa;

Âlem, içilmeyen kahveyse;

Âlem buysa;

DEVA sensin.

Âlem buysa, DEVA sizsiniz arkadaşlar siz! (…)

Âlem buysa Türkiye’nin DEVA’sı sizlersiniz DEVA kadroları.

Türkiye’nin DEVA’sı milletimizin ta kendisi.

*****

Ekran kartını yenileyemediği için oyun oynayamayan, polis korkusundan tweet atamayan genç arkadaşım; DEVA sensin;

Kirasını ödemekte güçlük çeken, ek iş yapmak zorunda kalan emekli taksici, emekli çaycı, emekli garson amcam; DEVA sensin;

Artan maliyetler altında ezilen, ürettikçe zarar eden çiftçi abim, DEVA sensin;

İşe karanlıkta giden, karanlıkta gelen çalışan arkadaşım;

Okula sokak köpeklerinin saldırısından korkarak giden öğrenci kardeşim; DEVA sensin.

Önüme biri çıkacak mı diye sokaklarda korkarak, telefonları açık yürüyen kadınlar;

Beyaz eşya fiyatlarına kara kara bakan evlilik hazırlığında olan bekârlar;

Kentsel dönüşüm için destek bulamayan, para biriktirmeye çalışan evliler;

DEVA sensin, DEVA sizlersiniz.

Evet, DEVA bu kadrolardır; DEVA milletimizdir.

*****

Duymayan duysun, bilmeyen bilsin arkadaşlar:

DEVA Partisi, Türkiye’nin her yerinde, kendi ismiyle, kendi logosuyla, kendi adaylarıyla seçime giriyor.

DEVA Partisi, 81 ilin tamamında seçime giriyor.

DEVA Partisi, bu iktidarla bu muhalefet arasına sıkışmış milyonlara ses olmaya geliyor.

Unutulan değerleri, hakkı, emeği, alın terini, demokrasiyi biz tekrar hatırlatacağız arkadaşlar.

Hakkınız var, hakkındır diyeceğiz.

Bir partiye üye olmadan da belediyede işe girmek mi istiyorsun?

Gireceksin, hakkındır diyeceğiz.

Hayat tarzından, siyasi görüşünden ödün vermeden sosyal desteklerden yararlanmak mı istiyorsun?

Yararlanacaksın, hakkındır diyeceğiz.

Korkmadan itiraz etmek, yanlışları açıkça konuşmak söylemek mi istiyorsun?

Söyleyeceksin, hakkındır diyeceğiz.

Ayrım yapmadan, herkes için eşit bir belediyecilik, hakkındır diyeceğiz.

Demokrasi de hakkındır, özgürlük de hakkındır diyeceğiz.

İnsan onuruna yaraşan bir hayat, hakkındır;

Bu ülkenin hakkıdır;

85 milyonun hakkıdır diyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Ekranları başında bizi izleyen kıymetli vatandaşlarım;

Değerli gençler,

İnsan olarak, vatandaş olarak en önemli hakkımız ne biliyor musunuz?

Kimseye muhtaç olmadan, başımız dik, “onurlu bir yaşam” hakkı.

Bu temel bir insan hakkıdır.

Maalesef, bugünkü iktidar bu milletten “kimseye muhtaç olmama” hakkını aldı.

“Onuruyla geçinme” hakkını aldı.

Gençler anne babasından; anne babalar evlatlarından, komşulardan borç alıyor.

Akrabalar, birbirlerine destek olmaya çalışıyor, ama nafile.

Birçok insan ay sonunu getiremiyor arkadaşlar.

Kirasını ödeyebilen; karnını iyi kötü doyurabilen, bugün Türkiye’de kendini şanslı sayıyor.

Daha dün Sakarya’daydık, evvelsi gün Kocaeli’ndeydik.

Her iki ilimizde de 6 ayrı ilçeyi dolaştık.

Her yerde ama her yerde emekliler feryat ediyor.

Bugün bir emeklimizin oturduğu ev kendisinin değilse, kira ödemek zorundaysa o emeklimizin asgari gıda ihtiyaçlarını bile karşılayabilmesi mümkün değil.

Evi kendinin olmayan, kira ödeyen bir emekli bugün aç.

Ayda bir et yiyebilen, evine et alabilen, kendini şanslı sayıyor bu ülkede.

Bakın şimdi size bir video izleteceğim;

Sadece televizyon haberlerinden bir seçme izleteceğim size.

-VİDEO İZLETİLDİ-

Görüyorsunuz arkadaşlar ülkeyi getirdikleri hali görüyorsunuz.

Ülkenin ne hale geldiğinin, birilerinin inadı yüzünden ne hale getirildiğinin tablosunu işte burada gördünüz.

Bu tabloyu çizen belli.

Umarım o da izler.

İzler de, ülkenin ne halde olduğunu görür.


Görüyorsunuz, Türkiye’nin her köşesinde, doğusundan batısına uzayan kuyrukları görüyorsunuz.

İnsanların on lira, yirmi lira ucuz et uğruna nasıl sıraya girdiğini görüyorsunuz.

İnsanlar utanarak, sıkılarak bekliyorlar kuyruklarda.

Kimi yerlerde emekliler, saatlerce bekleyeceklerini bilerek boyunlarını bükerek kuyruğa giriyor, kimi yerde annesi tarafından gönderilen bir öğrenci, sıkıntı içerisinde, “sınıf arkadaşlarıma rastlar mıyım” diye çekinerek giriyor.

Kimisi tanzim çadırlarına, ucuz gıda kuyruklarına mahkûm olarak o ezikliğin içerisinde sabahın karanlığında böyle kuyruklarda bekliyor.

Boğazından geçecek her lokmanın hesabını yapmaya mahkûm ettiler ülkemizin insanlarını.

Ülkemizi, insanlarımızı bu hale sokan herkese yazıklar olsun.

Bakın arkadaşlar, kimi yerlerde, sıra dört saate kadar uzuyor.

Dört saat arkadaşlar.

Eğer 4 saat bekledikten sonra hala orada et kaldıysa onlar şanslı.

Ama bittiyse diyorlar ki: “Bitti. Yok”.

Ne yapacağım?

Bir sonraki gün daha erkenden sıraya girmesi tavsiye ediliyor onlara.

Durum bu. Tablo bu.

Buradan, Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum.

Sayın Erdoğan, şöyle Google’a girin, “Ucuz et kuyruğu” yazın.

Karşınıza bir sürü video düşecek.

İzleyeceğiniz videoların yapımcısı da, yönetmeni de, senaristi de sizsiniz.

Başkası değil.

O videolar sizin eseriniz.

Google’a girin, “Ucuz ekmek kuyruğu” yazın, Halk ekmek kuyruğu yazın.

Karşınıza çıkacak görüntüler sizin eseriniz.

“Ucuz yemek kuyruğu” yazın.

Göreceğiniz tablo sizin eseriniz.

Bize yoksulluğun tablosunu çizdiniz.

Bize adaletsizliğin resmini çizdiniz.

Bize haksızlığın resmini çizdiniz.

Orta sınıf diye bir yer kalmadı Türkiye’de.

Nasıl ki çadırın orta direğini alırsanız o çadır çöker; siz de ülkeyi çökerttiniz.

Ben değerli arkadaşlar, taa ilkokul yıllarında, ortaokul yıllarında çok kuyruk bekledim.

Yaşı müsait olanlarda, şu an aramızda olanlarda o günleri hatırlar.

Sonra ne oldu?

Rahmetli Özal geldi, ülkede kuyruklar bitti.

Her şey için kuyruk vardı. Benzin karne ile satılıyordu.

1 ayda bir arabanın alacağı toplam benzin miktarının sınırı vardı.

Karneye işliyorlardı. Diyorlardı ki: “Artık senin kotan doldu kusura bakma. Benzin alamazsın bu ay” diyorlardı.

Bu ülke bunları yaşadı.

Ne zaman yaşadı? 1970’lerde yaşadı.

Ama ne zaman ki rahmetli Özal geldi, ne zamanki akılcı ekonomi politikaları Türkiye’de uygulanmaya başlandı o andan itibaren artık kuyruklar bitti.

Fakat nice yıldan sonra, 40 yıldan sonra ülkeyi, bu ülkenin vatandaşlarını kuyruklara mahkûm edenler utansın ya utansınlar gerçekten.

Bolluk ülkesini yokluk ülkesi hakine getirdiler.

Ve bir hiç uğruna biliyor musunuz?

Tamamen akılsız politikalar yüzünden.

Tamamen bir tek kişinin inadı yüzünden başka bir sebebi yok arkadaşlar.

“Ben ekonomistim” dedi. “Alanım ekonomi” dedi. Her şeye müdahale etmeye başladı.

Tertemiz pırıl pırıl işini bilen insanları görevinden uzaklaştırdı, iş bilmez yandaş kadroları göreve getirdi.

Ondan sonra ülkenin ne hale geldiğini görüyorsunuz.

Sadece kuyruklar açısından ülkeyi 1970’lere döndürmedi.

Bu “Kur Korumalı Mevduat” diye ucube bir sistemi, yine Özal’ın kaldırdığı bir sistemi tam 40 sene sonra bu ülkenin başına musallat ederek de ülkeyi 1970’e döndürdü.

Sadece seçimden aralık sonuna kadar Merkez Bankası’nın karşılık para basıp, ödediği kur farkı 800 milyar lira arkadaşlar 800 milyar.

Karşılıksız bastılar bu parayı.

Ondan sonra yeni ekonomi yönetimi enflasyonu düşüreceğim diye uğraşıyor duruyor.

Havanda su dövüyor. Her gün patinaj yapıyorlar.

Erdoğan’ın bu ülkenin başına musallat ettiği Kur Korumalı Mevduat daha bitmedi.

Yeni ekonomi yönetimi azaltmaya çalışıyor ama çok yavaş.

Olmuyor.

Kur Korumalı Mevduat orada olduğu sürece Merkez Bankası karşılıksız para basıyor.

800 milyar parayı sadece 7 ayda bastılar, aralık ayına kadar.

Bu yılın bütçesine koydukları tarım bütçesine kadar?

91 milyar.

12 ayın tamamında 2024’te çiftçiye verilecek desteğinin tamamı 91 milyar, sadece 7 ayda kur farkı diye ödedikleri 800 milyar.

Bu ülkede ekonomi düzelir mi?

Bu ülkede çiftçinin yüzü güler mi?

İşte o yüzden bu et kuyrukları oluşuyor.

O yüzden ekmek kuyrukları oluşuyor.

Çiftçimizin üreticimizin maliyetleri tavan yaptığı için vatandaşlarımız 10 lira, 20 lira, 30 lira ucuza almak için eti kuyrukta bekliyor.

1 lira, 2 lira, 3 lira ucuz almak için vatandaşlarımıza ekmek kuyruğunda bekliyor.

Ben buradan ülkenin Cumhurbaşkanına tekrar sesleniyorum:

Sizin eski bir çalışma arkadaşınız olarak;

Ama herhangi biri değil, ekonomide bu ülkenin en müreffeh günlerini yaşatan ekibin başındaki kişi olarak söylüyorum:

Ve cevabını çok merak ediyorum:

Bu 3. Soruşum.

Neden Sayın Erdoğan? Neden?

Ne uğruna?

Ne uğruna, 85 milyon vatandaşımızın onurlu yaşam hakkına kast ettiniz?

Derdiniz nedir sizin?

*****

Değerli arkadaşlar,

Yüzleşmemiz gereken bir gerçek daha var: Bakın bütün bu tabloda tek suçlu Erdoğan değil.

Yaptıklarında sadece onun imzası var. Doğru.

Ama yirmi yıldır hiçbir şey üretemeyen;

Yirmi yıldır planla, projeyle, doğru düzgün bir siyasetle onun karşısına çıkamayan muhalefetin hiç mi suçu yok?

Planı programı olmayan, yarın tahayyülü olmayan muhalefet partilerinin bu tabloda payı yok mu?

Kürsüde bağırmayı marifet sayan, küfür ve hakaretle dilini kirleten muhalefetin payı yok mu?

Ne yapacağını bilmeyen, kimlik siyasetine hapsolmuş, sloganları hamasetten öteye gitmeyen muhalefetin de payı yok mu bu tabloda?

Dikkat edin, şu anda Türkiye’deki muhalefet partilerinin kahir ekseriyeti ne yapıyor?

Kimlik siyaseti yapıyor.

Kimlik siyasi ne demektir?

Diyor ki, “Ben falancayım, ben şucuyum, ben bucuyum. Eğer sen de benimki falancaysan bana oy ver.”

“Ben bucuyum sen de bucuysan bana oy ver.”

Arkadaş sen falanca ol, filanca ol, şucu ol, bucu ol.

Bu memleket için, yarınlar için planın proje nedir?

Senin Türkiye tahayyülün nedir? Çık onu önce bir anlat arkadaş.

Yok.

“Ben falancayım, ben filancayım, ben şucuyum bucuyum” diyenlere sorun.

Anladık, tamam kim olduğunu anladık da sen bu memleket için ne yapacaksın? Hangi taşı, hangi taşın üzerine koyacaksın?

Bir çık anlat.

Türkiye'nin DEVA’sı değerli arkadaşlarımız sizlersiniz ve Türkiye’nin DEVA’sı milletimizin kendisi.

İnşallah bunu seçimde göreceğiz.

İnanın, bazı muhalefet partilerinin sözcülerini dinlerken hicap duyuyorum.

Al birini vur ötekine hesabı.

Henüz daha iktidar ya da iktidar ortağı falan da değiller.

Şimdiden başlamışlar kavgalara, dövüşlere…

Daha cin olmadan çarpmaya çalışanlar var.

Sözüm ona, ülkenin yarınlarına siyaset vadediyorlarmış.

Sözüm ona, bu iktidarın alternatifi onlarmış.

İdeolojik zıtlıklar, siyasi görüş ayrılıkları fark etmiyor.

İfade özgürlüğünü savunuyorlar; ama sadece kendileri için.

Şiddete karşı çıkıyorlar; ama sadece kendileri için.

Hak-hukuk diyorlar; ama kendileri için.

Bakın arkadaşlar, dikkat edin; karşımızdaki tablo şu:

İster iktidar partileri olsun, ister bazı muhalefet partileri olsun;

Yerel seçimlerdeki “matematikleri” belli:

Belediyecilik “eşittir” komisyonla plaza dikilecek boş arsalar.

Belediyecilik “eşittir” eşe dosta dağıtılacak haksız ruhsatlar.

Belediyecilik “eşittir” partililere verilecek ihaleler, makamlara atanacak partililer.

Belediyecilik “eşittir” para kazanacak meclis üyeleri.

Görüyoruz; atanamayan bir kişinin yerine, üç atanmıştan ses çıkıyor.

İstanbul’da bir kişi aday olmuyor, Ankara’dan sesler yükseliyor.

Kırk yıllık partililer, bu uğurda partilerinden uzaklaşıyor, emeklerini bırakıp istifa ediyorlar.

“Şuraya benim adamım aday gösterilmedi” tartışmaları var;

Bozuk yollardan, kaldırımlardan bahseden yok.

“Şuradaki kişi, bilmem kimin adamı, ben onu istemem” tartışmaları var;

Sahipsiz sokak hayvanlarından bahseden yok.

“O ilçeye bizim şu arkadaş atanacaktı” var;

Gelmeyen otobüslerden, kalabalık toplu taşıma araçlarından bahseden yok.

Vatandaşın derdinden, vatandaşın gündeminden bahseden yok arkadaşlar, yok…

Bazıları iktidar olmayı ne zannediyor biliyor musunuz?

Bu iktidarın elinde bir sopa var, artık aba altından da sopayı göstermiyor biliyorsunuz.

Resmen tehdit ediyor.

Türkiye'nin her yerinde gidiyor “Bana oy vermezseniz size hizmet gelmez” diyor değil mi?

Hatay’a gitti dedi, geçen Ordu’ya gitti dedi.

Bir hasta ziyaret ediyor, duramıyor, onu da söylüyor.

Metin yok ya elinde.

Şimdi gerçekten artık aba altından sopa gösteren değil, sopayı açık açık sallayan bir iktidar var bu ülkede ama çoğu muhalefet partilerinin de derdini ne biliyor musunuz?

“O sopayı bir ele geçireyim biraz da ben sallayayım” diyorlar.

İnanın bunların derdi hukuk, adalet değil, bunların derdi demokrasi falan değil.

O sopayı ele geçirme mücadelesi olarak görüyorlar seçimleri.

İşte arkadaşlar bunun için DEVA’ya olan ihtiyaç büyük.

İşte onun için bizim varoluşumuz ve “Bu ülkede hak için adalet için varız, hukuk için varız, 85 milyonun insan onuruna yaraşır bir hayata ulaşması için varız” dememiz ülkemizin çok kıymetli çok.

İşte onun için bu salonda her biri kahraman olan yol arkadaşlarım var.

İşte onun için bu salonda DEVA Partisi’nin gözü pek, anlı açık, başı dik kadroları var.

İşte bu salonda teşkilat mensuplarımız var, kahraman ilçe başkanlarımız var, kahraman belediye başkan adaylarımız var.

Bakın iddiayla söylüyorum iddiayla; bu ülkede kimseye boynu bükük olmadan kimseye borçlanmadan, hiç kimseye verecek bir hesabı olmadan, bir muhalefet partisi kurmak, bir muhalefet partisi teşkilatı oluşturmak öyle herkesin yapabileceği bir iş değil.

Dikkat edin: Çoğu borçlu. Çoğunun birilerine boynu bükük. Çoğu ya bir tehdit altında ya da özel teşviklerle siyaset yapıyor.

Hepsinin farkındayız.

İşte Türkiye’nin hür, bağımsız, anlı açık, başı dik, hiç kimseye bağımlı olmadan siyaset yapan partisidir DEVA Partisi.

Bunu haklı bir gururla söylüyorum.

Ve bu sınana sınana ortaya çıkacak.

Bizi eğemeyecekler, bükemeyecekler.

Onun için çok rahatsızlar.

Bizden rahatsız olmasalar, seçimi kazandıktan hemen sonra, Cumhurbaşkanı daha evinin önünde yaptığı konuşmada üçüncü dakikada DEVA’dan bahseder miydi, benden bahseder miydi?

Sen zaten seçimi kazanmışsın.

Helalinden kazanmadı o ayrı mesele hep söylüyorum çünkü aldatarak kazandı.

Helalinden kazanmadı.

Ticarette bir helal kazanç kavramı vardır.

Ölçüde tartıda hata yapmayacaksın.

Sen enflasyonu düşük ölç, düşük ilan et, emekliye ona göre zam ver.

Mazotun fiyatının düşük göster, faizi düşük göster, seçime git.

Seçimden sonra faizi de patlat döviz kurunu da patlat enflasyonu da patlat.

Bu aldatmak değil de ne?

Onun için diyorum; “kazandı ama helalinden kazanmadı” o ayrı ama helalinden kazanmadığı seçimin ilk dakikasında seçimden sonraki ilk dakikada bizlerden bahsediyor.

Hızını alamıyor, Ankara’ya geliyor Ankara’da konuşmasında gene bizlerden bahsediyor.

Çünkü bizi yola getiremeyeceğini gayet iyi biliyor.

O kendi yanlış yoluna bizim düşmeyeceğimizi gayet iyi biliyor.

Hangi partileri yola getirebilir, hangilerini getiremez gayet iyi farkında.

İşte onun için diyorum arkadaşlar bize çok büyük ihtiyaç var çok.

*****

Değerli arkadaşlar,

Son yıllarda “Biz gidersek ülke batar” demek dışında siyaset üretmeyenlerin;

Muhalefet etmeyi bir kazanç kapısı olarak görenlerin;

İşine geldiğinde şiddete karşı çıkan, işine geldiğinde bir yumruğu savunmak için yarışanların;

Kısacası ezbere konuşan, ezbere düşünen muhalefetin de bu ülkeye verebileceği fazla bir şey yok.

Hele bazı partiler görüyoruz, arkadaş karar ver sen muhalefet misin, iktidar mısın?

Karar ver, iktidarın yanında mısın yoksa muhalefet mi yapıyorsun?

Bir karar ver.

Muhalefet yapıyor görünüp, yaptıklarının sonucu itibariyle iktidara yaranan iktidarın işine gelecek şekilde çalışan çok muhalefet partisi var bu ülkede

Ama milletimiz uyanıyor ha uyanıyor.

Çünkü önemli bir söz vardır: İnsanların bir kısmını uzunca süre aldatabilirsiniz. Ya da insanların tamamını bir süre aldatabilirsiniz ama insanların tümünü sürekli aldatamazsınız.

Böyle bir şey yok.

İşte bunu görecekler inşallah.

Seçim yaklaştıkça görecekler.

Dün Sakarya’da evvelsi gün Kocaeli’ndeydim, insanlar uyanmış ha iktidarı en çok destekleyen iller bunlar bakın dikkat edin, seçim sonuçlarına bakın değil mi?

İktidar partilerinin en çok destek aldığı illerden bahsediyoruz son seçimlerde ama insanlar uyanmış.

Yani biliyorsunuz yılan sokar ama sokulduğu yerden bir kere daha sokulmak o akıllıca bir iş değil yani.

Dolayısıyla insanlarımız artık gayet iyi her şeyin farkında.

Çünkü değerli arkadaşlar bakın;

İktidarıyla, muhalefetiyle bunların yerel seçimlerdeki hiçbir hesabında değerli arkadaşlar halk yok, millet yok, hizmet yok.

Tam da bunun şu anda nasıl bir gerçek olarak karşımızda gördüğünü hep beraber daha iyi anlıyoruz ve buradan tekrar ilan ediyorum ki tüm milletime sesleniyorum ki, Ey, Türkiye biz varız DEVA var!

Onun için endişeye mahal yok endişeye.

Endişeye mahal yok çünkü biz varız.

Yandaş medyaya sesleniyorum:

Biz yokmuşuz gibi davranmayın bizi görmezden gelmeyin.

Biz laf kalabalığı ile muhalefet koltuklarının yarışına girenlerden değiliz.

Muhalefet koltuğundan gayet memnun kalkmak istemeyenlerden değiliz.

Biz iktidar nimetleriyle gözünde dolarlar dönenlerden de değiliz.

Biz varız ve buradayız!

*****

Değerli arkadaşlar,

Buradan söylüyorum, tekrarlıyorum:

İktidarı da muhalefeti de, yapmadı. Yapamayacak.

Gördük arkadaşlar…

İktidarı da, muhalefeti de gördük.

Hele hele şu son seçimlerden bu yana bazı muhalefet partilerinin ne hâlde olduklarını da gördük.

Depreme karşı önlem almadılar, almayacaklar.

İktidarı da muhalefeti de; torpilin, adam kayırmanın önüne geçmediler, geçmeyecekler.

İktidarı da muhalefeti de; sokakları güvenli hale getiremedi, getiremeyecekler.

Deprem oldu, iktidardan da muhalefetten de ki kiminin belediyesi var kimi iktidarda bir tane istifa eden çıktı mı?

Çıkmadı.

Çünkü sorumluluğu üzerine alma cesareti yok bunlarda.

Zihniyet aynı olduğu sürece; bir şey yapma, bir şey başarma imkânları da yok.

Zihniyet aynı olduğu sürece, iktidarın da muhalefetin de yeni bir söz söyleme gücü yok.

İktidarın da muhalefetin de kavgadan, ayrıştırmadan başka bir siyaseti yok.

Artık görelim bunları.

Tüm milletime sesleniyorum!

Zaman, yeni bir şeyler söyleme zamanı;

Zaman, yeni bir yol çizme zamanı;

Zaman, ülkemizdeki hâkim olan bu siyaset zihniyetini değiştirme zamanı.

İşte DEVA bunun için var.

O yüzden, biz buradayız;

O yüzden, İstanbul’dayız.

O yüzden Türkiye’nin dört bir yanında;

Başımız dik, alnımız ak, milletimizin karşınızdayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz DEVA Partisi olarak bu yola, “insan onuruna yaraşır bir hayat” diyerek çıktı.

Bu hedefe el birliğiyle, sizlerle ve tüm milletimizin desteğini ile ulaşacağız inşallah.

İstanbul’da ve diğer illerde, ilçelerimizde, beldelerimizde;

Çok çalışacağız, kapı kapı dolaşacağız.

“İnsan onuruna yaraşır bir hayatı” anlatacağız insanlara.

“Mevcutla yetinme. Sakın kader deme” diyeceğiz insanlarımıza.

Kamu imkanları nasıl adil kullanılır, fırsat eşitliği nedir, göstereceğiz inşallah.

Öğrenciler, tıkış tıkış yurtlarda değil; temiz, hijyenik, modern yurtlarda yaşasın diye;

Günler öncesinden yer kapılan kütüphanelerde değil, odalarında, masaları başlarında çalışsınlar diye;

İlkokul ortaokul çağındaki çocuklar, yedikleri simidin hesabını yapmasınlar diye;

Dedeler torunlarının yarınlarına dair endişe duymasın diye;

Çok çalışacağız arkadaşlar.

Yıllar sonra, “İstanbul’a ihanet ettik” itiraflarını bizden duymayacaksınız;

Çünkü biz asla bu şehre ihanet etmeyeceğiz.

“Farklı partiden olduğum için engelleniyorum” bahanelerini bizden duymayacaksınız.

İstanbul için çalışacağız.

İstanbul’un havasına, doğasına, siluetine gözümüz gibi bakacağız.

Bize miras bu kadim şehrin sokaklarını güvenli bir hale getireceğiz.

İstanbul iyi yönetilsin, düzgün yönetilsin diyeceğiz.

İstanbul’u DEVA Belediyeciliği’yle buluşturacağız.

*****

Değil mi İdris Bey?

Evet şimdi “İdris Şahin’i, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayımızı sahneye davet ediyorum.

İstanbul’un DEVA’sına bizim İstanbul teşkilatımız, 39 ilçe teşkilatımız.

Pırıl pırıl alnı açık başı dik kadrolarımız.

Biliyorsunuz, çok yakından tanıyorsunuz.

Hep beraber İstanbul’a DEVA ve Türkiye’ye DEVA olacağız inşallah.

İdris Bey’i tanıyorsunuz, biliyorsunuz.

Bizim partimizin ilk kurucu arkadaşlarımızdan.

Kendisi Milletvekilimiz, Sözcümüz, Genel Başkan Yardımcımız hem de Seçimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız.

Yani biz İstanbul'a Büyükşehir Adayımız olarak gerçekten partimizin çok güçlü bir ismini aday olarak belirledik.

Dört senedir, demokrasi ve atılım bayrağını hakkıyla göğüsledi.

Dört senedir, DEVA çatısı altında memleketimiz için gecesini gündüzüne kattı.

Avukat olduğunu biliyorsunuz ama aynı zamanda Baro Başkanlığı yaptı.

Bulunduğu ilde bütün avukatların temsilcisi, başı oldu.

Adaleti bilmeyenlere, haktan hukuktan payını almayanlara cevabını İstanbul’da en iyi İdris Bey verecektir, bir hukukçu olarak.

İdris Bey, İstanbul’a, DEVA olacak;

Bütün ilçe adalarımız, 39 adayımızın 39’u kendi ilçelerine DEVA olacak.

39 İlçe Başkanımız asıl kahramanlar 39 adayımızla beraber her bir ilçemizde mahalle mahalle, sokak sokak, cadde, cadde, dükkân, dükkân ev ev dolaşacak.

Arkadaş, bakın, ayaklarımızın altı su toplayana kadar yürümek zorundayız.

Bahane yok, mazeret yok.

Çünkü hep beraber başaracağız.

Çünkü bize düşen sorumluluk bizim vebalimiz, vatandaşlarımızın karşısına çıkmak ve “biz buradayız” demek.

Eğer vatandaşlarımızın karşısına çıkıp “biz buradayız” demezsek vebal bizde kalır.

Onun için bunu yapmak zorundayız.

Bu hepimizin sorumluluğu.

Şimdi, ilçe adaylarımızı tek tek sahneye davet edeceğiz. Alfabetik sırayla gidiyoruz bu işlerde kimse gönül koymasın diye…

İlçe adaylarımızı tek tek alalım.

22 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kocaeli Aday Tanıtım Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Kocaeli Aday Tanıtım Toplantısı

Şampiyon Kocaeli merhaba,

Maşallah Kocaeli'ne her gelişimde ayrı bir motivasyon, ayrı bir enerjiyi alıp Türkiye'nin başka yerlerine gidiyorum.

Bu vesileyle başta il başkanımız değerli Zeynep Hanım olmak üzere tüm Kocaeli Teşkilatımıza, il teşkilatımızın mensuplarına, ilçe başkanlarımıza, ilçe teşkilat mensuplarının hepsine ayrı ayrı teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Sağ olun, var olun.

DEVA Partisi’nin çok değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, değerli ilçe başkanlarımız,

Teşkilatımızın çok değerli mensupları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,

Sevgili basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum ve bugünkü Kocaeli buluşmamıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar, bugün ekonomi takvimde önemli bir gün.

Her ay biliyorsunuz Merkez Bankası toplanır ve bir karar açıklar.

Bugün Merkez Bankası’nın politika faiz kararını açıklama günü.

Biliyorsunuz, seçimden bu yana 8 ayda tam 8 kez Merkez Bankası’nın faizi artırıldı.

Ve bu konuda herkes görüş ifade etti.

Akşam şimdi televizyon kanallarına bakın herkes bir şeyler söylüyor.

Karar şöyle olsa da böyle olsa da herkes konuşuyor.

8 aydır faiz konusunda bu ülkede konuşmayan hiç kimse kalmadı.

Bir kişi hariç:

Her konuda konuşan, en az okunan gazetelerin köşe yazarlarına laf yetiştiren, partisinin küçük bir ilçedeki gençlik kolları başkanına kadar her konuya müdahale eden o bir kişiden hâlâ ses yok.

Uzmanlık alanı ekonomi, ekonomist... Öyle demiyor mu?

Ülkenin başında bir ekonomist olur, uzmanlık alanı ekonomi olan bir kişi olur da nasıl böylesine önemli bir konu hakkında konuşmaz?

“Faiz sebep, enflasyon sonuç” diye tutturduğu bir tekerlemesi yok muydu?

“Nass, Nass” demiyor muydu?

“Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselmez, iner, daha da inecek” demiyor muydu?

Hayırdır Sayın Erdoğan, şimdi size soruyoruz:

İktidardan mı indiniz?

Merkez Bankası’nın tamamen kendi talimatlarınızla yönetildiğini insanlar bilmiyor mu zannediyorsunuz?

Laf dinlemiyor diye bir Merkez Bankası başkanını alıp, bir Merkez Bankası başkanını indirip, yerine hemen bir gecede başka bir Merkez Bankası başkanı koyan siz değil misiniz?

Şu an dahi, hâlâ, her an, mesela bu gece bir kararname ile tüm Merkez Bankası yönetimini görevden alamaz mısınız?

Bunlara kendisinin cevap vermesi lâzım arkadaşlar.

2018’den bu yana yeni sistem uygulanmaya başladıktan, partili, taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi uygulanmaya başladıktan bugüne, 2018’den bugüne tek imzayla tek yetkili kendisi.

Seçimlerden bu yana 8 ayda 8 kez faiz artırmak doğru mu, değil mi?

Bugüne kadar bir şey duydunuz mu ağzından?

Genel seçimlerden bu yana 9 ay geçti 9 ay.

Tek bir kelime duydunuz mu?

Her konuda konuşuyor, bu konuda susuyor.

Bugün Merkez Bankası şöyle ya da böyle bir karar açıklayacak.

O kararla ilgili görüşleri nedir?

Koskoca ülke, 85 milyon insan, Erdoğan’ın kararlarıyla açlık, yokluk yaşarken bu sorulara cevap vermesi gerekiyor.

Kaçamaz. Böylesine önemli bir konuyu yok varsayamaz.

Sustukça, kaçtıkça biz peşinden kovalayacağız, sustukça soracağız.

Vatandaşlarımıza faiz artıranın kendisi olduğunu hatırlatacağız.

Hangisi doğru?

Bakın, ben Merkez Bankası’nın bağımsızlığı için vaktiyle kendini siper etmiş bir arkadaşınızım.

Ben, Merkez Bankası’nın bağımsız karar alması gerektiğini ilk günden bu yana, ekonominin başına geçtiğim ilk günden bu yana hep tekrar ettim.

Ve uyguladım.

Merkez Bankası Başkanı Süreyya Bey görevdeydi. Görevinin son gününe kadar tam 5 yılı doldurana kadar onu görevinde durması için yanında oldum, arkasında oldum.

Bana “At bunu at o bizden değil” diyordu.

Bu adam işini biliyor.

Tekniği kuvvetli, Merkez Bankası bağımsız, 5 yıllığına da göreve getirilmiş.

Ha istifasını istesek nezaketen kabul edip ayrılabilirdi ama “olmaz, yapamayız, güven kaybederiz” dedim.

Bağımsız çalışan bir Merkez Bankası başkanını öyle “İndirdim seni aşağı, yerine başkasını getirdim” diye değiştiremezsiniz.

Sonra söylediğinin bir kıymeti kalmaz.

Bu gece ansızın bir kararnameyle görevinden alınabilecek bir Merkez Bankası başkanının söylediğine kimse itibar etmez arkadaşlar.

İşte bu bir önceki başkan, hanımefendi göreve geldiğinde ben ne diyordum?
“İyi güzel konuşuyor da, şunu yapacağım, bunu yapacağım diyor da bir gece ansızın ayrılmayacağının garantisi yok ki.”

İşte diyor, “Bir yıl sonraki hedefimiz bu, 3 yıl sonraki hedefimiz bu...”

Ya arkadaş dur bir dakika ya. Senin bir yıl burada duracağını garantisi ne?

3 yıla kim öle kim kala?

Bakın arkadaşlar, Türkiye'de yakın tarihimiz o kadar açık ki o kadar açık ki...

Ne zaman ki Merkez Bankası bağımsız çalıştı enflasyon tek haneye düştü ve uzun sürede tek hanede kaldı.

Ne zaman ki Erdoğan Merkez Bankası’nı kendisine bağladı 2018’de o gün bugündür enflasyon azdı, düşmüyor.

Bu kafayla düşmez de.

Tablo çok net ortada.

Test etmişiz denemişiz. Tam 34 yıl bu ülkede enflasyon yüksek seyretmiş, 2 haneli 3 haneli rakamlarda dolaşmış, ne zaman ki biz gelmişiz, Merkez Bankası’nı bağımsız çalıştırmışız enflasyon tek haneye inmiş ve orada kalmış.

Yine ne zaman ki ülkenin Cumhurbaşkanı 2018’de Merkez Bankası’nı kendine bağlamış, yat deyince yat, kalk deyince kalk bir ekibi oraya getirmiş enflasyon Türkiye’de tekrar yükselmiş.

O kadar açık ki. Yüksek enflasyon dönemine girdi artık bu ülke, yazık.

Gerçekten bakın, ben bir an evvel bu ekonominin düzelmesi için buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum.

Bakın Sayın Cumhurbaşkanı, sokaklar açlık içinde insanlar kuruş kuruş hesap yaparak günlerini geçiriyor. Çocuklar öğün atlıyor bu memlekette.

Daha yeni açıkladılar işte OESD’nin kendi açıklaması, Türkiye’nin tam üyesi olduğu kuruluşun açıklaması diyor ki OESD; “Türkiye'de liseye giden, ortaokula giden her 5 öğrenciden biri haftada en az bir gün öğlen yemeği yiyecek para bulamıyor” diyor.

Bütün OESD ülkelerinde yapılan bir araştırma bu.

Öğrenci yoksulluğu araştırması arkadaşlar bakın, yazık değil mi bu ülkenin çocuklarına?

Her 5, genç demiyorum çocuk bunlar daha 18 yaşına gelmemiş çocuk.

Her 5 çocuktan biri haftada en az bir gün, bazıları 2 gün 3 gün, öğlen yemeği yiyemiyor parasızlık yüzünden.

Daha 2023 için yapılan araştırma.

Yazık değil mi bu ülkeye?

Ne zaman ki arabamızdan, otobüsümüzden inip şöyle bir kaldırıma ayağımızı bassak emekliler hemen etrafınızı çeviriyor,”10 bin TL maaşla geçinemiyoruz” diyor.

Burada Kocaeli’nde bir emekliyi düşünün. Sadece 10 bin TL emekli maaşı alan bir insanı düşünün.

10 bin liraya artık kiralık evi bulmak mümkün mü?

Eski kiracıysanız belki tamam. Eski kiracı olarak devam ediyorsunuzdur ama her gün ev sahibiyle kavga ederek değil mi?

Ev sahibi ile kiracıları birbirine düşürdü bunlar.

Türkiye'de kabaca arkadaşlar %60, 40 gibi bir oran var ama kabaca insanların yarısı diyelim ev sahibi yarısı kiracı.

Yani bu hükümet bu ülkenin bir yarısını diğer yarısıyla kavgalı hale ihtilaflı hale getirdi.

İşte büyükşehir adayımız avukat.

Avukatlara şöyle bir sorun, “En çok hangi davalar geliyor bugün size?” diye sorun.

Kiracı, ev sahibi davası.

Ama bu milletin zaten kabaca yarısı ev sahibi, yarısı kiracı.

Milletin yarısı diğer yarısıyla kavgalı ihtilaflı.

Sayın Erdoğan, vatandaşlarımızı “şu” kadarcık düşünüyorsanız çıkın açıklayın ya.

Allah aşkına, çıkın, açıklayın, bizi de aydınlatın:

Merkez Bankası sizin izninizi almadan faizi arttırabilir mi bu ülkede?

Faiz sebep enflasyon sonuç teziniz çürüdü mü?

Yoksa hala arkasında mısınız?

Bu garip bu saçma tezinizden vaz mı geçtiniz, yoksa ısrarcı mısınız?

8 ayda 8 kez faizi artırdınız.

Söyleyin; tezinizi hatalıysa, tam 7 yıldır dayattığınız bu saçmalığın sebep olduğu tabloyla yüzleşmeyecek misiniz?

“Ben hata yapmışım, doğrusu buymuş” demeyecek misiniz?

“Benim yanlış ısrarım, yanlış inadım yüzünden bu ülke fakirleşti” demeyecek misiniz?

Sayın Erdoğan, Merkez Bankası kararlarının arkasındaysanız, çıkın “arkasındayım” deyin.

Yok, Merkez Bankası’nın faiz artırması yanlış olduysa o zaman da gereğini yapın.

Tek imza değil mi? Yetki sizde değil mi?

Sustu, susuyor.

Her konuda konuşuyor, bu konuda susuyor.

Çünkü hatasını, yanlışını gayet iyi biliyor.

“Bu milleti fakirleştirdim” diye çıkıp açıklayamıyor.

Belli, konuşacak yüzü yok. Açıklayacak yüzü yok arkadaşlar.

Ama onu hiç yormayalım.

Sıkıştıracağız sıkıştırmaya devam edeceğiz ama ben açıklayayım;

Bu vesileyle ben bir gerçeği sizinle paylaşayım.

Erdoğan sebep, yüksek faiz sonuç.

Erdoğan sebep, yüksek enflasyon sonuç.

Erdoğan sebep, yüksek kur sonuç.

Gerçek bu ve bu gerçeği herkes apaçık görüyor arkadaşlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

Büyük kayıplar verdiğimiz Kocaeli depreminin üzerinden tam 25 sene geçti.

17 Ağustos tarihi geldiğinde tam 25 yılı doldurmuş oluyoruz.

“Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz” cümlesi slogandan ibaret kaldı.

“Deprem öldürmez, bina öldürür” cümlesi slogandan ibaret kaldı.

“Unutmayacağız daa, unutturmayacağız daa”, dediler; unuttular.

Yapılan tatbikatlar gösterişte kaldı.

Üzerinden 25 sene geçse de, 99 depremleri ile yaşadığımız acıdan maalesef ders çıkartılmadı.

Çünkü zihniyet değişmedi arkadaşlar, zihniyet.

6 Şubat günü, depremin olduğu saatte, Adıyaman’da binlerce insan saat 04.17’de, o duran saat kulesine yürürken “Sahipsiz Memleket!” diye haykırmıştı.

Ki ben tam 6 Şubat tarihinde bu yıl Adıyaman'daydım. 5’inde Kahramanmaraş, 6’sında Adıyaman...

Oradaki vatandaşlarımıza şöyle bir dertleştik. Tam bir yıl sonra durumu yerinde izledik, gözledik.

Evet, sahipsiz memleket

O cümlenin yüreğime nasıl oturduğunu arkadaşlar tarif edemem.

Ülkemizin her köşesinde “sahipsiz memleket” hissi yaşanıyor.

Her afette, her felakette, yurdumun bir başka köşesi “sahipsiz” kalıyor.

Erzincan’da, altın aranıyor; madende çalışan işçilerimiz sahipsiz kalıyor.

Marmara Denizi’nde bir gemi fırtınada denize açılıyor; denizcilerimiz sahipsiz kalıyor.

Sokakta yürürken çatışmalar yaşanıyor, insanlar yaralanıyor; vatandaşımız sahipsiz.

Eşe dosta ruhsatsız binalar, haksız rantla zenginleşen müteahhitler, denetlenmeyen yapılar her şehirde ortada.

Sesini duyuramayan depremzedeler sahipsiz.

Biz, bunun için buradayız arkadaşlar.

Türkiye’ye kader diye sunulan, dayatılan bu iş bilmezliği değiştirmek için buradayız.

Koltukların sahipleri değişse de, insanımızı düşünmeyen kafaları değiştirmek için buradayız.

Hiç kimsenin bu zihniyete mahkûm olmadığını göstermek için buradayız.

Kocaeli için buradayız, Kocaeli.

Depreme bir tek canımızı daha kurban vermeyelim diye buradayız;

Toprak altındaki madencilerimiz için, cenazelerine ulaşılamayan denizcilerimiz için buradayız.

Buradayız ve burada olmaya devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

İnanın, bazı muhalefet partilerinin sözcülerini dinlerken, muhalefet partileri adına konuşanları dinlerken hicap duyuyorum.

Al birini vur ötekine derler ya, aynı o hesap…

Henüz daha iktidar ya da iktidar ortağı falan da değiller.

Şimdiden başlamışlar kavgalara, dövüşlere…

Sözüm ona, ülkenin yarınlarına siyaset vadediyorlarmış.

Sözüm ona, bu iktidarın alternatifi olacaklarmış.

İdeolojik zıtlıklar, siyasi görüş ayrılıkları fark etmiyor;

İfade özgürlüğünü savunuyorlar; ama sadece kendileri için.

Şiddete karşı çıkıyorlar; ama sadece kendileri için.

Hak-hukuk diyorlar; ama sadece kendileri için.

İktidarıyla muhalefetiyle, yerel seçimlerdeki “matematikleri” belli:

Belediyecilik “eşittir” komisyonla plaza dikilecek boş arsalar.

Belediyecilik “eşittir” eşe dosta dağıtılacak haksız, hukuksuz ruhsatlar.

Belediyecilik “eşittir” partililere verilecek ihaleler, makamlara atanacak ya da işe alınacak partililer.

Belediyecilik “eşittir” bu işlerde para kazanacak meclis üyeleri.

Görüyoruz; atanamayan bir kişinin yerine, üç atanmıştan ses çıkıyor.

İstanbul’da bir kişi aday olmuyor, Ankara’dan sesler yükseliyor.

Kırk yıllık partililer, bu uğurda partilerinden uzaklaşıyor, bırakıp ayrılıyorlar.

“Şuraya benim adamım aday gösterilmedi” tartışmaları var;

Bozuk yollardan, kaldırımlardan bahseden yok.

“Şuradaki kişi, bilmem kimin adamı, ben onu istemem” tartışmaları var;

Sahipsiz sokak hayvanlarından bahseden yok.

“O ilçeye bizim şu arkadaş atanacaktı” var;

Gelmeyen otobüslerden, kalabalık toplu taşıma araçlarından, kitlenen trafikten bahseden yok.

Vatandaşın derdinden, vatandaşın gündeminden bahseden yok arkadaşlar,

Bakın arkadaşlar,

Yirmi yıldır “Biz gidersek ülke batar” demek dışında siyaset üretmeyenlerin;

Muhalefet etmeyi bir kazanç kapısı olarak görenlerin;

İşine geldiğinde şiddete karşı çıkan, işine geldiğinde bir yumruğu savunmak için yarışanların;

Kısacası ezber konuşan, ezber düşünen muhalefetin de bu ülkeye verebileceği hiçbir şey yok. Bunu açık söylüyorum.

Bir kimlik siyasetidir almış yürümüş.

Şöyle bir açın bakın. “Ne diyorlar” diye?

Hep kimlik siyaseti.

Diyor ki; “ben falancıyım, filanım onun için bana oy verin.”

Diyorlar ki; “ben şucuyum, bucuyum, bana oy verin.”

İyi de arkadaş senin kim olduğunu anladık da sen bu memleket için ne yapacaksın bir onu anlat hele ya.

Bu ülkenin yarınları için hayalin nedir? Projelerin nedir? Planlarının nedir? Onu anlat.

Yok.

Bakıyorlar şu andaki hâkim duygu ne? Vatandaşların duygusu üzerinden kimlik üzerinden bir söylem tutturuyorlar.

Ve o kimlik üzerinden o duygu üzerinden bir siyaset sörfü yapıyorlar.

Ama böyle bir siyasetin arkadaşlar memlekete faydası yok.

Siyaset sadece “Ben bucuyum sen de bucusun. Onun için bana destek ver” demek değildir.

Siyaset, bu ülkenin yarınları için çalışmaktır.

Siyaset, bu ülkeyi bulunduğu bu noktadan alıp çok daha ileriye taşıma iddiasıdır.

Mevcudun üzerine oturma iddiası değildir. Mevcudun üzerine oturmak değildir.

Vatanıyla, milletiyle alıp bu büyük ve güzel ülkeyi ileriye taşırma, ileriye götürme hedefidir siyaset.

Değerli arkadaşlar, bakın, biz iki şeyi ısrarla söylüyoruz.

Ne diyoruz?

Bir, “biz iyi yönetiriz” diyoruz.

İki, “biz temiz yönetiriz” diyoruz.

Ve bunu da laf olsun diye söylemiyoruz.

Kocaali’yi layık olduğu gibi demokrasiyle, adaletle ve tertemiz yöneteceğimizi apaçık belgelerle ortaya koyuyoruz.

Seçim geliyor diye değil.

Bundan tam iki yıl önce, Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem planını ortaya koyan biziz.

DEVA Partisi'den başka bunu yapan yok.

Şimdi bakın “Seçim yaklaştı. Ne yapalım? Dur hele. Apar topar bir şey hazırlayalım. Bir broşür basalım. Bir seçim beyannamesi açıklayalım.”

20 yıllık iktidar, yerel yönetimler seçimine giderken, yerel seçimlere giderken apar topar seçim beyannamesi açıklıyor.

Yeni mi aklınız başınıza geldi?

Neredesiniz?

Biz iki sene önce. Yepyeni bir siyasi partiyken hazırlamışız. Sayfa sayfa karınca doğası gibi yazılarla detaylı bir eylem planı ortaya koymuşuz.

“Bu iş bizim işimiz” demişiz. “Yerel yönetimler ve şehircilik bizim işimiz” demişiz.

Bununla da kalmadık arkadaşlar, bakın ilk defa ama ilk defa Türkiye'de bir siyasi parti belediyecilikte “Etik Kurallar Bildirgesi” hazırladı.

Üç sayfa.

Bunu incelemelerini özellikle değerli basın mensuplarımızdan rica ediyorum.

Çünkü Türkiye'de ilk, eşi benzeri de yok.

Bizim belediye başkan adaylarımız tek tek önce bu etik sözleşmeyi, etik bildirgeyi imzalıyorlar. Ondan sonra bizim adayımız oluyorlar.

Çünkü, şu anda yerel yönetimlerle ilgili mevzuat kanunlar o kadar esnek ki sündür istediğin yöne. Kitabına uydur, aklına gelen her şeyi yap.

Biz genel seçimlerden önce yerel yönetimlerle ilgili hangi yasal düzenlemeleri yapacağımızı parti olarak açıklamıştık. Ve 6’lı masada da bizim bütün hazırlıklarımızı diğer partilere kabul ettirip Türkiye'ye duyurmuştuk.

Yani, eğer seçimi kazansaydık ki yüzde 48’de kaldık. Üç puan daha fazla alsaydık ne yapacaktık? Bu etik sözleşmeyi bir yasal düzenleme haline getirecektik.

Herkesi bağlayacaktık.

Ama şu anda o imkânımız yok.

Dolayısıyla biz ne diyoruz? DEVA Partisi olarak kendi etik kurallarımızla, kendi ahlaki kurallarımızla o esnek geniş yasal çerçevesinin içerisine bir çerçeve oturtuyoruz.

Kendi ahlaki kurallar çerçevemizi koyuyoruz.

Ve diyoruz ki “bizim belediye başkanlarımız bu çerçeve içerisinde görevini yapacak” diyoruz.

Bunu hazırlamaya başlamadan önce arkadaşlarımıza dedim ki; “ya bir araştırın. Hangi parti ne yapmış bu konuda?”

Dediler; “Hiçbir şey bulamadık.”

Peki, daha önceki dönemlerde şöyle eskiye doğru bir gidin.

Yok.

Ya yüz yıllık cumhuriyette, neredeyse yetmiş yıllık çok partili sistemde, henüz genç, dört yaşındaki bir siyasi partiye mi düşecekti bunu düşünmek ya?

Hani nerede öbür partiler? Nerede diğerleri? Nerede?

Çünkü dedim ya belediye deyince gözlerinde hemen dolar ya da Euro işaretleri oluşuyor.

Niye?

Çünkü Türk lirası o kadar değer kaybetti ki artık bavulla taşısan da para etmiyor.

Onun için gözlerde dolar, Euro işaretleri oluşuyor.

Belediyecilik deyince hemen “rant rant rant” anlıyor herkes.

Oysa biz belediyecilikten “hizmet” anlıyoruz.

Hem iyi hizmeti anlıyoruz hem de dosdoğru hizmet anlıyoruz.

Bizim belediyecilik anlayışımız bu arkadaşlar.

Yerel seçimlere gidiyoruz. Belediye başkanlarımızı seçeceğiz. Belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz ama değerli arkadaşlar bu seçim sadece bir belediye seçiminden ibaret değil.

Bu seçim aynı zamanda vatandaşlarımızın mevcut hükûmete güven duyup duymadığının bir göstergesi.

Yani bu seçim aynı zamanda bir güven oylaması.

Bu seçimden çıkacak netice, sandıklardan çıkacak netice hükümete bir şeyler söyleyecek.

Şu andaki iktidar bu sandıktan bir mesaj alacak. “Acaba halk benden memnun mu? Yoksa yanlış mı yapıyorum?” Bunu anlamaya çalışacak.

Dolayısıyla bu seçimler aynı zamanda merkezi hükûmete bir ihtarda bulunmak için, merkezi hükûmeti uyarmak için de çok çok önemli bir fırsat.

Yani değerli arkadaşlar, bu seçimler hükûmete iktidara bir “sarı kart” gösterme seçimi.

Hep beraber şu sarı kartı göstereceğiz inşallah.

Sadece belediye başkanlığını seçmeyeceğiz. “Arkadaş hata yapıyorsun, faul yapıyorsun, kurala uymuyorsun, hukuka, hakka, adalete uymuyorsun, anayasaya uymuyorsun” diyeceğiz.

“Sarı kartı” göstereceğiz.

Ve inşallah bir sonraki genel seçimlerde de ne yapacağız hep beraber? Sıra hangi karta gelecek?

“Kırmızı kart.”

Evet.

Evet Değerli Arkadaşlar, gerçekten önemli günlerden geçiyoruz, kritik günlerden geçiyoruz. Ve çok önemli seçimlere doğru da gidiyoruz.

Biz Türkiye'nin her yerinde kendi adaylarımızla seçime gidiyoruz.

Böyle bir iki ilde yerelden gelen talep üzerine böyle istisnai ve münferit işbirliği düzenlemelerimiz oldu ama tamamen yerelden ve teşkilatlarımızdan gelen talep üzerine.

Onun haricindeki o bir iki yer haricindeki her yerde DEVA Partisi kendi başına ve tüm il genelinde kendi adaylarıyla seçime gidiyor.

81 ilin 81’in de adaylarımız var.

Ama meclis üyesi, ilçe belde belediye başkanı adayı, büyükşehir belediye başkan adayı.

Salı akşamı listeler verdik. Üç günlük bir evrak eksiği tamamlama veya olur da isim değişikliği için bir süre var. Ama Cuma akşamı geldiğinde yani yarın akşam geldiğinde artık bu süreç tamamlanmış olacak.

Listeler yayınlanacak. Listelerinde kısa bir itiraf süresi var. Onlar da tamamlandıktan sonra artık herkesin adaylığı kesinleşecek.

Hamdolsun, tüm Türkiye'de milletimizin önüne pırıl pırıl tertemiz adaylarla çıktık.

Ve adaylarımızın kahir ekseriyeti bizim kendi içimizden çıkan arkadaşlar.

Genel merkezimizden veya teşkilatlarımızın içinden çıkan arkadaşlar.

Adaylarımızın kahir ekseriyeti, üç yıldır, dört yıldır DEVA Partisi'nin kültürüyle, DEVA Partisi'nin ilke ve değerleriyle hamur olmuş, bir olmuş, beraber olmuş arkadaşlar.

Onun için biz adaylarımıza güveniyoruz.

Ensar kardeşim, şöyle bir sahneye tekrar seni davet edeyim.

Ankara'da ilan etmiştik. Böyle elini de kaldırmıştık ama şimdi burada Kocaeli'nde de yerinde bir tekrar şöyle teşkilatımıza buluşmak istedik.

Ve bu güzel ilanı bu içimiz rahat, dolu dolu yaptığımız bu güzel duyuruyu bir de yerinde burada Kocaeli'de yapmak istedik.

Evet, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkan adayımız, İsmail Ensar Baturman.

Kendisi genç bir avukat arkadaşımız.

İstanbul Hukuk mezunu.

Bilenler bilir, girmesi en zor okuldur, eğer hukuk okumak istiyorsanız,

Aslında Beşiktaş, Kocaelili ama Beşiktaş ilçe yönetiminde ta ilk günden itibaren çalışmaya başladı.

O günlerde İstanbul'da ikamet ediyordu. Sonra kendi iline döndü.

Burada şimdi Kartepe'de ikamet ediyor.

Hizmet etmek için burada.

Doğduğu, büyüdüğü şehrine, topraklara hizmet için burada.

Sizlerle birlikte Kocaelili tüm vatandaşlarımıza en iyi hizmeti verecek inşallah ve 31 Mart'a kadar arkadaşlar hep beraber çok yoğun bir şekilde çalışacağız.

Halkımızın da teveccühüyle Kocaeli Büyükşehir'i de pek çok ilçeyi de inşallah kazanacağız, kazanacağız inşallah.

Ben şimdi sizlere soruyorum:

Mevcut Büyükşehir Belediye Başkanı'na bakın, bir de diğer adaylara bakın.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'ni Ensar mı iyi yönetir? Yoksa diğerleri mi?

Cevap belli cevap…

Bak bu arkadaşınız 34 yaşında, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu koskoca ülkenin ekonomisinin başına geçti.

O güne kadar benim devlet tecrübem yoktu.

Değil mi?

Yani hani böyle bürokrasiden falan gelsek de hani devlet nasıl yönetilir, ne olur falan yoktu.

Ama benim ne özelliğim vardı?

Tüm DEVA kadroları gibi. Bu sağlam maya DEVA kadrolarının hepsinde var.

Ensar'da da var maşallah.

Tabii ki ahlaki özellikler çok önemli.

Ensar 8 maddeyi saydığı için 7. madde de takıldı notlarına baktı ama yine de iyi öğrenmiş.

2-3 güne kadar bu seçim döneminde hepsini inşallah 8’ini de ezbere sayacak.

Yani güven… Güven, güven, güven. Önce güveni oluşturacağız.

Güvenilir insan olacağız, önce güvenilir insan olacağız.

İstişareyle yöneteceğiz.

Bin biliyorsak bir bilene soracağız.

Kadroyu kurarken o işin ehlini iş başına getireceğiz.

Koskoca büyükşehir belediyesi değil mi? Bir sürü pozisyon var. Hangi pozisyonda o işi en iyi kim yaparsa onu işe getirecek.

DEVA’lı mı değil mi diye bakmayacak ha. DEVA Partili ise getiririm yok bakmayacak.

Siyasi görüşü ne olursa olsun o işi hakkıyla kim yapabilecekse yönetici kadrolarına onları getirecek.

Ancak öyle düzelecek bu iş, öyle toparlanacak.

Yoksa “o benim akrabam, o benim yakınım” deyip de liyakatsiz, ehliyetsiz insanlar yönetici pozisyonlarına geldiğinde bu iş olmuyor arkadaşlar.

Yürümüyor, yazık oluyor.

İşte ne oldu?

“Damat” dedi getirdi ekonominin başına, hala hala hala toparlanamıyor.

Birileri kuyuya taş atıyor, bizim yakın çalışma ekibimizden sonradan işte işin başına getirdiği arkadaşlar o kuyudan o taşları çıkaramıyor.

Kolay değil.

Onun için liyakat son derece önemli.

Ve inşallah bu şekilde biz belediyeleri yöneteceğiz. Ve Kocaeli’nde de bu iktidara inşallah kuvvetli bir sarı kartı göstereceğiz.

Ben Ensar'ı sizlere emanet ediyorum.

Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

18 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 4. Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni

Ali Babacan 4. Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni


Arkadaşlar, size eski bir dosttan haber getirdim.

Hepiniz tanıyorsunuz onu.

Bir zamanlar “değerli” idi;

Şimdi kimse yüzüne bakmıyor.

O vefalıydı, herkesin “yanındaydı”;

Şimdi kimse onun yanında değil.

Hatta, “düşenin dostu olmaz” derler ya;

Düştüğü zaman artık yerden kaldırmıyorlar bile.

Evet, hepiniz onu çok iyi tanıyorsunuz.

O eski dostla tekrar tanıştıralım sizi… < 1 YTL banknot >

Eski dostumuz 1 lira.

Hatırlayın:

Bundan tam 20 sene önce, paradan 6 sıfırı atan bir kanun çıkartmıştık.

Elimde bu parayla okul okul, sokak sokak gezip vatandaşlarımıza yeni liramızı tanıtmıştım.

Televizyonlarda görürüz ya; biri yaşlanır, haberini yaparlar:

“Arkadaşları, dostları vefasız çıktılar” derler.

Biz vefasız çıkmadık.

Bakın, yanındayız, işte elimde.

Neden biliyor musunuz?

Zamanında, 1 lirayla neler yapılabileceğini hep beraber gördük, yaşadık.

Çünkü, bu parayla neler alınabildiğin gayet iyi biliyoruz arkadaşlar.

Çok şükür;

Biz, paramızın kıymeti olsun diye çok çalıştık.

Ülkemiz için bir hedefimiz vardı…

Vatandaşlarımız için, milletimiz için hayalimiz vardı…

O hedefi o hayali gerçekleştirmek için çok çalıştık.

Fert fert, birey birey zenginleştik.

2002’den 2013’e kadar milli gelirimiz tam 3,5 kat arttı arkadaşlar, 3,5 kat…

Her birimiz en az üç kat zenginleştik.

Ülkemizde mutlak yoksulluk diye bir şey kalmadı; sıfırladık.

Tüm dünyanın cazibe merkezi olduk.

Hatırlayın o günkü dünya manşetlerini…

“Parlayan yıldız Türkiye.” “İlham kaynağı Türkiye.” “Model ülke Türkiye.” Bunları bu ülke yaşadı.

Ve bu ülkeye bu onuru yaşatan ekonomi ekibinin başındaki insan olarak bundan her zaman onur duydum. Hayatımın sonuna kadar da onur duymaya devam edeceğim.

Paradan 6 sıfırı atmaya karar verdiğimiz tarihte, 1 TL’ye neler alınıyordu şimdi sizlere söyleyeceğim.

Görsel 1 (1TL) –

Burada bizim o okullarda yaptığımız tanıtım programları var. Tahtalarda çocukların 6 sıfırı nasıl atıldığıyla ilgili yaptığı egzersizler var. Çok uğraştık, çok çalıştık ama şu fotoğrafın bir de sol alt köşesinde bazı fiyatlar var…

2004 yılında bu parayla, 8 adet yumurta alabiliyordunuz.

Şimdi, bir yumurta alamıyorsunuz.

1 liraya, yarım litre süt, alabiliyordunuz. Şimdi en az 20 lira vermek zorunda kalıyorsunuz.

1 kilo elma, 1 liraydı.

1 paket makarna, 1 liraydı.

750 gram yoğurt, 1 liraydı.

Arkadaşlar,

Öyle bir paraydı ki 1 lira, 2 tanesini yan yana getirdiğinizde bir litreden fazla benzin alabiliyordunuz.

3 tanesini yan yana getirdiğinizde, bir kilo tavuk alabiliyordunuz.

Şimdi bunlarda, 100 tanesiyle bir deste yapın -ki tedavülden resmen kalkmış değil, bulunmuyor kimse yüzüne bakmıyor ama resmen tedavülde bu para- Şimdi bunlarda, 100 tanesiyle bir deste yapın bir kilo tavuk bile alamıyorsunuz.

Bakın o senelerde iki buçuk tanesiyle dışarıda karın doyurulabiliyordu.

Tavuk dönerin fiyatı 2,5 lira.

Şimdi markete bir lirayla girseniz bir çiklet bile alamadan çıkıyorsunuz.

Sokakta bir ihtiyaç sahibine “al sana 1 lira” deseniz, “benimle dalga mı geçiyorsun” der.

Ekonomimizi, paramızı getirdikleri yer bu.

Gerçekten çok üzülüyoruz.

Akıl dışı, bilim dışı uygulamalarla, hukuk tanımazlıklarıyla memleketi getirdikleri yer bu.

Ağızlarından çıkan her cümleyi tekrar eden, kukla oynatır gibi oynattıkları atanmışlarla ülkemizin parasını getirdikleri yer bu.

Koskoca Türkiye, Erdoğan’ın kukla tiyatrosuna dönmüş durumda.

Artık sadece bakanlar, bürokrasi değil;

Üzülerek söylüyorum;

Bu ülkenin bir kısım yargısı, bu ülkenin bağımsız çalışması gereken pek çok kurumu, artık sadece sadece kukla tiyatronun elamanları haline gelmiş durumda.

20 yıl sonra, dolar olmuş 31 lira.

20 yıl sonra, Mazot olmuş, 45 lira.

Enflasyon, gerçek enflasyon, halkın enflasyonu, emeklinin, asgari ücretlinin yaşadığı enflasyon %100’ün üzerine çıkmış durumda.

20 yıl sonra artık 1 lira ortalarda yok;

Çünkü bunu basmanın, sadece ve sadece baskı maliyeti artık değerinin çok çok üzerinde. Onun için basılmıyor, onun için tedavülde yok.

Makarna alamazsınız, yumurta alamazsınız, ekmek alamazsınız;

Ben buradan, Ankara’dan, sizlere unuttuğumuz eski dostumuz 1 liramızı bu yüzden hatırlatmak istiyorum.

1 lirayla neler yapılabildiğini, sizlere, ekranları başındaki vatandaşlarımıza hatırlatmak;

1 liramıza unutulmadığını göstermek istedim.

Değil 1 liranın, kuruşlarımızın dahi değerli olduğu o günleri hatırlatmak istedim.

Hatırlayın o günlerde Merkez Bankası kuruşlarla ilgili kamu spotu yapıyor
“Kuruşun değerini bilin” diye.

“Kuruş yere düştüğünde onu yerden alın çünkü artık kıymetli bir şey bu kuruş” diye.

Paramızın o kadar değerli olduğu günleri hatırlamak durumundayız arkadaşlar. Çünkü aradan vakit geçince unutuluyor, hep böyleydi zannediliyor.

Hatırlayacağız ki, bu hükûmetin ülkeyi ne hale getirdiğini anlayalım.

Hatırlatacağız ki, gençler, bu ülkenin iyi yönetildiğinde, nasıl bir başarıdan diğerine koşabildiğini bilsinler.

Hatırlatacağız ki, gençler bu ülkeden asla ama asla umudunu kesmesinler.

Hatırlatacağız ki, bu seçimde vatandaşlarımız hükûmete şöyle bir SARI KART göstersinler.

*****

Değerli arkadaşlar;

Bir devlet ne için var?

Bir devletin en temel varlık sebebi ne?

“Güvenliği sağlamak” değil mi?

Her birimizin güvenliğini sağlamak devletin asli görevi değil mi?

Güvenlik içinde yaşamak bir “vatandaşlık hakkı” değil mi?

Ama bu iktidar, kendisine emanet edilen her hakka ihanet ediyor.

İktidara güvenliğimizi emanet ettik; sokakları çatışma alanına çevirdiler.

Barınmayı emanet ettik; ev fiyatları, kiralar uçtu gitti, herkesi mahkemelik ettiler.

Kiracılarla ev sahiplerini birbirleriyle hasım hâle getirdiler.

“Ekonomiyi bari düzelt, çocuklar aç kalıyor” dedik;

Bütün formülünü anlattık, nasıl yapacaklarını söyledik, ilan ettik, kitaplar yazdık, kitaplar, ansiklopediler yazdık. Dedik ki “beceremiyorsanız çözüm burada” dedik. “Bilmiyorsanız açın, öğrenin” dedik ama almayınca olmuyor, olmuyor…

İlkokul öğrencileri bile değerli arkadaşlar öğün atlamayı öğrendiler bu ülkede.

Uzun lafın kısası arkadaşlar; bu iktidar en temel görevini, “vatandaş için var olma” görevini yerine getirmiyor bugün.

İktidar, devlet-vatandaş akdinin gereğini yerine getirmiyor, bu sosyal sözleşmeye bu akde uymuyor.

Medyanın üzerindeki baskı hiç olmadığı kadar fazla bu dönemde.

Ana haberlerde televizyon kanalları her şeyi anlatamıyorlar.

Birçok kanalda, pek çok siyasi partinin adını anmak yasak, adı bile geçmiyor.

Allah aşkına partimizin 4. yılı. Türkiye'nin dört bir köşesinde teşkilatlanmış bir siyasi parti, devletin resmi kanalında 4 yıldır adı anılmaz mı?

Böyle bir şey var mı, bu adalet mi?

“Ben devletin gücünü elime geçiririm. Ondan sonra diğer partilere yaşama hakkı vermem.” Böyle bir şey yok.

Demokrasilerde, hukuk devletlerinde böyle bir şey yok.

Evet, son seçimi kazandı ama arkadaşlar helalinden kazanmadı.

Hep söylüyorum, adaletsizlikle, hukuksuzlukla, fırsat eşitliğinin olmadığı bir ortam yaratarak kazandı. Bu seçime de öyle gidiyor.

Elindeki gücünü diğer bütün yarışan siyasi partileri sindirmek ve onlara hayat alanı tanımamak için kullanıyor.

Ama hepsi düzelecek inşallah.

Endişeye mahal yok. Endişeye mahal yok, çünkü DEVA var DEVA Partisi var, hiç korkmayın, çünkü biz varız arkadaşlar.

Bakın bu salonda alnı açık, gözü pek, yüreği sağlam insanlar var. Korkusuz insanlar var.

Tehditle ya da teşvikle boyun eğdiremeyeceği insanlardan oluşuyor bu salon.

DEVA teşkilatlarının tamamı böyle inşallah. Biz bunun için korkmuyoruz. Bunun için korkmadan bu yola çıktık. Bunun için “biz buradayız” dedik.

Gençlere umut olmak için, emeklere DEVA olmak için yola çıktık ve inşallah başaracağız, hep beraber başaracağız.

Diğer arkadaşlar, evet, güvenlikle ilgili sorunlar var ama bakın bunca karmaşanın içerisinde, bazı gazetecilere de bu iktidar iyilik de yaptı.

Nasıl bir iyilik mi? Söyleyeyim:

Haberi gazetecilerin ayağına getiriyorlar.

Nasıl?

Ana haberler, haber bulmakta hiç zorlanmıyorlar.

Ofisleri nerede olursa olsun, nerede çalışıyor olurlarsa olsunlar; şöyle fotoğraf kameralarını pencereden dışarı çıkardıklarında, hemen haber orada.

Kamerayı sokağa çevirin; bakın, biri ötekine birileri silah doğrultmuş.

Kamerayı şöyle bir trafiğe çevirin; hemen birisi ötekiyle kapışmak üzerine, bağrışıyor.

Kameraya bir dükkâna çevirin; biri ötekinden haraç kesiyor.

Her tarafta bir manşet, her tarafta bir haber.

Bakın, geçtiğimiz günlerde, İstanbul Kâğıthane’de bir tekel bayisine el bombası atıldı. Şehrin ortasına ha! Kağıthane şehrin tam göbeği, İstanbul’un göbeği, öyle kırsal falan değil.

Tekrar ediyorum: İstanbul’un göbeğinde, bir Tekel bayisine EL BOMBASI atılıyor.

Bu kadarla da kalmıyor: Tekel bayisinden birisi koşuyor, çıkıyor, elinde silahla bombayı atanın peşinden koşmaya başlıyor.

Bu ne ya? Gerçekten inanılır gibi değil.

Şehrin ortasında el bombası, tabancayı eline alıp koşanlar, uzun namlulu tüfekle birbirlerine ateş edenler.

Büyük plazalardan küçük dükkânlara; taşradan şehirlere; küçük bir yol verme kavgasından alacak verecek tartışmalarına, kiracı-ev sahipleri arasındaki vakalara; her gün, her saat memlekette artık bir şiddet vakası yaşanıyor.

Seçim çalışmalarından tutun- ki İstanbul’da oldu biliyorsunuz seçim çalışması sırasında, uzun namlulu tüfekle, silahlarla birbirlerine insanlar, şehrin meydanı bu ya.. Ve ne oldu? Bir hanımefendi yaralandı hâlâ şu anda hastanede.

Belediyelerin içine kadar... Bir belediye başkanının özel kalem müdürü vuruldu. Buralara kadar sirayet etmiş bir şiddet kültüründen bahsediyoruz arkadaşlar ve hiç kimse ders almıyor.

Hükûmet ders almıyor.

Tedbir namına da yeteri kadar güçlü adımları göremiyoruz.

Evet, yeni İçişleri Bakanı’nın göreve başlamasıyla beraber yakalananlar, suçüstü yapılanlarla ilgili sayılarda artış var ama aynı miktardaki artış da bu sokaktaki şiddet olaylarında var.

Çünkü arkadaşlar, şiddetten beslenenler var bu ülkede, öfkeden beslenenler var. Nefretten beslenenler var.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıp da “Öfke bir hitabet sanatıdır” dedikten sonra bu ülkede öfke, şiddet bitmez.

Çünkü bu iklimi, ellerindeki propaganda makinasıyla bu ülkenin kılcal damarlarına kadar pompalayan bu iktidarın kendisi.

Çünkü düşman arıyor düşman.

Düşmanlıktan besleniyor, her zaman bir düşmana ihtiyacı var. Bu düşman, bazen içerde, bazen dışarıda.

İcraat üretemeyince, başarı üretemeyince, sonuç üretemeyince düşmanlık üzerinden, nefret üzerinden siyaset yapan maalesef ülke haline getirdiler Türkiye’yi.

Siyasi iradenin en tepesindekiler tarafından kol kanat gerilen çeteler var bu ülkede.

Mafya liderleriyle poz vermekten gurur duyan iktidar ortakları var bu ülkede.

Esnafı tehdit eden, işletmelere çöken ve birileri tarafından korunan kollanan takım elbiseyle dolaşan insanlar var bu ülkede.

Hepsini görüyoruz, hepsini biliyoruz.

Ve bu düzelmeden; siyasi iradenin tepelerinden aşağıya kadar inen bu kirli ilişkiler ağı çözülmeden; ülkemizde yaygınlaşan şiddet hadiselerinin bitmesi mümkün değil.

Onun için siyasete çok iş düşüyor.

Onun için bizlere çok iş düşüyor.

Bakın burada şunun da altını çok net çizmek istiyorum:

Şiddet kültürünü besleyen, büyüten sadece bu iktidar değil arkadaşlar.

Daha iktidar olmadan iktidarın yanlışlarına düşen, daha cin olmadan çarpmaya çalışan pek çok siyasi parti var bu ülkede muhalefet tarafında da.

İnanın al birini, vur ötekine.

Bazen izliyorum, bakıyorum da Allah korusun diyorum ya, şu muhalefetteki partilerin bazıları var ki kazayla şöyle ya da böyle iktidarın bir parçası olsalar inanın şu andakinden farkı olmaz bu ülkenin.

Öyle şeyler oluyor ki izlerken, dinlerken ben hicap duyuyorum.

Siyasi parti toplantılarında olan olayları duyduğumda utanıyorum.

Henüz daha iktidar değilsiniz, iktidar ortağı falan da değilsiniz. Neyi paylaşamıyorsunuz ya? Kavgalar, dövüşler, şunlar bunlar…

Sözüm ona ülkenin yarınlarına siyaset vadediyorlarmış.

Sözüm ona bu iktidarın alternatifi olacaklarmış.

Arkadaşlar,

İşte biz önce, siyaseti bu kirli şiddet kültüründen arındırmak zorundayız.

Mesele şiddetse, mesele nefretse, mesele nefret suçuysa kapkalın bir kırmızı çizgiyi çekmek zorundayız. Şiddetle, nefret suçuyla gereği gibi mücadele etmeyen bir siyasi partinin bu ülkeyi yönetme iddiası olamaz. Bu ülkeye bir hayrı dokunmaz.

Biz; bu kavgacı, ötekileştiren, nefret tohumları ekmek dışında bir şey bilmeyen, çözüm üretmeyen muhalefetin de tam karşısındayız.

İşte o yüzden arkadaşlar mecliste, sokakta, siyasi parti toplantılarında, çarşıda pazarda; şiddetin, ayrımcılığın, öfkenin tamamını yok etmek üzere biz yol çıkmış durumdayız.

Önce, yerel seçimlerde, bu şiddet kültürünün beslendiği her türlü kanalı elimizle şöyle bir kapatacağız.

Sonra da inşallah, genel seçimlerde; siyaseti öfke, şiddet, bağırma, hakaret etme gibi görenlerin etkisinden, kontrollünden siyasetimizi inşallah kurtaracağız.

Sokaklarımız güvenli olacak.

Hayatlarımız güvenli olacak.

İnanın bu tamamen bir siyasi irade meselesi arkadaşlar, siyasi irade. Dünyada pek çok örneği var. Kötü örnekleri de var, çok iyi örnekleri de var.

Ülkenin başındaki “arkadaş, ben bu memlekette şiddet istemiyorum” diye sağlam bir irade ortaya koyduğunda bu işler bitiyor.

Suç işleyene hakkıyla bir yaptırım uyguladığınızda bu işler çözülüyor ama şiddeti uygulayan, suç işleyen “ya nasıl olsa ben yakalansam da gözaltına alınsam da benim abiler var, babalar var, sırtımı dayadıklarım var. Onlar beni nasıl olsa kurtarırlar” diye bir güven içerisinde eğer suç işliyorlarsa, bu ülkede suç bitmez, şiddet bitmez arkadaşlar.

Ve inanın çoğu böyle, çoğu böyle… Hangi vakaya baksanız arkasında mutlaka bunların destekçileri var. Bunların “oğlum merak etme devam et. Ben arkandayım, bir şey olmaz. Başına bir iş gelirse ben seni kurtarırım” diyenler var.

İşte o çetelerle, mafyalarla poz verenler var. Onun için bu cesareti buluyorlar.

İnşallah hepsini alaşağı edeceğiz, hepsini.

*****

Değerli arkadaşlar,

Daha önce de söyledim, şantajla, tehditle bu ülkeyi yönetmeye alışmış bir Cumhurbaşkanı var şu anda.

Şu anda Cumhurbaşkanı, yerel seçim çalışmalarına başladı, il il dolaşıyor:

Yanlış anlamayın;

Bizim yaptığımız gibi halkın sorunlarını dinlemek için öyle pazar yerlerine girmiyor. Pazar yerlerinde bir görüntü gördünüz mü bugüne kadar?

Cumhurbaşkanı, yıllardır bir pazar yerine girmiş mi, girebilmiş mi? O emeklilerin isyanını dinlemeye, duymaya psikolojisi hazır mı?

Kendi kanallarından yayınlattığı o pembe tablo başka, Türkiye’nin gerçek tablosu başka.

Bir esnafın kapısını çalıp da rastgele derdini dinlemiş mi?

Emeklilerin oturduğu bir kahvehaneye girip de “ya dostlar derdiniz nedir?” demiş mi? İşte biz bunu yapıyoruz. Biz bunu yaptığımız için ülkenin gerçek halini biliyoruz.

Biz gittiğimiz her yerde vatandaşlarımızla kaynaştığımız, bütünleştiğimiz için gerçek Türkiye tablosunu okuyoruz.

Ama, Cumhurbaşkanının böyle bir şeyi yok. Geliyor özel uçakla, özel helikopterle iniyor, koruma konvoylarının duvarlarının arasından sahneye çıkıyor, veriyor veriştiriyor, tehdit ediyor, şantajlarını yapıyor. Ondan sonra helikopter hop uçuyor başka yere gidiyor. Yaptığı bu…

Yaptığı, yapacağı hizmetleri anlatmak için de pek dolaşmıyor dikkat edin arkadaşlar.

Çünkü bakın depremin birinci yılını doldurduk.

Ne dedi? “Bir yılda 319 bin konut yapacağım” dedi.

Söz verdi, ne zaman söz verdi? Genel seçimlerden sadece bir buçuk ay önce söz verdi.

Evet, konut ihtiyacı çok fazla ama “319 bin konutu biz bir yılda tamamlayıp teslim edeceğiz” dedi. Bir yıl doldu. Kahramanmaraş’ta teslim edilen konut sayısı söz verilenin onda biri değil.

TOKİ Başkanı’nın kendi ilan ettiği işte “anahtar teslimini hazır hale getireceğiz dediği rakam 46 bin. TOKİ’den gelen açıklama %15 civarında, o da daha somutlaşmış, anahtar teslim edilmiş sayı değil bu. Anahtar teslimini hazır hale getireceğiz, falan filan… Lafı yuvarlaya yuvarlaya götürüyor.

Bunlardan bahsetmiyor.

Gidiyor, teslim ettiği anahtarını verdiği evleri gösteriyor. Çadırlarda, konteynerlerde yaşayan söz verildiği halde hâlâ konutlarını teslim alamayan insanlarla şöyle oturup bir dertleşmiyor.

Bir çadır kentte, bir konteyner olduğu yerde gördünüz mü, insanlara şöyle davet edip dinlediğini, konuştuğunu? Yok.

Ve daha da vahim arkadaşlar, seçim kampanyası tamamen ne üzerine biliyor musunuz?

Diyor ki.

“Biz yoksak, hizmet yok” diyor.

“Eğer AK Partili belediyeler, belediye başkanları seçimi kazanamazsa bizden hizmet beklemeyin” diyor.

“Biz yoksak, doğalgazı göremezsiniz” diyor.

Daha 2 gün önce demedi mi ya Ordu’da. Tehdit ediyor, tehdit...

Ya arkadaş yıllardır Ordu Belediyesi AK Parti de değil mi? Hasan Bey kaç yıldır? 20 yıldır…

20 yıldır doğalgazı götürmemiş bazı yerlere, ne diyor? “Bu yerel seçimlerde oyu bana vermezsen, benim belediye başkanımı desteklemezsen doğalgazı göremezsin” diyor. Zaten görememişler ki 20 yıldır.

“Merkezi hükûmette İktidar benim. Belediye benden olmazsa, şehrinize hizmet beklemeyin” diyor.

Hani bir tabir vardır, Aba altından sopa göstermek… Ne derler “Aba altından sopa gösteriyor” değil mi?

Erdoğan artık sopayı aba altından göstermiyor. Elinde sopayı sallaya sallaya şehir şehir dolaşıyor.

Gittiği her yerde bir nakarat var değil mi? ‘Tek millet’ tamam, önemli bir kavramdır ama zihin dünyasında ne var? O tek millet de değil, sadece kendisine oy verenlerin. Onun zihin dünyasında kendisine destek vermiyorsa o tek millet kavramının içinde yok.

İlk Hatay’da dedi değil mi? İlk ziyaret ettiği illerden birisiydi. “İşte Hatay'da olmadı, olmuyor” dedi. Ya depreme maruz kalan 11 ilden 10’unda belediye kendisinde. Bir tek Hatay’da muhalefette, geliyor Hatay'da onu söylüyor.

Onu söyledi, ben ertesi gün Kahramanmaraş’taydım, bir sonraki gün de Adıyaman’daydım.

Kahramanmaraş’ta insanlar feryat ediyor, Adıyaman’da feryat ediyor “Başkanım tamam Hatay’da öyle de e Kahramanmaraş’ta belediye onda Adıyaman’da da belediye onda, buraya da bir şeyler gelmedi” diyorlar. “Burada da olmadı” diyorlar.

Erdoğan ne yaptı biliyor musunuz? Bu yeni ortaklarının diline artık uyum sağladı. Tehdide, şantaja alıştı. Çünkü “Bana arkadaşını söyle, ben sana kim olduğunu söyleyeyim” derler, değil mi? O yeni yol arkadaşları var ya. Bir yanında 28 Şubatçılar, bir yanında o mafya çetelerin hamileleri, işte onlarla dolaşa dolaşa zihin farklı bir yere doğru kaydı gitti.

Ve ben buradan kendisine sesleniyorum:

Sayın Erdoğan, hiç boşuna tehditle şantajla kendinizi yormayın:

Bizim vatandaşlarımız bunlara yıllarca maruz kaldılar.

Yıllar öncesinden bizim insanımız tanır bu dili.

90’ların karanlığından beri bilir;

Küçük ortağınızdan biliyor bu dili;

Küçük ortağınızın kol kanat gerdiklerinden biliyor bu tehditleri, şantajları:

Sayın Erdoğan, hiç boşuna yorulmayın.

Vatandaş bu şantaj siyasetini gayet iyi biliyor...

Vatandaş bu sesten, bu tehditlerden korkmuyor.
İnşallah diyorum ya, diyorum ya bakın bu seçimler arkadaşlar sadece belediye başkanlarının seçildiği seçim olmayacak. Hep beraber göreceğiz.

Vatandaşlarımız Türkiye'nin dört bir yanında şu sarı kartı alacak, bu iktidara gösterecek. “Yanlış yoldasın” diyecek. “Aklını başına al” diyecek.

Şimdi genel seçim gibi zannediyorlar. “Ülkeyi gereriz, kutuplaştırırız, 50+1’i cebimize koyduk mu hiç kimseye de hesap vermeyiz. Anayasayı da çiğneriz, vurdum duymaz bir şekilde yolumuza devam ederiz” zannediyorlar.

Yerel seçimler öyle değil. Yerel seçimlerde 50+1 mecburiyeti falan yok. Yerel seçimlerde ipi bir santimde olsa önde göğüsleyen seçimi alıyor.

Ve Türkiye'nin dört bir yanında çok farklı tablolar göreceğiz inşallah.

Vatandaşlarımız diyecek ki; “ya sen beni tehdit et, şantaj yap ama ben dinlerim, söyleyeceğimi de sandıkta söylerim” diyecek.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel seçimler denince, Türkiye'de herkesin aklına maalesef, herkes derken böyle siyasi kadroların içerisinde, aklına gelen tek bir konu var, üzülerek söylüyorum “Rant”. “Haksız rant.”

İdeolojik zıtlıklar, siyasi görüş ayrılıkları fark etmiyor.

Çoğu muhalefetin de zihnine yerleşmiş, habis bir zihniyet bu.

İktidarıyla muhalefetiyle, yerel seçimlerdeki matematikleri şöyle:

Onlar için; belediyecilik -eşittir- komisyonla plaza dikilecek boş arsalar.

Onlar için; belediyecilik -eşittir- eşe dosta dağıtılacak ruhsatlar.

Onlar için; belediyecilik -eşittir- partililere verilecek ihaleler;

Makamlara atanacak partililer; istifade edecek meclis üyeleri.

Belediyecilikten anladıkları bu. Onun için kavga gürültüyle gidiyor. Onun için bu aday tespit süreçlerinde, sandalyeler havada uçuşuyor, yumruklar vuruşuyor.

Rant kavgası rant o gördüğünüz, bir siyasi çekişme değil. “Rant”ın peşinen paylaşılma kavgası.

Görüyoruz;

İstanbul’da bir kişi aday olmuyor, Ankara’dan sesler yükseliyor;

Kırk yıllık partililer, bu uğurda partilerinden uzaklaşıyor;

“Şuraya neden bu aday gösterilmedi” tartışmaları var;

Bozuk yollardan, kaldırımlardan bahseden yok.

“Şuradaki kişi, bilmem kimin adamı, ben onu istemem” tartışmaları var;

Sahipsiz sokak hayvanlarından bahseden yok.

“O ilçeye bizim şu arkadaş atanacaktı” var;

Gelmeyen otobüslerden, kalabalık toplu taşıma araçlarından bahseden yok.

Değerli arkadaşlar,

İktidarıyla, muhalefetiyle; yerel seçimlerdeki hesaplarda;

Halk yok, millet yok, hizmet yok.

İşte o yüzden değerli arkadaşlar, biz buradayız.

İşte o yüzden DEVA Partisi burada.

Hiçbir tehditten, şantajdan korkmadan buradayız.

Dimdik, alnımız ak bir şekilde buradayız.

Seçimleri kazandığımız her yerde, DEVA Belediyeleriyle “demokrasi nasıl yerelden yükselir”, bütün ülkeye bunu göstermek için buradayız.

Ve inşallah, DEVA belediyeleriyle, bu ülkenin o sınırlı kaynakları, nasıl yerinde ve isabetli harcanır;

İsabetli harcandığında bir şehir nasıl ayağa kalkar göstereceğiz.

Göstereceğiz ki, genel seçimlerden sonra bu ülkeyi nasıl ayağa kaldıracağımızı tüm millet duysun, görsün, şahit olsun.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz seçimler geliyor diye değil, bundan ta iki sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilikle ilgili eylem planımızı ortaya koyduk.

Seçim geliyor diye apar topar değil. İki sene önce, belediyecilik anlayışımızı böyle karınca duası gibi ince ince yazılarla, nakış işler gibi işledik. Dünya aleme ilan ettik. “Biz iyi yönetiriz, etkin yönetiriz” dedik.

Bununla da kalmadık. Türkiye'de bir ilk yaptık. DEVA Belediyeciliğinin “Etik Kurallar Bildirgesi’ni” hazırladık.

Bu Türkiye'de bir ilk arkadaşlar. 100. yılını tamamlamış cumhuriyette bir ilk. Hiçbir siyasi partinin aklına böyle bir şey gelmemiş. Bakın tam üç sayfa halinde bizim belediye başkanlarımızın, seçilmelerinden sonra belediyeyi hangi ahlaki kurallara göre yöneteceklerinin bütün detayları burada yazıyor.

Çünkü biz belediyecilik deyince gözünde dolar, Euro işaretleri oluşanlardan değiliz.

Biz belediyecilik deyince hakkaniyetli hizmet anlayan bir siyasi partiyiz.

Biz belediyecilik deyince ahlaki kurallara uygun, şeffaf, hesap verebilir bir yönetim anlayışına sahip olan bir siyasi partiyiz.

Evet, değerli arkadaşlar.

Dediğim gibi gerçekten bu seçim çok önemli.

Özellikle DEVA Partisi için çok önemli. Niçin biliyor musunuz?

Evet biz partimizi bir kurucu kadroyla yola çıkardık. Burada bu salonda, neredeyse dört yıl oldu. Burada bu salonda 9 Mart 2020 tarihinde 90 kişilik kurucu kadromuzla yola çıktık.

Arkasından teşkilatlarımızı oluşturduk. 81 ilde, 650 ilçede teşkilat oluşturduk.

Arkadan üye kayıtlarına başladık. Üye kayıtları ilçelere yapılıyor biliyorsunuz. Dolayısıyla genel merkez, teşkilat kadromuz ve üyelerimiz oluştu.

Ancak şu anda Türkiye'de bugün itibariyle “DEVA Partisi'ne ben oy verdim. Seçimlerde pusulada DEVA logosunun altına evet mührünü bastım” diyebilen bir vatandaşımız yok.

Çünkü genel seçimlere biz ortak listelerle girdik. İlk defa bu seçimde kendi ismimizle, kendi logomuzla ve kendi adaylarımızla seçime giriyoruz.

Dolayısıyla ilk defa bu seçimde değerli arkadaşlar vatandaşlarımızla bir bağ kuracağız.

Bu teşkilat üyeliği bağı değil ya da parti üyeliği bağı değil onun daha da dışında bir kitleyle seçmen bağı kuracağız. Bu ilk olacak bizim için.

Ve bu seçmenlerimizle kuracağımız bağ çok çok kıymetli bir bağ olacak.

Seçim günü sandıkların başına gidip, o kapalı korumalı alana girip perdeyi çekip, herkes bir vicdanıyla baş başa kalıyor ya oy pusulasını alıp vicdanının sesi nereden yanaysa onu dinleyip “evet” mührünü “tercih” mührünü basıyor ya, işte ilk defa o seçimlerde vatandaşlarımızla biz o gönül bağını kurmuş olacağız.

Vatandaşlarımızın vicdanının sesiyle partimiz arasında ilk defa o bağ kurulmuş olacak.

Dolayısıyla genel merkez, teşkilatlarımız, üyelerimiz ve seçmenlerimiz diye artık bir kitlemiz olacak.

Ve bu kitle her beldede, her ilçede, her ilde, her büyükşehirde, ama küçük ama büyük, bizim bir çekirdek seçmen kitlemiz olacak. Ve o bizim için çok çok değerli olacak.

O kitleye böyle gözümüz gibi bakacağız. Ve o kitlemizi bir sonraki genel seçimlere doğru halka halka büyüte büyüte devam edeceğiz.

Nasıl bir kartopu oluştururken küçükten başlarsınız onu yuvarlaya yuvarlaya büyütürsünüz. Aynı o şekilde o kitlemizi bir sonraki genel seçimlere büyüterek götüreceğiz.

Dolayısıyla bu seçimler bizim için son derece önemli.

Yerel seçimlerde elde edeceğimiz sonuçlar, kazanacağımız belediyeler, belediye meclis üyelikleri bunların hepsi çok çok kıymetli, Evet…

Ancak değerli arkadaşlar unutmayalım ki bu seçimler yerel seçimler. Halbuki DEVA Partisi'nin iddiası sadece belediyeleri yönetmekten ibaret değil.

DEVA Partisi'nin iddiası bu ülkenin iktidarı olmak.

Çünkü biliyoruz ki; bizden başka adaletle, hukukla gerçek anlamda rasyonel bir ekonomi anlayışıyla bu ülkeyi yönetecek, yönetebilecek bir başka siyasi parti yok. Gördük, tanıdık hepsini.

“Ülkeyi yönetmeye ben adayım” diyen muhalefette olan partilerle masada da oturduk. Daha iyi tanıdık birbirimizi. Yok.

Onun için bizim sorunumuz çok büyük.

Evet 31 Mart seçimleri önemli ama bizim asıl büyük ve nihai hedefimiz bu ülkenin iktidarı olmak.

Ve bu büyük ve önemli hedefi hiçbir zaman gözden kaçırmayacağız. İktidar olacağız ama o iktidar gücünü eline alıp da sopa diye sallayanlardan olmayacağız.

İktidar olup o iktidarın gücünü bu ülkede gerçek anlamda hukuk devletini inşa etmek için kullanacağız.

Gerçek anlamda hak, adalet yerine gelsin diye kullanacağız.

Gerçek anlamda bu insanların yüzü gülsün, her alanda adil bir sistem bu ülkeye gelsin diye o iktidarın gücünü kullanacağız.

Bunun için yola çıktık.

Dolayısıyla hedefimize böyle iki aşamalı düşünmek zorundayız. Birinci aşama yerel seçimler, 31 Mart, mümkün olan en iyi sonuçlar her yerde ama yerel seçimlerden sonra kazanan başkanlarımız derhal çalışmaya başlayacak, biz de parti olarak hemen bir sonraki hedefe kitlenip bir sonraki büyük hedefimize asıl genel seçimlerde bu ülkenin iktidarı olmak için çalışmaya yoğun bir şekilde devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar;

Ben şimdi birbirinden değerli belediye başkan adaylarımızı tek tek sahneye davet etmeye başlayacağım.

Biliyorsunuz, salı akşamı son.

Çarşamba gününden itibaren hep beraber sahada olacağız.

Salı günü saat 17’de listeler teslim ediliyor.

Salı günü 17’ye kadar tüm ilçelerde boşluk bırakmadan listelerimizi teslim etmemiz gerekiyor -ki bununla ilgili dün böyle dikkat dikkat önemli önemli diye bir WhatsApp mesajı bütün teşkilatımıza gönderildi. Lütfen onu iyi okuyun. Önemini iyi anlayın.

Listelerde, DEVA Partisi'nin bir meclis üyesi isminin olmadığı bir liste kalmaması gerekiyor.

Pusulada DEVA Partisi'nin olmadığı bir ilçe Türkiye'de kalmaması gerekiyor. Hedefimiz bu.

Evet bugüne kadar gerçekten tüm Türkiye'de çok güzel bir çalışma ortaya koyduk. Yüzlerce adayımız oluştu. Ve tüm Türkiye genelinde kampanyaya başlayan yüzlerce adayımız var şu anda. Hatta onlardan bir kısmı zaten aday oldular, zaten kampanya yapıyorlar ya… Onlara dedik ki: “Ankara'daki törene gelmeyin, vakit kaybetmeyin, devam edin, bir gün bir gündür çalışmaya devam.”

Dolayısıyla buradaki arkadaşlarımızın çoğu sadece bu lansmanda ilan edeceğimiz adaylarımız ve onların yakınları ilgili teşkilatlarımız…

Evet, salı günü 17 çok önemli bir tarih. O tarihten sonra eğer evrakı eksik olanlar varsa bir üç günlük bir süre daha var. Sadece eksik evrakı tamamlamak için.

Ama aday ismi “saat beşi beş gece teslim ettim, kabul etmediler” falan. Aman ha. Yani saat 5’i geçirmeden teslim etmek zorundayız.

O listelerdeki birinci isim, ikinci isim dolu diyelim ki üçüncü isim boş üörnek veriyorum. O üçüncü ismi sonraki günlerde de tamamlamak mümkün oluyor. Eksik evrakı tamamlamak mümkün oluyor ama eğer saat on 17’yi geçirirseniz bunun kazası yok. Bunu düzeltmenin imkânı yok.

Onun için ben buradan bütün teşkilatlarımıza tekrar önemli bu ricamı iletiyorum ki aman boşluk bırakmayalım. Bugün bu törenden sonra yarım gününüz var. 24 saatlik bir pazartesi var. Arkadan da 17 saatlik bir Salı var.

Dolayısıyla salı günü 17’ye kadar her bir saati değerlendirip boşluk bırakmadan inşallah bu süreci tamamlayalım çünkü kendi isminizle gireceğimiz ilk seçim olduğu için bu uyarıyı yapmak zorundayım.

Olur da hani acemilikten “ya bilmiyorduk, etmiyorduk” falan olmasın. İnşallah hep beraber eksiksiz bir şekilde bu süreci tamamlayalım.

Evet, Salı 17’ye kadar listeleri teslim ettik ama hadi yorgunluk falan ne yapacağız?

Çarşamba günü sabah erkenden düşeceğiz yollara arkadaşlar.

Hemen çalışmaya başlayacağız sahada. Bütün teşkilatımız boşluk bırakmadan.

Bütün teşkilatımız adaylarımıza beraber olacak.

Bütün genel merkez kurul üyelerimiz adaylarımıza beraber olacak.

Zaten 40 günlük bir kampanya sürecinden bahsediyoruz. Şu anda bundan önemli bir şey yok. Hani Allah korusun çok ciddi bir sağlık durumu falan olur da hani tamam hani sağlık söz konusu olunca bir şey diyemiyoruz ama onun haricinde mazeret yok.

Çünkü kaçırdığımız bir günün telafisi yok.

Belki elini sıkarak desteğini alabileceğimiz bir vatandaşın o elini sıkmadığımız için desteğini kaçırıyorsak, bunun telafisi yok.

Onun için ben bugün arkadaşlar sizden bir söz almak istiyorum.

40 gün boyunca, çarşamba günü sabah başlayıp, 30 Mart akşamına kadar
kapı kapı dolaşacak mıyız? Söz mü? (…)

Girilmedik cadde, girilmedik sokak bırakmayacağız. Söz mü? (…)

Her mahallede DEVA’nın bayrağını dalgalandıracağız. Söz mü? (…)

Ayaklarımızın altı su toplayana kadar çalışacağız. Söz mü? (…)

*****

Başkan adaylarımız şimdiden Türkiye’mize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle ve muhabbetle selamlıyorum.

Sağlıcakla kalın diyorum.

Sağolun, varolun.

14 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Eskişehir Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Eskişehir Basın Toplantısı


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, yol arkadaşlarım,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin çok değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımıza buradan, güzel şehrimiz Eskişehir’den sevgilerimi, selamlarımı ve sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Sözlerime dün meydana gelen acı olayla başlamak istiyorum.

Erzincan’in İliç ilçesindeki altın madeninde, toprak kaymasına bağlı olarak bir göçük felaketi yaşandı, biliyorsunuz.

İliç halkının uzun zamandır isyan ettiği, uyardığı, dikkat çekmeye çalıştığı maden; ailelerin evine ateş düşürdü.

9 işçi arkadaşım göçük altında kaldı. Arama kurtarma çalışmaları hala devam ediyor.

Gözümüz, kalbimiz İliç’teki kurtarma faaliyetlerinde… Allah, arama kurtarma faaliyetinde görev alan herkese güç kuvvet versin.

Ben bir kez daha buradan geçmiş olsun diyor, göçük altındaki madencilerimize bir an evvel sağ salim ulaşılabilmesini temenni ediyorum.

Olayın tüm yönleriyle de soruşturulmasını özellikle talep ediyorum.

*****

Değerli basın mensupları,

İlk günden beri söylüyoruz, ses yükseltiyoruz, feryat ediyoruz:

Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor.

Gazze’de bir katliam yaşanıyor.

Gazze’de vahşet yaşanıyor.

Gazze’de soykırıma varan bir büyük felaket yaşanıyor.

130 günü geride bıraktık.

28 binin üzerinde can kaybı var.

Bunlar ulaşılabilenler, tespit edilebilenler.

Enkazların altında, girilemeyen sokaklarda, bombalanan bölgelerde alınmayı bekleyen yüzlerce cenaze var.

Yaralı sayısı 70 bin civarına ulaştı.

Gazze’den gelen sayıların her birinin bir hikâyeye, bir yüze, bir hatıraya sahip olduğunu unutmamamız, hep hatırlatmamız gerekiyor.

Arkadaşlar…

Rakamlar, doğru, çok şey anlatır.

Ekonomiye dair çok şey anlatır rakamlar.

Rakamlar işte, “kişi başına düşen milli gelir” dersiniz, “borç” dersiniz, “faiz” dersiniz, “kur” dersiniz, her şey dersiniz.

Kiralardan bahsedersiniz, öğrencilerin aldığı burslardan bahsedersiniz. Asgari ücret…

Hepsi, birer rakam, birer veridir.

Bize bir ülkenin nasıl yönetildiğiyle ilgili rakamlar önemli ipuçları verir.

Amaaa...

Söz konusu insan yaşamı olduğunda, rakamlardan fazlasını konuşmak gerekiyor.

İşte tam da bu yüzden, bugün size Hind Recep’ten bahsetmek istiyorum.

Hind altı yaşında, küçük bir kız çocuğu.

Gazze’de akrabalarıyla beraber bindikleri arabaya İsrail askerleri tarafından ateş açılıyor.

Hind’in akrabaları ölüyor ve kendisi o ölen akrabaların ortasında araçta tek başına kalıyor.

Bir arabada, akrabalarının cenazelerinin ortasında mahsur kalan, 6 yaşında bir çocuk.

Telefonda, yardım istiyor:

“Çok korkuyorum” diyor.

“Lütfen gelin, beni alın” diyor.

Filistin Kızılayı’ndan iki görevli, Yusuf Zeyno ve Ahmed Medhun; Hind’in yardım çığlığına kulak veriyorlar.

Ambulansa biniyorlar, akrabalarının cenazesinin ortasında yaşam mücadelesi veren Hind için yola çıkıyorlar.

Fakat, yola çıkmalarından bir süre sonra, onlardan da o ambulanstan da haber kesiliyor.

On iki gün arkadaşlar. Tam on iki gün…

On iki gün sonra öğreniyoruz ki, yardım için yola çıkan ambulans da vurulmuş.

Hind arabada yalnız başına günlerce beklemiş.

Bekleye bekleye hayatını kaybetmiş…

Hind’in, ona kavuşmayı bekleyen ailesi ne diyor biliyor musunuz:

“Kızımın yardım çığlıklarını duyup da onu kurtarmayanlardan, kıyamet günü Allah’ın huzurunda hesap soracağım” diyor.

Aslında bunu tüm dünyaya söylüyor. Bunu tüm insanlığa söylüyor.

Hind’in yardım çığlıklarını duyup yola çıkmayanlara söylüyor.

İslam ülkelerine, komşu ülkelere söylüyor.

Filistinli çocukların çığlığını duymayan milyonlarca insana söylüyor.

Maalesef, bize söylüyor arkadaşlar, Türkiye’ye söylüyor.

Ses yükseltmeyi tweet atmak sananlara;

İktidar gibi değil, sivil toplum kuruluşu gibi davrananlara;

Hamasi nutuklar atıp, İsrail hükümetine karşı somut hiçbir yaptırım uygulamayanlara bunu söylüyor.

Değerli arkadaşlar, çok kez tekrar ettim, yine tekrar ediyorum:

Bu suçların failleri er ya da geç uluslararası yargı önünde hesap verecekler.

Nasıl Bosna zalimleri çıktılar, gün geldi, uluslararası mahkeme önünde hesap verdilerse;

Bugünkü İsrail hükûmeti de gün gelecek bunun hesap verecek.

Biz, yapılan bu katliamı, DEVA Partisi olarak, unutturmayacağız, unutturmayacağız.

Hind’in yardım isteyen sesini de ona yardıma koşanları da unutmayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

İl il, ilçe ilçe dolaşıyor, Türkiye’nin dört bir yanında vatandaşlarımızın sorunlarını dinliyoruz.

Başkaları gibi “sahaya indik” demiyoruz.

Çünkü biz hep sahadayız. Çünkü biz zaten vatandaşlarımızın arasındayız, İnsanların içindeyiz.

Gittiğimiz her yerde, emekliler, öğrenciler, şoförler, geçim sıkıntısı çeken herkes etrafımızı çeviriyor ve dert yanmaya başlıyorlar.

Ne zaman ki arabamızdan, otobüsümüzden şöyle adımımızı kaldırma atsak anında etrafımızda dertli insanlar birikiyor, feryat ediyorlar.

Bundan yaklaşık 2 hafta kadar önce Yalova’daydım.

Merkezde, trafiğe araç trafiğine kapalı bir yaya bölgede yürürken baktım üç-dört moto kurye arkadaşımız oturmuşlar, bir şeyler atıştırıyorlar.

Biraz sohbet ettim, baktım; bir tanesi üniversite öğrencisi grafik tasarım okuyor.

Dedi ki; “Ben hem okuyorum hem moto kuryelik yapıyorum. Benim okuduğum bölüm bilgisayar, alet edevat çok sayıda malzeme satın almayı gerektiriyor. Ama ailemin bu masrafları karşılaması imkânsız. Dolayısıyla ben hem okuyorum hem de moto kuryelik yaparak hayatımı sürdürmeye çalışıyorum.”

Bir başkası, yine yanında oturan bir başka arkadaşı… O da hukuk öğrencisi.

O da geçinmek, kirasını ödeyebilmek, okul masraflarını çıkarmak için o da moto kuryelik yapıyor.

Çünkü arkadaşlar artık geçinmenin sadece zor değil, geçinmenin imkânsız olduğu bir vatandaş kitlesi oluşuyor Türkiye'de.

Hani “geçim zor” diyoruz ya zorluğu bırakın imkansızlaşıyor pek çok vatandaşımız için.

Eğer bir üniversite öğrencimiz, kendi oturduğu şehirde değil de bir başka şehirde üniversiteyi kazandıysa, yurt da çıkmadıysa, vay onun hâline...

Mümkün değil...

Geçen sene 100 binin üzerinde üniversite öğrencisi üniversiteyi kazandığı halde kayıt yaptırmadı; kayıt yaptıramadı.

Üniversiteyi kazandı başka bir şehirde, yurt çıkmadı. Çıkmayınca da bir baktı, hesap kitap okuması mümkün değil.

100 bin öğrenciden bahsediyoruz. Pırıl pırıl gençlerden bahsediyoruz.

Sadece öğrenciler değil, emeklilerimiz, gerçekten Türkiye’nin her yanında 16 milyon feryat duyuyoruz.

Emeklilerin hali de perişan:

En temel insan hakkı olan, “barınma hakkından” bile mahrum oluyorlar.

Evlerinde şöyle bir insanca yaşamak, başını sokacak bir ev bulmak artık emeklilerimizin bir kısmı için tamamen imkânsız hale geldi.

10 bin lira maaşla, bu kira seviyeleriyle hayatta kalmak çoğu emeklimiz için artık imkânsız hala geliyor.

Bakın geçen hafta, depremle yerle bir olan Kahramanmaraş’taydım, Adıyaman’daydım.

Bir vatandaşımız dedi ki; “ya başkanım burada şehrin yarısı yıkıldı, yarısı ayakta ama o ayakta olan dairelere güç, kuvvet yetmiyor. Kiralar 15 bin lira oldu, 20 bin lira oldu.” Kahramanmaraş’tan bahsediyorum…

Şimdi 20 bin lira kirası olan bir evi düşünün, asgari ücret ne kadar?

Artmış haliyle, yılbaşında zam verilmiş haliyle 17 bin lira.

Asgari ücretli bir vatandaşımız bu evde nasıl oturacak?

Ya da bir emeklimiz… Milyonlarca emekli şu anda 10 bin lira maaş alıyor. O da yılbaşında biliyorsunuz 7500’den 10 bine çıktı.

20 bin lira ev kirası olan, Maraş’ta 10 bin lira emekli maaş alan bir vatandaşımız nasıl geçinecek, ne yapacak?

Ve bunlar ekonomiyle ilgili sorunlar ama gençlerle karşılaştığımızda başka şeyler de çok sık duyuyoruz.

Gençler yanımıza geliyor, diyorlar ki; “Bir tweet atmaktan korkuyoruz”

Yanımıza geliyor, “Bir fotoğraf çektirelim, selfie yapalım” diyorlar ama ondan sonra hemen dönüyorlar “Ne olur bunu sosyal medyada yayınlamayın” diyorlar.

Çünkü “Mülakatlarda elerler bizi” diyorlar.

Düşünün ya bu ülkenin gençleri böyle korku ve baskı altında yaşıyor. “Aman kimse beni görmesin.”

“Bir siyasi parti var, genel başkanını da beğeniyorum, seviyorum. Şöyle bir fotoğraf çektireyim” diyor genç ama ondan sonra “ne olur yayınlamayın” diyor. “Başıma iş açılır” diyor.

Gerçekten yazık bu ülkenin emeklilerini, gençlerini bu hale getirenler utansın arkadaşlar.

Özel sektörde istihdam yaratılmıyor. İstihdam oluşturulmuyor.

Ama iş memuriyete gelince de partili yakınlar o memuriyet pozisyonlarına dolduruluyor.

İşlerine gelmeyeni mülakatta anında eliyorlar. Bakıyorlar “siyasi görüşü nedir? Acaba Cumhurbaşkanı ile ilgili hissiyatı nedir?”

En ufak bir terslik, bir tereddüt görürlerse o gencimizin mülakatta vay haline.

Ev hanımları yanıma geliyor, “Evladım iyi eğitim alamıyor, ben evlatlarımın geleceğinden endişeliyim” diyor annelerimiz;

Diyorlar ki: “Bizim evlatlarımız, bizim yaşadığımız standartları da tutturamayacak. Bizden daha kötü şartlar altında yaşayacaklar. Biz iyi kötü ev sahibi olduk. Zamanında iyi kötü araba aldık ama galiba benim evladım, hayat boyu çalışsa bir araba alacak parayı biriktiremeyecek” diyor anneler.

Ve ilk defa Türkiye Cumhuriyeti’nde bir nesil, bir sonraki nesille ilgili böyle bir endişeye sahip.

Çünkü bugüne kadar nasıl geldi, 100 yıllık Cumhuriyet?

Her nesil bir önceki nesle göre refahı arta arta arta geldi.

Evinde buzdolabı yoktu, ilk defa bir buzdolabı oldu. Evinde çamaşır makinesi yoktu ilk merdaneli de olsa bir çamaşır makinesi aldı, koydu.

Arkasından bulaşık makineleri geldi, değil mi? Artık elde değil makinede bulaşık yıkamaya başladı ülkemiz.

Ve iş döndü, dolaştı, şimdi o evine çamaşır makinesi, bulaşık makinası alabilen anne babalar kendi çocuklarının evlenip ev kurmayla ilgili masraflarını karşılayamıyor. Bu Türkiye’de ilk defa oluyor arkadaşlar…

Ve son 10 yıldır özellikle de 2018’den bu yana partili, taraflı Cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana, ülkede yoksulluk genişliyor, daha geniş kesimleri kapsıyor ve yoksulluk gittikçe derinleşiyor.

Bu kötü yönetim, bu iş bilmez kadro ülkeyi gerçekten çok perişan hale düşürdü.

Sebebi ve bütün bu olumsuzlukların sebebi arkadaşlar sadece ve sadece kötü yönetim ya.

Gençler diyor ki; “başkanım galiba bu ülke böyle.”

E ne yapsınlar? Kendilerini bildik bileli şöyle, 20 -25 yaşlarında bir genç düşünün, kendilerini bildik bileli ülke sürekli kötüye gidiyor.

Kendilerini bildik bileli gözlerini açtıklarından bu yana ülkenin başında bir kişi var ve ülke sürekli kötüye gidiyor.

Gençlerimiz bu ülkenin bir gün gelip ayağa kalkabileceği ile ilgili bir umuda sahip değil.

Yaşı biraz daha müsait olanlar Türkiye’nin iyi günlerini de hatırlayanlar; “ya bu ülke düzgün yönetildiğini de başarılı oluyor. Bu ülke düzgün yönetildiğinde, adalette de hukukta da ekonomide de ilerlemeler kaydediliyor. Ama kötü bir yönetim iş başındayken de ülke geriliyor.” Yaşı müsaade olanlar bunu biliyor ama gençler o günleri hiç görmedi.

Sürekli kötüye giden bir Türkiye gördüler, gözlerini açtıklarından bu yana.

İşte onun içindir ki, ben buradan gençlerimize sesleniyorum, diyorum ki, onlara; asla bu ülkeden umudunuzu kaybetmeyin. Bu ülke büyük ve güzel bir ülke. Dürüst ve ehil ellerde, dürüst ve ehil kadrolarla yönetildiğinde bu ülke hemen ayağa kalkar. Yürümeye başlar, koşmaya başlar.

Nasıl bir zamanlar, bütün dünya basının kapağındaysa Türkiye, nasıl bir zamanlar bütün dünya gazetelerinin manşetinde her gün Türkiye, Türkiye Türkiye çıktıysa, o günler yine geri gelir.

O 3 bin 500 dolardan alıp milli geliri 12 bin 500 dolara yükselttiğimiz, Avrupa Birliği standartlarına ulaşmak için her alanda reformlar yaptığımız dönemde, nasıl Türkiye için kullanılan ifadeler “dünyanın parlayan yıldızı, dünyanın ilham kaynağı, dünyanın rol modeli” diye dünya basında Türkiye yer aldıysa o günler hatta çok daha iyisi yine olur.

Yeter ki söylediğim gibi, Türkiye dürüst ve ehil kadrolar tarafından yönetilsin.

Sıkıntılar büyük arkadaşlar, bakın ekonomiden bahsettim, gençler üzerindeki genel anlamda toplumun üzerindeki bu ifade özgürlüğü ile ilgili baskıdan bahsettim ama bu şiddet meselesi de gerçekten artık sokağa düştü.

Şiddet her yeri sarmış durumda.

Sokak ortasındaki çatışmalara bakın. Her gün televizyon haberlerinde bir başka çatışma.

Şehirlerin ortasında oluyor bu, İstanbul’un ortasında, göbeğinde oluyor.

Bırakın tabancayı, artık uzun namlulu tüfekler, hatta el bombaları kullanıyor yani.

Böylesi, neredeyse işgal altındaki ülkelerde bile görünmez.

Bu nasıl vurdumduymazlıktır?

Ama bu ülkeyi yönetenler, çeteyle, mafyayla iş tutarsa,

Bu ülkeyi yönetenler, organize suç örgütleriyle böyle içli dışlı olurlarsa ülkenin geleceği nokta işte bu.

Çünkü değerli arkadaşlar, o uzun namlu tüfek kullananlar var ya şehrin ortasında el bombası atıp kaçanlar var ya bunlar bir şeylere güveniyor bir şeylere.

Bilseler ki, yakalandıkları anda canlarına okunacak,

Bilseler ki, yakalandıkları anda çok ağır cezalarla karşı karşıya kalacaklar, buna cesaret edemezler.

Bir şeylere güveniyorlar; “Ben bunu yaparım nasıl olsa. Abiler beni bir şekilde kurtarır, bir şekilde paçayı yırtarım” diyorlar.

“Ha oldu da yakalandım, gözaltı, belki kısa bir süre tutuklandım ama nasıl olsa bir şekilde beni buradan çıkarırlar. Çünkü bana bu talimatı verenler benim arkamdadır.” Suç işleyenlerin psikolojisi bu arkadaşlar, yazık bu ülkeye.

Sokak ortasında oluyor bunlar.

Bir hukuk devleti bunlara göz açtırmaz.

Kaynağı, sebebi kim olursa olsun, arkasındaki kişiler kim olursa olsun, kanun karşısında suç işleyen kimse hak ettiği cezayı görür. Hukuk devleti böyle sağlanır.

Bir ülkede asayiş, güvenlik böyle sağlanır.

Ve değerli arkadaşlar, özellikle bu Sayın Erdoğan’ın yanına kattığı bazı ortaklar biliyorsunuz tamamen bu tür yapılarla iç içe, farkları da yok.

Bunların bir ayağı siyasette öbür ayakları, çete, mafya suç örgütleri içinde onun için olmuyor.

Gerçekten çok yazık ya, bu güzel ve büyük ülkemize çok yazık.

*****

Ve arkadaş, işte biz bu yüzden buradayız.

DEVA Partisi bunun için var.

Biz bir yere gitmiyoruz.

Özellikle gençlere sesleniyorum,

Böyle yurt dışında okumak isteyen şöyle bir süre de olsa yurt dışında çalışmak isteyen gençlere sesleniyorum, biz buradayız, burada olmaya devam edeceğiz.

Bu ülkenin gençlerinin, hayallerine ulaştığı bir ülke olana dek;

Emekliler kiralarını rahat ödeyene; esnafımız, çiftçimiz bolluk bereketle tekrar tanışana dek;

Biz buradayız.

Kadına şiddet gündemden düşene dek;

Sokaklarımız insanlar için güvenli olana dek;

Biz buradayız.

Yaşam tarzı ya da dini inancı yüzünden;

Yaptığı meslek, üstündeki kıyafet veya taşıdığı bayrak yüzünden;

Şiddete maruz kalan tek bir vatandaşımız kalmayana dek;

Biz buradayız.

Ve burada olmaya da devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Eskişehir’deyiz.

Odunpazarı evleriyle, Porsuk’uyla, masal şatosuyla;

Parklarıyla müzeleriyle; şehre dinamizm katan öğrencileriyle, gençleriyle bir kültür kentindeyiz.

Bu güzel kentin, Eskişehir’in sorunlarının gayet iyi farkındayız.

Her yağmurda ilerleyemeyen araçların, çöpten geçilemeyen sokak aralarının farkındayız.

Trafikteki sorunların, toplu taşımadaki sıkıntıların farkındayız.

Tramvay seferleri seyrek.

İnsanlar gidecekleri yere gitmek için, hele bir de iş çıkış saatiyse, ikinci, üçüncü tramvayı beklemek zorunda kalıyorlar, farkındayız.

Düzensiz büyüyor Eskişehir; bunun cefasını da halkımız çekiyor.

Eskişehir – Alpu yolu bir türlü bitmiyor, bitirilemiyor.

Eskişehirli vatandaşlarımızın, uzun yıllardır süren yol talepleri, merkezi hükûmet tarafından adeta yok sayılıyor;

Bizim hayalimizdeki Eskişehir, bu değil.

Biz, sokakların her yaştan insan için güvenli olduğu bir şehir hedefliyoruz.

Sokak hayvanlarının; okula giden öğrencileri, çalışanları rahatsız etmediği bir Eskişehir hedefliyoruz.

Toplu taşıma araçlarının durağa zamanında geldiği, gideceği yere zamanında ulaştığı bir Eskişehir hedefliyoruz;

Kentsel yenilenmenin hızlı, pratik çözüldüğü bir Eskişehir hedefliyoruz.

Büyüyen, fakat çarpık büyümeyen bir Eskişehir; sosyal dokunun korunduğu bir Eskişehir hedefliyoruz.

Teşviklerin, sosyal yardımların; siyasi parti üyelik kartlarına göre değil, gerçek ihtiyaca göre dağıtıldığı EŞİT bir Eskişehir hedefliyoruz.

Kısacası arkadaşlar, biz, demokrasiyle şahlanmış, fırsat eşitliğinin olduğu, güçlü bir Eskişehir’i hep beraber kuracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerelde çözümler üreteceğiz, merkezi hükûmete örnek olacağız.

Onlara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.

Sizler de 31 Mart günü oy pusulasını elinize aldığınızda, damgayı DEVA logosunun altına basarak Eskişehir’i çok daha güzel günlere, çok daha yaşam standartlarının yükseldiği, çevre konusunda şehircilik konusunda artık Avrupa standartlarını yakalamış bir şehre inşallah hep beraber ulaştırmış olacağız.

Çünkü Eskişehir biliyor, demokrasinin yerelden başlayacağını bilincinde.

Çünkü Eskişehir, hakla, adaletle yönetilmeyi hak ediyor.

Eskişehir, iktidarın görmezden gelmesine, yatırım yapmamasına kurban edilemez.

Eskişehirliler gayet bunu biliyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bizim yerel yönetimler ve şehircilik anlayışımız aslında seçimler geliyor diye değil, bundan tam 2 sene önce açıkladığımız eylem planımızla ortaya konmuş durumda.

Pek çok siyasi parti apar topar bir şeyler yayınlıyor değil mi? “İşte şunu yapacağız, Bunu yapacağız”, seçim geliyor diye panik halinde yapılmış çalışmalar.

Oysa biz 2 sene önce ortaya koyduk bunu. Sayfalar dolusu böyle karınca doğası gibi yazılarla yazılmış bir şehircilik anlayışı bu var burada.

Yerinden yönetim anlayışı var. Yerele daha çok yetki, daha çok imkân var. Muhtarlara kadar daha çok yetki daha çok imkân var, bu çalışmada. Bizim vizyonumuz bu.

Ve ayrıca biz Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik.

Belediye başkanlarımız için bir “Etik Kurallar Bildirgesi” hazırladık. Bu Türkiye’de bir ilk.

Bunu hazırlamaya başladığımızda dedim ki arkadaşlarımıza; “Ya bir bakın. Hükûmet, devlet bugüne kadar bir şey yapmış mı? Bir şey yaptı, bizim mi haberimiz yok?”

Sıfır, hiçbir şey yok.

“Başka bir siyasi partinin böyle bir çalışması var mı? Bir araştırın” dedim. Yok.

Çünkü belediyecilik deyince çoğunun aklına hemen rant geliyor.

Belediyecilik deyince çoğunun gözlerinde dolar işaretleri, Euro işaretleri oluşuyor.

Çünkü para değerini kaybettiği için artık Türk lirası öyle çantada valizle taşınamıyor. Dolarlar, Eurolar çantada, valizde taşındığı için belediyecilik denince insanların gözünde dolar işaretleri Euro işaretleri oluşuyor.

İnanılır gibi değil işte.

Biz ne yaptık? İlk defa 3 sayfalık bir bildirgeyle bizim belediye başkanlarımızın, hangi ahlaki kurallara, hangi etik kurallara göre belediyeyi yöneteceğini belirledik.

Bizim adaylarımız bunu imza ediyorlar, ondan sonra belediye başkan adayımız oluyorlar.

Çünkü şu andaki kanuni düzenlemeler belediyelere çok geniş bir alan açıyor.

Lastik gibi sunuyor.

İşi kitabına uydurarak belediyecilik yapmak maalesef mümkün.

İşte o kanunun verdiği esneklik alanını biz bu ahlaki kurallar bildirgesiyle, sınırlıyoruz ve böylece bizim belediye başkanlarımızın hangi kurallar dahilinde belediyecilik yapacağına dair DEVA Partisi’nin kendi ilkelerini koyuyoruz ve belediye başkanlarımız göreve başladıktan sonra genel merkezimizden bir heyet sürekli olarak belediye başkanlarımızı denetleyecek, bu kurallara uymadıklarıyla ilgili sürekli gözlem altında olacaklar.

Türkiye'de bir ilk, çünkü diyoruz ya “biz sadece iyi, düzgün yönetmeyiz. Biz aynı zamanda temiz yönetiriz” diyoruz.

Sadece “ehliyet liyakat” demiyoruz. “Aynı zamanda dürüst insanlarla bu ülke yönetilmeli” diyoruz.

Bu iki nitelik arkadaşlar bir kişide buluşacak. Yani, ehliyet, liyakat işi bilme ve dürüstlük. Bu iki nitelik bir kişide buluşmadan kamu yönetimi olmaz.

Çünkü bir insan dürüst olabilir, iyi niyetli olabilir ama işi bilmezse yönetemez, ya da bir diğer insan işi bilir ama dürüst değildir, onlar da çok kötü çarpar.

Dolayısıyla bu iki niteliğin bir kişide buluşması lazım ve tüm kamu yönetiminin böyle kişilerden oluşması lazım.

Eğer Türkiye bir dönem pek çok alanda başarılı oldu ise bu başarının altında yatan asıl önemli unsur, dürüst ve ehil kadrolardır. İşi bilen ve dürüst insanların görev başına getirilmesidir. O dönemde Türkiye ayağa kalkmıştır.

Ondan sonra kadrolardaki nitelik bozulduğunda Türkiye maalesef her sene her sene daha kötü şartlara doğru yuvarlanıp gitmiştir.

*****

Evet, bu seçimler önemli, belediye başkanlarımızı seçeceğiz, belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz ama aynı zamanda bu seçimde arkadaşlar hükûmete de bir uyarıda bulunmamız gerekiyor.

Yani iktidara bir mesaj vermemiz gerekiyor.

Bu seçimlerin sonucunda iktidarın alacağı mesaj şu olmamalı, “ya ben güven oyunu aldım, o kadar hukuksuzluk yaptım, haksızlık yaptım. Yine de hak beni destekliyor bak” diye bütün bu yanlışlarını götürüp tescil ettireceği bir seçim olmamalı bu seçim işte.

Onun için dedik ki, bu seçim, iktidara aklını başına al deme seçimi.

Onun içindir ki bu seçim sadece belediye başkanlarını seçtiğimiz değil, iktidarı uyaracağımız bir seçim.

Yani değerli arkadaşlar iktidara bir “sarı kart” gösterme seçimi bu seçim.

Sandıklar açıldığında iktidar demeli ki; “Ya galiba haddi aştık, galiba vatandaşın artık sabrı taştı, galiba artık ne desek inanmıyorlar, galiba ne yapsak desteklemiyorlar. Artık iş değişti” mesajını hükûmetin bu sandıktan alması lazım.

Sandıktan sarı kart çıkması lazım arkadaşlar, sarı kart.

İşte bu bilinçle inşallah bu 31 Mart yerel seçimlerine gidiyoruz ve hep beraber çok daha güzel bir Türkiye için çok daha güzel bir Eskişehir için hep beraber çalışmaya devam edeceğiz.

Evet, şimdi basın mensubu arkadaşlarımızın sorularına geçmeden önce ben adaylarımızı şöyle bir sahneye tekrar davet etmek istiyorum.

Büyükşehir Belediye Başkan adayımız;

Çelik Erimez.

Çelik Erimez, bankacılık ve danışmanlık yapmış, genç bir avukat arkadaşımız.

Sizlerle birlikte, inşallah, Eskişehir halkına çok iyi hizmetlerde bulunacak, biz kendisini seviyoruz, güveniyoruz ve tüm Eskişehir’inde kendisine güvenmesini bekliyoruz. Hayırlı olsun.

Odunpazarı, Belediye Başkan Adayımız Yunus Korkmaz, buyurun.

Yunus Bey 1992 doğumlu. Kendisi mimar; Odunpazarı inşallah 31 Mart’tan sonra Yunus Bey’e emanet.

Ve, Tepebaşı, Mustafa Özkarayanık.

Kendisi emekli astsubay. Ama şu anda kendi işini yapıyor. Tepebaşı’na DEVA’yı da Mustafa Bey getirecek.

Şimdi de daha önce Ankara’daki programlarda isimlerini açıkladığımız, tüm Türkiye’ye tanıttığımız dört adayımızı sahneye davet etmek istiyorum,

Alpu, Gökhan Memiş.

Kendisi İşletme mezunu. Kamuda da farklı görevlerde bulunmuş bir arkadaşımız. Alpu’ya hazırlanıyor inşallah.

Beylikova, Sertal Özuçak.

Sertal Bey, yıllardır tekstil sektöründe, 7 yaşından bu yana Eskişehir’de. Beylikova’ya inşallah en iyi hizmeti sunacak.

Çifteler Belediye Başkan Adayımız… Mustafa Taçkın.

Mustafa Bey, 30 yıldır esnaflık; inşallah esnaf olarak Çifteler’e vermiş olduğu hizmeti bundan sonra da kamuda belediyede verecek.

Son olarak ama alfabetik sıraya göre son olarak, Mahmudiye Belediye Başkan Adayımız... Sabriye Elbastı Delican.

Kendisi birçok şirkette yöneticilik yaptı. Sivil toplumda çok aktif. Şu anda kadın girişimcilerin oluşturduğu bir kooperatifle de aynı zamanda son derece fail bir şekilde çalışıyor. Mahmudiye’yi de inşallah DEVA’yla buluşturacak.

*****

Değerli Arkadaşlar,

31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun bir şekilde çalışacağız;
Kapı kapı dolaşacağız,

Ve halkımızın teveccühüyle Eskişehir’i DEVA Belediyeciliğiyle buluşturacağı.

Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun.
*****

 

9 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bolu Basın Toplantısı Konuşması


Ali Babacan Bolu Basın Toplantısı


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Değerli yol arkadaşlarım,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza buradan, bu güzel şehrimiz Bolu’dan selamlarımı ve sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Üç gün önce, 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin yıl dönümüydü.

Kahramanmaraş’ta, depremden bir buçuk yıl önce yaptığım konuşmada bölgenin deprem riskine dikkat çekmiştim.

Bu işin şakası yok; demiştim.

Bu işin “sonra bakarız”ı yok; demiştim.

O gün o konuşmayı yaptığım, hükûmeti depreme karşı uyardığım otel, depremde yıkıldı.

Uyarıyı yaptığım otel, yerle bir oldu, un ufak oldu. Ve enkazdan tek bir sağ vatandaşımız çıkmadı, kurtulamadı.

Ben, bir kez de buradan, Bolu’dan yüksek sesle uyarıyorum:

Bolu için uyarıyorum.

“Deprem işi şakaya gelmez” diyorum.

Başta Naci Görür hocamız olmak üzere, uzmanlar ne diyor?

“1999 depremlerinde Kuzey Anadolu Fayının kuzey kolu, Bolu yöresinde tam olarak kırılıp ana kola ulaşamadı. Bu nedenle buralarda nitelikli depremler beklenebilir.” diyor.

Ülkesini, insanını seven bir vatandaş olarak yalvarıyorum:

Bu ülkenin yıkımı önlenebilir afetlere feda edecek tek bir canı yok; önlem alınmalı önlem.

Devletin tüm imkanlarını seferber edilmeli.

Milletimize bir kez daha17 Ağustos, 12 Kasım, 6 Şubat acıları yaşatmayalım diyorum.

Çünkü değerli arkadaşlar, deprem öldürmüyor.

Ne öldürüyor biliyor musunuz?

“Bizim adamımız” denilerek denetimi yapılmayan dükkanlar öldürüyor;

“Bizden biri” denilerek kontrolsüz dikilen binalar öldürüyor;

Tanıdıklara, eşe dost müteahhitlere dağıtılan ruhsatlar öldürüyor.

Yolsuzluk öldürüyor.

İhmalkârlık öldürüyor.

Tedbirsizlik öldürüyor.

Deprem değil, bu zihniyet, bu yönetim anlayışı öldürüyor.

*****
Değerli arkadaşlar, gerçekten eğer tedbir alınmazsa, önlemler alınmazsa Allah korusun ülkemizde daha çok acılar yaşarız.

Halk arasında bir söz vardır biliyorsunuz, “Kaza geliyorum demez” diye ama “deprem geliyorum” diyor .

Bilim insanları lokasyonu veriyor diyor ki, “şu konum” diyor. Depremin yaklaşık büyüklüğünü veriyor ve yaklaşık da zamanını veriyor.

Ha nokta atışı şu gün şu dakika olacak diye artık şu anda elimize öyle bir şey yok. Bugün itibariyle benim buna müsaade etmiyor ama belli coğrafyada belli şiddette belli bir zaman aralığında depremin geleceğini bilim insanları söylüyor ve oluyor.

Bakın Kahramanmaraş depremlerinden bir süre önce bir tatbikat yapıldı.

Pazarcık merkezli bir depremin tatbikatı yapıldı ve yapılan o tatbikatta benim bahsettiğim konuşmayı yaptığım otelin yıkılacağı da yazıyor, raporlarda.

Yani o bölgede deprem riski büyük ve “deprem olduğunda şu şu şu binalar sağlam değil, yıkılacak” diye bunların hepsi çalışılmış, yazılmış, çizilmiş.

Onun için bilinmeyen şey demiyorum. Bütün bu olan biteni eğer sadece ve sadece bir kader planı diye tanımlayıp, elinize böyle sabunlayıp yıkayıp çıkarsanız meseleden bu iş ülkeyi doğru yönetmek anlamına gelmez.


Tedbir bizden takdir Allah’tan ama tedbiri alacağız ya…

Tedbir almadan olan bitene sadece “takdir” deyip geçmek böyle bir şey bizim inancımızda da yok. İnsanları yanlış yönlendirmeyin. Sorumluluğun üstlenin.

Bakın o gün bugündür tam bir yıl geçti. Bir yıldır arkadaşlar 312 bin tane konut sözü verilmişti, geçen mayıs seçimlerinden önce bizzat Sayın Erdoğan tarafından.

Aslında 850.000 konut ihtiyacı var da “bir yılda 31 bin konut yapacağız” dedi. Seçime öyle girdi.

Şu anda Kahramanmaraş’ta yapılan konut %10 bire değil, bir yılda söz verilen%10’unu bile yapamadılar.

Hem tedbirde eksiklik var hem de deprem sonrası şehirleri ayağa kaldırmayla ilgili çalışmalarda büyük eksiklikler var maalesef.

Çalışıyoruz, hazırlanıyoruz.

Bakın bizim Afetle İlgili Eylem Planımız ta 2021’de açıklandı. 2 buçuk sene önce afet yönetimi nedir, nasıl yapılır, devlet nasıl yapılandırılır?

Bir “Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı kurulması lazım” diyoruz.

Afet yönetimi, AFAD adlı kuruluş bir Bakanlığının altındaki bir birim sesini yukarılara duyuramıyor. Ve ehil ve yetkili kadrolar, liyakatli kadrolar olmayınca da iş üretemiyor.

Tek tek burada yazlık hepsine.

Deprem oldu, depremin yaraları nasıl sarılıyor, ne yapılmalı? Depremden hemen bir ay sonra 6 Mart tarihinde sayfalar dolusu depremden ve depremle beraber gelen sıkıntıdan çıkış önerilerimizi yazdık. “Bunlar yapılmalı, acil” dedik. Hükûmete gönderdik bunları hepsini, bütün bakanları herkese.

Ve maalesef arkadaşlar mesele depremse arkasından inşaat, mesele inşaatsa hemen akla rant geliyor. İnanılır gibi değil.

Bütün bu depreme uğrayan illerimize baktığımızda büyük bir belirsizlik var. Kim ne yaptığını ne zaman yapacağını bilmiyor. Vatandaşlarımız soru soruyor, sordukları sorulan hiçbirinin cevabını alamıyorlar.

Çünkü yerinden yönetim anlayışı yok. Çünkü kararlar hep Ankara’ya gidiyor, yerelde yetki yok.

Oysaki depremle ilgili sorunların çözülmesi için Merkezi Hükûmet, yerel yönetimler ve sivil inisiyatif yani sivil toplum kuruluşları, dernekler, vakıflar, odalar. Bu 3 ayaklı saç tamamlanmayınca Merkezi Hükûmet, yerel yönetim ve sivil inisiyatif bu 3 ayaklı saç tamamlanmayınca bu sorun çözülmez, çözülemez onun için çözülemiyor. Onun için sıkıntılar büyüyerek devam ediyor.

*****

Değerli arkadaşlar, tabii ki deprem ülkemizin en dikkat etmemiz gereken hususlarından bir tanesi ve her alanda ama her alanda depremle ilgili bütün hazırlıkların tedbirlerin alınması en önemli meselemiz.

Ancak, şöyle bir Türkiye’nin genel durumuna baktığımızda ve vatandaşlarımızın en büyük günlük şikâyeti nedir diye baktığımızda hangi şehre gidersek gidelim, arabamızdan, otobüsümüzden şöyle adımızı sokağa attığımız anda etrafımızı emekler çeviriyor.

Feryat ediyorlar. “Biz bu emekli maaşıyla nasıl geçineceğiz” diyorlar.

Verilen artışlar enflasyonun çok altında kalıyor.

Çünkü emeklerimize verilen zamlar TÜİK'in bozuk terazisiyle ölçtüğü enflasyona göre veriliyor. Gerçek enflasyona göre maaş artışları yapılmıyor.
Onun için fiilen Türkiye’de emekliler, asgari ücretler, Türk lirası cinsinden sabit maaşla geçinen herkes sürekli fakirleşiyor.

Bakın daha yeni TÜİK, "Gelir Dağılımı İstatistiklerini" açıkladı.

Yani gelir dağılımı ne demek? Bir ülkedeki toplam gelir adil bir şekilde paylaşılıyor mu yoksa ülkenin ekonomisi büyüyor ama bu zengin, daha zengin, fakir, daha fakir mi oluyor? Bunun istatistiği.

Kendi açık açık ilan ettiler, bakın…

Gelir dağılımındaki adaletsizlik büyüdüğünü TÜİK raporları da ortaya koymuş durumda.

Zengin de yoksul arasındaki uçurum sürekli büyüyor

Son beş yıldır reel anlamda geliri artanlar toplumun sadece %5’i

Yani toplumun gelir seviyesi en yüksek %5’lik kesimi var ya son 5 yıldır sadece onların gelir artmış, geri kalan %95’lik kesim ya gelir değişmemiş ya da yoksullaşmış.

85 milyonluk ülkede, sadece 4 milyon insanın geliri enflasyonun üzerinde artmış, gerçek enflasyon üzerinde.

Geri kalan 85 milyonu 81 milyonunun ya geliri artmamış ya da fakirleşmiş, ülkeye getirdikleri durum bu.

Bir başka rakam daha söyleyeceğim.

Ülkenin en yüksek gelire sahibi olan yüzde 20’lik kesimi, yani 17 milyon insan, bütün gelirin %50’sini alıyor, tam %50’sini.

Yani ülkenin en yüksek gelirinin, şöyle sıralamayı da izledim, bize insanları 5 kişiden en yüksek gelire sahip olan bir kişi toplam gelirin TAM yarısını alıyor.

En düşük gelire sahip olan %20’lik ise toplam gelirin sadece %6’sını alıyor.

Yani 85 milyonu şöyle gelir sıralamasına göre dizinizde üstteki %20’lik kesim, 5’te 1’lik kesim toplamın yarısını alıyor. Alttaki %20’lik kesim de sadece %6’sını alıyor.

Bunlar TÜİK rakamları ve son 20 yılın en kötü noktasındayız bu açıdan.

Yani gelir dağılımının en çok bozulduğu günler bu günler ve son 5 yıl özellikle.

Pastanın yarısını alanlar var ve %6’sını alanlar var;

Uçuruma bakar mısınız?

Türkiye’yi siyasette iki kutba hapsetmek isteyenler, “öteki beriki, benden misin değil misin?” diyenler, ekonomide iki kutup oluşturmayı başardılar.

Orta sınıfı darmadağın ettiler;

Artık aynı ülkede, aynı devlette yaşayan iki farklı coğrafyanın insanıyız.

%50’ye sahip olan pastanın tam yarısına sahip olan %20, ve %6’yla geçinmeye çalışan bir diğer %20:

Sipariş verenler ve siparişi getirenler;

Story atanlar ve onları izleyenler;

Ev üstüne ev alanlar ve kiralarını ödeyemeyenler.

Senede birkaç kez arabasını yenileyenler, belediye otobüsüne binerken hesap yapanlar.

Durum maalesef bu.

Üniversite okuyup çalışarak, aylık maaşlardan artırarak birikim yapmak artık bir hayal.

Vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti için bırakın bir evi, araba almak hayal.

Huzurla şöyle bir restoranda yemek yiyebilmek, vatandaşlarımızın önemli bir kısmı için artık bir hayal.

Durum bu. Tablo bu.

Bakın, Türkiye'de bir emekli vatandaşımız eğer sadece emekli maaşıyla geçiniyorsa ve oturduğu ev kendinin değilse artık açlığa mahkûm, mümkün değil. Hesap kitap tutmuyor.

Yani emekli maaşıyla kiramı ödeyeyim, temel gıdaya ihtiyaçlarını karşılayın. Üstüme başıma bir şeyler alayım mümkün değil, bugünkü emekli maaşları da artık bu hesap kitap tutmuyor.

Gerçekten çok yazık olduğu ülkemize.

Yani bu büyük ve güzel ülke bu duruma düşmemeliydi.
Ve bunun sebebi arkadaşlar sadece ve sadece kötü yönetim ya başka bir şey değil, inanın değil yani. Sadece kötü yönetim.

2018 yılından bu yana, başkanlık sisteminden bu yana;

Toplumun her kesimi fakirleşirken, sadece 4 milyon kişinin geliri arttı. O kadar.

Biz ekonomi yönetiminin başındayken, dirhem dirhem biriktirdiğimiz, vatandaşımızın alın teriyle ödediği vergileri, rezervleri, yedek akçeleri çarçur ettiniz.

Hatırlayalım, birinci damat döneminde Merkez Bankası’nın yıllardır birikmiş olan yedek akçesini bir gecede sıfırladılar ya bir gecede.
Biz onları kara günler için biriktirmiştik. Hiç acımadılar.

Yıllardır biriken döviz rezervlerini harcadılar, harcadılar, arka kapıdan sata sata, sata, sata. Şu anda Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonu eksi, eksi 50 milyar, eksi 55 milyar dolarda dolaşıyor.

Yani Merkez Bankası’nın elindeki dövizden, altından çok daha fazla borcu var. Ülkenin Merkez Bankasın borca batırdılar ya.

Biz onlara memleketin kasasını dolu teslim ettik. Hepsini, mirasyedi hayırsız evlat gibi, har vurup harman savurdular.

2018’de tek imzayla tüm yetkiyi ellerine aldıktan sonra Türkiye’de orta direk yıkıldı.

Rahmetli Özal’ın çok önemsedi ki orta direk tabirini Türkiye’de yerleştiren odur, çadırın orta direğini çökerttiler. Y

Yoksul daha da yoksullaştı.

Ve ben onun için buradan, Bolu’dan diyorum ki bu anlattığım bütün tablo var ya anlattığım Türkiye tablosu, buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum Bolu’dan bu tablo siz deseniz başkasının değil.

Bize yoksulluğun resmini çizdiniz.

Bize adaletsizliğin resmini çizdiniz.

Bize haksızlığın resmini çizdiniz.

Orta sınıf diye bir şey bırakmadınız.

Nasıl ki çadırın orta direğini alırsanız o çadır çöker. Siz de ülkeyi çökerttiniz.

Ben sizin eski bir çalışma arkadaşınız olarak; ama herhangi biri değil, ekonomide bu ülkenin en müreffeh günlerini yaşatan ekibin başındaki insan olarak soruyorum:

Niçin? Ne uğruna?

*****

Değerli arkadaşlar,

Bolu bir tarım kentindeyiz bir sanayi kentindeyiz:

Bolu’da yok yok.

Tavuk çiftlikleri burada, buğday burada; mısır burada, patates burada...

Kayak merkezleri burada, Abant gölü, Yedigöller, Gölcük Tabiat parkı; tabiat harikası aklınıza gelebilecek ne kadar güzellik varsa hepsinin Bolu’da örnekleri var.

Fakat arkadaşlar, başka şeyler de buradaki, işte tüm bu saydıklarımı sıfırlıyor;

Yok ediyor.

Şaka kılıfına girmiş türlü cümlelerle kadınlara laflar sıralayanlar; burada;

Bir dizideki sahneye yetişme telaşına kapılıp görevini unutanlar; burada;

Siyasi ihtiraslarını, şahsi gündemlerini Bolu halkından önemli görenler; burada.

Ayrımcı zihniyetini, güzel şehrimiz Bolu’ya boca edenler burada.

Ama “Endişeye mahal yok”;

Çünkü bizler de buradayız.

Nasıl ki Türkiye 1’den büyüktür diyorsak; Bolu da Bolu halkı da 1 kişinin siyasi çıkarlarından büyüktür diyoruz;

Çünkü DEVA’nın kadroları da burada, Bolu’da.

Biz, Bolu doğasıyla konuşulana kadar buradayız.

Biz, Bolu tarımıyla, sanayisiyle, üretimiyle konuşulana kadar buradayız.

Biz Bolu sadece Türkiye’de değil, dünyada turizmiyle konuşulana kadar buradayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerelde çözümler üreteceğiz, üreteceğiz, tüm siyasi partilere örnek olacağız.

Bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.

Hep beraber, 31 Mart günü oy pusulasını elinize aldığımızda, damgayı DEVA logosuna bastığınızda; tüm itirazlarınızı sıralamış olacaksınız.

Çünkü Bolu; hakla, adaletle yönetilmeyi hak ediyor.

İzzet Baysal bu şehrin evladı değil mi?

Ankara’yı beklemeden şehrin nasıl şahlanabildiğini Bolu çok iyi biliyor.

Yeter ki iyi yönetilsin, akıllı işler yapılsın.

O yüzden biz, Bolu’ya yerelin gücünü kazandıracağız, yerelin

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz iki şeyi ısrarla söylüyoruz.

Ne diyoruz?

Bir, biz iyi yönetiriz.

İki, biz temiz yönetiriz.

“İyi yönetiriz” dediğimizden kastımız ne? Bakın, seçim geliyor diye değil, ta iki sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı biz ortaya koyduk. Bütün detaylar burada yazılı. Bakın karınca duası gibi ince ince. Yapılacak her şeyin bütçesi belli, takvim belli.

Bunu her konuda uzman insanla ve devlet yönetme, belediye yönetme tecrübesi olan insanlarla beraber hazırladık. Bununla da yetinmedik. Ne yaptık?

Türkiye'de ilk defa belediyecilikle ilgili bir Etik Kurallar Bildirgesi hazırladık, üç sayfa boyunca 1-2-3.

İlk defa bizim belediye başkan adaylarımız bu Etik Kurallar Bildirgesi’ni imzalayarak aday oluyorlar. Yani seçildiğim zaman belediyeyi ben bu ahlaki kurallar çerçevesinde yöneteceğim” diyorlar. Bunu taahhüt ediyorlar. Ondan sonra adayımız oluyorlar. Biz bunu hazırlamadan önce şöyle bir arkadaşlara dedim ki, “bir araştırın bakalım” dedim. Bundan önce hangi partinin ne tür çalışması var? Bir tane örnek bulamadılar ya? Yok kimsenin aklına gelmemiş. Çünkü belediyecilik deyince insanların aklına öyle etik meseleymiş, ahlaki mesele gelmiyor, akla rant geliyor, rant, mesele orada. Onun için ilk biz hazırladık.

Yani daha 4 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi böyle bir şeyin aklına gelmesi ve hazırlanması. Tabii ki bizim kanunlarımız var ama kanunlar lastik gibi, o tarafa sündür, bu tarafa sündür.

Bir de “kitabına uydurma” diye bir maalesef yanlış anlayış da var Türkiye’de.

Dolayısıyla şöyle bir baktığımızda gerçekten merkezi hükümette de yerel yönetimlerde de çok büyük israf var. Çok büyük yanlışlar var, yolsuzluk var, hırsızlık var.

İşte biz henüz merkezi hükümette olmadığımız için; belediyeleri bu seçimde yönetmeye talip olduğumuz için ne yaptık? O kanunlar rahat, esnek alanı içerisinde kendimize bir etik çerçeve çizdik.

Yani dedik ki “bizim belediye başkanlarımız seçildiği takdirde bu kurallara uygun bir şekilde işlerini yapacaklar” dedik, ki burada biz bir örnek teşkil edelim, ki başka partiler, özellikle de merkezi hükümet bir baksın burada ne oluyor diye. İnanın akıllarına gelmiyor.

Akıllarının ucundan geçmiyor bu tür şeyler biliyoruz, iyi tanıyoruz fakat “böyle gelmiş böyle gider” diyemeyiz.

“Böyle gelmiş, böyle gitmez” demek zorundayız. Aksi halde görevimizi yapmamış oluruz. Yanlışlar karşısında dik durmamız gerekiyor.

Yanlışlarla sonuna kadar mücadele etmemiz gerekiyor ve bu mücadele iradesi bizim kadrolarımızda var.

Çünkü bizim kadrolarımız alnı açık, başı dik kadrolar. Hiçbir şeyden korkusu olmayan kadrolar. Tehditle ya da teşvikle eğilip bükülmeyecek kadrolar bizim kadrolarımız.

Onun için rahat rahat konuşuyoruz bütün bunları. Onun için kendimizden emin bir şekilde yol yürüyoruz.

Bu seçimler evet belediye başkanlarımızı ve belediye meclis üyelerimizi seçeceğimiz seçimler ama bu seçimlerden çıkacak sonuçlar aynı zamanda hükümete, iktidara bir uyarı niteliği taşımalı.

Yani eğer bu seçimlerde böyle hükümetin çok hoşuna giden, iktidarın “Ya görüyor musunuz? Bakın biz bu kadar yanlış yapıyoruz. Her türlü hukuksuzluğu, adaletsizliği yapıyoruz ama yine de halk bizi destekliyor. Size ne kardeşim?” diye bir sonuç okumaması gerekiyor bu seçimlerde.

Dolayısıyla bu seçimlerde kullanacağımız oylarla sadece belediye başkanlarımızı seçmeyeceğiz.

Aynı zamanda iktidara “bak yanlış yoldasın” diyeceğiz. “Hatan var” diyeceğiz, “seni uyarıyoruz” diyeceğiz. “Aklını başına al” diyeceğiz.

Yani bu seçimlerde değerli arkadaşlar hükümete bir sarı kart göstereceğiz.

Bu sarı kartı göstereceğiz ki akılları başlarına gelsin, bu sarı kartı göstereceğiz ki, “ya dur ya, biz herhalde bir yerde hata yaptık” desinler.

Başka türlü inanın olmayacak. Bu seçimlerde sarı kart. Çünkü merkezi hükûmet değişmiyor, belediye başkanlarımızla ilgili oylama var ama genel seçimlerinin günü geldiğinde de inşallah hep beraber o hazırladığımız kırmızı kartı inşallah göstereceğiz.

*****

Değerli Bolulu dostlarım,

Şimdi Nadir Gürkan Yetkin kardeşimi sahneye davet ediyorum.

Biz tabi Ankara’da şöyle elinden tuttuk, kendisini aday ilan ettik ama bir kez de burada, Bolu’da huzurlarınızda şöyle bir yanında durduğumuzu, her zaman yanında, arkasında olacağımızı, her zaman destekleyeceğimizi, Bolu'da herkesin huzurunda bir açıklamak istedim.

Biliyorsunuz, kendisi İnşaat Mühendisi.

Ama inşaat denilince gözünde haksız rant oluşanlardan değil. İnşaat denilince gözünde dolar, Euro işaretleri oluşanlardan da değil.

Sizlerle birlikte Bolu halkına hizmet etmek için çalışacak.

Bolu’yu layık olduğu gibi, demokrasiyle, adaletle ve tertemiz yöneteceğiz.

31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun bir şekilde çalışacak ve inşallah başaracağız...

Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

*****

9 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Düzce Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Düzce Basın Toplantısı


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın çok değerli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,

Çok değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Değerli yol arkadaşlarım,

Türkiye gerçekten zor dönemlerden geçiyor.

Daha dün evvelsi gün ve önceki gün deprem bölgesindeydim.

Kahramanmaraş’taydım, Adıyaman’daydım, Gaziantep ve Şanlıurfa'daydım.

Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.

Rabbim hepsinin mekânını cennet eylesin.

Son bir yıldır birçok kez depremin olduğu bölgedeydim. Bazı illere üç kere dört kere gittim. Ama özellikle yıl dönümünde de orada olmak istedim.

Düzce’den Kahramanmaraş’a, Adıyaman’a gitmemiş olanlar vardır;

Hatay’a, İslâhiye’ye, Nurdağı’na uğramamış olanlar da vardır;

Ama, Düzceliler deprem bölgesinde yaşananları çook çok iyi anlarlar.

Maraş’taki ağıtları, Adıyaman’daki gözyaşlarını, Hatay’daki acıyı çok iyi anlarlar.

Düzce; afetlerin büyüğünü 17 Ağustos 1999’da ve hemen peşinden 3 ay sonra 12 Kasım 1999’da yaşamıştı;

17 Ağustos gecesi sönen hayatları, umutları, 12 Kasım akşamı yok olan yarınları, biten hayalleri yaşamıştı.

O günlerde de tıpkı bugün olduğu gibi en çok söylenen neydi biliyor musunuz? UNUTMAYACAĞIZ.

Ne söyleniyordu? UNUTTURMAYACAĞIZ.

Üzerinden tam 25 sene geçti.

“Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz” cümlesi slogandan ibaret kaldı.

“Deprem öldürmez, bina öldürür” cümlesi slogandan ibaret kaldı.

“Unutmayacağız” daa, unutturmayacağız” daa; unutuldu.

Yapılan tatbikatlar gösterişte kaldı.

Maalesef, üzerinden 25 sene geçse de 99 depremleri ile yaşadığımız acıdan, ders çıkartılmadı.

Zihniyet değişmedi arkadaşlar, zihniyet.

6 Şubat günü, depremin olduğu saatte, Adıyaman’da binlerce insan 04.17’de duran saat kulesine doğru yürürken “Sahipsiz Memleket!” diye haykırmıştı.

O cümlenin yüreğime nasıl oturduğunu tarif edemem.

Ülkemizin her köşesinde “sahipsiz memleket” hissi yaşanıyor şu anda.

Her afette, her felakette, yurdumun bir başka köşesi “sahipsiz” kalıyor.

Eşten, dosttan, vatandaştan gayrı; hükûmet ve yöneticiler ortadan yok oluyor.

Düzce bunu yaşamadı mı? Düzce bunu çok iyi anlar.

Aynı 25 sene önce olduğu gibi bu depremde de ilk 48 saat, ilk 72 saat, hatta bazı yerlerde dört gün, beş gün hiçbir şey yapılmadı.

Bir yandan o Türkiye inşaat sektörüyle büyük ya, bir yandan iş makinaları parklarda kilitli kaldı, bir yandan da enkazların altında insanlar çığlıklarla, haykırışlarla yardım bekledi.

İşte: Eşe dosta ruhsatsız binalar, haksız rantla zenginleşen müteahhitler, denetlenmeyen yapılar…

Yapılanların çoğu; olası bir depremi, olası bir felaketi göz ardı ederek birilerinin haksızca zenginleşmesini hedefleyen işlerden ibaret.

İşte değerli arkadaşlar, biz, bunun için buradayız.

Türkiye’ye kader olarak dayatılan bu zihniyeti değiştirmek için buradayız.

Koltukların sahipleri değişse de insanımızı düşünmeyen kafaları değiştirmek için buradayız.

Bu zihniyete kimsenin mahkûm olmadığını göstermek için buradayız.

Buradayız ve burada olmaya devam edeceğiz

*****

Değerli arkadaşlar,

6 Şubat’ın yıl dönümünde teslim edilen konut sayısı vadedilenlerin çoook çok altında kaldı.

Depremden sonra Sayın Erdoğan ne dedi?

“Bir sene içinde 319 bin konut hazır olacak.” dedi

Ne zaman vadetti bunu? Tam depremle o genel seçimlerin olduğu tarihin arasındaki söyledi. Genel seçimlere giderken “319 bin konutu bir yılda tamamlayacağız” dedi. Milletimizde buna inandı.

Peki nerede bu 319 bin konut?

Bakın, depremzedelerin ihtiyacı olan 850 bin konu, o ayrı.

Ama bir yılda tamamlanmasını taahhüt ettiği rakam 319 bin.

Ben şimdi soruyorum; “O 319 bin konut nerede?”

Yarısını bile yapmadılar. Çeyreğini bile yapmadılar.

Kahramanmaraş’ta söz verdiklerinin 10’da birini bile yapamadılar.

İnsanlar hala konteynırda hala çadırda.

Hatırlayalım, O Irak'tan şehit haberimiz geldiğinde, ne oldu? Baktılar ki şehidin ailesi Maraş'ta bir çadırda yaşıyor. Şehit ailelerin evlerine büyük hemen bayraklar asılır. Hemen ziyaretler başlar.

Baktılar şimdi “bayrak assak bir türlü asmasak bir türlü. Assak durum ifşa olacak. Asmasak sıkıntı olacak.” Elleri ayaklarına dolaştı.

14 Mayıs seçimlerine giderken vatandaşlarımıza bir hayal sattılar. Ve o hayalle destek aldılar.

Acı dolu insanlarımızın tertemiz duygularını istismar ettiler.

Yapamayacaklarını bile bile bu sözü verdiler.

Diyorum ya, “Geçen seneki mayıs ayı seçimini kazandılar, ama helalinden kazanmadılar.”

Ben o günlerde çıktım açıkladım: “Arkadaş, TOKİ 20 yılın ortalaması her yıl 50-60 bin konut yapabilmiş. 20 ortalaması bu. Ortalama yılda 50-60 bin konut yapabilen TOKİ nasıl olacak da bir yılda 312 bin konut yapacak ya? Şunu bir açıklayın” dedim.

“Bunun kaynağını nereden bulacaksınız? Söyleyin hele. Nasıl yapacaksınız bu konutları? Hangi kapasiteyle yapacaksınız? Bunu açıklayın” dedim.

Sustular. Cevap veremediler.

Ve değerli arkadaşlar,

Biz hemen ne yaptık çıktık? Dedim ki; “bu kafayla giderseniz yapamazsınız” dedik.

Bakın hemen 6 Şubat depremlerinden bir ay sonra biz 6 Mart'ta deprem raporumuzu açıkladık. Ve bu deprem raporunda madde madde madde madde neler yapılması gerektiğini açıkladık.

Yüzlerce madde ve hükûmete gönderdik bunu.

Dedi ki; “bakın iş bilmiyorsunuz. Beceremiyorsunuz. Boşa atıp tutuyorsunuz. Hayali hedefler gösteriyorsunuz insanlara. Eğer 312 bin konut yapmak istiyorsanız bunun finansmanın nasıl sağlanacağı burada yazıyor” dedik. “Açın öğrenin bakın” dedik.

Ama bilmeyince o zemin olmayınca iş üretmekle değil de laf üretmekle ülkeyi yönetmeye bir alışınca o alışkanlıktan vazgeçmiyorlar.

Hepsi var hepsi. Para nereden nasıl bulunur? Hepsi var.

Dahası ne? Adıyaman'a depremden hemen birkaç ay sonra gittim. Oradaki oda başkanlarıyla bir çadırda buluştuk. Mimarlık Odası Başkanı ve aynı zamanda Mühendisler Odası Başkanı. Genç arkadaşlar, feryat ediyorlar.

Bana açtılar rakamları gösterdiler; “Başkanım, bu Çevre Bakanlığı'nın bu TOKİ standartlındaki bir dairenin maliyetiyle ilgili yaptığı açıkladığı tablo bir deprem konutunun bir dairenin 680 bin liraya mali olacağını gösteriyor.”

Açıklayan kim? Çevre Bakanlığı.

Peki, aynı Çevre Bakanlığı'na bağlı olan TOKİ Adıyaman'da o daireleri ne kadardan vermiş? Vermiş diyorum çünkü ihale falan yok. Hani ihale deniyor ya. Yok ki yarışma falan yok. Veriyor “al sen yap” deniyor.

Çevre Bakanlığı'nın şubat ayında 680 bin lira diye açıkladığı maliyet, TOKİ'nin verdiği rakam 1 milyon 700 bin lira. Eğer müstakil hani o köy eviyse 3 milyon lira, 3,5 milyon lira.

Hani geçen diyor ya, adını unuttum şimdi, AK Parti'den birileri “ne güzel, bak ev yıkıldı ama villa veriyoruz ona” diyor.

Dolar 18 lirayken, 3 milyona, 3,5 milyona siz yaptırdınız o evleri. Yazık değil mi?

Bir de yaptırdığınız evleri gösteriyorsunuz da hâlâ konteynerde, çadırlarda yaşayan insanlardan niye bahsetmiyorsunuz?

Diyor ki; “ben bardağın %10’unu doldurdum, bak bardak dolu” diyor. İyi de bardağın %90’nı boş, onu niye göstermiyorsun?

Yaşam alanları sınırlı, istihdam yok, iş güç yok.

İnternet sorunlu; hatta hatta telefon erişimi dahi bazı bölgelerde hâlâ sınırlı.

Arkadaşlar, bakın;

İşte Erdoğan ürünü 2024 Türkiye’si bu.

Yollar çamur, delik deşik, çukurlu.

Temiz suya erişmek pek çok bölgelerde hâlâ sorun…

Erdoğan ürünü 2024 Türkiye’si bu.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni aciz ve yetersiz bir hale düşürdüler.

Koskoca devlet kurumlarını, vatandaşlarına hizmet edemeyen, insanların derdini çözemeyen hale düşürdüler.

İşte, Erdoğan 2024 Türkiye’si bu.

Şimdi, yine bir seçim arifesindeyiz.

Yine “biz yaparız, biz ederiz” diyerek ortada dolaşıyorlar, değil mi?

Yine sazı ellerine aldılar, “Biz çözeriz” diye her yerde bağırıp çağırıyorlar.

Neymiş? “Gerçek belediyecilik.”

39 ilin belediyesini seçimle kazandılar değil mi?

8 tanesine de sonradan la el koydular.

Etti mi size 47...

Deprem bölgesindeki 11 ilin 10’u bizzat başkanların, belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı'na bağlı çalıştığı, Cumhurbaşkanı'ndan talimatla çalıştığı yerler.

Ne diyor Hatay'a? “E merkez hükûmetle yerel yönetim uyum sağlamazsa böyle olur” diyor.

Onu söylediği günün ertesi günü ben Kahramanmaraş'taydım. Ertesi gün Adıyaman'daydım.

Kahramanmaraş'ta feryat ediyorlar; “Başkanım, bir dakika, buradaki belediye AK Parti. Burada da bir şey olmuyor.” diyorlar ya.

Söz verdiklerinin yüzde 10'unu bile yapamadılar konu sayısı olarak.

Ertesi gün Adıyaman'daydım. Besni’de ilk adımı attığım esnaf ne dedi biliyor musunuz? “Ya o Hatay'da yaptığı açıklamayı görünce dedi ben ağladım” dedi.

“Adıyaman'da belediye onların burada da bir şey olmadı ki” dedi. “Niye Hatay'da öyle söyledi ki, yazık değil mi millete” dedi.

“Niye ayrımcılık yapıyor bu ülkenin Cumhurbaşkanı” dedi.

İşte bizim gerçek gönlü açık vatandaşlarımızın tespiti bu.

Ne diyorlar? “Gerçek Belediyecilik” diyorlar değil mi?

Eşe dosta adrese teslim ihaleler yapanlar onlar değil mi?

Sadece kendinden olanlara belediye kaynaklarını bağlayanlar onlar değil mi?

Belediyelere yakınlarını, sadece kendi partisindekileri dolduranlar onlar değil mi?

Bu mu diye soruyorum buradan Sayın Erdoğan, bu mu sizin gerçek belediyecilik anlayışınız?

Ben buradan kamu spotu gibi bir uyarıda bulunmak istiyorum:

Değerli arkadaşlar,
Değerli Düzceliler,
Değerli vatandaşlarımız:

Size kendilerini belediye başkanı adayı olarak tanıtan ve vaat veren birtakım şahıslara inanmayın.

Yapmadılar. Yine yapamayacaklar.

Yapamadılar. Yine yapamayacaklar.

Zihniyet aynı olduğu sürece; yapma, başarma imkânları da yok.

Zaman, yeni bir yol çizme zamanı;

Zaman, yeni bir şeyler yapma zamanı;

Zaman, zihniyeti değiştirme zamanı.

O yüzden, biz buradayız;

O yüzden, Düzce’deyiz;

O yüzden başımız dik, alnımız ak karşınızdayız ve sizlerleyiz.

*****

Bakın değerli arkadaşlar,

Biz bütün bu meselelerde, bu imar rantlarında, bu yolsuzlukla mücadelede, siyasi etikte, 2013, 2014, 2015 yıllarında çalışmalarımızı yapıp sunduğumuzda ve Meclis’ten geçirmek için ki Başbakan'ın imzasıyla gidiyor değil mi bunlar Meclis’e? Bakanlar Kurulu tasarısı olarak gidiyor Meclis’e.

Bize ne dedi biliyor musunuz? “Ya ülkede yolsuzluk mu var ki bunlarla uğraşıyorsunuz siz?” dedi. “Üstelik bu sizin dediklerinizi yaparsam ben partime il başkanı, ilçe başkanı bulamam” dedi.

Şimdi aramızda il başkanları var. Sadece bizim Düzce'deki kurucu il başkanımız yok. Demokrat Parti'nin il başkanı var. Gelecek Partisi'nin il başkanı var. Şimdi bu partiler il başkanları bulamadılar mı ya?

Bizim DEVA Partisi olarak şu anda gireceğimiz ilk seçim. Dolayısıyla belediyemiz şu anda hiç yok. İlk defa belediye başkanlarımız seçilecek. Merkez Hükûmetti yokuz. İktidarın açık ya da gizli ortağı da değiliz.

İşine geldiğinde iktidar tarafında görünen işine gelmediğinde muhalefetçilik oynayanlardan da değiliz.

Bizim hiçbir kamu imkânımız olmamasına rağmen 81 il başkanı 650 tane ilçe başkanımız nasıl bulundu? Demek ki isteyince oluyormuş ya.

Demek ki niyeti temiz tutunca sağlam tutunca oluyormuş.

İşte arkadaşlar biz o belediye deyince rant gözlüklerini takanlardan değiliz. Belediyecilik deyince gözlerinde dolar, Euro işaretleri oluşanlardan da değiliz.

Biz belediyeciliği biraz önce Murat Bey'in de söylediği gibi, sadece ve sadece halkımıza hizmet kurumları olarak görenleriz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Düzce, doğasıyla, tabiatıyla çok çok özel bir şehir.

Doğasıyla, tabiatıyla; tüm Türkiye'nin daha iyi tanıması, daha iyi bilmesi gereken bir şehir.

Düzce daha fazla vatandaşımız tarafından görülmesi, ziyaret edilmesi gereken bir şehrimiz.

Daha fazla turist çekmeyi hak eden bir şehrimiz.

İstanbul ve Ankara’nın ortasındaki bu güzel şehir, bir turizm merkezi olmayı hak ediyor.

Fakat yeterince bilinmiyor, tanınmıyor, tanıtılmıyor.

Biz farkındayız;

Akçakoca’yı görüyoruz, o güzel denizini, kumsalını, doğasını biliyoruz.

Güzeldere’yi, Samandere’yi, şelalerini biliyoruz.

Ama sadece “bilen biliyor.”

Tanıtım yok. Destek çabası yok.

Biz Düzce'nin hakkıyla Türkiye'nin iç ve dış turizmden payını alması için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz

Düzce’nin su kemerlerini, antik kentlerini duyuracağız.

İnsanlar Düzce deyince yol üstü bir şehri değil; doğal güzelliklerini ve denizini, kumunu, ormanını, şelalelerini bilecek.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gittiğimiz her yerde söylüyoruz:

“Çiftçiye destek olmadan enflasyon düşmez” diyoruz.

“Tarıma destek verilmeden Türkiye’de gıda fiyatları ucuzlamaz, gıda enflasyonu düşmez” diyoruz.

Düzce bir tarım şehri. Fındık üretimiyle önemli merkezimiz.

Düzce'nin ilçeleri, köyleri tarımla uğraşıyor, fındık üretiyor, önemli bir geçim kaynağı.

Ancak fındık üreticisi, bu ülkenin bütün çiftçileri gibi sahipsiz.

Üstüne bir de iklim değişikliğiyle ilgili sorunlar eklenince üreticimizin gerçekten sıkıntıları haç safhaya ulaşmış durumda.

Tarımda değerli arkadaşlar çiftçimize destek vermekten başka bir çıkış yolu yok.

Dünyada geçen sene gıda fiyatları %10 düştü. Türkiye'de gıda fiyatları %70 arttı.
O da TÜİK'in bozuk terazisiyle ölçülmüş enflasyon ha, gerçek enflasyon, gerçek gıda enflasyonu %100’ün üzerinde.

Peki dünyada gıda fiyatlarının %10 düştüğü bir yılda niye halkımızın en temel ihtiyacı olan gıda maddelerinin fiyatı hızla artmaya devam ediyor?

Çünkü değerli arkadaşlar bu hükümet ekonomiyi yönetmeyi beceremiyor.

Her alanda beceriksiz olduğu gibi ekonomi yönetiminde eline yüzüne bulaştırmış durumda.

Şimdi ne yapıyorlar? Enflasyon yüksek. Yeni ekonomi yönetimi geldi. Peki ne yapacaksınız? “Faizi yükselteceğiz.”

Ya siz gelin Düzce'deki bir fındık üreticisine bunu bir anlatın ya. Deyin ki; “senin gübre fiyatın arttı. Mazot fiyatın arttı.” Hayvancılıkla uğraşıyorsa “yem fiyatın arttı. Elektriğe zam geldi. Tohuma zam geldi. Katlıya katlıya bunlar arttı. İşte biz faizi de artıracağız. O şekilde biz gıda fiyatlarını düşüreceğiz, enflasyonu düşüreceğiz.”

Bu nasıl çalışıyor? Gelin bir anlatın ya.

Anlatabilen aşk olsun.

Bakın arkadaşlar, Türkiye'de gıda fiyatlarının yüksek olmasının yegâne sebebi maliyetlerdeki artıştır.

“Öyle vatandaşımızın hali vakti yerinde parayı koyacak yer bulamıyor, bol bol alışveriş ediyor. O kadar çok talep var ki fiyatlar artıyor.” Öyle değil ya.

Türkiye'de gıda fiyatları arttıysa bunun sebebi çiftçimizin maliyetinin artmasıdır. Nokta.

Dolayısıyla ne yapmamız gerekiyor?

Çiftçimize destek vermemiz gerekiyor.

Biz programımızı açık açık yazdık.

Ve programımızı seçimlerden sonra, seçimlerde %48’de kaldık ya. Bütün bu hazırlıklarımızı, bütün bu çözümlerimizi Cumhurbaşkanı'na, bakanlara, bakan yardımcılarına, hepsine gönderdik. Dedik ki “burada akıl teri var.”


Bu her konuda uzmanların hazırladığı bir çalışma. Sizin gibi sadece etrafına yandaşları toplayanlardan değiliz biz. Her konuda en iyi bilen kimse biz onlarla çalışıyoruz. Hangi partilerin olduğuna bakmadan çalışıyoruz. Ve öyle hazırlıyoruz bunları.

Tarım Eylem Planı, bakın bunu iki buçuk sene önce açıkladık. 1 nolu eylem planı. İlk adımı toprağa attık. Sayfalar dolusu. Dedik ki; “gübrenin tam yarısını devlet karşılanmalı” dedik. “Yemin yarısını devlet karşılanmalı” dedik.


“Ve elektriği, mazotu çiftçimize uygun şartlarda, uygun fiyatta ayrı özel fiyatla temin etmek gerekiyor” dedik.

“Türkiye'deki bütün sulama projelerini beş yılda tamamlamak gerekiyor ve bunu yapacak bu ülkenin, bu devletin gücü var” dedik.

Ama gel gelelim ne yaptılar? 2014 bütçesine bakıyoruz, tarıma verilen destek arkadaşlar, bu yılın bütçesinde 91 milyar lira.

Bu yılın bütçesinde faize konulan ödenek ne kadar biliyor musunuz? Tam 1 trilyon 254 milyar lira.

Ya siz şu 91 milyarlık tarım desteğini bir çıkarın 200’e, bir çıkarın 300’e tarımda maliyetleri aşağı çekecek misiniz? Çekeceksiniz.

Bunun sayesinde enflasyon düşecek mi? Düşecek. Ve böylece faizi artırmak zorunda kalmayacaksınız ya.

Şu tarıma verdiğiniz desteği ikiye üçe bir katlayın bu kadar yüksek faiz vermek zorunda kalmayacaksınız. Hesap o kadar basit.

Çünkü Merkez Bankası, yeni yönetim ne yapsın? Elinde bir tane enstrüman var. Faizi indirmek, faizi bindirmek.

Cumhurbaşkanı ne dedi? Seçime doğru giderken “faizi indireceğim” dedi, “daha daha indireceğim” dedi. “Ben görevde olduğum sürece faiz artmaz, daha da inecek” dedi.

Ve Merkez Bankası'na talimatı verdi, faizi yüzde 8,5’a indirtti, seçime öyle gitti. Aynı 319 bin konut sözü verdi ya, faizi de daha da düşüreceğinin sözünü verdi.

Seçimden sonra ne oldu? 8 ayda 8 kez faiz arttı bu ülkede. %8,5’luk faiz çıktı %45’e. Çiftçinin bir de faiz yükü artmış oldu. İnanın bu kadar basit ya.

Bu bütçe yapmak değerli arkadaşlar, tamamen öncelik meselesi.

Bu arkadaşınız tam 11 yılın bütçesini hazırlayan ekibin başında oldu. 11 yılın bütçesini biz bağladık, Meclis’e biz gönderdik. Öncelik meselesi.

Öncelik çiftçi mi, yoksa rant mı?

Bir rakam daha vereyim. Merkez Bankası'nın sadece seçimden aralık sonuna kadar ki, 7 ay içerisinde ödediği kur farkı, “Kur Korumalı Mevduat” diye bir şey icat etti ya Cumhurbaşkanı. Şapkadan tavşan çıkarttı. Tabii 1970 model bir tavşan. Özal'ın “yapmayın, etmeyin, yazıktır bu memlekete” dediği bir tavşan çıkarttı, Kur Korumalı Mevduat.

Sadece seçimden aralık sonuna kadar Merkez Bankası'nın Kur Korumalı Mevduat için ödediği kur farkı 800 milyar.

Hatırlayalım bu yılın tarım desteği ne kadar? 91 milyar. Merkez Bankası'nın sadece ödediği kur farkı 800 milyar.

Merkez Bankası nereden buluyor parayı? Merkez Bankası vergi toplamaz. Merkez Bankası nereden buluyor parayı? Basıyor arkadaşlar, basıyor. Karşılıksız para basıyor.

Siz bir yandan karşılıksız parayı basın, kur farkı diye mevduat sahiplerine, bankada zaten parası olanı ödeyin, çiftçiye de sadece bütün Türkiye'deki çiftçilerin tarımın tamamına sadece 91 milyar destek verin. Ondan sonra da ekonomi yönetiminden bahsedin. Hey yavrun hey… Olmayacak, olmayacak. Olmuyor. Yapamıyorlar.

Zannetti ki; Ben Ali Babacan'ın yakın çalışma ekibindeki bir iki kişiyi alır ekonomi yönetimine koyarsam bu iş düzelir. Olmuyor olmuyor. Yapamıyorlar.

Çünkü değerli arkadaşlar ekonomi yönetimi sadece ekonomiden ibaret değil. Ekonomi yönetimi sadece faizi artır, vergiyi bindirden ibaret değil.

Ekonomi yönetimi aynı zamanda dürüstlük, şeffaflık.

Ya 9 ay oldu ya. Hala Merkez Bankası’nın rakamlarının hepsi karanlık.

Hiçbir şeffaflık yok. Bahsettiğim 800 milyarı biz dolaylı yollardan hesap ediyoruz. Açıklamıyorlar. Söylemiyorlar.

Soruyoruz “arkadaş ne kadar kur fark veriyorsunuz?” Söylemiyorlar.

“Merkez Bankası'ndan siz ne kadar döviz satıyorsunuz?” diye soruyoruz. Söylemiyorlar.

Bakın tam 11 yıl boyunca benim ekonominin başında olduğum dönemde 11 yılda toplam Merkez Bankası 8,5 milyar dolarlık döviz sattı. Piyasaya müdahale için. 8,5 milyar. Bunun hepsi şeffaf. Girin bakın web sitesine. Hala açıklanmış durumda orada durur.

Birinci damattan bu yana, Merkez Bankası tam 400 milyar dolarlık döviz sattı arkadaşlar. Ve bunu açıklamıyorlar. Biz bunu dolaylı yollardan hesap ediyoruz.

Merkez Bankası bilançosundan bakıyoruz döviz yok ortada ha diyoruz demek ki satmışlar diye öyle buluyoruz.

Bugün dolar diyelim ki ne kadar? 30 lira 50 kuruş mu? 30 lira 60 kuruş mu? Şunu bilmek hepimizin hakkı, Bu 30 lira 60 kuruşluk dolar kuru, acaba piyasada kendiliğinden, dengede oluşmuş bir kur mudur? Yoksa acaba bugün Merkez Bankası 5 milyar dolar satıp kuru ancak oralarda mı tutabiliyor? Bunu bilmek herkesin hakkı.

Buradaki esnaflık yapan kardeşlerimizin hakkı. Düzce’deki fındık üreticilerinin hakkı.

Üreticilerin, fabrikaların, atölyelerin bunu bilmek hakkı. Çünkü bunu bir avuç insan biliyorsa, diğerleri bilmiyorsa, bu bilgiye sahip olan haksız para kazanır ya. Niye şeffaf yapmıyorsunuz?

Niye gizli saklı satıyorsunuz bu dövizi?

Hadi damadı anladık. Ondan sonraki çapsızları da anladık. Ama yeni ekonomi yönetiminden bizim beklentimiz gerçekten şeffaflıktı.

Ve ben bu yeni ekonomi yönetimindeki arkadaşlara sesleniyorum.

Bakın, sizden öncekilerin ayıbını, kusurunu kapatacağım derken kendi kredibilitenizini tüketiyorsunuz. Şeffaflık olmadan olmaz.

Bu yeni ekonomi yönetimine sesleniyorum. Şu TÜİK'in yönetimini derhal değiştirin.

TÜİK bu ülkede gerçek enflasyonu açıklamıyor. Makyajlı düşük farklı bir enflasyon rakamı açıklıyor. Bunu yapmak helal değil.

Nasıl ölçüde tartıda eğer siz doğruyu yapmazsanız, müşterilerinizi esnaf olarak aldatırsanız bu helalinden kazanmak değildir değil mi? Bu haramdır. Ölçüde tartıda hile yapmak haramdır.

Bir esnaf çocuğu olarak bunu söylüyorum. Bu bizim ticaret kültürümüzdür. Ahilik kültürünün de gereğidir.

Ama bunlar ne yapıyor? TÜİK'e gerçeğinden daha düşük enflasyon açıklattırıyor. 2018’den bu yana böyle.

Ve dönüp bizim emeklimizin, asgari ücretlimizin maaşını o TÜİK'in açıkladığı düşük enflasyon kadar arttırıyorlar. Diyorlar ki “işte size enflasyon farkı verdik ya. “Arkadaş hangi enflasyon farkı ya?

Diyorum ya seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.

TÜİK'in ölçüsüyle, terazisiyle oynayıp, enflasyonu gerçeğinden düşük açıklayıp bunu da millete doğruymuş gibi anlatıp “bak ben ekonomi iyi yönetiyorum” deyip, “bak enflasyon farkını size veriyorum” deyip seçimi kazanmak helalinden kazanmak değildir arkadaşlar.

Gerçekten üzülüyoruz ya. Bakın arkadaşlar.
.

*****

Değerli arkadaşlar,

Düzce’de gençler şu anda alışveriş merkezlerine hapsolmuş durumda.

Sosyal hayat yok. Sosyal imkân yok.

Bizim hedefimizdeki Düzce, böyle bir Düzce değil.

Biz; gençlerin sosyalleşebilecekleri imkanları oluşturacağız.

Sokakların her yaştan insan için güvenli olduğu bir şehri hedefleyeceğiz.

Sokak hayvanlarının okula giden öğrencileri, çalışanları rahatsız etmediği bir şehir inşallah kuracağız.

Toplu taşıma araçlarının durağa zamanında geldiği, gideceği yere zamanında ulaştığı;

Kentsel yenilenmenin hızlı, pratik çözüldüğü bir Düzce kuracağız.

Teşviklerin, sosyal yardımların siyasi parti üyelik kartlarına göre değil; ihtiyaca göre dağıtıldığı bir Düzce kuracağız.

Kısacası arkadaşlar, demokrasiyle şahlanmış bir Düzce kuracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz yerinden yönetmeye inanıyoruz yerinden. Ve öyle merkezden gelen buyruklarla değil. Ne dedi dün? “Buyruğumdur.” Bakalım nereye doğru gidecek bilmiyorum.

Yani bir sonraki genel seçime kadar artık bu hadsizlik, bu hukuksuzluk “ben dedim oldu, ben yaptım oldu anlayışı” nereye kadar gidecek bilmiyorum.

Peki, madem buyruk verince bu iş oluyor da şu bir buyruk ver de bir enflasyonda düşsün ya. Dört yıldır, beş yıldır niye sürekli enflasyon artıyor?

Niye zamanında bir 200 liralık banknot biliyorsunuz değil mi? 200 liralık banknot, 2009’da ilk tedaviyle çıktı. Bu ne kadar ediyordu biliyor musunuz arkadaşlar? 134 dolar ediyordu. Şu anda bu banknot 7 dolar bile etmiyor.

134 dolardan inmiş 6 küsüre…

Peki, bunun içerisinden 127 dolar nereye kaçtı? 134-7= 127 değil mi? Bu iki 200 liralık banknotun içerisinden 127 doları kim çaldı? Nereye gitti?

İnanın inanın çok üzülüyoruz. Yazıktır, günahtır bu ülkeye. Bu ülkenin gençlerine yazık.

Bugün arkadaşlarıyla bir kahve içmeye gidiyorlar. Adam başı 70 lira, 80 lira, 100 liradan aşağı kalkamıyor gençler.

Yerinden yönetim anlayışı olmayınca şehirler de kendine gelemiyor.

Şehirlerdeki büyük projeler eğer rant varsa mutlaka Ankara'nın Beştepe'nin onayından geçmek zorunda. Eğer rant varsa “dur bakalım” diyor. “Dur dur dur dur bir dakika bir dakika bir dakika. Bizim bakmamız lazım.”

Deprem bölgesinde de inanın böyle ya.

Kahramanmaraş'ta benim kongremizde konuşma yaptığım otel yıkıldı. Un ufak oldu. Gittim baktım iki gün önce bu otelin olduğu yere otelin parselinin belki otuz kırk katı bir alanda devasa bir inşaat var. Dedim arkadaşlar “ne oluyor burada? Ne yapıyorlar?” Bilmiyoruz dediler.

Bizim il başkanımız, milletvekilimiz oradaki projeye ulaşamıyor ne projesi olduğuna. Ve doğrudan Ankara'dan talimatla yürüyen bir iş. Doğrudan Beştepe'nin kontrolünde bir iş. Maraş'ın ortasında.

Bunlar inanın belediyecilik dedikleri anda rant. Başka bir şey yok. Deprem bölgesinde bile böyle.

Ama inşallah inşallah değerli arkadaşlar biz onlara bir şehir nasıl yönetilir, göstereceğiz ki ülke nasıl yönetilir anlasınlar.

Sizler de, inşallah 31 Mart günü oy pusulasını elinize alıp, DEVA logosuna basacaksınız inşallah.

Çünkü Düzce, demokrasinin yerelden başlayacağını iyi biliyor.

Çünkü Düzce, hakla, adaletle yönetilmeyi hak ediyor.

Düzce, iktidarın görmezden gelmesine, yatırım yapmamasına kurban edilecek bir şehrimiz değil.

Düzceliler bunu biliyor.

*****

Değerli Düzceli dostlarım,

Biz iki şeyi ısrarla söylüyoruz.

Ne diyoruz?

Belediyeleri, bir, biz iyi yönetiriz.

İki, biz temiz yönetiriz.

Düzce’yi layık olduğu gibi, demokrasiyle, adaletle ve tertemiz yönetimle inşallah buluşturacağız.

Bakın biz yerel yönetimler ve şehircilikle ilgili eylem planımızı bundan tam iki sene önce açıkladık. Seçim geliyor diye apar topar yapılmış bir çalışma değil bu.

Belediyecilikten, şehircilikten ne anladığımızı sayfa sayfa bütçesi takvimi hesaplanmış bir şekilde açıkladık.

Bu belediyeyi etkin yönetmenin, iyi belediyeciliğin yol haritası.

Ama bir önemli daha çalışma yaptık ya arkadaşlar. O da nedir? Etik Kurallar Bildirgesi. Yani “biz sadece belediyeyi etkin yönetiriz” demiyoruz. “Aynı zamanda etik kurallara uygun temiz yönetiriz” diyoruz.
Ve bir siyasi parti ilk defa Türkiye'de böyle bir, iki, üç sayfalık Etik Kurallar Bildirgesi açıkladı. Baktık bir örneği var mı diye? Yok.

Kimsenin aklına gelmemiş. Yüz yıllık cumhuriyet ya…

Çünkü değerli arkadaşlar,

Sadece bugünkü kanuna baktığınızda kanun işi kitabına uydurmaya müsait bir kanun. Lastik gibi sünüyor nereye çekerseniz.

İşte onun için biraz önce dediğim o Adıyaman'daki 680 bin liralık maliyet olan inşaatı 1 milyon 700 bin liraya ihalesiz verebiliyorlar. İşte bizim bu Etik Kurallar Bildirgemiz, mevcut kanunlar içerisinde belediyenin nasıl temiz yönetileceğine dair bir bildirge.

Bizim adaylarımız bunu bu üç sayfayı okuyor altına imza ediyorlar. Ondan sonra belediye başkan adayımızı okuyorlar. Türkiye'de bir ilk.

Şimdi biz bunu açıkladık. Bir ay sonra baktık. Sayın Erdoğan kendi partisinin belediye başkanlarıyla ilgili bir yemin metni hazırlatmış. Onu da işte seçim beyannamesinin başına koymuşlar. Böyle uzun bir şey değil. Kısacık bir yemin.

Fakat bu iş yeminli olmuyor. Bu iş zihniyetli oluyor. Kendisi, Cumhurbaşkanı olarak göreve başlarken çıktığı meclis kursuna yemin etti değil mi? Anayasada yazıl bir yemin metnini okudu ve “namusum ve şerefim üzerine ant içerim” dedi.

O yemin metninde ne yazıyor?

“Görevimi tarafsızca yapacağıma” diyor. Peki, şu anda Sayın Erdoğan'ın bu ülkeyi tarafsızca yönettiğini kim iddia edebilir? “Benim partim” diyor. “Benim şuyum, benim bunun. Benden misin, değil misin? Bu tarafta mısın? O tarafta mısın? Beni kimsin? Öteki misin?”

Hatay'da söyledikleri, yeminine uymuyor arkadaşlar.

Yine aynı yemin metninde ne diyor? Anayasaya uyacağıma diyor. Anayasada ne yazıyor? Anayasa Mahkemesi'nin kararları 153. Madde ne diyor?

“Anayasanın anayasa mahkemesinin kararları nihayet yargıyı da yürütmeyi de yasamayı da özel tüzel bütün şahısları da bağlar ve derhal uygulanır” diyor.

Sayın Erdoğan ne diyor? “Saygı duymuyorum” diyor. “Uyumuyorum” diyor. “Alt mahkeme uymayabilir” diyor.
Peki ne oldu yemin metninde? Öncelikle bir ülkenin başındaki insanın kurallarla, hukuk normlarıyla kendini bağlı hissetmesi lazım.

Eğer kurallarla ve hukuk normlarıyla kendini bağlı hissetmeyen bir zihniyetle ülkeyi yönetiliyorsa, sizin istediğiniz kadar belediye başkanlarınız yemin etsin.

Diyecekler ki; “ya sayın Cumhurbaşkanımız tamam siz de yemin ettiniz ama durumu ortada. Demek ki bu yemin metni var ama seçilince iş değişiyor.”

Dolayısıyla bir kıymeti yok. Kıymeti yok.

Ve değerli arkadaşlar bakın,

Seçimlere gidiyoruz. Evet. Bu seçimlerde belediye başkanlarını seçeceğiz. Belediye meclis üyelerini seçeceğiz. Doğru.

Ama aynı zamanda bu seçim merkezi hükûmetin yani iktidarın yapıp yapmadıklarıyla alakalı da onlara bir mesaj verme seçimi. Yani hükûmetin yaptıklarından memnun muyuz değil miyiz? İktidardan memnun muyuz değil miyiz? Bu seçim aynı zamanda iktidara bir uyarı seçimi.

Eğer iktidardan memnun değilsek, iktidarı ikaz etmek istiyorsak, yanlış yoldasın diyorsak bu seçim aynı zamanda değerli arkadaşlar şu andaki iktidara bir “sarı kart” gösterme seçimi.

Bu “sarı kartı” hep beraber gösterelim bakın. Yoksa seçim sonuçlarına bakıp da bu “sarı kartı” halkımızın bu uyarısını almazlarsa bugüne kadar yaptıkları her şey diyecekler ki; “bak size ne oluyor ya? Ben haksızlığı da yaparım. Hukuksuzluğu da yaparım. Sözümü de tutmam. Anayasaya da uymam. Ama bu millet beni destekliyor. Size ne?” Deyip şu ana kadar ki yapılan bütün haksızlık, hukuksuzluk inanın katlayarak devam eder.

Şu ana kadar ki bütün bu pervasızlık katlayarak devam eder. Onun için gelin hep beraber bu seçimde sadece belediye başkanlarımızı, belediye meclis üyelerimizi seçmeyelim. Aynı zamanda bu seçimde iktidara bir uyarı mesajını “sarı kartı” inşallah hep beraber gösterelim. D

*****

Değerli arkadaşlar,

Şimdi Murat Caymaz kardeşimi sahneye davet etmek istiyorum.

Evet, Düzce Belediye Başkan adayımız, Murat Caymaz.

Kendisi tüm Düzce’nin iyi bildiği, yakından tanıdığı bir isim.

Hem kamu sektörü hem de özel sektör tecrübesi olan bir arkadaşımız.

Yani bir bakıma kamu yönetme gücü elinde olmuş. O sınavdan geçmiş. Çünkü biliyorsunuz yoklukla imtihan oluyor, bir de varlıkla imtihan oluyor. Varlıkla imtihan daha zor bir şey. Ama o varlıkla imtihandan da geçmiş, anlının akıyla.

Ve ilk günden bu yana yol arkadaşımız. Uzun yol arkadaşımız.

Sizlerle birlikte Düzce halkına en iyi biçimde hizmet edecek.

31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun bir şekilde çalışacağız; ayaklarımızın altı su toplayana kadar kapı kapı dolaşacağız inşallah. Ve halkımızın teveccühüyle Düzce Belediyesi’ni de hep beraber kazanacağız.

Ama ama makam imkanlar için değil. Biz belediyeciliği makamdan ibaret bir şey olarak görmüyoruz. Baştan da söyledim. Belediyecilik bizim için bir hizmet aracı o kadar. Vatandaşlarımıza daha iyi onlara daha layık bir hizmeti sunmak için bir çalışma alanı, bir gayret alanı.

Biz Murat Bey’e güveniyoruz, Düzce’ye güveniyoruz.

Kendisini sizlere emanet ediyorum.

Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

*****

6 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adıyaman Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Adıyaman Basın Toplantısı Konuşma Metni


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Çok değerli ev sahibimiz, meclis başkanımız,

Teşkilatımızın çok değerli mensupları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,

Kıymetli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Bugün, burada, Adıyaman’da düzenlediğimiz toplantıya hoş geldiniz diyorum.

*****

Kıymetli dostlarım,

Bugün tarihimizin en büyük felaketinin, o büyük acının yıldönümü…

Evet, tam bir yıl geçti bu sabah saat 04.17 itibariyle

Merkezdeki saat kulesi bir senedir 04.17’yi gösteriyor. Sadece saat kulesinin saati değil, tüm Adıyaman’da saat 6 Şubat 2023’te 04.17’de durdu.

Hayat durdu, dünya durdu.

Adıyaman’ın yaşadığı acının, Adıyaman’ın yaşadığı çaresizliğin tarifi yok.

Sözleri, kelimeleri, gözyaşlarını tükettik.

Depremden sadece iki ay evvel Adıyaman sokaklarındaydım. Bir buluşma gerçekleştirmiştik, açık hava buluşması, hatırlarsınız.

Filistin caddesindeydim.

Gelişimden iki ay sonra o sokaklar, o caddeler yok oldu, sonsuz bir acıya, sonsuz bir karanlığa gömüldü.

O felaket gününden sonra, günlerce Adıyaman’a gelen-giden olmadı.

Adıyaman’ın sokakları, binaların altından gelen seslerle doldu;

Enkaz altında yardım bekleyen, kurtarılmayı bekleyen insanlarımızın sesiyle yasa boğuldu.

Çok büyük bir acı yaşadık. Çok büyük bir felaket yaşadık…

Bir kez daha 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.

Allah bir daha ülkemize, milletimize böyle acılar yaşatmasın.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Ben, depremin üçüncü gününden itibaren deprem bölgesindeydim.

Depremin beşinci günü yani Cuma günü akşam saatlerinde Adıyaman’a intikal ettim.

Adıyaman’ın ilk andan itibaren “üvey evlat” muamelesi gördüğüne yerinde şahitlik ettim. Pek çok il konuşuluyordu ama Adıyaman hiç konuşulmuyordu. Sanki yoktu.

Zaten bir hayli zor olan kış şartlarında, nasıl bir çaresizliğe terk edildiğini kendim geldim burada gördüm.

Buraya doğru gelirken, Kahramanmaraş’tan Adıyaman’a doğru gelirken, Gölbaşında, içinde cansız bedenler olan, yıkılmış evlerin üzerini, yağan karın nasıl bembeyaz örttüğünü gördüm.

Adıyaman merkezde, eksi 17 derecede, elektrikler kesikken, vatandaşlarımızın yaktıkları ateşin başında sabahladıklarını gördüm.

Adıyamanlı kardeşlerimin, dostlarımın; seslerini Ankara’ya duyuramadıklarını gördüm.

Hatta bazı köylere girdiğimde ne duydum biliyor musunuz? “İlk kez siz geldiniz”.

Şuramda nasıl bir ateş yandığını size anlatamam.

Herkes bir başına, herkes kendi kaderine…

Bizim geldiğimiz istikametten şehre giriş yolu tamamen kapalıydı.

Ve şehrin girişindeki yolun açık olduğu bir mahalleye doğru girdik. Baktık bir enkaz var ve iş makinası çalışıyor.

“Geçmiş olsun” diye yaklaştığımızda o iş makinesinin sahibi geldi ki; “başkanım” dedi “ben İzmir'den geldim. Bu makinayı da İzmir'den getirdim.”

İzmir nere Adıyaman nere…

Ve “girerken şehre baktım, şehrin girişindeki iş makinesi parkı dolu. İş makinaları orada duruyor ama enkazlar da burada duruyor” dedi.

“Ve bu yıkılan binada benim ailem var. Akrabalarım vardı. Şimdi ben kendi makinemle, iş makinemle, kendi akrabalarımı, yakınlarımı kurtarmanın mücadelesini veriyorum” dedi.

Jeneratörünü koymuş, ışıklandırmasını yapmış, vatandaşımız kendi makinesiyle kendi akrabalarını kurtarmaya çalışıyor.

Ki şanslı, bir iş makinesi var.

O gece biz buradan tüm Türkiye'ye canlı yayın yaptık.

Çünkü kendi uydu nakil aracımızı getirdik. Kendi jeneratörlerimizi getirdik.

Kendi uydu telefonumuzu getirdik. Çünkü cep telefonu bir çekiyor bir çekmiyor. Hele Hatay'da tamamen kapalı cep telefonu sistemi.

Ve buradan o gece yaptığımız canlı yayınlardaki birkaç kanalda yaptık canlı yayını… Tüm Türkiye’ye Adıyaman’ı hatırlattık.

Hükümete çağrı yaptık. “Ne oldu? Adıyaman’ı unuttunuz mu?” Dedik.

Zifiri karanlıkta, cep telefonlarıyla yüzümüzü aydınlattık.

Hatta belki izleyenler hatırlar. Sanırım Fatih Portakal'ın canlı yayınıydı. Dedim “bakın Fatih Bey şu anda beni görüyorsunuz. Çünkü dört tane cep telefonunun flaşı yanıyor.”

Arkadaşlar dedim ki; “Söndürün şu flaşları.”

Cep telefonunun flaşlarını söndürdüler. Zifiri karanlık.

Evet arkadaşlar,

Evladına ulaşmaya çalışan anne babaların enkaz başındaki feryatları, anne-babasına, sevdiklerine ulaşamayan insanların çaresiz gözyaşları içinde kaldı Adıyaman.

Ben de kendi çalışma arkadaşlarımı kaybettim.

Diğer şehirlerde olduğu gibi Adıyaman’da da arkadaşlarımı kaybettim.

Huzurunuzda bir kere daha onları anmak istiyorum.

Kimleri yitirdik, biraz bahsetmek istiyorum.

Tut İlçe Başkanımız Mehmet Baykara’yı kaybettik.

Mehmet Bey’i 8 kişilik ailesiyle birlikte vefat etti. Tut ilçemize de gittik. Daha sonra ikinci ziyaretimize ki benim bu depremden sonraki dördüncü Adıyaman ziyaretim. Orada yerini gördük. Ailesiyle annesini babasını ziyaret ettik çok muhterem insanlar. Annesiyle babasıyla dertleştik.

Mehmet Baykara’yı Tut’ta kime sorarsanız sorun, herkes iyiliğinden, hayrından bahseder size.

Sevilen, sayılan, her derde koşmaya çalışan candan bir kardeşimdi.

Yine Adıyaman’da il yönetim kurulu üyemiz Süheyla Dicle’yi kaybettik.

Gencecik bir arkadaşımızdı. Adıyaman il başkanlığımızın ilk kurucu heyetindeydi. İlk günden beri bizimleydi.

Ve sıcak kanlılığıyla, cana yakınlığıyla, bitmeyen enerjisiyle bize can katan bir arkadaşımızdı.

Hasari Yenice’yi ailesiyle beraber kaybettik… Hasari Bey, hani pür iyilik hali vardır ya, öyle naif bir arkadaşımızdı. Dobra dobra fikrini söyleyen, hiçbir şeyden çekinmeden, açık yüreklilikle mücadele eden bir arkadaşımızdı.

En son deprem öncesinde Adıyaman’a geldiğimde beraber esnaf ziyareti yapmıştık. Bol bol kendisiyle sohbet etmiştik.

Yine Adıyaman il yönetiminden Sami Özel kardeşim… Şehirdeki en çalışkan insanlardan biriydi. Ailesiyle birlikte kaybettik.

Hatay’da da Kahramanmaraş’ta da çok sevdiğim arkadaşlarımı kaybettim.

Allah her birine gani gani rahmet eylesin.

Biz onlardan razıydık, Allah da onlardan razı olsun.

*****

Değerli arkadaşlar;

Depremin üçüncü gününden itibaren hep deprem bölgesindeydim.

İlk 14 günün 9’unu tamamen bu bölgede geçirdim. Ve ilk 14 günde 11 ilin tamamını, hatta pek çok ilçeyi de ziyaret ettim.

Vatandaşlarımızın yaşadığı acıyı anlamak, elimizi uzatabilmek, seslerini duyurabilmek için yapmamız gereken her ne ise, onu yapmak için buradaydım.

Öyle birileri gibi helikopterle inip yarım saat görünüp geri gidenlerden olmadık. Özel uçaklarla gelip hemen ayrılanlardan olmadık

Poz verenlerden değildik. O yüzden çok insanımızı duydum. Çok insanımızı gördüm. Çok acıyla kavruldum.

Arabamızla; ilçe ilçe, köy köy gittik. Girilmemiş sokaklara girdik.

Benzin kuyruklarında bekledik.

Yardım eli uzatılmamış insanlarımıza ulaştık. İmkânlarla ihtiyacı olanları buluşturmaya çalıştık.

Arama kurtarma çalışmasının başlamadığı enkaz başındaki çaresizliği gördüm.

Ateşin düştüğü yerleri gördüm. Acıyla kahrolmuş sokaklarda yürüdüm.

Gerçekten çok hazindi arkadaşlar. Çok.

Herkesin ortak sorusu “İlk 48 saat devlet neredeydi?”

Bazı yerlerde 72 saat. Bazı yerlerde 4 gün, 5 gün.

Merkezlerden uzaklaştıkça süre uzuyor. Hele böyle küçük bir köy ücra bir
beldeyse 4 gün 5 gün hiçbir çalışma yok.

Oralardan da geçtik. Kaç tane muhtarımız ellerini gösterdi, parçalanmış ellerini. Dediler ki; “biz kendi çabalarımızla ya komşularımızı kurtardık ya da cansız bedenlerini toprağa verdik. İlk siz geliyorsunuz” dediler.

Dile kolay, ama yüreğe çok ağır bu.

Evladının olduğu bir enkazın başında, günlerce tek başına bırakılan insanlar gördüm.

Ellerini parçalaya parçalaya moloz kaldırmak zorunda kalan vatandaşlarımızı gördüm.

Günlerce aç-susuz kalmış bebeğine çaresizlikle ağlayarak sarılan anneler gördüm.

En temel ihtiyaçları için saatlerce kuyrukta bekletilen vatandaşlarımızı gördüm.

Hepsini dinledim.

Ama tüm tabloya baktığımda ne gördüm biliyor musunuz?

Göz göre göre gelen bir depremle, göz göre göre yaşanan bir afetle mücadele edemeyen bir hükûmet gördüm.

Adıyaman’a, partimizin kuruluşunun ardından ilk kez 26 Kasım 2020 günü gelmiştim. 3 yılı geçmiş.

O gün demiştim ki “Adıyaman’da büyük bir kentleşme ve konut sorunu yaşanıyor.”

O gün “Adıyaman’ın kentsel dönüşüme ihtiyacı var. Hem konut sorununun çözülmesi için hem de afetlere karşı önlem alabilmek için kentsel dönüşüme ihtiyacı var” demiştim. Taa 3 yıl önce

Bunun öncelikli bir mesele olduğunu depremden neredeyse 3 sene evvel söylemiştim.

Ben Kâhin değilim, haşa, müneccim değilim.

Arkadaşlar, görünen köy kılavuz istemiyor.

Atalar der “Kaza geliyor demez” diye, ama “deprem geliyorum” diyor.

Çünkü bilim insanları söylüyor. Adresi, konumu söylüyor. Depremin büyüklüğünü söylüyor ve yaklaşık olarak da zamanını söylüyor. Tabii yaklaşık derken milyonlarca yıllık bir dünyada yaklaşık zaman dediğimiz işte 20 yıl önce 20 yıl sonra ama “bu dönemlerde bir deprem olacak” diyor.

Uzmanlar bas bas bağırdı, uzmanlar her fırsatta uyardı.

2017 ve 2018’de, merkez üssü Samsat olan iki deprem burada yaşadı değil mi? Samsat depremleri.

Adıyaman Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünce hazırlanan rapora göre bu depremlerden ağır hasar alan tam 1884 yapı, tekrar ediyorum 1884 yapı; boşaltılmamış.

Ne diyorlar? “Vatandaşlar boşaltmıyor” diyorlar. Ya arkadaş sen vatandaşlarımıza bir alternatif gösterdin, yaşanabilecek bir adres, mekân gösterdin de vatandaşımız oralardan çıkmadı mı? Bir planlama yapmazsan…

Hani depremden sonra “Asrın felaketi” diye hemen kampanya yaptılar ya.

Çünkü onlar için her şey bir imaj her şey bir algı yönetiminden ibaret.

Enkazı kaldırmak yerine, enkaza makyaj yapmaya çalıştılar ya hani; “Asrın felaketi” diye.

Doğru, yaşadığımız asrın afetiydi ama, bu iktidarın ihmalkarlığı yüzünden asrın afetiydi.

Ve o ilk haftaki bölge ziyaretimizde Türkiye'ye hep şunu anlattık: Bakın televizyonları açtığınızda hep bir kurtarma operasyonu görüyorsunuz değil mi? Makineler çalışıyor. Ama makinenin çalıştığı bir bina varsa makinelerin çalışmadığı enkaz halinde bekleyen altında canlı veya cansız bedenlerin olduğu belki yüz bina var. Bir binada çalışma var, yüz binada çalışma yok. O da artık dördüncü, beşinci, altıncı güne gelmişiz yani. İlk günlerde o da yok.

Bakın İSİAS oteli…

6 Şubat sabahı tam 72 cana mezar olan bir kum yığınına döndü.

Voleybol finalleri için Adıyaman’a gelen ve oteli güvenli buldukları için orada kalmayı seçen 11 yaşında, 12 yaşında, 13 yaşında, 14 yaşında evlatlarımız da oteldeydi.

Hepsini kaybettik, hepsini.

O büyük acının mahkemesi hala devam ediyor.

Doruk ve Alp’in babaları Osman Akın ne dedi biliyor musunuz:

“Çocuklarımıza ulaşmak için enkazı ellerimizle kazdık” dedi.

“Hep bir umut ile çocuklarımıza ulaşacağımızı zannettik” dedi.

“Çocuklarımıza ulaşmaya başladığımızda sağ salim ulaşmak umudumuzu yitirmeye başladık. Çocuklarımızın bedenine bir bütün olarak ulaşmaya çalışıyorduk” dedi.

Annelere babalara yaşatılan bu acının tarifi var mı?

Bir baba olarak soruyorum: Var mı?

Kıbrıs’tan gelen Nehir Çevik’in Babası Yoksuli Çevik “Çocuklarımızı tabuta koydular, üzerine kum koydular. Mezarlarını kendileri yaptı. Biz oradan çıkartıp toprağa koyduk. Evladımı canlı çıkarma umudum kalmamıştı, sadece bedenini sağlam çıkarmaya çalıştık” dedi.

Bu acının tarifi var mı?

Nehir Çevik’in kız kardeşi Irmak ne dedi biliyor musunuz “Ben bugüne kadar hiç tabut görmedim. Hayatımda ilk kez 12 yaşındaki kardeşimin tabutunu gördüm. Üzerine toprak attılar. Benim kardeşim karanlıktan korkardı. Onun mezarının üzerine ışık götürdüm. Kardeşim karanlıktan korktuğu için benim yanımda yatardı. Benim kardeşim bundan sonra gökyüzünü görmeyecek.” Dedi.

Bu acının tarifi var mı?

Selin Karakaya’nın annesi Ruşen Karakaya, kızının neşesini hayallerini anlattı. “Çok hayali vardı. Satrancı çok severdi” dedi. Selin bir daha ne voleybol oynayacak ne satranç. Ne de fotoğraflarından gördüğümüz o güzel gözleriyle umut saçacak.

Selin’in annesinin yaşadığı bu acının tarifi var mı?

Anneler babalar, voleybol turnuvasına katılma heyecanındaki evlatlarını otele yerleştirdiler.

Bu otelde kaldılar, çünkü alelade bir yer değildi ki.

Devletin, kurumlarının dört yıldızı verdiği bir oteldi değil mi? Ve belediyenin ruhsat verdiği bir oteldi. İlgili bakanlıkların izin verdiği, “burası otel olarak kullanılabilir, üstelik iyi oteldir, bak dört yıldızı vardır” dediği bir oteldi.

Mezar oldu, hepsi mezar. Gerçekten çok yazık.

Bu ihmalkarlığın altında sadece müteahhitlerin, sadece otel sahiplerinin imzası yok; o otelde konaklanılmasına müsaade eden Kültür ve Turizm Bakanlığından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına varana dek herkesin imzası var.

Dikkat edin, depremden bu yana tam bir yıl geçti. Şu anda davalar kimler hakkında yürüyor? Hep müteahhitler hakkında değil mi?

Peki o müteahhitleri denetlemekle mükellef olan kamu görevlileri, ilgili bakanlıklar, belediyeler, onlarla ilgili hangi süreçler işliyor?

O binaları çürük yapan, sağlam malzeme kullanmayan müteahhitler suçlu da o binaları tüm millet adına denetlemesi gereken, “bu binada oturulabilir” diye ruhsat veren, izin verenlerin hiç suçu yok mu?

Bu, kayıtsızlığın, umursamazlığın resmidir.

İnsanımızın canına ne kadar önem verildiğinin resmidir.

*****

Bakın arkadaşlar,

Uzmanlar senelerce “deprem geliyor” dedi; kıllarını kıpırdatmadılar.

Sokakta insanlar “Caddenin altından fay geçiyormuş” dedi; kıllarını kıpırdatmadılar.

Deprem göz göre göre geldi.

İnsanlarımız göz göre göre hayatını kaybetti.

Ben 6 Şubat’ı ömrümüm sonuna dek unutmayacağım, unutamayacağım.

6 Şubat’ın ardından yaşanan ihmalkarlıkları unutmayacağım.

Arama-kurtarma çalışmalarında, deprem sonrası yardımlarda yapılan ihmalleri unutmayacağım.

Üzerinden bir sene geçtikten sonra bile hâlâ temel ihtiyaçlarına erişmekte güçlük çeken vatandaşlarımızın bugün var olduğunu unutmayacağım.

Vartana’da, vatandaşlarımız başlarını sokacak prefabrikler yapıldı diye sevinirken, muslukları açtıklarında o akan kurtlu suyu unutmayacağım.

Şehir genelinde içilebilir su sorunun bir türlü çözülememesini unutmayacağım.

6 Şubat’ın üzerinden bir sene geçmiş olmasına rağmen, Adıyaman’da az sayıda doktorun bulunduğu sadece bir tane hastanenin faaliyet gösterdiğini unutmayacağım.

Evet bir sene oldu. Tam 365 gün.

Dememişler miydi “biz bir yılda bu konutları tamamlayacağız” diye.

Hatırlayalım depremden sonra, ki deprem seçimlerden 3 ay önce olmuştu. Seçimlerden önce ne sözler verdiler, neler neler neler neler…

Konut sözü de verdiler. Ama yok.

Türkiye Cumhuriyeti bu kadar zayıf bir devlet mi?

Türkiye Cumhuriyeti bu kadar yokluk çeken bir devlet mi?

Bir sene geçti, hâlâ burada yaşayan insanlar, gündelik yaşamlarına geri dönemediyse bu kötü yönetimin sonucu.

Eğer bu Adıyaman'a ilk girerken iş makineleri orada duruyor enkazlar orada duruyorsa ve birileri gelip de bunu koordine edip “arkadaşlar hadi şu makineleri çalıştırın götürün enkazlara” demediyse bu kötü yönetimin sonucu.

6 Şubat 2023 sabahı depremzedeydiler Adıyamanlılar, bir sene geçti, hâlâ depremzedeler.

6 Şubat 2023 sabahı her şey anormaldi, bir sene geçti her şey hâlâ her şey anormal.

Kadim şehrimiz Adıyaman’ın hayalet şehre dönmesine izin verdiler.

Yok olan kentlerin yerinde, kentleşmeye dair hazırlık yok.

Kültürel bir altyapı oluşturma hazırlığı, sosyal dokuyu yeniden inşa etme hazırlığı yok.

Şehirlerin yeniden nefes almasına izin yok.

Biz bundan razı değiliz.

Adıyaman’ın, bir sene sonrasında bile depremi dün gibi yaşamasından razı değiliz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz depremin ilk gününden itibaren sahadayız.

Deprem şehirlerinin hepsinde, kendileri de depremzede olan DEVA Partisi il ve ilçe başkanı arkadaşlarım, yöneticilerimiz, hızla yardım için seferber oldular.

Bakın daha depremin dördüncü günü, beşinci günü 81 ilimizden 81 il teşkilatımızdan tam 250 tırlık yardım toplandı. Ve bu yardımlar çoğu ilimizde kendi il başkanlarımızın oluşturduğu depolardan dağıtıldı.

Çünkü biz AFAD'a gidip de “ya bizim tırlar toplanıyor, yardımlar toplanıyor. Bize adres gösterin, bu tırlar oraya insin” dediğimizde AFAD bize adres gösteremedi.

Ben dördüncü gün önce Gaziantep'teydim, İslâhiye’de Ertuğrul Bey'in o günkü il başkanımız bugün Gaziantep milletvekilimizin kurduğu depoyu gördüm. Daha deprem dördüncü günü.

Geçtim Kahramanmaraş'a. Kahramanmaraş il başkanımız da o gün bugün Kahramanmaraş milletvekilimiz, İrfan Bey'in kurduğu depoyu gördüm. Tırlar geliyor o depodan küçük araçlarla yardımlar dağıtılıyor. Depremin bakın dördüncü gününden beşinci günden bahsediyorum.

Daha AFAD'ın felç halde beklediği pek çok yere yardımın ulaşamadığı tarihlerden bahsediyorum.

Devletin kurumları varken AFAD'ından Kızılay'ına kaç tane bakanlığı varken bu coğrafyadaki belediyelerin hemen hemen tamamı hükûmetle aynı partiden iken hareket edemeyen çözüm öğretemeyen bir yönetim var karşımızda. Bir de üç yıllık bir siyasi partinin il başkanlarının, ilçe başkanlarının çabasıyla dört beş günde oluşturulmuş bir yardım sistemi var.

Şu işe bakıyor musunuz? Bize mi düşerdi ya? Üç yıllık bir partiye mi düşerdi bu işi yapmak? Koskoca devlet varken sözüm ona. İnanır gibi değil ya.

Çünkü arkadaşlar işin başına ehil ve dürüst insanları getirmeden bu ülkenin sorunları çözülmüyor.

Sorunların çözümü için her birimin başına o işi bilen ama aynı zamanda dürüst kadroları getirmek gerekiyor.

Ve Türkiye gibi bu büyük ülkenin, bu güzel ülkenin tek bir merkezden tek bir adresten tek bir kişinin imzasıyla yönetilmesi mümkün değil. Yerele yetki devretmeden, yerele imkân ve yetki devretmeden bu ülkenin düzgün yürütülmesi mümkün değil.

Bakın depremden ta iki sene önce açıkladık biz Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı. Ta muhtarlarımıza kadar yetki devrinden bahsettik burada. Muhtarlarımıza kadar verilen imkanlardan bahsettik.

Hem yetki hem de imkân vereceksin yerele ki yerelin sorunu yerelde tespit edilip yerelden çözüm üretilecek. “Yok her şey bana gelsin. Ben imza etmeden kimse hareket edemezsin bu ülkede. “

Hele hele herhangi bir projede rant varsa o projenin illa bir Ankara'dan dolaşması gerekiyor.

Ankara'nın haberi olmadan böyle bir rant varsa o proje yürümüyor, olmuyor. İnanılır gibi değil ya.

Adıyaman’a benim ikinci gelişimde burada oturduk oda başkanlarıyla. Genç arkadaşlar. İşte mimarlar odası, mühendisler odası, jeoloji odası. Dört beş tane oda başkanıyla burada oturduk. İlk ihaleler yapılmıştı. Sözüm ona ihale ama yani ilk projeler birilerine verilmişti.

Bir rakamları çıkarttılar bana.

Dediler ki “ya bakanlığın çıkarttığı inşaat maliyet tablosu bu. Daha bakanlık bunu iki ay önce yayınlamış. İki ay sonra verdikleri inşaatın maliyeti bu.” Üç misli arkadaşlar, üç misli. Bakanlığın kendi yayınladığı inşaat maliyet listesinin üç misline ilk deprem konutları verildi burada. Verildi diyorum çünkü öyle ihale, yarışma falan yok.

İhale deyince zannediliyor ki böyle on tane firma giriyor, yarışıyor. Kim daha ucuza yaparsa o. Değil, öyle değil. Veriliyor bunlar.

Ve maalesef bu depremin acılarının bile sarılamadığı bir dönemde kafalarda hep rant var.

Depremin ardından değerli arkadaşlar, bizim çalışmalarımızın bir ayağı hep bu bölgede oldu.

Hem ben hem arkadaşlarım sahadan uzak durmadık.

Cumhuriyet’in 100. yılında Hatay’daydım.

100.yılı şaşalı salonlar kutlamak yerine, depremle kavrulmuş vatandaşlarımızla birlikte idrak ettik.

İnsanlarımızı dinledik, onların dertlerini aktarmaya, herkesin hikâyesinin başka, herkesin hikâyesinin biricik olduğunu göstermeye çalıştık.

En son, ocak ayında Antep’teydim. İslahiye’yi, Nurdağı’nı ziyaret ettim. Yaraların hâlâ sarılmadığını gördüm.

Dün de Maraş’taydım.

Yapılan deprem konutlarının, yaşayan nüfusun sadece %10’una ancak ulaştırılabildiğini yerinde gördüm.

“Bir yılda tamamlayacağız” dediler. Tamamlanan sadece %10.

*****

Arkadaşlar, biz yüzümüzü, deprem bölgesinden bir an olsun çevirmeyeceğiz.

Bu bizim için bir insanlık vazifesi.

Her alanda, her ortamda, gittiğimiz her yerde bu coğrafyanın gerçeğini dile getirmeye devam edeceğiz.

Gazetecisinden siyasetçisine, sanatçısından STK temsilcilerine, deprem bölgesine turistik muamele yapan, bölgeyi gelip görünecek, gezilecek, poz verilecek bir mekân olarak görenlerin de karşısında olacağız.

Ha bu arada... Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim:

14 Mayıs seçimlerinden sonra, deprem bölgesinden iktidar partilerine oy verenlere hakaret eden, aşağılayan, vatandaşı küçük gören o zihniyeti de en sert şekilde kınıyorum.

Şunu da hicap duyarak ifade etmek isterim ki:

Deprem bölgesini, ibret alınacak bir manzara olarak görenlerin karşısında durmak da bizim buradaki insanımıza borcumuzdur.

Bir kez daha yüksek sesle söylüyorum:

Yaşamak yetmez, kimseye muhtaç olmadan yaşamak gerekir.

Yaşamak yetmez, eğitim gerekir, istihdam gerekir.

Yaşamak yetmez; insan onuruna yaraşır şekilde yaşamak gerekir.

Kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm insanımızın insan onuruna yaraşır biçimde yaşaması için çalışacağız, çalışmaya devam edeceğiz.

Biz bu çalışmalarımızı evet bir siyasi parti olarak tabii ki yoğun bir şekilde sürdürüyoruz. Bir siyasi parti olarak ülkenin çözümlerini de ortaya koyuyoruz.

Ama Mayıs seçimlerinde bize gelen destek iktidarı sağlamamız için yeterli olmadı.

Biz ne yaptık? Hemen seçimden sonra hükûmet kurulur kurulmaz, bizim her alandaki çözümlerimizi biraz önce bahsettiğim bu Yerel Yönetimler Ve Şehircilik olsun veya depremden sonra hazırladığımız bu deprem raporu olsun, bunu Cumhurbaşkanı'na, bakanlara, bakan yardımcılarına set olarak gönderdik.

Hatta tüm bu seti dedik ki “burada eğitimden sağlığa, adalet hukuktan ekonomiye, dış politikadan güvenliğe her şey var, her şey. Umarız ki okur, istifade edersiniz” dedik. Hepsine birer tane gönderdik.

Çünkü biz sadece eleştiren, sadece yanlışlara işaret eden bir siyasi parti değiliz.

Biz aynı zamanda doğrunun ne olduğunu, çözümün ne olduğunu ortaya koyan bir siyasi partiyiz.

Ve bunu bizden başka bu detayda yapan yok arkadaşlar. Bizden başka bu detayda ülkenin sorunlarına gerçek çözüm üreten başka bir parti yok.

Çünkü bazıları siyaseti sadece laf üretmek olarak görüyor. “Bugün ne söylersem haber olurum. Ne söylersem beni haber yaparlar.” İnanın derdin çoğu bu.

Oysaki biz bu ülkenin derdiyle dertleniyoruz. Bu milletin derdiyle dertleniyoruz. Ama sadece dertlenmiyoruz. O dertlerin çözümü için de somut hazırlıklar yapıyoruz. Somut çözümleri ortaya koyuyoruz.

İşte bu deprem raporumuz. Hem durum tespiti var hem de sayfalar dolusu ne yapılması gerektiğiyle ilgili tespitler var. Hepsi gerçekçi. Hepsi yapılabilir şeyler.

Ve üzülerek görüyoruz ki bu büyük ülke bu güzel ülke sadece ve sadece kötü yönetildiği için geri kalıyor. Sadece ve sadece kötü yönetildiği için insanlarımız yaşayabileceği standardın çok daha altında yaşıyor. O hepsini açmak mümkün.

Hep diyorum “Endişeye mahal yok”.

Çalışacağız. Çok çalışacağız. Dosdoğru çalışacağız ve inşallah ülke olarak bu arzu ettiğimiz hep hedeflediğimiz güzel günleri beraberce yakalayacağız.

Hepinize tekrar teşekkür ediyorum. Saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

5 Şubat 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kahramanmaraş Basın Toplantısı Konuşması

 
Ali Babacan Kahramanmaraş Basın Toplantısı Konuşma Metni
 
 
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
 
Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, 
 
Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
 
Teşkilatımızın çok değerli mensupları,
 
Değerli misafirlerimiz,
 
Değerli basın mensupları,
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
 
Ve bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum
 
*****
 
Tam bir sene evvel, burada yaşadığınız korkuyu, acıyı, çaresizliği biliyorum.
 
Bir sene evvel bu şehrin nefesini, sesini, huzurunu yok eden o geceyi sizler kadar anlamama mümkün değil.
 
Ama biliyorum ki çok zor.
 
Ülkemizin en karanlık sabahına uyandık.
 
Rakamlara indirgenemeyecek, 11 ille, üç-dört bölgeyle sınırlandırılmayacak, sayıyla ifade edilemeyecek bir felaket yaşadık.
 
Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her ilimizde hissedilen bir depremdi bu.
 
İstanbul’daki bir öğrenci, Maraş’taki ailesinden haber almak için telefonuna sarıldı; depremi İstanbul’da hissetti.
 
İzmir’de bir kardeş, Hatay’daki abisine ulaşamadı; depremi İzmir’de hissetti.
 
Trabzon’da bir baba Antep’teki oğlundan haber alamadı; depremi Trabzon’da hissetti.
 
Kısacası arkadaşlar, 6 Şubat, Türkiye’nin aslında tüm yedi bölgesini vurdu.
 
Türkiye’nin 81 ilini, 85 milyonu vurdu.
 
Çok büyük bir acı yaşadık.
 
Bir kez daha 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum.
 
Allah bir daha ülkemize ve milletimize böyle acılar yaşatmasın. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Ben, depremin üçüncü gününden itibaren bölgedeydim, beşinci günü burada Kahramanmaraş’taydım. 
 
Maraş’ın o yaşadığı çaresizliği gözlerimle gördüm. 
 
Feryatları yüreğimle duydum. 
 
Evladına, kardeşine, anne-babasına, sevdiklerine ulaşamayan insanlarımızın ıstırabına tanık oldum.  
 
Kendi çalışma arkadaşlarımı da kaybettim.
 
Huzurunuzda bir kere daha onları saygıyla, rahmetle anmak istiyorum.
 
Partimizin Dulkadiroğlu ilçe başkan yardımcısı Yavuz Büyükçapar’ı kaybettik. 
 
Gencecik bir avukat kardeşimdi. Hukuk fakültesini yeni bitirmiş idealist bir hukukçuydu. Yeni doğmuş bebeği ve eşiyle beraber vefat etti. 
 
Dulkadiroğlu ilçesinden yönetim kurulu üyemiz Gürkan Aydemir’i de depremde kaybettik.
 
İl yönetim kurulundan Mustafa Erbaşlı kardeşim, cefakâr bir çiftçimizdi. Çok çalışkan, çok fedakâr bir arkadaşımdı. Eşiyle ve üniversiteyi yeni bitirmiş genç kızıyla birlikte maalesef kaybettik.
 
Partimizin, Dulkadiroğlu İlçe Başkanı Salih Dökme, çok şükür eşiyle beraber enkazdan kurtarıldı. Ama maalesef, ne acı ki iki evladı İsmail ve Elif’i kaybetti.  Ki bugün gelir gelmez mezarlıkta bu çocukları ve diğer tüm kaybettiğimiz arkadaşlarımızın ziyaretini yaptık.
 
Sadece Maraş’ta değil, Adıyaman’da da Hatay’da da çok sevdiğim arkadaşlarımı kaybettim. 
 
Allah her birine gani gani rahmet eylesin. 
 
Biz onlardan razıydık, Allah da onlardan razı olsun.
 
*****
 
Dedim ya, 
 
Depremin üçüncü gününden itibaren hep buralardaydık. 
 
Biz öyle özel uçakla, helikopterle nokta atışı gelip tekrar uçup gidenlerden olmadık. 
 
Arabamızla; ilçe ilçe, köy köy gittik. Girilmemiş sokaklara girdik.
 
Yardım eli uzatılmamış insanlarımıza ulaştık.
 
Arama kurtarma çalışması başlatılmayan enkazların başındaki çaresizliği gördük.
 
Benzin kuyruklarında bekledim. 
 
Ve o karanlık sokaklarda elektriğin olmadığı sokaklarda gece -17 -18 derecede vatandaşlarımızın hangi şartlarda hayata tutunmaya çalıştıklarına tanık olduk.
 
Ateşin düştüğü yerleri gördük. Acıyla kahrolmuş sokaklarda yürüdük. 
 
Gerçekten çok hazindi arkadaşlar. Çok. 
 
Gün gün yaşanan her şey çok acıydı.
 
Herkesin ortak sorusu “İlk 48 saatte devlet neredeydi?” 
 
Bazı yerlerde bu süre 72 saat. Bazı yerlerde 4 gündü, 5 gündü.
 
Özellikle köylerden geçerken, köy muhtarları yanımıza gelip diyorlardı ki; “biz enkazdan kendi ellerimizle, imkanlarımızın yettiği ölçüde komşularımızı çıkartmaya çalıştık. Kimini sağ çıkarttık ama çoğunun da cenazesini çıkarttık, defnettik.  Aradan 4 gün geçti, 5 gün geçti ne uğrayan ne arayan ne soran var” dediler. 
 
Dile kolay, ama yüreğe çok ağır bu.
 
Evladının olduğu bir enkazın başında, günlerce tek başına bekleyen insanlar gördüm. 
 
Ellerini parçalaya parçalaya moloz kaldırmak zorunda kalan vatandaşlarımızı gördüm.
 
Günlerce aç-susuz kalmış bebeğine çaresizlikle ağlayarak sarılan anneler gördüm. 
 
En temel ihtiyaçları için saatlerce kuyrukta bekleyen vatandaşlarımızı gördüm. 
 
Hepsini dinledim, hepsini.
 
Ama tüm tabloya baktığımda ne gördüm biliyor musunuz? 
 
Göz göre göre gelen bir depremle, göz göre göre yaşanan bir afetle mücadele edemeyen bir hükûmet gördüm. 
 
Bakın ben 13 Temmuz 2021 günü Kahramanmaraş’taydım.
 
Yani, 6 Şubat depremlerinden 1,5 sene evvel yine buradaydım. Bu kadim şehrimizdeydim.
 
Şehrin orta yerinde, dört yıldızlı bir otelde il kongremizi yapmıştık.
 
Dört yıldızlı diyorum, bu kısma tekrar geleceğim.
 
Ben o otelde demiştim ki, uzmanlar uyarıyor, “Doğu Anadolu Fayı’nın Maraş bölümünde 500 yıldır bekleyen enerji var”.
 
Demiştim ki: Bu işin “sonra bakarız”ı yok; “Bu işin şakası yok” demiştim.
 
Depremden 1,5 sene önce söylemiştim.
 
Ve arkadaşlar, bu konuşmayı yaptığım, şehrin en merkezi yerindeki, o dört yıldızlı otel yıkıldı.
 
“Yıkıldı demek” tabii lafın gelişi. Depremin beşinci günü burada gördüm tamamen un ufak oldu. Kum yığını gibi oldu otel.
 
Tek bir kişi bile oradan sağ çıkmadı. 
 
Ve yakın bir arkadaşımızın gencecik kardeşi de iş için Kahramanmaraş’a gelmişti o gece o otelde kalmıştı.
 
Cansız bedenine tam 11 gün sonra ulaşılabilirdi. 
 
11 gün ailesinin neler yaşadığına bizzat tanık oldum.
 
O yaşlı babasının, annesinin tüm akrabalarının o enkaz başında 11 gün nasıl nöbet tuttuklarını bizzat gördüm. 
 
Bakın burası bir otel. Sadece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı değil, aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetlediği ve yıldız verdiği bir otel. 
 
Ruhsat vererek, vatandaşlara “Gelin bu otel güvenlidir, kalabilirsiniz” denilen bir otel.
 
Ama daha acısı ne biliyor musunuz? Sonradan ortaya çıktı ki o otelin sağlam olmadığını ilgili kurumlar biliyormuş.
 
Dönemin içişleri bakanının 6 Şubat depremlerinden evvel adeta şov havasında yaptığı tatbikatta bu otelin yıkılacağı yazılıymış. Bunların hepsi sonradan ortaya çıktı.
 
Yıkılacağı belli olan binaları, mezar diye adeta bırakmışlar insanlara. 
 
Mezar oldu gerçekten hepsi mezar.  Çok yazık.
 
Bu tekil bir örnek değil. 
 
Kayıtsızlığın, umursamazlığın resmi.
 
İnsanımızın canına verilen önemin adeta ne kadar düşük olduğunun resmi.
 
Uzmanlar senelerce “Kahramanmaraş’ta deprem olacak” dedi. Onlar da kıllarını kıpırdatmadılar.
 
Deprem göz göre göre geldi.
 
Hani bir sözümüz vardı “kaza geliyor demez” diye ama “deprem geliyorum” der. 
 
İnsanlarımızı göz göre göre kaybettik. 
 
Ama ahdim olsun ki, şundan yaklaşık 12 saat sonra 1 senesi dolacak o acı günü unutmayacağım.
 
Şundan 12 saat sonra 1 senesi dolacak o acı günün sonrasında yaşanan ihmalkarlıkları unutmayacağım ve unutturmayacağım. 
 
Hep soruyorum; “İlk 48 saat ne oldu? İlk 72 saat ne oldu?” Diye soruyorum. Sistem niye işlemedi. Niye Türkiye genelinde komple bir kurumsal yapı felci yaşandı?
 
Neden enkazların altında inim inim inleyenler varken, kurtarılmayı bekleyenler varken iş makineleri şehirlerin girişinde bekletildi? 
 
Neden ilk 48 saatte, 72 saate derhal harekete geçmesi gereken kurumlar harekete geçmedi?
 
Silahlı kuvvetler değil mi? Neden çok geç devreye girdi?
 
Acaba kendileri mi hareket etmedi?
 
Hareket ettirilmedi mi? Birilerinden emir mi almaları gerekti?  Acaba emir almaları gerekiyordu da o emir mi verilmedi? 
 
Bunların hepsi bakın karanlık, karanlık. 
 
17 Ağustos depremlerinde derhal biliyorsunuz askerler hemen devreye girmiş idi. Bu sefer olmadı. Neden sonra görmeye başladık sokaklarda, caddelerde enkazların arasında askerlerimizi? 
 
Madenciler, gönüllüler harekete geçmeyi istediler, çoğu yerde harekete geçemediler. 
 
Arama-kurtarma çalışmalarında, deprem sonrası yardımlarında yapılan ihmalleri unutmayacağım.
 
Üzerinden bir sene geçtikten sonra bile hâlâ temel ihtiyaçlarına erişemeyen vatandaşlarımın yaşadıklarını unutmayacağım.
 
Sırf seçim geliyor diye apar topar konut yapmaya çalışanların, acıdan devşirmeye çalıştıkları fırsatçılığı unutmayacağım.
 
Bakın bir sene oluyor değil mi? Nerede verilen sözler? Hani nerede konutlar?  
 
Türkiye Cumhuriyeti bu kadar zayıf bir devlet mi?
 
Türkiye Cumhuriyeti bu kadar yokluk çeken bir devlet mi?
 
Bir sene geçti, hâlâ burada yaşayan insanlar, gündelik yaşama geri dönemedi.
 
6 Şubat 2023 sabahı depremzedeydiler, bir sene geçti, hâlâ depremzedeler. 
 
6 Şubat 2023 sabahı her şey anormaldi, bir sene geçti, hâlâ her şey anormal.
 
Geçtiğimiz günlerde Kahramanmaraş Milletvekilimiz İrfan Karatutlu mecliste dile getirdi:
 
“Kışın gelmesiyle vatandaş çadır ve konteynerlerde soğuk, çamur ve yağmurla uğraşıyor. Orta hasarlı binaların güçlendirilmesi projeleri için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve belediyeler işi yokuşa sürme adına vatandaşlardan onlarca evrak ve imza istiyor. Bunlardan biri de yapı denetim firmalarının depremzedelerden el altından normal fiyatın 4-5 katı para talep etmesidir” dedi. Bunu Meclis’in çatısı altında dillendirdi.
 
Bir açıklama geldi mi? Yok.
 
Ve arkadaşlar bakın;
 
Vatandaşlarımız kıt kanaat imkanlarıyla başlarını sokacak eve kavuşamıyor.
 
Bir sene oldu, bir sene. 
 
Açıklama yapmamışlar mıydı “Biz 1 yılda bunları tamamlayacağız” diye?
 
“1 yılda evlerini, konutlarını kaybeden vatandaşlarımız konut imkanına kavuşacak” dememişler miydi? Bunu üstelik ülkenin en tepesinden, devlet yönetiminin en tepesinden duymamış mıydık? 
 
Yok olan kentlerin yerinde, kentleşmeye dair hazırlık yok.
 
Kültürel bir altyapı oluşturma hazırlığı, sosyal dokuyu yeniden inşa etme hazırlığı yok.
 
Şehirlerin yeniden nefes almasına izin yok.
 
Biz buna razı değiliz.
 
En büyük sorun ne biliyor musunuz? Tam 1 yıl geçti plan yok. Program yok. Büyük bir belirsizlik hâkim. Hiç kimse ne zaman neyin olacağını bilmiyor. 
 
Bahsettiğim otelin enkazının olduğu yere gittik, büyükçe bir temel atılmış ve bir inşaat yapılıyor. Sordum arkadaşlar, dedim “ne yapılıyor buraya?” Dediler, “bilmiyoruz.”
 
İl başkanımız Yakup Bey'e sordum, diğer arkadaşlarımıza, “burada ne yapılıyor arkadaşlar, burada büyük bir inşaat başlamış, temel atılmış” dedim. “Söylemiyorlar, başkanım, haberimiz yok” dediler.
 
Böyle bir şey olur mu ya?
 
Orta hasarlı binaların ev sahiplerinin ve o evlerde oturanların oluşturduğu bir platform var, onlarla buluştuk. En büyük şikayetleri ne biliyor musunuz? “Biz hiçbir şey bilmiyoruz” diyorlar. “Bizim evlerimiz ne olacak bilmiyoruz.” “Evlerimizde oturabilecek miyiz, oturamayacak mıyız? Evlerimiz yıkılacak mı, yıkılmayacak mı?” Hepsi birbirine bakıyor. 
 
Gerçekten çok acı ya.
 
Sayın Erdoğan, geçen gün Hatay'da ne demiş? Demiş ki; “işte bakın yerel yönetimle merkezi hükûmet uyum içerisinde olmazsa işler yürümüyor. İşte Hatay'da işler yürüyor mu?” demiş. 
 
Kendisi yarın herhalde Kahramanmaraş'a gelecek. Kahramanmaraş'ta şöyle bir vatandaşlarımıza bir sorsun. Kahramanmaraş'ta acaba işler yürüyor mu? 
 
Kahramanmaraş'ta belediyeyle hükûmet, merkezi yönetim aynı partiden değil mi? Burada işler yürüyor mu? 
 
Kahramanmaraş’ın, bir sene sonrasında bile depremi dün gibi yaşamasına razı değiliz, arkadaşlar. 
 
Ve bunun tek sebebi, tek sebebi koordinasyon bozukluğu. 
 
Yani merkezi hükûmetle yerel hükûmet arasında gerekli, yeterli iletişim sağlanmıyor. İnsanlar dinlenmiyor. 
 
O ilk hafta ben demiştim ki, bakın tarih 8 Şubat. Yani depremin 3. günün akşamı. 
 
Hatay'dan canlı yayın yapıyoruz. Nasıl yapıyoruz?
 
Kendi jeneratörlerimizi getirdik. Kendi canlı yayın aracımızı getirdik. Kendi uydu telefonumuzu getirdik. Uydu üzerinden televizyon yayını yapan kendi teknik sistemimizi getirdik. 
 
Çünkü yerelde bir şey yok. Cep telefonu çalışmıyor. Elektrikler kesik o gün Hatay'da. Hiçbir şey yok. 
 
Bidon bidon benzin motorunu getirdik. Orada ihtiyacı olan arkadaşlarımıza ve komşularına dağıtmak için bakın. O günlerden bahsediyoruz. 
 
Ve ben o günün akşama dedim, hatırlayın bir gün önce Sayın Cumhurbaşkanı çıkmıştı televizyona, o sert ifadelerini ve adeta vatandaşı tehdit eden o günkü o ilk açıklamasını hiç unutmuyorsunuz değil mi? Hatırlarsınız. 
 
O arkada sisli puslu drone görüntülerinin olduğu ve vatandaşlarımızı adeta tehdit eden açıklamasını unutmuyorsunuz. 
 
İşte o zihniyet tam bir yıl geçti, değişmedi. 
 
Şimdi de insanları yerel seçimle tehdit ediyor. Diyor ki; “bak bana oy vermezseniz bu şehirleriniz yıkık kalmaya devam eder” diyor. 
 
“Yerel seçimde bana destek vermezseniz hizmet alamazsınız” diyor. Şantaj yapıyor ya. 
 
Böyle bir şey olur mu? Kabul edebilir mi böyle bir şey? İstismar, istismar, istismar. 
 
*****
 
Gerçekten arkadaşlar,
 
Biz depremin ilk günlerinden itibaren sahadayız. 
 
Deprem şehirlerinin hepsinde, kendileri de depremzede olan DEVA Partisi il ve ilçe başkanı arkadaşlarım, yöneticilerimiz, hızla yardım için seferber oldular.
 
81 ilimizdeki partili arkadaşlarım, kendi organizasyonumuzla deprem şehirlerine yardımlar ulaştırdılar.
 
Aslında, bu tür durumlarda AFAD’ın devreye girmesi gerekiyor değil mi? AFAD’ın afetzedelerin hayatını kolaylaştırması gerekir.
 
Sırf bu nedenle daha depremin 2. Günü Ankara’da AFAD’a gittim. O günkü Cumhurbaşkanı yardımcısı eski AFAD başkanı orada. O günkü AFAD başkanı oradan. 
 
Dedim ki; “İki gün geçti. Bizim teşkilatlarımızdan gönüllü olarak yüz tır yardım toplandı. Biz tırların plakasını ve tırların içindeki malzemelerinin listesini size verelim ve bizi adreslere yönlendirin” dedim. Deyin ki “şu tır şu adrese gitsin.” Çünkü biz bir siyasi partiyiz. Bu dağıtım yapması gereken AFAD'dır dedim. 
 
Ama gelin görün ki, hiçbir şey yapmadılar. 
 
Baktık ki ses çıkmıyor, baktık ki hazır tırları yönlendirmeyi dahi beceremiyorlar; dedik ki “iş başa düştü” ve kendimiz organize olduk.
 
Depremin ardından, çalışmalarımızın bir ayağı hep deprem bölgesi oldu.
 
Üçüncü gün Hatay'daydım. Dördüncü gün İslâhiye ve Nurdağı'ndaydım. Baktım bizim Ertuğrul Bey, Ertuğrul Kaya, Gaziantep İl Başkanımızdı o gün, bugün Gaziantep milletvekilimiz, gayet güzel bir depo tutmuş. Tırlar o depoya boşalıyor. Boşalan ürünler de küçük araçlarla İslâhiye’nin, Nurdağı'nın ihtiyacı olan köylerine, ücra köşelerine ulaştırılıyor. 
 
Beşinci gün buradaydım. İrfan Bey o gün il başkanımız, bugün milletvekilimiz. Şehrin dışında bir depo tutmuş. Tırlar oraya iniyor. Küçük araçlarla ücra köylere yardım ulaştırılıyor. 
 
Bakın arkadaşlar deprem olmuş. Ertuğrul Bey annesini enkazın altından çıkardı o gün İslâhiye’de. Ama dördüncü gün depo kurmuş, yardım yapıyor. 
 
Bizim burada, merkez ilçemizde o kadar arkadaşımız canını yitirmiş, bir yandan o depremin ağır sarsıntısı, bir yandan Kahramanmaraş il başkanımız depoyu kurmuş, dağıtım yapıyor. 
 
Ya koskoca devlet varken, devletin AFAD'ından tuttun da Kızılay’ına kadar, onlarca kurumu varken, daha üç yaşındaki bir siyasi partiye mi düşecekti bu işi yapmak ya? Olur mu öyle bir şey? 
 
Ama yok arkadaşlar, yok bakın. Dürüst ve ehil insanları göreve getirmediğimiz sürece bu iş olmaz. 
 
Yerinden yönetim anlayışıyla ülkeyi yönetmediğiniz zaman bu olmaz. Yerele imkân vereceksiniz, yerele yetki vereceksiniz. 
 
Yerelin sorununu en hızlı anlayıp, en hızlı çözüm üreten yine yereldir. 
 
Ama şu anda öyle bir anlayış var ki devleti yönetenlerde, “her şeyden benim haberim olacak. Her şeye ben imza atacağım. Ben imza atmazsam olmayacak.”
 
Hele işin ucunda bir de rant varsa, büyük bir rant varsa Ankara'dan habersiz kuş uçmayacak. 
 
Şu anda ülkenin yaşadığı sorunların tam da temelinde bunlar var arkadaşlar. 
 
Ama biz çok çalıştık.
 
Sahadan asla uzak durmadık. 
 
Cumhuriyet’in 100. yılında Hatay’daydım. Bir başka şehrimiz, depremden çok etkilenen.
 
100.yılı şaşalı salonlar kutlamak yerine depremle kavrulmuş vatandaşlarımızla birlikte idrak etmek istedim. 
 
İnsanlarımızı dinledim, onların dertlerini hem hükûmete hem de Türkiye’ye aktarmaya çalıştım. 
 
Herkesin hikâyesinin başka, herkesin hikâyesinin biricik olduğunu göstermeye çalıştım.
 
En son daha birkaç hafta evvel, ocak ayında Gaziantep’teydim. İslâhiye’yi, Nurdağı’nı ziyaret ettim. Yaraların hâlâ sarılmadığını gördüm. 
 
Yapılan deprem konutlarının yaşayan nüfusun ancak %10’una ulaştırılabildiğini de maalesef yerinde gördüm gözlemledim ki Kahramanmaraş’ta da yaklaşık oranlar böyle… 
 
“Bir yılda tamamlayacağız” dediler, ancak %10 civarında bir gerçekleşme var. 
 
Bu, değerli arkadaşlar, bütün bu yaptığımız çalışmalar bizim için sadece bir siyasi vazife değil. Bu bizim için bir insanlık vazifesi. 
 
Yüzümüzü, deprem bölgesinden bir an olsun çevirmeyeceğiz.
 
Her alanda, her ortamda, gittiğimiz her yerde coğrafyanın gerçeğini dile getirmeye devam edeceğiz.
 
Gazetecisinden siyasetçisine, sanatçısından STK temsilcilerine, deprem bölgesine turistik muamele yapan, bölgeyi gelip görünecek, gezilecek, poz verecek bir mekân olarak görenlerin de biz karşısında olmaya devam edeceğiz. 
 
Biz şu anda evet bir muhalefet partisiyiz. Ama bizim çok önemli bir görevimiz var. O da demokratik denetim.
 
Yani eğer sıkıntılar varsa, sorunlar varsa bu sorunları görmek, tespit etmek, hükûmete ve tüm Türkiye'ye duyurmak ama sadece sorun tespiti değil. Aynı zamanda çözüm üretmek. 
 
O ilk buradan yaptığımız yayında, Hatay'dan bu üçüncü gün yaptığımız yayından ki, beşinci gün burada, Kahramanmaraş'tan da tüm Türkiye'ye merkezden canlı yayınla duyurduk, gösterdik. Çünkü açıyorsunuz televizyon kanallarını, karınca gibi çalışan kurtarma ekipleri. Kanalları dolaşın, hep çalışmayı görüyorsunuz. 
 
Çalışmamayı, çalışma yapılmayan, kendi haline, kaderine terk edilmiş yerleri görmüyorsunuz. İşte oraları da Türkiye'ye biz gösterdik. Doğrudan kendi kurduğumuz sistemle gösterdik. 
 
Ve ta o günlerde söyledim, bakın çözüm dedim, çözüm değil mi? Çözüm, merkezi hükûmet, yerel yönetim, sivil toplum bir araya gelecek, kafa kafaya verecek. Yerele yetki ve imkân devri yapılacak ve çözüm yerelden başlayacak. O gün bugündür bunu söylüyoruz. 
 
6 Şubat depremleriyle ilgili raporumuzu hazırladık. Cumhurbaşkanına, bakanlara, bütün milletvekillerine gönderdik. Yerel Yönetimler ve Şehircilikle İlgili Eylem Planımızı hazırladık, herkese gönderdik. Biz sadece “yanlışa yanlış” demiyoruz. Çünkü klasik muhalefet Türkiye'de “yanlışa yanlış” der. Hatta doğruya da “yanlış” der. Klasik anlayış bu.  Biz “yanlışa yanlış, doğruya doğru” diyoruz. Ama “yanlışın da doğrusu budur” diyoruz. “Düzeltmenin yolu budur” diyoruz. Yol, yöntem gösteriyoruz. Ve tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir insan olarak, bu tecrübe ışığında da bunları söylüyoruz. 
 
Bu arada arkadaşlar yeri gelmişken: 
 
14 Mayıs seçimlerinden sonra deprem bölgesinden iktidar partilerine oy verenlere hakaret eden, aşağılayan, vatandaşı küçük gören o zihniyeti de en sert şekilde kınıyorum.
 
Demokrasilerde halkın iradesinden üstün başka hiçbir şey yoktur. Halkımız bir karar verdiyse hepimiz saygı duyarız, sonuçlarını kabul ederiz. 
 
Ve hicap duyarak söylüyorum: Deprem bölgesini, ibret alınacak bir manzara olarak görenlerin karşısında durmak da bizim buradaki insanımıza borcumuzdur.
 
Bir kez daha yüksek sesle söylüyorum: 
 
Yaşamak yetmez, kimseye muhtaç olmadan yaşamak gerekir.
 
Yaşamak yetmez, eğitim gerekir, istihdam gerekir.
 
Yaşamak yetmez, insan onuruna yaraşır şekilde yaşamak gerekir.
 
Kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm insanımızın insan onuruna yaraşır biçimde yaşaması için biz çalışacağız, çalışmaya devam edeceğiz.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Toplantımızın sonuna doğru değinmeden geçemeyeceğim bir başka önemli husus var.
 
Depremin on birinci ayında Irak’ta hayatını kaybeden Kahramanmaraşlı şehidimiz Müslüm Özdemir, şehadetiyle bölgedeki insanların sesini ana haberlere tekrar taşıma gibi bir hayırlı gelişmeye de vesile oldu.
 
Onun şehadeti Kahramanmaraş’ın şu anda içinde olduğu şartların Türkiye tarafından daha iyi görülmesine, anlaşılmasına vesile oldu. 
 
Ben Müslüm Özdemir’e Allah’tan rahmet, ailesine sabır diliyorum. 
 
Şehidimizin acısıyla kahrolurken, ailesinin çadırda yaşadığını öğrendik; bir kez daha kahrolduk.
 
Biliyorsunuz ne yapacaklarını şaşırdılar. Normalde şehit evlerine büyükçe bayraklar götürülür. Ailesi ziyaret edilir fakat baktık o çadıra bayrak götürsek mi, götürmesek mi? Assak mı, asmasak mı? Epey bir ikilem yaşamışlar. 
 
Çünkü neredeyse bir yıl sonra depremin yaralarının sarılamadığını hala vatandaşlarımızın hangi şartlarda yaşadığının o ibretlik görüntüsünü “nasıl saklayacağız, nasıl örtbas edeceğiz” derdine düşmüşler. 
 
Biliyorsunuz o soğuk çadıra bir de apar topar hemen ısıtıcı bile gönderdiler yani. Ama neden sonra bunu yaptılar? 
 
Belki ülkemizdeki milyonlarca insan, hâlâ çadırlarda kalan insanımızın olduğunu bu vesileyle gördü. 
 
Ki biz bu bahsettiğim 29 Ekim vesilesiyle Hatay'a gittiğimizde orada çadırda kalan vatandaşlarımızla sohbet edip onların da fotoğraflarını tüm Türkiye'ye görüntülerini göndermiştik. “Bakın aradan kaç ay geçti hala bir çadır gerçeği var. Hala konteynerler yeterince kurulamadı, yeterince ulaştırılamadı” diye. 
 
Çünkü arkadaşlar buraların sesini insanların duyması gerekiyor.
 
Bakın bugün iki ayrı mağdur grupla yol üstü buluştuk, konuştuk.
 
Bir, kuyum sanatıyla uğraşan esnafımız bir de bu orta hasarlı ve uygun olmayan yerleşim merkezleriyle alakalı mağdur olan vatandaşlarımız. Bizden ne bekliyorlar biliyor musunuz? Bizim bir şu an için bir muhalefet partisi olduğumuzu biliyorlar. Ama ne diyorlar? “Ya ne olur sesimizi duyurun” diyorlar. 
 
“Bizi kimse duymuyor. Feryat ediyoruz. Sesimizi duyuramıyoruz” diyorlar. 
 
Hem mağdurlarının sesini duyurmak hem de sorunlara çözüm üretmek için de biz buradayız. “Demokratik denetim” diye tanımladığımız vazifemizin en önemli birleşenleri bunlar. 
 
Deprem Mağdurları ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği’nin verilerine göre depremde kaybolan vatandaşlarımızın sayısı bin civarında.
 
Bu da büyük bir acı. Ben kaç ana babadan duydum. “Çocuğumun keşke bir mezarı olsa. Nerede gömülü olduğunu keşke bilsem” diye.
 
İlk müdahalesi yapıldıktan sonra, ablası-akrabaları tarafından ambulansa bindirilen Merve Ateş’ten o gün bugündür haber yok.
 
Mustafa Batuhan Güleç’ten haber yok.
 
Hatay’da depremden 33 saat sonra yıkılan binanın enkazından kurtarılan Sude Lal Öcal’dan hastaneye götürüldükten sonra haber yok.
 
Maraş'ta, depremde çöken binanın enkazından 6 saat sonra sağ çıkarılıp komşuları tarafından ambulansa teslim edildiği görüntüler de elde olmasına rağmen Mukaddes Erva Aktaş’tan haber yok. 
 
Melike Kılıç… Enkazdan sağ çıkarılmış olmasına rağmen depremin 4.gününden bu yana haber yok. 
 
Onlarca, yüzlerce kayıp insandan haber alınamıyor.
 
Gerçekten katlanılması çok zor acılar bunlar. 
 
Yüzlerce insan yakınlarını soruyor. 
 
Yetkililerden, iktidardan ses yok.
 
Ben buradan, depremin birinci senesinde Maraş’tan sesleniyorum ve soruyorum:
 
Bir ay, değil, iki ay değil, dört ay değil; TAM bir sene geçti:
 
Merve Ateş nerede?
 
Batuhan Güleç nerede?
 
İnsanlar eşlerini dostlarını yitirdi, yetmedi ama hala bir yıl sonra kayıplarını arıyor.
 
Buradan da iktidara seslenmek istiyorum:
 
Deprem öncesi uyarıları görmezden geldiniz, binlerce yurttaşımızın ölümüne sebep oldunuz.
 
Şimdi, deprem sonrası seslerini duymuyor, kulak tıkamaya devam ediyorsunuz.
 
Depremde kaybolan insanlarla ilgili neler yapacaksınız?
 
Yükselen sesleri duymazdan gelmeye daha ne kadar devam edeceksiniz?
 
Soruyorum: 
 
Deprem kayıpları nerede?
 
Deprem kayıpları nerede?
 
Deprem kayıpları nerede?
 
Bir açıklama getirin ya. Deyin ki “bugüne kadar şunları şunları yaptık. Şu araştırmaları yaptık, şuraya kadar iş sürdük”
 
Ama tamamen karanlık. Bu acıyı daha fazla yaşatmayın ya. Yazık bu insanlara. Ve arkadaşlar bakın bu ülkeyi karanlıkta yönetmeye o kadar alıştılar ki hiçbir şeffaflık yok. Yaptıkları hiçbir işte şeffaf değiller.
 
Eski hani komünist blok ülkeleri vardı. Böyle vatandaşın hiçbir şeyden hiçbir şekilde haberinin olmadığı. O ülkeleri çevirdiler Türkiye'ye. 
 
Hiçbir sorunun cevabını alamıyorsunuz. 
 
İki ay önce Hatay'daydık. Aynı sorun. “Hiçbir şey belli değil” diyorlar. 
 
Bugün gittiğimiz mahallede, o Aliye İzzet Begoviç Parkı'nın olduğu noktada arkada binalar var orta hasarlı, vatandaşlarımıza “çık çık çık” baskısı yapılıyor. 
 
Ama tam da arkada bir bina duruyor, inşaatı devam ediyor. Çık demelerin sebebi burası uygun ortam, uygun arazi, uygun yer değil. 
 
Peki madem öyle, inşaat devam ediyor ya. Siz bu insanların aklıyla alay mı ediyorsunuz? Eğer şaka yapıyorsanız bu kötü bir şaka yani. 
 
Bu kadar belirsiz, bu kadar yönetimin birbirinden habersiz olduğu ve bu belirsizlik ve karanlık sebebiyle, şeffaf olmayan yönetim tarzı sebebiyle bu kadar insanların mağdur olduğu bir yönetim olamaz arkadaşlar.
 
Gerçekten çok yazık ya. Kahramanmaraş'a yazık, bütün bu bölgedeki diğer illere yazık. 
 
İnsanlarımıza yazık.
 
*****
 
Saygıdeğer basın mensupları,
 
Değerli arkadaşlar;
 
Son olarak bir hakikatin altını çizmek istiyorum. 
 
Yaşadığımız bu acı deprem felaketi bize bir kere daha bir hakikati gösterdi. 
 
Neyi biliyor musunuz?
 
Haber gelir gelmez, ülkemizin dört bir yanından tüm toplum kesimlerinden herkes seferber oldu, afet bölgesine yardım için büyük bir çaba gösterdi. 
 
Herkes kendi imkanınca elini uzattı. 
 
Niçin? Çünkü bu toprakların insanı, kimliği ne olursa olsun; kökeni, inancı, görüşü ne olursa olsun; birbirini çok seviyor. 
 
Başkasının acısını kendi acısı sayıyor. Elini uzatmaktan da çekinmiyor. 
 
Biz birbirimizi çok seviyoruz, daha da seveceğiz. Bu topraklar yüzyıllardır sevgiye, saygıya, birlikte yaşama iradesine şahit oldu.
 
6 Şubat acısından sonra da bir kez daha işte bu büyük hakikate şahit olduk.
 
Askerlerimizi, madencilerimizi, itfaiyecilerimizi, sağlık çalışanlarımızı, varını yoğunu ortaya koyan tüm gönüllü vatandaşlarımızı bir kez daha ben saygıyla selamlıyor ve onlara teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
 
Yine çok sayıda ülkeden elini uzatan binlerce yardım için gelen insanlara da şükranlarımı sunmak istiyorum.
 
Sözlerime de Yunus Emre’nin dizeleriyle son veriyorum:
 
Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Edenlere selam olsun
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. 
31 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 3. Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni

Ali Babacan 3. Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni

VİDEO KOLAJ GÖSTERİLDİ

O biri geldi arkadaşlar, geldi.

Diyorum ya: “Günün birinde birileri gelip de bozmazsa”

İşte günün birinde geldi, birileri bozdu.

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum;

Videonun sağ üst köşesindeki dolar kurunu, enflasyon oranını ve faizi oranını izlemişsinizdir.

İlk günden itibaren eğitim ve hukuk reformunun şart olduğunu söyledim.

Biliyorsunuz zamanında bu alanlarda da çok önemli adımlar attık.

Önce insan dedik.

Bireysel ve kolektif hakları Türkiye’de genişlettik.

Vatandaşlarımızı fert fert birey olarak güçlendirdik.

Bunları ne zaman yaptık? 2003’ten 2013’e kadarki 10 yıllık süre içerisinde yaptık.

Biraz önceki videolar 2013-2015 arası ya,

O kötüye gidişin başladığı dönemdeki uyarı videoları bunlar, o dönemde yaptık.

Ancak devamı gelmedi. Birileri hukuktan rahatsız oldu. Sancılar başladı.

Birileri kuralı, hukuku, Türkiye’nin güçlü kurumlarını kendisi için vesayet zannetmeye başladı. “Bu kurumlar bağlıyor, kurallar beni bağlıyor” demeye başladı.

İktidarın yargıya müdahaleleri arttı, yargı içindeki türlü türlü yapılanmalar abuk subuk işler yapmaya başladı.

Dikkat edin 2013, 2014, 2015…

Eğitim denince, zaten iktidarın aklına, kendi ideolojisine uygun bireyler yetiştirmekten başka bir şey gelmiyor.

Eğitim ile ilgili güzel reformlar hazırladık. Hiçbirisi yapılmadı.

Büyük ortak da küçük ortak da kendi dar ideolojilerini, körpecik zihinlere işleme derdine düştü.

Eğitimmiş, bilgi imiş; onlar için hiç önemli değil.

Onlar tornadan geçirilmiş gençler istiyor, onlar partili bireyler görmek istiyor.

Ha o arada ülke batmış mı, vatandaş nefessiz kalmış mı;

İnanın hiiiç umurlarında değil hiç.

*****

Bakın arkadaşlar;

2013’de, yani ekonominin zirve yaptığı yılda, “hukuk” demeye başlamışım, “eğitim” demeye başlamışım.

Yıl 2013. Milli gelirin tarih zirveye ulaştığı yıl. Hâlâ o rakam yakalanamadı, biliyorsunuz. O zirve hâlâ bugün itibariyle yakalanabilmiş değil.

Dolar daha 1 lira 80 kuruş iken, enflasyon %7 iken, faiz %5 iken herkesi uyarmaya başlamışım.

İlan ettiğimiz 2023 hedeflerine, yani, 2 trilyon dolarlık milli gelire, 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşmak için “hukuk şart, eğitim şart” demişim.

İşlerin kötüye gideceğini görüp feryat etmeye başlamışım.

2015’te çok açıkça demişim ki:

“Tabii günün birinde birileri gelip de tamamen, “maaşlara zam, arkasından enflasyon hepsini alıp götürsün, öyle bir çizgi izlemezse inşallah bu akıllı politikalar bu düzgün politikalar devam ettirilirse bu Türkiye’nin önemli bir kazanımıdır.” Demişim.

Tarih … 2015.

O tarihten sonra arkadaşlar, işler hiç iyi gitmedi.

Ama ne zaman ki 2018 geldi çattı, ne zaman ki partili taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildi işte ondan sonra her şey tepetaklak oldu.

Çünkü, bir kişi tek imzayla karar almaya başladığı anda ne kurumların önemi kaldı ne de kuralların, hukukun önemi kaldı.

Tek yetkiyi aldı, tüm istişare ve ortak akıl mekanizmalarını sildi attı.

Rakamlar ortada. 10 yıl geçti, milli gelir de ihracat da 2023 için hedeflenenin ancak yarısında kaldı.

2 trilyonluk milli gelir hedeflemiştik 2023 için.

1 trilyon civarında oldu.

500 milyar dolarlık ihracat hedeflemiştik. 255 milyarda kaldı.

Bir de cumhurbaşkanlığından yapılan açıklama da ne diyor biliyor musunuz 2023 ihracatı ile ilgili? Diyor ki; 2023 ihracatımız bir önceki yıla göre %0,6 arttı, 1 bile değil %0,6 arttı ve Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdık” diyor. Web sitesi var bugün, hâlâ açık.

Arkadaş ne Cumhuriyet tarihinin rekoru ya!

Biz 500 milyar dolar hedef koymuştuk. Üstelik bunu ihracatçılarla beraber koymuştuk.

Unutturamazsınız, unutturamazsınız hepsi kayıtlarda.

Zamanında Türkiye’nin zirve yılında, Türkiye İhracatçılar Meclisi ile beraber sektör sektör çalışarak 500 milyar dolarlık ihracatı hedefini koyduk biz 2023 için.

255 milyarı Cumhuriyet tarihinin rekoru diye açıklıyorlar utanmadan ya.

İşte enflasyon durdurulamıyor.

Ülke gittikçe yoksullaşıyor.

Bürokratları, “ülkeye hizmet etsin” diye değil “kendisine hizmet etsin” diye seçildiği bir dönem yaşıyoruz. Ülke gittikçe fakirleşiyor.

Durdurulamıyor.

Bakın işte pazartesi günü TÜİK, 2023 yılına ilişkin "Gelir Dağılımı İstatistikleri" bültenini açıkladı.

Kendilerinin açık açık ilan ettikleri tablo ne diyor biliyor musunuz?

Gelir dağılımındaki adaletsizlik Türkiye’de hızla büyümeye devam ediyor.

Gelir dağılımı Gini katsayısı denilen bir gösterge üzerinden ölçülür.

Bu göstergenin sıfıra yaklaşırsa gelir dağılımının düzelir, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımı bozulur.

Açıkladı Gini katsayısı 0,433. Bu rakam, gelir dağılımındaki bozukluğun son 20 yıldaki en kötü noktaya ulaştığını bize gösteriyor.

Yani zenginle fakir arasındaki uçurum son 20 yıldır hiçbir zaman bu kadar büyümemiş, bize onu gösteriyor.

Yayınlanan rakamlara göre, ülkemizde en yüksek gelire sahip olan yüzde 20, toplam gelirin yüzde 50’sini alıyor.

Yani 85 milyonluk ülkede, en yüksek gelire sahip 17 milyon, toplam gelirin TAM yarısını alıyor.

En düşük gelire sahip yüzde 20’lik kesim ilse toplam gelirden sadece yüzde 6 alıyor.

Bu ne demek? “85 milyonluk ülkenin en düşük gelirli 17 milyon insanı, ülkedeki toplam gelirin, sadece ama sadece, %6’sını alıyor” demek.

Gelirin yarısını alan 17 milyon ve gelirin ancak yarısını bırakın, %6’sını alan 17 milyon...

Şu uçuruma bakar mısınız?

Son 20 yılın en büyük uçurumu.

Türkiye’yi siyasette iki kutba hapsetmek isteyenler, iki kutuplu siyaset olsun isteyenler, ekonomide iki kutup oluşturmayı başardı.

Şu an itibariyle gelir dağılımında geldiğimiz durum, Necip Fazıl’ın Destan şiirindeki gibi:

“Allah’ın on pulunu, bekleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa.”

Arkadaşlar, bunlar orta sınıfı darmadağın ettiler, yok ettiler.

Artık aynı ülkede, aynı devlette yaşayan iki farklı coğrafyanın insanıyız.

Ülke gelirinin yarısına sahip %20, ve ülke gelirinin sadece %6’sına sahip %20:

Sipariş verenler ve siparişi getirenler;

Story atanlar ve onları izleyenler.

Ev üstüne ev alanlar ve kiralarını ödeyemeyenler.

Senede birkaç kez arabasını yenileyenler ve belediye otobüsüne binerken hesap yapanlar.

En lüks restoranlarda bir gecede iki aylık asgari ücret kadar hesap ödeyenler; öğün atlayarak aç aç hayatta kalmaya çalışanlar.

Maalesef ülkenin geldiği durum bu.

Üniversite okuyup çalışarak, aylık maaşlardan artırarak birikim yapmak artık bir hayal.

Ev almak, araba almak, ülkemizin kahir ekseriyeti açısında artık bir hayal.

Huzurla restoranda yemek yemek artık vatandaşlarımızın çoğu için bir hayal…

Erdoğan’ın bir zaman çok sık kullandığı meşhur sloganını hatırlıyor musunuz? (…)

Ne derdi, o işlerin en iyi gittiği dönemde...

“Hayaldi, gerçek oldu”… derdi değil mi?

Evet, oldu. Oldu. Ama o gerçek olan hayaller var ya “Hayaldi, gerçek oldu” derdi ya, o, bizim yaptığımız işler.

O gerçekler bizim yaptıklarımız.

Dürüst ve ehil kadroların yaptıkları.

Bizim yönetimde olduğumuz özgür ve zengin Türkiye’nin günleriydi.

Dürüst ve ehil kadrolarla o başarıları yakalamıştık.

Şimdi ne oldu?

“Gerçekti, hayal oldu.”

Evet, özellikle gençlerimiz için o günler hayal oldu.

Tüm ülkece yaşadığımız o zenginliği elimizden aldılar, arkadaşlar.

Bütün toplumun refahını çaldılar, bir avuç insana yığdılar o refahı.

Biz “hayalleri gerçek” yaptık, Erdoğan “gerçekleri hayal” yaptı.

Sayın Erdoğan: Bu adaletsizlik sizin eseriniz, sizin. Başka hiçbir yerde suçlu aramayın.

2018 yılından bu yana, başkanlık sisteminden bu yana;

Toplumun her kesimi fakirleşirken, sadece belli bir kesimi zenginleştiren sizsiniz. Sizin yaptığınız yanlışlar.

Türkiye'nin her yerini geziyoruz,

Nerede arabamızdan, nerede otobüsümüzden adımımızı atsak şöyle bir sokağa hemen etrafımızı emekliler sarıyor.

Eğer tarım alanlarındaysak hemen etrafımızda çiftçiler sarıyor. Diyorlar ki; “Geçinemiyoruz, bizim halimizi lütfen gidin anlatın” diyorlar. “Meclis’te, Ankara’da bizim durumumuzu lütfen karar alanlara, iktidara anlatın” diyorlar.

E çünkü ülkeyi yönetenlerin artık vatandaşlarla, halkla irtibatı koptu.

Ülkenin Cumhurbaşkanı, ülkenin en varlıklı insanlarıyla cepten cebe konuşuyor, değil mi? Ama acaba cepten cebe konuştuğu bu ülkede artmış haliyle 10 bin TL maaş alan bir emekli vatandaşımız var mı acaba?

Acaba cepten cebe konuştuğu, 5 dönümlük, 10 dönümlük tarlasında zarar eden, ürettikçe daha çok, ürettikçe daha çok zarar eden bir çiftçi var mı acaba cepten cebe konuştuğu? Yok arkadaşlar yok…

Etraflarını bir çıkar şebekesi tamamen sarmış durumda. Kendileri etraflarını o tür insanlarla çevirmiş durumda ve artık halktan koptular.

Bile isteye yaptılar bunu bile isteye, ısrarla ve inatla yanlış işler yaptılar.

Her gün uyardık, “yapmayın ya yanlış yoldasınız” dedik.

Israrla ve inatla hukuktan saptınız.

Israrla ve inatla demokrasiyi yok ettiniz.

Gelir dağılımındaki bu berbat durum sizin eseriniz Sayın Erdoğan, sizin. Başka kimsenin değil.

Bizim ekibimizle beraber, ekonomi yönetiminin başında olduğum dönemde dirhem dirhem biriktirdiğimiz, vatandaşımızın alın terini, vergilerini çarçur sizsiniz.

Size memleketin kasasını dolu teslim ettik. Siz hepsini mirasyedi hayırsız evlat gibi har vurup harman savurdunuz.

Bakın, İbrahim Çanakçı Bey burada, tam 11 yıl Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nin başında oldu.

Ne dedik? “Ak akçe kara gün içindir” dedik.

“İşler iyiyken tasarruf edelim” dedik. “Ülkece tasarruf edelim” dedik.

Merkez Bankası’nın rezervini artırdık. Merkez Bankası’nın yedek akçelerini biriktirdik.

Ne oldu? 2018’den sonra, birinci damat geldi ya bir günde, bir günde yılların birikmiş yedek akçesini bir günde sıfırladılar ya. Yılların biriktirilen yedek akçesini…

Bakın kimse bundan bahsetmiyor değil mi? Herkes döviz rezervi falan filan.

Ben döviz rezervinden bahsetmiyorum.

Merkez Bankası'nın bilançosuna biriktirilen ve her sene kara gün için saklanan yedek akçelerden bahsediyorum.

Hiç acımadan, utanmadan bir günde sıfırladılar.

Ertesi yıl biriken yedek akçeyi gene sıfırladılar.

Ülkenin Merkez Bankası'nı kukla tiyatrosuna çevirdiler ya.

“Bu beni dinler” diyor, hop göreve getiriyor. “Bu benim sözümü dinlemiyor, laf dinlemiyor” diyor, hop görevden alıyor.

E lafını dinleyen Merkez Bankası Başkanları geldiğinde ne oldu? Ne oldu?

Bir zamanlar ekranda gördüğünüz gibi sürekli tek hanede gezen enflasyon iki haneye, üç haneye çıkmadı mı? Aradaki fark ne? Aradaki fark arkadaşlar? Erdoğan farkı.

Tek başına, tek başına, tek imzayla Merkez Bankası'ndaki o kaliteli, birikimli ekibi tasfiye edip de emir kulu ekibi iş başına getirdiği anda enflasyon iki haneye, üç haneye çıktı ve o gün bugündür de düşmüyor artık ya. Düşmüyor.

Meydanlarda yuhalattı meydanlarda.

Geçen bir videosunu yayınlattık. Bizim sosyal medya hesaplarımızdan görmüşsünüzdür. Diyor ki, Merkez Bankası'nın faizi daha %7,5 “Bu faiz yüksek” diyor. “Tamam bağımsızsınız anladık ama acaba siz başkalarına mı bağlısınız” diyor. “Başkalarından mı talimat alıyorsunuz” diyor, %7,5 iken.

E şimdi Merkez Bankası'nın faizi %45’e çıktı değil mi? Bunu çıkartan kim? Yok Merkez Bankası Başkanıymış, yeni ekonomi heyetiymiş falan filan, hikâye.

Cumhurbaşkanı'nın izni ve talimatı olmadan hadlerine mi faiz yükseltmek ya?

Ama tek kelime etmiyor dikkat edin, tek kelime etmiyor. Konuşmuyor faiz konusunda.

8 ayda 8 kere faiz artıyor, tek kelime konuşmuyor. Çünkü niye?

Sanki onlar bir şeyler yapıyor, kendisinin haberi yok.

Kulağını kapatıyor, gözünü kapatıyor sözüm ona.

Hepsi bilgisi ve talimatı dahilinde.

Ben şimdi kendisine soruyorum ya, %7,5 iken, Merkez Bankası'nın faizi yüzde %7,5 iken Merkez Bankası'na “başkalarından mı talimat alıyorsunuz” diye soran Erdoğan'a ben şimdi soruyorum; Acaba %45’e faizi çıkartırken siz kimden talimat aldınız?

Kendisi çıkarttı arkadaşlar kendisi.

Yok Merkez Bankası'na Amerika'dan getirmişler, başkan koymuşlar da o başkan da faizi arttırıyor. Hikâye.

Yahu bilgisi olmadan, talimatı olmadan haddine mi bugün Merkez Bankası'nın faizi arttırması?

Eğer seçimlerden önce “faiz indi, daha da inecek…” %7,5’a değil mi? Seçimlerden önce, 8,5’a talimatla indirten, seçimlerden sonra da döndü yine talimatla faizi %45’e çıkarttı.

Hiç kaçak oynamasın.

Kendi yapmadıysa da çıksın açıklasın.

Desin ki; “ben bunu istemiyordum, Merkez Bankası yaptı” desin. Onu da demiyor.

Kaçak oynuyor arkadaşlar, kaçak.

Ama bu milletin gözünden hiçbir şey kaçmıyor.

DEVA kadrolarının gözünden hiçbir şey kaçmıyor, kaçmayacak. Bu da böyle biline burada.

Kusura bakmayın ama, bunun kukla tiyatronuzla, 85 milyonluk ülke fakirleşiyor.

85 milyonluk ülkede yaşayanların boğazından geçen lokmalar azalıyor.

85 milyonluk ülkenin hayalleri yok oluyor.

2018’de tek imzayla tek yetkiyi aldığından bu yana orta direği yok etti.

Orta sınıfın olmadığı bir demokrasi olur mu? Olmuyor işte.

Demokrasi niye geriliyor?

Çünkü demokrasi talebi orta sınıftan geliyor arkadaşlar. Çünkü orta sınıfın demokrasiye ihtiyacı var.

Hali vakti yerinde olanlar “zaten ben iktidarla işimi görüyorum. Parayı da koyacak yer bulamıyorum” diyor. Hali vakti yerinde olanlar.

Devlet desteğiyle sosyal yardımla, sosyal destekle geçinmek zorunda olanlar da ne diyor? “Ya beni zorla iktidar partisine üye ettiler. Onun için de bana yardım veriyorlar. Ama iktidar değişirse acaba benim yardımım kesilir mi?” diye korkuyorlar.

Bana ilk başta diyorlar ki; “Burada bir komplo teorisi var. Acaba hükümet orta sınıfı kasıtlı olarak mı yok ediyor da hani demokrasi talebi olmasın, kafama eseni yapayım” diye. Ben de “ya yok artık o kadar da olmaz” diyordum ama arkadaşlar yavaş yavaş inanın bu planlı bir şekilde yapılmış bir senaryo. Bunun başka açıklaması yok.

Ya bakın daha dün, evvelsi gün ne açıklandı? Yoksulla zenginin arasındaki uçurum, gelir dağılımı.

Dün de Dünya Yolsuzluk Endeksi açıklandı.

Yolsuzluk algı endeksi. Ne olmuş? 2013’te 50 imiş, 2023’te 34’e inmiş. Basamak basamak iniyor.

Yani notumuz sürekli düşüyor. Bu notun düşmesi demek, yolsuzluk algısının artması demek arkadaşlar.

Yani aslında ne oluyor? 2013’ten bu yana ülkede yolsuzluk artıyor, aynı zamanda fakirlik, yoksulluk çoğalıyor.

Çünkü yolsuzluk ne demek? Bu devletin, milletin tüyü bitmemiş yetimin hakkını alıp bir avuç insana vermek demek değil mi? Yolsuzluk bu demek.

İşte bunun iki rakamda da sonucunu görüyorsunuz. Hem bu yolsuzluk algısı endeksini grafiğinde görüyorsunuz. Hem de ülkedeki gelir dağılımının ne kadar bozulduğunu gösteren rakamlardan görüyorsunuz.

Sayın Erdoğan iyi bakın iyi,

Tüm bu gelir adaletsizliği, yoksulluk, hukuksuzluk, israf sizin eseriniz.

Bu tablo sizin eseriniz:

Bize yoksulluğun resmini çizdiniz.

Bize adaletsizliğin resmini çizdiniz.

Bize haksızlığın resmini çizdiniz.

Ne yazık ki milyonların hayatını mahvettiniz.

Orta sınıf diye bir şey bırakmadınız. Nasıl ki çadırın orta direğini alırsanız o çadır çöker. Siz de ülkeyi çökerttiniz.

BEN SİZİN ESKİ BİR ÇALIŞMA ARKADAŞINIZ OLARAK; AMA HERHANGİ BİRİ DEĞİL, EKONOMİDE TAM 11 YIL BU ÜLKEYE TARİHİNİN EN GÜZEL GÜNLERİNİ YAŞANDIĞI DÖNEMDE EKONOMİ EKİBİN BAŞINDA OLAN KİŞİ OLARAK SÖYLÜYORUM VE SORUYORUM SİZE:

Cevap bekliyorum:

Neden Sayın Erdoğan, neden?

Nedir derdiniz sizin?

Neden bunları yaptınız? Hem kendinize sorun hem de buna bir cevap verin.

*****

Değerli arkadaşlar;

Yoksulluk rakamlarla ifade etmenin ötesine geçti. Günlük hayatta bugüne kadar yaşamadığımız ve asla yaşamak istemeyeceğimiz görüntüler ortaya çıkmaya başladı.

Her gün yoksulluk intiharları haberlerini okumak yüreğimizi yakıyor.

Gittiğimiz şehirlerde üniversite öğrencileriyle şöyle bir sohbet ettiğimizde, her bir şehirde üniversite öğrencileri kendi arkadaşlarından canına kıyanlardan bahsediyor.

Vatandaşlarımız çöplerden ve pazarlardan atık gıda topluyor. Şöyle bir akşama doğru pazarın toplanmaya başladığı saatlerde bir gidin görün pazar yerlerine.

Emekliler, kadın, erkek, yaşlılar, teyzeler, nineler gidiyorlar bu pazarda dökülmüş olan artık ürünlerin içerisinden işe yararlarını seçip torbalarına doldurmaya çalışıyorlar.

Ülkede ucuz ekmek kuyrukları kilometreleri aşıyor.

Yahu, insanlar bu kuyruklarda utançla, gözyaşı döküyor.

Bu utancı milletimiz değil, bu utancı bu iktidar yaşamalı, ama yüzleri arsız.

Temel gıdalar bile taneyle, gramla satılıyor. Çeyrek litreyle ürünler satılmaya başlandı.

Et ve protein alınamıyor.

Geçen Kartepe'de bir kasaba girdim, sordum; “Kıyma satıyorsunuz ama daha çok kaç gramlık paket yaptırıyorlar size?” dedim. “Ya artık gramdan bahsetmiyor bizim müşteriler” dedi.

“Ya 100 liralık kıyma, 150 liralık kıyma ver” diyorlar bana. Öyle söylüyorlar dedi.

Yani emeklimiz gidiyor kasaba diyor ki; “bana 150 liralık kıyma ver.”

Gelecek ay gidiyor gene 150 liralık istiyor. Sonra yine 150, 150. Ama 3 ay önce 150 liraya diyelim ki yarım kilo kıyma alıyorsa 3 ay sonra aynı 150 liraya 400 gram, 300 gram kıyma alıyor. Ülkenin içine düştüğü durum bu arkadaşlar.

Bakıyoruz fiyat etiketlerine, geçen Edremit'te çarşı gezerken baktım peynir fiyatları asmışlar ama fiyatlar yarım kilo fiyat. “1 kilo peynir şu” diye artık etiket yok. Kocaman fiyat var altında “yarım kilo” diyor.

Çünkü esnafımız da biliyor ki 1 kilo peynir alan vatandaşımız parası ancak şu anda yarım kilo peyniri yetiyor. Bunlar Türkiye'nin gerçekleri.

İktidardakiler duysun. İktidardakiler öğrensin, dinlesin diye burada dillendiriyorum.

Emeklimiz, çiftçimiz, öğrenciler gelip feryat ettiği için benden, arkadaşlarımdan “bizim sesimizi duyurun” dediği için burada bunları ifade ediyorum.

Bakın arkadaşlar, hanelerin çok önemli bir kısmı ciddi maddi yoksunluk içinde.

Ülkemizdeki hane halkının %60’ı evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını bile karşılayamıyor.

Bunları açıklayan kim? Yine TÜİK… Bu rakamlar oradan.

Hane halkının, %40’ı iki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek yiyemiyor. Yani vatandaşın %40’ı gün atlayarak bile et ya da tavuk ya da balık yiyemiyor.

%65’i eskimiş mobilyasını yenileyecek bir ekonomik duruma “ben sahip değilim “diyor. Dedim ya hepsi devletin rakamları, açıkladığı rakamlar bunlar.

Gelir dağılımı ve yoksulluktaki bu tablonun tek sebebi ne biliyor musunuz arkadaşlar?

Haksız rant devşirmeye dayanan ekonomi modeli;

Akıldan ve bilimden uzak, haksız gelir ve servet transferi yaratan ekonomi politikaları;

Nasıl Sayın Erdoğan diyordu ya, “benim valim. Benim memurum.” Ne diyor orada? “Partilim” diyor. Yani “benim sözümü dinleyen” diyor değil mi?

İşte aynı o şekilde ne yaptı? “Benim zenginim” dediği bir kitleyi de oluşturdu etrafında.

Hak, hukuk, adalet ve demokrasiyi rafa kaldıran bu siyaset anlayışı ve tek kişinin iradesine dayanan yönetim sistemi bu işin en önemli sebebi.

İçinde bulunduğumuz durumun özeti bu.

Hiç kimsenin bahsini dahi etmediği bir dönemde 2013 yılında ben “orta gelir tuzağına” dikkat çekmiştim.

Şimdi Google'dan bir yazın “orta gelir tuzağı” diye en çok 2013 ve sonrasında en çok Ali Babacan'ı göreceksiniz. Çünkü ilk gündeme o dönemde bunu getiren siyasetçi bendim.

Üstelik muhalefette değil, iktidardayken ben bunu gündeme getirdim. Hani bazen diyorlar ya, “ya siz zamanında keşke bir şeyler söyleseydiniz.” Bir şeyler değil, neler neler söylemişiz ya.

Hükûmetin içindeyken, devlet protokolünde beşinci sıradayken, başbakan yardımcısıyken ben bunları söylemişim.

“Eğitimde gereğini yapmaz, hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi güçlendirmezsek, orta gelir tuzağına takılır kalırız” demiştim.

Maalesef bugün gelinen noktada ülkemiz orta gelir tuzağının da gerisine “asgari gelir tuzağına” düştü.

“Asgari gelir tuzağına.” Bu ne demek?

Asgari ücret, memlekette ortalama ücret haline geldi.

Gerçekten çok yazık. Bu utanç da ülkeyi bu hale düşürenlere dert olsun.

Bu bereketli topraklar bir yoksullar yurdu haline geldi.

Bugün vatandaşlarımızın nerdeyse tamamı ya aşırı yoksul ya çok yoksul ya orta yoksul ya az yoksul ya da yoksul. Şu anda yoksulluk çeşitlerinden beğeniyorsun hangi çeşit yoksul olduğunu. Ülkenin durumu bu.

Gıda yoksulluğu, barınma yoksulluğu, enerji yoksulluğu, öğrenci yoksulluğu, çocuk yoksulluğu gibi kavramlar artık günlük hayatımıza girdi ve en ağır bir şekilde bu yoksulluk yaşanıyor.

Sayın Erdoğan, herkesi yoksullukta eşitledi;

Ya biz “eşit vatandaşlık” derken bunu kastetmemiştik ki.

Sayın Cumhurbaşkanı ben buradan seslenmek istiyorum; bizim “eşit vatandaşlık” sözümüzü yanlış anladınız. “Eşit vatandaşlık” demek, vatandaşları yoksullukta eşitlemek değil. “Eşit vatandaşlık” demek, bu ülkenin her bir vatandaşını insan onuruna yaraşır bir refah seviyesine ulaştırmak demek. “Eşit vatandaşlık” demek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin hukuk ve adalet önünde temel haklar konusunda birbirinden ayrılmaması, ayrışmaması demek.

Değer arkadaşlar,

Demokrasiyi zayıflattı; vatandaşı, bir lütuf gibi sundukları sosyal yardımlara ve bağımlı hale getirdi.

Sosyal yardımlara bağlanan vatandaşlarımızı, kendisine bağlamaya kalkıyor.

*****

Arkadaşlar, hep söylüyorum;

Hukuk olmadan ekonomi olmaz.

Hukuk olmadan, ekonomi olmaz!

İşte daha dün olanlar, dün akşam gerçekleşenler.

Dün meclisimiz için gerçekten utanç verici bir gündü.

Anayasa Mahkemesi’nin iki kere verdiği karara rağmen, Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği, haksızca, hukuksuzca düşürüldü.

Bakın öyle bir konu ki Meclis Başkanı bile ortalarda yok. Meclis Başkanı ortalarda yok. Bu işe uygun, bu işlere yatkın, hani “kukla oyunu” diyoruz ya, bu tür insanlar şu anda maalesef ön planda.

Ve bu karar ile küçük ortağın rüyalarını süsleyen “Anayasa Mahkemesi’ni yok etmek fikri” gerçek oldu.

Hani diyordu ya; “Kapatın bunu, kapatın bunu” diyor. E, ha kapatmışsın ha aldığı kararı yok saymışsın. Ha var ha yok. Kapatmaktan farkı ne?

Bu karar ile “hukuksuzluk” meclis tarafından tanınmış oldu.
Bu çok vahim durum bakın.

Bir ülkenin yasa koyucu, yasa yapıcı organıdır meclis. Milletvekilleri için yasa yapıcı, yasa koyucu ifadesi kullanılır uluslararası demokrasi literatüründe.

Kural koymak, hukuk normu yapmakla mükellef olan kurum, var olan bir anayasa maddesine açıkça aykırı bir adım attı ya.

Bu karar ile bireysel güvencelerimizin en büyüğü olan AYM’ye bireysel başvuru hakkı ortadan kalkmış oldu maalesef.

Ki 2010 Anayasa paketinin en önemli maddelerinden birisidir. Sadullah Bey'in Adalet Bakanı olduğu dönemde gerçekten tüm hukuk sistemimizin ve bireysel hakların emniyet sibobu, sigortası olarak Anayasa değişikliğine, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirilmiştir ve sonuca bakın…

Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunan insanların, esastan incelenen dosyalara baktığımızda %95’i vatandaşı haklı buluyor. Diğer mahkemeleri haksız buluyor.

“Benim hakkım yendi ya. Burada hak ihlali var” diye son durak olarak Anayasa Mahkemesi’ne giden vatandaşlarımızın esastan incelenen dosyalarının tam %95’inde Anayasa Mahkemesi vatandaşı haklı buluyor ve bu Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı sen yok sayıyorsun.

Bu ne demek? Bundan sonra o %95 var ya. O %95’in hakkı artık Türkiye'de korunamayacak demek. %95 hakkını arayacak kapıyı bulamayacak demek.

Milli irade, anayasa dün yok sayıldı.

15 Temmuz gecesi Meclise bomba atanlar bunu başaramamıştı, ama bu iktidar başardı.

15 Temmuz gecesi Meclis hukuka sahip çıktı. Anayasaya sahip çıktı. Demokrasiye sahip çıktı.

Ama dün olanlar arkadaşlar anayasal düzene bir darbedir. Ve bu darbede maalesef Meclis çatısı altında yapılmıştır.

Darbeler türlü türlü. İlla eline silah alan kendini bilmezler darbe yapmıyor ki. Kendini bilmez ama elinde her ne kadar tabancası tüfeği olmasa da elinde iktidar gücü olanlar da darbe yapabiliyor maalesef.

Çoğu farkında değil bunun.

O Meclis çatısı altında dün olanlara sessiz kalan, dün olanlar karşısında susan milletvekillerine ben buradan seslenmek istiyorum; “Bu hak hepinizin hakkıydı. Korumanız gereken hukuk hepinizin hukukuydu.”

Öyle “işime geldiğinde ben hukuk tanımam, işime geldiğinde de hukuk isterim.” Öyle yok. Öyle yok.

Bugün bir kişiye, yarın hepinize arkadaşlar ya.

Siz milletvekilisiniz, bu milletin vekilisiniz. Unutmayın. Bir kişinin vekili değilsiniz. O bir kişinin 300 küsur tane vekile ihtiyacı yok. Zaten aklına geleni yapıyor. Biraz kendiniz olun ya.

Senelerdir tekrar ediyorum; hukukun üstünlüğü egemen olmadan, Türkiye Cumhuriyeti gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadan, ülkemiz için hiçbir hayalimiz gerçek olmayacak arkadaşlar.

İktidar hukuk devletini yok edeli çok olmuştu. Şimdi artık bir kanun devleti bile değiliz.

Gerçekten, çok yazık.

Ama bir yandan da şunu söylemek istiyorum. Özellikle özellikle gençlere seslenmek istiyorum.

Çünkü gençler sadece biraz önceki grafiklerdeki o kötüye gidişi gördüler. Kendilerini bildik bileli ülke kötüye gidiyor ya gençler sadece o kötü gidişi gördüler.

Ülkenin nasıl ayağa kalkabileceğini, düzgün yönetildiğinde, nasıl başarılı bir Türkiye olabileceğini gençler görmediler kendi hayatları boyunca.

Ama ben buradan özellikle gençler seslenmek istiyorum; Endişeye mahal yok. Çünkü DEVA var artık.

Endişeye mahal yok.

Çünkü bu ülkede sonuna kadar “hak” diyecek, “hukuk” diyecek, “adalet” diyecek, “demokrasi” diyecek bir siyasi parti var artık, DEVA Partisi var burada.

Sonuna kadar mücadele edeceğiz, sonuna kadar. Kim ne derse desin.

Çünkü bu ülkede dosdoğru insanlar, düzgün insanlar eğer demokrasiye, hukuka, adalete sahip çıkmazsa işte o zaman siz korkun Türkiye'den.

Biz güzel insanlar olarak, dosdoğru çalışan insanlar olarak ve hiçbir şeyden korkusu olmayan, Allah'tan başka hiç kimseden korkmayan insanlar olarak bu ülkeye sahip çıkacağız gençler korkmayın.

Onun için “endişeye mahal yok” diyorum. Durum kötü ama endişeye mahal yok.

*****

Değerli arkadaşlarım,
Kıymetli vatandaşlarımız,
Saygıdeğer basın mensupları,

Bir başka önemli husustan bahsetmek istiyorum şimdi size.

Bakın ne iktidar partilerinden ne de muhalefet partilerinden daha gündeme getirilmeyen fakat çok önemli bir hırsızlık olayından bahsetmek istiyorum.

Tarihimizin belki de en büyük hırsızlıklarından biri…

Biliyorsunuz; hukuksuzluğun kural hâline gelmesiyle ülkemiz adeta uçurumdan aşağı yuvarlanıyor.

Her alanda, ama her alanda kötüye gidişimizin altında yatan, hukukun her gün ihlal edilmesi.

Şimdi size eşi benzeri görülmemiş bir rezaletten, ülkemiz adına bir utançtan bahsedeceğim.

“Bu kadar da olmaz” diyeceğimiz bir rezaletten…

*****

Değerli vatandaşlarım,

Kıymetli basın mensupları;

85 milyonun ülkenin, 85 milyon vatandaşının TÜM verileri, vatandaşlarımız hakkındaki tüm bilgiler sağa sola saçılmış durumda.

85 milyonun telefon numarasından tutun T.C. Kimlik numarasına kadar;

Sağlık bilgilerinden, Sosyal Güvenlik Kurumu bilgilerine;

Devletin korumakla yükümlü olduğu adres kaydından, soy ağacı bilgisine kadar, tüm ama tüm bilgiler internete sızdırılmış.

Çok basit bir araştırma ile kimi zaman ücretsiz, kimi zaman birkaç yüz lira karşılığında bütün vatandaşlarımızın her türlü bilgisine artık ulaşılıyor.

Dolandırıcılar bayram ediyor ülkede.

Sosyal medya mağdur vatandaşlarımızın isyanıyla dolu.

Çalıntı bilgi ile açılan telefon hatları sebebiyle gelen faturalar, çalıntı bilgi ile alınan kredi kartları nedeniyle mağdur edilen vatandaşlarımız sürekli feryat ediyorlar.

Bakın öyle komplike, zor bir işten de bahsetmiyorum.

O kadar kolay ulaşılabiliyor ki, durumun ciddiyetinin farkında olmayan, bunun ne kadar ciddi bir konu olduğunun farkında olmayan küçücük çocuklar arkadaşlarına hava atmak için, internette başkalarının verilerini ifşa eden videolar yayınlıyorlar.

Kötü niyetli insanlar, sosyal medyada hoşuna gitmeyen bir fikir görünce, iki tuşa basarak o kişinin adresini, telefon numarasını ifşa ediyor ve hedef gösteriyorlar.

Şimdi size birkaç örnek göstereceğim:

Evet okunuyor mu bilmiyorum ama insanlarla ilgili sayfalar dolusu bilgiler.

Hani bir banka hesabı açtırırken, kredi kartı alırken hani bir sürü veri giriyorsunuz ya işte T.C. numarasıydı, soyadı, adres de onların birbiriyle kontrol edilmesi şu bu falan filan… Hepsi, hepsi, hepsi…

Yani buradan girin, herhangi bir vatandaşla alakalı istediğiniz bilgiyi elde edin ve o bilgiyle istediğiniz türden dolandırıcılık yapın.

Bütün bunlar olurken hükûmet uyuyor, tek bir açıklama yok.

Tek bir önlem yok.

İstanbul Milletvekilimiz Mustafa Yeneroğlu bu konuda iki kez soru önergesi verdi.

Adalet Bakanına sorular yöneltti. Adalet Bakanı zahmet edip cevap vermedi.

Var mı yok mu belli değil zaten. Çünkü bakanlar öyle kendilerini millete, milletvekillerine karşı sorumlu hissetmiyor.

Bakanların hepsi kendini sadece Külliye’ye ve oradaki bir kişiye karşı sorumlu hissediyor.

Vatandaşmış, siyasi partilermiş; umurlarında değil.

“Beni göreve getiren tek imzayla bir kişi var, ben onu memnun edeyim. O ne diyorsa onu yapayım.”

Siz robot musunuz ya? Düğmeye basınca iş yapıyorsunuz. Düğmeye basılmayınca duruyorsunuz.

Ben öyle kukla oyununa dönmüş kabine üyelerine sormayacağım.

Çünkü sorumlu madem tek kişi, yetkili madem tek kişi ben ona soracağım.

Hepimize bunun cevabını vermesi gereken o kişi:

Sayın Erdoğan;

85 milyonun tüm bilgilerinin sızdırılmasıyla ilgili siz hükûmet bugüne dek ne yaptı?

Herhangi bir Soruşturma başlatıldı mı?

Sorumlular aranıyor mu?

Vatandaşlarımızın bilgilerinin yer aldığı internet sitelerine erişim engelini sağlamak için, bu bilgilerin silinmesi için bir girişimde bulundunuz mu?

Bilgileri sızdırıldığı için vatandaşlarımıza yönelik işlenen suçlarla ilgili ne yapmaktasınız?

Sağlık verilerimizden aile bilgilerimize tüm bilgilerimiz dolandırıcıların elinde dolaşırken, dolandırıcılığa açık hâldeyken hükûmet olarak ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Veri sızıntısının derhal engellenmesi için uzmanlar görevlendirildiniz mi? Yaşanan güvenlik açığının sebebi ve sorumlularının tespiti için bütün devlet kurumlarında kapsamlı bir denetim başlattı mı?

Bunlar çok kritik sorular kritik konular. Ha evinize bir hırsız girmiş, televizyonunuzu kıymetli eşyalarınızı çalmış, ha birisi girmiş, sizin kişisel bilgilerinizi çalmış. Hiç fark yok.

O kişisel bilgi çalındığı anda o bilgi her türlü istismar için kullanılabiliyor. Yolsuzluk için, haksızlık için, hırsızlık için kullanılabiliyor.

Ve hiç kimse bu konuyu hafife almaya kalkmasın.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Aralık’ın ilk haftasında yerel seçimler için ilk grup belediye başkan adaylarımızı açıklamıştık.

Aralık sonunda da ikinci grup belediye başkan adaylarımızı ilan ettik.

Bugün ise üçüncü grup adaylarımızı ilan ediyoruz.

Bugün yaklaşık 110 kadar adayımızı biraz sonra sahneye davet edeceğim.

Kendilerini hem salondaki arkadaşlarımıza hem basına hem de tüm kamuoyuyla tanıştıracağım inşallah ama daha önce sizlerden istediğim sözleri yeniden istiyorum.

DEVA olarak, gittiğimiz her yerde mücadele etmek için sizlerde söz istemiştim.

Bugün de yine aynı sözü istiyorum.

Artık seçimlere tam iki ay kaldı. Bugün 31 Ocak, 31 Mart’ta seçimler var.

Şimdi sizlere sormak istiyorum.

DEVA Partisi olarak, Türkiye’nin dört bir yanında, elimizin ulaşmadığı tek bir hane kalmayana kadar mücadele edecek miyiz? (…)

İl il, ilçe ilçe, belde belde, mahalle mahalle, ayaklarımızın altı su toplayıncaya kadar, her bir kenara, her bir köşe başına ulaşacak mıyız? (…)

Yalnız ses biraz erkek ağırlıklı bir ses. Kadınlarımızın da sesini duymak istiyorum.

Ev hanımlarına, çocuklara, gençlere; kirayı ödeyemediği için evden atılan o yaşlı teyzelerimize dedelerimize, evladını şehir dışında okutmak için ek iş yapmak zorunda kalan; ilave gelir peşinde koşan memurlarımıza emeklilerimize;

Çaresiz olmadıklarını, çözümün DEVA Partisinde olduğunu söyleyecek miyiz? (…)

Hangi kesimden olursa olsun, tüm vatandaşlarımıza; birbirimizden korkmamamız gerektiğini, bu ülkenin yarınlar için asla umutsuz olmamaları gerektiğini çünkü burada DEVA Partisi'nin var olduğunu anlatacak mıyız? (…)

Asansöre binmekten korkan gençlere DEVA’yı anlatacak mıyız? (…)

Sevdiğiyle evlenmek için para biriktiren gençlere anlatacak mıyız?

Anlatacağız arkadaşlar, inşallah kapı kapı dolaşacağız.

Bıkmadan, usanmadan anlatacağız.

Bu iktidarın elinde propaganda makinesi olabilir. Elinde iktidar olmanın gücü de olabilir.

Sopayla ya da havuçla yönettiği televizyon kanalları olabilir.

Devletin sahip olduğu televizyon kanallarını kendi partisinin propaganda aracı haline dönüştürmüş de olabilirler.

Şu anda iktidarın seçim kampanyasına gidiyoruz değil mi? “Ya şunu yapmak isteriz ama bütçemiz yetmiyor, paramız yok. Onun için yapamıyoruz bu kampanyayı” diye herhangi bir şeyden bahsedebildiklerini düşünebiliyor musunuz?

Fiili olarak sınırsız bir finansal imkanla bu seçime gidiyorlar değil mi?

Ama arkadaşlar hepsi bir yana. Bakın, bütün bu devlet olmanın verdiği imkanlar, belediyelerin hukuksuzca kullandırdığı imkanlar, sınırsız finansman, bu kadar televizyon kanalı, ne olursa olsun ya. Biz onlardan daha güçlüyüz arkadaşlar.

Niye biliyor musunuz? Çünkü biz haklıyız ya. Biz haklıyız. Biz haklı olmanın verdiği güce sahibiz.

Televizyonlar ne derlerse desin.

Bugün iktidar partisinin herhangi bir teşkilat mensubu, bir milletvekili, bir emekli karşısına çıkıp da “ya arkadaş sizin kendi açıkladığınız enflasyon %65, bana %33 zam verdin, 7500 bine çıkarttınız maaşımı, bu hak mı, reva mı?” diye sorduğunda ne diyecek? Nasıl cevap verecek?

Cevap veremiyorlar arkadaşlar.

Çünkü haksızlar, çünkü ülkenin içinde düştüğü durumu iyi biliyorlar. Ama oysa biz çok şükür.

Alnımız açık, başımız dik. Bu partinin kurucu heyetinde Türkiye Cumhuriyeti'nin en yüksek refah seviyesine, en yüksek demokrasi seviyesine çıktığı günlerde bu işin başında olan arkadaşlar var.

Bizim bir fiili başarımız var ortada. Laf üretmiyoruz ki; “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” diyoruz. Bu rahatlıkla insanların karşısına çıkıyoruz. Onların öyle bir imkânı yok. Vatandaşlarımızın soruları karşısına verecek cevapları yok.

Oysa biz her konuda hazırız.

Şimdi burada değerli arkadaşlar, hepinizin huzurunda adaylarımıza, DEVA kadrolarına soruyorum:

Çalışacak mıyız? (…)

Çok çalışacak mıyız? (…)

Dosdoğru çalışacak mıyız? (…)

Çalışırsak başarı bizim inşallah.

Önce seçimleri kazanacağız, sonra DEVA Belediyeleriyle “demokrasi nasıl yerelden yükselir”, tüm ülkeye göstereceğiz.

Ve inşallah DEVA belediyeleriyle bu ülkenin o kıymetli kaynakları kıt kaynakları nasıl yerinde ve isabetli harcanır? İsabetli harcandığında nasıl bir şehir ayağa kalkar göstereceğiz.

Göstereceğiz ki bu ülkeyi nasıl ayağa kaldıracağımızda tüm millet duysun, görsün inşallah.

Başkan adaylarımız Türkiyemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle ve muhabbetle selamlıyorum.

Sağlıcakla kalın diyorum. Artık hep beraber sahadayız diyorum. Teşekkür ediyorum.

 

27 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Sakarya Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Sakarya Aday Tanıtım Toplantısı
 
 
Bu ne güzel coşku Sakarya!
 
Bu ne güzel heyecan!
 
Sakarya’nın dört bir köşesinden ilçelerinden, köylerinden bugün bizlerle beraber olan tüm hemşehrilerimize hoş geldiniz sefalar getirdiniz diyorum. 
 
*****
 
Bugün sizlere bir hikâye anlatacağım.
 
Şah Cihan ve Mümtaz Mahal’in hikâyesi.
 
Babür İmparatoru Şah Cihan, çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal’i kaybetmiş. 
 
Eşinin mezarının olduğu yere güzel bir türbe yaptırmak istemiş…
 
Eşine sevgisini gösterecek görkemli bir türbe.
 
Gitmiş, ülkedeki en iyi mimarları getirtmiş, ülkedeki en değerli taşları eşi için toplatmış.
 
Minareler kubbeler yükseldikçe, yapının azameti belirmeye başladıkça, Şah mest olmuş, kendinden geçmiş.
 
Şah, yapının azametinden öyle etkilenmiş ki, bu anıtı ne için yaptırdığını unutacak kadar kendini kaybetmiş.
 
Anıt büyüdükçe mezar küçük kalmış.
 
Kubbeler yükseldikçe, mezar ufacık kalmış.
 
Şah bir türlü tatmin olmamış.
 
Daha fazla sütun… Daha büyük bahçeler… derken, bakmış tabloda bir ahenksizlik var.
 
Bir şey var onu rahatsız eden.
 
Bir gün bu kubbelerden birinin üstüne çıkıp aşağı doğru bakmış; 
 
Heyecanla "Buldum işte” demiş. 
 
Eşinin ufacık kalmış mezarını işaret etmiş:
 
“Ahengi bozan şey bu. ATIN mezarı buradan.” (…)
 
Arkadaşlar, bu sadece Şah Cihan’ın hikayesi değil, bu aynı zamanda Erdoğan’ın da hikayesi.
 
Nasıl mı? Birazdan anlatacağım. 
 
*****
 
Bakın arkadaşlar,
 
Biliyorsunuz ben 2001’de AK Parti’nin ilk kurucu heyetinde siyasete başladım.
 
Parti programıymış, tüzükmüş hepsini yazan değil, redakte eden iki üç kişiden birisinden oldum. Hepsinde emeğim var imzam var.
 
90’lı yılların eşitsizliği, adaletsizliği, haksızlıkları ve üstüne 2001’in ağır ekonomik krizinden çıkış için siyasette var olmam, aktif olmam gerektiğine karar verdim.
 
2002-2015 arasında hükümetlerde görev alarak memleketime hizmet ettim.
 
Ekonominin tüm yükünü, önceki hükûmetlerin yıllarca biriktirdiği o yükü sırtımda hissettim. 
 
Yüklendim.
 
Ardından, Hazine Bakanlığıyla beraber Avrupa Birliği Başmüzakereciliğini de üstlendim.
 
Demokrasimizi ilerleterek, vatandaşlarımızın huzurlu, mutlu ve zengin olması için gece-gündüz çalıştım.
 
Gerçekten, gece-gündüz.
 
Yeri geldi bir günde üç ayrı ülkede toplantı yaptım.
 
Her gün sabahın 3’üne 4’üne kadar çalıştım.
 
Tüm kadromuzla beraber, böyle çalıştık.
 
Yoksa bir kişinin tek başına yapabileceği işler değil bunlar.
 
Çok şükür ki, çok çalıştık.
 
Ülkemiz için bir hedefimiz vardı, vatandaşlarımız için bir hayalimiz vardı… 
 
Gerçekleştirmek için çok çalıştık.
 
Ve başardık. 
 
Tarihimizin iki büyük ekonomik krizi, 2001 ve 2009 krizini çözen ekibin başında oldum.
 
Ama aynı zamanda, her alanda sayısız reformlar yapan bir takımdın da parçasıydım. 
 
Bu sayede fert fert, birey birey zenginleştik.
 
2002’den 2013’e kadar milli gelirimiz tam 3,5 kat arttı arkadaşlar.
 
Her birimiz en az üç kat zenginleştik.
 
Ülkemizde mutlak yoksulluk diye bir şey kalmadı, sıfırladık. 
 
Tüm dünyanın cazibe merkezi olduk.
 
Ve gözümüzü 2023’e, Cumhuriyetimizin 100. Yılına, çok daha büyük başarılarla girmeye diktik.
 
25.000 dolarlık milli gelir hedefledik.
 
500 Milyar dolarlık ihracat hedefledik. 
 
Fakat, ne oldu arkadaşlar…
 
2023 geldi, milli gelir de ihracat da hedefin ancak yarısında kaldık. 
 
Bakmayın bunların olanları allayıp pullayıp anlatmasına. 
 
“Şöyle yaptık, böyle yaptık” demesine.
 
Rakamlar ortada. Türkiye 2023 hedeflerine ulaşamadı; çok gerisinde kaldı. 
 
Bunlar unutturmaya çalışıyor, biz unutturmayacağız. 
 
Biz 2011 yılında 2023 için hedefler koyduk. 
 
2023 yılı geldi, hedeflerin yarısına dahi ulaşılamadı.
 
Peki ne oldu? Niçin böyle oldu? (…)
 
Çünkü, yola beraber çıktığımız Sayın Erdoğan, sözünden döndü. 
 
Evet, sözünden döndü. 
 
En başta milletimize beraberce taahhüt ettiğimiz ilkelerden; haktan, adaletten, eşitlikten vazgeçti.
 
Herkesin zenginleştiği bir Türkiye yerine, küçük çıkar gruplarının zenginleştiği bir yönetime doğru dümeni kırdı. 
 
Tıpkı en başta anlattığım Şah Cihan gibi:
 
Erdoğan, Milyarlarca liraya yaptırdığı külliyenin en tepesine çıktı ve “Yıkın bunu” diyerek, kendisini oraya taşıyan “demokrasiye” gözünü dikti. (…)
 
“Ne oldu” diye soranlara, ben hep bunu anlatıyorum. (…)
 
Bakın şimdi size bir video izleteceğim: Tarih 25 Şubat 2015 
 
----
 
Sizleri yormamak için sadece bu tarihteki konuşmasını örnek olarak gösterdim.
 
Onlarca konuşması var böyle. 
 
Bakın ne yapıyor? O dönem Merkez Bankası'nın ekonomi yönetiminin başında olan tertemiz, pırıl pırıl bürokratları hedef alıyor. 
 
Aslında arkadaşlar videonun tarihi 2015 ama ta 2013’ten başladı bu. 2013’ten beri bozulmaya başladı. 
 
Hatırlayın. O zamanlar bizler yoğun bir şekilde ekonomiyi güçlendirmeye demokrasiyi ayakta tutmaya çalışırken, Erdoğan beni ve ekibimi hedef alıyordu. 
 
Kendi damadının kontrolündeki gazeteye her gün manşet attırıyordu benim ve arkadaşlarımızın aleyhine. 
 
Hepsi kayıtlarda. 
 
Ben başbakan yardımcısıyım yahu o da Başbakan. Bakın iş nerede, nasıl bozulmaya başladı? İyi anlayalım buraları. 
 
Bağımsızlığı uğruna kendimi siper ettiğim Merkez Bankası'na sanki rakibiymiş gibi saldırmaya başladı. 
 
Bir ülkenin başındaki kişi bağımsız bir şekilde çalışmasının ülke ekonomisi için mutlak zorunluluk olduğu bir kuruma saldırır mı ya? 
 
Bu mu vatanseverlik? Bu mu ülke severlik? 
 
Bu ülkede ne zaman Merkez Bankası hükümetin talimatıyla hareket etmiş, enflasyon düşmemiş arkadaşlar. 
 
34 yıl boyunca bu ülkede enflasyon yüksek seyretmiş. 
 
Ne zaman ki biz geldik, Merkez Bankası'nı gerçekten bağımsız çalıştırdık, enflasyon tek haneye indi ve yıllarca tek hanede seyretti. 
 
Hatırlayın o günleri. 
 
Ne zaman Merkez Bankası'nın iplerini eline aldı, enflasyon bir arttı, o gün bugündür de inmiyor, düşmüyor.
 
Ama dedim ya Sayın Erdoğan yola çıkarken hep beraber akitleştiğimiz kişi değil artık. 
 
Bakın şimdi size Erdoğan'ın bu konuşmayı yaptığı sırada ülkenin ekonomik durumu nasılmış bir göstereceğim. Birkaç grafikle nereden nereye geldiğimizi göstereceğim. 
 
Şöyle bir bakalım. 
 
Şimdi yıl 2015.
 
Çekmiş kılıcı Merkez Bankası'na saldırmaya başlamış. Bana ve ekibime saldırmaya başlamış. 
 
O gün dolar kuru 2 lira 48 kuruş arkadaşlar.
 
Bugün 30 lira 23 kuruş.
 
Hani her sözünü dinleyen kendisine bağlı Merkez Bankası var ya, 2017’den bu yana tam talimatla yönetiyor ya, kendisinin tam talimatla yönettiği Merkez Bankası döneminde döviz kuru nereye gelmiş bir görün. 
 
Ha bu konuşma yapıldığında, dediğim gibi, 2013’ten beri her şeye müdahale eden, piyasaları ürküten, hukuk dışına çıkmayı deneyen bir Erdoğan var. 
 
Ona rağmen biz 2.48’de tutuyoruz ha dolar kurunu, ona rağmen, kendine rağmen tutuyoruz onu. 
 
Kendisine rağmen, Merkez Bankası doğruları yapmanın mücadelesini veriyor. 
 
Kendisine rağmen, bizler, işlerin iyi gitmesi için çabalayan kişiler olarak ekonomiyi tutmaya çalışıyoruz. 
 
Tabii o gün tek imzayla her şeyi yapamıyor. Benim imzam olmadan Merkez Bankası'na dokunamıyor. 
 
O günkü sistem öyle bir sistem. 
  
Bir yandan da çıldırıyor. 
 
Ekonomi iyi gidiyor, her şey düzeliyor fakat bakıyor ki bunun kredisini tertemiz bir ekonomi yönetimi ekibi alıyor.
 
Sorunun özünde var. 
 
Bakın gram altın. O gün Merkez Bankası'na saldırdığı gün 97 lira bir gram altın. Bugün 2.075 lira. 
 
Yirmi kat artmış. 
 
Tek yetkili olduğu, tek imzayla aklına gelen her şey yaptığı dönemde ülkeye getirdiği durum bu. 
 
Hangi şehre gitsek emekliler etrafımızı çeviriyor diyor ki; “ben emekli maaşımla sizin ekonominin başında olduğunuz dönemde şu kadar çeyrek altın alıyordum, bugün şu kadar alabiliyorum” diyor. 
 
Rakamlar ortada ya. 
 
Üniversite öğrencilerinin KYK bursu… dolara çevirip mukayese ettiğimizde ki öğrencilerin çoğu harcaması dolar biliyorsunuz. 
 
Defter kitap alacak, kalem alacak dolar. Kâğıt dolar, mürekkep dolar. Bilgisayar alacak dolar, akıllı telefon alacak dolar. 
 
O gün KYK bursu 133 dolar. 
 
Bugün 66 dolar. 
 
Feryat ediyor gençler.
 
“Bu burslarla biz öğrenim hayatımızı sürdüremiyoruz” diyor. 
 
Daha iki gün önce Yalova'da merkezde bir moto kurye baktım birkaç kişi oturmuşlar. Hepsi öğrenci, üniversite öğrencisi ama “moto kuryelik yapmadan biz üniversitede okuyamıyoruz. Ailemizin bize gönderdiği haçlık bizim eğitimimiz, öğretimimiz için yetmiyor” diyorlar. 
 
Bir başka rakama bakalım. Mazot fiyatı. Merkez Bankası'na saldırdığı bana ve arkadaşlarımı meydanlarda yuhalattığı… 
 
İşin garabetine bakın, başbakan, başbakan yargısının, Merkez Bankası'nın başkanı meydanlarda yuhalatıyor yani. 
 
Bu dönemleri yaşadık arkadaşlar, unutmayalım. 
 
O gün 3 lira 78 kuruş, bugün 40 lira. 
 
40 lirayı da geçti. 
 
Mazotun 40 lirayı geçtiği bir ülkede çiftçinin yüzü güler mi? Tarım ürünlerinin, gıdanın enflasyonu düşer mi? 
 
Maliyet alttan bastırıyor, bastırdıkça fiyatlar yükseliyor. 
 
Ekmek ucuzlar mı? Gıda ucuzlar mı? 
 
Gelelim bir enflasyona bakalım.
 
O gün Merkez Bankası'na saldırdığı günlerdeki enflasyon %7,2. 
Tek haneye indirmişiz ve tek hanede tutuyoruz, kendisine rağmen, Merkez 
Bankası'na saldırmasına rağmen biz tek hanede tutuyoruz.
 
Bugün yüzde 65’e dayanmış. 
 
Ha arada fark var, 25 Şubat'taki enflasyon o günkü TÜİK'in dosdoğru hassas terazide tarttığı enflasyon, bugünkü enflasyon TÜİK'in ayarı bozuk terazisinin gösterdiği enflasyon. 
 
TÜİK diye bir şey kalmadı. 
 
Terazisi bozuk bir “rakamları ayarlama enstitüsünden” ibaret. 
 
Çarşıyı, pazarı her yeri dolaşıyoruz. Alışverişe çıkan bütün vatandaşlarımıza soruyoruz. “Enflasyon sana göre ne? Geçen sene peyniri kaç alıyordun? Bu sene kaç alıyorsun? Bir kilo kıymayı kaç alıyordun? Kaç alıyorsun” diye. 
 
“%100’ün üzerinde” diyor vatandaş. “%100’ün altında” diyen yok. 
 
Dün bir kasaba uğradık, Kocaeli'nin ilçelerinin birisinde, Kartepe'de. Kasap arkadaşa sordum: “Vatandaş kıymayı kiloyla mı alıyor, yoksa yarım kilo mu istiyor? Daha çok paket sararken ne büyüklükte paketler yapıyorsun” dedim. 
 
“Artık gram söylemiyor emekliler, 150 liralık kıyma istiyor.” dedi. 
 
“E fiyatlar artıyor” dedim. 
 
“Tamam işte 150 liralık kıyma gittikçe gittikçe küçülüyor” dedi. 
 
“150 liralık kıyma diyelim ki 6 ay önce yarım kilo alıyorsa bugün 300 gram alıyor” dedi. 
 
“Emeklinin maaşı değişmiyor ki! Aynı maaşa aldığı kıymanın gramı düşüyor her ay” dedi. 
 
O günlerde Erdoğan'ın sabah akşam dilindeki Merkez Bankası'nın politika faizi kaçtı? Bir de ona bakalım. 
 
Saldırıyor ya %7,5. %7.5’e saldırıyor. 
 
Şu anda %45.
 
Gerçekten arkadaşlar;
 
Rakamları görmeyince olayı anlatmayınca hem unutuluyor hem de hükûmetin elindeki bu propaganda makinesi var ya o propaganda makinesiyle başka bir Türkiye'ye inandırmaya çalışıyorlar insanları.
 
Ve Cumhurbaşkanı 2013’te, 2014’te, 2015’te bu ülkenin en başarılı bürokratlarını, bu ülkenin en temiz kurumlarını şaibeyle itham ederken, hani diyor ya; “başkalarından mı talimat alıyorsunuz” diye. 
 
O gün faiz %7,5, Enflasyon %7,2, bugün kendine bağlı tam talimatla çalışan bir Merkez Bankası'nın olduğu dönemde faiz %45, TÜİK enflasyonu %65, halkın enflasyonu %100’ün üzerinde. 
 
Rakamlar ortada. 
 
Ben şimdi kendisine soruyorum: 8 aydır seçimden bu yana faiz konusunda konuşmuyorsunuz. 
 
Alın doğrudan size bağlı bir Merkez Bankası da var işte. Gece yarısı kararnameleriyle bu gençlerin SİMS oyunu var biliyorsunuz, onun gibi, al birini görevden getir başkasını göreve oyun oynayıp duruyorsunuz bu Merkez Bankası'yla. 
 
Ve kimse size mâni olamıyor. 
 
Elini tutan hiçbir şey yok. Yani gece yarısı imza atacak da elini birisi mi tutuyor?
 
Yok. 
 
Merkez Bankası Başkanı birisini kulağını tutuyor, atıyor, öbürünü geliyor, otur bakayım diyor, oturtuyor. 
 
Böyle yönetiyor ülkeyi. 
 
Unutmayalım. 
 
5 yıldır, 6 yıldır böyle yönetiyor. 
 
Ben diyorum ki kendisine şimdi ya hele bir anlatın şunu. %100’ü geçmiş enflasyonu bir anlatın. %45’lere ulaşmış bir faizi anlatın. 
 
Size sizin sözlerinizle soralım:
 
Ülkenin menfaatlerini korumaktan vaz mı geçtiniz?
 
Diyor ya; “Merkez Bankası başkasına mı bağlı çalışıyor” diyor. “Faiz %7,5” diyor. O dönemin Merkez Bankası başkasına bağlı çalışmıyordu. 
 
Kendi bilimine, aklına, ilmine, vicdanına bağlı çalışıyordu.
 
“Acaba” diyorum “Bugünlerde ülkeyi yönetenler mi başkalarına bağlı hale geldi ki faiz %45’e çıktı” diyorum.
 
Arkadaşlar bakın gidiyor daha dün katil dediği Veliaht Prens'e sarılıyor “bana borç para ver” diyor. 
 
Doğru mu? 
 
Gidiyor, daha dün 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörüdür dediği ülkenin Emrine gidiyor sarılıyor “bana para ver” diyor. 
 
Ve bu ülkeler borç veriyor. 
 
Kaç lira veriyor? Gizli. 
 
Yüzde kaç faizle veriyor? Gizli. 
 
Bu borcun karşılığında ne alıyorlar? Gizli. 
 
Hiçbir şey açıklanmıyor bakın. 
 
Rusya'ya doğal gaz borcu ödemelerini bizim dönemimizde gün şaşmazdı ya. Son kuruşuna kadar gününde öderdik. 
 
Her yaştan genç de biz bu ülkenin inşallah dertlerine çare bulacağız. Tabii ki büyüklerimizin tecrübeli, akil büyüklerimizin tecrübesi ışığında onların bize verdiği aktardığı tecrübeler ışığında bunları yapacağız. 
 
*****
 
Bakın arkadaşlar,
 
Cumhuriyet 100 yaşında; benim de kurucusu olduğum, zamanında kurucusu olduğum parti tam 22 yaşında.
 
Cumhuriyetin beşte biri, süre olarak Sayın Erdoğan’ın yönetiminde geçmiş.
 
Vaktiyle benim ekonomi ekibinin başında olduğum dönemde gençler interrail’le, trenle Avrupa’yı geziyordu, bugün bir kahve içemiyor.
 
Aylıklarıyla geçinebilen, yılda bir de olsa tatil yapabilen emeklilerimiz bugün emekli maaşlarıyla kirasını dahi ödeyemiyor. 
 
İnsanlar fikrini söylemekten korkuyor. Ortaokul yaşındaki çocuklar “Silivri soğuktur” diyor, susuyor. 
 
Yazık değil mi bu ülkenin körpecik çocuklarını, gençlerini böylesine ağır bir baskı ikliminde yetiştirmek, bu şartlarda okutmak...
 
Cumhuriyetimizin 100. Yılında; sözüm ona Erdoğan’ın ustalık dönemindeki Türkiye bu.
 
Çünkü Erdoğan sözünden döndü. 
 
Aynı Şah Cihan gibi; Külliye’nin tepesine çıktı ve artık “demokrasi”, “hak”, “adalet” onun için ahengi bozan minik ayrıntılar haline geldi.
 
Külliyenin tepesine çıkınca artık öyle görüyor. 
 
Tıpkı Mümtaz Mahal'in eşinin mezarını gördüğü gibi. 
 
”Adalet”, ”ortak akıl”, ”istişare”, ”çoğulculuk”… Hepsi; ahengi bozan küçük ayrıntılar artık onun için.
 
Yola çıkarken kendisine milyonlarca insan destek vermişti. 
 
Ama o, yola ne için çıktığını unuttu. 
 
İnsanların kendisine niçin destek verdiğini unuttu arkadaşlar. 
 
Sokakta iki kişi toplansa müdahale ettirdi. 
 
Farklı tüm sesleri kıstırdı, kıstırıyor. 
 
Demokrasi bu mu ya? 
 
Seçimlere müdahaleyi meşru kıldı. 
 
O kadar ileri gitti ki kaybettiği seçimleri tekrar ettirdi. 
 
Demokrasi bu mu? 
 
Geldiği yeri unuttu; kendini unuttu; mahallesini eşrafını unuttu;
 
Çevresindekileri bir bir uzaklaştırdı, yok etti;
 
Her köşeye emir kulu, dirayetsiz insanlar yerleştirdi;
 
Etrafına bir menfaat şebekesi kurdu.
 
Demokrasi bu mu?
 
Evet arkadaşlar;
 
Kendini unuttu, ülkeyi de fakirleştirdi.
 
Ülkenin demokrasisi ona ahenk bozan detaylar olarak görünmeye başladı.
 
O kulesinden, Külliye’sinden, kendisin göre ahengi bozan, işleyen parçalara bir bir seslenmeye devam ediyor.
 
Yetmedi Merkez Bankası'nın kontrolünü eline geçirdiği yetmedi bakın. 
 
Ne yapıyor?
 
Anayasa Mahkemesi’ne had bildiriyor.
 
Ne yapıyor?
 
Sivil topluma parmak sallıyor. 
 
İş dünyasını sindiriyor. 
 
Ekonomi yönetiminin üzerine tamamen korku salmış durumda. 
 
Ya bakanlar “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” demeden laf edemez hale geldiler ya. 
 
Arkadaş sizin hiç kendi ürettiğiniz bir şey yok mu? 
 
Siz robot musunuz ki Cumhurbaşkanı düğmenizde basınca hareket edip de iş yapıyorsunuz. 
 
Ve o seslendikçe hukuk, adalet çökecek. 
 
O seslendikçe insanlar üzülerek söylüyorum, fakirleşecek, enflasyon, döviz yükselecek, bu kaçınılmaz. 
 
Ülkeyi uçurumdan aşağı işte böyle böyle sürüklüyor arkadaşlar.  (…)
 
Ve arkadaşlar, işte Erdoğan’ın Şah Cihan’a dönüşme hikâyesi bu.
 
İşte, Erdoğan’ın güçten zehirlenmesinin; 
 
Yola çıktıklarını, yolda bulduklarına değişmesinin hikâyesi bu.
 
*****
 
Ve arkadaşlar,
 
Bir zamanlar derdi ki, “Aldanan da olmayacağız, aldatan da olmayacağız” derdi değil mi? 
 
Bunu bir zamanlar sık duyardık kendisinden. 
 
Peki, şimdi sizlere soruyorum. Yıl 2004.  
 
Yerel seçimlere gidiyoruz, aynı bugünlerdeki gibi. Yine Mart'ın sonunda seçimler var ve yerel seçimlere doğru gidiyoruz. 
 
Ve o zamanda akaryakıt fiyatlarını biz hazinede belirliyoruz. Daha serbest piyasa yok o zaman. 
 
Petrol fiyatları 20 dolardan başlamış 150 dolara doğru gidiyor dünyada. Ve ara ara fiyat ayarlaması gerekiyor tabii. 
 
Ben dedim ki; “Yine petrole zam geldi, petrol fiyatları arttı. Dolayısıyla bizim ne yapmamız lazım? Akaryakıt fiyatlarında bir ayarlama yapmamız lazım. Seçime de yaklaşıyoruz.”
 
Dedi ki “ya şimdi eğer zam yapmamız gerekiyor da biz bunu seçimlerden sonraya ertelersek bu doğru olmaz, milleti aldatmak olur” dedi. 
 
Ben dedim ki “ya helal olsun, ne kadar düzgün bir yaklaşım.” 
 
Ve biz zamları yaptık. 
 
Ama ondan sonra seçime giderken, o yerel seçimlere her seçim meydanında bunu anlattı. 
 
Dedi ki “bakın akaryakıta ben zam mı seçimden sonra da yapabilirdim. Ama seçimi beklemedim, şimdi zam yaptım. Çünkü biz aldatan olamayız” dedi. 
 
Ve seçim meydanlarında millet bunu alkışladı.
 
Zammı alkışlamadı. Dürüst yaklaşımı alkışladı değil mi? 
 
Yıl 2004. 
 
20 sene sonra şimdi 2024 seçimlerine gidiyoruz. 
 
Geçen 2023’te de genel seçimler oldu değil mi? 
 
Peki, genel seçimlerden önce ne dedi? 
 
2023 seçimlerine giderken Merkez Bankası'nın faizini %8.5’e indirtti. Ondan sonra dedi ki “ben iktidarda olduğum sürece faiz artmaz, iner daha da inecek” dedi. 
 
Seçimlerden hemen önce meydan meydan gitti bunu söyledi. 
 
Seçimlerden hemen sonra ne yaptı? 8 ayda 8 kere Merkez Bankası'nın faizini arttırdı. %8,5 faiz çıktı % 45’e.
 
Peki ben şimdi size soruyorum;
 
Seçimden önce “faizi %8,5’den inecek, daha da inecek” deyip meydan meydan bunun sözünü verip, seçimlerden sonra faizi % 45’e çıkartmak halkı aldatmak değil mi? 
 
Seçimlerden önce çiftçinin kullandığı mazotu 20 lira gösterip, seçimden sonra 40 liraya çıkartmak halkı aldatmak değil mi? 
 
Seçimden önce doları 18 liraya bastırıp -yeni bakan diyor ben söylemiyorum- “Doları bastırmışlar tutmuşlar” diyor, seçimden önce 18 lirada tutup seçimden sonra 30 liranın üzerine çıkartmak halkı aldatmak değil mi? 
 
Onun için diyorum ki nereden nereye? Nereden nereye? 
 
Şimdi arkadaşlar problem şu. 
 
Biz AK Parti'nin kuruluşunda, akitnamesinde üç dönem dedik. “Genel başkanın süresi üç dönem” dedik. 
 
Niye yazdık bunu? 
 
Kendi de gayet iyi biliyor. Ve bunu her yerde anlattık. 
 
Çünkü uzun süre aynı görevde kalmak insanları bozuyor. 
 
Güç zehirlenmesi denen bir gerçek var. Ülkeyi yönetme gücü yozlaştırıyor. Çok uzun süre kullanılırsa yozlaştırıyor. Hele hele mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. 
 
Ne zaman ki üç dönemi doldu 2014, 2015’ten sonra kendi de raydan çıktı ama hadi bir kişi neyse de koskoca ülkeyi rayından çıkardı ya. 
 
Yazık oluyor bakın. 
 
O gün bugündür insanlarımızın yüzü gülemiyor. O gün bugündür ülke fakirleşiyor. O gün bugündür emeklimiz, çiftçimiz her sene her sene daha zor şartlarda yaşıyor.
 
İlk defa bu ülkede bir nesil kendinden sonraki neslin daha zor şartlarda yaşadığını görüyor. 
 
Böyle bir şey hiç olmamıştı ki. 
 
Her nesil bir önceki nesle göre daha iyi şartlarda yaşamıştı Türkiye'de. 
 
Evinde buzdolabı yoktu, oğlunun kızının evinde buzdolabı oldu. 
 
Diğerinin arabası vardı ya da yoktu, çocuğunun arabası olduğunu gördü.
 
Şimdi annenin, babanın arabası var; “Fakat benim oğlum kızım dürüstçe alnının teriyle kazanıp herhalde hayatı boyunca bir araba alamayacak” diyor. 
 
Hele hele ev almak hayal oldu. 
 
Bunu ilk defa Türkiye'ye bunu yaşattılar. 
 
Cumhuriyet tarihinde ilk defa nesilden nesile geçerken bir refah kaybıyla geçiyoruz. 
 
Neneler dedeler torunlarının yarınlarından endişeli. 
 
Anneler babalar çocuklarının yarınlarından endişeli. 
 
Gerçekten problem büyük. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Ama bakın hepimiz buradayız. 
 
Adalet için, hak için; sevdiklerimiz, ailemiz, milletimiz için buradayız, bu salondayız.
 
Hep beraber damla damla büyüyerek, yolumuzu aça aça ilerlemeye devam edeceğiz;
 
Hiç merak etmeyin, DEVA olduğu sürece;
 
Gidilecek daha çok yol, görülecek daha çok güzel günler olacak inşallah.  
 
Biz hep beraber bunu başaracağız.
 
*****
 
Sakarya'dayız. Bu güzelim topraklardayız. 
 
Marmara'nın Çukurova'sı Sakarya ki Çukurova hani tarımla daha çok anılır ama Marmara'nın Çukurova'sı da Sakarya'dır aslında. 
 
Bu Verimli topraklarıyla; hayvancılıkta, süs bitkisinde gerçekten Sakarya lider il oldu. 
 
Ama Türkiye'nin her tarım ilinde olduğu gibi Sakarya'nın da çiftçilere zorluk çekiyor;
 
Tarıma gerekli destekler verilmiyor, maliyetler çok çok artmış durumda. 
 
Az evvel söylediğim gibi mazot 40 lirayı geçti ve bu iktidar iş başında olduğu sürece tutabilene aşk olsun. 
 
Gübrenin fiyatı katlana katlana gidiyor. Öyle yüzde üçlük, beşlik, onluk zamlarla değil, katlaya katlaya gidiyor.
 
Yem desen öyle, ilaç desen öyle... 
 
O sebeple yerel yönetimlerin çiftçimizin bu halini anlaması gerek ve çiftçimizin sorunlarını çözmeye öncelik sağlaması gerek. 
 
Sadece tarım değil; hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız da şu anda gerçekten çok sıkıntıda. 
 
Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımıza, üreticilerimize bakıyoruz; Hayvanlarından birini kesiyor, yem parası yapıyor, diğer hayvanlarına yediriyor. 
 
E bunun matematiği nasıl tutacak? 
 
Sonuçta bakıyorsunuz büyük resme, tabloya, her sene her sene Türkiye'de hayvan popülasyonu azalıyor. 
 
Küçük başta da azalıyor, büyük başta da azalıyor. 
 
Ve hep söylüyorum: Çiftçiye, hayvancıya gerekli desteği vereceğiz ki gıda enflasyonu düşsün. 
 
Şimdi burada Sakarya'da on tane çiftçi toplasın. Cumhurbaşkanı gelsin otursun. “Ben faizi 45’ e çıkarttım. Merak etmeyin. Gıda fiyatları düşecek” desin. “Bu enflasyon düşecek” desin.
 
Bir anlatsın da göreyim ya. 
 
Gıda fiyatlarının artmasının sebebi maliyetinin artmasıdır. Asıl sebep budur. 
 
Siz maliyete destek vermeden çiftçinin gübresine, yemine, ilacına, elektriğine, mazotuna gerekli desteği vermeden gıda fiyatlarını bu ülkede tutamazsınız, düşüremezsiniz. 
 
Bu kadar basit. 
 
Halk ucuz gıdaya, ucuz yiyeceğe ancak böyle ulaşır. 
 
Ama anlamıyorlar, bilmiyorlar arkadaşlar, bilmiyorlar ya. 
 
Bakmayın “Ben ekonomistim, alanım, ekonomi” dediğine falan bakmayın ya. Bilmiyor ya. Bilmiyor, bilenler daha çalışamıyor. 
 
Zaten bir de kalite düşmanlığı var mı? Nitelik düşmanlığı var mı? 
 
Yani böyle çok iyi yetişmiş nitelikli insan pek haz etmiyor onlardan yani. 
 
Gayet iyi biliyoruz. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
DEVA Partisi, bu yola “insan onuruna yaraşır bir hayat” diyerek çıktık.
 
“Önce insan” diyerek yola çıktık. 
 
Bu hayatı el birliğiyle, sizlerle, sizin desteğinizle inşallah hep beraber sağlayacağız. 
 
Sakarya’da ve diğer illerimizde, ilçelerimizde, beldelerimizde;
 
Çalışacağız, kapı kapı dolaşacağız, “insan onuruna yaraşır bir hayatı” anlatacağız insanlara;
 
Kamu imkanları nasıl adil kullanılır, fırsat eşitliği nedir, inşallah biz bunu göstereceğiz.
 
Çünkü unutuldu bunlar. O unutulan güzel değerleri yeniden hatırlatacağız insanlarımıza. 
 
Öğrenciler, tıkış tıkış yurtlarda değil; temiz, hijyenik, modern yurtlarda yaşasın diye;
 
Günler öncesinden yer kapılan kütüphanelerle değil, odalarında, masaları başlarında çalışsınlar diye;
 
İlkokul ortaokul çağındaki çocuklar, yedikleri simidin hesabını yapmasınlar diye;
 
Dedeler ninenler torunlarının yarınlarına dair endişe duymasın diye;
 
Çok çalışacağız.
 
Ve Sakarya’nın bu eşsiz tabiatını koruyacağız.
 
Sanayi, imar derken doğayı katletmeyeceğiz. 
 
Çünkü hepsi gelir geçer. 
 
Şu etrafınızda gördüğünüz beton yapıların tamamının maksimum ömrü 100 yıl. 
 
100 sene sonra bunların hiçbiri ortada kalmayacak. 
 
Ama eğer biz tabiata, doğaya zarar verirsek, yeşile, maviye, su kaynaklarına zarar verirsek gelecek nesiller çok daha kötü bir Sakarya'da yaşamak zorunda kalacaklar. 
 
Ve inşallah biz;
 
Sakarya’yı DEVA Belediyeciliği’yle buluşturacağız.
 
*****
 
Hazırız. 
 
Seçim geliyor diye değil, iki sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı açıkladık biz. 
 
Bakın tek tek tek tek hepsini sıraladık. 
 
Bizim genel başkan yardımcımız Candan Karlıtekin'in koordinasyonunda hazırlandı bu, 2 sene önce. 
 
Karınca duası gibi içinde ince ince yazılarla plan, program, her şey hazır. Her şey hazır. 
 
Bununla da yetinmedik, bir de ne yaptık? 
 
DEVA Belediyeciliğinin etik kurallar bildirgesini hazırladık. 
 
Bu da bir ilk. 
 
Bir dedim ki “başka partiler ne yapmış ne etmiş biraz bakalım. Daha önce kim nasıl çalışmış bakalım.”
 
Bana dediler ki işte Candan Bey, Cem Bey o İbrahim Bey bizim o arkadaşlar o grup hazırladı, “Böyle bir şey yok.” 
 
Peki ne var? 
 
İşte GRECO gibi Birleşmiş Milletler ‘in sözleşmeleri var. Avrupa Birliği'nin OECD'nin temiz yönetim ilkeleri var ama Türkiye'de hiçbir siyasi parti bugüne kadar bir etik kurallar bildirgesi hazırlamamış. 
 
Kimsenin aklına gelmemiş ne hikmetse. 
 
Çünkü belediye deyince insanların aklına dört harfli bir kelime geliyor. 
 
Rant. 
 
Belediyecilik deyince çoğunun gözünün dolar işaretleri oluşuyor. 
 
Tük lirası kıymetini kaybettiği için dolar işaretleri oluşuyor. 
 
Biz onun için ne diyoruz? “Belediyeciliği hem etkin, düzgün yaparız, hem de temiz yaparız” diyoruz.  “Bu iki sütun da DEVA Belediyeciliği yükselecek” diyoruz.
 
Ve bizim adaylarımız aday olmadan önce bu üç sayfalık bildirgeyi okuyorlar, imzalıyorlar, taahhüt ediyorlar ve ne diyorlar? 
 
“Ben belediye başkanı seçildiğimde işi kitabına uydurmayacağım. Ben belediye başkanı seçildiğimde yasaları, kuralları böyle eğip, büküp, esnetip kendime veya başkalarına çıkar sağlamayacağım.”
 
Ne diyorlar? 
 
“Biz belediyeciliği kitabına uygun yapacağız” diyorlar. 
 
İşte bunun için bu Etik Bildirge yani Ahlaki Kurallar Bildirgesine sadık kalarak yola çıkıyorlar. 
 
Biz de genel merkez olarak seçimlerden sonra belediye başkanlarımızın sadece kanunlara uygun değil bu ahlaki kurallara da uygun belediyeleri yönetmeleri için takipçileri olacağız. 
 
Genel merkezden sürekli kendilerini izleyeceğiz. 
 
*****
 
Evet, arkadaşlar,
 
Bu seçim belediyelerin seçimi; bu seçim yerel seçim.
 
Belediye başkanlarımızı, meclis üyelerimizi seçeceğiz. 
 
Ancak bu seçim aynı zamanda merkezi hükûmete, iktidara bir uyarı yapmak anlamına gelecek. 
 
Eğer merkez hükûmetten memnun değilseniz;
 
“İktidar yanlışlar yapıyor “diyorsanız;
 
Bu seçim aynı zamanda iktidara “Aklını başına al” deme seçimidir.
 
“Yanlış yoldasın, yaptıklarından memnun değilim” deme seçimidir. 
 
“Seni uyarıyorum” seçimidir.
 
Yani aslında bu seçim değerli arkadaşlar, hükûmete “sarı kart” gösterme seçimidir.
 
Sarı kartı göstereceğiz ki hatalarını anlasınlar. 
 
Yoksa sandıklar açıldı. Baktılar ki “aa millet gayet memnunmuş. Biz aynı kafayla devam edelim. Hukuksuzluğa, adaletsizliğe aynı kafayla devam edelim. Türkiye'de ekonomi gittikçe. Aklımıza geleni yapalım. Çevremizdekilerini kalkındıralım. Ülkenin geri kalanı ne olursa olsun.”
 
Sandıktan çıkan sonuç bu olmamalı arkadaşlar. 
 
Sandıktan çıkan sonuç “ya biz nerede hata yaptık” diye şöyle bir kafalarını iki ellerinin arasına alıp onları düşündürme sonucu olmalı. 
 
Onun için biz bu seçimde sadece belediye başkanlarımızı seçmeyeceğiz. Biz bu seçimde aynı zamanda inşallah hükûmete bir “sarı kart” göstereceğiz. 
 
Hep beraber yapacağız bunu. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım, bugün Sakarya'dayız. 
 
Sakarya iyi yönetilsin, düzgün yönetilsin, temiz yönetilsin istiyoruz. Ve bunun için de karşınıza pırıl pırıl işini bilen, düzgün, güvenilir adaylarımıza inşallah çıkıyoruz. 
 
Evet, şimdi “Mehmet Erdoğan”ı Büyükşehir Belediye Başkan Adayımızı şöyle ben tekrar sahneye davet edeyim. 
 
Biliyorsunuz Mehmet Bey bizim kurucu il başkanımız. 
 
Dört senedir Demokrasi ve Atılım bayrağını hakkıyla taşıdı. Ve DEVA çatısı altında memleketimiz için Sakarya için gecesini gündüzüne kattı. 
 
Bizim yol arkadaşlarımız vardır ama bir de bu öyle uzun yol arkadaşlarımız vardır. 
 
Mehmet Bey bizim uzun yol arkadaşımız. 
 
Kendisi makine mühendisi. Uzun yıllardır kendi işinin başında. Sakarya Ticaret ve Sanayi odasında, sanayi bölgelerinde çeşitli görevler üstlendi. 
 
Bu ilimizi çok iyi tanıyan, yaşayan arkadaşımız. 
 
Kendisini seviyoruz, ona güveniyoruz. 
 
Mehmet Erdoğan, Sakarya’ya, büyükşehrimize DEVA olacak inşallah diyoruz;
 
*****
 
Adapazarı Belediye Başkan Adayımız, “Ercan Başnuh”. 
 
Ercan Bey, bizim Sakarya İl Teşkilatımızda genel seçimlerden önce il başkanlığı bayrağını Mehmet Bey'den devraldı hakkıyla dalgalandırdı. 
 
Ve şimdi de adaylığıyla beraber bayrağı Kerem Bey'e il başkanımıza devretti. 
 
Ercan Bey bankacılık sektöründen, özel sektörden gerçekten çok uzun yıllar tecrübeli bir arkadaşımız. Kendisi de zamanında benim artık yeter diye siyasete girdiğim gibi ilk defa DEVA Partisi'yle siyasete başladı. 
 
Ve çok da güzel tecrübe kazandı. 
 
İnşallah Adapazarı’nı çok çok iyi yönetecek diyoruz. Kendisine inanıyoruz, güveniyoruz. Adapazarı için hayırlı olsun diyorum. 
 
*****
 
Arifiye Belediye Başkan Adayımız, “Selen Özyıldırım”. 
 
Selen Hanım hukukçu; avukat. Genç bir arkadaşımız, genç bir siyasetçi.  İnşallah Arifiye’ye dinamizm getirecek, çok iyi yönetecek. Biz inanıyoruz, güveniyoruz. 
 
*****
 
Erenler Belediye Başkan Adayımız, “Sedat Aslanboğa”. 
 
*****
 
Ferizli Belediye Başkan Adayımız, “Yakup Kotaman”. 
 
Yakup Bey, inşaat sektöründe. Ayrıca Ferizlispor’da yöneticilik yaptı. İnşallah artık Ferizli Belediyesi'nde yöneticilik yapacak hem de en tepe yönetici olacak inşallah orada.
 
Şimdiden hayırlı olsun diyelim. 
 
*****
 
Hendek Belediye Başkan Adayımız, “Bilal Emre Taşkın”. 
 
Bilal Bey, özel sektörde çalıştı; hem yurt dışında, hem yurt dışında teknisyen olarak hizmet verdi. Şimdilerde kendi firmasında yönetiyor. İnşallah Hendek’i DEVA Belediyeciliğiyle tanıştıracak arkadaşımız. 
 
*****
 
Karasu Belediye Başkan Adayımız, “Abdullah Çatalbaş”.
 
Evet, Abdullah Bey de ilk günden bu yana sağ olsun bizimle. Tarım ve sanayi sektörlerine emek verdi, şimdilerde inşaat işlerine ve Karasu’ya layığıyla hizmet edeceğine biz inanıyoruz inşallah. 
 
*****
 
Kaynarca Belediye Başkan Adayımız, “Ünal Özturhan”. 
 
Kendisi SEDAŞ’a uzun yıllar hizmet verdi, belediyelerde çalıştı. Otuz dört yıllık bir emekçi. Şimdi Kaynarca için emek vermeye devam edecek inşallah. 
 
*****
 
Pamukova, “İrfan Metin”. 
 
Biz İrfan Bey'i aslında Ankara'daki lansman programımızda tüm Türkiye'ye tanıtmıştık ama burada bugün tekrar Sakarya'da huzurlarınızda tüm adaylarımıza beraber tekrar bir takdim etmek istedim. 
 
Kendisi ticaretle uğraşıyor. Aynı zamanda Sakarya Spor Adamları Derneği başkan vekili. Pamukova’ya en iyi hizmeti sunacağına biz inanıyoruz. 
 
Kendisine güveniyoruz. 
 
*****
 
Söğütlü Belediye Başkan Adayımız,” Murat Aktürk”. 
 
Murat Bey, çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görev aldı. Kendisi özel sektörde yöneticilik yapmakta ve Söğütlü ilçemize DEVA olabilmek için yola çıktı. Kendisine hayırlı olsun diyoruz. 
 
*****
 
Evet, değerli arkadaşlar,
 
Adaylarımız, Sakarya için, her bir ilçemiz için, mahalle mahalle, sokak sokak çalışacaklar; inanıyorum.
 
Siz de 31 Mart günü şöyle oy pusulalarınızı önünüzde aldığınızda ki, Mehmet Bey söyledi 3 tane pusula gelecek önünüze, o 3 pusulada da DEVA’nın adaylarını göreceksiniz. Büyükşehir, ilçe ve meclis pusulaları. 
 
“Evet” mührünü alıp “evet evet” diye damgayı damlaya vuracaksınız ve inşallah hep beraber Sakarya’ya DEVA olacağız ve inşallah adaylarımızı hep beraber belediye başkanı yapacağız. 
 
Bugün Sakarya kazanacak, yarın tüm Türkiye kazanacak.
 
Biz kazanacağız, Sakarya kazanacak, Türkiye kazanacak.
 
Hayırlı uğurlu olsun diyorum;
 
Hepinizi saygıyla muhabbetle selamlıyorum. 
 
Ailenize dostlarınıza, gönül dolusun sevgilerimi ve selamlarımı iletiyorum. 
 
Sağ olun var olun diyorum.
26 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kocaeli Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Kocaeli Basın Toplantısı Konuşma Metni

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Teşkilatımızın çok değerli mensupları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın değerli temsilcileri,

Sevgili basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum,

Bugün burada bu büyük ve güzel ilimiz Kocaeli'nde düzenlemiş olduğumuz basın toplantısına hepiniz hoş geldiniz diyorum

*****

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, Kocaeli’den selamlarımı, sevgilerimi özellikle iletmek istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz yola çıkarken “İnsan onuruna yaraşır bir hayat” dedik.

“Önce insan” dedik.

Nedir insan onuruna yaraşır bir hayat? Bunun içinde ne var?

Öncelikle herkesin gıdaya rahatça ulaşması var. Herkesin uygun şartlarda barınma ihtiyacının karşılanması var.

Tabii ki giyimiydi, kuşamıydı, en temel ihtiyaçların karşılanması var.

Yaşlılarımızın bir arada hayatı paylaşacakları tesisler var;

Çocuk işçiliğini önleyecek sosyal ve ekonomik tedbirler var;

Dar gelirliye uygun şartlarda barınma imkânı var.

İfade özgürlüğü var.

Gençlere istihdam var.

Girişimcilere dünyaya entegre olmuş yeni iş sahaları var.

Kadınlara, korkusuzca gezebildikleri caddeler;

Engellilere, her yere engelsiz ulaşabildikleri sokaklar var.

Belki de en önemlisi, hepsinden önemlisi; hukuk ve adalet var.

Arkadaşlar, biz bunlardan bir tane bile eksiğine razı değiliz.

Tek bir insanın bile dışarıda kalmasına razı değiliz;

Tek bir insanın bile mutsuz olmasına razı değiliz;

Bu yüzden buradayız;

Bu yüzden çalışıyoruz;

Bu yüzden gördüğümüz her problemi, her sıkıntıyı, hatayı, ihmali, yanlışı söylüyoruz ve söylemeye de devam edeceğiz.

*****

Arkadaşlar,

Popülist siyasetle meşgul olanlar, siyaseti laf üretmekten ibaret görenler, çözüm üretmeyenler; söylediklerimizden hoşlanmayacaklar.

İftiralarla, yaftalarla, etiketlerle bizi insanlardan uzaklaştırmaya çalışacaklar;

Biz onların yanlışlarını söyleyeceğiz.

Onlar bağırıp çağıracak;

Biz “Kimseyi ötekileştirmeyin” diyeceğiz.

Onlar hakaret, iftira sıralayacak;

Biz “Halkın geçim sıkıntısı var, vatandaş aç” diyeceğiz;

Onlar ayrıştıracak;

Biz “eşit vatandaşlık” diyeceğiz.

Bağırsalar da çağırsalar da ne yaparlarsa yapsınlar:

BİZ DOĞRULARI SÖYLEMEKTEN ASLA VAZGEÇMEYECEĞİZ.

Türkiye’yi “Gidemeyenlerin Ülkesi” yapan bu otoriter iktidara her daim cevap vereceğiz ve her daim doğrulara işaret edeceğiz.

Bıkmadan, usanmadan tekrarlayacağız:

Bu ülkenin insanları iyi yaşamayı hak ediyor.

İnsan onuruna yaraşır bir yaşamı herkes kadar, herkesten çok bizim insanımız hak ediyor.

Buradan, özelikle genç arkadaşlarımıza da seslenmek istiyorum:

Gençler, bu ayrıştırıcı siyasetten hepinize gına gelmedi mi ya?

Siz bu fiyatlarla yeni telefon nasıl alırım diye düşünürken, her gün kafayı başka birine takan siyasetçilerden sıkılmadınız mı hiç?

Siz “Nasıl iş bulacağım” diye kaygılanırken her gün yeni bir krizin peşine takılanlardan usanmadınız mı?

Çözüm üretemeyip, her türlü değeri istismar ederek, sizi oyalamaya çalışanlardan;

Sizi oyun oynamaya değil, oynayanları izlemeye mahkûm edenlerden;

Gerçek sorunlarla değil, farazi düşmanlarla kavga edenlerden;

Sıkılmadınız mı?

Gençler, sizlere sesleniyorum:

Yeni ekran kartı almak için aylarca kafa yormak istemiyorsanız;

Yeriniz burası.

Sizi kılık kıyafetinize, saçınıza-sakalınıza, yediğinize içtiğinize göre yargılayanlardan, sizi bu şekilde yargılayanlardan eğer usandıysanız, bunaldıysanız;

Yeriniz burası;

“Ben şu marka ürün kullanmak istiyorum, bu lüks değil” diye haykırmaktan, fakat sesinizi duyuramamaktan yorulduysanız;

Yeriniz burası;

Sizin yeriniz burası, sizin yeriniz DEVA Partisi;

Biz, yurdun dört bir yanındaki gençlerimizin sesini duyurmaya; onlar için, onlarla birlikte çözüm üretmeye devam edeceğiz;

Gençler, içiniz rahat olsun:

Ne demiştik; biz gençlerle yan yana değil, gençlerin ardından yürüyoruz.

Gençler önden gidiyor biz onları takip ediyoruz.

*****

Bugün sabah programımıza başlar başlamaz ki Yalova'daydık. Merkez’de baktım şöyle üç dört tane moto kurye arkadaş oturmuşlar, bir şeyler atıştırıyorlar.

Şöyle bir sohbet ettim, baktım bir tanesi üniversitede grafik tasarım öğrencisi.
Dedi; “ben hem okuyorum hem moto kuryelik yapıyorum. Çünkü benim üniversite masrafımı ailemin karşılaması mümkün değil. Ama grafik tasarım pahalı bir okul. En ucuz, en basit bir bilgisayar 30 bin lira. Ve benim gücüm buna yetmiyor. Ben onun için çalışarak okumak zorundayım” dedi.

Bir başkası baktım hukuk öğrencisi, üniversite öğrencisi.

Dedi; “Benim ailem burada değil. Benim oturacak eve, kiraya bile para yetiştirmem mümkün değil ailemin bana gönderdiği parayla. Onun için moto kuryelik yapıp ancak okul masraflarını karşılayabiliyorum” dedi.

Ülkenin geldiği durum bu.

Eğer bir üniversite öğrencimiz kendi oturduğu şehirde değil de bir başka şehirde üniversiteyi kazandıysa, yurtta çıkmadıysa hali perişan. Ki geçen sene biliyorsunuz 100 binin üzerinde üniversite öğrencisi üniversiteyi kazandığı halde kayıt yaptırmadı, yaptıramadı.

Maddi imkansızlıklar sebebi.

Gerçekten Türkiye'nin neresine gitsek büyük bir feryat var, adımımızı sokağa attığımız anda…

Bugün iki il merkezi, düşünün Yalova merkezindeydik, İzmit'teydik. Kaç tane ilçeye uğradık. Arabadan adımızı atıyoruz, emeklerimiz etrafımızı çeviriyor.

Ve ne diyorlar? “Ne olur bizim sesimiz olun” diyorlar.

Feryat çok büyük, bildiğiniz gibi değil. Tabii çarşı pazar saatiyse elinde küçük bir torba, işte yarım kilo peynir almış işte 100 gram kıyma almış. Üç yumurta koymuş sepete. Evine boynu bükük dönüyor.

Çok enteresan, bugün bir kasaba uğradım. “Fiyatlar nasıl?” dedim, “sorma başkanım ya uçtu gitti.” dedi.

“Peki, kaç gramlık kıyma alıyorlar? Kaç gramlık et alıyorlar?” diye sordum. “Gram söylemiyorlar. Para söylüyorlar. ‘Bana 150 liralık bir kıyma ver’ diyorlar” dedi.

Demek ki emeklimiz gidiyor, sürekli 150 liralık kıyma alıyor ama 150 liralık kıyma gram olarak düşüyor, düşüyor, düşüyor, Ocak ayındaki 150 liralık kıymayla Haziran ayındaki 150 liralık kıyma belki yarı yarıya gramaj olarak azalıyor. Ülkenin geldiği durum bu.

Ve gerçekten bütün bunların sebebi sadece ve sadece kötü yönetim ya! Başka bir şey değil, inanın değil yani.

“Niye bu ülke bu kadar sorun yaşıyor?” diye baktığınızda temelinde ülkenin kötü yönetilmesi var.

Düzgün ve dürüst kadroların iş başında olmaması var.

Bu büyük ülke, bu güzel ülke, bu koca potansiyele sahip olan ülke maalesef yanlış ellerde, yanlış yöneticiler altında inim inim inliyor ya.

Bu işleri hiç yapmamış olsak sadece dışarıdan izlesek deriz ki; “ya devleti yönetenlerin bir bildiği vardır. Demek ki iş zor ki yapamıyorlar. Yapabilseler yaparlardı.”

Öyle değil arkadaşlar. Değil ya. Ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Öyle yok dış güçler, yok bilmem şu bu falan filan ekonomideki başarısızlığa gerekçe uydurmaktan kolay bir şey yok.

Bakın göreve başladık, yıl 2002 Kasım ayı, petrol fiyatları 20 dolar. Taa 150 dolara çıktı petrol ya! 150 dolara çıktı. Ve biz petrol fiyatları 7,5 kat artarken bu ülkede enflasyonu tek haneye indirdik.

Ben rahatla diyebilirdim; “Ya ne yapalım petrol fiyatları arttı 7,5 kat. Her şeye zam geldi. Bütün dünyada enflasyon var. Bizde de düşmüyor. Ne yapayım?” diyebilirdim değil mi? Ama başardık.

Nasıl başardık?

Tabii bir kişiyle olacak iş değil. Dürüst ve ehil kadrolar kurduk.

Hazinesinden Merkez Bankası'na, BDDK'sına, SPK'sına, TÜİK'inden her türlü kamu kuruluşuna kadar işi bilen ama aynı zamanda dürüst insanlar getirdik işin başına. Ve böylece Türkiye ayağa kalktı.

Onun için ben emeklilerimizin halini görünce, gençlerimizin hali görünce çok üzülüyorum ya. Çünkü hak etmiyorlar. Bu sıkıntıyı çekmelerinin sebebi sadece ve sadece ülkenin kötü yönetilmesi. Başka bir şey değil.

Ve ilk defa bir nesil kendinden sonraki neslin refahıyla ilgili büyük endişe içinde şu anda. Bu Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman olmamıştı.

Çünkü her zaman nesiller kendinden sonraki nesillerin daha iyi şartlarda yaşadığını gördüler.

Kendi arabası yoktu, çocuğunum arabası oldu.

Kendinin evinde buzdolabı yoktu, çocuğun evinde buzdolabı oldu.

Her nesil daha yüksek refaha sahip olarak Türkiye'de ilerledi.

Ama ilk defa şu anda bir nesil kendinden önceki nesle göre daha zor şartlarda yaşıyor.

Anne babalar “çocuklarım benim bulduğum imkânı yarın bulamayacak” diyorlar.

Gerçekten üzülüyoruz ama dediğim gibi aynı zamanda kızıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Türkiye’deki büyük sanayi işletmelerinden %13’ü Kocaeli’nde yer alıyor.

Kocaeli’nde sanayinin gelişimini de mutlaka hem merkezi hükûmetten hem de yerelden desteklemek şart;

Fakat biliyoruz ki bir şehre hizmet etmek, sadece yeni altyapı, yeni yollar, yeni binalar yapmak demek değil;

Aynı zamanda mevcudu da tabiatı da tarihi de korumak demektir.

Sanayi yatırımlarının, Kocaeli’nin doğasına, ağacına, denizine zarar vermeden yapılmasını sağlayacak bir belediyecilik anlayışı Kocaeli için son derece önemli.

Burada gerçekten tabiat harikası köşeler var.

Deniz var, dağ var, orman var, her şey var var ama bir yandan sanayi ilerlerken, gelişirken bir yandan da bu var olan tarih, kültür ve aynı zamanda doğa mirasını korumak gerekiyor. Gözümüz gibi bakmak gerekiyor.

Bir şeyleri düzeltirken, başka şeyleri bozmamak gerekiyor.

Belediyeciliğin sorunlarının farkındayız; kimi ilçelerimizde insanlar gece karanlığında okula, işe gidiyorlar;

Öğrenciler gecenin karanlığında okula gidiyor;

Merkezi hükûmetin garabet kalıcı yaz saati uygulamasına, yerel yönetim de sokak lambalarının bakımını düzgün yapmayarak destek çıkıyor;

Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi, başıboş sokak hayvanları da Kocaeli’de en büyük sorunlardan bir tanesi.

Ama tabii ki bu işi de insanca çözmemiz lazım:

Büyüyen sorunları görmezden gelirsek, makul yollarla çözmezsek, biri gelir kendi usulünce çözmeye çalışır:

Biz bu işi modern barınaklarla, kısırlaştırma yöntemleriyle ve belediyenin konuya ayırdığı özel kaynaklarla çözeceğiz;

İnsanî bir şekilde, insana yakışır bir şekilde çözeceğiz.

Bir diğer meselemizse, tabii ki arkadaşlar, her ilimizde olduğu gibi ama özellikle Kocaeli'nde 99 depremlerini de dikkati alarak deprem meselesi, deprem tehlikesi.

Kocaeli gibi deprem yüzünden sevdiği insanları toprağa vermiş insanların olduğu bir şehre;

Fay hatlarına yakın bir şehre, çok özel bir dikkat gerekiyor, çok özel bir çalışma gerekiyor.

Biliyorsunuz biz parti olarak daha kurulduğumuzdan hemen sonra Afet Eylem Planı açıkladık.

İşin en başında açıkladık. Ne zaman? 17 Ağustos 2021’de açıkladık. 17 Ağustos depremlerinin yıldönümünde.

Ve burada afet yönetimiyle ilgili neler yapılması gerekiyorsa tek tek tek tek sıraladık bakın. İnce ince yazılı hepsi. Her şey hazır.

Merkezi hükûmet ne yapacak? Yerel yönetimler ne yapacak? Ta muhtarlara kadar burada yapılacak işler var. Hepsinin planı programı hazır.

Kentsel yenileme tabii ki çok çok önemli. Ve biz bu işi hem yapmak zorundayız hem de hesaplı yapmak zorundayız.

Kentsel yenileme ödemelerinin kolay olması lazım. Kira ve ödeme desteklerinin iyi olması lazım.

Yerelde öyle çözümler üreteceğiz ki, merkezi hükûmete örnek olacağız.

Diyecekler ki; “ya bu Kocaeli’nde belediyeler neler yapıyor ki halk bu kadar memnun? Nasıl çözümler buluyorlar, gidelim biraz buradan öğrenelim” diyecekler inşallah.

“Böyle de yönetilebiliyormuş” diyecekler;

“Mülakatlarda torpil bulmadan evlatlarımız belediyelerde işe girebiliyormuş demek ki” diyecekler;

“Belediyenin kaynakları çarçur edilmeyince hizmet her yere erişebiliyormuş, her soruna çözüm bulunabiliyormuş” diyecekler;

İktidara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.

Ve bununla ilgili değerli arkadaşlar;

Bütün hazırlıklarımız tamam. Bakın demin afet ile ilgili gösterdim. Yerel Yönetimler ve Şehircilik iki sene önce açıkladık.

Seçim geliyor diye apar topar hazırlanan şeylerden değil bu. İki sene önce hazırız biz. Yerel yönetim nedir? Şehircilik nedir? Belediyecilik nedir?

Bütün detaylarıyla çalışılmış işler bunlar.

Dolayısıyla biz diyoruz ki; “belediyeyi biz iyi yönetiriz, düzgün yönetiriz. Ama aynı zamanda biz belediyeyi temiz yönetiriz” diyoruz.

Türkiye'de ilk defa bir siyasi parti “Etik Kurallar Bildirgesi” açıkladı.

Daha önce örneği yok. Hiç kimsenin aklına gelmemiş.

Çalışan arkadaşlara dedim ki; “diğer siyasi partilerin çalışmalarına bir bakın. Kim ne yapıyor bu konularda?” Döndüler “Başkanım boş, hiç kimse bir şey yapmamış.”

Daha önce yapan var mı? Yok. Oturduk kendimiz sıfırdan yazdık. Beyaz kağıtlara yazdık.

Tam üç sayfa boyunca Ahlaki Kurallar Bildirgesi, Etik Kurallar Bildirgesi yazdık.

Bizim her adayımız önce bunu imza ediyor, ondan sonra adayımız oluyor.

Dolayısıyla biz ne diyoruz? “Biz belediyeciliği hem etkin yaparız, düzgün yönetiriz, hem de temiz yönetiriz” diyoruz.

DEVA Belediyeciliği bu iki sütun üzerinde yükseliyor.

Düzgün ve temiz yönetim sütunları üzerinde yükseliyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu seçimler, yerel seçimler, belediye başkanlarımızı seçeceğiz.

Meclis üyelerini seçeceğiz ve yerel yönetimlerle ilgili demokratik hakkımızı sandıkta kullanacağız

Ancak bu seçim aynı zamanda merkezi hükûmete, iktidara da bir uyarı imkânı veriyor bize;

Eğer merkez hükûmetten, iktidardan memnun değilseniz;

İktidar yanlışlar yapıyor diyorsanız;

Bu seçim iktidara “Aklını başına al” deme seçimidir.

“Yanlış yoldasın, yaptıklarından memnun değilim” deme seçimidir.

Yani bu seçim aslında değerli arkadaşlar iktidara bir “sarı kart” gösterme seçimidir.

Diyeceğiz ki; “hatalısın, yanlış yoldasın, kendine gel.”

Yaptığımız tercihler, kullandığımız oylar sadece belediye başkanını seçmekten ibaret değil. Kullandığımız oylar aynı zamanda iktidara bir mesaj.

Benim sadece bugün içerisinde en az otuz kırk emeklimizden dinlediğimiz; “ya ne olur bizim sorunumuzu bir dillendirin. Ne olur bizim sesimizi duyurun.”

Ben de emeklilerimize dedim ki; “biz duyuralım. Meclis’te, Ankara'da Türkiye'nin her yerinde dillendirelim” ama yani emeklerimize “eğer hükûmet gerçekten mesajı alsın meseleyi anlasın istiyorsa” dedim, “hep beraber bu sarı kartı gösterelim.”

Çünkü başka türlü anlamıyorlar. Duymuyorlar.

DEVA’nın adaylarını destekleyerek hem hükûmete sarı kart göstereceğiz;

Hem Kocaeli iyi yönetilsin, düzgün yönetilsin ve temiz yönetilsin diyeceğiz.

Bugün Kocaeli, yarın tüm Türkiye:

Bu seçimde sarı kart, gelecek seçimde kırmızı kart.

Ve inşallah kazanacağız, Kocaeli kazanacak, Türkiye kazanacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz bütün bunları söylerken, “biz belediyeleri iyi yönetiriz” derken diyebilirsiniz ki “DEVA Partisi yeni bir parti ve ilk defa seçime giriyor. Peki nereden biliriz ki acaba iyi yapabilecekler mi bu işi?”

Size hemen bir örnek vereceğim.

6 Şubat'ta deprem oldu değil mi? Geçen sene. Biz 6 Şubat öğlen üstü bütün teşkilatlarımıza kısa bir WhatsApp mesajı gönderdik, bütün il başkanlarımıza. Buraya Kocaeli’ye de gelmiştir.

Dedik ki; “deprem bölgesinde bir, iki, üç, dört, beş, on tane acil malzeme ihtiyacı var. Dolayısıyla teşkilatlarımız kendi imkanlarıyla eğer bu malzemeleri toplayıp hazırlarlarsa memnun oluruz.”

Pazartesi öğlen mesaj atıyoruz.

Salı akşamı 100 tır malzeme hazırdı. Düşünün ki bütün Türkiye'den DEVA Partisi'nin il başkanları, ilçe başkanları hemen organize oldular ve 100 tır hazırladılar.

Bitmedi.

İkinci gün tam akşamüstü ben AFAD'daydım. Cumhurbaşkanı Yardımcısı orada, eski AFAD Başkanı. Dedim ki; “Ya biz bir çağrı yaptık teşkilatlara. 36 saatte 100 tır yardım toplandı. Ama biz bunları dağıtamayız, biz bir siyasi partiyiz. Dolayısıyla bize adres verin, tırın plakasını verelim. İçindeki dokümanı da var o tırda, size listeyi verelim. Tırın içindeki malzemelere bakın, plakasına bakın, bize adres gösterin, tırımız oraya insin.”

Çarşamba günü oldu, ses yok.

Perşembe ben İslâhiye’deydim. Bizim Gaziantep il başkanımız, baktı ki ses yok, adres yok, bir tane depoyu tutmuş, tırlar o depoya iniyor, dağıtmaya başlamış yardımları.

Cuma günü, daha depremin beşinci günü, Malatya'daydım, Kahramanmaraş'taydım.

İl Başkanlarımız depoları tutmuşlar. Yardımlar depolara geliyor ve oradan dağıtılıyor.

11 ilimizde, depreme maruz kalan 11 ilimizde de bizim teşkilatlarımız anında dağıtım sistemini kurdu.

Beşinci günün akşamı toplanan yardım 250 tır, beşinci günün akşamı.

11 tane depremden etkilenen ilde de dağıtım deposu ve dağıtım sistemi. Düşünün ya.

Koskoca devletin kurumları varken AFAD'ıydı, Kızılay'ıydı, bakanlıklarıydı, şuydu buydu… Daha üç yaşındaki bir siyasi partiye mi düşecekti bunları yapmak?

Ama bunu niye anlatıyorum biliyor musunuz bu örneği?

Çünkü bizim insan kaynağı yapımız böyle. Yani bizde becerikli, işini iyi yapan, dürüst, düzgün insanlardan oluşan bir kadro var.

Deprem gibi gününü, saatini bilmediğimiz bir büyük felaket olduğunda, beş iş günü içerisinde 81 ilden yardım toplanıyor, 11 ilde yardım dağıtılıyor.

Demek ki düzgün, dürüst insanları işin başına getirdiğinizde, görevi verdiğinizde o iş oluyor, yürüyor.

Şu anda Türkiye'nin tam da en büyük sorunu bu işte.

Devleti yöneten kademelerde dürüst, düzgün ve işini iyi yapan insanların sayısı çok çok az.

Çoğu kurumun inanın hali perişan, kurumlar rezil durumda ya.

Bugün Merkez Bankası'nın buradaki şubesinin önünden geçtik. İzmit’teki şubesinin önünden.

Baktım binaya bir şeyler giydirmişler. Dedim “Bu niye duruyor?”

İşte İzmit ilçe başkanımız var. İzmit Belediye Başkan Adayımız Ercan Bey var. Dediler “Efendim binadan bir şeyler dökülüyor. Onun için bunu giydirdiler binaya.”

Ya bunun yöntemi bu mudur Allah aşkına ya? Dedim “Biz Ankara'daki Merkez Bankası'nın döküldüğünü biliyoruz ama İzmit'teki Merkez binasının dışındakinin duvarının da döküldüğünü bilmiyorduk yani.”

Ya kur iskeleyi arkadaş, tamiratını yap, bitir. Bu nedir yani?

Elbise giydirir gibi tel bir şeyler giydirmişler binaya. “Dökülenler şöyle olmasın, böyle olmasın” yani. Gerçekten inanılır gibi değil ya. İnanılır gibi değil. Çok yazık. Çok yazık.

Bu ülkenin pırıl pırıl, en güçlü olması gereken binalarını ve pırıl pırıl, en güçlü olması gereken kurumlarını maalesef rezil ettiler bunlar ya.

Ülkenin en çok güvenilmesi gereken kurumlarının itibarını beş paralık ettiler.

Bugün ülke genelinde yargıya işi düşüp, davalık olup “ben mahkemeye giderim ve mahkeme benim hakkımı verir” diyen insanların sayısı yok gibi bir şey artık.

“Allah düşürmesin” diyor herkes. “Bir mahkemeye işim düşerse, tamam” diyor. “Yıllar sürer ve çıkacak karar da adil olmaz” diyorlar.

İşte ortada, bizim kendi Anayasa Mahkememizin hak ihlalleriyle ilgili verdiği karar.

Anayasa Mahkemesi'nin web sitesinde bütün bu istatistikler yayınlanıyor arkadaşlar.

Bizim kendi Anayasa Mahkememiz bireysel başvurularda esastan incelediği dosyalarda %95 oranında hak ihlaline karar veriyor, %95.

Bu ne demek biliyor musunuz?

Vatandaşımız gidiyor diğer mahkemelere hakkını arıyor, alamıyor. Üst mahkemeye gidiyor, alamıyor. Mahkeme kapıları yüzlerine yüzlerine kapanıyor vatandaşın.

Anayasa Mahkemesi'ne gittiği zaman da Anayasa Mahkemesi diyor ki her 100 vatandaşın 95’ne “ya sen haklısın, mahkeme haksız” diyor.

Şu hale bakın ya. Yazık değil mi bu insanlara?

Yıllarca süren hukuk mücadeleleri... O da hakkını alabilirsen.

İşte bir başka kurum Merkez Bankası. Ya ülkenin Merkez Bankası sadece seçimlerden Aralık sonuna kadar 7 ayda 800 milyar lira karşılıksız parayı bastı. Kur Korumalı Mevduat’ın kur farkını ödedi.

Ondan sonra emeklerimiz diyor ki “ya benim param eridi” diyor, Cüzdanını çıkarıyor “paranın değeri kalmadı” diyor.

“Maaşımla alışveriş yapamıyorum” diyor.

E tabii yapamaz. Merkez Bankası cayır cayır karşılıksız para basarken enflasyon üretirken bu ülkede emeklinin yüzü gülmez ya. Bu kadar basit.

O kadar dedik “bu iş yanlış, Kur Korumalı iş yanlış” dedik. “Yapmayın şunu” dedik.

Yaptılar, ülkenin başına en büyük ekonomik felaketi getirdiler “Kur Korumalı Mevduat” diye.

İnanılır gibi değil yani.

Ne yaptıklarını bilmiyorlar.

“Seçimden önce faiz iner, daha da inecek” diyor. “Nass” diyor.

Seçimden sonra 8 ayda 8 kere faiz arttırıyor ya. Böyle bir şey olur mu?

Yazık değil mi bu insanlara?

Seçimden önce Yunanistan'a “bir gece gelirim ha” diyor “ansızın gelirim” diyor. Seçimden sonra gidiyor Atina'ya “Ya ben onu sizin için söylememiştim” diyor. Böyle bir şey olur mu?

Bakın istismar, istismar, istismar.

İnsanların dini inançlarını istismar ediyor “Nass” diyerek.

İnsanlarımızın milli hassasiyetlerini istismar ediyor.

“Ülkenin güvenliği” diyor. “Beka” diyor. “Bir gece ansızın gelirim ha Yunanistan'a” diyor.

Ondan sonra bir gece ansızın değil, davul zurnayla gidiyor, resmi ziyaret yapıyor. “Ben onu size söylememiştim” diyor.

Ne değiştiyse arada…

Dert çok, sorun çok. Ama hep söylüyoruz, ülkemiz çok daha iyi yönetilmeye layık bu ülke ve inşallah bunu yapacağız.

Ve nasıl yapacağımızı da ilk bu belediye seçimlerinde inşallah seçilen belediye başkanlarımızla göstereceğiz. Arkasından da genel seçimlerde inşallah bu ülkeye nasıl demokrasi yaşatılır, gerçek hukuk devleti nasıl inşa edilir, fırsat eşitliği nasıl sağlanır, “Önce insan” kavramı nasıl yerleştirilir ve 85 milyona insan onuruna yaraşır bir hayat standarttı nasıl sağlanır? Bunu inşallah hep beraber göstereceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz biz Kocaeli'nde iki belediye başkan adayımızı daha önce Ankara'da yapmış olduğumuz lansman programında ilan etmiştik.

Ve önce o iki adayımızı ben bir davet edeyim.

Karamürsel adayımız Yunus Kati'yi şöyle bir davet edeyim.

Kendisi enerji sektöründe ve inşallah ilçemizi en iyi şekilde yönetecek, en iyi şekilde vazifesini yerine getirecek bir arkadaşımız.

Kartepe, Yusuf Nuhoğlu’nu davet edelim;

Kendisi inşaat sektöründe. Ama inşaat deyince aklına haksız rant gelenlerden değil, öylelerinin bizim aramızda zaten işi yok.

Yine bugün aslında Kocaeli'nde bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Çünkü ilk defa Ankara dışında, yerinde altı tane adayımızı sizlerle tanıştıracağız.

Yani bu Kocaeli için gerçekten önemli pozitif ayrımcılık onu söyleyeyim. Ama ben hep söylüyorum. Kocaeli bizim şampiyon ilimiz. Onun için şampiyon Kocaeli’nden, değerli il başkanımız Zeynep Hanım'dan böyle bir talep gelince “tamam” dedim. “Her yerde yapamayız ama Kocaeli’nde yaparız” dedim inşallah.

Ve şimdi alfabetik sıraya göre davet edeceğim. İlçe isimlerine göre.

Darıca Belediye Başkan Adayımız Muhammet Ali Ünsür’ü bir davet edelim.

Muhammet Bey, ilahiyat mezunu, maden-inşaat alanında faaliyet gösteren bir şirkette yönetici. Darıca doğumlu, “Darıca Belediyesi'ni kendisine Darıcalılar emanet etsin” istiyoruz.

Dilovası, Ali Çelik;

Ali Bey, işletme mezunu. Birçok firmada yöneticilik yaptı. Ve kendisi inşallah Dilovası'na DEVA olacak.

Gebze, Mükail İzgi;

Kendisi 35 yıldır iş hayatında, şimdilerde kendi işini yapıyor. STK ve derneklerde de aktif bir arkadaşımız. Gebze adayımız. Kendisine de hayırlı olsun diyoruz.

İzmit, Ercan Aktan;

Kendisi çeşitli odalarda, derneklerde görev almış, mali müşavirlik yapıyor. 88 doğumlu, genç bir arkadaşımız ve inşallah İzmit'e layık, bu güzel merkezde olan ilçemize layık bir başkanlığı yapacak kendisi.

Kandıra, Kadir Özdemir;

Kadir Bey memurluktan emekli ama esnaf. Hem memurun halini hem esnafın halini biliyor ve insanların derdiyle dertlenen, her gün insanların sıkıntılarını dinleyen ve iş hayatını zorluklar içerisinde gören, bilen bir arkadaşımız.

Körfez, Orhan Bozkurt.

Orhan Bey de mali müşavir. Dikkat ederseniz bizim arkadaşların çoğu bir şekilde hayatın ve ekonominin içinden insanlar yani.

Birçok sivil toplum kuruluşunda görev aldı. Başkanlıkları var, onursal başkanlık görevleri var ve inşallah Orhan Bey de Körfez'e çok yakışacak.

Ben bütün adaylarımıza güveniyorum.

İnşallah 31 Mart günü bütün bu ilçelerimizde oy pusulası vatandaşlarımızın önüne geldiğinde ne diyoruz? “Damga damlaya oylar DEVA’ya” diyoruz.

Ama o mührü inşallah vurunca, o damgayı vurunca inşallah göreceksiniz biz de DEVA belediyeciliği damgasını bütün bu ilçelerimize vuracağız.

Ve tabii ki Kocaeli Büyükşehir'le alakalı değerlendirmelerimiz son aşamalarına geldi. Aday adaylarımızla ilgili değerlendirmeler yapıyoruz şu anda. Onu da inşallah en kısa zamanda açıklayacağız. Geri kalan ilçelerimizi de önümüzdeki haftalarda sizlerle paylaşacağız.

Adaylarımızı da böylece tüm Kocaeli genelinde belirlemiş olacağız.

Ben tekrar bugün bizlerle beraber olan tüm basın mensubu arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

26 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Yalova Basın Toplantısı Konuşması

 
Ali Babacan Yalova Basın Toplantısı
 
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
 
Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, 
 
Teşkilatımızın çok değerli mensupları,
 
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
 
Sevgili basın mensupları,
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
 
Bugünkü Yalova’da düzenlediğimiz basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, Yalova’dan selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
 
*****
 
Değerli vatandaşlarım,
 
Çınarcık’ıyla, Altınova’sıyla;
 
Dipsiz Göl’üyle; Erikli Şelale’siyle;
 
Yeşiliyle, mavisiyle; doğasıyla kültürüyle;
 
Güzel şehrimizde, Yalova’da bugün sizlerle beraberiz.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Tabii Yalova’dayız, Yalova’nın can yakıcı sorunları var, sıkıntıların hepsinin farkındayız ama var bir de ülkemizde 85 milyonu ilgilendiren, herkesin günlük hayatına dokunan çok önemli gelişmeler yaşanıyor. 
 
Dün ne oldu biliyorsunuz:
 
Dün, Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplandı ve politika faizini bir kez daha artırıldı, %45’e çıkarttı. 
 
Böylece, Merkez Bankası 8 ayda 8 kez faiz artırmış oldu.
 
Seçimler hatırlayalım, geçen sene mayıs ayında yapıldı ve Haziran’ın ilk yarısında yeni ekonomi yönetimi oluştu. Hemen haziran ayında faiz artışları başladı. Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık, Ocak; 8 ayda 8 kere faiz arttı ve faiz artışı konusunda haberler çok yoğun değil mi? 
 
Yani dün öğleden sonra başladı, gece boyu bütün haber bültenlerinde bu en önemli konulardan birisi olarak işlendi. 
 
Herkes konuştu, iktisatçılar yorumlar yaptı. 
 
Ama bu konuda konuşan köşe yazarlarına dahi, gazetede çıkan bir köşeye dahi laf yetiştiren, kendi partisinin gençlik kollarına, bir ilçe gençlik kolları başkanına kadar müdahale eden o kişiden tek bir ses yok. 
 
Zaten seçimlerden bu yana kendisinden faizle ilgili hiçbir şey duymadık ne hikmetse. Uzmanlık alanı ekonomi değil miydi? “Ben ekonomistim” demiyor muydu? Böylesi önemli bir konuda ülkenin cumhurbaşkanının sessiz kalması gerçekten çok dikkatle takip etmemiz gereken bir konu. 
 
“Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” diye bir tekerlemesi yok muydu, sürekli bunu işlemiyor muydu? 
 
“Nass” demiyor muydu?
 
“Sana bana ne oluyor, Nass var” demiyor muydu? 
 
“Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselmez” demiyor muydu?
 
Merkez Bankasını tamamen kendisinin talimatlarıyla yönetmiyor muydu?
 
Ehil kadroların bağımsızca aldığı kararlara sinirlenip seçim öncesi, onları görevden almıyor muydu?
 
Merkez Bankası Başkanlarının biri gidiyordu, biri geliyordu.
 
Şimdi bir cevap vermesi lâzım:
 
2018’den beri, tek imzayla tek yetkili kişi Sayın Erdoğan’ın kendisi. 
 
Bunu çok istedi, “bütün yetki bende toplanmalı” dedi. 
 
2017 referandumu, 2018 seçimleri derken neredeyse 6 yıldır ülkeyi tek imzayla, tek yetkili olarak yönetiyor. 
 
Seçimlerden bu yana 8 ayda 8 kez faiz artırmak doğru mu, değil mi?
 
Bu faiz artışlarını Sayın Erdoğan destekliyor mu, desteklemiyor mu? Tık yok, ses yok. 
 
Dikkat edin, koskoca ülke, 85 milyon insan onun kararlarıyla açlık, yoksulluk yaşarken bu sorulara cevap vermesi gerekiyor. Ya hangisi doğru? 
 
Merkez Bankası 8 ayda faizleri %8,5’tan %45’e çıkardı değil mi? Bakın Merkez Bankası çıkardı diyoruz. Haberler hep “Merkez Bankası yaptı, etti” ya. 
 
Merkez Bankası Başkanı’nı atayan o değil mi? İşine gelmiyorsa bu gece hemen kulağından tutup, “sen kalk bakayım oradan” deyip başka bir Merkez Bankası Başkanı’nı oturtamaz mı? 
 
Yetki elinde ama tık yok, Merkez Bankası artırdı. 
 
Kendi bilgisi dahilinde yapılıyor arkadaşlar bu işler ama sadece susuyor. 
 
Ben diyorum ki kendisine “ya Allah aşkına çıkan, bir açıklayın.”
 
Faiz sebep enflasyon sonuçsa faizi arttırarak siz enflasyonu daha da mı arttırmak istiyorsunuz? 
 
Çünkü tam 5 yıl boyunca bu tezi işlemedi mi?
 
Ha yok bu tez hatalıysa, yanlış bir tez ortaya koyduysa 7 senedir, -ki 7 sene önce başladı- 7 senedir dayattığınız bu tezin sebep olduğu bu tabloyla hiç yüzleşmeyecek misiniz? 
 
Koskoca millet 85 milyon izliyor. 
 
Ben soruyorum kendisine “ya hata yapmışım, doğrusu buymuş” demeyecek misiniz? Faiz artışı doğru bir şey mi, yanlış bir şey mi? 
 
Bakın çok basit bir şey soruyorum ya buradan, Yalova’dan, bu salondan kendisine soruyorum, doğru mu, yanlış mı?
 
Ama susuyor arkadaşlar, susuyor. 
 
Sadece ben sormuyorum bunu esnafımız soruyor, çiftçimiz soruyor, sanayicimiz soruyor, bu ülkenin vatandaşı olan herkes soruyor, 
 
Sayın Erdoğan gibi bir ekonomistin ne düşündüğünü insanlar merak ediyor arkadaşlar. 
 
Tutumunu açıklamadığı sürece de bu ülkede güven oluşmaz. Öyle kaçak güreşmek yok ya, öyle yok. Madem tek yetkilisin, çıkıp açıklayacaksın.
 
“Evet, ben yanlış yapmışım. Bugünkü doğru” diyeceksin ya da diyeceksin ki “ben bunlara aslında katılmıyorum. Şimdilik göz yumuyorum ama bakalım ne olacak” diyeceksin ama bir açıklama yapacaksın yani. 
 
Seçimden önce her gün faizden bahsedip, bir de insanlarımızın gerçekten en hassas olduğu, insanlarımızın dini inançlarını istismar ederek, “Nass var, tabii ki faiz inecek” deyip, seçimden sonra 8 ayda 8 kere faiz artırmanın açıklamasını yapmak zorunda.
 
Böyle bir şey olmaz ya yazık, günah bu insanlara. 
 
Şu anda Merkez Bankası ne yaparsa yapsın arkadaşlar, insanlar güvenmiyor. 
 
Çünkü ne diyorlar? “Ya Erdoğan bugün böyle belki de sabrediyor ama belki de pat diye kafası atacak. Yarın hepsini görevden alacak.”
 
Daha önce yapmadı mı? Laf dinlemiyordu diye Merkez Bankası başkanlarından kaç tanesini görevden almadı mı? 
 
Cumhurbaşkanı, Demokles’in kılıcı gibi kararname yetkisini ile Merkez Bankası’nın kafasında böyle kalemi sallanıp duruyor. “Bir gece ansızın” deyip duruyordu ya “bir gece ansızın.” Seçimden önce deyip duruyordu “bir gece ansızın.” 
 
Seçimden sonra onu da hiç duymaz olduk. Ha bakın seçimden önce dikkat edin arkadaşlar istismar konularına bakın istismar konularına.
 
Dini hassasiyetlerin istismarı, ne diyor, “Nass” diyor değil mi? Seçimden sonra tam tersini söylüyor. 
 
Seçimden sonra insanlarımızın milli hassasiyetlerini istismar ediyor. Ne diyor Yunanistan’a? “Bir gece ansızın gelebilirim” diyor. Hepsi videolarda, kayıtlarda. Sonra gidiyor Atina’ya, “ya ben onu sizin için söylememiştim” diyor. 
 
Böyle bir şey olur mu ya? İstismar, istismar, istismar…
 
Soruyorum:
 
Şu anda ekonomi yönetiminin faiz kararları hakkında ne düşünüyorsunuz Sayın Erdoğan? Soruyorum.
 
Susuyor.
 
Siz susunca halkımız neler olduğunu görmüyor zannetmeyin.
 
Siz sustukça, “ya ben bu işten belki sıyrılırım, şöyle kimsenin gözüne çarpmadan belki bu işi atlatırım” zannetmeyin. 
 
Biz hatırlatacağız ya sürekli hatırlatacağız, kaçamazsınız. 
 
Zaten hiç merak etmeyin, sizin ekonomiyle ilgili yaptıklarınızın sonucunu halk her gün sokağa çıktığında görüyor;
 
Simit fiyatına bakıyor, sizi görüyor;
 
Peynir fiyatına bakıyor; sizi görüyor,
 
Kirasına bakıyor, sizi görüyor; 
 
Artık alma hayali, umudu bile kalmayan evlere bakıyor, sizi görüyor;
 
Gençlerimiz “bir ömür çalışsam biriktireceğim parayla şu arabayı alamayacağım” diyor. O arabaya bakıyor ve sizi görüyor. Susarak kaçamazsınız… 
 
Unutmayın:
 
Halk sizin ne yaptığınızdan haberdar, baktığı her yerde sizi çook çok iyi görüyor.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar;
 
Gazeteciler on iki yaşında bir çocukla, bir öğrenciyle röportaj yapıyor;
 
Öğrenci kardeşimiz ne diyor? “Simit yiyemiyorum” diyor.
 
“Günlük harçlığım 20 lira” diyor.
 
“Öğlenden önce simit alırsam, öğleden sonra aç kalıyorum” diyor.
 
Sosyal medyada görmüşsünüzdür, bazı televizyon kanallarında görmüşsünüzdür bunu.
 
Harçlığıyla bir günü tok geçiremeyen bir çocuktan söz ediyoruz.
 
Sayın Erdoğan, faiz konusunda sussanız ne, susmasanız ne?
 
Bugün ilkokul öğrencileri, ortaokul öğrencileri bile sizin yanlış kararlarınızın ceremesini çekiyor.
 
İşte en son OECD araştırmasını açıkladı. Bütün OECD ülkelerinde yaptıkları araştırma sonucuna göre Türkiye’deki öğrencilerin tam %20’si haftada en az bir gün “öğlen yemeği yiyemiyorum çünkü param yok” diyor, “yetmiyor” diyor. 
 
Bakın arkadaşlar her 5 öğrenciden birisi Türkiye’de, haftada en az bir gün bazen 2 gün, 3 gün; “Param olmadığı için öğlen yemeği yiyemiyorum” diyor. 
 
Ülkeye getirdiğiniz nokta bu ya…
 
Böylesine önemli bir konuda nasıl susarsınız? Nasıl açıklama yapmazsınız? 
 
12 yaşında bir çocuk bile “hangi öğün aç kalsam” diye tercihe bulunuyor. “Acaba sabah mı aç geçirsem yoksa öğleden sonrayı mı aç geçirsem” diye milleti bu hale zorladınız.
 
Siz, 2018’de bütün yetkiyi elinizde topladınız ve “vatandaşın evine götürdüğü ekmek” üzerine bir bahse girdiniz. 
 
Çünkü ne diyordu?
 
“Bu benim düşüncem böyle” diyordu. “Benim tezim budur “diyordu değil mi? Hatırlayın kanal kanal her konuşmasında söylüyordu. “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” diyor. “Bu benim tezimdir” diyordu. 
 
“Vatandaşın ekmeğiyle” bir kumar oynadınız ve kaybettiniz. 
 
85 milyona da kaybettirdiniz.
 
Şimdi, hiçbir şey olmamış gibi davranmak yok.
 
Çıkın, “Benim bilgisizliğim ve inadım yüzünden bu ülke bu hale düştü” deyin. 
 
Özür dileyin.
 
“Benim inadım yüzünden, 10 yaşında, 12 yaşında çocuklar aç” deyin.
 
“Okul kantinlerinde küçücük çocuklar neşeyle oynamıyor, üç-beş kuruşun hesabını yapmak zorunda kalıyor” deyin. 
 
Hiçbir şey yapmamış gibi, hiçbir şey yokmuş gibi davranamazsınız;
 
Bunu vicdan kabul etmez.
 
Bakın:
 
İnsanlar döviz borcu yüzünden bunalıma giriyorlar; Kendi canına kıyanlar var ya! 
 
Borçlarını ödeyemiyor insanlar, depresyona giriyorlar. 
 
Ekonomik kriz yüzünden insanlar birbiriyle tartışıyor, birbiriyle küsüyor, aileler dağılıyor.
 
Bu işi çocuk oyuncağı değil…  
 
İki dudağınızın arasından çıkan sözlerle insanların kaderiyle oynadınız:
 
En azından bu vebalin altında kalmayın.
 
Hadi özrü, af dilemeyi bir kenara bırakalım ama en azından bir helallik isteyin helallik!  En azından bunu yapın.
 
“Türkiye’yi başarısız deneyler laboratuvarına çevirdim, 85 milyona da kobay muamelesi yaptım, hakkınızı helal edin” deyin. Çıkın açıklayın.
 
En azından bunu yapın.
 
Akıl alır gibi değil arkadaşlar, akıl alır gibi değil...
 
Her gün ama her gün bizim güzel insanlarımızın o temiz vicdanını istismar ediyor. 
 
O insanlarımızın güvenini, duymak istediği güveni istismar ediyor. Öyle yönetiyor bu ülkeyi. 
 
Gerçekten çok üzülüyoruz ama aynı zamanda da kızıyoruz. 
 
Sadece üzülüp yerinde oturma lüksümüz yok bizim. Biz halkımıza gerçekleri söylemek, anlatmak zorundayız. 
 
Bu arkadaşınız tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldu.
 
Petrol fiyatları 20 dolardan 150 dolara çıkarken dünyada, 7 buçuk kat artarken, biz bu memlekette enflasyonu tek haneye düşürdük. Ve tam 10 yıl boyunca tek hanede tuttuk. 
 
Nasıl oldu? Bu nasıl oldu? 
 
Dürüst ve ehil kadrolarla çalıştığımız için oldu.
 
Her noktaya hem o işi bilen hem de dürüst insanları göreve getirmemizle oldu. 
 
Sapasağlam bir kadroyla oldu. Ne zaman ki o dürüst, ehil kadrolar uzaklaştırıldı. Ne zaman ki o yanlış talimatlar konusunda bükülmeyen, eğilmeyen, dik duran kadrolar sistemden çıkarıldı. Ondan sonra ülke maalesef bu hale düştü. Çok yazık. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
İçinde bulunduğumuz coğrafya gerçekten çok zor, acı günlerden geçiyor.
 
Filistin’de, Gazze’de insanlar aç biilaç çözüm bekliyorlar. Gerçekten yakın tarihte görülmeyen bir zulümle Filistinliler, Gazze’de yaşayan kardeşlerimiz karşı karşıya…
 
Gazzeliler evlerini kaybettiler; bu işgalcilere yetmedi.
 
Hastanelerini, camilerini, okullarını üniversitelerini kaybettiler; işgalcilere yetmedi.
 
Anne babalarını, evlatlarını kaybettiler, yakınlarını toprağa verdiler; işgalcilere yetmedi.
 
Durmuyorlar, katliama aynen devam ediyorlar:
 
İlk günden beri Gazze’deki Filistinlilerin varlığına düşman onlar;
 
İlk günden beri Gazzelileri sistematik bir açlığa mahkûm etmek için çalışıyorlar;
 
Arkadaşlar, hemen sınırımızın birkaç kilometre ötesinde insanlar açlıktan, susuzluktan her gün kırılıyor.
 
Tam 2 milyon Gazzeli şu anda aç.
 
En temel gıda ihtiyaçlarına, içme suyuna ulaşamıyor bu insanlar.
 
Şansı yaver gidip de bu işgalden kurtulanlar, yarın sağlık sorunları sebebiyle hayatlarını yitirebilirler veya engelli olarak kalabilirler.  
 
İnsanlar açlıktan ölürken, Türkiye’deki iç siyaset gündeminin Gazze’deki insanlık dramının önüne geçmesine izin veremeyiz.
 
Hiçbir zaman unutmayız, unutamayız, 
 
Seçim geliyor diye sadece biz kendi meselelerimizi konuşamayız. Bu vicdana da sığmaz, insanlığa da ısınmaz.
 
Gazze’yi bu yüzden her fırsatta hatırlamalı ve hatırlatmalıyız.
 
Mesele Filistin ise, mesele Gazze ise iktidar muhalefet demeden tekrar ediyorum, tek ses olmalıyız.
 
Yaşananlar sadece 2 milyon Gazzelinin değil, tüm dünyanın meselesi, “ben insanım” diyen herkesin meselesi. 
 
Eğer böylesine bir katliamda, böylesine bir kıyımda, böylesine bir zulümde, insanlık sessiz kalırsa yarın dünyanın başka yerlerinde başkalarının da başına bu işler gelir. 
 
Çünkü şu anda Gazze’de her gün uluslararası hukuk çiğneniyor. Her gün insanlık suçu işleniyor. Her gün savaş suçu işleniyor ya!
 
2 milyon kişi küçücük bir bölgede zaten, evlerinden sürüldü. Küçücük bir alana hapsedildi. 
 
Güneye doğru Mısır sınırına doğru insanlar sürekli bombalarla ittirildi. Bombardımanlarla kuzeyden güneye doğru ittirildi, ittirildi ve Gazze’nin güneyinde bu insanlar toplandı. 
 
Çünkü asıl amaç burada, Gazze'deki Filistinlileri bir şekilde oradan çıkarıp Gazze’ye oturmak ve orayı işgal etmek, ilhak etmek. Asıl zihinlerin gerisinde bu var ama bugüne kadar Mısır hükümeti dirayetli bir şekilde sınırı açmadı. Gazze'den çıkmak isteyen Filistinliler var, farkındayız.
 
Zulüm büyük farkındayız ama o toprakların terk edilmemesi de gerekiyor. O toprakların işgalcilere bırakılmaması gerekiyor. 
 
Bunun içindir ki; biz her zaman Gazze’deki Filistinli kardeşlerimizle dayanışma içerisinde olmak zorundayız.
 
Türkiye, bu sistematik katliamda, hamasi söylemlerin değil, çözümün tarafı olmak zorundadır.
 
Türkiye, Gazze’deki insanlık krizi için çaba göstermek, çözüm önerilerini bir an önce somutlaştırmak zorundadır.
 
Kalıcı barışın konuşulabildiği bir ateşkes için gerekli diplomatik adımlar derhal atılmalıdır.
 
Doğusuyla batısıyla, insanlığın yanında olan her devlet, bilhassa İslam hükûmetleri kendi aralarındaki kendi içlerindeki ihtilafı bir kenara bırakıp;
 
İsrail’e karşı diplomatik, siyasi, hukuki ve ekonomik adımları atmada yekpare hareket etmek zorundadır.
 
25 bin insan öldü ya… Yani 2 milyon 300 bin kişinin yaşadığı bir bölgede, 25 bin insan öldü. Bu çok büyük bir sayı, çok büyük bir oran.
 
Buradan, Sayın Cumhurbaşkanına sesleniyorum:
 
Gazze’de insanlar ölmeye devam ederken, bu insanlık dramına karşı neler yaptınız bugüne kadar? Bir açıklayın diyorum
 
Yeri geldiğinde maddi konularda rahatlıkla el sıkıştığınız o ülkelerle; 
 
İster Katar olsun, Birleşik Arap Emirlikleri olsun, Suudi Arabistan olsun. Bu insanlık dramını önlemek için hangi konuları masaya yatırabildiniz? Türkiye de bütün bu saydığım ülkeler de İsrail’le olan ticaretlerine hiç ara vermediler. 
 
İlk katliam başladığından bu yana Türkiye ile İsrail arasındaki ticarette en ufak bir aksama yok. Her ay yüzlerce gemi gidiyor, geliyor ve o gemilerin taşıdığı malzemelerin bazıları doğrudan İsrail ordusunun ihtiyacı olduğu, onların kullandığı malzemeler. 
 
Dikkat edin ilk günden bu yana laf üretmekten başka, hamasetten başka şu andaki hükûmetin yaptığı bir şey yok arkadaşlar, yok. 
 
İnsanlarımız üzgün, kızgın tabii ki; “hadi şu meydanda toplanalım” dediğinizde e tabii ki insanlar meydana geliyor. 
 
Tabii ki mitingler yapabiliyorsunuz. 
 
Bu kadar hassas bir konuda tabii ki insanlar feryat ediyor ama siz feryat eden ya da sadece insanların meydanlarda feryat ettirmekten ibaret bir politika uygulayamazsınız. Bu çünkü ne oluyor? Sadece laf üretmek oluyor. Bu sadece hamaset üzerinden siyaset oluyor. Sonuca bakın sonuca…
 
Sözünüzün bir etkisi oluyor mu ya işte? 
 
ABD Dışişleri Bakanı Blinken 20 gün önce İstanbul’daydı değil mi?
 
Bu görüşmede Gazze’de yaşanan katliamla ilgili ne konuşuldu?  Onlara ne söylediniz, onlar size ne söyledi? Bu görüşmeden hangi sonucu aldınız ya? 
 
Görüşmede, İsveç’in NATO üyeliği dışında bir başka konu var mıydı? 
 
Gazze'nin işgaliyle ilgili önümüzdeki takvim nedir? Bu işin çözümüyle ilgili plan, program nedir?
 
Bir şey duydunuz mu hiç, bir açıklama duydunuz mu? Yok. 
 
Her geçen dakika, her geçen saat, her geçen gün;
 
Gazze’de insanlar ölmeye devam ediyor.
 
25 binden fazla insan katledilir mi? Bunun 10 binden fazlası çocuk. 
 
Sayın Cumhurbaşkanı;
 
Diplomatik, siyasi yolları daha fazla kullanmak için;
 
Gazzelilerin sesi olmak için, 
 
Bu drama son verdirmek için;
 
“Van minüt” demek için neyi bekliyor acaba? Neyi bekliyor? 
 
O “Van minüt” meselesi 2009’du unutmayalım, 
 
Türkiye’nin ekonomik gücünün, siyasi gücünün, diplomasi gücünün zirvede olduğu dönemdi. Bu arkadaşınızın Dışişleri Bakanı olduğu dönemdi. 
 
Siz ülkenin o ekonomik gücüyle, uluslararası itibarının verdiği gücüyle o lafı edebiliyordunuz.
 
Bugün ne oluyor? Konuş, konuş, konuş netice yok. 
 
Çünkü siz dış politikada bu kadar “U” dönüşü yaparsanız, bu kadar zikzak yaparsanız;
 
Daha dün katil dediniz Veliaht Prens’e sarılıp, sarmaş dolaş olup, “bana para ver” dersiniz;
 
Daha dün “15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörüdür” dediğiniz ülkenin Emirine gidip, sarılıp “bana para ver” dersiniz;
 
Bu ülkenin itibarı kalır mı? Böyle bir şey olur mu? 
 
Daha dün “zalim” dediğinin Sisi’nin elini sıkmak, aynı fotoğraf karesine girebilmek için Katar’ı arabulucu olarak araya sokmak zorunda kalırsanız bu ülkenin itibarını bırakır mısınız, kalır mı bu ülkenin itibarı?
 
U dönüşü, zikzak, bir öyle bir böyle, onun için olmuyor arkadaşlar.
 
Onun için “sözün gücü” kalmıyor. Söylediğinin bir etkisi olmuyor. 
 
Çünkü diyor ki insanlar “ya sen bugün böyle konuşursun, yarın ne diyeceğin hiç belli olmaz arkadaşlar. Sabah uyanırsın bakarsın başka şey de söylersin. Bugün kızarsın, söversin, yarın barışırsın, sarılırsın.”
 
Ülkenin geldiği nokta bu. 
 
Ve gerçekten arkadaşlar bakın şu konuşmamın başından bu yana ortalama hesaplara göre Gazze’de 2 çocuk daha öldü biliyor musunuz? 
 
Çünkü her 10 dakikada, savaşın çıktığı günden bu yana her 10 dakikada bir çocuk öldü.
 
Konuşmam herhâlde 20 dakika olduysa işte hesap ortada. Ortalamaya göre 2 çocuk daha öldü. 
 
Gerçekten çok üzülüyoruz ve ülkenin itibarını düşürenler, ülkenin ekonomisini zayıflatanlar bunun sorumlusudur diyoruz. 
 
Kısa bir anekdot anlatayım; 
 
Yine o yıllarda benim Dışişleri Bakanı olduğum dönemde;
 
İsrail Başbakanı, o günkü Başbakan Ehud Olmert geldi Türkiye'ye. Dedi ki; “halkımdan baskı var, kabineden baskı var. Benim Gazze’ye bir askeri operasyon düzenlemem gerekiyor” dedi. 
 
Bakın çıkıyor, geliyor Ankara’ya adeta izin istercesine bize bunu söylüyor. 
 
Bizim dediğimiz ne oldu biliyor musunuz? “Yapamazsın arkadaş.” Bu kadar. 
 
Bu ülke böyle bir ülkeydi ya böyle bir ülkeydi, inanın çok üzülüyoruz. 
 
Ve ama inşallah ehil ve dürüst kadrolarla, işi bilenlerle bu ülke çok hızlı ayağa kalkar. 
 
Bu ülke güzel bir ülke, büyük bir ülke. Aslında çok güçlü bir ülke. Sadece kötü yönetildiği için zayıfladı, kötü yönetildiği için itibarı zaafa uğradı. 
 
Kötü yönetildiği için bugün emeklerimiz, çiftçilerimiz, öğrencilerimiz perişan. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Konu çok, tabii ki ülkemiz her alanda çözüm bekliyor ama biliyorsunuz bu güzel coğrafya, Yalova, birçok acıya şahit oldu;
 
Yalova deprem yaşadı, toprağın altına sevdiklerini verdi.
 
99 depreminin bu yana da tam 25 yıl geçti; Ağustos’ta tam 25 yıl doluyor,
 
Unutmayacağız.
 
Çarpık kentleşme devam ediyor Yalova’da o gün bugündür?   
 
Herkes kafasını sallıyor, evet. 
 
Denetimsizlikler, imar afları, kontrolsüz yapılan binalar devam ediyor mu?
 
Evet, bütün salon “evet” diyor.
 
Kentsel yenilenme yavaş mı? 
 
Yavaş.
 
Arkadaşlar, deprem gerçeğini kabullenmekle;
 
Ona somut önlemler almak, planlar yapmak, çözümler üretmek iki farklı şey.
 
Biz, 17 Ağustos 2021 tarihinde, ne yaptık?  Daha 1 yaşındaki bir siyasi partiyken şu anda 4 yaşındayız, bir yaşındaki bir siyasi partiyken Afet Eylem Planımızı açıkladık.
 
Yani bir hükûmet, bir devlet afete karşı nasıl hazırlanır? Karınca duası gibi yazılarla tek tek tek tek hepsini ortaya koyduk. 
 
Afet Yönetimi Eylem Planıyla ülkemizin sadece depreme değil her türlü afete karşı nasıl hazırlanacağı, afet öncesi hazırlık, afet anında neler yapacağı ve afet sonrası yeniden ayağa kaldırmayla ilgili hangi kurumsal yapılar kurulmalı, neler ortaya konmalı? Tek tek tek tek burada yazdık, açıkladık.
 
“Afet durumunda medyanın doğru, sürekli ve güvenilir bilgiye ulaşmasını sağlayacağız” dedik. Burada yazılı, şeffaf olacaksın, açık olacaksın, halktan bir şey gizlemeyeceksin…
 
Hatırlayın 6 Şubat depremlerini… 
 
Biz devlet derhal müdahale etsin, vatandaşları kurtarsın diye beklerken, ilk icraatları ne oldu? Twitter’ı kapattılar ya. Panik halinde, panik hâlinde hani afet büyük ya, Twitter’ı kapattılar. 
 
Biz “Afet yönetim kurumlarını yenileyeceğiz” dedik;
 
İnsanları enkazdan kurtarmakla görevli kurumların binaları ilk çöken binalar oldu. 
 
Biz, “Gönüllü arama personelinin sayısını artıracağız” dedik;
 
Gönüllü madencilerin deprem bölgesine ulaşması günler sürdü.
 
Değerli arkadaşlar,
 
Biz buraya (Afet Eylem Planı) ne yazdıysak o.
 
Yönettiğimiz belediyelerde de afet sırasında ve afet sonrasında yapılacaklar için afet yönetim sistemi inşallah oluşturuyoruz. 
 
Ne yazdıysak o:
 
Depreme dayanıksız binalara ruhsat veren imar aflarının önüne geçeceğiz. Hepsi yazılı…
 
Oy uğruna çarpık kentleşmeye, mezar binalara müsamaha yok.
 
Çünkü arkadaşlar; bizim oy uğruna toprağa verecek tek bir canımız daha yok.
 
Biz, yaşanır bir kent anlayışıyla yola çıktık.
 
Yeşil, çevreci, sosyal alanlarıyla, parklarıyla her bir kentimizin yaşanabilir kent olması için çalışacağız.
 
Sığınmacı sorununa nefretle değil, istismarla değil, insan onuruna yaraşır muameleyle çözüm sağlayacağız.
 
Bugün şu anda Suriyelilerin kendi ülkelerine dönmesinin önündeki en önemli engel ne biliyor musunuz?
 
Vatandaşlık verilmesi. 
 
Normalde Türkiye’de geçici sığınma statüsü altında olan insanlar kanunda yazılı, vatandaşlığa başvuramıyorlar bile. Başvuru hakları bile yok. 
 
Ancak bir başka kanun maddesi var ki, “istisnai vatandaşlık” diye Cumhurbaşkanı tek başına istediğini, aklına eseni vatandaş yapabiliyor. 
 
Yaklaşık 4 milyon Suriyeliden bugün 200 binin üzerinde vatandaş yapıldıysa bunların hepsi tek imzayla, Sayın Erdoğan’ın imzasıyla vatandaş yapılan insanlar. 
 
Peki ne oluyor? 
 
Rakamlar yuvarlayarak söylüyorum, 4 milyonun 200 bini siz vatandaş yaptığınızda geri kalan 3 milyon 800 bin ne diyor? “Ya ben de biraz daha bekleyeyim. Hemen gitmeyin, belki tombala bana da çıkar” diyor.
 
“Belki bir sonraki kararda Sayın Erdoğan bana da bir güzellik yapar, belki beni de listeye katıverir. Ben de birden vatandaş oluveririm” diyor. “Niye döneyim ki Suriye’ye şu anda” diyor. 
 
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kıymetli bir şey arkadaşlar, değerli bir şey.
 
Ve inanın başka hiçbir ülkede, dünyada hiçbir ülkede bu kadar kolay vatandaşlık dağıtılan bir ülke yok, böyle bir şey, yok ya! 
 
250 bin doları bas vatandaş ol, Suriyeliysen her gün tombala çıkıyor, Cumhurbaşkanı atıyor imzayı, vatandaş yapıyor. Böyle bir şey yok. 
 
Vatandaş olmanın şartları vardır, uzun süreçleri vardır. Önce onu bir hak etmek gerekir. O ülkeye yararlı, katkıda bulunan bir insan olduğunun ortaya konması, kanıtlanması gerekir ki vatandaş yaparsınız, 
 
Nereden tutsanız dökülüyor, dökülüyor. Nereden tutsanız sistem Allah bullak olmuş durumda.
 
Arkadaşlar,
 
DEVA Belediyeciliğinde insanlar özlediği yönetimle, devletin güler yüzüyle tanışmalarını inşallah sağlayacağız.
 
“Belediye böyle de yönetilebiliyormuş” diyecekler;
 
“Sosyal yardımlar, karşılıksız da verilebiliyormuş” diyecekler;
 
“Tanıdık, eş dost olmadan, işe girilebiliyormuş, demek ki böyle bir dünya varmış” diyecekler;
 
DEVA Belediyeciliği, sadece yerelde değil, ülkeye dair sorunların çözümüne de ışık tutacak;  
 
İktidara iyi bir rol model, iyi bir örnek olacak.
 
Yerelde çözümler üreteceğiz; gençler yaşanır öğrenci yurtlarıyla, girişimcilik teşvikleriyle, özgürlükle tanışacaklar;
 
Yerelde çözümler üreteceğiz; yoksul mahalleler etüt merkezleriyle, rehber öğretmenlerle, çalışma odalarıyla tanışacak:
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bu seçim belediye seçimi; bu seçim evet yerel seçim; 
 
Belediye başkanlarımızı seçeceğiz, il ve ilçelerde de belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz. 
 
Ancak bu seçim aynı zamanda merkezi hükûmeti uyarmak içinde bir fırsat.
 
Biz ne diyoruz? Afet Eylem Planımızı açıkladık ya, ayrıca biz bir de Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı açıkladık. 2 sene önce, seçim geliyor diye yapmadık. 
 
Yerel yönetimler nedir, şehircilik nedir? Buraya açık açık madde madde yazlık ortaya koyduk.
 
Bunlar hep öyle fasikül fasikül yayınlandı ve en sonunda da bütün çözümlerimize yeri gelmişken göstereyim, “Türkiye'nin DEVA’sı” diye bu kitapta topladık. Böyle bir şey yok. 
 
Bunun başka bir örneği yok Türkiye’de.
 
Çünkü siyaset laf üretme siyaset hamasettik. Dikkat çekici bir şeyler yap akşam acaba haber olacak mıyım? Şu anda siyaset bundan ibaret zannediyor. 
 
Oysa biz bu ülkeyi yönetmeye, belediyeleri, devleti yönetmeye bütün detaylarla hazırlanıyoruz. Kadrolarla hazırlanıyoruz, çözümlerimizle hazırlanıyoruz. 
 
2 yıl oldu tek bir eleştiri gelmedi buna.
 
Okuyan herkes takdir ediyor “ya gerçekten bu şehircilik belediyecilik anlayışı güzel bir anlayış, sağlam bir çalışma var burada” diyorlar bize.
 
Bu tabii ki önemli önümüzdeki seçimlerde, iyi belediyecilik.
 
Ama aynı zamanda biz ne diyoruz? “Belediyeciliği temiz yapacağız” diyoruz. Bu da Türkiye’de bir ilk. Bu bizim DEVA belediyeciliği ile ilgili Etik Kurallar Beldirgemiz. Yani burada tam 3 sayfa halinde ahlaki kurallar yazdık. Bizim adaylarımız önce bunu imzalıyorlar. Ondan sonra adayımız oluyorlar. 
 
100 yıllık cumhuriyette 70 yıllık çok partili hayatta, 4 yaşındaki bir siyasi partinin mi aklına gelmesi gerekiyordu bu ya?
 
Çünkü arkadaşlar. Kanunlar esnek sünüyor. Bir de kitabına uydurma denen bir şey de var. Ama biz ne yaptık? 
 
Evet, kanun orada. Ancak biz kendi koyduğumuz etik çerçeveyle ahlaki çerçeveyle bizim belediye başkanlarımızın hangi sınırlarda çalışacağını da ayrıca belirledik ve bunun da genel merkez olarak tüm Türkiye’de takipçisi olacağız. 
 
Ve çok büyük bir emek var. 3 sayfa ama teknik olarak da hukuki olarak da bütün uluslararası kabul edilmiş devlet yönetimindeki etik standartlara uygun hazırlanmış bir belge bu.
 
Yani bu belgemiz İyi, Etkin Belediyecilik, Bu da Temiz Belediyecilik Belgemiz 
 
Tabii yerel seçimler evet ama yerel seçimlerde değerli arkadaşlar önümüze oy pusulası gelecek ya sandık gelecek ya yerel seçimlerde de hükûmete uyarı için önümüzde çok önemli bir fırsat oluşacak.
 
Eğer merkez hükûmetten memnun değilseniz;
 
İktidar yanlışlar yapıyor diyorsanız, 
 
Bu seçim “Aklını başına al” deme seçimidir.
 
“Yanlış yoldasın, yaptıklarından memnun değilim” deme seçimidir. 
 
“Seni uyarıyorum” deme seçimidir.
 
Yani aslında bu seçim arkadaşlar, hükûmete bir “sarı kart” gösterme seçimidir.
 
Bu seçimde uyaracağız, “sarı kartı” göstereceğiz
 
Ama genel seçimde de ne yapacağız inşallah hep beraber iki sarı kart ne ediyor, bir kırmızı kart ediyor değil mi? 
 
Genel seçimlerde de inşallah “kırmızı kartı” göstereceğiz ve bu keyfilik, bu kuralsızlık, bu hukuksuzluk, bu adaletsizlik inşallah sona erecek. 
 
DEVA’nın adaylarını destekleyerek, hem hükûmete sarı kart göstereceğiz; 
 
Hem de “Yalova bütün ilçeleriyle beldeleriyle iyi yönetilsin, düzgün yönetilsin” diyeceğiz. 
 
Bugün Yalova, yarın tüm Türkiye:
 
Çünkü Yalova kazanacak, tüm Türkiye kazanacak. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Yapacaklarımızı özetle söyledik, değerli il başkanımız biraz daha detay da verdi, daha detaylı Yalova’ya özel konulara da değindi ama biz Ankara’da yaptığımız lansıman töreniyle belediye başkan adaylarımızı iki grup halinde açıklamış idik. 
 
Şimdi üçüncü grup belediye başkan adayımızı da önümüzdeki çarşamba günü, 31 Ocak’ta yine Ankara’da bir lansman töreninde inşallah açıklayacağız. 
 
Ancak ben burada her ne kadar önceden açıklamış olsak da her ne kadar Ankara’da tüm Türkiye’ye duyursak da şimdi burada Yalova’da belediyelerimize kimlere emanet etmek istediğimizi sizlerle bir kez daha paylaşmak istiyorum ve Yalova belediye başkan adayımız Aslı Hanımı, Aslı Üresin’i sahneye davet ediyorum. 
 
Aslı Hanım 20 yıllık esnaf.
 
Biliyorsunuz esnaf herkesin halinden anlar. 
 
Esnaflık demek, hizmet demektir. Esnaflık demek vatandaşların ihtiyacını anlamak ve o ihtiyacı en iyi karşılamak için çalışmak demektir. 
 
Kendisi partimizin İl Başkanlığında Kadın çalışmalarından sorumluydu. 
 
Yalova’ya çok yakışacak.
 
Altınova ilçesi, Subaşı beldesi adayımız, “Belma Kobak” buradan tekrar davet etmek istiyorum. 
 
Partimizin Belde Başkanıydı; şimdi inşallah Subaşı’nın belediye başkanı olmak üzere yola çıktı;
 
Adaylarımız ödevlerine çalıştılar, çalışıyorlar.
 
Biz kendilerine güveniyoruz.
 
İnşallah 31 Mart günü kendilerine desteğinizi bekliyoruz. 
 
DEVA’nın damlasının altına “evet” mührü vuralım ki inşallah ülkemize DEVA gelsin, Yalova'nın ilçelerinin beldelerinin çözümlerine, sorunlarına çözüm gelsin diyorum. 
 
Tüm ülkenize hayırlı olsun diyorum. 
 
Sağ olun, var olun.
25 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Polatlı Basın Toplantısı Konuşması


Ali Babacan Polatlı Basın Toplantısı Konuşma Metni


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çok değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Teşkilatımızın çok değerli mensupları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin kıymetli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,

Sevgili basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü Polatlı’da düzenlemiş olduğumuz aday tanıtım programımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, Polatlı’dan selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Evet, memleketimdeyim, Ankara’dayım, Polatlı’dayım.

Değerli hemşerilerim;

Geçtiğimiz iki hafta içinde Konya’dan Bursa’ya, Adana’dan Diyarbakır’a, Kilis’ten Niğde’ye, Balıkesir’den Gaziantep’e, Mersin’den İzmir’e vatandaşlarımızla birlikteydik.

Bugün bu programdan sonra kısmet olursa Eskişehir, oradan Bozüyük Bilecek, oradan Yalova, Kocaeli, Sakarya derken önümüzdeki günlerde de yoğun bir şekilde vatandaşlarımızla buluşmaya devam edeceğiz.

Biz başkaları gibi “sahaya indik” demiyoruz, çünkü zaten sahadayız. Biz hep vatandaşımızla beraberiz, vatandaşlarımızın arasındayız.

Çünkü biz gücümüzü insanımızdan alıyoruz, gücümüzü sizlerden alıyoruz.

En son 21 Aralık 2021 tarihinde yine burada, Polatlı’da bir program yapmıştım.

Ne zamandı? Yaklaşık 2 seneyi geçti, 2 sene 1 ay olmuş,

O gün Polatlı Ticaret Odası ile programımız vardı, hatırlarsınız.

Ve o programımızdan tam bir gün önce akşam, Sayın Erdoğan şapkadan tavşan çıkarır gibi bir uygulamayı çıkarıp bu ülkenin başına musallat etmişti.

Evet “Kur Korumalı Mevduat” sisteminden bahsediyorum.

Hatırlarsınız…

Millet de şaşırdı, “Allah Allah acaba iyi bir şey mi bu?” dedi.

Oysa gide gele açıkladığı şey, 1970 model bir devleti batırma projesiydi.

Rahmetli Özal’ın “kendini uyanık sananların dalavere yöntemi” dediği bir projeydi;

Bakın o günden kalan bir gazete manşetini size gösteriyorum. Özal, kendinden önceki dönemde o günkü adıyla “DÇM” denen sistemi, yani bugünkü adıyla Kur Korumalı Mevduat Sistemi’ni sona erdirdiğinde bir basın toplantısı yaptı ve basın toplantısında kendi kullandığı ifadeler bu gazete kupüründeki ifadeler. Ne dedi o zaman gelecek nesillere?

“Gelecek nesillere vasiyetim olsun” dedi. “Gençler ders alın, bir daha böyle yanlış işler yapmayın bu ülkede” dedi.

Ülkenin Cumhurbaşkanı, Özal sayesinde kurtulduğumuz bataklığı getirip ülkenin başına yeniden musallat etti.

Kendi ifadesi arkadaşlar, Kur Korumalı Mevduat için Özal ne dedi biliyor musunuz? “Kendine uyanık sananların dalaveresi.” İfadeye bakın ya…

Ve ne dedi? “Eğer bu ülkede yıllarca enflasyon yüksek seyrettiyse bunun sebebi bu DÇM'dir” dedi. “Yani bugünkü adıyla Kur Korumalı Mevduat’tır” dedi.

İnanır gibi değil ya.

Ben de hemen ertesi sabah, burada Polatlı’dan, “Bu uygulama, ülkenin yarınlarını ipotek altına alma uygulamasıdır” dedim. Hala ipotek altında şu anda yarınları ülkenin.

“Kendi parasını değersiz gören, elin parası ile güven vermeye çalışan bir yönetim ayakta kalamaz” dedim.

“Bunlar eskinin istikrarsız Türkiye’sinin, yoksul Türkiye’sinin projeleridir” dedim.

Hatırlayalım, o günlerde dolar ne olmuştu? 11 buçuk lira.

Büyük proje dediler değil mi? Büyük proje. “Çözüm bulduk.”

Dolar 11 buçuk lira.

Şu anda: 30 lira 30 kuruş.

Bu devleti batırma projesi değildir de ne bu?

Euro. Bu projeyi açıkladılar ya, “bulduk bulduk” tavşan çıkarttılar şapkadan.

Euro, o günlerde kaç lira oldu?

13 lira.

Bugün: 33 lira.

Ne oldu?

Döviz iki yılda tam üçe katlamış.

Bu devleti batırma projesi değildir de ne Allah aşkına?

Polatlı benim söylediklerime şahit, bu topraklar benim o gün uyarılarına şahit.

Tam 125 milyar dolarlık KKM oluştu, Türkiye. 125 milyar dolar.

Seçim oldu, yeni ekonomi yönetimi geldi, “rasyonaliteye dönmek gerekiyor” dedi. Bu ne demek?

“Yani bunlar akılsız işler yapmışlar, biz yeni ekonomi yönetimi olarak bunları düzeltmeye çalışacağız” demek değil mi? Türkçesi bu.

Ancak tam 8 aydır yeni ekonomi yönetimi uğraşıyor uğraşıyor, bu Kur Korumalı’nın üçte birini ancak çözebildi. Üçte ikisi hala duruyor. Ve hala devlet buna kur farkı ödüyor.

O işte bahsettiğim kurdan, yani 11 liradan 30 liralık artış, dolarda, Euro’da 13 liradan 33 liraya artış var ya, bütün o aradaki kur farkını devlet çatır çatır ödüyor şu anda ya.

Kur Korumalı’nın, kur farkının milyarlarca liralık paranın kimin cebinden çıktığını biliyorsunuz değil mi?

Hepimizin cebinden çıkıyor, hepimizin.

Sizin cebinizden çıkıyor, vatandaşın cebinden çıkıyor.

İşte o yüzden ben Kur Korumalı Mevduat denen illete “devleti batırma projesi” diyordum.

Vatandaşın cebine göz diken, devletin kasasını boşaltan iktidarın; “ülkeyi batırma projesi” diyordum.

Çünkü dolar, Euro her yükseldiğinde, aradaki farkı Hazine ödedi, Merkez Bankası ödedi.

Hazine topladı, vergiden ödedi.

Merkez Bankası nasıl ödüyor? Karşılıksız para basarak ödüyor.

TÜİK’in açıkladığı enflasyon bile %65’e dayandıysa; halkın enflasyonu %100’ü geçtiyse, bunun en önemli sebeplerinden birisi de bu Kur Korumalı Mevduat’ tır.

Yani enflasyonla 85 milyonun cebinden alıp bankada parası olan bir avuç insana vermektir.

Bugün dünden daha fakirsek;

Bugün 21 Aralık 2021’den, yani Kur Korumalı’nın açıkladığı günden daha yoksullaştıysak millet olarak, işte bunun en önemli sebeplerinden birisi Kur Korumalı Mevduat uygulamasıdır.

Motorlu taşıtlar vergisini bir kere daha arabası olan herkes ödemek zorunda kaldıysa;

Akaryakıt ÖTV’sini üçe katlandıysa;

KDV %8’den %10’a, %8’den %20’ye, %18’den %20’ye arttıysa, bütün o toplananlar, bu Kur Korumalı Mevduat’a gidiyor arkadaşlar.

85 milyondan fedakârlık bekleyen hükûmet, elinde zaten parası olana, yüz milyarlarca lira kur farkı ödemeye devam ediyor.

Bakın, 2023 ortasına kadar bu Kur Korumalı Mevduata ödenen 312 milyar TL.

Merkez Bankası açıklamıyordu, ne zamanki Plan Bütçe Komisyonu’nda yeni başkanı sıkıştırdı milletvekilleri, ağzından baklayı çıkarıverdi. “Evet 312 milyar ödedik.” dedi.

Yeni ekonomi yönetimiyle beraber artık Hazine bunu ödemiyor. Para yok çünkü. Kim ödüyor bunu? Seçimden bu yana Merkez Bankası ödüyor.

Peki, Merkez Bankası ne kadar ödedi? Açıklamıyorlar.

Ancak biz Merkez Bankası bilançosunu okumayı bildiğimiz için geçen senenin bilançosuna baktık, çarptık, böldük, yaklaşık olarak hesap ettik. Tam 800 milyar daha sadece seçimlerden bu yana Merkez Bankası kur farkı ödemiş arkadaşlar.

Yani, 312 milyarın üzerine sadece 7 ayda bir 800 milyar daha ödenmiş.

Ve bunu Merkez Bankası karşılıksız para basarak ödemiş. Nereden bulacak Merkez Bankası parayı? Çünkü unutmayın, vergi hazine topluyor, hazine harcıyor. Merkez Bankası parayı nereden buluyor? Basıyor. Bunun için enflasyon yükseliyor.

Bir mukayese edelim. Polatlı'dayız. Tarımın, çiftçiliğin merkezindeyiz.

Bu yılın bütçesinde bütün tarım desteklerinin toplamı çiftçimize, hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın tamamına verilen destek bu yılın bütçesinde 91 milyar lira. Kur korumalıya seçimden bu yana ödenen 800 milyar lira.

Yetmedi. Bu yılın bütçesinde faize ne kadar para ayırdılar?

1 trilyon 254 milyar TL.

Tarıma 91 milyar,

Niye çiftçimizin hali perişan? Niye Türkiye'de küçükbaş, büyükbaş hayvan popülasyonu hızla azalıyor? Herhalde bundan daha iyi bir açıklaması yok. Rakamlarla ortaya koyuyoruz işte.

Kur korumalıya 800 milyar,

Faize 1 trilyon 254 milyar.

Çiftçiye 91 milyar.

Bu çiftçiyi batırma projesi değil de ne?

Bu ülkeyi batırma projesi de ne Allah aşkına ya?

Hani diyorlar ya 6 Şubat depremleri asrın felaketi diye.

Ben size aslın ekonomik felaketini söyleyeyim. Asrın ekonomik felaketi de bu Kur Korumalı Mevduat’ tır arkadaşlar.

Bunu o kadar söyledik.

Feryat ettik, “Yapmayın” dedik. Dinlemediler.

İnadına inadına yaptılar. Ve sonuçta herkes bunun bedelini ödedi, ödüyor.

Bugün eğer 200 liraya bir kilo peynir alamıyorsa vatandaşımız işte bunun sebebi bu yanlış politikalardır.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz diyoruz ki devletin kurumları şeffaf olmalı;

İnsanlar, oylarıyla iktidara emanet ettiği bu devleti yönetme gücüyle iktidarın neler yaptığını açık ve şeffaf bir şekilde izlemek zorundadır.

Kimsenin babasının parası değil bu ya. Bu para milletin parası.

Israrla söylüyoruz bakın, seçimden bu yana yeni ekonomi yönetimi işbaşına geldiğinden bu yana söylüyoruz. “Rakamları şeffaflaştırın” diyoruz. Açıklayın diyoruz.

Kur Korumalıya ne kadar ödüyorsunuz? Biz Merkez Bankası'nın bilançosundan böyle iğneyle kuyu kazar gibi rakamları çarpıp, bölüp hesaplamayalım mı? Siz açıklayın diyoruz.

“Açıklayın” diyoruz; Suudi Arabistan’dan, Katar’dan, BAE’den, Rusya’dan ne kadar borç para aldınız, neyin karşılığında aldınız? “Açıklayın” diyoruz.

Ses yok, tık yok. Hiç duydunuz mu?

Ülkenin Cumhurbaşkanı kapı kapı dolaşıyor. Elin adamından borç para istiyor ve borç para da bir miktar veriyorlar ama rakamları açıklanmıyor.

Bu devlet, bu ülke hangi ülkenin emirine, veliaht prensine ne kadar borçlandı? Ne kadar boynu büküldü?

Demiyor muydu kendisi? “Borç alan emir alır” diye. Kendi ifadesi bu.

Hangi ülkeden hangi borcu aldın ve bunun karşısında hangi emiri almak zorunda kaldın ya da ileride kalabilirsin? Açıklayın diyoruz.

Merkez Bankası'nın arka kapısından ne kadar döviz sattın? Bunu açıklayın diyoruz.

O birinci damat döneminde başladı biliyorsunuz Merkez Bankası'nın arka kapısından döviz satışı.

İlk ben açıkladım Türkiye'ye. “Ya Merkez Bankası'nın dövizi bir yere gitmiş arkadaşlar, yok” dedim.

İlk defa bir televizyon canlı yayında ben açıkladım Türkiye'ye bunu. “Tam 130 milyar dolar kayıp” dedim. Nerede? En sonunda itiraf etmek zorunda kaldılar. “Evet, biz bunu sattık” dediler.

Önce Sayın Erdoğan inkâr etti. “Yok dedi öyle bir şey” dedi. Sonra “ya devletin dövizi mi sorulur?” dedi. Bunların hepsi kayıtta. Videoların hepsi var yani.

Sonra “evet sattıysak biz sattık, ne olacak” dedi. Ya o 130 milyar doları gizli sattıkları yetmedi. 130 milyarın üzerine bir 254 milyar dolar daha sattılar biliyor musunuz bugüne kadar?

Etti mi size 384 milyar dolar? Niye gizliyorsunuz?

Bu arkadaşınız ekonominin başındayken tam 13 yıl boyunca Merkez Bankası sadece 8,5 milyar dolar satmış. Hepsi şeffaf, hepsi açık, hepsi ilan edilmiş.

Bunlar 384 milyar dolar satmış, hepsi gizli saklı. Doğru hesaptan kaçar mı ya? Doğruysan açıkla arkadaş. Niye gizliyorsun?

Seçim bitti, ekonomi yönetimi değişti, açıklanan hiçbir şey yok.

Bakıyorsunuz haberlerde, gazetelerde, Merkez Bankası'yla ilgili tür türlü haberler var. Ama bizim istediğimiz asıl bilgi yok.

Ben yeni ekonomi yönetimine buradan seslenmek istiyorum:

Arkadaşlar, kendinizden öncekilerin ayıbını örteceğim derken, Cumhurbaşkanının saçma sapan uygulamalarını meşru göstermeye çalışırken, kendinizi bitiriyorsunuz.

İtibarınızı yok ediyorsunuz.

Böyle giderse, bu ülkenin ekonomisine faydanız olmayacak. Hayırla anılmayacaksınız.

Gerçekten “bu ülkeye faydamız olsun” istiyorsanız önce şeffaflaşın. Açıklayın, Merkez Bankası'nın ne yaptığını da açıklayın. Gerçek enflasyonu da açıklayın.

Yine birinci damat döneminden bu yana TÜİK enflasyonu gizliyor, saklıyor. Gerçek enflasyonu açıklamıyor.

Çünkü TÜİK'in terazinin ayarını bozdular arkadaşlar.

Artık terazi bozuk.

Halkın enflasyonu %100’ün üzerinde TÜİK hala 65 diye açıklıyor.

Emekli maaşlarını o 65 enflasyona göre arttırıyorlar. O da bir grup emekliye.

7.500 lira maaş alan emeklinin maaşı 10 bin lira oldu değil mi?

Ocak 2023’te 7.500 lira, Ocak 2024’te 10 bin lira. Artış ne kadar? %33.

TÜİK'in ayarı bozuk terazisiyle ölçtüğü enflasyon ne kadar? %65, Gerçek enflasyon %100.

Bu mu ya? Halktan yana iktidar olmak bu mu? Halkın iktidarı olmak bu mu?

Hep beraber izliyoruz arkadaşlar:

Koskoca Merkez Bankası, döndü dolaştı, magazin haberlerinin gündemi oldu.

Herkesin cebindeki paranın değerini korumayla görevli olan Merkez Bankası Başkanı, apartman görevlisinden ne konuştuğuyla magazin oluyor, haber oluyor. Yok aile yakınlarıyla ilgili haber oluyor.

Siz başarılarınızla haber olacaksınız ya.

Düşürdüğünüz enflasyonla haber olacaksınız.

Değerli arkadaşlar, bu haberleri öğreniyoruz ama asıl ülkenin gerçek rakamlarını duymuyoruz hükûmetten.

Biz arkadan dolaylı öğrenip vatandaşı açıklamak zorunda kalıyoruz.

Hep söylüyorum “Doğru hesaptan kaçmaz”.

Yaptığınıza güveniyorsanız, yaptığınız doğruysa, çıkın açıklarsınız.

Daha dün katil ilan ettiğiniz Veliaht Prensi’nden gidip sarılıp para istiyorsanız, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörü olmakla suçladığınız ülkenin emirine gidip sarılıp para istiyorsanız, bunlar da size para veriyorsa kimden ne kadar aldığınızı açıklayın. Niye gizliyorsunuz? Niye?

Bir şöyle sorun.

Rusya'ya doğal gaz borcunu ödeyemiyorsanız Rusya'ya da borçlanıp boynunuz bükülüyorsa çıkın bunu da açıklayın. Tık yok bakın. Ben kaç aydır bunu gündeme getiriyorum.

Bizim dönemimizde olduğu gibi her ay muntazam bir gün, bir dakika şaşmadan borcunu gününde ödüyor musun doğal gaz borcunu. Yoksa borç taktığın borcu biriktiriyor musun? Bunu açıkla diyorum. Tık yok dikkat edin, tık yok. Gizliyorlar, saklıyorlar.

Derhal yapılması gereken şu:

Merkez Bankası başkanı çıkıp bu soruların hepsine cevap vermeli.

Yoksa yeni ekonomi dediğim gibi kendi itibarını eritiyor, bitiriyor.

Hakkında çıkan envai çeşit dedikoduya da hemen açıklık getirmelidirler. Merkez Bankası bu ülkenin en önemli kurumlarından birisidir. Hepimizin cebindeki paranın değerini korumayla sorumlu bir kuruluştur. Böyle basit bir şey değil ya. Çocuk oyuncağı da değil yani.

İnsanların yediğinden içtiğinden fedakârlık yapmasını bekliyorsanız;

Kahvesinden, çayından fedakârlık bekliyorsanız;

Şeffaf olmak zorundasınız.

Bilgilendirmek zorundasınız ki insanlar niçin fedakârlık yaptıklarını bilsinler.

Ne diyor yeni ekonomi üretimi? “Vatandaşlarımızdan fedakârlık bekliyoruz.”

Niye bu fedakarlığı yapsın? Bu fedakarlığın sonunda ne olacak? Bu ülke nasıl düzlüğe kavuşacak? Hangi ekonomik programla siz bu enflasyonu düşüreceksiniz? Çıkın açıklayın ya.

Ve değerli arkadaşlar ülkenin Cumhurbaşkanı bu işlerin sorumluluğundan kaçamaz.

Çünkü 2017 Anayasa değişikliğinden ve 2018’den bu yana tek yetkili o.

Merkez Bankası başkanlarının kulağından tutup dışarı çıkaran da o, yeni başkanı alıp kolundan tutup oturtan da o. Ve bunu tek imzayla yapıyor. Tek imzayla.

Madem tek yetkili o, tek sorumlu da o.

Bunun hesabını vermekle mükellef olan asıl kişi de ülkenin cumhurbaşkanı.

*****

Değerli arkadaşlar,

Polatlı'dayız.

Çiftçilerimizin yoğun bir şekilde alnının teriyle, bileğinin gücüyle ürettiği bir ilçemizdeyiz şu anda. Bir şehrimizdeyiz.

Bakın, gıda enflasyonu ülkede yüksek değil mi? “Biz enflasyonu düşüreceğiz” diyorlar. Nasıl düşüreceksiniz? “Faizi yükselttik, enflasyon düşecek.”

Ya arkadaş bakın Türkiye'de gıda enflasyonu yüksekse bunun asıl sebebi çiftçimizin girdiği maliyetlerinin yükselmesidir.

Çiftçimizin üretirken satın almak zorunda kaldığı her şeyin fiyatı kat kat kat kat arttı bu ülkede. Gübre fiyatları katlaya katlaya arttı.

İlaç fiyatları katlaya katlaya arttı.

Mazotun fiyatı, elektrik fiyatı katlaya katlaya arttı.

Yemin fiyatı katlaya katlaya arttı.

Çiftçi bir yandan artan maliyetler bir yandan da arzu ettiği fiyata ürününü satamaması arasında sıkıştı kaldı.

TMO fiyat açıklıyor. Ha randevu alıp da ürününü satarsan ne ala… Çiftçilerimiz ne yaptı? Randevu alıp da ürünü satamadığı için gitti piyasaya açıklanandan çok daha ucuza buğdayını satmak zorunda kaldı.

Mısırın fiyatı %5 arttırıldı ya.

O da TMO'ya satabilirsen… Satamayanlar gitti geçen senenin de altında fiyatla piyasaya mısırını satmak zorunda kaldı.

Maliyetler katlamış ama çiftçimiz ürününü gereken fiyata satamıyor.

Bir yandan da enflasyonda bakıyorsunuz sepette en çok fiyatı artan ürünlerin başında gıda ürünleri geliyor.

Şimdi ben buradan Sayın Erdoğan'a sesleniyorum. Gelsin Polatlı’da Ticaret odasında, borsada, nerede olursa olsun. Şöyle on tane çiftçimizi bir karşısına alsın. Bir anlatsın, “Ben faizi indireceğim dedim. Seçimden sonra da 5’e katladım. %8,5’tan faizi %42,5’a artırdım.”

Bugün belki bir daha artacak faiz. Göreceğiz.7 ayda 7 kere faiz artırdı.

Desin çiftçimize anlatsın; “Ben faizi artırıyorum. Onun için enflasyon düşecek görün” desin. Benim bu bağlantının nasıl kurulduğunu bir anlatıversin ya. Bir anlatsın.

Bakın biz buradan Polatlı'dan anlatalım.

Gıda enflasyonu nasıl düşer? Gıda enflasyonu düşürmenin yolu bizim çiftçimize destek vermektir.

Biz kendi programımıza yazdık açıkladık. Hepsi burada.

“Çiftçimizin gübre maliyetinin yarısını devlet karşılamalıdır” dedik.

Devletin buna yetecek parası var. Fazlası da var hiç merak etmeyin.

Tam 11 tane bütçeyi yapan ekibin başında oldum ben. 11 yılın bütçesi. Devletin buna verecek parası var. Hiç sorun yok.

“Yemin yarısını devlet karşılamalı” dedik.

“Çiftçimizin mazotunu, elektriğini çok daha uygun fiyatlarla devlet sağlamak zorundadır” dedik.

Sulama yatırımları.

“Türkiye'deki bütün sulama yatırımları 5 yılda bitirilir” dedik.

Buraya yazdık, hesabını kitabını yaptık.

Çünkü biliyoruz ki toprağı suyla buluşturduğunuzda verim artıyor.

Verim ikiye katlıyor, üçe katlıyor.

Verimin artması demek, birim maliyetinin düşmesi demek.

Aynı gübreyle, aynı emekle, aynı tarladan iki kat, üç kat ürün aldığınızda ne oluyor? Ton başına maliyet düşüyor. Hesap bu kadar basit. Ama yapmıyorlar. Çünkü öncelik farklı.

Gıda enflasyonu düşürmek istiyorsanız çiftçimize destek vereceksiniz. Maliyeti aşağıya çekeceksiniz ki fiyatlar da düşsün. Bu kadar basit ya.

Bilmiyorlar arkadaşlar, bilmiyorlar ve toplumdan da koptular. Çiftçiden de koptular, emeklilerden de koptular.

Etrafını bir çıkar şebekesi çevrelemiş. Alınan her karar o etrafındaki çıkar şebekesinin işine gelecek kararlar.

Etrafındakiler parası olanlar. Etrafındakiler faiz alanlar Kur Korumalı’dan kur farkı alanlar. Onun için bu kararlar çıkıyor.

Hükûmetin etrafını saranlar kendileri için en faydalı karar neyse o kararı aldırtıyorlar.

Ülkenin Cumhurbaşkanı cepten cebe bir çiftçiyle konuşuyor mu? Ama cepten cebe parası olan bir sürü insanla konuşuyor. Cepten cebe müteahhitlerle konuşuyor.

Onlar kendileri çıkarına devletin ne karar alması gerekiyorsa o kararı aldırtıyorlar.

Onun için bu ülke gittikçe bataklığa saplanıyor.

Onun için herkes yoksullaşıyor.

Onun için çiftçimiz, emeklimiz feryat ediyor.

Ülkenin her yerinde arabadan indiğimiz anda, otobüsümüzden indiğimiz anda etrafımızı emekliler sarıyor.

“Ne olacak bizim halimiz?” diyorlar. “Bizim torunlarımız ne olacak?” diyorlar.

Ve ilk defa bir nesil kendinden sonraki neslin geleceğinden endişeli. Kendi yaşadığı refahtan, refah seviyesinden kendi çocuklarının torunlarının daha kötü şartlarda yaşayacağından şu anda ülkede herkes endişeli.

Biz bunu cumhuriyet tarihinde görmemiştik. Böyle bir şey hiç olmadı.

Çünkü her nesil kendinden sonraki neslin daha iyi şartlarda yaşadığını basamak basamak yükseldiğini göre göre geldi bugüne kadar.

İlk defa son on yıldır gelecek neslin yarınlarından endişe ediyoruz. “Bizden daha kötü şartlarda yaşayacak bu çocuklar” diye. Akıl alır gibi değil ya.

*****

Değerli hemşerilerim,

Hep tekrarlıyoruz:

İnşallah biz var olduğumuz sürece, DEVA Partisi olduğu sürece biz bu ülkede yanlışlara karşı çıkacağız.

Yanlışa yanlış diyeceğiz ama doğrunun da ne olduğunu söyleyeceğiz.

Bakın bizden başka var mı ya? Sorun. İşte seçim geliyor. Siyasi partiler gelecekler, kendilerini anlatacaklar, adaylarını anlatacaklar. Laf çok. Maliyeti de yok. Konuşmaktan bedava bir şey de yok. Ama biz emek ortaya koyuyoruz.

Yazılı açıklıyoruz yazılı. Söz uçuyor, yazı alıyor.

Adaletten, sağlığa, eğitimden, ekonomiye, güvenlikten, göç meselesine kadar hepsinin çözümü var burada ya. Her konuda uzmanlar ve damdan düşenler beraber çalışmış.

Tarım 1 nolu Eylem Planımız. Ziraat Odaları Birliği’yle biz çalıştık. Bitirdik çalışmamızı, gönderdik taslağı, dedik “açın bakın, eksiğimiz varsa tamamlayalım. Öneriniz varsa ekleyelim.”

Mesele yargı mı? İki yüz tane hukukçu çalıştı. İki yüz hukukçunun emeği var. Göz nuru var çalışmamızda. Her konuda bizim çözümüz hazır.

Mesele önce insan mı?

Bizim olduğumuz yerde baskıya, zulme karşıyız.

Adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşıyız.

Bizim olduğumuz yerde barış olacak inşallah.

Huzur olacak, eşitlik olacak.

Bizim olduğumuz yerde şeffaflık olacak, demokrasi olacak, atılım olacak.

Bizim olduğumuz yerde inşallah çiftçilerimize toprağa bereket olacak.

O yüzden arkadaşlar, DEVA Partisi varsa, umutsuzluk yok.

Vakit, mahalle mahalle dolaşma vakti;

Vakit, Türkiye için sorumluluk üstlenme vakti.

Vakit, yaşanan bu nöbetleşe zorbalığa karşı çıkma vakti.

Tekrar ediyorum:

Duymayanlar olabilir, bilmeyenler olabilir.

Bir kez daha söylüyorum ki:

Biz; 31 Mart seçimlerine DEVA Partisi olarak, kendi adımızla, kendi logomuzla, kendi adaylarımızla giriyoruz;

Biz buradayız;

Gece gündüz çalışmaya, çözüm üretmeye devam edeceğiz;

Gençler temiz yurtlarda, insanca koşullarda yaşayana dek;

Biz buradayız.

Emekliler kiralarını rahat ödeyene; esnafımız, çiftçimiz bolluk bereketle tekrar tanışana dek;

Biz buradayız.

Kadına şiddet gündemden düşene dek, her sokak kadınlar için güvenli olana dek;

Biz buradayız.

Yaşam tarzı ya da dini inancı yüzünden;

Yaptığı meslek, taktığı takke veya taşıdığı bayrak yüzünden;

Şiddete maruz kalan tek kişi kalmayana dek;

Biz buradayız.

Tüm bu ayrıştırma çabasına karşı burada durmaya devam ediyoruz;

Milletimizin rahatını bozanlara, biz sürekli rahatsızlık vereceğiz.

Biliyoruz. Bizden çok rahatsızlar.

Hatırlayın, 14 Mayıs akşamı, 28 Mayıs akşamı, Sayın Erdoğan seçimi 52’ye 48 kazandı değil mi? Çıktı Kısıklı’daki evinin önünde, öyle mikrofonu aldı ve içinden gelenleri konuşmaya başladı. Daha üçüncü dakikada bizden bahsetti, DEVA’dan bahsetti. Geldi Ankara'ya ikinci üçüncü dakikada bizden bahsetti, DEVA’dan bahsetti.

Çünkü biliyor ki, biliyor ki en çok rahatsızlığı verecek olan biziz. Çünkü biliyor ki ülkeyi kendisinden çok daha iyi yönetecek kadrolar bizleriz. Onun için rahatsız oluyor.

Biliyor ki muhalefetin bir kısmına bakıyor; “zaten bunlardan bir şey olmaz” diyor “ama bu DEVA var ya DEVA” diyor “bunlar ileride başımıza iş çıkaracak” diyor. Gayet iyi biliyor.

Ama işte biz bu rahatsızlığı vermeye devam edeceğiz.

*****

Arkadaşlar,

Erdoğan'ın yanındaki ortaklardan da biraz bahsetmek istiyorum. Yani bizler ayrıldıktan sonra düzgün ve temiz kadro dağıldıktan sonra kimleri yanına ortak aldı? Biraz onlardan da bahsetmek istiyorum. Ve özellikle o küçük ortaktan bahsetmek istiyorum;

Nasıl ki dünya güneşin etrafında dönüyorsa;

Nasıl ki bir gün 24 saatse;

Nasıl ki kış gelince havalar soğuyor, su sıfır derecede donuyorsa;

Krizlerin ortağı da kriz çıkarmaya devam ediyor.

Tabiatı bu, yapacak bir şey yok.

Yine geçen gün kürsüden esmiş gürlemiş.

Belli ki, kriz görünce kaçırmak istememiş.

Sağa sola sövüyor; DEVA diyor.

Müfteri diyor DEVA; bayraksız diyor DEVA;

Artık her konuşmasının başında DEVA’yla başlıyor. Çünkü o da görüyor. O da anlıyor, “ya bunlar bizi epey rahatsız edecek” diyor. İçteki dürtü bu.

Kürsüden hakaretler yükseliyor, bağırıyor çağırıyor.

Önündeki mikrofonun ne işe yaradığını da öğrenemedi.

Bakın Sayın Bahçeli, bu mikrofon denen alet, bağırmadan sesinizi duyurmanıza yarıyor. Yani bağırmasanız da normal bir tonda konuşsanız da insanlar duyuyor. Çünkü mikrofon denen bir şey var. Ama sağ olsun kendisi hiç şaşırtmıyor.

Israrla bağırıyor, hakaret ediyor.

İnanın kızmıyoruz, üzülmüyoruz;

Öfkelenmiyoruz bile.

Çünkü bu böyle, öğrendik.

Nasıl ki iki artı iki dört ederse, Bahçeli de kriz çıkarır.

Güneş doğudan doğar, Bahçeli kriz çıkarır;

Tabiatı bu; tanıyoruz.

Ülkenin girdiği siyasi krizlerden tanıyoruz;

Ta Genel Başkan oldu ki Ülkücü Camia, Milliyetçi Hareket bu ülkenin zor günlerinde gerçekten önemli bir duruş ortaya koymuştur. Ancak bakıyoruz ki Bahçeli Genel Başkanı olduğundan bu yana olmuyor.

Kendisini 28 Şubatlardan tanıyoruz;

Yargı krizlerinden, fırlatılan yazar kasalardan tanıyoruz.

O 2001 krizinde yazar kasa Başbakanlık binasının önünde fırlatıldığında, Bahçeli hükûmete ortaktı, başbakan yardımcısıydı. Ve ofisi de çalışma makamı da o Başbakanlık binasının içindeydi.

Çok iyi hatırlıyoruz.

Bu belli, kendisi belli

Ancaak;

Tanımakta zorlandığımız kimler biliyor musunuz?

“Gereğini yapmıştır” deyip arkasında duranlar;

Kaymakamın kendisi bile inkâr etmişken, imama şiddet iddialarını alkışlayanlar;

Yumruk yiyen vatandaşımıza geçmiş olsun demekten imtina edenler.

Biz onları tanımakta zorlanıyoruz,

Tanımakta zorlandığımız, Bahçeli’yi yanına ortak edenler.

Tanımakta zorlandığımız, geldikleri yeri, yapılan haksızlıkları, adaletsizlikleri unutanlar.

Ve onlara diyoruz ki; “Neredeeen nereye”

Kendi çok sık kullanıyor değil mi? Ve ben de Sayın Erdoğan'a soruyorum, söylüyorum “Nereden nereye?”

Konuşmamın başında söyledim, yine söylüyorum:

Hiç kusura bakmayın;

Biz, bunlara rahatsızlık vermeye devam edeceğiz.

Hukuk ve adalet karşıtı herkese rahatsızlık vereceğiz.

Şiddeti öven, nefret ve hakaretten başka bir şey bilmeyen herkese rahatsızlık vermeye devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Türkiye’nin her köşesinde, seçim günü eline pusulayı alan vatandaşlarımız, DEVA Partisi’nin logosunu ve adayını o pusulada görecek.

Bizler de Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımızı etkin ve temiz belediyecilikle, DEVA Belediyeciliğiyle buluşturacağız.

İnşallah çözümü yerelden başlatacağız.

Bakın bizim belediyecilikle ilgili çalışmamız seçim geliyor diye değil. Taa iki sene önce hazırlanmış bir çalışma. Karıca duası gibi, sayfalar dolusu hazırlığımız var belediyecilikle, yerel yönetimlerle alakalı.

Sorun diğer partilere, “arkadaşlar siz ne yapacaksınız” diye. Laf kalabalığından başka ellerinde böyle sağlam, takvime bağlanmış ne zaman ne yapılacağı yazılmış bir şey var mı yok mu? Sorun. Yok.

Bu, belediyeyi etkin yönetmenin belgesi. Bir de biz ne dedik? Biraz önce Serhat kardeşim de söyledi. Biz aynı zamanda belediyeyi bu Etik Kurallar Bildirgesi’ne göre yöneteceğiz dedik.

Bu ne demek? Bizim seçilen belediye başkanlarımız belediyeyi bu ahlaki kurallara göre yönetecek demek.

100 yıllık Cumhuriyet’te, 70 yıllık çok partili demokrasi hayatımızda ilk defa DEVA Partisi böyle bir şey hazırladı biliyor musunuz? Bunun başka örneği yok.

Hatta dedik ki; ya başka partiler ne yapmışlar? Hani belediye başkanları için bir etik kurallar, ahlaki kurallar, yazılı bir şeyler var mı yok mu diye baktık. Yok. Bomboş, yok.

Çünkü belediye deyince çoğunun aklına “Rant” geliyor.

“Belediyecilik” deyince çoğunun gözlerinde dolar işaretleri oluşuyor.

Halbuki biz “Temiz belediyecilik” diyoruz. Bunu da lafta değil, bakın böyle tam üç sayfada açıklanmış bir şekilde o kitabına uyduran belediye başkanlarından olmasın bizim başkanlarımız diye.

O kanunun esnekliklerinden yararlanıp kanunları sündürüp yanlış işler yapmasınlar diye bu belgenin altına imza atıyorlar, ondan sonra bizim adayımız oluyorlar.

Dolayısıyla kitabına uydurup da başkanlık yapanlardan değil kitaba kanuna ve ahlaki kurallara uygun belediye başkanlığı yapacak bizim arkadaşlarımız.

İnşallah bunu seçimlerden sonra göreceğiz ve DEVA Belediyeciliğiyle Türkiye'yi tanıştırmış olacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Evet seçimlere gidiyoruz, bu seçimler başkanlarımızı seçeceğimiz seçimler ama aynı zamanda bu seçimler hükûmete iktidara da bir uyarıda bulunmak için önemli fırsat.

Yani şu son seçimlerden bu yana 8 ay geçti. 8 aydır eğer ülkedeki gidişattan memnun değilseniz, şu son 8 ayda yaşananlardan memnun değilseniz, bu hükûmetin icraatından memnun değilseniz bu seçim aynı zamanda hükûmeti bir uyarma seçimi.

Yani biz bunu hükûmete bir “sarı kart” seçimi olarak söylüyoruz hep.

Sarı kart ne demek?

“Yanlış yoldasın arkadaş” demek.

Sarı kart ne demek?

“Hataların var, seni uyarıyorum” demek.

Sarı kart ne demek?

“Kendine gel” demek.

Dolayısıyla bu yerel seçimlerde vereceğimiz oylar sadece belediye başkanlarımızı, belediye meclis üyelerimizi seçeceğimiz seçimler değil, aynı zamanda hükûmete sarı kart göstereceğimiz seçimler.

Ve inşallah yerel seçimlerde damgayı DEVA’nın o damla logosunun altına vuracağız. İktidara da inşallah hep beraber sarı kartı göstereceğiz.

Değerli arkadaşlar, değerli misafirlerimiz

Bugün burada hep beraber Polatlı için partimizin, DEVA Partisi’nin belediye başkan adayı olan Sadık Serhat Uğurlu'nun isminin açıklanması lansmanı için buradayız.

Serhat Bey biliyorsunuz kuruluşumuzdan bu yana bizimle beraber. Polatlı'da bizim DEVA Partisi'nin ilçe başkanıydı. Kendisi avukat. Polatlı'da bilinen, sevilen, herkesin takdir ettiği, güvenilir bir arkadaşımız.

Ve biliyoruz ki inşallah seçildiği ve belediye başkanı olduğu anda Polatlı'ya adaletle ve içten, candan hizmet edecek bir arkadaşımız.

Hem düzgün hem de temiz belediyecilik anlayışını uygulayacak bir arkadaşımız.

Onun için ben diyorum ki Serhat kardeşim Polatlı için hayırlı olsun. Polatlı için uğurlu olsun diyorum.

Hepinize saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.

23 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Konya Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Konya Basın Toplantısı

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli Konya il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Kıymetli belediye başkan adaylarımız,

Teşkilatımızın çok değerli mensupları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin kıymetli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,

Sevgili basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, Konya’dan selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını, 2023 yılını geride bıraktık.

Ekonominin başında olduğum yıllarda, yüzüncü yıla dair hedefler koymuştuk.

O Türkiye'nin zirveye ulaştığı, yakın tarihinin en zirve noktasında olduğu hem ekonomik açıdan hem hukuk adalet açısından hem şeffaflık açısından en zirvede olduğumuz yıllarda demiştik ki; 2023 yılında, milli gelirimiz 2 trilyon dolar ulaşacak.

Ama ne oldu? 2023’te milli gelirimiz 1 trilyonda kaldı.

Yüzüncü yılında, kişi başına düşen milli gelir 25 bin dolar olacak demiştik,

Bu hedefler gerçekçi hedeflerdi. Çünkü 3 bin 500 dolardan milli geliri alıp 12 bin 500 dolara yükselten bir ekonomi yönetimi, bunu 12 bin 500’den 25 bine de rahatlıkla ulaştırabilir. On yılda dörde katlanan bir milli gelir, ikinci on yılda ikiye katlanabilir rahatlıkla demiştik.

Ama ne oldu? O da hedefin tam yarısında kaldı.

500 milyar dolarlık ihracat hedefi koymuştuk. Bu hedefi koyarken ihracatçılarımızla beraber koymuştuk. TİM'in de içinde olduğu bir ortak çalışma grubuyla kamunun ve ihracatçılar meclisinin içinde olduğu bir ortak çalışma grubuyla o hedefleri koymuştuk.

Devlet, özel sektör hep beraber o zirve hedefleri yakalamak için yola çıkmıştık. Ancak ihracatta da ancak yarısı gerçekleşebildi.

Enflasyonu tek haneye indirmiştik, “2023’te de daha da düşük tek haneye ulaşacak” demiştik, ilan etmiştik.

Şimdi enflasyon çıktı %65’e.

Tabii TÜİK’e inanıyorsanız…

Gerçek enflasyonun çok daha yüksek olduğunu herkes görüyor, hissediyor.

Şimdi yeri gelmişken sorayım.

TÜİK'in %65 enflasyonunun gerçek enflasyonu olduğuna, TÜİK'in enflasyonu doğru ölçtüğüne inanıyor musunuz?

Var mı bir kişi bile?

Yok.

Çünkü gerçek enflasyon daha da yüksek.

Hayatın içinde olan hiç kimse inanmıyor arkadaşlar.

Yani demem o ki… Ekonomik hedeflerin hiçbirisi tutmadı;

Asıl bunun en önemli sebebini biliyor musunuz? Niye ülke bu hale geldi? Niye o zirve yıllarda 2023 için çok daha yüksek hedefler koymuşken bugün itibariyle Türkiye niye daha geride kaldı biliyor musunuz?

Çünkü adalette, hukukta, özgürlüklerde, demokratik standartlarda çok daha geriye gittik de onun için.

Eğitimde geriye gittik, sağlıkta geriye gittik.

Yüzüncü yılımızda, on yıl öncesinden daha kötü durumdayız şu anda.

Ve arkadaşlar ilk defa bir nesil kendinden sonraki nesille ilgili endişeli.

Türkiye'nin her yerine giriyoruz.

Nineler, dedeler; “torunlarım benim yaşadığım şartları galiba yakalayamayacak. Benden daha kötü şartlarda büyüyecekler galiba” diyor.

Anneler, babalar çocuklarının yarınlarından endişeli. “Benim yakaladığım refahı acaba benim çocuğum yakalayabilecek mi” diye kuşkulu insanlar.

Ve bakın bu ilk defa oluyor. Yani tarihimizde ilk defa bir nesil kendinden sonraki nesille ilgili endişeli ve kendinden daha kötü şartlarda yaşayacağından korkuyor.

Ve değerli arkadaşlar maalesef bu tek kişilik kadro, bizi 90’lı yılların karanlığına götürdü.

Ama daha önce de söyledim. Sıkça da söylüyorum.

Biz bu büyük ve güzel ülkeden biz Türkiye'den asla umudumuzu kesmeyeceğiz asla.

Biz bu yanlışların düzeltilmesi için çok çalışacağız, daha çok çalışacağız.

Konya’dan, bu güzel şehrimizden, bu kadim şehrimizden bizleri izleyen gençlere, kadınlara, asgari ücretlilere, beyaz yakalılara, mavi yakalılara, emeklilere…

Hakka inanan, adalet isteyen, zenginlik talep eden herkese sesleniyorum:

Diyorum ki sizin yeriniz burası, sizin yeriniz DEVA diyorum.

Esnaf kardeşim:

Eğer kendin siftah yapamıyorsan, komşun siftah yapmadığında canın sıkılıyorsa;

Senin yerin burası.

Öğrenci kardeşim:

Korkmadan tweet atmak istiyorsan; insanca koşullarda, iyi yurtlarda yaşamak istiyorsan;

Senin yerin burası.

Çalışan kardeşim:

Ay başında maaşını alıp da bir hafta on gün sonra maaşının tükenip bittiğini görüyorsan kafanı yastığa borç harç düşünmeden rahat koymak istiyorsan;

Senin yerin burası.

Hasta olduğunda işe nasıl gideceğini düşünüyorsan, hastanede randevu bulup bulmama endişesine kapılmak istemiyorsan;

Senin yerin burası.

Ve Türkiye’ye sesleniyorum:

Emeğe önem veren, siyasi görüşüne bakmadan çalışanın yanında olan;

Hakkı adaleti savunan, demokrasinin, özgürlüklerin yanında olan;

Herkesin yeri burası.

Ülkeyi bizden ve onlardan diye ayırıyorlar;

Biz ayırmayacağız.

Adil olmayı bıraktılar;

Biz adil olacağız.

Çetecileri, mafya artıklarını aldılar, makamlarında ağırladılar;

Hepsini kapı dışarı edeceğiz.

Haktan şaşmayacağız, haktan, adaletten şaşmayacağız.

Allah’ın izniyle, kazandığımız belediyelerle, yönetim anlayışımızı öyle güzel göstereceğiz ki, bizi öyle işaret edecekler ki;

İnsanlar, unuttukları değerleri yeniden hatırlayacaklar:

“Devlet böyle bir şeydi değil mi?” diyecekler.

“Devlet bizim refahımız için vardı değil mi?” diyecekler.

“Belediyeler yakınları kalkındırmak için değil, topyekûn bu şehirde yaşayan herkese hizmet için vardı değil mi?” diyecekler, hatırlayacaklar.

“Aşkla hizmet böyle miymiş ya” diye söyleyecekler.

Çünkü arkadaşlar biz Konya aşkıyla, ülke aşkıyla çalışacağız.

İnşallah, çok çalışacağız, vatandaşlarımızın desteğiyle Konya Büyükşehir Belediyesini de ilçelerimizi de yönetmek inşallah bize nasip olacak.

Bunu inşallah çok çalışarak göreceğiz, elde edeceğiz.

*****

Vatandaşlarımız büyük bir arayış ilçesine arkadaşlar bakmayın.

Bir yandan iktidara bakıyorlar. İktidarın yaptıkları yanlışlara bakıyorlar. Seçimlerden önce verilen vaatlere bakıyorlar, bugün gerçekleşenlere bakıyorlar. Ve büyük bir arayış içerisinde insanlarımız.

Mayıs seçimlerine giderken, geçtiğimiz yıl Mayıs 2023’te yapılan seçimlere giderken Sayın Erdoğan demedi mi; “Faiz indi daha da inecek. Ben bu ülkenin başında olduğum sürece faiz artmaz, iner daha da inecek” demedi mi?

Hatta seçime giderken böyle faizi Merkez Bankası'na küçük küçük indirterek %8,5’luk faize ülkeye seçime sokmadı mı?

Peki ne oldu?

Seçimden sonra 7 ayda 7 kez faiz arttırdılar ya.

İşte bu hafta Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplanacak. Muhtemelen 8’inci ayda 8’inci artış göreceğiz.

Peki ben şimdi soruyorum;

Konya'ya soruyorum. Konya'nın güzel insanlarına soruyorum.

Seçimden önce faiz inecek deyip %8,5’a indirip, seçimden sonra 7 ayda 7 kez faiz arttırıp %42,5’a çıkartmak halkı aldatmak değil mi?

Seçimden önce çiftçimizin kullandığı mazotu 20 lira gösterip seçimden sonra 40 liraya çıkartmak halkı aldatmak değil mi?

Seçimlerden önce dolar kurunu 18 lira gösterip ki yeni bakan diyor ya “seçimden önce tutmuşlar bastırmışlar kuru aşağıda” diyor…

Seçimlerden önce doları 18 lira gösterip seçimden sonra 30 liraya çıkartmak halkı aldatmak değil mi? İşte onun için hep diyorum arkadaşlar.

Evet. Mayıs 2023 seçimlerini Erdoğan kazandı, Yüzde 52’ye- 48 kazandı ama helalinden kazanmadı…

Biz ticarette de siyasette de helal kazanca çok önem veririz. Ki bizim teşkilatımızda da esnaf olan, çiftçilik yapan, ticarette uğraşan çok arkadaşımız var.

“Helal kazanç” denen bir kavram vardır. Bu nedir? Hep doğruyu söylersiniz. Kimseyi aldatmazsınız. Doğru ölçersiniz, doğru tartarsınız değil mi?

Ölçüde, tartıda hile bizim inancımızda en büyük günahlardan birisidir arkadaşlar.

Nasıl ticarette helal kazanç önemliyse siyasette de helalinden kazanmak bir o kadar önemlidir.

Ben hayret ediyorum hani “nereden nereye” diyor ya? Ticarette ölçerken, biçerken, tartarken diyelim ki 1 kilo diye sattığınız mal 950 gram ise ve bunu müşterinize söylemeden 950 gramlık malı 1 kilo diye sattırsanız bu haram değil midir?

İşte aynı şekilde arkadaşlar gerçek enflasyon %100’ün üzerindeyken, enflasyonu TÜİK’e %65 diye açıklattırmak da haramdır yani. Böyle bir şey var mı?

Aldatıyorsunuz, aldatıyorsunuz. Kendinize gelin. Nereden? Nereye?

Değerli arkadaşlar,

Dosdoğru olacağız. Doğru değil, dosdoğru olacağız. Ve inşallah kazanacağız. Çünkü biz şunlarla diyoruz, Allah doğrunun yardımcısıdır.

Biz doğru bildiğimiz yoldan sapmayacağız. Hep doğruyu konuşacağız. Ve inşallah göreceksiniz bu seçimlerde tüm Türkiye'de hiç kimsenin beklemediği güzel sonuçları kazanacağız. Ve elde edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Türkiye’de bir hayalet dolaşıyor bilmiyorum farkında mısınız? Bu hayalet 28 Şubat hayaleti.

Hatırlıyor musunuz o dönemin paşaları ne demişti? “1000 yıl sürecek” demişlerdi.

Onu o paşalar, o rütbeliler başaramadı da Sayın Erdoğan ve ortakları başarma gayretinde.

“Nasıl?” diye soracaksınız şimdi.

Yıllardır bu ülkeden defetmeye çalıştığımız zihniyet, geldi iktidarın yanı başına oturdu, değil mi? Perinçek zihniyet yanı başına değil mi iktidarı?

Gençlerimizi okullardan mahrum bırakanları kapıdan kovduk; bunlar şimdi bağırlarına basıyorlar,

O Külliye’de etrafına topladığı danışmanlara bakın. 28 Şubat'ta onların duruşları neymiş bir görün.

Bizden-onlardan diye ayıranları yanımızdan uzaklaştırdık, şu anda yanlarına aldılar;

Seçim seçim çalışıp yendiğimiz “hukuksuzluğu” kendilerine şiar edinmişleri aldılar; koltuklara oturttular.

Sonuç ortada:

Ya düşünebiliyor musunuz? Bir hukuk devletinde, hukukun üstünlüğünün egemen olması gereken bir ülkede anayasanın açık hükmü varken, 153. madde açıkken ülkenin Cumhurbaşkanı; “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyorum, saygı duymuyorum” diyor. “Mahkeme uymayabilir” diyor.

Siz “anayasaya uymam, saygı duymam” dediğinizde o ülkede artık hukuktan, haktan bahsedebilir misiniz? Anayasayı değiştirme yolu açık. Beğenmiyorsanız anayasayı değiştirmek için çaba gösterirsiniz. Ama bir ülkenin Cumhurbaşkanı, bir ülkenin hükûmeti, mevcut anayasaya uymakla hükümlüdür. Eğer uymuyorsa o hukuk devleti değildir.

Hukuksuzluk var ya arkadaşlar hukuksuzluk şu anda ülkemizin başındaki en önemli beladır. Hukuku yok saymak.

İşte Filistin mitinginden sonraki yumruk hadisesi değil mi? Ne oldu? Mitinge katılan bir vatandaşımız bir gencin yumruklu saldırısına uğradı.

Yumruklu saldırıyı öven övene… Kuyruğa dizildiler methetmek için.

En son yaşanan, bir mülki idare amiriyle ilgili şiddet iddiaları…

İddialar henüz soruşturma aşamasında iken, konu henüz açıklığa kavuşmamış iken; şiddeti öven, şiddeti teşvik eden açıklamalar arka arkaya geliyor.

İnanılır gibi değil.

Kaymakam arkadaş kendisi bile iddiaları reddediyor, ancak birileri “eline sağlık” demek için sıraya giriyor.

Gerçekten yazık bu ülkeye.

Arkadaşlar,

Şiddeti çözüm olarak sunan zihniyet, despot bir zihniyettir;

Bu zihniyet, başörtülü olduğu için meclisten vekil kovan, meclise girebilmesi için kadınlara başını açtıran zihniyettir; Farklı değildir...

Gece vakti bir vekilin evine baskına giden zamanın DGM savcılarının zihniyetidir bu zihniyet;

Bu zihniyet, 22 yıl önce bu toprakların en derinine defnetmeye çalıştığımız bir zihniyettir.

Ama bu zihniyet tekrar hortladı memlekette. Ve bizzat Sayın Erdoğan'ın himayesinde bu zihniyet zemin buluyor. İstese çıkıp diyemez mi? İstese konuşamaz mı? “Arkadaş şiddet benim kırmızı çizgimdir. Yumruğa da karşıyım, her türlü şiddete de karşıyım” diyemez mi?

Bakın susuyor. Bütün bu olaylarda susuyor.

İşte DEVA Partisi bunun için var.

Bu 28 Şubat ve türevi zihniyetlerle mücadele etmek için varız.

Biz burada oldukça, ölmüş ideolojilere heba edilecek insanımız olmayacak.

Çünkü biz hep buradayız ve doğruyu konuşacağız.

Biz burada oldukça, bu ülke topraklarında mazlumlara zulmetmeye geçit olmayacak.

Değerli arkadaşlar,

Sokakta yumruğu savunan da kaymakamın kendisinin dahi inkâr ettiği şiddeti savunan da aynı zihniyetin iki farklı yansımasıdır, farklı değildir.

Biz iktidara da bir kısım muhalefete de sesleniyoruz:

Boşuna ayrı ayrı seçime girmeyin, boşuna birbirinizle rekabet etmeyin;

Şu genel seçimlerden sonra bazı muhalefet partilerinin girdiği şekle şemale bakıyorum, hayret ediyorum ya. Biz aynı masada oturmuşuz. Hayret ediyorum, nasıl farklı şeyler çıktı o partilerin içerisinden? Nasıl o dürtüler ayağa kalktı?

Tevhid bayrağı taşıyan abimize yumruğu savunanlarla, imama şiddeti savunanlar: Sizlere sesleniyorum.

Birbirinizden farkınız yok.

Siz aynısınız, birleşin de herkes rahatlasın, vatandaş da gerçeği görsün.

Biz muhalefetin de iktidarın da toplumda öfkeyi körüklemesine müsaade etmeyeceğiz arkadaşlar. Bakın yerel seçimlere gidiyoruz.

Bir yandan iktidar zaten sürekli kutuplaştırmanın derdinde ama aynı anda bazı muhalefet partileri de bu virüse maalesef maruz kalmış, bu virüs onlara bulaşmış. Onlar da kendi çaplarında kutuplaştırma derdinde.

Ama sonuçta aynı yerde buluşuyorlar.

Sonuçta hukuksuzluğu övmekte buluşuyorlar. Sonuçta şiddette buluşuyorlar.

Şu anda İçişleri Bakanlığının yapması gereken; hukuku, adaleti tesis etmektir;

İddiayı derhal araştırıp idari soruşturmayı hukuka uygun şekilde tamamlamaktır.

Unutmayalım, gerçek devlet hukuk içinde hareket eder.

Devlet her türlü suça karşı, hukuksuzluğa karşı mücadelesini “hukuk içinde kalarak” verir.

Ben buradan bütün Türkiye'de devlet sisteminde yönetimde olan insanlara ve mülki idare amirlerimize de seslenmek istiyorum. Ki çoğu bildiğim, sevdiğim, değer verdiğim arkadaşlardır bunlar. Ama onlara seslenmek istiyorum. Çünkü ara ara bu virüs bulaşıyor ya herkese. “Aman ha bu virüslere kapılmasınlar” diye seslenmek istiyorum.

Devlet her daim hukuk içerisinde hareket eder. Devlet hukuksuzluğa karşı hukuku çiğneyenlere karşı mücadelesini hukuk içinde kalarak verir.

“Orada bir hukuksuzluk var, ben de bir başka hukuksuzlukla onun hakkından geleyim.” Öyle bir şey yok. Devlet bunu yapamaz. Bunu yapanlar ancak ne olur? Çete olur, mafya olur, şunlar olur, bunlar olur… Hukuksuzluk olur, o da hukuksuzluğu yapar.

Devlet her zaman hukuksuzluğa karşı mücadelesini hukuk içinde kalarak verir. Başka bir çaresi yok bununla arkadaşlar.

Ve inşallah Konya'dan söz veriyorum;

28 Şubat sürecinin despotluğunu zamanında nasıl bu ülkeden kovduysak tekrar kovacağız, tekrar defedeceğiz.

Bu böyle biline.

*****

Bu arada bir konuya da açıkça değinmek istiyorum ve önemli zikretmek istiyorum.

Bu ülkeyi her türlü tehditten korurken, teröre karşı mücadele ederken şehit olan askerlerimizi rahmetle anmak hem bir vatandaş hem de bir insan olarak görevimizdir.

Şehitlerimiz için her yerde dua ederiz; camilerde de dua ederiz.

Bu bizim örfümüzdür, bizim vazifemizdir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu iktidar her seçim yanınıza gelip vaatler sıralıyor değil mi?

İşte genel seçimlerde söyledim. Ne söylediler ne yapıyorlar?

Ben, buradan sormak istiyorum. Konya'yla ilgili bazı sorularım var çünkü.

Konya'nın “Alacabel” Tüneli nerede diye soruyorum.

Her yıl 2 milyon aracın geçtiği geçitte insanlarımız rezil oluyor;

Kaza geçiriyorlar, yaralanıyorlar, ölenler var.

Ha bugün ha yarın derken, sekiz yıldır tünel yok.

Bu gidişle on yıl da olur, on beş yılda bu tünel olmaz.

Peki, ”Tınaztepe” tüneli?

Yok.

On yıl da geçse, on beş yılda olmuyor.

Arkadaşlar, ülkemizin tarım alanlarının 5’te birine sahip Konya kuraklıkla boğuşuyor.

Peki, ne zaman çözülecek kuraklık sorunu?

On yılda geçse, on beş yılda da geçse, olmuyor

Arkadaşlar, biz kararlıyız ve çiftçimizin yüzünü güldüreceğiz.

Yüzümüzü tarıma döneceğiz, tarlalara döneceğiz, sulama alanlarına döneceğiz.

Çünkü biliyoruz:

Konya’da tarımı kaybedersek, Türkiye’de tarımı kaybederiz.

Hep söylüyoruz:

Gıda enflasyonunu düşürmek istiyorsanız çiftçinin maliyetini aşağıya düşüreceksiniz; gübre desteği vereceksiniz, tohum desteği vereceksiniz, yem desteği vereceksiniz, çiftçimize elektriği, mazotu daha uygun şartlarla, daha uygun fiyatlarla vereceksiniz. Ancak bu öyle olur.

Aynı zamanda su, çok önemli. Bakın, sulama projeleri bizim önceliğimiz.

Konya'nın kuraklaşmasına izin veremeyiz. Çünkü şunu biliyoruz ki, suyla toprak buluştuğu anda verim katlıyor. İkiye katlıyor, üçe katlıyor.

Verim ikiye, üçe katladığı anda da birim maliyet düşüyor.

Onun için biz ne dedik? Ta 1 Nolu eylem planımızda, partimizin hemen kuruluşundan sonra dedik ki; “biz iktidara geldiğimizde, bütün sulama projelerini beş yılda tamamlayacağız” dedik.

Baraj, gölet, isale hattı, kapalı sistem dağıtma, damlama, yağmurlama, sulama sistemleri, aklınıza ne geliyorsa, hesabını kitabını yaptık ve programımıza koyduk, “beş yılda” dedik. Ve kaynağı buraya ayırdığımızda, asıl işte o zaman verim artacak, o zaman çiftçimizin maliyeti düşecek, o zaman Türkiye'de gıda enflasyonu azalacak.

Bunlar ne yapıyor? “Gıda enflasyonu patladı, ne yapayım? Faiz arttırayım.”

Ya sen gel de bunu, benim Konya'da, dün uğradığımız için söylüyorum, Kulu'da, Cihanbeyli'de, Altınekin'de çiftçilik yapan vatandaşlarımıza bir anlat da görüyorum ya.

Sayın Erdoğan'a sesleniyorum, gelsin buraya, Kulu'ya, Cihanbeyli'ye veya Altıneli'ye, daha bugün uğrayacağımız ilçeler de var, Altınekin'e, gelsin, on tane çiftçimizi toplasın, şu faiz artınca fiyatlar nasıl düşecekmiş, faizleri arttırdığında bu ülkede buğday fiyatı, mısır fiyatı nasıl düşecekmiş bir anlatsın da çiftçimiz bir anlatsın ya.

Bilmiyorlar arkadaşlar, bilmiyorlar, bilenlerle de çalışmıyorlar. Asıl sorunun tam özünde bu var.

Değerli arkadaşlar,

Konya ette, sütte, yumurtada da çok önemli bir ilimiz, hayvancılığımız şu anda işi bırakıyor.

Ne yapıyor, bir hayvanını kesiyor, onun parasıyla geri kalan hayvanlara yem alıyor, böyle bıçak döner mi?

Ne oluyor, işte Türkiye'de hayvan popülasyonu hızla azalıyor. Büyükbaş hayvanda, küçükbaş hayvan sayımız da azalıyor bu ülkede.

Gerekli destek verilmiyor, maliyetler artmış durumda. Hayvancılık maliyetlerini düşünmek şart. Yerel yönetimlerde çiftçiye, üreticiye destek vermek şart.

Bir başka önemli sorun, sanayi.

Dün bir grup sanayicimizle oturduk, sanayi için arsa fiyatlarının ne kadar yüksek olduğundan şikâyet ettiler. 6 liradan, 7 liradan bahsediyorlar, dönüm olarak vereyim, dönüm olarak söyleyeyim, bir dönüm, yani bin metrekare olarak arsanın 6 milyon, 7 milyon lira olduğundan bahsediyor sanayiciler.

Diyorlar ki; bedava devlet arazisini alıyorlar, bize bu fiyata satıyorlar. Sanayiciye destek bu mudur ya?

Devlet, organize sanayi bölgesi için hazine arazisine para vermiyor ki, zaten devletin arazisi.

Tarım için uygun olmayan, tarım için elverişli olmayan araziye ayıracaksın, sadece altyapı masrafını sanayiciye bölüştüreceksin ve o arsayı ona vereceksin ki sanayicimizin rekabet gücü olsun.

Rant, rant, rant, bunların belediyecilik deyince akıllarına bir tek “rant “geliyor, başka bir şey gelmiyor.

Kimse merak etmesin: Arabi’nin, Rumi’nin, Tebrizi’nin memleketini, biz yüz üstü bırakmayacağız.

Ve bütün bu sorunları çözmek için canla başta çalışacağız.

*****
Arkadaşlar,

Bizim hayalimizdeki Türkiye üreten Türkiye;

Kavga eden değil, barışan Türkiye.

Bizim hayalimizdeki Türkiye, gençlerin ucuz iş gücü olmadığı;

Gücü ele geçirenin zayıfı ezmediği bir Türkiye.

Nöbetleşe zorbalığın sona erdiği bir Türkiye.

Bizim hayalimiz, saygının hâkim olduğu, her bir yurttaşın kendini diğeriyle eşit hissettiği;

İnsanların hayal kurmasının krizlerle sınırlanmadığı;

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye. Biz bunun için çalışıyoruz.

Biz, bu hayalleri yerelden başlatacağız; iktidara, yerelde bu ülke nasıl yönetilir göstereceğiz, örnek olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

O yüzden, DEVA Partisi olarak, bu yerel seçimler bizim için, ülkemiz için çok önemli.

Şimdi sizlere soruyorum:

31 Mart günü geldiğinde, o oy pusulasını önümüze aldığımızda “evet” mührünü özgürlüğe vuracak mıyız arkadaşlar?

Kardeşliğe o mührü vuracak mıyız?

DEVA’ya o mührü vuracak mıyız?

İnşallah, biz de üzerimize düşeni yapacak, sokak sokak, mahalle mahalle, il il çalışacak, herkese DEVA’yı, DEVA Belediyeciliği’ni anlatacağız arkadaşlar.

*****

Evet,

Şimdi adaylarımızı tek tek sahneye davet etmek istiyorum:

Konya Büyükşehir Belediye Başkan adayımız Seyit Karaca ile başlayalım.

Seyit Bey hemen şöyle yanıma alayım.

Seyit Bey 16 yıl devlette çalışan, acil hekimlik yapan kardeşimiz ve Konya Tabipler Odası Başkanı iken, bizim Konya’da kurucu il başkanımız olan ve şimdi de Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan arkadaşımız.

Konya ona, o sizlere emanet.

İlçe belediye başkan adaylarımız:

Ahırlı, Hüseyin Geçer.

Karayollarında sendika temsilciliği de yapmış, şu anda çiftçilikle uğraşıyor. Ahırlı ilçe başkanımız. Aynı zamanda bizim Konya'da ilk kongresini yapan ilçemiz.

Hem kurucu ilçe başkanımız şimdi de Ahırlı'da bizi, DEVA'yı hakkıyla temsil edecek belediye başkan adayımız inşallah.

Altınekin, “Serdar Deveci”.

Altınekin’in dertleriyle dertlenmiş, ilçe başkanlığımızı görevini hakkıyla yapmış ve dün de yerinde Altın Ekin'de belediye başkan adayı olarak ilan ettiğimiz Serdar Bey de bizlerle.

Cihanbeyli Belediye Başkan Adayımız “Mulla Sarı”.

Tarım, hayvancılık ve petrol işletmeciliği ile uğraşıyor ve 4 çocuk babası.

Doğanhisar, “Hasan Aksoy”.

Kendisi, Adalet Bakanlığı'ndan emekli. Birlik Büro Sendikasının kurucularından, Doğanhisar kurucu ilçe başkanımız.

Ilgın Belediye Başkan Adayımız “Seyit Ali Nadaroğlu”.

Kendisi, 9 yıl Konya Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı ve ilçe başkanımız. Şimdi de bizim belediye başkan adayımız.

Selçuklu, “Mehmet Sumak”.

Mehmet Bey genç bir sanayicimiz ve kendi sektöründe çok önemli başarılara imza atmış bir kardeşimiz. Kendisinin adaylığını da dün Selçuklu ‘da yerinde ilan ettik. Hayırlı olsun diyorum.

Sarayönü, “Mahpeyker Feryal Karça”.

Feryal Hanım, ziraatçı. Sarayönü’ne Ziraat Odası Başkanlığı’nda yıllarca hizmet etmiş, Sarayönü’ndeki çiftçilerimizle artık hemhal olmuş, Sarayönü’nün sorunlarını iyi bilen, çiftçimizin sorunlarını iyi bilen, tanıyan bir arkadaşımız ve inşallah şimdi de belediye başkanı adayımız olarak Sarayönü’nde yoğun bir şekilde gayret gösterecek.

Arkadaşlarımızın hepsi DEVA’lı, hepsi bugün belediyeyi, yarın ülkeyi yönetmeye adaylar inşallah. Bunu hep beraber göreceğiz.

Ödevlerine çalıştılar, çalışıyorlar.

Onlar “belediye” deyince gözlerinde dolar işaretleri oluşanlardan değil. Onlar “belediye” deyince rant anlayışında olanlardan değil.

Ve biz ısrarla söylüyoruz arkadaşlar.

Biz belediyeyi etkin ve iyi yönetiriz diyoruz.

Burada, eylem planımızda. Ta bundan iki sene önce, seçim geliyor diye değil bakın, iki sene önce biz belediyecilik anlayışımızı anlattık. Sayfa sayfa tek tek. Herkesten önce çıktık bunları ilan ettik.

Bazı partiler daha yeni yeni broşürler hazırlıyorlar. Sorduğunuzda arkası boş.

Fakat dedik ki “düzgün yönetmek yetmez, bizim bir iddiamız daha var, temiz yöneteceğiz.”

Temiz yönetimi de nasıl yapacağız? Etik Kurallar Bildirgemizde tek tek sıraladığımız gibi, bu üç sayfalık metinde tek tek sıraladığımız gibi ve bütün adaylarımızın da altına aday olurken imza ettikleri gibi belediyeyi yöneteceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk. 100 yıl geçmiş, dört yaşındaki bir siyasi partinin mi aklına geliyor bu iş? Etik kurallar, ahlaki kurallar. Ama ilk defa biz yaptık. Baktık başka örneği yok. Kimsenin aklına gelmemiş.

Çünkü belediyecilik deyince “kitabına uydurma” anlıyor herkes. Halbuki biz belediyeciliği “kitaba uygun” şekilde yöneteceğiz.

Tabii ki kanunlara uygun ama aynı zamanda kanunlar arkadaşlar biraz larç, kanunlar sünüyor. Onun için kitabına uydurma diye bir şey var belediyecilikte.

Dolayısıyla biz ne diyoruz? İşte bu ahlaki kurallar çerçevesinde bizim belediyelerimiz yönetilecek diyoruz. Türkiye'de ilk olarak bunu da ortaya koyuyoruz.

31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun çalışacağız;

Konya’yı layık olduğu gibi, demokrasiyle, adaletle ve tertemiz yöneteceğiz inşallah.

Demokrasiyi yerelden başlatacağız.

Tabii ki yerel seçime giriyoruz. Tabii ki yerel seçimler belediye başkanlarımızın, meclis üyelerimizin seçimleri önemli ama unutmayalım ki arkadaşlar bu seçimler aynı zamanda merkezi hükûmete bir uyarı niteliği taşıyor. Eğer merkezi hükûmetten, iktidardan memnun değilseniz, iktidarı uyarmak istiyorsanız; “arkadaş yanlış yoldasın, yanlış yapıyorsun. Kendine gel. Aklını başına al” demek istiyorsanız bu yerel seçimler aynı zamanda nedir arkadaşlar? Bu yerel seçimler hep beraber hükümete bir “sarı kart” gösterme seçimidir.
Hep beraber inşallah “sarı kartı” göstereceğiz.

Ve arkadaşlar inşallah hep beraber Konya’mıza layık bir belediyeciliği, bu kadim şehre layık bir belediyeciliği Konya'ya da Türkiye'ye de göstereceğiz.

Hepinize hayırlı olsun diyorum. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun diyorum.

19 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bursa Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Bursa Basın Toplantısı

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,

Kıymetli belediye başkan adaylarımız,

Teşkilatımızın çok değerli mensupları,

Sivil toplum kuruluşumuzun değerli temsilcileri,

Kıymetli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugün Bursa’da düzenlediğimiz basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, Bursa’dan selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Değerli Bursalı hemşehrilerim;

En son 11 Mayıs 2023’te aranızdaydım.

Yani genel seçimlere, 14 Mayıs’a tam üç gün kala

Büyük bir miting yapmıştık.

O gün, sizlere iktidara geldiğimizde yapacaklarımızdan bahsetmiştim.

Vatandaşlarımızın özgür ve zengin olduğu bir ülkeden bahsetmiştim.

Gençlerin torpille değil, formalite mülakatlarla değil, gerçekten hak ederek bir yerlere geldiği bir Türkiye’den;

Ucuz iş gücünün adresi olmayan bir ülkeden bahsetmiştim sizlere.

Cumhurbaşkanının para için başka ülkelerin devlet başkanlarının elini sıkmak zorunda kalmadığı, ülke ülke dolaşmak durumunda kalmadığı bir Türkiye’yi anlatmıştım.

Çok çalıştık, çok çabaladık;

Fakat vatandaşlarımızın Türkiye genelinde ancak %48’ini ikna edebildik.

Sonuçta, geldiğimiz noktada seçimlerden bu yana ki yedi buçuk ay geçti memleketin geldiği hali hep beraber görüyoruz.

Keşke yanılsaydık, keşke haklı çıkmasaydık ama, eğer Sayın Erdoğan tekrar kazanırsa ülkelerinin neler göreceğini, nasıl bir dönemde geçeceğini madde madde madde anlatmıştım.

“Erdoğan kazanırsa kur patlayacak” demiştim.

“Erdoğan kazanırsa, ülkede adaletsizlik ülkede hukuksuzluk aynı hızla devam edecek” demiştim. “Erdoğan kazanırsa yoksulluk yaygınlaşacak ve derinleşecek” demiştim.

Keşke yanılsaydım ama bunların hepsi tek tek gerçekleşiyor.

Farkındayız, geçinmek her geçen gün daha da zorlaşıyor.

Farkındayız, emeklilerimize verilen üç kuruş zammı müjde olarak duymaya maruz olarak bırakılıyor. 2024 yılı “emekliler yılı” ilan ediliyor. Belki de yakın tarihimizde ilk defa bu kadar yüksek enflasyonda devletin dahi açıkladığı enflasyonun çok daha altında maaş artışlarıyla emeklerimiz baş başa bırakılıyor.

Farkındayız.

Gençlerimiz iş bulamıyor;

Artık bir gencimizin bırakın ev alma, araba alma hayali bile yok bu ülkede, bu yok oldu. “Ömür boyu çalışsam ben bir ev sahibi olamam” diyor gençlerimiz.

Hesap ediyor, maaşına bakıyor, çarpıyor, bölüyor. Bir de konut fiyatlarına bakıyor “imkânsız” diyor.

Esnafımız borç içinde, çiftçimiz borç içinde.

Tüm Türkiye genelinde kredi kartları borçları arkadaşlar %140 arttı, yani 100 liralık borcu varsa milletimizin şu anda 240 TL borcu var. Ve enflasyon yanında çok daha yüksek bir borç artışı söz konusu tüm Türkiye genelinde.

Hepsinin farkındayız.

En önemlisiyse, ülke olarak topyekûn hayal kırıklığı içindeyiz ve bir umutsuzluk iklimi var onun da farkındayız.

Biraz önce arkadaşlarımız salona girinceye kadar 2 dakika yandaki odada bu tesisi yöneten arkadaşlarla oturduk, baktık, “çok umutsuzuz başkanım” diyor bir arkadaşımız. Ben de dedim ki “ya bu ülkeden umut kesilir mi? Bu büyük ve güzel ülkeden umut kesilir mi?” dedim ya.

Çünkü arkadaşlar biz bu iktidara mahkûm değiliz.

Yine bu milletin iradesiyle, bu milletin oylarıyla inşallah gün gelecek bu iktidarı hep beraber değiştireceğiz ve ondan sonra dürüst ve ehil kadrolarla bu ülke nasıl ayağa kalkıyor, nasıl şahlanıyor, nasıl koşmaya başlıyor bunu inşallah tekrar göstereceğiz bu millete.

İlk aday tanıtım toplantımızda da söyledim, yine söylüyorum;

Ne dedim?

“İş başa düştü” dedim.

Ne dedim?

“Toparlanın gitmiyoruz” dedim.

“Buralardan, bu durumdan kurtulmak bize kaldı. Bu millete yine kaldı” dedim.

Şimdi il il, ilçe ilçe dolaşıyorum ve tekrar söylüyorum:

Endişeye mahal yok arkadaşlar, endişeye.

Çünkü arkadaşlar, bir şeyin daha biz farkındayız:

Çalışarak, çabalayarak biz halka umut olmaya devam edersek, bugünlerin hepsi geçecek. Bunun da farkındayım.

Çünkü bütün bu analizleri yapanlar, bütün bu umutsuzluk ve hayal kırıklığı içinde olanlar inanın daha DEVA Partisi’nin potansiyelinin farkında değil.

Artık DEVA Partisi var yani gerçekten Türkiye’de DEVA Partisi’nden öncesi ve DEVA Partisi’nden sonrası diye 2 dönem olacak bu ülkede.

Bakmayın, genç bir partiyiz. Tırnağımızla kazıya kazıya, öyle eski siyaset yollarından birinden gitmiyoruz.

Kendimize yeni bir yol aça aça gidiyoruz. Türkiye'ye yeni bir yol aça aça gidiyoruz.

Nasıl o tünel kazma makineleri vardır? Böyle ağır ağır ağır ağır ilerler ama kararlı bir şekilde ilerleyince bakarsınız, proje günü biter ama tertemiz bir tünel açılmış olur işte bizim yaptığımız o Ferhat’ın dağları deldiği gibi inançla, azimle, doğru bildiğimiz yoldan asla vazgeçmeden bu ülkenin yarınları ve bizden sonraki nesiller için çalışmak.

İktidarın yanlış politikalarını, eksiklerini açıkça dillendiren ve çözüm önerileri sunan bir parti var artık.

Daha önce bakın muhalefette bunlar yoktu. Muhalefetin yaptığı sadece iktidarın siyah dediğine beyaz, beyaz dediğine de siyah demektir.

Sadece eleştirmekti, sadece hamasetti, biz ilk defa Türkiye’de muhalefet kültürünü değiştiriyoruz ve alışılageldik muhalefet partilerinden de değiliz.

Kutuplaştıran, laf dalaşlarıyla vatandaşı oyalayan partilerden değiliz.

Bugünlerde artık gittikçe siyaset hareketleniyor değil mi? Şöyle haberlere bakın, televizyon kanallarına bakın ve siyasi parti genel başkanlarının konuşmalarına, söylediklerine bir bakın. Sürekli polemik. “Ne söylesem ki akşam haber olurum?” Hani sokakta kavga olunca millet şöyle bir döner bakar, etrafına toplanır ya, bu milletin dikkatini çekmenin tek yolunun kavga gürültü olduğuna inanan pek çok siyasetçi var bu ülkede. “Kavga çıkarırsam bana bakarlar. Arıza yaparsam milletin dikkatini çekerim” diye.

Bu millet kavgalardan çok çekti ya.

İşte diyoruz ki arkadaşlar, “Endişeye mal yok.”

Biz Türkiye’den asla vazgeçmeyeceğiz.

Hep beraber güçlü ve özgür Türkiye için sabah-akşam çalışacağız.

*****

Değerli arkadaşlarım,

2 Ocak’tan bu yana yani bu yılın ilk iş gününden bu yana sürekli Türkiye’nin dört bölgesinde, 7 coğrafi bölgede çalışıyorum.

Arkadaşlarımızla beraber sokak sokak, ilçe ilçe il il arazideyiz.


Her gittiğim yerde emekliler yanıma geliyor; geçinemiyoruz diyor;

Gençler yanıma geliyor, “bir tweet bile atmaktan korkuyoruz” diyorlar. Gençler geliyorlar, “biz selfie çekelim ama bu selfie bende kalsın, aman bunu yayınlamayın sosyal medya hesaplarınızda” diyorlar. “Yarın mülakatta beni elerler” diyorlar.

“Sen bir muhalefet partisinin genel başkanıyla selfie çektin ha senin hayatını karartacağız” diyorlar. “Mülakatlarda senin şansın artık olmayacak” diyorlar.

Ev hanımları yanıma geliyor, evladım iyi eğitim alamıyor, ben evlatlarım geleceğinden endişeliyim diyor;

Nineler geliyor, dedeler geliyor, torunlarımızın yarınlarından endişeliyiz diyor;

Daha dün Edremit’te yaklaşık 70 yaşlarında bir teyzemiz yanımıza geldi ve dedik ki; “oğlum biz çocukken köyde et yiyerek beslendik. Ama benim torunlarım et yiyemiyorlar. Bu çocukların gelişimi nasıl tamamlanacak, bu çocuklar nasıl ileride başarılı olacak” dedi.

Ve dikkat eden arkadaşlar ilk defa Türkiye’de bir nesil kendinden sonraki neslin daha düşük bir refah seviyesinde yaşayacağı ve kendinden sonraki neslin daha kötü şartlardaki bir Türkiye’de yaşayacağından endişeli.

Cumhuriyet tarihinize baktığınızda sürekli olarak nesiller gelişe gelişe gelmiş bugüne kadar. Her nesil bir önceki nesilden daha yüksek bir refah sahibi olmuş. Türkiye Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu hükûmet bu iktidar, bir neslin, bir önceki nesle göre daha düşük bir refaha mahkûm edildiği bir dönem yaşıyor şu anda.

Yazık bu ülkeye, bu ülkenin gençlerine yazık.

İşte değerli arkadaşlarım, biz o yüzden buradayız.

Biz bir yere gitmiyoruz.

Biz emeklerimiz için memurlarımız için işlerimizin kiralarını daha rahat ödeyebilecekleri bir Türkiye için buradayız.

Gençler, hayal ettikleri hayata ulaşana dek buradayız.

Fikirlerin özgürleştiği günlere dek buradayız.

Sınır ötesinde, askerî üslerde, soğukta nöbet tutan askerlerimiz evlerine, ailelerinin yanına sağ salim dönene kadar buradayız.

Değerli arkadaşlar,

Kurulduğumuz günden beri tekrar ediyorum:

Özgür bir ülke olacağız;

Güçlü bir ülke olacağız;

Vatandaşlarıyla büyüyen, vatandaşlarıyla zenginleşen bir ülke olacağız.

Özgür ve zengin Türkiye hedefinden bir an dahi vazgeçmeyeceğiz, şartlar ne olursa olsun.


*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Gece, 00.49’da ilk uzay yolcumuzu göklere gönderdik.

Biz de geceleyin kaldığımız otelin salonunda, milletvekilimiz Burak Bey’le beraber ki kendisinin partimize sorumluluk alanı bu, dijital dönüşüm, teknoloji, sanayi politikaları hepsi kendisinin sorumluluk alanı, beraberce canlı izledik.

Alper Gezeravcı, bir hayali gerçekleştirdi, ülkemizin uzaya gönderdiği ilk insan oldu.

“Büyüyünce astronot olacağım” diyen çocuklardan birisi hayaline ulaştı.

Ne mutlu bize.

Gençlerin daha fazla hayal kurmasına;

Çocukların ufkunun genişlemesi için bir fazla tuğla koyan herkese buradan teşekkür etmek istiyorum.

Tabii teknoloji ilerledikçe bu uzaya gidiş gelişlerin birim maliyeti düştükçe bu işler daha kolaylaşıyor. Arkadaşlar işte o kapsülü uzaya götüren araç ki en önemli inovasyon son yıllarda bu, uzaya çıktı, kapsülü uzaya bıraktı ve geri döndü. Süre ne kadar? 7 dakika. Uzaya çıktı, kapsül bıraktı, geri döndü 7 dakika. Bu işin maliyetlerini çok çok düşürdü, daha kolay ulaşılabilir, erişilebilir bir yolculuk haline geldi, uzay yolculuğunu.

Fakat bu bize yetmemeli.

Ülkemiz en iyisini, en güzelini hak ediyor.

İnşallah Türkiye bir gün kendi teknolojisiyle bunu sağlayacak günlere de kavuşacak. Bilim insanlarını bu ülkede tutarak o yetişmiş insanlarını, bu ülke çatısı altında, bu ülkenin araştırma geliştirme merkezlerinde ve bu ülkenin kendi uzay araştırma merkezlerinde bilim insanlarını yetiştirerek uzaya gönderecek, o günleri de göreceğiz hep beraber ve o günler inanın çok uzak değil.

Biz bir yandan tabii uzaydan bahsediyoruz ama bir yandan da şöyle ayaklarımız yere basıp da Türkiye’yi gezerken gördüğümüz bir gerçek daha var arkadaşlar mutlak yoksulluk yeniden ülkemizin 4 tarafını sardı.


Dünya Bankası sınıflandırmasına göre Türkiye’de biz mutlak yoksulluğu sıfırlamıştık. Hemşehriniz Fatih Bey’in müsteşarlık döneminde sosyal güvenlik kurumunun başında olduğu dönemlerdeki Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantılarımıza sağ olsun hep iştirak ederdi. Beraber yoğun bir çalışma ortaya koyduk. İşte o dönemlerde Türkiye iyi bir koordinasyonla dürüst ve ehil bir ekonomi yönetimiyle mutlak yoksulluğu sıfırlamış idi.

Ama bugün Türkiye’de tekrar mutlak yoksulluk yeniden hortladı ve bu hükümetin el yapımı ev yapımı bir ekonomik krizle Türkiye’de artık mutlak yoksul diye sınıflandırdığımız insanlar yeniden oluştu.

Çeteler, mafyalar yeniden ülkemizin üst düzeylerinde ağırlanır oldu.

Hukuk sistemimiz rüşvet çarklarına sıkışmış durumda.

Bunu ben söylemiyorum. İstanbul Anadolu Yakası adresinin Başsavcısı yazılı olarak şikâyet edip söylüyor. “Benim bulunduğum bu binada, adliye binasında rüşvet aldı başını gitti, bir şey yapın” diyor Hakimler Savcılar Kurulu’na dilekçe yazıyor. Ki o adliyedeki en yüksek makamdır, bu şikâyeti yazan kişi.

Bunlar hani benim muhalefet lideri olarak söylediğim sözler değiş dikkat edin, yargının kendi içinden yükselen feryattan burada bahsediyorum.

Her alanda ama her alanda krizler içindeyiz.

Tüm bunlar ülkemizin nefes borusunu tıkarken, hükûmetin küçük ortağın başka planları var.

O hâlâ yeni yeni krizler çıkarma peşinde.

Zaten 1999’dan bu yana, Genel Başkanlığa başladığından bu yana dikkat edin, ülkede ne zaman kriz var, ülkenin iktidar ortakları kimler? Kendisini orada göreceksiniz.

Emekliler geçinememiş, öğrenciler okulu bırakmış, aileler kira ödeyememiş umurlarında değil ya.

Biz, hukuk düzelmeden ekonomi düzelmez diyoruz;

Küçük ortak kürsüye çıkıyor, Anayasa Mahkemesi’ni kapatmakla tehdit ediyor.

Şimdi, biliyoruz ki onun gücü Anayasa Mahkemesi’ni kapatmaya falan yetmez.

Hamasetten başka bildiği bir iş de yok. Bağırıp çağırmaktan başka yaptığı bir iş de yok.

Ama arkadaşlar, Alper kardeşimiz uzaydaaa… Küçük ortak burada ülkenin yargısıyla kavgayla meşgul.

Anlamıyor:

Bu ülke düzlüğe Anayasa Mahkemesi ile kavga ederek çıkmaz.

Bu ülke düzlüğe Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyarak çıkar.

Çünkü şu anda anayasamızın 153. Maddesi çok açık, ne diyor? “Anayasa Mahkemesi’nin kararları herkesi bağlar ve derhal uygulanır” diyor.

Yürütmeyi de bağlar, yasamayı da bağlar, yargıyı da bağlar.

Özel tüzel kişileri, herkesi bağlar diyor

Şimdi Anayasa Mahkemesi karar aldıysa sen de çıkar “uymam, saygı duymam, mahkeme uymayabilir” diyorsan, hele hele bunu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak söylüyorsan, bu aslında Türkiye’de anayasal düzene karşı yapılmış bir darbedir.

Darbeler illa disiplinden çıkmış, aklını kaybetmiş ordu tarafından ya da ordunun içindeki o gruplar tarafından yapılmaz ki, darbeler sivil ellerle de yapılabilir.

İşte şu anda Türkiye’de anayasal düzene bir darbe yapılmış durumdadır arkadaşlar ve bu ülke düzlüğe böyle bazı siyasi partilerden gelen hakaretlerle, tehditlerle, bağırış çağırışla falan da çıkmaz.

Akılla, bilimle çıkar.

Bu ülke düzlüğe “istemediğim kurumu kapatayım, istemediğim kişiyi susturayım” diyerek çıkmaz.

Bu ülke düzlüğe ancak demokrasiyle çıkar.

Tüm bu yaşanan krizlerden kurtuluş, adaletten geçer; haktan geçer,

Anayasa Mahkemesi kararlarına uymaktan geçer.

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Katılırsınız, katılmazsınız ama anayasa açık “Anayasaya Mahkemesi’nin kararları uygulanır” diyor.

Mesela Yüksek Seçim Kurulu değil mi? Yüksek Seçim Kurulu için de aynı şey geçerlidir. Anayasada açık hüküm vardır; “Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları nihaidir ve artık o karar alındıktan sonra iş bitmiştir” der.

Onun için Türkiye’de seçim sonuçları açıklandıktan sonra hızlı bir şekilde karara bağlanır ve ondan sonra ülkede bir istikrarsızlığa sebep olunmaz.

Doğruya da yanlış inanırsınız ya da inanmazsınız ama Yüksek Seçim Kurulu, heyet olarak karar verdiğinde “seçimin sonucu budur” dediğinde artık orada bir. Konulur. Bu hukuki güvenlik açısından ve ülkenin siyasi, demokratik istikrar açısından son derece önemlidir.

Fakat maalesef arkadaşlar Türkiye’de tek bir kişi, hiçbir kural tanımak istemediği için hiçbir yasayla, kanunla kendini bağlamak istemediği için ülkede ne kurum bıraktığı ne de kural bıraktı.

Oysaki bir ülkenin gücü tek bir kişinin eline bütün gücü vermekten geçmez. Bir ülkenin gerçek gücü, bu ülkenin kurumlarının gücünün toplamından ibarettir.

Bir ülke güçlü kurumlarla ancak güçlü olur. Güçlü bir yargıyla bir ülke güçlüdür, güçlü ve güvenilir bir yargıyla.

Güçlü ve güvenilir bir Merkez Bankası’yla bir ülke güçlüdür.

Bir kişi elinde bütün gücü toplayıp “e bu güçle de ben ülkeyi yöneteyim.”

Yapamıyorsun işte ya olmadı, bu 2017’de anayasa değişti, 2018’de de tek yetkili Cumhurbaşkanı olduğun, olmuyor! Ne kadar uğraşsan çabalasan olmuyor, olmayacak da.

Çünkü dürüst ve ehil kadrolarla bu ülkenin sorunları çözülecek, tek bir kişiye gücü vererek değil.

Bu arkadaşlarınız tam 11 yıl. Türkiye ekonomisinin başında oldu Dışişleri Bakanlığı yaptığım Avrupa Birliği bakanlığı yaptım. Bütün o alanlarda eğer Türkiye başarılı olduysa o dönemde iyi neticeler aldıysak bunun tek bir sebebi var arkadaşlar o da her durumda ve her kurum için dürüst ve ehil insanları göreve getirmemiz o kadar.

Ve ben bana bağlı kurumlarda insanların siyasi görüşüne bakmadım. “Bu iktidar partisine yakındır, uzaktır” demedim. Hepsi kayıtlarda.

Görevlendirdiğim bürokrasiye şöyle bakın, o işi kim hak ediyorsa en iyi kim yapacaksa o göreve gelmiştir ve onun için başarılı olduk. Hepsi bu ülkenin evladı.

Seçimlerden önce siyasi partiler vardır, yarışırlar ama seçim olduktan sonra ve iktidar, hükûmet kurulduktan sonra o hükûmet 85 milyonun hükûmeti olmak zorundadır ve 85 milyonun içinden ehil dürüst kadrolarla ülkeyi yönetmek zorundadır.

“Benden misin değil misin, benden değilsen yönetimde yer alamazsın. Benden değilsen mülakatta seni ererim” anlayışı bu ülkenin şu anda karşı karşıya kaldığı sorunların tam kökündeki, dibindeki sebeptir arkadaşlar.

*****

Değerli vatandaşlarımız,

Duymayan varsa duysun, bilmeyen varsa bilsin; buradan Bursa’dan tekrar söylüyorum tekrar ilan ediyorum;

Çünkü bir önceki seçimlerde 6 parti olarak seçime girmiş olmamız bu seçimlerde de “Acaba DEVA Partisi ne yapar ne eder?” diye bir soru işaretini böyle ara ara duyuyoruz DEVA Partisi ile ilgili; “ya ne yapıyorsunuz bu seçimde?” diye sorular alıyoruz işte o soruların cevabını net bir şekilde burada bugün Bursa’dan da veriyorum.

Biz kendi adaylarımızla, kendi logomuzla ve kendi ismimizle 31 Mart yerel seçimlerine giriyoruz.

Türkiye’nin her köşesinde seçim günü vatandaşlarımız oy pusulasını ellerine aldıklarında, orada görecekler ki DEVA Partisi var, DEVA Partisi’nin adayları var ve gönül rahatlığıyla DEVA Partisi’nin logosunu ve adaylarının isimlerinin altına “evet” mührünü basacaklar. Bu seçim, öyle bir seçim.

Ve böylece temiz ve iyi yönetime de destek verecek vatandaşlarımız.

Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız bileğinin gücüyle, alnının teriyle, boğazından haram lokma geçmemiş adaylarımıza oy verebilecek.

*****

Değerli arkadaşlar, biz Türkiye’nin ülkeyi yönetmeye en hazır siyasi partisiyiz en hazır. Burada tam 23 tane eylem planı ile vatandaşlarımızın karşısındayız. Bu eylem planlarımız her alanı kapsıyor.

İnşallah seste sorun yoktur. Ses de var mı? Evet, işte böyle yedekli çalışmak çok önemli. Ülkeyi yıllarca yönetirken hep yedekli çalıştık.

Merkez Bankasında rezerv biriktirdik ve yine Merkez Bankası’na yedek akçeler biriktirdik ama baktık o tek adam sistemi başladı ya bir de birinci damat geldi ve bir günde ya bir günde yedek akçeleri sıfırladılar. Bir günde sıfırladı. Yılların biriktirdiği yedek akçeyi. Yılların rezervlerini harıl harıl harcırlar, tüketilen hala Merkez Bankası ekside net olarak ekside…Neyse biz sözünüze dönelim.

Burada değerli arkadaşlar dediğim gibi eğitimden sağlığa, hukuk, adaletten, ekonomiye, dış politikadan, güvenliğe her şeyin çözümü var.

Ve biz yerel yönetimlerle ilgili eylem planımızı, 2 sene önce burada Bursa’da, bu kadim şehrimizde açıkladık ve belediyecilik anlayışımız nedir ortaya koyduk.

Seçimlerden 2 yıl önce bazıları diyorlar ya; “ya seçim yaklaşınca mı aklınıza geliyor?” Yo biz bu ülkeyi yönetmeye çoktan hazırız. Onun için bunları zamanında açıkladık.

Bunu açıklamakla da kalmadık. Ayrıca bir de DEVA Belediyeciliğinin “Etik Kurallar Bildirgesini” ortaya koyduk.

Yani bizim belediye başkanlarımız seçildikten sonra hangi ahlaki kurallara göre belediyeyi yönetecekler, 3 sayfalık bir Etik Kurarlar Bildirgesi’yle de bunu ortaya koyduk. Bizim adaylarımız bunu imzalıyorlar, ondan sonra adayımız oluyorlar.

Yani biraz önce değerli başkanımız Zeki Bey’in de söylediği gibi, kitabına uydurma belediyeciliği bizde yok. Bizde kurala uygun kanuna ve ahlaki kurallara uygun belediyecilik var.

Ve bu Türkiye’de ilk. Ya 100 yıllık cumhuriyette, 70 yılı aşkın çok partili siyasi sistemimizde, 4 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi bu? Niye kimsenin aklına daha önce gelmedi? Bir düşünün.

Çünkü arkadaşlar Türkiye’den belediyeye deyince akla gelen 4 harfli bir kelime var: “Rant”.

“Belediyecilik” deyince, artık Türk lirası değer kaybettiği için gözlerinde dolar işareti oluşan insanlar çok Türkiye’de.

Ama biz ne diyoruz? “Hem etkin yöneteceğiz, ne yapacağımız gayet iyi biliyoruz” diyoruz hem de “temiz yöneteceğiz” diyoruz. Bu 2 sütun üzerinde bizim belediyecilik anlayışımız yükseliyor.

Arkadaşlar evet yerel seçimlere doğru gidiyoruz ve yerel seçimlerde, sadece belediye başkanlarımızı seçmeyeceğiz, sadece belediye meclis üyelerimizi seçmeyeceğiz.

Aynı zamanda yerel seçimlerde bu hükûmete bir uyarıda bulunacağız.

Evet, yerel seçimlerde iktidarı değiştirme için önümüze bir pusula gelmeyecek, sandık önümüze onun için konmayacak ama yerel seçimlerde verdiğimiz karar, kullandığımız oy, iktidara aynı zamanda bir uyarı niteliği taşıyacak.

Dolayısıyla, eğer mevcut iktidardan memnun değilseniz, bir önceki seçimlerde AK Parti’ye veya irili ufaklı ortaklarına veya Sayın Erdoğan’a oy verdiyseniz ama memnun değilseniz, “Ya bir uyarmamız lazım. Bunlar doğru işler yapmıyor, sıkıntı büyüyor” diyorsanız o zaman bu seçimler aynı zamanda Sayın Erdoğan’a, iktidara bir sarı kart gösterme seçimidir. “Sarı kart” diyeceğiz, sarı kart. Bunu da sandıkta oylarımızla diyeceğiz. Başka türlü arkadaşlar inanın sorunlar büyür.

“Ya ben bütün her türlü hukuksuzluğu yapıyorum, milletle fakirleşiyor, emeklinin hali perişan ama hala bana destek vermeye devam ediyorlar. Demek ki ben bu bildiğim yolla devam edeyim” İnanın derler buna.

Yaptıkları bütün hukuksuzluğu gidip; “milleti ben tescil ettirdim arkadaş, demek ki millet hukuksuzluğa razı” derler bunu.

Onun için ne yapacağız? Hep beraber sarı kartı göstereceğiz. Sarı kartın arkasına yazacağız.

Bir, Erdoğan iktidardan irili ufaklı ortaklarını yazacağız ve cebimize koyacağız. Ne zamana kadar? Genel seçimlere kadar.

Genel seçimlerde de inşallah hep beraber bu iktidara kırmızı kart inşallah göstereceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bir şehre hizmet etmek, sadece yeni altyapı, yeni yollar, yeni binalar yapmak demek değil;

Aynı zamanda mevcutu da, tabiatı da, tarihi de korumak demektir.

İktidarın belediyeciliği, bu yönüyle sınıfta kalmıştır.

Ne demişti Sayın Erdoğan: “İstanbul’a ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum” demişti.

Şöyle, İstanbul’un suretini bozan ne kadar proje varsa arkadaşlar, hani şehrin bir tarihi sureti var, bir de aradan bir sürü çıkıntılar var. Hani güneş doğarken batarken baktığımız şöyle ufuk çizgisindeki çıkıntılar. O çıkıntıların inanın hiçbiri kendinden habersiz yapılamaz. Mümkün değil.

Çünkü aslında fiilen 2002’den bu yana hiçbir zaman İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığını aslında bırakmış değil. Yani AK Partili Belediye Başkanları görevdeyken sanmayın ki o belediye başkanları rahat çalışıyordu, akıllarına geleni yapıyordu, değil.

Büyük projeler için izin almadan, olur olmadan, eğer orada farklı ilişkiler varsa o ilişkilerden haberdar olmayan o ilişkilerin organizatörü olmadan bir büyük projenin gerçekleşmesi mümkün değil.

Bu ihanet kelimesinin Sayın Erdoğan henüz Bursa için söylemedi ama yeşil Bursa griye boyandı; değil mi?

Bursa'nın silueti altüst oldu.

Bir zamanların şeftali bahçeleri, bu verimli topraklar tamamı şu anda imar işgali altında tam.

Tam da bu nedenle:

Hanlarıyla hamamlarıyla, camileriyle türbeleriyle, şehrin üzerinde heybetiyle bekleyen Uludağ’ıyla, eski başkentimiz Bursa’nın tarihine ve tabiatına sahip çıkmak en önemli önceliğimiz olmak zorunda arkadaşlar.

Bu bize tarihin yüklediği bir sorumluluk.
“Bursa” demek, tabiat ve kültür mirası demek.

Atalardan kalan tabiat ve kültür mirasını korumak, yaşatmak, sonraki nesillere güzelleştirerek devretmek bizim belediye başkanlarımızın en önemli sorumluluk alanı.

Her şey geliyor, geçiyor. Şu etrafta gördüğünüz beton binaların tamamı, içinde bulunduğunuz bina dahil 100 sene sonra olmayacak. Çünkü betonun ömrü maksimum 100 sene. Ama Ulu Cami orda duracak. Uludağ orada duracak.

İşte bu ülkenin tarihine, kültürüne yakışan bir belediyecilik anlayışı biz istiyoruz adaylarımızdan.

Geçtiğimiz yıl Uludağ Alan Başkanlığı kuruldu; biz zannettik, gayet güzel bir koruma için falan bir şeyler nihayet uyandılar diye, baktık ki 2 bin hektarlık bölüm “milli park” kapsamından çıkarılmış.

Basamak basamak basamak nereye el atsalar orada diyorum ya 4 harfli o kelime “rant” hemen akıllarına o geliyor.

Biz, Uludağ’a sahip çıkacağız; yok olmasına da şehirle bağlantısının kopmasına da izin vermeyeceğiz;

Bursa’yı, haksız rant oluşturarak büyüyen ilçelerden ibaret gören bu anlayışı sileceğiz.

Çarpık kentleşmeye engel olacağız; kentsel yenilemeyi zamanında, ilkeli bir şekilde ve uygun maliyetlerle gerçekleştireceğiz.

Ödemelerini kolaylaştıracağız, kira ve ödeme destekleri ile ilgili gayet güzel hazırlıklarımız var.

Bursa'nın en önemli büyüyen sorunlardan birisi trafik değil mi arkadaşlar? Herkes şikâyet ediyor, yollar yetmiyor.

Ya bu o kadar aslında hesap kitap meselesi ki! E siz bugün Nilüfer’de daha 15-20 sene önce yapılmış 4-5 katlı binaları yıkıp yerine 12, 13, 14 katlı binalar dikerseniz ve aynı sokak genişliğiyle aynı cadde genişliğiyle, 2-3 misli 4 misli insanın o trafikte yer alacağını hesap etmezseniz, ondan sonra dönüp “Allah Allah niye trafik tıkanıyor, ne oldu” diye boş boş sorarsınız yani?

Önce altyapı önce altyapı.

Önce altyapı, sonra üst yapı. Önce üst yapıyı yapıp ondan sonra “ya bakarız altyapının durumuna sonra” derseniz işte o tersten çalışmak oluyor.

Değerli arkadaşlar,

Bursa aynı zamanda tarım şehri,

Kestel’deki çiftçilerimizin çektiklerini, gübre fiyatlarını, artan döviz kurunun getirdiği yükü biliyoruz.

Tarım maliyetlerinin inebilmesiyle ilgili bizim Tarım Eylem Planımız, 1 nolu eylem planımız son derece önemli ve biz bunu ne yaptık arkadaşlar? Bütün bu hazırlıkları seçimden hemen sonra Cumhurbaşkanına, bakanlara, bakan yardımcılarına, bütün milletvekillerine gönderdik. “İnşallah ufkunuzu açar” dedik.

“Tarımda çiftçiye destek vermeniz lazım” dedik. “Gübrenin yemin yarısını devletin karşılaması lazım” dedik. Ve “bütün imkanların çiftçi için seferber edilmesi lazım” dedik. “Çiftçimizin kullandığı mazota elektriğe yeme destek verilmeli” dedik.

Çünkü biliyoruz ki çiftçimizin maliyeti düşmeden Türkiye’den bu gıda enflasyonu düşmeyecek. Dünyada geçen sene gıda fiyatları %10 düştü. Türkiye'de TÜİK'in açıkladığı gıda enflasyonu %70’lerde.

Şimdi diyorlar ki; biz faizi artıracağız, gıda fiyatlarını düşüreceğiz ya da enflasyonu düşeceğiz.

Ya arkadaş, Türkiye’de gıda fiyatlarının artmasının sebebi çiftçilerimizin maliyetlerinin artması.

Çok büyük talep var, vatandaş parayı koyacak yer bulamıyor, çok talep sebebiyle fiyat artıyor değil ki ya! Bilmiyorlar inanın bilmiyorlar… Yani oturup şurada Bursa’nın ilçelerinde 10 tane çiftçiyi toplasalar sorsalar anlayacaklar ama bunu da yapmıyorlar.

Ve tarıma verilen önemli bir göstergesi arkadaşlar bu yılki bütçede tarıma ayrılan rakam ne kadar biliyor musunuz? 91 milyar.

Peki seçimden bu yana kur korumalıya ödedikleri ne kadar, sadece kur korumalının kur farkına? 800 milyar.

Peki bu yıl bu yıl bütçeye faiz diye koydukları rakam ne kadar biliyor musunuz? Faiz öleceğim diye koydukları rakam, 1 trilyon 253 milyar.

Rakamlar ortada ya, öncelikler ortada. Sadece seçimden bu yana 800 milyar korumalıya kur farkı, artı bu yıl bu yıl korumalıya ne kadar ödeyecekler bilmiyoruz çünkü karanlık sonradan biz tersten hesaplarla zor buluyoruz rakamları ama hesap ediyoruz sonuçta, çünkü biliyoruz işe. Faizle 1 trilyon 200 etti mi size 2 trilyon.

Yani bu yıl çiftçiye verilecek desteğin tam 22 katını faizi ve kur farkına ödediklerini zaten biz hesap etmiş durumdayız, daha da bu yılın kur farkı eklenecek buna. Hesap bu…

Bu şartlarda bizim çiftçimiz nasıl üretecek? Nasıl yüzü gülecek mümkün değil.

Bir başka önemli alan turizm.

Turizm şehri Bursa’mızı, yılın birkaç ayına hapseden turizm anlayışını terk etmemiz gerekiyor;

Bakın ben Dışişleri Bakanlığımda o dönemde Bursa’yı uluslararası planda ön plana çıkartmak için çok önemli ziyaretler planladım, düzenledim, hatırlarsınız.

Bütün dünyanın Bursa’yı konuştuğu günler benim Dışişleri Bakanlığı dönemim. Çünkü, Bursa bir dünya kenti bakmayın. Bu dar kafalı dar zihniyetle insanların Bursa’ya kendi o dar zihniyetlerini hapsettiklerine.

Bursa'nın çok büyük potansiyeli var ve Bursa’nın bu büyük potansiyelinin, turizm potansiyelinin 12 aya yayılması için çaba sarf edeceğiz.

Hanların hamamların, camilerin türbelerin oluşturduğu mevcut kültür turizmi potansiyelini en iyi şekilde değerlendireceğiz.

Ama bu baştan da söylediğim gibi şehircilik anlayışıyla tarih, kültür, doğa mirasını korumayı hep beraberce ele alarak mümkün.

Bursa’mızın sanayi bölgelerinin limanlarla, diğer kentlerle buluşmasının hızlanması gerekecek...

Yeni projelerle, tedarik zincirinin güçlenmesi için elimizden geleni yapacağız.

Lojistik de çok önemli bir sorun. Çünkü Bursa büyük bir sanayi şehri aynı zamanda ama sanayinin altyapısı yetersiz. Bunun için de belediyelerimizin iyi çalışması gerekecek.

Biz yerelde çözümler üreteceğiz ki merkezi hükûmete örnek olsun.

Biz yerelde iyi çalışacağız ki insanlar bakacak “ya bu DEVA belediyeleri gerçekten çok iyi iş çıkarıyor” diyecek ki günü geldiğinde genel seçimlerde inşallah vatandaşlarımızın ilgisini, alakasını o güçlü desteğini yanımızda hissedeceğiz.

Değerli arkadaşlar, biz tüm çözüm planlarımızı nasıl iktidara gönderdiysek yerel yönetimlerimizdeki oluşturduğumuz örneklerle de merkezi hükûmete, iktidara ülke nasıl yönetilir, kamuoyu nasıl yönetilir inşallah göstereceğiz.

*****

Arkadaşlar,

Bursa, demokrasinin yerelden başlayacağını biliyor.

Bursa, hakla adaletle yönetilmeyi istiyor.

Bursa, iktidarın görmezden gelmesine, yatırım yapmamasına kurban edilemez.

Bursalılar gayet iyi biliyor bunu biliyor ve inşallah biz de bu perspektifi hazırlanıyoruz.

*****

Değerli bursalar, değerli vatandaşlarım,

2021’in son günlerinde aranızdaydım.

İl kongremiz vesilesiyle geldiğimde size hayalimizden bahsetmiştim.

Usta yazar Tanpınar’ın dediği gibi demiştim:

“Bu hayâle uyur Bursa her gece,
her şafak onunla uyanır, güler.”

Biz bu hayale uyanacağız. Bu hayalle güleceğiz. Bu hayalle güçleneceğiz.

Bursa’da demokrasi diyeceğiz.

Bursa’da atılım diyeceğiz.

Bursa’da, Bursa’nın DEVA’sı hazır diyeceğiz.

Değerli arkadaşlar biliyorsunuz biz bugüne kadar, Türkiye genelinde 4 Büyükşehir Belediye başkan adaylarımızı açıkladık ama bunlardan birisi de Bursa’ydı.

Dolayısıyla Büyükşehir Belediye başkan adaylarımızı, 5 tane de ilçe adayımızı açıkladık. Kalan 12 ilçede de adaylarımız üzerinde hızlı bir şekilde çalışıyoruz ve onları da inşallah en kısa zamanda açıklayacağız.

Ve ben şimdi sizlere biraz önce tek tek kısa kısa şöyle bir hitap ettiler ama şöyle arkadaşlarımıza adaylarımızı tek tek ismen bir davet edeceğim buraya yanıma. Beraberce bir adaylarımızla, Bursa teşkilatımıza hep beraber bir aile, geniş bir cephe oluşturduğumuzu hep beraber göstereceğim ama önce Büyükşehir Belediye Başkan adayımız Zeki Kahraman Bey'i şöyle bir davet ediyorum

Zeki bey, bizim biliyorsunuz il başkanımız idi. Daha sonra bayrağı yeni il başkanımıza devretti ve büyükşehir adayımız oldu.

Bursa'nın yakından bildiği, tanıdığı bir isim. Kendisi hukukçu. Çünkü biz “hukukla, adaletle yönetilmezsek hiçbir şeyi çözemeyiz” diyoruz biliyorsunuz.

Bursa'da daha önce baro başkanımızdı biliyorsunuz ve inşallah Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda bu şehri layık olduğu şekilde hem düzgün hem de adil bir şekilde, temiz bir şekilde yönetecek bir arkadaşımız.

Her adayımız için söylüyorum iddialıyız. Bizim her bir adayımız mevcut başkandan da diğer adaylardan da daha düzgün yönetir ve daha temiz yönetir diyoruz. Böyle bir iddiamız var ve inşallah vatandaşlarımız, halkımız adaylarımızı daha yakından tanıdıkça 31 Mart’a kadar böyle iyice senli-benli oldukça bunu daha iyi anlayacaklar.

İnegöl alfabetik sıraya göre gidiyorum, ilçelerde. İnegöl belediye başkan adayımız Onur Metin Baş’ı şöyle davet edeyim. Onur Bey’de başından beri bizlerle beraber. İnegöl’de çok sevilen, tanınan bir aileye mensup. Kendisi mühendis, girişimci ve sivil toplumcu.

Karacabey Belediye Başkan Adayımız Yasemin Tuna. Biz dün akşam Balıkesir’den gelirken Bursa’daki ilk programımızı Karacabey de yaptık ve gördüm ki bütün Karacabey Yasemin hanımı artık biliyor, tanıyor. Hatta otobüsün kapısını açtık bir yerde vatandaşımız geldi dedi ki “Bizim desteğimiz, oylarımız sizinle. Sizin bir kadın adayınız vardı. Neydi dedi ismi?” dedi. Yasemin'i de arkamda, Yasemin Hanım dedim burada. “İşte biz ona oy vereceğiz” dedi. Kendisi hem İsviçre’de hem burada Türkiye’de girişimci Karacabey’de yardım kuruluşlarında ve sivil toplum kuruluşlarında fail. Anne çocukları burada eğitim görüyor ve ilk açıkladığımız adaylardan çalışmasına erken başladı ve erken başlamanın sonuçlarını da dün biz Karacabey’de gördük ve inşallah Karacabey’e bir kadın eli değecek. Bunu inşallah gördük, bekliyoruz.

Mine Norşon, Mudanya…

Mine Hanım da baştan beri bizimle beraber. Partimizle beraber. Kendisi A Grubu şehir plancısı. Belediyeciliğin ve Bursa’nın en çok ihtiyaç duyduğu alanda kendisi uzman. Bursa ve çeşitli illerde Bayındırlık ve Şehircilik Müdürlüklerinde uzun yıllar tecrübe kazandı. Ve yine şu anda aynı sektörde kendi işi var. 2 çocuğu var ve beyin göçü yapmış bir anne.

Nilüfer…

“Nilüfer’e Nilüfer yakışır” dedik ve Nilüfer Akçakoca Demir bizim Nilüfer Belediye başkan adayımız. Kendisi çevre mühendisi ki belediyecilikte en önemli konulardan birisi biliyorsunuz. Biz “temiz belediyecilik” diyoruz ya tabii temiz belediyecilik hem ahlaki açıdan temiz ama bir de çevre açısından temiz bir belediyecilik diyoruz. İşte bu da Nilüfer hanımın tam uzmanlık alanı. Kendisi yine sivil toplumcu ve anne.

İlhan Menge, Osmangazi...

İlhan Bey de hukukçu, iş insanı. Gerçekten hukuku olmadan adalet olmadan ekonomi olmaz diyoruz ya hukuk olmadan adalet olmadan belediyecilik de olmaz. Dolayısıyla bizim hem büyükşehirde hem de Osmangazi’de hukukçu adaylarımız var.

*****

Hepsi DEVA’lı, hepsi bugün belediyeyi, yarın ülkeyi yönetmeye aday insanlar.

Ödevlerine çalıştılar, çalışıyorlar.

Yaşayarak ödevlerine çalışıyorlar:

Onlar Belediye deyince gözlerinde rant oluşanlardan değil.

“Belediye “deyince güzel bir şehir, yaşanabilir bir şehir. Hele hele Bursa’da bu kadim şehirde kültür mirasıyla, doğa mirasıyla yaşayan bir şehir.

Değerli arkadaşlar, bakın biz böyle diyoruz ya hani ilk seçimlere giriyoruz. Bizim belediyecilik anlayışımız şöyle bir görsün diye, çok kısa bir örnek verip sözlerimi tamamlamak istiyorum.

6 Şubat’ta deprem oldu değil mi? 1 yıla yaklaşıyor. Deprem bölgesinde 11 tane il var. Yardıma ihtiyaç oldu. 6 Şubat’ta deprem oldu. Biz teşkilatlarımıza 6 Şubat günü sadece bir whatsapp mesajıyla dedik ki “deprem bölgesinde acilen şu 8 -10 kalem ihtiyaç var.” Dolayısıyla bunlarla ilgili hani eğer bir yardım toplayabilirseniz iyi olur çünkü şimdiden hazırlanalım diye. 6 Şubat’ta bir Whatspp mesajıdır o kadar.

7 Şubat akşamı tam 100 tırlık yardım Türkiye genelde hazırdı. Sadece sadece teşkilatlarımız tarafından organize edilen ,organizasyon hızına bakın.

Kızılay çadırlarını bir başka yardım kuruluşuna satmakla meşgul. Bizim arkadaşlarımız 2 günde 100 TL topladı, 5 günde çıktı 250 TL.

Yetmedi AFAD'a gittik dedik ki; daha ikinci gün “ya bizim tırlar var, biz plaka verelim ve içerik lisesini verelim. Siz de depo gösterelim. Bizim tırlarımız gitsin, o depolara boşaltsın” çünkü bunları dağıtmak AFAD’ın işi değil mi? Onların organize etmesi gerekiyor. Telefon verdiler, isim verdiler. “Tamam siz bu telefonu ismi arayın. Biz sizi adres gösterelim” diye. Bekle bekle yok.

En sonunda dedik ki arkadaşlarımıza, teşkilatlarımıza bu sefer deprem bölgesine siz kendi imkanlarınızla dağıtın, çünkü bunları adres veremiyor. Millet aç susuz, enkaz altında bekleyecek zaman yok yani.

Depremin üçüncü günü Antakya’daydım. Dördüncü günü İslâhiye’deydim. Bizim Gaziantep İl Başkanımız bugün milletvekilimiz İslâhiye’de depoyu tutmuş. Daha dördüncü gün tırlar iniyor, Yardımlar küçük araçlarda dağıtılıyor.

Beşinci gün Malatya’daydım. Kahramanmaraş’taydım, bizim il başkanlarımız depoları tutmuşlar, tırlar oraya iniyor ve yardımlar dağıtılıyor. Ya koskoca devlet varken devletin bu iş ile ilgili sorumlu kurumları varken bu tırları oluşturmak dağıtmak, 4 yaşında bir siyasi partiye mi düşmeliydi? Ki o gün daha 3 yaşındaydık.

Bunu şunun için örnek veriyorum yerinden yönetim var ya yerinden, yani yerele kararları bırakmak ve dürüst ve ehil kadrolarla sistemi oluşturmak. Bunu yaptığınızda demek ki iş nasıl hızlı oluşuyor, nasıl hızlı hızlı organizasyon kabiliyeti oluyor… Demek ki neymiş bizim o 11 ildeki il başkanlarımız iş başa düşmüş, test edilmişler. Ve bir hafta gibi kısa bir süre içerisinde devletin yapamadığını o illerde yapmışlar. Bu şu demek; DEVA kadroları böyle kadrolar. İş başa düştüğünde hızlı ve düzgün iş yapacak kadrolar. Bunu test ettik. 81 il başkanımızın 70’i yardım topladı. 11’de o yardımı orada dağıttı ve bunu bir hafta gibi kısa bir süre içinde yaptılar.

Demek ki bir belediyeye yönetme imkanları ellerinde olsa arkadaşlarım neler neler yapacaklar? Gelsin artık siz hayal edin diyorum. Tekrar hayırlı olsun diyorum…

17 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Menemen Seçim Koordinasyon Merkezi Açılış Konuşması

Ali Babacan Menemen Seçim Koordinasyon Merkezi Açılışı


Değerli milletvekilimiz,

Bu açılış vesilesiyle bizlerle beraber olan çok değerli konuklarımız,

Çok değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, basınımızın değerli mensupları, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, Menemen Seçim Koordinasyon Merkezi’mizin açılışına hoş geldiniz diyor.

Bugün sizlerle beraber bu güzel ilçemizde bu güzel demokrasi merkezinin açılışını gerçekleştiriyoruz.

DEVA Partisi olarak, kuruluşumuzun ilk gününden bu yana tüm Türkiye sathında yoğun bir şekilde teşkilatlandık ve ülkenin her bir köşesinde pırıl pırıl kadrolar oluşturduk. Bazı arkadaşlarımızın daha önce siyaset tecrübesi vardı, bazıları ilk bizimle çıktı. Ama daha önce siyaset yapmış olsun yapmamış olsun, bütün bu arkadaşlarımız daha güzel bir Türkiye, daha güçlü bir Türkiye, daha iyi yönetilen bir Türkiye için gayret ortaya koydular, koyuyorlar.

Ben bu demokrasi çabasında, bu atılım çabasında bizlerle beraber olan, DEVA Partisi’nde beraber omuz omuza çalıştığımız tüm yol arkadaşlarıma özellikle buradan huzurlarınıza teşekkür etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, ülkemiz zor günlerden geçiyor.

Daha geçtiğimiz hafta Kuzey Irak’ta 9 şehit daha verdik. Allah hepsine rahmet eylesin, ailelerine sabır diliyorum, yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum.

Evlere ateşler düşüyor. Ama bir bakıyoruz, ateşin düştüğü her ev ya damsız ya sıvasız. Hele en son şehitlerimizden birisinin Kahramanmaraş’ta ailesinin oturduğu yere baktık, bir konteyner de değil sadece bir çadır.

Depremden bu yana neredeyse bir yıl geçmesine rağmen, hâlâ sıkıntıların devam ettiği, hâlâ sorunların çözülmediğini de bizzat gittiğimiz her yerde görüyoruz.

Geçtiğimiz hafta Nurdağı’ndaydım, İslâhiye’deydim. Bir yıl geçmesine rağmen hâlâ yaraların sarılmadığını, yapılan deprem konutlarının orada yaşayan nüfusun %3’üne, 5’ine, en fazla %10’una ancak ulaştırılabildiğini de maalesef yerinde gördüm gözlemledim.

Değerli arkadaşlar, bir ülkenin düzgün yönetilmesi, iyi yönetilmesi ancak ehil ve dürüst kadrolarla oluyor. Yani devlet yönetimindeki kadroların ister merkezi hükûmet olsun ister yerel yönetimler olsun tek tek hem dürüst hem de ehil insanlardan oluşması gerekiyor.

Her bir görevlendirmenin, o görevi hakkıyla yapabilecek bilgiye tecrübesine sahip ama aynı zamanda da dürüst insanlardan oluşması gerekiyor.

Bazıları dürüsttür ama işi bilmez, yapamaz, iyi insandır ama yapamaz. Onlarla yapılamaz, olmaz.

Bazısı işi bilir ama düzenbazdır, onlar da çok kötü çarpar. Dolayısıyla ne yapmak gerekiyor? Eğer devlet yönetiyorsanız yerel yönetimlerden sorunluysanız, Belediye Başkanı seçiyorsanız ve daha sonra yönetim kadrolarını oluşturuyorsanız, bu 2 vasfın birleşmesi gerekiyor; işi bilmek ve dürüstlük.

İşte DEVA Belediyeciliği dediğimizin özü, bundan iki sene önce hazırladığımız ve tüm Türkiye’ye duyurduğumuz Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızda ortaya zaten konmuş durumda.

İki sene önce, yerel seçimlerden çok önce, yerel yönetimden ne anladığımızı bütün açıklığıyla ortaya koyan bir belge.

Tabii ki altyapı sorunları var şehirlerimizin, depreme karşı tüm Türkiye’yi hazırlamak gerekiyor. Hele İzmir, depremin sık olduğu ve daha yeni depreme maruz kalmış bir ilimiz. Dolayısıyla İzmir’in her bir köşesinin depreme dayanıklı konutlarla bir dönüşüm geçirmesi gerekiyor. Her alanda yapılacaklar burada bütün detaylarıyla var.

Ama biz bununla da yetinmedik. Hani dedik ya; hem işi bilmek gerekiyor, ne yapacağını bilmek gerekiyor ama bir de temiz yönetmek gerekiyor.

İşte bunun için de yine siyaset tarihimizde bir ilki gerçekleştirdik. DEVA Belediyeciliği’nin Etik Kurallar Bildirgesi’ni hazırladık. Bizim belediye başkan adaylarımız, aday olmadan önce bu bir-iki-üç sayfalık belgeyi imzalıyorlar, ‘Seçildiğimiz takdirde ben belediyeyi burada yazılı ahlaki kurallar çerçevesinde yöneteceğim’ diyorlar, ondan sonra bizim adayımız oluyorlar.

Biliyorsunuz, belediyecilikte bazı kavramlar vardır; ‘kitabına uydurmak.’ Biz kitabına uydurmaktan yana değiliz arkadaşlar. Bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz. Ne yapmamız gerekiyor, belediyeyi kitaba uygun yönetmemiz gerekiyor.

Kurallara kanunlara uygun, ama aynı zamanda burada yazdığımız ahlaki kurallara da uygun belediyeleri yönetmemiz gerekiyor.

Biz, 4 senelik bir siyasi partiyiz. Bize mi düşmeliydi Türkiye'de bunu hazırlayan ilk parti olmak?

100 yıllık cumhuriyette, nereden baksak 70-80 yıllık çok partili demokrasimizde ilk defa bu DEVA Partisi’nin aklına mı gelmeliydi? Temiz belediyecilik ve bunun yazılı halde, kurallarıyla ortaya konması.

Çünkü maalesef bizde belediyecilik denince sık sık duyduğumuz bir kavram var. Ne diyorlar; ‘ya çalıyor ama bir şeyler de yapıyor.’ Şimdi biz millet olarak buna razı olmamalıyız arkadaşlar hem çalmasın hem de düzgün iş yapsın değil mi?

İşte biz böyle bir belediyeciliğe talibiz ve inşallah göreceksiniz seçimlerden sonra tüm Türkiye sathındaki belediye başkanlarımız ‘örnek belediyeciliği’ gerçekleştirecekler. Hem işlerini iyi yapacaklar hem de temiz dürüst çalışacaklar. Biz de bunu Genel Merkez olarak koyduğumuz ilkeler, kurallar çerçevesindeki takip mekanizmamızla bütün belediyelerimizi yakından izleyeceğiz.

Değerli arkadaşlar, değerli Menemenli hemşerilerim,

Seçimler yaklaşıyor. Evet bu yerel seçimlerde biz ne yapacağız? Belediye başkanlarımızı ve belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz. Ama bu seçim sadece belediye başkanlarının seçileceği seçimler değil arkadaşlar.

Bu seçimler aynı zamanda merkezi hükûmete de bir uyarı niteliği taşıyor.

İşte dün kabine toplantısı sonrasında Sayın Erdoğan ne dedi? “2024 yılını emeklerimizin yılı ilan ediyoruz” dedi.

Doğru, emeklerimiz hiç unutmayacak 2024 yılında. TÜİK'İn açıkladığı resmi enflasyon %65 iken, emekli maaşlarımızın %33, %42 ve %49 oranlarında artırıldığını, hani en az emekli maaşı alan SSK ve BAĞ-KUR emeklisi ve memur emeklisini kastediyorum. Resmi enflasyon %65 olarak açıklanmışken gerçek enflasyon %120 yediyken, emeklerimiz %33, %42 ve %49’luk maaş artışlarını unutmayacaklar. Onun için 2024 yılı evet emeklerin yılı olacak ama ne olacak? Aynı zamanda 31 Mart seçimleri hükûmete, merkezi yönetime, iktidara da bir uyarı niteliği taşıyacak.

Eğer iktidardan memnun değilseniz, “bunlar ülkeyi düzgün yönetmiyor, fakirlik artıyor, yoksulluk artıyor, bu hükûmet değişmeli” diyorsanız, bu seçimlerde hükûmet değişmeyecek çünkü genel seçimlerde ancak merkezi hükûmeti, iktidarı değiştirebileceğiz. Ama bu seçimler arkadaşlar merkezi hükûmete bir uyarı seçimi olacak aynı zamanda. “Aklınızı başını alın, iyi işler yapmıyorsunuz, sizi uyarıyoruz” demenin seçimi olacak. Yani bu seçimler hükümete arkadaşlar bir “sarı kart” gösterme seçimi olacak inşallah.

Hep beraber sarı kartı göstereceğiz ki akıllarını başlarına alsınlar.

Belediye Başkanı adayımız Şehmuz Dalbel, Melemen için hayırlı olsun.

Şehmuz Bey bizim teşkilatımızın ilk kuruluştan bu yana beraber çalıştığımız, sevdiğimiz bir arkadaşımız. Güvendiğimiz bir arkadaşımız. İnşallah sizlerin güveniyle, sizlerin desteğiyle çok iyi bir belediye başkanlığı yapacağına biz inanıyoruz.

Biz kendisini sizlere emanet ediyoruz. Tekrar hayırlı olsun diyorum. Hem Seçim Koordinasyon Merkezimiz hem de 31 Mart seçimleri Menemen için ülkemiz için DEVA olsun diyoruz. Hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum, sağ olun.

17 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Karabağlar Seçim Koordinasyon Merkezi Açılış Konuşması

 
Karabağlar Seçim Koordinasyon Merkezi Açılışı
 
Çok değerli İzmir il Başkanımız, değerli İzmir milletvekilimiz,
 
Karabağlar İlçemizin değerli kurucu başkanı, aynı zamanda değerli Karabağlar Belediye Başkanı adayımız,
 
Çok değerli misafirlerimiz, değerli basın mensupları hepinize saygıyla, sevgiyle selamlıyorum ve Karabağlar Seçim Koordinasyon Merkezimizin açılışına hoş geldiniz diyorum.
 
Öncelikle bu programa yaklaşık bir saat gecikmeyle gelebildim. Bu sebeple özür diliyorum.
 
Uçağımız İzmir Havalimanına inemedi, yoğun sis sebebiyle sonra yakıt tükenmeye başlayınca Dalaman’a indik. Dalaman'da yakıt ikmali yapıp o arada sisin çözülmesiyle beraber buraya İzmir’e gelebildik çok şükür.
 
Tire Belediye Başkanı Adayımız Fatma Hanım, kendisi tabii çok üzüldü. Güzel de bir hazırlık yapmışlardı Tire’de. Biz aslında programa sabah Tire’den başlayacaktık. Fakat vakit geçinkince havaalanında buraya yakın olduğu için artık doğrudan Karabağlardan başlayalım, yukarı kuzeye doğru devam edelim dedik ama en kısa zamanda inşallah Tire’ye de geleceğiz.
 
Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları,
 
Ülkemiz gerçekten sıkıntılı günlerden geçiyor.
 
Sözlerimin hemen başında, geçtiğimiz hafta Irak’ın kuzeyinde kaybettiğimiz şehitlerimizi rahmetli almak istiyorum. Ailelerine sabır diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.
 
Gerçekten 40 yılı aşkın bir zamandır bu terör hadiseleri, bizleri çok yoruyor, üzüyor. Her bir şehit haberimiz içimizi gerçekten parçalıyor. 
 
Ama arkadaşlar biz bu haberlere alışmayacağız. Biz bu sorunu çözmek için sorunun kök sebeplerini inip mutlaka terör sorununu Türkiye’de ortadan kaldırmanın büyük bir çabası gayreti içerisinde olacağız.
 
Ve bunun sadece ve sadece askeri güçle çözülemeyeceğini de biliyoruz. 
 
Tabii ki silahlı bir örgüt varsa silahlı örgütün karşısında silahlı gücünüz olması gerekiyor ama çözüm için çok daha geniş bir çerçevede çalışma gerektiğinde bilmemiz lazım.
 
Ülkeler arası siyasi diyaloğun iyi çalışması lazım. Diplomasinin iyi çalışması lazım. Örgütün yalnızlaştırılması lazım. 
 
Daha da önemlisi bunu işin kök sebeplerinin inmek lazım, kök sebeplerine.
 
Kök sebeplerine inmeden bu sorunun çözülmesi kolay olmayacak. Bunu da gayet iyi farkındayız.
 
Sosyoekonomik tedbirlerin çok önemli olduğunu biliyoruz. 
 
Dünyada hızla gelişen, bizim de bir zamanlar Türkiye olarak itibarlı dönemimizde etkin bir şekilde çalıştırdığımız çatışma çözümünün de çok önemli bir alan açtığını bu konuda biliyoruz, farkındayız. 
 
Onun için mesele, terörse, terör örgütleriyle mücadeleyse kapsamlı bir yaklaşımın mutlaka son derece önemli olduğunu hep söylüyoruz. Bundan sonra da söylemeye devam edeceğiz.
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Dün akşam kabine toplantısından sonra Sayın Erdoğan, Türkiye’nin beklediği müjdeyi verdi. Dedi ki “2024 yılı, emeklilerimizin yılı olacak” dedi. 
 
Gerçekten emeklilerimiz 2024 yılını hiç unutmayacak. 
 
2024 yılının belki de gelmiş geçmiş en zor hayat şartlarının olacağı, emeklilerimizin barınma ihtiyacının, temel gıda ihtiyaçlarının dahi karşılanamadığı bir yıl olacak 2024. Onun için emeklilerimiz hiç unutmayacak merak etmeyin. Bir kenara not ediyorlar olanları.
 
“Benim alanım ekonomi” diyor, “Ben ekonomistim” diyor. Arkadaş, hesap kitap bilmiyor musun sen ya? 
 
TÜİK’in açıkladığı enflasyon kaç arkadaş? %65 değil mi?  Geçen sene TÜİK'in açıkladığı enflasyon %65,
 
Bağımsız araştırmalar %127 diyor. 
 
Ki çarşıya pazara çıkan emeklilerimize sorduğumuz zaman “enflasyonu sen kaç hissediyorsun alışverişe gittiğin zaman peynire, kıymaya, yoğurda, yumurtaya ne kadar zam geldi?” dediğimizde, sorduğumuzda “en az 2 katı” demiyor mu emeklimiz? Çünkü çarşıya pazara giden gerçek enflasyonu biliyor.
 
Şimdi gerçek enflasyon %127. TÜİK bunu makyajlıyor, ufaltıyor %65 açıklıyor. 
 
Peki, müjde diye açıklanan emekli maaş zammı ne kadar? 
 
Memur emeklisiysen %49. %49 mu büyük %65 mi? 
 
Demek ki memur emeklisi enflasyonun altında zam almış mı? Almış. 
 
Gelelim işçi ve BAĞ-KUR emeklisine. “Büyük müjde, gönlümden 5 puan daha koptu” dedi değil mi geçen akşam? “%37 yerine %42 artırıyorum” dedi.
 
Bir dakika, TÜİK’in açıkladığı enflasyon %65 değil miydi? TÜİK bile %65 enflasyon açıklarken, %42 emekli zammını müjde diye verdi. 
 
Bitmedi, bir güzellik daha yaptı. Hele en düşük emekli maaşı alan vatandaşlarımız var ya 7500 TL alırken şimdi 10 bin TL alacak vatandaşlarımız, zam oranı kaça geliyor? %33. 
 
Özellikle en düşük emekli maaşı alan vatandaşlarımız, %65 TÜİK enflasyonu olan dönemde maaşlarının sadece ve sadece %33 arttığını hiç unutmayacak. 
 
Bunun için gerçekten 2024 emeklilerin yılı olacak arkadaşlar.
 
İnanılır gibi değil ya. 
 
Diyor ki bunları açıklarken bir de “güzellik yaptık” diyor. 
 
“200 milyar liralık daha fedakarlıkta bulunduk” diyor. “200 milyar bu işin bize yükü olacak” diyor.
 
Birkaç rakam vereceğim. Emekliye 200 milyara yük diye açıklıyor ya daha dün akşam canlı yayında Sayın Erdoğan, kabine toplantısı sonrasında, “200 milyar yük yüklendik” diyor.
 
Sadece seçimden bu yana kur korumalıya, Merkez Bankasın’dan karşılıksız para basılıp ödenen rakam ne kadar biliyor musunuz? 800 milyar.
 
Sadece bu yıl 2024’te bütçeye koydukları faiz ödemesine kadar biliyor musunuz? 1 trilyon 254 milyar. 
 
Kur Korumalı Mevduat ’ta parası olana Merkez Bankası’ndan karşılıksız parayı bastırıp 800 milyar ödüyor, sadece seçimden bu yana. 2024 bütçesine 1 trilyon 254 milyar sadece faiz için para koyuyor. Emekliye gelince “bak 200 milyar fedakârlık yaptık” diyor.
 
Akıl alır gibi değil ya…
 
Gerçekten ülkemiz şu anda yakın tarihimizin en zor dönemini yaşıyor. 
 
Bu ülkede başta emeklerimiz olmak üzere asgari ücretle geçirmek durumunda olan, özel sektörde veya kamuda Türk lirası maaş alan herkes ama herkes arkadaşlar fiilen fakirleşmiş durumda, fiilen.
 
Yoksulluk şu an çok yaygın ve çok derinleşiyor.
 
Yoksulluğun bir sürü çeşidi öğrendik.
 
Neymiş “gıda yoksulluğu” diye bir şey öğrendik, değil mi?
 
“Çocuk yoksulluğu” diye bir şey öğrendik. “Öğrenci yoksulluğu” diye bir şey öğrendik.
 
OECD açıklama yaptı. Tüm OECD ülkeler arasında araştırma yapmışlar, Türkiye’de de yaptılar.
 
Türkiye’de okula giden, lise yaşındaki çocukların tam %20’si arkadaşlar yani her beş çocuktan biri diyor ki, “haftada en az bir gün ben öğün atlamak zorunda kalıyorum çünkü öğlen yemeği alacak param olmuyor, ailem benim cebime harçlık koyamıyor” diyor.
 
Her 5 öğrenciden birisi, haftada en az bir gün okulda aç derse giriyor. Ülkeye getirdiğiniz durum bu ya.
 
Peki, şatafattan, lüksten, israftan en ufak bir geri adım görüyor musunuz? 
 
Seçimden bu yana ne diyor yeni ekonomi yönetimi? “Halkımızdan fedakârlık bekliyoruz” diyor. Peki siz hangi fedakârlıktan bulundunuz? 
 
Ben soruyorum, hükümet olarak siz hangi tasarruf tedbirini aldınız ya bugüne kadar?
 
Hangi lüksünüzden, şatafatınızdan tasarruf kararı aldınız? Bir tane örnek veren açıklayın. Yok.
 
Gerçekten halktan koptular arkadaşlar. Bu ülkenin gerçeklerinden koptular. 
 
Eskiden Keçiören’de bir apartman dairesinde otururdu. Bu Türkiye’nin zirve yaptığı yıllarda ve komşuları vardı.
 
Komşularla girerken çıkarken konuşuyordu, dertleşiyordu. Emekli komşuları önüne kesip durumunu anlatıyordu. Bir apartman görevlisi vardı. Çarşıya pazara gidip gerçek fiyatları gören.
 
Ne zaman ki Külliye ’ye girdi, ne zaman ki kendisini Külliye ‘ye hapsetti, Türkiye'den de koptu, halktan koptu.
 
Ve o gün bugündür arkadaşlar bilmiyor ve etrafını çevrelen o çıkar kümesi var ya, o çıkar şebekesi şöyle kafasını kaldırıp da ülkenin gerçeklerini görmesine izin de vermiyor.
 
Onun içindir ki; maalesef bu güzel ve büyük ülkemizin hali kötü.
 
Keşke “daha iyi olacak” diyebilsem.
 
Tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir arkadaşınız olarak “keşke yarınlar bugünlerden daha güzel olacak” diyebilsem.
 
”Ya benim eskiden yakın çalışma ekibimde olan arkadaşları baktı iş kötüye gidiyor, Ali Babacan’da zaten mümkün değil, artık benim ne olduğumu nasıl olduğumu bu sistemi artık gördü, yanıma gelmez. Peki ne yapacağım? Bari yakın çalışma ekibinden birkaç kişi alayım da onlar ekonomiyi düzeltsin bari” dedi.
 
Ne oldu? Olmuyor.
 
Çünkü değerli arkadaşlar, 
 
Bunların ilk günden beri yaptığı seçimden bu yana yaptığı;
 
1. Vergileri arttırmak, 
2. Faizleri arttırmak,
3. Döviz kurunu artırmak,
4. Göstermelik birkaç kadro değişimiyle sözüm ona güven vermeye çalışmak.
 
Ama olmuyor. Çünkü hukuk ve adalet olmayınca ekonomi olmaz arkadaşlar.
 
Mümkün değil,
 
Hukukla adalet olmayınca ekonomi olmaz.
 
Sürekli bunu söylüyoruz, sürekli.
 
Sen her gün anayasayı çiğnersen, “Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlara uymuyorum, saygı duymuyorum, mahkemede uymayabilir. Alt mahkemelerde uymayabilir” dersen ki çok hukukçu arkadaşımız var bizim, onlar ne dediğimi daha iyi anlıyorlar. O zaman bu ülkede ekonomi düzelmez.
 
“Önce hukuk, önce adalet, önce insan” dememiz lazım.
 
Ve adalet sadece yargıya gittiğimiz zamanki adalet değil arkadaşlar. Adalet aynı zamanda sosyal adalet, adalet aynı zamanda fırsat eşitliği, 
 
Adalet aynı zamanda çocuklarımızın okurken ki fırsat eşitliği,
 
Gençlerin işe girerken ki fırsat eşitliği,
 
Serbest çalışanların fırsat eşitliği içerisinde alnının teriyle bileğinin gücüyle, geçimini sağlayabileceği bir adalet.
 
İşte bunlar olmayınca ekonomide olmuyor. 
 
Gerçekten üzülüyoruz ama çok da kızıyoruz.
 
Bizim sadece üzülüp oturma gibi bir lüksümüz yok. 
 
Çünkü zamanında devlet yönetmiş, zamanında bu ülkenin en iyi döneminde sorumluluklar almış insanlar olarak bizim çaba göstermemiz gerekiyor. Gayret etmemiz gerekiyor. 
 
Ve bu ülkeyi düştüğü bu durumdan kurtarmak için yoğun bir çalışma ve gayret içinde olmamız gerekiyor. 
 
Bu bizim hem ahlaki sorumluluğumuz hem de bu ülkeye vicdani sorumluluğumuz. 
 
Onun için DEVA Partisi'ni kurduk. İyi ki de kurmuşuz diyorum. 
 
Hele hele şu seçime kadar muhalefetle de aynı masaya oturduk kalktık ya! Pek çok partinin de içini biraz anladık ya…
 
Seçimden sonra muhalefet partilerinin çoğunda yaşananları da gördük ya. “İyi ki DEVA’yı kurmuşuz” diyoruz.
 
Ve eğer bugün Türkiye'de DEVA Partisi kurulmamış olsaydı hemen hemen kollarımızı sıvayıp hep beraber DEVA Partisi'ni bugün sıfırdan kurar ve yola çıkar, devam ederdik. Çünkü ülkemizin büyük ihtiyacı…
 
Yok arkadaşlar yok. Ya bir tane parti çıkarın bana gösterin ya. Türkiye'nin her alanda çözümlerini böyle ansiklopedi haline getiren bir parti daha gösterin. 
 
Sağlığından eğitimine, güvenlikten ekonomiye, adaletten hukuka kadar. Her şey var burada her şey. 
 
İşte yerel seçimler geliyor değil mi? Yerel seçimlerle ilgili belediyecilik, yerel yönetimler şehircilikle ilgili biz eylem planımızı ta iki sene önce yayınladık. Tek tek madde madde bakın. Karınca yazısı gibi ya. İki senedir nokta koyamadılar nokta “Ya siz buraya şunu yanlış yazmışsınız. Bu olmayacak bir iş. Hayal kurmuşsunuz.” Yok. Tek bir eleştiri gelmedi bugüne kadar çok şükür.  Her şeyle hazır her şeyle. 
 
Yetmedi. “Biz hep düzgün yönetiriz iyi yönetiriz, etkin yönetiriz” diyoruz ama aynı zamanda bir başka iddiamız daha var arkadaşlar. Biz temiz yönetiriz, temiz.
 
Bakın, bu DEVA Partisi'nin etik kurallar bildirgesi. Daha önce Türkiye'de hiçbir siyasi parti böyle bir şey yapmamış.
 
Burada ne yazıyor? Tek tek tek tek üç sayfa halinde. Bir, iki, bir de arkası var üç. Bizim adaylarımız bunu imzalıyorlar ve “ben belediye başkanı olduğum zaman belediyeyi bu ahlaki kurallar çerçevesinde yöneteceğim” diyorlar. 
 
Çünkü işi kitabına uydurmak kolay maalesef Türkiye'de. 
 
Bir de kötü bir alışkanlık var. Ne diyorlar? Belediye başkanlarından bazıları için; “Ya çalıyor ama bir şeyler de yapıyor” diyorlar. Biz de diyoruz ki “ya arkadaş hem çalmasın hem de çok şey yapsın” diyoruz. 
 
Ne demek yani? Çalıyor ama bir şeyler de yapıyor. Ve git gide git gide bunu böyle bir alışkanlık olarak kılcal damarlara kadar işliyorlar. 
 
İşte biz sadece düzgün yönetiriz, etkin yönetiriz, iyi yönetiriz demiyoruz. Aynı zamanda da “temiz yönetiriz” diyoruz. 
 
Ve bugüne kadar hiçbir siyasi partinin aklına böyle bir şey gelmemesi arkadaşlar gerçekten düşünmesi gereken bir iş ya. 
 
Niye kimsenin aklına gelmiyor? 
 
Çünkü belediye deyince hemen gözlerde böyle “dolar” işaretleri oluşuyor. Tabii Türk lirası diyeceğim de para çok değer kaybettiği için, Türk lirasının kıymeti kalmadı onun için dolar işaretleri oluşuyor. 
 
Belediye deyince hemen akla dört harfli bir kelime geliyor “Rant”. 
 
Oysa bizim için belediyecilik demek “hizmet” demek. 
 
Belediyecilik demek bu ülkenin kaynaklarını adil bir şekilde fırsat eşitliğine dayanan bir şekilde yine bu ülke için harcamak demek. 
 
Biz bu anlayışla yola çıktık. Bu şekilde de yolumuza devam ediyoruz. 
 
Değerli arkadaşlar,
 
Evet, genel seçimlerde Erdoğan kazandı ama helalinden kazanmadı. 
 
Şimdi size soracağım. Seçimlerden önce döviz kurunu, doları 18 lirada tutup seçimden sonra 30 liraya çıkarmak halkı aldatmak değil mi? 
 
Seçimden önce çiftçimizin mazotunu 20 lirada gösterip seçimden sonra 40 liraya çıkartmak, halkı aldatmak değil mi? 
 
Seçimden önce “ben iş başında olduğum sürece faiz artmaz, indi daha da inecek” diyen, seçime giderken Merkez Bankası'nın faizini %8,5’a düşürüp seçimden sonra %42,5’a çıkarmak halkı aldatmak değil mi ya? Soruyorum size. 
 
Aldattı. Onun için helalinden kazanmadı. 
 
Oysa biz hamdolsun. Her şeyi doğru konuştuk. Hiç kimseyi aldatmadık.
 
Şimdi sizden son kez bir şahitlik istiyorum sözlerimin sonuna gelirken. 
 
Çünkü bu medyanın bir kısmı var ya hükümetin şöyle ya da böyle zoruyla, sopasıyla yayın yapmak zorunda kalan medyada baktığınızda, direkt devlet kanallarına baktığınızda başka bir Türkiye var. 
 
Oraya baktığınızda Türkiye uçuyor, kaçıyor. “Ekonomi şu kadar büyüdü” diyorlar. “Şöyle iyiyiz böyle iyiyiz” diyorlar. 
 
Ama ben şimdi sizden bugünler yaşadığımız bu kriz kayıtlara geçsin diye bir şahitlik istiyorum. 
 
Bugünün Türkiye'sinde, Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduğu Türkiye'de, emeklilerimiz bir kilo peynir almakta zorlanıyor. Şahit misiniz? 
 
(…)
 
Bugünün Türkiye'sinde 2024 yılının Türkiye'sinde, emeklilerimiz torunlarına harçlık vermekte, torunlarına şöyle küçük bir hediye almakta bile zorlanıyorlar. Şahit misiniz? 
 
(…)
 
Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduğu Türkiye'de, 2024’ün Türkiye'sinde, asgari ücretle geçinen vatandaşlarımız evlerinin kirasını ödeyemiyor. Hangi gün evden atılacağım diye korku içerisinde yaşıyor. Şahit misiniz? 
 
(…)
 
Bunları soruyorum. Kayıtlara geçsin diye. Ki bugünler yarınlara örnek olsun diye. 
 
Tarihi doğru tespit edeceğiz ki bu hatalar tekrar etmesin. 
 
Tarihi kayıtlara doğru bir şekilde işleyeceğiz ki bundan sonraki nesiller bugünkü iktidarın yaptığı hataları yapmasın. 
 
Değerli arkadaşlar Karabağlar'dayız. 
 
Karabağlar bizim İzmir'de kurulduğu ilk günden bu yana çok yoğun bir şekilde çalışan çok gayretli teşkilatlarımızdan birisi. 
 
Ve Karabağlar'da DEVA Partisi kurulundan bu yana arkadaşlarımızın gösterdiği bu yoğun gayret için verdikleri bu emek için ben Abdullah Bey'in şahsında tüm Karabağlar Teşkilatı'mıza özellikle bir teşekkür etmek istiyorum. Ve Karabağlar Teşkilatımız İzmir İl Başkanlığımızla beraber Karabağlar'a yakışan bir şey yaptı. “İlçe Başkanımızı Belediye Başkanı olarak görmek istiyoruz” dedi. Biz de Ankara'da “hayırlı olsun” dedik. 
 
İnşallah göreceksiniz kazandığımız her ilde her ilçede, DEVA Belediyeciliğinin nasıl bir şey olduğunu, bu ülkenin doğru dürüst ehil ellerde nasıl iyi yönetebileceğinin tüm Türkiye satında örneklerini göstereceğiz. 
 
Ve genel seçimlere doğru giderken vatandaşımıza diyeceğiz ki, ya tamam bizim partimizin genel başkanı 13 hükümette olmuş, iyi şeyler yapmış ama bu parti sadece genel başkan ya da kurucular değil aynı zamanda çok geniş bir örgüte sahip ve bu geniş teşkilat yapısından da nerede hangi isim belediye başkanı olsa oralarda işler değişiyor. İnsanların yüzü gülmeye başlıyor. 
 
İşte bunu göstereceğiz inşallah hep beraber ve böylece teşkilatımızın çalışmalarının bugüne kadar verdiği emeğin ülke yönetimine yansımalarını böyle belediyelerimizde tek tek tek tek tek göreceğiz.
 
Ve genel seçimlere doğru giderken böyle elimiz daha dolu eskilerin tabiriyle heybemiz daha da dolu şekilde inşallah genel seçimlere doğru gideceğiz. 
 
Ben şimdiden hayırlı olsun diyorum. 
 
İzmir'deki bütün belediye başkan adaylarımıza şimdiden hayırlı olsun diyorum. 
 
İnşallah İzmir'e bu birinci gelişimiz oldu aday adayların açıklanmasından sonra kısmet olursa yine geleceğiz.
 
Daha Büyükşehir adayımızı açıklayacağız değil mi? Onun için ya burada geliriz ya belki lansımanda açıklarız Büyükşehir adayımızı. 
 
Dolayısıyla tekrar inşallah sizlerle beraber oluruz. 
 
Tire'ye sözümüz var. İnşallah Tire başta olmak üzere bugün gidemeyeceğimiz diğer ilçelerimize de başkanlarımızla adaylarımızla beraber olacak programları inşallah yaparız. 
 
Ben yetişebildiğim kadar tabii 922 ilçe var Türkiye'de., 389 belde var, yetişebildiğim kadar ben yetişemedim noktada milletvekillerimiz, genel başkanlarımız sağ olsunlar, bütün Türkiye'yi 31 Mart’a kadar metre metre gezeceğiz, halkımızla buluşacağız. 
 
Ve inşallah ülkemize layık yönetim anlayışını sadece merkezde değil, yerelde de göstereceğiz. 
 
Bu vesileyle tekrar seçim koordinasyon merkezlerinizin hayırlı olmasını diliyorum.
 
Buradan tüm Karabağlı'lara güzel bir seçim çalışması diliyorum. Ama tabii arkadaşlar bu seçim koordinasyon merkezinin adı üstünde. Bu sadece koordinasyon için toplanma yeri. Ama asıl çalışma sahada olması gerekiyor. 
 
Kapı kapı dolaşmamız gerekiyor. 
 
Çalmadık kapı bırakmamamız gerekiyor. 
 
Ama bunu inşallah Karabağlar Teşkilatımız yapacaktır. Bugüne kadar ki performansına baktığımızda hani “yaptıklarımızı yapacaklarımızın teminatı” derler ya. Onun için bundan sonra da inşallah yapacaklardır eminim. 
 
Ve önce gönülleri kazanacağız, sonra da inşallah seçimi kazanacağız. 
 
Tekrar “hayırlı olsun” diyorum ve besmeleyle kurdeleyi kesiyorum. 
 
12 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Diyarbakır Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Diyarbakır Basın Toplantısı Konuşması
 
 
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
 
Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilatımızın çok değerli mensupları,
 
Değerli belediye başkan adaylarımız, 
 
Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin kıymetli temsilcileri, değerli muhtarlarımız, sevgili basın mensupları,
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, bu kadim şehirden, Diyarbakır’dan selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
 
Kıymetli arkadaşlarım,
 
Sizleri Diyarbakır Büyükşehir belediye başkan adayımız ve ilçe belediye başkan adaylarımızla buluşturmak için buradayız.
 
Yöneteceğimiz belediyelerde israfı yok edeceğimizden;
 
Çiftçilerimize, hayvancılarımıza nasıl destek olacağımızdan;
 
Etkin değil, aynı zamanda temiz yönetme iddiamızdan;
 
Kentsel yenilenme vizyonumuzdan;
 
Gençlere, kadınlara dair plan projelerimizden bahsetmek için buradayım.
 
Fakat değerli arkadaşlar, 
 
Burası, Diyarbakır, diğer bir çok şehrimiz ve ilçemiz gibi, seçmen iradesinin gasp edildiği bir şehir.
 
Burası, seçimle kazananların yerine başkalarının atandığı bir şehir.
 
Burası, iktidarın kayyum politikalarıyla sandığın yok saydığı bir şehir.
 
Beştepe’dekilere göre Diyarbakırlının oyu önemsiz.
 
Beştepe’dekilere göre Diyarbakırlının oyu değersiz.
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Demokrasilerde böyle bir şey olmaz. 
 
Sayın Erdoğan, belediye başkanlığı ile çıktığı yolda, o günkü vesayet düzenine karşı mücadele ederek, halkın oylarıyla kazandı. 
 
Ama şimdi, iş döndü dolaştı, kendisi bir vesayet düzeni oluşturdu. İşte bizim buna itirazımız var.
 
Ben öyle Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de başka konuşup Diyarbakır’a geldiğimde lafı değiştirenlerden değilim.
 
Bir kez de Diyarbakır’dan, yüksek sesle söylüyorum:
 
İktidarın uyguladığı kayyum politikası, halkın iradesini yok saymaktır.
 
Bu kayyum politikası, halkı cezalandırmaktır.
 
Kayyum politikası, demokrasimizin orta yerine açılmış koca bir çukurdur.
 
Kayyum politikası, demokratik siyaset yapmayı anlamsızlaştıran, seçme seçilme hakkını askıya alan bir uygulamadır.
 
Biz, partimizi ilk kurduğumuzda, bunları bütün detaylarıyla açıkça parti programımıza yazdık, tüm Türkiye’ye duyurduk.  Bunu bugün söylemiyoruz. Taa 4 sene önce yazılı olarak ilan ettik.
 
Aynı yerde duruyoruz. 
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Ben bunları dile getirmek zorundayım. 
 
Çünkü, bunları açıkça ortaya koymadan, yerel seçimlerden bahsetmenin bir anlamı yok.
 
Seçimi, sandığı konuşmanın bir anlamı yok. 
 
Hep söyledim, söylüyorum:
 
Bu ülkenin sorunlarının çözümü meşru, demokratik siyasetten geçer. 
 
Herkes iddiasını, çözümlerini projelerini ortaya koyar;
 
Halk kimi seçerse, belediyeyi de yerel yönetimleri de kanunlar kurallar çerçevesinde o yönetir. 
 
O kadar. 
 
Bunun dışındaki her uygulama, demokratik açıdan da meşru değildir;
 
Vicdani açıdan da meşru değildir. 
 
*****
 
Değerli kardeşlerim,
 
Dün Kilis’teydik; önceki gün Gaziantep’teydik. 
 
Bu hafta Adana’ya da gittik, Niğde’ye de gittik, Tarsus’a da gittik. 
 
Gittiğimiz her yerde, halkımız etrafımızı çeviriyor, feryat ediyor.
 
Ülkenin her coğrafyasında; doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde;
 
Her kesim insanda, şu anda bir numaralı sıkıntı, bir numaralı sorun, değerli arkadaşlar geçim sıkıntısı. 
 
İktidar herkesi yoksullaştırdı.
 
“Rahat geçinebiliyorum, benim bir sorunum yok” diyen insan neredeyse kalmadı. 
 
Asgari ücretlisi de geçinemiyor, emeklisi de geçinemiyor.
 
Memuru da geçinemiyor, esnafı da.
 
Çiftçisi de geçinemiyor, işçisi de.
 
Öğrencisi de geçinemiyor, işletmecisi de.
 
İnsanlar, değerli arkadaşlar, yoksullukta eşitlendi. 
 
Bu yönüyle baktığımızda en ‘eşitlikçi’ iktidarla karşı karşıyayız. 
 
Dokunmadığı tek bir insan yok. “Herkese dokunacağız” diyor ya, gerçekten herkese dokundular ama “yoksullukla” dokundular. 
 
Bize gelen tek bir kişi yok ki, “ben bu iktidarın ekonomi politikasından memnunum, bana dokunmadı” diyen, tek bir kişi… 
 
Tek bir kişi yok ki, benim standardım düşmedi, eskisi gibi yaşayabiliyorum desin.
 
Yok.
 
Ha etraflarındaki o bir avuç çıkar grubu var ya!  
 
Hani Cumhurbaşkanı'nın böyle cepten cebe konuştuğu bir avuç çıkar ve elinde para olan grup var ya, onlar halinden memnun olabilir ama bakıyoruz memlekette değerli arkadaşlar vergi rekortmenleri listesine ilk 100 kişiden 76'sı “aman ha benim adımı açıklamayın” diyor. Ülke bu hale geldi ya. 
 
Şimdi bunu artık neye yorarsınız bilmem. Bu gelir uçurumu çok arttı, fakirle zengin arasındaki fark çok büyüdü. Çekindiklerinden, şöyle çok da afişe edilmek istemediklerinden mi isimlerinin yayınlanmasını istemiyorlar? 
 
Yok, acaba şimdi isim afişe edilirse birileri gelir çöker diye mi korkuyorlar, yoksa bir yerlerden, bir şeylerden utandıkları için mi isimlerini gizlemek istiyorlar? Artık onu kendileri bilir. 
 
Ama ilk defa Türkiye'de böyle bir durumla karşı karşıyayız arkadaşlar. 
 
Ve o iktidarın etrafındaki çıkar kümesi var ya, o ilk 100 vergi ödenen arasında herkes öyledir demek istemiyorum, orada da bir yanlış anlamı olmasın ama o iktidarın etrafında kümelenenler, inanın şu anda 85 milyon onlara çalışıyor. 
 
Artmış haliyle 2024 asgari ücreti, 17 bin lira.
 
Türk-İş’in açıkladığı, dört kişilik bir aile için açlık sınırı, yani asgari gıda harcaması ne kadar? Sadece gıda harcaması Aralık’ta 14 bin 400 lira. Ocak’ta daha da artacak.  
 
Ama asgari ücret yeni haliyle 17 bin lira insanların eline ne zaman geçecek? Ocak ayının sonunda geçecek. 
 
Yani gıda harcamalarından sonra asgari ücretlinin elinde yaklaşık 2.000 TL kalacak.
 
O da ocak ayında. Ocaktan sonraki her ay o rakam daha da eriyecek.
 
Eee?
 
Kış geldi, bu nasıl ısınacak bu insanlar?
 
Hangi parayla işe gidip gelecekler, dolmuş, otobüs parası ödeyebilecekler? 
 
Hangi parayla komşu ziyareti yapacaklar, hangi parayla eve misafir çağıracaklar?
 
Hadi hepsini geçtim:
 
Ellerinde kalan 2.000 lirayla nasıl kira ödeyecekler, nasıl yaşayacaklar?
 
Emeklilere, yaşlılık aylığıyla geçinmek zorunda olanlara daha gelmedim bakın.
 
KYK burslarıyla, kredileriyle geçinen öğrencilere daha gelmedim.
 
Şanslı olan, iyi kötü çalışıp her ay eline asgari ücret geçenlerden bahsediyorum.
 
Onlar bile geçinemezken, emeklilerimiz nasıl geçinecek, gençlerimiz nasıl üniversite okuyacak, yaşlılarımız nerede, nasıl kira ödeyecek?
 
Gerçekten memleketin her bir yanında perişanlık diz boyu. 
 
Ve inanın kuzey güney fark etmiyor, doğu batı fark etmiyor. 
 
Ülkenin neresine giderseniz gidin, şöyle merkezlerin birkaç adım dışına çıktığınızda ülkenin gerçek ekonomik fotoğrafını görüyorsunuz. Ve her sokağa çıktığımızda biz bu tabloyu çok açık görüyoruz arkadaşlar. 
 
Bu ülkenin başına bir “Kur Korumalı Mevduat” diye bir ekonomik felaket açtılar. 
 
“Asrın felaketi” diyorlar ya 6 Şubat depremlerine, şu anda Türkiye'de asrın ekonomik felaket de bu Kur Korumalı Mevduat. 
 
Bakın yeni hükûmet seçimden sonra iş başına geldiğinden bu yana, yani son 6 ayda, 2023'ün sadece son 6 ayında, Kur Korumalı Mevduat için Merkez Bankası'nın ödediği rakam 800 milyar lira. 800 milyar lira. 
 
Bu yılki bütçede faiz için ödeyeceklerini açıkladıkları rakam 1 trilyon 250 milyar. 
 
Peki, Türkiye'deki bütün tarımsal destek, bütün çiftçilerimize, milyonlarca çiftçiye verilen destek ne kadar biliyor musunuz? Sadece 91 milyar arkadaşlar. 
 
Bakın diyorum ya “bir avuç insan” diye. 
 
Elinde parası olan faize yatıran. Elinde parası olan Kur Korumalı Mevduata yatıran insanlara sadece son 6 ayda 800 milyar ödemişler. Kur farkı. 
 
Bu yıl faize ödeyeceğiz diye ilan ettikleri rakam 1 trilyon 250 milyar. Bu yıl kur korumalıya daha ne kadar ödeyecekleri onu ilan etmediler. Onu daha bilmiyoruz. Ama çiftçiye verilen desteğin tamamı 91 milyar. Geldiğimiz nokta bu arkadaşlar. 
 
Gerçekten iktidarda olanlar memleketin ne hale geldiğini, ülkeyi ne hale getirdiklerini bilmiyorlar. 
 
Eskiden Keçiören’de bir apartman dairesi otururken o Türkiye'nin zirve yaptığı yıllarda bütün dünyada başımız dik dolaştığımız, itibarlı olduğumuz yıllarda Keçiören’de bir apartman dairesinde oturuyordu. 
 
Komşuları vardı ya. Şöyle girerken çıkarken karşılayacağı, hâl hatır soracağı. Apartmandan çıktığında emeklilerle karşılaşırdı. Ama ne zamanki kendisini külleye hapsetti ne zamanki vatandaşlarla insanlarla olan bağını koparttı, o gün bugündür Türkiye belini doğrultamıyor arkadaşlar. 
 
*****
 
Ve şu da üzücü bakın,
 
Şu anda iktidarda kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanlar,
 
Gençlere “aman ha evlenin” diyenler, hep iktidarda değil mi?
 
Evli çiftlere “üç çocuk” diyen, aile kurumunu sözüm ona önemseyen bir iktidar var, değil mi?
 
“Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi” diyen bir Cumhurbaşkanının yönettiği bu ülke, ama ülkenin geldiği noktada bırakın ev-araba almayı, asgari ücretlinin açlığa mahkûm olduğu bir ülke haline geldi burası.
 
Mutlak yoksulluk geri geldi ülkeye, mutlak yoksulluk!
 
Bir dönem biz bunu sıfırlamıştık. Türkiye'de dünya standartlarına göre “mutlak yoksul” diye tanımlanacak kesim Türkiye'de sıfırlanmış idi. 
 
Ama şimdi tekrar başladı. Tekrar yaygın ve derin bir yoksulluk var artık bu ülkede. 
 
Gençler aç. Biz “iktidar toplumu açlığa mahkûm etti” derken, değerli arkadaşlar hamaset yapmıyoruz. Gerçeklerden bahsediyoruz.
 
Araştırma sonuçları ortada.
 
OECD'nin yaptığı Türkiye'nin de tam üye olduğu OECD'nin yaptığı bir araştırmanın sonucunu söyleyeceğim size. Ve yeni bir araştırma bu. 
 
Türkiye'de her 100 öğrenciden yaklaşık 20’si, haftada en az 1 gün parası olmadığı için yemek yiyemiyor, öğün atlamak zorunda kalıyor. 
 
Her 100 öğrencimizden 20’si, haftada en az 1 gün, 3 gün olan var 5 gün olan var, bakın.
 
Körpecik çocuklar, öğrenciler yeteri kadar parası olmadığı için öğün atlıyor, yemek yiyemiyor bu ülkede. Okulda aç olarak derslere giriyorlar. 
 
Çocuklarını aç bırakan bir ülke oldu Türkiye.
 
Anne babaları gizli gizli ağlatan bir iktidar var bu ülkede.
 
*****
 
Gerçekten arkadaşlar, 
 
Ben, buradan hep birlikte tarihe bir not düşmek istiyorum, 
 
Sizden bir şahitlik istiyorum.
 
Çünkü bunlar, ellerindeki propaganda makinasıyla, bambaşka bir Türkiye’yi kayıtlara geçirmek istiyorlar. 
 
Eğer onların kanallarını izlerseniz Türkiye bambaşka bir ülke,
 
İşte bu sebeple, bugün burada tarihe bir kayıt düşelim diyorum. 
 
Değerli arkadaşlarım, 
 
2024 yılı Türkiye’sinde, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu Türkiye’de;
 
İnsanların bir kilo peynir almakta zorlandığı bir dönem yaşıyoruz, 
 
Şahit misiniz?
 
Değerli kardeşlerim,
 
2024 Türkiye’sinde, iktidarın aya gideceğim diye övündüğü Türkiye'de;
 
Ev araba almak hayal oldu, insanlar kiralarını ödemekte zorlanıyor, ayın sonunu getiremiyor.
 
Şahit misiniz?
 
2024 Türkiye’sinde, “Büyüdük, zenginleştik, uçtuk, kaçtık” diye kendi televizyon kanallarında sürekli propaganda yapılan bu ülkede; 
 
Emekliler ucuz ekmek kuyruğunda nöbet tutuyor. Akşam gidip bayat ekmek alıp evine götürüyor,
 
Şahit misiniz?
 
Evet, böylece Türkiye'nin gerçek durumunu tespitini yaptık. Hep beraber kayıtlara geçirdik. 
 
Günün birinde bugünün kayıtları açıp bakıldığında iktidarın anlattığı hayaller, iktidarın anlattığı uydurma tablo değil, Türkiye'nin gerçek tablosu kayda geçsin diye sizlerden bu şahitliği istedim.
 
Ama arkadaşlar, asla bu ülkeden umudumuzu yitirmeyeceğiz. 
 
Bu büyük ve güzel ülkemiz için hep beraber her türlü çaba göstermeye devam edeceğiz. 
 
İnşallah, bu günleri hep birlikte dayanışma içinde, siyaset üreterek, çalışarak ama çok çalışarak atlatacağız.
 
İnşallah, çocuklarımıza zengin ve özgür bir Türkiye bırakacağız.
 
Bu ülke zaten büyük ve güzel bir ülke. Ama bu ülkenin aynı zamanda özgür ve zengin bir ülke olması gerekiyor. Bu da ancak çalışmayla mümkün. Çabayla mümkün. 
 
Ve ancak ve ancak meşru, demokratik siyaset yoluyla ve bu yolda mücadeleyle mümkün.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Biz, Diyarbakır’da kuzuyu hatırlayan, Ankara’da kurdun yanı başında hizaya girenlerden olmadık.
 
Ülkemizin DEVA’sının her zaman birlikte, beraberlikte, barışta, demokraside olduğunu söyledik; söylemeye de devam edeceğiz.
 
Demokrasinin YERELDEN başlayacağını söyledik, söylemeye devam edeceğiz. 
 
Sayın Erdoğan Diyarbakır’a geldiğinde, şehirde Kürtçe afişler asılıyor değil mi? Görüyorsunuz sağda, solda.
 
Ankara’ya gidinceee işler hemen değişiyor. 
 
Ankara'ya ayağa bastığı anda ortaklarını hatırlıyor, başka bir zihin dünyasında gömülüyor. Ve anında burayı unutuyor. 
 
İşte daha geçtiğimiz ay, meclis genel kurulunda bütçe görüşmelerinde yine bir Kürtçe krizi daha yaşandık. Takip etmişsinizdir. 
 
Neymiş, Meclis kürsüsünde bir milletvekili Kürtçe konuşmuş
 
Ne büyük ayıp değil mi? Ne büyük suç?
 
Biliyorsunuz, ülkemizde en çok konuşulan ikinci dil, Meclis çatısı altında ısrarla ama ısrarla yok sayılıyor. Bugünün Türkiye’sinde ya!
 
Meclis tutanaklarını bir açıp baksanız ki internette hepsi var. Merak edenler girsin şöyle baksın o günlerde o konuşmalarda tutanaklara ne geçiyor? Yani kürsüden bir iki kelime bir iki cümle Kürtçe konuşuyor ya milletvekilleri. Ama meclis kayıtlarına tutanaklara nasıl geçiyor?
 
Bazen X yazıyorlar. Bazen “Bilinmeyen dil” yazıyorlar.
 
Yahu siz Fransızcayı, İngilizceyi konuşulduğunu da biliyorsunuz da bu ülkede en çok konuşulan ikinci dili mi konuşulduğunu da anlamıyorsunuz da “bilinmeyen dil” diye yazıyorsunuz. 
 
Şimdi en son tutanaklara baktık. “Bakalım” dedik sefer ne yapacaklar? 
 
Üç nokta koymuşlar, altına da “Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi” demişler. “Türkçe olmayan kelimeler”
 
Ya şunun adını bir koyun ya.
Değerli arkadaşlar,
 
Bu ülkede eğer Kürt sorunu varsa bu sorunun tabii ki pek çok bileşeni var ama en önemli bileşeni bu “dil” meselesidir. Ana dil meselesidir. 
 
Siz bunun adını koymazsanız bu ülkede bu sorunu çözemezsiniz, bu ülkede eşit vatandaşlıktan bahsedemezsiniz;
 
Bu ülkede temel haklardan bahsedemezsiniz.
 
Ne oldu Meclisteki kürsü özgürlüğüne?  
 
Ne oldu Meclis Kürsüsündeki de ifade özgürlüğüne? 
 
Ki çok temel bir konudur ya. Meclis çatısı altında her bir vekil kendini seçenleri temsil eder. Oradaki her bir vekil adı üstüne milletvekilidir. Milletin vekilidir. Orada kendi şahsı için olmaz. Orada temsil ettiği bazen on binler bazen yüz binler için oradadır. O kürsüde aslında millet konuşmaktadır. Onun için kürsü dokunulmaz dediği bir kavram vardır. Onun için meclis kürsüsü çok önemli. 
 
Ya aynısını Süryanice için de yaptılar. Mardin vekilinin Süryanice bayram kutlamasına tahammül olmadı. 
 
Yine tutanaklara üç nokta, “Türkçe olmayan dil” yazdılar.
 
Arkadaşlar biz, insanların dilleriyle, kültürleriyle kavga eden bir Türkiye istemiyoruz.
 
Biz, milletvekillerinin meclisten çıkartılıp polis aracına bindirildiği bir Türkiye istemiyoruz.
 
Biz, insanların kimliklerinin ezilip geçildiği bir Türkiye istemiyoruz.
 
Çağdışı kavgaları istemiyoruz.
 
Bıkmadınız mı bu kavgalardan?
 
Bu kavgalar yüzünden bu ülke, bu millet neler çekti ya? Gencecik evlatlarımız bu kavgalara kurban gitmedi mi Allah aşkına ya? 
 
Bakın daha geçenlerde bir platformda yayınlanan diziden bir sahne gündem oldu.
 
Sahne şöyle: Bir kadın, Kürt bir kadın bir mahkeme salonunda. 
 
İfade veriyor. Fakat ifadesini Kürtçe verdiği için, hakimler kadının ifadesini tutanağa şöyle geçiriyorlar:
 
“Bilinmeyen bir dilde konuşmakta ısrar ettiği için...”
 
İzleyenler vardır belki; çok paylaşıldı, çok konuşuldu bu sahne ama Diyarbakır için bu sahne öyle bir dizi film sahnesi değil. Diyarbakır için bunlar yaşanan gerçekler. Siz hayatlarınızda bunları burada yaşadınız, akrabalarınızda, eşinizde, dostunuzda bunları gördünüz. 
 
Ve nelerden sonra?  Mahkemelerde anadilde savunma hakkı nihayet 2013’te tanıdık da, böyle ayrımcı zihniyetlerin mahkemelerdeki ceberrutluğundan kurtulmuş olduk.
 
Ama ne zaman? Dikkat edin 2013. Ne zaman? Ülkede ekonominin zirve yaptığı yıl. Ne zaman? Faizlerin yüzde 4.6'ya düştüğü yıl. 
 
Ne zaman? Türkiye'nin uluslararası itibarının dünyada en güçlü olduğu yıl. 
 
Dolayısıyla neymiş arkadaşlar? Türkiye ne zaman kendine güvense ne zaman ülkenin özgüveni yerinde olsa bu sorunlar sorun olmaktan çıkıyor. 
 
Ne zaman ki Türkiye zayıflıyor ne zaman ki ülkede iktidardakiler kendilerinden korkmaya başlıyorlar, o zaman bu ayrımcı politikalar başlıyor. 
 
Hizmet üretemeyince, icraat üretemeyince, ortaya doğru düzgün bir başarı koyamayınca bunlar siyaseti başlıyorlar ayrımcılık üzerinden yapmaya. 
 
Başlıyorlar siyaseti kutuplaştırma üzerinden yapmaya. 
 
Başlıyorlar kimlik siyaseti yapmaya. 
 
Çok çalışacağız arkadaşlar çok. Gerçekten bu güzel ve büyük ülkenin çok hizmete ihtiyacı var. Ve o güçlü ve büyük Türkiye'yi yeniden yakalayacağız. Yeniden o özgüvenle bu meselenin üzerinden aşıp geçeceğiz inşallah. 
 
Gerçekten arkadaşlar, şöyle bir 2002 yılı öncesini hatırlayın; Kürt sorunu deyince bu Kürtçe yasaklar, ülkenin çok önemli bir problemiydi. Daha da büyük sorundu. 
 
Benim de ekonominin başında olduğum yıllarda ve dışişleri bakanı olduğum, Avrupa Birliği Bakanlığı yaptığım dönemde yani Türkiye'nin zirve yıllarında dil üzerindeki baskılarda kademe kademe hafifledi;
 
TRT Şeş yayınına başladı değil mi?  
 
Arkasından adı, döndü dolaştı TRT Kurdî oldu. Ne kadar da normalleşti iş. Şimdi Türkiye'nin neresine giderseniz gidin. TRT'nin bir Kürtçe televizyon kanalı olduğuyla alakalı vatandaşlarımızın hiçbirisinde en ufak bir tepki farklı bir görüş duymuyorsunuz.
 
Çünkü arkadaşlar bu toplum birlik ve beraberlik toplumu. Bu toplumun mayasında kardeşlik var, birlik var, beraberlik var. Ne kadar bu ayrımcılık varsa bunların hepsi inanın suni, yapay. 
 
Sadece ve sadece birileri siyasette 3-5 tane oy daha fazla alsın diye üretilmiş ayrımcılık bunlar dikkat edin.
 
Ve üniversitelerde lisan süslü düzeyde Kürtçe program açıldı, şehirlerde tabelalar görmeye başladık. Daha önce de 2013'teki gelişmeden bahsettim. Ana dilde savunma hakkı tanındı. 
 
Şimdi şu geldiğimiz yere bakın:
 
Bugünkü iktidar döndü dolaştı, 90’lı yıllara götürüyor ülkeyi. Sadece ekonomik açıdan değil sadece yüksek enflasyon sadece geçim sıkıntısı hayat pahalılığı açısından değil. Ama her alanda her alanda memleketi 2002 öncesine park etmeye çalışıyorlar. 
 
Tuttular en sonunda, Diyarbakır’ın meşhur bir işkencecisinin adını da İzmir’de bir ilkokula verdiler.
 
Ne biçim iş bu?  
 
Ama ne demişler? Kılavuzunu doğru seçeceksin değil mi? Ortaklarını doğru seçeceksin. Yanlış ortaklar yanlış kılavuzlar, seni yanlış yollara sokar. Gerçekten inanılır gibi değil.
 
Arkadaşlar, bu arada şunu da açıkça ifade etmek istiyorum:
 
Sanmayın ki tehlikenin kaynağı sadece bu Erdoğan'ın sağındaki, solundaki o Türkiye'nin karanlık günlerinin temsilcisi olan isimler. Tehlike sadece orada değil bakın. 
 
Bir de bunlardan yüz bulan, bunların “hata” dediklerini dahi savunan, zehirli bir güruh var bu ülkede.
 
Bu güruh pek çok muhalefet partisine de nüfuz etmiş durumda. 
 
Irkçılıkla, öfkeyle, düşmanlıkla beslenen;
 
Kürtçe duyunca kaşları çatılan;
 
Siyaseti düşman üretmekten ibaret gören, popülist bir güruhtan bahsediyoruz size.
 
Ve bunlar farklı farklı siyasi partilerin içinde de var. 
 
Hatta bazı muhalefetteki siyasi partilerde bakıyorum öyle bir hale geldiler ki; ya ellerine bir imkân geçse şu andaki iktidardan daha ceberut olur bunlar inanın. Bunu da görüyoruz ve kaygıyla izliyoruz.
 
Bu iktidarın yönetim stili, otoriterleşme aynı bir virüs gibi siyasete bulaşıyor arkadaşlar. 
 
İnsanlar düşünüyor ki; “demek ki ülke böyle yönetilebiliyormuş, demokrasi, hukuk o kadar da önemli değilmiş. Ben de iktidar sopasını bir ele geçirsem ben de şu andaki iktidarın yaptığını yaparım ama ne yaparım? Üste çıkıp bu sefer alttakileri benzemeye başlarım.”
 
Onun için çok dikkat etmemiz gerekiyor çok. Bu otoriterlik virüsü, bu antidemokratiklik virüsü, bu popülizm virüsü, bu ırkçılık ayrımcılık virüsü siyasete yayılıyor arkadaşlar. 
 
Ve bu virüsten hep beraber korunmamız gerekiyor. 
 
Çok şükür DEVA Partisi bunların hepsine aşılı. Biz ilk baştan bu konularda ayrımcılıkmış, ırkçılıkmış, kutuplaştırmamış bunların hepsinden zaten aşılı bir şekilde doğan bir siyasi partiyiz. 
 
Onun için diğer muhalefet partileri içindeki bu zehirli ideolojiyi de biz reddediyoruz. 
 
İster iktidarda olsun ister muhalefette; otoriter zihniyetin her türünü reddediyoruz. Ve bu şekilde inşallah yolumuza devam edeceğiz.
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
İktidar ve diğer ortakları tarafından büyütülen, muhalefeti de içine katan bu ayrımcı ideoloji, hayata öyle bir sirayet ettirilmeye çalışılıyor ki;
 
Topluma öyle bir yayılmaya çalışılıyor ki;
 
Bu ayrımcılık, bulduğu en ufak bir yarıktan, öyle bir sızıyor ki hayatın içine;
 
Artık kimsenin, bunun karşısında sessiz kalma, kayıtsız kalma gibi bir lüksü yok.
 
Öyle ki, birlik beraberlikle anılması gereken, dostlukla anılması gereken sporda bile yeşil sahalar bile; şiddetten, düşmanlıktan nasibini alıyor bu ülkede.
 
Türkiye’deki futbol maçlarında bazen neler yaşandığını inanın çok üzülerek ve aynı zamanda kaygıyla izliyoruz.  
 
Spor demek dostluk demek, spor demek kardeşlik demek. Spor demek şöyle uluslararası spor müsabakalarına bakın, bazen böyle iyice hasım düşman ülkelerin takımları maç yapar, izleyiciler gelir o sahaya o maçı beraber izler ve o beraber maç yapmış olmaktan bir olumlu dalga yayılır o ülkelere değil mi? 
 
Sporun en önemli amaçlarından birisi de budur 
 
Ama ırkçılığın taraftar grupları arasında nasıl büyütüldüğünü, yeşil sahalarının buna nasıl alet edildiğini de hep beraber izliyoruz. 
 
Amedspor’a yöneltilen öfkeyi, fiziki şiddete varan ırkçı muameleyi görüyoruz.
 
Ve reddediyoruz!
 
90 yılların simgelerini, sloganlarını, katillerini pankart yapıp, maçlarda insanlara gösteriyorlar.   Böyle bir şey olur mu? Hiç utanmıyorlardı ya!
 
O gencecik çocukları, o körpe zihinleri, maç izlemeye gelen lise öğrencilerini, üniversite öğrencilerini. Daha o yaşlarda ayrımcılıkla zehirliyor bunlar ya. 
 
Bakın arkadaşlar, bunları yapanlar var ya, bu ayrımcılığı, bu ırkçılığı yapanlar var ya, bunlar bu ülkenin en önemli beka tehlikesidir arkadaşlar. En önemli. 
 
Bu ülkenin yarınları, ayrımcılıkla, kutuplaştırmaya kazanılmaz.
 
Bu coğrafya, bu topraklar tam bin yıldır kardeşliğin coğrafyasıdır. 
 
Hiç kimse bu kardeşlik tohumunu, bu kardeşliğin mayasıyla yoğrulmuş bir toplumu birbirine düşürmeye kalkmasın. 
 
Bu ülkenin yarınlarını birlikte kazanmak zorundayız arkadaşlar.
 
Nasıl bin yıldır yaptıysak hep beraber bundan sonra da bu ülkenin yarınlarını beraberce kazanmaya devam edeceğiz. Ve adaletle, eşit vatandaşlıkla inşallah kazanacağız. Bunu gerçekleştireceğiz.
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Diyarbakırlılar 31 Mart günü oy pusulasını ellerine aldıklarında hem büyükşehirde hem de ilçelerde DEVA Partisi’ni görecekler ve gönül rahatıyla damgayı damlanın altına inşallah basacaklar.
 
Ve inşallah Diyarbakır Büyükşehir’e de bütün ilçelerimize de DEVA olacak adaylarımızı işlerinin başında göreceğiz.
 
Bakın arkadaşlar, şu anda bu kayyum uygulamasına maruz kalan belediyelerimiz için çalışmak, bizim sadece Diyarbakır’a olan borcumuz değildir; 
 
Bizim demokrasiye olan borcumuzdur.
 
Adalet’e olan borcumuzdur. 
 
Diyarbakır için biz dersimize çalışıyoruz. 
 
İlçe ilçe, mahalle mahalle sorunları şu anda tespit ediyoruz. 
 
Tüm DEVA kadroları, aday oldukları her yerde gerekli hazırlıkları yaptılar, yapıyorlar.
 
Milyonlarca dönüm araziye sahip Diyarbakır’ın, tarım ve hayvancılığa dair bir türlü iyileşmeyen, iyileştirilmeyen sorunları var.
 
Dolar kurunun artmasıyla beraber, tarım ve hayvancılıkta maliyetler almış başını gitmiş. 
 
Gıda enflasyonu arttı diye faize arttırıyorlar. 
 
Ya gelin şurada Diyarbakır'da Bismil'de çiftçilik yapan, Ali İhsan Bey burada olduğu için Bismil'e örnek veriyorum. Bismil'de çiftçilik yapan sekiz on tane çiftçiyi alın bir karşınıza oturtun ve size sorunları inanın 10 dakikada özetlerler yani. Çözümleri de söylerler. 
 
Bu ülkede enflasyonu düşürmenin yolu çiftçiye verilen destekle çiftçimizin maliyetini aşağıya doğru çekmektir. Enflasyonu düşürmenin yolu budur. 
 
Siz kur korumalıya 800 milyar karşılıksız para basıp dağıtırsanız, çiftçiye de sadece 90 milyar bir yıl boyunca destek verirseniz bu ülkede gıda enflasyonu falan düşmez. Düşmeyecek de. 
 
Ama bütün bu sorunların gerçekten şöyle bir özüne baktığınızda ekonomik kriz eklenince, Diyarbakır'da yaşayan çiftçilerimiz de hayvancılarımız da büyük bir zorluk içerisindeler.
 
Diyarbakır’da, kredi kartı borçları son bir yılda %243 artmış.  
 
%243 artmak ne demek? 100 ise 343 oldu demek. %100’ü geçince bazen bu % hesapları karışıyor. 
 
%243 artış ne demek? 
 
İnsanların 100 lira borcu varsa 243 daha eklenmiş, 343 lira borcu olmuş demek. Bir yılda ya. 
 
Diyarbakır'da yaşayanların mali tablosunu özetini bu veriyor. Hükûmet ne derse desin. “Büyüdük uçtuk kaçtık…” Ne açıklarlarsa açıklasınlar burada hesap belli.
 
Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz işi bırakıyor.
 
Maliyetler öyle arttı ki, çiftçilerimiz ne kadar çok üretirse, o kadar çok zarar ediyor.
 
Tüm bu sorunların hepsinin farkındayız.
 
Ama çözümü inşallah yerelden başlatacağız ve iktidara bu iş nasıl yapılır örnekleriyle göstereceğiz. 
 
*****
 
Türkiye'nin dört bir köşesinde olduğu gibi Diyarbakır’da da uyuşturucu madde kullanımı artmış durumda. 
 
Ve aslında bu işte yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Çünkü yerel yönetimler yereli en iyi bilenler. Mahalle mahalleyi tanıyanlar. 
 
Gençleri sahipsiz bırakmayacak, onları bu illetten kurtarmak için yereldeki tüm imkanlarımızı seferber edeceğiz. 
 
Gençlerimizin sağlıklı ve sıhhatli bir yaşam sürdürmesi bir numaralı meselemiz.
 
Hep söylüyoruz; gençler bizim önceliğimiz.
 
Genç girişimcilerimize mekân ve eğitim desteği vereceğiz, istihdam alanları oluşturacağız.
 
Hâlâ suyu olmayan, yolu olmayan köyler varken, ülkeyi yönetenlerin derdi sadece tabelalar. Tabelalarla mücadele ediyorlar.
 
Ne dedik, ülkemizin her bir lehçesi, her bir dilimiz, bizim zenginliğimiz.
 
Onları yerine koyacağız ve gerçek sorunların çözümü için bizim belediyelerimiz işbaşında olacak.
 
Depremin ardından 4 binden fazla binamızda “ağır”, 3 binden fazla binamız “orta” hasarlı olarak kayda geçmiş durumda, burada, Diyarbakır’da. 
 
Ama bakıyoruz doğru düzgün bir ilerleme yok. Ciddi bir çalışma yok.
 
Çünkü atanmışlar, sadece kendilerini atayana karşı sorumludurlar. 
 
Oysa seçilmişler, kendilerini seçene, seçmene, vatandaşlarımıza karşı sorumlu hissederler kendilerini.  O psikolojiyle çalışırlar.
 
İnsanlarımız evlerini güçlendirecek paraları olmadığı için, hasarlı binalarda yaşamak zorunda kalıyorlar. 
 
Deprem, tüm illerimizde ve ilçelerimizde birinci önceliğimiz olacak. 
 
Deprem eylem planımızda da belirtiğimiz gibi, kentsel yenilenme projelerini daha düşük maliyetli, kolay ödenebilir bir hale getireceğiz.
 
*****
 
Ve kentsel yenilenmeyi de demokratikleştireceğiz. 
 
Her konuda hazır arkadaşlar, her konuda. 
 
Bakın bizim, Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımız ta bundan iki sene önce yayınlandı. Ta iki sene önce DEVA belediyelerinin ne yapacağını, nasıl yapılacağını çalıştık, hazırladık. Ev ödememizi yaptık biz. 
 
Ve hazır bir şekilde vatandaşlarımızın karşısına çıkıyoruz. 
 
Buna da yetinmedik. 
 
Belediyecilikle alakalı bir “Etik Kurallar Bildirgesi” açıkladık. Bu ne demek? 
 
Bizim adaylarımız, aday olduklarında bu üç sayfalık bildirgeyi imzalıyorlar. Ahlaki kurallar, etik kurallar bildirgesini imzalıyorlar. Ondan sonra adayımız oluyorlar ki seçildikten sonra, iş başına geldikten sonra sadece işlerini düzgün yapmayacaklar, etkin yapmayacaklar ama aynı zamanda temiz bir şekilde belediyeleri yönetecekler. 
 
Ve bunun içindir ki biz ne diyoruz? Hem etkin yönetiriz, sonuç alırız ama hem de temiz yönetiriz diyoruz. 
 
Ne diyoruz? Hani halk arasında yaygınlaşan bir ifade var “Çalıyor ama biraz da bir şeyler yapıyor.” Bu ne demek ya? Nasıl bir kültürü şu anda Türkiye'nin bütün kılcal damarlarına kadar pompaladı bu iktidar? Farkında mısınız? 
 
Niye çalsın ya? “Hem çalmasın hem de işini düzgün yapsın” diyoruz biz. 
 
Ve değerli arkadaşlar, bu seçimler sadece belediye başkanlarını seçeceğimiz seçimler değil. Bu seçimler aynı zamanda merkezi hükûmeti şöyle bir uyaracağımız, onlara bir mesaj vereceğimiz seçimler. 
 
Yani sadece belediye meclis üyelerini, büyükşehir belediye başkanımızı, ilçe belediye başkanlarımızı seçmiyoruz. 
 
Verdiğimiz oyla Ankara'ya, Külliye ‘ye de bir mesaj veriyoruz.
 
 Ve bu seçimde değerli arkadaşlar, Ankara'ya, Külliye ‘ye vereceğimiz mesaj ne olmalı biliyor musunuz? Bir “sarı kart” olmalı. Sarı kart. 
 
Gençlerimiz Diyarbakır'a DEVA olacak, Türkiye'ye DEVA olacak inşallah. 
 
Çünkü bu iktidara bir mesaj vermemiz gerekiyor. Bir uyarmamız gerekiyor. “Aklını başına al dememiz” gerekiyor ki genel seçim günü geldiğinde de eğer memleketin hali böyle berbatsa ki maalesef üzülerek söylüyorum düzelmeyecek bu işler. Kadroları iyi bildiğim için olmayacağını biliyorum. O zaman ne yapacağız? O zaman da hep beraber kırmızı kartı göstereceğiz. Ve yeni bir iktidar Türkiye'de inşallah iş başına olacak. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Şimdi sizlere belediye başkan adaylarımızı tekrar taktim etmek istiyorum. 
 
Büyükşehir adayımız: Cenap Ekinci beyi davet edeyim sahneye.
 
Cenap beyi sizlere, Diyarbakırlılara emanet ediyorum. 
 
Eğil. Zeynel Beyi de hemen alalım, Zeynep Bekil’i
 
İlçeleri alfabelik sırayla gidiyor.
 
Ergani’de, Süleyman Efe’yi, alalım yanımıza
 
Kayapınar adayımız Hebun Aytekin…
 
İşte huzurunuzda, adaylarımızla beraber tekrar ediyorum:
 
Ne demiştik?
 
Bir, biz işimizi düzgün yaparız.
 
İki, tertemiz yönetiriz.
 
31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun bir şekilde çalışacak;
 
Diyarbakır’ı da layık olduğu gibi, demokrasiyle, adaletle ve tertemiz yöneteceğiz inşallah.
 
Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.
 
 
11 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kilis Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Kilis Basın Toplantısı


DEVA Partisi’nin çok değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çok değerli milletvekillerimizim,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız

Kıymetli yol arkadaşlarım,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşların değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü Kilis Buluşmamıza hoş geldiniz diyorum (…)

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza buradan, Kilis’ten selamlarımı ve sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Değerli basın mensupları, değerli yol arkadaşlarım

İl il, ilçe ilçe dolaşırken, bir kişinin sessizliği dikkatimizi çekiyor.

Her konuda konuşan, köşe yazarlarına laf yetiştiren, partisinin bir ilçedeki gençlik kolları başkanına kadar müdahale eden o kişi epeydir tek bir konuda sessiz. O konudan hiç bahsetmiyor.

Sabah akşam konuştuğu, “Benim alanım” dediği, kendisine göre uzmanlık alanı olan konuda sessiz.

“Nas var” diyordu;

“Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” diyordu.

Laf dinlemiyor deyip Merkez Bankası başkanlarının birini getiriyor birini götürüyordu.

Evet, Sayın Erdoğan’dan bahsediyorum.

Seçimlerden bu yana tam 7 ay geçti, ülkenin Cumhurbaşkanı faiz konusunda bugüne kadar tek bir laf etmedi.

Merkez bankası 7 ayda 7 kez faiz artırdı, Erdoğan susuyor.

Bir dönemler faizi ağzından düşürmeyen, dönemin Merkez Bankası Başkanı’nı pırıl pırıl bürokratlarını, meydanlarda yuhalatan, “Ben demiyorum ki Nass var” diyen Erdoğan, Merkez Bankası faizleri %8,5’tan %42,5’a çıkarttı “Gık” demiyor…

“Faiz o kadar da sebep değilmiş.” demiyor.

Aylardır bu konularda hiç konuşmuyor.

Buradan sizlerin huzurundan kendisine seslenmek istiyorum:

Sayın Erdoğan;

Kendi kendinize uydurduğunuz bir tez yüzünden koskoca Türkiye’yi senelerce bir deney laboratuvarına çevirdiniz.

85 Milyonluk bu ülkenin her bir vatandaşını adeta kobay muamelesiyle karşı karşıya bıraktınız.

“Ben bilirim” dediniz ve aklıevvel danışmanlarınızla birlikte ülkeyi fakirleştirme yolunda inatla yürüdünüz.

Sonunda faizi de patlattınız, enflasyonu da patlattınız, doları kurunu da patlattınız.

İnsanlar işlerinden oldular, evlerinden oldular, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla bozuştular.

Kiracılar ev sahipleriyle kavgalı oldular.

Döviz borç aldılar, ödeyemediler, mahkemelik oldular.

İnsanlar, ekonomik kriz yüzünden intihar ettiler, canlarından oldular.

Şimdi soruyorum: Bu olanlarının hesabını kim verecek?

Daha geçtiğimiz günlerde, bir alışveriş merkezinde bir vatandaşımız intihar girişiminde bulundu.

Sonrasında gazeteciler gitti, eşiyle röportaj yaptılar.

İntihar girişiminde bulunan, ağır yaralanan vatandaşımızın eşi ne dedi biliyor musunuz?

“Marketlerde tarihi geçmiş ürünleri atıyorlar, biz ancak o ürünlerle karnımızı doyuruyoruz” dedi.

“Devlet büyükleri fakirin halinden anlamıyor” dedi.

"Kâğıt toplamaya çıkıyorduk, eşimin bu halinden sonra artık ona da çıkamayız” ’ dedi.

Vatandaşı düşürdüğünüz hal bu. Sizin vatandaşlarımızı düşürdüğünüz durum bu.

Bu verdiğim örnek istisna falan değil. Türkiye'nin her yerini geziyoruz. Ülkenin yarısından fazlası sizin yani iktidarın sebep olduğunuz enflasyonun altında nefes almak için mücadelesini veriyor.

Hangi şehirde olursa olsun hangi ilçede olursak olalım, arabamızdan otobüsten adımızı şöyle sokağa attığımız anda hemen yanımıza emekler geliyor. “Perişanız” diyorlar, “ne olacak bizim halimiz” diyorlar. “7.500 liraya başkanım bırakın geçinmek artık biz evimizin kirasını ödeyemiyoruz” diyorlar.

Sayın Erdoğan; Buradan Kilis’ten sesleniyorum, serhat ilimizden sesleniyorum; siz, vatandaşın eve götürdüğü ekmek üzerine bir bahse girdiniz. “Benim alanım” dediniz. “Ben ekonomistim” dediniz.

Ve vatandaşın, işleriyle, ekmeğiyle bir kumar oynadınız ve kaybettiniz. Ama kaybeden sadece siz olmadınız ki 85 milyona kaybettirdiniz.

Şimdi, hiçbir şey olmamış gibi davranmak yok.

Faizin adını almayıp, faiz konusu gündeme geldiği zaman kaçıp, saklanmak da yok. Konuşmak zorundasınız.

Birinci damadınızla el ele verip, bile isteye bu ülkeyi mutlak yoksulluk bataklığına soktuğunuz günlerin cevabını vermek zorundasınız.

Hiçbir şey olmamış gibi davranamazsınız.

Ve değerli arkadaşlar kendisi için burada 3 ihtimal var:

Ya bu işi bilmiyor;
Ya birileri kendisini aldattı;
Ya da kendisi 85 milyonu aldattı.

Eğer bilmiyorsanız çıkın, “ben yanlış biliyormuşum” deyin. “Benim bilgisizliğim ve inadım yüzünden bu ülke bu hale düştü” deyin. İnsanlardan en azında bir özür dileyin ya.

Eğer birileri sizi aldattıysa, daha önce yaptınız, çıkın “aldatıldım” deyin.

Yok, eğer bile bile seçimden önce faizi %8,5’a indirtip, “Ben iş başında olduğum sürece bu ülkede faiz çıkmaz, indi daha da indi” deyip, seçimden sonra %42,5’a çıkardıysanız, bu milleti aldatmışsınızdır, o zaman da çıkıp hesap verin.

Ama ne olursa olsun, önce çıkın vatandaşlarımızdan bir özür dileyin yahu. Böyle hiçbir şey yapmamış gibi, hiçbir şey yokmuş gibi davranamazsınız, siz ülkenin Cumhurbaşkanısınız.

Üstelik tek imzayla aklınıza gelen her şeyi yapma yetkiniz var şu anda.

Bugün bir bakanın kulağından tutar atar, öbür bakanı oturtursunuz oraya değil mi? Bu gece bir kararnameyle Merkez Bankası Başkanı’na “kalk oradan” deyip yeni bir başkan oturabilirsiniz.

Böylesine her konuda yetkili bir kişinin memleketin şu anda en önemli sorunu olan ekonomi konusunda, faiz konusunda eğer sesi çıkmıyorsa susuyorsa arkadaşlar biz vatandaş olarak sormak zorundayız.

“Konuş” demek zorundayız. “Ne oldu ya?” demek zorundayız ve o da bunun cevabını vermek zorunda. Demokrasilerde öyle yok.

Demokrasilerde “e ben aklıma eseni yapayım. Ondan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranayım.” Böyle bir şey yok.

Ve ben buradan, Sayın Erdoğan’a sesleniyorum, bu vebalin altında kalmayın, en azından bir helallik isteyin helallik! Bunu bari yapın ya.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Gerçekten ülkemizin sorunları büyük, gittikçe de büyüyor. Ama bölgemizde de son derece sıkıntılı bir tabloyla karşı karşıyayız.

Sınırımızın birkaç yüz km aşağısına doğru indiğinizde gerçekten yakın tarihimizin en büyük insanlık suçlarından birisi işleniyor. Yakın tarihimizin en büyük savaş suçlarından birisi işleniyor.

İsrail hükûmeti tarafından Gazze’de sürdürülen bu sistematik saldırılar, 100 güne yaklaştı ve artık açık bir katliama, adeta bir soykırımına dönüştü olay.

Gazze’de tam bir vahşet yaşanıyor.

Gazze’de ölenlerin sayısı 23.000'i geçti. YİRMİ ÜÇ BİN.

Çoğu kadın, çocuk.

Bu katliama, yaşanan bu soykırıma iktidarın tepkisi son derece cılız.

Bakmayın, bağırıp çağırdıklarına. Bu bağırma, çağırma, o ses köpüğünü alın,
“Ya iyi de kardeşim siz bağırıp, çağırıyorsunuz, ne yapıyorsunuz?” diye sorun, bir şey yok.

Ticaret aynı gaz devam ediyor. Ticarete artarak devam ediyor. Her ay yüzlerce gemi İsrail’e Türkiye’den mal satıyor ve bunun içerisinde İsrail'le askerlerin kullandığı, kullanabileceği malzemeler var, eşyalar var.

Dışarıdan bizim hükûmete bakan birisi der ki bilmeyen birisi, “Allah Allah” der; “bunlar iktidarda değiller mi?” “Acaba muhalefetteler de mi böyle konuşuyorlar?” der.

Eski bakanları, yeni bakanları, arkadaşları eşleri dostları toplanıyorlar; bizim milletimizin Filistin hassasiyeti Gazze hassasiyeti çok yüksek onları da davet edip “miting” yapıyorlar.

Ama arkadaşlar bakın,

Bugün itibariyle Gazze nüfusunun tam %85’i evlerinden barklarında edilmiş durumda.

Gazze nüfusunun neredeyse tamamı kıtlıkla karşı karşıya.

2 milyondan fazla insan aç.

Anneler çocuklarını emziremiyor.

Anne babalar, zar zor buldukları az biraz gıdayı çocukları yesin diye kendileri aç yatmaya razı oluyor her gün.

İnsanlar, günde 2 litreden az bir suyla hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.

Bu tablo, şimdi fark edilmeyen, fakat ileride ortaya çıkacak pek çok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor.

En son okuduğum bir habere göre, Gazze'de bugün 150 kişiye bir tuvalet düşüyor. Düşünebiliyor musunuz o hijyen şarjlarını, düşünebiliyor musunuz o insanların hangi şartlarda hayatta kalma mücadelesi verdiğini.

İnsanlar bugün hala hayatlarını kaybetmemişlerse, yarın hastalıklardan hayatlarını kaybedecekler.

Değerli arkadaşlar,

İsrail hükûmeti tarafından sürdürülen bu operasyon, sistematik bir katliamdır.

Apaçık insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.

İsrail hükûmeti Gazze’ye operasyonu başlatır başlatmaz, Gazze’de yaşayanları açlığa ve susuzluğa mahkûm etmek için gerekli adımları atıp, planını en başından buna göre uygulamıştır.

Onun için bombalamaya kuzeyden başladı. Niye? Kuzeyde yaşayanları güneye, Güney’de yaşayanları da Mısır sınırına yığmak için ve Gazze’de oturanları evinden, barkından, yurdundan etmek için bunu yaptı. Asıl zihinlerin arkasında işgal var, işgal.

“Filistinlileri alalım atalım şu sınırın ötesine, Mısır gitsin, onlara yaşayacak diyerek bulsun ben de geleyim buraya oturayım” asıl niyetleri bu, bunu görmemiz gerekiyor.

Onun için ben buradan Kilis’ten, Gazze’deki bütün Filistin halkına, selamlarımı ve bu mücadeleye devam etmeye çağrı mı yapmak istiyorum?

Asla oturdukları toprakları terk etmesinler. İsrail hükümeti ne kadar baskı yaparsa yapsın ne kadar o topraklardan onları böyle tehcir etmeye çalışırsa çalışsın orada tutunmak, dayanmak son derece önemli.

Bilhassa Bureyc, Nuseyrat, Maghazi mülteci kampları bunlar, insanlar çadırlarda şurada burada yaşıyor ve o kamplara hava saldırısı düzenliyorlar ya!

Çadırda yaşayan insanların üzerine bombaları yağdırıyorlar. Bunlar derhal son bulmalı.

İnsanların temiz suya ve yiyeceğe ulaşması için gerekli adımlar derhal atılmalı.

Kalıcı bir barış ortamının tartışılması içinde derhal bir ateşkes ilan edilmeli.

Ve buradan gerçekten Türkiye’nin bütün bu olanlar karşısında, bir şey yapamamasının ben içimdeki derin acısını hissediyorum. Bir zamanlar Dışişleri Bakanlığı yapmış, bu ülkenin Avrupa Birliği Bakanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak, devlet memleket meselelerinde güvenlik meselelerini bilen bir arkadaşınız olarak bunu söylüyorum.

Çok yazık oldu ya?

Türkiye'nin ekonomik gücünün bizzat bizzat iktidarın kötü yönetimi sebebiyle zayıflamasının dış politikadaki bu zikzakların “U” dönüşlerinin Türkiye'nin itibarını çökertmesinin bedelini çok ağır bir şekilde biz şu anda ödüyoruz.

Çünkü arkadaşlar borç alan emir alır.

Gittiler bunlar tek tek tek tek yalvar, yakar başka ülkelerden borç para istemeye başladılar. Bu arkadaşımız tam 11 yıl ekonominin başında oldu. Gidip de biz tek bir ülkeden tek bir yıla boş para istemedik.

Siz gidip de daha dün “katil” dediğiniz bir Veliaht Prensi kucaklayıp para isterseniz, daha dün “15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörüdür” dediğiniz ülkenin emirini gidip sarılıp kucaklayıp para isterseniz, “Sisi” diye diye adeta şeytanlaştırdığınız bir kişinin dönüp dolaşıp peşinde koşup “ya şöyle bir elini sıksam şöyle bir aynı karede fotoğraf verebilsem” dediyseniz, bunları yaptıysanız artık o ülkenin itibarı gerçekten çok çok zayıf bir duruma düşmüş demektir.

İtibarsız, itibarını kaybetmiş uluslararası sistemde, dış politikada sözünün gücünü yitirmiş bir ülkenin de nedeninin bir kıymeti olmuyor arkadaşlar.

Çünkü mesele çok bağırmakta değil, mesele söylediğiniz şeyde, sözün gücünde. Sözün gücü önemli.

“Ne kadar çok yüksek sesle bağırsam o kadar etkili olurum.” Öyle değil ya, olmuyor işte. İstediğin kadar ne yaparsan yap olmuyor, güvenilir ve itibarlı bir muhatap olmadıktan sonra söylediklerinizin hiçbir etkisi yok.

İşte bunun için değerli arkadaşlar artık Türkiye’de bambaşka bir çalışma yapmak zorundayız.

Ne yapmalıyız,

Buradan önce ülkenin Cumhurbaşkanı’na, iktidar partilerine, sonra muhalefet partilerine seslenmek istiyorum.

Barışın en önemli unsuru, diyalogdur.

Diyalogsuz barış olmaz.

Gazze için, iktidarı muhalefeti Türkiye’deki herkes sorumluluk almaya davet ediyorum. Ortak bir yol haritası üzerinde çalışmaya davet ediyorum. Bu uğurda türlü siyasi bahanelerle birlikte hareket etmekten durdurmamalıdır.

Mesele Filistin ise Mesele Gazze ise

Tekrar ediyorum:

Gazzelilerin sesinin, iç siyaset gündeminde kaybolmasına, hamasi söylemler, kavgalar arasında yitip gitmesine izin vermeyiz, veremeyiz. Yazık oluyor gerçekten bu insanlara.

Bir olmalıyız, birlik olmalıyız. Mesele Filistin ise Mesele Gazze ise iktidar muhalefet demeden Türkiye olarak tek ses olmalıyız.

Çünkü şu anki iktidarın artık dış politikada itibari yok, sözünün gücü yok. Ancak hep beraber Türkiye olarak ayağa kalkıp, Türkiye olarak bir şeyler söylersek ancak o zaman muhataplar dikkate alacaktır.

İsrail’e destek olan tüm aktörlerin de akıllarını başlarına almasını sağlamalıyız.

Yaşananlar sadece 2 milyon Gazzelinin değil, tüm dünyanın meselesidir. İnsanlığın meselesidir. Orada hayatını kaybeden sadece 23 bin Gazzeli değil arkadaşlar. Orada kaybettiğimiz sadece 23 bin insan değil. İnsanlığı kaybettik, gerçekten çok yazık.

Tekrar ediyorum; İsrail’e destek olan tüm devletlere ve kamuoyuna sesleniyorum.

Gelin, bu suça ortak olmayın.

Bilin ki, tarih sizi affetmez.

Nasıl Bosna Hersek’te zamanında katliam yapanlar, nasıl Bosna Hersek’te adeta bir soykırımı girişimiyle sivillerin canlarına kastedenler er ya da geç gitti hesap verdiyse, bugün bu katliamı yapanlar ve bu katliama sessiz kalanlar da gün gelecektir mahkemeler önünde ama en azından dünya kamuoyu vicdanının önünde hesap vereceklerdir.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli vatandaşlarımız,

Burada Kilis’teyiz, Duymayan varsa duysun, bilmeyen varsa bilsin:

DEVA Partisi, 31 Mart yerel seçimlerine kendi adıyla, kendi adaylarıyla girecek!

Türkiye’nin her köşesinde seçim günü eline pusulayı alan vatandaşlarımız DEVA Partisi’nin logosunu o tercih listesinde görecek.

Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız gönül rahatlığıyla etkin ve temiz yönetime oy verebilecek.

Kilisin sorunlarını biliyoruz,

Büyük bir istihdam sorunu var. Gençlerimiz iş arıyorlar, bulamıyorlar.

Sadece Kilis’te değil, çevredeki çoğu ilde problem büyük.

Gaziantep’e gidin Şanlıurfa’ya gidin her yerde problem büyük.

Buna, kayıt dışı çalışmanın fazlalığı notunu da düşmek lazım.

Gençlerimiz işsiz kalmakla sigortasız çalışmak arasında bir tercihe zorlanıyor.

Yine tabii Kilis deyince en önemli sorun bu sığınmacılar sorunu.

Kilis biliyorsunuz, Kilis'te yaşayan vatandaşlarımızdan çok daha fazla sayıda Suriyelinin gelip yerleştiği bir ilimiz oldu.

Ve inanın bu, dünyanın bir başka yerinde olsaydı var ya, dünyanın başka hiçbir yerinde hiçbir şehir bu yükü kaldıramazdı.

Çünkü Kilis’in öyle büyük bir yüreği var ki, o büyük yürek kendinden daha fazla bir nüfusa kucak açtı, kapı açtı ve sınırın hemen üstesinde ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan kadınlar, çocuklar sivillere bağrını açtı ve 10 yılı geçti, 10 yıldır Kilis’te bu durum devam ediyor.

Tabii ki bunun getirdiği dünya kadar sorun var. Sosyal sorunlar var. Ekonomik sorunlar var, istihdam sorunları var, var var var…

Ama değerli arkadaşlar bizim bu sorunu ayrımcılığa prim vermeden, insan hakkına saygılı bir biçimde çözmemiz gerekiyor.

Tekrar tekrar söyleyeceğim. Biz diğer bazı muhalefet partileri gibi “mancınığa koyalım. Bunları öbür tarafa yollayalım” bunu diyemeyiz. Bu bize de yakışmaz insan olan hiç kimseye yakışmaz.

Vatandaşımızı yalanlarla da kandıramayız.

İnsan onuruna yaraşır bir politika ile bu sorunu çözmemiz lazım ve geri dönüşün planlı programlı olması lazım.

Bu millete de bunun yakıştığını gayet iyi biliyoruz.

Suriye politikasında hükûmet ta ilk işin ilk başında düğmeyi yanlış yerden iliklemeye başladı.

Çünkü hükûmetin bir göç politikası yok arkadaşlar. Onun için eline yüzüne bulaştırdı her şeyi ve bu meselenin çözümü için Suriye’de kalıcı barışın sağlanması için Türkiye’nin aktif bir aktör olması lazım.

Türkiye'nin itibarlı sözünün gücü olan bir ülke olması lazım.

Ama şu andaki hükümetin bir göç politikası yok arkadaşlar. Bir göç politikası yok.

Bu yüzden oluyor bütün bunlar.

Ve ne yapıyorlar? Türkiye'ye gelen Suriyelilere sürekli olarak vatandaşlık veriyorlar.

Aslında geçici sığınma statüsü altında olan insanların bizim kanunumuza göre çok açık hüküm var, kanun hükmü vatandaşlığa başvuru hakları bile yok.

“Vatandaşlık için başvuramazlar” diyor, ilgili kanun maddesinde. Fakat bir başka kanun maddesi var ki onda da diyor ki, “Bakanlar Kurulu kararıyla istisnai vatandaşlık verilebilir.”

Anayasa değişti 2017’de Bakanlar Kurulu’nun yetkisi Cumhurbaşkanı’nın şahsına verildi.

Dolayısıyla o gün bugündür Cumhurbaşkanı tek bir imzayla istisnai vatandaşlıklar veriyor.

Ve bugüne kadar Türkiye’de vatandaşlık verilen 200 binin üzerindeki Suriyelinin vatandaşlığı, çoğu bunların istisnai vatandaşlık, yani ülkenin Cumhurbaşkanı’nın tek bir imzayla “seni vatandaş yaptım” demesiyle vatandaş olan insanlar.

Ve buradaki en önemli sorun şu arkadaşlar, yaklaşık yuvarlayarak söylüyorum rakamları, kesin rakamlar, resmi rakamlarda bir türlü açıklanmadığı için devletin de kesin rakamları ne kadar bildiğinden emin de olmadığım için, çünkü hesap kitap kayıt hayrola yani, yaklaşık 4 milyon Suriyelinin 200 binden fazlasına vatandaşlık verilmiş durumda.

Bu ne demek?

Geri kalan 3 milyon 800, ne diyor? “Ya ben biraz daha kalayım Türkiye’de” diyor. “Dönmek için acele etmeyeyim” diyor.

“Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kıymetli bir şey. Biraz daha bekleyin. Belki Sayın Erdoğan gönlünden kopar bir gece benim için de bir imza atıverir” diyor.

İşte bu kuralsız, prensipsiz, şartsız ve belli kurallara bağlanmayan vatandaşlık vermenin en önemli sorunu bu arkadaşlar.

Eğer Türkiye’den geri dönüşler hızlı olmuyorsa, yeterince Suriyeli tekrar kendi ülkesine dönmek istemiyorsa bunun en önemli sebeplerinden birisi, “Biraz daha bekleyin, belki vatandaşlık olabilir. Belki tombala bana da çıkabilir” beklentisi.

Dolayısıyla bu yanlışa derhal “dur” demesi lazım hükûmetin.

Kayıtsız kuralsız vatandaşlık dağıtmaya da ülkenin Cumhurbaşkanının derhal son vermesi lazım.

Bakın bu dedikleri mi hiç duyuyor musunuz?

Çıkıp da aynı faizden bahsetmediği gibi değil mi, faizin adını almıyor, Suriyelilerin vatandaşlıklarından hiç bahsediyor mu ülkenin Cumhurbaşkanı?

Diyor mu ki; “ben tek imzayla bunları vatandaş yaptım.”

Eğer yanlışsa çıksın söylesin, bu söylediklerin hepsi şimdi kayıt altında değil mi? Bak kameraların önünde konuşuyoruz ve şu anda bu Türkiye’ye canlı yayın.

Ben buradan sesleniyorum, eğer dediğim yanlışsa Sayın Erdoğan tek imzayla Suriyelileri, 10 binlerce Suriyeliyi, -toplam sayı 200 bini geçti- vatandaş yapmadıysa desin ki; “yok, hayır, ben yapmadım.”

Peki, kendisi yapmadıysa kimin yaptığını açıklasın?

Bakın hiçbir cevap gelmeyecek, buna cevap veremeyecek arkadaşlar.

Çünkü bazı konularda susmayı tercih ediyor. Bazı konularda zihninin gerisindekinin vatandaşlarımızın tarafından, kahir ekseriyeti tarafından gayet de nahoş karşılanacağını biliyor. Onun için adını bile anmıyor bazı şeylerin.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gerçekten ülkemiz zor bir dönemden geçiyor ama bu zor dönemin en büyük sıkıntılarının birisini yaşayan ilimizde burası, Kilis.

Yerel seçimlere doğru gidiyoruz.

Yerel seçimlerle ilgili biz ne yaptık? Biz eylem planı açıkladık. Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı ve bunu seçimlerden çok önce hazırladık biz, 2 yıl önce yayınladık bunu.

Şu anda yerel seçimlere gidiyoruz. Partilerden hangisinin böyle bir hazırlığı var sorun bakalım.

Deyin ki; “ya siz olur da hani kazanırsanız ne yapacaksınız? Nasıl bir belediyecilik anlayışınız var?”

Bizim kadar detaylı böyle karınca yazısı gibi madde madde, madde madde yazıp ilan eden bir başka parti varsa buyursun söylesin. Ama yok. Çünkü biz dersimiz iyi çalışıyoruz. Çünkü biz plan program hazırlık olmadan bu ülkeyi yönetmeye kalkmanın ülkeyi ancak zarar verdiğini söylüyoruz.

Biz bununla da yetinmedik, ne yaptık? Bir de ayrıca belediyecilikle ilgili Etik Kurallar Bildirgemizi yayınladık.

Yani bizim belediye başkan adayımız olan herkes ne yapıyor? Bu 3 sayfalık bildirgeyi imzalıyor. Ondan sonra belediye başkan adayımız oluyor.

Yani diyorlar ki bizim adaylarımız; “biz seçildiğimiz anda bu ahlaki kurallar çerçevesinde etik kurallar çerçevesinde Belediye Başkanlığı yapacağız” diyorlar.

Ve arkadaşlar, bu da Türkiye’de bir ilk.

Ya düşünebiliyor musunuz? Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutladık. Ya 3 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi bu? Bu sadece bizim aklımıza mı gelmeliydi?

Çünkü maalesef Türkiye’de “belediyecilik” deyince akla ilk gelen kelime “rant” arkadaşlar “rant” sorun da tam özünde o var.

Belediyecilik deyince haksız kazanç, belediyecilik deyince adam kayırma, eşe dosta ahbaba rant dağıtma.

Biliyorsunuz bu belediyecilikle ilgili halk arasında, şöyle bir sözle döner dolaşır denir ki başkanlar için “ya çalıyor ama biraz da bir şeyler yapıyor” ya arkadaş biraz değil çok şey yapsın ve çalmasın ya.

Olur mu öyle bir şey? Ne demek yani?

Tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır değil mi bizim kültürümüzde, inancımızda “tüyü bitmemiş yetimin hakkı” deriz. Ya sen devlet yönetiyorsan belediye yönetiyorsan hem işini düzgün yapacaksın hem de çalmayacaksın, çaldırmayacaksın.

İşte bizim belediyecilik anlayışımız bu ve böyle çalışıyoruz.

Dolayısıyla bu seçimle arkadaşlar şöyle, yerel yönetimlerde gerçekten bir değişimin daha düzgün ve daha temiz yönetimin başlaması için önemli bir vesile ama aynı zamanda bu seçimler Merkezi hükûmete de bir uyarın seriyi taşıyor.

Yani eğer merkezi hükûmetten memnun değilsek, eğer emeklerimiz, çiftçilerimiz bu ülkede perişansa, seçimlerden 7 ay 10 gün sonra hâlâ bu ülkede enflasyon yüksek seyretmeye devam ediyorsa, merkezi hükûmete de bu seçim bir uyarı seçimidir.

Merkezi hükûmete “Arkadaş aklını başına al deme” seçmedir bu.

“Seni uyarıyorum, eğer bir an önce kendine gelmezsen bu sorunları çözmeye başlamazsan bir sonraki genel seçimde artık seni görmek istemiyorum” deme seçimidir.

Yani bu yerel seçim değerli arkadaşlar iktidara bir “sarı kart” gösterme seçimidir.

Hep beraber sarı kartı göstereceğiz. Yani sadece belediye başkanlarımızı seçmeyeceğiz, aynı zamanda iktidara; “Kendine gel” diyeceğiz.

Biz sana destek verdik %52 için söylüyorum. %52 için zaten 48 istemiyordu ama 52 de destek veren oldu.

O 52 puan içerisinde arkadaşlar en az 15-20 puan “Biz memnun değiliz” diyor. “Yapamıyorlar” diyor, “yapamayacaklar” diyor. “Bu ülkedeki sorular sadece büyüyecek” diyor.

Dolayısıyla eğer böyle diyorsak hep beraber yerel seçimlerde öyle bir sonuç görmeliler ki karneleri öyle bir sonuç göstermeli ki ya “bu iş kötü bir an önce değerlenip toparlanalım” dedirtmeliyiz iktidara, bu yerel seçimlerin ayrıca böyle de bir özelliği var.

*****

Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları.

Şimdi gerçi hepiniz tanıyorsunuz biliyorsunuz ama ben şimdi Abdullah Sakar Bey’i şöyle bir yanıma davet edeyim.

Abdullah bey, Kilis’in evladı.

Burada okudu, sizlerle çalıştı. Kilis'te çok geniş de bir sosyal çevresi olan bir arkadaşımız.

Kilis'in gençlerine, işçilerine, çiftçisine DEVA olacak ve Kilis’in sorunlarını gerçekten çözebilecek bir arkadaşımız.

Ben kendisine güveniyorum.

Ama şunu da ifade edeyim ki, bizim kadrolarımız bizim il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız gerçekten hem çok düzgün insanlar hem de çok işin ehli insanlar çok.

Kısa bir şey anlatayım şu depremle alakalı. Kilis'te tabii depremden etkilendi. Gerçi Yavuz Bey 26 ay dedi ama ben deprem dönemde de bir Kilis’e uğrayıp geçmiştim.

Doğru kongreden bu yana 26 ay ama depremden sonra da şöyle gelip bir geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuştum. Hatta burada bir yardımlaşma kuruluşunun deposuna beraber gitmiştik. Oradaki lojistik sistemlerini incelemiştik.

Şuraya geleyim, deprem oldu, ikinci gün 6’sında deprem oldu, 7’sinde ben AFAD’daydım Ankara'da. Cumhurbaşkanı Yardımcısı orda, AFAD yönetimi orada.

Dedim ki, “bizim teşkilatlarımız sadece pazartesi salı ayın 6’sında, 7’sinde 100 TIR yardım topladı, tamamen gönüllü oluştu, hızlı bir şekilde oluştu. Bütün Türkiye genelinde 81 ilden.

“Siz bizi adresler söyleyin. Biz de bu tırların plakasını ve içindeki malzeme lisesini verelim” ki bu dağıtımın AFAD eliyle olmasından doğal bir şey yok değil mi? Hani devlet kurumu bu iş için dolayısıyla “bunu herhalde siz iyi yaparsınız” dedim. “Tamam” dediler. Bir isim ve telefon numarası verdiler.

Ara ara yok bize tek bir adres bildirmediler arkadaşlar, yok.

3. gün geldik Hatay’a işte Sadullah Ergin Bey’in ailesinin bulunduğu bina komple yıkılmıştı biliyorsunuz, çok sayıda yakını vefat etti. Başı sağ olsun Adana eylesin tekrar.

Hatay’a geldik 3. gün, hiçbir hareket yok.

Kendi uydu telefonumuzu getirdik. Uydu yayın aracımızı getirdik. Jeneratörlerimizi getirdik ve yanımızda da bidonlarla benzin mazot getirdik, Aksaray’dan buraya.

Fakat hareket yok.

Bir yandan enkazlar bir yandan cenazeler ama büyük bir sessizlik var, başka hareket yok.

Hemen ertesi gün 4. gün.

Gaziantep'e geçtik İslâhiye’ye, o zaman Ertuğrul Bey bizim İslâhiyeli kendisi, Gaziantep il başkanımızdı baktım orada bir depo tutmuşlar, tırlar oraya iniyor ve yardımlar oradan dağıtılıyor.

Depremi 4. günü. Devlet tarafında neredeyse hiçbir hareket yok. Bizim arkadaşlarımız çalışmaya başlamış.

5. günü Malatya’daydım baktım 2 metrekare depo tırlar iniyor, yardımlar dağıtılıyor.

Kahramanmaraş’a geçtim, orada depo ayarlamış arkadaşlar gelen yarımlar toplanıyor, küçük araçlarla köylere dağıtılıyor.

Yahu koskoca devlet varken devletin bu işte sorumlu kurumları varken.
2,5 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi bu ya? Bunu şunun için örnek veriyorum, bakın,

Nasıl hızlı organize olabiliyor bu millet? Düzgün ve işin ehli olan insanlara işi teslim ettiğinizi emanet ettiğinizde nasıl hızlı harekete geçebiliyor, nasıl sorunlar yerelden çözülebiliyor.

İşte biz bunu DEVA Partisi olarak ortaya koyduk. Devlet kurumlarını yapamadığını biz birkaç gün içerisinde yaptık.

Onun için şunu söylüyorum, yani bizim çok şükür insan kaynağı yapımız dediğim gibi hem temiz düzgün hem de işin ehli insanlar.

Ve ben hep şunu söylüyorum, adaylarımıza Abdullah Bey de Ankara’ya geldiğinde söyledim, bu iş ilk konuştuğumuzda diğer adaylarımıza şunu soruyorum, “sen, mevcut belediye başkanından bu işi daha iyi yapar mısın?” Bir saniye bile tereddüt etmeden bütün hatalarımız “evet” diyor, bitti.

Peki, diğer bildiğin adaylar, adayların hepsi belli değil. “Diğer bildiğin adaylardan iyi yapar mısın?” Tereddütsüz, “evet”

Ne demek? Demek ki bizim adaylarımız kendisine güveniyor. Biz adaylarımıza güveniyoruz ve vatandaşlarımızın güvenini de sağladıktan sonra inşallah bu iş olacak.

Biz kendimize güveneceğiz ki o güven vatandaşlarımıza tüm insanlarımıza yansıyacak.

Ve inşallah Allah kısmet ettiğinde seçimlerden sonra göreceğiz, DEVA belediyelerinin olduğu her yerde fark olacak arkadaşlar.

Her yerde DEVA’nın farkını milletimize göstereceğiz inşallah.

Ve böylece demokrasiyi yerelden ayağa kaldırıp, bir sonraki genel seçimlerde de bu ülkenin merkezi hükûmetinin yönetiminde olup Türkiye’nin her bir yerinde demokrasiyi, özgürlüğü, adaleti ve tabii ki ekonomiyi yeniden ayağa kaldıracağız.

Ben tekrar hem değerli Abdullah Bey kardeşime hem bütün Kilis teşkilatımıza hem teşekkür ediyorum. “Yolunuz açık olsun” diyorum.

Güzel ilimize bu potansiyelinin çok büyük olduğu ve bu kalbi büyük, gönlü geniş ilimize çok daha iyi hizmetleri yapabilmeleri için bu seçimlerin bir vesile olmasını diliyorum. Hepinize tekrar saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.

*****

Bu gece mübarek Regaip Kandili.

Bu akşam saatinden itibaren de artık 3 aylar başlıyor. Bu 3 aylar vesilesiyle de başta Gazze’de bu büyük katliama maruz kalan kardeşlerimiz olmak üzere zulüm altında baskı altında yaşayan herkesin acılarının dinmesini diliyorum.

Ve şimdi bu noktada eğer basın mensubu arkadaşlarımızın bana veya Abdullah Bey’e soruları varsa bu sorulara cevap vermeye çalışalım.

*****

10 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Gaziantep Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Gaziantep Basın Toplantısı Konuşması


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, değerli milletvekilimiz, ilçe başkanlarımız, teşkilatımızın çok değerli mensupları,

Sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,

Sevgili basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum (…)

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da, buradan, Gaziantep’ten selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Sözlerime 10 Ocak “Çalışan Gazeteciler Günü” ile başlamak istiyorum.

Halkımızın haber alma hakkı için, ülkemizin dört bir yanında gecesini gündüzüne katan tüm gazeteci arkadaşlarımızın günü kutlu olsun.

Özgür basın vatandaşımızın sesidir, kamuoyunun nefesidir.

Özgür basın iktidarın sıkı bir denetçisidir ve demokratik sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.

Ne var ki, içinde bulunduğumuz bu dönemde gazeteciler, iktidar sahiplerinin tehditlerine maruz kalıyorlar.

Basın tek sesliliğe kıstırılmak isteniyor.

Farklı fikirdeki veya beğenilmeyen haberleri yapan gazeteciler, mesleklerinden uzaklaştırılmanın tehdidi altında işlerini yapmaya çalışıyorlar.

Pek çok gazetecinin ikinci uğrak noktası, haklarında açılan davalar sebebiyle adliyeler.

Arkadaşlar, demokrasi bu değil.

Gerçek demokrasilerde basın toplum adına yasama, yürütme ve yargının yanında bir dördüncü güç olarak yer alır.

Onun için medyaya “dördüncü güç” denir.

Çünkü, özgür basın hayat kurtarır.

Biz DEVA Partisi olarak tüm diğer özgürlüklerin yanında, basının da özgür olacağı, tam demokrasi hedefimizden bir an dahi şaşmayacağız.

Bizim parti programımıza açıp baktığınızda, kuruluşta yayınladığımız ilk kuruluş programımızı incelediğinizde değerli arkadaşlar, şunu görüyorsunuz;

İlk bölüm özgürlükler. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü diye devam eden bir parti programımız var bizim.

Türkiye’deki bu özgürlük sorununu çözülmeden, ifade özgürlüğü ile ilgili sorunlar çözülmeden Türkiye’de başka hiçbir sorunun çözülemeyeceğine inanıyoruz.

Çünkü problemleri dillendiremediğinizde sorunları konuşmanın, sorunları yazıp çizmenin adeta yasaklanmaya çalışıldığı bir ülkede, sorunların çözüm aşamasına geçmek mümkün değil.

Dolayısıyla özgürlük diyoruz, ifade özgürlüğü diyoruz ve basın özgürlüğü diyoruz.

Bu vesileyle, tüm basın emekçilerine çalışmalarında başarılar diliyor, bir gün mutlaka, gerçek anlamda basın özgürlüğünün yaşanacağı bir Türkiye’ye hep beraber ulaşacağımızı ifade ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Evliya Çelebi’nin bir sözü var. Ne diyor; ‘Dünyanın Göz Bebeği Şehir’ diye nitelendiriyor Gaziantep’i.

Doğasıyla, tarihiyle, sofrasıyla dillere destan şehrimizi;

Düşmana karşı direnip Gazi unvanını hak eden bu kadim şehri;

Sanayisiyle, tarımıyla çok büyük bir potansiyele sahip bu şehri;

Yıllardır süregelen haksız rant şebekesinden kurtarmak, artık hepimizin boynunun borcudur.

Çünkü şahit olduk, gördük;

6 Şubat’ta Nurdağı’nı, İslahiye’yi gördük;

Depremin 4. Günü oralardaydım.

Oradaki insanların halini, enkaz başındaki çaresizliklerini gördük.

Biliyoruz arkadaşlar, çünkü biz işittik;

Yardım isteyen sesleri, “Devlet nerede?” diye soran haykırışları işittik.

Öyle şeylere şahit olduk ki, bu haksız rant şebekesine boyun eğmemek artık hayati bir meseledir, insan olmaya dair bir meseledir.

Hapiste olan ilçe belediye başkanlarına şahit olduk;

Sahte ruhsatlarla, düzmece zemin etüdü raporlarıyla insanları ölüme götürenlere şahit olduk;

Sorumluluğu üstlenip istifa etmeyi dahi bu halka nasıl çok gördüklerine şahit olduk.

Adıyaman’da, Malatya’da, Kahramanmaraş’ta, Hatay’da;

Burada, Nurdağı’nda, İslahiye’de halkın canını nasıl hiçe saydıklarına, umursamadıklarına şahit olduk.

Depremin o ilk 48 saati ilk 72 saati, insanlar enkazlar altında can çekişirken, sistemin nasıl kilitlendiğini, nasıl tüm Türkiye genelinde arama kurtarma çalışmalarının adeta felç olduğuna şahit olduk.

Tek bir kişinin talimatına bağlanan sistemin böylesine doğal afiyet afetlerde nasıl işlemediğini, yerinden yönetim anlayışı olmayınca yerelden güçlü kendine güvenen yöneticiler olmayınca nasıl koskoca Türkiye'nin depremin ilk 48 saatinde ilk 72 saatinde kilitlendiğine hep beraber şahit olduk.

Harabe otellere ruhsat verecek mezar binalar dikerek insanların hayatlarıyla oynayacaklar, bu yüzden hapse girecekler ve ben de o şehrin belediye başkanını partimde tutacağım öyle mi?

Ben değerli arkadaşlar, böyle bir iktidar istemem.

İnsan hayatını yok sayan, canı önemsemeyen bir iktidar istemem.

Enkaz altındaki evlatlarına kendi çabasıyla, elleriyle kazıya kazıya ulaşan anne babaların ahını alan böyle bir iktidarı istemem.

Şahit olduk… Köylerde şahit olduk. Nasıl o köylü vatandaşlarımızın, kendi elleriyle çabalarıyla kendi komşularını ailelerine enkaz altından kurtarmaya çalışırken ellerinin parçalandıklarına şahit olduk.

Kendi komşularının cenazelerini kendileri enkazdan çıkarıp kendileri defneden bir hafta 10 gün boyunca ulaşılamayan, kimsenin gitmediği köylere şahit olduk.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Bugünkü iktidar, felaketleri tek bir zamana değil, tüm hayata, hayatın her anına yaymış durumda.

Ülke sadece bir deprem felaketi yaşamadı ki, ülke bir ekonomik kriz felaketi yaşadı, yaşıyor.

Türkiye aynı zamanda adına “kur korumalı mevduat” denen bir finans faciası yaşıyor.

Hani “asrın felaketi” diyorlardı ya deprem için asrın finansal felakete de bu kur korumalı mevduat arkadaşlar

Felaketler geçiyor, etkileri aylara, yıllara yayılıyor.

Geçtiğimiz günlerde, Hatay Samandağ’dan gerçekten üzücü bir haber aldık.

Prefabrik bir evde çıkan yangında, iki yavrumuzu, İsacan ve Doğa Hüzmeli’yi kaybettik.

İsacan dört yaşında, Doğa bir yaşında.

Ailelerinin kendi imkanlarıyla yaptığı bir prefabrikte oturuyorlardı.

Depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, yavrularımızı depreme kurban vermeye devam ediyoruz.

İsacan ve Doğa’yı ben şimdi huzurlarınızda rahmetle anıyorum, ailesine sabır diliyorum ve bir kez daha buradan, depreme sevdiklerini vermiş bu şehrinden Gaziantep’ten başsağlığı dileklerimi tüm Türkiye’ye iletmek istiyorum.

Türkiye yaşatan bir ülke olmak zorunda, yaşatan bir ülke; gençlerinden güç alan bir ülke olmak zorunda Türkiye.

Bunu hep beraber başaracağız.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Günden güne ayyuka çıkan bir gerçek var ülkemizde.

Ülkemiz kutuplaştırıcı siyasetin, ayrıştırıcı siyasetin yeniden esiri yapılmak isteniyor.

İktidardan söz etmiyorum bakın, muhalefet de yapıyor bunu şu anda.

Seçim geliyor ya ne diyorlar?

“Ha bu Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkeyi kutuplaştırarak öfke ve nefret dili kullanarak seçim kazanıyor. Demek ki bizim de böyle yapmamız gerekiyormuş” diyorlar.

Ülkeyi yönetenler ülkeyi “beriki öteki” diye ayırıyor. “Benden misin değil misin” diye büyük bir ayrımcılık yapıyor. Bakıyoruz bazı muhalefet partileri de buna özeniyor onlar da aynı ayrımcılığı yapmaya başlıyor.

Toplumu geriyorlar, arkadaşlar geriyorlar. Bu kin öfke nefret dili, şu anda Türkiye’de sosyal dokumuza çok büyük zarar veriyor.

İşte yaşadık, Gazze mitinginden dönerken yumruklu saldırıya maruz kalan İsmail Bey’i hepimiz gördük.

Saldırıyı gerçekleştiren genç kardeşimizi şöyle bir kenara ayırıyorum.

Gençler hata yaparlar. Hatalarını savunmadan, onlara doğru yolu göstermek bizim görevimiz.

Mücadelemiz, gençlerle değil.

Mücadelemiz, gençleri öfkeyle dolduran, onları kendi insanına düşman eden zihniyetle.

Yumruk yiyen vatandaşımız, İsmail Bey ne dedi? “Genç kardeşimiz hata yapmış” dedi; “Benim de evladım var, gelsin affederim” dedi.

Yumruk atan kardeşimiz bile savunmadı yaptığını. ‘Pişmanım’ dedi.

Fakat bazı siyasetçiler ne yaptı?

Yumruğu yiyen vatandaşımıza bir geçmiş olsun dileğini bile çok gördüler.

Geçmiş olsun diyen herhalde bir ben varım, bir de başkası var mı yok mu bilmiyorum. Belli başlı siyasetçiler arasında.

Hiç kimseden ses çıkmadı.

Ses çıkaranlarsa, ne acıdır ki, yumruğu, şiddeti savundular.

“İfade özgürlüğü” deyip duranlar, ifade özgürlüğünü askıya aldılar. Seçim geliyor ya…

Yetmedi, son kullanma tarihi çoktan geçmiş sloganları raftan indirdiler.

Türkiye'nin kötü günlerini çağrıştıran laflar söylenmeye başlandı.

Değerli arkadaşlar, kimse kusura bakmasın; biz bu ülkeyi, milli veya dini değerlerimizi istismar ederek ayrıştırmaya çalışan kim varsa, hepsine karşı çıkacağız.

İktidarmış, muhalefetmiş, ayırt etmeden karşı çıkacağız.

Biz, gençlerimizin bu uğurda maşa olarak kullanılmasına izin vermeyeceğiz.

Hem iktidara hem de bazı muhalefet partilerine sesleniyorum:

DEVA kadrolarının, ülkeyi kutuplaştırıcı siyasete teslim etmeye hiç niyeti yok.

Şu işe bakın ya!

Bazıları siyaseti kafalarında şöyle kodluyor;

“Ya laiksiniz ya dindar;

Ya milliyetçisiniz ya bölücüsün;

Ya bizdensiniz ya onlardansın;

Ya berikisin ya ötekisin;”

Değerli arkadaşlar, bunlar belki seçimlerde az buz oy sağlayabilir. Ama bu tür yaklaşımlar bu ülkeye hiçbir şey kazandırmaz.

Bizim toplumumuzun mayasında, bizim kültürümüzün kökünde birlik vardır, beraberlik vardır, kardeşlik vardır.

Bu ülkeyi, bu ikilemlere sıkıştırmak hiç kimsenin hakkı değildir.

Gerçekten artık yeter diyoruz!

Tekrar ediyorum: Biz burada oldukça, DEVA Partisi burada oldukça, size bu ayrımcılığa karşı sapa sağlam karşı çıkacağız.

‘Bana oy vermezseniz laiklik elden gider’ diyorlar, değil mi bazıları?

‘Bizi seçin çünkü biz kazanmazsak laiklik elden gider’

Yoo. Hiçbir şey olmaz ya.

‘Bana oy vermezseniz ülke bölünür’ diyor bazıları

Hayır bölünmez, sizi mahkûm değil bu ülke

Bazıları ne diyor? ‘Bana oy vermezseniz bakın eski günler gelir. Başörtülüler tekrar üniversiteye girememeye başlarlar.’

Yoo. Hiçbir şey olmaz ya

Türkiye bunları aştı aştı ve arkadaşlar artık DEVA Partisi var. Çok önemli bir fark var artık.

Hiçbir parti ya da hiç kimse DEVA Partisi’nden önceki Türkiye ile DEVA Partisi’nden sonraki Türkiye’yi birbiriyle karıştırmasın. Çünkü artık biz varız. Biz bu ülkede nefes aldıkça DEVA’lılar bu ülkede var oldukça korkuya yer yok.

Ben buradan, Gaziantep’ten kendisinin siyasette olduğunu iddia eden herkese seslenmek istiyorum;

Yapmadığınız bir şeyi yapmak zorundasınız:

Siyaset üretmek zorundasınız.

Çözüm üretmek zorundasınız.

Siyaset sadece laf üretmek değil ki. Siyaset sadece her gün bir başkasıyla kavga edip, polemik çıkarıp onunla haber olma yarışı değil ki,

Siyasetçiler halkın derdine derman olmalıdır. Sorunların çözümü için çalışmalıdır.

Biz gereken her şeyi yapıyoruz, işte burada.

Türkiye'nin DEVA’sı, eşi benzeri yok. Türkiye’de bugüne kadar hiçbir siyasi parti bu ülkenin sorunlarını sorunlarına böyle kapsamlı bir şekilde bakıp kapsamlı bir çözüm üretmedi, üretemedi arkadaşlar.

Bunu iktidar partisi de yapamıyor şu anda. Elinde devletin bütün imkanları olmasına rağmen yapamıyorlar.

Seçimden önce siz gördünüz mü Sayın Erdoğan’ın elinde böylesine kapsamlı bir çalışma?

Seçim bitti, hükûmet kuruldu ta 3-4 ay sonra 13 aylık bir Orta Vadeli Program ortaya koyabilirler. Tuttular kulaklarını tersten gösterdiler. Ne yaptılar? 3 yıllık program arkasından 5 yıllık Kalkma Planı ilan ettiler.

Ya ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Böyle plan program olmaz arkadaşlar.

Anayasa gereğidir, önce bir 5 yıllık kalkınma planı hazırlarsın. Şöyle uzun vadeli bir planın ortaya koyarsın. Ondan sonra onun içerisindeki orta vadeli programını ona göre de bütçeni yapıp Meclis’te görüşürsün. Bilmiyorlar ya inanın ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Halkımız açken, ekonomi çökmüşken, hukuk düzeni ortadan kalkmışken, biz bu ülkenin sorunlarının asla çözülemeyeceğini düşünüyoruz. Onun için hazırlandık. Onun için de hazırlanmaya devam ediyoruz

Ve bu ikili siyaset var ya demin bahsettiğim ikili siyaseti yüzlerine yüzlerine vuracağız. Kim olursa olsun iktidar olsun, muhalefet olsun.

Ben buradan, İsmail Bey’e tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Saldırıyı gerçekleştiren genç kardeşimize de sesleniyorum:

Ege kardeşim,

Seni de diğer genç arkadaşlarımızı da ayrımcı ideolojilere teslim etmeye hiç niyetimiz yok.

İnşallah, bir an önce özgürlüğüne kavuşursun. Kavuşursun da yumruk yiyen İsmail Bey, sen ve ben, hep beraber oturup bir çay içeriz;

Türkiye’nin bu toplumun zaten mayasında olan bildiği beraberliği tüm ülkeye inşallah gösterir.

Otururuz ülkemizin yarınlarını konuşuruz.

Buradan söz veriyorum;

Ege kardeşime seni de hiçbir gencimizi de biz bu ayrımcı siyasete teslim etmeyeceğiz.

Seni de hiçbir gencimizi de bu ayrımcı siyasete teslim etmeyeceğiz.

*****

Türkiye’nin DEVA’sı değerli gençler sizlersiniz ve DEVA kadroları hep beraber çalışıyoruz ve hep beraber bu ülkeye DEVA olacağız inşallah.

*****

Değerli Gaziantepliler,

Yerel seçimlerin zamanı yaklaşıyor.

Size yıllardır aynı vaatleri verenler, hiçbir şey olmamış gibi tekrar gelecekler:

“Amanos Tüneli” diyecekler. On yıldır diyorlar, fakat ortada bir şey yok.

“Yüksek hızlı tren” diyecekler, hep diyorlar. Ama ortada bir şey yok.

“Kentsel dönüşüm” diyecekler. Neler yapamadıklarını, bunun nelere mal olduğunu gördük.

“Sağlık sistemi” diyecekler, her girdiğinizde artık en az yüz lira gibi haracı adeta eczanelere bırakmak zorunda kaldığınız bir sistemden size bahsedecekler.

Esnaf diyecekler, sanayici diyecekler, Gaziantep fıstığı diyecekler, zeytin diyecekler.

Ekonomi diyecekler, bir de oradan ikna etmeye çalışacaklar.

Ama yok.

Artık yapamazlar.

İnşallah biz Çözümü yerelden başlatacağız.

Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz artık mesleği bırakmaya başladılar.

Türkiye'de hayvan popülasyonu sürekli düşüyor biliyorsunuz. Büyük baş küçük baş. Çünkü üretenler zarar ediyor. Ne kadar büyük üreticisi o kadar çok zarar ediyor.

Üretim maliyetleri almış başını gitmiş, destekler yetersiz.

Esnafımıza, çiftçimize yerelden destek sağlayacağız.

Çünkü her şey para değildir. Para tabii ki önemlidir ama organizasyon kabiliyeti var ya.

Organizasyon becerisi var ya işte o çoğu yerde paradan çok daha önemli bir araçtır işte bizim bu kapasitemiz var.

Tabii ki şehrin altyapısını, üst yapısını elden geçireceğiz.

Şehrin altyapısını, üst yapısını elden geçireceğiz.

Kentsel yenilemeyi zamanında ve hesaplı yapacağız ama aynı zamanda böyle rant gözlüklerini takmadan yapacağız

Gaziantep, İstanbul’un sekizde biri nüfusuyla, hemen hemen İstanbul’la aynı sayıda sığınmacı nüfusa sahip.

Bu düzensizliğin önüne insanca geçeceğiz.

Sığınmacı sorununa nefretle değil, insan onuruna yaraşır muameleyle çözüm sağlayacağız.

Yerelde çözümler üreteceğiz, merkezi hükûmete örnek olacağız.

Merkezi hükûmete de yol göstereceğiz. “Arkadaş yanlış yoldasın” diyeceğiz. “Sen bu kadar insana vatandaşlık verirsen geri kalanların ülkesine dönme perspektifi kalmaz” diyeceğiz.

Şimdi Türkiye'deki geçici sığınmacı statüsünde olan Suriyelilerin vatandaşlığa başvurma hakkı yok. Kanundu açık madde var. “Vatandaşlık başvurusunda bulunamazlar” diyor. Ama bir başka kanunda da diyor ki; “cumhurbaşkanı kafasına eseni vatandaş yapar” diyor. Tek imzayla.
Eskiden bakanlar kurulu kararıyla yapılıyordu, zordu. Ama bakanlar kurulunun kararı ve bakanlar kurulunun yetkisi tek bir kişiye verilince o tek kişi tek imzayla insanları vatandaş yapıyor şu anda.

Eğer yaklaşık yuvarlayarak söylüyorum rakamları, 4 milyon Suriyelinin bugün 200 bini aşan rakamı vatandaş olduysa o bilin ki tek bir kişinin imzasıyla oldu arkadaşlar. Vatandaş yapıldı.

Sanki zannediyorsun ki arkada mekanizma çalışıyor falan filan… Yok. Bir imza.

Ve bunlar biliyorsunuz cumhurbaşkanının kararnameleri bazen resmî gazetede yayınlanır, bazen yayınlanmaz. Yayınlanmamak üzere de karar alınır. O kararların ne olduğunu da biz iş başına gelince açıp göreceğiz. “Acaba bunlar arkadan neler imzalamışlar, ne yapmışlar” diye. Bazıları gizli damgasıyla yapılır. Dolayısıyla burada şeffaf olmayan da çok husus var.

Ama şunu demek istiyorum. Eğer siz 100 Suriyelinin 5'ini vatandaş yaptıysanız, hem de hiçbir kurala, ilkeye bağlı kalmadan geriye kalan 95'inin geriye dönüşü, ülkesine dönüşü, planını, programını o anda bitirmiş oluyorsunuz.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kıymetli bir şey ya. Çok kıymetli bir şey. Geriye kalan 95'i diyor ki; “ya ben de biraz daha durayım bari. Bana da belki tombala çıkar. Dur bakalım belki bana da bir güzellik yaparlar bir gün” diyor. Ve ülkesine geri dönmek istemiyor. Dolayısıyla bu geçici, sığınmacı statüsünde olanların vatandaşlık yapılmasından daha büyük bir hata yok arkadaşlar.

İlgili kanunda açık hüküm olmasına rağmen, “başvuruda dahi bulunamazlar” demesine rağmen, Cumhurbaşkanı'nın tek imzalı bunları vatandaş yapması, geri kalanların ülkesine dönme planını, programını yok ediyor. “Biraz daha durayım hele” diyor. “Biraz daha bekleyeyim" diyor.

İşte mesele bu sığınmacı sorunuysa değerli arkadaşlar, Türkiye'nin bir göç politikasına ihtiyacı var. Şu andaki hükûmetin bir göç politikası yok ya. Ortaya koyduğu hiçbir şey yok. Bizim bu 23 eylem planımızın bir tanesi bu düzensiz göçün önlenmesi ve sığınmacı sorunun çözülmesiyle ilgili. Komple bir göç politikası hazırladık biz.

Bizim hazırladığımız bu politikayı, bir sayfasını bile hükümet bugün itibariyle yapabilmiş değil. Çünkü plana, programa inanmayan bir zihniyet şu anda ülkeyi yönetiyor.

“Plan program yaparsam kendimi bağlarım. Halbuki ben hiçbir şeyle bağlanmak istemiyorum” diyor.

Anayasayla bile bağlanmak istemiyor ya. Anayasanın açık hükmü var 153. maddede. “Anayasa mahkemesinin kararları uygulanır” diyor, açık anayasa hükmü.

Cumhurbaşkanı çıkıyor; “Mahkeme uygulamayabilir” diyor. “Anayasa mahkemesinin kararına saygı duymuyorum” diyor. “Uymuyorum” diyor.

Şimdi en önemli hukuk normuna, bir ülkenin en üst hukuk normuna “uymam” diyen bir zihniyetin böyle kuralla, politikayla, yazılı belgelerle falan kendini bağlama niyeti yok arkadaşlar. Çünkü keyfilik var.

“Aklıma ne gelirse onu yapmalıyım” diyor. “Bana hiç kimse engel olmamalı” diyor. “Yazayım, çizeyim, program yapayım, ondan sonra da ona bağlı kalmak zorunda kalayım. Öyle mi” diyor, “Yapmam” diyor.

Şimdi plansız programsız yapılan çalışmanın da bedelini 85 milyon şu anda ödüyor.

Değerli arkadaşlar biz ne yaptık? Evet seçimi kazanamadık, Mayıs seçimlerini. Ama seçimden hemen sonra bütün bu çalışmalarımızı birer paket haline getirdik ve cumhurbaşkanına, bakanlara, bakan yardımcılarına, bütün milletvekillerine gönderdik. Dedik ki; “Çözüm burada. Burada akıl teri var. Ve damdan düşenlerle beraber yapılmış çalışmalar bunlar. Umarız ki istifade edersiniz, umarız ki ufkunuzu açar” dedik gönderdik.

Çünkü biz varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun diyen bir anlayışla çalışıyoruz. “Bunlar bizim sır, saklayalım. Nasıl çözeceksin? Söylemem. Yeni seç, ondan sonra söyleyeyim.” Öyle yok. Açık, şeffaf bir söylüyoruz.

Eğitimden sağlığa, dış politikadan güvenliğe, ekonomiden adalete, hukuka kadar her şeyi nasıl çözeceğimizi yazılı olarak söylüyoruz. Çünkü söz uçuyor ama yazı kalıyor.

Biz nasıl tüm çözüm planlarımızı iktidara gönderdiysek buradaki faaliyetlerimizin de yani yerel yönetimlerdeki, belediyelerdeki faaliyetlerimizin de onlara örnek teşkil etmesi için elimizden geleni yapacağız arkadaşlar.

Onlara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.

*****

Değerli arkadaşlar biz seçimlerden çok önce, yerel seçimlerden iki sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı açıkladık. Sayfa sayfa belediyecilikten ne anladığımızı bizim belediyelerimizin nasıl çalışacağını ortaya koyduk.

Bununla da yetinmedik yerel seçimlerden önce bir “Etik Kurallar Bildirgesi” hazırladık. Ve bizim adayımız olan herkes önce bu üç sayfalık bildirgeyi okuyor, imzalıyor, ondan sonra adayımız oluyor.

Yani temiz belediyeciliğin ne olması gerektiğini biz yazılı olarak ilan ettik ve adaylarımızın da seçildikten sonra belediyeyi bu kurallar çerçevesinde yönetmeleri gerektiğini ilan ettik.

Bunu yapan da ilk partiyiz biliyor musunuz? Ben dedim bir bakın ya başka partiler daha önce yapmış mı etmiş mi? Arkadaşlar araştırdılar “Yok” dediler ya. Siyaset tarihimizde bunun örneği yok. Düşünün.

Çünkü belediyecilik deyince hemen akıllara “rant” geliyor. Belediyecilik gelince “ya oralara bir otursak da şöyle imar rantları, haksız kazanç oradaki fırsatları nasıl eşe dosta dağıtabilirim?” Belediyecilik deyince aklına bunlar geliyor.

Oysa biz ne diyoruz? “Etkin yönetiyoruz” diyoruz ve “temiz yönetiyoruz” diyoruz.

“Hem iyi iş yaparız hem de bunu temiz, dürüst yaparız” diyoruz.

Hani derler ya “ya adam çalıyor ama biraz da iş yapıyor.” Ne demek bu ya? Öyle hem çalmayacak hem de biraz değil, çok iş yapacak. Bize öyle başkanlar lazım.

Bu yanlış anlayışı değerli arkadaşlar Yerel yönetimler belediyecilik literatüründen Türkiye'de kazıyıp atmamız gerek.

Ve biz şu konuda iddialıyız bakın. Bizim her bir adayımız mevcut belediye başkanından da diğer adaylardan da belediyeyi çok iyi yönetir. Çünkü bizim böyle bir kadromuz var ya çok şükür pırıl pırıl bir kadromuz var. Hem işin ehli hem de dürüst bir kadromuz var. Ve bunu biz test ettik.

Ne zaman test ettik biliyor musunuz? 6 Şubat'ta iş başa düştü mü? 6 Şubat depremlerinde. 6 Şubat'ta deprem oldu sabaha karşı. Ben 7 Şubat'ta AFAD'daydım. AFAD Başkanı orada o günkü Cumhurbaşkanı yardımcısı orada eski AFAD Başkanlığı yapmıştı o da. Ve dedim ki; “bakın Pazartesi, Salı iki günde bizim teşkilatımız tam 100 TIR’lık yardım topladı.”

Biz sadece bir liste verdik. Dedik ki; “imkânı olanlar bu yardımları kendi imkanlarıyla toplasın.” İkinci günün akşamı 100 tır hazırdı.

Dedim ki; “Biz size tırların içindeki listeleri verelim. Plakayı da verelim. Siz de bize adres gösterelim AFAD olarak.” Çünkü biz hani dağıtım konusunda devletin kurumu varken uzmanlık alanı olan kurum varken “bunu siz yapın” dedik. “Tamam” dediler, bize bir isim ve telefon numarası verdiler. Yok. Bir tane adres gösteremediler ya.

Bir haftanın sonunda 250 tıra çıktı rakam. Ve ne yaptık biz il başkanlarımıza dedik ki; “Arkadaşlar buradan bir şey çıkmıyor. Biz bu işi kendimiz yapacağız.” Dediğimiz o, “Bu işi kendimiz yapacağız.”

Sonra ben depremin dördüncü günü İslâhiye’deydim. O zaman Ertuğrul Bey il başkanımız. Baktım gayet güzel bir depo tutmuş. Tırlar iniyor yardımlar Gaziantep'e dağılıyor. Dördüncü gün.

Arkasından Kahramanmaraş'taydım. İrfan Bey o zaman Kahramanmaraş il başkanımız, şimdi milletvekilimiz oldu. Baktım gayet güzel bir depo tutmuş. Harıl harıl çalışıyor. Dışarıdan insanlar yardım alıyor. Küçük araçlarla dağıtılıyor. Depremin beşinci günü.

Malatya baktım iki bin metrekare organize sanayide depo tutmuş arkadaşlar. Harıl harıl çalışıyorlar. Ya koskoca devletin kurumları dururken, Kızılay varken, AFAD varken bu yardımı toplayıp da dağıtma işi daha üç yaşındaki bir siyasi partiye mi düşer ya? Böyle bir şey olabilir mi?

Devletin onlarca yıldır yapamadığını bizim il başkanlarımız üç günde, dört günde, beş günde yaptılar. Hem de alınlarının akıyla yaptılar.

Demek ki neymiş? Bizim kadrolarımız iş başa düştüğünde mevcutlardan çok daha iyi bu işi yaparmış. Bunu test ettik, gördük.

Ve yerinden yönetim diyorum ya yerinden, biz çok geniş bir çerçevede sadece yapılacaklar konusunda değerli arkadaşlar sadece bir yol ve yön veriyoruz o kadar. Gerisi hep yerelden geliyor. Çünkü ekibimize, kadromuza güveniyoruz.

İşte yerel yönetim dendiğinde de işi bilen, dürüst, ehil, kadrolar bizim belediye başkanlarımız olacaklar ve asıl onlar Türkiye genelinde işi yapacaklar.

Tabii ki biz gereken her türlü desteği her türlü entelektüel birikim onları aktaracağız. Ha Merkez hükûmette yokuz. Ama inşallah bir sonraki genel seçimlerde merkezi hükûmette iktidarda da yerimizi aldığımızda işte asıl o zaman sinerji meydana gelecek. Asıl o zaman göreceğiz.

Ve hiç endişeniz olmasına. Gün gelecek DEVA kadroları bu ülkeyi yönetecek. Belediyeleriyle, merkez hükümetiyle. Bunu inşallah başaracağız.

Bu seçim arkadaşlar evet yerel seçim belediye başkanlarımızı seçeceğiz. Bu seçimde evet belediye meclis üyelerini seçeceğiz ama bu seçim aynı zamanda merkezi hükûmete de bir uyarı arkadaşlar.

Merkezi hükûmetten memnun değilsek, merkezi hükûmetti uyarmak istiyorsak “arkadaş aklını başına al, genel seçimlerden bu yana 7 ay geçti. Sen bu ülkenin hiçbir sorunu çözemiyorsun ya…”

Ali Babacan'ın yakın çalışma ekibindeki bir iki kişiyi ekonominin başına getirmekle bu iş çözülmez. Çünkü hukuk olmayınca ekonomi olmaz. Adalet olmayınca bu ülkeye refah gelmez. Bunu anlamıyorlar.

Siz her gün Anayasayı çiğneyip daha sonra dönüp de bu ülkenin milli gelirini yükseltemezsiniz. Böyle bir şey yok.

İşte bunun içindir ki arkadaşlar bu seçim hükûmete aynı zamanda bir uyarı seçimidir. “Aklını başına al seçimidir” ve bu seçim hükümete bir “sarı kart” gösterme seçimidir. Hep beraber sarı kartı göstereceğiz ki bir sonraki genel seçime kadar biraz akıllarını başlarına alsınlar. Biraz bizden öğrensinler.

Bir sonraki genel seçimde de inşallah DEVA kadroları olarak ülkenin yönetimini o emaneti teslim alacağız. Ve sadece Türkiye'ye değil tüm bu geniş coğrafyaya etkin ve temiz yönetim nasıl olurmuş İnşallah göstereceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Duymayan kalmamıştır ama ben yine buradan söyleyeyim;

Duymayan varsa duysun, bilmeyen varsa öğrensin:

DEVA Partisi, önümüzdeki 31 Mart seçimlerine kendi adıyla, kendi logosuyla ve kendi adaylarıyla giriyor!

Türkiye’nin her köşesinde seçim günü eline pusulayı alan vatandaşlarımız DEVA Partisi logosunu orada görecek.

Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız gönül rahatlığıyla temiz ve düzgün yönetime oy verebilecek.

Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız bileğinin gücüyle, alnının teriyle, boğazından haram tek lokma geçmemiş adaylarımıza destek verebilecek.

Gaziantepliler de 31 Mart günü oy pusulasını ellerine aldıklarında hem büyükşehirde hem de ilçelerde DEVA Partisini görecekleler, adaylarımızı görecekler ve gönül rahatıyla damgayı damlanın altına inşallah basacaklar.

Ve Gaziantep'e DEVA olacak, bütün ilçelerimize DEVA olacak adaylarımızı inşallah işlerinin başında göreceğiz.

Evet, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkan adayımız. Böyle arkalarda oturuyor ama şöyle kendisini bir ön tarafa alalım.

Evet, Ekrem Bey, bizim Büyükşehir Belediye Başkan adayımız zaten Ankara’da lansman çalışmamızda tanıttık. Gaziantep'te de insanlar gittikçe daha çok tanıyor, seviyor ama inşallah bundan sonraki süreçte 31 Mart’a kadar hep beraber çok yoğun bir şekilde çalışacağız.

Araban adayımız Ferit Karataş, şu anda Araban’da bizi bekliyor. Çünkü buradan sonra Araban’a geçeceğiz. Kendisi hem inşaatçı hem eski futbolcu. Araban inşallah artık Ferit Bey’den sorulacak.

“Bekir Yücel”, İslâhiyeli bir hukukçu. Genç, pırıl pırıl bir arkadaşımız. İnşallah İslâhiye Belediye Başkan adayımız olacak.

”Mehmet Bozkurt”, eğitimci arkadaşımız. Oğuzeli ilçesinde inşallah harika işler yapacak.

“Bekir Saltan”, Bekir Saltan kardeşimizde inşallah Şahinbey’de belediye başkan adayımız. Gaziantep Lisesi mezunu. Genç bir mühendis kardeşimiz.

Şehitkamil ilçesindeki adayımız “Okan Kısacık”. Kendisi bir iş insanı, siyasete partimizle giren genç bir kardeşimiz.

Hepsi DEVA’lı, hepsi bugün bir belediyeyi, yarın ülkeyi yönetmeye aday kadrolar.

Ödevlerine çalıştılar, çalışıyorlar.

Yaşayarak çalışıyorlar ödevlerini:

Tıklım tıkış otobüslerin de farkındalar, zamanında gelmeyen tramvayların da.

Okula karanlıkta giden çocuklarımızın da farkındalar; sokaklarda karşılaştıkları zorlukların da başıboş sokak hayvanlarının da farkındalar.

Belediye deyince gözlerinde dolar işaretleri oluşmayan arkadaşlarımız bunlar.

Belediye deyince “ha şurada bir yeşil alan var, ha şurada bir deprem toplanma alanı var. Oraya nasıl imara katarım da şöyle bir yüksek bina dikerim de oradan herkes nemalanır demeyen” arkadaşlar. Haksız ranta, israfa geçit vermeyecekler.

Ve inşallah 30 Mart günü geldiğinde hep beraber Gaziantep olarak arkadaşlarımızın arkasında olacağız.

Tabii ki adaylarımız sadece buradaki arkadaşlarımızdan ibaret olmayacak. Diğer bütün ilçelerde de çok hızlı bir şekilde aday tespit çalışmamız devam ediyor. Ve inşallah önümüzdeki haftalarda diğer adaylarımızla açıklayıp topyekûn “biz buradayız, DEVA’yız ve ülkenin sorunlarının gerçek çözümü burada“ diyeceğiz. Vatandaşlarımızın karşısına her zaman olduğu gibi alnımız açık, başımız dik çıkacağız ve “hizmete talibiz” diyeceğiz.

Tekrar hayırlı olsun diyorum. Ve şimdi değerli il başkanımız Mehmet Bey'i ve milletvekilimiz Ertuğrul Bey'i de şöyle sahneye davet ediyorum.

Eğer basın mensubu arkadaşlarımızın soruları varsa sorular bana olabilir. İl başkanımıza, milletvekilimize, belediye başkan adaylarımıza olabilir. Eğer soru varsa cevaplayalım, eğer yoksa da şöyle bir sizleri selamlayıp programımızı bitirelim. Tekrar çok teşekkürler, hayırlı uğurlu olsun arkadaşlar.

8 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Mersin - Tarsus Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Tarsus Konuşma Metni
 
Değerli yol arkadaşlarım, 
 
Sivil toplum örgütlerinin ve siyasi partilerin çok değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
 
Değerli basın mensupları,
 
Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız, 
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
 
Bugünkü Tarsus buluşmamıza hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Değerli dostlarım,
 
Kıymetli vatandaşlarımız,
 
Duymayan varsa duysun, bilmeyen varsa öğrensin:
 
DEVA Partisi, önümüzdeki 31 Mart seçimlerine kendi adıyla, kendi logosuyla, kendi adaylarıyla girme kararı aldı biliyorsunuz.
 
Ve Türkiye’nin her köşesinde, seçim günü eline pusulayı alan vatandaşlarımız, inşallah DEVA Partisi’nin logosunu, adayını o pusulada görecek ve tercihini DEVA Partisi önünde DEVA Partisi’nin tercihlerden birisi olan oy pusulasını inşallah kullanacak.  
 
Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız gönül rahatlığıyla etkin ve temiz belediyeciliği seçecek inşallah. 
 
Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız bileğinin gücüyle, alnının teriyle çalışan, harama bulaşmamış adaylarımızı tercih edecek.
 
İşte Tarsus’un DEVA’sı dedik, değerli başkan adayımız Ramazan Yıldırım Bey’i tüm Türkiye’ye adayımız olarak ilan ettik. 
 
Eş zamanlı olarak biliyorsunuz Fatma Hanım’ı da Mut Belediye Başkan adayımız olarak ilan ettik. 
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Bu yerel seçimler, belediye seçimleri önemli. 
 
Neden mi?
 
Çünkü Tarsus, demokrasinin yerelden başlayacağını çok biliyor. 
 
Çünkü Tarsus, hakla adaletle yönetilmeyi hak ediyor.
 
Tarsus, iktidarın görmezden gelmesine, yok saymasına kurban edilecek bir şehrimiz değil. 
 
Tarsus Organize Sanayi Bölgesi Türkiye’nin sayılı bölgelerinden ve İSO 500 sıralamasında yani Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarının ilk 500’ünde 8 firmasıyla yer alan bir yer Tarsus. 
 
Ancak gelin görün ki, bu Organize Sanayi Bölgesinin otobanla bağlantı yolları hala tamamlanabilmiş değil.
 
Hatta ve hatta %25 oranında dahi bu proje bile ilerlemiş değil. 
 
Ulaştırma Bakanı çıkıyor diyor ki “biz bir kavşak tamamladık” diyor. 
 
Yahu Türkiye’nin en çok vergi ödeyen 6. İli Mersin değil mi? Bu Mersin’in koskoca ilçesi Tarsus bağlantı yollarını yapmayı hak etmiyor mu da işte “kavşak yaptık yeter” diyorsunuz. 
 
Kavşak için mi Tarsus’un sevinmesini bekliyorsunuz gerçekten.
 
Bir başka konu, Çukurova bölgesel havalimanı da tam 2008’den beri dilde var ama nedense bir türlü tamamlanamıyor.
 
Tamamlansa en büyük faydayı Tarsus görecek bunu biliyoruz. 
 
Çünkü Tarsus’a çok yakın bir havalimanı açılmış olacak ama yapılmıyor.
 
Bir başka sorun…
 
Tarsus Kazanlı Turizm bölgesi. 2009 yılında yani bundan tam 14 yıl önce, burada beş şirkete 11 yer tahsis edilmiş.  
 
Yer tahsislerinin hiçbirinde tek çivi çakılmamış. 
 
Mersin milletvekilimiz Mehmet Emin Ekmen Kültür Bakanına soruyor. ‘Niye’ diyor.
 
Kültür Bakanı cevap veriyor: “Havalimanı bitirilemediği için” diyor.
 
Sanki hava limanının bitirilmesi bir başka hükûmetin bir başka iktidarın göreviymiş gibi.  
 
Ya sizin bakan olduğunuz hükûmetin görevi bu.
 
Hadi havalimanı bitirmedi diyelim buradan ama Tarsuslara sormak istiyorum.
 
Kazanlı Turizm bölgesinin alt yapısı ile ilgili bugüne kadar hangi adımlar atıldı?
 
Yok… Maalesef atılan hiçbir adım yok.
 
Senelerdir Çukurova bölgesel havalimanını bitirmeyen iktidar, aynı dönemde, bakın taa 2008’den bugüne kadar bahsediyoruz. Çukurova Havalimanı dediğimiz dümdüz arazi değil mi? 
 
Ben son geldiğimde uçakla üzerinden geçerken şöyle bir baktım dümdüz arazi. 
 
2008’den bu yana bu havalimanı bitmiyor ama öte yandan bakıyorsunuz denizi doldurdular Ordu Giresun havalimanını yaptılar. 
 
Yetmedi hemen ötesinde denizi doldurdular Rize Havalimanını yaptılar. 
 
İstanbul’da gerçekten bataklık, çukur ve tepelerle dolu olan bir araziyi düzelttiler İstanbul Havalimanını yaptılar. 
 
Demek ki neymiş? İsteyince oluyormuş. 
 
Demek ki neymiş? Sahip çıkan birisi olduğu zaman bu projeler tamamlanıyormuş. 
 
Ama iş Mersin’e gelince Mersin’i bile isteye ihmal ediyorlar arkadaşlar.
 
*****
 
Bakıyoruz Tarsus’ta çok çarpık kentleşme var. Vatandaşlarımızın hayatını gerçekten çekilmez hâle getiriyor. 
 
Trafik sorunu, konut sorunu almış başını gidiyor.
Bununla bitiyor mu? Hayır.
 
Şöyle bir tarımla ilgili konulara bakıyoruz, tarımla ilgili sorunlara bakıyoruz narenciye değil mi?
 
Ya inanın içim parçalanarak izledim. O top taze limon ağaçlarının kepçe ile sökülüp toparlanıp oraların dümdüz tarla haline getirilişini. 
 
Limonların böyle sallanıp sallanıp toprağa dökülmesini.
 
Bu sene narenciye hasatının yüksek olacağı bilinmeyen bir şey değil ki. Uzmanlar zaten bunu ilan etmiş demişler ki “bu sene hasat fazla olacak” 
 
Ama çiftçimizin yüzü bir türlü gülmüyor ya.
 
Mahsul fazla oluyor çiftçimiz üzülüyor. Mahsul fazla oluyor limon toprağa dökülüyor, limon ağaçları sökülüyor. 
 
Gerçekten değerli arkadaşlar, son dönemde bu narenciye konusunda
bu bölgede yaşanan Tarsus’ta Mersin’de bu bölgede yaşananlara çok üzülüyoruz.
 
Ve iktidarın bunlara kayıtsız kalması bir çözüm üretmemesi de tamamen ilgisizlikten.
 
Cumhurbaşkanının cepten cebe konuştuğu insanlar var biliyorsunuz.
 
Bunlar genelde biliyorsunuz, hangi firmaların sahipleri olduğunu, hangi müteahhitler olduğunu. Onlarla cepten cebe konuşuyor.
 
Dolayısıyla alınan bütün kararlar aslında büyük şirketlerin sermayedarların lehine olan kararlar oluyor. 
 
Ben merak ediyorum acaba Sayın Erdoğan’ın böyle cepten cebe konuştuğu tek bir çiftçi var mı acaba Türkiye’de. 
 
Şöyle, Tarsus’ta bir limon bahçesi olan, hemen Çukurova’da sebze meyve üreten, biraz kuzeye gidelim Konya ovasında buğday üreten çiftçilerden acaba kaç tanesi ile cepten cebe konuşabiliyor?
 
İşte bu kadar uzun süre iş başında kalıp da etrafınız dar bir çıkar çevresi tarafından sarıldığında kafanızı kaldırıp memleketin gerçeklerini göremiyorsunuz.
 
Eskiden Keçiören’de bir apartman dairesinde otururdu. Komşuları vardı ya bir apartman görevlisi falan vardı hani girerken çıkarken selamlaşacağı.
 
Şöyle az çok o eve gelip çıkarken emeklilerle yolda karşılaşıyordu.
Ne zaman ki kendini külliyeye hapsetti, bu ülkenin gerçeklerinden koptu.
 
Bugün programımıza biz Niğde’de başladık.
 
Niğde'de otobüsten adımımızı attık inanın 10. saniyede etrafımı emekliler çevirdi. “Bizim halimiz ne olacak” diye.
 
Gelirken yol üstü Pozantı’daydık. Hangi adımı atsak emekliler feryat ediyor. “Ya diyorlar 7 bin 500 lirayla bu ülkede biz nasıl geçineceğiz” diyorlar.
 
“Temel, sadece temel gıda ürünlerini almaya yetmiyor, maaşımız” diyorlar.
Hele hele bir emeklimizin eğer oturduğu ev kendinin değilse vay haline. 
 
Bugünkü kiralarla arkadaşlar bir emeklinin bu ülkede yaşaması artık imkânsızlaştı. Her an sokağa atılma korkusuyla yaşıyor emekliler ya.  “Ev sahibi beni hangi gün zorla çıkaracak? Hangi gün beni kapının önüne bırakacak” diye. 
 
Yazık günah.
 
Ve bütün bu problemler var ya arkadaşlar burada yaşadığınız ne kadar problem varsa biz DEVA Partisi olarak kurduğumuz teşkilat aracılığıyla çok yakından takip ediyoruz, çok yakından.
 
İl teşkilatımız var, bütün kılcal damarlara kadar oluşturduğumuz ilçe teşkilatlarımız var ve seçimlerden sonra da artık Türkiye’nin her yerinde milletvekillerimiz de var.
 
Ve bizim milletvekillerimiz sadece seçildikleri ilden sorumlu değil 81 ili milletvekillerimize taksim ettik. Her ilimizin milletvekili var.
 
Bizim Mersin milletvekilimiz biliyorsunuz Mehmet Emin Ekmen Bey. 
 
Sağ olsun seçimlerden bu yana ben kendisine meclisin açık olduğu 2-3 gün Ankara’da şöyle görüyorum ama ondan sonra ne zaman arasam telefonda Mersin’de çıkıyor.
 
Seçildiği günden bu yana sağ olsun Mersin’in meclisteki ağzı oldu, meclisteki gözü kulağı oldu. 
 
Narenciye üreticisinin sorunlarından tutun, bitmeyen hava limanna, Akdeniz sahil yolundan Çeşmeli Taşucu otoyoluna, Ana Konteyner limanından kültür turizm yatırımlarına kadar pek çok konuda Mersin’in her derdinin takipçisi oldu.
 
Hem her hafta Mersin sokaklarındayız tüm teşkilat olarak ve milletvekilimiz olarak hem de her hafta yine meclisteyiz. Çünkü Mersin’in Tarsus’un hâline Ankara’da Meclis’te tercüman oluyoruz.
 
Burada görülmeyenlerin, duyulmayanların Ankara’da sesi oluyoruz. 
 
Mersin'in çözümlerini de tek tek sıraladık arkadaşlar. 
 
Biliyorsunuz biz alışılageldik bir muhalefet partisi değiliz. Türkiye'de klasik muhalefet nedir? İktidar “siyah” der siz “beyaz” dersiniz. İktidar “beyaz” der yok siz “siyah” dersiniz. 
 
Türkiye'de klasik muhalefet anlayışı bu. E Türkiye’de klasik muhalefet bir çözüm üretmez.
 
“Siz beni seçin, ondan sonra nasıl çözeceğimi o zaman gösteririm” der “o zaman söylerim” der. 
 
Oysa biz sadece sorunları söyleyip kenara çekilen bir parti olmadık. 
 
Kurulduğumuz ilk günden bu yana hep çözümü de masaya koyan, çözümü de dillendiren bir parti olduk. 
 
Vatandaşlarımızı dinliyoruz, tek tek sorunları tespit ediyoruz ve tüm bu sorunlar nasıl çözülecek diye tek tek tek tek çözüm üretiyoruz.
 
Ve açıklıyoruz. 
 
“Biz iktidar olduğumuzda bunları yapacağız” diyoruz.
 
Ve bakın Türkiye’nin DEVA’sı adını verdiğimiz bu fasikül fasikül ansiklopedi hâline getirdiğimiz bu belge, tek tek tek tek Türkiye’nin her alandaki ama her alandaki çözümlerini içeren bir belge. 
 
Hep beraber Türkiye’nin DEVA’sı olacağız arkadaşlar, DEVA kadroları olarak gençlerle, kadınlarla beraber. Hep beraber Türkiye’nin DEVA’sı olacağız inşallah.
 
Ve biz ne yaptık arkadaşlar? Seçimlerden önce bunları tamamladık. 
 
15 Ocak’ta geçtiğimiz sene 15 Ocak’ta bunu bir bütün olarak tekrar bütün Türkiye’ye tanıttık bu çalışmayı. Her konuda çözümümüz hazır dedik. 
 
Ancak seçimlerde arzu ettiğimiz sonucu alamadık. 
 
Fakat ne yaptık, seçimden hemen sonra bunları birer set olarak Cumhurbaşkanına, bakanlara, bakan yardımcılarına, milletvekillerine gönderdik.
 
Dedik ki “burada akıl teri var, büyük bir emek var. Her işin uzmanının burada emeği var.  Umarız ki okursunuz, istifade edersiniz. Umarız ki bakarsınız ufkunuz açılır” dedik. 
 
Ne dedik? “Varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun” dedik.
 
İşte bu yüzden biz alışılageldik, partilerden değiliz. Vatandaşlarımız da artık Türkiye’deki o eski kötü siyasete mahkûm değil.
 
Çünkü artık DEVA var çünkü artık DEVA Partisi var.
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Türkiye'de evet biz her alanda çözüm üretiyoruz. Belediyecilikle de alakalı çözümlerimizi bu kalın kitabın içerisindeki 6 nolu fasikülde yani Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızla ortaya koyduk. 
 
Burada her şey var. Bütün çözüm, aklınıza ne geliyorsa yerel yönetimler ve şehircilikle alakalı tek tek tek tek sıraladık.
 
Ancak bizim belediyecilik anlayışımızda sadece etkin yönetim yok.
Sadece sonuç alıcı bir yönetim yok, aynı zamanda temiz bir yönetim anlayışımız var. 
 
Ve bu temiz yönetim anlayışımızda etik kurallar bildirgesi ile kamuoyuna açıkladık. 
 
Burada böyle 3 sayfalık bir bildirgeyle bizim belediye başkan adaylarımız öncelikle “ben seçilip belediyeyi yönettiğimde buradaki etik kurallara yani buradaki ahlaki kurallara uygun olarak yöneteceğim” diyor.
 
Bunu önce taahhüt ediyor bu belgenin altına imzasını atıyor, ondan sonra bizim adayımız oluyor ki seçildikten sonra o eski belediyecilik eşittir rant anlayışını geride bırakalım. Temiz dürüst belediyeciliğin ne olduğunu bütün topluma bütün halkımıza gösterelim diye.
 
Hem düzgün yöneteceğiz, iyi yöneteceğiz ama hem de temiz yöneteceğiz.
 
Şöyle bir alışkanlık var biliyorsunuz “ya çalıyor ama işte yapıyor.”
 
Ya iş yapsın ama çalmasın yani ne demek yani çalıyor ama işte yapıyor.
Biz öyle belediyecilik anlayışına karşıyız. 
 
İş yapacak, bir de çalmayacak yani. Böyle bir şey yok. 
 
Ve arkadaşlar bu seçimler bakın sadece belediye başkanlarımızı seçeceğimiz bir seçim olmayacak. Sadece belediye meclis üyelerini seçeceğimiz bir seçim de olmayacak. 
 
Bu seçim aynı zamanda iktidara, merkezi hükûmete bir uyarı seçim olur.
 
Arkadaş 7 ay geçti. 7 aydır zam üstüne zam yaptınız. 7 aydır vergi altına vergi artırdınız. 7 aydır faizi her ay artırdınız ya. 
 
7 ayda 7 kere faiz artırdınız. 
 
“Ben iş başında olduğum sürece faiz düşmez, faiz iner. Daha da inecek” demedi mi? 
 
“Ben iş başında olduğum sürece faiz daha da inecek” demedi mi? 
 
Seçime doğru giderken böyle faizi küçük küçük indirip işte yüzde yok 9, 8 buçuk falan deyip de bak indiriyorum diye gösterip seçimden sonra yüzde 42 buçuğa artırmadı mı? 
 
E bu halkı aldatmak değil mi?
 
Seçimden önce çiftçimizin mazotunu 18 lira 19 lira gösterip seçimden sonra 40 liraya patlatmak halkı aldatmak değil mi? 
 
Seçimden önce döviz kurunu 18- 19 lirada tutup ki yeni bakan öyle diyor. “Mayıs sonuna kadar kuru tutmuşlar” diyor. Bu kuru tutup seçimden sonra 30 liraya patlatmak halkı aldatmak değil mi? 
 
“Ben mülakatı kaldıracağım” deyip seçimlerden sonra o sözünü inkâr etmek o sözünü yutmak hala mülakatla işine geleni devlete alıp işine gelmeyen gençleri pırıl pırıl gençleri dışarıda bırakmak halkı aldatmak değil mi?
 
Onun için diyorum ki arkadaşlar; seçildi seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı diyorum.
 
Helalinden kazanmadı. 
 
Ve arkadaşlar evet bu yerel seçimler merkezi hükümete iktidara da uyarı için bir fırsat. Çok önemli fırsat. 
 
Yani bu yerel seçimlerde kullanacağınız tercihler sadece belediye başkanını seçmek anlamına gelmeyecek. 
 
Hem de merkezi hükûmete “arkadaş aklını başına al. Yanlış yoldasın.”
 
7 ay geçti ya taş olsa çatlar emeklilerimiz sabret sabret nereye kadar sabredecek? 
 
Çiftçimiz esnafımız sabret sabret nereye kadar sabredecek? 
 
Onun için işte diyoruz ki eğer bu seçimlerde hükûmeti uyarmak istiyorsanız hükûmete “aklını başına al” demek istiyorsanız en önemli fırsat. 
 
Yani bu seçimler arkadaşlar hükûmete bir sarı kart gösterme fırsatı sarı kart.
 
Pozantı’da ben sarı kart deyince bir emeklimiz kulağıma eğildi. Biraz ağırca bir ifadeyle “bunlar kırmızı kartı çoktan hak etti” dedi. 
 
Dedim ki inşallah o genel seçimde. Şimdi yerel seçimde sadece belediye başkanlarını değiştiriyoruz. Hükûmeti merkezi hükûmeti iktidarı ancak uyarıyoruz.
 
Dolayısıyla şimdi sarı kart ama inşallah bir sonraki genel seçim geldiğinde de hep beraber arkadaşlar kırmızı kartı göstereceğiz. 
 
O, günü gelince inşallah. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Ülkemizdeki siyaset tablosuna şöyle bir baktığımızda gerçekten yani hele hele şu seçimden sonra var ya muhalefetiyle, iktidarıyla, inanın al birini vur ötekine gibi bir tabloyla karşı karşıyayız. 
 
Ya şu aralığın son günlerinde yaşananları görüyorsunuz. Bu Riyad'daki yapılamayan maçtan bahsediyorum. 
 
Maçla ilgili gelişmeleri hep beraber izledik. Tabii ki üzüldük. Ama aynı zamanda kızdık. 
 
Ya bu ne biçim beceriksizliktir yani? 
 
Ellerine yüzlerine bulaştırırlar. 
 
İşin alt tarafı bir Süper Kupa finali bir başka ülkede yapılacak. Bu kadar mı basiretsizlik olur? Bu kadar mı beceriksizlik olur? Bu kadar mı plansızlık programsızlık olur? 
 
Ya bu ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları diye kurumları var değil mi? 
 
Türkiye Cumhuriyeti'nin orada Riyad'da Büyükelçisi var. 
 
Dışişleri Bakanlıkları bu tür krizleri çözmek için oradadır. Bu tür krizler diplomasiyle aşılır, diplomasiyle çözülür. 
 
Ama devlet kurumlarını siz o kadar yerin dibine batırdınız ki, kurumlar o kadar büyük bir zafiyet içinde ki ... 
 
Ve bizim Büyükelçilerimizin çoğu o kadar maalesef sindirilmiş, susturulmuş vaziyetteki veya zaten o işi yapamayacak sadece ya bu bizdendir, partilimdir diye atanan Büyükelçiler de var.  Bir grup öyle Büyükelçiler de var.
 
Ve sonuçta ülkemiz tam da yılın son günlerinde büyük bir skandalla karşı karşıya kaldı ve bütün dünya Türkiye'yi konuştu ya. Bütün dünya şu andaki bu işin içindeki organizasyonu yapanların beceriksizliğini konuştu. 
 
Ellerine yüzlerine bulaştırdığını konuştu.
 
Fakat iş orada kalmadı. 
 
Baktık ki muhalefet partileri de vatandaşlarımızı milli değerlerimiz üzerinden, üstelik de gerçek olmayan bilgilerle kutuplaştırmaya çalıştı. 
 
Baktık ki birileri o tam avuçlarını böyle ne denir, avuçlarını ovuşturuyorlar. “Hah top geldi ayağımıza.” Diyorlar, Ne topu? İşte “biz buradan şunu istismar ederiz, bunu istismar ederiz. Tam bir fırsat bu yapılamayan maçtan milli değerleri istismar edip, kaşıyıp oralardan kendimize prim yaparız.” Zaten ülkenin başındaki iktidar yeterince kutuplaştırıyor arkadaş. 
 
Yani bu ülkeyi iyi yönetmek, bu iktidara daha çok benzemekten geçmiyor. 
 
Ben bakıyorum bazı siyasi partilerde, bazı siyasetçiler de diyorlar ki “ya ben ne kadar çok Erdoğan'a benzersem herhalde o kadar kazanma ihtimalimi artar.’”
 
Ya arkadaş, Sayın Erdoğan'ın bu ülkeyi yönetme tarzı kaybettiriyor. 
 
Sen o tarzda seçimi kazansan ne, kazanamazsan ne? Memleket kaybediyor, memleket, ülke kaybediyor. 
 
Daha iktidar olmadan Erdoğan'ın hastalıklarına kapılan siyasetçileri görüyoruz maalesef. 
 
Ve o kutuplaştırmanın, o suni gündemin sokaktaki etkisini hemen gördük arkadaşlar. 
 
Ayın 1’inde ya, yeni yılın ilk günü. Yeni yılın ilk gününü 2024, tabii 2023'de çok zorluklar yaşadık millet olarak ama 2024 şöyle yeni yıl her yeni başlangıç bir ümittir ya, dakika bir gol bir. 
 
İlk gün bir Filistin mitingi var, Filistin mitinginden çıkan bir vatandaşımıza geliyor gencecik bir çocuk, Yıldız Teknik Üniversitesi öğrenci çocuk, geliyor yumruk atıyor. 
 
Öbür vatandaş da bir apartman görevlisi yumruğu yiyor. 
 
Ya yazık değil mi ya, siz bu milleti kutuplaştır, öfke ve nefreti pompala pompala siyaset bu mu Allah aşkına? 
 
Yani iktidar öfke ve nefret siyaseti yapıyor, “seçimi kazanmak için ben de öfke ve nefret siyaseti yapacağım.”
 
Yazık değil mi bu topluma? 
 
Daha beteri ne oldu arkadaşlar? Bu yumruk atanı savunanlar oldu. Gerçekten yani akılların durduğu bir noktaya gelmiş durumdayız. 
 
Böyle bir şey olur mu ya? Şiddet savunulur mu? Sen eğer fikrine güveniyorsan gelirsin görüşünü konuşursun.
 
Ne zamanki görüşün zayıftır, tezin zayıftır, fikrine güvenmiyorsundur ancak o zaman şiddetle kendini ortaya koyarsın. 
 
Böyle mi örnek olacaksınız gençlere? 
 
O yumruğu atan gencimiz bile “İyi ki yaptım” demiyor. Ne diyor? “Pişmanım” diyor. 
 
Yumruğu yiyen apartman görevlisi arkadaşımız “Benim de çocuklarım var. Gelse onu affederim” diyor. 
 
Toplumumuzun gerçek özü bu, toplumumuzun mayası bu. 
 
Bizim toplumumuz kardeşlik, birlik, beraberlik içinde yaşayan bir toplum. Ama bu iktidar, bu öfke ve nefret dilini böyle bulaşıcı hastalık gibi muhalefet tarafındaki siyasete de maalesef bulaştırdı. 
 
Nasıl COVID hızla yayıldı gitti zamanında. 
 
Ne diyor Sayın Erdoğan, “Öfke diyor bir hitabet sanatıdır” diyor. Lafa bak. “Ya ben kızgın konuşuyorum çünkü o hitabet sanatını gereği” diyor. 
 
İyi de yazık değil mi millete, yazık değil mi gencecik insanlara? Gel, gel, gel, nereye kadar? 
 
Onu yaptığı yetmiyor, aynı öfke ve nefret siyasetini bu hastalık bulaşıyor, muhalefette de yapanlar başlıyor. 
 
Ve bakıyoruz bazı muhalefet partileri, bazı yazarlar, hatta ve hatta bazı hukukçular, bir hukukçu yumruğu nasıl savunur? 
 
Açık yasa hükümleri var arkadaşlar, şiddete engel olan, hatta nefret diline bile engel olan yasa hükümleri var. Yani nefret suçu denen bir suç kategorisi var.
 
Konuşarak bile böyle hakaret, nefret suçu bunları yapamazsınız. Öyle bir şey yok hukukta. 
 
Ama çıkıyorlar yumruğu savunan hukukçular bir de hukukçuyum diye geçiniyor memlekette. 
 
Gerçekten arkadaşlar, bakın buradan ben açıkça söylüyorum. DEVA Partisi hiçbir zaman böylesine ucuz siyaset yollarına girmeyecektir arkadaşlar. 
 
Hiçbir zaman. 
 
Biz hiçbir zaman bu ülkenin körpecik gençlerine öfkeyi, nefreti aşılamayacağız. Böyle bir şey yapmayacağız. 
 
Biz birlik üzerine, beraberlik üzerine, sevgi üzerine ancak Türkiye'nin yükselmesini istiyoruz. Bizim hedefimiz böyle bir Türkiye. 
 
DEVA Partisi toplumu kutuplaştıranlara, ayrıştıranlara inat, 85 milyon vatandaşın eşitliğini ve mutluluğunu savunacak. 
 
Gerçek çıkış burada. 
 
DEVA Partisi Türkiye'nin haysiyetli insanları için her zaman hakkı ve adaleti savunacak. Her zaman. 
 
Arkadaşlar, biz önce gönülleri kazanacağız, sonra seçimleri kazanacağız. 
 
Dolayısıyla öncelik insan insana temas.
 
Daha çok dost edinmek. Daha çok insana dokunmak. 
 
Ve şunu da söyleyeyim arkadaşlar, ister iktidar partisi olsun, ister muhalefet partisi, DEVA Partisi zulmedenlere de, zulmü alkışlayanlara da geçit vermeyecek. 
 
Değerli arkadaşlarım, 
 
Bugünkü iktidar ve küçük ortağı ülkemizi çok ağır bir krize sokmuş durumda.
 
Yaşadığımız sadece derin bir ekonomik kriz değil. Yaşadığımız bir hukuk krizi, bir adalet krizi, bir yönetim krizi, bir sistem krizi. 
 
Koskoca Türkiye'yi tarumar ettiler ya! 
 
Bakın yüksek yargı organlarından birisinin eliyle bugün Türkiye'de açık bir anayasa ihlali var. Türkiye'nin anayasal düzenine karşı yapılmış bir darbe var.
 
Anayasa 153'te çok açık bir hüküm var. “Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararlar yargı, yürütme ve bireyler tarafından derhal uygulanır” diyor. 
 
Lamı cimi yok. Bu kadar. Çok açık. 
 
Ama yasayı ve anayasayı en iyi bilmesi gerekenler hakimler, yargıçlar değil mi? 
 
Hele hele burada Yargıtay'dan bahsediyoruz. Üçüncü ceza dairesinden bahsediyoruz. Hukuku en iyi bilmesi gereken kişilerden bahsediyoruz. 
 
Ama işte bu yargının siyasallaşması var ya. İşte siyasi partilerin “Bunlar benim adamım olsun. Bunlar benim savcım, benim hakimim. Bunlar bana bağlı olsun. Ben ne dersem yapsınlar.” Ya da “Benim himayemdeki çeteydi, mafyaydı, şuydu buydu suç örgütleri onlar yargıyla bir şekilde yolları kesiştiğinde öyle çok üzmesinler onları. Kollansınlar, korunsunlar.” 
 
Bu anlayış var ya bu anlayış gerçekten ülkenin daha onlarca yıl böyle bir hukuksuzluk ve adaletsizlik çamurunun içerisinde debelenmesini beraberinde getiriyor. 
 
İşte ne diyor? “Anayasa Mahkemesi kararlarına uymuyorum” diyor, “saygı duymuyorum” diyor, “mahkemede uymayabilir” diyor.
 
Bunu diyen de ülkenin Cumhurbaşkanı. 
 
Cumhurbaşkanı'nın yanında olup da küçük düşünen, ülkemizi küçük düşüren bir tayfa da böyle istiyor.
 
Çünkü oradan nemalanıyorlar. “Ben gücün yanında durayım, nemalanayım, hoşuna ne giderse de onu söyleyeyim.” 
 
Benim menfaatim var ya burada yanında olmaktan. “Hoşuna ne giderse ben onu söyleyeyim.”
 
Yanındaki küçük ortak da böyle istiyor. 
 
Hep söylüyorum ya, krizlerin ortağı diye. 
 
Ne zaman iktidar ortağı olsa arkadaşlar, Türkiye, tarihi krizler yaşıyor. Tarihi krizler. 
 
O, 2001 Şubat'ta yaşı müsait olanlar hatırlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ekonomik krizi yaşandığında, bu yazar kasalar, bu başbakanlık binasının önüne atıldığında, kendisi hükûmete ortaktı. 
 
Başbakan yardımcısıydı. 
 
E, şu anda yine büyük bir ekonomik kriz yaşıyoruz, bir hukuk krizi yaşıyoruz. Yine ortak. Krizlerin ortağı. 
 
Hani lokantalara yazarlar ya, lokantanın ismi olur altında da “şu yıldan beri” der. İşte 1967'den beri der, 1989'dan beri der. 
 
Burada gerçekten artık bir tabela asmak gerekiyor. Tabelada ne yazıyor? “Krizlerin ortağı 1999'dan beri.”
 
Değerli arkadaşlarım, 
 
Senelerdir söylüyorum ama bıkmadan, usanmadan, tekrar etmeye devam edeceğim. 
 
Bu ülkenin tam 11 yıl ekonomisinin başında olan bir arkadaşımız olarak bunu söyleyeceğim. 
 
Hukuk olmadan ekonomi olmaz. Hukuk olmadan ekonomi olmaz. 
 
Ben bunu bugün söylemiyorum. Ta 2012-2013'te başbakan yardımcısı iken devlet protokolünde en tepedeki 5 kişiden birisi iken bunu söylüyordum. 
 
“Türkiye'de eğitim ve hukuk kötüye gidiyor, böyle giderse bu ülke orta gelir tuzağına düşecek” diyordum. 
 
Ve maalesef oldu. 
 
Çünkü o günden bu yana Türkiye'de hukuk güvenliği sürekli ama sürekli aşındırılıyor. 
 
Ve bu ülkede eğer bugün emeklerimiz bayat ekmek kuyruklarında ömür tüketiyorsa, bugün çalışan vatandaşlarımız aybaşında aldıkları maaşı daha bir haftada tüketiyorlarsa bugün herkes kredi kartlarına taklalar attırarak geçinmeye çalışıyorsa bu hukuk bilmez hukuk tanımaz yönetim yüzündendir.
 
İşte o yüzden DEVA Partisi olarak bizler haktan, adaletten şaşmış bu yönetime açık ve sert bir şekilde itiraz ediyoruz. 
 
Biz ne diyoruz? 
 
Önce insan diyoruz. 
 
Adalet diyoruz. 
 
İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif’in dediği gibi
 
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
 
Bu yol ki hak yoldur, dönme bilmeyiz, yürürüz."
 
Dönmeyiz. Hak yolunda yürürüz!
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Gelin, tam demokrasinin bayrağını hep beraber taşıyalım.
 
Gelin, hep beraber kazanalım ki Tarsus’ta kazanalım. Mersin’de kazanalım.
 
Ben Tarsus’un vicdanına güveniyorum.
 
Ben Mersin’in iradesine güveniyorum.
 
Tarsus DEVA ile demokrasiyi yerelden başlatacak.
 
Biz tam demokrasiyi yerelden başlatacağız.
 
Bizim yerimiz belli, yurdumuz belli.
 
Biz nerede miyiz? Bilmeyenler için bir konum atalım: 
 
“DEVA Partisi nerede?” diyenler için bir konum gönderelim,
 
Biz; çocuğuna harçlık veremeyen annelerin yanındayız.
 
Biz; torunlarına küçük bir hediye almak isteyip de bir harçlık vermek isteyip de alamayan veremeyen dedelerin, ninelerin yanındayız. 
 
Biz; temel gıda ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan emeklilerimizin yanındayız. 
 
Biz; hayat pahalılığı karşısında inim inim inleyen dar gelirli, sabit gelirli vatandaşlarımızın yanındayız. 
 
Biz; dükkanında masraf olmasın diye elektriğini açamayan, sattığı malı yerine koyamayan esnafımızın yanındayız.
 
Biz; gübre, mazot, tohum, elektrik fiyatları altında ezilen, ağaçlarını söken, ürünlerini toprağa gömen çiftçilerimizin yanındayız.
 
Biz; cep yakan fiyatlar yüzünden, yemekhanede günde tek öğünle karnını doyurmaya çalışan, bayramda ailesinin yanına gidemeyen gençlerin, öğrencilerin yanındayız.
 
Biz; her gün canını dişine takarak ekmeğinin peşinde koşan motor kurye arkadaşlarımın yanındayız.
 
Biz; çarpık kentleşme yüzünden nefes alamayan Tarsuslu vatandaşlarımızın yanındayız.
 
Ayrımcılığa uğrayan, kendisini ikinci sınıf hisseden, hor görülen tüm vatandaşlarımızın yanındayız.
 
Biz bulmak isteyen bu konumdan bulabilir, 
 
Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte buraya, DEVA Partisi'ne davet ediyoruz.
 
Bizim yerimiz; 85 milyonun yanıdır.
 
*****
 
Şimdi size soruyorum.
 
Yüksek sesle söz vermenizi istiyorum:
 
DEVA Partili arkadaşlarıma sesleniyorum:
 
31 Mart’a kadar kapı kapı dolaşacak mıyız? (…)
 
DEVA Belediyeciliğini her mahallede anlatacak mıyız? (…)
 
Bu seçim herkese temiz ve doğru belediyeciliğin adresi DEVA Partisi’ni gösterecek miyiz? (…)
 
Ben sözümü aldım. 
 
Biz de belediye başkanlarımızla beraber, seçildiğimiz tüm ilçe ve illerde gerçek belediyeciliğinin tek bir kuruşu dahi zayi etmeden bu millete ait olanı yine milletin hizmetine sunarak belediyecilik yapmanın nasıl olacağını inşallah tüm Türkiye'ye göstereceğiz. 
 
Biz de tüm DEVA Partisi Genel Merkezi olarak bunun sözünü veriyoruz sizlere.
 
*****
 
Değerli kardeşlerim,
 
Sahneye Tarsus’un evladı, belediye başkan adayımız Ramazan Yıldırım’ı davet etmek istiyorum.
 
Ramazan Bey, belediye deyince aklına rant gelenlerden değil. 
 
Kendisi zihnini imar rantlarıyla bozanlardan değil.
 
Kendi şehrine, hemşerilerine hizmetten başka derdi yok.
 
Son dönemde başlatılmış ancak bir türlü bitirilmeyen çalışmalarının hızla tamamlanması ve yaşanan hak kayıplarının önüne geçilmesi için canla başla çalışacaktır.
 
Bizim bir ilkemiz var arkadaşlar. Daha önceki yönetimden devraldığımız ne varsa bakıyoruz. 
 
Ne yapıyoruz? 
 
Yanlışları hemen düzeltiyoruz. Eksikleri tamamlıyoruz. Varsa doğru şeyler onları da devam ettiriyoruz.
 
İnşallah 31 Mart’ta mührü hep beraber DEVA’ya basacağız ve inşallah Ramazan Yıldırım Bey’i Tarsus’un Belediye Başkanı yapacağız.
 
Ramazan Bey de hemen kolları sıvayıp hemen Tarsus’a DEVA olacak.
 
Tüm ülkemize hayırlı olsun.
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum. 
Sağ olun, var olun.

 

8 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Niğde Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Niğde Basın Toplantısı Konuşma Metni


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, yol arkadaşlarım,

Sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü Niğde buluşmamıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sokağa, pazara çıktığımızda, ilçelerimizi köylerimizi dolaştığımızda görüyoruz.

İşçimizin halini görüyoruz, emeklimizin halini görüyoruz.

Esnafımızın halini görüyoruz, çiftçimizin halini görüyoruz.

Otobüsten indik, otele kadar yürüdüğümüz otuz adımlık mesafede emeklimiz önümüzü kesti “Bizim halimiz nice olacak” dediler. Adeta bir feryat söz konusu, bütün Türkiye'de.

Herkes hayat pahalılığından şikayetçi.

Herkes zamlardan şikayetçi.

Herkes fiyatlardan, kiralardaki artıştan şikayetçi.

Maaşla artık ev alma dönemleri Türkiye'de çoktan kapandı.

Bir dönem bunu yaşamıştık; Memurlarımız, işçilerimiz, biraz peşin ödeyerek biraz borçlanarak ev alabiliyordu bu ülkede. Şu anda sabit maaşla geçinen bir vatandaşımızın artık ev alması imkânsızlaştı.

Araba almak bile çoğu vatandaşımız için hayal oldu.

Bırakın ev almayı, araba almayı, insanlar kirasını ödemekte güçlük çekiyorlar.

Emeklilerimiz, maaşlarıyla geçinmeyi falan geçtim artık “Acaba sokakta kalırsam ne olacak” endişesine düştüler şu anda.

Ve emeklimizin eğer oturacak evi kendinin değilse, emekli maaşının kiraya yetmesi mümkün değil bu ülkede.

Yoksulluk hızla yaygınlaşıyor ve derinleşiyor.

Bakın sizinle bazı rakamları paylaşmak istiyorum:

Rakamlar önemli. Rakamları sayıları anlayacağız ki niye bu ülkenin ekonomisi bu hale düşmüş. Bunu hep beraber iyi kavrayalım.

Diğer arkadaşlar, biliyorsunuz bundan tam 2 sene önce Sayın Erdoğan şapkadan bir tavşan çıkarttı. Ama bir baktık, 1.970 model bir tavşan.

Adı “Kur Korumalı Mevduat”

Ya bu ne demek? “Bankaya paranı yatır faizini de al ama eğer o faiz yetmezse döviz kuru ondan daha fazla artarsa ben sana farkına ayrıca vereceğim korkma demek yani faiz üstüne faiz ödeyeceğim” demek.

O gün Polatlı ticaret odasında ertesi gün bizim programımız vardı. Çiftçilerimizde sanayicilerimizle buluşmamız vardı. Ben dedim ki “bu tam hazineyi batırma projesi, bu ülkeye batırma projesi.” dedim.

Rahmetli Özal’ın bundan tam 40 sene önce “Bunu kaldırın. Bu kötü bir şeydir. Bu enflasyon bu memlekette yıllarca yüksek seyrettiyse bu Kur Korumalı Mevduat yüzündendir” dediği gençlere vasiyet ettiği bir sistemi getirdiler. Bu ülkenin başına 40 sene sonra tekrar sardılar.

Kur Korumalı Mevduatı ödenen kur farkını söyleyeceğim şimdi size. Faiz yetmiyor üzerinde bir de kur farkı ödüyor ya bu Kur Korumalı Mevduat’a,

Geçen sene temmuz ayına kadar ödenen rakam arkadaşlar 300 milyar lira.
Bu yetmedi Merkez Bankası da şu seçimden bu yana bir 800 milyar daha ödedi.

300 milyarın üzerine 800 milyar daha ödendi bu Kur Korumalı Mevduat’a.

Şöyle bir mukayese edelim.

Çiftçimize 2024 bütçesinde ayrılan ödenek ne kadar biliyor musunuz? Türkiye'deki bütün çiftçiye tarım için verilen desteğin tamamı, 91 milyar lira.

Kur Korumalı Mevduat’a geçen sene seçime kadar ödedikleri 300, seçimden sonra ödedikleri 800, toplam 1 Trilyon 100 Milyar ediyor. Çiftçiye ödenen sadece 91 milyar.

Yani çiftçimize ödediklerinin 13, 14 mislini geçen sene Kur Korumanı Mevduata ödediler.

“Faizle mücadele edeceğim” diyordu değil mi? “Nas” diyordu?

Bir rakam daha vereyim. Bu senenin bütçesinde faiz için ayırdıkları para 1 trilyon 273 milyar lira, bu senenin bütçesinde faiz için.

Kur korumalı mevduatı bıraktım kenara şimdi bakın faizden bahsediyorum, buz gibi faizden bahsediyorum, 1 trilyon 273 milyar lira faiz, çiftçiye ödenen 91 milyar.

Şu kurumalı mevduata ödediğini toplayın, faiz ödediğini toplayın, ediyor mu size 2,5 trilyon?

Bu ne demek arkadaşlar?

Çiftçiye yapılan ödemenin tam 30 mislini, tam 30 mislini Kur Korumalı Mevduat diye ve faize diye zaten parası olana veriyorlar. Ondan sonra da bu ülkede enflasyonu düşürmekten bahsediyorlar.

Merkez Bankası bu kur korumalının kur farkını para basarak ödüyor, para basarak.

Merkez Bankası’nın sadece seçimden bu yana bastığı para 800 milyarı geçti.

Para bastıkça ne oluyor Merkez Bankası? Herkesin cebindeki paranın değeri düşüyor mu? Emekliğimizin maaşının değeri düşüyor mu? İşçimizin maaşının değeri düşüyor mu? Düşüyor.

Ve böylece 85 milyonun cebindekinden alıp, toplayıp bir avuç insana zaten parası olan insana ödüyorlar. Buna da “Ekonomi yönetimi” diyorlar. Buna da “Ben ekonomistim, benim alanım, ekonomi” diyebiliyor ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıp da.

Yetmiyor, bunlar yetmiyor, bir de üstelik ne yapıyorlar?

Vergi arkasına vergi

Şu seçimden bu yana artmayan vergi kaldı mı? Ya hangi vergi kalemini ele alsanız alın artış üstüne artış var. ÖTV’yi defalarca artırdılar.

KDV’yi %18’den 20’ye çıkarttılar.

Bebek bezindeki KDV’yi %8’den % 20’ye çıkarttılar ya.
İnanın akıl alacak gibi değil.

Bu millet bu kadar hızlı yoksullaşmayı daha önce hiç yaşamamıştı arkadaşlar.
Daha önce hiçbir zaman bu ülke bu kadar hızlı yoksullaşmamıştı.

Çünkü bir dua vardır biliyorsunuz “Allah gördüğünden geri koymasın” diye bir dua vardır değil mi? Yani önce bir refah seviyesine ulaşırsınız, sonra onun altına düşersiniz ya o kötü bir durumdur. Öyle bir duamız vardır bizim Allah gördüğümden geri koymasın diye.

Maalesef şu anda 85 milyon gördüğünden daha kötü bir seviye düşmüş durumda.

Devlet işi gücü bıraktı Kur Korumalı Mevduat’a para yatırıyor.

Para basıyor, oraya yatırıyor.

Çiftçiden kısıyor, işçiden kısıyor, Kur Korumalı Mevduat’a yatırıyor.

Vergileri artıyor, oraya yatırıyor.

Onlar kur farkını ödedikçe, vatandaş peynir alamıyor.

Onlar ödedikçe kur farkı, gençler çıkıp bir çay bir kahve içemiyor.

Onlar kur farkı ödedikçe, emekliye maaş vermek için paraları yetmiyor, yetişmiyor.

Oraya para ödedikçe, çiftçimiz perişan olmaya devam ediyor.

Türkiye'nin geldiği nokta bu arkadaşlar.

Çıkıp da bugüne kadar Sayın Erdoğan’dan hiç duydunuz mu ya? “Ben büyük bir hata yapmışım, pişmanım” dediğini duydunuz mu? Öyle bir şey yok.

Kur Koruma Mevdut’ı kendi icat etti, kendi ortaya attı. “Ülkeyi kurtaracak ekonomik formül reçetesi” diye ortaya koymadı mı? Şimdi seçimden bu yana yeni ekonomi yönetimi apar topar bunu yavaşlatmaya çalışıyor. Bunu engelletmeye çalışıyor ama 7 aydır geldikleri şu; 125 milyar dolara ulaşmıştı Kur Korumalı Mevduat, toplam rakam toplam bankada bu şekilde tutulan para ine ine ancak 90 küsür milyar dolara düşürebildiler, 7 ayda.

Uyarmıştık ya hepsi kayıtlarda hepsi demiştim ki “bu inadınızdan vazgeçin, şundan vazgeçin, yazıktır, günahtır. Bu millete yazıktır, günahtır bu devlete” demiştim.

Dinlemediler.

Maalesef bu koskoca ülkeyi bir deney tahtasına deneme tahtasına çevirdiler ya. “Bir de bunu deneyelim bakalım olacak mı? Bir de bunu yapalım olacak mı?”

Seçimlerden önce söylemedi mi? “Ben iş başında oldukça faiz düşük kalacaktır. Daha da inecek” demedi mi? Seçimlerden sonra %8,5 faizi %42,5’a çıkartmadı mı? Bu milleti aldatmak değil ne?

Seçimlerden önce çiftçimize mazotu 18 lira gösterip seçimden sonra 40 liraya patlatmak, milleti aldatmak değil de ne?

Seçimden önce dolar kurunu 18 lirada tutup seçimden sonra 30 liraya patlatmak milleti aldatmak değil de ne?

Hep söylüyorum arkadaşlar; “kazandı ama helalinden kazanmadı” diyorum, seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.

İnsanları siz aldatarak, olmayanı var gibi göstererek oyları alıp cebinize koyup, ondan sonra “ata alan Üsküdar’ı geçer” derseniz bu millet bunu bir kenara yazar, ilk seçimde de mutlaka bunun hesabını sorar.

Şimdi enflasyondan şikâyet ediyoruz değil mi? “Gıda fiyatları çok arttı” diyoruz.

Tutuyorlar ne yapıyorlar? “Biz bu etiketlerle savaşacağız” diyorlar

Ya arkadaş gıda fiyatının artmasının sebebi bugün çiftimizin maliyetlerinin artması, siz hiç mi hesap kitap bilmiyorsunuz?

Çiftçinin gübresine 2 kat 3 kat zammı yap, çiftçimizin en çok ihtiyaç duyduğu mazotun elektriğin fiyatını arttır, yemin fiyatını artır, Ondan sonra de ki “Ben bu enflasyonla savaşacağım” Nasıl savaşacaksın? “Faiz yükselteceğim.”
İnanın bilmiyorlar bu işi.

Türkiye'de gıda fiyatları yüksekse bu bizim çiftçimizin maliyetlerinin yükselmesinden kaynaklıdır. Çiftçimizin kullandığı gübre, mazot, elektrik, hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın kullandığı yem, eğer bunlara zam gelirse maliyet artarsa çiftçimiz ne yapsın arada eziliyor. Çiftçimizin yüzü gülüyor mu? Fiyatlar arttı da çiftçimiz elinde daha mı çok para geçiyor? Yoo. Çiftçi zarar ediyor, ne kadar çok üretse o kadar çok zarar ediyor.

Buğdayın, mısırın hububatın fiyatlarını görüyorsunuz, geçen seneki fiyatlara bakıyorsunuz bu seneki fiyatlara bakıyorsunuz. Bir de maliyete bakıyorsunuz maliyetler katlamış ama çiftçimizin satabildiği fiyat artmıyor, artamıyor,

“Getir malını alacağım” diyor, ondan sonra randevu vermiyor, gidip çiftçimiz
Tüccara çok daha ucuza mahsulünü satmak zorunda kalıyor.

İnanın bilmiyorlar ya bilmediklerinin de farkında değiller ama bizde diyoruz ki “eğer bilmiyorsanız” diyoruz “artık kenara çekilin, bilmiyorsanız yapamıyorsanız bu işi bilenlere teslim edin.”

Değerli arkadaşlar,

Bu iktidarın hali hiç iyi değil.

Geçen gün basında görmüşsünüzdür. Ne oluyor?

Meclis’te bir bakan yardımcısı, telefonunu açmış, şöyle telefonunu karıştırıyor.

Telefonun içerisinde torpil listesi var.

Ona torpil, buna torpil, karıştırdıkça torpil.

Gazeteciler de onu çekmiş mi, akşam haberlere de düştü mü?

Üstelik, telefonunda torpil listesi olan insan, bakan yardımcısı.

Sözüm ona adalet dağıtması gereken bir kurumda bakan yardımcısı.

Neredeen nereye? Hey yavrum hey.

Adalet dağıtmaktan sorumlu olan kurumda bakan yardımcısı olacaksın, ondan sonra millete nasıl torpil dağıtacağının listesini karıştıracaksın.

Bu, koskoca bir torpil ve kayırma şebekesinin basına yansıyan sadece küçük bir örneği arkadaşlar.

Hepiniz günlük hayatınızda yaşıyorsunuz.

Bunlar istiyorlar ki; gecesini gündüzüne katıp çalışan Niğdeli kardeşimin evladı, oğlu, kızı; eğer onlardan değilse işe girmesin.

İstiyorlar ki; onlardan olmayanlar, ekmek parası kazanamasın, eve ekmek götüremesin.

Parti üyesi değilsen, sosyal yardım, sosyal destek alman adeta imkânsız.

Adalet bu mu ya, hak bu mu?

Sayın Erdoğan, seçimlerden evvel meydanlarda “mülakatı kaldıracağım” demedi mi?

Niğde siz şahit misiniz, “mülakatı kaldıracağım” demedi mi, şahit misiniz?

Ne oldu? Mülakat aynen devam ediyor mu? Yine kayırmacılık aynen devam ediyor mu?

İşine geleni, kendilerinden gördüklerini işe alıp, kendilerinden görmediklerini kapıya bırakmıyor mu bunlar?

“Hak” diyordu, “davamızın pusulası adalet” diyordu.

Seçimden önce söz verdi, sonra yapmadı.

Madem öyle, madem bütün bunlardan vazgeçti, bari diyorum ki onlara; artık siz bu insanları oyalamaktan vazgeçsin.

Çıksın söylesin, desin ki, “her bir köşeye bana biat edenleri yerleştireceğim arkadaş” desin.

“Boşuna mülakatlara girmekle uğraşmayın gençler. Benim partime üye değilseniz, siz işe girmeyi ancak rüyanızda görürsünüz” desin.

Çıksın söylesin: “Ben ve arkadaşlarım, sizin ekmek kazanma hakkınıza ipotek koyduk” desin.

Çıksın söylesin: “Haktan, adaletten çoktan saptık, bizden hak yoluna dönmemizi beklemeyin” desin.

Desin de cümle alem bilsin.

Bakın arkadaşlar,

Adalet Bakanı’nın makam duvarında bir zamanlar şu şiir dizesi yazılıydı.

Adalet Bakanı’nın oturduğu makam odasından bahsediyorum.

Hala yazılı mıdır, yoksa artık utanıp kaldırmışlar mıdır, bilmiyorum.

Bir zamanlar yazıyordu.

“Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir.
Temele taş bulmak gecikebilir.
Devlete baş bulmak gecikebilir.
Adalet gecikmez tez verilmeli.”

Hala yazılı mıdır bilmem ama adalet bakanları her gün makam odasına girerken çıkarken okurdu.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel seçim takviminin hızla işlemeye başladığı günlerde sizlerle beraberiz.

Biz demokrasiyi yerelden başlatacağız. Seçimlere her şeyi ile hazırız.

Herkesten önce, bundan 2 sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilikle ilgili biz eylem planımızı açıkladık. Bütün detaylarıyla yazdık. Bizim belediyelerimiz şunları şunları şunları yapacak dedik, takvime bağladık.

Ayrıca yine ne yaptık? Türkiye'de hiçbir siyasi partinin yapmadığı bir işi yaptık. Belediye başkan adaylarımız için bir “Etik Kurallar Bildirgesi” yani ahlaki kurallar bildirgesi hazırladık. Tam 3 sayfalık bildirge. Bunu bizim adaylarımız okuyorlar, altına imza ediyorlar. Ondan sonra adayımız oluyorlar. Yani diyorlar ki; “Ben Belediye Başkanı seçildikten sonra belediyeyi bu ahlaki kurallar çerçevesinde yöneteceğim” diyorlar. “Kimseye iltimas yapmayacağım” diyorlar. “Torpil kayırmacılık yapmayacağım” diyorlar ve
“Temiz belediyecilik anlayışıyla bu belediyeyi yöneteceğim” diyorlar.

Bizim belediyelerimiz ne diyecek?

‘Biz çok çalışırız’ diyecek.

Yetmez.

"Aynı zamanda, temiz tertemiz çalışırız" diyecek.

Belediyenin tüm kaynakları Niğde’nin sokaklarına, mahallelerine, Niğdeli vatandaşların dertlerine çözüm bulmak için harcayacak bizim belediye başkanlarımız.

Niğde’nin parası Niğde’ye akacak; Ankara’nın karanlık dehlizlerine akmayacak.

Niğde, ibadethaneleriyle, kaleleriyle, kuleleriyle, müzeleriyle; harikulade bir şehrimiz.

Niğde’nin büyük bir turizm fırsatı var. Ama bu fırsat hala kullanılanmış değil.

Niğde hakkını alacak.

Arkadaşlar,

Bu ülkede herkes yetecek kaynağa sahip olabilir ve bu ülke büyük ve güzel bir ülkedir, yeter ki ülkenin varlıklarını adil bir şekilde paylaşalım. Yeter ki bu ülkenin varlıkları bir avuç zaten parası olanların kesesine, banka kasasına, banka hesabına akmasın.

Bunu en iyi Niğde bilir, Niğdeliler bilir.

Bu yüzden bir çalışacaksak iki, iki çalışacaksak dört çalışacağız.

Çözümü söyledik:

Çözüm DEVA’da dedik.

Buradan kurtulmak bize kaldı, iş başa düştü dedik.

Bu yüzden, DEVA’lı kardeşlerim, arkadaşlarım;

Kapı kapı dolaşacağız.

Gördüğümüz herkese DEVA Belediyeciliğini anlatacağız.

*****

Bu seçim tabii ki belediye seçimi bu seçim, yerel seçim. Belediye başkanlarımızı seçeceğiz, il ve ilçelerde de belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz. Ancak bu seçim arkadaşlar aynı zamanda merkezi hükûmete,
İktidara bir uyarı anlamına geliyor. Eğer merkez hükûmetten memnun değilseniz, merkezi hükûmet, iktidar yanlışlar yapıyorsa bu, seçimde iktidarı değiştirmek söz konusu değil. Çünkü sadece belediye başkanlarımızı değiştirmek için seçime gidiyoruz.

Ancak her ne kadar merkez hükûmet, iktidar değişmeyecekse de bu seçim merkezi hükûmeti uyarma seçimidir. “Aklını başına al” deme seçimidir.

“Yanlış yoldasın. Seni izliyorum ve yaptıklarından memnun değilim” deme seçimidir. Yani aslında bu seçim değerli arkadaşlar, merkezi hükûmete bir sarı kart gösterme seçimidir.

Hep beraber bu sarı kartı inşallah hükûmete göstereceğiz, iktidarı göstereceğiz. Nasıl göstereceğiz? DEVA'nın adaylarını destekleyerek göstereceğiz ve bir taşta iki kuş vuracağız.

Hem hükûmete sarı kart göstereceğiz hem de Niğde’miz “çok daha iyi yönetilsin. Çok daha düzgün yönetilsin” diyeceğiz hep beraber.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sizlere belediye başkan adayımızı, Ümit Güngör’ü taktim etmek istiyorum.

Kendisi, belediye deyince aklına rant gelenlerden değil.

Kendisi zihnini imar rantlarıyla bozanlardan değil.

Kendi şehrine, hemşerilerine hizmetten başka derdi yok.

Demokrasiyi yerelden başlatıyoruz, Niğde’den başlatıyoruz.

Niğde 31 Mart’ta mührü DEVA’ya basacak ve inşallah Ümit Güngör’ü Niğde Belediye Başkanı yapacak. Ben buna inanıyorum.

Ümit Güngör de Türkiye’ye DEVA Belediyeciliğini gösterecek.

Ben yine inanıyorum ki Niğde işi ehline verecek, Ümit Güngör kardeşimizde gece-gündüz Niğde’ye hizmet edecek.

Tüm Türkiye’ye hayırlı olsun.

4 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Tele1’de Zeynel Lüle ile "Liderler Özel" Programı Açıklama

Ali Babacan, Tele1 Zeynel Lüle ile Liderler Özel programı 

Zeynel Lüle: İyi akşamlar, hoş geldiniz Liderler Özel programımıza. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'la birlikte olacağız 2 saat boyunca. Kendisine teşekkür ederim, hoş geldiniz genel başkan.

Ali Babacan: Hoş bulduk, teşekkürler, sağ olun.

Zeynel Lüle: 2 saat boyunca beraberiz. Sizin de sorularınız, yorumlarınız, değerlendirmeleriniz olursa lütfen yazın bize YouTube üzerinden ya da tabii ki Twitter ya da yeni adıyla X sosyal paylaşım üzerinden yazabilirsiniz. Ben de Genel Başkan'a sorularınız varsa onu iletmeye çalışacağım. Konuşacağımız çok konu var. Aslında benim kafamda bambaşka gündemler vardı fakat bizim ülkemizde gündemler öylesine bir dayatıyordu kendisini. Dolayısıyla bambaşka bir gündemle başlayacağız. Ama mümkün olduğu kadar size sormak istediğim soruların hemen hemen hepsini soracağım. Çünkü 2 saat boyunca beraberiz. Kırmadınız, teşekkür ederiz. 2 saatinizi bize ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum tekrar. Sağ olun.

Ali Babacan: Davetiniz için ben teşekkür ediyorum.

Zeynel Lüle: Şimdi tabii bugünün en sıcak gündemi Anayasa Mahkemesi'nin aldığı karara uymayan Yargıtay'ın, Türkiye'yi içine bir anlamda soktuğu hukuk garabeti diyelim. Özgür Özel, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı bugünkü toplantıyı, MYK toplantısını tamamen bu konuya ayırdı. Çünkü işte belediye başkanı adaylarının belirleneceği bir toplantı olacaktı. Ve çıkışında da bir konuşma yaptı, bir açıklama yaptı. 9 Ocak'ta saat 15'te meclisi olağanüstü toplantıya çağırdı. DEVA Partisi'nin de imzasının olduğunu söyledi. Dolayısıyla toplantıya çağırma davetine DEVA Partisi de imza attı. Ve önümüzdeki hafta salı günü bu konu konuşacak. Şimdi tabii o yerel mahkeme ve Yargıtay, Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay kararlarına 2 hak ihlali kararı olmasına rağmen uymamak kararı aldı diyelim. Ve bunu bir anlamda ülkenin artık anayasızlaştırma sürecinin başlamış olduğu ya da bir sivil darbe olduğunu söyleyenler var. Siz nasıl karşılıyorsunuz bu kararı?

Ali Babacan: Aslında bu yaşadıklarımız çok değer verdiğim bir meslektaşınızın tabiriyle “anayasal düzene darbe.” Gerçekten bir hukuk devletinde kesinlikle yaşanmaması gereken şeyler yaşanıyor şu anda Türkiye'de. Ve anayasanın çok açık hükmü olmasına rağmen anayasanın açık hükmü ihlal ediliyor. Anayasanın açık hükmü ne diyor? Size şuradan okuyayım, 153. madde. “Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idari makamlarını gerçek ve tüzel kişileri bağlar” diyor. Çok açık. Yani Anayasa Mahkemesi kararı diğer bütün yargı organlarını bağlayan kararlar. Ve bunun ihlali demek aslında açık bir anayasa ihlali. Bunu dünyada hangi hukukçuya gösterseniz gösterin, hukukçuların hepsi aynı kanaate ulaşacaktır, hepsi aynı şeyleri söyleyecektir. Fakat Türkiye'de yaşadığımız süreç aslında 2017 referandumunun hele hele 2018 seçimlerinden bu yana yaşadığımız süreç, Türkiye'de hukukun üstünlüğü ilkesini, hukuk devleti niteliğini sürekli olarak aşındıran bir süreç şu anda. Sürekli aşınıyor. Çünkü Anayasa ve hukuk aslında bir bağlayıcı unsur olarak artık değerlendiriliyor. Yani ülkeyi yöneten zihniyet diyor ki; “ben aklıma geleni yapmalıyım, işime gelmeyeni hapse atmalıyım ve onu da kimse çıkartmamalı.” Bu yönetim zihniyetinin ülkeye getirdiği nokta şu anda bu maalesef. Ülkede yargı bağımsızlığı diye bir şey zaten uzunca bir süredir kalmamış idi. Hele hele şu anda anayasa mahkemesinin kararlarına uymama, bu kararlara saygı duymama süreciyle beraber, bu ülke artık hukuki güvenliğin ya da diğer bir tabirde hukuk güvenliğinin olmadığı bir ülke haline geldi. Anayasa mahkemesinin kararlarını beğeniriz ya da beğenmeyiz, işimize gelir ya da gelmez. Ama anayasa mahkemesinin kararları uygulanır. Aksi halde Türkiye’de bütün bu sistemin, anayasal düzenin çivisini çıkartmak anlamına gelir. Hele hele bunun bizzat Yargıtay'ın bir dairesi tarafından yapılıyor olması, yani Yargıtay üyeleri eliyle, 3. Ceza Dairesi eliyle anayasal düzenin çivisinin sökülmesi, gerçekten yargının kendi içinden yargıya yapılmış büyük bir darbe aslında. Dolayısıyla bunun bir an önce düzeltilmesi lazım ve hep beraber bu hukuksuzluğa dur dememiz lazım.

Evet, salı günü Meclis olağanüstü toplanacak. Bununla ilgili partiler arası bugün yoğun bir görüşme trafiği gerçekleştirildi. Ve bu görüşme trafiğinin sonucunda da DEVA Partisi de salı günü meclisin olağanüstü toplantıya çağrılmasıyla ilgili talebe imza attı. Dolayısıyla bu siyasi partilerin ortak bir talebi olarak işleme alınacak ve salı günü meclis olağanüstü toplanacak. Çünkü olağanüstü toplantıya çağıracak yeterli sayısı partilerin var şu anda.

Zeynel Lüle: Dolayısıyla salı günü 9 Ocak'ta saat 15'te o toplantı yapılacak. En azından bu toplantıyla birlikte muhalefet partileri birleşmiş oldular. DEM Partisi ve de İYİ Parti imza atmamış olmasına rağmen bu toplantıya katılacaklarını beyan ettiler. Sonuçta tüm muhalefet partilerinin burada birleştiğini görüyoruz. Peki sonuçta bugün yapılan açıklamalarda Yargıtay Genel Kurulu'nun da bu karara taraf olup olmadığını belirtmesi açısından Yargıtay Başsavcılığı'nın bir beyanda bulunması gerektiğini söyledi bugün Özgür Özer. Sonuçta bu türlü bir sürecin de çalışabileceğini düşünüyor musunuz?

Ali Babacan: Şimdi bu sürecimizde hukuk perspektifinden, hukuk penceresinden bakıp da anlamak, hukuki çerçeve içerisinde bir tanım bulmak, bir meal yapmak mümkün değil. Tamamen hukuk çerçevesinin dışında, hukuksuzluk alanında işleyen bir süreçten bahsediyoruz. Ve bu da maalesef daha önce Sayın Cumhurbaşkanı'nın defalarca açıkladığı “bu Anayasa Mahkemesi kararlarına alt mahkeme uymayabilir. Ben saygı duymuyorum, uymuyorum” ifadelerin bir tezahürü. Ve bu Yargıtay'la ilgili ilk kriz ortaya çıktığında Yargıtay'dan yana taraf belli eden de Sayın Erdoğan'ın kendisi oldu. Dolayısıyla anayasal düzenin bizzat kendisi anayasadan sözüm ona gücünü alan, anayasanın verdiği hukuki güçle ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı tarafından bizzat bozuluyor. Sayın Cumhurbaşkanı bu ülkeyi mevcut anayasadan aldığı, anayasanın maddelerinden aldığı yetkiyle yönetiyor. Bizzat kendi yetkisini aldığı ve o yetkiye dayanarak kullandığı üst hukuk normunu anayasayı şu anda aslında tanımıyor. Ya da anayasayı tanımamayı normal bir şekilde gösteriyor. Dolayısıyla burada gerçekten hep beraber bu işe bir “dur ”demek lazım. Bu ülkede keyfiliğe yer yok. Kimse keyfine göre bu ülkeyi yönetemez. Eğer bu ülke bir hukuk devletiyse anayasa uygulanır. Bizim şu anda kuvvetli talebimiz bu yönde. Ve bu konu hem iktidar tarafından hem Meclis tarafından mutlaka büyük bir sorumlulukla sahiplenilmeli, problem olarak görülmeli ve bunun üzerine üzerine gidilmeli diyor.

Zeynel Lüle: Şu anda yapılması gereken şeylerden bir tanesi tabii ki Hâkimler Savcılar Kuruluna başvurmak. Yargıtay'ın 3. dairesinin 5 üyesinin en azından görevden alınması yerine başka üyelerin atanması için. Ancak sizin söylediğiniz de bir gerçek var sonuçta, eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda Yargıtay'ın kararının arkasında duruyorsa bu da zor bir durum değil mi? Sonuçta oradan da bir sonuç alınacak.

Ali Babacan: İlk önce biliyorsunuz bu İstanbul 13. ağır cezanın böyle çekinerek, ürkerek “ben galiba buna uymayacağım” gibi açıklaması ile başladı. Ama arkasından Yargıtay 3. ceza dairesinin çok daha cüretkâr bir şekilde yani çok daha sırtını belli ki bir yerlere dayayan bir şekilde uymuyorum, uymayacağım hatta anayasa mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusuna varan bir cüreti ile başladı. Gerçekten bunlar kabul edilmiş hususlar değil. Yani şu anda ülkeyi yöneten zihniyet diyor ki; “en önemli benim” diyor. “Benden başka daha öyle yüksek mahkemeymiş falan filan tanımam” diyor. “Çünkü en yüksek benim” diyor. “Öyle kimmiş anayasa mahkemesi? Anayasa mahkemesi, yüksek mahkeme o benim irademin dışında bir şeyler yapabiliyor. Böyle bağımsız hareket edebiliyor.” Hani Merkez Bankası'na söz dinlemiyor, laf dinlemiyor diyor. Merkez Bankası başkanlarını teker teker aldattı aldattı enflasyonu patlattı. Ama şimdi aynı kontrol zihniyetini Anayasa Mahkemesi üzerinde uygulamaya çalışıyor. Gerçekten son derece tehlikeli bakın. Nasıl Merkez Bankası'nın bağımsızlığı alınıp da laf dinleyen Merkez Bankası başkanları göreve getirildiğinde enflasyon patladıysa tekrar ülke 1990'lardan bu yana görmediği enflasyon rakamlarını gördüyse bu Anayasa Mahkemesi ile ilgili bu müdahaleler de ülkemizin de genel anlamda adalet iklimi ama özellikle de hukuk ve yargı alanında çok belirsiz, büyük ve tehlikeli bir kriz sürecine bu ülkeyi sokar. Onun için bu ülkeyi yönetenlerin öncelikle akıllarını başlarına alıp, kendi elleriyle kriz çıkartmaya son vermeleri lazım.

Şu anda enflasyon, ülkenin Cumhurbaşkanı'nın bizzat kendi eliyle patlattığı bir kriz olarak karşımızda. Yine bizzat Cumhurbaşkanı'nın desteğiyle ülkede bir yargı krizi patlıyor. Ve tabii ki bütün bu krizlerin her zaman bir ortağı var, o da Sayın Bahçeli. Yani nasıl eskiden 2001 krizine ülkeye götüren hükûmetle ortak idiyse, şimdi bakıyoruz, bugünkü krizlerin de ortağı. Bugün yine bir ekonomik kriz var, ortağı. Bugün yine bir yargı krizi var, yine ortağı. Dolayısıyla bu krizlerin ortağı ile beraber Sayın Erdoğan'ın ülkeyi ekonomik kriz kadar bir büyük bir yargı ve hukuk krizine şu anda soktuğunu görüyoruz. Ve buradan ben tekrar uyarıyorum, bir vatandaş olarak çağrı yapıyorum. Bu ülkeye yapabileceğiniz bunlar çok büyük kötülüklerdir. Yani adeta bir düşman gelse bu ülkeye bu kadar büyük bir ekonomik zararı veremezdi, bir düşman. Ki hemen yanı başımızda biz savaşlar yaşadık. Bu kadar çok etkilenmedi ülkemizin ekonomisi. Ama bir düşman gelse ülkede bu kadar büyük bir yargı ve adalet krizi çıkaramaz yani. Şu anda ülkeyi yönetenler bizzat kendi elleriyle bu krizi çıkarıyorlar. Bu Türkiye'yi çok yanlış ortamlara doğru sürükler. Ve Allah korusun bu ülkedeki zaten sarsılmış olan istikrarın iyice sarsıldığını, hukuki güvenliğinin olmadığı ve ne yöne doğru gittiği belli olmayan adeta dümeni bozulmuş, motoru bozulmuş bir geminin, büyük bir geminin okyanusta böyle sürüklenip gittiği bir ortama getirir ülkemizi. Ve bundan herkes çok büyük zarar görür. Gerçekten buradan ben tekrar tekrar uyarıyorum, bir an önce anayasal düzene dönülmesi, bir an önce anayasanın açık hükümlerinin uygulanması gerektiğini altını çizerek vurguluyor.

Zeynel Lüle: Peki bugün Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum'un açıklamaları vardı. Aslında yangına körükle giden açıklamalar olarak adlandırılabilir. Anayasa Mahkemesi'nin hedefi aldı ve tüm mahkemeler, Yargıtay hatta Danıştay, Anayasa Mahkemesi'nin hem anayasaya aykırı hem de hukuk bilmez ihlal kararlarına isyan noktasına geldi dedi. Ve benzer açıklama Yılmaz Tunç'tan da geldi Adalet Bakanı. O da “Yargıtay'ın kararı vardır, hükmü bellidir. Bu hüküm de Meclis’e şimdi görev düşmektedir.” Derken tabii Can Atalay'in herhalde milletvekilliğinin düşürülmesi için Meclis üzerine düşeni yapmalıdır anlamına gelen bir açıklamaydı.

Ali Babacan: Şimdi bu bahsettiğiniz her iki isim de Sayın Erdoğan'ın bizzat atadığı isimler. Çünkü başdanışmanı da kendisi atıyor bir imzayla, bakanı da kendisi atıyor bir imzayla. Dolayısıyla bu iki isim de zaten talimatı kimden aldığını gayet iyi biliyorlar. Talimatı aldığı kişinin hoşuna gidecek sözleri söylemekle zaten görevliler. Aksi bir şey şu anda düşünülemez. Yani mevcut yönetim sisteminde herhangi bir bakanın, Cumhurbaşkanı'nın iradesi dışında istikameti dışarısında herhangi bir söz söylemesi mümkün değil, bir iş yapması da mümkün değil. Sistem eski sistem değil. Çünkü şu anda icra yetkisi tek bir kişinin elinde. Ve o bir kişi aslında icra yetkisini şu andaki anayasadan alıyor. Bu anayasa ona yetki verdiği için bunu kullanabiliyor. Onun için o bakanı atayabiliyor. Bizzat yetkisini aldığı anayasanın bir başka maddesinde yok sayabiliyor. Dolayısıyla bu kişilerin Ahmet olmuş, Mehmet olmuş, Ali olmuş, Veli olmuş, hiç önemi yok. Çünkü hepsini atayan tek kişi. Kendi yaptıklarını çözüm ona meşrulaştıracak. Kendi verdiği yanlış talimatların arkasında duracak. Yat deyince yatacak, kalk deyince kalkacak. Kim var kim yoksa o tür insanları görevlendiriyor zaten. Hele hele o insanlar kendi eski mahallesinin dışından insanlarsa onları da bazen daha çok tercih ediyor. Çünkü bir bakıma diyor ki bak diyor başka mahallenin insanı ben aldım yanıma ama o da beni destekliyor diyor. Böyle bir oyun içerisindeyiz gerçekten. Yani çok çok üzülüyorum. Ülkem adına üzülüyorum. Ve bu ülke bu kadar kötü yönetimi hak edecek bir şey yapmadı ya. Yani yazık oluyor bu büyük ve güzel ülkeye çok yazık oluyor. Bu kadar büyük potansiyelimiz varken her alanda ama her alanda bütün bu geniş coğrafyaya örnek olabilecek, rol model olacak, ilham kaynağı olabilecek bir potansiyele sahip iken Türkiye şu anda bizzat ülkeyi yönetenlerin eliyle itibarsızlaştırılıyor. Dünyada itibarsız, hukuksuz, keyfiliğin olduğu bir ülke haline getiriliyor. Ben en çok da ona üzülüyorum. Böyle bir ülkede ekonominin düzgün gitmesi mümkün değil yani. Ne yaparlarsa yapsınlar, istedikleri kadar Ali Babacan'ın eski yakın çalışma arkadaşlarından bir iki ismi getirsinler, ekonominin başına koysunlar. Bu şekilde düzelmez. Çünkü sadece ekonomik politikalarıyla Türkiye'nin ekonomisi düzelmez. Hukuki güvenliğin olmadığı bir ülkede, yargıda ve adalette büyük haksızlıkların olduğu bir ülkede, anayasanın açık hükümlerinin ihlal edildiği bir ülkede, ekonomi düzelmez, enflasyon düşmez, olsa olsa ancak fakirlik çoğalır, yoksulluk çoğalır. Şu anda fiilen zaten onu yaşıyoruz maalesef.

Zeynel Lüle: İkinci bölümde özellikle ekonomi ağırlıklı bir sohbet yapacağımız için ben buradan devam etmek istiyorum. Mesela bu krizi bir anlamda yapılan açıklamalardan onu anlıyoruz. “Fırsata çevirerek yeni bir anayasa hazırlığı yapılmalı ve işte bu anayasa değişmeli, hükümleri değişmeli. Her ne kadar çoğu maddesinin değişmiş olmasına rağmen işte darbe anayasası hala geçerli” diye bir söylem var. Sizi de “getirsinler önümüze bir bakalım taslağı” demiştiniz bir zamanlar. Şimdi anayasaya mevcut anayasaya uymayan, hükümlerine hiçbir şekilde uymayan hatta direnen bir iktidarın getireceği anayasayı nasıl görürsünüz?

Ali Babacan: Seçimlerden hemen sonra artık beyaz bir sayfayla başlamak ve bu bakıma yeni açılan hükûmete bir kredi açmak demokrasinin geleneği. Yani bu sadece Türkiye'de değil, siz de uzunca yıllar Avrupa'da Brüksel başta olmak üzere çalıştınız, çok da güzel şeyler yaptınız o dönemde. Bütün demokrasilerde seçimlerden hemen sonra yeni açılan hükûmete bir kredi açılır. Ve bu yeni olmanın verdiği bir faydayla yeni bakanlar, yeni dönem şöyle bir izlenir “bakalım ne yapacaklar” diye. Seçimlerden hemen sonra Sayın Erdoğan deyince biz yeni anayasa istiyoruz dediğinde bize de sorduklarında ben dedim ki; “yeni anayasa diyorlar ama daha ellerinde tek bir maddelik çalışma yok.” Seçim öncesi bir başörtüsüyle ilgili bir maddelik bir anayasa değişikliği konuştular, ellerine yüzlerine bulaştırdılar, onu da yapamadılar, öylece kaldı. Şimdi yeni anayasadan bahsediyorlar, o zaman demiştim ki; “eğer ellerinde bir çalışma varsa ortaya koysunlar görelim” ki yok. Halbuki bizim DEVA Partisi olarak da çalışmamız var, seçimlerden önce Altılı Masa olarak da ortaya koyduğumuz çalışma var. Bu DEVA Partisi'nin çalışması, bu da Altılı Masa'nın çalışması. Bu daha geniş, bu 114 madde, bu 84 madde. Bu diğer partilerle mutabık kalabildiğimiz lazım ama kendi hazırlığımız daha geniş. Biz hazırız, her şeyle hazırız, kodifikasyonumuz tamamlanmış, metinlerimiz hazır, ellerinde bir şey yok öbür tarafın, iktidarın. Dedim ki; “bir şey varsa göndersinler, yok eğer bunu mecliste sıfırdan beyaz sayfalarla başlayalım, beyaz sayfaları ortaya koyalım, çoğulcu bir anlayışla, mecliste temsil edilen siyasi partilerden de orada üyeler olsun ve hadi bakalım hep beraber yeni bir anayasa yazalım derlerse biz ona da olumlu bakarız.” Demiştim. Ama arka arkaya bu anayasa ihlalleri, Anayasa Mahkemesi’nin açık kararlarına rağmen bu kararlara uymama ve bunu da açıkça gidip savunma açıkçası bizim bu tutumumuzu şu an itibariyle değiştirmiş durumda. Çünkü tam da dediğiniz gibi, “mevcut anayasaya uymuyorum, mahkeme uymayabilir” diyen bir zihniyetin bundan sonra getireceği anayasaya uyacağı nereden malum ki? Bütün Türkiye'yi oyalayacaklar, Meclisi oyalayacaklar, yeni anayasa diyecekler. Diyelim ki velev ki anayasa kabul edildi, bir şekilde geçti, o anayasaya da uymayacaklar. Yani hukuk devletinde şöyle bir şey yok, bu mevcut yasalar, mevcut anayasa benim işime gelmiyor, ben buna uymam. Ne zamanki kendi istediğim şekilde anayasa olur, kendi istediğim şekilde yasalar yazılır ben o zaman onlara uyarım. Buna hukuk devleti denmez, böyle bir şey yok yani. Bu hukuka saygı, hukukun üstünlüğüne inanan bir yönetim tarzı değil.

Yani anayasa değişikliği isteyenlerin öncelikle mevcut anayasaya uyduklarının, anayasal düzene saygı duyduklarının ispat edilmesi lazım. Bunun ortaya konması lazım ki onlarla oturup herhangi bir anayasa değişikliği üzerinde konuşabilirim. Dolayısıyla bizden artık bundan sonraki dönemde yeni anayasaymış, anayasa değişikmiş, bununla ilgili bizden hiçbir şey beklemesinler. Yani önce şu mevcut anayasaya uyduklarını ispat etsinler, ondan sonra yeni anayasanın ne olacağı belki konuşulabilir. Yani o güne kadar artık bizden bir şey beklemesinler. Biz o işte yokuz yani DEVA Partisi olarak. Çünkü anayasayı tanımayan bir muhatapla ben anayasayı ne konuşacağım? Yani öyle bir şey mümkün değil yani. Dolayısıyla yapabilirlerse yaparlar. Sayıları yetmiyor ama belli olmaz bu meclis içi, hareketlik hiç belli olmuyor. Yani genel seçimlerden sonra bilmiyorum, muhalefet tarafında da epey bir türbülans var. O türbülans ne zaman durulur ne zaman taşlar yerine oturur, hangi safta yer alacak, ne zaman netleşir bunları bilemiyorum. Yani biraz yerel seçimleri görmek lazım, yerel seçimlerden de sonrasını görmek lazım. Ama şöyle bir aritmetiğe baktığımız zaman hani topla çıkar biraz işleri zor görünüyor. Yani 360'cı bulabilecekleri bir meclis aritmetiği biraz zor görünüyor şu gün itibariyle öyle diyeyim yani.

Zeynel Lüle: 38'e düştüğü İYİ Parti'nin şu anda vekil sayısı belki oradan bir destek olur mu diye belki düşünüyorlardır. Ancak sizin açıklamanızda DEVA Partisi'nin 15 milletvekilinin hiçbir şekilde yeni anayasa çalışmalarına ortak olmayacağını anlıyoruz biz.

Ali Bababcan: Önce şu anayasa uyusunlar, ondan sonra yeni anayasa konuşalım. Başka türlü açıkçası patinaj, havanda su dövmek başka bir şey değil. Diyelim ki yeni anayasa çıkarttık. Çünkü bu uzlaşma komisyonu çalışacak meclisle bunu. E inanmadıkları belki şeylere evet diyecekler. Ülkeyi oyalamak için, gündemi biraz anayasa tutmak için. Yeni anayasayı kabul edecek, ondan sonra diyecek ki; “ben gene uymuyorum buna. İşime gelmiyor.” Ne konuşulabilir ki bunlarla yani? Dolayısıyla biz o işte yokuz artık. Gerçi başka örnekler de var bir sürü ama Anayasa Mahkemesi’nin karar alıp da uygulanmadığı. Ama bu Can Atalay meselesiyle hele hele Yargıtay'ın da olaya dahil edilmesiyle beraber artık biz bir an önce bu ülkede bir iktidar değişikliğinin ve hukuka saygılı, hukukun üstünlüğüne gerçekten inanmış bir iktidarın Türkiye'yi yönetmesiyle ilgili gayretlerimizi olanca hızla bundan sonra sürdüreceğiz.

Zeynel Lüle: Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı bugün açıklamasında meclis içerisindeki o çabayı göstereceklerini anlıyoruz. İşte hukuki birtakım başvurular olacağını anlıyoruz. Yargıtay Başsavcısına başvurulacak, Hakimler Savcılar Kurulu'na başvurulacak, yapılabilecek hukuki girişimler yapılacağını söyledi. Ama aynı zamanda sokağa çıkma da çağrısı yaptı bir anlamda. Ankara'nın Tandoğan Meydanı'nda 14 Ocak'ta saat 13'te yapılacak olan bir mitingden söz ediyoruz. O da geleceğine sahip çıkan mitingi. DEVA Partisi nasıl görüyor bu mitingi ya da en azından muhalefeti yapılan...

Ali Babacan: Tabii sadece biz de basına yapılan açıklamalardan duyduk bu mitingi. Onun biraz daha niteliğini anlamamız lazım. Fakat şu son birkaç haftalık gelişmelere baktığımızda da ülkemizde yeni bir kutuplaşma, seçime doğru giderken yine bir kamplaşma ve bunun çok sert bir şekilde bu kamplaşmanın ve kutuplaşmanın oluşmasıyla ilgili bir çaba da görüyoruz. Bunu da biz ülkemizde adına riskli görüyoruz. Dolayısıyla bu miting meselesine biz ayrıca bir bakmamız lazım. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi’nden bize bu mitingle ilgili herhangi bir davet, herhangi bir çağrı gelmedi. Dolayısıyla niteliğini henüz bilmiyoruz. Ama yaparlarsa kendileri yaparlar. Biz kendi değerlendirmemizi ayrıca yaparız bu miting işiyle alakalı. Çünkü bu seçime doğru giderken yani arka arkaya bu yaşadıklarımız, bu Suudi Arabistan’daki kupa, arkasındaki bu 1 Ocak sabahı yapılan Filistin'le ilgili miting daha sonrasında yaşananlar. Biz biraz siyasi ortamın fazla yergin ve kutuplaştırıcı motivasyonla yürüdüğünü görüyoruz. Siyasi partiler böyle ortalığı gerelim, kutuplaştıralım, herkes kendi mahallesinde toplansın, seçime öyle gidelim gibi bir eğilimdeler. Bazı siyasi partiler bunu da ülkemiz adına riskli görüyoruz. Bu ülke artık gerile gerile gerile yoruldu. Her seçim bu ülkenin vatandaşlarını birbirine düşman etmek için adeta bir araç olarak kullanılıyor. Seçimi kazanmak isteyen bir grup vatandaşı diğer grupla adeta düşmanlaştırıyor. Bu da ülkemiz için faydalı bir şey değil. Daha önce bunun dönem dönem örneklerini gördük son 20 yıl içerisinde. Dolayısıyla bu sokak hareketi, miting falan filan biz biraz bunları izleriz, bakarız. Tam nereye gider, ne olur? Ondan sonra kararlarımızı veririz.

Zeynel Lüle: Bu gerilme ve kutuplaşma aslında belki de iktidarın işine gelen bir yöntem olduğunu da daha önceki açıklamalarınızda söylemiştiniz. Onu da oradan hatırlatayım izleyicilerimize. Suudi Arabistan meselesinde işte en son 1 Ocak'ta yapılan mitingde işte İsrail'e lanet mitingleri ya da işte o konularda belki biraz daha görüşünüzü isteyeceğim. Ve daha sonra daha başka konulara da gireceğim. Bu Süper Kupa finalinde yaşananlar ve bunun daha sonra işte bir şekilde tamamen Türkiye Futbol Federasyonu'nun organizasyonuna gerçekleşen ancak daha sonra ilgili kulüplerinde istediklerinin gerçekleşmemesi nedeniyle oynanmayan ve geri döndükleri bu final, kupa finali konusunda maç skandalı diyelim ya da ne düşünüyorsunuz? Orada kim suçlu sizce? Bunun sorumluluğunu kimse almadı şu ana kadar.

Ali Babacan: Şimdi olayı tabii değerlendirirken bütün şeffaflığıyla meseleyi önce bir anlamak lazım. Ve bütün şeffaflığıyla da kamuoyuna açıklanması lazım. Benim takip edebildiğim kadarıyla hala ortada kamuoyuna açıklanmamış bir protokol var. Ve o protokolün detaylarını bilmiyoruz. Ve olayın ilk saatlerinden başlayıp birkaç gün devam eden çok yoğun bir dezenformasyona da tabi tutulduk. Açıkça yalanlar söylendi yani, açıkça. Dolayısıyla biz bu meseleye nasıl yaklaşacağımızı ancak ve ancak protokolü ne zamanki açıklarlar, şeffaf bir şekilde ortaya koyarlar, tam net duruşumuzu o zaman ortaya koyarız. Ama şöyle bir geri çekilip baktığımda bir eski Avrupa Birliği Bakanı olarak, aynı zamanda Dışişleri Bakanlığı yapmış bir insan olarak baktığımda meseleye, öncelikle tabii çok büyük bir skandal, büyük bir basiretsizlik ve büyük bir yönetim beceriksizliği. Şimdi şu var ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu ülkenin ortak değeridir. Dolayısıyla Atatürk'e saygısızlık hiçbir şekilde kabul edilemez. Önce onu bir ilke olarak şöyle bir kenarda her zaman tutmamız gerekiyor. Ama bunun hemen yanında da böylesine bir önemli kriz, iki ülke arasında çıkabilecek önemli bir kriz de diplomasinin devreye girmemesini ben hayretle izledim. Normal şartlarda böyle bir durumda iki ülkenin Dışişleri Bakanlığı'nın hemen devreye girmesi lazım. Ki bizim orada bir büyükelçimiz var. Bizim büyükelçimiz Riyad’da, değil mi? Hiç adını duyduk mu? Hayır. Suudi tarafının ya da bizim tarafın Dışişleri Bakanlığı'nın herhangi bir dahilini duyduk mu? Şimdi bu çok büyük bir eksiklik. Yani burada belli ki her iki tarafta da sosyal, siyasi hassasiyetler var. Devlet hassasiyetleri var her iki tarafta da. Şimdi bu hassasiyetlerin olduğu noktada bu krizleri en iyi diplomatlar çözer. Bu onların işidir. Çünkü diplomatlar karşı tarafın hassasiyetlerini anlamakta, karşı tarafın reflekslerini anlamakta uzmanlaşmış insanlardır. Yani işleri budur. Diyelim ki Suudi Arabistan tarafının refleksleri nedir? Onların düşünce dünyası nedir? Bizimkiler onları bilir. Suud tarafı da bizimkini bilir. Dolayısıyla bu işe zamanında diplomatlar müdahil edilseydi, bana göre bu kriz hiç büyümeden rahatlıkla çözülebilirdi.

Ama öte yandan benim sadece bir izlenimim, yani bir komplo teorisi olarak da düşünmesini istemem ama, bu olay üzerinden sanki bir kriz çıksın diye, adeta birileri de çabaladı diye ben izliyorum yani şöyle baktığımda. Yani oradaki krizden, 31 Murat'ta da seçim var ya, tam 3 ay kalmış seçime, o seçime doğru buradaki bir krizden nemalananlar. Dolayısıyla adeta “bu kriz işimize yarayabilir” diye düşünenler de var gibi geliyor bana. Dolayısıyla bu çerçeveden baktığımızda da gerçekten bizim süper kupa finalimiz... Hani bazıları diyor ki, vay para için oraya mı gidilirdi falan filan. Bunu başka ülkelerin takımları da yapıyor, yani İngiliz takımları da yapıyor, başka ülkelerin takımları da yapıyor. Tabii ki bu futbol takımlarının gelire ihtiyacı var. Dolayısıyla bu gelir ihtiyacını farklı farklı yerlerden karşılıyorlar, reklamda alıyorlar. Başka türlü bağışla alıyorlar. Dolayısıyla bu tür futbol takımlarının gelir arayışını ben çok da böyle ayıplamıyorum. “Vay para için şu mu yapılır, bu mu yapılır” ama başka nereden sağlayacaklar gelirlerini. Başka ülkeler de yaptığı için aynı zamanda bunu söylüyorum. Yani meseleyi belki o para meselesine hiç getirmemek lazım. Ama böylesine önemli bir maçta ve ilk defa yapılacak bir düzenlemede, her şeyin bütün detaylarıyla baştan açıkça konuşulması lazımdı. Ya da baştan yanlış şeylere imza atıldıysa, bugün o yanlış imzaları atanların protokolü ortaya koyup, gidip çıkıp bu milletten bir özür dilemeleri lazım.

Şu da doğru değil, iki ülkeyi birbirine böyle hasım hale getirmek, her iki ülkenin halklarını birbirine karşı böyle olumsuz duygularla körüklemek, bunlar hoş şeyler değil. Hele hele bu iç siyasi kaygılarla ve bu çıkacak krizin seçmeye bazıları için faydalı olabileceği gibi alttan alta motivasyon varsa, bu tabii iyice affedilir bir şey değil. Yani kabul edilebilir bir şey değil. Dolayısıyla burada yani keşke diyorum diplomatlar devreye girebilseydi, bu kriz büyümeden çözülebilirdi bir şekilde. Ve şu ilkeler bazında gitmek lazım. Kurallar bazında gitmek lazım. Ve onu da dedim ki hala karanlık. Yani o protokolü imzalayanlar eğer korktukları, çekindikleri bir şey yoksa açıklasınlar, kamuoyu incelesin, hukukçular baksın etsin, kim neyin altına imza atmış, kim sözünde durmuş, kim sözünde durmamış. Yani bunun ortaya çıkma, adil bir bakış bunu gerektiriyor. Yoksa başkasını suçlamaktan kolay bir şey yok. Yani halkımızın önemli bir kısmının hassas olduğu konuları tema yapıp, yabancı bir ülkeyi suçlamak en büyük kolay çıkış yani. Belki karşı tarafta problemli olabilir. Suudi Arabistan tarafında da sıkıntılar olabilir.  Onlar da protokole uymamış olabilir. Ama en azından bizim tarafın çıkıp bunu açıklaması lazım. “Verilen sözler buydu, attığımız imzalar buydu. Biz doğru yaptık” demesi lazım. Ya da demeleri lazım “ya tamam hatam bizde, suç bizde. Kimse sorumlusu, o sorumluların da bu hatalarla yüzleşmesi lazım.” Yani bu yüzleşme kamuoyuna açık özür mü olur, istifa mı olur onları bilemiyorum artık. Suçun büyüklüğüne bağlı olarak ya da ihmalin büyüklüğüne bağlı olarak bir yaptırımın da olması lazım bu işin. Bütün ülkenin gündemi buraya kenetlendi. Tam yeni yıla gireceğiz 2024'e girerken, krizlerle girdik yani. Doğru bir şey değil ki.

Zeynel Lüle: Krizlerle devam ediyor aslında. Burada tabii söylenen o ki, yurtta suç, cihanda suç şeklinde bir pankartla sahaya çıkmak isteyen takımın engellendiği ya da işte Atatürk fotoğrafının olduğu formanın giyilmesine engel olunduğu, bu nedenle de çıkılmadığı. Acaba protokolde bu kadar ayrıntı, detaylar yer alır mı? Ya da Suudi Arabistan'ın bu tür pankartlara karşı çıkmasının nedeni ne olabilir? Siz ki Dışişleri Bakanlığı yaptınız uzun yıllar, bu ülkelerle ikili temaslarınız oldu. Ne düşünüyorsunuz?

Ali Babacan: Ya şöyle, öncelikle bu bir uluslararası amaç. Ve burada yine uluslararası kurallarında devrede olduğu bir organizasyondan bahsediyoruz. Ve yine ben hep hukuk diyorum ya, akitleşme, ahde vefa. Bunların hepsi çok önemli ülkeler. Bunlar baştan konuşulsaydı, ta bir ay önce, anlaşılamayacak hususlar ortaya çıksaydı ve ta bir ay önce bu maç böyle sükunetle iptal olsaydı, bu kadar büyük bir kriz yaşanmayabilirdi yani. Dolayısıyla hani meselenin detaylarıyla ilgili yorum yapmak, detayları bilmeden mümkün değil. Yani mesela o formalarda Atatürk resminin olabileceğiyle ilgili konunun zaten görüşüldüğü ve karşı tarafın bunu kabul ettiğiyle ilgili de bir sürü bir şeyler okudum. Ama bunların hepsi nereden? İşte gazeteci arkadaşlar sağdan soldan telefonla böyle adeta kullanarak böyle damla damla bilgi toplamaya çalışıyorlar sağdan soldan. Ve bilgilerin hepsi de şifahi bilgiler. Şifahi bilgi olduğu için, sağlam arkada yazılı bir kaynak olmadığı için de bu konudaki yorumlara bakıyorum. Gerçekten bir kısmı mesnetsiz olabiliyor yani. Dolayısıyla o ne zamanki protokol ortaya çıkar, şöyle bir açıklarlar, o zaman hep beraber görürüz ne varmış ne yokmuş ne konuşulmuş ne edilmiş.

Tabii bir protokol vardır, bir de toplantı tutanağı denen bir şey vardır. Yani böyle önemli konularda toplantı tutanağı tutulur. Hani karşı taraf ne dedi, biz ne dedik, ne yapıldı, ne konuşuldu? İki tarafın da kayıtlarına geçer bu. Dolayısıyla imzalanan protokol nedir, toplantı tutanakları nedir, bu toplantılarda hangi konular gündeme geldi, yazışmalar nasıl oldu? Yani bu neredeyse bir özel bir görevlendirme yapıp, yargı süreci gibi bir süreçle bunu bir incelemek gerekiyor yani ne oldu ne bitti diye. Yani bunu Meclis’te yapabilir. Yani Meclis’te bir araştırma komisyonu kurup bunu yapabilir yani. Meclis’in böyle bir görevi olabilir. Ama Mecliste araştırma komisyonu diyeceksiniz, konu iktidara gidecek. İktidar cephesi buna evet mi der, hayır mı der. Ama Mecliste bir araştırma komisyonu kurulsa bunu soruşturma komisyonuna gerek yok.

Zeynel Lüle: Belki DEVA Partisi olarak bunu önermeniz mümkün olabilir.

Ali Babacan: Olabilir, ben buradan işte öneriyorum. Yani işte kaç imzayla olur, nasıl dolaşıyor olur, bunların hepsine bakılır ama. Yani Mecliste ya bu işin sorumluları, federasyonmuş, kulüplermiş, şuymuş buymuş kim imza attıysa o protokolü, protokolü açıklayacaklar, onun üzerinden kamuoyu bir kanaat oluşturacak. “Yok biz bunu açıklamayız, gizliyiz falan filan…” Varsa o zaman Meclis bir araştırma komisyonu kurulur, didikleyip bulurlar ama oraya kadar gitmemeli bu iş yani. Ne olacak yani eğer yaptığın doğru bir işse, attığın imzaya güveniyorsun, açıkla arkadaş ne diyorsun, neye imza attın açıkla.

Zeynel Lüle: Şimdi yerel seçimleri konuşacağız, DEVA Partisi'nin bu konudaki hazırlıklarını konuşacağız ve daha da önemlisi ekonomiyi konuşacağız. İkinci bölüme ağırlıklı olarak ekonomi konuşulsun istiyorum ben. Ama bu 2023 Suudi Arabistan'daki kriz de bitti. 2024'te 1 Ocak'ta Filistin'e destek, İsrail'e lanet mitingleri konusuyla geçti. Filistin'e destek mitinginde Bilal Erdoğan'ın konuşmacı olması, tarikatların hilafet çağrısı gibi şeyler oldu. Ne düşünüyorsunuz? Tabi bu arada Tevhid bayrağı taşıyan bir kişiye yumruk atan bir gencin tutuklanması, Ege Akersoy'un da tutuklanması meselesi var. Bu konuda da sizden yorumlarınızı isteyeceğim.

Ali Babacan: Şöyle, Avrupa'daki siyasetle takip ediyorsunuzdur. Şu anda dünyanın pek çok yerinde bu marjinal partiler korku üzerinden, nefret üzerinden bir siyasi iklim oluşturuyorlar. Irkçılık, ideolojik olarak veya dini inanç veya mezhep önemli değil. Yani sadece “sen öylesin ben böyleyim” diyerek siyaset yapmak maalesef şu anda Avrupa'da da olmak üzere dünyada yaygın. Fakat bu tür bir siyaset tarzının ülkelere hiçbir faydası olmuyor. Bundan herkes zarar ediyor. Faydalanan, kutuplaştırıp gelip öfke ve nefret üzerinden belli bir kitleden oy alıp iktidarı ele geçirenler bundan nemalanıyor, faydalanıyor. Onun dışında hiç kimseye faydası yok. Bu korku üzerinden, nefret üzerinden yapılan siyaset maalesef toplumu o kadar gerdi ki. Yani bakıyorsunuz Yıldız Teknik Üniversitesi'nde okuyan bir öğrenci, o yumruğu atan, gencecik bir çocuk. Öbür tarafta da bir apartman görevlisi. Yani apartman görevlisi gitmiş Filistin'e destek diye, o mitingde yer almış. Giderken eline bayrak almış. Yani bayrakta benim bildiğim kadarıyla kelime-i tevhid. Yani ne diyor orada? “Allah'tan başka ilah yoktur ve Hz. Muhammed O'nun Resulüdür” diyor, “peygamberidir” diyor. Onunla ilgili bir elinde bayrak var ama Arapça ya, öbür çocuk ne olduğunu da anlamıyor. O kadar gerilmiş ki, o kadar artık insanlar böyle nefret ve öfke pompalanmış durumda ki. Yani gencecik bir çocuk,  bir apartman görevlisi, onun da çocukları var, iki çocuğu var. Hatta ne dedi adamcağız? Dedi ki; “ya benden özür dilerse ben onu affederim, niye tutukladılar, niye hapse attılar ki falan” dedi. “Benim de çocuklarım var” dedi.

Zeynel Lüle: “O yumruk beni de aştı artık” dedi yani.

Ali Babacan: Öyle oldu, öyle oldu. Dolayısıyla burada bakıyorsunuz insan profillerine, o da vatandaşımız, öbürü de vatandaşımız. Siz niye bu ülkenin gencecik insanlarını, üniversite öğrencilerini dahi bu kadar öfke ve nefretle dolduracak bir siyaset yapıyorsunuz ki? Yani yazık günah değil mi? Ve bunu maalesef, maalesef Zeynel Bey, teknolojinin katkısıyla da daha çok yapıyorlar. Yani teknoloji de sosyal medyada bu kutuplaşmayı, nefret ve öfke siyasetini çok besleyen bir enstrüman olarak kullanılıyor. Çünkü demokrasi diyen, hak diyen, önce insan diyen siyasi partilerin ve siyasetçilerin teknolojiyi böyle ahlak dışı kullanma imkânı yok. Biz DEVA Partisi olarak yapamayız bunu yani. Elimizde teknolojik imkanlar var. E ne yapalım? Belli toplum kesimlerini gözümüzde kestirelim. Onlara nefret pompalayalım. Onlara düşman gösterelim. Ve o düşmanlık ve nefret üzerinden de kendimize oy toplamaya çalışalım. Biz bunu yapamayız. Ama yapan çok parti var maalesef.

Burada dediğiniz, yani iktidarla ilgili, yani iktidarın bir kutuplaştırma çabası var ama, ben maalesef son birkaç aydır muhalefet tarafında da bu kutuplaştırma eğilimlerin çoğaldığını görüyorum. Yani muhalefette de “kutuplaştırayım, öyle seçmenimi konsolide edeyim” diye. Hele hele bu seçimlerden sonra, genel seçimlerde o 48-52 sonucundan sonra, muhalefet partilerinin bazılarında da bu eğilim var. Yani “biz de bari kimlik siyaseti yapalım. Biz de bari kendi ideolojimiz doğrultusunda bir çizgi izleyelim. Biz de biraz gerelim.” Ben bu eğilimleri de görüyorum. Hele hele, bu son işte ister bu Suriye-Arabistan'daki maç meselesi olsun, ister bu son miting meselesi olsun, bazı söylenenlere “bu insan bunu söyleyemez” diyorum. “Bunu söylemiş olamaz” diyorum.

Çünkü adeta şöyle bir refleks var. Yani “bu iktidar 20 yıldır iş başında ve iktidar sopasını elinde tutuyor. İşine gelmeyenleri o sopayı indiriyor. Keşke ben de onun yerine geçsem de o sopayı elime bir alsam, ben de işime gelmeyenlerin tepesine o sopayı indirsem.” Reflekslerini ben görüyorum şu anda bazı muhalefet siyasetçilerinde ve bazı partilerde. Bu da Türkiye açısında çok çok tehlikeli bir durum yani. Şimdi iktidarı biz niye değiştirmek istiyoruz DEVA Partisi olarak? “Gerçek anlamda bir hukuk devleti olsun. Çoğulcu bir demokrasi olsun. Ülkeyi yönetenler sadece kendilerine oy verenler için değil, bütün geniş vatandaş kitlesi için iyi hizmetler yapsın” diyoruz. Biz bunun için siyaset yapıyoruz. Ama görüyoruz ki bazıları o hep kullandığımız dönüşümlü zorbalık tabiri var ya, yani üste çıkanın alttaki nezdi. Diyelim ki bu AK Parti'den önce işte 28 Şubat dönemleri yaşanmış Türkiye'de. Şu olmuş, bu olmuş. Ondan sonra AK Parti iktidar olmuş. AK Parti zihniyeti diyelim iş başında.

Zeynel Lüle: 28 Şubat aslında AK Parti'ye iktidar yaptı.

Ali Babacan: Bir süre sonra ama bir süre sonra o gücün çok uzun süre kullanılması, güç zehirlenmesinin meydana gelmesi, hele hele Erdoğan'ın 3 dönem kuralını ihlal etmesi, ki 2014'te onun 3 dönemi doldu. Yani AK Parti'nin kuruş akitnamesinde ki ben de kurucularından birisiyim biliyorsunuz. Orada “3 dönem” diyor. 2014'te doldu. 2014'ten sonra Sayın Erdoğan, AK Parti'nin genel başkan olarak devam etmesi, AK Parti'nin kuruluş akitleşmesine aykırıdır. Çünkü biz o zaman “uzun süre görev yapmak güç zehirlenmesine sebep olur, bu güç kullanımı yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır” diye o kuralı koyduk ama kendisi ihlal etti. Ne oldu bir süre sonra? Zamanında zulme uğrayan, zamanında ben bakın mazlumum diye vatandaştan destek isteyenler bir süre sonra kendileri zulmetmeye başladılar. E şimdi bakıyorum muhalefete, muhalefet tarafından o refleksler var. “Ya bir iş başına gelsek, sopayı bir ele alsak da şunların kafasına kafasına bir indirsek sopayı” diye. Şimdi bunlar inanın Türkiye için faydalı şeyler değil. Bu ülkeye hiçbir yarar getirmez yani.

Zeynel Lüle: 1 Ocak'taki o yürüyüş ki işte tarikatların hilafet çağrısı yani sonuçta bunun bir suç olduğunu söyleyen hukukçular defalarca açıklamalar yaptılar. Böylesine bir hilafet çağrısına karşı sessiz mi kalmalılardı? Ya da Cumhuriyet'i korumakla görevli kurumlar mesela yani işte suç duyurusunda bulunup ve bunun başını da Erdoğan'ın oğlunun yaptığı konuşmalar, onların kurduğu vakfın ve birtakım vakıfların, tarikatların ve cemaatlerin bu işin başını çekmiş olması bir anlamda muhalefetin de tepkisine neden oldu. Ne diyorsunuz buna sonuçta?

Ali Babacan: Bu konuda tabii Anayasa’nın hükümleri çok açık. Dolayısıyla oradaki hükümler herkesin bağlayıcı. Ama şunu da unutmayalım ki, ifade özgürlüğü, toplantı özgürlüğü, protesto yürüyüş özgürlüğü bunlar çok temel özgürlük alanları. Ama bu özgürlük alanlarının da net bir çizgisi var, bir çerçevesi var, kırmızı çerçeve o da nedir? Nefret suçu işlemeyeceksiniz, şiddet uygulamayacaksınız, şiddeti teşvik etmeyeceksiniz. Dolayısıyla bu ifade özgürlüğü, protesto özgürlüğü, yürüyüş özgürlüğü, toplantı özgürlüğünün hemen yanında da bunları yap ama şiddete karşı kesin bir kırmızı çizgi. Bu işin ilkesel duruşu bunu gerektiriyor. Kaldı ki bu mitingin konusu aslında öz konusuna inip baktığımızda Filistin'de yaşanan zulme karşı bir duruş. Şimdi Filistin'de bugüne kadar Gazze'de 30.000'in üzerinde insan hayatını kaybetti ve bunların 3'te 2'si kadın çocuk. %40 civarında çocuk var ama kadınla çocuğu toplanınca 3'te 2'si ediyor ve burada büyük bir insanlık suçu var, büyük bir savaş suçu var. Bu sadece bizim vatandaşlarımızın değil dünyanın pek çok yerinde de büyük hassasiyet oluşturan bir gelişme. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda bu konular oylandığı zaman dünyanın kahir ekseriyeti vicdan ağır basıyor ve “Filistinler haklıdır, İsrail suçludur” diyor. Ama ne zamanki mesele Güvenlik Konseyi’ne gidiyor, Güvenlik Konseyi’nde 2. Dünya Savaşı'nın galibi olan 5 ülkenin her birinin ayrı ayrı veto etkisi var. Bu konular oraya gittiğinde Amerika başta olmak üzere 1-2 ülke veto ettiğinde Güvenlik Konseyi’nden geçmiyor. Ama dünyanın kamusal vicdanının tezahürü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde değil, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda oluşuyor.

İşte Güney Afrika Cumhuriyeti ne yaptı? Gitti, Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na İsrail hükûmetini şikâyet etti. Şimdi orada bir duruşma başlıyor. Dolayısıyla burada olan büyük bir insanlık suçu var, bir savaş suçu var. Adeta bir soykırımına benzeyen bir durum var ve baktığımız zaman bu konuda vatandaşlarımızın hassasiyetinin olması son derece doğal. Ama iktidarın şu ana kadar yaptığı sadece vatandaşlarımızın bu hassasiyeti üzerinden toplantılar, meydanlarda vatandaşlarımızı toplayıp hamaset, üzerine hamaset. Ama bir iktidarın görevi sadece insanları meydanlarda toplayıp bu durumu protesto etmek, ettirmek olamaz yani. İktidarın görevi aynı zamanda gereğini yapmaktır. Şimdi bakıyoruz mesela İsrail olan ticarete zerre kadar bir değişme yok. Yüzlerce gemi her ay geliyor, gidiyor, geliyor, gidiyor. Hatta bu gemilerde taşınan ürünlerin bazılarının doğrudan İsrail ordusunun kullandığı ürünler olduğunu da görüyoruz. Şimdi bu konularda en ufak bir tedbir yok. İsrail'e karşı en ufak bir yaptırım yok. Bir ekonomik yaptırım bile yok. Yapılan sadece ve sadece nedir? Vatandaşlarımızın haklı hassasiyetleri var. Hepimiz bu hassasiyeti olan insanları toplayalım. Hep beraber büyük meydanlarda bunu protesto edelim.

Zeynel Lüle: Siz de samimi bulmuyorsunuz bu türlü protestoları ve bunun başını çekmesini…

Ali Babacan: Yani vatandaşlarımızın samimiyetine ben inanıyorum. Ama bir hükûmetin, bir iktidarın yapması gereken sadece o hassasiyet üzerinden bir propaganda olamaz yani. Eğer elinden sadece bu geliyorsa, elinden sadece bağırıp çağırmak geliyorsa, çok yazık. Çünkü Türkiye sadece bağırıp çağırıp ondan sonra söylediğinin hiçbir etkisinin olmadığı bir ülke olmamalı ya. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir ülke. Bu güzel ve büyük ülke bu hale düşmemeli. Konuştuğunuz zaman etkili olmalı. Eğer siz bağırıp çağırıyorsanız, söylediğinizde hiçbir etkisi olmuyorsa, o zaman bu iktidar artık etkili, yetkin bir iktidar değil. Çünkü söylediğini kimse kale almıyor. Kimse dinlemiyor.

Halbuki biz zamanında, Türkiye'nin ekonomik olarak güçlü ve dünyada da itibarlı olduğu dönemde, 2008'deki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi seçimlerinde yüzde 79 oyla seçildiğimiz dönemlerde, yine İsrail-Filistin gerginliklerini yaşadık. Hatta o gerginliklerden birisinde Ehud Olmert, o günkü Başbakan Ankara'ya geldi. Benim Dışişleri Bakanlığı dönemi. Ve işte Sayın Erdoğan, Ehud Olmert, ben, odada belki birkaç kişi daha, adeta bizden Ankara'ya bir izin, bir izafiyet alma ziyaretiydi o. Yani dedi ki, “ bir sürü sorunlar var. Benim Gazze operasyonuyla ilgili hem hükûmetten baskı geliyor, hem halktan baskı var, ya bir şey yapmayacak mısınız?” diye. Yani böyle adeta kıvranıyor, işte “bir şey yapmam lazım. Bir askeri operasyon belki”. Bizim kendisine dediğimiz şu oldu.” Yapamazsın arkadaş.” O kadar. Ve bizim o sağlam duruşumuz olayların akışını değiştirdi. E şimdi gelip de Ankara'ya, bu Gazze'deki operasyonla ilgili, böyle bir başbakanın bir ilişki şekli, böyle bir şey var mı? Kalmadı. Kimse tatmıyor bile yani. E diyorlarken Ankara'dan yine birileri bağırıyor, çağırıyor. O kadar yani. Ama yazık değil mi bu ülkeye ya?

Bir zamanlar bütün bu coğrafyanın bir bakıma Osmanlı döneminde bütün bu coğrafyanın sorununu üstlenmiş bir ülke. Ve bütün bu büyük coğrafyada Türkiye'den başka böyle bir tarihe, böyle bir geniş gönül coğrafyasına sahip olan başka bir ülke de yok yani. Eğer bu coğrafyada önemli bazı gelişmeler varsa, o gelişmelerle ilgili en önemli ara buluculuk rolünü, istikrar ve barış için en önemli katkıyı yapabilecek ülke Türkiye. Çünkü bu bölgeyi Türkiye'nin herkesten iyi tanıyor olması lazım. E şimdi bakıyoruz, Katar ara buluculuk yapıyor, Mısır ara buluculuk yapıyor. Ya Türkiye varken başkasına düşer mi bu işler yani? Yani ülkeyi bu hale düşürenler, bu dış politikadaki bütün bu zikzaklar, bu U dönüşleri, işte Suudi Arabistan veliaht prensine katil deyip sonra sarılıp para istemek, Birleşik Arap Emirlikleri’ne 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörüsünüz siz deyip sonra kucaklayıp para istemek, Mısır'ın Sisi'ye söylemediğini bırakmadı ya. Yani Sisi'ye söylemediğini bırakmadı. Ondan sonra baktı ki Mısır, Arap dünyasının en önemli ülkesi. En büyük Arap nüfusu dünyada Mısır'da yaşıyor. Stratejik olarak çok önemli bir konuma sahip. İslam İşbirliği Teşkilatı'nda söz sahibi bir ülke. Böyle bir ülkeyle bir kişinin kaprisi sebebiyle ilişkiyi bozdunuz da olmuyor, yürümüyor. Gidip Sisi'nin de peşinden koşmaya çalıştı. Şimdi hangisi doğru? 2019 seçimlerinde “Binali Yıldırım'ı mı seçeceksiniz, Sisi'yi mi seçeceksiniz?” diye propaganda yapan Erdoğan, bir sonraki yerel seçimlerde Sisi'nin elini sıkmak için peşinden koşan bir Cumhurbaşkanı durumuna düştü. Böyle bir ülkenin uluslararası meselelerde itibarı, etkisi kalmıyor. Ben de en çok buna üzülüyorum. Sadece bize değil, çok geniş bir coğrafyaya faydamız olmuyor. Ara ara da zarar oluyor Türkiye'nin.

Zeynel Lüle: Bu bölümü tamamladık. Aslında tabii sizin söylediğiniz çok önemli bir şey vardı, onun verileri de var burada. Belki onunla bitirelim. Kasım ayında Ticaret Bakanlığı verilerine göre 319,5 milyon dolar olan İsrail'e ihracatın aralık ayında 34,8 oranında arttığı yani 491,6 milyon dolara yükseldiğini söylüyorlar Ticaret Bakanlığı verilerine göre. Dolayısıyla sizin söylemenize de bir katkı olsun bu rakamlar. Doğru. Kısa bir ara veriyoruz, aradan sonra Yerel Seçimlere DEVA Partisi'nin hazırlığı ve tabii ki en önemlisi Sayın Ali Babacan'la ekonomik konuşacağız.

--------------

Zeynel Lüle: Programımızın ikinci bölümündeyiz. DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan bizimle birlikte, yaklaşık bir 50 dakika daha birlikteyiz. Konuşacağımız daha birçok konu var. Şu ana kadar konuştuklarımız tabii ki çok önemli konulardı. Ama önümüzde 31 Mart'ta bir seçim var. O seçimlerde neler yapacak DEVA Partisi? Biz sizinle yaklaşık iki hafta önce galiba başka basın mensuplarının olduğu bir ortamda birlikteydik. Ayrıntılı bir şekilde DEVA Partisi neler yapacağını anlattınız. Şimdi tabii 125 aday açıklandı değil mi tam olarak?

Ali Babacan: Doğru

Zeynel Lüle: Benim takip ettiğim kadarıyla. Ve tabii ki özellikle şimdi milletvekilleri var 15 milletvekili ve her alanda her yerde DEVA Partisi'nin adaylarıyla seçime gireceğinizi açıkladınız. Ancak tabii istisnalar olabilir değil mi? O istisnalarda o yerel bölgelerde birtakım talepler olması halinde bunu değerlendirebileceğinizi söylediniz.

Ali Babacan: Doğru. Ankara'da yaptığımız sizin de katıldığınız o buluşmada ben genel çerçeveyi çizmiştim. O gün itibariyle 50 adayımızı açıklamış idik. Bir 75 aday daha açıkladık. Şu anda toplam 125 belediye başkan adayımızı açıklamış durumdayız. Bunlardan dört tanesi Büyükşehir, Bursa var, Konya var, Diyarbakır var ve bir dördüncü daha var. Dolayısıyla Büyükşehir belediyelerimizi açıklamış durumdayız. İl belediye başkanlarımızı açıkladık ve pek çok ilçede de belediye başkanlarımızı, adaylarımızı açıklamış durumdayız. Bizim belediyecilikle ilgili genel bir çerçevemiz zaten mevcut. Bunu seçimlerden çok çok önce DEVA Partisi'nin kurulmasıyla beraber ortaya koyduk. Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı adı altında böyle maddeler dolusu bir paylaşım zaten yaptık. Burada madde madde, yerel yönetimlerden anlayışımız nedir? Şehircilikten anlayışımız nedir? Nasıl bir şehircilik vizyonumuz var? Bunu zaten ortaya koymuş idik. Yerel seçimler söz konusu olduğunda vakit yaklaştığında bir de biz ne yaptık? “DEVA Belediyeciliği Etik Kurallar Bildirgesi” isimli bir belge hazırladık. Bu Türkiye'de bir ilk.

Zeynel Lüle: Her aday imzalıyor değil mi?

Ali Babacan: Her aday evet. Böyle üç sayfalık bir metin. Burada adaylarımız seçildikleri takdirde hangi etik kurallar çerçevesinde belediyeyi yöneteceklerini, hangi etik kurallara uyacaklarını baştan ilan ediyorlar, taahhüt ediyorlar, bildiriyorlar. Ondan sonra bizim adayımız olabiliyorlar. Bu son derece önemli olacak. Şurada yazdığımız bütün maddelerin uygulanıyor olması çok önemli ama bir o kadar da bu işin temiz yapılması, temiz bir şekilde icraya dökülmesi önemli. Çünkü maalesef şu anda bakıyoruz Türkiye'de belediyecilik deyince, yerel yönetim deyince rant kelimesiyle özleşmiş durumda. Belediye deyince gayri yasal yollardan, belediyeler üzerinden siyasetin finansmanı sıradanlaşmış durumda. Halbuki biz Türkiye'nin bu konularda artık o geri kalmış ülkelerde olan uygulamaları geride bırakıp, gerçekten tam demokrasilerde gördüğümüz o temiz yönetim arayışının mutlaka uygulandığı bir ülke haline gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü laf uçuyor ama yazı kalıyor. Dolayısıyla bütün bu kurallarımızı da yazılı hale getirip belediye başkan adaylarımıza imzalatıyoruz. Ve bunun da Türkiye'de bir ilk olması, yani bugüne kadar Cumhuriyet'in 100. yılına kadar Türkiye'de yapılmamış olması bir başka garip durum. Çünkü biz baştan bu yana siyasi etik, siyasi ahlak meselesini çok önemsedik. Yolsuzlukla mücadele, temiz yönetim bunlar DEVA Partisi'nin olmazsa olmaz ilkeleri. Zaten bizim mevcut iktidarla ayrışmamızın da en önemli sebeplerinden birisi bu meseleler. Yani bütün bu konularla ilgili hatırlarsanız 2013, 2014, 2015 ben çok mücadele verdim bakanlığımın son 3 yılına. Çok mücadele verdim. Yani yolsuzlukla mücadele yasa tasarısı hazırladık, imar rantlarıyla ilgili yasa tasarısı hazırladık, siyasi ahlak yasa tasarısı hazırladık. Ve bunların hepsi geri çevrildi. Hatta toplantılardan birisinde, genişçe bir toplantıydı, bütün bunları anlattık, ettik, sunduk. Sayın Erdoğan dedi ki, “ya ülkede yolsuzluk mu var, sen bunlarla ne uğraşıyorsun.  Ve üstelik biz bunları yaparsak, il başkanı, ilçe başkanı bulamayız” dedi. Kapalı bir toplantı ama birkaç gün sonra bu söyledikleri aynen basına düştü. Ve yalanlamadı da çünkü vaka bu, oldu. E biz DEVA Partisi'ni kurduk, 81 il başkanı, 650 ilçe başkanı bulduk. Ve harıl harıl arkadaşlarımız çalışıyor. Bir tek belediyemiz yok bizim şu anda. Yani DEVA Partisi'nde olup da siyasetten nemalanmak falan öyle bir şey mümkün değil, söz konusu değil. Zaten insan kaynağı yapımız müsait değil buna, ona göre seçiyoruz çünkü. Ve üstelik böyle bir imkân yok kimsenin elinde.

Zeynel Lüle: Bunları imzalattığınız zaman sonuçta...

Ali Babacan: Tabii biz bunu istiyorduk ki bunu kanun haline getirelim. Hatta ne yaptık, biz bunu altılı masaya taşıdık. Altılı masanın bu ortak politikalar, mutabakat mektubu var ya 2300 madde. 2300 madde de bunların ana ilkelerin hepsi var. Yani temiz yönetim, imar rantlarının nasıl vergilendirileceği, haksız kazancın nasıl önleneceği, siyasi ahlak, siyasi etik burada hepsi var, madde madde var. Ve bunların imza töreni yapıldıktan sonra ben genel başkanlarla yaptığım özel görüşmelerde özellikle o sayfaların üzerinden tekrar bir geçtim. Çünkü bizim belediyemiz yok ama sizlerin belediyeleri var. Dolayısıyla burada altına imza attığımız bu ilkelere sizin belediyelerinizden yarın itiraz gelebilir. Ama seçimi kazanıp iş başına geldiğimizde hep beraber attığımız bu imzaların arkasında hep beraber duracağız, diye de baş başa görüşmelerimde diğer genel başkanlarla bu konuları gündeme getirdim. Bu da hepsi yazılı yani.

Zeynel Lüle: Benim en çok dikkat edebilecek şeylerden bir tanesi altılı masada bulunan taraflardan hiç kimse sizin dışınızda bu mutabakat metinlerini göstermiyor. Yani katıldıkları televizyon programında hatta göstermemenin dışında hiç bahseder de yok. Siz mutlaka katıldığınız televizyon programında ya da bizlerle basın mensuplarıyla yaptığınız toplantılarda mutlaka bu metinleri yanınızda bulundurup gösteriyorsunuz.

Ali Babacan: Tabii ki.

Zeynel Lüle: Bunlar hani uçtu gitti gibi bir durum oluşmasın diye.

Ali Babacan: Bu metinlerim şöyle bir kıymeti var. Bir, her iki metine de bizim çok büyük emeğimiz var. Mustafa Yeneroğlu'nun çok büyük emeği var. İbrahim Çanakçı'nın çok büyük emeği var. Yani bizzat bu arkadaşlarımızın bilgisayarlarında ve onların koordinasyonunda yürüdü bu çalışmalar yani. Dolayısıyla bir, çok emeğimiz var. İki, bu kadar siyasi yelpazelerin farklı bölgelerinde yer alan partilerin ülkenin yarınlarında buluşuyor olması ülkemiz açısından çok kıymetli bir başarı. Yani şimdi altılı masaya dönüp de her türlü dedikodu yapmak, her türlü şöyle yanlıştı, böyle yanlıştı demeden kolay bir şey yok. Ama biz mesela öyle demiyoruz. Biz diyoruz ki; “tarihin doğru zamanda, doğru noktada durduk” diyoruz. Eğer bu ülkede biraz önce bahsettiğim bu kutuplaştırıcı, farklı mahallenin birbirine düşman edildiği bir siyaset tarzı izlemeyeceksek, eğer bu ülkenin birlik beraberliği en önemli beka meselemizse, bunda da samimiysek, bu bir bakıma birlik beraberlik projesiydi aynı zamanda. Dolayısıyla bu açıdan önemsiyoruz. Attığımız her imzanda arkasındayız.

Ha şunu da biliyoruz ki artık altın masa diye bir şey yok. Millet İttifakı diye bir şey de yok. Bunu gayet iyi biliyoruz, farkındayız. Ama bu bizim zamanında durduğumuz noktanın yanlış bir nokta olduğunu söylemiyor. Çünkü şöyle dedik biz, “bu altı parti geçmişinde uzlaşamaz. Geçmişte konuşmaya başlarsak mümkün değil yani. Ama ülkenin yarınlarında buluşabiliyorsak bu çok kıymetlidir. Bir birlik beraberlik projesidir. Bir barış projesidir aynı zamanda bu ülke için” dedik. Ve gerçekten aynı apartmanda oturan insanların belki farklı siyasi görüşlerle olan insanların birbirlerine kardeşçe bakabildiği, dostça bakabildiği, liderleri bir arada gören insanların aynı mahallede ilişkilerinin farklı şekilde geliştiğini de gördük. Ama seçimden sonra maalesef iktidar tabii ki zaten hep kutuplaştırıcı olmaya devam etti. Fakat altılı masada oturan bazı partilerin ve bazı siyasetçilerin de o iktidarın hastalığına kapılmış olması ve ancak kimlik siyaseti yaparak, “öfkeyle nefretle ben bu ülkede başarılı olacağım galiba. İşte Erdoğan bunu yapıyor, kazanıyor. Ben de onun gibi yapayım diyenlerin olduğunu” gördük. Bu bizi üzüyor.  Onu zaten siz de tahmin ediyorsunuzdur. Şimdi böyle çok parmak gösterip de şey yapmayalım. Biz zaten her konuda önce parmağı kendimize çeviriyoruz, kendimize bakıyoruz. Ondan sonra başkalarına işaret etmemeye çalışıyoruz. Dolayısıyla onu zaten az çok takip ediyoruz.

Bir de şu da var, partilerde bazı partilerde yeknesaklık da yok. Yani bakıyorsunuz aynı parti içerisinde bir öyle diyen var, böyle diyen var. Ama o eğilimler bizi ürkütüyor. Biz bunu şeyde de gördük, şu anayasa çalışmasında da gördük. Yani bu anayasa çalışmasını yaparken, mesela bizim 114 madde buraya 84 madde olarak geçebildi. 30 madde de uzlaşamadık. Çünkü orada o refleksleri gördük. Yani devlet gücünü ele geçirdikten sonra o otoriterleşmeye eğilim gösterebilecek hatlar gördük orada yani, öyle diyeyim. Ama buraya yazdığımız kadarı ve o konsensusla yönetme iddiası bizim o endişelerimizi, korkularımızı önemli bir ölçüde telafi etmiş oldu. Dolayısıyla o şekilde yürüdük.

Zeynel Lüle: İttifak kelimesinin yorulan bir kelime olduğuna inanıyor musunuz? Özgür Özel bunu sıkça dile getiriyor.

Ali Babacan: Evet, doğru.

Zeynel Lüle: Ve seçmenlerde olumsuz etki yaratıyor mu o ittifak kelimesi? Onu işbirliğine çevirelim diyenler var.

Ali Babacan: Evet, tabii ittifak şöyle aslında, ittifak dediğimiz hukuken seçimlerden önce oluşan bir birliktelik ve ittifakla seçime gerildiğinde de o D'Hondt sisteminin bazı kuralları işliyor. Ve seçim bittiği anda da hukuk yani ittifak bitiyor aslında. Yani seçim bittikten sonra ittifak kelimesinin hukuki anlamı kalmıyor. Seçimden sonra sadece bir gönüllü birliktelik olabilir. Mesela şu andaki Cumhur İttifakı değil mi? Aslında hukuki anlamda bu bir ittifak değil. Cumhur İttifakı seçime kadar. Seçimden sonra ülkeyi beraber yönetme iradesi ortaya koymuş oluyorlar. Bir siyasi iradeyle şu anda devam ediyor. Dolayısıyla o açıdan da aslında ittifak kelimesinin en azından bizim için şu anda bir anlamı kalmamış durumda. Ama işbirliğinin çok farklı modaliteleri olabilir. Yani işbirliğinin çok farklı şekilleri olabilir, siyasi partiler arasında. Orada çok geniş bir alan var yani işbirliği yapmak isteyenler için. Ama biz bu seçimlere başta da sorduğunuz üzere kendi logomuzda kendisine ve kendi adaylarımızla girme kararını aldık. İstisna şudur; eğer yerelde bir işbirliği önerisi gelişirse yerelde, istisnai olarak ve münferiden bunu değerlendireceğiz dedik. Ama yerelde oluşacak işbirliği modelinin genel merkezlerde de benimsenmesi kabul görmesi ve karar alması lazım. O da şu günkü şartlarda çok çok zor açıkçası. Yani şu anda genel merkezlerin, parti genel merkezlerinin oturup da bu konularda herhangi bir konuda işbirliği beraber hareket etme iklimi yok. Çünkü ben buna ittifak yorgunluğu diyorum. Yani ittifak kelimesi yorulmuş bir kelime doğru ama bir de partilerde de ittifak yorgunluğu var. Özellikle bu seçimlerden sonra pek çok parti de “ya ben şöyle bir kendime geleyim, bir kendi kimliğimi tekrar bir toparlayayım” gayreti var. Yerel seçimlerde de açıkçası bu olabilir. Çünkü genel seçimde 50 + 1 mecburiyeti vardı. Hiçbir parti 50 + 1'i tutturamıyordu. Onun için Sayın Erdoğan ne yaptı? Seçimlere hemen birkaç ay kala apar topar böyle birbirine benzemeyen bir sürü partileri sağından solundan almaya başladı. Yani bizim 6'lı yuvarlak masamız vardı ama onun da böyle yan yana dizdiği bir sürü parti vardı.

Zeynel Lüle: Evet, Sinan Oğan’da geldi 7…

Ali Babacan: O da geldi 7. oldu. Dolayısıyla bize diyordu “Altı benzeme” diye. Kendisi de yedi benzemezle bir araya gelmiş oldu bir bakıma. Yenilen Refah’ından tutun da işte HÜDA-PAR’a kadar en son 2 seçim arasında Sinan Oğan’a kadar. Ha cepheyi genişletmek zorunda kaldı. Bu da bir gerçek ama bu gerçek genel seçimler için yerel seçimlerde 50 + 1 mecburiyeti yok. Yani kim en yüksek oyu alırsa ister %51 alsın, ister 41, ister 31, ister 21 fark etmiyor, %21. Eğer o seçim çevresinde en yüksek oysa o Belediye Başkanı seçilebiliyor. Dolayısıyla aslında iş birliği ihtiyacı yerel seçimlerde genele göre çok daha az.

Zeynel Lüle: Az, belki dediğiniz gibi belki yerel yerlerde hani o ihtiyacı hissettiğiniz zaman genel merkezlerinde onayıyla bunu gerçekleştirmek mümkün olabilir.

Ali Babacan: Yani biz teoride o kapıyı açık bıraktık teoride ama şu anda artık gittikçe seçimlere de yaklaşıyoruz. Teoride kapıyı açık bıraktık ama bu işin pratiğinde pek de olmayacağını da görüyoruz şu an itibariyle.

Zeynel Lüle: Şu ana kadar 125 aday açıklandı bu sayının kaça kadar çıkması söz konusu yani 81 il ve ilçeler hepsi tamamıyla hepsi olacak mı? Şöyle bizim hedefimiz 30 büyükşehir 51 il 922 ilçe ve 389 tane belde. Hedefimiz bu. Ve bu hedefe dönük 18 tane komisyon kurduk. Bu komisyonlarımız şu anda Türkiye’nin her yerinde yoğun bir şekilde çalışıyorlar. Ve 20 şubata kadar da bu hedeflere ulaşmak için azami gayreti göstereceğiz. Bu arada 4 büyükşehir demiştim onları hemen tekrar sayayım. Bir de Gaziantep. Yani Gaziantep’i unutmamamız lazım çünkü Gaziantep teşkilatımız bizim gerçekten en güçlü teşkilatlarımızdan birisi. Yani Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı adayımız belli, Konya belli, Gaziantep belli ve Diyarbakır belli. 4 tanesi belli diğerleri de yoğun bir şekilde şu anda 18 komisyonumuz kadar çalışıyor. Biz bunu böyle tek merkezden yürütmüyoruz. Komisyonlar kurduk. Bölge komisyonlarımız var, bir de genel merkez komisyonumuz var. Bölge komisyonları çalışmalarını yapıyor. Genel merkeze getiriyor. Genel merkezde bölge artı genel merkez komisyonu karma komisyonu toplanıyor. Ve bugüne kadar açıkladığımız adayların tamamı bize teşkilatımız tarafından önerilen isimler. Yani biz bugüne kadar genel merkezden “alın adayınız bu” demedik. Hiçbir il ve ilçede bunu yapmadık. Ve hala da teşkilatlarımızdan gelen önerilere dinliyoruz. Bazen bu teşkilatımızın içinden gelen bir isim oluyor. Yani bir ilçe başkanımız olabiliyor, il başkanımız olabiliyor. Mesela bizim diyelim ki Bursa il başkanımız bizim Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı adayımız oldu. Yine benzer bir şekilde Konya il başkanımız, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı adayımız oldu. Ama öte yandan Gaziantep teşkilatımız bize bir dışarıdan bir isim getirdi. “Biz teşkilat olarak arkasındayız” dedi. “Tamam” dedik. Diyarbakır teşkilatımız yine teşkilat dışından bir isim getirdi. “Biz teşkilat olarak arkasındayız” dediler biz de “tamam” dedik.

Dolayısıyla bizim şu ana kadar açıkladığımız her bir aday teşkilatımızın tam sahip çıktığı, yanında, arkasında durduğu isimler ki bu seçim kampanyasında bu çok önemli olacak. “Ya genel merkez birisini gönderdi ama bu da yapar mı yapamaz bilemiyoruz” falan. Bu hissiyat bizim teşkilatta şu anda yok. Ve sonuna kadar da ayın 20'sine kadar da biz mümkün olduğunca bu teşkilatlarımızdan gelen bütün önerileri, teklifleri bekleyeceğiz. Arkadaşlarımızın sahiplendiği adaylarımıza yürüyeceğiz ama bakarız bazı illerde bazı ilçelerde teşkilattan isim gelemiyorsa o zaman da bizim tabii ki genel merkez olarak söyleyeceklerimiz olur. Adaysız girmemiz herhangi bir yerde söz konusu olmaz. Dolayısıyla deriz ki “arkadaşlar siz eğer öneremiyorsanız bize bir isim o zaman siz aday olacaksınız” ya da “böyle bir isim var bize o zaman siz bunu alın aday olarak beraber çalışın seçimlere beraber gidelim” diyeceğiz. Şu andaki stratejimiz bu.

Zeynel Lüle: yönetimlerini belirlemiş siyasi partiler var. Cumhuriyet Halk Partisi'nin değişim sloganıyla kampanya yapan Özgür Özel ve yeni yönetim var Cumhuriyet Halk Partisi'nde. Aynı şekilde DEM Partisi var. Siz hiç DEVA Partisi olarak bir nezaket ziyaretinde bulunmak istiyor musunuz ya bulunacak mısınız? Böyle bir takviminizde böyle bir ziyaretiniz var mı?

Ali Babacan: Aslında şöyle pek çok partinin kurultayı oldu. Büyük kongresi oldu. Ve bizim normal şartlarda bir hayırlı olsun ziyareti yapmamız lazım ama bir yandan da şöyle bir çekincemiz de var. Tam böyle bir ortamda bir ziyaret acaba yanlış mı anlaşılır diye de aklımıza geliyor doğrusu. Dolayısıyla şu an itibariyle planlanmış ziyaretimiz yok… Seçimlerden sonra o kadar çok laf ettiler ki, Cumhuriyet Halk Partisi içindeki bu iç çekişmede, yani iki kampın birbirine ateş açtığı bir dönemde bizi adeta cephane gibi kullandılar yani. Bizim üzerimizden karşı tarafı vurmaya çalıştılar falan. Biz derken işte DEVA, Saadet gibi partileri.

Zeynel Lüle: Saadet Partisi değil ama onlar ziyaret etti. Dün galiba Temel Karamanlıoğlu, Özgür Özel'i ziyaret etti.

Ali Babacan: Doğru doğru, bir ziyaret trafiği var ama bizim bugün itibariyle planlanmış bir ziyaretimiz söz konusu değil. Çünkü dediğim gibi bir yanlış anlaşılmaktan da korkuyoruz. Bizim şu andaki öncelerimiz kendi adaylarımızı üretmek. Ama dediğim gibi yerelden gelirse işbirliği önerileri mesela var birkaç ilde öyle. Yani şu anda herhalde en az 2-3 ilde bizim il başkanımız diğer partilerin teşkilatları tarafından da destekleniyor. Hatta bir tanesi diğer partilerin de il başkanlarıyla geldi ban. “Biz sizin il başkanınızı ya da sizin adayınızı destekliyoruz” diye. Peki de sizin genel merkezlerinizin bundan haberi var mı arkadaşlar? Genel merkeziniz bunu onay veriyor mu? “Onlarla daha konuşmadık” dedi. Onlarla bir konuşun bakalım. Çünkü siz yerelde bunu oluşturmuş olabilirsiniz ama yani o modellerin genel merkezler tarafından onaylanması lazım, desteklenmesi lazım. Bir de yani eğer olacaksa bu tür işbirliği modelleri bunun bir karşılıklılık çerçevesinde olması beklenir. Yani denir ki tamam diyelim ki bir ilin bir ilçesinde “biz şöyle yapalım, diğer bir ilçede de siz böyle yapın” diye bir karşılıklılık ilkesiyle bu iş olur. Yani yoksa diyelim ki herhangi bir ilde, büyükşehirde işte biz size destek verelim ya da siz bize destek verin, orada onu öyle bırakmak siyasetin tabiatında yok yani. Yani orada onu o şekilde yapıyorsanız bir başka yerde de bir başka şekilde bunu dengeleyecek bir işbirliği modelitesinin üretilmesi lazım.

Dolayısıyla, biz bir yandan teorik olarak bunları açığız ama 20 Şubat yaklaştıkça bu işin pratiğinin de pek mümkün olmayacağını da yavaş yavaş görüyoruz. Dolayısıyla teorik kapımız hala açık, işbirliği kapısı ama biz artık kendi adaylarımızı bundan sonra gidişi hızlandıra hızlandıra açıklaya açıklaya yürüyüp gideceğiz, 20 Şubat'a kadar. “20 Şubat” deyip duruyorum. Belki izleyenler bilmiyorsa, 20 Şubat aday listelerinin ilçe seçim kurullarına verilmesiyle ilgili son tarih. Yani ilçe belediye başkan adayları açısından. İlçe belediye başkan adaylarının ilçe seçim kurullarına isimlerini bildirmesi için son tarih 20 Şubat saat 17. Yoksa tabii ki seçimler 31 Mart'ta yani. 31 Mart.

Zeynel Lüle: Kemal Kılıçdaroğlu ile hiç görüştünüz mü ayrıldıktan sonra eski genel başkandan?

Ali Babacan: Evet, şöyle oldu. Sayın Kılıçdaroğlu hem babamın hem de annemin cenaze namazlarına geldi. Ama aynı zamanda da cenazelerden sanırım bir ay kadar sonra da bir de tazeye ziyaretine geldi. Bizim özel bir ofisimizde kendisiyle uzunca bir sohbet ettik. O şekilde bir görüşmemiz oldu.

Zeynel Lüle: Çok uyumlu bir ittifak ortağıydınız bir anlamda. Hani o altı liderin içerisinde en uyumlu olarak sizin olduğunu söyleyenler var tabii. Toplantılara katılanlar varsa bilmiyorum siz de aynı şeyi düşünür müsünüz?

Ali Babacan: Ya şöyle Sayın Kılıçdaroğlu'nun tabii çok uzunca yıllara dayanan bir devlet tecrübesi var. Yani Maliye Bakanı'nda hesap uzmanlığı formasyonuyla yetişmiş bir insan. Plan Bütçe Komisyonu'nda iken kendisi ben Hazine Bakanıydım. Yani herhalde ya bir dönem ya belki de iki dönem hani çok sık görüşmelerimiz oldu. Dolayısıyla bu devleti içeriden tanımak, devlet yönetiminde şöyle ya da bulunmuş olmak. Ben 13 yıl herhalde Cumhuriyet tarihinin en uzun süre bakanlık yapan isimlerinden birisi oldum. Yani onun verdiği tabii farklı bir perspektif oluyor. Daha ayağınız yere basıyor, daha hani söylediğinizin uygulanabilir şeyler olması gerekiyor. Yoksa dışarıdan hani hiç devlet görevi yapmadan, devletin içinde hiç bulunmadan dışarıdan bazı şeyler söylemek kolay olabilir yani. Tabii bu öyle kısa süreli değil yani 3 aylık, 6 aylık, 1 yıllık falan süreler de değil. Yani insan 1 yılda, 2 yılda ne olduğunu bile anlayamaz. Çok hızlı vakit geliyor geçiyor ama bizler uzunca yıllar bu işi yaptığımız için, çok uzun yıllar. Dolayısıyla o devlet yönetmiş olmanın, devlet yönetiminde bulunmuş olmanın o ciddiyeti, o ayağı yere basan yaklaşımı mutabakatı daha kolaylaştırdı bizim çalışmalarımıza. Öyle diyeyim yani.

Zeynel Lüle: Masaya da yansıdı tabii bu… Şimdi geçelim ekonomiye isterseniz. Çünkü hani en son TÜİK'in açıkladığı veriler, ENAK'la yine arasındaki o uçurumlar, tam da zamların açıklanacağı bir dönemde TÜİK'in enflasyonu düşüp tutuyor olması ki bu belki ödenecek olan maaşlara ya da zamlara etkisi olsun diye. Aralıkta aylık enflasyonun %2.193 olduğunu açıkladı TÜİK.  2023'de yıllık enflasyon ise 64,77 oldu. Bu tabii Türkiye'de son 22 yılın en yüksek yıllık enflasyon oranı aynı zamanda.

Ali Babacan: Hem de 2 yıl arka arkaya %60'ın üzerinde bir enflasyon söz konusu. Geçen sene de %60'ın üzerinde, bu sene de %60'ın üzerinde ve 1990'lardan bu yana böyle bir şey yok bu ülkede. Artık enflasyon şu anda hükûmetin önemli ölçüde kontrolden çıkmış bir durumda. Ve açıklanan enflasyon rakamlarına da güven yok. Çünkü düşünün ki mesela giyim enflasyonu değil mi? Giyimle ilgili bir yıllık enflasyon rakamını İstanbul Ticaret Odası'nda, hani ENAK tamamen bağımsız çalışıyor ama bir de İstanbul Ticaret Odası da biliyorsunuz enflasyonu ölçüyor. İstanbul Ticaret Odası'nın açıkladığı rakam, TÜİK'in açıkladığı rakamın 2 mislinden fazla yani. Yani TÜİK yaradan daha aşağıya açıklıyor giyimle ilgili enflasyonu. Dolayısıyla enflasyonla mücadele ediyorlar ama hangi enflasyon? Ben onu gerçekten hayret ediyorum yani. Yeni Merkez Bankası yönetimi, yeni ekonomi yönetimi diyorlar ki “biz enflasyonu düşüreceğiz.” Hangi enflasyonu? Eğer TÜİK'in enflasyonunu düşüreceksiniz ondan kolay bir şey yok. Cumhurbaşkanınıza söyleyin, hemen TÜİK başkanını çağırsın “Arkadaş düşür şu enflasyonu” desin, TÜİK daha da düşürür yani hiç mesele değil onlar için. Yaptılar daha da yaparlar yani. Yani deyin ki TÜİK'e ya “2024 yılında her ay her ay %2 %2 %2  düşür bu enflasyonu.” TÜİK hay hay der yapar bunu. Yaptı daha önce yine yapar.

Ama siz halkın enflasyonunu düşüreceksiniz. Yani gerçekten hepimizin şöyle çarşıya pazara çıktığında gördüğü fiyatları, 1 kilo peynir alırken, 250 gram kıyma alırken, 1 litre süt alırken o ödediğimiz fiyatlar var ya, eğer gerçek enflasyonu düşüreceksiniz, gerçek enflasyon böyle düşmez. Gerçek enflasyon ancak hukukla, adaletle düşer. Yani bir hukuk devleti olmakla, hukukun üstünlüğü ilkesini bu ülkede yaşatmakla düşer. Yoksa Merkez Bankası'na talimat ver, faizi artırsın, vergi sal minnetin üzerine, ondan sonra işte ben para politikasını sıkıştırdım faizi artırarak, maliye politikasını sıkıştırdım vergi artırarak, bakın görün enflasyon düşecek. Olmaz. Düşmez yani. Dolayısıyla öncelikle dönüp şu anda ülkeyi yönetenlerin eğer gerçekten enflasyonu düşürmek istiyorlarsa, Türkiye'nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olduğunu bir ispat etmeleri lazım. Şu Anayasa Mahkemesi’nin, baştaki konumuza dönüyorum ama direkt bununla alakalı çünkü. Dönüp Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymaları lazım. Mevcut anayasaya bağlılıklarını ortaya koymaları lazım. “Anayasayı tanımıyorum, uymuyorum, saygı duymuyorum” deyip de o ülkede enflasyon düşürmek diye bir şey söz konusu olmaz. Ve şu anda piyasalar Sayın Erdoğan'ın sabrının taşacağı günü bekliyor. “Acaba sabrı ne zaman taşar?” diyorlar. E niye? Tam 5 yıl bu ülkeye 2018'den 2023'e kadar tam 5 yıl dayattığı bir teori var değil mi? Faiz sebep enflasyon sonuç. Ne dedi? “Ben ekonomistim” dedi. “Benim alanım ekonomi” dedi. “Benim tezim bu” dedi. Bu tezi dayattı, dayattı, dayattı. Ülkede enflasyonu patlattı.

Seçime giderken faizleri %8,5 gösterdi. Seçimden sonra 42,5'a patlattı. Seçime doğru giderken çiftçiye mazotu 20 lira gösterdi. Seçimden sonra 40 lira patlattı. Seçime doğru giderken dolar kurunu 18 lira 19 lira da tuttu ki yeni bakanın ifadesi bu. “Bastırmışlar kuru” diyor. E şimdi kur çıktı 30'a. Ben onun için diyorum ki “seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı” diyorum. Çünkü doğruları söylemedi insanlara. Farklı şeyler gösterdi. E şimdi biz faizi arttıralım. Tamam piyasaların bu hoşuna gider. Eee? Faizi arttırınca sıcak para gelir. Bu sıcak para gelince bunlar döviz bozduruyor ya. Bunlar döviz bozdurunca dövizin fiyatı düşer. Eee? Dövizin fiyatı düşünce de enflasyon da düşer. Ya öyle olmuyor ya. Bu iş öyle çalışmıyor yani. Şimdi tam 34 yıllık yüksek enflasyon döneminden sonra ilk defa Türkiye'de enflasyon tek haneye benim Hazine Bakanlığım döneminde düştü. Yıl 2004. Ve 2004'ten sonra uzunca bir süre enflasyonu hep tek hanede seyrettim. Ama o enflasyon tek hanede giderken biz sadece bunu ekonomi politikalarıyla sağlamadık ki aynı dönemde petrol fiyatları...

Zeynel Lüle: Avrupa Birliği süreci vardı tabii işinizi kolaylaştıran galiba.

Ali Babacan: Tam onu söyleyeceğim. Bir yandan bakın petrol fiyatları 20 dolardan 150 dolara çıktı. Bir yandan biz enflasyonu tek haneye indirdik ve tek hanede tuttuk. Ama bunun en önemli sebebi tam da dediğiniz gibi Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde yaptığı reformlar oldu. 2 sene, 2003 ve 2004'te Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşılayacak kadar Anayasa değişikliği yaptık, reformlar yaptık. O meşhur 17 Aralık zirvesinde, Brüksel'deki 17 Aralık zirvesinde, Türkiye'nin müzakerelere başlama kararı alındı. Niye alındı? Çünkü Türkiye 2 yılda siyasi kriterleri yeterince karşılayacak kadar reform yaptı. Bir hedef koydu önüne. Bu yakınlaşma süreci, yakınsama süreci dediğimiz bir sürece girdi Avrupa Birliği'yle. Arkasına müzakereler açıldı. Sizin de tam Brüksel'de görev yaptığınız yıllarda hatırlarsanız, hep Ankara'ya güzel haberler geçiyordunuz değil mi? Evet, evet. Şimdi şu da oldu, bu da oldu, bir fasıl daha açıldı falan diye, Ankara'ya Brüksel'den siz güzel haberler geçiyorsunuz. Ve güzel haberlerin neyin güzel haberleriydi? Türkiye reformlarda ilerliyor. Türkiye 33 tane fasılın taramasını yaptı. 2 tur taramasını yaptı. İşte “Türkiye fasıllar açmaya başladı. Türkiye şu faslı kapattı” gibi.

Zeynel Lüle: Dolayısıyla ekonomiye çok olumlu yansıyor.

Ali Babacan: Tabii ki. Bütün bu öngörülebilirlik, her alanda standarttan yükselmesi ve Türkiye'nin somut ve net bir hedefin olması, Avrupa Birliği üyeliği hedefi ve o hedefe doğru yürüyor olmak, bütün bunlar Türkiye'yi çok daha güvenilir, öngörülebilir bir ülke haline getirdi. Biz bunun için ekonomide başarılı olduk. Yoksa sadece IMF programını al, 2000 yılında başlayan, ki 2001 Şubat'ta patladı biliyorsunuz o program, 21 Şubat'ta patlayan program IMF programıydı, başka bir şey değildi ki. Yani Türkiye'nin 1 Ocak 2000'de başlattığı IMF programı, 21 Şubat 2001'de patladı. Döviz kuru 2'ye 3'e katladı, olmadı. Ondan sonra Sayın Derviş geldi, o programı biraz daha revizyon, ne dediler galiba, “güçlü ekonomiye geçiş programı” dediler. Onu da uygulayamadılar çünkü üçlü koalisyon, o da çöktü. Ondan sonra biz geldik hem IMF'le konuşarak hem Dünya Bankası'yla konuşarak hem de kendi bakışımızla yansıtarak, Türkiye için doğru olduğunu düşündüğümüz bir ekonomik programı uyguladık. Ama kendi başına asla yeterli olmazdı o. Avrupa Birliği süreciyle beraber, o siyasi reformlarla, hukuk reformlarıyla beraber bir anlam kazandı. Ve o tablo Türkiye'yi değerli kıldı. Ondan sonra enflasyon düştü. Ondan sonra tek haneye indi. Ondan sonra tek hanede durdu.  Onun için şu andaki hükûmetin, yani zaten kendi açıkladıkları hedef, tek hane herhalde 2024-2025, 26'nın sonunda diyor.

Zeynel Lüle: 26'da tek haneye inecek dedi Mehmet Şimşek.

Ali Babacan: 26'nın sonunda, bakın, yani 3 yıl sonra diyor, tek hane değil mi? Şimdi Erdoğan'ın 5 yılda patlattığı enflasyonu, yeni ekonomi yönetimi ancak “3 yılda tek haneye indireceğim” diyor. Yine yapamayacaklar. Yani bu ülkenin vatandaşı olarak, içim acıyarak bunu söylüyorum yani. “Hah, iyi olsun, başarısız olsunlar” duygusuyla değil. Yani bu ülkenin vatandaşı olarak ve içim acıyarak söylüyorum, olmayacak. Çünkü her gün hukuksuzluk yapıp, her gün anayasayı çiğneyip, bu ülkenin ekonomide başarılı olmasının imkânı, ihtimali yok. Ancak ne yaparsınız? Enflasyonu, para basarak enflasyon üretirsiniz. Faiz artırırsınız, milletin sırtına faiz yüklersiniz. Vergi artırırsınız, milletin sırtına vergi yüklersiniz. Halk fakirleşir. Keşke acı reçete olsa. Yani ekonomide acı reçete nedir? Acı ilacı içersiniz, ona biraz katlanırsınız ama sonra iyileşirsiniz. Fakat bunlar millete öyle acı reçete falan da değil uyguladıkları. Millete sürekli bu acıyı yaşatmak, bu yaygın ve gittikçe derinleşen yoksulluğu insanlara yaşatmak ve bunun da bir gün ülkeyi düzelteceğiyle ilgili hiçbir perspektifte ortaya koyamamak. Şu anda gördüğümüz tablo maalesef bu yani.

Zeynel Lüle: Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek aslında buradan en çok mutsuz olması gereken kişi. Geldiği ve başaramadığı gibi bir sonuç çıkacak ortaya. O nedenle belki yargı reformu ya da anayasaya uyma konusunda Mehmet Şimşek'in Erdoğan'a biraz ricacı olması lazım. Baskı kuramayacak ama ricacı olması lazım değil mi? Siz beraber çalıştınız Mehmet Şimşek'le herhalde.

Ali Babacan: Beraber çalışmadım da Mehmet Bey'i Londra'da ilk bulan, Sayın Erdoğan'la tanıştan benim. Yani Londra'da üçlü bir görüşme yaptık. Ben “burada iyi bir arkadaş var, uzun yıllar Londra'da finans kuruluşlarında çalışıyor. Bir tanışın” dedim ve biz Mehmet Şimşek'i ilk önce bir Merkez Bankası Başkanı yapmak istiyorduk aslında. Fakat o dönemde olmadı farklı sebeplerle. Sonra 2007 seçimlerinde siyasi kanaldan girdi sisteme. Dolayısıyla ilk Londra'da tanıyan, Erdoğan'la tanıştıran benim. Cevdet Bey, Cevdet Yılmaz yine bizim şöyle ya da böyle farklı dönemlerde yakın çalışma ekibimizde oldu. Hatta Cevdet Bey ben Avrupa Birliği Başmüzakerecisi iken DPT'de Avrupa Birliği Genel Müdürüydü. Dolayısıyla bizim o izleme ve yönelme komitemizin beş üyesinden birisiydi Cevdet Bey. Daha sonra farklı görevlerde oldu ama hep yakın çalıştık Cevdet Bey'le. Fakat dar bir alanda doğruları yapmak için mücadele vermek var, bu arkadaşların şu anda yaptığı o, yani kendi daralarında bir doğru yapma mücadelesi veriyorlar. Haklarını çünkü teslim edelim, yani niyetlerinin de ben iyi olduğunu biliyorum. Ama o dar alandaki iyi yapma mücadelesi Türkiye'nin büyük resmini düzeltmeye yetmez. Türkiye'nin büyük resminde kim var? İşte bahsettiğiniz türden baş danışmanlar, külliyeye çöreklenmiş, o tür, o zihniyetli insanlar var. Erdoğan'ın yine tamamen emrinde olan bir bakanlar grubu var. Bakanlar kurulu da değil, biliyorsunuz artık kabine adı. Çünkü bakanlar kurulu deyince eskiden bir tüzel kişilik vardı. 25 imzalı kararlardan anlardı. Bir bakan imza etmeyince karar çıkmazdı. Ki benim blok ettiğim kararlar oldu kaç tane yani. Ben imza etmedim, onun için bakanlar kurulu kararı alınamadı yani. Hatta birkaç kere başbakan imzaladı. Gönderdi, 24 bakan imzalamış, başbakan imzalamış. Ben imzalamadığım için o uygulamaya konulamadı. Dolayısıyla eski bakanlar kurulu başka, şu andaki kabine çok farklı. Arkadaşlar, münferiden bir gücü yok, yetkisi de yok. Çünkü bu gece ansızın bakan dediğimiz insanların herhangi biri pat görevden alınabilir, pat yerine başkası gelebilir. Yani her gece, her an görevden alınabileceği korkusuyla iş yapmak var. Bir de ben bu işin sahibiyim, ortağıyım hissiyle çalışmak var. Ben bu işin sahibiyim, ortağıyım hissiyle çalıştım. Onun için başarılı olduk. Yani talimatları “baş üstüne yerine getirelim” diye çalışmadık. Ben bir kere bile “baş üstüne” kelimesini kullanmadım. “Baş üstüne” demedim, bir kere bile. Yani Sayın Erdoğan, bir şey söylediğiniz zaman bir bakalım…

Zeynel Lüle: “Sayın Cumhurbaşkanın talimatlarıyla” demediniz büyük ihtimalle...

Ali Babacan: Öyle bir şey yok. Çünkü ben inanmadığım hiçbir şey yapmadım ki. Yani o ne demek? “Aslında ben önemsizim, ben bir hiçimde işte talimat verdiği için bunları yapıyorum.” Yani öyle bir şey olmadı, ben inanmadığım hiçbir şey yapmadım. Yani sırf söylendi diye bir şey yapmadım. Önce kendim inandım, ondan sonra uyguladım. Onun için başarılı olduk. Yoksa bir kişi kul ya, kul yani. Böyle hatası kulda olmaz. Ama bir kişi bu kadar gücü elinde toplayıp keyfine göre hareket ettiğinde çok hata yapıyor. Çok hata yapınca da işte ülkenin başı bir türlü dertten kurtulmuyor yani şu anda yaşadığımız o.

Zeynel Lüle: Evet, şimdi tabii Mehmet Şimşek dedi ki “2024'de baktığımız zaman büyüme zayıf seyredecek. Enflasyonda düşüş devam edecek. Daha destekleyici finansal koşullar, daha gevşek bir para politikası evleneceğiz” dedi. Yani bu sıkı para politikasının sonuna mı gelindiğine dair yorumlara neden oldu? Siz nasıl algıladınız bu açıklamayı?

Ali Babacan: Şöyle biliyorsunuz Amerikan Merkez Bankası artık faiz artış döneminin sonuna geldiğini, muhtemelen gelecek senede 3 defa faiz düşürebileceğini açıkladı. Ama Avrupa Merkez Bankası'nda o kadar hızlı bir gevşeme öngörülmüyor şu anda. Zaten bu Euro-Dolar kurunun değişmesi, Euro'nun değer kazanması, altının son dönemde değer kazanması. FED'in artık gevşeme sürecine başlayacağıyla ilgili sinyalleriyle beraber gerçekleşti. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte evet, Amerikan Merkez Bankası faizi 0.25-0.25 düşecek gibi görünüyor. Ama 2024'ün hangi aylarında belli değil. Mesela son açıklama, 2 gün önceki açıklama biraz daha bunun ötelenebileceğiyle ilgili unsurlar da içeriyordu. Dolayısıyla dünyada bir miktar finansmanın ucuzluğu ile bir döneme giriyoruz. Ama ne kadar ucuzlayacak? 0.25-0.50-0.75 gibi rakamlar. Halbuki bizde faiz çıkmış 42.5 ha. Enflasyon %60 küsur. Siz enflasyon %60 küsürdeyken ve o da TÜİK'in enflasyonu, iyimser rakam, makyajlı rakam. Bu enflasyonun daha altında bir faiz varken ne zaman nasıl gevşetecekler ne zaman nasıl bu faizi düşürebilecekler benim aklım ermiyor. Yani bunun ben olabileceğini de düşünmüyorum. Ama bir yandan da ekonomi yönetimi tabii ki bir umut vermek zorunda. Yani ümitkar konuşmak zorunda. Yoksa varlık sebebi sorgulanır.

Fakat asıl ben çözümün nerede olacağını ekonomi yönetimindeki arkadaşlara bir göstermek isterim. Bizim 77'nin olduğu bir grafiğimiz var. Bu şeffaflık endeksinde Türkiye'nin nerede olduğu ile ilgili grafik. Şimdi 2002'de başlamışız. Benim ekonomi bakanlığı olduğum dönemde işte yükselmiş, yükselmiş ta 50'ye. Ondan sonra dikkat edin. Bahsettim ya 2013-2014, Sayın Erdoğan'la kavga yıllarımız. Bu şeffaflık konusunda. Yolsuzlukla mücadeleyle kavga yıllarımız. Çünkü işler kötüye gidiyor. Ben de diyorum ki “bu olmayacak” diyorum. Hatırlarsanız o günlerde orta gelir tuzağından bahsediyorum. 2013 en çok benim orta gelir tuzağından bahsettiğim yıl.  “Eğer hukuk konusunda ve eğitim konusunda gerekenler yapılmazsa, Türkiye orta gelir tuzağına düşecek” diyorum. Google'ladığınızda orta gelir tuzağı en çok ben söylemişim, en çok 2013'te söylemişim. Bakın zirve yılında bunu uyarıları yapıyorum. 2013'ten sonra ne oluyor? Türkiye'nin şeffaflık endeksinde geriliyor, geriliyor, geriliyor ta 36'ya kadar tekrar iniyor. Şimdi bunun bu grafiğe şöyle bir tersten baktığınızda da bu Türkiye'deki yolsuzluk durumunu gösterir. Yani yolsuzluk yüksekmiş, yukarıya doğru azalarak gitmiş gitmiş sonra tekrar çoğalmış. Yani şeffaflığın tersten okuduğunuzda yolsuzluk endeksidir.

Ben şu andaki ekonomi yönetimine ve ülkenin cumhurbaşkanına tavsiyem hiç faizi artırmakla, vergisi almakla falan uğraşmasınlar. Çözüm burada, şu 36'yı 40 yapsınlar, 45 yapsınlar, 50 yapsınlar nasıl enflasyonda düşüyor, faizde düşüyor, nasıl bu ülkenin milli yeri tekrar artıyor hemen görürler. Çözüm burada. Yani ülkenin şeffaf bir şekilde ve kural bazlı bir yönetim ilkesiyle yönetilmesi, kural bazlı yönetim. Yani bu kural bazlı yönetim anayasa, yasa hatta mali kural dedik değil mi? Hatırlarsanız ben bir mali kural savaşı verdim o 2014 müydü neydi? Yine Erdoğan'la böyle olduk. Bütün gazetelerde o zaman haber. Bir benim fotoğrafımı koydular, bir onun fotoğrafını koydular ve kavga ediyoruz. Ben diyorum ki “bak maliye politikası kurala bağlamamız lazım” diyorum. O “kendi IMF'mizi mi getireceğiz” diyor. “Gerek yok” diyor. Çünkü kural sevmiyor ya. Kuralı bırakın anayasayı bile artık istemiyor yani. Uymayacağım diyor falan. Dolayısıyla şimdi Merkez Bankası'nın kurallı karar almadığı, maliye politikasında kuralın olmadığı bir ülke ve kurumların zayıfladığı bir ülkede ekonominin düzelmesi mümkün olmayacak. Dolayısıyla şu andaki tablo ancak umut vaat ederek, umut satarak çarklar döndüğü kadar çark dönecek. Ama dökme suyla değirmen dönmüyor, olmuyor yani. Umudun sadece vaadi yetmiyor. Umudun gerçekleşmesi gerekiyor.  Ama şu anda bakın 2018'den bu yana Sayın Erdoğan'ın verdiği umutların, sözlerin hiçbirisi tutmuyor. 2018'den bu yana sürekli enflasyonu tek haneye inecek diyor, tek haneye inecek diyor, tek haneye inecek diyor. Düşmüyor yani. Beş yıl geçti, düşmüyor. Kökünde de en önemli sebep bu, şeffaflık. Yani tersten okuduğunuzda yolsuzluk. Yolsuzluk.

Zeynel Lüle: Başka göstermek istediğiniz veriler var mı?

Ali Babacan: 80 nolu grafiğe bakarsak o da çok çünkü ülkemizde milli gelirden pay. Bu da çok önemli çünkü hani “büyüdük “diyorlar ya yüzde 6, “gelecek sene bu oran düşecek” diyorlar, tamam. Ama büyüme kime yarıyor? Zaten parası olana yarıyor. Dikkat edin. Kırmızı çizgi sermayenin aldığı pay, mavi çizgi iş gücünün aldığı pay. Milli gelirden sermayenin aldığı pay büyüyor, iş gücünün aldığı pay düşüyor. Bu ne demek? Sabit gelirli olan, Türk lirasının cinsinden gelirli olan herkes, işçisi, memuru, özel sektör veya devlette çalışan. Yani alnının teriyle, bileğinin gücüyle kazanan herkes ekonomiden daha düşük pay alıyor. 2019, 2020, 2021, 2022. Parası olan ekonomiden daha fazla pay alıyor. Dolayısıyla gelir dağılımı ülkede hızla bozuluyor. Bu onun işareti. Ve bunun da en önemli sebebi yüksek enflasyon ve Kur Korumalı Mevduat gibi zaten parası olanı teşvik eden modeller. Mesela Kur Korumalı Mevduat diyorsunuz, bir sürü vergi teşviki var. Ama vatandaşın aldığı temel ihtiyaç malzemesi ne var ne yoksa hepsinin vergisi arttı değil mi? KDV %8'den 10'a çıktı, %18'den 20'ye çıktı. ÖTV'yi 3'e 4'e katladı akaryakıtla. Ve yılbaşında bütün sabit vergilere, maktul vergilere yeniden değerleme oranında zam yapıldı. Bu vergileri 85 milyonun hepsi ödüyor. Ama elinde parası olana, senin paran varsa, paradan para kazanıyorsan vergi avantajların var diyor. Şu andaki ihtiyarın yaptığı bu.

Zeynel Lüle: Hatta vergi iyi sıfırlıyor çoğu şirketlere yaptığı gibi.

Ali Babacan: Tabii. Mesela Kur Korumalı Mevduatta, şirketlerde vergi yok. Vergi sıfır. Ne oluyor? Sermaye daha çok kazanmış oluyor. Şimdi Sayın Erdoğan sosyal devlet, sosyal devlet derdi. E şimdi sosyal devlet anlayışı bu mu? Yani zenginin daha zengin olduğu, yoksulun daha yoksul olduğu ya da sabit gelirli herkesin yoksullaştığı. Yani ülkede bir sürü yoksulluk çeşidi oluştu.

Zeynel Lüle: Orta gelirlilerin hemen hemen yok olduğu.

Ali Babacan: Orta direkte çöktü. O rahmetli Özal'ın çok önemsediği orta direk tamamen şu anda çökmüş durumda. Ve işte vergi rekortmenleri açıklandı. 100 kişiden 70 küsur tanesi “aman ha ismi açıklamayın” diye Maliye'ye dilekçe verdi. “Benim ismi açıklamayın” diye. Daha önce böyle bir şey yoktu yani.

Zeynel Lüle: Vergi rekortmeni ikinci damat sonuçta bu konuda ne düşünüyorsunuz bekliyor muydunuz? Vergide KOÇ gibi önemli markaların önüne geçmiş…

Ali Babacan: Vergi rekortmeni ikinci damat… Yani bilemiyorum şöyle tabii bu İHA-SİHA konusu bizim savunma sanayimiz açısından çok önemli bir konu. Onunla ilgili de zaten ben zamanında açıklamaları yapmıştım oradan da epey bir epey bir lince tabi tuttular beni. Çünkü oradan bir yakaladılar aha dediler tamam milletin hoşuna giden bir şey bu, herkes tabii önemsiyor savunma sanayiyi, İHA-SİHA gerçekten de önemli bizim yani silahlı kuvvetlerimiz açısından çok önemli bir ihtiyaçtı. Yani burada milli kapasitemizin oluşması gerçekten son derece önemliydi yani benim orada dediğim sadece “tek bir firma üzerinden yapılmasın 4-5 firma üzerinden yapılsın ki biraz yarışsınlar birbirleriyle” falan demiştim yani dediğim sadece oydu. Ona bile dayanamadılar yani dolayısıyla olacak bu hiç önemli değil şimdi burada şu önemli ama niye 75 kişi isimlerin açıklanmasın diye yani bunu bir sorgulamak lazım. Burada birkaç tane motivasyon görüyorum ben birincisi bu kadar gelir dağılımı bozulduğu için yani yüksek vergi ödeyenler kendi isimlerin açıklanmasını “ya bu kadar yoksul varken memlekette şimdi benim ismim niye afiş olsun” hani bu kadar gelir dağılımı bozuk diye hassasiyet gösteriyor olabilirler birincisi o. İkincisi, varlığı olana geliri olana parası olana son yıllarda yaygınlaşan bir tabir var “çökme”, çökerler abi aman ha çökerler dikkat et falan… Bu ne demek?  Yani görünür bir varlığınız varsa bir gelininiz varsa size talepler gelmeye başlıyor şirketinize zoraki ortaklar sokuluyor bu yaşanıyor Türkiye'de filan.

Zeynel Lüle: Aslında mafyavari bir yöntem tabi ki…

Ali Babacan: Öyle ama bunu bizzat ülkeyi yönetenler ve onların etrafındaki insanlar tarafından yapılıyor olması tabi işin vahametini büyütüyor. Dolayısıyla o acaba çökerler mi korkusu sebebiyle insanlar kendisini bir miktar böyle saklama gizleme ihtiyacını hissediyor, “en azından ismi afişe olmasın” diyor. Ki ben bunu çok duyuyorum iş dünyasından, yatırım yapacak korkuyor yatırımın rakamını açıklamaya korkuyor insanlar.  “Ya vay canına sen demek ki 500 milyon dolarlık yatırım yapıyorsun arkadaş sende para var. Bu yatırım yapabiliyorsan paran varsa bu iktidar ve iktidarın etrafındaki insanlar sayesinde bu paran oldu yoksa sen haddine mi bu parayı kazanmak yani. Bizler sayesinde oldu bu iş iktidar sayesinde oldu” deyip türlü türlü iktidar çevresinden talepler gelmeye başlıyor insanlara yani zorla ortak katılıyor insanların yanına. Dolayısıyla o korku da var, ben bu vergi rekortmenlerinin isimlerini açıklamama eğilimi bu iki ana kaygıya bağlıyorum. Bir, çökerler korkusu. İki, “bu kadar fakir yoksul varken işte 7500 lira emekli maaşı varken ya adamın kazandığı paraya bak ödediği vergiye bak” diye toplumda bir infial ve böyle bir hedef gösterme söz konusu olmasın diye ben okuyorum dışarıdan baktığım zaman.  Ama tabii asıl onlara tek tek sormak lazım “niye isminizi gizliyorsunuz diye açıklamasını istemiyorsunuz” Eskiden çok olmazdı bu ben hatırlıyorum 100 kişilik liste açıklamasında 5-6 olurdu.  Yani en iyisi Maliye Bakanlığı bunları hiç açıklamasın olsun bitsin yani. 100 kişilik listenin 70 küsur tanesi “ismi koymayın” diyor listeye falan garip bir durum. Ama belki gösterdiğim grafiğin bir sonucu bu.

Zeynel Lüle: Merkez Bankası Başkanı ile ilgili sizin daha önce yine basın mensupları ile bir araya geldiğimizde yorumunuz olmuştu. Ancak belki onu duymayanların için tekrarı yapmak isterim Hürriyet Gazetesi'ne verdiği bir demeç sonrası siz eleştirmiştiniz “Hiçbir zaman bir gazeteye Merkez Bankası konuşmamalı. Konuştuğu zaman tabii bütün basın mensuplarının ve bütün vatandaşların duyabileceği bir ortamlarda konuşmalı” demiştiniz. “Avrupa'nın ya da dünyanın hiçbir yerinde böylesine bir şey olmaz” demiştiniz.  Nasıl buluyorsunuz Hafize Gaye Erkan'ı şu ana kadar yaptığı açıklamalar işte şu anda annesinin evinde İstanbul'da yaşıyor olması kirayı biraz yüksek diye…

Ali Babacan: Merkez Bankası Başkanları'nın söylediği her cümle hatta her bir kelime piyasalar açısından önem taşır. Çünkü Merkez Bankası'nın ilerideki alacağı kararlarla ilgili sinyaller arar piyasa oyuncuları. Dolayısıyla Merkez Bankası Başkanlarının söylediği, açıkladığı her şeyin eş zamanlı olarak herkes tarafından duyulması gerekir ki o bilgi Merkez Bankası Başkanı’nın söylediklerini herkesten önce öğrenenler o bilgi üzerinden haksız kazanç sağlayabilir. Yani böyle bir risk vardır hep. Dolayısıyla burada Merkez Bankası Başkanlarının yazılı metinlere dayanarak konuşmaları ve o metinlerin de para politikası kurulu tarafından süzgeçten geçirmiş metinleri olmaları esastır. Yani dünyadaki en saygın Merkez Bankası Başkanlarına dikkat edin bir konuşma metinleri vardır, soruya cevap metinleri vardır, konuşmalarını genelde metinden okurlar. Ki o metinler para politikası kurullarında onayladığı metinlerdir ki bankanın bir tane duruşu olur ve o duruşu herkes eş zamanlı olarak öğrenir. Kural budur. Bunun haricinde bir iletişim doğru olmaz. Ben hatta söylemiştim o gün de bu bir dost uyarısı bu, bir kötü niyet aradığımdan değil ama yani niyeti her ne kadar iyi de olsa bu yeni arkadaşların bizim dost uyarılımıza kulak kabartmalarında fayda var. Çünkü yıllarca hem dünyada hem Avrupa'da hem de Türkiye'de bu işi tecrübe etmiş bir insan olarak ben bunu söylüyorum. Pek çok ülkeyi de gözlemiş iyi tecrübeleri kötü tecrübeleri görmüş bir insan olarak bunu söylüyorum.

Zeynel Lüle: “Yerel seçimlere kadar bir şekilde idare edelim. Yerel seçimlerden sonra farklı bir ekonomi bizi bekliyor” diyenler var. Çünkü yerel seçimler önemli. Hani o idareye nasıl olacak yapılacak zamlar, gerçi işte bir zam furyası başladı hemen yeni yıldan sonra. İşte köprü geçişinden harçlara kadar mazota, LPG'ye yapılan zamlar kadar. Bir maaşlara yapılacak olan zam varsa önümüzdeki aylardan itibaren bunun da yine tükeneceği anlaşılıyor. Ne düşünüyorsunuz? Bizi 31 Mart'tan sonra nasıl bir Türkiye bekliyor?

Ali Babacan: Şimdi asgari ücreti artırdılar değil mi? 17 bin lira yaptılar. Fakat tek bir kişinin aylık ihtiyacı yıl sonu itibariyle 19 bin lira civarında olacak, TÜRK-İş’in açıkladığı tek bir kişinin bir aylık ihtiyacı. Dolayısıyla açıklanan asgari ücret bırakın öyle 4 kişilik bir aileyi Ocak ayında ele geçtiğinde bırakın 4 kişilik tek bir kişinin bir aylık giderine dahi kafi gelmeyecek. Üstelik enflasyon hükûmetin açıkladığı rakam itibariyle %36 olacak. Yani Ocak'tan Aralık'a kadar 2024'te bütün alışveriş ettiğimiz fiyatlar makyajlanmış TÜİK rakamlarıyla %36 artacak. Ama asgari ücret yıl sonuna kadar hiç değişmeyecek. Hatta Temmuz'da bir zam olur mu diye sendikalardan talep geldi. Fakat Cumhurbaşkanı ne dedi “yok bir defa yapacağız bitireceğiz” dedi. Bu ne demek? “Gelecek sene her ay ben asgari ücretinin refahından alacağım hatta çalacağım ve yıl sonu itibariyle de bugün açıkladığım asgari ücret %36 eriyecek” demek. Çünkü bu her ikisi de Cumhurbaşkanı'nın açıklaması değil mi hükûmetin açıklaması. Yani asgari ücret 17 bin lira ve gelecek sene değişmeyecek yıl boyu sabit. Ama gelecek sene %36 enflasyon olacak. Bu ne demek? “Açıkladığımız asgari ücretli herkes bu aldığı 17 bin lira her ay her ay eriyecek eriyecek yıl sonu geldiğinde de %36'ı bunun erimiş olacak” diye baştan ilan etmek. Bu adalet değil ki.  Bu ekonomi yönetimi de deği.  Bu başka bir şey yani. Bu sabit ücretli herkesin refahından alıp parası olana vermek demek. Kur korumalı diyoruz değil mi, Kur Koruma Mevduat, Kur Korumalı Mevduata Merkez Bankası'nın son 6 ayda ödediği rakam tam 800 milyar lira. Yani bir karşılaştıralım. Tarım bütçesi 90 milyar, bütün çiftçiye verilen destek 90 milyar. Sadece 2023'ün son 6 ayında kur korumalıya ödenen kur farkı 800 milyar. Merkez Bankası bu 800 milyarı nereden buldu? Para bastı. Yani basmaya da devam edecek. Çünkü kur korumalı devam ediyor. Merkez Bankası'nın böyle karşılıksız para bastığı ve karşılıksız bastığı parayı da bir avuç zaten parası olana verdiği bir ülkede enflasyon düşmez. Dolayısıyla enflasyonun bedelini bütün toplum ödeyecek. Bir avuç parası olan insan da o toplumun ödediği bedelden servetine servet katacak. Bu da bizzat Sayın Cumhurbaşkanı'nın eliyle yapılacak. Yani şu anda ülkenin içinde bulunduğunun bu. Dolayısıyla onun için bu gelir dağılımı hızla bozuluyor.

Dediniz, seçimden sonra acaba nasıl bir daha kötü bir şey olur mu diye bekliyor insanlar. Yani birkaç grafikle özetleyebilirdim ama vaktimizde herhalde biraz doluyor. Çok hızlı belki 10’ar sahneyi göstersek yeter belki. Şöyle 71. grafikten başlarsak. Şimdi 71'den 74'e kadar 4 grafik göstereyim… 71, Bakın bu genel seçimden bu yana. Seçime giderken enflasyonunu 40 gösterdi sonra 65'e patlattı. Hemen geçelim. Seçimden önce mazotu 20 gösterdi 38 oldu. Geçelim. Seçimden önce dolar kurunu 20 lira da tuttu, Bakanın ifadesi, seçimden sonra 29 lira çıktı. Geçelim son. Seçimden önce “faiz indi daha da inecek” dedi 8,5, seçimden sonra 42,5. Şimdi bunu gören millet ne diyor? “Ya gene bir seçim var. Seçimden önce bize mümkün olunca iyi gösterecekler. Seçimden sonra gene patlatacaklar” diye böyle bir beklenti hem vatandaş da var hem de piyasada var.

Zeynel Lüle: Karamsar bir tablo maalesef bizi bekliyor. Çok teşekkürler Sayın Genel Başkan.

Ali Babacan: Ben teşekkür ediyorum sağ olun.

Zeynel Lüle: Ayaklarınıza sağ olun. Değerli izleyiciler DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'la birlikteydik. 2 saat boyunca. Mesajlarınız o kadar çok ki artık soramadım ben. Çünkü benim çok sorum vardı. Bir kısmını da soramadım. Bir dahaki sefere yine kendisini davet ederiz tabii ki. Çok çok teşekkür ediyorum kendisine tekrar.

 

 

2 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adem Metan YouTube Kanalı Açıklama

Adem Metan: Tabii siyasetli bir sürü insan da tanıyorsunuz değil mi? Yani bu yolculukta dostluklar, arkadaşlıklar, hikâye biriktiriyorsunuz aslında yani.

Ali Babacan: E öyle öyle aslında bizim tabii dostluk, arkadaşlık, çevre ve hikâye biriktirme ta çok küçük yaşlardan çocukluktan ticaretle başladı. Yani ben daha 2-3 yaşındayken beni halalarım kucağımda iş yerine götürürlermiş. Yani yürümeye başladıktan beri diyelim hep iş yerinde oldum. Ben bisiklete binmeyi dedemin dükkanında öğrendim. Düşünün yani daha doğrusu dükkân küçük bir yerde önündeki sokakta öğrendim. Yani normalde herkes bir evde falan filan ben iş yerinde bisiklete binmeyi öğrendim yani dolayısıyla oralardan eski dostluklar ne kadar önemli, komşu ilişkileri ne kadar önemli, muhataplarla olan ilişkilerin samimiyeti, düzgün ilişkiler olması, ileride nasıl faydalı oluyor, nasıl yeni kapılar açıyor ama yanlış ilişkiler üzerinden de nasıl insanlar karşılıklı üzülüyor, bunların hepsi önce ticarette yaşayarak gördüm sonra siyasete başlayınca 2001’de ilk defa bizim ailede benden başka yok zaten siyasetle uğraşan. İlk defa 2001’de girince çok da farklı değil yani temel esaslar çok farklı değil ticarette, siyaset arasında. Yani ilişkilere dikkat etmek gerekiyor. Kırıcı olması olmamak gerekiyor, çünkü değmez, yani şu kısa ömürde. Ömür ne kadar uzasa da şimdi ortalama ömür 70-80 yaş uzuyor ömür ama yine de kalp kırmaya değmez. Dolayısıyla dikkatli olmak lazım. Üslup önemli, gönüller kazanmak lazım. Ticarette de hep biz öyle gördük. Yani önce güven kazanmak, gönül kazanmak arkasından para kazanmak.

Adem Metan: Ben son günlerde, daha doğrusu son dönemde zaman okuması yapmaya çalışıyorum. Gerçekten zaman aslında hiçbirimize hissettirmeden hepimizin etrafından birçok şeyi alıp götürüyor. Bizden de çok şey götürüyor. Suratımızda bile birçok çizik artık olmaya başlıyor ve biz bunların hangi ara geldiğini hissedemiyoruz bazen. Ya şuramda da şu olmuş diyoruz işte etrafımızda insanlar hastalanıyorlar, yaşlanıyorlar, kaza geçiriyorlar, yaralanıyorlar, hayatlarını kaybedenler oluyor. Bu anlattığınız aslında kavramla da zaman tam böyle uyumlu yani kırmamak lazım, işin növesinde şey yapmamak.

Ali Babacan: Ben bunu daha yeni geçen ay babamın cenazesinde yaşadım. Yani o kadar çok eski dostlar geldi ki böyle otuzlu kırklı yaşlarını bildiğim ama şimdi altmışlı yetmişli yaşlarına gelmiş. Çok uzun süredir görmediğim, bilmediğim insanlar. Akın akın geldiler ve hepsiyle çok eski hatıralarımızı tazelendi benim de o ticaret döneminde olduğum o küçük yaşlarda tanıdığım bildiğim insanlar. Ama şunu gördüm, o güzel ilişki, o güven hiç unutulmuyor yani. Dolayısıyla çok dikkat etmek lazım. Bizim bir arkadaşımızın güzel bir sözü var. “Siyasete girmek insanlıktan çıkmak anlamına gelmez” diye. Dolayısıyla biz ona dikkat etmeye çalışıyoruz, bazıları karıştırıyor ya.

Adem Metan:  Siz babanızı kaybettiniz, mekanı cennet olsun, hemen akabinde de kıymetli annenizi kaybettiniz. Bu süreç size neler öğretti?

Ali Babacan: Babamın da annemin de aslında uzunca süredir devam eden rahatsızlıkları vardı. Farklı farklı hastalıkları vardı. İkisi aynı gün hastaneye yattı. Aynı gün kötüleştiler çünkü. Aynı gün yoğun bakıma alındılar. Babam yoğun bakımdan hiç çıkamadı. Yoğun bakımdayken vefat etti. Annem yaklaşık işte 3-4 hafta yoğun bakımda kaldı. 2 gün bir çıktı yoğun bakımdan sonra apar topar tekrar yoğun bakıma götürdüler. Tam 33 gün sonra da annemi kaybettik ama annemin birinci kapalı olduğu için babamın vefatından hiç haberi olmadı yani. Dolayısıyla hani babam annemin üzüntüsünü yaşamadı. Annem de babamın üzüntüsünü yaşamadı. Böylece karşı yaka mezarlığında yan yana defnettik, ikisini de. Mekanları cennet olsun inşallah Allah gani gani rahmet eylesin. Vefatlarından sonra haklarında çok olumlu şeyler duydum. Çok olumlu şeyler konuşuldu. Yani bu da bir evlat için herhalde en önemli mutluluk ve evlatlara herhalde en önemli miras iyi bir hatıra ve hoş bir sada. Yani baki olan bu kubbede bir hoş sada o kadar.

Adem Metan:  Hem geçmiş dönemden yakın çalışma arkadaşlarınız hem şimdiki siyasi arkadaşlarınızın çoğu da zaten katıldılar cenazeye. Sayın Erdoğan da taziye için aradı mı sizi?

Ali Babacan: Sayın Erdoğan, babamın vefatından bir kaç gün sonra aradı annemin vefatından da hemen sonra, hemen bir saat içinde falan aradı, dua etti. Ben de kendisine ve ailesine dua ettim. Öyle bir telefon görüşmemiz oldu kendisiyle.

Adem Metan:  Başka diğer arayanlar mesela Sayın Abdullah Gül.

Ali Babacan: Sayın Gül, cenaze namazına geldi, taziyeye geldi. Bunun dışında çok sayıda bakan telefon etti. AK Parti’den veya başka partilerden çok sayıda siyasetçi taziye için ya aradı ya geldi ya sosyal medyada, paylaşımlarda bulundular. Yani böyle acı günde kederi paylaşmak, acıyı paylaşmak çok çok insani bir şey. Yani bu özellikle babamın cenazesinde belki hani AK Parti cenahından diyelim biraz daha tedirgin olan arkadaşların sayısı çoktu diyelim. Hani arama konusunda çekinceli ama annem vefatında bir ay sonra daha çok sayıda insan aradı. Daha rahat gördüm hepsini yani telefon etme, konuşma açısından. Dolayısıyla bunlara alışacağız. Yani herkes alışacak. Yani DEVA Partisi var, herkes alışacak buna. Ha bu insanlığımızdan çıkmamız anlamına gelmiyor ve mesela 6 şubatta deprem oldu. Hemen ertesi gün Sayın Erdoğan’ı aradım. Dedim ya bu çok büyük bir acı, çok büyük bir facia bizim yapabileceğimiz bir şey var mı dedim yani katkıda bulunacağımız bir şey varsa dedim benim arkadaşlarımızın her yerde teşkilatımız var dedim. Yani biz deprem çalışmalarında her türlü katkıyı vermeye hazırız dedim. Bunlar insani şeyler yani.

Adem Metan:  Kendisi ne dedi. Nasıl bir görüşme oldu?

Ali Babacan: Yani o da ne yaptı herhalde önünde bir veriler vardı o gün itibariyle istatistikler vardı. İşte kayıp sayımızdan bahsettiği yıkılan bina sayısından bahsetti, işte yapılan yapılmaya çalışanlar konusunda çok kısa bilgi verdi. Topu topu halde 2-3 dakikalık bir telefon görüşmesiydi o deprem zamanında. Yani bunlar olacak insanlığın tabiatına var siyasetin bırakın ama insan olmanın tabiatına bunlar var.

Adem Metan:  Aslında bu kötü günlerde biz olmanın gerektirdiği önemli bir sorumluluk diye düşünüyorum. Hani bir bizlik kavramını tamamlayan bir durum diye düşünüyorum.

Ali Babacan: Çünkü siyasette farklı partiler birbirlerini düşman olarak görmemeli. Yani burada bir rekabet var. Yani bu ülkeye daha iyi hizmet etmenin bir yarışı var. Bir iddialar yarışı siyaset ama bir savaş değil. Yani bir düşmanla savaşmıyorsunuz yan. Daha iyinin mücadelesini veriyorsunuz ve daha iyi yaparım diye bir iddia ortaya koyuyorsunuz, bundan ibaret yani onun ötesinde bir şey yok. Yani onu da herkesin anlaması lazım. Yani hayatımızda siyasetin yeri, ülke için önemi çok büyük. Çünkü siyaset meşru bir alan ve biz meşru demokratik siyasetle bu ülkenin sorunlarını çözeceğine inanıyoruz. Başka yollarla asla olmayacak bu iş. Hukuk içerisinde meşru, demokratik siyasetle bu ülkenin sorunları çözülecek.  Ve bunu da bir yarış içerisinde yapmamız lazım. Nasıl ticarette rekabet varsa daha iyi hizmeti ve daha kaliteli ürünü daha ucuza mal etmenin yarışı varsa siyasette de bu ülkenin yarınlarıyla ilgili daha iyi iddianın bir yarışı var. Bu ülkeyi daha iyi yönetme iddiasının bir yarış var. Biz öyle bir yarışın içerisindeyiz.  Bir rekabetin içerisindeyiz o kadar. Bir düşmanlık yok yani.

Adem Metan:  Ali bey, Türkiye yine bir seçim atmosferine girdi. Umuyoruz ki bir 4 yıl herhâlde biraz daha sakin geçecek bir erken seçim olmayacağını umuyoruz. 2023 genel seçimleri tabii çok yoğun kampanyaların olduğu, yoğun görüşmelerin olduğu, sizin de içinde bulunduğunuz işte 6’lı masa diye tabir edilen buluşmaların gerçekleştiği bir süreci izledik hep birlikte. Sizinle biz geçtiğimiz dönemler içerisinde de röportajlar yapmıştık. Gerçekten bunları merak ettiğim için yani Sayın Ali Babacan’ın fikirlerini, bu konudaki düşüncelerini samimi olarak dile getireceğini bildiğim için bu soruyu soruyorum. Geriye doğru dönüp baktığınızda şu yanlıştı ya da şu doğruydu diye böyle kendi pencerenizden bir öz eleştiri yaptınız mı hiç?

Ali Babacan: Tabii ki yaptık. Biz seçim sonuçlarını gördükten sonra önce 14 Mayıs, arkasından da 28 Mayıs, hemen bütün kurullarımızı topladık. Özellikle 28 Mayıstan sonra il başkanlarımızı küçük gruplar halinde burada bu salonda topladık ve çok derinlemesine istişareler yaptık her biriyle gün boyu. Nerede hatalar yaptık? Yaptıklarımızın hangisi doğruydu? Bundan sonraki stratejimizle ilgili bundan sonraki tutumumuzla ilgili değişiklik gerekiyor mu? Vatandaşlarımıza daha iyi ulaşabilmek için kendimizi daha iyi anlatabilmek için farklı neler yapabiliriz diye çok ciddi bir iç muhasebe süreci yaşadık ve aynı zamanda da bir dış istişare süreci de başlattık. Böyle küçük gruplar halinde siyaset bilimciler, sosyal bilimciler yani bizi uzaktan veya yakından ama dışarıdan izleyenler. Dış gözlerle. Çok sayıda yani herhalde en az 9-10 tane yaptık Ankara İstanbul. Bunlar çok çok faydalı oldu.

Şimdi öncelikle şunu belki ifade etmek lazım, ülkenin yarınları için bir araya gelebilmek, farklı siyasi görüşlerden de olsa insanların bir araya gelebilmesi çok kıymetli bir şey. Hele hele mevcut sistem 50 + 1 mecburiyeti zaten bunu şart kılıyor. Yani hiçbir siyasi parti Türkiye’de genel seçimlerde ben tek başıma 50 + 1 alırım diyemiyor. Ya Sayın Erdoğan da bunun farkında olduğu için zaten seçime doğru giderken ittifaktaki partilerin sayısını arttırdı. Herhalde benim sayamadım ama en az 6-7 parti oldu nihayetinde seçime giderken. Hatta 2 seçim arası Cumhurbaşkanı adaylarından birisini de tekrar yanına bir şekilde kattı. Dolayısıyla o tarafta da normalde ya nasıl bir araya gelirler bunlar diyeceğiniz insanlar ve partiler bir araya geldiler. Bu 50 + 1 mecburiyeti yeni anayasa, 2017’den beri geçerli olan anayasa bir arada hareket etmeye zorluyor, bunu bir kenara yazmamız gerekiyor. İkincisi biz de bu mecburiyeti gördük, baştan gördük ve 6 parti olarak bir araya geldik. Ama şunu biliyorduk, bu 6 parti dünde geçmişte asla anlaşamayız mümkün değil, yani oturup da geçmiş bir tartışmaya başlasak “sen şöyle yapmıştın, ben böyle yapmıştım” mümkün değil. Onun için biz ne yaptık ilk Şubat 2022’de ilk o yuvarlak 6’lı masaya oturduğumuz anda bir yarınların hazırlığını yapma kararı verdik. Yani geçmişte anlaşamayız mümkün değil ama acaba ülkenin yarınlarını da anlaşabilir miyiz? Bunu bir görmek istedik.  Ve hemen arka arkaya çalışmalar yaptık. Mesela ne yaptık bir anayasa çalışması yaptık. 84 maddelik anayasa.

Adem Metan:  Bunun bir lansmanını da yapmıştınız.

Ali Babacan: Yaptık tabii imza töreni. Bak anayasanın mevcut hali değişiklik hali ve gerekçesi. Yani bunu bugün altına imzaları atın meclise sunun bu bir tam mükemmel bir anayasa değişiklik teklifidir. Ve 6 partinin üzerinde mutabık kalması ki bunlar siyasi yelpazenin çok farklı bölgelerinden partiler, ülkenin yarınlarında bir anayasa metni üzerinde buluşabilmesi, bu kıymetli bir şeydir. Yani biz bunu bugün için uygulayamadık ama ülkenin yarınlarına nasıl bir Türkiye istiyoruz vizyonuna katkıda bulunan bir belgedir. Benden başka da bunları çıkarıp gösteren yok onu da söyleyeyim. Yani bu 6 parti genel başkanlarına bakın aradan geçmiş kaç ay ben hala gösteriyorum. Çünkü kıymetli çalışma ve bizim çok katkımız var. Çok emeğimiz var bu işte. Yani o da yetmedi. 2.300 maddelik ortak eylem dokümanı hazırladık. Tek tek tek tek… Yani bu aslında bir 5 yıllık kalkınma plandır. 3 yıllık bir orta vadeli programdır ve bir bütçenin ki biz ona yıl bütçesi deriz. Bütçenin de ana unsurlarının ana harcama ve gelir kalemlerinin hepsi vardır burada. Dolayısıyla yine 6 partinin böyle bir çalışmada mutabık kalabilmesi, ülkenin yarınlarında buluşabilmesi, Türkiye’de siyaset açısından çok önemli bir kazanımdır. Yani biz istenildiği takdirde bir ve beraber olunabileceğini ve ülkenin yarınlarında buluşabileceğini gösterdik.

Ha vatandaşlarımız bu birlikteliğe %48 oranında destek verdi. Yani arzu ettiğimiz o 50+1’i yakalayamadık ama yaptığımızın ben yanlış olduğunu düşünmüyorum. Yani diyorlar ki; “e siz falancayla niye beraber aynı masaya oturdunuz.” Ya aynı masaya oturduk çünkü ülkenin yarınlarını konuştuk ve yarınlarında buluştuk. O falancayla niye aynı masada oturdunuz denilen kişilerin daha önce yaptıkları o siyasi partilerin daha önceki tutumları bizim tasvir ettiğimiz onayladığımız şeyler değil. Yani beraber olmak onların geçmişte yaptıklarını onayladığımız anlamına gelmiyor ama ülkenin yarınları için çalışabilmek bu çok kıymetli bir deneyimdi. Türkiye'de siyaset tarihimiz açısından çok kıymetli bir tecrübeydi. Dolayısıyla biz o yaptığımız çalışmanın hala çok doğru bir çalışma olduğuna inanıyoruz. Çünkü ülkeyi bölmek, parçalamak, kutuplaştırmak, kolaycılık. Yani “sen şucusun sen bucusun” demek işin en kolayı. “Sen ötekisin sen beriksin” demek, ayrıştırma üzerinden kutuplaştırma üzerinden siyaset daha kolay bir şey. Yani siyasette biliyorsunuz bir korku siyaseti vardır, nefret siyaseti vardır, bir de gelişme, ilerleme üzerinden siyaset yapılır. Şu anda Türkiye’de maalesef siyaset korku üzerinden nefret üzerinden ötekileştirme üzerinden yapılıyor. Siyasi partiler ya da liderler kendilerini tanımlarken daha çok düşmanlarından bahsedip kendilerini anlatıyorlar. “Sen kimsin?” diye soruyorsun, düşmanlarından bahsediyor. Bu düşman değişiyor yani bazen dış güçler olabiliyor, bazen bir başka siyasi parti olabiliyor, bazen göçmenler olabiliyor şu oluyor, bu oluyor. Ama biz bunun Türkiye için iyi sonuçlar getireceğini, ülkenin sorularını çözecek bir siyaset tarzı olduğunu asla düşünmüyoruz. Biz siyaseti ilerleme üzerinden, kalkınma üzerinden hukuk ve adalet üzerinden daha yüksek bir refah üzerinden tanımlayan, pozitif gündemle yürüyen bir alan olması gerektiğini düşünüyoruz.

Adem Metan:  Ali Bey, şimdi bu masada tabii neler olduğu neler bitti bunu birçok insan merak ediyordur. Siz de bu konularla ilgili hep orada bir masanın mahremiyetini korudunuz. Dediniz ki “arkadaşlar bunları hani konuşmak çok da doğru değil” vesaire ama benim merak ettiğim bir şey var gerçekten, cevaplamayabilirsiniz ama bahsettiğiniz gibi aslında önemli bir farklılıkların bir araya gelmesiydi ve çok da konuşulmuştu o dönem ki Sayın Kılıçdaroğlu'nun da burada gayretleri vardı, sizin gayretleriniz vardı, diğer genel başkanların gayretleri vardı. Yani bu ortak gayretle ortaya çıkmış bir durumdu fakat mağlubiyet sonrası ya da yenilgi sonrası masa ya da bu ortak hareket dağıldı. Acaba bu buluşma sadece ilk dönemki galibiyet için mi bir araya gelmişti? Yani bir mağlubiyet hiç düşünmemişti.  

Ali Babacan: Şöyle, öncelikle bu beraberce çalışılan ülkenin yarınlarıyla ilgili bu bütüncül vizyon yeni bir Türkiye’ye tahayyülü bu konuda hep beraber mutabık kaldık ve “bu mutabakattan ben geri çekiliyorum” ya da “bunun altına imza atmıştım ama artık katılmıyorum ben fikrimi değiştiririm” diyen yok. Ancak bu süre içerisinde biz ne yaptık? Bütün bu çalışmalarda bir asgari müşterekte buluşmuş olduk. Asgari müşterek dediğimiz aslında 2.300 maddeye asgari diyorum ben.  Bizim çalışmalarımız çok daha geniş. Bakın şu ortak mutabakat metni şu da DEVA’nın çalışmaları. Bu DEVA’nın çalışmalarından yani şu 23 tane eylem planından aslında içinden biz mutabık kalabildiğimiz 2.300 tanesini buraya yazabilmiş olduk. Dolayısıyla her partinin aslında münferit ayrı iddiaları zaten vardı ama partiler münferit ayrı iddialarını tek başına yapamayacaklarını 50 + 1 gerektiğini bildiği için zaten masaya oturmuşlardı. O çalışmalarda aslında partiler birbirini daha iyi, yakın, daha iyi ve yakından tanıma imkanını da buldu. Birbirimizin insan kaynağı yapısını daha iyi öğrendik.  Ve partiler birbirini daha iyi deşifre etti. Yani o altta yatan kodları o altta yatan farklı farklı damarları da daha iyi anlamış olduk. Bunun içindir ki seçimlerden sonra ülkeyi yönetirken bir ihtilaf olmasın, bir sıkıntı olmasın diye biz bütün bu çalışmalarda çok ısrarcı olduk. Bu çalışmalar bitmeden ben ittifak kelimesini kullanmadım, ittifak kelimesinin olduğu hiçbir dokümana imza atmadım. Dedim buna ittifak diyemeyiz henüz.  Bunları bitirmemiz gerekiyor. Bitirdik anlaştık sonra adına ittifak dedik. Bitirdik, anlaştık sonra ortak cumhurbaşkanı adayını açıkladık.  Önce bir partiler uzlaşabilecek mi, bunu görmek istedik.

Ancak bütün bu süreçte bütün bu süreçte bu 6 partinin kavgasız, gürültüsüz bir şekilde bu ülkeyi yönetebileceği güvenini biz vatandaşlarımızla tam oluşturamadık. Ancak %48’i güvendi %50’sinde bu güveni oluşturamadık. Eğer süreç kamuoyuna iletişim açısından daha iyi yönetilebilseydi, yani daha bir uzlaşı tablosu ortaya konabilseydi partiler arası ayrılıklar, farklılıklar vurgulanacağına ortaklıklar üzerinden bir seçim kampanyası yürüseydi biz bu seçimi kazanırdık. Bu birlikte olunca şöyle bir refleks oluşuyor, partilerde “ya acaba ben bu birliklerin içerisinde eriyip gidecek miyim, benim kimliğim yok mu olacak? Halbuki benim bir partim var partimin o erimesi söz konusu olacak mı?” Ve birlikte olunmasına rağmen partiler kendi farklılıklarını da ara ara vurgulamaya çalıştılar. En azından genel başkanlar yapması bile parti mensuplarından böyle şeyler oldu. Yani ya tamam, biz masada oturuyoruz ama biz farklıyız ha türü. Vatandaş da dedik “ya iyi de ya siz seçimden sonra da böyle demeye devam ederseniz biz tamam ittifak olarak seçimi kazandık ama biz farklıyız deyip de ya seçimden sonra da siz bu ülkenin yarınlarına zarar verirseniz” diye vatandaşlarımıza bir miktar korku oluştu. Onun için bize olan destek %48’de kaldı. Yani birlikteliğin beraberliğin bütün Türkiye’nin menfaatine olacağı konusunda bir tutum olsaydı ve bu konuda partilerde daha yüksek bir hassasiyet olsaydı daha farklı sonuçlar alabilirdik. Ben ona inanıyorum yani.

Adem Metan:  Dediğinizi destekleyen bir şey örneğin Filistin konusunda Sayın Davutoğlu’nun açıklamaları ile işin merkezinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin açıklama arasında çok fark vardı. Yani örneğin Hamas üzerinde.

Ali Babacan: Tabii o bu İsrail Filistin savaşı sonradan oldu. Bütün bu süreçten sonra yaşandı.

Adem Metan: Kazandırılmış olsaydı ortaya çıkacak bir ayrılıktan bahsediyorum.

Ali Babacan:  Kazanılmış olsaydı işte biz ne yaptık mesela? Bir de bunların haricinde bize bizim ortak yönetim modeliyle ilgili belgemiz vardı biliyorsunuz. 6 genel başkanın imzaladığı... 6 parti seçimden sonra ülkeyi beraberce nasıl yönetecek mutabakatımız vardı. Ve orada seçilecek Cumhurbaşkanının mutlaka bu 6 partinin genel başkanıyla her konuda istişare halinde gitmesi ve alınacak tutumunda mutabakatla kurumsal hususla alınmasıyla ilgili de bir kararımız var. Yani diyelim ki biz kazansaydık ve Filistin İsrail savaşı çıksaydı, yapacağımız şey derhal 6 genel başkanın bir araya gelip tek bir tutum ortaya çıkartması veya devlet olarak ülke olarak tek bir tutumla bu konuya yaklaşması olacaktı.

Ki ben onun da çok sıhhatli olacağını düşünüyorum açıkçası. Çünkü her olayda her olayda hamaset üzerinden siyaset çok kolay. Korkular üzerinden düşmanlara düşmanlıklar üzerinden siyaset en kolayı. Yani sadece bağırıp çağırıyorsunuz o kadar ama sonuç alabiliyor musunuz? Söylediğinizin neticesi oluyor mu? Hani bir sözün ses yüksekliği vardır işte volum açarsınız. Açtıkça bağırır, bağırır, bağır sonu yok ama bir de sözün etkili olanı vardır. Yani o etkili söz kıymetlidir. Dolayısıyla ülke olarak sözünüz etkili mi? Sesiniz çok çıkıyor olabilir de sözünüzün bir etkisi var mı? Konuştuğunuzun bir etkisi var mı? Bu konuştuğunuzun arkasında yeterince askeri ve ekonomik caydırıcı gücünüz var. Şimdi ülkenin özellikle ekonomik gücünün zayıflatıp arkasından böyle yüksek perdeden konuşmanın hiçbir faydası olmuyor. Yani gördük, yaşadık işte.

Bakın bir örnek vereyim, ben dışişleri bakanıyım. Ehud Olmert’de İsrail Başbakanı. Yine böyle Filistin’le ilgili gergin bir ortam oluştu ve Ehud Olmert atlayıp Ankara’ya geldi. Dedi ki, “ya benim bütün partim kabinem bana büyük baskı yapıyor askeri operasyon açısından.  Yani ben de baskıya dayanamıyorum artık” falan diye. Yani Ankara’ya adeta bizden bir izin istemeye icazet almaya geldi. Adeta diyorum hani. Çünkü dış diplomaside bunlar şeydir, hani işin diplomatik dili vardır, vücut dili vardır, söylenen vardır, söylenmeyen vardır, diplomatların konuştuğu vardır, siyasetçilerin konuştuğu vardır. Orası ayrı bir alan. Yani 3 yıl Avrupa Birliği bakanlığı, 2 yılda Dışişleri Bakanlığı yaptığım için orası ayrı bir alan ama sonuçta ne dedik biliyor musunuz bakın odada İsrail Başbakanı var, Başbakan Erdoğan var ben varım belki 1-2 arkadaş daha. Ona cevabımız şu oldu; “yapamazsın arkadaş”. Bu kadar “yapamazsın arkadaş” bu kadar ve olayların akışını değiştirdi o dönemde. O dönemde bizim diyelim ki İsrail Cumhurbaşkanı arıyor, bizim Cumhurbaşkanının telefona çıkıp çıkmaması, Başbakan arıyor, bizim başbakanın telefona çıkıp çıkmaması... Bunlar bile elimizde çok önemli bir yaptırım gücü olurdu. Ben 4-5 ay İsrail dışişleri bakanının ne telefona çıkıp ne yüz yüze görüştüm. Bir NATO toplantısında Brüksel’de adeta yalvarırcasına kaç koldan haber gönderdiler. Bizim de oradaki NATO daimi temsilcimiz büyükelçimiz dedi ki “çok çok ısrarlı şey yapıyorlar” dedi, “çok ısrarlı” dedi. “O zaman bizim buradaki gelir ofise, sürede maksimum 10 dakikadır, 10 dakika ne söyleyecekse dinlerim ondan sonra da gider o kadar. Onun dışında bir şey yapamayız” dedim. Gerçekten geldi 10 dakika dinledim ve gitti. Ya bunları yaptık yani çok bağırmakla hamasetle Âdem Bey sonuç alamıyorsunuz.  Bağırmak, hamaset iç kamuoyunun belki duygularını tatmin ediyor. Yani içeride insanları sakinleştiriyor çünkü bir bakıma onların duygularına tercüman oluyorsunuz.  Tamam, siyasette bu da önemlidir, duygulara tercüman olmak ama ülkeyi yönetiyorsanız devleti yönetiyorsanız etkisi önemlidir sonuç önemlidir.

Şimdi Türkiye’nin mesela çok önemli bir arabuluculuk fonksiyonu vardı değil mi? Yıllarca devam etti yani. Bu benim Dışişleri Bakanlığı dönemimde özellikle başladı. Biz ta Filipinler’de arabuluculuk yaptık yani dünyanın öbür ucunda yani.

Filipinler hükümetiyle onların Müslüman azınlıkları arasında arabuluculuk yaptık Türkiye olarak.  O günlerde hiç ben bunu konuşmadım Dışişleri Bakanı olarak.  Ben bunun üzerinden baya reklam yapabilirdim. “Öyle büyüğüz öyle güçlüyüz ki Filipinler Dışişleri Bakanı bana geldi bizden habersiz bakın bir şey olmuyor dünyanın hiçbir yerinde. Biz gidip onlara destek veriyoruz, biz destek vermesek onlar şöyle olur...”  Ben bunu yapabilirdim ama bunu konuştuğum anda o hükümet içine kapanırdı ve sorun çözülmezdi. Ben bunu ta 10 sene sonra bakın anlatıyorum hatta kaç 13-14 sene sonra anlatıyorum şu anda.  Yani ve o sorun çözüldü bakın biz onları buluşturduk, anlaştırdık. Hem oradaki Müslüman azınlık halk daha çok hak elde etti. Temel hak ve özgürlüklerini şimdi yaşıyorlar hem de o gerginlik, o şiddet sona erdi orada. Türkiye’nin böyle bir fonksiyonu vardı. Fakat bu fonksiyon ancak güvenilir bir partner olmakla mümkün. Yani insanlar size güvenecek, o güven içinde tutarlı olacaksınız. Hep doğruyu söyleyeceksiniz, ilkeli duracaksınız. Yani dış politikada ulusal çıkarlar vardır ama bir de ilkeler ve değerler vardır. Bu ilke ve değerlerle ulusal çıkarları beraber yöneteceksiniz.

E şimdi şu son yıllara bakıyorum, ben üzülüyorum. Yani bir ülkenin Veliaht prensine “katil” deyip arkasından hemen sarılmak, kucaklamak ve para istemek...  Bir başka ülkenin Emir’ine “15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörüdür bunlar” deyip arkasından gidip, oraya gidip bakın Türkiye’de değil, oraya gidip sarılmak ve para istemek bunlar Türkiye için güzel şeyler değil ya. Ya itibarımızı çok olumsuz etkiliyor. Bir önceki şimdi yerel seçimlere gidiyoruz. Bir önceki yerel seçimlerde İstanbul’da neydi? “Yıldırım mı?  Sisi mi? Kime oy vereceksin? Sisi'ye oy vermeyin ha.”  Bu kadar düşmanlaştırılmış bir şahsiyet bu kadar düşmanlaştırılmış bir Cumhurbaşkanı, bir başka ülkenin Cumhurbaşkanı nihayetinde Sayın Erdoğan’ın görüşmek için şöyle bir tokalaşmak için peşinde koştuğu bir insan haline geldi.  Ve niye böyle oldu? Çünkü biz biliyoruz ki, Mısır Arap dünyasının en önemli ülkesi, çünkü en büyük Arap nüfusa sahip ülke. Artı İslam dünyasında en önemli ülkelerinden birisi ve stratejik olarak da Afrika’yla Asya’nın buluştuğu noktada Süveyş kanalının egemenliğine sahip bir ülke. Dolayısıyla böyle bir ülkeyle sadece şahsi ilişkiler sebebiyle ilişkiyi bozmak, bir kişinin tutumu sebebiyle ilişkiyi bozmak, ülkeye zarar verir. Nihayetinde döndü, dolaştı Sayın Erdoğan, Sisi ile şöyle bir önce fotoğraf karesine girmeye çalıştı ki, Katar Emir’inden destek istedi bunun için. “Ya bir denk gelelim de şöyle ayaküstü bir tokalaşalım” falan diye.  Hatırlarsanız o ilk karede Katar Emiri de arkada görünür. Çünkü o mekânı, o şeyi o ayarladı ve arkasından da şimdi Mısır’la ilişkileri düzeltmek için çok yoğun bir çaba var.

Ama bunları ne için anlatıyorum?  Güvenilir bir ülke arabulucu olacak kadar güvenilir bir ülke olmak istiyorsanız, dış politikada uluslararası ilişkilerde tutarlılık son derece yani ve dış siyaset üzerinden dış politika konuları üzerinden içeride siyasi prim yapmaya çalışmak, çoğu durumda ülkeye zarar verir. Yani onun için ben Dışişleri Bakanlığı döneminde dikkat ederseniz iç siyasetle ilgili hemen hemen hiç konuşmadım. Beyanatım çok azdır yani. Bir de şu da yanlıştır yani Dışişleri Bakanlığı etkili bir pozisyondur. O etkili pozisyonu siz kendi şahsi siyasi geleceğiniz için ya da iç siyasetteki ileriye doğru yatırım için kullanırsanız o da ülkenin dış politikasına ve tutumla zarar verir. Dolayısıyla bunlara çok dikkat etmek gerekiyor.

Ülkeyi yönetirken, Âdem Bey devlet yönetiminde insanın elinde o kadar çok fırsat geçiyor ki ya bu fırsatlar içerisinde bu geniş fırsatlar içerisinde “önce ülkem önce Türkiye önce bu ülkenin menfaati” diyebilmek lazım. Hele hele Dışişleri, Bakanıysanız bunu yapmanız lazım. Hele hele Dışişleri Bakanıysanız “önce Türkiye sonra partim” diyebilmelisiniz. Ama Dışişleri Bakanlığını dediğim gibi kendi şahsı için ya da kendi partisi için sadece bir siyasi basamak olarak kullanan çok insan var dünyada. Türkiye de bunları çok gördük, yakında da gördük. Bunlar ülkeye sadece zarar veriyor. Hele hele o tarzda olan Dışişleri Bakanları, Cumhurbaşkanlarını ya da Başbakanları olumsuz etkilediğinde ki Başbakan, Cumhurbaşkanı, iç siyaset ağırlıklı bakabilir, pek çok meseleye.  Ama Dışişleri Bakanları da o yanlışların arkasına gaz verirse tabiri caizse o yanlışlara “iyi olur, iyi olur” falan diye arkadan desteklerse işte ülkenin başı dertten kurtulmaz yani. Ve ben çok üzüldüm yani Türkiye gibi büyük ve güzel bir ülke zamanında gerçekten itibarı çok yükselmiş bir ülke bütün bu zikzaklar ve U dönüşleri sebebiyle çok zarar gördü.

Yani bu İsrail’le Filistin arasındaki şu anda aslında en tarafsız, en iyi arabulucu Türkiye olabilirdi. Fakat bu arabuluculuğu kim yapıyor? Katar yapıyor. Katar dediğimiz ülke bir ucundan diğer ucundan yarım saatte arabayla ulaşabildiğiniz bir ülke. Minicik bir yarımada ya. Nesi var? İşte doğal gazı var, oradan gelen bir ekonomik zenginliği var ama Katar’a bu arabulucunun düşmemesi lazım koskoca Türkiye buradayken. Ki Türkiye bütün bu coğrafyanın tarihi olarak mirasına da sahip bir ülke. Bütün bu içinde bulunduğumuz bu büyük coğrafya İsrail’in şu anda egemenlik kurduğu topraklarda Filistinlilerin toprakları.  Bunların tamamı ama tamamı Türkiye’nin tarihi bağlarının gönül bağlarının olduğu ve Türkiye’nin tamamen etki ve kontrol alanında olan yerler yani.

Dolayısıyla bu işin doğal modülatörünün Türkiye olması lazım. Yani Mısır bir eyaletti ya zamanında. Sadece bir eyaletti.  Şimdi Mısır arabulucu oluyor değil mi? Biz varken bu ülkelerin arabulucu olması Türkiye’nin itibar kaybının bir sonucudur başka bir şey değil ve bu beni çok üzüyor. Yani böyle olmamalıydı diyorum.  Yani keşke daha iyi kadrolar olsaydı keşke Sayın Erdoğan’ın tutumu o 2002-2011 arasındaki o yapıcı hani kucaklayıcı, rasyonaliteye dayanan ve işini bilen liyakatli ekiplerle keşke Türkiye yürütülse Türkiye yönetilseydi. Ama olmadı. Yani onun için ülkemize yazık oluyor. Daha fazla da yazık olmasın diye zaten DEVA Partisi’ni kurduk. Başka bir iddia ortaya koymak için DEVA Partisi’ni kurduk. Kendimize göre tabii herkese göre doğrular değişir ama bize göre doğruların savunucusu olmak için biz DEVA Partisi’ni kurduk. Hak dedik adalet dedik, güçlü ve büyük Türkiye dedik ama bu da itibarla yani bağırıp çağırarak değil, çok bağırarak değil, etkili konuşarak etkili olan bu bölgede etkili olan bir Türkiye dedik ve bu iddialarımızda arkasındayız. Ve Türkiye’nin bunu yakalar. Türkiye yeniden çok itibarlı ve çok güçlü bir ülke olabilir. Biz buna gönülden inanıyoruz. Hiç bu işleri yapmasak dersiniz ya “dışarıdan konuşmak kolay” ama öyle değil. Ben tam 8 sene bu ülkede Milli Güvenlik Kurulu üyesi oldum. Yani 13 yıl Bakanlar Kurulu üyesi oldum, kabine üyesi değil bakın Bakanlar Kurulu üyesi oldum ben. Şimdi yenisi kabine biliyorsunuz. Yani tek imzayla getir götür. Bir gece ansızın bir kararnameyle al bir bakanı koy başka bakanı... Öyle değil.

Eskiden Bakanlar Kurulu öyle yürümüyordu. Bakanlar Kurulu’nun bir tüzel kişiliği vardı, Bakanlar Kurulu heyet olarak kararlar alıyordu. 25 bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı imzasıyla kararlar alınıyordu. Tam bir istişare organıydı eskiden.  Şimdi öyle değil. Kabine Cumhurbaşkanının yetkilerini kullanmak için görevlendirdiği sekreterlerden oluşuyor. Şu andaki kabine öyle bir kabine yani.

Adem Metan:  Şu anda ekonominin başında sizin eski arkadaşlarınızdan birisi var. Sayın Şimşek. Görüşür müsünüz?

Ali Babacan:  Tabii sadece Mehmet Şimşek değil daha önce hukukumuzun olduğu başka arkadaşlar da var şu andaki kabinede. Ben zaten kabine kurulduktan hemen sonra o eski hukukumuzun olduğu arkadaşların hepsini aradım, tebrik ettim, “başarılar diliyorum” dedim. “Ülkemiz adına size başarılar diliyorum” dedim. “Çünkü siz başarılı olsanız Türkiye başarı olacak” dedim ve o irtibatlarımızda tabii insani olarak var ve hem babamın hem de annemin vefatında o daha önce yakın çalışma ekibimizle olan arkadaşlarımız sağ olsunlar aradılar, geldiler gittiler hepsi de telefonda ya da yüz yüze temaslarımız oldu Mehmet Bey de dahil tabii ki.

Adem Metan: Merkez Bankası Başkanı Sayın Gaye Hanım, geçtiğimiz günlerde bir röportaj verdi. İşte birçok konu konuşuldu orada ama benim orada dikkatimi çeken şey şu oldu, belki Sayın Şimşek’inde kendisiyle hiç görüşme şansım olmadı ama belki böyle sahadan vatandaştan böyle bilgi aldığı yakın arkadaşları, ahbapları vardır mutlaka. Gaye Hanım da orada Sadık abiden bahsetti, Sadık abi diye bir üstattan bahsetti. Sizin de var mıdır böyle zaman zaman gerçek verileri alıp daha iyi alabilmek için sahada Ahmet amca, Mehmet amca veya bilmiyorum başka isimleri ne olabilir?

Ali Babacan:  Kuşkusuz şahsi dostluklarımızın olduğu çok insan var. Her alanda her ticaretin her sektöründe. Yani ben size şimdi 10 dakika içerisinde şu telefonda Ardahan’daki karkas et fiyatlarını da öğrenebilirim oradaki dostlarımızdan, Çukurova’daki diyelim ki yeni bir ürün değil mi, avokado fiyatlarında öğrenebilirim. Dönüp yine Çukurova’da ya da Diyarbakır Bismil’deki pamuk fiyatlarında öğrenebilirim. Öte yandan dönüp New York’ta ki bir arkadaşımızdan New York borsasıyla alakalı ya da Avustralya’daki hisse senetleri ile ilgili bilgi de alabilir. Yani böyle çok geniş bir networkümüz var çok şükür. Ve bunların tamamını 10 dakikada yapabilirim sizin yanınızda. Yani bir telefonla. Şöyle çok kişi var yani tek bir kişi üzerinden değil. Yani tabi Merkez Bankası’nın yeni başkanı Türkiye’de yeni.  Her gün karşılaştığı insanlardan birisi apartman görevlisi öyle anlaşılıyor ama biz hani uzun yıllardır buradayız, kökümüz burada. Çok daha geniş bir çevre var kuşkusuz.  Bir de bizim teşkilatımız var. 81 ilde 650 ilçede teşkilatımız var ve bu arkadaşlarımızın hepsi ama hepsi işi gücü olan insanlar. Ha emekliler de var kuşkusuz ama emekli olmayanların hepsinin bir işi var. Yani bizim teşkilatımızda çalışan her bir arkadaşımızın aslında bir meşguliyeti var, bir işi var, çalışıyor, öğrenci falan. Dolayısıyla onlar bizzat hayatın içinde insanlar. Dün bu salonda 81 ilden il başkanlarımız vardı. Bunların her birinin bir işi var.  Kimi avukat, kimi sanayici, kimisi ticaretle uğraşıyor, kimisi hayvancılıkla uğraşıyor, kimisi bir yerde bir inşaat işiyle uğraşıyor gibi.  Dolayısıyla hepsi hayatın içinden insanlar. Biz hazineden yardım almadığımız için hani hazineden gelen yardımı harcayan ve hazineden gelen yardımla çarklarını zaten döndüren bir parti olmadığımız için bizim teşkilatımızda herkesin mutlaka bir ekmek kapısı var. Bizim arkadaşlarımız Allah korusun siyasetten nemalanan değil, tam tersine, siyasete zamanlarıyla, emekleriyle, duygularıyla ve maddi imkanlarıyla siyasetin içinde olan arkadaşlarımız. O da tabii bize çok geniş bir nabız tutma alanı oluşuyor, çok geniş.  

Yani biz her gün Türkiye’nin her yerinden her şeyin haberini alıyoruz. Her şeyin haberini. Bu da bizim ülkenin yarınlarıyla ilgili yaptığımız çalışmalarda da güncel olaylara takındığımız tutumunda da çok çok faydalı oluyor. Yani benim mesela perşembeleri, mecliste bir basın toplantım oluyor. Bizim grubumuz olmadığı için henüz her perşembe saat 11’de mecliste bir milletvekillerimizin de katılımıyla bir basın toplantısıyla o grup toplantısına benzer bir çalışmayı yapmış oluyoruz. Her gece ve o sabah grup toplantı saatine kadar bütün arkadaşlarımızdan bana bilgi yağıyor.  Anlık gelişmeler... Bugün şu oldu, şurada şu oldu, şunun fiyatı böyle oldu. Şurada şöyle bir gelişme oldu, burada bir dava açıldı işte şurada bir gözaltı oldu gibi. Dolayısıyla bütün bu bilgilerle vatandaşlarımızın karşısına çıkıyoruz. O da çok çok faydalı oluyor. Çünkü Türkiye’nin gerçeklerini bilmeden mümkün değil yani.  Ve bir tabi halkın arasında çok çıkıyoruz. Ben Ankara’da olduğum günlerde özellikle cuma günleri ki bugün bu program vesilesiyle yapamadım ama her cuma Ankara’nın bir başka ilçesinde oluyorum ve cumadan sonra da bir çarşı pazarı mutlaka dolaşıyoruz, bir kahvede oturuyoruz, emeklilerle sohbet ediyoruz. Cuma sonrası saatler daha çok emeklilerin olduğu saatler, sokaklarda çok oluyor. Ya da alışverişe çıkıyor insanlar.  Gençler de oluyor, öğrenciler de oluyor.

Adem Metan:  Nabzı yokluyoruz diyorsunuz yani.

Ali Babacan: Cuma öğleden sonra aynı zamanda böyle derslerin artık hafiflediği, öğrencilerin de şöyle kendilerini dışarıya atmaya çalıştığı bir saat.  Tabii her öğrenci de gidip bir kahve içemiyor ki. Kahve olmuş, 40 TL, 50 TL bir kafede. Gidiyorsunuz, bir çay 10 TL Ankara’da ya. Çünkü kira fiyatını ister istemez çayın fiyatına ekliyor yapacak bir şey yok. Ha biraz daha uzaklara giderseniz Rize’de 5 TL çay mesela. Rize merkezde ama Ankara merkezde 10 TL. Çünkü kiralar farklı.  Ha biraz daha ilçelere giderseniz kiranın iyice düşük olduğu yerlere böyle 4 liraya 3 liraya kadar iniyor. Şunun için söylüyorum yani öğrenciler kafede oturamıyor, ne yapıyor daha çok yürüyorlar. Hiç olmazsa yürüyüp hava alalım diyorlar. Onun için çok karşılaşıyoruz üniversite öğrencileriyle özellikle. Ayaküstü güzel sohbetler yapıyoruz. Bu da çok çok faydalı oluyor. Başka türlü irtibat halkla irtibatını kestiğinizde bu ülke için doğru kararlar alma imkânınız yok yani.

Adem Metan:  Ali Bey siyasette çok şeyler yaşadık, gördük yakın zamanda. İşte 6’lı masada birbirine benzemeyen, birbiriyle farklı şeyler düşünen insanların bir araya gelmesi gibi. Sizin Sayın Erdoğan’la çok samimi fotoğraflarınız var geçmiş dönemde.  Bunlarda zaten Google’da herkes bakabilir, görebilir. Bir gün yolunuz tekrar kesişe bilir mi? Böyle bir ihtimal görüyor musunuz?

Ali Babacan: Ya şöyle işte diyorum ya işin insani boyutuyla siyasi boyutunu hiç birbirine karıştırmamak lazım. Biz Sayın Erdoğan’la gerçekten çok yakın çalıştık. Ailece çok yakın olduk. Yani belki yani herhalde bilen biliyordur ama biz kaç kere bayramlarda ya da kısa tatillerde beraberce ailece tatil yaptık o dönemlerde.  Yani çok fazla da duyulsun da istemezdik yani hani çok gerek yok diye. Ve Türkiye için de iyi şeyler yaptık ya.  Yani benim en azından kendi çalıştığım alanlarda işte Avrupa Birliği süreci olsun hani ekonomiyle ilgili yaptığım çalışmalar, Dışişleri bakanlığındayken yaptığım çalışmalar ve o dönemde Türkiye çok büyük katkımız oldu. Gerçekten ülkenin milli geliri hızla arttı. 3.500 dolardan 12.500 dolara çıktı. İhracat 36 milyardan 132 milyar dolara çıktı. Türkiye şeffaflık endeksinde hızla yükseldi. Hukuk ve adalet konusunda, demokrasi konusunda Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşılayan bir ülke olduk ve Avrupa Birliği’nin müzakerelerine başladık ve 33 fasılda yani bizim şimdi 23 faslımız var, Avrupa Birliği’nin de 33 fasıl var. 33 fasıl da nasıl ülke daha yüksek standartlar olacak, bunun çalışması. Ben baş müzakereciydim biliyorsunuz. Ve bu tüm bir dönemde o dönemde beraberce yaptığımız çalışmalar ve Türkiye’ye sunmuş olduğumuz katkı benim için hayat boyu bir onurdur. Ya bazen diğer muhalefet partilerinden şöyle derler, böyle derler, ben yok derim. Bakın hakkı teslim etmek zorundayız. Hatta geçenlerde bir örnek verdim. Hani bu seçimlere giderken son seçimlere giderken mazotu 20 TL tutuyorlar, sonra 40 TL oldu ya döviz kurunu baskı altında tutmuşlar dedi Sayın Şimşek.  18’di şimdi dolar 30.  Euro 30’u geçti. Faizi %8 buçuk gösterdiler seçimden önce şimdi 42 buçuk merkez bankası faizi.  Yani bu doğru olmadı dedim. Yani “böyle bir seçim kazanmak helalinden kazanmak değildir” dedim. 

Ve 2004 seçimini örnek verdim. 2004 seçimine gidiyoruz, ben o zaman hazineden sorumlu bakanım ve akaryakıt fiyatlarını biz belirliyoruz. O zaman serbest piyasa falan daha tam oturmuş değil yani.  Ve o seçimlere giderken baktık ki petrol fiyatları 20 dolardan 150 dolara fırladı o arada. Biz enflasyonu tek haneye indirirken petrol fiyatları 20 dolardan 150 dolara çıktı, 4-5 sene içerisinde oldu bu.  Şimdi baktık seçime gidiyoruz yine akaryakıta zam ihtiyacı var. Ben gittim Sayın Erdoğan’a o zaman Başbakan. Dedim ki “akaryakıt fiyatlarında yine bir ayarlama gerekiyor ama mart sonunda da yerel seçimler var.” Hesapları da koydum dedim. “Bakın petrol fiyatları böyle kur böyle.  Eğer yapmazsak seçimden sonra daha büyük zam yapmak zorunda kalırız.”  Dedi ki “biz bu zammı eğer şimdi yapmazsak, seçimden sonraya ertelersek bu halka aldatmak anlamına gelir” dedi. “Biz aldatan olamayız ki. Sen bunları yap” dedi. Biz de gittik fiyatları arttırdık.  Sonra o zaman seçim meydanlarında meydan meydan dolaştı bunu anlattı.  Dedi ki “bakın, biz akaryakıt fiyatlarını artırmayabilirdik, beklerdik, seçim sonrasını arttırabilirdik.” Çünkü yerel seçim.  Yani yerel seçimlerden sonra hükümet değişmiyor ki, değil mi? Yani gidecek misin kalacak mısın sorusu yok.  Yerel seçim çünkü. Ama dedi biz dedi aldatan olmayacağız dedi. “Aldanan da olmayacağız, aldatan da olmayacağız” dedi ve millet meydanlarda zammı alkışladı ya.  Ben dedim ki “helal olsun ya ne kadar dürüst bir Başbakan ne güzel bir yaklaşım.”

Onun için bu son seçimlerde tam tersini görünce üzüldüm. Hani “nereden nereye” diyor ya kendisi sık sık. Üzüldüm çünkü ya biliniyordu ki akaryakıt fiyatlarına zam gerekiyor. Biliniyordu ki bu kur yanlış bir yerde duruyor. Çünkü enflasyon patlamış e siz Merkez Bankası’nın her gün arka kapısından döviz satarak bu kuru bastırıyorsunuz, millete düşük kur gösteriyorsunuz.  Bunu herkes biliyor yani piyasanın içinde. Ama seçime giderken döviz kurunu 18 TL, 19 TL gösterip seçimden sonra 30 liraya patlatmak, mazotu çiftçinin kullandığı mazotu 20 TL gösterip seçimden sonra 40 liraya patlatmak, Merkez Bankası’nın faizini 8 buçuk gösterip seçimden sonra 42 buçuğa çıkartmak bunlar benim bildiğim 2004’ün Erdoğan’ının yapacağı işler değil yani. Değişti.  Zaten bizim bu yol ayrımımızın en önemli sebeplerinden birisi zaman içerisindeki bu değişim.

Bizim 3 dönem kuralımız vardı biliyorsunuz AK Parti kurulurken. Ben Ak Parti’nin hem parti programını hem de tüzüğünün en son nihai redaksiyonunu yapan, hani matbaaya gitmeden önce en son düzeltilir ya o ekipteydim ben. 3-5 kişiden biriyim.  Oraya biz 3 dönem diye yazdık ve 3 dönem maddesini yazarken tüzüğümüze AK Parti’nin tüzüğüne daha önceki yanlışlardan örnek aldığımız için yazdık. Dedik ki “bir genel başkan, bir lider çok uzun süre görevde kalırsa güç zehirlenmesi oluyor. Bir genel başkan, bir lider çok uzun süre devlet yönetiminde kalırsa yozlaşma başlıyor.  Güç yozlaştırıyor, mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor.” Biz onun için o kuralı yazdık. Normalde 2014, 2015’te S ayın Erdoğan’ın 3 dönemi doldu. Eğer o dönemde gerçekten “benim artık 3 dönemim doldu” deseydi ve ülkenin tarafsız bir Cumhurbaşkanı olarak ki 2014’te Cumhurbaşkanı seçildi diyorsunuz. Tarafsız bir Cumhurbaşkanı olarak günlük siyasetten çekilip AK Partide de doğal liyakat bazlı bir dönüşümün önünü açsaydı ama parti tabanından gelen taleplerle olan bir dönüşümü sağlasaydı ve parti içi demokrasiyle AK Parti kendi kadrolarını yeni nesil kadrolarını oluşturarak evrilerek devam edebilseydi, bugün Sayın Erdoğan bir dönemin başarısına damgasını vurmuş ve söz verdiği gibi akitleştiği gibi 3 dönemi dolduğunda da artık tarafsız bir Cumhurbaşkanı olarak görevine devam etmiş bir insan olarak bugün ülkenin adeta sigortası olarak duracak idi. Ama ne zaman ki kolları sıvadı, ne zaman ki tekrar taraflı oldu, ne zaman ki tekrar partili oldu, ne zaman ki tekrar “hem partinin başına geçeceğim hem de devleti yöneteceğim” dedi, bütün yetkiyi kendinde topladı, istişare mekanizmaları ne zaman ki yok edildi ondan sonra Türkiye’nin sorunları sürekli büyüdü.  Şu son 10 yıldır Türkiye hâlâ 2013’teki benim ekonominin başında olduğum dönem ki milli geliri yakalayamıyor. 12 bin 500 dolara ulaşamıyoruz bakın. Patinaj. Yükselir gibi oluyor, geriye kayıyor, yükselir gibi oluyor, geriye kayıyor. Çünkü hukuk olmadan adalet olmadan, şeffaflık olmadan ekonomide başarıyı kazanmak mümkün olmuyor.

Adem Metan:  Ali Bey, peki şimdi bir çok şey anlattınız kendi döneminizle ilgili de ki o dönemleri de hatırlıyoruz. Yani sizin çok sık yurt dışı seyahatleriniz, ülkelerle diplomatik süreçler vesaire. Hatta birçok gazeteci meslek büyüğümüzde zaman zaman eşlik ediyordu.

Ali Babacan: Doğru, doğru.  Ben böyle tatlı bir döngüyle hiç ayrım yapmadan yurtdışı programlarına bazı gazeteci arkadaşları da davet ediyordum ama bunu çok tatlı bir döngüyle yapıyorduk öyle. Hani bana yakın olanlar bana uzak olanlar. Hatta hatta bazıları programa gider gelirdik hemen eleştirel bir şeyler yazarlardı. Çok örneği var yani. Ben onu sonra tekrar davet ederdim. Ya bu benim aleyhimde bir şeyler yazdı artık ben bunu öteki diye ayırayım, berkilerle… Öyle bir şey hiç yapmadık yani. Daha işte geçen hafta İstanbul’da gazeteci arkadaşlarla buluşma yaptık. Bu daha çok köşe yazan ve televizyonda yorum yapanlarla. İktidara en yakın olanları da davet ettim. Hatta bazıları çok şaşırmış “ya bizi niye davet etti” diye.  Biz hiçbir zaman ayrım yapmadık ki yani ben bakanlık döneminde de sonrasında da. Çünkü basının medyanın ben bağımsız olmasına çok değer veriyorum. Basının bir denetim çok önemli halk adına bir denetim görevi yaptığına inanırım. Yani olanı biteni anlatmak ama yorumla da anlatmak, gördüğü hataları da anlatmak ki biz çünkü basını böyle bir ayna gibi görmeliyiz. Böyle hemen elimize alıp kılıcı savaşacağımız bir şey değil, bir ayna gibi görmeliyiz. Ama aynanın da çok olması lazım, orada da rekabetin olması lazım. Orada da adaletin olması lazım falan yani.

Adem Metan:  Buradan da yeni bir soru şimdi meydana çıkıyor. Hemen onu da çok kısa sorayım. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’nin medyası var. AK Parti’nin de kendisini destekleyen medya var, iktidarın. Medyanın gücü büyük.

Ali Babacan:  Ama o şimdi ikiye ayrıldı herhalde. Cumhuriyet Halk Partisi’nin medyası da ikiye ayrılmış durumda. Herkes kendi medyam olsun istiyor. Bir istemeyen biziz galiba.  Bana diyenler oluyor ya diyorum biz siyasi partiyiz. Biz işimizi yapalım. Basın kuruluşları da kendiişlerini yapsın.

Adem Metan:   Meral Akşener’in de bir dönem bir medya kurumu kuracağı söylenmişti. Hatta kendisi de bunu ifade etmişti sanki.

Ali Babacan:  Sanırım öyle bir şeyler hatırlıyorum. Biz de artık yapacağız gibi bir şeyler hatırlıyorum. Ama biz yapmadık.  İnşallah da yapmayız diyorum yani.

Adem Metan:   Sorum şu; hem siz Türkiye’nin dört bir tarafını dolaştınız hem Sayın Erdoğan dolaştı. Bu kadar her şey kötü giderken nasıl oluyor da hala %52 oy alabiliyor? İnsanlar niye seviyorlar sizce sizin gözünüzde?

Ali Babacan:  Şöyle; o %52 oy verenlerin tamamı bu ülkenin AK Parti yönetiminde Sayın Erdoğan’ın yönetiminde daha iyi olacağını düşündüğü için oy vermedi ki. Daha kötüsünden korktu. Yani bu bizim bu 6 partinin oluşturduğu birlik yeterince güven oluşturamadığı için sorun olduğunu bile bile ve fazla bir şey de beklemeyerek aslında gitti o desteği verdi.  Ve bu 52 puanlık desteğin en az 15- 20 puanı kerhen verilmiş bir destek. Çünkü seçimlerden hemen sonra araştırmalar yapıldı biliyorsunuz.  Siz de okumuşsunuzdur bakmışsınızdır. Biz de yaptırdık kendimiz geniş bir araştırma.  Ve sorduk insanlara sadece teknik araştırmalar değil, bir de vatandaş diyaloğuyla da zaten bunlar ortaya çıkıyor. Sayın Erdoğan’ı destekleyen %52’nin en az %15’i 20’si, yani 15- 20 puanı daha kötüsünden korktuğu için o desteği verdi. Çünkü soruyorsunuz, “sen Sayın Erdoğan’a oy verdin sen AK Parti’ye oy verdin. Peki ülke daha iyiye gidecek mi diyorsunuz? Hayır” diyor.  Ülkenin ekonomisi iyiye mi gidecek, kötüye mi gidecek diye soruyorsunuz, “kötüye gidecek” diyor. Ama daha da kötüsünden korktular. O hani masada bizim masada epey bir şey oldu ya gürültüler çıktı şu oldu, bu oldu falan. Hani karışık karmaşık bir tablo oldu maalesef maalesef…

Adem Metan:   Bazen ben niye buradayım dediğiniz oldu mu?

Ali Babacan:   Yani ya şöyle şunları yaptık ya şunları ben yazıya çok önem veririm. Söz uçar, ama yazı kalır. Bunları yaptık ya herkesin imzasını aldık ya nasılsa gün gelince seçimi kazanınca inşallah yazılı belgeler esas olur. Laf kalabalığı geride kalır, biz icraata bakarız diye düşündüm ben hep.  Onun için hep iyimser oldum yani. Vatandaşlarımız baktı dedi ki, “ya burada en azından hani bildiğimiz bir şey var. İyisiyle kötüsüyle. Ha daha iyiye götürme imkânı da bu hükümetin olacak mı? Çok zor. Yapamayacaklarını da biliyorum ama ya daha da kötü olursa. Ya bu 6 parti iyice ülkeyi yanlış bir yere götürürse” diye insanlar korktu ya. Yani ben bu 15- 20 puandan bahsediyorum. Yani 52’nin %52’nin içerisindeki 15-20 puandan bahsediyorum. Yoksa %48 her şeye rağmen zaten gelmiş desteğini bize vermiş %48. Tamam, seçimi kaybettik ama o %48’in vermiş olduğu destek de çok kıymetli bir destek. Onu da unutmamamız gerekiyor. Ben o %52’nin içerisindeki 15-20 puandan bahsediyorum.  

Dolayısıyla bizim amacımız şu anda DEVA Partisi olarak hem o %48, hem o 15 20 puan yani %52, o vatandaşlarımıza Türkiye’nin çaresiz olmadığını, Türkiye’nin asla umutsuzluğa kapılmaması gerektiğini, hayal kırıklığına yer olmadığını, bu güzel ve büyük ülke iyi yönetildiğinde çok daha iyi bir noktaya geleceğini biz anlatmak zorundayız. Ve vatandaşlarımızın da umudunu korumak zorundayız. Çünkü ben en çok gençlere üzülüyorum Âdem Bey.  Böyle işte diyelim ki 15 25 yaş arası gençler kendilerini bildikleri bileli ülkede her şey daha kötüye doğru gidiyor. Eğitimde herhangi bir ilerleme düzelme yok eğitim seviyesinde, ülkenin eğitim kalitesinde.  Ekonomide sürekli bir yoksullaşma var. Yaygınlaşan bir yoksullaşma var. Ya düşünün ki 2020 ve 2022’de 700 binin üzerinde üniversite öğrencisi maddi zorluklar sebebiyle kaydını sildirmiş. Geçen sene üniversite sınavlarında yaklaşık 100.000 öğrenci başka bir şehirde üniversiteyi kazandıkları için ve orada da kendilerine yurt çıkmadığı için gidip kaydını yaptıramamış.  Ben en çokta gençlere üzülüyorum.

Dolayısıyla gençler şöyle düşünüyor, “ya bu ülke galiba hiçbir zaman düzelmeyecek.  Bu ülkede galiba her şey kötüye gidecek.” Çünkü kendilerini bildik bileli ülkede işler iyi gitmiyor.  İşte o gençlerimize biz yeniden bir umut vermek zorundayız. Yani bu ülkeye olan aidiyetlerini, bağlarını korumak için bu ülkeye olan sevgilini perçinlemek için bir ümit vermemiz lazım. Dolayısıyla “umutsuz olmayın, hayal kırıklığına kapılmayın, Türkiye’nin alternatifleri var” dememiz lazım. İşte DEVA Partisi’nin en önemli varlık sebeplerinden birisi de Türkiye'nin umudunu kaybetmemesini sağlamak. Bir umut var, bir çıkış var diye insanların kafasının köşesinde bunun yer alması. Bunu da özellikle gençlerimiz açısından ben çok çok önemsiyorum. Çünkü şöyle baktığımızda yani işte 2009’da Âdem Bey, çünkü gençlerimizin en çok tükettiği nedir dimi, barınma, gıda, ulaşım, cep telefonu, bilgisayar, kağıt, kalem… Bunların tamamı döviz fiyatına endeksli.  Çünkü bunların fiyatları uluslararası piyasalarda belirleniyor. Demir demi, inşaatın demiri uluslararası piyasalarda belirleniyor.  İşte şuradaki alüminyum şu çerçevede uluslararası piyasalarda belirleniyor. Dolayısıyla döviz dolar ve gençlerin en çok para harcadığı yerlerin hepsi döviz fiyatına bağlı. Bakın 2009’da şu banknot 134 dolar ediyordu.  İlk 2009’da tedavüle çıktı. 134 dolar. Bugün 7 dolar bile etmiyor,  6 küsüre inmiş durumda. Her gün değişiyor çünkü dolar her artışta bunun değeri düşüyor, düşüyor, düşüyor.  E bu KYK burslarına yansıyor. KYK kredilerine yansıyor bu durum. Gençlerimizi ilgilendiren her konuda ama her konuda bir satın alma gücü kaybı var. Onun için bu umut olabilmek, ülke için var olmak ve umut olabilmek bizim en çok önemsediğimiz hususlardan bir tanesi.

Adem Metan:   Bu arada, ben sizinle bir önceki programı yaparken de not aldım ama atladığım bir soru olmuştu. Tabi biraz magazin sorusu. Siz çift cüzdan taşıyorsunuz. Bu herhalde Türkiye’de tektir bu anlamda siz yani.

Ali Babacan: Bilmiyorum tek mi ama yani çok çocukluk yıllarından beri öyle.

Adem Metan:   Neden?

Ali Babacan: Çünkü hep ihtiyattır, sigortadır. Çünkü cüzdanlardan biri Allah korusun düşebilir, çalınabilir ya da rahmetli dedemiz babamız bize hep bir yok, parası öğretmiştir. Yok para. Bu ne demek? Var olacak ama yok kabul edeceksin. O nedir? Kara gün parasıdır.  Yani Allah korusun bir hastalık olur, bir ameliyat olur bir şey olur. Yok parası. Dolayısıyla biz ne yaparız? Bir hep yok parası olur, bir de var parası olur. O yok parasına mümkün olduğunca hiç dokunulmaz. Devlette de yıllarca bunu yaptık. Merkez Bankası’nın döviz rezervi teslim aldığımızda 28 milyar dolardı, ta 132 milyar dolara çıktı, 132 milyar dolara.  Ve bu Merkez Bankasının öz kendi döviziydi. Şu andaki döviz gibi borç döviz değil. Şu anda Merkez Bankası’nın rezervini açıklıyorlar ama Merkez Bankasının biriktirdiği borçtan bahsetmiyorlar. Net hesap ettiğinizde böyle 45- 50 milyar dolar Merkez Bankası şu anda içeride. Yani piyasa tabirle içeride. Bu ne demek? Elindeki dövizden daha fazla borcu var Merkez Bankası’nın.

Ve biz başka ne yaptık? Merkez Bankası’nın tam da tabiri vardır, yedek akçesidir Merkez Bankasının. Yedek akçesine hiç dokunmadık yıllarca. Ve yılların biriktirildiği yedek akçe o Türk lirasıdır, ayrı bir hesapta tutulur. Türk lirası yedek akçe hesabıdır. Yani ben 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Sayın Erdoğan’a gidip de ya “şu ülkeye söylesinler de bize biraz para versin, paramız yok” demedim dedirtmedim böyle bir şeyi. Ben Sayın Erdoğan’ın yüzünü yere baktırmadım ekonomi konusunda.  Şimdi bu acı bir şeydir. Gidip Rusya’ya “şu doğalgazın parasını ödeyemiyoruz arkadaş, paramız yok. Biraz bizi idare et, biraz ödemeleri ötele.” Gidip falanca ülkeye “bizim Merkez Bankası’nın dövizi bitti arkadaş biraz para gönderdi, rezerve ekleyelim.” Öbürüne git ya “bizler Swap anlaşması yapalım da ne olur bize para ver.”  Ya bir ülkenin Cumhurbaşkanı yapmamalı bunu ya. Bir ülkenin hazine bakanı da yapmamalı. Tam 11 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin borçlanması açık şeffaf ihaleler yoluyla olmuştur.  Benim Hazine Bakanlığım dönemimde demişizdir ki, bizim bu ay bir milyar dolarlık borçlanma ihtiyacımız var. Niye? Bu bir milyar dolarlık borçlanma ihtiyacının karşısında biz eski borcu ödeyeceğiz ama tasarruflarımıza da bir 200 milyon dolarla ödeyeceğiz ayrıca.  Çünkü bizim borç çevirme oranımız hep %80 gitmiştir. Devlet 100 TL borç ödemiştir, yerine 80 TL borçlanmıştır. 100 TL borç ödemiştir yerine 80 TL borçlanmıştır. 80 ödeyip yerine 64 TL borçlanmıştır. Böyle böyle Türkiye’nin borcu düştü. 2024 bütçesi şimdi bitti demi mecliste dün. 2024 bütçesinde devlet 100 TL borç ödüyor, 136 TL borçlanıyor.  Benim hazine bakanlığım döneminde her yıl her yıl ödediğimizden daha az borçlandık. Öyle bu ülkenin borcunu düştü. Ve açık ihaleyle dedik ki, “1 milyar dolar bu ay bizim borçlanmaya ihtiyacımız var. Kim bize bu 1 milyar doları daha ucuz getirirse biz ondan borçlanacağız” dedik.  1 milyara karşı 2 milyar gelir, 3 milyar gelir, 5 milyar gelir gelir gelir teklifler...  Bakarız, en ucuzu kim teklif ediyor? 100 kişiden teklif gelse örnek veriyorum, en ucuza teklif eden 20 tanesinden alırız, geri kalanını istemiyoruz arkadaş bizim bu kadar ihtiyacımız deriz göndeririz.  Böyle yürüttük. Ya onun için ben üzülüyorum ya onun için bu ekonomisi bu kadar zayıflamış, sağdan soldan borç istemek zorunda kalan bir ülke Filistinli kardeşlerimizin başı sıkıştığında 30 bin Filistinli kardeşlerimiz öldüğünde bu sorunun çözümü için yeterince etkili olamıyor. Çünkü ekonomik güç uluslararası ilişkilerde etki demek. Bu etkiyi kaybettik ben buna üzülüyorum yani.

Adem Metan: Halanız Hatice Babacan. Türkiye’deki aslında baş örtü mücadelesinin sembol isimlerinden de bir tanesi.

Ali Babacan: 1967 ilk evet.

 Adem Metan:  Aslında siz de mücadelenin içerisinden geliyorsunuz aile olarak.

Ali Babacan: Ben kendi kız kardeşlerimde de yaşadım. Benim ortanca kız kardeşim bir hafta okuldan uzaklaştırıldı. ODTÜ’den ha. 1 hafta. Sonra bir ay uzaklaştırıldı. Sonra bir dönem uzaklaştırıldı. Kayıtlara ne geçtiler biliyor musun?  Ders araç gereçlerine zarar vermek. Uzaklaşma sebebi olarak. ODTÜ üniversite öğrencisi, benim kız kardeşim, başörtülü, ders araç gereçlerine zarar veriyormuş onun için uzaklaştırıldı.  Yani rezalet ya. Bunu biz aile olarak böyle 2 nesil yaşadık. Yani bir babamların, halamların nesli bir de benim ve kardeşlerimin nesli. İnşallah Allah bir daha kimseye yaşatmasın onları.

Adem Metan:  Ali Bey, sizce Türkiye bu problemleri çözebildi mi ya? Çünkü bazen öyle bir görüntü görüyoruz ki hiç sanki biz burada bir arpa boyu yol alamadık dedirten görüntüler de görüyoruz.

Ali Babacan: Niye biliyor musun Âdem Bey şöyle Türkiye’de maalesef dönüşümlü bir zorbalık yaşanıyor.

Adem Metan:  Gerçekten bunu insani olarak soruyorum. Yani şimdi mesela birçok insan Hatice Hanım’ı muhtemelen bilmiyor.

Ali Babacan: Evet, şöyle Hatice Babacan deyince bu sosyal medya o kadar kirli şeyler var ki orada şimdi bir bakın Hatice Babacan deyince benim Hatice Babacan ölmüş bir Yahudi mezarlığında gömülmüş. Yani alçakça utanmadan bunu yapıyorlar yani. Hâlbuki benim halam hayatta. Şu anda Üsküdar’da yaşıyor yani.  “Ölmüş ve Yahudi mezarına gömülmüş” diye. Hele hele yani kendini dindar muhafazakâr diye tanımlayan o camiadan olduğunu iddia eden o camiadanmış gibi yapanların gerçek hayatta, gerçek medyada da sosyal medyada bunları yapması var ya çok üzüyor ya. Yani bu değil yani insanlık da bu değil, Müslümanlık değil, insanlık bile değil bu yani. Dolayısıyla bu var. Biz bunları yaşadık. Ha Türkiye’de tekrar yaşanır mı? Dikkat etmesek yaşanabilir ya. Yani bu iş çözüldü mesela Türkiye’de başörtüsü meselesi çözüldü. Değil, gün gelir, devran döner yeniden bu sorun başlayabilir bu ülkede.  Önemli olan Türkiye’de bu dönüşümlü zorbalık dönemlerinin bitmesi.  Dönüşümlü zorbalık dediğim nedir?  Üste çıkan alttakini eziyor.  Devleti yönetme gücünü elde eden, kendisi gibi düşünenlere alan açıyor, kendisi gibi düşünmeyenlere zulüm yapıyor.  

Şimdi ben arzu ederdim ki 2002’den sonra yani AK Parti iktidarı iş başına geldikten sonra bu dönüşümlü zorbalık dönemi bitsin. Ben arzu ederdim ki, özgürlükse herkes için özgürlük, adaletse herkesin adalet olsun. E şimdi bakıyorum ya bu ülkede Anayasa Mahkemesi bir karar alıyor, Anayasa Mahkemesi diyor ki “bu suçsuzdur” diyor, “hapiste tutulmamalıdır, tahliye edilmelidir” diyor fakat ülkenin Cumhurbaşkanı diyor ki, ‘ben bu görevde olduğum sürece o çıkmaz hapisten’ diyor. Bunlar söylenmiş sözler ama bu çok üzücü şeyler. Ya bu ne demek? Yani gücü eline geçiren, hak, adalet tanımadan istediğini yapabilirim demek.   Onun için ben endişeleniyorum. Yani şu son 20 yıl Türkiye için çok önemli bir fırsattı. Yani o 2002’de başlayan o AK Parti iktidarının o ilk çizgisi o ilk hukuk adalet arayışı, o Avrupa Birliği standartlarından ülkeyi ulaştırma gayreti, rasyonel yönetim ya bu bugüne kadar devam etseydi Türkiye artık bu konularda daha kendini sigorta ettirmiş bir ülke olabilirdi. Artık Türkiye iş başına gelenlerin böyle sevmediklerini hapiste tuttuğu, sevdiklerini ihya ettiği bir ülke değil, fırsat eşitliğinin olduğu, hakkın, adaletin olduğu bir ülke olurdu. Ve gelecek nesillere böyle bir Türkiye’yi biz miras bırakmış oluruz ama olmadı.  Maalesef bahsettiğim bu güç zehirlenmesi, 2014-2015’ten sonraki süreç aşağı yukarı son 10 yıldır Türkiye’de şu mesajı veriyor; sen siyaset yap gücü ele geçir, gücü ele geçirdikten sonra da aklına geleni yap. Düşman diye tanımladıklarını ez. Kendi yanında olanların önünü aç. Onları ihya et. Şimdi ülke yönetmek bu olmamalı ya, devlet yönetmek bu olmamalı. Haksa herkes için hak, adaletse herkes adalet böyle yönetilmeli bu ülke. Onun için bu başörtüsü meselesinde de ben o kadar emin olamıyorum.

Yani hatırlarsanız bu 6’lı masada birkaç kere çıkıp söylemek zorunda kaldık yani. Dedik ki “ya tamam masada şu şu partilerle oturuyoruz, ama bu başörtüsü sorunları bu partilerin geçmişiyle alakalı konulardır. Hâlbuki biz Türkiye’nin yarınlarından mutabık kaldık ve dolayısıyla yarınların Türkiye’sinde böyle bir zorluğun olmayacağını, adeta kefili garantisi biziz” demek zorunda kaldık.  Keşke onu demek zorunda kalmasaydık, keşke yaygın kanaat ya bu sorun bitti artık bu ülke böyle bir sorun yaşamaz olsaydı ama değil. Onun için ülkeyi yönetenlerin elinde çok önemli bir sorumluluk var. Yani sadece kendi dönemleri değil, yarınların Türkiye’si için iyi bir miras, bir adalet mirası, iyi bir hukuk mirası bırakmalılar. Çünkü güven tuğla tuğla inşa ediliyor. Yani bu hak ve adalet konusundaki güven tuğla tuğla inşa ediyorsunuz. Yıkmak çok kolay. Yani şu binayı maksimum 2 haftada yıkarsınız demi? İçinde bulunduğumuz. Ama düzgün bina yapayım deseniz en az 1 yıl sürer yani. Yani dolayısıyla bu tuğla tuğla inşa edilmiş o adalet hak arayışı ile ilgili o güven yıkıldı, o duvar yıkıldı yani. Onun için onu tekrar inşa etmek çok vakit alacak. Yani ülkede ben komünistim, sosyalistim, ben ateistim deistim diyen insanların da özgürce yaşayacağı ama ben muhafazakârım dindarım ve inandığım gibi ibadet ederim. Kimse benim hayat tarzına karışamaz diyen insanların da toplumda beraberce ve aynı güvenle yaşayabilmesi aynı o özgürlük havasını teneffüs edebilmesi çok önemli. Ancak böyle bir Türkiye yarınlar için vatandaşlarına mutluluk üreten, refah üreten bir Türkiye olabilir, yoksa sürekli birilerinin ezildiği birilerinin ihya olduğu ve ezilenlerle ihya olanların da zaman içerisinde yer değiştirdiği bir ülkeden ibaret olur yani. Yazık olur.

Adem Metan:   Şimdi tabii yerel seçimler bütün siyasi partiler için çok önemli ama tabii en çok konuşulan yerler işte İstanbul, Ankara, Bursa büyük şehirler. Üzerinde daha çok işte Balıkesir vesaire. Siz yerel seçimlerde nasıl bir tablo bekliyorsunuz? Mesela İstanbul’da sizce yönetim Sayın İmamoğlu’ndan memnun mu yani? Vatandaş bu yönetimden memnun mu? Bir değiştirme ya da farklı bir partinin adayını destekleyelim, eğilimine giderler mi? Ali Babacan’ın gözünden o şeyi merak ediyorum.

Ali Babacan: Şimdi biz bu sorunun cevabını tabii ki İstanbullulara sormalıyız. İstanbul’da yaşayanlara sormalıyız. Ben Ankaralıyım, Ankara’da yaşıyorum. Mevcut belediyelerinden memnun musunuz ya da memnun olduğunuz konular nedir? Memnun olmadığınız konular nedir? Ama biz DEVA Partisi olarak bir karar aldık. Bu karar da kendi adaylarımızla seçime girmek. Dolayısıyla biz bu seçime girerken bir ittifak içerisinde bir işbirliği içerisinde girmiyoruz.  Dolayısıyla biz bu seçimlerde “biz bu partilerle beraberiz. Bu partilerin de karşısındayız da” demiyoruz. Biz bu seçime girerken adaylarımız kazansın diye giriyoruz. Adaylarımız kazanabilecekleri yerleri kazanacaklar ama kazanamadıkları yerlerde adayımızın olması hangi adaya yaramıştır, hangi adaya azami destek anlamına gelmiştir, o seçimin sonucunda ortaya çıkacak.  Ama bizim böyle bir niyetimiz yok. Yani biz buna kazandıralım, buna kaybettirelim diye bu seçime girmiyoruz. Kendimiz kazanmak için giriyoruz. Kazanacağımız yerlerde kazanacağız. Tabii ki “922 ilçede 81 ilde kazanacağız” öyle bir iddia hiçbir parti de yok ama kazanamadığımız yerlerde de adayımızın olması hangi partinin tabanına ne kadar destek aldı, hangi aday için iyi oldu onu ben bilemiyorum şu anda. Böyle bir hedefimiz de olmayacak. Ben il başkanlarımıza da söyledim, biz hiç kimseyi kazandırmak ya da kaybettirmek için seçime girmiyoruz. Kendimiz kazanmak için bu seçime giriyoruz. Oryantasyonumuz tamamen böyle. Dolayısıyla bu İstanbul için de geçerli, Ankara için de geçerli, diğer iller için de geçerli.

Çünkü unutmayalım ki ittifak Millet İttifakı hukuki formasyon olarak 14 Mayıs seçimlerine kadar idi. Hukuki formasyon olarak ama biz bunun bir ötesinde de seçimi kazandığımızda ülkeyi beraber yönetme iradesini ortaya koymuştuk. Seçimi kazanamayınca Millet İttifakının hukuki yapısı 14 Mayısta sona ermiş oldu aslında. 14 Mayıs seçiminde. Ha daha sonra bir siyasi gönüllü birliktelik olarak devam edebilir miydi belki ama bozan biz olmadık. Hatta bugün aradan seçimden geçmiş 7 ay ben hala 6 imzalı dokümanları size gösteriyorum yani. Bakın biz çünkü imzamızın, sözümüzün arkasındayız. 6’lı masa devam etsin anlamında ben bunu söylemiyorum ama o gün mutabık kaldığımız konular bizim de inandığımız konulardı ve bunun da arkasındayız. Dolayısıyla şu anda bir ittifak söz konusu değil. Ha iş birliği şöyle, belki yerelden işbirliği önerileri gelirse diyelim ki bir ilçeden bizim parti teşkilatımızdan ya acaba bizim ilçede şöyle bir şey yapsak da ama aynı ilin bir başka ilçesinde şöyle bir şey yapsak karşılıklı falan bunlar da dedik ki, eğer olgunlaşan bir şeyler varsa bize söyleyin. Bugüne kadar da topu topu herhalde 45 tane falan böyle konu geldi bize ama yerelde olabilecek o iş birliği modellerinin genel merkezler tarafından onaylanması lazım. Şu anda parti genel merkezlerinde bir işbirliği iklimi yok. Yani bu 6 partiden bahsettiğimizde ana muhalefet partisi başta olmak üzere zamanında yapılmış ittifakın ve iş birliğinin aslında çok da doğru olmadığıyla ilgili rüzgarlar esiyor yani şu.

Adem Metan:   Hatta çok sert..  Şaşırıyor musunuz?

Ali Babacan: Genel ya şöyle bu tabi parti içi çekişme var Cumhuriyet Halk Partisinde biliyorsunuz. Yani parti içi çekişmeyle bir kurultay yaptılar. E parti içi çekişmede de en önemli argümanlardan bir tanesi “14 Mayıs’ta yanlış yaptık. Biz seçime diğerleriyle beraber girmeyecektik.” Bu iddiaya sahip olan tarafta Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde kazandı seçimi. Ama ne yaptılar? Ondan sonra, hemen hemen bir başka partiyle iş birliği arayışına girdiler. O ilk kapılarını çaldıkları partide yok dedi, olmaz dedi. E şimdi yani şunu görmek lazım, genel seçimlerde yerel seçim ayrı bir şey. Şimdi 30 Mart apayrı bir şey.  Biz kendi adaylarımıza giriyoruz apayrı ama genel seçimlerde iş birliği olmayınca hiç kimse %50+ 1’i alamıyor. Bu Cumhuriyet Halk Partisi içinde geçerli AK Parti içinde geçerli Sayın Erdoğan içinde geçerli. Bu gerçeği önce görmek lazım ve dolayısıyla “ittifak yanlıştı, biz tek başına bu işi yapardık” falan diyen kim varsa bunlar hayal hayal görüyor. Tamamen işte hamaset siyaseti diyorum ya bu konuşuyor yani yok altı dolu değil.  Onun için bu yerel seçimlerde iyi bir çalışma yaptık, istişaremiz yaptık, iç istişaremiz yaptık, dış istişaremiz yaptık ve sonuçta karar verdik ve biz DEVA Partisi olarak münferiden ve kendi kimliğimizle kendi adaylarımızla vatandaşlarımızın karşısına çıkacağız. Yani oy pusulalarını açtığında vatandaşlarımız orada DEVA Partisi olacak. Bize güveniyorlarsa adayımıza güveniyorlarsa biz inşallah evet mührüyle desteğimizi alacağız.  Bunu genel seçimlerde yapamadık, ortak listelerle seçime girdik. Bu bizim teşkilatımız üzerinde çok ağır bir travma oluşturdu. Kaç tane eğildi çok güçlü teşkilatımız vardı. Bir tane adayımız bile olmadı. Yani beraber şöyle sahada çalışacakları bir adayımız olmadı.  Ya bizim teşkilatımız pek çok ilde bir başka partinin Genel Başkanı için vatandaştan oy istediler. Yine bir başka partinin milletvekili pusulasında altına evet mührü için destek istediler. Bu yeni kurulmuş bir siyasi parti için çok ağır bir travma yani. Dolayısıyla o artık o dönemi bitirip biz bu seçime kendimiz olarak giriyoruz ve ilk defa bir seçmen tabanı oluşturacağız. Oluşturduğumuz seçmen tabanının üzerine bir kartopu gibi genel seçimlere doğru onu büyüte büyüte büyüte inşallah devam edeceğiz.

Adem Metan: Seçime son günler kala Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Sayın Zafer Partisi Genel Başkanı arasında bir protokol olduğu sonradan ortaya çıktı aslında. En azından bize öyle yansıdı. Siz bu protokolü duyduğunuzda ilk ne hissettiniz ve bu protokolü kabul eder miydiniz seçimi kazanmış olsaydınız?  Yani iddia edilen bakanlıkları, Zafer Partisi yetkililerine teslim eder miydiniz?

Ali Babacan: Aslında mesele şu ki, 2 protokol varmış. Biz bir tanesini biliyorduk. Yani daha uzun olan ve içindeki unsurlarda kamuoyu tarafından da bilinen bir tane protokol olduğunu biliyorduk. İkinci bir protokolün olduğundan haberimiz yoktu. Protokolün içeriğinden de haberimiz yok ve Sayın Kılıçdaroğlu o dönemde yani beni ve diğer genel başkanları hatta günde 1-2 defa da arayarak Ümit Özdağ ile olan müzakereleri bize sürekli aktardı. Ama o sonradan ortaya çıkan Ümit Özdağ’ın bir bakıma afişe ettiği o ikinci protokol bizi üzdü. Çünkü 6’lı masada bizim yaptığımız her şey şeffaf gitti. Hatta bir kaç kere şöyle teklifler geldi ya biz bunu kendi aramızda anlaşsak da “hani imzalasak ama herkes katlayıp cebine koysa bunu duyurmamıza gerek yok.” Başta ben ama diğer arkadaşlardan da bu işe kesinlikle karşı çıkanlar oldu. 6 tane parti. Biz sadece şahıs olarak burada oturmuyoruz ki arkamızda koskoca teşkilatlarımız var bizim, bizi destekleyen insan kitlesi var. Ya biz onların bilmediği bir şeyi burada kendi aramızda nasıl yaparız yani. Hani prensip olarak doğru değil bir, ikincisi 6 parti genel başkanının imzaladığı hiçbir şey gizli kalmaz. Mümkün değil. Kaldı ki bırakın 6’yı 2 kişinin imzaladığı pat diye çıktı ortaya. Yani onun için bu işlerde şeffaflık açıklık çok önemli. Dolayısıyla bu ikinci ve gizli protokol ortaya çıktı ben üzüldüm.  Olmaması gerekiyor.

Adem Metan: Seçimler kazanılsaydı ilgili bakanlıkların verilmesine nasıl bakardınız?

Ali Babacan: Ya şöyle bir sefer mümkün değildi. Niçin mümkün değildi? Çünkü bizim de bir protokolümüz vardı ve 6 imzalı kamuoyuna açık, şeffaf ve hükümet kurulurken, 6 partinin genel başkanının mutabakatıyla kurulacak idi. Dolayısıyla kamuoyuna şeffaf, açık ve 6 genel başkanın imzaladığı bir mutabakat metni var. Bir de öbür tarafta 2 kişi arasında imzalanmış gizli bir metin var. Bunu uygulama günü geldiğinde yani biz 6 imzalı metnin uygulanmasında ısrarcı olurduk ve kamuoyuna açık, şahitli, şahitli 85 milyon şahit, öbür tarafta 2 kişinin imzası yani. Dolayısıyla buradaki bu sağlam protokol asıl geçerli ve uygulanacak protokol olurdu yani. Yani tabii ki sıkıntı olur muydu olurdu. Güven bunalımı çıkar mıydı? Çıkardı. Ama zaten bu güven sorununu vatandaşlarımız bir miktar sezdi.  Yani baştan da söyledim ya sezdiler yani. Bu dedi 6 parti tamam ama dediler yani işte %48 ancak güvendi öyle diyeyim.  Yani %48 güvendi ama en az bir 5 puan 10 puan daha güvenebilirdi biz her şeyi doğru yapsaydık. Yani 48 rahatlıkla 53 olurdu 58 olurdu, rahatlıkla olurdu bu ama olmadı.

Adem Metan: Arkadaşlar yeni yılın ilk programına DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan’la gerçekleştirdik. Umarım izlerken keyif almışsınızdır.  Programda tabii ki katıldığınız katılmadığınız yönler olabilir. Bu zaten hayatın doğasında hayatın akışında olan şeyler. Dolayısıyla ben merak ettiklerimi sordum. Sayın Babacan da aynı içtenlikle kendi düşüncelerini cevap olarak bizlere iletti. Biz de size bir aktarıcı olarak bu sorumluluğu üstlenmiş olduk. Yıllar sonra belki 10 yıl sonra, 20 yıl sonra belki bu röportajlardan önemli tarihe düştüğümüz notlar tekrar karşımıza çıkacak. Önümüzdeki hafta yeni bir konukla karşınızda olmak üzere hoşça kalın.

 

28 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 2. Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni

28 ARALIK
2. Aday Tanıtım Toplantısı


Çok Değerli Genel Merkez Kurul Üyelerimiz,

Kıymetli İl Başkanlarımız,

Belediye başkan adaylarımız,

Teşkilat mensuplarımız,

Saygıdeğer misafirlerimiz,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarından bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Aday tanıtım toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Özellikle, ekran başındaki ve burada, bu salonda bulunan gençleri selamlamak istiyorum.

Çocuk yaştan itibaren, sokakta, okulda baskıyla yaşamak zorunda kalan gençler…

Sabahın karanlığında, güneşi görmeden okula gitmek zorunda kalan gençler…

Günlük ihtiyaçları artık lüks haline gelen, Avrupa’daki yaşıtlarını ekranlardan izlemek zorunda kalan…

Hayatını ağız tadıyla yaşayamayan gençler…

Özellikle gençlere hoş geldiniz diyorum.

Hep ne diyorum:

“Bizler gençlerin yanında değil, arkasından yürüyoruz” diyorum.

Bu iktidar gençlere ne diyor, sizlere ne diyor?

“İş var, ama bu gençler iş beğenmiyor” diyor.

Sevgili arkadaşlarım; beğenmediğiniz ne varsa haklısınız!

Bugünkü hayatınız, çocukken hayal ettiğiniz hayattan farklıysa, hayallerinize benzemiyorsa; elbette beğenmeyeceksiniz.

Bugün, bu ülkede yarınlarınızı göremiyorsanız; elbette beğenmeyeceksiniz.

Beğenmediğiniz ne varsa haklısınız gençler! Biz de beğenmiyoruz.

Genç arkadaşlarıma sesleniyorum:

Bu ülkenin sizlere bir “gençlik” borcu var!

Evet, sizlere bir “gençlik” borcumuz var. Ve bunun gayet iyi farkındayız.

İstediklerinize kavuşamıyorsunuz. Hepsinin farkındayız.

İşte, geçtiğimiz günlerde açıklandı:

2021 ve 2022’de ekonomik kriz ve hayat pahalılığı sebebiyle, tam 728 bin öğrenci üniversiteyi bırakmış.

Türlü hayallerle hazırlanıp, bin bir zorlukla sınavı geçip üniversiteye başlıyorsunuz;

Ardından ekonomik kriz yüzünden okulu bırakmak zorunda kalıyorsunuz.

Hatta bazı aileler eğer oğlu kızı bulunduğu şehirde değil de bir başka şehirde üniversite kazandıysa ve yurt çıkmadıysa çocuklarını üniversiteye kayıt bile ettiremiyorlar.

Yurt yok.

Bu barınma fiyatları ile bu gıda fiyatlarıyla “ben seni oğlum kızım başka bir şehirde okutamam” diyorlar.

Ülkenin gençliği açlığa, yokluğa terk edilir mi ya?

Hepsinin farkındayız.

Bizim hedefimiz, her alanda, ama her alanda Avrupa standartlarını yakalamış bir Türkiye.

Dünyadaki akranlarıyla aynı hayalleri kuran, aynı başarıları kazanabilecek bir gençlik hedefliyoruz.

Çünkü Türkiye, her alanda en iyisini hak ediyor.

Demokraside, temel hak ve özgürlüklerde, hukukun üstünlüğünde Türkiye en iyisini hak ediyor.

Ekonomide, eğitimde, sağlıkta, sanatta; Türkiye en iyisini hak ediyor.

İşte bu yüzden;

81 ilde, yüzlerce ilçede, gecesini gündüzüne katarak çalışan DEVA’lı arkadaşlarım; en çok da siz gençler için çalışıyor, gençlerle birlikte çalışıyor.

*****

Değerli misafirlerimiz, değerli katılımcılar,

DEVA partisinin ülkemizdeki siyasete en önemli katkılarından birisi ne oldu biliyor musunuz?

Sadece 18 yaş üstü değil, her yaştan insanın rahatlıkla izleyebileceği temiz, sakin ve seviyeli siyaset üslubu oldu.

İsmi lazım değil bazı genel başkanlar grup konuşması yaparken kürsüye çıktıklarında televizyon haberlerinde mutlaka bir uyarı sayfası koyulmalı bir uyarı işareti koyulmalı.

Ancak 18 yaş üstü bunu izleyebilir diye.

2001 yılında yola çıkarken, “siyasetin kaybolmuş seviyesine irtifa kazandıracağız” diyenler, bugün siyasetin dilini ahlak ve hukuk zemininden hızla uzaklaştırıyorlar.

İbretle izliyoruz.

Öfke, kin ve hırs dolu sözlerin, siyasette bir hitabet sanatı olduğunu savunanlar; kutuplaşmanın ve toplumsal ayrışmanın daha da derinleşmesine sebep oluyorlar.

Aziz şehitlerimizin manevi hatıratını incitecek sorumsuz beyan ve davranışları üzülerek izliyoruz.

Kutsal kitabımızda, haklarında “ölü” tabirinin bile kullanılmasının uygun görülmediği şehitlerimizin ebediyete uğurlandığı törenleri, kaosa dönüştürmek, siyasi şov alanına çevirmek, istismar siyasetinden başka bir şey değildir arkadaşlar.

Yazık, gerçekten çok yazık.

Bu vesileyle şunu da vurgulamak istiyorum ki;

Terörün ve şiddetin karşısında milletçe tek vücut olmamız gerekiyor.

Komşularımız ve müttefiklerimiz şunu anlamalı:

Mesele bu ülkenin egemenliğiyse, mesele bu ülkenin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüyse;

Türkiye Cumhuriyeti, devletiyle, milletiyle bir olur; gereken her türlü mücadeleyi verir.

Ancak bu millet hem teröre “dur” demesini bilir, hem de şehit cenazelerini istismar edenlere” dur” demesini bilir.

Geçtiğimiz hafta Irak’ta şehit olan askerlerimizi tekrar rahmetle anıyorum.

Yaralı askerlerimize de Allah’tan acil şifalar diliyorum.

*****

Dostlarım, arkadaşlarım…

Her sokağa çıkışımızda, farklı siyasi görüşlerden, farklı sosyokültürel çevrelerden gelen yüzlerce vatandaşımız dinliyoruz.

Ne zaman çarşıya pazara şöyle adımımızı atsak ki Ankara’da bunu hemen hemen her hafta yapıyoruz.

Sokak sokak gezerken, esnafımızın derdini dinlerken, bir şey dikkatimizi çekiyor.

Bakın, bu dikkatimizi çeken şey ne?

Bizim yanımıza gelen, önümüzü kesen ya da selam verdiğimiz hiç kimse
“Siz iktidara gelirseniz, çalarsınız çırparsınız” demiyor.

Hiç kimse, bize “İhaleleri arkadaşlarınıza, eşinize dostunuza verirsiniz” demiyor.

Hiç kimse, “Benim hayat tarzıma, kılığıma kıyafetime karışırsınız” demiyor.

Biz, çok şükür, bu güveni insanlarımıza verdik ve DEVA kadroları olarak bu güveni vermeye devam ediyoruz.

Fakat yeter mi? Yetmez.

Daha fazlasını yapmalıyız.

Değerli arkadaşlarım, işte görüyoruz:

Otoriter rejimler var ya, Avrupa’nın, dünyamızın dört bir yanını sarmış durumda.

Bu otoriter anlayış, bu “ben dedim olsun, ben hukuk tanımam anayasa tanımam” anlayışı maalesef sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil.

Dünyanın pek çok bölgesinde şu anda var olan bir gerçek.

Hamaset, bu kafatası milliyetçiliği günden güne dünyada ivme kazanıyor.

Şöyle bir meclise bakın… Aşırılıkta, ayrımcılıkta, kutuplaştırmada yarışan yarışana…

Seçimde aradığını bulamayan da gidiyor hamaset yapıyor, seçimi kazanan zaten hamaset üstüne bir siyaset üretmiş durumda.

E dolayısıyla koskoca TBMM fikrin değil hamasetin üretildiği bir kurum haline geliyor.

Ama arkadaşlar hiç endişeniz olmasın biz buradayız.

Biz, insanlarımız böylesi bir hamaset siyasetine, bu türden bir kolaycılığa, hapsedilmesin diye buradayız.

Geçtiğimiz günlerde, aday tanıtım toplantılarımızın ilkinde söylemiştik.

“Buradan kurtulmak bize düştü” demiştik.

Hatırlıyorsanız Güney Amerika'da düşen bir uçaktan bahsetmiştim. Ve o uçağın arama çalışmasından vazgeçildiğini kazazedeler tarafından radyodan dinlenildiğini öğrenildiğinden bahsetmiştim.

Ondan sonra dönüp ya “bu iyi haber bundan sonra arama kurtarma faaliyetlerinden vazgeçmişler. Dolayısıyla iş bize düştü” diye gayrete başladıklarından bahsetmiştim.

İşte şu anda bizim üzerimize düşen bu. DEVA Partisi olarak üzerimize düşen bu, millet olarak üzerimize düşen bu.

Öyle gelip de birilerinin bizi kurtarmasını bekleyemeyiz. Birilerinin gelip de bu yerle bir edilmiş hukuk sisteminin anayasal sistemini birilerinin gelip düzeltmesini bekleyemeyiz.

Eğer sen beklersen ben beklersem onlar beklerse bu ülke hiçbir yere gitmez.
Kolaya kaçmak yok.

Sosyal medyada alınacak üç fazla tık adına;

Birkaç haber bülteninde birkaç dakika fazla görünmek adına;

Kimse bizim ağzımızdan inanmadığımız tek bir söz duymaz.

Bizim tiyatro sanatına saygımız sonsuz ancak siyaseti sadece bir tiyatrodan ibaret görenler var…

Bizim alnımız ak başımız dik çok şükür.

O seçimlerde milleti aldatanlar utansın. Aldatarak seçimi kazananlar helalinden kazanmayanlar utansın.

Niye dik duracağız biliyor musunuz arkadaşlar çünkü biz dünyada rüzgâr nereden eserse essin, siyasette moda ne olursa olsun biz, kafatasçı bir zihniyetin, otoriter bir anlayışın bu ülkeye yaptıklarını, bu ülkenin insanına çektirdiklerini hiç unutmadık.

Dini inancı yüzünden yuhalanan vekilleri de unutmadık;

Meclis çıkışı gözaltına alınan vekilleri de unutmadık.

28 Şubat’ta, devlet eliyle adliye koridorlarında yapılan zulümleri de unutmadık;

İşkencehaneye çevrilen karakollardaki zulümleri de unutmadık.

Kısacası:

Nereden geldiğimizi, nasıl bir ülkede yaşamak isteyeceğimizi unutmayacağız.

Geldikleri yeri unutanların, gittikleri yol ortada.

İşte mevcut iktidar.

Neredeeen nereye değil mi?

Kim derdi ki; bir zamanların 28 Şubat zihniyetinin zulmettikleri, o baskı ve zulüm ortam içindekiler kendileri iktidar gücünü ele geçirdiklerinde başkalarına baskı yapacaklar başkalarına zulüm yapacaklar.

Neredeeen nereye.

Kimlerle iş tuttuklarını görüyoruz şu an.

Sayın Erdoğan bir yanına almış Bahçeli’yi bir yanına almış Perinçek’i yarınların Türkiye’sini oralarda görüyor.

O kafalarda görüyor o zihniyetlerde görüyor.

Halbuki bunlar o geçmişin Türkiye’sinin karanlık günlerinin temsilcileri olan isimler.

Bir okula, zamanının ünlü işkencecilerinden birinin adını vermeye kadar işi götürdüler.

Meclis kayıtlarında tutanaklarında sabit.

İşkenceci olduğu tescillenmiş.

Bir okula ismini veriyorlar, körpecik çocuklara rol model olarak gösteriyorlar.

Şu kafaya bakın.

İşte arkadaşlar kolunuzu bir kere kaptırırsanız bundan kaçış yok.

Seçimlere zaten böyle bir ittifakla girmediler mi? Böyle bir otoriter kafayla girmediler mi?

Faili meçhullerin, 28 Şubatların, baskının, ayrımcılığın ittifakını kurmadılar mı?

İşte gerisi de çorap söküğü gibi geliyor.

Tek bir taviz arkasından neleri getiriyor görüyoruz.

Bu büyük ve güzel ülke, Anayasa Mahkemesi’nin açık kararlarının uygulanmadığı, ihlal edildiği bir ülke haline geldi.

Bu büyük ve güzel ülke, bir kişinin inadı yüzünden, insanların haksız yere hapishanelerde ömür tükettiği bir ülke haline geldi.

İşte 30 Aralık geliyor.

Bu büyük ve güzel ülke, Sinan Ateş’lerin hukuk cinayetlerine kurban gittiği, insanların hesap sormaktan korktuğu bir ülke haline geldi.

Gerçekten içimiz yanıyor arkadaşlar.

Bu ülke buna layık değil. Gerçekten çok yazık.

Bu büyük ve güzel ülkeye, bu ülkenin insanlarına çok yazık.

Türkiye böyle kötü yönetilmeyi hak etmiyor!

İşte tam da bu noktada bizlere çok büyük işler düşüyor.

DEVA Partililer olarak biz, sapasağlam ve dimdik şekilde tam demokrasi hedefimizden şaşmadan yürümeye devam etmek zorundayız.

Biz doğru yerde duruyoruz.

Ancak bizim üzerimize düşen durduğumuz bu doğru yeri vatandaşlarımıza daha iyi anlatmak daha sık anlatmak, daha çok anlatmak.

Biz hukuk ve adalet hedefimizden şaşmadan yürümeye devam edeceğiz.

Ne demişti büyük şairimiz Mehmet Akif:

“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;

Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz."

Hep beraber yürüyeceğiz inşallah hep beraber.

Biz bu ülkenin yarınları ile ilgili Türkiye hedefimizden Türkiye hayalimizden emin miyiz?

Biz önce insan önce hak, adalet, özgürlük duruşumuzdan emin miyiz?

Biz ekonomimize fırsat eşitliği, şeffaflık, sosyal adalet duruşumuzdan emin miyiz?

Dolayısıyla bu durduğumuz sağlam noktayı çıkacağız kapı kapı herkese çok daha iyi anlatacağız, daha sık anlatacağız.

Yapacağımız bu arkadaşlar.

*****

Değerli kardeşlerim,

Seçimden bu yana yeni bir ekonomi yönetimi var, biliyorsunuz.

Tabi işin başında Sayın Erdoğan var. Yeni ekonomi yönetiminin başında da Demokles’in kılıcı gibi o imza kaleminin ucu sallanıyor.

Bir gece ansızın bakarsınız bu ekonomi yönetimi gitmiş bambaşka insanlar gelmiş.

Teşkilatımızın ve adaylarımızın dikkatini çekiyorum:

Sokağa çıktığınızda insanlara bir sorun.

“Ben çok rahat geçiniyorum, keyfim yerinde” diyen var mı?

Bırakın o 7 bin 500 lira emekli maaşı ile geçinmeye çalışanları bırakın işsiz gençleri bakın çalışan işsiz kalmayan maaşına az da olsa zam alabilen nispeten şanslı olan insanlardan bahsediyorum…

Şimdi artmış haliyle ocağın sonunda 17 bin lira asgari ücret alacak vatandaşlarımızdan bahsediyorum.

Rahat geçiniyorum diyen var mı?

Döviz borcu olmayanlardan, büyük kira yükü altında ezilmeyen, iş güç sahibi olan insanlardan bahsediyorum dikkat edin.

Onlar arasında bile rahat geçiniyorum diyen var mı?

Yahu, insanlar tatillerden falan vazgeçti, kahvesinden, ekmeğinden yemeğinden kıstı. Eve daha az misafir çağırmaya başladı insanlar.

İşte dün uzun müzakerelerden sonra, değerlendirmelerden sonra asgari ücret açıklandı.

17.000 TL net.

Bu maaş, bu asgari ücret insanların eline ne zaman geçecek?

Ocak sonunda geçecek.

Bakın, Kasım ayı için, bekar, tek bir işçinin aylık asgari gideri Türk-İş’e göre 18.239 TL.

Bu hangi ayın rakamı? Kasım ayının rakamı.

Şimdi aralık sonunda açıklanacak, bu rakam artacak değil mi? Ocak için de yeni bir rakam açıklanacak. Yani Aralık'ta artacak, Ocak'ta daha da artacak. Ama ocak sonunda bir asgari ücretli işçinin eline geçen rakam 17 bin lira olarak artık sabitlenmiş durumda.

2 lira tabii çok önemli. Onu atlarsak yanlış olur. Çünkü iki liranın satın alma gücü malum

Ya biz bu ülkede tekrar kuruşu kıymetli hale getirmiştik. Bırakın lirayı ya. O altı sıfır attığımız dönemlerde bir kampanya başlatmıştık.

“Yere düşen bir kuruşu alalım çünkü artık kuruşun değeri var bu ülkede” demiştik.

Hatırlarsınız Merkez Bankası'nın kampanyalarını. Enflasyonla mücadele çerçevesinde paranın kıymetini bilelim. Ve kendi yerli milli paramızı değerli kılalım diye o kuruş kampanyasını başlatmıştık.

Şimdi bazen değersizse öyle, bazılar da bakıyor, üzerinde yazandan metal değeri daha fazla topluyorlar piyasadan metal olarak eritiyorlar, üzerinde yazandan daha fazla ediyor.

Eğer demir paraysa, kâğıt paraysa zaten hala var.

Ve değerli arkadaşlar bakın, ocak sonu geldiğinde vatandaşlarımızın eline 17 bin lira asgari ücret geçtiğinde bekar tek bir kişinin aylık ihtiyacı 19 bin liraya zaten geçmiş olacak.

Ocak sonunda dakika bir gol bir.

17 bin lira asgari ücret, 19 bin lira tek bir kişinin asgari aylık ihtiyacı.

Kim söylüyor bunu? Türk-İŞ söylüyor. Milyonlarca çalışanı temsil eden kuruluş söylüyor.

Oysa asgari ücret Türk lirası olarak aynen yerinde saymaya devam edecek.

Ne dediler?

“Yıl ortasında öyle artış martış da yok” dediler.

“Yıl sonuna kadar idare etsin herkes” dediler.

Buna gerçi sendikalar şart düştü ama bunu hükümet istemiyor. O belli.

Bu ne demek?

Ocak ayında 17 bin lira olan asgari ücret aralık sonuna kadar 17 bin lira olmaya devam edecek.

Hükümetin iktidarını istediği bu.

Açıkladı da bu değil mi?

Ülkenin cumhurbaşkanı çıktı “yıl ortasında artısı falan yok” dedi.

Peki, aynı ülkenin aynı iktidarı demiyor mu?

“2024 yılında yüzde 36 enflasyon olacak” diye.

Merkez Bankası'nın açıkladığı ve TÜİK'in makyajlanmış enflasyonuna göre hesap edilen hedef, rakam yüzde 36 değil mi?

Bu ne demek?

Şu anda ülkenin iktidarı asgari ücret alan bütün işçilerin ve sabit Türk lirası cinsinden maaşı olan herkesin 2024 yılının sonu geldiğinde yüzde 36 fakirleşeceğinin ilanı değil mi bu.

Hesap basit.

Maaş yıl sonuna kadar sabit.

Fiyatlar yüzde 36 artacak.

Ne demek?

Her ay her ay her ay daha fakirleşeceksiniz.

“Öyle temmuz ayı geldiğinde de ben dinlemem anlamam” demek.

Her Allah'ın günü satın alma gücü gücü düşecek bu ülkede.

İşte OECD’in araştırma sonuçları ya.

Gençlerden bahsettik ya. Türkiye'de her 100 öğrenciden yaklaşık 20’si, haftada en az 1 gün 2, 3 gün, 5 gün olanlar da var. Parası olmadığı için yemek yiyemiyor bu ülkede.

Yani 100 öğrencimizden 20’si, haftada en az 1 gün okulda aç derslere giriyor.

PISA testi sonuçları da ortada. Bütün OECD ülkeler içerisinde başarı seviyesi en düşük olan ülkelerden birisi biziz.

Ya siz çocukların en temel ihtiyacını, beslenme ihtiyacını artık karşılayamayan bir ülke haline getirdiniz bu Türkiye'yi.

Gerçekten bu işleri hiç yapmasak, hiç bilmiyor olsak deriz ki ya ne yapalım çalışıyorlar ama bu kadar oluyor.

Dış güçler var, bilmem şu var, bu var falan filan diye belki biz de kanabiliriz.

Ama bu ülkenin tam 11 yıl ekonomisinin başında olan bir arkadaşınız olarak söylüyorum ki bu ülkenin ekonomisinin içine düştüğü durumun tek bir sebebi var.

O da tek bir kişi.

Akıl dışı, bilim dışı bir tezi dayatan ve bu ülkeye kur korumalı mevduat gibi bataklık politikaları empoze eden tek bir kişi.

İnanın başka bir şey değil.

Çünkü tek sorumlu. Öyle istedi. “Tek imzayla her şeyi yapabilmeliyim” dedi.

E millet “hadi yap bakalım” dedi. “Görelim” dedi. Ne oldu?

34 yıl sonra tek haneye indirdiğimiz ve yıllarca tek hanede tuttuğumuz enflasyonu patlattı.

Döviz kurunu patlattı. Ve üstelik yeni ekonomi yönetimi bunu itiraf ettiği için söylüyorum.

Ne yaptı seçimden önce?

Dolar kurunu 18 lirada 19 lirada tuttu.

Seçimden sonra 28 lira 29 liraya patlattı.

Ben şimdi size soruyorum; Seçimden önce insanlara dolar kurunu 18 lira gösterip seçimden sonra 28 liraya patlatmak halkı aldatmak değil mi?

Seçimlerden önce mazotu çiftçimize 20 lira gösterip seçimlerden sonra 40 liraya patlatmak bu halkı aldatmak değil mi ya?

Seçimlerden önce faiz ben olduğum sürece inecek, daha da inecek deyip, Merkez Bankası'na faizi 8,5’a indirip seçimden sonra yüzde 42,5 faizi yükseltmek halkı aldatmak değil mi?

Onun için hep diyorum arkadaşlar kazandı ama helalinden kazanmadı.

Çünkü aldattı.

Millete binlerce kişinin katıldığı miting meydanlarında montaj videolar izletti ya.

Montaj olduğu ortaya çıkınca da ne dedi?

“Ama montaj ama şu ama bu.” Böyle bir şey var mı ya?

Bizim inancımızda ne aldanan olacaksın ne de aldatan olacaksın.

Böyle bir şey yok.

Sayın Erdoğan'ın lügatinda var mı böyle bir şey ya?

En azından bizim eskiden beraber çalıştığımız Sayın Erdoğan'ın lügatında biz böyle bir şeyin olmadığını bilirdik.

Ama baktık ki bu güç zehirliyor. Mutlak güç mutlaka zehirliyor. Mutlaka yozlaştırıyor.

Onun için biz bu sisteme “hayır” dedik. Onun için bu “Türk Tipi Başkanlık” dedikleri sisteme onun için biz zamanında “hayır” dedik.

Değerli arkadaşlarım buradan hep birlikte tarihe bir not düşmek istiyorum;

İleride içinde bulunduğumuz bugünler anlatılırken birileri bu kaydı görsün, izlesin, duysun istiyorum. Çünkü eğer bugünlerin tarihini Sayın Erdoğan'ın kitap yazdırdığı kişilere bırakırsak gelecek nesiller “aa Türkiye o günlerde ne güzelmiş” diyecekler.

“Hiç kimsenin hiçbir sıkıntısı yokmuş” diyecekler.

“Her şey güllük gülistanlıkmış” diyecekler.

Durmadan kitap yazılıyor ya.

Şimdi ben sizden değerli arkadaşlar bir kez daha bir şahitlik istiyorum.

Şahitlik yapın ki ülkenin içinde bulunulduğu bu durum tarih kayıtlarına girsin, dijital kayıtlara girsin, bugünün tarihi yazıldığında insanlar gerçekleri bilsin.

Gerçeklerden sadece şu anda bu ülkede yaşayanlar değil, yarınların da haberi olsun.

2023 yılı Türkiye'sinde Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olduğu Türkiye'de insanların bir kilo peynir almakta zorlandığı bir dönem yaşıyoruz.

Şahit misiniz?

2023 yılı Türkiye'sinde, “yerli ve milli” kelimeleri dilinden düşünmeyen bir iktidar, böyle bir iktidar iş başındayken, her işin başında “yerli milli” diyen bir iktidar iş başındayken vatandaşlarımızın yerli sebze meyveyi taneyle alabildiği bir dönem yaşıyoruz.

Şahit misiniz?

2023 yılı Türkiye'sinde, Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladığımız bir tarihte üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede, insanlar balık yemeye hasret kaldılar.

Şahit misiniz?

“Doğal gaz rezervi bulduk. Artık doğal gazı bedava dağıtacağız. Her şey ucuzlayacak. Geleceğimiz garanti altında” diye seçime gidenlerin ki onlar da duysun bunu,

2023 Türkiye’sinde, kış gelince, hava soğuyunca, yağmur yağınca insanlar havaya bakıp “berekettir” diye sevinemediği günleri yaşıyoruz.

Çünkü havanın soğuduğunu, yağmuru görenler hemen ay sonundaki doğal gaz faturasını düşünüyor.

Şahit misiniz?

Bakın bunların hepsi kayda geçiyor.

Niye?

İleride tarihçiler bugünleri yazsın diye.

Hukukun olmadığı, adaletin olmadığı, otoriterliğin olduğu, baskının olduğu bir ülkede ekonominin nasıl kötüye gidebildiğini, insanların nasıl yoksullaştığını, yoksulluğun nasıl yaygınlaşıp ve derinleştiğini hem gelecek nesiller bilsin hem de tarih kayıtlarına geçsin diye ben bu konulardaki şahitliğinizi istedim.

*****

Değerli arkadaşlarım, kardeşlerim, 2023 yılı için gerçekten çok hayalimiz vardı.

Önce 6 Şubat'la tarihimizin en acı sabahlarından birine uyandık.

Herkes bir akrabasını, bir sevdiğini, bir arkadaşını kaybetti.

Çok zordu. Hala da zor.

Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor.

2023 hayallerimiz depremle sarsıldı ama mücadelemiz bitmedi.

Yeni bir yıla da şu anda girmek üzereyiz. Ancak halkımızda, toplumda yaygın bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı var.

Çünkü beraber kurduğumuz hayallerimiz gerçekleşmedi.

Kerhen istemeden iktidara oy vermiş vatandaşlarımız da bizlere destek verenler de çok hayaller kurmuştu.

Olmadı.

Mayıs seçimleri öncesinde güler yüzleriyle birbirlerine kalpler gönderen vatandaşlarımızın yüzünde maalesef şimdi derin bir sükûnet hâkim.

Mecburen “ya daha kötüsü olursa” diye korkup iktidara oy veren ve sonuçtan mutsuz olan vatandaşlarımızın da yüzünde bakıyoruz gülümsemeden eser yok.

Onlar da gördüler ki, seçimden bu ayağına tam 7 ay geçti ama ülkede pek çok şey kötüye gitmeye devam ediyor.

Farkındayım. Hepimiz farkındayız.

İnsanlar inandılar. Bir ideale, güzel bir ülke idealine inandılar.

Ve hayal kırıklığına uğradılar.

Ve haklılar.

Kadınlar, üzgünler ve haklılar;

Sokaklar kadınlar için daha emniyetli olacaktı.

Kadına şiddete karşı ciddi bir çalışma başlayacaktı.

Olmadı.

Öğrenciler, üzgünler ve haklılar;

Aldıkları KYK burslarıyla, KYK kredileriyle geçinebilecekleri bir ülkede yaşayacaklardı.

“Çıkar telefonunu göster” diyen zihniyete teslim olmayacaklar, en iyi telefonları en güzel bilgisayarları çağın gereği olarak kolayca alabileceklerdi.

Yediklerine, giydiklerine kimsenin karışmayacağı bir ülke olacaktı Türkiye.

Olmadı.

Çalışanlarımız, işçilerimiz, memurlarımız aynı işi yapan Avrupalı akranları gibi daha kolay bir araba, daha kolay bir ev alabileceklerdi.

Olmadı.

En azından kiralarını ödeyebilecekleri müreffeh bir ülke onların da hayaliydi.

7 Şubat sabahı, arkadaşlarıyla kahvaltı yapmak için sözleşen Antakyalı bir genç içinde zordu bu sene, Gazze'de yavrularını toprağa veren bir baba için de zordu.

Söylemekte beis yok değerli arkadaşlar; 2023 üstesinden gelmesi zor bir yıl oldu.

Ben de her yurttaşımız gibi 2023 yılındaki olumsuzluklardan nasibimi aldım ve bugün yol arkadaşlarını, en sevdiklerini, annesini babasını kaybetmiş bir arkadaşınız, bir dostunuz, bir kardeşiniz olarak karşınızdayım…

Fakat;

İnsanları enkaz altında kalanları kurtarmak için çaba gösteren gençleri, kadınları, yaşlıları da hatırlamamız gerekiyor.

Yurdun dört bir yanından, su şişelerini, yiyecekleri, montları, battaniyeleri kolilere yerleştiren;

Futbolcusundan öğrencisine, oyuncusundan bekçisine, yardım için sıraya girenleri hatırlamamız gerekiyor.

Deprem bölgesine akın eden sivil-polis-asker gönüllüleri, madencilerimizi hatırlamamız gerekiyor.

Gecesini gündüzüne katan sağlık çalışanlarımızı;

Kovulma pahasına işini gücünü bırakıp insanlara erzak taşıyan motokuryeleri;

Kazanlarını kepçelerini alıp insanlara yemek vermek için yollara düşen aşçılarımızı hatırlamamız gerekiyor.

Onları unutmadık değil mi? (…)

Çünkü arkadaşlar biz, zor günde nasıl toplum olarak birbirimize kenetlendiğimizi işte o 6 Şubat depremlerinde gayet iyi gösterdik.

Sınavdan kalan iktidardakiler oldu.

Harekete geçemeyen, kilitlenen, ilk 48 saat ilk 72 saat hiçbir şey yapmadan sadece olanı izlemek durumunda olan iktidar oldu.

Vatandaşlarımız depremin ilk dakikalarından itibaren harekete geçtiler. Beklemediler onu bunu.

Biz, değerli arkadaşlarım;

Biz, hiçbir duygu barındırmayan çehreleriyle, insanlar enkaz altındayken kameraya kin kusanlardan ibaret değiliz.

Bu ülke böyle bir ülke değil.

Bunu hatırlatmak istiyorum.

O halde değerli dostlarım

Üzülmesi, darılması, pişman olması gerekenler bizler değiliz.

Bizler, ülkemizin bir olan, beraber olan, birbirine destek veren insanları olarak;

Buradayız, burada olmaya da devam edeceğiz!

Onlara inat, buradayız!

Bizim varlığımızdan o kadar rahatsız oluyorlar ki. Bildiğiniz gibi değil.

14 Mayıs seçim akşamı, seçim sonuçları açıklandı. İstanbul'da Kısılık'taki evinin önünden doğaçlama bir konuşma yaptı değil mi?

Ne dedi Sayın Erdoğan?

Daha ikinci, üçüncü dakikada “Babacan” dedi, “DEVA” dedi.

Geldi Ankara'ya.

Konuşmasının ilk birkaç dakikasında “Babacan” dedi, “DEVA” dedi.

Çünkü niye?

Bizim bu sağlam duruşumuz var ya, bizim bu ilkeli duruşumuz var ya, bizim bu boyun eğemememiz var ya, öyle rahatsız ediyor ki. O kadar rahatsız ediyor ki.

Çünkü biz arkadaşlar, biz arkadaşlar o etrafındakilerin çoğu gibi korkuyla, tehditle sindirdiklerinden de değiliz, gayrimeşru, gayri ahlaki bir şekilde nemalandırdıklarından da değiliz.

Ve biliyor ki ve biliyor ki biz ne tehdide boyun eğeriz ne de menfaatle cebrediliriz.

Gayet iyi biliyor.

Onun için çok rahatsız.

Ya mecliste 600 milletvekili var, kafayı bizim 15 milletvekilimize takıyor.

Niye?

Çünkü onların varlığı var ya isterse 200 tane, 300 tane milletvekili olsun bizim arkadaşlarımızın o 15 arkadaşımızın meclisteki dik duruşu var ya, işte o dik duruş onu çok rahatsız ediyor.

Çünkü herkesin biat etmesini istiyor.

Çünkü herkesin biat ettiği bir ülkede kafasına eseni daha rahat yapabileceğini düşünüyor.

Bizde böyle bir şey yok.

Çok şükür. Biz Allah'tan başka hiç kimsenin önünde eğilmeyiz.

Ve biz, hesap günü geldiğinde ne kadar çok para kazandığından hesap sorulmayacağını, kazanılan paranın helal olup olmadığından sorgu sualin geleceğini bildiğimiz için rahatsız.

Onlar korksunlar.

Değerli arkadaşlarım;

Biz kendimizden emin olalım. Bu yolda emin adımlarla yürüyelim. İnşallah bu duruşumuz her geçen yıl her geçen ay bırakın her geçen saat daha çok vatandaşımızın dikkatini çekecektir.

Bugüne kadar belki dönüp bize bakmayanlar var.

“DEVA Partisi ne söylüyor” diye belki dinlemeyenler var. Ama duruşumuzu bozmadan sapasağlam yürüdüğümüz sürece daha çok vatandaşımız dönüp bize bakmaya başlayacak.

“Ya bu insanlar bir şeyler söylüyor. Bir dinleyelim hele” diyecekler.

Dinlediklerinde görecekler ki, hep biz hakkı konuşuyoruz. Adaleti konuşuyoruz. Doğru noktada duruyoruz.

Dolayısıyla biz günlük rüzgarlardan asla etkilenmeden “bugün politikada bu modaymış benden bu modaya uyayım” demeden ilkelerimizi, değerlerimizi sapasağlam yerinde tutup her geçen saat, her geçen gün, her geçen ay, her geçen yıl çok daha geniş bir kitleyle inşallah bu yola devam edeceğiz.

*****

Değerli yol arkadaşlarım, Aralığın ilk haftasında yerel seçimler için ilk grup belediye başkan adayımızı açıklamıştık.

Bugün de ikinci grup belediye başkan adaylarımızı açıklıyoruz.

Bizim iddiamız şu:

Bizim her bir adayımız mevcut belediye başkanından da diğer adaylardan da bu işi belediyeciliği çok daha iyi yapacak bilgi ve beceriye sahip.

Adaylarımız buradalar.

Ben her birisinin gözünde, kalbinde bu özgüvenin olduğunu biliyorum.

Çünkü adaylarımızın bir kısmı bizim teşkilatımızdan yıllarca beraber çalıştığımız arkadaşlar.

Bir kısım belki daha son dönemlerde tanıştığımız arkadaşlar, ama ben her birine sorduğumda “ya sen mevcut başkandan çok daha iyi yapar mısın bu işi?” Dediğimde bir saniye bile tereddüt etmeden “tabii, tabii ki yaparım” diyen arkadaşlarımız.

İşte bizim iddiamız ne arkadaşlar?

Biz, bir, etkin yönetiriz, iyi yönetiriz. İki, temiz yönetiriz.

Ve bizden başka, bu konularda iddialarını böyle detaylı olarak yazılı çizili hale getiren bir başka partide yok.

Çünkü biz siyasetin çok ciddi bir işi olduğuna inanıyoruz.

Bu ülkeyi yönetme iddiasının çok ciddi bir olduğunu biliyoruz.

Partimizin kuruluşundan hemen sonra, Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı’mızı açıkladık. Sayfalar dolusu madde madde madde yerinden yönetim anlayışımızı ortaya koyduk.

Arkasından genel seçimlerdeki sonuçtan sonra, genel seçimlerde merkezi hükümette bugün için yapacağımız şeylerin sınırlı olduğunu bildiğimiz için ne yaptık? Böyle bir özet dokümanla DEVA Belediyeciliğinden ne anladığımızı madde madde bir özet haline getirdik.

Tüm Türkiye için.

Şimdi her adayımız ne yapıyor? Buradan kendi iliyle, ilçesiyle, Büyükşehir'le ilgili konuları tarıyor. O il ve ilçede hangi sorun ön plandaysa, hangi konular acil çözüm bekliyorsa ona uygun kendi yerel mesajlarını oluşturuyor.

Bununla da kalmadık. Şu anda bu salondaki olan adaylarımızın hepsi ne yaptılar?

DEVA belediyeciliği, etik kurallar bildirgesine imza attılar, öyle bir salona girdiler.

Yani bizim belediye başkanlarımız, seçildiklerinde göreve başladıklarında burada yazan her bir etik ilkeye imza atıp adayımız oldular.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk arkadaşlar.

Daha önce örneği yok.

Ya kimsenin aklına gelmemiş bu dedim. Arkadaşlara sordum, biraz araştırın ya dedim. Herhalde biz ilk olamayız dedim. Ama ilk. Olmamış.

Çünkü niye?

Bu ülkede belediye deyince insanların kafasında ilk çağrışım yapan kelime rant.

Belediye seçimlerini bir rant kapma yarışı olarak görüyorlar.

Bir rant paylaşım yarışı olarak görüyorlar.

Belediyecilik arkadaşlar bir rant kapma, rant paylaşma yarışı değildir. Belediyecilik hizmet yarışıdır.

Ve bu hizmeti temiz bir şekilde yapmanın yarışıdır.

İşte biz bu inançla, bu ilkeyle yola çıktık.

Ve inşallah arkadaşlar göreceğiz ki, bizim başkanlarımız örnek belediyecilik nedir? Tüm Türkiye'ye gösterecekler.

Bakın bunu yaşadık ya.

Birkaç defa anlattım ama çok hızlı yine özetleyeyim.

Depremde yaşadık.

Deprem oldu. Ben depremin üçüncü günü Hatay'daydım. Daha sonra İslâhiye, Nurdağı, Kahramanmaraş, Malatya ilk bir haftada depremden en çok etkilenen bölgelere bizzat gittim.

Baktım bizim İslahiye’de o zaman Ertuğrul Bey il başkanımız, gayet güzel bir depo oluşturmuş. Tırlar depoya iniyor. Küçük araçlarla yardım dağıtılıyor.

Kahramanmaraş'taydım. İrfan Bey burada. O zaman il başkanımız, Maraş'ın dışında bir depo tutmuş. Tırlar iniyor. Küçük araçlarla köylere dağıtılıyor.

Malatya'daydım. Baktım bizim o günkü il başkanımız Onur Bey, Sinan Bey el ele vermişler 2 bin metrekarelik bir depo tutmuşlar organize sanayi bölgesinde, tırlar iniyor tüm Türkiye'ye dağıtılıyor.

Fakat dediler ki; “ya bizim tırların bir tanesi yanlışlıkla ismini söylemeyeyim. Bir başka kamu kurumunun deposuna inmiş, yanlış adrese gitmiş. Orada onlar öyle kalır haftalarca kimseye o yardım ulaşmaz” diye de arkadaşlarımız baktım üzülüyordu yani.

Bir kere indi ya.

Yürümüyor çünkü sistem yürümüyor. Olmadı.

Ben bunu şunun için örnek veriyorum, Demek ki bizim teşkilatımız iş başa düştüğünde, görev verildiğinde ya da “ben kimsenin görev vermesini beklemem, bu yapılacaktır. Ben bunu zaten yapmalıyım” dediğinde yapamayacağı hiçbir şey yok.

Bütün il başkanlarımız için bu geçerlidir. Bütün ilçe başkanlarımız ve bütün teşkilatımız için geçerlidir.

Onun için biz inşallah belediye başkanlarımız görevini teslim aldığı anda o dürüst çalışma, çok çalışma, iş bilme nasıl hızlı sonuç getiriyor bunu bütün Türkiye'ye göstereceğiz.

Ve değerli arkadaşlar tabii ki; yerel seçimler belediye yönetimlerini kazanmak için yapılan seçimler ama bu yerel seçimlerin bir özelliği daha var. O da yerel seçimler hükümete bir uyarıdır.

Genel seçimler oldu, 7 ay geçti. Seçimlere kadar bir 3 ay daha geçecek. Etti mi 10 ay?

Yani hükümetin ilk on ayki icraatından memnun musunuz değil misiniz?

Bunun da bir mesajı olacak bu yerel seçimler.

Dolayısıyla bu yerel seçimler, vatandaşlarımıza, hükümeti uyarmak için “arkadaş ben sana kerhen de olsa oy vermiştim” ki o 52 puanın içerisinde kerhen oy veren çok insan var, “Ben sana oy vermiştim ama yanlış yoldasın, yanlış yapıyorsun. Bak bu ülke fakirleşmeye devam ediyor. Bu ülkede adaletsizlik, hukuksuzluk çoğalıyor.” Mesajını vermek için de çok önemli bir fırsattır.

Dolayısıyla biz bütün bu yerel seçim çalışmalarımıza ne diyeceğiz? Bir, biz
etkin yönetiriz, iyi yönetiriz diyeceğiz.

İki, temiz yönetiriz diyeceğiz ama aynı zamanda diyeceğiz ki eğer hükümeti iktidarı uyarmak istiyorsanız yerel seçimler aynı zamanda hükümete sarı kartı göstermenin çok önemli bir vesilesidir diyeceğiz.

Hep beraber sarı kartı gösterecek miyiz arkadaşlar?

Sarı kartı olmayan var mı?

Hep beraber. Bundan sonra ta 31 Mart'a kadar sarı kartlar cebimizde.

Sarı kartı vatandaşlarımızla beraber yan yana duracağız, iktidara göstereceğiz.

Peki, yerel seçimler uyarı, sarı kart zamanı.

Bir sonraki genel seçimler 2028 olur, belki daha erken olur. Ama 2028 tarihi geldiğinde ya da daha erken bir tarihte genel seçimler yapıldığında da iktidara hangi kartı göstereceğiz arkadaşlar?

Hep beraber iktidara kırmızı kartı göstermenin zamanında bir sonraki genel seçimler olacak inşallah.

Böylece inançla dosdoğru çalışmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, ilk grup adaylarımız açıklarken sizden bir söz istemiştim.

DEVA Partisi olarak ülkemizin dört bir köşesinde çalışmak için sizden sözler istemiştim.

Bugün de yine aynı sözleri almak istiyorum.

Yeni adaylarımız var, yeni adaylarımızdan almak istiyorum. Yeni adaylarımızla beraber çalışacak bütün teşkilat mensuplarınızdan bu sözü almak istiyorum.

Ve şimdi sizlere sormak istiyorum.

DEVA olarak Türkiye'nin dört bir yanında ulaşmadığımız tek bir hane kalmayana kadar çalışacak mıyız?

Söz mü?

İl il, ilçe ilçe, belde belde, mahalle mahalle, ayaklarımızın altı su toplayıncaya kadar her bir kenara, her bir köşeye ulaşacak mıyız?

Söz mü?

Ev hanımlarıyla, çocuklarla, gençlerle; kirayı ödeyemediği için evden atılan o yaşlı ninelerimize dedelerimize konuşacak mıyız? (…)

Evladını şehir dışında okutmak için ek iş yapmak zorunda kalan, ilave gelir peşinde koşan memurlarımıza; çaresiz olmadıklarını, çözümün DEVA Partisinde olduğunu söyleyecek miyiz? (…)

Hangi kesimden olursa olsun, tüm vatandaşlarımıza; birbirimizden korkmamamız gerektiğini, birbirimizi sevmemiz gerektiğini çünkü DEVA Partisi’nin burada olduğunu anlatacak mıyız? (…)

Asansöre binmekten korkan gençlere… Anlatacak mıyız? (…)

Sevdiğiyle evlenmek için para biriktirmeye çalışan gençlere… Anlatacak mıyız? (…)

Hep beraber anlatacağız arkadaşlar, kapı kapı anlatacağız.

Bıkmadan usanmadan anlatacağız.

Şimdi hepinizin huzurunda adaylarımıza, DEVA kadrolarına ve herkese soruyorum:

Çalışacak mıyız? (…)

Çok çalışacak mıyız? (…)

Doğru değil, dosdoğru çalışacak mıyız? (…)

Söz mü?

Demokrasi ve Atılım, ilk adımı 31 Mart'ta, kalıcı ve büyük adımı da inşallah bir sonraki genel seçimlerde.

Çalışacağız arkadaşlar, çalışacağız.

Önce seçimleri kazanacağız, sonra DEVA belediyeleriyle tüm ülkeye demokrasi nasıl yerelden yükselir bunu tüm Türkiye'ye inşallah hep beraber göstereceğiz.

Başkan adaylarımız tüm ülkemize hayırlı olsun diyorum.

Bu belediye seçimleri, yerel seçimler ülkemizin pek çok büyük şehrinde, ilinde, ilçesinde, beldesinde bu millete layık bir hizmetin başlaması için vesile olsun diyorum ve hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

 

 

 

24 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Pendik İlçe Kongresi Konuşması

Ali Babacan Pendik Birinci Olağan
İlçe Kongresi


DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri,

Değerli İstanbul İl Başkanımız,

Pendik İlçe Başkanımız,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,

Pendik ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında son iki gün içinde Irak’ta şehit olan askerlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Ailelerine, yakınlarına ve tüm milletimize başsağlığı diliyorum.

Yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyorum.

Ülkemizin dört bir köşesindeki sıvasız, damsız evlere, sessiz mahallelere ateş düştü arkadaşlar…

Yüreğimiz dağlandı. Şehitlerimizin her biri biricik. Her biri ailesinin canı, can parçası.

Şehitlerimizin ailelerine ve tüm milletimize Allah’tan sabır diliyorum.

Terörü ve terör örgütlerini en güçlü şekilde lanetliyorum.

Terörün ve şiddetin karşısında milletçe tek vücut olmamız gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum.

Komşularımız ve müttefiklerimiz şunu artık anlamalıdır:

Mesele bu ülkenin, Türkiye’nin egemenliğiyse, mesele Türkiye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüyse;

Türkiye Cumhuriyeti, devletiyle, milletiyle bir olur; gereken her türlü mücadeleyi verir.

40 yıl değil, 400 yıl geçse bu değişmez.

Buradan, Pendik’ten duymayanlar duysun. Anlamayanlar anlasın diyorum. Hemen yakınımızdaki coğrafyadan okyanuslar ötesine herkes bu mesajı alsın.

40 yıl değil, 400 yıl geçse bu değişmeyecek…


*****

Değerli arkadaşlarım,

Milletçe teröre karşı mücadelemiz devam ederken, bir yanda da yoğun bir şekilde milletimiz bir geçim mücadelesi veriyoruz.

Bu hafta bir kez daha faiz artırıldı.

Böylece Merkez Bankası faizi, yedi ayda tam tamına yedi kez artırmış oldu.

Beştepe’den bir ses duydunuz mu?

Sayın Erdoğan’ın seçimlerden bu yana, faiz konusunda, bu konuda tek bir açıklamasını duydunuz mu?

Yok. Her konuda konuşuyor ama seçimden bu yana faiz konusunda ağızdan tek bir kelime çıkmıyor. Sanki böyle bir mefu yok.

Senelerce “faiz sebep enflasyon sonuç” dedi; faizi de enflasyonu da bu ülkede patlattı.

Senelerce “benim alanım ekonomi” dedi, ekonomiyi yerin dibine batırdı.

Şimdi faizi artırıyor, ama toplumun önüne çıkıp iki çift laf etmiyor, edemiyor.

Ülkeyi tepeden tırnağa yoksulluğa hapsettiler, ama ülkenin Cumhurbaşkanı bu faiz meselesiyle oturup bir yüzleşmiyor.

Çıkıp insanlara bu faiz politikasının sebeplerini ve sonuçlarını açıklamak zorunda. Bundan kaçamaz.

Çıkıp insanlara 2015’ten bugüne yaptıklarını anlatmak zorunda.

Hangisi doğru, açıklamak zorunda.

“Nas nas” diye diye milletimizin dini duygularını istismar etmesinin bedelini açıklamak zorunda.

Bakın, seçimden bu yana Merkez Bankası politika faizi, %8,5’dan %42,5’a çıktı. Tam 5 misli. 8,5 çarpın 5 ile tam 42,5 lira ediyor.

Ben buradan seslenmek istiyorum;

Sayın Erdoğan:

Siz yıllarca “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” demediniz mi?

Bu iddianız doğruysa, Merkez Bankası faizi yükselttiğinde, enflasyonun da yükselmesi gerekir değil mi?

Bu iddianız doğruysa, ülkede yüksek olan enflasyonun, Merkez Bankası’nın faiz artırmasıyla daha da yükselmesi gerekir.

Çünkü 2015ten bu yana, ben ve arkadaşlarım bu ülkenin yönetiminden ayrıldıktan sonra sürekli işlediği buydu. “Benim alanım ekonomi” diyordu. “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” diyordu.

Ben buradan kendisine seslenmeye devam ediyorum;

Eğer bu iddianızın yanlış olduğunu anlayıp, Merkez Bankasının faizini artırmaya karar verdiyseniz, çıkıp bu milletten özür dilemelisiniz.

Çünkü insanlarımızın parası, sizin bu inadınız yüzünüzden pul oldu.

Şimdi, ortada hiçbir şey yokmuş gibi faiz meselesinin adını anmaktan uzak duramazsınız. Şu 8 yıldır yaşananlar ne olacak? 2015’ten 2023’e, tam 8 yıl geçti. 8 yıldır bu nakaratı dinlemedik mi? “Faiz sebep enflasyon sonuç”

Ne oldu? Bunun hesabını kim verecek.

Sizin bu inadınız yüzünden parasını dijital borsalara yatırıp batanların, ellerindeki üç kuruşu yok olanların hesabını kim verecek?

Paraları pul olmasın diye kendilerine alternatif çözümler üretmeye çalışırken varlıklarını yitiren, sonra çaresiz kalıp intihar eden vatandaşlarımızın hesabını kim verecek?

Bakın arkadaşlar, sadece geçen hafta Marmaray’da 4 kişinin intihar haberine denk geldim. Bir haftada sadece Marmaray’da 4 intihar.

Ülkedeki bu bunalımın hesabını kim verecek?

İşsiz kalan gençlere, dolar borcu olduğu için eşinin dostunun yüzüne bakamayanlara ne olacak?

Bir kahve içerken iki kere düşünmek zorunda kalan gençlere “hay Allah tüh idare edin gençler” mi diyeceksiniz? Ne diyecekseniz?

Boş buzdolabının önüne geçip evladına etsiz kemik suyu kaynatmak zorunda kalan annelere çıkıp ne diyeceksiniz?

Değerli arkadaşlar;

Küçük bir iş yerinde dahi, şu anda Pendik’teyiz, aramızda sanayiciler var iş insanları var, küçük bir iş yerinde dahi hata yapan bir müdür bile çıkar der ki, “Biz bunları bunları yaptık, yanlış yapmışız, hatalıydı” der.

Önce eleştirisini yapar, yetmiyorsa gider istifasını verir.

Konfeksiyon atölyesinde yanlış dikim yapan bir işçi… Der ki “hata yaptım.”

Hatta şu aldığınız giyim ürünlerinin bakın, etiketin bir yerinde kalite kontrol işareti vardır. Birinin ismi veya numarası vardır. Niye? Şahsı sorumluluk olsun diye. O üründe bir sıkıntı çıkarsa hata çıkarsa kimin elinden geçtiği, kimin kontrolünden geçtiği beli olsun diye.

Ya en azından bi’ mahcup olur. “Yanlış yaptım” diye.

Yüzü kızarır, yüzü.

Bunlar, koskoca ülkeyi batırıp, insanların hayatıyla oynadı.

Mahcup da olmuyorlar. Yokmuş gibi davranıyorlar.

Bu faiz artışlarının adını bile ağızlarına almıyorlar.

Bakın arkadaşlar, Erdoğan yönetimi, bu ülkenin eczanelerini vergi dairesine çevirdi.

Hastalanan hastalandığına mı yansın, sözüm ona ücretsiz olan muayene ücretlerine, ilaç ücretlerine mi yansın…

Emeklilerimiz aylıklarını şu anda eczanelere bırakıyor.

Ha bu arada eczanelerde doğru dürüst ilaç da bulunamıyor. Gidiyorsun rafların yarısı boş. Bolluk ülkesi oldu yokluk ülkesi.

Eczacılar da şikayetçi. “Kiramızı ödemekte zorluk çekiyoruz” diyorlar. “Borçlarımızı depolara ödemekte zorluk çekiyoruz” diyorlar.

Bütün bunlar neden arkadaşlar? Tek bir kişinin bu iktidarın ülkeyi batırma inadından, başka bir sebebi yok.

İnanın aklım havsalam almıyor.

Bizim dolu dolu teslim ettiğimiz Hazine nasıl bu hale getirdiler?

Bizim kuruş kuruş rezerv biriktirdiğimiz Merkez Bankası rezervleri, nasıl bu kadar eksiye düşürdüler? İnanılacak gibi değil.

Her gün haber, Merkez Bankası rezervleri bir rekor daha kırdı, bir rekor daha kırdı. Ya kardeşim sen parandan bahsediyorsun da bu paranın karşısında Merkez Bankası'nın biriktirdiği borçtan niye bahsetmiyorsun ya?

Bugün Merkez Bankası'nın net anlamda hala yaklaşık 45-50 milyar dolar civarında borcu var. Kasasındaki döviz kendi dövizi değil sağdan soldan SWAP anlaşmalarıyla aldığı başka ülkelerin merkez bankalarından “ya param bitti, ne olur biraz mevduat ver koyayım da şu kasada parayı açayım bu Türk milletine bir param var göstereyim” diye tuttuğu döviz. Borç aldığı döviz.

Her gün duyuyorsunuz değil mi? “Merkez Bankası rezervi rekor kırdı” diye. Ya arkadaş bu para senin paran değil ya. Bir de şu net döviz pozisyonunu açıklasana.

Sağdan soldan ülkenin cumhurbaşkanının, Hazine Maliye Bakanı'nın adeta yalvarırcasına borç isteyip, dilenip de kasaya koyduğu dövizden bahsediyorsun sen. Elin dövizinden bahsediyorsun. Senin kendi milli yerli rezervlerin değil bu rezervler.

Her gün milletin gözünün içine baka baka aldatıyorlar ya. İnanılır gibi değil ya.

Mirasyedi hayırsız evlat gibi, her şeyi har vurup harman savurdular.

Bakın bu ifade sadece benim ifadem değil. Benden sonra ekonomi yönetimin devralan bakanlardan birisinin ifadesi. 2015’ten, 2023’e çok bakan değişti ama isim vermeyelim şimdi. O bakanların ifadesi.

Bir yerde karşılaştık, dedi ki; “Ya başbakan yardımcım öyle bir miras bırakmışsınız ki ye ye bugüne kadar bitiremedik” dedi. Ama hazıra dağ dayanmaz. Sonuçta tükendi. Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonunda eksiye düştü bugün.

Fakat söylüyorum:

“Faiz sebep, enflasyon sonuç” deyip ülkenin ekonomisini çökerttikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi davranamazsınız.

Ne diyordu, Refik Halid?

“Efendiler nereye?”

Bende buradan soruyorum; Sayın Erdoğan, “Nereye?”

Önce bir durun, çıkın hesabını verin, yanlış yaptık deyin.

İşsiz evladı depresyona giren anneye bunu borçlusunuz.

Evine ekmek götüremeyen babaya bunu borçlusunuz.

Asgari ücretin altında bir maaşla hayatta kalmaya çalışan emeklilere bunu borçlusunuz.

Sayın Erdoğan,

Siz, vatandaşın eve götürdüğü ekmek üzerine bahse girdiniz. “Benim iddiam var” dediniz. “Kim ne söylüyorsa söylüyor benim iddiam budur” dediniz.

Ve kaybettiniz. Bu millete de kaybettirdiniz.

Yıllarca savunduğunuz tez, boş çıktı.

Olan vatandaşın ekmeğine oldu.

Çıkın, “hata yaptık” deyin ve vatandaşlarımızdan özür dileyin.

Tekrar soruyorum “Bu durun hele Efendiler nereye?”

 

Hesap vermeden, bir özür bile dilemeden…

Efendiler nereye?

*****

Değerli arkadaşlar bakın, hep söylüyorum; evet biz bu 2018 seçimlerinden sonra DEVA Partisi'ni kurduk. 2023 Mayıs seçimlerine hazırlandık. Bir birliktelik içerisinde, bir ittifak içerisinde seçime girdik ama bizi destekleyen vatandaşlarımızın oranı yüzde 48’de kaldı.

Ve Cumhur İttifakı seçimi kazandı. Ama helalinden kazanmadı. Çünkü siz seksen beş milyonun gözünün işine baka baka yalan söyleyerek onları aldatarak kazanılmış bir seçime “ben helalinden kazandım” diyemezsiniz.

Biliyorsunuz, yaşadık. Seçimden önce dolar kurunu 18 lira, 19 lira bandında tutmadılar mı? Yeni gelen bakan demedi mi? “Kur baskı altına alınmış Mayıs sonuna kadar.” Mayıs sonunda ne var? Seçim var.

Ben şimdi buradan size soruyorum; dolar kurunu seçimden önce 18 lira, 19 lira gösterip seçimden sonra 28, 29 liraya patlatmak halkı aldatmak değil midir?

Çiftçimize mazotu 20 lira gösterip seçimden sonra mazotun fiyatını 40 liraya patlatmak halkı aldatmak değil midir?

“Faiz indi. Daha da inecek. Ben görevde olduğum sürece bu ülkede faiz yükselmez” deyip, yüzde 8,5’luk Merkez Bankası faiziyle seçime girip, seçimden sonra faizi yüzde 42,5’a çıkartmak bu milleti aldatmak değil mi? Onun için diyorum. Diyorum ki “kazandı ama helalinden kazanmadı.”

Hamdolsun biz hep doğru bildiğimizi konuştuk. Kimseyi ama kimseyi aldatmadık. Hep doğruları söyledik. İnandığımız neyse onu konuştuk.

Ve tarihin doğru zamanında doğru yerde durduk.

Demokrasiden yana durduk. Demokrasi için çalıştık. “Adalet” dedik. “Özgürlük” dedik.

Ve “Bu ülkenin tüyü bitmemiş yetiminin hakkını korumak için biz çalışıyoruz dedik. Onun için bizim alnımız ak. Hamdolsun DEVA kadroları olarak Türkiye'nin her yerinde vatandaşımızın karşısına o özgüvenle çıkıyoruz. O iç huzuruyla çıkıyoruz.

Evet, bizi destekleyen vatandaşlarımızın oranı yüzde 48’de kaldı. Ama biz onurumuzla, dosdoğru bir mücadele verdik. Onlar gibi kimseyi aldatmadık.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli vatandaşlarım,

İktidarın görmezden geldiği, unutturmaya çalıştığı, yok saydığı ama ülkemizin en hakiki, en can alıcı gündemine geçmek istiyorum.

Evet, 6 Şubat Maraş depremlerinin üzerinden tam 321 gün geçti.

10 ay 18 gün önce, daha gün doğmadan, ülkemizin her köşesine ateş düştü.

Ateşin düştüğü o ocaklar, o günden beri yanıyor, o günden beri gülmüyor; biliyorum.

Sayılarla söyleyince sanki anlamını yitirir gibi oluyor ama, resmi sayılara göre bile on binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti.

Kaybettiğimiz her can; birinin annesi, birinin babası, birinin kardeşi, oğlu, kızı.

Kaybettiğimiz her can birinin yeğeni, kuzeni, dedesi, ninesi.

Kaybettiğimiz her can birinin eşi, nişanlısı, can yoldaşı, arkadaşı…

Taş olsa, dağ olsa dayanmaz derler ya; işte öyle bir acıyla kavrulduk, kavruluyoruz ki hala şöyle bir Hatay’a gittiğinizde bir Adıyaman’a gittiğinizde bir Kahramanmaraş’a gittiğinizde bir Malatya’ya gittiğinizde İslâhiye’ye Nurdağı’na gittiğinizde o acı gerçeği hala gözlerimizle görüyoruz, izliyoruz.

Ben de çalışma arkadaşlarımı kaybettim.

Hepsini tek tek saymayacağım. Ama size Yusuf’tan bahsetmek istiyorum.

Hatay’daydı. Güler yüzüyle, sevecenliğiyle, bitmeyen enerjisiyle, sapasağlam duruşuyla gencecik bir arkadaşımdı.

Evladıyla, eşiyle birlikte can verdi.

Yusuf depremden 3 sene önce Twitter’dan şunları yazmıştı:

“Hükûmet ve belediyeler ortak çalışarak tedbirleri artırmalı, aksi halde meydana gelecek bir deprem Allah korusun Hatay’ın felaketi olur. İnsan hayatını siyasi çekişmeler uğruna tehlikeye atamayız.” Demiş Yusuf.

Değerli dostlarım, deprem Yusuf’un dediği gibi felaketimiz oldu.

Böylesini belki o bile tahayyül edememişti.

Ve bu göz göre göre geldi. Hani “kaza geliyorum demez” derler ya, ama “Deprem geliyorum” diyor. Bilim insanları, bu işin insanları coğrafyasını söylüyor, yaklaşık şiddetini söylüyor tahmini bir zamanlamasını da söylüyor. Ama hangi gün hangi saat olacağını biz bilmiyoruz. Ama kuvvetli tahminlerle nerede, ne zaman, hangi şiddetle olacağını bilim insanları bize söylüyor.

Deprem; alınmayan önlemler, gerçekleştirilmeyen çalışmalar, güçlendirilmeyen binalar yüzünden felaketimiz oldu.

Öncesinde yapılmayan her şey ama her şey felaketimiz oldu.

Peki deprem sırasında ve sonrasında?

Arkadaşlar ben her ili bırakın hemen hemen her ilçeye gittim. Bazılarına defalarca gittim. Her şehrimizi birden fazla kez gördüm. İlk 14 günün 9’unda deprem bölgesindeydim.

Her yerde istisnasız söylenen bir ifade vardı o ilk günlerde “devlet yoktu”,

Devlet var duruyor ama devleti yönetenler bu işi başaramıyor, yönetemiyor.

İlk 48 saat, ilk 72 saat vatandaşlarımız elleriyle molozları kaldırmaya çalıştı.

Ben bizzat gördüm, köylerde muhtarların, hayatta kalanların ellerindeki yaraları gördüm. Komşularını enkaz altından kendileri kaldırmaya çalıştılar o köy evlerinde. “Devlet yoktu” diyorlar.

Tek başlarına, karanlıkta, soğukta yapmaya çalıştılar bunları…

Depremden bu yana sürekli sordum, soruyorum:

İlk 48 saatte, ilk 72 saatte ne oldu?

Niçin sistem kilitlendi? Niçin derhal harekete geçilmedi?

Cevap yok.

Peki devamında? Bitmeyen çadır krizi, hatırlarsınız…

Şimdi de konteyner yetersizliği.

Tuvalet, banyo yetersizliği…

Su verilemedi ya insanlara, su…

Vatandaşın yardımına koşacak kurumlar, AFAD’la Kızılay, kavgaya tutuştu.

Kızılay zaten sahada yoktu bile. Stokundaki çadırları bile aşar topar bir STK’ya satmış parayla. Sen devletin kurumusun ne yapıyorsun? Aklını başına topla.

Ama bütün bunların adı AFAD olsun Kızılay olsun falanca bakanlık olsun, bunların aslında hiç önemi yok biliyor musunuz? Niye?

Bütün bunların tek bir sorumlusu var.

2018 yılından beri tüm kurumları bizzat kendine bağlayan, her konuda ama her konuda sistemi tek imzaya bağlayan, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan.

Eğer siz, büyük bir hevesle, “her konuda tek yetkili ben olacağım” derseniz, tek sorumlu olduğunuzu da kabul etmek zorundasınız. Öyle yağma yok.

“Her şeye ben karar vereceğim, bağımsız kurum falan istemem, Merkez Bankası bağımsızlığı neymiş? Laf dinlemiyor bu, at, yerine yenisini koy. Her şeye ben karar vereceğim…” “Her konuda tek yetkili ben olayım, bir problem çıktığında da başka bir sorumlu, suçlu göstereyim.” öyle bir şey yok. Tek yetkiliyseniz, tek sorumlu olduğunuzu da kabul etmek zorundasınız.

Çünkü bu ucube sistemle, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi dedikleri şey ile, vatandaşlarımızın canı, tek kişinin iki dudağı arasında, o kadar.

Arkadaşlar, onlar ne yaparlarsa yapsınlar ne derlerse desinler; 6 Şubat’ı ve özellikle ilk 48 saati ilk 72 saati unutmayacağız, unutturmayacağız.

Depremden 1,5 sene önce, bakın TAM BİR BUÇUK SENE ÖNCE ben Kahramanmaraş’ta oradaki il kongremiz esnasında bir konuşma yapmıştım.

“Uzmanlar uyarıyor” demiştim.

“Sonra bakarız” diyemezsiniz, acil önlem alınması ve planlama yapılması gerekiyor” demiştim.

Ya benim bunları söylediğim otel yıkıldı biliyor musunuz? O otelin enkazı altında bir tek canlı beden çıkmadı. Yakın bir arkadaşımızın abisi dahil olmak üzere o otelden tek bir sağ bir insan kurtulamadı.

Ve şimdi de uzmanlar uyarıyor:

Diyorlar ki; Türkiye bir deprem bölgesi.

Ve depremde can kaybı yaşamak; “önlenebilir ölümlerde” can kaybı yaşamaktır. Bu ifadeye dikkat edin “önlenebilir ölümlerde”

Bu ölümlere, “kader planı” deyip geçenler, meseleyi sıradanlaştırmakta, normalleştirme çabasında.

Bizim inancımız ne der?

“Önce tedbir, sonra takdir!”

Bizim, gerekli tedbirler alınmadığı için veya geç müdahale edildiği için kaybedecek tek bir insanımız yok.

Uzmanlar aylardır durmaksızın tekrar ediyor. Bingöl diyor, Adana diyor. İzmir diyor. Hakkâri diyor…

“İstanbul” diyor… Hem de koro halinde İstanbul diyorlar. Geçen gün ölçeği Allah korusun küçük de olsa deprem oldu. Ya deprem “geliyorum” diyor. Ama siz tedbir almazsanız, gerekeni yapmazsanız ondan sonra yapılanlara, ondan sonra karşınıza çıkan manzaraya bir “Kader planı” deyip geçemezsiniz.

Senelerdir Marmara depremi ile ilgili büyük uyarılar yapılıyor.

İşte Pendik’teyiz. Az ötemizden fay hattı geçiyor.

Marmara Denizi’nde olan her hareketlilikte yüreğimiz ağzımıza geliyor.

Bu kadar acı bir tecrübenin ardından bile bu hükûmet, olası depremlere karşı ne yapıyor?

Geçiştirmeye çalışıyor.

Görmezden geliyor.

Depremin etkilediği pek çok şehrimizde hala büyük bir belirsizlik var. Ben çünkü depremden sonra defalarsa gittim. En son Hatay’daydım.

Planmış, programmış, imarmış… Bütün bunlar yok arkadaşlar, yok.

Ya Antakya'da ne yapıyorlar? Eski imar planına göre o gevşek arazide inşaat yapmak isteyene “al ruhsatın, buyur yap” diyorlar. Bir yandan da yeni bir imar planı çalışılıyor. Aradan 10 ay geçmiş, bir yıla yaklaşıyor, ortada bir şey yok.

Hatay'da insanlar diyor ki “biz ne yapacağımızı bilemiyoruz” diyorlar. “Kimse bize bir şey söylemiyor, bir yön vermiyor.”

Hiçbir şeffaflık yok, açıklık yok. İnsanlar perişan. Herkes bekliyor ve bekleyenler de kimi, niçin beklediklerini de bilmiyor. Hani bilseler ki ya şu kadar bekleyeceğiz, sonunda da bu olacak, öyle bir şey de yok.

Depremden bu yana neredeyse 1 yıl geçmiş, Cumhurbaşkanı daha dün çıkmış İstanbul'la ilgili bir dönüşüm programı açıklıyor. Adama “günaydın” derler ya, “yeni mi aklın başına geliyor” derler.

1994'ten bu yana şöyle ya da böyle, bu İstanbul'un sorumluluğu kimde? 1994'ten bu yana 29 yıl geçmiş ya.

Yani bahane bulacağı hiç kimse yok. Suçu atabileceği hiç kimse yok. Çünkü evet başbakan oldu, sonra cumhurbaşkanı oldu ama İstanbul'la ilgili her şeyi her zaman çok yakından takip etti.

Hani belli başlı şu yüksek binalar var ya, sanmayın ki ondan habersiz yapılıyor. Mümkün değil. Kimse cesaret edemez. Şöyle siluetin dışına taşan binalar var ya, ona sorulmadan, ondan izin alınmadan herhangi bir yüksek yapının İstanbul'da yapılabileceğini düşünüyor musunuz? Hepsinden haberi var.

Seçimlere üç ay kala mı dönüşüm hatırlanır ya? Bunca yıldır hiçbir şey yok. Şurada seçime kalmış üç ay. Bakıyorlar iş sıkışık. Gene seçimlerde riskler var. Ne yapalım? Şapkadan bu sefer hangi tavşanı çıkaralım? Dün de bir dönüşüm tavşanı daha çıktı. Örneği çok. Açıkladıkları rakamlara bakıyorsunuz. Bir de İstanbul'daki fiyatlara bakıyorsunuz. Sembolik destekler. O da olacak mı olmayacak mı belli değil. Ne kadar olacak o da belli değil.

Depremde kamu kuruluşları o kadar yardım açıkladı değil mi? Falanca miktar yardım edeceğiz. Bu kadar bağış yapıyoruz diyor. Sanki babasından miras kalan paraymış gibi yani.

Açıklanan rakamlardan hala yatırılmayanlar var. Neredeyse bir sene geçmiş. O gece büyük bir tantanayla yardım açıklaması yapanlar bugün bunu yardım yaptılar mı, yapmadılar mı? Kamu kuruluşları bu yardımları yatırdılar mı hesaba yatırmadılar mı?

Ya o akşam ben de bir kendim bir de eşim için birer maaşımı söz verdim. Ya cumartesi mi neydi, Pazartesi sabah ilk iş EFT'sini yaptım. “Aman söz verdik bu kadar milyonlarca insanın önünde, bir sıkıntı olmasın” dedik yani. Hemen Pazartesi sabah EFT'sini yaptım.

Ama duyuyoruz ki 30 milyar, 40 milyar gibi rakamlar söz verilmiş, hala yatırılmamış. Öyle televizyona çıkıp kendi reklamını yapıp sonra üzerine yatmak yok. Hükumet bunun peşine düşmeli. O alacaklarını tahsis etmeli.

85 milyonun önünde ilan edildiği anda o 85 milyonun hakkı olur. “Bu benim param falan” diyemezsin. Çünkü taahhütte bulundun. Sözü verdin, sözü yerine getireceksin arkadaş. Olmaz.

İnanılır gibi değil arkadaşlar ama hakikat gün gibi duruyor.

Ülkemizde her an bir yerde deprem olabilir. Şu saniye dahi acı haber alabiliriz bu ülkede.

Gerekli tedbirlerin alınmaması sebebiyle; depremde, selde, yangında ölmeyi kader deyip geçiştiremezsiniz.

İşte o sebeple arkadaşlar;

“Asrın felaketi” diyerek sorumluluktan kaçan, olası depremler için gerekli önlemleri almayan bu iktidara dur demek zorundayız.

“Depreme-afetlere dirençli şehirler” nasıl olur; yerel yönetimlerden başlayarak göstermek zorundayız.

İmar planı deyince akıllarına sadece “rant” gelenler bu işin üstesinden asla gelemeyeceğini bilememiz lazım. Nerede bir inşaat projesi var nerede bir imar planı var hemen birilerin aklına rant geliyor. Zaten çoğu zaman bunlar rant için yapılıyor.

Deprem toplanma alanları dahi rant kapısı haline getirdi bu ülkede ya. Bakıyorsunuz deprem toplanma alanı diyor, deprem anından insanlar hiç olmazsa orada biriksin, orada buluşsun diye ama bakıyoruz oralarda imara açılıyor.

Yerel yönetimlerde, doğal afet riskinin yüksek olduğu tüm kentlerimizde güçlendirme ve yeniden inşa çalışmaları yapmak şart.

Deprem riski altında olan bölgelerin mikro bölgeleme çalışmaları tamamlanmalı, imar planları zemin etütlerine göre tekrar düzenlenmeli.

Yetmez… Bitmiş yapılar da periyodik olarak gözden geçirilmeli. Nasıl siz aracınızın muayenesini belli bir aralıklarla yapıyorsanız, bitmiş binalarında mutlaka belli periyotlarda kontrollünün yapılması gerekiyor.

Henüz yeni yapılmış binaların depremlerde nasıl yıkıldıklarını gördük.

Tekrar ediyorum:

Tüm bunlar için, öncelikle “belediye” kelimesiyle “rant” kelimesinin zihinlerinden buluşturan bu insanlarda kurtulmak gerekiyor. Bunları yönetimlerden şöyle bir kenara atmak gerekiyor.

”Kentsel yenilenme” denilince akıllarına eşlerine, dostlarına, yakınlarına yeni imkan sağlama gelen zihniyetten kurtulmak zorundayız.

Denetimsiz yapılaşmaya ve çarpık şehirleşmeye ancak böyle son verebiliriz.

Afetlere karşı kendimizi savunmak, önce yerel yönetimlerden geçiyor.

Hep beraber yaşadık; milletimiz, yaşanan depremler sonrası gerçekten büyük bir dayanışma gösterdi.

Bu dayanışma çok kıymetli, çok değerli.

Fakat biz istiyoruz ki artık matemlerde değil, mutluluklarda birleşelim.

Bunun içindir ki; sizden aldıkları vergileri can güvenliğiniz için harcamayan bu iktidara 31 Mart 2024 günü DEVA Belediyeciliğini göstermek zorundayız.

Arama kurtarma faaliyetlerinde çuvallayan, kentsel yenilenmeyi umursamayan, binaları “olası mezar” olarak kaderine terk eden bu iktidarın haksız rant gözlüklerinden belediyeleri kurtarmak zorundayız.

Yerelin afete müdahaledeki gücünü artırmak için belediyelere damgamızı vurmak zorundayız.

31 Mart günü oy kullanırken aklınıza Yusuf’un sözleri gelsin.

Yusuf’un dahi gördüğü gerçeği göremeyen bu iktidarı oylarımızla susturmak zorundayız.

Bunun için biz DEVA Partisi olarak çok çalışmak zorundayız.

Her zaman diyorum: Bir çalışacaksak iki, iki çalışacaksak dört çalışmalıyız.

Her mahalleye, her haneye ulaşmalı, insanlara önce DEVA’yı, sonra DEVA Belediyeciliğini anlatmalıyız.

*****

Bizim bu yerel seçimlerde çok önemli iki iddiamız var arkadaşlar.

Bir, biz çok daha iyi yönetiriz. İki, biz temiz yönetiriz. Her iki iddiamızı da gittiğimiz her yerde anlatacağız.

Bakın partimiz kurulduktan sonra biz yerel yönetimler ve şehircilikle ilgili çok kapsamlı bir eylem planı hazırladık. Bunun bir örneği yok. Bunu yapan ilk parti, DEVA Partisi.

Genel Başkan Yardımcımız, Tekirdağ Milletvekilimiz Cem Bey'in koordinasyonunda bu çalışma yapıldı. Ve bütün detaylarıyla, bütün detaylarıyla bir ülke yerel yönetimlerde ne yapmalı? Hepsi burada madde madde, madde madde yazıyor. Ne yapacağımız belli.

Tabii genel seçim geçti. Şimdi yerel seçime gidiyoruz ama yerel seçimlerde belediyelerin imkanları dahilinde ne yapılacağını da burada madde madde, madde madde açıklamış durumdayız. Hepsi burada yazılı. Karınca duası gibi ince ince. İstersek bunu cilt bile yapabiliriz ama okuyunca anlaşılacak boyutta burada ortaya koymuş durumdayız.

Ve belki de çok daha önemlisi ilk defa, Cumhuriyet tarihimizde ilk defa belediye seçimlerine biz belediye başkanlarımız için bir etik kurallar bildirgesiyle gidiyoruz arkadaşlar. Etik kurallar bildirgesi. Bu ne demek?

Madde madde bizim belediye başkanlarımız seçildiklerinde uyacakları ahlaki kuralları, etik kuralları şimdiden ilan ediyorlar, altına da imza atıyorlar. Ve böylece yerel seçimlerle DEVA Partisi her konuda olduğu gibi yepyeni bir bakış açısını getiriyor ve etik kurallar bildirgesiyle vatandaşlarımızın karşısına çıkıyoruz.

Böylece hem çok daha düzgün, çok daha etkin bir belediyeciliği ama aynı zamanda da temiz belediyeciliği vatandaşlarımıza söz veriyoruz, vaat ediyoruz.

Ve şu iddiamız var bizim: Bizim belediye başkan adayımız nerede olursa olsun mevcut belediye başkanından bu işi çok daha iyi yapar ve biz bunun bakın örneğini gördük, canlı örneğini.

Az önce depremden bahsettim ya. Deprem oldu. İkinci gün Ankara'da, AFAD'ı ziyaret ettim. O günkü Cumhurbaşkanı Yardımcısı da orada.

Dedim ki; “ilk iki günde bizim teşkilatlarımızdan tamamen gönüllü bir şekilde 100 tırlık bir bağış toplandı. Biz bu tırların plakasını ve tırların içindeki malzemelerin listesini verelim. Siz bir de AFAD deposunun adresini gösterin. Bizim tırlarımız oraya insin.” Bize bir telefon bir isim verdiler ama o isimden tek bir adres çıkmadı arkadaşlar. Günlerce çıkmadı.

Depremin üçüncü gün Hatay'daydım. Hemen ertesi gün İslâhiye, Nurdağı, arkasından Kahramanmaraş, Malatya derken ilk hafta zaten büyük çapta etkilenen illerin tamamına gittim.

İslâhiye'ye vardım, baktım bizim Gaziantep il başkanımız orada gayet güzel bir depo tutmuş. Daha depremin üçüncü günden bahsediyoruz ya. Daha AFAD'ın bize bir depo adresi veremediği günden bahsediyoruz, dikkatinizi çekiyorum. Daha enkazın altında insanlar can çekişirken iş makinelerinin şehirlerin girişindeki park yerlerinde beklediği günlerden bahsediyor. İslâhiye’de bizim depomuz çalışıyor, tırlar oraya iniyor, yardımlar İslâhiye’ye ve Nurdağı'na dağıtılıyor.

Geçtim Kahramanmaraş'a, Kahramanmaraş il başkanımız şehrin şöyle az dışında, 3 -4 kilometre dışında bir depo tutmuş, tırlar oraya iniyor, küçük araçlarla köylere yardım dağıtıyorlar. Çünkü diyorlar ki şehirlere yardım ulaşır. Burada bir içeride dayanışma var. Çünkü Maraş'ın yarısı yıkıldı ama yarısı ayakta idi. Dolayısıyla ayakta olan yarısı yıkılan yarısına destek veriyor ama “köylerde ihtiyaç var. Biz köylere odaklandık” dedi.

Geçtim Malatya'ya, organize sanayide 2 bin metrekare depo. Tırlar gelmiş, geliyor. Depoya yardımlar iniyor ve yardımlar Malatya'nın dört bir köşesine dağıtılıyor. Ya ilk haftada oluyor bu ya. Beş günde yapılan organizasyondan bahsediyorum size. Düşünün.

Devlet kurumlarının aylardır yapamadığını bizim il başkanlarımız beş günde yapmışlar. Beş günde sistemi kurmuşlar. Onun için iddialıyız iddialı. Biz teşkilatımıza güveniyoruz. İl başkanlarımıza, ilçe başkanlarımıza, bütün yönetim kurulu üyelerimize mensuplarımıza güveniyoruz.

Bu depremde yaşadık, test ettik işte ya. Hani tamam söylemesi kolay da “hadi bakalım” derler ya. “Hadi bir deneyelim bakalım.” İşte depremde denendi.

DEVA Partisi'nin depreme uğrayan her bir ilindeki il başkanı tuttu, devletin yapamadığını ilk beş iş gününde yaptı, geçti. Demek ki bunlara yetki verirse bunlar ülkeyi, belediyeyi yönetme gücüne, iradesine kavuşsa seçimlerde o yetkiyi vatandaşlarımızdan alsa bütün Türkiye ayağa kalkacak ya. Birden değişecek inanın. Ve çok hızlı değişir. Çok çok hızlı değişir.

Bunu tabii son depremde yaşadık ama bir de 2002 krizinde de yaşadık. Değil mi? 2001, 2002 krizinde o zaman çok sağlam bir ekonomi yönetimi kurduk. Sapa sağlam, düzgün arkadaşlar. İşini bilen arkadaşlar. 34 yılda kimsenin düşüremediği enflasyonu biz iki yılda tek haneye indirdik. Sadece indirmedik. Yıllarca da tuttuk. Ne zamana kadar? Ekonomi yönetimine Sayın Erdoğan kendi elini koyana kadar. Dedi ki “durun ya. Ben ekonomistim. Benim alanım ekonomi. Bundan sonra benim dediğim olacak.” Enflasyon bir patladı. Nereden? New York'tan, Londra'dan, nereden kimi getirirseniz getirin olmuyor. Çünkü hala hatasını kabul etmiyor.

Değerli arkadaşlar ne olursa olsun bu seçimler bizim tabii ki belediyeleri çok daha iyi yönetme iddiasıyla vatandaşlarımızın karşısına çıkacağımız seçimler. Ama bu seçimlerin bir önemli sembolik değeri daha var. O da eğer merkezi hükümetten memnun değilseniz, bu ülkenin iktidarından memnun değilseniz, şu anda ülkeyi yönetenlerden memnun değilseniz bu seçimler bugün ülkeyi yönetenleri uyarmak için de çok önemli bir fırsat. Çok önemli.

“Ya kardeşim biz sizden memnun değiliz. Tamam. Genel seçimlerde baktık. Muhalefetteki duruma da baktık. Muhalefetteki tablo evet o gün bize yeterince güven vermedi. Onun için biz gittik gene AK Parti'ye Sayın Erdoğan 'a oy verdik. Ama yapamıyorsunuz ya. Altı ay geçti, yedi ay geçti, olmuyor.” deyip de eğer merkezi hükümeti uyarmak istiyorsanız bu seçim aynı zamanda çok önemli bir fırsat.

Yani bu seçim arkadaşlar merkezi hükümete tam bir sarı kart gösterme zamanı. Sarı kart ne demek? “Ben seni uyarıyorum” demek. “Bak aklını başına al” demek. Çünkü bu sarı kartı bu hükümet görmezse korkum odur ki yerel seçimlerden sonra pervasızlık artacak. Vurdumduymazlık artacak. Hukuksuzluk artacak.

Ve sarı kartı bugün göstereceğiz ki günü geldiğinde bundan sonraki ilk genel seçimlerde de hep beraber diyeceğiz ki artık yeter. Artık yeter. Yani yerel seçimlerde sarı kart genel seçimlerde de kırmızı kartı gösterip inşallah Türkiye'yi DEVA belediyeciliğiyle ve arkasından da DEVA iktidarı ile buluşturacağız.

Değerli arkadaşlar inşallah 31 Mart 2024’te Pendik'in DEVA’sı için damgayı DEVA’ya vuracağız. Biz de hep beraber Pendik'in yarınlarına damgamızı vuracağız. Tüm ülkemiz için hayırlı olsun diyorum. Tekrar bugünkü kongremizin hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bugün gerçekten Pendik ilçemizde çok örnek bir devir teslim hazırlığı yapılıyor. Kurucu ilçe başkanımız Ersin Bey burada. Mustafa Bey belediye başkan aday adayı olmak için görevi devretmek istiyor. Yaşar Bey ilçe başkan adayımız olarak henüz aday. Bugün şimdi sandıklardan ne çıkacağı belli olmaz Yaşar Bey. Sen yine de dikkatli ol. Ben takılıyorum. Bu işler bazen tecrübe işi, aday adaylığı, adaylık, seçilmişlik. Hepsinin özüne dikkat etmemiz lazım. Ruhuna dikkat etmemiz lazım.

Ve inşallah bugünkü kongremizle beraber hem Pendik ilçe yönetimimiz inşallah yeni bir heyecanla bayrak yarışında bayrağı devralacak, koşmaya devam edecek.

Ve 28’inde de, gelecek hafta perşembe günü de Ankara'da aday tanıtım törenimiz var. Mustafa Bey de yine teknik olarak söyleyeyim. Aday adayımız bugün ama 28’ine kadar inşallah hayırlı bir sonuç olur diye ümit ediyorum.

Böylece arkadaşlar bugünkü programımızı böylece ilerletiyoruz. Ben biraz sonra aranızdan ayrılacağım ama süreç devam ediyor. Divanımız işin başında, bütün yetki divanda biliyorsunuz. Divan söz verdiği için ben buradayım. Yoksa divan söz vermese program nasıl akarsa öyle akar. Yetkinin tamamı divanda. Divanımız burada. Ve delegelerimiz aman salondan ayrılmasınlar. Oy kullanma için hak sahibi olan delegelerimiz ki kongremiz hukuken tam tekmil edilmiş olsun. Ve böylece Pendik İlçe Teşkilatımız örnek bir şekilde seçimlere doğru hızla koşmaya devam etsin diyorum.

Hepiniz tekrar Hepinizi saygıyla, sevgiyle, selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

23 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Tuzla 2. Olağan İlçe Kongresi Konuşması

Ali Babacan Tuzla 2. Olağan
Kongresi


DEVA Partisi’nin çok değerli Genel Merkez kurul üyeleri,

Çok değerli İstanbul İl Başkanımız,

Çok değerli Tuzla İlçe Başkanımız,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Kıymetli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Tuza ilçe teşkilatımızın ikinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında, Irak’ın kuzeyindeki bir bölgede şehit olan askerlerimizi rahmetle anıyor, yakınlarına ve tüm milletimize başsağlığı diliyorum.

Yaralılara da acil şifalar diliyorum.

Milletimizin bu terör belasından en kısa zamanda kurtulmasını temenni ediyorum.

*****

Değerli dostlarım, arkadaşlarım,

Bugünlerde milyonlarca öğrencimizin, çalışanımızın şikayetçi olduğu bir konuyla başlamak istiyorum sözlerime…

Küçükken, öğrenciyken bizlere hep bir şey öğretildi.

Ülkemiz sadece yeraltı zenginliklerine sahip değildi.

Jeopolitik olarak da önemli bir yerdeydi.

Asya’yı Avrupa’yla birleştiren bir köprü gibiydi ülkemiz.

Dört mevsimin de yaşandığı, doğasıyla tabiatıyla, yaşanır bir ülkeydi.

Ülkemiz, başka ülkeler gibi günün 20 saati güneş görmeyen bir ülke değildi.

Küçük yaşlarda hep bunları öğrettiler bize…

Fakat, şimdiki çocuklar, müfredatta böyle görse de sabah karanlıkta okula gidiyorlar. O günün 20 saati güneş görmeyen ülkelere benzer bir şekilde sabahın karanlığında okula gidiyorlar.

Ve bu konuda öyle garip bir inat var ki, vatandaşlarımız tüm bu güzellikler içinde gün ışığına adete hasret kalıyor.

Ülkenin dört bir yanından kalıcı yaz saati uygulaması sebebiyle şikâyetler Türkiye'nin her yerinden geliyor.

Milyonlarca insan gün ışığı görebilmek için sesini iktidara duyurmaya çalışıyor.

Ama iktidar duymuyor.

Partili medyada bu konu haberde olmuyor…

Onlara bakarsanız her şey güllük gülistanlık.

Ne açlık var... Ne yoksulluk…

Ne de karanlıkta işe-okula giden insanlar…

E Cumhurbaşkanı da bakıyor etrafına, bir sorun görmüyor.

Çünkü Beştepe’de her şey yolunda.

O hep izlediği televizyon kanallarına bakıyor, herkesin mutlu olduğunu görüyor o kanallarda.

Çünkü o kanallar ülkendeki sorunları işlemiyor…

Etrafında bir Sadık abisi de yok.

Keçiören’deki apartman dairesinde otururken böyle değildi. Külliye ’ye taşındıktan sonra artık etrafında samimi, gerçek, dürüst insanların sayısı çok çok azaldı.

Okula giden bir öğrenci veya bir öğretmen yok çevresinde.

Sabah erken saatte işe gitmek için evden çıkan bir güvenlikçi, temizlikçi, kurye; bir emekçi yok, onlarla hiç karşılaşmıyor, görmüyor onları. Çünkü hep Külliye’nin içinde.

Fakat vatandaşlarımız, gün ışığı görmeden işe gidip geliyorlar.

Çocuklar zifiri karanlıkta okula gidiyorlar şu anda.

Yetmiyor, kimi bölgelerde bu karanlıkta gidip gelme serüvenine sokak köpekleri de eşlik ediyor.

Bazı yerlerde vatandaşlarımız güne, köpek saldırısı korkusuyla başlıyor.

Arkadaşlar,

Herkesin şikâyet ettiği bu olaya kulak tıkamak, iktidarın içinde bulunduğu halktan kopuk halinin en önemli göstergelerinden bir tanesi.

Ben buradan sesleniyorum…

Sayın Erdoğan; vatandaşlarımızın isteklerini bu denli görmezden nasıl gelebiliyorsunuz? Bu kadar mı toplumdan uzaklaştınız?

Soruyorum, merak ediyorum.

Bu inadı sebebi ne? Kaynağı ne?

İnsanlara ekonomide gün yüzü göstermediniz, ama yetmedi…

Gerçekten gün ışığı da göstermiyorsunuz.

Tekrar ediyorum;

Vatandaşlarımızın taleplerine kulak verin.

İnsanların psikolojisiyle daha fazla oynamayın.

Ülkemizi, gün ışığına hasret bırakmayın.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Hükûmetin vurdumduymazlığı, hükûmetin bu ülkenin gerçeklerinden sorunlarından kopuk olması sadece demin verdiğim kalıcı yaz saati uygulamasından ibaret değil.

Hep diyorum: Bu ülkede Tahtakale’nin, Karaköy’ün, Sultanhamam’ın, Çıkrıkçılar Yokuşu’nun tozunu yutmadan ekonomi yönetmeye kalkarsanız başarılı olmazsınız.

Tuzla’daki Organize Sanayi Bölgesininim gerçeklerini bilmeden bu ülkenin ekonomisini yönetemezsiniz.

Halktan, vatandaştan kopuk; esnaftan işçiden bihaber ekonomi de yönetilmez, siyaset de yapılmaz.

Bakın; Geçtiğim gün, perşembe günü, Kur Korumalı Mevduat uygulaması tam ikinci yılını doldurdu.

O zaman dedim, şimdi de diyorum: Kur Korumalı Mevduat bir devleti, hazineyi batırma projesidir. İlk gün söyledim.

Hani “dış mihrak, dış mihrak” diyorlar ya bunlar…

İnanın düşman istese, bundan daha fazla zara veremez bu ülkenin ekonomisine… Dışardan bu kadar ülkenin ekonominse zarar verecek başka bir şey bulamazsınız...

Gittiler 70 model bir tavşanı şapkadan çıkardılar. Çok önemli bir buluş gibi…

Rahmetli Özal’ın memleketten söküp attığı bir sistemi getirdiler 40 sene sonra 50 sene sonra tekrar uygulamaya başladılar.

Rahmetli’nin gelecek nesillere “Aman ha, sakın bir daha yapmayın” dediği uygulamayı getirdiler on yıllar sonra bu ülkenin başına musallat ettiler…

Lafa gelince Özal’ı da sahiplenirler, Menderes’i de sahiplenirler

Ama bakıyorum artık pek çok alanda ne Özal'ın ne de Menderes'in yaptıklarının artık izi bile yok. Esamesi okunmuyor bunlarda. Tam tersini yapıyorlar.

Koskoca Türkiye'ye adeta bir laboratuvar muamelesi yapıyorlar ya.

“Ben ekonomistim. Benim alanım ekonomi” diyor. Ondan sonra gidiyor bilime, Allah’ın verdiği akla aykırı deneyler yapıyor.

“Benim tezim budur” diyor. Ya sen de bir kulsun. Her şeyi herkesten iyi bilmen mümkün değil ki.

Ne demiş atalar? Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.

Ve son 7 senede arkadaşlar, inanın denemedikleri saçmalık kalmadı ülkede ya. Yazık günah bu ülke.

Ve sonuçta ne oldu? Çok yaygın ve derin bir yoksulluk geldi, çöktü ülkenin başına.

Bu ülkenin bir laboratuvar olmadığını, bu ülkenin insanlarının da tek bir kişinin aklına gelenleri deneyeceği, uygulayacağı kobaylar olmadığını artık anlamalı bu hükûmet.

*****

Seçimden sonra yeni bir ekonomi yönetimi var değil mi?

Ne yapıyorlar? Bu Kur Korumalı Mevduat sistemini kaldırmak için kıvranıp duruyorlar. Ama aynı o taşı kuyuya atarsınız sonra çıkaramazlar ya, aynı onun misali şu anda.

Ha bunu da doğrudan direkt somut politikalarla da yapmıyorlar.

Şu an Kur Korumalı Mevduat’ta hala 94 milyar dolarlık bir rakam söz konusu. 125 milyar dolar çıkmıştı. 6 aydır, 7 aydır uğraşıyorlar, uğraşıyorlar, indirebildikleri 94 milyar.

Birisi attı kuyuya taşı, kimse çıkaramıyor.

Üstelik Sayın Erdoğan'ın ağzından da bu konuyla ilgili tek bir kelime duyduk mu ya? Çıkıp da dedi mi? “Ya ben burada yanlış yapmışım. Bu iş hatalı olmuş. Onun için artık bu hatamdan geri dönüyorum” dedi mi? Tek bir kelime etmiyor. Tek bir kelime.

“Hızla vatandaşımızın imdadına yetişeceğiz ve bu sistemi bitireceğiz” dedi mi? Demiyor.

Merkez Bankası faizi yüzde 8,5’dan yüzde 42,5’a çıkarttı. 6 ayda altı kere faiz indirdi. Bu ülkenin cumhurbaşkanından seçimden bu yana faiz kelimesini hiç duydunuz mu? Hiç bahsediyor mu?

Tüketici kredileri faizleri aldı başına gitti. Esnafın, sanayicinin ödediği faiz aldı başına gitti. Tek bir kelime ediyorum faizle alakalı. Yok.

Sanki zamanında “faiz indi, daha da inecek” diyen başkasıymış gibi tamamen kulağın üzerine yatıyor.

İşte bunun içindir ki güven oluşmuyor. Tamam ekonomi yönetimde iyi isimler var, yeni isimler var ama öbür tarafta cumhurbaşkanında bu konularda hiç sesi soluğu çıkmıyor. Sağ solda belli olmaz. Yarın bir uyanır, hepsini görevine alır ve bakarsınız bambaşka bir dönem başlar. Olur mu olur? Çünkü kaleminin ucunda hepsi. Yeni sistem bir kişiye bütün yetkiyi vermiş durum.

Lafa gelince faize karşılar, amaa şu anda bunlar Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en faizci hükûmeti oldular!

Evet tekrar ediyorum: Cumhuriyet tarihinin en yüksek faiz ödeyen hükûmeti şu anki hükûmet oldu arkadaşlar…

Bu bütçede şu anda hala mecliste şu saatlerde görüşülmekte olan bütçede faiz ödeneği tam 1 trilyon 254 milyar TL.

Eski parayla 1 kentilyon 254 katrilyon. Eski parayla. Rakam büyüklüğünü görüyorsunuz he?

Bu yıl 2023’te ödenenin tam iki misli faiz ödeyeceğini şu anda bütçede Meclis’e götürdüler ve meclisten bu bütçeyi geçiriyorlar. Bu mu faizle mücadele ya? Ne oldu?

6 aydır söylüyorum. Tek bir kelime cevap veremiyorlar.

Çünkü işlerine geldiği zaman kendilerine bağlı televizyon kanalları, gazeteler kullandığım tek bir kelimeyi yakalayıp oradan her türlü haber yapmasını gayet iyi biliyorlar. Şu anda da dinliyorlar ha. İzliyorlar şu anda. Ama tık yok. Çünkü söyleyecekleri bir şey yok.

Bakın; 2023 Temmuz’una kadar Kur Korumalı Mevduat’a ödenen kur farkı tam 312 milyar lira. 6 ayda…

Bu 312 milyarın üzerine artı bir de 800 milyar lira Merkez Bankası'ndan kur farkı ödüyorlar bu yılın ikinci yarısında. Rakamlara bakın ya. Bakın Temmuz 'a kadar ödenen 300 milyar, yuvarlayarak söyleyelim. Temmuz'dan sonra Merkez Bankası tarafından ödenen de 800 milyar.

Bu rakamları tabir etmek zor arkadaşlar biliyorum. Ama mukayese edelim. Mesela 2024'ün bütçesinde tarıma sağlanan desteğin tamamı topla, topla, topla, topla 90 milyar. Sadece son 6 ayda Kur Korumalı Mevduat için Merkez Bankası'ndan ödedikleri 800 milyar.

Merkez Bankası bu parayı nereden buluyor? Para basıyor, para basarak ödüyor.

Merkez Bankası'nın bu kadar yüksek miktarda para bastığı bir ülkede enflasyon düşer mi? Ne yaparsanız yapın düşmez ya.

Sen faizi artır, vergileri artır. Faiz artarsa, vergiler artarsa halk daha az alışveriş eder. Tüketim düşer, tüketim düşüncede enflasyon düşer. Hey yavrum hey. Bunların hesabı bu kadar.

Ya bu ülkede sanki insanların ceplerinden paralar fışkırıyor da çok alışveriş ediyorlar da onun için de enflasyon oluyor.

Bu ülkede gıda enflasyonu varsa bu gıda enflasyonunun sebebi tarımsal üretimdeki maliyetlerin artışıdır.

Gübredeki, mazottaki, elektrikteki, tohumdaki, yemdeki fiyat artışlarıdır.

Siz dönüp de çiftçiye yeteri kadar destek vermezseniz bu enflasyonu düşüremezsiniz. Türkiye'de gıda fiyatları düşmez. Bu kadar.

Faizi istediğin kadar artır. Faiz artırınca çiftçinin maliyeti mi düşüyor? İstediğin kadar ÖTV’yi KDV’yi artır. Çiftçinin maliyeti düşüyor mu? Ya enflasyonun kaynağı oralarda.

Sen akıl dışı, bilim dışı uygulamalarda döviz kurunu patlat, gübreden yeme kadar her şeye, elektriğe, mazota, zam gelsin, gıda fiyatları artsın, ondan sonra da dön Merkez Bankası'na faiz artır, vergi artır, enflasyon düşürmeye çalış. İnanın bilmiyorlar ya. Bilmediklerinin de farkında değildir.

Akaryakıt zamları artırılan KDV en temel ihtiyaç maddelerinde ağırlaşan vergiler, motorlu taşıtlar vergisi bir aldılar, bir daha aldılar ya. Arabası olan herkes bir vergi ödedi, sonra gitti bir daha ödedi aynısını. Niye? E kemer sıkma. Ya sen dar gelirliye kemer sıktırıyorsun da elinde parası olan kur korumalı mevduata yatıranlara vergi avantajı sağlıyorsun. Hala vergi avantajları devam ediyor orada. Bu kadar dengesizlik olur mu ya? Ve ne uğruna bütün bunlar arkadaşlar? Ne uğruna? Bir inat uğruna. Bir inat…

Marketlere gidiyorsunuz, değil mi?

Neye dokunsanız el yakıyor.

Sayın Erdoğan gitmiyor. En son ne zaman gördük onu market alışverişinde gördük onu, bilmiyorum.

100 lirayla ne alınır bilmiyor.

Bir kilodan, yarım kiloya; 100 gramdan 90 grama, 80 grama düşen paketlerden, alışveriş çantalarından, torbalarından habersiz.

Yoksulluk sınırı memlekette olmuş 45 bin lira. Açlık sınırı olmuş 14 bin lira ve maalesef şu anda asgari ücretli, emekli, evinin artık kirasını ödeme imkanını tamamen kaçırmış durum.

Bugün bu ülkede bir emekli vatandaşımız eğer oturduğu ev kendinin değilse bir emekli maaşıyla kirasını karşılayamaz hale geldi. Ülkeyi düşürdükleri durum bu. Ve tamamen bilgisizlikten. Tamamen. Ve etrafındakilerin çıkarcı insanlar olmasınlar. Etrafındakiler kendileri için en iyi karar neyse kendi paralarına para katacak servetlerine servet katacak karar neyse o kararı empoze ediyorlar. Çünkü etrafı öyle insanlarla sarılmış durumda.

Menfaat şebekelerinin çoğu böyle, aynı mıknatıs nasıl her şeyi üzerine çeker? Çer çöp. Burada tersanede mıknatısla çalışan makineler var ya işte mıknatıs dal diyorsun hurdalı dolayısıyla her şey yapışıyor üzerine.

Şu andaki iktidarın elinde bulundurduğu güce de aynı o mıknatısla yapışan çerçeve küpü her şeye yapışmış durumda.

Ve Şimdi soruyorum:

Şöyle sokağa çıkıp bir seslenin…

“Ben çok rahat geçiniyorum” diyebilen bir insan var mı?

“Ben halimden memnum” diyen kaç kişi var Allah aşkına…

Bakın; çalışan, işsiz kalmayan, maaşına az da olsa zam alabilen artık nispeten şanslı bir insan ama olanlarda dahi geçinemiyor.

Rahat geçiniyorum diyen var mı?

Döviz borcu olmayanlardan, büyük kira yükü altında olmayan iş güç sahibi olanlardan bahsediyorum. Onlar bile zorlanıyorlar. Rahat geçinebiliyorlar mı?

İnsanlar tatillerden falan vazgeçti, dışarı çıkıp bir fincan kahve içeyim içmeyim mi diye hesap yapar hala geldi bu ülkede.

İnsanlar evlerine daha az misafir çağırıyor artık… Çünkü bakıyorlar ikram, hesap kitap uymuyor, olmuyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Buradan hep birlikte tarihe bir not düşmek istiyorum.

İleride, içinde bulunduğumuz bu günler anlatılırken, birileri bu kaydı görsün, izlesin, duysun istiyorum.

Çünkü onlar sürekli “Her şey çok güzel” propagandası yapıyorlar ya, onların televizyonları, medyası devamlı “Her şey güzel” diye işliyor. Ama tarihinin kayıtlarına gerçekleri geçirmek zorundayız.

Onun için ben şimdi sizlerden şahitlik istiyorum.

Birileri anlatırken tarihi çarpıtmasın, gerçeklerden sadece şu anda, bu ülkede yaşayanlar değil; yarınların da haberdar olsun istiyorum.

Bunun için sizden şahitlik istiyorum.

2023 yılı Türkiye’sinde, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu Türkiye’de;

İnsanların 1 kilo peynir almakta zorlandığı bir dönem yaşanıyor…

Şahit misiniz? (…)

2023 yılı Türkiye’sinde, “yerli ve milli” kelimelerini dilinden düşürmeyen bir iktidar iş başındayken;

Vatandaşlarımızın yerli sebze meyveleri taneyle ancak alabildiği bir dönem yaşanıyor...

Şahit misiniz? (…)

2023 yılı Türkiye’sinde, üç tarafları denizlerle çevrili bu ülkede, insanlar balık yemeye hasret kaldılar…

Şahit misiniz? (…)

“Doğalgaz rezervleri bulundu, her şey ucuzlayacak, doğalgaz bedava olacak, geleceğimiz artık garanti altında” diyenler de duysun.

2023 Türkiye’sinde, kış gelince, hava soğuyunca, yağmur yağınca insanlar yağmura bakıp “berekettir” diye artık sevinmekte zorlanıyor.

Gelecek doğalgaz faturasını düşünüyor insanlar hava soğuduğu zaman…

Şahit misiniz? (…)

*****

Evet arkadaşlar,

Ülkemiz zor günlerden geçiyor.

Ancak, bizim lügatımızda umutsuzluğa yer yok.

İnşallah, bu kötü günleri hep birlikte, dayanışma içinde, siyaset yoluyla, çalışarak ve çok çalışarak atlatacağız. Bu ülke büyük ve güçlü bir ülke. Yeter ki iyi yönetilsin. Yeter ki iyi ve düzgün insanlar, çalışkan insanlar mücadeleden asla vazgeçmesin.

İnşallah, çocuklarımız bizim yaşadığımız bu sorunları yaşamayacak.

Bunun için biz DEVA Partisi olarak çok çalışmak zorundayız.

Her zaman diyorum: Bir çalışacaksak iki çalışacağız, iki çalışacaksak dört çalışacağız.

Her mahalleye, her haneye ulaşmak zorundayız,

İnsanlara önce DEVA’yı, sonra DEVA Belediyeciliğini anlatmak zorundayız.

Değerli arkadaşlar, bakın yerel seçimlere gidiyoruz.

Ben bakıyorum bizim şu ana kadar ilan ettiğimiz adaylarımıza, süreç içerisinde ilan edeceğimiz adaylarımıza şöyle bakıyorum, inanın bizim her bir adayımız o ilçeyi ya da o ili mevcut belediye başkanlarından çok daha iyi yönetir.

Ve aynı zamanda bizim arkadaşlarımız temiz yönetir temiz.

Bakın biz partimiz kurulduktan hemen sonra bir Yerel Yönetimler ve Şehircilik Vizyon Belgesi açıkladık. Bir eylem planı açıkladık. Bizim gibi böylesine detaylı çalışma yapıp madde madde, madde madde belediyecilikle ilgili neler yapacak? Yerel yönetimlerle ilgili neler yapacak? Bunu açıklayabilen başka bir siyasi parti yok. Takvim vermişiz, tarih vermişiz. Hepsi var.

Ve bununla da kalmadık. Türkiye'de bir ilki daha gerçekleştirdik. Bir Etik Kurallar Bildirgesi hazırladık. Etik Kurallar Bildirgesi. Burada arkadaşlar tam on bölüm halinde madde madde, madde madde bizim belediye başkanlarımızın kendi belediyelerini yönetirken hangi ahlaki kurallar içerisinde yöneteceklerini bu belge içerisinde sıralıyorlar, altlarına, isimlerini, imzalarını atıyorlar ve milletimizin karşısına bir taahhütle çıkıyorlar.

Yani “Temiz Belediyecilik” taahhüdüyle. Bu herkesin lafta kolayca söyleyebileceği bir şey. Ama ya lafta değil, sen ne anlıyorsun? Belediyecilikte, yerel yönetimlerde ahlaki kurallar, etik kodlar dediğimizde ne anlıyorsun? Bir anlat bakalım. İnanın üçüncü cümlede tıkanırlar. Devamını getiremezler.

İşte biz burada bütün detaylarını yazıyoruz. Ne demek? Nasıl olacak? Ve bir ilk, bunu yapmak DEVA Partisi'ne nasip oldu. Başka hiçbir siyasi partide böyle bir şey yok.

Çünkü maalesef Türkiye'de “belediye” deyince, “yerel yönetimler” deyince insanların aklına gelen ilk kelime öyle ahlaki etik değil. Hangi kelime akla geliyor? Rant, rant. Tamamen rant odaklı.

Haksız adaletsiz rant ve bunun yine haksız adaletsiz bir şekilde paylaşılması.

Yolsuzluk, maalesef, üzülerek söylüyorum. Ve bu ülkeye çok yazık oluyor ya. Bu ülke böyle kötü yönetimlere layık değil ki.

İşte biz bunun farkında olduğumuz için yol açık. Onun için hazırlanıyoruz. Onun için bizim adaylarımız seçildikten sonra nasıl etkin yönetilir? Nasıl temiz yönetilir? Bunu dünya aleme inşallah göstereceğiz.

Bakın bir örnek vereyim,

6 Şubat'ta Kahramanmaraş depremlerini yaşadık değil mi? Ve bu depremler “asrın felaketi” olarak nitelendirildi. Ben depremin ikinci günü AFAD'daydım Ankara'da. O zamanki Cumhurbaşkanı Yardımcısı, orada.

Dedim ki; “ilk 2 günde bizim Türkiye'deki teşkilatlarımızdan tamamen gönüllü olarak bizden bir yönlendirme talimat gitmemesine rağmen tamamen gönüllü bir hareket olarak ikinci günün akşamı tam 100 tırlık yardım toplanmış durumda. Sizin AFAD olarak bu işle ilgili eminim altyapınız vardır. Depolarınız vardır. Sisteminiz vardır. Dolayısıyla biz bu tırları sizin gösterdiğiniz depolara indirelim, dağıtımını yapın.”

Doğalı bu değil mi? Devletin bunu yapması gerekmiyor mu? AFAD niye var bunu yapamayacaksa değil mi?

Dedik ki; “tırın plakasını verelim. İçindeki malzeme listesini verelim. Siz de bize adres verin, o adrese insin. Kahramanmaraş'sa Kahramanmaraş. Hatay'sa Hatay. Adıyaman'sa Adıyaman. Ama bize adres gösterin ki biz indirelim orada dağıtım olsun.”

Adres veremediler ya. Olmadı, yok. İlk haftanın sonunda sayı çıktı 250 tıra. Artık Ankara'yı bıraktık hemen deprem bölgesine geçtik. İşte üçüncü gün Hatay'dayım. Dördüncü gün İslâhiye. Baktım İslâhiye’de bizim Gaziantep il başkanımız gayet güzel bir depo tutmuş. Oraya tırlar iniyor. Depodan küçük araçlarla yardım dağıtılıyor.

Ertesi gün Kahramanmaraş'taydım. Kahramanmaraş il başkanımız şehrin biraz dışında bir depo ayarlamış. Tırlar iniyor. Küçük araçlarla köylere dağıtılıyor. “Çünkü merkezde durum fena değil ama köylere yardım ulaşmıyordu. Onun için biz köylere odaklandık” diyor.

Geçtik Malatya'ya. Organize sanayide 2 bin metrekare kapalı alan depo dolu. Tırlar iniyor. Yardım dağıtılıyor. Beşinci günde, beşinci günde…

Ya devlet kurumlarının yıllardır yapamadığı hazırlığı bizim il başkanlarımız deprem bölgesinde üç günde, dört günde, beş günde yapmış.

Demek ki ne demek? Bu deprem Allah korusun başka illeri de vurabilirdi. İşte İstanbul'dayız değil mi? Tam en büyük deprem riskinin olduğu bir şehrimizdeyiz. İstanbul’u da vurabilirdi. Başka yerleri de vurabilirdi.

Ama ben şuna inanıyorum. Hep diyorduk ya “İşinde iyi insan ve iyi insan.” Bu ne demek? İşinde iyi insan yani kabiliyeti, organizasyon becerisi olan iyi insan da düzgün, dürüst insan. İşte bu iki niteliğe haiz insanlardan oluşan bir DEVA teşkilatı olduğu için Türkiye genelinde deprem 11 ilimizi vurdu, on bir ilde de teşkilatımız hemen gereğini yaptı. Kimseden bir şey beklemeden, kimseye sırtını dayanmadan, hemen.

Ve “yerinden yönetim” diyoruz ya “belediyecilik, yerinden yönetim”, yerinden yönetim de tam da bu iştir. Yani yetkiyi yerele vermek ama yerelde de imkân, beceri olması. Ve hemen o imkânın ve becerinin harekete geçmesi ve vatandaşımıza iyi hizmet ulaşması. İnanın bu kadar basit ya. Fakat yok. Yok.

Çünkü siz dediğim gibi belediyeciliği, “belediye” kelimesini, “rant” kelimesini böyle yan yana kodladığınız anda oradan iyi hizmet çıkmaz.

Bir de şu da var; “Ya çalıyor ama bir şeyler de yapıyor.” Böyle bir şey olmaz ya. Çünkü çalmasa çok daha iyisi yapılacak. Kaynaklar tam da hedefine ulaşacak. Dolayısıyla bunu biz kökünden değiştirmemiz gerekiyor. Bu anlayışı Türkiye'de kökünden silmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bakın bu yerel seçimler gerçekten belediyelerimizin çok daha iyi yönetilmesi için önemli bir fırsat.

Biz tüm Türkiye genelinde adaylarımızın kazanması ve belediye başkanı olması, adaylarımızın meclis üyeleri olması için elimizden giren her gayreti son güne kadar göstereceğiz. Tabii ki bu çok önemli bir amacımız.

Ama bir başka amacı da bu seçimlerin bu seçimler arkadaşlar merkezi hükümete Beştepe'ye bir mesaj vermek için de çok önemli bir fırsat. Çünkü bu yerel seçimler aynı zamanda bir güven oylaması. Yani siz şu andaki iktidarın yaptıklarını onaylıyor musunuz, onaylamıyor musunuz? Bütün bu yüksek faizi, yüksek enflasyonu onaylıyor musunuz, onaylamıyor musunuz? Bunun için de çok önemli fırsat.

Onun için bu yerel seçimler, 31 Mart seçimleri hükûmete “aklını başına topla, ben seni uyarıyorum” demenin tam zamanı. Yani bu yerel seçimler hükümete sarı kart göstermenin tam zamanı arkadaşlar. “Hata var, farkındayım, seni izliyorum, kendine gel.”

Dolayısıyla sadece belediye seçimleri değil bu iş. Aynı zamanda bir sonraki genel seçime kadar iktidara bir uyarı seçimi.

Zaten biz şu andaki iktidarın Türkiye'nin sorunlarını çözecek kapasiteye, insan kaynağı yapısına, hazırlığa sahip olmadığını biliyoruz. Onun için de ne yapacağız inşallah? Bir sonraki genel seçimlerde de şu andaki iktidara hep beraber kırmızı kartı göstereceğiz. “Artık yeter” diyeceğiz. Artık yeter. Çünkü bu ülke çok daha iyisini hak ediyor.

2013 yılında 12.500 dolar milli geliri yakalayan bir ülke 2023 yılında o rakamın çok daha altında bir refaha şu anda mahkûm oldu. 10 bin dolar 11 bin dolar açıklıyor TÜİK. Tabii TÜİK'e inanıyorsanız. TÜİK'in açıkladığı rakama inanıyorsanız

TÜİK giyim enflasyonu açıklıyor. Giyim maddeleriyle ilgili enflasyon. Diyor ki yüzde 40. İTO açıklıyor İstanbul Ticaret Odası yüzde 100. ENAG açıklıyor yüzde 140. E bu TÜİK 'in hangi açıkladığı rakama güveneceğiz Allah aşkına ya? Ondan sonra da Merkez Bankası ben enflasyonu düşüreceğim diyor. Ya hangi enflasyon ya? Hangi enflasyon? Sen önce şu gerçek doğru dürüst enflasyonu bir ilan et bakayım.

Çıksın ülkenin cumhurbaşkanı desin ki “Ya bizim bu TÜİK yanılmış. TÜİK beni aldatmış.” Hani çok aldatıldı ya. “TÜİK beni aldatmış” desin. Hani öyle artık anlatsın. TÜİK'e talimatla mı indi falan o enflasyon oraları karışık. Muhtemelen kendileri indiremeyince TÜİK'e döndüler “Şu enflasyonu indir” dediler. Ki onu yapan başbakanlar oldu bu ülkede daha önce.

Yani o zamanki eski adı DİE, Devlet İstatistik Enstitüsü başkanı çağırıp “ya başkan bu enflasyon yüksek. Bununla ilgili bir şey yapmalıyız.”

Tabii o zamanın dirayetli başkanları ne dedi cevap olarak? “Efendim bizim görevimiz enflasyonu ölçmek düşürme görevi sizin.”

Dolayısıyla doğru olacaksın doğru. Doğruluk da önce açıklanan rakamların gerçekliğinden başlıyor. Dolayısıyla çok yazık oluyor gerçekten bu ülkeye. Ve onun içindir ki çok çalışmamız gerekiyor.

Evet Erdoğan seçimi kazandı arkadaşlar ama helalinden kazanmadı.

Şimdi ben soruyorum size dolar kurunu mayıs ayına kadar baskı altında tutmuşlar diyen yeni bakan değil mi? Demek ki ne demek? Dolar kurunu bu vatandaşa 18 lira gösterdiler. Hemen seçimden sonra 28, 29, 30 liraya patlattılar. Bu aldatmak değil mi? Aldatma.

Çiftçiye mazot 18 lira, 19 lira, 20 lira diye gösterip seçimden hemen sonra ÖTV 'yi üçe katlayıp mazotu 36 lira, 38 lira, 40 lira yapmak milleti aldatmak değil mi ya?

“Faiz indi, daha da inecek” deyip Merkez Bankası faizini yüzde sekiz buçuk gösterip seçimden hemen sonra her ay 6 ay boyunca 6 kere Merkez Bankası faizlerini artırmak 8,5’tan 42,5’a çıkartmak bu milleti aldatmak değil mi?

Onun için diyorum “kazandı ama helalimden kazanmadı.”

Biz hamdolsun dosdoğru olduk. Hiç kimseyi aldatmadık. Söylediğimiz her şeye inanarak söyledik. Büyük bir samimiyetle çalıştık. Ama bizi ve içinde bulunduğumuz birlikteliği destekleyen vatandaşlarımızın oranı yüzde 48’de kaldı.

Evet, kazanamadık ama tarihin doğru zamanında doğru yerde durduk biz. Demokrasiden yana durduk. Doğruları savunduk.

“Adalet” dedik. “Hukuk” dedik. “Eğitim” dedik.

Ve yine aynı noktadayız. Ve ısrarla biz bu duruşumuzu devam edeceğiz çünkü ne yaptığımızı gayet iyi biliyoruz, duruşumuzdan, tutumumuzdan eminiz.

*****

Evet arkadaşlar,

Tuzla’yı DEVA Belediyeciliğiyle tanıştırmak zorundayız

Ceylan Hanım tanıştıracak mıyız?

Siz şöyle bir tekrar alalım…

Bugün Tuzla’da örnek bir bayrak devir teslimine şahidiz hep beraber. Gerçekten çok güzel bir örnek. İlçe Başkanımız, Belediye başkan adayımız oluyor bugünkü kongrede. Yeni bir ilçe başkanımız seçilecek. Tabii seçim bitene kadar belli olmaz. İnşallah Tuzla’ya yakışan bir belediyeciliği biz burada yaşatacağız.

Bir kez daha sorayım:

Tuzla’yı DEVA Belediyeciliğiyle tanıştıracak mıyız? (…)

Ceylan Yalçın; aklıyla, bilgisiyle, gençliğiyle Tuzla’nın ilk kadın ilçe başkanı oldu. Benim bildiğim başka örneği yok.

Şimdi de Ceylan Hanım’ı Tuzla’nın ilk kadın belediye başkanı olacak.

Hep söylüyorum, “Siyaset sadece erkeklere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş”.

Dikkat edin “sadece erkeklere bırakılmayacak” diyorum. “Erkeklere bırakılmayacak” demiyorum. Tabii ki erkekler de olacak, kadınlar da olacak. Omuz omuza hep beraber inşallah bu ülkeyi çok daha güzel yarınlara doğru taşıyacağız.

Ceylan Hanım’la Tuzla’nın DEVA’sı olmak için hep beraber canla başla çalışmak zorundayız.

Bakın bu salondaki herkes, bu salondaki herkesin tanıdığı, akrabası, yakını, arkadaşı herkesin 31 Mart’a kadar yoğun bir şekilde çalışması gerekiyor. Çalmadığımız kapıyı bırakmamamız gerekiyor. Çünkü bu iş insan insana temas.

Onların medyası olabilir, parası da olabilir. Devlet gücünü sadece kendi çıkarları için kullanıyor da olabilirler. Ama biz kendimize güveniyor. Biz bu işi onlardan daha iyi yapacağımıza biliyoruz. Bunun içindir ki o özgüvenle vatandaşlarımızın karşısına çıkacağız. “Biz onlardan daha iyisini yaparız” diyeceğiz. Ama bunu yüz yüze söylememiz gerekiyor.

Çünkü devlet imkanları özellikle hükûmetin kontrol ettiği propaganda makinası bizim elimizde yok. Ama bizim inancımız var doğrularımız var ve kendimize güvenimi var.

İşte kendimize güvenimizi vatandaşlarımıza şöyle bir hissettirdiğimiz bu iş olacak inşallah.

Ben diyorum ki;

Tuzla’ya DEVA yakışır, Tuzla’ya Ceylan Yalçın yakışır diyorum.

Çünkü…

Her zaman söylediğim gibi;

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Türkiye’nin DEVA’sı var,

İstanbul’un DEVA’sı var,

Tuzla’nın DEVA’sı var, diyorum

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sağ olun…

21 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 10. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

21 Aralık 2023

10. Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Kıymetli basın mensupları, değerli çalışma arkadaşlarım

Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz.

*****

Değerli arkadaşlar;

Ülkemiz, üç bir tarafı denizlerle çevrili bir ülke, sadece doğa güzellikleriyle meşhur değil.

Sadece denizleri, ovaları, dağları ve antik kentleriyle meşhur değil.

Türkiye artık dünyanın dört bir yanından ülkemize akan çete liderleriyle de meşhur bir ülke oldu.

Her gün başka bir coğrafyadan birileri yakalanıyor bu ülkede.

Şimdi, size bir harita göstereceğim.

Şuraya haritaya bakın:

Bunu aslında atlas yaptırıp dağıtmak ve süreklide güncellemek lazım.

Bu kırmızılar ne biliyor musunuz? Kırmızılar, her bir ülkeden Türkiye’ye gelen ve yakın zamanda yakalanan çete liderlerinin ülkesi.

Yani sadece şu son zamanda Türkiye'de yakalanan çete liderleri hangi ülkelerden gelmiş? Avustralya'dan tutun Yeni Zelanda'ya; Rusya'dan, Çin'den başlayın Orta Asya’ya, Hırvatistan, İngiltere 'ye kadar uzanan bir harita var.

Burada kimler var?

Belçika genelinde uyuşturucu dağıtımını organize eden İngiliz uyruklu Mohammed Zakir.

İstanbul Büyükçekmece’de yakalanmış.

Böylece İngiltere de listeye son eklenenlerden birisi oldu.

Devam ediyorum,

Vietnam’da kırmızı bültenle aranan Çin uyruklu Chen Xuefeng.

Nerede yakalanıyor? Bağcılar’da. Bakın, Çin uyruklu Vietnam’da aranıyor, Bağcılarda yakalanıyor.

Böyle etnik çeşitliliği dünyanın hiçbir yerinde görmek mümkün değil arkadaşlar…

Şu platformlardaki dizilerde bunu bir senaryosunu yazsalar, film yapsalar dersiniz ki “yok artık ne alakası var.”

“Vietnam'da aranan adam nasıl oluyor da Bağcılar'da çıkıyor” dersiniz. “Bu kadar da olmaz” dersiniz. “Uydurma bir dizi bu” dersiniz.

“Vietnam’da aranan adamın Bağcılar’da ne işi var? Senaristler abartmış.” deriz.

Oysa bunların hepsi, gerçek.

Bir başka örnek.

Shamil Amirov. Rus. Yakalandığı yer neresi? Fatih.

Yeni Zelandalı Hohepa Ngakuru. Yakalandığı yer yine İstanbul.

Arkadaşlar,

Yeni Zelanda – İstanbul arası ON YEDİ BİN kilometre.

Bu ON YEDİ BİN kilometreyi, bu insan sonunuzun ne olacağını bilmeden, başına bir şey geleceğinden emin olmadan kat eder İstanbul'a gelir mi?

Birileri belli ki “gel” diye çağırmış.

Kim gel dedi bilinmez.

Belki arkadaşları, belki arkadaşlarının nüfuzlu arkadaşları.

Belki, iktidarın yeni arkadaşları, yeni dostları.

“Gel” demişler. “Burası senin için emniyetli.” Zaten dünyada ne kadar çete mafya varsa burada. Rahat. “Kimse ilişmiyor onlara” demişler. “Burada sana ekmek var.” Demişler.

O kadar örnek var ki.

Arnavutluk var, Hırvatistan var…

Bir de arkadaşlar, yakalanan insanların iş tuttuğu ülkeleri bu haritaya koymadık. Haritamıza eklemedik. Yani bu haritada sadece menşe ülke var, uyruğu olduğu ülke var. Yani vatandaşı olduğu ülkenin haritası. Bir de iş yaptıkları ülkeleri koysak haritaya bütün dünya kıpkırmızı.

Mesela Christijan Paliç. Hırvatistanlı.

Ticaretini Güney Amerika’da yapıyor. Ne ticareti olduğu malum... Uyuşturucu.

Biz Güney Amerika’yı işaretlemedik. İşaretlesek dediğim gibi neredeyse bütün dünya kıpkırmızı olacak.

Onları da doldursak boş yer kalmayacak zaten.

“Suç örgütü atlasımızın” son hali bu.

Bunlar sadece yakalananlar, sadece yakalananlar

Bir de yakalanmayanlar var. Yakalananlar ayrı, yakalanmayanlar ayrı.

Onlar bu haritada nereleri dolduracak, bilmiyoruz.

Onu artık İçişleri Bakanı’na sormak lazım.

Ama özellikle bir önceki İçişleri Bakanı’na sormak lazım.

Çünkü ‘yakalandı’ demek kolay.

Asıl soru şu: Bunlar niçin Türkiye’ye geldiler? Niçin Türkiye’yi seçtiler?

Nasıl geldiler? Ne zaman geldiler?

Kim onlar böyle elini kolunu sallayarak Türkiye'ye girerken, çıkarken acaba göz yumdu? Madem yakalanıyor, madem burada olduğu biliniyor, nasıl girdiler? Bugüne kadar niçin yakalanmadılar? Niçin bunca zamandan sonra yakalandılar?

Ne tür bağlantıları var? Ne tür ayrıcalıklar kullanarak bu ülkede geziyor bu insanlar?

Şu zamana kadar kim ya da kimler korudu bu suç örgütü liderlerini?

Bunların her birine cevap arıyoruz ve özellikle de buradan ülkenin Cumhurbaşkanına, Sayın Erdoğan’a soruyoruz. Çünkü nihai sorumlu sizsiniz. İçişleri Bakanı'nın biri geliyor, biri gidiyor. Bir öncekine yol veren, önünü açan da sizsiniz. Şu andaki İçişleri Bakanı’nı görevlendirdiler de sizsiniz. Dolayısıyla bu sorunların aslında hepsi doğrudan Sayın Erdoğan'a sorular. Bunların her birine cevap bekliyoruz.

Evet, “jeopolitik önem” diyorduk, “Türkiye çok önemli bir coğrafyada” diyorduk ama bazıları bu jeopolitik önemi yanlış anladı.

Ve bu güzel coğrafyamızın geldiği hal bu.

Bu cennet vatanı iktidarın getirdiği hal bu.

Cennet vatanımızı, “çete liderlerinin cennetine” çeviren iktidarın hâli bu.

*****

Değerli arkadaşlar, gerçekten bir yandan bu kadar hukuksuzluğun, bu kadar organize suç örgütlerinin cirit attığı bir ülkede ekonominin asla ama asla düzelemeyeceğine biz iddia ediyoruz. Ama öte yandan da ekonomiye dair çok büyük yanlışları, çok büyük eksikleri de sürekli vurguluyoruz.

Bugün 21 Aralık. KKM uygulaması başlayalı bugün tam iki yılında olurdu. Tam iki yıl önce bugün ben Polatlı'daydım. Polatlı Sanayi Ticaret Odası'nda bir programa davetliydim ve gece bu haberi alınca ertesi gün sabah ne dedim? “Bu KKM bu ülkeyi batırma projesidir. Bu ülkenin hazinesini batırma projesidir” dedim. Evet 2023'te ülkemiz asrın felaketini, asrın doğal felaketini yaşadı ama “asrın ekonomik felakette bu KKM olacaktır” dedim.

Rahmetli Özal'ın ta 1980'lerde kaldırdığı, “Bu ülkede enflasyonun müsebbibi budur. Gençlere vasiyetimdir asla bu ülkenin başını bir daha böyle bir belaya sokmayın” dediği bir uygulamayı 40 sene sonra şapkadan tavşan çıkarırcasına Sayın Erdoğan çıkarttı ve ülkenin başına musallat etti. Yeni ekonomi yönetimi bundan kurtulmaya çalışıyor.

125 milyar dolara çıkan KKM uğraştılar uğraştılar 6 ayda indirebildikleri rakam 94 milyar. Hala 94 milyar dolarlık bu ülkede KKM var. Ve 2023 Temmuz'una kadar bu KKM’ye ödenen kur farkı 312 milyar TL. Biliyorsunuz yeni ekonomi yönetimiyle beraber artık bu kur farkları Merkez Bankası tarafından ödeniyor.


Merkez Bankası ne kadar kur farkı ödediğini açıklamıyor. Hani şeffaflık? “Karşılıksız para basarak ne kadar ödüyorsunuz buna ya, çıkın söyleyin” diyoruz, yeni ekonomi yönetimi, yeni Merkez Bankası Başkanı bunu açıklamıyor. Ama biz nereden bakıyoruz? Merkez Bankası'nın açıklanan rakamlarından tahminlerde bulunabiliyoruz.

Son 6 ay arkadaşlar Merkez Bankası'nın bilançosunda tam 800 milyar liralık bir zarar birikti. 800 milyarlık zarar. Bakın 2024 bütçesine 1 trilyon 254 milyarlık bunlar faiz ödeneği koydu mu?. Son 6 ayda Merkez Bankası'nın zararı hemen hemen sıfırdan çıktı 800 milyar TL 'ye. Ve bu 800 milyarlık zararın büyük bir bölümünün bu KKM’a ödenen kur farkı olduğunu biz tahmin ediyoruz. Değilse çıksın açıklasınlar. Hesap versinler işte yıl sonu geliyor. Merkez Bankası desin ki; “benim şu anda 800 milyar liralık zararım var. Bu 800 milyarlık zararın sebebi şudur, şudur, şudur” diye çıksın açıklasın.

Gerçekten değerli arkadaşlar, bu kadar faiz artışı, bu kadar zamlar, bu kadar vergi artışı bunların hepsi enflasyonla mücadele için yapılmıyor mu? Faiz yüzde 8,5’tan yüzde 40’a enflasyonla mücadele için çıkarılmadı mı? Motorlu Taşıtlar Vergisi’ni bir kere daha alan iki kere bu milletin adeta canına okurcasına bindiği arabadan iki kere vergi alan hükümetin kendisi değil miydi? Bunu enflasyonla mücadele adı altında yapmadı mı? Akaryakıt ÖTV'sini üçe katlamadı mı? KDV'yi ÖTV'yi artırmadı mı? Bunların hepsinin sebebi neydi? “Biz enflasyona mücadele edeceğiz, fedakârlık yapın. Fedakarlığa hazır olun.” 85 milyondan fedakârlık bekleyenler elinde parası olana milyarlarca kur farkı ödemekten çekinmiyorlar. Onlardan fedakârlık beklemiyorlar. Onlardan vergi almıyorlar bakın. KKM ile ilgili çok ciddi vergi avantajları var. Hepsi devam ediyor. Hepsi gerçekten inanılır gibi değil.

Siz bu kadar bu milletin sırtına faiz yükünü yükleyin, vergi yükünü yükleyin, “enflasyonla mücadele edeceğim” diye dönün Merkez Bankası'na para bastırın, o mevduatı olanlara kur farkı verin ama unutmayın ki bastığınız karşılıksız para enflasyonu üretmeye devam ediyor. Yani bir yandan siz “enflasyonla mücadele edeceğim” diye vergi artıyorsunuz faiz artırıyorsunuz ama öteki yandan da sürekli karşılıksız para basıp enflasyon üretmeye devam ediyorsunuz. Bu gerçeği artık bütün milletimizin görmesi lazım. Ve ben cevap bekliyorum. Merkez Bankası Başkanı tamam da aslında onu atayan şu an görevden alabilecek olan bir kişi var, Sayın Erdoğan'dan cevap bekliyorum. Siz Merkez Bankası'ndan bu 800 milyarlık zararı kime ödediniz? Niçin ödediniz ve bunu KKM’ye ödenen kısmı nedir? Bu milleti ne kadar zarara soktuğunuzu çıkın açıklayın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz günlerde, Selçuklu ilçe kongremiz için Konya’daydım.

Oradaki konuşmamda “Bizim en büyük zenginliğimiz insanımız, En büyük zenginliğimiz insan kaynağımızdı” demiştim.

“Yunus Emre’den Mevlana’ya, Hacı Bektaş-ı Veli’den Ahmet Yesevi’ye, Feqîyê Teyran’a… En büyük zenginliğimiz, el aldığımız insanlarımız; bir arada dostça, huzurla yaşayan vatandaşlarımızdır” demiştim.

Ancak Türkiye’de bazıları, siyaseti sadece hamasetten ibaret görüyor.

Siyaset eşittir, hamaset onların gözünde…

Bunlar, ülke için zerre kadar faydalı bir iş yapmayan insanlar.

Dikkat edin, nerede hamaset var, orada hiçbir iş üretimi yok. Orada fikir yok. Ne var? Sadece bağırıp çağırma var. Kavga var, gürültü var.

Birbirleriyle ancak hamaset yarışı yapıyorlar.

Tüm insani değerleri ayaklar altına alıyorlar.

Kendilerine bir gün Kürtleri, bir gün sığınmacıları hedef alıyorlar.

Çünkü onlar, kendi kimliklerini düşmanlıklar üzerine inşa ediyorlar.

Sen kimsin diye sorduğunuzda;

Hemen lafı “Benim düşmanım budur” demeye getiriyorlar.

Ya sen kimsin arkadaş onu bir söyle. Ne diyor? “Ben buna düşmanım, benim düşmanım budur.”

İşte, Fikir üretemeyenler, çözüm üretemeyenler, çareyi düşman üretmekte buluyorlar.

Bunun en son örneklerini şu son bütçe döneminde de yaşıyoruz.

Önce bir Kürtçe krizi yaşadık…

Bir partinin eş genel başkanı, genel kurul görüşmelerinde Kürtçe konuştu.

Çok büyük ayıp değil mi?

Biliyorsunuz, ülkemizde en çok konuşulan ikinci dil bu Meclis çatısı altında yasak sayılıyor.

Tutanaklara X yazıyorlar. “Bilinmeyen dil” yazıyorlar.

Fransızcayı, İngilizceyi bilenler, konuşulduğunda tanıyanlar, ülkemizde milyonlarca insanın konuştuğu dilin hangi dil olduğunu bilmiyor.

Şimdi en son tutanaklara baktık; Bu seferde ne yapmışlar? Üç nokta koyup altına da “Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi” demişler.

Ya şunu adını bir koyun ya. Siz bunun adını koymazsanız bu ülkede eşit vatandaşlıktan bahsedemezsiniz. Bu ülkede temel haklardan bahsedemezsiniz.

Meclis başkanı da uyarmış demiş ki:” Burası meclis, burada Türkçe konuşulur” demiş.

Ne oldu kürsü özgürlüğüne? Değil mi? Kürsüde ifade özgürlüğü yok mu? Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin genel kurulu kürsüsünde.

Meclis başkanının bu çıkışı bile küçük ortağa yetmemiş.

Daha güçlü bir tepki istiyor küçük ortak.

“Yeterince sert uyarmadın” diyor.

E krizlerin ortağı bu tabii… Kavga istiyor, kriz istiyor…

Çünkü, kavgadan besleniyor.

Bu güzel ülkeyi insanımızın diliyle, kültürüyle bölmek istiyor.

Çünkü arkadaşlar, onun arzuladığı Türkiye, meclis çıkışında milletvekillerin polis araçlarına bindirildiği bir Türkiye… Öyle bir Türkiye istiyor.

İktidarın hamaseti, ayrımcılığı onu kesmiyor onu. Daha fazlarını istiyor.

Hep daha fazlasını istiyor, ucu bucağı yok.

AK Parti’li arkadaşların da ne kadar sıkıştığının herhalde farkındasınız

Durmadan küçük ortaktan sopa görüyorlar.

Ne de olsa kayyum, sopa elinde…

Anayasa Mahkemesi-Yargıtay krizinde bunu gördük mü? Gördük…

50+1 kavgalarında bunu gördük mü? Gördük, şimdi yine görüyoruz.

İktidarın ortağı Kürtçe’ye savaş açmışken; aynı gün mecliste konuşan Cumhurbaşkanı Yardımcısı ne diyor?

“Eşit vatandaşlık” diyor. “Bunun ülkemizin birliği, bütünlüğü açısından çok çok kıymetli olduğunu düşünüyorum” diyor.

Çok doğru. Ama bu “eşit vatandaşlık” konusunu önce oturup şu yanlarındaki ortaklarıyla konuşmaları lazım. Ne anlıyorlar bundan?

Kürtçe’ye tahammül edemeyen bir kişi tarafından yönlendirilmeyi bu arkadaşların reddetmesi lazım.

Yargıdaki dosyalara müdahale eden, mafyayla-çete liderleriyle poz veren bir ortağı, 28 Şubatçılarla kol kola girmeyi reddetmeleri lazım.

Reddetmiyorlar. Yan yana yürümeye hatta iktidarın anahtarını sık sık onlara teslim etmeyi bizzat tercih ediyorlar.

İktidar partisi, iktidarda bir gün daha fazla kalmak uğruna mecbur kaldığı bu çekişmede, artık kaybetmek üzere.

Çünkü; diğer ortak idmanlı, tecrübeli. Bu işi on yıllardır yapıyor. Yeni değil…

Bizlerin de yanında olduğu günlerde Sayın Erdoğan, çözüm süreci, eşit vatandaşlık hamleleri yaparken, onlar ayrımcılığa devam ediyordu.

Bizlerin de yanında olduğu günlerde Sayın Erdoğan, Alevi Çalıştayları yaparken, onlar ayrımcılığa tam gaz devam ediyordu. Hatırlayın, hakaret, küfürler havada uçuyordu…

Biz, mahkemelerde kimi hakimlerin yüzlerine aldıkları rüşvetlerin okunduğu bir ülkede, iki ortağın çatışmasını ancak acı bir tebessümle izliyoruz.

Biz, ülkeye bir dolar fazla döviz girsin diye, kapı kapı dolaşılan bir dönemde, iki ortağın bu konudaki çatışmasını da trajik buluyoruz.

Hep hatırlatacağım:

Ekonominin olmadığı, hukukun olmadığı, adaletin olmadığı bir ülkede; milliyetçi geçinenlerin yaptıkları hamasetten öte bir yere gitmez.

Mafyayla poz verenlerin milliyetçiliği, hamasi sloganlardan ibaret kalıyor.

Sinan Ateş cinayetinin üstünü örtmeye çalışanların milliyetçiliği değil, olsa olsa çeteciliği olur.

Bu milletin, 85 milyon evladının her birini, aynı samimiyette kucaklayamayanlar;

Bu milleti ayrıştıranlar, kutuplaştıranlar; fitne fesat peşinde olanlar,

Bu güzel ülkeye zerre kadar faydası olmayanlar; düşmanlıktan beslenenler…

Milliyetçilikten bahsetmesinler.

Biz onların bu hamaset yarışında yokuz.

Biz diyoruz ki, bu yarışta galip, sayılır mağlup.

Biz, “hizmette yarışında” varız.

Biz bu ülke için taş üstüne taş koyma yarışında varız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu konuların çok benzerini, aynısını, yine meclis çatısı altında, muhalefetten de görüyoruz.

Hep söylüyorum. Bizim mücadelemiz bir zihniyet mücadelesidir.

Biz ayrımcı, otokrat, otoriter zihniyeti topyekûn reddediyoruz.

İktidardaki otoriter zihniyetin aynısını, yer yer muhalefet temsilcilerinde de görüyoruz ve onu da reddediyoruz.

En son örneğini Milletvekili George Aslan’ın, ülkemizde yaşayan Rum, Ermeni ve Asuri Süryanilerin Noel’ini anadilinde kutladığında gördük.

İki cümle Süryaniceye de tahammül edemedi bazıları.

Yüzlerce kez tekrar ettim, tekrar etmekten de usanmayacağım:

Bizim demokrasi hedefimizde:

Türk-Kürt-Arap-Laz-Çerkes fark etmez,

Müslüman-Gayri Müslüm fark etmez,

Sünni-Alevi fark etmez

Muhafazakâr-seküler fark etmez,

Milliyetçi, liberal, sosyalist hiç fark etmez

Kim olursa olsun; hangi mahalleden, görüşten olursa olsun; herkes ama herkes bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşıdır.

Biz tam demokrasi hedefimizde kararlıyız. Ve bunu da laf olsun diye söylemiyoruz. Yaptığımız çalışmalarla ortaya koyuyoruz. İşte bütün eylem planlarımızla milletimizin karşısındayız. Laf üretmiyoruz, iş üretiyoruz. Taahhütlerimizin hepsini yazılı hale getiriyoruz. Bütün bu konularla ilgili bakın Temel Haklar Eylem Planımız tam 354 madde arkadaşlar. Hepsi birbirinden kıymetli. Eğer tam demokrasi diyorsak çözümü burada var. Anayasa değişikliğiyle var. Yasa değişikliğiyle var. Uygulamasıyla var. Her şeyle var.

Ancak bir yandan temel haklar konusunda sapasağlam bir duruş ortaya koyarken hedeflerimizi sapasağlam ortaya koymuşken mesele eğer terörse, mesele şiddetse orada da kalın bir kırmızı çizgimiz var. Teröre, şiddete müsamaha olmaz. Teröre şiddete sempatiyle bakanlara müsamaha gösterilmez. Teröre, şiddete zımni destek veren veya şöyle ya da böyle olumlayanlar karşılarında da herkesten önce bizi bulur. Bu konuda da sağlam duruşumuzu ülke olarak korumak zorundayız. Bu ülkenin şiddetten, terörden besleyenlere kapıları açık tutmasına da kesinlikle karşı durmalıyız.

*****

Kıymetli arkadaşlar,

Son 6 aydır yaşadığımız bir gerçeği de burada ifade etmek istiyorum.

Biz, muhalefet bloğu olarak, büyük bir inanç ve umutla girdiğimiz genel seçimlerde arzu ettiğimiz başarıyı yakalayamadık.

Seçim sonuçları, sadece muhalefeti destekleyen seçmenlerde değil, aktif siyaset yapan birçok insanda da hayal kırıklığı ve umutsuzluk yarattı. Bunun da farkındayız.

Seçim sonrasında muhalefet partilerinin kendi iç tartışmaları, partilerin birbirlerini suçlama yarışı, bu hayal kırıklığını daha da derinleştiriyor.

Şurada seçime 3 ay kalmış. Daha dün masada oturanların birbirleriyle ilgili neler söylediklerini, neler yaptıklarını büyük bir hicapla izliyoruz inanın.

Bu tür tutumlar güven oluşturmaz. Dün elini tuttuğuna bugün “düşman” derseniz güveni oluşturamazsınız. “Dün adayımdır” dediğinize bugün “korkak” derseniz güveni oluşturamazsınız.

Ancak şunu açıkça vurgulayarak ifade etmek istiyorum ki,

Ülkemizdeki kötüye gidişi durdurmak, milletimize hizmet etmek için en etkili yol, “meşru demokratik siyasettir” arkadaşlar. Bundan daha etkili bir yol yok.

Bu hukuksuzluğa, adaletsizliğe itirazı olanlara, yüreği vatan sevgisiyle dolu olan herkese, tüm demokratlara buradan seslenmek istiyorum:

Asla siyasetten vaz geçmeyin.

Siyaseti, ülke yönetimini, kifayetsizlere bırakmayın.

Bu her vatandaşımızın sorumluluğudur ama siyasette devlet yönetiminde az ya da çok bulunmuş olan herkesin öncelikle bir sorumluluğudur.

Siyasete ve siyasi partilere eleştirilerinizi de bizzat siyasetin içinde olarak, değişimin ve tartışmaların bir parçası olarak yapın.

Türbinlere çıkmaktan kolay bir şey yok. Önemli olan bizzat meşru demokratik siyasetin içinde olmak ve doğruların mücadelesini siyasetin içinde vermektir. Çünkü ne olursa olsun bu ülkenin yarınlarının kurtuluşu, bu ülkenin içinde bulunduğu bu krizlerden çıkışı ancak ve ancak meşru demokratik siyaset eliyle olacaktır.

Daha önce de ülkemizin tüm demokratlarına bir çağrıda bulunmuştum.

Muhafazakâr demokratlara, milliyetçi demokratlara, sosyal demokratlara, liberal demokratlara, “Ben demokratım” diyen herkese bir çağrıda bulmuştum:

Gelin hep beraber DEVA’da buluşalım demiştim.

Çünkü demokrasiyi özümsemek, tam demokrasiyi hedeflemek çok samimi bir yaklaşım gerektirir. “Bugün siyasette moda budur bu satıyor” deyip de her gün çizgi değiştirenler bu millete bir fayda bir faydada bulunamazlar.

Onun için bizim çizgimiz çok net, çok açık. Biz hep tam demokrasi dedik. Önce insan dedik ve bu çizgimizde kararlılıkla yürüyeceğiz. Rüzgâr nerden eserse esin. Günün modası ne olursa olsun çizgimizden duruşumuzdan asla vazgeçmeyiz.

Çünkü bu milletin nihai çıkarının ancak ve ancak tem demokrasiden geçtiğini gayet iyi biliyoruz.

Ben bunun içindir ki Türkiye'nin tüm demokratlarına buradan tekrar seslenmek istiyorum;

Ülkemiz için faydalı bir şeyler yapma çabasında olan; vaktini, enerjisini, tüm emeğini bu uğurda harcamış tüm vatanseverlere sesleniyorum:

Bu ülkenin geleceği için çaba gösteren herkesi bir araya getirme vakti geldi.

Yaşadığınız hayal kırıklıkları sizi siyasetten soğutmasın.

Lütfen pes etmeyin.

Bu büyük ve güzel ülkeden asla umudunuzu kesmeyin.

İlkeli siyasetin mümkün olduğunu unutmayın.

Düzgün, vatansever insanların siyasetten uzaklaştığı bir ülkenin yarınları bugünlerden daha iyi olmayacak.

Gelin, hep birlikte çalışalım.

Temiz, ilkeli bir siyasetin mümkün olduğunu herkese gösterelim.

Birlikte çalışarak, hepimiz için çok daha güzel yarınları birlikte inşa edelim.

Emin olun, bütün kalbimle inanarak, bütün samimiyetimle söylüyorum ki;

Bizi yetiştiren, bugünlere getiren bu ülkeye, bu vatana, bu devlete borcumuz budur…

Ben, Ali Babacan olarak diyorum ki, siyasetten daha etkili bir yol olduğunu bilsem, 1 dakika durmaz oradan mücadele ederdim, ama öyle bir yol yok.

Tekrar ifade ediyorum;

Gidişatı değiştirmek için, siyasetten daha etkili başka bir “meşru yol” yok.

Gelin, hep beraber siyasette olalım, DEVA’da olalım.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bu ayın başında yerel seçimlerle ilgili ilk grup adayımızı açıkladık. 51 adayımızla milletimizin karşısına çıktık. Önümüzdeki hafta da inşallah yine Ankara'da yapacağımız bir lansman töreniyle ikinci grup belediye başkan adaylarımızı açıklayacağız.

Ve adaylarımızın her birisi genel merkezimizde bilgilendirme ve eğitim toplantılarına katıldılar. Geçen hafta sonu ilk 51 adayımız Cumartesi, Pazar günü iki gün kapandılar. Ve belediye yönetimiyle alakalı bu işin mali yönetimi, iletişim yönetimiyle alakalı çok detaylı bir eğitim programına tabi oldular.

Ve her bir adayımız bu etik kurallar bildirgemizi imzaladı. Burada tek tek tek tek bizim adaylarımız seçildikleri takdirde hangi etik kurallara sadık bir şekilde çalışacaklarını okuyorlar, içselleştiriyorlar ve bunun altına imza atıyorlar. Ondan sonra adayımız oluyorlar. Ve bu Türkiye'de siyasette bir ilk. Daha önce böyle bir şey yapılmamış. Onun içindir ki yerel yönetimlerde büyük sıkıntılar var. Yerel yönetimlerin çoğunda kirlil işler çok. Biz sadece etkin bir belediyecilik demiyoruz. Yani tek tek tek tek burada Yerel Yönetimler Ve Şehircilik Eylem Planınızla ortaya koyduğumuz ve yine DEVA belediye adıyla ortaya koyduğumuz etkin yönetimden bahsetmiyoruz. Aynı zamanda temiz bir yönetimden de bahsediyoruz.

Bu yerel seçimlerin ülkemiz için demokrasimiz için hayırlı olmasını pek çok ilimize, ilçemize, beldemize daha güzel bir belediye yönetiminin gelmesi için vesile olmasını ben tekrar diliyorum. Ve sözlerime şimdilik burada ara veriyorum. Eğer sorularınız varsa basın mensubu arkadaşlarımızdan sorularınıza cevap vermeye çalışayım.

*****

17 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Konya Selçuklu İlçe Kongresi Konuşması

Konya Selçuklu İlçe Kongresi
17 Aralık 2023 Pazar

Değerli dostlarım, yol arkadaşlarım…

Konyalı kardeşlerim, kıymetli vatandaşlarım,

Ekranların başında, yurdun dört bir yanından bizleri izleyen…

Geçim sıkıntısı içindeki emeklilerimiz…

Kirasını ödemekte zorlanan işçi kardeşlerimiz…

İş arayan gençlerimiz….

Helalinden kazanmanın mücadelesi veren esnafımız, çiftçilerimiz,

Zifiri karanlıkta okula gitmek zorunda bırakılan öğrencilerimiz…

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum;

Selçuklu İlçe Teşkilatımızın 2.Olağan Kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar…

Ülkemiz aslında çok zengin bir ülke.

En büyük zenginliğimizse, hep söylüyorum: İnsanımız, insanlarımız…

En büyük zenginliğimiz, topraklarımızın yetiştirdiği, büyüttüğü, el verdiğimiz, el aldığımız insanlarımız…

Bahaeddin Veled’den Hazreti Mevlana’ya, Yunus Emre’den Hacı Bektaş-ı Veli’ye, Ahmet Yesevi’den, Feqîyê Teyran’a…

Sadece söyledikleriyle değil, yaşamlarıyla da bizlere çok şey öğreten insanlarımız…

Şeb-i Arus’dayız.

Peygamberin nuruyla nurlanmış, aşkı hem yaşayan hem anlatan;

Mekânı doğuda olup yaşamıyla, tarihiyle, töresiyle sınırları aşan, dünyayı dolaşan;

Sonra mekânlara da sığmayıp ilahi âleme koşan, aslına rücu eden;

Hazreti Mevlâna Celaleddin Rumi’yi, vuslatının 750. yıl dönümünde burada, Konya’da, rahmetle, saygıyla ve minnetle anıyoruz.

*****

Değerli dostlarım.

Şebi Arus’un 750. yıl dönümünde, maalesef, yanı başımızda günbegün artan cenazelerle bir katliam yaşanmaya devam ediyor şu anda.

Gazze’de yaşananları, İsrail hükumetinin gerçekleştirdiği dur durak bilmeyen vahşeti bir kez de Konya’dan, Selçuklu’dan en sert şekilde kınıyorum, lanetliyorum.

Haksızlığa, zulme bahane bulmaya çalışanları, bütün yaşananlara “fakat”lı, “ama”lı kılıflar uydurmaya çalışanları kınıyorum.

Türlü siyasî tespit kılığında, Gazze’deki insanlık suçlarını, savaş suçlarını meşru göstermeye çalışanları kınıyorum.

Gayet iyi farkındayız ki, Gazzelilerin acısını, yaşadıkları zulmü; iç siyasette, toplumun belli bir kesimine sopa göstermek için kullananlar var içeride, bunu da biliyoruz. Onları da kınıyorum.

İktidar; irili ufaklı siyasi ortaklarıyla, çıkar ortaklarıyla İsrail’le ticarete tam gaz devam ederken; milletimiz neyi protesto edeceğini, Gazze’ye nasıl destek olacağını şu anda bilemez halde.

Öfkelerini nereye yönelteceklerini bilemeyenler, kendilerine takip edecekleri bir “lider” bulamayanlar, maalesef çözümü yanlış yerde, yanlış şekilde arıyorlar.

Bir kahvecinin, içinde insanlarımız varken kurşunlanması, iktidarın Gazze’ye dair alternatif bir çözüm ortaya koyamamasının bir sonucudur.

Gerçekten tehlikeli, çok tehlikeli.

Milletimiz imece usulü yardımlar toplarken, eylemler, boykotlar örgütlerken; iktidar ne yaptı?

İktidar, insanları önce Gazze için sokaklara topladı, sonra onlara “Bizden bu kadar!” deyip ortadan adeta yok oldu.

Ama biz bu tavrı hatırlıyoruz. Nereden hatırlıyoruz? Mavi Marmara’dan hatırlıyoruz:

“Giderken bana mı sordunuz?” diyen Sayın Erdoğan’dan hatırlıyoruz.

Mavi Marmara mağdurları haklarını mahkemelerde ararken, “Biz bundan vazgeçmeyiz” derken, İsrail’le ikili anlaşma imzalayıp anlaşma yoluyla bu davaları düşüren bir iktidar anlayışından hatırlıyoruz.

Evet, iktidarı ortalarda göremiyoruz.

5:46- Çünkü kuru hamasetle sorunlar çözülmüyor arkadaşlar. Eğer siz dış ilişkilerde, uluslararası siyasette sonuç almak istiyorsanız öncelikle itibarlı, güvenilir bir iktidar olmak zorundasınız.

Bir dediği, bir dediğini tutmayan, dün katil ilan ettiği veliaht prensese sonra gidip sarılıp para isteyen, 15 Temmuz'un finansörü diye ilan ettiği bir ülkenin emrine daha sonra gidip sarılıp para isteyen, daha 2019’daki yerel seçimlerde İstanbul’da “Binali Yıldırım mı Sisi mi?” diyerek bugünkü Mısır Cumhurbaşkanını adeta şeytanlaştırıp, arkasından peşinden düşüp bir kare fotoğrafa girebilmek yarışan bir iktidara dünya güvenmiyor arkadaşlar.

“Çünkü sen bugün böyle dersin, yarın döner başka iş yaparsın” diyorlar. İtibar için, güvenilirlik için bir çizgi lazım. Tutarlılık lazım. O çizgide sağlam bir şekilde yürüyor olmak lazım.

Şu anda neyle meşgul iktidar biliyor musunuz? Ben söyleyeyim. Yerel seçimler için İsrail'le ticari ilişki içerisinde olmayan adaylar arıyorlar. Çünkü akrabalarından arkadaşlarına İsrail'le çıkar ortaklığı birçok yere sirayet etmiş durumda.

Yüzlerce gemi, şu son iki aydır yüzlerce gemi hala İsrail’e malzeme taşıyor. “Bu gemileri işletenler kim?” diye biraz bakıyorsunuz, arkasından iktidara yakın insanlar çıkıyor.

En ufak bir yavaşlama yok. Ticarete tam gazlamam. Onun için İsrail’le ilişkisi olmayan aday bulma konusunda işleri biraz zor. Allah kolaylık versin diyelim.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gazze’de yaşanan insanlık dramını anlatırken hayatını kaybeden, Meclis çatısı altında vefat ederek, ölümüyle bu insanlık faciasının altını kalın bir kalemle çizen…

Saadet Partili milletvekili arkadaşımız Hasan Bitmez’i de bu vesileyle saygıyla, rahmetle anmak isterim.

Hasan Bey’i, hep hakkı ve adaleti savunan bir insan olarak hatırlayacağız. Geçtiğimizi Cuma günü İstanbul’da, arkadaşlarımızla beraber cenazesindeydik. Mekânı cennet olur inşallah.

Biz de hakikati susturmaya ve bütün bu olanların adeta üzerini örtmeye, unutturmaya çalışanlara inat, Gazze’de yaşananları dile getirmeye devam edeceğiz.

Susmayacağız. Çünkü biliyoruz ki; zulüm karşısında susmak, o zulme ortak olmaktır. O suça ortak olmaktır.

Ve biz, Gazze'deki Filistinli kardeşlerimizin, Batı Şeria'da yaşayıp yine İsrail hükümetinin zulmü altında ezilen Filistinli kardeşlerimizin hep yanında olmaya devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel seçimlere üç buçuk ay kaldı. Sayılı gün çabuk geçiyor.

Çok çalışmamız lazım, çok.

Bir çalışacaksak iki, iki çalışacaksak dört çalışmak zorundayız.

Memleketimiz gerçekten büyük bir sorunun içinde, çok ciddi sıkıntılarının içindeyiz şu anda.

Şu anda Türkiye’nin en temel sorunu, şöyle bir sokağa çarşıya pazarı çıkıp da vatandaşlarımıza sorduğunuzda en teme sorun ne? Gittikçe derinleşen ve yaygınlaşan yoksulluk ve hızla bozulan gelir dağılımı.

Hükümet kendi eliyle yarattığı ekonomik krizden çıkmak için, dar ve sabit gelirlilerin vatandaşlarımızın sırtına yük üstüne yük ekliyor.

Israrla ve inatla orta direği yok eden adımlar atılıyor şu anda.

Gerçekten Türkiye'de, rahmetli Özal'ın çok önemsediği, inşa etmek için çok çalıştığı orta direk şu anda tamamen çökmüş durumda. Türkiye'de zengin, daha zengin, yoksul, daha yoksul oluyor.

Şu anda son beş yıldır bu partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiğinden bu yana bu sürekli her sene makas gittikçe artıyor. Asgari ücrete baktığınızda, en düşük emekli aylığına baktığınızda, yıllardır açlık sınırının dahi altında.

En son Kasım ayı için Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırı 14 bin liranın üzerinde. Oysa asgari ücret şu anda 11 bin küsur, en düşük emekli maaşı da 7500.

Türkiye gerçekten bir yoksullar toplumu haline geldi.

İktidar, milyonlarca vatandaşımızı lütuf gibi sunduğu sosyal yardımlarla kendine bağımlı hale getirmeye çalışmakta ve böylece demokrasimizi de zayıflatmakta.

İnsanlara parti üyelik kartı veriyorlar. “Eğer bu üyelik kartın yoksa sosyal yardım, sosyal destek alamazsın” diyorlar. Vatandaşlarımız da ne yapsın? Bir yardım kolisi gelecek diye, ayda birkaç bin liralık yardım banka hesabına yatacak diye korkuyor.

İşte bu değerli arkadaşlar adalet değil. Bu siyasette fırsat eşitliği değil, insanları yoksulluğa mahkûm edip ondan sonra destek verdiği vatandaş sayısının ne kadar yükseldiğini açıklamak, bu ülkeyi yönetmek de değil.

Bakın yılbaşı yaklaşıyor, ne diyorlar şu anda? Memur pazarlıklarında memurlar ve memur emeklileriyle ilgili yaptıkları çalışmalarda, “%15+%10 artış yapacağız” diyorlar. “ “%15 ilk altı ay için, ikinci altı ay içinde bunun üzerine %10 daha vereceğiz” diyorlar.

Peki, gelecek sene için hükümetin, Merkez Bankası’nın öngördüğü enflasyon oranı ne kadar? O da TÜİK'in makyajlanmış üstü bastırılmış enflasyon %36. “Enflasyon %36” diye ilan edilirken, “2024’te enflasyon %36 olacak” derken hem Merkez Bankası hem de hükümet tarafından, memurlara ve memur emeklerine verilen zammın 15+%10’da kalması adalet midir?

Siz açıkça bütün ülkedeki memurlardan ve memur emeklerinin maaşından aslında reel anlamda çalmış oluyorsunuz. Hesap çok basit, çok ortada.

Gelelim işçilere, asgari ücrete ya da yine memurların yılbaşında alacağı zamma.

Hükümet ne diyor? “%50 gibi bir zam vereceğiz” diyor. %50.

Şimdi bu %50 değerli arkadaşlar enflasyon rakamı tam açıklanmadığı için 3 Ocak’a kadar baktığımızda, bu %50’nin aslında yaklaşık olarak %35’i otuz zaten bu yılın ikinci yarısının, yani ikinci altı ayının enflasyon farkı. Bunun üzerine de sadece %15 olarak gelecek senenin ilk altı ayını ekliyorlar toplam %50 ediyor ve “%50 zam vereceğiz” diye şu anda övünüyorlar.

Güzel bir müjdeymiş gibi utanmadan açıklıyorlar. Ya zaten bu 50 puanın 30 küsuru birikmiş hak, üzerine de enflasyonu bile karşılayamayan bir 15 daha ekliyorsunuz 35+15, 50 diye açıklıyorsunuz.

Yine çok çok dikkat etmemiz gereken bir nokta ne? Hangi enflasyon? hangi enflasyon? Eğer siz TÜİK’in açıkladığı uydurma enflasyonu baz alarak bu ülkede maaş artışları yapıyorsanız o da bu milleti aldatmak değil de başka bir şey değil.

Çünkü TÜİK, o hatırlayalım damadın ekonomi başına geldiği, partili cumhurbaşkanının tek yetkili olarak göreve başladığı günden bu yana artık enflasyonu doğru ölçmüyor.

En son açıklanan enflasyon rakamlarına bakın TÜİK %60 küsur diyor. Bağımsız enflasyon araştırması yapılan yapan kuruluşlar “%130'un da üzerinde enflasyon” diyor.

Bağımsız araştırma yapan kuruluşların ne dediğine bakmaya aslına gerek yok. Şöyle çarşıya pazara çıkın. Geçen sene aralık ayında alışveriş torbasına 1 kilo peynir, 1 litre süt, 250 gram kıyma koyduğunda kaç para ediyordu? Bu sene aralıkta kaç para ediyor diye şöyle çarpın bölün, gerçek enflasyonun ne olduğunu zaten görüyorsunuz. Çarşıya pazara giden, alışveriş eden herkes gerçek enflasyonu görüyor. Buna rağmen insanların gözünün içine baka baka doğru enflasyonu söylemiyor.
Yeni ekonom yönetimi… Gerçekten hayret ediyorum, 6 ay geçti.

Güveni sağlamak için önce ne lazım? Konuşunca doğruyu söylemek lazım. Siz eğer gerçek enflasyonu bu ülkede açıklamıyorsanız, gerçek enflasyonun ne olduğunu gizleyip TÜİK’e uydurma, düşük bir enflasyon açıklattırıyorsanız, Ülkenin Merkez Bankası tamamen uydurma enflasyon rakamları üzerinden bir enflasyon mücadelesi sözü ona veriyorsa, gelecek sene için açıkladıkları enflasyon hedefleri tamamen TÜİK’i baz alarak uydurma enflasyon rakamlarına dayanıyorsa, biz ne anladık bu işten…

Bunun adı ekonomi yönetimi mi yoksa algı yönetimi mi? Algı yönetimi ise zaten onu iletişim Başkanlığı diye bir yer var, onlar yapıyor, o zaman ekonomi yönetimi bir şey yapmasına gerek yok.
Siz eğer gerçekten bu ülkenin ekonomik sorunlarını çözmek istiyorsanız öncelikle şeffaf olun, doğruları açıklayın. Gerçek enflasyonu açıklayın, ondan sonra ekonomi yönetimi olarak kredibilite oluşturmaya çalışın.


*****
Değerli arkadaşlarım,
Defalarca söyledik;

Ekonomi yönetiminde birkaç isim değişikliği ve tek başına faiz artışı bu ülkenin sorunlarını çözmez, çözemez.

Seçimden bu yana icraat diye ortaya koydukları şeylere şöyle bakın. İcraat ne yaptılar 6 aydır? Merkez Bankası’na her Allah'ın ayı faiz arttırdılar mı? Her ay, Mayıs seçimlerinden bu yana her ay muntazam bugüne kadar faiz artırdı Merkez Bankası.

Başka ne yaptılar? Vergi arttırdılar, KDV’yi arttırdılar, motorlu taşıt vergisini bir daha aldılar. Akaryakıtta ÖTV üçe katladılar. En temel ihtiyaç maddelerinde çocuk bezinde KDV’yi %8’den %20’ye çıkarttılar. Başka icraat görüyor musunuz?

Şöyle bir hatırlayın, ne yaptı bu hükümet? Son 6 aydır ekonomi yönetimi adına ne yaptı? Faiz artırımı, vergi artışı, zam yağmuru. Bir de şunu da ekleyelim hani haklarını yememek için: Yaptığı en önemli şey kapı kapı dolaşıp ülke ülke dolaşıp faizi borç, döviz bulmaya çalıştılar. Yaptıkları bu,
İzlenen bu yol, biraz önce saydığım sorunları daha da ağırlaştırmaktadır.

Çünkü niye? Faiz artışı bakın faiz artışı ne demek? Faizi kim alıyor? Parası olan alıyor değil mi? Elinde parası olmayan faiz alabilir mi? Parası var ki üzerine faiz alıyor.

Bir de ne yapıyorlar? Faiz ve rant gelirlerine vergi avantajı sağlıyorlar. Çocuk bezinin vergisini arttırıyorlar, eğer faiz gelirin varsa Kur Korumalı Mevduatta paran varsa vergi avantajı sağlıyorlar.

Dolaylı vergileri arttırıyorlar. Ne demek? KDV, ÖTV'yi arttırıyorlar. KDV, ÖTV, bütün milletin 58 milyonun en temel ihtiyaç maddelerinin üzerinden verginin artması demek. 85 milyondan topluyorlar, bir avuç zaten parası olana faiz adı altında veriyorlar. Bütün bunlar bu ülkede gelir ve servet dağılımını daha da bozuyor.

Vatandaşlarımızı açlık, yoksulluk ve maddi yoksullukla karşı karşıya bırakıyor.

Şimdi değerli arkadaşlar, size bir rakam söyleyeceğim:

Şu anda görüşülmekte olan 2024 bütçesinde ki meclis Cumartesi pazarda çalışıyor bu ara, bir hafta daha çalışacak. Harıl harıl meclis bütçe görüşüyor.

Bu bütçede, 2024 bütçesinde faize ayrılan rakam ne kadar biliyor musunuz? 1 trilyon 254 milyar lira. Bu yeni parayla, 6 sıfır atılmış parayla.

Hani bazen hala asgari ücreti söylerken emekli maaşını söylerken vatandaşlarım işte “10 milyon maaş alıyorum, 16 milyon ücret alıyorum” diye konuşur. Çünkü hala o 6 sıfırın atıldığına vatandaşlarımızın en azından bir kısmı hala alışabilmiş değil. Onun için eski parayla da ifade etmek lazım. Bu 1 trilyon 254 milyar lira, eski parayla 1 kentilyon 254 dört katrilyon ediyor. Kentilyon ne hiç duymadınız değil mi? İşte eski paraya çevirdiğinizde ödenen faiz rakamı bu.

Bu faizi kim veriyor kime? Bu hükümet bütçe tek imzayla Sayın Erdoğan imzasıyla meclise gitti. Bütçe harcamaları tek imza ile yapılıyor arkadaşlar. Bütün bütçe artık külliye tarafından harcanıyor. Maliye Bakanlığının harcama yetkisi alındı elinden. Bütçe birimi şu anda Külliye’nin içinde. Külliyenin içinde tek bir kişinin imzasıyla bu faiz ödeniyor. Kim ödeniyor? Zaten parası olan ödeniyor.

Gelelim bugünkü Türk lirasına.1 trilyon 254 milyar. 2023 bütçesinde ödenenin tam iki misli.
Benim arkadaşlarımızla beraber ekonomi yönetiminin başında olduğumuz dönemle mukayese ettiğimizde de tam 25 katı. Açın bakın rakamlara, yıllarca bu ülkede faiz ödemeleri bütçede 50 milyar TL civarında seyretti. O dönemde kur artıyor muydu? Az az da olsa artıyordu. O dönemde enflasyon var mıydı? Az da olsa vardı. Ekonomi büyüyor muydu? Hızlı büyüdü. Buna rağmen nominal olarak aynı rakamda seyrediyordu ve enflasyonla mukayese ettiğinizde, dövize vurduğunuzda, ekonomik büyüklüğe vurduğunuzda da sürekli sürekli azalıyordu oran olarak.

Bir karşılaştırma yapacağım bakın. Konya'dayız. Hem tarımın hem de sanayinin güçlü olduğu bir şehirdeyiz. Çiftçilerimize, tarıma bu önümüzdeki yıl 2024 bütçesinden verilecek destek ne kadar biliyor musunuz? Şu anda bütçe mecliste görüşülüyor. 91 milyar lira. Bütün çiftçiye, bütün tarıma verilen destek 91 milyar. Faize verilen 1 trilyon 254 milyar. Tam 13 katı ya. 13 kat.

Şimdi bunlar faizi artırıp enflasyonu düşürmeye çalışıyor değil mi? Ya Türkiye'de gıda enflasyonunun asıl sebebi maliyet artışıdır. Bu ekonominin başında olan arkadaşlar gelip Konya'da şöyle birkaç ilçeyi dolaşsalar, çiftçilerle şöyle bir 15 dakika 20 dakika bir sohbet etseler inanın başka türlü kararlar alacaklar. Çünkü Türkiye'de gıda enflasyonunu düşürmenin yolu çiftçimizin maliyetini aşağıya çekmektir. Şu anda son 6 ayda bütün dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye'de gıda fiyatları yükselmeye devam ediyor. Niye? E çiftçimizin maliyeti yükselmeye devam ediyor, ondan.

Türkiye'de gıda fiyatlarının yüksekliğinin sebebi talep değildir, maliyettir. Ve bunu da düşürmenin yolu çiftçiye gübre desteği vermektir. Çiftçiye elektriği ve mazotu daha ucuza vermektir. Her türlü maliyet kalemini çiftçimizin aşağıya doğru çekmektir. Ve bu çok daha düşük bir maliyetle yapılabilir.

Bu kadar faizi yükseltip de bu kadar yüksek siz faiz ödeyeceğinize şu faize ödediğinizin çok daha azını çiftçiye destek olarak verseniz zaten bu ülkede gıda enflasyonu düşecek ya, inanın bu kadar basit. Ama bilmiyorlar. Bilmediklerini de bilmiyorlar. Çünkü koptular. Halktan koptular, toplumdan koptular, esnaftan, çiftçiden koptular. Ve onun için enflasyonla mücadelede yanlış alanlarda geziyorlar.

Bir merkez bankası, para politikasında, normal şartlarda enflasyonun düşük ve tek haneli gittiği ülkelerde merkez bankaları günü gelir faizi 1-2 puan artırır, günü gelir 1-2 puan düşürebilir. O mikro ayarlamalarla para politikasını yönetebilir. Ama siz tutup da bu ülkenin Merkez Bankası’na Kur Korumalı Mevduatın da kur farkını ödetirseniz o ülkede enflasyonu düşüremezsiniz.

O 125 milyar dolara çıkan Kur Korumalı Mevduat var ya, ilk açıklandığı gün bu hazineyi batırma projesi demiştim ben. Cin fikirlik, sözüm ona şapkadan tavşan çıkardılar, Rahmetli Özal’ın bundan 40 sene önce “vasiyetimdir gençler dinleyin, bu ülkeyi bir daha böyle belalara sokmayın” dediği uygulamayı getirdiler 40 sene sonra koydular yani.

Ve şimdi Kur Korumalı Mevduata ödedikleri kur farkının tamamını Merkez Bankası'na ödetiyorlar. Merkez Bankası nereden buluyor bu parayı? Para basıyor arkadaşlar, para basıyor. Para basarak ödüyor.

Milletin Kur Korumalı Mevduata tuttuğu paranın kur farkını Merkez Bankası'na sürekli para basarak ödetiyorlar. Ve ne kadar ödendiğini de açıklamıyorlar bakın. O gün bugündür bu rakam gizli, saklanıyor, söylenmiyor. Doğru hesaptan kaçar mı ya? Söylesene. Söylemiyor.

Merkez Bankası'nın Kur Korumalı Mevduata ödediği fark hiçbir yerde yazılı değil ve açıklanmıyor. Bütçede faizi görüyoruz, 1 trilyon 254 milyarı ama kur korumalı mevduata ödedikleri kur farkını görmüyoruz. Gerçekten çok üzücü, çok.

Bizim çiftçimiz ağır maliyetler altında ezilirken, bu mazotun, gübrenin, elektriğin ağır maliyetleri altında ezilirken, sadece 91 milyar tarıma destek verirken tutup da siz 1 trilyon 254 milyarlara faiz ödüyorsanız bu zulümdür arkadaşlar. Gerçekten zulümdür.

*****

Hey benim Konyalı çiftçi amcam hey. Acaba bunları herkes duydu, mu biliyor mu arkadaşlar?

İşte bizim teşkilatımızın en önemli işlerinden birisi. Bu gerçekleri gidip kapı kapı dolaşıp anlatmak.

Yazacaksınız küçük bir kâğıda diyeceksiniz ki; “bak bu senin 2014’ün bütçesi, Faize 1 trilyon 254 milyar çiftçiye 91 milyar. Bu hükmettin çiftçiye bakışı bu. Çiftçimize verdiği önem bu.” Bu kadar.

Ben şuna da hayret ediyorum, Sayın Erdoğan'ın faizle mücadelesi, faizle savaşı, ne oldu? Ne oldu?

Seçimden önce ne dedi? Seçimden sonra ne yaptı ya? Hatırlayın. Demedi mi? “Ben iktidarda olduğum sürece bu ülkede faiz düşecek, daha da düşecek” demedi mi?

Seçime giderken faizi %10’dan böyle 8,5’a indirip “bak faizi düşürüyorum” diye millete göstermedi mi? Seçimden sonra da faizi %8,5’dan %40a artıran kendisi değil mi?

Merkez Bankası Başkanı istediği kadar yeni olsun. Nereden gelirse gelsin. Cumhurbaşkanı’ndan izin almadan böyle bir şey yapabilir mi ya bu ülkede? Bir gecede görevden alır, bir gecede. Yapmadı mı daha öncekilere? Ne dedi? “Laf dinlemiyor, görevden aldım” dedi. Daha öncekilere yapmadı mı? E bu da işine gelmese bunu da görevden alır. Görevden almadığına göre faiz artışı işine geliyor demek ki.

Yıllarca demedi mi? “Ben ekonomistim. Benim alanım ekonomi” demedi mi? “Faiz sebeptir enflasyon sonuçtur” demedi mi? “Bunlar laf dinlemiyor. Ben Merkez Bankası'na faizi düşüreceğim bak enflasyon nasıl düşecek göreceksiniz” demedi mi? Ne oldu?

Peki son 6 aydır çıkıp da milletin karşısına bir kelime etti mi ya bununla alakalı? Bu faizle ilgili son 6 aydır tek kelime ağzından çıkıyor mu?

Peki bunu sen biliyorsan seçimden önce, %8,5’a faizi indirip “daha da inecek” derken, seçimden sonra %40a çıkartmak milleti aldatmak değil mi?

Benim Konyalı çiftçi amcama mazotu 18-20 lira gösterip seçimden önce “mazot bak 18-20” seçimden sonra mazotu 40 liraya, 36 liraya çıkarmak aldatmak değil mi?

Yeni Bakan ne diyor? “Doları tutmuşlar, bastırmışlar” diyor. Seçimden önce doları 18 lira gösterip seçimden sonra 29 liraya patlatmak, milleti aldatmak değil mi?
Hep söylüyorum arkadaşlar, hep söylüyorum bakın. Söylemeye de devam edeceğim. Evet. Erdoğan seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı. Helalinden kazanmadı. Çünkü aldattı.

Seçimlerden önce “mülakatı kaldıracağım” diyen kendisi değil mi? Ne oldu? Mülakat aynen devam ediyor mu? Kendilerinden olmadığını düşündük
O gençleri, başarılı gençleri mülakatta eliyorlar mı? Ne oldu?

Meydanlarda, gerçek olmayan montaj videolar gösterdi, kurgu videolar gösterdi, binlerce insanların olduğu meydanda. “Bak kimler, kimlerle beraber” dedi. Sonra bu videonun montaj olduğu ortaya çıkınca da ne dedi? “Ama montaj, ama şu, ama bu” dedi.

Yakışmıyor arkadaşlar, yakışmıyor. Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük bir ülkenin 85 milyonluk nüfusa sahip, böylesine binlerce yıllık tarih mirasına sahip bir ülkenin Cumhurbaşkanı'na bunlar yakışmıyor. Evet, tekrar ediyorum, helalinden kazanmadı.

Biz ne yaptık? Biz ne yaptık? Hamdolsun. Bütün seçim kampanyasında tek bir kelime yalanımız olmadı. Hep doğruyu konuştuk. Kimseyi aldatmadık. Onun içindir ki bugün böyle başımız dik, alnımız açık olarak sizlerin karşısındayız. Onun içindir ki DEVA Partisi olarak hep beraber milletimizin karşısında başımız dik, alnımız ak, rahatça geziyoruz. Partimiz için şöyle derler, böyle derler. “Ama siz bizi aldattınız” diyemezler. “Siz eğilip bükülüyorsunuz” diyemezler. “Siz bizi yanılttınız” diyemezler.

Biz şuna inanırız:

Allah doğrunun yardımcısıdır

Rahmetli babam derdi: “Oğlum doğru değil, dosdoğru olacaksın” derdi.

Evet arkadaşlar, hep beraber dosdoğru olacağız.

Çünkü biliyoruz ki;

Doğacaktır vaat eddiği günler Hakkın;

Belki yarın, belki yarından da yakın… Bize düşen dosdoğru çalışmak. Ama çalışmak, gayret etmek, her türlü tedbir almak, vatandaşlarımızın karşısında hep doğru bir duruş ortaya koymak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçen gün yeni Merkez Bankası Başkanı bir röportaj vermiş ve demiş ki;

“İstanbul’da Kiralar öyle pahalı ki, annemin evine taşındım” demiş.

Bilmeyenler bilsin; 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir kardeşiniz olarak söylüyorum, Merkez Bankası başkanları bütün bürokrasi sisteminde en yüksek maaş alan birkaç bürokrattan birisidir.

Ben şimdi soruyorum; Bu ülkede Merkez Bankası Başkanı’nın kiralardan şikâyet ettiği bir şehirde bir memurlar, öğretmenler, polisler nasıl yaşayacak?

Doktorlar ne yapacak? İşçiler ne yapacak? Öğrenciler ne yapacak o şehirde?

Her gün motor üstünde canını tehlikeye atan kurye arkadaşlarım ne yapacak?

Açlık sınırının bile altında bir emekli maaşı alan, bugün 7500 maaş alan emekli maaşı alan bir vatandaşımız nasıl yaşayacak?

İnsanlarımız bırakın artık ev almayı, araba almayı, emekli maaşıyla kira ödemenin imkânsız olduğu bir ülkede şu anda yaşıyor. Her yerde önümüzü kesiyorlar. Diyorlar ki “8 bin lira emekli maaşım var, kiram 5 bindi, şimdi ev sahibi 10 bin lira istiyor, ben nasıl geçineceğim? Ekmek parasını nasıl bulacağım? 11 bin lira emekli maaşım var, ben torunuma nasıl harçlık vereceğim?” diyor.

Bugün Türkiye'de bir emeklinin eğer oturduğu ev kendisinin değilse arkadaşlar, emekli maaşıyla artık Türkiye'de geçinmek, yaşamak mümkün değildir. Bırakın temel ihtiyaçları, giyim gibi, şu gibi bu gibi, temel gıda ihtiyaçları bile bir emekli maaşıyla artık Türkiye'de karşılanamamaktadır. Ve bunun sebebi de ekonominin kötü yönetilmesidir.

Gerçekten bırakın ev almayı, araba almayı, insan onuruna yaraşır bir hayat yaşamak artık Türkiye'de bir emekli için mümkün olmaktan çıkmıştır. Böyle bir ortamda ne oluyor? İnsanlar kolay para kazanma yolları araştırmaya başlıyor. Gençlerimiz gayrimeşru, ahlakî olmayan, para kazanma yollarına doğru itiliyor.

Ülkede her türlü yasadışı kumar, fuhuş ve bahis oyunları tavan yaptı.

Gayri meşru olup olmadığına bakmaksızın hızla zengin olma, köşeyi dönme anlayışı yaygınlaştı.

Karaborsacılık, tefecilik, dolandırıcılık, kara para aklama gibi ahlaki olmayan yollara tevessül, bir kanser gibi ekonomimizi ve sosyal dokumuzu tamamen sarmış durumda.

Uyuşturucu ve madde bağımlılığı çocuk denecek yaşlara kadar indi. Her ailenin bütçesine göre uyuşturucu var.

Eğer gerçekten maddi durumu çok zayıfsa, ona göre uyuşturucu var. Eğer hali vakti yerindeyse, artık pudra mı, toz şeker mi, ne diyorlarsa adına onlar da mümkün.

Organize suç örgütleri ile siyaset iç içe geçmiş durumda.

Şu son 6 ayda, ülkede yakalananlara bir bakın ya. Farklı farklı ülkeden uyruklu insanlar. Her operasyonda başka bir ülkeden çıkıyor. Ama ortak nokta ne? Ya kara para ya uyuşturucu ya bu iş, ya şu, ya bu.

Türkiye, biz bir zamanlar uluslararası bir finans merkezi olsun, uluslararası bir ticaret merkezi olsun, uluslararası bir kültür merkezi olsun derken, bunlar Türkiye'yi bir uluslararası organize suç merkezi haline getirdiler. Gerçekten yazık.

Sonra bu öfke, nefret, tahammülsüzlük topluma egemen hale geldi. Ulaşımdan spor müsabakalarına kadar, hemen her alanda, her alanda çok basit nedenlerle her gün sayısız kavga yaşanıyor, cinayet hadiseleri yaşanıyor.

Sürekli vurguladığım gibi, Türkiye’yi hukukta, adalette, demokraside, özgürlüklerde dünya sıralamasında en dibe düşüren bir iktidarın, ülkemizi ekonomide “şampiyonlar ligine” çıkarması mümkün değil.

Hep söylüyorum; hukuk olmadan, adalet olmadan ekonomi olmaz. Olmayacaktı. Çünkü ekonomi tarafında siz ne yaparsanız yapın, bir ülkenin Anayasa Mahkemesi’nin kararları tanınmıyorsa, anayasa açık hüküm olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlar, diğer yargı organları tarafından, Yargıtay tarafından uygulanmıyorsa, yargının en tepesinde bu çekişme, didişme varsa, bu ülkenin ekonomisi düzelmez. Nokta. Mümkün değil. Olmuyor.

Şimdi ben hükümete buradan seslenmek istiyorum;

Ülkemizin sorunlarını kalıcı biçimde çözmek istiyorsanız;

Tüm bakanlıklarla da paylaştığımız;

Hukuktan çevreye, temel özgürlüklerden enerjiye, kamu yönetiminden dijital dönüşüme, yoksullukla mücadeleden bilim ve eğitime…

Birçok alanda köklü reformları ve somut eylemleri içeren DEVA Partisi’nin 23 tane eylem planından yararlanın. Türkiye'nin DEVA’sı burada.

Eğer gerçekten bu ülkenin ekonomisini düzeltmek istiyorsanız;

Özgürlükçü demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, hukuk güvenliğini, şeffaf, hesap veren kamu yönetimini ve kaliteli bir eğitim sistemini tesis edecek yapısal adımları bir an önce atın. 6 ay oldu. 6 ay oldu. Bilmiyorsanız açın, öğrenin.

Biz bunu seçimlerden hemen sonra birer set Cumhurbaşkanı'na, bakanlara, bakan yardımcılarına gönderdik. Bir de kapak mektubu yazdım. Dedim ki, “burada bir akıl teri var. Umarım ki yeni bir bakış açısı kazanırsınız. Umarım ki çalışmalarınıza faydalı olur” diye. Ve dedik ki, “Varlığımız, milletimizin varlığına armağan olsun.”

Bu çalışmaları kıskanacak, saklayacak, bir sonraki seçimlerde ortaya çıkacak halimiz yok. Bir an önce, bir an önce. İnanın çok memnun oluruz. İçinden çıkarsınlar, şöyle bir 8-10 tane, iyi işi yapsınlar, uygulasınlar da memleketimiz bir an önce bazı konularda düzlüğe çıksın. Biz bundan memnun oluruz bu ülkenin vatandaşı olarak. Ama yok arkadaşlar, olmuyor. Çünkü dökme suyuyla değirmen dönmüyor. Nasıl ekonominin çarklarını Suudi Arabistan'dan, Katar'dan, Birleşik Arap Emirliklerden buldukları dökme suyuyla döndürmeye çalışıyorlarsa, bu bilgi, plan, program, hazırlık o da dökme suyuyla dönmüyor.

Kendinde olacak kendinde. Kadrolarda olacak. Yoksa olmuyor.

Değerli arkadaşlarım, yerel seçimlere üç buçuk aylık bir süremiz var. Bu yerel seçimlerde değerli arkadaşlar bizim çok önemli iki iddiamız var. Çok önemli.

Bir, diyoruz ki biz daha iyi yönetiriz. İki, biz temiz yönetiriz diyoruz. İki önemli iddia.

Bakın size bir örnek vereceğim. 6 Şubat depremlerini yaşadığı ülkemiz değil mi? Yakın tarihimizin en büyük felaketlerinden birisini yaşadık.

Ve depremin ikinci günü ayın 7’sinde ben AFAD'a gittim. O günkü Cumhurbaşkanı Yardımcısı da eski AFAD başkanıydı, o da orada. İlk iki günde bizim bütün teşkilatlarımızdan biz sadece inanın şöyle bir dört beş cümlelik bir şey gönderdik dedik ki; hani yardımlaşma konusunda herkes elinden geleni yapsın. O kadar.

İkinci günün akşamı tam 100 tırlık yardım malzemesini bizim teşkilatlarımız gönüllü olarak topladılar. Genel merkez hepsinin listesi geldi. Dedim ki AFAD'takilere “Bakın biz size tırın plakasını verelim, içindekilerinin listesini verelim. Bize adres gösterin. Hangi depoya o tırın yıkılmasını istiyorsanız söyleyin tırı oraya gönderelim.” Yok. Telefon verdiler, isim verdiler, yok. Adres alamıyoruz. En sonunda dedik teşkilatlarımıza “arkadaşlar herkes kendinin çaresine baksın.” Çünkü insanlar aç, susuz, acil ihtiyaç var sahada. Dedik ki “herkes başının çaresine baksın.”

Üçüncü gün ben Hatay’daydım. Sadullah Ergin Bey'in ailesinin oturduğu bina tamamen çökmüştü. Kendisi 7 gün arabada yattı kalktı. O enkaz başında bekledi ki birisi gelsin yardım etsin diye.

Pek çok ilde iş makinaları dışarıda bekledi şehrin dışında ama organize olup enkaz kaldırma çalışmalarına katılamadı o iş makinaları. İlk 3 saat tamamen ülkenin üzerine ve iktidarın üzerine adeta ölü toprağa serilmiş gibiydi.

Sonra oradan gittim Gaziantep'e. Dördüncü gün baktım İslâhiye’de bizim il başkanımız şimdi Gaziantep milletvekilimiz Ertuğrul Bey bir depo tutmuş. Yardım malzemeleri depoya iniyor. Oradan İslâhiye’ye ve ihtiyacı olan Nurdağı gibi pek çok ilçeye dağıtılıyor.

Ertesi gün Kahramanmaraş'taydım. İrfan Bey o zaman Kahramanmaraş il başkanımız şimdi milletvekilimiz. Baktım şehrin az dışında güzel bir depo tutmuş. Tırlar geliyor. Küçük doblo araçlarla yardım malzemeleri köylere ulaştırılıyor. Çünkü dedi ki merkezde dağılım fena değil de köylere ulaşamıyor. Herkes harıl harıl çalışıyor bütün teşkilatımız.

Sonra Malatya'ya geçtim. Malatya'da organize sanayide iki bin metre kare kapalı alan depo. Yardım malzemeleri inmiş ve oradan dağıtılıyor. Ama dediler ki “tırlardan bir tanesi yanlışlıkla Kızılay'ın deposuna inmiş. Yanlış adrese. Onları da oradan alamadık” dediler. “Helal olsun, umarız ki onlar da dağıtır” dedim.

Bunları şunun için anlatıyorum. Bakın bizim il başkanlarımız değil mi? Deprem olmuş. Hepsi o günkü devlet kurumlarından çok daha hızlı bir şekilde organize olmuşlar. Yıllardır AFAD diye bir kuruş var mı var? Yıllardır AFAD'ın kurduğu sistemin daha iyi ve çalışanını üç günde kurmuşlar ya.

Ben şöyle düşünüyorum. Bizim il başkanlarımız olsun, ilçe başkanlarımız olsun, teşkilat mensuplarımız olsun. Gerçekten pırıl pırıl insanlar. Ve aynı zamanda kabiliyetli insanlar. Hangi il hangi ilçe olursa olsun. Bakıyorum o ilin bir belediye başkanına bakıyorum. Bir de bizim il başkanımıza. O ilin ya da o ilçenin ilçe belediye başkanına bakıyorum. Bir de bizim ilçe başkanımıza veya teşkilat mensuplarınıza. O belediye başkanından çok daha iyi yönetecek arkadaşlarımız orada var.

Onun için diyorum ki, biz hem daha iyi yönetiriz belediyeleri hem de temiz yönetiriz.

Ve temiz belediyecilikle alakalı etik kurallar bildirgemiz arkadaşlar. Daha önce örneği yok. Hiçbir siyasi parti bunlarla uğraşmamış. Çünkü belediyeler rant kapısı ya. Belediyeler bir şeyleri paylaşma alanı ya. Kim uğraşacak? Etik kuralmış ürünmüş. Ama biz yaptık. Etik kurallar bildirgesi.

Bizden belediye başkanı adayı olan her arkadaşımız bunu önce okuyor. Burada maddeler halinde temiz belediyecilik nasıl yapılır madde madde madde madde sıralanmış. Altına imza atıyor. “Ben bunu beyan ve taahhüt ederim, eğer seçilirsem bu temiz kurallara göre yöneteceğim” diyor. Ondan sonra adayımız oluyor. Ve ondan sonra vatandaşlarımızın karşısına çıkıyor. Türkiye'de ilk ilk yok, örneği yok.

Bakın iktidardakilere var mı böyle bir şey? Muhalefettekilere bakın var mı? Yok. Çünkü kafa başka yerlerde. Tabii ki istisnalar vardır. Ama yerel seçim deyince insanların kafasında, gözünde hemen büyük rant olayları var. Ben bu şehre nasıl daha iyi hizmet ederim? Değil. Nasıl daha fazla rant oluşturur, dağıtırız? Böyle bakılıyor belediyeciliğe. Bunu yaşıyorsunuz, görüyorsunuz.

Onun için değerli arkadaşlar, bu yerel seçimler bizim için önemli, daha iyi yönetilmeye layık bizim şehirlerimiz ve biz buna talibiz, iddialıyız.

Yerel seçimlerin bir başka önemi de arkadaşlar şu. Yerel seçimler aynı zamanda iktidarı, merkezi yönetimi uyarmak için. Çok önemli fırsattır. Çünkü yerel seçimler aynı zamanda merkezi hükümet için bir güven oyu anlamı da taşır.

Yani merkezi hükümetin yaptıklarından memnunsanız, şu anda Türkiye'deki genel ortamdan memnunsanız, o yerel yönetimlerde de o partiyi, iktidar partisini tercih etmeniz için vesile olur. Ama yok, memnun değilseniz, o zaman yerel seçimler merkezi hükümete, iktidara bir sarı kart göstermek için de en önemli bir vesiledir. Ve onun için diyorum ki, gelin diyorum tüm vatandaşlarımıza bu yerel seçimlerde iktidara şu sarı kartı gösterelim. Hep beraber. Hep beraber. Ve yerel seçimlerde inşallah sarı kartı göstereceğiz. Kendilerine gelsinler, şöyle bir silkinsinler diye, “nerede hata yapıyoruz” diye.

Yok, eğer aynı hatalarda ısrar ederlerse, adaletsizlikte, hukuksuzlukta ısrar ederlerse, bu milleti daha da yoksullaştırmaya devam ederlerse, o zaman genel seçim günü geldiğinde ne yapacağız? Hep beraber bu kırmızı kartı göstereceğiz.

Onun için yerel seçim bizim için sarı kart zamandır. Çünkü seçim yerelde, iktidarın değişmesi ancak genel seçimde olacak. Genel seçimlerin günü geldiğinde de bir sonraki genel seçimlerde de hep beraber kırmızı kartı inşallah göstereceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İçinde bulunduğumuz bu dönemde, DEVA’lılara, DEVA’ya düşen sorumluluk her zamankinden daha fazla.

Çevremizdeki insanlardan, arkadaşlarımızdan, akrabalarımızdan başlayarak sokak sokak dolaşmak zorunayız.

Çünkü onun elinde propaganda makinesi var. Devletin televizyonlarını, özel sektörün televizyonlarını, yayın kuruluşlarını ya havuçla ya sopayla kendi iktidarına destek verecek şekilde kullanıyor. Siyaha beyaz, beyaza siyah diyecek şekilde o yayın kuruluşlarını kullanıyor. Onların elinde o propaganda makinesi varsa bizim de en önemli gücümüz arkadaşlar haklı oluşumuz. Biz haklıyız ya. Kendimize güveneceğiz. Kendimize güvendiğimiz zaman inanın millet de bize güvenecek.

Biz bu işi mevcut iktidardan daha iyi yapar mıyız? Bu ülkeyi daha iyi yönetir miyiz? Yapar mıyız? Bizim belediye başkan adaylarımız mevcut belediye başkanlarından daha iyi yönetir mi? Bunu bileceğiz. Buna inanacağız ve bu özgüvenle vatandaşlarımızın karşısına çıkacağız. Ama onlar bir çalışıyorsa biz on çalışacağız. Çünkü bizim insan insana temastan başka daha etkili bir iletişim metodumuz şu anda elimizde yok. Birebir çalışacağız.

Girmedik kapı bırakmayacağız.

Çevremizdeki insanlara, arkadaşlarımıza akrabalarımıza DEVA’yı anlatacağız ve adaylarımızı anlatacağız.

Mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı gezeceğiz.

Vatandaşımızı dinleyeceğiz, derdini anlayacağız hem de partimizin hazırlıklarını, çözümlerini anlatacağız.

“Oraya gitmem” “Bu mahalleye gitmem” yok.

Herkese, her kesime gideceğiz.

Dergahının kapısı herkese açık Hz. Mevlâna’nın memleketine, Konya’ya da zaten yakışan bu olacak. Herkesle konuşacağız.

İnşallah, biz bu işin üstesinden geleceğiz.

Bakın üç belediye başkan adayımızı geçen ayın sonunda açıkladık. Konya Ahırlı ilçemizin belediye başkan adayı Hüseyin Geçer burada mı? Hüseyin Bey sen şöyle yavaş yavaş bu tarafa doğru gel. Hasan Aksoy burada mı? Doğan Hisar? Ankara'da bizim eğitim var ya. Doğru. Mahpeyker Hanım da Ankara'da. Onu da ben dün gördüm. Çünkü adaylarımızın eğitim programı var. O da Sarayönü Belediye Başkanı adayımız. Şimdi bütün adaylarımıza ben başarılar diliyorum. İnşallah ülkemizi düzlüğe çıkaracak olan bizleriz.

Çünkü arkadaşlar,

DEVA Partisi çiftçilerimizle, emeklerimizle, öğretmenlerimizle, işçilerimizle, esnafımızla, kadınlarımızla, gençlerimizle eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Asla Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz ülkemizin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

Selçuklu'nun, Konya'nın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinizi muhabbetle, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Selçuklu kongremizin şimdiden hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Sağ olun

14 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 9. Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Ali Babacan 9. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Değerli basın mensupları,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, şu anda hastanede yaşam mücadelesi veren değerli arkadaşımız, Saadet Partisi Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez’e acil şifalar diliyorum.

Hasan Bey’in bir an önce iyileşip, aramıza geri dönmesini Allah’tan niyaz ediyorum.

Buradan bir kez daha ailesine, Saadet Partisi camiasına ve tüm dostlarına da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

*****

Değerli dostlarımız, değerli vatandaşlarımız…

Zor bir yıl geçirdik. 2023 yılı hukuk skandallarıyla, ekonomik sıkıntılarla, yargı darbeleriyle dolu bir yıl oldu.

6 Şubat depremlerini yaşadık. Yakın tarihimizin en büyük doğal afetini yaşadık.

İnsanlarımız enkaz altında can savaşı verdiler.

Günlerce yardım beklediler.

Elleriyle kazıya kazıya evlatlarının bedenlerine ulaşmayı denediler.

Ailelerini, sevdiklerini, en yakınlarını toprağa verdiler.

Çaresizce yardım beklediler ve hâlâ çaresizce yardım bekleyen on binler var.

Bu vesileyle 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybeden her bir canımıza Allah’tan tekrar rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

*****

İyisiyle kötüsüyle geçmişi yad ettiğimizde, sıkıntı çektiğimizde, “çok şükür” demeyi ben de birçoğumuz gibi annemden, babamdan öğrendim.

Bu yıl, sevdiklerini kaybeden on binlerce vatandaşımız gibi, ben de sevdiklerimi, en yakınlarımı toprağa verdim.

Geçen ay babam Hilmi Babacan’ı kaybettim.

Geçtiğimiz cumartesi günü ise “soframızı paylaşmayı”, “yardımseverliği”, ve “şükretmeyi” öğrendiğim değerli annemi, Güner Babacan’ı kaybettim.

Daha evvel de söylemiştim; her evlat için annesi ve babası özeldir. Benimkiler de öyle.

Ben; Hilmi ve Güner Babacan’ın evladına yakışır bir hayat yaşamak için elimden geleni yaptım ve yapmaya devam edeceğim. O yüzden karşınızdayım.

Onların bana ve kardeşlerime öğrettiği gibi; en başta ülkemiz için çalışmak, sadece kendimiz için değil, başkaları için de iyi olanı düşünmek ve bu uğurda çaba sarf etmek için bugün burada, karşınızdayım.

Bu vesileyle; bizzat cenazeye gelerek, taziyeye gelerek, telefonla arayarak, mesaj paylaşarak bana taziye dileklerini ileten baş sağlığı dileklerini ileten herkese, acımızı paylaşan herkese ailemiz adına teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Bana şükretmenin kıymetini öğreten annem Güner Babacan’ını da tekrar rahmetle anarak, yanımda olan bu kadar dostlarımız için “çok şükür” diyorum.

Mekânı cennet, makamı âli olsun.

*****

Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,

Biz ailece taziyeleri kabul ederken, maalesef ülke gündemi bir başka taziye haberiyle meşguldü. Daha doğrusu taziyesini yaşayan bir kadının, bir annenin adalet arayışıyla meşguldü.

Dedim ya, bu yıl birçoğumuz sevdiklerini toprağa verdi. Öznur Göçer kardeşimiz de onlardan biri.

Eşi, Yunus Emre Göçer motokuryelik yapıyordu. Pek çok vatandaşımız gibi o da helalinden geçim derdindeydi. 30 Kasım günü, trafikte kendisine arkadan çarpan birisi tarafından öldürüldü.

Çarpan kimdi? Yabancı uyruklu bir kişi.

İfadesi polis tarafından alındı. Yunus Emre Göçer entübe edilmişken, hayati tehlike hala devam ederken çarpan kişi serbest bırakıldı.

Öznur Hanım ne diyor? “Bize eşimin intihar ettiği söylendi” diyor.

Yani, Öznur hanımın dediğine, göre birileri olayı çoktan kapatma derdine düşmüş.

Peki niçin? (…)

Çünkü çarpan kişi, bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın oğlu.

İfadesi alındı, Yunus Emre Göçer hastanede yaşam savaşı verirken, yurt dışı yasağı bile koyulmadan serbest bırakıldı… Ve tabii ki hemen yurt dışına çıktı.

Gerçekten çok yazık…

Yunus Emre Göçer’e Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

*****

Bir vatandaşımızın trafikte katledilmesi, olay sonrasında kabahatli olduğu çok açık birinin korunup kollanması, bize ülkemizdeki hukuk düzeninin geldiği noktayla ilgili çok şey söylüyor.

Hatırlarsınız, birkaç yıl önce, Cemal Kaşıkçı, bir gazeteci, İstanbul’un orta yerinde hem de bir Başkonsolosluk binasının içinde hunharca katledilmişti.

Katiller ise ellerini kollarını sallayarak rahatça geldikleri gibi yine rahatça yurt dışına gitmişlerdi.

Dosya kapatılmak istendiğinde Sayın Erdoğan ne demişti hatırlayalım.

“Bunlar dünyayı enayi zannediyor. Belgeleri dinlemek istediler, ama bir de almak istediler. Kusura bakmayın o kadar da değil. Dinletiriz; gösteririz ama vermeyiz. Verelim de ondan sonra bir de bunları yok mu edeceksiniz? Hesap bu”

Bu Sayın Erdoğan’ın ifadeleri.

Sonra ne yaptı?

Veliaht Prensine katil dediği ülkeye dosyayı olduğu gibi iade etti.
Cinayetin üstünü örttü.

Sonra gitti o ülkeden acil döviz kredisi talebinde bulundu. Hala bulunuyorlar.

Bu kadar da değil… Katil ilan ettiği kişiye de ne hediye etti?

TOGG. Bir araba.

*****

Söyledik, tekrar söylüyoruz: Hukuk ve adalet, bir ülke için olmazsa olmazdır.

Hukuk ve adalet herkes için geçerlidir.

Hiç kimse ayrıcalıklı değildir.

Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir demokrasiyse, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olma iddiasındaysa hukuk herkes için geçerli olmak zorundadır.

Adalet olmadan Türkiye’nin refahı artmaz, itibarı olmaz.

Bunu anlamadılar anlamıyorlar.

Tam 10 yıl oldu. 10 yıldır söylüyorum. Hukuk olmadan, adalet olmadan bu ülkenin ekonomisi düzelmeyecektir.

Ve tam 10 yıl önceki milli gelir seviyesine ulaşmanın hala patinajı içerisinde bu ülke.

İki evlat sahibi Yunus Emre Göçer’in değerli eşi Öznur Hanım’ın ve arkadaşlarının çabası olmasaydı, bu olay da türlü telefon trafikleriyle ve özel ilişkilerle üzeri kapatılan olaylardan birisi olacaktı.

Dahası, öyle bir zalimlikle karşı karşıyayız ki, Yunus Emre Göçer’in evlatları, babasını “intihar etti” diye bileceklerdi.

Arkadaşlar biz, bu ve benzeri olayların takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Bizim biliyorsunuz çok güçlü bir hukuk ekibimiz var. Pek çok önemli davayı gün gün, an an takip eden bir kadromuz var. Ve nasıl pek çok davayı derinlemesine gidip inceliyorsak, yakından takip ediyorsak bu konuyu da takip edeceğiz.

Ve yine her hafta hatırlatacağımı söylediğim konu var. Neydi?

İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısı’nın HSK’ya yazdığı şikâyet dilekçesinin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Bu alelade bir olay değildir.

Bir başsavcı kendi mahkeme binasının içindeki yargıçlarla ve savcılarla ilgili çok önemli iddialarda bulunmuştur.

HSK bu konuda ne yapacak takip etmeye devam edeceğiz.

*****

Değerli basın mensupları, Saygıdeğer vatandaşlarımız…

Şiddet sarmalının gündelik yaşamımıza dört bir yandan sirayet ettiği, küçük bir trafik tartışmasından, futbol müsabakalarına varana dek her yere şiddetin sızdığı bir dönemden geçiyoruz.

Ankaragücü ile Rizespor’un futbol maçında meydana gelen, FİFA kokartlı hakemimiz Halil Umut Meler’e yönelik şiddeti kınıyorum, lanetliyorum.

Türkiye, insanların çocuklarına futbolcu isimleri verdiği bir ülkedir.

Parklara meydanlara futbolcu heykellerinin, takım sembollerinin dikildiği bir ülkedir.

Türkiye, maç saatlerinde sokakların boşaldığı, kahvelerde-kafelerde-evlerde maçların izlendiği bir ülkedir.

2032 Avrupa kupasına ev sahipliği yapacak iki ülkeden biri Türkiye.

Türkiye bir futbol ülkesidir.

Gündelik hayatın içinde her yerde karşımıza çıkan şiddetin futbol sahalarına yansıması gerçekten çok vahim.

Tabii bu şiddetin nasıl geliştiği, bu şiddeti uygulayan kişinin içinde olduğu psikoloji, o ayağını yerden havalandıran özgüven, arkasını dayadığını sırtını dayadığını düşündüğü kişiler makamlar bunların hepsi bu ülkede, üzerine koskoca soru işareti koyulması gereken hususlardır.

Arkasını sağlam hissedenin kendisi için hukuku yok sayan insanların oluştuğu bir ülke haline gelmiştir Türkiye.

Gerçekten arkadaşlar bir başka futbol olayını hatırladığımızda bu mart ayında Bursaspor-Amedspor maçındaki yaşananları hatırladığımızda şöyle herkesin kafasını iki elinin arasına alıp düşünmesi gerekmektedir.


Hatırlayalım bu maçta futbolcular yaralanmıştı.

90’lı yılların hukuksuzluklarıyla anılan JİTEM ve faili meçhullerle özdeşleştirilen Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın pankartı, Beyaz Toros pankartı açılmıştı maçta.

Unutmayalım.

Peki sonra ne oldu? Bursaspor’a verilen bazı cezalar dışında ne oldu?

Takip ettiniz mi?

O pankartları açan kimlerdi? Niyetleri nelerdi?

O gün de söylemiştim:

Suçu ve suçluyu öven davranışları biz topyekûn reddediyoruz.

Sahalardaki şiddeti de şiddete davetiye çıkaran eylemleri de reddediyoruz.

Buradan aziz milletimize de bir çağrı yapmak istiyorum; Asla bu tür provokasyonların ve provokatörlerin oyununa gelmeyin.

Bizim ülkemiz böyle bir ülke değil. Bizim ülkemiz bir barış ülkesi bir huzur ülkesi.

Bakmayın ülkenin en tepesindekilerin her gün bu ülkeye ayrımcılık pompaladıklarına. Bugün her gün ülkeyi kutuplaştırmaya çalıştıklarına.

Bakmayın her gün bu nefret diliyle bu ülkeye zarar verenlere hiç bakmayın aldırmayın.

Bizim ülkemiz barış ülkesidir, huzur ülkesidir.

Bizim toplumumuzun köklerinde barış vardır şiddet yoktur.

Dolayısıyla bu art niyetlilerin oyununa asla gelmeyelim.

Değerli arkadaşlar,

Bu iktidar şiddeti beslemese, sahiplenmese, göz yummasa; bu çete mafya her türlü suç örgütü şiddet uygulayanlar hemen bir koruma altına alınmasa, iktidar tarafındaki bazı siyasi yapıların elemanları yargıya sızmış olmasa bütün bu gördüklerimizi yaşadıklarımızı aslında yaşamayız Türkiye’de.

Bu iktidar her olayda ayrımcılık yapmadan hızla adli gereklilikleri yerine getirmeyi beklese, yargıdan sadece “ben sizden adalet bekliyorum başka bir şey beklemiyorum” dese şiddet bu ülkede bu kadar büyümez arkadaşlar.

Ankaragücü – Rizespor maçında olanların ardından yaşanan adli ve idari süreci yakından izliyoruz.

Yaşandığı ilk dakikalardan itibaren ilgili bakanların konuyla ilgili seferber olması; yaşanan şiddetin futbol kulüpleri ve taraftarlar nezdinde mahkûm edilmesi iyi birer haber gibi duruyor olabilir.

Fakat; büyük plazalardan küçük dükkânlara, taşradan şehirlere, küçük bir yol verme kavgasından alacak verecek tartışmalarına, kiracı-ev sahipleri arasındaki vakalara, kameraların görmediği onlarca yerde yaşanan, silahlı silahsız şiddet vakalarına dikkatle bakmak zorundayız.

Toplumun içine düşürüldüğü bu öfke çukurundan, bilhassa bu ülkeyi yöneten siyasetçilerin çıkaracakları çok dersler var.

Şiddet baş gösterdikten sonra açılan telefonlar, atılan tweet’ler bir iş yaramıyor.

Önce bu konuda ülkedeki iklimin düzeltilmesi gerekiyor.

Bu şiddet ikliminin, şiddeti teşvik eden iklimin bu ülkeden topyekûn tasfiye edilmesi gerekiyor.

Ama biliyoruz ki, şiddetten beslenenler var, öfkeden nefretten beslenenler var.

“Öfke bir hitabet sanatıdır” diyen bir Cumhurbaşkanı var bu ülkenin.

Ve bu düzelmeden, siyasi iradenin en tepesinden aşağı kanallara kadar bu öfke ve nefret dili bitmeden bu ülkede toplumda yaygınlaşan bu şiddet hadiselerinin bitmesini beklemek beyhude.

Onun için siyasete çok iş düşüyor.

Şiddeti besleyen dil, hepimizi, herkesi, her an vurabiliyor.

Bu vesileyle, şiddet mağduru Halil Umut Meler’e ve tüm hakem camiasına geçmiş olsun dileklerimi selamlamak istiyorum.

Bu tür görüntülerin, şiddetin bir daha olmamasını gönülden temenni ediyorum.

*****

Değerli Basın Mensupları, Değerli arkadaşlarım

Şimdi de Genel Kurul’da şu anda görüşülmekte olan 2024 bütçe kanunu teklifi üzerinde bir miktar durmak istiyorum.

Malum bütçe görüşmeleri Genel Kurul’da başladı, pazartesi günü bir genel sunuş vardı. Arkasından 14 gün sürecek belki de şimdi muhtemelen 15 güne uzayacak bir bütçe maratonu var.

Gece gündüz Genel Kurul’da bütçe görüşülüyor.

Her gün sabah 11 de başlıyor gece yarılarına kadar bütçe konuşuluyor.

Meclis Genel Kurulu’nun duvarında büyük puntolarla yazılı ifade vardır.

Meclis Genel Kurulu’na oturduğunuzda tek onu görürsünüz zaten. Duvara yazılı tek ifadedir.

Nedir?

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”

Milletin egemenliğinin, demokrasinin en önemli ilkelerinden birisi de şudur:

“Bütçe hakkı meclisindir”.

Bu yeni de değildir.

800 yılı aşkın bir süredir halkın iradesini temsil eden bütün oluşumlarda yapılarda anlaşmalarda ilan edilen metinlerde bu sık sık tekrar eder.

Bütçe hakkı meclisindir.

Çünkü meclisler, milletin iradelerinin temsil edildiği mercilerdir.

Şunu açıkça ifade edeyim, 2017 anayasa değişikliğinden ve 2018 seçimlerinden bu yana bu ülkede

Bütçe hakkı Meclis’ten alınmıştır, Cumhurbaşkanı’nın şahsına verilmiştir.

Gerekçeleriyle şimdi söyleyeceğim niye böyle olduğunu.


Şu anda ki bütçe kanun teklifinin 5. Maddesine göre Cumhurbaşkanı bütçeye istediği gibi ödenek ekleyebilmektedir.

Meclisten ne geçerse geçsin.

Herhangi bir kurumun veya herhangi bir alana diyelim ki 10 milyar lira bütçesi var. Cumhurbaşkanı bunu rahatlıkla 15 yapar 20 yapar 50 yapar.

Önünde hiçbir engel yok.

Ve meclisin haftalarca çalışarak, tartışarak buradan geçirdiği bütçenin rakamlarının aslında fiili uygulamada hiçbir önemi olmayacak.

Çünkü Cumhurbaşkanı bu rakamları istediği gibi değiştirebilecek.

Anayasa gereği, Meclis Genel Kurulu’nun, yani 600 milletvekilinin, bütçe harcamalarına tek bir kuruş ekleme yapması mümkün değil.

Komisyon aşamasında konuşuyor değiştirebiliyor ama meclis genel kuruluna indikten sonra harcama artırıcı herhangi bir teklif vermek mümkün değil.

Ancak bütçe buradan geçtikten sonra Genel Kurul’un sahip olmadığı bir yetkiyi yani harcama artırma yetkisini Cumhurbaşkanı tek başına kullanabiliyor.

Şu vahim tabloya bakabiliyor musunuz?

İşte adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen “Türk tipi sistem” denen aslında tam bir sistemsizlik olan yapının nasıl ucube bir yapı haline geldiğini görebiliyor musunuz?

14 gün 15 gün boyunca 600 milletvekili burada çalışacak genel kurulda.

Bütçe kalemlerini artırma yetkisi yok koskoca Meclis’in, halkın iradesini temsil eden Meclis Genel Kurulu’nun böyle bir yetkisi yok anayasaya göre.

Ama Cumhurbaşkanı’nın kafasına göre her türlü harcamayı artırma yetkisi var.

Gerçekten inanılır gibi değil.

Buna bir yönetim sistemi denemez arkadaşlar.

Ve bir başka önemli konu:

Pek çok demokraside bütçe meclisten geçmeyince, hükümet düşer.

Çünkü meclisten bütçe geçmeyince hükümetin tek bir lira harcama yetkisi kalmaz.

Ben tam 11 tane bütçeyi bu meclise sunan ve meclisten geçiren ekonomi ekibinin başında oldum.

Hep içimizde bir kaygı bir tedirginlik olurdu. Bir yol kazası olur mu bir yerde bir sıkıntı çıkar mı diye.

Çünkü 31 Aralığa kadar bütçe meclisten geçmezse 1 Ocak’ta tek bir kuruş harcanamaz.

E tek bir kuruş harcayamayan hükümet ne demek?

Borcunu ödeyemez, memur maaşını ödeyemez, emekli maaşını ödeyemez dolayısıyla düşer hükümet vasfını yitirir.

Ama ne oldu? Bu 2017 anayasa değişikliğiyle beraber bu bütçe meclisten geçmese bile 600 milletvekilinin olduğu bu Meclis Genel Kurulu bu bütçeyi kabul etmese bile hiçbir şey olmuyor.

Hiçbir şey değişmiyor.

1 Ocak’tan itibaren Cumhurbaşkanı yine istediği gibi para harcamaya devam edebiliyor.

Belli oranlarda bütçe ödenekleri artırılıyor. O anayasada yazdığı için öyle belli oranlarda. Onun da önemi yok çünkü kafasına göre yine de artırabiliyor yine de harcamaya devam ediyor.

Yani, Meclis bütçeyi reddetse bile, hiçbir mali ya da siyasi sonucu ortaya çıkmıyor.

Dolayısıyla da bütçe söz konusuysa TBMM’nin bütçenin yönetimiyle uygulanmasıyla ilgili hatta hazırlanması ve yasalaşmasıyla ilgili etkisi nihayetinde sıfırlanmış oluyor.

Yazık değil mi?

Gidiyor milyonlarca insan bu ülkede sandık başına oy veriyor. Milletvekillerini seçiyor.

TBMM teşekkül ediyor, fakat bu koskoca Meclis en temel hakkı olan bütçe hakkını bile kullanamıyor, uygulayamıyor.

Ne kadar garip ne kadar yanlış bir sistemin içine Türkiye'nin yuvarlandığını bütün bunlar bize açıkça gösteriyor.

Bu Meclis niye var Allah aşkına.

Niye var?

Bir eclisin tek bir varlık sebebi varsa o da bütçe hakkıdır arkadaşlar.

800 yılı aşkın bir süredir böyledir.

Ama en temel varlık sebebinin köküne maalesef dinamit koymuşlardır bu Meclis’in en temel hakkını 2017 anayasası ile beraber yok etmişlerdir.

Cumhurbaşkanı, pek çok vergi kalemine tek imzayla kat kat artırabiliyor mu?

Artırıyor. Hatta çok fazla yetki verildi diye geçenlerde tartışma konusu oldu değil mi?

“Bir Cumhurbaşkanının bu kadar artırma yetkisi olabilir mi?” diye. Bunu yapabiliyor.

Vergi salıyor ve harcamayı artırabiliyor.

Eskiden Maliye Bakanlığı’nın yetkisinde olan ödenek meselesi de bizzat Cumhurbaşkanının çatısı altına alınmış durumda şu an.

Maliye Bakanı’nın, Hazine Bakanı’nın ödenek serbest bırakılmasıyla ilgili bir yetkisi yok 2018’den bu yana.

Kime ne zaman ne kadar para vereceğini tek bir imzayla Cumhurbaşkanının kendisi belirliyor.

Böyle denge ve kontrol sistemi olmayan, freni olmayan bir arabanın kaza yapması mukadder.

Sadece gazdan ibaret, “sadece basayım gaza” diyen bir ülke yönetiminin, fren sisteminin denge kontrol sisteminin olmadığı bir ekonomi yönetiminin, bu ülkeyi bir düzlüğe çıkarma imkânı ihtimali de yok.

Bu çatı altında 600 milletvekili ne yaparsa yapsın tek bir kişi hepsini anlamsız hale getirebiliyor bütçe konusu olunca.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden sonra bütçe görüşmeleri bir siyasi hesap verme süreci olmaktan çıktı.

Niçin?

Çünkü bütçe kanunu, Meclis’te yıllık bazda bir güven tazeleme aracı değil biraz önce söylediğim sebeplerden dolayı.

Bu da yetmiyor, bütçe görüşülmeye başlarken ne oluyor? Dakika 1 gol 1.

Bütçeyi meclise sunan kişi, Cumhurbaşkanı’nın memur olarak atadığı bir kişi.

Geniş kesimlere bir siyasi sorumluluğu yok. Tek bir kişiye sorumlu o da Cumhurbaşkanına.

Ve hemen o gece bir gece ansızın bir kararname ile görevden alınabilecek bir kişi.

Burada o kişiyle 600 milletvekili muhatap ediyor dikkat edelim. Muhatap ettiği kişinin siyasi sorumluluğu yok, tek bir kişiye atama sorumluluğu var.

O gün bugündür, bütçe müzakereleri, bir siyasi muhasebe ve tartışma vasfına sahip değil Türkiye’de.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle beraber Meclis’in bütçe hakkı yok edildiği gibi Plan, Program ve Bütçeler birer formaliteden ibaret hale gelmiş durumda.

Şu hale bakın önce 3 yıllık orta vadeli program açıklıyorlar sonra arkasından bir de 5 yıllık kalkınma planı açıklıyorlar.

Böyle bir şey olmaz, böyle devlet yönetilmez.

Bir devletin önce bir 5 yıllık kalkınma planı olur, uzun vadeli bir vizyon olur, o vizyon içerisinde orta vadeli bir ekonomik program olur ondan sonra da yıllık bütçeler yapılır.

Alt üst ettiler her şeyi.

Bütçelerin bir başka önemli işlevi, vatandaşlarımızın, iş dünyasının ve yatırımcıların ekonomi politikalarına olan güvenini artırarak makroekonomik istikrara katkıda bulunmaktır.

2024 bütçesi vatandaşlarımıza, iş dünyasına ve yatırımcılara güven vermekten ve makroekonomik istikrara katkıda bulunmaktan uzaktır.

Çünkü; bütçenin dayandığı varsayımlar ve ortaya koyduğu hedefler içsel tutarlılıktan yoksundur.

Hem orta vadeli programa baktığınızda hem de bütçeye baktığınızda bir temenniler manzumesidir.

Hem o hedef hem o hedef hem o hedef bir araya koyduğunuzda yan yana bunların hepsine ulaşamayacağınız kesindir ama bütün bu iş tutarlılık kaygısı bu güven verme kaygısı 2018’den bu yana bütçe sunuşlarında ve tartışmalarda yok olmuştur.

Bütçenin bir diğer önemli işlevi nedir? Ülke kaynaklarını doğru ve ihtiyaç duyulan alanlara tahsis ederek ülke kalkınmasına, yoksulluğun giderilmesine ve gelirin dağılımının iyileştirilmesine katkıda bulunmaktır.

2024 bütçesi şöyle bir baktığımızda kaynakların vatandaşlara, çalışanlara, emekliye, çiftçiye, yatırımlara tahsis edildiği bütçe değil kaynakların faize, kamu özel işbirliği projelerine verilen garantilere, israfa, şatafata yöneltileceğini ilan eden bir bütçedir aynı zamanda.

2024 bütçesi memur, emekli ve işçilere hiçbir rahatlama getirmeyen bir bütçedir.

Şimdi bakıyoruz memur ve memur emeklileri için 2024 yılında ne kadarlık bir maaş artışı ön görülüyor?

15 artı 10.

Yani ilk 6 ayda yüzde 15, ikinci 6 ayda da onun üzerine yüzde 10.

Peki, hükümetin ilan ettiği önümüzdeki yıl için enflasyon beklentisi ne kadar?

O da makyajlanmış TÜİK enflasyonu, yüzde 36.

Siz enflasyonu yüzde 36 ilan ederken memur ve memur emeklisi maaşlarını şimdiden yüzde 15+10 artıracağım demek, bu milletin bütün memurlarının ve emeklilerinin cebinden refahından satın alma gücünden çalmak değil de nedir Allah aşkına.

Ve ne diyorlar?

Memur ve emeklilere yılbaşında yüklü bir zam yapacağız, yüklü bir artış yapacağız diyorlar.

Bunun içerisinde değerli arkadaşla, bu yılın enflasyon farkını da katarak söylüyorlar.

Bakanlardan biri çıktı dedi sanırım. Ne dedi? Yüzde 50'ye yakın artış yapacağız dedi.

Arkadaş bu yüzde 50 artış dediğinin 30 küsür puanı zaten 2023'ün ikinci yarısında senin birikmiş borcun. Enflasyon artmış maaşlar yerinde saymış zaten yüzde 30 küsur borçlanmışsın.

Önce o borcunu ödeyeceksin bu senin görevin.

Ve sözleşmeler gereği yükümlülüğün bunu zaten vermek zorundasın.

E gelecek sene ile ilgili vereceğin yüzde 15'te zaten enflasyonun altında kalan bir rakam.

Tutup da bunu büyük bir müjde büyük bir jest gibi açıklamak gerçekten bu milleti aldatmaktır. Ahlaki bir davranış değildir.

Kaldı ki enflasyonu tek haneye düşürmeden ve fiyat istikrarını sağlamadan, enflasyon hedefine göre maaş artışı yapılacağını söylemek çalışanların ve emeklilerin hakkını gasp etmektir.

Ne diyorlar? “Artışları beklenen enflasyona hedeflenen enflasyona göre hedeflenen enflasyona göre yapmamız lazım” diyorlar.

Ya önce sen geçen senenin birikmiş borcunu bir öde arkadaş bu senin borcun bir öde.

Ve en azından beklenen enflasyon artı refah payı kadar maaşları arttır.

Madem ekonomi büyüdü diyorsunuz, ekonomideki bazı rakamlarla övünüyorsunuz o zaman o büyümenin hakkını şöyle bir dağıtın herkese.

“Sadece enflasyon kadar artırdım” demek adalet değil.

Hep bir refah payı vardır refah payı. Yani maaş artışı enflasyondan korumalıdır ama artı bir de refah payı olmalıdır.

Bir başka önemli altının çizilmesi gereken konu enflasyonun yüzde kaç olduğu.

Bütün konuşulanlar bütün bu bütçe tartışmaları hatta ve hatta Merkez Bankası’nın yeni yönetimi yeni ekonomi yönetimi enflasyon dediklerinde tamamen TÜİK enflasyonundan bahsediyorlar.

Ya arkadaş bakın siz ayaklarınız yere basmadan, halkın gerçek enflasyonunun ne olduğunu anlayıp, öğrenip ilan etmeden enflasyonla ilgili konuştuğunuz her şey boş.

“Merkez Bankası ben enflasyonu düşürdüm, düşüreceğim” diyor. Hedefler açıklıyor.

Hangi enflasyon?

Eğer uğraştığınız TÜİK’in açıkladığı uydurma makyajlı enflasyonsa yaptığınızın tamamı boş tamamı çöp.

Çünkü gerçek enflasyon TÜİK’in enflasyonunun çok üzerinde.

Bunu çarşıya pazara çıkan herkes şöyle alışveriş torbasına 1 kg peynir 1 litre süt 250 gram kıyma alan herkes her vatandaş gerçek enflasyonu biliyor.

Siz bunu örtemezsiniz saklayamazsınız. Ne derseniz deyin ne açıklarsanız açıklayın.

Bütün bu ekonomi programları, seçimlerden bu yana yeni iş başına gelen ekonomi yönetimi de en büyük sorun en büyük zaaf arkadaşlar, şu TÜİK’e hala gerçekleri söyletmemek. TÜİK’i hala bağımsız bir kurum haline getirmemek. TÜİK’i hala talimatla rakam açıklayan bir kurum olarak tutmak.

Siz rakamları doğru açıklamazsanız, gerçeklerin üzerini örterseniz bu ülkede güveni oluşturamazsanız.

Ağzınızla kuş tutsanız ekonomide başarılı olamazsınız.

Dolayısıyla mesele bütçeyse, mesele ekonomiyse, mesele güvense güven öncelikle nasıl oluşur?

Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Yani devlet doğru rakamları açıklayacak. Devlet şeffaf olacak.

Seçimlerden bu yana 6 ay bitti. Merkez Bankası’nın döviz operasyonları hala gizli saklı yapılıyor.

İşte şunun için müdahale etmiyoruz da bunun için müdahale ediyoruz da laf.

Bu ülkede serbest kur rejimi varsa, Merkez Bankası bütün piyasa müdahalelerini açık bir şekilde ilan etmek zorundadır.

Eğer açıkça ilan etmiyorsa bu serbest kur rejimi değildir.

Yönetilen yönlendirilen kur rejimidir.

Eğer kur rejimini de değiştirecekseniz onu da çıkın açıklayın.

Yok hala dalgalı kurdan serbest kur rejiminden bahsediyorsanız o zaman Merkez Bankası’nın ne yaptığını şeffaf bir şekilde ortaya koyun.

Yeni ekonomi yönetimine tekrar tekrar çağrım; Şeffaf olun açık olun. Gerçekleri saklamayın gizlemeyin.

Doğru hesaptan kaçmaz.

Rakamlara güveniyorsanız, kendinize güveniyorsanız ve vatandaşın da size güvenmesini istiyorsanız bu ülkenin gerçek rakamlarını ortaya koyun gizli saklı iş yapmayın.

Eskinin kötü alışkanlıklarını devam ettirmeyin.

Rasyonaliteye dönmek aynı zamanda şeffaflığı gerektiriyor aynı zamanda hesap verebilirliği gerektiriyor.

Ve Değerli Arkadaşlar,

Şöyle bir baktığımızda adaletten hep bahsediyoruz ya Türkiye’de bozulan sadece “yargının dağıttığı adalet” değildir.

Türkiye’de bozulan aynı zamanda devletin maaş politikasındaki adaletin bozulmasıdır.

Devletin dağıttığı maaşlarda da adalet yok olmuştur.

Çünkü hem çalışanlar arasında hem emekliler arasında hem de çalışanlarla emekliler arasındaki maaş gelir dengesi tamamen alt üst olmuştur.

Büyük adaletsizlikler vardır.

*****

Değerli basın mensupları,

Hatırlayalım, Sayın Erdoğan muhalefeti faiz lobisine çalışmakla itham etti.

5 yıl boyunca bunu yaptı 2018- 2023.

Ve sonunda şu anda mecliste görüşülen bütçeye koyduğu faiz ödeneği tam 1 trilyon 254 milyar lira.

2023’ün yani bu senenin tam 2 misli faiz ödeyeceğini devletin şu anda iktidar ilan etmiş durumda.

Bu evet bu yılın rakamının 2 katı fakat benim ekonominin başında olduğum dönemin ortalamasının tam 25 katı. Tam 25 katı.

2024 yılında iç faiz ödemeleri arkadaşlar, ilk defa anapara ödemelerinin üzerine çıkıyor. Bu ilk defa oluyor.

Yani hazinenin borç ödemelerine bakın bunun ne kadarı ana ne kadarı faiz, anaparadan daha fazla faiz ödeyecek bu sene hazine. Bu da bütçe rakamlarıyla tescil edilmiş durumda.

Yine faiz ödemelerinde, “asrın ekonomik felaketi”dir diye ilan ettiğimiz kur korumalı mevduat için ödenen ve ödenecek tutarlar yok.

Çünkü niye?

Bu yeni ekonomi yönetimi işe başladıktan sonra seçimden sonra Kur Korumalı Mevduat ile ilgili ödemeleri tamamen Merkez Bankası yapıyor.

Merkez Bankası ne kadar ödüyor?

Karanlık bilmiyoruz.

Ama biliyoruz ki Merkez Bankası bunu karşılıksız para basarak ödüyor.

Bütçede bu rakamları hiç görmüyorsunuz.

Hani bütçe hakkı mecliste.

Bir zamanlar 125 milyar dolara çıkan ve gayret gayret gayret uğraş ancak yaklaşık 100 milyar dolar civarında 6 ayda indirilebilen bu felaketin ülke ekonomisine maliyetini net olarak bu hükümet açıklanmış değil.

Merkez Bankası’nın para basması ne demek?

Hepimizin cebinden bütün çalışanların emeklilerin cebinde Türk lirası taşıyan bankada Türk lirası olan bütün vatandaşlardan çalmak demek.

85 milyondan siz çalıyorsunuz kur korumalı mevduat sahiplerine fark olarak ödüyorsunuz.

Ve bu rakamın ne olduğu belli değil bütçe de konuşulmuyor bile yok. Merkez Bankası gizli kapaklı ödemeye devam ediyor.

Bir başka önemli husus bakın arkadaşlar, tasarruf deniyor değil mi fedakârlık...

Seçimden sonra bu 2 kelimeyi çok duyduk.

Fedakârlık bu yükü paylaşacağız.

Peki bu milletten fedakârlık bekleyen Sayın Cumhurbaşkanı kendi Cumhurbaşkanlığı ödeneklerinden herhangi bir fedakarlık yapmış mı?

Bakıyoruz bu yıl 2023’te günlük 18 milyon lira olan Cumhurbaşkanlığı bütçesi 2024 bütçesinde günlük 34 milyon liraya çıkmış durumda.

Neredeyse 2’ye katlanmış durumda.

Kendi bütçesini ikiye katlayan Sayın Erdoğan, asgari ücret görüşmelerinde asgari ücrete ne kadar zam verecek göreceğiz. Cumhurbaşkanlığı bütçesi neredeyse ikiye katlanmış durumda. Asgari ücrete acaba ne kadar zam verecekler ne yapacaklar göreceğiz arkadaşlar.

Atasözü önce bir iğneyi kendine batıracaksın ondan sonra çuvaldızı asgari ücretlilere emeklilere...

Bu iktidar değerli arkadaşlar bütün bu yanlış yönetim sonucunda vatandaşımızla esnafı çiftçiyi pazarcıyı karşı karşıya getirmiştir.

Ne diyor?

“Etiketlerle savaşacağım” diyor.

Etiketi koyan esnaf. Buğdayı zararına da olsa üreten mısırı pamuğu zararına da olsa üretmek için çabalayan bu ülkenin çiftçisi.

Sen kiminle neyin mücadelesini veriyorsun? Niye vatandaşla üreticiyi esnafı karşı karşıya getiriyorsun?

Kendi müsebbibi olduğun kendi patlattığın enflasyonun suçlusu olarak esnafı üreticiyi hedef gösteremezsin. Bu ahlaki değil.

Bitmedi;

Bu iktidar son 6 ayda MTV’yi 2 kez aldı mı bu milletten? Aldı.

KDV oranlarını yüzde 8’den 10’a, 18’den 20’ye çıkarttı mı?

En temel ihtiyaçta çocuk bezinde KDV oranını %8'den %20'ye çıkardı mı? Akaryakıtın ÖTV’sini 3 katına çıkarttı mı?

Dolayısıyla ne diyorlar? Milletten fedakârlık.

Önce siz kendi yaptığınız harcamalardan da bir fedakârlık yapın onu bir görelim ki milletten ondan sonra fedakârlık bekleyin.

2024 bütçesine bakın arkadaşlar bu rant gelirlerini ve doğrudan vergileri hedefleyen hiçbir adım yok.

Biliyorsunuz mesele faiz geliriyse mesele kur korumalı mevduatlar geliriyse, bunlar vergiden muaf.

Yani şirketler kur korumalı mevduattan kazandıklarına bir kuruş vergi ödemiyor biliyor musunuz?

Çok enteresan. Ama asgari ücretten vergi alınıyor.

Ve toplam vergi gelirinin bu bütçede %75 artırılması öngörülüyor.

Yani 2024 bütçesi 2023'e göre vergi gelirlerinin yüzde 75 artırılmasını öngördüğü bir ülke.

Ve bunların da önemli bir kısmı dolaylı vergilerden gelecek gelirler.

Baktığımız zaman bütçe kalemlerine dolaylı vergi.

Dolaylı vergi nedir? KDV'dir ÖTV'dir. KDV ÖTV nedir? Hepimizin bütün vatandaşların çarşıya pazara çıktığı zaman en küçük alışverişinde bile ödediği vergidir.

Bir ekmek alın içinde KDV var, 1 litre süt alın içinde KDV var. Akaryakıt alın içinde KDV var ÖTV var.

Dolayısıyla bu yılki artışlar yetmiyormuş gibi şimdiden bu bütçe ile ilan ettiler ki önümüzdeki yıl dolaylı vergiler de artmaya devam edecek.

Ve en küçük bir harcama yapan 50 lira 100 liralık bir bakkal alışverişi yapan her vatandaşımız 2024'te, 2023'e göre daha fazla vergi ödeyecek.

Bu adalet değil.

Gerçekten, geniş kitlelerin en küçük alışverişte dahi ödemek zorunda oldukları vergilerin artması adil değil.

Bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum;

Bakın bütçede faize ayrılan 1 trilyon 254 milyar lira.

Eski parayla 1 kentilyon 254 katrilyon. Çünkü hala eski para Türkiye'de konuşuluyor.

Hele yaşı biraz şöyle ilerlemiş vatandaşlarımıza soruyoruz maaşı ne kadar diye milyon milyarla karışıyor.

İşte diyor benim 7,5 milyona yakın maaşım var diyor mesela. Bunlar hala var Türkiye'de.

Taa 2004'ün sonunda paradan 6 sıfır atmanıza rağmen.

Onun için ben ara ara eski rakamlardan bahsediyorum ki herkes anlasın rakamların ne kadar vahim olduğunu.

Yani şu andaki Türk lirası ile 1 trilyon 254 milyar dediğimiz faiz ödemesi eski parayla 1 kentilyon 254 katrilyon.

Buna ilave olarak bu kamu özel ortağı garantilerine de 162 milyar liralık kaynak ayrılmış durumda. 162 milyar.

Peki, şöyle bir karşılaştırma yapalım. Bütçede faize 1 trilyon 254, garantilere 162 milyar lira yazan iktidar tarımsal desteklemeye ne kadar ayırmış?

91 milyar.

Bakın köprü hava alanı garantilerine 162 milyar tüm tarımı desteklemeye 91 milyar.

Bu kafayla bu ülkede enflasyon düşmez.

Bütün dünyada enflasyon artık durgunlaşmış düşüş seyrine inmişken gıda fiyatları düşerken Türkiye'de gıda fiyatlarının artmasının tek sebebi tarımsal maliyetlerin artmasıdır çiftçinin maliyetlerinin artmasıdır.

Gıda söz konusu ise Türkiye'de sebebi maliyettir, talep değildir.

Enflasyonun iki sebebi olur biliyorsunuz bir alttan yukarı doğru iten faktörler yani maliyet faktörleri bir de yukarıya doğru çeken yani talep faktörleri.

Türkiye'de gıda fiyatlarının artmasının sebebi maliyet artıştır. Çiftçinin maliyetlerinin artmasıdır.

Artan maliyetler de fiyatlara tam olarak yansıtamamakta.

Buğdaya bakın öyle mısıra bakın öyle her türlü tarım üretiminde öyle.

Çiftçi ezilip kalıyor zarar ediyor. Ne kadar çok üretse o kadar çok zarar ediyor.

Ama buna rağmen gıda fiyatları tüketicinin de en önemli şikâyet alanı.

Dolayısıyla siz bu kadar 100 milyarları sağa sola savururken, tarıma desteği sadece 91 milyarda bırakırsanız bu ülkede gıda enflasyonu düşmez.

Ülkede gıda enflasyonunu düşürmenin yolu çiftçinin maliyetini aşağıya doğru çekmek.

Çiftçinin gübresinin en az yarısının devlet tarafından karşılanmasıdır. Yemin en az yarısının devlet tarafından karşılanmasıdır. Mazotta elektrikte çiftçiye özel fiyat uygulanmasıdır.

Bunları yapmazsanız maliyetleri aşağıya doğru çekmezseniz bu ülkede gıda enflasyonu durmaz, gıda fiyatları artmaya devam eder.

Hem çiftçiye haksızlık olur hem de en temel ihtiyaç olan gıda ürünleri 85 milyonun tükettiği gıda ürünlerinin fiyatları artmaya devam eder.

Bu kadar basit.

Sanayinin geliştirilmesi, üretim ve yatırımların desteklenmesi için ayrılan rakam ne kadar? 82 milyar.

Asıl ülkenin yarınları burada. Araştırma geliştirme inovasyona, yüksek teknolojiye destek vereceksin ki yüksek katma değer üretim olsun.

Sen tut 82 milyar bütçe ayır ondan sonra bu ülkede kalite ekonomik büyümeden bahset sürdürülebilir büyümeden bahset.

Rüya, hayal.

Ar-Ge yenilik ayrılan para sadece 40 milyar.

Milli kültür programı, çok önemsiyorlar değil mi? 27 milyar.

Gençlik 8,5, kadın programları 3,8 milyar.

Rakamlara bakın.

3,8 milyar dediğiniz kabaca biraz karmaşık altlı üstlü alt geçit yapın Türkiye’de bu o parayı tutuyor.

Hani şehir merkezinde altlı üstlü biraz yonca yapraklı falan alt üst geçit yapın bu o parayı tutar yani.

Bir kavşağa hazırladıkları para kadar bütün kadın programlarına harcadıkları para.

Ve geliyorum en vahime insan hakları meseleleri. 1 milyar bile değil. 474 milyon TL.

Gerçekten arkadaşlar bu bütçede kaynak dağılımının ne kadar vahim olduğu ne kadar adaletsiz olduğu belli.

Üstelik ülkenin yatırımları değil mi? Kamu yatırımları...

Biz 2015’te ekonomi yönetimini devrettiğimizde milli gelir içerisinde yatırım yüzde 2,4, 2026’ya bakıyorsunuz yüzde 1,6.

Neredeyse yüzde 30-40 oranında azalma var Türkiye’de kamunun yatırımlara ayırdığı rakamda.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu bütçenin güven verememesinin pek çok nedeni var bir başka nedeni de şeffaflığın olmaması.

Sayıştay denetiminden kaçınma, ihale yasasından muafiyet gibi kötü alışkanlıklar bu bütçede de aynen devam ediyor.

Özel hesap, özel ödenek, fon gibi denetimsiz ya da şeffaf olmayan yollarla harcama yapma uygulaması artarak devam ediyor.

Bütçe teklifinde yer alması zorunlu olmasına rağmen, Hazineden hangi dernek veya vakfın ne kadar yardım aldığı açıklanmıyor.

Bütçede bunların üstü örtülü.

Halbuki kanun gereği bunun listesinin yayınlanması gerekiyor.

Bilelim yahu.

Siz hükümet olarak hangi dernek hangi vakfa ne kadar destek veriyorsunuz bütçeden. Niye açıklamıyorsunuz?

Gelelim, borçlanma rakamlarına:

Gerçekten çok vahim bakın;

Dış borçlanma rakamlarını açıkladılar bir sefer şu andaki hükümet, gelecek sene bu sene ile mukayese ettiğimizde dışarıya ödediği borç kadar yeni borçlanma yapamayacağını itiraf etmiş durumda.

Yani dışarıdan döviz bulma konusunda çekeceği sıkıntıyı bugünden ilan etmiş durumda.

Ve bunu ne yapıyor? İç borçlanmayla kapatmaya çalışıyor.

İç borçlanmaya bakalım. İç borç servis oranının yüzde 136 olması öngörülüyor.

Şimdi İç borç servis oranı deyince bu karışık teknik bir tabir ama basitçe söyleyeyim nedir İç borç servis oranı?

100 lira borç ödüyorsun yerine 136 lira borçlanıyorsun demek.
Böyle bir ülkede borç azalır mı?

Benim ekonominin başında olduğum İbrahim Çanakçı Bey’in de hazinenin başında olduğu yıllarda arka arkaya her bu oran yüzde 80 civarındaydı.

Yani devlet 100 lira borç ödüyordu yerine 80 lira borçlanıyordu.

Bu ülkenin borç stoku böyle azaldı.

Böylelikle bir zamanlar yüzde 74’e çıkan borç oranı yüzde 27’ye düştü.

Oysaki bu bütçede devlet içeriye ödediğinden daha fazla borçlanacak.

Dolayısıyla içerideki kaynakları devlet emecek. Özel sektöre kaynak bırakmayacak. Özel sektörün borçlanması zorlaşacak. Çünkü içerideki kaynaklara devlet adeta borçlanma yoluyla ağır borçlanma yoluyla el koymuş olacak.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Türkiye’nin en temel sorunları bozulan gelir dağılımı ile gittikçe derinleşen ve yaygınlaşan yoksulluktur.

Hükümet kendi eliyle yarattığı ekonomik krizden çıkmak için, dar ve sabit gelirlilerin sırtına yeni yükler ekliyor.

Israrla ve inatla orta direği yok eden adımlar atıyor.

Asgari ücret ve asgari emekli aylığı, yıllardır açlık sınırının altında.

Yükseltiyorlar açlık sınırına yaklaşıyor sonra geri düşüyor.

Türkiye bir yoksullar toplumu haline getirildi.

Bu iktidar “eşit vatandaşlık” derken meseleyi yanlış anladı herkesi fakirlik ve yoksullukta eşitledi.

İktidar, milyonlarca vatandaşımızı, lütuf gibi sunduğu sosyal yardımlarla kendine bağımlı hale getirmeye çalıştı. Bu demokrasiyi de zayıflattı.

Defalarca söyledik;

Ekonomi yönetiminde birkaç isim değişikliği ve tek başına faiz artışı bu ülkenin sorunlarını çözmeye yetmez.

Seçimden bu yana icraat diye ortaya konulan şeyler; faiz artırımı, vergi artışı ve zam yağmurudur;

Kapı kapı dolaşıp diğer ülkelerden borç olarak döviz istemektir.

İzlenen bu yol gerçekten sorunları da artırmaktadır.

Ve daha da acısı arkadaşlar ekonomideki bu kötü gidişat, beraberinde derin sosyal sorunlara yol açmaktadır.

Bu pek fazla dile getirilmiyor. Ekonomideki yavaşlamanın bu krizin sosyal sonuçları...

Her türlü yasadışı kumar, fuhuş ve bahisler memlekette tavan yapmıştır.

Gayri meşru olup olmadığına bakmaksızın hızla zengin olma, köşeyi dönme anlayışı yaygınlaşmıştır.

Karaborsacılık, tefecilik, dolandırıcılık, kara para aklama gibi ahlaki olmayan yollara tevessül, bir kanser gibi ekonomimizi ve sosyal dokumuzu tehdit etmektedir.

Bırakın bizim kendi içimizdeki meseleyi, bütün bu geniş coğrafyada ne kadar kara para meselesi varsa ne kadar uyuşturucu, mafya çete meselesi varsa Türkiye özellikle İstanbul bu işlerin merkezi haline gelmiştir.

Bizim bir zamanlar uluslararası finans merkezi olsun, uluslararası ticaret merkezi olsun, uluslararası politika merkezi olsun dediğimiz İstanbul bugün uluslararası bir mafya, çete, organize suç örgütlerinin merkezi haline gelmiştir.

Şu son 6 ayda yakalananlara bir bakın, yabancı uyruklu yakalananlara... Neler neler var içlerinde.

Dünyada ne kadar çete varsa ne kadar suç örgütü varsa hepsinin bir temsilcisi çıkıyor buraya.

Ağı bir atıyorsunuz hepsi ağa takılıyor.

Gerçekten çok yazık.

Öfke, nefret ve tahammülsüzlük, topluma egemen hale gelmiş, bunun bir neticesi olarak, başta bahsettiğim spor müsabakaları gibi, çok basit sokakta karşılaşılan hususlar hemen kavga ve cinayetlerin sebebi haline gelmektedir.

Sürekli vurguladığım gibi, Türkiye’yi hukukta, adalette, demokraside, özgürlüklerde dünya sıralamasında en dibe düşüren bir iktidarın, ülkemizi ekonomide “şampiyonlar ligine” çıkarması mümkün olmayacaktır.

Hükümet ülkemizin sorunlarını kalıcı biçimde çözmek istiyorsa;

Tüm bakanlıklarla da paylaştığımız ve hukuktan çevreye, temel özgürlüklerden enerjiye, sağlığa, eğitime kadar her şeyi ama her şeyi içeren 23 tane eylem planımızı incelemelidir.

Ben seçimden sonra herkese gönderdim.

Cumhurbaşkanına, bakanlara, bakan yardımcılarına... Herkese gönderdim.

“Umarım ki istifade edersiniz” dedim.

Ama 6 aylık icraata bakıyoruz yok.

Bilmiyorsanız öğrenmenin yolu bileni dinlemektir okumaktır.

Ha işinize gelir gelmez ama inceleyin bakın.

Eğer gerçekten bu ülkenin ekonomisini düzeltmek istiyorsak,

Özgürlükçü demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, hukuk güvenliğini, şeffaf, hesap veren kamu yönetimini ve kaliteli bir eğitim sistemini tesis edecek adımlar süratle atılmalıdır.

Bizim bakın 10 nolu eylem planı adil yargı.

Türkiye'yi Avrupa Birliği seviyesinin de üzerine çıkaracak bir hazırlık buradadır.

Yüzlerce madde var burada hepsi hazır hepsi hazır yeter ki o irade olsun yeter ki bir adalet arayışı adalet iradesi olsun diyorum ve sözlerime bu noktada son vermek istiyorum.

7 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 8. Haftalık Değerlendirme Toplantısı


8. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Değerli basın mensupları, kıymetli arkadaşlarım, ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız…

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Haftalık Değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz…

*****

Geçtiğimiz pazar günü, 3 Aralık’ta, “Türkiye’ye DEVA” dedik…

Yerel seçimlerdeki yol haritamızı kamuoyu paylaştık ve ilk etapta 51 belediye başkan adayımızı vatandaşlarımızla buluşturduk, tanıttık.

“DEVA, Türkiye için burada” dedik.

“Umut DEVA’da” dedik,

“Güzel günler gelecekse, DEVA’yla gelecek” dedik.

Her gün yaşıyoruz, görüyoruz… Ülkemiz gerçekten zor dönemlerden geçiyor.

Sadece ekonomik anlamda değil, siyasi ve hukuki anlamda da ülkemiz zor günler yaşıyoruz.

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı tarafından HSK’ya yargıdaki çeteleşme ve rant çarkı için yapılan başvuruyu her fırsatta hatırlatacağım, dillendireceğim değmiştim. Yine bugün hatırlatıyorum.

Fakat arkadaşlar…

Bugün, önümüzdeki yerel seçimleri, kötü giden ekonomiyi veya yargı darbesini konuşmayacağım.

Bugün sadece; coğrafyamızı kana bulayan, anne karnındaki bebekleri öldüren, binlerce sivil insanın hayatına, yaşamına, evine kasteden vahşeti konuşacağım.

Bu vahşet sadece Gazze’yle de sınırlı değil…

İsrail devleti, yıllar boyu hapishanelerine doldurduğu Filistinlilere işkence ediyor.

Copla, tazyikli suyla, plastik mermilerle Filistinliler her gün işkence görüyor.

Gazze zaten bir açık hava hapishanesiydi.

Hatırlayalım, Batı Şeria, zaten İsrail askerlerinin, polislerinin kontrolünde olduğu bölge. Filistinlilerinde yaşadığı bölge. Gazze coğrafya olarak ayrı Akdeniz kıyısında ve sadece Filistinlilerin yaşadığı bölge.

Gazze zaten dediğim gibi bir açık hava hapishanesiydi.

7 Ekim’den bu yana devam eden saldırılarda can kaybı şu ana kadar 16 bini geçmiş durumda.

Yaralanan insan sayısı arkadaşlar 40 binin üzerinde.

40 bin.

Biliyorsunuz, Gazze’den yaşayan nüfus yaklaşık 2 milyon 300 bin.

Ölen ve yaralanan Filistinlilerle, ABD nüfusuyla bir mukayese edelim, bir orantı kuralım.

Amerika nüfusu ne kadar? 340 milyon.

Öyle bir savaş düşünün ki, ABD’de yaşayan insanlardan tam 2 milyon 400 bin öldürülmüş olsun.

Öyle bir savaş düşünün ki tam 6 milyon Amerikan vatandaşı yaralanmış olsun.

Gazze boyutlarında, 2 milyon 300 bin yaşadığı bir bölgede, 16 bin hayatını kaybedenin ve 40 bin yaralının, ABD nüfusuyla karşılaştığında aslında ne kadar büyük bir katliam olduğunu ne kadar büyük bir insanlık faciası bize daha iyi anlatıyor bu sayılar.

Başka sayılarla devam ediyorum:

Yaralılara şifa olmak için, Gazze'de bu ağır bombardıman altında, uzuvlarını kaybeden, yararlanan can çekişen insanlara yardımcı olmak için çırpınan, sağlık çalışanlarından tam 281’i hayatını kaybetmiş durumda. 281 sağlık çalışanı…

Gazze’de olan biteni dünyaya duyurmaya çalışan, oradaki zulmü, katliamı dünya kamuoyunu ulaştırmaya çalışan basın çalışanlarından tam 73 kişi, İsrail’in saldırılarında ölmüş durumda.

Gazze’de yaşayan 1 milyon 800 bin kişi evinden çıkıp Gazze içinde başka bölgeler sürülmüş durumda. Yani Gazze nüfusunun tam %80’i şu anda evsiz barksız...

Bu da yetmedi, 7 günlük ardından sonra İsrail saldırıları tekrar başladığında, özellikle güneyden de işgal başladığında, ne diyorlar? “Buradan gidin”. Siz zaten nüfusu işgal ettiniz “Buradan gidin” dediniz, İnsanlar Güney’e doğru hareket etmek zorunda kaldı, şimdi Güney’den de kuşatıyorsunuz, Güney’i de işgal ediyorsunuz. İnsanlara yine “Gidin” diyorsunuz.

Nereye gidecek bu insanlar? Siz ne yaptığınızın farkında mısınız?

Zaten bir açık hava hapishanesinde olan insanları daracık bir alana sıkıştırıp, sıkışmış alanda da her gün üzerlerine uçaklarla bomba yağdırıyorsunuz. İnanılır gibi değil.

Meseleyi sadece sayılardan ibaret gördüğümüzde dile kolay geliyor.

Çoğu zaman istatistikî bir hüviyete büründürülmeye çalışan rakamlardan her birinin, birer “insan” olduğunu sürekli hatırlatmamız gerekiyor.

Her biri bir can, her biri bir insan.

Gazze’den gelen ölü sayılarının her birinin bir hikâyeye, bir yüze, bir hatıraya sahip olduğunu hiç unutmamız gerekiyor, hep hatırlatmamız gerekiyor.

Arkadaşlar…

Rakamlar, çok şey anlatır, doğru.

Ekonomiye dair çok şey anlatır rakamlar.

Kişi başına düşen milli gelir deriz

Borç, faiz, kur deriz…

Hepsi rakamdır.

Bize bir ülkenin nasıl yönetildiğiyle ilgili önemli ipuçları verir.

Bir davanın “kaç” ay sürdüğü, sokak ortasında birini öldüren çete üyesinin “ne kadar” ceza verildiği de yine rakamlardan ibarettir.

Kiralar, öğrencilerin aldığı burslar, asgari ücret… Hepsi, birer rakam, birer veridir.

Bunları en çok dile getirenlerden birisi benim.

Rakamlar bize ülkenin gidişatına dair çok şey söyler.

Fakat…

Söz konusu insan yaşamı olduğunda, rakamlardan fazlasını konuşmak gerekiyor.

Yiyecek ekmeğe, içecek suya ulaşmanın her geçen saat zorlaştığı;

Artık şu saat itibariyle hiçbir hastanesinde ameliyat yapılamadığı, Tıbbi malzemelerin ve yakıtın güç bela bulunabildiği bir bölgeye dair sadece rakamları konuşmak, Orada yaşam mücadelesi veren insanları bir “zayiata” indirgemek demektir.

İşte tam da bu yüzden, bugün, sizlerle sadece Filistin’i sadece Gazze’yi konuşmak istedim.

Daha önce de söylemiştim, “Söz konusu Gazze’yse ses çıkartmayan, sessiz kalan herkes bu zulme bu suça ortaktır” demiştim.

Biz konuşacağız, konuşmak zorundayız.

Çünkü Gazze’dekilerin sesini kısıyorlar.

Sosyal medyada gönderiler yasaklıyor, kapatıyorlar.

İnsanlar Gazze ile ilgili paylaşımları yüzünden işlerinden oluyorlar. Bu nerede oluyor? Avrupa'da oluyor, Amerika’da oluyor.

Bunlar Avrupa’nın göbeğinde yaşananlar; Amerika’da yaşanan hadiseler.

Bilmediğimiz başka neler var kim bilir neler oluyordur? Bunlar sadece basına yansıyanlar. Basında ağır bir baskı ve kontrol altında olduğu için maalesef her şeyi basından öğrenemiyoruz.

Avrupa’da sokağa çıkan binlerce insan Gazze için ses yükseltmeye çalışsa da asli görevi insanı yaşatmak olan devletler sessiz.

Sessizliği bırakın, birçok kurum ve kuruluş, kendilerini, İsrail hükümetinin yaptıklarını meşrulaştırmaya adamış durumda.

Nedir bu korktukları anlamıyorum. Çekindikleri nedir?

Batı’nın yıllarca, 2. Dünya Savaşı’nın sonra, 50 milyon insanın öldüğü savaştan sonra İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza atarken ‘Vicdan’, ‘İnsanlık’ diyenler bugün nerede? Bilmiyorum.

Devlet binalarında, muhalif partilerin bürolarında, derneklerde sarkıtılan İsrail bayraklarını görüyoruz.

Onlar için Gazze’de yaşananlar, izledikleri Hollywood filmlerinden farksız. Ve bir psikolojik ambargoya alınmışlar.

Özellikle siyasetçiler, devletleri yönetenler İsrail lobisinin korkusuyla, havucuyla baskı altına alınmış durumdalar.

Ve arkadaşlar,

Onlara göre Gazzeliler, yasları tutulmaya değer canlılar bile değiller.

Dedik ya, onlar için sadece birer “zayiat”…

İşte tam da bu nedenle, Gazze’de yaşayanların ve ölenlerin rakamlardan ibaret olmadığını anlatıyorum bugün.

Dua ederken evinde öldürülen Lurin’den, futbolu seven Taha’dan;

Arkadaşları tarafından bir türlü evine gönderilemeyen çalışkan Doktor Mithat’tan… Büşra’dan;

Anne karnında ölen Daoud’tan…

On yaşındaki Eymen’den bahsetmek istiyorum sizlere.

Bakın Arkadaşlar…

Üç aylık hamile Fatma, kızları Farah ve kardeşi Zekeriya’yla yemek sofrasında katledildiğinde yıl 2006’ydı. Yeni değil bu hadiseler, çabuk unutuluyor.

Abdullah Bey, oğlu Mahmut’u “iki kez” defnetmek zorunda kaldığında, yıl 2009’du.

Abdullah Bey, önce, çoraplarından teşhis edebildiği oğlunun bedeninin bir bölümünü bir kere defnetti…

Sonra, birkaç gün sonra, evladının bedeninin bir başka bölümüm buldu teşhis etti... Ve onu ikinci kez defnetti…

Ve on dört yaşındaki oğlunu iki kez defnetme acısı bir baba için çok ağır…

Hamad, annesinin kollarında, uykusunda kaybetti hayatını…

Roket saldırısıyla, O da on dört yaşındaydı.

Çok örnek var çok, gerçekten okumaya devam etmekten hicap duyuyorum…

Bunların hepsi çocuk, savunmasız.

Futbol oynarken ölen Taha, sokakta yürürken ölen Ahmet,

Hiç sokağa çıkmayayım, evimde durayım derseniz…

Büşra, evinde ders çalışırken öldürüldü…

Şunlar ne biliyor musunuz?

Bunlar ilk 20 günde yani 7 Ekim ile 26 Ekim arasında ölenlerin isimlerin listesi.

165 sayfa.

6767 kişi…

Her bir satır, her bir isim bir hayat.

Filistin Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan, ölenlerin ve ismi tespit edilebilenlerin listesi. Daha ismi tespit edilemeyen yüzlercesi var. Bu sadece ilk 20 gün. 6767 kişi…

Şu anda dün itibariyle tam 60 gün doldu.

O günden bugüne, bu liste yayınladıktan sonra hayatını kaybedenlerin sayısı bunun iki misli daha. Hepsini eklesek 500 sayfa.

Her biri can, her biri insan…

Bu isimlerin her biri bir Eymen, bir Büşra, bir Ahmet, bir Fatma.

Burada enteresan yaşlılar var, gün gün yaş sırasında göre, yaşı 50-60’ın üzerinde olan çok az var.

Geriye kalan hepsi genç, çocuk, kadın… Savunmasız

Ellerinden hiçbir şey yok tepelerine uçaklarla bombalar yağdırılıyor. Tam bir insanlık suçu, tam bir savaş suçu.

Her geçen gün büyüyen bu insanlık krizini, uluslararası toplum derhal çözmek zorunda. Böyle bir şey görünmemiş.

Biz Gazze’deki masumların artık ölmemesi için şunu söylüyoruz:

Öncelikle İsrail Hükûmetinin ve Ordusunun, içinde bulundukları “cinnet” haline derhal son verilmelidir. İnsanlık ayağa kalkmalıdır.

Nedir bu vurdumduymazlık, ben anlamıyorum.

Öncelikle dinmek bilmeyen bu” intikam körlüğüne” dur denilmelidir.

Öyle 5 günle, 7 günle durdurmakla çözülmüyor bu iş.

Ne anladık? Dertleri esirleri şöyle bir almak ama ondan sonra bombalara devam etmek.

İsrail, içine girdiği bu yolun bir çıkmaz sokak olduğunu anlamak zorunda.

Siz İsrail’in sözüm ona güvenliğini böyle sağlayamazsınız.

Mazlumlara zulmedip, ondan sonra kendiniz huzur ve güvenlik içinde yaşayamazsınız. Bunu anlayın…

Olmadı, 70 yıldır olmadı, 700 yıl geçse de olmayacak. İsrail'in bunu anlaması lazım.

Aksine her geçen gün İsrail Hükümeti ve Ordusu’nun insanlık suçları ve savaş suçları daha da kabarmaktadır.

Bu suçların failleri er ya da geç uluslararası yargı önünde hesap verecekler.

Nasıl Bosna’da zalimler çıktılar, mahkeme önünde haber verdiler. Aradan onlarda yıl geçse de adalet bunu unutmadı. O vicdanların adaleti bunu unutmadı. Bugün Gazze’de yaşananları da insanlık vicdanı unutmayacak.

Yapılan katliamı biz de DEVA Partisi olarak tüm kadromuzla unutmayacağız, unutturmayacağız.

*****
Buradan İsrail halkına ve tüm dünyadaki Yahudilere de seslenmek istiyorum:

Bebek katili Netenyahu ve eli kanlı Savaş kabinesi, tüm Yahudileri asırlarca sürecek bir utanca maruz bırakmaktadır.

Tarih boyunca acılar çekmiş, zulüm görmüş bir halktır Yahudiler. Adeta topyekûn bir “failliğe” hapsetmeye çalışan Netanyahu, tüm Yahudi toplumlarını hapsetmeye çalışıyor. Şu anki İsrail hükümeti sadece Filistinliler için değil, dünyadaki Yahudiler için de bir tehdit haline gelmiştir.

Yahudi toplumları itirazlarını daha güçlü biçimde ortaya koymalı ve bu canilere artık dur demelidir.

Amerika Birleşik Devletleri ve birçok Avrupa ülkesi anne karnındaki bebekleri öldürmenin, okul, hastane, cami ve kilise bombalamanın, sivil altyapıyı yok etmenin bir meşru müdafaa olarak görülemeyeceğini artık anlamalı, idrak etmelidirler.

Pek çok Batı ülkesi, şu ana kadar ortak oldukları suçun ve utancın daha fazla taşınamaz olduğunu görmelidir.

Bu ülkeler; İsrail’i gözü kapalı desteklemenin, cesaretlendirmenin, askeri ve mali yardımlara devam etmenin, vahşeti artırma dışında bir sonucunun olmadığını anlamalıdır.

Buradan Amerikan yönetimine ve pek çok Avrupa ülkesinin hükümetlerine seslenmek istiyorum:

Filistin halkına karşı onlarca yıldır sürdürülen tecrit, baskı ve zulüm devam ettiği sürece;

Yerleşkelerin inşası devam ettiği sürece; Yerleşkeler yaygınlaştığı sürece

İlahi dinlerin kutsal mekanları her gün taciz edildiği sürece;

İsrail ve Filistin arasında kalıcı bir barış asla sağlanamaz.

Dertleri İsrail’in güvenliği ise; zulüm bitmeden, işgal bitmeden, taciz bitmeden güvenlik sağlanmaz, sağlanamaz.

Özelde bölge ülkeleri, genelde tüm İslam ülkeleri, İsrail ve destekçilerine karşı daha net, somut, kararlı ve caydırıcı adımlar atmak zorundalar.

İşte gördük, Arap Birliği ile İslam İşbirliği Teşkilatı ortak bir toplantı yaptı değil mi? Bütün liderler oradaydı. Sayın Erdoğan’da oradaydı. Yaptıkları açıklamaya bakın, somut ne var? “Kınıyoruz”, “Uyarıyoruz” iyi de somut olarak ne yapıyorsunuz?

Bugüne kadar herhangi bir Arap ülkesinden, herhangi bir İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkelerden birinden bir ekonomik yaptırım, kısıtlama duydunuz mu?

Türkiye’den son 60 günde, bu zulüm başladı başlayalı yüzlerce geminin sevkiyatıyla alakalı en ufak bir tedbir bir yavaşlama duydunuz mu? Para söz konusu olunca herkesin gözünde yeşil dolar işaretleri beliriyor. Çok yazık gerçekten yazık.

İslam ülkeleri, aralarındaki ihtilafları derhal bir kenara bırakmalı ve İsrail’e karşı diplomatik siyasi, hukuki ve ekonomik adımları atmada tek vücut olarak hareket etmek zorundalar.

İslam ülkeleri Gazze’ye insani yardımları ulaştırma ve yaşanan insanlık dramına son verme konusunda da bedeli ne olursa olsun hep birlikte kararlı adımlar atmalıdır.

*****

Ve değerli arkadaşlar, tam da bu noktada Türkiye’de çok önemli bir rol ve sorumluluk düşüyor.

Masum insanların kanı dökülürken, Türkiye hamasi söylemlerin değil, çözümün tarafı olmak zorundadır.

Türkiye, Gazze’deki insani kriz için çaba göstermek, çözüm önerilerini bir an önce somutlaştırmak zorundadır.

İktidar, Gazze’de yaşanan dramı bir iç siyasi hamasi söylem malzemesi olmaktan öte, aktif bir oyuncu olarak, etkili bir oyuncu olarak barış için rol almak görev almak zorunda.

Önceliğimiz, kalıcı barışın konuşulabildiği bir ateşkes olmalıdır.

Önce bir silahlar susmalıdır.

Arkasından kapsamlı bir çözüm için derhal kollar sıvanmalıdır.

Ben söylüyorum, tekrar söyleyeceğim,

Söylediğim 10-20 sene sonra da ortaya çıkacaktır, Sadece zulümle, sadece masumları öldürmekle bir ülke güvenliğini sağlayamaz.

Güvenlik öncelikle Hukuki meşruiyetle sağlanır, vicdanı meşruiyetle sağlanır.

Yaptıklarınız hukuken, vicdanen gayrimeşru ise, gayrimeşru yollardan güvenliğinizi sağlayamazsınız.

70 yıl değil, 700 yıl geçse de İsrail hükümetleri bu kafayla hareket ettiklerinde kendi halklarının güvenliğini sağlayamazlar.

Hükûmet diplomatik adımların yanı sıra, İsrail’e yönelik ekonomik yaptırımları da derhal devreye sokmalıdır.

Dikkat ederseniz bizim hükümet buradaki İsrail büyükelçisini geri göndermedi. İsrail, büyükelçisini geri çekti.

Büyükelçi niye vardır? İletişim için vardır. Elçi, elçilik yapar, iletişim kurar. Artık iletişim kurulamıyorsa, sözün gücü kalmadıysa, o elçiye olan ihtiyaç bitmiş demektir. Türkiye bekledi bekledi en son İsrail geri çekti.

*****

Değerli arkadaşlar…

Üç hafta sonra, yeni bir yıla, 2024’e gireceğiz.

Biz diyoruz ki; bundan on yıl sonra, karşınıza geçip üzerinde başka isimlerin yazılı olduğu sayfalar yine böyle gösterilmesin. Bunlar artık sona ersin, ölümler bitsin.

Biz diyoruz ki; Gazze’deki masumların talepleri, iktidarın ayrı, muhalefetin ayrı hamasi söylemleri arasında kaynayıp gitmesin.

“Masum insanların kanı dökülürken savunulacak şey, onurlu bir barıştır”. İnsan onuruna yakışır, yaraşır bir barıştır.

“Filistinlilerin kendi kaderlerini seçimle belirleyecekleri bir sistem oluşturulmalı ve seçim sonuçlarına içeride, dışarıda herkes saygı göstermelidir”

Çatışma çözümünün ara bulucularından birisi olarak, ülkemizi temsilen barış için gayret gösteren çok sayıda heyete başkanlık etmiş birisi olarak, o gün söylediklerimi bugün de tekrar ediyorum.

Türkiye’deki iktidar partilerine, muhalefet partilerine ve özellikle de Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum.

Hamaset çözüm üretmiyor, lafla insanların hayatı kurtulmuyor.

Diplomasiyi iyi çalıştırmanız gerekiyor. Hem yaptırım gücünüzü, caydırıcı gücünüzü iyi kullanmanız gerekiyor ama bir yandan da siyasi diyalog kapılarını sürekli zorlamak gerekiyor.

Biz, Gazze için, bu konudaki bilgi birikimimizi paylaşmalı, ortak bir yol haritası ortaya koymanın elzem olduğunu düşünüyoruz.

Taş büyük, taş ağır, yük ağır.

İşte bu yüzden, Gazze için sağduyuyla hareket etmeli hep beraber iktidar muhalefet demeden taşın altına elimizi “birlikte” koymalıyız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sözlerime son verirken buradan, ateşe su taşıyan karınca misali, küçük büyük demeden yardımlarını Gazze’ye ulaştırmaya çalışan, iyilikte yarışanlardan olan vatandaşlarımıza selam göndermek istiyorum.

Maalesef her konuda olduğu gibi, bu konuda da türlü söylemlerle insanlarımızı birbirinden ayırmaya çalışanlar olduğunu görüyoruz.

Ne demiştik? Her kesimin otokratı var. Hep oldu, olacak. Ama biz onları işaret edeceğiz,

Diyeceğiz ki; “Bu kesimlerin otokratı bunlar”

*****

Sevgili arkadaşlar, ekranları başında bizleri izleyen tüm gençler, yaşlılar…

Önce biz barış için birlik olacağız.

Önce biz barış için birlik olacağız ki;

Filistin kazansın;

Gazze kazansın;

İnsanlık kazansın.

Gazze için elini taşın altına koyan herkese bir kez daha selamlarımı, hürmetlerimi yolluyorum.

Sağ olun, var olun

3 Aralık 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni

Ali Babacan Aday Tanıtım Toplantısı


Değerli basın mensupları, saygıdeğer misafirlerimiz…

Ekranları başında, sosyal medyada bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

*****

81 ilde…Yüzlerce ilçede…

Gecesini gündüzüne katarak Türkiye için çalışan değerli yol arkadaşlarım…

Ekonomik krizlerle, hukuk skandallarıyla, yargı darbeleriyle geleceği karartılmaya çalışan ülkemize biraz olsun nefes aldırabilmek için çaba gösteren;

Her bir köşeye, herkese yetişmek için, kimi zaman ailesinden, kimi zaman arkadaşlarından uzak kalmayı göze alan sevgili DEVA’lı arkadaşlarım;

En büyük teşekkür sizlere! (…)

Bugün, sizler sayesinde;

Ailenizden, işinizden, aşınızdan yaptığınız fedakârlıklar sayesinde buradayız.

Bugün burada, sizlerin gözünün içine baktığımda bir kez daha anlıyorum ki:

Ülkeyi değiştirecek kararlılık yine sizlerde var sadece DEVA’da var arkadaşlar.

O yüzden diyorum ki sağ olun, var olun! (…)

*****

30 Eylül’de yaptığımız tüzük kongremizde açıklamıştık:

DEVA Partisi olarak, yerel seçimlere kendi ismimizle, kendi adaylarımızla girme kararı aldığımızı söylemiştik.

Derhal komisyonlarımızı kurduk, aday tespit çalışmalarımızı başlattık.

Bugün ilk etapta “Ben varım, buradayım” diyen 51 belediye başkan adayımızı kamuoyuna tanıtacağız.

Ve aynı zamanda bugün partimizin yerel yönetimler ve şehircilik anlayışını, politikalarımızı, hedeflerimizi sizlerle paylaşacağız.

Ayrıca, partimizin belediye yönetimiyle alakalı “Etik kurallar bildirgesi”ni kamuoyuna bugün buradan duyuracağız.

30 Büyükşehir’imiz için, 51 ilimiz için, 922 ilçemiz için, 389 beldemiz için, tüm Türkiye için hayırlı olsun diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sözlerimin hemen başında 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nü anmakla başlamak istiyorum.

Engelli vatandaşlarımızın sıkıntılarını, beklentilerini çok iyi biliyoruz.

Eğitimle ilgili, istihdamla ilgili, erişilebilirlikle alakalı çok ciddi sorunlar var.

Hepsinin farkındayız.

Biz diyoruz ki engelli her vatandaşımızın aslında güçlü olduğu yetenekli olduğu pek çok alan var.

İster doğuştan olsun küçük yaşta olsun ister hayatın farklı evrelerinde. Engelli olan vatandaşlarımızın işte o imkân olan alanlarda yetenekli olduğu alanlarda çok iyi eğitilmeleri gerekiyor.

Ve o alanlarda istihdam edilmeleri ile alakalı istihdam imkanlarının oluşmasıyla da alakalı yine çok ciddi programlar tedbirler gerekiyor.

Bunların hepsi inanın çok kolay.

Yeter ki siyasi irade olsun yeter ki iyi hazırlanmış iyi düşünülmüş programlar olsun.

Yine erişilebilirlik, erişilebilir şehirler.

Özellikle engelli vatandaşlarımız için tekerlekli sandalye kullanan vatandaşlarımız için şehirlerin, kaldırımların, mekanların erişilebilir olması uygun olması...

Bunlar gerçekten çok para tutan işler değil. Maliyetli İşler de değil.

Yeter ki irade olsun, baştan söylediğim gibi yeter ki plan program olsun.

Gerisi kolay.

Ben bu vesile ile tekrar 3 Aralık Dünya engelliler Günü'nü anmak, hatırlatmak, şu andaki iktidarı da özellikle bu noktada dikkatlerini çekmek istiyorum.

Ve engelli vatandaşlarımıza engelsiz bir Türkiye ümit ediyorum, umut ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ekonomik krizin iyiden iyiye kendini gösterdiği bir dönemdeyiz.

Vatandaşlarımızla yaptığımız sohbetlerde ortak bir nokta hep dikkatimi çekiyor.

DEVA’lı olsun olmasın, gittiğimiz bir pazarda, bir kahvede ya da kafede, bir ev hanımıyla, bir gençle sohbet ederken rastladığım o ortak duygu ne biliyor musunuz?

İnsanların bize, partimize duyduğu güven!

İnsanlar bizlere duydukları güveni ifade etmekten çekinmiyorlar.

Ama ne yapıyorlar? Bunu eğilip kulağımıza sessizce söylüyorlar.

Diyorlar ki “Gönlümüz sizinle”.

Diyorlar ki “Yolunuz açık olsun”.

Diyorlar ki “Kurtulalım artık”.

Bir kısmı, güvenini dile getirdikten sonra bir kısmı hepsi değil “Keşke ikinci bir oyum olsa…” diye şerh düşüyor.

Bazısı “Keşke tek başınıza seçime girseydiniz” diyor.

Kendisini ideolojik açıdan bizimle farklı bir noktalarda gören, kimi yerlerde az da olsa bize tepki gösterenler de oluyor. Bunların hepsi doğru.

Fakaat… Doğru olan bir şey daha var.

Makul hiç kimse, “Yahu siz bu işi beceremezsiniz, siz devlet yönetemezsiniz…” demiyor.

Kimse, “Siz gelirseniz ekonomi daha da kötü olur, hukuksuzluklar artar…” demiyor.

Kimse, “Çalıp çırparsınız, ihaleleri yandaşlarınıza verirsiniz…” demiyor.

Hiç kimse, “Mülakatlarda, kamu ihalelerinde sizden olanlara torpil geçersiniz…” demiyor.

İşte arkadaşlar;

Biz, yerel seçimlere kendi ismimizle, kendi adaylarımızla girmeye karar verirken bizi en çok motive eden bütün bu saha çalışmalarımızdı.

Siyasi görüşü ne olursa olsun, her kesimden insanın “Bunlar dürüst insanlar, iyi insanlar” demesi çok şükür bize nasip oluyor DEVA’ya nasip oluyor.

En büyük mutluluğumuzdur.

Hamdolsun.

*****

Değerli arkadaşlarım, kıymetli dostlarım…

Bu seçimlere kendi ismimizle kendi adaylarımızla girmek istememizin bir başka sebebi de şu:

Biz, demokrasi anlayışımızı, dar ideolojik mevzilere hapsetmek istemiyoruz.

Hatırlayın…

Genel seçimlerden önce ortak listelerin açıklanmasıyla başlayan, seçimlerden sonra da aylarca devam eden ithamları şöyle bir hatırlayın.

Bize söylenen sözleri, yapılan hakaretleri, maruz kaldığımız haksızlıkları şöyle bir hatırlayın.

Arkadaşlarımızın sokak sokak, mahalle mahalle dolaşarak, insanlarla tek tek sohbet ederek, alınlarının teriyle, helalinden hak ettikleri sonuçların, kimileri tarafından nasıl küçümsenmek istediğinin farkındayız…

Bunun sebeplerini de çok iyi biliyoruz. Hiç kimse bu milleti aldatmaya çalışmasın.

Tüm bunların DEVA’ya, DEVA üzerinden de bir siyasi görüşe ve duruşa karşı yapıldığının da gayet iyi farkındayız.

Tekrar ediyorum, tekrar etmekte fayda görüyorum:

Bize yöneltilen bu ithamların arkasında ne olduğunun farkındayız arkadaşlar.

Olay şu:

Her kesimin otokratı var. Otokrat zihniyet sadece iktidarda yok. Her kesimin otokratları var.

Ve değerli arkadaşlar işte otokratlar var ya o otokratlar Allah göstermeye bir sopayı ele geçirmeye görsünler.

Amaçları iktidarı ele geçirip sopayı ele geçirip başkalarını dövmek.

Öfkelerinin sebebi, o sopaya sahip olamamaları.

Kendilerinden olmayana, kendileri gibi görünmeyene tahammül etmeye mecbur kaldılar ya bu 6’lı masa falan derken, işte onun için öfkeliler.

Öfkeleri aslında kaybetmiş olmalarına ama aynı zaman ideolojik olarak tükenmiş olduklarını da fark ediyorlar onun için öfkeliler. Onu da biliyoruz.

Tahammülsüzlüklerinin başka sebepleri ne?

DEVA Partisi demokrasiye inanan, insanları dış görünüşleriyle yargılamayan, hukuku araçsallaştırmayı etik dışı bulan, medyanın özgür olması gerektiğini düşünen, farklılıkların zenginliğimiz olduğuna inananların partisi.

Bunlara bakarsanız kendinden olana, kendine benzeyene demokrat olmak kolay.

İşte şu salona bir bakıyoruz. Farklı kesimlerden yüzlerce insan aynı çatı altında.

Demokrasi budur bu.

Bıkmadan usanmadan anlatacağız.

Sayfalarca yazdık, yine yazacağız.

Özellikle şuraya dikkatinizi çekmek istiyorum:

Biz onlara birbirine karşı kibirle değil, tahammül ederek değil, hoş görerek hiç değil…

Beraberce, eşit birer vatandaş olarak, birbirimize saygıyla yaşamamız gerektiğini anlatıyoruz ve anlatacağız.

Bunlar bir arada olmayı hoşgörü olarak görüyorlar. Bunlar bir arada olmayı tahammül etmek olarak görüyorlar.

Biz bir arada eşit vatandaş olarak var olmanın iddiasındayız.

Onun için buradayız bu salondayız.

Uzun lafın kısası arkadaşlarım, biz gerçek demokrasiyi tam demokrasiyi öğreteceğiz onlara.

DEVA’nın uygulamalarıyla örenecekler.

*****

Değerli arkadaşlar…

Mevcut iktidar insanlara umut vadetmeyi bırakalı çook uzun zaman oldu.

Kimsenin iktidara güveni yok.

Bakmayın o son seçimlerde destek veren yüzde 52 var ya o yüzde 52 içerisinde en az 15-20 puan en az kerhen verdi o desteği. Şu ya da bu sebeple.

Ama bu iktidar bu ülkenin sorunlarını çözer diyerek o güvenle umutla vermedi.

Şimdi soruyorsunuz 'işler kötü" diyorlar.

‘İyiye gider mi’ diye soruyorsunuz ‘hayır’ diyorlar ‘daha da kötüye gidecek’ diyorlar.

İşte bunun tüm toplum farkında.

İşin ilginç yanı, şöyle bir iktidardakilere baktığımızda bunların birbirlerine güvenleri de yok.

“Yanlışlıkla şu koltuktan kalksam, ben gelene kadar acaba biri oturur mu”” diye korkuyorlar.

Yine iktidara bakıyoruz “O bana bir şey yapar mı, şu yerime geçmeye mi çalışıyor, bilmem kim şu kadar almış ben nerden neyi alırım” hesapları bitmiyor.

Hepsi geliyor kulağımıza hepsi, çok iyi biliyoruz.

Birbirlerine güvenmeyen, birbirlerine sırtını dönemeyen insanlar, bu ülkeye bir şey veremezler arkadaşlar…

Ekonomiyi toparlayacaklarmış… Toparlayamazlar.

Hukuku, adaleti tesis edeceklermiş… Edemezler.

Eğitim sistemini düzelteceklermiş. Düzeltemezler.

Çünkü dürüst ve ehil kadrolar olmadan bu ülkenin hiçbir sorunu çözülmez arkadaşlar.

Hukuk ve adalet olmadan diğer alanlarda siz ne yapmaya çalışırsanız çalışın, istediğiniz kadar Ali Babacan'ın eski arkadaşlarını iş başına getirin yapamazsınız, olmaz.

Çünkü asıl ülkeyi yöneten siyasi irade hukukun üstünlüğüne inanmıyor.

Ülkeyi tek imza ile yönetme yetkisine şu an sahip olan kendini anayasayla kanunlarla bağlı hissetmiyor.

Hukukun olmadığı adaletin olmadığı bir ülkede ekonomi düzelmez.

Hukuk bu ülkede ekmek kadar su kadar ihtiyaçtır.

Olmadan olmaz.

Onun için olmayacak diyorum.

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak içim kan ağlayarak bunu söylüyorum.

Bir yandan ülkemiz daha iyiye doğru gitsin diye dua ediyorum ama bir yandan da biliyorum ki maalesef olmayacak.

İşte bunun içindir ki bu iktidarın ülkemize verecek hiçbir şeyi kalmadı.

Son kullanma tarihi de çoktan geçti…

Gençlerimiz, bilim insanı olmanın hayalini kurmaları gerekirken; kendilerine verilen, sonrasında faiziyle de geri alınan kredilerle, üç kuruş parayla yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor bu ülkede.

Zamanında başörtülü oldukları için üniversiteye alınmayan genç kızlarımız, çok şükür artık mezun oluyorlar…

Ancak, şimdi de borçlarını ödemek için iş arıyorlar bulamıyorlar.

28 Şubatlarda, DGM’lerde yargılanan, adliyelerden çıkmayanlar… Çok şükür, o günler geride bıraktı ama şimdi onlar ev sahipleriyle davalık oluyorlar.

Oğullarının yemin törenine alınmayan yaşlı teyzelerimiz…Şimdi girebiliyorlar…

Ancak, emekli maaşları kiralarına dahi yetmediği için sokaklara atılıyorlar.

Hayal ettiğimiz bu muydu?

İHA’larımız, SİHA’larımız var…

Ama sokaklar çetelerle dolu.

Uçak gemimizle gurur duyuyoruz…

Ama insanlar birileri gelip çökecek diye küçük bir dükkân dahi açmaya korkuyor bu ülkede…

Hukuk güvenliği diye bir şey yok.

Yargıda rüşvetler, gruplaşmalar, çeteleşmeler almış başını gitmiş.

Bunun hiç söylemiyoruz. Bunu yargının en üst makamındakiler, başsavcılar söylüyor, yazılı olarak şikâyet ediyor. Oralardan öğreniyoruz bunları.

Sanata katkınız, vatandaşlarınıza ve yandaşlarınıza yazdırdığınız kitaplardan ibaret.

Bilime katkınız, ülkeye sokulan uyuşturucuların, kimya mühendislerinin dahi çözemeyeceği muhteviyatından ibaret…

90’ların üstümüze karabasan gibi çöken karanlığını dağıtacağına inandığımız hareketin o zulme o baskıya dur diyeceğine inandığımız bir yönetim anlayışının geleceği arkadaşlar bu olmamalıydı.

20 yılın sonunda dönüp dolaşıp geldiğiniz, insanları getirdiğiniz yer bu işte.

Niye biliyor musunuz?

Sebep çok basit çok temel bir yönetim ilkesi var.

Ülkeyi yönetenler en üst noktada ülke yönetme iradesine, yetkisine sahip olanlar eğer süreyle sınırlanmazsa ve hukukla sınırlanmazsa güç o yönetenleri yozlaştırıyor.

Güç zehirlenmesi oluyor.

Hele hele mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Asıl sebep bu. İşte bunun içindir ki arkadaşlar biz şunun bilincindeyiz… Bize duyulan güven geçtiğimiz seçimlerde bizi iktidara getirmek için yetmedi…

Ancak, doğru olana, dürüst olana, liyakatli, işinin ehli olana gösterilen teveccüh, iktidar nezdinde de yeni bir politikayı zorunlu kıldı.

Baktılar ki iş tehlikeye bindi baktılar ki seçimi ucu ucuna kazandılar hem de aldatarak montaj videolarla insanlara gerçekleri değil yalanları göstererek söyleyerek kazandılar.

Onun için hep söylüyorum helalinden kazanmadılar. Kazandılar ama helalinden kazanmadılar.

Ve uç uca kazandıkları seçimden sonra da bazı alanlarda ne yaptılar? Bir rasyonalite arayışına girdiler.

Arayışı diyorum çünkü rasyonalite dediğimiz kavram ancak ve ancak ülkenin en tepesindeki siyasi irade de varsa aşağılara doğru yansır.

Eğer o yoksa, olmaz.

Ne oldu “faiz sebep enflasyon sonuçtur” diye 5 yıl boyunca bu ülkede döviz kurunu patlatan Sayın Erdoğan'ın kendisi olmadı mı?

“Faiz sebep enflasyon sonuç” deyip bu ülkede faizleri patlatan enflasyonu patlatan kendisi olmadı mı?

Son 6 aydır Merkez Bankası 6 kere faiz artırdı.

Hiç konuşuyor mu? Bu konudan hiç bahsediyor mu?

Hesap verebilir anlayışına zihniyetine sahip olan bir cumhurbaşkanı bu konuları böylesine es geçer ve pas geçer mi?

Bir çık anlat ki “evet yanlış yapmışım aldatılmışım” değil mi daha önce dedin.

Yine çık de. “Ya bana birileri söyledi ama bilmiyormuşum de aldatılmışım” de ki güven oluşsun.

Ya 5 yıl boyunca iddia ettiğinin tam tersini 6 aydır ekonomide uygula, uygulat ve bu konuda hiç konuşma ondan sonra da güven oluşacak da ülkeye sermaye girecek.

Çok beklersiniz çok. Olmaz.

Herkes neyi bekliyor dur bakalım ya bu ne kadar gidecek?

Acaba Sayın Erdoğan ne zaman U dönüşü yapacak?

O kadar çok U dönüşü yaptı ki her alanda ekonomide, dış politikadan acaba buradan ne zaman U dönüşü yapacak?

Acaba bu kadroyu ne zaman “lafımı dinlemiyorlar” diye görevden alacak atacak.

Dolayısıyla öngörülebilirlik olmadan güven olmadan hep söylüyorum hukuk ve adalet olmadan ekonomi olmaz arkadaşlar.

İşte bunun içindir ki DEVA Partisi, doğruyu söylemenin riskli olduğu anlarda dahi, doğruları yüksek sesle haykırmasını bilen bir parti olmuştur.

Değerli arkadaşlarım,

Çok şükür bizim alnımız açık başımız dik.

Onun için DEVA Partisi’ni kurduk, onun için cesaretle “biz varız buradayız” dedik.

Onun için yanlışlara yanlış doğrulara doğru diyoruz ve bunu cesaretle söylüyoruz.

Hiçbir şeyden korkmadan söylüyoruz.

Biz çok şükür Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayız.

Ve inanın böyle çalışalım, azimle iradeyle çalışalım hep söylüyorum ‘Doğacaktır vadettiği günler Hakk’ın, belki yarın belki yarından da yakın.’

Ama çok çalışacağız, çok çalışmakta yetmez doğru değil dosdoğru çalışacağız dosdoğru.

Biz buna inanıyoruz.

DEVA Partisi, yanlışın, haksızlığın, hukuksuzluğun karşısında; korkmadan dik durabilen kadrosuyla, yeni bir siyaset anlayışıyla yola çıktı.

Kolay değil arkadaşlar, bakın bu salondaki yüzlerce teşkilat mensubumuz, Türkiye’nin dört bir tarafında yüz binlerce DEVA’lı gidip ıslak imzasıyla “Ben DEVA Partisi’nin üyesiyim arkadaş” diye kokmadan çekinmeden Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığının parti üyeliğine, o kütüğe ismini yazdıran arkadaşlarımız bunların hepsi tek tek birer kahraman. Birer demokrasi kahramanı.

Hukuk ve adalet, özgürlük kahramanı.

Hepiniz kahramanlarsınız.

Böyle bir ortamda kolay değil arkadaşlar.

İnsanları çok korkutuyorlar ya.

Kimine havuç kimine sopa. Hangisi kimin üzerinde işe yarıyorsa.

Kendisiyle de değil çoluğuyla çocuğuyla korkutuyorlar.

En sevdikleriyle korkutuyorlar.

Gerçekten yazık.

İşte bizler DEVA Partisi’ni sadece “yeni bir siyaseti” mümkün kılmak için kurmadık.

Biz DEVA Partisi’ni ”yeni bir iktidarı” mümkün kılmak için kurduk ve bu yüzden yola çıktık.

Ve inanın biz kendimizden emin olduğumuz sürece dimdik alnımız açık yürüdükten sonra bizimle yürüyenlerin sayısı her gün çoğalacaktır.

Yüzbinler, milyonlar her ay her yıl bu harekete katılacaktır bizimle beraber olacaktır.

Biz şimdi genel seçimlerde topladığımız takdiri, farkındalığı, bilinirliği yerel seçimlerde, insanları yeniden DEVA Partisi’ne ikna ederek taçlandırmak zorundayız.

Dolayısıyla yerel seçimler bizim için çok çok önemli.

Yerel seçimler bizim için ilk defa bir seçmen tabanı oluşturacak. İlk defa DEVA partisine evet mührünü basacak bir vatandaş kitlesi bir seçmen kitlesi oluşturacak.

Ben DEVA'lıyım diye hiçbir zaman yüzü yere eğilmeyecek bir seçmen bir vatandaş grubu oluşacak Türkiye'de.

Ve inşallah on nüvenin üzerine aynı kartopu nasıl büyürse bir sonraki genel seçimlere kadar o kartopunu büyüte büyüte büyüte yürüyeceğiz inşallah.

Vatandaşlarımıza DEVA belediyeciliğini tanıtmak, onları başka bir belediyeciliğin mümkün olduğuna ikna etmek zorundayız.

Ve bunu hep beraber yapacağız gerçekleştireceğiz.

*****

Buradan tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum.

Önümüzdeki yerel seçimler bu iktidara “sarı kart” göstermek için en önemli fırsattır.

Sarı kart nedir? Bir uyarıdır. Sarı kart nedir? “Hatalarının farkındayım, ona göre ayağını denk al” demektir.

İşte bu hükûmetin icraatlarından memnun değilseniz, onları uyarmak istiyorsanız, gelin bu seçimlerde hep beraber arkadaşlar sarı kartı gösterelim. (…)

Açıkça gösterelim.

Bu sarı kart tabi ki ne zamana kadar? Genel seçime kadar.

Biliyoruz ki bu kafayla bu hukuksuzlukla ve adaletsizlikle bu iktidar sonuç üretemeyecek.

Üzülerek söylüyorum hiçbir alanında başarı üretemeyecektir.

Onun için bu yerel seçimlerde diyorum ki gelin sarı kartı gösterelim ama genel seçimlerde de hep beraber kırmızı kartlarımızı hazırlayalım.

Ve genel seçimlerde de artık kırmızı kartı gösterip bu dönemi beraberce sona erdirelim inşallah.

Sarı kartı gösterelim ki, dikkat etsinler.

Sarı kartı gösterelim ki, hukuktan adaletten saptıklarının farkına varsınlar.

Bu seçimlerde şöyle DEVA’ya yakışan bir sonuç alalım ki iktidar genel seçime kadar iki elinin arasına başını alıp biraz düşünsün kendine gelsin.

Nasıl genel seçimlerde o 52-48 sarstıysa bir rasyonalite arayışına az da olsa girdilerse bu yerel seçimlerde bizim iyi sonuç almamız, genel seçimlere kadar da ülkenin iyi yönetilme çabasını bir miktar oluşturabilir.

Göreceğiz, dua ediyoruz ama bunun mümkün olmadığını da hep söylüyoruz.

Sarı kartı gösterelim ki, pervasızlıktan, vurdumduymazlıktan vazgeçsinler.

DEVA Partisi buna hazır.

Belediyecilik anlayışımızla hazırız.

Biz ne diyoruz arkadaşlar belediyecilikle alakalı daha önce biliyorsunuz Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı açıkladık.

Ve orada çok detay var.

Bu eylem planımız hem merkezi hükümetin hem de belediyeler ehli ile yapılması gerekenlerin kapsamlı bir çalışması.

Ancak biz ne yaptık bu yerel seçimlere özel iktidarda olmasak dahi yani şu andaki iktidar devam etse dahi bir sonraki seçimlere kadar bizim belediyelerimizin neler yapacağını DEVA belediyeciliği adı altında böyle bir kitapçıkta topladık.

Ben burada birkaç başlığa vurgu yapmak istiyorum.

DEVA Belediyeciliği nedir?

Öz kaynaklarını geliştirecek, merkezi yönetime bağımlı olmadan iş ve hizmet üretecek kurumsal yapıya sahip, yeni ve güçlü bir DEVA Belediyeciliği anlayışıdır, bir.

Ayrıca haksız kazanca ve Yolsuzluğa Geçit Vermeyen bir DEVA Belediyeciliği anlayışı getireceğiz biz.

Katılımcı ve Çoğulcu Demokrasiyi İşleten Bir DEVA Belediyeciliği Anlayışı Getireceğiz.

İnsan Odaklı ve Eşitlikçi Kentler Kuran Bir DEVA Belediyeciliği Anlayışı Getireceğiz.

Geleceğin Şehirlerini Kuracak, Ulaşım ve Erişim Sorunlarını Çözecek Bir DEVA Belediyeciliği Anlayışı Getireceğiz.

Çevre, Kültür ve Spor Dostu Şehircilikle, Hayat Kalitesi Yüksek Bir DEVA Belediyeciliği Anlayışı Getireceğiz.

Arkadaşlar;

DEVA Partisi olarak erdemli ve ahlaklı siyaset en temel önceliğimiz olduğunu zaten hep söylüyoruz.

Bu anlayışla bir ilki gerçekleştiriyoruz:

Her kademedeki belediye başkan adayımızdan, daha seçimlere girmeden önce, DEVA Belediyeciliği etik kurallarına bağlı kalacaklarına dair imzalı bir taahhütname istiyoruz.

Bakın arkadaşlar bu Türkiye’de bir ilk.

Daha önce böyle bir şey hiç olmadı dikkat edin.

Bu DEVA Partisi’nin temiz yönetim anlayışı konusunda lafta değil, sözde değil, özde ne kadar samimi olduğunun işte en önemli belgesi.

Ve bütün adaylarımızdan diyoruz ki bunları okuyun dürüst belediyeciliğin şimdiden ne olduğunu gelin vatandaşlarımıza taahhüt edelim diyoruz.

Bu çerçevede, belediye başkan adaylarımız;

• Dürüstlük,

• Şeffaflık, Katılımcılık ve Hesap Verebilirlik,

• Adalet ve Eşitlik,

• Ayrımcılık Yapmama ve Liyakatı Esas Alma,

• Çıkar Çatışmasını Önleme,

• Hediye ve Menfaat Kabul Etmeme,

• Kamu Yararını Üstün Tutma,

• Kamu Kaynaklarını Koruma,

• Siyaset Finansmanını belediye yoluyla Önlenme,

• Gizli Bilgileri İfşa Etmeme ve Kişisel Amaçlı Kullanmama

İlkelerini kabul, beyan ve taahhüt ettiklerine dair bu belgeyi bizim adaylarımız imzalayacaklar ve bu sözle bu taahhütle milletimizin karşısına çıkacaklar.

Biz de parti olarak yetkili organlarımız aracılığıyla bu etik kurallara uyulup uyulmadığını düzenli olarak izleyecek, denetleyecek ve her bir belediyemizin bu konudaki karnesini şeffaf bir biçimde kamuoyuyla paylaşacağız.

Yani belediyelerimizin objektif performans kriterlerine göre kendi kendimize karnesini oluşturacağız ve bu karne notlarını da belediyemizin toplumla paylaşacağız.

Bu da yine Türkiye’de bir ilk olacak.

İnşallah hayırlara vesile olur.

*****

Değerli Arkadaşlarım,

Şimdi, size yıllar önce yaşanmış gerçek bir olaydan bahsetmek istiyorum.

Ekran başındaki vatandaşlarımız…

Umutsuzluğa kapılan, çözümü yurt dışına gitmekte bulan gençler; pazara giderken korkarak giden, evine bir misafir çağırmadan önce hesap kitap yapmak zorunda kalan ev hanımlarına tüm vatandaşlarımıza sesleniyorum.

Gerçek yaşanmış bir olayı anlatacağım size.

Uzak bir coğrafyadan.

Yıl 1972. Uruguay Hava Yollarına ait bir uçak And Dağları’na düşer.

Karın üzerine düşer. Mevsimlerden kış.

Kazadan kurtulanlar olur, fakat arama kurtarma çalışmaları bir türlü sonuç vermez.

İnsanlar orada, dağların orta yerinde, çaresizce beklerler.

Her taraf kar… Uçak beyaz… Bulması zor...

Düşünürler: Burada beklesek mi, gidip yardım mı çağırsak?

Beklemeye karar verirler. Birkaç gün geçer, üç gün geçer, günler hafta olur.

Derken uçağın içinde bir radyo bulurlar. İçlerinden üç kişiyi radyonun çektiği yüksek bir noktaya gönderirler ve derler ki siz bir haber almaya çalışın.

Bu üç kişi, tepeye ulaşır, radyoyu açar. Haberleri dinlemeye başlarlar.

İşte, orada, o karın ve soğuğun ortasında, arama kurtarma çalışmalarının bittiği haberini alırlar. Bu haberi radyodan dinlerler.

Artık, onları kurtarmaya gelecek kimse yoktur.

Bu 3 kişi haberi arkadaşlarına nasıl söyleyeceklerini düşünerek çaresizce, umut içinde bekleyen uçak enkazının yanındaki arkadaşlarının yanına giderler.

Haberi dinleyenlerden biri, arkadaşlarının yanına varınca söze girer ve diğer arkadaşlarına der ki;

“Arkadaşlar” der. “Size iyi bir haberim var. Arama kurtarma çalışmalarından vazgeçmişler.

İnsanlar telaş içinde… Ağlayanlar, üzülenler.

Ya demişler bu nasıl iyi haber?

O üç kişiden genç yanıtlar: “Çünkü” der, “Buradan kurtulmak artık bize kaldı.”

*****

Çünkü dostlarım…

Bazen, başımıza gelen musibetlerden kurtulmak için, kimsenin sizi kurtarmayacağını anlamak ve kabullenmek, iyi bir haberdir.

İş başa düştü doğru.

Şimdi, burada duran, gözlerimin içine bakan değerli yol arkadaşlarıma, ekran başında bizleri izleyen yurttaşlarımıza sesleniyorum.

Ve söylüyorum…

Arkadaşlar, haberler iyi.

Bu iktidardan kurtulmak bize kaldı.

İş bala düştü.

*****

Şimdi sizlere sormak istiyorum.

DEVA olarak, Türkiye’nin dört bir yanında, elimizin ulaşmadığı tek bir hane kalmayana kadar mücadele edecek miyiz? (…)

İl il, ilçe ilçe, belde belde, mahalle mahalle, ayaklarımızın altı su toplayıncaya kadar, her bir kenara, her bir köşe başına ulaşacak mıyız? (…)

Ev hanımlarına, çocuklara, gençlere; kirayı ödeyemediği için evden atılan o yaşlı teyzelerimize dedelerimize evladını şehir dışında okutmak için ek iş yapmak zorunda kalan, ilave gelir peşinde koşan memurlarımıza; çaresiz olmadıklarını çözümün DEVA Partisinde olduğunu söyleyecek miyiz? (…)

Hangi kesimden olursa olsun, tüm vatandaşlarımıza; birbirimizden korkmamamız gerektiğini, çünkü DEVA Partisi’nin burada olduğunu anlatacak mıyız? (…)

Asansöre binmekten korkan gençlere… Anlatacak mıyız? (…)

Sevdiğiyle evlenmek için para biriktiren gençlere Anlatacak mıyız? (…)

Anlatacağız arkadaşlar, kapı kapı anlatacağız.

Bıkmadan usanmadan anlatacağız.

Biraz daha sabır.

*****

Buradan bütün vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum:

Biraz daha sabır.

Ama sabır oturduğumuz yerden bekleyerek sabır değil sabır çalışarak sabır aktif olarak sabır.

Değerli Vatandaşlarımız

Çektiğiniz zorlukların her birinin farkındayız.

Çektiğiniz sıkıntıları çok iyi biliyoruz.

Adaylarımız da farkında. Bu yüzden, inşallah, gittiğiniz her yerde adaylarımıza rastlayacaksınız.

Daha bugün ilk programımız.

Bugün sadece 51 adayımızı açıklıyoruz.

Benzer programlarla Ankara’da veya yerelde daha yüzlerce adayımızı vatandaşlarımıza tanıtacağız ve vatandaşlarımızın desteğini isteyeceğiz.

Değerli vatandaşlarımızdan ricam, bir yerde bir DEVA’lı görürseniz selam verin, derdinizi anlatın. Çünkü DEVA’lılar sadece konuşan siyasetçiler değil.

DEVA’lılar aynı zamanda çok iyi dinleyen siyasetçiler.

Dinliyorlar anlıyor ki çalışıp çözüm üretelim diye.

Sizler anlattıkça, biz daha çok çalışacağız.

Şimdi hepinizin huzurunda adaylarımıza, DEVA kadrolarına ve herkese soruyorum:

Çalışacak mıyız arkadaşlar? (…)

Çok çalışacak mıyız? (…)

Dosdoğru çalışacak mıyız? (…)

Hep beraber inşallah.

Başkan adaylarımız Türkiye’mize hayırlı olsun.

Ben kendilerini tebrik ediyorum.

Bugün açıklayacağımız adaylar öyle hiç sağa sola bakmadan “Ben buradayım ve DEVA Partisi’nin belediye başkan adayıyım” diye ortaya çıkan ilk kahramanlar. İlk neferler.

Arkadan dalga dalga gelecek inşallah.

Bu seçimlerde arkadaşlar lamı cimi yok damga damlaya. Oylar DEVA’ya.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Kalın sağlıcakla.

30 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 7. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Ali Babacan TBMM 6. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz.

*****

Senenin son ayına giriyoruz, yarın 1 Aralık. 2023’ü gerçekten çok zor koşullarda geçirdik, geçirmeye devam ediyoruz.

Şu binadan çıkıp Kızılay’a, Ulus’a doğru yürüdüğünüzde, halkın içine karıştığınızda açıkça görüyoruz ki; şu anda bu ülkenin bir numaralı gündemi aslında geçim. Ülkenin bir numaralı gündemi ekonomi…

7’den 70’e herkesin tek gündemi çarşı-pazardaki fiyatlar, ev kirası, çay-kahve-simit fiyatları ve başta da söylediğim gibi geçinme derdi…

Türk-İş’in açıkladı; 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 14 bin liranın üzerine çıkmış durumda.

Asgari ücret 11,500, yılbaşında asgari ücrete nasıl bir zam versek diye farklı farklı dolambaçlı yollardan, farklı enflasyon hesap metotlarıyla, “yok yılda iki defa değil de bir defa arttıralım” diyerek bu artan enflasyon karşısında ezilen tüm çalışanlarımızın bu şartlardan nasıl kurtulacağını, düşünmek, planlamak yerine bakıyoruz ki hükümet asgari ücretin sınırda tutulmasının çabasına şimdiden girmiş durumda.

“14.000 açlık sınırı ne demek? “4 kişilik aile 14.000 liranın altında bir gelire sahipse o ailenin aç kalması demek.

Yani bugün itibariyle, hatta son aylarda açlık sınırı asgari ücretin çok üzerinde seyretmeye başladı.

Resmi enflasyonla, açlık sınırı ve asgari ücret arasında fark gittikçe büyüdü, büyüyor. Buna rağmen hükümet ne diyor; “Hedeflenen enflasyon oranında gelirler artmalı, hedeflenen enflasyon oranında maaşlar artmalıdır” diyor.

Bu ne demek; bu yıl olan enflasyon farkını vatandaşlara unutturmak, gelecek yıl için açıkladıkları, tutup tutmayacağı belli olmayan düşük bir enflasyon üzerinden yıl başında zam vermek.

Kimse kimseyi aldatmasın. Çarşıya pazara çıkan herkes bu ülkenin gerçeklerini görüyor.

Yoksulluk sınırına 45.686 TL’ye çıkmış durumda. 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı.

Türkiye’de kaç haneye acaba 45 bin lira veya üzerinde bir gelir giriyor?

Türkiye’de kaç aile 45 bin lira üzerinde bir aylık gelirle bugün yaşamını sağalmaya çalışıyor. İnanılır gibi değil.

İşte o yüzden herkesin gündemi ekonomi…

Çünkü artık karın doyurmak yaşam savaşına döndü.

Daha önce de söylemiştim:

Koskoca ülke Survivor setine döndü. Üç kuruş parayla hayatta kalma mücadelesi veren aileler, kadınlar, gençler, emekliler...

Maaşlar böylesine erimişken, hükümetten gelen açıklamalar gerçekten bizleri hayrete düşürüyor:

Bizzat Cumhurbaşkanı’nın seçimlerden önce söz verdiği halde, “Ben iktidarda olduğum sürece faiz artmaz ancak düşer” dediği halde faizi beş kat arttıran kendileri oldu. “Enflasyon düşecek daha da düşecek” derken enflasyonun sürekli arttığına tüm millet, 85 milyon şahit oldu.

Defalarca tekrar ettim, ilk 2013’te söylemiştim, bundan 10 sene önce, hala söylüyorum; Boşuna uğraşmasınlar Hukuk olmadan bu ülkenin ekonomisi düzelmez. DÜ-ZEL-MEZ.

Olmayacak, üzülerek söylüyorum bunu. Böyle vatandaşlarımızı bir karamsarlığa, bir ümitsizliği düşürmekten çekinerek bunu ifade ediyorum. Ama gerçekçi olmak zorundayız.

Türkiye gibi doğal kaynakları sınırlı olan ülkelerin en önemli kaynağı güvendir. Güven aynı zamanda hukuki güvenliktir, hukuk güvenliğidir. Bir ülkede hukuk güvenliği yoksa o ülkeye yeterince yatırım gelmez, o ülkede yeterince istihdam oluşmaz.

Yatırımın olmadığı, yeterince istihdamın olmadığı ülkede refah artmaz. Onun için artmıyor, olmuyor.

İstediğiniz kadar Amerika’ya turlara gidin, finans merkezlerini dolaşın, isteğiniz kadar defalarca Körfez’e gidin, Körfez ülkelerinden tekrar tekrar para isteyin. Dökme suyuyla değirmen dönmez. Bugün Katar’dan, yarın BAE’den, ertesi gün Suudi Arabistan’dan getirdiğiniz dökme suyuyla bu koskoca ülkenin ekonomi değirmenini döndürmezsiniz, yapamazsınız. Olmuyor.

Tam 6 ay oldu seçimden bu yana. 6 ay geçti. 28 Mayıs seçimlerinden bu yana 6 ayı doldurduk. Herhangi bir düzelme görüyor musunuz?

Dolar kuru seçimden bu yana 20 liradan 29’a çıktı mı? Faizler %8,5’tan %40’a çıktı mı? Merkez Bankası ‘Daha da artıracağım’ diyor mu? Ne diyor? ‘Artırmaya biraz daha devam edeceğim’ diyor. Ne kadar artıracak göreceğiz.

Bu ülkede enflasyon yüksek seyretmeye devam ediyor mu? Hani ne oldu? Seçim vaatleri ne oldu? Enflasyon düşecek vaatlerine ne oldu? 6 ayda biz bunun sinyalini görmüyoruz.

Değerli arkadaşlar, ekonomi yönetiminin en önemli unsuru güvendir ama güven, aynı zamanda ülkenin yarınlarıyla ilgili bir kavramdır. Yani yarınların bugünlerden daha iyi olacağıyla ilgili bir güvenle ancak ekonomi düzelir. Tüm ahali inanırsa ‘Evet, enflasyon düştü, düşüyor’ diye inanırsa, o zaman ekonomi düzelmeye başlar. Tüm ahali ‘İşler rayına girdi, ekonomi düzelecek’ diye inanırsa ekonomi düzelir.

Beklentilerin sürekli bozuk olduğu, yarınların daha kötü olacağına inanan, milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede ekonominin düzelmesi mümkün olmaz.

Gerçekten çok üzülüyoruz, gerçekten içimiz kan ağlıyor. İçimiz kan ağlıyor, bu işleri hiç yapmasak, hiç bilmesek deriz ki ‘ne yapalım dünyanın her yerinde ekonomi kötü, Türkiye’de de kötü.’ Sayın Erdoğan da sık sık ‘Her yerde enflasyon var’ diyor ya, daha dün demiş. Ya kardeşim, Türkiye kadar yüksek enflasyonun olduğu kaç ülke var bu dünyada ya?

Milletin bir yılda gördüğü enflasyonu siz bu millete bir ayda, 15 günde gösteriyorsunuz. Kandırmayın kimseyi. “Dünyanın her yerinde var bizde de var”…

Kandıramazsınız, bu milleti bu yalanlarınıza inandıramazsınız.

Şöyle bir bakıyoruz değişen ne var Türkiye'de?

Türkiye'de kamuda çoklu maaş uygulaması aynen devam ediyor…

İşe alımlarda torpiller, ihalelerde kayırmalar aynen devam ediyor… 6 ayda düzelme var mı? Yok.

Beştepe’nin şaşalı israf görüntüleri aynen devam ediyor…

Devleti batırma projesi olan Kur Korumalı Mevduat hala bu ülkenin Merkez Bankası’ndan milyarlarca dolar karşılıksız para basarak ödeniyor. Merkez Bankası milyarca dolar karşılıksız parayı basıyor, Kur Korumalı Mevduatın kur farkını ödüyor. Siz bu ülkenin enflasyonunu nasıl düşüreceksiniz?

Söyledik, ilk gün bu kur korumalı mevduatı açıkladıkları ilk gün söyledik. “Bu, bu ülkeyi batırma projesidir” dedik. Bütün bu yanlışların Karşısında Merkez Bankası faiz artırarak enflasyonu düşürmeye çalışıyor. Hani ne oldu Sayın Erdoğan’ın “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” söylemine? Aynı nakaratı defalarca söylemedi mi?

Defalarca bu milletin gözünün içine baka baka “Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi” deyip de “Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyen kendisi değil mi? Eğer bu tezi doğruysa, Merkez Bankasının faizlerinin arttırması enflasyonun artırılmasına sebep olur değil mi? Faiz sebep, enflasyon sonuçsa…

Sayın Erdoğan’dan son 6 aydır tek bir kelimeyle izah duydunuz mu? Ne oldu? Madem faiz sebep, enflasyon sonuç, siz niye Merkez Bankası’nın faizi artırmasına göz yumuyorsunuz, izin veriyorsunuz? Yok, bu teziniz yanlışsa, ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ diyerek yıllarca yanlış ekonomi politikalarını dayattıysanız, bu yüzden bu ülkede enflasyon patladıysa, kur patladıysa çıkın bu milletten özür dileyin. ‘Yanlış yaptım, yanıldım, aldatıldım’ deyin, daha önce dediniz.

Ama 6 aydır hiçbir şey yokmuş gibi bu konuda susması, bu milletten hesap vermekten kaçmasıdır, başka bir şey değil. Böyle şey olmaz ya.

Ekonomi yönetimi ciddiyet ister, Allah’ın verdiği aklı kullanmayı gerektirir. Bilimle, ilimle bu ülkenin gerçeklerini görerek bu ülkenin ekonomisi yönetilir.

Hep söylüyorum: Bu ülkede Sultanhamam’ın, Yeşil Direk’in tozunu yutmayan, Çıkrıkçılar yokuşunun tozunu yutmayanların, bu ülkenin ekonomisinden anlaması da yönetmesi de mümkün değildir. Hayali kalır, bulutların üzerinde dolaşır dururlar. Ayakları hiçbir zaman yere basmaz ve beceremezler.

Bu ülkenin çarşısını, sokağını iyi bileceksiniz, iyi anlayacaksınız, tepelerde aldığınız kararlar, Resmî Gazete’de tek imzayla aldığınız o kararnameler, genelgeler, nihayetinde bu ülkenin çarşısına, sokağına nasıl yansıyor, bunu anlamadan, bilmeden bu ekonomiyi yönetmeye kalkarsanız çuvallarsınız. 6 aydır değişen bir şey yok arkadaşlar ya yok.

Yargıya müdahale aynen artarak devam ediyor…

Anayasa Mahkemesi’ni ve AİHM’i tanımamazlık aynen devam ediyor…

Sokak ortasında gerçekleşmiş bir cinayetin failleri, Sinan Ateş’in failleri hâlâ korunmaya devam ediyor…

İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısının yargıdaki rüşvet çarkı ile ilgili şikayetinin üzerine hala gidilmiyor. Söylemiştim, “sürekli gündeme getireceğim” demiştim ve “sürekli gündemde tutacağım” demiştim. Ne oldu merak ediyoruz. Adalet Bakanına, Cumhurbaşkanına buradan tekrar soruyorum, ne oldu? Bu basit bir şey değil.

Bir ülkenin, bir adliyesinin en üst makamında bir kişi kendi adliyesinde çalışanlarla ilgili ihbarda bulunuyor, suç duyurundan bulunuyor. Ne oluyor ne yapılıyor? Hiçbirimizin haberi yok.

Devam ediyor arkadaşlar, 6 aydır bütün yanlışlar devam ediyor.

Suç örgütü liderlerini kollayan, emniyet birimlerinde ve yargıda paralel bir düzen oluşturup, başsavcının ifadesiyle “FETÖ’ye rahmet okutan”larla ortaklık yapılmaya devam ediliyor…

Böyle mi düzelecek ekonomi? Ekonomi yönetimindeki arkadaşlar havanda su dövsün dursun. İyi niyetle istedikleri kadar çaba göstersinler. Onlar bir şeyler yapmaya çalışıyor ama ayakları bu ülkenin hukuksuzluk ve adaletsizlik zinciriyle bağlı. O zincirler çözülmeden bu ülkenin ekonomisini düzelmesi mümkün değil.

Oradaki iyi niyetli arkadaşlara sesleniyorum: Siz sahiden enflasyonu düşürmek istiyorsanız öyle çok uzaklarda çare aramayın. Öyle New York, Londra yok Uzakdoğu, Körfez… Çare oralarda değil. Bu işi gerçekten çözmek istiyorsanız sizin ilk görüşmeniz geren bir kişi var, onun da adresi; Beştepe / Ankara.

Gidin onu ikna edin deyin ki; “Olmuyor, yapamıyoruz. Siz bu hukuksuzluğu, adaletsizliği bu ülkeden gidermeden, bunla ilgili gereli tedbiri almadan bizim ekonomi yönetimi olarak yapacak bir şeyimiz kalmadı Sayın Cumhurbaşkanımız” diye anlatın ve onu ikna edin.

Siz onu ikna etmeden gidip yatırımcıları ikna edemezsiniz.

Ve tekrar tekrar söylüyorum: İkili anlaşmalarla borçlanmak, gidip bir ülkenin devlet başkanından, ‘Bana biraz borç verir misin’ diye borç talep etmek, hani hep der ya ‘Borç alan emir alır’ işte bu şekilde borçlanırsanız, yarın emir almak zorunda kalırsınız. Evet, borç alan emir alır.

Giderek, yalvararak hele hele ülkeler arası anlaşmalarla ister adı swap olsun, ister Merkez Bankası’na yapılan mevduat olsun, ne olursa olsun borç borçtur. Çünkü ne diyorsunuz? ‘Bana acil para ver, daha sonra ödeyeyim’ diyorsunuz. İşte o, ülkenin boynunu büker, işte o, bazı konular karşınıza geldiğinde dik durmanızı engeller.

13 yıl ben bu ülkenin bakanlar kurulunda oldum, bir kere bir ülkeden gidip bir lira istemedik. Öyle bir şey yok. Siz gerekeni yapın, para civa gibidir, akar gelir bu ülkeye. Şu zeminde binde birlik bir eğim koyun, şuraya bir damla akıtın, o civa o tarafa doğru akar gelir. Ekonomi yönetiminin düzgün yönetiminde işte o eğimi sağlayacaksınız, güveni oluşturacaksınız ki civa gibi para kendinde akıp gelsin, zorla değil.

Ve o arkadaşlara diyorum ki gidin Sayın Erdoğan’a söyleyin hatta ona Akif’in şu şiirini hatırlatın; Haksızlığa tapıldıkça ezildikçe, zulüm alkışlandıkça, kanayan yaralar kanamaya devam ettikçe, zalimlerle dost olundukça… hiçbir şey bu ülkede düzelmeyecektir.

*****

Değerli basın mensupları,

Meclise sunulan 80 maddelik torba kanunla gerçekten pek çok yanlış uygulamaların devam ettireceği niyetinin de şu an biz görmüş oluyoruz.

Bu teklifte;

Haksız servet transferini önleyecek, imar rantlarını vergilendirecek, vergide adaleti ve öngörülebilirliği sağlayacak hiçbir adım yok. 6 ay oldu ya 6 ay. Ve Torba Yasa demi, ufak tefek sağda solda ne var ne yok düzeltilecek imkânda sağlıyor.

Vergi Cennetlerine yapılan transferlerden stopaj alınmasına ilişkin bir adım yok.

Tarım sektöründe kullanılan mazottaki ÖTV’nin çiftçilerimize tam olarak iadesiyle alakalı bir adım yok.

Ücretlilerin Gelir Vergisi Kanunu’nun 89’uncu maddesinde yer alan eğitim, sağlık harcamaları gibi indirim unsurlarını matrahlarından indirebilmelerine imkân sağlayan hususlar yok.

Tam tersine bu teklifte mevcut yanlışlarım daha da ötesine gidilen, yanlışların devamını getiren maddeler var.

KKM ve katılım hesaplarına uygulanan kurumlar vergisi istisnasının süresinin Haziran 2024 tarihine kadar uzatılması var.


Bu ne demek?

Yani eğer bizim esnafımız 10 liralık mal alıp sattıysa, oradan helalinden alın teriyle 1 liralık bir kazanç sağladıysa ondan vergi alıyorsunuz. Kur Korumalı Mevduattan faiz üzerine faiz, katmerli faiz, bir de kur farkı alan kişilerden tek kuruş vergi almıyorsunuz. Bu ne demek ya? Bu nasıl bir şey?

Parası olan, serveti olan bankada kur korumalı mevduat açan ve bundan katmerli faiz alan, faiz üzerine kur farkı alanlardan bir kuruş vergi almıyorsunuz. Bunun Haziran'a kadar da devam edeceğini torba yasaya koyuyorsunuz. Ama asgari ücretliden vergi almaya devam ediyorsunuz.

Kamuda çoklu ve ballı maaş uygulamasına son verme yönünde hiçbir adım atılmazken, tam tersine kamu görevlilerinin ekstra gelir elde etmesine yasal dayanak oluşturan madde koyuyorsunuz bu torba kanuna. Biz diyorduk ya 5 yerden 10 yerden maaş almak… Böyle bir şey olur mu? Şimdi ne yapıyorlar bu torba kanuna koydukları madde ile bunun yasal zeminini güçlendiriyorlar.

Cumhurbaşkanına vergi düzenlemesine ilişkin çok sayıda yeni yetkiler veriyorlar bu torba yasayla.

Arkadaşlar, bütçe hakkı meclisindir. Vergiyle ilgili önemli düzenlemeler mecliste yapılır çünkü meclis çok güçlü ve önemli bir istişare mekanizmasıdır. Meclis evet bir yasama organıdır ama aynı zamanda bir denetim organıdır ama aynı zamanda geniş bir istişare mekanizmasıdır.

Siz vergiyle ilgili önemli konuları artık meclise getirmeyeceğiz, cumhurbaşkanına yetkiyi alacağız, cumhurbaşkanı hani ‘Bir gece ansızın geleceğiz’ diyor ya ansızın vergi gördük, başka bir şey görmedik. Yani gece yarısı ansızın vergilerle gelebileceği yetkisini bu torba yasayla cumhurbaşkanına veriyorsunuz.

Biz bu torba yasayı madde madde tek tek inceledik. Bütün politika birimlerimiz, detaylıca torba yasanın röntgenini değil MR’ını çekti. Ne yapmaya çalıştıklarını biliyoruz. Ha içinde haklı, gerekli şeyler var onu da teslim etmemiz gerek ama yanlışların devamı ve doğruların yapılmamasıyla ilgili konuları da gündeme getirmek zorundayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Son günlerde gizli fon dolandırıcılığı, sosyal medya fenomenleri üzerinden kara ve kayıt dışı para aklama, vergi kaçırma gibi hadiselerine sıklıkla şahit oluyoruz.

Bu tür hadiseler iktidarın ekonomi, hukuk ve şeffaflık alanlarında oluşturduğu yozlaşmanın ortamının birer tezahürüdür, başka bir şey değildir.

Bu hükümet, alın ve akıl teri dökerek kazanç elde etme yerine ölçüsüz rant, rüşvet, yolsuzluk ve köşe dönme anlayışıyla kısa yoldan zengin olmayı özendiren bir ekonomik iklim yaratmıştır bu ülkede.

Bu ülkede, hakkaniyetle, alın teriyle, bilek gücüyle helalinden kazanmanın zorlaştığı bir ortam oluşturmuştur.

Sürekli kayırma, ‘Kim kimin adamı, o bizden mi değil mi, bizdense yardımcı olalım, bizden değilse işini zorlaştıralım…’ Fırsat eşitliğinin olmadığı, adil rekabetin olmadığı bir ülkede insanlar, para kazanmak için farklı yollara sapabiliyor.

Oysa bilseler ki, ‘Ben hakkıyla helalinden çalışırım ve hakkımı kazanırım’ diye bir inanç olsa insanlarda bu tür yanlış yollara sapmak da daha az olacaktır.

Ama kuşkusuz şunu da söylemek zorundayım, vatandaşlarıma da buradan seslenmek zorundayım; ‘Tencere doğurdu’ diyenlere inanmayın. Her dönemde olmuştur bundan sonra da olacaktır. Nasreddin Hoca’nın meşhur hikayesi biliyorsunuz. Komşusuna tencere vermiş, komşusu daha küçük bir tencereyle beraber getirmiş, bu ne deyince de ‘Tencere doğurdu’ demiş. Sonra bir daha bir daha deyince de demiş ki ‘Senin tencere öldü.’ ‘Tencere ölür mü’ diye sorduğunda da ‘Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?’ Bunu eminim çoğu biliyordur da ya “bu tencere doğurdu” diyenlere inanmayın.

Finansal bilinç, finansal okur yazarlık çok çok önemli bir konu. Bir yerde ölçüsüz bir kazanç varsa, bilin ki orada bir haksızlık vardır, bilin ki aldatma vardır, bilin ki hukuksuzluk var. ‘Kısa yoldan para kazanayım’ denildiğinde bunu helalinden yapmak çoğu zaman çok zordur. Çoğu zaman haram karışmıştır o işe. Dolayısıyla makul, helal kazanç, hakkıyla kazanç. Bu konuda herkesin dikkatli olması lazım, herkesin uyanık olması lazım. Ama tekrar ediyorum: Bu ülkede bu iklimi oluşturan ve bu işin asıl sorumlusu, müsebbibi bu hükümettir ve Sayın Erdoğan’dır.

Hukuk alanında da Ziya Paşa’nın dediği gibi “Milyonla çalanın izzetle baş tacı edildiği” bir ortamın önünü bu hükümetin haksız, hukuksuz uygulamaları sonu açılmıştır.

Bir de yapanın yanına kar kaldığını da görüyoruz. Eğer bütün bunları yapanlar bir şekilde devletle bir şekilde yargıyla zaten işi önceden planlayıp yaptılarsa herhangi bir cezayla kalmadıklarında görüyoruz.

Böyle bir ortamda; dolandırıcılar, kendini uyanık gören ahlaksızlar hukuk önünde hesap vermekten korkmadan hareket edenlerin çoğalması da yine bu adaletsizlik ve hukuksuzluk ortamının bir üründür.

Yolsuzluk kelimesinin resmi dokümanlarından, bu ülkenin resmi dokümanlarından biliyorsunuz yolsuzluk kelimesi çıkarılıyor. Çoğu dokümanlarından o kelime temizleniyor. Böyle bir ortamda şeffaflığı, denetimi, iç kontrolü ve hesap verebilirliği yok eden bir yönetimin Türkiye'yi bu bataklıktan çıkarma şansı yoktur.

DEVA Partisi olarak bu konuların takipçisi olmaya sonuna devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar…

İsrail’in Gazze’deki saldırıları ağır ve insafsız şekilde devam ediyor.

Bu büyük kıyım; hukuksuzca, haksızca bugüne kadar yaklaşık 16 bin masum insanın ölümüne sebep oldu. Bunların %70'i kadın çocuk.

İlk günden beri tekrar ediyoruz; İsrail’in işlediği bu insanlık suçuna destek olan ülkeler, bu suçun ortağıdır ve bu kara lekeyi onlarca yıl temizleyemeyeceklerdir.

Zamanında zulme uğramak, zamanında soykırımına uğramak hiçbir millete, hiçbir halka zulmetmek, soykırımına soyulmak hakkı vermez. Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez. Zamanında uğranılan haksızlık ve soykırımı bugünkü soykırımına meşruiyet zemini hazırlamaz, böyle bir şey yok.

Nasıl o dönemki soykırımı bugün bütün dünya tarafından lanetleniyorsa bilin ki bugün Gazze’de işlenen insan suçları, insanlık suçları ve savaş suçları da gün gelecek bütün dünya tarafından lanetlenecek. Dolayısıyla bu konuda karar alanların, bu alınan kararları destekleyenlerin aklını başına alması lazım.

Şu anda Batı’nın kendi inşa ettiği değerlerinin altında kalmasına şahit oluyoruz.

Hani insan hakları, hani çocuk hakları, hani kadın hakları, hani hukuk, hani uluslararası hukuk, hani savaş hukuku. Bütün bunlar gerçekten insanlığın ayaklar altına alındığını bize gösteriyor.

Tüm bunlar yaşanırken bu dört gün olarak anlaşılan, daha sonra da gün gün uzatılan ateşkes anlaşmasından da biz tabii ki memnuniyet duyduk. Ama bu ateşkes kanayan yaraya sadece ufak bir pansuman.


Unutmayalım ki kalıcı bir barış sağlanmadan, sadece ateşkes değil, kalıcı bir barış sağlanmadan İsrail-Filistin meselesinin gerçek anlamda çözümü mümkün olmayacaktır. Bunun için de kök sebeplere inilmek zorundadır, kök sebeplere.

Bu Filistin-İsrail meselesinin kök sebeplerinde neler vardır? Bir tecrit vardır, izolasyon vardır. Gazze'deki ve Batı Şeria’daki milyonlarca Filistinlinin, Filistinlinin sınırlar arasında, kısıtlamalar altında yaşaması vardır. Yine kutsal mekanlara, bütün ilahi dinler için kutsal olarak bilinen mekanlara İsrail devletinin her gün taciz uygulamaları vardır kök sebeplerinde. Kök sebeplerine indiğinizde Batı şer Şeria’da yerleşkelerin gittikçe çoğalması vardır.

Bugün Gazze'de bir işgalden bahsediyoruz değil mi? Bu işgal bir savaşla, bombardımanla yapılan bir işgal. Ama unutmayalım ki onlarca yıldır Batı Şeria’da da bir işgal var. Yerleşkeler yoluyla sürekli olarak Filistinli kardeşlerimizin hakkı olan toprakların üzerinde İsraillilerin yerleşkelerinin sürekli çoğalması var. Bu kök sebeplere inip de bunlar çözülmeden bu meselenin tamamıyla çözülmesi mümkün olmayacaktır.

Şunu da ifade etmek istiyorum; Tarafların, Türkiye'yi bu konuda arabulucu olarak görmemesi, kabul etmemesi, Türkiye'yi garantör bir ülke olarak görmemesi, kabul etmemesi de ülkemiz adına hicap duyulması gereken bir konudur.

Katar arabuluculuğundan bahsediyoruz. Mısır'ın ara ara bu konudaki dahli söz konusu oluyor. Peki Türkiye ne yapıyor? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ne yapıyor? Kuru hamaset, sokak eylemleri, sloganlar, “Eyyy” nidaları… Ama bunların hiçbirisi Filistin’deki kardeşlerimizin canlarını kurtarmaya yetmedi. Olmuyor.

Bağırıp çağırmakla sorunu çözemiyorsunuz. Sorunu çözemiyorsunuz.

İç kamuoyuna dönük propagandaya malzeme edilen Filistin davası, Filistin’deki bebekleri bombalardan kurtarmadı.

Hükümet slogan atmak dışında icraat üretmekte zorlanıyor. Çünkü güven, güven, güven. Güven yoksa, itibar yoksa kimse sizi arabulucu olarak kabul etmez.

Güven yoksa, itibar yoksa garantör olarak sizi kimse kabul etmez. Garantör ne demek? Kefil demek değil mi? Güvenilmeyen bir hükümetin kefaleti imzası muteber midir? Kabul görür mü? Görmez.

Peki güveni nasıl sağlayacaksınız?

Her daim doğruyu söyleyeceksiniz. Dış politikada zikzak yapmayacaksınız. Sürekli U dönüşleri yapmayacaksınız.

Daha son yerel seçimlerde İstanbul Belediyesi için işte “Binali Yıldırım mı, Sisi mi?” derken gidip daha bir sonraki yerel seçimler gelmeden Sisi'nin elini sıkıp kucaklamayacaksınız. Böyle güven sağlanmaz.

Uluslararası ilişkilerde, dış politikada güven tutarlılıkla sağlanır. Hep uluslararası hukuktan, haktan, adaletten yana durarak güven sağlanır. Siz bunları yapmazsanız işte böyle en kritik dönemde binlerce insanın, sivilin, kadının, bebeğin öldüğü bir dönemde söylediğiniz laflar buharlaşır, uçar.

Tüm bunların yanında değerli arkadaşlar, 7 Ekim saldırısından bu yana yaşananların ifşa ettiği hakikatleri görmezden gelemeyiz.

Pek çok uluslararası kuruluşun sessizliğini, devlet binalarından sarkıtılan İsrail bayraklarını, Filistin’e destek verdiği için işinden olan akademisyenleri, sanatçıları görmezden gelemeyiz.

Sadece “bunlar insandır, bunlar candır” dediği için Amerika'nın en iyi üniversitelerinde okuyan öğrencilerin işe alınmamayla tehdit edilmesi. Özellikle bazı sermaye çevrelerinin Amerika'daki üniversitelere ki düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün merkezleri değil mi buralar? Oralara ipotek koyarcasına bu gençleri tehdit etmeleri kabul edilemez.

Gazze, bu yönüyle sadece bu coğrafyanın değil dünyanın da yüz çeviremeyeceği bir dram haline gelmiştir.

Gazze’de, İsrail’in her bombasıyla sadece insanların değil, fikri bir tahayyülün de öldüğüne şahit olduk, şahit oluyoruz.

Gazze’nin etrafını çevreleyen duvarlar gibi, düşünce özgürlüğünün etrafında zihinlere duvarlar örülmeye çalışıldığını görüyoruz.

Sivil ölümlerinin, hastane bombalamalarının pazarlığının yapıldığını, bunlara hukuki görülen birtakım kılıflar beraber anıldığını da görüyoruz.

Gazze, bu yönüyle artık tüm insanlığın gündemidir.

Bir kez daha uluslararası kamuoyunu; Gazze’ye, Filistin’e adalet ve barış sağlamak için yoğun bir gayret etmeye davet ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel seçimlere 4 ay var. 30 Kasım, 31 Mart.

Daha evvel de söylemiştim: Biz DEVA Partisi olarak yerel seçimlere kendi adımızla ve kendi adaylarımızla gireceğiz.

Bunun kararını yetkili organlarımızda almıştık ve bunu da Tüzük Kongremizde resmen açıklamış idik.

Ülkemizin dört bir yanına DEVA Belediyeleriyle hizmeti ulaştırmanın şu anda yoğun bir hazırlığı içerisindeyiz.

İktidarın yozlaşmalarına, yolsuzluklarına; temiz ve şeffaf belediyecilik ile cevap vereceğiz. Aynı zamanda etkin bir belediyecilik anlayışıyla cevap vereceğiz.

Muhalefetin “İktidar partisi olmadığımız için iş yaptırmıyorlar” bahanesine, güçlü icraatımızla, cevap vereceğiz.

Bahane üretmeyeceğiz. Boş laf üretmeyeceğiz, çalışacağız.

Belediyeleri, vatandaşın evi yapacağız.

Belediyeleri, sokakların sesi yapacağız.

Belediyeleri, halkın sorunlarının çözüm adresi yapacağız.

Demokrasiyi yerelden güçlendireceğiz.

Tüm bu hoyrat düzene, hukuksuzluklara, haksızlıklara yerelden başlayarak dur diyeceğiz.

İsrafı, haramı önce yerelde sileceğiz.

Yerelde sileceğiz ki bir sonraki genel seçimlerde “işte biz bunu yaptık, başardık. Bunu ülke yönetiminin tümüne hâkim kılacağız. Bu yönetim anlayışını ülke yönetiminin tümüne hâkim kılacağız” diyeceğiz.

Tüm bu hoyrat düzene dur diyeceğiz.

Bu seçim değerli arkadaşlar bizim seçimimiz. Bu seçim mutlu şehirler için DEVA’ya oy verecek milyonların seçimi.

Diyorum ki vatandaşlarımıza; Gelin hep beraber iktidar partilerine de muhalefet partilerine de demokrasi neymiş, şehir yönetmek neymiş, hak neymiş,hukuk neymiş gösterelim.

DEVA; bu ülkenin haksızlığa uğrasa da hak yemeden yaşayan esnafıdır.

DEVA; bu ülkede artan maliyetler altında ezilen, ama üretimden asla vazgeçmeyen çiftçilerdir.

DEVA; yarınlarından endişe duysa da ülkesinden vazgeçmeyen gençleridir.

DEVA; bu ülkenin, sokaktaki şiddetle her gün mücadele eden kadınlarıdır.

DEVA; bu ülkenin, yaşam şartları her geçen gün daha da ağırlaşan çalışanlarıdır.

DEVA; bu ülkenin, senelerce hizmet ettiği ülkesinden üç kuruşluk emekli maaşıyla geçinmeye çalışan emeklileridir.

Arkadaşlar; DEVA; bu ülkenin alın teriyle kazanan milyonlarıdır.

İşte DEVA Belediyeleri o milyonların helal kapısıdır.

Tüm vatandaşlarımızı tam demokrasi için yerelde DEVA’yla birlikte yürümeye buradan davet ediyorum.

*****

Bu önümüzdeki pazar günü, 3 Aralık Pazar günü ilk grup belediye başkan adayımızı kamuoyuyla paylaşacağız.

Türkiye'nin dört bir yanından tüm Türkiye coğrafyasından yaklaşık 50 kadar adayımızı duyuracağız ve sanırım böylesine kapsamlı bir tanıtım programıyla adaylarını kamuoyuna duyuran ilk siyasi parti de DEVA Partisi olacak. Ve böylece tüm Türkiye sathında il il, ilçe ilçe adaylarımız derhal çalışmaya başlayacak.

Yerel yönetimler ve şehircilik anlayışımızı tüm Türkiye sathında kılcal damarlara kadar vatandaşlarımıza anlatacağız, izah edeceğiz ve adaylarımız vatandaşlarımızın karşısına; Bir, sağlam bir yerel yönetim ve belediyecilik anlayışıyla, iki, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışıyla çıkacaklar.

Bunun içindir ki hem bizim yerel yönetimler ve şehircilik politikaları başkanımız Cem Avşar Bey'in koordinasyonunda hazırlanan yerel yönetimler politikamızı tüm belediyelerimize şamil etmiş olacağız. Hem de belediyecilik için siyasi etik kurallarımızı bir sözleşme halinde tüm adaylarımızla imzalayacağız.

Yani bizim belediye başkanlarımız daha aday oldukları gün siyasi etik sözleşmesine atacakları imzayla nasıl bir yönetime talip olduklarını ve seçildiklerinden nasıl yöneteceklerini öyle lafta değil, yazıyla imzayla bağlayıcı bir şekilde imzayla ilan etmiş olacaklar.

Bu DEVA farkı olacak. Bu temiz yönetim farkı olacak. Ama dediğim gibi sadece temiz yönetim değil, aynı zamanda etkin yönetim. Yani iyi belediyecilik ama aynı zamanda temiz belediyecilik. Ve bu kapasite DEVA'da var. Bu kapasite bizim adaylarımızda var.

*****

Değerli arkadaşlar,

Son olarak şuna değinmek istiyorum ki; Geçen hafta %10’luk oyuyla sadece AK Parti’yi değil koskoca ülkeyi esir alan, adeta ülkenin üstüne kayyum gibi atanan Bahçeli’den söz etmiştim.

Tam altı gün sonra kendisinden değil de bir temsilcisinden cevap geldi. Şaşırılacak bir cevap da değil.

Zaten tek bildikleri küfür, hakaret, iftira, bağırma, çağırma. Ben Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum; Öyle yardımcılarınızın arkasına falan hiç saklanmayın, çıkın ne söyleyeceksiniz, bana cevap verin, söyleyin.

Yine kendisine soruyorum: Sayın Bahçeli, bugüne kadar sizin bu ülkenin yararına, bu ülkenin menfaatine hangi icraatınız oldu?

Ya bağırıp çağırmaktan, hakaretten o öfke siyasetinden başka somut icraattan bahsediyorum ya somut icraat; “Yani ben bu ülke için şu taşın üzerine bu taşı koydum. Şu tuğların üzerine bak bir tuğla daha koydum” diyebileceğiniz ne var?

Bütün krizlerde iktidar ortağıydınız. Hiç unutmuyoruz. 2001 krizinde başbakan yardımcısı olduğunuz dönemde, o başbakanlık merkez binanın önünde yazar kasa fırlatılırken esnafımız tarafından, siz o binadaki makam odanızı kullanıyordunuz. Hükümetin ortağıydınız, krizlerin ortağıydınız.

E dikkat edin şöyle bir kronolojiye Bahçeli geldi Erdoğan'a ortak oldu. O günden bu yana ülke bir krizden diğerine savruluyor değil mi? Ne hikmetse. Nerede kriz? O resmin içerisinde Bahçeli var. Ekonomik kriz deseniz öyle. Yargı kriz deseniz öyle.

İşte ülkede bir yargı krizi yaşıyoruz değil mi? Anayasa Mahkemesi karar alıyor, Yargıtay o karara karşı çıkıyor. İşte Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu şu bu… Kriz. Bakıyoruz Bahçeli tam ortasında bir şeyler söylüyor. Onun için krizlerin ortağı diyoruz.

Bugüne kadar Gazi Meclisimizin salonlarından hakaret ve küfür etmek dışında ne yaptığınız, çıkın bu millete bir anlatın ya. “Benim bu ülkeye şöyle bir faydam oldu. Şöyle bir proje yaptım. Şöyle bir icraat yaptım” diye çıkın anlatın.

Yok anlatacağı bir şey yok arkadaşlar. Dolayısıyla biz bu çarpıklığı Bahçeli'nin, Milliyetçi Hareket Partisi gibi bu ülkenin köklü bir kurumunu, Milliyetçi Hareket Partisi gibi geleneğe olan saygınlığı olan köklerden gelen bir kurumu Bahçeli'nin bu hale getirmesi gerçekten ülkemize de ülkemizdeki milliyetçilik anlayışlarına da yakışmıyor.

Bu otoriter rejim heveslilerinin tam karşısında durmaya biz devam edeceğiz.

Ha bu arada şunu da vurgulamak istiyorum ki;

Sadece iktidar değil… Muhalefette de gücü eline geçirdiği anda anında otoriterleşecek insanlar olduğunu, partiler olduğunu da görüyoruz. Bunu da söylemek zorundayım.

Yani bu otoriterlik sadece şu anda iktidarın bir sorunu değil. İktidar gücü eline geçtiği anda otoriterleşecek muhalefette de insanlar partileri olduğunu görüyoruz.

Gerçekten biz bu otoriterlik zihniyetini tümden reddediyoruz

Bizim için esas olan arkadaşlar özgürlükçü demokrasidir. Gerçek anlamda halkın iradesidir.

Seçimlerde kazananların o yetkiyi cebine koyup “ben aklıma eserini yaparım” dememesidir.

Seçilenlerin ülkeyi hukukla yönetmesidir. Seçilenlerin her zaman hesap vermeye hazır olmasıdır. Gerçek demokrasi, tam demokrasi, özgürlükçü demokrasi budur.

Ve işte DEVA bu ülkede özgürlükçü demokrasinin, tam demokrasinin temsilcisidir.

Lafta demokrat değil, özde demokratların partisidir DEVA Partisi.

*****

Değerli basın mensupları,

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP28) BAE, Dubai’de başlıyor. 12 Aralık’a kadar devam edecek.

Biz bu COP28 toplantılarını çok yakından takip ediyoruz. Ve politika başkanımız, milletvekilimiz Evrim Hanım, Evrim Rızanoğlu'nun başkanlığında oluşturduğumuz Çevre Ve İklim Değişikliği Politikamız, doğa hakları politikalarımız sadece Türkiye için değil, tüm dünya için bir mihenk taşınışı elindedir. Ve biz bu işi bilerek yapıyoruz, laf olsun diye değil.

Kesin çözümlerimiz var. Bu hedeflere nasıl ulaşacağıyla ilgili kesin önerilerimiz var. Ben de zamanında hem Birleşmiş Milletler tarafında hem de G20 tarafında bütün bu uluslararası çalışmalara katkı veren heyetler içerisinde görev aldım, davet üzerine katıldım. Ve daha iki ay önce de yine katıldığım bir uluslararası toplantıda partimizin bu çevre politikalarıyla alakalı ve dünyada ne yapılması ile ilgili politikalar konusundaki duruşunu, hazırlıklarımızı muhataplarla paylaştım.

2053 net sıfır hedefi var hükümetin. Biz bunu kendi dokümanımıza 2050 olarak yazdık. Yani daha iddialı bir hedef koyduk. Türkiye'nin yapması gerekenler var.

Ama sadece Türkiye'nin yaptıkları iklim değişikliği için yeterli değil.

Çünkü bugün Çin'deki bir termik santral, Amerika'daki bir termik santral çalışmaya devam ettiği sürece Türkiye'de de iklim değişikliğine sebep oluyor. Endonezya'da da iklim değişikliğine sebep oluyor. Güney Afrika'da da iklim değişikliğine sebep oluyor. İklim değişikliği küresel bir sorun.

Özellikle şimdiye kadar bu atmosferi çok kirleten, biz onlara stok kirletici diyoruz. Yani bugüne kadar kirleten ülkelerin bu işe daha çok kaynak ayırması gerekiyor.

Başta bir numaralı stok kirletici kim? Amerika Birleşik Devletleri. İkinci akım kirletici, sürekli kirletmeye devam eden kim? Çin. Amerika ve Çin, iklim değişikliğiyle ilgili gerekli tedbirleri almadığı sürece, diğer ülkeler ne yapsa bu kötüye gidişi engelleyemez, mümkün değil.

Dolayısıyla bu COP28 toplantılardan beklentimiz, şu anda dünyanın birinci ve ikinci büyük ekonomisi olan ve aynı zamanda şimdiye kadar en çok dünyayı kirleten, en çok bu atmosfere zarar veren bu iki ülkenin hem aralarında anlaşması hem de bu işe para koymaları. Laf değil, para koymaları.

2008-2009 krizi geldi, 4 trilyon dolar karşılıksız siz para bastınız. Pandemi geldi, bir 4 trilyon daha karşılıksız para bastınız. Her yere para buluyorsunuz da şu anda dünyayı en büyük tehdit kaynağı olarak endişelendirmesi gereken ve bütün iklim değişikliğiyle gelecek nesillerin hayatını karartacak bir riske de gelin bugünden para koyun diyoruz. Ha şu da var, biz Türkiye olarak üzerimize düşeni yaparız. Dünyadaki ekonomik büyüklüğümüzün payı neyse Türkiye'nin o pay kadar bu işe para koyma gücü de vardır.

Ha şu anda ülkeyi yönetenler parayı bulamıyorsa biz buluruz. Onlar mesele değil. Kolay. O ekonomilere, o ülkeyi yönetenlere çağırın. Amerika'ya, Çin'e çağırın. Siz üzerinize düşeni yapın. Biz de payımıza düşeni Türkiye olarak yaparız. Türkiye bu güce sahiptir. Yeter ki gelin hep beraber, gelecek nesiller için daha yaşanılabilir bir dünya bırakalım.

Dediğim gibi biz bu COP 28'i çok yakından, gün gün, an an takip edeceğiz.

*****

Sözlerimin sonuna gelirken, 3 Aralık “Dünya Engelliler Günü”nü ve 5 Aralık “Dünya Kadın Hakları Günü”nü şimdiden anmak istiyorum.

Dünya Engeller Günü, 3 Aralık, aynı zamanda bizim aday tanıtımını yapacağımız gün, bu pazar günü.

Bu vesileyle engelli vatandaşlarımızın eğitim sorunu var, istihdam sorunu var ve yaşam alanlarıyla ilgili çok çok büyük sorunlar var.

Bugün bir tekerlekli sandalyeyle bu ülkede yaşamanın ne kadar zor olduğunu ancak yaşayanlar biliyor. Ancak o tekerlekli sandalyeye de hayatını geçirenler ne kadar zor olduğunu biliyor. Dolayısıyla yaşam mekanlarının engelli vatandaşlarımız için uygun hale getirilmesi ve mutlaka ve mutlaka eğitim ve istihdamla ilgili sorunların çözülmesi çok önemli.

Her vatandaşımızın güçlü olduğu yönleri var. Engelli olan her vatandaşımızın iyi olduğu, güçlü olduğu, yetenekli olduğu alanlar var. Her bir vatandaşımızın yeteneği, gücü, imkânı hangi alandaysa o alanda eğitilmesi ve o alanda istihdam sağlanması. Çözüm çok zor değil. Yeter ki buna kafa yorulsun, yeter ki buna akıl teri harcansın.

Yine 5 Aralık, önümüzdeki salı günü Dünya Kadın Hakları günü. Kadınların tabii en önemli hakkı yaşama hakkı.

Biz geçtiğimiz cumartesi günü, kadına karşı şiddetle alakalı İstanbul'da güzel bir program düzenledik. İstanbul İl Teşkilatımızın düzenlediği Kadın Çalışmaları Koordinatörlüğümüzün başkanlığında yapılan iyi bir programdı. Ben arkadaşlarımızı tekrar buradan tebrik etmek istiyorum.

Ve aynı zamanda seçme ve seçilme hakkıyla ilgili de bir gün 5 Aralık. Dolayısıyla bu vesileyle, Dünya Kadın Hakları günü vesilesiyle, şimdiden bütün kadınlara “gelin siyasette var olun, siyasette var olma hakkınızı kullanın. Seçin ama aynı zamanda seçilin” diyorum. Tekrar bu kürsüden, sanırım üçüncü defa tüm kadınlara “gelin, DEVA’dan adaylık için müracaatınızı yapın. Ne kadar çok kadın belediye başkanımız olursa, ne kadar çok kadın meclis üyemiz olursa Türkiye için, demokrasimiz için ve tüm Türkiye'deki kadınlar için o kadar güzel bir tablo oluşacaktır.

Çünkü kadın eli değdiği anda kararlar daha isabetli, daha doğru verilir. Biz buna inanıyoruz, inanarak söylüyoruz.

Tekrar bu toplantıya katıldığınız için teşekkür ediyorum.

Eğer basın mensubu arkadaşlarımızın soruları var ise o sorulara da cevap vermeye çalışayım.

 

23 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 6. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Ali Babacan TBMM 6. Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Değerli basın mensupları,

Değerli arkadaşlarım,

Ekranları başında bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarım,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Bugünkü Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz.

*****

Bu sabah acı bir haberler uyandık. Bir maden ocağı kazası daha yaşandı. Siirt’in Şirvan ilçesinde maden ocağında meydana gelen göçükte 3 madenci kardeşimizim hayatını kaybetti. Emre Gökduman, Orhan Gültekin ve Zekai Can Çalık’a Allahtan rahmet diliyorum. Ailelerine sabır diliyorum. Yaralı kardeşlerimizin bir an önce sağlıklarına kavuşmalarını temenni ediyorum.

Bu kaza tüm yönleriyle soruşturulmalı ve ihmali olan, eksiği, kusuru olanda mutlaka yargı önünde hesap vermeli.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz pazartesi günü, 20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günüydü.

20 Kasım, Birleşmiş Milletler “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”nin kabul edildiği tarihtir.

Her yıl bu tarihte Dünya Çocuk Hakları Günü kutlanır.

Bu sene 20 Kasım, Gazze’de yüz binlerce çocuğun gözyaşları arasında maalesef anıldı.

Tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bu vahşette çocuklar, bebekler can çekişirken pek çok ülke ya İsrail hükümetine destek verdi, veriyor, ya da sessiz kalarak bu zulme ortak oluyor.

Bu vahşete destek veren tüm ülkeleri, bu ülkenin yöneticilerini bir kez daha şiddetle kınıyorum.

Bu vicdansızlıkla, bu riya ile, insanlık gözümüzün önünde ölüyor.

Biliyorsunuz Mısır’ın ve Katar’ın öncülüğünde bir arabulucuk yapılmaya çalışıldı.

İstenen sadece ve sadece 4 günlüğüne silahların susması ve bu arada da insani yardımların insanlara ulaşmasıydı.

Fakat bu sabah aldığımız kararlar onu gösteriyor ki; İsrail hükümeti, savaş kabinesi bu kısa süreli silahların durması teklifine de son dakikada reddetti, bozdu ve maalesef savaş tüm acımasızlığıyla Gazze'de devam ediyor ve edecek.

*****

Çocuk haklarına bahsedince değerli arkadaşlar, birazda ülkemize bakmak istiyorum.

Ülkemizde milyonlarca aile şu anda mutlak yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor.

Gittiğimiz her yerde günde tek öğünle beslenen, yeterli gıdaya, ete, yoğurda, süte ulaşamayan çocuklarla karşı karşıya kalıyoruz.

Çocukların beslenme çantalarının boş olduğunu görüyoruz.

Ekonomik krizin, yoksulluğun en sert vurduğu, yine ülkemizdeki çocuklar…

Tam da bu nedenle çocuk yaşta ekmek parası için çalışan çocuklarımız var. Çalışırken, iş kazalarında ölen çocuklarımız var.

FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin raporuna göre sadece 2022 yılında ülkemizde 81 çocuk iş cinayetlerinde kurban olmuş durumda.

Yine aynı rapora göre;

62 çocuk intihar sonucu, 60 çocuk şiddet sebebiyle, 37 çocuk şüpheli ölümler sonucu, 30 çocuk bireysel silahlanma nedeniyle, 541 çocuk ihmal nedeniyle yaşamını kaybetmiş, sadece 2022 yılı içerisinde.

*****

Bitmiyor;

İnsan Hakları Derneği’nin 2022-2023 raporu ise tam ibretlik.

Bu rapora göre özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kolluk görevlilerinin eylemi sonucunda 3 çocuk hayatını kaybetmiş durumda.

Resmi hata/ihmal sonucu 4 çocuk yaşamını yitirdi, 254 çocuk ise çeşitli
Şekillerde yaralandı.

Mayın ve açık alanlardaki patlayıcıların infilakı sonucu 3 çocuk ağır şekilde yaralandı. 19 çocuk şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.

Şüpheli çocuk ölümlerinin en çok yaşandığı iller Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak.

Bölgede intihara sürüklenen 10 çocuk yaşamını yitirdi. 4 çocuk
İntihar teşebbüsünde bulundu. Bu rapora göre, çocuk intiharları en çok Şırnak ve Mardin’de yaşandığını görüyoruz. 1 çocuk ise hapishanede intihara sürüklendi.

Toplumsal alanda şiddet sonucu en az 8 çocuk yaşamını yitirdi, 13 çocukta yaralandı.

Yine en az, dikkat ederseniz rakamları ‘en az’ diye söylüyorum, raporu hazırlayanların bulduğu, tespit ettiği sayılar bunun daha fazla olduğunu tahmin ediliyor. Ama kanıtlanmış, ispatlanmış sayılar olduğu için en az bu rakamları veriyorum.

En az 279 çocuk toplumsal alanda cinsel istismar ve saldırıya maruz kaldı. 4 çocuk kaçırılarak alıkonuldu, 3 çocuk fuhuşa zorlandı.

Çocukların özgürlüğüne ve güvenliğine yönelik ihlaller sonucu; en az 191 çocuk gözaltına alındı. 3 çocuk tutuklandı. Gözaltında 2, hapishanelerde 1, gözaltı yerleri dışında 16 olmak üzere en az 19 çocuk işkence ve kötü̈ muameleye maruz kaldı.

Bu sayıları böyle peş peşe sıralayınca sanki basit gibi geliyor, ama verdiğim sayıların her biri bir can, her biri bir çocuk.

Durum gerçekten vahim.

Arkadaşlar;

Ülkemizin her bir kilometrekaresini çocuklar için güvenli kılmadıkça, ülkemizin her karışını gülen çocukların yuvası yapmadıkça, tam demokrasiye ulaştığımızı söyleyemeyiz.

Çocukların huzurla, güvenle ve barış içinde büyüdüğü Türkiye’yi inşa etmeden refaha da feraha da kavuşamayız.

Bütün bu anlattıklarımın hem Gazze'de hem Türkiye’de yaşandığının burukluğu ile söylüyorum:

Dünya çocuk hakları günü kutlu olsun!

*****

25 Kasım Cumartesi günü “Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele” günü.

Bu yıl sadece İlk 10 ayda 253 kadın eş veya sevdikleri tarafından öldürüldü.

Şüpheli ölüm sayısı ise 194.

Topladığınız zaman, 447 kadın hayatını kaybetti. Bunlar raporlara geçmiş, tespit edilebilmiş sayılar.

Partimiz kuruldu kuruları söylüyoruz, sürekli ısrar ediyoruz İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmelidir. Bu hükümet, Cumhurbaşkanı attığı tek imzayla Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak Türkiye'de kadına şiddetle ilgili bu ülkeye verilecek en büyük zararı vermiştir, vermektedir.

Bu değerli arkadaşlar, bir iklim meselesi. Bu ülkede yaşayan insanların genel anlamada bir yaşam kültürü meselesi. Eğer siz siyasetin en tepesinde, ülkenin en başında kadına şiddete karşı sağlam bir duruş koymazsanız o gevşeklik devletin bütün kılcal damarlarına kadar nüfus eder. Kolluğa nüfus eder, yargıya nüfus eder.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak Türkiye’de kadına karşı şiddete yol açan, açık kapı bırakan ve bu konudaki duruşu zayıflatan bir adımdır.

İstanbul Sözleşmesi’ne bağlı yasalar vardır. Bu yasalar yetersizdir. Daha da en önemlisi uygulamadır.

Uluslararası Sözleşmeler bizim iç hukukumuza göre kendi hukuk normlarımızın daha üstünde bir düzenlemedir. Herkes uymakla mükelleftir. İç yasal düzenlemelerimiz bu sözleşmelere göre uyumlu hale getirilmek zorundadır. Uluslararası Sözleşme var, yasalar var ama bir de bunun uygulaması var. Uygulama da tamamen siyasi iradeye bağlıdır.

Bu ülkenin şu anda siyasi iradesine, ülke yönetimine en yüksek noktada temsil eden kişi Sayın Erdoğan’dır, Cumhurbaşkanıdır. Eğer sayın Erdoğan, Kadına şiddete karşı sağlam bir duruş ortaya koymazsa bu ülkede her gün daha fazla kadın canını kaybeder, saldırıya uğrar, haksızlığa uğrar.

İşte bunun içindir ki; defalarca çağrıda bulunduk ama 25 Kasım vesilesi ile ben bir kez daha buradan Sayın Erdoğan’a çağrıda bulunuyorum; İstanbul Sözleşmesi’ne dönün. Sözleşmenin gereğini yapın. Yasal düzenlemeleri hale eksik tamamların ve uygulama konusunda da bu ülkenin kadınların hakkını verin. En önemli hak eğer yaşama hakkıysa yaşama hakkını bu ülkenin kadınlarına verin. Bu sizin ülkenin Cumhurbaşkanı olarak en temel sorumluluklarınızda birisidir.

Biz DEVA Partisi olarak cumartesi günü İstanbul’da Kadın Çalışmaları Koordinatörlüğümüz başkanlığında bir etkinlikte bulunacağız. Bütün arkadaşlarımız, İstanbul teşkilatımız ve Genel Merkezimizdeki arkadaşlarımız orada olacaklar. Ve kadına karşı şiddet konusunda hep beraber “Hayır” diyeceğiz, itirazımızı, sağlam duruşumuzu tekrar ortaya koyacağız.

*****

Değerli Basın Mensupları,

İktidar ortaklarının son dönemdeki kavgalarını görüyorsunuz. Seçimden bu yana henüz 6 ay bile geçmeden…

50+1 meselesinden bahsediyorum… Aralarındaki meselenin ne olduğunu, ne olmadığını bir kenara bırakıyorum.

Bu Sayın Erdoğan ile Sayın Bahçeli arasındaki mesele. Biz onların arasındaki meseleye de ilgi gösterecek durumumuzda yok fazla üzerinde yorum yapacak durumumuzda yok.

Şunun açık açık söylemek istiyorum ki: Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi, kazanan kişiye olağanüstü yetkiler veriyor.

Şu andaki mevcut sistem. Adına sistem dediğimiz ama kendi içinde tam bir sistemsizlik olan bu ucube durumdan bahsediyorum.

Cumhurbaşkanına; bilgisinin, görgüsünün, yeteneklerinin ötesinde bir hükmetme gücü veriyor şu anda mevcut anayasa.

Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret gören, geri kalan hiçbir fonksiyonunu çalıştırmayan krizlere sebep olan bir durumdan bahsediyorum.

İşte biz, tam da bu sebeple, partimizi kurduğumuz ilk günden bu yana “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diyoruz.

Güçlü yasama, güçlü yürütme ve güçlü yargıdan bahsediyoruz.

Gücün tek bir kişide değil, birbirini denetleyen erkler arasında paylaştırıldığı; denge kontrol mekanizmasının tam olarak dert edildiği bir yönetim sisteminden bahsediyoruz. Toplumun her aşamada katılımcı demokrasiyle “denetim yetkisine” sahip olduğu bir sistemden bahsediyoruz.

Ama maalesef 2017’de apar topar, kimseyle istişare etmeden, yangından mal kaçırırcasına meclise getirilip hızlı bir şekilde geçirilen ve uzmanların uyarılarına aldırmadan uygulanmaya başlanılan bir sistem ülkemizi maalesef yokuş aşağı yuvarlamakta.

Dış politikadan ekonomiye, sağlıktan hukuka, gençlikten turizme her alanda daha kötü günler yaşadık, yaşıyoruz.

Şöyle 2018’den bu yana bir bakın. Ülkemizde iyiye giden ne var?

“Ülkemizin şu sorunu vardı ama çözüldü” diyebileceğimiz ne var? Her alanda ama her alanda ülkemiz zemin kaybediyor.

Hukukta adalette zemin kaybediyoruz, ekonomide zemin kaybediyoruz, eğitimde, sağlıkta zemin kaybediyoruz, uluslararası ilişkilerde sürekli itibar kaybediyoruz.

Baskıcı, totaliter bir sistem yüzünden 85 milyon sürekli kaybediyor.

Ne diyordu Sayın Erdoğan hatırlayalım, o kampanyada, o anayasa değişikliğinin yapılacağı referandum öncesi kampanyada; “Başkanlık sistemi gelecek koalisyonlar bitecek” demiyor muydu?

“Artık ülkemiz koalisyonsuz yönetilecek” demiyor muydu?

Şu anda iktidar ortağı kaç parti var, kendisi bile de bilmiyor.

Seçime giderken yanına kattıklarının kaç tanesi kendiyle beraber olur, olacak kendi de bilmiyor.

*****

Adına "Türk Tip” denen bu ucube sistem aslında tek bir kişi için kaleme alınmıştı.

Bizzat Sayın Erdoğan bu ülkeyi kafasına göre yönetsin diye kaleme alınan bir sistemdi bu.

Şahsına özel yapılan Anayasa’yı, yine kendi bedenine uyacak şekilde kesip biçmenin derdinde.

“Yeni Anaysa yeni Anayasa” dedikleri var ya “Hala bana engel olanlar var şöyle bir önüm açılsın. 3 dönem kuralı var, 2 dönem artı bir de parlamentonun hakkını sayarsak ‘e bunu açalım. “

Ne oluyor? “50+1 artık zor. 50+1’i tutturmakta artık zorlanıyorum. Durmadan yanıma ortak almak zorunda kalıyorum. 45+1 ile 40+1 ile 35+1 ile seçilebileyim.”

Demokrasilerde değerli arkadaşlar, Anayasa bir kişi için hazırlanmaz. Anayasa herkes için hazırlanır. Herkes uysun diye hazırlanır.

Bizim ülkemizde parti genel başkanları jübile yapmasını, zamanı gelince kenara çekilmesini bir türlü bilmiyorlar, öğrenemiyorlar.

Cumhurbaşkanlığı da "sınırlı ve süreli” bir görevdir. Hukukla sınırlı süreyle sınırlı bir görevdir.

Erdoğan da her hafta anayasayla uğraşacağına artık mevcut pozisyonundan zaman içerisinde bir onurlu çıkışın hazırlığını yapmak durumundadır.

Ülkeye hizmet etmek istiyorsa, bunun yolu sınırsız yetki ve sonsuz görev süresi değildir.

Nitekim kendisi bundan 10 yıl önce vakıf kurmaktan bahsediyordu. Hayır işleri ile uğraşacağım diyordu hatırlayalım.

“3 dönem kuralı” vardı AK Parti kurulurken. O ilk tüzüğü yazan kaleme alanlardan birisi de benim.

Ama 3 dönem geldi bırakmadı, bırakmıyor.

Durdukça da maalesef hele hele 2018’den bu yana bu yeni sistemle ülke zarar görüyor.

*****

Bugün anlıyoruz ki AK Parti’de de Cumhurbaşkanının kendisi de, AK Parti’deki bazı arkadaşlar, Cumhurbaşkanın kendisi de aslında sistemden rahatsız.

Tabii açıklamalarından anladığımız kadarıyla onun rahatsızlığı daha fazla demokrasi için bir rahatsızlık değil.

Denge ve kontrol mekanizmaları oluşturmayı, sistemi demokratikleştirmeyi falan da istemiyor.

Ne diyor?

“Daha dar bir seçmen grubunun beklentisine hitap edeyim, daha az sayıda seçmenden aldığım destekle aynı yetkiyi hatta daha fazlasını kullanayım”

“Oylarım düşse de koltuğumu koruyayım, oylarım düşse de başkalarına ihtiyacım olmadan ülkeyi kafama estiği gibi yöneteyim” diyor.

Hemen peşinden küçük ortak tabii durur mu? Arkasından cevap yetiştiriyor “krizlerin ortağı” ya sisteme âşık olduğu için hemen savunmaya geçiyor.

E sistemde en büyük kâr onun. Böyle bir ortaklık dünyada pek görülmemiştir. Kara ortak ama zarara karışmıyor. Bir tane kabine üyesi vermiyor.

Uygulamadan doğacak sorunların ortağı olmuyor ama ne oluyor?

İktidarın parçası olarak sürekli devlet kurumlarına nüfus etme kadrolaşma peşinde.

Onun içindir de %10’luk oyu ile Sayın Bahçeli şu anda ülkenin başında kayyum gibi hareket etmekte.

Sorumluluk yok, vatandaşın önünde hesap vermek yok; ama kâra ortak.

İktidarın bütün imkanlarından hoyratça istismar ediyor, istifade ediyor.

Ben buradan iktidara sesleniyorum:

Yaşanan tüm krizler, şu an içinde olduğunuz ittifaktaki sorunlar, yargıdaki bu gruplaşmalar çeteleşmeler…

Hepsinin çaresi için, size altın tepside çözümü sunuyorum.

Gelin bu sistemi değiştirelim.

Ülkemizi, yüz yılı aşmış, 100’üncü yaşına ulaşmış Cumhuriyetimizi, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ile taçlandıralım.

Reçete burada…Bu sadece DEVA Partisi’nin çalışması değil, Güçlü Demokrasiye Geçiş Eylem Planı, Çok sayıda anayasa hukukçusunun, dünyada iyi işleyen demokrasileri tanıyan, bilen sosyal bilimcilerin, siyaset bilimcilerinin katkısıyla hazırlanmış bir çalışma.

Biz bunu Ekim 2020’de 2 sene önce açıkladık. 2 sene önce detayıyla ortaya koyduk.

Bu da yetmedi benden başka hiç gösteren yok artık ama 6 partinin ortak imzasıyla bir anayasa değişiklik önergesi haline getirdik biz bunu.

Kodifikasyonu tamamlanmış, meclise teklif olarak sunulmaya hazır hap gibi hap hazır her şey hazır.

Dolayısıyla biz burada tekrar tekrar söylüyoruz ki; Dünyanın hiçbir yerinde hem bu kadar gücü elinde toplamış hem de yüzde 50 şartı olmadan iktidara gelmiş bir cumhurbaşkanının olduğu bir demokrasi yok.

Öyle bir şey yok.

Meseleyi sadece %50+1 olarak görmemek lazım.

Bu mesele memleket meselesidir ve memleket için en hayırlı olanı hepimiz için en hayırlısıdır diyoruz.

Gelin onla bunla hiç uğraşmayalım güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçelim.

Sayın Erdoğan inadını bıraksın.

Gerçekten şunu iktidar olarak masaya yatırsınlar.

Ve bunu iyi incelediklerinde görecekler ki hem kendileri için hem de ülkemiz için hayırlı olanı bu.

Gerçek demokrasi burada.

Ülkemizin gerçek anlamda hukuk devleti, gerçek anlamda bir ekonomik refah devleti olmasının yolu burada.

Başka yerlerde çözüm aramasından. Ülke gündemini de sürekli “Anayasa Anayasa Anayasa” deyip meşgul etmesinler.

Her hafta bir anayasa başlığı atıyorlar bütün ülke bunu konuşuyor. Burada derin sorunlar var, Gazze’de her gün yüzlerce insan ölüyor kadın ölüyor çocuk ölüyor.

Ekonomik krizden bütün bir ülke 85 milyon inim inim inliyor şu an bu ülkede ama sürekli “Anayasa” yok 50+1 yok şu yok bu.

Bakın biz bu tartışmalarında çatışmalarında içine girmeyiz. Burada niyet önemli.

Siz hukuka bağlı gerçek anlamda hukukun üstünlüğünün olduğu bir Türkiye istiyor musunuz istemiyor musunuz?

Eğer hukukun üstünlüğüne inanıyorsanız gerçek anlamda bir hukuk devleti olmasına inanıyorsanız Türkiye Cumhuriyeti'nin önce mevcut anayasaya bir uyun.

Anayasa mahkemesi kararlarına saygı duyun uyun. Bunu görelim ki sizin için anayasanın önemli bir hukuk metni olduğuna ikna olalım.

Ondan sonra ancak Anayasa konuşulabilir.

Bu haliyle Anayasa konusunda bizim hiç kimseyle konuşacak bir şeyimiz olmaz.

Önce mevcut Anayasa’ya uyun samimiyetinizi ispat edin ondan sonra Anayasa değişikliği ile ilgili konuları parlamenter sistemi baz alacak şekilde gelin konuşalım.

*****

Değerli arkadaşlar

Ekonomik kriz evreler değiştirerek devam ediyor.

Ülkemizde yoksulluk hızla yaygınlaşıyor hızla.

Her geçen gün sabit gelirli vatandaşlarımız, işçilerimiz, memurlarımız, emeklilerimiz kaybediyor.

Hayat sürekli pahalanıyor ama sabit gelirli vatandaşlarımız yüksek enflasyon altında inim inim inliyor.

Bu şartlarda ülkenin Cumhurbaşkanı ne yapıyor?

5 yıldır söylediklerini hani 2017'de anayasa değişti 2018'de tek yetkili cumhurbaşkanı olarak seçildi ya o gün bugündür nakarat.

Bakın şu videoyu hemen gösterelim. Çünkü arşiv olmayınca, kayıt olmayınca hafıza maalesef unutuyor.

Şöyle bakalım 2018'den bu yana Sayın Erdoğan neler demiş?

Ne diyor? Kur, faiz, enflasyon şeytan üçgeni diyor.

Ya 2018'den bu yana tek yetkilisin. Elinde her türlü imkân var.

Bağımsız kurum falan da bırakmadın. Merkez Bankasıydı, yargıydı, TÜİK'di tamamını kontrol ediyorsun. Elini tutan mı var?

Bu ülke gitmiş bu vatandaşa yetkiyi vermiş. Hangi şeytan üçgeninden bahsediyorsun?

Şeytan üçgeni ise eğer kur faiz enflasyon Sayın Erdoğan şu anda bu şeytan üçgeninin müsebbibi. Mağduru değil müsebbibi.

Bu ülkede eğer enfeksiyon patladıysa kendi yanlış politikaları yüzünden. Bu ülkede eğer faizler merkez Bankası faizleri şu son 6 ayda 6 buçuktan %35'e çıktıysa bugün muhtemelen 37,5 40 kaç olacak göreceğiz. Bu ülkede döviz kuru 2018'de 4 iken şimdi 28'i geçtiyse bunun müsebbibi kendisi.

Şeytan üçgeninden bahsediyorsa bu şeytan üçgenini oluşturan kendisi.

Hazine %42 ile borçlandı geçen hafta.

Cari açığı yüksek faizle finans eden diyor.

Kim yüksek faiz ödüyor?

Hazineye bugüne kadar gelmiş geçmiş en yüksek faizi ödeyen ödeten kendisi değil mi? Ama 5 yıldır nakarat dikkat edin.

Seçimden bir ay sonra ekonomide sıkıntı yok diyor kur olmuş 19.

Bu arada Merkez Bankası her Allah'ın günü arka kapıdan döviz satıyor “aman kur 20'yi geçmesin rezil olmayalım seçim döneminde” diye ‘ekonomide sıkıntı yok’ diyor.

Daha sonra görevlendirdiği bakan da ne diyor “kuru baskı altında tutmuşlar şimdi biraz artırdık” diyor.

Ve en son ayakları yere basmazken havada yine bazı laflar etmiş bakın. Ne diyor?

“Türk lirası bundan sonra artık değerlenecek” diyor. Yani diyor ki “artık Türk lirasının reel olarak değer kaybettiği sürecin sonuna geldi” diyor. “Reel olarak değer kazanma ihtimali yüksek” diyor.

“Faziletli bir döngüye gireceğiz inşallah” diyor.

Bu kelimeler var ya buram buram tercüme.

Ekonomi literatürünü ve jargonu bilen insanlar bilir bu “faziletli döngü” falan dediği bir ekonomistin zamanında bulduğu bir jargondur.

Belli ki ekonomi yönetiminden sorumlu arkadaşlar ya Sayın Erdoğan'ın önüne bir metin koymuşlar sen buradan al bunu oku diye ya da İletişim Başkanlığı her zaman yaptığı gibi uçakta söylenenleri sonradan müdahaleler olur ya biliyorsunuz. Yanlış bir şey söylediyse çıkarılabiliyor bazı şeyler sonradan eklenebiliyor artık nasıl olduğunu bilmiyoruz ama buram buram tercüme kokan laflar ediyor.

Neymiş bundan sonra Türk lirası reel olarak değerlenecekmiş.

Yani ne demek istiyor? Türk lirasının reel olarak değerlenip reel olarak değer kaybının ne olduğunu Allah aşkına çıksın kâğıda bakmadan bir açıklasın göreyim.

Ama kâğıda bakmayacak.

Türk lirasının reel değerlenmesi nedir reel değer kaybı nedir bir söylesin.

İnanın ne dediğini bilmiyor.

Sürekli laf laf laf ama sonuçta bunun bedelini 85 milyon ödüyor arkadaşlar.

Ve ekonomik kriz dediğim gibi bakın evrelerle devam ediyor.

Hep söylüyoruz ekonomi politikası ile bu ülkenin ekonomisi düzelmeyecek ve hukuk olmadan adalet olmadan bu ülkede refah yükselmeyecek.

Düşmeye devam edecek.

****

En son 2024 yılına ilişkin Asgari Ücret görüşmelerini de takip ediyorsunuzdur.
Konuşmalar başladı.

Yapılan açıklamalara bakılırsa yine bir algı operasyonu hazırlığı var asgari ücretle ilgili.

Biz tabii kolay kolay kül yutmayız. Vatandaşlarımıza gerçeği anlatırız. Ama ilgili bakanlar ne diyor? Ücretlerin gelecek yıl için hedeflenen enflasyon oranında artırılabileceği...

Ya arkadaş sen önce bu yılın gerçekleşen enflasyon farkını bir öde o birikmiş hak. Şimdiden bu yılın enflasyonu kadar değil gelecek yıl için kendi öngördükleri hedefledikleri düşük uydurma enflasyon hedefi kadar asgari ücret artırmanın hazırlanıyorlar.

Ve ne diyorlar? Ara zam da yapılmaz artık diyorlar.

Enflasyonu düşürecekler ya Temmuz'da da ara zamma falan ihtiyaç yok diyorlar.

Buradan iktidara sesleniyorum. Bu ortaya koyduğunuz enflasyon hedeflerinin siz hangisini tutturdunuz?

Bu yılın başında enflasyon için ne diyorlardı? %20 demiyorlar mıydı? 2023'ün enflasyonu %20 civarında olacaktı.

Şu anda Merkez Bankası’nın söylediği tahmin %65. O da TÜİK'in uydurma rakamları.

Gerçek enflasyonun %100'ün üzerinde olduğunu bağımsız araştırmalar zaten bize söylüyor.

Onu bunu bırakalım arkadaşlar bakın nasıl TÜİK ne derse desin.

Somut somut.

Ben bunu daha önce birkaç defa göstermiştim yine gösteriyorum. Bu somut herkesin cebindeki 200 lira değil mi?

Bu tedavüle girdiği gün 134 dolar ediyordu. Bugün ne kadar biliyor musunuz? 7 dolar bile etmiyor. 7 dolar etmiyor şu an.

Şu 200 liranın değerini 134 dolardan 7 dolara düşürenler çıkıp anlatsınlar. “Evet, hata yaptık” desinler.

Şapkalarını önüne koyup düşünsünler.

Biz her gün yargıya müdahale edip anayasa “mahkemesini tanımıyoruz” deyip “kararlarını tanımıyoruz” deyip bu Türk lirasına değer kazandırmanız mümkün değil, bu olmayacak.

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak üzülerek söylüyorum. Olmayacak yapamayacaksınız.

Çünkü hukuk olmadan ekonomi olmaz.

Ve bunun da belki en somut halini nerede görüyoruz? Bakın asgari ücret konuşuyoruz değil mi?

Şu grafiğe bir bakın arkadaşlar. Bu açlık sınırı bakın “yoksulluk” demiyorum, açlık sınırı sürekli artıyor ama asgari ücretteki artışlar hiçbir zaman açlık sınırını dahi yakalayamıyor.

Bu ne zaman?

Ekim itibariyle.

Şimdi bu Kasım’da artacak bu 13.684 liralık açlık sınırı artacak. Aralıkta bir daha artacak, Ocak’ta bir daha artacak. Ancak ocak sonunda vatandaşlarımızın eline yeni asgari ücret geçecek bakın.

Bu üç defa daha artacak ondan sonra yeni asgari ücret ne çıkarsa o ancak Ocak sonunda işçinin eline geçecek.

Sürekli refah kaydı.

Emeklilerle ilgili durum daha da vahim. Bakın şu en düşük emekli maaşına bakın ya.

Açlık sınırı artarken emekli maaşları nasıl geride kalıyor makas nasıl açılıyor.

Şu hale bakın bu insaf mı bu insanlık mı?

Açlık sınırından bahsediyoruz ve üstelik geçtiğimiz 1 Temmuz’da bu 7500 en düşük emekli maaşı alan vatandaşlarımızı tamamen unuttular.

Sonra baskı baskı baskı ne dediler? “Dur ya emekliler biraz mağdur bari 5.000 liralık bir 100. Yıl hediyesi verelim.”

Sen zaten emeklinin cebinden almışsın. Enflasyon yoluyla zaten emekli maaşını eritmişsin arkasından kendi elinle enflasyonla erittiğin maaşı sözüm ona telafi etmek için 5.000 lira.

O 5000 lirayı da ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Ne dediler “tamam emeklilere vereceğiz ama çalışan emeklilere vermeyeceğiz.”

Çiftçileri unuttular arada.

Çiftçinin emeklisi mi olur? Çiftçi gözünü yumduğu güne kadar toprakla uğraşır. Vefat ettiği güne kadar çiftçi çiftçidir.

Yok, çalışan çiftçinin emekli değerlendirmesinin farklı yapalım 5.000 lira ona verelim mi vermeyelim mi derken batırdılar.

Çünkü arkadaşlar artık bu hükümet toplumdan koptu. Sorunun da özü burada.

Toplumdan kopan bir hükümetin bu ülke için doğru kararlar alması mümkün değil.

Onun için sürekli zemin kaybediyor ülke onun için sürekli fakirleşiyoruz.

Bakın son grafik.

Seçime kadar dolar kurunu tutuyorlar seçimden sonra zıplaya zıplaya zıplaya gidiyor.

5 yıldır söylediğini Erdoğan tekrarlıyor “ya kur tamam merak etmeyin halledeceğiz.”

Yapamıyor olmayacak.

Ve kur arttıkça bu enflasyonu vuracak.

Enflasyon arttıkça bu ülkenin sabit gelirli bütün vatandaşları bundan zarar görecek zarar görmeye de devam edecek.

*****

Değerli Basın Mensupları,

Geçtiğimiz hafta ülkemizin farklı yerlerinde sel felaketleri yaşadık. Altyapı sorunları, tedbirsizlik ve doğal afetler karşısında yeteri kadar hazırlığı baştan yapmamak vatandaşlarımızın canına mal oluyor.

Batman’dan, Diyarbakır’dan, çok sayıda hayatını kaybeden vatandaşımız oldu.

İstanbul’dan Zonguldak’a çok acı haberler aldık.

Sel felaketi nedeniyle yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum.

Bahsettiğimiz şehirlerde bu afetlerden etkilenen diğer bölgelerde evleri, işyerleri zarar gören vatandaşlarımıza da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Bizim Afet Yönetimi Eylem Planımız şu an burada yok ama ilk 2 nolu eylem planımızdır. Çünkü bu ülkenin doğal afetlere karşı hazırlanması, depreme karşı sele karşı hazırlanması öncelikli meselemizdir ve bununla ilgili hem idari düzenlemeler yapılmalı hem de yeni bir devlet mimarisi gerekmektedir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mutlaka ayrılmalı “Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı” kurulmalıdır.

Çevre ve Şehircilik bir arada olduğu zaman şehirciliğin o rant var ya rant, rant oraya gelen bakan olsun bürokrat olsun hepsinin gözünü karartıyor bir süre sonra.

Ne çevreyle ilgilenen kalıyor ne de doğal afetlere karşı hazırlıkla ilgilenen kalıyor.

Dolayısıyla bizim baştan beri söylediğimiz ve ilan ettiğimiz devlet mimarisinde çevre ayrılmalıdır.

Afet yönetimi ve şehircilik ayrı bir bakanlık haline getirilmelidir. Yoksa bu sorunlar asla çözülmeyecek çözülemeyecektir.

*****

Değerli arkadaşlar;

Burada 3 haftadır söylüyorum ama inadına söylemeye devam edeceğim. Bunu geçen hafta söylemiştiniz demeyin lütfen.

Çünkü çok önemli bir konudan bahsediyoruz burada.

Bu yargıdaki krizi ve yargıda krize sebep olan konuları unutmayacağız, unutturmayacağız.

Tüm bu krizlerin ortasında inisiyatif aldığını görmediğimiz, ne yaptığını henüz anlayamadığımız Adalet Bakanına, tabi bakanlar nihayetinde Cumhurbaşkanının yetkilerini paylaşan kişiler. Asıl yetki Cumhurbaşkanı’nda.

Ben hem Adalet Bakanına hem de Cumhurbaşkanına soruyorum: İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya yaptığı yargıdaki çeteleşme, rüşvet ve çıkar örgütlenmesi ile ilgili şikâyet ne oldu?

Ne yapıyorsunuz? Soruşturma var mı yok mu hangi aşamada? Bunları takip edeceğiz.

Öyle sümen altına alınmasına üzerinin örtülmesine göz yummayacağız. Bunun takipçisi olacağız.

Bu ülkede yargı sadece bağımsız olmakla sorunlar çözülmüyor arkadaşlar.

Yargının evet bağımsız olması lazım ama yargının aynı zamanda tarafsız hareket edebilmesi lazım.

Hükümetin Cumhurbaşkanının etkisinden uzak çalışan yargının kendi başına kaldığında da tarafsız çalışabilmesi lazım.

Bu da yargının insan kaynağı yapısından tutun yargının işleyiş düzenine kadar yargının denetim mekanizmasına kadar yargı mensuplarının işe alırken mesleki eğitimine kadar, yargıdaki etik kurallara kadar çok kapsamlı bir konudur.

Dolayısıyla sadece bağımsız yargı demiyoruz. Aynı zamanda tarafsız çalışması gereken bir yargıdan biz burada bahsediyoruz.

Bir kez daha ben iktidarı seçim vaadini gerçekleştirmeye davet ediyorum. Adaleti yargıdaki tarafsızlığı bağımsızlığı sağlama konusunda gerekli adımları atma konusunda uyarıyorum.

***

Değerli Arkadaşlar,

Yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü.

Öğretmenlerimizin son derece zor koşullarda çalıştığını, sınıf mevcutlarının özellikle büyükşehirlerdeki kalabalıklığını, enflasyon karşısında eriyen maaşlarıyla geçinemediklerini çok büyük zorluklar çektiklerini gayet iyi biliyorum.

Bugün İstanbul'da çalışan bir öğretmenin aldığı maaşla bir ev kirasını nasıl ödeyeceği, geçimini nasıl sağlayacağını çıksın Sayın Erdoğan şöyle bir hesap etsin de göreyim.

Öğretmen maaşı ne kadar? İstanbul'da kiralar ne kadar? İstanbul'da bir devlet okulunda çalışan bir öğretmen nasıl geçinecek şöyle bir ortaya koysun.

Ve bir başka seçim vaadi. Mülakat.

Bunlar mülakatı kaldıracağız demediler mi? Mülakatı sona erdireceğiz demediler mi?

Ne oldu?

Başta öğretmenler olmak üzere hiçbir alanda mülakat falan kalkmış değil arkadaşlar.

Çünkü mülakatı bunlar kendi işlerine gelmeyenleri, kendinden olmayanları eleme aracı olarak kullanıyor.

Mülakat gerçekten o devlet memuru bu yapacağı iş için uygun mudur değil midir onun ölçümü değil.

Referansı var mıdır? İktidar partisinin teşkilatlarından birinin yakını mıdır? Partiye yakın mıdır? Cumhurbaşkanı ile ilgili böyle hissiyatı nedir? Bunları ölçmeye çalışıp kendilerine yakın gördüklerini işe alıp uzak gördüklerini eleme aracıdır şu an Türkiye'de mülakat.

Dolayısıyla ben buradan Sayın Erdoğan'a diyorum ki sözünüzü tutun.

Seçimden önce söz verip seçimden sonra yan çizmeyin.

Mülakatı kaldırın.

Mülakatı kaldırmadan bu ülkede eleman alımlarda kamuya memur alımlarında adaleti fırsat eşitliğini sağlamak mümkün değildir mümkün de olmayacaktır.

*****

Değerli basın mensupları,

Sözlerimin sonunda, A Milli Futbol Takımımızı gerçekten tebrik etmek istiyorum.

A Milli Takımımız tarihinde ilk kez grup elemelerini lider bitirerek Almanya’da yapılacak olan EURO 2024 Avrupa Şampiyonası’na katılma hakkı kazandı.

Bizlere bu gururu yaşatan ay yıldızlı milli takımımızın tüm oyuncularını yöneticilerini de kutlamak istiyorum.

*****

Toplantımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyorum.

16 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 5. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

 
Ali Babacan, TBMM  5. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşma Metni
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
 
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Geçtiğimiz hafta değerlendirme toplantımızı yapamadık. 
 
Çok sevgili babam Hilmi Babacan’ı kaybettiğim için maalesef bir araya gelemedik.
 
Bu vesileyle, bir kez de sizlerin huzurunda kendisini anmak istiyorum.
 
Anneler, babalar, büyüklerimiz kuşkusuz eşsizdir. Eminim hepinizin farklı farklı hikayeleri var. 
 
Benim de babamla aramdaki ilişki özel bir ilişkiydi.
 
Hem evde hem de küçük yaşta tezgâh başına geçtiğim Çıkrıkçılar Yokuşu’nda, ondan çok şey öğrendim. 
 
Doğruyu, hakkı, adaleti, helalinden kazanmayı… 
 
Sevgiyi, saygıyı…
 
Kim olursa olsun, önce dinlemeyi…
 
Eğitimin değerini, alınterinin kıymetini, yardımlaşmayı…
 
Vefatının ardından hiç tanımadığım insanların babamla anılarını dinledim, okudum. 
 
Çıkrıkçılar Yokuşu’nun samimi, dürüst, güvenilir esnafı Hilmi Babacan’ın oğlu olmaktan bir kez daha onur duydum. 
 
Bu vesileyle, babamın vefatını takip eden ilk dakikalardan itibaren beni yalnız bırakmayan tüm yol arkadaşlarıma özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
 
Arayan, soran, cenaze merasimine ve taziyemize gelen, acımızı paylaşan, sosyal medyadan ve diğer mecralardan bana mesaj ileten herkese de tekrar şükranlarımı sunuyorum.
 
Allah tüm geçmişlerimize rahmetiyle muamele etsin.
 
*****
 
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
 
Sözlerimin başında KKTC’nin kuruluşunun 40.Yılını kutlamak istiyorum.
 
15 Kasım Cumhuriyet Bayramı’nı tebrik ediyor, Kıbrıs şehitlerimizi minnetle, rahmetle anıyorum. 
 
Haklı davalarında Kıbrıs Türkeri’nin hep yanında olacağımızı, adada adil ve kalıcı bir çözüm için her zaman gayret edeceğimizi de özellikle ifade etmek istiyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bir önceki toplantımızda sözlerime kıymetli Anayasa Hukukçumuz Ergun Özbudun’u anarak başlamıştım.
 
Ergun Hocamızı kaybettikten bir hafta sonra ülkemizde bugüne dek görülmemiş bir Anayasa krizi yaşadık, yaşıyoruz. 
 
Tarihte görülmemiş bir skandalla karşı karşıyayız.
 
Bizim partimizde hukukçu arkadaşlarımızın temsili çok güçlü hem genel merkezimizde hem teşkilatlarımızda. Hukuka çok önem veren bir siyasi partiyiz. Gerçekten bizim hukukçu arkadaşlarımızın tamamı, hukuk konusuna yakın aşına olan arkadaşlarımızın tamamı hayretler içerisinde şu anda.
 
Tüm Türkiye gibi bizde hayretler içerisindeyiz. 
 
Ülkemizde adaletsizliğin hızla arttığı son yıllarda, Anayasa Mahkemesi, hukuk namına bir nebze de olsa nefes almamızı sağlayan bir kurum şu anda. 
 
Buna rağmen, iktidarın küçük ortağı mahkemenin kapatılması için sabah akşam bağırıyor.
 
Bu yetmezmiş gibi, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi görevini yaptığı için mahkemenin yargıçları hakkında suç duyurusunda bulunuyor.
 
İnanılır gibi değil. 
 
Bu, tarihimizde bir ilktir.
 
Yargıtay'dan gelen açıklamalar sadece bir “yargısal aktivizm” veya Anayasa Mahkemesi’ne karşı yapılmış bir “saygısızlık” olarak değerlendirilemez. 
 
Yapılan, yasama, yürütme ve yargı erklerinin tamamını hedef alan açık bir darbe girişimidir;
 
Anayasal düzeni alt üst etme teşebbüsüdür.
 
Geçtiğimiz gün Krizlerin Ortağı bu sefer de Anayasa Mahkemesi’ne “adalet düzeninin safrası ve sancısı” demiş, sonra da bir kez daha “Ya kapatılmalı ya yeniden yapılandırılmalıdır” demiş.
 
AYM Başkanı’na “Cesaret’in varsa Kandil’e git” demiş. 
 
Devlet ciddiyetinin, millet sorumluluğunun en ufak bir kırıntısına sahip olan bir insan böyle laflar edemez.
 
Defalarca söyledim, tekrar ediyorum; Sayın Bahçeli bu ülkenin yaşadığı her krizinin ortağı olmuştur. Ekonomik krizlerinin de ortağı olmuştur, bugün yaşanan Anayasal krizinin ortağıdır. Onun için biz kendisine “krizlerin ortağı” diyoruz. 
 
Nerede kriz, orada Bahçeli.
 
Ülkemiz, onarılması güç bir hukuk krizinin ortasındayken, Bahçeli yine ortada, yine sahnede.
 
Bunlar yetmiyormuş gibi, ülkenin Cumhurbaşkanı da çıkıp önce Anayasa Mahkemesi’ne karşı açık tutum alıyor, arkasından da hakemliğe soyunuyor.
 
Şimdi buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum:
 
Siz sporu takip edersiniz.
 
Havadayken tuttuğu takımı ilan edip, ayakları karaya bastığında hakem olmaya heveslenen birisine dünyanın neresinde hakemlik yaptırırlar?
 
Siz bu milletle dalga mı geçiyorsunuz?
 
Üstelik, Anayasaya göre, böyle bir konuda Cumhurbaşkanına hakemlik görevi falan düşmez. Böyle bir rolü yoktur Cumhurbaşkanın. 
 
Herkesin Anayasa’nın açık hükümlerine uyması gerekir. O kadar. 
 
Madde 153 ne diyor? 
 
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” Diyor.
 
Bu kadar açık ve net. Burada gri bir alan yok, burada bilinmeyen bir şey yok.
 
Yani, Anayasa Mahkemesi’nin kararları, Yargıtay’ı da bağlar, Cumhurbaşkanı’nı da bağlar. Diğer tüm yargı organlarını da bağlar. 
 
Buradan yine Sayın Cumhurbaşkanına ve bu konuya müdahil olan herkese soruyorum; 
Siz kimi aldattığınızı zannediyorsunuz?
 
Siz, bu milletin kafasını karıştırıp, yargıyı tamamen “bağlı” ve ”taraflı” yapmaya çalışıyorsunuz. Asıl zihninizin gerisindeki bu.  Anayasa Mahkemesi’nde çalışmaz hala getirip, itibarını sıfırlayıp, asıl derdiniz bu ülkenin yargısını tamamen kendinize bağlı ve kendinizden yana taraflı bir yargı sistemi haline getirmeye çalışıyorsunuz. 
 
Ben, bu noktada, şunu açıkça ifade etmek istiyorum:
 
Mevcut Anayasa’yı tanımayanların, uymayanların, “yeni anayasa” laflarına itibar etmemiz mümkün değildir. 
 
Siz Anayasa’yı bir üst hukuk normu olarak kabul ediyor musunuz, kabul etmiyor musunuz?
 
Önce bunu söyleyin.
 
Anayasa ile kendinizi bağlı hissediyor musunuz? Hissetmiyor musunuz? Önce bunun cevabını verin. 
 
Anayasa sizin için önemsizse, zaten uymayabiliyorsanız, yeni anayasa deyip de bu milleti boşa oyalamayın!
 
Bizden konuda destek falan da beklemeyin.
 
Arkadaş, samimi iseniz, önce mevcut Anayasa’ya uyun bir görelim. 
 
Şu anda ülkeyi yönetenlerin zihni arka planı şöyle arkadaşlar; diyorlar ki ‘Biz %50+1’i aldık, cebimize koyduk mu? E Anayasa da 50+1. Demek ki uymayabilirim. Bu millet, şimdiye kadar yaptığım çalışmalara baktı, bana 50+1’i verdi, demek ki benim Anayasa’ya uymama hakkım var.’ Böyle bir şey yok ya, hukuk devletinde böyle bir şey yok. 
 
Eğer Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletiyse, demokrasiyle hukukun aynı eş değerli iki sütun olarak orada sapasağlam durması gerekiyor. 
 
Demokrasi tabii ki çok önemli bir değerimiz. Demokraside seçimler var, halkın yönetimi var, halkın yönetimi var ama demokrasinin yanında sapasağlam bir hukuk sütunu da olmazsa, o zaman bu ülke seçilmişler eliyle otokrasiye gider. Bu ülke seçilmişler eliyle kaosa götürülür. 
 
Son toplantımızda da söylemiştim: Demokrasi hukuk olmadan yeteri kadar değerini bulmaz. Dolayısıyla biz hükümete diyoruz ki; 50+1’i almış olabilirsiniz ama eğer Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse, siz hukukun üstünlüğüne saygı göstermek, bunu uygulamak, Anayasa’nın ve yasanın gereğini yerine getirmek zorundasınız. 
Yenisi gelene kadar mevcut Anayasa geçerlidir. Değişene kadar mevcut kurallar, kanunlar, Anayasa hükümleri geçerlidir. 
 
Kanunları, Anayasa’yı değiştirmenin yeri de Meclis’tir. Bu Meclis’in çatısı altında yapılıyor bu çalışmalar, bu yasama organı yapıyor bu çalışmayı. 
 
Eğer mevcut kurallarla sıkıntınız varsa, getirirsiniz, gücün yetiyorsa buradan geçirirsiniz, gücünüz yetmiyorsa da mevcuda razı olursunuz ve uygularsınız, bu kadar. Nokta.
 
*****
 
Ancak, değerli arkadaşlar, hiç kuşkunuz olmasın, milletimiz gayet ne olup bittiğinin gayet iyi farkında.
 
Birilerinin, yargıyı, kendi siyasi görüşlerine ve çıkarlarına hizmet edecek kadrolarla doldurma gayretinde olduğunun herkes farkında. 
 
Yargının siyasallaşması son zamanlarda yoğunlaştı. Birileri, yargı mensuplarını yanıma alayım, benim taraftarlarım yargı mensubu olsun ki yargıya işim düştüğünde onlar benden yana taraf olsun istiyor. Bunun için kendine yakın insanları farklı yargı organlarına sürekli doldurma çabası içindeler. 
 
Mevcut Anayasa’ya uygun davranan, hukuk normlarına sadakatle çalışan yargıçları ve Anayasa Mahkemesi’ni ve Yargıçları da Bahçeli’nin veya Beştepe’deki bir avuç danışmanın şahsi hırslarına heba edemeyiz.
 
Bunların asıl istedikleri, açık söylüyorum, Anayasa Mahkemesi ile uğraşanların, yargıyı nüfus etmek isteyenler asıl istedikleri; Çetelerin, mafyaların cirit attığı bir düzende; halkın iflahının kesilmesi…
 
İstedikleri; haksızlığın hakka galebe çalması…
 
İstedikleri; bu ülkenin Ali kıran baş kesenlere kalması, yargının da buna alet edilmesi. 
 
Asıl niyetleri bu.
 
Haftalar evvel İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın kendi adliyesindeki rüşvet düzenine, haksızlığa isyan edip HSK’ya yaptığı başvuruyu burada gündeme getirmiştim. 
 
Türkiye'de de uzun bir süre gündemde kaldı. Hatta sırf bu konuyu farklı bir perspektifte günde getirdiği için bir gazeteci arkadaşımız şu anda tutuklu yargılanıyor. 
 
Bir Başsavcı açık açık hukuk çürüdü diye isyan ediyor. Bu işleyen gazetecide kendini hapiste buluyor. 
 
Geçen hafta bir başka dilekçeyi daha öğrendik. İstanbul’da bir hâkim, tıpkı Başsavcı gibi HSK’ya dilekçe yazmış ve “Yargıda herkesin korktuğu bir yapılanma” olduğundan söz etmiş.
 
Arkadaşlar; bu yapılanmalar kimden alıyor bu gücü? Kim var bunların arkasında? Arkasını sağlam düşündüğü bir yere dayamayan yargı mensuplarının böyle cüretkâr işler yapması mümkün değil. 
 
Bu iddiaların ortaya atıldığı bir ülkede Adalet Bakanı olan kişinin bunlarda daha önemli hangi işi olabilir?
 
Bu iddialar neden gereği gibi soruşturulmuyor?
 
Beştepe’deki hukukçu danışmanlar, “milli yargı” - “gayrı milli yargı” diye birilerini etiketleme yarışına gireceklerine; önce bu ülkedeki hukukun nasıl yok edildiğini, vesile olduğunu bir anlatsınlar.
 
Buradan şu cevabı verelim: Anayasa Mahkemesi bu ülkenin iç mahkemesidir ve anayasal bir kurumdur.
 
Mahkeme hakkındaki “gayrı milli” ithamları asla kabul edilemez.
 
“Gayrı milli” unsurları arayanlar; hukuku ezip geçen danışmanlara, rüşvet çarkının paydaşı olmuş yargı mensuplarına dönüp baksınlar. 
 
Hukuka ve vicdanına göre kararlarını veren Anayasa Mahkemesi Yargıçlarına da sadece ve sadece teşekkür etsinler. 
 
Asıl “gayrı milliler”, bu ülkenin anayasal düzenine kastedenlerin kendileridir. 
 
Biz, Anayasa’nın açık hükümlerini ihlal edenlerin, Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamayanların bu gücü nereden aldıklarını gayet iyi biliyoruz.
 
Biz, bu hoyratlığını kabul etmeyen, içine sindirmeyen milyonlarla beraberiz.
 
Ben, AK Partililer içinde, bütün bundan rahatsız olan çok sayıda insan olduğunu biliyorum.
 
Kimi yüksek sesle söylüyor ama kimi belki ancak fısıltı ile bunları dillendirebiliyor. 
 
Çünkü onlar, yargıyı; küçük ortağın, krizlerin ortağının kurmaya çalıştığı haksız düzene yedirmek istemiyorlar. Ne olup bittiğinin gayet farkındalar. 
 
Buradan AK Parti’deki akli selim, makul insanlara sesleniyorum: 
 
Sizi dönüşü olmayan karanlık bir dehlizlere sokuyorlar.
 
Sesinizi çıkarın. Gün bugündür.
 
Susmayın, hakka sahip çıkın.
 
Hep söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim.
 
Hukuk olamadan değerli arkadaşlar bu ülkenin hiçbir sorunu çözülmez. 
 
Bu ülkenin hiçbir krizi hukuk olmadan çözülmez.
 
Bırakın ülkeye yeni yatırımcı cezbetmeyi, mevcut yatırımcılar Türkiye’de artık yatırımlarını küçültüyor veya tamamen sona erdiriyorlar. 
 
Çünkü hukuk olmadan ekonomi de olmaz.
 
Son haftalarda önemli bir finans kuruluşu Türkiye’deki operasyonlarını minimize etme kararı aldı. 
 
Bir başka önemli otomotiv kuruluşu, dünyaca ünlü bir otomotiv kuruluşu Türkiye’deki operasyonlarını sona erdirme kararı aldı. 
 
Ve değerli arkadaşlar bütün bu olumsuzluk bütün bu hukuksuzluk  
 
Ve değerli arkadaşlar, bütün bu olumsuzluk, bütün bu hukuksuzluk, bütün bu krizler dönüyor dolaşıyor, ülkenin bütçesini vuruyor, hazinesini vuruyor ve en çok da ülkenin geçim derdinde olan işçisini vuruyor, emeklisini vuruyor, memurunu vuruyor.
 
Çiftçisini vuruyor, esnafını vuruyor. 
 
Bakın, daha geçtiğimiz gün, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi 2 yıl vadeli yıllık %42 faizle borçlandı. 2 yıl vadeli.
 
Bu ne demek?
 
Birinci yıl %42 faizi ödeyecek, ikinci yıl bir %42 daha ödeyecek. Bunun bileşiğini aldığımızda 2 yılın toplamında %102 ediyor. 
 
Yani Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi'ne bugün 100 lira borç veren, 2 sene sonra 202 lira olarak parasını geri alacak demek. 
 
Aradaki 102 lira faizi kim ödeyecek? 
 
Bütün millet. Vergi ödeyen, KDV ödeyen, gelir vergisi ödeyen bütün millet ödeyecek.
 
Peki, aynı ülkenin Merkez Bankası bu 2 yıl için enflasyonu ne açıkladı? Enflasyon tahminini ne kadar açıkladı? 
 
Birinci yıl için, yani 2023 için %36, 2024 için %14. Bu yılki enflasyon 36, gelecek yılki enflasyon %14, Merkez Bankası'na göre 36, 14.
 
Ama Cumhurbaşkanı'na doğrudan bağlı olan hazine bu yıl 42, gelecek yıl bir 42 daha ödeyeceğini taahhüt etmiş durumda.
 
Yani 2 yılın toplamındaki %55'lik enflasyona karşı 2 yılın toplamında %102 faiz ödüyor bu ülkenin hazinesi. 
 
Yetmedi. 
 
Daha geçtiğimiz gün Cumhurbaşkanı'nın tek imzasıyla, Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla devlete geç ödeme yapan vatandaşlarımızdan yıllık %42 faiz alınacağı da ilan edilmiş oldu. 
 
Hani faiz düşmanı Erdoğan? Hani faizle mücadele edeceğim diyen Cumhurbaşkanı?
 
 
Nerede? Kendi imzasıyla. ‘Devlete vergi borcunu bir yıl geç ödersen %42 faiz alırım senden’ diyor.  
 
Üstelik Merkez Bankası açıklamış enflasyonu %36, bu yıl gelecek yıl içinde açıklamış %14. 
 
Gerçekten değerli arkadaşlar büyük bedel ödüyoruz. 
 
Ve hep söylüyorum bu ülkenin ekonomisi sadece ve sadece ekonomi politikalarıyla düzelmez. Asla düzelmeyecek de. 
 
Ancak rüyalarında görürler, yapamazlar. Bu hukuksuzluğa, bu adaletsizliğe devam ettikleri sürece, ülkeyi böylesine yargı darbelerine mahkûm ettikleri sürece, bu darbe teşebbüslerine arkadan arkaya destek verdikleri sürece bu ülkenin ekonomik krizlerini asla çözemezler, çözemeyecekler. 
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bu vesileyle, İçişleri Bakanlığı’nın son dönemde yoğunlaşan operasyonlarına da değinmek istiyorum.
 
Çetelere, mafyaya ve kara para aklayanlara karşı yapılan çalışmaları dikkatle takip ediyoruz.
 
Resmin tamamına henüz vakıf değiliz. 
 
Parça parça kareler görüyoruz. Ama henüz resmin bütününü görmüyoruz. 
 
Onun için erkenden de ileri şeyler söylemek istemiyoruz bu konuda. 
 
Ancak kendisinden evvel 6 yıl o koltukta oturan ve Bahçeli'nin grup toplantılarında aldığı alkışlarla bilinen önceki bakan döneminde bu örgütlerin nasıl olup da serbestçe cirit attığının da açıklığa kavuşturulmasını bekliyoruz. 
 
Yani sadece her gün işte bu operasyonu yaptık, şunu yaptık, şunu çökerttik diye açıklama yetmiyor. 
 
Evet bunu yaptınız ama aynı iktidar değil mi? 
 
Bir önceki bakan döneminde bütün bu mafyatik yapıların, çetelerin, organize suç örgütlerinin nasıl oldu da bu ülkede serbestçe hareket edebildiklerinin de açığa kavuşturulması gerekiyor. Bunlara destek verenlerin, bunlara alan açanların kim olduğunu da ortaya çıkması gerekiyor.
 
Bunların siyasetteki bağlantılarının, bürokrasideki bağlantılarının, yargıdaki bağlantılarının da açığa kavuşturulması gerekiyor. 
 
Yani sadece ‘bunlar suçluydu, bak yakaladık’ tamam. Ama bunların ortakları kimdi? Bunu bilmek de bizim hakkımız, bütün milletin hakkı. 
 
Operasyonla çökertildiği söylenen örgütler son 6 yıldır nasıl olmuş da rahat hareket edebilmişler bunu biz öğrenmek istiyoruz. 
 
Bu ülkenin vatandaşları olarak bilmek istiyoruz. Umarız ki İçişleri Bakanlığı'nın operasyonları hukuk düzenini ve adaleti tesis edecek nitelikte sonuçlara Türkiye'yi ulaştırır. 
 
Ayrıca yine toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili hakkın hatırlanmasından da memnun olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
 
 
Geçtiğimiz hafta, uzun süre sonra Cumartesi Anneleri’nin eylemine bir müdahale yapılmadı ve evlatlarını kaybetmiş aileler Galatasaray Meydanında toplanabildiler.
 
Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkının iktidar tarafından keyfi bir şekilde engellenmesinin son bulmasını temenni ediyorum. 
 
Sadece Cumartesi anneleri değil, engellenen, izin verilmeyen ve anayasal hak olan toplantı ve yürüyüş hakkını kullanılması bugüne kadar engellenen tüm gruplarında, tüm hak örgütlerinin de önlerinin açılmasını temenni ediyorum. 
 
İçişleri Bakanlığı ve konuyla ilgili yargı organlarından bir talebimiz daha var. Son haftalarda sosyal medya fenomenleri üzerinden kara para aklama iddiaları, bunların yargı, kamu bürokrasi ve siyaset bağlantılarında yoğun bir şekilde kamuoyunun gündeminde olduğunu biliyoruz. Ve bu konularla ilgili mümkün olan en kısa zamanda kamuoyunun şeffaf ve doyurucu bir şekilde bilgilendirmesini de yine talep ediyoruz. 
 
Yargıdan, hukuktan bahsetmişken değerli basın mensupları, bu geçtiğimiz akşam yaşanan gelişme, yani Hrant Dink'in katili Ogün Samas'ın denetimli serbestlikle beraber serbest bırakılması da yine kamuoyunun gündeminde. 
 
Bakın, 12 Temmuz tarihinde bu yıl henüz meclis yaz tatiline girmeden o günkü bir torba yasaya alelacele bir madde konuluyor. İnfaz yasasıyla ilgili bir madde, torba maddenin 12. yasası.
 
O torba yasaya o madde girince de bizim Mersin milletvekilimiz Mehmet Emin Ekmen hemen kısa bir söz alıyor ve soruyor, ‘bu nedir diyor, bu maddeyi niye koydunuz alelacele torba yasanın içerisine?’
 
Normalde infaz yasası gibi çok önemli konulardan gelip meclis altında önce komisyonlarda tartışılması lazım. 
 
Bu madde kimleri hedefliyor? Bu maddeden kimler istifade edecek? Bu infaz yasası eğer erken tahliyeyi ya da denetimli serbestliği beraberinde getiren bir düzenleme ise hedef kitle nedir? 
 
Bunun hiçbirisi bu meclisin çatısı altında konuşulmuş değil.
 
Adalet komisyonu, tahliye komisyonu olarak bile devreye sokulmamış. 
 
Direkt torba yasasının içerisine 12. madde olarak bu konuyor ve meclisten hiçbir açıklama yapılmadan jet hızıyla geçiriliyor. 
 
Şimdi biz bugün tekrar soruyoruz, ölümcül hastalıkla mücadele eden, yaşı 70'in 80'inin üzerinde olan, binlerce hükümlü ve tutuklu şu anda hapiste iken, bu infaz yasası başka daha kimleri acaba tahliye için vesile olarak kullanılacak? 
 
O gün açıklamadınız, hiç olmazsa bugün açıklayın diyoruz. 
 
Niye açıklamıyorsunuz? Hedefiniz nedir? 
 
Eğer makul, kamu vicdanında kabul görecek bir hedefiniz varsa çıkın açıklayın. Ama hiçbir şey söylemiyorsanız, demek ki bunun arkasında başka niyetler var.
 
Yok, başka niyetimiz yok. İyi niyetli bir şeyse çıkın açıklayın ya. 
 
Deyin ki, bu yasa kapsamında, ‘bu 12. Torba Yasa'nın 12. maddesi kapsamında şu şu şu hükümler, şu şu şu tutuklular, şu şartlarda infaz kolaylıklarından yararlanacak’ diye çıkın açıklayın da hep beraber bilelim. 
 
12 Temmuz'da bir madde geçiriyorlar. Geliyoruz Kasım ayına, o madde çalışıyor ve kamuoyunu yıllarca meşgul eden ve hala karanlık yönleri olan bir cinayetin suçlusu, hükümlüsü bir anda denetimli serbestlikle tahliye ediliyor. 
 
Hukuk, adalet... Bunlar olmadan olmaz. Bunlar olmadan siz ne bu ülkede kamu vicdanını rahatlatabilirsiniz ne de gerçek anlamda insan hak ve özgürlüklerini yaşatabilirsiniz. 
 
Defalarca da söylüyorum, bu ekonomik krizi de asla ama asla çözemezsiniz. 
 
Değerli Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, 
 
Haftalardır KYK yurtlarındaki vakalar bizleri, aileleri, gençleri korkutuyor.
 
Biliyorsunuz peş peşe yaşanan asansör kazalarından sonra, şimdi de yurtlardaki yemeklerle ilgili sorunları görüyoruz, duyuyoruz. 
 
Birkaç gün evvel Isparta'da 90 öğrenci yurtta yediği yemekten zehirlendi. Bakın bunlar münferit olaylar sayılmaz, sayılamaz. 
 
Büyük bir ihmaller zincirinin olduğu ve burada ciddi bir yönetim zafiyeti olduğunu bize bu gösteriyor. 
 
Yönetim biliminde bu böyledir. Bakarsın semptomlar oluşur. Orada burada demek ki burada bir kötü yönetim var. Burada bir ihmal var. 
 
Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil. 
 
Ve KYK yurtlarında kalan kimler? Kendi yaşadıkları şehirde, evde, üniversiteye girmedikleri için ya da başka bir şehirde üniversiteyi okumak istedikleri için ve ailelerin de maddi durumları yeterli olmadığı için devlet yurdunda kalan öğrenciler değil mi? 
 
Bir bakıma ailelerin devlete emanet ettiği gençler bunlar. Kendilerini devletin imkanlarına emanet eden gençler bunlar. Tam da devlete emanet edilmiş gençlerimizin burada hayatı, canı söz konusu. 
 
Dolayısıyla acilen tedbir bekliyoruz. Derhal ama derhal iktidarı bu konuda sorumluluk almaya davet ediyoruz. 
 
Bir başka hayat meselesine değinmek istiyorum şimdi. 
 
Geçtiğimiz hafta meclisten yine jet hızıyla bir yasa geçti. Komisyonlara gelmesiyle çıkması bir oldu, genel kurula gelmesiyle çıkması bir oldu. 
 
Kentsel Dönüşüm Kanunu'ndan bahsediyorum. 
 
Yine bu kanun hazırlanırken depremin yaralarının sarılması ve depremden mağdur olan vatandaşlarımızın sorunlarının bir an önce çözüme kavuşturulmasını beklerken baktık ki burada inşaat var. 
 
Hemen bir rant gözlüğünü takalım bakalım. 
 
Yasada özellikle inşaat deyince rant gözüyle bakanlara çok geniş bir alan açılmış oldu. 
 
Bu yasayla iktidar depremin yaralarını sarmak için arazi satılacağını ve yeni rant projeleri yükselteceğini beyan etti. 
 
Şimdi arkadaşlarımız bir kanun teklifi hazırlıyor. Bu kanun teklifi hükümet için bir samimiyet testi olacak. Tekirdağ Milletvekilimiz Cem Avşar'ın yaptığı çalışmada şunu önereceğiz.
 
Rezerv alan ilan edilebilecek yerlerin depreme karşı dirençli olmayan yapı stoku ile ilgili sınırlandırılmasını teklif edeceğiz. 
 
Diyeceğiz ki eğer samimiyseniz hazır bu depremden istifade edip depremin üzerine milyarlarca dolarlık bir rant mekanizması kurma niyetiniz yoksa gelin bizim bu teklifimize destek verin. 
 
Yok eğer bu teklifimize destek vermiyorsanız biliyoruz ki burada derdiniz rant. Ama gözlerimiz üzerlerinizde olacak. 
 
81 ilde 922 ilçede gözümüz bu projelerin üzerinde olacak. 
 
Yapılan yanlışları oluşacak rantta tek tek tek tek ilan edeceğiz. 
 
İyi niyetse depreme karşı hazırlıksa deprem sonrası yaraları sarmaksa evet. Ama haksız, hukuksuz, adaletsiz, kayıt dışı rant oluşturmaksa hayır.
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Netanyahu hükümeti ve savaş kabinesi tam 40 gündür, her gün, Gazze’de insanlık suçu işlemekte. 
 
Hastaneler, okullar, ibadethaneler, sivillerin yoğun bir şekilde bulunduğu mahalleler, sivillerden oluşan kendi zorlarıyla kaçan, yer değiştiren insanların oluşturduğu konvoylar her gün bombalanıyor. 
 
Yaklaşık 12.000 sivil bugüne kadar hayatını kaybetti. Çocuk, kadın acımasızca katledildi. 
 
Gazze'de yaşayan toplam 2 milyon 300 bin kişinin 1 milyon 700 bini şu anda yerinden, yurdundan edilmiş durumda. Kendi evini terk etmiş durumda. 
 
Bakın sadece kuzey değil, kuzeyden güneye doğru nüfus bombalanarak zorla yer değiştiriliyor. Ama güneydekiler de daha güneye ve Mısır sınırına doğru, refah kapısına doğru tahliyeye zorlanıyor.
 
2 milyon 300 bin kişiden 1 milyon 700 bini kendi vatanında, kendi toprağında göçebe olmuş durumda. 
 
Gazze adım adım işgal edilirken her gün çocuklar ölüyor, her gün kadınlar ölüyor. 
 
Uluslararası hukuk her gün ihlal edilirken ABD ve pek çok Avrupa ülkesinin hükümeti yapılanlara açık destek veriyor. 
 
İşte son Birleşmiş Milletler Genel Kurul Oylamasında gördük. 121 ülke zulme hayır dedi ama ekonomisi, hali vakti, askeri gücü yüksek olan, ağırlıklı olarak bu ülkelerden oluşan ülkelerde zulme, kıyıma, etnik temizliğe devam için oy kullandı.
 
Bunlar, bu ülkeler açık söylüyorum suça ortak oluyorlar, zulme ortak oluyorlar.
 
Gazze'de arkadaşlar sadece insanlar ölmüyor. Gazze'de insaf ölüyor. Gazze'de vicdan ölüyor. Gazze'de insanlık ölüyor. Gazze'de uluslararası hukuka dayanan dünya düzeni ölüyor. 
 
Ben şimdi o ülkeleri yönetenlere soruyorum. 
 
Sizin derdiniz nedir? Sizin korktuğunuz bir şey mi var? Sizi acaba neyle korkutuyorlar, neyle etki altına alıyorlar ki böylesine insafsız bir tutumun, savaş suçunun, insanlık suçunun ortağı oluyorsunuz? 
 
Biz biliyoruz ki o ülkenin halkları böyle düşünmüyor. O ülkenin halklarının insandan yana, hayattan yana tutum aldığını da biliyoruz.
 
Ama yönetenler bir şekilde etki altında. Yönetenler bir şekilde korkutuluyor. Yönetenler bir şekilde güçten, paradan, yana tutum alıyor. 
 
İsrail hükümetinin her gün işlediği cinayetler karşısında bu ülkeleri yönetenlerin bu kadar aciz olması, bu kadar zafiyet içine düşmesinin sebebi nedir? Bunu hep beraber sorgulamamız lazım.
 
Ukrayna'ya karşı yapılanlarının karşısında dururken Filistinlilere yapılanlara karşı nasıl böyle bir destek tutumu alabiliyorsunuz diye sormak lazım onlara. 
 
Dünyanın güneyi vicdanının sesini dinleyip Filistinli kardeşlerimizin yanında dururken bu ülkeler nasıl olup da insanlığını unutuyor, nasıl olup da bu etnik temizliğe destek veriyorlar? Gerçekten hayretler verici bir tablo. 
 
Ama tarih olanların hepsini kaydediyor. Bu ülkeleri yönetenler aradan onlarca yıl geçse de bu ayıplarının, bu utançlarının altından kalkamayacaklar. 
 
Bilsinler ki bugün olanları unutmayacağız, unutturmayacağız. Hep onların yüzlerine vuracağız. 
 
Evet, onlar insanlık suçunun ortaklarıdır. Onlar İsrail hükümetinin işlediği savaş suçlarının ortaklarıdır. 
 
Değerli Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, 
 
Sözlerimin sonuna gelirken birkaç küçük hatırlatma ve açıklama da yapmak istiyorum. 
 
Bizim biliyorsunuz DEVA Partisi olarak ikinci olağan kongre sürecimiz başlamış durumda ve Türkiye genelinde ilçe kongrelerimiz başladı. Hemen hemen her gün Türkiye'nin farklı yerlerinde, farklı ilçelerde kongrelerimiz gerçekleşiyor. 
 
Bir yandan da 31 Mart yerel seçimleriyle ilgili hazırlıklarımız büyük bir hızla devam ediyor. 
 
Biz bugün öğleden sonra komisyon toplantılarımızı gerçekleştirmeye başlıyoruz. Bölge komisyonlarımız ve üst komisyonlarımız ilk defa bugün şehirlerdeki tabloyu ve gelen adaylarla ilgili önerileri değerlendirmeye başlıyor. 
 
Tabi bu bugüne kadar bizim teşkilatlarımızın içinden gelen önerilere dönük bir çalışma ama partimiz de aday adaylığı ve nihai adaylıkla ilgili süreci de önümüzdeki pazartesi günden itibaren resmen başlatıyor. 
 
Biz bir iç değerlendirme sürecini bugüne kadar çalıştırdık. Bütün il ve ilçe başkanlarımıza dedik. Ne düşünüyorsunuz? Var mı adaylarınız? Bize önerileceğiniz isimler var mı? Bunları bir çalışın dedik. 
 
Komisyonlarımız gitti. Yerinde tespitler yaptılar. Ve bugün öğleden sonra bu komisyon toplantılarına başlıyoruz. Önümüzdeki hafta devam ediyoruz ve ilk tur açıklayacağımız adaylarla ilgili bir çalışmayı yapıyoruz. 
 
Evet, adaylık müracaatlarımız resmi olarak pazartesi günü başlıyor. Ve 29 Aralık Cuma günü saat 17:00'de sona eriyor. 
 
Ve bu takvim içerisinde özellikle kadın adaylarımızın mümkün olduğunca çok olmasıyla ilgili de özel bir gayret, özel bir çabamız var. 
 
Başta Kadın Politikaları Başkanımız Elif Esen Hanım olmak üzere, Kadın Çalışmaları Koordinatörümüz Bahar Kayserili olmak üzere partimizdeki kadın erkek ayırmadan bütün arkadaşlarımızın çabası bu seçimlerde mümkün olan en fazla sayıda kadın adayla yerel seçimlere gitmek. 
 
Buradan tüm Türkiye'ye, tüm kadınlara çağrım; Gelin hep beraber elimizi taşın altına koyalım. Gelin siyasette var olalım çünkü bu ülkenin sorunlarını çözmenin yolu meşru demokratik siyasettir.
 
Başkaları kayıt dışı işlerle uğraşıyor olabilir. Başkaları yargıya nüfuz edip yargıyı siyasallaştırarak ülkenin yönetimini ele geçirmeye çalışıyor olabilir. 
 
Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa başvurarak bu ülkede iktidar olmaya çalışıyor olabilir. 
 
Bizim yolumuz açık, kafamız çok net. 
 
Biz bu ülkenin sorunlarını meşru demokratik siyaset yoluyla çözmeye talibiz.
 
Attığımız her bir adım meşrudur.
 
Bu meşru demokratik siyaset çalışmamızda da çok daha fazla sayıda kadının yer almasını, elini taşın altına koymasını arzu ediyoruz. 
 
Ama elini taşın altına koy deyip de yalnız bırakmak yok. 
 
Hep beraber bu yolda olan, bu yola başını koyan kadın adaylarımızın arkasında olacağız. Hep beraber onlara sahip çıkacağız, destekleyeceğiz ki Türkiye genelinde mümkün olan en fazla sayıda belediye başkanı ve meclis üyesi DEVA’lı olacak ve kadın olacak. 
 
Erkekler alınmasın. Tabii ki erkekler de partimizin çok çok önemli değeri ama arkadaşlar mesele siyasetse kadınların siyasette varlığı ve daha güçlü olması özel çaba gerektiriyor özel destek gerektiriyor. 
 
Pozitif ayrımcılık kelimesi biraz eskidi ama bunu yapmamız gerekiyor. 
 
Ben tekrar hem ikinci olağan kongre sürecimizin hem de 31 Mart yerel seçimlerinin partimiz için ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.
 
Sözlerime son veriyorum. 
2 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 4. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

TBMM 4. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşma Metni


Kıymetli basın mensupları, Değerli arkadaşlar,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum ve TBMM çatı altında yapmış olduğumuz Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Bu hafta şahsen tanıdığım, sevdiğim iki kıymetli ismi kaybettik.

Ekonomi basınının duayen isimlerinden Osman Arolat evvelsi gün hayatını kaybetti.

Köşe yazılarıyla, yorumlarıyla ekonomik gelişmelere tercüman olan ve yurdun dört bir tarafından izlene önemli bir köşe yazarıydı, yorumcuydu. Osman Arolat’a Allah’tan rahmet, sevenlerine, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

Dün ise değerli anayasa hukuku hocamız Ergun Özbudun’u kaybettik.

Katılımcı, çoğulcu ve demokratik bir hukuk devleti için ömrünü adamış olan Ergun Özbudun’da rahmetle anmak istiyorum.

Sevenlerine, ailesine baş sağlığı diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz hafta Cumhuriyetimizin 100. Yılıyla ilgili anma ve kutlama çalışmalarına DEVA Partisi olarak yoğun bir şekilde başladık. Ve bir hafta boyunca çok farklı etkilinler yaptık.

Hatay’da, deprem bölgesinden Cumhuriyetimizin yeni yüzyılını tartıştık.

Anıtkabir’deki ziyaretimizde ve nihayetinde 29 Ekim sabahı paylaştığımız kısa bir anma filmiyle kutlama çalışmalarımızı, anma çalışmalarımızı gerçekleştirmiş olduk.

Ve diyoruz ki; “Birlikte, Yüz Yüze, Nice Yüzlere”. Birimizin yüzüne bakarak, birbirimize sırtını dönerek değil, birbirimizin yüzüne bakarak “Nice yüz yıllara.” Diyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçen haftadan bu yana ülkemizde çok ciddi bir hukuk ihlali yaşanıyor.

Bir gazeteci arkadaşımızın tabiriyle, “Anayasal düzene karşı bir darbe” gerçekleşmiş durumda.

Bakın, darbe teşebbüsü demiyorum; “Anayasal düzene karşı darbenin kendisi” diyorum.

Bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesi, Can Atalay hakkında ihlal kararı verdi.

Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarına herkes uymakla, kararının gereğini yerine getirmekle yükümlüdür.

Birilerinin keyfine göre, siyasi hesaplarına göre bu kararları eğip bükemezsiniz.

“Canım isterse uygularım, istemezse uygulamam” diyemezsiniz.

Ve AYM’nin verdiği karar rağmen Can Atalay hala hapiste.

Bunlar gerçekten hukuksuzluğu bir adet haline getirdiler.

Biz, bu hukuksuzluğu reddediyoruz.

Demokratik bir hukuk devletinde seçimler tabii ki önemlidir ama hukuk da en az seçim sonuçları kadar önemlidir.

Biz hukuk devletinde hiç kimse, “Ben %52’yi alıp cebime koydum, hukuk falan tanımam.” Diyemez diyoruz.

Hiç kimse “Halk beni seçti, kafama eseni yaparım.” Diyemez diyoruz.

O zaman o devlet, hukuk devleti olmaz.

Demokrasi tabii ki seçimlerin olduğu bir yönetim sistemidir ama demokrasi hukukla bir anlam kazanır. Hukukun olmadığı bir demokrasi ancak kaos getirir.

Hukukun olmadığı bir demokrasi, seçilenlerin keyfine göre yönetmesi demektir, vurdumduymazlık demektir.

Hukukun olmadığı bir demokrasi, adaletsizlik demektir, yoksulluk demektir, yolsuzluk demektir ve dünyada itibarsızlık demektir.

Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bu süreçte dahil olan herkesin derhal hukuk gereğini yerine getirmeye, derhal hukuk devletinin gereğini yerine davet ediyorum ve Can Atalay’ın Meclis çatısı altındaki hakketmiş olduğu yerini bir saat dahi kaybetmeden almasını talep ediyorum.

*****

Yine çok önemli bir başka hususa değinmek istiyorum:

Geçtiğimiz haftalarda yine Meclis çatısı altında dillendirdiğim bir konu…

İstanbul Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı’nın HSK’ya yargıdaki yolsuzluklar, hukuksuzluklar ve çürüme ile ilgili başvurusundan yine söz etmek istiyorum.

Biliyorsunuz bu konu basına düşeli haftalar oldu. Ama o günden bugüne herhangi bir adımın, ciddi bir adımın atılmadığını görüyoruz.

Çete liderlerinin tahliyesinden tutun da parayla yargı kararlarının alınmasına varana dek… Neler neler… Ve bunun o adliye çatısındaki en üst sorumluluk sahibi olan bir kişi kendi çatısı altındaki yargı mensuplarıyla ilgili bu iddialarda bulunuyor ve maalesef ciddi bir hareket yok. O onu yaptı, bu bunu yaptı… Fakat geçen gün yine haberle düşen gelişmelerden görüyoruz ki bu iş ciddiye alınmış değil. Yine kulaklarının üzerine yatma söz konusu.

Üstelik, bu konuda bir haber yapan gazeteci Tolga Şardan da dün tutuklandı.

Kendi ifadesiyle; Tolga Şardan gazeteci, gazetecilik yaptı, o kadar.

Böyle bir konuda, böylesi önemli bir konuda yer yerinden oynaması gerekirken, bu konuyu farklı cephelerden haber yapan, farklı açılardan gündemde tutmaya çalışan bir gazeteciye yapılan haksızlıktır.

Değerli arkadaşlar;

Hukuk olmadan bu ülkedeki hiçbir sorun çözülemez, çözülmez.

Yargı, adaleti tesis etmek yerine, “haksızlık merkezi” olursa bu ülkede iyiye giden tek bir şey kalmaz.

Buradan bir kez daha İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısının iddialarının hızlıca, detaylı bir şekilde, kapsamlı bir şekilde soruşturulması için talepte ve çağrıda bulunuyorum.

Bu konuyu örtbas etmeyin. Sakın ha örtbas etmeyin!

Biz bunun takipçisi olacağız. Hükümet gündemden düşürmeye çalışsa da biz gündemde tutmaya devam edeceğiz.

*****

Değerli Basın Mensupları,

Ülkemizde hukuksuzluk diz boyu iken hala bazıları mevcut ekonomik krizi çözmenin hayalini görüyor.

Defalarca söyledim, tekrar ediyorum:

Hukuk olmadan, ekonomi olmaz!

Hukuk olmadan, ekonomi olmaz!

Hukuk olmadan, ekonomi olmaz! Nokta!

Hazine, Merkez Bankası, diğer kurumlar ne yaparsa yapsın, fayda etmez.

İşte görüyorsunuz, ekonomi yönetimi tam 5 aydır havanda su dövüyor. 5 aydır ne oldu Türkiye'de? 5 ayda ekonomide hangi olumlu gelişme sağlandı.

Enflasyon arttı mı? Arttı. Faizler arttı mı? Arttı. Yoksulluk daha da yaygınlaştı mı? Yaygınlaştı.

Arkadaşlar, inanın aklım almıyor.

İçinde bulunduğumuz bu ekonomik krizi çözmenin yollarını, neler yapılması gerektiğini her gün anlatıyorum. Ansiklopediler hazırladık nerdeyse, seçimden sonra herke gönderdik. Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı yardımcısına, bakanlara… Dedik ki; Çözüm şurada alın biraz okuyun. İstiyorsanız bu işin uzmanlarını gönderelim ders versinler. Çünkü derse ihtiyacınız var biliyoruz.

Fakat maalesef olumlu bir ilerleme görmüyoruz.

İşte daha yeni açıklanan karar.

Milyonlarca gencimizi ilgilendiren KYK kredileri ve burslarıyla ilgili alınan karar hükûmetin bu ülkenin gerçeklerinden habersiz olduğunu gösteriyor, bu ülkenin gençlerimden bir haber olduğunu gösteriyor.

1.250 liralık aylık KYK bursu kredisi çıkmış 2.000 liraya. Ne zaman? Artış yıl başında. Yüzde kaç? %60.

Bu ülkede mutfak enflasyonun resmi rakamlara göre dahi %85 olduğunu siz bilmiyor musunuz? Öğrencilerin en önemli harcama kaleminin gıda olduğunu bilmiyor musunuz? Kiraların bu ülkede son bir yılda ortalama enflasyonun da çok üstünde arttığını siz bilmiyor musunuz? Gıda ve barına temel ihtiyaç arkadaşlar.

Bağımsız araştırmaların gösterdiği enflasyon %130. Bütün bu rakamlar ortadayken gençlerin burslarına kredilerine yapılan artış %60. O da 2 ay önceden açıklanıyor. 1 Ocak’tan sonra geçerli, aslında 2 ay boyunca bu rakam erimeye devam edecek. Bugün 2 bin TL dediğiniz satın alma gücü yıl başında muhtemelen 1800 liraya, 1825 liraya inecek.

Buradan hükümete çağrı yapıyoruz; Sadece dar gelirlileri sıkarak bu ekonomi sorunu çözemezsiniz.

Akıl dışı, bilim dışı politikalardan dönülecek diye beklerken, Merkez Bankası hâlâ arka kapıdan döviz satışına devam ediyor.

Niçin şeffaf olmuyorsunuz? 5 ay oldu. Rasyonel politikalara geri dönüş bu mu? Şeffaflık bu mu?

Kamuda israf bitecek derken, hâlâ krizin faturası vatandaşa kesiliyor ve israf tam gaz devam ediyor.

Siz ekonomi yönetiminde birkaç isim değiştirip, Merkez Bankası’nın politika faizini artırarak enflasyonla mücadele edemezsiniz.

Topyekûnû ve kararlı politikalar uygulamadan bu ülkedeki enflasyon sorununu çözemezsiniz.

Hele hele havuzdaki delikten KKM’ye, faize yüz milyarlarca lira her ay akarken, bütçe dengesini bulamazsınız. Enflasyonu düşüremezsiniz.

Bu delikler kapanmadan, ülkeyi vergilerle, zamlarla iyice sıkıp suyunu çıkarmak, insaf değildir, ekonomi yönetimi değildir.

Yargı kararları parayla satılırken, AYM ve AİHM kararları uygulanmazken bu ülkedeki ekonomi sorunları ÇÖ-ZE-MEZ-Sİ-NİZ.

*****

Bu arada, hukuk ve kural tanımazlığın yeni bir örneğine daha şahit olduk.

Kısa bir süre önce görevinden ayrılan BDDK Başkanı, baktık ki bir bankanın genel müdürü olmuş. Bankacılık kanununda çok açık hüküm var, ben plan bütçe komisyonundan geçirdim o yasayı. Burada genel kurulda oylandı, yürürlüğe girdi. Diyor ki; “BDDK Başkanı, Kurul Üyeleri görevlerinden ayrıldıktan itibaren 2 yıl boyunca denetledikleri kurumlarda görev alamaz” diyor. “Bu hükme uymayanla ilgili hapis cezası” diye ayrıca madde var kanunda. Tuttular, bu kanun hiç yokmuş gibi eski BDDK Başkanı’nı bir bankanın genel müdürü yaptılar. İnanılır gibi değil, inanılır gibi değil!

Değerli arkadaşlar bakın, Anayasa mahkemesi kararlarına uymamak, kanunlara uymamak aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni yok saymaktır. Niye biliyor musunuz?

Çünkü Meclis yasa koyucudur. Meclis’in en önemli varlık sebebi, hukuk normlarının inşasıdır. ‘Yasama organı’ adı üstünde. Yasa koyucu, norm koyucu. Aynı zamanda Meclis bir denetim organıdır. Komisyonlarıyla, soru önergesi sistemiyle, Sayıştay Meclis adına denetim yapar.

Eğer siz yasalara uymayacaksanız, bu anayasaya uymayacaksınız Meclis niye var?

Ben buradan 600 milletvekiline ve Meclis Başkanına sormak istiyorum. Meclis niye var? Bu Meclis’in gece gündüz çalışıp komisyonlarda, genel kurulda görüşüp kabul ettiği yasalar nihayetinde uygulanmayacaksa bu Meclis niye var? Ben burada başta Meclis Başkanı olmak üzere tüm milletvekillerinin Meclis’in onuruna sahip çıkmasını bekliyorum. Bu, yasama organının onurudur. Çalış, et, yasa çıkar; hükümet, ‘Aklıma eser uymam, uymuyorum, Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamıyorum’ diyor.

Hadi siz hukuk normlarını böylesine elinizin tersiyle itiyorsunuz ama bu Meclis’e karşı en büyük saygısızlıktır, meclisin varlık sebebini ortadan kaldırmaktır. Çok ciddi bir meseleden bahsediyorum burada. Yasama organının varlık sebebini ortadan kaldıran adımlardır bunlar. Ve öyle ‘Ya bir yasaya uyulmamış ne olacak?’ diyemeyiz. Getirin buraya, yasayı değiştirin, ‘BDDK yöneticileri görev alabilir’ deyin. Önce bir yasayı değiştirin, hukuk normunu değiştirin ondan sonra yaptığınız yeni yasa çerçevesinde olsun. Meclis burada hazır, niye getirmiyorsunuz? Çünkü yaptığınız yanlış. Temel evrensel yöneyim ilkelerine aykırı.

Bir kamu görevlisi görevinden hemen ayrılıp, denetlemekle yükümlü olduğu bir kurumda çalışamaz, böyle bir şey yok. BDDK da olsa, başka bir denetleyici/düzenleyici kurum da olsa böyle bir şey yok. Gerçekten çok yazık.

Bakın, bunu hemen yapmak gerekiyor. Eğer Meclis’in onuruna hemen sahip çıkmazsak, yarın çok geç olur. Böyle böyle TBMM’nin altı oyuluyor. İnanın akıl alır gibi değil.

*****

Değerli Basın Mensupları,

Geçtiğimiz hafta ülkemizdeki 3 ayrı öğrenci yurdunda acı kazalar yaşandı.

Aydın Efeler, Sivas ve Ordu Fatsa’da.

Aydın Efeler Kız Öğrencilerinden genç arkadaşımız Zeren Ertaş hayatını kaybetti, 15 öğrenci yaralandı.

Sivas’ta ise yine asansör arızasında öğrenciler mahsur kaldı.

Fatsa’da bir başka asansör kazasında halatlar koptu ve 4 gencimiz hastanede tedavi olmak durumunda kaldı.

Biz son 5 senedir “Barınamayan gençler” sorununu değiniyorduk ama
Şimdi de barınabilen gençlerin de can güvenliği sorunu ortaya çıktı.

Bu kazalar, ihmallerin, hataların sonucu.

Asansörlerle alakalı koyulmuş kurallar var. Bunun bir denetim mekanizması var. Rastlıyorsunuzdur, kırımızı etiket, mavi etiket, yeşil etiket değil mi? Ben şahsen bakarım asansöre binerken bakarım etiketin rengine yeşil mi değil mi? Diye. Maviyse sıkıntılı, kırmızıysa binme demek zaten. Hele hele devletin işlettiği ve devletin denetlemekle yükümlü olduğu binalarda böylesi bir lakaytlık söz konusu olamaz.

Evlerinden ailelerinden uzakta, yurtta kalarak eğitim hayatlarına devam etmeye çalışan gençlerimizin hayatından sorumlu olan devlettir, devleti yönetenlerdir.

KYK yurtlarının can güvenliği ve emniyet açısından derhal incelenmesi gerekir.

Bu sadece asansör meselesi değil, korkuluk demirliklerinden tutunda, cam pervazlarının zeminden yüksekliğine kadar bir sürü kurar var burada ve hepsi insan canıyla alakalı. Derhal bu standartların açıklanması ve bütün yurt binalarının, okulların bu standartlara göre acil denetimi ve gerek kaynak ne ise hemen oralara gönderilmesi lazım. Bunlar öyle para tutan şeyler değil. Bunlar sadece iyi yönetim meselesi. Memleketi düzgün yönetme meselesi. Kaynak meselesi değil bakın. Hele hele can konusuyla kaynaktan bahsetmeye kimsenin yüzü olmaz, olamaz.

Güzeller güzeli Zeren’in babası ne demiş;

“Çocuğumu ilk defa devlete emanet ettim, ama devlet benim çocuğuma 20-25 gün bakamadı. İnşallah bundan sonra hiçbir annenin babanın canı yanmasın” demişti. “Biz yandık başka çocuklar yanmasın” demişti.

Evet Zeren’i kaybettik, telafisi yok. Acının tarifi yok.

Ama başka Zerenler ölmesin diye tedbir almak ülkeyi yönetenlerin elinde şu anda.

*****

Değerli Basın Mensupları,

DEVA Partisi olarak biz bir yandan kongre takvimimizi başlatırken, diğer yandan da önümüzdeki yerel seçimlerle ilgili yoğun bir hazırlık içerisindeyiz.

Ve iki gün önceki Genel Merkez Yönetim Kurulu toplantımızda da aday tespit sürecimizi başlatma kararı aldık. Tüm ülke sathında adaylık için başvuruları almaya başlıyoruz.

Ülkemiz için, demokrasimiz için hayırlı olsun diyorum.

Bu arada, yeni bir kampanya da başlatmış bulunmaktayız:

“Yerelde kadına yer var” adını verdiğimiz bu kampanyanın amacı, yerel seçimlerde daha çok kadının aday olarak listelerde yer alması. Bu özel bir gayret gerektiriyor. Türkiye'de siyasette kadınların işi kolay değil. Erkek egemen bir kültür söz konusu.

Dolayısıyla, siyasette faydalı olabilecek, katkısı olabilecek, bu ülkenin yarınlarına katkı verecek bütün kadınları ben yerel seçimlerle ilgili aday olmaya davet ediyorum.

DEVA Partisi’nin kapısının sonuna kadar kadın adaylara açık olduğunu buradan tekrar ifade etmek istiyorum.

Bu vesileyle şunun da altını çizmek istiyorum:

DEVA Partisi “demokratik hukuk devleti” idealini temsil eden bir siyasi partidir.

Partimiz tam demokratik Türkiye hayalinin partisidir.

Kim ne derse desin, “Efendim dünyada şu yükseliyor, bu yükseliyor” … Biz ideallerimiz için siyasetteyiz. Bu ülkemiz için, 85 milyonun yarınları için, gençlerimiz, çocuklarımız için siyasetteyiz. Ve her zaman doğru bildiğimiz noktada olacağız. Eğilmeyeceğiz, bükülmeyeceğiz. Doğruyu sonuna kadar savunacağız, sonuna kadar doğruların mücadelesini vereceğiz.

En zor şartlarda, söz konusu memleket ise, söz konusu insansa, sağına soluna bakmadan “ben de varım” diyen insanlarla beraber siyaset yapmaya devam edeceğiz.

O nedenle vatandaşlarımızı DEVA’ya bekliyoruz.

Tüm vatandaşlarımızı partimizde siyaset yapmaya, kongrelerimize katılmaya, katkı vermeye, ülkemizin geleceğini beraber inşa etme hareketimize katkı vermeye davet ediyorum.

DEVA Partisi sadece şunun bunun partisi değildir. DEVA Partisi sadece Ali Babacan’ın partisi değildir. DEVA Partisi, tüm Türkiye’nin partisi. Hep beraber sahip çıkacağız.

Biz yok olan umutların yeniden yeşermesi için bir mücadele veriyoruz.

Seçim sonrası ülkede gerçekten bir umutsuzluk var, ülke genelinde bir siyasetten beklentinin azaldığı ve karamsarlığın çoğaldığı döneme girdik. Seçimi kazananlara oy veren vatandaşlarımızın bile büyük çoğunluğunda bu umutsuzluğu görüyoruz.

İşte biz o umutsuzluğa umut olmak için, ülkemizin yarınlarında demokrasi bayrağını, hukuk bayrağını dalgalandırmak için buradayız. Biz yok olan umutların yeniden yeşermesi için büyük bir mücadele vereceğiz ve bu mücadeleyi de 85 milyonla beraber vermek istiyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

İsrail, haksızca, zalimce, insanlık dışı saldırılarına devam ediyor.

Hastaneler, mülteci kampları ve daha nice sivilin yaşadığı bölgeye her gün bombalar yağdırıyor.

Daha acısı, İsrail’in bu vahşetini ABD ve bazı Avrupa ülkeleri açıkça destekliyor. Bu ülkeler kendi ilke ve değerlerinin hilafına bu desteği veriyor. Aynı mesele kendileriyle alakalı olsa, aynı mesele kendilerini daha yakın gördükleri ülkelerle alakası olsa hemen hep beraber ayağa kalkmıyorlar mı?

Ukrayna’nın Rusya tarafından işgaline şiddetle karşı çıkan bu ülkeler değil mi?

Milyarlarca dolar para, silah yardımı yapan bu ülkeler değil mi?

“Ukrayna işgal ediliyorsa, Ukrayna’nın yanında dururuz, Filistin toprakları, Gazze işgal ediliyorsa biz karışmayız. Hatta oradaki insanların şöyle bir nefes alması, insani yardımların ulaşması için dahi silahların kısa bir süre susmasına da ‘hayır’ deriz.”

İnanın bu çifte standarttır. Bakın bu, bu ülkelerin zamanından ortaya koydukları varlık sebeplerine aykırı bir duruştur. Bu ileride o ülkelerinde yaşayacağı büyük travmaların, demokrasi ve hukuk krizlerinin bugünden tohumunu ekmektir. Siz bugün şu ya da bu sebeple, şu ya da bu lobinin etkisiyle kendi içinizdeki bilmene siyasi hangi lobinin basındaki hangi kuruluşların etkisiyle eğer ilkeleri durmazsanız o zaman günü gelir demokrasi, hukuk herkese lazım olur.

Bize gelince,

Hükümet sorunu çözme konusunda tam bir çaresizlik ve acziyet içinde.

“Arabulucu olacağız” dediler, yapmadılar. “Garantör olalım” dediler, kimse dinlemedi bile.

En sonunda, adına “Cumhur İttifakı” mitingi dedikleri, İstanbul’da bir miting yaptılar.

Yahu siz iktidar partisiniz değil mi? Bu ülkeyi yönetin, sorunlarını çözün diye insanlar size yetki vermiş. Vatandaşlarımızı toplayıp siz kimi kime şikâyet ediyorsunuz?

Filistin davası, hepimizin davası değil mi? Siz niye böylesine önemli bir meseleyi, Cumhur İttifakı’nın meselesi haline getirip “Cumhur ittifakı” mitingi diye lanse ediyorsunuz.

Bu ülkede Filistin deyince onlarca yıldır, bu mesele başladı başlayalı iktidar muhalefet hep aynı noktada durmadı mı?

Peki, siz niye şu anda Filistinli kardeşlerimizin kanı üzerinden ayrışma, ayrıştırma yapıyorsunuz. Tamamen istismar arkadaşlar başka bir şey değil.

Niçin bu ülkenin insanlarını ayrı ayrı kamplara bölüyorsunuz, Filistinlilerin kanı üzerinden.

Filistin meselesinde hiçbir iyileşme yokken, son derece heveskar bir şekilde İsrail’le ilişkileri düzelteme gayretine girişen Cumhurbaşkanı’nın kendisi değil miydi? Geçen haftada da uzun uzun anlattım değil mi?

En ufak bir iyileşme yokken, Filistinlilerle alakalı, Filistin sorunuyla alakalı, gitti apar topar ilişkileri düzeltti. Büyükelçiler görevlendirildi.

Seçimden önce, “Biz kaybedersek Gazze düşer, Filistin kaybeder” diyen Cumhurbaşkanın kendisi değil miydi?

İstismar, istismar, istismar!

Gerçekten, çok yazık.

Bir zamanlar, bir kişinin “one minute” demesiyle dünyada ses getiren bir Türkiye vardı. Bir kişi “one minute” dedi bütün dünya bunu konuştu değil mi?

E şimdi siz kendi verdiği sayıya göre şimdi 1,5 milyon insanı topluyorsunuz, 1,5 milyon insan haykırıyor, dünyadan ses gelmiyor. Niye? Çünkü arkadaşlar bu ülkenin itibarını yerle bir etti bunlar.

Bir sarılıp-bir bağırıp bu ülkenin itibarını yüksek tutmak mümkün değildir. Bir sarılıp-bir bağırırsanız bir süre sonra kimse sizi dinlemez, ciddiye almaz, dikkate almaz. İşte dikkate alınmayan, yok sayılan, ne dediğine kulak asılmayan bir yöneyim var şu anda Türkiye'de.

Bakın Gazze’den ilk defa bazı sivillerin çıkmasına izin verilmeye başlandı değil mi? Son 24 saat içerisinde. Yabancı pasaportlular, belli tanımlanan kişiler.

Peki, bu işin müzakeresini hangi ülkeler yaptı? Bir tarafta Amerika-İsrail, Bir tarafta Katar ve Mısır. Hani Türkiye? Hani bizden haberiz yaprak kıpırdamaz diyen Türkiye?

“Ben arabulucu olacağım” diyen Sayın Erdoğan'ı niye kime dikkate almıyor. Siz tutarsız olursanız, her türlü dış politika meselesini iç siyasette istismar aracı olarak kullanırsanız bir süre sonra kimse sizi dinlemez, takmaz, ciddiye almaz. Şu anda Türkiye’nin maalesef içine düştüğü durum budur. Ciddiye alınmamak, dikkate alınmamak.

*****

Değerli arkadaşlar, buradan tekrar ediyorum:

İsrail hükümetinin bugün Filistin’de yaptığı şeyin adı bir etnik temizliktir.

Açıkça, insanlık suçu işlenmektedir. Savaş suçu işlemektedir.

Buna destek olan herkesi, bu ölümlerin suçuna ortaktır.

İsrail Gazze’ye yönelik saldırılarına ve kara operasyonuna derhal son vermelidir.

Derhal ateşkes ilan edilmelidir. Kaç kişinin ölmesi gerekmektedir? Yani ateşkes için hedeflenen ölü sayısı kaçtır? 8 bin 500’ü geçti, 9 bine doğru gidiyor sayı. Kaç kişi ölecek ki siz ateşkes ilana edeceksiniz? Nedir?

Her iki tarafın elinde tuttuğu rehineler serbest bırakılmalıdır.

İnsani yardımlar için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, Refah Sınır Kapısı bir an önce günlük en az 100 kamyonun geçeceği bir insani yardım için açık hala getirilmelidir.

ABD ve Avrupa ülkeleri bugüne kadar ortaya koydukları çifte standarttan vazgeçmeli, hakka, adalete ve uluslararası hukuka uygun hareket etmelidir.

Netenyahu ve İsrail savaş kabinesinin, savaş suçlusu olarak uluslararası yargının önüne çıkarılması için her türlü gayret ortaya koyulmalıdır.

İsrail-Filistin sorununun kalcı çözümü için tekrar tekrar söylüyorum:

İsrail, üç İlâhi din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmelidir.

İsrail bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan, genişletmekten vazgeçmelidir.

Filistin halkı üzerinde uygulanan tecrit, izolasyon son bulmalıdır.

BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, şu an en sağlam uluslararası hukuk dayanağıdır bu kararlar. “Güvenlik Konseyi Kararı” diyoruz. “Altında Amerikan’ında Rusya’nın da imzası olan kararlar” diyoruz.

Bu kararlar çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulmasından başka bir yol yoktur.

İki devletli çözümden başka çözüm yoktur. Açık söylüyorum tek devletli çözüm çözüm değildi. Tek devletli çözüm büyük bir insanlık faciasının on yıllarca devamıdır. Tek devletli çözüm İsrail’in kendisi içinde büyük bir güvenlik kaosudur. Bitmeyecek bir güvenlik kaosudur.

Gazze’nin yeniden imar ve inşası içinde derhal uluslararası fon oluşturulmalı ve gereken yardım ulaştırılmalıdır.

*****

Değerli basın mensupları,

Sözlerime şimdilik burada son veriyorum. Eğer sorusu olan basın mensubu arkadaşımız varsa onların sorularıyla programımıza devam edelim.

Tekrar teşekkür ediyorum, hepinize iyi çalışmalar diliyorum.

 

26 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 3. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

TBMM 3. Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Değerli basın mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarım,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

3 gün sonra Cumhuriyetimizin 100. Yaşını kutlayacağız.

Biz bu hafta, 100. Yaş programımızı başlatmış bulunmaktayız.

Kökümüz tarihin derinliklerinde. Geçmiş medeniyetlerimizden aldığımız güçle ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimizin birikimiyle yarınlara bakıyoruz.

Pazartesi günü Hatay’daydık, bugün öğleden sonra Anıtkabir’i ziyaret edeceğiz.

100.Yıl programımızın ana teması “Birlikte, Yüz Yüze, Nice Yüzlere”.

“Yüz yüze bakalım ki, daha nice yüzlerimiz olsun” diyoruz.

Biraz açayım:

Ülkemiz farklı fikirlerin ötekileştirildiği, farklı mahallelerin birbiriyle konuşmadığı ağır ve sancılı dönemler gördü. Görmeye de devam ediyor.

Türkiye’de herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes en az bir kere mağdur oldu.

Adeta acılarımızda eşitlendik.

Biz DEVA Partisi olarak hep tekrar ettik, bir kere daha söylüyorum:

Artık eski hesaplaşmaları, kavgaların geride bırakılması gerekiyor. Yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi.

Kavgalar, hesaplaşmalar hiçbir sorunumuza çare olmadı.

Geçmiş, doğruları ve yanlışlarıyla, içinden geçtiğimiz ortak bir geçmiş,

Geçmişi değiştiremeyiz. Geçmiş konusunda uzlaşmamızda kolay olmayabilir.

Ama bugünün ve yarının ipleri elimizde.

Yarınları, hepimizin ortak yarını yapabiliriz.

Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarınlara çevirebiliriz.

Mahallelere bölünmüş insanlarımızın arasındaki duvarları yıkabiliriz.

Yıkalım ki yüz yüze bakalım.

Birbirimize sırtımızı dönmeyelim.

Biz DEVA Partisi olarak diyoruz ki:

Yüz yüze bakalım ki, daha nice yüzlerimiz olsun.

Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun.

*****

Değerli Basın Mensupları,

100. Yıl programımız çerçevesinde geçtiğimiz pazartesi günü Hatay’daydım.

Cumhuriyet Bayramı’nı önce Cumhurla birlikte anmak istedim.

Binlerce yıllık kadim geçmişiyle Hatay, bizim köklerimizi ve bir arada yaşama kültürümüzü güçlü bir şekilde temsil ediyor.

Deprem anında ırk, din, mezhep, siyasi görüş ayrımı yapmaksızın birbirinin yardımına koşan Hataylılarla buluştum.

Antakya sokakları gezdim, vatandaşlarımızla dertleştim.

Hem Hatay’ın günlük problemlerini hem de önümüzdeki 100 yılı Hataylı vatandaşlarımızla konuştum. Bütün bu programın bir özetini birkaç parça halinde de sosyal medya hesaplarımızda ayrıca kısa özet videolar olarak paylaşacağız birkaç güne kadar.

Hatay’ın depremden bugüne sorunları bitmiyor.

8 ay tamamlandı, 9. Aya doğru giriyoruz hâlâ çadırlarda yaşayan insanlarımız var. Ve yağmur yağdığında çadırların altı çamur oluyor. Çadırların içerisinden yağmur suları sel olup akıyor.

Çocukların eğitim hayatı düzene girmiş değil. Okul sayısı az ve bu nedenle ders saatleriyle ilgili, ulaşımla ilgili çok ciddi sıkıntılar var.

Antakya’daki vatandaşlarımız, pek çok sağlık hizmeti için 100 km ötedeki Dörtyol’a gitmek zorunda kalıyorlar.

Her konuda belirsizlik var ve plan program yok

Yeni imar planı çıkacak deniliyor, ancak eski imar planına göre inşaat ruhsatları veriliyor. Bizzat gittim yerinde gördüm; bir bakanın temel attığı ve sadece Asi Nehri’nin yatağına 30 metre mesafede kazılmış temeller var.

İnanılır gibi değil. Plan yokken, eski plana göre inşaat ruhsatı veriliyor.

Buradan Hükümete çağrıda bulunuyorum:

Hatay için acilen bir koordinasyon mekanizması kurulmak zorunda. Diğer bütün illerimizin, depremden etkilenen illeriminiz için acilen koordinasyon mekanizmaları kurulmak zorunda. Bunu depremin 3. Günü akşam yine Hatay’dan bütün Türkiye’ye duyurmuştum. Bu sadece Merkezi hükümetin ‘ben her şeyi herkesten iyi bilirim, bildiğimi yaparım. Kimsede bana karışamaz’ tutumuyla çözülebilecek sorun değil.

Merkezi hükümetin, yerel yönetimlerin ve sivil inisiyatifin içinde olduğu koordinasyon mekanizmalarıyla ancak depremle ilgili sorunlar çözülebilecek. Aksi halde, 8 ay bitmiş, 9 aya yaklaşıyoruz ve hala yüz binlerce insan mağdur.

*****

Kıymetli Basın Mensupları,

Geçtiğimiz gün çok acı bir haberle karşılaştım.

Genç bir yazar arkadaşım Oğuzcan Acar, annesiyle beraber cinayete kurban gitmiş…

21 yaşındaki kardeşi de komada, yaşam mücadelesi veriyor.

Oğuzcan’ı da kaybettiğimiz bu cinayet, yine bir kadın cinayeti…

Oğuzcan’ın annesi Züleyha Acar, 3 sene evvel eşinden şiddet nedeniyle boşanmak için yargıya başvurmuş.

Şiddet nedeniyle koruma kararı da çıkmış.

Ama geçtiğimiz akşam Nevzat Acar, eve gelip hem çocuklarına hem eski eşine ateş açmış; ardından da kendisini öldürmüş.

Nevzat Acar’ın önceden de şiddet girişimleri var ancak yeterli tedbirler alınmamış.

Suç bile olmaması gereken fikir suçu iddialarında dahi, anında tutuklamalar yapılırken, kadına şiddette katliamların önü açık tutulması anlaşılır gibi değil.

Çok üzücü. Çok kahredici.

Gencecik yazar arkadaşım Oğuzcan’ı ve annesini maalesef kaybettik. Allah rahmet eylesin.

Kardeşi Nur Seda’ya da buradan acil şifalar diliyorum.

Ülkemizi şiddet sarmalından çıkarmak zorundayız.

Aile içi şiddete de kadına şiddete de sokaktaki şiddete de hep beraber dur demeliyiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün, içinde bulunduğumuz ekonomik tabloya da kısaca değinmek istiyorum.

Ülkemizde şu anda çok derin bir psikolojik bunalım var. Bununda en önemli sebebi yaşanan ekonomik kriz.

İnsanlar gelecek kaygısıyla yaşıyor.

Kendi yerli ve milli paramız o kadar değersizleşti ki, vatandaşlarımız elindekini avucundakini korumak için çare arıyor.

Bilgisi ve ilgisi olmayan binlerce insan, sağdan soldan duyduğu farklı yöntemlerden medet umuyor.

Bunlar hep çaresizlik yüzünden.

Böyle bir ortamda, böyle bir kaos ortamında dolandırıcılık faaliyetleri de fazlasıyla artmış durumda.

Bakın, son bir aydır benim ismimin de karıştırıldığı bazı sahte haberler, uydurma reklamlar vatandaşlarımızın önüne düşüyor. Uydurma söyleşiler var ki bu uydurma söyleşilerin karşı tarafı olan gazeteci arkadaşlarında bu konuda suç duyuruları var.

Biz ne yaptık? Hem bu konular önümüze geldiği anda bir açıklama yaptık “Sakın ha bu haberlere inanmayın” dedik ve arkasından da suç duyurularına başladık.

Ancak ben buradan vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum:

İnternet üzerinde benim veya bir başkasının isminin üzerinden kullanarak, herhangi bir yatırım tavsiyesi reklamı, uydurma haberi karşınıza çıktığında lütfen o linklere tıklamayın.

Tanımadığınız, bilgisine güvenmediğiniz insanlardan gelen bu tür paylaşımları açmayın.

Dolandırıcıların tuzağına düşmeyin.

Kriz zamanlarında ortaya çıkan sahtekarlara aldanmayın. Ve bunu sosyal medyada özellikle finansal okur yazarlığı düşük olan kesimleri hedefleyerek yapıyorlar. Bir haberin gerçek haber mi, yoksa gerçek süsü verilmiş bir fotoğraf olduğunu belki de görüpte anlayamayacak kesimler üzerinden oynayarak bu işi yapıyorlar. Ben buradan tekrar basınımızın önünde ve kamuoyunun önünde huzurunda bu uyarıyı yapmak istiyorum.

*****

Değerli basın mensupları,

İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırılar yoğun bir şekilde devam ediyor.

Gazze’de büyük bir insanlık faciası yaşanıyor.

Bugüne kadar 1400 İsrailli, 6.500’den fazla Filistinli hayatını kaybetti.

Ölen Filistinlilerin yarısı çocuk. Kadınlarla çocukları topladığın zaman, toplam sayısı ölenlerin 3’te 2’nden fazla ediyor.

Geçici bir ateşkes sağlanması konusunda anlaşma sağlanabilmiş değil. Bakın kalışı değil, geçici bir anlaşma. Yani silahlar belli süre sussun, insani yardım ulaşsın konusunda bile bir anlaşma yok.

Pek çok Batı ülkesi Rusya’nın Ukrayna’yı hukuksuz bir şekilde işgaline karşı çıkmıştır ve Ukrayna’ya askeri yardımda finanslar yardıma bulunmuştur.

Şimdi aynı ülkeler, İsrail’in Gazze’yi hukuksuz bir biçimde işgal etmesini desteklemekte, işgal eden tarafa yani İsrail’e, finansal ve askeri destek vermektedir.

Bu tam bir çifte standarttır. Tam bir tutarsızlıktır.

Bakın, daha dün, Beyaz Saray sözcüsü mealen ne demiş:

“ABD ateşkese karşıdır, çünkü ateşkes Hamas’ın yararına olacaktır. İsrail Gazze’yi Hamas’tan temizlerken sivil ölümler kaçınılmazdır”

Başka ne demiş?

“Bu süreç karışık olacak, çirkin olacak ve suçsuz siviller de zarar görecek” demiş.

İnanılır gibi değil.

Yahu arkadaş, savaşlarda sivillerin korunması uluslararası insancıl hukukun temel ilkeleridir. “Ben hedef gözetmeden düşmanı hedef almak için her yeri bombalarım ama düşmanın etrafında da siviller var anlamam, onlarda arada ölürse ölür” böyle bir şey yok.

Bakın, siz şunu diyemezsiniz: “Biz bir terör örgütüyle savaşıyoruz, arada siviller tabi ki ölecek”. Böyle bir şey yok. Uluslararası hukukta böyle bir şey yok.

Bunu demek, “ben uluslararası anlaşmalara uymuyorum”, “uluslararası hukuku tanımıyorum” demektir.

Bu durum 1949 Cenevre Sözleşmelerine, 1977 tarihli ek protokollere aykırıdır. 1998’de imzalanan Roma Statüsüne aykırıdır.

İsrail hükümetinin işlediği insanlık suçlarına ABD tarafından açık destek verilmesi kabul edilemez.

Hiçbir ayrım yapmadan sivillerin üzerine her gün bomba yağdırmak, ardında da en temel insani ihtiyaçların Gazze’ye girmesini kısıtlamak insanlık değildir. Hukuksuzluktur, suçtur.

Şu anda Gazze’ye en temel insani ihtiyaç malzemeleri; Su, gıda, ilaç.

Hastanelerin jeneratörlerinin çalıştıracak yakıt temininde bile çok büyük sorun var.

Bunlar bakın, sadece Gazze’den gelen haberler değil, Birleşmiş Milletler ’in kendi tespitleri ve kendi resmî açıklamalarından da görüyoruz. Tarafsız gözlemcilerinde tespitidir bu.

Hastanelerin bir kısmı tamamen bombalanmış, devre dışı kalmış. Geri kalan hastanelerde de yaralılar, ölümcül hastalar tedavi görememektedir.

Bu savaştan önce Gazze'de yaşayan 2 milyon 200 kişiye, günde 150 kamyonluk bir tedarik söz konusuydu. Yani orada yaşayan 2 milyon 200 kişinin ihtiyacı günlük 150 kamyonluk bir sevkiyatla karşılanıyordu. Abluka altında ya sadece tek bir kapıdan girişler var…

Birlemiş Milletler açıkladı, “günde en az 100 kamyon insani yardım girmezse burada insanlar ölecek” dedi.

İlk gün izin verilen kamyon sayısı 20, ikinci gün 17 kamyon. Yani bu ne demek? “Orada insanlar ölsün bize ne” demek.

Uluslararası kuruluşları ve hükümetleri derhal hukuka davet ediyorum.

Onları insanlığa davet ediyorum.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Sayın Erdoğan’ın İsrail konusundaki tutumuna da kısaca değinmek istiyorum.

Öyle anlaşılıyor ki, arabuluculuk veya garantörlük çabaları sonuç vermeyince, Erdoğan İsrail’e karşı tutumunu sertleştirdi.

Evet, İsrail’in yaptıkları gerçekten en sert tutumu hak ediyor.

Ancak, ben buradan Sayın Erdoğan’a şunu sormak istiyorum:

Siz önce İsrail’le Türkiye’nin ilişkilerini tamamen bozdunuz. Bunun gerekçesi de Filistinli kardeşlerimizin karşı karşıya kaldığı tecrit, onların karşı karşıya kaldığı zulüm. Kutsal mekanlara yapılan her türlü saygısızlık, her türlü provokasyon. Ve yine İsrail’in yerleşke sayılarını çoğaltması ve genişletmeseydi. İlişkilerin bozmanın sebebi, özü bunlardı.

Daha sonra siz tuttunuz, ilişkileri düzeltmek için büyük bir çaba içiresine girdiniz.

Büyükelçi gönderdiniz, Büyükelçi göndermelerini talep ettiniz. Bakın bu ilişkileri düzeltme çabası, Türkiye tarafından geldi. Türkiye, İsrail'in peşinden koştu ilişkileri düzeltmek için.

Bundan tam 36 gün önce, bu tarihten tam 36 gün önce de Sayın Erdoğan gitti New York’ta Netenyahu’nun elini sıktı.

Peki şimdi soruyorum: Siz İsrail’le ilişkileri bozduktan sonra, İsrail hangi adımları attı da ilişkileri düzelttiniz?

İlişkileri bozduktan sonra, Filistinli kardeşlerimizin hayatlarında nasıl bir düzelme oldu da ilişkileri tekrar düzeltme için gayret gösterdiniz.

İsrail'in kutsal mekanlara saygısı ile alakalı hangi düzelme oldu?

Mescidi Aksa'nın hemen hemen her gün taciz edilmesi söz konusu değil miydi?

Yerleşkelerin sayısı çoğalmıyor muydu? Yerleşkeler çoğalmıyor muydu?

Bütün bunlar devam ederken ilişkililer bozmak için gerekçe gösterdiğiniz her şey yerinde dururken ve büyürken niçin tutunuz ilişkileri birdenbire düzeltmeye karar verdiniz? Ben buradan sayın Erdoğan’a soruyorum…

Bozdu, bozmasına gerekçe gösterdiği hiçbir şey düzelmeden gitti ilişkileri düzeltmek için gayret etti. Şimdide büyük bir açığa düştü. Onun “U” dönüşleri, onun manevraları, çabasıyla.

Bakın, bu çok büyük bir tutarsızlıktır, bu ülkemiz için çok büyük bir itibar kaybına sebep olmuştur, bu tutarsızlıklar. Böyle bir sarıl, bir bağır, itibarlı ülkeler bunu yapmaz. Tutarlı bir dış politika çizgisi olur itibarlı ülkelerde.

Ülkemiz adına gerçekten üzülüyorum.

Avrupa Birliği ve Dışişleri Bakanlığı yapmış bir insan olarak bu tabloya gerçekten çok üzülüyorum.

Yazık… çok yazık diyorum.

*****

Değerli basın mensupları,

Bugünkü haftalık değerlendirme toplantımıza katıldığınız için teşekkür ediyorum. Ve soruların varsa toplantının bundan sonraki bölümünü soru-cevapla devam ettirilelim.

Buyurun.

*****

 

19 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 2. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

 
TBMM 2. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
 
Değerli Milletvekillerimiz,
 
Değerli genel merkez kurul üyelerimiz,
 
Değerli basın mensupları,
 
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
 
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Geçtiğimiz hafta sözlerime hemen yanı başımızdaki insanlık dışı olaylarla başlamıştım.
 
Maalesef son bir haftada, geçtiğimiz haftadan bugüne geçirdiğimiz bir hafta yine çok vahim insanlık dışı olaylara sahne oldu. Durum daha da kötüleşti.
 
Filistin-İsrail meselesi gerçek anlamda bir insanlık felaketine dönüştü.
 
7 Ekim’deki Hamas saldırısının üzerinden geçen 12 günde, İsrail, terör saldırısı mazeretini ileri sürerek, orantısız ve hukuksuz bir şekilde askeri güç kullanıyor.
 
Dün Filistin Büyükelçisi Sayın Faed Mustafa ile görüştüm. Heyetimizle birlikte kendisini ziyaret ettik.
 
Kendisine Filistin halkı için taziyelerimizi, üzüntülerimizi, yaralılar için acil şifa dileklerimizi ilettik. 
 
Filistin davasının bizim de davamız olduğunu, kalbimizin Filistinli kardeşlerimizle beraber olduğunu kendisine ifade ettim. 
 
Dışişleri Bakanlığım döneminde ilk ziyaretlerimi Ortadoğu bölgesine yaptığımı ve o ilk ziyaretlerden birinde de Devlet Başkanı Sayın Mahmut Abbas’la iftar buluşmamızı, o dönemdeki barış çabalarımızı ki oldukça iyi sonuç aldığımız barış çabalarını kendisiyle görüştük, hafızalarımızı tazeledik.  
 
Değerli Büyükelçi’den de Gazze’deki son durumla ilgili kıymetli ve güncel bilgiler aldım.  
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Tekrar tekrar söylüyorum: 
 
Dünya Filistin’in sesini duymak zorunda.
 
Bu bir insanlık meselesi.
 
Bu can meselesi, hayat meselesi.
 
Şu anda dundan daha önemli herhangi bir konu gündemimizde olamaz. 
 
12 gündür, sivillerin hedef alındığı çok sayıda saldırı gerçekleştirildi. Hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bini geçti. Bunların yaklaşık 3’te 1’i çocuk. 
 
Sadece salı akşamı yapılan hastane saldırısında hayatını kaybedenlerin sayısı dün açıklanan rakamlara göre 471. 
 
Gazze’ye karşı hava saldırıları dün de kesintisiz olarak devam etti. 
Zannetmeyin ki o hastanedeki patlamadan sonra, o bombalama hadisesinden sonra bir ara verildi, değil. Şu anda fiilen Gazze’ye karşı saldırılar aynen devam ediyor. 
 
Hastane saldırısından saatler önce o bölgede oynayan çocukların görüntülerini izleyen ve o çocukların saldırı sonrası cansız bedenlerini gören hiç bir insan olanlara kayıtsız kalamaz. 
 
Gazze halkı sadece havadan yapılan saldırılarla ölmüyor; temel ihtiyaç maddelerine ulaşamadığı için de hayatını kaybediyor. 
 
21. yüzyılda, milyonlarca insan büyük bir açlıkla, susuzlukla sınanıyor.
 
İlaç, gıda gibi en temel insani malzemeler bugün Gazze'ye ulaşmıyor, ulaştırılamıyor. 
 
Acilen ama acilen Refah Sınır Kapısının açılması gerekiyor. Şu anda Gazze'nin tek nefes kapısı orası. Biliyorsunuz, Gazze denizden de abluka altına alınmış ve yıllardır izolasyon içerisinde, kuşatma içerisinde bir bölge. 
 
Birleşmiş Milletler, Gazze'deki mevcut gıda stoklarının en fazla bir hafta yeteceğini söylüyor.  Yıkım sebebiyle, toptancıdan perakendeciye tedarik zinciri de çalışmıyor, işlemiyor.  
 
2 milyon 200 bin insanın böylesine insafsız bir muameleye maruz bırakılması gerçekten akıl alır gibi değil. 
 
Olanlara sessiz kalmak, bu insanlık suçlarına ortak olmak demek. 
 
Üstelik, Gazze’de elektrik ve su da kesik. 
 
Bu kesintilerin derhal sona ermesi gerekiyor.  
 
Jeneratörlerin yakıt depoları hızla boşalıyor. Akaryakıt sevkiyatı da yapılamıyor. 
 
Dün de söyledim, tekrar ediyorum. Tüm hastaları, diğer ihtiyaçları bir kenara bırakalım, Birleşmiş Milletler Gazze’de 50.000 hamile kadın olduğunu söylüyor.
 
Bu ne demek? Yaklaşık 5.000 kadın önümüzdeki bir ay içerisinde doğum yapacak demek. 
 
Bahsettiğim kesintilerin ve ambargonun devam etmesi, doğmamış çocukların da hamile kadınların da hayatının, canının tehlikede olması demek.  
 
Bu kadar da değil.
 
Bağımsız hak örgütleri İsrail’in fosfor bombası kullanarak savaş suçu işlediğinde söylüyor.  
 
İşlenen tüm savaş suçları bu iddialar mutlaka soruşturulmalı, hak örgütlerinin raporları dikkate alınmalı.
 
Kimse terör saldırılarını bahane etmesin. Savaş hukukuna aykırı davranmak için kimse haddine de değil, hiç kimse kendi yaptıklarına kılıf uydurmasın. 
 
Amerika, Avrupa Birliği; herkes bir karar vermeli:
 
Bu suça ortak olacak mısınız?
 
Buna sessiz kalan bir dünya olamaz. Ben bunu reddediyorum. 
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Bir başka önemli husus ise İsrail’in Gazze'yi işgal için kara operasyonuna hazırlanması…
 
Bu operasyon, milyonlarca insanın evinden, yurdundan olması anlamına gelecek.
 
Bu işgal hazırlığı  “etnik temizlik” tehlikesinin habercisidir.
 
Planlanan işgal uluslararası hukuka uygun değil. Hukuksuzdur. 
 
Kolektif bir cezalandırma, masum insanlara, milyonlara eziyet; akla da vicdana da insanlığa da sığmaz.
 
Böylesi bir operasyona tüm dünya karşı durmalı.
 
Bizim, hep beraber Ortadoğu’yu barış bölgesi yapmamız gerekiyor.
 
Bu, hepimizin büyük sorumluluğumuz.
 
Biz, dünyanın vicdanının sesi olarak bunu başarabiliriz.
 
Bu hususta Dışişleri Bakanlığının girişimlerini kıymetli ve önemli bulduğumu özellikle belirtmek isterim.
 
Türkiye'nin aslında bölgede barış için önemli bir potansiyeli vardır. Barışı sağlama konusunda Türkiye'nin üzerine düşenler vardır. 
 
Ancak, üzülerek izliyorum ki, Türkiye’nin itibarı, Türkiye’nin sözünün gücü eskisi gibi değil.
 
Unutmayalım; bir zamanlar “one-minute” diyerek İsrail’e meydan okuyanlar, sırtlarını Türkiye’nin ekonomik gücüne ve itibarına dayıyorlardı. Böylesine o ses yüksek çıkıyordu. 
 
Saçma sapan, akıl dışı uygulamalarla ekonomimizi mahvettiler.  
 
Kendi içinde, kendi ürettiği sorunlarla cebelleşen bir Türkiye’nin, bölgenin sorunlarını çözme gücü, kabiliyeti de azalıyor doğal olarak. 
 
Buna da çok üzülüyorum. İnanın içim yanıyor. 
 
Türkiye şu anda, tam da bu insanlık faciasında çok daha etkili olabilirdi. Çok daha güçlü bir rol oynayabilirdi ve bu işlenen kıyıma gerçek anlamda ‘dur’ diyebilirdi. Ama maalesef şu anda Türkiye'nin sözünün gücü eskisi kadar yüksek değil. 
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
DEVA Partisi olarak biz bu çatışmanın hakiki bir çözüme kavuşmasının bölgemiz için bir hayat-memat meselesi olduğunu düşünüyoruz. Ve bunu sık sıkta ifade ediyoruz. Unutmayalım, bölgemizdeki pek çok sorunun köküne indiğimizde burada Filistin-İsrail meselesi yatar. 
 
Ve Kök sebepler sona ermedikçe milyonlarca eve ateş düşmeye devam edecek. 
 
Hiçbir savaş sonsuza dek sürmez, süremez. 
 
Her savaş, her toplumun kaybı demektir. Gazze’deki bir hastanenin bombalanması, İsrail’in de kaybetmesi demektir. Aynı zamanda İsrail’in de kaybıdır Gazze’deki milyonların aç kalması.
 
Devam eden savaş; İsrail ve Filistin halklarının topluca, beraberce kaybı demektir. 
 
Ben bir kere daha çözümün altını çizip hatırlatıyorum:
 
İsrail, üç İlâhi din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmedikçe; bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan, genişletmekten vazgeçmedikçe; Filistin halkı üzerinde uygulanan tecrit sona ermedikçe; kalıcı barışın asla sağlanamayacaktır.
 
Biz çözümün BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulması olduğunu söylüyoruz.
 
Tüm dünyayı Filistin-İsrail barışını sağlamak için ortak hareket etmeye davet ediyoruz:
 
Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu meseleyi çatışma çözümü zemininde ele almalıdır.
 
Tam bu noktada, Amerika Birleşik Devletleri’nin şu ana kadar ortaya koyduğu tutumu kınadığımı da belirtmek istiyorum: 
 
ABD, sürecin başından beri, çatışmanın çözümü için değil, taraflardan birinin gücünü tahkim etmesine şu anda yardımcı olmaktadır. 
 
Başkan Biden’ın bölge ziyareti, yaşanan insanlık felaketine de herhangi bir çözüm bulamamıştır. 
 
Dünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında da Amerika Birleşik Devletleri, çatışmalar ara verilmesi ve insani yardım ulaştırılmasıyla ilgili karar tasarısını veto etmiştir. Biliyorsunuz Katar’ın öncülüğüyle Brezilya’nın sunduğu bir tasarıydı bu. Tek bir veto var, ağırlıklı olarak ‘evet’ ama tek bir veto ile bu karar tasarısı kabul edilmemiştir.
 
Savaş suçunun savunması olmaz. On binlerce masumun kanı dökülürken, yüz binlerce bebeğin canı söz konusuyken; kıyım savunulmaz, savunulamaz. 
 
Bakın arkadaşlar, özellikle vurgulamak isterim:
 
Bir devlet, eğer gerçekten hukuk devletiyse, gücünü adaletten alır.
 
Şartlar ne olursa olsun insan haklarını savunan, çifte standartlarla hareket etmeyen ve insandan yana tavır alan ülkeler güçlerini ahlaki meşruiyetten, vicdani meşruiyetten alır.
 
Ahlaken yüksek zeminde hareket eden ülkelerin “sözünün gücü” olur. 
 
”Sözün gücü”, çoğu zaman paranın gücünden de, silahın gücünden de daha büyük bir güçtür. 
 
Bilin ki, bir ülke gücünü sadece silahtan alıyorsa, o ülke ancak zulme ortak olur. 
 
Tekrar ediyorum:
 
Herkes savaş suçlarına güçlü şekilde karşı çıkmalı, insani yardımlar için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Geçtiğimiz hafta ülkemizin gündeminde çok vahim bir hukuk skandalı yaşandı.
 
Biliyorsunuz; her zaman tekrar ettiğim bir husus var:
 
Hukuk olmadan, ülkemizdeki hiçbir mesele çözülmez. Çözülemez. 
 
Aslında olay daha önce olmuş ama bir gazetecinin haberi ile kamuoyuna duyuldu ki; İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın Hakimler ve Savcılar Kurulu’na verdiği dilekçe ile yargı içinde çete ve çetecikler oluştuğuna ve bir rüşvet çarkı bulunduğuna ilişkin bir iddia da bulundu ve şikayet dilekçesi sundu.  
 
Bu ve benzeri iddialar biliyorsunuz, senelerdir kamuoyu gündemine artan oranda geliyor.
 
Yargı içinde farklı grupların kümelendiği, bu grupların çıkar ve menfaat sağladığı, hukuksuzluğu yaygınlaştırdığı uzun süredir ülkemizin gündeminde olan bir konudur.
 
Ancak bu sefer, Türkiye’nin en büyük adliyesinin, İstanbul Anadolu Adliyesinin Başsavcısı tarafından, hem de o kendi o büyük binada kendi çatısı altında çalışan insanlarla ilgili bir başvurusu söz konusu.
 
“Bu, bir çürüme değildir de nedir?” Diye soruyorum
 
“Bu, bir çığlık, bir feryat değildir de nedir?” Diye soruyorum
 
Başsavcı; kendi kurumuyla ilgili bir isyanda, dikkat edin.  
 
Bir başsavcı çürümenin resmini çekiyor ve resmen yazıyla HSK başvuruda bulunuyor. 
 
İsim isim bazı yargı mensuplarından söz ediyor.
 
İsimlerini vererek iş insanı kimliği ile bildiğimiz kişilerin davaları ile ilgili müdahaleden bahsediyor.
 
Sözde gazeteci diyebileceğimiz birinin davasıyla ilgili müdahaleden bahsediyor. İsim isim bunları anlatıyor. Somut iddialar var, böyle genel ifadeler değil. 
 
Bakın, bunların gerçek olup olmamasından öte; bu iddiaların konuşulması, hele hele Anadolu Adliyesinin Başsavcısı tarafından söylenmesi, ülkedeki herkesi ayağa kaldırmalıdır.
 
Hafife alınacak, önemsenmeyecek bir meseleden bahsetmiyoruz, burada.
 
Çete liderlerinin tahliyesi, akçeli işlerle yargı kararlarının alınmasından bahsediyoruz… Bunlar hukuk devletinde olabilir mi? 
 
Böyle iddialar söz konusu iken Türkiye’deki hiçbir meselenin çözülmesini beklemeyin. Çözülmez, çözülemez. 
 
Ekonomik krizden-yıkımdan bahsediyorsak, bu mektubu ciddiye almayan bir yaklaşımla bu ülkenin sorunları çözemezsiniz. Ülkenin ayağa kalkması lazım. “Nedir bunlar?” diye derhal soruşturmalar başlaması gerekiyor. Belki de başlamıştır bilemiyoruz ama niçin bu konu ısrarla gözlerden uzak tutulmaya çalışılıyor? Niçin bir gazetecinin haber yapmasıyla bütün Türkiye bundan haberdar oluyor? Bunların hepsini sorgulamak gerekiyor.
 
Güçlü devlet sağlam hukuk sistemiyle ancak olabilir.
 
Güçlü devlet sağlam adaletle olabilir. 
 
Güçlü devlet her bir bireyin, hukuki güvencesiyle olur.
 
Parayla yargı kararı dağıtılan ülkede ne ekonomi düzelmez, refah da artmaz, huzur da olmaz.  
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Değerli Arkadaşlarım,
 
12. Kalkınma Planı ve 2024 Bütçe Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. 
 
Bu iki dokümanı da Milletvekillerimiz ve politika başkanlıklarımız şu anda derinlemesine inceliyorlar, çalışıyorlar. Değerlendirmelerimizi gerek ilgili komisyonlarda gerek Plan Bütçe Komisyonuna gerek genel kurulda gerekse diğer platformlarda kamuoyu ile paylaşacağız.
 
Bu aşamada şunu belirtmek isterim ki hukukla, kurallarla, planlarla, programlarla kendisini bağlamak istemeyen Sayın Erdoğan’ın işbaşında olduğu bir yönetimden; ülkemizin köklü sorunlarını çözecek, bütüncül, tutarlı, akla ve bilime dayalı bir plan beklemek mümkün değildir.
 
Bilinen doğruları ve herkesin duymak istediği hususları içeren bir plan ve program hazırlansa bile, bunların hayata geçirilmesini beklemek ancak hayal olur. 
 
Çünkü unutmayalım şu anda ülkeyi yöneten zihniyet kendisini kuralla, planla, programla, hukukla bağlamak istemiyor. 
 
Daha yeni açıkladıkları Orta Vadeli Programa baktığımıza piyasalara yön ve güven veremeyen, öngörüleri bir ay içinde geçersiz hale gelen Orta Vadeli Program’dan bahsediyoruz.  
 
Kalkınma Planı biliyorsunuz 5 yıllık, Orta Vadeli Program 3 yıllıktı. Yeni açıklandı ve bakıyoruz pek çok tutarsızlık var.  
 
Son 5 yılda 180 derece geri dönüşlerin, savrulmaların sayısız örneklerini gördük.
 
“Yapacağız” deyip yapılmayanlar, “yapmayacağız” deyip yapılanlar. Seçimden önce farklı bir tutum, seçimden sonra farklı bir uygulama. Bunların hepsini gördük. 
 
2023 için hedeflenen milli gelir, kişi başına gelir ve ihracat hedeflerinin yarısına bile ulaşılamadı. Bunların hepsini gördük. 
 
Yüzde 5’e düşürülmesi öngörülen işsizlik oranı şu anda bunun iki katı seviyesinde dolaşıyor.  Yüzde 5’e düşüreceğiz diye açıkladıkları enflasyon resmi rakamlara göre bile yüzde 70 seviyesinde. Bağımsız rakamlalar enflasyonun yüze 130 civarında olduğunu söylüyor.  
 
Daha önceki vaat ve öngörüleri bu denli sapma gösteren ve yatırımcıya, vatandaşa üç aylık bir perspektif bile sunamayan bir yönetimin 12. Kalkınma Planında 2053 yılına ilişkin vizyon ve hedef koyması beyhude bir iştir.  Kimseyi inandırmazsınız. 
 
Bu yönetim, Türkiye’nin Dünya ekonomileri içindeki sıralamasını “piyasa kurlarıyla hesaplandığında” 2022 yılında 19. Sıraya düşürmüş durumda. Piyasa kurlarıyla hesap ettiğimizde Türkiye ekonomisi şu anda dünyada 19. Sıraya düşmüş durumda. 
 
Şimdi bir algı operasyonu yaparak ve ”satın alma gücü paritesini” kullanarak “Türkiye’yi dünyanın 10. Ekonomisinde birisi yapacağız” diyorlar. 
 
Arkadaş Türkiye zaten şu anda satın alma gücü paritesi hesap ettiğimizde zaten 11. Sırada. Bu mu vizyon yani? “10. Sıraya yükselteceğiz” diyorlar, bu hesabı yaptığınızda zaten 11. Sıradayız şu anda. 
 
Buradan tekrar altını çizmek isterim: Türkiye’yi hukukta, adalette, demokraside, özgürlüklerde dünya sıralamasında en diplere düşüren bir yönetimin, ekonomide Türkiye'yi dünyada şampiyonlar ligine çıkarması mümkün değildir. Mümkün olmayacaktır. Şeffaflıkta, hukukta, adalette dipte, ekonomide şampiyonlar liginde. Yok böyle bir şey. Bunu başarabilen ülkede yok zaten. Ha toprağın altından petrolü, doğalgazı çıkartırsınız bedava bulduğunuzu harcayarak suni refah oluşturursunuz.  Onun haricinde böyle bir şey yok. Türkiye böyle bir ülke değil. 
 
Öte yandan, 2024 bütçesi; memur, emekli, işçi, çiftçi ve sabit gelirlilere hiçbir rahatlama getirmeyen bir bütçe. Bunu rakamlara baktığımızda görüyoruz. 
 
Çalışanların enflasyon karşısında nasıl ezdirildiğini geçen haftaki toplantımızda örnekleriyle açıklamıştım.  Sunulan bütçe de söylediklerimin tam bir teyidi oldu. 
 
Muhalefeti faiz lobisine çalışmakla suçlayan Sayın Erdoğan, 2024 yılı bütçesinde faizler için 1 trilyon 254 milyar lira bir ödenek istiyor Meclis’ten. 1 trilyon 254 milyar, bu seneki faiz ödemesinin nerdeyse iki katı. Aynı bütçede, tarım bütçesi ne kadar? 91 milyar lira arkadaşlar. 
 
Yani faiz bütçesi bizim dönemle mukayese edildiğimizde 25 katı, 2023’ün bütçesiyle 2024’ü mukayese ettiğimizde tam iki kat. Rakamlara bakın; Faiz ödeneği 1 trilyon 254 milyar, tarım 91 milyar liradır. Bütçe bu. 
 
Faiz ödemelerinin içinde; asrın ekonomik felaketi olan Kur Korumalı Mevduat için ödenen ve ödenecek tutarlar yok. Çünkü ne yaptılar biliyorsunuz, seçimden hemen sonra Kur Korumalı Mevduatın kur farkını Merkez Bankası’na ödetmeye başladılar.   Merkez Bankası’nın ne kadar ödediğini ancak Plan ve Bütçe Komisyonunda ancak kerpeten diş söker gibi, Plan ve Bütçe Komisyon üyelerinin Merkez Bankası başkanın sıkıştırması sonucunda kısmet öğrenebildik. Açıklamıyorlar ve bunu para basarak ödüyorlar. 750 milyar TL geçti ve para basarak ödüyorlar. Siz Kur Korumalı Mevduat için rakamları açıklamadan para basın ondan sonra bu ülkede enflasyonu düşürmekten bahsedin. Havanda su dövmek başka bir şey değil. 
 
Bütçeye baktığımızda şunu da görüyoruz:
 
Herkese tasarruf nasihati veren Sayın Erdoğan, unutmayalım vatandaşlarımızdan fedakârlık istiyorlar değil mi?  Fakat Cumhurbaşkanlığı bütçesinde hiçbir fedakârlık görmüyoruz. Günlük 18 milyon lira olan Külliye’nin bütçesinin gelecek yıl günde 34 milyon liraya çıktığını görüyoruz. 
2023’te günlük Külliye’nin masrafı 18 milyon, tabii bu 18 milyon altı sıfır atılmış 18 milyon. Halkımız daha iyi anlasın diye eski parayla 18 trilyon ediyor. Altı sıfırın tam olarak atılamadığı bir ülkedeyiz. 18 milyon deyince küçük bir para gibi gözüküyor ama eski parayla 18 trilyon, günlük 18 trilyon. Gelecek sene, Sayın Erdoğan'ın imzasıyla Meclise sevk edilen 2024’ün bütçesinde günlük 34 trilyonluk günlük bir Külliye harcaması söz konusu. Hani fedakârlık?  
 
Bu hafta bir başka akıl dışı adıma daha şahit olduk. Fahiş fiyatlarla mücadele için Ticaret Bakanlığına 1500 kişi alınıyor. Fahiş fiyatlarla mücadele ordusu kuruyorlar sözüm ona.
 
Kendi elleriyle patlattıkları enflasyonla mücadele ediyoruz diyerek, bizatihi kendisi enflasyonist ve verimsiz olan bir adımı marifetmiş gibi sunuyorlar. Akıl alır gibi değil. 
 
Benim tavsiyem, fahiş fiyatlarla mücadele edecek bu kadrolar, ilk iş olarak vergileri, harçları ve kamu fiyatlarını acımasızca artıran kamu kurumlarıyla önce mücadele etsinler.
 
Bu zamların bizzat talimatını kim veriyor? Bu vergi artışlarının talimatını kim veriyor? Vergi artışları Resmi Gazete de yayınlanırken o artışların altına kim imza atıyor? Sayın Erdoğan imza atmıyor mu? Bizzat Sayın Erdoğan'ın imzasıyla bu vergi artışları yapılmıyor mu? 
 
Siz Merkez Bankasına akıl dışı talimatlar verin, Kur Korumalı Mevduatı diye bir icat çıkartın, bunun için para basın enflasyonu patlatın, ondan sonra da enflasyonun suçlusu başkasıymış gibi “1500 kişiyi işe alıyoruz bunlar enflasyonla mücadele edecek” deyin. Kimi kandırıyorsunuz? İnanın akıl alır gibi değil.
 
Siz bu ülkede rekabeti iyi çalıştırın, maliyetleri düşürecek adım atın bakın enflasyon nasıl düşüyor o zaman görün. Bilmiyorsanız, beceremiyorsanız anlatıyoruz nasıl olacağını. Geçen hafta anlattım tarımla ilgili örnekler verdim. Hepsi de hazır, açın okuyun.  
 
Hiç kimse enflasyonun suçlusunu başka yerde aramasın. Türkiye’de enflasyonu da faizi de döviz kurunu da patlatan Sayın Erdoğan’ın kendisidir. Başkası değildir. 
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
 
Sözlerime son verirken bugünkü toplantımıza iştirak ettiğiniz için, takip ettiğiniz için tekrar teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Eğer sorunuz varsa, sorusu olan basın mensubu arkadaşlarımız varsa onların sorularına cevap vermeye çalışayım. 
 
Buyurun.
 
 
 
 
 
18 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Filistin Devleti Büyükelçiliği Önü Basın Açıklaması


Ali Babacan Filistin Devleti Büyükelçiliği Önü Basın Açıklaması

Çok değerli basın mensupları,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Bölgemizde 10 gündür gerçekten büyük bir insanlık faciası yaşanıyor.

Bugün Filistin Devleti’nin Ankara Büyükelçisi Sayın Faed Mustafa'yı heyetimizle beraber yerinde ziyaret ettik. Kendisinden Gazze'deki son durumla ilgili çok kıymetli bilgiler aldık.

Ben bu vasiliyle tekrar Gazze’de hayatını kaybeden tüm Filistinli kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifa diliyorum

Filistin halkıyla bizim halkımız arasında 500 yıllık bir beraber yaşama tecrübesi vardır. Filistin Davası bizim davamızdır. Türkiye her zaman Filistin davasını çok yakın takip etmiştir.

Hangi hükümet olursa olsun, iktidar, muhalefet ayrımı olmadan Türkiye her dönemde Filistin davasına sahip çıkmıştır

Filistin davası evrensel bir adalet ve vicdan meselesidir. Haklı ve meşru davalarında tüm dünyada sembolü haline gelmiştir. Birleşmiş Milletler kararları ile uluslararası hukuki meşruiyeti olan bir davadır, bu dava.

Biz Filistin halkının ve Filistinli kardeşlerimizin yanındayız.

Dünkü Ahli Arab Hastanesi’ne yapılan saldırıda 500’den fazla insan hayatını kaybetti. Muhtemelen yarısı çocuk, sayılar daha tam değil. O enkazın altında gerçekten kaç can vardı tam bilemiyoruz. Bugüne kadar hayatını kaybeden sivillerin sayısı 3.000’i geçti. Çocukların sayısı bin civarında. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum

Şunu açıkça ifade etmek istiyorum; Hedefleyerek, bilerek sivilleri, hastaneleri, okulları vurmak, bombalamak bir savaş suçudur bir insanlık suçudur

Af Örgütü İsrail'in beyaz fosfor bombası kullanmasıyla ilgili de bir açıklama yaptı biliyorsunuz.

Sivil halka dönük sadece bomba da değil; bakın yukarıda bombalar var aynı zamanda su kesik, elektrik kesik, sınırlar kapalı. En temel ihtiyaç malzemeleri ulaştırılamıyor.

Gıda, ilaç gibi temel malzemelere ulaşımını engellenmek hukuka aykırıdır, zulümdür.

Bir milyondan fazla insanı zorla göçe zorlamak hukuka aykırıdır, zulümdür.

Milyonlarca sivil insanın topluca cezalandırılması insanlık değildir.

Şu anda Filistin'in Gazze Şeridi’nde yaklaşık 50 bin bebek bekleyen kadın var. Bunların yüzde 10’u önümüzdeki bir ay içinde doğum yapacak.

Gerçekten hastanelerin bombalandığı, suyun, elektriğin kesik olduğu bir ortamda sadece hayattakilerin değil, daha doğmamış bebeklerin dahi canı tehlikede altındadır.

Gazze’de yaşanan insanlık suçlarına tepki göstermeyen herkes bu katliamdan sorumludur.

Uluslararası kamuoyu hiçbir gerekçe ve bahaneye sığınmadan acilen tek ses olup bu kıyıma ‘Dur’ demelidir.

Şu ana kadar Uluslararası toplumun ateşkes ve insani yardım konusundaki çabalarını yeterli bulmuyoruz.

Şu anda iki acil konu var; Bir, bombaların durması,

İki insani yardımın ulaşması. Fakat uluslararası toplum çok sessiz, çok pasif

Avrupa'da bazen vicdan sesleri yükseliyor, o yükselen sesleri de ne yapıyorlar? Hemen bastırmaya çalışıyorlar.

Bakın, İsrail’in Gazze’yi kısmen veya tamamen işgali, buradan özellikle bu uyarıyı yapmalıyım. Gazze Şeridi dediğimiz yer biliyorsunuz küçücük bir alan. Yaklaşık 40 km'ye, 7-8 km boyutlarında ama 2 milyon 200 kişinin yaşadığı bir açık hava hapishanesi aslında. İzolasyon altında, giriş-çıkış yasak.

Gazze’yi, İsrail’in kısmen veya tamamen işgali planı çok uzun sürecek bir insanlık faciasına sebep olacaktır. Çok uzun sürecek bir güvenlik kaosunda berberinden getirecektir. Derhal bu akıldışı plandan vazgeçilmelidir. İnsani yardımın ulaşması sağlanmalıdır ve işlenen tüm savaş suçları, kim yaparsa yapsın, suçlu kim olursa olsun, işlenen tüm savaş suçları soruşturulmalı ve hak örgütlerinin raporları da dikkate alınmalıdır.

Değerli arkadaşlar; İsrail-Filistin meselelerinin kök sorunları vardır. Bunlar nedir? Filistin topraklarının işgal altında olması ve Filistin halkının tecrit içinde yaşamasıdır. Kudüs'ün, Mescidi Aksa'nın ve diğer pekçok kutsal mekanın her gün farklı bir taciz girişimine her gün farklı bir provokasyon eylemine sahne olmasıdır.

Yine bu meselenin kökünde yerleşkelerin hukuksuz bir şekilde yaygınlaşmaya devam edilmesidir. Sürekli yeni yerleşkeyle Filistin halkının hakkı olan toprakların yavaş yavaş İsrail tarafından işgal edilmesidir.

Çözümün açıktır. Çözüm, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırlarına uygun bir şekilde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kurulmasıdır.

Filistin halkının zaten meşru hakkının uluslararası hukuk ve uluslararası camia tarafından da teslim edilmesidir. Çözüm buradadır.

İlk günkü sözlerimi tekrar ediyorum Ortadoğu bu savaşları, bu insanlık facialarını hak etmiyor.

Bölgemizde barışı tesis etmek zorundayız. Ortadoğu'yu bir barış bölgesi haline getirmek şu anda sorumluk sahibi olan şu anda devleti yöneten şu anda siyaset yapan şu anda hak için, hukuk için mücadele eden büyün sivil toplum kuruluşlarının sorumluluğudur. Dolayısıyla, bizim neslimizin böyle bir sorumluluğu vardır.

Bizim, Ortadoğu'ya barış borcumuz vardır.

Ben bir kez daha bu vasiliyle Filistin halkının, Filistin Devleti’nin Türkiye'de, Ankara'da temsilcisi olan Büyükelçi, değerli dostum Faed Mustafa'ya bizleri ağırladıkları için, bizleri son gelişmeler ile ilgili bilgilendirdikleri için tekrar şükranlarımı sunmak istiyorum. Ve değerli büyükelçinin şahsında tüm Filistin halkında buradan geçmiş olsun dileklerimi, başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Kalbimiz Filistin halkıyla beraberdir.

Kalbimiz şiddetin tarafı kim olursa olsun şiddete maruz kalan sivillerle, çocuklarla, kadınlarla beraberdir.

12 Ekim 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 1. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Değerli milletvekillerimiz,

Değerli genel merkez kurul üyelerimiz,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor,

Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gerçekleştirdiğimiz ilk haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bölgemiz ağır ve sancılı bir dönemden geçiyor.

Uzun yıllara devam eden Filistin ve İsrail meselesinde, geçtiğimiz cumartesi gününden bun yana yaşanan olaylar, hepimizi, her birimizi derinden sarsmış durumda.

Şu an sadece DEVA Partisi Genel Başkanı olarak karşınızda değilim. Zamanında dışişleri bakanlığı yapmış, Filistin-İsrail arasındaki çatışma çözümü için bizzat inisiyatif almış bir devlet adamı olarak yanı zamanda karşınızdayım.

Oturduğu yerden ahkam kesen, bu mesele için alın teri dökmeyen insanlarla kimse beni karıştırmamanızı rica ediyorum.

Masum insanların kanı üzerinden yapılan hamaset, barışa ve çözüme hizmet etmedi, hizmet etmeyecek.

Ben zamanında bu çatışmanın çözülmesi için bizzat taraflarla görüştüm, emek harcadım, çalıştım.

Dışişleri Bakanlığımızda mevcut olan eşsiz tecrübe ve birikimi hep devrede tuttum.

Dünyada bu konuyla alakalı dürüst, samimi, sivil inisiyatif alan herkesle irtibatlı oldum.

Dış politikamızın şahsi hırslar veya dar ideolojik yaklaşımlarla esir almasına da asla izin vermedim.

Hatırlatmak istiyorum arkadaşlar, o dönemde Türkiye, sözüne itibar edilen, güvenilir, taraflar arası rahat diyalog kurabilen bir ülkeydi.

Türkiye, kendi içinde sorunlarını hızla çözebilen, demokratikleşme çabası ve ekonomik refah seviyesiyle özgüvenle hareket eden bir ülkeydi.

Kendi içinde başarılı olan bir ülkenin sözü daha çok dinleniyordu. Kendi içerisinde sorunu çözmüş özgüvenli bir ülke tüm dünyada daha etkili olabiliyordu.

Göreve başladığım ilk haftalarda, Bağımsız Filistin devletinin kurulması amacıyla Filistin-İsrail çatışma çözümünü başlatmak amacıyla düzenlenen Annapolis Konferansı’na katıldım.

Arkasından tam 11 ülkeyi bizzat ziyaret ettim, doğrudan devlet başkanlarıyla, dışişleri bankalarıyla ve parlamentoda, varsa eğer o ülkede parlamento, parlamento üyeleriyle istişareler yaptım. Duruşumuzu aktardım.

O dönemlerde meseleyi çözmeye odaklanırdık. İç kamuoyuna mesaj verme kaygısıyla rasyonalite dışı hiçbir şey yapmazdık.

Dış politika konusunda bazen içeriye konuşarak popülerite elde edersiniz, çözülmesi gereken gerçek sorunu da darmadağın edersiniz. Bir günlük manşet olma uğruna hem ülkenizin itibarına hem de muhataplarınıza zarar verirsiniz.

Ne demek istediğimi dış politikayı takip eden arkadaşlarımız gayet iyi anlayacaktır.

Ben, Filistin-İsrail meselesinde, tam bir samimiyetle hep onurlu duruşu savundum, savunuyorum. Ve savunmaya da devam edeceğim.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Filistin halkı ile bizim halkımız arasında insani, dini ve kültürel bağlardan oluşan bin yılı aşan bir geçmiş vardır. Beş yüzyıllık birlikte yaşama tecrübesi vardır. Bu arka plan iki halk arasında derin bir kardeşlik bağı oluşturmuştur.

Türkiye’nin bir kardeşinin kaderiyle ilgilenmesi en doğal sorumluluğudur. Filistin davasının en yakın takipçisi olmamız bu işin tabiatında vardır.

Filistin meselesi artık evrensel bir adalet ve vicdan meselesine dönüşmüştür. Haklı ve meşru davaların bir sembolü olmuştur.

Dünyanın dört bir yanında Filistin halkı ile dayanışma içinde olan halklar vardır.

Bu dayanışmanın Birleşmiş Milletler kararları ile sabit olan meşru bir temeli de bulunmaktadır.

Türkiye, kardeşlik hukukunun yanı sıra ahlaki olarak da Filistin davasına sahip çıkmaktadır.

Bugün uluslararası toplumun kahir ekseriyeti, Filistin’in işgal altında bulunmasının bölge istikrarını zedeleyen başlıca unsur olduğuna da mutabıktır.

Bölgemizin son elli yıldır karşılaştığı tehditlerin ve sorunların altında doğrudan veya dolaylı olarak bu mesele olduğunun da gayet iyi farkındadır.

Ülkemiz, bölgesel barış ve güvenliğin geleneksel savunucusu olarak ihtilafın adil ve kalıcı biçimde çözümüne destek vermek zorundadır.

İşte bütün bu yukarıdaki sebeplerle, yakın tarihe baktığımızda, Türkiye’nin Filistin davasının her aşamasında Filistin halkına aktif destek verdiğini görürüz.

Birkaç örnek vermek gerekiyorsa:

Ta 1949’da Nakba’dan sonra Birleşmiş Milletler, Filistinli mültecilerin eğitim, sağlık, barınma, beslenme vb. ihtiyaçlarını karşılamak üzere UNRWA’yı kurmuştu. Türkiye başından beri bu ajansın Danışma Komitesinin Daimî Üyesi olarak görev yapmaktadır. Bakın, insani meseleler diyoruz taa 74 yıl öncesine gidiyoruz. O zamanlardan kalan, üç dört nesildir devam eden sorunlardan bahsediyoruz.

Türkiye BM’de 1975 yılında kurulan Filistin Halkının Vazgeçilmez Hakları Komitesinin Daimi Üyesidir.

Yine, Türkiye, 1975 yılında kurulan İslam İşbirliği Örgütü Kudüs Daimi Komitesinin üyesidir.

1988 yılında Filistin Devleti ilan edildiğinde de ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye olmuştur. Ankara’daki Filistin Caddesi adını ilk Filistin Büyükelçiliğinin o caddede açılması sebebiyle verilmiş bir isimdir.

Birleşmiş Milletler 1978 yılında 29 Kasım tarihini Filistin Halkıyla dayanışma günü ilan edilmiştir. Ve o gün bugündür Filistin davasını canlı tutulmasına vesilesi olarak devem etmektedir.

Dolayısıyla, Filistin Davası her zaman Türkiye’nin öncelikli dış politika konusu olmuştur.

Her dönem, iktidar ve muhalefet partilerinin üzerinde önemli konuda uzlaştığı belki de tek konu Filistin olmuştur.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün şunun altını çok kalın şekilde çizmek istiyorum:

Hamas’ın geçtiğimiz cumartesi günü sivillere yönelik yapmış olduğu saldırılar kabul edilemez. Asla savunulamaz. Barışın sağlanmasına hizmet etmez.

Her ne kadar ilk gün gelen haberlerin, görüntülerin bir kısmının doğruluğu teyit edilmiyor olsa da;

Masum insanların kanı dökülürken, savunulacak bir haklı dava olmaz.

Aksine, karşı tarafa, orantısız güç kullanımı için bahane vermiş olursunuz.

Diğer yandan, İsrail’in savaş ilanını, Ortadoğu’da haritayı değiştirme söylemini kabul etmek de mümkün değildir.

Gazze’de, yarısı çocuklardan oluşan sivillerin hiçbir ayrım gözetmeden günlerce ağır bombardıman altında tutulmasını ve öldürülmesini haklı görmek, savunmak mümkün değildir. İnsanlık adına utanç vericidir.

Zaten onlarca yıldır büyük bir baskı ve zulüm altında ezilen Gazze halkının elektrik, su ve gıda gibi temel insani ihtiyaçlarından mahrum bırakılması asla kabul edilemez.

Milyonlarca masum insanın toplu cezalandırılması insanlığa sığmaz.

Bir yanlışa, başka bir yanlışlarla cevap verilmez.

Bir insanlık suçuna, daha büyük bir insanlık suçuyla karşılık verilmez.

Savaşın bile bir hukuku vardır.

Bir devlet, eğer gerçek bir devletse, uluslararası hukuka uygun hareket eder.

Yapılanlara karşılık olarak, sivil insanları katletmek asla kabul edilemez.

Faili kim olursa olsun, bilerek, hedefleyerek sivillerin, kadınların, çocukların öldürülmesi savaş suçudur, insanlık suçudur.

Filistin-İsrail meselesinin çözümü ve bölgesel barış bu şekilde sağlanamaz.

Tam da bu nedenle cumartesi günü yaptığım açıklamada Filistin halkının haklı davasına gölge düşürenleri de İsrail devletini de uluslararası hukukun ve insanlığın temel değerlerinin gerekliliklerini yerine getirmeye çağırdım.

Tarafları itidale ve gerilimi daha da tırmandıracak adımlardan kaçınmaya davet ettim.

Ortadoğu’nun, ölümü değil barışı konuştuğumuz bir coğrafya olması gerektiğinin de altını çizdim.

Geçen 6 gün sonrasında bu çağrımı çok daha güçlü biçimde tekrarlıyorum.

Bakın eğer bu sorun erken aşamada önce ateşkes görüşmeleriyle, sonra kalıcı bir barış arayışı ile hemen ele alınmazsa, uluslararası arabuluculuk, uluslararası çatışma sistemleri, çözümleri derhal devreye girmezse bu sadece İsrail ile Filistin arasında kalan bir mesele olmaktan çok öteye taşabilir.

Bölgede Ürdün önemli bir ülkedir. Ürdün’ün iç istikralı İsrail-Filistin meselesinin gidişatına bağlıdır.

Lübnan zaten tamamen çökmüş bir devlet yapısına sahip ama aynı zamanda çok kırılgan ve bu meseleden derhal etkilenebilecek başka bir ülkedir.

Yine İran’ın uzaklarda olsa da bu meseleyle ilişkisi, alakası bugün için ve yarınlarda alacağı boyut açısından bölgemiz açısından önemli bir risk unsurdur. Onun için ateşi bu aşamadayken söndürmek gerekir. Ateş büyüdükçe söndürmek zorlaşacaktı.

*****

Değerli basın mensupları, değerli izleyiciler,

Filistin-İsrail arasındaki sorunların kökünde Filistin topraklarının işgali, Filistin halkının yıllardır temel haklarından ve insan onuruna yaraşır bir yaşamdan mahrum bırakılması yatmaktadır.

Bu kök sebepler ortadan kalkmadan bölgede barışı tesis etmekte mümkün değildir.

DEVA Partisi’nin bu konudaki duruşu açıktır. Biz çözümün BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulması gerektiğini söylüyoruz.

Çözüm iki devletli çözümdür. Bunun dışındaki her şey insanlık trajedisinin büyüyerek artmasıdır.

İsrail, üç İlahî din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmedikçe; bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan vazgeçmedikçe; kalıcı barışın asla sağlanamayacağını görmek zorundadır.

Türkiye’nin çatışmanın tarafları olan her iki halkla da köklü insani ilişkileri vardır.

O nedenle Filistin-İsrail meselesi bizim için alelade bir dış politika meselesi, herhangi bir ülke konusu da değildir.

Pek doğal olarak yakın takipçisi olacağımız, her fırsatta halkların yaşam hakkını ön planda tutacağımız bir meseledir.

Geldiğimiz noktada yaşananlar, tüm dünya için ortak adalet ve vicdan sorumluluğuna dönüşmüştür.

Seneler içerisindeki sayısız barış görüşmelerinin devam etmesinin, diğer ülkelerin arabuluculuk yapmasının sebebi de budur.

Arkadaşlar, bizim Filistin’e bir teşekkür borcumuz var:

Filistin halkı, tüm insanlığa “haklı bir dava” için direnmenin anlamını gösterdi.

Filistin bugün; Arap ve İslam dünyasının da ötesinde Latin Amerika’dan Uzak Doğuya, Avrupa’dan Afrika’ya varana dek haklı bir direnişin sembolü olmuştur. Bu her şeyden önce Filistin halkının başarısıdır.

Ancak geçmişte de belirttiğim ve biraz öncede tekrar ettiğim gibi; bu başarıya gölge düşürmeye çalışanlara göz yumamayız.

Evet, Hamas’ın sivilleri hedef alarak yaptığı saldırıları kabul etmek mümkün değildir.

Öte yandan, Hamas’ın yaptığı eylemlerden tüm Filistin halkının sorumlu tutulmasını, sivil halkın hedef alınarak misliyle karşılık verilmesini kabul etmek de mümkün değildir.

Hiçbir siyasi veya askeri bileşenin eylemlerinden, bir ulusun tamamının sorumlu tutulmasını kabul etmiyorum, kabul etmiyoruz.

Bu noktada şunu da belirtmek istiyorum ki; uzun yıllardır Gazze’ye yapılan, Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırıları da asla ama asla kabul etmedik, etmiyoruz.

Bölgemize onurlu bir barışı hediye etmek zorundayız.

Bu çerçevede hem Dışişleri Bakanlığımıza ve hükûmete hem de dünyaya meselenin çözümü için tavsiyelerimi de iletmek istiyorum.

Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu meseleyi çatışma çözümü zemininde ele almalıdır.

Haklı- haksız; bizden- sizden demeden, taraflara askeri destek sağlama yarışına girmeden; öncelikle ateşkesin sağlanması ve nihayetinde de kalıcı barışın inşası için taraf olunmalıdır.

İslam İşbirliği Teşkilatı derhal toplanmalıdır. Arap Birliği ile ilgili adımlar atıldı, yetmez. İslam İşbirliği Teşkilatı çok daha kapsayıcıdır, çok daha geniş bir temsil gücüne sahiptir. Çünkü bu sadece bir Arap-İsrail meselesi değildir.

İnsan canının sayılara indirgendiği, insanlığın ayaklar altında ezildiği bu dönemde, savaştan yana tavır alan herkesin bunda da vebali vardır, sorumluluğu vardır.

Şunu da ifade etmek isterim: İktidarın, İsrail-Filistin meselesinde ilk 6 günde ortaya koymuş olduğu tutumu ve diyalog için yaptığı çağrıyı da olumlu olarak değerlendiriyorum.

Kadınların, çocukların canları söz konusuyken, itidalle hareket etmekten vazgeçilmemesi gerektiğini vurguluyorum.

Geçmişte dillendirdiğim bir husus daha tekrarlamak istiyorum:

Kimse uluslararası hukukun üstünde değildir. Kimse haksızlık, hukuksuzluk yapma ayrıcalığına ve hakkına da asla sahip değildir.

Türkiye her zaman mazlum Gazze halkının yanında olmuştur, olmaya da devam edecektir.

Öte yandan, antisemitizme varan sözleri ve davranışları da her zaman kınadığımı ve kınayacağımı da belirtmek isterim.

Bizler, bu dönemi yaşayan siyasetçiler olarak, Ortadoğu’yu barış bölgesi yapma sorumluluğuna sahibiz. Ve bu sorumluluğumuzu da asal unutmamız gerekiyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Bölgemizi derinden etkileyen ve daha da büyük çapta etkileme potansiyeli olan Filisitin-İsrail meselesinden sonra ülkemizin içinde en can yakıcı soruna kısada olsa değinmek istiyorum: Ekonomi.

İktidar, açıkladığı uydurma rakamlarla ve ürettiği suni gündemlerle sorunların üzerini örtmeye çalışsa da vatandaşlarımız ekonomimizin içinde bulunduğu derin krizin gayet iyi farkında.

Dünkü grup konuşmasında Sayın Erdoğan neler demiş, şöyle bir akşam basın özetlerine baktım, neler neler söylemiş.

Demiş ki: “Enflasyondaki yüksek oranlı artışlar, tüm dünyanın sorunudur”

Ya şimdi siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz ki? Türkiye'de enflasyon niye Avrupa'nın dünya ortalamalarının 10 misli, 20 misli? Çıkın önce bunu bir açıklayın.

‘Dünyada da enflasyon var, bizde de.’ Ya millet enflasyon yüzde 5’e- 6’ya çıktı diye telaş ediyor, önlem alıyor bizdeki enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 70’lerde, gerçek bağımsız araştırmalarda yüzde 130’larda görünüyor. ‘E bütün dünyada var canım bizde de var ne olacak?’ diyor. Kimseyi kandırmayın ya.

Şu anda Türkiye'deki enflasyon dünyanın en yüksek oranlarından birisi ve bu özellikle sabit gelirli vatandaşlarımızın canını yakıyor.

Başka ne demiş: “Bu programın başarısı ancak devlet kurumları yanında üreticisinden toptancısına, perakendecisinden tüketicisine, çalışanından kendi adına alım-satım yapanına kadar tüm kesimleriyle 85 milyonun tamamının fedakarlığı ve kararlılığıyla mümkündür.”

Bir dakika durun orada! Fedakârlık diyor, kararlılık diyor.

Dolar kurunu patlatan; bu ülkede üretim yapan sanayiciler mi? KOBİ'ler mi? Bu ülkede ticaret yapmaya çalışan toptancılar mı? Bu ülkede dolar kurunu patlatan sizsiniz. Kendinizsiniz.

Öte yandan KDV'yi ve ÖTV'yi arttırıp fiyat artışlarına sebep olan bu fiyat artışlarıyla da enflasyon tekrar azdıran perakendeci esnafımız mı Tüketiciler mi? Yo, bunu da yapan sizsiniz. Kimden hangi fedakarlığı bekliyorsunuz? Hangi kararlılığı bekliyorsunuz?

Hiç boşuna uğraşmayın diyorum kendisine. Yüksek enflasyonun suçlusu olarak başkalarını göstermeyin.

Sonra demiş ki: “Sadece, belirsizlik ortamını fırsat bilip üç kuruş daha fazla kazanmak uğruna ülkesine bu kötülüğü yapanlar…” Bak bak bak. Ne diyor? Enflasyon suçlusu olarak başkalarını gösteriyor yani.

Ya bu ülkede enflasyonu da döviz kurumda yanlış ve akıl dışı politikalar sebebiyle patlatan Sayın Erdoğan'ın kendisidir. Ama dünkü konuşmasında öyle bir hava oluşturuyor ki bunun sebebi başkaları. ‘Ben değilim başkaları yaptı. Ben onlarla mücadele edeceğim.’

Ne diyor? “Bu kötülüğü yapan fırsatçılar” diyor. Bu kötülüğü siz yaptınız siz, başkası değil.

O kadar ikaz ettik. O kadar uyardık. ‘Yanlış yoldasınız’ dedik. ‘Şunlar, şunlar, şunlar yanlıştır. Yapmayın, bu ülkeye yazık etmeyin’ dedik. Kafasının dikine gitti ve ülkeyi bu krizinin içine soktu.

Bir de şunu herhalde takip ettiniz. Yeni bakan ne diyor? Hemen göreve gelir gelmez. Hatta devir testinde ne diyor? “Rasyonel politikalara dönmemiz gerekiyor” Bu ne demek? Demek ki 5 yıldır rasyonel olmayan politikalar, akıl dışı politikalar yüzünden bu ülkede enflasyon patlamış demek. Yeni Bakan kendisi görevi devir testinde söylüyor. ‘Artık bu saçmalıkları yapmayacağız’ diyor mealen.

Peki bu rasyonel olmayan akıl dışı politikaların talimatını kim verdi zamanında? Merkez Bankası'nın bağımsızlığını alıp ‘laf dinlemiyor, ben laf dinleyenlerle çalışacağım’ diyen kimdi? Kendisiydi.

Açık söylüyorum: Bu iktidar enflasyonla ilgili açık bir yüzleşme yapmadan bu ülkede enflasyonu düşmeyecek. Önce yüzleşmesi lazım. ‘Evet arkadaşlar yanlış yaptım. Yanlış talimatlar verdim Merkez Bankası'na. O yüzden elime yüzüme bulaştırdım. Enflasyon da patladı. Döviz kuru da patladı. Ama yanlış mı anladım, hatadan döndüm ve artık başka bir politika izleyeceğiz.’ Bunu demiyor. Hala suçu başkalarına atmaya çalışıyor.

Enflasyon, yapılan yanlışlar yüzünden arttı.

Sayın Erdoğan çıkıp da “Yanlış yaptık, yanlışımızdan dönüyoruz” demedikçe hiç kimse enflasyonun düşeceğine inanmaz, inandıramazsınız.

*****

Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları,

Hep söyledim, tekrar ediyorum, seçim öncesi söylenenlerle seçimden sonrası yapılanlar pek çok konuda tam 180 derece ayrı.

Ne dedi? ‘Ben görevde olduğum sürece faiz düşmez ancak iner’ dedi. Dört ayda Merkez Bankası dört kere faiz arttı. Bu ay kuvvetle muhtemel tekrar artacak. Beşinci kere.

Ya seçimden daha iki üç hafta önce ‘faiz inmez düşecektir deyip de seçimden hemen sonra beş ayda beş kere faiz arttırmak insanları aldatmak değil mi?

Ayrıca mazot fiyatlarını 20 lirada götürüp götürüp götürüp de seçimden hemen sonra 40 liraya patlatmak, aldatmak değil mi?

Döviz kuruna 20 lirada ki yeni Merkez Bankası Başkanı da Bakan da açıkladı. ‘Mayıs'ta sonuna kadar kur tutuldu’ dedi değil mi? Ne demek? Tutuyor, tutuyor, ondan sonra kuru patlatan 27, 28, 30’a çıkartmak, aldatmak değil mi?

Değerli arkadaşlar, aldattı. Onun için seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.

‘Mülakatı kaldıracağız’ dediler ne oldu? Dört ay geçti ya. Seçimden sonra da mülakatı kaldıracağız diye milyonlarca gence ümit ver. ‘Bak ben artık ayrımı yapmayacağım. Sadece partilerim benim gibi düşünenleri işe almayacağım. Sınav sonucu neyse herkesi işe alacağım’ de, İnsanları kandır. Oyları al cebine koy. Seçimden sonra da dön, bunu hiç açıklamamış gibi davran. Helalinden kazanmadı.

Bakın arkadaşlar, ekonomi şeffaflık ister. Malum 128 milyar konusu vardı değil mi? İlk ben gündeme getirmiştim bir televizyon canlı yayında, siyasetçi olarak bir genel başkan olarak ilk ben Türkiye'de gündeme getirmiştim. Sonra büyüdü. Bir yıl boyunca gündem oldu.

‘128 milyar dolar gizli saklı arka kapıdan satıldı’ demiştim. Bunun üzerine şu ana kadar bir 226 milyar dolar daha satılmış durumda. Rakam çıktı 354 milyar dolara. 354 milyar dolar. Ve ne diyorlar? ‘İşte şunun için yaptık da bunun için yaptık da’ Önce bir inkâr etti biliyorsunuz. ‘Böyle bir şey yok’ dedi, Sayın Erdoğan kendisi. Hepsinin video kayıtları var. Çıkarıp gösteririz de şimdi vaktinizi almayalım. Sonra ‘Evet, satılabilir ne olacak?’ dedi. Yeni ekonomi ekibi de ‘Satıldı ama diyor kayıt dışı değil’ diyor. E yok bir de kayıt dışı satsaydınız.

Biz satıldı derken Merkez Bankası'nın Ankara'daki kasaların önüne tırları çekip de kayıt dışı olarak oradaki dövizleri yüklediniz bir yerlere götürünüz demiyoruz ki.

Kayıt dışı sattınız demiyoruz ama gizli sattınız diyoruz. Şeffaf olmadan sattınız diyoruz. Ve hala şeffaf olmadan satmaya devam ediyorsunuz diyoruz. Kimin malını kimden gizliyorsunuz diyoruz.

Ve diyorlar ki; ‘artık kuru bastırmak için yapmayacağız.’ Kur nasıl böyle sabit gibi gidiyor, onu da hepsini anlayacağız. Hepsi ortaya çıkıyor. Bu gerçekleri gizlemenin imkânı yok. Bir süre sonra hepsi ortaya çıkıyor. Onu da göreceğiz.

Ama şunu söylüyorum arkadaşlar bakın, sadece ve sadece seçimlerden sonra yeni ekonomi ekibi iş başına geldikten sonra açıklanan rakamlara sadece baktığımızda 30 milyar dolar daha gizli bir şekilde satılmış durumda. Tahminen en az bir 10 milyar dolar daha açıklanmadığı için bazı rakamlar henüz hesap edemedik ama muhtemelen toplamda da 40 milyar dolar daha gizli satılmış durumda sadece dört ayda.

Ya biz 13 yılda topu topu 8 milyar doları şeffaf satmışız Merkez Bankası'nın üzerinden. Yani Merkez Bankası'nın doğrudan piyasa müdahaleleriyle 13 yılda 8 milyar dolar, rakam hepsi şeffaf. Toplam 354 milyar, sadece son dört ayda 40 milyar ve hepsi gizli sattı.

Şeffaflık olmadan güven olmaz. Güven olmayınca ekonomi düzelmez.

Kur korumalı mevduat. Tahminen 700 milyarlık kur farkı var şu ana kadar. Tahminen. Onu da tam açıklamıyorlar. Böyle kerpetenle diş söker gibi verileri çekebiliyorsunuz. O da işte burada komisyonda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Plan Bütçe Komisyonu'nda Merkez Bankası Başkanı sıkıştırıyorlar da mecburen açıklamak zorunda kalıyor. O güne kadar siz niye söylemediniz bu rakamları?

Merkez Bankası'ndan ne kadar kur farkı ödüyorsunuz bu hesaplara? Niye açıklamadınız bugüne kadar? Bu parayı nereden buluyorsunuz?

Ben söyleyeyim; Basıyorlar arkadaşlar, para basıyorlar. Kur korumalı mevduatın kur farkını ödemek için para basıyorlar. Para basmaya devam ettikçe de enflasyon artacak.

Rahmetli Özal eski ‘DÇM’ denilen yeni adı KKM ya eski adı bunun DÇM. Bunu kaldırırken özel basın toplantısı yapıyor. Diyor ki; ‘bu ülkede on yıllarca enflasyon yüksek seyrettiyse sebebi bu dövize çevrilen mevduat hesabıdır’

Şu anda da aynı çukura düşmüş durumda bu ülkenin ekonomisi. ‘Asrın felaketi, 104 milyar dolarlık deprem maliyeti var’ diyorlar. Ama asıl asrın ekonomik felaketi de 125 milyar dolara ulaşan bu kur korumalı mevduat hesaplarıdır. Ve bunlara ödenen kur farklarıdır. Para basılarak hepimizin cebinden enflasyon yoluyla toplanarak o ödenen kur farklarıdır. Ve hala gizli.

Çıkın açıklayın. Bunun Merkez Bankası sürekli ödemiyor mu? Ödedikçe çıksın desin ki ‘ben bu ay şu kadarlık kur farkı ödedim.’ Ama tabii bu utancın bu ağır vebalin altından kalkmakta zorlandıkları için açık olmuyorlar, şeffaf olmuyorlar bu konuda.

‘Merkez Bankası'nın rezervleri arttı arttı’ diye bir açıklama dolaşıp duruyor biliyorsunuz. Ne yapmışlar biliyor musunuz? Gitmişler daha çok borçlanmışlar. Daha çok borçlandığı parayı da kasaya koymuşlar, ‘bak daha çok paramız var’ diyorlar.

Rakamlar orta, en son 29 Eylül rakamları. Bürüt 122 milyar dolar, Net 21 ama net döviz pozisyonu eksi 65 milyar dolardı hala. Döviz pozisyonu değişmiyor. Arttı dedikleri rakamların hepsi borç, borç. Merkez Bankası'nın kendi öz sağlam rezervi değil. Vadesi geldikçe ödemek ve kasayı boşaltmak zorunda kalacağı rezervlerden bahsediyoruz burada.

Bütçe. Bütçe açığını kapatmak için vergi saldılar. Kamunun kontrol ettiği fiyatları arttırdılar. Fakat bütçe açığını kapatmanın değerli arkadaşlar, bakın biz İbrahim Bey'le beraber tam 11 yılın bütçesini yaptık. 11 yılın bütçesini yönettik.

Bütçe açığı planlananından fazla olursa iki tane önemli yöntem vardır. Gelirleri arttırırsınız ama giderleri de aşağıya çekersiniz. Gelirleri arttırmak yönüyle ilgili bir sürü tedbir aldılar değil mi? Vergi saldılar, kamu fiyatlarını arttırırlar. Peki giderleri azaltmak için ne yaptılar? Tasarruf adına bugüne kadar ne yaptılar ya?

Ne diyor? ‘Herkesten fedakârlık bekliyorum’ diyor. ‘Üreticisinden toptancısına, çiftçisinden esnafına, tüketicisinden üreticisine, herkesten fedakârlık bekliyorum’ diyor değil mi? Daha dün Erdoğan'ın grup konuşması.

Peki sizin de fedakârlık yaptınız ya. Herkesten fedakârlık bekliyorsunuz da siz lüksten, şatafattan, israftan hangi fedakarlığı yaptınız? Hangi tasarruf tedbirini bugüne kadar açıkladınız?

Böyle bütçe yönetilmez.

Bakın geçmişe bakın. Bizim yönettiğimiz bütçelerin tamamında tedbir ihtiyacı olduğu anda hep iki yönlü tedbir alınmıştır. Gelir arttırıcı tedbirler ve özellikle de gider düşürücü tedbirler yani tasarruf tedbirleri. Bütçe böyle yönetilir.

Paraya ihtiyaç oldu mu vergi sal, paraya ihtiyacı oldu mu para bas. Bu 1970’lerin, 90’ların o yüksek enflasyon döneminin politikasıdır ve hala da devam etmektedir.

Ve sonuçta buradan zarar gören kim? Orta direkt. Orta direkt çöktü arkadaşlar.

Bakın işçi, emekli, memur, sabit Türk lirası cinsinden gelir olan herkesin şu anda fakirleştiğini görüyoruz Türkiye'de.

Türk lirası cinsinden maaş alan bütün vatandaşlarımız fakirleşti. Satın alma gücü düştü.

Şu anda bakıyoruz en düşük memur maaşı 22 bin lira. Yoksulluk sınırının yarısı.

Asgari ücret açlık sınırının tam 2 bin lira altına düşmüş durumda şu anda. Yıl sonuna doğru bu fark ettikçe çoğalacak.

En düşük emekli maaşı 7500 lira ve 1 Temmuz'da herkesin maaşına zam yaptılar, emekleri unuttular. Çünkü başka şeylerle meşguller. Seçimi kazandık tamam kafa başka yerlerde.

E şimdi biz bastırınca emekli dernekleri bastırınca dediler ya hadi bari bir 5 bin lira dağıtalım. Şimdi siz zamanında enflasyonun gerektirdiği maaş artışını yapmayın, ondan sonra ülefe dağıtır gibi arkadan herkese ‘5 bin lira güzellik yapıyorum’ diye açıklayın. Kimse kanmaz, kanmıyor.

Ve değerli arkadaşlar; Memur ve emekli maaşlarına verilen zam 15+10 diye açıklandı değil mi? Bunun 15+10 bileşiği 26,5’tur. Yani yüzde 15+10 yüzde bileşiği 26,5 gelir tam. Kendi açıkladıkları enflasyon yüzde 33. Kendi açıkladıkları enflasyonun artında bir memur ve emekli maaş zammı açıkladılar.

Bir de ilgili bakan çıkmış ne diyor? Yılbaşı’nda diyor yüzde 50 zam yapacağız. Ya arkadaş niye milleti kandırmaya çalışıyorsun? Bu yüzde 50 zam yapacağın dediğinin zaten yüzde 30’u senin 2023’te ürettiğin yüksek enflasyonun farkı.

2023’te zaten cebinden almışsın herkesin. Yüzde 30 makas oluşmuş 2023’ün makası, onu yılbaşında vereceksin. O yüzde 30’un üzerine bir de 15+10’un 15 ekliyor, bir de bileşiğini hesap ediyor ‘yüzde 50 zam yapacağız’ diyor. Kimse kimseyi kandırmasın.

Şu anda ülkenin orta direnin çökmüş olduğunu sabit gelirli, ücretli, bütün vatandaşlarımızla fakirleştiğini, yoksullaştığını, satın alım gücünün düştüğünü yaşayan herkesi biliyor.

Vatandaşlarımıza esnafı, pazarcı, çiftçiyi karşı karşıya getirdiler.

Kiracılarla ev sahipleri de düşman ettiler ya. Ya bu ülkede aşağı yukarı işte yüzde 60-40, 65-35 oranı da yıldan yıla değişir, kiracı, ev sahibi oranı vardır. Kiracılarla ev sahiplerini birbirine düşürdüler. Tamamen sebep kötü yönetim. Başka bir şey değil.

Tarımı. Ülkenin tarımı mahvettiler. Perişan ettiler. Sürekli olarak dışarıya, ithalata bağımlı bir ülke haline geldi Türkiye şu anda.

Büyükbaş, küçükbaş hayvan stokumuz düştü, sayılar düştü. Yüzde 3, yüzde 5 gibi tek bir yılda düşüşler var. Çünkü üreten zarar ediyor. Daha çok ürettikçe daha çok zarar ediyor. Üretimden vazgeçiyor çiftçimiz.

Mazot fiyatları yüzde 100 artıyor. Mısır'a verilen artış yüzde 5.

Gübreye, yeme, tohuma en az dolar kuru hatta daha fazlasıyla zam geliyor, buğdaya verilen yüzde 36. Ve yüzde 36 da lafta kalıyor ha lafta. ‘6,05'ten 8,25 TL'ye çıkarttık’ diyorlar, randevu bile vermiyorlar. Çiftçi gidiyor elindeki buğdayı mecburen 6 liraya, 7 liraya satmak zorunda kalıyor. Fili artış yüzde 10’da 15’te kalıyor.

Tarım destek bütçesi, bakın arkadaşlar. Bu yıl 63 milyar, gelecek sene 95 milyar.

Hatırlayalım, KKM'ye ödenen kur farkı ne kadar? Kümülatif 700 milyar. Çiftçiye bu sene 63 milyar, gelecek senenin bütçesi geliyor işte, Orta Vadeli Programda açıkladılar ya 95 milyar, Kur Korumalı Mevduatın kur farkı 700 milyar. Öncelikleri görüyorsunuz. Öncelik zaten parası olanda.

Tarıma destek olmadıkça arkadaşlar bu ülkede gıda enflasyonu düşmeyecek. Son iki haftadır bunu iki ayrı ortamda söyledim, izah ettim. Hatta benden sonra duyup, öğrendik, tekrar edenler oldu bunu. Türkiye'de gıda fiyatlarıyla enflasyonun mücadelesi, gıda fiyatlarıyla düşmesini sağlamak öyle tüketim bastırmakla olmaz.

Yeni bakan çıkmış diyor ki ‘enflasyonun sebebi, maaşlar arttı, maaşlar yüzünden enflasyon fazla’ diyor. Yani demek istiyor ki ‘milletin de bol para var, bol para harcıyorlar, o yüzden de enflasyon artıyor’ diyor. Vay yavrum vay.

Bu işler Londra'dan, New York'tan görüldüğü gibi değil arkadaşlar. Bu işler Türkiye'de yaşamakla, Türkiye'de yaşayanlarla hemhal anlaşılması gereken meseleler.

Türkiye'de gıda fiyatları enflasyonunun sebebi maliyet artışıdır. Mazot artarsa, gübre artarsa, tohum artarsa, yem artarsa, çiftçinin maliyeti artarsa ne yapacak çiftçi? Artan maliyetin tam karşısını bile alamıyor. Çiftçi de zarar ediyor. Üstelik halkımıza daha pahalıya gıda ürünü tüketmek zorunda kalıyor.
Dünyada gıda fiyatları düşüyor. Türkiye'de gıda enflasyonu patlıyor ya. Temel ihtiyaç bu, temel.

Söyledim, tekrar ediyorum. Mazotta, elektrikte, gübrede, tohumda, yemde çiftçiye destek vereceksiniz ki maliyetler aşağı insin. Enflasyon gıda da böyle düşer. Merkez Bankası'nın faizini yükseltip siz bu ülkede gıda enflasyonu düşüremezsiniz ya.

Faiz yükseldi diye milletin kemerini sık. E kemeri sıkınca ‘daha az gıda tüket’ de bu böyle enflasyon düşmez. Böyle ancak siz insanlık onurunu düşürürsünüz, enflasyon düşüremezsiniz.

Sulama. Ne yapıp edip bütün yatırım bütçesinin öncelikli olarak sulamaya verilmesi gerekiyor. Başka türlü olmaz, olmayacak, çözülemeyecek arkadaşlar.

Peki diyorlar ki iyi de reçeteniz ne? Reçete burada. 23 tane Eylem Planı. Her şey var. Biliyorsunuz seçimlerden hemen sonra ben Sayın Cumhurbaşkanı'na bir set gönderdim. Bütün bakanlara gönderdim. Bakan yardımcılarına gönderdim. Bütün milletvekillerine gönderdim. Tabii mecliste şöyle bir hadise oldu. Onu da belki görmüştünüz. Bazıları böyle DEVA falan yazdığı için çok korkmuş ‘aman başıma bir iş gelir mi?’ diye koridorlara bırakmışlar. Birkaç tane koridorlarda gördük. Çok önemli değil. Hani 600 kişiden 400, 500’ü okusa, istifade etse, şöyle bir karıştırsa yine bu bizim için önemlidir. Çünkü burada akıl teri vardır, alın teri vardır ve bugüne kadar çıkıp da ya bir Allah'ın kulu dememiştir ki ‘siz şurada şunu yanlış yazmışsınız.’ Olabilir de bu kul yaptı bunu. Hata olur ama olmadı. Çünkü dersimiz iyi çalıştık. Çünkü damdan düşenler ile konuştuk. Çünkü derdi dertliden dinledik ve işin uzmanlarıyla çalıştık. Partilimiz olsun olmasın.

Bugün için hükümete yine de ekonomi konusunda 10 acil atılması gereken adımla ilgili tavsiyelerimi sunup, sözlerime son vermek istiyorum.

Ekonomik ve sosyal konseyi derhal toplayın. Korkmayın ya. Yani sendika temsilcileri gelsin. Esnaf temsilcileri gelsin. Sanayici gelsin, üretici gelsin. Ülkenin cumhurbaşkanı olarak onları dinleyin şöyle bir masa etrafında bir dinleyin. Korkmayın.

Gerçeklerle yüzleşmekten korkmayın. Gerçeklerle yüzleşmekten korktuğu için ekonomik sosyal konseyi toplamıyor. Anayasanın gereği ya. Anayasanın gereği nasıl kurulacağı belli. Nasıl toplanacağı belli. Yapmıyor. Bu geniş istişareyi yapmadan da düzgün doğru kararlar alamıyorlar.

Bağımsız kurumları bir an önce bağımsız yapın. TÜİK başta olmak üzere. Merkez Bankası başta olmak üzere. TÜİK'in şu andaki kadrosunu derhal değiştirin, atın. Olmaz.

Talimatla enflasyonu yüksek açıklayan bir kadro son bir aydır iki aydır gerçeğe yakın bir enflasyon açıkladı diye o kadroya güvenemezsiniz.

‘Yarın seçim geliyor, talimat gelir, kardeşim düşür tekrar der’ hükümet, yine düşürür o kadro. Çünkü daha önce yapmış. Yani son iki aydır enflasyonu yüksek gösterdi diye ‘TÜİK yola geldi. TÜİK kredibilite kazandı.’ Böyle bir şey yok. Olmayacak da yani. Onun için o kadronun hemen değişmesi lazım ve TÜİK'in dışarıdan denetlenmesi lazım.

Şeffaf olun şeffaf. Şu Merkez Bankası'ndan sattığınız döviz açıklayın. Kur Korumalı Mevduata ne kadar kur fark ediyorsunuz açıklayın.

Kamu alımları, derhal kamu alımları mevzuatını değiştirin, derhal. Meclis açık. Getirin Avrupa Birliği Mevzuatını, biz de destek verelim. Ben buradan söylüyorum, DEVA Partisi Genel Başkanı olarak. 15 milletvekilimize derhal destek verelim. Avrupa Birliği'nin Kamu Alımları Mevzuatını getirin Türkiye'ye, 27 tane ülke uyguluyor. Açık şeffaf bir ihale sürecini Türkiye'de yasal hale getirin, biz de ona destek verelim açık söylüyorum burada.

Tasarruf. Derhal tasarrufa başlayın. Tasarruf olmadan kalkınma olmaz. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ deyip ülkeyi borç batağının içine soktunuz yani.

Kural bazlı bir yönetim anlayışı lazım. Kural bazlı. Merkez Bankası açıkça kurallarını koyacak. ‘Forward Guidance’ dediğimiz merkez bankacılığının bir ön yol gösterme iletişim metodu vardır. Bunu yapın. Yapmıyorlar, yapamıyorlar çünkü ne yapacaklarını kendileri de bilemiyor. ‘Bu ay bu faizi artık ama gelecek ay acaba izin çıkar mı? Acaba Sayın Erdoğan döner de başka bir şey söyler mi?’ Onun için kıdım kıdım ileriye doğru ne söylediği belirsiz bir merkez bankacılığı var, olmaz.

Bütçede mutlaka mali kural sistemini getirin. Kuralsız yönetim keyfiliktir.

İstihdamla ilgili tedbirleri derhal alın. Kadın genç istihdamını artıracak aktif içgüdü politikalarıyla tedbirlerini derhal alın.

Tarımda bahsettiğim tedbirleri de alın.

Eğitimde, 4 ay geçti. 4 tane kayda değer eğitimle ilgili yeni bir şey hatırlıyor musunuz? Aklınızda bir şey var mı? ‘Eğitimle ilgili şöyle bir şey yapıldı’ diye. 4 ay geçti, 4 tane adım hatırlayamıyorsunuz. Yok. Sağlıklı öyle.

Ve belki de ekonomi için en önemli tavsiye değerli arkadaşlar, hukukun üstünlüğü ilkesini yaşayın, yaşatın. Yargı bağımsızlığı olmadan, güçler ayrımı olmadan öngörülebilirlik olmaz, öngörülebilirlik olmadan ekonomi düzelmez. Sözlerimi tamamlıyorum.

Bizlerle beraber olduğu için değerli basın mensuplarımıza özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Şimdi biz kendi iç toplantımıza geçeceğiz ama geçmeden önce basın mensubu arkadaşlarımızın soruları varsa sorularına kısaca cevap vermeye çalışayım. Ondan sonra biz kendi iç değerlenme toplantımıza devam edeceğiz diyeyim ve hemen başlayayım.

 

30 Eylül 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın DEVA Partisi Tüzük Kongresi Konuşması


Ali Babacan’ın DEVA Partisi Tüzük Kongresi Konuşması

Kıymetli yol arkadaşlarım,

Saygıdeğer misafirlerimiz,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başından ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarım,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, DEVA Partisi’nin Birinci Olağanüstü Kongresi’ne, ilk tüzük kongremize hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün bu salonda, Türkiye’nin kuzeyinden güneyine; doğusundan batısına, kalbi ülkesi için atan, kalbi milletine hizmet için atan DEVA’lı yol arkadaşımla birlikte olmaktan onur duyuyorum.

Kolay yollardan geçmediniz, geçmiyorsunuz çok iyi biliyorum.

Partimizi kuralı üç buçuk sene oldu.

Bu üç buçuk sene boyunca hep beraber yan yana, omuz omuza çalıştık.

Kolay değildi. Hiç kolay değildi.

Sizler bu ülkenin cesur, çalışkan, iyi niyetli birer evladı olarak her şeyinizi ortaya koydunuz.

Sizler iktidarın her türlü haksızlığına, hukuksuzluğuna direndiniz; yılmadınız.

Sizler, korku iklimine karşı dimdik durdunuz.

Menfaatleriniz için değil, idealleriniz için çalıştınız.

Bu ülkenin sorunlarına kayıtsız kalmadınız.

Bu uzun ve zorlu yolda yılmayan, sağlam duran her bir teşkilat mensubumuza, her bir gönüllümüze şükranlarımı sunuyorum.

Sizlerle gurur duyuyorum.

*****

Evet, zor bir siyasi iklim var.

Sadece bugünkü iktidarın yaşattığı krizleri, nefessiz bıraktığı hayatımızı kast etmiyorum.

Sözüm ona muhaliflerin KESTİĞİ SOLUĞU da görüyorum.

Geleceğim oraya. Ama kısa bir özet yapayım önce. Ne dediğim daha iyi anlaşılsın:

Biz 9 Mart 2020’de yola çıkarken ne dedik?

“Alışılageldik siyasi partilerden olmayacağız” demişti.

Biz sadece iktidar partisinin değil, mevcut siyasi partilerin hiçbirisinin ülkemizin meselelerini çözemeyeceğini bildiğimiz için bu yola çıktık.

Ve 9 Mart 2020’den bugüne; siyasi tarihimizde görülmemiş çalışmaların altına imza attık, atıyoruz.

Türkiye’nin en hızlı teşkilatlanan partisi olduk. Pandemi şartlarına rağmen 9 martta kuruluşumuzu gerçekleştirdik. Aylar süren evde kalma mecburiyetlerine rağmen 43 ilde kongrelerimizi tamamladık. Ve kurulduğumuz yılın, 2020’nin sonunda seçime girme hakkını elde ettik.

Ve teşkilatlanmamızı yaparken eş-dost-akrabalarla değil, hazıra konarak değil; sıfırdan teşkilatlandık.

Anadolu’nun ve Trakya’nın her köşesinde DEVA bayrağını dalgalandırdık.

Siyaset geleneğimize bir ilki kattık.

“Muhalefet demek sadece eleştirmek, polemik üretmek değildir” dedik.

“Muhalefet demek, aynı zamanda çözümleri de ortaya koymaktır” dedik.

81 ili adım adım gezdik. Dertleri yaşayanlardan dinledik.

Tam 23 eylem planı ile her alandaki projelerimizi, sorunların nasıl çözeceğimizi, dinlediğimiz dertlere nasıl DEVA olacağımızı hesaplı bir şekilde eylem planlarıyla ortaya koyduk.

Hepsinin bütçesini hesap ettik, hepsine takvim verdik. İktidarın yaptığı gibi ‘şunu yapacağız bunu yapacağız’ diyerek tarihsiz, takvimsiz program açıklamadık. ‘Yaz hesaba defteri, bir gün öder Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ öyle demedik. ‘Şunu yapacağız ve şu zamanda’ dedik.

Parlamenter sistemle neyi hedeflediğimizi, bunun için yapılması gereken anayasa değişikliklerini bütün detaylarıyla açıkladık. Bunlar 5 yıldır ‘yeni anayasa yeni anayasa’ diyor. Bir madde ortaya koyabildiler mi? Biz yeni kurulmuş bir parti olarak ‘Parlamenter Sistem’ dedik ve Anayasa metnimizi bütün maddeleriyle ortaya koyduk ‘budur’ dedik. İktidardan daha bir madde ortaya konulmuş değil.

Bunlar daha önce muhalefet tarafından yapılmamış işler. Türkiye’deki klasik muhalefet anlayışı nedir; İktidar yapsın biz eleştirelim. Rahat bir hayat yani. Önüne geleni eleştir birde polemik üret, onunla bununla savaş, kavga et, haber ol, yetiyor. Ama muhalefet demek bu demek değil. İşte biz bu çalışmaları ortaya koyduk.

Bu çalışmaları herkes yamadı, yapamıyor. Niye? Çünkü bu çalışmalar tecrübe işi, uzmanlık işi. Herkesin harcı değil.

Nihayetinde, ülkeyi yönetmeye en hazır partinin DEVA olduğunu cümle aleme gösterdik.

*****

Ve değerli arkadaşlarım,

Üstelik tüm bunları, altılı masa çalışmaları içinde de başardık.

Tüm birikimimizi ve emeğimizi altılı masaya da koyduk.

“Varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun” dedik.

Helali hoş olsun.

Bir yandan Mustafa Bey, bir yandan İbrahim Bey altılı masa çalışmalarının omurgasını oluşturdular. Öyle yürüdü o işler.

Bu da bir ilkti. İlk defa altı siyasi parti, ülkenin yarınları için bir uzlaşı çabası ortaya koydu.

Ve çok daha önemli bir zihniyeti ortaya koyduk:

İstişare etmek, ortak akılla hareket etmek, birlikte çalışmak;

Bunlar bizim siyasi geleneğimize çok da alışılmış işer değil. Kavga olsun, gerginlik olsun… O ona sataşsın, o ona bağırsın, haber olsun yetiyor. Gündemi mi gündem. ‘Bu yanlış’ dedik.

‘Türkiye bu kavga gürültü ikliminde bir yere gidemeyecek’ dedik.

Tam demokrasiyi, gerçek hukuk devletini, yüksek refahı hedeflemek;

Ve bu hedeflere ulaşmak için genel seçimlerde gerekli olan %50 + 1’e ulaşmak.

Yerel seçimlere geleceğim, orada durum farklı…

Ama, genel seçimlerde kazanmak istiyorsanız, ülkeyi yönetmekte söz sahibi olmak istiyorsanız, bu ancak 50+1 ile mümkün. Yerel seçimlerde ayrı dinamikler var. Ama genel seçimlerde mevcut anayasa ile durum bu.

Şimdi bazı televizyon ekranlarına bakıyorum da kendilerine iktidar muhalifi diyenlerin altılı masaya, ittifak siyasetine söylediklerini gördükçe, “İşimiz zor” diyorum. “Bunlar hiç anlamamışlar ya” diyorum.

“Mutabakat arayışı nedir? Ortak akıl nedir? İstişare nedir? Bundan nasibini almamış bunlar” diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bir kez daha tekrar ediyorum. Biz tarihin doğru tarafında yer aldık.

Demokrasiden yana taraf olduk.

Bir tarafta otokrasi vardı biz ‘tam demokrasi’ dedik.

Hukuk devletinden, temel hak ve özgürlüklerden yana taraf olduk.

Altılı masa birlikteliğinin başladığı ilk günden, 28 Mayıs seçim gününe kadar yaptığımız tüm çalışmalar; tarihin bizim üzerimize yüklediği sorumluluktu.

Ve biz o sorumluluğumuza uygun olarak, adil şekilde, hakkı çiğnetmeden mücadele ettik.

Üstelik, Hazine’den tek bir kuruş yardım almadan, hiçbir kamu imkanından yararlanmadan bu mücadeleyi verdik.

Bu gerçeği kabul ettiğimiz gibi bir açık gerçeği daha kabul edelim:

Başaramadık.

Evet, vatandaşlarımızın çoğunluğunun onayını alamadık.

Bu sonuçta önemli bir etkeni kimse konuşmuyor ama ben söyleyeyim:

İttifak ruhunu anlamadılar.

Talihsiz tartışmalar, tekil hırslar ve anlamsız kavgalar yüzünden vatandaşlarımız; millet ittifakının bu ülkeyi uyumlu bir şekilde yönetebileceğine ikna inanmadı. İkna olan vatandaşlarımızın sayısı da iktidar olmamıza yetmedi.

Vatandaşlarımız; her fırsatta eski alışkanlıklarına koşup, seçmeni aşağılayanlara, “muhafazakardan demokrat olmaz” diyerek koskoca bir kitleyi haksızca yaftalayanlara güvenmedi.

Vatandaşlarımız, bizim her satırına inanarak yazdığımız ortak taahhütlerin dışına çıkan, ittifak içindeki muhataplarıyla ekran önünde kavga eden insanlara gönül rahatlığıyla oy vermedi, veremedi.

İttifak doğruydu arkadaşlar.

Yanlış olan, ittifak ruhunu anlamayanların yaptıklarıydı.

İttifak, koltuk kapma yarışı değildi.

İttifak, iktidar nimetlerini nasıl paylaşılacağını seçimlerden iki üç ay önce konuşmaya başlamak değildi.

Bize göre ittifak, ülkenin yönetiminde beraberce söz sahibi olmaktı.

İttifak, İstişare içerisinde uyum içerisinde birlik beraberlik içerisinde bu ülkeyi tam demokrasiye ulaştırma hedefiydi.

Sol-sağ hiç fark etmez, muhafazakâr-seküler hiç fark etmez; biz tam demokrasi için beraber olalım dedik. Onun için destek verdik. Destek vermedik elimizi, bedenimizi koyduk. Alın terimizi, akıl terimizi koyduk

Ortak ilke ve değerler etrafında buluşalım dedik. 2.300 maddelik eylem planını hayata geçirmek amacıyla çalıştık. Çünkü Türkiye’nin çıkışı burada dedik. ‘Türkiye’nin çıkış uzlaşma kültüründe, uzlaşma arayışında’ dedik.

Ama arkadaşlar, başaramadık…

Şu “Kaybetmek” meselesini de beraberce konuşmamız gerekiyor.

Seçim gecesi yaptığım konuşmamda “siyasetin birinin kazandığı diğerinin kaybettiği bir müsabaka, bir yarış olmadığını” söylemiştim.

Siyaset “hiç bitmeyen bir mücadele”dir arkadaşlar. Aynı hayatın kendisi gibi….

Siyaseti böyle anlamazsanız, böyle görmezseniz, gelip geçici bir alan olarak kendinize tarif ederseniz o siyaset değil başka bir şey olur.

İnandığımız değerleri, inandığımız fikirleri ısrarla savunmak, inatla anlatmak demektir siyaset. Hiç vazgeçmemektir.

İnandığımız ideallerin peşinden gitmektir.

Siyaset, doğrunun yanında durmak, yanlışa her daim itiraz etmektir.

Siyaset, iktidar mücadelesinin ötesinde hayatın her alanındadır.

Siyasette “kaybetmek”, siyaseti sadece koltuk peşinde koşmaktan ibaret zannedenlerin kullandığı bir kavramdır.

Seçim sonrası hepimiz büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Doğru.

O yüzden bugün işimiz daha zor. Bunun da farkındayız.

Ama biz, demokrasiyi bir” müsabaka” gibi görenlerden, “iktidarın nimetlerini paylaşma yarışı” sananlardan değiliz.

Bakmayın şimdi masaya laf edenlere, bakmayın o masayı ağır ithamlarla suçlayanlara. Bakmayın o iç çekişmelerinin masa üzerinden masayı kullanarak yapmaya çalışanalara.

Türkiye’de ilk kez; mahalleler arası duvarları yıkacak bir yönetim modeli hedefledik.

Kendisini tanımlarken, “muhafazakârım” veya “sekülerim” diyenlerin, “Atatürkçüyüm, milliyetçiyim, sosyal demokratım, liberalim” diyenlerin bir arada olacağı bir ülke tasavvuru ile çalıştık.

‘Önce Türkiye’ dedik. ‘Önce bu güzel ve büyük ülkemiz’ dedik.

Ortak akılla, istişareyle, imece usulüyle çalışmaya inandık.

O yüzden şimdi televizyon ekranlarında, ittifak ruhunu anlamadan, kendi küçük hesaplarının peşinde koşanlar bizi anlayamaz arkadaşlar.

Ben; ülkesini ve milletini seven bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaş olarak, sizlere, DEVA Partisi’nin her bir teşkilat mensubuna, teşekkür ediyorum.

Ama her fırsatta bizlere çamur atanlara ve demokrasi birlikteliğini kabahatli bulanlara da huzurlarınızda sesleniyorum:

Mahallelerinize sıkışarak, sadece kendinize benzeyenlerle oturup kalkarak, koskoca 85 milyonun sesi olamazsınız. Ancak yankı odalarında kendi sesinizi dinleyip durursunuz.

Dar alanda kısa paslaşmalarla, kendi sesinizi alkışlamakla, ülkemizin dertlerine derman olamazsınız.

Bütün bir seçim dönemi boyunca bazı yorumcular, gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler; muhafazakarları demokrasi karşıtı olarak ilan ettiler.

Biz AK Parti tabanına, muhafazakâr mahallelere elimizi uzattıkça bizi de yıpratmaya kalkıştılar.

Vaktiyle AK Parti’nin kurucusu olduğum için, AK Parti’de siyaset yaptığım için beni ve beraberce zamanında AK Parti’de olduğumuz arkadaşlarımı âdeta suçlu gibi göstermeye çalıştılar.

Şunun altını kalın bir çizgiyle çiziyorum:

Ben 2001’den 2015’e dek görev yaptığım, ülkeme hizmet ettiğim her bir günden onur duyuyorum.

Evet, kişi başına düşen milli gelirin 3,5 katına çıktığı bir dönemde, ekonomi yönetiminin başında olmaktan onur duyuyorum.

Yüz milyarlarca doları yönettim. Hazine Müstearımız İbrahim Bey’le beraber, 11 yıl. Yüz milyarlarca dolar geldi geçti önümüzden. Ama boğazımızdan tek bir haram lokma geçmedi.

Dışişleri bakanıyken yurtdışında 2 yılda 132 program yaptım. Dünyanın dört bir köşesinde başı dik, güçlü, itibarlı bir ülkeyi gururla temsil ettim.

İlk başmüzakereci olarak Türkiye’yi her alanda ama özellikle de demokrasi ve hukuk alanında, Avrupa Birliği standartlarına ulaştırmak için yapılan çalışmaların başında oldum.

Bunlar utanılacak şeyler mi yahu? Hadi oradan.

Ben şimdi o çok bilmişlere soruyorum:

Peki siz ne yaptınız? Bu ülkeye için laf üretmekten başka ne yaptınız? Ne yapıyorsunuz? Diye soruyorum. Hangi taşı hangi taşın üstüne koyduysanız çıkın anlatın.

Diyorum ya o dar zihniyet, o dar ideolojik kalıplar. Kurtulamıyorlar, çıkamıyorlar. Millette anladı bunların çıkamayacağını o kalıplardan. Onun için olmadı.

Bunların gözü dönmüş, aklı şaşmış ya.

Mahkûmu oldukları o dar ideolojik dünya, onları bu millete yabancılaştırmış.

Sonra seçim bitti, bu sefer yine dönüp bizimle kavgaya başladılar.

Neymiş “AK Partiden yeterince oy getiremediler” diye.

Bu zihniyetle bizim derdimiz var arkadaşlar.

Vatandaşın güvenini “getirilecek oy” gibi gören bu zihniyetle bizim derdimiz var.

Ben, şunu çok iyi biliyorum:

14 Mayıs ve 28 Mayıs’ta bizlere oy vermeyen vatandaşlarımızın eski mahallesine sığınma ihtiyacı, bizim yüzümüzden değildi;

Alın teriyle helal lokmasını kazanan, adaletle yaşamaya çalışan insanlara parmak sallayanlar yüzündendi.

Kusura bakmayın; bu ülkenin sağ duyulu insanları sizin zihin dünyanızdaki dar çatışmalara sığmaz, sığamaz.

Bu ülkenin demokratları ister muhafazakâr olsun ister olmasın ister Türk ister Kürt ister sağdan ister soldan olsun, bir araya geldi ve DEVA Partisi’ni kurdu.

Siz bizi kafanızdaki o dar kalıplarınıza sığdıramazsınız, anlayamazsınız.

İşte o yüzden arkadaşlar, DEVA Partisi var.

Bir kez daha tekrar ediyorum: İyi ki DEVA Partisi’ni kurduk. İyi ki bu yola çıkmışız.

Daha önce de söyledim, tekrar ediyorum, eğer biz, 9 Mart 2020 tarihinde DEVA Partisi’ni kurmamış olsaydık, seçim sonrası ülkenin haline bakıp, hem iktidarın hem muhalefetin şu anki haline baka derhal kolları sıvar, DEVA Partisi’nin bugün bu mekanda kurardık.

Partimizin kuruluş gerekçeleri ilk günkü gibi sapasağlam yerinde duruyor. 9 Mart 2020’de partimizi kurmamızdaki gerekçeler ne ise hepsi daha büyümüş bir şekilde karşımızda duruyor.

*****

Bakın değerli arkadaşlarım,

İktidar elindeki propaganda makinasını kullanarak sorunların üstünü örtmeye çalışıyor.

Bu derin ekonomik krizi bambaşka yerlere çekerek vatandaşlarımızın ilgisini çekmeye çalışarak, elindeki televizyonlarla, hepimizin vergisiyle finanse edilen TRT ve diğer kanallarla, havuç ya da sopayla yönettiği medya mekanizmalarıyla ülkedeki sorunları göstermemeye çalışıyor.

Erdoğan, vaktinde benim yakın çalıştığım bazı arkadaşlara kabinede görev vererek vitrini düzelteceğini sanıyor.

Oysa, hukuk olmadan ekonomi olmaz. Adalet olmadıkça refah artmaz.

Ekonomi ekibindeki yeni arkadaşlar çabalayıp duruyorlar. Garibim, havanda su dövüyorlar. Çünkü seçimden bu yana bu iktidarın hukuka dönme, hukuk devletini yaşatma, hukukun üstünlüğünü gerçek anlamda uygulamayla ilgili tek bir niyet ortaya konmuş değil arkadaşlar. Yok öyle bir şey.

Bu niyet meselesidir. Önce bir niyetiniz olur. Bu niyetinizi işaret edersiniz, sonra yola çıkıp yapmaya başlarsınız. Hiçbir şey yok ortada. Onun için hep söylüyorum. Hukuk olmadan ekonomi olmaz, Hukuk olmadan ekonomi olmaz, Hukuk olmadan ekonomi olmaz…Olmayacakta. Üzülerek, içim yanarak söylüyorum.

Onlar ne kadar pembe tablo çizmeye çalışırsa çalışsın, biz ülkemizin gerçeklerini anlatmaya devam edeceğiz.

Sesini duyuramayanların sesi olacağız.

Şu hale bakın: Bu yaz boyunca domates salatalık taneyle, kavun karpuz dilimle alıyor vatandaş. Bir tane almaya artık gücü yetmiyor.

Gaziantep’te belediye, vatandaş ekmek alabilsin diye fiş dağıtıyordu, fiş.

Emeklilerimiz, işçilerimiz, memurlarımız ardı arkası kesilmeyen zamlar karşısında gün be gün fakirleşiyor. Maaş artışları gerçek enflasyonun çok çok altında. Halkımızın satın alım gücü sürekli düşüyor.

Kiracılarla ev sahipleri arasındaki ihtilaflar büyüyor. Kötü yönetimin, yüksek enflasyonun bedelini kâh kiracı, kâh ev sahibi ödüyor.

Çiftçimiz, 20 liradan 40 liraya çıkan mazot fiyatları altında eziliyor. Emeğinin karşılığını alamıyor. Gübre, tohum, elektrik fiyatları can yakıyor.

Sayın Erdoğan seçimden önce defalarca faizler inecek dedi. Seçimden sonra Merkez Bankası, bizzat Erdoğan’ın yanlışları yüzünden patlayan enflasyonla mücadele adı altında üç ayda üç kez faiz artırdı. Faizi daha da artıracağım diyor.

Ne oldu? Zaman yanlışlar yapıp, enflasyonu patlattıktan sonra sadece Merkez Bankası’nın faiz artışıyla bunu çözemezsiniz arkadaş. Yapamazsınız.

Bakıyorlar 2002-2015 dönemine, o dönemde ne zaman ne yapıldı? Ki her dönemin tedavisi farklıdır. Her ekonomik krizin ve ekonomik sorunun düzeltmek ve çözüm yöntemi farklıdır. Bunlar yanlış zamanın reçetesini yanlış zamanda uygulamaya çalışıyor. Çünkü, ekonomi yöntemi bir bütündür. Tek tek sağdan soldan rötuşlarla, basma kalıp ilaçlarla tedavilerle çözemezsiniz.

Olan vatandaşımıza oldu. Faiz arttı arttı ne oldu? Esnafımızın, KOBİ’lerimizin banka kredisine ödediği faiz %60’ı, %70’i geçmiş durumda. Ne oldu?

Faizle mücadele edeceğim diyen Sayın Erdoğan’a soruyorum; Ne oldu? Zamanında faizler tek haneyle o dönemin pırıl pırıl bürokratlarına siz hakaret ediyordunuz.

Tabii bu %60, %70’lik faizler bankadan kredi alabiliyorsan geçerli. Çoğu da eli boş dönüyor. Sorun esnafa, tanıdığınız Kobi sahibi firmalara sorun ‘%60, %70’i ben ödeyeceğim ama kredi veriyor musunuz?’ Diye bankaya gittiklerinde çoğu eli boş dönüyor. Memleketin durumu bu.

Gençlerimiz için kahve içmek, tiyatroya, sinemaya gitmek artık lüks oldu. Başka bir ilde üniversite kazanan gençlerimiz, yurt çıkmazsa kayıt yaptıramıyorlar. Barınma çok büyük bir sorun hala.

AİHM kararlarına rağmen insanlar haksızca cezaevinde tutuluyor.

Göç meselesi Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisi oldu. İktidarın bir göç politikası yok. Rasgele dağıtılan vatandaşlıklar bu sorunu gittikçe derinleştiriyor. Bir imza atıyor ‘ben seni vatandaş yapıyorum’ diyor. Tek imza ya tek imza. Bunun bir kriteri olur. Şeffaf bir şekilde açıklanır, kim vatandaş olur kim olmaz. Bunu açıkla ve de ki; ‘şu şu şartlarda oluyor’ yok. Keyfi. Kimin neye göre vatandaş olduğu belli değil.

Türkiye, çetelerin, mafyanın, uyuşturucu şebekelerinin cirit attığı bir yer haline geldi. Bir İçişleri Bakanı değişiyor bakıyoruz kimler kimler sokaklarda rahatça geziyormuş, dolanıyormuş. Yarın bir İçişleri Bakanı daha değiştiğinde acaba buna benzer olaylar bir daha yaşanacak mı? Bilmiyoruz. İçişleri Bakanının kim olduğuna göre suçlunun suçsuz olduğu ya da suçsuzun suçlu ilan edildiği bir ülke olamaz arkadaşalar. Bu ülkeye hukuk devleti denmez denemez.

Ve dikkat edin bütün bu çete mafya hadisesi bunları, milliyetçilik, millilik, yerlilik gibi kavramların arkasına sığınıp her türlü haksızlığı, hukuksuzluğu yapıyorlar bu ülkede.

Bizim milletimiz zulüm karşısında asla boyun eğmez. Sadece sabreder.

Sabrın sonu ise emin olun ki selamettir. Hepimiz inşallah sabredeceğiz ama idallerimizden ve hedeflerimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

*****

Bakın arkadaşlarım,

“Yenildiğinizde” değil” vazgeçtiğinizde” kaybedersiniz!

Ve biz vazgeçmiyoruz! Vazgeçmeyeceğiz. Ellerinden geleni artlarına koymasınlar, Ülkemizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Milletimizle beraber yan yana mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz.

Türkiye’den asla vazgeçmeyeceğiz!

Bu arada bir şey daha söyleyeceğim.

Seçimden bu yana, bizleri durmaksızın küçümseyerek, “15 vekil-15 vekil” ağızlara pelesenk edildi.

Bu haksızlığa üzülüyorum. Ama kızıyorum da…

Ben, DEVA Partisi Genel Başkanı olarak, 15 vekil için mi buradayım? Siz 15 vekil için mi siyasete girdiniz?

3,5 yıldır tüm teşkilatımızla beraber ortaya koyduğu bu emek, bu alın teri, bu akıl teri bunun için mi?

Diyorum ya anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar.

Yüzlerce insan hep beraber çalışmaları yaparken 15 vekil için mi bu devasa külliyatı hazırladık?

Değerli arkadaşlarım, evelallah, bir gün gelecek, milletimiz DEVA Partisi’ne bu ülkeyi yönetme yetkisini verecek. Hiç kuşkunuz olmasın.

Bizim hedefimiz, işte tüm bu hazırlıkların hayata geçtiği ve her alanda yükselen, fert fert zenginleşecek Türkiye’dir.

Ben, ülkemizdeki her bir ferdin insan onuruna yaraşır bir hayat yaşaması için buradayım. Hepimiz bunun için buradayız. Kolay bir yola çıkmadık.

Şu salondaki herkes büyük fedakarlıklar yaptı. Her şeyini ortaya koydu. Şu anda aramızda olmayan arkadaşlarımız büyük fedakarlıklar yaptılar. Hepsine buradan selam olsun diyorum. DEVA Partisi için bu memleket için, değil 3 yılını değil 3 gününü 3 saatini 3 dakikasını harcayan emek veren herkese hepimiz borçluyuz, vefa borcumuz var.

Değerli arkadaşlarım, Ben, muhafazakâr mahallelerdeki endişeler toplumsal güvenceye kavuşsun diye buradayım.

Ben, seküler mahallelerdeki baskılar son bulsun, yaşam tarzlarına iktidarlar müdahale etmesin diye buradayım.

Ben, artık fikirlerle kavga edilmesin, kimse ötekinin haklarına engel olmasın diye buradayım.

Ben, Sayın Erdoğan’ın el yapımı ev yapımı “ekonomik krizini” sona erdirmek için buradayım.

Sayın Erdoğan’ın el yapımı ev yapımı” sosyal krizini” sona erdirmek için buradayım.

Birde ne diyor? ‘Dünyanın her yerinde enflasyon var, Almanya’da marketler boş’ diyor. Ya Almanya’ya gidip gelen arkadaşlar öyle bir şey söylemiyor. ‘Dolu’ diyorlar. Enflasyon artmış %1-2 den %4’e - %5’e çıkmış, bilemedin 6’ya, 7’ye çıkmış. Ya hangi Avrupa ülkesinden üç haneli enflasyon var. Sen kimi kandırıyorsun. Hangi Avrupa ülkesinden enflasyon Türkiye’deki gibi patladı?

Ben Buradan sesleniyorum:

Şimdi bizi dinleme zamanı.

Şimdi DEVA’yı duyma zamanı.

Çünkü DEVA, “Sadece kendine demokratların” partisi değildir.

DEVA, “Çifte standartı olmayan demokratların” partisidir.

Hakkın, adaletin partisidir.

DEVA, Sessiz çoğunluğun sesidir.

DEVA Partisi, ülkesini seven, ehil, dürüst, yolsuzluğa bulaşmamış pırıl pırıl kadroların buluşma adresidir.

Şimdi ezberlenmiş kalıpları bir kenara bırakma zamanı.

Endişeye mahal yok;

Bakıyoruz, kimi kendi saflarını sıklaştırma gayretiyle, sağa sola olmadık laflarla sataşıyor.

Kimi “öteki” gördüğünden kaçıyor.

DEVA Partisi ise burada ve biz “ötekisiz siyaset” yapmaya devam edeceğiz.

İlk günden beri söylüyorum; bir kere daha tekrar ediyorum!

Biz, sadece kendi mahallesinin dertlerini dillendiren, diğer mahalleyi ezmeye çalışan siyasi anlayışa son vereceğiz.

Biz Türkiye’de nöbetleşe zorbalığı sona erdireceğiz!

Gücü ele geçirenin diğerine zulmettiği, üste çıkanın alttakini ezdiği zorbalık dönemlerini bitireceğiz.

Her koşul altında, temel hak ve özgürlüklerin savunucusu olacağız.

Düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayacak her türlü uygulamanın karşısında duracağız.

İnsanların inançlarını korkusuzca ve huzur içinde yaşayabilecekleri özgürlük ortamını sağlamak için tüm gücümüzle çalışacağız.

Vatandaşlarımızın büyük mağduriyetler sonrası elde ettiği hakların geri alınmasına asla izin vermeyeceğiz.

Temel hak ve özgürlüklerin, güvenlik gerekçesiyle kısıtlanmasının, ertelenmesinin her zaman karşısında duracağız.

Bazen ne diyorlar ‘özgürlük mü güvenlik mi seç birisiniz? ’ Niye seçmek zorundayım ya? Sen iktidarsan, hem vatandaşların evrensel haklarındaki özgürlüklerini sağlamak zorundasın hem de bu milletin güvenliğini sağlamak zorundasın. Beceremiyorsan ‘yapamıyor’ de…

Bir yandan da terör ve terör örgütleriyle kararlılıkla mücadele edeceğiz. Şiddetin her türlüsüne ‘hayır’

Sosyal, kültürel ve manevi değerlerimize karşı saygısızlığa ve bunların zayıflatılmasına her zaman karşı duracağız.

Toplumun temel taşı olan aile yapımızın güçlenmesi için gerekli her türlü tedbiri alacağız.

Hiç kimse DEVA Partisi’nin vatan ve millet sevgisini sorgulayamaz.

Hakkımızda istedikleri kadar yalan söylesinler, istedikleri kadar kirli iftiralar üretip sosyal medyada dolaşıma soksunlar…

Halkımız bizi çok iyi biliyor.

Milli değerlerimiz konusunda hassasiyetimizi her zaman önde tutacağız. Irkçı söylem ve tutumların karşısında olmaya da devam edeceğiz.

Bakin ‘nefret suçu’ diye bir suç türü var arkadaşlar. Bazıları siyaset yapmayı bu topluma nefret pompalama olarak görüyor.

Demokrasiyi tehdit eden nefret söylemlerine karşı kararlılıkla mücadele edeceğiz.

Kutuplaştırma ve ayrıştırmanın karşısında duracak, birlik ve beraberliğimizin çimentosu olacağız.

Hür teşebbüs öncülüğünde kalkınmayı esas alırken, refahın toplumun tüm kesimlerine dengeli yayılmasını sağlayacağız.

Rahmetli Özal’ın çok önemsediği orta direği yeniden ayağa kaldıracağız.

Sosyal adaleti ve her alanda fırsat eşitliğini tesis edeceğiz.

Yüksek teknolojiyi esas alan büyüme modelimizle hem savunma sanayiinde hem de diğer pek çok sektörde Türkiye’yi öncü ülke yapacağız.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” şiarı, dış politika ve güvenlik konularında temel ilkemiz olacak.

Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında, çoğulcu demokrasiye kavuşacağız.

Milletimize güveneceğiz, kendimize güveneceğiz.

DEVA burada, DEVA hazır.

DEVA kadrolarıyla çok daha güzelini, çok daha iyisini yapacağız.

Hep beraber gerçekleştireceğiz inşallah.

Bizim bir hayalimiz var:

“Bunlar bir araya gelmez” dedikleri kim varsa;

Biz, hep beraber, hukuk için, adalet için, özgürlük için sapasağlam bir arada olacağız!

Tek bir kişiden bile vazgeçmeyeceğiz.

Tek bir kişiyi dahi geride bırakmayacağız.

Alışılageldik “istemezük” siyasetini de yapmayacağız.

İktidarın yanlışlarını her fırsatta dillendireceğiz. Doğruyu yaptıklarında haklarını teslim edeceğiz.

Hatalardan vazgeçmeleri için en etkin şekilde muhalefet yapacağız.

Her ne şart altında olursa olsun, doğruları korkusuzca konuşacağız.

Evet, vatandaşlarımız bu seçimde bize demokratik denetim görevi verdi.

*****

Arkadaşlar,

Biz, yalana tevessül eden, vatandaşları aşağılayan, kendine oy vermeyenleri cahil yerine koyan muhalefet anlayışını reddediyoruz.

Irkçılık yapan, toplumu ayrıştıran, milletimize nefret pompalayan siyaseti reddediyoruz.

Ülkeyi geren, kutuplaştıran, beriki-öteki diye ayıranlara, ayrıştıranlara inat; biz her zaman istişare diyeceğiz, uzlaşma diyeceğiz.

Ülkemizin çıkış yolunun ancak ve ancak “uzlaşma” olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Bu ilkelerle yola çıktık, bu ilkelerle devam ediyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılına hep beraber damgamızı vuracağız.

Özgürlük damgamızı, demokrasi damgamızı, adalet damgamızı, zenginlik damgamızı vuracağız!

DEVA damgasını vuracağız, DEVA!

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel seçimlere tam 6 ay kaldı.

Biliyorsunuz, ağustos ayından bu yana yerel seçimlerle ilgili yoğun bir istişare süreci gerçekleştirdik.

Tüm il ve ilçe başkanlıklarımızdan seçimlerle ilgili raporlar istedik.

İl ve ilçe başkanlıklarımızdan gelen değerlendirmeleri de dikkate alarak yerel seçimlerle ilgili verdiğimiz kararı da buradan sizlerle paylaşmak istiyorum.

DEVA Partisi, önümüzdeki yerel seçimlerde, tüm ülke sathında kendi ismiyle, kendi amblemiyle, kendi adaylarıyla seçime girme kararı almıştır.

Hem teşkilatlarımızdan gelen ağırlıklı görüşlerin burada olduğunu görerek, hem de genel merkezimizde yaptığımız kapsamlı değerlendirmelerle kahir eskiyerekti bu noktada olduğunu görerek geniş istişareler sonucunda bu kararı verdik. Kararımız ülkemiz için, partimiz için hayırlı olsun.

Çok hızlı bir şekilde adaylarımızı belirleyip kampanyamıza başlayacağız. 1 Ekim sabahında itibaren durmak yok. Çok hızlı bir şekilde aday tespit etmemiz gerekiyor.

Önümüzdeki haftalarda bir yandan ilçe kongreleri ve il kongrelerimizle teşkilatımızı güçlendirirken, bir yandan da DEVA belediyeciliğinin temellerini atacağız.

Önümüzdeki haftadan itibaren hep beraber sahada olacağız.

Vatandaşlarımızı dinleyeceğiz. Bu defa saha çalışmalarımız biraz farklı olacak. Saha çıktığımızda vatandaşlarımızla güzel diyaloglar gerçekleştireceğiz. Onlara soracağız.

Mahallelerimizin sorunlarını tek tek tespit edeceğiz. Ve belediye başkanlarından ne bekliyorlar, belediye başkanı kendi mahallesi için ilçesi için kendi ili için ne yapsın? Sorunlar neler? Hangi sorunlar acil? Bütün bunları vatandaşlarımızdan dinleyeceğiz. Dinleyeceğiz ki adaylarımızı tespit edip adaylarımızla beraber tekrar sahaya çıktığımızda her mahallede sorunu bilerek ve o sorunun çözümünü dosyamıza koyarak vatandaşımızın karşısına çıkalım. 1 ekimden sonra saha çalışmalarımızın niteliği biraz farklı olacak. Az konuşup çok dinleyeceğiz, sorunları yerinden tespit edeceğiz.

Yerelden gelebilecek işbirliği önerilerini münferiden değerlendireceğiz.

Başkan adaylarımız milletimizin karşısına projeleriyle ve çözümleriyle çıkacaklar.

Temiz belediyecilik için siyasi ahlak ilkelerimizi hazırlayacağız ve yayınlayacağız. Bizim belediye başkanı adayımız olmak isteyen arkadaşlarımız, o siyasi ahlak ilkelerini okuyacaklar, imzalayacaklar, ondan sonra adayımız olacaklar. Ki Türkiye’de yerel yönetimlerde bir temiz yönetim anlayışı olsun. DEVA belediyeciliği işte bu. Hem temiz hem etkili yönetim.

Bugünkü büyük kongremizle de kuruluşumuzdan bu yana parti tüzüğümüzle ilgili bize ulaşan değişiklik taleplerini ele alacağız.

İl ve ilçe kongrelerimize başlarken, partimizin iç mevzuatıyla ilgili gerekli güncellemeleri değerlendireceğiz.

*****

Evet arkadaşlar, başaracağız.

Bunu hep beraber başaracağız.

Yorulmayacağız, yılmayacağız.

Biz iktidarın da bazı muhalif ekranların da bize haksızlık edeceğini biliyorduk. Sağlık olsun.

O yüzden daha zor koşullarda olduğumuzu biliyorum.

En büyük gücümüz; çalışkanlığımız. Daha çok çalışacağız.

Bizimiz alnımız açık, başımız dik.

Hiç kimseyi aldatmadık. Hep doğruları söyledik.

Montaj videolarla insanların karşısına çıkmadık. Onun için diyorum ya kazandı ama helalinden kazanmadı.

Tek kuruşluk kamu imkânı kullanmadık.

Kendi bileğimizin gücüyle, alnımızın teriyle çalıştık.

Bunun içindir ki biz, tam bağımsız bir siyasi partiyiz.

Allah’tan başka hiç kimsenin önünde eğilmeyiz.

Biz, bir gün öyle, bir gün böyle konuşanların; dün savunduklarını bugün unutanların partisi değiliz.

Biz özgürlüklere sahip çıkanların partisiyiz.

Ülkemizin tüm değerlerini sahiplenenlerin, diğerine saygıyı baştacı edenlerin partisiyiz.

Başaracağız arkadaşlar, başaracağız. Yeter ki sağlam duralım yeter ki kendimize güvenelim ve çalışalım.

Bu büyük ve güçlü ülkeyi hakettiği itibara kavuşturacağız.

Ülkemizi özgürlük ve zenginlik limanına demirleyeceğiz.

*****

Bu ülkede;

Pazardan boynu bükük, filesi boş dönen analar olduğu sürece,

Üniversiteyi kazanan evladının kaydını yaptıramayan babalar olduğu sürece,

Beslenme çantasını dolduramayan çocuklar olduğu sürece,

Çalışmaya devam edeceğiz.

Söz mü arkadaşlar? (…)

Çalışacak mıyız? (…)

Bu ülkede;

Açlıkla sınanan, torununa bayram harçlığı veremediği için gizli gizli ağlayan emekliler olduğu sürece,

Sattığı malı yerine koyamayan, dükkanında karanlıkta oturan esnaf kardeşlerimiz olduğu sürece,

Artan maliyetler altında ezilen, ürettikçe zarar eden çiftçilerimiz olduğu sürece,

Çalışmaya devam edeceğiz.

Söz mü? (…)

Bu ülkede;

Açlık sınırının altında bir asgari ücretle geçinmeye çalışan işçi kardeşlerimiz olduğu sürece,

İstihdam sorunu yaşayan, sokaklarda güven içinde yürüyemeyen kadınlar olduğu sürece,

Kendisine fırsat verilmediği için, imkân tanınmadığı için geride kalan, kendine yaşayacak başka ülkeler arayan gençler olduğu sürece,

Çalışmaya devam edeceğiz.

Söz mü? (…)

Ben sözümü aldım. Allah sizlerden razı olsun.

Bizim için siyaset millete hizmet etmektir.

Biz, milletin refahı, huzuru, barışı için çalışmayı, alın teri dökmeyi ibadet biliriz.

Sizin gibi yüreği temiz, alnı ak, kul hakkı yemeyen, tarihin doğru tarafında yerini alacak kadar cesur insanlarla yol arkadaşı olduğum için hamd olsun diyorum.

Sağ olun, var olun.

Kalın sağlıcakla.

18 Eylül 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Hükûmetin ilk 100 günü değerlendirme Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Hükûmetin ilk 100 günü değerlendirme Toplantısı
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Bugünkü toplantımız vesilesiyle aramızda olan değerli konuklar,
 
Partimizin değerli mensupları,
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,
 
Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyor, hükûmetin ilk 100 gününü değerlendireceğim basın toplantısına hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Seçimlerin ardından 3 Haziran tarihli Resmi Gazete’de 67. Hükûmet ilan edildi. 7 Haziran gününde de Bakanlar Meclis’te yemin ederek görevine başladı. 
 
Ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenenlerin ilk 100 günü geçen hafta doldu. 
 
Biliyorsunuz, demokrasilerde ilk 100 gün önemlidir.
 
İlk 100 gün, o iktidarın neleri başarabildiğini göstermesinin yanında, ileride neler yapabileceğinin de bir bakıma istikametini çizer. 
 
İlk 100 gün aynı zamanda, iktidarın ülkeyi yönetmeye ne kadar hazırlıklı olduğunun sınavıdır adeta.  
 
Seçimlerden hemen sonra yaptığım açıklamada milletimizin bize “demokratik denetim” görevi verdiğini söylemiştim hatırlarsanız bu salonda. “DEVA Partisi’ne milletimiz demokratik denetim görevi vermiştir” demiştim.
 
İşte bugün bu demokratik denetim sorumluluğumuzun gereği olarak karşınızdayım. 
 
*****
 
Biz, DEVA Partisini kurduğumuz ilk günden bu yana farklı bir siyaset anlayışı ortaya koyduk. Sadece yanlışları eleştirmedik. Her alanda hazırladığımız eylem planlarıyla, ülkenin tüm sorunlarıyla ilgili ilk 90 günde, 360 günde ve 5 yılda neler yapılması gerektiğini ilan ettik. Bu, Türkiye’de siyaset tarihinde görülmemiş bir hazırlıktı.
 
Tam 23 eylem planıyla Türkiye’nin nasıl yönetilmesi gerektiğini milletimize açık açık beyan ettik.
 
Bu adımların hepsini madde madde takvimlendirdik, her adımın bütçesini hesap ettik. Hesabını kitabını yapmadığımız hiçbir taahhütte bulunmadık.
 
Neyin, ne zaman, nasıl yapılacağını bilerek hareket ettik.
 
DEVA Partisi olarak biz, alışılmış “bol keseden vaat” siyasetine son verdik. 
Çünkü biz, milletimizin gerçekçi, samimi bir siyasete layık olduğunu düşünüyoruz.
 
İşte bugün; iktidarın doğrularını, yanlışlarını, eksiklerini ve acilen yapması gerekenlerle ilgili tavsiyelerimizi paylaşmak üzere karşınızdayım. 
 
Çünkü biz, bunu yapabilecek donanıma ve hazırlığa sahip bir siyasi hareketiz. Seçimlerden sonra bütün bu hazırlıklarımızı bir set halinde Cumhurbaşkanına, tüm kabine üyelerine ve tüm milletvekillerine ilettik. Dedik ki; “Burada akıl teri vardır. Umarım çalışmalarınızda istifade edersiniz.”
 
*****
 
Kıymetli basın mensupları, değerli vatandaşlarım,
 
İktidarın seçimden evvel açıkladığı seçim beyannamesindeki taahhütlerin çoğu herhangi bir takvime bağlanmış değil.
 
Bakın biz hazırlıklarımızda her şeyin takvimini verdik.
 
Yani hükümet, seçim beyannamesinde hangi adımı ne zaman atacakları ile ilgili detay vermemiş.
 
Aynı “Sarı çizmeli Mehmet Ağa bir gün öder hesabı” gibi. 
 
Bir önceki dönemde olduğu gibi, yine pek çok muğlak ifadelerle ve vaatlerle seçime girdiler.
 
Pek çok vaat, beyanname sayfalarında hala hayata geçirilmeyi bekliyor.
İlk 100 günde yapılabilecekken yapılmamış durumda.
 
Vatandaşlarımızın en can yakıcı derdiyle başlamak istiyorum: Ekonomi.
 
Merkez Bankası’nda yapılan kadro değişiklikleri olumlu yönde atılmış bir adımdır. Kabine üyelerinden bazılarıyla ilgili de bizim değerlendirmelerimiz olumludur. Ama sadece üst düzeyde yapılan birkaç atama yeterli değildir. 
 
Bu Merkez Bankası'na özellikle kurumsal kapasiteyi artıracak, bankanın gerçek bağımsızlığını sağlayacak adımlar henüz görmedik, görmüyoruz. 
 
Bakın en önemli konulardan bir tanesi değil mi? Kur korumalı mevduat. Hatırlatalım. 
 
Bilmeyenler ya da parası olmayanlar için kur korumalı mevduat şudur. Bankaya parayı yatırıyorsunuz. Faiz alıyorsunuz ama eğer dövizin fiyatı, doların, Euro’nun fiyatı kur, faizden daha fazla artarsa devlet diyor ki, ‘Ya sen mağdur oldun, kur arttı, al farkını ödeyeyim sana’ diyor. 
 
Burada kur farkı diyoruz. Yani bankada faiz olanının, faizde parası olanın eğer faiz yetmezse kur daha fazla yükselirse o kur farkında ayrıca devletin ödeyeceği mevduat hesabı.
 
Seçimden sonra kur korumalı mevduat için kur farklarının tamamı Merkez Bankasına ödetilmeye başlandı. Merkez Bankası bunu ödeyebilmek için harıl harıl para basıyor.
 
Yani, kısa adı KKM olan bu hesapların kur farkları, üretilen enflasyon yoluyla tüm milletin cebinden ödenmektedir. 
 
Merkez Bankası nereden buluyor bu parayı? Basıyor. Yani bankada parası olan kur arttı. Bundan mağdur olmasın diye aradaki kur farkı ödeniyor ya. Bu para basarak karşılanıyor. Para basıldığında ülkede enflasyon artıyor. Herkesin cebinden alınıyor, bankada parası olanın hesabına ekleniyor. Özeti bu.
 
Ve ödenen kur farkı tutarları da hala gizlenmektedir. 
 
Kur korumalı mevduatın büyüklüğü yaklaşık 125 milyar dolara ulaştı. 125 milyar dolar. Bu kadar büyük bir rakamla ilgili gerçekleri niye gizliyorsunuz?
 
Şöyle bir mukayese yapalım: Cumhurbaşkanı’nın ifadesine göre 6 şubat depremin ülke ekonomisine maliyeti 104 milyar dolar. Deprem olmuş. Asrın felaketi 104 milyar dolar
 
Son dönemde yapılan vergi artışlarına gerekçe olarak da depremi gösteriyorlar. “Asrın doğal felaketi”, ne yapalım diyorlar.  “Bu yükü paylaşacağız” diyorlar. “Herkes fedakârlık yapsın” diyorlar. “Bu 104 milyar dolarının maliyetini karşılamak için adeta bu vergileri saldık” diyorlar.
 
Evet, bu deprem asrın doğal felaketi olabilir. Ama bu 125 milyar dolarlık kur kurmalı mevduat da “asrın ekonomik felaketi”dir. Ve bu felaket bizzat Sayın Erdoğan tarafından bu memleketin başına getirilmiştir. 
 
Hatırlayalım. İlk açıkladıkları günlerde büyük bir mucize gibi şapkadan tavşan çıkarır gibi sunmadılar mı? Ekonomiyi kurtaracak formül diye sunmadılar mı? Biz o gün hemen ertesi gün sabah Polatlı Ticaret Odası'nda demedik mi bu ülkeyi batıracak bu hazineye batıracak demedik mi? Hepsi oldu. Ve şimdi kıvranıyorlar. “Nasıl bunu bitirebiliriz? Nasıl bu defleri kapatabiliriz” diye ama çözümde bulabilmiş değiller.
 
Ben ekonomi yönetimindeki arkadaşlara soruyorum: Kur korumalı mevduata Merkez Bankası ne kadar kur farkı ödemiştir? Hazine ne kadar kur ödemiştir? Bundan sonra ne kadar ödeyeceksiniz? 
 
Orta vadeli program yaptınız değil mi?  Orta vadeli programda her şeyin hesabının kitabının olması lazım. Ha bazı konularda da varsayımlar koymuşsunuzdur o orta vadeli programa. Peki kur korumalı mevduatla ilgili varsayımınız nedir? Kur korumalı mevduata karşılıksız basılacak para ne kadar olacaktır? 
 
Para basarak ödenecek kur farkları enflasyonu ne kadar azdırmaktadır? Orta vadeli program açıkladınız. 125 milyar dolarlık meseleden bahsediyoruz değil mi? Ve bunları biz bilmek istiyoruz. Vatandaş olarak bunları bilmek duymak hakkımız.
 
Rahmetli Özal’ın “enflasyonun ana sebebi” olarak ilan ettiği, “kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir” dediği kur korumalı hesapları nasıl bir takvimle kaldıracaksınız?
 
OVP’de bunlardan hiç bahsedilmemiş. Nasıl bir planlamaysa… 
 
Depremin getirdiği 104 milyar dolarlık maliyeti karşılamak için vergileri artırdığınızı söylüyorsunuz. 
 
Tam 125 milyar dolarlık bu ev yapımı, el yapımı felaketle nasıl mücadele edeceksiniz? Ne yapacaksınız? Buradan soruyorum. Bunu bilmek hakkımız
 
Hükumetten bunu açıklamalarını bekliyoruz!
 
*****
 
Bir başka önemli konuya dikkatinizi çekmek istiyorum:
 
Hatırlar mısınız, bir ‘128 milyar dolar nerede?’ meselesi vardı.
 
Hani kayınpeder-damat el ele verip Merkez Bankası’nın arka kapısından bu ülkenin alın teriyle biriktirdiği dövizleri satmışlardı.
 
Bu satışlarla ilgili hala bir açıklama yapılmadı. Konu tamamen karanlıkta. 
 
Ekonomi yönetimi şu anda bu uygulamaya devam etmediklerini söylüyor. Ancak gerçeğin tam böyle olup olmadığını veya bu uygulamanın devam edip etmeyeceğini bilmiyoruz. Çünkü rakamlar hala açıklanmıyor.
 
Buradan ekonomi yönetimine sesleniyorum:
 
Rasyonel politikalara dönmek konusunda samimiyseniz, önce şeffaf olun. Kimseyi aldatmayın. Çünkü doğru, hesaptan kaçmaz. 
 
Eğer gerçekten şeffaflık diyorsanız, arka kapı döviz satışlarına imkân veren Merkez Bankası ile Hazine arasındaki protokolü derhal iptal edin. Hatırlayın bu protokol sonradan ortaya çıkmış değil mi? 2019’da o hatırlayın Cumhurbaşkanı yeni anayasaya göre görevini başladıktan sonra ve ekonominin başına da damadını getirdikten sonra hemen apar topar 2019’un başında başladı bu iş.
 
Ve sonradan öğrendik ki bu arka kapı satışları gizli satışlar hazineyle Merkez Bankası arasındaki yine gizli bir protokolle başlamış. Hani işi defterine uydurmak için böyle bir imzalı belge yapmışlar, dosyaya koymuşlar. Yarın ne olur ne olmaz diye.
 
Evet arkadaşlar, bu bir protokole dayanıyor ve bu protokol hâlâ geçerliliğini koruyor.
 
Benzer şekilde, şeffaflık konusunda samimiyseniz KKM geri dönüşleri için bankalara verilenler dahil tüm döviz satışlarını şeffaf bir biçimde yayımlayın.
 
Samimiyseniz şu protokolü bir yırtıp atın. Çünkü madem bu iş yanlış e yanlışın kapısını niye açık tutuyorsunuz? Niye o kapı hala açık? Kapıyı bir kapatın, protokolü yırtıp atın. Samimiyetinizi ortaya koyun ve rakamları açıklayın. 
 
Millete ait olanları milletten gizlemeyin. Merkez Bankası döviz piyasasına müdahaleyi doğrudan ve açıktan yapsın. 
 
Tıpkı 2002-2015 arasında olduğu gibi…
 
Bakın burada yüz milyarlarca dolarlık gizli döviz satışından bahsediyoruz arkadaşlar. Bir örnek vereceğim. 2002-2015, Merkez Bankası'nın bu dönemde doğrudan müdahale yoluyla sattığı dövizin toplam tutarı sadece 8 milyar dolardır. 14 yılda sadece 8 milyar dolar. Bunlar yüz milyarlarca doları arka kapıdan sattılar. 
 
Merkez Bankası o dönemde bu 8 milyar doların tamamını şeffaf açıklamıştır. Merkez Bankası'nın web sitesinde bunların hepsi yayınlanmıştır. Hala duruyor. Girip bakın. Bunlar hala duruyor. Şimdi ben böyle söyleyince apar topar kaldırabilirler ama girip baktığınızda şu anda duruyor. 
 
Yani topu topu 8 milyar dolarlık satış 14 yıl boyunca açık şeffaf yapılmış yüz milyarlarca dolarlık satışı siz arka kapıdan yapıyorsunuz. Niye gizliyorsunuz? Neyi gizliyorsunuz? Acaba hangi ayıbı örtmeye çalışıyorsunuz?
 
Seçimlerden sonra göreve gelen arkadaşlara sesleniyorum: Yanlışlara karşı çıkın. Yanlışlar içinde yer almayın. Yanlışlara alışmayın. Devlet yönetimi böyledir. Bir kere o yanlışlara insan alışmaya başlarsa aynen farkına varmadan haşlanan kurbağalar olur ya. Aynen öyle olur.
 
Seçimden evvel bana ekonomiyi sorduklarında en çok hangi kelimeyi kullanmıştım, hatırlıyor musunuz?
 
GÜVEN. Hâlâ da aynı noktadayım. Bu evrensel bir gerçek. Tarihi bir gerçek.
 
Sayın Erdoğan, zamanında benim yakın çalıştığım bazı ekonomi kurmaylarını iş başına getirerek, 2015’ten beri kendi yarattığı güven bunalımını çözebileceğini düşünüyor.
 
Bu güven bunalımı bir iki atamayla düzelmez.
 
Oysa en basitinden enflasyonu doğru ve gerçekçi hesaplamasını beklediğimiz kurumla, TÜİK’le alakalı bir adım atıldı mı? TÜİK yönetiminde tek bir değişiklik yapıldı mı? Bugüne kadar TÜİK kadrosuyla ilgili takip ediyoruz, hiçbir değişiklik yok.
 
Biliyorsunuz ben TÜİK’e “rakamları ayarlama enstitüsü” diyorum. 
 
Enflasyonu yıllardır olduğundan düşük açıklayan bir kadroya güvenmezsiniz. Bunlar talimatla enflasyonu olduğundan düşük açıklamamış. Şimdi ne oldu? Son bir ayda enflasyonu biraz yüksek açıkladı diye herkes diyor ki  “ha acaba TÜİK bundan sonra değişecek mi?” Ya yalan alışanı geri döndüremezsiniz. Böyle bir şey yok. Son ay enflasyonu yüksek açıklayan TÜİK kadrosu yeni bir talimatla bir sonraki ay tam tersini yapabilir.
 
Zaten ben bu enflasyonla mücadeleye de hayret ediyorum. Hangi enflasyonla mücadele ediyorsunuz siz ya?
 
Eğer TÜİK'in açıkladığı uydurma enflasyonla mücadele ediyorsanız o zaten hayali bir rakam. Vatandaşın, milletin yaşadığı gerçek enflasyon başka. Bunu herkes biliyor. Çarşıya pazara çıkan, evine en ufak bir alışverişe çıkan herkes gerçek enflasyonun bu ülkede ne kadar yüksek olduğunu biliyor, yaşıyor, görüyor. Bunu örtemezsiniz ki. 
 
Ve değerli arkadaşlar eğer şeffaflık diyorsanız, rasyonalite diyorsanız, güven diyorsanız hükümete sesleniyorum;  TÜİK yönetimi tamamen değişmeli, yetkin ve bağımsız bir yönetim yapısı oluşturun. 
 
Yeniden kredibilite kazanana kadar TÜİK mutlaka bir dış denetime tabi tutulmalıdır.
 
Dürüstseniz, akademisyen ve uzmanlardan oluşan bir kurul ile TÜİK’in enflasyon verilerini kalite ve güvenirlilik denetimine tabi tutun. Sonuçları kamuoyu ile derhal paylaşın.  Dış denetim derken yurt dışından insanlardan bahsetmiyoruz ha. Bizim bunu kontrol edecek dış denetim yapacak kapasitemiz var. Bu insan kaynağımız var. Yeter ki süreçler, veriler nasıl toplanıyor? Bu enflasyon nasıl hesap ediliyor? Dışarıdan gözler gelsin buna baksın. “Bu doğru” desin. Ya da “yanlış” desin. Biz de bilelim.
 
Bakın arkadaşlar, TÜİK deyip geçmeyin. Emekli maaşları, memur maaşları, asgari ücret… hepsinde artışları TÜİK’i esas alarak yapıyorlar.
 
Deniyor ki “biz size enflasyon kadar artış yaptık.” Ya hangi enflasyon? Eğer TÜİK'in açıkladığı uydurma enflasyonsa demek ki emeklerimizin, işçilerimizin, memurlarımızın maaşı gerçek enflasyon kadar artmamış. Rakamları ayarlama enstitüsünün açıkladığı rakama göre maaşlar yükseltilmiş.
 
Bozacının şahidi şıracı hesabı… 
 
Onlar birbirine yalancı şahitlik yapıyor da olan memura oluyor, vatandaşa oluyor. Evladına harçlık veremeyen anne-babaya oluyor.
 
Sorun TÜİK’le de sınırlı değil.
 
Bakın BDDK yönetimiyle ilgili sorunlar var. Oraya sapasağlam bankacılığı bilen iyi düzenleme yapan ve gerçek denetim yapan bir ekip gerekiyor. Burada uyarıyorum. Bu bankacılıkla alakalı denetim konusunda sıkıntılar var. Detayına bugün girmek belki doğru değil. Ama bunun da yapılması gerekiyor. 
 
Yargının doğru ve bağımsız çalışacağını gösteren hiçbir adımda bugüne kadar atılmış değil.  Bu hukuk, adalet, yargı konusuna biraz sonra biraz daha detaylı geleceğim ama siz ekonominde “güven” diyorsanız önce yargıyla ilgili güven zemininde sağlamlaştırmanız gerekir. 
 
Ve sonuçlar ortada…
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Seçim sürecinde sıkça dillendirdiğim gibi, Sayın Erdoğan’ın yürüttüğü seçim ekonomisinin kötü sonuçlarını bugün yaşıyoruz.
 
Her gün acı acı yaşıyoruz. 
 
Seçimi kazanmak uğruna harcadığı devlet bütçesinin, seçimi kazanmak için tükettiği Merkez Bankası rezervlerinin maliyetini yine biz, hepimiz millet olarak ödüyoruz.
 
Kendisini uyarmamıza rağmen, günü kurtarmak için hesapsızca yaptığı yanlışları sizin bizim cebimizden alarak toparlamaya çalışıyor.
 
Vatandaşlarımızın cebinden (1) vergi artışlarıyla alıyor, (2) bazı temel ürünlerin fiyatını artırarak alıyor ama (3) en çok da enflasyon yoluyla alıyor.
 
Bakın seçim döneminde ne söylemişim? Şöyle bir hatırlayalım….
 
Ve maalesef hepsi oldu.
 
Sayın Erdoğan seçimlerden hemen sonra zam üstüne zam yağdırdı.
 
Vergi üstüne vergi ekledi.
 
“Müjde” diye maaşlara yaptığı artışlar, eriyor, buharlaşıp gidiyor.
 
Maaşlara yapılan artışlar, zamlara ve vergilere yetişemez oldu.
 
Nasıl böyle kızgın bir saçın üzerine suyu damlatırsanız buharlaşır gider. Şu andaki maaşlara verilen zamlar da aynen öyle oluyor. Buharlaşıp gidiyor.
 
Bu ilk 100 günde yoksulluk daha da arttı. Zaten çöken orta sınıf artık belini doğrultamaz hale geldi. 
 
Ve kapı kapı borç dilenmeye devam ediliyor. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Seçimlerden hemen sonra söylemiştim. Erdoğan helalinden kazanmadı, çünkü aldattı demiştim. 
 
İşte size örnekler:
 
Bu ne demek? “2023’ün mayıs ayına kadar kur tutulmuştu” ne demek?
 
Seçimden önce kuru düşük gösterdiler, seçimden sonra patlattılar demek. 
 
Seçimden önce kuru düşük gösterdiler. Seçimden sonra da patlattılar demek değil mi? İşte rakamlar. Şu dolar rakamına bakalım. Mayıs sonunda 20 TL. Bugün çıkmış 27 TL. Bunu da tutulup tutulmadığını bilmiyoruz ha. Diyorlar ki seri yönünde müdahale yok. Bilmiyoruz. Müdahale var. Ne kadar var? Bilmiyoruz. Çünkü rakamları açıklamıyorlar.
 
14 yıl boyunca şeffaf açıklanmış bugün açıklamıyorlar.  Vatandaşlarımız seçim için sandığa giderken Dolar 20 liraydı. Şimdi 27 lira. 
 
Aynı şey benzin ve mazot fiyatları için de geçerli. Rakamlara bakalım:
 
Benim çiftçim, şoför esnafım ne yapsın şimdi? Seçim için sandığa giderken mazota 20 lira ödüyordu. Bugün 40 lira ödüyor.  Ya bu sağ gösterip sol varmak değil mi? Bu aldatmak değil mi? Eğer zam ihtiyacı var. Bunu siz seçimden önce yapmıyorsanız seçimde her şeyi güzel gösterip seçimden sonra bunu yapıyorsanız aldatmak değil de nedir? Eskiden böyle değildi arkadaşlar ya. 
 
Bakın bir örnek vereyim. 2004 yerel seçimlerine gidiyoruz. Aynı bu akaryakıt fiyatlarıyla ilgili artış ihtiyacı oluştu. Ve ben de dedim ki “yine maliyetler arttı…”
 
O zaman petrol de 20 dolardan başladı artıyordu İbrahim Bey de hatırlar o günleri. Biz 20 dolarla aldık, petrol ta 150 dolara kadar çıktı. O şartlarda enflasyon düştü. Hiç sormuyorlar nasıl yaptınız, ne oldu bu diye. Bilmiyorlar. Önemli de değil. 
 
Şimdi dedim ki Sayın Erdoğan'a “Akaryakıt fiyatlarıyla ilgili güncelleme gerekiyor. Mart sonunda da yerel seçim var.” Dedi ki “ya bunu şimdi bekletip de seçimden sonra yaparsak bu milleti aldatmak olur” dedi. Ben dedim ki “ya helal olsun yani gerçekten dedim bu çok dürüst bir yaklaşım. Tamam ayarlamaları yapalım.” Sonra gitti. Kayıtlarda vardır. Basın mensuplarımızı arşivden bulabilir. Bunu meydanlarda söyledi. Dedi ki “bakın ben bu zamları bekletip seçimden sonra yapardım. Ama aldatan da olmayacağım. Aldanan da olmayacağım” dedi. Ve millet zamları alkışladı. 2004 yerel seçimine giderken. Bunlar oldu. 
 
Onun için diyorum ki nereden nereye? Nereden nereye? Ya o dönemde Türkiye bunun için başardı. Samimi politikalarla başardı. Ama siz samimiyetten uzaklaşırsanız doğrulardan kaçarsanız yanlış insanların etkisi altına girerseniz ve hele hele dedim ya o yanlışa alışmak çok kötü bir şeydir. Aynı uyuşturucuya alışmak gibi. Yanlışlara alışırsanı O çizgiyi bir kere elden kaçırırsanız bir daha iflah olamazsınız. Şu anda ülkenin yaşadığı tam da sorun bu.
 
O gün 2004 seçimlerine girerken “vatandaşı aldatmayalım zam gerekiyorsa yapalım” diyen Sayın Erdoğan bugün seçimden önce 20 lirada tutup mazotu seçimden sonra 40" liraya çıkarttı. Ya biz işte bunun için DEVA Partisi'ni kurduk. “Bunun için yeni bir yol açmak gerekiyor” dedik. “Böyle gitmeyecek, olmayacak” dedik. Bunların hepsini gördük. Geleceğini biliyorduk bugünler. Aldattılar dedim ya. Bir başka örnek. 
 
Aldattılar dedim ya…Bir başka örnek:
 
Faiz:
 
“Bu kardeşiniz iş başında oldukça faiz yükselemez” dedi.
 
“Faiz artırmaktan başka çözümleri yok” diye muhalefeti eleştirdi.
 
Seçime giderken de hatırlayın arka arkaya Merkez Bankası'na faiz düşürttüre düşürttüre gitti. Seçimden hemen sonra da Merkez Bankası üç ayda üç kere faiz arttırdı ve üç ayda faiz tam üç katını çıktı. 
 
Görelim. 
 
Seçime giderken %8,5. Seçimden sonra %25. Rakamlar ortada. Kredi faizlerine de şöyle bakalım. Seçimden önce kredi faizleri belli noktalarda tutulmaya çalışıyor. Seçimden sonra fırlayıp gidiyor. Bunlar BDDK'da görünen rakamlara piyasada herkes biliyor ki esnafımızın, KOBİ’mizin bu faizlere kredi bulması mümkün değil. %38 görünüyor. Mümkün değil bu rakamlara kredi bulmak. Ne yapıyorlar bankalar? Onlar da yolunu bulmuş. Kredi faizsiz ne kadar diye sorduğunda esnafımız KOBİ’mizin bir rakam söylüyor ama diyorlar ki “ya bir de ayrıca işte bir dosya parası var. Ayrıca bilmem hayat sigortası var. Bilmem şu var. Bilmem toplam bilmem ne primi… Bir de toplu bir rakamı alıyorlar mı esnaftan? Fiili faiz geliyor şu anda esnaf ve KOBİ için %60, 65 yıllık birleşik faizlerden söz ediyoruz şu anda kredi faizleri olarak.
 
Bunlar BDDK da görünen böyle makyajlanmış rakamlar. Gerçek kredi faizi çok daha yüksek. Üstelik bir de ne yaptılar? 
 
Üstelik, ticari kredilerdeki artış aylık % 2,5 ile sınırlandırılmış durumda. Bu bankalara yeni kredi vermeyin demek. 
 
% 2,5 ne demek? Zaten 100 lira kredi. Her ay fiili %3-4 faiz dursa bile yerinde büyür. % 2,5 ne demek?  Fiilen yeni kredi verme mevcuttu döndür hatta mümkünse biraz azalt demek bankalara. Bunu yaptılar % 2,5’lük sınırla.
 
Merkez Bankası’na ve hükûmete buradan çağrı yapıyorum: Tüketici kredisiymiş, şuymuş, buymuş bunları anlıyorum ama İhracat reeskont kredisi konusunda cömert olun. Üreten, ihracat yapan şirketlerimizin yanında durun. Reeskont kredilerinde kısıtlama yapmanın hiçbir ekonomik rasyonalitesi yoktur. Ve Merkez Bankası nasıl verir bu reeskont kredisini? Eximbank yoluyla. Merkez Bankası para basar. Evet. Parayı basar. Ama bastığı para üretime gider. Oradan ihracata gider. Sonra döviz olup gelip Merkez Bankası'nın döviz rezervine eklenir. Dolayısıyla bir Merkez Bankası'nın para basması için hayırlı yol, temiz yol budur. Parayı basıyor, ihracatçımıza veriyor, üretim oluyor, ihracat oluyor, dövize dönüyor, dövizden sonra da tekrar Merkez Bankası'nın kasasına döviz rezervi olarak giriyor. Dolayısıyla buradan hükümete ve Merkez Bankası'na çağrım asla asla bu ihracat reeskont kredilerini kısıtlamayın, önünü tamamen açın. Bak bedava tavsiyelerde bulunuyoruz ha. Fatura falan gelmeyecek bundan sonra. Sağa sola danışmanlara falan sormaya ihtiyaç yok. Birikim burada, bu salonda DEVA çatsı altında. 
 
Ben şimdi buradan Sayın Erdoğan’a sormak istiyorum.
 
Zamanında enflasyon tek hane iken, faizler tek hane iken, siz o dönemin tertemiz bürokratlarına hakaret ediyordunuz. Bunlar faizci diyordunuz. 2013,2014, 2015…
 
Şimdi ne oldu? Hükümetinizin ilk 3 ayında Merkez Bankası tam 3 kere faiz artırdı. 
 
Söyleyecek hiçbir sözünüz yok mu? Dikkat ederseniz hiç konuşmuyor. Merkez Bankası kelimesi ağzından çıkmıyor. 100 gün geçti. Yok. 
 
Sayın Erdoğan bu millete bir açıklama borcunuz var ya.  O zamanın, o dönemin enflasyonun tek hane olduğu, faizin tek hane olduğu dönemin bürokratlarına da bir özür borcunuz var, bir helalleşme borcunuz var. 
 
Her konuda konuşuyorsunuz. Faiz konusunda niçin susuyorsunuz 100 gündür?
 
Evet. Rakamlarla, grafiklerle ortada. Aldattı. Seçim kazandı ama helalinden kazanmadı.
 
Bir başka örnek:
 
Seçimden önce, “Vatandaşlarımız müsterih olsun, enflasyonu yine tek haneye indireceğiz.” diyen Sayın Erdoğan, bu yıl sonu için ne yaptılar? Merkez Bankası temmuz sonunda önce yıl sonu için yüzde 58 dedi. Daha Merkez Bankası'nın enflasyon raporunun mürekkebi kurmadı. Orta vadeli programda ne dediler? Yıl sonu için %65 dediler. Yüz günde 58 arkadan 65. Ha piyasa ne diyor? % 70-75de aşağı düşmez diyor. Piyasa beklentisinin % 70-75 aralığına çıktığını hatırlatalım. 
 
5 yıldır enflasyonun tek haneye ineceğini tekrar edenler, şimdi kâğıt üstünde bile ancak 2026’da tek haneli enflasyon öngörüyorlar.
 
Son açıklanan OVP’de tek haneli enflasyon için koydukları hedef taaa 2026’nın sonu. 2026 ne kadar var? 3 yıl, 3 ay var. Tek haneye indireceğiz demeye ne zaman başlamış? 2018, Şimdi 2026. “Ölme eşeğim ölme” derler ya.
2018’den 2026’ya… Tam 8 yıl arkadaşlar 8 yıl.  2018 de başlamış “tek hane tek hane” diye çünkü çift haneye çıkmış enflasyon. Şimdi bile 2026’da anca inebileceğini hedef olarak gösteriyorlar. 
 
Yani 8 yıl boyunca yüksek enflasyona mahkûm kalmış ve mahkûm kalmaya da devam edecek bir ekonomiden bahsediyoruz.  Yazık günah. Mahvettiler ya. Perişan ettiler. 
 
Hani bu işleri hiç bilmesek yapmasak sadece izleyici olsak deriz ki; “ya ne yapsınlar?” Öyle değil ya. Öyle değil. Doğru kadroyu kurduğun zaman doğru adımlar attığın zaman bu enflasyon düşüyor arkadaş. Yaptık işte. İki yılda düştü. Ve 10 yılda da tek ihanete kaldı. 10 yılda bir daha artmadı. Enflasyonu bağladık. O canavar diye çizdikleri enflasyonun canavarını aldık küçük bir torbaya koyduk ağzını bağladık çıkamadı. Bunlar yeniden hortlattı. 
 
Ya memlekette karpuzla dilim karpuz artık dilimle satılıyor. Bu bolluk bereket ülkesinde Avrupa'nın en büyük tarım topraklarına sahip olan bu ülkede karpuz dilimle satılır hale geldi. 
 
Meyve sebze fiyatları ateş pahası.  Çoban salatası olmuş ağa salatası. 
 
Seçimden önce “Bedava Doğalgaz” bilboardları asıp, koca koca kampanyada bakıyoruz “bedava doğalgaz.” Bedava doğalgaz koca koca yazıyor altında küçük küçük minik şeyler. Onu okuyamıyorsun zaten yoldan geçerken yani. Ama bedava doğal gaz yazıp da seçimden sonra zamları ve vergileri bindirmek halkı aldatmak değil de nedir? Ve değerli arkadaşlar bakın bunlar yerel seçimleri de şurada 6 aylık bir süre kala yapılıyor. Dikkat edin. Ve bütün bunlar yerel seçimlerin baskısı,korkusu ve endişesi altında atılabilen adımlar. Bu ne demek? Allah memleketi korusun bu yerel seçimlerden sonra daha neler neler gelebileceğine işaret ediyor bize. Yerel seçimi bilerek yerel seçim baskısıyla, yerel seçim endişesiyle şu anda yaptıkları henüz sadece işin bir kısmı.
 
İlk 100 gün böyle işte. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Şu anda Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli sorun enflasyondur. 
 
Enflasyon, ekonomide kötülüklerin anasıdır. 
 
Vatandaşımızın alım gücünü, refahını belirleyen esas konu enflasyondur.
 
Bu hükümetin her şeyi bir yana bırakıp şu önce enflasyonla mücadele edebilmesi gerekir. 
Enflasyon kötü bir alışkanlıktır. Bağımlılık oluşturur. 
 
Çünkü siz o Merkez Bankası'nın bağımsızlığını elinden aldığınız anda o Merkez Bankası'nın para basma gücünü böyle tek bir kişinin eline verdiğiniz zaman o ülkede enflasyon mukadderdir
 
Hükûmetler sıkıştıkça para basmaya bi alışırlarsa bundan vazgeçmeleri zor olur. 
 
İşin bam teli de tam bu.
 
Sayın Erdoğan artık enflasyonla yönetmeye alıştı. Merkez Bankası’nın kontrolünü eline geçirdiği andan itibaren Türkiye’de enflasyon yükselmeye başladı ve bir türlü düşmüyor. Düşmeyecek de…
 
Dikkat edin 2017-2018 ne zaman? Merkez Bankası Başkanı'nı ve para politikası üyelerini artık kafasına göre değiştirdiği zaman. “Laf dinlemiyor” diye değiştirdi değil mi? Kendi ekonomist olan, alanı ekonomi olan Cumhurbaşkanı laf dinlemiyor diye Merkez Bankası Başkanı'nı değiştirmeye başlarsa o ülkede enflasyon düşmez.
 
Ben buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum. 
 
Bunca süre inat ettiğinize değdi mi?
 
Esnafın sermayesi eridi, çalışanların maaşı alamadan eridi gitti. 
 
Ev kiraları uçtu gitti. 
 
Ev sahipleri ile kiracılar arasında insanlık dışı bir ihtilafa sebep oldunuz.  Yazık değil mi?
 
Tekrar ediyorum: Enflasyonla mücadele en öncelikli hedef olmak zorundadır.
 
Orta Vadeli Program’da, iç tutarsızlıklar var dedik ya. Şimdi enflasyonla büyüme arasına bakıyoruz. Ya bu enflasyon kararlılığıyla bu büyüme tutarlı değil. Yine bakıyoruz kurla enflasyon arasına gene tutarlı değil. Diğer önemli makro iç hedef tahmin ve çalışma varsayımlarında da biz bu içsel tutarlılığı göremiyoruz. Ha bu orta vadeli programda bir miktar gerçekleri görüp kabul etme var. Ama gereğini yapma konusunda ve hedef olarak gerçekleri ortaya koyma konusunda da utangaçlık var, Çekimserlik var. Bir miktarda yine gerçeği değil farklı bir şey gösterme gayreti var. 
 
Ve bu rakamlara şöyle baktığımızda orta vadeli programın tablo adına baktığımızda hani Nasrettin Hoca demiş ya… Kedi buradaysa ciğer nerede? Ciğer buradaysa kedi nerede?
 
Bunun detaylarını bizim ekonomi ekibimiz yine ekonomi basınında ayrıca oturup çalışabilir bunlar. Çok detaylı makro analizleri içeren şeyler. Ben sadece özetlerini söylüyorum ama bizim tahlilimiz bu. 
 
 
Gittikçe derinleşen yoksulluk, hayat pahalılığı ve gelir dağılımındaki adaletsizlik ısrarla orta vadeli programda görmemezlikten geliniyor.   
 
Ya hala dolaylı vergilerin oranlarını arttırmaktan bahsediyorlar değil mi? Dolaylı vergi ne demek? Harcarken alınan demek. Ya bu ülkede en zengini de gıda alıyor, en fakiri de gıda alıyor. Şimdi harcarken alınan vergilerin oranını arttırmak nedir? Bu bizim hazırlıklarımıza tam tersi. Bak biz buraya yazmışız. Burada çok daha farklı bir yaklaşımı gerekiyor. Siz vergi alacaksanız insanlar temel ihtiyaçları harcarken o vergiyi almayacaksınız. Adaletli alacaksınız. Var olandan alacaksınız. Bu kadar orta vadeli program açıklandı. İmar rantlarıyla ilgili tek bir vergilendirme görmedik. Bu konuda etkin bir vergilendirmeyle ilgili hiçbir adım yok. Asıl paranın büyüğü oralarda ya. Bu ülkede yolsuzluğun büyüğü de orada. Bir kalem oynatarak imar durumu değiştiriyorsunuz. On kat yerine otuz kat veriyorsunuz. Korkunç paralar kazanılıyor. 
 
Ve buralarda bir rant vergisi yok OVP’da bunun izni de görmedik. Asıl alınması gereken yerlerden almıyorlar. Vatandaşın en temel ihtiyaç alanı olan yok temizlik, yok tuvalet kâğıdı, yok bebek bezi gibi yüzde sekizden yirmiye çıkarıyorlar. Böyle bir şey olur mu ya? KDV yüzde 8’de 20’ye çıktı. Temel ihtiyaç bunlar. Bunu asgari ücretle geçirmeye çalışan vatandaşımız da alıyor. İstanbul'da 10 milyon, 20 milyon, 50 milyon dolarlık malikanelerde oturanlar da alıyor. Şimdi bunu nasıl eşitliyorsunuz? Konu çok derin bir konusu. Apayrı basın toplantısı konusu.
 
*****
 
Değerli vatandaşlarım,
 
Bakın bütün bu tabloya baktığımızda kamuda israf meselesi ilgili de herhangi bir şey görmüyoruz. İsraftan bahsedilmiyor. Tasarrufun adı geçmiyor.
 
“İtibardan tasarruf olmaz” diye diye, ülkenin itibarını fakirliğe getirdiler. Kamuda ise lükse, şatafata devam ettiler.
 
İlk 100 günde buna karşı ne yapacaksınız diye sorulduğunda, bu kadar israf var, bu kadar millete yüklediniz de devlet nereden tasarruf edecek dendiğinde taa 2021 yılında çıkarılan bir tasarruf genelgesinden bahsettiler.
 
Ha bu genelgeye uyuluyor mu, uyulmuyor mu? Tasarruf gerçekten o genelgeye göre bir şeyler yapıldı mı, yapılmadı mı? Bilmiyoruz. Yapsalar herhalde şimdiye kadar açıklarlardı diye düşünüyoruz. Açıklamıyorlar. 
Çıplak gözle gördüğümüz kadarıyla kamuda israf tam gaz devam ediyor. Lüksten de şatafattan da vazgeçilmiyor.
 
Bu nasıl bir fedakarlıksa fedakarlığı yapan millet ama devleti yönetenlerin ve kamunun bir fedakarlığını bugüne kadar görmedik.
 
Koskoca Türkiye’nin maliye politikası tamamıyla vergi ve zamlara dayanmış durumda.
 
Bu uygulamaların bedelini yine, her zamanki gibi çalışan nüfus ve geniş halk kesimleri ödüyor, ödeyecek.
 
İşte ilk 100 günü gördük:
 
KDV tüm ürünlerde arttı. Akaryakıtta ÖTV arttı. Kurumlar vergisi arttı. Motorlu taşıtlar vergisini bir aldılar, şimdi ikinci kez tekrar alıyorlar. 
 
Gerçekten milyonlarca vatandaşımız çok ağır bir vergi yükünün altında eziliyor.  
 
Milletten fedakârlık isteyenler dönsün “önce biz ne yapıyoruz? Biz nerede ne kadar fedakârlık yapmamız gerekiyor?” diye bir bunu da açıklasınlar görelim.
 
Gelişmiş demokrasiler de böyle arkadaşlar. Eğer bir mali tedbir gerekiyorsa bir bütçe tedbiri gerekiyorsa önce o ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı çıkıyor, kendisiyle ilgili hangi tedbir aldığını söylüyor, ondan sonra vatandaşlarından fedakârlık bekliyor. Bizde öyle bir şey yok. 
 
İlk 100 gündeki bir diğer vahim konu, az evvel de kısmen değindim: Memur ve emekli maaşları.
 
İktidar memura ve emeklilere yüzde 15+10’luk bir artıştan söz etti. 
 
Oysa iktidara göre bu yıl sonu enflasyon %65, önümüzdeki yılın enflasyonu yüzde 33. Kendileri açıklıyor. Ya bari şu kendi açıkladığınız enflasyonla orantılı bir şey yapın değil mi?
 
Gerçek enflasyonu geçtim, kendi öngördükleri iyimser orana göre bile memura, emekliye zam yapmaya niyetleri yok. 
 
Bu hak mı? Reva mı?
 
“Türkiye Yüzyılı” böyle mi olacaktı? “Türkiye Yüzyılı”na böyle mi girecektik yani? İnanın çok üzülüyor insan. 
 
Biz 2023 için hedef koymuştuk hedef. 25 bin dolarlık milli gelir hedefi koymuştuk. 2 trilyon dolarlık toplam ekonomik büyüklük hedefi koymuştuk. Şimdi bunun yarısına ulaşabileceğiz ümidiyle “bakın iyi gidiyor işler” diyorlar. Acaba 12.500 ne zaman nasıl geçeriz? Acaba “1 trilyon dolarlık milli geliri ne zaman geçeriz” diye. 
 
Üzülerek söylüyorum ki ilk 100 gün, bu iktidarın çalışanları da emeklileri de korumadığını gösteriyor.
 
Zaten enflasyonla mücadelede ne diyorlar? “Gelirler Politikası” diyorlar.  Enflasyonla mücadelede gelirler politikasını etkin olarak kullanacağız diyorlar.
 
Bunun Türkçesi ne biliyor musunuz? Alın teriyle çalışanların geliri fazla artmayacak. İktisat terminolojisinde karşılığı bu. 
 
Gelirler dediği devletin vergi geliri falan değil. Vatandaşın geliri ha? “Vatandaşın geliri enflasyonu kontrolde bir enstrüman olarak kullanılacaktır” diyorlar. Yani vatandaşın satın alınmalı gücünü düşük tutarak biz bu ekonomik sorunları aşacağız diyorlar. Hey yavrum hey. Gerçekten güler misin, ağlar mısın? Güler misin, ağlar mısın?
 
Biliyorsunuz 1 Temmuz’da müjdelerle maaşlara zam verildi. Ama en düşük emekli maaşında hiçbir iyileştirme yapılmadı. Emeklilerimiz 7.500 lira almaya devam ediyor.  “Belki yılbaşında düzeltiriz” diyorlar.
 
Çarşı, pazar fiyatları el yakıyor. En temel ihtiyaç maddelerine vergi yükü geliyor. Ama emekliye yine de 7.500 almaya devam ediyor. 
 
Çünkü niye? Ya Kur Korumalı Mevduata para lazım ya. Onların kur farkını ödeyecekler. 16 milyon emekli dursun bir kenara bankada parası olanlar bizim için değerli niye? E aman onlar dolar almasın da işte bu Kur Korumalı Mevduatta kalsın. İnanın bu kadar basit hesap yani bu kadar. 
 
Şöyle rakamlara bakalım. 
 
Bakın bu açlık sınırıyla emekli maaşları arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Bu alttaki grafik en düşük emekli maaşı, üstteki de açlık sınırı. Makasın nasıl arttığını görüyorsunuz değil mi? Bu 12.198 TÜRK-İŞ’in Ağustos rakamı bu yıl sonuna kadar artmaya devam edecek ama aralık ayı geldiğinde arada koskoca bir makas oluşmuş olacak en düşük emekli maaşıyla açlık sınırı arasında. 
 
Gelelim Asgari ücrete:
 
Asgari ücrette de durum hiç farklı değil. Ne yapıyorlar? “Asgari ücrete zam verdik” diyorlar. “Asgari ücreti arttırdık” diyorlar ama daha asgari ücret vatandaşımızın eline geçmeden erimeye başlıyor. Ve şu anda da mevcut asgari ücret Ağustos açlık sınırının altında kalmış durumda. 
 
 
Asgari ücretle açlık sınırı arasındaki makas da her geçen gün daha da açılıyor. Aralık ayı geldiğinde bu makas bakın şu kırmızı çünkü artmaya devam edecek. Mavi sabit duracak. Yani asgari ücret sabit duracak aralık ayına kadar ama açlık sınırı artmaya devam edecek. İşte bu makas da gittikçe artıyor. 
 
Defalarca söyledim, bir kez daha tekrar ediyorum; Bu devlet, emeklilerine insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürme imkanı sağlamalıdır
 
Aynısı asgari ücret için de geçerli. 
 
Orta Vadeli Program’da faiz giderlerinin 2026 yılında 2 trilyon 321 milyar liraya çıkacağı öngörülüyor.
 
Hatırlayın, bizim görevde olduğumuz yıllarda bütçenin faiz ödemeleri 50 milyar lira civarında seyretmekteydi. Yani bu süreçte Sayın Erdoğan hazinenin faiz ödediği parayı tam 46 kat artırmış durumda. Rakamlar ortada.
 
Bakın 2017’ye kadar nasıl seyrediyor? Bütçeden faiz ödemeleri. 50 milyar civarında. Enflasyon yine var o yıllarda yüzde 3-5-6 tek hanede olsa enflasyon var... Bu 2 trilyon 321 milyarda Orta Vadeli Programa koydukları rakam. Yani ödeyeceklerini şimdiden ilan ettikleri rakam. TAM 46 KAT ARTIRMIŞ. 46 kat.
 
Merkez Bankası’nın politika faiziyle kavga eden Erdoğan’ın, milletin vergilerini çarçur ettiği bütçedeki faiz ödemelerinden bahsettiğini hiç duydunuz mu? Bugüne kadar dedi mi? “Ben bana bağlı olan hazineden şu kadar faiz ödedim” diye. Adını bile anlıyor. Hiçbir konuşmasında yok. Sanki onu başka biri söylüyor. 
 
Muhalefeti faiz lobisine çalışmakla itham eden Sayın Erdoğan'a soruyorum. Bu faizlerin izanı verecek misiniz? Bir açıklama yapacak mısınız bu konuda?
 
Tekrar hatırlatmak istiyorum:
 
“Sayın Erdoğan kazandı, ama helalinden kazanmadı.”  “Faizle mücadele yapıyorum” dedi. Ama arkadan sürekli sürekli milyarlar değil artık trilyonlarca faiz ödemeye devam etti. 
 
Seçim döneminde muhalefet için “Faizi artıracaklar” dedi. “IMF’e gitmek dışında çözümleri yok” dedi.
 
Dibine kadar bu kara propaganda yaptıktan sonra da gitti. Faizi üç kez arttırdı. Hemen de kapı kapı dolaşıp İlk ziyaretleri hatırlayın Körfez ülkeleri değil mi? Kapı kapa dolaşıp borç istemeye başladı. 
 
Bakın buradan bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Şeffaflık önemli ya. Siz bu borç para istediğiniz ülkelerle hangi şartlarda bu anlaşmaları yapıyorsunuz? Bazen geliyorlar bunlar mevduat yapıyor Türkiye'de. Yani Merkez Bankası'na geçici para koyuyorlar. Ya da bu ülkelerden borçlanma, tahvil ihraç konuşuluyor değil mi? Faiz ne kadar? Duydunuz mu? Bilmiyoruz. Yok. Açıklanmıyor. 
 
Peki bu borç alınırken acaba bir karşılık, bir teminat gösteriliyor mu? Bir şeyler ipotek ediliyor mu? Bilmiyoruz. Ha desinler ki “yok böyle bir şey.” Desinler ki “ya biz piyasadan daha ucuza borç alıyoruz ve teminat falan da vermedik.” Tamam. Başımızın üstünde yeri var. Ama açıklasınlar. Bilelim. Bilmiyoruz. Piyasadan gidip ihaleyle ve eşit şartlarda borçlarınızda her şey şeffaf oluyor arkadaşlar. Ya biz gidip de bir ülkeden tek bir kuruş dilenmedik. Yapmadık bunu. Yıllarca böyle yönettik ekonomiyi.
 
Güveni oluşturduk, istikrarı oluşturduk, para aktı geldi zaten. Üstelik baktık kim daha ucuza veriyorsa ondan borç aldık. Bize borç vermek için kuyruğa girenlerden ihaleye girenlerden aldık. Her borçlanma ihalesine ihtiyacın üç katı, dört katı, beş katı talep geldi. “Arkadaş dedik bizim bu kadar para ihtiyacımız var. Fazlasına ihtiyaç yok. Bunu kim ucuza verirse biz ondan alacağız” dedik. Öyle borçlandırdık bu ülkeyi. Onun için bu faizler düşük. 
 
Siz gidip de bütün dünyaya ilan ederek de “para ihtiyacımız var. Onun için şu ülkeye gidiyoruz. Onun için bu ülkeye gidiyoruz” derseniz bu kadar paraya muhtaç olduğunuzu dünya aleme ilan ederseniz zaten normal yollardan kredi imkanlarını da sınırlamış olursunuz. Güveni kendi elinizle bozmuş olursunuz. Bilmiyorlar. Bilmediklerinin de farkında değiller. 
 
Kullandığınız bütçe bu milletin bütçesi. Diyoruz ki şeffaf olun. İlk 100 günde şeffaf olmadınız; bundan sonra şeffaf olun. Şeffaflık olmayınca güven olmaz. 
 
 
*****
 
Değerli basın mensupları, değerli vatandaşlarım;
 
Belki binlerce kez tekrar ettiğim bir cümlemi yineleyeceğim:
 
Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.
 
Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.
 
Hukuk zemini olmadan, ekonomiyi inşa edemezsiniz. Bunu hep tekrarladım.
 
Hukuk olmadan, güven sağlayamazsınız.
 
Geçen hafta Sayın Erdoğan “Yeni Anayasa”dan söz etti. Arada bir de dillendiriyor. İyi de; mevcut Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan, kanunları tanımayan bir iktidar; yeni anayasa yapsa ne olur, yapmasa ne olur?
 
 
Anayasayı kendisi için bağlayıcı bir hukuk normu olarak görmüyor ki. Bunun o kadar çok örneği var ki. Diyor ki “alt mahkeme Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymayabilir” diyor.  “Anayasa Mahkemesi kararlarına uymuyorum, saygı duymuyorum” diyor. 
 
Zaten kendini hukukla, kuralla bağlı hissetmeyen bir yönetim anlayışının yeni anayasa konusundaki çabasının samimiyetine biz güvenebilir miyiz? Yeni bir anayasa için önce güven lazım. Hukukun üstünlüğü ilkesinin içselleştirilmesi lazım.  Toplumsal sözleşme için toplumun katılımı lazım. 
 
Anayasadan evvel, şeffaf ve demokratik haklara saygılı olduğunuzu göstermek çok mu zor? 
 
Basın özgürlüğü konusunda adım atmak çok mu zor?
 
O nedenle iktidara bir kez daha hatırlatıyorum: Önce hukuk. 
 
Önce hak ve adalet. 
 
Soruyorum şimdi, gerçek bir hukuk devletinde, İçişleri Bakanı’nın kim olduğuna bağlı olarak bir insanın suçlu veya suçsuz olduğu değişir mi?
 
Gerçek bir hukuk devletinde kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu bağımsız yargı söyler.
 
Gerçek hukuk devletinde çete, mafya, uyuşturucu şebekeleri, organize suç örgütleri böyle rahatça cirit atamaz.
 
Sayın Erdoğan bu konularla ilgili hiçbir açıklama yapmıyor. 
 
Bir sürü şeyler yayınlandı değil mi? 2 yıldır ne videolar yayınlanıyor ne açıklamalar falan filan. Hiçbirisiyle ilgili hiçbir şey söylemiyor. Adeta böyle bir şey yok varsayıyor. Varsa bile benimle alakası yok. Ben ne yapayım ki imasını bu şekilde oluşturmaya çalışıyor. Bu konular söz konusu olunca Erdoğan susmuş. 
 
İlk 100 gün böyle işte. 
 
Hâlâ AİHM kararlarına uyulmuyor. Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmuyor.
 
Adaleti sevdiklerimize hak, beğenmediklerimize haram göremeyiz. 
 
Devletin temeli adalettir. Bunu siyasi amaçlarla sarsmanın inanın, kimseye faydası yok. Bu iktidara da yok.
 
Yargı bağımsızlığına hâlâ riayet edilmiyor. 
 
G20 toplantısında bir yandan yatırımcılarla ya da dünya iş çevrelerine, ekonomi çevrelerine mesaj vermeye çalışıyor. Bir yandan da oradan ta dünyanın öbür ucundan buradaki yargıya talimatlar yağdırıyor. 
 
Mahkemeler siyasi etki altında kararlar almaya devam ediyor. 
 
Kısacası, bildiğiniz gibi, yürütmenin yargı üzerinde kurduğu tahakküm ülkemizi bataklığa sürüklemeye devam ediyor. 
 
Peki böyle olması zorunlu mu?
 
Değil arkadaşlar, inanın değil.
 
Kapsamlı bir yargı reformu yapmak mümkün. 
 
Ve nasıl olacağını da bakın. Biz sadece lafta söylemiyoruz ya. 198 maddeyle izah etmişiz. Avrupa Birliği'yle yaptığınız bütün yargı reformlarından daha kapsamlı bir çalışmadır bu. Şimdi Mustafa Bey'in ekibinin gerçekten büyük bir emekli hazırladığı, hukuk ekibimizin, adalet ekibimizin hazırladığı çalışma. Ya açın bir şeyler öğrenin şundan. Bunların hepsi gerçekçi. Laf olsun diye değil. Muhalifte olsun diye değil. Bu ülke daha iyi yönetilsin diye yapılmış çalışmalar bunlar. Neler neler yapılması gerekiyor arkadaşlar bakın. 
 
Ama şu hâkim ve savcıların atamalarında objektif kriterler ve teminatlar var ya bunlar çok önemli. İnanın zor değil.  İlk 100 günde rahatça yapılıp geçirebilirdi bunlar. Tamamen idari tedbirler bunlar ya. Oturacaksın. “Ya arkadaş bu işi nasıl düzgün yapacağız? Bilenleri çağır. Tamam tamam. Bundan sonra böyle yürüyelim. Hayırlı olsun” diye git. Bu kadar basit inanın ya. 
 
Haksız yere ihraç edilenlerin hak ve itibarlarının mutlaka iadesi sağlanmalı. Bu da yapılabilirdi ilk 100 gün içerisinde. 
 
KHK’ların sosyal hayata ve özel sektöre yansıyan sonuçları ortadan kaldırılması, ceza yargılamalarındaki haksızlıkların giderilmesi bunların hepsi ilk 100 gün içerisinde önü açılabilecek konulardı. İşte adli tatilde bitti. Mahkemeler çalışıyor. Yeter ki o siyasi irade ve duruş bir kere ortaya konsun. Gerisi inanın akar gider. 
 
Kamuoyunda hemen her gün isimleri konuşulan, dosyalarının boş olduğu bilinen isimler serbest bırakılmalı. 
 
Tüm bunlar bizim adil yargı eylem planımızda ilk 90 gün içinde yapılabileceğini ilan ettiğimiz adımlardır.  
 
Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum. 67. Hükûmetin ilk 100 günü geçti ama zararın neresinden dönseniz kârdır. 
 
İşte 1 Ekim'de Meclis açılıyor. Ve Meclis orada düzenlemeler yapabilir. “Ya bu iş kanun gerekiyor” diyorsanız getirin Meclis orada işte. Çoğunluğunuz da var. İnanın bunları hızla yaparsanız öyle körfez turları yapıp sağdan soldan borç para arayışına ihtiyaç kalmaz. Para akar gelir zaten buraya doğru. Ondan sonra siz içinden uygunluğu seçersiniz. Ucuzluğunu seçersiniz. Para yatırım olarak gelir. Borç olarak da değil, yatırım olarak gelir bu ülkeye. Hukuki güçlü bir Türkiye'ye yağmur gibi yatırımlar gelir. Yatırım ne demek? Geri ödemek durumunda olmayacağınız finansman giriş demek. Bir kere giriyor ve kalıyor. Geri ödemiyorsunuz. Türkiye'ye giriyor döviz ve kalıyor burada yatırım çünkü. 
 
*****
 
Bakın son haftalarda Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkilerinde önemli gelişmeler oldu.
 
Avrupa Parlamentosunun Türkiye raporu yayınlandı. Genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Ankara’yı sessizce bir ziyaret etti. Geldi gitti.
 
Sessiz dediğim basit toplantı falan yapıldı da tabii medya biraz üzerine örttü özellikle hükümet yanlısı medyadayı. Çok fazla haber yapmadılar.
 
Mesajlar çok açık ve net. Nedir mesaj? Türkiye demokrasi ve hukukta geri gidiyor diyorlar. 
 
Ben de diyorum ki; ha şunu bileydiniz. Bunu bize elin Avrupalısı söylese ne, söylemese ne…
 
Mesele demokrasiyse, mesele hukuksa biz zaten DEVA Partisi olarak kuruluşumuzdan bu yana demokrasi diye hukuk diye feryat eden bir partiyiz. Bunlar bizim partimizin kuruluş gerekçeleri, kuruluş gerekçeleri. Bu hükümetle bu yönetim anlayışıyla bunların olmayacağını bildiğimiz için biz DEVA Partisi'ni kurduk. Onun için yola çıktık. İyi ki de kurmuşuz. İyi ki de bir yola çıkmışız. Ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu şu anda çok daha iyi görüyoruz. 
 
 
Bizim demokrasimiz ve hukukumuz, yine bizim halkımız için gerekli. 
 
Elin Avrupalısı şöyle demiş, böyle demiş. Ya bizdeki demokrasinin, bizdeki hukukun onlara faydası ne, zararı ne? Önemli olan bizim kendi halkımız, kendi milletimiz için demokrasi, kendi milletimiz için hukuk. 
 
Ve bu açıklamaların üzerine Cumhurbaşkanı ne diyor? Amerika'ya giderken Birleşmiş Milletler için “Gerekirse Avrupa Birliği ile yolları ayırırız” diyor. 
 
Ya arkadaş, mesele Avrupa Birliği ile yolları ayırmak değil ki.
 
Mesele demokrasi ve hukuk ile yolları ayırmak. Hala anlamıyor musunuz?
 
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı demokrasi ve hukuk ile yollarını ayırabileceğini, ayıracağını böyle ilan etmez edemez. İlan ettiği adımda o ülkenin ekonomisini düzelmez. 
 
Bakıyorum bir yandan ekonomi ekibi çabalıyor bir şeyler yapmak için bir yandan ülkenin Cumhurbaşkanı “Avrupa Birliği'yle yolları ayırırız” diyor. Cümle alem bütün iş dünyası, piyasa da diyor ki “ha bunların niyeti iyi değil.” Onlar Avrupa Birliği'yle yolları ayırmak olarak okumuyor bunu.
 
Ekonomi dünyası, iktisat dünyası, finans dünyası, hukuk ve demokrasiyle yolları ayırmak olarak bu cümleleri okuyor. E siz demokrasiyle hukukla yolları ayıracağınızı açıkladıktan sonra bu ekonomi ekibindeki garipler çabalasın dursun. Havanda su dövmek, havanda su dövmek başka bir şey değil. 
 
Demokrasi ve hukukta gerekenleri yapmazsanız, 2026’da bile tek haneli enflasyonu siz ancak rüyanızda görürsünüz, rüyanızda.  8 yıldır olmadı, olmayacak da. Yapamayacaksınız. 8 yıldır tek hane diyorsunuz... 2018, 2026’dan bahsediyorum, olmadı, gene olmayacak. 
 
Bugüne kadar beceremediniz, bundan sonra da beceremezsiniz…
 
Açık söylüyorum: Bu hükümet aklını başına almazsa,  demokrasi ve hukukla tekrar barışmazsa, demokrasiyle ve hukukla yollarını kesiştirmezse bu ülkeye yüksek faiz, yüksek enflasyon ve yüksek döviz kuru sarmalından asla kurtulamaz. Kurtulamayacak. 
 
Enflasyon yükselir… Daha da yükselir.
 
Döviz kuru yükselir… Daha da yükselir.
 
Yaşadık ya. 1975’lerde yaşadık. 1975’ler hukuksuzluklarla anılmaz mı. Doksanlar hukuksuzluklarla beraber anılmaz mı ağırlıklı olarak? Neymiş? Hukuksuzluk varsa enflasyon düşmüyormuş. Demokrasi iyi çalışmıyorsa enflasyon düşmüyormuş, olmuyormuş. 34 yıl bu ülkede enflasyon iki hane, üç haneyi seyretti.
 
Bakın biz, son aylarda hükümetin körfez ülkeleriyle ve Mısırla ilişkilerinin düzeltilmesi çabasını takdir ediyoruz. Gerçekten bu ilişki düzeltme çabası bizim dış politikamız açısından ve dolayısıyla ekonomimiz açısından faydalıdır. Bu Avrupa Birliği'yle diyalog çabasını da duymuştuk. Şu son bir haftaya kadar. O çabayı da takdire değer buluyoruz. 
 
Ancak önce, kendi içimizde demokrasi, kendi içimizde hukuk diyoruz. 
 
***** 
 
Hatırlarsanız, 10 Temmuz’da yine bu salonda düzenlediğim basın toplantısında bazı somut adımları hızla atma hususunda hükûmete önerilerde bulunmuştum. 
 
Bugün daha geniş bir listeyi sizler vasıtasıyla kamuoyuyla bir kez daha paylaşmak istiyorum:
 
Anayasa’nın gereği olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’i derhal toplayın diyorum Sayın Cumhurbaşkanına. Çünkü şu anda bizim anayasanın gereği olan en geniş istişare halkasıdır. Orada sivil toplum vardır, sendikalar vardır, meslek örgütleri vardır. Bir dinleyin insanları ya. Korkmayın, eleştiriden çekinmeyin bakın. Oturduğunuzda o masaya ben biliyorum ne olacağını. Diyecekler ki şu yanlış, bu yanlış falan diyecekler. O da basın biraz haber yapabilecek. Ama demokrasi böyle bir şey. “Demokraside ben eleştirilemem. Benim yanlışım söylenmez” diye bir şey yok. O ekonomik sosyal konseyi masasında oturacaksınız. Anayasa gereğidir. Ve insanları dinleyeceksiniz. İstişare edeceksiniz. Hadi ilk 100 günde yapmadınız. İşte ikinci 100 gün önünüzde. Yapın. Meclis açılıyor. Mecliste çok önemli bir istişare mekanizmasıdır. Mecliste araştırma komisyonları kurun. Mecliste istişare mekanizması olarak çalıştırın. Bu iktidarın elindedir. Tabii dinlerseniz. “Yok kulağımı kapatırım, çoğunluğum var. Oylarım, geçiririm” diye bakarsanız meclise o meclis istişare mekanizması olmaz. 
 
Kurumları güçlendirin, her kademede yetkin ve dürüst insanların önünü açın. 
 
Merkez Bankası üst yönetiminin, kendi kanunu dışında görevden alınmasının önüne geçecek yasal düzenlemeleri hayata geçirin. Çünkü “laf dinlemiyordu görevden aldım” dediğiniz anda o ülkede enflasyon düşmez. Bunu anlayın artık.
 
Bunu yapın ki işini düzgün yapan insanlar bir anda gece yarısı kararnamesiyle görevden alınmayacaklarını bilsinler. 
 
Yeni Merkez Bankası Başkanı'na soruyorlar, “siz bağımsız mısınız?” diye. “Siyasi sorulara cevap veremiyorum” diyor. Ya bağımsızsan “çık ben bağımsızım” de. Zaten “siyasi sorunlara cevap veremiyorum” dediği anda bitti yani. Talimat neyse nihayetinde onu yapmak zorunda kalacağız. Ha böyle değilse çıksın açıklasın bakın. “Yok biz bağımsızız” diyorlarsa çıksınlar açıklasın. Açıklasınlar. Hemen. Merkez Bankası bağımsız. Açıklama yapma bağımsızlığı da var. Her şey var. Böyle bağımsızlık mı olur ya? “Evet biz bağımsız para politikası kurulunda bu ülkenin gereği neyse fiyat istikrarı neyse ben öyle kararlar alıyoruz” deyin. Söyleyin açık açık konuşun. Dolambaçlı olmuyor bu işler ya. Korkak, ürkek olmuyor. Ya bir şeyler yapmaya çalışalım ama Cumhurbaşkanı da bize kızmasın. Böyle olmaz. Kızacak arkadaş ya. Onun için bağımsızsın. Doğruyu yapacaksan o da biraz kızacak. Öyle yürüttük biz. Öyle yönettik. Onun için başarılı olduk. 
 
Yine önemli tavsiye.
 
Arka kapı döviz satışlarının detaylarını kamuoyu ile derhal paylaşın.
 
KKM ve diğer akıl dışı finansal düzenlemelere ilişkin öngörülebilir ve güveni artıracak bir normalleşme planı açıklayın. Zaman planı açıklayın bir de para planı açıklayın. Basacağınız paranın enflasyona ne kadar katkıda bulunacağını ne kadar azdıracağını açıklayın. Bunların hiçbiri yok bakın programında. 125 milyar dolardan bahsediyoruz ya. Az buz para değil yani.
 
TÜİK kadrosunu derhal değiştirin. İstatistikleri düzenli denetime tabi tutun, şeffaflığa TÜİK hesaplarından başlayın. TÜİK gerçek enflasyon ne ise onu açıklasın. 
 
Varlık Fonu gibi paralel Hazine uygulamalarına derhal son verin.   Hala duruyor orada ha. Bir başka kara delik. Bir gün patlayacak, bir gün ortaya çıkacak ne oldu da? Aynı bu KKM gibi, aynı bu arka kapı döviz satışları gibi hep uyarıyoruz ya. Varlık fonu, varlık fonu diye. Bir gün patlayacak onu da göreceğiz. Burada kayıtlara geçiyor şimdi basın arşivine de bu söylediklerim düşüyor.
 
Tasarrufa Külliyeden başlayın. Topluma açık açık tasarrufa geçtiğinizi gösterin. 
 
Kamu görevlileri birden fazla yerden maaş alamasın. Bu haksız uygulamaya son verin.
 
Memur, işçi ve emeklileri açık ve örtülü yollarla enflasyona ezdirmekten vazgeçin. 
 
Vatandaşımızı insan onuruna yaraşır bir gelir düzeyine kavuşturacak maaş ve ücret artışlarını bir an önce hayata geçirin.  
 
Yolsuzluğun, haksızlığın ve vurgunun kaynağı haline gelmiş olan kamu ihale yasasını çöpe atıp, Avrupa Birliği müktesebatına uygun bir kamu ihale mevzuatını hayata geçirin.
 
Adrese teslim ihalelerden vazgeçin. Asıl israfın büyüğü orada.
 
Tüm kurumları Meclis ve Sayıştay denetimine açın. Hesap vermekten korkmayın.
 
Siyasi etik yasasını hemen çıkarın. 
 
İmar planlarında oynamalar yaparak oluşan rantları kapsamlı ve etkili bir biçimde vergilendirin.
 
Beyana tabi gelir unsurlarının kapsamını genişletip, dolaylı vergilerin ağırlığını azaltın.    Şu andakiler tam tersini söylüyor ya bakın. Yanlış iş yapıyorlar. Yanlış yerlerde arıyorlar parayı. Oraya girdikçe kayıtlı suçu alır. Oraya girdikçe adaletsizlik çoğalır. 
 
İşyeri kira ödemelerinde stopaj oranını sıfırlayın.
 
İlk kez konut alımında tapu harcı almayın.
 
Her türlü eğitim ve öğretim hizmetinden alınan KDV’yi düşürün.
 
Kayıtlı ekonomiyi cezalandırır niteliğe dönüşen işlem vergilerini azaltın. 
 
Kayıt dışılıkla etkin şekilde mücadele edin.
 
İstihdamda ve eğitimde yer almayan gençler başta olmak üzere yeni bir kariyer alanına yönelmek veya becerilerini geliştirmek isteyen gençleri eğitecek ve sonunda iş eşleştirmesi yapacak aktif işgücü programlarını hayata geçirin. 
 
Tüm bunlar yapılması arkadaşlar sadece işin bir bölümü ha. Çok iş var çok. Hepsini anlatırız. Zaten yeri gelmişken söyleyeyim. Bizim bütün bu çalışmalarımız aslında politika birimlerimizden gelen çalışmaların bir özeti. Yani bugünkü basın toplantısı politika birimlerimizin yaptığı hazırlıkların ancak bir özeti. Arkadaşlarımızdan gelen raporlar yüzlerce sayfa. Yani ilk 100 günün yüzlerce sayfalık değerlenmesi var. Dolayısıyla ne yapacağız biz? Ben bugün basın toplantısını yapıyorum ya. Arkasından da her arkadaşımız kendi sorumluluk alanıyla ilgili basın toplantıları yapacaklar ve biraz daha detaylı bir şekilde kendi alanlarıyla ilgili ilk 100 günün değerlenmesini yapacaklar. Mesela konu sağlıksa sağlık. Çevreyse çevre. Eğitimse eğitim gibi. 
 
İlk yüz gün geride kaldı. Tüm bunlar hızla yapılabilecek ve yapıldığında da ülkemizi kanatlandıracak işler.
 
Yarına ertelemeyin, derhal bugün yapın.
 
Bu milleti bu derin yoksulluğa, açlığa mahkûm etmeyin.
 
*****
 
Değerli vatandaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Biliyorsunuz, 6 Şubat’ta çok büyük bir felaket yaşadık.
 
Hafızalarımızdan asla silinmeyecek bir acı yaşadık.
 
Ben de bu büyük felaketin ardından depremde ağır yıkım görmüş ilçeleri ve şehir merkezlerini tek tek ziyaret ettim. Bazı yerlere defalarca gittim.
 
O karanlık sokaklarda, elektriğin olmadığı sokaklarda gece -17, -18 derecede vatandaşlarımızın zor şartlarda hayatta kalma mücadelesi verdiklerine bizzat şahit oldum. 
 
Ateşin düştüğü yerleri gördüm. 
 
O günden bugüne neler oldu?
 
İlk 100 günde iktidar, afet gündemiyle ilgili ne yaptı?
 
Hükümet depremden sonra “Ulusal Risk Kalkanı Modeli”ni hayata geçirdi. Seçim beyannamesinde bu model kapsamında kamuoyuna onlarca vaat sunuldu.  Bizim de genel anlamda olumlu değerlendirdiğimiz bir çalışmaydı bu.
 
Ancak seçimden sonra ilgili bakan değişti ve unutulan onlarca vaat gibi bunlar da o seçim beyannamesinin satırlarında kaldı. 
 
Deprem konutlarının inşasıyla ilgili süreç çoğu ilde işliyor. Yakından takip ediyoruz.
 
Bakanlığın kendi ilan ettiği inşaat maliyetlerinin çok çok üstündeki fiyatlara ihale edilen bu projelerden bir kısmının yerel seçimlerden önce tamamlanmasıyla ilgili çabayı görüyoruz. 
 
Öte yandan, 2 yılda tamamlanması vaat edilen “İlk Evim - İlk İş Yerim Sosyal Konut Projesi”nin çoğu yerde temeli dahi atılmadı. 
 
Görüyoruz ki felaketin üzerinden geçen yedi aya rağmen su temininde aksaklıklar ve hijyen sorunları devam ediyor.
 
Görüyoruz ki hasar tespit çalışmaları istenilen standartlara göre yapılmıyor.
 
Koordinasyon eksikliği devam ediyor.
 
Depremin ekonomik, sosyal, kültürel etkileri çoğu yerde ihmal edilerek, yapılanlar sadece konut inşasına indirgeniyor.
 
Kitlesel göçle mücadele konusunda gerekli duyarlılık gösterilmiyor.
 
Geçtiğimiz 100 gün içinde yapılacak çok şey vardı. 
 
6 Şubat depremlerinin ardından sormuştum. Bütün illeri ziyaretini tamamladıktan sonra Gaziantep'te yaptığım bir basın toplantısıyla ve arkadan da Ankara'da yaptığım basın buluşmalarıyla hükümete ilk 48 saati sormuştum. Şöyle bir hatırlayalım.
 
Evet depremin ardından ilk 48 saat…
 
Evet, bugüne kadar bu soruların cevabını alabilmiş değiliz. İlk 48 saatte ne yapıldı, ne yapılmadı, niçin yapılmadı? Bakın o günlerde çok önemli bir teşhis koymuştuk. Demiştik ki bu AFAD bir bakanlığın altında olduktan sonra bu iş olmaz. Eskiden AFAD Başbakanlığa bağlı bir kurumdu ve koordinasyon imkânı vardı. Şimdi bakanlığın altında bir kurum. Diğer bakanlıklarla koordinasyon yapamıyor. Dolayısıyla mutlaka yeni bir “Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı” kurulması gerektiğini söylemiştik. Hala yok bu. 
 
Konut finansmanı kurumu modeli önermiştik. Asıl büyük finansmanı oradan sağlayacaksınız diye. Önerdik, anlattık. Şu anda bir iz yok. “Beka beka” diyorlar ama gerçekten bu deprem meselesi arkadaşlar, ülkenin beka meselesi. Hafif alınacak bir konu değil, geçiştirecek bir konu değil. Ve ben buradan İstanbul için, Marmara için, Bingöl için, Adana için tekrar ediyorum. Bilim insanları, uzmanlar uyarıyor. Sürekli uyarılarının dozunu arttırıyorlar. Tedbir alın, tedbir alın, tedbir alın diye. Ve arkadaşlar, mutlaka bu deprem konusunda finansman gerekiyor. Ama bahsettiğimiz bu konut finansmanı kurumunun kurulmasıyla ancak bu finansman saati olarak sağlanacaktır. Yoksa mümkün olmayacaktır.
 
Yine bütün bu sorduğumuz ilk 48 saat sorularının cevabı için o dönemin yönetimiyle ilgili de bir meclis araştırma sürecinin çok çok faydalı olacağına biz inanıyoruz. Ne oldu o ilk 48 saat? O ilk 48 saati iyi anlayacağız ki bundan sonraki depremlerde o ilk 48 saat sistem felç olmasın, sistem işlesin. Ama o ilk 48 saate doğru teşhis koymazsak, anlamazsak, bundan sonraki depremlerde böyle nice 48 saatlerde binlerce canımız enkaz altında kalır, kurtarılmayı beklerken nefessizlikten, çaresizlikten hayatını kaybeder. Yapılacak çok iş var. 
 
*****
 
Bir diğer başlığımız eğitim. 
 
Gerçekten eğitimle ilgili de bakıyoruz. Yine ufak tefek rötuşlar var, ufak tefek çabalar var ama asıl köklü çözümü göremiyoruz. Eğitime dar bir ideolojik perspektiften bakınca eğitim sorununu çözemiyorsunuz. Ben buna bakın iktidar açısından da söylüyorum, muhalefet açısından söylüyorum. İktidar partileri açısından da söylüyorum, muhalefet partilerini de uyarıyorum. Söz konusu eğitimse dar bir ideolojik perspektiften bunu çözemezsiniz. Ve olan nesillerimiz olur. Eğitimle ilgili söylenecek çok konu var. Fakat vaktimiz hayli ilerlediği için onu yine ilgili arkadaşlarımızın yapacağı basın toplantılarıyla inşallah detayları ortaya koymuş oluruz. 
 
Gelelim gençlerimize.
 
Gençlerimize en önemli vaatler neydi? Cep telefonu ve bilgisayar, değil mi?
 
Fakat bir baktık bir sürü kısıtlamalar. Her konuda gençler kısıtlanıyor, sınırlanıyor ama baktık ki öyle telefon seçme özgürlükleri yok. Bilgisayar seçme özgürlükleri yok. Şart arkasına şart işte “şu telefonu alırsan, şöyle yaparsan, böyle yaparsan ancak sana vergisiz bir telefon imkânı sağlıyorum” diye. 
 
Bir de demişlerdi ki bedava internet ilk 100 günü geçti. Ücretsiz internetten ses yok. Bu kadar mı zormuş bu ya? Yani 100 günlük bir çalışma mıymış? Topu topu 10 GB interneti her ay ücretsiz vereceğiz diyorlar. Tık yok, ses yok. Niye gecikti? Herhalde bir açıklamaları vardır diye ümit ediyoruz.
 
"Gençlik Kartı” vereceğiz dediler ama bununla ilgili de müzeler haricinde asıl kültür ve sanat faaliyetleriyle ilgili bir adım yok. 
 
Ve gençlerin kültür ve sanat faaliyetlerine daha etkin katılabilmesiyle alakalı mutlaka devletin makul destek programları gerekiyor.
 
Bugün gençlerin en önemli sorunu değerli arkadaşlar, barınma. Seçim Beyannamelerine yazmışlar. Ne diyorlar? “Müracaat eden her öğrenciye yurt imkânı sağlıyoruz.” Sayfa 154. Seçim Beyannamesi sayfa 154. Okuyunca dedim ya bunlar Türkiye'den mi bahsediyor, başka bir ülkeden mi bahsediyor? “Müracaat eden her öğrenciye yurt imkânı sağlıyoruz.” Ya siz yurt imkânı sağlıyorsunuz da geçen sene bu öğrenciler niye parklarda yatmak zorunda kaldı? Üstelik baktınız ki parklar kalabalıklaşıyor. Parklarda yatmayı da yasaklamadınız mı? O görüntü siyaseten aleyhimize işler diye. On binlerce öğrencimiz üniversiteyi kazandığı halde kaydolamadığı, yurt bulamadığı için. Siz nasıl yazarsınız böyle bir şey ya? Bir de yazılı belge. “Müracaat eden her öğrenciye yurt imkânı sağlıyoruz.” Gerçekten yazık. Bu ülkenin gençlerine yazık. 
 
Ve şu anda öğrencilerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerde kiralar ortalama 10-15 bin mertebesinde. Ve gençler ailelerini ziyaret etmek için yol parası bile bulmakta zorluk çekiyorlar. Hatırlayalım, geçen sene ne yaptılar? Geçen bayramda yol parası verdiler ki gençler hiç olmazsa bayramda ailelerine gidip gelebilsin diye. Paranın yetmediğini onlar da görüyor.
 
Gençlerden bahsederken arkadaşlar gerçekten konu çok, çok ciddi sıkıntılar var. Bizim gençlerimiz dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan gençlerden beceri olarak, kabiliyet olarak farklı değil. Yeter ki imkân sağlansın, yeter ki fırsat sağlansın onlara. 
 
Kültür ve turizm konusuna bakıyoruz. Yine kayda değer bir gelişme bu süreç içerisinde görmedik. Ama şunu söyleyelim, rakamlar arasında ciddi tezatlar var. Bakan diyor ki 2026’da 85 milyarlık turizm geliri olacak. Orta vadeli program diyor ki hayır 71 milyar olacak. Bunların hangisi doğru? Bu hedeflerden hangisi ulaşılabilir hedefler? 
 
Bu konularda herhalde oturup OVP'yi hazırlayan ekiple Turizm Bakanı'nın bir anlaşması gerekiyor.
 
Gelelim tarıma.
 
Tarımla ilgili biraz detaya inmek zorundayım. Çünkü tarım ülkenin en önemli sorunlarından biri haline geldi ve aynı zamanda enflasyonun da önemli kaynaklarından biri haline geldi.
 
Bizim ilk eylem planımız biliyorsunuz tarımdı. Üstelik 01 tarım eylem planını 01 Adana'da açıkladık. Orada yaptığımız bir tanıtım programıyla. Çukurova'da yaptık ki tarımın merkezinde olsun diye. 
 
Ve tarımda kendine yeten bir ülke olmadan yoksullukla mücadele de mümkün değil. Enflasyonu düşük ve sürdürebilir seviyeye indirmek de mümkün değil. Yani bu enflasyon sadece makro politikalara düşmez. Mikroya inmeniz lazım. Harcama sepetinde en önemlisi gıdadır. En büyük yüzde iyi gıda temsil eder. Dolayısıyla gıda fiyatlarını mikroda uygulamada nasıl düşeceksiniz buna bakmanız gerekiyor. Onun da çözümleri de tarımda. 
 
Bizim çiftçimiz ne diyor şu anda? 
 
“Su yok, kuraklık var” diyor. “Maliyetler artıyor, ürün fiyatı maliyetleri karşılamıyor” diyor. “Zarar ediyorum, borcum artıyor” diyor.
 
Buğday, arpa, yulaf, çeltikte mazot ve gübre desteği avans mahiyetinde ayni olarak erkene, ekim ayına çekildi. Ama destek miktarı belli değil. 
 
Seçimlerden önce mazotun litre fiyatı 20 lira iken bugün itibariyle 40 liranın üzerinde.  100 günde %100’den fazla artış oldu.  Ama hükümet mısırın fiyatını sadece %5 artırdı. 5 lira yetmiş kuruştan 6 liraya çıkarttı. Mazot artmış %100, Mısır %5. Ve randevu kuyruğu olduğu için çiftçimiz mısırı beş lira civarında şu anda satmak zorunda kalıyor piyasada. Yani açıkladıkları fiyatları da hemen almıyorlar ha. Randevu veriyorlar. Eee çiftçinin para ihtiyacı var. Ne yapıyor? Hemen esnafa gidip satmak zorunda kalıyor. 
 
Buğday, ekmeklik buğday fiyatı geçen sene 6 lira 5 kuruş, bu 8 lira 25 kuruş. Artış %36. Mazottaki artış %100. Üstelik buğdayı da yine TMOZ hemen zamanında almadığı için randevu sistemiyle ötelediği için çiftçimiz o açıklanan 8 lira 25 kuruş ya da 9 lira,  o fiyatlardan değil gitti yine piyasaya 6 liradan, 7 liradan buğdayını satmak zorunda kaldı o dönemde. 
 
Arkadaşlar bakın tarıma verilen destek bu yıl 2023’te 63 milyar TL, gelecek yılın orta vadeli programında 95 milyar TL. KKM'ye hep dönüp dolaşıp kur korumalı mevduata geliyorum çünkü orası gerçekten felaketlerin anası, asrın felaketi kur korumalı mevduata bugüne kadar ödenen sadece kur farkının 700 milyar civarında olduğu tahmin ediliyor.
 
Ülkede hem büyükbaş hem de küçükbaş hayvan popülasyonu azalıyor. İşte haziran rakamlarını TÜİK açıkladı, %2 civarında büyükbaş, %5 civarında da küçükbaş popülasyonumuz azalmış durumda. Çünkü üretici hayvanını kesmekten başka çare bulamıyor. 
 
Üreticinin maliyeti hızla artıyor.  
 
Canlı hayvan ve et ithalatı artık rutin bir uygulama haline geldi.  Şimdi bakıyorsunuz marketlerde iki tane kıyma. İşte bilmem ne kıyma, bilmem ne kıyma. Niye? O işte bizim kendi yerli üretim, öbürü de ithal. İki ayrı fiyat. Peki bizim üretimiz niye pahalı? 
 
Çiftçi ne yapsın şimdi bu maliyetlerle?
 
Ülkemiz, bir savaşın içinde olan Rusya’dan, Ukrayna’dan gelecek ayçiçeği yağına, buğdaya, mercimeğe, hayvan yemine, gübreye mahkûm hale geldi.
 
Bu ne demek biliyor musunuz?
 
Çiftçi sattığı ürünün parasıyla ailesine bir şeyler almak için esnafa değil, borcunu kapatmak için bankalara, tefecilere koşuyor demek. 
 
Artan maliyetler nedeniyle üretimi terk eden çiftçi, çaresizlik içinde yoksulluğa mahkûm ediliyor demek.
 
Buradan iktidara derhal yapması gerekenleri söylüyorum:
 
Defteri kalemi eline alsın hükümet yetkilileri ve dinlesin. Çünkü gıda da enflasyonu düşürmenin asıl yolu bu.
 
Çiftçinin kullandığı mazotun ÖTV’sini iade edin. 
 
Çiftçinin kullandığı gübrenin yüzde 50’sini devlet olarak siz karşılayın.
 
Çiftçiye elektriği, normal tarifeden değil, daha ucuza verin.
 
Kredilerin geri ödenme zamanını ürün hasat dönemine göre belirleyin. 
 
Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz için yemin yarısını devlet olarak siz karşılayacaksınız. Yine tohum desteği vereceksiniz. 
 
Tarımsal Mikro Kredilerde KGF uygulaması yaygınlaştırılsın.
 
Tarımsal desteği çiftçimize önceden açıklayın. Ödemesini de aynı yıl içinde yapın. 
 
Çiftçiye ‘Sen yeter ki üret’ diyorsanız, üretim maliyetleri, alım fiyatları ve dünya fiyatları arasında çiftçiyi zarar ettirmeyecek şekilde bir denge kurmak lazım.
 
Bakın buradaki formül maliyetleri aşağıya çekmek. Siz tarımsal üretimle ilgili maliyetleri aşağıya çektiğiniz anda asıl enflasyonu öyle düşüreceksiniz. Asıl çiftçimizin yüzü öyle gülecek. 
 
Tüm bunları yapın, sonra marketlerdeki, pazardaki fiyatları görün.  Üstelik bu desteği kaynağında vermek, üretimde bu desteği vermek daha sonradan artmış enflasyonu düşürmenin maliyetinden çok daha düşük bir maliyetle olacak. Kaynağında maliyeti aşağıya çekeceksiniz. 
 
Asıl gıda enflasyonuyla mücadele budur. 
 
Maliyetleri aşağı çekeceksiniz ki hem çiftçinin yüzü gülsün hem de vatandaş gıda ürünlerini daha ucuza alabilsin. 
 
Bakın arkadaşlar farkındaysanız hep bütüncül bir bakış öneriyoruz. Böyle parça parça değil. Söylediklerimizin hepsi bir bütün.
 
Çünkü ülke yönetimi bir zincir gibi birbirine geçmiş halklardan oluşuyor. 
 
Hepsini aynı anda, doğru politikalarla güçlendirirseniz ülkece topyekûn kalkınmak mümkün olur.
 
*****
 
Değerli vatandaşlarım,
Kıymetli basın mensupları,
Saygıdeğer konuklar, 
 
Sözlerimin sonuna gelirken tekrar iktidara seslenmek istiyorum
 
İlk 100 günde yapılmayanları hızla yapın. Gönderdik, hepinizin masasının üzerinde duruyor. Eğer çöpe atmadıysanız masanın üzerinde var. Rafınız da var. Orada var, burada var.
 
Biz ilk günden beri, güçlü kadromuzla, sorunların çözümü için yapılması gerekenleri detaylıca anlatıyoruz.
 
Neyin, ne kadar sürede, nasıl yapılacağını ince işçilik yaparak çalışıyoruz.
 
Söylediğim her şey, inanın, çok hızlı ve kolay yapılacak; üstelik yapıldığında da ülkece topyekûn bizi ayağa kaldıracak adımlar.
 
Buradan, bir vatandaş olarak, bu ülkeye sorumluluğunu bir an olsun unutmayan bir vatandaş olarak çağrı yapıyorum:
 
İlk 100 gün geçti, ikinci 100 gün daha geçmesin.
 
Seçimden sonraki ilk dört ayı geride bıraktığımız bugün, ağır bir yükün altında eziliyoruz.
 
Biz uyarılarımızı ve tavsiyelerimizi samimiyetle paylaşıyoruz. Artık yanlışlardan dönülsün, mevcut kriz daha da derinleşmesin diyoruz. 
 
Her bir vatandaşımız tek tek insan onuruna yakışır bir hayat yaşasın istiyoruz. 
 
Biz yanlış gördüklerimizi söylemekten, uyarılar yapmaktan vazgeçmeyeceğiz.  Demokratik denetim görevimizi en iyi şekilde yerine getireceği
 
İktidara her fırsatta tavsiyelerimizi de sunacağız. 
 
Çünkü bu vatandaşlık sorumluluğu. 
 
Çünkü bu, memleket meselesi. 
 
Çünkü bu memleket bizim.
 
Buradan sayın Erdoğan’a ve kabine üyelerine bir çağrıda daha bulunarak sözlerime son vermek istiyorum:
 
Devlet kurumlarının güvenilirliğini tesis edin. 
 
Güven olmadan istikrar olmaz.
 
Açın bakın, tüm dünyanın Türkiye’ye model ülke diye baktığı günlere bakın. 
 
Bizim ekonomi yönetiminin başında olduğumuz dönemdeki başarının sırrı güvendeydi. Güvenle beraber istikrar oluştu.
 
Biliyorum, tanıyorum. Kabinede tüm bunları doğru anlayacak isimler var. Vakit kaybetmeyin ve bir an önce doğrular konusunda kendinize çeki düzen verin. 
 
Kaybettiğiniz vakit, geç atılan her adım, bu ülkenin yarınlarından çalıyor.
 
Türkiye’nin yarınlarından çalmayın.
 
*****
 
Buradan iktidara bu son seçimlerde destek vermiş, oy vermiş kardeşlerimize de özellikle seslenmek istiyorum. 
 
AK Partili kardeşlerimize de seslenmek istiyorum. 
 
Siz de içine düşürüldüğünüz bu cendereden çıkmak istiyorsunuz. Biliyorum. 
 
Biz DEVA Partisi olarak buradayız.
 
Size bir adım kadar yakınız.
 
Geçmişte yaptığımız gibi bugün de bütün bu sorunları bizim çözebileceğimizi tekrar buradan beyan etmek istiyorum. Bunu bildiğinize de inanıyorum. 
 
Aramızda geniş gönül köprüleri var.
 
Gelin ülkemizi bu cenderen beraber çıkaralım.
 
Birlikte rahmet vardır, birlikte bereket vardır.
 
Biz buradayız.
 
DEVA kadroları ülkemizin tüm sorunlarını TEK BAŞINA çözebilme ehliyetine sahip kadrolardır.
 
Partimize güvenen milyonlara, yeni milyonlar ekleyerek; 85 milyon için zenginlik, 85 milyon için adalet diyerek yolumuza emin adımlarla devam edeceğiz.
 
*****
 
Ben tekrar bu toplantımız için bizlerle olan bu toplantımızı takip eden tüm konuklarımıza ve basın mensuplarımıza teşekkür ediyorum. Bu basın toplantımızla ilgili Hükümetin ilk 100 günüyle ilgili sorusu olan basın mensupları arkadaşlığımız varsa onların sorularına da kısa kısa cevap vermeye çalışacağım.
 
9 Eylül 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bi' Kahve Konuk Besim Tibuk Programı Açıklama

Ali Babacan Bi' Kahve Besim Tibuk

Ali Babacan: Evet, bugünkü Bi' Kahve programımızın konuğu Sayın Besim Tıbuk. Besim Bey, biliyorsunuz Türkiye'nin hem iş dünyasının hem de siyaset camiasının çok iyi tanıdığı, bildiği ama özellikle de gençlerin çok yakından takip ettiği bir isim. Şu anda Kıbrıs'tayız. Uzun zamandır buluşup görüşmeyi arzu ettiğimiz, gıyaben çok iyi tanıdığımız ama ilk defa yüz yüze tanıştığımız Sayın Besim Tıbuk'la bugün beraber olmaktan ben gerçekten çok çok mutluyum.

Besim Tibuk: Bu programı seçimden evvel yapsaydık seçimin neticesi bile değişirdi. Bak ne kadar büyük hata yapmışsın ya.

Ali Babacan: Fırsatları kaçırdık.

Besim Tibuk: Kaçırdık. Bir 10 puan fark edecekti. Ben sizi hakikaten 2002'den beri takip ediyorum. Tabii bir sürü insanı takip ediyorsun politika olunca ama sizi takip ediyorum. Çok güzel şeyler yaptınız. Onu sonra da anlatırız zaman içinden. Çok güzel şeyler yaptınız. Tesadüf olmadı bir araya gelmek. Çünkü ben uzun süre zaten kamuoyundan kopup buraya geldim. Yani Ankara'ya da hemen hemen hiç gitmedim 2002'den beri. Onun için karşılaşamadık yani.

Ali Babacan: Evet çok memnun oldum gerçekten. Çünkü Türkiye'de özgürlükçülük deyince liberal demokrasi deyince herhalde isminiz akıllara geliyor. Biz de DEVA Partisi'ni kurarken parti programınızı ilk özgürlüklerle başlattık. Parti programına baktığınızda birinci sırada özgürlük diye başlıyor. Çünkü Türkiye'deki sorunların pek çok sorunun aslında derinli kaza kaza indiğinizde ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını görüyoruz. Teşebbüs özgürlüğünün kısıtlanmasını görüyoruz. Pek çok alanda insan haklarıyla ilgili genel anlamda kısıtlamaların olduğunu görüyoruz. Onun için özgürlükler konusunda bugün yapacağımız sohbetin ben çok kıymetli olacağını düşünüyorum. Biz partiyi kurarken çok düşündük ettik ama size sorayım. Niye özgürlükler önemli? Bir sizden dinlemek istiyorum.

Besim Tibuk: Şimdi, bir kere programınızda özgürlükler diyerek çok akıllı bir iş yapmışsınız. Çünkü liberal lekeli bir laftır. Ve ben buna sinir oluyorum. Tamam mı? Yani Türkiye'de entelektüel geçinen geri zekâlılara ilaveten Türk milletinin %99'una insanlığa en büyük katkıyı yapan liberallerdir. Kuruluşundan beri bak dikkat et ben 300 sene evvel İngiltere demiyorum. Sümerlerden beri yani kavim olarak. Bu ışıklar bunlar her şey liberallerin ürünüdür ya. Sinir oluyorum ya. İkide bir çıkıyorlar. İşte toplantılarda ‘bu neoliberal politikaları yüzünden Türkiye bu duruma geldi’ diyor solcusu. Dincisi kafa sallıyor. Milliyetçisi tamam diyor. Ulan tövbe yarabbi ya. Yani izah ediyoruz kardeşim. İnsanların gelişmesini hür insanlar yapıyor. Tamam mı? Hür olmayan insan bir şey yapamaz ki. Hür olmayan insan değişik şeylere cesaret edemeyen insan ne yapar? Babadan gördüğünü yapar. Bitti başka bir şey yapamaz.

İlk mesela cesur adam kim mesela diyorum tahmini. Sümerlerde çok tahıl birikiyor. Tamam mı? Çok bol. Bir kısmını depoya koyuyorlar bir kısmı gelecek tahıl gelene kadar çürüyor. Adamın biri ne yapıyor biliyor musun? Riske giriyor. O tahılları katırlara matırlara ne varsa yüklüyor develere dağlara gidiyor. O Irak'ın dağlarına. O tahılı onlara veriyor. Onlardan hayvan derisi, mum, zar, zurt bir şeyler alıyor, getiriyor. Zengin oluyor tabi adam düşünebiliyor musun? Çünkü orada çok ucuza hemen hemen bedava aldığı tahılı. Ama bu kimdir? Bu liberaldir işte. Yani bu o toplumun şeyinden çıkan cesur. Hay Allah'ım ya.

Ali Babacan: Alamazsın satamazsın diyen kimsenin olmaması da tabii bir avantaj.

Besim Tibuk: Uyanamamışlar sonra uyanmışlar namuslar gümrük koymuşlar. Fakat gümrükten evvel de başka şey var.

Ali Babacan: Korumacılık biliyorsunuz. Böyle gayet masum bir ifade, korumacılık dediğimiz aslında gümrük duvarlarını yükseltip ticareti zorlaştırmak.

Besim Tibuk: Tabii, tabii, tabii. Yahu orada devlet Allah'ın belasıdır ya. Devlet, devlet. Eskiden daha iyiydi, haraç alıyorlardı. Biliniyordu haracın ne olduğu. %10'dur. Yani Roma'da daha evvel. Ama şimdi liberal şeye geliyoruz. Şimdi bak, siz mesela liberal lafını kullanmamışsınız, çok doğru yapmışsınız. Oy alamazdınız. Ya böyle bir rezil ülke olur mu? Ben kendi ülkemi tenkit ediyorum. Rahmetli Özal da liberal lafını hiç kullanmadı biliyor musun? Ben de kendi kendime düşündüm. Ulan niye liberal lafını kullanmayacağım lan? Ben manyak mıyım? Millet öğrensin dedik. İşte durum bu. Liberalizmden hala müthiş bir nefret. Sokaktaki vatandaşa sorsan, neoliberaller bizi batırdı. Allah, tövbe ya rabbim. Bak, batıdaki bütün yeni gelişmeleri, bildiğin konular bunlar. O Luther dediğin adam, o reformu başlatmasaydı, onun sayesinde insanlar serbest düşünmeye başladılar. Yoksa daha evvel Katolik Kilisesi bunları yakıyordu. Çok serbest düşünen vardı, yakıldılar. Ondan sonra İngiltere Anglikan olmasaydı, orada bilim gelişmeseydi, elektrik olur muydu? Vapurlar olur muydu? İşte ne bileyim, bilmem ne olur, hiçbir şey olmazdı ya. Makineler olur muydu? İnsanlar gene ilkel yaşarlardı. Bütün bunları liberallere borçluyuz. Ama liberalizm deyince böyle bir irkilme var. Onun için iyi yapmışsınız, boş ver. Liberal lafını kullanmayın, özgürlükçülüğe geçsin.

Ali Babacan: Meseleyi şöyle analiz edince, özgürlükçü yaklaşımla alakalı, daha çok ekonomiyle bağlantılı olarak ifadeyi kullandığımızda, piyasa ve serbest piyasa, serbest rekabet aslında işin özünde.

Besim Tibuk: Rekabet olmasa olmaz, doğru söylüyorsun.

Ali Babacan: Yani rekabet nedir? İşte bir ürünü ya da hizmeti daha iyiye, daha ucuza mal etme yarışı. Yani daha iyi hizmeti, daha iyi ürünü, daha ucuza mal etme ve insanlara ucuza sunma yarışı. Ben öyle tarif ediyorum.

Besim Tibuk: Olmasa zaten büyüyemezsin ki, müşteri azalır.

Ali Babacan: Evet, öbür türlü hantallık oluyor, verimsizlik oluyor. Ve burada tabii iki tane önemli konu karşımıza çıkıyor. Birincisi, peki bunu yapacağız ama peki o zaman devlet ne yapacak? Yani devletin işini ne olacak? Devlet de üretmemeli mi? Hani bir akım var ya, özelleştirme olmasın, her şeyi devlet yapsın diyenler. Oralardan bir özelleştirme karşıtlığı karşımıza çıkan bir konu var. Birde tamam serbest piyasa rekabet ama peki bütün bu yarışta, bütün bu hengamede geride kalan toplum kesimleri olabilir bir şekilde. Belli bir geçim seviyesinin altında gelire mahkûm olan insanlar olabilir. Peki onlarla ilgili hiçbir şey yapmayacak mıyız, onları görmeyecek miyiz? Ya da diyelim ki sağlık meselesi. İşte toplumun belli kesimlerinin eğer kaliteli, iyi sağlık hizmetine ulaşacak ekonomik gücü yoksa onları hastalığa ve ölüme mi terk edeceğiz gibi. Aslında biraz derine indiğimizde eleştiriler ben iki grupta toplandığını görüyorum. Yani serbest piyasa, serbest piyasa ekonomisiyle ilgili eleştirilerde. Bir, devletin eli boş mu kalsın, devlet bir şey yapmasın mı? İki, insan odaklı bakışımızı terk mi edeceğiz diye.

Besim Tibuk: Şimdi orada tabii bir kere serbest piyasa esastır. Serbest piyasaya müdahale eden devletin müdahale etmesi demek, memur takımının yetki ele geçirmesi demektir. Serbest piyasada haksızlıklar olabilir. Mesela o monopolleşmeydi, içeriden borsada bilmem ne yapmaydı. Bunları çözecek olan gene devlet değil, hukuktur, mahkemelerdir.

Ali Babacan: Ya da rekabet kurumu gibi bağımsız çalışması gereken bir kurum.

Besim Tibuk: Rekabet kurumu gibi bağımsız, güçlü kuruluşlar olacaktır. Ve zaten insanlıkta bu gelişiyor. Yani insanlar bakıyorlar bu sert rekabet ne getiriyor ne oluyor. Ondan sonra monopollere karşı kanunlar çıkıyor vs. vs. Ama nerede devleti sokmaya çalışırsan o yerini genişletmek ister. Herkes öyle. Herkes kendisine olan ilginin artmasını, kendisinin hem itibar hem de daha çok para kazanmasını ister. İmamlar da öyledir. Öğretmenler öyledir, dişçiler öyledir. Yani herkes kendi yaptığı en tehlikelisi iki kesim var. Biri, imam ruhban sınıfı, o en tehlikelisidir. İkincisi memurlar, bürokrasidir. Bürokrasinin niyeti bir pundunu bulup bir nizamname, bir bilmem ne, bir denetim, bir şey yapmak yani. Çünkü özel sektöre zaten düşmandır. Bütün memurlar. Siz bakanlığınızda hissetmişsinizdir.  Bütün memur kadroları bir kere özel sektöre kıskanır. Özel sektörün sadece başarılı olanlarını gördüğü için batanları görmez. ‘İşte ben daha iyi talebeydim. Bak bu adam şimdi milyoner oldu’ falan gibi. Bir kere memura yetki vermeyeceksin yani. Yetkiyi devlete çok sınırlamak lazım. Çok sınırlayacaksın.

Ali Babacan: Rahmetli Özal onu bir miktar kırdı. Belki de yakın tarihimizde ilk defa o devletteki o anlayışı bir miktar kırdı.

Besim Tibuk: Tebrik ederim.

Ali Babacan: Ama dediğiniz gibi özel sektörle ilgili bir miktar devlet tarafında ben tabii uzun yıllar hükümette olduğum için, devlet yönetiminde tam içinde olduğum için bir miktar var ama bir miktar da gerçekten o nosyonu almış. Yani özel sektörün önemini bilen ve tam tersine özel sektörün önünü açan, kolaylaştıran bir bürokrasi kadrosuyla da ben tanıştım ve yakında çalıştım o kadroya.

Besim Tibuk: Çok memnun oldum.

Ali Babacan: Yani öyle bir şey de var. Ama bunları baktığımızda önemli bir bölümü yine Rahmetli Özal döneminde planlama teşkilatına alınan, çok iyi yetişmiş böyle yeni bir nesil, genç bürokratlar yetişmişler ve böyle önemli konulara gelmişler. Biz de onlarla çok yakın çalıştık bakalım.

Besim Tibuk: Bu söylediğiniz olumlu. Benim tabii bunu bilmiyordum çünkü muhakkak biraz düzenli olmuştur diye düşünüyordum ama Ankara ile alakam olmadığı için.

Ali Babacan: Tabii şu oluyor, devlet mesela eğer bir sektörün içindeyse, devletin hem düzenleme ve denetleme etkisi var her sektörde. Ama aynı zamanda herhangi bir sektörde kendisi de oyuncu olarak varsa o zaman işler çok karışıyor.

Besim Tibuk: Olmaz zaten. Haksızlık rekabet olur bilmem ne olur.

Ali Babacan: Şu bardak teorisine gelelim. Bu bardağı devlet üretiyorsa ama aynı zamanda o üreticileri denetleyen, düzenleyen durumdaysa tam da dediğiniz gibi ne oluyor? ‘Ben zaten bunu üretiyorum. Özel sektöre ne oluyor kardeşim’ deyip kendisini alan açan ama özel sektöründe hayatını kolaylaştıran adımlar gelebiliyor. Dolayısıyla biz hem bakanlık döneminde yapmaya çalıştığımız hem de şu anda savunduğumuz eğer bir konu özel sektör tarafından kaliteli bir şekilde, iyi bir şekilde yapılabiliyorsa rekabetle yürüyorsa, rekabet çalışıyorsa devlet sadece kural koysun arkadan da denetlesin, o işe girmesin diyoruz.

Ama mesela bazı sektörler var ki doğal teker sektörler. Mesela elektrik dağıtımı, su dağıtımı, doğal gaz dağıtımı gibi. O sektörlerde de biz özelleştirme zamanında yaptık, destekledik fakat kural koyma ve arkadan denetleme iyi işlemediği için ve o özelleştirmelerde alan şirketlerin patronları hükümetle çok yakın olduğu için denetleme çalışmadı. Yani oradaki bir denetlemeye çalışan, çabalayan bir devlet memuru mu yoksa patronla direkt hükümetin başındaki insanın konuşarak yürümesine. Dolayısıyla o denetleme çalışmadı. Dolayısıyla oralardan bir miktar ‘bu iş galiba çok doğru olmadı’ diyoruz. Özelleştirdikten sonra tekel durumuna düşen şirketler hakkında.

Besim Tibuk: Tekel, mesela utility bu şeyler.

Ali Babacan: Utility, aynen öyle aynen…

Besim Tibuk: Su, elektrik. O zaten büyük problem. Diğer ülkelere de problem. Çünkü rekabet yapamıyorsun. Elektrikte 10 tane değişik priz takmıyorsun ki Ahmet'in prizinden elektrik alayım bilmem ne. Yani suda da öyle. O devamlı tartışılması gereken bir konu. Acaba nasıl bir sistem bulunabilir? Hem özel sektörün dinamizmi ortadan kaybolmasın ama rekabet olmadan olmaz zaten.

Ali Babacan: Mesela sokak lambaları patlıyor. Diyorlar ki ‘biz 2 ayda bir o sokağa uğrayabiliyoruz. Çünkü masraflı iş.’ Dolayısıyla ‘2 ay sonra sıra geldiğinde gelip bakarız sokak lambalarına.’ Bu sefer o sokak karanlıkta kalıyor. 2 ayda sıra gelip de o lambalar takılana kadar mesela. Yani maliyeti düşük tutma kaygısıyla özel sektör bazen hizmette bu sefer gerekeni yapmıyor.

Besim Tibuk: Rekabet olsa hizmeti yapar. Dese ki adam bak o yakıyor. Sen niye yakmıyorsun? O da koşturur yakar. Şey 2 tane sihirli kelime var. Hürriyet ve rekabet. Hürriyet ve rekabet. Fakat şeye çok sevindim. Rahmetli Özal'dan bahsetmenize. Ben Özal'ı çok severdim. Çok da büyük işler yapmıştır. Onun 24 Ocak kararları ihtilal kararlarıdır. Millet unutuyor yaptıklarını. Kimse hayal edemezdi onun yaptıklarını. Ondan sonra ANAP'taki o ilk 4 senesi, 5 senesi yaptığı reformlar, finansal reformlar, ekonomik görüşler. Zamanında da hep söylerim ona Türk medyası çok haksızlık etti.

Ali Babacan: Rahmetli çok özgürlükçüydü. İfade özgürlüğü deyince tabi medyayla ilişkilerini de o çerçevede götürdü. Sizi tabii daha yakından takip etmişsindir. Bizim şimdi çok küçüklük, çocukluk yılları. Medyaya da çok geniş bir özgürlük alanı. Kendiyle dalga geçirdi.

Besim Tibuk: Aynen aynen. Bravo.

Ali Babacan: Kendi karikatürlerini Cumhurbaşkanlığı da astırdı falan.

Besim Tibuk: O şeydeki evinde yani bilmem finanseyelerle konuşurken onlara Türkiye'deki aleyhteki karikatürleri gösteriyordu.

Ali Babacan: Doğru.

Besim Tibuk: Sempatik bir adamdı.

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: Batı'yla ilişkilerini bak dindar olmasına rağmen, bak sizde de onu görüyorum, o da dindardı belli bir kesime bağlıydı. Batı'yla ilişkilerini çok üst düzeyde, çok sempatik bir şekilde götürmüştür. Baba Bush ile yakınlığı, dostluğu, Avrupalılarla olan dostluğu, Avrupa Birliği konusunda çabaları. Ben şimdi rahmetli Özal'a çok haksızlık edildiğini düşünüyorum. İsterim ki o haksızlık yapan gazeteciler gelsinler, itiraf etsinler. ‘Ya biz ayıp etmişiz falan’ desinler ama yok öyle bir şey bizim şeyde.

Ali Babacan: Basında da tabii çok önemli, basın özgürlüğü çok önemli bir kavram. Ama aynı zamanda özellikle bu yalan haber, yanıltıcı haber konusunda da bir otokontrol sistemine ihtiyaç var yani. Pek çok ülkede bu problem şu anda. Yani gelişmiş demokrasilerde, gelişmiş ekonomilerde de bile sorun, ciddi sorun. Medyada da tekerler oluşabiliyor, rekabet işleyemeyebiliyor. Ve o tekerler oluştuğu zaman o tekerler siyasi iktidarla çok kolay ilişki kurabiliyor. Milyonlarca insan yanlış yönlendirilebiliyor.

Besim Tibuk: Bugünkü Türkiye'nin durumu bu zaten.

Ali Babacan: Basın keşke kendi içerisinden bir otokontrol, bir oto denetim sistemi oluştursa. Keşke çok ideal bir şey belki ama. Yani o basın etik kuralları yazılı hale gelse, sistem o etik kuralların dışına çıkanları, özellikle yalan haber çok kötü bir şey yani. Biz onunla çok karşılaştık. Bu seçim döneminde de çok karşılaştık.

Besim Tibuk: Yalan haber çok kötü ama.

Ali Babacan: Yani milyonlarca insanı aldatıyorsunuz yani.

Besim Tibuk: Gazetecilerin baskı altında çalışması da kötü.

Ali Babacan: O da çok kötü tabii.

Besim Tibuk: Şimdi mesela hepimizin bildiği Türk medyası hükümetin elinde. %95. Açıyorsun sayfaları, devamlı olumlu haberler. Zam varsa zam diye bir şey yok. Fakirlik diye bir şey yok. Ben bazen gülüyorum, iyi diyorum. İnsanın morali düzeliyor bak bu gazeteler çıkıyor diye ama Türkiye'nin bugünkü durumu örnektir. Yani demokratik bir ülke nasıl geriye gider? Normal olarak ağaç nasıl ektikten sonra devamlı büyür diye bekliyorsun ya. Mesela Özal'dan sonra ben Türkiye'nin bugünkü duruma düşeceğini hayal edemezdim. Bu kadar kötü demokratik açıdan, basın özgürlüğü açısından, yargı açısından hayal edemezdim. Bak 40 sene sonra Özal'ın durumunu özlüyoruz ki daha iyi olmamız lazım, daha gelişmemiz lazım.

Ali Babacan: Ekonomik açıdan da öyle. Öyle kararlar alınıyor, öyle işler yapılıyor ki Özal öncesi o kapalı ekonomik dönemi çağrıştırıyor yani.

Besim Tibuk: Onu özlüyorlar.

Ali Babacan: Evet. Çünkü o kapalı sistemden ispat edenler oluyor. Açtığınız zaman her şey şeffafsa, her şey açıksa kimseye özel alan açılmıyor. Kimse kolay para kazanamıyor. Ancak verimli olan, çok çalışan ve kendi farklı bir şeyi ortaya koyabilenler o farkın karşılığını alabiliyor.

Besim Tibuk: Ben sizin partiyi şeye benzetiyorum, sizin bütün programınız, söyledikleriniz, rahmetli Özal'ın söylediklerine şey yapıyor, yani tamam, olmasa bile çok yakın. Ve o dönem de Türkiye'nin çok olumlu dönemidir. Zaten Türkiye'nin bir 50-55 dönemi var. Rahmetli Menderes'in. Muhteşem bir dönemdir. O 50-55 dönemi. Tabii ki şimdiki gençler hatırlamaz.

Ali Babacan: Çok partili sisteme geçtikten sonra...

Besim Tibuk: Geçiş ve o. Müthiş bir şeydir o. Yahu 50-55'te biliyor musun? Köylerde su yoktu. Su. Yol yoktu. Su ne demek? Her köyde bir su var değil mi? Ulan iki adımlık, yüz metre bir boru döşeyip su getiremiyor musun? Yoktu. Elektrik meleklik demiyorum kardeşim. Dandik yol bile yoktu köylerde. Köy izoleydi. Ekonomiye kazandırılmamıştı. Hayvanlardan vergi alınıyordu. Halk Partisi diyordu ki, ‘vergi alamasan nasıl memleketi idare edeceksin’ diye dalga geçiyordu. Hayvan vergisini kaldırdı Demokrat Parti. Ekonomi gelişti. Kasaya daha fazla para girdi. Ben anlatıyorum, benim büyüklerim aşağıdan jandarma gelince ahırdaki inekleri daha kaçırırlardı ki sahip vergi almasınlar diye. Şimdi jandarma gelir şimdi, bakar, ulan burada bir pislik var, burada inek var, inek yok. Nerede bu inek? Dağa çıkıyor, araştırıyor, bulamıyorlar. Bizimkiler ineklerle dağda. Onlar gittikten sonra inek geri gelirdi. Bu rezil dönemlerden sonra gayet basit Demokrat Parti'ye geldi. Bilmem ne hayvan vergisi, yok kardeşim. Hayvancılık gelişti, millet rahat. Yani o 50-55 bak, Türkiye'nin altın şahıdır. Bir de ondan sonra ara dönemi bir şey söylemiyorum, artısı eksisi var. Ama Özal'ın dönemi de çok önemli. Hele bir askeri darbeden sonra gelmesi.

Ali Babacan: Burada tabii asıl kritik konu halkla irtibat kanallarının iyi çalışıyor olması. Yani bilginin sürekli doğrudan doğru kaynaklardan hükümete akması, hükümetin de gerçekleri bilen kararlar alması. Şimdi hükümet, özellikle ülkeyi yöneten, başbakan veya cumhurbaşkanı dönemine göre süre çok uzayınca o irtibat kanalları zayıflıyor. Araya parazitler giriyor. Onlar hükümetin, karar vericilerin etrafını sarmaya başlıyorlar.

Besim Tibuk: Bir de lider artık sadece kendini çekenleri dinliyor.

Ali Babacan: Çünkü iktidar bir mıknatıs gibi. Çok çekim gücü var. Aynı mıknatısı bir hurdala kaldırıp çıkarırsanız üzerine her şey yapışır. Bir süre sonra üzerine her şey yapışıyor. O da iktidarla halk arasındaki irtibatı kesiyor. Kapsama alanı oluyor.

Besim Tibuk: Liderin işine geliyor. Liderin işine geliyor.

Ali Babacan: Etrafındakiler güzel şeyler söylüyor. Etrafındakiler güzel şeyler söylüyorlar. Fazla sorunları iletiyorlar.

Besim Tibuk: Aslansın, kaplansın. O zaman medyayı bu şekilde bağlarsan kendine tabii medyada güzel şeyler yazacak. Bu yol değil kardeşim. Bu mazeret değil.

Ali Babacan: Ülkeyi yönetme gücünü elinde tutanların iki konuyla sınırlanması gerekli diye düşünüyorum. Birincisi hukuk. Yani hukukla, kurallarla sınırlanma. Bir de süreyle sınırlanma. Süre çok uzayınca mutlaka iş bozuluyor.

Besim Tibuk: Doğru.

Ali Babacan: Biliyorsunuz ben AK Parti'nin kurucularındayım. Siyasete ilk defa orada başladım. Daha önce hiç ilgim yoktu. Parti kurulurken 3 dönemli yazlık tüzüğe. Belki o tüzüğün en önemli maddesiydi. Kuruluşta da en çok vurguladığımız maddesiydi. Partinin genel başkanı 3 dönem sonra bırakacak. Böyle bıraktıktan sonra geri dönmeyecek. Bırakacak ve bir sonraki nesil. Zaten 3 dönem demek 15 yıl yani. Şirketlerde bile en iyi yönetici bir süre sonra değişir.

Besim Tibuk: Doğru.

Ali Babacan: Banka şubelerinde en başarılı şube müdürü ki siz de bir dönem yaptınız herhalde. En fazla 5 senedir en başarılı şube müdürünü 5 sene sonra değiştirirsiniz.

Besim Tibuk: Ben banka müdürlüğü yapmadım ya.

Ali Babacan: Bankacılık yapmadınız mı hiç?

Besim Tibuk: Banka kurduk da ben, adamlar çalıştı bankada ya.

Ali Babacan: Hayır onu diyorum. Bankacılık yaptınız onu söylüyorum.

Besim Tibuk: Ben yönetim kurulu başkanıydım ya. Sonra.

Ali Babacan: Bu yöneticilikte ne kadar da iyi olsanız bir süre sonra…

Besim Tibuk: Doğru söylüyorsun.

Ali Babacan: Öbür türlü kişisel faktörler ağır basmaya başlıyor. İlişkiler ağır basmaya başlıyor. Kurallar yavaş yavaş kenara bırakılıyor ve farklı konular. Dolayısıyla yani o en önemli sorun Türkiye'de şu anda bu sürenin çok uzun olması. Artık bir değişim ihtiyacı.

Besim Tibuk: Şimdi tabii benim aklıma almayan şey vardır, Ali Bey.  Bu tencere kaynamazsa bilmem ne olur. Bütün iktidarı götürür. Ya son 5 senelik AKP performansında ben AKP'nin şey altı, baraj altı kalması gerektiğini düşünürken son neticenin çıkması beni müthiş bir hayal kırıklığına uğrattı. Böyle bir şey olabilir mi? Ya hiçbir demokratik ülkede böyle bir şey yoktur. Ya son 5 sene ekonomiyi, öteki tarafları bırakıyorum, tekrar söylüyorum. Öteki taraflar da duman oldu ama diyorum ki halk bunu anlamıyor, ne yapalım? Bunu anlıyorsun, bu duman olmuş, sen tekrar aynı idareyi getiriyorsun. Bu son seçimde sonuçtan çok moralim bozuldu. Hiçbiriniz hata yapmadınız kardeşim. Şimdi konuşuluyor ya, o öyle yaptı. Yok kardeşim, gayet güzel. Kılıçdaroğlu'da, altı masada hepsi güzeldi. Ufak tefek şeyler tabii çıkacak. Ayrı ayrı parti liderisiniz halk, olabilir. O da olur. Ona rağmen seçimden sonra lüzumsuz yere laflar, o öyleydi, bu böyleydi. Sizin hiçbir kabahatiniz yok. Muhalefet olarak söylüyorum. Yani altılı masanın hiçbir kabahati yok. Güzel de bir seçim şey yaptınız, çalışması yaptınız. Fakat, ne üçkâğıt döndü onu bir şey söyleyemem. Bu seçimi kaybetmeniz, bu başkanlık seçimini, milletvekili seçimini tam bir hüsrandır, tam bir rezalettir. Maalesef öyle.

Ali Babacan: Sonuca baktığımızda çalıştık ama vatandaşlarımızın ancak yüzde 48'ini ikna edebildik. Yani kazanmaya yetecek kadar iknada başarılı olamadık. Yani öyle görüyorum. Yoksa doğru bir zamanda tarihin doğru yerinde durduğumuza inanıyorum. Çünkü bir tarafta otoriter eğitimleri gittikçe kuvvetlenen bir yönetim anlayışı var. Baskı artıyor, hukuksuzluk artıyor. Bir tarafta da demokrasi arayışı var, adalet arayışı, hukuk arayışı var. Dolayısıyla bu ikisinden hangisini tercih edecek en azından kendi açımızdan baktığımızda tabii ki demokrasiden yana, hukuktan, adaletten yana durduk. O açıdan bir keşkemiz yok. Ama mesela yeterince şehir merkezlerinin dışına çıkabildik mi? Maalesef. Yeterince köyleri ziyaret edebildik mi? Hayır. Yani özellikle kırsala... Özellikle kırsala...  

Besim Tibuk: Kendinize kabahat bulmayın ya. İletişim var Ali Bey. Yapma Allah'ını seversen. Eskiden yoktu.

Ali Babacan: İletişim var ama... Ama iletişim var.

Besim Tibuk: Miting var ya miting. Palavradır. Miting yapmak eskidendi, ellerdeydi. Televizyon yoktu, bir şey yoktu. Bugün Amerika'da miting oluyor mu kardeşim?

Ali Babacan: Yani şöyle bir gerçek de var. Kırsala doğru gittikçe vatandaşlarımızın takip ettiği yayınlar daha çok işte TRT ya da hükümete yakın olan sosyal medya kullanımı gittikçe azalıyor. Merkezden kırsala gittikçe.

Besim Tıbuk: Bütün bunlara rağmen ben şey yapmıyorum.

Ali Babacan: Zaten sonuçlara da baktığımızda şehir merkezlerinde aslında ilk 10 ilde biz kazandık. Daha küçük illere doğru gittikçe ve çepere doğru gittikçe iktidar olan destek arttı. Dolayısıyla yani tamam haklısınız doğru yerde durduk. Ama daha iyi olabilirdi. Onun için çalışmaya devam.

Besim Tibuk: Tabii tabii çalışmaya devam edeceksiniz. Ve samimi söylüyorum. Siz parti olarak ben beğeniyorum partinizi. Yani politikalarınızı da biliyorum. Çok güzel çalışmaları da yapmışsınız. Çok kitap mitap bunlara güvenmeyin. Kimse okumaz bunları. Ama hiç olmazsa anlatırsanız ufak ufak şey de kalır.

Besim Tibuk: Biz bunları şunun için hazırladık. Tam 23 tane eylem planı var her alanda. Devleti yönetmek için. Aklınıza ne geliyorsa. Ama en kapsamlılardan bir tanesi temel haklar.

Besim Tibuk: Temel haklar, evet.

Ali Babacan: Özgürlükler. 354 tane madde var burada. Temel hak ve özgürlük. Adalet ve yargı ile ilgili eylem planı var. 198 madde var yargı reformu. Bunları biz biliyoruz. Yani vatandaşlarımız açsın okusun.

Besim Tibuk: Vatandaş okursa kafası zaten kayırıştır.

Ali Babacan: Şu önemli bizim için, iktidar olduğumuzda ne yapacağımız elimizin altında hazır. İlk 90 gün ilk bir yıl çok önemli ya. Dolayısıyla biz bunları hazırladık ki iktidar olduğumuzda vakit kaybetmeyelim. Seçimden sonra ben ne yaptım? Bundan bir set hazırladım. Cumhurbaşkanına gönderdim. Güzel bir kutu içerisinde, kapak mektubuyla beraber. Bütün bakanlar gönderdim. 600 milletvekiline gönderdim. Dedim ki; Bura da Akıl teri var, akıl teri var. Evet biz DEVA Partisi olarak bunları koordine ettik. Ama...

Besim Tibuk: Onlar çöpe atmıştır. Dalga mı geçiyorsun ya?

Ali Babacan: Umarım atmamışlardır.

Besim Tibuk: %90 Beni dinle onlar çöpe atmıştır. Kapağını açmadan nereden geldi DEVA'dan? Çöpe atmışlardır yahu. Okursalar korkarlar zaten. Şimdi sen görüyor musun? Hükümette bir adamın senin programını okuduğunu biri görse, fotoğrafını çekse adam gitti zaten.

Ali Babacan: Doğru, mecliste koridorlarda sağda solda bizim kutulardan görmüş arkadaşlar. Çünkü bazı milletvekilleri aman odamda görünmesin diye çıkartmış koridordan.

Besim Tibuk: Nerede yaşıyorsun kardeşim ya?

Ali Babacan: Ama az sayıda. Yani istifade etmek isteyenler için dedik ki iyi bir çalışma.

Besim Tibuk: Hayır bu sizin parti için devamlılık sağlayan güzel bir proje. Bu şeye benziyor. Bir arsa var mesela, adam ihaleye çıkarıyor. Sen arsaya yapacağın projeni binanın projesini yapıyorsun. Ama o arsa sahibi var ya o geri zekalı arsa sahibi senin projeyi incelemesi lazım değil mi? Yok abi bakmıyor senin projeye. Aynı şey bizim başımıza geldi yahu. Ben ne para harcadım ilk dört sene Allah kahretsin. Broşürdü, kitaptı. Onun için burada bizim kötü tecrübemiz var. Ben söylüyorum.

Ali Babacan: İyi tecrübelerinde kötü tecrübelerinde öğrenmemiz lazım…Ben de kahve ikram edeyim size…

Besim Tibuk: Deminden beri bekliyorum ne zaman ikram edeceksin diye.

Ali Babacan: Süt istiyor musunuz? Sade mi? Nasıl olsun?

Besim Tibuk: Sade sade. Bak sert adam sade kahve içer.

Ali Babacan: Evet. Biz programın adını ‘Bi' Kahve’ koyduk. Ve kahve sohbeti şeklinde gelişsin istedik. Fakat kahve makinaları programdan programa değişiyor. Ben de bazen şaşırıyorum öncelikleri.

Besim Tibuk: Beceriyorsun yani kahve yapmayı.

Ali Babacan: Öğrendim.

Besim Tibuk: Ama güzel. Bu zaten kahve sohbeti gibi. Benim de benim de şeyim odur. Kahve sohbeti gibi yapmak.

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: Çok teşekkür ederim.

Ali Babacan: Afiyet olsun. Şimdi bir başka konu bu sosyal devlet. Şimdi serbest piyasa önemli. Rekabet önemli. Çünkü rekabet nihayetinde milyonlarca insana, geniş kitlelere daha iyi ürünü, hizmeti daha ucuza ulaştırmanın yarışı. Tamam. Ama bu neoliberal diye ki benim hiç kullanmadığım bir ifade ama dışarıdan kullananlar bazen böyle bir etiketlendirmeye gidebiliyorlar. Dışarıdan bakanlar diyorlar ki peki insan bunun neresinde? Özellikle gelir seviyesi düşük toplum kesimleri için ve temel ihtiyaçlar böyle sağlık ki eğitim gibi temel ihtiyaçlar. Şimdi bunu nasıl özgürlükçü politikalarla bu insan perspektifini nasıl meç etmemiz gerekiyor?

Besim Tibuk: Şimdi bak bu çok tartışmalı bir konu.

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: Ben bir kere sosyal devlete karşıyım. Ama o demek değildir ki fakir fukara yüzüstü bırakacaksın. Sosyal devletin sorunu şu. Sosyal devlet dediğin zaman devlet hastaneler kuruyor, okullar kuruyor, üniversiteler kuruyor. Orada bedava bir şey veriyor ve kendi kendini çökertiyor. Çünkü rekabet yok. Memur mantalitesiyle çalışıyor. O hava doğmuyor. Onun yerine mesela eğitimde fakirlere devlet burs verebilir. Ama o bursla o çocuk istediği okula gidecek. Okulu o seçecek. Hastanelerde fakirlere belli bir kupon verir, bir şey verir bedava tedavi olması için, bedava ilaç için. Ama doğrudan işletme yapmayacak. İşletmeyi sen yapmayacaksın, rekabet içinde Ahmet, Mehmet, Süleyman, yerli, yabancı, yabancı firma bile gelecek, onlar yapacaklar. Yani buradaki özellik ne biliyor musunuz? Ali Bey siz bu işi, tabii size bu bakanlık çok tecrübe kazandırmıştır. Okuldur bu sizin şeyiniz. Çünkü bir sürü iş adamıza gelmiştir, dert yanmıştır. O her dert yanma sizde bir bilgi birikimi yaratıyor, tamam mı? Tecrübe birikimi yaratıyor. Yani o bakanlıkta o kadar süre kalmanız, bilhassa ekonomiyle ilgili şeylerde, müthiş bir birikiminiz var. Orada görüyorsunuz, orada zaten hissediyorsunuz olayları. Yani şey olarak bu işletmelerde rekabet yoksa, rahatlık serbestlik yoksa iyi netice alamazsın. Fakir fukarayı koruma en büyük sorundur Neoliberal devletlerde. Onu nasıl çözüyorsun? Zenginden çok yüksek vergi alırsan adam kaçırıyor uyanık, tamam mı? Yani bizim şeyimiz yüzde 10’dur. Çünkü adam senden daha kolay kaçırıyor. Bir sürü muhasebeci tutuyor. Senin orada maliyen onunla mı uğraşabilecek? Yurt dışında şirket kuruyor, orada karı oraya aktarıyor. Var böyle Türk şirketleri büyük. Herkes de biliyor bunları. Yurt dışında satın alma şirketleri kuruyor. Faturalı oradan şişiriyorlar. Karı orada bırakıyorlar. Yani vergi kaçırmanın bin türlü yolu vardır. Onun için yüksek vergi almayacaksın. Yüksek vergi almak vergi kaçırmaya teşviktir.

İkincisi bu zenginlerin zaafından istifade edeceksin. Bak zenginler de insan. O herif vergi kaçırıyor. Çok adam biliyorum ben. Bir kısmı arkadaşım. Vergi kaçırmak da bir risktir yani. Çünkü onun teftişi var, cezaları var. Ne yapıyor biliyor musun abi? 70 yaşına gelmiş bütün parasıyla bir hastane yapıyor herif. Babasının adına. Diyorum ki ulan geri zekalı. Sen bu kadar şeye girdin, riske girdin, kazandın para. ‘Ne yapayım diyor’ ya. Ölecek ya. Geriye bir şey bırakması lazım. Bu insanoğlu. İnsanın zaafı bu. Onun için bir şey yapmak lazım.

Ali Babacan: Vicdan borcu birikiyor. O borcu da okul ya da hastane yaparak ödemeye…

Besim Tibuk: Amerika'daki bütün zenginlerin öyledir ya. Bütün zenginler, üniversite, okul. Çünkü ölüme gidiyorsun artık. Yani geriye bir şey bırakacaksın. Bir diğer vergilendirme de…

Ali Babacan: Gelecek nesillerin koruma ihtimali olur olmaz tabii. Yani ya gelecek nesillere bırakacaksın ya da ülkeye bırakacaksın.

Besim Tibuk: Kendi çocuklarına da az bırakıyorlar. Biliyorsun o büyük zenginleri ya. Bu geçen de şeyi seyrediyordum. Karısını Steve Jobs'un. Steve Jobs'un karısı müthiş para sahibi. Çünkü Steve'den ona kaldı. Steve de biliyorsun bir şey çocuğu Suriye'de. Suriye çocuğu aslında adapte edilmiş. Suriyeli. Kadın bütün parayı hayır işlerine harcıyor. Düşünebiliyor musun? Çocuklarına birkaç milyon dolar bırakmış. Bilmem neler yapıyor, onu yapıyor, bunu yapıyor. Bir sürüsü. Yani bu insan ihtiyacı bu. Yani insanın egosunda bu var. Bir de zenginlerin kullandığı lüks malları daha pahalı yapacaksın. Daha çok vergi alacaksın. Mesela Türkiye'de bu akıllı uygulanıyor. Lüks arabalardan yüksek vergi alma. Yirmi milyon liraya araba alıyor adam. Tamam mı? Halbuki onun içinde arabanın değeri beş milyon, on beş milyonu vergi. Ama o arabayla dolaşıyor ya, o havayı atıyor.

Ali Babacan: Yüzde iki yüz yirmi ÖTV, üzerine de yüzde yirmi KDV. Ama yani yüzde iki yüz yirmiyi ekliyorsunuz, üç yüz yirmi. Onun da yüzde yirmisi.

Besim Tibuk: Üstüne, onun da üstüne KDV. Verginin vergisini, siz yaptınızsa tebrik ederim. Gayet iyi yapmışsınız ha.

Ali Babacan: Eskiden beri vardı, biz dokunmadık.

Besim Tibuk: Ya adamı ürkütmeden yolacaksın tamam mı?

Ali Babacan: Yani 2002 öncesi, biz zaten 2002 öncesi ama dokunmadık yani.

Besim Tibuk: O zengin var ya, o arabayla dolaşıyor ya, bırak dolaşsın karşılığını ödesin. Veya lüks villa yapmış adam. Müthiş villa yapmış, ondan daha yüksek vergi al. Başka türlü bunları yolamazsın. Yani zenginden parayı acıtmadan almak lazım.

Ali Babacan: Bu dediğiniz yüzde 10 sabit vergi, kurumlar vergisi mi, gelir vergisi mi?

Besim Tibuk: Hepsi, hepsi yüzde 10. Bir de yüzde10’un matematiği kolaydır kardeşim, uzatmazsın. Yani yüz liraysa 10 lira, iki yüz liraysa 20 lira.

Ali Babacan: Yani gelir ve kurumlar yüzde 10 diyorsunuz ama eğer lüks bir harcıma yapıyorsan...

Besim Tibuk: Lüks harca yüzde 200, yüzde 500.

Ali Babacan: Tamam.

Besim Tibuk: Şampanyaya bilmem ne koy. Zaten...

Ali Babacan: Orada ölçüyü kaçırınca orada da kaçak başlıyor. Bu sefer Yunan Adalarından teknelerle...

Besim Tibuk: Bak, o da doğru. Onu da onu da bak mesela bir enteresan, sizin zamanınızda benzer enteresan bir hata söyleyeyim bak. Belki bu konuşmamızın...

Ali Babacan: Siz bir de turizmcisiniz, oradan da biraz şeydir.

Besim Tibuk: Konuşmamızın Türkiye'ye faydası da olsun ya, o gariban Türkiye'ye. Onun için bunu da anlatayım. Kardeşim, bu iddia diye bir mesele var, tamam mı? Bu iddia meselesi zamanında benim oğlan da önce serbestken yaptı, 2000'lerde. Oradan para kazandı, sonra şey yaptı, spekülasyon yaptı, sonra Bitcoin dedi, şimdi milyarder oldu. Yani oradan... Neyse, bunu biliyorsun 2007'de devlet yasakladı yurt dışında yapılmasını edilmesini ve monopole verdi. Yani Türkiye'de bir iddia diye bir şirkete verdi. Onu da sonunda hürriyeti satın alan o adamlara verdi, Demirörenlere verdi.

Ali Babacan: Bir özelleştirmede satıldı ama şu anda hatırlamıyorum kime satıldı.

Besim Tibuk: Demirörenlere verdi. Şimdi nedir iddiaa da bak olan? İddiaa da birçok vergi yükü var, bilmem ne yükü var diye oranlar çok düşük bir maçın oranı. Mesela Galatasaray-Fenerbahçe, Galatasaray kazanacak diye koyduğun zaman adam 1.20 veriyor 1 liraya. Halbuki gayri resmi yapan ise 1.50 veriyor, 1.60 veriyor. Tabii oynayan adam aptal değil. Ulan diyor buna oynayacağım diyor ve bir sürü şey şirketi, betting şirketi bir kısmı da Kıbrıs'ta. Kıbrıslı olsa canım yanmaz çünkü parayı çok fazla Kıbrıs'a giriyor. Bir kısmı Bulgaristan'da, bir kısmı Ukrayna'da. Bunlar...

Ali Babacan: Ve şuradan, telefondan yani.

Besim Tibuk: Tabii telefondan ve o pastadan o payı alıyorlar. Ya diyorum ki iddiaaya, siz bunu iletin, oranları betting şirketinin oranlarının altına indirsinler. Yani vergileri düşürün, almayın bir süre vergi, o sektör çöksün, adamlar vazgeçsin bu işten. Çünkü milletin canı sıkılıyor, tamam mı? Maçlarda meraklı. Oynamak istiyor adam ya, bir de kolay oynuyor bu telefon yüzünden. Bu örnektir mesela, tipik bir örnek. Rahmetli Özal altını dün sohbette söyledim işte, aynı fiyata, dünya fiyatlarına getirdi Türkiye'de, altın kaçakçılığı ortadan kalktı.

Ali Babacan: Biz bu vergi oranlarıyla alakalı aslında çok önemli tecrübeler yaşadık Türkiye olarak. Ne yaptık mesela, kurumlar vergisi yüzde 33'tü. Önce 30'a sonra 20'e indirdik ve toplam tahsilat değişmedi, arttı hatta. Çünkü kayıt dışı azaldı. Gelir vergisi de üst dilim 45'ti, 35'e indirdik, dilim sayısını azalttık, toplam vergi tahsilatı düşmedi. Katma değer vergisi, gıda da temel ihtiyaçlardır, gıda, giyim, sağlık, eğitim de yüzde 18'den 8'e düşürdük, radikal bir karar. Ve maliye bürokrasisi çok tedirgindi yani, vergi gelirleri düşecek diye. Fakat dört sektörde de zaten kayıt dışılık olduğu için, zaten insanlar az çok gönlünden kopanı ödediği için, bizim oranları düşünmemize rağmen vergi tahsilatıyla ilgili hiçbir kayıp olmadı, tam tersine artış oldu. Çünkü kayıt dışılık azaldı. Şimdi bu vergi oranları son derece önemli. Fakat son birkaç yıldır maalesef çok üzülerek, içimi parçalanarak izliyorum ki vergi oranlarını artırıyorlar.

Besim Tibuk: Ve alamayacaklar tahsilatı.

Ali Babacan: Şimdi 8'i, yüzde 8'lik KDV’yi 10'a çıkarttılar, 18'i 20'ye çıkarttılar, bebek bezi ya, yani temizlik ürünleri 8'den 20'ye çıkarttılar. Dediğiniz gibi lüks tüketimde sorun yok, tamam. Ama bunlar çok temel ihtiyaç. Ve üstelik arttığınızda kaçak artıyor. Şimdi maalesef dedikodular duyuyoruz ki temel ihtiyaç olan gıdada, giyimde, eğitimde, sağlıktaki o yüzde 10 oranı da bir çırpıda 20'ye artırılmasıyla ilgili böyle teknik hazırlıklar. Bu tabii çok vahim bir hata olacak. Sadece bizim vatandaşlarım için değil, ama aynı zamanda...

Besim Tibuk: Şimdi bak, bahsettiğin senin Türkiye tecrüben, bütün dünyada bu geçerli yahu. Yalnız Türkiye'de değil bu. Çok doğru bir şeye temas ettiniz. Yani bu sadece Türkiye'de olmuş da ders almış değil. Bütün tarihte böyle olmuştur. Tarihte. Ne zaman yüksek vergi almışsındır? İbn-i Haldun bile bunu söylemiş. 600 sene evvel. Yani ‘nerede çok vergi aldın, orada viraneler gördün. Nerede az vergi var, orada kâşaneler gördüm’ diyor. Bu bilinen bir şey.

Ali Babacan: Vergide sürümden kazanmak diye bir kavram var. Sadece ticarette değil vergide de var bu. Makul oranda tabanı genişletmek ve daha çok vergi toplamak.

Besim Tibuk: Zaten devletin en büyük aracı vergidir. Devlet dediğin zaman, devlet zaten haraç alan bir müessesedir. İşte haracın adı da vergidir. Adaleti bağımsız yaptığın zaman, devletin ilk görevi adalettir, emniyettir. Bunları sistemi oturttuğun zaman ondan sonra vergi alacaksın, o vergiyi de harcayacaksın. O da minimum alacaksın. Az harca kardeşim. Az harca yani.

Ali Babacan: İki önemli amacı var tabii. Bir, devletin temel fonksiyonlarını yerine getirmek için harcadığının karşılığını almak. Adalet gibi, eğitim, sağlık gibi.

Besim Tibuk: İşte temel fonksiyonun sayısını az tutacaksın.

Ali Babacan: Ama ikincisi de bir de sosyal adalette de bir enstrüman vergi. Sosyal adaleti sağlamak.

Besim Tibuk: O oranlar açısından, o doğru.

Ali Babacan: İşte lüks tüketim de şuydu buydu.

Besim Tibuk: O vergi konusunda en önemli mesele zaten vergi politikasıdır ya. O kıçı kırık İrlanda nasıl gelişti biliyor musun?

Ali Babacan: Doğru.

Besim Tibuk: %10 yaptı kurumlar vergisini. Bütün Google, Apple, Darkroot gitti orada bölgesel merkezler kurdular.

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: İrlanda çok fakir bir yerdir. Oturduğu yerde zengin olduğu adamlar ya.

Ali Babacan: Çünkü çok uluslu şirketler, Amerikalısı, Avrupalısı, merkezleri oraya taşıdılar. Gelir kazançları oraya topladılar ki çok kolay. Çok uluslu şirketlerin çok kolay kazancı hangi ülkede toplamak istiyorsun? O kadar basit yani.

Besim Tibuk: Hukuk yani orasını ikametgahın yapınca orada topluyorsun.

Ali Babacan: Yanı başındaki İngiltere yüksek kurumlar vergisi almaya çalışırken, onlar oranı düşürünce oradan oraya kaydı insanlar. Ve gerçekten mali durumu İrlanda'nın çok hızlı bir şekilde düzeldi. Dolayısıyla Türkiye'nin de bu özellikle kurumlar vergisi ve gelir vergisi açısından çok çok dikkat etmesi gerekiyor. Yatırımcılar açısından da caydırıcı oluyor. Çünkü bir ülkede kurumlar vergisi artış trendine girdiyse bu ne demek? Bugün arttı, yarın daha da artabilir.

Besim Tibuk: Tebrik ederim. Beklenti.

Ali Babacan: Yani trendi göstermek.

Besim Tibuk: En ufak bir artış ileride daha da artar korkusu yüzünden yatırım yapar. Ben böyle yapmam mesela. Bizim şirket çok kazık yedi. Tabii aptalca işleri yaptık ayrı mesele. O hikâye uzun. Şimdi daha akıllı düşünebiliyorum. Bak ne demek? 75'den sonra insan akıllı düşünüyor. Sen gençliğine güvenme yani. İstikbal bizdedir, moruklardadır. Onu söyleyeyim de. Şimdi daha net düşünüyorum Ali Bey. Olamıyorum. Bu haltı niye yedik?

Ali Babacan: Bir dostumuz der ki ‘tecrübe hayatta yenilen kazıkların münazaasıdır.’

Besim Tıbuk: Şimdi bu söylediğin o kadar doğru ki yahu ürküttüğün şeye değer mi kurbağaya? Yüzde 1-2 zam yapıyorsun. Adam düşünecek. Şimdi 1-2 yaptı sonra 10 yapacak belki diyecek. Yeni yatırım yapmaz. Yatırımını başkasına satmaya çalışır. Yani Allah'ım ya Allah'ım ya. Bir şey söyleyeyim mi sana? Bunlar yeni değil ha.

Ali Babacan: Tabii tabii.

Besim Tıbuk: 5 bin senedir gerçekler. Yani biz Adam Smith işte serbest piyasayı bulmuş görünmez el. Görünmez el insanlık kuruluşundan beri var ya o anlattığım o Sümer olaylarında falan filan. Yani adam aynı yerçekimini mesela Newton buldu. Yerçekimi yok muydu Newton'dan evvel? Vardı. Aynı bizim söylediklerimizi kaç bin sene evvel imparatorluklar, devletler yaşamışlar. Ama şimdi yok devletiz. Yok bu kurum lazım bize. Bilmem ne. Devlet bıraktın mı kanser hücresi gibi genişliyor. Ondan sonra da geliyorsun. ‘E ne yapayım ya paraya ihtiyacım var’ diyorsun. Ya karşılıklısı para basacaksın.

Ali Babacan: Devletin tabii güçlü olması önemli ama hangi açıdan güçlü olması? Yani böyle hantal, büyük işte milyonlarca insanın çalıştığı değil. Ama en önemli konulardan birisi güvenlik mesela değil mi? Yani devlet güçlü olacak çünkü ülkenin dış ve iç güvenliğini sağlayacak. Devlet güçlü olacak ama o gücü adaleti yerine getirmek için kullanacak. Yani parası olanın sözü geçsin diye değil. Ya da siyasi gücü eline geçirenin sözünü geçsin diye değil. Adaletin sözü geçsin diye. Devletin gücü orada. Dolayısıyla güçlü devlet diyoruz. Önemli ama bu asla böyle hantal, özel sektörün alanına giren.

Besim Tibuk: Ya aynı benim söylediklerimi söylüyorsun ya. Onun için bak çok enteresan. Devleti küçülteceğiz derken hep o tenkitlere karşı bunları söylüyordum. Sert ses getiren falan. Çok aynı lafı lafı. Kardeşim benim çok taraftarım olsaydı endorse ederdim senin partiyi garanti iktidardım. Tamam mı? Yani liberal demokrat partileri derdim ki ‘çocuklar DEVA Partisi'ne oy verin. Bak bu bizim kafada parti’ derdim. Ama o şansımız yok. Belki 30-40 bin genç vardır. Eski ANAP ve DYP'liler, akıllarını başlarına toplasınlar, sizin partiyi izlesinler ve onların birleşeceği parti sizin partidir. Bak orta sahada hürriyetçi, bak liberal demiyorum, sizi korumak için liberal demiyorum, dikkat et yani.

Ali Babacan: Teşekkür ederiz.

Besim Tibuk: Liberal dersen puan kaybedersin, oy kaybedersin.

Ali Babacan: Tecrübeyle sahip.

Besim Tibuk: Onun için hürriyetçi, özgürlükçü falan, serbestiyetçi, ülkeyi hakikaten bu pislikten çıkaracak sizin parti olabilir. Onun için ANAP'tan, DYP'den kopup başka partilere gidenlerin sizinle birleşmesi lazım. Artık ondan sonraki onları nasıl toparlarsınız, o politika sizin. Hep şöyle bakıyordum millete. Ulan diyordum bunların bana ihtiyacı var ulan. Hep öyle düşündüm. Kurmadan evvel de partiyi. Ulan ben politika yapıyorum, memleketi kurtarmak için. Yoksa memleket bana ne verecek ulan? Ankara'ya gidip Allah'ın belası yerde, protokolde canım sıkılacak. Hala öyle düşünüyorum. Hep aynı kafayla politika yaptım. Ben, sizi şeye benziyor bu tamam mı? Bir tamircisin, otomobil tamircisisin. Senden başka yok. Arabanın sahibi var. Şimdi arabanın sahibine gittiğim zaman ben aman efendim demeyeceğim ki. Ulan sen bana aman efendim de. Sen bana çay içer misin? Benim arabamı lütfen yapar mısın de. Çok sinirleniyordum yani halka. Ulan ben size, kendim için bir şey değil. Allah'ın belası sizin yüzünüzden ben geberiyorum, dolaşıyorum. Aptal aptal şeyleri öpüyorum. Geliyorlar şap öpüyorlar, kirli paslı herifler. Sarılıyorlar. Güzel kızlar öpse hadi ilerleyeceğiz vaziyeti. Ondan sonra düşünüyorum. Ulan diyorum bu herifleri ben herifler için politika yapıyorum. Düştüğüm duruma bak.

Ali Babacan: Öyle diyordunuz. Şimdi ne diyorsunuz? Öyle diyordum diyorsunuz ya…

Besim Tıbuk: Öyle diyordum, politikaya böyle yaptım sonuna kadar. 2002'de sizin parti bizi perişan etti tamam mı? AKP'li bir parti kurdunuz. O zamana kadar %5 falan bir şeyler vardı. Ondan sonra 2002'nin sonunda çok kötü oy aldı. Çok rahatladım tabii ya. Felaket rahatladım ya. Hiç hiç o kadar bekliyordum ki daha kötü oyalayayım. Çünkü %2-3 alsaydık millet gelecek deyip abi devam edelim, zart edelim, zurt edelim. Ulan yeter be. Anlattık durduk tutmadı yani.

Ali Babacan: Bir de baktınız ki Ali Babacan ekonomi de zaten sizin düşündüğünüz çerçevenin çok da dışında değil galiba. Yapılan işler falan değil mi? Yani muhalefette biraz zorlaştı galiba.

Besim Tıbuk: Ben hiç muhalefet yapmadım zaten 10 sene yapmadım. Bak 10 sene hiç konuşmadım. Bir tek şeyi tenkit ettim. Madem laf lafı açıyor. Bu Tayyip Erdoğan 2008 krizinde bir şey söyledi TOBB'ta. Dedi ki ‘hepiniz dedi birer işçi alsanız 3,5 milyon adamsanız işsizlik sorunu çözer’ dedi. Ben de çıktım.

Ali Babacan: O çünkü işsizliğin sorunun sebebi ben değil mi? Sizsiniz. Siz elemanı alsanız söz edecek yani.

Besim Tıbuk: Uyanık uyanık. Ben diyor 60 bin kişiyi çok iyi hatırlıyorum. Biz 60 bin kişiyi işe alıyoruz. Ben de dedim ki bu adama Nobel vermeli. İktisat Nobeli. Hatta işsizliği çözsün diye Amerikalılara, İngilizlere de yardım etsin. Birer tane Amerikalı alın, işe alın. Türk iş adamları. Bir orada şey yaptım. Bir de çok sonra. Bahsettim ya sana TGRT programını. 2012'de mart ayında TGRT'ye borcum vardı. Çünkü biz parti iken nedense bizden ilgileniyorlardı. Haberlerimizi yapıyorlar. Diğerleri bizi adam yerine koymuyordu falan. Oradaki yayın yönetmeni de çok ısrar edince oraya bir iki saatlik programa gittim. Orada sohbet ettik. Orada sizin partiye 2012'de 6-7 puan verdim 10 üzerinden. İki olumsuz puanımız şuydu. Birincisi ekonomide dolar, Türk parası kuvvetlenirken. Yani 1,7'den neredeyse 1 liraya kadar düşerken 1,10. Siz Merkez Bankası olarak, satın alarak, talep yaratarak onu düşürmemeliydiniz o kadar. Tamam mı ekonomik açıdan. Sonra çıktı ama bir tahribata bir sebep oldu. Bir odur, ekonomik.

Ali Babacan: O dönemin döviz kuru tabii bir, yani Merkez Bankası gerçekten bağımsız çalışıyordu.

Besim Tibuk: Bağımsızdı, serbest piyasa düşürdü fiyatı.

Ali Babacan: Merkez Bankası'na çok şey yapmıyorduk yani. Oturuyorduk, ayda bir konuşuyorduk arkadaşlarla ama, yani şunu böyle yapın böyle yapın yani talimat anlamında bir şey yapmıyorduk. Ama ikincisi, aynı dönem enteresandır. Yani dolar kurunun o 1,5 başlayıp yavaş yavaş 1.2'ye düştüğü, 7-8 yıllık dönem.

Besim Tibuk: 1.10'a kadar bile düştü.

Ali Babacan: Ama o dönemde de Türkiye'nin ihracatının en hızlı arttığı dönem olmuştur enteresan bir şekilde. Çünkü şundan oldu o, evet döviz kuru ihracatlarını zorladı ama genel yatırım ortamının iyileşmesi, Türkiye'nin Avrupa Birliği perspektifi, o hukuk ve yargı konusundaki düzeltme çabası, bütün bunlar paket olarak baktığınızda yine de Türkiye'nin üretiminin ve ihracatının çok hızlı arttığı bir dönemi beraberinde getirdi. Yani 36 milyar dolardan 108 milyar dolara çıkan bir ihracat var.

Besim Tibuk: Ama ilerisini tıkıyorsun. Bak dediğin çok doğru.

Ali Babacan: Ben sadece sonradan okuma olarak bunu söyleyeyim. Baştan böyle planlamıştık diye söylemiyorum.

Besim Tibuk: Siz bunu piyasaya bıraktınız kardeşim tamam mı? Piyasaya bıraktınız. Bol dolar gelince, bir mal bol gelince değeri düşer.

Ali Babacan: Sümerlerin buğdayı gibi.

Besim Tibuk: Şimdi ama bu arada başka bir olay var. Türkiye'de enflasyon…

Ali Babacan: Aslında buğdayı başka şeyle, doları başka şeyle değiştirsek o dönem belki iyi olacakmış yani.

Besim Tibuk: O konuda da bizim yeni lira politikamızı uygulamadınız. Şimdi bak siz 6 sıfır attınız. Bizim yeni lira politikamız şuydu. Bir enflasyon var tamam mı? Önce dolara bağlı veya EURO bağlı yeni lira çıkarıyorsun. Enflasyon düştüğü zaman da eski lirayı tedavülden çekiyorsun. Pek pek diyorlar ya hani birçok ülke bunu uyguluyor ve faydalı oluyor birçok ülkeye. Çünkü sağlam paran yoksa bir şey olmaz. Bak bugün Türk parası sağlam para değildir. Bırak sağlamı en çürük paralardan biridir. Bu aynı çürük malzemeyle bina yapamayacağına benzer. Ve bu şansı siz bu düşüşte bu bollukta yapabilirdiniz. Yani 2003-2004-2005'te. Çünkü yeni lirayı dövize bağladığın zaman bunu Euro’ya da bağlayabilirsin dolara da. Orada bir seçim yaparsınız. Ekonomik ilişkiler Avrupa Birliği ile çok olduğu için Euro’ya bağlayabilirsin. 1 Euro 1 dolar dersin. Bu büyük bir stabilizasyon getirecek.

Ali Babacan: Hatırlarsanız 1 Ocak 2000'de bu başlatıldı. Ama nasıl başlatıldı? Böyle bire bir bağlama değil de bir çizgiye bağlama şeklinde hatırlarsanız.

Besim Tibuk: O başlatılmadı. %20 düşüş ile İMF şeyiyle bir şeyler aynı şey değil.

Ali Babacan: Yani şöyle yaptı. Merkez Bankası ileriye doğru 1,5 yıllık bir kur ilan etti. Gün gün. Yani Türk lirasını aslında kur sepetine bağladı.

Besim Tibuk: Bak şimdi onu hatırlıyorum. O ne oldu biliyor musun Ali Bey?

Ali Babacan: Yani sabitlemedi ama ne yaptı? Sabit bir çizgiye değil.

Besim Tıbuk: O yanlış. Ama Türk parasını sen basıyorsun karşılıksız. Bak o ne yaptı biliyor musun? Onu çok iyi hatırlıyorum canım. 2000'de dedi ki %20 dedi. %20 artacak dedi. O sırada enflasyon %45 idi. Ve gelecek Şubat'ta 2001'in Şubat’ında da patladı.

Ali Babacan: Patladı. 21 Şubat.

Besim Tibuk: Rezil oldular. Sizin zamanınızda çok avantajınız şu. Çok pozitif bir atmosfer vardı Batı'da. Bak Batı'daki imaj bu kadar iyi olamazdı.

Ali Babacan: Doğru.

Besim Tibuk: Büyük sanatçılar geliyor. Avrupa bilmem nesinin futbol karşılaşmaları.

Ali Babacan: Ben Avrupa Birliği bakanıydım. Dışişleri bakanıydım. O onuru yaşadım yani. Hem yaptığımız güzel şeylerin sonucunu hem de o noktaya gelmiş olmanın onuru.

Besim Tibuk: Avrupa Birliği'nde parlamento girişimize dair ‘evet evet’ oyları verdi böyle.

Ali Babacan: Herkes kaldırmıştı ‘evet evet’ diye.

Besim Tibuk: Bak Batı'yla çok pozitif bir dostluğumuz vardı. Ve bu 2004'teki dostluk 2010'a kadar 11'e kadar sürdü. Ve Batı'da sizin yanınızdaydı. Bak 2007'de sizin bir internet kriziniz oldu. O Büyükanıt'ın yaptığı saçmalıktan sonra. Çok başarılı geçtiniz. Hiç taviz vermediniz. O sırada bütün Avrupa Amerika sizin yanınızdaydı. Ve bu çok şanslı bir dönemdi. O zaman eğer şeye geçebilseydiniz, yeni lirayı dolara bağlayıp veyahut da Euro’ya bağlayıp geçebilseydiniz, müthiş bir rahatlama olacaktı. Ücret artışı yok diyeceksin yani, ben geçtim şeye. Senin şeyin döviz, maaşın döviz. Fiyatı adam istediği gibi belirlesin, onun derdi o.

Ali Babacan: Şimdi o geçiş nasıl biliyor musunuz? Şeyle değil yani, stokla değil de akımla ancak sıhhatli olabiliyor. Demek isterim şu: elinizdeki döviz stokuyla değil, döviz akımıyla mümkün. Eğer döviz akımı pozitife dönebilseydi, yani Türkiye cari fazla üreten bir ekonomi olabilseydi, belki o noktada düşünebilecek konular bunlar. Ama tamam, döviz rezervi birikiyordu. Kaçtan? 28 milyar dolardan aldık, 136 milyar dolara çıkarttık. Fakat her sene her sene cari açık geliyordu. Dolayısıyla...

Besim Tibuk: Ama yatırım geliyordu.  Yatırım geliyordu ya, o kapatıyordu onu.

Ali Babacan: Doğru, doğru. Yatırımlar kapanıyordu.

Besim Tibuk: Gene size prim olarak söyleyeyim, özelleştirmeyi de çok akıllı yaptınız. Çok akıllı yaptınız.

Ali Babacan: Evet. Ben lafı şuraya getireceğim, bu döviz kuru aslında biraz arabanın amortisör sistemi gibi. Çünkü ekonomide içeride ya da dışarıda olacak çalkantılara karşı ya da döviz akımıyla ilgili geçici hızlanma yavaşlamalara karşı aslında döviz kuru bir süspansiyon görevi görüyor. Yani sabitlediğiniz anda bütün sarsıntıları anda hissediyorsun. Arabanın amortisörünü sökün, sabit bir şey bağlayın. Kıbrıs'taki yollarda gördüm biraz.

Besim Tibuk: Hayır, ben ona bağlı olmadığım zaman diyorsun devalüasyon da yaparım, bilmem ne de yaparım.

Ali Babacan: Ama bu piyasa dengesinde oluşuyor. Yani bollaştığı zaman biraz düşüyor. Dolayısıyla düştüğü zaman akımların içinde caydırıcı oluyor.

Besim Tibuk: Ama orada bir tercih yapacaksınız bak. Sağlam paranın faydaları ne? Mahsuru ne? Tek mahsuru bu. Bak dikkat et.

Ali Babacan: Bizim amacımız neydi biliyor musunuz? Türk lirasını 1 Euro- Dolar kadar sağlam hale getirmek ve güvenilir hale getirmek.

Besim Tibuk: Ama sağlam hale getirirken psikolojikmen ben sağlam hale getirdim yetmez. Halka ikna etmek için onu bağlayacaksın adam o lirayı götürünce karşılığında bankadan Euro alacak. Sorgusuz sualsiz. Ama bir sene değil. 6 ay, 1 sene, 2 sene alacak parasını 100 lirayı, bankaya verecek banka hiç hesap yapmadan çıkacak 100 Euro verecek. Tamam mı? Olur mu kardeşim? Olur. Çünkü burada senyoraj denen şey yani senin paranın güçlü olup saklama şeyin haline gelmesi ancak bundan mümkün olur. O zaman adam diyecek ki ‘ben Türk liramı tutayım ulan bu zaten Euro’ diyecek. Euro hesabı niye açacağım?

Ali Babacan: Ya şöyle oldu. Ben ekonominin başına geçtiğimde banka mevduatının 3'te 2'si döviz, 3'te 1'i liraydı. Bıraktığım gün 3'te 2'si lira, 3'te 1'i döviz oldu.

Besim Tibuk: Niye oldu? Çünkü dövizde tutanlar hem değer kaybettiler hem faiz kaybettiler. Döndüler bu tarafa yani.

Ali Babacan: Yani bu bire bir bağlamaktan da öte hani Türk lirası değer kazanmış, bire bir bağlamadan da daha yüksek bir güven oluştu aslında.

Besim Tibuk: Hayır olmaz. Bak mesela Hong Kong'a bakıyorum. Hong Kong doları 712 bilmem neyse 1 dolar ediyor. Kaç senedir biliyor musun? Belki 60-70 senedir abi değişmiyor.

Ali Babacan: Çünkü akımlar hep pozitif. Durmadan döviz akıyor. Mesela Singapur doları öyle.

Besim Tibuk: Yalnız döviz aktığı için değil. Onu sağlam tuttuğun zaman insanlar o parayı aynı zamanda tasarruf ediyorlar. O müthiş avantajdır. Yani senin bastığın parayı adam koyuyor kenara bekletiyor. O sana verdiği kredidir. Ve çevre ülkeleri bunu yapıyor. İcabında çevre ülkeleri senin Türk lirasını kasasına koyacak. Niye? Senden alışveriş edince şak diye verecek malı alacak. Bak bir örnek vereyim size Ali Bey. Biz çocukluğumuzda hiç mor binlik görmezdik. 50'lerden itibaren demek ki 4-5 yaşından itibaren söylüyorum. Mor binlik yoktu piyasada abi. Niye yoktu biliyor musun mor binlik? Mor binlikleri Lübnan'daki tüccarlar kasalarında tutarlardı Türk kaçakçısına ödemek için.

Ali Babacan: Ama o değer de kaybetmezdi o arada. Yoksa kasada tutmaz.

Besim Tibuk: Tebrik ederim seni. İşte sorun bu. 1950'ye kadar önce Osmanlı Bankasıydı sonra Merkez Bankası'nın sıkı politikası yüzünden Türk parası değer kaybetmezdi. Kafkaslarda bile, Balkanlarda bile o para kullanılıyordu. Orada o paranın durması demek senin hazinene adamın verdiği bedava kredi, aynı Amerikan Doları’nın faydası gibi.

Ali Babacan: Bizim dönemde Hacca, Umre ‘ye gidenler artık döviz götürmüyordu yanlarından. Çünkü Mekke'de, Medine'de esnaf Türk Lirası kabul ediyordu. Çünkü biliyordu ki Türk Lirası aldığımda bunun değeri kaybolmaz ve bir noktada bir şekilde gene riyale çeviririm diyordu esnaf yani. Ama son dönemlerde çok değişti maalesef.

Besim Tibuk: Kitabı yazılmalı son dönemin. Yani bu kadar şey nasıl yapılabilir saçmalık diye kitap yazılmalı, okutulmalı. Okutulacak bu ama öyle okutulacak yani. Türkiye'nin son 5 ekonomik senesinde.

Ali Babacan: Amerika'daki okulda bir vaka metodu var biliyorsunuz.

Besim Tibuk: Biliyorum biliyorum ben onu yaptım.

Ali Babacan: Bizim ders kitabımız olmazdı her şey vakaydı. Her şey tecrübe yani gerçek tecrübelerden. O vakalardan birisi ‘kar eden bir şirket nasıl batar’ vakası. Ben şimdi son 5 yılı öyle görüyorum. Yani Türkiye gibi böylesine büyük potansiyeli olan, böylesine büyüme potansiyeli ve zengin olma potansiyeli olan bir ülke nasıl fakirleşir? Orta direk nasıl çöker? Tam bir vaka yani.

Besim Tibuk: Aynen bravo tebrik ederim.

Ali Babacan: Yani yanlış kararlar, hukukun, adaletin önemsenmemesi. Bu devlet kapitalizmi denen yeni bir kavram var biliyorsunuz. Devlet kapitalizmi yani iş ciddi. Yani o devletin kapitalizmle iç içe olması, kimi zengin yapacağına devletin karar vermesi falan. Bütün bu yanlışlar birike birike zengin olması gereken, başarılı olması gereken bir ülke nasıl bu hale gelir? Nasıl milli gelir düşer? Tam bir vaka yani.

Besim Tıbuk: Her bakımdan. Her bakımdan. Biz de vaka metodunu gördük. Ben de işletmek istediğimde hep vaka metoduydu. Harvard'tan kopya. Harvard getirmiş kurmuş zaten. Siz de orada vakaydı. Vaka çok popüler canım. Gerçek hayatı veriyor sana.

Ali Babacan: Gerçek hayatı.

Besim Tibuk: Öyle dandik hikayeler değil yani.

Ali Babacan: Değil değil.

Besim Tibuk: Çok çok faydalıydı o.

Ali Babacan: Yani gerçek tecrübelerden teoriye yürüyorsunuz. Tersten. Tersten yürüyorsunuz yani.

Besim Tibuk: Şimdi bu konuşmayı çok önemli hale getirmek için bir konu daha gündeme getiriyorum. Bu tarihi konuşmadır. Dikkat et yani. Bu konuşmadan sonra siz zaten alıp başınızı yürüyeceksiniz. Bizi tanımamazlık etmeyin he ondan sonra. Ya sen kimsin falan filan diye. İleride iktidar oldunuz. Başbakan oldunuz. Öyle bir şey olmayacak yani.

Ali Babacan: Yani sistemi de değiştireceğiz diyorsunuz değil mi?

Besim Tibuk: Yani bizi tanı da yani merhabamız olsun. Şimdi kardeşim son günlerde şey söylüyorlar ‘Coğrafya kaderdir.’

Ali Babacan: Evet.

Besim Tibuk: İbni Haldun söylemiş. Çok severim İbni Haldun'u da bana sormadı herif yani. O zaman bana sorsaydı ‘ya dur bir dakika bunu düşünelim’ derdim. Şimdi gerçekten de herkes coğrafya kaderdir diyor bu ülkelerin performansı açısından falan filan. Ulan düşündüm düşündüm. Ulan ne kaderi be. Coğrafyası en iyi ülkeler sefil perişan. Coğrafyası yüzünden perişan olması gereken ülkeler de gayet güzel. Akıldır akıl. Coğrafya kader değildir. Kader akıldır akıl.

Ali Babacan: Bazen zor coğrafya insanı daha çalışkan hale getiriyor değil mi?

Besim Tibuk: Akıllı olan ülkeler gelişiyor. İnsanları mutlu yaşıyor. Akılsız olan ülkeler yönetimler tabii. Akıl deyince bir tek kişi demiyorum yönetimler. Mesela coğrafyaya baktığın zaman basit örnekler vereyim yani. Bunu çok sinirleniyorum bu lafa diye gündeme getirdim. Abi coğrafyaya baktığın zaman en şanslı bizim Türkiye'dir abi. İnanılmaz şanslı. Coğrafyaya bir bak. Böyle üç kıtanın ortasında bilmem ne gibi. Bundan dört mevsim olan. Bundan şanslı bir ülke olamaz yani. En şanssız ülkelerden biri de neresidir biliyor musun? İsviçre'dir kardeşim. İsviçre ben hep böyle ülkelerin tarihini okuyorum. Nerede gelişmiş ne olmuş zaten falan. İsviçre eskiden Ali Bey 300-400 sene evveline kadar kıtlıkların olduğu insanların açlıktan öldüğü bir ülke. Sadece yayla inek var. Dağların arasında ve ulaşım çok zor. Dağların arasında ve paralı asker yolluyorlar dışarıya ki oradan para gelsin diye. Böyle bir ülkeyken dünyanın en zengin ülkesi oldu. Bak böyle kötü pozisyonda olan birçok ülke var. Akıllı idareyle çok zengin ülke oldu. Fakat bir sürü güzel maddenin üzerine oturmuş. Bir Venezuela mesela. Bir bilmem ne bak. Bir Irak'a bak. Bir Libya'ya bak. Onun için coğrafya kader değildir. Bunu not edelim de bir yanlışlık olmasın. Kader akıllı, akıl. Bir numara akıllıdır.  Common sense, Ne oluyor, ne bitiyor, ona bakmak.

Ali Babacan: Doğru. Ben, bu İslam Kalkınma Bankası'nın başkanı 30 seneden sonra emekli oldu, yeni bir başkan göreve geldi. Bundan 4-5 sene önce. İstanbul'a geldiğinde de benimle de görüşmek istedi. Bakanlık dönemi falan bitmişti artık. Bana dedi ki, ya ne tavsiye edersin bana? İslam Kalkınma Bankası, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kuruluşu ve Müslümanların çoğunlukla olduğu ülkelerin hepsinde yoğun olduğu bir kuruluş. Dedim ki, ‘siz böyle köprüye, baraja falan filan kredi vermeyin’ dedim. Elinizdeki imkanları sadece iki alana yoğunlaştırın. Bir, iyi yönetişim. Yani ‘good governance’ dediğimiz, şeffaf, temiz, kural bazlı ve akıllı bilimi önceleyen bir yönetim. Bununla ilgili bu ülkelere siz finansal imkân sağlayın, bu programlara geçiş için onlara yardımcı olun. İki, eğitim. Ne kadar paranız varsa dedim, bu İslam ülkelerinde eğitim yatırımlarını destekleyin. Çünkü bu ülkeler maalesef ortak sorunlarla baktığımızda, bir, vatandaşların eğitim seviyesinin düşük olması. İki, bu ülkelerin kötü yönetilmesi. Dolayısıyla…

Besim Tibuk: Kötü yönetilmesi. Eğitim derken, bana bak, dini eğitime para verirlerse olmaz ha, ona göre yani. Adamlar İmam Hatip Okulu açarlar, İlahiyat açarlar, dini eğitim derken yani, onlardan yeterince var.

Ali Babacan: Ya şöyle, İslam dininin düzgün bir şekilde anlaşılması, doğru şekilde çocukların, gençlerin öğrenmesi de bir ihtiyaç bütün ülkelerde. Ama aynı zamanda pozitif bilimlerin öğrenilmesi ve gerçekten dünyayla yarışır nesiller yetiştirilmesi, o da çok büyük ihtiyaç yani. Dolayısıyla bu eğitim, genel eğitim bahsettiğimiz…

Besim Tibuk: Genel eğitim. Ben de şey yapıyorum, ben Müslüman ülkelerdeki bir yobazlığın artmasını büyük tehlike görüyorum, o bakımdan söylüyorum.

Ali Babacan: Evet işte orada da bir şeye ihtiyacı var. Mesela biz şeyi de çok çalıştık, hem de içinde yaşadık. Yani hani devlet yönetimiyle, dinde bunu nasıl ele alacağız? Araştırdık, konuştuk, çok saygı duyduğumuz hocalarla, ilim insanlarıyla konuştuk ettik ve şu neticeye vardık. Aslında İslam dininin devlet yönetimiyle ilgili söylediği üç şey var. Adalet, liyakat ve istişare. Bunun dışında bir şey demiyor. Bunun dışında bir model de önermiyor. Bunun dışında başka bir şey de yok yani. Bu üç ilkeyi yerine getir, devletsen tamam. Geri kalanın hepsi dinin kutsallarını devlet yönetmek için kullanma. İstismar etme.

Besim Tibuk: Bunu Hacı Hoca takımına anlatamazsın ki sen.

Ali Babacan: Şey bu, bizim geldiğimiz nokta bu. Bunu da ben pek çok yerde anlatıyorum.

Besim Tibuk: İyi yapıyorsunuz, sizin lafınız daha değerli olur. Çünkü siz dindar bir kesimden geliyorsunuz ama ben iyimser değilim yani. Bu şey kadrosu var ya…

Ali Babacan: Yani bu üç konu ne? Yani devletin varlık sebebi değil mi? Adalet varlık sebebi zaten olacak. Liyakat yani işi ehline vereceksin.

Besim Tibuk: Evet.

Ali Babacan: İşi ehline vereceksin. Yani işi ehline vermek… Bazen bazı görevlerde o işi en iyi yapacak kişi Müslüman olmasa, başka bir dine mensup olsa vereceksin. Ateist olsa da vereceksin. O işi en iyi yapabilecek kimse ona vereceksin. Yani liyakat dediğimiz o. Üçüncü ise istişare. Yani karar alırken tartışacaksın. Mesela meclis en önemli aslında istişare mekanizması çalıştırılsa değil mi? En önemli. Bu üç ilkeden başka bir şey yok. Bunun dışında her şey dinin kutsallarını otorite için kullanmaya çalışmak, dinin kutsallarını kendi yanlışlarını kamufle etmek için istismar etmek yani. Başka bir şey değil.

Besim Tibuk: Zaten öyle. Politikacılar dini istismar ediyor, din adamları politikacıları istismar ediyor. Arada halk gidiyor gümbürtüye.

Ali Babacan: Bunu Avrupa demokrasilerinde çok inceledik ve bu 354 maddelik temel haklar, eylem planında bu konularla ilgili de şöyle bir çerçeve ortaya koyduk. Dedik ki; Bir rahmetli Özal'ın da dediği gibi vicdan hürriyeti değil mi? Yani 3 özgürlükten bahsediyordu, 3 hürriyet alanından. Üçüncüsü de vicdan hürriyeti. Dolayısıyla insanların istediği gibi inanması, inandığı gibi ibadet etmesi ve inançları doğrultusunda da örgütlenmesi. Bu çok temel bir insan hakkı. Ama bu örgütlenmenin de şeffaf olması. Yani eğer örgütleneceksen ya dernek olarak ya vakıf olarak örgütlen. Açık olsun, şeffaf olsun. Dolayısıyla devletin bu konulardaki düzenlemesi olsun ama aynı zamanda da denetim fonksiyonu da olsun. Böyle bir bakış getirdik. Tabi bu da tartışılabilir ama kendi tecrübemizden de dünya tecrübelerinden de baktık. Böyle bir formülü önerdik ama bu da tabi tartışılabilir, geliştirilebilir. Karşı çıkanlar olabilir.

Besim Tibuk: Benim bu konudaki durumum çok kötümser. Müslüman ülkelerle ilgili çok kötümser. Yalnız Türkiye'ye bakmıyorum ben. Pakistan'a bakıyorum, Malezya'ya bakıyorum. Afganistan belli, İran belli.

Ali Babacan: Ben başbakanken yardımcısıyken öyle bir noktaya gelmiştik ki, Çin değil mi? Bu Şi Jinping seçildi. Li Keçiang da başbakan oldu. Ki Şi seçilmeden, daha doğrusu cumhurbaşkanı olarak göreve gelmeden bir 6 ay önce Türkiye'ye ziyareti yaptım.

Besim Tıbuk: Kim hangisi?

Ali Babacan: Şi Jinping, şu andaki Çin Cumhurbaşkanı. O zaman Cumhurbaşkanı yardımcısıydı. Ama Cumhurbaşkanı olacağı belliydi. Ve önemli bir tur yaptı. Yanılmıyorsam 4-5 tane kilit ülkeye uğradı, bir de Türkiye. Ve ben bir gün onunla sabahtan akşama kadar beraber olduk. Daha sonra Cumhurbaşkanı oldu. Li Keçiang da başbakan oldu. Şu anda ikisi de devam ediyor. Biri cumhurbaşkanı, biri başbakan olarak. Ve hemen sonra, yani bunlar göreve geldiğinde, sanırım altı ay sonra falan, beni Urumçi'ye davet ettiler. Li Keçiang, başbakan değil, direkt beni davet etti. Ve orada her taraflı görüşmeler yaptık. Çin'in batı bölgesiyle Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin geliştirmesi. Ve aynı zamanda orada Müslüman nüfus var. Müslüman nüfusun bu dünyadaki aşırıcı akımlar var, radikal akımlar var. Din istismarıyla şiddet, aşırıcılık falan. Bunlara karşı kendi Müslüman nüfuslarını gerçek İslam anlayışıyla nasıl yetiştirebilirler, ne yapabiliriz diye bununla ilgili bize işbirliği önerdiler. Bakın, bu en hassas olduğu, Çin Devleti'nin en hassas konusudur böyle.

Besim Tibuk: Korkuyorlar.

Ali Babacan: En hassas konusudur. Ve o konuda kendi işlerini açtılar. Ve niye yaptılar bunu? Çünkü güvendikleri için yaptılar. Dediler ki siz bu konularda çok dengeli, saatli işler yapın. Ama bu ne zamanın Türkiye'si?

Besim Tibuk: 15 sene evvel.

Ali Babacan: 2012-2013. 10 sene öncenin Türkiye'si. Yani bugün Türkiye'si 10 sene öncenin. İtibarımız yerinde, havamız yerinde, başarılıyız falan filan. Fakat daha sonra öyle gelişmeler oldu ki birdenbire kapattılar. Bizim Büyükelçi oraya gidemiyor şu anda. Bizim Büyükelçi'nin o bölgeye gitmesini yasakladılar falan filan. Şunun için söylüyorum. Bu konularda da gerçekten gerçek ilim insanlarıyla, yani İslam dilini kullanan değil, gerçek İslam'ı anlamaya çalışan ilim insanlarıyla çalışmak. Ve o konuda da devletin bir ön alıcı, yol gösterici, yön verici fonksiyonu da ben biraz önemli görüyorum. Çünkü devlet bunu yapmadığı zaman bu boşluğu doldurabilecek çok akımlar var dünyada. Ve riskli akımlar bunlar yani. Onun için orada da bir miktar faaliyetin, bir miktar akıllı yapılan çalışmaların ülke için, gelecek nesiller için ve Müslümanların yaşadığı ülkeler için de kıymetli olacağını da düşünüyorum doğrusu. Yani orada çok da böyle hadi bırakalım denilecek bir alanda değil. Ama bunu ne için? Bunu gerçekten uzun vadeli. Yani iktidarı güçlendirmek için bu konuları istismar etmek değil. Tam tersine bu konuların doğrusu anlaşılsın, gerçeği anlaşılsın. Ve yeni nesillerimiz aydın ufukları geniş yetişsin. Yani hani kapalı dogmalarla değil, ufku açık, bilerek yetişsinler. Bütün seçenekleri, bütün tercihleri görsünler ama içlerinden kendileri için doğru hissetsinler. Yani bu...

Ali Babacan: Teşekkür ederim. Güzel bir sohbet oldu.

Besim Tibuk: Benim için de güzel bir sohbet oldu.

Besim Tibuk: Türkiye enteresan bir ülke yav. Hiç yani dikkat et. Canın sıkılmaz.

Ali Babacan: Ama bu güzel ülkemizi, bu güçlü olması gereken ülkemizi seviyoruz. Ülkemiz için çalışacağız. Dünyayı bileceğiz ama Türkiye için çalışacağız. Çünkü Türkiye güçlendikçe, Türkiye'de biz başarılı oldukça, Türkiye'de demokrasi başarılı oldukça pek çok ülkedeki demokratlar da heyecanlanacak ve ümitlenecek. Türkiye'deki demokrasinin kazanması çok çok önemli. Son 15-20 yıldır bir maalesef bu liberal demokrasiler biraz düşüşte. Bu otokrasinin ağırlıklı bir eğilim haline geldiği demokrasiler biraz daha yayılıyor, yaygınlaşıyor. Böyle bir dönemde demokrasiyi savunmak, demokrasi mücadelesi vermek önemli. Ve biz de sonuna kadar bu mücadeleyi devam ettireceğiz.

Besim Tibuk: Valla benim en başarılı programıyla bulduğum parti sizsiniz. İnşallah dediğim gibi o kitlesel desteği de alırsınız. Bir desteğiniz var. Yüzde 3, yüzde 5. Bunu yüzde 10, 15, 20'ye eski ANAP ve DYP'li oyları da toplayarak ki onların gitmesi gereken tek adres söylüyorum sizin partidir. Ciddi bir harekete dönüşebilirsiniz. O zaman da memlekete büyük hizmetiniz olur. Yani memleketin size ihtiyacı var. Sizin o görevlere ihtiyacınız yok. O mevkilerde bulundunuz zaten. Milletin de biraz böyle düşünmesi lazım. Anlatabiliyor muyum? Milletin iyi bir idareye ihtiyacı var. Onun için size başarılar dilerim.

Ali Babacan: Sağ olun, teşekkür ediyoruz.

Besim Tibuk: Eğer sıkışırsanız da Kıbrıs'a gelirsiniz.

Ali Babacan: Şimdi seçimi kazanınca ne yapacaklarımız belli ama önemli olan kazanabilmek.

Besim Tibuk: Proje hazır da millet araziyi vermiyor.

Ali Babacan: Önce o yetkiyi halkımızdan almamız lazım. Onun için de biz istişareye çok önem veriyoruz. Sizin gibi hem iş hayatında hem siyasette geniş tecrübesi olan kıymet verdiğimiz insanlarla sohbette bizi düşünce olarak zenginleştiriyor.  Tekrar çok teşekkür ediyorum.

Besim Tıbuk: Ben teşekkür ederim Ali Bey.

Ali Babacan: Keyifli bir sohbet oldu.

Besim Tıbuk: Kahveyi de iyi yapıyorsun. Sen mi yaptın başkası yaptı da sen mi getirdin?

Ali Babacan: Makine yaptı.

Besim Tıbuk: İyi numara.

Ali Babacan: Tarifine uygun, ölçeğine uygun koyduğunuz zaman makineler yapıyor artık.

Besim Tıbuk: Dökmeden de getirdin yani.

Ali Babacan: Eskiden kız istemeye gidildiğinde, dur bakalım kahve nasıl diye bakılıyordu değil mi? Bir de içinden tuz çıkarsa felaket. Teşekkür ederim. İyi çalışmalar diliyorum.

Besim Tıbuk: Ben çok teşekkür ederim geldiğiniz için. Çok sempatik, başarılı bir adamsınız. Söyleyeyim yani. Ve memlekete şimdiye kadar da çok hizmetleriniz oldu. Oldu yani onu ben yakından takip ettim. İnşallah bundan sonra çok iyi olacak.

Ali Babacan: İnşallah. Ülkede sorunlar olduğu sürece, bizim de çözecek fikirlerimiz ve hazırlıklarımız olduğu sürece hizmete devam.

Besim Tıbuk: Evet.

Ali Babacan: Sağolun.

23 Ağustos 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bi' Kahve Konuk Naci Görür Programı Açıklama

Ali Babacan: Bizi izleyenler için bugünkü Bi' Kahve programımızın konuğu Prof. Dr. Naci Görür. Naci Hocamız sağ olsun Türkiye'de depremle ilgili bilincin yaygınlaşması için, depremle ilgili farkındalığın artması için hem deprem öncesi hazırlık, hem deprem anında müdahale ve genel anlamda afet yönetimiyle ilgili gerçekten Türkiye'nin bu konudaki düşünce önderlerinden ve kendi konusunda da sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada tanınan, bilinen çok değerli bir bilim insanımız. Bugünkü konumuz deprem.

Bu çekimi aslında biz 17 Ağustos depreminin olduğu tarihten, 17 Ağustos'un 24. yıl dönümünün olduğu tarihlerde yapıyoruz. Belki yayınlanması önümüzdeki haftayı bulur ama biraz da 17 Ağustos bu deprem haftası vesilesiyle yeniden biraz deprem konuşalım istedik. Sadece konuşalım değil, aynı zamanda ne yapalım, toplum olarak ne yapalım, kamu ne yapmalı, devlet ne yapmalı, halk olarak nasıl hazırlanmalıyız. Bu konuda oldukça faydalı bir sohbet yapacağımıza inanıyorum. Tekrar hoş geldiniz.

Naci Görür: Hoş bulduk.

Ali Babacan: Ben şöyle bir soruyla başlayayım. Ne yapalım, hangi başlıklarda çalışalım? Yani şöyle bir odaklanmamız gereken konuları sayarsak hocam, hangi başlıklara odaklanmamız gerekiyor?

Naci Görür: Yani ben şöyle düşünüyorum. Şimdi, bizim ülkemizde insanlarımız ‘Niye deprem olur? Neden deprem oluyor? Bu depremler ne zaman bitecek?’ gibi sorular soruyorlar. Depremi sanki geçici bir şeymiş gibi algılıyorlar. ‘Şu bir geçse de bitse de kurtulsak’ gibi düşünceler var. Yani konuşmamızda biz kendi ülkemiz insanla depremin bu ülkede kalıcı olduğunu, milyonlarca senedir devam etmekte olduğunu, daha edeceğini ve hiç fazla dertlenmeden, sormadan bir ölçüde, tabii öğrenmek için daha fazla ayrıntı isteyebilirler ama bu ülkenin bir deprem ülkesi olduğunu ve bunun da hiç değişmeyeceğini bilmeleri ve şunu kabul etmeleri lazım; Biz bir deprem ülkesindeyiz. O zaman depremleri de durduramayacağımıza göre her depremde büyük kayıplar verip acı çekmemek için biz oturduğumuz yerleri deprem güvenliği, deprem dirençli hale getirmeliyiz fikrini kabul edip bunun için gereken ne ise onu yapmaları şart. Bunu becerdiğimiz an zaten bu ülkede biz deprem sorununu halletmiş olacağız. Ama öncelikle de buna halkın sahip çıkması lazım. Onun için isterseniz deprem niye oluyor, neden oluyor? Bu ülkenin niye bir anlamda kaderi bu deprem? Onu bir anlatmakla, konuşmakla başlayalım.

Ali Babacan: Doğru. Yani milyonlarca yıldır bu coğrafyada depremler olmuş ve uzunca bir süre daha olmaya devam edecek. Önce bu gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor. Dünyada çok kıymetli bir coğrafyaya sahibiz. Tarihçilerin, siyaset bilimcilerinin dünya coğrafyasında adeta yüzük taşı diye nitelendirdiği çok gerçekten göz bebeği gibi korumamız gereken bir ülkemiz var, vatanımız var. Ama bu aynı zamanda depremin sık olduğu bir yer. Dolayısıyla bu gerçeği kabul edip ona göre hazırlık yapmak gerekiyor. Peki hazırlığı nasıl böyle üç beş başlıkta sayarsak, yani hangi başlıklar altında ele alabiliriz hocam? Yani deprem hazırlığı ya da deprem sonrası yönetimi artık daha büyük resme baktığımızda şöyle üç beş başlıkta sayacak olursak en önemli konular neler odaklanmamız gerekiyor?

Naci Görür: Evet, şimdi önce halkımız şunu bilmeli ki, Türkiye'de göreceli olarak deprem olmayan yer hemen hemen yok. Yani biz Türkiye'de nereye gidelim ki bu depremden uzaklaşmış olalım dedikleri zaman genellikle bazı yerler biraz daha sakin olabilir ama Türkiye'de öyle bir yeri kolay kolay bulmak mümkün değil. Bu demektir ki Türkiye'de her kentin depremle karşı karşıya kalması, fayların deprem yineleme periyodu dolduğu zaman kaçınılmaz.

Haritaya bakarsak, deprem haritasına, AFAD'ın yaptığı, META'nın yaptığı canlı fay haritasına, diyelim ki İç Anadolu bölgesi göreceli olarak biraz daha sanki deprem tehlikesi azmış gibi gelir. O Konya-Türkiye yörü falan.

Ali Babacan: Ben Ankara'dayım, işte fay hatları ya yukarıda ya aşağıda diye biz biraz daha rahat oturuyoruz.

Naci Görür: Yani Ankara'ya yakın kesimler öyle düşünülür. Ama biliyorsunuz yakında da yine Konya'da bir deprem oldu. O bölgelerde de yine canlı faylar söz konusu ama kimi yerlerde daha yoğun, fayların mevcudiyeti daha yoğun. O nedenle işte demin sizin dediğiniz gerçekliği kabul etmek lazım ki bizim ülkemiz bir deprem ülkesi.

Aslında Alp-Himalaya dağ kuşağının üzerinde yer alan bir ülkeyiz biz. Yani asıl bu deprem kuşağının bir anlamda göbeğindeyiz. Burada deprem olmaması anormal. Yani bu Alp-Himalaya dağ kuşağı genç bir orojen, dağ kuşağı.

Ali Babacan: Alp dağlarından başlayıp da Asya'ya uzanan dağ hattı.

Naci Görür: Onun için yani bu kaçınılmaz bir şey. Şimdi biz bunu kabul edelim. Aynen Japonya gibi. Şimdi ben sanmıyorum ki Japonlar ya nereye kaçalım, nereye gidelim? Hangi ülkeye göçmen olarak gidelim derdi yoktur herhalde onlara. İmkanları da yok. Hayır buna gerek de duymuyorlar. Yani bulunduğu yer belli, şartları belli. Bu şartlara rağmen biz nasıl yıkılmadan yaşayabiliriz? Nasıl insanlarımızın can güvenliğini sağlarızın bilincinde. O şekilde oluyor. Biz ülkemizde de aynı şeyi yapmak zorundayız, durumundayız. Ve gerçekten depremi durduramayacağımıza göre, her depremde de binleri, on binleri toprağa veremeyeceğimize göre halk olarak, yönetim olarak, yöneticiler olarak bizlerin kendi ülkemizdeki her yerleşim alanını deprem dirençliği, depremde yıkılmayacak, deprem olduğu zaman minimum zararla o depremi atlatacak yapılanmaya sahip olmamız lazım.

Şimdi başlıklara gelince, şimdi önce bugünkü karşılaşılan problemleri düşünerek diyorum ki, deprem kentleri, bu her kent için ayrı ayrı da olabilir. Çünkü kentlerin özellikleri de farklı. Yani nasıl bir depremle karşı karşıya kalacakları, ne kadar etkileyecekleri, hangi deprem etkisinin orada nasıl farklılık yapacağını da aşağı yukarı söyleyebiliriz. Ama belki o yasa yapıcı açısından zor olabilir. Yani her kente bir deprem yasası olmayabilir. Bütün ülke çapında bir deprem yasasına özellikle sahip olmak lazım. O yasa da kentleri depreme hazırlamada geçerli olacak bir yasa. Yani benim kanaatime göre, ben yasa bilmediğim bir konu olduğu için ama özel bir yasa olmalı. Yaptırım gücü de tartışmasız biraz otoriter bir yasa olmalı. Ve elbette ki adil olmalı, kucaklayıcı olmalı, devletin şefkatini göstermeli, o yönlerine bir şey demiyorum. Ama böyle fazla misamahkar, böyle fazla tartışmalı, oraya buraya çekecek nitelikte olmamalı. Bunu niye söylüyorum? Söz gelimi, bana diyorlar ki: ‘ya hocam sen evinizin deprem performansını ölçtür diyorsun. İşte biz 5 daireyiz veya 10 daireyiz, 8'imiz evet diyoruz, 2 kişi de bizim burayı ölçmeye gerek yok diye hiçbir şey yapamıyoruz’ diyor. Yani bunun gibi onu diyorum.

Ali Babacan: Ya çocuk çıkarsa başıma ne iş açar?

Naci Görür: Yani bu tür şeyler depreme hazırlık kentlerinde veya kentleri depreme hazırlık yasası olduğu zaman bence bunlar çözülmüş olmalı. Bu iş kolay olmayabilir, zor olabilir ama bu sizler gibi siyasetçilerin, ülkeyi yönetmeye soyulmuş devlet insanlarının bir işi bizim düşüneceğimiz konu değil. Böyle bir yasa olmalı. Şimdi bu yasayı söyledikten sonra Türkiye'de o yok. Muhakkak ve muhakkak her kentin bir mikrobölgeleme çalışmasının olması lazım. Şimdi ben şöyle hayret ediyorum. Bütün kentlere baktığınız zaman çoğu veya benim konuştuğum yetkililer ‘bizim mikrobölgeleme çalışmamız’ var diyor. Halbuki o mikrobölgeleme değil. Yani diyelim üniversitelerden oradan buradan böyle bazı makaleleri alıp cut-paste yani kes ve yapıştır şeklinde bir rapor yapıp ciltleniyor, koyuyor raflara işte bu bizim mikrobölgeleme çalışması.

Mikrobölgeleme çalışması özellikle sondaj verilerine, cofizik verilere, yeraltı jeolojisine, aletsel çalışmalara dayalı uzun süreli ciddi bir iştir. Yani bak bu 99 depreminin ilk arifesinde JICA firması Japonya'nın buraya geldiğinde mikrobölgeleme çalışmaları yapıldığında ben de o zaman belediyede belli ölçüde yani biraz bizimle konuşuyorlardı, fikirlerimizi de alınıyordu. O zaman biz bir ilçenin mikrobölgeleme çalışması, ben hatırlıyorum ihaleye çıkılıyordu, 20 milyon dolar gibi rakamlar gerektiriyordu. Yani ciddi bir iş. Yoksa şimdi her ilin bu cumhurbaşkanlığı, her ilde bir risk azaltma planı yapın diye resmi gazetede çıkıp gönderildiği zaman İRAP diye, İl Risk Azaltma Planları. Bütün iller İRAP yaptı. Ama bu mümkün değil yani. İRAP'ı yapabilmek için mikrobölgelemeden daha fazla şey yapmak lazım. Ama şimdi her ilin İRAP'ı var. Yani böyle oturup 3 kişi, 5 kişi yazacak bir şeyse o da yazıldı. Nitekim RAF'lara konuldu o değil.

Ali Babacan: Mikrobölgelemenin sağ çalışması gerekiyor.

Naci Görür: Evet. Şimdi dolayısıyla mikrobölgeleme çalışmasını yaptığınız zaman yapmak da yetmiyor. O kentin yönetimini, yönetim esaslarını, karar mekanizmalarını, kentin gelişimini, mekan kullanımını, bütün onların temelini de o mikrobölgeleme verileri oluştururmalı. Yönetmelik ve yasalarla ona bağlanmalı.

Ali Babacan: Mikrobölgelemede temel veri kaynağı zemin etüdü değil mi hocam?

Naci Görür: Yani sadece zemin etüdü değil. Sadece mesela arz edeyim şöyle. Ama dediğim anlaşıldı değil mi? Yasal olarak da ona bağlı olmalı. Yani ben diyelim ki…

Ali Babacan: İlk başta bahsettiğiniz çerçeve yasanın mikrobölgelemeden hareket ederek bütün şehir planını oluşturması.

Naci Görür: Evet. Ben mesela bakan olduğumu düşün, gelip de belediye başkanına, benim partimin belediye başkanı, ‘ya kardeşim bak burada şu bölge güzel, o bölgede 300 tane konut yapalım’ dediğim zaman belediye başkanı bilgisayarına girip o mikrobölgelemede verilerine göre bakarsa, o mikrobölgeleme verileri de diyorsa eğer ‘sen burada bina değil çivi bile çakamazsın çünkü deprem etkisini 5 misli en az büyütür. Olsa olsa yeşil alan olur’ diyorsa Bakan’a ‘hayır yapamayız efendim. Burada ancak yeşil alan yaparız’ demem lazım.

Ali Babacan: Genelde böyle ya burası güzel denilen alanlar hocam düz.

Naci Görür: Evet.

Ali Babacan: Haffiyatı kolay. Yani toprağı yumuşak. Maliyeti düşük yerler. Ama o yerlerde zemin açısından da en riskli yerler yani. Gevşek zemin çünkü.

Naci Görür: İşte onun için söyledim.Mikrobölgeleme esaslı yönetim doğanın özellikle afeti, depremi öngördüğü şekilde esaslara göre minimum hasarı verebilecek, maksimum güveni sağlayacak konumlara göre o yasanın çalışması lazım. Şimdi mikrobölgelemeyi de çok kısa söyleyeyim. Çoğu kez onu insanlar bir zemin etkisi olarak düşünüyor. Zemin etki de onun bir parçası. Şimdi deprem olduğu zaman biliyorsunuz yerin altından yani en az 10-15 kilometre, 5 kilometre, 20 kilometre alttan geliyor. Yani ilk fay kırıldığı zaman alttan bu dalgalar yayılıyor. Şimdi bu dalgalar önce kilometrelerce görece daha sağlam kayaların içinden hareketle geliyorlar. Çünkü yerin altındaki kayalar daha serttir, kompakttir, gözeneği yoktur, suyu falan yoktur falan yani muhkem sağlam kayalardır. Bunların üzerine geldiğin zaman yeryüzüne yakın yerde bizim inşaat yaptığımız 0-30 metre arasına inşaatçılar zemindir. Yerbilimciler bizler demeyiz ama onlar zemindir. Gevşektir, tanelidir yani hafif şeylerdir. Şimdi deprem dalgaları zemine geldiği zaman karakterleri değişir. O zemin deprem dalgalarını süzer, aynen süzgeç gibi. Kimi dalgaların periyodunu, genliğini onu bunu değiştirir, zararsız hale getirir. Kimisinin de etkisini.alabildiğince artırır.  Söz gelimi zemin, bulunduğun yer çok yumuşak, böyle taneli vesaireyse bir bakarsın ki orada es dalgalarının hızı azalır, yavaşlar, genliği artar, başlar orayı sallamaya. Çok fazla şiddetli bir deprem neden olur, yıkıma neden olur. Kimi yerlerde ise dalgaların hızlı geçmesini sağlar, göreceli olarak çabuk geçtiği için zararı orada azaltır. Veya o dalgalar zeminle rezonansa girerler, o rezonans binanın rezonansıyla uyuşursa, aynı sallımıyla binayı gereğinden fazla sallar, hallaç pamuğu gibi atarlar, yıkarlar.

Yani mikrobölgeleme dediğim sadece zemin değil, litolojiyi bileceksin. O zeminin içinden geçen, diyelim ki es dalgalarının hızının değişimini bileceksin, ‘pe’ dalgalarının hız değişimini bileceksin, yeraltı suyunu bileceksin, basıncını bileceksin, kırığını bileceksin, heterojenin tersini bileceksin. Yani çok boyutlu bir çalışma bu. Bunu bizim yer bilimcilerin de önemli bir kısmı kavrayamıyor. Ve zaten bu zemin etütleri, bak bunu söyleyeceğim, inşaatçılar beni affetsinler, bugün bizim gördüğümüz, alıştığımız zemin etütleri cidden zemin etütü değil yani. Yani kimisi çok iyi yapıyordur, kabul. Saygı duyuyorum, onu bir şey demiyorum. Benim de çok bildiğim konu değil. Ama gördüğüm bir takım zemin etütleri binalar için yapılıyor. Emin olun numune almayı bile beceremiyorlar. Aldıkları numuneler bile kabul edilmeyecek nitelikte olduğu için, diyelim zeminin kilini, bilmem neyini, her şeyini kaybediyorlar, sadece kumunu alıp getiriyorlar. Çünkü zemin numune alma işinde bazı ince malzemeleri kaybediyor. O daha sadece kum geliyor, onu da bakan adam bu kumlu zemin diye ona göre hesabını kitabını yapıyor. Halbuki yani inşaatçı yerinde zemin o zemin değil. Yani numune almasından tutun, bu işin değerlendirmesine kadar.

Ali Babacan: Kuyular açılıyor, karotlar çıkarılıyor. Ama karotların temsili karotlar olması.

Naci Görür: Aynen öyle. Karot almayı beceremiyoruz o karotlar da, gerçek karotlar değil.

Ali Babacan:  99 depreminden önce bir bina yapmıştık da biz özel sektördeyken kendimize. İstenmemesine rağmen onların hepsini yaptırmıştık, oradan az çok aklımız kalmış. Bir sürü kuyu açtırmıştık. Şimdi beton harme projesi çizecek, iyi de neye göre çizecek proje? Zemini bilmiyoruz, zemini bilmiyoruz. O zaman mikrobölgeye falan bırakın, zemin etidi zorunlu bile yok yani.

Naci Görür: Yani çok göstermelik zemin etidi yapılıyor. En önemli olmasına rağmen.

Ali Babacan: Aradık zor bulduk o işi yapanları da. Kuyular kazıldı bir sürü, karotlar çıkarıldı, o karotlar teste gönderildi falan filan. Beton harme projesi de ona göre oluşmuştu o zaman. Bir tane bina tabii Türkiye'de.

Naci Görür: Şimdi konuya gitmek için belki Arıntıyon'a geliriz. Demek ki bu mikrobölgeleme çalışması yapılacak. Artık kentin fiziki gelişimi, büyümesi, binası nerede kaç katlı yapılacak? Nerede düşey mimari esas? Nerede sıvılaşma olur? Asla oraya bina yapmayacaksın. Nerede fay geçiyor? Onun üzerine yapı yapmayacaksın gibi... Yani yöneticiminin karar vereceği bütün veriler, bilgiler o mikrobölgeleme yazılımıyla karar verici mekanizmanın önüne gelecek. Kenti ona göre yönetecek. Yönetmelikler ve yerel yasalar da ona göre olacak. Bunlar da o dediğim deprem yasasının içinde yerini alacak. Ve hükümet kimse buna müdahale edemeyecek. Yani ben İçişleri Bakanı'yım. Ben bilmem şu şeycilik bakanıyım. Bu böyle olacak. O yok. Oranın yasası o. Ana yasası o. Mikrobölgeleme olacak.

Ali Babacan: Yani yasa diyecek ki mikrobölgeleme şöyle şöyle yapılır.

Naci Görür: Tabiatın kendisi olacak.

Ali Babacan: Ve yapılaşma ve şeyi planlarda onun gerektiğini gibi yapılır. Aslında bir cümle o kısmı yani. Emredici bir hüküm yani.

Naci Görür: Tamam ama onu sizler daha iyi yapacaksınız.

Ali Babacan: Ben de hukukcu değilim de epey bir yasa çıkarttığımız için zamanında yani.

Naci Görür: Şimdi ben anlamadığım için yani izah edebiliyor muyum meran mı diye anlatıyorum. Şimdi bu iş olduktan sonra kentin yöneticisi beni düşünür. Mesela İstanbul'u ben depreme hazırlıyorum. Veya Malatya'yı veya Elazığ'ı. Şimdi bir şey şu. Benim bölgemin tehlikesi nedir? Yani ben depremi sadece konuşuyorum. Yani iklimdi, yağıştı, onu demiyorum yani. O ayrı. Tehlike analizi nedir benim bu kentimin? Ben valiyim veya belediye başkanıyım. Bu deprem olduğuna göre oradaki faiz sistemi. Onu bütün ayrıntılarıyla inceleyeceğiz. MTA mı inceler? Üniversite mi inceler? İhale yaparsınız, özel sektör mü inceler? Ne yaparsanız yapın ama o fayın enini, boyunu, kentinize uzaklığını, o fay deprem üretirse ne kadar deprem üretir? Kapasitesi ne? Ne kadar sıklıkta üretir? Tekerrür periyodu ne? Veya bu fay hangi fay sistemleriyle ilişkili? Onlardan aktarma stres alabilir. Stres dediğim de fayın geçtiği kayaları kırma gücü. Yani ekstra kuvvet nereden alabilir? Gibi o fayın bütün özelliklerini inceleyeceksin. Yani kentin belediye reisi, valisi de bunu bilmek zorunda. Bu bilgiyi, bu veriyi bir tehlike analizi, deprem tehlike analizi olacak. Bunlar daha gelmedi ki hazırlamaya. Bakın altyapıda neler lazım. Üçüncüsü, yani üçüncü demiyorum, öbürlerini de sayacağım. Bir diğeri de ondan sonra. Başkan bilecek ki bu tehlike gerçekleşirse benim kentimi nasıl etkiler? Kenti etkilemek yani şöyle bir lafla olmaz. Biz hep öyle oluyoruz. Oo çok etkiler ya, yıkar ya. Allah Allah göstermesin neler neler olur. O değil. Bilimsel bilimsel. Kentin bileşenlerini, yani ona işte sayacağız onu. Diyelim ki halkı, altyapımı, yapı stokumu, çevre ve ekosistemimi ve ekonomimi ne kadar nasıl etkiler, ne kadar zayiat verir. Bunu da öyle kaşı gözü karartarak, böyle tahmin ederek değil. Bilimsel yöntemlerle, sayısal olarak çalışarak bunları önüne koyacaksın. Yani deprem gelirse bana vereceği zarar bu. Peki ne yapalım? İşte geçiyoruz diğer aşamaya. Deprem gelmeden önce bu benim kentimin bileşenlerinin alacağı riski şimdiden azaltayım. Yani ‘şu kadar evim yıkılacak’ denildi değil mi? O zaman o evimi yıkılmayacak hale getirmeye çalışmalıyım. Veya ‘şu kadar insanım ölecek’ denildi değil mi? E insanım ölmesin diye önlem alayım gibi önlemler almaya başlayacaksın. Ve o zaman göreceğiz ki deprem geldiği zaman, olduğu zaman deprem geçecek. Ne bizim günlük yaşantımızda bir değişiklik olacak, ne bir afetle karşılaşacağız, minimum hasarla belki geçeceğiz. Buna bir örnek, işte iki örnek. Biri Türkiye'den, bizde 6 Şubat depremleri oldu. Evet büyüktü, istediğin kadar abart ama minimum 60.000 kişi öldü. Bu depremden çok daha büyük deprem 9.5, 2022'de oluyor Şili falan tarafında 7 kişi öldü. Veya ölmüyor bile. Bu tesadüf değil, bu hep yaşanan bir şey.

Ali Babacan: Hatta onun bile özeline gidiyorlar.  Nasıl olur da 7 kişi ölür? Nasıl olur da 10 kişi ölür? Nerede hata yaptık?

Naci Görür: Biz ülke olarak her depremde, böyle büyük depremlerde 10.000'ler, orta boyutlukta depremde yüzler. Yani yıkımın olmadığı depremlerde insanlarımızı eğer kaybedersek bize yakışmayan bir durum bu. Yani Türk milletine bu dünyada milletler camiasında emin olun başımızı dik tutamayız. Böyle bir şey kabul edilemez, edilemez ya. Bu engellenebilir bir şey, bunun örnekleri var. Peki bir devletin de en önemli görevi insanlarının can güvenliğini sağlamaktır ya. Devlet bunun için var Allah aşkına. Yani bu işi halletmemiz gerekiyor.

Ali Babacan: Hocam bundan sanırım 3-4 sene önce, 2019 diye hatırlıyorum yanlış hatırlamıyorsam. Bu Pazarcık merkezli bir depremin olabilmesiyle alakalı ve deprem sonrasının simülasyonuyla ilgili AFAD mühendisliğinde bir çalışma yapıldığını biz öğrendik.

Naci Görür: 2019…

Ali Babacan: 2019 değil mi? Doğru hatırlıyorum. Ve orada o senaryo aynen anlatılıyor. Yani Pazarcık merkezli bir deprem ki Pazarcık'ta oldu gerçekten. Yani senaryonun çalışılmasından yaklaşık işte 4 sene sonra oldu deprem. Belli ki belli dönemlerde de bu işle ilgili bir gayret var. Hani bir hazırlık gayreti var. Ama o hazırlık gayretinin fiili hazırlığa da dönüşmeyle ilgili sıkıntılar görüyoruz. Siz onu takip edebildiniz mi o dönemde? AFAD’ın yapmış olduğu çalışma yani nasıl oldu bu simülasyon sonucundaki bulguların ne kadarıyla ilgili tedbir alınabildiği ne kadarıyla alınamadığı? Çünkü ben o çalışmayı önemli gördüm. Tam da dediğiniz şekilde ‘Evet böyle bir şey olabilir’ diye ‘Peki olduğunda ne yaparız ne olur?’ gibi belli ki bir çaba olmuş. Daha sonra da gerçekten büyük felaket başımıza geldi.

Naci Görür: Şimdi bu gelen deprem yani böyle ani olan, bilinmeyen bizi gaflet içerisinde bağlayan bir deprem değildi. ‘Bağıra bağıra geliyorum’ diyen depremdi.

Ali Babacan: ‘Kaza geliyorum demez’ler halk arasında.

Naci Görür: Bu bağrıdı ve bu depremin geleceğini bizler söyledik. Yani AFAD'ın yaptığı o bir şey, tatbikat. Onu bırakalım. Ama bilim dünyası yani bu depremin geleceğini devamlı söyledi. Yani benim yüzlerce videom var. Maraş'taki halk da biliyor, oradaki halk da biliyor. Depremden önce ‘Maraş'a dikkat edin edin’ diye diğer dilimizde tüy bitti. Yani bu biliniyordu. Halk da biliyordu. Yerel yönetimler de biliyordu.

Ali Babacan: Biz de bir Kahramanmaraş kongresi yapmıştık, ilk kongremizi ve oradaki benim kongre konuşmamda önemli bölüm deprem ve depremin özellikle Kahramanmaraş'ta çok yıkıcı olabileceği, zeminin sıkıntılı olduğu ilgili bir konuşmam var. Ve o konuşmayı bir otelde yapıyorum. Otelde kongremizi yapıyoruz.

Naci Görür: Depremden önce değil mi?

Ali Babacan: Depremden önce. Yani depremden bir sene, bir buçuk sene önce. Ve o konuşmayı yaptığım otel yıkıldı. Hatta yakın bir arkadaşımızın kardeşi birinci kattaydı ve vefat etti o. İki kişi bile çıkmadı o otelden yani. Dolayısıyla bilinmeyen tahmin edilmeyen bir şey değil.

Naci Görür: Deprem biliniyordu geleceği. Aynen şimdi İstanbul'a hazırlıklı olalım İstanbul veya Marmara depremi geliyor dediğimiz gibi. Aynı olay devam etti. Yani o zaman devam etti. Bunlar söylenildi. Şimdi böyle bir durumda yerel yönetimlerin ve merkezi yönetimin behemahal bilim dünyasının verdiği bu alarmı, bu uyarıyı ciddiye alıp gerekli önlemleri alması lazım. Ama bu depremin oluşu, kayıplar vs. bakınca bu önlemlerin yeterince olmadığını, bu işin pek ciddiye alınır olmadığını gördük. Yani öyle anlaşılıyor. Yani uluslararası makalelerde de öyle. Yazılan çizilen de öyle. Nitekim AFAD'ın verdiği son raporda AFAD'ın bu siz nasıl bu 6 Şubat depremlerine ait raporu yazmışsınız ya. AFAD'da öyle bir rapor yazdı. O raporu incelerseniz o raporda da AFAD neden bu kadar yıkımın fazla olduğunu, ne kadar can kaybının fazla olduğunu çok gerçekçi bir gözle söylüyor. Yani bu sadece önlem alınmakla da değil. Yani bu deprem alarmı süresince yeterince hassas olunmamakla, yeterince bu işe riayet edilmemekle, yeterince gözetimin, denetimin olmadığı konunun ciddiye alınmadığını da gözleri önüne seriyor. Hatta yeri gelmişken söyleyeyim bir uluslararası makale Nature dergisinde yayınlanan bir makalede de bu aynı şekilde eleştiriliyor. Yani dünyada bu işi biliyor ediyor. Şimdi eğer biz bu işleri ciddiye alsaydık Maraş'tan önce, yani depreminden önce biz uyarıları verdiğimiz zaman gereken kimi şeyleri yapsaydık emin olun az bir zaman değildi. Biz bu kadar kayıp vermeyebilirdik. Yani 60 bin kişi değil de belki 3-5 bin kişi verecektik. Yani bu böyle ya buna inanmamak diye bir şey yok ki. Bütün dünyada örnekleri böyle yani. İşte önlem alacaksın yani.

Ali Babacan: Mesela Kahramanmaraş'ta ki ben depremden sonra 2-3 kere gittim. Yani şehrin bir kısmında çok az hasar var ama bir kısmı ya yıkıldı ya ahır hasar. Ve burada tamamen tam da dediğiniz mikro bölgeleme sorunu var. Yani belli ki şehrin bir kısmında jeoloji ve zemin daha uygun bir kısmında değil. Ama genelde ben bakıyorum şehirlerde daha sağlam, daha yapılaşmaya müsait deprem açısından olan yerler biraz daha tepeler ve biraz daha daha hafriyatın zor olduğu yerler, işte daha sağlam, sert zeminler, şunlar, bunlar. İşte bu, bu tam da dediğiniz gibi yasal çerçeve ve hukuki zorlama olmaz ise işin ekonomisi kolaya doğru yönlendiriyor insanları. Yani düz zemin olsun, toprak yumuşak olsun, hafriyat hemen ilk günde bitireyim falan filan. Onun için burada düzenleme çok önemli, düzenleme çerçevesi. Yani yasa ve ona bağlı düzenlemeler. Yani aslında kural bazlı bir yönetimden bahsediyoruz burada. Yani kuralları açık hale getirmek, kuralları bağlıca hale getirmek. İşin temelinde bu var, yani afet yönetiminde de bu, başka konularda da bu. Yani kural bazlı yönetim gerçekten pek çok konuda olduğu gibi burada da temel unsurlardan bir tanesi.

Naci Görür: Şimdi bir de bu bölge için eğer konuşuyorsak, o sonra depreme hazırlanma işini konuşacağız, onu unutmayacağız ama bu bölgede şimdi Sayın Başkanım şöyle düşünelim, eğer bir bölge deprem yapısı itibariyle özellikle çok aktif fay zonlarının örgüsünün olduğu bir yerse yoğun olarak bu bölge size böyle altın tepsiyle uygun yerleşim alanları sunmaz. Burası bir deprem hattı.

Ali Babacan: Biraz uzak durmak lazım.

Naci Görür: Hayır, şimdi eğer yok duramıyorum ağabeyciğim dersen, diyeceksen, ben mecburum istiyorum illa burada yapmayı, o zaman özel bir yöntem, özel mekanizma, özel teknik, özel bilgi onu kullanacaksın. Burada özel teknoloji olacak, özel mühendislik olacak, özel mimari tasarımı olacak, özel inşaat malzemesi olacak, özel planlama olacak. Yani bu özelliklerle ve sen orada bir yapı yaptığın zaman, bir kentleşme yaptığın zaman o kentin de diğer kentlerden farklı bir özelliği olacak. Çünkü tamamen fay örgüsü üzerinde orayı sen geliştirmişsin. Belki orada başka kentlerdeki gibi 20 katlı evler olmayacak, varsın olmasın canım. Şart mı yani Hatay'da da 15 kat olsun? Bu nasıl bir mantıktır ya? Burası bir deprem zonu diye sen algılatırsan, insanlara söylersen, belki de orada bütün evler 2-3 katlı olmak mecburiyetinde olacak. Belki de öyle olsun demiyorum ama burada sen ağır inşaat diyelim, beton arma değil de, belki çelik ev yapacaksın, belki bu tür hafif karkastan veya ne bileyim ben, ahşap bir takım yapılar yapacaksın. Yani belki de oradan vazgeçeceksin, orayı bırakacaksın, tarım alanı veya sanayi alanına dönüştürüp o insanları daha uygun yere taşıyacaksın. Çözüm bu, insanları ölüme terk edemeyiz ki. Diyelim ki başka yerde inşaatın metrekaresi 10.000 lira. Aynı 10.000 lirayla orada metrekare inşaat yaparsan olmaz, olmaz ya. Belki orada 20.000 vereceksin, belki 30.000 vereceksin. Yani demek istediğim bugünkü çağda bilim ve teknolojide bir takım şeyler var. Bizde inşaat mühendisleri, mimarlar harikalar yaratırlar. Deprem dirençli binalar yaparlar. Ona göre zemin iyileştirirler. Şimdi bir zemin diyelim ki kötü bir zemin var, onun altında asıl sağlam zemin var. Senin binayı kazıklı temel yaptın ama o çürük zeminin içinde kazıklar kaldı. Bir anlamı yok ki. Birçok yerde öyle. Yani sen sağlam kayaya inmedikçe onun anlamı yok ki o kazığı. Ama müteahhit inmiyor. Niye? Çünkü maliyet artar diyor. Yani bunun gibi onu yapmamak lazım.

Ali Babacan Hocam ben bir kahve ikram edeyim. Sade mi alırsınız?

Naci Görür: Sade.

Ali Babacan Sade tamam. Kahveyle daha sonra devam edelim.

Naci Görür: Teşekkür ederim.

Ali Babacan Bundan 20 sene oldu galiba. Ben bir Yeni Zelanda'ya gitmiştim. Yeni Zelanda'da zamanda yapılmış tarihi eserler var. Fakat aynı zamanda depremde çok sık olduğu bir bölge. Ve ne yapmışlar o tarihi eserlerin? Temelle inmişler. O zeminle tarihi eserin arasına, o tam taşıyıcı dikey kolonların arasına çok özel darbeyi emici ve yayıcı malzemeler koymuşlar.

Naci Görür: Deprem söndürücüler.

Ali Babacan: Evet. Dolayısıyla o koskoca tarihi eserler, koskoca binalar aslında adeta arabanın süspansiyonu gibi malzemelerin üzerinde. Yani deprem alttan gelse bile o süspansiyon onu emiyor ve binalar duruyor. Dolayısıyla yapılacak çok şey var ama bilmek gerekiyor, bilerek hareket etmek gerekiyor. Ve kurallı hareket etmek gerekiyor. En önemlisi o. Kanun, kural. Ve kurallarında tam uygulanması gerekiyor. Yoksa kural bana işliyor, sana işlemiyor. O zaman büyük adaletsizlikler de oluyor yani. Hem maddi adaletsizlikler, sosyal adaletsizlikler hem de Allah korusun işte can kaybı. Yani birileri ölüyor, birileri yaşıyor. Mesela ben ilk Tokyo'ya gittiğimde, ta öğrenciyken baktım binalarda, hani resimleri biz tek çiviyle asarız ya baktım bunlar resimleri duvarlara dört tarafından tutturmuşlar. Çünkü o kadar depremle yaşamaya alışıklar ki sallanıp duruyor binalar. Resimlerin dört kaşısından tutturmuşlar. Bina sallansa bile bir şey olmuyor yani. Eşyalar fazla yer değiştirmiyor. Şu bu. Yani deprem gerçeğini kabul etmek, varlığını bilmek, bilimsel olarak çalışmak ve kurallı bazda hazırlanmak ve Allah korusun deprem olduktan sonra da bunun hızlı çözümlenmesi için devlet mimarisinin altyapısının, altyapı derken yani kurumsal anlamda sağlam olması. Biz de bunlarla alakalı önce bir 17 Ağustos 2021'de yani bundan tam iki sene önce bir afet eylem planı yayınlamıştık parti olarak. Burada tek tek tek pek çok hususu deprem öncesi, deprem anı ve sonrasıyla alakalı. Ve tam da bahsettiğiniz bir yasal, özel bir yasal çerçeveyi oluşması gerektiğine vurgu yapmıştık. Bir de mutlaka yani Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı yani bakanlık seviyesinde bu işin ele alınması.

Şu anda AFAD biliyorsunuz İçişleri Bakanlığı'nın altında bir kurum halinde. Eskiden doğrudan başbakanlığa bağlıydı. O da bu işi biraz zorlaştırdı diye biz okuyoruz. Çünkü yani doğrudan başbakanıysa başbakan, cumhurbaşkanıysa cumhurbaşkanı yani siyasi iradenin en tepesine doğrudan bağlı bir afet yönetim birimi gerekiyor ki diğer birimlerle koordinasyonu sağlayabilsin. Yoksa İçişleri Bakanlığı'nın altındaki bir birimin diğer bakanlıklarla koordinasyon sağlaması devlet hiyerarşisinde mümkün olmuyor. Ciddiye alınmıyor yani. Bugün AFAD Başkanı'nı tutup da bir başka bakanla falan ‘ya senin bakanın gelsin konuşsun’ falan deniyor yani. İçişleri Bakanlığı'nda dünya kadar işi var. Yani günlük asayişle mi uğraşsın ne bileyim başka işlerle mi uğraşsın yoksa memleketin deprem hazırlayımına mı uğraşsın değil mi İçişleri Bakanlığı yani. Dolayısıyla şu andaki devlet mimarisinde organizasyon şemasında bu AFAD'ın yerinin yanlış oluştuğunu da biz düşünüyoruz açıkçası. Mesela eskiden başbakanlığa bağlıydı. Ve başbakanlığa bağlı kurumlar da diğer bakanlıkların koordinasyonunu yapma konusunda doğal bir hiyerarşi sistemi içinde öngörülürdü. 2018'den bu yana öyle değil. İşte buradaki çağrılarımızdan bir tanesi de yani bir bakanlık seviyesinde bu işin olması ve mutlaka şehircilikle de entegre edilmesi. Yani şehircilik ve AFED yönetimi bakanlığıyla ve yeni bir çerçeve yasayla kural bazlı bir yönetim. Yani işe oralardan başlamak gerekiyor. En azından yasal çerçeve, işin hukuk zemini ve devlet yapısı açısından. Ama siz de dediniz gibi hani dediniz ya bileşenler yani önce vatandaşlarımızın bilinçlendirilmesi vatandaşlarımızın farkındalığı herhalde en önemli konu. Çünkü siyaset biraz da hani toplumun gerçekleriyle yürüyen bir iş. O toplum gerçeklerin de işte deprem konusunda daha iyi herhalde hazırlamak gerekiyor.

Naci Görür: Şimdi biz bu işlerin bir bakanlık nezdinde olması gerektiğini bakanlık adı altında olması gerektiğini savunuyoruz. Yani bir AFED bakanlığı dedik biz de öyle. Çünkü onu şimdi konuşmuyoruz. Bizim konumuz değil ama yani yakın bir zamanda bizi iklim de vuracak. Zaten vurmaya başladı. Yani o ayrı bir konu. Biz şimdi depremi konuşuyoruz.

Ali Babacan: Onu da hemen bir parantez açayım. Bizim Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı oradaki önerimizde. Yani Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı. Çünkü iklim değişikliği son derece önemli. Tabii apayrı bir konu ama yani bu tür uzun vadeli meselelerde siyasi iradeyi güçlendirmek için devlet şemasının, organizasyon şemasının o şeyle bakılması lazım. Mesela su değil mi? Çok önemli yani. Yani bir su yönetimi idaresi. Çünkü tek bir damla su Türkiye'de çok kıymetli olacak. Tam çölleşme kuşağındaydı maalesef. Yani dünyanın bir çölleşme kuşağı var bu iklim değişikliğiyle beraber gelen. Türkiye'nin üzerinden geçiyor o kuşak. Yani böyle bir coğrafyada tek bir damla suyun kıymetini bilen bir su yönetimi perspektifinde gerekiyor. O ayrı bir başlık gerçi ama. Bütün bu gerçekleri dikkate alan bir devlet mimarisi oluşması gerekiyor.

Naci Görür: Şimdi bir bakanlık olursa yani bu bakanlığa da doğrusu ihtimam gösterilir. İşte gerekli bütçeler verilir. İyi kadrolar, liyakatlı kadrolar oluşturulursa ama bir özelliği olmalı, bu bakanlık elbettekurulduğu hükümetin, siyasetin içerisinde olacak ama bir anlamda tutum ve davranışı itibariyle siyaset üstü bir bakanlık konumu olmalı. O nasıl olur onu bilmiyorum ama iktidara göre değişen bir bakanlık sistemi değil.

Ali Babacan: İşte o ancak kanunlu.

Naci Görür: İşte kanunla olacak.

Ali Babacan: Yani kanun bağlıcı olacağı için, yani kanunun emredici hükmü ki o şöyle oluyor, tabiikanun çıkması için mecliste çalışma yapılıyor. Niye böyle olması gerektiğini ve kanunla siyasete çerçeve giydirmiş oluyorsun.

Naci Görür: Evet, işte o çok önemli.

Ali Babacan: Yani o siyasete çerçeve giydirdiğiniz anda kanunla hukuki zeminde o zaman aslında günlük siyasetin etkisinden de korumuş oluyorsun.  Kanun hükmü…

Naci Görür: Evet evet evet. Çünkü bir iktidar gelir bunu yapar öbürü yapmaz. Halbuki biz bunu bütün ülkenin deprem dirençli hale gelmesi için bu siyaset üstü bir anlayışla bu işi yerel yönetimlerle birlikte halk içine alarak yapacak

Ali Babacan: Muhtarlar dahil olmak üzere.

Naci Görür Evet. Şimdi biz orada işi yani böyle başlığı yazarak halk anlasın diye kolaylaştırdım ben. Şimdi 6 bileşeni deprem dirençli yapacak. Ve bu işin mal sahibi halk olacak. Halk bunu kendine mal edecek. Bunu üstlenecek, gönüllü üstlenecek. Bunu hiçbir zaman hükümetlere, partilere vermeyecek. Hatta halk hangi partiyi tutuyorsa tutsun yine partisini başının üzerine alsın ama o partisine de desin ki; ‘Bu depreme ülkeyi hazırlama noktasında en ufak bir yalpalamayı görürsen seni sandığa gömerim.’

Ali Babacan: Zaten millet sahip çıkarsa siyaset ona uymak zorunda kalır.

Naci Görür Çok güzel laf.

Ali Babacan: Çünkü millete rağmen siyaset olmayacağı için.

Naci Görür: Olmaz. Aynen öyle.

Ali Babacan: Millet sahip çıkınca siyaset ona uyar.

Naci Görür: Sizin vasfınızla halka bir daha sesleniyorum. Bu işe siz sahip çıkacaksınız. Aksi halde çoluk çocuğumuzu, neslimizi, torunumuzu bugün, yarın, gelecekte biz her depremde kurban vermeye hazır olacağız. Bu kabul edilebilir bir şey değil. İçimiz yanıyor. Onun için halktan da öyle büyük bir özveri de istemiyoruz. Buna sahip çıkın. Neyle sahip çıkacak? Oylarıyla. Oylarıyla, talepleriyle. Talep. Talep etsinler yani. Diyelim sizin gibi bir parti başkanını gördüğü zaman, ‘ya sayın başkanım lütfen bizim köyümüzü, ilimiz, ilçemizi deprem dirençliği yapacak şeylerde bize yardım edin.’ Böyle yapın desin. Sadece o ya.

Ali Babacan: Ya da soracak siyasetçiye. Sen depremle ilgili ne düşünüyorsun? Anlat bakalım. Hazırlığın nedir? Programın nedir?

Naci Görür:  Yani o kadar Allah aşkına. Şu gün, şu gün o orman kesilirken, madenci falan, ağaç kesilirken halkın gösterdikleri direncin onda birini bu konuda göstersin. Göstersinler. Şimdi biz bugün vali ve belediyeler kentleri idare ediyor. Demokratik ülkede doğrudur. Ona herhangi bir sıkıntı yok. Ama vali ve belediye başkanının deprem nedir? Nasıl olur? Neden olur? Deprem tehlike analizi, fay tehlike analizi nedir? İşte deprem olduğu zaman deprem nasıl yönetilir? Bu işi nasıl koordine edilir? Nasıl birine bir iş verilir? O işi nasıl denetlenir? Nasıl gözetilir? Gibi yani o işleri bilecek, belli bir kültüre sahip olacak bir yönetim lazım. Bir de yönetim sistemi lazım. Yani vali veya belediye başkanı keyfi olarak kendi yetkisi, kabiliyetine bağlı olarak onu yap, bunu yap değil de bizzat yönetim sisteminin öngördüğü, empoze ettiği şeyleri yapmak zorunda kalacak. Bu da tabii yine o baştan söylediğimiz yasa ve yasanın içinde yönetmeliklerle bu yerel yönetime de girmiş olacak. Bunu niye diyorum biliyor musunuz? Yani kimi yöneticiler depremi bir ceza gibi algılıyorlar. Ben şimdi depremi salt, gerçekten doğanın bir olayı bilmeden, etmeden onu ciddiye almayan bir yönetimle bir kenti depremi hazırlayamam. Yani mümkün değil. Bu düşüncede olan kimse de yönetici olmasın ya lütfen. Çünkü yüz binlerce insanın canı görüyor.

Ali Babacan: Belediye başkanı olarak diyor benim suçum yok diyor. Evet. Halk yoldan çıktı, Allah da ceza verdi diyor. Yani kendi suçunu sorumluluğu vatandaşa yükleme. Yani onu duyduk. Yani inanın akıl alacak gibi değil.

Naci Görür: Dolayısıyla yani bu 21. asırda, bu bilim çağında, bunlar hakikaten bizim topluma yakışmıyor. Şimdi demek ki yönetim sistemini bir düzenleyeceğiz. Birincisi bu, yasa ve bu kültürle. Bir. İkinci ışık halk. Şimdi halkımızı çok seviyoruz. Halkımız için her şeyimizi feda edebiliriz. Vatansever insanlarız, güzel. Ama bir de halka serzenişte bulunuyoruz, demin bulunduğumuz gibi. Halkı küçümsemiyoruz, halka kızmıyoruz. Halkı karşımıza almıyoruz. Ama bizi anlasınlar istiyoruz. Yalvararak söylüyoruz. Gelin bu işe siz sahip çıkın. Bunun için bir halk eğitimi lazım. Anaokulundan başlayalım. Okullarda bunu anlatalım. Televizyonlarda resmi programlar olsun, mecburi programlar olsun. Kamu spotları olsun. Deprem parkları olsun. Gezici otobüsler olsun. Deprem simülasyonları olsun. Bugün Japonya ne yapıyorsa deprem tatbikatları olsun. Bu tatbikatlar bugün bizim yattığımız gibi 3 itfaiye ayrı bir yerde ateş yak değil. Halk da içinde olsun. Halkı etkileyecek şekilde biraz zekice bazı programlar olsun. Yani bunlar non-stop olacak. Üç günde, beş günde olmaz. Eğitimle anlatalım, anlatalım, anlatalım. Çünkü deprem kültürü çocuktan, anneden, babadan, aileden geçiyor. Yani o öğretmekle kazanılmıyor. Çocuk onu böyle yaşamı içerisinde onu fark ediyor, görüyor. İklim kültürü gibi ya. Yani Erzurumlu'nun kış gelmeden önce zahiresini hazırladığı gibi. Kimse de onu zorlamıyor. ‘İlla bak kış geliyor’ diye. Çünkü biliyor. Öyle doğmuş, büyümüş, görmüş. Yani belki şu anda biraz dünya değişiyor ama yani kış geldiği zaman neler hazırlanacak, neler yapılacak, nasıl olacak diye. Veya Erzurum'da her tarafı camlı, cemaatkenli binalar yapıp içinde oturalım demiyordur herhalde. Yani her şeyde, her kentin bir kültürü, bir adabı ve bir örfü var yani. Bu aileden gelen bir şey. Biz bu halkı deprem güvenli, dirençli yapmalıyız. Yoksa halk, hükümet, devlet ne yaparsa yapar onu deler. Onu deler. Yani nasıl? Arkanı dönünce kaçak katı da çıkar. Senin evinde diyelim ki balkon olmazsa emin ol bu kaçak balkon da yapar. Alt katı kira vermek için kolon da keser. Biz örneklerini gördük. 1999 depreminde yıkılacak evi yıkmadan badana boya yaptı, askere, öğrenciye kiraya verdi. Yani ben o insan kötüdür demiyorum. Bilmiyor, bilinçsiz, bilinçsiz. Anlamıyor ne yaptığını. Onu yaparak insanları ölüme terk ettiğini, olası bir depremde orada insanların ölümle karşı karşıya kalacağını bilmiyor. Onun için halk eğitimi, iki. Kentleri depreme hazırlamada.

Üçüncüsü de altyapı. Bunu uzatmadan kolay anlaşılsın diye bugün dönsünler Güneydoğu'ya baksınlar. Yol yok. Köprü yok. Doğru dürüst havaalanı yok. Kanalizasyon şebekesi patlamış. İçme suyu şebekesi patlamış. Kanalizasyonla içme suyu birbirine karışmış. Hastane yok. Doğru dürüst itfaiye çalışmıyor. Ev yok. Yani altyapının tümü tahrip olmuş. Hatta bana yazıyorlar, Sayın Başkanım burada var, diyor ki hocam keşke ölseydik depremde. Kurtulmuş, sevinemiyor. Bu durumda, bu altyapıda. Onun için altyapıyı da Allah aşkına ya. Deprem dirençliği yapmak o kadar zor değil. Bak ekonomik olarak kabul ediyorum. Para meselesi derseniz o hükümetin bulacağı bir çözüm ama yani altyapı bugün mühendisler olarak, bilim adamları olarak olası bir depremde hangi yolun, hangi borunun neyin nasıl kırılıp kırılmayacağı biliniyor. Deprem gelmeden önce onları da yapabilirsin, güçlendirebilirsin. Mesela bugün İSKİ'nin yaptığı gibi. Şimdi biz belediyede, İSKİ'de bu işi yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla altyapıyı deprem gelmeden önce oturacaksın, yapacaksın. Her belediye kendi altyapısını, her belediyedeki su işleri kendi altyapısını elden geçirir ya. Nerede sağlam değilse orayı da sağlamlaştırırsın. Bugünkü teknoloji müsait. Bunu yaparsın. Etti üç.

Dördüncüsü de yapı stoku. Yapı stoku dediğin zaman zaten kentsel dönüşüm falan bizim bildiğimiz bir iş. Yani hangi evler olası depremde yıkılır, özellikle bak tahrip olur demiyorum. Özellikle göçük yapıp insanların ölümüne yüzde yüz neden olur veya yüzde doksan, o yerlerin sayısı bellidir. Bugün İstanbul'da da belli, doksan sekiz bin bina diyorlar. Her yerde bunu belediye, valilik emin olun bilir ne kadar ne olacağını. Bu evleri deprem gelmeden önce ya güçlendirirsin ya yıkar yeniden yaparsın. Şimdi bu mümkün. Bizim hükümetimiz bile yani işte bak bu Güneydoğu'da ben üç sene içerisinde altı yüz bin yer yapacağım dedi. Yapılıyor ya üç sene. Biz üç seneden vazgeçtik, ülkeyi yirmi senede gelin hazırlayalım. Yapabilirsin. Yani bu işleri deprem gelmeden önce yaparız. Mesela bazı rezerv alanlarında konteyner ve prefabrik yerler koruz. Halka ‘eviniz çürük, hadi çıkın dışarı gidin biz evinizle ilgileneceğiz’ diyemezsiniz. Veya üç bin lira kirayla da onları göndermeye çalışırsan bu iş yürümez. Çünkü kiralar uçtu gitti. Ama sen böyle rezerv alanlarında insanlara dersen ki şimdi sizi burada misafir edeceğiz. Bir buçuk sene oturun. Evinizi deprem dirençli yapalım. Tekrar evinize geçin. Herkes düğün bayram gelir bu işi yapar. Ha bu işin ekonomi yönünü o ayrı. Belki sizinle daha konuşabilirsiniz, birtakım şeyler söyleyebilirsiniz.

Ama sonuç olarak biz konutların özellikle stratejik konutların yani depremde çöküp %90 çok büyük bir ihtimalle insanların ölümüne neden olacak konutları deprem dirençli yapabiliriz. Şimdi diğer konutlar nedir dediğiniz zaman onu fazla düşünmüyoruz yerbilimci olarak. Neden? Şimdi bir konut depremde istediği kadar tahrip olsun, sahiplerini içinden sağ çıkmalarına müsaade ediyorsa bize göre en başarılı konuttur. Yani onun için bütün konutları mı yıkarız? Hayır öyle bir şey değil. Yani onun yöntemleri var, bilimsel yöntemleri. Dolayısıyla bu konut işlerini de geçti etti dört.

Beşincisi çevre ve ekosistem. Şimdi ekosistemi peki millet anlamıyor. Ekosistem sağlıklı yaşam koşulları. Yani bir yerde hava tertemiz ise, su şırıl şırıl akıyorsa, mikrop yoksa, hava mis gibi çekiyorsan ciğerlerine, ağaç varsa, böcek varsa, kelebek varsa, kuşlar ötüyorsa o ekosistem pırıl pırıldır, yaşama uygundur. Onu kirletme, yok etme. Deprem de onun işte en büyük tehdit edenidir. Felaketi yaratan deprem. Deprem sırasında çevre felaketi müthiş. Milyonlarca ton atık çıkıyor. Kimyayı madde çıkıyor. Parlayıcı, patlayıcı madde çıkıyor. Bunları hele bilinçsiz götürür gömersen, uluslararası bertaraf etmezsen, yani özel membranlarla sarıp bunları toprağa karışmayacak, suya karışmayacak şekilde yapmazsan, o zaman işte hastalık alabildiğine yayılıyor. Kanserojen şeyler oluyor. Dolayısıyla bu işleri daha şimdiden deprem gelmeden o kentte, benim kentimde olası o analiz yaptığı zaman biliyor. Bu deprem olduğu zaman kaç binan yıkılır. Bundan da ne kadar atık çıkar, molos çıkar. Ben bu molosları nereye?

Ali Babacan: Dökülme yeri.

Naci Görür:  Öyle, onu nasıl hazırlarım? Yaparım. Deprem gelmeden önce işin ne kardeşim? Yap ya, yap. Niye yapmıyorsun yani? Bir de eğer imkanın varsa, bazı böyle şirketler vardır, üretim testleri vardır, hızlı bir şekilde ona bazı eklemeler yaparak kapasitesini artırırsın. Mesela geri dönüşümle tabii tutabilirsin. Yani sadece demir falan değil, şimdi çimentonun bile geri dönüşümünden her şeyini yapıyorlar. Plastikleri yapıyorlar, çocuk bahçeleri yapıyorlar, parkları yapıyorlar. Her neyse, onu şimdiden planlaman lazım.

Son geldik altıncı maddeye, o da ekonomi. Şimdi ekonomiyi de uzatmaya gerek yok. Bugün bizim ekonomimiz, Türkiye'nin hiçbir kentinde deprem hazır değil. Deprem dirençli değil, maalesef değil. Ve benim edindiğim intiba depreme nasıl hazırlanacağını da yeterince bilmiyorlar. E şimdi bugün Güneydoğu'da bakın ekonominin çarkları durdu. Anadolu'nun kaplanları 11 ilde bak suskun, bitti. Yani ekip kaybettiler, ekipman kaybettiler, pazarı kaybettiler, rekabeti kaybettiler, ihracatı kaybettiler, malzeme gelişini kaybettiler. En önemlisi zaman kaybettiler ya. 50 sene sonra onlar kendine gelir. Dünya nereye gider o zamana kadar? E halbuki o bölgedeki iş dünyası bu depremi ciddiye alıp hazırlık yapamaz mıydı? Bu kadar zarara uğramazdı. Emin ol bu kadar ben bacaların tütmeyeceğini, bilmem çalkların duracağını düşünmüyorum yani. Olmayacaktı ama yapmadılar.

Şimdi aynı şey İstanbul Marmara Bölgesi için. Ben burada hep onu söylüyorum. Marmara Bölgesi'nde ekonominin çarkları durursa, Marmara Bölgesi ekonomik olarak çöker, onunla da kalmaz, Türkiye'nin tümünü de dizüstü çöktürür. Türkiye ekonomik olarak dizüstü çökerse, hele hele bu ekonomik krize yakın bir dönemde olursa, Türkiye'nin siyasi bağımsızlığı da tehlike altına girer. Bu işin şakası yok. Şimdi dolayısıyla yani depreme hazırlık deyince sayın başkanım bu altı başlık altında, o önceki hazırlık, yasa, mikrobölgeleme, tehlike analizi falan işte risk analizleri, bunların hepsi yapılabilir şeyler. Bunların hepsini yapabilecek insanlarımız var, nitelikli insanlarımız var, bilim insanlarımız var, mühendislik hizmetlerimiz var. Ve böyle her depremde kolay kolay yıkılmayacak, bu işi becerecek inşaat teknolojilerimiz var, inşaat mühendislerimiz, mümerlerimiz, hocalarımız var. Yani hakikaten var yani. Dolayısıyla biz ne yok derseniz bana, söyleyeyim size siyasi irade yok. Siyasi irade de de şunu kastediyorum, sürekli sürdürülebilir. Zaman zaman böyle inip çıkan söylemlerle değil. Devamlı benim senin haberin olmadan bile tıkır tıkır hedefe ilerleyen, çalışan non-stop bir iradeye ihtiyacınız var.

Ali Babacan: Bu 99 Ağustos ve Kasım depremlerinden sonra, hatırlarsanız önce 2000 Kasım, arkasında 2020 Şubat'ta çok büyük ekonomik depremler yaşadı Türkiye. Şubat 2001 krizi meşhur, o dolar kurumunun kat kat arttığı, 20 tane bankanın battığı krizler. Bu ekonomi tarafı çok önemli. Yani bahsettiğiniz gibi işin mikro ekonomi tarafı, yani sanayi tesislerinin, atölyelerin, mümkün olunca az hasar görmesi ve depremden hemen sonra da ayağa kalkıp çalışmaya devam edebilmesi kısmı var. Bir de bu Türkiye'nin depreme hazırlanması ve deprem sonrası hasarların giderilmesiyle alakalı daha makro bazda, makro ekonomik bazda yapması gerekenler var. 99 depreminin yararlılığını sarmak için tabii Türkiye'nin çok ciddi döviz ihtiyacı ortaya çıktı. Yani milli gelirin üzerindeki etkisi çok yıkıcı oldu. Marmara depremi olduğu için, tam da dediğiniz gibi 99, sanayi tesislerin de çok etkiledi. Üretim aksadı ve o yıl Türkiye'nin ekonomisi de küçüldü. Yani gayri sahip yurt dışı hasarda daralma oldu. Mesela bu sene o olmayacak. Yani Şubat 2023'te deprem olmasına rağmen daralma olmayacak. Çünkü depremin etkilendiği bölgelerdeki sanayinin Türkiye'deki toplam ekonomik büyüklüğüne oranı daha küçük. Ama Marmara öyle değil. Dolayısıyla olası bir Marmara depremi, İstanbul depremine hazırlıkta sanayinin de buna hazırlanması, sanayi tesislerin de, yani hem büyük tesislerin, orta ölçekli küçük atölyelerin hepsinin aynı konutlar gibi depreme hazırlık hale getirilmesi çok çok önemli.

Ama bütün bu tabloda nihayetinde büyük o ekonominin genel dengesi dediğimiz bir tablo var. Yani bu yatırım tasarruf açığı dediğimiz ya da ödemeler dengesi dediğimiz, ülkenin genel döviz ihtiyacının da hesaplandığı bir genel denge. Yani ne olursa olsun bakıyorsunuz ki Türkiye'nin depreme hazırlanmasıyla ilgili makro bazda da çok iyi hazırlıklar gerekiyor. Yani makro ekonomik bazda. Çünkü para tutuyor bu işler. Hele hele yeni inşaat maliyetleriyle hesap ettiğinizde, yani bugün basit bir okul yurdu yapayım diyorsunuz, 500-600 dolara mal oluyor. Yani sonuçta işte odalar, yataklar, masalar, sandalyeler yani. Böylesine yüksek inşaat maliyetinin olduğu bir dönemde de bunun uzun vadeli ve uygun maliyetli finansmanın son derece önemli. Yoksa iş dönüyor dolaşıyor, bunu yapalım bunu yapalım ama para olmayınca hiçbirisi olmuyor. Aynı galiba Napolyon muydu? Savaşta işte niye kaybettik, ne oldu falan filan. Bir barutumuz bitmişti diyor, gerisini sayma diyor. Barut bitince gerisini say, şimdi para olmayınca yok yani her şey duruyor. Nihayet adım atsanız para bu işlerle alakalı. İşte inşaat makinesi çalışıyor, kendisi zaten döviz. Mazot yakıyor, döviz. Dolayısıyla işin finansmanı da son derece önemli ve normal şartlarda, normal devlet bütçesiyle bu finansmanın sağlanması da asla mümkün olmaz. Olmuyor da şu anda yani. Onun için de zaten bugüne kadar bu işlerde gerekli adımlar atılmadı, atılamadı. Daha çok işte dönüşüm dediğimiz sistem var. Ya da TOKİ'nin bedava devlet arazisine bina yapıp, arazi maliyetini işte sıfıra kattığınız zaman toplam konutun değeri bir şekilde sıfır arazide karşılanmış oluyor. Ya da dönüşüm yapıyorsunuz. Dönüşümde de özellikle merkezlerde bir rant olacak ki dönüşüm olsun. Bu rantı da ya daha dikey mimarlığı yapıyorsunuz ya da başka boş alanlarda da yine devlet arazisine, bedava araziye yapmak da sağlıyorsunuz. Şimdi bunlar ancak Türkiye'nin kendi iç imkanlarıyla ve sisteme taze kaynak girişi olmadan yapılan işler. Türkiye'nin toplam sistemiyle taze kaynak girmeden yaptığınızda da başka alanlarda gerekli olan kaynakları buraya harcamış oluyorsunuz. Bunun da sınırları oluyor ister istemez yani. Öyle 3 sene, 5 sene bırakın 20 seneyi yani bu hızla 50 senede bitmez. 100 senede bitmez bu işler yani. Hani şu son yılların bir hızına bakın. Depremin hazırlık hızına bakın Türkiye'nin. Aynı hızı devam ettirin. Ne kadar iş yapılması gerekiyor bitmez.

Bunun için gelişmiş ekonomilerin pek çoğunda olan bir konut finansman sistemi var. Konut finansman kurumlarını içeren bir sistem. Amerika'da 3 tane var. Japonya'da bir tane var. Almanya'da bir tane var. Bu sistemi biz Türkiye için önemli görüyoruz. Yani bu seçimlerde başarılı olsaydık hemen kuracaktık bunu. Ama şu anda biz ne yaptık? Bütün bu çalışmalarımızı hükümete gönderdik. Bütün hazırlıklarımız ne var ne yoksa cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı yapsa bütün bakanlara. Dedik ‘burada çözümler için pek çok şey var umarım istifade edersiniz’ dedik. Bu konut finansmanı kurumu sistemi ve akış şu şekilde planlıyoruz. Sizin de hani görüşünüzü almak için belki olumlu olumsuz görüşleriniz olabilir diye. Sistemin tam merkezinde bu büyük ve tek bir tane kurum oluyor. Ancak Amerika gibi dünyanın en büyük ekonomisi olduğunuzda 3'e kadar çıkabiliyor sayısı ama o kadar yani daha fazla olmuyor. Ve bu kurumlar hem hisse ile hem de hazine arasında sermayelendiriliyor. Sermayesi, hazine arası ya da doğrudan nakit sermaye oluyor. Dolayısıyla bir sermaye koyuyorsunuz. Ama asıl işi tek tek bankaların kullandırdığı konut kredilerini alıp paketleyip yurtdışı ve yurtdışı piyasalarda sağlam teminatlı bir finansal enstrüman olarak satış ile gerçekleşiyor. Yani diyor ki bu konut finansmanı kurumu örnek veriyorum.  ‘Benim Bursa'da toplam 100 bin konutluk bir proje paketim var. Bunun içerisinde iri ufaklı daireler şunlar bunlar. Ve bu paketin standartlaştırılmış ürünü olarak işte diyelim ki 15 yıl vadeli yıllık şu kadar getirisi olan bir finansal enstrümanı satlağa çıkarıyorum’ diyor. Ve buradan para akmaya başlıyor dünyadan. Ve bu gelen finansmanı da bankalara plas ediyor. Bankalarda direkt konutun finansmanını kullandırıyor. Yani işin özü bu. Bir bakıma finansman toptancılı yapan bankaların hani bir manavlar vardır bir de toptancı hal vardır ya. Yani bankaların toptancısı gibi düşünmek lazım bu konu. Bu sistem konut piyasası gelişen ve hızlı büyüyen pek çok büyük ekonomide olan bir sistem. Şu anda Türkiye'de yok.

Tabii bunun için öncelikle şu bankaların ve konut finansman sisteminin bir başlaması gerekiyor. Çalışması gerekiyor. Türkiye'de o növe oluştu. O çekirdek oluştu. Yani şu anda bankaların da çok ciddi bir miktarda konut kredisi var. Ve bunlar en sağlam alacak cinsi. Yani bankaların bir bilançolarına bakın. Bankalarda en az fre veren, en az batık oranı olan ve en sağlam alacakları şu anda bizim bankalarımızın konut kredileri. Dolayısıyla mesela bankalar diyelim ki ellerindeki örnek veriyorum. 10 milyar dolarlık konut kredisini bu kuruma aktardıklarında, bu kurumda o kredilere dayalı standart finansal üniforma dünyaya ihraç ettiğinde ne oluyor? 10 milyar dolar dünyadan buraya geliyor. Buradan da bankalara gidiyor. Bankalar elindeki konut kredisini bir bakıma devretmiş oluyor. Yerine 10 milyar dolar taze kaynak geçiyor. Sonra ne yapıyor bankalar? Bu 10 milyar doları konut kredisi olarak kullandırıyor. Oradan tekrar alacak senetlerini topluyorlar mı milletten? Bunu tekrar buraya getiriyorlar. Bu kuruş tekrar çıkıyor. Bir 10 milyar dolarım daha var diyor elimde diyor. Yani 10 milyar dolarlık varlığım var diyor. 10 milyar doları tekrar uluslararası piyasada sunuyor. Uluslararası piyasada bir 10 milyar daha gönderiyor. Böylece 10 milyar, 20 milyar, 30 milyar gibi sürekli uzun madeni ve daha uygun maniyetli finansman üretmek mümkün oluyor. Buradaki asıl temel espri bunlar varlığa dayalı menkul kıymeti olduğu için. Bir hazine bonusu diyorsunuz. Hazine bonusunun hiçbir teminatı yok. Hazine Bakanı bir imza atıyor o kadar. Ama burada karşısında bir gayrimenkul var. Sağlam bir alacak şekli yani. Ödemezse gayrimenkul var. Ödemezse teminatı var. Teminatlı alacak olduğu için genelde bu kurumların çıkarttığı borçlanma enstrümanları ya da genel anlamda hisse senedir olabiliyor, hisse veya borçlanma enstrümanları hazinenin kendi başına yapacağı finansmandan daha da ucuza mal olabiliyor. Dolayısıyla devletin gidip de sağdan soldan borç para bulup o borç parayla hadi ben şunu yapayım bunu yapayım demesindense böyle bir mekanizma, bankaları da işin içine katan ve sürülebilir bir finansman modelinin biz Türkiye için artık zamanının geldiğine inanıyoruz.

2006 yılına kadar Konut kredisi Türkiye'de pek yaygın değildi. Yani hani taksit taksit de ev almak. Ama 2006'da benim çıkarttığım bir ‘Mortgage yasası’  var yani konut finansmanı yasası. O yasa çıktıktan sonra o piyasa genişlemeye başladı. Faizlerin makul olduğu dönemlerde çok hızlı çalışıyor sistem. Yani faizler makul olduğu dönemde gerçekten insanlar ev alıyor ve banka finansmanıyla bunu alıyor. Ama faizler yükseldiği zaman sistem biraz yavaşlıyor. Bugünler o sistemin yavaşladığı günler. Çünkü faizler yüksek ve makul şartlar ortaya çıkmıyor. Bir de zaten şu anda bankalara fazla kredi kullandırmayan diye talimat gitmiş durumda bugünlerde. Dolayısıyla sistem fazla çalışmıyor. Ama genel makro dengeler sağlandıkça sistem makul ve rasyonel bir çerçeveye oturduktan sonra asıl Türkiye'nin depreme hazırlanmasının en önemli finansman kaynağını biz burada görüyoruz. Bu konutlar için.  Ama burada küçük ve orta boyutlu iş yerler için de bunları uygulamak mümkün. 100 metrekarelik konutla 200 metrekarelik atölyenin finansman modeli çok birbirinden farklı değil. Onun için işin ekonomisi de çözüldüğünde bu işler hızlanır diye düşünüyoruz açıkçası.

Naci Görür:  O zaman hükümetin mesela ne bileyim ben diyelim ki biz şimdi sırf bir yer bilimci olarak böyle düşündüğümüz bilimsel bir takım şeye işte o zaman bu konut veya yapı neyse finans modeli de devlet tarafından oluşturulursa biz ülkemizde bu kentsel veya depreme dayanıklı dirençli kentleşmeye yönelebiliriz demektir yani.

Ali Babacan: Tabii ki. Asıl yöntem bu. Çünkü bu inşaat yapmak Türkiye ekonomisinde cari açı artan bir unsur. Çünkü inşaat yapmaya başladığınızda kazmayı vurma tabiri vardı ya ‘kazmayı vurduk’ diye yani temel atmaya başlıyorsunuz, ilk hafriyata başlıyorsunuz, hafriyatta kullandığınız kepçe döviz, onun yaktığı mazot döviz. Dolayısıyla taze döviz girişi olmadan ülkeye depreme hazırlamak sadece ve sadece cari açı artırıyor ve ekonomik krizleri tetikleyebiliyor. Deprem bir vuruyor, arkasından gelen ekonomik kriz ayrıca vuruyor. 1999'da öyle oldu yani. 1999 depremi bir vurdu, arkasından 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizi ayrıca vurdu. Çünkü ekonominin daralması ve o depremin hasarının giderilmesiyle ilgili o döviz ihtiyacı Türkiye'de o zaman ödemeler dengesi krizini oluşturdu. 20 tane banka battı yani çok şaka maka değil. Ve biz o zaman onu devraldık yani ben ekonomi bakanı olarak o zaman o hasarı devraldık. Tamamen yıkılmış bir finans sistemi, 20 tane batık banka. Tekrar rehabilite ettik, ekonomiyi ekonomik depremlere hazır hale getirdik. Onun için 2008-2009 ekonomik krizden Türkiye etkilenmedi. Niye etkilenmedi? Çünkü bankaları sağlam hale getirdik, bankaların bilançolarını sağlamlaştırdık.

Bir stres testi diye bir şey vardır. Onu çok sessiz bir şekilde her bankaya her ay stres testi yaptık. Yani stres testi şu demek, bilgisayar simülasyonunda her bankanın bilançosuna şoklar veriyorsunuz. Aynı deprem simülasyonu yapar gibi. Diyelim ki işte şu şiddette bir faiz artışı olursa bankanın bilançosu ne kadar etkilenir? Şu şiddette kur artarsa bankanın bilançosu ne olur diye. O stres testleriyle beraber bankaların bünyesini ekonomik depremlere hazır hale getirdik. Onun için 2008-2009'da dünya kasıp kavruldu biliyorsunuz. Yunanistan battı, İtalya, İspanya. Zaten Amerika'da patladı ilk kriz, morgaç kriz diye patladı. Türkiye'ye teğet geçti ama nasıl teğet geçti? Tabi orası hiç konuşulmuyor. Yani nasıl teğet geçti? Çünkü o 2001-2002'den aldığımız tecrübe ve ondan sonra yaptığımız güçlendirme ile Türkiye ekonomik depremlere daha hazır hale getirdi. 100 yılda bir olan o 2008-2009 dünya ekonomik krizi Türkiye'ye teğet geçti. Ama böyle kendiliğinden bu olmadı yani. Allah bizi korudu. Doğru tabii ki bizim inancımız şudur, tedbir alırız. Tedbir bizden, takdiri Allah'tan deriz ama önce tedbir alacaksın. O tedbirin alınmış olması çok önemli.

Mesela o Mortgage yasasını çıkartmamız, Mortgage yasası bütün Amerika'daki krizi tetikleyen unsurlardan arındırılmış sağlam bir yasa olarak ortaya konulması çok önemli.  Yasa lazım dediniz ya mesela ekonomik depremler için biz önce yasal düzenlemelerle başladık. Bankacılık yasası çıkarttık, TMSF yasası çıkarttık, konut krizi yasası çıkarttık ve bütün bu çıkan yasal çerçeveyi baz alan hani siyaset üstü dediniz tam da bazı kurumlar bağımsızlık hale getirdik işte. Bazıları zaten bağımsız, bazıları TÜİK gibi biz bağımsız hale getirdik falan. Derken yani ülkenin uzun vadeli menfaatleri için kural bazlı bir yönetim anlayışı. Yani gelip geçici siyasi rüzgar bugün burada nesil bunu yapayım, yarın öbür tarafta nesil bunu yapayım deyince daha uzun vadeli bir bakışla bu gerçekleşti. Yani nasıl zamanında Türkiye bunu başardıysa yani ülkenin finansal yapısı, ekonomik depremlere hazır hale getirildi ise Türkiye'nin altyapısı ve üst yapısı, şehirlerimiz depremlere hazır hale getirilebilir. Bu mümkün yani ama tam da dediniz 6 konunun hepsi birbirinden önemli. Yani 6 konudan birisi olmasa olmaz. Sizin o bahsettiğiniz 6 var ya yani ‘ya 5'ini yapsak yeter’ olmaz. Yani altıda altı yapmak gerekiyor ki…

Naci Görür:  Ekonomiyi söylemedik, o devletin işi diye. Mesela bugün uygulanan iki şey de var. Yani işte biri mesela diyelim KIPTAŞ şu anda uyguluyor. Siz müracaat ettiğiniz zaman alıyor, inceliyor. Neyse, bir takım formaliteler var. Öyle çok komplike değil. Diyor ki yani senin evini şu oranda küçülecek. Yani kendi teklifi.

Ali Babacan:  Bir kısmı alacağım diyor, satacağım diyor. O parayla da bunu yapacağım diyor.

Naci Görür:  Aynen öyle. O öyle bir konut. O zaman yani sen 90 metrekare verip 75'e razı olursan, ben olsam olurum 15 metrekarem az olsun ama deprem güvenli olsun. Biri de işte belediyeleri özellikle. Yani üç kat, beş kat yerde bir kat daha fazla ver veya iki kat. O müteahhide gitsin, öyle yapılsın diye. Belki bunlar da yani güzel yöntemler. İşte bu mühendisler özellikle inşaat ve mimarlar bunu kontrol etmeli. Yani belki her yerde olmaz bu kat artışı. Ama uygun yerde, kimi yerde, belirli sınırlı altında bu da yapılır. Böylelikle içten bir şey sağlanabilir.

Ali Babacan:  Yapılabilir. Bu mutlaka yapılır. Çalıştığı yerlerde olabilir bu modelin. Ama çalışmadığı yerlerde çok olacak.

Naci Görür:  İşte o dediğiniz büyük model.

Ali Babacan:  Bir de bu bahsettiğim modelin en önemli şeyi, sadece proje bazında mikrobazda değil de, yani TOKİ'de, KİPTAŞ'da öyle değil de, asıl büyük makrobazda baktığımızda ülkenin toplam ödemeler dengesi. Yani ülkede döviz krizi çıkartmayacak şekilde bu işin yönetilmesi gerekiyor. Çünkü depreme hazırlık demek eşittir ülkeye taze döviz girişi.

Naci Görür:  Peki Sayın Başkanım böyle bir projeye buna ne isim verirsiniz?

Ali Babacan:  Biz buna ne dedik? Konut Finansmanı Kurumu kurulması gerekiyordu. KFK diye de isim verdik.  Büyük ve bir tane kurum.

Naci Görür:  Öyle diyelim. Mesela Konut Finansmanı Kurumu. Şimdi bunun bir yasası diyelim. Yasaya bağlı olduğu zaman. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti, benim gönlümden geçen, ben eminim ki benim halkımın da bu söylediğimde aynı şeyleri düşünüyor olabilirler. Büyük çoğunlukla bildiğim için. Türkiye Cumhuriyeti Devleti diyorum bakın. Özellikle hükümetleri demiyorum. O değişebilir. Yani bu yasanın efektif olarak Türkiye'yi deprem dirençli hale getirmesi belki 3-4 tane iktidarı değiştirecektir. Belki de bir iktidarı, belki de iki iktidarı. Onun için yani parti ismi konuşmadan doğrudan doğruya.

Ali Babacan:  Bunu koyuyorsunuz zaten sistem dönmeye başlıyor. Kurallarını ama iyi koymak gerekiyor.

Naci Görür:  Bu yasa Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin en önemli bir hedefi haline gelsin. Yani bir sürü hedefimiz olur ama biz mesela terörle de mücadele ediyoruz. Öyle de böyle de. Ülkenin bir hedefi var değil mi? Türkiye'yi deprem hazırlamada en önemli hedeflerin başına oturttursa bu. Prensip olarak. Ve o zaman büyük bir heyecan da yaratır. Halktan da büyük bir destek alır. Ve herkes de taşın altına elini koyar. Çünkü nihayet bizim ırkımızın, soyumuzun, çoluk çocuğumuzun ya geleceğe güvenle bakması, taşınmasıdır ya. Gerçek beka sorunu bu gerçekten. Yani bir sürü siyasetçiler beka meka diyor ama yani asıl işte bu.

Ali Babacan:  Biz seçimden önce bütün bu hazırlıkları yaptık. Yani bunun gibi 23 tane eylem planı hazırladık. Her alanda yani. Yargı reformu da var 198 maddelik. İklim değişikliği de var. Eğitim var 500 maddelik eğitim. Yüksek öğretim var. Temel haklar var 354 madde. Tamamını hazırladık. Ve seçimde diyorduk ki ‘eğer biz iktidar olursak bunları’ yapacağız. Fakat seçimi kaybettik. Seçimden sonra ne yaptık? Hükümet kurulduktan hemen sonra ben bunlardan bir set yaptım. Ve Sayın Cumhurbaşkanı'na, Cumhurbaşkanı Yardımcısına, bütün bakanlara gönderdim. Ve bu setin en üstüne de deprem raporumuzu koydum. Yani kapağı açınca ilk deprem raporu çıkıyor. Çünkü en öncelikli konunun bu olduğunu düşünerek şu anda. Ve bir kapak mektubuyla dedim ki biz bunları çalıştık. Bunlar hani millet için yapılan çalışmalardır. Evet bir siyasi parti koordinat etmiştim ama çalışmalara katkı her kesinden olmuştur. Burada akıl teli vardır. Alın teli vardır. Emek vardır. Göz nuru vardır. Umarım ki istifade edersiniz diye. 600 milletvekiline gönderdim yine birer set. Ama 23 eylem planı en üstüne deprem raporunu koydum. Çünkü en acil konumuz yani. Çünkü vakti olmuyor. Çünkü kaybettiğimiz her bir can çok kıymetli. Yani sayılara dökünce iş basitleşiyor. İşte 50 bin mi? En az 50 bin mi? Yok 100 bin mi? Acaba daha mı fazla diyoruz? Bunlar korkunç şeyler yani. Bir tek hayatını kaybeden vatandaşımız bile can. Ve o çok çok kıymetli yani. Parayla falan ölçülmez, mukayese edilmez. Bunlar umarız ki yapılırız diyoruz. Biz bu bilgileri paylaşıyoruz, yaptık, çalıştık. Sadece biz derken parti olarak değil, herkes katkı verdi. Yani bizim ekonomi ve finans eylem planımız var. Burada mesela Türkiye'nin en kıymetli iktisatçılarının emeği var. Bunların çoğu bizim partilimiz falan da değil yani. Ama sağ olsunlar kime ‘alo’ desek geliyorlar. ‘Ya biliyoruz ki siz Türkiye için çalışıyorsunuz, gayretleriniz var’ diyorlar. ‘Biz de ne kadar katkımız olabilirse verelim’ diyorlar. O şekilde hazırlıyoruz. Yani şey değil, bir parti koordinasyonu ama partizan çalışmalar değil. Yani ideolojik gözlük falan da yok burada. Burada öncelik Türkiye, öncelik milletimiz. O şekilde çalıştık, çalışıyoruz.

Ama bilerek çalışmak çok önemli. Yani işi bilenlerle çalışmak. Türkiye'de birçok konuşanlar var, bir de iyi bilenler var. İşte o iyi bilenleri yakalayıp, o iyi bilenlerle çalışmak ve o bilime saygı, yani mutlaka çalışmaların temelinde bilim olması, akla dayanması, rasyonaliteye dayanması çok çok önemli. Bu şekilde de çalışmaya devam edeceğiz. İnşallah ülkemiz bir gün, bu deprem coğrafyasında olan ülkemiz, bir gün hep bahsettiğimiz, örnek verdiğimiz ülkeler gibi depreme daha hazır, insanların kendi can emniyetinden, mal emniyetinden daha güvenli bir şekilde yaşadığı bir ülke olur diye ümit ediyoruz. Ama sadece ümit etmiyoruz, sadece dua etmiyoruz, bir de gayret de ediyoruz. Ben tekrar çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.

Naci Görür:  Ben teşekkür ederim.

Ali Babacan:  Çok faydalı oldu. Hem böyle daha yakından tanışmış, görüşmüş olduk.

Naci Görür:  Sağ olun.

Ali Babacan:  Hem de benim için çok ufku açıcı oldu.

Naci Görür:  Sağ olun. Sağ olun. Ben de iki cümle sonuç söyleyeyim.

Ali Babacan:  Tabii ki, buyurun.

Naci Görür:  Şimdi çok teşekkür ederim, yani çağırdığınız, davet ettiğiniz için. Şimdi ben çok umutlanıyorum, yani umudum arttı gerçekten. Yani bir farkındalık görüyorum. İnsanlar artık bu depreme insanlarımızı kurban vermeyelim, artık bu işi bitirelim düşüncesi içerisindeler. İşte böyle sizler gibi iktidara oynayan, gelmek için uğraşan siyasi topluluklar da bu işi bu kadar ciddiye aldılarsa, alıyorlarsa, biz gerçekten umutlanıyoruz. Yani biz çünkü hep böyle dışarıdan bakınca sesimizi duyan yok. Biz bize konuşuyoruz. Sanki bir şey olmuyor gibi geliyor ama o doğru değil. Yani halkım da biraz, çünkü bana da öyle diyorlar. Benim iki buçuk milyona yakın takipçim var, yazıyor. ‘Hocam siz konuşuyorsunuz ama onlar öyle işte’ falan diye böyle doğru olmayan bir takım şeyler veya düşüncelerini söylüyorlar. Şimdi diyelim ki yani iş öyle değil. Bizim siyaset dünyamızda, siyasi partilerimizde bu işin farkında ve ciddi hazırlıkları var. Yani o farkındalığa gelmişiz. Bu bizim için bir umut olmalı inşallah.

Ve özette şunu hiç unutmayalım. Yani bu ülkede, köyün müdürü de söyledi Kandilir Hasathanesi'nin. Bu ülkede her an, her zaman, her an 7 ve üzerinde deprem olabilir. Onun için deprem nerede olacak, ne zaman olacak, bizim burada olur mu, olmaz mı? Ay korkuyoruz, vay siz konuşmayın falan bunlardan vazgeçelim. Bu ülke bir deprem ülkesidir. Depremi de durduramayacağımıza göre, depremde çoluk çocuğumuz ölmesini istiyorsak, gelin el birliğiyle, gönül birliğiyle, muhalefeti, hükümeti siyaset üstü bir politikayla, sizin dediğiniz yöntemlerle de dahil bu ülkeyi, depremi hazırlayalım. Böylelikle insanlarımız da mutlu olacaktır, umutlu olacaklardır. İnşallah, ben umutlandım şahsen, bir yere gideceğiz diye düşünüyorum.

Ali Babacan:  İnşallah. Tekrar çok teşekkür ederim, sağ olun.

Naci Görür:  Ben teşekkür ederim, sağ olun.

 

 

 

 

 

 

 

18 Ağustos 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Habertürk TV'de Enine Boyuna Programı Açıklama

Hülya Hökenek: Çok teşekkür ederim efendim. Faruk Aksoy'la birlikteyiz.

Faruk AksoyMerhabalar hoş geldiniz.

Hülya Hökenek:  İlk dilimde Sayın Başkan'la birlikte olacağız, Sayın Babacan'la. İkinci dilimde de yaklaşık iki saat kadar Sayın Başkan'la olacağız. Merak ettiğimiz her şeyi soracağız. Sizlerin de merak ettiklerini elbette soracağız Sayın Babacan'a. Sonrasında da yine klasik el neboyunanın o tartışma masasıyla devam edeceğiz. Biz bugün Sayın Başkan'dan böyle manşetlerde bekliyoruz. Çok tartışmalı bir seçim süreci geçirdi Türkiye. Ve o seçim sürecini geride bıraktık. İttifaklar arası bir seçimdi tabii. Altılı Masa, sürekli o buluşmalar. Buluşmalardan sonra başlıklar. Şimdi bakıyorum gerçekten çok tartışıldı. Hepsini konuşacağız ama ben böyle bir sonuçtan başlayayım istiyorum. Yani sonuca nasıl gelindiğinden başlayayım istiyorum. Çünkü malum yerel seçim de var önümüzde. Biz sizi seçim sonrası epey bir sessiz gördük. Ben sessizliğinizin nedenini sorarak başlamak istiyorum.

Ali Babacan: Seçim sonrası seçim kampanyası dönemindeki gibi tabii yoğun bir propaganda ve yoğun bir gönüllüm olmadı. O doğru. Ama seçim sonrası kendi iç değerlendirmemizle ilgili çok ciddi mesai harcadık. Ve harcamaya da devam ediyoruz.

Hülya Hökenek: Nasıl bir sonuca vardınız?

Ali Babacan: Hem teşkilatlarımızı dinliyoruz. Hem genel merkezimizde grup grup detaylı derinlemesine analizler yapıyoruz. Hem de dış gözlemcilerin Türkiye'yi nasıl değerlendirdiğini ve bizimle ilgili neler düşündüklerini soruyoruz. Yani bir iç ve dış istişare döneminin tam ortasındayız şu anda. Haklısınız seçimden bu yana ben galiba iki üç kere bizim genel merkezde bir açıklama yaptım. Yaklaşık bir ay önce bir canlı yayın, yine bir başka haber kanalında bir canlı yayınım oldu. Ama seçim dönemindeki kadar yoğun bir şekilde ortalarda değiliz. O doğru. Ama şunu söylemek lazım biliyorsunuz her seçimden sonra 90 günlük veya bazıları 100 günlük bir hükümete açılan kredi dönemi olur. Yani yeni hükümet kurulur. Yeni bakanlar görevlendirilir. Ve ‘dur bakalım bunlar ne yapacak? Acaba düzgün işler yapılacak mı? Acaba sorunların çözümüyle ilgili...’

Hülya Hökenek: 90 günün tamamlanmasını mı bekliyorsunuz? Gözler bir izleme mi var yani öyle bir süreç mi?

Ali Babacan: Şöyle hükümet açısından böyle. Yani hükümet açısından ve hükümeti destekleyen kitleler açısından böyle. Ama muhalefet açısından da çok önemli bir iç muhasebe ve dış muhasebe dönemi. Yani biz bir bakıma hem vatandaşlarımızın en azından vatandaşlarımızın yüzde 52'sinin yönetime, hükümete açtığı kredi süresinin tamamlanmasını bekliyoruz. Hem de bundan sonraki yerel seçim ve daha sonraki yerel seçimle ilgili partimizin stratejisini, duruşunu, odaklanmamız gereken konuların çok detaylı bir analizini yapıyoruz. Şu anda ağırlık olarak çalışmalarımız bunlar.

Hülya Hökenek: Bütün seçim sürecine geleceğiz. Biz Faruk'la böyle kurgularken, çalışırken neler oldu, neler yaşandı? Altılı masa, sonrası, mütabakat metni, bundan haberiniz oldu mu olmadı mı olduğu zaman ne hissettiniz? Bunların hepsine geleceğiz. Fakat bu ekonomi yönetimi bir şekilde ekonomiyi devraldığında sizin bir açıklamanız oldu. Eleştirel bir açıklamaydı. Biraz ben oraya dönerek oradan başlayayım istiyorum. Orada izlemediniz mesela. Şimdi izliyoruz dediniz ama orada izlemediniz. Eleştirel bir açıklamaydı. Sayın Mehmet Şimşek, sizin bir dönem yol arkadaşınızdı. Ekibi de yakınen tanıyorsunuz. Ben o eleştirileri sormak isterim. Bugün ekonomi yönetimine nasıl bakıyorsunuz?

Ali Babacan: Aslında hem Cevdet Yılmaz hem Mehmet Şimşek benim yakın çalışma ekibimde oldular. Sık görüştüğümüz, sık buluştuğumuz arkadaşlar idi. Ne zaman benim hükümette olduğum dönemde. Dolayısıyla bu iki ismin ekonomi yönetimiyle ilgili görevler alması açıkçası ilk başta bizde de iyimser bir en azından zan oluşturdu. Acaba dedik dur bakalım acaba bu arkadaşların önü açılacak mı? Bu arkadaşlara gerçekten bir siyasi güç verilecek mi? Bunu bir izleyelim dedik. Fakat ilk bir ayda yapılanlar ve Merkez Bankası'nın attığı adımlar, Merkez Bankası'nın atmadığı adımlar, Merkez Bankası'yla ilgili görevlendirmeler, Merkez Bankası dışındaki ekonomi birimleriyle ilgili hiçbir değişikliğin bugüne kadar yapılmaması bizim tabii ki eleştirimiz hususlardı. Mesela ben en son ekonomiyle ilgili açıklama yaptığımda demiştim ki ‘sadece başkanı değiştirmekle olmaz. Orada bir kadro var o kadronun da değişmesi lazım’ demiştim. Daha sonra üç tane başkan yardımcısı daha görevlendirdi mesela. Ama aynı zamanda demiştim ki ‘Sayın Erdoğan elini Merkez Bankası'ndan çekmedikçe, Merkez Bankası bağımsız çalışmadıkça bu ülkede enflasyon düşmeyecek’ demiştim. Hala aynı noktadayım.

Hülya Hökenek: Şu anda aynı noktada mısınız?

Ali Babacan: Tabii ki, tabii ki.

Hülya Hökenek: Yani şu an Merkez Bankası'nın üzerinden Sayın Cumhurbaşkanı'nın elini çekmediğini mi düşünüyorsunuz? Şu anda aynı noktada mısınız?

Ali Babacan: Hayır, hayır. Kesinlikle yani. Şu anda Cumhurbaşkanı'ndan icazeti almadan Merkez Bankası'nın adım atması mümkün değil. Eğer öyleyse çıksın yeni Merkez Bankası Başkanı...

Faruk AksoyYani faiz arttırımına gidiyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda herhalde ‘Yani ben varsam faiz arttırılamaz. Bir daha böyle olmaz. Böyle düşünen arkadaşlarla yol yürümeyeceğiz’ demişti. Merkez Bankası şimdi yeni yönetimde, yeni dönem faiz arttırımına gidiyor. Bunu Cumhurbaşkanı'na sorarak mı yapıyorlar?

Ali Babacan: Yani Sayın Erdoğan'dan habersiz Merkez Bankası'nın böyle bir adım atabilmesi mümkün mü?

Hülya Hökenek: Tamam ama Sayın Erdoğan'ın politikasının tersi bir durum değil mi mesela bu? Çelişmiyor mu işte faiz arttırımı mesela? Yani buradan bakıldığında sizin tezinizi çürütmüyor mu bu?

Ali Babacan: Tam tersine. Çünkü Sayın Erdoğan seçimlerden önce ne demişti? ‘Ben iş başında olduğum sürece, ben iktidarda olduğum sürece faiz artmaz ancak düşer’ demişti. Aynı zamanda ne demişti? ‘Biz seçimi kazanacağız ve enflasyonu tek haneye düşüreceğiz’ demişti. Ama bunların hepsi aslında bir aldatmaydı. Yani seçimlerden hemen sonra para politikası kurulunun ilk toplantısında faiz artmasına izin vermesi seçimden önce verdiği taahhütle tamamen ters bir konu. Yine Merkez Bankası'nın en son açıkladığı enflasyon raporunda ne dedi Merkez Bankası? ‘Enflasyon 2024'ün ortasına kadar artmaya devam edecek. Ta 2025 sonunda bile tek haneye inmeyecek’ dedi. Oysa Erdoğan ne demişti? ‘Bana oy verin biz enflasyonu tek haneye indireceğiz’ demişti. Dolayısıyla aslında seçimden önce büyük bir aldatmaca oynandı. Yani bunu zaman içerisinde daha iyi göreceğiz. Seçimden önce gerçekten yalanlar söylendi. Seçimden önce montaj videolar gösterildi. Farklı toplum kesimleri farklı uydurma ve doğru olmayan yanlış bilgilere maruz tutuldu. Onun için ben ilk akşamda söylemiştim hala söylüyorum ‘evet Erdoğan bu seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.’ Çünkü aldatarak kazanılan seçim helalinden kazanılmış bir seçim değildir.

Ekonominin düzelmesi enflasyonun düşmesi sadece ve sadece Merkez Bankası ile mümkün değil ki. Enflasyon düşecek ya da işte düşürmeye çalışacak deniyor değil mi? Ne zaman? Ta 2024'ün sonunda hatta 2025'in sonunda bile %15 hala. Peki bu enflasyonu kim ölçüyor? TÜİK. TÜİK'in ölçtüğü enflasyonun gerçek enflasyon olmadığını herkes biliyor. Bakın şu son 6 aydır açıklanan enflasyon rakamları bilmiyorum.

Hülya Hökenek: Belli grafikler getirmiş Sayın Başkan. Yönetmenimiz Saniye’den rica edeyim yakınlaştırabilirsek eğer.  

Ali Babacan: Bakın bu ENAG'ın yani Bağımsız Bir Araştırma Kuruluşu'nun açıkladığı enflasyon. Bu da mavilerde TÜİK'in açıkladığı enflasyon. Sürekli TÜİK'in açıkladığı enflasyonun 2 misli 2,5 misli gerçek enflasyon var. Gerçek hayatta enflasyon var. Çarşıya pazara giden bütün vatandaşlarımız bunu görüyor.

Faruk AksoyENAG'ın açıkladıkları mı doğru rakamlar diyorsunuz şu anda?

Ali Babacan: Çarşının, pazarın hissettiği ve vatandaşlarımızın hissettiği enflasyon ENAG'ın rakamlarına daha yakın rakamlar.

Faruk AksoyYalnız biraz önce söylediğiniz şeyi tam olarak ben kavrayamadım. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı seçimden önce savunduğu ekonomi politikalarını değiştirmiş gibi görünüyor. Hatta açıklama yaptı Sayın Şimşek göreve gelirken ‘biz artık teslim ediyoruz’ dedi ve ‘kabul ediyoruz’ dedi. Şimdi siz hala müdahale ettiğini söylüyorsunuz.

Hülya Hökenek: Hatta rasyonel özür dilerim Faruk katkı olsun diye biraz açalım. Yani rasyonel ekonomi politikaları mesela Sayın Şimşek bunu çok kullandı. Bu ekonomi politikalarıyla rasyonel zemine oturması ve öyle bir anlayışla sürecin aşılacağı da söylendi. Zaman da verildi.

Faruk AksoyŞu andaki ekonomi yönetimi seçimden önce Sayın Cumhurbaşkanı'nın mesela Nebati dönemi ve şimdiki dönem. Galiba bir fark var. Cumhurbaşkanı şu anda herhalde Sayın Şimşek'e bu işi bırakmış gibi görünüyor ama siz aksini mi söylüyorsunuz?

Hülya Hökenek: Ve tekrar şu da hani böyle bütüncül olsun. Sizi yine burada ağırlamıştım ben. Hatırlıyorsunuz. Bu üçüncü ağırlamamız. Ben yani şahsım adına moderatör oldum. Doğru siz moderatördünüz. Yine burada gazeteci meslektaşlarımız vardı. Size o zaman sormuştuk. Ekonomi yönetimini, ekonomiyi eleştirdiniz ve size demiştim ki bugün siz yönetimi devralsanız. Çünkü Ali Babacan ekonomiyle özdeşleşiyor. Ve siz o zaman böyle bir kurtarıcı olarak görülüyordunuz. Ekonomi yönetimini bugün devralsanız ne zaman bu ülke rahatlar? Rasyonel zeminden o zaman bahsetmiştiniz. Ve minimum bir ya da maksimum bir iki yıldır vermiştiniz. Yanlışım varsa düzeltin.

Ali Babacan: ‘Enflasyon tek haneye iner’ demiştim.

Hülya Hökenek: Bugünde enflasyonun 2024 sonu 2025 gibi tek haneye inmesi ve ülke rahatlamasından bahsediyorlar…

Ali Babacan: 2025 sonu için Merkez Bankası'nın açıkladığı rakam %15, yani 2025 sonunda dahilde tekhaneli enflasyonu Merkez Bankası gözü kesmiyor açıklayamıyor.

Faruk AksoyBugünkü rakamlara bakınca %15, eğer bunu tutturabilirlerse inanılmaz bir başarı olur gibi geliyor.

Ali Babacan: Hangi enflasyon, tam onu anlatmaya çalışıyorum. Bakın, şu TÜİK'in enflasyonu ayrı, ENAG’ın enflasyonu ayrı. Yani belli ki TÜİK enflasyonu olduğundan zaten düşük açıklıyor. Yani siz enflasyonun düşük görünmesini istiyorsanız illa Merkez Bankası'nın bu kadar uğraştırmanıza gerek yok. TÜİK'e talimat verirsiniz, düşürsün biraz daha aşağı diye, TÜİK düşürebilir. Şimdi TÜİK başkanı değişti mi? O günden bugüne değişmedi. TÜİK yönetiminde bir değişiklik oldu mu olmadı mı? Bugün bütün dünyada artık itibari zedelenmiş ve gerçek rakamları, gerçek enflasyonu açıklamayan bir TÜİK varken enflasyonu düşüreceğim diyorsunuz. Enflasyon hedefleri açık olsun ama hangi enflasyon? Biz vatandaşın enflasyonundan bahsediyoruz, biz vatandaşın karşı karşıya kaldığı zamlardan bahsediyoruz.

Faruk Aksoy: Çarşıdaki pazardaki rakamlardan bahsediyorsunuz yani…

Ali Babacan: Çarşıdaki pazardaki gerçek tablodan bahsediyoruz. Evine en ufak bir gıda alışverişi yapan, şöyle bir ekmek, peynir, zeytin alan herkes biliyor ki bir yıllık enflasyonun öyle %47 falan olması hikaye. Böyle bir şey yok. Üstelik...

Hülya Hökenek: Yanlış nerede? Mesela nerede yanlış yapılıyor? Yanlış nerede mesela? Siz bize onu söyleyin, deyin ki yani arkadaşlar bugün seçimi biz kazandık, ben ekonomiden sorumluyum, bir ittifak paybaşıyım. Bakın şurada yanlış yapıldı, yani yeni dönem için söylüyorum, şu iki iki buçuk aylık izleme için söylüyorum.

Ali Babacan: Şöyle, şu anda Türkiye'nin ekonomisi sadece ekonomi yönetimiyle düzelmez. Çünkü hukuk, adalet eğer düzgün değilse bir ülkede gelir ekonomiyi vurur. Eğer eğitim sistemi düzgün çalışmıyorsa gelip ekonomiyi vurur. Dolayısıyla biz Türkiye'yi yönetmenin tamamına talibiz. Ve seçimlerden önceki bütün hazırlığımız da DEVA Partisi olarak da içinde bulunduğumuz grupta Türkiye'yi yönetmeye talip. Sadece ekonomiye talib değil. Çünkü ekonomide siz ne yaparsanız yapın kendi başına o alanda diğer alanlar ekonomiyle ilgili destekleyici, ekonomiyi besleyici politikalarla donatılmazsa orada başarılı olmak mümkün değil.

Kaldı ki şu anda sadece bakın Merkez Bankası'ndaki değişikliklerden bahsediyorum. Mesela BDDK Merkez Bankası Başkanı önceki başkanı enflasyonun patladığı dönemde, Merkez Bankası Başkanı olan insanı tuttular BDDK'nın başına da atadılar. Değil mi? Yani BDDK'nın aldığı kararlar en az Merkez Bankası kadar önemli şu anda. Yani eğer mesele para politikasını ya da kredi politikasını sıkmak ya da geliştirmekse BDDK'nın da en az Merkez Bankası kadar elinde enstrümanlar var. Merkez Bankası'ndaki başkan tuttu, BDDK başkanı yaptılar. Ne anladık? Merkez Bankası burada ne kadar çaba gösterirse göstersin eğer BDDK onunla aynı çizgide destekleyici adımlar atmazsa bu iş olmaz. Enflasyon falan düşmez bu ülkede. Bunların hepsi bir bütün. TUİK, dürüst bir şekilde, şeffaf bir şekilde, açık bir şekilde enflasyonu ölçmezse ne yaparsanız yapın zaten söylenenler bir yalan dünyası.

Faruk Aksoy: Bu söyledikleriniz daha iyi anlaşılsın ya da biz de tam olarak anlayalım diye bir şey hatırlatacağım size. Gazeteci arkadaşlarımız vardı seçimden önce bir toplantı yaptınız. Ben de gelmiştim o toplantıya. Sonra o toplantıda o günkü ekonomik şartlar onlar da sorduk, konuştuk. Ben size o gün demiştim ki Sayın Cumhurbaşkanı ile siz uzun yıllar birlikte çalıştınız. Fakat Sayın Cumhurbaşkanı 2012-2013'ten bu yana farklı bir siyaset, farklı bir söylem içinde. Ve Türkiye'de o tarihten bu yana epey işler karışmış durumda. Yani Türkiye'de ciddi problemler yaşandı. Şimdi ekonomiye dair açıklamalarınıza bakıyorum. Diyorsunuz ki sadece Merkez Bankası Başkanını değiştirmek ya da Hazine Maliye Bakanını değiştirmek bir kadroyu değiştirmekle olmuyor. Bir bütün olarak Türkiye'ye bakılıyor. Siz şunu mu diyorsunuz? O günde söylemiştiniz. 2013 yılında, 2012-2013 yılında belki de Sayın Cumhurbaşkanı'nın o zaman Başbakan'dı. Yani o süreçte ayrılması gerekiyordu. O toplantıda söylemiştiniz.

Ali Babacan: 3 dönemi dolmuştu. Evet, 3 dönem dolmuştu.

Faruk Aksoy: Ayrılması gerekiyordu demiştiniz. Şimdi bugün şunu mu diyorsunuz bize? Sayın Cumhurbaşkanı seçildi ve bu ülkeyi yönetiyor. Ama o yönettiği müddetçe hangi kadroları nereden kim değiştirirse değiştirsin, Türkiye'de işler yoluna girmez mi? İddianız bu mu? Bunu mu söylüyorsunuz?

Hülya Hökenek: Ve üzerinde de 2023'te bir tweet atıyorsunuz yine şöyle 25 Nisan'da. Diyorsunuz ki ‘seçime kadar Sayın Mehmet Şimşek'in isminden istifade ederler. Ancak günü geldiğinde gereken alan açılmayacaktır. Biz bu zihniyeti iyi tanıyoruz’ diyorsunuz. Ve siz bugün de o gereken alanın açılmadığına ve açılmayacağına inananlardansınız. Sanırım aynı yerde duruyorsunuz.

Ali Babacan: Kesinlikle kesinlikle… Evet. Bakın ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Üstelik Cumhurbaşkanı'nın veya Başbakan'ın öyle tek imzayla aklına eseni yapabileceği bir dönemde değil. İlgili Bakan'ın ya da Başbakan Yardımcısı'nın yani benim imzamı olmadan hiçbir adımın atılmadığı, atılamadığı bir dönemde ben bir görev yaptım. Ama nasıl yaptım? Bütün ekonomi birimlerine ehil ve dürüst insanları getirerek yaptım. Nasıl yaptım? Sadece ekonomide değil aynı zamanda ilk başmüzakereci olarak Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'nin reformlarına öncülük ederek bunu yaptım. 2005-2008 hatırlarsanız benim hem Hazine Bakanı olduğum daha sonra aynı zamanda Dışişleri Bakanı ile beraber Avrupa Birliği Başmüzakerecisi oldum. Yani Avrupa Birliği Bakanı olduğum dönem ve eğer biz o dönemde Avrupa Birliği reformları çerçevesinde her alanda ama her alanda yani 33 fasılda ilerleme göstermeseydik, Türkiye'yi her alanda daha yüksek standartlara ulaştıracağımızın planını programını yapıp o plan program çerçevesinde adımlar atmasaydık o dönemin ekonomik başarısı bu kadar büyük olmazdı. Yani o dönem biliyorsunuz Türkiye tarihinde tescil edilmiştir. Yani hele hele o 2002-2007 toplam faktör verimli dediğimiz çok sıhhatli, çok sağlıklı bir büyümenin, kaliteli bir büyümenin gerçekleştiği bir dönemdir. Ama o dönem eş zamanlı olarak sadece ekonomide değil pek çok alanda iyi adımların atıldığı dönemdir.

Dolayısıyla biz DEVA Partisi'ni kurduğumuz günden itibaren ne yaptık? O Avrupa Birliği tecrübemizde de ekonomi yönetici tecrübemizde de nasıl 33 fasıl varsa Avrupa Birliği'nde biz de tam 23 eylem planıyla Türkiye'nin her alanında ama her alanında yapılması gerekenleri hazırladık. Ha şunu da söyleyeyim seçimlerden hemen sonra hemen 1-2 hafta sonra hükümet kurulduktan sonra ben ne yaptım? Bu eylem planlarından Sayın Cumhurbaşkanı'na, Cumhurbaşkanı yardımcısına ve bütün bakanlara birer set gönderdim. Kapak mektubuyla beraber dedim ki burada bir göz nuru var, elemeği var, akıl teri var. Umarım ki buralardan istifade edersiniz icraatınızda dedim. Daha sonra 600 milletvekiline gönderdim. Şimdi bütün oda ve borsa başkanlarına bunları gönderiyoruz. Diyoruz ki bizim varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun diyoruz. Bütün bu elemeğe, göz nuru, akıl teri çalışmamızı icranın başında olan, yasamada olan ve aynı zamanda da sivil toplumun başında olan insanlara gönderiyoruz ki. Bir sonraki seçime kadar, bir sonraki seçime kadar hiç olmazsa bunları uygulamayın.

Hülya Hökenek: Geri dönüşler alıyor musunuz böyle. Yakın çalışma arkadaşlarınız da var sonuçta en nihayetinde belli kurumların başında.

Ali Babacan: Tabii ki ben o eski çalışma arkadaşlarımızdan bakan olanları zaten aradım tebrik ettim. Hayırlı olsun dedim. İşiniz kolay değil biliyorum.

Hülya Hökenek: Sayın Meme Şimşek'i aradınız mı?

Ali Babacan: Aradım tabii. Cevdet Yılmaz'ı aradım. Başka bakanlar da vardı. Hukukumuz ne oldu? Düzgün işler yapabileceğine inandığım insanlar var şu anda kabinede. Fazla değil. 4-5 kişi. Daha önce tanıdım yani.

Faruk Aksoy: Diğerleri düzgün işler yapmazlar anlamına mı geliyor bu?

Ali Babacan: Hayır diğerlerini tanımıyorum dedim ya. Ama bu arkadaşlar düzgün iş yapma çabasında olabilecek arkadaşlar. Ama hangi şartla kendilerine alan açılırsa, imkan tanınırsa, kendi kadrolarını kurabilirlerse, eğer kendi kadrolarını kuramazlarsa, daha önceki o rasyonelite dışı dönemden gelen kadrolarla çalışmaya mecbur bırakılırlarsa, başarı mümkün değil. Kaldı ki dediğim gibi sadece ekonomiyle de olmayacak. Bugün Türkiye'nin diyelim ki hukuk ve adalet konusunda Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği ve aynı zamanda Avrupa Konseyi standartlarını hedefleyen bir reform çabası olmadan mümkün değil. Biliyorsunuz Türkiye'de bir yargı reformu gerekiyor değil mi? Bakın yargı reformuyla ilgili biz hazırladık. Burada 10 numaralı bir eylem planı bu. Burada 198 tane adım var. Avrupa Birliği çalışmalarıyla alakalı ve Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarında bir yargı sistemine sahip olması ile ilgili. Her şey var burada. 198 tane atılacak adım. Adalet Bakanı'na da gönderdim bunu. Dedim ki tanımıyorum kendisini ama dedim ki yani mektupta umarız ki istifade edersiniz. Umarız ki bunlar faydalı olur.

Hülya Hökenek: Siz şimdi ekonomide çok önemli bir noktadaydınız. Çok uzunca bir dönem Adalet ve Kalkınma Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yol arkadaşıydınız. Şimdi ben merak ediyorum mesela o telefon görüşmesinde Sayın Cevdet Yılmaz'la, Sayın Mehmet Şimşek'le konuştuğunuzda o konuşma kısa bir konuşma olmamıştır diye düşünüyorum.

Ali Babacan: Yok kısa kısa. Çok kısa. Yani bir iki dakikalık konuşmalar. Hayırlı olsun. Tebrik ediyorum. Sizlerin kabinede yer almanıza sevindim. Ama işiniz zor. Allah kolaylık versin. Bu kadar.

Faruk Aksoy:  Bunu ekliyorsunuz. ‘İşiniz zor’ diye ekliyorsunuz yani.

Ali Babacan: Zor olduğunu, zor olacağını biliyoruz. Çünkü zaten ekonomi berbat bir durumda. Bakın, emekli maaşlarının geldiği noktaya bakın. En düşük emekli maaşı değil mi? Temmuz'da da zam vermediler. 7.500 lira ile devam ediyor.

Hülya Hökenek: Şimdi yine zam bekleniyor galiba. Bir ara zam... İşte 10.000 lira olabileceği en düşük emekli maaşının konuşuluyor ama... Büyük bir şey yok.

Ali Babacan: Umut, vaat ama bir şey yok.

Hülya Hökenek: Yani bilemiyoruz.

Ali Babacan: Bütün maaşlar arttı biliyorsunuz 1 Temmuz'da ama en düşük emekli maaşına zam yapılmadı. 7.500 lira devam ediyor. Bakın şu açlık sınırı artıyor. Bu TÜRK-IŞ’in ilan ettiği açlık sınırı. Bu da en düşük emekli maaşı. Makas getikçe açılıyor. Yani en düşük emekli maaşıyla açlık sınırı arasındaki makas getikçe açılıyor. Aynı şey asgari ücret için de geçerli. Üstelik asgari ücret 1 Temmuz'da arttırıldı değil mi? Bakın, açlık sınırına bakın, asgari ücrete bakın. Açlık sınırı durmadan artıyor. Asgari ücreti arttırıyorlar. Ama hemen bir süre sonra makas açılıyor. Asgari ücret artıyor, bir ay sonra asgari ücret gene açlık sınırının altına iniyor.

Hülya Hökenek: Bir dejavu yaşanıyor, bir sarmal var diyorsunuz.

Ali Babacan: Kesinlikle. Sonra kur korumalı mevduat değil mi? Kur korumalı mevduat o kadar berbat etti ki ekonomik dengeleri. Sadece 2 ayda yaklaşık 400 milyarlık bir kur korumalı mevduat için kur farkı ödenecek. Ve bu farkın tamamını şimdi Merkez Bankası'na ödetiyorlar. Merkez Bankası bu parayı nereden buluyor? Para basıyor. Para basarak ne oluyor? Bütün vatandaşlarımızın cebinden, sizlerin Türk lirası cinsinden geliri olan, sabit geliri maaşı olan memuru, işçisi, emeklisi fark etmiyor. Herkesin gelirinden alıyorlar, para basıyorlar çünkü enflasyon yoluyla. Herkesin satın alma gücünü düşürüyorlar. Bankada parası olan kur korumalı mevduata para yatırmış, insanlara onu yönlendiriyorlar. Ve üstelik rakamlar gizli ancak tahmin ediyoruz 400 milyar mesela. Açıklamıyorlar yani. Şimdi bu rakamları veriyorsunuz. Bu zihniyetle, bu ekonomi yönetimine ancak ne olur? Orta direk çöker. Ki Türkiye'de şu anda orta direk çöktü. Ne var? Az sayıda zengin, çok sayıda yoksul, görevi yoksul ya da aşağı yoksullar. Yani rahmetli Özal’ın tarif ettiği orta direk, orta kesim Türkiye'de çökmüş durumda.

Faruk Aksoy:  Sayın Babacan bunların hepsini seçimden önce bir buçuk yıl boyu aralıksız konuştuk, tartıştık. Siz de Habertürk başta olmak üzere birçok televizyon kanalına konuk oldunuz ve bunları anlattınız.

Ali Babacan: Hepsini anlattık.

Faruk Aksoy:  Sonra biz Türkiye olarak sandığa gittik. Hem de iki kere gittik ve siz kaybettiniz. Bunları anlatıyorsunuz. Bunları son derece doğru grafikler olarak, rakamların hepsi doğru getiriyorsunuz. Bunları gösteriyorsunuz. Ama millet şöyle diyor. ‘Millet İttifakı'nın değerli üyeleri. Biz Recep Tayyip Erdoğan'a oy vereceğiz’ diyor ve gitti oy verdi. Niye böyle oluyor? Bu anlattığınız şeylere bu halk niye inanmıyor?

Ali Babacan: Şöyle tabii bu vatandaşlarımız kimin hangi anlattığına ne kadar inanıyor ne kadar inanmıyor. Bunu tabii seçim sonucuna bakarsanız söylüyorum ben bunu. Yoksa öyle bir iddiam yok. Yani 6 parti beraberce seçime gittik. Ve ikna edebildiğimiz vatandaşlarımızın yüzdesi %48'e kaldı. Yani %48 inandı yani.

Hülya Hökenek: Ali Bey Sizce doğru muydu? Altılı masa doğru muydu? O proje doğru muydu?

Faruk Aksoy:  O proje doğru muydu?

Ali Babacan: Yani şu açıdan şimdi bu dünyada otoriterleşen rejimlerin değişmesi için güç birliği gerekiyor. Yani iyi çalışan demokrasilere baktığımızda ya da bizim gibi orta halde demokrasilere baktığımızda otoriterleşen bir rejimin değişmesi için bir güç birliği gerekiyor. Bu güç birliği oluşturan ülkelerde bazen bu güç birliği başarılı oluyor. Bazen başarısız oluyor. Bazen de seçimi kazanıyor ülkeyi yönetmeye beceremiyor. Dolayısıyla biz tarihin doğru zamanında ve doğru yerde durduğumuza kesinlikle inanıyoruz. Çünkü biz demokrasiden yana tutum aldık. Otokrasiden yana değil. Çünkü biz Avrupa Birliği standartlarında Avrupa Konseyi standartlarında bir hukuk düzeninden bir yargı düzeninden tarafa tutum aldık.

Hülya Hökenek: Bugün olsa aynı formülün içinde bulunurdum diyorsunuz o zaman değil mi? Altılı masa noktasında. Yani altılı masa ittifakının bir önemli paydaşıydınız. Bugün olsa yine o formül içinde bulunurdum diyorsunuz.

Ali Babacan: Sonuçlara bakıp da ondan sonra dönüp değerlendirmek genelde tarihçilerin yapmamak istediği bir şey. Yani sonuçlara bakıp tekrar geçmişe doğru kararları gözden geçmek. Tarihçiler pek bunu yapmıyor. Siyaset bilimciler yapıyor ama tarihçiler yapmıyor. Açıkçası geçmişe doğru baktığımızda çok iyi hazırlıklar yaptık. Yani anayasa değişikliğimizi hazırladık. Hhükümetin elinde hiçbir şey yoktu, hala yok değil mi? Sayın Erdoğan diyor ki yeni anayasa diyor elinde bir maddelik bir şey yok. Biz 84 maddelik anayasa değişikliği hazırlığımızı yaptık. Ne yaptık? 2300 maddelik ortak politika metnimizi hazırladık. Hem de tam mutabakatla yaptık. Biz bunları yaptığımızda hükümetin elinde hiçbir şey yoktu. Çok sonraları bir seçim beyanamesi açıkladılar. Yani seçim beyanamesindeki açıkladıkları dişe değer şeylerin hepsi bizim zaten yazdığımız, ilan ettiğimiz şeyler. Dolayısıyla entelektüel hazırlık program ve kadro olarak biz çok daha hazırdık. En azından DEVA Partisi olarak çalıştık.

Hülya Hökenek: Ama seçimi kaybettiniz. Net.

Ali Babacan: Seçimi kaybettik, evet.

Hülya Hökenek:  Siz seçimi biz kaybetmedik, kazanamadık diyenlerden misiniz yoksa biz seçimi kaybettik ve kazanamadık diyenlerden misiniz? Yani siz de Sayın Kılıçdaroğlu öyle dedi ya, sayın Kılıçdaroğlu öyle söyledi cümlesi şu, kaybetmedik ama kazanamadık dedi.

Ali Babacan: Anladım şimdi, tamam şimdi daha iyi anlatayım. Ya şöyle sonuçta %48'de kaldı. Yani ikna edebildiğimiz, bize destekleyen vatandaşlarımızın sayısı iktidara almamız için eksik kaldı. Peki ama bunda hiç bizim suçumuz yok mu? Yanlışımız yok mu? Tabii ki var.

Hülya Hökenek: Neden kaybettiniz mesela? Lütfen bunları bir açıklayın şimdi. Çok uzun süre sessiz kaldınız.

Ali Babacan: Erdoğan aldattı, montaj videolar gösterdi. Dar toplum kesimlerine yalan yanlış böyle bilgi pompaladılar. Aynı Brexit'te olduğu gibi, aynı Trump'ın seçimlerinde olduğu gibi. Bunların hepsini yaptılar. Onun için helalden kazanmadılar ama biz de...

Faruk Aksoy:  Halk buna inandı mı diyorsunuz bunlara? İddianız buysa bunlara. Anadolu halkının her fırsatta bir irfanından falan bahsediyorsunuz. Bütün siyasiler böyle söylüyor. Hayır yani toplum böyle diyor. Ama bir taraftan da diyorsunuz ki işte topluma bazı siyasiler yanlış bilgiler verdi ama toplum ona inandı diyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi? Aynı zamanda sosyoloji açısından da.

Ali Babacan: Şöyle bunu nasıl yaptığınıza bağlı. Şimdi özellikle mesela birkaç örnek vereyim. Balıkesir değil mi? Bizim Balıkesir milletvekili adayımız seçildi Burak Bey. 15 Mayıs'ta yani 14 Mayıs'ın hemen ertesi günü Ankara'da toplandığımızda dedi ki ‘Benim aklım durdu dedi. Çünkü dedi bir dezinformasyon kampanyası yapmışlar sadece Balıkesir'de. Eğer bunlar seçimi kazanırsa, Millet İttifakı seçimi kazanırsa bunlar Çanakkale Köprüsü'nü yıkacak ve İzmir'e Yunan bayrağı dikilecek. Ve insanlar buna inanmıştır.’ Dedı. Ve bunu seçime böyle birkaç hafta kala yaptılar. Bunu düzeltme, imkanı olmayacak…

Faruk Aksoy:  Köprüyü yıkacaklar ve Yunan bayrağı dikecekler. Böyle bir söylenti ben ilk kez duyuyorum yani.

Ali Babacan: Çünkü oraya özel. Çünkü oraya özel. Kim neden çok korkuyor? Bir başka örnek Afyon bizim Hatice Hanım daha önce AK Parti'de de milletvekilliği yaptı. Üniversite mezunu bir mezunlar grupları var 400 kişilik Whatsapp grubu. Ve bu gruba bir arkadaşları şunu yazmış. ‘Millet İttifakı kazanırsa Sivas'a artık pasaportla gitmek zorunda kalacağız. Çünkü ülke bölünecek.’ Ya diyor benim diyor üniversite mezunu arkadaşlarının buna inanı verdi diyor. Çünkü öyle malzemeler kullanıyorlar ki. Ve o kadar hedefli toplum kesimlerinde o kadar detaylı ve onların korkacağı şeyleri gösteriyor. Birkaç hafta kala birden psikoloji değişiyor. Tabi ki %100 değil vatandaşımızın ama seçimi kazanmaya yetecek bir oranda insanları etkiledikleri anda iş değişiyor.

Hülya Hökenek: Bu mesela yüzde kaçını oluşturuyor?

Ali Babacan: Trump'ın kazanmasının aynı metodu bu. Brexit'teki aynı metotlar bunlar. Kritik zamanlama. Seçime 2-3 hafta kala. 2-3 hafta kala seçilmiş dar toplum kesimlerine en çok korkacakları şeyleri gösteriyorsunuz. Korkutuyorsunuz. Şöyle bir sarsıyorsunuz onları. Zaten 3-5 puan değiştiği zaman seçimin sonucu değişiyor.

Hülya Hökenek: Ali Bey şöyle masadan kalkanlar oldu. Seçim 2. tura. Özür dilerim seçim 2. tura.

Ali Babacan: Ben ona geleceğim şimdi. Tam ona geliyorum.

Hülya Hökenek: Seçim 2. tura geldiğinde. Yani bir ittifak denkleminde söylem değişikliği oldu. Tabi. Bir mütabakat oldu. Mütabakat metninin ne olduğunu biz sonra Sayın Ümit Özdağ'dan öğrendik. Mevzu şu. Ben bu seçim neden kaybedildi? Yanlışlar neydi? Geriye dönüp baktığınızda böyle oturup konuştuğunuzda kurma ekibinizle, il başkanlarınızla. Şimdi sahada olduğunuzu da biliyorum. Çok gözükmüyorsunuz, sessiz duruyorsunuz ama sahadasınız yerel seçimler için. Onu da biliyorum. Takip de ediyorum zira ama gözükmüyorsunuz. Bu da ilginç. Bunu sorduğumda siz hemen mesela montaj videolarını söylediniz. Ben biraz altılı masayı bir deşim istiyorum. Size dair de çok eleştiriler vardı. Hepsini soracağız biz Faruk'la ama öncelikli olarak.

Ali Babacan: Şimdi Faruk Bey o kısma biraz girince ben de girmek zorunda kaldım. Tam da bahsettiğinize geleni. Peki biz nerede hata yaptık? Biz 6 parti olarak bu ülkeyi uyum içerisinde yöneteceğimizle alakalı. Yani kavgasız, gürültüsüz tam bir uyum içerisinde yönetebileceğimizle alakalı gerekli güveni vatandaşlarımıza vermedik. Veremedik.

Hülya Hökenek: Gerekli güveni.

Ali Babacan: Gerekli güveni veremedik.

Hülya Hökenek: Buradan bir çatışma çıkar.

Ali Babacan: Yani bu 6 parti uyum içerisinde sorumsuz bir şekilde, tam bir mutabakat içerisinde bu ülkeyi yönetebilir konusunda gerekli, yeterli güveni veremedik.

Faruk Aksoy:  Yurttaş size inanmadı bu anlamda.

Ali Babacan: Yani inananlar %48'e kaldı diyelim. Yani rahatlıkla bir 5-10 puanını daha ikna edebilir idik, rahatlıkla. Yani işte her bir puan dediğimiz yaklaşık 600 bin kişilik bir seçmen kitlesi. Yani 600 bin kişilik seçmen kitlerini ikna ederek gittiğinizde 1 puan, 1 puan, 1 puan hemen dengeler değişebiliyor. Yani bu konuda maalesef o güveni oluşturamadık. Yani yazılı belgelerle ortaya koyduk, şimdiye kadar demokrasi tarihimizde yapılmayan bir işi başardık. Yani bu oluşturduğumuz ki benden başka pek gösteren de yok artık bunlar ama bu anayasa metniyle, ortak politikalar metniyle ilk defa yazılı olarak taahhütlerimizi ortaya koyduk. Ama bu yazılı taahhütlerin gerektirdiği ortak dil, uyum bunu maalesef vatandaşlarımıza ispat edemedik.

Hülya Hökenek: Ali Bey o kadar önemli bir şey söylediniz ki şimdi, bakın yaklaşık 3 ay oldu. Sessizliğinizde böyle bozuyorsunuz, çok önemli bir şey söylediniz. Ya bu altılı masa formülü demokrasi adına, Türkiye demokrasisi adına önemli bir gelişmeydi. Ben burada vardım, varım, yarın da var olabilirim. Eleştiri yaparken altılı masaya, şunu da sizi de biliyorum eleştiri de gelişimi beraberinde getirir, önemlidir. Siz diyorsunuz ki bir çatışma görüntüsü çıktı demeye getiriyorsunuz. Bir güven veremedik demeye getiriyorsunuz. Burada mesela en temel olay neydi mesela? Sayın Akşener'in masadan kalkması mı? Yoksa zaman zaman o 6 partinin liderlerinin yaptığı birbirinden habersiz farklı açıklamalar mı?

Faruk Aksoy: Kadrolarınızın net olmaması mı? Kamuoyuna en azından bakanlar kurulunuz hakkında eğer seçim alırsanız kim olacaklar? Nasıl bir yönetim olacak? Bunlar tam anlatılamadı mı?

Hülya Hökenek: Ya da mesela Sayın İmamoğlu'nun sürekli masada olması, isminin Sayın Mansur Yavaş'ın masada olması, Sayın Kılıçdaroğlu ya da son güne kadar liderin açıklanmaması mı? Güven vermedik demek çok önemli bir siyasi öz eleştiri.

Ali Babacan: Yeterince. Yeterince. Yeterince veremedik

Hülya Hökenek: Yani tamam onu şimdi diyorsunuz. Bence öyle. Tabii. Bu güven veremedik demek şöyle bir algı. Çatışma çıkar buradan. Kim hangi bakanlığı alacak? Yani herkesin bir şekilde bir iktidar savaşı olabilir orada. Bu algı toplumda oluştu demek ki. Bunu neye bağlıyorsunuz güven veremedik derken? Bir taraftan 6'lı masada Türkiye demokrasisi için önemli diyorsunuz. Diğer taraftan da güven veremedik derken, spesifik bize örnek verebilir misiniz olaylar nezdinde?

Ali Babacan: Şimdi spesifik örnekler tabii bizim eski ortaklarımızla ilgili ya da kendimize ilgili pek çok olumsuz değerlendirmeyi de içerecektir. Bir de bir prensim var. Yani partimizdeki eski yol arkadaşlarımıza da ya da bu 6'lı masadaki o eski yol arkadaşlarımıza da bu ayrılıklardan sonra ben hiç olumsuz bir şey kullanmıyorum. Olumsuz yorumlar yapmıyorum.

Hülya Hökenek: Konuştunuz mu? Görüşüyor musunuz?

Ali Babacan: Yani şöyle görüşüyor muyuz? En son bayramda bir telefon trafiği oldu. Bayramda telefon trafiği yaptık.

Faruk Aksoy: Ama hükümetle ilgili eski yol arkadaşlarınız hakkında konuşuyorsunuz tabii. Yani onlarla ilgili eleştiri yapıyorsunuz doğal olarak.

Ali Babacan: Ama onlar iktidar ya. Memleket meselesi.

Faruk Aksoy: Eski çalışma arkadaşlarımla ilgili çok fazla şey yapmıyorum diyorsunuz ya.

Ali Babacan: Ama şöyle onlar iktidardalar ve yanlış şeyler yapıyorlar. O memleket meselesi. Burada bir memleket meselesi yok. Burada eski bir beraber çalışma hukuku var. Ama beraber yani onun memlekete olumsuz bir şeyi yok.  Ama öbür tarafta yani hükümet tarafında onlar iktidar ve yanlış yapıyorlar. Yanlış yapacaklar da. Yani ben oradaki düşünceyi, zihniyeti, kural tanımazlığı iyi bildiğim için başarının gelmeyeceğini gayet iyi biliyorum. Yani kural bazlı yönetim olmadıktan sonra, şeffaflık olmadıktan sonra, hesap verebilirlik olmadıktan sonra başarılı olmak mümkün değil. Yani ben kural koyayım ve koyduğum kurala da uyuyalım. Böyle bir düşünce yapısı yok şu anda. Sayın Erdoğan'ın böyle kural koyalım ve kurala hep beraber uyuralım. Öyle bir dünyası yok. Kuralı vesayet olarak görüyor. Kendini bağlayan şeyleri olarak görüyor. Ben aklıma geleni yapmalıyım diyor. Dolayısıyla orada başarısızlık oluyor. Memleket meselesi.  Dolayısıyla onları tabii ki konuşacağız. Çünkü bu ülke hepimizin yani. Yanlış işler yapıyorlar ve biz onu daha iyi yapmaya talibiz, adayız. Yani orada bambaşka bir dünya.

Hülya Hökenek:  Oraya geleceğim Sayın Başkan. Şimdi güven meselesine bir gelelim. Yani bu çok önemli bir şey. Yani tabii. Şimdi öyle bir siyasi iklim yaratıldı ki orada. Doğru mu? Yani biz 6'lı masayı ve ittifak denklemini konuşurken bizim böyle beklentimiz çoktu. Yani bir kere bu ülkede ciddi bir sıkıntı var. Ekonomi meselesi gündemde. Ekonomik kurmaylarını görmek istiyoruz. Her parti kendi ekonomi kurmayını öne çıkartıyordu. Her parti kendi programıyla. Orada o paydaşların birliği çok net görülmedi. Doğru mu? Siz mesela neden güven meselesi dediniz? Yeterince güven veremedik dediniz. Ne oldu? Yani nerede hata yapıldı?

Ali Babacan: Tam da o söylediğiniz sebeple. Yani her partinin farklı kadroları var. Yarın altı partiden, altı kafadan ayrı ses çıkmasın. Dolayısıyla önce politikalarda uzlaşalım. Hatta adayımız belirlenmeden önce bunları yapalım ki aday, cumhurbaşkanı adayı sorulara cevap verirken ya da ülkeyle ilgili iddialarını ortaya koyarken sadece kendi dağarcıyla konuşmasın. Altı partinin mutabık olduğu zemin üzerinden konuşsun dedik mesela bu çok önemliydi. Burada yine bütün bu politikaları yazılı hale getirmemizin en önemli sebeplerinden birisi de kişilerden bağımsız hale getirmekti. Buraya diyelim ki biz bir ekonomi politikası yazmışız, hukuk adalet politikası yazmışız. Yarın adalet bakanı kim olursa olsun altı partinin ortak, mutabık kaldığı yapacağı reformlar bunlardır. Bunları ilan ettik biz. Yani kişilerden ve isimlerden bağımsız hale getirmeye çalıştık ki güven olursun diye. Bunları yapmasaydık zaten yüzde 48 bile hayaldi ben söyleyeyim. Yani yüzde 48 bile alamazdık yani öyle bir şey bile mümkün olmazdı.

Hülya Hökenek:  Sayın başkan bugün Mehmet Şimşek'in bir ismi var. Siz bugün ekonomi yönetimini bugün bugünün Türkiye'sinde ben sayın Şimşek'in bir algısı var batıda da değil mi? Yani olumlu bir algısı var. Sizin olumlu bir algınız var. Kişilerden bağımsız ekonomi açısından söylüyorum tırnak içinde yani kişilerden bağımsız nasıl düşünülebilir bugün bugünkü sistemde? Yani Türkiye'yi iyi tanıyorsunuz. Türkiye toplumunu iyi tanıyorsunuz. İsmin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Ekonominin kaptanı kim olacak diye soru sorduğumuzda total cevaplar veriliyordu.

Ali Babacan: Ama o isimler nasıl oluştu? O isimler nasıl o algı nasıl yerleşti? Önce onu bir analiz etmek lazım değil mi? Şimdi Sayın Şimşek 2007'de bizim sisteme dahil oldu. Hatta Sayın Erdoğan'la Londra'da ben tanıştırdım kendisini.

Faruk Aksoy: Siz daha önceden tanıyordunuz.

Ali Babacan: Daha önceden tanıyorduk tabii. Erdoğan'la Londra'da şöyle bir üçlü buluştuk. Daha sonra dedim.

Hülya Hökenek:  İngiltere'de Londra'da buluştunuz. Sayın Erdoğan'la Sayın Şimşek'i tanıştırdınız.

Ali Babacan: 2007'den önce oluyor bu. Ve aslında biz kendisine önce bir Merkez Bankası Başkanı yapmaya çalıştık. Belki hatırlarsınız o günleri. Daha sonra o günkü Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer bir şekilde uygun görmedi. Ondan sonra 2007 seçimleriyle beraber biz Mehmet Bey'i siyasi sisteme kattık. Seçimlerden sonra da bakan oldu. Yani 2007'de sisteme girdi. Ve Sayın Erdoğan'la da ben tanıştırdım. Ama o isimler o kredibilite nasıl oluşuyor? Onu bir tabi analiz etmek lazım. Biz yıllarca ne yaptık? Ekonomik programlarda çalıştık. Yani ekonomik programlar yaptık, açıkladık. Trenin raylarını döşedik. Ondan sonra trenin o raylarda ilerlediğini de dünya aleme gösterdik. Ve programla çalıştık. Şu anda Türkiye'nin bir ekonomik programı yok. Açıklanmış program yok. Bunca zam yapıldı. Bu kadar vergi arttırıldı. Merkez Bankası'na insafsızca para bastırılıyor şu anda hala. Kur farkında Merkez Bankası'na bastırmaya başladılar.

Hülya Hökenek:  Hafize başkan İki saat toplantı yaptı. Soruları cevapladı. Bütün gazetecileri programı açıkladı. Bir yol haritasını açıkladı. Açıklamadı mı? Bilmiyorum.

Faruk Aksoy: O zaman Sayın Şimşek şu anda yanlış mı yapıyor? Sayın Babacan şu anda Mehmet Şimşek yanlış yolda mı?

Hülya Hökenek:  Varsa yanlışımızı düzeltin algı olarak.

Ali Babacan: Şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ekonomik programı yok ben onu söylüyorum.

Faruk Aksoy: Şimdi de mi yok?

Ali Babacan: Evet. Varsa işte arkadaşlar çıksın açıklasın bizim ekonomik programımız şudur desinler.  Şu anda yok.

Hülya Hökenek: Açıkladıkları neydi peki? Ben merak ediyorum.

Ali Babacan: Açıkladıkları sadece bir enflasyon raporu. Enflasyon raporu da bizim zamanımızda başlayan bir rapor. Önceden öyle bir şey de yoktu. Yani Merkez Bankası'nın periyodik olarak çıkıp kendi enflasyon tahminiyle ilgili hesap verebilirlik çerçevesinde tahminlerini açıklaması ve o tahminler çerçevesinde enflasyonla mücadele için kendi görev alanında neler yapacağıyla ilgili.

Faruk Aksoy: Ya şu anda rezervleri artırma, sıkı para politikası, önce boş kasaya para koyma ve tabi bunlar yapılırken de ciddi anlamda piyasaya zam. Yani burada bu derin geçiş sürecinde sizin teklifiniz neydi ki başka ne yapabilirdiniz? Mesela siz yönetime gelseydiniz ya da İYİ Parti'nin ekonomi bakanı olarak düşünülen Bilge Yılmaz, Sayın Yılmaz gelseydi mesela. Siz Mehmet Şimşek'ten, Sayın Şimşek'in bugünkü ekonomi politikaları dışında sihirli bir değneğiniz mi vardı? Gerçekten ne yapacaktınız hikayeden?

Ali Babacan: Bakın, şu ana kadar açıklanan sadece Merkez Bankası'nın faiz artışı ve vergiler ve zamlar. Ama bunların hepsinin bir büyük ekonomik programın parçası olması lazım. Yani sizin bütçe hedefiniz olması lazım.  Sizin yapısal reformlarla ilgili bir yapılacaklar listeniz olması lazım. Bir taahhüt listeniz olması lazım. Sizin BDDK kanalıyla ve Merkez Bankası kanalıyla makro ihtiyari tedbirlerle alakalı bir vizyonunuzun olması lazım. Bir ekonomik program, bütün koskoca bir çerçeve. Merkez Bankası bunun bir kısmı sadece. Maliye Bakanlığı'nın vergiyle ilgili yaptıkları iş sadece bir kısmı. Bankacılık ayrı bir kısım. Yapısal reformlar ayrı bir kısım. Bütün bunların birbiriyle konuşan, birbiriyle uyumlu bir şekilde tasarımı ve gerçekçi hedefler bazında yapısal reformlarla beraber ilan edilmiş haline ekonomik program denilir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ekonomik programı yok. Dikkat ederseniz Cevdet Yılmaz da ne dedi? ‘Bir orta vadeli program üzerinde çalışıyoruz’ dedi. ‘Eylül ortası gibi açıklamayı düşünüyoruz’ dedi. Değil mi? Demek ki neymiş? Yeni yeni bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Peki bu ekonomik program açıklanınca bakacağız. Bu gerçekçi mi? Bu tutarlı mı?

Faruk Aksoy: Siz onu bekliyorsunuz. Yani bir ekonomik program açıklanacak Cevdet Yılmaz tarafından ya da Şimşek tarafından.

Ali Babacan: Bunu Cevdet Yılmaz koordine ediyor.

Faruk Aksoy: Ondan sonra tam olarak değerlendireceksiniz. Bu ülkenin bir ekonomik programı var ya da yok diyeceksiniz.

Ali Babacan: Şu anda Cumhurbaşkanlığı'na yardımcı olarak Cevdet Yılmaz, orta vadeli programın koordinasyonu o yapıyor. Hazine Maliye Bakanlığı'yla ilgili pek çok konu var tabii ki ekonomik program. Ama aynı zamanda Ticaret Bakanlığı'yla ilgili konular olacak. Ne bileyim sağlıkla ilgili konular olacak. Bu olacak yani. Mesela sosyal güvenlik değil mi? Şimdi çalışma bakanlığıyla ilgili bir konu var. Sosyal güvenlikle devasa bir açık var. Koskoca kara delik oluşmuş durumda. Bu ekonomik programın parçası olması lazım. Siz mesela sosyal güvenlikle ilgili bir şey duydunuz mu? Mesela şöyle bir reform yapıyoruz. Şöyle bir yenilik yapıyoruz.

Faruk Aksoy: Siz bu programdan bahsederken Sayın Babacan size yöneltilen eleştiriyi söyleyeyim. Şöyle deniyor ‘Ali Babacan ekonomisi, Ali Babacan politikaları batılı politikalardır.’ Tam halkın anlayacağı şekilde söyleyeyim. ‘Daha çok IMF yanlısı politikalardır. Daha çok finans çevreleri, küresel finans çevrelerini işte Londra'yı, New York'u mutlu eden, onların güdümünde gelişen ekonomi politikalarıdır.’ Neden bunu söylüyorum biliyor musunuz? Şimdi yayın bitecek. Sizinle olan kısım bitecek. Ve Profesör Ümit Kocasakal konuk bu akşam, muhtemelen şu söyleşimizden bir sürü alıntı yapacak ve ağır eleştiriler getirecek. Şimdi siz ekonomi politikalarınızı gerçekten batılı bir anlayışla, batıya mahkum bir halde mi planlıyorsunuz? Türkiye'nin bağımsızlığını halel getiren politikalar mı uyguluyorsunuz? Bunları mı vaat ediyorsunuz? Bu ciddi eleştiriliyor sizin açınızda. Bu çok geniş bir soru biliyorum ama.

Ali Babacan: Bunun bir kısmı, ben açıkça söyleyeceğim biraz sert kaçabilir ama, bir kısmı cehalet, bir kısmı da siyasi muhalefet. Yani bir kısmı siyaseten bu şekilde değerlendiriyor, bir kısmı da gerçekten bilmediğinden yani. Hiç kusura bakmasınlar ama. Dolayısıyla o dönemde bizim yaptığımız çalışmalar ve ekonominin geldiği nokta, bakın en azından şu hazinenin borcundan belli. Bakın hazinenin borcu benim ekonomi yönetiminin başında olduğum dönemde nasıl gidiyor? Hazinenin borcu. 2018'de Sayın Erdoğan, ekonomist, alanı ekonomi olan Erdoğan'ın tek imzayla ülkeyi yönetmeye başladığı dönemden itibaren nasıl gidiyor? Ülkenin borcunu makul seviyede tutmak mı? Yerlilik, millilik yoksa ülkeyi içeriye dışarıya boşlandırarak gidip kapı kapı Suudi Arabistan'dan, Katar'dan, Birleşik Arap Emirlikler'den bir ülkenin cumhurbaşkanına kredi dilenerek ülkenin ekonomisini yönetmeye çalışması mı millilik yerlilik?

Faruk Aksoy: Buna bir cevapları var. Sayın Babacan'ın bu savunmasına bir cevapları var. Hükümet şunu söylüyor, diyor ki Sayın Babacan bu rakamları verebilir ama 2013 yılından 2023 yılına kadar, bugüne kadar Türkiye çok acayip süreçlerden geçti. Türkiye'ye dışarıdan ciddi saldırılar oldu. Türk ekonomisine kumpas kuruldu. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı bile ekonominizi çökerteceğim diye demekler verdi. Sayın Babacan'ın birlikte çalıştığı odaklar, bak aynen böyle cevap veriyor Sayın Babacan, hükümet cenabı. Diyor ki Sayın Babacan'ın daha yakın durduğu o çevreler Türkiye'ye yaklaşık olarak 10 yıldır kurmadıkları kumpas kalmadı. İşte o tablonun sebebi odur diyorlar.

Ali Babacan: Yani bu tablonun, şimdi bu tabloya bakın dikkat edelim, borcun düşük olduğu dönem, patlayıp gittiği dönem. 2008-2009 ekonomik krizi, küresel ekonomik krizi dünyanın 100 yılda gördüğü en büyük krizi. Yani şöyle böyle diyorsunuz da 2008-2009'da yaşanan kriz 100 yılın en büyük kriziydi. 100 yılın en büyük krizi niye Türkiye'yi tehdit geçti? Çünkü biz ne yaptığımızı gayet iyi biliyorduk. Biz sadece ve sadece milletin yanında durduk. Yok şunun yanında durmuş, bunun yanında durmuş. Sadece milletin yanında durduk. Ve zaten bütün o ortaya koyduğumuz çaba ne oldu? Türkiye'nin milli gelirinin artmasını beraberinde getirdi.

Hülya Hökenek:  Pandemi de unutmayalım burada. Pandemi de önemli.

Ali Babacan: Ve üstelik bütün bu süreçte de vatandaşlarımızın gelir dağılımının düzelmesini beraberinde getirdi. Hatırlayalım. Yani insanlar maaşlarıyla çok rahat bir şekilde taksi de hemen araba alabiliyorlardı. Konut kredilerinde ve konut kredisiyle ev sahibi olmakta çok ciddi artış olmuştu. Hem otomobil sahipliğinde hem ev sahipliğinde...

Faruk Aksoy: Çok başarılı bir dönemdi Türkiye için. Bunu herkes kabul ediyor.

Ali Babacan: Ama o başarılı bir dönemin nihayetine faydalanan bir halk değil mi? Vatandaşlarımızın istifade etmedi mi?  

Faruk Aksoy: Ama onu ‘ben yaptım’ diyor Sayın Cumhurbaşkanı.

Ali Babacan:  E yapsın yani o zaman. Onu ben yaptım diyor. E yapsın elin tutan var. Elin tutan var. İşte Babacan gideli tam 8 sene olmuş. 8 senede istediğini yapabilirdi. Hele hele şu son 5 yıldır tek imzayla aklına gelen her şeyi yapabiliyor.

Faruk Aksoy: Siz de diyorsunuz ki ben yaptım. Ben de ısrarla diyorum ki o zaman millet bu kadar ciddi bir ekonomik kriz yaşarken o dönem bunu yapmış olan Sayın Babacan bu millet ittifakının içinde bu milletin şöyle değerlendirmesi gerekmez miydi? Bize Türkiye tarihinin en güzel ekonomik dönemlerini yaşatan o dönemin bakanı şimdi bir partinin genel başkanı ve bu ittifakın içinde. O zaman biz ona oy verelim. Yine bize aynı güzellikleri yaşatsın. Böyle düşünmesi gerekirdi.

Hülya Hökenek:  Öyle bir şey yok. Ama bir dakika. Diyor ki Sayın Babacan bir ittifak denklemi vardı. Ben tek başıma değildim. Ben sonuçta bir bileşenin içindeydim. O bileşenin içinde olduğum için de o bileşende yeteri kadar güven vermedi. Bazı açıklamalarıyla belki de. Bazı tavırlarıyla birlikte. Sayın Babacan şöyle bir şey yapalım. Reklam diyeceğim.

Ali Babacan:  Olur. Başkalarından duyduğu iddiasına diyeyim. İddialara cevap. Bir de bu enflasyon bakımı değil mi?

Faruk Aksoy: Bunları muhtemelen siz de duydunuz tabii. Size de geliyordur yani o söylenenler her şey.

Ali Babacan:  Yani ne yapalım cehaletinden konuşanlar var. Bir de siyasi olarak bizi karşıt olduğu için böyle saçma sapan eleştirenler var. Çünkü rakamlar onu söylemiyor. TÜİK'in gerçek enflasyonu ölçtüğü dönemde. Enflasyon yıllarca tek hane devam etmiş bu ülkede bakın. Aynı zamanda bu dönem Merkez Bankası'nın bağımsız olduğu dönem. Hani ben yaptım diyorsunuz ya. Evet ben benim başımda olduğum ekip yaptı. Benim başımda olduğum ekonomi yönetimi bunlara gerçekleşti. Ama yine sadece ekonomiyle değil Avrupa Birliği süreciyle de oldu bu iş. Ya bakın 34 yıllık enflasyonu iki haneye indirdik. İki yılda sürekli pardon düzeltiyorum. Tek haneye indirdik. Tek hane demek yani %10'un altına indi enflasyon. Ve yıllarca %10'un altına seyretti. Ne zaman ki Merkez Bankası'nın bağımsızlığı elinden alındı. Ne zaman ki Erdoğan laf dinlemiyor bunlar dedi. Laf dinleyen Merkez Bankası başkanını koydu. Enflasyon patladı gitti rakamlar o kadar açık ki.

Hülya Hökenek:  Bir reklam arası verelim ama reklamdan sonra Sayın Babacan. Epey bir zamanımız var efendim.

Ali Babacan:  Objektif değerler hakkımızı teslim ediyor. Ben o konuda çok rahatım müsterihim. Ama reklamdan sonra.

Hülya Hökenek: Yani bir şekilde ittifak görüşmelerini elbette konuşacağız. Sonrasında mütabakatı konuşacağız. CHP liselerinden seçime girmenizi de çok eleştirildi. Onları da konuşacağız. Sorularımız çok Sayın Babacan bizimle birlikte. Ama kısa bir reklam arası efendim. Ardından buradayız öyle mi?

Hülya Hökenek:  Şimdi aslında yani biz bu yayını yapıyoruz ama bu yayına başlayana kadar son 2 gündür işte Sayın Babacan bizim konuğumuz olacak dediğimizde kendi yakın o çevremizden, çemberden, sosyal medyadan birçok insanın merak ettiği çok temel bir mesele var. Seçim sonuçları, yani ne düşünüyor, niye bu kadar sessiz ve sahada mı, alanda mı diye. Ama en fazla merak edilen konulardan bir tanesi de bu ittifak oluşma süreci. Oradaki tartışma, o masadaki konuşmalar onlar tabii çok hani merak ediyor, hep soruyorduk sizlere. İdeolojik çizgilerin belirlenmesi ya da bir ortaklık üzerinde mi duruluyordu yoksa mesela orada şunlar konuşuluyor muydu? Şu bakanlık, şu kadar milletvekili, bunların hiç birinin konuşulmadığı bir süreç yaşandı. Bunu biliyorum, yok diyeceğinizi de biliyorum. Ama şöyle bir şey oldu ardından, siz 15 milletvekili aldınız. Bir grup yok parlamentoda ama bir 15 milletvekiliniz var. Bu da Cumhuriyet Halk Partililer tarafından çok eleştirildi biliyorsunuz, seçim sonrası. Cumhuriyet Halk Partisi listesinden girmiş olmanız da çok eleştirildi, onu da söyleyeyim. Bir tepki vardı, bunun nedeni neydi? Siz bunu niye oturtuyorsunuz mesela?

Ali Babacan:  Aslında bu seçimi kaybetmemizden sonra biz bu eleştirileri duyduk. Seçime doğru giderken kimse eleştirmiyordu. Seçime doğru giderken tam tersine birlik beraberlik içerisinde ve tam bir demokrasi ittifakı içerisinde aslında biz gidiyorduk. Yani bir otoriterleşen bir yönetime karşı demokrasiyi savunan partiler grubu ve bu partiler tabii ayrı ayrı partiler. Yani 6 ayrı parti, biz aynı masaya oturduk diye birbirimize benzedik değil. Biz sadece seçimle ilgili bir ittifak oluşturduk ve seçimden sonra ülkeyi beraberce nasıl yöneteceğimizi ve ne yapacağımızı yazılı hale getirdik. Yani farklı farklı ortakların ortak bir zeminde buluşup o ortak zemin üzerinden ülkeyi ve demokrasiyi yeniden inşa projesiydi aslında bu. Yoksa biz hani beraber oturduk diye biz şu partiye benzeyelim, bu partiye duruşumuzu değiştirelim. Böyle bir şey yok, bizim duruşumuz hiç değişmedi ve bizim iddialarımız duruyor. Bakın şu DEVA’nın iddiaları bunlar.

Hülya Hökenek: Ama Sayın Sadullah Ergin çok eleştirildi mesela isim vermek gerekirse. Sizce neden eleştirildi?

Ali Babacan:  O tabii ayrı bir konu yani ben bir şey anlatayım. Bakın şu DEVA’nın iddiaları şu altılı masada mutabık kalabildiğimiz konular. Yani aradaki farka bakın. Bizim bu iddialarımız devam ediyor, değişmeyecek. Ve inşallah biz bir gün bu ülkeyi yöneteceğiz. İktidara talibiz biz. Onun için çalışıyoruz. Biz bir düşüncelik kuruluşu değiliz. Biz bir vakıf değiliz, dernek değiliz. Biz STK'da değiliz, biz bir siyasi partiyiz. Ve bu ülkeyi yönetme iddiasıyla ortaya çıkmış bir siyasi partiyiz. Evet ortak listelerde girdik. Çünkü hani CHP içinden belki bir miktar eleştiri daha çok da CHP'yi destekleyenlerden eleştiri geldi. Ortak listeyle girilmiş olmasına. Ama ne zaman geldi? Seçimi kaybettikten sonra geldi. Çünkü seçimden önce herkes görüyordu ki mecliste çoğunluğu sağlamanın en önemli yollarından bir tanesi ortak listelerle girmekti.

Hülya Hökenek: Hayır seçimi kaybettikten sonra gelmedi Sayın Babacan. Öncesinde çok geldi. Mesela belli isimlerde doğru mu? Yani sıralamalarda mesela Sayın Ankara.

Ali Babacan:  Şimdi ortak metoda gelmedi. Ama ya CHP listesinden niye bu isim aday oldu diye. Evet Saldağ Ergin'le ilgili de eleştiri bize geldi. Başka isimlerle ilgili başka partilere geldi. Sanırım başka isimlerle ilgili iyi partiye eleştiri geldi. Şöyle böyle. Ama sonuca baktığımızda, sonuca baktığımızda ki ben bunu daha önce de söyledim. Yani biz seçimde evet başarılı olamadık. Seçimi kaybettik. Bunun kendimiz açısından muhasebesini yaptığımızda biz kendi seçmenimizin tamamını CHP'ye evet deme konusunda ikna edemedik. Tamamını edemedik.

Faruk Aksoy: Kendi seçmeninizi edemediniz.

Ali Babacan:  Normal şartlarda DEVA Partisi'ne oy verecek insanların bir kısmı CHP'ye oy vermedi. CHP'ye evet demedi.

Faruk Aksoy: Bunu seçimden önce fark ettiniz mi?

Ali Babacan:  Fark etti değil. Ben bunu ilan ettim hatırlarsanız yine Habertürk'te. O zaman neden? Habertürk'te Fatih Altay'la yaptığımız programda ben bunu söyledim. Hatta sanırım 3'te 1, 3'te 2 gibi bir oranda ben. Tahminim dedim.

Faruk Aksoy: O zaman kendi logomuzla gitmeniz gerekmez miydi?

Ali Babacan:  Ama buna rağmen ortak liseyle girildiğinde daha çok milletvekili çıkacaktı. Çünkü Matematik bunu söylüyordu. Ve sonuçta ne oldu? Evet biz bütün seçmenimizi kanalize edemedik. Ama sonuçta adayımızın olduğu illerin tamamında CHP'nin çok ciddi oy artışı oldu. Ne zamana göre? 2018 seçimlerine göre. Bakın birkaç örnek vereyim.

Faruk Aksoy: Size göre sizin oyunuz kaç bu seçimde?

Hülya Hökenek: Bir dakika CHP'nin oy artışını mesela siz kendinize mi bağlıyorsunuz?

Ali Babacan:  CHP'nin Türkiye genelindeki oy artışı %2,5 değil mi? 22.8'den 25.3'e düşmüş. %2,5 Türkiye genelinde 2018'e göre oy artışı var. Peki bizim adaylarımızın olduğu illerde CHP'nin oyu ne kadar artmış? Değil mi?

Hülya Hökenek: O illeri sayalım mı?

Ali Babacan:  Mesela Kahramanmaraş. Kahramanmaraş'ta Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu %9,5'muş. %16,3'e çıkmış. 6.8 puanlık artış var. Ve CHP'nin bir milletvekili vardı. Şimdi iki milletvekili oldu. Ama biri bizim arkadaşımız. Yani biz getirdiğimiz oyun karşılığı bir milletvekili almışız oradan. Yoksa %10'u geçmesi mümkün değil ki. Kahramanmaraş'ta CHP'nin %10'u geçmesi vaki değil yani.

Faruk Aksoy: Sayın Babacan şimdi partiler kendi logosuyla girmediği müddetçe % kaç oy aldıklarını bilmeleri tam olarak mümkün değil.

Ali Babacan:  Tam olarak mümkün değil. Ama il bazında analiz ettiğimizde ortalama CHP'nin oyu %2,5 artıyorsa. Bizim adaylarımızın olduğu illerde iki buçuğun çok üzerinde artışlar varsa, bu bizim adayımızın getirdiği artı faktör. Mesela bir başka örnek verelim değil mi? Siirt. Siirt'te bir önceki seçimde CHP'nin oyu %2.1. Bizim adayımız, il başkanımız birinci sıradan aday. Ve CHP istedi bunu bizden. Bakın o 15 artı 5'tü ya bizim 20 milletvekillik bir aday. Daha sonra dediler, Iğdır ve Siirt'de bizden isim istediler. İki il başkanımızı da onlar teklif etti. Biz de tamam dedik. Siirt ve Iğdır'ı, il başkanlarımızı CHP birinci sıradan listeye koydu. CHP'nin oyu %2 idi, %8'e çıktı Siirt'te.

Hülya Hökenek: Ama diyorsunuz ki siz 15 ile bakıldığında, bu 15 ilde biz de vekil çıkardık. Ve burada Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu daha düşüktü. Bizle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu yükseldi diyorsunuz.

Ali Babacan:  Türkiye genelinde iki buçuk puanlık artış var. Ama bizim adaylarımızın olduğu illerde çok ciddi artış var. Mesela bir başka örnek verelim mi? Rize. Rize'de 46 yıldır CHP milletvekili çıkaramıyordu. Kendi adayları kazandı ama kendi adayları kazandıktan sonraki ilk açıklaması ne oldu? Bizim Hasan Karal, Rize'yle arkadaşımız biliyorsunuz, İstanbul'da milletvekili var. ‘Hasan Karal'ın desteği olduğu için ben burayı kazandımi dedi. Kaç kere konuşmasına söyledi. Yani gidip orada bizim Hasan Karal'ın Rize'de CHP'nin adayının yanında görünmesi, yanında destek olması Rize'de 46 sene sonra CHP'nin bir milletvekili çıkartmasına büyük destek verdi.

Hülya Hökenek: O zaman DEVA’nın zararı değil, çok ciddi bir katkısı oldu diyorsunuz buradan bakıldığında. Bu eleştirileri nereye oturtacağız o zaman?

Ali Babacan:  Yani şunu diyemeyiz, CHP'nin işte ne kadar oyu var Diyelim ki pardon şuradan hemen bakalım Türkiye genelinde yüzde 25.3 oyu var değil mi? Bu 25.3 puanlık oyun ‘şu kadarı bizimdir’ dersek onun hesabı çok zor. Onu söylüyorum zaten. Ama bu istatistiksel analizde ne yapılır? Bir önceki bir sonrakine bakılır. Girdelere bakılır. Girdelerin münferit etkilerine bakılır. Yani baya bu konu benim yani şeyde çok matematikten fena değil yani.

Hülya Hökenek: Şunu söyleyeceğim bununla bağlantılı olduğu için şöyle bir ifadeniz var okuyacağım hemen. ‘Kendi kitlemizin tamamını CHP listelerine taşıyamayabiliriz.’

Ali Babacan:  Ben bunu Kemal Bey'e de söyledim.

Hülya Hökenek: Bir okuyayım. ‘Dürüst olmak zorundayız dedik. Onlar da doğaldır dediler. İşin matematiği ile psikolojisinin farklı olmasının sebebi bu. Sonuçta işin toplam muhasebesini yapınca herkes için yararlı olduğuna inandık. Arkadaşlarıma herkes 3-4 hafta bağrına taş basacak. Psikolojik tarafına baktığımızda kazan kazan sonucuna ulaşacağız’ diyorsunuz. Bu ifadeler bu ittifakın biraz da aslında bakıldığında bir sentetik ittifak olduğunu mu gösterir? Neden? Bunu söylüyorum. Arkadaşlarıma herkes 3-4 hafta bağrına taş basacak. Psikolojik tarafına baktığımızda kazan kazan sonucuna ulaşacağız dedim. İfadelerini kullandınız. Ya bu seçmene ne söyler sizce? Yani CHP seçmeni açısından ne söyler? Siz bir taraftan da diyorsunuz ki biz birçok meselede ortaklaştık. Yani çünkü samimiyet de gerekir bazı meseleler. Demokrasi böyledir yani. İnsan hakları böyledir. Adalet böyledir. Samimiyet gerekir. Ekonomi daha teknik bir şey. Buradan bakıldığında Türkiye'nin içinden geçtiği önemli meseleler var. Yani demokrasi adına siz de söyleyiniz. Bu seçmene ne söyler sizce? Yani psikolojik olarak ne söyler? İttifakın ne kadar güvenilir olduğunu gösterir? Yani siz kendiniz söylediniz ya biraz da böyle sentetik olur mu acaba?

Ali Babacan:  Şöyle aslında seçim kampanyasında ben defalarca söyledim. Hatırlatmak belki iyi bu noktada. ‘Bakın biz 6 parti olarak geçmişimiz konuşmaya başlarsak anlaşmamız mümkün değil. Ama biz ülkenin yarınları üzerinden mutabık kaldık. Ne yapacağımız üzerinden mutabık kaldık’ dedim defalarca hatırlarsanız. Fakat her ne kadar biz mutabık kaldık ve bütün bu yarınlarda yapacaklarımızı yazılı olarak da taahhüt etmiş olsak da vatandaşlarımızın bir kısmında tabii geçmişin izleri duruyor. Yani o geçmişin izleriyle de o kimlik kaygısıyla da insanların oy verme davranışı değişebiliyor. Yani biz tabii siyasetçiler olarak önden gitmek zorundayız. Yani liderlik yapmak zorundayız. Ülkeye yön, yol göstermek zorundayız. Bunu yaparken de vatandaşlarımıza da bunu iyi anlatmamız lazım. Şimdi bu gerçekten eğer Türkiye'de sistem değişecekse, Parlamenter Sisteme geçilecekse bu ancak güç birliğiyle olacak bir şey. Yarın anayasayı değiştirmemiz gerekecek değil mi Parlamenter Sistem için? Anayasa öyle %51 ile de değişmiyor.

Faruk Aksoy: Hala o iddianızı devam ettiriyor musunuz parlamenter sistem konusunda?

Ali Babacan:  Bugün olmaz yarın.

Faruk Aksoy: Ama seçimde dediniz ki ‘bu seçimde yapılacak bu seçim aynı zamanda cumhurbaşkanlığı sisteminin de oylanacağı bir seçimdir.’ Dediniz.  Millet İttifakı bunu böyle söyledi. Seçim yapıldı, Cumhur İttifakı tarafı kazandı ve partili cumhurbaşkanlığı sistemi de onaylanmış oldu sizin seçimden önce söylediğiniz...

Ali Babacan:  Biz başka partilerde olabilir, benim hiç öyle bir ifadem olmadı.

Faruk Aksoy: Hayır hayır, sizin değil. Millet İttifak, mesela ben Sayın Akşener'den bunu çok duydum. Yani ben söylemeyi bilmiyorum. Cumhurbaşkanlığı sisteminin de aynı zamanda oylanacağı bir seçimdir bu dedi defalarca. Bu o anlama mı geliyor? Artık bu sistem devam mı? Yoksa siz yine bir gün ben parlamenter sisteme geçmek için bütün mücadelemi vereceğim mi diyorsunuz?

Ali Babacan:  Bizim parlamenter sistem çalışmamız Altılı Masalı'nın çalışmasından çok daha eski bir çalışma. Bizim bütün bu çalışmamızı bakın ne zaman ortaya koymuşuz? 4 Ekim 2021'de ortaya koymuşuz parlamenter sistem çalışmamızı. Bunun eki olarak anayasa değişikliğimizi hazırladık, DEVA Partisi'nin aslında, bu iddiamızdan vazgeçmeyeceğiz. Sonuna kadar.

Faruk Aksoy: Bir daha böyle bir ittifakın içinde yer alır mısınız?

Ali Babacan:  Biz demokrasi için mücadele edeceğiz. Tek başımıza kalsak da demokrasi için mücadele edeceğiz. Çünkü gerçek anlamda Türkiye'de demokrasi hakim olmadan, insanların fert fert kendini güçlü hissettiği bir Türkiye'ye biz ulaşmadan bu ülkenin ekonomisi de düzelmez, hukuk adaleti de düzelmez, eğitim de düzelmez. Önce insan demek zorundayız. Ve bu da ancak ve ancak demokrasiyle mümkün. Ama demokrasi talebi de daha çok orta sınıflardan gelir biliyorsunuz. Orta direktir. Şimdi orta direği çökertiyorlar. Çökerdikçe de dedim ya yoksul kesim var, Göreli yoksullar bir de çok yoksullar. Bu tarafta vatandaşlarımızın kair ekseleri bu tarafta toplanıyor. Bugün asgari ücretle geçinen herkes aşırı yoksulluk içerisinde yaşıyor. Bugün asgari emekli maaşı alan 7500 liraya alan emeklilerimizin hepsi aşırı yoksulluk içerisinde yaşıyor. Ve onlara ne yapıyorlar? Özellikle maaş almayan yoksul kesime koliler, paketler, destekler. Bunu da parti üyeliğine bağlıyorlar mı? Yani diyorlar ki ‘sen AK Parti'ye üyeysen bu yardımı alırsın. Bak biz gidersek gelecek partiler size vermez.’ Kesinlikle böyle bir şey söz konusu değil. Hak eden bütün vatandaşlarımızın o hakkıdır zaten sosyal destek almak. Ama bu orta direğe çökertme projesi. Ben eskiden ya bu komplo teorisi falan diyordum. Bazıları diyordu ki ya galiba bu Erdoğan kasıtlı olarak orta direğe çökertiyor. Çünkü orta direğe çökertti zaten zenginler iktidardan bir şekilde nefalanıyor. Yoksullar da mecbur kalıyor iktidara. Dolayısıyla demokrasi talebi ülkede azalıyor. İşte biz o demokrasi talebini hep canlı tutacağız. İnadına inadına canlı tutacağız. Ve orta direğe yeniden ayağa kaldırmak için, orta sınıfı yeniden ayağa kaldırmak için de her türlü çabayı sonuna kadar.

Hülya Hökenek: Yani şimdi siz önümüze bir seçim var Ali Bey. Yerel seçimler var. Yerel seçimin dinamiği farklıdır biliyorsunuz.

Ali Babacan:  Doğru ama bu bir durak. Demokrasi yolculuğunda duraklar var. Şimdi genel seçim durağımız oldu. Bir yerel seçim durağımız olacak. Daha çok duraklar olacak yani.

Hülya Hökenek: Yolunuz uzun. Yani onu biliyorum. Bir hedefiniz var. O da doğru. Sisteme dair eleştirilerinizi biliyoruz. Bu da tamam. Şimdi biz bir adım adım gidelim. Daha epey bir süremiz var. Cumhuriyet Halk Partisi seçim bitti. Seçim bittikten sonra yaklaşık iki buçuk, üç ay oldu. Biz şu güne kadar CHP'de değişim tartışmasını gündeme getiriyoruz. Niye? Çünkü bir değişim meselesi var. Bir de değişime direnenler var. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani siz bunu nasıl izliyorsunuz?

Ali Babacan:  Çarşıda, pazarda, sokakta gördüğüm, yani halkın kair ekseniyetinde pek ilgilendikleri bir konu değil gibi geliyor bana. Ve bizim de sadece bir siyasi partinin kendi iç meselesidir. İnşallah kendileri için hayırlı kararlar verirler diyoruz. O kadar. İlk iç meseleleri. Yani onunla ilgili bir yorum yapmam çok doğru olmaz. Ama şunu hiç unutmamamız lazım. Hani bu birliktelik eleştirildi ya. Hele hele seçimi kaybettikten sonra CHP'yi destekleyen medyadan, yorumculardan, köşe yazarlarından. Ya ben aklım durdu ya.

Hülya Hökenek: Niye?

Ali Babacan:  Nasıl şiddetli böyle, yani bize değil mi? Diğer beraber olan partilere. CHP bunlarla niye beraber oldu? Niye bunları yanına taşıdı? Taşımak zorunda mıydı? Niye bu kadar milletvekili verdiler şu bu?

Faruk Aksoy: Buna ne cevap veriyorsunuz mesela gerçekten? Niye bu kadar milletvekili verdiler, eleştirisi haksız?

Hülya Hökenek: CHP'nin oyları arttı diyor sayın babacan.

Faruk Aksoy: Kazanılmamış bir seçim. Bu arada Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi partilerin tamamı öyle ya da böyle sağ ve türevleri. Yani muhafazakardır, demokrattır, islamcıdır. Bütün bu geleneklerden gelen partiler bunlar. Sizin partinizde muhtemelen. Yani Cumhuriyet Halk Partisi seçmeni de diyor ki, yani bizimle bir kere doku uyuşmazlığı olan bu partiler bizimle ittifak yaptılar, 35-40 tane milletvekili aldılar ve seçimi kazanamadık, Sayın Cumhurbaşkanı da seçim sonuçlarıyla dalga geçiyor diyorlar. CHP seçmeni burada haksız mı?

Ali Babacan:  Şimdi seçmeni biraz ayırmak lazım çünkü CHP seçmeni...

Faruk Aksoy: Yazarlar diyelim, yorumcular diyelim.

Ali Babacan:  Yani bu sesi çok çıkanlardan geliyor. Yoksa biz bu süreçte aslında CHP seçmeni ile DEVA Partisi arasında da çok enteresan bir farkındalık ve birbirini tanıma tanışma süreci yaşandı. Biz de bundan memnun olduk. Gittiğimiz bütün mitinglerde, illerde bundan da memnun olduk. Ama sesi çok çıkanlar diyelim, ben onlara şimdi soruyorum, o sesi çok çıkanlara. CHP kendi başına bugün herhangi bir seçime girip Türkiye genelinde, Türkiye'nin tümü için kazanması mümkün mü ya? Ya siz hayal mi görüyorsunuz? Bu ülke öyle bir ülke mi yani? Bu ülkede toplumun, ekseyretin zırhlı bir yer var.

Hülya Hökenek: Sayın Başkan kendi başına girmedi ki Cumhuriyet Halk Partisi. Siz zarar etmedi diyorsunuz mesela.

Faruk Aksoy: Zaten kazanamaz tek başına diyor CHP herhangi bir seçim kazanamaz.

Ali Babacan:  Yani hayal yani. Bunu görünce anlamak lazım. Dolayısıyla ne olması lazım? Ancak ve ancak daha büyük bir üst tema, daha büyük bir üst başlıkta, birlikteliklerle ancak bu iş olur. Bu gerçeği görmeleri lazım. İşte yerel seçim geliyor, hadi İstanbul'da, Ankara'da desinler ki ‘biz kendi adayımıza çıkacağız ve kazanacağız’. Öyle diyorlar. Hadi yapsınlar o zaman.

Hülya Hökenek: Siz ne yapacaksınız yerel seçimde?

Ali Babacan:  Böyle bir şey mümkün mü ya?

Hülya Hökenek: Olmayacak mısınız? Bu İstanbul İttifakı'nın içinde olmayacak mısınız?

Ali Babacan:  Hiçbir parti destek almayacak. Her parti kendi adayını çıkaracak.

Faruk Aksoy: Kim kazanır o zaman? AK Parti mi kazanır?

Hülya Hökenek: Siz diyorsunuz ki o zaman AK Parti kazanır. Hadi buyursun kazansınlar bakalım tek başına İstanbul'da. Şimdi şöyle bir şey var.

Ali Babacan:  AK Parti kazanır felan demiyorum.  

Hülya Hökenek: Kim kazanacak o zaman Sayın Babacan?

Ali Babacan:  Bunları kime söylüyorum? Bunlara o sesi çok çıkan ve bizi, Ali Babacan'ı ve DEVA'yı seçimden bugüne kadar kıyasaya eleştiren... ‘Bunlar’ falan diyorlar ya. O kadar aşağılıcı ifadeler kullanıyorlar ki. Ben şimdi AK Parti'ye oy veren seçmen var ya, Erdoğan'ı desteklenen seçmen. Diyor ki şu anda ‘Allah bizi korumuş’ diyor ya. Demek ki bu zihniyet orada duruyor. Bu damar orada duruyor. ‘Zamanında Erdoğan'a karşı bayrak açmış. Burada bu işler yanlış kardeşim diye çıkıp DEVA Partisi'ni kurmuş. Ali Babacan'a bunu söyleyenler... CHP'nin içinde olduğu bir ittifak kazandıktan sonra demek ki bize neler neler yapardı diye... ‘ Onu düşünüyor şimdi AK Partili seçmen. İnanın, bu kimlik ve o dar ideolojik bakış var ya o orada olduğu sürece iflah olmaz.

Hülya Hökenek: Siz ne yapacaksınız? Yerel seçimlerde nasıl bir tavır alacaksınız?

Ali Babacan:  Biz ne yapıyoruz şimdi yerel seçimlerle alakalı?

Hülya Hökenek: Mesela İstanbul İttifakı içine yer alacak mısınız yerel seçimlerde?

Ali Babacan:  İstanbul İttifakı'nın ne olduğunu bilmiyoruz ki.

Hülya Hökenek: Şöyle, Sayın İmamoğlu bir açıklama yaptı o zaman. Ben gittim toplantıya. Sen de o toplantıdaydın.

Ali Babacan:  Ama şöyle de o belirleyici olan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi'nde niyahi vereceği kararlardır. Onların karar yapısında sanırım yetkide parti meclisinde olması lazım. Cumhuriyet Halk Partisi'nin parti meclisi karar verir bunlara yani.

Hülya Hökenek: DEVA Partisi'ne nasıl bir karar verir? İstanbul seçimlerinde, mesela yerel seçimlerde. İstanbul'da Ekrem İmamoğlu aday gösterildi. Sayın Ekrem İmamoğlu Belediye Başkanı. Mesela siz bir ittifak denklemi içinde yer almanın, bu böyle bir kapı aralanacak mı? Kapılar çalınacak mı karşılıklı? Yoksa destek vermeyecek mi siz? Ne yapacaksınız? Kendi adayınızı mı çıkartacaksınız? Nasıl olacak?

Ali Babacan:  Şimdi tabii asıl işin prensibi ve normali her partinin kendi adayıyla, kendi iddiasıyla seçime girmesi. Yani ana tercih bu. Ana seçenek bu. Ama biz ne yaptık? Biz şu anda bütün il ve ilçe başkanlıklarımıza dedik ki siz kendi ilinizde veya kendi ilçenizde. Ne düşünüyorsunuz? Bizim kendi teşkilatımızdan, kendi içimizden ilçe belediye başkanı adaylı olarak isimler kimlerdir? Kimleri öneriyorsunuz? Ya da partimiz dışında olup da partimizden aday yapabileceğinizi düşündüğünüz isimler kimlerdir? O ilçede ya da 30 büyükşehirde 51 il belediyesinde biz seçimlerde ne yapalım? Ne öneriyorsunuz diye biz bütün teşkilatlarımıza genelge gönderdik. Bugün itibariyle hatta bugün.

Faruk Aksoy: Onların cevaplarını bekliyorsunuz.

Ali Babacan:  Ve onlara da 4 Eylül'e kadar süre verdik. 4 Eylül'e kadar dedik ki arkadaşlarımıza siz bize yazın. Yani yazın ve yazılı olarak raporlarınızı verin. Biz bütün Türkiye tablosuna bakacağız. Ondan sonra da yerel seçim stratejimizi netleştireceğiz.

Hülya Hökenek: Biz bu yayını erken yapmışız. 4 Eylül'de sonra bir daha yaparız.

Ali Babacan:  Yerel seçim bir durak. Yani bir durak. O kadar hızlı gelip geçecek ki. Yani yerel seçim dediğimiz, sayılı günde çabuk geçiyor. Bunları konuşacağız. Kampanya başlayacak, bitecek. Belediye başkanları değişecek, değişmektedir.

Hülya Hökenek: Pazarlıklar olur mu acaba? Yani mesela bazı ilçeler, bazı iller nezdinde yine böyle... Milletvekilliği sayısı gibi.  Genel seçimde oldu milletvekilliği sayısı gibi.

Ali Babacan:  Biz bugüne kadar hiçbir siyasi partiyle bu konularda en ufak bir temasla bulunmadık. Ne genel başkanlar seviyesinde...

Hülya Hökenek: Yerel seçimler diyorsunuz, ben genel seçimde diyorum. Yani aynen genel seçimde herhalde milletvekili konusunda uzlaştınız. Görüşmeler yaptınız.

Faruk Aksoy: Mesela bu 15 milletvekiliniz var ya, bu 15 milletvekilini Sayın Kılıçdaroğlu size ‘Sayın Babacan, biz size Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu ittifakın en büyük partisi olarak 15 milletvekili verelim mi?’ dedi. Yoksa siz ‘bizim talebimiz şurada, şurada, şurada, şurada şu kadar vekildir mi dediniz?’ Yani buna göre bir sayı konuşulmadı mı?

Ali Babacan:  Ben onu birkaç yayında anlattım ama tekrar anlatayım.

Faruk Aksoy: Yani yerelde de bu olabilir mi? Mesela İstanbul'da şu ilçede İYİ Parti belediye başkan adayı çıkarır ama Büyükşehir'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayını destekler gibi. Aslında bu, mesele bu.

Ali Babacan:  Mayıs seçimlerinde nasıl geliştiğini ben anlatayım. Biz 1300 tane aday adayımızı mülakata tabi tuttuk. Ben kendim 8 gün üst komisyon başkanı olarak87 seçim bölgesinde ve 600 tane ismin sıralamasını %95 oranında bitirdim. Kiminle beraber? 7-8 kişilik üst komisyonumuzla beraber. Tam o noktada Cumhuriyet Halk Partisi'nden bize bir haber geldi. Dediler ki ‘evet Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şansımız iyi görünüyor ama mecliste çoğunluğu sağlayamıyoruz. Mecliste çoğunluğu sağlayamazsak istikrar konusunda sıkıntı olabilir.’ Peki ne yapacağız? Ortak listeden girelim. Bize teklif Cumhuriyet Halk Partisi'nden geldi. Ve bize hesaplar getirdiler, sundular. Dediler ki artı 32 tane milletvekili oluşuyor. Bunu biliyorum.

Faruk Aksoy: Bunu biliyorum. Sayıyı da onlar mı verdi?

Ali Babacan:  Artı 32'yi onlar söyledi. Yani DEVA Partisi artı diğer iki partiyle beraber toplam 32 milletvekili daha çıkarıyoruz. Toplam havuz büyüyor ve siz de kazanıyorsanız biz de kazanıyoruz…

Faruk Aksoy: O zaman CHP'li yorumcuların sizi eleştirmesi pek doğru değil. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yönetimin eleştirmeleri gerekiyor bunu söylüyorsunuz. Eğer eleştiri yapacaklarsa...

Ali Babacan:  Bizim üzerimizden daha çok Sayın Kılıçdaroğlu'nu vurmaya çalışıyoruz. Yani biz cephaneyiz, bizi cephanede kullanıp Kılıçdaroğlu'nu vurmaya çalışıyoruz. Ama biz arada hasar görüyoruz yani sorun orada. Şimdi biz de hesap ettik. Biz de kaç bulduk sayıyı? 30. Ve sadece DEVA'nın katkısını 18 bulduk. Sadece DEVA'nın katkısı 18 milletvekili. Yani CHP ile ortak liste olduğunda şunu da düşündük. Şimdi diyelim ki biz buna hayır dedik. Ve mecliste çoğunu da kaybettik. Bugün bize ne diyeceklerdi? ‘Bu DEVA var ya DEVA Zaten bunlar biraz kendini beğenmiş. Burunları havada. Hiçbirini de kabul etmediler. Ve kendileri de kaybetti, bizi de kaybettirdi. Meclisi de kaybettik.’

Hülya Hökenek: Size hep böyle eleştiriler mi geliyordu? Burunları havada zaten bunlar kendini beğenmiş eleştiriler mi geliyordu?

Ali Babacan:  Yani arada söyleyenler oluyor yani. Biz bağımsız ya, yürürüz ya. Bazıları böyle iş birliğiyle beraber olalım falan filan. Ya biz ayrı bir partiyiz diyoruz ya. Biz ayrı partiyiz, kendi yolumuza yürüyoruz. Ve bize dikkat edin. Bu iş birliği hep teklif bize geldi yani. Biz gitmedik hiçbir partiye bir iş birliği teklifi götürmedik bugüne kadar.

Hülya Hökenek: Siz hayal kırıklığına uğradınız mı Sayın Başkan?

Ali Babacan:  Partimiz kuruldu, ilk Sayın Kılıçdaroğlu geldi ziyaret etti. Daha sonra bir iki yere görüştük. Daha sonra ilk defa bir akşam yemeğine davet etti falan. Bizim bir yolumuz var, bizim bir çizgimiz var.

Hülya Hökenek: Geleceğiz, konuşacağız, zamanımız var. Ben şunu çok merak ediyorum. Siz bir hayal kırıklığı yaşadınız mı? Şöyle ki. Sayın Kılıçdaroğlu. Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağla bir mutabakat yapmış. Hatta aralarında yaptığı mutabakat sonra ortaya çıkıyor. Mutabakatın içeriği. Sayın Kılıçdaroğlu'nu yalanlamıyor. Evet Akif'le yayın yapmıştı arkadaşımız. Siz bu konuda hiç yorum yapmadınız. Ben hiçbir yerde rastlamadım. Sen rastladın mı?

Ali Babacan:  Çünkü o olaydan sonraki ilk canlı yayın da onun için.

Hülya Hökenek: Hayır, sosyal medyanız var.

Ali Babacan:  O olaydan hemen önce bir canlı yayınız olmuş. Ondan sonraki ilk canlı yayınız ilk defa soruluyor bana.

Hülya Hökenek: Ama bir dakika, size ilk defa soruluyor ama siz çok önemli bir paydaşsınız. Mesela siz sessiz kaldınız. Bir sosyal medyanız var, kaç milyon takipçiniz var. Hayal kırıklığı yaşadınız mı mesela? Ve seçimin ikinci turundaki o söylem değişikliği size ne düşündürdü? Onu da söyleyeyim.

Ali Babacan:  Yani bir, 14 Mayıs ile 28 Mayıs arasındaki o duruş ve söylem değişikliğini biz kaygıyla takip ettik. Kaygıyla, öyle diyeyim. Çünkü bir hat değişimi meydana geldi. Ve o güne kadar ki oluşturan çizgi, o demokrat bakış, O kuşatıcı, kucaklayıcı bakış, 14 Mayıs'a 28 Mayıs arasında biraz hat değiştirdi. Eş zamanlı olarak da Ümit Özdağ'yla.

Faruk Aksoy: Kaygıyla baktığınız zaman ayrılmadınız.

Ali Babacan:   Ama artık 14 Mayıs seçimleri bitmiş artık.

Faruk Aksoy: Bu ülkelerden sapma var deyip mesela biz böyle konuşmamıştık da diyebilirdiniz.

Ali Babacan:   Ama bizim ortak metinler var ya biraz da ona güveniyoruz. Hepsine altına imza atmışız. Bir tarafta 6 imzalı bir sürü şey var, bir müktesebat oluşmuş. 1,5 yıllık beraber çalışmış olmanın bir hukuku oluşmuş ve müktesebat oluşmuş. Hepsi imzalı, hepsi yazılı. Bir tarafta da iki seçim arasında bir son bir gayret. Acaba birinci turda böyle oldu ama ikinci turda değiştirebilir miyiz dengeyi diye bir gayret. Biraz kaygıyla izledik. Benim o iki seçim arasında da televizyon programlarım oldu hatırlarsanız. Çok da oralara girmedik. Çünkü bir birlik beraberlik ortak adayımızdı. Çünkü Kemal Bey hala bizim ortak adayımız. Biz desteğimizi çektik falan zaten hani öyle bir şey mümkün değil. Olmaz doğru değil. Akitleşmemiz var şu var bu var. O Ümit Özdağ ile yapılan o protokol sonradan ortaya çıkan protokolün var,  ben tabii üzüldüm yani. Çünkü şeffaflık, açıklık önemli. Yani hele hele bu ortak hareket eden ortaklık akti üzerinde yürüyen partiler ve şahıslar için bu çok daha önemlidir.

Hülya Hökenek: Bugün olsa 6'lı masa içinde Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile yine bir paydaşlık yapar mısınız? Bu mutabakat metnini öğrendikten Sayın Ümit Özdağ 3 bakanlık ve 1 müsteşarlık verdikten sonra. Yani bunun yalanlamadığı için böyle söylüyorum Sayın Mehmet Akif. Yapar mısınız merak ediyorum.

Ali Babacan:   Şöyle bir tarafta tabii 6 partinin bir mutabakatı var. Sapa sağlam imzalanmış. Şeffaf, açık, deklar edilmiş. Bir tarafta da bir başka bir gizli anlaşma var. Şimdi bunun tabii uygulama günü geldiğinde ne olurdu bilmiyorum. Bu ayrı bir koca bir soru işareti. Uygulama günü geldiğinde ne olurdu bilmiyorum. Çünkü burada bir işin ağırlık merkezi var. Hukuk var. Öbürü de iki seçim arasında apar topar böyle alelacele panik halinde yapılmış bir iş var yani. Dolayısıyla bu taraftaki ağırlık, bu taraftaki duruş herhalde orada olup bitenden çok daha şey basardı. Uygulama günü geldiğinde ve bütün bunlar hayata geçirmeye başlandığında ben öyle bir şahsi kanaatim var. Ama şu var ki yani gerçekten bizim o Türkiye'de insan odaklı oluşumuz, yani bu ülkeyi bu vatanı seviyor olmamız apayrı bir şey. Ama bir de yani milliyetçiliği işte ırkçılıkla karıştıran bir tutum apayrı bir şey yani. Dolayısıyla burada bizim bir anlayışımız var.

Hülya Hökenek:  Nasıl olacaktı o zaman mesela? Yani seçim kazanılsaydı nasıl olacaktı o zaman? Daha seçim kazanılmadan yeterince güven veremedik meselesinin biraz karşılığı mı bu o zaman?

Ali Babacan:   İşte bahsettim ya. Yani bu partiler bir arada uyum içerisinde bu ülkeyi yönetebilir mi? Konusunda ikna edebildiğimiz vatandaşlarımızın yüzdesi 48'de kaldı. Eksik kaldı yani. Yetmedi. Yani o 50 barajını açmamıza yetmedi. Ama şu değil. Tabii ki bunlardan biz şimdi ders çıkarıyoruz, muhasebe yapıyoruz, iç muhasebe yapıyoruz. Dışarıdan bizi gözlemleyenler çok kıymetli. Siyaset bilimciler, sosyal bilimciler. Ben iki gündür İstanbul'dayım. İstanbul'da kaç ayrı grupla ayrı ayrı oturuyorum. Tek tek ya da gruplar halinde konuşuyorum ediyorum. Bunlar tamamen şey yani küçük gruplar ki insanlar istediği gibi konuşsun. Eleştirsinler ya ‘şurada yanlış yaptınız kardeşim’ desinler yani. Çünkü kalabalık olunca biraz insanlar çekiniyor.

Hülya Hökenek:  Ama cevap vermiyorsunuz mesela. Böyle bir mütabakat var diyorsunuz, üzüldüm diyorsunuz. E şeffaf olması gerekirdi Sayın Kılıçdaroğlu'nu diyorsunuz. Ama bugün mesela Sayın Kılıçdaroğlu'yla öbür tarafta da koca bir altılı masanın mütabakatı var diyorsunuz.

Ali Babacan:   Hepsi şeffaf. Altılı masada gizli hiçbir şey yok.

Hülya Hökenek:  Tamam siz diyorsunuz ki ama bu hayal kırıklığı yaratmış olabilir. Ama ben size soruyorum bugün yine böyle bir mütabakat olsa altılı masa etrafına toplanır mısınız diyorum. Ve Sayın Kılıçdaroğlu çünkü burada önemli bir kurgusu var. Orada sessiz kalıyorsunuz.

Ali Babacan:   Çok tabii farazi bir şey yani şu anda bir şey söylemek zor ama güven çok önemli. Güveni böyle tuğla tuğla inşa ediyorsunuz. Hani aynı bir evi yapmak vakit alır ama bulduğu zerreleri yıkmak kolay. Güven öyle bir kavram. Yani diyelim ki bir senede yaptığınız evi iki günde yerle bir edebiliyorsunuz. Güven öyle bir kavram. Bunların hepsi bizim için önemli. Ama dediğim gibi bakın iş birlikleri genelde işsiz sahi ve konjonktürel şeyler. Esas olan bizim için DEVA Partisi. DEVA'nın duruşu ve Türkiye'nin yarınlarıyla ilgili bizim hayallerimiz ve hedeflerimiz. Bizim için esas bu. Ve bununla uyuşmayan bununla uyum içerisinde olmayan biz hiçbir şeyin içinde olmayız.

Faruk Aksoy: Peki size bir şey söyleyeceğim. Tam da uyum içinde olup olmadığını gerçekten merak ettiğimiz bir başlık ve önemli bir başlık. Şimdi Millet İttifakı içerisindeyken altılı masada bulunan siyasi partiler arasında sizi çok iyi gözlemlediğimi düşünüyorum 1- 1,5 sene. Yani toplantılarınız, açıklamalarınız, tavırlarınız, bütün genel başkanlar. DEVA Partisi özellikle İYİ Parti'nin aksine, yani daha sonra ortaya çıkan bir mutabakatta bir güven zedelenmesi olmuş, bu belli. Ve Ümit Özdağ'ın milliyetçiliğini biraz da ırkçılık olarak değerlendiriyorsunuz. Ama masada İYİ Parti'yle de çok ayrı düştüğünüz bir Kürt meselesi, Kürt sorunu başlığı vardı. Mesela ben DEVA Partisi'ne özellikle baktım, siz Kürt sorunu hakkında o masada çok cesur çıkışlar yaptınız. Yani sağ taraftan gelen bir parti, hatta Cumhuriyet Halk Partisi'ni de geçen bazı konuşmalar, bazı vaatleriniz oldu. Aslında sizin tutumunuzla, yani demokratik tutumunuzla DEVA Partisi olarak İYİ Parti arasında ittifak halindeyken, masadayken de büyük çelişkiler vardı.

Hülya Hökenek:  Bir de üzerine Sayın Ümit Özdağ'ın partisiyle mutabakatta eklenince, nasıl olacaktı gerçekten? Şimdi sizin hayal kırıklığınız şu. Hayal kırıklığınız, sayın başkan çok büyük olmalı hayal kırıklığınız gerçekten.

Faruk Aksoy: Yani seçimden sonra diyelim, seçimden sonra siz seçimi alsaydınız, mesela bir sürü başlık vardı o zaman. Hani şimdi onları konuşmanın sırası değil ama işte ana dilde eğitim, başka başlıklar vs. vs. Mesela ben size bunları o toplantıda sormuştum hatırlayın. Şimdi seçimi kazanmış olsaydınız, bir tarafta İYİ Parti, öyle değil mi? Bir tarafta siz, sizin vaatleriniz var, söylemleriniz var. Siz de o zaman o hükümetin birleşeni olacaktınız. Burada İYİ Parti, yani bunun böyle gitmeyeceğini bence siz de anlamıştınız herhalde.

Hülya Hökenek:  Sayın Babacan çok büyük bir hayal kırıklığı uğramış.

Ali Babacan:   Niye yaptık? Çünkü bu DEVA'nın hazırlığı değil mi? Diğer partilerin de kendi iddiaları var. Ve bunlar ayrı ayrı şeyler.

Hülya Hökenek:  Ama demokrasinin tarifi nedir Sayın Babacan?

Ali Babacan:   Anlaşabildiğimiz kadarı burada yazılı.

Faruk Aksoy: Şu kadar anlaşabildik, bizim için daha bu kadar diyor.

Ali Babacan:   Yani 84 maddede anlaşabildiğimiz kadarı da bu demokrasinin tanımı. Ama bizim tanımımız bundan daha geniş bir tanım, DEVA olarak. Başka partilerin de başka tarafa doğru genişleyen tanımları olabilir. Ama biz ne yaptık? Bu ortak belgelerle ki benden başka bunu gösterip çıkaran yok seçim öncesinde de seçim sonrasında. Çünkü bunlar önemli, yazı önemlidir, akitleşme önemlidir. Her partinin kendi iddiaları olabilir ama bizim diyelim ki 30 Ocak itibariyle mutabık kalabildiğimiz sadece 2300 madde. Yani biraz kinayeli söylüyorum sadece 2300 madde. Ya bu 2300 maddeyi biz bir uygulayalım, Türkiye kanattan uçar zaten. Türkiye'de oluşacak o iklim, o iklim ve Türkiye'de oluşacak o refah ve yarınlara doğru özgüvende bakış, Kürt meselesiymiş, Alevi meselesiymiş, bunları zaten Türkiye'ye aşar geçer.

Faruk Aksoy: Bunları AK Parti'de bulduğunuz, geçmiş dönemdeki uyguladığınız politikalarla bakarak mı söylüyorsunuz?

Ali Babacan:   Önemli olan Türkiye'nin özgüveni, tabii ki.

Faruk Aksoy: Ama çok şey değişmedi mi? Hem Türkiye'de hem dünyada, hem bölgede?

Ali Babacan:   Bakın ben AK Parti'nin ilk kurucu 70 kişisinden birisiyim. AK Parti'nin parti programını redakte eden 3-5 kişilik küçük bir grubumuz vardı, ben onun da içindeydim. Yani partinin fikri...

Faruk Aksoy: Çekirdeğin, çekirdeğin ben diyorsunuz.

Ali Babacan:   Çekirdeğin, çekirdeğin ben AK Parti'nin. Ama tabii orada bir ideal ortaya koyduk biz. Ve onu yazarken AK Parti'nin kurulduğu o günlerde biz Kürt meselesinin açık açık adını koyamadık. Çünkü o gün konjonktür ona müsait değildi yani. Tam ne olduğunu bile yazamadık yani. Ama sonra ne oldu? Türkiye'nin kendi özgüveni geldi. Türkiye'nin artık insanı önceleyen, insan varsa devlet insan için vardır. Bakışının hakim olduğu bir dönemi yakaladık. AK Parti'nin kurulduğu gün biz programımıza yazabilir miydik? Biz geleceğiz ve Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı açıyoruz.

Hülya Hökenek:  Ama hepsi oldu. Hepsi o dönem yaşandı.

Ali Babacan:   Hayır dakika bir gol bir parti kapatırlardı yani. Yazamazdık böyle bir şey parti programına.

Hülya Hökenek:  Evet ama hepsi yaşandı.

Ali Babacan:   Ama nasıl yaşanıyor? Bakın bizim şu vardı, biz bunları yapalım. Gerçekten Türkiye'de önce bir demokrasiyi bir ortaklaşabildiğimiz kadarıyla inşa edelim. Türkiye biraz refaha kavuşsun, biraz özgüveni yapalım. Bunlar tamamen özgüven meselesi. Eğer ülke olarak özgüveniniz varsa o özgüvende çözemeyeceğiniz sorun yok. Başka ülkelerle ilişkileriniz bile düzeliyor kendinize güveniyorsanız. Ya ne olacak gidiyorsun, ne yapabilir ki bana diyorsun ona göre davranıyorsun ülkeye. Ama öbür türlü korktur. Bak şu ülkeden bir şey gelir mi, şuradan bir şey gelir mi, şurada düşman falan filan. Önemli olan güçlenmek ve o özgüvene sahip olmak. Özgüvene sahip olunca ne olacak? TRT Şeşli'ye başladı, şimdi TRT Kürdü diye hala yayın yapan bir televizyon kanalı var.

Faruk Aksoy: Bayağı genişledi, bayağı büyüdü, içeriğe zenginleşti.

Ali Babacan:   Bu gayet normal değil mi? Şu anda herkes bunu normal görmüyor mu Türkiye'de?

Hülya Hökenek:  Meselenin adını koyarak tartışmaya başladık. Meseleye Kürt meselesi dedik. Daha önce Güneydoğu sorunu diyorduk, meselenin adını koyamıyorduk.

Ali Babacan:   Tabii ki. CHP'nin tabanı var, kendi kimliği var, İYİ Parti'nin kendi kimliği şöyle böyle falan tamam. Bunların hepsi tamam. Ama iktidar olup da uygulamaya başlayınca başarıdan başarıya gittiğim sürece diğer bütün o gözümüze büyüttüğümüz konular böyle küçülmeye başlıyor. Ben bunu yaşadım ya. Yani yaşadım. Hem de Türkiye'nin en başarılı altın yıllarında Dışişleri Bakanı olarak yaşadım. O dünyanın her yerinde böyle dik yürüdüğümüz, kimseden para direnmediğimiz, gidip Yunanistan'da biz Yunanistan'a kredi teklif ettik ya. Yani o günkü Başbakan Papandreou ki eski Dışişleri Bakanı olduğu için oradan da dostluğumuz vardı. Gittim ben tam krizin ortasında dedim ki ya bakın ilişkilerimizin tarihi açısından sizin için kolay olur zor olur bilmiyorum ama biz buradayız komşu olarak. Bir ihtiyacınız varsa ne olur söyleyin dedim. Bizim imkanlarımız da geniş. Yani destek olabiliriz, finansal destek olabiliriz diye söyledim kendisine. Daha sonra ne oldu? 3 sene sonra, daha doğrusu bundan 3 sene önce bir uluslararası toplantıda ki bizim o eski Dışişleri Bakanlarından oluşan bir grubumuz var. Demokrat zihniyeti olan iyi işler yapmış.

Faruk Aksoy: Whatsapp grubu mu bu?

Ali Babacan:   Değil değil, fiziksel olarak da bir araya geliyoruz ara ara. Yani 30 ülkeden 30 Dışişleri Bakanı ama bunların hep ortak özelliği iyi işler yapmış ve demokrat kişiliği olan insanlar yani özelliği bu. Daha sonra Papandreou tuttu o 3 sene önceki o toplantı dedi ki ‘ya dedi Ali ben başbakanken geldi en zor dönemimizde bana finansman teklif etti.  Ve çok etkilendik’ dedi yani. ‘Tabii alamadık şartlar bizim iç siyaset onu kabul etmiyordu ama çok etkilendik’ dedi.  Bir komşudan böyle en zor durumda böyle. Ya bakın nereden nereye ya?  Yunanistan’a krediyi teklif eden Türkiye'den yani IMF'e kredi açan ben imzaladım onu. Şimdi atıyor tutuyor değil mi? IMF falan. Ya IMF'in son taksitini ben önerirdim ben bastım ya. IMF'in IMF kredi açma anlaşmasını ben imzaladım.

Hülya Hökenek:  Tamam da. Burada siz imzaladınız da Sayın Cumhurbaşkanı ile birlikteydiniz. Orada bir ekip vardı değil mi en nihayetinde istişare içindeydiniz konuşuyordunuz.

Ali Babacan:   Bunların hepsini ben başlattım. Orman yangını çıkıyor birbirimize yardım ediyoruz uçak düşüyor yardım ediyoruz. ‘Şimdi krizleri var ben gideceğim Papandre'ye bu teklifi yapacağım’ dedim. Bir sorun var mı? Çünkü adam başbakan bizim de başbakanımız var şimdi bizim başbakanından habersiz bir başka ülkenin başbakanına olmaz doğru değil yani. Daha farklı konularda biz yürüdük gittik sormadık.

Hülya Hökenek:  Bu altın çağı dediğiniz çağlara bakıyorum o dönemi yaşadık sizlerle birlikte yaşadık.

Ali Babacan:   En iyi cep telefonu almanız kolay oldu. Kaliteli arabaları kolay aldınız değil mi?

Hülya Hökenek:  AB süreci demokrasinin biraz da böyle şaha kalktığı diyeyim meselelerin adını koyarak konuştuğumuz. Çözüm meselesi pamuklara sarıp sarmaladığımız süreç ekonomik açıdan bakıldığında da böyle çok sıkıntı çekmediğimiz bir süreç. Yani bunları yaşadık hep bunları anlatırken siz de tebessümle anlatıyorsunuz. Bu süreci özlemle anlatıyorsunuz. Şimdi demokrasi varken bu demokrasi vurgusunu çok fazla yapıyorsunuz. Özgürlük, demokrasi, insan hakları, adalet, hukuk vurgusunu yapıyorsunuz. Ben de buradan şunu demek istiyorum. Faruk'un sorusuna tekrar döneceğim. Böyle bir flashback hemen İYİ Parti ile çok anlaşmazlık oldu. Çok belliydi çok belliydi. Su yüzüne böyle zaman zaman çıkan çıkmayan zaman zaman kurmaylar ekibiyle oluyordu. Belliydi. Ardından mesela bu mütabakat metni çıktığında siz aldatıldığınızı çok ciddi bir böyle hayal kırıklığı yaşadığınızı düşündünüz mü? Ümit, özdame sesli olduğunda. Ya ben şimdi buradayım ama zorunlu olduğum için buradayım. Yani bu ittifak denklemi içinde ben niye buradayım dediniz mi? Hiç düşündünüz mü böyle bir şey? Merak ediyorum. Tam zıttı çünkü söylemlerim. Tabii.

Ali Babacan:   Ya şöyle tabii o ilk 14 Mayıs'ı kaybedince. Yani 14 Mayıs'ta bir sefer meclis alternatifi ortaya çıktı ve kaybettik. Cumhurbaşkanlığında da seçimlerde yine işte Erdoğan Kılıçdaroğlu'dan daha fazla oy aldı. Evet 51'i geçemedi. 51'i bulamadı ama arada fark oluştu. Dolayısıyla orada hani ne derler bir şeye düşen bir şeye sarılır. Tam atasözünü hatırlamıyorum şu anda ama.

Faruk Aksoy: Denize düşen yılana sarılır. Öyle mi? Böyle derler.  Yani hatırlamadınız mı yoksa benim söylemem misiniz?

Ali Babacan:   Yok gerçekten hatırlayamadım yani.

Faruk Aksoy: Ben yoksa bir hata mı yaptım diye de düşündüm bir anda. Yani tam bir hata olmasın.

Hülya Hökenek:  Denize düşen yılana sarılır.

Ali Babacan:   Ama bu duruma çok da uymadı galiba.

Hülya Hökenek:  Bence ilk aklınıza gelen odur.  Hani şöyle bir şeydir ya, ilk mağazaya gidersin, bir şeye bakarsın, o aklında kalır. Biraz o sıkışıklık.

Ali Babacan:  O sıkışıklık.  Zaten iki seçim arasında iki hafta süre var. Birinci seçimin sonucuna baktığımızda bu bazı temalar etkili olmuş insanların üzerinde, değil mi? Bazı temalar etkili olmuş. Peki o temalarda acaba bu tarafı nasıl takviye edebiliriz? Kimi yanımıza alırsak hani o temalardaki eksikler giderilir falan filan. Türü belki şeyler olabilir ama bunların hiçbirisini biz Sayın Kılıçdaroğlu oturup konuşamadık yani.

Hülya Hökenek:  Bu çok ilginç değil mi? Konuşamamak çok enteresan değil mi mesela?

Ali Babacan:  Ama o kadar hızlı akıyordu ki her şey yani. Ama şu oldu bakın, onu yanlış anlaşılmasını istemem. Yani iki kişiyle yani Sinan Oğan ve Ümit Özdağ, iki kişiyle görüşme yapıp yapmama konusunu Sayın Kılıçdaroğlu altın masaya getirdi. Yani o seçimi kaybettiğimiz günün ya akşamı ‘Bunlarla da bir temas kursak iyi olur diye düşünüyorum. Ne dersiniz’ diye bizlere sorduk açıkçası.

Hülya Hökenek:  Ne dediniz?

Ali Babacan:  Yani itiraz eden olmadı.

Hülya Hökenek:  Siz etmediniz mi?

Ali Babacan:  Hayır temas kurma diyoruz ama daha. Protokol imzalayalım şunu yapalım değil, temas kurma. Yani bunlarla bir görüşme, bir temas kurma.

Faruk Aksoy: Bunu söylemiş Sayın Kılıçdaroğlu.

Ali Babacan:  Altı partiyiz tamam. İşte daha sonra şey de oldu. İki Büyükşehir Belediye Başkanımız da bir şekilde yönetim yapısına entegre edildi. Ve bunların hepsini konuşa konuşa yaptık. Şimdi bu iki isimle de hani konuşalım bir temas kuralım mı diye bizlere sordu açıkçası. Onun hakkını teslim etmemiz lazım. Ve itiraz eden olmadı yani. Biraz daha cepheyi genişletebilir miyiz? Bu 14 Mayıs'a 28 Mayıs arasında ikinci tura giderken daha geniş bir cepheyle bu ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimine gitse gitsek gitmesek onları konuştuk. İtiraz eden olmadı yani.

Hülya Hökenek:  O zaman çok şaşırmadınız bu mütabakattan ama metinden dolayı şaşırdınız.

Ali Babacan:  Şöyle bir tabi mutabakatın bir açıklanan kısmı var. Bir de daha sonradan ortaya çıkan. 2. metin var.. 2. bir yazılı metin var. Şimdi mesela şu da oldu. Bizim altılı masada bir iki kere bazı konularda ya şimdi bunları açık açık yazacağız açıklayacağız falan acaba hani daha farklı bir başka bir şey de mi olsa bir de kendi aramızda bir ortak anlayış metni mi olsa falan diye bir iki defa gündeme geldi. Mesela ben onlara hep karşı çıktım. Olmaz dedim. Bu gizli anlaşmaların er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Bunlar çok taraflı işler. Yani iki kişi arasında bile tam güvenemezsiniz. Gizli dersiniz de bir gün ortaya çıkar. Tamamen zaman meselesi bu. Yani zaman uzadıkça da ortaya çıkma ihtimali çoğaldır.

Faruk Aksoy: Yalnız siyasette bazen böyle böyle acayip hesaplanmayan gelgitler var. Belki bu söyleyeceğim şey sizin hoşunuza gitmeyecek ama belki sizin siyasi hayatınızda da var. Mesela Tayyip Bey'in cumhurbaşkanlığına adaylı döneminde sizin de Sayın Gül için destek arayışında olduğunu söylendi.

Ali Babacan:  Ben söyledim.

Faruk Aksoy: Siz söylediniz. Partiler içinde de hani bu mesela ortada bir genel başkan var ama bir başka isim içinde aynı parti içerisinde çalışma da yapılabiliyor. Şimdi belki Kılıçdaroğlu'nun Özdağ'la mutabakat yapmasını da belki hani böyle bir şey olarak değerlendirebilir.

Ali Babacan:  Bakın orada özellikle iktidar yanlısı medyadaki yorumcuların ellerinde konuşma notları dağıtılıyor benim anladığım kadarıyla. Çünkü eş zamanlı olarak farklı farklı kanallarda bakıyorum herkes aynı şeyleri söylemeye başlıyor. Benim tahminim öyle bir konuşma notu dağıtılıyor. Mesela yine son birkaç haftadır bu dediğiniz konu iktidar yanlısı medyada konuşma notlarında olan bir konu.

Faruk Aksoy: Ben gerçekten hiç rastlamadım. Ben şimdi Ümit Özdağ konusu açılınca her siyasi aktörün kendi siyasi hayatında muhakkak şeyleri var. Yani gizli anlaşmaları, gizli görüşmeleri bir sürü bir sürü.

Hülya Hökenek:  Bu başka bir şey ama mutabakat içeriği, metin içeriği.

Ali Babacan:  Olduğu inkar edilen bir şey. Şimdi gizlinin türleri vardır. Ben şimdi Avrupa Birliği Bakanlığı yaptım, Dışişleri Bakanlığı yaptım. Yani gizlinin çeşitleri vardır. Açıklanmamak üzere şeyler vardır. Sorulduğu zaman açıklanmak üzere tutulan konular vardır. Şimdi o konuyu mesela ne yapıyorlar? Yalan bir şekilde sürekli bu haftalarda sürekli döndürüyorlar. Çok basit. Diyorlar ki gitti Ali Babacan Erdoğan'a imzayı attı. Dikkat edin izleyin. Ondan sonra gitti Gül'ün aday olmasını çalıştı. Şimdi tamamen bir kronoloji yalanı söylüyorlar. O gün neydi? Sayın Gül bir sefer AK Parti'nin kurucusu mu? AK Parti'nin ilk Başbakanı mı? Başbakanı. AK Parti'nin ilk Cumhurbaşkanı mı? Cumhurbaşkanı. Yabancı birisi değil ki. Uzaklarda birisi de değil yani. Sayın Gül'ün cumhurbaşkanlığı fikri böyle 7-8 gün içerisinde gündeme gelip sonra gündemden düşen bir konuydu. Ve o dönemde ben bunu iyi olacağını düşündüm. Ve o görüşmelerin içerisinde yer aldım. O gündemden düştükten sonra Sayın Erdoğan'ın adaylığı açıklandı kendi açıkladı. Ve birinci tercih olmayınca yani Sayın Gül ile ilgili konu gündemden düştükten sonra ikinci tercih olarak Sayın Erdoğan’ı o zaman destekledim.  Ne diyorlar? Açsınlar baksınlar tarihleri. Diyor ki önce attı imzayı Erdoğan’a, ondan sonra döndü Gülü destekledi’ diyor. Öyle bir şey değil. Ki Gülün aday olması durumunda ben ne yapacaktım? Hemen partiden istifa edip Sayın Güle destek verecek bir yapıda devam edecektim. Ama olmayınca ikinci tercihim o gün benim için Erdoğan’dı, Erdoğan’a imza attım. Bu kadar tutarlı bir şey. Üstelik o gün ben AK Parti grup toplantısında yokum. Grubun yarısı belki benim o görüşmelerde olduğumu biliyor o gün itibariyle. Bir gizli tutulan gizli saklı şey vardır birde sorulduğunda açıklanacak şey vardır.

Faruk Aksoy: Seçim kampanyası boyu liderler birbirlerine çeşitli şeyler söylediler, baya ağır ithamlarda bulundular. Mesalar Sayın Cumhurbaşkanı önce ‘Bay Kemal’ diyordu, sonra ‘Bay Bay Kemal göndereceğiz’ diyordu. Size ‘Bebecan’ soyadınızdan şey yaptı felan buna alındınız mı?

Ali Babacan:  Yo tam tersine bence özellikle gençlerimiz bunu duymaktan çok mutlu oldu muhtemelen. Çünkü bu ülkenin gençlerine yaşı ne olursa olsun, eğer birikimi ve becerisi müsaitse ağır sorumluluklar verirse bile nasıl başarıyla o yükün altından kalkabildiklerini ben ispat etmiş oldum Türkiye’de. O dönemde gerçekten de genç bir yaşta 2001-2008 krizinin dibindeki bir ülkenin ekonomisini yönettim. 20 tane banka batıktı. O bankaların çözümlemesi dahil, o ülkenin bataklıktan çıkartılmasının başında oldum. Güzel şeyler yapıldığı dönemde de o işin başında olmaktan her zaman gurur duyarım ben yani. ‘Bebecan’ dedi bilmen ne dedi, çocuk bezi sat felan dedi. Çocuk bezi satanlar anlının akıyla kazanıyor ya. Helalından kazanıyor çocuk bezi satanlar. Acaba o sizin etrafınızdaki o çok zenginler anlının akıyla mı kazanıyor yoksa sizin devlet imkanlarının sağladığınız alandan mı nemelanıp para kazanıyorlar. Alın terinin kıymetini unuttu ondan kaynaklanıyor.

Hülya Hökenek:  ‘Görünmediğim halde işin göbeğindeydim’ cümlesi size aitmiş. Doğru mu?  Sayın Gül meselesiyle ilgili.

Ali Babacan:  İşin içindeydim ama o gün tabii ilan edilip konuşulan konular değil. Ama saklanmıyordu da sorana da anlatılıyordu. Dedim ya bunun çeşitleri vardı diye. O Konuşma notlarından akıyor şimdi cep telefonunuzdan ben anlıyorum. Diyorum ya bu çok organize oluyor diye. Çok organize, organize olanlardan cep telefonunuza geliyor.  Doğru o ifade benim ama kronoloji yalanını söylemeden doğruyu söylesinler. Çünkü takvim ortada, olayla ortada.

Hülya Hökenek:  Biz ‘doğrusu nedir? ’ diye size soruyoruz sonuçta meselenin içinde olan önemli bir aktör olduğunuz için.

Ali Babacan:  O günkü her şey basın kaydında. Bütün her şey basın kaydında ve kronolojide yani.

Hülya Hökenek:  İki sorum olacak size. Bu tepki çeken SİHA çıkışınız oldu. Ne oldu sonrasında? Yani bir açıklama yaptınız. Çok ciddi bir tepki çekti. Bu SİHA- IHA meselesi nedir?

Ali Babacan:  Orada da ciddi bir dezinformasyon... Tam da benim Davos'ta olduğum haftaydı. Ve arkamdan epey bir atıp tuttular yani organize genel konuşma noktaları dağıtıldı her şey.

Hülya Hökenek:  Ne demek istediniz orada?

Ali Babacan:  Aynı cümleden. Bakıyorsunuz. 5 tane ayrı haber kanalında geçiyor falan filan. O kadar organize yani.

Hülya Hökenek:  O da mı organize? O da organize. 

Ali Babacan:  Çünkü bu iletişim kampanyasını iktidar bütün bu kendine bağlı sopayla ya da havuçla yönettiği kanallar var biliyorsunuz. Bazılarını tehdit edip yönetiyor. Bazılarını da güzellikler yapıp yönetiyor. Zaten devlet kanalları ellerinde. Yani bir şey hazırlanıyor. Bir senaryo bir replik. Herkese dağıtılıyor. Ben dışişleri bakanıyken o dönemde Türkiye'nin farklı operasyonları varken İHA ve SİHA konusundaki eksiğimizi çok içim parçalanarak yaralanarak yaşadım. Yani o günlerde başka bir ülkeye İHA SİHA konusuna bağlı olmak o zaman Amerikalılardan kullanıyorduk. Daha sonra hatırlarsanız ben ayrıldıktan sonra İsrail ile Heron anlaşması falan yaptı hatırlıyorsanız Heron. Onlar da İHA SİHA falan yani hatırlarsınız onları. Yani kendi milli kapasitemizin olmamasının acısını ben dışişleri bakanı olarakyaşadım. Dolayısıyla bu konuda kendi milli kapasitemizin artması, kendi İHA'mızın SİHA'mızın ve başka alanlarda da kendi savunma teknolojimizin ve savunma imkanlarımızın güçlenmesiyle ben ancak gurur duyarım. Bu ülkenin güvenliği çok önemlidir. Hele hele Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafyada güvenliği sağlamak en önemli konulardan birisidir. Ama bunu yaparken benim dediğim sadece neydi? Bir firma yapmasın 5 firma yapsın. Buna dayanamadılar yani. 5 firma yapsın deyince buna dayanamadılar.

Faruk Aksoy: O firmanın en önemli aktörünün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın damadı olmasının etkisi var mıydı bu söylediğinizde? Yani onun için mi özellikle söylediniz?

Ali Babacan:  Ya zaten o bana bir soruldu, bir programda soruldu. Ben de soruya cevap olarak bunu söyledim. Ve o soru içinde de ben soru sorulurken öğrendim yani.

Faruk Aksoy: Yani Selçuk Bayraktar Cumhurbaşkanı'nın damadı. Yani bunu siz başka firmalarda yapsın derken bunu mu kastetmiyorsunuz?

Ali Babacan:  Ama sadece o konu değil ki pek çok konuda biliyorsunuz. Yani damat olması şart değil. Başka firmalarda alanlar açılıyor. Deniyor ki sadece sen yap bunu deniyor. Ona para kazandırılıyor yani.

Hülya Hökenek:  Ali Bey siz iktidara gelseniz onlarla çalışmaya devam eder misiniz Baykar Holding ile?

Ali Babacan:  Türkiye için taş üstüne taş koyan herkesin başımızın üstünde yeri var. Yani kesinlikle. Biz Baykar'la da çalışırız. Çünkü özellikle babalarıyla ilgili. Piyasada gerçekten yani o sektörde çok olumlu şeyler... Rahmetli oldu babaları. Yani çok güzel şeyler söyleniyor. Çok saygın, dürüst bir işçinden olduğu söyleniyor. Hani bu ülkeyi çok seven, vatanı seven bir insan olduğu söyleniyor. Babalarıyla ilgili gerçekten çok olumlu şeyler var. E o babadan o iş yapma kültürü ama tabii bu işte siyasetle ticaret iç içe geçmeye başlayınca... Ateşle barut. Ateşle barut yan yana gelince kazanmaz.

Hülya Hökenek:  Sayın Başkan son 4 dakikamız ortak grup kuruldu. Gelecek ve Saadet ile ortak grup kuruldu. Gelecek ve Saadet. Siz katılmadınız. O konuda da ısrarlısınız. Metsiniz. Geldiğiniz gelenek çok farklı değil ama bir yerde ayrışıyorsunuz. Ayrıştığınız yerde önemli. Oranın bir altını çizin istiyorum ben.

Ali Babacan:  Gelenek derken ben Ali Babacan olarak... Evet ben AK Parti'nin kurucuyum ama daha önce hiç siyasetim yok. Yani eğer hani kökler AK Parti'de olmak bir ortak noktaysa... Tamam ama bu sadece Ali Babacan. Ama bizim partimizin çok geniş bir insan kaynağı yapısı var. Yani şu anda 700'ün üzerinde ilçe başkanımız var. 81 ilde örgütlüyüz. Yani ve genel merkezimizde de teşkilatlarımızda da çok geniş bir insan kaynağı profili var. Yani çok heterojen bir yapımımız var. Dolayısıyla Ali Babacan da AK Parti'den, Ahmet Davutoğlu da AK Parti'den. E bunlar... Ama biz ayrıyız. Yani kişi olarak ayrıyız, parti olarak da apayrıyız. Dolayısıyla yani illa birlikte olmak... Biz ne yaptık? Bütün teşkilatlarımıza sorduk. Teşkilatlarımızın kair ekseriyeti ya biz şu ortak listeydi, şuydu buydu. Yani bizim zaten kendi kimliğimizle ilgili son aylarda biraz arada kaynama söz konusu oldu. Yani bunun üzerine bir de tekrar ortak gruptu işte birleşmeydi falan filan. Dediler ki bizim teşkilatlarımız ve genel merkezimizde kair ekseriyeti. ‘Ya önce bir kendimize bir girelim. Yani bu ortak listelerden seçime girmiş olmanın oluşturduğu bir travma var. Bizim öncelikle o travmanın şöyle bir üzerinden aşmamız gerekiyor. Kendi kimliğimizi ortaya koymamız gerekiyor. Bir kendimize gelmemiz gerekiyor. DEVA olarak tekrar vatandaşlarımızın karşısında biz buradayız. Hazırız ve bu ülkeyi yönetmeye talibiz diye duruşumuzu ortaya koymamız gerekiyor. Ondan sonra çok ileri safhalarda işbirlikleri hangi konuda, hangi temada nasıl işbirlik olur?

Hülya Hökenek:  Yerel seçimlerde de olabilir herhalde.

Ali Babacan:  Yerel seçimlerle ilgili biz henüz bir şey demiyoruz.

Faruk Aksoy: Yerel seçimler henüz belli değil.

Hülya Hökenek:  Belli değil ama siz partinin genel başkanısınız. Nihayetinde burada bir şey de tahvil edebilirsiniz, öngörünüz olabilir. İttifak denklemi içinde...

Ali Babacan:  Başka partiler ne yapıyor bilmem. Ama ben teşkilatımızın görüşünü almadan ve genel merkezdeki karar organlarımızda konuyu konuşmadan hiçbir temel konuda bir açıklama yapmam. Yapmadım bugüne kadar. Başkaları yapıyor olabilir. Ya bu işte Babacan'ın partisi, o söyler, diğerleri yapar. Biz öyle çalışmıyoruz. Başkaları öyle çalışıyor olabilir yani.  Teşkilat görüş içindir. Yani oradan görüş gelir ama karar organları genel merkezdedir. Yani onu da ayrımlı iyi yapmak gerekiyor. Dolayısıyla teşkilatımızın görüşü ve karar organlarımızın eğilimi almadan ben hiçbir temel konuda hiçbir açıklama yapmam.

Hülya Hökenek:  Sayın Başkan siz bundan yaklaşık yarım saat 40 dakika kadar önce hadi bakalım buyurun ittifak olmadan İstanbul'u CHP kazansın dediniz mesela. Yani. Şimdi bu mesela şöyle bir şey. Hayır. İttifak olmadan, ittifak denklem olmadan, HDP'nin desteği olmadan…

Ali Babacan:  Türkiye genelindeki bir seçim söyledim. Onu hemen düzelteyim de çünkü nüanslar var. Bir, Türkiye genelinde yapacak bir genel seçimde dedim. Mümkün değil dedim. İki, Ankara ve İstanbul için dedim mümkün değil. Başka illerde olabilir. Başka illerde olabilir. Bu bir gözlem. Bakın bu bir gözlem. Bu biz CHP'yle işte şunu yapacağız bunu yapacağız demek değil yani. Ben şahsi gözlemimi ortaya koyuyorum. Bir karar da söylemiyorum. Sadece bir gözlemimi, şahsi bir gözlemimi ortaya koyuyorum yani. Dolayısıyla epey bir nüans var. Dolayısıyla yanlış anlaşılma açısından.

Faruk Aksoy: Vakit daraldı herhalde. Ben şunu söyleyeceğim. Her konuğumuza, siz genç bir siyasetçisiniz. Türkiye'de gerçekten siyasetin damarları epey kurudu. Yani genç siyasetçiler, lider adayları epey epey azaldı. O anlamda, doğrusu ben sizi umutla izliyorum. Siz ve sizin gibi siyasetçileri. Her türlü soruları soruyoruz ama ülkemiz adına bir şey bekliyoruz.

Hülya Hökenek:  Bir de bu çok güzel. Her türlü soruyu sorabilme özgürlüğü. Sayın Babacan da gerçekten hepsine tek tek sabırla cevap veriyor. Bu önemli. Çok önemli ve çok belirleyici.

Faruk Aksoy: Türkiye'de parti fark etmiyor. Parti fark etmiyor. Yani AK Parti'den, CHP'den, DEVA'dan, İYİ Parti'den, ülkeye umut verecek siyasetçileri, genel başkanları gerçekten yürekten alkışlayarak takip ediyorum. Her türlü de irdeliyorum. Son bir şey. Seçimden sonra yine size yönelik yapılan bir size değil, diğer 4-5 bileşene CHP dışındaki diğer partilere, yani meclis başkanlığı için bile bir araya gelmediler. Bize destek vermediler. Bunu CHP'den çok duydum. CHP'li kurmaylardan, hatta seçmenden. Seçimden sonra da meclis başkanlığı için bile CHP'ye destek vermemeniz doğru bir tutum muydu?

Ali Babacan:  Şöyle, birincisi biz Kemal Bey'le telefonda konuştuk bu konuları. Hem de en az iki kere konuştuğumuzu hatırlıyorum, birincisi. Yani bizim bir kendimizin aday çıkartmasıyla ilgili bir konu vardı. Bir de acaba iki veya üç parti bir ortak aday çıkarabilir miyiz diye bir konu vardı. Biz bunun istişaresini Kemal Bey'le yaptık. Yani Kemal Bey bizim kendi adayımıza çıkacağımızı biliyor idi, bir. İkincisi, üçüncü turda CHP'den bize talep geldi. Dediler ki, iki tur yaptık ama bu üçüncü turda bizim adayımıza destek verir misiniz diye. Biz de tamam dedik ve destek verdik.  Ama başta da konuşarak yaptık.

Faruk Aksoy: Seçmen öyle görmüyor. Seçmen biraz da aynı zamanda futbol tribünü gibi. Yani taraftar çünkü. O partiyi tutuyor, ona oy veriyor. Sizden şunu bekliyor. Kaç milletvekiliniz var, 15 milletvekiliniz var. Size şöyle bakılıyor. Tamam DEVA Partisi kocaman bir parti, yeni kuruldu, yol alıyor, ilkeleri var falan. Ama bu 15 milletvekili CHP'nin verdiği vekil diye bakıyor seçmen. Dolayısıyla bir vefa borcu gibi. Öyle görüyor. Yani Cumhuriyet Halk Partisi. Bunu açıkladınız, anlıyorum ben. Seçmen psikolojisinden bahsediyorum. Seçimden sonra da şunu istiyorlardı.

Ali Babacan:  Sesi çok çıkanlar dedim ya. Ama seçimden sonra da şunu istiyorlardı.

Faruk Aksoy: Bakın benim sesim de çok çıkıyor. Seçimden sonra da şunu beklediler sanırım. Yani hiç istisnasız, tartışmasız bizim meclis başkanımıza destek vermeleri gerekir diye düşündü CHP. Onu söylüyorum.

Ali Babacan:  Yani şöyle, ben başta da söyledim. Bizim hiç kimseye hiç bir borcumuz yok. Kazandığımız her şeyi hakkımıza kazandık. Ve bu bazda biz anlaştık. Anlaşmayla girdik.. Biz gidip kendimiz istemedik ki. Başkaları istemiş olabilir. Bakın karıştırılıyor bu işler.

Hülya Hökenek:  Teklif oradan geliyor bir kere. Yani sayı oradan geliyor. Teklif oradan geliyor. Artı 32.

Ali Babacan:  Yani gidip daha önce CHP'den böyle talepte olan partiler olmuş olabilir bakın. Bazen de bu bilgiler yayılıyor hemen DEVA’ya bulaşıyor. Bizim öyle bir talepimiz olmadı. Biz gidip bir şey istemedik. Onlar bize teklif etti. Onlar bize bu ortaklığı teklif etti. Biz de hesap kitap yaptık ve orta bir noktada anlaştık. Ondan sonra seçime girdik ve hakkımıza da aldık. Böyle bir borç istesiniz falan bizim yok yani. Yoksa olmaz bu yani. Çok şükür ben siyasete bakıp girdim girelim. Hiç kimseye ne para borcu ne minnet borcu. Çok şükür. Onun özgüveniyle biz başımız dik, alnımız açık geziyoruz Türkiye'nin her yerinde. Borçlu olmak çok kötü bir şey ya. Kimseye ne minnet borcumuz var ne de başka türlü borcumuz var. O kadar rahatız yani. Seçim kampanyamızı yaptık bitirdik. Partimizin kasasına verip parayla bitirdik yani. Öyle eksiğe falan düşmedik ki.

Hülya Hökenek:  Son bir dakika Sayın Başkan. Çok fazla soru var. Özellikle mütabakat ve Sayın Ümit Özdoğan meselesi de son dakika olarak girildiği için üzerine. Siz diyorsunuz ki ben tabii ki çok üzüldüm. Bir hayal kırıklığına elbette uğradım. Metnin içine bakıldığımda yani mütabakat metni açısından onlar konuşulduğunda. Ama Sayın Kılıçdaroğlu altılı masaya öyle bir teklifte bulundu. Temas edebilirim, temas kurabilirim. Sayın Ümit Özdoğan Zafer Partisi ile ilgili.

Ali Babacan:  Doğru doğru. Bize bilgi verdi ve itiraz eden olmadı.

Hülya Hökenek:  Altılı masanın içinde kimse itiraz etmedi diyorsunuz.

Ali Babacan:  Evet. Yani temas kurmak. Bu ikisiyle ilgili. Yani iki seçim arasında bakın. 14 Mayıs'ta 28 Mayıs arasında. Ümit Özdoğan ve Sinan Oğan…

Hülya Hökenek:  Sayın Kılıçdaroğlu'ndan geldi bu teklifte.

Ali Babacan:  Yani o fikri o açtı altılı masada. Açtı fikri, ya böyle bir şeyler düşünüyoruz dedi hani dedi bu ikisinin de bir temas şu bu falan filan.

Hülya Hökenek:  O gün o masada açık çek verildi mi? Buyurun siz gidin görüşün, bir ittifak paydaşı da olabilir, biz size hiçbir şekilde o anlamda karışmıyoruz dendi mi?

Ali Babacan:  Yani şöyle ben ticarette de siyasette de kimseye açık senet ya da açık çek vermedim yani. Ticarete açık çek, açık senet verilmez. Siyasette de verilmez yani. Böyle bir şey yok. Senedin çekin şey olur, tarih olur, rakam olur, öyle olur.

Hülya Hökenek:  O zaman kendinizi çok aldatılmış hissediyorsunuzdur diye düşünüyorum.

Ali Babacan:  Ya şöyle ben dedim ya o içinde bulunan şartlarda yani iki seçim arasındaki sıkışmışlığın bir sonucu olduğunu anlıyorum ama üzüldüğümü de söylüyorum. O kadar söyleyeyim. Bir de Faruk Bey'in o dediği hani genç siyasetçiler önemli. Hani kuruyor falan dediğinizde inanın öyle değil. Yani bakın şimdi DEVA Partisi'nde öyle isimler var ki bakın teşkilatlarımızda ve genel merkezde. Çok değil. Birkaç sene sonra onlar DEVA ile beraber siyasete başlamış ve Türkiye'de çok saygın, işi bilen, dürüst ve siyasete artık kendini adamış ve bu ülkeyi daha iyi yönetme iddiasıyla ortadan çok sayıda isim duydunuz ve duyacaksınız inşallah. Yani öyle kurma falan yok. Yeter ki gençlerin önünü açalım. Yeter ki siyasete hiç girmeyen insanların önünü açık tutalım. Yani biz mesela bütün teşkilatta da şart koştuk. Dedik ki en az %50'si dedik siyasete hiç girmemiş insanlardan bu teşkilatlar kurulacak dedik. Bizim genel merkez. Yani ilk kurucu heyete bakın. GMHK'ya bakın. Çok sayıda siyasete ilk defa bizimle başlamış arkadaşlar var. Bunların bir kısmı ya bu galiba bana göre değil çok karışıkmış bu iş diyor. Ama tutunanlar var ya o tutunanlar da çok güzel şimdi isimler geliyor yetişiyor hepsi yani. Dolayısıyla yani gün gelir biz de artık yaşlanmış kategorisine gireriz ama bizden sonra gelenler bu bayrağı alır götürür yani. Ama zaman akıyor zaman durduramıyorsunuz.

Faruk Aksoy: Bir soru bir cümlelik. İsveç'i çünkü Avrupa Birliği ile müzakerelerde bulundunuz dışarıyı biliyorsunuz. İsveç'in Türkiye tarafından NATO'ya kabul edilmesi iyi bir gelişme mi?

Ali Babacan:  Biz öncelikle NATO'nun genişleme perspektifini destekliyoruz parti olarak. Ancak İsveç'in terörle mücadele konusunda Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate alan bir çizme gelmesi gerekiyor. Ama o şartla.

Hülya Hökenek:  Ama orada çok hassas davranmıyorlar.

Ali Babacan:  Kur'an-ı Kerim sayfalarının yakılmasıydı şuydu buydu. Yani o konularda da yani şu var. Avrupa Birliği'nde de bu esastır ki ben baş müzakereciyken de dışişleri bakanıyken söyledim. Bakın ifade özgürlüğü tamam, gösteri özgürlüğü tamam ama özgürlük demek başkasının kutsalına hakaret. Başkasının kutsalına saygısızlık değildir. Bu Avrupa konseyinde de Avrupa Birliği'nde de özgürlüklerin bir çerçevesi vardır. Başkasının kutsalına saygısızlık ya da hakaret onun dışında da buna da müsamaha edemezsiniz. Bu bir özgürlük olarak değerlendirilemez diye benzer pek çok konuda zamanında duruşumuzu ortaya koyduk. Dolayısıyla bu konularda da sağlam durmamız gerekiyor. Yani bizim şu andaki müttefiklerimizden NATO müttefiklerimizden ve ilerideki müttefiklerden beklentimiz Türkiye'nin güvenlik kaygılarının kendi kaygıları gibi ki NATO'nun meşhur bir anlaşma maddesi vardır biliyorsunuz. Biz hepimiz hepimiz birimiz için maddesi denir ona. Bir ülkenin güvenlik kaygısı ve bir ülkeye tehdit bütün NATO'ya tehdittir. Terör de bir güvenlik tehditidir. Bu terör tehdidiyle ilgili bizim kaygılarımızı anlayan paylaşan ve bizim yanımızda duran müttefikler olması lazım.

Hülya Hökenek:  Sayın Başkan süremiz doldu. Çok teşekkür ediyoruz.

Ali Babacan:  Ben teşekkür ediyorum.

Hülya Hökenek:  Sorularımıza içtenlikle cevapladığınız için çok teşekkür ediyorum. Yerel seçimlerle ilgili bir mesajınız var mı? O da 4 Eylül'den sonra herhalde Eylül ayında belki yine sizinle birleşebiliriz.

Ali Babacan:  Tabii bizim teşkilatlarımızdan bir görüşleri alalım ama onlar sadece görüş yoksa teşkilatlar karar vermez. Ama genel merkezimizdeki niyahi değerlendirme karardan sonra ama tabi işin doğal olanı her partinin kendi adaylarıyla seçime girmesi. Yani iş birliktelikleri istisnaidir, konjonktüreldir. Yani ama asıl kaide her partinin kendisinin seçime girmesidir.

Hülya Hökenek:  Peki Sayın Ali Babacan, DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan konuğumuzu merak edilenleri sorduk. Çok teşekkür ediyorum efendim.

Ali Babacan:  Ben teşekkür ediyorum, sağ olun.

Hülya Hökenek:  Katıldığınız için teşekkürler. Sorularımızı içtenlikle cevapladığınız için.

Ali Babacan:   İki saat daha buradasınız benim anladım kolay gelsin size.

Hülya Hökenek:  Şimdi eline boyunanın o klasik masasını kuracağız. Faruk Aksoy yine benimle birlikte olacak. Dr. Ali Haydar Fırat, Nasuh İkgüngör, Prof. Dr. Ümit Kocasakallı. Biz devam edeceğiz eline boyuna. Süremiz uzun, gece uzun. Sayın Babacan'a tekrar teşekkürler.

 

 

19 Temmuz 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Cüneyt Özdemir Programı Açıklama

Genel Başkanımız Ali Babacan, Cüneyt Özdemir'in sorularını yanıtladı

Cüneyt Özdemir: O gece ilginç anlar yaşandı. İmamoğlu ile Mansur Yavaş çıktılar seçim sonuçları tam net değil bakıyoruz dediler. O sırada siz neler yaşıyordunuz? İlk turun kaybedildiğini ne zaman fark ettiniz?

Ali Babacan: Aslında ilerleyen saatlerde biraz veriler farklı farklı yerlerden farklı kompozisyonla önümüze geldi. Biliyorsunuz bir Anadolu Ajansı’nın yayınladığı veriler vardı bir Anka'nın yayınladığı veriler vardı. Bunlar ayrı ayrı kaynaklardan geliyordu. Anadolu ajansı ile Anka tam tersi bir kompozisyon ortaya koyuyordu. Yani Anadolu Ajansı iktidarı çok daha önce gösterirken a Anka'da tersini gösteriyordu. Ama bir noktada bir dengelenme sağlandı tabii o arkada ne oldu ne bitti oralarını tabii bilemiyoruz yani. Bu Anka'nın haber kaynakları ile bilgi kaynakları ile ilgili bir konu.  Ama saatler gece yarısına doğru yaklaştığında sonuçlar az çok belli olmaya başladı. Ondan sonra nasıl bir açıklama yapalım bu gece hangi mesajı verelim diye hemen hızlı bir koordinasyon sağladık ve o gece arka arkaya kısa kısa açıklamalarla vatandaşlarımızı bilgilendirdik ve hemen ikinci tura çalışmaya başladık yani.

Cüneyt Özdemir: Birinci turun kazanılacağı çok büyük bir şeydi bir hava vardı. O kaybettiğinizi anladığınız anda aranızdaki hava neydi ne konuşuldu? Moraller nasıldı onu merak ediyorum.

Ali Babacan: Tabii çok ciddi bir moral bozukluğu vardı. Çünkü baktığımız takip ettiğimiz pek çok araştırmada az bir farkla belki birkaç puan daha fazla farkla Sayın Kılıçdaroğlu önde görünüyordu pek çok araştırmada. Bir de mitingler yapmıştık o mitinglerdeki katılım gerçekten çok coşkuluydu. Yani Kayseri'de şimdiye kadar yapılmış en geniş katılımlı miting oldu. Bursa'da muhteşem bir miting oldu. Yani mitinglere katılım ve mitinglerin coşku seviyesi de aslında şimdiye kadar görülmemiş düzeydeydi. Zaten fark da biliyorsunuz %48 -52 diye neticelendi. Yani biz o desteğin yüksek olduğunu bekliyorduk ama %50'den fazla çıkacağını ümit ediyorduk. Olmadı %48'de kaldı nihayetinde ikinci tur açısından söylüyorum bunları tabii.

Cüneyt Özdemir: Sonrasında liderler görüşmelerinde neler konuşuldu hangi konular gündeme geldi? Millet ittifakı o gece dağıldı diyebilir miyiz?

Ali Babacan: Yani öyle bir şey olmadı çünkü sonuçta biz ortak adayımız olan Sayın Kılıçdaroğlu'na destek vermeye devam ettik. Bunu kamuoyuna açık programlarla halk buluşmalarıyla veya televizyon programları ile kürsü konuşmalarıyla kampanyamıza sonuna kadar devam ettirdik yani. Evet, meclisteki aritmetik aleyhimize sonuçlanmış oldu 14 Mayıs gecesi ama 28 Mayıs'ta Sayın Kılıçdaroğlu'nun bu ikinci turda kazanabilmesi ile ilgili de her türlü gayreti ortaya koyduk.

Cüneyt Özdemir: Meral Akşener hiç ben size demiştim dedi mi?

Ali Babacan: Yani çok o açıklıkta bir ifadesi olmadı. Ama tabii herkes bir miktar hayal kırıklığı vardı üzgünlük vardı. Gayet doğal çünkü beklemediğimiz bir sonuçtu. Yani şu da anlaşılıyor ki muhtemelen kamuoyu yoklamaları araştırmalar biraz daha maliyet meselesi olduğu için daha çok merkezler ağırlıklı yapılıyor. Kırsala çepere pek çıkılmıyor yani. Örneklenmeler pek kırsaldan çeperden alınmıyor. En azından yüz yüze olan görüşmeler açısından bunu söylüyorum. Zaten seçim sonuçlarına baktığımızda merkezlerde büyük şehirlerde aslında kazanan biz olduk. Küçük şehirlerde ve kırsalda kazanan Erdoğan oldu. Fakat kırsalın ve küçük şehirlerin oyları toplamda ya da oy dağılımı daha baskın oldu yani.

Cüneyt Özdemir: Nerede hata yaptık diye sordunuz mu? Yani Kılıçdaroğlu aday olmasaydı sonuç farklı olabilirdi ya da şurada şunu şöyle yapsaydık farklı olurdu dediniz mi? Kendiniz bunun muhasebesini nasıl yaptınız?

Ali Babacan: Şöyle biz çok dikkatli ve aşama aşama bir aday tespit süreci gerçekleştirdik. Şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir iş ortaya koyduk. Ortak politikada dokümanı oluşturduk. 2300 madde ile vatandaşlarımıza sözlerimizi sıraladık ve hepsi gerçekçi hiç aldatmadık hepsi yapılabilir şeyler oldu. Anayasa değişiklik paketimizi hazırladık 84 maddelik. Bakın iktidarın hala yeni bir şeyi yok. Yeni anayasa deyip duruyorlar da ellerinde hiçbir şey yok. Dolayısıyla biz bunu da hazırladık. Zihni hazırlık ve program hazırlığı açısından bugüne kadar görülmemiş bir hazırlığı gerçekleştirdik. Ama nerede hata yaptık dersek herkes işaret parmağını önce kendisine çevirmek zorunda. B planımız hiç olmadı. Hep kazanacağımıza göre hazırlandık. Ne olur diye bir planımız olmadı yani bir B planımız olmadı. Bir de kırsala köylere çepere küçük şehirlere daha fazla ağırlık vermemiz gerektiğini de şu anda söylüyorum yani. Fazla belki merkezlere odaklandık nüfus çoğunluğu orada diye ama o kırsalın gerektirdiği ilgiyi belki göstermedik gösteremedik yani. Dolayısıyla bundan sonra yapılması gereken en önemli konu evet merkezler tabii ki önemli nüfus yoğunluğu oralarda ama hiçbir vatandaşımızı ihmal etmemek her vatandaşımızın kapısını çalmak en küçük ilçe belde köye kadar uzanıp insanlarımıza doğruları anlatmak ve yanlışları işaret etmek. Çünkü biz yanlışları açıkça göstermezsek birkaç tane televizyon kanalından insanlara sürekli doğru olmayan bilgiler pompalanıyor. Ciddi bir propaganda makinesi var şu an hükümetin elinde. Ve bunu maalesef siyahı beyaz diye gösterecek şekilde bir çizgi ile bazı vatandaşlarımız üzerinde etkili olabiliyorlar bunu görebiliyoruz yani. Şu anda baktığımızda Türkiye tablosuna aslında düzelen hiçbir şey yok Cüneyt Bey. Sizinle ilk programımızı yaptığımızda Deva partisinin o ilk kuruluş günlerinde pandemi yasaklarının olduğu günlerde problemlerden bahsetmiştim değil mi? Türkiye'de özgürlüklerle ilgili sorunlar var demiştim, hukuk adalet sorun var demiştim. Ekonomik kriz zaten o zaman da vardı hala evreler değişerek devam ediyor. Yani Türkiye'nin sorunları aynen devam ediyor hiçbir şey çözülmedi. Çözülemeyecek de.

Cüneyt Özdemir: Mehmet Şimşek şu anda ekonominin başında. Merkez Bankası’nda tecrübeli bir isim var. Mehmet Şimşek’le siz yıllarca yan yana çalıştınız. Beğenmiyor musunuz bugün yaptığı işleri? Sizin dediğiniz noktaya gelmedi mi?

Ali Babacan: Aslında hem Mehmet Şimşek hem de Cevdet Yılmaz Cumhurbaşkanı yardımcısı benim yakın çalışma ekibimde olan arkadaşlar. Zaten bu iki görevlendirme bizim yaptığımız etkili muhalefetin de bir sonucu olarak görüyorum ben açıkçası. Yani tekrar doğrulara dönmenin ya da doğrulara dönüyormuş gibi bir görüntü oluşturmanın bir sonucu olarak görüyorum ama maalesef arkadaşlarımız sadece vitrinde. Kendi ekiplerini henüz kuramadılar. Merkez Bankası başkanı evet görevlendirildi ama başka hiçbir değişiklik yapılmadı Merkez Bankası’nda. Dolayısıyla kadrolar eski kadrolar. Daha dün faiz düşsün faiz artırmamaya imza atan para politikası kurulu şimdi faiz artsın diye imza atıyor. Şimdi bunun neresine güvenebilirsiniz? Çünkü talimata açık bir Merkez Bankası olduğu sürece Merkez Bankası bağımsız olmadığı sürece enflasyon asla düşmez. Türkiye'de ne zaman biz Merkez Bankası’nı gerçekten bağımsız çalıştırdık enflasyon tek haneye indi ve oralarda devam etti. Hatırlayın enflasyon %8 olunca yükseldi diyorduk. 2 puan artış nereden geldi diyorduk tekrar düşürmemiz lazım enflasyonu diyorduk. Şimdi rakamlar öyle bir boyutta ki bağımsız ENAG %108 açıklıyor, TÜİK %38'e açıklıyor. Arada 70 puan fark var. Yani o kadar farklı bir noktaya geldik ki işler gerçekten çok üzülüyoruz. Mesela sadece ekonomide değil bakın ilk programımızda sizinle özgürlüklerle başlamıştık. Siz bana ekonomi sormuştunuz ben ilk özgürlüklerle başlamak zorundayız demiştim. Seçimden sonra ne oldu? Merdan Yanardağ şu an tutuklu yargılanıyor değil mi? Bu ne demek? Aslında tek bir gazeteci üzerinden bütün medyaya ayar vermek demek başka bir şey değil. Hukukçularımız bütün dosyasını inceledi baktı. Gözaltına alınmayı bırakın yani ya da tutuklu yargılanma böyle bir şeyler yok o dosyada. Bunu gerektirecek bir durum yok. Ama hükümet ne diyor nasıl Osman Kavala için iş dünyasına 'bak kafamı bozmayın sizi içeri bir atarım kimse de kurtaramaz' bir kişi üzerinden iş dünyasına nasıl ayar veriyorsa seçimden sonra da yine medyaya tek bir kişi üzerinden aslında ayar veriyor. Dolayısıyla özgürlüklerle ilgili medya özgürlüğü ile ilgili ifade özgürlüğü ile ilgili durumda hiçbir değişiklik yok. Aynı baskı ortamı devam ediyor. E hukuk adalet diye bir şey var mı? Yok.

Cüneyt Özdemir: Ekonomiye baktığınız zaman mesela siz farklı ne yapacaktınız? Üç aşağı beş yukarı aynı şeyi yapmayacak mıydınız? Yani mesela yarın faiz artırımı demiştiniz faiz artırımı yaptılar. Muhtemelen yarın da faizi artıracaklar. E Mehmet Şimşek'in çeşitli kamudaki genelge yayınladığı şeyi sıkmak istiyor. Daha ortadoks politikalara döndü. Bir de yakın arkadaşınız olduğu için mesela siz daha farklı ne yapardınız? Yapılmayan ne ekonomide şu anda?

Ali Babacan: Öncelikle yapılmayan en önemli ne biliyor musunuz? Seçimden önce söylediklerinin tam tersini yapıyorlar. Yani insanları aldattılar. Seçimden tam 3 hafta önce Erdoğan ne dedi? 'ben iktidarda olduğum sürece faiz artmaz sadece iner' dedi. 3 hafta sonra faizi artırdı. Ya da koskoca billboardlar astılar Türkiye'nin her yerine doğalgaz bedava diye. Manşet o doğalgaz bedava. Altta küçük küçük yazılar. Doğalgaz bedava diye seçim kampanyası yaptılar seçimden hemen sonra akaryakıta yakın tarihimizin en büyük zamlarını yaptılar tüp gaz dahil. Yani insanları aldattılar montaj videolar gösterdiler. Olmayan şeyleri var gibi anlattılar. Dolayısıyla ben hep söylüyorum Erdoğan kazandı ama helalinden kazanmadı. Oysa biz insanları hiç aldatmadık. Yapacaklarımızı yazdık. Bakın DEVA Partisi olarak ben hep gösteriyorum bu artık böyle 23 fasiküllük bir ansiklopedi haline geldi. Bütün hazırlıklarımızı yaptık hepsi gerçekçiydi. Hiç popülizm yok burada. Ve 6 partinin ortak politika dokümanına da tek bir cümlelik popülizm ifadesi olmadı. Biz de itiraz ettik başka partiler de itiraz etti. Tek tek böyle popülist gayretler oldu ama ortak politika metnine bunlar girmedi. Dolayısıyla biz kazansaydık hiç kimseyi aldatmamış bir şekilde ülkeyi yönetecektik. Ne söz verdiysek onu yapacaktık. Bir de en önemlisi Merkez Bankası’nın bağımsızlığı bakın şu anda temel problemimiz enflasyon. Şu anda Türkiye ekonomisinin başındaki en büyük bela 1 numaralı bela enflasyon. Bu enflasyonu düşürmenin tek haneye indirmenin tek yolu Merkez Bankası’nı bağımsız yapmak. Bir defalık faiz artışı iki defalık faiz artışı bunu kurtarmaz. Bugünlük belki geçici sonuç alırsınız saman alevi gibi ama hemen söner ve geriye kül kalır. Burada Merkez Bankası gerçekten bağımsız olmadıktan sonra Sayın Erdoğan ellerini Merkez Bankası’ndan çekip oraya baştan aşağı düzgün bir kadro göreve getirmedikten sonra bu ülkede enflasyon düş-me-ye-cek. İmkânsız. TÜİK bunu düşmüş gibi gösterebilir gerçek enflasyon asla düşmez. Tarihimizde sabit 34 yıl boyunca bu ülkede enflasyon iki haneydi 3 haneydi. Ne zaman düştü tek haneye? 2004'te. Niye düştü? Biz Merkez Bankası'nı gerçekten bağımsız çalıştırdık. Ve 2015 16'ya kadar da bu böyle devam etti. Ne zaman ki ben ayrıldım kadrolarımızı uzaklaştırdılar sistemden kendi sadece talimata uyan aslında işi bilmeyen kadroları sisteme yerleştirdiler enflasyon iki haneye çıktı üç haneye çıktı. Şu son 50 yıllık siyasi tarihimize bakın Merkez Bankası bağımsız enflasyon tek hane, Merkez Bankası talimatla yönetiliyor enflasyon iki tane üç hane. Bu kadar basit. Bunu yapmadan enflasyonu düşüremeyecekler. Ve enflasyon en modern hırsızlık yöntemi. Önce enflasyon yoluyla vatandaşların cebinden çalıyorlar arkadan maaş artışlarını bir güzellik gibi olumlu bir müjde güzellik gibi anlatıyorlar. Burada esas olan enflasyonu düşürmek yani yoksa enflasyon nereden geliyor kök kelime İngilizce inflate yani şişirmek. Balonun şişmesi gibi bir şey. Rakamlar şişiyor şişiyor fiyatlar önce şişiyor arkadan maaşlar şişerek onu yakalamaya çalışıyor. Ama hiçbir zaman da gerçekten yakalayamıyor. Dolayısıyla geniş kitleler sabit gelirli düşük gelirli bütün milyonlarca insanımız emeklimiz işçimiz memurumuz hepsinin satın alma gücü düşüyor. Enflasyon aslında direkt gidiyor satın alma gücünü vuruyor yani yok maaşım artmış diye sevinmenin bir anlamı yok.

Cüneyt Özdemir:  Ali Bey aslında seçimin bir kazananı da sizsiniz. Çünkü 15 milletvekili çıkardınız ve herkes de bunu büyük bir başarı olarak görüyor. Şöyle de bir iddia ortaya atıldı bir DEVA Partili 'ticaret böyle yapılır işte' demiş bir gazeteciye. Bu doğru mu? Siz böyle mi düşünüyorsunuz? Bu cümleyi eden siz misiniz ya da biliyor musunuz kimin böyle bir cümle ettiğini?

Ali Babacan:  Öyle bir şey basında çıktı ama bizim arkadaşlarımızdan mıdır siyasi kadromuzdan mıdır siyasi kadro dışındaki çeper kadrodan mıdır bunu bilmiyorum. Ama bizim bütün bu süreçte dikkat ettiğimiz neydi niye biz bu kararı verdik niye ortak listelerden seçime girdik çünkü CHP geldi bize dedi ki cumhurbaşkanlığını kazanma ihtimalimiz görünüyor ama mecliste çoğunluğu sağlayamıyoruz. Her parti ayrı ayrı listelerle girerse D'Hondt sisteminde o küsuratlı oyların hepsi araya gidiyor ve meclis çoğunluğunu sağlayamıyoruz. Meclis çoğunluğunu sağlamamızın tek yolu ortak liste ile girmek diye getirdiler bize hesaplar sundular. Dediler ki ya herkes kendi kendine girecek, cumhurbaşkanlığını kazansak bile mecliste çoğunluğu kaybedeceğiz ve zor yöneteceğiz bu ülkeyi ya da tek listeden gireceğiz istikrarlı bir şekilde yöneteceğiz. Ve biz de hesap yaptık gerçekten hesaplar doğru yani ayrı ayrı seçime girildiğinde herkesin milletvekili sayısı düşüyor. Ama ortak bir listeyle girildiğinde toplam milletvekili sayısı artıyor. Bizim hesaplarımızda da aynı sonuçları gördük. Dolayısıyla bizim önümüzde iki tane seçenek vardı ya kardeşim biz anlamayız DEVA'yız diye kendi listelerimizle gireceğiz diye inat edebilirdik. Sonuçta da ne olurdu mecliste çoğunluk kaybedilmesinin sebebi olarak gösterilebilirdik. İşte DEVA Partisi ayrılık yaptı birlik beraberlik içinde hareket etmedik. Ayrı listelerle seçime girdi kendileri de kaybetti CHP'ye de kaybettirdi. Bütün muhalefet kaybetti. Bizi bunlarla suçlayacaklardı bugün ayrı listelerle girseydik. Biz teklif götürdük ısrar ettik kabul etmediler. Kendileri de kaybetti CHP'ye de kaybettirdiler Türkiye'ye de kaybettirdiler diye suçlanacaktık bugün. Yani önümüzde iki tane tercih vardı. Ya gerçekten güç birliği yapıp ortak listelerle meclis çoğunluğunu sağlama gayretine girecektik ya da Türkiye bizim için önemli değil iktidar bizim için önemli değil biz kendimize bakarız diye DEVA Partisinin önceliklerini savunuruz deyip gidebilirdik. Ama bizim bütün kararımız önce Türkiye kararı. Önce DEVA mı önce Türkiye mi dediğinde önce Türkiye dedik. Ha kendi hesaplarımızda da DEVA Partisinin toplama yani ortak listelere girildiği anda +18 tane milletvekili katkıda bulunacağı ortaya çıktı. CHP'nin rakamlarında da aynı şeyler ortaya çıktı. CHP bize getirdi dedi ki DEVA, Gelecek ve Saadet ile aynı listeden girersek + 32 milletvekili oluşuyor toplamda. Biz hesap ettik biz de + 30'u bulduk gerçekten. Ama sadece DEVA'nın katkısında 18'i bulduk. Yani bütün bu hesaplarda CHP'nin de hesabında bizim de hesabımızda + 30 kadar milletvekili oluşurken ve bu +30 içerisinde DEVA'nın katkısının 18 olduğu bütün simülasyonlarda ortaya çıkmışken bu şekilde bir anlaşma yapmamız baştan CHP ile seçime girmemiz ve ondan sonra bu sonucu almamız doğal bir sonuç yani. Yoksa burada bir aldatan aldanan meselesi yok. Sadece Türkiye için güç birliği yapıp daha fazla milletvekili çıkarıp mecliste etkin olma gayreti var. Bundan ibaret yani. Programın başında ben kısaca izledim biliyorsunuz CHP içerisinde büyük bir tartışma var. Bir genel başkanlık tartışması var ve Sayın Kılıçdaroğlu'nu hedefleyen destekleyen bir grup da var. Parti dışında medyada da var. Biz aslında Sayın Kılıçdaroğlu'nu vurmak için kullanılıyoruz. Yani adeta DEVA Partisinin 15 milletvekilini cephane haline getirelim Sayın Kılıçdaroğlu'nu onunla vuralım. Yoksa eleştirilerin özüne indiğimizde baktığımızda aslında gerçek hedef biz değiliz. Hedeflenen Sayın Kılıçdaroğlu onu da gayet iyi görüyoruz izliyoruz. Sağduyu sahibi herkes de bunu görüyor yani.

Cüneyt Özdemir:  Ali Bey seçimler bitti siz mesela şu anda hem Kılıçdaroğlu'nun yanında hem CHP'nin yanında mı hareket edeceksiniz yoksa artık biz bir siyasi partiyiz girdik herkes aldı milletvekilini artık bundan sonra bizim dünya görüşümüze göre anayasa değişikliği ile ilgili bir şey gelir ona göre tavır alırız. İlla CHP ile İYİ Parti ile ortak hareket etmeyiz mi diyorsunuz? Orayı çok merak ediyor herkes.

Ali Babacan:  Şimdi zaten CHP ve İYİ Parti beraber hareket edecek mi etmeyecek mi orada bir soru işareti var. Onunla ilgili biz bugüne kadar net bir açıklama duymadık. Şu anda aslında her parti için bir muhasebe dönemi. Biz de yoğun bir şekilde kendi iç malzememizi yapıyoruz. Nerede durduk doğru yerde durduk mu? Sonuçlara bakınca bundan sonra ne yapmamız gerekiyor çok yoğun bir iç istişare sürecinden geçiyoruz şu anda. Bütün teşkilatlarımızla beraber 81 il 766 ilçede yoğun bir istişare dönemindeyiz. Biz 15 milletvekilimizi 81 ilde görevlendirdik. Bizim 81 ilimizin milletvekili var şu anda çünkü 15 milletvekilini tüm Türkiye'de görevlendirdik. Arkadaşlarımız bu yaz içerisinde en az iki defa üç defa illerini ziyaret edecekler. Bütün ilçe teşkilatlarımızla görüşecekler. Hem durum tespiti hem önerilerle ilgili beyin fırtınaları yapılacak ve DEVA Partisinin bundan sonra ağırlık vereceği konularla ilgili bir karar vereceğiz. Partimizin programı ortada. Parti programımızdan taviz vermeyiz. Orada sapasağlam bir omurga duruyor. Altın değerinde bugün geçerli. Mart 2020'de ne ise bugün geldiğimiz Temmuz 2023'te aynı değerde olan bir parti programımız var ama bundan sonra odaklanmamız gereken seçmen grupları nedir? Odaklanmamız gereken söylem nedir? Vatandaşlarımızı daha çok hangi konularda aydınlatmamız gerekiyor hangi konularda daha çok ikna etmemiz gerekiyor? Tabi en önemlisi umut umut. Şu anda Türkiye genelinde %48'de yani muhalefeti destekleyen seçmende ciddi bir üzgünlük var kızgınlık var ama benim en çok da endişe ettiğim bir gözlem umutsuzluk var. İşte biz umudu tekrar yeşillendireceğiz umudu tekrar ayağa kaldıracağız. Çünkü evet seçimi kazandılar ama helalinden kazanmadılar. Onun için de yönetemiyorlar yönetemeyecekler de. Türkiye'deki sorunlar sadece ve sadece büyüyecek. Ve şu son Körfez turuna bakın Erdoğan'ın. Yani biz evet ihracattan memnun oluruz Türkiye daha çok ihracat yapmalı evet, savunma sanayi ürünlerimizi de daha çok ihraç etmeliyiz, evet Türkiye'ye daha çok yatırım gelmeli ama gidip de kapı kapı dolaşıp para dilenmek kredi dilenmek Türkiye'ye yakışmıyor. Biz bunu hiç yapmadık. Ben yıllarca başbakan yardımcılığı yaptım ekonomi bakanlığı yaptım dışişleri bakanlığı yaptım. 13 yıl hükümetteydim gidip de tek bir ülkeden tek bir kuruş para talebimiz olmadı. Biz ne yaptık? Mal satalım size dedik gelin bize yatırım yapın dedik. İki talebimiz oldu. Gidip de ya bize biraz para verin paramız bitti Merkez Bankası’ndaki dövizi tüketti bizim damat falan demedik. Onun için buna ben üzülüyorum. Yani şu andaki dış ilişkilerin düştüğü duruma da üzülüyorum ülkenin geneline de ama en çok da üzüldüğüm ve çalışmamız gereken konu umudu tekrar ayağa kaldırmak. Bütün arkadaşlarımız çalışıyor.

Cüneyt Özdemir:  Bu konuda da size bir eleştiri var o da sizin cenahtan. Şöyle bir eleştiri deniliyor ki; DEVA AK Parti'ye bir alternatif olacaktı ama ne zaman ki CHP'nin listelerine girdi alternatif olmaktan çıktı. Önümüzde yerel seçimler var siz DEVA Partisi olarak seçimlere kendi adayımızı mı koyacaksınız yoksa yine İYİ Parti'nin CHP'nin adaylarını mı destekleyeceksiniz? Son olarak bunu sorayım.

Ali Babacan:  Şöyle bizim şu anda Türkiye'de kendi listelerimizle ve kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas yani 81 ilde 923 ilçede kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas. Biz ne dedik teşkilatlarımıza? Bütün il başkanlarımızı Ankara'da topladık dedik ki bakın her ili ve her ilçeyi çalışın. Bizim temel duruşumuz kendi adaylarımız ama herhangi bir ilde ya da ilçede eğer başka partilerle bir işbirliği modelitesi olursa ya da kuvvetli isimler bazlı aday bazlı bir çalışmada düşünülebilirse bununla ilgili önerilerinizi bize söyleyin dedik. Dolayısıyla biz ne yapacağız? Önce teşkilatlarımızdan bu konuyla ilgili görüşleri çalışmaları alacağız yereli dinleyeceğiz çünkü yerel seçim. Yani yerelin sesini dinlemeden karar vermemizi ben doğru görmüyorum. Önce onları dinleyeceğiz ve arkasından da nihai kararlarımızı vereceğiz. Bütün Türkiye'de şu anda çalışıyoruz. Ve şu anda ülkemizde gittikçe derinleşen ve çoğalacak sorunların çözümünün bu hükümetle mümkün olmayacağını defalarca anlatacağız. Evet ilk seçimde olmadı 14 Mayıs ile 28 Mayıs'ta %48'i %53 54 55 yapamadık. Ha belki de şu oldu vatandaşlarımız baktı dediler ki 6 tane parti var ama acaba birlikte uyum içerisinde yönetebilecekler mi? Mesela bu da yerelden şu anda çok duyduğumuz bir konu. Tamam 6 parti bir araya geldiler ama yönetebilecekler mi? Ha şu var biz doğru yerde durduğumuzu düşünüyoruz yani tarihin doğru yerinde durduk. Çünkü bir tarafta kutuplaştırma vardı germe vardı biz mahalleler arasındaki duvarları yıkacak ve insanları bir araya getirecek bir modelle seçime gittik. Bir tarafta öfke vardı nefret vardı biz sevgiyle seçime gittik. Bir tarafta adaletsizlik hukuksuzluk vardı biz adalet ve hukuk diye seçime gittik parlamenter sistem diye seçime gittik. Şu andaki sistem gittikçe otoriterleşen yönetim tarzı Türkiye için doğru değil fayda getirmeyecek dedik. Demokrasiden yana tutum aldık dolayısıyla biz doğru yerde durduk ama durduğumuz yeri vatandaşlarımıza yeterince iyi anlatamadık. Vatandaşlarımız da ne dediler? Yani burada bildiğimiz bir şey var bu tarafta da 6 partiden oluşan yeni bir şey var. Acaba uyum içerisinde yönetebilecekler mi diye sorular oluştu. Dolayısıyla nihai noktada bir grup vatandaşımız dedi ki yine de ben bildiğimden yana tercihimi koyayım ama iktidarı destekleyenler içinde dahi iktidarın aslında sorunları çözeceğine inanmayan bir kitle var. Yani evet destek verdim ama seçimden sonra yaptıklarına bakın arkadaş diyor yani olacak şey mi diyor yani.

Cüneyt Özdemir:  Aynı şeyi ama muhalefet için de söylüyorlar. Seçimden sonra şu yaşananları görüyorsunuz. Siz konuyu açtığınız için ben özellikle soruyorum yoksa bir başka partinin iç meselesini sormak istemiyorum. Ama diyorsunuz ki CHP'de Kılıçdaroğlu'nu vurmak için bizi kullanıyorlar. Biz buna karşıyız asıl hedef Kılıçdaroğlu. Siz tecrübeli bir siyasetçisiniz. Yıllarca devlet içinde kaldınız parti kurdunuz kendiniz çıktınız. Zaman zaman meydanlarda hainlikle suçlandınız ama hiçbir zaman da yolunuzdan vazgeçmediniz. CHP'de bugün yaşananlara baktığınız zaman sizce vazo kırıldı mı? Bu noktadan sonra CHP aynı şekilde devam eder mi yoksa bölünür mü? Bu girişimler başka bir yere evrilir mi ne düşünüyorsunuz?

Ali Babacan:  Bunlar tabii CHP'nin kendi iç meseleleri sizin de dediğiniz gibi. Çok müdahil olmak istemeyiz. Her parti kendi iç muhasebesini yapıyor kendi iş değerlendirme süreçlerini yaşıyor ama bizim için önemli olan nedir bütün bu süreçte CHP Sayın Kılıçdaroğlu'nun önemli gayretiyle bir helalleşme sürecine girdi. Çok geniş kesimleri kucaklama gayretine girdi. Farklı mahallelerden olan insanlarla bir araya gelip konuşma buluşma gayretine girdi. Biz bu gayreti çok kıymetli görüyoruz. Fakat seçimlerden sonra gördük ki CHP'yi destekleyen yorumcular köşe yazarlarının önemli bir kısmında aslında böyle bir gayret yokmuş. Yani ne dediler Sayın Kılıçdaroğlu'na? Niye bunlarla beraber oldun niye bunları yanına aldın. Bizim için önemli olan nedir şu anda ana muhalefet partisi olan CHP'nin kucaklayıcı ve o helalleşme felsefesini devam ettiren bir çizgi izlemesidir. Büyük resme baktığımızda biz bunu görüyoruz. Ama onun haricindeki her şeyi CHP'nin kendi iç meselesidir artık kendi iç süreçlerini mi yaşarlar kongrelerimi yaparlar biz tabii ki iletişim içerisinde oluruz herkesle. 6 parti bir arada çalıştık beraber çalışmış olmanın bir hukuku da var. Daha kolay ve açık diyalog kanalları var. Bu ilişki zeminin diyalog zeminin her zaman için sıcak durması faydalıdır demokrasimiz için faydalıdır. Siyasette ben hep diyaloğu önemsedim, işbirliğini önemsedim dolayısıyla bu diyalog ve işbirliği çerçevesinde kıymetli olduğunu düşünüyorum ama şu anda bizim için daha önemli öncelik DEVA Partisi'nin özgün kendi kimliğini şöyle bir sağlamlaştırıp vatandaşlarımıza da iyi bir iletişimle anlatmak. Bizim şu andaki temel önceliğimiz bu. Çünkü artık iktidar hükümeti kurdu çalışmaya başladı çuvallıyorlar daha da çuvallayacaklar. Biz seçime hazırlanacağız sadece yerel seçime değil asıl bundan sonraki genel seçim için daha da iddialı bir şekilde hazırlanacağız yani. Çünkü Türkiye'de önemli bir demokratik denetime ihtiyaç var. Yanlışa yanlış doğruya doğru diyecek düzgün siyasetçilere ihtiyaç var dürüst siyasetçilere ihtiyaç var. Sözüne güvenilen doğru yerde duran korkmadan düşündüğünü söyleyen siyasetçilere ve siyasi partilere korkunç ihtiyaç var. Dolayısıyla DEVA Partisini kurduğumuz günkü ihtiyaç neyse bugünkü ihtiyaç aynen hatta daha da büyümüş şekilde yerinde duruyor. Bakın sivil toplum konuşamıyor. Sivil toplumdan konuşmaya çalışanları hemen eziyorlar sildiriyorlar. Paranın gücü çözmüyor. Türkiye'nin en büyük sermayesine sahip İnsanların oluşturduğu derneklere bakın vakıflara bakın hükümet karşısında çok zayıflar konuşamıyorlar. Medyanın önemli bir kısmı baskı altında. Ya konuşamıyor ya da hükümetin arzu ettiği neyse ise onu söylüyor. Dolayısıyla burada çıkıp açık bir şekilde yanlışa yanlış doğruya doğru diyecek siyasi partilere ihtiyaç var. DEVA Partisi'nin kuruluş amaçlarından en önemlisi bu. Muhalefette olduğumuz sürece korkmadan alnımız açık başımız dik yanlışa yanlış doğruya doğru diyeceğiz. İktidar olduğumuz zaman da zaten kadrolarımız hazır her şeyimiz hazır kolları sıvayıp hemen çalışmaya başlayacağız. Çünkü Türkiye'nin bu tablosuna bakıp bunları yapmak bizim için bir vicdani sorumluluk ahlaki sorumluluk bir toplumsal sorumluluk. Bu sorumluluktan kaçamayız. Yani memleketin sorunlarına sırt dönüp bize ne diyemeyiz yani. Onun için çalışıyoruz daha çok çalışacağız.

Cüneyt Özdemir: Ali Bey çok çok teşekkür ederim yayına katıldığınız için. Başarılar dilerim çok teşekkürler.

Ali Babacan: Ben teşekkür ederim sağ olun iyi günler.

14 Temmuz 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın KRT TV'de Stüdyo Ankara Programı Açıklama

Ali Babacan KRT TV'de Stüdyo Ankara programına konuk oldu

Elif Doğan Şentürk: Hemen sıcağı sıcağına vakti de iyi değerlendireceğiz. Ekonomi diyeceğiz o kadar çok ekonomi başlığı var ki önümüze çıkan. Özellikle seçim sürecinde ortak politikalar metni çok kalın bir kitapçık vardı. Onun içerisinde sorunlar ve çözüm önerileri vardı. Şimdi bir anda karşımıza bir sabah uyandık ve vergilerle zamlarla uyandık. Ama direkt aklımıza şu geliyor yani itibardan tasarruf olmazsın sözleri ama fatura vatandaşa kesildi. Neden vatandaş ödeyecek bu borcu? Yeni vergiler yolda deniyor üstelik. Daha yine öyle bir sabaha uyanacağız. Herkesin aklında bu sorular da var. O gün nasıl gördünüz sabah uyandığınızda? Bekliyor muydunuz?

Ali Babacan:  Aslında olanların hiçbirisi bizim için sürpriz değil. Çünkü ülkeyi yöneten zihniyetin ekonomi politikaları ile alakalı ve daha geniş çerçevede de hukukla adaletle ilgili tutumunu ve iş tutuş şeklini son 5-6 yıldır çok yakından izlediğimiz için olanların hiçbirisi bizim için sürpriz değil. Burada şöyle baktığımızda sorunun sadece su üstündeki kısmı aslında ekonomi. Iceberg'in ucunu sadece görüyoruz sorunlar yumağında. Asıl şöyle bir suyun altına baktığımızda Türkiye'deki hukuksuzluğu adaletsizliği, şeffaf olmayan yönetim anlayışını, kurumsal yapıların çökertilmesini, ehliyet ve liyakatin tamamen devre dışı bırakılmasını görüyoruz maalesef. Seçimden sonra yeni hükümet kurulunca herkes gibi biz de dedik ki şöyle bir izleyelim bakalım. Çünkü hükümet üyelerine bakanlara baktığımızda daha önce beraber çalıştığım benim çalışma ekibimde olan birkaç isim de var biliyorsunuz. Dedik bakalım bu arkadaşlar az çok işi bilen arkadaşlar ama önleri açılacak mı? Acaba kendi kadrolarını kurabilecekler mi? Acaba kurumsal yapılarla alakalı köklü değişiklikler olacak mı diye. Yaklaşık bir aylık bir izleme sürecinden sonra gördük ki maalesef bu yeni görevlendirmeler sadece ve sadece vitrinin önüne konulan profiller. Arka plandaki kadrolarla ilgili hiçbir değişiklik yok. Bir bakan bir Merkez Bankası Başkanı bir Cumhurbaşkanı yardımcısından oluşan 3 kişilik kadronun dışında köklü hiçbir değişiklik yok. Üstelik Merkez Bankası Başkanı BDDK başkanı yapıldı. Enflasyonun patladığı dönemde Merkez Bankası’nın başında olan insan şu anda BDDK başkanı. Yani bütün bankaları düzenleme ve denetleme ile sorumlu. Merkez Bankası bütün kararlarını para politikası kurulu ile alır. Oylama yapılır orada. Oylama açıklanmaz ama oylama ile karar alır. Bu oylama yapan insanlar aynı insanlar. Başkan yardımcıları aynı meclis üyeleri aynı. TÜİK değil mi? yani düşünün ki ülkenin resmi istatistik ajansı enflasyonu yüzde 38 açıkladı. Haziran sonu itibariyle yıllık enflasyonu. Bağımsız araştırma kuruluşu ENAG yüzde 108 açıkladı. Bu kadar büyük bir fark olabilir mi? Yani devletin kurumu 38 diyor bağımsız araştırma yüzde 108 diyor. 70 puan arada fark var neredeyse 3 kat fark var. Dolayısıyla kurumsal yapılarda hiçbir düzelme görmüyoruz maalesef. Ehliyet ve liyakat konusunda vitrindeki birkaç ismin değişikliği haricinde henüz derinlere doğru inen bir kadro değişikliği de görmüyoruz. Ve yine istişare değil mi karar mekanizmasındaki en önemli unsur. Ekonomideki en önemli istişare mekanizması devlet yapısında ekonomik ve sosyal konseydir. Anayasal bir yapıdır anayasanın gereğidir. Ama ekonomik sosyal konsey bugüne kadar toplanmadı. Yani sosyal taraflar dinlenerek sosyal tarafların görüşü alınarak derdi yaşayandan dinleyerek bu kararlar alınmadı. Ne yaptılar baktılar bütçede devasa bir açık olmuş. E biz bu açığı nasıl kapatırız? Vergi salalım. Bütçe açığı kapatmanın iki önemli yolu vardır. Gelirleri artırmak ve giderleri azaltmak. Giderleri azaltmak yani tasarruf yönünde tek bir tekbir görmedik. Bir atasözü var biliyorsunuz iğneyi kendinize çuvaldızı başkasına batırın diye. Çuvaldızı biliyorsunuz çok kalın şeydir. Ben ilkokul ve ortaokul yıllarında çok çuval ağzı bağladım o çuvaldızı iyi bilirim. İp geçirirsiniz çuvalın ağzını onunla bağlarsınız. Yani iğneyi kendinize çuvaldızı soruna başkasına. Şu anda hükümetin kendine iğne falan batırdığı yok. Dolayısıyla bu iş tutuş tarzıyla son bir buçuk aylık hükümet dönemi biliyorsunuz hiçbir düzenleme yok hiçbir ders alma yok yani. Ve üstelik bakın dolar kuru değil mi? Bakın seçime kadar tuttular tuttular seçim tarihine kadar 20'nin altında tutmak gayretine bakalım 1 Ocak’ta başlıyor bu grafik 20'nin altında tutma gayretine bakın 1 Ocak’tan başlıyor bu grafik bir ocaktan seçime kadar. Vatandaşlara dediler ki 'o kadar iyi yönetiyoruz ki döviz kuru çok stabil. Kuru tuttular tuttular seçimden hemen sonra patlattılar 26 lirayı geçti dolar.%30 delegasyon var. Yani bu vatandaşlarımıza gerçeği söylemek değil. Sayın Erdoğan ne yaptı? Seçimlerden 3 hafta önce mitinglerde ne dedi? Ben iktidarda olduğum sürece faiz asla artmayacak dedi. Sadece inecek dedi. Seçimlerden tam 3 hafta sonra Merkez Bankası tarihinin bir defada en yüksek faiz artışını yaptı. 6,5 puanlık bir artı. 8.30'dan 15'e çıkardı. Dolayısıyla bu seçimi kazandılar ama helalinden kazanmadılar. İnsanları doğruları göstermediler. Madem kurun olması gereken yer 26 lira niye seçimden önce bunu o tarafa doğru bırakmıyorsunuz. İyi iyi gösterip sonra kötüye gidiyorsunuz. Niçin insanlara faiz artmayacak deyip de seçimlerden hemen sonra faiz artırıyorsunuz? Sadece bu ekonomi tarafı bir de biliyorsunuz montaj videolar gösterdiler insanlara yalan söylediler. Onun için hep söylüyorum evet kazandılar ama helalinden kazanılmış bir seçim değil bu. Erdoğan için AK Parti içinde helalinden kazanılmış bir seçim değil.

Zeynep Gürcanlı: Özellikle metropollerde düştü. O da biraz ekonomi ile bağlantılı diye tahmin ediyorum ama şunu sormak istiyorum ki çok yakındınız iktidara 6'lı masa olarak. Çok küçük bir farkla Cumhurbaşkanlığı Cumhur ittifakına gitti. Eğer kazanmış olsaydınız siz ekonomide önemli rollerden birini üstlenecektiniz ve belki de en önemli insanlardan biri olacaksınız ekonomide. Ne yapardınız? Ne olursa olsun siz geldiğinizde de o ekonomik kriz orada olacaktı. Siz ne yapardınız? Vergisiz bunu çözebilir miydiniz?

Ali Babacan:  Biz ne yapardık? İşte bu DEVA külliyatında ne yazıyorsa bunların hepsi bizim hedefimiz. Bunların önemli bir kısmı da ortak mutabakat metnine girdi biliyordur. Bizim yapacağımızın hepsi burada ama ekonomi politikası bağımsız bir alan değil. Yani ekonomi dediğimiz alan pek çok politik olayla direkt etkileşim içerisinde. En önemli alanda belki hukuk ve adalet. Çünkü sürdürebilirlik olmadan şeffaflık olmadan bir fırsat eşitliği olmadan ekonomide başarılı olmak mümkün değil. Yani gizli kapaklı örtülü bir yönetim tarzıyla başarılı olamazsınız. Yapacağınız ilk işler hemen ama hemen ilk 90 gün içerisinde ne var ne yoksa yazdık. Önce hukuk adalet konusunda ben her gün süreç başlatmak her yer telefonu dâhil. Yani önce insanlara Avrupa konseyi ve Avrupa Birliği standartlarında bir hukuk hedeflerinizi göstereceksiniz. Hemen bu olmaz yani ilk 90 günde yapacaklarımız olur 180 gün 360 gün ama birkaç yıllık bir program içerisinde bunu yapacağım diyeceksiniz ve ülkeyi bir sokacaksınız. İnsanlar bunun gerçekten gerisini geldiğini görecek. Bizim Avrupa Birliği sürecinin o  2004 2005'ten itibaren Avrupa Birliği sürecinin ekonomi üzerindeki olumlu etkisi böyle oldu. Öngörülebilirlik getirerek sadece bugün yaptığınızı reformlar değil daha sonra yapacağınız reformlarında yol haritasını ortaya koyarak öngörülebilirlik getirmek gerekiyor. Ve biz bunu yazdık buraya. 354 kalemlik temel haklar eylem planı. 198 maddelik yargı reformu eylem planı koyduk. Avrupa Birliği’nde bugüne kadar yapılan her türlü reformlar çok daha ileri reformları biz buraya hazırladık. 10 nolu reform adil yargı. 198 adım. Avrupa Birliği ve Avrupa konseyinde bugüne kadar yapılmış bütün reform çabalarının daha ötesinde. Onları da içeren ama çok daha ötesinde. Hemen buradan başlardık biz derhal yani. Hukuk adalet. Aynı zamanda kurumlar... Ben hep söylüyordum kurumları bir ayda ayağa kaldırmak mümkün. Bir ay geçti aradan bir buçuk ay geçti hükümet kurulalı niye hala TÜİK başkanını değiştiremedi? Bağımsız araştırmanın yüzde 108 diye gösterdiği enflasyonu hala hiç utanmadan sıkılmadan 38 diye açıklayan TÜİK'in başkanı niye hala değişmedi? TÜİK de o kadrolar niye değişmedi neyi bekliyorlar? Demek ki memnunlar. Yani emrediyoruz enflasyonu düşük açıklıyor. Kurumları hemen ayağa kaldırmak gerekiyordu. Kurumların ayağa kaldırılması da yasal düzenlemeleri ufak tefek şeyler olabilir ama öncelikle kadrolar. Yani dürüst ve işin ehli kadroları koymak gerekiyordu. Sadece 1-2 başkanı değiştirmek değil komple kadroyu değiştirmek gerekiyordu. Ve biz bunların hepsini hazırlamıştık hepsi elimizin altında hazır. Çünkü bütün ekonomik sorunların aslında köküne indiğinizde evet hukuk adaletle ilgili konular var ama kurumsal yapıların örselenmesi de bir başka önemli sorun Türkiye'de. Ekonomi tarafındaki konularda diğer kurumlarda ama ekonomi tarafındaki kurumlardan örselenen itibaren yitiren en önemli kurumlardan birisi Merkez Bankası. Merkez Bankası’nın bağımlılığı esas. Yani Merkez Bankası bugün faizi şöyle yapmış böyle yapmış hiçbir anlamı yok. Çünkü eğer yarın Merkez Bankası talimatla yine saçma sapan işler yapabilirse yine olmaması gereken yönde adımlar atabilirse bugünkü attığı adımın hiçbir kıymeti yok ki. Ancak o kurumun gerçekten olması gerektiği gibi yasasında da hala yazdığı gibi siz bağımsız yaparsanız enflasyonu düşürürsünüz. İstatistikler o kadar açık ki. Bakın Türkiye'de tam 34 sene enflasyon 2 haneli 3 haneli gitmiş. Ve bu süre içerisinde Merkez Bankası bağımlıymış. Yani hükümetler talimat vermiş Merkez Bankası para basmış hükümetler talimat vermiş o günü kurtarmak için ne gerekiyorsa Merkez Bankası onu yapmış ve enflasyonu hiç düşmemiş. 34 yıl iki nesil neredeyse. Ne zaman ki Merkez Bankası bağımsız oldu ne zaman ki ehil insanlar iş başına getirildi ancak ondan sonra Türkiye'de enflasyon tek haneye indi. İlk tek haneli görüşmesi 2004 yılıdır biliyorsunuz.

Zeynep Gürcanlı:  Sizin nasıldı Merkez Bankası başkanı ile ilişkiniz o dönemde?

Ali Babacan:  Biliyorsunuz biz 2002 Kasımda hükümet kuruldu. Zaten bir Merkez Bankası başkanı vardı. 3 tane kilit başkan yardımcısı vardı. Ve bunlar baktık teknik donanım olarak gayet iyi insanlar. O zaman Erdoğan bana çok baskı yaptı at şunu kurtuluşundan diye. Ben dedim ki bağımsız bir, ikincisi bunlar teknik olarak doğru insanlar ki Süreyya Serdengeçti idi o zaman Merkez Bankası Başkanı. Üç biz güven kazanmalıyız. Teknik olarak işi bilen ve piyasalarında itibar gösterdiği insanları biz gelir gelmez görevden alırsak bu rasyonalitenin dışına çıkışın ilk adımı olur. Çok yanlış olur. Ama o zamanki fark neydi? Ben imza atmadan Merkez Bankası başkanı değiştirmek falan mümkün değildi. Yani Erdoğan tek imza ile o zaman bir şey yapamıyordu. Önce bir ilgili bakan imzalıyordu ondan sonra o ikinci imzayı atıyordu. Bazen üçüncü imza ile cumhurbaşkanının imzası gerekiyordu. Bazen bakanlar kurulu kararı gerekiyordu. Mesela Merkez Bankası Başkanı bakanlar kurulu kararı ile değiştiriliyordu. 25 bakalım başbakan ve cumhurbaşkanının imzasıyla. Öyle kolay değildi kafasına estiği gibi hemen her şey...

Yıldız Yazıcıoğlu: Bir de ilk cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezerdi  onu da hatırlayalım. AK Parti iktidarı geldiğinde. Bir Sezer faktörü vardı.

Ali Babacan:  Dolayısıyla ben ne yaptım? 5 yılı tam dolduruncaya kadar Süreyya abi ile çalışmaya devam ettim. Ve onlara da gerçekten bağımsız çalışacak bir alan açtım. Mesela hazine müsteşarı İbrahim Çanakçı idi o zaman. Ben Mart ayında görevlendirmiştim. Kanunu açın bakın der ki hazine müsteşarı para politikası kurulunda oturabilir der. Fakat bizim İbrahim Bey bir gün bir saat bile orada oturmadı. Çünkü dedi ki ben hazine müsteşarıyım hükümete bağlı çalışıyorum. Hükümete bağlı çalışan insan eğer gider de orada oturursa kanuni hakkı olduğu halde bu kurulun rahat çalışmasını engeller. Hükümet bir baskı aracı olarak görülür. Dolayısıyla bana izin verin ben oraya katılmayayım dedi. İbrahim Bey 11 yıl hazine müsteşarı oldu bir kere Merkez Bankası’nın para politikası kuruluna katılmadı. Bakın ne kadar hassas kanuni hakkı olduğu halde yapmadı. Çünkü kanunun bir dili var ama bir de ruhu var. Oradaki rol nedir bağımsızlıktır. Niye Merkez Bankası bağımsız olacak. Çünkü Merkez Bankası günlük popülizm rüzgârına kapılmadan sadece ve sadece vatandaşın cebindeki paranın değerini koruyacak. Merkez Bankası’nın işi bu. Başka bir şey değil yani. Aksi halde ben arada bir gösteriyorum biliyorsunuz 200 lira gösteriyorum her gösterdiğimde değeri daha da düşüyor. Bakın gene göstereyim bunu çünkü durmadan değeri düşüyor. Bu para ilk çıktığı gün 2009'da tedavüle girdi 200 lira 134 dolar ediyordu. Bugün 7 küsur dolar ediyor biliyor musunuz 8 dolar bile etmiyor. 134 dolar nerede 7 küsur dolar nerede. 8'in altında şu an bunun değeri. Ne zaman ki Merkez Bankası bağımlı oldu ne zaman ki Sayın Erdoğan dedi ki ben ekonomistim benim olanım ekonomi bağımsızlık falan anlamam laf dinlemiyor bunlar dedi laf dinleyen insanları getirdi o günden itibaren Türkiye'de enflasyon 2 haneli 3 haneli devam ediyor. O kadar basit ki şu son 50 yıllık 60 yıllık tarihimize bakın Merkez Bankası gerçekten bağımsız çalışırken enflasyonun tek hane Merkez Bankası hükümetlerden talimat alırken enflasyon 2 hane 3 hane. Ve şu anda yaşadığımız sorunun özünde bakın enflasyon. Diyoruz ki maaş artışları değil mi emekli maaşı memur maaşı asgari ücret. Niye artıyor niye bu kadar çok artıyor o zaman. Niye bu kadar çok artıyor? Çünkü enflasyon var enflasyon artmış gitmiş enflasyonun arkadan yakalamaya çalışan maaşlar var ama hiçbir zaman yakalayamıyor yakalayamayacaklar. Yani satın alma gücü sürekli düşüyor. Çünkü yüksek enflasyon dönemlerinin kaderi budur. Önce enflasyon bir artar bütün hayat pahalanır insanların satın alma gücü düşer ondan sonra hükümetin gönlünden ne koparsa verdiği maaş zamları ile o satın alma gücünün telafi etmeye çalışır. Çalışır diyorum çünkü telafi edemiyor. Son 5-6 yıldır bakın satın alma gücünü yapılan maaş zamları telafi etmiyor. Türk lirası cinsinden kazanan Türk Lirası cinsinden maaşı olan sabit gelirli olan bütün vatandaşlarımız bundan 4-5 sene 6 sene öncesine göre mukayese ettiğimizde eski satın alma gücü yok.  Yani eskiden cep telefonu daha rahat alıyordu şimdi daha zor oluyor ya da hiç alamıyor. Eskiden bir arabayı taksitle falan alıyordu şimdi alamıyor. Eskiden mesela bir daire almak çok zor değildi ulaşılabilir bir hedefti insanlar için hani Mortgage kredisi ile şununla bunla ama şimdi insanlar için çoğu insan için bir hayal oldu.  Dolayısıyla aslında enflasyon en modern hırsızlık aracı ve bunu da Merkez Bankası'nın bağımsız olmasını elinden almakla üretmiş oluyorsunuz. Mesela son bir hafta önce açıklanan çok vahim bir karar kur korumalı mevduatın kur farkını artık hazine değil Merkez Bankası ödeyecek dediler değil mi? Kısmen hazine kısmen Merkez Bankası ödüyordu. E zaten bütçe açığı var hazinede para yok. Dediler ki bunu da Merkez Bankası ödesin. Peki, Merkez Bankası parayı nereden buluyor? 

Yıldız Yazıcıoğlu:  Para basıyor muhtemelen değil mi?

Zeynep Gürcanlı: Gösterdiğiniz o 200 TL dahil hepsi yepyeniler.

Ali Babacan:  Evet, evet burada var mı bilmiyorum. Rahmetli Özal’ın açıklamaları vardı ama sanırım buraya koymamış arkadaşlar. DÇM hatırlarsınız çok eski belki ama hatırlamayabilirsiniz yani DÇM aynı KKM gibi şu andaki kur korumalı mevduat gibiydi ve bunu uzun yıllar uyguladılar. Uzun yıllar Türkiye’de enflasyon yüksek seyretti ve rahmetli Özal günün birinde çıktı basın toplantısı yaptı. Benim daha çocukluk yılları hatırlıyorum onu. Dedi ki, bu dedi kur korumalı mevduat o günkü adı DÇM kendisini uyanık zannedenlerin dalaveresidir dedi. Bu ülkede de eğer enflasyon yıllarca 10 yıllarca yüksek seyrettiği ise en önemli sebeplerinden birisi de budur dedi. Ve ben bunu kaldırıyorum dedi. Gençlere de vasiyetimdir dedi. Sakın ha bir daha bir ülkeyi yanlış bir yola sokmayın dedi. Bakın döndük dolaştık oraya 40 sene sonra rahmetli Özal’ın aman bir daha yapmayın diye vasiyet ettiği bir hatayı bugünkü hükümet yaptı. Kur korumalı mevduat diye. Ve büyük bir sosyal adaletsizlik yani düşünün ki bunun felsefesini bankada parası olan kur artınca mağdur oluyor. E onlar mağdur olmasın, kur artarsa kur farkını ödeyelim. Ya bir dakika şimdi siz mazot artınca gübre artınca yem fiyatı artınca dolar sebebiyle çiftçiye diyor musunuz ya çiftçim sen mağdur oldun dolar kuru arttı. O yüzden mazota gübreye yeme daha fazla para ödüyorsun. Ben sana kıyamam kur farkını sana ödeyeyim diyor mu hükümet?

Yıldız Yazıcıoğlu:  Hatta tam tersine ev sahibi isyanda yani hayat artıyor ama ev sahibi kirasını %25’ten fazla artıramıyor. Emlak vergisi ise %65 arttı.

Ali Babacan:  Yani eğer mesela düşünün ki bir dairesi var ve o dairesinin parasıyla geçiniyor ev sahibi. E hükümet diyor mu ya sen mağdur oldun. Bu kur arttı. Dolayısıyla kur farkı kadar senin kiran düştü. Ben sana şu kira farkını ödeyim diyor mu hükûmet? Böyle bir şey var mı? Kime diyor bunu? Sadece bankada parası olana diyor, inanın akıl alır gibi değil. Bu sosyal adalet falan da değil. Bilmiyorlar bilmediklerinin de farkında değiller. Hele hele bu kur korumalı mevduatın bütün kur farkını Merkez Bankasından ödemeye başladıktan sonra bu artık bir spirale girmiştir bakın. Buradan söylüyorum, gerçek enflasyon yukarıya doğru bir spiral, yani yüksek enflasyon yüksek kur, yüksek enflasyon yüksek kur artık bu birbirini besleyen bir dinamik haline gelmiştir. Çünkü enflasyon para basacaklar para bastıkça dövizin değeri düşecek, dövizin değeri düştükçe o kur farkını kapatmak için tekrar para basacaklar. Yani bu bitmeyen bir döngüye girdi şu anda ve şu andaki enflasyon inanın bu yılın en düşük enflasyonu. Mukadder bu artacak artmak zorunda çünkü merkez bankası para basmak zorunda.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Yani çok karamsar şeyler söylediniz.

Ali Babacan:  Ama gerçeği söylemek zorundayım.

Elif Doğan Şentürk: Yeni açıklama yaptı enflasyona yönelik işte tek haneye indireceğiz diye.

Ali Babacan:  Rüyasında göremez. Yani şu andaki politikalarla rüyasında bile göremez. Çünkü merkez bankasını ne zaman ki bağımsız yapar, ne zaman ki elini ayağını çeker, ne zaman ki sadece bir başkan değiştirerek değil, oradaki bütün kadro, ehil, dürüst işi bilen insanlardan oluşur ve gerçekten bağımsız çalışır. O zaman enflasyonun inmesi ile ilgili bir şans olur. Yoksa mümkün değil olmaz.

Elif Doğan Şentürk: Şimdi bugün bir kulis haberi de vardı. Gazeteci Nuray Babacan’ın ve diyor ki bakan Şimşek, ekonomi alanında daha net önlemler alınmasından yana ama işte yani her şeyin kitabına göre yapılmasını istiyor ama diyor siyaset ve hayatın gerçekleri öyle değil diye eklemiş. Şimdi burada şöyle bir bilgi var, Para Politikası Kurulu toplantısında yeniden faiz artırımına gidilecek ama bunun 20 olarak yani işte kimse 20 puanı geçmesini beklemiyor diyor. 20 olsa da sizce ne olur?

Ali Babacan:  Bakın faizin nerede olduğu mesele değil, mesele merkez bankasının bağımsız olması. Çünkü bugün Erdoğan 15’e onay verir, 15 yaparlar, yarın 20’ye onay verir vermez bilemiyorum, 20 yaparlar ama mesele Sayın Erdoğan’ın onayını almadan merkez bankasının karar alamaması. İşin özünde bu var. Yani merkez bankası sadece ve sadece şu vatandaşın cebindeki paranın değerini korumakla yükümlü bir kurum. Kanun da açık yazıyor kanunda. Diyor ki, birinci önceliği fiyat istikrarıdır diyor. Yani paranın değerini korumak diyor Merkez Bankası’nın birinci önceliği bu. Merkez bankasının işi şu paranın değerini korumak, gerisi hükümetin işi. Yani hükümetin gelir dengesini sağlayabilmesi, hükümetin bankalarla alakalı ve diğer konularla alakalı doğru kanunlar çıkarması, doğru kararlar alması ama sadece merkez bankası değil, TÜİK’in de BDDK’nın da TMSF’nin de SPK’nın da gerçekten bağımsız çalışabilmesi ve dürüst ehil insanlar tarafından yönetilmesi çözüm burada yani. Yoksa çözüm faiz 3 puan aşağıda olmuş 5 puan aşağıda olmuş. Hepsi bunların nasıl biliyor musun yani bohça yırtılıyor bir yana koyuyorsunuz. Öbür tarafı yırtılıyor bir yama daha koyuyorsunuz. Yani yamayla bu işin düzelmesi mümkün değil. Yani gerçekten hükümet ilk kurulduğunda ben biraz ümitlendim. Dedim ki ya hah dedim, bizim çok yakın çalışma ekibimizde olan ve işi bildiğini düşündüğüm arkadaşları ekonomiyle ilgili kilit 2 noktaya getirdi. Tamam. Ve ümitle bekledim, dikkat edin, ben ilk bir ay hiç konuşmadım ya. Yani bir görelim bakalım. İlk defa böyle bir şey yapıyorum, ilk defa bir yayına çıkıyorum. Bir basın toplantısı yaptık ekonomiyle ilgili geçen pazartesi ama ilk defa böyle soru cevaplı bir program yapıyorum. Çünkü bir kredi açmamız gerekiyor diyor.  Ve şunu da yaptım, bakın hükümet kuruldu hemen hemen ertesi hafta ne yaptım? Şu bizim eylem planlarından bir set güzel bir kutu yaptırdım ve Sayın Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı yardımcısına, bakanlara, bakan yardımcılarına ve 600 milletvekiline gönderdim. Bir de kapak mektubu yazdım. Dedim ki burada el emeği var, göz nuru var, akıl teri var, alın teri var. Belki istifade edersiniz belki uygulamalarınızda ufuk açıcı şeyler bu çalışmadan çıkarırsınız diye hepsine de gönderdim.

Zeynep Gürcanlı:  Bunlar hep iyi niyet.

Ali Babacan: Evet, yani hepsi iyi niyet çünkü yeni kurulmuş bir hükümet, hepimiz kredi açmak zorundayız. Yani baştan ön yargıyla olmaz diyemedim. Çünkü vatandaşlarımız büyük bir kredi açtı %52 oy vererek Sayın Erdoğan’a. E onu da görmemiz lazım. Onu da anlamamız lazım. Biz de o krediyi açtık ama bugüne kadar ekonomi alanında o açtığımız kredi maalesef işlemiyor olmuyor. İzleyeceğiz, bakacağız belki kadrolar değişir. Belki kurumsal yapıyla ilgili... İnşallah. Ama reçeteler burada reçeteleri biz herkese gönderdik. Yani biz vatandaşlık sorumluluğumuzu yerine getirdik. Dedik ki varlığımız dedik, milletimizin varlığına armağan olsun dedik, bütün çalışmaları gönderdik, belki istifade edersiniz dedik. Göreceğiz, bunlar okuyacaklar mı, ne kadar istifade edecekler göreceğiz, bakacağız.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Şimdi bu bir aylık döneme ilişkin ilk tespitleriniz vitrin tespiti oldu. Elif’in sorusu üzerine de faiz, %20 de olsa merkez bankasının para politikası faizi hayal kuruyor Cumhurbaşkanı dediniz enflasyonun tek haneye düşmesi konusunda bence bu tespitte oldukça altı çizilmesi gereken bir tespit. Şunu sormak istiyorum, hani demin böyle elinizde de bir hortum benzetmesi yaptınız ya bir sarmala girdi Türkiye enflasyon faiz politikası ve yarattığı döviz kuru yüksekliği ki döviz kuru ibresi de yukarı doğru tırmanıyor az önce gösterdiğiniz. Şimdi bu işaretiniz itibariyle aslında bir hortum oluşuyor sarmal nedeniyle. Bu hortum biraz halkın cebinden işte vergilerle parayı alıyor da hani bu sermaye transferi aslında yaşıyor Türkiye. Öyle görünüyor. Bu nereye gidiyor. Özellikle de bugünlerde Körfez sermayesiyle de bu işbirliği adımları. Ya bu hortum vatandaşın cebinden alıyor da nereye gidiyor?

Ali Babacan: Bu TÜİK’in rakamları TÜİK. Henüz makyajlamamışlar. Biz de doğru diye varsayıyoruz. Bakın milli gelirden pay. İş gücünün yani alın terinin payına bakın bir de sermayenin payına bakın. Bu iş gücünün payı 2019’dan 2022’ye kadar 4 yılda %35’ten %26’ya düşmüş, tam 9 puan düşüş var. Sermayenin aldığı pay %47 den %55 e çıkmış. Yani işçiden alın teriyle çalışan sabit gelirli vatandaşlarımızın milli gelirden aldığı pay düşmüş. Zaten parası olanın milli gelirden aldığı pay yükselmiş TÜİK’in rakamında bu var. Yani bütün bu kötü yönetimin faturasını ağırlıklı olarak geniş halk kitlelerine ödeten bir uygulama içerisindeler şu anda. Çok geniş vergiler var şunlar var bunlar var. Ha şu olur bakın. Bütçe açığı olduğu zaman ve bütçe açığı planlananın üzerine çıktığı zaman ki ben tam 11 tane bütçeyi hazırlayan ekibin başında oldum. Plan bütçe komisyonundan 11 tane bütçeyi kendimi geçirdim. Ve her defasında bütçe yaparken ve yaptıktan sonra bütçe açığıyla ilgili gerekli tedbirler aldık. Yani bütçe açığını planlarsınız ondan daha fazla bir noktaya doğru giderse bütçe açığı ya ilave gelir tedbirlerle ya da tasarruf tedbirleriyle bunu kapatırsınız. Şu ana kadar tasarrufla ilgili hiçbir şey yapmadılar. Ben oraya özellikle vurgu yapıyorum. Hiçbir tasarruf şey yok çünkü itibardan tasarruf olmaz. Bol bol para harcamaya devam ediyor. TL’nin itibarı maalesef maalesef yerle bir oluyor. Şimdi bu ama hangi şartlarda yani biz bunun hangi şartlarda? Bağımsız çalışan bir merkez bankası varken biz hükümet olarak o zaman bunları yaptık. Merkez bankası bağımsız iken...

Paramızın değeri sürekli düştüğü için bütçenin artık fazla bir anlamı yok açık açısından. Yani şimdi ne yaptılar mesela? Son 2 haftadır yaptıkları ve bugün işte meclislerde bütün bunları konuşup kapatacak kabul edip. Bütçe açığı 600 milyar olarak yılbaşında ön görmüşlerdi. 600 milyarlık bir bütçe tam rakamları size söyleyeyim. Yanlış olmasın. Yılbaşındaki bütçe açığı 659 milyar idi. Bir ek bütçe götürdüler. Giden ek bütçe ek bütçe 1 trilyon 119 milyar. Ama gelir gideri denk bir ek bütçe gönderdiler meclise. Ve bu ne demek? 659 milyarlık bütçe açığı değişmeyecek demek ama eş zamanlı olarak cumhurbaşkanının borçlanma etkisini 3 katına çıkarttılar. 2 trilyon 181 milyara çıkardılar. Şimdi bütçe açığı madem değişmeyecek 659 milyar da kalacak siz niye Cumhurbaşkanının borçlanma yetkisini 3 misline 2 trilyona çıkarıyorsunuz? Demek ki kendileri de inanmıyor. Demek ki bütçe açığı nasıl artacak ve biz borçlanmak zorunda kalacağız, ne olur ne olmaz Cumhurbaşkanının borçlanma etkisini 3 katına çıkaralım ki, bu artacak bütçe açığını ancak borçlanarak kapatacağız demek bu yani. Yoksa siz niye borçlanmanın tavanını artırıyorsunuz ki? Eğer bütçe açığınız artmayacaksa kendinize güveniyorsanız niye borçlanma tavanını artırıyorsunuz? Dolayısıyla bir çelişkiler yumağı. Yani buradaki yük hem enflasyon olarak hem de faiz olarak direkt vatandaşın sırtına. Bu vergiler açık bir şekilde vatandaşa vergi salmak suretiyle vatandaşı olumsuz etkiliyor. Enflasyonda örtülü bir şekilde para basarak vatandaşlarımızın tamamının gelirini düşürerek...

Elif Doğan Şentürk: Merkez Bankası başkanı geldi işte Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, nasıl bir sınav veriyor sizce yani mesela Maliye Bakanı işte bir tasarruf tedbiri açıklamadı veya açıklayamadı mı öyle mi sormak gerekiyor? Nasıl bir sınav veriyor sizce? Hep hani bağımsızlığından bahsediyorsunuz ya Merkez Bankasının ama yeni isimler geldi.

Ali Babacan: Biliyorsunuz yeni yapıda bütçe doğrudan cumhurbaşkanına bağlı. Eskiden maliye bakanının imzasıyla ödenekler serbest bırakılırdı. Şu anda Cumhurbaşkanı doğrudan kendine bağlı bir birimle bütçe harcamasını yapıyor. Dolayısıyla maliye bakanının aman şunu harcamayalım ben imza etmiyorum, bu kadar paramız yok diyecek bir şeyi yok. Yani yukarıdan şuna şu kadar harcıyorum, buna bu kadar harcıyorum diye tek imzayla harcamaya yetkili bir Cumhurbaşkanı var. Eskiden bakın Cumhurbaşkanı da Maliye Bakanı imza etmeden tek bir kuruş para harcayamazdı.  Hazine bakanı ayrıydı hazine bak hazine. Bu harcamanın finansmanını bulmadan maliye ödeneği serbest bıraksa bile nakdi vermezdi. Dolayısıyla fren vardı, el freni vardı. Onun için boşuna bana o zaman fren ali demiyorlardı. Yani herkes gaza basıyor. Yani korkunç bir popülizm. Şimdi eğer zamanında biz o tasarrufu sağlamasak zamanında dikkat etmesek zamanında bütçe açığının artmasını önleyecek tedbirler almazsak bu ülkenin ekonomisi düzelmez ki şu anda içinde bulunduğumuz duruma benzer bir durum çok çabuk oluşurdu.  Ama eğer 11 yıl boyunca, yani benim ekonominin başında olduğum 11 yıl boyunca eğer enflasyon hep kontrol altında kaldıysa, bu ülkede bütçe açıkları hep kontrol altında kaldıysa bunun en önemli sebebi kurumsal yapıların güçlü olması ve bir kişinin kafasına göre iş yapamaması. Yani en önemli sebepler bunlar. Yani yapısal şeyler bunlar.

Zeynep Gürcanlı:  Daha fazla zam bekliyor musunuz vergilere? Çünkü cumhurbaşkanının yetkileri de arttırıldı bir yandan da. 2 ya da 5 katına kadar çıkarma yetkisi verildi Cumhurbaşkanına. Bu da bir hazırlık mı size göre? Yani biz bir gece uyandık, bütün hijyen malzemelerinden işte telefonlara otomobillere her şeye vergiler, tabana yayılan bir vergi sarmalı sizin deyiminizle girdik. Bunun devamında gelecek işaretlerini görüyor musunuz?

Ali Babacan: Ya şöyle şimdi enflasyonu kontrol altına alacak bir yapısal değişikliği yapmadan yani merkez bankası gerçek anlamda bağımsız hale gelmeden ekonomideki hasar devam edecek. Hasar büyük olacak. Bu hasarı telafi etmenin de hükümet açısından en kolayca 2 yolu vergi salmak ve enflasyon üretmek. Ama vergi salmak tabii biraz şey oluyor çok gürültülü oluyor yani. Meclis devreye giriyor herkes işte vay efendim hükümet vergiyi artırdı falan filan ama enflasyon üretmek öyle olmuyor. Enflasyon daha sesli bir şekilde üretiliyor. Üstelik Sayın Erdoğan çok rahatlıkla başkalarını suçlayabiliyor enflasyonla alakalı. Mesela seçimlerden sonra ya Bayburt ya Gümüşhane konuşmasında dedi ki, ya bu enflasyonun suçlusu olarak hırsızları gösteriyor. Kimse o hırsızlar. Bu hırsızlar diyor bu enflasyonun sebebi gibi laflar etti. Yani tam cümlesini hatırlamıyorum ama. Dolayısıyla enflasyon zaten o bahsettiğim 34 yıllık dönemde yani 1990’larda 80’lerde hep canavar olarak adlandırılıyordu. Hatırlarsanız karikatürlerde hep enflasyon canavarı çizerlerdi. Çünkü nedir bu enflasyon? Hükümetin hiç alakası olmayan bir konu, bir canavar çıkmış gelmiş, yani hükümet ne yapsın elinde değil ki hükümet ancak o canavarla mücadele ediyor. Tamamen aldatma insanları ya tamamen düzenbazlık. Buldu getirdi arkadaşlar bu arada Özal’ın sözünü evet işte bu DÇM harekâtı diye o kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir falan filan çok önemli değil. Dolayısıyla şu anda da yani enflasyonun sebebi biziz diye Sayın Erdoğan’dan bugüne kadar bir açıklama duydunuz?  Hayır. Enflasyonla mücadele edeceğiz diyor ya arkadaş bu enflasyon nasıl oluyor bir anlat bakalım ya. Kim üretiyor bu enflasyonu yani. Niye yıllarca bu ülkede enflasyon tek hanedeydi de şimdi yüksek? Onu bir anlat hele. Kuru soğan depolarını hedef gösteriyor. Yeri geliyor dış güçleri yeri geliyor bilmem işte bu hainler falan.

Yıldız Yazıcıoğlu:  İkinci el araba satanlar hedefte. TOGG vadedildi örneğin seçim döneminde. O konuda ne düşünüyorsunuz yani somut, marketler ev sahipleri.

Ali Babacan: Tek suçu olmayan hükümet enflasyon konusunda. Kendilerinin hiçbir suçu yok fakat herkes suçlu enflasyon konusunda. Dolayısıyla bundan sonra benim beklediğim, benim beklediğim bütün bu yanlışların vergi, çünkü acıtan bir şey yani onu şimdi seçimden hemen sonra yaptılar yerel seçimler var. Bundan sonra kolay kolay vergi tarafına gitmezler. Ama göreceksiniz gerçek enflasyon, gerçek enflasyon üzülerek söylüyorum, bu ülkenin vatandaşı olarak içim acıyarak söylüyorum, artacak ve artmaya devam edecek. Yapamayacaklar yani. Çünkü Merkez Bankasını o kurumu gerçekten bağımsız yapmadan enflasyon düşmeyecek. Olmadı, yapamadılar, yapamayacaklar yani. Dolayısıyla yerel seçimlere kadar ben çok şey yapmam yani yeniden vergi mergi hani çünkü bir kere yaptılar. Bir kere insanlar ya gerekiyormuş falan der de siz ikinci üçüncü vergi artışı yaparsınız ama... Şu gösterdiğim paranın değerini işte 8 doların altına inmiş bu inebilir daha aşağı inebilir. Ha bu kuru bir yerlerde tutmaya çalışırlar ama hayat pahalılığı artar. Dolayısıyla yapısal tedbir almadan enflasyonu düşürmek mümkün değil. Ha Körfez ülkelerinden 3 milyar 5 milyar 10 milyar dolar gelmiş o da çözmez. Bu da yine atasözü ‘dökme suyla değirmen dönmez’ değil mi? Şimdi dökme suyu getiriyorlar bir kova 5 milyar dolar döküyorlar değirmen bir tur dönüyor, öbür ülkeden gidiyorlar, 3 milyar dolar getiriyorlar, bir kova daha döküyorlar, değirmen bir tur daha dönüyor. Nereye kadar? Bir de bu borcu verenler herhalde ya arkadaş nereye...

Elif Doğan Şentürk: Faiz mesela ne ödenecek ne olacak onları biliyor muyuz?

Ali Babacan: Tamamen karanlık tek bir açıklama yok. Tek bir açıklama yok. Bakın biz 11 yıl boyunca tek bir ülkeden ikili anlaşmayla borçlanma yapmadık. Hiçbir ülkenin ayağına gidip borç istemedik. Böyle borçlanma olmaz. Çünkü böyle gidip de siz bir ülkeden borç isterseniz o ülkeden yarın emir alacak bir mağduriyet içine de düşmüş olursunuz. İlişkinin şekli değişir yani çünkü ne demiş? Veren el alan elden üstündür. Veriyor size borç veriyor. Demek ki siz de daha onun daha üstün olduğunu kabul ediyorsunuz. Üstelik yalvar yakar bir kere de istemiyorsunuz. Bir değil, 2 değil, 3 değil. Bakanları gönderdi arkadan kendisi gidecek. Ya inanın bu ülkenin vatandaşı olarak ben üzülüyorum biz bu hale düşmemeliydik ya. Ya biz nasıl borçlandık bakın yıllarca tam 11 sene hazinenin başında olan birisi olarak söyleyeyim, nasıl borçlandık? Tabii ki devlet borçlanacak eski borcu ödemek için de borçlanırsanız bütçe açığı için de borçlanırsınız. Ama nasıl borçlanırsınız o ay diyelim ki 3 milyar dolar borçlanma ihtiyacınız var. Biz hep ihaleye çıktık. Bizim dedik bu ay 3 milyar dolar ihtiyacımız var ya da 3 milyar TL ihtiyacımız var. Fark etmez. Bize bu parayı en ucuz kim getirirse biz ondan borçlanacağız dedik. 3 milyar ihtiyaca karşı geldi 5 milyar geldi 10 milyar geldi 15 milyar. Şimdi teklif geliyor ve faiz geliyor. Teklif geliyor, faiz geliyor. Bütün onların içerisinden en uygun maliyetleri aldık bu kadar bize yetti, teşekkür ederiz dedik geri gelen teklifleri gönderdik. Böyle böyle bu ülkede faiz düştü. Hani diyor ya faizleri %4 onda 6’ya kadar düşürmüştük diye ya onu benim hazine bakanı olduğum dönemde bunu biz yaptık ve bu şekilde yaptık. Hiçbir ülkenin ayağına gidip borç istemedik tek bir kuruş istemedik. Tam tersine başka ülkelere biz borç verdik IMF’e borç verme anlaşması imzaladık. Onun için bu şekilde yürütmeleri mümkün değil. Dökme suyla bu değirmen dönmez. Yani ekonominin o deliklerini yamamayacaksınız yani yepyeni bir önce sağlam bir sistem kuracaksınız. Havuzun deliğini kapatacaksınız. Ondan sonra gelen paranın anlamı olsun. Havuzun delikleri açıkken bohçada yırtıklar varken ne kadar para gelirse zaten akıyor gidiyor bir işe de yaramıyor. Keşke işe yarasa ama işe de yaramıyor gelen para. Bu hain darbe teşebbüsünün arkasında olduğunu iddia ettikleri ülkenin de ayağına gidip bu borcu istiyorlar. Diyecekler ki biz yanlış biliyormuşuz. Yani Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu işle hiçbir alakası yokmuş, özür dileriz diyecekler. Çünkü sizi itham altında bıraktı. Ya da o ülkenin sizden gerçek bir özür dilemesi lazım. Üstelik özürle telafi edecek bir şey değil. Yani neredeyse demokrasimiz elden gidiyordu ya. Yani Allah korusun bu kadar şehit verdik bu kadar gazi. Yani böyle ülke uçurumun kenarından döndü demokrasi açısından şimdi. Dolayısıyla bu böyle basit bir şey değil yani. Ama hiçbir şey izah etmek zorunda da hissetmiyor kendisini yani o kadar da rahat ki. Bugün bunu yapıyor yarın bunu yaparım diyor ve bir izahat da yok. Açıklamada yo.

Zeynep Gürcanlı:  Bir takım değerli kurumlarımızın stratejik kurumlarımızın satışının söz konusu olabileceği de konuşuluyor. Yani öyle bir ihtimal görüyor musunuz sizde?

Ali Babacan: Yani çok karanlık gidiyor her şey. Bakın bu kadar mesela borçlanılıyor o belli ama kimden ne kadar borç aldıklarını açıklamıyorlar, faizi açıklamıyorlar. Bu işin maliyeti nedir açıklamıyorlar. Bunun karşısında bir teminat, bir yükümlülük oluşuyor mu başka bilmediğimiz bir yükümlülük? Bazı şeyler teminat gösteriliyor mu mesela aynı o Duyun-u  Umumiye gibi Osmanlı dönemi.. Bunları bilmiyoruz. Tamamen karanlık. Bir süre sonra ‘bu borçları ya arkadaş biz ödeyemiyoruz bari alın şunu’ diye borçlar karşılığında bir özelleştirme yapılır mı, yapılmaz mı bilemiyoruz bunları. Tamamen karanlık götürüyorlar. Ya o dönemdeki özelleştirmeleri hatırlayın hani Metin Kilci özelleştirme dairesi başkanıyken rahmetli Unakıtan dönemi canlı yayın araçları gelirdi 20 25 kameranın önünde özelleştirmeler açık artırmayla yapılırdı. Şeffaf açık millet birbirini yerdi ve gerçek değerini bulur ondan sonra yapılırdı. Şu andaki özelleştirmeler öyle değil yani. Gerçek anlamda ihale gerçek anlamda yarışma falan yok. Yani tamamen örtülü kapalı yürüyor. Onun için bunların hiçbirisini bilmiyoruz. Onun için de bu şüphe tabii ki içimizde hep duruyor. Ya bir şey oluyorsa ya bu memleketin gerçekten başı büyük derde girecek işler bugünden yapılıyorsa bugünden altına imzalar atılıyorsa bilemiyoruz.

Elif Doğan Şentürk: Hemen şu iddiayı da sorayım, ben bugün Amerika’dan çok önemli bir iddiayı bu. Şimdi herkesin gözü işte iktidarın dış politikada peş peşe aldığı kararlar yaptığı manevralar diyelim belki de bir iddia vardı, İsveç’in NATO üyeliğinin. 11-13 milyon dolarlık IMF kredisi karşılığında onaylanacağı öne sürüldü. Bir Amerikalı gazetecinin bugünkü iddiasıydı bu. Böyle bir şey olabilir mi? Yani IMF’yi nasıl görüyorsunuz bu anlamda. İşte IMF’siz IMF sözünü de de hatırlatarak.

Ali Babacan: Tabii bu İtalya ben şu anda duyuyorum yani ne kadar doğrudur, ne kadar değildir bilmem. Ama Türkiye’yi yani 10 senelik bir aradan sonraki 2013’te biliyorsunuz IMF’ye olan en son borç taksitini ben ödemiştim. Merkez bankasının ödeme terminallerinden son taksidin enter tuşuna ben basmıştım.  Tam 10 sene sonra eğer Türkiye’yi yeniden bir IMF yoluna sokarlarsa bu ülke için büyük yazık olur. Yani bunun olmayacağına ben inanmak isterim. Kaldı ki bu kadar keyfi pazarlık yani biliyorsunuz bu İsveç’in şimdi NATO üyeliği karşısında neler isteniyor bir bakalım. İsveç’in terörle mücadelede gerekeni yapması ki o doğru bir talep. Yani bizim yani NATO üyesi olan bütün müttefiklerinden beklediğimiz terörle mücadelede sapa sağlam durmaları ve NATO’nun o meşhur hepimiz birimiz, birimiz, hepimiz için maddesinin sadece dış saldırılara değil, terör tehdidine karşı da geçerli olması. Yani o çok önemli. Gerçekten NATO müttefiklerimizin bu konuda sağlam durması lazım. Şimdi İsveç NATO üyesi olsun peki karşısında ne istiyor Türkiye? Bir, terörle mücadelede gereğini yap diyor değil mi? İkincisi savunma sanayi ama sadece İsveç’le ilgili ki İsveç’in biliyorsunuz saha firması var bu özellikle savaş uçakları falan da var. Sadece İsveç meselesi değil aynı zamanda Amerika’dan bu F 16 uçağı satışıyla ilgili bir rahatlama bekleniyor. Üç, Türkiye’nin Avrupa Birliği süreciyle ilgili bir yeni süreç temenni ediliyor. Dört, eğer böyle bir şey varsa yani bilemiyorum o biraz artık herhalde diplomaside tamam talep edersiniz isterseniz ama makuliyet çerçevesinde olması lazım.

Zeynep Gürcanlı:  Mecliste DEVA Partisi olarak İsveç’in NATO üyeliği gelecek. Artık o açıklandı. DEVA Partisi olarak siz ne düşünüyorsunuz, nasıl bir oy vereceksiniz?

Ali Babacan:  Bu gelecek ama hemen gelmeyecek çünkü bugün meclis kapanıyor. Meclisi ancak normal şartlarda 1 Ekim’de açılırsa meclis 1 Ekim’den sonra gelecektir komisyona görüşülecektir. Ve bu meclisin tatil döneminde aslında karşı taraflara sadece İsveç’e değil çünkü Amerika’da var işin içinde bir miktar da Avrupa Birliği var. Eğer Avrupa Birliği süreciyle ilgili gelişme olursa taraflara da bir bakıma bir süre tanınmış oluyor. Yani siz bunları bunları yapın bizim de işte meclisimiz var. Tabii meclisimizin nasıl bir meclis olduğunu herkes biliyor ama ortada bir tiyatro var. Dolayısıyla yani gerçekten hani demokrasinin tam işlediği ülkelerdeki çalışan meclisler gibi değil maalesef yani onu biliyoruz. Ona göre milletvekili profili oluşturuyor iktidar tarafından ona göre mesela 1 Mart tezkeresini reddeden meclis değil bu meclis. Yani bu meclis başka bir meclis. Dolayısıyla orada da bir şey var ama her ülkede yapıyor bunu yani çok da şey yapmıyorum her ülke bazen işte meclisini mazeret olarak gösteriyor. Biz isterdik ama diyorlar, meclisimiz vardır falan tamam. Dolayısıyla o gün ne kadar bakalım ne olacak, İsveç neler yapacak bunu biz de bekleyeceğiz tabii ama bizim de Türkiye olarak yani İsveç’ten beklentimiz mutlaka ve mutlaka bu terörle mücadele konusunda eksik bırakmasınlar. Müttefiklik ruhuna uygun davransınlar biz bunu bekleriz. Ha diğer konularda tabii önemli.

Elif Doğan Şentürk: Evet devam ediyoruz sevgili izleyiciler. Şimdi artık dış politikadan aslında dışarıdan içeriye geçiş yapıyoruz. Çünkü hepsi birbiriyle ilişkili de gidiyor. Ekonomi de elbette bir ayağını oluşturuyor dışarıdaki ilişkilerin. En son işte İsveç dedik. Meclise ne zaman gelecek? Ekim'de artık nasıl ilerleyecek süreç? Mesela Milliyetçi Hareket Partisi nasıl yönde bir tavır alacak? Az çok biliyoruz aslında daha önceki söylemleri ama Sayın Babacan’a da soruyoruz, tabii siz ne yönde oy kullanacaksınız diye Zeynep Gürcanlı sormuştu. Şartlara göre yani hani o zamanki ya neye göre?

Ali Babacan: Ne yapıp yapmadığını izlememiz gerekecek ama şu var tabii biliyorsunuz yani biz NATO'nun açık kapı politikasını destekliyoruz. Nato'nun genişlemesini destekliyoruz. Yani müttefik olarak içinde olduğumuz bu ittifak sisteminin genişlemesinden yanayız ve Türkiye olarak hem Baltık ülkelerinin hem doğu Avrupa’nın NATO'ya üye olmasına da hep destek verdik ve hep öncü rol oynadık. Ve Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde dikkat ederseniz, Baltık ülkeleri ve Doğu Avrupa ülkeleri Türkiye’ye hep güçlü destek verdi. Yani bizim o taze NATO desteğimizin bir bakıma bir karşılığı olarak da onlar bize taze Avrupa Birliği desteği verdiler o dönemde. Dolayısıyla bu NATO'nun genişlemesi bizim desteklediğimiz bir unsur. Ama başka ülkeler de var mesela Bosna Hersek var dimi? Yani Balkanlara mesela bakmamız gerekiyor. Balkanlarda istikrar çok çok önemli yani Türkiye için önemli. Avrupa'nın genel istikrarı için de önemli. Yani balkanlarda da biraz perspektifle bakmak gerekiyor. Yani Balkanlarda da isteyen iradesi irade ortaya koyan ülkelerin NATO üyesi ve Avrupa Birliği üyesi olmasını da biz destekleriz Her 2 isimle. Ama tabii Türkiye’nin zaten çok eski bir hakkı bu artık. Yani Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilgili bu angajmanı Avrupa Birliği süreci nihayetinde üye olması Türkiye’nin bir hakkı ama üye olalım ya da olmayalım bizim hep duruşumuz Avrupa Birliği konusunda o standartları yakalamak. Yani vatandaşlarımızı şu andaki Avrupa Birliği üyesi olan ülkelerdeki standartlara ulaştırmak. Asıl bizim derdimiz bu. Üyelik nihayetinde bir siyasi karar. Biliyorsunuz ben ilk baş müzakereciydim. 2005-2008 arasında 33 faslın tamamını 2 tur tarama yaptık. Binlerce kişilik heyetler kurdum o zaman. Brüksel’e o heyetler gitti geldi gitti geldi. Hem Avrupa Birliği müstahzaratını öğrendik hem kendi bulunduğumuz noktayı onları anlattık. Aradaki farkları bulduk. Aradaki farkların ne zaman, ne kadar süreceğini, nasıl kapatılacağını, yol haritalarını hazırladık. Hepsi hazır hazırız. Ya bütün bunların aslında geri plana baktığımızda bütün bizim tecrübemiz. Yani o Avrupa Birliği sürecinin tecrübesi de o 33 fasılla ilgili tecrübemiz de bunların hazırlanmasında büyük ışık tuttu bize büyük yardımda bulundu.  Dolayısıyla bütün bu süreçte biz uluslararası işbirliğini önemsiyoruz. Yani ülkelerin birbirlerine açık ve birbirleriyle işbirliği halinde olmasının bizim genelde desteklediğimiz bir kavram. Dostların çoğalması, düşmanların azalması bizim desteklediğimiz bir kavram. Dolayısıyla genel prensibimiz bu parti olarak da bu ama İsveç’le ilgili konuda dediğim gibi bakalım sözler yerine gelecek mi? Tabii detayları çok bilemiyoruz, göremiyoruz. Özellikle terörle mücadelede için işin dış istihbarat boyutu var, dış politika boyutu var.  Yani buralarda her şeyde çok açık olmuyor. Bazen kapalı olarak götürmesi de gerekiyor yani. Şimdi ekonominin tam tersine bu işlerde işin hani devlet sırrı kavramı var ona da saygı duymamız lazım. Güvenlik söz konusuysa. Dolayısıyla oralarda yerine gelecek mi gelmeyecek mi bakalım ama eğer İsveç yani bütün üzerine düşeni yerine getirirse yani pek sorun göremeyebiliriz. Ama çok erken bir şey söylemek için çok erken. Yalnız bu tabii şu da var, bu hani Kur’an ı Kerim’i yakma meseleleri falan. Şimdi bunlar da önemli konular yani. Ben dışişleri bakanıyken de Avrupa Birliği baş müzakerecisi iken de hep söyledim. Çünkü pek çok konu gündeme geliyordu. Ya düşünce özgürlüğü tamam, ifade özgürlüğü tamam ama bu başkalarının kutsalına hakaret anlamına gelmiyor. Yani eğer mesele başkalarının kutsalına hakaret ise bu düşünce özgürlüğü içerisinde bunu değerlendiremeyiz diye bütün Avrupa ülkelerinde yaptığım konuşmalarda hep bunları söyledim. Ya da mesela nefret suçu değil mi? Bu bir özgürlük alanı kardeşim diyemeyiz yani bu bir suçtur. Dolayısıyla Avrupa Birliği 'deki ülkelerden dostlarımızdan ve İsveç’ten de bizim beklentimiz bu nefret suçuyla mesele orada sağlam bir duruş ortaya koymaları. Mesele başkasının kutsalına hakaret ise başkalarının kutsalına dönük eylemlerle insanları eğer siz incitiyorsanız bu doğru bir şey değil.  Yani bunları ifade özgürlüğünün düşünce özgürlüğünün içinde değerlendirmemiz mümkün değil. Ben bunu Avrupalı dostlarımıza defalarca söyledim. O kadar çok konu yaşadık ki yani bu süreç içerisinde.  Dolayısıyla o konuda da biraz daha bizlerin hassasiyetlerini ve bizlerin kutsalına saygı göstermelerini dikkat etmelerini bekleriz.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Şunu sormak lazım, nokta atışı soralım size şöyle ki, şimdi siz DEVA Partisi olarak diyorsunuz ki ekime kadar bir bakalım koşullar ne noktaya geldi ona göre İsveç’i değerlendireceğiz. Ama biz şuna tanıklık ettik. Litvanya'daki NATO zirvesinin sabahında uçakta çıtayı Avrupa Birliği üyelik müzakeresine kadar yükselten bir Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Hatta bizim sorularımız şu oldu, tabii diplomasiyle izleyen insanlar olarak. Hani neden daha somut gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi ya da Amerikan kongresinde takılacak f 16 yerine daha somut f 35’de ki haklarımızın geri alımı gibi hamleler değil de hani çıtayı bu kadar niye yükselttik dedik. 12 saat geçmeden ama zirvenin günü yani biz zaten Ekim’e kalmasını bekliyorduk ama sanki hani hemen geçecekmiş gibi İsveç’e hemen onay verilecekmiş gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan bir fikir değişikliği yaptı. Ve hemen onun öncesinde de bir hafta öncesinde de Reuters haber ajansının Bilal Erdoğan’la ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan oğluyla ilgili bir haberi söz konusuydu. Eşzamanlı olarak Amerika’da ve İsveç’te bir inceleme yapıldığı iddiasını Reuters haberleştirmişti ve Türkiye’de bu haber erişime de engellendi diye de hatırlatalım. Sizce bu 12 saatlik hızlı dönüş nasıl oldu? Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ne söylendi de sabah çıta bu kadar yüksekte iken birden gece yarısı standart çıktı. Türkiye onay verdi dedi?

Ali Babacan: Öncelikle Türkiye’nin onayı şartı bir onay. Yani o orada bir nüansı ortaya koymak lazım. Yoksa iş olmuş bitmiş değil yani daha hükümet süreci var. Arkasından da bizim parlamento sürecimiz var. Şartlı bir onay ama bir Türkiye iyi niyetle ortaya koymuş oldu. Fakat buradaki tutum değişikliği ilgili en önemli faktörü ben Sayın Erdoğan’la Sayın Biden arasındaki telefon görüşmesi ve arkasında yüz yüze görüşmeye bağlıyorum. O yüz yüze görüşme tabii yine kapalı kapılar ardından baş başa olduğu için devlet kayıtlarına giriyor mu girmiyor mu bunları bilmiyoruz. Biz yapardık yani ben baş başa bir görüşme yapsam bir başka dışişleri bakanıyla anında arkadaşları çağırdım yazdırırdım, devlet kayıtlarına girsin, gizli ibaresiyle ki devlet hafızasına eklensin ve bizden sonra gelecek arkadaşlara dönüp baksınlar ne olmuş diye yani kopukluk olmasın diye. Bunları tabii bilemiyoruz ama buradaki en önemli hani oyun değiştirici faktörün Sayın Erdoğan’ın Sayın Biden ile görüşebilme fırsatını bulması. Ve bunu da Biden dikkat ederseniz, seçildiği günden bu yana hep kullanıyor. Hatırlayalım seçildi. Ekim'de seçim oluyor tabii Amerika’da. Göreve gelme Ocak başı oluyor. Seçildikten sonra Erdoğan aradı bir tebrik edeyim diye çıkmadı telefona. Başkan oldu çıkmadı. Ne zamana kadar? Ta ki Ermeni soykırımı ile ilgili iddiaların olduğu 1915 olaylarının yıl dönümünden bir gün önce 23 Nisan, 23 Nisan, 24 Nisan tarihinden bir gün önce sözde soykırım iddialarının yıl dönümünden bir gün önce aradı ve dedi ki, ‘biz bununla ilgili bir tanımaya yakın bir tutum alacağız. Haberiniz olsun’ dedi. Ekim'de seçiliyor, Nisan'da ilk telefon görüşmesi ve telefonda söylediği bu. Dolayısıyla Biden yönetimi bu Erdoğan’la görüşüp görüşmeme kozunu kullanıyor. Ve maalesef bunun da sonuçlarını görüyoruz. Ya bu noktaya getirmemek lazım işleri.

Zeynep Gürcanlı:  Siz hükûmette oldunuz. Amerikan başkanıyla görüşmek bu kadar önemli midir hakikaten kişisel olarak ya da devlet yönetimi açısından?

Ali Babacan: Bakın dikkat edin, şöyle bir kronolojiye bakın, mesela Trump da bunu kullandı. Biden daha çok kullanıyor. İşlerin bu noktaya gelmemesi lazım. Yani Türkiye’nin bir ağırlığı var yani Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ağırlığı var. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmanın bir ağırlığı var. Yani nereden nereye bakın. Ben dışişleri bakanıyken Obama çıktı ilk ziyaret turunda Türkiye’ye geldi biliyorsunuz. O geldi yani çıktı geldi, 3 gün kaldı. Mecliste konuşma yaptı hatırlayın. Türkiye'nin itibarının zirvede olduğu bir dönemde siz sağlam durun itibarlı olun millet size zaten gelir. O sizi arar. Bunları yaşadık. Hani hiç yaşamamış olsak bu konuları bilmiyor olsak neyse de yaşadık.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Bu arada Biden başkanlığı bitecek hiç Beyaz Saray’da ağırlanmadı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı.

Ali Babacan: Evet, ama onu şimdi yapabilirler bakalım tabi müzakereler ne oluyor, arka perde de ne var bunları bilemiyoruz. Ama bundan sonra yapabilirler. Yani ben onu öngörüyorum hani sırada o olabilir. Ama tabii arkada ne alınıyor ne veriliyor bunları bilemiyoruz fakat ben hani Dışişleri Bakanlığı yapmış 8 yıl bu ülkenin Milli Güvenlik Kurulu üyesi olmuş bir insan olarak şu süreci özellikle bu İsveç dahil ama bu f 16’lar şunlar bunlar bu konuyla ilgili şöyle bir kronoloji hatırlatmak istiyorum, bakın yanlış nereden başladı? Bu S400 F35 bütün bu hani S400 aldık onlar F35 vermeyiz dediler falan filan bunun geçmişine baktığınızda aslında ilk sorun bu Page füzeleriyle alakalı sorun. Olayın başlangıcı o. Oradan düğme yanlış iliklendi. Nasıl yanlış iliklendi? Suriye rejimi Türkiye için bir tehdit unsuru olarak algılandığı dönemde hatırlarsanız 3 tane NATO bataryası Türkiye'de konuşlandırıldı Suriye sınırları boyunca. Ve biz o dönemde dedik ki ya bakın bunlar emanet olmamalı. Bizim kendi milli sahibi olduğumuz PAGE bataryaları olmalı dedik. Yani niye biz sizden bunu emanet alalım ki parası neyse veririz. Yapmadılar. Vermediler. Emanet konuşlandırdılar ondan sonra Suriye rejimi Türkiye için bir tehdit olarak artık algılamadı. Çünkü Rusya gelip de Suriye’ye yerleşip rejimi kontrol altına alınca o tehdit ortadan kalkmış oldu Türkiye’yle alakalı. Bataryalar tek tek söküldü, götürüldü. Şimdi bu tabii doğru değil yani müttefiklik ruhuna da uymuyor. Ya biz parası neyse verelim diyoruz niye emanet veriyorsunuz ya burası NATO sınırı değil mi? Kusura bakmayın bu Türkiye’nin güney sınırı aynı zamanda NATO'nun güney sınırı. Biz güney kanat ülkesiyiz NATO'da yani kanat ülkesi diye tabir edilir. Niye vermiyorsunuz bize bunu? Yok veremeyiz. Bu bir yanlış ama tuttu hükümet bir başka yanlış yaptı. Gitti Ruslardan S400 füze sistemini aldı. 2 buçuk milyar dolar para vererek üstelik. Ya bu sistem bizim genel savunma sistemimizle entegre olabilecek teknik olarak uyumlu bir sistem değil. Üstelik bu S400’lerin asıl teknolojisi batıdan gelecek saldırılar ya da batıyla karşı karşıya gelince kullanılmak için bir teknoloji yani. Suriye’den gelebilecek zaten Rus yapımı. Tehdide karşı yine Rus yapımı böyle bir şey yok böyle bir mantık yok yani. Sırf inat. Ha buna da biz sadece kamu alımı ihalesiz bir alım olarak bakılmış mıdır o kadar da artık yani saçma sapan bir işe girmişler midir onu da bilmiyorum. 2 buçuk milyar dolar iyi iş, büyük alışveriş falan filan. İnşallah öyle bir karanlık işler de yoktur arkasında. Sırf bunun içinde yapılmamıştır diye ümit ediyorum yani. Çünkü ne de olsa para dönüyor, satın alıyorsunuz, falan filan ihale yok, şu yok bu yok. İnşallah öyle bir şey yoktur diye ümit ediyorum. Şimdi dolayısıyla bu alınınca tabii NATO üyesisiniz ve böyle bir şey yapıyorsunuz. Bu sefer ne oldu? F 35 sisteminden Türkiye çıkartıldı. Çünkü Türkiye 4 kurucu ülkeden birisiydi biliyorsunuz. Teknolojinin sahibi olan projeye katkı veren 4 ana ortaktan birisiydik biz ve tamamen sistem dışı bırakıldık F35’ler konusunda. 1 Milyar 450 bin dolar da para harcadık biz f 35 projesine. O para da orada gömülü duruyor. Parasını verdiğimiz plakasını aldığımız, ruhsatını aldığımız yani basitleştirerek söylüyorum çünkü uçağın bir sahip olma belgesi var. Uçağın sahibi olma belgesini aldık. Parasını ödediğimiz için uçakları alamadık.

Zeynep Gürcanlı:  Parayı da vermediler.

Ali Babacan:  Şimdi onu ona saydırmaya çalışıyorlar, değil mi? Ya f16’yı verin o parayı da ona sayın diye. Şimdi bizim f35 iddiasından vazgeçmemiz çok büyük bir hata. F35’ten niye vazgeçiyor Türkiye? Yani bunu hükümet açıklıyor mu? Biz niye vazgeçtik diyorlar. Niye F16’ya düşüyorsun ya F16 ta benim çocukluğumda burada Ankara’da üretilen bir uçak değil mi? Ankara'da üretiyorduk biz bu F16’ları yani ta 40 sene önce.  Ben hatta o fabrikayı o çocukluk merakı lisedeyken fabrikayı gezmiştim. Bir tane test uçuşunu izlemiştim falan F16 orada üretiliyordu, uçuyordu falan. 40 sene önce ben çocukken. 40 sene sonra dolaşıyor Amerika’dan F16 alsak.  Aynı kur korumalı mevduat gibi nasıl 40 sene önce sarıyor ekonomide burada da bantı 40 sene..  Tabii şu var F35 ile ilgili teknik sorunlar da var. Onları da biliyorum takip ediyorum çünkü. Teknik sorunlar var, imalat sorunları var, hâlâ çok uzadı proje yani hala kazalar oluyor falan duyuruluyor, duyurulmuyor oralarda sorunlu bir proje hala yani.  Sorunlu ya da değil olsun madem F16’dan sonraki bir sonraki aşama bu teknolojide ya biz işin içinde olalım, sorunlar varsa sorunlardan da öğrenelim değil mi? Oradaki sorunlardan da biz tecrübe ederiz niye sorun çıkıyor, ne oluyor, niye uçak düşüyor falan.

Zeynep Gürcanlı:  Çok ciddi bir istihdamdı. Biz 900 küsur parçasını biz üretecektik sonra o üretimde başka ülkelere kaydırıldı.

Ali Babacan: Şimdi dönüp dolaşıp F16’yı koparabilmeyi başarılı olarak da iç kamuoyunu anlatabiliyorlar yani. F35 ne oldu? Biz nerede ve F35 uçaklarımız parasını verdiğimiz F35 uçaklarımız nerede? Niye hükümet onu istemiyor, niye bunu talep etmiyor? Tamam, acil çözüm için F16 gerekiyorsa onu da alalım ama F35’lerimize ne oldu? Ben buradan soruyorum. Niye bunun peşine düşmüyor hükûmet? Yani. Dolayısıyla bakın düğme bir yanlış iliklenince Patriotlar yani bu gerçekten bizim yani Avrupalı müttefiklerimizin de Amerika’nın da büyük hatası var bu işte. Onlar ya düğmeyi yanlış ilikledi fakat bu hükümette tuttu o yanlışı bir başka yanlışla düzeltmeye başladı. Madem patriot vermiyorsunuz ben de S400 alırım. Ya onu yapmıyor ki kardeşim ne yapıyorsun?

Yıldız Yazıcıoğlu:  Ben sorumu tekrar daha açık sorayım o zaman. Şimdi bir Bilal Erdoğan iddiası vardı NATO zirvesi öncesi. Ondan önce de Trump döneminde ki ilk kez Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na aptal olma ifadesi yazılı bir mektup gelirken Trump, açık açık twitter'dan bir mal varlığı tehdidi de üstü kapalı gösterdi, kongrede yaptı. Şimdi dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesiyle ilgili iddiaların uluslararası politikanın adeta bir parçası haline geldiği ve iddiaların konuşulduğu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ali Babacan: Yani siz de söylüyorsunuz iddia. Arkasındaki nedir bilemiyoruz. Yani arkasındaki gerçekleri bilmeden de kimseyi itham altında bırakmakla doğru değil. Ama şu anda ülkenin yönetim sisteminin zaten en büyük zafiyet tam bu noktada. Yani parlamentonun zayıflatıldığı, hukukun, adaletin tamamen ayaklar altına alındığı ve tek bir kişinin 2 dudağı arasında yönetilen bir ülkede tek kişi üzerinden o ülkeye yön verilme riski olur her zaman. Çünkü herkes bilir ki yargı kardeşim bunu benden istiyorsun ama bizde kanunlar böyle yargı var. Hadi canım sen de derler değil mi? Ne yargısı ne kanunu sen zaten aklına geleni yapıyorsun, istediğini yapıyorsun ne kanununu derler değil mi?  Ya da efendim ama meclisimiz var. Ya öyle de sen istediğini meclisten geçirebiliyorsun zaten milletvekili profilini oluşturuyorsun. Dolayısıyla zaten bu sistemi bizim eleştirmeniz parlamenter sisteme mutlaka Türkiye’nin geçmesi lazım diye iddiamız ve bütün bu seçimden önce ya Millet İttifakı içerisinde parlamenter sistemden yana duruşumuzun en önemli sebebi tam da bu dediğiniz riskler. Yani ben risk diyorum çünkü gerçi bilemiyoruz yani. Burada önemli olan Türkiye'de güçler ayrımı ve denge kontrol mekanizmaları, denge kontrolü. Denge kontrolü neyin dengesi neyin kontrolü? Ülkeyi yönetme gücünü elinde tutanlara karşı bir dengeleme ve onu kontrol. Yani denge kontrol dediğimiz bu demokrasilerde. Güçler ayrımı nedir? Tamam, hükümet bunu yapar ama bağımsız yargımız var der denetler. Meclisimiz vardır hem denetler hem de yasama işini bağımsız yapar. Güçler ayrımının özü bu yani. Bütün bu iddiamız bütün bu çabamız aslında tam da bunun içindi. Yani sistemi değiştirmeden de çok zor bu. Yani Türkiye’de mevcut anayasa geçerli olduğu sürece bütün ülkeyi yönetme erki tek bir kişinin içerisinde denetimsiz, kontrolsüz, tek bir kişinin elinde olduğu sürece bu tek kişi üzerinden tehditle veya teşvikle yani koskoca ülkeyi etkileyebilirsiniz. Bu da doğru bir şey değil yani. Onun için tam demokrasi diyoruz. Onun için güçler ayrımı diyoruz. Onun için parlamenter sistem diyoruz.

Elif Doğan Şentürk: Şimdi mecliste gelelim o zaman artık siyaset de diyeceğiz biraz. Grup kurma aşamasından mı başlamak gerekiyor şimdi meclis şöyle iddialar halen devam ediyor işte sizin demokrat partiden 3 CHP’den 2 vekil almak için görüşmelerimizin devam ettiği Demokrat Parti böyle bir durum yok dedi sorduğumuzda. Saadet ve Gelecek Partisi grubunu kurdu, yer almadınız o grup içerisinde. 5 milletvekiline ihtiyacınız var. Nasıl o 5 milletvekilini, nereden alacaksınız ya da nasıl ilerleyecek süreç? Grubu nasıl kurabileceksiniz?

Ali Babacan:  Şimdi şöyle grup olmak tabii önemli. Yani mecliste grubunuz olduğunda daha çok kürsü hakkınız oluyor ve meclis kürsüsündeki görünümünüz artıyor. Yani en önemli avantajı bu ama grup olmamakta dünyanın sonu değil. Çünkü mecliste sizlerde biliyorsunuz yakından takip ediyorsunuz gidiyorsunuz, geliyorsunuz. Evet, bir mecliste kürsüde konuşmak var. Bir de basın toplantısı odası var ve orada da bir kürsü var, oradan da konuşabiliyorsunuz. Ve orada konuşmak için grubunuz olması şart değil yani üstelik gündemi iyi yakalarsanız etkili bir şeyler söylerseniz yeni proje şeklinde ya da hatalara işaret şeklinde. Mecliste yapılan basın toplantıları bayağı gündem olabiliyor. Biz geçen dönem biliyorsunuz tek bir milletvekiliyle Mustafa Yeneroğlu ile bayağı bir görünürlük sağladık. E şimdi 15 milletvekilimiz var ve bunların hepsi kendi alanlarında çok iyi arkadaşlar. Yani bazılarının çok iyi siyaset tecrübesi var bazılarının başka alanlarda tecrübesi var. Geldiler siyasete bizimle beraber başladı arkadaşlarımız.  Dolayısıyla biz bu çok yani etkin muhalefeti ve demokratik denetim görevimizi grup kurmadan da yapabiliriz. Grup olmasını tabii arzu ederiz. Yani onun katacağı artılar vardır ama biz sadece gruba odaklanıp yani sadece işin hani hukuki şekli kısmına bakıp asıl partimizin uzun vadeli hedeflerine uzun vadeli duruşuna zarar getirecek bir adımı hemen apar topar seçimden sonra atmak istemedik. Böyle bir grupla alakalı yani grupla alakalı, şimdi Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi ile bizim hiçbir görüşmemiz olmadı bu konuda. Fakat enteresan bu konudaki haberler daha çok hükümet yalnız basından çıkıyor. Bugün basın ücretlerine baktım geldim. Şimdi işte bugün birkaç kere Ahaber, haber yapmış DEVA partisi Demokrat Parti ile görüşüyor, Cumhuriyet Halk Partisi görüyor, külliyen yalan. Şimdi. Hükümeti destekleyen medya. Yani zaten hükümet seçimi almış işte %52 ile kazanmışsınız, dönüyorlar, dolaşıyor hala bizimle uğraşıyorlar dikkat edin. DEVA ne yapacak, DEVA ne yapacak?  Grup kurdu kuracak kurdu. Şimdi demek ki bizdeki potansiyeli iyi görüyorlar. Hatırlayın seçim gecesi Sayın Erdoğan çıktı Kısıklı'daki evinin önünde ya konuşmasının 2. dakikasında benden bahsetti. Ya seçimi kazanmışsın dimi %52 almışsın ama kafa burada. Niye? Çünkü ülkenin yarınları ile ilgili gerçek ve büyük bir potansiyelin burada olduğunu görüyor. Gerçek rekabetin DEVA’dan geleceğini gayet iyi görüyor. Onun için uğraşıyor, uğraşmaya da devam edecekler. Çok çirkin ifadeler kullanıyor. Bunlar şöyle yaptı, böyle yaptı falan da filanda diye.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Bu ifadenin birini hemen soralım. Cumhuriyet Halk Partisine yönelik olarak 3 siyasi partiye hatta 4’ü de Demokrat Partiydi sizleri işaret ederek ‘Tokatçılık’ ifadesini kullandı. Milletvekili listesinde yer almanız konusunda. Buna Temel Karamollaoğlu ve Ahmet Davutoğlu, bu ilk grup konuşmalarında hatta yanıt verdiler her ikisi de Erdoğan’a. Sizin buna yanıtınız nedir?

Ali Babacan: Şimdi ben daha önce de defalarca yanıt verdim. Hatta 14 Mayıs ve 28 Mayıs arasında da çok yanıt verdim. Şimdi bu süreç biliyorsunuz yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin listelerinden seçime girme Milletvekili listeleri verilmesine yaklaşık bir hafta 10 gün kala Cumhuriyet Halk Partisi tarafından bize getirilen bir teklif. Yani biz gidip de onlara bunu görmedik. Onlardan bir talebimiz olmadı. Onlar dediler ki, bakın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmamız daha yakın görünüyor. Yani orada Sayın Kılıçdaroğlu Erdoğan'a göre biraz daha yukarıda çıkıyor, biraz daha yüksek çıkıyor anketlerde fakat meclis tarafına baktığımızda 6 parti ayrı ayrı kendi içlerinden geldiği girdiği anda biz mecliste çoğunluğu sağlayacağız dediler. Bize bununla geldiler yani dediler ki Cumhurbaşkanlığını alıyoruz ama meclisi de sıkıntımız var. Ve bize simülasyonlar gösterdiler. Dediler ki bakın ayrı ayrı girdiğimizde çıkaracağımız milletvekili sayısı şu ama beraber tek listeden girersek çıkaracağımız milletvekili sayısı şu. Ve kendi çalışmalarında Saadet, Gelecek ve DEVA’nın toplam milletvekili sayısına+ 32 tane katkıda bulunduğunu söylediler bize kendi çalışmalarında. Biz de simülasyon yaptık. Biz de+ 30 milletvekilini bulduk kendi çalışmamızda. Çünkü D'Hondt sistemi biliyorsunuz ayrı ayrı partiler girdiğinde o küsurat oylar büyük partiye gidiyor ya da bizim açımızdan çöpe gitmiş oluyor. Yani işimize yaramıyor. Diyelim ki 0.75 milletvekili oradan çıkarmışız, yarım milletvekili oradan, işe yaramıyor. Ama diyelim ki CHP’nin bir buçuk milletvekiliyle bizim yarım milletvekilini D'Hondt sistemi göre tek listeye koyduğunuzda 2 tane milletvekili çıkıyor. Öbür türlü bire düşüyor sayı. Ve seçim sonucunda da aslında biz bunlara bakın, önemli ölçüde gördük. Şuradan hemen size birkaç tane örnek vereyim.  Tabii rakamlar olmadan konuşmak biraz şey olabiliyor. Toplamda 2018 seçimlerine göre Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyu %2 buçuk artmış toplamda. Biz neye bakıyoruz DEVA milletvekillerinin DEVA adaylarının olduğu illerde ne olmuş diye bakıyoruz. Bak birkaç tane örnek göstereceğim, çok uzatmadan, yani mesela diyelim ki bizim Kahramanmaraş’tan 2. sırada aday bizim arkadaşımız. İl başkanımız. Kahramanmaraş'ta Cumhuriyet Halk Partisi 2018’de %9 buçuk almış. Bu seçimde %16. 3 almış. Yani oylarında 2 kata yakın artış var ve bir milletvekili iken 2 milletvekili olmuş CHP ve ikincisi de bizim arkadaşımız ama oyları da artmış. Türkiye genelinde 2 buçuk puan artış var. Maraş'ta 6. 8’lik artış var. Geçelim diyelim ki Gaziantep. Şimdi Gaziantep’te %15’ten % 20’ye çıkmış, CHP’nin oyu %5. 3 artış var. Üçüncü sıradaki bizim il başkanımız ve CHP’nin milletvekili sayısı +1 artmış. Yani hem 5 puan artış var Türkiye ortalamasının üzerinde bir artış var. Milletvekili sayısında da artış var. Bizim kendimiz açısından bunları söylüyorum. Mesela diyelim ki milletvekili çıkarmadığımız bir il adayımız var ikinci sırada mesela Şanlıurfa. İkinci sıradaki bizim arkadaşımız. Seçilemedi. %3.5’ten %8’e çıkmış Şanlıurfa'da CHP’nin oyu 3 buçuktan sekize. Mesela Diyarbakır Diyarbakır’a bakıyoruz. Bizim adayımız ikinci sırada. Ali İhsan Merdanoğlu. Diyarbakır'da CHP’nin oyu% 2’den %8’e çıkmış ve Diyarbakır’dan CHP bir tane milletvekili çıkardı. Bizim arkadaşımız seçilemedi ama CHP’nin milletvekili seçildi. Dolayısıyla bizim adayımızın olduğu illerde CHP’nin oylarında ortalama 2 buçuğun daha üzerinde artış var ve çoğu ilde de +1 milletvekili oluşmuş durumda. Yani şöyle bir tabloya baktığımızda biz bunu sonuçlardan görüyoruz. Mesela Siirt bizim adayımız birinci sıra CHP bizden istedi dediler ki ya sizin Siirt il başkanınız çok iyi çok da seviliyor. Bizim o ilk anlaşmamızda olmamasına rağmen sonradan teklif ettiler. Sizin Siirt il başkanınızı 1. sıraya koyalım mı? Dediler. Baktık olur dedik yani zor seçilmesi çünkü Siirt’in sosyal dokusu farklı ama Siirt’te CHP’nin oyu%2’den %8’e çıktı. Bizim il başkanımız 1.sırada.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Yani siz bu artış uyarınca mı CHP’ye borcumuz yok yönünde bir duruş sergiliyorsunuz?

Ali Babacan: Yani biz adayımızın olduğu hemen hemen her ilde CHP'nin ciddi bir oy artışı var. Ortalama Türkiye ortalamasının 2. Buçuğunda daha üzerinde puan artışı var ve+ 1de milletvekili çıkmış durumda çoğu yerde bir o. İkincisi de yani dediğim gibi baştan söylediğim gibi bu karşılıklı anlaşma ve rızayla başlayan bir süreç. Yani bizim gidip hani rica minnet istediğimiz bir süreç değil.

Elif Doğan Şentürk: Siz kendi logomuzla yani alacağız demiştiniz ya hani ilk açıklamanız öyleydi. Sizin o süreçten sonra Cumhuriyet Halk Partisi mi size bizim listemizden girin diye bu teklifi Cumhuriyet Halk Partisi verdi?

Ali Babacan: Tabi tabi. Bakın başka partiler başka şeyler yapmış olabilir, bazen karıştırılıyor. Yani bizim sıkça karıştırıldığımız partiler var biliyorsunuz. Başka partiler başka şeyler yapmış olabilir, onları bilmiyoruz ama bizim hiçbir talebimiz olmadı. Teklif onlardan geldi. Hatta teklif onlardan gelince ben Sayın Kılıçdaroğlu ile oturdum, konuştum dedim ki, bakın bizim açımızdan ciddi bu işin sıkıntıları olur. Yani matematiği anlıyorum. Mecliste çoğunluğu sağlamak için böyle bir şeyin gerektiğini de anlıyorum, tamam ama yani birincisi bizim DEVA markamızı bu incitecek DEVA markamızı yıpratacak bir süreç olacak. Çünkü biz bu kadar hazırlandık. Şimdiye kadar yaptığımız en büyük reklam kampanyasını yapıyoruz. O hafta hatırlayın. Yani çok büyük para harcadık reklama ve bizim hazineden bir kuruş gelirimiz yok. Tamamen bağışlarla dönen bir sistemimiz var. DEVA diye gireceğiz diye dünyanın reklam parasını harcıyoruz hatırlayın. Billboardlar bütün Türkiye genelinde. Yani internette dünyanın reklamları çok ciddi reklam kampanyasının ortasındayız ve bize diyorlar ki ya bizim listemizden girin. Bakın bizim şeyimizi etkiler. Yani kendi marka markamızı etkiler. Teşkilatlarımıza biz bunu anlatmakta güçlük çekeriz bir, ikincisi DEVA’ya oy verecek insanların tamamını taşıyamayabiliriz. Yani böyle bir söz de veremeyiz. Çünkü DEVA Partisinde normal şartlarda oy verecek insanların bir kısmı bir kısmı hepsi değil, yani tamamen yok olmaz ama bir kısmı yani CHP ye evet demeyebilir. Bunu ben size dürüstçe anlatmak zorundayım. Yani bunların hepsini söyledik, hepsini konuştuk. Ve ondan sonra rakamlar üzerinde durduk. Ondan sonra illeri konuştuk ve karşılıklı rızayla ve anlaşarak bunu yaptık. Yani dolayısıyla bu karşılıklı rıza ve karşılıklı yapılan bir anlaşmayla oluşan bir sonuç. Dolayısıyla bunun içindir ki biz söylüyoruz yani biz hani talep eden biz olmadık. Teklif geldi. Ama bunu niçin yaptık? Şu anda mesela biz teşkilatlarımızla sürekli istişare toplantıları yapıyoruz. Geçen hafta 81 il başkanımız Ankara’ya geldi gitti gruplar halinde 3 gurup halinde hepsini dinledik. Mesela ortak logoyla ortak listeden seçime girmiş olmanın teşkilatlarımız üzerindeki etkisini yani anlatamam. O kadar üzgün arkadaşlarımız. Diyorlar ki ya o kadar hazırlanmıştık diyorlar. 53 tane il başkanımız bizim aday adayı olmak için istifa etti. 53 ilde birden kendi seçileceklerine inanıyorlardı bakın. 53 il başkanı niye istifa ediyor? Ben aday olacağım ve kazanacağım diye istifa ediyor değil mi? 75 tane ilçe başkanımız bize bildirilen sayı aday olmak için istifa etti pozisyonunda. Bu kadar hazırlanıyorduk. Reklam yapıyoruz bir yandan ve şu anda teşkilatlarımızı en çok üzen konu ya diyorlar ki ‘keşke kendi logomuzla gitseydik.’ Niye yaptık bunu? Baktık ki gerçekten tablo doğru. Gerçekten herkes ayrı ayrı sevip girdiğinde milletvekili sayısı düşüyor. Düştüğünde de biz meclis çoğunluğunu sağlayamıyoruz. Bu gerçeği CHP de gördü bize anlattı, biz de bu gerçeği gördük ve biz şu hesabı yapmadık ya kaybedersek demedik. Kazanacağız diye hareket ettik. Yani kazanmak için karar verdik biz. Ya kaybedersek ne olurun hesabını hiç yapmadık. Yani gemileri yaktık ve bu seçimi kazanacağız diye aldık bütün kararlarımızı.  Karar alırken şöyle önce Türkiye mi DEVA mı ikilemi yaşadığımız her anda önce Türkiye dedik. Yani bunun partimiz üzerinde olumsuz etkisinin olacağını biliyorduk. Yeni kurulan partiyiz. 3 buçuk yıllık bir emek var, 81 il başkanımız var, 766 tane ilçe başkanımız var. Pırıl pırıl kadrolar, bunların çoğu siyasete iktifa başlamış, heyecanlı arkadaşlar ve biz ilk seçimde bir başka partinin Cumhurbaşkanı adayıyla başkalarının listelerinden girdik. Yani bu büyük bir fedakârlık bizim açımızdan. Yani evet 15 milletvekilimiz var ama hani parti kimliği açısından kurumsal yapımız açısından da çok ciddi bir risk aldık yani onu da ortaya koymak lazım. Bizim için de çok zor bir karar oldu.

Zeynep Gürcanlı: Ayrı girseydiniz 15’ten fazla milletvekili olabiliyor muydu, olur muydu yani onu da hesaplamışsınızdır.

Ali Babacan: Ayrı girseydik bizim de milletvekili sayımız daha az olacaktı CHP’nin ki de daha az olacaktı. Çünkü CHP bize zaten onun hesabını getirdi dediler ki bakın ayrı ayrı geldiğimizde hepimizin milletvekili sayısı düşüyor. Ama beraber geldiğimizde toplam 32 milletvekili sayısı artıyor. Bizim de artıyor. Sizin de artıyor. Herkesin artıyor. Bize bu hesabı sundular. Baktık biz de hesap yaptık onlar 32 buldu, biz de 30 bulduk gerçekten. Sadece DEVA’nın katkısını 18 bulduk bakın bizim kendi çalışmamızda. Yani sadece mesela diğer hiçbir parti girmese sadece CHP ile DEVA ortak liseden girse toplamda+ 18 milletvekili oluşuyordu bizim hesapta. Yani CHP'nin hesaplarıyla çok yakın çıktı bizim hesaplarımızda. Dolayısıyla bu şey değil yani. Yapmasaydık ne olurdu? Yapmasaydık şu eleştiri olacaktı yani diyeceklerdi ki siz ayrılık yaptınız, işbirliğini kabul etmediniz. Hem CHP’ye kaybettirdiniz hem kendiniz kaybettiniz hem de Millet İttifakı sizin yüzünüzden meclise daha az milletvekili çıkarttı diyeceklerdi bize bunu. Yani bu sefer de onu yaşayacaktık. Bugün de onun eleştirisi altında olacaktık. Niye ayrılık yaptınız? Niye burnunuzun dikine gittiniz? Niye bu işbirliği teklifini kabul etmediniz. CHP geldi size ortak liste teklif etti de bakın hem hep beraber daha fazla milletvekili çıkacaktık da siz niye bu teklifi reddettiniz? Niye biz DEVA’yız dediniz. Bugünler de biz bununla eleştiriliyorduk, ben biliyorum yani. Dolayısıyla şöyle ya da böyle bir karar vermemiz gerekiyordu ama karar vermede şu var biliyorsunuz, tarihçilerin şey yoktur. Yani tarih biliminde geçmişe doğru gidip ya şöyle olsaydı, sonucu ne olurdu böyle bir şey yok. Yani tarihçiler ne yapar bunu atar bunu bir görürsünüz ama bundan sonraki kararlarınızda bu bilgi ışığında alırsınız.

Zeynep Gürcanlı:  İşte onu soracağım. Ben şimdi ona geliyorum. Şimdi 9 aya kadar bir yeni seçim var, bir fedakârlık yaptık diyorsunuz kendi adınıza logomuzdan vazgeçtik, Cumhurbaşkanı adayımız dan vazgeçtik. Bunun da amacı kazanmaktı. Kazanmayı düşünerek girdik dediniz. Şimdi bir seçim daha var.

Ali Babacan: Demokrasi kazansın dedik parlamenter sistem kazansın dedik. Şöyle ya da böyle yani sistem değişsin dedik. Bizim amacımız sistemi değiştirmek ve bunun için kendimiz belki yaralandık berelendik dedim ya gemileri yaktık. Çünkü kazanmaya odaklandık ya kazanamazsak hesabını hiç yapmadık.

Zeynep Gürcanlı: Yerel seçimde de aynı hesap olacak mı? Tam olarak bunu sormak istiyorum. Çünkü şimdi de görünen yine bir ittifak olmadığı takdirde büyük şehirlerin şu anki şu an muhalefette olan CHP demiyorum, muhalefette olan büyük şehirlerinde açıkçası tekrar iktidar kesimine gitme ihtimalinin çok büyük olduğu hele ki seçmemdeki yılgınlığa da düşünürseniz, bütün kamuoyu araştırmaları bunu gösteriyor. Benzer bir süreç yaşar mıyız yerel seçim içinde? Bu ittifakın belki ittifak adı altında değil, yardımlaşma, dayanışma, işte başka isimlerle görecek miyiz biz yerel seçimde?

Ali Babacan: Biz yerel seçimle ilgili şunu yaptık, 81 il başkanlığımızdan dedik ki siz bütün ilçelerimizle konuşun. İnsan kaynağı envanterinizi gözden geçirin. Ve bize öneriler getirin. Yani biliyorsunuz, 30 tane Büyükşehir Belediye Başkanı var. 51 tane büyükşehir olmayan belediyenin il belediye başkanı, 922 tane ilçe belediye başkanı var, 300’ün üzerinde belde belediye başkanı var ve 10 binlerce meclis üyesi var.  Seçilecek yani.  Burada çok geniş bir şey var yani genel seçim gibi değil. Genel seçimde bir Cumhurbaşkanı seçiliyordu 600 tane milletvekili için. Burada çok geniş bir yelpaze var ve 81 il 922 ilçe falan filan. Dedik ki, arkadaşlarımıza siz gidin ilçe başkanlarınızla konuşun, il yöneticilerinizle konuşun ve bize öneri getirin. Yani örneğin biz Tekirdağ’da yerel seçime nasıl girmeliyiz? Hakkâri’de yerel seçime nasıl girmeliyiz? Mesela diyelim ki tamamen örnek veriyorum Samsun’un bir ilçesi. Bu ilçe de çok iyi bir isim var. Yerel seçimler biliyorsunuz parti tamam ama önemli isimler çok önemli. Yani iyi bir isim sevilen iyi isimler hangi partiden olursa seçimi kazanmaya yakın olabiliyor. Mesela diyelim ki Samsun’un şu ilçesinden çok iyi bir isim var. Ve biz burada bu arkadaşla bu seçimi alırız mesela. Ama deyin ki işte başka bir ilde şöyle şöyle, mesela bir işbirliği modelitesi olursa şu şu partilerle daha iyi sonuç alabiliriz diye biz bunu şimdi teşkilatlarımıza sorduk. Teşkilatlarımıza dedik bunu çalışın, biz sizden 81 tane rapor istiyoruz ama 81 raporu sadece 81 il için değil, aynı zamanda bütün ilçelerle ilgili. Bu raporlar gelecek bakacağız. Yani şu anda kategorik olarak şöyle yaparız, böyle yaparız demek istemiyorum bugün itibariyle. Ama şu var ki, teşkilatlarımız bu genel seçimlerde kendi logomuzla girmemiş olmanın verdiği ağır bir travma yaşıyorlar. Çok üzgünler, haklılar arkadaşlarımız pırıl pırıl arkadaşlar hepsi yani büyük bir heyecanla hazırlandılar ettiler sonra DEVA’nın o kadar broşürler bastırdık. Yani billboardlar şunlar bunlar. DEVA damlasını anlatmak için insanlara DEVA markasını yerleştirmek için çok büyük gayret yani. Hem emek hem para harcadık. Ama seçim pusulasını insanlar açtığı DEVA yok orada. Yani bunun getirdiği bir travma yaşıyoruz Biz şu anda teşkilatlarımıza. Çok haklı arkadaşlarımız. Bunun da etkisiyle raporları alacağız, bakacağız yani tabii esas nedir? Bu esas her partinin kendisinin seçime girmesidir. Esas odur yani. Yani esas ana senaryo, ana senaryo her partinin kendi adayları kendi listesine girmesi ama teşkilatlarımızdan işbirliği modelleriyle ilgili teklifler gelirse bunlar da dikkate alacağız. Ama onlar teklif etti diye hemen olması olmayabilir yani. Çünkü bu işin karşı tarafı var. O karşı taraflar ne düşünür, ne yapar bunları bilemiyoruz.  Yani şu anda biraz erken bir aşamadayız. Ama ana senaryo, ana senaryo her partinin kendi logosuyla ve kendisinin seçime girmesidir.

Zeynep Gürcanlı: Ama sizin kategorik olarak da reddetmediğinizi de görüyorum yani en azından bölgesel bazda işbirliklerin yani ya da şey var  gibi.

Ali Babacan: Yani tabii bu bölge bölge çok değişiyor olabilir işler ama bizim için asıl olan teşkilatlarımızın o ilde ve ilçelerdeki kendi öz güveni. Bizim için o esas yani o öz güvenini biz görürsek ve iyi de isimler olursa yaparız.

Elif Doğan Şentürk: İstanbul il başkanınızın size yönelik sözleri oldu Sayın Babacan. Yani nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne dedi işte hatta diyor ki, mesela parti içi demokrasi diyor, AK Parti'de daha fazlaydı. İşte sizinle istişarenin olmadığını..  Evet böyle ifadeleri oldu ve istifa süreci nasıl?

Ali Babacan: Ben prensip olarak bugüne kadar ayrılan arkadaşlarımızın ardından tek bir kelimelik beyanatta bulunmadım. Çünkü ayrılan arkadaşlarımızın her birisinin az ya da çok emeği vardır, hakkı vardır partimizde. Kısa ya da uzun çalışmışlardır, az çalışmışlardır çok çalışmışlardır ama ben kimsenin arkasından bugüne kadar tek bir kelime görüş beyan etmedim. O prensibi de bozmayım şimdi.

Yıldız Yazıcıoğlu: Şimdi o zaman şunu soralım, az önce dediniz ya teşkilatlarımız travma yaşıyor. Cumhuriyet Halk Partisi de bir travma yaşıyor. Özellikle CHP seçmen tabanı bir travma yaşıyor. Çünkü hani ifade ettiniz ya bizim önümüze veriler geldi, 14 Mayıs’taki meclis çoğunluğunu sağlamak, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu önde görünüyordu. 2 türlü travma var. Birincisi neden fatura sadece Kemal Kılıçdaroğlu'na çıkmış gibi de tartışılıyor? Hatta Kemal Bey de bunu ima eden bunu ifade eden açıklamalarda bulundu grup konuşmalarında. Birincisi bu ikincisi de CHP seçmeni de şöyle bir travma yaşıyor, yani biz 4 siyasi partiyi daha listemize aldık ve biz özellikle birtakım illerde Çankaya gibi ilçelerde CHP seçmeni olarak partimize tırnak içerisinde sadakat gösterdik ama işte daha sağ, daha muhafazakâr milletvekillerini de içinde barındıran siyasi partileri meclise biz taşıdık. CHP seçmeninin travmasına ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun yalnız bırakıldığını düşünüyor musunuz? Faturanın Kemal Bey’e sadece çıktığını düşünüyor musunuz?

Ali Babacan: Ben CHP'nin seçmenini de çok iyi anlıyorum ama tabii biz ne yapacağız önce herkes işaret parmağıyla kimi göstereyim derken önce kendini göstermesi lazım. Kendini değerlendirip kendi özeleştirisini yapması lazım. Önemli olan o. Bu açıdan baktığımızda hep kazanmaya odaklandık biz. Kaybedersek ne olurun hesabına hiç girmedik. Arkadaşlarımıza da söyledik 6'lı masada da birkaç kere dinlendirdik. Çalışmalarımızda en az üç kere dedim ki bakın konuşurken yaparken ya kaybedersek deyip kararlar alırsak dedim masada doğru olmaz. Kazanacağız ve kazandıktan sonra ne yapacağımızın kararını masada almamız lazım. Kararlılıkla ilerlememiz lazım yoksa tereddüt içerir vatandaş görür hisseder insanlar. Belki de b planı yapmalıydık bilmiyorum kendi açımızdan baktığımızda.

Elif Doğan Şentürk: Tam da öyle bir soru var aslında. Yani diğerini göz ardı etmek stratejik bir hata değil midir diye. Hani siz kazanmak üzerine hesap yaptık diyorsunuz ya deniliyor ki kazanmak üzere hesap yapmak, diğerini göz ardı etmek, stratejik bir hata değil midir? Ve bunu göz ardı ettiğiniz için de hani bir pişmanlık var mı? diyecektim ki bir b planı derken neyi kastettiniz?

Ali Babacan: Aslında kaybetmeye hiç hazırlamadık. Yani belki de orada bir hatamız oldu bilmiyorum yani. Hani kaybedersek ne olur? DEVA olarak da hiç o hesaba girmedik. Yani 6’lı masada da öyle konularda ben bizzat şey yaptım yani kazanırız ve ona göre karar almalıyız diye. Yani olabilir, yani hani kaybedersek ne olur kaybedersek nasıl bir şey olur? Yani bunun bir hazırlığı. Kaybettiğimiz durumda işte hangi parti ne yapar, ne eder bunları yapmadık. Çok düşünmekte istemedik belki de. Düşünmemiz gerekiyordu yani.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Peki hesap nerede şaştı? Yani şimdi Kemal Kılıçdaroğlu'nun kendisi hep hesap uzmanı sizin de rakamlarla aranız iyi, yani tüm bu veriler yukardayken hesap nerede şaştı?

Ali Babacan:  Seçime doğru giderken araştırmaları hep beraber gördük değil mi çok sayıda araştırma şirketinin sonuçları açıklandı. Fakat sonuçta aslında ne oldu? Büyük şehirlerde yani merkezlerde aslında Erdoğan kaybetti. Biz kazandık ama şehir nüfusu küçüldükçe ve kırsala gittikçe Erdoğan'ın oyu yükseldi ve bizim desteğimiz azaldı. Yani mesela ilk 10 şehre bakın ilk 10 şehirde biz ilerdeydik Erdoğan gerideydi mesela. Seçim sonucu da öyleydi. Burada şu olabilir aklıma şu geliyor araştırma şirketleri anket yapanlar ister istemez çok kırsala belki ta kırsal köylere falan filan gidemiyorlar insanlarla konuşmak için. Daha çok merkeze yakın yerlerde bu araştırmalar bu örneklenmeler yapılıyor. Ve merkezler de kolay ulaşılan ve anketörlerin kolay dolaştığı yerlerde ama telefon anketi ile kırsala ulaşabiliyorsunuz. Telefonda eğer doğru örneklendirme yaptıysanız kırsala da ulaşabiliyorsunuz. Bir o aklıma geliyor bir de şunu yapamadık. Öncelikle şunu söyleyeyim biz tarihin doğru zamanında doğru yerde durduk. Demokrasiden yana durduk haktan adaletten yana durduk orada benim asla bir pişmanlığım yok. Özgürlüklerden yana bir tutum aldık. Bir taraf baskı zulüm özgürlük kısıtlayıcı bir şekilde iş yaparken yolsuzluğun gittikçe çoğaldığı bir ekonomi yönetimi varken ülkede  biz bu tarafta temiz siyaset dedik siyasi etik yasası dedik, parlamenter sistem dedik, 84 maddelik anayasa.. Dolayısıyla tarihin doğru zamanında doğru bir noktada durduk ama bu duruşumuzu vatandaşlarımıza tam olarak anlatabildik mi? hayır. Özellikle belki merkeze daha iyi anlattık ama gidip de köy köy kırsalda mesela vatandaşlarımızı ikna edebildik mi oralarda zafiyetimiz oldu. Bizim için DEVA için de bir zafiyetti belki Millet İttifakının geneli için de zafiyetti bu. Dolayısıyla çok eskiden beri kırsalda teşkilatları yoluyla o iletişim ağını kurmuş olan Erdoğan oralar üzerine daha çok etkili oldu. Oralardan daha çok oy aldı. Belki de bizim merkezler tamam ama gidip kolları sıvayıp köylerde daha çok dolaşmamız gerekiyordu muhalefet olarak yani.

Zeynep Gürcanlı: Kampanyada da bir sıkıntı yok muydu bu anlamda? Çünkü biz hepinizi bir arada gördük. Yani çok az dağıldı. 6 tane liderdiniz artı 2 tane de Cumhurbaşkanı adayı var. Yani toplam 8 kişiden bahsediyoruz ama biz sizi yani bütün bu 6’lı masa liderlerini Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de, büyükşehirlerde hep bir arada gördük. Yani o mitinglerde. Bu da bir hata olabilir mi dağıtmamak?

Ali Babacan: Aslında bu kampanyada 8 kişinin bir arada olduğu 3 miting vardı. İzmir İstanbul'da ve son Ankara. Onun haricinde bir arada değildik hatta biz şunu yaptık kampanyanın ilk başında CHP ile iki noktada ortak heyet oluşturduk kendi inisiyatifimizde. Yani DEVA olarak biz, yani dedim bu koordinasyon gerekiyor. Hem kitle iletişim yani reklam kampanyası açısından hem de saha çalışması açısından bir koordinasyon gerekiyor. Dolayısıyla biz iki tane ortak çalışma grubu kurduk CHP ile. Aralarda başka partiler de katıldı buna. 1. grubumuz diyelim ki tamamen reklam filmleri kampanyanın stratejisi konusunda yakın çalıştı arkadaşlarımız. 2. grupta da saha çalışmalarımız. Mesela CHP'nin saha çalışmaları ile ilgili dedik ya Kemal Bey nerelerde mitingler yapacak siz bizim nerelerde hangi noktalarda olmamızı tercih edersiniz dedik mesela. Onlar dedi ki mesela örnek veriyorum Zonguldak'ın şu şu ilçelerinde iyiyiz ama şu ilçelerde zayıfız. Mesela ben dedim ki Çaycuma’ya giderseniz çok iyi olur. Ben gittim Çaycuma’da bugüne kadar yapılmış en geniş mitingi yaptık. Ama aynı gün 3-4 tane büyük şehirde başka partilerin mitingi varken bizim Çaycuma mitingimiz çok haber olmadı mesela gibi. Ya da mesela dediler ki bu Kocaeli mesela Gebze sanayi bölgesi oralarda zayıfız. Program yapar mısınız dediler gittik oralarda programlar yaptık. Onları konuşarak yaptık. Ve birbirimizin eksiğini tamamlayacak bir şekilde CHP ve Sayın Kılıçdaroğlu'na desteğin daha az olabileceğini düşündüğümüz ve bizim daha çok etkili olabileceğimizi düşündüğümüz alanlarda gittik çalıştık. Ben de öyle yaptım genel başkan yardımcılarımız da yaptı. Teşkilatımız da bunu gerçekleştirdi ama takdir edersiniz ki büyük illerdeki ana mitingler diyelim ki o gün üç dört tane miting olmuş diyelim ki Erdoğan miting yapmış diyelim ki Sayın Kılıçdaroğlu bir yerde yapmış onlar daha çok haberdeler ama bizim Gebze’deki programımızı akşam haberlerinde görmediniz mesela. Dolayısıyla şunu da dedik hangi mitinglerde benim Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber olmamı istersiniz. Çalışın bize dönün dedik. Sanırım 4-5 tane il dediler. 6'lı olmasa da 4 5 ilde hatırladığım kadarıyla Sivas'ta Kayseri'de Balıkesir'de beraberdik ve bu onlardan gelen talep üzerine oldu. Yani dediler ki mesela Balıkesir mitinginde beraber olsanız iyi olur. Çünkü biz oranın sosyal dokusunu iyi görüyoruz diye. Sayın Karamollaoğlu senin Davutoğlu yaptı bunu biliyorsunuz. Farklı farklı illerde beraber oldular dolayısıyla sürekli beraber değil nerede ne gerekiyorsa onu yaptık. Ben münferiden de çok program yaptım. Her günüm sabahtan akşama kadar gece yarısına kadar doluydu yani. Dop dolu bir kampanya yürüttük. Ama dediğim gibi ihmal ettiğimiz kitleler oldu ulaşamadığımız insanlar oldu. Yani bu %48 i %55'e doğru itemedik yani. Sonuç böyle. Biz de üzüldük hem üzgünüz hem kızgınız. Ya bu işin tabii keşkesi olmuyor yani ama şu var biz şimdi bakınca şöyle, Türkiye’deki siyasi tabloya iktidarın ne yaptığını ve ne yapacağını gayet iyi kestiriyoruz. Ne yaptığını da gayet iyi biliyoruz. Türkiye'deki siyaset tablosuna muhalefetin her şeyine bakıyoruz. Yani eğer bugün DEVA Partisi diye bir parti olmamış olsaydı, biz bugün hemen sıfırdan kolları sıvar yeni bir DEVA Partisi kurardık. Çünkü Türkiye’nin şu andaki tablosuna baktığımızda bizim için siyasette olmak bir ahlaki mecburiyet, bir toplumsal mecburiyet, bir vicdani mecburiyet. Ya bu ülkenin bu kadar kötü yönetilmesine bu kadar büyük problemlerine sırtımızı dönüp gidemeyiz yani. Hani bu işleri hiç yapmayan bir insan belki der ki ya zaten anlamadığım bir iş ben ne yapabilirim ki der. Ya da gider hayatını başka ülkede arayabilir ya da ne bileyim kendi içine gömülür. Aman gölge etmesinde ne olursa olsun bu hükümetler falan. Öyle yapamayız biz. Üstelik bugün bakın sivil toplum meslek örgütleri önemli ölçüde sindirilmiş durumda. Yani çok parası olanın sözü geçmiyor artık Türkiye’de. Yani eskiden TÜSİAD bunlar bir açıklama yapardı bayağı siyaseti sarsarlardı. Şu anda Türkiye’nin en büyük para sahiplerinin siyaset üzerinde bir etkisi yok.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Belki Osman Kavala'nın hapiste olması bir örnek teşkil ediyordur.

Ali Babacan: Örnekler öte bir kişi üzerinden tüm iş dünyasına ayar verme. Ya bu ne demek? Osman Kavala hadisi nedir? Bak kafamı bozmayın, sizi bir içeri atarım, kimse kurtaramaz.

Zeynep Gürcanlı: Ya da Merdan Yanardağ...

Ali Babacan: Dolayısıyla çok çok büyük sayılarda yapmak gerekmiyor yani. Bir tane yapınca o yüzlerce binlerce kişi hükümete göre … Ama biz rahatız. Yani biz, yani açıkça doğru bildiğimiz her şeyi konuşuyoruz. Hiçbir şeyden korkmuyoruz, çekinmiyoruz, özgürüz, kimseye borcumuz yok söylediğim gibi. Yani kimseye ne bir minnet borcumuz ne bir şeyimiz yok, çok rahatız yani ve tek borcumuz bu millete doğruları söylemek, doğruları anlatmak yani. Ve bunu da yapmak şu anda o kadar büyük bir görev o kadar büyük bir vazife ki bu ülke için yani yanlışa yanlış demek doğruya da doğru demek. İşte, bunu da başarmalıyız. Şimdi hükümet kuruldu değil mi? Yani hükümet kurulunca mesela diyelim ki ekonomi tarafında 2 arkadaşımız tanıyoruz. Öbür tarafta dış politika, güvenlik tarafında benim bildiğim daha önceden hukukumuz olan 2-3 insan var mesela. Yani onlar ya bu arkadaşlar iyi arkadaşlar ben biliyorum şimdi bunlar yani mesela birkaç tanesini aradım, tebrik ettim şeyi hükümet açıklandıktan sonra. Dedim ya sevindim dedim hani sizin orada olmanız ama yeter ki dedim sağlam durun. Doğrular için mücadele verin. Yani şimdi sağlam durun doğruların mücadelesini verin. Önemli olan o. Dolayısıyla bu yani doğruya doğru diyeceğiz. Doğru bir şey yapıldıysa takdir edeceğiz. Yani Türkiye’deki klasik muhalefet anlayışı her şey yanlıştır. Biz her şeye karşıyız. Yani öyle de olmamalı. Yani bizim üzerimize düşen sorumlu muhalefet anlayışı doğru bir şey gördüğümüzde gerçekten ya bu iyi oldu tamam takdir ediyoruz demek ama yanlışlara da yüksek sesle bu olmaz kardeşim yanlış yapıyorsunuz, doğrusu da budur diye koymak. Sadece yanlış yapıyorsunuz deyip hiçbir zaman durmuyoruz. Mesela ben pazartesi günü basın toplantısında ne yaptım? Şunlar şunlar yanlış dedim ve doğrusu şudur diye sıraladım. 20 tane madde sıraladım şunu yapın, şunu yapın, şunu yapın, şunu yapın, daha fazlası bütün buralarda var, çalışılmış bakın. Hatta gerekirse dedim bizim elemanlarımızı göndereyim eğer dedim hani yazılanı anlamıyorsanız biz arkadaşlarımızı gönderelim anlatsınlar yani buna da varız. Yeter ki bu ülke bir an önce iyileşsin tek amacımız bu.

Elif Doğan Şentürk: Devam edelim, sevgili izleyiciler. DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan’la konuşuyoruz. Sorularımızı yönetiyoruz. Seçim öncesi ve sonrası önemli konu başlıkları birikti zaten. Şimdi en son reklama giderken efendim, küskünlük, kırgınlık… Bütün bunlar seçmene yansımış durumda. Nasıl ikna edilecek, tekrar seçmen?

Ali Babacan: Bu bizim Millet İttifakı olarak daha da önceki adıyla 6’lı masa olarak aslında başardığımız en önemli konu şu oldu, mahalleler arasındaki duvarları aşağıya doğru indirdik. Çok farklı kesimler insanların bir araya gelip bu ülkenin yarınlarında buluşabileceğini yarınlar için ortak hedef ve hayallerinde buluşabileceğini de aslında tüm topluma göstermiş olduk. Yani bunu ben başlı başına Türkiye için çok büyük bir kazanım olarak görüyorum. Yani öbür tarafta bir kutuplaştırma, ayrıştırma siyaseti varken bu tarafta buluşma, birleşme ve helalleşme siyaseti vardı.  Yani onun için de tarihin doğru zamanda doğru yerde durduğumuzu ben inanıyorum. Yani bana sorsanız kavga mı, gürültü mü, ayrıştırma mı yoksa birlik mi, beraberlik mi, kardeşlik mi, helalleşme mi? Ben bu tarafta durmayı tercih ederim. Ülkem için tercih ederim yani ve en şiddetli ihtiyacımız ülke olarak. Öbür taraf seçimi kazanmak için toplumun bir kısmı tamamen itti ötelendi biz ise farklı kesimlerin bir arada siyaset yapabileceğini, toplumumuza göstermeye çalıştık. Fakat şuna üzüldüm seçimlerden sonra yani CHP ye ve Sayın Kılıçdaroğlu'na destek veren basın kuruluşlarından yorumculardan bir kısmı hatta önemli bir kısmı öyle bir söylem, öyle bir tavır içerisine girdiler ki yani adeta ‘ya siz bu partileri niye yanınıza aldınız ki bunlarla işiniz neydi? Niye beraber oldunuz ki? Bak zaten faydaları da olmadı’ gibi bir tutum almaya başladı. Bunu ben çok zararlı görüyorum. Ülkemiz açısından çok zararlı görüyorum. Yani buradaki bir arada olma gayretini aslında hiçe sayıp zaten yanlış yaptınız. Zaten bir arada olmamalıydınız. Niye bunlarla beraber oldunuz? Niye bu masayı kurdunuz? Niye şu şu şu partileri yanınıza aldınız ki onlar zaten sizden ayrı gibi, yani toplumda derinlerde olan bu mahalleler arasındaki aslında duvarların yeniden yükselmesiyle alakalı bir ortam oluşturuyorlar şu anda Türkiye’de. Bunun ülkemize bir faydası yok. Gerçekten çok yazık oluyor ve bu ayrışma aslında toplumumuzda istenen bir ayrışma değil. Bugün üniversite kampüslerine gidin. Ya 18, 20, 25 yaşında gençlerimiz bir aradalar. Böyle ayrılık falan yok. Ayrışma gayretleri de yok istemiyorlar da böyle bir şey. Yani herkes birbiriyle arkadaş falan. E bakıyorsunuz bir apartmanda oturan komşulara şimdi bunlar yani gözüne batırmak için, ‘bak şu şöyle bunun kimliği şu, ha senin alttaki komşunun söylemiş, haberin var mı?’ Falan filan demek doğru bir şey değil yani. Biz hep beraber Türkiye’yiz. Onun için biz bu ülkeden asla umudumuzu kesmiyoruz asla. Ve bir olma, beraber olma, iş birliği, siyasi diyalog bunu çok önemsiyoruz. Partiler arasındaki diyalogu önemsiyoruz. Partiler arasındaki işbirliğini önemsiyoruz. İttifak olur olmaz. Bu yerel seçimlerde işbirliği olur olmaz. Ben ondan bağımsız söylüyorum. Yani siyasi partilerin birbirleriyle konuşuyor olabilmesi aslında topluma ya biz hepimiz biriz, beraberiz, birbirimizi konuşuruz. Ha siyasi iddialarımız farklı olabilir, hedeflerimiz birbirinden biraz farklı olabilir. Farklı iddialarla vatandaşlarımızın karşısına çıkmış olabiliriz ama hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız ve hepimiz biriz, beraberiz aslında. Yani seçimlerde kim kime oy verdi ya AK Parti'ye oy vermiş MHP’ye oy vermiş CHP’ye oy vermiş. Başka partilere ya da Saadet Partisi’nin seçmeni DEVA Partisi’nin seçmeni, biz hepimiz Türkiye’yiz. Ya bunu bu sefer her zaman aklımızda tutmamız lazım ve bu ruhla çalışmamız lazım. Bu ülke çok büyük bir ülke. Ya inanın bu kadar kötü yönetilmesine rağmen hâlâ ayakta kalan bu kadar ekonomi üzerinde tepinilmesine rağmen her türlü yanlışın yapılmasına rağmen hâlâ batmayan bir ülke hâlâ. Bakın elektriğimiz yanıyor değil mi bu kadar kötü yönetime. Rezervler inmiş eksiye, herhalde bugünlerde 48 50 milyar dolardı rezervler ona rağmen elektriklerimiz yanıyor falan. Bu kadar kötü yönetime rağmen yine işte yalvar yakar olsa da 3,5 kuruş Türkiye’ye para gelebiliyor. Bu ülkenin büyüklüğünden ve aslında potansiyelinin büyüklüğünden kaynaklanan bir şey. Dolayısıyla biz ülkemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Ve sonuna kadar meşru demokratik siyaset içerisinde bu mücadeleyi vereceğiz. Bu demokrasi için mücadele. Ha evet, bu seçimde vatandaşlarımızın %48’i bizim önerdiğimiz modele ikna oldu. Tamam, ne yapacağız? Buradaki hatalarımız neydi, eksiklerimiz neydi? Güven oluşturmadaki hatalarımız neydi? Nerelerden güven kaybettik? Yaptıklarımızın hangisi vatandaşlarımızdan tarafından takdir edildi ama nerelerde hatamız oldu? Bunların muhasebesini çok açık yüreklilikle yapmak zorundayız. %52’yi de anlamak zorundayız. Belki de en önemlisi o. Yani vatandaşlarımızın %52’si çoğu da bütün bu problemlerini göre göre bu iktidarın yaptığı yanlışların farkında ola ola bilerek yine de desteği oraya verdiler. Şimdi bu aslında bizim eksiğimiz bizim hatamız. Biz bir yerde hata yaptık yani. Şimdi soruyorsunuz, seçimlerden sonra da araştırmalar yapılıyor biliyorsunuz. Ülkenin gidişatından memnun musunuz? Bu ülkenin sorunları çözülür mü? Öyle %52 falan memnunum demiyor. Ülkenin sorunları çözülür diyen bir %52 yok yani ama vatandaşımız oraya oy verdi. Bu bizim hatamız. Demek ki biz bu ülkenin sorunlarını çözme konusunda yeteri kadar güven oluşturamadık. Yani 6 parti bir arada bunlar bu ülkeyi iyi yönetir ve bu işi becerir güvenini oluşturamadık. Bunu niye oluşturamadık, ne oldu? İşte bunların muhasebesini çok iyi yapmamız lazım. Yoksa kime oy verirse versin herkes bizim vatandaşımız ve ülkemize biz güveniyoruz. Bu ülkeyi çok seviyoruz ve bu ülke inanın çok çabuk ayağa kalkacak çok çabuk. Çünkü bu ülkenin vatandaşları bu ülkeyi çok seviyor. Yani her türlü fedakarlığı yapmaya hazır bir 85 milyon insanımız var. Yani en büyük gücümüz bizim insanımız. Gençlerimiz değil mi? Yani bunların iyi farkında olmamız lazım. Hayal kırıklığını anlıyorum, kırgınlığı, üzüntüyü hepimizde var o hepimizde var. Ya keşke olsaydı ne güzel olurdu diyorduk. Hani sordunuz ya programın başında kazansaydınız ne yapardınız diye, ya o kadar güzel hazırlanmıştık ki hani ekipler hazır kadrolar hazır. Yani Merkez Bankasıyla BDDK ile pırıl pırıl hazır ekip ama o olmadı. Ama bunun olmamasının yani bir numaralı sorumlusu biziz. Ha şu da var, baştan da söyledim, Erdoğan kazandı ama helalinden de kazanmadı, insanları doğruyu söylemedi, doğruyu anlatmadı, yanılttı. Söz verdi, yapmadı yapmıyor. Yani şunu yapacağım dedi yapmıyor, yapmayacağım dedi yapıyor. Öyle de bir gerçek de var karşımızda. Yani elinde bütün medya gücü onda değil mi? TRT’yi kullanıyor. Hoyratça kullanıyor TRT’yi Anadolu Ajansını kullanıyor. Yani son dakika da seçime 2 hafta 3 hafta kala yalan yanlış bir sürü videolar yaydılar. Tam bu şey metodudur Cambridge Analytica metodudur biliyorsunuz. Brexit'te kullanılan Trump'ın seçiminde. Seçime 2-3 hafta kala yalanları pompalıyorsunuz onun doğru öyle olmadığını, doğru olmadığını ispat edene kadar zaten seçim geliyor geçiyor. Ondan sonra da ne diyor? Ama montaj mama montajı ama şu ama bu diyor yani. Var mı var diyor. Ya olur mu sen milyonlarca kişiye olmayan bir videoyu gösteriyorsun ondan sonra ama şu ama bu deyip geçiveriyor. Tam şey metodu bunlar yani o Brexit'te ve Trump seçiminde Cambridge Analytica metotları bunlar.  Bakın birkaç örnek vereceğim çok enteresan ya bizim Balıkesir’deki adayımız. Ya diyor ki bu arkadaş ya Boğaziçi mezunu, Harvard mezunu bir arkadaş bizim Balıkesir’den seçilen milletvekilimiz.  Ya diyor insanlar diyor CHP kazanırsa Çanakkale Köprüsü yıkılacak. Buna inandılar diyor. CHP kazanırsa İzmir’e Yunan bayrağı dikilecek. Buna inandılar diyor. Aklımı yitirecektim diyor ya gidiyoruz, kapı kapı dolaşıyoruz herkesin elinde bu videolar herkesin dilinde bu söylemler. Ya bak görüyor musun Çanakkale köprüsünü? Adamlar gelecek yıkacaklar. Tabii Balıkesir için çok önemli değil mi? Afyon'da bizim Afyon’daki arkadaşlarımız diyorlar ki eğer CHP kazanırsa Sivas’ta pasaport gerekecek. Niye? Çünkü ülkeyi bölecekler ya bunlar CHP gelecek bölecek. Bunlar zaten teröristlerle beraber değil mi? Bunların amacı vatanı bölmek değil mi, vatan bölünecek, Sivas’tan öte. Buna insanlar inandı. Üstelik üniversite mezunlarından oluşan 400 kişilik whatsapp grubunda bizim arkadaşımız orada bunlar tartışılıyor ve inandılar benim arkadaşlarım diyor. Üniversite mezunu arkadaşlarım diyor. Yani seçime böyle özellikle şey döndü biliyorsunuz son birkaç haftada döndü iş yani. Öyle bir şey yoktu. Biz sahada da bunu görmüyorduk. Anketlerde de böyle bir şey görmüyorduk. Birkaç haftada dönüverdi. Whatsapp grupları Whatsapp. Whatsapp grupları çok etkili yani. Çünkü Twitter aleni bir şey, Facebook’a herkes bakıyor ama whatsapp gruplarından yayılan yalanlar çünkü whatsapp grubu demek bir kapalı bir sosyal halka. Yani ya arkadaş ya akraba ya komşu işte yani bir şey yani bir sosyal ve içindeki insanı az ya da çok tanıyor. Ve bir kişiden geliyor, 4 kişiyi daha alıyor. Yani whatsapp şimdi ona inanıyor. Yani öbür taraf siz ne derseniz ya benim arkadaşımdan geldi, benim kendi üniversite mezunlarından birisi gönderdi bunu diyor yani. Şimdi çok içten bir ses geliyor ve bu yanlış yalan şeyi yayıyor. Dolayısıyla bunlar baya bir etkili oldu. Dolayısıyla bunları yaparak seçim kazanmak hem siyasette de ticarette de biliyorsunuz helalinden kazanmak diye bir şey var. Bunları yaparak seçim kazanıyorsanız, helalinden kazanmadınız bitti. Ama biz dosdoğru olduk ya yani yanıltıcı hiçbir şey söylemedik insanlara. Ortak politika metninde bakın o kadar ince eleyip sık dokuduk ki bütçeye sığdıramayacağımız hiçbir şey bizim ortak politika metnimize girmedi. Partilerin bir sürü projesi vardı. Dedik yani ya bir parti dedi ya biz dedik bütçeye sığmaz bu yani tamam ama yani kendi partinin müstakil vadi olabilir ama ortak politika metni biz bunu koyamayız yani. Çünkü bu devletin parası buna yetmez. Para basacak halimiz de yok. Dolayısıyla kazansaydık ortak politika metnindeki her şey bütçeye rahatlıkla sığacak gerçekçi şeylerdi.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Helalinden kaybettiniz diyelim o zaman. Hani karşı taraf helalinden kazanmadı diyorsunuz ama siz helalinden sonuç itibariyle seçim kaybedildi. CHP seçmenine işaret ettiniz ya.. Peki, şurada hata yok muydu yani? Örneğin ittifak içinde ittifak modeli, yani Saadet Partisi, Gelecek Partisi DEVA’nın bir ayrı listesi olması meselesi. Burada hem seçim öncesinde hem de seçim sonrasında şimdi meclisteki grup tartışmasında da bizim aldığımız izlenim bilgiler 2 tarafın kurmaylarının da söylediği sanki burada hep bir Saadet, DEVA logosu ve çatısı hangi parti olacak çekişmesi var. E Gelecek sanki 2 tarafı da kabullenmiş gibi. Hem bunu sormak istiyorum, oradaki durum nedir? Bu bir hata mıdır seçim döneminde hem de şunu soracağım, devamında Gelecek Partisiyle nihayetinde bir birleşmeye öngörüyor musunuz?

Ali Babacan: Şimdi öncelikle şunu söylememiz lazım ki Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi ayrı ayrı siyasi partiler ve böyle %100 her konuda hemfikir partiler değil. Yani parti programlarına da baktığınızda söylemelere de baktığınızda bazı konularda nüanslar var, bazı konularda koskoca ayrılıklar var. Dolayısıyla biz bu süreci hep işbirliği gözünden baktık. Ama şunu da söyleyeyim, yani her 2 partide hem Saadet Partisi de hem Gelecek Partisi de bizim hani yakın olduğumuz, sevdiğimiz insanlardan oluşan partiler bunlar yani hani.  Dolayısıyla verdikleri karara da saygı duyuyoruz. Daha sonra grup kurmalarına da saygı duyuyoruz, bu faydalıdır, meclis içinde demokrasi içinde faydalıdır. Ancak seçim öncesi bu üçlü ittifak ise ittifak modeli bize önerdiğinde ve ortak 3 parti ortak bir logoyla girsin diye önerildiğinde bu öneri Saadet Partisi'nin logosu altında olmalı diye önerildi. Biz onun üzerine dedik ki o zaman bir araştırma yapalım. Yani bu 3 partiden hangisinin logosuyla olursa bu iş daha çok destek toplayacak diye. Yani bizim araştırmamızda da Saadet Partisi'nin araştırmasında da DEVA’nın logosu altında girildiğinde bir miktar daha yüksek çıkıyordu destek. Yani orada bir sinerji oluşuyordu. Dolayısıyla hani rakamlar da bunu gösteriyordu. Ama öte yandan da Saadet Partisi'nin de haklı bir gerekçesi oldu dedi ki, ya biz hani 50 yıllık bir geleneğiz yani 20 yıllık bir siyasi partiyiz. Yani bir başka partinin logosu altında seçime girmemiz bizim kurumsal yapımız açısından da duruşumuz açısından da yapabileceğimiz bir şey değil dediler. Ona da biz saygı duyuyoruz ama hani aynı ya da benzer gerekçeler bizim için de geçerli. Dolayısıyla biz yani böyle geniş ittifak içerisinde daha küçük bir grup olarak ve onu da bir başka parti içerisinden seçime girmeyi bizim kendi sistemimiz yani teşkilatlarımız ve genel merkezimizde bu model kesinlikle kabul görmedi.  Dolayısıyla seçimden önce bunu yapmadık. Seçimden sonraki ortak grup modeli de benzer bir teklif şeklinde geldi bize. Biz şeye çalıştık hani dördüncü bir parti tüzel kişiliği olup da diğer partiler o parti tüzel kişiliğine, milletvekilleri verseler işte diyelim ki işte 7,7,7, 21 kişilik bir grup kurulsa o modeli bir konuştuk, 3 genel başkan olarak toplandık ya bir akşam. Dedik ki, tamam, bunu konuştuk ama dönelim partilere de sonra soralım. Şimdi Saadet Partisi ilk çalışmayı bitirdi. Döndüler biz kesinlikle olmuyor. Bizim arkadaşlarımız kabul etmiyor bunu dediler yani dördüncü bir tüzel kişiliği. Bir gün sonra da bizim kendi iç istişare süremiz bitti. Bizde de kahir ekseriyeti arkadaşımız dediler bu hani anlaması zor anlatması zor. Dördüncü bir parti tüzel kişilik kurulacak 3 parti oraya verecek. Karmaşık doğal değil. Organik değil diye arkadaşlarımızın kahir ekseriyeti bunu kabul etmedi. Dolayısıyla ben o akşam zaten Sayın Karamollaoğlu bana bir önceki gece gelip anlatmıştı kendilerindeki durumu, yani bu modelin kabul görmediğini. Ben kendisini aradım dedim abi bizim arkadaşlarımıza dedim şimdi yeni bitti bizim raporlama yeni geldi illerden ve genel merkezden. Kahir ekseriyeti de bizim arkadaşlar aynı sizinkiler gibi düşünüyor, yani olmuyor. Daha sonra da Sayın Davutoğlu'nu aradım ona da dedim ya bu model dedim, bizde kabul görmedi olmuyor yani. Daha sonra da onlar 2 parti görüştüler. İşte Saadet'in grubu Saadet altında bir grup kurmak ve Gelecek Partili milletvekillerinin Saadet Partisine geçip grup kurma ama bir yandan da Gelecek Partisinin kendi tüzel kişiliğini ve kimliğini de devam ettireceği bir model üzerinde uzlaştılar. Ben hayırlı olsun diyorum kendileri için. Dediğim gibi grup kurulması kıymetlidir. Onların mecliste grup olarak var olmaları da kıymetlidir. Etkileri mutlaka artacaktır. Yani münferit parti olmaktansa ortak bir grupla mecliste olduklarında kendileri için hayırlı olsun diyorum. Bizim onlarla olan diyaloğumuz devam eder, sıcak yakın ilişkilerimiz hep devam eder ama bizim bugün itibariyle bu 2 partinin haricinde başka hiçbir partiyle bu konularda bugüne kadar büyük görüşmemiz olmadı. Böyle zemin yoklaması bile olmadı. Zaten meclis kapandı bugün sanırım bu saatlerde belki de kapandı ya da kapanıyor olması lazım. Bir Ekim’de tekrar açılacak. Dolayısıyla bu yaz aylarında şöyle herkes bir kendisine gelsin, herkes muhasebesini yapsın. Yani biz grup kurmayı tabii ki arzu ederiz ama bu doğal olmalı. Yani zorlama olmamalı. Böyle bir mühendislik eseri gibi görülmemeli. Yani gerçekçi, sahici bir şey olmalı yani eğer grup kuracaksak böyle bir şey olmalı ve kurmasak da 15 milletvekilimiz adeta grupmuş gibi bir çalışır. Orada hiçbir sorunumuz olmaz. Şunu da yaptık, biz 15 milletvekilimizi 81 ille görevlendirdik. Dolayısıyla bizim şu anda aslında 81 ilde milletvekilimiz var. Yani bazı arkadaşlarımızla 3 4 il yüküne göre bazı arkadaşlarımızla 8 10 il vererek dedik ki siz bu illeri ayda bir defa ziyaret edeceksiniz. En az ayda bir defa. Diyelim ki örnek veriyorum, bizim Adana milletvekilimiz Sayın Sadullah Kısacık sadece Adana’nın değil aynı zamanda Osmaniye’nin aynı zamanda Konya’nın aynı zamanda Karaman’ın Milletvekili artık. Mesela Kahramanmaraş Milletvekilimiz İrfan Karadutlu, deprem bölgesi milletvekili ve kendi yerini Kahramanmaraş’ı bir Malatya’dan bir Adıyaman’dan ayırt etmeyecek şekilde oraların milletvekilliğini yapacak. Yani diğerleri diğer milletvekilleri bir tek kendi için çalışıyorsa bizim arkadaşlarımız bazen 4, bazen 8, bazen 10 il için çalışacaklar. Bütün o illerin sorunlarını meclise getirecekler, meclise dillendirecek o illerle ilgili projeleri anlatacaklar, çözüm önerilerini ileri sürecekler. Bir o görevi verdik. Milletvekillerimize bir de 17 bakanlığı 15 milletvekilimize paylaşırdık. Yani bizim 15 milletvekilimiz 17 bakanlığı yakından takip edecek. Meclise gelen yasalar açısından, komisyonlarda görüşülen teklifler açısından veya o bakanlığın icraatı, günlük icraat açısından takip edecek. Mesela diyelim ki Hasan Karal İstanbul milletvekilimiz hem doğu Karadeniz’den sorumlu ama hem de tarım Bakanlığından sorumlu. Yani bir bölgesel sorumluluk verdik milletvekillerimize. Bir de tema sorumluluğu

Zeynep Gürcanlı: Milli eğitim bakanlığını izleyen milletvekiliniz, acaba Yusuf Tekin’in bu karma okullar konusundaki çıkışı hakkında ne düşünür, siz ne düşünürsünüz?

Ali Babacan: Ya şöyle bunlar tabii eğitimle ilgili ne varsa öncelikle geniş bir istişare den mutlaka geçmeli. Yani ve mümkün olduğunca toplumsal mutabakat zemini aranmalı. Yani eğitimde böyle. Ben istedim oldu dediğinizde doğru değil. Yani doğru değil, iyi istişare edilmeli. Toplumsal mutabakat zemini mutlaka aranmalı. Vatandaşlarımızdan gelen talepler iyi incelenmeli. Dolayısıyla sistemin tam detayını ben şu anda bilmiyorum. Sadece yüzeysel olarak bu karma dediğiniz şey mi? Sadece kız okulları olsun falan diye mi?

Zeynep Gürcanlı: Kız okulları ama yani sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir anayasası var ve bir laiklik ilkesi orada duruyor.

Ali Babacan: Yani ya bunu şimdi dediğim gibi yani toplumsal mutabakat zemini oluşturmak çok önemli. Toplumsal mutabakat arayışı çok önemli. Burada bir anayasa var. Bunu yani isteyen vatandaşlarımız olabilir ama karşı olan da çok geniş kitleler olabilir. Tüm bunlara bakmak lazım. Yani dediğim gibi eğitimle ilgili her şey çok, bazen yüzeysel tartışılıyor. Yüzeysel tartışınca yanlış yerlere gidiyor. Yani bizim eğitim eylem planımız bizim en son yayınladığımız. Ve en çok vaktimizi alan eylem planı oldu ve en çok maddeli oldu. Yani 500 tane madde var. Eğitim eylem planında çetrefilli konular toplumsal talepler oluyor. Bazen bu talepler haklı oluyor ama yani hukuk çerçevesinde, anayasa çerçevesinde bakmak gerekiyor meseleye. Ama en önemlisi bunu iyi iletişimini ve mutabakat arayışı. Yani ben istedim oldu dememek. Yani bunlar önemli konular.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Efendim ama bu talepler biraz şöyle algılanıyor, yani tarikatlar ve cemaatlerin talepleri gibi algılanıyor ki, İstanbul Sözleşmesi’nde örneğin siz parti olarak Danıştay’da, Cumhurbaşkanlığı kararının aleyhine davacı bir partiydiniz. Şimdi dolayısıyla tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması sürecinde olduğu gibi kız çocuklarıyla ilgili bu tartışmanın yeniden gündeme getirilmesi de ki daha önce de gündeme taşınmıştı defaten. Bu tırnak içerisinde Türkiye nüfusuna oranla azınlık konumundaki birtakım tarikatların talebi gibi yansıyor. Özellikle de bugünlerde tabii menzil tarikatındaki bir vefat nedeniyle de özellikle menzil tarikatı da gündemdeki Adıyaman’da menzil köyüne baktığımızda tamamen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasıyla bağdaşmayan bir harem selamlık bir köyde görüyoruz orada. Alican Uludağ’da dün izlenimleri ile videoya aktardı. Meslektaşımızı da burada anmış olalım. Yani şimdi hani menzil istedi İsmail ağa cemaati istedi ve hükümet yapıyor gibi İstanbul Sözleşmesi’nin ardından. Böyle bir endişe duyuyor toplum. Özellikle Türkiye’nin seküler değerlerine kıymet veren kesimler böyle bir endişe duyuyor. Siz bu menzil tartışmasıyla birlikte bu endişelere nasıl bakıyorsunuz?

Ali Babacan: Ya şöyle, bizim parti programımız bu konuda çok açık. Ya inanç hürriyeti ibadet hürriyeti ve inançlar doğrultusunda örgütlenme hürriyetine biz değer veriyoruz. Bu Avrupa hukukunda da böyle, Avrupa Birliği'nde de böyle Avrupa Konseyi çerçevesinde böyle. Ama aynı zamanda şeffaflığa da çok önem veriyoruz yani gerçek neyse kayıtların o şekilde olması. Yani hiçbir şeyin karanlıkta olmaması yani bu da bir başka önem verdiğimiz ile. Ve bizim zaten bu temel haklar eylem planımıza 354 maddelik eylem planımıza baktığımızda bu konularda da bu hususlar çok açık şekilde yazılmış durumda. Hatta ilk açıkladığımızda epey bir gürültü de çıktı yani bu konularla ilgili. Çünkü biz yasakçı zihniyete karşıyız. Yasakçılığa ama yapılan ne varsa da bunun mutlaka şeffaf ve denetime açık objektif denetime açık olmasını da son derece önemsiyoruz.

Yıldız Yazıcıoğlu:  Sizi daha iyi anlayabilmek istiyorum bu konuda. Cemaat ve tarikat yapılarına temelde karşı değilsiniz İnanç örgütlenmesi olarak ama nasıl denetlenecekler? Peki, nasıl bir şeffaflık olacak?

Ali Babacan:  354 maddelik bu artık fasikül olmaktan çıktı kendi başına bir cilt tek tek tek tek böyle buralarda yani çok detaylı konu. Yani Avrupa’da da çok tartışılan. Tüzel kişilik dahil. Yani biz burada şeffaf tüzel kişilikten bahsediyoruz. Yani dernek ya da vakıf olarak açıkça şeffafça denetlenebilir bir şekilde örgütlenmesi gerektiğinden burada bahsediyoruz. Yani seçenek onların olsun ama ya dernek olsunlar ya vakıf olsunlar. İsmi konuşsun diyoruz. Dolayısıyla dernek ise dernek statüsünde devletin izlemesi denetlemesi. Vakıfta vakıf statüsünde devletin izlemesi denetlemesi ama bu derneklerin ve vakıfların da mevcut dernek vakıflardan farklı yani dini boyutu olan bir örgütten olduğu açık olsun diyoruz. Yani o da geçsin orada. Yani şey bu yani yasakçı değil özgürlükçü ama aynı zamanda da devletin düzenleme ve denetim fonksiyonun da sapasağlam işlediği yapılardan. Biz burada bahsediyoruz. Çok çok çalıştık bunları. Yani bütün Avrupa sistemini inceledik. Hep Avrupa diyorum çünkü orada 27 ülkenin ortak müktesebatı olduğu için 28 gerçi şimdi İngiltere çıkınca 27 oldu. Yani orada bütün bunlar o kadar tartışılmış ki her ülke içerisinde bizim yaptığımız tartışmaları neleri, neleri yaşamışlar. Hepsini geçmişte tecrübe etmişler ve nihayetinde bir ortak hukuk çerçevesinde buluşmuşlar ve şu anda işliyor, yürüyor. Bizim bu işin koordinasyonu yapan Mustafa Bey de biliyorsunuz Köln Üniversitesi mezunu hukukçu. Yani Avrupa tarafını da iyi biliyor zaten Bayburtlu. Yani Türkiye’de de işler nasıl gidiyor iyi biliyor. Tabii sadece o değil, burada 200 hukukçu arkadaşımızın emeği var. 200 hukukçu arkadaşımızın sadece partili de değil, yani başka şey. Yani biz bunu bugünün Türkiye’si için değil bakın ta 50 sene sonra Türkiye’sinde geçerli bu çalışma. Yani hani bazen şey olur ya kazarsınız böyle altın her zaman altındır. Yani 5 bin sene önce de altındır bugün de altındır. Hatta eskidikçe kıymetlenir tarihi anlamı olur.  Bu çalışmalar inanın altın değerinde çalışmalar. Ha buradaki 354 maddenin 45 tanesini çok tartıştı insanlar ilk açıkladığımızda. Diğerinin hepsini bıraktılar oraları yorumladılar. Kampanya döneminde biz bazı maddeleri aldılar, vurdular bizi. Asla vazgeçmeyeceğiz yani burada neyse o. Çünkü bu altın değerini hiçbir zaman yitirmeyecek. Bugün kıymetini anlamayanlar yarın anlayacaklar. Dolayısıyla bu konulardaki bakışımız hem özgürlükçü. Ama şeffaflığa, devletin düzenleme ve denetlemesine de çok çok önem veren .. Çünkü yasaktır dediğinizde aslında karanlığa itiyorsunuz. Denetimsiz ve keyfi alanlar oluşturuyorsunuz yani. Serbest olsun şeffaf olsun açık olsun. Doğru hesaptan kaçmaz ki.

Elif Doğan Şentürk: Şu anki işleyiş nasıl denetim diyorsunuz ya hani denetlenebilir olması gerektiğini söylüyorsunuz ama şu an ne gibi riskler?

Ali Babacan: Şu anda şey yok. Şu anda bu cemaat ya da tarikatlarla ilgili kanunları açın bakın hiçbir şey yazmıyor yok yani. Orada bir şey yok. Orada hani hiçbir şey yazmıyor yani bunu nedir? Nasıldır öyle bir şey yok, düzenleme de yok. Denetleme yok yani çünkü şey yok yani hukuken mevzuatta kabul edilmiş yapılar değil yani. Sosyal boyutu var ama tüzel kişilik olarak mevzuat olarak baktığınızda kanunlarda bir karşılığı yok yani. Zaten sorun da biraz oradan kaynaklanıyor yani ve onun için derinleşiyor onun için büyüyor. Yani dedim ya biz buraya ta 50 sene sonra bile geçerli olacak çözümleri...

Zeynep Gürcanlı:  Çok yakın zamanda bunu yaşadık işte bir kendisine cemaat diyen bir yapının işte teslim almaya kadar ne istedilerse verdik sözünü de hatırlatmak da lazım burada. Teslim almaya kadar kendilerinde o cüreti buldular. Benim korkum işte sizin bu özgürlükçü yaklaşım dediğiniz andan itibaren taleplerim bitmeyeceği ve bu taleplerin giderek fazlalaşacağı.

Ali Babacan: Bu tek başına değil. Şimdi şunu şimdi özgürlükçü yapıyorsunuz ama bu eylem planlarından bir tanesi. Fakat öbür eylem planımızı da açıp baktığınızda ne diyor? Rekabet diyor, eğer ticari işleri varsa bunların dimi rekabet olacak. Yani özel para kazanma alanı falan açılması olmayacak yani. Hani dokunulmaz denetlenemez bir alan olmayacak yani herkes rekabet hissiyle hareket edecek. Bir başka eylem planımıza açıp bakıyorsunuz ne diyor? Ehliyet liyakat diyor. Yani devlette işe alımlarda mülakatı ortadan kaldıracağız diye. Ha bu arada Sayın Erdoğan’ın sözü vardı biliyorsunuz, mülakatı kaldıracağız diye. Ben şimdi merakla bekliyorum. Ne zaman kaldıracak diye yapamazlar yani. Söz verdi bakın ama yapmayacak işine gelmeyecek çünkü. Çünkü kendi kadrosunu oluşturma, kendisi gibi düşünenlerden devlet kadrolarını oluşturma farklı yapılardan gelen taleplere cevap verebilme değil mi? Onları yapamayacak şimdi mülakatı kaldırdığı anda. Biz ne dedik burada? Mülakatı kaldıracağız dedik. Sadece burada yazmadık. 6 partinin ortak politika dokümanında da yazdık, mülakatı kaldıracağız diye. Şimdi devlette siz ehliyet liyakati esas aldığınızda mülakatı kaldırdığınızda yazılı sınav dediğinizde zaten devlet kurumlarına böyle topluca bir yerlerden nüfusta söz konusu olmayacak. Hak eden gerçekten gelecek yani. Hiçbir grubun bir yoğunlaşması, bir o kurma hâkim olması gibi şeyler olmayacak. İşte FETÖ'nün yaptığı bu oldu yani bazı kurumlara girdiler hâkim oldular ondan sonra akıl dışı işler yapmaya başladılar. Başka önemli konu, yargının bağımsız çalışması, tarafsız çalışması hepsi bir paket çünkü yani. Şimdi bu tür yapılara aidiyet mecburiyeti mecburiyet diyorum bakın biraz da şundan kaynaklanıyor ya bu ülkede hukuk yok, adalet yok. Bir gün başım derde girerse beni koruyacak kollayacak birisi olsun. Bu insanlarda bir ihtiyaç. Çünkü ben gidersem mahkeme kapılarında sürünürüm ama bir aidiyetim bir mensubiyetim olursa bana sahip çıkarlar. Beni kollarlar kurtarırlar, korurlar. Şimdi bu ihtiyacın olmaması lazım. Normalde her ferdin Türkiye’de tek başına güçlü olması lazım. Ben yargıya güveniyorum, adalete güveniyorum. Başıma bir iş gelirse giderim hızlı bir şekilde adalet yerine gelir diye güvenmesi lazım sisteme. E şimdi kamuda yükselme değil mi terfi üst düzey atamalar. Şimdi burada gerçekten ehliyet, liyakat, çalışsa, gerçekten hak eden istediği yere gelse yine aidiyet mensubiyet mecburiyeti azalır. Çünkü ben hiçbir yere ait olmasam da bir fert olarak başarılı olursam genel müdür olabilirim. Hak ederim Daire Başkanı olabilirim diye inanır insanlar. Ama bakıyorlar ki ancak bir aidiyet mensubiyet falan varsa illa bu tarikat cemaat anlamda söylüyorum, başka başka gruplar da var yani. Her şey var yani şimdi illa bir yere ait olma mecburiyeti hissediyor insanlar. Yani bir yere ait oluyor ki işe gireyim, bir yere ait oluyorum ki yükseleyim, bir yere ait olayım ki hakkımı kimse yemesin diye. Şimdi bütün bunların hepsi paket. Dolayısıyla bütün bunları eş zamanlı olarak yaptığınızda aslında sistemin tamamını adil şeffaf bir sistem olarak kuruyorsunuz. Hem özgürlükçü tam bir özgürlük alanı ama hem de devletin tam da yapması gerektiği denetim ve düzenleme görevini gerçekten yapabildiği bir sistemden bahsediyoruz. Ve bunu er geç yapacağız bakın er geç yapacağız. Er ya da geç kafaya koyduk bu işi çalışacağız. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ha Ali Babacan gider başkası gelir önemli değil. Çünkü bizim partimizin de kendi kuralları var. Yani belli bir süre içerisinde parti kadrolarının değişmesi var tüzüğümüzde ama ilkelerimiz duruşumuz değişmeyecek. Onun için DEVA’dan çok korkuyorlar. Bakın ya seçim bitti. Şöyle bir bakıyorum, haber özetlerine hepsini izleyemiyorum ama ya her 2 taraftan da yani hem hükümeti destekleyen taraftan hem muhalefet sabah akşam DEVA konuşuluyor. Ya arkadaş 600 milletvekilinden 15’i sadece DEVA’nın. Herkes bizimle uğraşıyor.

Yıldız Yazıcıoğlu:  İYİ Partiyle ikinizin de merkez sağda olma iddiasından mı kaynaklanıyor bu? Yani merkez sağ boşluğunu çünkü AK Partide dolduramıyor diyerek konuşuluyor.

Ali Babacan: Biz bugüne kadar kendimize merkez sağ edemedik. Bugüne kadar demedik. Ama bugünlerde de bunun yoğun bir istişaresini yapıyoruz. Yani siyaset bilimcilere, sosyal bilimcilere ve parti içerisinde yoğun bir istişare sürecindeyiz şu anda. Biz bugüne kadar sadece ilkelerimizi ortaya koyduk. Ama biz şuyuz kendimizi bir alanda kategorize etmedik şimdiye kadar yapmadık. Sadece ana akım partiyiz dedik. Çünkü baktık ki bizim parti üyelerimiz CHP’ye oy vermiş, gelmiş üyemiz olmuş. % 20’si bizim üyelerimizin 2018’de CHP’ye oy vermiş insanlar. %30’u Ak Parti’ye oy vermiş insanlar. %10’u HDP'ye oy vermiş insanlar. Gelmiş bizim resmi üyemiz olmuş, ıslak imzayla imza edip Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığı parti üyeliği kütüğüne ismini yazdırmış. Dolayısıyla biz ne yaptık ne dedik kendimize biz ana akım partiyiz dedik ama dedik ilkemiz, duruşumuz budur. Yani özgürlükçüyüz ama tam demokratik özgürlükçü, özgürlükçü ve demokratik. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği standartlarında bir demokrasi istiyoruz bir hukuk düzeni istiyoruz bu ülkede dedik.

Zeynep Gürcanlı:  Avrupa Konseyinde Parlamenterler meclisinde hangi grupta olursunuz Ali Bey DEVA olarak?

Ali Babacan: Aslında bu şöyle Avrupa parlamentosunda bu gruplar daha şey, daha keskin. Ben de arkadaşlarımıza dedim ki bu istişare sosyal bilim istişare tam da bunu dedim. Bakın dedim şimdi, Avrupa Parlamentosu’nun bir yelpazesi vardır, yeşiller vardır, sosyalistler vardır. Avrupa Parlamentosu da daha şeydir bu AKKPM’den öte, Avrupa Parlamentosu bir de orada ki ülkenin bir de seçilerek falan geliyorlar ya oralara. Biz neresinde olmalıyız bu yelpazenin yani bunu ya da bunu söylemeli miyiz? Mesela AK Parti kuruldu, seçimi kazandı hala söylememişti bir şey. Ta ki Avrupa Birliği’yle o İPP biliyorsunuz ‘European Populares’ partiyiz. Muhafazakâr etiketi sonradan konuldu. Parti kurulduğunda böyle bir şey yoktu. AK Parti kurulduğunda. Seçimi kazandığımızda da yoktu. Sonradan ya acaba bizim kimliğimiz neydi? Bir çalışalım, öyle falan dendi. Ondan sonra işte bir çalışan bir grup arkadaş ya galiba muhafazakâr demokratız. O zaman o zaman tabii Müslüman demokrat da denemiyor çünkü malum o dönem onu söyleyemiyorsunuz. Parti kapatma sebebi olabilir başlı başına o dönemin şartları. Nasıl MÜSİAD’ın müstakil iş adamları diye kurulduğu gibi bu da muhafazakâr demokrat diye bir kimlik oluşturuldu o zaman. Ama bugünlerde onu kullanmıyorlar dikkat edin AK Parti onu kullanmıyor. Yani, çünkü özellikle MHP ortaklığı MHP ile ortak olmak AK Parti’yi aldı başka bir yerlere doğru götürdü yani. Bir köşeye sıkıştı, şimdi oradan çıkamıyor. Onun için AK Parti eriyor. Yani unutmayalım bu seçimlerde tam %7 oyu düştü Ak Parti’nin yani. İttifak olarak kazandılar çoğunluğu ama Ak Parti’nin kendi başına oy düştü. Yani Erdoğan ancak ortaklarının sayısını çoğaltarak. %52 alabildi ve son dakika biliyorsunuz yani. Biz Sayın Kılıçdaroğlu'nu ortak aday olarak açıkladık hemen bir hafta içerisinde dikkat edin, şöyle bir basın arşivini tarayın hatırlıyorsunuzdur da apar topar Yeniden Refah apar topar işte bu Hüda-Par, DSP yani böyle bir şey oluşturdu apar topar yani. Ve ancak o modelle 52’yi alabildi yoksa alamayacaktı.

Elif Doğan Şentürk: Şimdi artık noktalıyoruz yavaş yavaş ama bugün mecliste hani kapanıyor dediniz. Dün emekli ekran başındaydı hatta bugün bile acaba ek bir zam gelecek mi diye özellikle MHP liderinin sözlerinden sonra o bekleyiş daha hâkim oldu. Siz şimdi geçmişteki görevlerinizi de işte bütçeyi biliyorsunuz o mali tabloyu biliyorsunuz olamaz mıydı mesela ek bir emekliye bir müjde ya da işte seyyanen bir ek zam olamaz mıydı?

Zeynep Gürcanlı:  Ya da şöyle sormak lazım, cumhurbaşkanının kendi maaşına kendi yetkisiyle %40 oy zam verdiği bir ortamda emeklilere %25 nasıl reva görüldü?

Ali Babacan: Kaldı ki en düşük emekli maaşı 7.500 de değişmiyor yani. Şimdi burada öyle bir hale geldi ki iş hem emekliler arasındaki denge bozuldu hem de çalışan emekli arasındaki denge de bozuldu. Çünkü biz yıllarca hem emeklilerin kendi arasında bir hakkaniyet, bir adalet olsun diye hesap kitap yaptık, ona göre ayarladık bu işleri hem de çalışanla emekli olan yani çalışırken maaşı ne emekli olunca maaş ne? Bunların hepsi bozuldu. Bütün bu dengeler şu anda altüst. Çünkü emeklilik sistemiyle ilgili artık uzun vadeli bir aktüeryal hesap yapan yok şu anda. Bitti. Kimden ne talep gelirse ve seçimi kazanmak için ne gerekiyorsa. Ama zaten hükümet para basmak diye bir kapıyı açmış. Para yetmeyince merkez bankasına para bastırma yoluna zaten girmiş. O yola girdikten sonra maaşlara zam yapmanın önünde hiçbir engel yok ki. Ya ne olacak ki? Hatta çok enteresan benim tam bakan olduğum aylarda bir televizyon programı yapıyoruz. Onu bulmuş geçen arkadaşlar gösteriyor. Bunu anlatıyorum diyorum ya eskiden zam vermekten kolay bir şey yok. Nasılsa zammı veriyorsun? Ondan sonra diyorsun, Merkez Bankasına bas parayı dağıt. Ama basılan para enflasyonist olduğu için hemen birkaç aya kadar o verdiğiniz zaman gene eriyor gidiyor yani. Yani biz Merkez Bankasının bağımsız bir şekilde çalıştırana kadar Türkiye’de zaten düzen öyleydi. Onun için hiçbir zaman enflasyon düşmedi. Onun için sürekli enflasyon, maaş artışı, enflasyon, maaş artışı. Ama sonuçta herkes kaybetti. Şu anda tam öyle bir döneme girdik. Yani bu maaş zamlarını falan konuşuyoruz ama ya bu yapılan zamların hepsi birkaç aya kadar eriyecek. Anlamı kalmayacak.

Zeynep Gürcanlı:  Bu söylerken emekliler bir kenara koyuldu yani bir de onu da söylemek lazım. Hani hem para basıyorlar? Emeklileri gözden mi çıkardılar. Yani ben onu düşünüyorum. Yani siz artık yaşlandınız iş gücünde değilsiniz gidin bir köşede, yani kuru ekmek kemirin ve ölün mü diyorlar nedir bu?

Ali Babacan: İnanın tutarlılık yok, bir bütünlük yok çünkü şu anda bu ülkenin bir ekonomik programı yok. Ben pazartesi günkü basın toplantısında da söyledim bakın, dedim ki ya bu vergiler geldi ama bir ekonomik programı yok ki. Yani siz bu vergileri getirerek neyi hedefliyorsunuz? Nihai hedefiniz nedir? Nihai uzun hem bu yılın hem gelecek senelere. Çünkü bu işler yıllara sâri hesap edilmesi gerekiyor. Sizin hedefleriniz nedir? Enflasyon hedefiniz nedir? Büyüme hedefiniz nedir, bütçe nedir? Bir de ekonominin genel dengesi denen bir çalışma olur.  Yıllarca çok sağlam çalışmalar yaptık biz yani ekonominin genel dengesi denen bir çalışma vardır. Bütün bunlar yani maliye politikası, para politikası, gelirler politikası, yapısal reformları da içine alacak şekilde bir genel denge kurarsınız. Bunların hiçbirisi yok şu anda. Ve bakıyorlar bütçede açık var ne yapalım? Vergi alalım. Kimden alalım? Ya bu arabalar zaten liste fiyatından da yukarı satılıyor. Demek ki talep de var. Demek ki insanlar bu arabaya madem bu kadar para veriyor, bir tane daha MTV daha ödesin ya ne olacak? Motorlu taşıtlar vergisi bir daha ödeyiversin. İnanın bu kadar basit şeyler ya cep telefonu. Oo zaten herkesin cebinde en son model telefon ne olacak bir 20 bin TL ödese ne olacak dışarıdan gelenlere sal vergiyi. Şimdi böyle olmaz. Kurumlar vergisini %25’e çıkardılar. Finansal kuruluşlar için 30’a çıkarttılar. Şimdi katma değer vergisinin 8’den 10'a, 18’den 20’ye çıkardılar tam da başta bahsettiğiniz temizlik ürünlerini de 8’de 20’ye çıkardılar. En temel temizlik ürünü temel ihtiyaç bunlar yani. Şimdi biz yıllarca yıllarca %33 ile devraldığımız kurumlar vergisini %20 ye indirdik. Yani insanlar dedi ki bak bu vergi düşüyor. Gelir vergisinin üst diliminin 45’ten 35’e indirdik. Katma değer vergisinin çoğu üründe 18’den 8’e indirdik. Gıdada giyimde sağlıkta ve eğitimde zaten insanların en çok para harcadığı temel ürünler bunlar. Rahmetli Özal getirdi KDV’yi ilk 1 Ocak 85 ki ben lisedeyim ama kendi şirketimizin defterlerini ben tutuyorum o zaman. Daha bilgisayar falan da yok. Kebir yevmiye defteri onun için iyi hatırlıyorum. 1 Ocak 85 oran kaç %10. Bir hükümet geldi onu 12 yaptı. Hükümet geldi 15 yaptı, bir hükümet geldi 17 yaptı, bir hükümet geldi 18 yaptı. Biz çoğu üründe 18’den 8’e indirdik ama zaten ÖTV’nin de olduğu ürünlerde de 18’de tuttuk. Çünkü 18’e alamazsın zaten ÖTV alıyorsun. Mesela benzinde ÖTV var, üzerinde de 18 KDV var. Yani KDV’yi 8’e düşürüp ona ÖTV ekleyebilirsiniz ama o da başka şeyler doğuruyor. Dolayısıyla mecburi zaten verginin yüksek olduğu ürünlerde 18’de bıraktık ama kahir ekseriyeti vatandaşlarımızın geneli için KDV’yi 8’e indirdik. Ve bir kuruş vergide kayıp yaşamadık vergi tahsilatında. Sürümden kazandık. Çünkü vergide sürümden kazanmak denen bir kavram var. Oranları çok yükselttiğinizde illa daha fazla vergi toplayacağınız anlamına gelmiyor. Orada bir eğri vardır, şöyle meşhur bir eğri. Yani oranları daha doğrusu şöyle çalışıyor. Yani oranları artırdığınız zaman vergi geliri artar, onun bir optimum noktası vardır daha fazla arttırırsanız düşer çünkü insanlar kayıt dışına kaçar ya da ekonomik faaliyeti öldürürsünüz. Ekonomik faaliyeti öldürünce zaten vergi toplayamazsınız. Yani bunu yıllarca yaptık, uyguladık.  Bütün yatırımcılara bu ülkede vergiler düşüyor, bakın dedik. Onun için milyarlarca dolar yatırım geldi Türkiye’ye. Ama şimdi tuttular, tam tersine çevirdiler hepsini. Katma değeri artıyor. Katma değer vergisi artıyor, kurumlar vergisi artıyor. Şu artıyor, bu artıyor. E bugün böyle demek ki para yetmedikçe bunlar daha çok vergi artıracak diye düşünen yatırımcı bu ülkeye yatırım yapar mı? Ya gider verginin daha düşük olduğu ya da vergilerin düşeceği ülkeye yatırım yapan insanlar. Daha çok vergi öleceğini bildiği bir ülkeye yatırım mı gelir Allah aşkına? Yani çok çok yanlış, çok yanlış. Yani nereden bakarsak bakalım dedim ya bir kredi açtık şöyle bir aylık bir kredi hükümete ama bu yanlışlar olduktan sonra artık dedik bunları çıkalım hem açıklayalım hem de doğruların ne olduğunu söyleyelim.

Elif Doğan Şentürk: Ama galiba fatura maliye bakanına çıkacak gibi görünüyor bu süreçte de özellikle çünkü ya başarısız oldu denilecek ya da izin verilmiyor belli ki hani adım atmasına buradan da onu anlıyoruz. Emekli konusunda özellikle çok fazla sorulduğu için onu dile getirdim ben de. İstenirse yapılabilirdi. Noktalıyoruz artık. Çok kısa bir yanıt alalım.

Ali Babacan:  Tabi ki buna bir şey yoktu. O kadar basit bu işler önemli olan adalet ve hakkaniyet. Yani bu maaş ayarlamalarında adalet ve hakkaniyet. Yani adalet dediğimiz nedir? Kesimler arasında adalet hakkaniyette hak edene hakkını vermek. Şimdi bu 2 tane önemli ilke var. Şimdi bunu bunların yani resmin bütününü inanın gören yok. Bir ekonomik program yok. Emeklilik dediğimizde aktüeryal, hesap böyle bir şey yok şu anda. Yamalı bohça. Yani söktükleri yırtıkları yamaya yamaya yamaya gidiyorlar. Onun için olmuyor. Ama biz hala bekleyeceğiz. Umarız ki düzgün bir ekonomik program oluştururlar, ilan ederler, yapabilecekler mi göreceğiz. Merkez bankası hâlâ bağımlı. Bakın başına kim gelirse gelsin talimatla çalışıyor Merkez bankası. Merkez Bankası Başkanı çıksın desin ki ben bağımsızım. Biz gerçekten doğru olanı yapıyoruz, desin göreyim. Yapamazlar yani. Para Politikası Kurulu üyeleri geçen ayda aynı ekipti bu ay da aynı ekip. Şimdi geçen ay faiz düşük kalması gereken diyen ekip döndü bu ay faiz yükseltti. Faizin yükselmesinin de gerekçelerini yazdı. Hiç mi mesleğinize saygınız yok ya yaptığınız işe hiç mi saygınız yok? Bir ay önce dediğinizin tam tersine u dönüşü yapıyorsunuz. Çünkü niye? Kendi iradeleri değil, talimat ne geliyorsa onu yapıyorlar. O gün talimat öyleydi onu yaptılar. Onu gerekçelendirme çalıştılar. Onun altını doldurmaya çalıştılar niye faiz düşük ve bugün faiz artırmak zorunda kaldılar. Şimdi onun altını doldurmaya çalışıyorlar.

Elif Doğan Şentürk: Kadronun değişmesinin pek bir anlamı kalmıyor aslında bu durumda.

Ali Babacan: Kadro değişecek ve bağımsız olacak. Yani bu başka türlü çok zor düzelmez. Allah korusun daha kötüyü, daha kötüyü, daha kötüyü görürüz yani.

 

.  

10 Temmuz 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Ekonomideki Son Gelişmelere Yönelik Basın Açıklaması

10 Temmuz Ali Babacan’ın Ekonomideki Son Gelişmelere Yönelik Basın Açıklaması
 
 
Basın kuruluşlarımızın değerli temsilcileri,
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizi izleyen değerli vatandaşlarımız,
 
Bugünkü toplantımız vesilesiyle aramızda olan değerli konuklar,
 
Partimizin değerli mensupları,
 
Hepinizi saygıyla selamlıyor,
 
Güncel ekonomik ve finansal gelişmeleri değerlendirmek üzere düzenlediğimiz toplantıya hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Partimizin kuruluşundan bu yana, bu salonda çok sayıda açıklama, çok sayıda duyuru yaptık.
 
İktidara, yanlış politikalarını düzeltmesi için uyarılar yaptık.
 
Vatandaşlarımızın huzuru ve refahı için yapılması gerekenlerin çoğunu yine bu salonda açıkladık.
 
Açıkladık ki; hiç değilse iktidar hatalarından vazgeçsin.
 
Açıkladık ki; hiç değilse yanlışlar düzeltilsin, eksikler tamamlansın.
 
Bugün yine bu gündemle karşınızdayım.
 
Seçimlerin ardından 1,5 ay geçti. 
 
Yeni kurulan hükümetin icraatını yakından takip ettik ediyoruz. Gelişmeleri iyi niyetle izliyoruz. 
 
Hükümetin kurulmasıyla beraber kabinede birkaç ismin olması gerçekten ülkemiz adına bizleri umutlandırdı ve o arkadaşlarımızın özellikle daha önce ekonomi tarafında ekonomi yönetiminde bulunan arkadaşlarımızın kabinede olması Türkiye genelinde bir iyimserlik havası da oluşturdu. 
 
Ancak şu son döneme baktığımızda son haftalara baktığımızda bu arkadaşlarımızın önünün pek açılamadığı bu arkadaşlarımızın icraatlarıyla alakalı aklındakilerini düşüncelerini tam da hayata geçirmediklerini geçiremediklerini görüyoruz takip ediyoruz.
 
Nihayetinde ekonomi tarafında bir iki ekonominin dilinden anlayan insanın olması ya da Merkez Bankası başkanının değişmesi tabi ki ülkenin ekonomisinin düzelmesi için yeterli adımlar değil. 
 
Bunun çok daha ötesinde adımlar atmak gerekiyor. Yapılacak daha çok iş var ve biraz sonra bu konularla alakalı hem durum tespitimizi hem de tavsiyelerimizi hem kamuoyuyla hem de hükûmetle paylaşacağız. 
 
Bir buçuk aydır izliyoruz. Acaba geçmişten ders çıkarılır mı; sağduyulu, dengeli adımlar atılır mı diye bekledik ve açıklamalarımızı da hep erteledik bugüne kadar. 
 
Ama bugün bakıyoruz ki, durum acil…
 
Acil diyorum çünkü büyük hatalar yapılıyor ve bu hataların ceremesini milletimiz çekiyor.
 
Özellikle 2017 sonrasında uygulanan hatalı politikaların daha da artarak devam etmesi, vatandaşlarımızın büyük bir yoksulluğa, sefalete düşmesine sebep oluyor.
 
Sayın Erdoğan ve ekibi; kâh gece yarısı kararnameleriyle, kâh yasal düzenlemelerle, zam üstüne zam yağdırıyor. Vergi üstüne vergi ekliyor. 
 
Bir yandan sözüm ona “müjde” deyip maaşlara zam yapıyor;
 
Diğer yandan tüm o müjdelerin bedelini yine vatandaşlarımıza dönüp acı reçeteler ile ödetiyor.
 
Seçim öncesindeki, fütursuz, akıl dışı uygulamaların bedelini, seçim sonrasında yine dar gelirli, sabit gelirli vatandaşlarımızdan tahsil ediyor. 
 
Enflasyonla mücadele etmek yerine, enflasyonu katmerleyecek adımlar atıyorlar.
 
Defalarca söyledim: Yapmayın dedim! Daha kötü olacak, yapmayın dedim!
 
Değerli arkadaşlar bir ülkenin bütçesinde dengesizlik oluştuğunda tabi ki o dengesizliği kapatacak tedbirler gerekir. 
 
Bu tedbirler nedir? Gelir artırıcı tedbirler veya gider azaltıcı tedbirlerdir. Çok basit bir matematik bu. 
 
Yani bütçe açığınız büyüdüyse harcamalarınızı kısmanız lazım gelirlerinizi artırmanız lazım.
 
Şu ana kadar ki alınan tedbirlerin hepsi harcamaları artırıcı yöndeki adımlar. 
 
Veya vergilerle vergileri artırarak bütçe açığını azaltma çabası. 
 
Bugüne kadar tek bir tasarruf tedbiri duymadık. Elleri hiç tasarrufa gitmiyor.
 
Ya biz devlet olarak şunu şu kadar harcıyoruz. Burada biraz israf var. Harcamaları frenleyelim, şu israfa son verelim niyetiyle atılmış tek bir adım bugüne kadar duymadık. 
 
Hani bir söz vardır; iğneyi kendine çuvaldızı başkasına diye. Bunlar durmadan çuvaldızı millete batırıyorlar kendilerine bakıyoruz hiç iğne miğne yok. En ufak bir tasarruf tedbiri yok.
 
*****
 
Değerli basın mensupları, kıymetli arkadaşlarım,
 
Geçtiğimiz 1,5 aylık süreye şöyle bir baktığımızda görüyoruz ki, Sayın Erdoğan seçimlerden önce vatandaşlarımıza gerçekleri söylemedi. 
 
Seçimlerden hemen önce “Bu kardeşiniz işbaşında oldukça faiz artmayacak, düşmeye devam edecek” diyen Erdoğan, seçimlerden hemen sonra Merkez Bankasının bugüne kadar bir defada yaptığı en büyük faiz artışının önünü açtı.
 
Merkez Bankası faizi % 8,5’dan %15’e çıktı.  
 
Bakın Erdoğan seçimlerden 3 hafta önce, 21 Nisan’da ne söylemiş, seçimlerden 3 hafta sonra ne yapmış. İzleyelim:
 
Sayın Erdoğan, siz meydanlarda verdiğiniz sözü Ankara’ya dönünce unuttunuz.
 
Faiz artmayacak inecek dediniz faiz artışının önünü açtınız. 
 
Seçim dönemi atıp tuttunuz, sonra bir daha ardınıza bakmadınız. 
 
Şimdi size soruyorum:
 
Bu halkı aldatmak değildir de nedir? 
 
“Nas var, bize ne oluyor?” dediğiniz için Allah’tan af dileyecek misiniz acaba?
 
Ya da, “Kusura bakmayın, sizi yanılttım” diyerek vatandaşlarımızdan özür dileyecek misiniz?
 
“Nas mı, faiz mi?” Diye soran siz değil misiniz?
 
Evet arkadaşlar, hepsi kendi açıklaması.
 
*****
 
Bakın, bir de grafik göstereceğim size:
 
Şu grafiğe bir bakın. 
 
1 Ocak’ta başlıyor 28 Mayıs’a kadar. Yani seçimlerimn 2. Turuna kadar doalr her ne hikmetse 20 liranın altında.
 
Seçim öncesi her türlü numarayı yapıp Dolar kurunu baskı atında tutuyor. 
 
Kur 20 liranın altında duruyor. Sözüm ona bir istikrar gösterisi yapıyor. Seçim kampanyası var ya. Bak kurda istikrar. Yalancı bir istikrar ama. 
 
Biliyor ki, kur artışından vatandaşlarımız rahatsız oluyor. Kur artınca, A’dan Z’ye her şeye zam geliyor.
 
28 Mayıs’a kadar her türlü numarayla dolar kurunu tutuyor.
 
Sonra ne oluyor? Ekranda belli. Döviz kurunu bırakıveriyor. 
 
Dolar 20 liradan çıktı şu an 26 liraya.
 
Artış tam % 30. 
 
Ve bu 1 ay içerisinde oldu arkadaşlar. 1 ay içerisinde tam %30’luk bir kur artışı var. %30 luk bir devaüasyon var.
 
Şimdi size soruyorum. Bu da halkı aldatmak değil de ne?
 
Seçimden önce doları 20 lira gösterip seçimden sonra 26 liraya salıvermek ne?
 
Aldatmak değil mi?
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Evet Erdoğan seçimi kazandı. Ama helalinden kazanmadı. 
 
İnsanları aldattı. Montaj videoları gerçek gibi gösterdi. Devletin tüm imkanlarını sadece kendisine ve partisine kullandırdı.
 
Adil olmadı. Şeffaf olmadı. 
 
İşte bunun için diyorum ki, helalinden kazanmadı. 
 
Sözüm ona “benim alanım ekonomi, ben ekonomistim” dedi, bir tez uydurdu, ve şimdi de koskoca ülkeyi o akıl dışı tez uğruna yıkıp geçiyor.
 
Ben bir kere daha tekrar edeyim:
 
Yüksek faiz sonuçtur, sebep Erdoğan’dır.
 
Yüksek enflasyon sonuçtur, sebep Erdoğan’dır. 
 
Yüksek döviz kuru sonuçtur, sebep Erdoğan’dır. 
 
Çünkü siz Allah’ın verdiği aklı kullanmazsanız, ilimle bilimle bu ülkeyi yönetmezseniz sonu böyle hüsrandır. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Yine bu 1,5 ayda gördüğümüz bir başka hazin tablo…
 
Ehliyet ve liyakat iddiaları da boş çıkmış durumda.
 
İtibarı sıfırlanmış Merkez Bankası’na yeni bir başkan atanırken, eski Merkez Bankası Başkanı BDDK’nın başına getirildi. 
 
Bankacılık düzenlemeleri yapmakla görevli, en az merkez bankası kadar önemli bankaları denetlemekle yükümlü olan BDDK’nın başına, enflasyon patlarken Merkez Bankası’nın başında olan kişi getirildi.  
 
Merkez Bankası’nda da başkan değişikliği dışında hiçbir değişiklik yok. Başkan yardımcıları ve para politikası kurul üyeleri aynen yerinde duruyor bakın.
 
Sonuçta ekonomi yönetiminde yapılan nedir? Bizim yakın çalışma ekibimizde olan zamanında iki arkadaşın birinin Cumhurbaşkanı yardımcısı birinin bakan olarak görevlendirilmesi bir de Merkez Bankası başkanının değişmesi.
 
Onun haricinde bugüne kadar eski tas eski hamam. Bu aynı kişiler Merkez Bankasındaki para politikası kurulu üyesi insanları kastediyorum. Başkan değişti de para politikası kurulu duruyor. Başkan yardımcıları duruyor, meclis üyeleri duruyor.
 
Bu aynı kişiler daha dün faiz insin diye imza atarken, birden dönüp faiz artsın diye imza attılar. 
 
Soruyorum şimdi: Bir ay gibi kısa bir sürede 180 derece dönen, zıt değerlendirme, öngörü ve reçetenin altına imza atan bu kişilerin mesleklerine hiç mi saygıları yok yahu? Hiç mi mesleki ahlaktan nasiplerini almadılar?
 
Ben gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum.
 
Aynı isimler, birbirinin tamamen zıttı iki karara imza atıyor. Ancak, bedelini hepimiz ödüyoruz bedelini millet ödüyor. 
 
Bunu sakın ha hafife almayın. Bu basit bir şey değil.
 
Bu devlet kurumlarının nasıl çökertildiğinin devlet kurumlarının nasıl işlemez hale getirildiğinin en önemli göstergelerinden bir tanesi. 
 
1,5 ayda gördüğümüz bir başka net mesaj da şu: 
 
Şeffaflık vaadi sözde kaldı ve hatta eskisinden de geri gitti.
 
Bakın, Meclise sevk edilen ek bütçe ile 1 trilyon 119 milyar liralık ek ödenek talep edilerek, buna karşılık aynı miktarda gelir öngörülüyor. 
 
Ek ödenek ne demek? Yani bütçede para yetmiyor daha fazla harcayalım demek. Rakam ne kadar? 1.1 trilyon TL.
 
Bunun karşılığında da diyorlar ki bir o kadar bizim gelirimiz olacak ilave gelir. 
 
Bu ne demek? Yıl başında öngörülen bir bütçe açığı var. 659 milyar liralık bütçe açığı. Yılbaşındaki ilk çıkan bütçede 2023 bütçesindeki açık 659 milyar. 
 
Yani bu ek bütçe yemeği ise sunarken diyorlar ki bu ek bütçenin gelir gider tarafı dengeli.  Dolayısıyla zımnen ne diyorlar? Bizim bütçe açığımız artmayacak 650 milyarda kalacak. 
 
Öyle olmayacak, kendileri de biliyor. Böyle olmayacağı çok açık. 
 
Bu tutarın çok üzerinde olacağı da açık. 
 
Nitekim, Meclise sunulan bir diğer teklifte, yasa teklifinde de Cumhurbaşkanının borçlanma yetkisini üç katına çıkarmayı hedefliyorlar. 
 
Sizin bütçe açığınız madem artmayacak siz borçlanma limitini niye yükseltiyorsunuz? 
 
Niye borçlanıyorsunuz madem paraya ihtiyacımız olmayacak diyorsunuz. 
 
Borçlanma için limitin çıkarıldığı rakam da tam 2 trilyon 181 milyar. Yani 659 milyarlık bütçe açımız var diyorlar ama Cumhurbaşkanı 2 tirilyon 181milyar kadar borçlanabilirsin. 
 
Bunu da meclis yasa olarak belirlesin diyor.
 
Eğer bütçe açığı değişmeyecekse, borçlanma limitinin 3 katına çıkarılmasının gerekçesi nedir? Biz bir açıklama duymadık bugüne kadar.
 
Her şey kapalı örtülü. 
 
Simsiyah örtülerin altında tutuluyor her şey. Açıklamıyorlar. 
 
Burada da bir samimiyet, şeffaflık yok.
 
Ayrıca; ek bütçe dışında Meclise sunulan torba yasayla da, ilgili idare bütçelerine çok yüksek tutarda ödenek eklemeye Cumhurbaşkanı yetkili kılınıyor. 
 
Yani bu ne demek? Kardeşim meclisten çıkan bütçe ne olursa olsun anlamam. Ben daha sonra kafamı eseni yapacağım demek.
 
O zaman mecliste bütçe tahsisi şu bakanlığa şu kadar bütçe bu bakanlığa bu kadar bütçe bunu niye yapıyorsunuz? Meclisi o zaman niye yoruyorsunuz bununla? 
 
Madem kafanıza göre her şeyi daha sonra değiştirme yetkisini de alıyorsunuz.
 
Burada da Meclisin by pass edilmesi söz konusu. Soruyorum Nerede şeffaflık? Nerede samimiyet? Nerede denetim?
 
“Bütçe hakkı meclisindir” ilkesine ne oldu?
 
Ta 1215’ten gelen bir ilkedir arkadaşlar bu. Milattan Sonra 1215 yılından gelen bir ilke. “Bütçe hakkı meclisindir“.
 
Burada ne yapıyorlar bu yasal düzenlemeyle? Bütçe hakkı Cumhurbaşkanının kendisinindir, hak kendinindir. Kafasına eseni yapabilirini şu anda mecliste düzenlemelerle sağlamaya çalışıyorlar. 
 
Bu hafta bunlar görüşüleceği için meclis genel kurulunda özellikle işaret ediyorum. 
 
TBMM’deki 600 milletvekili arkadaşlarımıza da özellikle bu mesajları buradan iletiyorum ki neye evet dediklerini neye hayır dediklerini görsünler bilsinler. 
 
Bunlar her türlü ilkeyi çiğneyip atıyor. Kural tanımıyorlar. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Hâl böyle olunca, şeffaflık olmayınca enflasyon başta olmak üzere TÜİK verilerine güvensizlik daha da artıyor. 
 
TÜİK ile ilgili bir şey duymadık bir kadro değişikliği duymadık. Yok.
 
Siz TÜİK verilerine güveni artıracak adımları atmazsanız olmaz. 
 
Haziran sonunda TÜİK’in açıkladığı yıllık enflasyon % 38, ENAG’ın Bağımsız Enflasyon Araştırma Kuluşunun açıkladığı enflasyon % 108. 
 
İnsaf. 
 
Arada tam 70 puan fark var. Öyle 1-2 puan değil. 
 
Bu nasıl bir enflasyondur ki TÜİK ölçüyor 38 diyor ENAG ölçüyor 108 diyor. 
 
Gerçekten tam bir kepazalik.
 
*****
 
Yetmedi;
 
Gizli kapaklı, arka kapı döviz satışlarını açıklamak, şeffaflaştırmak bir yana dursun seçimlerden sonra bu uygulamayı aynen devam ettiler.
 
Gerçekten çok yazık.
 
O hükumet kurulunca ki o bu ülkenin vatandaşı olarak içimizde beliren o umut ışıkları maalesef hızla sönüyor. 
 
Meşhur “128 Milyar, 130 Milyar Dolar nerede” meselesi katmerlendikçe katmerleniyor. Ve inatla bu hatadan vazgeçmiyorlar.
 
Arka kapıdan cayır cayır cayır döviz satmaya devam ediyor. 
 
Siz bunu niye açıklamıyorsunuz?
 
Ben tam 13 yıl kabinede oldum, 11 yıl bu ekonominin başında oldum. 
 
Bütün bu süre içerisinde topu topu merkez bankasının 8 milyar dolarlık satış yönünde müdehalesi olmuştur doğrudan müdehalesi. Ve bunun hepsi aynı gün şeffaf olarak açıklanmıştır. 
 
13 yılda 8 milyar dolar satılıyor şeffaf açıklanıyor bu 128 130 olarak markalaştığı için söylüyorum. En son baktığımızda rakam 250 milyar doları geçmişti arka kapı satışları. 
 
Arka kapı satışları 250 milyar doları geçmiş siz bununla ilgili tek bir açıklama yapmıyorsunuz. 
 
Bu döviz rezervi size babanızdan miras kalmadı.  Kendi malınız mülkünüz de değil. Bu milletin döviz rezervi. 
 
Ne yapıyorsunuz, kaça satıyorsunuz, ne zaman satıyorsunuz, ne kadar satıyorsunuz söyleyin şunu. 
 
Doğru hesaptan kaçar mı? 
 
Bir diğer kritik mesele:
 
Açıklandığı ilk gün hatırlarsanız gece yarısı açıklandı sabahleyin ben Polatlı Ticaret ve Sanayi Odasındaydım. Orada bir konuşma yapıyordum. Dedim ki bu kur korumalı mevduat için “Bu bir Devleti batırma projesi” dedim. 
 
Bu devleti batırma projesiyle ilgili şu ana kadar hiç bir planlama duymadık. Bu proje devam mı edecek ne olacak? Bitirme planı var mı? Çıt yok. 
 
Hatırlayalım; rahmetli Özal’ın “Kendini uyanık sananların bulduğu dalavere sistemi” dediği, bir proje bu. Yine rahmetli Özal’ın “enflasyonun ana sebebi” olarak ilan ettiği ‚gençlere nasihatimdir aman bir daha böyle yanlışlara girmeyin‘ dediği ve sona erdirdiği sistemdir bu.
 
Tekrar uygulamaya başladılar. Korkunç bir maliyeti var bu ülkeye ve bunun ne olacağı ile ilgili de en ufak bir açıklama yok. 
 
Bu kısa adı KKM olan Kur Korumalı Mevduat konusunda da kalıcı bir çözüm planı açıklamadıkları yetmiyormuş gibi, bakın bir de tutup ne yaptılar:
 
Hazine’nin yaptığı KKM ödemeleri, Merkez Bankası yapacak dediler.
 
Bu iki açıdan büyük bir yanlış, yanıltma ve çelişki anlamına geliyor:
 
Yani hazinenin ödediği KKM kur farklarını bundan sonra Merkez Bankası ödesin.
 
Merkez Bankası parayı nereden bulacak? Merkez Bankası parayı nereden bulur? 
 
Evet, para basacak arkadaşlar para basacak. Cayır cayır para basacak.
 
Peki Merkez Bankası para bastıkça bu ülkede enflasyon artmayacak mı?
 
Yıllarca bu millet bu yüksek enflasyonun bedelini ödemedi mi bu ülkede?
 
Niye tam 34 yıl boyunca bu ülkede enflasyon 2 hane 3 hane seyretti? 
 
Hep bu tür saçma sapan uygulamalar yüzünden bu enflasyon düşmedi. 
 
Yani, KKM ödemelerini yapabilmek için Merkez Banksı enflasyon yaratacak.
 
Enflasyon en adaletsiz vergidir, milyonların cebinden çalmaktır. 
 
Ve bunu bakın bilerek yapıyorlar kararla yapıyorlar. 
 
Öyle ya ne yapalım enflasyon arttı biz de ne olduğunu anlamadık falan değil yani.
 
Hazine değil Merkez Bankası ödeyecek dediğiniz anda bu ben enflasyon üreteceğim demek.
 
Yani milyonların cebinden enflasyonla alacaklar, bankada parası olan bir avuç insana Kur Korumalı Mevduat hesaplarının kur farkı olarak ödeyecekler. Özü bu. 
 
İkincisi; bu adım rasyonel politikalara dönüş ve şeffaflık vaadiyle tamamen çelişmektedir. 
 
Siz daha, Merkez Bankası’nın kur korumalı mevduat için bugüne kadar yaptığı ödeme miktarını bile açıklamamışken; Hazine’nin ödemelerini de Merkez Bankasına transfer etmek, rakamları gizlemek ve karartmaktır. 
 
Bu da kendi sözlerinizle tam bir çelişkidir.
 
*****
 
Ve kıymetli arkadaşlar;
 
Gördüğümüz bu tablo, iktidarın ülkemizin karşı karşıya olduğu ekonomik sıkıntılarla ilgili hiç bir hazırlığının olmadığını gözler önüne sermiş durumda.
 
Yok. Siz bugüne kadar bir ekonomik program duydunuz mu? 
 
Hiç bir şey ortada. Sadece rast gele adımlar var.
 
Para bitti Merkez Bankasına dön bas, bütçe tutmuyor vergi sal. 
 
Böyle bir şey mi olur?
 
Bir bütüncül ekonomik program olmadan Merkez Bankasına dön para bas, 
millete vergi sal. Peki bu nereye gidiyor? Sizin hedefiniz nedir? Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Nihayete ulaşmaya çalıştığınız hedef nedir? 
 
Bu yıl sonunda hangi bütçe hedefine ulaşmaya çalışıyorsunuz? Enflasyon hedefiniz nedir bu yıl ile alakalı?
 
Bu kadar karşılıksız para basacağınızı ilan edip hala enflasyonun düşeceğini nasıl iddia edersiniz?
 
Kendi elleriyle yarattıkları ekonomik krizden, sözüm ona çıkmak için attıkları adımlarla da, yine dar ve sabit gelirlilerin sırtına yeni yükler eklediler.
 
Eskiden kaşıkla verdiklerini kepçeyle alıyorlar diyorduk ama artık verdikleri inanın çay kaşığıyla verip kepçeyle almaya döndü şu anda.
 
İnatla ve ısrarla, orta direği yok etme adımlarını sürdürmeye devam ediyorlar. 
 
Bilerek ya da bilmeyerek ama attıkları adımın sonucu orta direği çökertmek.
 
Hatta geçen sene birkaç istişare toplantısında bunu dillendirenler oldu. Dediler ki ya acaba demokrasi talebi orta sınıftan gelir ya acaba özellikle mi orta direği çökertiyorlar bunlar demokrasi talebini bu ülkede iyice azaltmak için diye. 
 
Böyle komplo teorileri anlattılar bana. Ben de olur mu dedim ya bu ülkeyi yapılacak en büyük hainliktir bu. Kim yapabilir kim aklının ucundan geçirebilir böyle bir şeyi diye cevap verdim onu söyleyenlere.
 
Buldukları tek çözüm; düşük ve orta gelirli vatandaşların vergi yükünü artırmak oldu. Üstelik alım gücünü azaltacak vergi artışlarına da yöneldiler.
 
Haksız rant gelirlerini vergilendirmeyi aklına dahi getirmediler bugüne kadar. Tüm vergi yükünü zar zor hayatını idame ettirmeye çalışan düşük gelirli sabit gelirli vatandaşın sırtına yığdılar. Olan bu.  
 
Bakın gerçi son 3-4 gündür basında yoğun olarak işleniyor ama ben toplu olarak şu son alınan kararların kısa bir özetini yapayım size. 
 
Ne yaptılar? 
 
· 2023 yılında tahakkuk ettirilen motorlu taşıtlar vergisi tutarı kadar ek motorlu taşıtlar vergisi getirdiler. Yani bu yılki MTV’yi ikiye katladılar. 
· Bu araç sahiplerinden vatandaşın bineceği 1 tane araba.  Ne istiyorlar ben anlamıyorum. Dönüyor dolaşıyorlar otomobil ÖTV’si dönüyor dolaşıyorlar otomobil MTV’si. 
 
Başka ne yaptılar?
 
· Akaryakıta ilişkin maktu ÖTV tutarlarının üretici fiyat endeksine göre güncellenmesine karar verdiler. Yani vergi artışını otomatiğe bağladılar. Zammı otomatiğe bağladılar. Artık karar almalarına da gerek yok. 
 
ÜFE’ye göre akaryakıtın üzerindeki vergi tıkır tıkır tıkır tıkır artacak. Otomatik zam. Yine bakın araç sahipleri  Bakıyorlar hala bu millet arabaya biniyor demek ki parası var. Biraz daha alalım biraz daha alalım.‘
 
· Maktu harçları %50 oranında artırdılar.
 
· Yurt dışından getirilen telefon harcı tam %228 artırdılar.
 
· Tüketici kredilerinden alınan banka ve sigorta muameleleri vergisi (BSMV) 5 puan artırılarak yüzde 15’e çıktı. Bu ne demek? Yani burada da fiili bir faiz artışı oldu. 
 
Yani vatandaşımız bankadan tüketici kredisi çektiğinde vergi dahil ödeyeceği faiz şu anda artmış durumda. 
 
Hani ne oldu? İktidarda olduğu sürece faiz artmayacaktı düşecekti değil mi?
 
Üstelik vergi artışıyla vatandaşa olan maliyeti yükseltiyor.  
 
· %18’lik KDV, %20’ye; %8’lik KDV ise % 10’a çıktı.
 
Tabi bu 2 puan gibi geliyor ama 8’lik vergi 10’a çıkınca % 25 vergi artışına denk geliyor. 
 
Yani en temel ihtiyaçlarda %8’lik vergi öderken %10 ödemeniz ne demek?  O alışverişte ödediğiniz verginin aslında %25 oranında artması demek. 8 lira yerine 10 lira ödüyorsunuz hesap basit. 
 
Daha da yetmedi. Çok temel ihtiyaçlar sabun, şampuan, deterjan, dezenfektan, ıslak mendil, tuvalet kağıdı, kağıt havlu, kağıt mendil ve peçetede bakın hepsi temel ihtiyaç günlük ihtiyaç % 8’den % 20’ye çıkarttılar. 
 
2,5’e katladılar vergiyi.
 
Dün marketlere giren arkadaşlarımız görmüşlerdir. Raflar boş. Millet aman KDV artmadan önce tuvalet kağıdı alayım.
 
Tuvalet kağıdı sırası oluştu memlekette. Tuvalet kağıdı alayım diye insanlar kuyruğa giriyor zam gelmeden ne olur ne olmaz alayım diye. 
 
Siz bu kafayla enflasyonu nasıl düşüreceksiniz?
 
Evde ihtiyaç olsun olmasın aman ben zamlanmadan alayım bir şeyler satın alayım pisikolojisine bu milleti soktuktan sonra bu ülkede enflasyonu nasıl düşüreceksiniz?
 
Hey yavrum hey. İş biliyoruz diye ortalarda dolaşıyorlar. 
 
· Kurumlar vergisini %25’e çıkarttılar.  Finansal kuruluşlar için %30 yaptılar.
 
Bakın arkadaşlar biz sapasağlam bir ekiple tam işi bilen bir kadro ile tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olduk. 
 
Kurumlar vergisini %33 ile teslim aldık %20 ile bıraktık. 
 
25-30'a çıkarttılar tekrar.
 
Gelir vergisini %45'ten 35'e indirdik üst dilimini. Üstelik bunların yaptığı gibi dilimleri değiştirmeyerek gizli vergi de almadı kimseden. 
 
Şimdi maaşlar artıyor vergi dilimlerine dokunmuyorlar. Bu ne demek? Fiilen yüzde olarak daha çok vergi alıyorlar milletten. Bu o demek.
 
Maaş artış yüzdesine siz bu vergi dilimlerinin payını artırmanız lazım. Yoksa fiilen vergilerin yüzdesini artırmış oluyorsunuz. 
 
Bilmeyenler bilsin duymayanlar duysun diye söylüyorum bunları.
 
*****
 
Katma değer vergisi. İlk 1 Ocak 85'te yürürlüğe girdi. Ben daha liseye giderken bizim işletmemizin defterlerini tuttuğum için o tarihi çok iyi hatırlıyorum. 1 Ocak 1985. 
 
Oran kaç? %10. 
 
Sonra geldi bir hükümet 12 yaptı. Biri geldi 15 yaptı. Bir başkası geldi 17 yaptı. Bir başkası geldi 18 yaptı. 
 
Biz ne yaptık? 
 
Pek çok temel ürüne gıda da giyim de eğitimde ve sağlıkta arkadaşlar 18'i radikal bir kararla 8'e indirdik. 
 
Bazı maliyeci arkadaşlarımız dedi ki 'aman başbakan yardımcım ne yapıyorsun ne ediyorsun gelirler düşer.' ben de dedim ki bakın vergide sürümden kazanmak diye bir tabir vardır. 
 
Özellikle bazı sektörlerde vergi oranından bağımsız olarak zaten insanların gönül rahatlığıyla ödeyeceği bir vergi oranı vardır. 
 
Siz bunun üzerine salsanız bile o tahsilatı yapamazsınız. 
 
Ve ne oldu? KDV'yi %18'den 8'e indirdik bir kuruş gelirlerde düşüş olmadı. Kurumlar vergisini indirdik 33'ten 20'ye gelir düşmedi. 
 
Sürümden kazandık sürümden. Vergide de sürümden kazanmak diye bir tabir vardır. 
 
İşte biraz alanı ekonomi olanlar kendine ekonomist diyenler bu kavramları bilse ülkenin başına bunlar gelmez. 
 
Ve arkadaşlar ne yaptık? Türkiye'yi yatırımlar için daha cazip bir ülke haline getirdik. Vergilerin düşme trendinde olduğu, kurumlar vergisinin düşüş trendine girdiği, katma değer vergisinin düşüş trendinde olduğu bir ülke haline getirdik Türkiye'yi. 
 
Onun için bu ülkeye harıl harıl yatırım geldi onun için istihdam arttı bu ülkede işsizlik düştü. 
 
Şimdi tam tersine son 4-5 yıldır yani bu partili taraflı Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi başladıktan bu yana dikkat edin trend sürekli yukarı. Hiçbir vergi düşmüyor. 
 
Bütün vergiler sürekli artıyor. Bu ne demek? 
 
Bu hükümet iş başında olduğu sürece bu artış devam edecek. Yatırımcının okuması budur. 
 
Ya bunlar sıkıştıkça millete vergi salıyor sıkıştıkça vergi salıyor. 
 
Yatırımı istihdamı engeller bu tutum. 
 
Sözün özü istikrar olmayınca vergide istikrar olmayınca bunlara çözüm bulamazsınız.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar iktidar şu anda dar gelirlinin, sabit gelirlinin elinde ne varsa gözünü oraya dikmiş durumda.
 
Gözünü zar zor geçinen vatandaşın cebine dikti.
 
Hukuku askıya aldı, ekonomiyi deneme tahtasına çevirdi ve ekonomimizi ülkeyi sert bir duvara tosladı.
 
Ve çareyi evladının temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan vatandaşlardan daha çok vergi almakta buldu.
 
Çareyi, her gün canını riske atarak canla başla çalışan kuryenin iaşesine göz dikmekte buldu. 
 
Çareyi, sabahtan akşama çalışıp zar zor kirasını ödeyebilen çalışanların sırtına yıkmakta buldu. 
 
Ulaşımdan, temizlik malzemelerine her şeyin vergisini fiyatını artırmakta buldu.
 
Vergi artınca nihai satış fiyatı artmıyor mu? 
 
Peki bu vergi artışlarıyla önümüzdeki 1-2 ay içerisinde doğacak enflasyonun sebebi kim? Yine bu kararı alanlar yine bu hükümet.
 
KDV’yi daha da katmerleştirdiler. 
 
Değerli arkadaşlar ülkem adına gerçekten çok üzgünüm, ama çok da kızgınım.
 
İnanın bana, çözümün ne olduğunu bilmesem, daha evvel iki büyük krizi çözen ekibin başında olmasam, bu kadar öfkeli olmam.
 
Ama bile bile, göz göre göre, vatandaşlarımızın daha da yoksullaştığı yoksullaştırıldığı süreç yaşıyoruz şu anda.  
 
Bile bile vatandaşlarımızın açlığa mahkum edildiği bir süreç yaşıyoruz. 
 
Göstermelik iyileştirmelerle, göz boyamanın ötesine geçemezsiniz.
 
Göz boyayım derken de, işte böyle ağır vergilerle, vatandaşın gözünü çıkartırsınız.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
3 sene evvel demiştim:
 
Bu iktidar kaynaklarını kendi yakın çevresine ve zenginlere ayırdığı için halka “acı reçete” kesiyor.
 
Bakın hâlâ devlet kaynaklarının israfıyla ilgili tek bir adım atılmadı. 
 
Kamudaki kara delikleri kapatmak için tek bir plan yok.
 
Külliyenin günlük masrafı okuyorsunuz değil mi gazetelerde. 10’un üzerinde şu anda. Bunu aşağı çekmeyle ilgili bir plan yok.
 
Araç, uçak ve makam saltanatından bir tasarruf yok.
 
Bunların hepsi bir yana, sanki enflasyonu patlatan kendileri değilmiş gibi, maaşlara zam yaparak her gün bir müjde verme derdindeler.  
 
Maaşlara zamla meseleyi çözeceklerini zannediyorlar. 
 
Mesele böyle çözümez arkadaş. Mesele enflasyonla mücadeleyle çözülür. 
 
Mesele fiyat artışlarını azaltıp enflasyonu makul noktaya çekmekle çözülür. 
 
Bile bile enflasyonu patlatan öbür eliyle de maaş zammı verip müjde açıklayan bir hükumetin bu zihniyetin bu ülkenin sorunlarını çözme şansı olmaz. 
 
Seçimlerden önce en düşük memur maaşını 22 bin liraya yükselteceklerini vadetmişlerdi.
 
İyi de biraz önce grafiği gösterdim bu geçen süre içinde kurlarda ve enflasyonda sanki hiç artış olmamış gibi davranıyorlar. 
 
Sizin o gün verdiğiniz sözle bugünkü rakam yeni kura göre hesaplayın zaten yüzde 30. Dolar karşısında erimiş durumda.  
 
Bu vaadi 11 Mayıs’ta vermişlerdi. O tarihten bu yana maaşlarda ciddi bir erime söz konusu.
 
Gelelim emeklilerimize… 
 
Maalesef emekli vatandaşlarımız önemli ölçüde kendi hallerine terk edildiler.
 
En düşük emekli maaşı 7500 lirada tutuldu, artış yapılmadı.
 
Yahu arkadaş, siz herkesin maaşını güncelliyorsunuz da, en düşük maaşı alan emeklilerimizi niye mağdur ediyorsunuz?
 
Diğer emeklilere yapılan yüzde 25’lik artış, çalışan memurların maaşlarındaki artış gerçekten şöyle bir bakın denge kalmadı.
 
Çalışan memurların kendi içindeki maaş dengesi alt üst oldu.
 
Emekliler ile çalışan memurlar arasında maaş dengesi yerle bir oldu.
 
Tamamen sistem yerle bir edildi.   
 
Ciddi adaletsizlikler ortaya çıktı. Çalışma huzuru ve barışı, kamudaki kariyer sistemi çökertildi.
 
Seçim kampanyasında muhalefete, “faizi artırmaktan, IMF’ye gitmekten başka çözümleri yok” diye iftira atan, kara propaganda yapan Erdoğan’ın ilk işi faizi artırmak hemen arkasından da kapı kapı dolaşıp bazı ülkelerden döviz istemek döviz dilenmek oldu.
 
Sayın Erdoğan’a soruyorum: Daha düne kadar hain darbenin arkasındaki güç dediğiniz ülkenin kapısına tekrar tekrar gidip borç istemek hiç ağır gelmiyor mu?
 
Diğer Körfez ülkelerinden tekrar tekrar borç isterken aklınıza hiç şu gelmiyor mu?
 
“Borç alan, emir alır”. 
 
Hiç düşün müyor musunuz?
 
Ülkeler arası ikili anlaşmalarla alınan borçlar, o ülkenin itibarına faydalı olmaz. 
 
Hangi ülkeden borç alıyorsanız o ülkeyle olan siyasi ilişkilerinizi etkiler elinizi zayıflatır. 
 
Bakın arkadaşlar bu borç anlaşmaları var ya bunlar da kamuoyunun bilgisi ve denetimine açık ve şeffaf olmak zorundadır. 
 
Siz bugüne kadar bu körfez ülkelerinden ne kadar borç aldınız? Hangi şartlarda aldınız. Borç alırken ne tür anlaşmalar yapıyorsunuz? Ne kadar faiz ödüyorsunuz? Teminat olarak acaba bir şey gösteriyor musunuz? 
 
Bunları niye açıklamıyorsunuz?
 
Daha önce de benzer anlaşmalar yapılmıştı. Bu anlaşmalar kapsamında bu güne kadar Türkiye ne kadar borçlandı?  Ne kadar faiz ödedin?
 
Bunların cevabı yok. 
 
Şeffaflık, öngörülebilirlik ve hesap verebilirlik vaatlerinizde samimiyseniz, bunları derhal ama derhal açıklayın.
 
Sizin yanlışlarınızın bedelini bu millet ödüyor.
 
Bu anlaşmaları bilmek milletin hakkı. 
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
Kıymetli arkadaşlar,
Sevgili vatandaşlarım,
 
Biz DEVA Partisini kurduğumuzdan beri sadece yanlışları eleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda çözüm önerilerimizi de açık ve net bir şekilde ortaya koyuyoruz.
 
Türkiye klasik muhalefet anlayışı nedir? Şu yanlış bu yanlış. 
 
Biz bunu bozduk bu geleneği değiştirdik. 
 
Her konuda çözüm ortaya koyduk hem de detaylı. Tarihleri tespit edilmiş takvime bağlanmış bütçesi hesap edilmiş çözümler ortaya koyduk.
 
Bugüne dek tam 23 tane eylem planı hazırladık. Seçimlerden sonra bu eylem planlarından birer set ben bütün hükumete gönderdim.
 
Sayın Cumhurbaşkanı’na gönderdim, Bakanlara, Bakan yardımcılarına ve 600 milletvekiline gönderdim. 
 
Çözümleri herkesin masasının üzerine koyduk. Hiçbir şey yapamıyorlarsa hiç bir şey bilmiyorlarsa şu bizim eylem planlarımızın sayfalarına göz ucuyla baksalar, onların yarısını yapsalar inanın Türkiye kanatlanır uçar. 
 
Çözüm nerede diye çalışın edin ama bizim burada hazır çözümlerimiz var. 
 
Biz ne yaptık? Bütün bu çalışmaları yaptık ve dedik ki ‘Varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun‘ dedik. 
 
Ve hükumetin kurulduğu günlerde hemen bu çalışmaları yaptık. 
 
Değerli arkadaşlar bakın 1 nolu eylem planı değil mi tarım.
 
Ben daha dün Konya'nın Çeltik ilçesindeydim. 
 
Orada oturduk tarımla uğraşan vatandaşlarımızla derin bir sohbet ettik. 
 
Şu yanlışa bakın, TMO fiyat açıklamış arpa fiyatı buğday fiyatı. Çiftçi ‘tamam benim malım al‘ diyor. Diyor ki ‘randevu alamıyorum.‘ 
 
E paraya ihtiyacı var. Kızı evlenecek oğlu evlenecek düğün mevsimi değil mi?
 
Ne yapıyor? TMO'nun açıkladığı fiyatın çok daha altında malını piyasaya satmak zorunda kalıyor. 
 
Şu anda tüm Türkiye'de böyle bir vahim durum yaşanıyor. 
 
Ya siz arpa fiyatı buğday fiyatı açıklayıp da o fiyattan alım yapmazsanız o açıkladığınız fiyatın bir değeri kalır mı bir anlamı kalır mı? 
 
Biz yıllarca bu işi yaptık. Her yıl oturduk TMO ile. Bak arkadaş öyle bir fiyat açıklayacaksın ki çiftçinin getirdiği malı son kilosuna kadar basıp parayı alacaksın. 
 
Devlet dediğin bunu yapar. 
 
 
Fiyat açıklıyorsan o fiyattan malını getirene basıp peşin para alırsın. Ya da hiç fiyat açıklama. Ben beceremiyorum yokum burada da yani. 
 
Sulama sorunu bakın buraya yazdık 1 nolu eylem planında. 2 sene oldu neredeyse.
 
En önemli sorun değil mi Konya başta olmak üzere pek çok ilimizin sorunu.
 
Bu yapılabilir arkadaşlar bu tamamen öncelik meselesi. 5 yılda bu ülkenin bütün tarımsal sulama projelerini tamamlayabilirsiniz. Hesabını kitabını yaptık. Ama öncelik meselesi. 
 
Siz devletin kaynaklarını nereye ayıracaksınız? ‘Bankada parası olan dövizi olan insanlar aman kur arttıkça siz mağdur olmayın. Ben sana devlet olarak bu kur farkını ödeyeyim. Size yazık olmasın mı?‘ diyeceksiniz yoksa aynı kur farkından etkilenen gübresi ile mazotuyla elektriği ile bütün maliyetleri artan çiftçimizin yanında mı olacaksınız? 
 
Bu hükümetin tercihi belli. Parası olanın yanında çiftçinin yanında değil.
 
Üstelik fiyat açıklayıp o fiyattan alım yapmamak milleti aldatmak değil mi? Böyle bir şey olur mu bir devlet bunu yapar mı hükümet bunu yapar mı?
 
Ben buradan hükûmete bir kez daha sesleniyorum:
 
Her zaman söylediğimiz gibi; hukuk olmadan, adalet olmadan, eğitim olmadan, rasyonel dış politika olmadan, ekonomi DÜ-ZEL-MEZ.
 
Olmayacak.
 
Dönüp siz bu temelleri sağlamlaştırmadan bu ülkenin ekonomisini yapamayacaksınız beceremeyeceksiniz. Düzeltemeyeceksiniz.
 
Hukuk olmadan, adalet olmadan, eğitim olmadan ağzınızla kuş tutsanız ekonomiyi düzeltmeyi beceremezsiniz!
 
Yeni Anayasa çağrılarından önce mevcut Anayasa’ya, Anayasa Mahkemesi Kararlarına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarına bi uyun hele. 
 
Her şeyden daha önemlisi, güven olmadan ekonomi düzelmez.
 
Bakın şimdi çok kısa özet bir reçeteyi buradan anlatacağım hükümete. Özet hap gibi. Öyle uzun tedavi falan değil hap. 
 
Ne yapması gerekiyor şu anda hükümetin? 
 
Biliyorum dinliyorlar kelime kelime dinliyorlar. Çünkü bu tür toplantılarda yaptığım açıklamalarda yaptığım kullandığım bir kelimeyi cımbızlayıp Sayın Erdoğan sık sık konuşmalarında dillendiriyor değil mi? 
 
Demek ki dinliyor takip ediyor.
 
Onun için ben şu andaki hükümete kulağını açıp şu anda söyleyeceklerimi dinlemesine özellikle tavsiye ediyorum.
 
Ne yapacağız? Yanlışları söyledik de ne yapacaklar nasıl olacaklar, nasıl düzelecek bu iş?
 
Anayasanın gereği olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’i derhal toplayın. Unutmayın; istişare mekanizmalarını işletmezseniz asla isabetli kararlar alamazsınız. 
 
Şu ana kadar siz hangi istişare mekanizmasını işlettiniz? Şöyle oturup da masa etrafında öyle yüzlerce kişi salona topla konuş çık git. Öyle değil. 
 
Masaya oturacaksın kolları sıvayacaksın icabında ceketi çıkaracaksın ülkenin cumhurbaşkanı olarak. 'Ya arkadaş sizin derdiniz ne bir anlatın. Bize tavsiyeniz ne? Ne yapalım?
 
Bir buçuk aydır böyle bir şey yaptınız mı?
 
İşte ekonomik sosyal konsey anayasal bir kurum arkadaşlar anayasa değeri var. Ve en geniş istişare mekanizması. 
 
Niye toplamıyorsunuz? Bir an önce toplayın ve sosyal tarafları dinleyin.
 
Ve derhal ama derhal kapsamlı bir ekonomik program açıklayın. 
 
Böyle iş tutarlılığı olan rakamsal hedefleri olan gerçekçi. 
 
Bakın, gerektiğinde yeri gelir Merkez Bankası parasal sıkılaştırma yapabilir. Yeri gelir, maliye politikalarında sıkılaştırma yapılabilirsiniz ancak; bunların hepsi şeffaf bir şekilde açıklanan kapsamlı bir ekonomik programın gereğiyse anlamlı olur.
 
Bu para politikası ve maliye politikasındaki ancak ve ancak güçlü yapısal refomlarla desteklenirse bir anlamı olur. 
 
Yoksa hiç bir faydası olmaz.  Geriye büyük bir hasar kalır.
 
Şu andaki hükumetin bir ekonomi programı yok.   
 
Soruyorum: Yaptıklarınızın bir bütünlük içinde anlamı var mı? Son işte 3-4 gündür kararnameler, şimdi mecliste yasalar şunlar bunlar. Bunlar bir bütünlük içeriyor mu yoksa sadece siz yırtıkları delikleri mi yamamaya çalışıyorsunuz?
 
Unutmayın. Yamalı bohçayla ekonomi yönetilmez. 
 
Yırtıkların sebebini ortadan kaldırmazsanız; bir tarafı yamayayım derken, diğer taraftan bohçayı patlatırsınız. 
 
Devam ediyorum; tavsiyeler devam ediyor. 
 
Kurumları güçlendirin. Sadece birkaç isim değişikliği yetmez, her kademede yetkin dürüst insanların önünü açın onlara yer verin.  
 
Bütçede, Türkiye Varlık Fonu’nda, KİT’lerde, Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerinde ve kamu bankalarında ötelenen ve gizlenen açıkları şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşın.
 
Biz zamanında kanun çıkarttık. Hazine borçları ile ilgili ayda bir yayınlanan muntazam bir raporu kanun gereği haline getirdik şeffaflık olsun diye. 
 
Ve niye borçlanıyor bu ülke. Bu gelen borç nereye gidiyor? 
 
Vatandaş şöyle açık şeffaf bir şekilde ayda bir temiz bir rapor olarak görsün diye yaptık bunu. 
 
Ama şimdi bir sürü halının altına süpürülen konular var. Yok varlık fonuydu yok koşullu hükümlülüklerdi falan filan derken devletin durumunu göremiyorsunuz. 
 
Bu devletin gerçek durumu nedir açıklanan rakamlara bakıp da anlamak mümkün değil. 
 
Bir başka önemli tavsiye; şu devleti batırma projesi olan bundan sonraki enflasyonun da en önemli sebeplerinden birisi olacak olan kur korumalı mevduatı da bir plan dahilinde artık sonlandırın.
 
Tasarrufa Külliyeden başlayın. Cumhurbaşkanlığı envanterindeki uçakları ve araçlarınızı azaltın. 
 
Kamu görevlilerinin çok yerden maaş almasına son verin. 
 
Yolsuzluğun, haksızlığın ve vurgunun kaynağı haline gelmiş olan kamu alımları mevzuatını kamu ihale mevzuatını tümüyle çöpe atıp yepyeni Avrupa Birliği sistemine uygun bir kamu ihale mevzuatını getirin Türkiye’ye. 
 
İnanın çok kolay. 
 
Avrupa birliği ile müzakerelerde 33 fasıldan bir tanesi kamu alımlarıdır. 
 
Şu an 27 üye ülke artı ikili anlaşmalarla Avrupa Birliği ile çalışan çok sayıda ülke bu mevzuatı bire bir uyguluyor. 
 
Avrupa birliğine üye ülkeler yatırım yapamıyor mu? Kamu alımı yapamıyor mu? Hiç bunlar ihale yapmıyor mu?
 
Niye korkuyorsunuz, neden çekiniyorsunuz? Şeffaf ve kural bazlı bir ihale sistemini neden Türkiye'ye getirmiyorsunuz?
 
Devam ediyorum; 
 
Kaynakları “Kanal İstanbul” gibi rant projeleri için değil; GAP, DAP, KOP ve DOKAP kapsamındakiler başta olmak üzere tarımsal sulama projelerinde kullanın. 
 
Bakın yaz aylarındayız. İnanın yazık oluyor. 
 
Milyarlarca dolarlık tarımsal ürün şu anda Türkiye’de susuzluktan düşük verim olduğu için ekonomiye kazandırılamıyor. Her şeyin başı su.
 
Devam ediyorum;
 
Şeffaflık iddianızda samimi olmak için yolsuzluk, rüşvet ve yasal olmayan yollarla yurtdışına çıkarılan kamu kaynaklarının geri getirilmesi sürecini başlatın.
 
Bilmiyorsanız anlatalım.
 
Biz TMSF'yi nasıl kurduk. O 1990'larda batan banka patronlarının yurt dışındaki mal varlıklarını nasıl Türkiye'ye getirdik anlatalım hepsini metodunu. 
 
Basit şeyler bunlar.
 
Bilen arkadaşlarımızı gönderelim hemen teknik ekiple birlikte gitsinler. Yaptık çünkü.
 
Ve siyasi etik yasasını hemen çıkarın. Siyasi etik yasasını.
 
Varlık Fonu gibi paralel Hazine uygulamalarına derhal son verin.
 
Sözde değil özde şeffaflığa TÜİK hesaplarından başlayın. 
 
TÜİK’in kadrosunu derhal değiştirin ve TÜİK gerçek enflasyonu ne ise onu açıklasın. 
 
Bu ülkeye doğruları söyleyen bir istatistik kurumuna ihtiyaç var. Talimat da gerçeklerin üzerini örten değil. Çıkıp doğruları bağımsız bir şekilde açıklayan bir istatistik kurumuna bu ülkenin ihtiyacı var.
 
Ve şeffaf olmayan yöntemlerle kamu harcaması yapılmasına son verin. 
 
Mali disiplin iddianızda samimiyseniz, bunun yolu “Mali Kural”dır. 
 
“Mali Kural“ uygulamasını hemen hayata geçirin.
 
Tüm kurumları Meclis ve Sayıştay denetimine açın.
 
Doğru hesaptan kaçmaz. Yaptığınız doğruysa niye denetimden kaçıyorsunuz ki.
 
Niye bu kurumlara sayıştayın girmesine izin vermiyorsunuz? 
 
Yaptığınız iş doğruysa gelin bakın deyin. Denetleyin, bizim işimiz sağlam deyin. 
 
Milletin sofrasındaki ekmekten, banyosundaki temizlik malzemelerinden, cebindeki telefondan, artık elinizi çekin.
 
İmar planlarında oynamalar yaparak oluşan rantları kapsamlı ve etkili bir biçimde vergilendirin.
 
Yoksa bu ülkedeki kaynak dağılımını asla düzeltemezsiniz. Kaynaklar verimsiz yerlere gitmeye devam eder. 
 
Olmaz. 
 
Beyana tabi gelir unsurlarının kapsamını genişletip, dolaylı vergilerin ağırlığını azaltın. 
 
Kayıt dışılıkla etkin bir şekilde mücadele ederek, kayıt dışılığı OECD ortalamasının altına indirin ki bu mücadeleden elde edilecek kaynakları toplumun en kırılgan kesimlerini desteklemek için kullandırabilin. 
 
Kamu borçlanmasında ve kamu garantilerinde kur, faiz, likidite, re-finansman ve kredi risklerinin basiretli biçimde yönetimi için daha bağlayıcı ilke ve kurallar getirin.
 
Kural olmayınca olmaz arkadaşlar. Kural olmayınca mümkün değil. 
 
Açık şeffaf, kural bazlı bir yönetim zihniyeti yönetim anlayışı olmadan bu ülkenin sorunlarını çözemezsiniz. 
 
Son olarak tüm bunları yapmak için gün bugündür. Yarına ertelemeyin.
 
Bu milletin artık daha fazla bekleyecek sabrı yok. 
 
Bu ülkenin, bu milletin, daha da derin bir yoksulluğa gömülmesine sebep olmayın.  
 
Bu politikalardan bu sefalet üretecek politikanızdan vazgeçin!
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Sözlerimi 20 Kasım 2020 günü yine bu salonda yaptığım konuşma ile sonlandırmak istiyorum. Bakın ne demişim:
 
“Yangın büyük. Belki söndürmeye çalışıyorsunuz ama geride bir enkaz var. Tedbir almazsanız, yangın tekrar çıkacaktır. 
 
Biz uyarılarımızı ve tavsiyelerimizi, bu ülkede yeniden yangınlar çıkmasın, insanlar yeniden yoksulluğa mahkum olmasın, mevcut kriz daha da derinleşmesin diye açıkça ve samimiyetle söylüyoruz. 
 
Daha önceki uyarılarımıza dikkat etmediğinizde, ülkeyi ne hale düşürdüğünüzü, herhalde artık açık bir şekilde görüyorsunuz.”
 
Tarih Kasım 2020. Temmuz 2023’de değerli arkadaşlar bugün itibariyle yangın maalesef daha da büyük. 
 
Ağır bir yıkım söz konusu. 
 
Sayın Erdoğan 8 Temmuz günü Bayburt’ta 6 Şubat depremlerinin ülkemiz ekonomisine maliyetinin 104 milyar dolar olduğunu söyledi değil mi?
 
Hatırlayalım damat-kayınpeder el ele gizli saklı satılan ilk etapta satılan döviz 130 milyar dolardı.  250’yi de geçti.
 
Yani neredeyse tarihin en büyük depremlerinden birisinin oluşturduğu hasardan daha büyük bir yıkım yanlış ekonomi politikasıyla bir ülkede gerçekleştirilebiliyor. 
 
Tüm bu tablodan anladığımız, Sayın Erdoğan’ın 2017’den beri süregiden yönetiminin ekonomimizde oluşturduğu yıkımın bedeli, tarihimizin en ağır depremlerinden daha büyük.
 
Değerli arkadaşlar hükumet daha yolun başında. Şurada 1 buçuk ay oldu. Her zaman ama her zaman hatalardan geri dönmek mümkündür. 
 
Önemli olan açıkça biz hata yaptık evet bunlar yanlış oldu deyip hatadan dönmeyi ve doğruları yapma erdemini gösterebilmektir. 
 
Bugün ben burada bu toplantıyı niçin yapıyorum derseniz bir, durum acilleşti. Sorunları tespit etmek ve teşhis etmek için şu anda kritik bir dönemece geldik. İki, yanlışlardan dönmek için ve doğruları yapmak için hükumetin vakti var. 
 
Reçeteler de burada. Bilmiyorlarsa açıp bakabilirler. 
 
Burada bir ekonomi programının ötesinde çok daha kapsamlı bir hazırlık var. 
 
Burada bir 5 yıllık kalkınma planından çok daha derin bir çalışma var. 
 
Bunu sadace bizim DEVA Partili arkadaşlarımız oturup hazırlamadı ki Türkiye’de konuyu en iyi bilen o konunun uzmanı kim var kim yoksa hepsinin katkısı var hepsinin... 
 
Mesele hukuksa var, eğitimse var, sağlıksa var, dış politikaysa var. 
 
Biz evet DEVA Partisi olarak bu çalışmaları kordine ettik. Yayınladık ama içerik tam bir Türkiye içeriği. 
 
Siyasi görüşü ne olursa olsun bu ülkeyi seven bu ülke için her türlü fedakarlığa hazır bir ekibin oluşturduğu çalışmalar bunlar. 
 
Yol yakınken istifade edin diyorum yol yakınken bakın ki hatalardan ülkemiz dönsün ülkemiz doğru politikalarla yönetilsin. 
 
Değerli arkadaşlar sözlerime burada son verirken, değerli basın mensubu arkadaşlarımızın bugünkü gündemimizle ilgili soruları varsa o sorulara da cevap vermeyi arzu ederim. 
 
Çok teşekkür ediyorum.
 
 
 
 
26 Haziran 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kurban Bayramı Mesajı

Ali Babacan Kurban Bayramı Mesajı


Ülkemizin her bir köşesindeki,

Dünyanın dört bir yanındaki saygıdeğer vatandaşlarım;

DEVA teşkilatının çok değerli mensupları, kıymetli yol arkadaşlarım;

Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, bayramın ülkemiz için, İslam Alemi için ve tüm insanlık için hayırlı gelişmelere vesile olmasını temenni ediyorum.

Yarın arife günü. Tüm hacı adaylarının Arafat vakfesinde yapacakları duaların ve hac ibadetlerinin kabul olmasını diliyorum.

Bayramlar; paylaşmanın, dayanışmanın, yardımlaşmanın zamanıdır.

Bayramlar; birbirimize ulaşmanın, kucaklaşmanın, barışmanın zamanıdır.

Bayramlar; kaybettiğimiz sevdiklerimizi hatırlamanın, şükrün ve muhasebenin zamanıdır.

Tüm bu duygularla, Kurban Bayramı’nı huzurla ve sağlıkla geçirmemizi temenni ediyorum.

*****

Değerli vatandaşlarım;

Bundan 1 ay önce genel seçimlerle ilgili takvimi tamamladık.

28 Mayıs gecesi yaptığım ilk açıklamada, seçim sonuçlarını çalışma arkadaşlarımla beraber kapsamlı bir şekilde değerlendireceğimizi söylemiştim.

Evet; 28 Mayıs’tan bu yana partimizin tüm kademelerinde seçim sonuçları üzerinde titizlikle çalışıyoruz.

Son 1 ay içerisinde Genel Merkez Yönetim Kurulumuzu iki kez yüz yüze, bir kez dijital ortamda topladık.

Kurucu arkadaşlarımızla küçük gruplar halinde değerlendirmeler yaptık.

İl başkanlarımızla dijital ortamda toplandık. Her ilimizde, il yönetimleri ve ilçe başkanları ile yapılan değerlendirmelerin raporlarını aldık.

Önümüzdeki süreçte partimizin çalışmalarını hangi alanlara yoğunlaştırmamız gerektiğini, hatalarımızı, eksiklerimizi masaya yatırdık.

Bayramdan hemen sonraki hafta il başkanlarımızla gruplar halinde 3 gün sürecek kapsamlı toplantılar yapacağız.

Yerel seçimler ve sonrasıyla ilgili hazırlıklarımızı, partimizin yetkili organlarında detaylı bir şekilde değerlendirmeye devam edeceğiz.

15 milletvekilimiz ve tüm genel merkez kurul üyelerimizle beraber 81 ilimizi, 922 ilçemizi adım adım tarayacağız.

Hem vatandaşlarımızı dinleyeceğiz hem de güzel ülkemiz için yaptığımız çalışmaları milletimize anlatacağız.

*****

Bir hususun da özellikle altını çizmek istiyorum.

2017’deki Anayasa değişikliğinden bu yana, seçimleri kazanmak için partiler arası ittifaklar ve iş birliği modelleri önem kazandı.

Partimiz de 6 partili bir ittifak modeliyle seçimlere girdi. Anayasa metninden, ortak politikalar metnine kadar, siyasi tarihimizde hiçbir seçimin öncesinde görülmemiş bir hazırlığın altına imzamızı attık.

Bu belgeler tam bir bilgi hazinesidir. Alın teridir, göz nurudur, akıl teridir.

Öte yandan, seçim tarihi yaklaşırken yapılan analizlerde şunu gördük: 6 parti kendi listesiyle seçime girdiğinde, ittifakımız mecliste çoğunluğu sağlayamıyordu. D’Hondt sistemi, ittifak içindeki partileri daha da yakınlaşmaya zorluyordu.

İşte o anda bizim için çok zor olan bir kararı verdik ve seçime ortak listelerle girdik.

6 partiyle yaşadığımız tüm bu süreçte, sık sık şu ikilemi yaşadık: “Milletimizin menfaati mi, partimizin menfaati mi?”

Ve ne zaman bu ikilemi yaşasak, tercihimizi hep milletimizden yana kullandık. Kazanan Türkiye olsun dedik.

Bedeli ne olursa olsun, özgürlük, adalet, hukuk ve demokrasiden yana sağlam duruşumuzu asla bozmadık.

Sonuçta, kendilerine ulaşıp da ikna edebildiğimiz vatandaşlarımızın oranı %48 oldu.

Evet, seçimleri kaybettik. Ancak bizim Türkiye’yi kaybetmeye tahammülümüz yok.

İşte tam da bu nedenle biz buradayız ve dimdik ayaktayız.

*****

Değerli vatandaşlarım,

Biz; sandıktan kendi payımıza ne çıktığının farkındayız.

Seçimin ardından üzerimize düşen sorumluluğun da farkındayız.

Vatandaşlarımız bu seçimlerde, DEVA Partisi’ne “demokratik denetim” yapma görevini vermiştir. Bu görevi en iyi şekilde yapacağız.

Her zaman söylediğim gibi; biz alışılageldik siyasi partiler gibi olmayacağız.

Asla çizgimizden şaşmayacağız.

Doğruya doğru demekten de gocunmayacağız.

“Vay efendim iktidara destek olmuşlar” falan filan…

Biz milletimizin hayrına olan her şeyi açık yüreklilikle destekleyeceğiz.

Şunun da bir kere daha altını kalınca çizeyim; bu ülkenin en etkili muhalefet partisi de biz olacağız.

Hatalı gördüğümüz ne varsa söyleyeceğiz. Hatalardan, yanlışlardan dönülmesi için canla başla mücadele edeceğiz.

Haksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında yüksek sesle haykıracağız.

Üstelik, artık Meclis çatısı altında güçlü varlığımızla daha da etkin bir muhalefet ortaya koyacağız.

Eksik ne varsa tamamlanması için, somut önerilerimizi paylaşmaya devam edeceğiz.

Partimizi kurduğumuz ilk günden bu yana, nasıl ki hem sorunları tespit edip hem de eylem planlarıyla çözüm önerilerimizi net ve somut bir şekilde ilan ettiysek, yine aynı şekilde çalışmaya devam edeceğiz.

Milletimizin huzuru ve zenginliği için var gücümüzle çalışacağız.

Çok çalışacağız, daha çok çalışacağız.

*****

Şimdi değerli yol arkadaşlarıma seslenmek istiyorum;

Tüm bu süreç sonunda bir kere daha göğsümü gere gere DEVA Partisi’nin kurucularından olduğum için onur duyduğumu belirtmek istiyorum.

Seçim döneminde yorulmadan, büyük bir azimle 81 ilimizde, 700’ü aşkın ilçemizde aktif bir şekilde sahada yer alan DEVA’lıların arkadaşı olmaktan onur duyuyorum.

Seçimin ardından yapılan tüm haksız saldırılara göğüs geren, hepsini büyük bir olgunlukla sineye çeken yol arkadaşlarımla çalışmaktan gurur duyuyorum.

Biz, büyük ve güçlü bir aile olduk. İyi ki DEVA Partisini kurduk. İyi ki mücadelemizi tüm ülke sathına yaydık.

Sağ olun, var olun.

Bakın, özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.

Eğer biz 9 Mart 2020 tarihinde DEVA Partisi’nin kurmamış olsaydık, Mayıs seçimlerinden sonra ülkemizin şu andaki haline bakar, siyasetin geldiği noktayı değerlendirir ve derhal bugün DEVA Partisi’ni kurma kararı alır, kollarımızı sıvar ve hemen çalışmaya başlardık.

Bundan sonra; çok daha büyük bir azimle, çok daha güçlü şekilde, ülkemizin dört bir köşesinde aynı coşkuyla çalışmaya devam edeceğiz.

Unutmayalım; medyanın baskı altında tutulduğu, sivil toplumun sindirildiği, adaletin ayaklar altına alındığı, yoksulun daha yoksul olduğu bir Türkiye’de DEVA Partisine her zamankinden daha çok ihtiyaç olacak.

Çünkü bu iktidar, hukukun üstünlüğüne saygı göstermeyecek. Bu iktidarın kurumların güçlendirilmesi diye bir derdi olmayacak. Bu iktidar şeffaf, hesap vermeye hazır, kural bazlı bir yönetim anlayışını hiçbir zaman benimsemeyecek.

Çünkü Sayın Erdoğan’ın zihin dünyasında bu kavramların yeri yok.

Bu iktidar iş başında olduğu sürece, ülkemiz içine düştüğü orta gelir tuzağından asla kurtulamayacak.

*****

Değerli vatandaşlarım;

Her ne kadar ülkenin Cumhurbaşkanı, seçim gecesi ve ardından yaptığı bazı konuşmalarda topluma öfke, nefret ve hiddet mesajları iletse de…

Bizim hayalimizdeki Türkiye birilerinin kazandığı, birilerinin kaybettiği bir ülke değildir.

Biz var gücümüzle 85 milyonun birlikteliğini sağlamak, güçlü millet olmanın sorumluluğunu yerine getirmek için buradayız.

Umutsuzluğa yer yok.

Hiçbir zaman uzlaşıdan, istişareden, ortak akıldan, birlikte çalışma kültüründen vazgeçmeyeceğiz.

Diğer siyasi partilerle olan diyalog ve iş birliği zeminini her zaman sıcak ve güçlü tutacağız.

Doğru yoldan şaşmayacağız.

Biz, Ferhat’ın dağları delmesi kadar zor ve uzun bir işimiz olduğunun gayet iyi farkındayız.

Tam demokrasiye olan sevdamızdan asla vazgeçmeyeceğiz.

Hiçbir güçlük bizi yıldıramayacak.

Partimiz, tam demokrasinin “mihenk taşı” olmaya devam edecek.

85 milyonun her birinin bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşı olması için mücadeleye devam edeceğiz.

Demokrasi için, adalet için, hukukun üstünlüğü için, hak ve özgürlükler için başlattığımız bu mücadeleyi sonuna kadar kararlılıkla sürdüreceğiz.

Korkmayacağız, yılmayacağız.

İdeallerimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Unutmayın; bizim gücümüz haklılığımızdır. Haklı olmanın verdiği güçle dimdik ayakta duracağız.

Biz tarihin doğru tarafında yer aldık. En ufak bir şüphemiz yok.

Hakça mücadele ettik.

Unutmayın, ticarette de siyasette de “helalinden kazanmak” diye bir tabir vardır.

Nedir helalinden kazanmak?

Helalinden kazanmak, doğruyu söyleyerek kazanmaktır.

Helalinden kazanmak, kimseyi aldatmamaktır.

Montaj videolarla, iftiralara, yalanlarla seçim kazanmak, “helalinden kazanmak” değildir.

Kamu malını, kamu imkanlarını, 86 milyonun hakkını sadece kendisi için, kendi partisi için kullanarak seçim kazanmak, helalinden kazanmak değildir.

Devletin, milletin sahip olduğu basın yayın organlarını neredeyse tamamen kendisine tahsis ederek, kamu kurumlarını seçime alet ederek seçim kazanmak, helalinden kazanmak değildir.

Seçimlerden hemen önce meydanlarda, “Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselemez. Faiz devamlı düşecektir” deyip, seçimlerden hemen sonra faiz artırmak, helalinden kazanmak değildir.

Kısacası, kul hakkına girerek seçim kazanmak, helalinden kazanmak değildir.

Biz ise tertemiz bir seçim kampanyası yürüttük.

Konuşunca doğruyu söyledik. Yapamayacağımız hiçbir söz vermedik.

Şimdi ise, partimiz kuruldu kurulalı dosdoğru çalışmış olmanın verdiği huzurla yeniden milletimizin karşınızdayız.

Bizim kimseye en ufak bir borcumuz yok.

Hiç kimseyi aldatmadık. Hep doğruları söyledik.

Kazandığımız her şeyi de anamızın ak sütü gibi helalinden kazandık.

Bugün, seçimi helalinden kazanmış başı dik, alnı açık 15 milletvekilimiz var.

Seçim kampanyası boyunca kimseyi aldatmayan, yalan söylemeyen, iftira atmayan, kul hakkına girmeyen, kamu malını kullanmayan, dosdoğru çalışan güçlü bir teşkilatımız var.

Evet, seçimi kazanamadık. Bunun için gereken öz eleştiriyi de muhasebeyi de yapmaktan kaçınmıyoruz, kaçınmayacağız.

Ancak şunu gönül rahatlığıyla ifade ediyorum ki, biz hiç kimsenin hakkını yemedik.

Bunun içindir ki, içimiz rahaat, gönlümüz ferah.

*****

Bugün, umutsuzlukla yaşayan vatandaşlarımıza da özellikle seslenmek istiyorum.

Maaşına aldığı zam, daha bankadan çekmeden eriyen çalışanlarımıza seslenmek istiyorum.

Hayallerini ülkedeki krize feda eden, kazandığı üniversite için ailesinden uzak kalıp kirasını ödeyemeyen öğrencilere seslenmek istiyorum.

Yaz tatilini dünyadaki akranları gibi keyifle geçirmek yerine, okul harçlığını çıkarmak için çalışarak geçiren gençlere seslenmek istiyorum.

Geçtiğimiz senelerde rahatça aldığı kurbanını bu sene alamayan esnaf kardeşlerime seslenmek istiyorum.

Bayram sofralarını küçülten, baklavadan bile tasarruf etmek zorunda bırakılan emeklilerimize seslenmek istiyorum.

Kendinizi yalnız hissetmeyin. Kendinizi terk edilmiş hissetmeyin.

Biz buradayız. Burada sizler için çalışan, hepiniz için gece gündüz çalışan birileri var. DEVA Partisi var.

Demokrasilerde sandık elbette önemlidir. Ancak hiç şüpheniz olmasın ki, DEVA Partisi iki sandık arasındaki dönemde de özgürlük ve zenginlik için her türlü çabayı göstermeye devam edecektir.

DEVA Partisi, kuruluş felsefesi ve kendine özgü siyasi duruşuyla yoluna devam edecek ve Türkiye’yi saplandığı bu cendereden çıkarmanın mücadelesini verecektir.

Bu ülke bizim, bu ülke hepimizin.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor; bir kez daha Kurban Bayramı vesilesiyle sağlık ve mutluluklar diliyorum.

Kalın sağlıcakla.

 

 

 

28 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Seçim Sonrası Açıklama


28 Mayıs
Seçim Sonrası Açıklama


Kıymetli yol arkadaşlarım,

Ekranları başından ve sosyal medya hesaplarından bizleri izleyen değerli vatandaşlarım,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

*****

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tur oylaması tamamlandı.

Sonuçların ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bu seçimlerde sandıklarda görevli olan bütün sandık üyelerine, müşahitlere, sandık güvenliğiyle ilgili çalışma yapan bütün sivil inisiyatif kuruluşlarına, ilçe seçim kurullarımıza, il seçim kurullarımıza ve YSK’ya bu 28 Mayıs seçimlerinin şeffaf bir şekilde ve düzenli bir şekilde yapılmış olması sebebiyle özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Türkiye artık demokraside belli bir olgunluk seviyesini yakalamış durumda ama tedbirin alınması sandık güvenliğiyle ilgili bir yandan sivil inisiyatifin bir yandan da siyasi partilerin tedbir alması çok önemli bir caydırıcı etken aynı zamanda.

Dolayısıyla nispeten sakin geçen nispeten sükûnet içinde geçen bu seçimin ülkemiz için milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Vatandaşlarımızın %52’si, bu seçimlerde Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turunda, tercihini Sayın Erdoğan’dan yana kullanmıştır.

Kendisini tebrik ediyorum.

Kendisine çağrım, vatandaşlarımızın verdiği bu yetkiyi; adalet, liyakat ve istişare ilkelerinden sapmadan kullanmasıdır.

Erdoğan’ı destekleyen vatandaşlarımızın siyasete ve siyasetçilere verdiği mesaja saygı duyduğumuzu da ifade etmek isterim.

Bu mesajı iyi tahlil edeceğiz ve üstümüze düşen sorumluluğun farkında olacağız.

Vatandaşlarımız bu seçimlerde, DEVA Partisi’ne “demokratik denetim” yapma görevini vermiştir. Bu görevi en iyi şekilde yapmaya devam edeceğiz.

DEVA partisi, genel merkez kurullarıyla, TBMM çatısı altındaki temsiliyle ve geniş teşkilat yapısıyla hem “yanlışlara” işaret etmeye devam edecek, hem de “doğrular” konusundaki çalışmalarını, tavsiyelerini kamuoyu ile paylaşmaya devam edecektir.

Aynı zamanda partimiz yoğun bir şekilde derhal yarından itibaren yerel seçimler için de çalışmaya başlayacaktır.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bu seçimlerde yer yer sandık başlarında, ülkemize yakışmayan, toplumsal barışımıza hizmet etmeyen görüntüler de gördük.

Ancak sorun şu ki seçimlere doğru giden propaganda döneminde de, her türlü haksızlığı, hukuksuzluğu da yaşamıştık.

Erdoğan, Cumhurbaşkanı olmanın yetkilerini ve imkanlarını fiilen kullanırken, aynı zamanda aday oldu.

Kampanyasında montaj videolar vardı; iftiralar, yalanlar vardı; hakaretler, karalamalar vardı.

Kamu malını, kamu imkanlarını kendi seçim kampanyasında kullandı.

Devletin, milletin sahip olduğu basın yayın organlarını neredeyse tamamen kendisine tahsis etti. Tek bir partiye tahsis etti. Kamu kurumlarını seçime alet etti.

Bakanlar, milletvekili adayı olduklarında görevlerinden ayrılmadılar. Bakan olmanın verdiği yetkileri ve imkanlarını da sonuna kadar seçim kampanyasında alabildiğine kullandılar.

Kısacası, seçimi kazanmak uğruna “kul hakkına” girdiler.

Bunu vatandaşlarımızın değerlendirmesine ve vicdanına bırakıyorum.

*****

Değerli vatandaşlarım,

14 Mayıs’ta, hem de 28 Mayıs’ta kullanılan hiçbir oy zayi değildir.

Umutsuzluğa, karamsarlığa asla yer yok.

Bizler, bir sonraki seçim takvimi başlayana kadar ortadan kaybolup, son anda meydana çıkanlardan değiliz.

Biz buradayız. Sapasağlam ayaktayız.

Elbette ki, bu seçim sonuçlarından bizim de kendi payımıza çıkaracağımız dersler olacaktır.

Partimizin yetkili kurullarıyla beraber seçim sonuçlarıyla ilgili kapsamlı değerlendirmeleri de önümüzdeki günlerde yapacağız.

Ancak biz, bu seçim sonuçlarına bakıp, kavgacı, popülist, anlık politikalar peşine düşmeyeceğiz.

Biz hiçbir zaman uzlaşıdan, istişareden, ortak akıldan, birlikte çalışma kültüründen vazgeçmeyeceğiz.

Doğru yoldan sapmayacağız.

Biz, bu demokrasi yolculuğuna çıktığımızda, Ferhat’ın dağları delmesi kadar zor ve uzun bir işimiz olduğunun gayet iyi biliyorduk.

Tam demokrasiye olan sevdamızdan asla vazgeçmeyeceğiz.

Hiçbir güçlük bizi yıldıramayacak.

Partimiz, tam demokrasinin “mihenk taşı” olmaya devam edecek.

Demokrasi için, adalet için, hukukun üstünlüğü için, hak ve özgürlükler için başlattığımız bu mücadeleyi sonuna kadar kararlılıkla sürdüreceğiz.

Korkmayacağız, yılmayacağız.

İdeallerimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

DEVA Partisi, kurulduğu ilk günden bu yana, nasıl ki hem sorunları tespit edip hem de eylem planlarıyla çözüm önerilerini net ve somut şekilde ilan ettiyse, yine aynı şekilde çalışacak.

DEVA Partisi, kurulduğu günden bu yana, nasıl ki ülkemizin her köşesinde vatandaşlarımızı dinlediyse, onların derdini sahiplenip mücadele ettiyse, yine mücadeleye devam edecek.

Umutsuzluğa yer yok.

Biz buradayız. Dimdik ayaktayız.

*****

Buradan gecesini gündüzüne katarak çalışan teşkilat mensuplarımıza da özellikle teşekkür etmek istiyorum.

9 Mart 2020 günü DEVA Partisi’ni kurarken büyük bir iş yaptığımızı ve bunun çok önemli bir siyasi hareket olacağını biliyordum.

Gücümüze güç kattınız. Sağ olun var olun.

İyi ki varsınız, iyi ki ailemsiniz.

*****

Ve sevgili vatandaşlarım,

Sayın Erdoğan ve irili ufaklı ortakları; bu ülkeyi maalesef yönetemeyecek.

Çünkü işi bilen, çalışkan, hakperest, dürüst kadroları kalmadı artık.

Üzülerek söylüyorum her alanda sadece ve sadece kötüye gidişin devamını göreceğiz.

Ancak biz buradayız. Her yanlışa dur diyecek kadar güçlüyüz.

Yanlışlarını sürekli anlatacağız.

Doğrular konusunda da sürekli tavsiyelerimizi önerilerimizi ortaya koyacağız.

Aylardır bu ülkenin %48’ine terörist diyenlere karşı, bu ülkenin vatansever ve onurlu yurttaşlarının hakkını savunacak insanlar bizleriz.

Aylardır bu ülkenin %48’inin kalbini kıranlara karşı, toplumsal barışımızı inşa edecek insanlar da bizleriz.

Tüm bu seçim sürecini, adeta savaşa çevirip, bu ülkenin %48’ini düşman ilan edenlere karşı tüm sokakları huzurla dolduracak insanlar bizleriz.

O balkon konuşması yapan Erdoğan’a ne oldu?

Bugün seçim sonuçlarından sonra İstanbul'daki ilk yaptığı konuşmayı dinlediniz mi?

Bir zamanların seçim kazandıktan sonra 'ben bütün ülkenin başbakanıyım cumhurbaşkanıyım' diyen Erdoğan seçimlerden sonraki ilk açıklamasında vatandaşlarımızın tam %48'inin desteğini alan rakibini Sayın Kılıçdaroğlu'nu yuhlattı.

Değişti arkadaşlar değişti çok değişti.

Ve üzülerek söylüyorum bunu daha çok göreceğiz.

Önümüzdeki her hafta her ay daha çok göreceğiz.

Onun için söylüyorum ülkemiz iyiye gitmeyecek. Üzülerek söylüyorum ama gerçeği de tespit etmek zorundayız.

*****

Değerli dostlarım;

Bakın demokrasi bir müsabaka değildir.

Birinin kazandığı, diğerinin kaybettiği; birinin galip, diğerinin mağlup olduğu bir yarış değildir.

Sayın Kılıçdaroğlu’na oy veren dostlarım; mağlup değiliz.

Biz, her birimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit ve onurlu vatandaşlarıyız.

Vicdanınız rahat olsun, tarihin doğru tarafında yer aldık hep beraber. Hakça mücadele ettik hakça.

Mücadeleye de devam edeceğiz.

Çünkü haklıyız. Haklı olmanın verdiği güçle mücadeleye devam edeceğiz.

Çünkü demokrasi değerli arkadaşlarım, sadece seçimden seçime oy kullanmaktan ibaret bir sistem değildir.

Demokrasi; muhalefet partileriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, özgür basınla; her daim denetleme, denge ve kontrol çabasıdır aynı zamanda.

Hep söylediğim gibi: Demokrasi emek ister. Demokrasi sabır ister.

Demokrasi özen ister.

Çok çalışacağız. Daha da çok çalışacağız.

Erdoğan şunu diyemez, ‘ben vatandaşlarımızın oyunun %52'sini cebime koydum %48'inden banane’ diyemez.

Ümit ediyorum ki Ankara'ya gelince yapacağı konuşmada bunları düzeltir.

O içindeki fevri hisleri bastırıp o eski balkon konuşmalarını ümit ederim onlardan birini Ankara'da hiç olmazsa yapar.

Bakın seçim sonucu değerli arkadaşlar öyle olmuş böyle olmuş asıl biz Türkiye’yi kazanmak için çalışıyoruz, Türkiye’yi kazanmak için de yolumuza devam edeceğiz.

*****

Unutmayın;

“Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın… Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.”

Tekrar hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Bu 2023 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçim sonuçlarının ülkemiz için milletimiz için hayırlı gelişmelere vesile olmasını gönülden temenni ediyorum.

Ve bütün vatandaşlarımıza buradan tekrar bu demokratik olgunluk ve seçimlerin sükûnet içerisinde geçmiş olması sebebiyle tekrar teşekkürlerimi şükranlarımı iletiyorum.

Var olun sağ olun diyorum.

25 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Halk TV Yeni Bir Sabah Programı Açıklama

Ali Babacan, Halk TV'de Yeni Bir Sabah programı konuşma metni

Ali Babacan: Yeni bir heyecan başlamış herkes 28 Mayıs Pazar gününü iple çekiyor.

İsmail Küçükkaya: Sizinle ağırlıklı olarak ekonomiyi konuşmak istiyorum. Uzun yıllar ekonominin dümenindeydiniz ve bütün o çalkantılı dönemlerde küresel krizde vardı içeride krizde vardı ama siz o çalkantılı dönemlerde gemiyi sağ salim limana getiren ekibin kaptanıydınız. Dolayısıyla ekonomiyi konuşmak istiyorum. İş dünyasından çokça şaşırdığımız üzüldüğümüz diyaloglar duyuyoruz ekonomiye dair. Dün burada Ekrem İmamoğlu vardı. O özellikle 28 Mayıs sonrası ekonomi ile ilgili çok kara tablolar çizdi. Erdoğan kazanırsa diye başladı. Sizin uzmanlık alanınızdan sorular soracağım ama sizi bulmuşken dün karar TV’deydiniz. Bu arada Sinan Oğan'ın adını hatırlamıyorum diyerek iyi gönderme yaptınız.

Ali Babacan: Gerçekten çıkaramadım o an adını. Bir şey yok yani.

İsmail Küçükkaya: Tek seçimlik adaylar diye bir tanımlamanız vardı.

Ali Babacan: Evet tek seçimlik ittifaklar tek seçimlik partiler tek seçimlik adaylar doğru. Mevcut anayasa biliyorsunuz mevcut sistem aslında siyasi partileri bir araya gelmeye zorluyor. Ve iki tane tercihe doğru gidiyor nihayetinde iş. Mevcut anayasa ve mevcut seçim sistemi her seçimi bir referandum haline getiriyor. Sonuçta iki tane seçenek çıkıyor karşınıza ondan birini seçiyorsunuz. O iki seçenek dışındaki pek çok şey aslında sonuca çok da etki etmiyor. Dönüyor dolaşıyor karşınıza 2 tane seçenek çıkıyor. Mevcut anayasa ve mevcut sistem böyle.

İsmail Küçükkaya: Sizinle tabii ağırlıklı olarak ekonomiyi konuşacağım lakin tabii siyasi gelişmeler de dün karar TV'deki röportajınızı izledim. Bugün karar TV'de sürmanşette var. Dün de vardı. Çok kaygılandığım bir durum söz konusu oldu sayın genel başkan çünkü bizler temiz siyaset istiyoruz. Böyle adil rekabet olsun halkımız kimi istiyorsa seçsin. Ama temiz siyaset olsun. Ama montaj ama kaset ama şu bu bunları da sormak istiyorum. Siz babala TV'ye çıkmışsınız değil mi?

Ali Babacan: Evet.

İsmail Küçükkaya: Nasıldı?

Ali Babacan: Gayet iyiydi. Yani orası gerçekten özellikle gençlerin siyasetle ilgili en çok merak ettiği en çok kafasına takılan soruları rahatça sorduğu liderlerle gençlerin buluştuğu çok önemli bir ortam. Oğuzhan Bey de iyi oturttu o sistemi. Zaten rahatsız edici soru sormayanları salona almıyorlar.

İsmail Küçükkaya: Sizin orada 700 kişi falan varmış.

Ali Babacan: Doğru 6.500 kişi soru sormak için başvurmuş içlerinden ancak 650 kişiyi aldılar çünkü salon 650 kişilikti. O güne kadar yapılan programlar içerisinde uzun zamanların en büyük katılımı oldu. Ve çok da takip edildi Türkiye'de.

İsmail Küçükkaya: Siz rahatsız oldunuz mu o programdan? Dün Kılıçdaroğlu'na da... Kimisi de haksız olmakla birlikte. Bakın ben izledim dün onu. Dedim keşke bu soruların yarısını Sayın Erdoğan'a sorabilse Türkiye.

Ali Babacan: Erdoğan'ın çıkıp öyle bir ortama girmesi mümkün değil ki. Yapamaz yapamaz. Tahammülü yok. Gençlerle 5 saat 6 saat beraber oluyorsunuz. Ben mesela akşam saat 8.00 civarında girdim salona sabah 6'da çıktım. Tam 10 saat boyunca o salondaydık ya da arkadaydık. Uzun süre tahammül etmek gerekiyor. En şiddetli eleştirilere karşı tahammül etmek gerekiyor. Ve sabırla bütün soru işaretleri ne var ne yoksa ortadan kaldırmak gerekiyor ya da haklı sorulara cevap vermek gerekiyor. Yanlış algılar oluyor yanlış yerleşmiş kanaatler olabiliyor. Yanlış yerleşmiş kanaatler ile ilgili sorular geliyor. O biraz tabii sabır ve tahammül gerektiriyor.

İsmail Küçükkaya: Nasıl sabrediyorsunuz mesela 8 saat boyunca? Ben dün Kılıçdaroğlu'nun yerine kendimi koydum. Gerçekten bazıları sert güzel sorulardı bazıları çok haksızdı. Nasıl haksızlık olduğu ortaya çıktı. Nasıl tahammül ediliyor böyle durumlarda?

Ali Babacan: Eğer siyaset yapıyorsanız ve ülkeyi yönetmeye talipseniz vatandaşlarımızın hepsi torbadan çıkmış aynı insanlar değil. Farklı kanaatlerde olanlar var farklı ideolojileri benimseyenler var. Sizi sevenler var sevmeyenler var. Ama ülkeyi yönetmeye talipseniz sizi sevenlere de sevmeyenlere de cevap vermek zorundasınız onların taleplerini dikkate almak zorundasınız. Sadece beni sevenler ve beni destekleyenlere hitap edeyim onların oylarıyla ülkeyi yöneteyim dediğinizde olmuyor zaten. Sayın Erdoğan'ın şu anda yaptığı da o. Toplumun bir kesimine hitap ediyor diğer kesimini dışlıyor. Benden misin yoksa öteki tarafta mısın diyor. Beriki misin diyor. Kutuplaştırıyor ve sadece kendisini destekleyen insanlara hitap ederek seçim kazanmaya çalışıyor. Oysa biz Türkiye'nin birleştirici buluşturucu siyaset tarzını hak ettiğini düşünüyoruz. Toplumu böyle yaran parçalayan siyaset değil tam tersine insanları bir araya getiren kucaklaştıran siyaseti tercih ediyoruz. Kaldı ki millet ittifakının şu son dönemde seçim sonuçlarından bağımsız olarak başardığı en önemli konu toplumdaki o çatlakları tamir etmek insanları bir araya getirmek. Hatta Trabzon'dan güzel bir fotoğraf var. Başörtülü var başı açık var bunlar genç kızlar. Deva Partili var CHP'li var Saadet Partili var. Bunlar kol kola beraberce yürüyorlar. Ve gerçek Türkiye bu. Ama Erdoğan'ın gerdiği kutuplaştırdığı Türkiye'de bunları bir araya getirmek mümkün değil. Onun Türkiye’sinde bana destek verenler diyor ben de onların istediğini yaparım diyor. Onlardan oy alayım diyor gerisi de hiç önemli değil bana ne diyor. Toplumun diğer kesimleri önemli değil diyor ayrıştırıyor. Hâlbuki millet ittifakının bugüne kadar gerçekleştirdiği en önemli başarı farklı mahallelerden insanları buluşturmak. Şimdiye kadar farklı mahallelerde oturan insanların birbirini tanımasını sağlamak onların kaynaşmasını sağlamak. Bizim 6'lı masada liderler bir araya geldiği andan itibaren bütün il ve ilçelerde bizim teşkilatlarımız bir araya gelmeye başladı. E teşkilatlar bir araya gelince o farklı partileri destekleyen vatandaşlarımız bir araya gelmeye başladı. Ve toplumsal kaynaşmanın çok güzel bir örneğini tüm bu süreçte biz yaşadık. Tam 15 aydır aslında Türkiye'yi kucaklaştırma Türkiye'yi birleştirme buluşturma projesi aslında millet ittifakı. Dolayısıyla seçim sonucu ne olursa olsun bu en büyük başarı. Bu ülkenin yarınları için gençlerin yarınları için umut dolu bir tablo.

İsmail Küçükkaya: Sayın Babacan şimdi biz vatandaşız oyumuzu kullanacağız. Bazılarımız görevliyiz gönüllüyüz müşahidiz falan. Sizin de göreviniz şu, sandık güvenliği. İbrahim Kahveci bugün yeni seçmenin %20'si yabancı diyor.

(Babala TV' de Kemal Kılıçdaroğlu'na sorulan sorunun gösterimi)

Ali Babacan: Aslında şu andaki iktidarın sandıklar üzerinde farklı oyunlar oynayabileceği hile yapabileceği, devletin imkanlarını ve gücünü de kullanarak bazı sandıkların sonucunu etkileyebileceği ile ilgili bir endişe bir kaygı var. Dolayısıyla sandık güvenliğini kime karşı sağlamış oluyoruz biz? Şu andaki iktidarın yapabileceği oyunlara karşı sandık güvenliğini oluşturuyoruz. Atak olabilir ona karşı güvenlik diyoruz. Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu'nun vurgu yaptığı konu bu. Ama biz ne yaptık? Seçimlerden önce 6 parti bir sandık güvenliği komisyonu oluşturduk. Çünkü şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Türkiye'de hiçbir siyasi parti tek başına 200.000 sadığın güvenliğini sağlayamıyor. İnsan kaynağı yapısı buna yetmiyor. Diyelim ki Marmara Bölgesi’ne teşkilatı güçlü olduğu bir partinin Güneydoğu'da teşkilatı zayıf oluyor. Ama 6 partinin kaynaklarını bir araya getirdiğinizde Güneydoğu'da güçlü olan bir parti varsa orayı güvenlik altına alıyor. Bir başka parti Akdeniz'de kuvvetli ise orayı güvenlik altına alıyor. Karadeniz'deki kuvvetli partide Karadeniz’i güvenlik altına alıyor. Dolayısıyla 6 partinin imkanlarını birleştirdiğimizde 200.000 sandığın güvenliğini sağlamak mümkün oluyor. Tamamında mümkün oluyor. Biz ne yaptık sadece DEVA Partisi olarak? 14.950 tane sandık kurulu üyesi verdik ismi. Çünkü CHP koordine etti biz ortak listelerden girdik ya. 33.900 tane müşahit ismi verdik. Yani topladığımızda yaklaşık 48.000 kişi sadece DEVA Partisi olarak biz verdik. Artı sadece DEVA Partisi olarak 1192 tane avukat ismi verdik. Bizim partili arkadaşlarımız bunlar. Ve bütün bu havuzu topladığınızda da 200.000 sandıkta toplam 560.000 sandık görevlisi veya sandık müşahede yönlendirmiş olduk. Ve hiçbir sandıkta da boşluk olmadı. Bir tek sanırım Denizli Pamukkale’de sandık görevlisi ile alakalı müracaatlar 5 dakika geç alınmış oraya da sandık müşahitleri yönlendirdik. Dolayısıyla seçimden önce bütün bu sistemi kurduk. Ve 6 genel başkan olarak da bir açıklama yaptık hatırlarsanız. 14 Mayıs seçimlerinden 3 gün önce bir araya geldik ve sandık güvenliği konusunda sistemimizi kurduk diye ilan ettik. Ama bütün bunlara rağmen sıfır hata mı değil. %100 bu güvenlik gerçekleşti mi değil. Ama önemli ölçüde yüksek oranda sandık güvenliği sağlandı ve ortaya çıkan sorunlar da sonucu değiştirecek sorunlar değil. Yani problemleri toplayın toplayın toplayın seçimin sonucunu etkilemiyor. 2. turda ise 28 Mayıs'ta ise sandık güvenliği daha kolay. Çok daha kolay bir seçim olacak. Çünkü biliyorsunuz ilk seçimde bir meclis tarafı vardı. İki tane tercih var. 28 Mayıs'ta sandık görevlisi veya müşahit arkadaşlarımız bu kadar basit bir seçimde adeta bir referandumda sandıkların başında duracaklar. Gelmediği halde kimsenin yerine oy kullanılmaması ile ilgili tedbir alacaklar. Çünkü buradaki en büyük tehlike oy kullanmaya gelmeyen vatandaşlarımızın yerine başkalarının evet mührünü basıp sandığa atıvermesi. Dolayısıyla sandık başından hiç ayrılmamak gerekiyor. Onun için mesela kumanya sistemi var değil mi. Yani öğlen 15 dakika yemek için bile kimse dışarı çıkmasın. Çünkü sandık başını 15 dakika bile boş bıraksanız 15 dakikada ne olacağı belli olmaz. Sandık başından hiç ayrılmamak gerekiyor. Ve mutlaka acil ihtiyaç tuvalete şu falan filan olursa da nöbetleşe yapmak gerekiyor o işi. Hiç boş bırakmamak gerekiyor ki gelmeyenlerin yerine birileri mührü basıp atıvermesin. En kritik konu o. Arkasından akşam saat 5 olduğunda da sandıklar açılıyor. Açılan sandıklara da sayımı doğru bir şekilde yapıp tutanağa bağlanması. Tutanağa bağlandığı anda o seçimin tapusu. Bir sandık açılıp da 7 kişilik sandık heyeti 7 imzayla onu tutanağa bağladığı anda o sandığın tapusunu almış oluyorsunuz. Ve o tapu aslında çok sayıda partinin görevlisi tarafından fotoğrafı çekiliyor. Dolayısıyla dijital ortama kaydediliyor. Ve mesela biz de bir sistem kurduk kendimiz saydık.biz diye. DEVA kurdu bunu. Çok sağlam bir bilgisayar altyapısı var. Herkese açık sadece DEVA'lılara değil herkese açık. Bu sistemle sandığı sahiplenebiliyorsunuz. Ve sahiplendiğiniz sandıklarla ilgili yapacağınız şeyi gidiyorsunuz o sandıklardaki sonuç tutanakların fotoğraflarını çekiyorsunuz tuşa basıyorsunuz o kadar. Fotoğraflar merkeze gidiyor ve YSK'nın sisteminde taranan sandık sonuç tutanakları ile bu saydık.biz'in sandık sonuç tutanakları fotoğraflarla eşleştiriliyor. Bizim arkadaşlarımız da giriyor bilgisayara YSK’da giriyor. YSK'nın verileri ile bizim veriler karşılaştırılıyor ve sonuçta bir sıkıntı olup olmadığı ortaya çıkıyor. CHP'nin kendi sistemi var her partinin kendi sistemi var.

İsmail Küçükkaya: Anadolu Ajansı malum. Bir şey söylememe gerek yok değil mi?

Ali Babacan: Klasikleşti. Erdoğan'a en çok oy çıkacak yerlerden başlıyorlar veri girmeye. Dolayısıyla ilk açıklanan veriler AK Parti'nin ve Erdoğan'ın lehine oluyor ondan sonra yeni veriler geldikçe düşüyor düşüyor düşüyor klasik yani.

İsmail Küçükkaya: Ben en son seçimde şöyle bir şey yapmak durumunda kaldım. Anadolu ajansı malum sonra Anka'ya döndük. Anka'da gidiyordu gidiyordu o da kesildi. Bir şeyler oldu orada. Ne olduğunu da anlamak mümkün değil. Fakat bizim halkı aydınlatmakla bilgilendirmek ile sorumlu olan gazetecilerin televizyoncuların bir işi var. Bu verileri anlık doğru ve hızlı almamız lazım. Biz ne yapacağız?

Ali Babacan: Bu sefer çok daha hızlı akacak iş. Çünkü iki tane sadece çok basit bir seçim olduğu için çok hızlı bir şekilde akacak. Hızlı olduğu için de veriler birbirinden belki biri aşağıda biri yukarıda falan derken bir noktada buluşacak. Nihayetinde bunların hepsi buluşuyor. Anadolu ajansı da Anka'da YSK’da hepsi Bir noktada buluşuyor. Ama buluşma noktasına kadar farklı farklı yollardan gidiyorlar. Farklı adaylar daha önde ya da daha geride gidebiliyor. Ama nihayetinde buluşuyorlar. Dolayısıyla bu ilk saatte açıklanan verilerle çok heyecanlanmayıp biraz sabredip nihayetinde bütün o farklı farklı velilerin buluşmasını beklemek lazım. Şu önemli yani bu bir psikolojik ortam oluşturup ilk açıklanan rakamlarda hükümet lehine iktidar lehine bir tablo gösterip bazı sandıklarda ümitsizliğe sebep olup bu iş bitti bu seçim bitti diye sandıkları erkenden terk etmeye yönelik bir psikolojik operasyon olarak biz bunu görüyoruz. Asıl kilidi bu. Niye Anadolu ajansı son birkaç seçimde önce yüksek gösteriyor sonra yavaş yavaş düşüyor. Önce yüksek gösteriyor ki psikolojik üstünlük oluşsun, bazı sandıklarda ümitsizlik oluşsun sandıktaki arkadaşlar erken ayrılsın. Erken ayrıldıktan sonra da orada başka işler olabilsin diye. Dolayısıyla buna dikkat etmek gerekiyor. Yani sandık başındaki görevli arkadaşlarımızın ve müşahitlerin sonuna kadar sandığın başından ayrılmaması gerekiyor. Bu psikolojik operasyona alet olmasın kimse. Sonuna kadar sandığın başında beklesinler.

İsmail Küçükkaya: Görevli müşahit kadınların tamamının söylediği bir şey var. Biz partilerden görevliyiz değil mi dediler. 'Biz durduk ve AK Parti'nin görevlileri de durdular dediler. Saat 17.00'ye doğru böyle arabalar içerisinde Ak partililer geldiler. Hepsi aynı şeyi söyledi bana. Bir anda geldiler ve birazcık da böyle otoriter bir tavırla da... Orada benim öğrendiğim ilk defa bu olayı duyuyorum. 17'ye kadar kapsıyorsunuz. Ama o 17'ye kadar görev yapmış kişi yoruluyor ihtiyaçları falan var ama Ak partililer orada yoğun bir katılım sergiliyorlar sonradan. Böyle bir durum söz konusu.

Ali Babacan: Evet ama sonuçta sandıkla alakalı görevli 7 kişi var. Bunlardan başkan ve Başkan yardımcısı memur ama 5 kişi parti görevlisi. Onlar resmi yetkili. Diyelim ki tek bir görevli dahi CHP'li ya da İYİ Partili. Tek bir görevli bile orada otursa resmiyet onda. İsterlerse 50 kişi gelsinler hiçbir kıymeti yok ki. İmza yetkisi onda. Ve o sandık kurulundan bir kişi bile itiraz etse o iş yürümüyor. Dolayısıyla kalabalık insanların orada olmasının hukuki ve teknik bir şeyi yok. Psikolojik ortam oluşturma. O kadar. Onun dışında bir şey yok. Yoksa sonuna kadar görevli arkadaşlarımız en sonuna kadar orada sabredecekler bekleyecekler, sandık başından ayrılmayacaklar ve seçimin tapusu olan sandık sonuç tutanağını ıslak imzalı bir şekilde sonuca bağlayıp fotoğrafını çekip oyları torbaya dolduracaklar be görevliler gidecekler ilçe seçim kuruluna teslim edecekler. Sistem böyle. Bu psikolojik üstünlük kurma çabaları sadece psikolojik yani. Sonuca bir faydası yok ki. İmza yetkisi olan tek kişi 100 kişiye bedeldir. İmza yetkisi olan arkadaşlarımızın sapa sağlam orada durması lazım. Ve biz her binada avukat tutmaya çalışıyoruz bakın. Avukat hukukçu. Ki olur da bir psikolojik operasyon olursa o anda herhangi bir sandıkta ya da okulda avukat arkadaş gelip de 'arkadaş ben avukatım hukukçuyum sen ne diyorsun?’Dediğinde birden ortalık değişir yani. Sadece biz DEVA Partisi olarak 1192 avukat verdik.

İsmail Küçükkaya: Sizce ne olur? Ne yaşayacağız biz ülke olarak?

Ali Babacan: Hani at yarışlarında başa baş bir şey olur ya finishe doğru giderken. Başabaşa bir tablo görüyorum ben şu anda. Yani arada 2,5 milyon oy farkı var ama bayağı bir şeyler değişti o günden bugüne. Yani 8,5 milyon insan sandığa gitmemişti. Yurt dışında bile oy kullanmayanlar dün akşam neticelendi. İlk tura göre katılım daha da arttı. Yani mesela ne deniyordu? A bu iş oldubitti katılım azalır mı diye bir endişe vardı ilk haftalarda. Dolayısıyla ilk haftanın bir baskısı ya da o ağır iklimi ortadan kalktı. Tekrar bir ümit tekrar bir heyecanla pazar gününe doğru gidiyoruz. Yurt dışında nasıl seçime katılma oranı arttıysa benim beklentim yurt içinde de seçime katılım oranın artması. Zaten topu topu arada 2,5 milyon fark var. 60 milyon seçmeni sadece sadece 2,5 milyon fark var. 8,5 milyon oy kullanmayan var. 1 milyon 99 oy var. 

İsmail Küçükkaya: Ümit Özdağ meselesi de var.

Ali Babacan: Tabii Sinan Oğan devreden çıkmış durumda. Ümit Özdağ desteğini Sayın Kılıçdaroğlu'ndan yana açıklamış durumda. Ve belki de önemli bir parametin dün yayınlanan Babala TV'deki program milyonlarca genç tarafından izlenecek. Ve bu oyun değiştirici yani.

İsmail Küçükkaya: Kabul ederlerse bütün röportajı baştan yayınlayabiliriz. Çok mesaj geldi siz bunu yayınlayın dediler.

Ali Babacan: Herhalde bir telif konusu olabilir. Oğuzhan Bey ile konuşulur artık. Güzel olur şunu söyleyeyim Babala TV konusunda ben Sayın Kılıçdaroğlu'nu epey teşvik ettim. Çünkü ben katıldım ya kendisi de biraz tereddütlüydü. Dedim bu gençlere özellikle çok hızlı ulaşmak açısından önemli. Çünkü gençlerin bir kısmı sizi tanıyor bir kısmı belki hala tanıyamadı. Bazılarının yanlış algıları olabilir. Dolayısıyla çok hızlı bir şekilde gençlere hitap etmenin ve onların yeniden kanaat oluşturmasını sağlamanın önemli yollarından birisi bu. Oğuzhan Bey de gerçekten iyi bir iş çıkarttı. Güzel bir format oturttu. Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu ile yaptığım birkaç görüşmede mutlaka bu programı yapmanız lazım. Evet, farklı bir format. Erdoğan'ın çıkması mümkün değil böyle bir şeye. Yani çıkamaz. Hatta Kılıçdaroğlu ne dedi? 'Erdoğan gel beraber çıkalım istersen' dedi değil mi? 'Gel beraber herhangi bir televizyonda beraber olalım' dedi. Normalde demokrasilerde iyi işleyen demokrasilerde bu gayet doğal değil mi? Yani Amerikan başkanlık seçimine bakın iki başkan nihayetinde çıkar beraber. Ama Erdoğan da o cesaret yok. Yani Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu ile herhangi bir televizyon kanalında ya da herhangi bir ortamda beraber bulunup beraberce bir tartışma içerisinde olma cesareti yok. Çünkü biz haklıyız. Haklı olmanın verdiği güç var bizde. Sayın Kılıçdaroğlu'nda haklı olmanın verdiği güç var. Öbür tarafta da sadece devlet gücünü ve parayla havuçla sopayla kontrol ettikleri televizyon kanallarının propaganda makinesinin bir etki alanı var. Ama işin özüne baktığınızda işin özü çok zayıf. Yani doğru dürüst savunacak argüman yok bir şey yok. Hele hele bu son seçim propagandasında artık yalana da başvurarak montaj kasetlerle montaj videolarla... Böyle bir şey olur mu? Bir ülkenin Cumhurbaşkanı bunu yapar mı? Bir ülkenin Cumhurbaşkanı yalan bir kasetle yalan bir video ile on binlerce kişinin olduğu bir miting meydanında koca led ekranlarda bak bunlar teröristlerle beraber diye yalan söyler mi? Böyle bir şey var mı? Herhangi bir oturmuş bir demokraside böyle bir şey ortaya çıktığı anda bu o ülkenin cumhurbaşkanının anında istifasını gerektirir. Böyle bir şey olur mu? Ne diyor? Ama montaj mama montaj, şöyle böyle diyor. Böyle bir şey olur mu? Çıkıyor Cumhurbaşkanı sözcüsü gençler güzel bir şeyler yapmışlar diyor. Gençleri yalana teşvik ediyorlar. Algı operasyonuna teşvik ediyorlar.  Hani siyasi ahlak? Hani siyasi etik? Son dönemlerde siz insanlara yalan bir video gösterin tam seçime üç beş gün kala onunla insanların kafasını karıştırın ondan sonra ben seçimi kazandım diye hava atın. Böyle bir şey var mı? Bu helal mi? Ben şimdi soruyorum özellikle din alimlerimize de soruyorum. Çünkü Sayın Erdoğan'ın onlarla daha yakın belki teması var. Bizim de var ama onun da var. Soruyorum bir din alimi çıksın desin ki, 'evet seçimi kazanmak için hileye başvurulabilir. Evet, seçimi kazanmak için yalan videolar gösterilebilir. Ve böyle kazanılan seçimde helaldir' diye açıklasınlar da görelim. Böyle bir şey yok, böyle bir şey olur mu? Siz her gün ama her gün bu insanların bu milletin milli konulardaki hassasiyetlerini dini konulardaki hassasiyetlerini istismar edin ondan sonra çıkın yalan asılsız beyanlarla yalan videolarla insanların kafasını karıştırıp onların oyunu alın. Böyle bir şey yok.

İsmail Küçükkaya: Önceki gün bir iş adamı ile konuştum. 150 milyon dolar civarında cirom var dedi. Dedi ki kamu Bankası sadece 5 bin dolar çekebilirsin günde demişler. Bir de bir milyon TL demişler. 'Sistem tıkandı bunu biraz konuşmalısınız' dedi. Dün burada İmamoğlu çok daha sert açıklamalar yaptı. Sonra BDDK alarmı oldu. Ama piyasalarda ne yaşandığını biliyoruz. Çok sayıda insanla konuştuğumuz için. Sonra birtakım öneriler geldi. Siz kendiniz de öylesiniz ekonomi yönettiniz ama A takımınızda çok çok iyi ekonomi ile ilgili bürokratlar var. İşte İbrahim Çanakçı. Yıllar yılı en üst düzeylerde görev yapmış. Diğer partilerde de var. Öneri şu, diyorlar ki Kılıçdaroğlu çıksa bugün dese ki 'ben millet ittifakının ortak cumhurbaşkanı adayı olarak ekonomide şöyle bir yönetim sergileyeceğim ve bakanlar kurulunda şunlar olacak. İçişleri dış işleri de dahil olmak üzere.' Bunu açıklasanız çok etkili olmaz mı?

Ali Babacan: Aslında şu anda bizim 6 parti olarak mutabık kaldığımız çok detaylı bir ekonomi politikası var. Bugüne kadar hükümetin yapmadığı yapamadığı detayda bir ekonomi programı biz burada açıklamış durumdayız. 2300 maddelik bir programla sadece ekonomi değil ekonomiyi ilgilendiren bütün alanlarda ne yapacağımızı açıklamış durumdayız. 20 tane bakanın ki 20 tane bakan tanımlıyoruz burada 20 bakanın 5 yıl boyunca yapacaklarını buraya yazmış durumdayız. Dolayısıyla önemli olan burada bu işi her konuda en iyi yapabilecek kimse o arkadaşımızın o görevlere getirilmesi. Ve partilerin şöyle insan kaynağı havuzu toplansa gerçekten çok kıymetli arkadaşlar var. Ve bu kıymetli arkadaşlar ara ara bir araya geliyorlar. İstanbul mitinginin sabahında ne yaptık? Her partiden ikişer ekonomi kurmayı bir araya geldi. 12 kişi oturdular bir açıklama yaptılar. 20 bakanlık için bizim elimizde yüzlerce insan var. Üst düzey bürokrasi için adına Merkez Bankası deyin TÜİK deyin kim derseniz hepsi var. Ve bir görev için en az 5 tane 10 tane pırıl pırıl insan var. Dolayısıyla ne yapılacağını tespit etmek nihayetinde kimin yapacağından daha önemli bir konu. Çünkü kim diye sorduğunuzda daha çok bir insana endeksli hale getiriyorsunuz. Son 5 yıldır Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tek kişiye odaklı çalıştığı için fazla isim odaklı bir oryantasyon oluştu insanlarda. Halbuki önemli olan 1. derecede ne yapılacağı. Biz ne yaptık? Ne yapılacağını sıraladık bu işi en iyi kim yaparsa onların isimlendirilmesi ile ilgili de seçimlerden hemen sonra oturduk gün geç bir hafta içerisinde bunların da karar verilir açıklanır. Dikkat etmemiz gereken şöyle bir konu da var. Zaten şu an 6 genel başkan var. 2'de büyükşehir belediye başkanımız var. Biz 8 kişi olarak sürekli vatandaşlarımızın önündeyiz. Bu 8 kişiyi 18 kişi yapmak 28 kişi yapmak isim olarak hele hele seçime bu kadar kısa bir zaman kala biraz kafa karışıklığına sebep olabilir diye endişemiz bu açıkçası. Dolayısıyla bunların hepsini biliyoruz talepleri de biliyoruz. Hatta tam tersine başka talepler de geliyor. Ne diyorlar? İşte bu 8 kişi acaba çok mu kalabalık, acaba Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı olmasa mı? Sadece Cumhurbaşkanı mı olsa? Bir isim mi kalsa? Böyle talepler de var. 8 kişi yetmez isimleri çoğaltın talepleri var. Ama tam tersine bu 8 isim biraz fazla biraz karışık görünüyor. Bunu bir kişiye indirin sadece Cumhurbaşkanı gündemde olsun, sadece bir kişi üzerinden gidin diyenler de var. Önemli olan ne yapılacağı.

İsmail Küçükkaya: Bana her yerde soruyorlar nasıl kazanılır bu seçim diye. Ben mesela Kılıçdaroğlu'nun yerinde olsam Babacan ile konuşurum Akşener’le konuşurum o bütün ortaklarımla. Başkan yardımcılıklarından feragat etsinler. Bu benim fikrim ama. Katılmayanlar da olabilir ama ben böyle düşünüyorum. Bu seçime İmamoğlu ve Mansur Yavaş ile çıkayım başkan yardımcısı olarak. Onun dışında da ekonomi bakanlarımı açıklayayım, İçişleri bakanımı açıklayayım dışişleri bakanımı açıklayım. İşte benim bakanlarım. Sizler zaten lidersiniz ve o partilerin danışmadan da sorumlusunuz yani istişare yapacaksınız falan. Bence bu çok etkili olabilir. Bilmiyorum siz ne dersiniz?

Ali Babacan: Seçime 3 gün kala böylesine radikal şeyler insanların kafasını daha da karıştırabilir. Gerekirse otururuz 6 lider karar veririz bitiririz. Ama bizim en son oturup 6 lider olarak verdiğimiz karar da böyle bir model önerdik. Aşağı yukarı nereden baksanız bir buçuk aydır bu model üzerinden yürüyen bir kampanya var. Seçime 3 gün kala çok da kafa karıştırmamak lazım. Bir de şu var tabii, siyasi partilere destek veren insanlar kendi destek verdiği siyasi partinin genel başkanının yönetimde söz sahibi olmasını da ister. Bu da unutmamamız gereken bir faktör. Diyelim ki örnek veriyorum A partisine B partisine C partisine destek veriyorum. Ve destek verdiğim partinin genel başkanı yarın ülke yönetiminde söz sahibi olsun diye talep de olabilir tam tersine. Dolayısıyla bunların hepsini dikkate alıyoruz. Bu fikirler çok değerli fikirler. Ama 6 genel başkan oturup bu kararı değiştiredebiliriz ama seçime 3 gün kola çok da kafa karıştırmadan mevcudu iyi anlatıp vatandaşlarımızı sandığa davet edip bu işi bitirmemiz gerekiyor. İş insanları ile ilgili dediniz, biz de tabii çok sık görüşüyoruz. Dün öğlen İstanbul'da aşağı yukarı 20 iş insanından oluşan bir grupla oturduk. Uzun bir istişare yaptık. Farklı farklı sektörlerden insanlar inşaat da var tekstilde var gıda da var. Hepsi var yani. Ve bunlar büyük çapta iş yapan insanlar. Ve hepsinin kaygısı çok büyük. Hepsi bu bankacılık sisteminin işlemediğinden şikâyet ediyorlar. Kredi almakta güçlük çektiklerinden şikâyet ediyorlar. Avcılar dahil %40'ın üzerinde faizlerden şikâyet ediyorlar. Şu anda finansa erişim son derece zorlaştı Türkiye'de. Kurudu sistem kurudu. Ve Merkez Bankası’nın döviz rezervi biliyorsunuz eksiye düştü.Net döviz pozisyonu -75 milyar dolar. Tarihi düşük seviyede. Merkez Bankası’nın kasaları boşaldığı gibi Merkez Bankası borçlu şu anda. O da yetmedi vatandaşın dövizini de sattırdılar. Yani vatandaşlarımızın bankalardaki döviz hesaplarını bozdurdular ve tam 120 milyar dolarlık kur korumalı mevduat oldu. Kur korumalı mevduat ne demek? Dövizini boz getir Türk lirası olarak hesaba yatır ben sana hem faiz ödeyeceğim, kur artarsa bir de üzerine kur farkını ödeyeceğim demek biliyorsunuz. Merkez Bankası’nın kasasını boşalttıkları gibi vatandaşın bankadaki dövizini de boşalttılar. Bütün sistemi kuruttular. Allah korusun eğer Erdoğan 2. turda kazanırsa Türkiye'yi gerçekten büyük bir ekonomik felaket bekliyor. Bakın tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisini yönetmiş bir vatandaş olarak ve iyi dönemlerde de bu işlerin başında olmuş birisi olarak söylüyorum ve bu uyarıyı yapmak en azından benim bir vatandaşlık görevim. Sadece bir partinin genel başkanı olarak değil.

İsmail Küçükkaya: Erdoğan kazanırsa ne olur? Ne görürüz ekonomide?

Ali Babacan: Dip diyoruz ya şimdi İşler kötü dibinde dibi dibinde dibi dibinde dibi...

İsmail Küçükkaya: Daha dibi var mı bunun?

Ali Babacan: Allah korusun. Hem nasıl hem nasıl. Bakın ben bu uyarıyı ne zaman yapmışım ilk. DEVA Partisini kurmuşum 9 Mart'ta. Nisan ayının ortasında bir YouTube yayını var. Karar TV'de. Dün bana arkadaşlar gösterdi ben oradan hatırladım. Diyorum ki bakın bu yayını yapıyoruz 6 ay sonra daha kötü olacak diyorum. 6 ay sonra daha da kötü olacak diyorum. Ve o yayını yaptığımız gün dolar 6 lira 99 kuruş. Daha Nisan 2020 yani dün. Ve her 6 ayda bir gerçekten işler daha kötü daha kötü daha kötü gitti Türkiye'de. Enflasyon tarihi rekor kırdı. Yani Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman üretici fiyat endeksi bu kadar hızlı artmamıştı. Tarihi rekor kırdı. İnsanlar yoksullaştı. Satın alma gücü düştü. Sermayesi olan parası olan zenginleşti ama alnının teriyle bileğinin gücüyle çalışan herkes fakirleşti. Bugün vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti için otomobil almak artık imkânsız. Ev almak hayal.

İsmail Küçükkaya: Bir izleyicim Esra Hanım diyor ki; 'Sayın Babacan’a şunu lütfen sorar mısınız? Cumhur ittifakı ile seçimlerden sonra beraber çalışmaya hazırız dedi'. Bu çok konuşuldu. Hani sizin bir açıklamanız olmuştu. Onu bir açıklar mısınız?

Ali Babacan: Orada yine bir cımbızlama yaptılar. Benim şu o programda gösterdiğim anayasa değişiklik metni bu. Yani 84 maddelik anayasa değişiklik metni. 6 partinin imzası. Soru şu, meclis aritmetiği oluştu. 2. tur sadece Cumhurbaşkanlığı ile alakalı. Ve meclis aritmetiğine göre ne Cumhur ittifakı ne de millet ittifakı kendi başına anayasayı değiştiremiyor. Soru da şu, 'sizin de böyle bir değişiklik öneriniz var parlamenter sistemle ilgili. Şimdi ne yapacaksınız? Çünkü sizin de çoğunluğunuz yetmiyor Cumhur ittifakının da çoğunluğu yetmiyor.' ben de cevap olarak dediğim şu. Bakın buraya 84 madde yazmışız. Bu 84 maddeyi gelin hayata geçirelim diye biz teklifte bulunuruz Cumhur ittifakına ya da onlar teklifte bulunur. Bu ortak metin üzerinden anayasayı değiştirebildiğimiz kadar değiştirebiliriz ve bu konuda da beraber çalışmaya hazırız. Ama ben beraber çalışmaya hazırız dedim ya o kısmını kesiyorlar. Diyorlar ki Ali Babacan Cumhur ittifakı ile birlikte çalışmaya hazır. Ya bir dakika arkadaş nerede hazır. Onu da göstersene bir. Benim sadece cümlemin bir kısmını kırpıp yanlış anlaşılacak şekilde bir algı yönetimi yapma. Dürüstçe benim ne söylediğimi yayınla da göreyim. Ama öyle yapmıyorlar inanın. Bizim dediğimiz nedir? Bizim anayasa teklifimiz ortada. Cumhur ittifakının bir anayasa teklifi var mı? Sıfır. Burada 84 madde var onların sıfır. Hiçbir şey yok. Ellerinde bir teklif yok. Bir madde yok. Yani Cumhur ittifakı olarak yeni anayasa deyip duruyorlar. Sayın Erdoğan yeni anayasa yeni anayasa diye 5 yıldır nakarat okuduğunu biliyoruz. Ne var ellerinde? Sıfır. Tek bir madde bile ortaya koyamadılar. Dolayısıyla biz bu konuda gelin çalışırız dedik.

İsmail Küçükkaya: Eski TÜİK Başkanı Aydemir, 'krediler tamamen durma noktasında.' neden?

Ali Babacan: Çünkü sistem kurudu, nakit kurudu. Paraya yurt dışına kaçtı ve kiralık kasalara ya da yastık altına. Bankalarda para olmayınca da kredi kullandırmıyorlar. Bu kadar basit. Güven olunca para oluyor güven olmayınca para kuruyor. O kadar basit yani.

İsmail Küçükkaya: ATSO Başkanı: 'iş dünyasının yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle bir dakika bile dayanacak gücü kalmadı.' dün de İmamoğlu dedi ki, 'iş dünyası bakın dedi 28'den sonra sizi çok zor günler bekliyor. Bir parça sesinizi çıkarın arkadaş.' iş dünyası böyle memnun mu hayatından nedir bu?

Ali Babacan: İş insanları ile görüştüğümüz zaman bunların kahir ekseriyeti fereyan ediyor. Ama seslerini çıkarttıkları anda da iktidarın zulmünden korkuyorlar. Kim sesini çıkartsa başına büyük işler geliyor. Hemen maliye denetimini gönderiyorlar, hemen kredi musluklarını kapatıyorlar. 'Sen nasıl oldu da hangi cüretle iktidarı eleştirirsin' diye... Dolayısıyla iş dünyası bir yandan içi yanıyor bir yandan son derece endişeli. Ama bu endişesini dile getirdiğinde Erdoğan'ın, hükümetin, iktidarın zulmü olur diye korkup sesini çıkaramıyor. Durum o.

İsmail Küçükkaya: Bu da sizin partinizden Sayın Babacan. Şu anda Türkiye'nin önündeki en önemli risk ödemeler dengesi krizidir. Yani döviz bulamama krizi. Yani Allah korusun 70 cent’e tekrar muhtaç olma krizi. Şu andaki en büyük tehlike budur.

Ali Babacan: Tam da o işte. Yani döviz kurudu. Merkez Bankası’nın kasaları boşaldı. Vatandaşın bankadaki 120 milyar dolarlık dövizini sattırdılar kur korumalı mevduata. Ödemeler dengesi kriz demek ülkenin petrol alacak doğalgaz alacak dövizi bulamaması demek. Türkiye bunu daha önceki dönemde defalarca yaşadı. 70 cent'e muhtaç olmak ta o Özal öncesi sonrası dönemlerden kalma ifadelerdi bunlar. Allah korusun bu noktaya düşeriz. Zaten Erdoğan'ın gidip kapı kapı dolaşıp Suudi Arabistan'dan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden 3 milyar dolar oradan 5 milyar dolar oradan diye kredi dilenmesi, gidip de Putin’e 'doğalgaz parasını ödeyemiyorum arkadaş biraz erteleyeyim bari ödemelerimizi' demesi aslında Türkiye'nin ödemeler dengesini yani döviz dengesinin bozulduğunu zaten bize söylüyor. Ve bunun ama kötünün kötüsü var bakın. Bakın ışıklar yanıyor değil mi. Yarın elektrik kesintileri başlar bu ülkede. Yarın akaryakıt kuyrukları başlar. Paranızla benzin bulamazsınız bu ülkede. Ameliyathanelerde en gerekli malzemeyi bulamaz doktorlarımız ameliyat etmek için. Ben uyarmak zorundayım çünkü başka ülkelerde çok görüyoruz bunu. Kötü yönetilen ülkelerde beterin beteri var.

İsmail Küçükkaya: Geçenlerde eski müsteşarlardan Tevfik Altınok’a gittim ziyarete. Dedi ki 'zamanında inanın 50 milyon dolar devletimizin bir işi için 50 milyon dolar lazımdı. Bulamadık bulamadık. Dönemin başbakanı rahmetli talimat vermiş. Suudi Arabistan'a yollamış bunları. Anlaşma imzaladık ve 50 milyon dolar getirdik' dedi.

Ali Babacan: Nereden nereye...Halbuki benim ekonomi yönetiminin başında olduğum dönemde hatırlayın IMF bizden geldi para istedi. Dedi ki, 'ekonomisi sıkıntı olan ülkeler için paraya ihtiyaç olacak. Biz İMF olarak da bir fon oluşturuyoruz. Sizin de durumunuz gayet iyi. Dövizi parayı koyacak yer bulamıyorsunuz. Bu fona katkıda bulunur musunuz?' diye. Ve biz IMF ile 5 milyar dolarlık anlaşma imzaladık. Biz IMF'ye borç vermek üzere yani. Neredeeeen nereye...

İsmail Küçükkaya: Şu anda bizim ben sizin bıraktığınız tarihteki rezervleri falan biliyorum. Şu anda bizim kasamızda ne var? Esnaf gibi anlatın bize ama. Benim kafamda şimdi ne var? Türkiye Cumhuriyeti'nin kasasında.

Ali Babacan: Hatta cüzdandan da örnek verebiliriz. Şu anda Merkez bankası ne yapıyor? Cüzdanı açıyor bak diyor dövizim var altınım var diyor. Ama aynı cüzdan içerisinde bir de kredi kartı var. Kredi kartına taktığı borç cüzdanındaki paradan çok daha fazla. Nihayetinde -75 milyar dolar içeride şu an Merkez Bankası. Yani dövizim var diye gösterdiği döviz borç. Onu borcunu ödemekte kullansa o da yetmiyor 75 milyar dolar da açığa düşmüş eksiye düşmüş durumda şu anda Merkez Bankası. Ülkenin tablosu bu. Ve bakın ilk oluyor bu ilk. Böyle bir şey yaşamadı bu ülke. Bu ülkenin Merkez Bankası daha önce böyle bir şey yaşamadı. Bu kadar batırılmadı bu ülke. Ama şunu görmemiz lazım, dökme suyuyla değirmenin döndüğü bir dönemdeyiz. Atasözü değil mi. Dökme suyuyla değirmen dönmez. Hâlbuki şu anda bu değirmen dökme suyuyla dönüyor. Dışarıdan 3 milyar 5 milyar oradan buradan bulup da değirmene döktüğünde bir tur daha atıyor değirmen ama onu bulamadığın anda da sıkışacak. Ve Allah korusun Allah korusun beterin beteri var. Bu iktidar iş başında olduğu sürece Türkiye'nin ekonomisi asla düzelmeyecek. Bakın ben 3 yıldır bunu söylüyorum Deva Partisini kurdum kuralı. 3 yıldır işler kötüye gidiyor ve üzülerek söylüyorum eğer kazanırsa Erdoğan daha da kötüye gitmeye devam edecek.

İsmail Küçükkaya: Bir fotoğraf göstereceğim size. Arjantin'de dolar karaborsa. Bugünkü Sözcü’den bu. Dövize getirilen kısıtlamalardan dolayı Arjantin'de bankaların önünde uzun kuyruklar oluştu.

Ali Babacan: Doğru. Türkiye'de de şimdi öyle. Türkiye'de televizyon ekranında gördüğünüz dolar kuru ayrı bir dolar alayım bakayım deyin 1000 dolar alın Kapalıçarşı’dan daha pahalıya alıyorsunuz. Bu nedir? Aslında o iki kurun oluştuğu artık karaborsanın yavaş yavaş oluşmakta olduğunun en önemli işareti. Bundan bir sene önce iki sene önce böyle bir şey var mıydı? Bizim ekonominin başında olduğumuz dönemde döviz büroları kapanmaya başlamıştı. Çünkü insanların dövizlere ilgisi yoktu artık. Türk lirası itibarlı bir para birimiydi. Biliyorsunuz bizim o 200 liralık banknot ilk çıktığında, 2009'da İlk tedavüle çıktığında 134 dolar ediyordu 134 dolar. Şu anda bunun değeri 9 dolara düşmüş durumda. Sadece 9 dolar bakın. 134 dolardan inmiş 9 dolara.

İsmail Küçükkaya: Çekiyorsun bankadan hep böyle gıcır gıcır.

Ali Babacan: Para basıyorlar sürekli. Para basıldıkça da bunun değeri düşüyor basıldıkça değeri düşüyor. Bir kilo peynire yetmiyor şu an.

İsmail Küçükkaya: Bir yumurta alıyorsun 75 lira.

Ali Babacan: Öyle öyle. Bakın tane ile soğanın satıldığı duruma düştük. Fakat ne yaptı Erdoğan? Bütün bu süreçte bir vatandaşlarımızın dini hassasiyetlerini istismar etti. Yalan söyleyerek yaptılar bunu. Diyanet işleri başkanlığını bunlar kapatacak dediler. Başörtüsü yasağını tekrar getirecekler dediler. WhatsApp gruplarından bu yalanları yaydılar. Ve tam da seçime giderken son 2 hafta insanların kafasını karıştırdılar. Yine insanlarımızın milli duygularını istismar ettiler. Vatan bölünecek dediler. Bunlar PKK ile beraber dediler. Külliyen yalan. Ama bu montaj videolarla yalanlarla tam da seçime giderken insanlarımızın kafasını karıştırdılar. Ve bu ilk yapılmıyor biliyor musunuz? Bu metotlar ilk dünyada Trump'ın ilk seçildiği dönemde yapıldı.

İsmail Küçükkaya: Bir soru geldi güncel olduğu için soruyorum. Merkez Bankası gerçi artık kim ilgileniyor emin de değilim ama Merkez Bankası bugün faiz kararını açıklayacakmış.

Ali Babacan: Yani hiçbir anlamı yok ki açıklarsa açıklasın. Hiçbir anlamı yok. Yani orada bağımsız bir yönetim olmadıktan sonra işin ehli dürüst ve ehil insanlar işin başında olmadıktan sonra açıklamasının hiçbir kıymeti yok. Eskiden insanlar bakardı ne açıklayacak ne edecek diye. Fark etmiyor ki zaten durum berbat.

İsmail Küçükkaya: Babacan’a biraz araba sorusu sormak istiyorum araba. Arabanız var mı? Önce bir iş insanı adını söylesem bilirsiniz. İsmail Bey lütfen Ali Babacan’a sorar mısınız dövize 3 aylık teşvikli kur korumada %30 döviz faiz veriyorlar. İnanılmaz. Bankalar faizi de peşin yatırıyorlar. Tanınmış bir isim ama onu söyleyeyim. Soralım ne bu efendim?

Ali Babacan: Diyelim ki 100 bin dolar bankaya para yatırıyorsunuz. Arkasından da 3 ay sonra tekrar 100 bin dolar olarak geri alacaksınız. Bu 3 ay bankada tutmanın karşılığında yıllık birleşik %30 %40 gibi faizi banka şu anda peşin ödüyor. O kadar büyük bir döviz açığı var ki ülkede o kadar acil bir döviz ihtiyacı var ki bankalar 'Yeter ki dövizini bana getir bir sürede tut 3 ay 6 ay neyse ben sana faizi peşin ödeyeceğim' diyor. Ve yıllık birleşik %30 %40 gibi faizler şu anda söz konusu. Böyle bir şey olamaz. Yani ülkenin ne kadar şiddetli bir şekilde dövize muhtaç hale düştüğünü gösteriyor. 70 cent’e muhtaç dedik ya Allah korusun oraya doğru gidiyoruz. Çünkü güven olmayınca ülkeye döviz gelmez. Bu kadar basit. Güven ve istikrar olmayınca olmaz. Şimdi Erdoğan çıkıyor güven diyor istikrar diyor. Son 5 yıldır tek yetkili olarak tek imzayla bu ülkeyi yönettin. Bağımsız kurum falan da bırakmadın. Merkez Bankası’nın da üzerine oturdun. Onları da talimatla yönetmeye başladın. Ama son 5 yıldır ülkede döviz kuru patladı, enflasyon patladı. Ekonomik istikrar kalmadı. Ve hala hala bana destek verin güvenle istikrardan bahsediyor. Böyle bir şey mümkün değil. Olmayacak. Çünkü dürüst ve ehil kadrolar olmadan olmaz. Şu anda ülkeyi yöneten kadrolar dürüst ve ehil insanlar değil. Onun için olmuyor onun için sistem kilit.

İsmail Küçükkaya: Haydi arkadaşlar bir araba alalım bakalım. Araba nasıl alacağız? Bir bakalım. Şimdi ben buna bakıyorum açık söyleyeyim sizin iktidarınız zamanında ilk o 8 yıl bazıları bana kızıyorlar ama ben gördüğümü söylemeyeceksem burada olmamın ne anlamı var. İlk 8 yıl İşler iyiydi. Ben iyi görüyordum. Demokratikleşmede, Avrupa Birliği ilişkilerinde, sivil askeri ilişkilerin normalleşmesinde hepsinde. Bunun ekonomide biz iyi taraflarını da yaşadık yalan değil bu. Bunu da söyleyeceğim.

Ali Babacan: Gerçekçi olmamız lazım. Dürüst kadrolar varken İşler iyiydi. Kötü kadrolar gelince işler bozuldu.

İsmail Küçükkaya: Bu işler niye bozuldu diye baktığım zaman da sizin elinizde Ali Babacan varsa Mehmet Şimşek varsa o zaman bunları kaçırıyorsanız ben ne yapayım yani.

Ali Babacan: Ama onlar yanlışlara hayır diyor ya. Ali Babacan Mehmet Şimşek yolsuzluğa hayır diyor. İmar rantlarını hayır diyor. Mali kural getirmemiz lazım diyor. Bunun için biz yolları ayırdık. Siyasi etik yasası dedik kabul etmediği için yolları ayırdık. Yolsuzlukla mücadele dedik.

İsmail Küçükkaya: Sizin ilk ekonomiyi yönettiğiniz dönemlerde herkes araba alalım ev alabiliriz... Şimdi bana bunu bir anlatabilir misiniz?

Ali Babacan: Bu ne demek? Bundan yaklaşık 10 sene 11 sene önce bu otomobilin markasını özellikle kapatıyoruz ki reklam olmasın diye. Bugünkü cep telefonu fiyatına bir otomobil alabiliyordunuz. Ve satın alma gücüyle mukayese ettiğimiz zaman şunu söyleyeyim aslında tam da bu markasını kapattığımız otomobil. Geçen ay oturduk berbere yanıma da bir genç oturdu. Yan yana tıraş oluyoruz. Dedi ki, 'başkanım ben üniversiteyi bitirince 22 yaşında bir mühendis olarak işe başladım çalışmaya başladım. Ve aylık maaşımla taksitini ödeyebileceğim bir araba aldım' dedi. Arabada tam da bu araba denk geldi yani. Ve dedi 'şu anda 32 yaşındayım. Aynı arabaya biniyorum. Arabam 10 yıllık oldu biraz eskidi ama bugün ben maaşımla taksitli ya da peşin bir otomobil alamam' dedi. 'Bindiğim arabayı gücüm yetmiyor şu anda' dedi. Yalnız ülkedeki satın alma gücünün nasıl gerilediğinin en canlı örneği belki de bu. Genç arkadaşımız 22 yaşında bundan tam 10 sene önce otomobil almış taksit taksit, gıcır gıcır yeni otomobil almış. Bugün bindiği otomobilin yenisini alamıyor. Parası yetmiyor çünkü. Dairelerde de aynı apartman dairesinde de aynı.

İsmail Küçükkaya: Sayın seyirciler bakın şunu düşünün. Bugün şöyle küçücük bir pazar araştırması yaptığınız zaman normal bir araba son derece makul bir araba için 700 ila 900 bin lira arasında ödemeniz gerekiyor. Alabilirseniz güle güle kullanın diyelim değil mi.

Ali Babacan: En az en az. Biraz iyice olduğunuzda işte fiyatlar buraya çıkıyor. Bu normalin biraz daha üzerinde bir araba.

İsmail Küçükkaya: Bizim TOGG kaç lira?

Ali Babacan: TOGG tabii onun fiyatı şimdi sübvansiyonlu devlet destekli falan bir fiyat. Onun fiyatına hiç itibar etmemek lazım. Devlet desteği ile şununla bununla oluşmuş bir fiyat.

İsmail Küçükkaya: Değerli izleyenler bakın ben şunu söylüyorum bu seçimlerde pek çok analiz yapılıyor tabii ama yine de şunu da ısrarlıyım halkımızın yaşadığı ekonomik durumun bu seçimde ve bir önceki seçimde çok etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü karnımız doyamadıktan sonra... Benim karnım gurulduyorsa ben ne diyeyim ki o zaman.

Ali Babacan: Ekonomi çok önemli. Hatta rahmetli Demirel ne derdi? Tencere kaynamayınca iktidar değişir derdi. Ancak şu andaki iktidar vatandaşlarımızın milli duygularını milli hassasiyetlerini dini duygularını dini hassasiyetlerini öylesine hoyratça istismar ediyor ki yani evet ekonomide sorun var diyor. Fakirlik var ama o fakirliğin o yoksulluğun o hayat pahalılığının üzerine kırmızı bir milliyetçilik örtüsü örtüyor ve insanlara diyor ki 'eğer terörle mücadele etmek istiyorsan eğer vatan bölünmesin istiyorsan o zaman fakirliğe yoksulluğa razı olacaksın' diyor. Yani vatandaşlarımızı milli konularla korkutarak istismar ederek fakirliğe razı olmaya zorluyor. 2. en önemli istismar alanı dini alan. Dini hassasiyetlerin dini duyguların istismarı. Orada da ne diyor? 'bak din elden gider, bak başörtüsü yasağı gelir, bunlar Diyanet’i kapatacak' diyor. Yalanlarla iftiralarla bunu söylüyor ve ekonomik sorunların üzerini bu sefer yeşil bir örtü örtüyor. Yani bir kırmızı örtü milli duygular ekonomi ile bastırıyor milli duygularla ekonomiyi aşağı bastırıyor. Öbür tarafta da dini duygularla ekonomiyi bastırıyor. Vatandaşlarımızda tabii ne yapsınlar haklılar. Benim dinim mi diyor para mı diyor. Ne olacak benim dinim önemlidir. Ne olacak ben yoksulluğa fakirliğe razıyım diyor. Yeter ki dinimi yaşayayım diyor. Öbür tarafta vatandaşlarımız diyor ki ben şahsen yoksul olmaya razıyım yeter ki vatan bölünmesin diyor. Bu yüce milletin bu büyük milletin bu tertemiz duygularını istismar eden bir siyaset var. Ve bunu yalanla istismar ediyorlar bakın. Teröristlerin videolarını montajlayıp gösteriyorlar millete yalan söylüyorlar. Yalanlarla bu milli duyguları istismar ediyorlar. Başörtüsü yasağı gelecek Diyanet kapatılacak diye yalan söylüyorlar insanların dini hassasiyetlerini istismar ediyorlar. Ve bu iki önemli konu milli ve dini konular söz konusu olduğunda da bizim milletimiz yoksulluğa yokluğa razı oluyor. Yani bu böyle bir denge.

İsmail Küçükkaya: Ali Babacan ne der bize? Eğitim reformu yargı reformu hukuk reformu bunları yaparsak biz o zaman orada gelir tuzağından çıkarız gelişebiliriz diye. Ama şimdi biz geriye gidiyoruz maalesef. Bir de hep şunu söylerdiniz yönetimde istikrar. Dün Ak Parti'nin eski kurucularından birisi ki Kılıçdaroğlu'nun davetiyle bir dönem CHP milletvekilliği yaptı ama şimdi aday gösterilmedi. Ne olduğunu bilmiyorum ama. Sonra uzun yıllardır hiç çıkamadığı o kanallardan iktidarı destekleyen kanallardan birine çağırmışlar. Ben de şaşırdım. Bir baktım iktidarı destekleyen bir kanalda.

Ali Babacan:Üstelik ortak aday da olmak istiyordu biliyor musunuz? Yani millet ittifakının ortak adayı olmak da istiyordu. Ortak aday olmadı milletvekili olmayınca...

İsmail Küçükkaya: Ben mekanizmayı da bildiğim için Sayın Babacan o kanala çıkabilmek için Cumhurbaşkanlığı iletişim başkanlığından falan okey almanız gerekiyor. Onun için de ne söyleyeceğiniz belli olacak.

Ali Babacan: Aynı kanala biz mesela baskı yaptık. Mümkün değil. Hatta dedik bakın böyle bir şey olur mu korkuyor musunuz dedik. Çağrı yaptım. Ben kaç tane kanala çağrı yaptım. Cesaretiniz varsa çağırın beni dedim. Hakkımda sürekli yalan yanlış haber yapıyorsunuz. Sürekli yalan yanlış yalan yanlış. Demin verdiğiniz örnek gibi. Babacan Cumhur ittifakı ile çalışırım dedi. Kardeşim sen niye yalan söylüyorsun. Dediğimi baştan sona yayınlasana. O kanallara çağrı yaptım. A habermiş TRT’ymiş 24'müş TV netmiş. Ne olursa olsun önemli değil adı. Dedim ki çağırın cesaretiniz varsa çağırın ben kendimi orada anlatayım. Tık yok. Genel yayın yönetmenlerinin isimlerini bir daha twit attım dün. Tık yok. Çünkü korkuyorlar. Benim çıkıp o kanallarda gerçekleri anlatmamdan korkuyorlar. Sayın Erdoğan'a destek veren kitlenin beni dinlemesinden korkuyorlar. O kitle ile beni görüştürmek buluşturmak istemiyorlar. Oraya böyle set çekmeye çalışıyorlar. Aynı kanalı mesela arkadaşlarımız defalarca aradı. Cevapları şu, 'biliyorsunuz şartları'. Çünkü niye? Hükümet korkutuyor. Kanalların sahibini korkutuyor, patronları korkutuyor. Kredi musluklarınızı keserim diyor. Size Türkiye'de iş yaptırmam diyor.

İsmail Küçükkaya: Siz ekonomiyi yönetirken sizinle bir röportaj yapmak için neler yapıyorlardı ben o tarihte biliyorum da. Bu kişi AK Parti'nin kurucularından olup da bir dönem CHP milletvekilliği yapan kişi şimdi hükümeti destekleyen bir kanala çıktı. Tek sonuç var. Siz Erdoğan'a oy verin diyor. Yoksa bu parlamento aritmetiği ile Kılıçdaroğlu seçilirse bu söylediklerinin hiçbirini yapamaz diyor. Bana bunu anlatır mısınız?

Ali Babacan: Şu andaki sistem zaten cumhurbaşkanını tek imza ile çok geniş bir yetki alanı tanımış durumda. Mesela bırakın günlük işleri bütçeyi parlamento reddetse bile meclisten bütçeyi geçiremeseniz bile yine de hükümet çalışmaya devam ediyor bir önceki senenin bütçesinin üzerine enflasyon ekleniyor ve devlet çalışmaya devam ediyor. Dolayısıyla mevcut anayasa aslında yetkiyi ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanına vermiş durumda. Meclisin yetkisi sıfır değil. Meclis de kuşkusuz çok önemli bir organ. Fakat biz şunu zaten ilan ettik dedik ki, Sayın Kılıçdaroğlu seçildiği anda artık Türkiye'de meclis yani yasama organı ile yürütme organı daha yakın bir istişare içerisinde çalışacak. Aslında tam da arzu ettiğimiz o denge kontrol mekanizmaları devreye girecek. Ve Sayın Kılıçdaroğlu da bunu ilan etti. Dedi 'meclis beni denetlensin. Mecliste dedi çoğunluk Cumhur İttifakı’nda beni denetlesin. Ben bundan memnun olurum' dedi. Bize öneriler getirsinler ben bundan memnun olurum dedi. Yani yürütmenin millet ittifakında olduğu yasamanın da Cumhur ittifakında olduğu bir yönetimde denge kontrol sistemi yürüyor. Bunun bir örneği işte İstanbul büyükşehir Belediyesi’nde var. Ankara büyükşehir Belediyesi’nde var. Şimdi İstanbul büyükşehir Belediyesi’nde belediye meclisinde çoğunluk AK Parti’de ya da Cumhur ittifakında diyelim toplamda. E İstanbul büyükşehir belediyesi iş yapamıyor mu? Hizmet üretemiyor mu? Biraz belediye başkanlarımız yoruluyor Ankara'da da öyle. Belediye başkanlarımız biraz yoruluyor kendilerini çok izah etmek zorunda kalıyorlar, meclise sık gidip gelmek durumunda kalıyorlar ama meclisin o denetim fonksiyonu da işlerin daha temiz ve daha düzgün ilerlemesine sebep oluyor.  Pazar gününe çok yaklaştık her dakika çok kıymetli. Onun için önemli olan burada gerçek bilginin doğru bilginin vatandaşlarımıza ulaşması. Yani Sayın Kılıçdaroğlu'nun çok farklı konularda varsa bir algı yönetimi, varsa kendisi ile ilgili yanlış bilgiler. Onları düzeltmek için bu yayın oldukça faydalı bir yayın.

İsmail Küçükkaya: Katıldınız siz oraya 8 saatlik bir yayın yaptınız.

Ali Babacan: Tabii tabii ben katıldım ve başta da söylediğim gibi Kılıçdaroğlu'na tavsiye ettim. Çünkü tereddütler vardı biraz. Aman katılma etme falan diyenler de vardı. Çünkü ne de olsa yüzlerce gençle baş başasınız. Ve bir siyasetçi için biraz da risk yani. Bir arenaya çıkıyorsunuz. Ama kendinizden eminseniz en önemlisi ne biliyor musunuz? Haklıysanız korkmuyorsunuz.

İsmail Küçükkaya: Erdoğan çıksa...

Ali Babacan: Çıkamaz mümkün değil yani mümkün değil. Ne yapar? Kendi partisinin gençlik kollarını doldurur ancak öyle çıkar. Babala TV'nin kuralı şu biliyorsunuz. Ki benim programa 6500 genç başvurdu katılmak için. İçlerinden en sert soruyu soran 650 kişiyi seçtiler. Çünkü soruları gönderiyorlar ya. En çok muhalif olacaksınız en sert soru soracaksınız. Zaten muhalif olmayanın soru sorma hakkı yok. Diyelim DEVA Partisi teşkilatından gençler az sayıda belki 20-30 kişi vardı. Ama onların soru sorma hakkı yok. Sadece muhalifler soru soruyor. Öyle bir ortam. Sayın Erdoğan'ın böyle bir ortama girmesi mümkün değil yani. Cesaret yok çünkü haklı değil. Haklıysanız giriyorsunuz oraya haksızsanız oturamıyorsunuz.

İsmail Küçükkaya: Muharrem İnce taraftarları da vardı. Baya bir Memleket Partililer de vardı sizin orada. Ne sorular ne şeyler. Düzenek kurmuşlar.

Ali Babacan: Özellikle düzenek kurmuşlar. Oğuzhan Bey de üzüldü. 'normalde biz daha çeşitli bir şey yapıyorduk. Onlar bir düzenek kurmuşlar. Sözüm ona gelecekler Babacan’ı zor duruma düşürecekler. Döndü dolaştı bakın düzenek kurmaya çalışanlar kendileri tasfiye olmak zorunda kaldı. Seçime üç beş gün kala ortadan yok oldu yani.

İsmail Küçükkaya: Çok önemli bir soru daha. Yine İstanbul'un iş dünyasından tanınmış bir isim sormamı istiyor. 45 milyar dolar borç ödemesi ertelendi. BOTAŞ’ın satılma ihtimali ekonomi dünyasında çok konuşuluyor. Böyle bir şey olabilir mi?

Ali Babacan: Şimdi oralar karanlık. Şunu biliyoruz Erdoğan Putin'e gitti dedi ki 'bizim paramız yok ödeyemiyoruz. Şu doğalgaz ödemelerini biraz geciktirebilir miyiz' dedi. Putin'in buna verdiği cevabı bilmiyoruz. Gerçekten erteleme oldu mu olmadı mı bilmiyoruz. Ama eğer böyle bir erteleme olduysa yani Erdoğan Putin'e borç taktıysa borç alan emir alır ya kendi sözü borç alan emir alır diye böyle bir durum varsa borcu karşılığında da kardeşim ver BOTAŞ'ı diyor olabilir. Bilemiyoruz. Ama tamamen karanlık. Çünkü şeffaflık yok.  Arka kapıdan 250 milyar dolarlık döviz sattı. Tek bir açıklama yok. Merkez Bankası başkanı gidiyor plan bütçe komisyonuna meclise soruyorlar 'arkadaş ne kadar sattın' diye 'söyleyemem' diyor. Böyle bir şey olur mu. Bakın bizim dönemde benim ekonominin başında olduğum dönemde toplam 13 yıl boyunca Merkez Bankası’nın sattığı döviz 8 milyar dolar 13 yılın toplamında 8 milyar dolarlık müdahale var. Ve bunun hepsi şeffaf. Müdahale ettiği gün Merkez Bankası web sitesi açıklıyor. Bugün hatta girin bakın Merkez Bankası’nın web sitesine TCMM döviz müdahaleleri diye sadece bizim o dönemin müdahalelerini görürsünüz. Topu topu 8 milyar dolar hepsi şeffaf. 250 milyar doları sattılar çatır çatır arka kapıdan açıklamıyorlar. Her şey karanlık. Doğru hesaptan kaçar mı?

İsmail Küçükkaya: Cayır cayır 128 milyar doları yaktılar dediniz siz.

Ali Babacan: ilk sizin programda söyledim hatırlıyor musunuz? Ondan sonra iş patladı. İlk sizin programda dedim ki hatta benim verdiğim rakam 130'du. Sonra CHP bunu farklı bir yöntemle 128 hesap etti. 128 olarak biraz daha konuşuldu edildi ama ilk ben sizin programda bunu gündeme getirmiştim. Daha önce Türkiye'nin gündeminde bu yoktu. Ondan sonra bütün Türkiye'ye afişler asıldı 128 milyar 128 milyar nerede nerede. En son Sayın Erdoğan 5-6 kere cevap verdi buna. Dedi ki 'yok satılmadı.' Bir de dedi ki 'pandemi oldu şu oldu bu oldu.' döndü bir başka cevabında dedi ki Merkez Bankası’nın dövizi mi sorulur dedi. Yani sıkıştırdıkça 5-6 tane birbirine çelişkili cevaplar verdi. O gün bugündür de biz tam gerçek rakamı Merkez Bankası’ndan duymadık. Bu milletin parası kimsenin babasının malı değil. Kimsenin babasından miras da kalmadı. Milletin parası sen nasıl açıklamazsın? Kendi paran mı affedersin? Olur mu böyle bir şey?

İsmail Küçükkaya: Avukat Ece Güner diyor ki, 'Sayın Ali Babacan doğru söylüyor. Anayasa madde 104, 9. fıkra %100 net. Tüm devlet bakan bürokrat atamalarını Cumhurbaşkanı yapar' diyor. 'Üstelik mutabakata göre 6 lider birlikte karar verecekler Kılıçdaroğlu tek başına seçecek.' diyor. Aslında yönetimde istikrarı söylüyor.

Ali Babacan: Ece Hanım biliyorsunuz sistemle alakalı parlamenter sistemle alakalı çok güzel çalışmaları var kitapları var. Ece Hanım’a da buradan selamlarımı iletiyorum. Kendisi ile de zaten yakın irtibatta olduk bütün o parlamenter sistem çalışmalarımız boyunca. Konuyu çok iyi bilen bir arkadaşımız. Tespitleri doğru. Hepsinin anayasada yeri var. İstanbul büyükşehir belediyesi nasıl yönetiliyorsa, Ankara büyükşehir belediyesi nasıl yönetiliyorsa Türkiye Cumhuriyeti de aynı o şekilde yönetilecek. O kadar basit. Çünkü örneği var. 2019'dan bu yana çalışan örnekleri var. Evet mecliste çoğunluk AK Parti’de Cumhur ittifakında belediye meclisinde Ankara'da İstanbul'da belediye meclisinde yine çoğunluk Cumhur ittifakında ama hem Mansur Bey hem de Ekrem Bey belediye başkanı olarak yönetiyorlar yani. Ha biraz dediğim gibi muhalefet var çok soru soruyorlar, zorluyorlar ama doğru hesaptan kaçmaz ki. Siz doğru bir iş yapıyorsanız yaptığınız işler doğruysa dürüstçe çalışıyorsanız denetimden korkmazsınız. Ne olacak? Ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Bugün nasıl alnım ak başım dik geziyorum çok şükür. Pırıl pırıl bir dönem oldu. Her zaman da gurur duyacağım bir dönem oldu. Yani o dönem ekonominin başındaydım Türkiye'nin en parlak yıllarıydı. Biraz önce gösterdiğimiz yıllar. Mesela KYK bursları değil mi gençlerden bahsettik. Gençlerin KYK bursuyla çok rahat bir öğrencilik yaptığı dönemdi. KYK burslarından artırdıkları paralarla Avrupa'da euroreal yani tren turu ile Avrupa'yı gezdikleri dönemdi. Hatta bir grafiğimiz var gençlerle alakalı. KYK bursunun aylık değeri ne kadarmış bakın, 30 dolardan başlamış KYK bursunun dolar değeri çıkmış çıkmış ta 147 dolara. Ondan sonra da inmiş 49'a. Bu 67 2023 başı. Bugün kurla bunu hesap etseniz muhtemelen daha düşük bir dolara inmiş durumda. 147 dolar bakın yıllarca da oralarda seyrediyor. 130 140 137 aylık rakamlar. Şimdi bundan artırdıkları parayla diyelim 12 ay burs alıyorsa ayda bir kenara 50 dolar koyuyorsa o 50 dolarla çarpı 12 ay 600 dolarla mümkün bu yani. Trenle bir tur yapabilirsiniz. Bunu gençlerimiz yaşadı. Ama bugünkü gençler maalesef cep telefonu alamıyor.

İsmail Küçükkaya: Şimdi ben 28'inde gideceğim oyumu kullanacağım. Sonra vatandaşlık görevini yerine getirmiş bir insan olarak ülkemin geleceği için o sonucu bekleyeceğim. Allah biliyor ne istediğimi. Ülkem iyi olsun istiyorum güzel olsun istiyorum. Çünkü ben şunu biliyorum insanlar fanidir. Hepimiz faniyiz. İktidarlar geçicidir ben geçmez zannedilen ne iktidarlar gördüm şu 31 yılda. Dolayısıyla ülkem iyi olsun istiyorum. Ülkemin ben 5 yıl sonrasını görebiliyorum size onu söyleyeyim. Ben ümitliyim yeni bir siyaset sınıfı da geliyor. Ama bana şunu anlatır mısınız sizin tercihiniz olursa Kılıçdaroğlu kazanırsa oldu Kılıçdaroğlu geldi. Sizler de iş başındasınız. Mesela sizden İbrahim Çanakçı var ekonominin dümenine geçebilir. Faik Öztırak var, Akşener'den Bilge Yılmaz var. Bir anlatır mısınız ondan sonra nasıl yaşayacağım ben?

Ali Babacan: Bakın ben biraz şuna benzetiyorum. Normalde demokrasinin iyi işlediği düzgün yönetilen ülkelerde aslında vatandaşlar günlük siyasetle bu kadar ilgilenmez. Şunu bir otobüs yolculuğu olarak düşünün otobüs yolculuğunda otobüsü kullanan şoför kurallara riayet ediyorsa böyle otobüsü birden dur kalk yapmıyorsa, yalpa yaptırmıyorsa, sert hareketlerle kullanmıyorsa arkada oturan yolcular kitabını okur, kulaklığını takar müzik dinler ve huzurlu bir yolculuk yapar. Ama eğer otobüsü kullanan kurallara uymuyorsa düzeltiyorum otobüsü kullanan şoför Erdoğan ne yapıyor? Ülkeyi savuruyor değil mi? Fren gaz fren gaz kurallara uymuyor. Hukuk tanımıyor ve arkada oturan yolcular sürekli gözü yolda. Yani sürekli siyasette. Yürekleri ağzına geliyor aha ya çarptı ya çarpacak. Otobüs uçurumdan yuvarlandı yuvarlanacak diye bir endişe ile siyaset takip ediyorlar ama Sayın Kılıçdaroğlu direksiyona oturduğunda kurallara uyan, hukuk tanıyan, anayasaya uyan bir otobüs şoförü olacağı için yolcular ne yapacak arkada? Kitabını okuyacak, kulaklığını takacak, müzik dinleyecek ve günlük siyasetle bu kadar ilgilenmeyecek artık insanlar herkes işine bakacak. Ve mutlu olacaklar. Ülkenin emin ellerde olduğu ile ilgili bir iç rahatlığı olacak. Çünkü şu anda bu siyasetle ilgili huzursuzluk bu gerginlik ülkenin emin ellerde olmamasının bir sonucu. Ülke emin ellerde olsa insanlar günlük hayatına daha rahat bakacak. Öğrenciler öğrenciliğini yapacak esnaf esnaflığını yapacak. Bilecekler ki düzgün bir kadro var işin başında herkes kendi işine daha fazla eğilecek. Yani bu otobüs yolculuğu karşılaştırması önemli.

İsmail Küçükkaya: Peki Erdoğan kazanırsa ne olur?

Ali Babacan: Kaza arkasına kaza yaşayacağız. Çünkü ne yapacak zaten tertemiz otobandan pırıl pırıl otobandan ülkeyi bir gidiş bir geliş bir dar yola soktu. Bir 5 yıl daha giderse çamurlu yollara sokacak ülkeyi. En sonunda da Allah korusun otobüs devrilecek uçurumdan yuvarlanacak bir şeyler olacak yani. Çünkü kural tanımıyor kural sevmiyor. Hukuk sevmiyor. Anayasa mahkemesinin kararlarına uymam diyor saygı duymam diyor. AHİM karar veriyor uyumayabilirsin diyor. Alt mahkeme anayasa mahkemesinin kararına uymayabilir diyor. Yani trafik kurallarına uymadan ben bu otobüsü kullanacağım diyor. E bu şoför bir gün kaza yapacak. Zaten otobüs çarpık çurpuk her yere. Bir günde yuvarlanacak yani.

İsmail Küçükkaya: Ben onu çok yakın birine sormuştum bana bir diyalog anlattı. Dedi ki o biraz Azerbaycan yönetimi bir ülke yönetimi istiyor dedi. Tek liderim ne diyorsam yapabilirim böyle Aliyev gibi olsun.

Ali Babacan: O zaman o hukuk devleti olmaz ki. Şimdi zaten 2 tercihli bir referandum var bakın. Yani pazar günü vatandaşlarımızın önünde iki tercihli bir referandum var. Otoriterlik mi demokrasi mi? Korku mu umut mu? Keyfilik mi hukuk mu? Öfke nefret mi sevgi mi? Kara kış mı bahar mı? İki tane tercih var vatandaşlarımızın önünde. Bu bir referandum bakın.

İsmail Küçükkaya: Güzel anlatıyorsunuz çok net anlatıyorsunuz aslında.

Ali Babacan: Yani iki tercihli bir referanduma gidiyoruz şu anda. Ve tercih vatandaşlarımızın. Ama ben yıllarca Sayın Erdoğan'la da çalışmış bir kişi olarak ve onun o bahsettiğiniz güzel dönemdeki yönetim tarzıyla sonradan nasıl değiştiğini sonradan ekibini nasıl değiştirdiğini gören bir insan olarak artık ülkeyi yönetmeye devam etmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Kendisi söz vermişti. AK Parti'nin kuruluş akitnamesinde var. 3 dönem demişti. 3 dönemden sonra ben ayrılacağım demişti. Çünkü uzun süre ülkeyi yönetme gücü insanları bozuyor. Güç zehirlenmesi meydana geliyor. Bu tarihi bir gerçek aynı zamanda insanın yaratılışında olan bir gerçek. Güç yozlaştırıyor mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Ülkeyi yönetme gücünü elinde bulunduran insanların bir hukukla iki süre ile sınırlandırılması gerekiyor. Şimdi 2014'te ayrılması gerekiyordu. Akitleşmemiz o imza ettik hep beraber. AK Parti'nin kuruluş tüzüğünde hepimizin imzası var. Erdoğan'ın da imzası var benim de imzam var. İmza ettik 2014'te emekli olması gerekiyordu ayrılması gerekiyordu ve yeni bir nesil yeni bir kadroyla böyle güncelleyerek partinin kendisini devam etmesi gerekiyordu. Ama kendisinin orada olmasından nemalanlar, kendinin orada durmasından istifa edenler dedi ki 'Efendim siz giderseniz bu ülke çok kötü olur. Siz giderseniz AK Parti kötü olur'. Diyemediler ki ben mahvolurum çünkü senden ben nemalanıyorum. Senin açtığın alandan haksız para kazanıyorum diyemediler sen gidersen ülke mahvolur diye maalesef o sözünden döndürdüler. Sözünden döndü Erdoğan. Hepimizin imzası var AK Parti'nin kuruluşunda. Sözünden döndü. Uzun süre ülkeyi yönetince de güç zehirlenmesi oluyor. Değişti, kadrosu değişti süre sınırını aştı. Daha sonra da ne yaptı? Hukuk sınırını aştı. Dedim ya ülkeyi yönetenlerin süreyle ve hukukla sınırlanması gerekiyor. Artık anayasayı da gerektiğinde tanımayan mahkemeler üzerinde baskı kuran... Ülkenin Cumhurbaşkanı der mi isim vererek 'ben iş başında olduğum sürece Cumhurbaşkanı olduğum sürece bu adam hapiste yatmaya devam edecek.' dedi bunu. Hani bağımsız yargı? Sen anayasa mısın kardeşim hukukun kendisi sen misin? Anayasa yazılı şeyler demek. Ceza yasası var bu yasaların uygulama süreçleri var. Türkiye aynı zamanda Avrupa konseyi üyesi olarak AHİM içtihatlarını ve AHİM kararlarını uygulamak zorunda olan bir ülke. Bunların hepsine sünger çiziyor ben baştayken yapmam. Hani hukuk devleti hani hukukun üstünlüğü? Adalet olmazsa olmaz. Adalet devletin varlık sebebi. Hukuk tanımayan bir cumhurbaşkanı ülkede adaleti sağlayamaz. Çünkü hukuk normları yoksa adalet yoktur o ülkede. Dolayısıyla artık değişimin zamanı geldi. Şöyle bir kilometreyi sıfırlamamız lazım ülke yönetiminde. Bir resetlememiz lazım. Resetlemek de ancak ve ancak yeni iktidarla olur. Yani reset çekmek şöyle bir sünger çekip yeni bir başlangıç yeni bir lider yeni bir yönetim anlayışı ile olur. İşte biz de Millet İttifakı olarak bunu hazırladık. Her şey her şey şuna bakın. Yok ki Cumhuriyet tarihinde böyle bir şey. 22 alanda eylem planı hazırladık. 500 maddelik eğitim planımız var, 354 maddelik temel haklar planımız var. 198 maddelik yargı reformumuz var. Hepsi hazır. Böyle fasikül fasiküldü bunu böyle ciltlettik ansiklopedi haline getirdik. Yapılacak her şeyin bütçesi hazır her şey takvime bağlanmış durumda. Yetmedi 6 parti olarak bütün bunları biz masaya koyduk. 6 parti olarak ortak politika mutabakat metnini hazırladık. Ne yaptık 6 parti olarak? Yapacağımız her şeyde mutabık kaldık. İttifak diye başlayıp da daha sonra ihtilafla sonuçlanmasın diye biz bunları yazılı hale getirdik. Ve hepsini imza altına aldık. İyi ki de yaptık. Bakın şimdi ne oldu Ümit Özdağ Kılıçdaroğlu ile dün bir protokol yaptı değil mi? Şimdi biz bunları iyi ki yaptık çünkü 6 partinin ortak politika metni var. Dolayısıyla 6 partinin altında imzası olan yapılacaklar zaten yazılı. Dolayısıyla biz ne dedik? Mesela evvelsi gün resmi bir açıklama yaptık DEVA Partisi olarak. Dedik ki bu ortak politika metni etrafında buluşan herkesin sayın Kılıçdaroğlu'na destek vermesinden biz mutluluk duyarız dedik. Ümit Özdağ ile ilgili öyle açıklama yaptık. Ve ertesi günde bir protokol ile beraber yani dün bu açıklandı.

İsmail Küçükkaya: Uyumlu bu ikisi değil mi birbirine?

Ali Babacan: İşin ruhu uyumlu. Niyet uyumlu. Çünkü Sayın Kılıçdaroğlu ile ben 24 saat içerisinde 3 kere telefon görüşmesi yaptım. Ve ortak politikalar metni ile uyumlu olmayan bir protokolün zaten doğru olmayacağı ile alakalı kendisinin de güçlü kanaati vardı iradesi vardı. Ve kendi hukukçu arkadaşlarıyla çalışarak nihai protokolün bu ortak politikalar metnine uygun olması konusunda da azami gayreti gösterdi. Yani işin ruhu uygun ama şekli şemali ile alakalı tabii çok hızlı da geliştiği için süre ufak tefek nüanslar olabilir. Onlara takılmamak lazım. Çünkü nihayetinde bu 6 partinin ortak sapa sağlam bir referans vermesi.

İsmail Küçükkaya: Ümit Özdağ dün akşam halk TV'ye çıktı. O da bu çerçevede konuştu dedi ki ortak bizim Türkiye'nin sorunları konusunda belli konularda mutabakatımız var. Ama sonuçta orada 6 lider olduğunu da biliyor. Bence makul bir açıklama yaptı. TGRT Haber'den alıyorum bakın. Türkiye'nin yerli otomobili TOGG'un ikinci el fiyatını görenler şaşkına döndü. Satış fiyatı 953 bin liradan başlayan TOGG yaklaşık 4 katı fiyatına 2. Elde ilana konuldu. Bunu da aktarmış olalım. Sayın Babacan ne olacak bana bir gelecek perspektifi çizin bundan sonra.

Ali Babacan: Bu 28 Mayıs Pazar günü ülkemizin yarınları açısından son derece kritik ve önemli bir gün olacak. Bir sandık güvenliği açısından vatandaşlarımızın endişesi olmasın. Biz millet ittifakı olarak 6 parti olarak işin başındayız. Ve güvenliği sağlamanın daha kolay olduğu bir seçimdeyiz. Çünkü sadece tek pusula ve iki tane seçenek var. 2 vatandaşlarımız aynı yurtiçi seçmenlerde olduğu gibi, yurt dışı seçmenlerimizde sandığa gitme oranı arttı. Yani 1. tura göre 2. tura daha fazla vatandaşımız gitti. Sandığa gitmeyen vatandaşlarımız 1. turda gitmeyenler aman ne oluruz çok kritik. Yani kendileri için olmasa da bu ülke için vatan için, kendileri için olmasa bile çocukları için torunları için sandığa gitsinler. Ve özgür iradelerini orada kullansınlar. 3 tercihlerini yaparken otoriterliği değil demokrasiyi tercih etsinler. Keyfiliği değil hukuku tercih etsinler. Baskıyı değil özgürlüğü tercih etsinler. Öfkeyi nefreti değil sevgiyi tercih etsinler. Korkuyu değil umudu tercih etsinler. Kara kışı değil baharı tercih etsinler. Benim ülkeme milletime çağrım bu. Çok önemli bir dönüm noktası. Ve bu dönüm noktasında milletçe sağduyumuzla aklıselimimizle doğru tercihte bulunduktan sonra ülkenin yarınları birden değişecek. Yani önümüzde tam yol ikiye ayrılıyor şimdi. Pazar günü ikiye ayrılan bir yol var. 2 seçenekli bir referandumdayız. Bu ikiye ayrılan yolda bu yol mu bu yol mu derken demokrasiyi, özgürlüğü, hukuku, umudu, sevgiyi barışı ve baharı tercih etsin vatandaşlar. Benim çağrım bu.

24 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Karar TV Gündem Özel Programı Açıklaması

Ali Babacan’ın Karar TV Gündem Özel Programı Açıklaması

Elif Çakır: Millet ittifakının seçimde şansı ne olur? Çünkü Cumhur ittifakı daha avantajlı bir şekilde giriyor.

Yıldıray Oğur: En güncel meseleden başlayalım.

Elif Çakır: Hoş geldiniz öncelikli olarak. Davetimizi kabul edip geldiğimiz için teşekkür ediyoruz.

Ali Babacan: Ben de davetiniz için teşekkür ediyorum. Sağ olun.

Elif Çakır: En merak edilen kilit isim Sinan Oğan'dı. Günlerdir bütün gözler Sinan Oğan'a kilitlenmişti. O tercihini yaptı Cumhur ittifakından yana kullandı tercihini. Bugün de Kemal Kılıçdaroğlu Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ile bir görüşme yaptı. Ve Ümit Özdağ bir protokolde imzalandı. Bu protokolü Kemal Kılıçdaroğlu sizlere getirdi. Ve Ümit Özdağ desteğini Millet ittifakından yana kullandı. Ne olur? Bütün bu hamleler seçim sonuçlarını değiştirecek adımlar mıdır? Seçim sonucunu değiştirmeye katkısı ne olur?

Ali Babacan: Bu seçim özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimi 2. tura kalınca tabii ki artık iyice bu iş referanduma döndü. Hep diyordum baştan beri biliyorsunuz 2 aydır 3 aydır. Bu aslında bir referandum diyordum. 1. pusulada da referandum 2. pusulada da referandum diyordum. Döndü dolaştı iyice bir referanduma döndü. Yani Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu? Aslında bu referandum bir bakıma otoriterlik mi demokrasi mi? Bunun referandumu olacak. Ya da keyfilik mi hukuk mu? Bunun referandumu olacak. Şimdi baktığımızda bu iki seçenekli referanduma doğru giderken evet Sinan Oğan Erdoğan'ın yanında olmayı tercih etti. Ve şu son birkaç hafta söyledikleriyle de epey bir çelişerek o tercihini yaptı. HÜDA-PAR ile ilgili söylediklerim malum. Başka konularda söyledikleri malum. Döndü dolaştı yerini orada aldı. Bugün de Ümit Özdağ ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında nihai bir görüşme yapıldı ve bir ortak protokol açıkladılar. Yani iki imzalı bir protokol açıkladılar. Biz bu görüşmelerin öncesinde arasında ve sonrasında Sayın Kılıçdaroğlu ile görüştük. Yani 24 saat içerisinde ben 3 kere görüşme yaptım kendisiyle telefonda. Ve süreç hakkında da bizleri bilgilendirdi. Ama protokolün nihai halini basına açıklandığı anda bende görmüş oldum. Biz aslında dün sabah saatlerinde kurumsal olarak bir açıklama yaptık. Ne dedik? Yani partimizin duruşu olarak. Millet ittifakının ortak politikalar metni etrafında buluştuğumuz herkesin Sayın Kılıçdaroğlu'nu desteklemesine davet ederiz. Sayın Kılıçdaroğlu'nu desteklemesinden memnuniyet duyarız dedik. Yani bizim için DEVA Partisi için önemli olan ortak politikalar metnidir. Ve bu müzakereler sürecinde de Sayın Kılıçdaroğlu'nun bu konudaki hassasiyetini defalarca muhataplarına ilettiğini de biliyorum. Çünkü kendisi bana telefon görüşmelerimizde söyledi. Asıl referans metin budur, 6 partinin ortak metnidir, çok büyük emek vardır. Dolayısıyla bu referans metin ile çelişmeyecek şekilde bir çalışmanın önemli olduğu konusunda zaten mutabık kaldık. Ha metin şöyledir böyledir, bunun şu satırında şu maddesini şöyle okudu böyle okudu tartışılabilir.

Yıldıray Oğur: Çelişiyor mu sizce uyum içinde mi şu an çıkan protokol metni?

Ali Babacan: Yani şöyle niyet açısından diyelim niyet açısından bir çelişki yok. Ama tek tek bir hukukçu mikroskobu ile incelediğinizde şöyle böyle denilebilir. Niyet önemli burada. Sayın Kılıçdaroğlu'nun niyetinin ve müzakereler sırasında da büyük çabasının ortak politikalar metni ile çelişmeyecek bir şey ortaya çıkartmak olduğunu biliyorum. Çünkü bu konudaki hassasiyeti kendisi açtı zaten. Her üç görüşmemizde de ortak politikalar metnine sık sık referansta bulunduk.

Taha Akyol: Kılıçdaroğlu Sayın Özdağ'a ' bizim esas metnimiz 6 parti olarak yayınladığımız ortak mutabakat metnidir. Esas bağlayıcı olan budur’ diye ifade etti mi?

Ali Babacan: Son 24 saatte yapılan yoğun müzakerelerde ortaya çıkacak metin bizim ortak politika metnimizle çelişmemesi için özel gayret gösterdiler. Hukukçularına Sayın Kılıçdaroğlu talimat verdi. Hukukçular o gözle baktı. Yani burada niyetin ortak politikalar metni olduğunu biz inanıyoruz. Zaten orada 6 ya başka ne imzası var. 6 tanesi partinin kurumsal kimliğinin onayı var. 3 ayın bir emeği var. Dolayısıyla millet İttifakının referans metni odur. Dolayısıyla biz bu anlayışla gördük baktık. Dün de açıkladığımız gibi resmî açıklamamızda da yer aldığı gibi bu politika metnimiz etrafında buluştuğumuz herkesin Sayın Kılıçdaroğlu'na desteğini açıklamasından biz memnuniyet duyarız. Yani şeyimiz bu pozisyonumuz.

Elif Çakır: Peki açıklanan destekler seçim sonuçlarını ciddi anlamda etkileyecek hamleler midir? Evet, bir oy oranı var Ata İttifakının Cumhurbaşkanı adayına işte %5 oy gitti. %5 oy aldı. Onun Cumhur ittifakının yanında yer alması işte iki buçuk milyon seçmeni var, Ümit Özdağ millet ittifakından yana desteğini koyması bu bütün seçmenleri de getirecek anlamına gelir mi? Bunun önemi aslında nedir?

Ali Babacan: Şöyle aslında hiçbir seçmen hiçbir siyasetçinin öyle cebinde değil. Yani cebime koyayım götüreyim öyle bir şey yok. Hatta benzer bir ifadeyi ben kullandığımda 1. Tur öncesinde epey beni eleştirdiler. Ben dedim ki bu hakikat siyaseti yapıyorum. Gerçeği söylemek zorundayım yani. Dolayısıyla nihai karar seçmenimizin olacak ama seçmenimizde siyaset değerlendirirken siyasi profillerle liderlerle onların kimliği ile beraber değerlendiriyor. Dolayısıyla bu 2. tur için ne kadar cepheyi genişletirsek ne kadar çok insan ne kadar çok siyasetçi ne kadar çok lider Sayın Kılıçdaroğlu'na desteğini açıklarsa biz o kadar memnun oluruz. Ama dediğim gibi nihayetinde seçimleri kazandıktan sonraki uygulamalar önemlidir. Bu uygulamalarda da millet ittifakının ortak ve bağlayıcı metinleri geçerlidir. Anayasa değişiklik metnimiz var 84 madde değil mi? 2300 maddelik ortak politikalar metnimiz var. Hepsi burada. Asıl referanslar bunlardır bizim için. Ve bunun dışında bunlar da bir değişiklik olması için yine 6 imzalı belgeler lazım. Yani anayasa değişiklik metni ortak politikalar metni. Yani buralarda değişiklikler için yine 6 imzalı metinler lazım. Ama ben biliyorum ki Sayın Kılıçdaroğlu bütün bunlara büyük hassasiyet göstererek bunlarla çelişmeyecek şekilde uyumlu bir şekilde bu müzakereleri yürüttü. Önemli olan dediğim gibi baştan söylediğim niyet. Niyet böyle olduktan sonra sonuçta seçim kazandıktan sonra uygulamalarda bir sıkıntı olmaz.

Elif Çakır: Ümit Özdağ sabahki görüşme öncesinde sosyal medya hesabından paylaşım yaptı. Dedi ki; desteğimi millet ittifakına vereceğim. İç işleri bakanı da ben olacağım dedi. Nitekim bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan da Keçiören’de konuştu. Dedi ki bunlar kendi aralarında hala koltuk pazarlarında makam mevkii pazarlığı yapıyorlar. Seçimi yine biz kazanacağız dedi. Makam mevki bu tür böyle bir görüşme oldu mu İçişleri bakanlığı gibi. Çünkü açıklamada buna yer verilmedi. Mutabakat metninde de böyle bir şey yok.

Ali Babacan: Yani Sayın Kılıçdaroğlu ve Ümit Özdağ arasında bir protokol var. CHP Genel Başkanı sıfatıyla Kılıçdaroğlu imzaladı. Ve CHP sözcüsü var Faik Bey'de 'böyle bir şey yok. Bakanlıklarla ilgili herhangi bir taahhütleşme yok' diye açıkladı. Dolayısıyla biz bu açıklamaya itibar ediyoruz tabii ki.

Taha Akyol: Siz buraya sokaktan geldiniz. Halk gezileri vatandaşla buluştunuz.

Ali Babacan: Evet doğru doğru. Biraz önce bir iş insanları grubu ile beraberdik. Yolda da tam protokol falan açıklanınca yoğun telefon trafiği onun için biraz geç kaldım. Biraz da teknik sorun çıktı. Onun için de geç başladık. Ben kendi adıma özür diliyorum geciktiğim için. Biraz da teknik sorunlardan dolayı gecikti.

Taha Akyol: Ben size şunu soracağım. Hepimiz gördük seçim sonuçları açıklandığında en başta anket şirketleri şaşırdılar. Fakat en çok üzülen hatta moral çöküntüsüne maruz kalanlar da muhalif seçmenler oldu. Çünkü kazanıyoruz havası vardı. Böyle 1 puan 2 puan farkla değil baya ciddi bir farkla Sayın Erdoğan aldı. Sayın Erdoğan 1. tur aldı ama parlamentoda çoğunluğu aldılar. MHP ile AKP'nin çoğunluğu toplamı aldı. Bu bir moral çöküntü meydana getirdi. Bunu hepimiz gördük. Siz sahadan geliyorsunuz. Sahadaki durum nedir? Bunu parti lideri Babacan'a sormuyorum. Mühendis ve iktisatçıBabacan’a soruyorum.

Ali Babacan: Bir de aynı zamanda Ankara'da da İstanbul'da da yoğun caddelerde sokaklardaydık. Çok insanla temasta bulunuyoruz. Geçen hafta Ankara’daydık yoğun bu hafta İstanbul'da olacağım yoğun. Pek çok semtte böyle doğaçlama yapıyoruz kimseye haber vermeden. Arabayı durduruyoruz iniyoruz halkın arasına karışıyoruz başlıyoruz sohbetlere. Asıl gerçek resmi öyle alıyorsunuz yani. Bazen teşkilattan arkadaşlarımız bozuluyor başkanım bizim haberimiz yoktu sen ne yaptın ne ettin falan filan. Ben arabayı durduruyorum iniyorum orada başlıyorum programa diyorum. Zaten doğal bir halk oluşur kalabalıklarla konuşuyoruz. Nabız tutmuş oluyoruz yani. Dolayısıyla o perspektifte de söylüyorum. Tabii bugün de işte açıkçası seçim öncesi pek çok bizim de güvendiğimiz araştırma şirketinin bulguları Kılıçdaroğlu'nu Erdoğan'ın bir miktar üzerinde gösteriyordu. Yani tersini gösteren araştırma çok azdı. Ha 1. turda bu işin biteceğini gösteren araştırmayı da pek görmemiştim. Sorduklarında o kısım biraz bıçak sırtı 1. turda biter bitmez meselesi ama hani gördüğüm güvenli araştırmaların Kahir ekseriyetinde Kılıçdaroğlu'nu Erdoğan'ın üzerinde görüyoruz demiştim. Fakat tablo tersine oldu. Erdoğan'ın aldığı oy Kılıçdaroğlu'nun aldığı oyun biraz üzerinde oldu. 2,5 milyon oy var. Dolayısıyla bu bir miktar beklenenden farklı bir sonuç bunun bir miktar şaşkınlığı bir miktar üzüntüsü...Tabii ki millet ittifakını ve Sayın Kılıçdaroğlu'nu destekleyen seçmende de olur kaçınılmaz bir şey. Bizlerde de oluştu yani. Hemen bir analiz yapmaya başladık. Hemen sahaya çıktık. Yüz yüze 26 ili kapsayan bir araştırma yaptık hemen. İlk 3 günde sahaya gönderdik araştırmacılarımızı hemen cuma günü sonuçları aldık. Ne oldu nasıl oldu falan. Sonuçta bir tablo ortaya çıktı. Bugün araştırmada gördüğümüz en önemli hususlardan. Ona geçmeden hissiyatı anlatayım da sonra araştırmaya gelelim. Hissiyat şöyle, ilk 1-2 gün biraz şaşkınlık biraz üzüntü. Yani sokakta karşılaştığım insanlardan 2-3 gündür uyku uyuyamıyorum diyen, ağızlarında uçuklar çıkanlar gerçekten derin bir duygusal zorluk yaşadı insanlar. İlk birkaç gün böyleydi. Sonra Ankara'da ben çarşambadan itibaren sokaklara çıkmaya başladım. 3 kilit ayrı ayrı demografinin olduğu 3 ayrı semte ki büyük şehirler biliyorsunuz laboratuvar arasında. Bir sürü mahallesi var her görüşten insan var.  O mahallenin fotoğrafını çektiğinizde az çok yansıtıyor. Mesela o günlerde çarşamba perşembe cuma artık insanların biraz insanların üzerinden attığını gördüm. Artık kabullenmiş ve şimdi ne yapacağız noktasındaydı. Fakat dün İstanbul'da gördüğüm tablo yeniden bir heyecan çaba ve sandığa gideceğiz önemli bir şansımız daha var. Bu şansımızı çok iyi kullanmamız lazım ki siyasetin ben dün İstanbul'da çok güçlü gördüm. Sandığa katılma oranı seçime katılma oranına bakıyorsunuz mesela yurt dışı oylar da ilk durumda üzerine çıktı katılım oranı. Bu aslında bize bu 28 Mayıs’taki seçime katılım oranının da daha yüksek olacağını gösteriyor. Yani bahsettiğimiz 8.30-9 milyon seçmenden sandığa gitmeyen seçmenden muhtemelen bir kısmı ikinci turda gidecek gibi görüyorum ben. En azından bir öncü göstege yurt dışındaki seçimlere katılım oranı. Kaldı ki yurt dışında biraz daha zor bu iş biliyorsunuz. Yani hemen o yaşadığı ilde sandık yok. Gidiyor başka bir ile gitmek zorunda kalıyor falan filan. Yurt dışında daha zahmetli bir iş oy kullanmak yurt içi seçmene göre. Yurt dışında insanlar bu zahmete katlandığını göre içeride de buna rahat katlanır diye düşünüyorum. Çünkü herkese soruyorum ikinci seçime gidiyorsun, ikinci seçime gidiyor musun, 2. tura katılıyor musun? 28 Mayıs'ta oy kullanacak mısın? Diye soruyorum. Ve kaç tane insandan şunu duydum, memlekete gidip gelmek durumunda kalmıştık. Evet, ikinci bilet parası ödüyoruz ama gideceğim ve tekrar oyumu kullanacağım. Çünkü bu ülkenin son şansı olabilir. Bu seçim en son fırsat olabilir. Bu fırsatı da kaçırırsak bir daha böyle bir fırsatta önümüze gelmeyebilir hissiyatı da çok yoğun bir şekilde hâkim. Onun için ben buradan tekrar bu yayını izleyen bütün vatandaşlarımıza diyorum ki, mutlaka sandığa gidelim. Gitmediğini bildiğiniz insanları kolundan tutup götürelim. Araç sıkıntısı varsa arabamıza alalım götürelim getirelim. Gerekirse taksi parasını ödeyelim neyse. Ama oy kullanmayanları mutlaka arkadaşlarımızı dostlarımızı götürelim sana daha diye herkese buradan tekrar bir çağrı yapmış olayım.

Taha Akyol: Aynı motivasyon Sayın Erdoğan'ın seçmenlerinde de olabilir. Sandığa gitmemiş olan sekiz buçuk milyon vatandaşın büyük bir kısmının sandığa gitmesi halinde Kılıçdaroğlu'nun lehine Millet İttifakı’nın lehine olacağını nasıl kestirim yapıyorsunuz, nasıl çıkarıyorsunuz?

Ali Babacan: Çünkü bizim yaptırdığımız araştırmada sandığa gitmeyen vatandaşların Sayın Kılıçdaroğlu'na oy verme eyleminin daha yüksek olduğunu gördüğüm için.

Taha Akyol: Böyle bir araştırma var.

Ali Babacan: Yaptırdık dedim ya yüz yüze. 5.000 örnek yani Türkiye genelinde 26 il. Ve bu ikinci turda tablo fena görünmüyor 2. tur için. Her gün her gün her gün şartlar değişiyor. Biz ne zaman yaptık? Geçen hafta salı çarşamba perşembe sahadaydı araştırmacılarımız cuma günü de neticesini aldık. Ama her gün değişiyor. Mesela o bizim araştırmadan sonra bak görüyor musunuz bu bir seçimlik adayların adını hep unutuyoruz ya. Sinan, Sinan Oğan.

Elif Çakır: Çok kırılacak şimdi. İsmini hatırlamamanıza kırılacak.

Ali Babacan: Gelmedi aklıma neyse. Mesela Sinan Oğan kararını açıkladı. Bunu bilemiyoruz. Bugün Ümit Özdağ kararını açıkladı bunu bilemiyoruz. O kadar dinamik ki artık araştırma, nihayetinde gerçek tabloyu pazar günü göreceğiz.

Elif Çakır: Şimdi dediniz ki sandığa gitmeyen seçmenlerin büyük bir bölümü Kemal Kılıçdaroğlu seçmeni.

Ali Babacan: Büyük bir bölümü değil de daha fazla. Yani biraz fazla görünüyor.

Elif Çakır: Hava 13 Mayıs'a kadar hep böyle millet ittifakının lehine gibiydi. Anketlerde de böyle çıkıyordu. Hava 14 Mayıs akşamı tersine döndü.

Ali Babacan: Sahaları görünce İlk turda biter mi diye biz de biraz heyecanlanmıştık. Yani İlk turda bitecek diye. Sonra ben birkaç tane mitingde İlk turda bitiriyor muyuz bu işi dedim sordum gelen kalabalıklara. Evet, bitireceğiz falan filan o heyecan vardı yani.

Elif Çakır: Peki ne gördünüz bu yaptığınız analizde?

Ali Babacan:1 numaralı konu bu terör ve güvenlik meseleleri. Maalesef bu hükümetin yalan politikası yalan siyaseti vatandaşlarımızın üzerinde etkisi oldu. İnsanlar inandı.

Taha Akyol: Ekonominin önüne geçmiş.

Ali Babacan: Ekonominin önüne geçti. Bu terör ve güvenlik kaygısı işte ülke bölünecek diye pompaladılar ya işte bunlar PKK ile beraber diye yalan söylediler ya meydan meydan dolaştılar ya. Yani bir ülkenin cumhurbaşkanı akıl hayali duruyor ya.

Elif Çakır: Siz bunu öngöremediniz mi?

Ali Babacan: Bunu söyledik mesela videolar yayınlandığında söyledik. Bu dedik montaj video dedik, bu dedik yalan dedik. Böyle bir şey yok dedik. Ama bir ülkenin cumhurbaşkanının şimdi çıkıp da on binlerce kişinin olduğu bir meydanda montaj Bir videoyu gösteriyorsa insanlar hani güvendiği bir insanın ilk yalanına inanabiliyor. Yakın bir arkadaşınızı düşünün çok güveniyorsunuz ama size ilk söylediği yalanı inanırsınız. Çünkü size böyle bir şey yapmamış ki. Yani daha sonra gitti ağzından kaçırdı. Cumhurbaşkanı sözcüsü anlatmak zorunda kaldı. Bu ne demek? Ama montaj ama şu bu? Böyle bir şey olur mu? Siz 60 milyon seçmenin önünde yalan söylüyorsunuz. Olmayan bir videoyu gösteriyorsunuz. Ondan sonra insanların zihnine bu yerleşiyor. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı olmayan yalan bir videoya milyonlarca insanın göreceği şekilde gösterir mi böyle bir şey var mı? Ondan sonra sizin krediniz kalır mı? Size insanlar nasıl güvenir bundan sonra. Ama bu seçimi işte o kadar önemli bir hani koltuk şeyi var ki bırakmama her şey mubah görüyorlar. Hile mubah yalan mubah. Böyle bir şey olur mu? Kardeşim yalan söyleye söyleye kazandım diyor. Bu ne demek? Atı alan Üsküdar’ı geçti diyor daha önce de söyledi bu ifadeleri değil mi? Atı alan Üsküdar’ı geçti diyor. Yalan yalan diyor montaj falan diyor. Ben seçimi aldım ya diyor birinci seçimi kazandım ya diyor. Böyle bir şey olur mu? Sen insanları aldatarak oy topladın. Bu oylar helal mi? Ben soruyorum buradan din alimlerimize de soruyorum. Hani benim alanım değil o ama ülkede çok kıymetli din alimlerimiz var. Soruyorum vatandaşın gözünün içine baka baka yalan söyleyerek, montaj video göstererek bu vatandaştan alınan destek helal midir değil midir ben soruyorum buradan.

Taha Akyol: Sizin sorunuza isim zikretmeyeceğim bazı grup yine alimleri   18:07 diye cevap verirler. Seçimi harp kabul ediyorsa savaş kabul ediyorsa böylesine partiler arası mücadeleyi Savaş diye niteleyen yazılar çıktı din alimi dediğiniz çevrenin içinden.

Ali Babacan: Neyin savaşı bu neyin savaşı anlamıyorum. Yani kime karşı savaşıyoruz neyin savaşı bu? Seçim sadece bir rekabettir. Nasıl ekonomide ticarette şirketlerle rekabet ederse daha iyinin mücadelesini verirlerse yani daha iyi hizmeti daha iyi ürünü daha ucuza sağlamak için rekabet ederlerse siyaset sahnesinde de partiler rekabet eder. Bu bir savaşta değil başka bir şey de değil Allah aşkına. Neyin mücadelesi kime karşı savaş bir anlatsın bakalım. Neye karşı savaş?

Taha Akyol: Çıkar güçlerine karşı savaş.

Ali Babacan: Biz bu var ya bunu özellikle 2013-14-15'te ben çok kafaya taktım. Baktım hatalar büyüyor büyüyor büyüyor yanlışlar büyüyor meşru olmayan pek çok iş yapılmaya başlanıyor tam da bu sebeple güvendiğim çok sayıda din âlimine sordum. Ya hocam dedim bir sürü yanlış oluyor. Şöyle bir şey var mı yani bizim çok önemli ve meşru bir hedefimiz var. Ama o kadar önemli bir hedef ki bu dolayısıyla o hedefe ulaşmak için gayrimeşru yollardan da geçebiliriz. Çünkü hedefimiz çok önemli. Savaşta da değiliz yani kimse kusura bakmasın. Neyin savaşı? Sadece demokratik meşru bir siyasi oluşturmaya çalışıyoruz bunun için de rekabet ediyoruz. Savaş falan değil bu. Ve güvendiğim sorduğum herkes böyle bir şey yok dediler. Yani hedefiniz meşru olacak benim sorduklarım aynı fikirde. Ama Sayın Erdoğan kime soruyor kimlerden ne görüş alıyor onu bilmem yani. Benim sorduklarım aynı fikirde. Yani hedefinde meşru olacak ama o hedefe yürürken attığın adımlarda tek tek tek tek tek meşru adımlardan oluşacak. Gayrimeşru yollardan ama meşru hedefe ulaşacağım diyemezsin. Böyle bir şey yok yani. Ama bu ne yapıyor şu anda. Böyle bir şey var mı? Ali Babacan bu ülkenin düşmanı mı? Ne oluyor? Hop dedik derler adama dur ya bir kendine gel. Sayın Davutoğlu bu ülkenin düşmanı mı? Sayın Karamollaoğlu bu ülkenin düşmanı mı? Sen kime karşı ne savaşı yapıyorsun? Biz de siyaset içerisinde bir rekabet ediyoruz. Daha iyi hizmet için bu devleti daha iyi yönetmenin bir rekabeti içerisindeyiz. Böyle bir şey var mı? Bizi yenmek için yalan söyleyecekmiş. Var mı öyle bir şey? Çıksın birisi bunu açıklasın desin ki Sayın Erdoğan Sayın Karamollaoğlu'na karşı seçimi kazanmak için yalan söyleyebilir. Dinimizde bunun yeri vardır diye açıklasın da görelim. Biz de dinleyelim yani varsa böyle bir şey. Ama benim sorduğum din âlimleri yok böyle bir şey diyorlar. Yapamazsınız diyorlar.

Taha Akyol: Neden bu soru aklınıza 2014-2015'te takıldı? O 2014-2015 sizin Erdoğan'la en çok çatıştığınız konu rant ekonomisi, sanayileşme, Merkez Bankası’nın bağımsızlık konularında. O zaman öyle bir söz mü duydunuz bir yerlerden?

Ali Babacan: O 2011, 12, 13, 17- 25 Aralık hatırlayalım 2013'ün sonunda. Ondan sonraki süreç bizim de tam da bu yolsuzlukla mücadele, şeffaflık onları çalıştığımız yıllar. Ve maalesef çalışıyoruz çalışıyoruz ama çalışmalarımız reddediliyor. Kanun tasarlarını hazırlıyoruz.

Taha Akyol: Kim reddediyor?

Ali Babacan: Sayın Erdoğan reddediyor. Erdoğan ve etrafındaki öbeklenmiş üç beş kişi yani. Çünkü biliyorlar ki biz o çalışmaları yaptığımız anda rant kapıları tıkanacak. Yolsuzluk azalacak onu biliyorlar. Rahat hareket edemeyecekler. Tam o dönemde ben çok sordum soruşturdum bu işi. Acaba benim bilmediğim bir şey mi var ya hani bilmediğimiz bir şey mi var. Dinimizde bunun yeri mi var diye merak ettim sordum. Ama sorduğum güvendiğim her hoca yok böyle bir şey dedi olur mu dediler yani. Yalan kırmızı çizgi. Yani yalan alanına girdiğin zaman yalanın helal olacağını kimse söyleyemez. Savaşta değiliz.

Yıldıray Oğur: İşe yaradı ama seçimde. Sizin de telefonunuza gelmiştir belki böyle dua zincirleri neredeyse böyle bir cihat hali referanduma çevrildi bu.

Ali Babacan: Tam da bu Trump seçim öncesinde Cambridge Analytica' nın metotlarıyla yani böyle toplumu segmentlere bölüp sadece o kesimlerin o farklı farklı segmentlerin göreceği ve görünce de etkileneceği malzemeler ürettiler. Onları biraz sosyal medya ama biraz da WhatsApp gruplarıyla yaydılar. Dolayısıyla WhatsApp grubu ne demek? En fazla 250 kişilik bir arkadaş grubu demek. E bir arkadaşınızdan WhatsApp grubuna bir video düştüğünde ona inanıyorsunuz çünkü bildiğiniz tanıdığınız birisinden geliyor. Şimdi soracaksınız o video ne? O yalan video var ya şurada ama montaj ama şu bu falan dedi video e milyonlarca kişiyi etkiledi. O kişilerle dönüp tek tek helalleşmesi lazım Sayın Erdoğan'ın. Demesi lazım ki ya kusura bakmayın hakkınızı helal edin. Ben sizi yanılttım demesi lazım. Bu video yalandı. Böyle bir şey yoktu. Ben size var gibi gösterdim hakkınızı helal edin demesi lazım. Yoksa olmaz. Yoksa helalleşmemiş olur bu toplumla yani. Onun için siyasetin sorumluluğu çok büyük. Yani iki kişi arasındaki ilişkide hani bir yanlış yaparsınız gidersiniz ben sana yanlış yaptım hakkını helal et dersiniz helalleşirsiniz. Şimdi milyonlara yalan söylemiş oldu. Milyonları kandırmış oldu. Ama yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Şimdi bu yalanı bu mumu da işte 2. tura kadar yanacak yani. 2. tur daha gelmeden 15 günde patladı iş. Kendi de ağzından kaçırdı Cumhurbaşkanlığı sözcüsü gitti açıkladı ne olduğunu yani.

Elif Çakır: Kendisi zaten bunu sadece ama montaj ama yalan demedi. Ertesi gün bir katıldığı programda törende dedi ki 'bizim işte zeki gençlerimiz bunu yapmışlar' dedi. Kıvrak zekalı gençlerimiz bunu yaptılar dedi.

 

Ali Babacan: Düşünün milyonlarca genci nasıl etkiledi. Milyonlarca gence diyor ki bakın diyor yalan yanlış videolarla diyor insanları yanıltacak videolarla diyor seçim kazanılır diyor. Gençleri de yalana teşvik ediyor. Gençleri insanları aldatmaya teşvik ediyor. Bunun vebalini düşünebiliyor musunuz? Ne kadar büyük sorumluluk ne kadar büyük vebal. Yani nasıl bunlara razı oluyor nasıl bizim eskiden tanıdığımız Erdoğan nasıl bu hale geldi gerçekten hayretlere düşüyorum.

Elif Çakır: İkincisi bu terör ve güvenlik dediniz.

Ali Babacan: Aslında terör güvenlik 1. konu o.

Elif Çakır: 2.'si?

Ali Babacan: Ülke bölünecek endişesi. Haklı bir endişe. Vatandaşlarımız mesela ne diyorlar? Ekonomi o kadar önemli değil diyorlar haklı olarak. Ben fakir kalmaya aç kalmaya razıyım yeter ki bu ülke bölünmesin diyor. Ne kadar güzel bir hissiyat değil mi? Yani çok değerli bir hissiyat yani bu ama bunu sen istismar edip de ekonomide kötü tabloya razı ol fakirliğe razı ol çünkü ben olmazsam ülke bölünecek diye yalan yanlış videolarla insanları size aldatırsanız bu işler olmuyor. Helalinden kazanmak olmuyor bu yani.

Elif Çakır: Yaptığınız analiz ve yaptığınız anket işte seçim sonuçları niye böyle çıktı dediniz. Dediniz ki 1. sırada terör güvenlik ikincisi üçüncüsü... Yani bulduğunuz sonuçları merak ediyorum.

Ali Babacan: Birincisi işte bu ülke bölünecek terör. Terör örgütü ile bunlar beraber gibi yalanlar. Bunlar insanları etkilemiş. Onu zaten kampanyanın son iki haftasında sahada gördük. Birdenbire sahada insanlar 'siz PKK ile beraber misiniz? Niye terör örgütü ile beraber oluyorsunuz?’. Yok öyle bir şey. Nereden çıkarıyorsun bunu? Sonradan anladık ki tam da son iki hafta tam da o Cambridge Analytica metotlarıyla. Bu bir tanesi ortaya çıkan. Daha neler neler ne videolar var ne malzemeler var. Bunları yaymışlar insanların kafasını karıştırmışlar seçime 2 hafta kala ondan sonra da böyle sonuçlandı yani. Birincisi bu bir numaralı mesele kesin. Yine bu milli meselelere istismar değil mi? Terör, güvenlik, ülkenin bölünmesi milli meselelere istismar. İkinci alanda dini meselelere istismar. Yani bunlar gelirse Diyanet işleri başkanlığı kapatılacak. Bunlar gelirse tekrar başörtüsü yasağı gelecek. Böyle bir şey yok nereden çıkarıyorsunuz? Ama anladık ki bir yandan bu kadar korkusu bir yandan Diyanet kapatılacak başörtüsü yasağı gelecek bunu alttan alta bu yalanları işlemişler insanlara yani. Ve bunlara da inananlar var. 2. konuda bu bizim araştırmalarda. 3. mesele de biraz bu biraz göç meselesi biraz göç ama ekonomi meselesi her iki başlıkta da yani milli meselelerde de dini meselelerde de vatandaşlarımız ekonomi ile milli meseleleri teraziye koymuş. Milli meseleleri tercih etmiş. Ekonomi ile dini meseleleri teraziye koymuş dini meseleleri tercih etmiş vatandaşlarımız. Bu da milletimizin milli ve dini konularda ne kadar hassas olduğunun bir göstergesi. Ama bu hassasiyeti bilip bunun üzerinden yalan siyaseti yapmak bunun üzerinden istismar etmek bu kabul edilebilir bir şey değil. Milletimizin bu yüce duygularını sadece ve sadece kendi şahsi siyasi çıkarı için kullanmak demek bu. Böyle bir şey olunca kabul edilmez diyoruz. Yalan siyaseti ile bir yere varamazsınız. İnsanları aldatarak seçim kazanmak helal değildir. Helaldir diyen varsa çıksın söylesin ben buradan size ilan ediyorum. Çıksın desin ki din alimi olarak kendini tanımlayan insanlardan birisi çıksın desin ki yok bu helaldirdesin. İnsanları aldatıp oyunu alın ve bu helaldir bunu yapabilirsiniz diye söylesinler. Ben de öğreneyim yani. Ama benim birebir sorduklarım güvendiklerim olmaz diyorlar.

Elif Çakır: Peki Hayrettin Karaman böyle bir açıklama yaparsa buna bunu bir şey alacak mısınız?

Ali Babacan: O bir açıklasın da bilemiyorum ki. Yani Hayrettin hocayla da bizim hukukumuz vardır bu arada onu da söyleyeyim.

Taha Akyol: Bu aralarda görüşüyor musunuz?

Ali Babacan: Arada böyle bayramlarda falan ama son birkaç bayramdır görüşmedik de böyle arada bayramlarda bayramlaşmaya son birkaç bayramdır görüşmedik ama arada böyle. Kendisiile 17-25 Aralık sonrası uzun bir başa baş sohbetimiz oldu. Yani ben bir evine gittim. Uzun bir görüşmemiz oldu Hayrettin hocayla.

Taha Akyol: Açıklar mısınız?

Ali Babacan: Baş başa olduğu için doğru olmaz ama uzun bir görüşme yaptık çünkü Merak ettim görüşlerini. Ama mesela bana anlattığı görüşleri baş başa yaptığım şeyde gayet bana mantıklı gelen makul olan şeyler yani mesela. O günkü başabaş evinde yaptığınız uzun sohbette bana anlattıkları yani ekonomi konular ticari konular gayet makul şeyler. Ama bu ne zaman? İşte 2014 falan yani aradan geçmiş 9 yıl.

Taha Akyol: Sizinle konuşurken samimi kanaatlerini ifade etmiş olabilir fakat düşmana fırsat vermeyelim diye açıklamıyor olabilir. Çünkü köşesinde yazdı ‘Doğrucu Davut olmayın düşmana fırsat vermeyin’ diye.

Ali Babacan: İşte bilemiyorum onu artık.

Yıldıray Oğur: Peki, bu 1. turla ilgili analizleriniz sonucunda mı Kılıçdaroğlu'nun2. tur söylemi tamamen değişti. Bu ortak bir kararınız mıydı? Bu ters tepebilecek bir tarafı yok mu mesela. Böyle milliyetçilik tonunu arttı Kürt seçmenleri etkiler mi muhafazakâr seçmenler etkiler mi?

Ali Babacan: Şimdi analiz ve meseleyi ortaya koymak açısından ortak bir analiz b u. Yani Biz ne günlerde bir araya geldik? Seçimden sonra çarşamba günü öğleden sonra buluştuk. 6 lider olarak geçen hafta çarşamba yani seçimden üç gün sonra. Oturduk analizlerimizi paylaştık. Analizler örtüşüyor. Cuma günüde bizim saha araştırması sonucu geldi. O da aşağı yukarı şey yani zaten sadece kanıtladı yani daha bizim o öngörülerimizi kanıtlayan bir araştırma sonucu geldi. Ve burada da vatandaşlarımızın özellikle milli meselelerde dini meselelerde çok hassas olduğu dolayısıyla bu konuda bizim kendimizi biraz daha fazla anlatmamızın gerekliliği konusunda mutabık kaldık.  Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu'da o günden sonraki söylemlerinde bu konulara biraz daha ağırlık verdi. Ama bu ne demek? Tabi iş siyasette söyleyen bir şey ama bir de politikanın omurgası olur. Yani asıl çekirdek politik olup politikanın omurgası bu. Ama ne oldu? Diyelim ki mesele terörle mücadele ise terörle mücadele ile ilgili bir ortak politika metnindeki konulara Sayın Kılıçdaroğlu biraz daha vurgu yaptı bu süreç içerisinde. Ya da göç meselesi ile ilgili konulara biraz daha vurgu yaptı. Ya da döndü bizim zaten yapmayacağımız Diyanet'i kapatmakmış başörtüsü yasağıymış zaten olmayacak şeylerde yok böyle bir şey dedi yani.  Kim söylüyorsa yalan söylüyor dedi böyle bir şey. Kaldı ki yani sadece burada bir kişi değil bir de yani 6 kişilik bir genel başkanlar heyeti var. Ya biz Sayın Kılıçdaroğlu'nun da arkasında ve ona güvenerek ve onun söylediklerini de arkasında durarak bu süreci yürütüyoruz.Seçimlerden sonra da bir ortak yönetim modeli zaten ilan etmiş durumdayız. Dolayısıyla burada sadece kendisinin söyledikleri değil 6 genel başkanın ve 6 partinin arkasında durduğu bir çekirdek politika bir politika omurgası var ortada yani. Ama söylemde projektörü nereye çevirdiğinize bağlı. Yani 2300 maddenin diyelim ki projektörü biraz ekonomiye çevirirsiniz daha çok ekonomi kullanırsınız.Projektörü dönersiniz dış politika biraz daha dış politika anlatırsınız.Projektörü eğitime çevirirsiniz eğitim konuşursunuz.Yani bunu böyle görmek lazım. Ama bazen şu oluyor tabii doğaçlama konuşmalarda üslup tarz ya ne oluyor başka bir yere mi gidiyor gibi belki anlaşılabilir ama bu çekirdek politikayı değiştirmez yani. Ters tepeceğini zannetmiyorum.

Yıldıray Oğur: Şimdi Ümit Özdağ da eklendi. Zaten bu doğu ve Güneydoğu'da katılım düşüktü. Orada o seçmenleri korkutur mu bu kadar milliyetçiliğin yükselmesi?

Ali Babacan: Ya şöyle biz hep beraberiz ya bir bakıma birbirimizin sigortasıyız yani. 6 parti bir bakıma birbirinin güvencesi. Dolayısıyla aslında vatandaşlarımız gayet iyi biliyor gayet iyi okuyor her şeyi. Yani daha dün işte burada İstanbul'da bir vatandaşımız geldi kulağıma eğildi Sayın Kılıçdaroğlu'nun söylemlerindeki dedi değişikliği fark ediyoruz ama dedi biz gerçek niyetini biliyoruz dedi. Hiç merak etmeyin dedi biz pazar günü evet mührünü basacağız dedi.  Şimdi burada İstanbul'da olan bir olay bu. Dolayısıyla bunu vatandaşlarımız okur. Yani şey yapar Orada önemli olan yani Erdoğan'ı destekleyen ya da kararsız kalan kitlede bir yanlış anlama varsa bir eksik bilgi varsa onu tamamlama gayreti. Bu yoksa bir duruş değiştirme değil.  Yani bizim tam 14-15 aydır devam eden bir birlikte çalışmamız var 6 partinin bir çalışması var. Bu sadece lafta sözle yürüyen bir şey değil işte çok ciddi dokümantasyonla yazılı hale getirmiş çalışmalar. Yani 1. turla2. Tur aradaki sürede politika değişmez. Yani söylemlerin içeriğinin kompozisyonu değişir yani kompozisyon oradan biraz daha bu tarafa doğru.Ama politika değişmez yani. Durup dururken bir şey değişmez. O söylemlerde duymayan bilmeyen vatandaşlarımız varsa onların duyması ve bilmesi için vesile olur. Yani ya evet ben böyle bilmiyordum der eğer duymadıysa ve bilmiyorsa söylenenleri. Faydası o yani.

Taha Akyol: 6’lı masa olarak çarşamba günü toplandığınızı söylediniz seçimlerin ertesinde. Ya şöyle yaptık böyle yapmasaymışız bundan sonra şöyle yapalım diye biraz önce söylediğiniz güvenlik politikalarına daha bir vurgu yapmanın ötesinde müzakere bir sonuç çıktı mı? Şöyle yapmamalıydık bundan sonra şöyle yapalım gibi. Bir tür özeleştiri de oldu mu?

Ali Babacan: Politik olarak hayır.  Yani mesela diyelim ki bizim buradaki örnek veriyorum eğitim politikamız yanlışmış, sağlık politikamız yanlışmış, ekonomi politikamız yanlışmış böyle bir şey yok. Sadece biz belki anlatamadık derdimizi. Yani yeterince mesajlarımızı vatandaşlarımıza ulaştıramadık. Bu anlamda bir öz eleştiri ama politika olarak asıl duruş olarak şurada yanlışımız varmış böyle bir şey yok.  Yani böyle tek bir kelime bile tek bir şey bile olmadı. Yani daha çok sorun iletişim alanında. Yani politikalar çekirdek omurga politikalar açısındandeğil ama söylemler açısından hani daha farklı bir söyleme ağırlık verilmesi konusunda bir öz eleştiri yaptık.

Taha Akyol: Bir takım milletvekili adayları yüzünden de tartışmalar çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi'nin listesi ile ilgili gerek parti içinde, bunları bir problem olarak söz konusu olmadı.

Ali Babacan: Kesinlikle hiç gündeme gelmedi yani. Gerçek de değil zaten öyle bir şey de yok. Yani seçim sonuçları o kadar açık ki. Yani o bahsedilen isimlerle alakalı onların bölgelerindeki sonuçlar o kadar açık ki.

Taha Akyol: CHP’nin oyları arttı. İsmet Paşa’dan sonra hiç görmedikleri düzeyde oy aldı CHP.

Ali Babacan: Evet. Ve yani bizim adaylarımızın olduğu Gelecek Partisi’nin adaylarının olduğu Saadet Partisi’ninadayları olduğu illerde ve seçim bölgelerinde bariz bir fark var yani. Türkiye'de ortalama %2.5 artmışken mesela İzmir'de ve Muğla'da gerileme varken ki hani önemli sembolik iki ildir hele hele İzmir ve Muğla muhafazakar seçmenin yoğun olduğu illerde Anadolu'da Doğu Karadeniz'de yine doğu ve Güneydoğu'da muhafazakar seçmenin yoğun olduğu illerde CHP'nin oylarında ciddi artış var. Bunu başka nasıl izah edebiliriz?Özellikle ortak listeden girme teklifi CHP'den bize gelen bir teklif. Şöyle ayrı ayrı listelerde girdiğinizde o artık oylar işe yaramıyor. Yani yarım milletvekili oy aldığınızda çıkaramıyorsunuz. Bir insanı ikiye bölemediğiniz için. Ya da bir buçuk milletvekili çıkarıyorsanız o yarım araya gidiyor. Dolayısıyla ne oluyor yarım milletvekili oradan bir buçuk milletvekili oradan varsa birleşiyor 2 milletvekili çıkıyor. Yani 1 milletvekili yerine 2 milletvekili çıkıyor. Hesap o kadar basit ve açık ki ve bu hesabı CHP bize sundu. Biz kendimiz de hesap yaptık teyit ettik evet dedik. Biz kendi hesap sonuçlarımız da ona gösterdik onun sonucunda zaten bu ortak liste fikri gelişti. Yani bizim yaptığımız simülasyonlarda sadece DEVA’nın ortak listede yer almasının toplama katkısı artı 18 milletvekiliydi. Bizim yaptığımız çalışmada. İşin içine Saadet’i ve Geleceği de kattığımızda toplam sayı 32'ye çıkıyordu. Bu çalışmalar CHP'nin çalışmalarıyla tam örtüştü. Yani dolayısıyla bu gerçeği hep beraber gördük. Onun için mesela son iki gün kala biz karar verdik ortak listeden girmeye. Yine Saadet Partisi son iki gün kala karar verdi ortak listeden. Gelecek deseniz öyle. Dolayısıyla bu ortak liste aslında herkes için kazan kazan sonucunu oluşturdu. Yani burada veriler de var.  İsterseniz şöyle çok kısa bir iki ilden örnek verebilirim. Mesela diyelim ki neresi Kahramanmaraş değil mi? Kahramanmaraş'ın demografik dokusu özeldir. CHP %9,5 oy almış son seçimlerde bu seçimlerde %16.3 oy aldı. 6.8 artış var. Bakın Türkiye ortalaması artış 2,5 puan. Kahramanmaraş'ta 6.8. Bir milletvekili vardı şimdi iki oldu. İkincisi de bizim il başkanımız İrfan Bey Tıp Doktoru.Bizim kurucu il başkanımız Kahramanmaraş’ta o seçildi. Yani9.5’ten buçuktan 16.3 gibi bir artış için Kahramanmaraş gibi bir ilde çok önemli yani. Mesela Gaziantep'e geçelim. Gaziantep'te CHP'nin oyları %15'ten %20'ye çıktı. 5 puan artış var. İki milletvekili 3 oldu ve üçüncüsü 3. sıradan bizim il başkanımız Ertuğrul Bey ve üçüncü sıradan o kazandı. Yani iki milletvekili zaten vardı CHP'nin 3 oldu. Üçüncüsü de bizim arkadaşımız ama oylarda 5 puan arttı. Diyarbakır Diyarbakır'da %2'ydi %8'e çıktı. Bizim adayımız 2. sıradaydı CHP'nin adayı birinci sıradaydı. Ama bizim daha sonra sanırım Diyarbakır'da Saadet’inde adayı vardı diye hatırlıyorum yanlış hatırlamıyorsam. Dolayısıyla hep beraber çalıştılar ve ilk %2'lik CHP oyu 8'e çıktı dörde katladı. Yani bu 4’e katlamada herhalde bizim ve Saadet Partisi'nin Gelecek Partisi’nin adaylarının etkisi var. Mesela geçelim bir başka ile. Mersin. Mersin'de artı 2 milletvekili çıkardı CHP.  3’tü 5 oldu. Çok ciddi bir hareketlenme oldu Mersin’de. Mersin’deki Kürt seçmende ilk defa çok büyük bir hareketlenme oldu ve CHP artı 2 milletvekili çıkardı. Bir başka il Şırnak. Şırnak’ta da Gelecek Partisi’nin il başkanı 1. Sıradan adaydı. %2.2’den 8.7’ye çıktı. Kazanamadı maalesef. Siirt’te de aynı durum. 2.1 miş 7.8’e çıkmış. Neredeyse 4’e katlamış. Siirt’te de bizim il başkanımız 1. Sıradan adaydı. CHP istedi bunu. Siirt ve Iğdır’ı onlar bizden istedi. Sizin bu il başkanlarınızın iyi olduklarını duyuyoruz onları 1. Sıraya yazalım dediler. Biz de tamam dedik memnun oluruz. Ve 4’e katlamış Siirt'te CHP'nin. Ve bizim adayımız 1. sırada yani. Yıldıray Bey de zaten bununla ilgili geniş bir yazı yazdı. Ben onu okudum hem de internet uzun uzun versiyonu da okudum gayet güzel bir analiz. Yıldıray Bey’in tespitleri de var bunların bir kısmı. Daha ötesi de var daha geniş bir analiz yapmış.  Konya'da durumu öyle. Yani Konya'da Gelecek Partisi'nin biliyorsunuz adayı vardı. 4.3 artmış oyları. Bir başka konu neydi? Bizim Sadullah Bey. CHP'nin Çankaya’sına 1 bölgeye siz nasıl olur da böyle bir adayı koyarsınız diye. CHP'yi de sürekli olarak eleştirdiler bize şey geldi yani siz nasıl yaparsınız böyle bir şey falan filan. Ya çok enteresan Ankara 1. bölgede CHP'nin oyları 5 buçuk puan arttı Çankaya'da 7,5 puan arttı. Bakın 1. bölgede 5 buçuk puan Çankaya'da 7,5 puan arttı. Söylemediklerini bırakmadılar. Bir hafta on gün onunla uğraştık yani. Bir hafta 10 gün nasıl siz aday yaparsınız. Özellikle CHP'yi eleştiriyorlar. Yani çok enteresan yani muhalif medya ve yorumcular CHP'yi eleştiriyorlar. Yani nasıl bir şeydir bilemiyorum. Nasıl bir zihniyettir nasıl bir takılmış kalmışlar bu insanlar bir yerlere. Yani yeni Türkiye'yi okuyamıyorlar ya. Bu 6 partiyi niye bir araya geldi niye beraberiz inanın okuyamıyorlar. Bu çok bilmiş ve çok konuşan bir kesim var ama bu bildiklerimiz var ya tabi bizim yani bütün seçim sonuçlardan farklı.  Toplumda şöyle bir sonuç oluşturduk kim ne derse desin. O teşkilatlarda CHP'li Saadet Partili DEVA Partili Gelecek Partili gençler beraber çalıştılar ya. Bütün il il ilçe ilçe bu partilerin teşkilatlarını birbirlerine yakınlaştılar ya, aynı apartmanda oturan komşular... Eskiden neydi? Sen CHP’lisin. Bir araya gelip daha sık görüşmeye başladılar ya seçim sonuçları ne olursa olsun bizim bu Millet ittifakının toplumsal barışa toplumsal birliklere korkunç bir faydası var. Tam da Erdoğan’ın çabaladığı o Türkiye'yi bölme var ya asıl kendisi bölüyor ya. Beriki öteki, benden misin değil misin? Hep kafa kutuplaştırmaya yarıyor. Hac hilal değil mi? Bu taraf o taraf. Tam da buna inat onun toplumu bölmeye ve toplumdaki çatlakları artırmaya dönük çabasına inat bizde bu tarafta ne yaptık Tam da tersine toplumda farklı kesimleri bir araya getiren birbirlerine daha sık görüşür konuşur hale getiren insanların ya hani komşuma böyle bakardım ama o da iyi bir insanmış diye bildiği, gençlerin kol kola caddelerde sokaklarda yürüdüğü bir tabloyu da bize göstermiş oldu. Reji de var mı bilmiyorum bizim bir Trabzon'dan güzel bir resmimiz var ama rejide var mıdır bilmiyorum. Bizim böyle teşkilattan gençler böyle yan yana yürüyorlar.  Varsa belki onu bir bulup gösterebilirler yani.

Yıldıray Oğur: Seçim sonucu ne olursa olsun bu ittifak sürecek mi?

 Ali Babacan: Bu ittifak bir demokrasi ittifakı. Yani bu ittifak ortak değerler ve ilkeler üzerinde buluşmuş bir ittifak. Yani bu İttifak ne demek aynı zamanda ülkenin yarınları için konu eğitim de olsa sağlık da olsa güvenlik de olsa dış politikalı olsa ekonomide olsa buluşmuş bir ittifak.  Parlamenter sistem konusunda 84 maddelik bir anayasa değişikliği üzerinden mutabık kalmış bir ittifak. Dolayısıyla onun için biz ne yaptık şubat ayındaki o geçen sene Şubattaki ilk toplantı biliyorsunuz o bir sayfalık metinde ittifak kelimesini kullanmadık. Yani biz biraz itiraz ettik açıkçası. Ya biraz çalışalım biraz birbirimizi tanıyalım daha ilk defa oturduk hani. Hani ittifak diye başlayıp sonra ihtilafla bitmesin dedik ve gerçekten büyük bir çaba ortaya koyduk. Bu çaba da iyi sonuçlar verdi yani. En azından bu toplumdaki kaynaşma toplumda böyle kesimlerin farklı kesimlerin farklı mahallelerin birbirleriye görüşüyor olması farklı mahallede zannettiğiniz insanlarla aslında işin özünde duygu dünyanızda aynı mahallede oturduğunuzun ortaya çıkması gibi çok güzel bir sonuç yani. Bütün bunları kaçıranlar bu sefer seçimden sonra döndüler bize vay efendim bunlar tuttular bize 15 milletvekili aldılar, öbür parti gitti 10 tane milletvekili aldı. Arkadaş sen işin özünü kaçırmışsın ya. Bu iş bir toplumsal bir barış projesi. Kurumsal buluşma projesi aynı zamanda bu ittifak. Bize bu eleştiriyi yöneltenler tam da AK Partili seçmeni korkuttuklarının farkına bile varmıyorlar inanın. Ak Partili seçmen ne diyor? ‘Bak işte bunları görüyor musun? Diyor. İşte bunlar yan yana yürürsün anında size dirsek çevirir’ diyor. Yan yana durursun seni yine olduğun yere iterler bunlar diyor. AK Partili seçmen üzerinde bunu oluşturacağı travmanın farkında değil bunlar.  İki seçim arasında yapıyorlar iki tur arasında yapıyorlar. Bu kadar kıt düşünce bu kadar vizyonsuzluk olamaz ya. Bizim bu büyük proje bu büyük vizyon nerede bunların küçücük alanda yaptıkları iş nerede.

Yıldıray Oğur: AK Parti 73 ilde hem AK Parti’nin hem Erdoğan2ın oyları düştü. Özellikle muhafazakâr illerde çok büyük kayıplar var. Sizin CHP’ye geçen oylardan çok daha büyük kayıplar var. 10 puan 9 puan pek çok kaleleri olan yerlerde kayıplar var. O rakamlar Kılıçdaroğlu ve CHP’ye gelmedi. Orada hala bir tedirginlikler eli gitmemeler güvenememeler. Muhafazakâr partiler ama seçimden sonra onların ne kadar gücü olur gibi korkular egemen oldu. Yeniden Refah Partisi Büyük Birlik Partisi gibi bazı partiler alternatif haline geldiler. Çok fazla oy aldılar. Şimdi o seçim artık bitti Kılıçdaroğlu var. Hala daha pek çok belki izleyenlerde de vardır yani siz sizin gibi işte Ahmet Bey gibi Temel Bey gibi isimler Meral Hanım gibi neden Kılıçdaroğlu daha iyi bir cumhurbaşkanı adayı? Neden sizin Cumhurbaşkanı adayınız sorusuyla ilgili kafasında soru işaretleri var. Yani işte bu seçim 2. turuna geçtikten sonra söylemin değişmesi biraz bazı insanları etkilemiş olabilir. Siz bunu mesela böyle muhafazakâr bir seçmene anlattığınızda Kılıçdaroğlu sizce niye iyi bir cumhurbaşkanı olacak?

Ali Babacan: Birincisi Sayın Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı olduktan sonra başında olacağı hükümet pek çok alanda hızlı bir icraata başlayacak ve bu icraatın ne olacağını da biz bugünden belirlemiş durumdayız. Yani 20 tane bakanı 5 yıl meşgul edecek kadar ev ödevini bugünden hazırlamış durumdayız. Ve Sayın Kılıçdaroğlu evet CHP'nin genel başkanı bir, bir helalleşme çağrısı yapmış durumda bu çok kıymetlidir. Çünkü geçmişten ders alıp ülkenin yarınlarına bakmaktır.  İkincisi bütün bu icraat tarafında yönetme tarafında sürekli bir istişare mekanizması çalışacağı için partilerin uzlaşa uzlaşa istişare ede ede bu ülkenin yönetimde yer alacağı bir model üzerinde biz uzlaşmış durumdayız. Hani birleşe birleşe büyüyeceğiz birleşe birleşe kazanacağız diyoruz ya kazandıktan sonra da uzlaşa uzlaşa istişare ede ede yöneleceğiz. Dolayısıyla bir kişinin keyfine göre yönetilmeyecek Türkiye. Yani şu andaki Erdoğan'ın yönetme tarzı olmayacak. Bunu Sayın Kılıçdaroğlu da söylüyor. İstişare ile yöneteceğiz diyor konuşa konuşa beraber yürüteceğiz bu süreci diye açıklıyor. Bu tarz üslup ve yönetim modeli bambaşka bir model ve burada hep beraberiz.  Yani Sayın Akşener var Sayın Karamollaoğlu var Sayın Davutoğlu var bizler varız Sayın Uysal var ve hep beraber meseleye beraberce bakıp süzgeçten geçirip ortak akılla ülkeyi yönetme iddiasıyla biz ortaya çıkmış durumdayız.  Onun için evet eski kanaatler olabilir eski algılar olabilir bunda anlıyoruz. Hani o CHP'ye eli gitmeme var ya ama inanın bu seçimde pek çok hanede de AK Parti'ye eli gitmeme oldu. Onun için tam da bahsettiğiniz gibi AK Parti'nin oylarında ciddi düşüş var yani. AK Parti'ye ele gitmedi insanların. Dün akşam duyduğum İki ifade iki ayrı insandan dün akşam dediler ki ben biz dediler Sayın Kılıçdaroğlu'na oy verdik ama işte sizin fotoğrafı da şöyle koyduk yanına ondan sonra oy verdik dediler yani. Annemize babamıza anlatırken yani CHP'ye oy veriyoruz ama CHP sadece CHP değil işte CHP'nin yanında DEVA Partisi var diğer partiler var beraberler diye annemiz babamızı ikna ettik dediler.  Tabi bunlar önemli süreçler kıymetli süreçler ve bu dönüşüm aniden olmuyor.  Yani bir şekildeistediğinizin yüzde yüzünü belki alamıyorsunuz da kademe kademe gidiyor. Ama en azından bu 1. tur gördük şimdi 2. Turun da hep beraber inşallah...

Taha Akyol: Hocam güçlendirilmiş parlamenter sistemi vurgusu yaptınız.  Biraz önce konuşmasında Sayın Erdoğan size gelse seçimi kazanırsa dese ki biz Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde revizyon yapacağız. Mesela %50 şartını kaldıralım bu sıkıntı oluyor ki belediyelerde olduğu gibi kim çok oy alırsa o kazansın. Veya siz kuvvetler ayrılığı ne diyorsanız gelin konuşalım. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde herhangi bir revizyon önerisini müzakere edebilir bulur musunuz?  Yoksa güçlendirilmiş parlamenter sistem tek müzakere edilebilir konu mudur?

Ali Babacan: Bizim hedefimiz şu anda parlamenter sistem ve bu güçlenmiş parlamenter sistemle alakalı 84 maddelik bir mutabakat metnimiz var. Cumhur ittifakının elinde tek bir maddelik mutabakat yok şu anda. Yani Cumhur ittifakı olarak ortaya koyabildikleri bir anayasa çalışması yok. Başörtüsü ile ilgili Tek Bir maddeyi meclise getirmeye çalıştılar ellerine yüzlerine bulaştırırlar ve vazgeçtiler geri çektiler yapamadılar.  Bir maddeyi bile yapamadılar yani. Halbuki burada 84 tane madde var. Bizim bu referans metnimiz bu 84 madde üzerinde biz Millet ittifakı ve Cumhur İttifakı’nın bir ortak çalışmasının bir noktada gerekeceğini düşünüyoruz.

Taha Akyol: Esas olmak üzere?

Ali Babacan: E tabi burada çünkü öbürlerinin elinde bir şey yok ki. Erdoğan 5 yıldır yeni anayasa diyor Cumhur ittifakı olarak uzlaşılmış tek bir madde daha açıklayamadılar ortada hiçbir şey yok. Onun için onların getireceği konular

Tamamen farazi. Ama bizim getireceklerimiz belli.  O %50+1 değil de mesela 40+1 falan değil mi? O dillendirildi biraz.  E şimdi bugün sorsanız belki 35+1 bile diyebilirler. Yani AK Parti'nin oylar düştükçe o 50+1 aşağıya doğru iniyor. Biz de diyoruz ki zaten parlamenter sistemde isterseniz %50 alın isterseniz 40 isterseniz 35 en çok oyu alana zaten hükümeti kurma görevi veriliyor. Dolayısıyla parlamenter sistemde zaten 50+1 mecburiyeti yok. 50'yi konuşmayalım gelin 40’ı konuşmayalım dediğinizde bu bizim konuşacağımız bir konu değil siz ne diyorsunuz Allah aşkına dalga mı geçiyorsunuz milletle deriz ya. Oylarınız düştükçe. Yani isterseniz yazalım AK Parti yüzde kaç oy alırsa sınır odur diyelim geçelim kanuna yani böyle bir şey olur mu yani. Oylar düştükçe... Burada zaten var ne uğraşıyorsun %50 ile 40'la gelin güçlenmiş parlamenter sisteme geçelim bitirelim işi.  Geçelim bitirelim işi. Burada 35 ile de 34 ile de hükümet kurmak mümkün 30’la da mümkün. Yeter ki %30 alan partinin genel başkanı bizim metinde teklifte öyle genel başkanı bir hükümet oluştursun diğer partilerle anlaşması gerekir eğer mecliste tek başına çoğunluğu yoksa. Gelsin mecliste güvenoyunu alsın devam etsin diyoruz burada. 50+1 mecburiyetini ortadan kaldırıyoruz.  Dolayısıyla bizim bu tekbirimiz ortada. Ya şu gerçeği görmemiz lazım. Ben buna benzer ifadeleri ilk geçen hafta bir televizyon programında kullandım da o iktidar yanlısı medya nasıl yaylım ateşine tuttu, İşte şimdiden Cumhur ittifakıyla konuşuruz görüşürüz dedi şimdiden göz kırpmaya başladı falan filan. Ve Millet ittifakını destekleyen medyadaki bazı insanlar da atladı bu işin içine yani. Ya bir dakika arkadaş ne dediğimizi bir anlayın ya.

Taha Akyol: Ne demiştiniz?

Ali Babacan: İktidar yanlısı medyanın kesip kesip biçtiği ifadelerle bir hemen hüküm belirtmeyin. Ben orada ne demişim niye anlatıyorum. Yani önce şu gerçeği görmek lazım. Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimi bitti. Bunun bir 2. turu yok. Orada Millet İttifakı da Cumhur ittifakı da kendi başına anayasayı değiştirecek çoğunluğu yakalayamadı. Yani hakikat siyaseti yapıyoruz. Dolayısıyla anayasayı değiştireceksek burada her iki ittifakın bir şekilde bir araya gelip konuşması Lazım. Bu da yapılmamış bir iş değil. 2003'te 2004'te ne oldu hatırlarsınız Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamak için Avrupa Birliği müzakerelerinde başlatabilmek için Baykal’ın Genel Başkanı olduğu CHP, başörtü yasaklarının devam etti yani korkunç bir iklimin olduğu dönemde AK Parti'ye CHP uzlaştı. Anayasayı mecliste değiştirdik o zaman. Çünkü üçte iki çoğunluğu sağlarsanız biliyorsunuz mecliste referanduma bile götürmüyorsunuz. o yöntemle anayasa değiştirdik kaç tane önemli değişiklik yapıldı ve Türkiye Avrupa Birliği müzakerelerine başladı. Yani bu öngörüyü bugünden dillendirmek sadece bir vizyon meselesidir yani. Ve biz bu iklimi bu bu vizyonu bugünden ülkeye kazandırmazsak 2. turda vatandaşlarımızı sadece daha gergin bir Türkiye ile korkutmuş oluruz. Tam tersine uzlaşmaya hazır konuşmaya hazır diyaloğa hazır bir siyasete Türkiye'nin ihtiyacı var. Benim de söylediğim bu. Ama söylediğim anda vay sen onlarla nasıl konuşuyorsun nasıl konuşursun. Görecekler mecbur konuşacağız yani. Anayasayı değiştirmek istiyorsak mecbur konuşacağız. Şimdi bu dediğimi de alacaklar seçime 3 gün kala. Vallahi istediklerine yapsınlar ben doğruyu söylüyorum ya vicdanen rahatım ya o kadar güzel bir şey ki.

Taha Akyol: Anayasayı değiştirmek için konuşacaksınız da konuşacağınız metin parlamenter sistemle ile ilgili bir metin mi olacak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile ilgili bir metin mi?

Ali Babacan: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi metin yok ki.

Taha Akyol: Şu andaki metinde ufak tefek tadilat yapalım diye geldiler.

Ali Babacan: Mevcut üzerinde. Ama nedir o? Bilemiyorum ki bizim var çünkü. Biz buradaki 84 maddenin 84'ünü de konuşup bu maddeler bazında uzlaşmak anlaşmak isteriz. Bunun bir an önce hayata geçmesi. Hani 84 olmaz da 50 olur. Yani 50 maddesi üzerinde uzlaşıp hayata geçirebiliriz yani. 84 olmaz 50 olur 40 olur. Yani mevcut durumdan ne kadar ilerlesek o kadar faydalı ama onların bir önerisi yok. Getirdiği tek bir cümle yok bakın. Çünkü iş üretme kapasiteleri bitti yok. Onun için sorunları çözemiyorlar, onun için dev gibi sorunlar büyüyor. Yani somut bir şey olmayınca şey demek çok zor yani.

Elif Çakır: Ekonomiye geçelim. Biz sizinle şimdi aslında yeni bir söylem tekrar Millet ittifakı bir söylem değişikliğine girdi tekrar şu anda milliyetçilik söylemi gündemde. Bu biraz önce bahsettiğiniz işte terör güvenlik iktidarın yaptığı bu propaganda Türkiye'nin gerçek gündeminin üstünü de örttü ve vatandaş aslında önünde sadece tek bir seçenek kaldı. Dedi ki; yani sizin ifadenizle söylüyorum güvenlik mi terör mü yoksa ekonomi mi? Elbette ki onu. Seçti Diyanet mi kapatılsın din mi ekonomi mi? Yine daha tercihini dini şeyden yana kullandı. Ülkemizin gerçek bir problemi var o da ekonomi.  Biz bunu 1. turda da konuşamadık şimdi 2. turda da konuşamıyoruz. Siz bizim karar TV'ye 2020 Nisan ayında Yıldıray Oğur, Ahmet Taşgetiren ile beraber yaptığımız programda ekonomiden bahsetmiştiniz ve demiştiniz ki ‘göreceksiniz 6 ay sonra Türkiye ekonomisi çok daha kötü olacak. Umarım haksız çıkarım.’ Daha sonra biz sizi ağırladık Taha Bey ile beraber ağırladığımız programda hep bu soruyu size hatırlattık ve dedik ki Türkiye’nin ekonomisi ne durumda? 6 ay önce siz bunun hep analizlerini yaptınız.  İsterseniz bir video ile beraber izleyelim.

 Ali Babacan: Maalesef haklı çıktık.

Elif Çakır: Türkiye seçimden sonra Türkiye'yi ne bekliyor şu anda ne durumdayız? Bunu sormak istiyorum.  

Ali Babacan: 22 Nisan 2020'ydi ya ilk gösterdiğiniz video, o günkü Dolar kuru 6,99 yani 7 lira. Merkez Bankası'nın web sitesinden bakıyorum bu arada. Yani 22 Nisan 2020 ilk videomuz var ya dolar o gün 7 lira. İhracatçılarla oturduk. Getirdiğimiz ihracat karşılığı aldığımız dövizi mecburen bozduruyoruz resmi kurdan. 19 küsur.  Ham madde almak için ihtiyacımız olan dövizi de gidiyoruz mecburen piyasadan alıyoruz 20 liraya 22 liraya.  Arada 1 lira 1,5 lira yani %5'e yakın bir fark ödüyoruz. Bu sadece kötü ekonomi yönetimi sebebiyle. Biz ihracattan zaten o parayı kazanıyoruz ki. Sadece bu çift kurdan ki daha önce de benim açıklamalarım var. Bakın çift kur oluşacak diyorum.  Hepsi kayıtlardadır sizin. Çift kur oluşacak diyorum bakın diyorum yarın döviz karaborsaya düşecektir diyorum. Oda oldu yani. Çünkü yani şimdi yolu görüyorsunuz bir bu tarafta tertemiz bir otoban var, bu tarafta çamurlu kötü bir yol var.  Şimdi arabayı otobüsü o kötü çamurlu yola sokmuş şoför.  Sayın Erdoğan gitti çamurlu yola. Yani bu çamurlu yolun sonunda bir şey yok yani orada uçurum var en sonunda. Uçurumdan düşeceksin belli. Burada da tertemiz pırıl pırıl otoban var. Ben o uyarıyı yaptığım dönem tam da partimizi kurduktan 1.5 ay sonra. Şimdi 9 Mart'ta kurduk ya 22 Nisan DEVA Partisi’nin kuruluşundan 1.5 ay sonra. Çünkü bu ihtiyacı gördük biz işlerin çok kötüye gideceğini gördük. Onun için bu çağrıları yaptık feryat ettik ama feryat yetmedi ülkeyi yönetme iddiasıyla ortaya çıktık. 81 il başkanlığı 766 tane ilçe başkanlığı oluşturduk yani. Bunların hepsi ne için?  İşler kötüye gidecek biliyoruz maalesef de bunu söylerken de içimiz yanıyor kalbimiz acıyor gerçekten söylerken ama kötüye gidecek.

Yıldıray Oğur: Ne olacak mesela?

Ali Babacan: Diyelim ki 2. turu aldığımız anda çok hızlı düzelecek. Çünkü biz kadroyu önemli ölçüde çalıştık. Merkez Bankasıymış BDDK imiş şuymuş buymuş 1 ayda kurlar ayağı kalkar 1 ayda.  6 ayda bu kriz iklimi gevşer rahatlar. En geç iki senede enflasyon tek haneye iner diyoruz. Hazır her şey hazır kadrolarda.  Diğer senaryo kötü kara kış.

Yıldıray Oğur: Anlatır mısınız?  Yani 6 ay sonra ne olur?

Ali Babacan: Yani nasıl bu videodan 7 liradan gelmiş 20 liraya, yani ‘resmi dolara bak ben nasıl faizi düşürdüm’ diyor. Merkez Bankası'nın faizini düşürüyor. Piyasa şu anda %40'la para bulamıyor kredi bulamıyor. ‘Merkez Bankası’nın faizini düşürdüm’ diyor övünüyor ticaret erbabına sorun sanayicilere sorun %40'da bulamıyoruz bankalar kredi vermiyor bize diyorlar. Tefecilerin eline düşüyor insanlar yani. Nasıl faizde böyle iki tane faiz oluştuysa kurda da iki tane kur oluşacak. Benim kurum diyecek benim kurum mesela işte 20 lira diyecek. Piyasada da döviz artık kaç lira olur bilmem yani. Ama artacağı kesin. Yani ya da ne yapacak? Artık yapamıyorum beceremiyorum diyecek resmi kurun üzerinden kalkacak üzerinde oturuyor ya şu anda oturup resmi kurutuyor ve serbest kuru tutamıyor. Onun da üzerinden kalkacak kur gideceği yere gidecek yani.  Ve kötü yönettikçe daha da yükselecek kötü yönettikçe daha da yükselecek. Yani bu şurada durur şurada durur öyle bir şey yok. Yani akıl dışı bilim dışı işler yapınca Allah'ın verdiği aklı kullanmayınca kötüye gidişin sonu yok. Dibin dibi var yani. Yani dip zannederseniz bakarsanız aa daha da dip var galiba. Burası dip zannedersin bakarsanız daha dip var. O meşhur okyanustaki çukur var ya o on bir metrelik çukur yani onun gibi bir şey Allah korusun. Ve dibe indikçe de oradan çıkartmak zorlaşacak.

Yıldıray Oğur: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son Sivas konuşmasında sizden bahsettiği bir bölüm var.  Affınıza sığınarak okuyacağım çünkü sizinle ilgili bölüm biraz şey. Diyor ki; ‘Başbakan başbakanken faizi 4.6 indirdim. Bu ‘Bebeca’ falan o zaman yanımızda emekliyorlardı. Enflasyonu da 6.2'ye indirdik o zaman bunu yaptık. Paradan 6 sıfır attık o zaman yine sızlayan ‘Bebecan’ diye bahsediyor, 6 sıfır atarsak halimiz ne olur diyordu. Hiçbir şey olmaz sen yoluna devam et dedim diyor. Bunların adı güya ekonomiden anlar. Bir şeyden anladıkları yok. Kimse endişe etmesin yapacağız diye devam ediyor.

Ali Babacan: Şimdi burada biraz artık hafıza yanılgısı da başlamış sanırım. Çünkü paradan 6 sıfırı atış operasyonunun başına ben vardım.  Nasıl karşı olabilirim ki? Ben açıkladım bunu. Yani ilk açıklama o gün bakın medyada ki şöyle bir basın arşivine bakın benim açıklama. Hatta açıklamamdan sonra dedi ‘ya bu niye sen açıkladın? Bana söyleseydin de ben söyleseydim. Ben açıklasaydım. Daha geniş kitlelere mal ederdik bu işleri. Bu önemli bir iş’ falan dedi. Yani haberinin olmadığı bir konudan bahsediyor ben yaptım diye Babacan karşıydı. Yani tamamen artık hafıza şey oluyor yani belli bir şeyden sonra demek ki. Bu bir. İkincisi %4.6'ya ben indirdim Babacan emekliyordu diyor ben o gün hazinenin başındayım %4.6'ya düştüğü zaman. Bu bahsettiği hazinenin borçlanma faizi bu arada Merkez Bankası değil. Tarihi rekordur 2013 yılındadır o. Aynı 2013 yılı benim Merkez Bankası'nın terminallerinden IMF’ye olan son borç taksilerini Enter tuşuna basıp ödediğim tarihtir. 14 Mayıs 2013 enteresan 14 Mayıs 2013 tam 10 sene önce. Şimdi öyle bir şey söylüyor ki madem sen yaptın hadi yap bakalım tekrar görelim. Şu enflasyonu düşür de bir görelim bu kadar laf kalabalığına gerek yok yani. 5 yıldır kafana geleni aklına eseni yapıyorsun. Elini tutan da yok. Tek imzayla her türlü karar alabiliyor. Merkez Bankası'nın bağımsızlığı da yok Merkez Bankası da kendi talimatı ile çalışıyor. Madem ben emekliyordum Bebecan’dım o dönemde e şimdi yanında Bebecan yok. Hadi yap da görelim. Düşür şu enflasyonu.

Yıldıray Oğur: Böyle demesi üzüyor mu sizi? Soyadınıza böyle bir şey takması.

Ali Babacan: Biraz o 2013 yılındaki basının yakıştırması biraz. Çünkü ben o zaman çok gencim. Kriz de çok büyük bir kriz. Bu genç çocuk mu çözecek bu işi diye biraz başlangıçta ilk birkaç ay hafife alma vardı doğrusu. O dönemden kalma bir ifade. Ama ondan sonra anladılar neyin ne olduğunu yani. Şu var demek ki bu ülkenin gençleri yani imkân olduğunda nasıl başarılar ortaya koyabiliyor aslında onu söylüyor yani. Dolayısıyla gençken bu kadar başarıları ortaya koymuş olmaktan ben gurur duyuyorum ve gençlik içinde çok önemli bir aslında şeydir bak yani fırsat olursa imkân olsa herkes yapabilir. Dolayısıyla önemli değil ama aslında buradaki sorun ne biliyor musunuz? Eski başarılardan ne zaman bahsetse dikkat edin hep aklına ben geliyorum. Şu anda ortada ne faiz var ne enflasyon var hepsi patlamış gitmiş.  Enflasyon tarihi rekor. Yani istatistiklerin tutulmaya başladığı ilk günden bugüne kadar üretici fiyat endeksi ÜFE hiçbir zaman bu kadar yükselmemiştir tarihi rekor. Şimdi enflasyon %40 diye övünebilir mi? 40'a düşürdüm diyor. Yani 40'a düşürdün kardeşim yıllarca enflasyon tek haline gitti bu ülkede yani. Başarıdan bahsedeceği anda makroekonomi ile ilgili başarılardan bahsedeceği anda müflis tüccar gibi eski defterleri karıştırıyor. Eski defterleri karıştırdığında bir bakıyor karşısında ben çıkıyorum. Morali bozuluyor kafası bozuluyor bu sefer başlıyor Bebecan diyor, yok emekliyor diyor yok bebek bezi sat diyor falan filan. Yani çünkü içten içe iç duygu dünyasında bunu biliyor bunu biliyor. Eski başarılardan ne zaman bahsetse dikkat edin şöyle bir kelime analizini yapın son 1 yıllık konuşmalarına faizi şu kadar düşürdüm, paradan altı sıfır attım demiyor orada durmuyor ondan sonra hemen Bebecan diyor. Çünkü aklına ben geliyorum. Çünkü o gerçekten kaçması mümkün değil yani. Ben derken kendime de çok fazla hani şey yüklemek doğru değil. Biz bunu ekip olarak kadro olarak yaptık yani. Ben o günkü ekonomi kadrosunun başındaydım ama o kadroyu da ben kurdum açıkçası. Kendisine rağmen kurdum bu kadroyu. Yani Düzgün insanları tutmak için sistemde büyük mücadele ettik yani. Çünkü düzgün insanları at at diyordu. Mesela Fail Öztırak değil mi? İyi bir iktisatçıdır.  Faik Öztırak hazine müsteşarıydı ben hazine bakanı oldum ve hemen hemen at bunu at bunu. Süreyya Serdengeçti Merkez Bankası Başkanı at bunu.  Niye? Ya Süreyya Bey iyi bir merkez bankası başkanı.  Tekniği kuvvetli. Orada iyi bir teknik birikim var. Ve Merkez Bankası bağımsız olmuş bağımsız olduktan sonra bu arkadaşlar göreve gelmiş ve iyi yönetiyorlar yani. Ve bağımsız. Ben niye değiştireceğim? Hazine müsteşarı bağımlı bir kuruluş. Dolayısıyla biz ne yaptık? Faik bey ile yaklaşık 6 ay falan çalıştık ama ondan sonra baktım şey değil artık yani ilişki yıpranıyor. Her gün her gün değiştir şunu değiştir şunu at şunu falan filan. Ama ne yaptık biz o zaman baktık hazine müsteşarlığını kim yapar diye iyice araştırdık. Ben Faik Bey ile de konuştum. Ya Faik Bey dedim durumu biliyorsun. Ya bir değişiklik gerekecek. Senin bana önereceğin bir isim var mı dedim. Faik Bey de bana İbrahim Çanakçı ‘yı önerdi o zaman. Başka arkadaşlardan da geldi aynı isim. İbrahim Çanakçı o gün BDDK’da 2. Başkan. Tam da bankacılık krizinin çözüldüğü dönemde. Devlet kökenli ama konjonktür dairesi başkanı. Tam ekonomiyi 360 derece bilen birimdir DPT’de konjonktür dairesi. Oradan BDDK’ya geçmiş 2. Başkan.  Tam da o batık bankaların çözümlenmesi yani çok güzel bir tecrübe. Ve biz o zaman ne yaptık? BDDK’dan aldık İbrahim Bey’i hazine müsteşarı yaptık ve tam 11 yıl İbrahim Bey hazine müsteşarı oldu. Ekonominin tam o roketin fırlaması gibi olduğu.

Yıldıray Oğur: Faik Bey tercih yaparken kimlik şeyi yapmamış.

Ali Babacan: İbrahim Bey söyle yani çok demokrat kişiliği olan bir arkadaşımız. Elazığlı.  İyi bir aileden geliyor. Hani Anadolu insanı. Dolayısıyla Tayyip Bey’in şeyiyle o zihin dünyasıyla çok da farklı düşen bir kimlik değil. Onu da görmüş oldu anlamış oldu. O zaman 3’lü kararname. Bakan imzalıyor başbakan imzalıyor cumhurbaşkanı imzalıyor. Müsteşar 3’lü kararname ile atanıyor. En sonunda da Cumhurbaşkanını ikna etmeniz gerekiyor. O da ayrı bir safha. Dolayısıyla çok çok da iyi sonuçlar aldık.

Yıldıray Oğur: Bu 2 seçim arasında ekonomide bir çalkantı bir çatırdama sesleri geldi. Tam olarak ne olduğunu bize anlatabilir misiniz? Bir karar verdi Merkez Bankası nakit avans çekilemedi. Son zamanlarda yine şimdi bu konuları konuşmak da kolay değil çünkü bankacılık kanunu var. İşte dolar insanlar bankalardan çekmede sorunlar yaşıyor. Biraz önce siz de anlattınız. Tam olarak ne oldu iki seçim arasında yani 1. seçim bittikten sonra ne yaşandı?

Taha Akyol: Faiz tavanı serbest bıraktılar.  Biraz önce siz söylediniz. Faiz %40'a çıktı. Hem faizi indirdim hem de ben soracaktım Yıldıray önümü aldı iyi etti.

Ali Babacan: Şimdi aslında safha safha bu seçimden birkaç gün önce biliyorsunuz Muharrem İnce çekildi. Muharrem İnce’nin çekilmesi Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimalini artırdığı için piyasa göstergelerinde hemen bir düzelme başladı. Yani CDS’ler düştü. Yani risk birimi Türkiye’nin düştü. Ama seçim sonuçları ortaya çıkınca Pazar günü pazartesi de tekrar tersine döndü. Yani Erdoğan’ın kazanması Türkiye’yi riskli ülke haline getirdi. Çünkü bu kötü yönetimin devam edeceğini biliyor piyasa. Daha riskli bir ülke haline getirdi. Arkasından döviz talebi Merkez Bankasının net rezervi eksiye düştü. Tarihte ilk defa. Bir net döviz pozisyonu var biliyorsunuz. O swap anlaşmalarında düştükten sonra ortaya çıkan-75. Ama teknik olarak tanımladığımız bir de net rezerv rakam var. O işte 20’lerdeydi 20 milyarlardaydı. O bile ilk defa eksiye düştü son birkaç gün içerisinde. Dolayısıyla çok ciddi bir döviz satışı var arka kapıdan gizli saklı. Yani dövizi satarak baskı altına almaya çalışıyorlar millete döviz sattırıyorlar. Kur korumalı mevduata artık cambazlıklar yani. Kur korumalı mevduata ne yapıyorlar biliyor musunuz?  Gidin dolar veriyorsunuz dolarınız orada garanti. Faizini de peşin ödüyorlar. Nakit alıyorsunuz yeter ki o dövizi işte orada 3 ay 6 ay tutun diye. Kur korumalı o hale gelmiş durumda. Yani bir acayip bir şey. Her türlü cambazlık var. Ve artık dökme suyuyla değirmen dönüyor ama dökecek suda kalmadı. Yani sistem böyle aynı altı açık düdüklü tencere gibi hani düdüğünü de kapatırsanız düdüklü tencerenin altı ısınır ısınır bir noktada patlar ya şu anda öyle bir durum var. Yani ya o düdüklü tencerenin altını kısacaksınız ya bir hava aldıracaksınız ya da bu patlayacak yani. Gideceği yön bu. Mesela o git gel yaptıkları konulardan bir tanesi neydi? Kredi kartına nakit avansı yasakladılar birkaç günlüğüne. Çünkü baktılar ki insanlar kredi kartından nakit avans çekiyor döviz alıyor. Nakit avans çekiyor altın alıyor. Döviz bürolarının önünde kuyruk ya. Ya biz bunu sadece ve sadece kriz dönemlerinde görürdük döviz bürosu önündeki kuyruğu. Hatta o 2011-12-13 o yıllarda döviz büroları kapanmaya başladı Türkiye'de hatırlarsanız. Çünkü döviz artık dövizden kimse bahsetmemeye başladı.  Vatandaşın dövizle alakası kalmamıştı. Onun için döviz büroları patır patır patır kapanıyordu. İş yapamıyorlardı yani dövizle alakası yoktu insanların. E şimdi döviz bürolarının önünde kuyruklar var. Dolayısıyla insanlar gidip de kredi çekip o krediyle de döviz almasın altın almasın diye onu kapattılar. Fakat öyle bir infial oluştu ki toplumda çünkü milyonlarca insanı ilgilendiriyor. Bir de 2. Tura gidiyoruz o şeylerden vazgeçtiler. Ama şimdi ne oldu? Şu anda da mesela bankalardan para çekmekle ilgili zorluklar duyuyoruz. Yani gittim dövizim var ver diyorum banka bin dereden su getiriyor yani. Bunu çok duyuyoruz mesela şu anda. Dolayısıyla artık dökme suyuyla dönen değirmenin suyunun da tükendiği artık tam işlerin tıkanacağı bir döneme gelmiş durumdayız yani. Onun için ben geçen bir kısa bir video yayınladım 5 dakikalık. Yani Erdoğan kazanırsa nasıl bir Türkiye göreceğiz diye. Ve onun metnini yazarken okurken böyle yani içim acıya acıya inanın bunları söylemek zorunda kaldım ama bir vatandaşlık görevi. Yani uyarmak zorundayız.  

Taha Akyol: Soğanı taneyle alacağız diyordunuz.

Ali Babacan: O video. Soğanın taneyle alınacağı. Akaryakıtın zor bulunacağı, elektrik kesintileri, ameliyathanede en gerekli malzemelerini zor bulunacağı. Çünkü döviziniz bitince bu ülkede.

Yıldıray Oğur: Öyle bir durum var mı şu an dövizin bitme durumu?

Ali Babacan: Zaten bitmiş bir de borçlanmışız. Merkez Bankası'nın -75 milyar dolara düştüğü Merkez Bankasının artık batağa girdiği bir ülke böyle. Yetmedi vatandaşlara 120 milyar doları bozdururlar KKM'ye geçmek için. KKM yani kur korumalı mevduat 120 milyar dolara ulaştı.  Ve bunların hepsi son iki yılda oldu yani. Merkez Bankası rezervinin eksiye inmesi, devletin dövizini sattılar.  Vatandaşa dövizin sattırıp KKM'ye geçtiler ve şu anda Türkiye'nin en önemli önündeki risk bir ödemeler dengesi krizi. Yani döviz bulamama krizi. Yani 70 cente Allah korusun tekrar muhtaç olma. Şu andaki en büyük tehlike bu. Çünkü bu kafayla giderlerse ekonomi politikasında köklü bir değişiklik yapılmazsa ülkenin gideceği yer çok kötü bir kriz Allah korusun. Bunu sadece bir genel başkan olarak değil bir vatandaş olarak ve az çok iktisat konularına aşina olan bir insan olarak ben bunu söylüyorum ve vatandaşlarımızı uyarma görevim var sorumluluğum var. Bunu söylemezsem vebal olur üzerimde yani. Çünkü derler ki biliyordun da niye söylemedi?  Keşke bizi uyarsaydın.  Ya bunu söylemek açıklamak benim vatandaşlık görevim aynı zamanda.

Elif Çakır: 28 Mayıs’ta seçmenin tercihi yine sizin öngörünüz nedir? Yine terör ve güvenlik terazinin kefesinde ağırlık mı basacak yoksa bu 15 günlük sürede sizler hani Türkiye'nin böyle bir sorunu yok. Asıl sorun bu. Bunu anlatabildiniz mi anlatabiliyor musunuz?

 Ali Babacan: Terör sorunu var Türkiye’nin ama bu sorunu asıl çözecek olan biziz. Çünkü terör sorununu çözemeyen bir hükümet var aynı zamanda. Vatandaşlarımız bu yalanı anladı. Yani şu şu yalan ortaya çıktı. Ama montaj ama şu bu. Değil mi? Kendi ifadesi gitti Cumhurbaşkanlığı sözcüsü de söyledi. Yani evet bu gençlerin yaptığı bir şeydi gençlerin yaptığı bir şeydi. Tamam. Gençleri de teşvik ediyor. Ve bu demek ki terör propagandası yalanmış. Ortaya çıktı. Dolayısıyla seçmenlerimizin bundan sonraki süreçte artık bunu da dikkate almaları evet terör diye bir riski var Türkiye'nin terör diye bir sorunu var ama biz bu terörle mücadelede çok kararlı bir tutum ortaya koyacağız. Terörle mücadelede sadece silah değil her türlü enstrümanı kullanarak çatışma çözümü alanını da kullanarak bir çözüme ulaştıracağız diyoruz. Burada yepyeni bir perspektif getiriyoruz terörle mücadeleye. Dolayısıyla gerçek çözüm burada diyoruz. Bırakın teröre böyle kapı açık tutmak tam tersine sonuna kadar mücadele edeceğiz diyoruz. Bunu söylüyoruz. Hükümetin bu propagandasının da yalanlara dayanan bir propaganda olduğunu söylüyoruz. Umuyoruz ki bu etkili olur. Çünkü son birkaç günde gelen sonuçlar araştırmalar o aradaki farkın epey bir kapanacağı yönünde. Yani onunla ilgili de böyle epey bir şey görmeye başladık son günlerde.

Yıldıray Oğur: Rakam verebiliyor musunuz?

Ali Babacan: Şimdi 4,5 puan fark var ya 4,5 puan böyle azalıyor azalıyor azalıyor azalıyor işte 28 Mayıs'ta İnşallah o fark kapanıp bir miktar üzerine çıktığı anda bu iş bitecek seçimi kazanacağız gibi görünüyor.

Taha Akyol: Siz bu kafayla giderlerse dediniz Tayyip Erdoğan'ın bu 2002'deki havasına girip tamam Merkez Bankası bağımsız hazineye yine şu liyakatli adamı getirdim, yargı bağımsız olacak. Böyle bir şeye dönebileceğini düşünüyor musunuz?

Ali Babacan: Ben ihtimal vermiyorum. Çünkü bağımsız bir yargı istemiyor ki. Yani yargının bağımsız olması için siyasi irade ortaya koymak lazım. Tam tersine kendine bağımlı ve talimatla çalışan yargı işine geliyor. Niye bağımsız yapsın ki yargıyı. İhale kanunu niye değiştirsin ki bütün o çevresindekilere çok ciddi bir menfaat alanı var yani. İhale kanunu niye değiştirsin? Yani Merkez Bankası'nın bağımsızlığıyla alakalı bir adım atmaz. Çünkü o kontrol şeyi var ben yaptım diyor ben ettim diyor yani. Ondan bu yaştan sonra bu kadar yıldan sonra kolay kolay vazgeçmez. Yani birdenbire birisini Merkez Bankası'nın başına getirip de hadi bakalım ‘bir ay iki ay yap bir görelim ne yapacaksın’ deyip serbest bırakır mı? Bilemiyorum yani. Ama o ihtimali ben zayıf görüyorum. Kolay kolay o ihmale prim vermiyorum yani.

Elif Çakır: Programı yavaş yavaş toparlıyoruz. Son soruları alacağız.

Yıldıray Oğur: Sonuçta siz diyorsunuz ki duvara doğru giden bir ekonomi var. İyice çarpacak ve bir yerde artık hiçbir şey kontrol edilmez hale gelecek. Sonuçta bir beş yıllık yetki alacak gelen iktidar. Yok mu planları? Çünkü büyük bir grup insanda şöyle düşünüyor diyor ki yani çözerse yine o çözer diyor.

Ali Babacan: Önce yapalım sonra düşünelim. İş yapma tarzı bu. Yani onun için bizim mali kurala engel oldu. Biz mali kuralla mesela ne yapacaktık? Türkiye'nin maliye politikalarını yani bütçe dengesini uzun vadeli bir kurala bir esasa bağlayacaktık ki öngörülebilirlik gelsin. Böylece sadece bağımsız merkez bankası değil para politikalarındaki sağlam duruş değil aynı zamanda maliye politikalarında da öngörülebilir bir resim oluşturalım istedik ama kesinlikle reddetti. Çünkü kurala uymak gibi bir şey yok kural sevmiyor yani. Aklıma geleni yapayım diyor. Kuralla kayıtla hukukla hatta anayasayla kendisini bağlamak istemeyen bir yönetim zihniyeti var burada yani. Onun için ya ben onun için AK Parti'den ayrıldım. Biz arkadaşlarla onun için DEVA Partisi’ni kurduk. Yani buradan asla Türkiye için bir şey olmayacak artık Türkiye'ye faydalı bir şey üretmeyecek. Türkiye'nin sorunlarını çözemeyecek. Buna kesin kanaat getirdikten sonra biz artık ayrıldık hazırlıklarımızı yaptık DEVA Partisi’ni kurduk ve yola çıktık. Yani hala katkımız olsun hala destek verelim hataları düzeltelim. Bir hataları düzeltecek falan gücümüz kalmadı. Karar verecek bir yetkimiz yok. Üstelik o kötüye gidişinde tam içindeyiz ve görüyoruz yani. Bir ihtimal bir ışıltı bir şey görseydik hala orada bir mücadele verirdik içeride. Bunun kesin olarak bittiğini artık olmayacağına kesin kanaat getirdik ondan sonra DEVA Partisi’ni kurduk. Partimizi kurduk kuralı işte sizin de yayınlarda arşivden de buldunuz gösterdiniz sürekli kötüye kötüye kötüye kötüye gidiyor. Böyle devam edecek yani. Çünkü düzelmesi için bu sebep sonuç ilişkisi. Yani sebepler değişmeyince sonuçlar değişmez ki. Yani işin sebebinde kötü yönetim var, liyakatsizlik var istişaresizlik var, hukuk tanımamazlık var. Bunları çözmeden sebeplerini çözmeden sonucu değiştiremezsiniz yani. Aynı sebepler aynı sonuçlara yol açacak. Bir sürü kötü sebep var kötü sonuca ulaşıyor bu da böyle devam edecek maalesef.

Elif Çakır: Peki şimdi hep mesela ben son sorumu soruyorum. Hep konuşulan kamuoyunda da millet ittifakını oy veren kesimlerde de konuşulan bir şey var. Millet ittifakı işte ortak politikalar metnini açıkladınız. İşte güven veren bir fotoğraf neden koymuyorsunuz? Mesela bakanlarınız. Ekonomiyi kim yönetecek? Merkez Bankası'nın başında kim olacak? Yani kurumlar çöktü. TÜİK'in başında kim olacak, BDDK’nın başında kim olacak? böyle bir tabloyu neden açıklamıyorsunuz? Yani Türkiye'yi evet 6'lı masa yönetecek ama hangi kadrolarla ve kimlerle yöneteceğinizi açıklamakta ciddi bir hamile olmaz mı?

Ali Babacan: Aslında şöyle zaten 6 genel başkanız 2 de büyükşehir belediye başkanı değil mi?  Zaten 8 isim olarak ortadayız. Yani bu 8 isme bir 5 isim daha ekleyelim bir 10 isim daha ekleyelim yani sorunu ben pek oralarda görmüyorum açıkçası.

Elif Çakır: Siz mesela diyebilirsiniz ki ben Ali Babacan eğer Millet İttifakı 28 Mayıs’ta seçimi yürütme olarak biz kazanırsak ekonomiyi ben yöneteceğim, ekonomiyi yönetecek kadronun başında ben olurum. Bu belki Türkiye’ye güven vadeden bir şey olur. 

Ali Babacan: Doğru bu taleplerde bize geliyor ama tam tersi talepler de geliyor. Hatta ne diyorlar? Bu 8 kişi biraz fazla oldu herkes feragat etsin bir tek Sayın Kılıçdaroğlu kalsın çünkü böyle 8 kişiyle olmaz bu iş. Çok kalabalık diyenler de var.  Dolayısıyla biz bunların hepsini düşündük. Şimdi seçime 3 kala ne yapsanız bu yanlış anlaşılır yani. Dolayısıyla biz bunların hepsini düşündük çalıştık ortak yönetim modeli ortaya koyduk. Bunun değişmesi için yani zaten 6 genel başkan tekrar oturup bir araya gelip bir değişikliği konuşması lazım. Şu anda da öyle bir şey yok içeride böyle bir değişiklik talebi de yok değişiklik fikri yok. Ama Elif Hanım'ın sorusuna cevaben ekonomiyi kim yönetesinden öte ne önemli biliyor musunuz?  6 partinin ortak olarak kararlaştığı ekonomide ne yapılsın var burada. Yüzlerce maddelik ekonomide ne yapılsınlar ve karar vermişiz. Ekonomide ne yapacağımı zaten biliyoruz. Yani burada biliyorsunuz Bizler Cumhurbaşkanı yardımcısı oluyoruz. Bakanlar ayrı bakanlar ayrı. 20 tane bakan olacak. Ekonomi ile ilgili bir hazine bakanı olacak, bir maliye bakanı olacak, bir ticaret bakanı olacak, bir sanayi bakanı olacak, işte bu teknoloji ile ilgili bir ayrıca bakanlık olacak. Çevre Bakanlığı ekonomi ile ilgili sosyal güvenlik bakanlığı ekonomi ile ilgili. Yani bir ekonomi en az 7-8 tane bakan olacak yani ekonomi ile alakalı. Ben ve diğer genel başkanlar bizler Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak sürecin aslında tümünden sorumlu olacağız ortak sorumluluk alanımız var. Yani sadece ekonomiyle ilgili sağlıkla eğitimle de ilgili genel başkanların topyekûn Millet ittifakının genel başkanları olarak bir ortak sorumluluğu var. Sürecin tümüyle ilgili sorumluluklar üzerimize zaten. Burada önemli olan ekibi kurarken bakanları belirlerken gerçekten o işi yapabilecek bakan isimlerini belirlemek ki çok isim var elimizde çok yani her bakanlıkla ilgili üç tane beş tane rahat düzgün o işi yapabilecek insanlar var. Kaldı ki mesela sadece ekonomiyle alakalı biz ne yaptık? İstanbul mitinginin sabahında 6 partinin ikişer arkadaşımızı bir kahvaltıya gönderdik. Onlar oturdular 12 kişi 12 imzayla bir bir sayfalık ortak bir şey yayınladılar ve açıklama yaptılar mesela. Onun özünde de bu var. Dolayısıyla kim olursa olsun yapılacaklar belli. Onun için kim sorusuna çok takılmadan ne yapacağımıza odaklanmak lazım ama görevlendirme yaparken de ister bakan olsun ister bürokrat olsun o işi en iyi kim yapacaksa o. Ya ben şeye de karşıyım böyle partilerin bakanlık paylaşmasına. Ya bir dakika ne paylaşıyorsun ne oluyor yani ganimet mi paylaşıyorsun ne oluyor? Yani biz beraberce nasıl yöneteceğiniz peşinde olması lazım.  Yani amaç bu beraber nasıl yöneteceğiz? Hangi bakanlık olursa olsun benim adamım onun adamı değil ya A partisi olsa B partisi olsa ne fark edecek? Milli Eğitim Bakanı senin partinden mi benim partimden mi? eğitimde çuvalladıktan sonra hepimizin başarısızlığı olacak. Eğitimde başarılı olursak da hepimizin başarısı olacak. Millî Eğitim Bakanlığını en iyi kim yapar kimler hangi isimler var. Havuza koymamız lazım onun içinden de seçmemiz lazım yoksa o senin olsun bu benim olsun hani paylaşalım bunlar doğru yaklaşımlar değil. Bunlar o eski hastalıklı dönemin yaklaşımları. Burada beraberce nasıl yöneteceğiz? o bakanlık için elimizdeki isimlerden en iyisi kimdir en iyi kim yapar partisine de şuna da buna da fazla bakmadan koymak lazım adını. Ha şunu da yazdık biz ortak politika metinine yani bakanlıkların sayısı dedik milletvekili sayısı ile orantılı olsun dedik. Hani belirlilik kazandırmak için ama bu çokta o kadar da şey değil yani hani bir tane öyle olmuş bir tane böyle olmuş ya öyle bir isim olur ki çok sağlam güzel bir isim olur ne olacak biz feragat ederiz oradan. Bu arkadaş olsun yeter ki deriz yani. Mesela öyle bir isim olur ki tamam deriz geçeriz. Bunlar çok mesele değil yani. Şey değil çünkü buraları biz partilerin menfaatleneceği bir alan olarak görürsek hani paylaşma menfaatlenme alanı olarak görürsek çok yanlış yani. O bir siyasetin eski hastalığı. Halbuki beraberce nasıl başarılı olacağız kendi insan kaynağı havuzumuzu nasıl ortaya koyup beraberce nasıl daha yöneteceğiz bu ülkeyi yani o şekilde düşündükten sonra işler çözülür.

Elif Çakır: Çok teşekkür ediyorum sağ olun.

 

 

22 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın KRT TV'de Bir Başka Açı Programı Açıklama

Ali Babacan, KRT TV'de Bir Başka Açı programına konuk oldu.

Ali Babacan:  Bugünü zaten geçtik. İşte salıdan cumartesine 5 iş günü var. Cumartesi akşam 18:00’de zaten programda yasağı başlıyor. Dolayısıyla bu son 5 günü son derece verimli bir şekilde değerlendirmek zorundayız.

Selen Yalaz:Peki sayın genel başkan biraz sıcak gelişmelerle başlayalım istiyorum. Biliyorsunuz bugün Ata İttifakı’nın aday gösterdiği Sinan Oğan bir açıklama yaptı ve Sayın Erdoğan'ın destekleyeceğini söyledi. Seçmeninin de Sayın Erdoğan'a ikinci turda desteklemesi için de bir çağrıda bulundu. Tabii bu açıklamayı yaparken de şöyle bir ifade kullandı; ‘Millet İttifakı’nın 20 yıldır iktidarda olan Cumhur ittifakı karşısında yeterli başarıyı gösterememiş, geleceğe dair tarafımızı ikna edecek perspektif sunamamış, her şeyden önemlisi parlamentoda çoğunluğu sağlayamamış ve istikrar faktörünü ıskalamıştır’ dedi. Hem bu açıklama için hem bu karar için ne söylersiniz?

Ali Babacan: Öyle anlaşılıyor ki bu son 1 yıldır hatta son aylarda siyaset sahnesinde gördüğümüz partiler, siyasetçiler, ittifaklar bir seçimlik yani bir seçimlik partiler olduğunu gördük. Bir seçimlik adaylar olduğunu gördük. Dolayısıyla bir seçimlik ittifaklar olduğunu gördük. Tabi siyasetin bir ana omurgası ve çizgisi olması gerekiyor. Bunu biz çok önemsiyoruz. Yani hem kendi partimizde çok önemsiyoruz hem de işbirliği yaptığımız diğer partiler olan işbirliğinin ana hatlarında son derece önemsiyoruz. Dün de bu bana soruldu aslında bir vesileyle Sinan Oğan ile ilgili konu. Ben dedim eğer bize destek verirse mutlu oluruz dedim ama tercihini başka tarafa doğru kullandı. Ama açıkladıktan sonra benim medyada izleyebildiğim kadarıylaçok sayıda çelişkili konular gündeme getirildi.

Selen Yalaz: Yani evet uzun bir açıklamaydı.

Ali Babacan: Evet daha önce söyledikleri ile bugün durduğu nokta arasında bir sürü çelişkiler var.

Selen Yalaz: En azından 5 artık diyorsunuzdur diye düşünüyorum sayın genel başkan.  Yani bu bu karar verme sürecinden önce bir 5 şart sunmuştu ve orada işte terör örgütleri ile ilgili pek çok şey vardı. Dolayısıyla biz o 5 şartı gördüğümüzde aslında şunu dedik yani Cumhur ittifakına kesinlikle yanaşmayacaktır ama Millet İttifakı için de yeşil ışık yakmıyordu. Belki seçmenini özgür bırakması yönünde bir iradegösterir mi diye düşündük. Çünkü hani iddiası oydu ya.  Yani ne orası ne burası diye çıktı yola. Dolayısıyla böyle bir açıklama aslında pek de beklenmiyordu diye düşünüyorum.

Ali Babacan: Daha önce bu başkanlık sistemiyle şu anda bizim savunduğumuz parlamenter sistem arasında söyledikleri var mesela tercihleri var. Ama durduğu yer şu anda başkanlık sistemi.  Yanibaşkanlık sistemiyle ilgili ‘buna hayır denilmelidir bu yanlıştır’ diye ifadesi var. Şimdi Sayın Erdoğan’ın yanında ve başkanlık sisteminin yanında yer aldı. HÜDA-PAR ile ilgili çok ileriifadeleri var. ŞimdiHÜDA-PAR ileberaber yan yana olma kararı aldı. Artık karar kendisindedir. Yani olup bittikten sonra çok yorum yapmanın önemi yok.  Ama şu da var ki asıl önemli olan milletimizdir. Sinan Oğan’a destek veren halkımızın 2. turda yapacağı tercih önemlidir.  Yani bir kişi oradan oraya geçti diye yani birkaç milyon insanın yön değiştirmesi yer değiştirmesi çok da kolay olmayabilir. Dolayısıyla göreceğiz artık 5 gün kaldı. Seçimin sonucunu hep beraber göreceğiz.

Selen Yalaz: Sayın Akşener az önce Habertürk yayınında bir yorum yapmış ‘başarılar diliyorum kendisine ama5,2'lik bir oyu var. Onun yönlendirmesiyle bir tarafa gideceğini de pek düşünmüyorum’ diye.

Ali Babacan: Hani arkada bir köklü bir siyasi parti bir teşkilat bir örgüt yapısı bunlar olmadığı için, yani bir kişinin duruşu şudur şunu destekliyorum dediği anda birkaç milyon insanın, yüzde 5’lik bir seçmenin hemen yön değiştirmesi yol değiştirmesi ben çok kolay olmayacağına inanıyorum.  Ama 5 gün sonra sonucu göreceğiz hep beraber. Artık vakit az kaldı.

Selen Yalaz: Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ ve Sayın Kılıçdaroğlu da Millet İttifakı’nın 13. cumhurbaşkanı adayı Sayın Kılıçdaroğlu ile bugün bir görüşme gerçekleştirdiler. Görüntülerden anladık ki Ahlatlıbel’de gerçekleşmiş o görüntü. Yerini söylememe konusunda bir hassasiyeti var ama görüntüden anladığımız kadarıyla Ahlatlıbel’de gerçekleşmiş o görüntü. Ve sonrasında Sayın Ümit Özdağ bir açıklama yaptı yine o da sosyal medyadan. Bazı şartları sunduğunu iletti Sayın Kılıçdaroğlu'na ve Sayın Kılıçdaroğlu sizlerle görüştükten sonra kararını iletecek. Yani o istekler karşısında ne tutum alınacak, Millet ittifakı ne diyecek? Ve yarın saat 11:00’deÜmit Özdağ bir açıklama yapacağını iletti. Bu görüşme öncesinde konuşuldu m? Bu görüşmede ne söylenecek ne yapılacak?

Ali Babacan: Biz geçen 6 genel başkan buluştuğumuzda sanırım geçen hafta çarşamba günüydü.

Selen Yalaz: Evet, CHP’deydi.

Ali Babacan: Hem Sinan Bey ile hem de Ümit Bey ile ilgili konuların şöyle bir genel değerlendirmesini yaptık. Dolayısıyla genel çerçeve Sayın Kılıçdaroğlu'nun bildiği bizimle görüşlerimizi ifade ettiğimiz bir çerçeveydi. Bizim duruşumuz bu konuda çok net. Yani 6 partinin bir ortak mutabakat metni var.  Burada göç de var her şey var.

Selen Yalaz: Göç politikası vurgu yapmış Sayın Özdağ.

Ali Babacan: Yani burada onun çok daha ötesine şeyler var. Yani biz yani bu konuların hiçbirisini çok sığ ya da yüzeysel çalışmıyoruz sloganlarla çalışmıyoruz. Önce işin özünü çalışıyoruz. Bunun özünden söylemler üretiyoruz. Yani söylemden öze doğru gitmiyoruz tersten gitmiyoruz. Dolayısıyla millet ittifakının 6 partinin ortak duruşu buradadır. Dolayısıyla bu ortak duruşa kim destek verirse memnuniyet duyarız. Onun ötesine bir şey diyemiyorum. Bunun ötesince eğer Millet İttifakı olarak 6 partinin değerlendirmesi gereken yeni bir husus ortaya çıkarsa zaten bugün görüşmeyi gerçekleştiren Sayın Kılıçdaroğlu herhalde bizlerle de bir bilgilendirme değerlendirme çağrısı yapar. Bugüne kadar böyle bir çağrı almadık. Ama belki bugün geç vakitte bir çağrı olur mu olmaz mı bilmiyorum ama bizim duruşumuz çok net. Buradaki ortak politikalar mutabakat metnine ne kadar çok insan destek verirse biz o kadar mutlu oluruz.

Selen Yalaz: Peki şimdi 2. tur beklentinizle alakalı biraz devam etmek istiyorum. İlk turda tablo ortada. Ne bekliyorsunuz yani 4,5 puanlık bir fark var ortada. 2.turda kazanacağız diye biliyor musunuz?

Ali Babacan: Ben hep sayılarla giriyorum. Çünkü yüzde olunca biraz iş karışıyor. Hepsini 60 milyon seçmenimiz var yuvarlayarak. Sayın Kılıçdaroğlu ile Sayın Erdoğan arasında da iki buçuk milyonluk bir oy farkı var. Ve Sandığa gitmeyen yaklaşık 8 milyon insan var geçersiz 1 milyon oy var.  Bir de Sinan Oğan’a oy vermiş vatandaşlarımızın nihai tercihini hangi yönde yapacağı konusu var. Bütün bunları dikkate aldığımızda bu iki buçuk milyonluk fark kapanmayacak fark değil. Hatta ben ilk gün seçiminertesi günü hemen pazartesi günü yaptığım açıklamada hem bütün teşkilatımızı sahaya davet ettim çalışmaya davet ettim ki galiba bu çağrıyı yapan ilk parti biz olmuş olabiliriz yani takip ettiğim kadarıyla. Hem de dedim ki; Fatih Terim'in bir sözü vardı biliyorsunuz. 8'de kapanır 18'de kapanır diye. Galatasaray bir sezon, sezon sonuna doğru geriden geliyordu 8 puan gerideydi. Ve bir maçta da berabere kalmışlardı. Takımına ve kamuoyuna dedi ki bu 8 puan da kapanır 18 puan da kapanır dedi ve Galatasaray o sezonu şampiyon olaraktamamladı. Ben de pazartesi günü ne dedim? Bu iki buçuk milyon da kapanır fark.

Selen Yalaz: Bunun dünyadaörnekleri de var zaten. 2. Turda fark yaratıldı.  Geriden gelenin öne geçtiği.

Ali Babacan: Yani bir 14 Mayıs akşamı çıkan sonuçlarda tabii bir psikolojik iklim oluştu. Yani bir hani ya acaba işimiz zorlaştı mı diye. E tabi hiç kolay değil yani onu kabul etmek lazım ama imkânsız değil. Dolayısıyla biz sabahtan akşama kadar her gün bütün teşkilatımızla beraber sahadayız. Sadece biz değil bakın her gün sabah 81 ilde 6 partinin il başkanları buluşuyor, koordine oluyorlar ve hemen herkes sahayaçıkıyor.  Sabah tekrar buluşuyorlar koordine oluyorlar ertesi günde hemen sahaya çıkıyorlar.  Dolayısıyla 6 partinin birbirleriyle de koordine olarak sahada yoğun bir çalışması var şu anda. Vatandaşlarımıza bol bol anlatacağız. Yani kapıları çalacağız iş yerlerini ziyaret edeceğiz bol bol zile basacağız.Sandığa gitmeyenleri sandığa çağıracağız. İlk turda bize destek vermeyenlerin desteğine talip olacağız. Bol bol anlatacağız yani yapacağımız bol bol anlatmak ve ikna etmek içinde olağan şey gayretigöstermek. Şu anda yapacağımız bu.

Selen Yalaz: Az önce siz de belirttiniz sayın genel başkan. Yani aslında ilk tabloda yani ilk tur seçimlerde böyle bir tablonun olması aslında beklenmiyordu. Özellikle muhalif seçmende. Aslında sadece muhalif seçmen olarak da değerlendirmemek lazım çünkü hani iktidara yakın değil muhalefete yakın değil hiçbir anket sonucu böyle bir tabloyu önümüze sunmadı. Şimdi bunun gerekçelerini konuşacağız bu tablo niye böyle oldu diye ama şunu sormak istiyorum yani seçmen biraz da 2. tur ihtimaline karşı hazırlanmamalı mıydı? Çünküküskün seçmen olmasından çok fazla korkuluyor.  En azından şu bekleniyordu Sayın Kılıçdaroğlu'nun ilk turda almasa bile ilk turu Sayın Erdoğan'dan önde bitirmesi beklentisi vardı. Ve sanıyorum ki bu biraz muhalif seçmende hayal kırıklığına yol açtı. Dolayısıyla bu ihtimal düşünülüp biraz daha seçmen buna hazırlanması gerekmiyor muydu sizler tarafından?

Ali Babacan: Aslında seçimin ilk turda bitmesinin kolay olmadığını biz görüyorduk. Yani seçimin İlk turda biteceğini Sayın Kılıçdaroğlu'nun ilk turda kazanacağını söyleyen fazla bir araştırmada yoktuortalarda. Ama son bir hafta o gün bizim gördüğümüz saha ve insanların o yüksek değişim talebi, bunun ilk turda da bitebileceği ile ilgili bir kanaat oluşturdu. Ama bu kanaatin altında bir sağlam bir veri sağlam bir araştırma olmadı. Çünkü son günlere yaklaştıkça artık araştırmanda bir anlamı kalmıyor. Ancak sahayı gözleyerek kanaatiniz oluşabiliyor. Araştırmalar neyi gösteriyordu? Aslında Sayın Kılıçdaroğlu'nu Sayın Erdoğan'ın bir miktar önünde gösteriyordu çoğu araştırma ama ilk turda bu iş bitecek Sayın Kılıçdaroğlu yüzde 51'de 52 ilekazanacak diye gösteren araştırma belki bir tane vardı yoktu yani.  Onun için ilk turda bunun bitmemesi sürpriz olmadı. Sürpriz olan Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu'ndan bir miktar fazla oy alması sürpriz kısmı o yani. Arada işte 2.5 milyonluk bir oy fark var yani sürpriz olan o. Ve o açıklıkta bir farkı da araştırmalar göstermiyordu. Dolayısıyla herhalde araştırma firmalarda şu anda oturup biz nerede hata yaptık ne atladık? Metodumuz mu yanlıştı örneklerimiz mi yanlıştı diye herhalde bir muhasebeçalışması yapıyorlardır kendileri.

Selen Yalaz: Peki siz muhasebe yaptınız mı? Yani siz bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz? Çünkü gerçekten hani pandemi atlatıldı. Pek çok ekonomik zorluklardan bahsediyoruz vatandaş pek çok konudan şikâyetçi. O tabloya rağmen ya bu tabloya rağmen Cumhur ittifakı böyle bir oy alıyor siz bunu mesela nasıl açıklıyorsunuz? Ya da şunu diyor musunuz ya şurada şöyle yapsaydık belki tablo farklı olurdu. Şimdi bir kara propagandadan bahsediyoruz evet. İktidar Bunun üzerinde çok fazla durdu ve çok fazla söylem geliştirdi ama sankibuna bağlıyor musunuz mesela?

Ali Babacan: İktidar özellikle vatandaşlarımızın milli konulardaki ve dini konulardaki hassasiyetini sürekli istismar etti. Hele hele son birkaç hafta artık yalan siyasetine başladı. Yani düşünebiliyor musunuz bir ülkenin Cumhurbaşkanı on binlerce insanın olduğu bir miting alanında koca LED ekranda montaj bir video gösterecek. Yani aslında olmayan bir videoyu var gibi gösterecek. Böyle bir şeyi düşünebiliyor musunuz? Yani tam yalan siyasetinin ortasına düştüler maalesef. Şu da var tabii insanların hani özellikle AK Parti ve Erdoğan'ı destekleyen kitlenin de yıllardır oluşturduğu bir güven ilişkisi var. Sizin de mesela çok hani güvendiğiniz doğru söylediğine inandığınız bir insan mesela ilk defa size bir yalan söylesin muhtemelen o ilk yalanına inanırsınız yani.  Hep size doğruyu söyledi niye yalan söylüyor ki dersiniz. Ama bu seçimde o kırmızıçizgi aşıldı ve yalan siyasetine girildi ve bunu yani sosyal medya üzerinden zaten yapıyorlardı. Bu gri alanda zaten olmadık yalanları yayıyorlardı. Ya da yanlış anlaşılmaya müsait cımbızlama yapıp ki benimle ilgili de defalarca yaptılar hala yapıyorlar. Yani benim 2dakikalık konuşmamdan öyle bir kesip çıkarıyorlar ki konuşmanın anlamı bambaşka çıkıyor.  Onun için ben dün hatta bugün de Twitter'dan bir çağrı yaptım dedim ki; iktidar yanlısı medyaya ya dedim bakın yalan yanlış benimle ilgili haberler yapıyorsunuz. Eğer cesaretiniz varsa beni davet edin, çıkayım istediğiniz gazeteci arkadaşı da koyun ya da arkadaşları da koyun şöyle bir soru cevap yapalım. Ben doğruları bir anlatayım. Bu çağrıyı yaptım. Hodri meyan dedim. Kime dedim bunu? TRT'ye dedim A Haber'e dedim, CNN Türk'e dedim dedim...Ama şu anda çıt yok. Bakın yalan yanlış haberleri yapıyorlar ya arkadaş davet edin ben doğruları anlatayım size diyorum yok. Çünkü arkadan konuşup gıyaben yalan yanlış haber yapmayı tercih ediyorlar. Bunu da tabii kendileri belki yayın politikası olarak yapıyorlar ama hükümetinde ağır baskısıyla bunu yapıyorlar maalesef. Dolayısıyla mesela ne tür yalanlar yaydılar? Yani dediler ki; işte bu Millet İttifakı kazanırsa Kılıçdaroğlu kazanırsa Diyanet İşleri Başkanlığı kapanacak. Yok öyle bir şey ya. Diyanet İşleri başkanlığını kapatacağımız falan yok ama bunu yaydılar.Başörtüsü yasağı tekrar gelecek.Öyle bir şey yok ama bunu yaydılar. Şimdi eskiden bizim de zamanında beraber çalıştığımız Erdoğan’ın bir kırmızı çizgisi vardı. Yani yalan olanı söylemezdi. Ama o kırmızıçizgi şimdi aşıldı. Dolayısıyla insanlarda inanıyor inandığı zaman da etkilenebiliyor. Biz ilkelerimizden asla sapmıyoruz. Yani hep doğruyu konuşuyoruz doğruları anlatıyoruz. Beyaza beyaz diyoruz siyaha siyah diyoruz. Ve bu çizgimizi de sonuna kadar devam ettireceğiz.  Çünkü başkası yakışmaz. Yani ne diyorlar meselaterörle mücadele değil mi? Ya terörle mücadele bizim 6 partinin DEVA Partisi’nin de 6 partinin de en önemli mücadele alanlarından bir tanesi. Biz adı PKK da olsa FETÖ'de olsa adını ne koyarsanız koyun terörün her türlüsüyle sonuna kadar mücadele edeceğiz diye yazdık. Üstelik terörle mücadelede çoklu bir enstrüman seti kullanacağız dedik. Çünkü sadece güvenlikle bu çözülmüyor. 40 yıldır işte çözülmemiş. Yani bu kafayla giderseniz gene çözemeyeceksiniz diyoruz. Yani çözülebildi mi terör sorunu? Çözülemedi hala. Ama biz nasıl çözeceğimizi çalışmışız yazmışız bütün dokümanlarımızla da ortaya koymuşuz. Yani çok farklı enstrümanları eş zamanlı kullanarak çözmek gerekiyor terör sorununu.Ya da diyelim ki savunma sanayi değil mi? Bunlar savunma sanayide şöyle yapacakmış bunu yapacakmış. Külliyen yalan.Ya biz savunma sanayimizin ilerlemesini istiyoruz en yüksek teknolojinin kullanılmasını istiyoruz. Türkiye'nin Silahlı Kuvvetlerinin güçlü olması en yüksek teknolojiyle donatılması Türkiye'nin caydırıcı gücü milli güvenliğinin en önemli ayaklarındanbirisidir diyoruz.  Bunları sadece lafla da söylemiyoruz yazmışız çizmişiz 6 parti olarak imzalamışız ama diyorlar bunlar savunma sanayinde şu projeyi bitirecek şunu durduracak falan filan.

Selen Yalaz: Peki, sizce niye olmadı? seçmen niye bunu duymadı?

Ali Babacan: O ilk yalana inandılar. Öyle oldu. Ama yalancının mumu yatsıya kadar yanar demiş atasözü yalancının mumu yatsıya kadar.

Selen Yalaz: Peki 2. Turda nasıl bir strateji. Yani belli ki bu propaganda devam ediyor ve 2. tura kadar da devam edecek. Şimdi görüyoruz ki hem Sayın Kılıçdaroğlu'nun Hem millet ittifakının özellikle terörle ilgilisöylemleri çok daha kuvvetli çok daha net.  İşte bu sığınmacılar meselesi yine öyle. Karşı tarafın HÜDA-PAR ile kurduğu ilişki üzerinden bir argümanda sunuluyor. Yani terörle kimin bağı var kısmı ama tam olarak nasıl anlatılacak? Çünkü önümüzde çok kısa bir zaman var. Dolayısıyla seçmenin bir an önce ikna edilip bir şekliyle çevrilmesi gerekiyor.

Ali Babacan: Biz 14 Mayıs seçim sonuçlarına baktığımızda bunu gördük. Yani vatandaşlarımızın aslında en önemli sorun alanı en büyük kaygı alanı ekonomi, hayat pahalılığı, satın alma gücünün düşmüş olması, yokluk, yoksulluk, işsizlik bunlar vatandaşlarımızın en önemli kaygı alanı. En önemli sorun olarak gördüğü alan fakat bizim insanlarımız aynı zamanda hem milli konularda hem de dini konularda çok hassas. Zateniktidar da bunu istismar etti. Yani adeta insanların önüne iki tane seçenek koydu. Sen ülkenin güvenliğini istiyorsan terörle mücadele istiyorsan o zaman fakirliğe razı ol. Sen eğer dinini yaşamak istiyorsan başörtüsü yasağı tekrar gelmesin istiyorsan o zaman yoksulluğa razı ol gibi insanların önüne bir denklem sundular. Biz de diyoruz ki böyle bir şey yok öyle bir denklem yok öyle bir terazi de yok.  Ne diyoruz? Hem güvenliği sağlarız hem refahı sağlarız diyoruz. Ne diyoruz hem özgürlükleri sağlarız hem insanların hayat tarzına asla dokunmayız ama hem de insanları mutlu ve zengin yapacağız diyoruz. Dolayısıyla bu ikilem arasında insanlarımızı bırakmıyoruz. Dolayısıyla 14 Mayıs sonuçlarına baktıktan sonra ne oldu? Bizlerde Sayın kılıçdaroğlu'da özellikle bu terörle mücadele konusunda ve dini özgürlüklerle ilgili alanlarda söylemlerimizi daha kuvvetlendirirdik ve daha sıklaştırdık. Aslında bunların hepsi hepsi bu 2.300 maddelik ortak politika mutabakat metinde olan şeyler. Bu bizim referans dokümanımız. Yani 6 genel başkanında konuşmaları hep buralardan ortak politika metninden alınan şeyler. Dolayısıyla ne yaptık biz bu 14 Mayıs seçimlerinden sonra biraz projektörü bu güvenlik konusunda dini hassasiyetler konusundaki çalışmalarımıza çevirdik. Yoksa olmayan şeyleri söylemiyoruz. Bunlar zaten ta 30 Ocak'ta yayınlanmış 30 Ocak'ta ortaya konmuş politikalar.Sadece söylemde yani 28 Mayıs'a giderken söylemde o konulara biraz daha vurgu yapıyoruz. Yoksa yeni bir şey icat etmedik. Duruşumuza bir değişiklik de yok. 14 Mayıs seçimleri böyle sonuçlandı. Ee biz duruşumuzu değiştirelim başka bir yere doğru gidelim. Yok öyle bir şey. Sadece zaten mutabık kaldığımız konulardan hangi konuları daha çok anlatalım vatandaşlarımıza diye konuştuk ve güvenlik meselesini terörle mücadele meselesini dini hassasiyetlerle ilgili konular daha sık konuşalım dedik. Dediğimiz bu yani. Yoksa yeni bir böyle yön değiştirme yol değiştirme öyle bir şey yok.

Selen Yalaz: Özellikle sorulan her sorularda siz diyeyim bu hem ortak mutabakat metninevurgu yapıyorsunuz hem de bu hazırlanan anayasa taslağına vurgu yapıyorsunuz. Ama bunlarıözellikle seçmene tam anlamıyla anlatılabildiğini düşünüyor musunuz?

Ali Babacan: Bütün bu çalışmalar seçimlerden sonra ülkenin düzgün yönetilmesiyle ilgili çalışmalar. Şu anda hükümetin iktidarın elinde bu çalışmalar olmadığı için zaten yönetilemiyor. Herhangi bir planları programları ellerinde olmadığı için çuvallıyorlar. Onun için kriz arkasına kriz yaşıyoruz. Şu andaki hükümetin bir ekonomi politikası yok. Dolayısıyla vatandaşlarımızın ilgilendiği bir konu olsun ya da olmasın biz her konuda hazırlığımızı yapmak zorundayız. Çünkü biz ciddi bir şekilde bu ülkeyi yönetmeye talibiz. Biz iktidar olma hedefiyle yola çıkmış bir siyasi partiyiz. İktidar olmak hedefiyle 6 parti bir araya geldi.İktidar olma hedefiyle yola çıkan her siyasi partinin bunların hepsini hazırlaması lazım. Seçim seçmenlerimiz bunu anlıyor anlamıyor ilgi gösteriyor göstermiyor ayrı bir konu. Bunlar ama elimizin altında hazır olması gerekiyor ki seçimlerden hemen sonra 20 tane bakan ev ödevini önünde bulunsun. 20 tane bakanı tam 5 sene meşgul edecek bir hazırlık var burada. Eylem planlarıyla politikalarla anayasa metniyle her şey hazır.  Şu andaki iktidardan çok daha fazla hazırız Biz bu ülkeyi yönetmeye. Ve hazırlığı olmayan planı programı olmayan yönü olmayan bir hükümetin iktidarın ülkeyi ne hale düşürdüğünde hep beraber görüyoruz. Bunlar her şartta lazım işler. Zaten bu yoksa bilin ki o parti ülkeyi yönetemez. Eğer herhangi bir partinin bu hazırlıkları yoksa ülkeyi yönetmeye talip değildir. Sadece günlük laf üretiyordur. Siyasette Tabii söylem önemli yani laf üretmek önemli ama aynı zamanda da iş üreteceksiniz. Yani sadece lafla peynir gemisi yürümüyor. Öbür türlü ne oluyor? Bir seçimlik partiler görüyorsunuz bir seçimlik siyasetçiler görüyorsunuz, bir seçimlik adaylar, bir seçim seçimlik ittifaklar görüyorsunuz. Seçimden önce başlıyor saman alevi seçimden sonra sönüyor bitiyor. Ondan sonra ara ki bulsanız yani. Halbuki biz Türkiye'nin uzun vadeli yönünü istikametinde çalışmış ve bunda çok geniş katılımla sivil toplumla, akademisyenlerle, bilim insanlarıyla beraber çalışmış ve ülkenin yönünü planlı programına hazırlamış ve yönetmeye hazır bir siyasi partiyiz. Yönetmeye hazır bir ittifakız. En önemli farkımız da bu. Bakın biz bunu açıkladık 30 Ocak'ta ta aylar sonra Sayın Erdoğan kendi metnini açıkladı. Seçim beyannamesini açıkladı. Ve açıkladığı beyannamenin en önemli manşetleri buradan kopya bire bir kopya. Ya biz demişiz ki mülakatı kaldıracağız KPSS sonrası mülakatı kaldıracağım diyor. Biz demişiz ki imar affı çok yanlış sanki imar affını yapan başkasıymış gibiartık imar affı yapmayacağız diyor. Biz demişiz ki ticari araçlardan ÖTV almayacağız. Ne diyor? Ticari araçlardan ÖTV almayacağız. Yani aylar sonra yaptıkları da bunun kopyası bir iş.Yapabildikleri bu. Çünkü çoktan yönetme becerisini kabiliyetini kaybetmiş ama elindeki propaganda aracıyla elindeki parayla havuçla ya da sopayla kontrol ettikleri medya kuruluşları var. TRT var Anadolu Ajansı var. Sadece bir laf üretmeyle propaganda makinasıyla yürüyen bir iktidar var şu anda. İşin özüne baktığımızda hiçbir konuda artık başarı üremiyor üretemiyor yani.

Selen Yalaz: Bu metin için öyle bir değerlendirmesi var. Daha doğrusu eleştirisi var AK Parti’nin. Siyasetkağıda kaleme yazılarak olmaz mesela biz bir plan yaptık sizinle. Dedi ki yarın sabah kalkacağız kahvaltıya gideceğiz oradan da akşam yemeğine gideceğiz. Ve sabah kalktık bir şekliyle o kahvaltıyı gerçekleştiremedik ve akşamki tüm programlarımız yok oldu. Şimdi hayat tam anlamıyla plana dayalı gitmediği için siyaset de böyledir. Kalemekağıda dökülerek gidilmez yapılmaz diye bir eleştirisi var. Ne diyorsunuz mesela bu yoruma?

Ali Babacan: 1, ben AK Parti'nin kurucularındanım biliyorsunuz. 2001'de 14 Ağustos'ta bir çekirdek ekip vardı kuran. İşte Sayın Erdoğan, Sayın Gül. Sayın Arınç, benim de içinde olduğumuz bir çekirdek grup biz o zaman buna benzer şeylerin hepsini yaptık hepsini hazırladık. Acil eylem planı diye bir doküman hazırladık ve ilk bir yılda o acil eylem planının yüzde seksenini gerçekleştirdik. Öyle başladı. Şu anda bunu söyleyen arkadaşlar eski başarılarının rüzgarını hala arkasında giden miras yiyen arkadaşlar. Eski başarının mirasını yiyorlar. Dikkat edin Erdoğan ekonomi ile ilgili başarılı dönemlerden bahsettiği zaman işte paradan altı sıfır attık, enflasyonu tek haneye indirdik dediğinde eski defterleri karıştırdığında oluyor müflis tüccar gibi. Ama eski defterleri karıştırdığında karşısına hep karşısında ben çıkıyorum bu sefer bana saldırmaya başlıyor. Yok ‘Bebecan’ diyor yok şöyle diyor yok böyle diyor. Dolayısıyla bunu bugün söyleyen arkadaşlar dönsünler baksınlar o başarılı dönem nasıl gerçekleşmiş? Ben Avrupa Birliği başmüzakerecisiyken o 2005-2008 arasında 33 fasılda birden Türkiye'ye ilerlerken hepsinin planı programı nasıl yapıldı? Biz on tane faslı nasıl açtık? Bir tane faslı nasıl kapattık? Dönüp bir baksınlar.Planla programla o başarı geldi. Planla programla Türkiye'nin milli geliri 3.500 dolardan 12.500 dolara çıktı. Plansız programsız böyle kervan yolda düzülür diye gittiğinizde 2023 için 25 bin dolar milli gelir hedeflerken 10 bin dolara düşürürsünüz ülkeyi. Yani plansız programsız Gitmeyenin sonucu ülkenin 2023'te 25 bin dolara çıkması gereken milli geliri 2013 hedefi biliyorsunuz hatırlayın. Yani 2023 hedefi 25.000 dolardı şu anda 10.000 dolar. Niye o hedefin gerisinde kaldık? Çünkü plan yapmayan program yapmayan, keyfi, sabah uyanınca aklıma geleni ben yaparım arkadaş diyen bir yönetim zihniyeti şu anda işin başında. Onun için olmuyor onun için yürümüyor. Ama buna rağmen bizim yine de bu kadar ekonomide tamamen çöküşün olmamasının en önemli sebebi özel sektör. Özel sektörün gayreti ile bu ekonominin çarkları dönüyor. Yoksa devlet sürekli takoz oluyor aslında. Devlet sürekli gölge ediyor. Merkez Bankası'nın ne yapacağı belli değil iki tane kuruluş çökmüş memlekette. İhracatçı ihraç ettiğim malın getiriyor dövizini resmi kurumdan bozduruyor mecburen sonra ham madde almak için gerekli olan dövizi gidiyor kapalı çarşıdan 1 lira daha fazla alıyor. İhracatçı normal işlerinden kazanamadığı paradan daha fazlasını iki kur arasında ki farktan. Bu mu ekonomi yönetimi. Yani bu söylem işte plan program yapılmaz falan bu arkadaşlar tamamen mirasyediler ben açık söyleyeyim. O geçmişin başarısının mirasını yediler dediler ama tükendi Merkez Bankası kasası boşaldı. Merkez Bankası 75 milyar dolar eksiye düştü şu anda. Yani Merkez Bankası'nı borca batırdılar. Bir ülkenin Merkez Bankası borçlu olur mu? İnanın ekonomide çok çok büyük bir çöküş geliyor şu anda karşımızda. Akıllarını başlarına almazlarsa acilen ekonomi politikalarında değişiklik olmazsa çok büyük bir çöküş bizi bekliyor. Ve açıkça söyleyeyim. Erdoğan iş başında olduğu sürece bu ülkede yoksulluk fakirlik artacak. Erdoğan iş başında olduğu sürece bu ülkede enflasyon yüksek gitmeye devam edecek daha da artacak. Erdoğan başta olduğu sürece ülkede döviz kuru daha da artacak. Ha döviz kurunu bastırayım dediğinde resmi kuru televizyon ekranlarında düşük açıklattırdığında da piyasada kara borsada ayrı bir fiyat oluşacak. Kapalı çarşıda yada döviz bürolarındaki fiyat gibi.  Dolayısıyla bunlar inanın ne yaptıklarını bilmiyorlar yani. Zaten bunun için ülke bu hale düştü.

Selen Yalaz: Peki ekonomi kısmına ayrıca parantez açacağım ama ikinci blokta şimdi biraz şu ortak liste konusunda gitmek istiyorum. Çok fazla eleştiri geldi özellikle bu Cumhuriyet Halk Partisi listesinden giren 4 kişiye siyasi parti siz de onların içerisinde varsınız. Ya toplamda 38 vekil aldılar ama işte getirdikleri oy o kadar değil. Ne diyorsunuz işte hazıra kondu ifadeleri falan geçiyor.

Ali Babacan: Bunların hiçbirisi gerçek veriye ve gerçek araziye dayanmıyor.  Şimdi seçimlerde beklenen bir miktar daha düşük sonuç alınca bu sefer bunun suçlusu kim diye aranıyor.  ve dönüyor dolaşıyor işte suçlulardan bir tanesi acaba işte DEVA mı? Gelecek mi Saadet mi Demokrat mı falan filan. Şimdi bir bu ortak listeden seçime girme teklifi bize CHP'den geldi.  Yani biz onlara gidip de ortak listeden girelim demedik. Biz iki gün kalana kadar tamamen 600 adayımızın listelerini hazırladık.

 Selen Yalaz: Evet, bizde program yaptık. Kendi logomuzla gireceğiz dediniz.  

Ali Babacan: Şimdiye kadar gelmiş geçmiş çok zor topladığımız bağışlarla gelmiş geçmiş en büyük reklam kampanyamızı yaptık hazineden bir kuruş para almıyoruz biz. Tamamı bağışlarla dönüyor finansmanımız. Ve büyük bir reklam kampanyası yaptık. Kasım ayında büyük bir kampanya yaptık.  Arkasından Şubat ve Mart'ta yaptık. Hatta ortak listelere seçime girmeye karar aldıktan sonra da bu bant reklamdan 8 saniyelik bant reklamlar girdik. En çok izlenen diziler. Orada dedi ki 8 saniyede ‘Birlikte DEVA var. DEVA için Kılıçdaroğlu'na evet, CHP’ye evet’.  Siz de görmüşsünüzdür bant reklamımızı çünkü çok yaygın kullandık her yerde yani bütün Türkiye’de görmeyen kalmadı.  Biz hemen hemen ilk hafta Sayın Kılıçdaroğlu ile benim resmimi genel merkezinin üzerine binanın üzerine kocaman astık.  Bütün il başkanlıklarımıza talimat gönderdik. Benim ve Kılıçdaroğlu'nun resmi yan yana binaların üzerine asıldı. Normalde biz yapmayız. Mesela normalde benim resmimi pek görmezsiniz. Biz Prensip olarak çok uygun görmüyoruz genel başkan resmi ama Bu sefer Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber olduğumuz onu desteklediğimizi dünya alem duysun bizim seçmemiz de duysun diye büyük bir çaba içerisine girdik. Dolayısıyla burada çok büyük bir gayret var bir. İkincisi bu teklif niye geldi bize CHP'den?  Çünkü simülasyonlar yaptık dediler ortak listeden girdiğimizde hep beraber daha fazla milletvekili çıkarıyoruz dediler. Biz de simülasyon yaptık biz de aynı sonuçları bulduk.  Sadece bizim katkımız yani bizim ortak listeyle de girmemizin toplamda +18 tane milletvekili oluşturduğunu bizde gördük kendisi simülasyonlarımızda. Burada havuzu büyüttük.

Selen Yalaz: O simülasyonlarda nasıl bir tablo vardı ve ne sonuç çıktı?  Yani öncesinde simülasyon yaptınız ve bu kararı aldınız ya nasıl bir tablo vardı ve seçimden sonra nasıl bir tablo ile karşılaştınız hem CHP'nin hem Sayın Kılıçdaroğlu'nun?

Ali Babacan: Şöyle seçimlerde o simülasyonlar simülasyon yapıyorsunuz ne üzerinde yapıyorsunuz bunu? Araştırmaların üzerine yapıyorsunuz. Şimdi araştırmalar tam da programın başında bahsettiğimiz araştırmalar Sayın Kılıçdaroğlu'nu Sayın Erdoğan'dan biraz daha yukarıda gösteriyordu bir. CHP'yi de birkaç puan yüksek gösteriyordu iki. Şunu gördük seçimlerde yani muhtemelen ki bu seçim sonrası araştırmalar daha fazla değil şu anda çok sayıda araştırma henüz görmedim ama muhtemelen CHP seçmeninden bir miktar TİP’e bir miktar Zafer Partisi’ne bir miktar Memleket Partisi’ne bir miktarda İYİ Parti’ye kayma var gibi görünüyor. Çünkü hatırlayalım mesela Sayın Akşener ne demişti bir oy Kemal'e bir oy Meral’e demişti. Dolayısıyla bunun etkilerini daha tam araştırmalarla ölçmemiz gerekecek. Yani muhtemelen CHP seçmelerinden bir miktar bu 4-5 partiye bir miktar kayış oldu biz.

Selen Yalaz: Yani biz olmasaydık tablo daha farklıydı diyorsunuz.  

Ali Babacan: Tabi bak ben hemen bazı illerden örnek vereyim.

Selen Yalaz:  Şanlıurfa mesela benim bildiğim vekil çıkartıldı orada değil mi CHP'nin?

Ali Babacan: Evet evet bakın Şanlıurfa’da...

Selen Yalaz: Kahramanmaraş’ta 8 puanlık fark demişim ben.

Ali Babacan: Tabi tabi. Kahramanmaraş'tan hemen başlayım mesela. Kahramanmaraş'ta CHP'nin 1 milletvekili vardı. Ve önceki seçimde aldığı oy %9,5.  Bu seçimde %16.3. Yani 6,8 daha fazla oy almış Kahramanmaraş'ta CHP.  Ve bizim adayımız il başkanımızda 2. Sıradaydı. Bizim adayımızda seçildi. Yani CHP'nin bir milletvekili var iken bu seçimde iki milletvekili oldu.  İkincisi bizim adayımız ama oylar da %9,5'tan %16'ya çıkmış. Ve toplamda Türkiye genelinde CHP'nin oy artışı %2,5 iken mesela Maraş'ta %6,8'lik oy artışı var. Mesela bahsettiğiniz gibi Şanlıurfa.  Mesela Şanlıurfa'da CHP'nin bir önceki seçimdeki oyu %3,5 bu seçimdeki oyu %8. 1 milletvekilinden 2 milletvekiline çıkmış durumda Şanlıurfa'da mesela. Ya da diyelim ki başka bir ile geçelim. Mesela Diyarbakır. Diyarbakır'da CHP'nin oyu %2 iken %8'e çıktı. 4'e katladı. Diyarbakır'da CHP'nin hiç milletvekili yok idi bizim adayımız ikinci sıradaydı ve CHP'nin birinci sıradaki adayı kazandı bizim adayımız kazanamadı. Ama oylar %2'den 8'e çıktı ve Diyarbakır’da CHP'nin şimdi 1 milletvekili var. Dolayısıyla bizim seçime girdiğimiz her yerde ama her yerde CHP'nin oy artışları var ve ortalaması bunun 2.5 puan üzerinde.  Sadece bizim de değil mesela diyelim ki Gelecek Partisi. İl başkanları Şırnak'tan 1. sıra adaydı. Oyları %2,2’den 8,7’ye çıktı. Tam dörde katladı Şırnak’tan CHP’nin oyu. Mesela bizim Siirt İl başkanımız 1. sıradan aday oldu Siirt'teki oyu CHP'nin %2'den %7.8 çıktı. Neredeyse dörde katladı. Ha bizim arkadaşımız kazanamadı ama bizim arkadaşımızın 1.sırada aday olması Siirt'te CHP'nin oyunu %2’den % 8’e çıkarttı. Dolayısıyla eğer bizim adaylarımızın olduğu yerlerde CHP'nin oyu Türkiye ortalaması olan 2.5’ten daha fazla arttıysa bunun en önemli sebebi bizim arkadaşlarımız ve bizim oralarda yoğun çaba ortaya koymamız.

Selen Yalaz:  Şimdi şöyle bir tablo var. CHP'nin 2018'de % 2,5 arttı oyu 22,8 den 25,3'e çıktı.  Bir önceki seçimde 146 vekilmiş.  Şimdi sandalye sayısı parlamentoda 169. Yani 23 vekil arttırdı bu tabloda. Siz 15 vekil aldınız. Deniyor ki alındığı kadar acaba oy getirdi mi? Ama siz diyorsunuz ki biz olmasaydık zaten tablo ortada.

Ali Babacan: Yani hesap çok açık yani tablo çok açık yani. Yani bizim adaylar hatta Rize mesela.  Bizim adımız yok Rize'de. Cumhuriyet Halk Partisi ilk defa vekil çıkardı İlk defa. 12.9'dan 21,5’e çıkmış. Ve Rize’de seçilen milletvekili bizim Hasan Karal bizim daha önce Rize'de milletvekilliği yapmış şimdi İstanbul milletvekili olmuş Hasan Karal’a özel teşekkür etti.  Dedi ki bu seçilebilmem için Hasan Karal Bey'e de teşekkür ediyorum.  Çünkü onun desteği benim için burada çok kıymetliydi. Onun desteği de benim seçilmemi sağlayan en önemli unsurlardan birisidir dedi. Basın toplantısında bunu açıkladı yani. Dolayısıyla şunu ben kesinlikle reddediyorum. İşte DEVA Partisi’nin katkısı olmadı. Kesinlikle reddediyorum. Çok büyük katkımız oldu. Zaten katkımızın olacağını bildiğimiz için biz CHP'yle anlaşıp da girdik. Katkımızın olacağına CHP de inanıyordu. Onun için aynı listeden girdik bir, ikincisi de şöyle bir sonuçlara baktığımızda bizim 15 milletvekilimizin 15'i de helalinden kazandı. Tam da hakları. Yani annelerinden emdikleri süt kadar helal 15 arkadaşımız. Dolayısıyla biz bu yaygaraya kuru gürültüye pabuç bırakmayız. Hak ettik aldık.  Eğer ortak liste yapmasaydık, tersine simülasyon yapalım CHP'de daha az milletvekili çıkaracaktı bizde daha az milletvekili çıkaracaktık.  Çünkü rakamlar çok açık ortada yani. Ortak liste havuzu büyüttü ve herkes de daha fazla milletvekili çıkardı.  Şöyle diyeceksiniz ya işte çok eleştiri geldi bugün ki aklınız olsaydı baştan listeye girer miydiniz? Hayır. Bugünkü aklımız olsaydı biz yine ortak lise yapardık ve yine bu şekilde girerdik.  Bu seçime özel bir şey. Diğer seçimlerde ne yaparız ne ederiz oturulur konuşulur bakılır. Önemli olan burada Türkiye için en iyi sonucu almak. Ortak listeden girmek aslında bir fedakârlık bakın bunu unutmayalım.  Yani ortak listeden girdiğinizde aslında her parti biraz fedakârlık yapıyor. CHP fedakârlık yapıyor çünkü kendi içinde bunu yönetmek kolay değil.

Yani CHP içinde insanlar diyor ki ya bak biz yokuz listede ama DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin, Demokrat Parti’nin, Saadet Partisi’nin adayları var. Hatta İYİ Parti’nin de adayları var biliyorsunuz 5 aday.  Yani onlar fermuar sistemi yaptılar ama ayrıca döndüler CHP'ye 5 tane de isim verdiler sizin listenizden girsin bu arkadaşlar diye. Dolayısıyla aslında CHP'nin listelerinde 6 partiden adaylar vardı yani toplamda baktığımızda. CHP için kolay değil, bizim için kolay değil. Çünkü 3 yıldır büyük bir emek ortaya koyuyoruz.  DEVA logosu DEVA markasını oturtmak için yani dünyanın emeğini harcadık. 766 tane ilçe başkanlığımız var bizim. Tabela var 766 ilçede. 81 ilde DEVA Partisi’nin il başkanlığı var. Şimdi bütün bu teşkilatımızın biz seçimlere kendi logomuzla girmiyoruz kararımızın karşısındaki moral bozukluğunu hesap ediyorsunuz herhalde. Kolay değil, büyük bir fedakârlık yaptık.  Ama bu nedir herkes fedakârlık yaptı ama nihayetinde hep beraber kazanalım ve Türkiye kazansın diye biz fedakârlığı yaptık.  Arkadaşlarımıza ben dedim açık açık bakın dedim kritik karar noktalarında arkadaşlar önce Türkiye mi önce DEVA mı diye önümüze seçenekler çıkacak. Çünkü uzun bir yolculuğa çıktık biz böyle bir seçimlik bir parti değiliz uzun bir yolculuğa çıktık. Yani uzun yolculukta önümüzde pek çok karar çıkacak. Ve genelde şu ikilemi yaşayacağız; Türkiye mi DEVA mı? Türkiye mi DEVA mı? Bu ikilemi yaşadığımız her kararımız Türkiye olacaktır. Bunu açıkça ben söyleyeyim baştan. Biz Türkiye önemli değil kendi partimizi düşünelim dediğimizde vatandaşlık görevimizi yerine getiremeyiz.  Mümkün değil. Her karar noktasında karşımıza bu ikilemi görürsek Türkiye’mi DEVA mı? Türkiye deyip devam edeceğiz.

Selen Yalaz: Konuyla ilgili eleştiriler geldiğinde sizin daha önceki açıklamalarınızı hatırlatıyor seçimden önce. Bu teklif CHP'den geldiğinde biz kendi kitlemizin tamamını CHP listelerine taşımayabiliriz dedik, dürüst olmak zorundayız dedik. Yani biz bütün oy kitlemizi olduğu gibi paket halinde buraya taşıyamayabiliriz demiştiniz. Böyle mi oldu?

Ali Babacan: Çünkü biz hakikat siyaseti yapıyoruz. Siyaseti hakikat üzerinden yapıyoruz. Bu teklif bize geldiğinde biz kendilerine bunu açıkça söyledik. Bakın birkaç tane ortak listeden girmenin birkaç tane dezavantajı var.  Ya bu defa dezavantajlardan bir tanesi şu; biz ilk defa seçime girecek bir siyasi partiyiz. Dolayısıyla gönlü bizde olan bize oy vermeye niyetli olan vatandaşlarımız ilk defa sandığa gidecek.  Dolayısıyla bu vatandaşlarımızın biz %100'ünü tamamını CHP logosunun altına taşıyamayabiliriz diye baştan ben bunu söyledim açık açık kamuoyuna da söyledim.  Hatta kamuoyunda söyleyince de beni eleştiriler. Ya siyasi yanlış yapıyor niye böyle konuşuyor. Kim ne derse desin biz siyaseti hakikatler üzerinden yapmaya devam edeceğiz. Hep doğruları konuşacağız. Çünkü güveni inşa etmediğinizde nihayetinde başarı gelmez. Ve bunu biz açık açık söyledik ama oradaki frenin en az olması için yani mümkün olduğunca DEVA'ya destek veren vatandaşlarımızın gelip CHP'ye evet demesi için de elimizden gelen her şeyi yaptık. 3 büyük şehirde dünyanın billboard harcamasını yaptık. Dünyanın reklam harcamasını yaptık ki mümkün olduğu kadar DEVA seçmeni gelsin Sayın Kılıçdaroğlu'na ve CHP'nin logosunun altına evet desin diye. Yani bunlar yeni kurulmuş 3 yıllık bir siyasi parti için hazineden bir kuruş para almayan bir siyasi parti için çok büyük işler yani. Biz elimizden gelen her şeyi yaptık ve sonuçta ortada. Demek ki yani rakamlara baktığımızda işte bizim arkadaşlarımız adaylarımız nereden girdiyse orada fark oluşturmuşlar. ya mesela Gaziantep'te değil mi? Gaziantep'te bakın %15'ten %20'ye çıkmış CHP'nin oyu.  Bizim il başkanımız 3. Sıradan adaydı ve Gaziantep'te artı bir milletvekili oluştu. CHP’nin 2 milletvekili vardı şimdi 3 oldu ve üçüncüsü bizim il başkanımız.  Ertuğrul Kaya şimdi orada milletvekili. Ve 5 puan artış var Gaziantep'te. Hele yüzdeye vurursanız 15'ten 20'ye çıkmış. Diyarbakır dediniz evet Diyarbakır'da CHP'nin milletvekili yokken çıktı. Çünkü bizim 2. Sıra adayımız Ali İhsan Bey orada çiftçilikle uğraşan çok da bilinen Bismilli çok iyi bir aile çok çalıştı. Bizim Ali İhsan Bey'in çalışması 1. sıradaki CHP'li vekilin seçilmesine de çok yardımcı oldu. %2'den %8'e çıkıyor Diyarbakır gibi bir yerde. Türkiye genelinde artış oranı %22.8'den %25'e Diyarbakır'da %2’den 8’e, 4’e katlamış oylar yani. Dolayısıyla burada DEVA’nın katkısı yok demek büyük bir haksızlık ve biz bu haksızlığı kabul etmiyoruz reddediyoruz yani.  Kim ne derse desin. Biz hakkımızdı ve hakkımızı aldık.

Selen Yalaz: İkinci tur da nasıl bir stratejiniz var DEVA Partisi olarak. Şimdi herkes seçim bölgesinde Sayın Akşener İstanbul'da yapıyor bu çalışmaları. Siz neler yapıyorsunuz?

Ali Babacan: Ben şahsen ne yapıyorum? 3 gündür Ankara'da işte bugün akşamüstü İstanbul'a geldim. Sahada birebir vatandaşlarımızda buluşuyorum.

Selen Yalaz: Mitingden vazgeçildi zaten.

 Ali Babacan: Miting yapmıyoruz. Çünkü mitingde genelde sizi destekleyen kitle geliyor yani biz bize sohbet ediyoruz yani.

Selen Yalaz:  Peki ilk turu niye yaptınız?  

Ali Babacan: İlk turda gerekiyordu çünkü İlk turda o alanların coşkusu önemliydi o alanlarda gelen kalabalıklar bizlere olan desteğin partimize ya da millet ittifakı olan toplam desteğin tüm Türkiye tarafından görülmesi açısından önemliydi. Mitingler vasıtasıyla da mesajlarımızı sadece o alanda değil bütün Türkiye'ye vermiş olduk.  Ama artık ikinci turda ikinci turda tekrar aynı kitleyi mitinge çağırıp da Ankara mitinginin bir yenisini yapmamızın çok anlamı yok zaten. Biz orada vereceğimiz mesajı verdik. Türkiye'ye vereceğimiz mesajları verdik. Şimdi ne yapıyoruz? Tamamen kanal iletişimi. yani sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, hemşehri dernekleri ne bileyim taksi durakları, berberler, kuaförler vatandaşlarımızın gençlerin kalabalık olduğu mekanlar yani oralara ekipler kurduk. Ama ekipler böyle 30-40 kişilik ekipler değil yani 3-5 kişilik ekipler. O 3-5 kişilik ekipler bütün Türkiye'yi tarıyor.  Ben de o 3-5 kişilik bir ekip yapıyorum böyle büyük bir 30-4 kişilik bir teşkilat şeyiyle yapmıyorum. Hatta arkadaşlarımıza bazı programlarda haber vermiyorum ki çünkü duyunca sağ olsunlar hemen geliyorlar fakat kalabalık olunca da diyorum ki arkadaşlar biz burada yapıyoruz çalışma.  30 kişi arkamda olacağınıza 10 tane üçer kişilik gruba ayrılın gidin siz de başka yerde çalışın diyorum arkadaşlarıma ki herkes ayrı ayrı yerlerde çalışsın. Ev ziyaretleri önemli esnaf ziyaretleri önemli ve özellikle de bu 2. turda kanaatini değiştirebilecek vatandaşlar hedef kitle ve oy kullanmayanlar. Ve tabii ki işte geçersiz bir milyon oy var işte Sinan Oğan’a destek veren vatandaşlarımız var. Bütün bunları böyle hedef kitleleri bölüp yapıyoruz.  Sadece ben değil diğer genel başkanların da ağırlıklı olarak programları bu şekilde dikkat ederseniz ilan ettikleri programlar bu şekilde. Ama biz bunu bakın 14 Mayıs'ta seçim oldu ben 15 Mayıs'ta bütün teşkilatımıza çağırdı yaptım. Arkadaşlar hemen dedim sahaya çıkıyoruz. Beklemeye gerek yok. Üflemeye püflemeye de gerek yok. Tamam, yani evet sonuçlar beklediğimizden bir miktar daha aşağıda. Ama bu fark kapanamayacak fark değil. 2.5 da kapanır 12,5 lira dedim ve hep beraber çalışmaya başladık.

Selen Yalaz:  Özellikle ilk turdaki tablo bize gösteriyor ki kırsaldaki seçmen ya oraya ulaşmakta zaten sıkıntı var. Çünkü şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz; seçim eşit şartlarda yapılmadı. Yani iktidar tüm devlet olanaklarıyla bu seçime girdi. Işte bakanlıklarda seçim çalışmaları yapıldı vesaire vesaire.  Ya da işte TRT rakamlarını açıkladı. 36 saate 36 dakika gibi rakamlar var.  Canlı yayın saatleri var önümüzde.  Ama şimdi Millet İttifakı şunu biliyordu. Yani bu seçime gidildiğinde bu şartların eşit olmayacağı özellikle işte propaganda aracının iktidarının elindeki kadar kuvvetli olmayacağı, özellikle kırsaldaki seçmene seslenme konusunda işte bu ortak mutabakat metnini anlatma, anayasayı anlatma noktasında daha farklı bir strateji belirlenmeliydi ya da biz bu artık 2.tur için şunu yapıyoruz dediğiniz bir şey var mı?

Ali Babacan: Doğru genelde böyle kırsalda yaşayan vatandaşlarımız yaşı biraz ileri olan vatandaşlarımız ve aynı zamanda da eğitim seviyesi biraz daha geride olan vatandaşlarımızda Sayın Erdoğan'a destek biraz daha fazla.  Yani o istatistiklerde bize onu gösteriyor. O vatandaşlarımızın da çoğunun evinde internet bağlantısı yok. Ve çoğu dünyayı TRT'den izlemeye çalışıyor. Yani o eski alışkanlıklar, hani TRT devlet kanalıdır. Hani diyorum ya hep doğruyu söyleyenin ilk yalanına inanırsınız diye yani TRT gibi yıllarca tarafsız yayın yapan yıllarca bütün vatandaşların topladığı vergiyle çalıştığı için TRT, her partiye eşit mesafede duran TRT son yıllarda tamamen propaganda makinesi haline geldi.  İktidarın propagandasını yapıyor sürekli. Ama vatandaşlarımızın bunu anlaması adapte olması ister istemez biraz vakit alıyor.  o eski bildikleri TRT güvendikleri TRT, haberlerin objektif olarak yorumlarında objektif olarak kendilerine sağlayan TRT artık taraflı olmaya başladı. Ama o taraflı olduğunu insanların anlaması ya bir de dur bakayım alternatif bir şey dinleyeyim falan bunların hepsi zaman alan şeyler. Kırsalda dönüşüm biraz daha yavaş oluyor. Yani şehirlerde dönüşüm daha hızlı kırsalda biraz daha yavaş oluyor.  İnternet ulaşımı olan sosyal medyadan ya da internet haberlerinden Türkiye'yi siyaseti izleyen vatandaşlarımız daha çabuk adapte olabiliyorlar. Böyle bir gerçekte var karşımızda.  bu tabi şunu bütün partilerde şunu görmeli bu taban siyaseti dediğimiz yani birebir temasla yapılan siyaset olmadan bu iş olmuyor.  Şu an o yapılıyor ve bundan sonra da yani seçimlerden sonra da bu taban siyasetinin ne kadar önemli olduğunu herkesin idrak etmesi lazım.  Her partinin taban siyasetinde daha fazla ağırlık vermesi lazım.  Bizde dahil. Tabii biz yeni bir siyasi partiyiz, tabii ki şehirlerde ve merkezlerde önce örgütlendik. Merkezde başlıyor bu iş ondan sonra yayılıyor.  Bu bizim için de geçerli ama biz çok sağlam bir temel attık bütün Türkiye genelinde tam terazide.  81 ilde de var olan. Zaten bizim bu ittifaka katkımız bu ortak liseye katkımız da oradan oldu. 81 ilde birden desteğimiz olduğu için bazı illerde diyelim ki 2 puan öbür tarafta 3 puan 4 puan 5 puan falan derken çok sayıda seçim bölgesinde fark oluşturacak bir katkı sağlamış olduk biz. Bu yaygın desteğin ve yaygın örgüt yapısının en büyük avantajı oldu bizim için.  Mesela geçtiğimiz perşembe günü çarşamba günü koordinasyonu toplantısı yaptık ya 6 genel başkan.  Perşembe günü CHP örgütüne bir genelge yayınlandı. Dendi ki her sabah il başkanları toplansın CHP İl Başkanının koordinasyonunda 81 ilde toplantı yapılsın ve sahaya çıkılsın diye. Şimdi perşembe genelge yayınlandı cuma cumartesi günü ben bütün il başkanlarımızı ben telefonla bir turlattırdım. Bir, davet geldi mi? İki katıldınız mı diye.  Bir chek edelim dedik yani hani sistem çalışıyor mu?  Gerçi bunu raporlamaları falan otomatik görüyor ama direkt yani genel başkan olarak ben bizzat bir arkadaşımızı görevlendirdim. Arattırdım. Baktım 81 il başkanımızın 75'ine davet gelmiş ve onlar da toplantılara katılmışlar. Ha dedim güzel demek ki sistem ve koordinasyon işliyor. Dolayısıyla bütün bu satıhta çalışmanın da bir faydası var. Bunun faydasını biz şimdi sandık güvenliğinde de aslında görüyoruz ve göreceğiz sandık güvenliğinde.

Selen Yalaz: Orayı ayrıca konuşacağız. Sandık güvenliği meselesi önemli. Şimdi biraz parlamentodaki dengeden de bahsetmek istiyorum. Milletvekili seçimleri tamamlandı. Şimdi cumhurbaşkanlığında millet anahtarı kimseye teslim etmedi ama parlamentodaki denge şu an Cumhur ittifakı lehine.  322 milletvekili sandalyeye sahip, Millet ittifakı da 213 milletvekiline sahip. Daha önce seçimlerden önce hep şunu söylüyorduk, eğer daha doğrusu işte siyaset bilimciler sizler eğer seçimin ikinci tura kalması ihtimalinde parlamentodaki denge çok kritik ve önemli.  Çünkü oradaki sandalye üstünlüğü o iradeyi daha da kuvvetlendirmek isteyecektir ve dolayısıyla oy o tarafa doğru yani sandalye sayısını daha fazla olduğu ittifaka doğru gidecektir. Çünkü işte klasik bir deyimi var topal ördek yaratılmak istenmez. Ne dersiniz yani özellikle parlamentodaki bu denge ikinci turu daha da zorlaştırıyor mu?

Ali Babacan:  Bir miktar psikolojik etkisi var ama bizim hedefimiz ve olması gereken şu anda aslında Türkiye'de güçler ayrımı diyorsak denge kontrolü diyorsak parlamentoda sadece 22 milletvekiliyle olan bu Cumhur ittifakının artısını dengeleyecek bir yürütme. Yani yasama da bir miktar Cumhur ittifakının lehine bir tablo var sadece artı 22 milletvekiliyle. Ama yürütmede de Millet ittifakının olması tam da Türkiye'nin şu anda en büyük ihtiyacı. Çünkü bu tek adam sistemine yani bir kişinin keyfi olarak aklına geleni yaptığı bir sistemin ülkeye nasıl büyük zarar verdiğini gördük.  Yani vatandaşlarımız şu anda Sayın Erdoğan'a destek veriyor AK Parti'ye destek veriyor olabilir ki AK Parti'nin oylarında da çok ciddi düşme var biliyorsunuz. Yani onu pek konuşmuyoruz da işte zafer kazanç mazanç derken 6.7 puanlık düşme var.  Yani AK Parti'nin oyları ta 2002'ye döndü. 2015 seçimlerinden bu yana AK Parti sürekli zemin kaybediyor aslında. Erdoğan ancak yanına başka ortakları kata kata kata pozisyonunu korumaya çalışıyor. Yoksa dönse sadece AK Parti Genel Başkanı olarak AK Parti'ye oy istese AK Parti'nin aday olması kazanmasın mümkün değil yani.  Ancak ortakların sayısını çoğaltarak bunu telafi etmeye çalışıyor. Böyle bir gerçek var karşımızda. Dolayısıyla ve burada yani tek imzayla aklına geleni yaptığı dönemde ülke büyük zemin kaybetti. Gerçekten enflasyon başta olmak üzere hayat pahalılığı başta olmak üzere ülke büyük zarar gördü zarar görüyor. Tam yeri gelmişken aslında niye denge kontrolü gerekiyor bir grafiğimiz olması lazım. Örnek otomobilin fiyatını gösteren bir grafik olması lazım. Otomobil fiyatı nereden nereye geldi onu görelim.  Şimdi bütün bu ekonomideki kötü tablo bir kişinin plansız programsız dediniz ya plan program iyi değil diyorlar diye plansız programsız bu ülkeyi yönetmenin sonucu. Rakamlar ortada bakın. Ben ekonomi yönetimini ne zaman bıraktım? 2015'te. 2015'te aynı arabanın fiyatı 92.700, Erdoğan tek başına ülkeyi yönetmeye başladığında 180 bin lira olmuş. Sadece 5 yıl önce yani tek imzayla yönetiyor ya 2018'den bu yana arabanın fiyatı aynı model araba. Markasını kapattık özellikle reklam olmasın diye. 181 bin liralık araba şu anda 1 milyon 228 bin lira.

Selen Yalaz: Sizin bununla ilgili anlattığınız bir örnek de var.

Ali Babacan:  2 ay önce bir berberde karşılaştığımız bir genç bana anlattı. Dedi ki; ben dedi üniversiteden 22 yaşında mezun oldum dedi mühendis olarak dedi sıfır model bir araba aldım dedi. 10 yıl önce tabii ekonominin başında ben varım o dönemde. Zaten oradan açtı konuyu ve ben dedi maaşımla taksileri rahat ödüyordum dedi. Yani maaşım otomobil taksitini ödüyordu geri kalanıyla da geçiniyordum dedi. O araba dedi tam 10 yaşına geldi şu anda dedi biraz eskidi de dedi fakat ben değiştiremiyorum dedi. Çünkü şu andaki maaşımla bu arabanın yenisini almam imkânsız dedi. Canlı örnek. Yani son 10 yılda vatandaşlarımızın satın alma gücü nasıl düşmüş canlı örnek işte bu otomobil fiyatından da görüyorsunuz. Şu anda vatandaşlarımız milyonlarca gencimiz ömür boyunca bir otomobil dahi alamayacağını söylüyor. Alamam diyorlar ömür boyunca bir otomobil sahibi olamam diyor. Hele hele ev sahibi olmak imkânsız. Milyonlarca insanımız için artık bir ev sahibi olmak bu ülkede imkânsız. Dolayısıyla şu nereden geldik buraya? Sayın Erdoğan'a veya AK Parti'ye destek veren vatandaşlarımız daha iyisi olacak diye destek vermiyor ya daha kötüsü olursa diye korkudan destek veriyor. Erdoğan da tam bu korku üzerinden gidiyor zaten. İnsanları korkutarak siyaset yapıyor. Bakın diyor ben olmazsam diyor işte ülke bölünecek diyor, ben olmazsam diyor dininizi yaşayamayacaksınız.

Selen Yalaz: Kendi bekasıyla Türkiye’nin bekasını ortaklaştırıyor aslında.

Ali Babacan: Evet çünkü ümit oluşturamıyor ümit siyaseti yapamıyor. Ümit siyaseti yapamayınca korku siyaseti ile insanları korkutarak oy almaya çalışıyor. Gerçekten durum çok çok vahim. Çok üzülüyoruz. Mesela son bir şey daha gösterelim. 51 nolu grafik var onu da bir görürsek ülkenin kaynakları nereye nasıl heba oluyor. Çok fazla rakama boğmayacağım merak etmeyin. Bakın devletin bütçesinden ödenen faiz.  2018'de Erdoğan tek imzayla ülkeyi yönetmeye başladığında o yıl ödenen faiz 74, bu yıl bütçeye koydukları 565 milyar. 74 milyar nereye 565 milyar nereye? Ve bu faizi kimden topluyor?  Sizin maaş bordonuzda gelir vergisi ödüyorsunuz ya oradan alıyor. Alışverişe gittiniz bir kilo peynir aldınız KDV ödediniz %8, %1 gıdadan gıdaya fark ediyor. Oradan alıyor alıyor onların hepsini bir heybeye dolduruyor ve olduğu gibi faize ödüyor. Milletten toplanan vergiler şu anda ağırlıklı olarak faize gidiyor ve bütçedeki en büyük ödeme kalemlerinden birisi haline geldi şu anda faiz.  Bu kötü yönetimin sonucu.  Tek kişinin ben ekonomistim benim alanım ekonomi deyip aslında bilmediği pek de anlamadığı bir alana plansız programsız övündükleri, övünüyorlar diyorsunuz ya plan program neymiş falan diye, Türkiye'nin geldiği durum bu. Yazık ama. Bunların hepsi düzelir çok da çabuk düzelir ama bunun için dürüst ve ehil kadrolar gerekiyor. Gerçekten iyi hazırlıklar gerekiyor bizim yaptığımız gibi iyi hazırlıklar gerekiyor. Bunları yapmazsanız hazırlığınız olmazsa yönetemezsiniz. Dürüst ve ehli kadrolar iş başında olmazsa asla ama asla yönetemezsiniz. Ve çok büyük tehlike var inanın ya. Bugünü mumla ararız. Yani Erdoğan tekrar seçilirse bakın bu kayda geçiyor ya şu andaki programımız Bugün ayın kaçı? 22 Mayıs Pazartesi. Şu anda saat 22:24. Kayda geçiyor. Erdoğan kazanırsa göreceğiz 6 ay sonra bir sene sonra şu anda ülkemiz bugünkü noktadan çok daha kötü olacak. Çünkü kadrolar çok kötü bilmiyorlar. Ve maalesef hırsızlık yolsuzluk israf o kadar aldı başına gitti ki yani bazen şu da oluyor insanlar şöyle de düşünebiliyor. Ya tamam yolsuzluk var ama bir şeyler de oluyor. Ya da ya yolsuzluk var nasıl olsa yolsuzluk bu ülkede oluyor ama ya daha kötü olursa? Gibi hissiyatlar çok yaygın toplumda. Biz de bunun farkındayız. Biz de hayır diyoruz. Yani bu ülke hem dürüstçe yönetilebilir hem de bu ülke zengin olabilir. Gençlerimiz mutlu olabilir umutlu olabilir. Bu mümkün diyoruz ve bunu da yapmak için hazırlanıyoruz.

Selen Yalaz: Siz 6 ay 1 yıl sonra dediniz ama bugün sabah 20-60'ın üstündeydi kur Dolar kuru. Dolayısıyla ben 29 Mayıs sabahına nasıl uyanacağız ben onu biraz sormak istiyorum? Yani 6 ay 1 sene sonrası değil de çok yakın bir tarihte ne görüyorsunuz?

Ali Babacan: Yani aslında dökme suyuyla değirmen dönüyor şu anda tam. Atasözü vardır ya dökme suyuyla değirmen dönmez diye şu anda dökme suyuyla değirmeni döndürmeye çalışıyorlar. Çünkü 3 milyar dolar Birleşik Arap Emirliklerinden yalvar, 5 milyar dolar Suudi Arabistan'dan yalvar, dön Putin’e ‘ya param yok gaz parası ödeyemiyorum doğalgazın şunu biraz ertele’ de, oralardan nefes aldırmaya çalışarak çarkları döndür.  Öyle gitmez bu iş. Ve bir gün gelir çok kötü tıkanır. Üstelik bu kur korumalı mevduattaki 120 milyar dolara çıktı şu andaki kur korumalı mevduat. tam bir bombayı koydular sistemin ortasına tam bir bomba. Yani bu bomba ya patlayacak ya da bomba imha ekipleri gelecek bu bombayı zararsız bir şekilde işte yöneterek yöneterek yöneterek yöneterek toprağın altına gömecekler ki onlar biz olacağız yani.

Selen Yalaz: Bu kredi avansını sormak istiyorum ayrıca. Merkez Bankası müdahale etti ne demek? Ne oluyor?

Ali Babacan: Nakit avans var ya kredi kartından nakit çekebiliyorsun. Bankalar zaten kredi musluklarını önemli ölçüde kapattılar. Yani bir KOBİ’nin bir küçük esnafın bankadan doğru düzgün kredi alması mümkün değil. Ancak iktidara yakın olacaksınız da iktidar partisinden ya da hükümetten bir telefon gidecek de bankaya size kredi versinler. Yoksa normal şartlarda kredi muslukları son haftalarda tamamen kapatılmış durumda. Ancak insanların kredi kartıyla kullandığı bir nakit avans imkânı var. Ve korkudan altın ya da döviz almak istiyor insanlar. Kredi kartından avansı çekiyor gidiyor döviz alıyor altın alıyor. Döviz bürolarının önünden geçtiniz mi hiç son günlerde? Özellikle döviz bürolarının önüne bakın kuyruk. Ben çünkü Ara ara iniyorum soruyorum döviz bürolarına. Alan mı çok satan mı çok diyorum, ya alan çok başkanım diyorlar alan çok yani.  Şimdi parayı bulabilmek için insanlar ne yapıyor? Kredi kartından avansı çekeyim işte 10. 000 bin lira 15.000'de gideyim bir Cumhuriyet altını alayım ya da gideyim şöyle 500 dolar kenara koyayım da hiç olmazsa kendimi güvenceye alayım diyor insanlar.

Selen Yalaz: Ama sonra Merkez Bankası bu karardan geri döndü.

Ali Babacan: O kadar büyük kıyamet koptu ki Türkiye'de Tabii çok geniş kitleleri etkileyen bir iş bu milyonlarca kredi kartı kullanıcısı var.  Büyük tepki gelince mecburen geri adım atmak zorunda kaldılar. Ama şu anda bankalar üzerine büyük baskı yapıyorlar. Zorla bankalar Eurobond satıyorlar. Zorla tahvil satıyorlar. Çünkü dışarda Eurobond ihraç etse yeterince talep gelmiyor. Yani devlet borçlanırken borçlanma imkânları gittikçe sınırlanıyor sınırlanıyor bu sefer kendi bankalarımıza baskı yapıyorlar. Sen illa para ver ben sana Eurobond satayım para ver ben sana tahvil satayım diyorlar. şu anda bankalar da çok büyük baskı altında. Ve ellerindeki kaynakları hazineye kullandırmak zorunda kalıyorlar çünkü hazinenin paraya ihtiyacı var. Onun için piyasaya kredi musluklarını önemli ölçüde kapatmış durumdalar. Ama böyle gitmez bu yani böyle gitmez. Rasyonalite gelmeyince olmaz. Rasyonaliteyi de biz getireceğiz. Yoksa bu kafayla ve bu kadrolarla asla ama asla mümkün olmayacak yapamayacaklar yani. Kafalarının dikine gittiği sürece ve bu kadrolarla çalıştıkları sürece bu ülkenin ekonomisinin düzenlemesi mümkün değil. Bakmayın 3-5 tane böyle proje ile insanlara bir şeyler sunarak bakın diyorlar biz bunları ürettik. TOGG değil mi? Evet Türkiye için çok önemli projedir. Kendi yerli markamızın olması önemlidir ama ya bugüne kadar Türkiye'nin bir tane değil 3 tane 5 tane TOGG’u olması lazım. Bugün savunma sanayinde öyle bir iki tane firma değil 20 tane 50 tane 100 tane firma olması lazımdı. Ve bunlar olurdu ama yatırım ortamı maalesef çok bozuk. Hukuk adalet yok. Mahkemelerde işler çok uzun sürüyor. Hükümete yakın olmayanın yatırım yapması para kazanması adeta imkânsız. Kim büyük bir iş yapayım dese hemen yanına ortak vermeye kalkıyorlar hemen taleplerde bulunuyorlar. Yatırımcılar yaka silkiyor ya yeter diyorlar. Yani iş yapmak isteyen yatırım yapmak isteyen alnının teriyle üretim yapmak isteyen herkes şu anda Türkiye'de çok büyük zorluk yaşıyor. Hükümetle iyi anlaşıyorsanız adamınız varsa oralarda, torpil alıyorsanız, ihalesiz devletle iş yapabiliyorsanız ki onu yapan az sayıda firma var.  Onlar mutlu. Onun için bir avuç insan daha zengin oluyor Türkiye'de ama geniş kesimlerde yoksullaşıyor.

 Selen Yalaz: Peki, sayın genel başkan az önce tablolar üzerinden de anlattınız. Bu seçim için özellikle ekonomi çok belirleyici dedik. İşte altını çizdiniz TOGG mu soğan mı tartışmaları yapıldı. Hatta Sözcü’nün seçimden sonra bir manşet, var. TOGG’muş meğerse denildi.

Ali Babacan: O da bir başka yanlış. Sözcü’nün o sayfası felaketti yani. Olmaz vatandaşı suçlayamazsınız yani böyle bir şey yok. Siyasette vatandaşı suçlama diye bir şey yok.

Selen Yalaz: Şimdi ben de onu anlamaya çalışacağım. Soğanın 30 kilo olduğu işte kıymanın kilosunun 300 lira dedik. Dolayısıyla böyle bir ekonomik tabloda da yani seçmen sofrasını mı büyütmek istemedi böyle bir tablo varken neden tekrar?

Ali Babacan: Şimdi bizim milletimizde vatanseverlik duygusu çok yüksektir.  Aynı zamanda belli toplum kesimlerinde de dini hassasiyetler çok yüksek.  Yani bizim vatandaşlarımız der ki ben aç kalmaya razıyım Yeter ki vatan bölünmesin der bunu bizim vatandaşlarımız. Ben aç kalmaya razıyım yeter ki benim dinime ibadetime kimse karışmasın. Bunu der bizim vatandaşımız. Ve bunu demek de hakkı. Ama hükümet de tam da bunu işte istismar etti tam buraya ‘evet ekonomi kötü evet herkes yoksullaştı ama biz gidersek ülke bölünür, biz gidersek bak başörtüne karışırlar’ diye yalan propagandayla vatandaşı maalesef aldattılar. Ve uyguladıkları teknikler bakın bu sosyal medya teknikleri bu trol orduları, bu video kesip biçmeler, bu algı operasyonları bunların tamamı bakın FETÖ tekniğidir.’ bunların tamamı 28 Şubat'ta bu 28 Şubat zihniyetinin tekniğidir. Ve şu anda bakıyoruz zaten Erdoğan'ın sağı solu zaten 28 Şubatçılarla doldu.  Biz anlamadık nasıl olduğunu. Yani bir zamanlar 28 Şubat zihniyetine mücadele edeceğim diye iş başına gelen Erdoğan bugün sağına Çiller’i alıyor soluna Perinçek’i alıyor ondan sonra ülkenin cumhurbaşkanıyım diyor. Ne anladık?  Hani siz 28 Şubat zihniyeti ile mücadele edeceğim diye oy istemediniz mi bu insanlardan? E niye bu 28 Şubatçıları sağınıza sonunuza dolduruyorsunuz? Bu mu ülkeyi yönetme zihniyeti? FETÖ’den de metot öğrendiler 28 Şubatçılardan da metot öğrendiler ve o metotları şu anda yalan siyasetinde hoyratça kullanıyorlar. Biz de üzülüyoruz ya bu insanımıza yazık. Yani insanımızın siz o temiz yüreğini insanımızın o hassasiyetlerini niye istismar ediyorsunuz? Niye insanlara doğruyu söylemiyorsunuz?  Kabul edilebilir bir şey değil.

Selen Yalaz: Peki bu tablonun oluşmasında özellikle terör ve güvenlik kaygısı ve bunun pompalanması da çok önemli bir faktör diyorsunuz.  Hem ekonomi hem bu terör ve güvenlik kaygısı bunları bir şekilde bertaraf etmek ve daha güçlü bir argüman sunmak için mesela işte bakanlıklar açıklansın. Millî Savunma Bakanlığı’nın başına kim gelecek? İçişlerine kim gelecek? Ekonominin başına kim gelecek? Bunların bir şeyi olur muydu faydası olur mu?

Ali Babacan: Şöyle biz zaten bakın 6 genel başkanız. İki de büyükşehir belediye başkanımız var. Zaten 8 kişilik bir kadro olarak milletin önündeyiz. Yani bu da yetmez bir de işte 10 tane bakan ismi öğrenelim. Hatta bir de işte bürokrasiden de isimleri öğrenelim. Bu noktadan sonra bunun getirisinden çok fazla olacağına inanmıyorum doğrusu. Şu var tabii ki insanlar yani öngörülebilirlik netlik sağlamak için bunlar düşünülebilir ama siyasetin realitesi bunu böyle göstermiyor bize yani. Hatta tam tersi ne diyorlar? Mesela ne diyorlar? Bu işte 8 kişi çok fazla onun için milletin kafası karışıyor. Ya bu öyle olmasın işte herkes feragat edersin sadece Sayın Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı olsun değil mi?  Bunu da söylüyorlar.

Selen Yalaz: Şimdi Sayın Davutoğlu’nun da bir açıklaması var hani bir oy artacaksa feragat ederiz. Böyle düşünüyor musunuz?

Ali Babacan: Soru üzerine Sayın Davutoğlu söylemiş. Şimdi bizim bu kararımız yani genel başkanların Cumhurbaşkanı yardımcısı olması kararı ortak bir karar. Bu ortak karar yine bir araya gelip değiştirilebilir tabii ki. Ama bunun değişmesi için de yine 6 genel başkanın bir oturup konuşması gerekir. Ben şunu demeye çalışıyorum şimdi iki yönde de bize öneri geliyor.  Bir yönde diyorlar ki ya bu 8 kişi çok fazla. Bunu 1’e indirin insanların kafasını karıştırmayın diye yoğun talep de var. Öte tarafta da 8 yetmez bir de bütün bakanları da açıklayın, hatta bürokrasiyi de açıklayın diye baskı da var. Dolayısıyla şimdi o mu doğru o mu doğru derken bence şu anda bir ortada bir denge var. Zaten 5 günde kalmış. Daha fazla insanlarımızın vatandaşlarımızın çok fazla kafasını karıştırmadan bir an önce biz asıl hassas olduğumuz konuları belki yeterince anlatmadığımız konuları vatandaşlarımıza yoğun bir şekilde anlatalım ve hazırlıklarımızı onlarla daha iyi paylaşalım. Güvenlik meselesi terörle mücadele zaten hazırız zaten her şey hazır ama bunu daha fazla anlatalım. Vatandaşlarımızın hayat tarzına karışmayacağımızı kimsenin dinine ibadetine müdahale etmeyeceğimizi daha çok vurgulayalım ve bunu insanlarımıza daha çok anlatalım, ikna etmeye çalışacağım. Şu anda bizim odaklandığımız konular ağırlıklı olarak buralar yani. Onun ötesinde son dakikada böyle ne yön değişikliği olur ne politika değişikliği olur ne birdenbire bir şeylerden vazgeçeriz böyle bir şey olmaz.  Ben Cumhurbaşkanı yardımcısı olacağım baştaki anlaşmamız o şekilde yani. Şimdi bakanlardan bahsediyoruz bakan olabilecek de bir sürü arkadaşımız var. Her partide yani hatta 12 arkadaş ki Bilge Bey de dâhil hatırlarsanız İstanbul mitinginin sabahı bir araya geldiler. Her partiden ikişer ekonomi kurmayı 12 kişi bir araya geldiler hatta bir sayfalık da bir ortak açıklama yaptılar. Yani oradaki amaç neydi? Yani bakın bir ekonomi kadrosu var. Yoksa ben Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak zaten bütün süreçlerde ve bütün politikalarda o çekirdek istişare heyetinin bir parçasıyım. Sadece ekonomiyle ilgili değil mesele güvenlik de olsa dış politikada da olsa ne olursa olsun orada görüşlerimizi tecrübelerimizi Tabii ki paylaşacağız ülkemiz daha iyiye gitsin diye. Yoksa o mukayese edilebilecek bir şey değil yani. Onun için bu konular için artık son dakikada böyle fazla kafa karıştırmadan eksiklerimizi tamamlayalım iyi olduğumuz yönleri biraz daha vurgulayalım ve 28 Mayıs'ta hep beraber yürüyelim.

Selen Yalaz: Bir açıklamanız var çok fazla eleştirildi.  Anayasa konusunda Cumhur ittifakı gelin çalışalım beraber derse ona da hazırız dediniz. Aslında neyi anlatıyordunuz niye böyle cımbızlandı bu kelime?

Ali Babacan: Bana soruldu TV5'te yaptığımız bir canlı yayında. Soru şu yani şimdi meclisteki tabloda Cumhur İttifakının milletvekili sayısı da belli oldu Millet İttifakının da milletvekili sayısı belli oldu. Dolayısıyla ne Cumhur İttifakı ne de Millet ittifakının kendi başına anayasayı değiştirme imkânı yok. Peki, sizin de bir anayasa çalışmanız var anayasa değişiklik öneriniz var. Yani parlamenter sisteme geçme ile ilgili öneriniz var. Şimdi bu öneriniz ne olacak? Soru bu. Ben de bu soruya cevaben bazı şeyler söyledim. O söylediğimden yine cımbızlama yaptılar yine maksadı tamamen değiştirecek bir havaya soktular. Zaten bilin ki ne zaman TRT A Haber CNN TÜRK işte bütün o iktidar yanlısı medya benimle ilgili bir şeyler söylüyorlarsa bunların çoğu cımbızlama şeyler. Onun için ben hodri meydan dedim. Beni çağırın ben orada anlatayım sizin kanalınızda anlatayım. Benim anlattıklarımı kesip biçip öyle yalan yanlış şeyler yazmayın. Ben ne dedim cevap olarak? Dedim ki bakın burada dedim tam 84 maddelik bir anayasa değişiklik paketi hazır. 6 parti de bunu imzalamış. Eğer bir noktada anayasa değişikliği gündeme gelirse 6 parti ve Cumhur ittifakı bakar 84 maddeden 50 tanesini hadi değiştirelim kararını alabilir. Bunun önünde bir engel yok. Böyle bir çalışma yapabiliriz dedim. Dediğim bu. Vay neymiş ben Millet İttifakından bilmem burada otururken öbür tarafa göz kırpmışım da bilmem o tarafla farklı ilişkiyi geliştirme falan filan yani. Acayip acayip şeyler yani deli saçması şeyler yani. Ama seçim çok yakın olduğu için ve çok da durum sıkışık olduğu için ben onları da anlıyorum. Yani seçimi kaybetme korkusu onlarda da çok yaygın bakmayın bir özgüvenle işte aldık bitti bu iş havasını vermeye çalıştıklarına. Hiç öyle değil h iç öyle değil. Biliyorlar ki hala burada ciddi sorunlar ve bizim Millet ittifakı olarak kazanmamız yani Sayın Kılıçdaroğlu'nun kazanma ihtimali oldukça sağlam bir ihtimal. Orada duruyor. Ondan da korktuklarından hala ona sallıyorlar buna sallıyorlar arada bana da saldırıyorlar. Dolayısıyla dediğim çok açık ve biz hakikat siyaseti yapıyoruz ya hakikat siyasetinde 360 milletvekiliniz yoksa oturup farklı taraflar bir araya gelince ancak anayasa değişecek. Mesela biz 2003-2004'te Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamak için o günleri hatırlarsanız belki Avrupa Birliği reformlarının çok yoğun olduğu dönemde tam bu 17 Aralık 2004 öncesindeki 2 yıldan bahsediyorum. mecliste sadece iki parti var AK Parti ve CHP. AK Parti ve CHP bir araya geldik ki o gün Baykal’ın Genel Başkan olduğu CHP. Başörtüsü yasağının devam ettiği dönemin CHP'si yani düşünün.  Bir araya geldik ve anayasada çok büyük değişiklikler yaptık referanduma bile götürmedik. Meclis'te değişiklikleri yaptık işi bitirdik. Kopenhag siyasi kriterlerini öyle karşıladık. Ondan sonra Avrupa Birliği müzakereleri başladı. Bütün bunları yaşamış Türkiye bütün bunları yaşamışken ben diyorum ki orada da 360 yok burada da 360 yok anayasa değişmek için konuşacağız diyorum. Vay nasıl sen konuşuruz dersin. İnanın artık buna biraz böyle siyasi hislerimi diyelim siyasi paranoya mı diyelim yani bir psikolojik bir durum da var burada.  Ama bunlardan biz hiç etkilenmiyoruz. Yani ben bunları gene ısrarla inatla söylemeye devam edeceğim. Kim ne derse desin ya. Bana sorduklarında evet anayasaya değiştirmek için buradaki 84 maddenin kaçını değiştirmek istiyorsak otururuz herkesle konuşuruz. Bunu millet için yapıyoruz ya. Bu ülke için yapıyoruz yani. Bu nedir ben anlamıyorum.

 Selen Yalaz: Peki son dakikalarım seçim güvenliğini konuşmak istiyorum. Çok çok önemli bir konu. 2669 sandığa itiraz edildiğini söylemişti Sayın Muharrem Erkek CHP Genel Başkan Yardımcısı ama mesela bugün Aydemir'in Bir tweetini gördüm. Seçimlerde hata usulsüzlük nasıl oluyor usulsüzlükler nasıl tespit edilebilir? Yaklaşık 6 milyon seçmeni kapsayan 22.000 sandık neden şüpheli diye bir dizi şeyler paylaşmış. Şimdi özellikle ilk turda diyebiliyor musunuz ki biz bize oy veren tüm seçmenin oyuna sahip çıktık ve seçim sonucunu değiştirecek herhangi bir sıkıntı yok. Ve biz ikinci tura da ilk turdan farklı şöyle hazırlandık şöyle verileri alıyoruz bambaşka bir strateji ile bu işi götüreceğiz diyor musunuz?

 Ali Babacan: 1. turda ne yaptığımızı çok kısa hemen özetleyeyim. Biliyorsunuz hiçbir siyasi parti sadece kendi kadrolarıyla sandığa sahip çıkamıyor. Siyasi partilerin mutlaka ellerindeki imkanları birleştirmesi gerekiyor.  Ve biz de ne yaptık 6 siyasi parti olarak bir seçim güvenlik komisyonunu oluşturduk ve ortak bir insan kaynağı havuzu oluşturduk. Biz bu ortak insan kaynağı havuzuna bakın 14.950 tane sandık görevlisi ismi verdik 33.900 tane müşahede ismi verdik ve 1192 tane daha avukat ismi verdik. Ve bu isimler nerede ne kadar boşluk varsa CHP bunun koordinasyonu yaptı. Çünkü biz ortak listeye girdiğimiz için YSK'nın resmi muhatabı CHP oldu. Ve sandıkta ancak CHP müşahitleri CHP kartı olan müşahitleri ve CHP'nin sandık görevlileri yer alabildiler. Dolayısıyla ne oldu bizim arkadaşlarımızda CHP müşahit kartı ile ve sandık görevlisi olacaksanız CHP'nin sandık görevlisi olarak yazması durumunda sandık görevlisi oldular. Ama biz ne yaptık? Varlığımız dedik bu ortak çalışmanın varlığına armağan olsun dedik bu isimlerin hepsini verdik. Ve bunlardan boşluk olan illerde İhtiyaç olan illerde bu arkadaşlarımızdan istifade edildi. Bu seçimde ancak bizim müşahit bulunma hakkımız var. Çünkü artık meclis oluştuğu için Cumhurbaşkanlığı seçimi olduğu için 2. tur seçime girmeye hak kazanan partilerin müşahit bulundurma hakkı var. Ama biz buna rağmen ne yaptık? Dedik ki bütün bu isimleri tekrar bildirdik CHP'ye. dedik bunlardan istifade edeceklerinizden istifade edin istifade etmeyeceklerinizde söyleyin çünkü biz onlara DEVA Partisi müşahit kartı vereceğiz dedik ve bu müşahit kartlarından da 50 bin tane bastırdık şimdi onları dağıtıyoruz bütün teşkilata. Ve bizim CHP'nin ihtiyaç fazlası olan yerlerde ilaveden devamında müşahitler olacak bu seçimde böyle bir sistemi kurduk kendi adımıza katkımız bu. Ama Türkiye genelinde baktığımızda hatırlarsanız seçimden önce 6 genel başkan bir araya geldik sadece seçim güvenliğine dönüp bir açıklama yaptık. Ve orada da dedik ki Türkiye'de yaklaşık 200 bin sandık var ve biz tam 560.000 vatandaşlarımızı görevlendirdik dedik. Yani sandık başına iki nokta sekiz kişi. Bu baya iyi bir rakam yani. Ve sandık görevlisi olmayan birkaç ilçe o da geç başvuru olduğu için kaldı oraya da müşahitler görevlendirildi. Yani tasarım yapıldığında hiçbir sandıkta Türkiye genelinde bir boşluk yok. Bir de dolayısıyla bunun açıklanması ve bunun varlığı zaten başlıca bir caydırıcı faktör. Hani biliyorsunuz nasıl Silahlı Kuvvetleri ülkenin varlığı caydırıcıdır.  Yani illa kullanmanız gerekmez illa her gün savaşması gerekmez ama Silahlı Kuvvetlerinin varlığı kötü niyetleri caydırır. Dolayısıyla bizim de bu açıklamamız ve 200.000 sandıkta varız 560.000 kişi görevlendirildi dememiz olası kötü niyetli olası üç kâğıtları önleyen en önemli tedbir oldu zaten. Bunu açıkladığınız anda karşı tarafın yapabileceği her türlü oyunu dalavereyi falan varsa böyle bir şey baştan önleyici caydırıcı bir tedbir oldu. Ne yapacağız? 2. Turda yine bunu yapacağız. 2. Turda iş biraz daha kolaylaşacak. çünkü 1. Turda biliyorsunuz çarşaf gibi pusula. Katla katla zarfa sığmıyor. Açarken zor şey yaparken zor. Ama şu anda aynı referandum gibi. Tek bir pusula 2 tane aday. Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu? Dolayısıyla bu seçim seçim güvenliğini kazanmak çok daha kolay olacak. Sonuçlar çok daha hızlanacak. Ve bizim görevlendirdiğimiz arkadaşlar 1. Tura göre daha rahat bir denetimi sağlamış olacaklar Türkiye genelinde.  Dolayısıyla 2. Turun sandık güvenliğini sağlamak daha kolay. Daha sade ve basit bir seçim. Nihayetinde bu seçim referandum. Erdoğan Kılıçdaroğlu referandumu. Yani neyin referandumu aslında otoriterlik mi demokrasi mi? Korku mu umut mu? Baskı mı özgürlük mü? Keyfilik mi hukuk mu? Bu ikisi arasında tercihte bulunacak vatandaşlarımız. Öfke mi sevgi mi? ikisi arasında tercihte bulunacaklar. En sonunda ne diyoruz kara kış mı bahar mı diyoruz. Yani kara kışı özellikle söylüyoruz çünkü şu anda ekonomik şartlar eğer kışsa inanın Bundan sonrası kara kış. Onun için ben buradan tekrar bu yayınımızın son dakikalarında şunu söyleyeyim bu seçim özünde bir referandum. Yani Erdoğan Kılıçdaroğlu referandumu değil. K ara kış mı bahar mı? Yani kayda geçiyor şu anda. İnşallah yine de dua ediyorum bir yandan bir yandan olacağını biliyorum kötüye gideceğini biliyorum. Ama yine de bu ülkenin vatandaşı olarak dua ediyorum ki kötüye gitmesin diye. Eğer Erdoğan kazanırsa hiçbir şeye gitmeyecek tam tersine kötüye gidecek. Kış kara kış olacak. Dolayısıyla bu seçim kara kış mı yoksa bahar mı onun seçim olacak.

 Selen Yalaz: Peki sayın genel başkan çok çok teşekkür ediyorum bu yayına katkınız için.

Ali Babacan: Ben teşekkür ederim davetiniz için sağ olun.

19 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 28 Mayıs 2.Tur Seçimine İlişkin Açıklama "Sefalet mi zenginlik mi?"

Ali Babacan’ın 28 Mayıs 2.Tur Seçimine İlişkin Açıklama "Sefalet mi zenginlik mi?"


Değerli vatandaşlarım,

Çok üzgünüm, ama aynı zamanda çok kızgınım.

Türkiye’ye yazık oluyor. Ülkemizin güzel insanlarına yazık oluyor.

Son yıllarda “Ekonomi düzelir mi? Sizce nasıl olacak?” diye bana soranlara, içim acıyarak hep dedim ki; “Maalesef, iyiye gitmeyecek”.

Soranlara dedim ki; “Hukuk olmadan, eğitim olmadan ekonomi olmaz!”

Dedim ki, “Ekonomide kötü kararların, sonucu da kötü olur.”

Bunu her zaman bilgi ve tecrübeye dayanarak söyledim.

Bugünkü iktidarın ekonomide yaptığı geçici pansumanların hiçbirisinin çözüm olmadığını, hatta yarayı derinleştirdiğini söyledim.

“Haklı çıktım” diyemeyeceğim, çünkü haklı olduğumu zaten herkes biliyordu.

Hükümetin baskı altında tutmaya çalıştığı Dolar son 5 yılda 4 katına çıktı.

TÜİK’in düşük göstermeye çalıştığı enflasyon bile, son 5 yılda fiyatların tam 4 katına çıktığını gösteriyor.

Merkez Bankası’nın dolu kasası boşaldı, üstüne 75 milyar dolar da borca battı Merkez Bankası.

Cumhurbaşkanı ülke ülke gezip borç para aradı bu memlekette.

Bu iktidar ekonomimizi gerçekten mahvetti. Perişan etti.

*****

Kıymetli vatandaşlarım,

28 Mayıs’ta yeniden sandığa gidiyoruz.

Erdoğan’ın son beş yıldır yaptıklarını bilerek, sizlere önümüzdeki tehlikeyi anlatmak istiyorum.

Bunları sizi korkutmak için anlatmıyorum. Bilgi ve tecrübelerime dayanarak, olacakları apaçık gördüğüm için anlatıyorum.

Ülkesini seven bir vatandaş olduğum için, sorumluluk bilinciyle anlatıyorum.

28 Mayıs’ta önümüzde iki seçenek olacak.

Ya Sayın Kılıçdaroğlu kazandığında, biz kazandığımızda, “zenginlik” gelecek.

Çünkü nasıl çalışacağımızı, neler yapacağımızı gayet iyi biliyoruz. Bunları yazılı taahhütler olarak açıkladık.

Fakat, Sayın Erdoğan kazandığında, hiçbir şey iyiye gitmeyecek.

İnanın daha kötü olacak.

Erdoğan, seçim öncesi maaşlara yaptığı zamlarla, vatandaşlarımıza yalancı bir “bahar” vadediyor.

Gerçek şu ki; plansız programsız işler yaparak, seçimlerden sonra hepimizi “kara kışın” ortasına götürecek.

Türkiye’nin en fakir günlerinin müsebbibi olacak.

Yaşadığımız pahalılık artarak sürecek.

Neden? Çünkü enflasyonla mücadele edecek tek bir politikaları yok. İş bilen kadroları yok. Olsaydı, bu sorunu çoktan çözmüşlerdi zaten.

Üzülerek söylüyorum, enflasyon artacak.

Hani vatandaşlarımız soğan, patates diyor ya, Allah korusun taneyle soğan aldığımız günler gelecek.

Zaten meyve sebzeyi taneyle almayı da bu son 5 yılda öğrendik.

Bulguru, pirinci, çayı, yağı zorlanarak aldık, alacağız. Daha da zor olacak.

Hele hele et, tavuk gibi gıdaları almak çok çok zorlaşacak.

Çocuklar, peynire, yoğurda, süte, proteine ulaşamayacak erişemeyecek. Çocukların gelişimi eksik kalacak.

Bu yönetim devam ettiği sürece, yoksulluk gittikçe artacak.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik öyle büyüyecek ki, daha da zenginleşen küçük bir grup, ülkenin geri kalanının üstüne basa basa yükselecek.

“Altta kalanın canı çıksın” dercesine… Soluksuz kalacağız.

Nisan ayı itibariyle açlık sınırı 10 bin lirayı geçti.

Seçim geliyor diye artırdıkları asgari ücret var ya; işte o asgari ücret, şu anda açlık sınırının bile altında kaldı.

Önümüzdeki 5 yıl, bugünden çok daha ağır bir tabloyla karşılaşacağız.

Açlık sınırının çok kısa süre içinde 20 bin liranın üzerine, hatta birkaç yıl içinde ise 50 bin liraya çıkacağını göreceğiz.

Alnının teriyle, bileğinin gücüyle geçinen vatandaşlarımızın hayatı gittikçe zorlaşacak.

Bu iktidar devam ederse… İşsizlik artacak.

Zaten çalışanların çoğu, insan onuruna yaraşır bir ücret almıyor şu anda.

Ve Erdoğan kazanırsa; işsizlik katmerleneceği gibi, çalışan nüfus da ezilmeye devam edecek.

*****

Değerli vatandaşlarım,

Ekonomide derhal bir değişim olmazsa, şu anda finans sektöründe yaşanan sıkışma, bir patlamaya dönüşür.

Bu durum, sanayide de büyük bir çöküşe sebep olur.

Evet, tam bir ekonomik dehşet yaşarız.

Her seferinde söylediğim bir gerçeği bir kez daha tekrar etmek istiyorum:

Faizleri düşürdük diyorlar.

Oysa, bugünkü iktidar, devlet bütçesinden tarihin en yüksek faizini ödeyen iktidar oldu.

Bankalar kredi vermeyi neredeyse tamamen durdurdu. Kredi alabilenlerin ise ödediği faiz ise %35, %40, %50…

Her birimiz bu faiz yüküyle daha da fakirleşiyoruz.

Erdoğan’ın kazanma ihtimali dahi ülkenin iflas riskini, risk primini artırdı.

Pazartesi Salı gördük piyasaları.

Sadece kazanma ihtimali bile ülkemizin risk priminin 700 baz puanın üzerine çıkmasına yol açtı.

Risk primin artması demek, dış borç bulmakta zorlanmak demektir.

Borç bulunsa bile, tefeci faiziyle borçlanmak demektir.

Erdoğan’ın kazanması demek, ülkemizin kaynaklarının, kendi tabirleriyle, faiz lobisi tarafından sömürülmesi demektir.

Erdoğan’ın kazanması, Türkiye’nin 70 cente muhtaç olduğu günlerin de gerisine düşmesi demektir.

Erdoğan’ın kazanması demek, yolsuzluk ve kara paranın artması demektir.

Bakın, bunların hiçbirisi şaka değil.

Mesele, sadece benim sadece sizin hayatınız değil, mesele torunlarınızın çocuklarına kadar borçlanacağımız berbat bir gidişat.

Erdoğan’ın kazanması, akaryakıtın bulunamaması, ameliyathanelerde gerekli malzemelerin bulunamaması demektir.

Erdoğan’ın kazanması, savunma sanayimiz için gereken dövizin bulunamaması, ülke güvenliğinin zafiyete uğraması demektir.

Ve kendi milli paramız.

Sürekli yerli-milli diye herkese parmak sallayan Erdoğan, bu milletin parasını pula çevirdi zaten.

Paramız, itibarını tamamen yitirdi.

Şu an büyük bir dalavere ile, arka kapıdan sattıkları dolarla ve altınla dövizi baskılıyorlar.

Yani bizleri borca sokarak, çocuklarımızı torunlarımızı dahi borca sokarak Doları Euro’yu belli bir seviyede tutmaya çalışıyorlar.

Buna rağmen kurlar artmaya devam ediyor, farkında mısınız?

Erdoğan kazanırsa, doların artması Euro’nun artması kaçınılmaz arkadaşlar, kaçınılmaz!

Ha Erdoğan kazandıktan sonra, resmi dolar kurunu zorla baskı altında tutmaya çalışırsa, bu sefer de 1980 öncesi olduğu gibi dövizde karaborsa oluşması kaçınılmaz!

Zaten şimdiden, Merkez Bankası’nın dolar fiyatı ile Kapalı Çarşı’daki dolar fiyatı arasında fark oluştu.

Böyle bir ekonomiye yatırımcı gelmez, yeni yatırım olmaz. İhracatçı planlama yapamaz, büyüme olmaz, işsizlik azalmaz.

Erdoğan kazanırsa, ülke her geçen gün daha da içine kapanacak, yoksulluk daha da artacak.

Bunu görüyorum.

Tecrübemle ve daha önce yaşadıklarımla biliyorum.

*****

Değerli izleyenler;

Bugüne kadar sizlere hep doğruları söyledim.

2002-2015 arasında, demokratikleşme çabalarıyla beraber, ekonomideki yükselişimizi hatırlayalım.

Ev almak, araba almak, çocuklarınızı okutmak, gençlerin kendi harçlıklarıyla yurtdışında tatile gitmesi bunlar sıradanlaşmıştı.

Çoğu vatandaşımız bunları yapabiliyordu.

IMF’e olan borcumuzu bitirmiştik. Paramızdan altı sıfırı atmıştık. Dolar kuru ortalama 2 lira civarında devam ediyordu.

O dönemde dünyanın parlayan yıldızı olmuştuk ekonomide. Hatta krizde olan ekonomilere, “Türkiye modeli” olarak bizim başarılarımız gösteriliyordu.

Bugün de karşınıza bu birikimle çıkıyorum.

Bırakın o parti, bu parti, şu parti meselesini.

Bırakın sürekli dini ve milli değerlerimizi istismar eden siyaseti.

Şu an Türkiye, en önemli yol ayrımlarının birinin önünde duruyor.

Siz karar vereceksiniz.

Tekrar ediyorum; vereceğiniz karar, sadece benim veya sizlerin hayatlarını değil; torunlarımızın, torunlarımızın çocuklarının hayatını belirleyecek.

Boş hamasetleri, ne olur, elinizin tersiyle itin.

*****

Bakın, ben sadece bir siyasi partinin genel başkanı olarak değil, aynı zamanda bu ülkenin “vatansever” bir evladı olarak, özetle diyorum ki;

Erdoğan’ın kazanması, zam yağmuru demektir.

Erdoğan’ın kazanması, yokluk, yoksulluk demektir.

Erdoğan’ın kazanması, orta direğin tümüyle çökmesi demektir.

Erdoğan’ın kazanması, paramızın pul olması demektir.

Erdoğan’ın kazanması, dövizde karaborsa demektir.

Erdoğan’ın kazanması, tefeci faiziyle borçlanma demektir.

Erdoğan’ın kazanması, çocukların et, tavuk, peynir yiyememesi demektir.

Erdoğan’ın kazanması, kıtlık ve kuyruk demektir.

Erdoğan’ın kazanması, dünyadan kopma, içe kapanma demektir.

Erdoğan’ın kazanması, tek tek her birimizin fakirleşmesi, ülkemizin dünya ekonomisindeki yerinin ve ağırlığının gerilere düşmesi demektir.

Erdoğan’ın kazanması, demokrasimizin üstüne toprak atılması demektir.

Erdoğan’ın kazanması, tıpkı son birkaç senede olduğu gibi, kapı kapı yabancı devletlerin ayağına gidip para dilenmeye devam edilmesi demektir.

Erdoğan’ın kazanması…

Ulusal birliğimizin, ekonomik bağımsızlığımızın tehdit altına girmesi demektir.

Bu bir milli güvenlik meselesidir.

*****

Değerli vatandaşlarım,

Bütün bunları düşünmeyin, duymayın diye sizi sürekli olarak terörle ve inanç özgürlüğünüzü kaybetmekle korkutuyorlar.

Biz, teröre de geçit vermeyiz, kazanımlarımızı kaybetmeye de izin vermeyiz!

Bu asılsız, bu gerçek dışı propagandaya asla inanmayın.

Geçmişte kalan, kimsenin kabul etmeyeceği yasakların korkusuyla geleceğinizi karartmayın!

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

19 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TV5 Seçim Özel Programı Açıklaması

Genel Başkanımız Ali Babacan, TV5'te Seçim Özel programına konuk oldu

Mustafa Yılmaz: Buraya geldiniz oradan başlayalım. Hem bayram hem gençlerle buluşma ne söylemek istersiniz? Çünkü bu seçimde gençler çok konuşuldu çok tartışıldı. Seçim sonuçlarını gençlerin belirleyeceği yönünde çok yorum vardı. Seçim sonuçları ile birlikte değerlendirdiğinizde acaba öyle olmadı mı?

 Ali Babacan: Öncelikle bütün gençlerimizin 19 Mayıs bayramını kutluyorum. Tabi yılda bir defa bu bayram vesilesiyle gençlerimizi hatırlamamız doğru değil. Her an gençlerimizle beraber çalışmamız önemli. Gençlerimiz bizim yarınımız değil gençlerimiz bugünümüz. Bizim partimizin genel merkezinde ve teşkilatlarımızda da gençlerimizle beraber çok yakın çalışıyoruz. Genel merkez kurullarımızda %20 bir gençlik kotamız var bizim. Dolayısıyla örneğin 50 kişilik genel merkez yönetim kurulumuzu 10 kişisi 30 yaş ve altı arkadaşlarımızdan oluşuyor. Onların görüşlerinden çok istifade ediyoruz karar mekanizmalarımızda bizzat yer alıyorlar. Oy kullanıyorlar her kararda tabii ki kurul üyesi olduğu için.  Kurulduğumuzda üniversite öğrencisi arkadaşlar bile vardı. Onlar şimdi yavaş yavaş mezun olmaya başladılar. Çünkü birinci kongremizden bu yana iki buçuk yıl geçti biliyorsunuz. Türkiye'ye genç bir nüfusa sahip. Avrupa'nın en büyük nüfusu bizde ama en genç nüfusu da bizde. Bu aslında çok önemli bir avantaj çok büyük bir potansiyel. Fakat bu potansiyeli maalesef yeterince kullanamıyoruz. Gençlerimiz umutsuz gençlerimiz mutsuz. Gençlerimizin bir kısmı kendi yarınlarını başka ülkelerde arıyorlar. Yaşayacak başka ülke arıyorlar kendilerine. Bu da bizi çok çok üzüyor.

Mustafa Yılmaz: Bu anketlere de yansıyor ama tam da bunu sormak istiyorum. Ekibinizdeki arkadaşların gençlik buluşmasından çektiği fotoğrafları gördüm. Hakikaten bir ilgi var. Fotoğraflara yansıyan ama merak ettiğim şey şu fotoğraflara yansıyan ilgi sandığa neden yansımadı? Bunu sorguladınız mı ne düşünüyorsunuz? Çünkü böyle bir kanaat var hakikaten.

Ali Babacan: Aslında tam da biz bu seçimlerden hemen sonra Türkiye genelinde yüz yüze geniş bir araştırma yaptırdık. Geniş 5.000 örneklerle ve yüz yüze bir araştırma. Onun da sonuçları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. İlk bulgular şöyle bizi destekleyenler içerisinde yani Millet İttifakını destekleyen içerisinde gençlerin oranı daha yüksek. Yani Cumhur ittifakı seçmeninin yaş ortalaması daha yüksek ama Millet İttifakını destekleyen seçmenin yaş ortalaması daha düşük. Dolayısıyla yaş düştükçe gençleştikçe bize olan ilginin arttığını görüyoruz. İlk araştırma bulguları böyle. Son rötuşlarda yapıldıktan sonra zaten kamuoyuyla da paylaşacağız bu araştırmayı. Dolayısıyla gençlerdeki bu sahada gördüğümüz ilgi aslında seçim sonuçlarına da önemli ölçüde yansımış bunu görüyoruz. Herkese ulaşabilmiş miyiz? Hayır. Bütün gençlerimizin gönlünü kazanabilmiş miyiz? Hayır, ama millet ittifakının ve Sayın Kılıçdaroğlu'nun destekçileri arasında gençlerin oranı daha yüksek Erdoğan'a göre. Yani Kılıçdaroğlu'na bakın Erdoğan'a bakın Kılıçdaroğlu'nu destekleyenler içerisinde genç oranı daha yüksek. Bu bir araştırma Türkiye genelinde yüzde yaptığımız araştırmalar.

Mustafa Yılmaz: Gençler de hani bugün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı olduğu için bunun üzerinde biraz durmak istiyorum. Zaten yaş olarak da dönem olarak da hep iktidara mesafeli olarak. Çünkü kendi gençliğimizi de hatırladığımızda biraz iktidarlara zaten fıtrat olarak dediğim gibi yaş ortalaması olarak hep mesafeli olurlar. İşte tam da bu noktada merak edilen özellikle Z kuşağı üzerinde çok fazla duruldu. Z kuşağının seçim sonuçları bu işte muhalif duruşları da dikkate alındığında çok ciddi etki edeceğine ilişkin bir kanaat vardı. Sanki bunu kanalize etmede bir problem varmış algısı var. Her ne kadar siz deseniz de rakamlar yani Millet İttifakına muhalefete destek verenlerin oranında gençlerin daha fazla olduğunu ifade etseniz de belki daha fazlası bekleniyordu öyle sorayım.  O konuda gençlere ulaşmada bir sorun yaşadığınızı düşünüyor musunuz? Özellikle iktidara destek veren gençlere diye de düzelteyim.

Ali Babacan: Bugün cuma namazından çıkınca ODTÜ'de bilgisayar mühendisi öğrencisi İki arkadaş geldi yanıma ve dediler ki biz oyumuzu İstanbul'da kullanmıştık ama tekrar İstanbul'a gitmeye değer mi? Yani hem sandık güvenliği açısından bunu soruyorlar hem de hala ümit var mı diye soruyorlar. Yanımızda da bir arkadaş vardı. Bak dedim arkadaşımızın oğlu Münih'ten geldi birinci turda oy kullandı döndü. İkinci turda yine Münih'ten gelecek oy kullanıp geri dönecek. Yani dolayısıyla İstanbul'daki şurada dedim yani. Yani final sınavınız falan yoksa gidin mutlaka oy kullanın. Onun için gençler tabi şöyle yani Türkiye'de bazı işlerin değişmeyeceği ile ilgili bir kanaat var gençlerin bir kısmında. Yani kendi oylarıyla bu ülkenin yarınlarına yön verebilecekleri konusunda ümitsizler. Çünkü gözlerini açmışlar bir kişi var ülkenin başında bir parti var yönetimde hala öyle. Bir değişiklik görmemişler ki bir değişiklik ihtimalini böyle gündemlerine almamışlar yani. Dolayısıyla bu ülkenin durumu bu. Ülke gittikçe kötüye gidiyor. Bu kötüye gidişi zaten ben bir tane oyumla falan değiştirecek durumda yok diye düşünüp sandığa gitmeyen de çok genç arkadaşımız var. Onun için ben bugün Ankara'da Bilkent istasyonundan Kızılay istasyonuna kadar metroyla gittim. Metro durağında koridorda metro içinde çok sayıda genç arkadaşımızla tabii sohbet etme imkânı oldu fotoğraf çektirenler şunlar bunlar. Arkasından da Yüksel Caddesi’ndeki bir kafede orada oturan gençlerle şöyle buluştuk biraz sohbet ettik. Daha sonra da Yüksel Caddesi’nde yürümeye çalıştık tabi. Yani ilgiden biraz zor yürümeye çalıştık diyeyim. Hepsine şunu söyledim aman dedim bakın bu iş sizin elinizde. Yani oy kullanmadığını bildiğiniz arkadaşlarınız varsa şu ya da bu sebeple sandığa gitmeyen gidin evinden alın kolundan tutun götürün ve oy kullandırın dedim. Çünkü oy kullanma oranı ile ilgili sorunlar da var. Yani sandığa gitmeme ile ilgili sonlarda var. 8.5 milyon insan... Dolayısıyla bu ümitsizlik ve adeta ya bu ülkenden bu kadar bu ülke galiba hiç düzelmeyecek hissiyatı gençlerin bir kısmında hâkim. Ama bunu değiştirmemiz gerekiyor. Yani şöyle bir diyelim ki 2002'den 2012 13'e kadar ki 10 yıllık o Türkiye'nin parlak dönemini bilen insanlar yani yaşı müsait olanlar ki o biraz daha artık böyle yani 25-35 yaş kuşağı diyelim. 18-25 yaş arası pek hatırlamıyor o güzel günleri ama 25-35 yaş arası biliyor güzel günleri. Ve Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde nasıl mesafe kaydedebildiğini Türkiye'nin milli gelirinin nasıl çok hızlı artabildiğini o refah dönemini o yaş grubu biliyor. Ama daha 18-25 yaş arası yani seçmenlere baktığımızda onların pek o günleri hatırladığı yok. Daha doğrusu bilmiyorlar belki çocukluk yaşları takip etmemişler hatırlamıyorlar. Kendilerini bildikleri bileli ülke kötüye gidiyor ve bu da bir umutsuzluk havası oluşturuyor. O güzel günleri ara ara hatırlatmamız gerekiyor.  Ya bak bu ülke düzgün yönetildiğinde dürüstçe yönetildiğinde bu ülkede güzel şeyler de olabiliyor diye hatırlatmamız gerekiyor.

Mustafa Yılmaz: Gençlere ilişkin umudunuzu koruduğunuzu ben dün yaptığınız çağrıdan da fark ettim. Diyorsunuz ki ailelerini ikna etmeleri annelerini babalarını ikna etmeleri için gençlere çağrıda bulundunuz. Bir şunu sormak istiyorum yani aynı soruyu siz genç olsanız bugünkü Z kuşağı dediğimiz kuşakta olsanız annenizin babanızın kararını değiştirmek için ne anlatırsınız? Yani orada biraz yani mektupta eksik kalan şey o ne diyecekler gençler ne demeliler ki İkna etmiş olsunlar annelerini babalarını?

Ali Babacan: Şöyle belli bir yaşın üstündeki vatandaşlarımızda daha kötüsünün korkusu var. Yani acaba daha da kötü olur mu diye yani. Evet, şu anda işler kötüye gidiyor ama beterin beteri var daha kötüye gider mi diye endişe var bazı vatandaşlarımızda. Bu endişenin de iki alanda öbeklendiğini görüyoruz. Birincisi bu güvenlik meseleleri yani özellikle terörle mücadele ülkenin birliği bütünlüğü yani o meselelerle ilgili böyle biraz kaygılar var. Bir de din ve ibadet özgürlüğü ile alakalı din ve inanç özgürlüğü ile alakalı hani şu anda iyi bir ortam var acaba bu geriye gider mi kötüye gider mi diye bir korku var.  Kazanımları kaybetme. Yani bu iki alandaki endişe ve korku olduğunu görüyoruz. Ve bu iki alandaki endişe ve korku öyle ağır basıyor ki yani ekonomik zorluklardan daha çok önemsiyorlar bu alanları. Yani ben yoksul olmaya razıyım fakir olmaya razıyım ama yeter ki ülkenin birliği bütünlüğü bozulmasın Ya da ben daha yoksul olmaya razıyım yeter ki kimse benim başörtüme karışmasın kimse benim İmam Hatip okuluma karışmasın. Bu duygular yoğun. Dolayısıyla yani gençlerimiz daha geniş açıdan bakabiliyor. Yani yaşa bağlı.  Çok değişken olabiliyor. Dolayısıyla biraz daha geniş açıdan bakabiliyorlar. Özellikle belki anne babaları bizi sosyal medyadan takip edemiyor gençlerin. Çünkü sosyal medya alışkanlığı belli bir yaşın üstünde azalıyor. Gençler de daha çoğalıyor Ama bizim de vatandaşlarımıza ulaşabilmemizin en önemli aracı sosyal medya. Bir de yine anne babalar belki sadece belli birkaç televizyon kanalından Türkiye'yi izlemeye alışıklar. Halbuki başka kanallar var. Yani iktidarın böyle tehditle ya da teşvikle yönettiği bir sürü özel kanal var bir de TRT diye bir zamanlar tarafsız yayın yapan şu anda tamamen tek bir partinin propaganda aleti haline gelmiş bir kurum var maalesef. Dolayısıyla bazen anne babalar öyle eski alışkanlıklarla hep eski mecralardan takip ediyorlar siyaseti ama gençler açıp bir tabletten ya da cep telefonlarından bak anne baba bir de şunu dinle istersen, bak burada alternatif bir görüş var, bizleri bir şeyler söylüyor burada demeleri önemli.

Mustafa Yılmaz: Ebeveynlerini odaya kilitleyenler bile oldu bu seçimde. Şimdi konuşurken o geldi aklıma.

Ali Babacan: Bir de şu var tabi içinde bu seçimlerde daha önce olmayan dozda bir yalan furyası vardı. Yani bizim bildiğimiz zamanında beraber çalıştığımız Tayyip Erdoğan için yalan bir kırmızıçizgiydi. Yani yanıltma aldatma öyle bir şey o alanla hiç girilmezdi yani. Ama bu seçimde maalesef bunu gördük. Açık açık neler neler. Yani kendi yaptığı mitingde koskoca led ekranda montaj bir video gösteriyor. Yani olmayan insanların arasına bir teröristin figürünü yerleştiriyor.

Mustafa Yılmaz: Peki bu dönüşümü ya bu noktaya getiren motivasyon ne yani? Yanlış anlamadım değil mi yani biz AK Parti AK Parti içerisindeyken yalandan uzak bir..

Ali Babacan: Kırmızıçizgi vardı yalanla ilgili. O kırmızıçizginin ötesinde hiç geçilmezdi yani ne olursa olsun geçmezdi. Ama o dönem aynı zamanda başarının üretildiği bir dönemdi. Pek çok konuda başarı üretiliyordu ve siyaset umut üzerinden yapılıyordu. Yani yarınlar bugünden daha iyi olacak üzerinden bir siyaset vardı.  Hâlbuki özellikle 2015 seçimleriyle beraber artan dozda bir korku siyaseti var. Yani insanları korkutarak oy almaya çalışıyorlar. Diyorlar ki ‘bak bunlara oy verirsen işte bunlar PKK ile bilmem FETÖ ile beraber’ falan diye. Yalan yani böyle bir şey yok. Teröre karşı bizim çok net tutumuz var. Sadece DEVA partisi değil 6 partinin net bir tutumu var Sayın Kılıçdaroğlu'nun net bir tutumu var. Böyle bir şey yok. Adı FETÖ olsun PKK olsun terör örgütüne karşı net bir tutumumuz var bizim.  Böyle bir şey yok geçit vermeyiz. Mesela benim bu İHA’larla SİHA’larla ilgili bir televizyonda daha doğrusu bir podcastte bir yorum yapmıştım. Demiştim ki bu evet çok başarılı bir proje oldu. Kaç ülkede ihraç ediliyor biz bununla gurur duyarız. Ama sadece bir firma değil 3 tane 5 tane firma olmalı ve bunlar birbirleriyle yarışmalı. O gün bugündür benim hakkımda Ali Babacan İHA'lara SİHA’lara karşı diye yalan bir propaganda izliyorlar. Benim kaç tane canlı yayında televizyon programlarında söylediğim bir bütünlük var. İçerisinden tek bir cümleyi bazen tek bir kelimeyi seçiyorlar benim söylemediğim şeyleri söylemiştim gibi algı oluşturmaya çalışıyorlar.

Mustafa Yılmaz: İHA SİHA bunlardan biri.

Ali Babacan: İHA SİHA bunlardan biri.  Ama o kadar yoğun bir şekilde yapıyorlar ki bunu ellerindeki propaganda makinesini acımasızca itibar suikastı uğruna kullanıyorlar. Yani insanların itibarıyla oynuyorlar, yalan söylüyorlar, çamur atıyorlar, iftira atıyorlar. Bu teknikler eskiden FETÖ'nün teknikleri yani. Eskiden 28 Şubatçıların teknikleriydi. Hatırlayın o 28 Şubat döneminde yani dindar insanlarla ilgili neler neler yaparlardı yani.  Olmadık iftiralar olmadık hikâyeler. Yani 28 Şubatçıların uyguladığı tekniği daha sonra FETÖ'cülerin uyguladığı teknikleri şu anda Sayın Erdoğan ve iletişim ekibi uyguluyor. Gerçekten yazık. Yani biz böyle değiliz biz böyle insanlar değiliz. Bu çok üzücü yani Türkiye'de siyasetin geldiği nokta açısından çok çok üzücü. Başarı üretemeyince umut üretemeyince tamamen korku üzerinden siyaset. Ama yalanlar üzerinden siyaset apayrı bir alan. Yani koltuğu bırakmamak için iktidarı riske girdiği için yalan siyasetine de maalesef girmiş durumdalar. O da çok acı ve çok üzücü.

Mustafa Yılmaz: Ama burada daha üzücü olan İşte bu yalan siyaseti tırnak içinde söylüyorum sonuç alması buradan yatay geçiş yaparak 14 Mayıs seçimlerini biraz seçim sonuçlarına dönmek istiyorum. Buraya dönecek olursak biraz bu yöntem etkili olmuş görünüyor. En azından böyle bir algı var ama genel bir giriş olsun diye siz, herkes değerlendiriyor yani sonuçları ama elbette siz Ali Babacan ve DEVA Partisi olarak 14 Mayıs'ta çıkan sonucu nasıl değerlendirdiniz nasıl okudunuz?  Hemen devamında bölmemek için seçim biraz da moral üstünlükle seçim psikolojisiyle ilgili bir şey. Şu andaki tabloda kamuoyunda sanki moral üstünlük biraz iktidar kanadında gibi burada da haklı gerekçeler var. Sadece Cumhurbaşkanlığı değil parlamentoda beklentinin aksine anketlerin aksine ne diyorsunuz nasıl okudunuz bu moral üstünlük konusunda?

Ali Babacan: Şöyle görünüyor bu iktidarın özellikle son 10-15 günde bu yalan siyasetine girmesi olmayan şeyleri var gibi göstermesi Vatandaşlarımızın son 1-2 haftada bir miktar kafasını karıştırmış gibi görünüyor. Yani o izledikleri çizginin sonuç aldığını gösteriyor bize bu önemli bir tespit. Ama bunun yanında da bunun yanında da yani bizim Millet İttifakı olarak yani vatandaşlarımızı ikna konusunda da arzu ettiğimiz noktada olmadığımızı da gösteriyor. Özellikle meclis tarafında tabii ki AK Parti'nin oylarında büyük düşme var biliyorsunuz onlar her ne kadar başarı gibi sunsalar da şimdi buradan hemen ben size rakamı söyleyeyim. %35,6'ya düşmüş 2018'de %42. 3'müş. Yani %6,7'lik bir düşüş var AK Parti'nin oylarında.

Mustafa Yılmaz: 2002’den bu yana aldığı en düşük aslında Ak Parti’nin.

Ali Babacan: Evet, 2002’de %34 küsürdü şimdi 35.6. Yani aslında Türkiye’nin genel durumu da öyle değil mi? Ekonomimiz yükseliyor yükseliyor yükseliyor sonra düşüyor. Türkiye’de şeffaflık artıyor artıyor artıyor sonra düşüyor. Türkiye’de demokrasi güçleniyor güçleniyor güçleniyor sonra düşüyor. Ak Parti’de yükseliyor yükseliyor yükseliyor sonra düşüyor. Erdoğan için de aynı aslında. Yani Erdoğan bir zamanlar tek başına sağladığı oyu daha sonraki seçimde yanına Bahçeli’yi alarak sağlayabildi. Ve son seçimde de Bahçeli’yi bırakın arık yanına kimi bulabilirse kimi yakalayabilirse çağırdı. İşte yanına HÜDA-PAR’dan tutun da Yeniden Refah Partisi’ne kadar çok daha geniş bir destekle ancak bu sonucu alabildi. Tek başına olsa sadece Ak Parti ve Sayın Erdoğan olarak seçime girse bu seçim böyle sonuçlanamaz mümkün değil. Başarı gibi sunuyorlar ama aslında Erdoğan’a olan destek de düşmüş durumda Ak Parti’ye olan destek de düşmüş durumda.   Bunu telafi etmek için yanlarında daha çok daha çok daha çok ortak katarak belli bir noktada sonuçları sağlamaya çalışıyorlar. Bu da gerçekleşti. Milletvekili sayıları da düştü biliyorsunuz.

Mustafa Yılmaz: Bugüne kadar işte 2002'de 34 küsur oy aldı ama ondan sonra girilen bütün seçimlere göre çok daha düşük %7'lik bir erime. İlk kez Tayyip Erdoğan girdiği seçimde mesela 1. turda kazanamadı 2. tura kaldı. Tam da bunu merak ediyorum. Yani buna rağmen bu erimeye rağmen bu küçülmeye rağmen neden muhalefet zafer değil de bir hezimet havasında gidiyor bir dağınıklık görünüyor sanki yani bunu sormak zorundayım.  Verdiğiniz rakamlar önemli ama ülkede esen hava öyle değil yani.

Ali Babacan: Bir yine hükümetin propaganda makinesi ellerinde bulunan bütün televizyon kanalları, sınırsız para. Sınırsız para diyorum çünkü şu anda akıllarına gelip de yapamayacakları hiçbir şey yok. Yani akıllarına geliyor ama paramız yetmez deyip yapmıyorlar mesela. Böyle bir şey yok mümkün değil yani. Akıllarına gelen her şeyi devlet kaynaklarını da kullanarak yapıyorlar.

Dolayısıyla tabloyu kendi istedikleri gibi sunma ile ilgili kaynakları imkânları ve ellerindeki iletişim araçları da var bu bir. İkincisi şu da var tabii bizim sonuçlar bizim beklediğimiz ya da pek çok araştırmada görünen sonuçlara göre bizim açımızdan bir miktar daha zayıf bir sonuç oldu. Yani bu gerçeği de görmemiz lazım. Dolayısıyla biz ne yaptık en azından DEVA Partisi olarak ve daha sonra da 6 lider olarak oturduk bir iki üç günlük bir muhasebe yaptık. Yani durum analizi, tablo nedir, vatandaşlarımızın duygu dünyasında neler oluştu, bu seçim sonucunun arkasındaki gerekçeler nedir? Bütün bunlarla ilgili çok detaylı bir çalışma yaptık hem sosyal medya okuması açısından hem de saha araştırması. Tabi saha araştırması biraz vakit alıyor yani yüz yüze anketler biliyorsunuz vakit alıyor. Onların neticesi biz yarın daha böyle daha geniş bir raporla elde etmiş olacağız. Dolayısıyla önce bir durum analizi yaptık ve bundan sonraki süreçte yani 2. tura nasıl hazırlanalım diye bir çalışma yaptık. Tablo aslında az çok belli. Toplam Erdoğan'la Kılıçdaroğlu arasında iki buçuk milyonluk bir oy farkı var. İki buçuk milyon. Hiç oy kullanmayan yani sandığa gitmeyen 8 milyon kadar vatandaşımız var. Ama bir milyon da geçersiz oy var. Şimdi 1. turda tabii bir metrelik oy pusulası işte katla katla belki mürekkep bulaşıyor şöyle oluyor böyle oluyor falan.

Mustafa Yılmaz: Zarfları küçük hazırlamışlar aslında. Katlarken insanlar zorlanıyor.

Ali Babacan: Ben zor sığdırdım. Katla katla zor sığdı zarfa. Dolayısıyla burada geçersiz oyların yüzdesi biraz daha fazla olabilir ama 2. turda küçük bir pusula ve sadece iki tane tercih. Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu? Dolayısıyla biz bu 2. turda geçersiz oyların sayısının daha az olacağını bekliyoruz bir. İkincisi daha çok sayıda vatandaşımızın sandığa gitmesi ile ilgili de özel bir gayretimiz var. Yani iletişim mesajlarından en önemlilerinden bir tanesi Haydi Sandığa.  Hep beraber gidelim yani ümitsizlik yok. Evet, İşimiz zor ama imkânsız değil. Dolayısıyla 2. tur için olağanca gücümüzle çalışmak zorundayız ve çalışıyoruz. Bütün teşkilatlarımız sahaya çıkmış durumdalar ve dün itibariyle partilerin iletişim ve saha çalışmalarından sorumlu genel başkan Yardımcıları buluştular bir toplantı yaptılar her partiden ikişer arkadaşımız.  Ve her ilde ve büyük ilçelerde her sabah il ve ilçe başkanlarının toplanması yani 6 partinin il ve ilçe başkanlarının toplanması O günkü saha çalışmalarıyla ilgili bir koordinasyon yapılması Ondan sonra herkesin sahaya çıkması. Akşam raporlama ertesi sabah tekrar bir araya gelme, tekrar buluşma, tekrar koordinasyon ve tekrar saha. Yani aslında böyle iyi sağlam bir koordinasyonla ve iyi planlanmış bir saha çalışmasıyla 30 günlük bir kampanyayı 10 güne sıkıştırmak mümkün. Çünkü özellikle 1. turdan önceki saha çalışmasında partiler arasındaki koordinasyon ve iletişim bazı yerlerde iyi çalıştı bazı yerlerde biraz zayıflıklar oldu. Onu biz fark ettik yani partiler arasında böyle tam bir birbirinden haberdar olmama durumu olmuştu. O da şöyle tabii her partinin kendi kitlesi var her partinin yapmak istediği program var. Çok da böyle bağlayıcı hani tek bir noktadan tek elden koordinasyon çok da doğru değil diye de düşünmüştük 1. Turla alakalı. Ama bu ikinci turda artık çok da kısa bir süre kaldığı için gerçekten boşluk bırakmadan esnaf ziyareti ise esnaf ziyareti ev ziyareti ise ev ziyareti. Diyelim ki orada kaç mahalle var kaç esnaf var hemen 6 partinin teşkilatında iş bölümü yapıp o ziyaretlerinin tamamlanması ile ilgili yoğun bir çaba ortaya konacak. Ve iyi bir koordinasyonla da yani bu son 8-9 günde 30 günlük çalışma yapılabilir saha çalışması yapılabilir.

Mustafa Yılmaz: Dün 6 lider bir araya geldiniz. Seçim sonrası ilk buluşmaydı. Orada hava nasıl ve bir planlama bir yol haritası bu 9 gün için planlandı mı? Bir takım kampanya tercihlerinde bulunuyor. Biraz masadan bahsedebilir miyiz?

Ali Babacan: Tabii ki yani orada ne yaptık önce bir durum tespiti yaptık. Yani vatandaşlarımızın önem verdiği konu başlıklarını belirledik ki 1. dediğim gibi bu güvenlik meselesi terörle mücadeleyi o gerçekten çok önemli bir konu olarak vatandaşlarımız düşünüyor. Zaten öyle bizim de öyle. Yani bizim dünya kadar çalışmamız var bu konularda. En önemli meselelerimizden birisi güvenlik ve terörle mücadele. O konudaki hassasiyetimizi daha iyi duymaya ihtiyacımız var bir. İkincisi bu maalesef iktidar tarafında çok yoğun bir din istismarı var.

Yani dinimizin kutsallarını sürekli olarak istismar eden bir siyaset çizgisi var. Ve bunun yanında da korku politikasıyla yalan politikasıyla maalesef görüyoruz sahada özellikle bunu WhatsApp grupları üzerinden yapıyorlar. Olmayan şeyleri varmış gibi gösteriyorlar. Ben kaç yerde karşılaştım ‘Siz Diyanet İşleri’ni kapatacakmışsınız.’ Nereden çıktı kardeşim yahu. Bu 6 genel başkandan hangisi ne zaman söylemiş böyle bir şey. Bizim ortak politika dokümanımız var. Hangi diyaneti kapatıyormuşuz ne yapıyormuş arkadaş yok öyle bir şey. Ama diyorum ya yalan siyaseti diye bu yalan siyasetiyle maalesef bazı toplum kesimlerinin bir miktar etkilemiş görünüyorlar yani. Bunlara karşı bizde yok öyle bir şey diyeceğiz yani.

Mustafa Yılmaz: Bundan sonra etkili olmaması için bir yöntem.. Tamam, yalan siyaseti etkili oluyor ama.

Ali Babacan: Yalan siyaseti bir defa etkili olur. Çünkü diyelim ki yani çok iyi tanıdığınız güvendiğiniz bir dostsunuz size bugüne kadar hiç yalan söylememiş. Onun ilk söylediği yalana inanırsınız. Yani eğer günün birinde size bir yalan söylerse inanırsınız çünkü ‘bana hep doğruyu söylemişti bu’ dersiniz. Söylediğine inanırsınız. Ama ondan sonra yalan ortaya çıktığı anda o güven öyle bir sarsılır ki hani yalancının mumu yatsıya kadar yanar derler ya yani yatsıya kadar yanar sonra biter o iş. Dolayısıyla bu seçimde yalan siyaseti yaptılar ve biz bunu açık açık açık tek tek tek belgeleri ile ortaya koyduk koymaya da devam edeceğiz. Yalanlarını yüzlerine çarpmak zorundayız. Böyle bir şey olmaz. Yani yıllarca vatandaşın güvenini kazan kazan, ondan sonra o güveni kullanarak sen koskoca led ekranda montaj bir videoyu göster. Yani sosyal medyadan o gri alandan arka plandan bile yapmak çok yanlış yani. Böyle bir şey bu bile yalandır ama ülkenin cumhurbaşkanı olarak partinin genel başkanı olarak on binlerce kişinin olduğu bir meydanda yalan bir video izletilir mi?  Böyle bir şey var mı? Bizim inancımızda böyle bir şey var mı? Dürüst siyasette şeffaf siyasette böyle bir şey var mı? Ama insanlar o yıllardır güvendiği bir kişi yalan söylediğine inanıveriyor yani. Bir kere çalışır o. Ondan sonra çalışmaz ve bunları sürekli çıkaracağız bütün detaylarına kadar yalan siyasetlerini ortaya koyacağız bunları göstereceğiz. Çünkü daha önümüzde yerel seçimler var biliyorsunuz. Yerel seçimlerde de bu yalan siyasetine girebilirler. Bütün hepsini tek tek tek tek çıkarıp göstereceğiz ki insanlar öğrensin yani.

Mustafa Yılmaz: Sizin dediklerinizden de masadaki önemli tespitlerden birinin de bu olduğunu anlıyorum. Yani iktidarın Millet İttifakına sizlere karşı yürüttüğü size işte Kandil’le berabersiniz, sizi FETÖ destekliyor, FETÖ ile berabersiniz, sizi Biden destekliyor Biden’le berabersiniz propagandasına karşı siz yani hayır asıl siz mi diyeceksiniz? Öyle anladım. Yani çünkü yöntem bu. Sonuçta yapılan bu 9 günde de değişecek bir şey yok. Miting alanındaki videodan bahsettiniz. Nasıl bir karşılıkla buna cevap vereceksiniz?

Ali Babacan: Yani mesela ne diyorlar bunlar diyorlar HDP'yle görüşüyor diyorlar değil mi? Şimdi genel başkanların işte HDP'nin eş başkanlarından fotoğrafları veya bulabilirse videolarını sürekli dönüyorlar sürekli dönüyorlar. Ama işlerine gelince kendileri de HDP ile temas kuruyorlar. İşte bu anayasa değişikliğinde Ak Partiden bir heyet gidip de HDP'yi mecliste Grup odalarında ziyaret etmediler mi? Onların desteklerini istemediler mi? yani işlerine geldiği anda hiçbir İlke yok hiçbir kırmızı çizgi yok. Ama bu tarafta olan bir şeyi sanki farklı bir şeymiş gibi aktarıyorlar yani HDP ile olan görüşmeyi ya da diyaloğu yani siyaset demek konuşmak demektir. Tutup PKK ile işbirliği olarak yansıtıyorlar. Böyle bir şey yok.

Mustafa Yılmaz: Yani anayasa mahkemesinde kapatma davası olan parti ile beraber anayasa görüşmesi yapılıyor. Onda problem yok.

Ali Babacan: Yani hiçbir tutarlık yok. Ama şöyle ki yani yıllardır birlikte Kredibiliteyi ve Sayın Erdoğan'ın özellikle vatandaş karşısında biriktirdiği güveni şimdi hoyratça harcıyor. O güvenden yiyor yani itibaren yiyor. Bunun sonu kötü olacak belli.

Mustafa Yılmaz:  Bu sonucu ilk kez ilk turda bitirememeyi biraz buna bağlıyorsunuz öyle anladım.

Ali Babacan: Biraz öyle tabii tabii. O yalan siyasetinin vatandaşlarımız üzerinde bir miktar etkili olduğunu Biz gördük görüyoruz.

Mustafa Yılmaz: Bu çok konuşuldu çok tartışıldı. Biraz geride kaldı ama sonuçta bir seçime yani 14 Mayıs geride bıraktık ama 28 Mayıs’a doğru gidiyoruz. Hem sandık güvenliği çerçevesinde de bunu soruyorum her seçimde tartışma konusu oluyor ama oylara müdahale edildiği iddiası ve seçimde şaibe. Sizin kanaatiniz ne? Sizde böyle bir endişeyi şaibeyi düşünüyor musunuz olduğunu?

Ali Babacan: Biz böyle organize edilmiş sistematik yani seçim sonuçlarını böyle büyük bazı dalaverelerle büyük oyunlarla iktidara doğru iktidar partisine doğru çevirmeyle ilgili bir şey görmedik. Açıkçası öyle bir şey yok. Ha münferit olarak sandıklarda bazı şeyler var bazı sıkıntılar var. Ama bu sıkıntılar tespit ediliyor. İlçe seçim kuruluna İl Seçim Kuruluna veya YSK'ya bildiriliyor ve bugüne kadar bu bildirimlerin sonucunda alınan kararlar da biz adil kararlar çıktığını gördük açıkçası. Bu nasıl oldu? Tabii önemli olan baştan tedbir. Yani biz 6 parti olarak toplam 560.000 kişilik bir görevli oluşturduk. Sandık görevlisi artı müşahitlerden oluşan 560.000 kişi. Sadece biz 33 bin isim verdik havuza ortak havuza DEVA Partisi olarak 1.100 tane de avukat ismi verdik. Hiçbir parti tek başına 200. 000 sandığı kontrol edemiyor. Ama 6 parti insan kaynağı havuzunu ortaya koyunca o zaman boş sandık kalmıyor. Kaldı ki bizim bu seçimlerde her bin sandıkta en az 2-3 tane arkadaşımız vardı. 6 partinin toplamından bahsediyorum. Dolayısıyla sandık sonuç tutanakları tutulmuş oldu. 7 imzalı tutanaklar var. Bunların fotoğrafları sadece 1 partide yok 2 partide var 3 partide var. Bir de o sandık sonuç tutanaklarının yine görüntüsü taranıyor ve YSK’nın web sitesinden açılıyor. Herkes girip bakabiliyor. Bu siyasi partilerle de paylaşılıyor. Dolayısıyla sandık başıboş değil sandık tutanakları 7 imzalı tespit edilmiş. YSK bu tutanakların fotoğraflarını yayınlıyor YSK’nın web sitesinde, partilerin ellerinde bunların fotoğrafları var. Dolayısıyla fotoğraf fotoğrafla örtüşüyor mu? Örtüşüyor. İki tarafta rakamları düzgün girmiş bilgi işlem sistemine? Mesela oradaki diyelim ki 15 yazmış ama onu 13 diye girmiş bilgisayara. Zaten birinden biri yakalıyor yani YSK yanlış girdiyse öbürü yakalıyor o yanlış girdiyse öbürü yakalıyor yani dolayısıyla çek ediliyor. Dolayısıyla bizim bu seçim sonuçları ile alakalı seçim güvenliği ile alakalı bir kaygımız yok. Şu var tabii tedbiri çok iyi aldığımız için bu tedbirin kendisi de caydırıcı olmuş olabilir. Yani bu kadar sağlam bir tedbir alındıktan sonra kötü niyeti olanlar varsa onlar da vazgeçmiş olabilirler. Çünkü nasıl olsa yakalanırız nasıl olsa ortaya çıkar diye vazgeçmiş olabilirler yani. Onun için tedbirlerin bir de böyle caydırıcı yönü var yani. İyi tedbir aldığınızda kötü niyetleri de baştan caydırmış oluyorsunuz hiç olmuyor. Ama tedbir almazsanız da kötü niyetliler başka şeyler yapabilir.

Mustafa Yılmaz: 6’lı masanın ve Millet İttifakının ilk çıkış noktasına baktığımızda en önemli vadi parlamenter sisteme güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş vadiydi. Ancak 14 Mayıs seçimlerine giderken belki de doğal olarak ekonomik gerekçeler ekonomik rakamlar çok daha önplana çıktı çok fazla göremedik bu en önemli vadi. Şimdi 28 Mayıs'a giderken bu biraz da sizin cümlelerinizden yine anladım bir referanduma dönecek artık liste kaygısı yok parti kaygısı yok. Soru basit Sayın Erdoğan mı Sayın Kılıçdaroğlu mu? Yani mevcut sistem mi güçlendirilmiş parlamenter sistem mi? 14 Mayıs içinde bugünkü yürütülen kampanya içinde hala ben çok duymadım güçlendirilmiş parlamenter sistemi. Tercih noktasında bir eksiklik görüyor musunuz bu doğru tercihler miydi bu kampanyanın ana mottolarını unsurlarını oluşturan şeyler?

Ali Babacan: Aslında biz sistem böyle bizim çok önemli 3 konumuzdan birisi değildi mesela. Hani ilk 10 konuyu sayarken belki sistem değişikliği sayıyorduk ama en önemli 3 konunun içerisinde hiçbir zaman olmadı.  Fakat sistemle ilgili anayasa değişikliği ilgili yapılan her türlü araştırmada Vatandaşlarımızın en az %55'inin Türkiye'de sistem değişikliği istediğini de görüyoruz. Yani mevcut sistem mi parlamenter sistem mi diye sorduğumuzda her türlü araştırmada her türlü araştırmada parlamenter sisteme destek veren vatandaşlarımızın sayısı daha fazla. Şimdi ama önümüze çıkan meclis aritmetiğine göre baktığımızda meclis aritmetiği anayasanın ancak Millet İttifakı ve Cumhur ittifakı ile beraber çalışırsa değişeceğini bize söylüyor. Yani Cumhur İttifakıyla Millet İttifakının beraberce uzlaşmadığı bir konuda anayasa değişikliği mümkün görünmüyor şu andaki meclisin tablosu bize bunu söylüyor. Yani anayasada herhangi bir değişiklik yapmak istiyorsa oturup tam mutabakat aramamız lazım bizim bu anayasada herhangi bir değişiklik yapmak istiyorsak oturup tam mutabakat aramamız lazım. Bizim bu anayasa değişiklik önerimiz çok önemli ve referans bir metin. Ve burada önerdiğimiz değişikliklerle alakalı dikkat ederseniz iktidar tarafından da öyle çok ciddi bir eleştiri gelmedi. Yani demediler ki siz 73. maddeyi açtığım için söylüyorum orası denk geldi yoksa 84 tane değişiklik var burada. 73. Madde siz bunu yazmışsınız bu yanlıştır falan filan böyle bir şey gelmedi. Yani ciddi bir eleştiri ile karşılaşmadık. Dolayısıyla biz şu noktadayız yani eğer Cumhur ittifakı herhangi bir noktada anayasa değişikliği ile alakalı ‘gelin beraber çalışalım’ derse çalışmaya hazırız. Biz onlara da gelin beraber çalışalım deriz ben onu söyleyeyim. Yani gelin bakın burada bir referans metin var 84 madde 6 parti uzlaşmışız. Bu maddelerin içerisinde 84 maddeden örnek veriyorum 50 tanesinde uzlaşır mıyız? 50 tanesini gelin hadi değiştirelim yapalım bunları diyebiliriz yani bu mümkün. Çünkü demokrasi aynı zamanda bir uzlaşı arayışı.

Mustafa Yılmaz: Yani yeni anayasa konusunda yeni dönemde iktidarla da çalışabilirsiniz.

Ali Babacan: Yeni anayasa yani gerçekçi olalım yeni anayasa zor yani o olmaz. Ancak mevcut üzerinde değişiklikler olur tabi. Yani anayasa dediğinizde o çok daha farklı bir ortam gerekiyor çok daha farklı bir demokrasi iklimi gerekiyor. Kutuplaştırma üzerinden siyaset çizgisinin bırakılması gerekiyor. Dolayısıyla yeni anayasa çok gerçekçi olmayabilir ama bizim ortada bu teklifimiz var. Cumhur İttifakı desin ki bizim de şöyle bir teklifimiz var ki yok onların ortada. Hiçbir şey yok. Tek bir madde getirmeye çalışırlar biliyorsunuz başörtüsü ile ilgili ellerine yüzlerine bulaştırdılar sonra da vazgeçtiler. Yani bir maddeyi beceremediler. Bizim burada 84 tane maddemiz var. Seç beğen al. Gelin eğer bunlar yanlış diyorsanız sebebini söyleyin doğru diyorsanız gelin yapalım. Biz buna hazırız. Çünkü parlamenter sistem tabii önemli ama biz anayasa değişiklikleri ile de mevcut sistemi de rehabilite edebiliriz. Yani mevcut sistem de denge kontrol mekanizmasını güçlendirildiği ve güçler ayrımının daha sağlıklı yapılabildiği şekle getirilebilir.

Mustafa Yılmaz: Dediklerinizden şunu anlıyorum. Güçlendirilmiş parlamenter sistemde çok da ısrarcı değiliz restore edilmiş başkanlık sisteminde konuşabiliriz. Doğru mu anladım?

Ali Babacan: Önümüzdeki 5 yıl eğer erken seçim olmazsa önümüzdeki 5 yıl mevcut parlamentoyla yapacağımız her şey mutabakatla yapmak zorundayız. Biz tabii ki parlamenter sistem isteriz. Parlamenter sistem konusunda Cumhur ittifakıyla da buluşabilirsek onlarla da yapmak isteriz. Kaldı ki Sayın Erdoğan da bundan içten içe pişman duyuyor olabilir. Yani zamanında %34 oyla %34 oyla tek başına iktidar oldu AK Parti şu anda kendisi işte %49,5 bile yetmiyor yani. Üstelik yanına herkesi almak zorunda yani. Yani MHP'den tutun da HÜDA-PAR’a  kadar. Hepsini yanına alıp ancak %49,5 bile yetmiyor. Yani günün birinde ya bu eski sistem daha mı iyiydi acaba eski sisteme mi dönsek daha mı kolaylaşır bu işler diyebilirler ki bizim tabi eskiye dönmek değil yani onu da söyleyeyim. Eskinin bütün yanlışlarını düzeltmek, güçler ayrımı konusunda denge kontrolle alakalı çok ileri ve güzel adımlar var orada.  Zaten özlü bir eleştiri de yapamadılar özlü bir eleştiri de getiremediler. Dolayısıyla bizim çağımız bakidir. 84 maddeden kaçı üzerinde uzlaşırsak gelin değiştirelim bir an önce.

Mustafa Yılmaz: Yani seçimden sonra iktidar kanadından parlamenter sisteme dönüş şeyi gelebilir doğru.

Ali Babacan: Gelirse biz tabii ki destek veririz ama hadi mevcut üzerinde  iyileştirmeler yapalım gelin arkadaşlar konuşalım biz deriz. Onlar derse konuşuruz. Bu ülke hepimizin yani gereksiz inatlaşmalara gerek yok. Parlamento gerçeği bizim önümüze koydu yani parlamento diyor ki şu andaki parlamento tablosu yani daha doğrusu vatandaşımız öyle dedi arkadaş anayasayı değiştireceksiniz kafa kafaya verin uzlaşın. Cumhur İttifakı Millet İttifakı ben anlamam.  Kafa kafaya verin uzlaşın ancak ondan sonra anayasayı değiştirin mesajını vatandaşlarımız bize verdi.  Biz de mesajı almak zorundayız yani.

Mustafa Yılmaz: Bu konuda iki sorum bir, şunu sormak istedim şunu anlamak istedim aslında. Siz de ifade ettiğiniz yapılan araştırmalar var başkanlık sistemine yani Türkiye'nin bugün yönetildiği sisteme vatandaşın halkın ciddi itirazı var bu değişim mesajında aslında kısmen de olsa çok güçlü olmasa da belki seçimde verdi. Çünkü %60'a %40. Yani %40'a gerilemiş durumda mevcut sisteme olan destek. %60 karşı olan bir blok var ve Millet İttifakının en önemli vadi o yüzden onu sordum güçlendirilmiş parlamenter sistem. Yani sistem değişikliğiydi. Acaba 28 Mayıs seçimlerine giderken mesele sistem ve referandum tartışmasını dönüştürülüp %60'alık bu tepki kanalize edilebilir mi?  Bu konuda bir şeyiniz var mı?

Ali Babacan: Yani sistem değişikliği iddiası çünkü parlamento seçimleri bittiği için ve orada belli bir denge oluştuğu için o iddianın sürdürülmesi belki çok gerçekçi olmayabilir. Ama şu anda bizim iddiamız ne? Parlamentoda evet Cumhur İttifakı’nın çoğunluğu var mı var. 1. turda onu gördük. Şimdi 2. turda da cumhurbaşkanının Millet İttifakının adayının seçilmesi yani SayınKılıçdaroğlu'nun Millet İttifakının ortak adayı olarak seçilmesi aslında ülke genelinde de çok önemli bir dengeyi oluşturmuş olacak. Yani şeffaf, hesap vermekten kaçmayan, her an parlamento ile karşılıklı diyalog içerisinde olan. Çünkü parlamentoda çoğunluk Cumhur İttifakında. Cumhurbaşkanının da Millet İttifakından olursa bu aynı zamanda tam da denge ve kontrol sisteminin gayet iyi çalıştığı bir yönetim modeli demek. Karşılıklı uzlaşılarak çalışılacak demek. Seçime kadar tabii ki rekabet seçime kadar tabii ki yarışacağız ama seçimden sonra artık rekabetten öte bir işbirliği moduna geçmesi gerekiyor ülkenin işbirliği. Ancak böyle çözeceğiz çünkü sorunları. Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı olduğunda yani Millet İttifakının ortak adayı Cumhurbaşkanı olduğunda Cumhur ittifakının çoğunlukta olduğu bir meclise tam bir denge ve kontrol mekanizması içerisinde bu ülke yönetilebilir. Hatalar minimize edilir. Tam bir istişare müessesi çalışır. Çünkü mecburen istişare edecek her şey yani. Her şey oturacak konuşulacak. Ya arkadaş şöyle bir sorumuz var gelin konuşalım ya. Bu ekonomi hepimizin sorunu. Sadece A partisinin B partisinin C partisinin sorunu değil ki herkesin sorunu. Bu adaletsizlik hukuksuzluk herkesin sorunu. Gelin oturalım beraberce konuşalım. Dolayısıyla aslında bu seçimin ikinci turu ve bizim milletimize çağırımız gelin bu seçimin sonucu uzlaşıyla tamamlansın, istişare ile tamamlansın. Bu tek adam sisteminin bu bir kişinin tek imza ile aklında eserini yapmaması tam tersine karşılıklı istişare ve işbirliği ile bu ülkenin yönetilmesi.  Bizim çağrımız vatandaşlarımız bu şu anda. Gelin birlik olalım beraber olalım ama eğer Sayın Erdoğan kazanırsa şu ana kadar gördüğümüz kötüye gidiş devam edecek. 2018'e göre şu anda Türkiye daha kötü bir durumda bakacağız ki bu kötüye gidiş devam edecek yani düzelmeyecek hiçbir şey. Yani kötü olarak gördüğümüz her şey daha da kötüye gidecek bu ülkede. Yani iki kere iki dört gibi gerçekte karşı karşıyayız. Onun için bizim bu 2. turda yani 28 Mayıs seçimlerinde vatandaşlarımızdan duymak istediğimiz mesaj Sayın Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı olsun ve arkadaş kafa kafaya vererek bu ülkeyi yönetin.

Mustafa Yılmaz: Meclisteki çoğunluk Cumhur İttifakında olduğu için denetleme mekanizması... Bu Türkiye'yi kilitler diyenler de var bu hiç test edilmedi çünkü meclisi aritmetiğiyle cumhurbaşkanının farklı ittifak ya da partilerden olması.

Ali Babacan: İstanbul mesela. İstanbul Belediyesi öyle. Ankara belediyesi öyle. Belediye meclislerinde karşı taraf çoğunluğu sağlamış durumda ama başkanlar Millet İttifakının başkanları. İstanbul'da da Ankara'da da işler yürüyor hem de daha dikkatli yürüyor yani. Başkanlar dikkat ediyor yani mecliste çoğunluk öbür tarafta diyor. Yani şimdi başkanlar daha dikkatli. Oturup mecburen konuşmak zorunda kalıyorlar pek çok şeyi. Yani dolayısıyla çok da böyle aman kötü olur mötü olur öyle bir şey yok yani. Yani İstanbul'da ve Ankara’da nasıl büyükşehir belediyelerinde bir tablo ortaya çıktıysa ve bu işliyorsa bunun ülke yönetiminde de işlememesi için hiçbir sebep yok. Yeter ki niyetleri iyi olsun. Yani birbirimize çalım atmayalım birbirimizi düşürmeyelim. Yani hep beraber bu ülkeye nasıl ayağa kaldıracağız buna bakalım.

Mustafa Yılmaz: Birkaç dakikaya reklama gideceğiz. Reklamlardan sonra da herkesin konuştuğu bir şey yani gündemde olduğu için herkesin konuştuğu yani size ve partiye yönelik eleştiriler de var ama deprem sonuçlarında herkes merak etti. Çünkü Kızılay çok olumsuz gündeme geldi çadır satan Kızılay.  İşte enkazın altında kalan bir iktidar. Buna rağmen ama deprem bölgesinde alınan sonuçlarda Millet İttifakı açısından sanki tatmin edici olmadı. Buna ilişkin bir analiziniz oldu mu bir değerlendirmeniz?

Ali Babacan: Şöyle tabii deprem gerçekten çok büyük bir felaketti ve bu felaketin deprem anında yönetimi deprem sonrasındaki yönetimi kolay bir iş değil. Özellikle ilk birkaç günde çok büyük aksaklıklar meydana geldi. Yani AFAD Kızılay adeta felç oldu. Devletin ilgili kurumları adım atamadı. Şu anda ki mevcut yönetim sistemi de buna sebep oldu. Çünkü bir kişiden talimat almadan hiç kimse hiçbir şey yapmıyor memlekette o hale geldi işler yani. Biz bunu da çok sık vurguladık. Yani ilk iki gün üç gün niye insanlar enkaz altında can çekişiyor iken bu iş makineleri parklarda bekledi? Niye insanlar enkaz altında donarken silahlı kuvvetler personeli çok geç sahaya çıktı? Kim kiminden talimat bekliyor? Talimat alması gerekiyor muydu bunların yoksa kendinden mi hareket edeceklerdi? Bunları defalarca sorduk sorduk sorduk tık yok ses yok. Dolayısıyla orada gerçekten hükümetin verdiği kötü bir sınav var ama seçim sonuçlarına baktığımızda da orada vatandaşlarımızın da verdiği bir mesaj var. Yani biz o mesajı da tabii ki anlamak zorundayız. O verdiği mesaj yani her ne kadar sıkıntılı olsa her ne kadar kendini zorlukla çekse yani yine de olumlu gördükleri bir şey var ya da korktukları bir şey var ki deprem bölgesindeki illerimizden Cumhur ittifakına ve Sayın Erdoğan'a olan destek bir miktar fazla çıktı.  Yani bizim beklediğinizden de fazla çıktı.

Mustafa Yılmaz: Yani kimliklerden çok sosyolojik aidiyetlerin hala daha baskın olduğu sonucu çıkarılabilir mi?

Ali Babacan: O da var. Kimlik önemli sosyal aidiyet önemli konular. Bunlar daha uzun vadede değişebilecek hususular. Çabuk değişmiyor. Biraz yaş gurubuna da bağlı bu iş. Yani ileri yaşlarda çok zor değişiyor bu aidiyet hisleri. Hani gençlerde biraz daha hareketli. Yani günlük haftalık gelişmelere göre daha çabuk karar değiştirebiliyorlar duruş değiştirebiliyorlar.

Mustafa Yılmaz: Kısa bir reklama gitmemiz gerekiyor ama hem size hem de izleyicilere bir ipucu reklam sonrası için. 15 milletvekili çıkardınız hayırlı olsun. Bir başarı ama şöyle bir eleştiri de var. Almış olduğunuz vekil oranında bir katkınız olmadığı yönünde. Reklam arasından sonra biraz bu ve ama Türkiye'nin hala bence en önemli gündemini oluşturan ekonomi başlıkları ile ilgili önemli sorular olacak.

Mustafa Yılmaz: Özel yayının ikinci bölümünde birlikteyiz. DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan’ı ağırlıyoruz. Tam reklama giderken sorduğum soru şöyle bir eleştiri var; 15 milletvekili çıkardınız ama aldığınız vekil oranında katkınız olmadı. Genel bir eleştiri bu sizde bundan payını alan partilerden birisiniz. Ne diyorsunuz?

Ali Babacan: Evet bu eleştiri sadece DEVA Partisi için değil aynı zamanda CHP'nin listesinden seçime giren diğer partiler için eleştiri. Farkındayız takip ediyoruz.  Fakat bu veriler bu eleştirileri doğrulamıyor. Niye diyeceksiniz. Birincisi Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu bir önceki seçimlere göre yüzde iki buçuk artmış durumda. Yani 22,8’den 25,3’e çıkmış. Hatırlarsanız adaylar açıklandıktan sonra bir hafta boyunca hemen hemen her gün Sadullah Ergin Bey'i tartıştılar. Dediler ki Sadullah Ergin CHP’de. Ankara 1. Bölge aday oldu Çankaya'nın ilk olduğu yer artık Çankaya’dan CHP'ye oy çıkmaz. Çankayalılar CHP oy vermez diye. 1. bölgedeki oy artışı Cumhuriyet Halk Partisi'nin 5,5 puan. Yani %36’dan %41,6'ya çıkmış. Türkiye ortalaması 2,5 Ankara'da 1. bölgedeki artış %5,5

Mustafa Yılmaz: Yani Sadullah Ergin oyları arttırdı tam tersine.

Ali Babacan: Sonuç bu sonuç bu. Yani Ankara ortalamasını söyledim. Ankara ortalaması 4.2 ama 1. Bölge 5,5. Türkiye ortalaması 2.5. Artış Ankara ortalaması 4.2 ama 1. Bölge 5,5. Kahramanmaraş bizim il başkanımız adayımız olmuştu İrfan Bey Tıp Doktoru. Kahramanmaraş'ta ikinci sıradaydı ve CHP'nin bir milletvekili vardı. Kahramanmaraş'ta CHP'nin bir önceki seçimlerde aldığı o %9,5 bu seçimde aldığı oy %16.3. Ki Kahramanmaraş biliyorsunuz hani muhafazakar seçmenin yoğunlukta olduğu bir ilimiz.  6.8 puanlık artış var ve bir milletvekili vardı CHP'nin şimdi iki var ve ikinci milletvekili bizim arkadaşımız İrfan Bey oradaki il başkanımız.  Geçiyoruz Mersin'e. Bakın Mersin'de %3.8'lik artış var. Bizim Mehmet Emin Ekmen biliyorsunuz Mersin'den adaydı. Üçüncü sıradaydı ama CHP sanırım 5 yanılmıyorsam 5 kadar milletvekili çıkarttı ve ciddi Mersin'de bir hareketlenme geldi. Yani bizim adaylarımızın olduğu illerin çoğunda çok ciddi bir ilave hareketlenme oldu ve arkadaşlarımızda genelde illerinde tanınan bilinen ve sevilen insanlar olduğu için oldukça olumlu katkısı oldu. En azından biz görüyoruz pek çok ilde bunu rakamsal olarak da görüyoruz. Şu da var tabii şunu da söylememiz lazım ki biz bunu Cumhuriyet Halk Partisi ile ilk görüşmelerimize de bizi dinlendirmiştik onlar dediler ki; gelin dediler beraber tek lise ile girelim. Yani teklif onlardan geldi. Yani biz gidip de bir şey yapmadık herhangi bir şeyin pazarlığını falan da yapmadık yani. Önce biz Sayın Kılıçdaroğlu'na desteğimizi açıkladık 6 parti olarak ortak adayımızdır dedik ve o an itibariyle biz hala kendi listelerimizle giriyoruz. Çünkü Türkiye'ye genelinde onun hazırlığı yapıyoruz. 1300 tane başvuru oldu, onların mülakatlarını yaptık 8 komisyonda. Kapandık ben bizzat üst komisyonda 8 gün her bir başvurunun formu üzerinden insanlar inceleyerek tek tek tek tek komisyon başkalarından üst komisyonları ele aldık. Biz tamamen kendimiz seçime girecek gibi hazırlandık ama çok az kala listelerini teslim edilmesine çok az kala 4-5 gün kala böyle bir teklif geldi bize. Yani Cumhuriyet Halk Partisi istedi bizden. Bakın çünkü beraber girersek daha çok milletvekili çıkacak diye. Simülasyonlar yaptık dediler gösterdiler biz de yaptık simülasyonları biz de aynı şeyi gördük. Yani sadece DEVA Partisi ile CHP'nin aynı listede olmasının artı 18 tane milletvekili ürettiğini gördük kendi simülasyonlarımızda. Çünkü niye? Biz 81 ilde varız. 81 il başkanlığımız var 87 seçim bölgesinde varız ve belki bazı illerde bize olan destek %2 bazılarında 4 bazılarında 6 neyse ama baktığımız zaman her ilde küsuratlar birbirini tamamlıyor. Diyelim ki biz örneğin yarım milletvekili çıkarıyoruz CHP 1,5 tamamlandı ediyor 2. Bir yerine iki milletvekili çıkartmış oluyoruz. Ya da biz bir yerde diyelim ki 1.2 milletvekili çıkarıyoruz öbür tarafta CHP 3.8 çıkarıyor üçe bir olacağına beş milletvekiliyle çıkıyor. Dolayısıyla sadece ve sadece bizim diğer partileri saymıyorum bakın Saadet Gelecek saymıyorum. Sadece DEVA’nın ortak listeden girmesinin oluşturduğu artı 18 tane milletvekili çıkıyor. Bunu biz de gördük CHP’de gördü simülasyonlarda. Dolayısıyla onun için biz bunu kabul ettik ve artı 18 milletvekili dedik. Evet, 15+5 gibi bir rakam konuştuk ve sonuçta da 15 milletvekili ile tamamlanmış oldu. Dolayısıyla burada hani DEVA’nın hani hak etmediği öyle bir şey kesinlikle yok. Yani şu var tabii seçim sonuçları beklenenin altında çıkınca herkes bir suçlu arıyor. Yani bazen partiler bu suçluyu kendi içinde arar bazen beraber hareket ediyorsanız başka partiler suçlu mu diye şey olur.  Yani toplumda Bunun bir suçlusunun arayışı olur şu olur bu olur. Biz gayet kendimizden eminiz. Bu 15 arkadaşımızın 15'i de hakkıyla helalinden seçilmiştir. Hak etmişlerdir helalinden seçilmiştir. Bu konuda bizim en ufak bir kaygımız yok. Kaldı ki bu 2.Tura giderken de bütün teşkilatlarımızla beraber yine sahada olacağız hep beraber çalışacağız ve Sayın Kılıçdaroğlu'nun 2.turda bu seçimi kazanması için de her türlü emeğimizi varlığımızı ortaya koyacağız. Kaldı ki bizim adaylarımızın olmadığı illerde bile bizim teşkilatlarımız sahadaydı çalışıyordu.

Mustafa Yılmaz: Mesela siz de paylaştınız ben de sosyal medyadan paylaştığımda programla ilgili duyuruyu sahada olmadığınız yönünde eleştiriler dikkatimi çekti. Bunu sahada olduğunuzu ifade etmede ya da bunu göstermede mi sorun var? Çünkü eleştiriler biraz da orada odaklanmış programla ilgili duyuruyu da yaptığınızda.

Ali Babacan: Şimdi şöyle sahada olmadı diyenlerin ama bunu belgelemesi lazım değil mi? Biz hangi ilde nerede yokmuşuz bir göstermeleri lazım. E ben şu caddede yürüdüm DEVA Partisini görmedim böyle bir şey olmaz. Belki bir arkadaş caddede çalışıyor o anda arkadaşlar. Üstelik 1. Tura doğru giderken partiler arasında saha çalışmasıyla ilgili öyle sıkı bir koordinasyon olmadı ki. Çoğu ilde her partinin teşkilatı birbirinden ayrı çalıştı. Çünkü dendi ki her partinin teşkilatı hangi mahallede hangi STK üzerinde etkiliyse gitsin orada çalışsın denildi. E buradaki bir mahallede çalışma yapanlar öbür mahalledeki çalışmalardan haberi olmayabilir yani nu gayet doğal.  O konuda en ufak bir endişemiz yok. Ha şu olabilir belki arkadaşlar gidip her yaptıklarını sosyal medyada paylaşmamış olabilirler yani. Çünkü bizim biraz da iş yapmaya üretmeye yatkın bir ekibimiz var yani. Bizim arkadaşlar iş üretirler. Bunu anlatayım bir de öbürlerine bak ben çalıştım diye ispatlayım falan diye bu derde bazı teşkilatlarımız girmemiş olabilir. Siz kendinize güveniyorsanız yani çalışkansanız o çalışkanlığı illa herkes duysun öbüründe de anlatayım falan filan bu derde girmemiş de olabilir bazı arkadaşlarımız. Biz ne yaptığımızı gayet iyi biliyoruz kendimizden çok eminiz ve o eminlikte de yolumuza devam ediyoruz.  Yani haklı eleştiriler olsa bakarız ederiz ya gerçekten şurada sıkıntı var gerçekten bak burada bir eksiklik olmuş deriz ama burada öyle bir şey söz konusu değil yani. Ama şu var bakın bir de 81 il var 973 tane ilçe var. Mesela bizim bu 973 ilçeden 766'sında ilçe başkanımız var. Ha geri kalan ilçelerde DEVA Partisi yoktur derken orada bizim ilçe başkanımız yok. Dolayısıyla ne yapalım teşkilatımız yok ilçe başkanımız yok dolayısıyla o ilçede de teşkilatımız olmadığı için bir faaliyet olmamış olabilir yani.

Mustafa Yılmaz: Keşke demenin faydası yok ama not aldım. Geçmişte bu süreç öncesi bir takım ittifak için ittifaklarda konuşulmuştu. Üçlü ittifak diye gündeme gelmişti. Bugünkü tablo ile değerlendirdiğinizde biz bu tercihle doğru yaptık mı yoksa keşke üçlü ittifakı deneseydik daha farklı bir sonuç elde edebilirdik daha iyi bir sonuç elde edebilirdik diye bir analiziniz değerlendirmeniz oldu mu?

Ali Babacan: Şöyle siyasetçilerin işinin hep yarınlarla ilgili olması gerektiğini ben düşünüyorum yani çok böyle dikiz aynasına bakarak araba kullanılmaz kaza yaparsınız. Tabii ki olanları hep daha öncesi ile ilgili olanlardan ders alacağız olumlu olumsuz derslerimizi alacağız kuşkusuz ama hep yarınlara bakmamız lazım. Yani şimdi bu 28 Mayıs seçimlerinden sonra Türkiye'de yepyeni bir dönem başlayacak. Artık siyaset yeni bir tablo ortaya koymuş olacak bize. Dolayısıyla biz bundan sonrasına bakalım bundan sonrasıyla ilgili çalışmalarımıza odaklanmak istiyoruz. Tabii ki partiler arası diyalog çok önemlidir çok kıymetlidir bu siyasi diyalog. İşbirliği çok önemlidir. Yani bu diyaloğun geliştirilmesi işbirliği alanların geliştirilmesi bizim hep arzu ettiğimiz şeylerdir. Dolayısıyla 28 Mayıs seçimlerine görelim şöyle bir tablo çok net bir şekilde ortaya çıksın hem yürütme tarafında hem meclis tarafında. Ondan sonra otururuz yine her partiyle biz her konuyu görüşürüz öyle diyeyim yani.

Mustafa Yılmaz: O zaman ileriye bakalım yarına bakalım bu parlamento kısmında öyle kapatayım. Türkiye'nin mevcut kanunlarına düzenlemelerine göre parlamentoda grup kurabilmek için 20 milletvekilliği sorumluluğu var. 20 milletvekiline sahip olmanız lazım. Siz 15'tesiniz bu konuda kanaatiniz ne? Bir arayışınız bir çabanız olacak mı grup için nasıl bir yol haritası belirleyeceksiniz? Bu diyaloğun tırnak içinde bir planlaması yaptınız mı?

 Ali Babacan: Şöyle tabii ki mecliste grubu olan bir siyasi parti olmak önemlidir. Dolayısıyla biz de bunu arzu ederiz ama takdir edersiniz ki şu anda bizim tamamen odaklandığımız konu 28 Mayıs seçimleri. Yani parlamento az çok oluştu orada.  Belki 2 milletvekili değişir şu olur bu olur son hani itirazlarda falan filan ama o kadar yani. Dolayısıyla parlamento önemli ölçüde oluştu. Şimdi o konuyu orada oraya bir park edip 28 Mayıs seçimlerinde biz odaklandık. Dolayısıyla bu 28 Mayıs seçimlerine inşallah bir girelim. Hedefimiz Sayın Kılıçdaroğlu'nun kazanması. Zor ama imkânsız değil yani iyi asılınca iyi çalışınca başarılır diye biz düşünüyoruz. Hatta ben bununla ilgili bir açıklamada yapmıştım. Fatih Terim’in bir sözü vardı. Böyle Galatasaray epey bir gerideyken 8 puan gerideydi 8 de kapanır 18'de demişti. Çok büyük gündem olmuştu ve Galatasaray o dönemi şampiyonlukla bitirdi. Dolayısıyla ben de dedim ki iki buçuk milyon farkta kapanır 12 buçukta kapanır dedim. Ve buna tabii inanmak lazım. Vatandaşlarımızı sandık başına gitmeye ikna etmemiz lazım.  Seçim güvenliğiyle ilgili endişeleri ortadan kaldırmamız lazım. Yani ben giderim oy kullanırım oyum çalınır. Öyle bir şey yok. Kimsenin oyu çalınmayacak yani. Üstelik bu sefer 560. 000 kişi sadece tek bir pusulayı ve Kılıçdaroğlu mu Erdoğan mı bunu kontrol edecek. Yani ilk tur seçimi daha karmaşıktı. İki tane pusula vardı, pusulanın bir tanesi 1 metre uzunluğundaydı. Bunların sayılması kontrolleri falan filan emek isteyen zahmet isteyen vakit alan işler. Hata oranı yüksek olan işler. Bu 2. Tur o kadar basit ki yani 2. Turda çalmak o kadar kolay değil. Yeter ki o 560. 000 kişi yine sandıkların başına görevlendirelim ama yeter ki milletimiz de gitsin oyunu kullansın. Çünkü bu seçimin sonucu milletimizin oyuyla tercihiyle belirlenecek. Ama bunun gerçekleşmesi katılım oranın artmasıyla mümkün.  Onun için ben bugün karşılaştığım bütün gençlere ki bayağı 3-4 saat gençlerle beraberdik bugün Ankara sokaklarında metro istasyonunda dışarıda kafede şurada burada. Hepsine dedim aman dedim gençler oy kullanmadığını bildiğiniz arkadaşınız varsa kolundan tutun sandık başına götürün. Çünkü seçimin sonucunu onlar belirleyecek. 8,5 milyon insan oy kullanmayan. Bunların bir milyonu gelirse büyük fark. İkisi gitse büyük fark. Yani hele hele bu iki adaya ineceği için ve Sinan Oğan artık oy pusulasında yer almadığı için Muharrem İnce zaten devre dışı kalmıştı. Dolayısıyla o rakamlar baktığınız zaman hepsi milyon milyon rakamlar yani. Farkta sadece 2,5 milyon. Dolayısıyla iki buçuk milyonu farkı oradan buradan kapatmak ve öne geçmek imkânsız değil yani.

Mustafa Yılmaz:  Ben de bunu soracaktım. Hem seçime katılımı arttırmak için parti ve kişisel olarak ne tür bir çalışma ortaya koyacaksınız diye ama söylediniz herhalde. Buna ilave edeceğiniz bir şey var mı? Daha çok gençlerle buluşma yani anladığım kadarıyla gençler üzerinden çünkü ilk gençlerin annelerini babalarını ebeveynlerini ikna etmeleri konusunda bir çağrıda bulundunuz. Şimdi diyorsunuz ki sokakta gördüğüm her gence oy vermesi ve verdirmesi çağrısında bulunuyorum. Bunlar tamam ama bir strateji değişikliği de dikkat çekiyor Millet İttifak’ında. Yani en azından kampanya süreci olarak. Bunu da şuna bağlayanlar var sanki Türkiye'de küresel anlamda da bir milliyetçilikte milliyetçi oylardan reflekslerde artış var. Türkiye'de de bunun oylara sandığa yansıdığı düşünülüyor. Bu noktada bu 9 günlük süreçte Millet İttifakı Sayın Kılıçdaroğlu'na en azından öyle bir izleyelim var daha fazla milliyetçi oylara hitap edecek bir kampanya yürüteceğiz. Detaylarına gireceğiz ama ne diyorsunuz bu söylem ve kampanya sonuç verir mi? Siz de bu kanaati paylaşıyor musunuz milliyetçilik konusunda?

 Ali Babacan: Şöyle aslında bizler vatansever insanlarız. Ülkemizin birliğini, bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü, ülkemizin bölünmez birliğini son derece önemseyen insanlarız. Ama bunun daha geniş kesirler tarafından duyulması bilinmesi de kuşkusuz önemli. Yani bir taraf günlük siyasette başarı üretemeyip ekonomide hukuk ve adalette ülkeyi kötü bir noktaya getirip eğitimde maalesef ülkeyi çuvallatıp tamamen milletimizin milli duygularını ve dini duygularını istismar ederek bir siyaset izliyorsa ve burada da vatandaşlarımızın hassasiyeti 1. turda az çok ortaya çıkmış ise yani bizim de vatanseverliğimizi vatanperverliğimizi bu ülkenin güvenliğini en az onlar kadar hatta çok daha fazla düşündüğümüzü, bu ülkenin savunmasını, bu ülkenin teknolojisini onlardan daha iyi güçlendirebileceğimizi de söylememiz gerekiyor. Bunu bol bol anlatmamız gerekiyor.

Mustafa Yılmaz: Mesela sayın içişleri bakanı çıktı hani herhangi sıradan bir Partili olsa belki daha normal karşılanabilir ama 14 Mayıs seçimleri bir darbe girişimine kadar getirdi. Yani şöyle anladık siz kazansaydınız Millet İttifakı Sayın Kılıçdaroğlu kazansaydı bu bir darbe olacaktı. Çünkü Biden vardı arkasında FETÖ vardı Kandil vardı. E şimdi o kalmadı bu milletin iradesi. Siz aynı dilde cevap vermede sıkıntı yaşıyor musunuz? ya da işte nerede bir sıkıntı var bu kadar açık şeylere rağmen bu kadar kolay bunlar kullanırken kendinizi ifade etmede sizi kastetmiyorum ittifak olarak...

Ali Babacan: Mesela biz şuna çok dikkat ettik yani olmayan bir şey var demedik. Yani iktidarla ilgili iktidar partisi ile ilgili Sayın Erdoğan'la ilgili sadece gerçekleri konuştuk. Yani kendi sözlerinin videosunu gösterdik tutup da kendi söylemedikleri şeyi montajla konuşturmadık yani. Yani kendi ne söylediyse onu gösterdik insanlara. Dolayısıyla bizim bu ahlaki duruşumuz siyaseti ahlaki sınırlar içinde yapıyor olmamız değişmeyecek bir şey yani. Kim ne derse desin yani onlar yalan siyaseti uyguluyor diye çivi çiviyi söker biz de yalan siyasetine geçer böyle bir şey yok. Olmayacak da. Ama varsa yeterince anlatamadığımız konular varsa vatandaşlarımıza yeterince ulaştıramadığınız mesajlar o mesajları bu son 7-8 günde biraz daha yoğunlaştırmamız gerekecek yani yapacağımız bu. Yoksa bizim aslında yapacaklarımız yapmayacaklarımız o kadar açık yazılı ki yani bu 2300 maddelik ortak politika metninde her şey yazılı.  Yani hiçbir şey sözde kalmıyor ama 2300 maddeden hangisinin ne kadar ön plana çıkaralım hangisini daha çok gündeme getirelim bu işte belki birinci seçimde ikinci tur seçim arasında belki orada farklılık olacak. Yani projektörü belki burada bazı konuların üzerine daha fazla çevireceğiz. Yoksa olmayan bir şeyi yeniden anlatmak temel tutumlarda değişiklik yapmak bunlar zaten inandırıcı da olmaz. Yani temel tutum değişmez Sadece bütün bu 2300 maddeye içerisinde daha çok hangi konuları konuşalım daha çok hangi konulara ön plana getirelim bunun meselesidir yani. Onun ötesinde bir şey yok. 1. tur böyle bitti dolayısıyla 2.turda hemen politika değiştirelim yepyeni bir şeyler yapacağımızı söyleyelim öyle bir şey yok. Zaten çalışmışız etmişiz. Kendimize güveniyoruz. Test edilmiş. 2300 maddeden bir tane eleştirecek bir şey bulamadılar.  Bizden sonra AK Parti'nin seçim beyannamesi açıkladı Sayın Erdoğan o kadar çok kopya var ki buradan. Neler neler neler. Yani diyor ki en önemli vaat ne? Mülakatı kaldıracağız. Günaydın yani biz bunu yazmışız zaten buraya. DEVA Partisinin ta kuruluş programında var ta 3 sene önce yazmışız mülakatın kalkmasını. Ne diyor işte ticari araçlardan ÖTV almayacağız. Günaydın biz buna yazmışız zaten almayacağız diye. Bunun kopyası. Ne diyor hele hele kendiyle de çelişiyor imar affı yapmayacağız diyor. İmar barışını yapan kim? bir önceki seçimde imar barışını en önemli seçim kampanyası malzemesi olarak kullanan kim? İmar barışı gelen binalardan binlerce bina yıkılmadı mı deprem bölgesinde binlerce insan o binaların altında can vermedi mi? Şimdi imar affına biz karşıyız. E karşısında niye yaptın? O zaman git onu anlat. Yani zamanında niye imar affı yaptığını anlat. Dolayısıyla bir tutarlılık yok ama şunu da anlıyoruz tabii ki siyaset her zaman rasyonalite zeminde yürüyen bir şey değil. Duygular da çok önemli. Yani insanların duygu dünyasını da çok önemsemek zorundayız yani burada kızgınlıklar var korkular var sevgi var değil mi? Yani farklı farklı duygular var. Dolayısıyla bütün bu duygu dünyasını da iyi anlamamız lazım.

Mustafa Yılmaz: Seçim öncesi Muharrem İnce’yi seçim sonrası da Sinan Oğan’ı çok konuştuk.  Anahtar rolü üstlenecek gibi bu tartışmalar bu kanaatler çünkü trafik çok hızlı. Bugün görüşmeyiz gibi bir hava vardı ama bugün Sayın Erdoğan'la görüştüğü Sinan Oğan. Sayın Kılıçdaroğlu Ümit Özdağ ile görüştü. Ne diyorsunuz bu milliyetçi şeyi de biraz buradan geliyor zaten.

Ali Babacan: Biz bu konuyu aslında son yaptığımız liderler buluşmasında kısaca bir değerlendirdik. Yani biz Sinan Bey'in Millet İttifakının yanında durması bizim sistemimizin içinde yer alması konusunda açıkçası değerlendirmemiz olumlu. Yani aramızda görmek isteriz ama anladığımız kadarıyla Cumhur İttifakı ile temasları var. Bu temaslar sonucunda nasıl bir karar ortaya çıkar nasıl olur hep beraber göreceğiz.

Mustafa Yılmaz: Eğer sosyal medyaya itibar edeceksek 14 Mayıs'ın bence kaybedenlerinden birisi anket firmaları birisi de sosyal medya bence. O iddiayı doğru alırsak teyit edilmemiş bir bilgi Sayın Aliyev'in bile aradığı Sinan Oğan’ı.

Ali Babacan: Yani bilemiyorum artık kendisine sormak lazım.

Mustafa Yılmaz: Sonra şöyle bir yorum var onu da sormadan geçemem. Getirirken götürebilir. Şöyle Sinan Oğan ya da milliyetçi söylemler getirdiğinden çok götürebilir diye de bir analiz var. Daha önce destek veren kitleleri rahatsız edebilir bu söylem ya da tercihler. Siz böyle bir risk görüyor musunuz?

Ali Babacan: Şöyle zaten Millet İttifakını destekleyen Sayın Kılıçdaroğlu'nu destekleyen vatandaşlarımız aslında bizi iyi anlamış durumda. Yani niye destek verdiğini biliyorlar. O desteğin sağlam gerekçeleri var arkada ama öte yandan da özellikle bu milli hassasiyetler ve dini hassasiyetler konusunda iktidarın bu istismar alanında onlara böyle olduğu gibi bırakmamak gerekir. İstismar ettiler bunu ama bir dakika kardeşim yani bu Türkiye'de başörtülü vatandaşlarımızın bu temel hakkını koruyacak olan sadece sen değilsin ki ya bizde koruyacağız. Biz buradayız yani bizim de o konuda hassasiyetlerimiz var. Mesele okullarsa İmam Hatip okulları o konuda da bizim hassasiyetimiz var.  Özellikle eğitim özgürlüğü var yani vatandaşlarımız evlatlarını istekleri okula gönderirler.  Diyanet kapatılacakmış. Yalan yok böyle bir şey. Olmayan bir şeyi siz var diye bakın şu çok önemli şimdi ülkenin cumhurbaşkanı ve aynı zamanda bir partinin genel başkanı mesela söylediği her şeyin doğru olması lazım bir. İkincisi yalan bilgilerin haberlerinin dağıtılmasını da kendi bilgisi dâhilinde asla olmaması lazım. Eğer el altından yine işte iletişim Başkanlığının trolleri varsa size falan filan yalan bilgilerin iftiraların dolaştırılmasına talimat veriyorsa bunun önünü açıyorsa bu da ahlaki olarak doğru bir şey değil. Yani yalana sebep olmak da doğru bir şey değil. Ben söylemiyorum. Söylemiyorsun da adamlarını yalan söylemesinin önünü açıyorsun onlara yalan söyletiyorsun. Bu da böyle bir şey.  Hedef önemli değil mi? İstikamet hedef önemli ve hedefin meşruluğu çok önemlidir. Meşru bir hedefiniz olacak ama o hedefe ulaşmak için attığınız her bir adımda meşru adımlardan oluşacak. Yani benim hedefim önemli ve çok meşhur önemli bir hedef ee dolayısıyla ben gayrimeşru yollardan saparak o hedefime ulaşabilirim. Kimse kusura bakmasın öyle bir şey yok. Sıkıştı mı ne diyorlar harp iledir. Ya kiminle harp yapıyorsun sen arkadaş? Biz düşman mıyız bu ülkenin düşmanı mıyız? Biz sadece demokratik bir yarıştayız. Bu ülkeyi daha iyi yöneteceğimizi iddia ediyoruz o kadar. Yani bu işi de senden daha iyi yaparız diyoruz. Düşman falan değiliz biz rakibimiz demokrasi içerisinde rekabet ediyoruz. Harp nedir deyip de sen siyasi rakiplerine karşı hile yapamazsın böyle bir şey yok, böyle bir şey yok.

Mustafa Yılmaz: Tekrar söylüyorum çok acı tecrübeler yaşandı bu konuda yani hedefe giden her yol meşrudur.

Ali Babacan: Bizde böyle açıkçası yani DEVA Partisi kuruldu kurulalı bugüne kadar o kadar net kırmızı çizgilerimiz var ki asla asla. Ve şu ortak politika metnini ortaya koyduk bakın burada var ya 6 parti olarak yolsuzlukla mücadele ise sapasağlam bir duruş var. Haksız kazanç haksız imar rantları hepsi ile ilgili sapasağlam duruş var. Kara paraymış uyuşturucuyla mücadele sapasağlam. Biz burada sağlam bir duruş ortaya koyduk yani çünkü ortak zemindir. Onun için ne yapacağımızdan da gayet eminiz ve hedefimiz meşru ve önemli ama meşru adımlarla hedefe doğru yürüyeceğiz. O kadar.

Mustafa Yılmaz: Elbette ekonomi kendi kişisel kanaati olarak ne kadar etkili oldu ekonomik çünkü tencere yıkar bütün iktidarları diyorduk. Ekonomik tablo seçim bitti 14 Mayıs herkesin merak ettiği bir şey uzun yıllar ekonomiyi yönettiğiniz bankalarda ne oluyor yani nasıl anlayacağız kredi vermiyorlar nakit çekim yasaklandı deniyor. Bir bunu anlayayım yani ne oluyor?

Ali Babacan: Şu anda Türkiye ekonomisi maalesef çok zayıf ve beceriksiz bir kadro tarafından yönetilmeye çalışılıyor ama daha da önemlisi Sayın Erdoğan tek başına artık bağımsız kurum bağımsız kurul falan tanımadan bütün Merkez Bankası'na ait bütün kurumları kendi şahsi talimatıyla yönetmeye başladı. ‘Ben böyle istiyorum yapın arkadaş’ diyor. Ya iyi de bu işin bir bilim alanı değil mi iktisat diye bir bilim alanı var. Bu önemli bir de Allah'ın verdiği bir akıl var bunu kullanmak gerekiyor. Bilime saygı göstermek gerekiyor. Tabii ki mesele özellikle eğer faizsefaizle ilgili dinimizin koymuş olduğu bir çerçeve de var bunu da biliyoruz ama sonuca baktığımızda sonuca baktığımızda Erdoğan'ın düşüp tuttuğu tutturduğu tek faiz Merkez Bankası'nın bankalara kredi verirken uyguladığı faiz. Onun haricindeki her türlü faiz ülkede artmış durumda. Bugün bankadan kredi çeken vatandaşımız %30-35-40-50'ye kadar faiz ödemek zorunda kalıyor. Kaldı ki kredi çekmeye çalışın bakalım para var mı? Bankaların çoğu kredi musluklarını kapatmış durumda. Şu anda bizim paraya ihtiyacı olan sanayicimiz esnafımıztefecinin eline düşüyor. Tefeci faizleri çok yüksek. Çünkü diyor ki benim faizim şu. e peki ver krediyi yok. Burada ne yazdığını anlamıyor ki. Burada 30 da yazsa 40 da yazsa 50 de yazsa hiç anlamı yok. Bu sefer gidiyor tefeci faizine muhtaç oluyor insanlar. Kur, televizyon ekranları döviz kuru gösteriyor. Al bakayım o kurdan kimse sana döviz satıyor mu? 19 küsur hala değil mi dolar. Al da bir göreyim. 19 küsurdan kim dolar alabiliyor? İhracatçı ihracat yapıyor getiriyor dövizinin bir kısmını mecburen düşük kurdan bozduruyor ham madde için ihtiyacı olan dövize gidiyor kapalı çarşıdan %5 daha pahalıya almak zorunda kalıyor. 1 lira 1,5 lira fark var televizyon kuruyla gerçek kur arasında.  Böyle bir ekonomi olabilir?

Mustafa Yılmaz: Bir fark daha var. 2023 basımı bilmiyorum yani küçük olduğu için hem birim olarak hem etki olarak yarı yarıya fark var. Hem incelmiş yarı yarıya. Kuyumcuya gittim merak ettim bir delikanlı getirdi abi hiç yeni bir liraları gördü mü falan diye. 2018 basımı bu 8 küsur gram bu 6 gram. Yani buradan da gitmeye başlamış. Hatta bir ara aklıma Osmanlı'daki delikli para.

Ali Babacan: Metalini de analiz ettirmek lazım. TÜİK’in açıkladığı enflasyon 5 yılda Türkiye'deki fiyatların 4 katına çıktığını gösteriyor. Yani o Türkiye ortalaması bütün ürünlerin ortalaması 5 sene önce bir ürünün fiyatı 100 liraysa bugün 400 lira. Bu da TÜİK’in açıkladığı makyajlanmış yani düşük gösterilen rakam. Gerçek muhtemelen 500-600 gibi bir rakam.  Yani 100 liralık fiyatlar çıkmış 500-600’e. Ve sadece son 5 yıl olmuş bu. Üretici fiyatındaki enflasyon yani asıl hammaddenin zam mı Cumhuriyet tarihinin rekoru. Yani üretici enflasyonu hiçbir zaman bu kadar artmamıştı bu ülkede. Gelmiş geçmiş tüm zamanların enflasyon rekoru kırıldı son dönemde. Bizim kendi tarihimizi kastediyoruz ediyoruz kendi yakın tarihimiz Cumhuriyet tarihine bakıyoruz üretici fiyat endeksi hiçbir zaman bu kadar artmamıştır. O metal ya bu metalin bir dünyada piyasa fiyatı var. Ne oldu bütün bozuk paraların metal değeri paranın üzerindeki yazan değeri geçti. Dolayısıyla hazinenin darphanesini bunu yapması anlamsız oluyor belli bir noktadan sonra. Uyanıklar çıkıyor 8 gramlık bozuk paraları piyasadan topluyor hurdacılarda eritiyor para kazanıyor. Çünkü üzerinde 1 lira yazıyor bir buçuk lira ediyorsa bunu eritmek daha karlı. Bir lirayı topluyorlar gidiyor eritiyorlar eline bir buçuk lira para geçiyor. Dolayısıyla enflasyonun artması bütün ekonomik dengeleri altüst etti yani. Türkiye'nin bir numaralı düşmanı enflasyon gerçek düşman enflasyon ve gerçek düşmanını mücadelede Erdoğan'ın notu kırık zayıf.

Yani enflasyonla mücadelede notu kırık. Gerçek düşman enflasyon hiç düşman hiç başka sağda solda düşman aramasın. Gerçek düşman o. Çünkü bütün vatandaşı fakirleştirdi mi? Türkiye'deki gelir dağılımı bozuldu mu? Sabit gelirli maaşla geçilen Herkes bu ülkede kaybetti mi? Bakın bilmiyorum grafik göstermek mümkün mü ama bizim 54 nolu grafiğimiz var. Milli gelirden payı gösteriyor. Sabit gelirli ücretli insanlar bakın iş gücünün aldığı pay ekonomide %35'ten %26'ya düşmüş, sermayenin aldığı pay  %47'den %55'e çıkmış. Erdoğan ekonomisinin tablosu bu. Yani zengini daha zengin yapmış sabit gelirli maaşla çalışan bütün vatandaşlarımızı fakirleştirmiş. Bu TÜİK’in verisi. TÜİK deyince bunu da yarın makyajlamaya çalışırlar onun için biz bunu gösteriyoruz ki henüz makyajlanmadan bunun üstü örtülmeden vatandaşlarımız gerçeği görsün diye. Tablo bu. Yani sonuçta bu 5 yıllık tek imzayla aklıma geleni yaparım, Merkez Bankası'nın bağımsızlığını falan da dinlemem diyen Erdoğan'ın Türkiye'yi getirdiği nokta bu.  Bakın yıllarca nasıl sabit seyrediyor faiz değil mi? 40, 50, 50... Ne zaman ki ben tek başına karar vereceğim diyor 2018'de başkanlık sistemine geçiyor Merkez Bankası'nın bağımsızlığını elinden alıyor ben karar vereceğim faiz veriyor indiriliyor bindiriliyor sonuçta hazine ne dedi? Faiz bu. Hazine bu parayı nereden buluyor? Milletin vergilerinden topluyor değil mi? siz evinize bir kilo peynir alıyorsunuz orada KDV var. Maaş bordonuza bakın orada gelir vergisi var. bütün milletten KDV ile ÖTV ile gelir vergisi olarak topluyor topluyor heybeye dolduruyor o heybeyi de alıyor bir avuç insana faiz olarak ödüyor.

311 milyar geçen sene kesinleşen faiz ödemesi. Bu senenin bütçe senede 565 milyar koydular. Ve bu 774 milyar da kendi orta vadeli programda ödeyeceğiz diye ilan ettikleri faiz. Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla yayınlanan resmî gazetede orta vadeli programda ödeyeceğini ilan ettiği faiz bu. Hani faizle mücadele hani bana yetkiyi verin faizi nasıl düşeceğim gösteririm diye.  Şimdi Merkez Bankası'nın bankalara verdiği paranın faizini düşürmekle siz sadece bankalara daha çok para kazandırıyorsunuz ya. Çünkü bankalar zaten o parayı %30 da 40'la eliyle veriyor dışarıya. Vatandaşın faizi yüksek bir faiz. Aradaki farkı banka kazanıyor bu kadar basit. Yine hazine ödüyor bedenini çünkü hazinenin borçlanma faizi yükselmiş durumda.

Hazinede nereden buluyor parayı yine milletten topluyor. Yani Erdoğan'ın faiz karnesi bu kim ne derse desin.  İşte yıllarca düşük gitmiş gitmiş gitmiş ama 2018'den sonra artmış patlamış gitmiş.  Sonuçta geldiğimiz nokta bu.

Çünkü faizle mücadele de temel esas güvendir güven. Güveni oluşturmazsanız faiz artar. Ne zaman ki güvenini oluşturursanız o zaman faiz düşer. Güven nasıl oluşacak?  Konuşunca doğruyu söyleyeceksin yalan siyaseti yapmayacaksın yani konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Söz verince tutacaksın. İstişare ile yöneteceksin ülkeyi adaletle yöneteceksin. Emanete ihanet etmeyeceksin. Yani bütün bunlar güveni oluşturmanın en temel unsurları. Şeffaf olacaksın hesap verebiliyor olacaksın. Merkez Bankası'nın arka kapısından 250 milyar doları gizli saklı satmayacaksın yani. Başka türlü güveni oluşturamazsın. Burada kur korumalı yok ha. Geçen sene ödedikleri 311'e ek bir 200 milyar daha da kur korumalıya kur farkı ödediler. 311 milyar faiz artı 200 civarında… Civarında diyorum çünkü merkez bankası açıklamıyor. Ya arkadaş sen Merkez Bankası olarak şu kur korumalı mevduata ne kadar fark ödedin? Sır söylemem.

Mustafa Yılmaz: Bu kadar kolay mı? Siz ekonomi yönettiniz.

Ali Babacan: Plan bütçe komisyonuna gidiyor Merkez Bankası Başkanı soruyorlar söyleyemem diyor. Doğru hesaptan kaçar mı arkadaş. Büyük bir proje ortaya koydun değil mi kur korumalı mevduat. Rahmetli Özal zamanında bitirmiş. ‘Bu kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir’ demiş rahmetli Özal zamanında kur korumalı için. 40 sene sonra ortaya çıkart bu ülkenin enflasyonunun en önemli sebebi 80’li yıllarda ondan sonra peki ne kadar ödedin. Merkez Bankası söyleyemem diyor. Doğru hesaptan kaçar mı? Açıkla ne kadar ödediğini. Söyleyemem diyor. Böyle bir şey olur mu?  Emin olun bu kötüye gidiş var ya devam edecek bakın.  Erdoğan kazanırsa Allah korusun bizi bir dehşet bekliyor.

Mustafa Yılmaz: Tam onu soracağım Kılıçdaroğlu dedi ki bunlar kalırsa sonuçta bir seçime gidiyoruz 28 Mayıs'ta dolar 30 liraya dayanacak, bir kuru ekmek 10 liraya çıkacak. Allah korusun bunu ben ekliyorum yağmalar başlayacak dedi. Ekonomiyi bilen biri olarak ve yönetmiş biri olarak sizin bir bu endişeniz de en kötü senaryonuz ne olur?

Ali Babacan: Ya şöyle zaten artık ekonominin tükendiği bir noktaya geldiler. Gidip Suudi Arabistan'dan Birleşik Arap Emirliklerinden işte 3 milyar dolar 5 milyar dolar oradan buradan kredi ile çarkları döndürmeye çalışıyorlar. Rusya'ya doğalgaz parasını geç ödeyebilir miyiz diye Rusya'dan tembih isteyerek çarkları döndürmeye çalışıyorlar ama dökme suyla değirmen dönmez. Atasözü değil mi dökme suyla değirmen dönmez. Şu anda dökme suyla bir değirmeni döndürmeye çalışıyorlar. Yarın o kesildiği anda bitecek. Bir başka atasözü var biliyorsunuz elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz diye. Dolayısıyla ülkelere gidip tek tek 3 milyar 5 milyar dolar oradan buradan para yalvarmakla bu ekonomi düzelmez. Daha kötüsü olur Allah korusun. Yani bunu söylerken inanın içim yanıyor.  Çünkü bu konuda çok da emeği olan hani 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir insan olarak söylüyorum inanın içim yanıyor çok üzülüyorum ama aynı zamanda çok kızıyorum. Çünkü bu koskoca ülke bu güzel ülke buna layık değil ki. Yani dürüst ehil bir kadroyu koyduğunuzda işin başına düzgün yönettiğinizde güzel sonuçlar alıyorsunuz. Ama kötü yönettiğinizde sonuçlar kötü oluyor yani. O kadar açık. Dolayısıyla çok yazık oluyor perişan ettiler mahvettiler ve inanın daha kötüsü olur çünkü düzelmenin bir emaresi yok. Yani bu 5 yıldır kötüye giriş devam ediyor ve bundan sonra iyileşmenin bir emaresi yok şu an.

Mustafa Yılmaz: Kötü senaryo daha kötüye gider kazanırlarsa. Peki, bu kadar vahim rakamlara bu kadar vahim tabloya rağmen siz neden bu kadar çok istiyorsunuz kazanmayı? Siz nasıl baş edeceksiniz siz nasıl çözeceksiniz? Kontrolden çıkmış bir ekonomiden bahsediyoruz.

Ali Babacan: Bu işleri hiç yapmamış olsak gerçekten ülke yönetiminde hiç olmamış olsak çok ürkütücü bir tabloyla karşı karşıyayız ama 2001-2002 krizini çözen ekonomi yönetiminin başında ben vardım. 2008-2009 krizini çözen ekonomi yönetiminin başında da ben vardım. Yani iki tane büyük krizi çözdük.  Ama nasıl çözdük çok sağlam ekiplerle çözdük iyi istişareyle çözdük ve Allah'ın verdiği aklı kullanarak ve ilimin bilimin gereğini yerine getirerek çözdük. İki tane büyük krizi çözdüğünüze göre bu krizi çözmekte yine mümkün. Bunu çözecek kadrolarımız var ekibimiz var ve hazırlığımız planımız programımız var. Bakın ama ekonomi sadece ekonomiyle çözülüyor ki. Mesela bizim hazırladığımız 22 eylem planı bir bütün. Yani bu 22 tane fasikülü birleştirdik böyle ansiklopedi yaptık.  Bunun içerisinde mesela 10 nolu eylem planı yargı reformu 198 tane madde var. Şimdi yargı reformunu yapmazsanız bu ülkede hukuk ve adalet için sağlam adımlar atmazsanız ekonomiyi düzeltemezsiniz. Ya da 500 maddelik eğitim var bizim en son eylem planımız. 3-18 yaş eğitim. Bakın 500 tane madde var karınca yazısı gibi. Eğitimde ne yapılacağı burada belli. Bir tane eleştiri gelmedi bugüne kadar. Sapasağlam çalışma bunlar. Şimdi eğitimde gereğini yapmazsanız hukukta adalette gereğini yapmazsanız ekonomiyi düzeltmeniz mümkün değil.  Yani demokrasinizle ilgili sorunları çözmezseniz ülkede özgürlük ortamının sağlamazsanız çözemezsiniz. Rahmetli Özal'ın biliyorsunuz 3 tane hürriyet alanı vardı. Çok meşhur biliyorsunuz. Bir teşebbüs hürriyeti, ifade hürriyeti ve vicdan hürriyeti derdi rahmetli.  Şimdi bu üç alanda hürriyeti sağlamadan özgürlüğü sağlamadan başarılı olamazsınız. Bunların hepsi bir bütün. Biz bütün bu hepsinde beraberce iç tutarlığı olan programlar olarak hazırladığımız için kendimize güveniyoruz. Bunları yaparsak Türkiye ayağa kalkacak diyoruz koşmaya başlayacak diyoruz ve sadece biz bunu DEVA Partisi olarak söylemiyoruz 6 partinin mutabık kaldığı çalışmalarla söylüyoruz.

Tam bir istişare ürünü tam bir ortak akıl ürünü bunlar.  Yani bir kişinin öyle uydurduğu şeyler değil. Yani kafa kafaya verilip Türkiye'nin en iyi beyinlerinin bir araya gelip damdan düşenlerle beraber çalıştığı şeyler. Yani sadece teorik çalışmalar değil bunlar. Fiilen hayatı yaşayanlar ve sorunları yaşayanların da çözüme katkı sunarak oluşturduğu çalışmalar bunlar.

Mustafa Yılmaz: Evet son sorum. Programdan önce siz olsanız ne sorardınız diye bir şey yapmıştım birçok yorum geldi soru geldi destek geldi eleştiri geldi ama bununla bitirmek istiyorum. Şayet 2. turdan sonuç alamazsa alınamazsa siyasetin yeniden şekilleneceği yorumları yapılıyor.  Siyasi liderler noktasında da önemli değişiklikleri birçok liderin değişebileceği. Siz konuk siz olduğunuz için soruyorum başarısız çıkarsanız sorumluluk üstlenmeyi düşünüyor musunuz? Yoksa bizim uzun bir yolculuktayız mı diyorsunuz?

Ali Babacan: Birincisi bizim DEVA Partisi olarak kendimize seçtiğimiz bir yön var bir istikamet var. Ve bu ülkenin sorunlarını çözme iddiamız var. Bu iddiamızı biz hiçbir zaman kaybetmeyiz. Olduğu gibi sapasağlam yerde durur.  Seçimin sonucu ne olursa olsun ama biz 28 Mayıs seçimlerinde Sayın Kılıçdaroğlu’nun yeniden seçileceğine inanıyoruz. Bütün gayretimiz de bu yönde olacak. Yani 2. Turda Sayın Kılıçdaroğlu’nun başarılı olacağına inanıyoruz bütün gayretimizi de bu yönde ortaya koyacağız. Şu an bir başka ihtimali düşünme değerlendirme günü değil bugün. Yani eğer ya kaybedersek konusuna fazla kafayı takarsak başarılı olamayız. Şu andaki tek hedefimiz başarılı olmak. Başarılı olmanın yolu da hedefler peşinde koşmak.  Bizim DEVA Partisi olarak hedeflerimiz var ideallerimiz var. O ideal ve hedeflerden asla vazgeçmeyiz. Bizim parti programımızın gereği bu Türkiye’nin DEVA’sı diye hazırladığımız çalışmalar bunlardan vazgeçmeyiz.  Bunlar duracak hiçbir zaman değişmeyecek. Bunların hayata geçmesi için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ha bunun bir kısmını 6 partiyle oluşturduğumuz mutabakat metnine yansıttık. Ama burada daha fazlası var. Yani 6 partinin mutabık kaldığından daha ötesi var burada. Dolayısıyla bu iddialarımızdan biz hiçbir zaman vazgeçmeyiz. Çünkü Türkiye'de yanlışlara işaret eden ama sadece yanlışlardan bahsetmeyip doğruların da ne olması gerektiğini ortaya koyan siyasi partilere ihtiyaç var. Dolayısıyla biz sadece yanlışlara işaret etmiyoruz çünkü eski klasik muhalefet o değil mi? Muhalefet şu yanlış bu yanlış... Peki, sen ne yapacaksın söyle bakalım. Ee onu günü gelince biz söyleriz günü gelince gösteririz. Öyle bir şey yok. Biz bugünden ne yapacağımızı söylüyoruz. Yani sen olsaydın ne yapardın sorusunun cevabı şimdiye kadar görülmemiş bütün bu çalışmalarla ortaya konmuş durumda. Dolayısıyla DEVA Partisi’nin tüzel kişiliği kurumsal kimliği çok çok uzun vadeli bir siyasi duruştur ve bu asla değişmez. 

Mustafa Yılmaz: Ama bu çalışmaların ortaya konabilmesi bu mutabakatların bir icraya dönüşebilmesi için diyorsunuz ki önce 28 Mayıs önce sandık. Çok teşekkür ediyoruz.

Ali Babacan: ben teşekkür ediyorum. Sağ olun.

15 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Seçim Sonuçlarına İlişkin Açıklama


Ali Babacan Seçim Sonuçlarına İlişkin Açıklama


Dün, ülke tarihimizin en güçlü demokrasi örneklerinden birisi yaşadık.

14 Mayıs 2023 seçimleri, siyasi tarihimize damgasını vuran, kıymetli bir demokrasi yarışına sahne oldu.

Seçimler demokratik olgunluk içinde gerçekleşti.

Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sandık başına giden, oylamaya katılan her bir vatandaşımıza çok çok teşekkür ediyorum.

Seçimlerin adil bir şekilde gerçekleşmesi ve millet iradesinin kesin olarak tecelli etmesi için “sandık görevlisi” olan, “sandık müşahidi” olan her bir vatandaşımıza ve partili dostlarımıza da çok teşekkür ediyorum.

Elbette temennim dün akşam, Cumhurbaşkanımızı da seçmeyi sağlamaktı.

Ancak, milyonlarca vatandaşımızın oylarıyla seçim ikinci tura kaldı.

Ve 28 Mayıs’ta süreç nihayete erecek.

*****
Evet, arkadaşlar, 28 Mayıs’ta yeniden sandık başında olacağız.

Demokrasi emek ister. Demokrasi sabır ister.

Demokrasi özen ister.

13 gün sonra yine aynı heyecan, aynı umut ve aynı mutlulukla sandık başına gideceğiz.

28 Mayıs seçimlerinin şimdiden ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Önümüzdeki 13 gün daha çok çalışacağız.

Sokak sokak, ev ev, dağ-bayır hiç fark etmez; çok çalışacağız.

Ulaşamadığımız kapıları çalacağız.

Girmediğimiz mahallelere gireceğiz.

Unutmayalım; ilk turda oy kullanmayan yaklaşık 8,5 milyon vatandaşımız var.

Yaklaşık 1 milyon oy ise geçersiz sayıldı.
Erdoğan’la Kılıçdaroğlu arasındaki fark ise sadece 2,5 milyon civarında.

Biz, ortak adayımız Sayın Kılıçdaroğlu’na ilk turda oy vermeyen vatandaşlarımızı da dinleyeceğiz.

Bir kere değil, on kere konuşacağız.

Hangi mahalle olursa olsun, kaygıları olan, “normalleşme” isteyen tüm vatandaşlarımızı anlayacağız.

Bu yolda Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir an dahi yalnız bırakmayacağız.

Yan yana, omuz omuza, birlikte yürüyeceğiz.

Endişeye mahal yok.

Milletimiz her zaman demokrasiyi sandıkla güçlendirmiştir, yine güçlendirecektir.

Ve 28 Mayıs akşamı; Sayın Kılıçdaroğlu, inşallah, 13. Cumhurbaşkanımız olacaktır.

*****

Değerli dostlarım,

Dün meclis oylamasını tamamladık.

Önümüzdeki dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, milletin vekili olarak
görev yapacak 600 arkadaşımızı tebrik ediyorum.

Hangi partiden olduğu fark etmeksizin tüm milletvekillerimizin 86 milyon için
çalışmasını ve güzel işlere imza atmasını umut ediyorum.

Meclisimizin 28. Dönemi ülkemize hayırlı olsun.

*****

Değerli dostlarım,

Geçtiğimiz dönemde bazı tatsız olaylar yaşamış olsak da, önümüzdeki kısa kampanya döneminin huzur içinde, barış içinde geçmesini umut ediyorum.

Şimdi bütün gücümüzü adayımız Kemal Kılıçdaroğlu için seferber etme zamanı.
Ben, DEVA Partisi Genel Başkanı olarak; partimize mensup tüm yol arkadaşlarımın, 81 ilimizde de, bıkmadan, yorulmadan çalışmaya devam edeceklerini çok iyi biliyorum.

Şimdi zaman; İlk günkü heyecanla, tempomuzu artırarak devam etme zamanı.

İlk turda ikna edemediğimiz dostlarımızı, arkadaşlarımızı, komşularımızı ziyaret etme zamanı.

Şimdi zaman; Muhafazakârından liberaline, sağcısından solcusuna, toplumun tüm kesimlerini bu kardeşlik ve eşitliğin parçası yapma zamanı.

Mahalleler arasındaki duvarları yok etme zamanı.

*****

Değerli vatandaşlarım,

Arkadaşlarımızla beraber, dün geceden beri, tüm sonuçları derinlemesine tahlil
ediyoruz.

İnanın gördüğümüz tablo umut dolu, mutluluk dolu günlerin işareti.

Kimsenin umudu kararmasın. Hiç kimse şu anda yürütülen propagandaya da kanması.

Biz; hangi partiye, hangi Cumhurbaşkanı adayına oy verirse versin; bir arada yaşayan insanlarız.

Biz; ülkemizin gücüne ve halkımızın birlikteliğine inanan insanlarız.

Bu güçle çalışacağız.

Fatih Terim’in meşhur bir lafı vardı: Takımı sezon sonuna doğru 8 puan geriden girdiğinde, “8 de kapanır 18 de” demişti. Ve takımı, o sezon şampiyon olmuştu.

Ben de diyorum ki, “2,5 da kapanır, 12,5 da”.

Unutmayalım, “Düştüğümüzde değil, vazgeçtiğimizde kaybederiz”.

Evet, arkadaşlar, 28 Mayıs’ta 86 milyon kazanacak.

28 Mayıs’ta tüm Türkiye kazanacak, bunu biliyorum.

Ülkemizi; özgürlükle, adaletle, zenginlikle, huzurla ve tam demokrasiyle taçlandıracağız, biliyorum.

İki hafta gecikse de bahar gelecek, biliyorum.

Haydi Türkiye’m haydi! Diyorum.

Sağ olun, var olun.

12 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Ankara Millet Buluşması Konuşması

Ankara Mitingi

100 yıllık Cumhuriyetimizin Başkenti Merhaba!

Cebeci’sinde doğduğum, Çıkrıkçılar Yokuşu’nda büyüdüğüm, üniversitesinde, ODTÜ’sünde okuduğum şehrim merhaba!

Merhaba hemşerilerim, Merhaba!

Mansur Bey’den sonra ikinci ev sahibi olarak karşınızdayım.

Baharımızın arifesinde, bu güzel memleketimizden, Ankara’dan, Türkiye’nin dört bir tarafına sevgilerimi selamlarımı iletiyorum.

Hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.

Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz!

*****

Değerli hemşerilerim,

3 aydır iktidarın görmezden geldiği, unutturmaya çalıştığı, yok saydığı bir gündem var.

Ülkemizin en hakiki, en can alıcı gündemi.

Evet, 6 Şubat Maraş depremlerinden bu yana tam 3 ay 6 gün geçti. 3 ay 6 gün.

3 ay 6 gün önce, daha gün doğmadan, ülkemizin her yerine ateş düştü.

Ateşin düştüğü o evler, o günden beri yanıyor. O günden beri o evlerde yüzler gülmüyor; biliyorum.

Sayılarla söyleyince sanki anlamını yitiriyor ama, resmi sayılara göre on binlerce insanımızı o depremlerde kaybettik.

Kaybettiğimiz her can; birinin annesi, birinin babası, birinin kardeşi, oğlu.

Kaybettiğimiz her can birinin yeğeni, kuzeni, dedesi, ninesi.

Depremlerde kaybettiğimiz her can birinin eşi, nişanlısı, can yoldaşı, arkadaşı…

Taş olsa, dağ olsa dayanmaz derler ya; işte öyle bir acıyla kavrulduk.

Allah bir daha böyle acılar göstermesin milletimize memleketimize.

Ben de çok sayıda çalışma arkadaşımı kaybettim.

Depremin ilk 14 gününün 9 gününde deprem bölgesindeydim.

11 ilin merkezine defalarca gittim. Köyleri gezdim beldeleri gezdim.

Bizzat şahit oldum.

Sesini duyuramayanların sesi oldum.

Ve gittiğim her yerde arkadaşlar ama her yerde ne dediler bana biliyor musunuz?

İlk 48 saat ilk 72 saat devlet yoktu dediler.

Enkazları kendi ellerimizle kaldırdık’ dediler.

Muhtarlar dediler ki ‘enkazı kendi ellerimizle ellerimiz kanayarak kaldırdık.
Sağ olanları çıkardık cenazelerimizi kendimiz gömdük’ dediler.

Değerli arkadaşlar bakın hatırlayın, geçen sene orman yangınları çıktı değil mi?

Ormanlarımız gözümüzün önünde binlerce hektar cayır cayır yanarken bir baktık ki memleketin yangın söndürme uçağı yok.

Deprem oldu depremin ilk 48 saati ilk 72 saati yardım ulaştırılamadı.

İnsanlar enkazın altında ya nefessizlikten ya donarak can verdi.

O gün bugündür soruyorum: O ilk 48 saatte, o 72 saatte ne oldu? Ne oldu diyorum bir anlatın hele.

Niçin o iş makinaları parklarda kapalı dururken insanlar enkaz altındaydı?

Silahlı Kuvvetler personeli niçin hemen sahaya çıkmadı? Madenciler neden hemen harekete geçirilmedi? Ne oldu diye soruyorum.

Depremden bu yana sürekli soruyorum. Cevap yok.”

Ama arkadaşlar işin özünde ne var biliyor musunuz?

İşin özünde bu tek kişilik sistemin yürümemesi var. Her şeyi tek kişiye bağlamanın getirdiği sorunlar yaşıyor bu ülke.

Son 5 yıldır bütün sistemi Erdoğan ne yaptı? Tek başına kendisine bağladı.

Talimat almadan hiç kimse hareket edemiyor.

Ne diyor Cumhurbaşkanı sözcüsü?

Cumhurbaşkanımızın talimatıyla yangın söndürüldü diyor hastane yangını.

Yahu arkadaş yangın çıkınca kendisinden talimat alınmayınca o talimat söndürülmeyecek mi yani. Böyle bir şey mi olur?

Nedir bu ben ben ben. Nedir?

Ve değerli arkadaşlar bakın biz 6 siyasi parti bir araya geldiysek, bizim ilk buluşma noktamız; işte bu sistem değişikliği.

Yani şu anda adına Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi denilen ve bu ucube sistem aslında kendi içinde tam bir sistemsizlik olan düzene son vermek ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’i ülkemize getirmek.

Hedefimiz bu.

6 parti ilk defa masaya bunun için oturduk.

Dedik ki şu sistemi değiştirmemiz lazım.

Kolları sıvadık. Tam 84 maddelik bir anayasa metni hazırladık.

Yetmedi. Tam 2300 maddelik bir ortak politikalar metni hazırladık.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin her alanda yapacaklarını hazırladık.

Evet arkadaşlar bakın, şu ana kadar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir zaman 6 parti bir araya gelip bu kadar kapsamlı bir anlaşma yapmamıştı.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin 20 bakanın 5 yıl boyunca ne yapacağının hepsinin ev ödevi hazır. Hepsi hazır.

Ve dürüst ve temiz kadrolarımızla işi bilen kadrolarımızla hazırız.

Değerli arkadaşlarım, biz hazırız.

Ama bu önümüzdeki pazar günü sizlerin desteğini bekliyoruz.

Önümüzdeki pazar günü ülkemiz için çok önemli bir dönüm noktası.

Pazar günü sıradan bir seçim değil.

Pazar günü aslında bir referandum.

Pazar günü aslında önünüzde 2 tane tercih olacak. 1. Pusulayı da açsanız 2 tane tercih 2. Pusulayı da açsanız bakmayın öyle 1 metre uzunluğunda olduğuna aslında temelde 2 tane tercih karşınıza çıkacak.

Onun için bu seçim referandum diyorum bakın.

İşte bu kez de Ankara’ya sormak istiyorum.

Seçim günü pazar günü pusulayı önünüze aldığınızda 2 tane seçenek var.

Bu iki tane seçenekten hangisini tercih edeceksiniz?

Bakın arkadaşlar önümüzde iki tane tercih olacak bu pazar.

O kadar. Gerisi teferruat inanın.

Ben şimdi burada bir kez daha Ankara'ya sormak istiyorum.
Otoriterlik mi demokrasi mi?

Keyfilik mi hukuk mu?

Baskı mı özgürlük mü?

Ankara cevabı biliyor.

Tek akıl mı ortak akıl mı?

Korku mu umut mu?

Öfke mi sevgi mi? Ankara çoktan kararını vermiş.

Benim hemşerilerimin zihni net.

Evet, hak, hukuk, adalet.

Hakkı düştüğü yerden kaldıracağız.

Hukukun üstünlüğünü egemen kılacağız bu ülkede. Ve adaletle hareket edeceğiz.

Adalet olmayınca olmaz.

Siz o adalet zeminini sağlam tutmazsanız üzerine sağlam bir ekonomi inşa edemezsiniz. Mümkün değil.

Onun için soruyorum bakın referandum bu seçim referandum.

Kavga mı barış mı? Diye soruyorum.

Yoksulluk mu zenginlik mi?

Arkadaşlar kara kış mı bahar mı?

Kara kış mı bahar mı?

Kara kış mı bahar mı?

İşte İnşallah 15 Mayıs sabahı o bahara uyanacağız o demokrasi bayramına uyanacağız.

Biz demokrasi diyoruz zenginlik diyoruz huzur diyoruz özgürlük diyoruz.

Değerli arkadaşlarım İnşallah bu pazar günü 2 pusuladan bahsettim ya 1. pusulada ne diyeceğiz?

Otokrasi mi demokrasi mi arasında tercih yaparken Sayın Kılıçdaroğlu'nun isminin altına ‘evet’ mührünü basacağız.

2.pusulada ne yapacağız? 2. pusulada da keyfilik mi hukuk mu diyeceğiz ya işte o hukuk anlamına gelen pusuladaki o 2. pusuladaki CHP logosunun altına DEVA için CHP diyeceğiz, Saadet için CHP diyeceğiz, Gelecek için CHP diyeceğiz, Demokrat Parti için CHP diyeceğiz.

Ve hep beraber kazanacağız 86 milyon kazanacak Türkiye kazanacak inşallah.

Söz veriyoruz söz.

“Birleşe birleşe kazanacağız ve seçimden sonra kolları sıvayıp beraberce yöneteceğiz.

Dosdoğru çalışacağız, çok çalışacağız.

Ve söz veriyoruz biz gücünü halkını yaşatmaktan alan bir devleti hep beraber, el ele inşa edeceğiz.

Tekrar hepinize teşekkür ediyorum.

Sağ olun var olun diyorum.

14 Mayıs Anneler Günü’nde gelin annelerimize baharı hediye edelim diyorum.

Sağ olun var olun.

12 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın daha önce AK Parti’ye oy vermiş vatandaşlara seslenişi


En Sevgili AK Partili kardeşlerim,

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bugün, özellikle sizlere seslenmek istedim.

AK Parti’nin kuruluşundan beri tanıdığınız bir kardeşiniz olarak, bu çok önemli seçimin arifesinde, beni bir kez daha dinlemenizi rica ediyorum.

Hepimiz görüyoruz…

Bu iktidarı destekleyen; torpille, haksız kazançla, adrese teslim ihalelerle, kolay paralarla zenginleşmiş bir kesim var ülkemizde.

Bunların müdürleri, sekreterleri, çocukları, damatları, gelinleri… Hepsini toplasanız bir avuç insan.

Geri kalan AK Partililer, namuslu, güzel, çalışkan insanlardır. Ben bunu iyi biliyorum.

Bu kardeşlerimizin bir kısmı bugünlerde büyük bir ikilem yaşıyor, görüyorum.

Bir yanda uzun yıllardır destekledikleri, onlara vaktiyle güzel günler yaşatmış, özgürleştirmiş bir “iktidar dönemi” var;

Öbür tarafta, savunduğu değerlerden, ilkelerden vazgeçmiş; bir kısım zengini daha da zengin ederken, halkın büyük kısmını fakirleştirmiş; liyakatsiz insanların öbeklendiği bir “iktidar dönemi” var.

Geçmişteki Erdoğan’ın hatırına, bugünkü Erdoğan’a bir kez daha “oy versem mi, yoksa vermesem mi” diye kararsız kalan çok insan var, görüyorum. Gittiğim her yerde şahit oluyorum.

*****

Sevgili kardeşlerim;

Çok kişi soruyor: “Neden CHP ile ittifak yaptın? Neden Kılıçdaroğlu’na destek veriyorsun?”

Ben sizin desteğinizle, genç yaşta, daha 35’imde bakan oldum. Hazinemizin başına geçtim.

Dışişleri Bakanlığı yaptım. Avrupa Birliği Başmüzakereciliği yaptım.

2002’de, 2007’de, 2011’de verdiğiniz oylara, emanetinize gözüm gibi baktım.

Siz gördünüz, siz tanık oldunuz:

Beni en iyi siz bilirsiniz. Emanete hıyanet etmediğimi, asla etmeyeceğimi en iyi siz bilirsiniz.

Ben bildiğiniz Ali. Harama bulaşmayan, sizin hakkınızı gözü gibi koruyan…

O yıllarda ekibimizle beraber çok çalıştık dosdoğru çalıştık. Kişi başı milli gelirimizi 3 kattan fazla artırdık.

Çoğunuz maaşlarınızla huzur içinde geçiniyordunuz. Araba aldınız, belki ev aldınız. Memur kardeşlerim, emekli ikramiyesini beklemeden, uygun imkanlarla aldı hem de.

Enflasyon tek haneye düştü. Yıllarca da tek hanede devam etti.

Başka ülkelerle olan ilişkilerde, sizlerin hakkını yedirmedim. Başınızı bir kez dahi öne eğdirmedim. Hepsini biliyorsunuz.

Pek çoğunuz “bizzat” o günleri yaşadı.

Gençler zaten eski videolarda izledikleri Türkiye ile, yaşadıkları Türkiye arasındaki farkı herkesten daha iyi görüyor.

En çok da onlar için çok üzülüyorum. Gençlerin hayatlarından çalınan yılların farkındayım. Onların umutsuz olduğunu görmek inanın beni kahrediyor.

Evet, Gençlere bir “gençlik” borcumuz var.

Biz yıllarca, Türkiye’yi özgür, demokratik, kimsenin ayrımcılığa uğramadığı, zengin bir ülke yapmak için çok çalıştık.

Çok da önemli eşikler aştık.

Ama sonra başka şeyler oldu… Ama sonra başka şeyler oldu.

Çok iyi biliyorsunuz: Ben sadece ceketimle çalışmaya başladığım odamdan çalışma mekanımdan, yine ceketimi alıp çıktım.

Tek bir haksızlığa da yolsuzluğa da bulaşmadığımı da en iyi siz gördünüz.

Bakın ama ben artık orada değilim.

Kurucusu olduğum, gençliğimin en verimli yıllarını verdiğim partimden ayrıldım.

Neden diye hiç düşündünüz mü?

Çünkü orası, benim genç yaşımda kurucusu olduğum parti değil artık. Alakası yok.

Erdoğan, Keçiören’deki o mütevazi evde oturan kişi mi?

Yolsuzluklar aldı başını gitti… Görüyorsunuz.

Haksızlık, adaletsizlik her yerde… Biliyorsunuz

Bunu, elini vicdanına koyan her AK Parti seçmeni görüyor aslında.

Ancak, gözünüzün gördüğünü size unutturmak için, iktidar bütün imkanlarını, basın gücünü, para gücünü alabildiğine kullanıyor.

Hem de öyle büyük imkanlarla propaganda yapıyorlar ki, dört bir yanınızı kuşatıyorlar.

Açıkça yalan söyleyerek, montajlanmış görüntüler eşliğinde iftiralar atarak kafanızı karıştırmak istiyorlar.

Çarpıtılmış konuşmaları, video kesitlerini, WhatsApp gruplarından, sosyal medyadan, hatta meydanlarda dev ekranlardan yayıyorlar.

Hiç utanmadan, teröristlerin videolarını kesip yapıştırıp, gerçek olmayan görüntüleri miting alanlarında millete izletiyorlar.

Bizim vergilerimizle maaşa bağladıkları troller, bütün gün bu yalanları tekrar ediyorlar.

Hayret ediyorum; sabah akşam kutsal dinimizi siyasetlerine alet edenler, nasıl oluyor da hiç Allah’tan korkmadan, böyle açıkça iftira atıp yalan konuşuyorlar.

Onların adına, ben utanıyorum yahu!

Arkadaşlar, bizim siyaset anlayışımızda yalan-iftira olmaz. Olamaz!

Siyaset yapmak için, insanlıktan çıkılmaz.

*****

Değerli kardeşlerim,

Biliyorum, bu mesajım birçok AK Parti seçmenine ulaşmayacak. Çünkü onlar geçim derdiyle gün boyu çalışıp didinen, günün sonunda yorgun argın evine varan vatandaşlarımız.

Duydukları haberlerin doğruluğunu yanlışlığını araştıracak halleri bile olmuyor. Bizde zaten onlara sesimizi çok zor duyuruyoruz.

Ama bir de gerçek bilgiye ulaşma imkânı olan kardeşlerimiz var…

Taksicisinden kuaförüne, tornacısından bakkalına, doktorundan avukatına, kadın-erkek, Türkiye’nin bel kemiği milyonlarca insan…

Sizler beni duyun!

İçiniz rahat değil biliyorum. Siz de gece yatınca, “Önümüzdeki 5 yıl bu kafayla ekonomi nasıl gider?” diye düşünüyorsunuz.

Pazartesi günü yine işlerinize gideceksiniz, yine kontak anahtarını çevirecek, yine kepenkleri açacaksınız.

Allah’ın bildiğini, birbirimizden saklamanın lüzumu yok. Hepiniz farkındasınız:

Bugünkü iktidar, ülkeyi yönetme kabiliyetini yitirdi. Bugün artık, ekip çalışmasına inanmayan, kimseyi dinlemeyen, günü kurtarmaya çalışan, Merkez Bankası’nın rezervlerini boşaltıp, o koca kurumu borca sokan bir yönetim var.

Erdoğan artık öfkesine hâkim olamıyor. Yanında onu sakinleştirecek güçte bir kimse de kalmadı.

Görüyorsunuz, tek imza ile ülkeyi yönetmeye başladığı 2018’den beri ekonomi dibe vurdu.

Gerçek durum ne kadar kötü, onu bile göremiyoruz. Şeffaflık yok, veriler gizleniyor veya makyajlanarak açıklanıyor.

Rakamlarla oynuyorlar; gözümüzün gördüğünden çok farklı bir tablo çizmeye çalışıyorlar.

Herkesin gördüğü yüksek enflasyonu daha düşükmüş gibi göstermeye çalışıyorlar.

Hiçbir seçimde yapılmayan popülizm bu seçimde yapılıyor.

Kendisi bana ‘Bebecan’ diyor ama, o eski günlerin başarılarının yakınından bile geçemiyor.

Hatırlayın, bundan önce her seçimde grafikler gösterirdi. Ekonomide şöyle yükseldik diye. Bu seçim elinde hiçbir grafik yok.

Dün savunduklarını bugün kötülüyor, dün kızdıklarını bugün vaat diye açıklıyor.

Seçimi kaybetme korkusuyla her geçen gün hırçınlaşıyor. İnsanları gerçek olmayan tehditlerle korkutuyor. ‘Teröristlerle birliktesiniz’ diye iftira atıyor.

“Kazanımlarınızı kaybedersiniz” diyerek tehdit ediyor. Yok gazı-petrolü kapatacaklar, yok İHA’ları SİHA’ları durduracaklar, her türlü iftira var her türlü.

*****

Sevgili kardeşlerim,

Unutmayın ki, bu seçimde tekrar Erdoğan’ı desteklerseniz, kendisinin gelmiş olduğu bugünkü durumunu onayladığınız ve bunun devamını istediğiniz anlamına gelecek.

Hiçbir şey düzelmeyecek. Şu anda kötü gördüğünüz her şey inanın daha kötüye gidecek.

Sizi kötüyle korkutanı değil; çok daha güzel günlerin sözünü vereni seçin!

Öfkeyi değil sevgiyi seçin. Tek aklı değil ortak aklı seçin. Korkuyu değil umdu seçin.

Bunun için harıl harıl çalışan, parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliğini hazırlayan, tam 2300 maddelik ortak politikalar metni üzerinde uzlaşan, dürüst ve ehil kadroları seçin.

Size hem zengin hem güçlü, hem güvenli, hem de huzurlu bir Türkiye vaat eden Millet İttifakını seçin.

Ellerindeki imkanları kaybetmemek, kurdukları rant düzenini bozmamak için, sizin temiz inançlarınızı, güveninizi istismar edenlere artık beraber olmayın onlara itibar etmeyin.

Ben; sizin sağduyunuza, muhakemenize, ülkenizin ve ailenizin şartlarınızı dikkate alarak aileniz ve ülkeniz için en doğru kararı vereceğinize inanıyorum.

Bizler, yarının Türkiye’sinde sizin sesiniz olmak için yola çıktık. Pazartesi inşallah yeni bir Türkiye’ye uyanacağız.

Bu yeni Türkiye’de, devletin ve ekonominin ehil ellerde idare edilmesi için bize güç verin.

Unutmayın, ben bildiğiniz Ali’yim. Yıllarca Hazinenin başında durup, tek kuruş harama-haksızlığa bulaşmayan, sizin hakkınızı gözü gibi koruyan Ali.

Size söz veriyorum: Tıpkı geçmişte olduğu gibi, yine emanetinize sonuna kadar sahip çıkacağım.

Tıpkı 21 yıl önceki gibi; gelin bir kere daha, yine beraberce, yine sizlerle el ele; hak için, adalet için sandıkta sessiz devrim gerçekleştirelim.

Hepinize hayırlı bereketli işler, sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

11 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bursa Millet Buluşması Konuşması

Bursa Mitingi Konuşma Metni


Merhaba yeşil Bursa!

Uludağ’ıyla, deniziyle, gölleriyle, zeytin bahçeleriyle güzel Bursa, merhaba!

Merhaba Osman Gazi’nin, Celal Bayar’ın, Müzeyyen Senar’ın memleketi merhaba!

Bu ne güzel coşku!

Bu ne güzel heyecan!

Bu coşku, her geçen gün artan demokrasinin sesinin coşkusu!

Artık Bursa demokrasinin ayak seslerini duyuyor değil mi?

3 gün kaldı 3.

Bu heyecan, yaklaşan bayramın heyecanı!

Demokrasi bayramının heyecanı.

Sağ olun, var olun!

*****

Değerli dostlarım,

Ülkemizdeki her hanede son 3 aydır değişmeyen bir gündem var.

Bu gündem de nedir?

Deprem!

Unutmayacağız unutturmayacağız.

Biliyorum, seçim gündemi baskın ama bir yandan da biliyorsunuz Bursa’da da, İstanbul’da da, Bingöl’de de, İzmir’de de, her hanede deprem konuşuluyor.

İnsanlar, her hangi bir afette bu hükümete güvenmiyor artık.

Geçen sene orman yangınlarını yaşadık. Yangın söndürme uçaklarının olmadığı, çalışmadığı ortaya çıktı.

Ne zaman ki felaket geliyor o zaman eksiklik ortaya çıkıyor.

6 Şubat depremlerinde ilk 2 gün, 3 gün insanlar enkaz altında can çekişirken, Malatya’da Adıyaman’da enkaz altında soğuktan donarken hükümet adeta felç oldu. Doğru mu? (…)

İşte bunun için insanlar çözüm arıyorlar. Deprem riski olan her şehrimizde her ilimizde çözüm arıyorlar.

Apartman toplantıları yapılıyor. Bina analizleri yapılıyor. Görev paylaşımları yapılıyor.

Bursa’da da yapılıyordur herhâlde değil mi? Apartmanlarda tek tek tek ne yapalım diye hazırlanılıyor.

Olası depremlerde evleri yıkılmasın diye vatandaşlarımız gece gündüz hazırlık yapıyor.

Binayı yıkıp yeniden mi yapalım, güçlendirme mi olsun, kim ilgilensin, hangi firma ile görüşelim, bütçe ne kadar, müteahhitlerden teklif alalım…vesaire.

Uzayan bir iş listesi…

Sizin apartmanlarda da bu aralar bu gündem var. Deprem riski olan her ilimizde var.

Ve ne oluyor bu toplantılarda? İnsanlar birbirleriyle uzlaşarak oybirliği içerisinde hareket ediyorlar.

Ne yapıyorlar? Herkesi mutlu eden, herkes için en iyi çözümü beraberce ortak akılla oluşturuyorlar.

Herkes kendi hakkından biraz taviz veriyor ama ortak noktada da nihayetinde buluşma sağlanıyor.

Şimdi size soruyorum: Deprem gündemli bir apartman toplantısında aranızdan bir kişiyi seçip, “Bütün daireler hakkında sen karar ver, satılacak mı, yıkılacak mı, ne yaparsan yap. Her şeye sen karar ver, bizim hiç söz hakkımız olmasın” der misiniz böyle bir şey? (…)

Çoluğunuzun çocuğunuzun yaşadığı apartmanın tüm akıbetini tek bir kişinin aklına emanet eder misiniz? (…)

Hiç araştırmadan, soruşturmadan onlarca insanın hayatını tek kişinin iki dudağı arasına sıkıştırır mısınız? (…)

Evinizin belki de tüm hayatınızın kaderini tek bir kişinin sözüne bırakmazsınız, bırakmamalısınız.

Evet arkadaşlar.

Nasıl evinizin, hayatınızın kaderini tek bir kişiye bağlamazsanız ülkenin kaderini de asla tek bir kişiye, tek bir kişinin keyfine teslim edemezsiniz.

Açıkça söyleyeyim: Bu ülkenin kaderini tek kişiye, Erdoğan’a teslim etmeyin.

Son 5 yıldır gördük tek imzayla aklına gelen her şeyi yaptığı son 5 yılda ülkenin ne hale geldiğini gördük.

86 milyonun yaşamını sadece Erdoğan’ın aklına emanet etmeyin.

Bir kişinin hatası yüzünden 86 milyonun yoksullaşmasına müsaade etmeyin.

Gelin hep beraber şu tek kişilik sistemi değiştirelim.

Bu seçim aslında bir sistem değişikliği seçimi.

Mevcut tek kişinin keyfine göre hareket ettiği bir sistem mi? Yoksa istişareyle ortak akılla ülkenin yönetildiği bir sistem mi?

Tabii ki demokrasiyi tercih edeceğiz. Tabi ki tek aklı değil ortak aklı tercih edeceğiz.

Gelin hep beraber bu bozuk düzeni değiştirelim.

Bakın şu anda karşınızda Millet İttifakı olarak büyük bir takım var.

Biz buna bir takım oyunu diyoruz.

Bir yıldızlar karması var. Şampiyonlar ligi var.

Tek akıl değil, ortak akıl var ortak akıl.

Çünkü bir olacağız, beraber olacağız birleşe birleşe güçleneceğiz dedik değil mi?

Bir olacağız, beraber olacağız ülkemizi de istişareyle yöneteceğiz inşallah.

Evet, birleşe birleşe inşallah kazanacağız. Hem de tek turda ilk turda kazanacağız inşallah.

Biz, Millet İttifakı olarak konuşmayı, anlaşmayı, uzlaşmayı çalışmamızın tam merkezine koyduk.

Biz, ülkemizin yarınlarını hep beraber inşa edeceğimizi biliyoruz.

Omuz omuza çalışacağız. “Akıl akıldan üstündür” diyerek enn geniş istişareyi hedefliyoruz.

Tek bir kişinin deneme tahtasına dönen, hata üstüne yapılan ve bütün o hataların bedelinin de tüm millete ödettirildiği bir ülke olsun istemiyoruz artık Türkiye.

Türkiye kimsenin gelişigüzel deney yapacağı bir laboratuvar değil.

Bu ülkenin insanları da kobay değil!

Gerçekten yeter artık.

Arkadaşlar 86 milyon 1’den büyüktür Türkiye 1’den büyüktür!

Evet, Türkiye 1’den büyüktür!

*****

Bakın bir tek kişinin keyfi yönetimi sonucunda bir ülke nereden nereye geldi en önemli göstergelerinden bir tanesi paramızın değeri değil mi?

Bursa'da ekonominin güçlü olduğu ekonominin konuştuğu bu ilimizde bu 200 liranın 1 dakikada size hikayesini anlatayım.

Bu 200 liralık banknot var ya 2009 yılında tedavüle çıktı 2009.

2009 yılında bu 200 liranın değeri tam 134 dolar ediyordu.

Bugün ne ediyor biliyor musunuz bugünkü kurda? 9 dolar. 9 dolar.

Aradaki fark ne?

125 dolar bu paranın değeri düşmüş.

134 dolarmış içinden 125 dolarlık değer çıkmış.

Bunun değeri inmiş 9 dolara.

Ben şimdi soruyorum arkadaşlar, herkesin cebindeki bu 200 liralık banknottan tam 125 dolarlık bir değeri kim çaldı kim aldı?

Ne oldu paramızın değerine ne oldu?

Yazık.

Bakın arkadaşlar bu enflasyon var ya enflasyon modern ekonomi döneminin en büyük hırsızlık aracıdır.

Milyonların cebinden enflasyon yoluyla çalarsınız.

Enflasyonun geldiği nokta malum.

Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyonunu, üretici fiyat endekslerindeki en yüksek artışı bakın cumhuriyet tarihi diyorum.

Şu son 5 yılda gördük biz.

Ne zaman ki tek bir kişi ‘ben ekonomistim’ dedi ‘benim alanım ekonomi’ dedi kafasına göre yalan yanlış talimatlarla ülkenin ekonomisini yönetti işte enflasyon tarihi yüksek seviyeye ulaştı.

Ama bunların hepsi düzelecek inşallah.

Bunların hepsi kolayca çözülebilir sorunlar.

Endişeye mahal yok.

*****

Bursa çalışanların, üretenlerin şehri.

Bursa hesabını bilenlerin şehri.

Bu hükümet enflasyonu patlattı mı? (…)

Faizleri, kurunu patlattı mı? (…)

Bunun bedelini tüm milletimiz ödedi.

Ama 3-5 kişi zengin oldu.

O 3-5 kişi varlığına varlık kattı bu ülkede. Yazık.

Kim ne derse desin, kim ne derse desin, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Sen sonucu söyle arkadaş sonucu.

Ne yaptın?

Sistem değişikliğinden sonra başkanlık sistemi geldikten sonra tek yetkili olduktan sonra bu ülke ne hale geldi nasıl devraldın, şu anda ülke ne halde bunu söyle.

Sonuç ortada.

Neyse baştan da söyledim ya son 3 gün.

Bitiyor inşallah.

3 gün sonra geliyoruz.

Ortak akılla, altı partinin gücüyle ülkemizi ayağa kaldıracağız inşallah.

3 gün sonra bu hükümeti müsait bir yerde indireceğiz.

Fert fert, birey birey zenginleşeceğiz.

3-5 kişinin zenginleştiği değil toplumun milletimizin topyekûn zenginleştiği bir Türkiye’nin hemen inşasına başlayacağız.

Ama hakla, adaletle, özgürlükle büyüyeceğiz.

Hukuk olmadan olmaz. Ne kadar hukuk o kadar ekonomi.

Ne kadar adalet o kadar ekonomi.

Ne kadar demokrasi o kadar ekonomi.

Hakkı düştüğü yerden kaldıracağız hukukun üstünlüğünü sağlayacağız.

Ve her daim adaletle hareket edeceğiz.

Ama önce sizlerden söz almam lazım.

Bütün bunların gerçekleşmesi için 15 Mayıs sabahına o özlediğimiz bahara ulaşmamız için adayımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu 13. Cumhurbaşkanımız yapacak mıyız? (…)

Bu işi ilk turda bitirecek miyiz? (…)

SÖZ MÜ? (…)

Evet, umut kazanacak umut, korku kaybedecek.

Öfke, nefret, korku kaybedecek.

Umut kazanacak sevgi kazanacak inşallah.

Ben sizden bir söz daha almak istiyorum.

Şimdi 1. Pusulayı hallettik.

Gençler siz önden yürüyeceksiniz biz sizin peşinizden geleceğiz inşallah.

Gençler bu ülkenin yarını değil bugünü.

Her şey çok güzel olacak daha da güzel olacak inşallah.

Ben 1. Oy pusulasıyla ilgili sözümü aldım. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle alakalı geldik şimdi geldik 2. Oy pusulasına.

2. oy pusulasında DEVA için CHP, Saadet için CHP, Gelecek için CHP diyerek; millet ittifakına mecliste çoğunluğu kazandıracak mıyız? (…)

SÖZ MÜ? (…)

Ben 2. Pusulada da sözümü aldım.

Değerli arkadaşlar;

Bu seçimlerde siz evet mührünü tercih mührünü inşallah vuracaksınız;

Biz de Türkiye’nin yarınlarına damgamızı vuracağız.

Tüm ülkemize şimdiden hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Dostlarınıza, akrabalarınıza arkadaşlarınıza gönül dolusu selamlarımı sevgilerimi iletiyorum.

Sağ olun, var olun.

11 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Sivas Millet Buluşması Konuşması


Sivas Mitingi

Merhaba Sivas

Merhaba “Dâru’l Alâ”!

Merhaba “Dâru’l Ulemâ”!

İlim yuvası Sivas merhaba!

Merhaba Nuri Demirağ’ın şehri!

Bu ne güzel coşku!

Bu ne güzel heyecan!

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

*****

Evet, Nuri Demirağ’ı anmadan geçsem olmaz Sivas’ta.

Genç yaşta ticarete atılan, yurdun her yerine demir ağlar ören, havacılık sevdasıyla ülkemize çağ atlatan Demirağ’ı Sivas çok iyi bilir.

Bizler de iyi biliyoruz.

Bu ülkede alın teriyle kazanmak isteyenler,

Helal lokmayla geçinmek isteyenler,

Torpil, kayırmacılık istemeyenler iyi bilir.

Öte yandan bakıyoruz, bugünkü iktidar Nuri Demirağ’ın sık sık ismini anıyor.

Oysa ki onlar, emeğiyle, alın teriyle, akıl teriyle, çalışarak kazanmak isteyen kim varsa zora soktular, zora sokuyorlar.

Esnafı, girişimciyi bir krizden diğerine savurdular, savuruyorlar.

Çevrelerindeki bir avuç insanı zengin etmekle meşguller.

O yüzden bugünkü iktidar hiiç boş yere Nuri Demirağ’ı kendi propagandasına alet etmesin.

Bizim duruşumuz net.

Biz doğru işleri devam ettiririz, eksik olanlarını tamamlarız, yanlış olanları da düzeltiriz.

Ülkemizin tüm sanayicilerini destekleyeceğiz.

Alın terinin, akıl terinin karşılığını alacağı bir düzeni inşallah çok hızlı bir şekilde getireceğiz Türkiye’ye.

Adaletle, fırsat eşitliğiyle yöneteceğiz bu ülkeyi.

Adalet olmazsa olmaz. Fırsat eşitliği olmazsa olmaz.

*****

Ve inanın arkadaşlar, endişeye mahal yok.

3 gün kaldı. 3 gün sonra, ülkemizde 3 gün sonra hep beraber bir demokrasi bayramı kutlayacağız.

Hep beraber.

Siz Erdoğan’a bakmayın.

Kendisi kavgacı, aşağılayıcı üslubuyla ülkeyi adeta bir savaş atmosferine sokmaya çalışıyor.

Yok iç güçlermiş yok dış güçlermiş palavranın bini bin para.

Erdoğan’ın rotası; öfke, nefret, kavga, çatışma…

Amaaa…

BİZ ÜLKEMİZİ DEMOKRASİ BAYRAMINA GÖTÜRÜYORUZ DEMOKRASİ BAYRAMINA.

14 Mayıs günü, tıpkı geçmişte olduğu gibi, sandıkta oylarımızla iktidarı değiştireceğiz.

Müsait bir yerde indireceğiz onları.

Ve böyle inanın tereyağından kıl çeker gibi çabuk kolay ve hızlı olacak.

Hiç gözünüzde büyütmeyin. Hep beraber millet olarak sapasağlam durduktan sonra seçim sandığının başına geçtiğinizde o vicdanınızla baş başa kaldığınızda aklıselimi sağ duyunuzu kullandığınızda inşallah bu iş bitecek.

Bitecek.

*****

Şimdi değerli arkadaşlarım,

Biliyorum bu meydanda DEVA Partili arkadaşlarımız var, CHPli arkadaşlarımız var, Saadet Partili, Gelecek Partili, Demokrat Partili, İYİ Partili dostlarımız var ama...

Bir de bu meydanda, geçen seçimde büyük bir umutlarla AK Parti’ye oy vermiş dostlarımız da var.

Biliyorum.

Hatta aramızda olmasa da uzaktan burayı izleyenler var. Biliyorum.

Önceki seçimlerde iktidar partisine oy vermişler ama şu anda evlerde ne konuşuyorlar biliyor musunuz?

“Elim AK Parti’ye gitmiyor.”

Sessiz sessiz, kısık sesle “elim AK Parti’ye gitmiyor” diyorlar, “elim ampule gitmiyor” diyor vatandaşlarımız.

“Elim bu yoksulluğa, bu fakirliğe, bu açlığa, bu zulme gitmiyor” diyor insanlar.

Ve ben de buradan o dostlarıma sesleniyorum.

Evet bu sefer eliniz gitmiyor biliyorum.

Sizi de çok iyi anlıyorum ve çok çok haklısınız!

Sebebini de gayet iyi biliyorum.

Çünkü;

Eliniz, “yoksulluğa” gitmiyor.

Eliniz, “yolsuzluğa” gitmiyor.

Eliniz, %100’ü geçen enflasyona gitmiyor.

Haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, baskıya, zulme gitmiyor eliniz, biliyorum!

Sınavı kazanan başarılı gençler mülakatlarda elenirken, birilerinin haksız kazançla servetine servet katmasına, eliniz gitmiyor anlıyorum.

Sözünden dönen, etrafındaki çıkarcılara yakasını kaptırmış Erdoğan maalesef artık şu anda daha önce AK Partiye vermiş dostlarımızın elinin gitmediği bir oy pusulasında tercih haline geldi.

Gayet iyi biliyoruz.

Çünkü sizin 2002’de iktidara taşıdığınız ve “bütün servetim bu yüzük” diyen o Erdoğan sözünden döndü.

O günkü Erdoğan yok artık.

Tam da söylediğiniz gibi haktan döndü. Hukuktan döndü. Adaletten döndü.

Ortak akıldan istişareden döndü.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz onlarca yıldır, gücü eline geçirenin diğerlerini ezdiği dönemleri böyle arka arkaya yaşadık.

Şöyle bir yakın tarihimize bakın. Kim gücü eline geçiriyorsa kendisi gibi olmayanları başlıyor ezmeye.

Kim devlet gücünü eline geçiriyorsa kendisi gibi düşünmeyenlerin hakkına hukukuna göz dikiyor.

Biz, bir daha bu ülkede nöbetleşe zorbalık dönemi olmasın diyoruz.

Çünkü zorbalık dönem dönem değişiyor.

Gücü ele geçiren zorbalık yapmaya başlıyor.

Üstte çıkanın alttakini ezdiği bu nöbetleşe zorbalık dönemi artık bitsin bu ülkede istiyoruz.

İşte tam da bu sebeple;

Değişim için, kaybedeni olmayan bir zafer için, bize, Sayın Kılıçdaroğlu’na, Millet İttifak’ına destek vermenizi talep ediyoruz.

Haklı kazanımlarınızı kaybetmemek için, bize destek vermenizi bekliyoruz.

Evlatlarınız için, bize destek vermenizi bekliyoruz.

Torunlarınızın Türkiye’si için bize destek vermenizi bekliyoruz.

O sandık günü var ya, o sandık günü… İşte o gün sakince gidip, kabinde vicdanınızla baş başa kaldığınızda desteğinizi bizden yana kullanmanızı bekliyoruz, arzu diyoruz, talep ediyoruz.

Mührü bu kez DEVA için CHP’ye basmanızı talep ediyoruz.

Saadet için, Gelecek için, Demokrat Parti için mührü CHP’ye basmanızı talep istiyoruz.

CHP için de tabi ki mührü CHP’ye basmanızı bekliyoruz.

Biz birlik’te DEVA var diyerek diğer pusulada da mührü Sayın Kılıçdaroğlu’nun isminin altına basmanızı istiyoruz.

İnanın, bu ülke sizlerin hayalindeki ülke olacak.

Çok uzak değiliz. Hayallerimizle hedeflerimiz çok yakın.

İnanın umduğunuzdan bildiğinizden daha yakın.

Çünkü ülke çok kötü yönetiliyor.

Çok yazık oluyor bu güzel ülkemize.

Dürüst ve ehil insanlar iş başına geldikten sonra çözülemeyecek bir sorunu yok bu ülkenin.

İnanın çözülemeyecek bir krizi yok bu ülkenin.

Dürüst ve ehil kadrolar. Anahtar burada. Hem dürüst hem işi bilecekler.

Bütün bakanlar üst düzey bürokrasi ehliyetli liyakatli insanlardan oluşacak.

Şu partili bu partili değil bizim vatandaşımız olan ve o işi en iyi kim biliyorsa o yapacak.

Ona teslim edeceksiniz emaneti.

İşte onun için diyoruz ki biz buradayız.

Ve sizi de seçimin şafağında aramıza bekliyoruz.

Hep beraber o bayramı kutlayacağız inşallah.

*****

Aslında arkadaşlar bu seçim bir referandum biliyor musunuz?

Yani nihayetinde önümüzde 2 tane tercih olacak.

İsterseniz 1. Pusulaya yani Cumhurbaşkanlığı seçim pusulasına bakın, isterseniz o 1 metre uzunluğundaki milletvekili seçim pusulasına bakın aslında önünüzde sadece 2 tane temel tercih var.

Bu kadar da basit inanın.

İşte o yüzden de ben simdi Sivas’a sormak istiyorum.

Bu 2 tercihten hangisini tercih edeceksin Sivas?

Soğan 30 lira olunca güle güle deme vakti gelmiş demektir.

Bakın arkadaşlarım 2 tercihimiz var 2 tercih.

Ben bu değişim talebini görüyorum. Gittiğim bütün illerde görüyorum.

Genel başkanlarımızla gittiğimiz bütün illerde görüyoruz.

Şu anda çok kuvvetli bir değişim talebi var Türkiye’de çok kuvvetli.

Artık bu ülkede hiç bir şey eskisi gibi olmasın istiyoruz.

Onun için diyorum ki aslında bu seçim bir referandum. 2 tercihli bir referandum.

Şimdi ben Sivas’a soruyorum.

Bu önünüze gelen tercihlerden hangisini işaretleyeceksiniz? Hangisinin altına evet mührünü basacaksınız diye ben şimdiden soruyorum.

Otoriterlik mi; demokrasi mi? (…)

Keyfilik mi; hukuk mu? (…)

Baskı mı; özgürlük mü? (…)

Sivas kararını vermiş cevabı biliyor.

Tek akıl mı; ortak akıl mı? (…)

Korku mu; umut mu? (…)

Öfke mi; sevgi mi? (…)

Evet, Sivas çoktan tercihini yapmış.

Devam ediyorum,

Kavga mı; barış mı? (…)

Kriz mi; huzur mu? (…)

Yoksulluk mu; zenginlik mi? (…)

Arkadaşlar:

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Cevap net.

Biz demokrasi diyoruz. Zenginlik diyoruz. Huzur diyoruz. Özgürlük diyoruz.

Cevap belli: Biz bahar diyoruz, bahar!

*****

Şimdi bahara 3 kala Sivas’a soruyorum:

Güçlü bir destekle, birinci turda ilk turda cumhurbaşkanlığını kazanacak mıyız? (…)

Sayın Kılıçdaroğlu’nu ülkemizin 13. Cumhurbaşkanı yapacak mıyız?(…)

SÖZ MÜ? (…)

Millet ittifakı mecliste çoğunluğu alsın diye, CHP’nin logosunun altına “evet” mührünü basacak mıyız? (…)

SÖZ MÜ? (…)

Siz pusulaya “evet” mührünü vuracaksınız,

Biz de Türkiye’nin yarınlarına damgamızı vuracağız inşallah. .

Şimdiden hayırlı olsun, tüm ülkemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Arkadaşlarınıza, dostlarınıza, akrabalarınıza gönül dolusu sevgilerimi hürmetlerimi iletmenizi rica ediyorum.

Sağ olun, var olun.

10 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Şanlıurfa Siverek Halk Buluşması Konuşması


Siverek Halk Buluşması


Hoş bulduk arkadaşlar hoş bulduk.

Merhaba Siverek!

Merhaba Şanlıurfa!

Kültürün, tarihin, güzel insanların şehri merhaba!

Peygamberler diyarı merhaba!

Bu, tarihi buluşmamıza hoş geldiniz dostlar, hoş geldiniz!

Bu ne güzel coşku!

Bu ne güzel heyecan!

Bugün Siverek’te inşallah çok önemli bir başlangıcın arifesindeyiz.

*****

Bugün üç şehrin kesiştiği noktadayız.

Adıyaman’ın, Diyarbakır’ın, Urfa’nın buluştuğu coğrafyadayız.

Buraya Siirt’ten geldim. Öncesinde İstanbul’daydım.

Ondan evvel Ankara.

Antep’teydim, Maraş’taydım, İzmir’deydim, Kayseri’deydim, Gebze’deydim, Zonguldak’ta, Tekirdağ, Balıkesir…

İl il dolaşıyoruz.

Yarın ise inşallah Sivas’tayız, Bursa’dayız.

Şehir şehir dolaşıyoruz.

Size gittiğim tüümm şehirlerden demokrasi selamını getirdim.

Sizlere her yerde gördüğüm demokrasi heyecanını getirdim.

Siverek demokrasinin sesini duyuyor musunuz?

Artık yaklaşıyor değil mi?

14 Mayıs inşallah kaybedeni olmayan zaferi kazanacağımız gün olacak.

Bu öyle bir zafer olacak ki kaybedeni yok. Herkes kazanacak.

Demokrasi kazanacak demokrasi.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizin sorunları büyük.

Bir krizden başka krize savruluyor ülkemiz.

Ama bu krizi en çok hissedenler de burada Siverek'te tarımla hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız.

Çiftçimiz şu son yıllarda hiç bir zaman yaşamadığı sıkıntıyı yaşıyor. Hepsinin farkındayız.

Peki, nasıl çözeceğiz? Bakın bizim tarımla ilgili çiftçilerimizle ilgili hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızla ilgili bütün hazırlıklarımız tamam.

Tam 50 maddelik eylem planı açıkladık 50 madde. Size sadece 5-6 tanesini sayacağım.

Size sadece 5-6 tanesini sayacağım.

Ne yapacağız?

Bir, Gübre maliyeti var ya gübre bu gübre maliyetinin tam yarısını %50'sini devlet olarak biz karşılayacağız.

İnşallah birleşe birleşe kazanacağız.

Tüm Türkiye birleşiyoruz tüm Türkiye.

Çünkü kazanan Türkiye olacak nihayetinde.

Gübre ile bitmiyor.

Gelelim bir başka önemli maliyete.

Yem.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın yem maliyetinin tam yarısını %50'sini yine devlet olarak biz karşılayacağız.

Bunu biz sadece DEVA Partisi olarak değil 6 parti ortak taahhüt ettik. Hep beraber ortak taahhüdümüz haline geldi.

Bitmedi.

Elektrik değil mi?

En önemli maliyetlerden bir tanesi.

Çiftçimize özel tarıma özel elektrik de çok daha düşük bir tarife uygulayacağız.

Mazot.

Mazotun üzerindeki vergiyi biz çiftçimize iade edeceğiz.

Yetmedi su. Söz verdik sadece Deva Partisi olarak değil millet ittifakı olarak 6 parti olarak söz verdik.

Türkiye'deki bütün sulama yatırımlarını bütün barajları göletleri ishale haklarını kapalı basınçlı su dağıtım sistemlerini damlama sulama sistemlerini tamamını ama tamamını iktidarımızın ilk 5 yılında tamamlayacağız.

Böylece toprağı suyla buluşturacağız.

Böylece verimi artıracağız.

Bunlar enflasyonla mücadeleyi bilmiyor.

Şu an Türkiye'de enflasyon yüksek mi yüksek.

Vatandaşlarımız gıda ürünlerini çok daha pahalı alıyor mu alıyor.

Ete süte yumurtaya dünya kadar zam geldi mi geldi.

Ama bunu düşürmenin yolu gidip marketlerdeki etiketlerle savaşmak değil bunu düşünmenin yolu bizim çiftimizin maliyetlerini aşağı doğru çekmek.

Enflasyonu kaynağından öldüreceksin.

Verimliliği artıracaksın suyu toprakla buluşturacaksın.

Çiftçimizin maliyetini düşüreceksin ki çiftçimizin yüzü gülsün.

Aynı zamanda ürünü daha uygun fiyata tüketiciye iletebilsin.

Formül burada formül.

Bunlar bakın bilmiyor. Bilmedikleri için bu ülkede enflasyon arttı.

Bilmedikleri için bu ülkede çiftçimiz şu an sıkıntı çekiyor.

İş bilenin kılıç kuşananın.

Bir başka madde.

Çiftimizin borcu çok değil mi?

Biz ne yapacağız? Biz çiftimizin her türlü borcunu adı TEDAŞ olsun MEDAŞ olsun Ziraat Bankası olsun Tarım Kredi olsun fark etmez.

İlk önce bu borcun üzerindeki faizi şöyle bir sileceğiz. Borcun köpüğünü bir alacağız. Ana parayı bırakacağız.

Yetmedi iki yıl ödemesiz ana parayı uzun takside yayacağız.

Böylece çiftçimiz sırtındaki o borç yükü var ya borç yükünü şöyle bir kenara koyacak bir rahat edecek.

Şöyle belini doğrultacak çiftimiz inşallah.

Yetmedi işini görebilmesi için ilave finansman imkanları ilave kredi imkânı sağlayacağız.

Başka türlü bu sorunu çözmek mümkün değil.

Hem birikmiş borç sorununu çözeceğiz hem de sürekli devam eden bu maliyet sorununu çözeceğiz inşallah.

Ve en önemlisi su soruları çözeceğiz su su...

Bitmedi.

Soğanın kilosu 30 lira olunca bir karton yumurta 90 lira 100 lira olunca 1 kilo kıyma 300 lirayı geçince zaten artık o iktidara güle güle deme zamanı geliyor.

Siverek'te güle güle diyor Urfa'da diyor bütün Türkiye güle güle diyor.

Biz Siverek ile gurur duyuyoruz biz Siverek’in güzel insanlarıyla gurur duyuyoruz.

Bakın arkadaşlar sorunlar büyük hepsini biliyoruz ama bu sorunları çözmek için ne lazım?

Öncelikle dürüst ve ehil kadrolar lazım.

Devleti yöneten kadroların hem işini bilmesi lazım hem de dürüst olması lazım.

Şimdi diyorlar ki 'bu işi bilir' ben soruyorum dürüst mü?

Çünkü işi biliyorsa ama dürüst değilse onlar çok kötü çarpıyor.

Dolayısıyla ne yapmak lazım.

Hem işi bilmesi lazım hem de dürüst olması lazım.

Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yememesi lazım.

Bakanlar, üst düzey bürokrasi tamamını böyle düzgün insanlardan oluşturmak gerekiyor.

Bunun hepsi var.

Şöyle 6 partiyi bir araya getirdiğimizde pırlanta gibi insanlar var.

Her konuda ama her konuda işin ehli insanlar var. Onun için derhal yapacağınız ilk iş kadroyu temiz dürüst ama işin ehli insanlarla değiştirmek.

İlk iş bu.

Tabii ki istişare edeceğiz tabii ki adaletle yöneteceğiz bunlar yönetimin temel ilkesi.

Hira Nur ne dedi?

‘Güven’ dedi ‘güven’ değil mi.

Çünkü güven olmayınca olmaz.

Hele hele bir ülkenin ekonomisi güven oluşturmadan asla düzelmez.

Ben böyle deyince gençler soruyorlar diyorlar ki, 'başkanım şu güven nasıl oluşur bir anlat hele' diyorlar.

Ben de diyorum ki gençler dinleyin bir dakikada 8 maddede size özetleyim.

Güven nasıl oluşacak?

1-konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Enflasyon %100'ü geçmişken TÜİK'e%40 enflasyon açıklanmayacaksın. Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
2-Söz verince tutacaksın.
3-Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4-Devlet yönetiyorsan her zaman adaletle hareket edeceksin.
5-Ehliyetli liyakatli dürüst kadrolarla çalışacaksın.
6-Hiçbir zaman istişareyi elden bırakmayacaksın. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.
7-Şeffaf olacaksın açık olacaksın. Merkez Bankası’nın arka kapısından gizli saklı 250 milyar doları satmayacaksın.
8- Her zaman hesap vermeye açık olacaksın. Her zaman.

Diyorum ki bu 8 maddeyi yapın korkmayın güveni sağlarsınız. Güveni oluşturduktan sonra ülke alır yürür.

Değerli arkadaşım bakın, gençler burayı da dinleyin.

Ben kendimi bildim bileli bazı mahallelerde hep şu konuşulur. Derler ki “Elim altı oka gitmiyor, elim CHP’ye gitmiyor.”

Bunu Siverek’te de duyuyorsunuz değil mi bazı mahallerde var bu.

Bu seçim, tam da o mahallelerde, o evlerde kısık sesle ne söyleniyor biliyor musunuz?

“Elim AK Parti’ye gitmiyor.”

Sessiz sessiz, kısık sesle “Elim ampule gitmiyor”, diyor vatandaşımız “elim Erdoğan’a gitmiyor” diyor.

Birleşe birleşe kazanacağız.

Ben şimdi, daha önceki seçimlerde AK Parti’ye oy vermiş arkadaşlarıma seslenmek istiyorum.

Evet bu sefer eliniz gitmiyor biliyorum.

Peki neden?

Sebebi basit:

Eliniz, tabii ki yoksulluğa gitmiyor.

Eliniz, tabii ki yolsuzluğa gitmiyor.

Eliniz, %100’ü geçen enflasyona gitmiyor.

Haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, baskıya, zulme eliniz gitmiyor, biliyorum!

Sınavı kazanan başarılı gençler mülakatlarda elenirken, birilerinin haksız kazançla servetine servet katmasına, eliniz gitmiyor biliyorum biliyorum.

Sözünden dönen, etrafındaki çıkarcılara yakasını kaptırmış Recep Tayyip Erdoğan’a eliniz gitmiyor, farkındayım.

Çünkü sizin 2002’de iktidara taşıdığınız, “bütün servetim bu yüzük” diyen o Erdoğan sözünden döndü.

O günkü Erdoğan yok artık.

Arkadaşlar şurada 3 gün kaldı.

Yuh’a gerek yok. Herkes cevabını nasıl olsa sandıkta verecek.

İlk gün söz verdiği adaletten, ortak akıldan, istişareden döndü.

Bakın ben AK Parti’nin ilk kurucu ekibindeydim değil mi? Bizim ailede siyaset hiç yokken ilk defa ben aileden hatta geniş aileden ben 2001’de siyasete girdim ve AK Parti’yi kuran o küçük ekibin içineydim. İlk defa siyasete orada adım attım.

Ve yine sizlerin desteğiyle 2002’de, 2007’de, 2011’de bakan olmadım mı?

Oldum.

Sizler bana bu devletin hazinesini emanet etmediniz mi?

Beni en iyi siz tanırsınız, siz bilirsiniz:

Çünkü tam 13 yıl alnımız ak başımız dik çalıştık çok şükür.

Bu milletin tek bir kuruşu zayi olmasın diye çalıştım.

Bu milletin emeğine de, vergisine de gözüm gibi baktım.

Hamdolsun, boğazımdan tek lokma haram geçmedi.

Ama benim de kurucusu olduğum o parti, artık 2002’deki AK parti değil.

Erdoğan, o 2002’deki Erdoğan değil artık.

Çünkü güç zehirlenmesi diye bir şey var.

Bilimin tespit ettiği bir gerçek bu güç zehirlenmesi.

Devlet gücünü kullanmak yozlaştırıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor.

Onun için ülkeyi yönetenlerin 1, süreyle 2, hukukla sınırlanması lazım.

Süreyle de sınır koymanız lazım hukukla da sınır koymanız lazım.

Çünkü o devleti yönetme gücü insanları baştan çıkarıyor.

Hukuktan saptırıyor.

İşte onun için dikkat etmemiz lazım.

Maalesef şimdi o partiyi bazıları, haksız zenginleşmenin aracı olarak kullanıyor her gün.

Onlar milleti unuttu.

E zaten biz de o yüzden burada değil miyiz?

Adaleti alaşağı eden, demokrasiyi ezen, hakkı yerle bir eden o eski hikâyeyi kabul etmediğimiz için burada değil miyiz?

Onun için hep beraberiz.

Biz, bu nedenle DEVA Partisini kurmadık mı?

Burada gerçi 6 partiden arkadaşlarımız var ama DEVA’lı arkadaşlarıma soruyorum. Biz o yüzden DEVA Partisi’ni kurmadık mı?

Biz şimdi 6 partiye de soruyorum. Biz bu yüzden Millet İttifakını kurmadık mı?

Biz; ülkemize adaleti, huzuru getirmek için bu yola çıkmadık mı?

Biz vatandaşlarımıza huzur getirmek için, mutluluk geçirmek için, zenginlik getirmek için yola çıkmadık mı?


Yola çıkarken ulaşmayı hedeflediğimiz özgürlüklerden, ileri demokrasiden, çoğulculuktan, katılımcılıktan, hukuk devletinden ASLA vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz.

Bunun için hep beraber yürüyeceğiz. Bunun için birleşe birleşe büyüyeceğiz.

Bir olacağız, beraber olacağız güçlü olacağız inşallah.

İşte arkadaşlar;

Keçiören’deki mütevazı evinden taşınıp, devasa bir külliye inşa eden bir zihniyete eliniz gitmiyor, gitmeyecek; biliyorum.

Bakın son yüz yıl içerisinde dünyada inşa edilen en büyük saray son yüzyıl içerisinde Ankara’da.

Böyle bir şey olmamış.

Biz artık demokrasiyi yükseltelim diyoruz sarayları yükseltelim demiyoruz. Demokrasiyi yükseltelim artık diyoruz.

İşte biz buradayız. Tam da o yüzden; hak için, adalet için, refah için buradayız.

Zamanında AK Parti’ye gönül vermiş kardeşlerime seslenmek istiyorum.

Biliyorum, itirazınızı belki yüksek sesle dile getirmiyorsunuz, ama bir yandan sabırla sandık gününü bekliyorsunuz.

Onu da biliyorum.

Değişim için, kaybedeni olmayan bir zafer için, bize destek vermenizi bekliyoruz.

Bakın söyledim bunun kaybedeni olmayacak.

Pazar günü akşam sandıklar açıldığında biz millet ittifakı kazandık demeyeceğiz.

Biz 86 milyon kazandı Türkiye kazandı diyeceğiz.

Bunu gerçekleştireceğiz.

Gençler kim derse ki ben kurtarıcıyım geleceğim kurtaracağım inanmayın.

Kim derse ki biz geleceğiz, kadro olarak çalışacağız, dürüst ve ehil bir kadroyla bu ülkeyi kurtaracağız derse ki işte ona inanın.

Çünkü o tek kurtarıcılardan çok çekti bu millet.

Böyle bir şey yok.

İstişare ile yöneteceksin takım çalışması ile yöneteceksin STK'larla meslek örgütleri ile beraber yöneteceksin.

Değerli arkadaşlarım bakın biz hep beraber kazanmak için bize destek vermenizi bekliyoruz.

Evlatlarınız için, bize destek vermenizi bekliyoruz. Torunlarınız için bize destek vermenizi bekliyoruz.

O sandık günü var ya, o sandık günü… İşte o gün sakince gidip, o oy kullandığımız küçük kabin var ya hani vicdanımızla baş başa kalıyoruz. Elimize mührü alıyoruz oy pusulasını açıyoruz. İşte o gün geldiğinde ben diyorum ki vicdanınızın sesini dinleyin.

Mührü bu kez bu seçimde DEVA için CHP’ye evet olarak basmanızı bekliyoruz. Talebimiz bu.

Aynı zamanda Saadet için, Gelecek için, Demokrat Parti için ve tabi ki CHP için CHP’ye evet demenizi talep ediyoruz.

‘Birlikte DEVA’ var diyerek aynı zamanda 2. Pusulada da ne diyoruz? Birlikte DEVA var diyoruz ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun isminin altına da evet mührünü basıyoruz.

İnanın arkadaşlar bakın, şu anda bu millet ittifakını oluşturan 6 partiyi yan yana koyduğunuzda bakın şu ortak politika metnimiz.

6 tane parti imzalamış bunu.

2.300 maddede 20 tane bakanın seçimden sonra 5 yıl boyunca ne yapacağını hazırlamışız.

Karınca yazısı gibi.

Bu 6 partiyi yan yana koyduğunuzda bütün Türkiye'de demek arkadaşlar bütün Türkiye.

Herkes kendisine bu altı partinin birinde mutlaka görüyor. Temsil gücü yüksek bir birliktelik bu. Onun için bir olacağız beraber olacağız ve beraberce bu ülkenin sorunlarını çözeceğiz diyoruz.

İnanın bu ülke sizlerin hayalinizdeki ülke olacak.

Biz buradayız. Seçimin şafağında inşallah aramıza bekliyoruz.

Umudumuz gençler umudumuz Siverek, umudumuz Şanlıurfa.

İnşallah arkadaşlar bu seçimde Siverek, Şanlıurfa sandıkta öyle bir cevap verecek ki, sandıkta öyle bir irade ortaya koyacak ki o mührü bastığınızda var ya külliyenin duvarları şöyle bir titreyecek.

*****

Değerli arkadaşlar,

4 gün sonra alelade bir seçim yaşamayacağız 4 gün sonra.

4 gün sonra öyle önümüzde sıradan bir seçim yok.

Önümüzde partilerin yarıştığı sıradan bir seçimi yok.

Aslında önümüzde sadece iki tercihli bir referandum var.

İşin özü bu.

Yani 1. Pusulayı da alsanız Cumhurbaşkanlığı seçim pusulasını da önünüze alsanız gerçekte 2 tane tercih var.

Öbür taraftaki 1 metre uzunluğundaki oy pusulasını da alsanız önünüzde 2 tane tercih var.

Peki bu tercih neyin tercihi?

Şimdi ben hakkı, adaleti, hukuku bilen Siverek’e, Şanlıurfa’ya soruyorum:

Evet, Siverek çoktan kararını vermiş. Tercihi belli.

Ama ben yine de bakın bu referandumda karşımıza hangi seçimler çıkacak şöyle bir size söylemek istiyorum.

Sandığın başındasınız iki tane seçeneğiniz olacak.

Özü referandum dedim ya iki tane tercih.

Otoriterlik mi; demokrasi mi? (…)

Hangisini tercih edeceksiniz?

Keyfilik mi; hukuk mu? (…)

Baskı mı; özgürlük mü? (…)

Siverek biliyor cevabı söyledim ya.

Tek akıl mı; ortak akıl mı? (…)

Korku mu; umut mu? (…)

Öfke mi; sevgi mi? (…)

Siverek kararını vermiş.

Bakın tercih 2 tane olacak seçimlerde 2 tercihimiz olacak.

Ne olursa olsun kiminle ne konuşursanız konuşun nihayetinde 2 tane tercih çıkacak.

Kavga mı; barış mı? (…)

Kriz mi; huzur mu? (…)

Yoksulluk mu; zenginlik mi? (…)

Arkadaşlar:

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Cevap net.

Biz demokrasi diyoruz. Zenginlik diyoruz. Huzur diyoruz. Özgürlük diyoruz.

Bahar diyoruz, bahar!

Hep beraberiz arkadaşlar hep beraberiz.

Değerli arkadaşlarım bakın,

İşte diyoruz ki o yüzden önümüzde bir bayram var.

14 Mayıs; bir demokrasi bayramı olacak.

86 milyon kazanacak.

Çünkü biz öteki beriki diye vatandaşlarımızı ayırmayacağız.

Benden mi senden mi diye sormayacağız.

Ee ‘AK parti üyelik kartın var sosyal yardımlardan yararlanırsın kartın yoksa yararlanamazsın.’

Ne demek? Haddine mi?

Bakın ben buradan açıkça söylüyorum hangi partiye üye olursa olsun ister AK Parti'ye ister başka bir iktidar partisine hangi partiye üye olursa olsun sosyal yardım sosyal destek bir haktır. Hak eden bütün vatandaşlarımız alacaktır almaya da devam edecektir. En ufak şüpheniz olmasın.

Çünkü bunlar toplumu ayırarak ötekileştirerek yönetiyor, kutuplaştırarak yönetiyor.

Hep beraber arkadaşlar, hep beraber gençlerle beraber her yaştan gençle İnşallah beraber yürüyeceğiz bu yolları.

Ve değerli arkadaşlarım bakın, DEDAŞ zulmü biliyoruz.

Hem su yatırım sistemini tamamlayarak yatırımları tamamlayarak hem de eski borçların faizini silerek bu zulme inşallah son vereceğiz.

Zulüm çok sıkıntı çok hepsini biliyoruz. Ama bakın inanın bu 14 Mayıs'ta sadece bize destek verenlere değil diyorum ya 14 Mayısta doğudan batıya kuzeyden güneye tüm sokaklarda Türkçe, Kürtçe, Arapça, Lazca, Boşnakça türkülerle kutlanacak inşallah.

Millet olarak kutlayacağız millet olarak.

Kazanan tüm Türkiye olacak.

*****

Evet arkadaşlar,

İşte o büyük demokrasi bayramında hep beraber olacağız.

Söz mü? (…)

Pusulada, DEVA için CHP’nin logosunun altına “evet” mührünü vuracak mıyız? (…)

SÖZ MÜ? (…)

Diğer oy pusulasında da, ortak Cumhurbaşkanı adayımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun isminin altına “evet” mührünü vuracak mıyız? (…)

SÖZ MÜ? (…)

Hem meclis çoğunluğunu, hem de birinci turda Cumhurbaşkanlığını kazanacak mıyız? (…)

SÖZ MÜ (…)

Ben sözümü aldım.

Siz pusulaya evet mührünü vuracaksınız,

Biz de Türkiye’nin yarınlarına damgamızı vuracağız arkadaşlar, biz de bunun sözünü veriyoruz.

Bugünlerde bakıyoruz Erdoğan her konuşmasında benden bahsediyor.

Niye? Çünkü ekonomide... Son 5 yıldır ekonomide çuvalladılar mı?

Enflasyonu patlattılar mı?

Döviz kurunu patlattılar mı?

Şimdi ne zaman ekonomide bir başarıdan bahsetsek aynı müflis tüccar gibi eski defterleri karıştırıyor.

Esnaf çok burada değil mi? Müflis tüccar ne yaparmış eski defterleri karıştırırmış.

Ne yapıyor eski defterleri karıştırıyor.

Eski defterleri karıştırıp diyor ki zamanında IMF'nin borcunu ödemiştik diyor. Zamanında enflasyonu tek haneye indirmiştik diyor.

Fakat o eski defterleri karıştırdığında bir bakıyor defterin içinde her sayfa da beni görüyor.

Asabı bozuluyor.

Onun için ‘Bebecan’ diyor.

Biz hep buradayız merak etmeyin.

Ve diyor ki ben imza atmasaydım diyor o ‘Bebecan’ enflasyonu düşüremezdi diyor.

Ben de diyorum ki madem hikmet imzada at şu imzayı da enflasyonu düşür de bir görelim hele diyorum.

At imzayı.

Diyor ki biz IMF'ye borcu sıfırladık. Evet, ben ekonomi yönetiminin başındaydım.

Ve IMF'ye son taksitin ödendiği o tuşa ben bastım Merkez Bankası’ndaki terminale ben bastım.

Paradan 6 sıfırı attık diyor tamam.

Ben imza atmasaydım atamazdı diyor.

İyi de şu son 4 yılda 5 yılda bu enflasyonu döviz kurunu sen patlatmadın mı?

Döviz kuru 1 buçuk lira 2 lira iken 20 liraya sen çıkarmadın mı?

E haydi bir düşür de görelim. At imza da dolar kuru düşsün görelim bakalım.

Yapamaz çünkü arkadaşlar dürüst kadrolarla çalışmıyor ehil kadrolarla çalışmıyor onun için yapamıyor.

Biliyorum zannediyor. Tek kişi her şeyi bilemez.

Bilenlerle çalışması lazım. Onu da yapmıyor.

Alanım ekonomi diyor ekonomistim diyor ama kimseyi dinlemiyor.

Kafasına göre yönetiyor o yüzden batırdı memleketin ekonomisini.

Ama hiç önemli değil.

Arkadaşlar hiç endişe etmeyin.

Endişeye mahal yok çünkü biz varız.

Hep beraber varız hep beraber çözeceğiz İnşallah bu sorunları hep beraber.

*****

Değerli arkadaşlarım bakın,

Şimdi yanımda Siverek’in bir evladı var.

Ahmet Bey’i buraya alalım.

Ahmet Bey, Ahmet Tüysüz biliyorsunuz bizim Şanlıurfa kurucu il başkanımız. DEVA Partisini kurduk Şanlıurfa’da da teşkilatımızı kurma yetkisini Ahmet Bey’e ve kurucu heyete verdik.

Fakat Siverek’in dertlerini bilen Siverek’i iyi tanıyan bir arkadaşımızın mutlaka Ankara’da TBMM çatısı altında milletvekilimiz olarak görev alması gerekiyor.

Ahmet Bey’i Ahmet Tüysüz’ü meclise gönderebilmek için Siverek’in ve tüm Şanlıurfa'nın arkasında durması gerekir.

Şimdi ben buradan Siverek’ten söz almak istiyorum.

Siverek hemşerinizi TBMM'ye Milletvekili olarak gönderecek misiniz?

Söz mü?

Ahmet Bey’den de bir söz almak istiyorum.

Ahmet Bey kardeşim mecliste Siverek’in ve bütün Şanlıurfa'nın sesi olacak mısın?

Şimdi tabii bizim biliyorsunuz arkadaşlar Millet İttifakı olarak ve üstelik ayrıca tek listelerle seçime giriyoruz.

Ahmet Bey bizim adayımız ama aramızda başka milletvekili adaylarımız da var.

Adaylarımızı ben şöyle sahneye çağırayım.

Burada meydanda olan adaylarımızı alalım.

Görüyorsunuz adaylarımız o kadar Çalışkan ki arabadan inince beni karşıladılar hemen hepsi farklı farklı bölgelere dağılmışlar çalışıyorlar tek dakika bile israf etmemek için.

Sağ olsunlar.

Ama ben hepsine başarılar diliyorum.

Burada Şanlıurfa il başkanımız Siverek ilçe başkanlarımız onları da şöyle bir sahneye davet edelim.

Evet değerli arkadaşlar ‘birleşe birleşe büyüyeceğiz’ dedik.

Bir olacağız beraber olacağız dedik. Biz ne yaptık? Saadet Partisi DEVA Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti, İYİ Parti ve ortak listelerle girdiğimiz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir araya geldik.

Tam 14 aydır beraber çalışıyoruz.

Anayasa değişiklik metnimizi hazırladık. 20 bakanın 5 yıllık ev ödevini hazırladık. Ve kendimizden emin adımlarla yürüyoruz.

Bugüne kadar yaptığımız hazırlıklara nokta koyamadılar.

Bugün Sayın Erdoğan yine ne demiş? İlk işimiz ‘Anayasa’ demiş.

Elinde tek sayfa hazırlığı yok.

Yeni anayasa yapacağım diyor yok.

Bakın yeni anayasa yapacağız diyor yeni anayasa. Tek sayfa yok.

6 ay önce bir maddelik anayasa değişikliği meclise ellerine yüzlerine bulaştırdılar vazgeçtiler.

Biz 84 madde üzerinde 6 parti olarak mutabık kaldık. Ve yayınladık yazılı olarak budur dedik.

Ben söylüyorum bakın buradan diyorum ki bizim 6 parti olarak anayasa metnimiz hazır.

Sayın Erdoğan sizin şu yeni anayasanız nerede?

Gözümüz yollarda kaldı. 5 yıldır ortaya bir sayfa değil bir madde koyamadılar.

Çünkü artık yönetme yeteneğini kaybettiler. Onun için yapamıyorlar. Ama biz ekip olarak kadro olarak geliyoruz.

Pırıl pırıl kadrolarla geliyoruz inşallah.

Ve Türkiye'ye ehil ve dürüst insanlar yönettiğinde nasıl bu ülke ayağa kalkacak nasıl koşmaya başlayacağız nasıl bu ülke kanatlanıp uçacak hep beraber göreceğiz.

En önemlisi ne biliyor musunuz?

Önce insan diyeceğiz önce insan.

İnsanı yücelt ki devlet yücelsin diyeceğiz.

Ve bu ülkede yaşayan herkesin eşit ve onurlu vatandaş olması için çalışacağız.

Bu ülkede yaşayan her bir vatandaşımızın 1. sınıf vatandaş olması için çalışacağız.

Herkesin eşit onurlu vatandaş olması için hep beraber çalışacağız ve başaracağız.

Bir olacağız beraber olacağız ve başaracağız.

Ben tekrar hepinize gönül dolusu sevgilerimi selamlarımı ve teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

Arkadaşlarınıza dostlarınıza akrabalarınıza da gönül dolusu selamlarımı ve hürmetlerimi iletmenizi özellikle rica ediyorum.

En güzel günler sizin olsun en mutlu yarınlar sizin olsun diyorum.

Kazanan Türkiye olsun diyorum. Sağ olun var olun.

9 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Siirt Halk Buluşması Konuşması


Siirt Halk Buluşması


Merhaba Siirt!

Alimlerin, evliyaların diyarı, merhaba!

Demokrasinin, birlikteliğin, eşitliğin şehri merhaba!

Türkün, Kürdün, Arabın ortak evi merhaba!

Bu ne güzel coşku!

Bu ne güzel heyecan!

Bahara 5 gün kala burada, Siirt’te olmaktan, evimizde olmaktan çook çok mutluyuz.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Evet hak için buradayız hukuk için buradayız adalet için buradayız.

Hep birlikteyiz.

Gençler siz yürüyorsunuz biz arkanızdan geliyoruz.

Gençler ülkemizin yarını değil gençler ülkemizin bugünü.

Sizler için çalışıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz DEVA Partisini kurduğumuzda ne dedik?

Bu ülkede herkes, her bir fert, bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşıdır dedik.

Tillo’daki, Bağlar’daki kardeşlerimle; Çankaya’daki, Üsküdar’daki, Kadıköy’deki kardeşlerim eşittir dedik.

Tam demokrasi dedik tam!

Öyle eksik gedik değil yarım yamalak değil tam demokrasi dedik.

İşte arkadaşlar tam demokrasi yolunda büyük bir yol ayrımının eşiğindeyiz.

Önümüzdeki seçim, partilerin yarıştığı sıradan bir seçim değil.

Önümüzdeki seçim, bir sistem seçimidir.

Bu ucube tek kişilik yönetimle, ayrıcalıklı zümrelerin ülkesinde yaşamaya devam mı edeceğiz… Yoksa tam demokrasi ile milletimizin egemenliğini mi sağlayacağız?

İşte 14 Mayıs bunun seçimidir.

Kendinden olmayan herkese terörist diyen nobran bir dil mi; yoksa herkesi kucaklayan kapsayıcı bir yönetim anlayışı mı?

Bu ikisi arasında tercihimizi kullanacağız.

Oylarınızı yok sayan kayyumlar mı; oylarınızla göreve gelen seçilmişler mi?

Tercih bu.

Siirt bunu çok iyi biliyor.

Birleştik ve kazanacağız inşallah.

Çok yakın.

Siirt; hakkı, hukuku, adaleti çok iyi bilir.

Aslında arkadaşlar bu önümüzdeki seçim sadece iki tercihli bir referandum.

Bakmayın 1. Oy pusulasında 4 tane isim var aday olarak.

2. oy pusulası 1 metre uzunluğunda.

Ama işin özünde bu seçim sadece 2 tercihli bir referandum.

Böyle anlayıp böyle anlattığımız zaman da i kolaylaşıyor.

Ve inşallah Siirt seçim günü 14 Mayıs’ta doğru tercihi doğru kararı verecek.

İktidarın bütün baskılarına rağmen, iktidarın bütün yıldırtma çabalarına rağmen Siirt seçim günü sandıkta vicdanıyla baş başa kaldığında pusulada gönlünden kalbinden geçen tercihe evet mühürlü basacak işi bitirecek inşallah.

Biz Siirt’e gurur duyuyoruz Siirt’in güzel insanları ile gurur duyuyoruz.

Bugün Siirt İl başkanlığımızı ziyaret için buradayız. Bu vesile ile şöyle sizler de buluştuk.

Ama daha önce Siirt’i ben ziyaret ettiğimde de sormuştum.

Bu enişte nerede demiştim gören var mı demiştim. 'yok, göremiyoruz artık' demişlerdi.

Biz Parvaz ile de, Siirt'in bütün ilçeleri ile gurur duyuyoruz.

Kurtalan ile de gurur duyuyoruz. Akşam Kurtalan’a da buradan bir sürpriz ziyaret yapacağız inşallah.

Şu anda sesini duymadığımız diğer ilçelerimizle de gurur duyuyoruz.

Hep beraber olacağız. Hep beraber oldukça kazanacağız inşallah hiç endişeniz olmasın.

Değerli arkadaşlar,

Bakın şu anda merkezi hükümetin bürokrasi kadrosu bakanlıklar maalesef iktidar partisi ile beraber çalışıyor artık.

Normalde olması gereken nedir?

Merkezi hükümetin birimlerinin devletin temsilcisi olması lazım.

Her partiye eşit yakınlıkta olmaları lazım.

Maalesef böyle değil.

Türkiye'nin çoğu yerinde görüyoruz böyle değil.

Bu adalet değil arkadaşlar adalet değil.

Adalet devlet birimlerinin her Parti ile eşit yakınlıkta olmasında.

Siirt'te bunu görmüyoruz şu anda. Ama inşallah bakın buradan söz iktidara geldiğimizde ülkeyi yönetmeye başladığımızda bizim iktidarımız her partiye eşit yakınlıkta olacaktır.

Bize destek verseler de vermeseler de eşit yakınlıkta olacağız.

Şu anda bizi engellemeye çalışanlara da yakın olacağız. Biz onun taahhütünü veriyoruz buradan.

Hakkı düştüğü yerden tutup kaldıracağız, hukukun üstünlüğü neyse onu aynen yerine getireceğiz.

Ve en önemlisi adaletle hareket edeceğiz adaletle.

Çünkü arkadaşlar bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez.

Şu anda ülkeyi yönetenler bize yanlış yapıyor olabilirler.

Şu anda ülkeyi yönetenler bizim adaylarımıza yanlış yapıyor olabilirler.

Şu anda ülkeyi yönetenler Siirt halkına yanlış yapıyor olabilirler ama biz iktidar olduğumuzda hiç kimseye yanlış yapmayacağız.

Çünkü bir yanlış başka yanlışla düzeltilmez.

Onlar ne kadar hukuksuzluk yapsa da biz hukuk içerisinde bu mücadeleyi vereceğiz ve herkese adil davranacağız.

Onun için biz kazandığımızda 86 milyon kazanacak diyoruz, tüm Türkiye kazanacak diyoruz.

E bir kilo soğan 30 lira olunca artık o hükümete güle güle deme zamanı geliyor. Müsait bir yerde indireceğiz.

Değerli arkadaşlar bakın söyledim bu seçim aslında bir referandum.

Sadece 2 tercihi olan bir referandumdan bahsediyoruz bakın.

Diğer her şey teferruat.

Önümüze oy pusulasını aldığımızda vicdanımızla baş başa kaldığımızda şu anda sizin üzerinize baskı kurmaya çalışan kim var kim yoksa zaten orada yok.

Oy kabininde yok. Orada sadece vicdanınızla baş başasınız.

Pusulaları açınca önünüzde iki tane tercih göreceksiniz. Temelde iki tane tercih.

Ve o iki tercih arasından birisini seçeceksiniz.

Ben şimdi o seçeneklerini ne olacağını size söyleyeceğim ve tercihinizin de ne olacağını söyleyeceğim.

2 tane tercih önünüzde.

Otoriterlik mi; demokrasi mi? (…)

Keyfilik mi; hukuk mu? (…)

Baskı mı; özgürlük mü? (…)

Siirt cevabı biliyor.

Tek akıl mı; ortak akıl mı? (…)

Korku mu; umut mu? (…)

Bizim Umut tabi ama Umut Dayanan bu umut Türkiye için umut.

Öfke mi; sevgi mi? (…)

Siirt kararını kolay veriyor böyle sorunca.

Kavga mı; barış mı? (…)

Kriz mi; huzur mu? (…)

Yoksulluk mu; zenginlik mi? (…)

Arkadaşlar:

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Cevap net. Cevap net.

Siirt cevabı biliyor.

Daha da güzel olacak daha da inşallah. Hayal ettiğimiz hedef ettiğimiz her şeyden daha da güzel olacak.

Biz demokrasi diyoruz. Zenginlik diyoruz. Huzur diyoruz. Özgürlük diyoruz.

Çok açık.

Cevap belli: Biz bahar diyoruz, bahar!

Siirt bahar diyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizim için asıl mesele; hukukun üstünlüğüdür.

Bizim için asıl mesele; Türkiye’yi bu güzel ülkemizi özgürleştirmektir.

İnşallah 15 Mayıs sabahı bahar gelecek Umut Bey de Deniz Bey de Zakir Bey de hepsini de inşallah Ankara’da TBBM’de görmeyi arzu ediyoruz.

Hedefimiz budur.

Değerli arkadaşlarım,

Bakın asıl mesele; devleti çetelerden, mafya kalıntılarından temizlemektir.

Yeter artık. Şu işe bakın. Arka arkaya videolar çıkıyor.

Youtube yayınlarının biri bitiyor biri başlıyor.

Çete mafya sarmış her yeri.

Asıl mesele; kamu kaynaklarının yandaşlara peşkeş çekilmesini önlemektir.

Asıl mesele; milletin kaynaklarını yine bu millet için harcamaktır.

Vatandaşımızın soğanı da, patatesi de, yumurtayı da, kıymayı da, gönül rahatlığıyla kolayca almasını sağlamaktır.

Torpili, kayırmacılığı, yolsuzluğu yok etmektir.

Asıl mesele; bu memleketin sorunlarını çözmektir.

Asıl mesele; 783 bin kilometrekarelik vatan topraklarında özgürlüğün, zenginliğin ve adaletin türküsünü hep bir ağızdan söyleyebilmektir.

İşte biz bunun mücadelesini veriyoruz.

Biz, bu yola, özgür ve zengin bir Türkiye için çıktık.

Biz, bu yola, her bir vatandaşımızın, o elin Avrupalısının yaşadığı hayat standardı var ya işte her bir vatandaşımızın o hayat standardına ulaşabilmesi için bu yola çıktık.

Bizim hedefimiz budur.

İnşallah 5 gün sonra Siirt, bütün bu soruların cevabını açık ve net bir şekilde sandık başında verecektir.

Siirt, nasıl ki 20 sene evvel vesayetçilerin isteğini kursaklarında bırakıp, demokrasinin önünü açtıysa, bu Pazar günü de Siirt, yine demokrasinin önünü açacaktır.

Ben buna güveniyorum.

Çünkü Siirt her zaman vicdanının sesini dinlemiştir.

Çünkü Siirt her zaman adaletten yana olmuştur.

Çünkü Siirt her zaman hakkı düştüğü yerden alıp kaldırmıştır.

Nasıl o 2002’den sonra Sayın Erdoğan’ın o yasaklı döneminden sonra Siirt nasıl demokrasiden yana durduysa bugünde Siirt yine demokrasiden yana duracaktır.

Çünkü bugün maalesef Erdoğan demokrasinin yanında değil.

20 yıl sonra artık farklı bir yerde duruyor. Şu anda demokrasinin yanında duran bizleriz. Özgürlüklerin temel hakların yanında duran bizleriz.

İşte biz Siirt’in aklıselimine güveniyoruz sağduyusuna güveniyoruz.

O gün nasıl doğru yerde durduysa Siirt bugün de doğru yerde duracaktır. Biz buna güveniyoruz inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz sayın Erdoğan il il dolaşıyor.

Bu ara yeni bir türkü tutturdu.

Hayal ürünü hikayeler anlatıyor.

İl il dolaşıyor buraya gelmiyor farkındayım.

Siirt’in etrafında dönüyor dolaşıyor ama buraya gelmiyor ne hikmetse farkındayım.

Fakat gittiği yerlerde hemen hemen her gün ne anlatıyor?

Benden bahsediyor. Ne zamanki başarılardan bahsedecek olsa eski defterleri karıştırmak zorunda kalıyor.

Çünkü enflasyonun düştüğü paradan 6 sıfırın atıldığı dönem Türkiye'nin ekonomisinin daha iyi yönetildiği dönem bizim ekonominin başında olduğumuz dönem. Ekibimizle beraber.

Şimdi eski defterleri karıştırdığında da bir bakıyor karşısına ben çıkıyorum eski defterde. Onun için ne diyeceğini şaşırıyor.

Geçmişteki bu IMF ilişkilerini ve Bebecen diyerek bana geçmiş hikayeleri anlatıyor.

Yahu; IMF borcunun son taksitini ödeyen şu arkadaşınıza, şu kardeşinize iftiralar atıyor ya.

Bu milletin tek bir kuruşunu dahi ziyan etmeden, boğazından tek lokma haram geçmemiş şu arkadaşınıza iftiralar atıyor.

Değerli arkadaşlarım,

Kendisi kusura bakmasın; ben 14 Mayıs 2013’de IMF’ye olan en son borç taksitini ödeyen ekonomi ekibinin başındaydım.

Merkez Bankası’nın ödeme terminallerinde o enter tuşu olur ya bilgisayarın enter tuşu o enter tuşuna basıp IMF’nin son taksitini ben ödedim.

Tarih ne? 14 Mayıs 2013.

Enflasyonu tek haneye indiren ekibin başındaydım.

Paramızdan altı sıfırı atan ekibin başındaydım.

Bu milleti sağa sola avuç açmadan zenginleştiren ekibin başındaydım.

Ben şimdi kendisine soruyorum:

Siz şu son 5 yılda ne yaptınız?

Tek imzayla tek yetkili olarak aklınıza gelen her şeyi yaptığınız bir dönemde son 5 yılda ne yaptınız?

Tam 5 senedir tek imzayla tek yetkili sizsiniz. Siz ne yaptınız?

Enflasyonu üç haneye çıkardınız.

Paramıza ennn az bir sıfır eklediniz.

Dolar, Euro tüm baskılama çabalarınıza rağmen 20’leri geçti.

Ülke ülke gezip elalemden borç dilenen sizsiniz siz.

Katil dediğiniz veliaht prensten, 15 temmuzu finanse ettiğini söylediğiniz Emir’den 3 milyar, 5 milyar borç isteyen sizsiniz.

Ama bitiyor artık.

Son 5 gün arkadaşlar.

Nasıl 14 Mayıs 2013’te IMF’e olan borcu sıfırladıysak, tam 10 yıl sonra aynı gün 14 Mayıs 2023’de, bu krizi çözmek için kollarımızı sıvayıp çalışmaya başlayacağız.

Enflasyon 3 haneye çıkmadı mı?

%100'ü geçen enflasyonları görmedik mi?

Paramıza en az bir 0 ekledi. Dolar Euro tüm baskılara rağmen 20 lirayı geçti.

Ülke ülke gezip elalemden borç dilenen kendisi değil mi?

Katil dediği veliaht prensten gidip borç istemedi mi?

15 Temmuz’u finanse ettiğini söyledikleri Emir’den gidip borç para istemedi mi?

3 milyar oradan 5 milyar oradan aynı benzini bitmiş araba gibi deposunda benzin kalmamış araba gibi Türkiye ekonomisini yalvar yakar 3 milyar oradan bulduğu borçlarla borç aldığı benzinle yürütmeye çalışıyor.

‘Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz.’

Böyle yürümez.

Ne demişler?

‘Dökme suyla değirmen yürümez’ demişler. Atalar bunu yüzlerce yıl önce söylemiş. Şu anda elden gelirle öğün yapmaya çalışıyor.

Dökme suyuyla değirmeni döndürmeye çalışıyor. Onun için olmuyor.

Ama bitiyor artık arkadaşlar bitiyor. Son 5 gün. 5 gün kaldı 5 gün.

5 gün sonra inşallah Sayın Kılıçdaroğlu'nu Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. cumhurbaşkanı olarak göreceğiz.

Değerli arkadaşlar bakın nasıl biz 14 Mayıs 2013'te IMF'ye olan borcu sıfırladıysak tam 10 yıl sonra yine 14 Mayıs 2023'te bu krizi çözmek için kollarımızı sıvayıp çalışmaya başlayacağız inşallah.

İşte o yüzden önümüzde bir bayram daha var.

14 Mayıs; bir demokrasi bayramı olacak. 14 Mayıs doğudan batıya kuzeyden güneye tüm sokaklarda Kürtçe Türkçe, Arapça Lazca Boşnakca türkülerle kutlanacak inşallah.

Bütün Türkiye’de kutlayacağız 15 Mayıs’ı.

Ama bunun için hep beraber durmadan, rehavete kapılmadan çalışmamız gerekiyor arkadaşlar.

Sokak sokak, ev ev, kapı kapı gezip vatandaşlarımıza ulaşmamız gerekiyor.

Hep beraber 14 Mayıs’ta açık ara kazanmamız gerekiyor arkadaşlar açık ara. Öyle uç uca falan değil.

Ve inşallah ilk turda bu işi bitireceğiz ilk turda.

Birleşerek kazanacağız birleşerek.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Umut Bey, bizim biliyorsunuz DEVA Partimizin kurucu il başkanı Siirt’in evladı, kurucu il başkanımız.

Umut Beyi ve diğer tüm adaylarımızı hem Deniz Bey’i hem Zakir Bey’i hep beraber arkadaşlarımızı TBMM’nin çatısı altında Siirt’i temsil etmek üzere görmek istiyoruz.

Ama bu ancak sizlerin desteği ile mümkün.

Kendilerini meclisin altına taşıyacağız ki, Siirt’in derdini de huzurunu da diğer vekillerimizle beraber, kendilerinden soracağız inşallah.

Ne yapacağız?

Pusulada, seçime ortak listelerle girdiğimiz ki biliyorsunuz Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve Demokrat Parti ve CHP tabi ki. Tek listeyle ortak listeyle seçime giriyoruz.

5 partinin adayları tek bir listede.

Çünkü ne dedik? Tek bir listeyle girersek tek bir oy dahi zayi olmayacak dedik.

Çünkü partiler ayrı ayrı listelerle seçime girdiğinde küsuratlar eğer tamamlanmıyorsa hiçbir parti milletvekili çıkaramıyor.

Ama ortak liste ile seçime girdiğimizde onlar birleşiyor 1 ise 2 çıkarıyoruz. 2 ise 3 çıkarıyoruz. Bazı yerlerde 3 ise 5 .

Onun için ne yapacağız?

Hep beraber CHP’nin logosunun altına “evet” mührünü basacağız ki arkadaşlarımızı inşallah meclisin çatısı altında görelim.

Tamam mı? (…)

Tamam mı arkadaşlar anlaştık mı?

Yani o milletvekili seçimi oy pusulasında ne yapıyoruz? DEVA için, Saadet için, Gelecek için, Demokrat için ve tabi ki CHP için CHP logosunun altına evet mührünü basıyoruz.

Tamam mı?

SÖZ MÜ? (…)

Geldik 2. Oy pusulasına. 2. Oy pusulasında ne yapıyoruz? Cumhurbaşkanı için oy kullanıyoruz.

Cumhurbaşkanı oy pusulasında o 4 tane adayın ama aslında 2 seçeneğin ne yapıyoruz?

Ortak Cumhurbaşkanı adayımız, Millet İttifakının ortak Cumhurbaşkanı adayı Sayı Kılıçdaroğlu’nun isminin altına “evet” mührünü vuruyoruz.

Tamam mı?

Tamam mı?

Biz kendisine güveniyoruz ama görüyorum ki Siirt’te güveniyor.

Değerli arkadaşlar diğer pusulada Cumhurbaşkanlığı seçim pusulasında Sayın Kılıçdaroğlu’nun isminin altına evet mührünü basıyor muyuz?


Tamam mı?


SÖZ MÜ? (…)

Siz pusulaya evet mührünü vuracaksınız,

Biz de Türkiye’nin yarınlarına damgamızı vuracağız inşallah.

Tüm ülkemize hayırlı olsun.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

 

6 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İstanbul Millet Buluşması Konuşması

İstanbul Mitingi


Merhaba İstanbul! (…)

Bahara 8 kala Merhaba! (…)

Bu ne güzel coşku bu ne güzel heyecan.

Maşallah.

*****

Bugün sizlere, Türkiye’nin dört bir köşesinin, Anadolu’nun, Trakya’nın sevgisini getirdik.

Ülkemizin her yerinden yükselen “demokrasi çığlığını” bugün buraya İstanbul’a getirdik.

İstanbuul; bu demokrasi çığlığını duyuyor musun? (…)

Tüm dünya duyuyor tüm dünya.

Herkes Türkiye’yi izliyor.

Türkiye’de demokrasi kazanacak bütün dünyada ki demokratlar umutlanacak.

Sağcı-solcu demeden;

Sünni- Alevi demeden;

Türk-Kürt-Arap-Laz-Çerkes demeden;

Hep beraber daha fazla demokrasi diyecek miyiz? (…)

Hep beraber adayımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu, ülkemizin 13. Cumhurbaşkanı yapacak mıyız? (…)

Söz mü? (…)

Ve yine hep beraber, Millet İttifakı olarak, TBMM’de çoğunluğu sağlayacak mıyız? (…)

Söz mü? (…)

Sözümüzü aldık.


*****

Evet işte böyle önden başlayıp dalga dalga arkalara ve tüm Türkiye’ye İstanbul’un mesajı gidiyor hiç Endişeniz olmasın.

Sevgili İstanbullular,

Siz bu ülkenin ekonomisini enn iyi bilenlerdensiniz.

Bu pahalılığı da bu yoksulluğu da bu yolsuzluğu da enn iyi hissedenlerdensiniz bilenlerdensiniz.

Hey gidi İstanbul, hey!

2010’da İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olmuş muydu?

Tek haneli enflasyonla, AB standartlarına ulaşmak için yaptığımız reformlarla başarmıştık bunu.

Şimdi ülkeyi getirdikleri şu duruma bir bakın yahu.

Yazık, çok yazık.

Bakın değerli arkadaşlar size bu 200 liralık banknotun hikayesini anlatmak istiyorum çok kısa.

Hemen bir dakika.

Bakın bu 200 liralık banknot 2009 yılında tedavüle çıktı. Yıl 2009.

Kaç dolar ediyordu biliyor musunuz?

134 dolar ediyordu 134 dolar. Bugün ne kadar ediyor?

10 dolar bile etmiyor.

Döviz bürosuna gidin bakın kur 20 buçuk oldu mu? 9 lira küsur ediyor.

Ben şimdi soruyorum herkesin cebindeki bu 200 liradan 134 dolar ederken 9 dolara düşüren yani tam 124 doları kim çaldı?

Herkesin cebindeki 200 liradan 124 doları kim çaldı?

Değerli arkadaşlarım bu enflasyon var ya enflasyon tam baş belasıdır.

Ekonomiyi kötü yönetirseniz yüksek enflasyona mahkûm edersiniz bu ülkeyi.

Maalesef.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’de kurum murum kalmadı.

Patates soğan diyoruz. Gerisini siz tamamlıyorsunuz…

Değerli arkadaşlarım,

Şu anda ülkede devlet kurumu neredeyse kalmadı.

Her şey tek bir kişinin keyfine bağlı.

Şu anda bu ülkenin bir ekonomi politikası falan da yok. Ne var? Zır cahillik var.

Merkez Bankasıymış, BDDK’ymış, SPK’ymış… Bu kurumlar neredeyse yok hükmüne geldi.

Devlet kadroları tek bir kişinin oyuncağı oldu.

Ama arkadaşlar, endişeye mahal yok!

Ne yapacağız? Türkiye’yi bu güzel ve güçlü ülkeyi hızla düzlüğe kavuşturacağız.

2002’de, ülke çok kötü durumdayken başarmıştık; şimdi çok çok daha iyisini yapacağız inşallah.

İlk 1 ayda kurumları ayağa kaldıracağız.

6 ayda bu mevcut kriz iklimini sona erdireceğiz.

En geç iki yılda da enflasyonu tek haneye indireceğiz.

Bunu hep beraber başaracağız millet olarak başaracağız.

*****

Değerli dostlarım,

Hep söylüyorum:

Birleşe birleşe kazanacağız hep beraber kazanacağız.

Adalet, hep söylüyoruz,

Ne kadar adalet, o kadar ekonomi.

Ne kadar hak ve özgürlük, o kadar ekonomi.

Ne kadar demokrasi, o kadar ekonomi.

İşte siz ülkemizdeki demokrasi zeminini güçlendirmezsiniz, üstüne sağlam bir ekonomiyi asla inşa edemezsiniz.

Olmaaz, olmuyor!

Siz her gün hukuku ayaklar altına alıp, bu ülkenin ekonomisini büyütemezsiniz.

Yapamazsınız. Onun için olmuyor. Onun için yapamıyorlar.

Bunu anlamıyorlar. Ve ülkemizi bir krizden diğerine savuruyorlar.

İşte bunun için biz ne diyoruz?

Hak, hukuk, adalet diyoruz! (…)

Hak, hukuk, adalet diyoruz! (…)

İşte biz hakkı düştüğü yerden kaldıracağız. Hukukun üstünlüğünü sağlayacağız ve adaletle yöneteceğiz.

Ancak o sağlam zemin üzerine sağlam bir ekonomi inşa edeceğiz.

Çürük zemine sağlam ekonomiyi inşa edemezsiniz.

*****

Değerli dostlarım,

İktidara geldiğimiz gün hemen “Durum ve hasar tespit” çalışmasını yapacağız.

Halının altına süpürülen her şeyi ortaya çıkaracağız.

Enflasyonla mücadele temel önceliğimiz olacak.

Çünkü çağımızın bu en büyük hırsızlık yöntemine dur demek zorundayız.

Merkez Bankası’nın bağımsız ve itibarlı bir kurum olmasını sağlayacağız.

Ve tüm kadroları bilgili, deneyimli, dürüst isimlerle donatacağız.

Reel sektör ve bankacılık sektöründeki sorunların hepsini tek tek çözmeye başlayacağız.

Hızla toparlanacağız, hızla.

Endişeye mahal yook!

Bu ülke şu anda içinde bulunduğu duruma bu kötü yönetim sebebiyle düştü.

Dürüst ve ehil insanlar yönetmeye başlayınca derhal ayağa kalkacak bu ülke.

Başaracağız hep beraber başaracağız.

Biz buradayız biz! İşte yüz binler burada.

86 milyon 1’den büyüktür arkadaşlar.

Türkiye 1’den büyüktür! (…)

İnanın böyle.

*****

Bakın güven olmayınca olmuyor. Güven olmayınca asla mümkün değil.

Güveni sağlamadan bir ülkenin ekonomisini ayağa kaldıramazsınız.

Güveni sağlamadan toplumdaki refahı arttıramazsınız.

Güven olmadan olmaz. Ben böyle söyleyince bazen gençler bana soruyor.

Gençler burada.

Bazen soruyorlar diyorlar ki, 'başkanım şu güveni nasıl kazanacağız anlatsana hele' diyorlar.

Ben de bir dakikada 8 maddede özetliyorum.

Dinliyor musunuz?

Gençler burada mı?

Bütün İstanbul genç maşallah.

Bir dakikada 8 madde hazır mısınız?

Güveni nasıl kazanacağız?

1-Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Merkez Bankası’na yalan yanlış işler yaptırmayacaksın. TÜİK'e yalan yanlış enflasyon açıklattırmayacaksın.
2-Söz verince tutacaksın.
3-Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4-Adaletle yöneteceksin.
5-Ehliyetli liyakatli kadroları göreve getireceksin.
6-İstişareyi asla elden bırakmayacaksın.
7-Şeffaf olacaksın şeffaf. Merkez Bankası’nın arka kapısından 250 milyar doları gizli saklı satmayacaksın.
8-Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.

Bu 8 maddeyi yerine getirin korkmayın.

Güveni kazanırsınız.

Güveni kazandıktan sonra da sırtınız yere gelmez.

İşte o zaman bu ülke çok hızlı bir şekilde AB standartlarına ulaşan yüksek gelir grubuna ulaşan bir ülke olur.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Seçime gidiyoruz.

Ama aslında bu seçim özünde bir referandum.

İki seçenekli bir referanduma gidiyoruz.

Bakın iki seçenekli bir referanduma gidiyoruz. Önümüzde 2 tane tercih olacak.

Özü bu.

Şimdi bu 2 tercihi ben İstanbul’a soracağım.

İstanbul! Cevabın nedir soruyorum.

Otoriterlik mi; demokrasi mi? (…)

Keyfilik mi; hukuk mu? (…)

Baskı mı; özgürlük mü? (…)

Tek akıl mı; ortak akıl mı? (…)

Korku mu; umut mu? (…)

Öfke mi; sevgi mi? (…)

Kavga mı; barış mı? (…)

Kriz mi; huzur mu? (…)

Yoksulluk mu; zenginlik mi? (…)

Arkadaşlar:

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

İşte biz demokrasi diyoruz. Zenginlik diyoruz. Huzur diyoruz. Özgürlük diyoruz.

İstanbul cevabını veriyor.

Bahar diyoruz, bahar!

*****

Son olarak değerli arkadaşlarım

Seçimlerin olacağı son gün, 14 Mayıs Anneler Günü.

Seçimlerin olacağı gün aynı zamanda Anneler Günü.

Mayısın 2. Pazarı.

Gelin bu 14 Mayıs’ta annelerimize baharı hediye edelim arkadaşlar.

“Oyumu sana hediye ediyorum anneciğim” diyelim ve adaleti, barışı, huzuru annelerimize hediye edelim.

Ama bu anneler günü aynı zamanda annelerden de çocuklarına bir hediye bekliyoruz.

Diyoruz ki evlatlarımız için, çocuklarımız için, en güzel hediye demokrasidir.

Anneler de çocuklarına demokrasi hediye etsin diyorum.

Anlaştık mı? (…)

Anlaştık.

Evet 8 kaldı.

*****

Diyorum ki haydi İstanbul haydi diyorum (…)

Haydi Türkiyem haydi! (…)

Haydi berekete! (…)

Haydi özgürlüğe! (…)

Haydi zenginliğe! (…)

*****

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

 

 

 

5 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Halk TV Gündem Özel Programı Açıklama

Genel Başkanımız Ali Babacan, Halk TV'de Gündem Özel programına konuk oldu

Şirin Payzın: Bugün bu akşam yayın akışımızı biraz değiştirdik. Ankara'dayım ben gördüğünüz gibi ama ‘Sözüm var’ ile karşınızda değilim. Gündem Özel ile karşınızdayım. Çünkü bu akşam Sayın Ali Babacan’ı DEVA Partisi lideri Sayın Babacan’ı konuk ediyoruz Halk TV'ye artık seçime 9 gün kala. Belki de onunla sonra röportajımızı yapacağız. Hoş geldiniz efendim.

Ali Babacan: Hoş bulduk çok teşekkürler. Siz de Ankara'ya hoş geldiniz.

Şirin Payzın: Çok teşekkür ediyoruz hemen seyircilerimiz için gördüğünüz gibi bu akşam stüdyoda değiliz Bilkent Üniversitesi içindeki Bilkent otelin salonunda bu yayını gerçekleştiriyoruz. Etrafımız gençlerle dolu üniversitenin tam göbeğindeyiz. Aslında sizin mezun olduğunuz ODTÜ’ye de yakın bir üniversite Bilkent.  Ama gerçekten burası Ankara, üniversite şehri. Dolayısıyla bu yayınımızı aslında Sayın Babacan umarız gençler de izleyecekler. Çünkü bu akşam kaçırsalar bile YouTube yayınımız devam edecek aynı zamanda sizden aldığımız manşetleri halk tv.com.tr'de paylaşacağız. Dolayısıyla kararsız gençlerde bu akşam seyirciniz diyebiliriz.

Ali Babacan: Benim kızım Bilkent Üniversitesi'nde öğrenci ikinci sınıf lisans öğrencisi. Eşim de doktora öğrencisi.  Dolayısıyla Bilkent bizim ailece çok yakın olduğumuz bir kurum. Büyük oğlum da Bilkent mezunu.

Şirin Payzın: O zaman ODTÜ’lüler ailede daha küçük kalmış gibi görünüyor.

Ali Babacan: Ben üniversiteye başlarken Bilkent yoktu. Tek tercihim ODTÜ idi.

Şirin Payzın: Peki, şimdi çok teşekkür ederiz tekrar geldiğiniz için. Ben bu röportajda size tabii ki iç politikayla ilgili ve artık seçimlere doğru giderken belki de iktidar zaferinden sonra ilk 100 gün neler yapacaksınız neleri planlıyorsunuz Cumhurbaşkanlığı yardımcılığınız. Ama genel olarak DEVA Partisi’nin nerede durduğunu politikalarını son bir kez seyircilere aktarmanızı isteyeceğim. Sorular soracağım ve tabii ki sizinle ekonomi ağırlıklı da konuşmak istiyorum. Böyle iki bölüme böldük. Ne kadar kısa cevaplarla kısa sorularla gidersek o kadar çok konuyu konuşmuş olacağız.  Ben şöyle başlamak istedim açıkçası şimdi geçtiğimiz günlerde Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Selvi Kılıçdaroğlu sizi ve eşinin Zeynep Babacan’ı evine davet etti ve o aylardır genelde de benim programa rastlıyordu Kemal Bey'in mutfağından yaptığı yayın paylaştığı videolar bu sefer sizinle sizi misafir ederek yapıldı. Ortaya çıkan görüntüler çok hoştu ama ben şöyle başlamak istiyorum özellikle dördünüz otururken yani Selvi Hanım, Kemal Bey, siz Zeynep Hanım, Selvi Hanım’ın başka tarafa bakıyor olması iktidar medyası tarafından çokça konu haline getirildi. İşte hala başörtüsüne dayanamıyorlar işte görüyor musunuz bakın yapmacık bir fotoğraf diye. Ben öyle başlamak istedim bizi seyreden bütün belki AKP seçmenleri de dahil olmak üzere bütün seçmenlere o akşam o salonda ne sohbet ettiniz? Zeynep Hanım ile Selvi Hanım ne konuştular nasıl bir ortam vardı? Gerçekten iktidar medyasının dediği gibi böyle kıyafet başörtüsü bütün bunlar konu muydu?

Ali Babacan: Bu fotoğraflar Selvi Hanım tarafından paylaşıldı aslında. Bir fotoğraf daha var baş başa sohbet ederken ki fotoğraf. Belki o ekranda olmayabilir. Kendisi paylaştı fotoğrafları oradan zaten Türkiye duymuş oldu. Arkasından da bizim Sayın Kılıçdaroğlu ile yaptığımız mutfaktan tüm Türkiye’ye seslenişimiz yayınlandı. Biliyorsunuz miting dönemindeyiz. Herkes farklı farklı şehirlerde vatandaşlarımızla buluşuyor. Burada da yüz yüze bakıyorlar. Konuşmanın da başka şeyi yok zaten. O ta bizim İzmir’de bir kare yakalanıp dağıtılmıştı. O ta oradan gelen bir fotoğraf karesinde. Ama onu da bambaşka karelerle anlatıldı ki öyle bir şey yok. Gayet makul çok samimi sohbetler. Ne konuştuk? Ben o gün Ankara’nın kentinde büyüdüğüm içinde büyüdüğüm Çıkrıkçılar yokuşu semtindeydim. Sayın Kılıçdaroğlu’da Van’daydı. Dolayısıyla ben Ankara'daki o çarşı tecrübelerimi aktardım. O kendisi de Van'daki o mitingin yoğunluğundan coşkusundan bahsetti. Biraz emeklilerin durumunu görüştük çünkü o gün sahada ben gezerken iki ayrı noktada iki emekli kadın beni görünce ağlamaya başladılar ve durumlarının ne kadar zor olduğunu anlattılar. Ve ikisine de baktığımda hani kılık kıyafeti oldukça düzgün belli ki hani zamanında satın alma gücü yüksek ama daha sonra bulundukları konumdan daha zayıf bir konumuna düşmüşler ekonomik açıdan. Bunun da sebebi enflasyon. Yani fiyatlar almış başında gitmiş ama emekli maaşları gerçek enflasyon kadar artmamış yani asıl konunun tam özünde bu var. Dolayısıyla bunların sohbetini yaptık. Biraz çocuklardan torunlardan bahsettik. Biliyorsunuz Sayın Kılıçdaroğlu’nun iki torunu var ikiz. Bir kız bir oğlan biraz onlardan bahsettik. B izim büyük oğlumuzu sordu. Onu geçen yaz evlendirdik biliyorsunuz.  Karı koca onlar şimdi Amsterdam'da çalışıyorlar iki ayrı şirkette çalışıyorlar. Biraz onlardan bahsettik böyle tam bir aile sohbeti biraz memleketin durumu...  Çok çok hoş sohbet oldu. Arkasından biz eşlerimizden müsaade ettik dedik ki; biz işin mutfağında olmaya alışığız dolayısıyla biraz mutfak işimiz var kolları sıvayalım ülkemizin yarınlarıyla ilgili mesajlarımızı mutfaktan verelim dedik. Bir 15 dakikalık o mutfaktan çekim yaptık.

Şirin Payzın: Kemal Bey bugüne kadar başka liderlerle ya da diğer parti başkanları ile mutfağa girmemişti ilk defa sizinle girdi.  Bu aslında önemli bir fotoğraf. Neden bu fotoğrafı tercih etti? Son dönemde listeler konusunda DEVA’ya çok fazla eleştiri geldiği için Mi CHP tabanından, yoksa sizinle ekonomi politikalarını birlikte yürüteceği için mi? Bunun sembolik bir anlamı var mıydı bir mesaj mıdır aynı zamanda?

Ali Babacan: Aslında benim hatırladığım kadarıyla evinden iki belediye başkanımızla da Mansur Bey ve Ekrem Bey ile de bir yayın yaptı diye hatırlıyorum. Ama başka odaydı galiba.

Şirin Payzın: Mutfakta ilk defa sizi gördük.

Ali Babacan: Evet zaten apartman dairesi biliyorsunuz o mütevazi bir apartman dairesi. Dolayısıyla çok da fazla seçeneğiniz yok yani yasal olan var ya çalışma odası var. Şöyle aslında biliyorsunuz biz Sayın Kılıçdaroğlu'nu ortak adayımız olarak kararlaştırıp ilan ettikten sonra vatandaşlarımıza mesajın Sadece kendisi tarafından değil bir kadro tarafından veriliyor olmasını baştan beri çok önemsiyorduk. Yani şu andaki gibi bir tek kişinin tek karar merci olarak ülkeye yönetmesi değil tam tersine bir kadro hareketi olarak bu ülkenin yönetileceği mesajının verilmesi gerektiğini düşünüyorduk ve son haftalarda Aslında kampanya ekiplerimiz ve ayrıca iletişim ekiplerimiz bunun bu kampanyanın biraz kadro kampanyası olması gerektiği ile ilgili de ortak mutabakata vardılar.  Ve biliyorsunuz ilk defa İzmir'de bir ortak miting düzenledik.  Yani 8 liderin bir ortak mitingi oldu.  Arkasından benim Sayın Kılıçdaroğlu ile beraber katıldığı mitingler oldu.  Diyelim ki Balıkesir, Tekirdağ arkasından Kayseri'de beraberdik.

2 haftada Sivas ve Bursa'da beraber olacağız yine Ankara ve İstanbul mitingleri de 8 liderin katılmasıyla gerçekleştirilecek. Dolayısıyla bu kadro olarak sahnede olmak kadro olarak vatandaşlarımızın önünde olmak aslında güveni artıran bir şey. Yani biz her konuda istişare ediyoruz her konuda birbirimizin görüşünü alıyoruz ve aynı zamanda ülkeyi yönetecek kadrolarıda şimdiden çalışıyoruz hazırlıyoruz. Bir bakıma buda yaptığımız bir kadro çalışması olduğunu ortak akıl çalışması olduğunun bir sembolü yani.

Şirin Payzın: Ama şimdi buraya baktığımızda işte kaynamayan tencereler artık yapılamayan mutfak alışverişi pazardan yarı dolmuş şekilde döndürülebilen sadece fileler ekonominin durumu bu fotoğrafa baktığımızda seriden seçmenler şunu mu anlamalı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ekonomiden sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Babacan olacak. Bu mudur bu fotoğrafın anlamı bu mudur?

Ali Babacan: Bu fotoğraftan tabii herkes farklı anlam çıkarabilir ama bu konular bizim henüz karar verdiğimiz henüz netleştirilmiş hususlar değil. Biz bugüne kadar ne netleştirdik? 6 genel başkanının seçimlerden sonra bir Cumhurbaşkanı artı 5 Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak ülkenin bütün önemli kararlarını beraberce ve istişare ederek vereceğimizi açıkladık. Ne zaman açıkladık? Sayın Kılıçdaroğlu'nu ortak Cumhurbaşkanı adayımız ilan ettiğimiz gece 12 maddelik bir geçiş sürecinin yol haritasıyla yani ortak yönetim modelimizin deklarasyonuyla ortaya koymuş olduk. Dolayısıyla aslında genel başkanlar yani Cumhurbaşkanı yardımcıları seçimlerden sonra önemli bütün konuları beraber zaten konuşacaklar. Yani konu ekonomi olursa da beraber konuşacağız konu güvenlik olursa da beraber konuşacağız. Zaten MGK üyesi olacak genel başkanlar doğal olarak. İşte konu eğitimse de önemli konuları konuşacağız sağlıkla da konuşacağız. Dolayısıyla bu hani beraberce pek çok konuyu istişare ederek ülkeyi yönetme ile ilgili zaten bir irade ortaya koymuş durumdayız. Yoksa bugünden böyle kararlaştırılmış şu Cumhurbaşkanı yardımcısı bu alana bakacak öbürü oraya bakacak böyle verilmiş bir kararımız yok. Ama şu var ki her genel başkanın her Cumhurbaşkanı yardımcısının da kendine göre bir birikimi var tecrübesi var. Yani diyelim ki Sayın Karamollaoğlu’nun yani birikimi tecrübesi bazı konulardaki fikirlerini daha ön plana çıkaracaktır. Diyelim ki Sayın Akşener’in devlet yönetiminde tecrübesi birikimi bazı konularda onun görüşlerini de ön plana çıkaracaktır gibi çok doğal bir şekilde herkesin kendi birikimi ve tecrübesi bundan sonra ülke yönetiminde yön vermede etkili olacaktır.  Bunu da yadırgama almak lazım. Yani ben eski Dışişleri Bakanı olarak da dış politika ile ilgili sürekli söyleyeceğim çok konu olabilir hükümette. Dolayısıyla bundan doğal bir şey yok yani.

Şirin Payzın: Bunu farklı sorular la biraz açmak istiyorum çünkü bu bize en fazla gazetecilere bu dönem biz gazeteciler en az siyasetçiler kadar çok derinlikli sorulara muhatap kalıyoruz muhatap oluyoruz. Şimdi onları soracağım ama onun öncesinde bir haber geldi. Malatya'da 4 katlı bir bina çökmüş.  Enkaz altında olduğu düşünülen bir kişi aranıyormuş. Detaylarını ben buradan çok fazla göremiyorum ama malum deprem bölgesi yaralarını saramadığı gibi acılarına acı katlıyor. Biraz da deprem unutuldu gibi onu da size birazdan sormak istiyorum.

Ali Babacan: Kahramanmaraş’aydım dün. Yani aslında deprem unutulmasın diye biraz da oradaydım yani. Ramazan'da biliyorsunuz bir Adıyaman'da genel başkanlar toplu bir iftar yaptık, bir Malatya'da toplu iftar yaptık ki deprem bölgesinde ilgilendiğimizi takip ettiğimizi bir bakıma bütün Türkiye bilsin diye. Ben dün Kahramanmaraş’taydım ama Kahramanmaraş'ta biz böyle büyük bir miting böyle coşkulu müzikli bir etkinlik yapmadık. Gayet mütevazi bir şekilde bir kabristan ziyaretinde bulunduk. 1500 kişinin hayatını kaybettiği bir site var. Oraya gittik vefat eden vatandaşlarımızı andık. Ticaret ve Sanayi Odası ile uzunca bir toplantı yaptık en sonunda da bir basın toplantısı yaptık. Bir de orada bizim bir konteyner SKM'miz vardı sembolik. Çünkü il binamız yıkıldı bizim Kahramanmaraş'ta o konteynerin olduğu yerde de o konteynerden oluşan SKM’mizin mütevazi bir açılış törenini yaptık. Dolayısıyla bunu sürekli gündemde tutuyoruz. Bizim 3 il yönetim kurulu üyemiz vefat etti. Dulkadiroğulları ilçe başkanımızın iki çocuğu vefat etti yani bizim teşkilatımızdan da çok kaygımız var Kahramanmaraş'ta.

Şirin Payzın: Başınız sağ olsun diyelim bütün Türkiye’nin başı sağ olsun tabi ki. Umarız seçimlerden sonra daha ağırlıklı olarak deprem bölgesini konuşacağız.  Şimdi madem ekonomiyle başladık biraz ekonomiyle devam edelim istiyorum. Ben aslında bu yayının manşetini de ilk 100 gün olarak atmak istiyorum dolayısıyla biraz daha somut şeyler duymak istiyoruz. Biraz önce dedim ya bize çok soru soruluyor diye sorulardan bir tanesi şu ve üstünde ısrarla durulan neden seçimlere gitmeden önce özellikle ekonomi kadrosunu açıklamıyorsunuz? Diğer bakanlıklar da çok önemli onları azımsamıyorum ama ekonomi 15 Mayıs sabahından itibaren çok çok önemli olacak. Bir kere şöyle başlayalım 15 Mayıs sabahı sizce piyasalar neye uyanacaklar?

Ali Babacan: 15 Mayıs sabaha piyasalar artık demokrasinin işlemeye başladığı özgürlüklerin yaşanmaya başladığı bir günü yaşayacaklar aynı zamanda ekonomide de rasyonaliteye dönüşün başladığı bir gün yaşayacaklar.

Şirin Payzın: Hala yapabilecek misiniz? Yani hemen 15 Mayıs sabahı elinizde ne bulacağınızı bilmiyorsunuz nasıl bir enkaz. Mesela piyasalar açıldığında ne bulacağınızı düşünüyorsunuz?

Ali Babacan: Kasaların çoğu boş onu biliyoruz. Ya da Merkez Bankasının kasasından dövizden çok daha fazla döviz borcu olduğunu da biliyoruz ki -69 milyar dolarda şu anda Merkez Bankasının net döviz pozisyonu. Tarihi düşük seviyede. Hiç bu kadar düşmemişti. Şimdi biz aslında ne yapacağımızı 2300 maddelik ortak eylem planımızla ortaya koymuş durumdayız. 6 parti tam mutabakatla %100, 99.9 değil tam mutabakatla bunu açıkladık. Ve burada pek çok şeyin takvimi var. Yani ilk 100 günde yapılacaklar var, ilk 6 ay var ilk 1 sene ve 5 senede de tamamlanacak pek çok konu var. Ekonomiyle ilgili de çok ağırlıklı bir dönem var burada. Dolayısıyla hepsini biz yazılı olarak açıklamış durumdayız. Şu anda bizim Türkiye ekonomisiyle ilgili önümüzdeki tablo flu bir tablo.  Çünkü pek çok veri karartılıyor. 2 gün önce enflasyon açıklandı biliyorsunuz ENAG açıkladı %100'ün üzerinde bir rakam bağımsız bir araştırma, TÜİK açıkladı %44.  Şimdi bunun gerçeği nedir değil mi ya da bazı Merkez Bankası ile ilgili verirler yayınlanmıyor. Bazı veriler bankacılıkla ilgili yayınlanmıyor çok ciddi bir veri karartma operasyonu var şu anda. Yani dolayısıyla bizim o ilk kuracağımız Hasar Tespit Komisyonu çok hızlı bir şekilde öncelikle ekonomimizin gerçek durumunu gerçek verilerini hemen kollara sıvayıp çalışmaya başlayacak. Ama flu da olsa bir tablo bildiğimiz için yani çok net net böyle yüksek çözünürlük değil ama flu da olsa tabloyu biliyoruz görüyoruz. Biz yıllarca bu işi yaptığımız için bizim için anlaması da çok zor değil.  Hemen ne yapacağız derhal bu hükümetin organizasyon şemasını değiştireceğiz. Yani yine burada bahsettiğimiz aynı belgede bahsettiğimiz 20 bakanlığı oluşturacağız.  20 bakanlık içerisinde ekonomiyle en yakından ilgili bakanlıklar diyelim ki Hazine Bakanlığı ayrılıyor maliyeden için bizim sistemde, Hazine, Maliye, Ticaretle ilgili bakanlığımız var Sanayi ile ilgili bakanlığımız var.

Teknoloji ile ilgili KOBİ esnafla ilgili bakanlığımız var, Şehircilik ve afet yönetimi diye Bakanlığımız var dolayısıyla öncelikle hükümetin organizasyon şeması hemen yeniden çizilecek.  Bu kararname ile mümkün.  Yani kanun gerektiren bir şey değil şu andaki anayasa Cumhurbaşkanına yetki veriyor ve kararname ile hemen bu organizasyon şemasını çizebiliyorsunuz oluşturabiliyorsunuz. Hemen arkasından da o yeni organizasyon şemasına göre görevlendirmeler yapılacak.  Yani bakanlar görevlendirilecek müsteşarlık sistemi geliyor biliyorsunuz bu yeni şeyde.  Onu da yazdık zaten yazılı olarak da açıkladık.

Şirin Payzın: İsim isim hazırladınız mı şu an?  Yani açıklamıyorsunuz belki ama yani her şey kafamızda der misiniz?

Ali Babacan: 6 partinin de bünyesinde kendi sistemin içinde veya irtibatta olduğu dış halkalarında çok çok kıymetli isimler var. İnanın tam bir insan kaynağı hazinesi. Diyelim ki Merkez Bankası başkanı çok mu önemli? Çok iyi yapacak en az en az 5 tane ismi mesela biz biliyoruz yani çok iyi yapabilir. Bu 5 isimden hangisini koyarsanız şu andakilerden kat kat daha iyi yapar. Mesela BDDK değil mi? BDDK başkanlığı yapabilecek çok iyi 5 tane ismi biz biliyoruz. Bütün bunları biz kendi bünyemize DEVA Partisi bünyesinde çalışıyoruz başka partiler de çalışıyorlar sadece biz değil. Ve isteyen partilerle de biz bu konuda dirsek temasına başladık. Yani bizimle ‘ya gelin biraz bu konuları konuşalım’ diye bize teklif getiren partilerle de biz bunu konuşmaya başladık. Dolayısıyla bütün bunlar günü geldiğinde hemen çok hızlı bir şekilde diyelim ki mesela BDDK mesele SPK mı? Hangi pozisyondan bahsediyoruz kimin elinde hangi isim var?  Özgeçmişleri nedir? Getirin tık tık tık tık tık.  Zaten sektörden olan insanların çoğunu biliyoruz yani ismini gördüğünüz an zaten bildiğimiz insanlar. Çok hızlı bir şekilde görevlendireceğiz.

Şirin Payzın: Bu arada şunda ısrarcıyım gerek kendi çevreleri gerek kendi sosyal çevremde iş yapan arkadaşlarım gerekse sıradan vatandaşlarımız hep şunu soruyorlar, ‘Ya bunlar 6 parti, ya 15 Mayıs sabahı bakanlıklara atama konusunda anlaşamazlarsa, yine krizler çıkarsa... Ya iktidarın dediği gibi bunlar bir araya gelip bir Bakanlar Kurulu bile açıklayamazlarsa, o benim olacak şu benim olacak derdine düşerlerse böyle diyenlere ne garanti veriyorsunuz ya böyle olursa?

Ali Babacan: Yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir diyebilirim. Yani 14 ayda 184 maddelik bir anayasa metni konusunda mutabık kaldık. 2300 maddelik ortak politikalar mutabakat metninde anlaştık. 12 maddelik ortak yönetim modelinde anlaştık. En büyük meraktı değil mi cumhurbaşkanı adayı kim olacak diye. Evet, gürültülü oldu evet çok tartışıldı ama başlamamız ve bir süremiz 4 gün sürdü.  Yani ayın sanırım 2’siydi 2 Mart'tı yanlış hatırlamıyorsam oturduk. 4 gün sonra 6 Mart'ta ortak cumhurbaşkanı adayımızı açıkladık. Bu istişare ile tartışarak alınan kararlar bazen karar alma sürecinde karar şekillendirme sürecinde heyecana sebep olabilir ama alınan kararlar istişareli kararlar olduğu için de çok daha sağlam ve uygulamada sıkıntı çıkartmayacak kararlardır. Yoksa bir kişi kendi kafasına göre karar aldığında ülkeyi hangi hale getirdiğini hep beraber görüyoruz.  Yani Sayın Erdoğan son 5 yıldır tek başına yönetiyor her türlü kararı tek başına alıyor. Defalarca bu ülkede kur patladı. Enflasyon Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine çıktı. Arka arkaya ekonomik krizler yaşadık. Depremin ilk iki günü üç günü hükümet yoktu ortada yoktu.  Ben işte Kahramanmaraş'tan geliyorum yine onları konuştuk. Kimse yoktu ortada yani. Dolayısıyla nasıl büyük bir yönetim zafiyeti oluştuğunu gördük. Dolayısıyla istişareyle alınan kararlar, karar şekillendirme sürecinde bir miktar böyle meraka sebep olsa da alınan kararlar çok sıhhatli kararlar oluyor.

Dolayısıyla benim bundan hiçbir endişem yok. Bütün bunların kararını veririz.  Cumhurbaşkanı adayı gibi çok önemli bir konuyu bile 4 günde bitirdik. Demek ki diğer konularda da konuşuruz anlaşırız.  Önemli olan gerçekten o pozisyona en çok layık olan kimse onu atamak ki biz bunu şu partiden olsun bu partiler olsun diye değil yani kim iyi yaparsa o olsun diyoruz öyle çalışıyoruz. Hatta geçenlerde Hurşit Güneş hani açıktan da bir yayında anlattığı için yani benim ekonomi yönetimindeyken ben Başbakan yardımcısıyken daha önce ekonomi bakanı iken kimlerle istişare ettiğimi isim isim saymış. Ve istişare masasına otururduk diyor içlerinden bir tane bile Ak Parti'ye oy verecek kimse olmazdı diyor. Ama Ali Bey bize her şeyi sorardı diyor ve bizden çok fikir alırdı diyor.

Şirin Payzın: Yine böyle yapacak mısın?

Ali Babacan: Tabi ki yapacağız. Mesela ne yapacağız İlk yapacağımız şeylerden bir tanesi, mesela ilk 100 gün dediniz ya hemen ekonomik ve sosyal konseyi toplayacağız. Bakın yıllardır toplanmıyor anayasanın gereği olduğu halde toplanmıyor.  Ekonomik ve sosyal konseyde kim var Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği gibi iş dünyamızın temsilcileri var.  İşte TÜSİAD var yanılmıyorsam başka kuruluşlar var. Kimler var bütün sendikalar var yani çalışanlarımızın temsilcileri var. Sivil toplumun meslek örgütlerinin temsil edildiği anayasal bir yapıyı hemen toplayacağız ve onlara diyeceğiz ki zaten biz bunu açıklamıştık. Biz onların görüşlerini de almıştık. Diyeceğiz ki bakın biz bunu açıkladık ama ilave bize öneriniz var mı? Yani ne yapmalıyız ne öneriyorsunuz diye soracağız.  Onlardan da gelen son güncel önerilerle beraber derhal kolları sıvayıp icraata başlayacağız. Yani bütün bunları çok hızlı yapmak mümkün. Yani mesela ekonomi ile ilgili kurumları 1 ayda ayağa kaldırırız hiç sorun yok. Yani Merkez Bankası en geç 1 ay sonra yeni kadrosuyla pırıl pırıl bir kurum olarak milletimizin ve dünyanın karşısına çıkar.

Şirin Payzın: Tam bağımsız?

Ali Babacan: Tabi, TÜİK pırıl pırıl bir kadro ile güvenilir bir kurum olarak en geç 1 ayda milletimizi karşısına çıkar. Hiç sorun yok bunlarda çünkü şimdi nasıl biliyor musunuz ben bu işleri hiç yapmamış olsam hep böyle muhalefette izliyor olsam ya iş başa düşünce acaba çuvallar mıyız ne yaparız falan diye belki içten içe bir endişem olabilirdi ama benim zerre kadar korkum yok. İnanın o kadar kolay. Çünkü devlet yönetmekte başka alanlara göre mukayese ettiğinizde düzenleme hakkınız var ya düzenleme yapma hakkı var devletin ve bunu da sizden başka kimse yapamıyor. İyi istişare edin, iyi düzenlemeler yaptığınızda doğru kanlar çıkarttığınızda doğru kararnameler tedbirler yayınladığınızda ama istişare ile yapacaksınız bunları. Birdenbire işler düzelmeye başlıyor. Ya bu ülke çok büyük bir ülke inanın. 86 milyon nüfusuyla çok büyük bir ülke.

Şirin Payzın: Çok da sorunlarıyla geliyor işte size.

Ali Babacan: Ama iyi yönetilmediği için.  Yani bu güçlü ve güzel ülke düzgün yönetildiğinde inanın çok çabuk ayağa kalkacak.

Şirin Payzın: Şimdi bizim yayınımızda Emin Çapa ile birlikte yaptığımız yayınımızda Bilge Yılmaz demişti ki beni en çok korkutan çünkü devasa bir enkaz devralacağımızı düşünüyorum. Beni çok korkutan 15 Mayıs’tan mazbata süremize kadar geçecek bir dönem 15 günlük bir dönem. Çünkü o dönemde bürokratlar imza atmayacaklar şu anda makro ihtiyati tedbirler diyor ya iktidar ama aslında makro baskılarla bankaları ve dövizi baskılamaya çalışıyorlar. O 15 gün çok daha büyük felaketlere yol açabilir iyi yönetilmezse. 15 gün çünkü bir anda mazbatalar alınmadığı için biri yönetim boşluğu ortaya çıkacak oraya çok dikkat edin. Siz bu görüşte misiniz?  Alacağınız enkazın boyutu büyümeden nasıl orası idare edilecek Çünkü iş dünyası da buna bakıyor şu an.

Ali Babacan: Şöyle biliyorsunuz oralarda şu anda iyi ya da kötü görevli insanlar var. Sorumluluk noktası olan insanlar var. Bunlar hem işini yapmak zorunda hem de hiçbir şey ihmal etmemek zorunda. Yani o dönemde bize de bazen geliyor sorular. Ya o dönemde kasıtlı bir şey olur mu? Hani giderken bombayı atıp imha edip giderler mi gibi sorular geliyor ama bu kriminal bir vakadır. Yani sorumluluk sahibi bir bürokratın böyle bir yanlışın içine düşeceğini biz beklemeyiz. Çünkü ömür boyu bedel ödenir yani bu öyle az buz bir şey değil yani kriminal vakada kanunlarda bunların hepsinin tanımı vardır. Çünkü bankacılık yasasını ben çıkarttım. Konut kredisi yasası, Mortgage yasasını ben çıkarttım TMSF yasasını ben çıkarttım. SPK yasasını ben çıkarttım. Ayrıca ceza kanunumuzda da bununla ilgili çok sayıda madde vardır yani. Dolayısıyla böyle kasıtlı kriminal hani bombayı atalım imha ederim gidelim onlar da 5 yıl düzeltemezsin tekrar iktidara biz gelelim gibi bir hastalıklı bir düşünce olursa bunun ağır sorumluluğu ve ağır yaptırımları gelir.  Dolayısıyla bu ihtimali ben görmem ama şu var şu var bizim şu anda ne yapıyoruz seçimin gecesiyle ilgili yapılacak açıklamaların taslağını hazırladık mesela. Seçim gecesi nasıl bir açıklama yapılacak?

Şirin Payzın: Nasıl bir açıklama yapılacak?

Ali Babacan: Taslak çok önemli haklısınız. Taslağı elimizin altına alacağız.

Şirin Payzın: İşte yani taslağın hedefi iş dünyası mı iş insanları mı bankalar mı bürokrasi mi kim?

 Ali Babacan: Bütün kamuoyu yani mesajı alması gereken bütün kamuoyu. Bunu hatırlarsanız 1 Mart tezkeresi meclisten geçmeyince ki bir cumartesi günüydü biz haftanın pazartesi sabahı çok kapsamlı bir açıklama yapmıştık.  Yani hafta sonu hiç uyumadan hazırlıklarımızı yapmıştık çok da kapsamlı bir açıklama yapmıştık ve 1 Mart tezkeresi meclisten geçmemesine rağmen ki o zaman büyük korkuları vardır piyasanın hiçbir şey olmadı ekonomimize. Çünkü yapılan açıklamalar dört dörtlük, her şeyi düşünülmüş planlı programlı ve geleceğe güven veren açıklamalar. Dolayısıyla o seçim gecesi seçimi                                                  kazandığımızın artık netleşmesinden sonra yapılacak bir açıklama …

Şirin Payzın: Ekonomi yönetiminde mi olacak açıklamalar bütün konularda mı?

Ali Babacan: Bunun özellikle finansal piyasalar açısından ekonomi ağırlıklı bir açıklama olması gerekiyor. Yoksa zaten özgürlüklerle ilgili konular veya ki basın özgürlüğü dahil veya yargının bağımsız ile ilgili konular zaten biz onu defalarca söyledik yani seçildikten hemen sonra birden iklim değişecek bu ülkede dedik. 15 Mayıs sabahı herkes havada daha fazla oksijen varmış gibi hissedecek ve düşünürlerimiz yorum yazarlarımız gazeteci arkadaşlarımız artık çok daha özgür bir ortamda işlerini yapmaya başlayacaklar daha pazartesi sabahından itibaren. Bunlar zaten yapılacak açıklamanın iki üç paragraflık bir kısmıdır yani özgürlükler ve yargı bağımsızlığı. Yani korkmayın biz hiç kimseyi eleştirdiği için işinden kovdurtmayacağız. Korkmayın biz hiçbir medya kuruluşunun patronuna telefon açıp ona baskıyla şunu bunu yaptırmayacağız.  Ya da hiçbir medya patronuna böyle özel imkanlar sağlayıp maddi imkanlar sağlayıp onu zengin edip istediğimiz gibi yayın yapmasına da zorlamayacağız. Böyle bir şey olmayacak. Zaten o açıklama tamam ama asıl finansal piyasalar açısından çünkü önemli bir olaydır seçim gecesi ve seçim sonuç, bizim nasıl bir çizgi çizeceğimiz önümüzdeki dönemde neler yapacağımız nelere ağırlık vereceğimiz genel ekonomi yönetiminin felsefesi yaklaşımı ne olacak bunları açıkladığımız zaman zaten çok önemli bir rahatlama gelecektir. Bunları defalarca yaptığımız için şimdi dışarıdan bakanlar çok korkuyor olabilirler. Ya eyvah bu büyük nasıl ne olacak’ falan filan diye. Biz defalarca yaptık çok kriz yönettik yani savaşlarda bu ekonomiyi yönettik terörün çok yoğun olduğu dönemde bu ekonomi yönettik küresel kriz 2008-2009 da yönettik. 2002 krizinden çıkarken yönettik. Yani kriz yönetme tecrübesi ayrı bir şey yani hiç yapmıyorsanız korkabilirsiniz ama yaptıysanız hepsinin usulü var yöntem var. Dolayısıyla şunu da söyleyeyim çözülemeyecek hiçbir kriz yok dünyada. Ve dünyada hiçbir kriz sonsuza kadar devam etmiyor mutlaka çözülüyor. İyi bilenler çabuk çözüyor bilemeyenler çözemiyor bu sefer onlar gidiyor başkaları geliyor ama illaki çözülüyor.

Şirin Payzın: Değişiklik sıradan değişiklik 20 yılın sonunda büyük bir değişiklik.  Şimdi dün mesela birileri bana bunu söylüyordu yani 15 Mayıs Pazartesi iş günü borsa çöker mi, döviz dolar bir anda patlayıp giderse o arada kimler zengin olacak? Herkes bunu merak ediyor. O ara dönemde kimler zengin olacak biliyorsunuz bankalar dolar vermiyorlar ve dış ticaretle uğraşan iş insanları çok zor durumda. Mesela bu kadar spesifik konularda bir açıklama yapacak mısınız? Yapmayacaksanız buradan ne söylersiniz ya arada birileri mi zengin olacak nasıl bir önlem alacaksınız da birden 30'larda 40’larda görme imkanı olabilir mi dövizi?

Ali Babacan: Geçen Kahramanmaraş'ta Ticaret ve Sanayi Odasını ziyaret ettiğimde özellikle ihracatçılarla biraz sohbet ettik. Dedikleri şu; hani kur için diyorlar ki biz ihraç edip de döviz geldiği zaman resmi ve düşük kurdan dövizimizi bozdurmak zorunda kalıyoruz. 19 küsürden ama tekrar ham madde ithal etmek için dövize ihtiyacımız olduğu zaman gidiyoruz piyasadan 20 küsur liradan ki gün gün değiştiği için ben yuvarlayarak söylüyorum yani arada en az 1 lira yani %5 civarında zararımız oluyor. Yani getirdiğimiz dövizi resmi kurdan bozdurup tekrar hammadde ithalatı için piyasa kurundan aldığımızda %5 civarında yani 1 lira civarına zararımız oluyor.  ‘Zaten bizim bütün bu üretimden ihracatta karımız %5’ dediler. Dolayısıyla şu anda doğal olmayan o kadar çok şey var ki yani bir kişinin kuru inadı akıl dışı bilim dışı uygulamaları yüzünden o kadar saçma sapan bir noktaya geldik ekonomi yani yapacağımız tamamen normalleştirmek normale dönmek yani. Bazı konularda normale dönmek için ama geçiş süreçlerine ihtiyaç var.   Yani geçiş süreçleri olmadan birden keskin değişiklikler yaparsanız o da piyasalarda bazı istenmeyen sonuçları oluşturabilir.  Dolayısıyla bazı hemen yapılması gereken işler var Bazen geçiş süreci açıklanarak diyelim ki 30 günlük 90 günlük geçiş süreçleriyle tamam burada bir yanlış bir noktadayız ama doğruya ulaşmak için de ve herkesin bu yeni normale adapte olabilmesi için de geçiş süreçlerine ihtiyaç var. Bunlar düzgün bir şekilde açıklandığı zaman düzgün bir şekilde ortaya konduğu zaman endişelenecek hiçbir şey yok endişeye mahal yok yani. Evet, durum zor mu zor durum çok kötü mü kötü ama ülkenin şu andaki yönetimden daha kötü bir şey olamaz ki ya. Mevcuttan daha kötü olamaz yani. Bizim görevlendireceğimiz her bir bakan adı kim olursa olsun mevcuttan kat kat iyi olacaktır yani. Diyelim ki Maliye Bakanı mı mevcuttan çok daha iyi olacaktır. Hazine Bakanı mı mevcuttan çok daha iyi olacaktır, Ticaret Bakanı mevcuttan çok daha iyi olacaktır Merkez Bankası başkanı mevcuttan kat kat İyi olacaktır. Dolayısıyla bunu da baştan herkes bildiği için ve baştan da bunu gördüğü için piyasalarda beklentilerle yürüdüğü için çünkü piyasa bugün ne olduğuna bakmaz ileride ne olacağını bugüne fiyatlar. İleride olacaklarla ilgili bir güven ortamı tesis edildiği anda zaten bugünden işler düzelmeye başlar.  Ha kim sorusu çok evet soruluyor haklısınız ama finansal piyasa oyuncularından da bize çok geliyor bu sorular. Fakat siyasetin tabiatında da şu yok yani Bakanlar Kurulu’nu seçimden önce açıklasın. Böyle bir siyasi gerçeklik yok. Şu olabilir olabilecek isimlerle ilgili kim bakan olabilir bununla ilgili ihtimalin yüksek olduğu isimlerle ilgili belki değerlendirmeler olabilir bu olur şu olur ama resmî gazetede yayınlanmadan Cumhurbaşkanı imzasıyla bakanlar kurulu ya da yeni adıyla kabine oluşmamıştır. Hatta şu da vardır biz çok yaşadık yani defalarca biliyorsunuz hükümet kuruldu benim hükümette olduğum dönemde. Yani başbakan cumhurbaşkanına imzayı götürürdü biliyorsunuz ikili kararname ile bakanlar atanırdı. Arabayla binerdi başbakan Çankaya Köşkü’ne varıncaya kadar ki o 10 dakikalık araba yolculuğunda bir iki tane bakanın bile ismi değişebilirdi. Bakın 10 dakikalık araba yolculuğunda. Dolayısıyla resmî gazetede isimler yayınlanmadan hiç kimse hiçbir şeye inanmasın bu bakanlarla ilgili görevlendirmelerde.  Yani bu çünkü çok gördük yaşadık bunun siyasi gerçekliği yok. Ve üstelik bunları yaparken de tabi Sayın Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçildikten sonra genel başkanlarla da hani tek tek istişare ile bu kararları verecek. Dolayısıyla bu istişare süreci de henüz başlamış bir süreç değil. Biz oturup da işte kim bakan olsun şunu yapalım bunu yapan böyle bir süreç yok yani. Ha şöyle olabilir siyaset iddia işidir iddialı olan arkadaşlar vardır bu iddialarını kamuoyunda dillendirebilirler ya da farklı yöntemlerle iddialarını ortaya koyabilirler. Bu da gayet doğaldır. 

Şirin Payzın: 6 liderin çıkıp da ya da Kemal Bey’in çıkıp da benim bakanlarım bunlar bunlar bunlar olacak demesini beklememeliyiz.

Ali Babacan: Yani şu olabilir ekonomi kadrosu ekonomi kurmayları diye böyle geniş bir kadroya işaret edilebilir belki. Bakın ne kadar zengin bir kadromuz var. Ama bu kadrodan şu Ticaret Bakanı olacak şu Sanayi Bakanı olacak yani siyasetin böyle bir gerçekliği yok ki finansal piyasalardan bize çok ziyaretler oluyor genel merkezimize. Yani dünyada büyük para yöneten kim var kim yoksa mutlaka DEVA Partisi’nin genel merkezine bir geliyor. Hele bu günlerde çok daha sık geliyorlar. Ben görüşemiyorum tabii bizim İbrahim Bey, İbrahim Çanakçı Bey görüşüyor çünkü biz sürekli sahadayız ama çok soruyorlar biz de diyoruz vallahi şu andaki yani şey yapmayın yani çok acele de etmeyin böyle bir siyasi gerçeklik yok. Evet, piyasa bunu bilmek ister ama demokrasilerde de demokrasiye yönetilen ülkelerde de istişare mekanizmaları vardır, biz gerçek demokrasiyi hedefliyoruz. Dolayısıyla istişareler tamamlanıp mutabakatlar olduktan sonra bakanların ismi belli olur. Arkadan da hemen üst düzey bürokrasi neyse... Şu olur ama şimdi bürokrasiyle ilgili isimlendirmeler biraz farklı.  Bakanların isimlendirilmesi çok siyasi bir konu. Her parti içerisinde siyasi hele hele bir 6 ittifakta daha da siyasi bir konu.  Ama örneğin Merkez Bankası başkanımızla ilgili bir hızlı bir ön değerlendirme yapıp mesela henüz cumhurbaşkanı yemin etmeden yani cumhurbaşkanı yemin töreninde henüz imza yetkisini almadan mesela şu denebilir Merkez Bankası başkanımız budur diye denebilir. O da hemen açıklama yapabilir mesela bazı konularda ki piyasa için bir öngörülebilirlik olsun ama kabine ayrı bir şey.  Yani kabine çok çok yani orada çok farklı yani açıklansa bile inanmamak lazım. Çünkü resmi gazetede yayınlanmadan o iş bitmez.

Şirin Payzın: Şimdi bu uluslararası finans çevreleri para meselesine döneceğim. Ama oraya gelmeden önce Muharrem İnce geçen hafta çıktı Sözcü televizyonunda çıktı ‘Davutoğlu’nu ve Babacan’ı atsınlar Kılıçdaroğlu'na destek veririm. Çünkü onlar FETÖ’cü’ dedi. Ve Kılıçdaroğlu da FETÖ’cü. Daha doğrusu şunu demeye çalışıyor herhalde anladığımız kadarıyla sizler gelirsiniz ve Kılıçdaroğlu gelirse fethullahçı cemaatin üyeleri tekrardan bütün bakanlıklarda yapılanacaklar böyle bir iddiası var. Ama en önemli iddiası ‘Davutoğlu'nu Babacan’ı atın ben size o zaman desteğimi vereyim’ Nasıl karşılıyorsunuz bu açıklamayı?

Ali Babacan: Şimdi biz ilk defa 12 Şubat 2022 tarihinde 6’lı masaya oturduk. Sayın İnce acaba 14 aydır 15 aydır niye bunu söylemiyordu da bugün söylüyor diye herhalde bir sormak lazım değil mi? Ve o 6 partinin bir arada oturacağı aşağı yukarı belliydi. Oturduk ilk defa ilk açıklamamızı yaptık ve 14 aydır hatta 15 aya geliyor şimdi beraber çalışıyoruz.  Peki, bugüne kadar niye böyle bir açıklama yapmadı da bugün yapıyor ki sanırım o programda sunucu hanımefendi demiş. O da demiş ki sen niye bugün bu kıyafeti giydin o zaman demiş. Yani demek ki Sayın İnce’nin zihin dünyası nedir her gün kıyafet giyer gibi görüş değiştirebiliyor. Yani bugün bu kravatı takmak istedim diyor dolayısıyla bugün siyasi görüşüm bu olsun diye bu kravatı takabiliyor. Ama tabi devlet yönetimi çok ciddiyet istiyor yani akşamdan sabaha fikir değiştiren akşamdan sabaha karar değiştiren her gün elbise değiştirir gibi düşünce ve fikir değiştiren tutum değiştiren bir siyasetçinin devlet yönetimine talip olması diye bir şey yok zaten. Devlet yönetimine tabii iseniz bir tutarlılığınızın olması lazım söylediğinizin doğru olması.  Lazım bu FETÖ iddiaları şimdi bunlar tamamen yalan iddialar yani yıllardır yıllardır bu işin içinde olan insanlar olarak ve bütün bu 6’lı masa ve Millet İttifakı sürecinde olan insanlar olarak Sayın İnce’nin aklına acaba FETÖ meselesi bugün mü geliyor?  Üstelik elindeki iddiaları ben merak ediyorum ki sosyal medyada kendisi ile ilgili dolaşan bir sürü videolar var.  17-25 Aralık'tan sonra da neler söylediğiyle ilgili videolar var.  Şimdi FETÖ diye iddiada bulunuyor.  İddiasını ispat edemeyene müfteri deniyor biliyorsunuz değil mi. Koysun ortaya bir şey. Bunun bir tanımı var bir hukuki süreci var.  Babacan ya da Davutoğlu ne yapmış ki yani utanmadan böyle bir iddiada bulunabiliyor?  Üstelik bu kriminal vakadır biliyorsunuz. Fakat ben bugüne kadar prensip hiç kimseye dava açmadım biliyor musunuz, Siyasete gireli 20 yıl geçti tek bir kişiye ben dava açmadım. Hakaretler yağdırdıkları halde. Çünkü biraz da siyasetçi bu işe başlarken yani normal bir vatandaşa göre daha fazla taarruza vurulacağını daha fazla ithamlarla karşılaşacağını, daha fazla iftiralarla karşı karşıya kalacağını bir bakıma kabullenerek siyasete başlıyor. Dolayısıyla ben bugüne kadar hiç dava açmadım tabi 5 kuruşluk bir kuruşluk dava da açılabilir mi açılır. Ama bunun bir yani olmayan bir şeyi söylemek aynı zamanda bir iftira suçudur onu da bilmesi lazım kendisinin. Bugün gene galiba bir tweet atmış. Muharrem İnce benim takip ettiğim siyasetçilerin listesine yok yani bana her gün kim ne konuşmuş onun özeti geliyor. Mesela Sayın Kılıçdaroğlu ne demiş, Sayın Erdoğan ne demiş, Sayın Akşener ne demiş, Sayın Bahçeli ne demiş bunların her gün bana özeti gelir ama Sayın İnce'nin bana bir şeyi gelmez. Bugünkü yayına gelirken arkadaşlar gösterdi bir tweet atmış ne diyor?  İşte ben BDDK kanunu değiştirmişim, dolayısıyla BDDK üyeleri hükümet atamaya başlamış gibi bir tweet atmış.  Ya yalan yani bu da düpedüz bir yalan. Yani nasıl FETÖ yalanı varsa bu da yalan. Arkadaşlar şey de göndermiş bu yasa zaten 1999'da değişmişti. Ben 2002'de başladım göreve ben göreve başlamadan 3 sene önce zaten BDDK yasası değiştirmiş zaten BDDK üyeleri hükümet tarafından atanmaya başlamış. Ama bugün tweet atıyor Babacan diyor değiştirdi diyor BDDK yasasını diyor falan filan. Yani her gün bir başka yalan söyleyen insana cevap yetiştirme durumunuz yok. Siyasetin biliyorsunuz bir laf üretmek kısmı var bir polemikçilik kısmı var bir de iş üretme kısmı var.  Mesela ben soruyorum acaba Sayın İnce bugüne kadar bu memlekete faydalı hangi projeyi geliştirmiş? Bu memlekete faydalı hangi icraatı yapmış?  Yani soruyorum mesela hani laf üretmenin dışında şunu söyledim bunu söyledim. Ya tamam laf üretmenin dışında kolay bir şey yok hani Allah herkese bir ağız vermiş dil vermiş konuş.  Bedava yani maliyette yok.  Ama ne üretmiş memlekete faydalı ne yapmış diye mesela merak ediyorum.  Hani ona buna iftira etmek her gün bir başka yalanla ortaya çıkmak bunlar yakışmıyor. Yani bugün Türkiye'nin siyasetin ulaştığı kalite olması gereken kaliteye yakışmayan işler ama Sayın Erdoğan da yapıyor bakıyorum. Çünkü kim sıkıştıysa siyasette yalana başvurmak zorunda kalıyor. Sayın Erdoğan da bakıyorum ben benim bildiğim Erdoğan değil artık yani. Seçim yaklaştıkça yalan yüzdesi artıyor. İnanamıyorum yani nasıl ya bizim bildiğimiz Erdoğan bunu yapmaz diyorum ya nasıl yapar diyorum.

Şirin Payzın: Sizin Kandil’den 6’lı masanın Kandil’den emir alıyorlar sözleri için mi bunu söylüyorsunuz? Bunlarla birlikte Fethullahçılar geri dönecek yalanı mı hangisini?

Ali Babacan: Mesela Diyanet’i kapatacaklar diyor. Ya bizim nerede Allah aşkına parti olarak 6 parti olarak bunu yayınlamışız yapacaklarımızı yayınlamışız. Diyanet İşleri Başkanlığını kapatacak kaldıracak diye bir şey yok ki burada. Neye istinaden söylüyor bunu? 6 liderden Millet İttifakına mensup 6 liderden hangisinin böyle bir açıklaması var? Ya utanmadan Sayın Erdoğan çıkıp bunlar Diyanet’i kapatacak diyebiliyor ya. Ben inanın tanıdığımız kişi değil artık başka bir şey ama bu sıkışmışlığın ifadesi yani. Ne diyorlar yok Öcalan’ı serbest bırakacaklar. Kim bırakıyor ya kim serbest bırakıyor? 6 genel başkandan hangisi bunu söylemiş nerede yazıyor? Külliyen yalan. Ha birisi bırakılabilir dedi o da kimdir kendi yanına son dakika kattığı DSP'nin Genel Başkanı geçenlerde söylemiş böyle bir şey herhalde bana da bir kısa bir şeyini gösterdiler yoksa dediğim gibi yani rutin raporlarda gelmiyor bana bunlar ama böyle bir şey de var diye programdan önce onu da gösterdiler. Yani Sayın Erdoğan'ın son dakikada yanına kattığı ortaklardan birisi diyor ki Sayın Erdoğan imzayı atar çünkü af yetkisi var Öcalan’ı çıkarabilir isterse diyor değil mi? Ama bizim genel başkanlardan yani 6 genel başkandan hangisini bunu söylemiş? Yalan. Yani Sayın İnce de sıkışıyor yalana başvuruyor Sayın Erdoğan da sıkışıyor yalana başvuruyor ve enteresan bir şekilde yani Erdoğan da İnce de bizlere saldırıyorlar.  Sayın İnce Erdoğan’la aynı hafta yani onu da herhalde vatandaşlarımız görüyordur.

Şirin Payzın: Söylem özellikleri olduğu kesin ama ben Muharrem İnce üzerinde değil de esas AK Parti Genel Başkanı ve 13. Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan üzerinde durmayı tercih ederim. Şimdi siz dediniz ki ben artık onu eskisi gibi tanıyamıyorum. Şu anda en önemli gündem maddesi ardı ardına Binali Yıldırım Bekir Bozdağ bunlar sizin eskiden çalışma arkadaşlarınız ve siyasetle birlikte yol yürüdüğünüz isimler. Israrla ve inatla şunu ima ediyorlar Bu 14 Mayıs'ı darbe kabul ederiz diyen de oldu sizi sandığa gömeceğiz dedi Erdoğan sonrasında çıktılar Süleyman Soylu'nun inanılmaz sert açıklamaları oldu yani bir şekilde biz bu sandığı çatışarak bırakırız ya da işte bırakmayabiliriz bunu darbe kabul edebiliriz imasında laflar söylüyorlar.  Bunu nasıl analiz ediyorsunuz?  Bunu yapma kapasiteleri var mı sonuçları tanımamak ve bu ruh halini nasıl açıklıyorsunuz?

Ali Babacan:   Bunun adı tam korku siyaseti yani korkutma siyaseti. Yani bak biz seçimi kaybedersek memleketi karıştırırız ya da biz seçimi kaybedersek memleket karışır en hafif tabiriyle. Seçimi kaybetmemiz aslında bir darbedir. Sayın Erdoğan biliyorsunuz profil fotoğrafını değiştirdi Twitter'da dikkatinizi çekmiştir belki. Böyle daha asker kıyafetine benzeyen bir şeylerle fotoğrafını koydu.  Savaşa gitmiyoruz ki biz seçime giriyoruz ya. Nedir bu yani ne oluyor bu nedir bu panik?  Yani demokrasinin işlediği bir ülkeyiz ağır aksak da olsa işliyor seçimler yapılıyor bu ülkede. Dolayısıyla demokrasinin en önemli mekanizmalarından birisi de seçimdir ve ülke14 Mayıs'ta seçime gidiyor savaşa falan gitmiyor. Millet darbe yapar mı? Yarın seçim sandıkları açıldığında bakıldığında göreceğiz ki açık bir farkla vatandaşlarımız Sayın Kılıçdaroğlu'nu tercih ediyor. Göreceğiz ki meclis tarafında Millet İttifakının çok ciddi güçlü bir milletvekili sayısı olacak ikinci sandığı açtığınızda. Şimdi bu darbe değildir ki bu seçim sonucunda vatandaşlarımızın ülkeyi yöneten iktidarın değişmesi talebidir. Bu talebi de vatandaşın sandıkta ortaya koyuyor. Kim kime darbe yapıyor Allah aşkına neden bahsediyorsunuz? Yani inanılır gibi değil ama bunlar bakın tamamen sıkışmanın ve çaresizliğin sonucu. Yani o kadar sıkışmış durumdalar ve bu seçimi kaybedeceklerini o kadar açık olarak görmeye başladılar ki artık ölçüsüz ifadeler var yalanın biri bin para. Her gün bir başka yalan her gün bir başka iftira. İnanın ben hicap duyuyorum yani bu söylenenler yanında. O üslup o konuşma tarzı yani bakanların konuşması bu bakanlar da kim hangi bakanlar İçişleri Bakanı.  Kim, Adalet bakanı.  Biliyorsunuz normalde bakanların seçim döneminde 3 ay önce istifa etmesi gerekiyordu eski düzenlemelere göre.

Şirin Payzın:  Erdoğan'ın da korktuğunu düşünüyor musunuz?

Ali Babacan:  Tabii ki korkuyor. Şimdiye kadar en  çok korktuğu seçim bu seçim biliyor musunuz. Hiç bu kadar korkmamıştı. Çünkü panik halinde her şeyi yapıyor dikkat edin.  Çünkü konuşma ve üsluplardan bakarım asıl önemli olan yapılanlardır fiil yapılandır.  Bize demiyor muydu bunlar 6 benzemez bunlar koalisyon. Ya biz Sayın Kılıçdarğlu’nu ortak olarak açıkladık çünkü beklemiyordu yapamayacağız zannediyordu bunlar anlaşamaz zannediyordu. Açıkladık apar topar yanına ortaklar aramaya başladı. Bir haftada ne yaptı Yeniden Refah altlarından üstlerinde girdiler aldılar yanlarına. Ne yaptılar HÜDA-PAR değil mi? Apar topar aldılar yanlarına. Ne yaptılar DSP idi şuydu buydu falan filan.  Biz demokrasi konusunda %100 benzeşen partileriz. Anayasa metnimizi ortaya koyduk değil mi? Parlamenter sistem konusunda %100 benzeştik ortaya koyduk. Bunların ortak noktası ne? Ortak noktaları yok ki. Apar topar panik halinde bir araya geldiler. Ben Sayın Erdoğan’ın yaptıklarına bakıyorum o kaybetme riskinin yüksek olduğunun gayet iyi görüyor ve panik halinde aklına gelen her şeyi yapıyor her yöntemi uyguluyor. Ama vatandaşlarımız da bunu gayet iyi görüyor.

Şirin Payzın:  Size Gabar petrolünü sormak istiyorum büyük müjde olarak verdiği. Bu ne kadar gerçekçi?  Diğer konuları da konuşacağız. En önemlisi tabanı nasıl görüyorsunuz özellikle Kürt seçmenlerin yoğunlukta olduğu bölgede DEVA Partisi çok iyi organize oldu, çok çalıştı. Bu meseleleri de konuşacağız. Ve tabi ki uluslararası finans çevreleri bu konuya da geri döneceğiz. Kısa bir ara verelim.

 

Şirin Payzın:  DEVA Partisi lideri Sayın Ali Babacan’ı konuk ediyoruz.  Şimdi Efendim 9 gün kaldı. Umarız 9 gün sonra hem kesilen cezalardan hem de sosyal medya trollerinden kurtulacağız. Her lafımızı her mimiğimizi alıp mana üretmeye ve bunları sosyal medyada paylaşmak suretiyle itibarsızlaştırma, gerçi itibarsızlaşan kendileri ama biraz önce araya giremedim. Siz konuşurken önce Sayın Gülen dediniz ve Sayın FETÖ dediniz.  Sonra Sayın Gülen dediniz. Şimdi Sayın Gülen de problematik bir ifade ve şimdiden sosyal medyada bu konuda sizin yıpratacaklar hem de kanal açısından da bu ifadeniz tekrar bir düzenlemenizi rica edeceğim hem de belki kendinizi de ifade etmek istersiniz.

Ali Babacan : O tamamen bir dil sürüşmesi. Yoksa bir terör örgütünün başıyla bir elebaşıyla ilgili Sayın ifadesini kullanmak zaten mümkün değil. Ancak takdir edersiniz bu seçim döneminde her gün çok miktarda konuştuğumuz için akşam saatlerinde de yorgunluk faktörü biraz arttığı için sürüşmeleri oluyor. Dün ben Kahramanmaraş’taydım Gaziantep'te idim akşam Adana üzerinden döndük falan derken dolayısıyla Sayın İnce yerine Sayın FETÖ ya da Sayın Gülen bu ifadeler tamamen dil sürüşmesi yani. Yoksa FETÖ bir terör örgütü artık tescillenmiş bir terör örgütü. Bu ülkeye çok büyük zararı olan bir örgüt.  Bunların tekrar bunların veya benzerlerini bu ülkeye bir daha zarar vermemeleri için her türlü hazırlığımızı yapmak zorundayız. Çok çok dikkat etmek zorundayız. Benzer yapıların devlete nüfuz etmemeleri için sürekli uyanık olmamız lazım. Yoksa şu da olur birinci bölümde bu ifadeleri kesip biçip şey yapabilirler troller sırf o kısmını döndürebilirler. Dolayısıyla bunun yani böyle olmadığını zaten beni tanıyan herkes de bilir. Bir dil sürüşmesi yani.  Tekrar edeyim o kısmı Sayın İnce’nin Fetullah Gülen’le FETÖ terör örgütünün elebaşının kendisi ile alakalı neler söylediği ile ilgili video kayıtları var.  Ben ondan bahsediyorum yani.  Bu da sosyal medyada dolaşıp duruyor. 17-25 Aralık'tan sonra bile yani neler neler neler söylemiş. Dolayısıyla bize çamur atmaya çalışacağına iftira atmaya çalışacağına önce gitsin kendisi hangi dönemde neler yapmış neler yapmış bir onlara baksın. Herkes işine baksın yani çünkü biz iş yapmaya hazırlanıyoruz.  Yani bakın bütün bunlar; DEVA’nın ansiklopedisi yani 22 tane eylem planı var burada. Ya bunun diğer partilerle mutabık kaldığımız kısmını ortak politika metnine koyduk.  Biz iş üretiyoruz çalışıyoruz yani ülkeye yönetme iddiasındayız biz. Ama ülkeyi yönetme iddiasında olmayanlar sadece laf üretiyor dediğim o yani.

Şirin Payzın:  Madem yeri gelmiş o zaman bunu sorayım gerçekten. Şimdi enteresan biçimde aslında Fethullah Gülen cemaatiyle ya da FETÖ İle bağlantılı pek çok ismin hala hem sarayın finansmanıyla devam eden yayın hayatına yayın kuruluşlarında görüyoruz yazarları, bakanlar içinde de var bakanların fotoğrafları da ortaya dökülüyor fakat genel olarak ben kamuoyunun endişesini size sormak istiyorum. Sadece FETÖ değil aynı zamanda diğer başka tarikatlar cemaatler şöyle bir kaygı var; şimdi 6 parti 5 Cumhurbaşkanı yardımcısı, herkes bir alana bakacak ya yeniden her partinin kendi kadrolaşması olursa...  Mesela X Cumhurbaşkanı yardımcısı tarımı alacak, Tarım Bakanlığı olduğu gibi yine o partinin kadrolarıyla doldurulacak. Hadi işte Y Cumhurbaşkanı yardımcısı diyelim ki projenin ihalenin çok olduğu bir Bakanlığı alacak hadi yine bütün ihaleler projeler aynı o bakanın etrafına akrabasına amcaoğluna teyze kızına gidecek. Bunu nasıl önleyeceksiniz?

 Ali Babacan: İlk 100 gün dediniz ya o ilk 100 günde yapacağımız işlerden birisi de bu siyasi etik yasasını çıkartmak siyasi ettik ve yolsuzlukla mücadele ile alakalı da çok net sağlam bir siyasi duruş ortaya koymak. Yani yolsuzluk kim yaparsa bu tüyü bitmemiş yetimin hakkına kim dokunursa en ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalacak mesajını devletin en tepesinden bütün sisteme vermemiz gerekiyor. Çünkü özellikle açtığınız için bu yolsuzluk ihale falan şimdi bunlarla alakalı baştaki duruş çok önemli. Yani devletin tepesindeki duruş sapasağlam olsa aşağıya doğru kolay kolay kımıldayamaz kimse. Ama devletin tepesinde hafif bir gevşeklik varsa yukarıdaki 5 santimlik gevşeklik aşağıya doğru inersiniz 5 metrelik 500 metrelik gevşeklik haline gelir. Dolayısıyla burada çok sağlam bir duruş gerekiyor. Hele Hele bu imar rantları ki ben genel başkanlara bunu tek tek görüştüm. Bütün bu çalışmalarda bakın dedim burada çok önemli maddeler var ama altına imza attığımız maddelerden birkaç tanesi özellikle önemli, bu imar rantlarının makul vergilendirilmesi ve imardan oluşan bu haksız kazancın önlenmesi hem Türkiye'nin yolsuzluk alanı neredeyse üçte ikisini kapatılması anlamına gelecek hem de depreme karşı çok daha sağlam binalar anlamına gelecek.

Dolayısıyla ilk başta yapılanması gerekenler bunlar çünkü bir sürü belediye var şimdi Millet İttifakının da belediyeleri var. Şimdi bir sürü bakanlıklar kurulacak ve düğmeyi nasıl iliklediğinize bağlı bu işler. Yani düğmeyi bir yanlış iliklemeye başlarsanız iki yakanız bir araya gelmez 5 sene boyunca. Ben bunu genel başkanların hepsiyle tek tek tek tek görüştüm. Özellikle bu yolsuzluk imar rantları ve siyasi ettik meselesi. Ve bunun altına attık imzayı ama yani neye imza attık bunun özü ne içinde neler var? Bununla ilgili herkes farkında ama özellikle bu meselenin çok çok öncelikli olduğunu tek tek görüştüm. Sağ olsunlar bütün genel başkanlarda bu konuda hassas insanlar. Yani zaten yani o hassasiyeti görmeseydim açıkçası ya da birbirimizde bu hassasiyeti görmeseydik bu birliktelik zor oluşurdu açıkçası.

Şirin Payzın: Bu yıl toplantıları falan da düzenleyen ve dediğiniz gibi esas inşaat ve imar rantından zengin olmuş beşli çete diye özellikle Kemal Bey'in bahsettiği ama genel olarak devlet ihaleleri alan müteahhitler, inşaat sektörü ile devasa zenginliğe kavuşmuş...  Onlar sizlerle sizinle temasa geçiyorlar mı? Haberci gönderiyorlar mı? Bizi ne yapacaksınız diyorlar mı?

Ali Babacan: Hayır. Hiçbir temasımız yok. Benim bakanlığım döneminde de açıkçası pek temasımız olmadı o isimlerle yani çok böyle bir hukukumuzun olduğu böyle iyi tanıdığımız isimler değil. Yani biz daha çok kurumsal olarak baktık meseleye. Yani iş dünyasını temsil eden kurumlar kimdir? Diyelim ki Tüsiad’dır, kimdir Müsiad’dır, kimdir Tobb’dur, kimdir bu ilişkileri hep kurumsal olarak kurduk ve objektif bir şekilde ve şeffaf bir şekilde iş dünyası için düzenlemeleri iyileştirmeye çalıştık. Serbest rekabet içerisinde ve şeffaflık içerisinde bu işi hep yürüttük ama ihaleler veriliyor dediniz ya aslında ihale böyle yarışmalı ihaleler değil bunlar yani. Milyarlarca dolarlık işler davet usulü acele işler kategorisine sokuluyor ihale yasasını öyle maddesi var çok aceleyse işin diyor o zaman mecburen yaparsın bunu diyor.  Halbuki milyar dolarlık işler böyle acelesi de yok yani 2 ay önce olmuş 2 ay sonra olmuş fark etmeyecek işleri bile bunlar böyle yapıyorlar.  Dolayısıyla bunların tamamının önlemek gerekiyor. Ayrıca yine yazdık ortak politika dokümanımıza. Dedik ki biz ihale mevzuatımızı Avrupa Birliği standartlarına ulaştıracağız. Biliyorsunuz Avrupa Birliği müzakerelerinde müktesebatta 33 fasıl var. Bu 33 fasıldan bir tanesi kamu alımları. Kamu alımlarının içerisinde de iki dalı ayrılır. Bir genel mevzuat vardır bir de yükselirse dediğimiz işte elektrik doğalgaz gibi telekom gibi altyapı şebekeleriyle alakalı bir mevzuat vardır.  27 ülke şu anda bu ortak mevzuatı uyguluyor. 27 ülkenin uyguladığı ve 27 ülkenin harıl harıl yatırım yapabildiği bir ihale mevzuatını niye biz Türkiye'de uygulamıyoruz diyoruz ve bunu uygulayacağımız da buraya yazmış durumdayız. Dolayısıyla işin hem mevzuatı yani yasal çerçeveyi sağlamlaştırmak gerekiyor ama uygulamada da çok dikkatli olmak gerekiyor. Yani baştan biraz toleranslı duruşu baştan biraz gevşeklik inanın önünü alamayız yani. Zaten bizim Sayın Erdoğan’la, her Sayın dediğimde dikkat etmeye başladım artık. Siyasette nezaketi de unutmayalım diye yani siyaset yapıyoruz diye insanlıktan çıkmayalım nezaketi bırakmayalım, siyaset nezaketi bırakmak olmasın diye benim alışkanlığım hep o yönde. Onun için kullanıyorum. Neyse. Şimdi anlaşmazlıklarımızın büyüdüğü konularda zaten buydu, hatırlayın. Ben ne diyordum?  Diyordum ki Türkiye'de yolsuzluklar artıyor yıl daha 2012-2013 bakın diyordum ki yolsuzluklar artıyor bu yolsuzluklarla mücadele bizim çok temel bir meselemiz olmalı. Çünkü bu partinin adı Ak. Ak ne demek?  Temiz lekesiz tertemiz demek adını öyle koyduk.

Ama adına Ak deyip de partinin yolsuzluklarla mücadelede sağlam bir duruş ortaya koymazsak bu bir beka meselesi haline gelecek diyordum. En az 15-20 tane konuşmam var böyle televizyon programlarında bunları söylemişim bakın. Başbakan yardımcısı olarak söylemişim bunları ve yasalar hazırladık siyasi etik yasası hazırladık, yolsuzlukla mücadele yasası hazırladık. İmar rantlarıyla ilgili yasa...  Hepsini Erdoğan reddetti o dönemde hepsini. Hatta bir defasında ne dedi?  O gün basına düştüğü için söyleyeyim.  Basına çıkmamış olsa böyle kapalı toplantılarda konuşulanları ben kolay kolay anlatmam dışarda. Basına da düştüğü için söyleyeyim. Türkiye’de yolsuzluk falan yok dedi. Üstelik senin dediklerini yaparsam dedi ben dedi partime il başkanı ilçe başkanı bulamam dedi. İfadesi bu. Ve biz DEVA Partisini kurduk. 81 tane aslanlar gibi il başkanının olduğu, 766 tane birbirinden kıymetli ilçe başkanı bulduk. Bizim iktidarımız yok yani elimizde şu anda iktidar gücü yok.  Şu anda belediyemiz yok. Yani bu insanlar niye geldiler niye DEVA Partisi’nin il başkanı ilçe başkanı oldular? Demek ki temiz dürüst birikimli insanlarda ülkesi için çalışmak isteyen insanlarda Türkiye'de çok. Üstelik bunlardan milyonlarca var yani. Yeter ki irade ortaya koyun. İrade ortaya koyduğunuzda oluyor. Dolayısıyla bu konularda çok sağlam durmamız gerekiyor ama bu hani 6 genel başkanın bu konularda sağlam duracağını ben biliyorum inanıyorum. Konuştuk zaten. Dolayısıyla birbirimize bu konularda güvenliğimiz için bu birliktelik var.  Yoksa Allah korusun yani A iktidarı gitmiş B iktidarı gelmiş. Ee? Yolsuzluklar da aynı devam ediyor. Ne anlattık biz bu işten? bu olmaz yani.

Şirin Payzın: Şimdi bunu şuraya bağlayacağım. Hani dedik ya siz de dediniz ya Erdoğan'ın belki de en korktuğu seçim bu. Neden bu kadar mesela sokaktaki seçmeni aman canım hayatta bırakmaz bu. Vardır bu işin içinde. Siz Erdoğan'ın o gece bırakacağına inanıyor musunuz? Diye çok fazla soru geldiği oluyor. Bir şekilde buna inanmıyorlar. İnanmama nedenlerinden bir tanesi de Erdoğan bıraksa bile bırakmak istese bile etrafında o kadar büyük bir saadet zinciri var ki, o kadar çok üçer beşer maaş kazanan, o kadar çok normal şartlarda asla göremeyeceği iktidarı, gücü, parayı görmüş onlar bıraktırmaz diyorlar. Bu doğru mu? Böyle bir durumda ne olur? Süleyman Soylu’nun dediği gibi sokaklar karışır mı? Böyle bir beklentiniz korkunuz var mı?

Ali Babacan: Şimdi seçim öyle önemli bir olay ki yani 86 milyonun ama 60 milyonu aşkın seçmenin o gün iradesi oluşuyor. Dolayısıyla 60 milyon insanın iradesi belli bir noktada oluşturduktan sonra seçimi de belli bir farkla kazandıktan sonra artık Sayın Erdoğan'ın da çıkar çetelerinde iktidardan nemalananların da söyleyecek yapacak hiçbir şeyleri kalmaz. Çünkü iktidarlar bir hukuki meşruiyeti vardır bir de siyasi meşruiyeti vardır. Şu andaki hükümetin hukuki meşruiyeti 14 Mayıs'a kadar devam ediyor. Çünkü yetki orada şu anda ama siyasi meşruiyeti çoktan düşmüş durumda. Çünkü halkın desteğini 2018 seçimlerine mukayese ettiğimizde önemli ölçüleri kaybettiler. Yani ne olursa olsun 2018'deki desteğine bakın Sayın Erdoğan'ın ya da AK Parti'nin bir de bugünkü desteğe bakın ne olursa olsun bir düşüş var. Hem de oldukça büyük bir düşüş var yani bunu bütün anketler gösteriyor kendi baktıkları kendi ölçtürdükleri şirketlerde araştırma firmaları da aynı şeyi söylüyor. Herhangi firmanın iddiası var mı AK Parti 2018'den daha güçlü Erdoğan 2018'de %52 ile kazanmıştı bu sefer %55'te 60'ta kazanacak.  Böyle bir iddia var mı? Yok. Dolayısıyla zaten bütün toplumun bildiği bir gerçek var burada. Onun için burada olması gereken Türkiye'ye yakışan demokrasiye yakışan seçim sonucuna herkesin saygı göstermesi ve seçim sonucunu gereği neyse onun hukuki sürecinin yasal sürecinin hemen başlaması. Şu çok önemli kazanan tarafın yani Millet İttifakının ve bizi destekleyen Vatandaşlarımızın da seçim sonrası o güzel sonuçtan sonra seçim sonrası o kazandığımızın ortaya çıkmasından sonra sevinçlerini coşkularını biraz ölçülü ifade etmelerinde büyük fayda var. Çünkü şu çok önemli yani biz seçildiğimiz anda tüm Türkiye'nin iktidarıyız. 86 milyonu kucaklayacağız bize oy vermeyen, bizi en şiddetli şekilde eleştiren, bize iftira atan, yalanlarla üzerimize gelen Sayın İnce'nin de Sayın Erdoğan'ın da biz hükümeti olacağız. Biz onların da daha iyi bir Türkiye'de yaşaması için gayret göstereceğiz. Bunu biz biliyoruz onun için bizi destekleyen vatandaşlarımızın da evet çok büyük bir sevinci olacak coşkuların ifade etmek isteyecekler ama bu coşku ifadesinin daha ölçülü bir şekilde yapmakta da büyük fayda var. Onu da ben buradan tekrar bir ifade edeyim.

Şirin Payzın: Yani siz Erdoğan'ı çok yakın tanıyan bir insan olarak ben bu iktidarı bırakmam Türkiye'yi başka bir yola sokarım deme potansiyeli olan birimidir yoksa sandığın sonucunun tanır mı?

Ali Babacan: Ben öyle bir ihtimali düşünmüyorum.

Şirin Payzın: Şimdi Karadeniz gazı gelecek böyle bir iddiası var Erdoğan’ın. İkincisi Gabar’da petrol bulduk artık Gabar terörle anılmayacak petrolle alınacak ama biz gelmezsek bunlar bu Gabar’dan petrolü çıkarmazlar dedi ve de Buna ek olarak da şöyle söyledi. Hatta ben sosyal medyada öyle paylaştım. O bu lider yeni bir lider mi? Erdoğan'a çok güzel muhalefet yapıyor çünkü Erdoğan şöyle dedi 20 yıldır biz meğerse petrol çıkaramamışız. Çünkü petrol şirketleri uluslararası petrol şirketlerini terör örgütü engelliyormuş. Siz de AKP iktidarında bakanlık yaptınız, Başbakan yardımcılığı yaptınız bu petrol şirketleri sizin elinizi büktüler ve petrol aramanıza engel mi oldular ve terör örgütü de böyle bir güce sahipti de böyle kararları onlar mı aldı?

Ali Babacan: Şimdi bu konuların tabi günlük takibini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yapıyor ama ben böyle bir bilgiye sahip değilim. Yani benim hükümette olduğum dönemde Türkiye şurada doğalgaz aramasın doğalgaz çıkartmasın şurada petrol aramazsın buradan petrol çıkartmasın böyle bir engelleme ile karşılaşıldığı ile ilgili ben de bir bilgi yok. Kaldı ki o dönemin enerji bakanları bizim yakın arkadaşlarımız oldular. Özellikle Taner Bey ile biz daha yakın çalıştık o dönemde Taner Yıldız ile dolayısıyla böyle bir şikâyet böyle bir şey hiç gelmedi yani. Kaldı ki ya iktidarsınız yani kendi topraklarınızla kendi denizin altında münhasır ekonomik bölgenizde bunu yapmak hakkınız. Üstelik bağımsızlığınız var egemenliğiniz var. Kim engel olabilir ki böyle bir şeye? Ha ne olur yaparsınız araştırırsınız biri bulamazsa kontrol için birisini daha sokarsınız. Bir üçüncüyü daha sokarsınız kendi ilerde imkanlarınızı geliştirirsiniz ama illaki bunu yaparsınız.  Ki Türkiye Petrolde ve doğalgazda ithalata çok bağımlı bir ülke. Yani 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir insan olarak bu enerjide dışa bağımlılığının ülkemizi ne kadar sıkıştırdığını aslında ekonomi yönetimini nasıl zorlaştırdığında iyi bilen bir insanım. Dolayısıyla ülkemizde ister petrol olsun ister doğalgaz olsun ister diğer maden kaynakları olsun bunların daha çok çıkması bunlara daha çok ulaşılması son derece önemli. Çünkü bizim kendi doğal kaynağımızı tabii kaynağımızı yeraltıdan çıkarttığımız anda her bir milyar dolarlık kendi kaynağımız bir milyar dolarlık ithalat faturamızı düşürüyor.  Her bir milyar dolarlık kaynak 1 milyar dolarlık cari açığımızı düşünüyor.  Yani ekonomimiz açısından son derece faydalı bir şey. Buna engel olmak bırakmak mümkün değil. Yani ben bakıyorum bugünlerde Erdoğan kendi gölgesiyle savaşıyor adeta. Yani olmayan şeyleri söylüyor yapılmayan şeyleri söylüyor. İnsanları farklı şekilde korkutuyor dini inançları milli değerlerimizi her gün istifade etmeye başladı her gün. Yani yaptığı inanılır gibi değil ama tabi vatandaşlarımız bütün bunları değerlendirecektir.

Şirin Payzın: Mesela Allah'tan emir alıyoruz biz onlar Kandil’den emir alıyor.

Ali Babacan: Şimdi Kandil’den emir ile ilgili konu külliyen yalan ama günlük icraatı ile alakalı yaptıklarıyla alakalı yaptığım her şeyi ben Allah'tan emir alarak yapıyorum demesi yani Türkiye'de yaygın olan itikat çerçevesinin de çok dışında bir olay yani. Çok dışında böyle bir şey yok yani. Ha şunu diyebilir ben işimi yaparken dinimin gereğini yerine getirme çabasıyla işimi yapıyorum diyebilir. Ben işimi yaparken dinimizin kurallarına saygı göstererek işimi yapmaya çalışıyorum diyebilir ama günlük icraatta devlet yönetiminde bu ifadeleri kullanmak artık yaygın itikat çerçevesinde çok işler yani. Ciddi şekilde şu anda dengesini kaybetti bakın çok açık tanıdığım için söylüyorum. Dengesini kaybetmiş durumda. Dengesini kaybettiği için bir sağa sola bir toslaya toslaya gidiyor yani.

Şirin Payzın: Sizce işini yaparken bugüne kadar gerçekten sizin çizdiğiniz çerçevede hep itikadına göre davrandı mı?

Ali Babacan: Şöyle bu tabi tartışma konusudur ama şu konuda din alimlerinin uzlaştığı bir alan var o da şu; bizim dinimizin devlet yönetimi ile ilgili bir şekil şemal tarifi yok ama 3 tane çok önemli İlke tarif ediyor. 3 İlke, bir adalet, iki ehliyet liyakat. 3 ilke. Yani devlet yönetimiyle ilgili konularda 3 tane ilke var. 4. 5. 6.’yı saymakta zorlaşıyorsunuz çünkü 3 İlke o kadar kapsayıcı ki yani diyor ki ne yapacaksan adil yap diyor. Adaletin içerisinde şeffaflık var hesap verilebilirlik var fırsat eşitliği var hepsi var var var. Diyor ki işi ehline ver diyor yani damadına akrabana ya da hemşehrine verme o işi en iyi kim yapacaksa ona ver diyor. Üçüncüsü de istişare. Yani tek başına kafanın dikine gitme istişare et diyor. Bir biliyorsan bin bilene sor diyor. 3 tane ilke var yani dediğim gibi din alimlerin ortak kesişme kümesi buralarda yani buna itiraz eden olmaz ama bunun dışına çıktığınızda o zaman görüşler biraz daha tekilleşiyor biraz daha özelleşiyor. Dolayısıyla böyle baktığımızda şu anda adalet var mı ülkede? Adalet yerle bir. Ehliyet liyakat tamamen ayaklar altına alınmış. İstişare tamamen terk edilmiş. Yani aslında o açıdan baktığımızda da Sayın Erdoğan'ın günlük icraatına ve yaptıklarına baktığımızda tam tersine dinimizin devlet yönetiminde öngördüğü üç ilkenin üçünü de terk etmiş durumda şu anda.  Bu açıdan baktığınızda da hiçbir sağlam zemini yok yani.

Şirin Payzın: Peki şimdi biraz sizlerin neler yapacağına dönelim.  Biraz önce ilk bölümde kısaca bahsettiğiniz ama buna da Erdoğan gerçi AKP Genel Başkanı dedi ki ‘madem zamanında para bulabiliyorlardı, buldular da biz hayır mı dedik’ dedi. Ama hep şu konuşuluyor 15 Mayıs'ta iktidar değişirse uluslararası yatırımlar rahatlayacak yani en azından önlerini görebilecekler Türkiye açısından ve sizin özelinizde de hep şu konuşuluyor Ali Babacan’ın özellikle Avrupa'daki yatırımcılarla ve finans çevreleriyle yakın ilişkisi var. Dolayısıyla hem onları ikna etme hem Türkiye'ye gelme hem de parayı getirme konusunda eli rahatlayacak Türkiye'nin diye. Gerçekten böyle mi? Onlarla temasa geçtiniz mi? Bir ikincisi de tabii ki IMF meselesi. Herhangi bir şekilde IMF ile yolda yürümeyi düşünüyoruz musunuz?

Ali Babacan: Birinci sorununuzun iki ayağı var. Evet, dünyada parayı yöneten dünyada finans piyasalarında söz sahibi olan insanların çoğu tanıdığımız insanlar. Niye? Çünkü 11 yıl bir ülkenin ekonomisinin başında olduğunuzda ve çok parlak bir dönemin başında olduğunuzda işte 3.500 dolarlık milli gelir 12.500 dolara çıkaran bir ülkenin ekonomisinin başında olduğunuzda tabii ki herkes biliyor ve iyi diye tanıyor. Yani bu bir gerçek ama bir de işin reel sayısal boyutu var. Bize ne diyorlar mesela hep eleştiri nedir 2002-2003-2004'te dünyada çok para vardı Ali Babacan’da bol paranın olduğu dönemde ekonomi kolay yönetti diyorlar değil mi? Şimdi bir o günkü para ne kadar bir de bugünkü para ne kadar bir grafiğimiz var onu hemen 61 nolu grafiği şöyle ekrana düşürebilirsek bakın oradan göstereyim size.Amerikan Merkez Bankası'nın bilançosu.  Bu Amerikan Merkez Bankası basıp dünyaya sürdüğü paranın büyüklüğünü gösteren bir grafik. Evet, bakın 879 milyardan çıkmış 8,5 trilyona. Bu Amerikan Merkez Bankası bilançosu. Dünyada o gün mü dolar çokmuş bugün mü dolar çok? 10 misli. Hemen geçelim 65 nolu grafiğe. Amerikan Merkez Bankası arkadan da şimdi Avrupa Merkez Bankası gelecek. 10 katı para var dünyada şu anda sadece dolar olarak dünyada. Merkez Bankası basmış dünya piyasası vermiş.  Bakın Avrupa Merkez Bankası rakam kaçmış 791 şu anda 7.7,10 katı. Japon Merkez Bankasına geçelim. Çünkü Japonya'da çok önemli bir kaynak 71 numaralı grafik. 1.2’den çıkmış 7.3 bu da ne kadar büyümüş? 6 kat büyümüş.  Yani dünyada 2002'ye göre şu anda 10 kat daha fazla dolar var 10 kat daha fazla Euro var 6 kat daha fazla yen var. Dünyada çok para var ve bu para güvenilir yer arıyor güveneceği yatırım alanı arıyor. Ve siz güveni oluşturduğunuzda aynı cıva gibi yani cıvayı hani bir evde derece falan kırıldıysa o civanın nasıl kolay hareket ettiğini görürsünüz yani bir düz bir alana yüzde bir mil verin civarı koyun civa hızla akıp gider öbür tarafa. Türkiye'de güven oluştuğunda zaten bu para hızlı bir şekilde akıp gelecek bize. Sadece dışarıdan gelmeyecek kiralık kasalarda şu anda bankaların bodrum katlarındaki o değerler o altınlar dövizler oradan çıkacak zemin kattaki bankaların veznelerine girmeye başlayacak sisteme girecek. Kendi sermayelerimiz kendi yatırımlarını yaparken ’ya Türkiye'ye güvenmiyorum gideyim başka hangi ülkeye yatırayım’ diye arayacağına Türkiye'ye yatırım yapmaya başlayacak. Dolayısıyla güven yatırımlar için en büyük mıknatıs. Yani öyle bir mıknatıs oluşturuyorsunuz ki hem kendi içinizde hem dünyadan kaynak geliyor zaten. Dolayısıyla güveni oluşturduğunuzda her şey çok kolaylaşıyor ama güvenini oluşturmak tabi herkesin yapabileceği bir iş değil. Ben gençlere böyle 8 maddede sıralıyorum çok hızlı diyorum ki konuşunca doğruyu söyleyeceksiniz. Yani Türkiye’ye yalan söyletmeyeceksiniz. Doğru enflasyon açıklayacaksınız diyorum.  Konuşunca doğruyu söyleyeceksiniz. Söz verince tutacaksınız. Emanete hıyanet etmeyeceksiniz. Adaletle hareket edeceksiniz. İşi ehline vereceksiniz. Ülkeyi istişareyle yöneteceksiniz, şeffaf olacaksınız ve her zaman hesap vermeye hazır olacaksınız. Bu 8 maddeyi yapın güven oluşacak. Güven oluştuktan sonra da kaynak inanın sorun değil. Yani bizim doğruları yaptığımızda ülkeye kaynak girdiği çok açık bakın şeffaflıkla ilgili bir grafik daha göstereyim.  Çok rakama boğmak istemiyorum ama şeffaflık endeksini bir göstereyim. Türkiye’nin dünya şeffaflık endeksindeki yeri. Dünyadaki şeffaflıkta Türkiye'ye bakın 2002'de başlıyor görüyor musunuz 2013'te zirveye ulaşıyor. Sonra da aşağıya doğru düşüyor. Yani şeffaflık arttıkça yolsuzluk azalıyor. Bizim milli gelir grafiğimiz tam böyle biliyor musunuz? Yani bir de milli gelir grafiğini şöyle çakıştırırsanız aynı böyle. Şeffaflık arttıkça yolsuzluk azaldıkça ülke iyi yönetildikçe ekonomimiz büyüyor şeffaflık... Bakın milli gelir grafiği tam çakışıyor çıkıyor iniyor. Yani bu kadar açık bir konu. Bunları yaptığınızda hiç korkmayın yani güveni oluşturduktan sonra korkmayın.

Şirin Payzın: IMF’ye ihtiyaç kalır mı?

Ali Babacan: Şimdi IMF şöyle IMF'nin şu andaki elindeki mevcut kaynaklar ve IMF'nin Kredi kullandırırken ki koşulları ile piyasa koşullarına baktığımızda Türkiye'nin IMF'nin parasına veya IMF'nin teknik kapasitesine bugün itibariyle biz ihtiyacını görmüyoruz. Çünkü IMF ne diyor? IMF bir para veriyor bir de akıl veriyor değil mi?  Zaten 2008 yılında en son Stand-By anlaşmasını yapmışız. 2013 yılında IMF'nin son taksini ben ödedim Merkez Bankası'nda o ödeme terminallerinde çünkü şöyle bir artık yükümüzü attığımız bir tarihti. Enteresandır 14 Mayıs 2013. Yani seçim tam 10’uncu yılında oluyor. En son borcun taksitini Merkez Bankası'nın ödeme terminalinde enter tuşuna basarak ödedim o gün bu gündür Türkiye'nin buna ihtiyacı olmadı. Çünkü Türkiye ehil ve düzgün kargolarla yönetildiğinde zaten kaynak da geliyor yani. Ehil ve dürüst kadrolar zaten tekniği kuvvetli kadrolar demek. IMF'nin teknik birikimi bizimki gibi ama şu var yani Türkiye tabii ki uluslararası Finans kuruluşlarıyla Tabii ki istişare içinde olmalı. Yani bölgesel yatırım bankalarıyla Dünya Bankası ile Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşlarla tabii ki istişare içinde olmalı tabi ki o kuruluşların Türkiye ile ilgili değerlendirmeleri kıymetlidir.  Türkiye yapar çalışır okursa Türkiye'yi raporlar değil mi. Yani özel sektöre kredi veren kuruluşu ne bileyim bu özel bankaların bir araya geldiği kuruluşlar var. Bunlar sürekli Türkiye raporu yazıyor. Tabii ki bu kurslarla irtibatta olmak lazım bu kuruluşlara Türkiye'nin gerçeğini anlatmak lazım buradaki ekonomik gerçekleri bu kuruluşlara anlatmak lazım ki görsünler ki onlar da Türkiye ile ilgili değerlendirmeler gerçeklere dayansın. Bunların hepsi yapılır. Tabi deprem çok önemli bu deprem ve sonrası bunun yönetimi yani depremin enkazının kalkması konutların inşası daha depreme olmayan şehirlerimizin depreme hazırlanması çok özel finansman metotları ile mümkün. Bu da yine uluslararası finans kuruluşlarıyla beraber çok iyi hazırlanacak çalışmalarla mümkün. Ama şunu da söyleyeyim baştaki sorunuza cevap şu anda biz Türkiye ekonomisinin fotoğrafını sadece flu görüyoruz. Çok net göremiyoruz, gerçek veriler yayınlanmadığı için net göremiyoruz. Mesela soruyorum bu 250 milyar doları Merkez Bankası arka kapıdan ne zaman nasıl sattı diyorum cevap vermiyorlar. Mesela 250 milyar dolarlık Merkez Bankası'nın rezerv erimesini ne zaman yaptınız ne yaptınız söylemiyorlar.  Rakamı da söylemiyorlar. Bu kadar rakamların gizlendiği bir dönemde benim bu cevaplarımın hepsi oldukça flu bir tabloya istinaden verilmiş fiyatlar.  Net tabloları net rakamları gördükten sonra belki dönüp bu cevaplarımızı bir miktarda revize etmemiz gerekebilir.

Şirin Payzın: Hala Cumhuriyet Halk Partisi tabanında size karşı bir mesafe var DEVA Partisi işte AKP'den ayrılıp yeni parti kurdunuz ama işte Cumhuriyet Halk Partisi'nin listelerinde niye DEVA Partisi var? CHP'liler itiraz ediyorlar ama aynı şekilde sizin tabanınızda da ya biz CHP'ye nasıl oy vereceğiz diye bir itiraz var. Dolayısıyla da kararsızlar var kafası karışıklar var hatta ya ben en iyisi oy vermeyeyim diyenler var.  Öncelikle bunu sormak istiyorum böyle düşünenlere mesela bir CHP'li size niye oy versin? Sizin de olduğunuz listelere niye oy versin? Ya da bir DEVA’lı ya da AKP'nin seçmeni artık AKP'ye oy vermek istemiyor eskiden hep oraya oy vermiş. Şimdi size bakıyor Gelecek’e bakıyor ama bunlarda CHP'nin içinde onlara ne dersiniz?

Ali Babacan: Şöyle tabii ki vatandaşlarımızın nihayetinde hür iradesi ama biz 6 parti bir araya gelirken geçmişi konuşarak bir araya gelmedik. Geçmişi konuşarak anlaşmamız da zaten mümkün olamazdı. Biz hep ülkenin yarınlarını konuştuk ve ülkenin yaralarında mutabık kaldık. Her partinin ve her siyasetçinin kendi geçmişinden alacağı dersler var. Yani iyi şeyler yaptıysa o iyi yaptıklarının tekrarı yanlış şeyler yaptıysa da o yanlışlarını tekrar etmemesi ile ilgili bir bakış açısı var. Biz bütün bu ortak çalışmaları yaparken yani 6 parti bir araya gelip de bütün bu mutabakat metinlerini anayasayı ve ortak politika metnini hazırlarken zaten hep yarınlara baktık ama geçmişimizden de ders alarak yarınlara baktık. Bu çok kıymetli bir şey. Vatandaşlarımıza da bunu anlatmamız gerekiyor yani evet bizim de hatamız olmuş olabilir Cumhuriyet Halk Partisi'nin de hataları olmuş olabilir ama bizi ne olur geçmişimizle yargılamayın. Bizi gelecek için yarınlar için mutabık kaldığımız politikalarla yargılayın böyle değerlendirin dememiz gerekiyor. Ha bu zor mu zor çünkü yılların alışkanlığı olabiliyor. İşte vardır ya meşhur hani vardır ya özellikle muhafazakâr seçmende elim CHP'ye gitmiyor elim altı oka gitmiyor diye bir söz vardır. Bir ölçüde doğrudur da ama ben bunun sahada önemli ölçüde yıkıldığını görüyorum. Hatta tam tersine şu anda sahada elim gitmiyor diyor diyenler daha çok AK Parti'ye oy vermiş gönül vermiş insanlar arasında o elim gitmiyor hissiyatı daha çok kuvvetli. Yani bakıyor yoksulluk var yolsuzluk var yasaklar var yani böyle bir bir tabloda hala AK Parti'ye hala Erdoğan'a nasıl oy vereceğim diye eli gitmeyenler de oluştu. Bunların da sayısı gittikçe artıyor. Onun için bütün araştırmalarda zaten AK Parti'de Erdoğan da 2018'e göre düşmüş durumda. Bütün bunların hepsini biliyoruz ama siyaset ülkenin yarınları demek yani geçmişten hep beraber ders alacağız. Ama yarınları beraberce inşa edeceğiz. Şu da var bizim özellikle DEVA Partisi yeni bir parti ya daha 3 yıl oldu biz kuralı. Dolayısıyla bize oy vermeyi düşünen vatandaşlarımız da bu ortak listeler konusunda hala henüz durumu anlamamış. Yani öyle de var. Ben bunu da ifade etmiştim bir yerde hatta onu da aldılar çevirdiler yanlış bir mecraya doğru sürüklediler ama ben hakikat siyaseti yapıyorum. Doğru bildiğimi her yerde söylüyorum. Ha yanlış söylemişsem düzeltiveriyorum. Şimdi mesela daha yeni işte bir Çıkrıkçılar yokuşu Ankara'da bir de Kadıköy İstanbul'da. Geldiler dediler ki oyumuz size. Yani dedim bir açıklar mısınız oyumuz size derken? Dediler Sayın Kılıçdaroğlu'na ve DEVA Partisi’ne oy vereceğiz. Ama dedim ki bakın DEVA Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi biz hep beraber CHP'nin lisesinden seçime giriyoruz. Aa öyle mi? Ben bunları görünce şimdi çok hızlı bir reklam filmi hazırlattım arkadaşlara ve çok yoğun bir kampanya ile gireceğiz bu son 5-6 gün. Bir bant reklamı 8 saniyede onu Halk TV’de de göreceksiniz çünkü her yere gireceğiz.  Bir Sabah ve ATV yani bu işte ailenin kanalları bizim reklamımızı kabul etmiyor paraları herhalde çok belli ki ama onun haricinde TRT bile bu sefer kabul etti reklamımızı ona da sevindik. Diğer herkes kabul etti. Dolayısıyla 8 saniyelik bir bantta diyeceğiz ki Birlikte DEVA var. Sayın Kılıçdaroğlu'nun fotoğrafı benim fotoğrafım hemen arkasında da DEVA için Kılıçdaroğlu'nun resmi evet, CHP'nin logosu evet diye 8 saniyede bunu çok yoğun gireceğiz ki hani bize oy vermeye niyetlenmiş DEVA Partisi’ni destekleyecek vatandaşlarımız seçim günü oy pusulasına baktığında şaşırmasınlar diye böyle yoğun bayağı da ciddi bir bütçe ayırdık. Bunu yapacağız ki tek bir oy bile zayi olmasın tek listelerde oylarımız toplansın tek bir oy dahi olması diye zaten biz tek listeden seçime giriyoruz ve birleşe birleşe kazanacağız birleşe birleşe güçleneceğiz ifadesi de zaten vatandaşlarımızın sloganı. Yani herhangi bir reklam ajansının tanıtım ajansının bulduğu bir slogan değil. Yani birleşe birleşe güçleneceğiz birleşe birleşe kazanacağımızı vatandaşlarımızı slogan olarak söyledi ve inşallah bu gerçekleşecek.

Şirin Payzın: Peki ama %20’lik hala kararsızlar var ve gençler özellikle gençleri şu son 9 günde ikna etmek gerekiyor. Bu çok çok önemli. Şimdi Kürt seçmenin de bu seçimin belirleyicisi olacağını biliyoruz ki bütün seçimlerde de zaten öyleler. Kürt seçmenler niye Kemal Kılıçdaroğlu'na ve sizin ittifaka ya da partilerinize oy versinler?

Ali Babacan:  Çünkü aslında bizi destekleyenler ortak payda olarak demokrasiyi görüyorlar. Yani bizi destekleyen herkes bu ülkenin eşit ve 1. sınıf vatandaşı olmak istiyor. Ayrımcılık istemiyor. Şu andaki hükümetin ayrıştırıcı kutuplaştırıcı politikalarından bıkmış durumdalar. Şu anda demokrasiyi temsil eden demokrat duruşu temsil eden ve parlamenter sisteme ülkeyi götüreceği vaadinde bulunan Millet İttifak yani bizleri. Yani 6 parti. Talepte bu yönde. Dolayısıyla Türk seçmende Kürt seçmende Laz da Çerkez de Boşnak da Sünni de Alevi’de bizi destekliyor ama bunların ortak kesişme noktası ne? Demokrasi ama tam demokrasi. Bunun için bize destek veriyorlar Sayın Kılıçdaroğlu'nda bunu gördükleri için demokrasi konusunda Sayın Kılıçdaroğlu'na güvendikleri için hem 6 partinin ortak adayı Sayın Kılıçdaroğlu başka partilerin de destek verdiği bir cumhurbaşkanı adayı. Yani birleştirici unsur b.  Dolayısıyla gerçek demokraside tam demokraside eşit vatandaşlık var. İnsan olmaktan doğan bütün hakların ve bütün özlüklerin aynen tanınması var. Zaten büyük talepte bu. Yani gençlerde de bu orta yaşlarda da bu yaşı ileri olan vatandaşlarımızda da çok kuvvetli bir demokrasi talebi var. Onu görüyoruz çok açık. Saha da bunu görüyoruz bir de şu var onu da söyleyeyim partilere olan desteğin bir niceliği var bir de niteliği var. Şimdi nicelik işte sayılarla ölçüyorsunuz Kime oy vereceksiniz sayıyorsunuz ama bir de nitelik var. Şu anda benim sahada gördüğüm ki Sayın Kılıçdaroğlu ile İzmir'de beraberdik Kayseri'de beraberdik Kayseri'nin sembolizmi çok farklıdır. Yani İç Anadolu'dur muhafazakâr seçmenin yoğun olduğu bir ildir.  Ve şimdiye kadar Kayseri'de gelmiş geçmiş en büyük mitinglerden birisi yapıldı. Sadece sayı olarak değil bakın ben de orada konuşma yaptım miting meydandaki o coşkuyu gördüm. Sadece sayı değil coşku var heyecan var. Yani yollardan otobüsle geçerken bunu görüyorsunuz. Artık insanlar bıkmış buraya kadar gelmiş bir an önce değişim olsun diyor ama aynı coşkuyu aynı heyecanı Sayın Erdoğan da veya AK Parti'yi destekleyen seçmenlerde o kadar göremiyoruz. Çünkü içten içe biliyorlar ki ya işler iyi gitmiyor. Biliyorlar ki artık bir metal yorgunluğu var. İçten içe biliyorlar ki artık sorunu çözemiyor. Tabii duygusal bağ var ben onu anlıyorum o duygusal bağı. O duygusal bağı da belki henüz çözemediler tam ama şunu bilsinler ki zamanında 28 Şubat'a isyan olarak ortaya çıkan 28 Şubat zihniyetine İsyan olarak ortaya çıkan Sayın Erdoğan ve o günkü siyasi hareket bugün 28 Şubat'ın destekçisi Sayın Perinçek ile kol kola yürüyor. Ve bundan da AK Parti seçmeni çok rahatsız. Yolsuzlukların tekrar yükselmesinden AK Parti seçmenin çok rahatsız. Yasaklarını tekrar gelmesinden AK Parti seçmeni çok rahatsız. Orada da rahatsızlığı olan kesimler olabilir yani HÜDA-PAR’dan ama bizim şöyle bir duruşumuz var açıkçası siyasi partilerle ilgili yani görüşlerini beğeniriz beğenmeyiz görüşleri eleştiririz ama yani bir siyasi parti anayasaya göre yasalara göre kurulduysa bunu da denetlemesi gereken bir devlet mekanizması varsa özellikle yargıdan bahsediyorum.  Dolayısıyla bizim siyasi partileri özellikle terörle ilişkileri açısından yargılayacak şeyimiz yok elimizde öyle bir mekanizmamız yok. Çünkü biz siyasetçiyiz siyaset yapıyoruz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi altında çatısı altında bu partiler varsa olacaksa onlarla da meşru demokratik siyaset içerisinde bir diyalog zeminin önemli olduğunu hep düşünüyoruz yani.

Şirin Payzın: Zaman tükeniyor bir iki soruyu sığdırmak istiyorum. Sizce AKP'nin kalesi olan hangi illerde büyük sürpriz yapabilirsiniz?  Yani biraz önce Kayseri'yi söylediniz. Kayseri gibi Kayseri'de büyük bir sürpriz yapmayı yani öyle bir düşünceniz var mı öyle bir tahmininiz var mı ya da başka hangi şehirler?

Ali Babacan: Şu çok açık özellikle bizlerin de desteğiyle beraber yani DEVA Partisi'nin ortak listeden giriyoruz ya CHP’yle şimdi DEVA Partisi Saadet Partisi Gelecek Partisi, Demokrat Parti desteğiyle beraber ve aynı zamanda da Sayın Kılıçdaroğlu'nun Yani CHP'nin genel başkanının ortak aday oluşuyla beraber Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu seçimlerdeki oyu 2018'e göre çok çok yüksek olacak. Yani 81 ilde herhangi bir ilde 2018'in altında kalacağını ben beklemiyorum öyle bir şey yok. Yani her ilde oy artış olacak. Bazı illerde belki birkaç puan ama bazı ilerlerde belki 10 puan 15 puan 20 puanlık artışlar olacak. Onu için sahada da çok iyi görüyoruz çünkü 81 ilde ve 766 ilçede teşkilatımız olduğu için her yerde nabız tutma imkânınız var bizim ve bizim bütün teşkilatımız bu gerçeği görüyor.  Yani bir ortak aday Sayın Kılıçdaroğlu bir, bu dört parti tek listeden destek veriyor, üç tabii ki bir helalleşme vaadi var. Bu da çok çok kıymetli. Yani helalleşme vaadi geçmişle alakalı bahsettiniz ya hani kaygılar endişeler acabalar falan bu bütün bu kaygıların önüne çok büyük bir gerçek bir vadi olarak ortaya çıkıyor. Bütün bunları dikkate aldığımızda ciddi bir artış olacak ve her yerde olacak biz onu görüyoruz.

Şirin Payzın:  Bekir Ağırdır ilk turun bıçak sırtında olduğunu söylüyor ama başka araştırmacılarda son 9 gün iyi bir performans ortaya çıkarsa İlk turda bitirebilir .. Sizin tahmininiz nedir?

Ali Babacan:  Biz açıkçası tabii biz kendimizde çok araştırma yaptırıyoruz çok güvenilir düzgün araştırmalar yaptırıyoruz ama bunları yayınlamıyoruz. Bize özel yaptırıyoruz bunları. Çünkü sağlam ölçmeyince bilemiyorsunuz ama araştırmaların ortak sorunu o kararsızlar dediniz ya işte o kararsızları ölçmek çok zor. Yani gençler değil mi en son noktada acaba kime destek verecekler onlar da çok sıkı takip ediyorlar çok yakın takip ediyorlar siyaseti ama en son gün o kabine girince vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında kime evet diyecekler. Tabii ki belirsizlik var. Kesinlikle şöyle olacak diyeceğimiz bir noktada da değiliz ama İlk turda evet bir bıçak sırtı durumu var yani bugün için ilk turda bu bitti dememiz çok doğru değil bugün için ama daha 9 günümüz var. Fakat her geçen gün her geçen gün Sayın Kılıçdaroğlu'na olan destek basamak basamak basamak artıyor. Tren sürekli yukarı sürekli yukarı. Ve diğer iki adayla ilgili toplama baktığınızda yani Muharrem İnce ile Sinan Oğan’a baktığımızda orada da toplamda tren aşağı. Zaten ben şunu da söylemiştim aslında bu seçimde iki tane aday var. Sayın Erdoğan Sayın Kılıçdaroğlu. O 1 metrelik pusulada da aslında yine iki tane tercih var Cumhur İttifakı, Millet İttifakı. Yani gerçekçi olmamız gerekirse ve ülkeyi yönetme iddiasıyla ortaya kim çıktı diye baktığımızda Erdoğan Kılıçdaroğlu 1. Pusulada, öbür tarafta da Cumhur İttifakı, Millet İttifakı. Ve aslında bu bir referandum sonuçta ve diğer partilere destek verenler ya da diğer Cumhurbaşkanı adaylarına destek verenler aslında gerçekten kime destek veriyorlar onu da hesap etmeleri gerekiyor yani. Ve bu referandum neyle neyin referandumu? Otoriterlik mi demokrasi mi? Keyfilik mi hukuk m? Bu ikisi arasında referandum. Baskı mı özgürlük mü? Yani böyle gördüğümüzde vatandaşlarımızın şu son 9 günde bu hesabı yapmasında büyük fayda var. Yani Erdoğan ya da Kılıçdaroğlu dışında tercihte bulunanlar aslında özünde kime destek veriyorlar ya da 2 tercihin dışında destek verenler özünde hangisine destek veriyorlar? Çünkü oyların araya gitmemesi gerekiyor. Oyların zayi olmaması gerekiyor. Oyların gerçekten ülkeyi yönetme iradesine sahip olan yerlere gitmesi gerekiyor bu çok çok önemli.

Şirin Payzın: Şimdi sizde bu İlk turda bitsin bu seçim sloganını kullanıyorsun Millet İttifakı olarak. Biraz önce dediniz ya Erdoğan şu anda panikle ne yaptığını bilmiyor yalpalaya yalpalaya gidiyor ve yani doğruları söylemiyor gerçekleri çarpıtıyor kimi zaman.  Herkes de bir Haziran Kasım dönemi sendromu var. Bu iş ikinci tura kalırsa o 15 günlük günde yaşanabilecekler yeniden büyük sorunları beraberinde getirir işte beka sorunu der savaş der konjonktür der. Yapar mı bunları dolayısıyla burada sizin de bir endişeniz var mı mesajınız var mı?

Ali Babacan: Yani parlamentoyla cumhurbaşkanının birinci turda belli olması çok kıymetli bizim de hedefimiz bu. Ama şunu da söyleyeyim bıçak sırtı dedim ya bıçak sırtı birinci turda bitip bitmemesi bıçak sırtı. Yoksa Sayın Kılıçdaroğlu bizim yaptırdığımız her türlü araştırmada Erdoğan'ın baya önünde yani.  Orada bir yanlış anlaşılma olmasın. Kılıçdaroğlu Erdoğan böyle bıçak sırtı değil. Birinci turda yani %50'nin üzerinde bir oy alarak Sayın Kılıçdaroğlu'nun kazanıp kazanmaması konusunda bir bıçak sırtı durumu var. Yoksa her halükârda Sayın Erdoğan'ı geçiyor ve çok açık ve sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da geçiyor. Destek çok coşkulu bir destek. Ya ben bu heyecanı bakın Kasım 2002'de en son görmüştüm yani Kasım 2002'de o zaman AK Parti'nin kurucusu olarak kampanyadayken bu heyecanı görmüştüm ve şimdi de tam 21 sene sonra aynı heyecanı görüyorum. Fakat bu sefer Millet İ İttifakına ve Sayın Kılıçdaroğlu'na bu teveccühü görüyorum sokaklarda caddelerde ve meydanlarda. Çok yoğun bir heyecan var bu nitelik var ya nitelik son günlerde niceliği yukarı doğru itiyor. İşte onun için bu son 9 günde tablo tamamen değişip birinci turda Sayın Kılıçdaroğlu'nun kazanma ihtimalini de çok yüksek görüyorum. Bugün itibariyle bugün ölçtüğümüze baktığımızda. Ama bu 9 günde o nicelik o coşku heyecan bunu artıracaktır. Benim şu anda kuvvetli inancım birinci turda bu işin biteceği. Çünkü 9 güne kadar çok şey değişecek Türkiye'de.  Risk var mı var. Ama dünyanın da sonu değil. Yani şu da doğru değil yani ikinci tura kalırsa kötü olur diye korkutarak vatandaşlarımızı o da doğru olmuyor da ama riskler var yani. Bizim kendi yaptırdığımız sağlam araştırmalarda da çok açık görüyoruz onu çok yaygın görüyoruz. Ama bir de şu var ya bu ülkenin artık beklemeye tahammülü yok ki niye bir 14 gün daha bekleyelim değil mi? Niye tekrar bir heyecan yaşatalım. Yani diyorum ki bunu gelin bunu birinci turda hep beraber bitirelim 14 gün daha memleketimiz kaybetmesin ve hemen kolları sıvayıp çalışmaya başlayalım.  Çünkü artık arkadaşlarımızı tutamıyoruz yani biz şu 22 eylem planını bitirdik bir arkadan deprem raporumuzu hazırladık.  Yetmedi diaspora ile ilgili yurtdışındaki vatandaşlarla ilgili bir eylem planı daha çıkarttık. Bu cildi yaptırmıştık iki fasikül daha çıktı. Çünkü artık tutamıyoruz arkadaşlarımızı bir an önce icraata başlayalım diyoruz yani.

Şirin Payzın: Kısacık Gabar sorusuna cevap vermemişiz bir kısacık ona cevap verelim sonra da gençlere bir mesajla yayını kapatalım.

Ali Babacan: Biz bununla gurur duyarız yani petrolümüz dedim ya niye kim nasıl engelleyebilir aklımızı peynir ekmekle yemedik ki. Yani petrol çıkmış bunu niye kullanmayacağız.

Şirin Payzın: Tam seçime 5 kala mı çıkarıyorlar?

Ali Babacan: Burada soru işareti var. Niye çünkü normalde yapılması gereken ister doğalgaz kaynağı olsun ister petrol olsun bunların bağımsız raporlarla hem kanıtlanmış rezervinin tespit edilmesi gerekiyor bağımsız raporlarla hem de bunun ekonomik olup olmadığını rantabl olup olmadığını ölçmek gerekiyor. Şu anda bunlar yapılmıyor. Açıklamalar sadece tek taraflı bir hükümetten geliyor. Bugün doğalgaz rezervleri ile ilgili bağımsız bir rapor yok elde yaptırmadılar. Enerji bakanına güveniyorsanız. Enflasyonda TÜİK’e ne kadar güveniyorsak açıkçası bizde bu doğal gazla ilgili telaffuz edilen rakamlar o kadar güveniyoruz. Ya da petrolle ilgili o kadar güveniyoruz. Halbuki bağımsız çalışmalar yaptığınızda bağımsız raporlar açıklansa hem bulunan petrol ve gaz gerçek miktar nedir bunu görmüş oluruz içimiz daha rahat olur hem de rantabilitesine bakarız. Böyle ekonomik durumuna bakarız. Mesela ben Sayın Erdoğan'a şunu sordum şimdi bakın programın ilk bölümünde kullandığım bir kelime anında olay oldu değil mi iktidar tarafında.

Defalarca soruyorum mesela bu sorumu hiç olay olmuyor cevap alamıyorum ya diyorum söyleyin arkadaşlar diyorum tık yok ses yok. Nasıl bu yayını izliyorlar bu kadar tek kelimeyi yakaladıklarına göre izliyorlar. Ben tekrar soruyorum o Karadeniz'deki doğalgaz için bugüne kadar ne kadar yatırım yaptınız ve şu anda bulunan gazın piyasa değeri ne kadar? Bunu söyleyin diyorum söylemiyorlar mesela. Yatırım rakamını açıklamıyorlar. Ya doğru hesaptan kaçar mı? Bakın tekrar ediyorum açıklayın ne kadarlık kaç milyar dolarlık bir yatırım yaptınız ve oradan çıkan gazın piyasa değeri nedir diyorum olmuyor. Ya da Mart'a Nisan’a yetişsin diye süreci hızlandırdılar biliyorsunuz yabancı bir şirkete yaptırdılar o denizin altından gelen boru hattını ve çok hızlı istediler çünkü seçimden önce bir an önce çakmağı yakıp gazı gösterelim diye. Tamam, ama bu iş hızlanınca pahalıya mal oluyor. Mesela sırf seçimden önce çakmağı yakıp gazı göstermek için ilave ne kadar para harcadınız kaç yüz milyon dolar daha harcamak zorunda kaldınız o seçimden önce mesela bunları soruyorum, merak ettiğim için bir vatandaş olarak soruyorum tık yok. Ama duyuyorlar beni dinliyorlar çünkü verecekleri cevap yok onun için cevap vermiyorlar.

Şirin Payzın: Süremizi çok aştık. O yüzden burada noktalamak zorundayım. Biliyorum daha çok anlatacak çok şeyiniz var ama çok kısa olmak şartıyla madem gençler dedik belki son bir mesajınızı gençlere yönelik vererek kapatalım hazır Bilkent oteldeyiz Bilkent üniversitesindeyiz.  Bir cümle kursaydınız ne derdiniz genç seçmenlere. Sonra da teşekkür ediyorum size.

Ali Babacan: Gençler bizim geleceğimiz değil. Gençler bizim bugünümüz ve biz gençlere bir gençlik borçluyuz. Çünkü şu son 10 yıl gençlerimizin umudunun kaybolmasına sebep olduk, gençlerimizin yarınlarını başka ülkelerde aramasına sebep olduk. Gençlerimize bir gençlik borcumuz var ve bu borcumuzda en kısa zamanda ödemek istiyoruz.

Şirin Payzın: Çok teşekkür ediyoruz katıldığınız için yayınımıza. Hep ben bütün konuklarıma 1. turda ne kadarla bitirirsiniz diye. Siz de bir rakam telaffuz etmek ister misiniz?  

Ali Babacan: İşte 9 günde işlerin değişmesini bekliyoruz ama hep söylüyorum bizim hedefimiz ilk günden beri birinci turda ve açık farkla kazanmak ki kimse mızıkçılık yapmasın. Bir de İstanbul tecrübemiz var ya hemen mızıkçılık yaptılar. Kimse mızıkçılık yapmasın İlk turda açık ara ve bu da mümkün. Yani bugün itibariyle araştırmalarda ya daha bilmiyorum kararsızsın diyen vatandaşlarımız biliyorum ki eli AK Parti'ye gitmiyor biliyorum ki eli onların Erdoğan'a gitmiyor. Onlar gelsinler bize desteklerini versinler şu işi 1 turda alalım ve ülkemiz vakit kaybetmeden bir an önce soruları çözmeye başlayalım.

Şirin Payzın: Sayın Babacan çok çok teşekkür ediyoruz geldiğinizde katıldığınız için yarın İstanbul mitingi var Maltepe'de. Maltepe'de yine çok kalabalıkları ağırlayacak gibi görünüyor 6 lider orada. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ve 5 Cumhurbaşkanı yardımcısı artı iki büyük belediye Büyükşehir Belediye Başkanı ama aynı zamanda onlarda Cumhurbaşkanı yardımcıları bir arada sahnede olacaklar.

4 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kahramanmaraş Seçim Koordinasyon Merkezi Açılış Konuşması

Kahramanmaraş SKM Açılışı


Çok kıymetli dostlarım,

Değerli konuklar,

DEVA Partimizin, Cumhuriyet Halk Partimizin, Saadet Partimizin, Gelecek Partimizin, Demokrat Partimizin çok değerli üyeleri, mensupları,

Çok değerli Kahramanmaraş’lı hemşerilerimiz

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

*****

Büyük acımızın üzerinden tam 3 ay geçti.

Hani derler ya “Bazı acılar zamanla geçmez” diye, gerçekten geçmiyor.

Ateş düştüğü yeri yakıyor.

Bu vesileyle, bir kez daha kaybettiğimiz tüm canları rahmetle anıyorum, hepimize tekrar baş sağlığı ve sabır diliyorum.

6 Şubat depremlerinin hemen ardından buradaydım. Kahramanmaraş’taydım. 2. Hafta Elbistan’daydım. Acıyı da, umudu da, çaresizliği de bizzat deprem bölgesinde sizlerle beraber gördüm hissettim.

Kimsenin buralara ulaşamadığı günlerde, sesi duyulmayanların sesini duyurmaya çalıştım.

Depremden sonraki ilk 14 günün 9 günü deprem bölgesindeydim.

Yardımların ulaşmadığı “kimse yoktu” denen günlerde, bizim parti teşkilatlarımız sahada güçleri yettiği kadarıyla, vatandaşlarımıza ulaşmaya çalıştılar.

İşte Ali Bey İrfan Bey milletvekili adaylarımız sağ olsunlar kamunun hükümetin ulaşamadığı yerlere ulaşmaya çalıştılar.

Burada depolar kurduk.

Ben bizzat depremi 4. günü il başkanımız milletvekili adayımız İrfan Bey'in düzenlemiş olduğu o yardımlaşma merkezine uğradım. Orada arkadaşlarımıza şöyle biraz dertleştik. Çalışmaları yerinde gördüm ve gerçekten arkadaşlarımıza müteşekkir olduğumu ifade ettim.

Aradan geçen 3 ayda maalesef, Kahramanmaraş hakkıyla ayağa kalkabilmiş değil.

Az önce Ticaret ve Sanayi odamızı ziyaret ettik ki 13 bin üyesi olan Kahramanmaraş’ın çalışan insanlarını da temsil eden önemli bir kuruluş.

Orada dinledim ki daha yapılacak çok iş var.

Ve maalesef şöyle bir gerçekle de karşı karşıyayız. Bugünkü iktidar normal zamanda, normal hayatı bile yönetmekte güçlük çekiyor.

Türkiye’nin pek çok yerinde görüyoruz.

Normal zamanda normal hayatı yönetemeyen iktidar maalesef afet zamanında, afet bölgesini de yönetemedi.

Ülkeyi yönetmek yerine varsa yoksa algıları yönetme çabasındalar sürekli.

Bunları hepiniz biliyorsunuz. Acı acı hep beraber yaşıyoruz.

Ama değerli arkadaşlar, tüm bu acıları beraberce sarıp, huzurlu günler görmeye de inşallah çok yakınız.

Önümüzdeki seçimler, ülkemizdeki hızlı atılımın başlangıcı olacak.

Su dolu tankerler varken, vatandaşın susuz kaldığı bir dönemde bu iktidarın, “uzaya gidiyoruz” diyerek beceriksizliklerini gizlemeye çalıştığını da hep beraber görüyoruz.

Afet anında vatandaşımızın feryadına ilk 24 saat, 48 saat, 72 saat çoğu yerde ulaşmayan ulaşamayan, organize olmayan organze edemeyen yönetemeyen bir iktidar olduğunu da hep beraber maalesef gördük yaşadık.

Huzurlu, sağlıklı, güvenli bir hayatın teminatı olmamıza da inşallah az kaldı.

10 gün kaldı.

*****

Evet arkadaşlar,

Her zaman ama her zaman önce ‘insan’ diyeceğiz.

‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ diyeceğiz.

Şu an ülkeyi yönetenlerin artık böyle bir zihin düşünce yapısı yok. Kendilerini hep önceliyorlar.

Afetler, olduktan sonra gündemimize girmeyecek. İnşallah iktidarımızın ilk gününden itibaren afet yönetimi bizim gündemimiz olacak.

Zaten biz DEVA Partisini kurduk hemen hemen ilk açıkladığımız eylem planlarından birisi afet yönetimi ile ilgili eylem planı oldu.

Deprem oldu arkasından en kapsamlı raporu ve çözümle ilgili önerileri biz hazırladık yayınladık.

Biz afet öncesi çalışmalarla şehirlerimizi afete hazırlayacağız.

Bunların yaptığı gibi, “imar barışı” derken, güvencesiz binaları, “ruhsatlı mezarlara” çevirmeyeceğiz.

Arkadaşlar gerçekten akıl alır gibi değil.

Bir önceki seçimde meydan meydan dolaşıp imar affını, imar barışını en önemli proje olarak sunanlar kendileri değil miydi?

Bir önceki seçimde imar barışı yapıyorum, imar affı yapıyorum diye öve öve vatandaşlarımızdan destek istedi, şimdi de çıkmışlar ne diyorlar? “Vay efendim katalog suç yapacağız” diyorlar. ‘İmar affı yok, olmaz’ diyorlar.

Kendi gölgeleriyle kavga ediyorlar.

Gerçekten arkadaşlar bir değişim şart bu ülkede bir değişim şart.

14 Mayıs günü kendisine sandıkta veda ettikten sonra, biz inşallah bu ülkenin benzer sıkıntıları benzer utançları yaşamaması için yoğun bir çaba içerisine gireceğiz.

Denetimsiz yapılaşmaya ve çarpık şehirleşmeye son vereceğiz.

Bakın bizim DEVA Partisi’nin burada Kahramanmaraş'ta il kongresi oldu. Neredeyse 2 sene önce.

O il kongresinde ben bir konuşma yaptım.

Dedim ki ‘Kahramanmaraş’ın özellikle bazı semtlerinin oturduğu zemin son derece tehlikeli. Ve acilen kentsel dönüşüm gerekiyor bu şehrimize’ dedim.

‘Ama rantı önceleyen değil çevreye saygılı ve insanı önceleyen bir kentsel dönüşüm gerekiyor burada’ dedim.

Benim o gün o konuşmayı yaptığım otel yıkıldı enkazdan maalesef tek bir vatandaşımız bile sağ çıkmadı.

Çünkü deprem ‘geliyorum’ diyor. Hani kaza geliyorum demez derler ya. Kaza geliyorum demez diye bir sözümüz vardır ama deprem geliyorum diyor.

Onun için tedbir almak gerekiyor

Bizim şu anda tek merkezden yönetilen ve her şeye tek bir kişinin karar verdiği dönemi sona erdireceğiz. Bu bitecek.

İnsanlarımızın hayatı, tek kişinin iki dudağı arasına sıkışmayacak. Çünkü biz yerinden yönetim ilkesini esas alıyoruz.

Ta 2 sene önce açıkladığımız Afet Eylem Planı’nda ne diyoruz? ‘Yerinden yönetim’ diyoruz.

Yani ‘muhtarlara kadar yetki vermemiz gerekir’ diyoruz bu konuda. Hem imkân hem yetki.

‘Merkezi hükümetle yerel yönetimler sivil toplum beraberce çalışmalı’ diyoruz.

‘86 milyon nüfusu olan Avrupa'nın en büyük nüfusuna, Avrupa'nın en büyük topraklarına sahip olan Türkiye tek bir merkezden tek bir kişinin küçücük dağarcığıyla yönetilemez’ diyoruz.

Bunların hepsini yazdık açıkladık.

Ben ben ben ben…

Ne zaman ki biz bitti ben başladı bu ülkenin sorunları katlanarak artmaya başladı arkadaşlar.

Haksız ve orantısız rant oluşturan, insanımıza ve doğaya zarar veren tüm zararlı işleri tarihe gömeceğiz.

Devletimizin gücünü, her bir vatandaşımızın yaşamıyla, sağlığıyla, mutluluğuyla, zenginliği ile sağlayacağız.

Olmadık çılgın projelerle vatandaşın vergisini heba etmeyeceğiz.

Ve arkadaşlar hepsi için ne yapacağız? Bütün bunu başarabilmek için ne yapacağız?

Birleşe birleşe kazanacağız. Beraberce kazanacağız.

14 Mayıs’ta inşallah öyle bir kazanacağız ki, bir kaybeden olmayacak.

Çünkü bizim kazanmamızla tüm Türkiye kazanmış olacak. 86 milyonun biz iktidarı olacağız.

Bir tane kaybedenin de iktidarı olacağız.

Çünkü seçimi kazandıktan sonra artık partiler tabii ki seçim öncesi rekabete girer. Haklıdır.

Partiler yarış içerisinde rekabet içerisinde seçime doğru gider ama seçim bittikten sonra kurulacak hükümet 86 milyonun hükümeti olacak.

Biraz önce ticaret odasında söyledim. Milletvekili adaylarımıza İnşallah seçimden sonra milletvekili olacak arkadaşlarımıza da söyledim.

Dedim ki, ‘bakın seçimden sonra sizler TBMM altında Kahramanmaraş’ı temsil edeceksiniz. Ama mesele Kahramanmaraş’sa öyle muhalefet iktidar ayrımı yapmadan Kahramanmaraş’ı temsil edeceksiniz. Bu ülkenin sorunları ancak öyle çözülecek’ dedim.

‘Kahramanmaraş'ın sorunları ancak öyle çözülecek’ dedim.

Çünkü şu anda ülkeyi yönetenler kutuplaştırma üzerinden yönetiyorlar. Beriki öteki diyor. Ben diyor öteki diyor.

Ülkeyi bölerek yönetmeye çalışıyorlar.

Sürekli bir düşman arayışındalar. Hep bir karşı taraf gerekiyor.

Karşı tarafla savaşa savaşa ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar.

Biz diyoruz ki, sen kiminle savaşıyorsun?

Sosyal medyadaki profil fotoğrafını değiştirmiş. Gençlerin dikkatini çekmiştir.

Arkadaş bir seçime gidiyoruz. Kimseyle savaşa gitmiyoruz. Barış içerisinde huzur içerisinde meşru demokratik siyasetin gereği olan bir seçime gidiyoruz. Nedir bu?

‘Yeter bu ülkeyi gerdiğiniz’ diyoruz ‘yeter bu kavga gürültü’ diyoruz.

Biz vatandaşlarımıza hayal satmıyoruz satmayacağız.

Biz vatandaşlarımızın hayallerini gerçekleştirmek için buradayız.

Ve o haberlerde gördüğünüz projeler önemlidir ama biz onları daha ucuza mal edeceğiz.

Daha iyisini daha ucuza mal edeceğiz.

Ve vatandaşımızın da refahı ile zenginliği ile ülke güçlenecek.

Tek tek sizin sahip olduğunuz güvenli hayatla gurur duyacaksınız.

Tabii ki bir ülkenin güçlü silahlı kuvvetleri olacak, tabii ki bir ülkenin ordusu güçlü olacak, tabii ki en son teknoloji ile donatılmış savaş gemilerimiz olacak uçaklarımız olacak tank, top, tüfek, SİHA, İHA hepsi olacak ama bunları yapıyoruz diye vatandaşımıza dönüp yoksulluğa açlığa razı olun demeyeceksiniz. Demeyeceksiniz.

Otoriter rejimlerin hastalığıdır arkadaşlar bu otoriter rejimlerin. Dikkat edin Kuzey Kore'den tutun zamanında Saddam'ın Irak’ına bakın. Zamanında Kaddafi'nin Libya’sına bakın.

Tipik.

Kötü yönetimde vatandaşı fakirleştirirler ondan sonra silahlı kuvvetleri bol bol televizyonda gösterip derler ki 'düşman çok. Bak bizim bu tanka topa tüfeğe uçağa para harcıyoruz. Dolayısıyla siz dönün yoksulluğa razı olun' derler.

Şu anda satır aralarından propaganda makinesi ile vatandaşlarımıza işledikleri her gün bu.

Ülkede yoksulluk var mı? Var.

Yolsuzluk var mı? Var.

Yasaklar var mı? Var.

Bütün bunların üstünü örtmek için zımnen ne diyorlar? ‘E biz bakın bunlara kaynak ayırıyoruz düşman çok onun için halinize razı olun.’

Zımnen dedikleri bu.

Biz bunu reddediyoruz böyle bir şey yok.

Hem ülkemizin güvenliğini tam sağlayacağız hem de vatandaşlarımıza insan onuruna yaraşır bir hayat standardı sağlayacağız.

Bu ikisini birden yapmak mümkün.

Birisi için öbüründen fedakârlık yapmanıza gerek yok.

Kötü yönetimin bedelini siz bu halka yoksulluk olarak şu anda ödetiyorsunuz.
Dolayısıyla hem vatandaşımız güçlü olacak refah içerisinde yaşayacak hem de ülke topyekûn güçlü olacak.

Değerli arkadaşlarım,

Biliyorum şu anda acılarımızın ortasında nefes almaya çalışıyoruz.

6 Şubatlardaki ihmaller bir daha tekrarlanmasın diye çalışıyoruz.

Yeni yaşamı kurmak zorundayız. Ve bunu inşallah hep beraber gerçekleştireceğiz.

Hata yapma hakkımız yok.

Rehavete kapılmaya, ihmal etmeye falan hakkımız yok.

Bizim bir daha, bir kez daha Maraş’ın ihmaline göz yumma şansımız yok.

Dayanıksız binaların inşasına izin veren, imza atan, işinin ehli olmayan bürokratları görevlendirmeye artık tekrar şansımız yok.

Afet anında Maraş’ı kendi kaderine mahkûm eden iktidarlara tahammülümüz yok.

Kızılay’ı, AFAD’ı birilerinin çiftliği haline getiren bu yönetim anlayışına tahammülümüz yok.

Çadıra ihtiyaç olduğu anda çadır satan kamu kuruluşlarına ihtiyacımız yok.

İşte tam da bu yüzden ben bugün buradayım.

Elbette kalbimiz buruk.

Ama değerli dostlarım, biz hazırız. Her şeyle hazırız.

Yarından itibaren göreve başlamak için, size hizmet etmek için, Maraş’a hizmetkâr olmak için hazırız.

Başarmak zorundayız ve inşallah başaracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz hep tekrar ediyoruz: “Bizim hedefimiz tam demokrasi” diyoruz.

Öyle eksik, gedik değil; TAM DEMOKRASİ.

Bizim demokrasi hedefimizde:

Türk-Kürt-Arap-Laz-Çerkez hiç fark etmez,

Sünni-Alevi fark etmez,

Kim olursa olsun, hangi mahalleden, görüşten olursa olsun, herkes ama herkes bu ülkenin “eşit ve onurlu” vatandaşı olacak.

Bizim hedefimiz, ülkemizde “eşit vatandaşlık” ilkesini hâkim kılmaktır.

Eşit vatandaşlık, her bir vatandaşın devletin tüm imkanlarına fırsat eşitliği içinde ulaşabilmesi demektir.

Adalet sadece yargının hızlı ve etkin işlemesi değildir.

Adalet aynı zamanda fırsat eşitliğidir. Eğitimde fırsat eşitliğidir. İşe girerken fırsat eşitliğidir. Terfi alırken fırsat eşitliğidir.

Onun için biz ne dedik?

Mülakatı kaldıracağız dedik.

Başarılı gençler sadece ve sadece iktidarın işine gelmediği için mülakatlarda elenmesin diye mülakatı kaldıracağız dedik.

Hayalimizdeki Türkiye, hepimizin Türkiye’sidir.

Emin olun, er ya da geç, herkesin kendisini eşit ve onurlu vatandaş hissettiği Türkiye hedefimize en kısa zamanda ve hep beraber ulaşacağız.

Bugünü saymazsan 9 bugünü sayarsak 10.

*****

Değerli arkadaşlar;

Kısa, ama zorlu bir zamanımız kaldı.

Biliyorum bizim elimizdeki imkanlar, iktidarın imkanlarıyla yarışamıyor.

Biliyorum, onların propaganda aygıtları bizim elimizde yok.

Ama arkadaşlar, bizde onlarda olmayan çok daha güçlü bir şey var: Biz haklıyız.

Haklı olmanın bize verdiği bir güç var.

Biz işte bu haklı olmanın bize verdiği güçle bu mücadeleyi sürdürüyoruz.

Biz hakkaniyetten, haktan aldığımız güçle bu mücadeleyi veriyoruz.

Onların ne kadar parası olursa olsun devlet imkanlarını ne kadar kullanırlarsa kullansınlar meşru değil ama kullanıyorlar. Böyle bir şey yok.

Seçim zamanı geldiğinde sen devlet imkânlarını kendi partin için kullanamazsın arkadaş.

Bu helal değil.

Yapıyorlar.

Ama onun için işte başarısız olacaklar göreceğiz inşallah. Onun için başarısız olacaklar. Çünkü biz sapasağlam meşru bir zeminde yürüyoruz.

Haklıyız ve o meşru zeminin haklı olmanın bize verdiği güçle yürüyoruz.

Evet zor ama başaracağız. Bunu hep beraber başaracağız.

*****

Değerli arkadaşlarım Değerli dostlarım,

Kahramanmaraş il teşkilatlarımız, ilçe teşkilatlarımız tam 2,5 yıldır çok yoğun bir çaba ve gayret içerisinde.

Ben burada huzurunuzda değerli il başkanımız, milletvekili adayımız İrfan Bey’i özellikle tebrik etmek istiyorum.

Yine çok değerli milletvekilimiz genel başkan yardımcımız Ali Bey’i tebrik etmek istiyorum.

Şu anda tek tek isimlerini saymayım diğer tüm adaylarımıza başarılar diliyorum.

Teşkilatlarımız çok zor koşullarda çalıştılar, biliyorum.

Bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da aynı azimle, aynı kararlılıkla, aynı tutkuyla çalışacaklar bütün parti teşkilatlarımız.

Kurucu il başkanımız İrfan Karatutlu milletvekili adayımızdır. Kahramanmaraş’ın sesi ve gücü olacaktır.

Yine değerli milletvekili adayımız Ali Bey adaşım. Atom karınca namı değer.

İnşallah el ele vereceğiz omuz omuza vereceğiz bir olacağız beraber olacağız ve başaracağız.

Sadece seçimi kazanmayacağız.

Birleşe birleşe sadece seçimi kazanmayacağız.

Birleşe birleşe inşallah Türkiye’yi kazanacağız.

Çünkü bu ülkenin yeniden ayağa kalkmaya ihtiyacı var. Yeniden koşmaya ihtiyacı var ve inşallah bu ülke sadece koşmayacak kanatlanıp uçacak.

Bu nedenle sizden 10 gün sonrası için inşallah güçlü destek bekliyorum.

10 gün sonrası için elimizde iki oy pusulası olacak.

Bir Cumhurbaşkanlığı için oy kullanacağız bir de meclis için oy kullanacağız.

Birinci oy pusulasında inşallah ortak Cumhurbaşkanı adayımız sayın Kılıçdaroğlu’nun isminin altına evet mührünü basacağız.

İkinci oy pusulasında da DEVA için, Saadet için, Gelecek için, Demokrat için ve tabi ki CHP için CHP logosunun altına “evet” mührünü basacağız.

Biraz önce söylediğiniz gibi “Birleşe birleşe kazanacağız” diyeceğiz ve inşallah mecliste de çoğunluğu sağlayacağız.

Söz de milletindir karar da milletindir. Yolumuz açık olsun diyorum.

Haydi Türkiye haydi diyorum.

Haydi berekete diyorum.

Haydi özgürlüğe diyorum.

Haydi zenginliğe diyorum.

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Göremediğimiz bütün dostlarınıza gönül dolusu sevgilerimi selamlarımı lütfen iletmenizi rica ediyorum.

Sağlıcakla kalın diyorum. Sağ olun var olun.

4 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Gaziantep Halk Buluşması Konuşması

Gaziantep Halk Buluşması


Merhaba Gaziantep, merhaba!

Çok kıymetli dostlarım merhaba!

Türkiye’nin DEVA’sı sizlersiniz. Gençler Türkiye’ye DEVA olacak inşallah.

Sivil toplum kuruluşlarımızın, siyasi partilerin kıymetli temsilcileri merhaba!

Bugün seçim çadırımızı ziyaret etmek için bizlerle beraber olan bütün Gaziantepli hemşerilerimiz saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

*****

Az önce Kahramanmaraş’tan geldim.

Biraz geciktik. Kusura bakmayın hakkınızı helal edin. Sizleri ayakta beklettik.

Büyük acımızın üstünden 6 Şubat’tan bu yana 3 ay geçti.

Biliyorsunuz, depremin 1. Haftası 2. Haftası sürekli buralardaydım. Bu bölgedeydim.

Nurdağı’na İslâhiye’ye gittik değerli başkanımız Ertuğrul Bey ile beraber.

Çevre illeri gezdik.

Köyleri ziyaret ettim.

O büyük acıyı ne unutabilirim, ne unutturabilirim.

Bu vesileyle, bu büyük faciada bu büyük depremde kaybettiğimiz bütün vatandaşlarımızı rahmetle anıyorum, hepinize tekrar baş sağlığı ve sabır diliyorum.

O günlerde neler gördük, neler yaşadık, çok kısa şöyle değinip geçeceğim.

İlk 2 gün, 3 gün, yardım çığlıkları karşısında hükümetin adeta felç olduğunu gördük.

Sosyal medya, yardım arayışı için hayati önemdeyken sosyal medyanın kısıldığını gördük.

Telefon altyapısının çöktüğünü, iletişimin kesildiğini gördük.

Susuz, yemeksiz, battaniyesiz kalan insanları gördük.

Çadırların dağıtılamadığını, hatta satıldığını gördük.

Gücü tek elde toplamanın bu koskoca ülkenin 86 milyon nüfusuyla Avrupa’nın en büyük ülkesinin, Avrupa’nın en genç nüfusunun, Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip olan ülkenin tek bir noktadan tek bir kişinin dağarcığıyla yönetilmeye çalışıldığında nasıl işlerin tıkandığını, nasıl işlerin yürümediğini gördük.

Maalesef arkadaşlar…

Normal zamanda, normal hayatı yönetemeyenler afet zamanında afet bölgesini de yönetemedi.

Vatandaşlarımız gündelik, sıradan, mutat ihtiyaçlarını dahi karşılamakta güçlük çekti.

Bizim il başkanlarımız sağ olsunlar kurdukları yardımlaşma sistemi ile depolarla eksikleri gedikleri dolduruyorlar.

İslâhiye’de de gittim gördüm sağ olsun Ertuğrul Bey gayet güzel bir sistem kurdu. Yardımı orada ihtiyacı olan vatandaşlarımıza hızlı bir şekilde ulaştırdı.

Hükümet şu an ne yapıyor? Ülkeyi yönetmek yerine, varsa yoksa algıyı yönetmeye çalışıyor algıyı.

Laf çok iş yok.

Bunları hepiniz biliyorsunuz. Acı acı yaşıyoruz hep beraber.

Bir de sabah akşam sürekli korku pompalıyorlar sürekli.

Sanki iktidar değişirse yok dış güçlermiş, yok iç güçlermiş. Palavranın bini bir para.

Ne diyorlar utanmadan? “Sandık yoluyla darbe” diyorlar…

Sandık yoluyla darbe diye bir şey var mı?

Sandık ne demek?

Bütün vatandaşlarımızın gidip kendi hür iradesiyle meşru demokratik siyaset içinde tercihini kullanması demek.

Korkutuyorlar vatandaşımızı. Asla kanmayın. Asla inanmayın.

İnşallah Türkiye bu süreci huzurla, barış içerisinde, istikrar içerisinde geçirecektir.

Başka ne diyorlar? “Hükûmet değişirse tam bağımsızlık tehlikeye girer” diyorlar.

Bir kere şunun altını kalın kalın çizmek istiyorum.

Bakın kimse bu milletin iradesine “darbe” diyemez bu bir.

Bakın arkadaşlar, ben 2002’de gayet iyi hatırlıyorum.

2002 seçimlerinde de demokrasiye inanmayanlar aynı şeyleri söylüyordu. Aynı tehditleri savunuyorlardı.

Baktılar ki başarısızlık geliyor, baktılar ki sandıkta mağlubiyet artık mukadder, hemen milli değerleri istismar ederek vatandaşlarımızı korkutmaya başlıyorlar.

Bu ülkede uzun süre devlet yönetiminde yer almış arkadaşlarınızdan birisiyim.

Bu iktidar giderse, milli savunmamıza zerre kadar zarar gelmez.

Bu iktidar giderse, milli menfaatlerimize zerre kadar zarar gelmez.

Tam tersine çok daha iyi koruruz biz ülkenin milli menfaatlerini.

Bu iktidar giderse, değerlerimizden asla hiçbir şey kaybetmeyiz.

Tam tersine değerlerimize sahip çıkarız.

Hatta ve hatta; uzun yıllar Milli Güvenlik Kurulu üyesi olmuş, 8 yıl o kurumda bulunmuş, dış işleri bakanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak da şunu söyleyeyim:

Kazandığımızda, ülkemiz o kadar bir güçlenecek ki, şu anda yaptıkları gibi hamasetle değil, gerçek demokrasinin gücüyle yükselecek ülkemiz bütün dünyada. Bunu gerçekleştireceğiz.

Ülkenin Cumhurbaşkanının elin adamından “Aptal olma” diye mektuplar aldığı bir devrin utancını da bitireceğiz inşallah hep beraber.

Neymiş “kuru soğana razı olun, vatan-millet Sakarya”

Kurdukları denklem bu.

Biz ne diyoruz? “Hadi oradan!” diyoruz. “Hadi oradan!” diyoruz.

Bunlar ne diyor? “Düşman çok, biz şunu bunu yapıyoruz, siz de yoksulluğa razı olun” diyor.

Biz bu denklemi reddediyoruz.

Ne diyorlar?

‘Ee düşman çok biz bu ülkenin düşmanlara karşı koruyucusuyuz’ eee? ‘Onun için siz fakirliğe razı olacaksınız.

Böyle bir şey yok. Böyle bir şey yok.

Devletin görevi bu ülkenin güvenliğini sağlamaktır eş zamanlı olarak da milletin refahını yükseltmektir.

Öyle arada bir denge yok yani. Bunların hepsini başaracağız hepsini gerçekleştireceğiz.

Biz hem milletimizin açlık sınırı altında olmasına itiraz ediyoruz, hem de ülkemizin milli onurunun yerle bir edilmesine itiraz ediyoruz.

Arkadaşlar hatırlayın Suriye'de hemen şu sınır ötesinde 34 askerimiz şehit edildiğinde gitti Putin'in kapısında beklemedi mi?

Rus televizyonları kronometreyi açıp kaç dakika kapıda bekletildiğini haber kanallarına vermedi mi?

Yazık.

Dünyaya rezil olduk.

Böyle bir şey kabul edilmez.

*****

Bakın değerli arkadaşlarım;

Tüm bu acıları beraberce sarıp, huzurlu günler inşallah görmemize çok çok az kaldı.

Çok az kaldı.

Önümüzdeki seçimler değerli arkadaşlar, ülkemizde çok hızlı bir atılımın başlangıç noktası olacak.

Denetimsiz yapılaşmaya, çarpık şehirleşmeye son vereceğiz.

Bu tek merkezden yönetilen, her şeye tek bir kişinin karar verdiği ama onun da çok yanlış kararlar verdiği dönemi kapatacağız.

İnsanlarımızın hayatı, tek kişinin iki dudağı arasına kalmayacak. “Yerinden yönetim” ilkesiyle hareket edeceğiz yerinden.

Bu büyük ülke ancak yetkinin Ankara’dan merkezden yerele doğru bir miktar devredilmesiyle yönetilir.

Başka ne yapacağız?

Haksız ve orantısız ranta son vereceğiz.

İnsanımıza ve doğaya zarar veren tüm işleri de tarihe gömeceğiz.

Devletimizin gücünü; her bir vatandaşımızın yaşamıyla, sağlığıyla, mutluluğuyla, sağlayacağız.

Ve olmadık projelere dünyanın paralarımı gömmelerine de izin vermeyeceğiz.

İşte Kanal İstanbul, Kanal İstanbul,

Şu anda Türkiye’nin depreme hazırlanmasıyla ilgili milyarlarca Dolar kaynağa ihtiyaç varken sıra Kanal İstanbul’da mı yahu?

Böyle bir şey yok.

Önceliğimiz İnsan, önceliğimiz insan hayatı.

Önceliğimiz bütün Türkiye’nin depremlere hazırlanması,

Kaynakları oralara yönlendirmek zorundayız.

Akıl dışı maceralara atılıp, ülkeyi fakirleştiren düzeni sonlandıracağız.

Ve arkadaşlar bütün bunlar için ne yapacağız?

Birleşe birleşe çoğalacağız.

14 Mayıs günü öyle bir kazanacağız ki, aslında kaybeden olmayacak. Hiç merak etmeyin.

Herkes kazanacak. 86 milyon kazanacak.

Soframızın bereketini el birliği ile artıracağız.

*****

Değerli dostlarım,

Biliyorum, acılarımızın ortasında hep beraber nefes almaya çalışıyoruz.

Biz, yeni yaşamı kurmak zorundayız.

Deprem sonrası yepyeni bir hayatı inşa etmek zorundayız.

Hata yapma hakkımız yok.

Rehavete kapılmaya, ihmale hakkımız yok.

Bizim bir daha, bir kez daha Antep’in ihmal edilmesine göz yumma şansımız yok.

İslâhiye’nin Nurdağı’nın ihmal edilmesine göz yummaya şansımız yok.

Dayanıksız binaların inşasına izin veren, imza atan, işinin ehli olmayan bürokratları atama şansımız yok.

Afet anında, Antep’i Nurdağı’nı İslâhiye’yi bir gün, iki gün, üç gün kendi kaderine mahkum eden iktidarlara tahammülümüz yok.

Kızılay’ı, AFAD’ı birilerinin çiftliği haline getiren bu yönetime tahammülümüz yok.

İşte tam da bu yüzden ben bugün buradayım.

Kahramanmaraş’a uğradım ayrıca Elbistan’a gitmiştim daha önce

Maraş’taki dostlarımızla şöyle bir sohbet ettik, Adana üzerinden Ankara’ya dönerken de burada şimdi sizlerle beraberiz.

Adaylarımızla şöyle bir dertleşmek,

Durumu burada, yerinde arkadaşlarımızla istişare etmek üzere uğradık Antep’e.

15 Mayıs sabahı hep beraber güle güle diyoruz hep beraber.

Evet, elbette neşeli değiliz, mutlu değiliz.

Elbette kalbimiz buruk.

Fakat değerli arkadaşlar;

BİZ HAZIRIZ.

Yarından itibaren göreve başlamak için, size hizmet etmek için, Antep’e hizmetkâr olmak için hazırız.

Biz hazırız değerli adaylarımızda hazır ve 6 siyasi parti olarak hazırız.

Başarmak zorundayız ve başaracağız.

*****

Değerli arkadaşlar;

Az ama zorlu bir zaman kaldı. Son 10 gün.

Biliyorum bizim elimizdeki imkanlar, iktidarınkilerle yarışamaz.

Biliyorum, onların propaganda makinası bizim elimizde yok.

Ama arkadaşlar, bizim elimizde de, onlarda olmayan çok daha güçlü bir şey var:

Haklı olmanın gücü, çünkü Biz haklıyız.

Biz, haklı olmaktan aldığımız güçle bu mücadeleyi veriyoruz.

Biz hakkaniyetten, haktan aldığımız güçle mücadele verdik, veriyoruz.

Ve arkadaşlar kazanacağız.

Evet, yolumuz zor, ama başaracağız.

Hep beraber başaracağız.

*****

Kıymetli dostlarım,

Gaziantep il ve ilçe teşkilatlarımıza 2,5 senedir yürüttüğümüz çok güzel bir çalışma var. Gerçekten ben bütün teşkilatımızı, başkanımız Ertuğrul Bey şahsında ve Başkan vekilimiz Ali Bey’in şahsında tebrik etmek istiyorum.

Bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da aynı azimle, aynı kararlılıkla, aynı tutkuyla çalışacaklarına eminim.

Kurucu il başkanımız Ertuğrul Kaya DEVA Partisinin milletvekili adayıdır.

TBMM’de diğer adaylarımızla beraber İnşallah Gaziantep’in güçlü sesi olacaklar.

Bu nedenle, sizlerden 10 gün sonra çok güçlü bir destek bekliyorum.

10 gün sonra; önümüzde iki tane oy pusulası olacak değil mi.

Bir cumhurbaşkanlığı seçimi, bir de meclis seçimi.

Birinci oy pusulasında ne yapacağız?

6 partinin ortak adayı olan Sayın Kılıçdaroğlu’nun isminin altına evet mührünü basacağız.

Ve inşallah Sayın Kılıçdaroğlu 13.Cumhurbaşkanı olacak.

İkinci pusulada ne yapacağız.

Milletvekili seçimi pusulasında, meclis pusulasında.

Ne diyeceğiz DEVA için CHP’nin logosunun altına evet diyeceğiz.

Saadet için CHP’ye evet diyeceğiz.

Gelecek için CHP’ye evet diyeceğiz.

Demokrat için CHP’ye evet diyeceğiz.

Ve tabi ki CHP için CHP’ye evet diyeceğiz.

Değerli arkadaşlar;

İnşallah Gaziantep o seçim günü seçim pusulalarına evet mührünü öyle kuvvetli vuracak ki,

Külliyenin duvarları titreyecek. Bu olacak

“Birleşe birleşe kazanacağız” diyoruz ya birleşe birleşe mecliste çoğunluğu alacağız.

Çünkü mevcut Anayasa, mevcut seçim yasası ne diyor.

Partiler bir araya geldiğinde herkes kazanıyor diyor.

İşte biz bunu yaptık bunu gerçekleştirdik.

Bu 10 gün boyunca kapı kapı vatandaşlarımıza gideceğiz. Çalmadık kapı bırakmayacağız ve ısrarla anlatacağız.

Özgür ve zengin Türkiye’de; onurlu yaşamın teminatı sizin için bizler olacağız diyeceğiz.

Ve şunu unutmayalım arkadaşlar;

Bu seçim aslında bir referandum,

İki tercihli bir referandum,

Birinci pusulada ülkeyi yönetme iddiasıyla aday olan 2 tane seçenek var

Erdoğan, Kılıçdaroğlu

İkinci pusulada da yine ülkeyi yönetme iddiasıyla bu işin içinde olan,

Cumhur ittifakı var, Millet ittifakı var.

Aslında her iki pusulada da bir referandum var,

İki tercihli bir referandum bu seçimin özü o.

Bir metre uzunluğunda pusulada olsa

O pusulada ülkeyi yönetme iddiasında olan gerçekçi iki alternatif var.

Cumhur ittifakı, Millet ittifakı.

Ama aslında biz ne ile neyin arasında tercihte bulunacağız biliyor musunuz?

Bu referandumda aslında karşımıza çıkacak iki tercihli referandumda hangi iki tercih arasında oyumuzu kullanacağız.

Ben şimdi Gaziantep’e soruyorum: İki tercih var karşımızda oy pusulalarında

Otoriterlik / Demokrasi

Keyfilik / Hukuk

Tek akıl / Ortak akıl

Gaziantep cevapların hepsini biliyor.

Böyle iki tercihe indirdiğimizde iş kolaylaşıyor.

Bir metrelik pusulada iki tercih var.

Her şey çok güzel olacak inşallah.

İki tercih var arkadaşlar.

Korku / Umut

Öfke / Sevgi

Yoksulluk / Zenginlik

Karakış / Bahar

Bu kadar basit inanın

Hiç kafa karıştırmaya gerek yok

Bu seçim bir referandum

Birinci tercih mi, ikinci tercih mi o kadar.

Hepsini biliyoruz.

Atama bekleyen bütün vatandaşlarımızın sorunlarını iyi anlıyoruz, biliyoruz.

Ve diyorum ki arkadaşlar artık şurada on gün kaldı.

*****

Haydi Türkiye, haydi! (…)

Haydi Berekete! (…)

Haydi Özgürlüğe! (…)

Haydi Zenginliğe! (…)

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla kucaklıyor, muhabbetle selamlıyorum.

Yolumuz açık olsun, yolunuz açık olsun, kalın sağlıcakla, sağ olun var olun diyorum.

Arkadaşlarınıza, ailelerinize bol bol selamlarımızı, hürmetlerimizi iletmenizi özellikle rica ediyorum.

Kazanan Türkiye olsun diyorum.

Sağ olun, var olun,

Allahaısmarladık.

3 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kadıköy Halk Buluşması Konuşması

 

Kadıköy Halk buluşması


Değerli yol arkadaşlarım,

Sevgili dostlarım,

Binlerce yıllık kadim şehir Kadıköy!

Merhaba!

Güneşin kendini gösterdiği, baharın müjdelendiği bu güzel Mayıs gününde herkese Merhaba!

*****

Değişime 11 kala, burada aranızda olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Kadıköy’ün hakkına kavuşmasına çok az kaldı.

Bu yorgun yönetimin, bu iktidarın gitmesine onları müsait bir yerde indirmemize çok az kaldı.

İşte görüyorum;

Kadıköy değişime hazır. Kadıköy özgürlüğe hazır.

Kadıköy özgürlüğe umuda hazır, bolluğa, berekete, zenginliğe hazır.

Hazır mısınız arkadaşlar? (…)

İşte Kadıköy’e bu yakışır.

Hep beraber hazırız inşallah hep beraber.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’nin DEVA’sı gençler. Gençler siz önden yürüyorsunuz biz sizi takip ediyoruz.

Gençler bizim yarınımız değil gençler bugünümüz.

Onun için gençler önden gidiyor biz arkadan onları takip ediyoruz.

Farkındayız, gençlerimiz mutsuz, gençlerimiz umutsuz.

Onun için biz ne diyoruz? Bizler hep beraber gençlerin DEVA’sıyız diyoruz.

Onun için yola çıktık diyoruz zaten.

Biz emeklilerin de DEVA’sıyız inşallah. Türkiye’nin DEVA’sıyız. Ama hep beraber Türkiye’nin DEVA’sıyız.

Çünkü ne diyoruz? Birlikte DEVA var diyoruz.

Birleşe birleşe büyüyeceğiz diyoruz.

Hep beraber omuz omuza bu ülkeyi tekrar ayağa kaldıracağız diyoruz.

Birleşe birleşe kazanıyoruz arkadaşlar.

11 gün kaldı 11 gün inşallah.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’de ne zaman iktidarların işi sıkışsa ne yaparlar biliyor musunuz?

Hemen milli değerlerimizle oynama başlarlar.

Kim ki artık iş yapamaz hâle gelir, kim ki başarı üretemez hâle gelir kim ki tükenir; işte o noktada milli değerlerimizi istismar etmeye başlarlar.

Siyasi tarihimizde biz bunu defalarca gördük.

İşte Sayın Erdoğan’ı görüyorsunuz.

Arkadaşlar, sosyal medyadaki profil fotoğrafını değiştirmiş yahu.

Dikkatinizi çekti mi?

Sayın Erdoğan, seçime gidiyoruz, seçime… Savaşa gitmiyoruz…

Ne oluyor? Ne oluyor? Seçime gidiyoruz.

Bu demokrasinin emrettiği bir seçim.

Ülkeyi savaş havasına sokuyoruz gibi hiçbir şey söylemeyin. O havayı da vermeyin.

Huzur içerisinde barış içerisinde istikrar içerisinde hep beraber bir seçime gidiyoruz o kadar.

Ondan fazla bir anlam yüklemeyin buna.

Ama merak etmeyin arkadaşlar, biz memleketimizi, ülkemizi bir demokrasi bayramına götürüyoruz.

11 gün sonra ülkemizde inşallah 15 Mayıs bir demokrasi bayramı olacak.

Ve her yerde kutlayacağız.

Çünkü biz ‘barışa barışa kazanacağız’ diyoruz.

Onlar 'savaşa savaşa kazanmaya çalışıyor değil mi?

Biz ne diyoruz? ‘Birleşe birleşe, barışa barışa, hellalleşe helalleşe kazanacağız’ diyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Tıpkı geçmişte olduğu gibi, sandıkta oylarımızı kullanacağız ve iktidar değişecek.

Bu kadar basit.

Demokrasiye yakışır bir seçim yapacağız inşallah ve bunu hep beraber milletçe yapacağız.

Ne kadar tahrik etmeye çalışırlarsa çalışsınlar ne kadar bu milleti korkutmaya çalışırlarsa çalışsınlar biz inşallah milletimizin sağ duyusuyla milletimizin aklı
selimiyle huzur içerisinde yapacağımız bir seçime doğru gidiyoruz.

O kadar.

Yok dış güçlermiş, yok iç güçlermiş. Palavranın bini bir para.

Daha da ötesine gidiyorlar… Neymiş iktidar değişirse tam bağımsızlık tehlikeye girermiş…

Bakın arkadaşlar, ben bu lafları iyi hatırlıyorum.

2002 seçimlerinde de demokrasiye inanmayanlardan aynı argümanları kullanıyorlardı.

Dejavu yaşıyoruz. Tarih tekerrür ediyor. Aynı argümanlar.

Baktılar ki başarısızlık geliyor, baktılar ki sandıkta mağlubiyet geliyor; hemen milli değerlerimizi kullanarak vatandaşlarımızı korkutmaya başlıyorlar.

Bu ülkede en uzun süre hükümette görev almış kişilerden biri olarak söylüyorum arkadaşlar;

Bu iktidar giderse, bizim milli güvenliğimize milli savunmamıza zerre kadar zarar gelmez. Zerre kadar.

Bu iktidar giderse, bizim milli menfaatlerimize zerre kadar zarar gelmez.

Bu iktidar giderse, milli değerlerimizden hiçbir şey kaybetmeyiz.

Tam tersine üstüne ekleye ekleye gideriz.

Hatta ve hatta; uzun yıllar tam 8 yıl Milli Güvenlik Kurulu’nda oturmuş, dış işleri bakanlığı da yapmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum.

Biz kazandığımızda ülkemiz öyle bir güçlenecek ki, şimdiki gibi hamasetle değil, gerçek demokrasinin gücüyle dünyanın itibarlı bir ülkesi olacağız.

Demokrasiyi de atılımı da öyle yarınlara bırakmayacağız. Hemen bugün gerçekleştireceğiz inşallah.

Ve hep beraber gerçekleştireceğiz.

Bakın arkadaşlar biz bu ülkenin devlet başkanının “Aptal olma” diye mektuplar aldığı bir devrin utancını yok edeceğiz.

Mektubu almadı mı?

Ne oldu gitti kendisi elden teslim etti.

O mektubu hiç almayacaksın. Mektupta ne yazdığını bilmiyor musun?

Biz diplomasiyi biliriz.

Öyle bir mektup yazıldığı anda onun haberini alırsın ve mektup daha gelmediği anda reddedersin.

Okuyup da ayağına gidip o mektubu ‘ben bunu kabul edemeyeceğim’ demezsin.

Neymiş bunlar tutturmuşlar “kuru soğana razı olun, vatan-millet Sakarya”

Dedikleri bu.

Bu diyene ne derler?

Zaten eğer soğan 30 lira olduysa o iktidara hep beraber güle güle demenin zamanı gelmiş demektir.

Değerli arkadaşlarım,

Bunlar şöyle bir denklem kurmaya çalışıyorlar bakın,

Otoriter rejimlerin hepsinde vardır bu.

Şöyle bakın ülke ülke saymaya gerek yok ama bir Kuzey Kore’ye bakın. Bir eski Saddam’ın Irak’ına bakın. Bir eski Kaddafi’nin Libya’sına bakın.

Otoriter rejimler ne yapar?

Vatandaşlarına der ki; ‘Bakın çok düşman var ha çok düşman var. Onun için tankımız, tüfeğimiz, topumuz, savaş uçağımız olacak. Ama siz de açlığa yoksulluğa razı olacaksınız’ der.

Klasik. Bütün dünyada bu tekrar eder.

Rejim otoriterleştikçe insanlar yoksullaşır, ama yoksul insanlara derler ki ‘düşman çok. Bu düşmanlardan ancak sizi biz koruruz’ diye bir denklem kurmaya çalışırlar.

Biz bu denklemi reddediyoruz. Öyle bir şey yok.

Biz hem milletimizin açlık sınırı altında olmasına itiraz ediyoruz, hem de ülkemizin milli onurunu yerle bir eden bu yönetime itiraz ediyoruz.

Ülkemizin tabii ki güçlü bir ordusu olacak. Tabi ki en yüksek teknolojiye sahip uçak gemisiymiş, savaşmış helikoptermiş, İHA’ymış, SİHA’ymış tabii ki olacak.

Sen devletsen bunları zaten yapacaksın ama bunlar var diye milleti, açlığa yoksulluğa razı olmaya zorlamayacaksın.

Biz diyoruz ki hem bu millet topyekûn zenginleşecek hem de Türkiye dünyanın itibarlı, güçlü bir ordusuna sahip olacak. Biz bunu diyoruz.

Birine sahip olmak ötekinden vazgeçmek anlamına gelmiyor.

Sürekli bu denklemi kuruyorlar aynı dünyadaki başka otoriterleşen rejimler gibi.

Şu işe bakın.

Dış işleri Bakanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak içim acıdı.

Bu ülkenin her bir vatandaşı 86 milyon vatandaşımız ülkenin eşit ve onurlu vatandaşıdır. Kimsenin bir başkasına üstünlüğü yoktur.

Bakın arkadaşlar İçim acıdı.

Diplomasinin içinde olmuş dışişleri bakanlığı yapmış ve 8 yıl Milli güvenlik kurulunda oturmuş devletin en hassas güvenlik dosyalarına hâkim olan bir insan olarak söylüyorum.

Suriye’de 34 şehidimizin ardından Putin’in kapısında dakikalarca bekletilen bir devlet başkanı olamaz.

Devlet televizyonunda kronometre açtılar. Dediler ki, ‘Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanını dakikalarca kapıda bekletiyoruz’ diye kronometreyle gösterdiler. Hatırlayın.

Üstelik 34 şehidimizden sonra gidip Moskova’ya ayağına gidip kapısında bekledi.

Böyle bir şey olur mu?

Türkiye Cumhuriyeti’ne bu yakışır mı?

Benim buna itirazım var.

Milletimizin itirazı var.

Kimse kusura bakmasın. Bu kötü yönetimin bedelini içeride halkımız ödüyor. Dışarıda da ülkemizin boynunu bükük kalıyor.

Bakmayın içerde pompaladıkları havaya.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları pek çok ülkede maalesef güzel muamele görmüyor.

Eskiden Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşımanın bir değeri vardı, itibarı vardı, onuru vardı.

Avrupalılar gelip bizden pasaport istiyordu vatandaşlık istiyordu.

Ben soruyordum Avrupalı iş adamlarına; sizin AB pasaportunuz var arkadaş bizim vatandaşlığımız size ne yarayacak? Ne işinize yarayacak?

Diyorlardı ki, ‘Bizim farklı ülkelerde Afrika’da, Asya’da bagajlarımız var. Sömürgeci tarihimiz var. Ama sizin yok. Sizin tarihiniz pırıl pırıl. Biz Avrupalı iş insanları olarak gidip Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da iş yaparken Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu koyduğumuz zaman kapılar açılıyor’ diyorlardı bize.

Bugünleri yaşadı bu ülke.

Ama neredeeen nereye değil mi? Bak neredeeen nereye...

Artık yeter diyoruz. Yeter ya diyoruz.

Hatırlayın vaktiyle kendisi 2017’de ne demişti kendi partisi için “Metal yorgunluğu var’ demişti. ‘Parti teşkilatını yenileyeceğiz” demişti.

Kendisi ise tam 21 senedir o partinin başında. Daha da ötesi ülkenin başında.

Metal yorgunluğu on binlerce parti teşkilatı mensubu için var da kendisinin hiç mi metal yorgunluğu olmuyor?

Bu nasıl iş?

Tam 21 senedir o partinin başında. Daha da ötesi ülkenin başında.

Tüm Türkiye artık bir Erdoğan yorgunluğu yaşıyor.

Artık bu iktidar bu milletin sırtında bir yük.

İktidarlar milletten yük alır. Millete yük olmaz.

Bu iktidar artık bu millete bir yük.

Onun için bu seçimde milletimiz sırtına taşıdığı yükü kenara indirecek müsait bir yerde.

Güle güle Erdoğan deyip milletçe yolumuza devam edeceğiz inşallah.

Arkadaşlar kadro olarak Türkiye’nin DEVA’sı olacağız.

Millet İttifakı olarak ülkemizin dertlerine çare bulacağız sorunlarına DEVA olacağız inşallah. Bunu Millet İttifakı olarak gerçekleştireceğiz birlik beraberlik içerisinde yapacağız.

Çünkü ne demişler? Bir elin nesi var iki elin sesi var.

Biz 6 el olduk.

6 el olunca ses daha çok çıkar değil mi?

Bunu gerçekleştireceğiz inşallah.

Değerli arkadaşlar,

Bakın bu iktidar ne yapıyor?

Bir gün Mısır’a olmadık laf ediyor, bir gün Birleşik Arap Emirlikleri’ne çatıyor, ertesi gün Almanya’ya, hoop Amerika’ya, Rusya’ya.

Sonra hiçbir şey olmamış gibi gidip onlardan aldığı üç beş milyar dolar borç karşılığı sarmaş dolaş oluyor.

Kaç ülkeyle yaptılar bunu.

Suudi Arabistan’ın veliaht prensine katil dedi parayı alınca kucaklaştı.

Birleşik Arap Emirliklerine 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörü dedi parayı alınca kucaklaştı.

Böyle bir şey mi olur?

Bu milletin onuruymuş, ülkenin istikbaliymiş; inanın hiçbir şey umurlarında değil. Tek dertleri iktidardan kalkmamak. Tek dertleri inanın bu.

Bir sabah kalkıyor, haçla hilali çakıştırıyor.

Bir gün ‘Şangay Beşlisi’nde olmak istiyor, bir başka sabah da kalkıp ‘Avrupa Birliği güzeldir’ diyor.

Durmadan zigzaglar yapıyor, durmadan U dönüşleri yapıyor.

Ben buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum:

Sayın Erdoğan, biraz yavaş. Biraz yavaş. Ülkeyi yayık ayranına çevirdiniz. Çalkalayıp duruyorsunuz bu milleti yahu.

Yazık.

Bütün o kavgalar nedeniyle ülkemizdeki her bir ferdin cebindeki parayı erittiniz.

Her bir vatandaşımızın cebindeki parayı erittiniz.

Üreticimizin ihracat alanlarını daralttınız.

Turizmcinin müşterisini azalttınız.

İstanbul yaşamadı mı bunu defalarca?

Gidiyor bir yerle kavga ediyor bunun bedelini İstanbul ödüyor. Daha az turist geliyor.

Ertesi gün gidiyor başkasıyla kavga ediyor yine İstanbul ödüyor bedelini.

Ne olursa olsun bedel ödeyen İstanbul oluyor. Ne olursa olsun bedel ödeyen Türkiye oluyor.

Günün sonunda enflasyonu üç haneye, faizi iki haneye çıkardınız. Döviz kurunu da patlattınız.

İşte bugün değerli arkadaşlar ayın 3'ü enflasyon açıklandı değil mi?

Bağımsız araştırma kuruluşu ENAG 1 yıllık enflasyonu açıkladı %105.

TÜİK ne açıkladı? %44. Hangisine inanacaksın?

Alışverişe giden her vatandaşımız, çarşıya pazara giden her vatandaşımız gerçek enflasyonu görüyor.

Sen hangi fiyatı hangi enflasyonu kimden saklıyorsun?

Kimi aldattığını zannediyorsun?

Yıllardır gösterdiğiniz kuru bir inadın ülkemizi Doğu Akdeniz'de nasıl yalnızlaştırdığını biz görüyoruz.

Bu ülkenin en büyük Milli güvenlik sorunu oldu şu anki iktidar.


Bir kişinin şahsi dürtülerine bağlı dış ilişkiler seti ile; ülkenin menfaatleri üzerinde tepinip durdunuz yıllardır.

Şimdi ben buradan Kadıköy’den ilan ediyorum.

Ne diyorum?

Sayın Erdoğan güle güle diyorum.

Güle güle diyorum.

Değerli arkadaşlarım,

İnşallah bu iktidar gittikten sonra ülkemiz dış politikada itibarlı ve güçlü bir ülke olacak.

Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da Türkiye yeniden yıldızı parlayan ülke olacak.

Avrupa ile Amerika ile bu milletin menfaatlerine uygun ilişkiler geliştireceğiz. 3-5 kişinin menfaatine değil.

Topyekûn milletin menfaatine ilişkiler geliştireceğiz.

Öyle Biden’ın telefon kuyruklarında falan da beklemeyeceğiz.

Unutmayın ekim de seçildi 6 ay telefon kuyruğunda bekledi, Nisan ayında Biden telefona geri döndü.

O da ne zaman 1915 olaylarının yıl dönümünde dedi ki, ‘biz bu olayları soykırım olarak tanıyabiliriz haberin olsun’ dedi. Telefonda geri dönüşün sebebi de o.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanının 6 ay telefon kuyruğunda bekletilmesinin, bir başka ülkenin Cumhurbaşkanı devlet başkanı tarafından 6 ay telefonuna çıkılmamasını ben bu ülkenin gururunu inciten bir tablo olarak görüyorum arkadaşlar.

Bu ülkeye yakışmaz. Türkiye’ye yakışmaz.

Ama bu utanç devri bitecek inşallah bitecek.

Bunlar bütün bu tabloyu alıyor eviriyor çeviriyor o Ankara’da bir bina var ya biz onlara ‘algıları ayarlama enstitüsü’ diyoruz Cumhurbaşkanına direk bağlı iletişim binası alıyorlar eviriyorlar çeviriyorlar bu milletten topladıkları vergiyle bu millete yalanları sürekli pompalıyorlar.

Yaptıkları bu.

*****

Bakın arkadaşlar,

2019 yerel seçimleri. “Ekrem İmamoğlu’na oy vermek, Sisi’ye oy vermektir” demedi mi?

İstanbul demedi mi?

Ne oldu?

Gitti ayaküstü bir el sıkışırken fotoğraf çektirmek için peşinde koştu. Ve sadece ayak üstü bir el sıkma.

Bunun için peşinden koştu.

Arkadaşlar, biz kimseye “Falanca ülkeyle neden ilişkiyi normalleştiriyorsun?” diye sormuyoruz.

Türkiye’nin ‘Neden falanca ülkenin elini sıktın?’ diye bir soru sorma lüksü yok.

Çünkü biz her ülkeyle iyi ilişkilerden yanayız.

Biz normalleşme çabalarını destekliyoruz.

Ancak, iç siyasette sürekli düşman üretme ihtiyacı sebebiyle üç-beş oy fazla almak amacıyla yalancı kavgaların bedelini milletimizin ödemesine karşıyız.

Şu andaki durum tam bu.

Düşman gerekiyor. Düşmansız siyaset yapamıyor. Ger gün bir düşman üretmek derdinde.

Çünkü illa bir karşı taraf lazım baştan söyledim ya kavga siyaseti. Kavga siyaseti...

İlla bir düşman olacak.

Düşmanı gösterip kendi seçmenini konsolide edecek.

Biz buna karşıyız.

Doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandık ya.

Biz bu kavgacı, içe kapalı, ülkemizi dünyadan koparan maceralara son vereceğiz.

Bizim istikametimiz değerli arkadaşlar Avrupa Konseyi standartlarıdır, AB standartlarıdır.

Çok açık.

Ha üye oluruz, olmayız ayrı bir konu. Ama bizim hedefimiz vatandaşlarımıza en az Avrupa Birliği seviyesinde o standartlarda hukuku sağlamaktır, demokrasiyi sağlamaktır özgürlükleri sağlamaktır. En az AB seviyesinde bir refah ve zenginlik sağlamaktır.

Bizim hedefimiz budur ve Türkiye bunu başarır gerçekleştirir.

Yeter ki niyet olsun yeter ki istikametimizi insandan yana çevirelim. Önce insan diyelim.

İnsan onurunu yücelten insan onuruna yaraşır bir anlayışa bu ülkeyi yönetelim.

Değerli arkadaşlarım,

“Vatan elden gidiyor, açlığa mahkûm kaldık” diye yani vatanın elden gitmesiyle korkutup vatandaşlarımızı açlığa mahkûm eden, yalanla, dolanla vatandaşı hor gören bu zihniyeti yok etmek için yola çıktık.

DEVA Partisini bunun için kurduk.

3 yıl önce beyaz bir sayfayla başladık.

İşte şimdi çok daha güçlüsünü, çok daha iyisini, çok daha sağlamını yapacağız.

Değerli arkadaşlarım değerli gençler, Türkiye’nin bir başka kurtarıcıya daha ihtiyacı yok.

Çok gördük onlardan. Çok çektik o kendini kurtarıcı diye tanımlayanlardan.

Biz kadro hareketiyiz kadro. Ve ülkenin ‘öyle bir kurtarıcı gelsin bütün sorunlarını çözüsün’ diyerek aşabileceğine de asla inanmıyoruz.

Kim ki ‘ben’ diyorsa ondan korkun. Kim ki ‘biz’ diyorsa ona güvenin.

Çünkü Türkiye çok büyük bir ülke, çok güçlü bir ülke.

86 milyon nüfusumuzla Avrupa'nın en büyük nüfusuna sahibiz. Avrupa'nın en genç nüfusu bizde. Avrupa'nın en büyük toprakları bizde. Avrupa'nın en büyük tarım alanları bizde.

Ama bu büyük ülke tek bir kişinin dağarcığına sığmaz sığdırılamaz.

Onun için diyoruz ki biz Türkiye birden büyüktür 86 milyon birden büyüktür diyoruz.

Kadro olarak dürüst ve ehil kadrolarla Türkiye'ye DEVA olacağız inşallah.

Değerli arkadaşlarım,

İnanıyorum ki evlatlarımız güçlü demokrasisiyle, güçlü ekonomisiyle, güçlü adaletiyle Avrupa’nın başı dik üyesi Türkiye’de büyüyecek.

Ben buna gönülden inanıyorum. Biz bunu gerçekleştireceğiz.

Ha savunma sanayiymiş, otomotiv sanayiymiş, teknolojiymiş; tüm bunlara gözbebeği gibi bakacağız.

Bunların kara propaganda makinelerine bakmayın; biz daha iyisini yapacağız inşallah. Çünkü biz çok daha iyiyi çok daha ucuza mal edeceğiz.

Çok daha yüksek teknolojiye çok daha düşük maliyetlerle ulaşacağız.

Silahlı kuvvetlerimizin; demokratik denetim ve gözetime tabi, itibarlı, caydırıcı ve etkin bir caydırıcı güç olmasını sağlayacağız.

Olur olmadık şahsi çekişmelerin içinde, ordumuzun caydırıcı gücünün de test edilmesine günlük siyasete alet edilmesine de asla izin vermeyeceğiz.

Hem özgür, hem bağımsız, hem de zengin olacağız!

Başta söylediğim o dengeyi kırmayacağız. Hep beraber bunu başlatacağız.

Ötesi yok, başka yol yok!

*****

Ama değerli arkadaşlar tüm bunları nasıl gerçekleştireceğiz?

14 Mayıs’ta sizlerin desteği ile, sizlerin vereceği oylarla gerçekleştireceğiz.

Evet 14 Mayıs’ta önümüzde 2 tane pusula olacak.

Birinci pusulada Cumhurbaşkanımızı seçeceğiz.

Ortak Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun isminin altına “evet” mührünü basacağız.

Birinci pusulada böyle. Geldik ikinci pusulaya.

İkinci pusulada 1 metre uzunluğunda.

30 küsur parti var. Demokraside bir zenginliktir güzel.

Ama o ikinci pusulada milletvekillerimizi seçerken ne yapacağız?

Oylarımızı DEVA için CHP’nin logosunun altına evet şeklinde kullanacağız.

Yine oylarımızı Saadet için, Gelecek için, Demokrat Parti için CHP’nin logosunun altına ‘evet’ mührünü basarak kullanacağız.

Böylece birleşe birleşe kazanacağız.

Bu seçim öyle bir seçim ki arkadaşlar beraber olduğunuzda hep beraber kazanıyorsunuz.

Havuz büyüyor ve büyüyen havuzdan herkes daha fazla istifade ediyor.

Ve Türkiye kazanıyor sonuçta ama bu seçim aynı zamanda her siyasi partinin belirli şekillerde fedakârlık yaptığı bir seçim.

Dolayısıyla ne yapıyoruz?

Baştan 5 parti 6 parti olarak fedakârlık ediyoruz ama en sonunda da hep beraber kazanıyoruz. Türkiye kazanıyor.

Bu seçim öyle bir seçim.

Ve değerli arkadaşlarım bu seçim aslında bir referandum. Bir referandum.

Bu seçimde aslında önümüzde iki tane tercih var.

Çünkü birinci pusulaya baktığınızda Türkiye'yi yönetme iddiası olan iktidar iddiası olan ne var 2 tercih var.

Sayın Erdoğan, Sayın Kılıçdaroğlu.

Öbür pusulaya bakıyorsunuz ülkeyi yönetme iddiası olan bir Cumhur ittifakı var bir de Millet ittifakı var.

Yani ülkeyi yönetme iktidar olma iddiasında olan birinci pusulada 2 tane tercih var ikinci pusulada da 2 tercih var.

Peki, bu tercih neyle neyin tercihi?

Bu referandum ne ile ne arasında referandum?

Bu tercih ne ile ne arasında tercih? Şimdi Kadıköy'e soruyorum, önümüzde aslında bir referandum var.

Bu referandumda,

Otoriterlik mi demokrasi mi?

Baskı mı özgürlük mü?

Keyfilik mi hukuk mu?

Çok zor değil değil mi seçmek?

İki tercihi önünüze koyduğunuzda aslında çok net. Anlaması da kolay anlatması da kolay.

Devam ediyorum 2 tercih.

Tek akıl mı ortak akıl mı?

Korku mu umut mu?

Öfke mi sevgi mi?

Yoksulluk mu zenginlik mi?

Kadıköy cevabı biliyor.

Referandum arkadaşlar referandum.

Kara kış mı bahar mı?

Kara kış mı bahar mı?

Kara kış mı bahar mı?

Herkesin özgürlüğü doyasıya yaşadığı bir Türkiye için var mısın Kadıköy?

Bereketin bolluğun zenginliğin Türkiye’sini kurmak için var mısın?

Siz varsanız biz de varız.

Ne diyoruz?

Haydi Türkiye haydi diyoruz.

Haydi berekete.

Haydi özgürlüğe.

Haydi zenginliğe.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum sağ olun var olun diyorum.

1 Mayıs 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Iğdır Halk Buluşması Konuşması

Iğdır Halk Buluşması


Merhaba Iğdır!

Üreten Iğdır, çalışkan Iğdır merhaba!

Bu ne güzel coşku!

Bu ne güzel heyecan!

Iğdır kararını vermiş! Iğdır bu işi bitirmiş!

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

*****

Değerli, arkadaşlarım;

Sağ olun hoş bulduk sağ olun.

Seçime 13 kala, Iğdır’da demokrasi meydanımızı kurduk.

İnşallah hakkı düştüğü yerden alıp kaldıracağız.

Hukukun üstünlüğünü yerine getireceğiz. Ve adaleti sağlayacağız.

Hak, hukuk adalet diyoruz.

Iğdır’da demokrasi meydanımızı kurduk.

Iğdır’da atılım meydanımızı kurduk.

Iğdır’ın çiftçisinin, esnafının, emekçisinin, memurunun, emeklisinin kazanmasına 13 gün kaldı inşallah.

Ben şimdi ben Iğdır’a soruyorum,

15 Mayıs sabahı seçimlerden sonraki sabah şöyle uyanıp derin bir nefes alacak mıyız? (…)

Üreterek, bileğimizin gücüyle alnımızın teriyle kazanacağımız bir Türkiye’ye uyanacak mıyız? (…)

Aras nehriyle sulanan bu verimli ovada, üreticinin hakkını aldığı günlere hep beraber kavuşacak mıyız? (…)

Kavuşacağız inşallah arkadaşlar, kavuşacağız.

Ama Iğdır’ın destek vermesi lazım.

Iğdır’ın 14 Mayıs Günü çok açık net bir iradeyi ortaya koyması lazım.

Bu meydandaki herkesin kapı kapı dolaşması gerekiyor. Çok anlatmamız gerekiyor.

Ev ev dolaşıp milletimize anlatmamız gerekiyor.

Önümüzde çok kritik bir seçim var.

Daha öncekilere seçimlere benzemiyor.

Demokrasi isteyenleri, özgürlük isteyenleri, zenginlik isteyenleri tek çatı altına toplamak zorundayız arkadaşlar.

14 Mayıs günü elimize iki tane pusula olacak.

Biz ne dedik? 6 siyasi parti olarak ortak bir Cumhurbaşkanı adayımızla bu seçime gireceğiz dedik.

Ve Sayın Kılıçdaroğlu’nu ortak Cumhurbaşkanı adayımız olarak belirledik.

İlk pusulada hep beraber destek vereceğimiz Sayın Kılıçdaroğlu’na sadece Millet İttifakına mensup partiler değil başka partiler de daha sonra desteklerini açıkladılar.

Onlara da teşekkür ediyoruz.

İlk pusulada Cumhurbaşkanımızı seçeceğiz. Sayın Kılıçdaroğlu’nun isminin altına “evet” mührün basacağız inşallah.

Birinci pusulayı hallettik. Ama 2 pusula var.

Ne yapıyoruz bu seçimde bir Cumhurbaşkanı seçiyoruz bir de meclise göndereceğimiz milletvekillerimizi seçiyoruz.

Geldik şimdi ikinci pusulaya. İkinci pusulada biz ne yaptık?

Yine partiler tek bir listeyle ortak listeyle seçime girmeye karar verdik. Tek bir listeyle seçime girelim ki tek bir oy dahi zayi olmasın dedik.

Çünkü mevcut anayasa mevcut seçim sistemi mevcut seçim kanunları partiler ayrı ayrı ayrı listelerle seçime girdiğinde o küsurat oyların maalesef çöpe gitmesine sebep oluyor.

Dolayısıyla eğer tek bir oyumuz dahi zayi olmasını istiyorsak tek bir listeyle bu seçime girmeye karar verdik.

Dolayısıyla bu ikinci Listede ne yapacağız? ikinci oy pusulasında ne yapacağız? Oylarımızı DEVA için CHP’ye, Gelecek Partisi için CHP’ye, Saadet için CHP’ye, Demokrat Parti için CHP’ye, CHP için de CHP’ye vereceğiz.

Böylece birleşe birleşe güçleneceğiz.

Böylece birleşe birleşe kazanacağız inşallah.

İnşallah hep beraber olacağız. Bir olacağız, birlik olacağız ve inşallah Türkiye kazanacak.

Çünkü arkadaşlar Iğdır, bu eziyetlerden kurtulmak zorunda.

Doğuya açılan kapımız Iğdır huzurlu günler yaşamak zorunda.

Iğdır özgürce nefes almak zorunda.

Bakın görüyorum, Iğdırlı genç arkadaşlarım burada.

Gençlerin başında çook dert var.

Gençler dertli.

Enflasyon var mı? Var. Pahalılık var mı? Var. İşsizlik var mı? Var. Ayrımcılık var mı? Var. Mülakatla engelleniyor musunuz? Evet. Özgürlükler kısıtlanıyor mu? Evet.

Hepsinin farkındayız.

Ama soruyorum ya, bu gençler ne yapsın?

Eleştiriye tahammülü olmayan bir iktidarla gençler ne yapsın?

Gençler siz bizim umudumuzsunuz. Gençler bizim yarınlarımız değil bugünümüz.

Değerli arkadaşlar,

Ankara’da bir bina var. Cumhurbaşkanına direk bağlı çalışan bir bina.

Biz ona diyoruz ki “algıları ayarlama enstitüsü” diyoruz. İşleri güçleri gerçekleri gizlemek.

Gençlerin diliyle söyleyelim. “Rende” binası, rende.

Ne yapıyor bu rende binası?

Bizlerin konuşmasını cımbızlıyor cımbızlıyor vatandaşlarımıza yok televizyondan gösteriyor yok sosyal medyadan yok watsapp gruplarından.

Orada biz bir cümle kuruyoruz o cümlenin alıyor 2 kelimesini sanki başka bir şey söylemişiz gibi medyada yayınlıyorlar.

Sizin alın terinizle ödediğiniz vergilerle, size yalanları söylüyorlar yalanları yayıyorlar.

Çünkü korkuyorlar. Gerçekler o kadar ağır ki... Gerçekleri vatandaşlarımız duymasın bilmesin istiyorlar.

Ama bu gerçekleri gizlemek mümkün değil.

Ben diyorum ki ülkemiz sanayide gelişsin, rekabet artsın, üreticiler yatırımcılar siyasetçilere bağlı kalmasın diyorum.

Onlar ne diyor? “Vay, Babacan savunma sanayisine karşı” diyor.

Arkadaş ben böyle bir şeyi ne zaman söyledim? Göster hele. Yok.

Yalan söylüyorlar. Doğruyu söylemiyorlar.

Ben diyorum ki “TOGG var ama gençler alamıyor diyorum. Önemli olan gençlerin araba alacak maddi güce kavuşması” diyorum.

Diyorlar ki “Vay Babacan yerli üretime karşı”

İnanılır gibi değil.

Yüz milyonlarca para harcıyor o İletişim Başkanlığı, Cumhurbaşkanına direk bağlı.

Görevleri sadece ve sadece kendi hatalarını örtmek başkalarını da yalanlarla karalamak.

Bu milletten topladıkları vergiyi bu millete yalan söylemek için kullanıyorlar.

Arkadaşlar,

Biz yönetime geldiğimizde iyi yapılan, dürüstçe yapılan bütün projelere aynen destek vermeye devam edeceğiz.

Hatta çok daha iyi projelerin altına imzamızı atacağız inşallah.

Ama biz diyoruz ki; biz aynı zamanda ne yapacağız? Projelerin eksiği varsa tamamlayacağız, yanlışsa düzelteceğiz.

Dediğimiz bu.

3 yıldır bunu söylüyoruz.

Ama inanın çok korkuyorlar.

Bakın benden korkmasa Sayın Erdoğan taa ben bakanlığı bırakalı 8 yıl olmuş. Ve o dönemdeki başarıları da iyi biliyor.

Benden korkmasa dönüp dönüp her gün benden hala bugün ‘Bebecan’ diye bahseder mi?

Dün gene ‘Bebecan’ demiş ‘Bebecan’ bana.

Ben şunu söyleyeyim, ben bu gençler adına ülkemizin gençleri adına ‘Bebecan’ diye adlandırılmaktan gurur duyarım.

Çünkü bu ülkenin gençleri fırsat verildiğinde bu gençlerin eline fırsat verildiğinde gençlerimize imkan tanındığında bu gençlerin ne kadar büyük başarı ortaya koyabileceğini ben zamanında ispatlamışım.

Doğru şimdi onların yanında olsaydık demezdi o doğru.

Niye diyor bunu niye diyor?

Çünkü ne zaman bir başarıdan bahsedecek olsa ne zaman ekonominin iyi olduğu günlerden bahsedecek olsa.

Son zamanlarda enflasyon artmış döviz artmış. Son zamanlarda başarı yok. Ancak başarı için eski defterleri kurcalaması gerekiyor.

Eski defterlere bakması gerekiyor. Eski defterlere baktığında da bir bakıyor karşısına ben çıkıyorum. Kafası bozuluyor.

Ondan sonra Bebecan aşağı Bebecan yukarı.

Arkadaş 5 yıldır bütün yetki elinde. Tek imzayla aklına gelen her şeyi yapabiliyorsun. Şu enflasyonu düşür de bir görelim.

Niye düşünemiyorsun niye olmuyor?

Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyonu kendinin tek yetkili olduğu dönemde yaşandı.

%200'e çıktı bu enflasyon %200'e.

Soğan 30 lira olunca güle güle demenin zamanı geldi değil mi?

Çünkü olmuyor enflasyonu düşüremiyor.

Cumhuriyet tarihinin en yüksek faizini ödüyor.

Bu sene bütçeye koyduğu faiz 567 milyar lira. 567 milyar. Rakama bak. Bir de en az 200 civarında da kur farkı ödeyecek. Kur korumalı mevduat var ya ona da kur farkı ödeyecek.

Al sana 765 milyar.

765 milyara 1 milyon tane konut inşa edebiliyorsunuz arkadaşlar 1 milyon konut.

Paranın büyüklüğüne bakın.

Geçen sene faize ödediği ve kur farkına ödediği parayla 1 milyon konutu inşa edip bedava dağıtmak mümkündü.

Bu sene bütçeye ödenek olarak yazdıkları faiz ödeyeceğiz diye yazdıkları rakamla bir 1 milyon konuk daha yapmak mümkün.

Rakamın büyüklüğüne bakın. Vatandaştan enflasyon yoluyla topluyor vergi yoluyla topluyor gidiyor bankada zaten parası olana veriyor.

Ne diyor?

Eğer diyor faiz yetmezse kur daha fazla artarsa diyor o kurun da farkını ben sana ödeyeceğim ayrıca diyor.

Faiz üstüne faiz ödüyor katmerli faiz ödüyor.

Yazık günah.

Bir zamanlar ben faizle mücadele edeceğim diye 2018'de sizlerden yetki isteyen Erdoğan Cumhuriyet tarihinin en yüksek faizini ödeyen devlet başkanı oldu maalesef.

Hazine hiçbir zaman bu kadar yüksek faiz ödememişti bu ülkede.

*****

Ama arkadaşlar biz hazırız.

Bizde “enkaz devraldık” edebiyatı yok. Mazeret falan da yok.

Biz bahane üretmeden, mazeret üretmeden, laf üretmeden iş üreteceğiz inşallah.

Türkiye’de yalayan herkes alın terinin hakkının karşılığını alsın diye çalışacağız.

Biz hep beraber çalışacağız ve inşallah topyekûn zenginleşeceğiz.

Bu ekonomik büyümeden anladığımız bizim 3-5 tane zengin türetmek değil. Ekonomik büyümeden anladığımız topyekûn zenginleşmek.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin refahının artması.

Biz bundan anlıyoruz.

Buzdolabınızdan eksilenlerin yerine koyulmasını sağlayacağız.

Pazardan eli boş dönen anne babaların pazar torbalarını doldurmasını sağlayacağız.

Bayram ziyaretinde torununa bayram harçlığı veremeyen ninelerin dedelerin cüzdanının dolmasını sağlayacağız.

Evladının eğitimi için binlerce lira döken, ama yine de torpilsiz iş bulamayan ailelerin huzura kavuşması için çalışacağız.

Bunun için biz de dedik? DEVA Partisini kurduk ta 3 sene önce dedik ki mülakatı kaldıracağız.

Çünkü mülakat işine gelmeyenlerin elenmesi aracı olarak kullanılıyor.

Haksızlığın kaynağı dedik bu mülakat.

Yetmedi 6 partinin ortak politika metninde ne dedik? 6 parti mutabık kaldık, biz 6 parti olarak mülakatı kaldıracağız dedik.

2 hafta önce çıkmış Sayın Erdoğan ne diyor, 'mülakatı kaldıracağız' diyor.

Günaydın ya günaydın.

Şimdiye kadar torpil yapan siz değil misiniz? İşinize gelmeyenleri KPSS'de yüksek not alsa bile mülakat yoluyla eleyen siz değil misiniz?

Bu millet size inanır mı Allah aşkına? Eşitliği sağlayacağız.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye; her yerde biz fırsat eşitliği sağlayacağız arkadaşlar her yerde.

*****

Değerli arkadaşlar,
Bizim DEVA Partisi olarak hedefimiz çok net. Biz ‘tam demokrasi” diyoruz.

Öyle eksik, gedik değil; yarım yamalak değil, TAM DEMOKRASİ.

Tam demokrasi gelsin ki hak yerini bulsun.

Tam demokrasi gelsin ki hukukun üstünlüğü artsın bu ülkede.

Tam demokrasi gelsin ki adalet gelsin bu ülkeye diye çalışıyoruz.

Tam demokrasi ne demek?

Türk-Kürt-Arap-Laz-Çerkes, Boşnak hiç fark etmez,

Sünni-Alevi hiç fark etmez,

Kim olursa olsun, hangi mahalleden, görüşten olursa olsun, herkes ama herkes bu ülkenin “eşit ve onurlu” vatandaşı olacak dedik.

Tam demokrasi bu.

Bizim hedefimiz, ülkemizde “eşit vatandaşlık” ilkesini hâkim kılmaktır.

Bu ülkede yaşayan herkesin birinci sınıf vatandaş olması demektir.

Bizim hedefimiz, hiç kimsenin bir başkasına üstünlük taslamadığı bir Türkiye’dir.

Bunu gerçekleştireceğiz.

*****

Bakın arkadaşlarım,

Bu ülkede tam demokrasi olsaydı, ülkemizde eşit vatandaşlık olsaydı, demokrasimizin üstüne kayyumların gölgesi gezmezdi.

Eşit vatandaşlık olsaydı, şehirlerimizde seçmen iradesi gasp edilmezdi.

Eşit vatandaşlık olsaydı, bu topraklarda konuşulan hiçbir dil yok sayılmazdı. Hiçbir dile “bilinmeyen dil” muamelesi yapılamazdı.

Hak yerini bulacak, adalet gelecek.

İşte arkadaşlar, bakın Türkiye'de eşit vatandaşlık olsaydı meclis kürsüsünde bir milletvekili çıkıp da Kürtçe bir cümle kurduğunda meclis tutanaklarına bilinmeyen bir dil olarak kaydedilmeyecekti.

İşte arkadaşlar hayalimizdeki Türkiye hedefimizdeki Türkiye hepimizin Türkiye’sidir.

Onun için etnik, dini, mezhebi ve kültürel tüm çeşitliliğimizi sahipleniyoruz.

Hepsi bizimdir hepsi bizim zenginliğimizdir.

Emin olun, er ya da geç, herkesin kendisini eşit ve onurlu vatandaş hissettiği Türkiye hedefimize hep beraber ulaşacağız.

Ben çok iyi biliyorum ki;

Fikirlerden korkulmaz. Düşüncelerden korkulmaz. Fikri yasaklayamazsınız. Düşünceyi yasaklayamazsınız.

Herkes hür özgür düşünce hakkına sahiptir.

Ülkemiz hiç kimsenin dışlanmadığı, hiçbir fikrin ötelenmediği bir ülke olacak inşallah.
İnşallah.

Türkiye’nin güçlenmesinin yolu, herkesin özgürce konuşabilmesinden geçer.

Derdi olan derdini söyleyecek ki derdine çare bulunsun. Bunlar insanları konuşturmuyorlar. İnsanları susturuyorlar, basını susturuyorlar.

Sadece kendi sesleri duyulsun istiyorlar.

Ama sadece kendi sesleri duyulduğunda vatandaşın dertlerini anlayamıyorlar.

(VATANDAŞ İLE SOHBET)

Şimdi de Fransa’da değil mi? Baba dertli gözü yaşlı.

Onun için mülakatı kaldıracağız onun için. Hak eden hak ettiğini alacak.

Arkadaşlar adalet devletin varlık sebebi.

Adaleti sağlamak da fırsat eşitliğiyle mümkün.

Yusuf Bey bizim milletvekili arkadaşımız hukukçu, avukat.

Adalet yargının hızlı ve doğru çalışmasıdır ama adalet aynı zamanda fırsat eşitliğidir.

Eğitimde fırsat eşitliğidir. İşe girerken fırsat eşitliğidir, terfi alırken fırsat eşitliğidir.

Adalet devletin varlık sebebidir.

Siz önce insan diyorsanız insan adaleti sağlamak zorundasınız.

Biz, iktidardaki otoriter ittifakın hukuk dışına çıkan her türlü uygulamasına itiraz ediyoruz. İtirazımız var.

Çünkü; özgür ve zengin bir Türkiye’ye giden tek yol, meşru demokratik siyasetten geçer. Bunu gayet iyi biliyoruz.

Onun için ne yapacağız?

Türkiye’de temsil edilen her düşünce meclis çatısı altında temsil edilecek.

Meclis çatısı altında meşru demokratik siyasetle çözeceğiz sorunlarımızı.

Sorunlarımızı çatışmayla çözemeyiz. Sorunlarımızı şiddetle çözemeyiz.

Sorunlarımızı meclis çatısı altında meşru siyasetle çözeceğiz.

Bu nedenle de tam demokrasi yolunda durmadan, canla başla çalıştık, çalışıyoruz.

İktidara güle güle diyeceğiz ondan sonra normalleşecek her şey.

Soğan ne zaman düşecek diye soruyor.

İktidara güle güle deyince normalleşecek her şey inşallah.

*****

‘3 ülke sınırımız var ama bir araştırma hastanemiz yok’ diyor.

Değerli arkadaşlar bakın,

Bizim sınır illerimizin serhat illerimizin en önemli sorunu ne biliyor musunuz?

Sürekli düşman üreten bu zihniyet. Sürekli herkesle kavga eden bu zihniyet.

Dış politikada dış ilişkilerde biz ne yapacağız?

Düşmanları azaltacağız dostların sayısını çoğaltacağız.

Ancak böyle sınır illerimiz kalkınacak. Iğdır'dayız.

Iğdır tarımın çok önemli olduğu bir il.

Çiftçilik hayvancılık Iğdır’ın ekonomisinin omurgası.

Bakın biz tarımla ilgili ne yapacağız?

Bizim tarım eylem planımız var 1 Nolu eylem planı. Tam 50 madde sıralamışız orada.

Ben 5-6 tane madde sıralayayım. Ne yapacağız?

1-Gübrenin maliyetinin yarısını devlet olarak biz ödeyeceğiz.
2-Çiftimizin kullandığı elektriğin fiyatını daha uygun bir tarife haline getireceğiz.
3- Çiftçimizin kullandığı mazotun üzerindeki vergileri yükünü çiftçimizden alacağız.
4-Çiftçimizin ne kadar borcu varsa bu borcun faizini şöyle bir sileceğiz. Köpüğünü alacağız. Donduracağız 2 yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız. Dolayısıyla çiftçimiz borcun yükünü şöyle bir kenara indirecek.

Yetmeyecek çiftçimizin işini döndürebilmesi için yeni finansman imkânı sağlayacağız.

Geldik sulamaya.

Türkiye'deki bütün sulama projelerini ama bütün sulama projelerini iktidarımızın ilk 5 yılında tamamlayacağız inşallah.

Böylece toprakla suyu buluşturacağız.

Asıl verim ondan sonra artacak.

Bir zamanlar ne yaptılar bunlar?

Sadece ve sadece elektrik fiyatlarını bak nasıl güzel yönetiyoruz, nasıl ucuz elektrik satıyoruz diyebilmek için barajlardaki suyu tükettiler.

O barajdaki sular halbuki bize sulama için lazımdı tarım için lazımdı.

Sadece ve sadece bir bakanın o damadın bakanlığı döneminde 'bak ne güzel yönetiyor enerjiyi' dedirtmek için barajlardaki suları tükettiler.

O gün bugündür Türkiye'deki barajların su seviyesi bir türlü eski noktaya gelemiyor. Hepsini biliyoruz.

Dedim ya 13 gün kaldı. Önümüzde bir demokrasi bayramı var.

Bu seçimi o parti, bu parti kazandı demeyeceğiz biliyor musunuz?

Çünkü bu seçimi

7'den 70'e, doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türkiye kazanacak. Tüm Türkiye

Bu seçimi, Iğdır kazanacak;

Birleşe birleşe kazanacağız.

Bu seçim, Iğdır kazanacak;

Bu seçimi dün İzmir’deydik. İzmir’deki o muhteşem kalabalığı görmüşsünüzdür.

Bu seçimi İzmir kazanacak.

Bu seçimi Samsun kazanacak, Mersin kazanacak.

İstanbul kazanacak. Bingöl kazanacak. Hakkâri kazanacak.

Bu seçimi tüm Türkiye kazanacak.

Bu seçimi ürettikçe zarar eden çiftçi kazanacak.

Bu seçimi sattığı malı yerine koyamayan esnaf kardeşlerimiz kazanacak.

En güzel yılları umutsuzlukla, kaygıyla geçen gençler kazanacak bu seçimi.

Bu seçimi; bugünkü otoriter ittifakın görmezden geldiği milyonlar kazanacak.

*****

Değerli arkadaşlar aslında bu seçim bir referandum.

Bu seçimde önünüze aslında sadece 2 tane tercih gelecek. Evet oy pusulalarında Cumhurbaşkanı adayları var.

Diğer oy pusulası da partiler var ama özünde bu seçimde sadece iki tane tercih arasında tercihinizi kullanacaksınız.

Nedir bu nedir?

Bu tercihler nedir! Ben şimdi Iğdır’a soruyorum.

Bu iki tercihten hangisini seçecek Iğdır diye soruyorum.

Otoriterlik mi; demokrasi mi? (…)

Baskı mı; özgürlük mü? (…)

Keyfilik mi; hukuk mu? (…)

Tek akıl mı; ortak akıl mı? (…)

Kriz mi; hukuk mu? (…)

Kavga mı; barış mı? (…)

Öfke mi; sevgi mi? (…)

Kara kış mı bahar mı? (…)

Kara kış mı bahar mı? (…)

Kara kış mı bahar mı? (…)

İnanın bu seçim bu kadar kolay bir seçim.

Bu seçimi arkadaşlar hak kazanacak hukuk kazanacak, adalet kazanacak.
Ama dedim ya çok çalışacağız.

Iğdır çok çalışmamız gerekiyor.

Biliyorum; eskiden Iğdır’da “Elim CHP’ye gitmiyor” diyen mahalleler vardı. Ama şimdi o mahallelerden ne duyuyoruz biliyor musunuz? “Elim AK Parti’ye gitmiyor, elim MHP’ye gitmiyor” diyorlar.

Çünkü biliyorlar eskiden AK Parti’ye, MHP’ye oy vermiş vatandaşlarımız, “artık oy veresim yok” diyor.

Çünkü Yoksulluğu, yolsuzluğu, yasakları desteklemeye elim gitmiyor” diyor.

İşte arkadaşlar biz o evleri kapı kapı gezmemiz lazım.

Kapı kapı anlatmamız lazım.

‘Ben zamanında AK Parti’yi desteklerken 28 Şubatçı zihniyete karşı duruyorlar diye destek veriyordum. 28 Şubatçılarla Perinçek gibi kol kola yürüyen Erdoğan’a destek vermeye elim gitmiyor’ diyor vatandaşlarımız şu an.

Kapı kapı dolaşıp anlatmamız gerekiyor.

Diyeceğiz ki; “O umutla oy verdiğiniz Erdoğan eski Erdoğan değil. O umutla oy verdiğiniz AK Parti eski AK Parti değil.”

Diyeceğiz ki; “Yoksullukla, yolsuzlukla, yasaklarla; yani 3Y ile mücadele etmek için sizlerden oy isteyenler, bugün aynı 3Y’ye teslim oldular”.

“Yasaklara, yoksulluğa, yolsuzluğa ülkeyi teslim ettiler bunlar” diyeceğiz.

“Hadi hep beraber değiştirelim bu düzeni” diyeceğiz.

“Bir kez daha herkes için adalet, herkes için özgürlük, herkes için zenginlik diye beraber yürüyelim bu yolu” diyeceğiz.

Kapı kapı çalacağız arkadaşlar.

Ben Iğdır’dan bir söz almak istiyorum.

Bakın arkadaşlar çok anlatmamız gerekiyor. Çok izah etmemiz gerekiyor.
Iğdır bir söz istiyorum sizden,

Kapı kapı dolaşacak mıyız? (…)

Söz mü? (…)

Ben sözümü aldım.

Bu seçim, vatandaşlarımızdan o yetkiyi alalım, gerisi bizde arkadaşlar.

Gerisi bizde arkadaşlar gerisi bizde.

Endişeye mahal yok.

Şikâyet ettiğiniz yoksulluk, açlık, enflasyon var ya…

Hepsi bizde. Bizim işimiz.

Çözdük yine çözeceğiz.

Enflasyon belasını bu ülkenin sırtından atacağız.

Hatırlayın; biz bu ülkede “olmaz” deneni yapmadık mı?

34 yıllık enflasyonu bu Bebecan iki haneye indirmez dediler. 2 haneye indirmedik mi?

Bebecan paradan altı 0’ı atamaz dediler. Atmadık mı?

Nasıl yaptıysak yine yapacağız yine indireceğiz.

Mutlak yoksulluğu sıfırladık mı?

Yine sıfırlayacağız.

Korkuyor biliyorum.

Ama İnşallah hep beraber, özgür ve zengin Türkiye’ye kavuşacağız.

Bir parti kapatmaya karşıyız.

Bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilmez arkadaşlar.

Başkası yanlış yapar biz hakla adaletle yönetiriz.

Başkasının yanlışı bize örnek olmaz.

*****

Kıymetli dostlar;

Tüm teşkilatlarıyla beraber Millet İttifakının değerli üyeleri aramızda, bizimle.

Iğdır’da çok kıymetli adaylarımız var.

Biliyorsunuz; birleşe birleşe büyüyeceğiz dedik ve tüm Türkiye’de seçime 5 parti tek listeden girmeye karar verdik.

Tek bir oy dahi zayi olmasın diye, tek listeden seçime giriyoruz.

Hep beraber başaracağız.

İnşallah Iğdır’da ki bahar Ankara’ya bahar TBMM çatısı altına da gelecek.

Türkiye’mize baharı getireceğiz.

Hiç şüphem yok.

Biz arkadaşlarımızla beraber hep adaletin yanında durmaya çalıştık hep doğrunun yanında durmaya çalıştık.

Zaten onun için ne yaptık hep beraber Millet İttifakını oluşturduk ve daha güzel yarınlara doğru yürüyoruz.

Değerli arkadaşlar başarı için güven şart. Güven olmazsa olmaz. Güveni sağlamak zorundayız.

Ben böyle deyince gençler bana soruyor başkanım diyorlar ‘bu güveni nasıl kazanacağız? Ne yapacağız ki güven sağlayacağız?’

Ben de diyorum ki 1 dakikada 8 maddede size özetleyeyim. Güven nasıl sağlanır?

1-Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
2-Söz verince tutacaksın.
3-Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4-Her daim adaletle hareket edeceksin.
5-Ehliyetle liyakatli dürüst kadrolarla yöneteceksin bu ülkeyi.
6-İstişareyi asla elden bırakmayacaksın. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.
7-Açık olacaksın şeffaf olacaksın. Merkez Bankası’nın arka kapısından 250 milyar doları gizli saklı satmayacaksın. Soruyoruz hala açıklamıyor.

Şu son 3 yıldır Merkez Bankası’nın arka kapısından ne kadar sattın diye soruyoruz söylemiyor. Ama inşallah 15 Mayıs'ta defterleri açık göreceğiz. Vatandaşlarımıza ilan edeceğiz bak bu kadar satmışlar diye.

8-Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın. Her zaman.

Bunları yap güveni sağlarsın.

Güveni sağla adalet yerine gelir, güveni sağla ekonomi yükselir.

Güveni sağla bütün sorunlar çözülür.

Ben tekrar buradan bizlerle beraber olan tüm Iğdırlı dostlarımıza teşekkür ediyorum.

Buradaki bu heyecanı coşkuyu gelin tüm Türkiye’ye yayalım diyorum.

Hep beraber kazanalım birleşe birleşe başaracağız diyorum.

Sevgiyle selamlıyorum hepinizi sağ olun var olun.

30 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İzmir Millet Buluşması Konuşması


Ali Babacan’ın İzmir Millet Buluşması Konuşması


Bu ne güzel coşku!

Bu ne güzel heyecan!

İzmir 15 Mayıs sabahına çoktaan uyanmış!

Güzel İzmir’in dağlarına bahar gelmiş!

İzmir umut dolu!

İzmir neşe dolu!

Sağ olun, var olun…

*****

Genç arkadaşlarım burada mısınız?

Bütün İzmir genç maşallah.

Her yaştan genç İzmirli burada bu meydanda.

Gençler, bu iktidar ne diyor?

“İş var, ama gençler iş beğenmiyor” diyorlar.

Arkadaşlarım; beğenmediğiniz ne varsa haklısınız!

Bugünkü hayatınız, çocukken hayal ettiğiniz hayattan farklıysa benzemiyorsa; elbette beğenmeyeceksiniz.

Bugün, bu ülkede yarınlarınızı göremiyorsanız; elbette beğenmeyeceksiniz.

Beğenmediğiniz ne varsa haklısınız gençler!

Biz de beğenmiyoruz.

Genç arkadaşlarıma sesleniyorum:

Bu ülkenin sizlere bir “gençlik” borcu var!

Evet, sizlere bir “gençlik” borcumuz var. Farkındayız.

İstediklerinize kavuşamıyorsunuz.

Hepsinin farkındayız.

Bizim hedefimiz, her alanda ama her alanda Avrupa standartlarını yakalamış bir Türkiye.

Çünkü Türkiye, her alanda en iyisini hak ediyor.

Demokraside, temel hak ve özgürlüklerde, hukukun üstünlüğünde Türkiye en iyisini hak ediyor.

Ekonomide, eğitimde, sağlıkta, sanatta; Türkiye en iyisini hak ediyor.

Hayatın zor olduğu günlerde tüm Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımız en yüksek yaşam standartları hak ediyor.

Bu ülke çok büyük bir ülke çok güçlü bir ülke.

Fakat maalesef kötü yönetiliyor. Kötü yönetildiği için bu durumdayız.

Bir zamanlar 12 bin 500 dolara çıkmış milli gelirimiz ta 2013’te bakın, şu anda 10 bin dolarlarda sürünüyor.

Bu güzel ve büyük ülkenin iyi yönetildiği zaman nasıl başarılar elde ettiğini taa 1923’ten bu yana Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana gördük, yaşadık.

Dürüst ve ehil insanlar iş başına geldiğinde bu ülke nasıl ayağa kalkıyor, nasıl koşuyor, nasıl kanatlanıp uçuyor. Gördük, yaşadık.

Türkiye maalesef dünyadan koptu. İçine kapandı.

Bakın, 13 Mayıs’ta seçimlerden 1 gün önce Avrupalı gençler Eurovision şarkı yarışmasını konuşacak. Türkiye katılmıyor bile.

Kopardılar uzaklaştırdılar bu ülkeyi.

2003 yılında Sertab Erener “Everyway that I can” diyerek bize büyük bir gurur yaşatmıştı. Birinci olmuştu değil mi?

Hatırlıyor musunuz o günleri?

Yine başaracağız bunlar yine olacak.

Yine aynı gururu yaşayacağız.

Madonna’yı, Metallica’yı, Rammstein’ı, Roger Waters’ı, Rihanna’yı, U2’yu ve çok sayıda müzisyeni kendi ülkemizde ağırladık.

Hepsi geldi Türkiye’ye.

Türkiye bütün Avrupa’nın bütün dünyanın göz bebeği oluyor. Ne zaman oluyor? Düzgün yönetildiğinde oluyor.

Yine dinleyeceğiz inşallah.

TOGG hayali olan gençler, sizleri de selamlıyorum, size de sesleniyorum.

Hayalinizdekilerin en iyisine layıksınız.

Ama iktidar ne yapıyor? “İşte ürettik” diyor. Ama vatandaşlarımız da uzaktan seyrediyor.

Biz ne yapacağız?

Gençler alıp binsin diye imkân yaratacağız.

Telefon almak, bilgisayar almak, otomobil almak, ev almak herkes için kolaylaşacak herkes için.

Ve inanın, bütün bunlar çok çabuk gerçekleşecek çok çabuk.

*****

Değerli arkadaşlar,

14 Mayıstaki seçim, aslında bir referandum.

Özü itibarıyla, iki tercihli bir referanduma gidiyoruz.

Evet, Cumhurbaşkanlığı için adaylar var, evet ittifaklar var. 1 metre uzunluğunda oy pusulası var şu, bu ama aslında temelde sadece 2 tane tercih var.

Peki, nedir bu tercihler?

Şimdi İzmir’e soracağım.

Çünkü İzmir bunların cevabını biliyor.

Çünkü İzmir çoktan bu tercihini yaptı.

Hazır mıyız İzmir?

2 tane tercih var önümüzde.

Otoriterlik mi; demokrasi mi? (…)

Keyfilik mi; hukuk mu? (…)

Baskı mı; özgürlük mü? (…)

Dedim ya İzmir cevabını biliyor diye. Devam ediyorum.

Tek akıl mı; ortak akıl mı? (…)

Korku mu; umut mu? (…)

Öfke mi; sevgi mi? (…)

Böyle 2 tercihli olunca seçmek çok kolay değil mi?

İnşallah bu seçimde öyle kolay olacak.

İnşallah vatandaşlarımız gidecek o 2 tercihten birisini yapacak.

Ve İzmir’in tercihi neyse tüm Türkiye onu tercih edecek. Göreceğiz inşallah.

Devam ediyorum: 2 tercih.

Kriz mi; huzur mu? (…)

Yoksulluk mu; zenginlik mi? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Kara kış mı; bahar mı? (…)

Tüm Türkiye duysun İzmir’i duysun.

İşte; cevap net. Tercih net.

Biz demokrasi diyoruz. Zenginlik diyoruz. Huzur diyoruz. Özgürlük diyoruz.

Millet olarak bunu istiyoruz ve bunu almak da en doğal hakkımız.

Bahar diyoruz, bahar!

İzmir: Şimdi sizden bir söz almak istiyorum:

14 Mayısta birinci oy pusulasını önümüze aldığımızda oy verme kabinine girip de vicdanımızla baş başa kaldığımızda birinci oy pusulasında Sayın Kılıçdaroğlu’nu 13. Cumhurbaşkanı olmasına ‘Evet’ diyecek miyiz?

İkinci pusulada ister DEVA için ister Saadet için ister Gelecek için ister Demokrat Parti içini isterse CHP için, CHP’nin oy pusulasının altına “evet” diyecek miyiz?

Söz mü? (…)

Söz mü? (…)

Ben sözümü aldım.

İnanın hep beraber derin bir nefes alacağız.

15 Mayıs sabahında uyandığımızda diyeceğiz ki bu havada daha fazla oksijen var diyeceğiz.

Nefes almamız kolaylaşacak millet olarak nefes almamız.

Bu özgürlüğün oksijenini yaşayacağız hep beraber.

Bu seçimi, emekliler kazanacak, işçiler kazanacak, memurlar kazanacak;

Bu seçimi, gençler kazanacak, öğrenciler kazanacak, esnafımız kazanacak, çiftçimiz kazanacak!

Bu seçimi otoriter ittifakın görmezden geldiği milyonlar kazanacak.

Bu seçimi 7’den 70’e, Kuzeyden Güneye, Doğudan Batıya tüm Türkiye kazanacak!

*****

Haydi arkadaşlar, hazır mıyız? (…)

Haydi berekete! (…)

Filmleri izlediniz. Ben haydi berekete diyorum siz haydi diyorsunuz.

Haydi özgürlüğe! (…)

Haydi zenginliğe! (…)

*****

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. En güzel günler İzmir’in olsun Türkiye’nin olsun diyorum.

Sağ olun, var olun.

29 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kayseri Millet Buluşması Konuşması

Kayseri Millet Buluşması Konuşması


Merhaba Kayseri!

Erciyes’in evladı merhaba!

Birleşe birleşe kazanacağız inşallah.

Gesi Bağları’nın, Sultan Sazlığı’nın hâmisi merhaba!

Şelaleleriyle, ırmaklarıyla, gölleriyle, vadileriyle huzurun şehri merhaba!

Koca Sinan’ın, Dadaloğlu’nun, güzel insanların memleketi merhaba!

Burada alana girmeyip dışarda kalan değerli Kayserili hemşerilerimize de sesleniyorum. Hepinize merhaba.


*****

Bu meydan çoktaaan kararını vermiş.

Bu ne güzel coşku!

Bu ne güzel heyecan!

Maşallah Kayseri maşallah!

Bu şehir, iki Cumhurbaşkanı yetiştirmiş bir şehir.

8. Cumhurbaşkanımız Rahmetli Turgut Özal da, 11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de şurada az ilerde önünden geçtiğimiz lisenin mezunu.

İki büyük sessiz devrimin altında imzası olan, kurucusu oldukları partilerin değil, tüüm Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olmayı başarmış iki isim de burada Kayseri’de yetişmiş.

Bu şehir, aynı zamanda, Türkiye’nin en başarılı iş insanlarını yetiştiren bir şehir. Çalışanların, üretenlerin şehri burası.

Alın terinin bilek gücünün şehri burası.

Sadece ticarette değil, “hayırseverlikte” de yarışanların şehri gayet iyi biliyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

*****

Değerli dostlarım,

DEVA Partisini kurduğumuzdan beri sokak sokak vatandaşlarımızla buluşuyoruz sohbet ediyoruz dertleşiyoruz.

Ama beni herhalde en iyi anlayan şehir Kayseri.

Ticaret deyince burada akan sular duruyor değil mi?

Ekonomi deyince en iyisini Kayseri anlar değil mi?

Öyle bir döneme girdik ki arkadaşlar; sözüm ona faize karşı bir hükumet var, şu anda.

Bir yandan lafa gelince, “nas” diyorlar, kutsallarımızı her gün siyasette istismar ediyorlar.

Ama öte yandan, devletin hazinesi son yıllarda en yüksek faiz ödemelerini bu dönemde yaptı, yapıyor.

Geçen sene ödedikleri ne kadar biliyor musunuz? Hazineden ödedikleri faiz? 311 Milyar TL. Eski parayla altı 0’ı atamadan söyleyeyim 311 Karilyon değil Kentrilyon.

Bakın devam ediyorum bu yıl ödeyeceğiz dedikleri faiz ne kadar? Tam 565 Milyar lira. Bütçeye yazdılar bu kadar faiz ödeyeceğiz diye. Biz söylemiyoruz.

Sayın Erdoğan’ın imzasıyla meclise giden ve meclisten geçen bütçeden bahsediyorum. 565 milyar ödeyeceğiz dediler.

Yetmedi bir de kur korumalı mevduat için kur farkı ödüyorlar değil mi?

Bu yeni bir icat da değil. 1970’lerde DÇM vardı. ‘Dövize Çevrilebilir Mevduat’ diye. Rahmetli Özal ne dedi? Bu dedi ‘bilgisizliğin vesikasıdır. Enflasyonun ana sebebidir’ dedi. ‘Gençlere vasiyetimdir bir daha bu ülkeyi böyle yanlışlara sokmayın’ dedi.

Ne yaptı Sayın Erdoğan Özal’ın enflasyonun sebebi olarak gördüğü “Kendini uyanık sananların dalaverisi” dediği sistemi 40 sene sonra tekrar diriltti. Adına da kur korumalı mevduat dedi.

Biri gidiyor biri geliyor. Bakanların isminin önemi yok. Fark etmiyor. Kararı 1 kişi veriyor şu anda.

Neymiş Kur Korumalı Mevduatmış.

Değerli arkadaşlar bu ilan edildiği ilk gün ben Polatlı Ticaret Odasında söyledim. İlk ilan edildiği gün. Dedim ki, hazineyi batırma projesidir dedim.

Milli servetimizi faize peşkeş çekmektir dedim.

Ne yapıyorlar bunlar?

Bankada parası faizde olan vatandaşa diyorlar ki sayısı çok değil. “Aldığın faiz yetmez, eğer kur daha fazla artarsa aradaki farkı da biz devlet ödeyeceğiz diyorlar, merak etme diyorlar. Faiz üstüne faiz ödüyorlar şu işe bakın.

Bir kuruş üretmeden nasıl yapıyor bunu? Kim ödüyor? Kayseri cevabı biliyor. Senden, benden, Kayserilinin emeğinden alıp da ödüyorlar.

Vergi olarak ödüyorlar.

Alışverişte KDV ödüyorsunuz ya KDV, şuraya gittiniz AVM’nin terasından da izleyen vatandaşlarımıza da sesleniyorum. Sizlere selam olsun diyorum.

Şu AVM’ye gittiniz. Bir kg peynir aldınız. KDV ödüyorsunuz değil mi? Bir çift çorap alıyorsunuz KDV ödüyorsunuz.

İşçilerimiz asgari ücretle çalışanlarımız gidiyor gelir vergisi ödüyor.

Kıt kanaat geçinemediğinden bir de vergi ödüyor.

Bütün bu vergileri topluyorlar zaten parası olanın üzerine kur farkı diye ödüyorlar. Yaptıkları bu.

Bir de ne yapıyorlar? Enflasyon yoluyla bütün milletin cebinden çalıyorlar.

Enflasyon en büyük hırsızlıktır. Modern hırsızlığın adıdır.

Soğan olmuş 30 lira.

Kıyma 300 lirayı geçmiş.

Pastırma ya pastırma, en ucuzunun kilosu 750 lira, 1200’lere kadar gidiyor değil mi?

Şu fiyatlara bakın.

Sizin bizim evladımızın hakkını enflasyon yoluyla topluyorlar.

Gerçek enflasyonu gizliyorlar.

Gerçek enflasyon yüzde 200’e çıktığında TÜİK’e yüzde 70 yüzde 80 diye açıklattırdılar bir de utanmadan. Yalanla olmaz.

Soğan 30 lirayı geçince zaten artık güle güle diyeceğiz.

Kimsede kuru soğan depolarına baskın yapıp enflasyonun sebebi bu depolardır dediğinizde artık inanmıyor kimse, almıyor bunu kimse.

Kayseri buna inanmaz.

Sonuçta arkadaşlar ne yapıyorlar? Bir, vergi yoluyla iki, enflasyon yoluyla bütün milletin cebinden topladıklarını bir avuç zenginin varlığına varlık katmak için kullanıyorlar.

Şu andaki yeni ekonomik model dedikleri bu başka bir şey değil.

2018’de ne demişti hatırlıyor musunuz?

“Bu kardeşinize yetkiyi verin, faizle nasıl mücadele edeceğim göstereceğim’ demedi mi? Seçimlere öyle gitmedi mi?

Gördük gördük.

Gördük faizle nasıl uğraştığını.

Söyledim bakın bu sene 565 milyar faiz ödeyecek.

Yetmedi, geçen seneki kadar ödese 200 milyar da kur farkı etti mi?

565’e 200 ekleyin ne eder? 765.

Gelelim şimdi asıl hesaba…

765 milyara ne yaparsınız? 765 milyar ne kadar büyük bir paradır değil mi?

Bunu bazen ölçmek kolay olmuyor. Hele hesap kitap şaşınca hiç olmuyor.

Bakın, ben çok basit size hesap edeceğim.

11 Şubat’ta, 2 ay Resmî Gazetede hükümetin yayınladığı inşaat birim maliyetlerine göre 100 metrekarelik bir dairenin KDV dahil inşaat maliyeti 750 bin TL.

750 bin. 100 metre kare. Arsa yok burada arsa hariç. Çünkü devlet zaten arsaya para ödemiyor. 750 bin liraya 100 metrekarelik bir daireyi inşa edebiliyorsunuz. TOKİ.

Peki 750 bin liraya bir daireyse 1 milyon konutu kaça mal edersiniz?
Altı sıfır ekiyorsunuz. Ne ediyor. 750 milyar ediyor.

Demek ki 750 Milyara 1 milyon tane konutu devlet inşa edebiliyor.

Peki bunlar bu yıl faiz artı kur farkına ne ödeyecekti? 765 değil mi demin hesap ettik.

Demek ki bu yıl faize ve kur farkına ödenecek diye ilan ettikleri rakamla tam 1 milyon tane konutu bedava üretip vatandaşa teslim etmek mümkün.

Paranın büyüklüğünü görüyor musunuz paranın büyüklüğünü?

Büyük para büyük. Sadece faize ödediği geçen sene de 1 milyon konut üretiyordu bu sene de 1 milyon konut üretecek kadar büyük rakam.

Bu mu faizle mücadele? Bu mu ekonomi yönetimi?

Ne diyor ekonomistim diyor alanım ekonomi diyor. Ama sonuç ortada. Sonuç ortada.

Bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor sorunun tam da özünde bu var.

Yazık bu millete.

Gerçekten içimiz kan ağlıyor. Çok çok üzülüyoruz.

Yağlamanın arasına koyduğumuz kıyma olmuş 300 lira. Yani rahatça yağlama yiyemiyor millet.

300 lira kıymanın kilosu.

Vatandaş diyor ki patates diyorsunuz soğan diyorsunuz doğru. Böyle deyince de ne diyor? Vay efendim “soğan mı konuşulurmuş” diyorlar.

E azıcık parasızlıktan bahsedince ne diyorlar gençlere “Çıkar telefonunu göster” diyorlar değil mi gençlere. Telefon lüks ya çıkar telefonunu göster diyor.

Arkadaşlar bu bir ihtiyaç telefon dediğin ihtiyaç!

Haberleşme bir haktır insan hakkıdır bilgi almak insan hakkıdır.

Bugün akıllı telefon bir temel haktır.

Bakın arkadaşlar şöyle iyisinden bir telefon bu telefonu almak asgari ücretle çalışan bir gencimiz ne kadar çalışmak zorunda kalıyor biliyor musunuz?

Hiç yemese içmese hiçbir şey harcamasa 6 aylık asgari ücreti biriktirse ancak alıyor. 6 ay.

6 aylık asgari ücret bir telefon ediyor.

Peki bu süre Avrupa’da ne kadar Amerika’da ne kadar?

1 hafta. Kayseri dersine çalışmış hesabını biliyor. Söyledim.

Gençlerimiz son modelinden bilgisayar almak istiyor alamıyor.

Son model PlayStation almak istiyor alamıyor.

Ülkemizin gençleri dünyadaki akranlarından geri kalıyorlar.

Haklısınız gençler. Zaten gençler yürüyor biz arkalarından geliyoruz. Gençler ülkemizin yarını değil bugünü bugünü.

Değerli arkadaşlarım,

Ağır vergi yükleriyle, bu yüksek bilgisayar fiyatlarıyla ileri teknoloji fiyatlarıyla gençlerimizin karşı karşıya bırakılmasına biz itiraz ediyoruz.

İtirazımız var.

Avrupa’daki, Amerika’daki, Asya’daki gençlerin elindeki imkanlar ne ise, biz bunları gençlerimize sunmak zorundayız.

Çünkü onların gençleri daha kabiliyetli değil. Sadece sunulan imkân, fırsat meselesi bu.

Biz bunları sağlamak zorundayız!

Ve inşallah sağlayacağız arkadaşlar.

Bu karanlığın içinde hayal etmesi zor geliyor ama, inanın çok hızlı toparlanacağız.

Siz bizlere destek vereceksiniz biz de gerisini inşallah halledeceğiz.

Endişeye mahal yok!

Birleşe birleşe kazanacağız. Çok yakın. Çok yakın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu seçim ne yaptık? 6 parti bir araya geldik. 6 parti.

‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ dedik.

Ortak politika metni hazırladık tam 2 bin 300 madde.

Cumhuriyet tarihinde bir ilk. Bunun örneği yok.

6 parti seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ne yapacağını bütün detayları ile hazırladı.

2 bin 300 maddelik ev ödevi 20 tane bakanın önüne konulacak birinci günden itibaren.

Örneği yok yaptık bunu.

Başka ne yaptık?

Birleşe birleşe kazanacağız dedik ve ortak Cumhurbaşkanı adayımız olarak Sayın Kılıçdaroğlu'nu belirledik.

İnşallah Sayın Kılıçdaroğlu seçildiği gün sadece Millet ittifakının Cumhurbaşkanı olmayacak. 86 milyonun cumhurbaşkanı olacak bunu göreceğiz inşallah.

Ortak aday yetmez dedik.

Ne dedik? Ortak listeyle seçime gitme kararı aldık.

Bu da çok önemliydi.

Tek bir liste ile seçime girelim ki tek bir oy dahi zayi olmasın dedik.

Hesap ortada.

Her parti ayrı ayrı listelerle seçime girdiğinde küsüratlardan herkes kaybediyor.

Beraber seçime gittiğimizde o küsuratlar toplanıyor toplanıyor toplanıyor hep beraber daha fazla milletvekili çıkarıyoruz.

Havuz büyüyor ve her parti daha fazla milletvekili çıkarıyor Millet ittifakı da daha fazla milletvekili çıkarıyor.

Dolayısıyla ne yaptık? Ortak Cumhurbaşkanı adayı ve ortak listeler dedik.
Böylece ne dedik?
DEVA Partisine destek veren vatandaşlarımız DEVA için CHP logosunun altına ‘evet’ diyecek dedik. Saadet'e destek verecek vatandaşlarımız için ne dedik? Saadet için CHP'nin altına ‘evet’ dedik. Gelecek için CHP'nin altına ‘evet’, Demokrat Parti için CHP'nin altına ‘evet’ dedik.
Böylece birleşe birleşe kazanacağız diyorsunuz ya onu gerçekleştireceğiz inşallah.
Hep beraber kazanacağız çünkü.
Özgür ve zengin bir Türkiye'yi beraberce inşa edeceğiz.
Biz çözeceğiz biz.
Nasıl iki tane büyük krizi çözdüysek ekonomik krizi bu krizde biz çözeceğiz inşallah.

Evet, şöyle bakıyorum meydana yaşı yeten çok vatandaşımız var.

2001 krizini hatırlarsınız. 2008-2009 krizini hatırlarsınız. 2001 krizinde faizler %7500’e çıktığında 20 tane banka battığında Sayın Bahçeli o hükûmetin ortağıydı.

Onun için biz ona krizlerin ortağı diyoruz ya. Ne zaman kriz bakıyoruz orada.

Şu anda kriz var yine orada.

O günlerde de doların ateşi bir türlü düşmüyordu.

Ne yaptık? Kolları sıvadık 2001- 2002 krizini çözdük.

İki yılda 34 yıllık enflasyonu tek haneye indirdik.

Avrupa Birliği rotasında sapasağlam ilerledik.

Daha sonra, 2008-2009’da büyük bir kriz çıktı.

Bütün dünyayı yaktı. Komşumuz Yunanistan’dan tutun İtalya, İspanya hepsi sıkıntı çekti.

Biz ne yaptık? 2008-2009 krizinden de ülkeyi çıkardık.

Türkiye bunları başardı mı? Türkiye’ 2001-2002 krizini çözdü mü?

Çözdü.

2008-2009 krizini bu ülke çözdü mü?

Çözdü.

İnşallah bu krizi de çözeceğiz.

Daha iyisini yapacağız. Yepyeni başarılara koşacağız.

Çok daha iyisini yapacağız.

Sakın unutmayın arkadaşlarım:

İnanın çok yakında; tatile gitmek, araba almak, ev almak hayal olmaktan çıkacak.

Tekrar vatandaşlarımızın satın alma gücü yükselecek.

Tekrar bu ülke bunu başaracak.

Hepsi gerçek olacak.

Türkiye’yi bölgemizin en güçlü ekonomisi yapacağız.

Kayseri’deki esnaf kardeşim de, çiftçimiz de tüm çalışanlarımız kazanacak.

Bütün Türkiye kazanacak.

Ve nasıl kazanacağız biliyor musunuz? Güveni inşa ederek kazanacağız güveni.

Güven olmazsa olmaz.

Başarının sırrı güvendir güven.

Bazen ben güven deyince gençler bunu soruyor. 'Başkanım güven nasıl kazanılır bir anlatsana'. Güven nasıl olur? Ben de diyorum ki gençlere 1 dakikada 8 maddede özetleyim.

Güven nasıl kazanılır?

1-Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.%200 olan enflasyonu %80 diye açıklamayacaksın.

2-Söz verince tutacaksın.

3-Emanete hıyanet etmeyeceksin.

4-Devlet yönetiyorsan her daim adaletle hareket edeceksin.

5- Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın. Dürüst ve ehil insanlarla çalışacaksın kadroyu öyle kuracaksın.

6- İstişareyi asla elden bırakmayacaksın. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.
7- Şeffaf olacaksın açık olacaksın. 10 yerden gizli saklı maaş almayacaksın. Merkez Bankası’nın arka kapısından 250 milyar doları boşaltmayacaksın. Şeffaf olacaksın.

Soruyoruz 3 yıldır soruyoruz cevap vermiyorlar veremiyorlar. Ne yaptınız bu Merkez Bankası’nın dövizlerini diyoruz.

Arka kapıdan sattılar 250 milyar doları. Bakın dün dün çıktı rakamlar ortaya dün.

Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonu -67 milyar dolara düştü.

Dövizler bitti altınları satıyorlar sonra haftada harıl harıl.

Döviz tükendi altın satmaya başladılar son haftalarda.

Çok üzülüyoruz.

Yani Merkez Bankası’nın elindeki dövizi sıfırladıkları gibi Merkez Bankası’na 67 milyar dolar da döviz borcuna sapladı bunlar.

Rakamlar daha dün çıktı ortaya dün.

8- Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.

Bu 8 maddeyi yerine getirin korkmayın korkmayın.

Şimdi sizden sözler istiyorum.

14 Mayıs’ta özgürlük diyecek misiniz? (Evet)

14 Mayıs’ta adalet diyecek misiniz?

Hukuk diyecek misiniz?

14 Mayıs’ta Zenginlik diyecek misiniz? (Evet)

Umut diyecek misiniz? (Evet)

Artık şu kara kış bitsin umut gelsin diyecek misiniz?

Millet İttifakı’nı güçlü bir şekilde meclise güçlü şekilde gönderecek misiniz? (Evet)

14 Mayıs’ta Sayın Kılıçdaroğlu’nu 13. Cumhurbaşkanı olarak seçecek misiniz? (Evet)

Söz mü? (Evet)

Söz mü? (Evet)

Buradan Kayseri’den bütün Türkiye’ye sevgilerimi saygılarımı iletiyorum.

Haydi berekete. Haydi özgürlüğe. Haydi zenginliğe! Diyorum.

Sağ olun, var olun.

28 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Çaycuma Cumhuriyet Meydanı Konuşması

Çaycuma Halk Buluşması Konuşma Metni
 
Merhaba Çaycuma!
 
Filyos’uyla, Çayır Köyü su mağarasıyla, sayısız tabiat harikasının ev sahibi güzel Çaycuma merhaba!
 
Karadeniz’imizin kara elması merhaba!
 
Denizi ayrı, ormanı ayrı güzel Zonguldak merhaba!
 
Değerli dostlarım, arkadaşlarım;
 
Değişime tam 16 gün kala sizlerle burada bu güzel şehrimizde Çaycuma’da birlikte olmak gerçekten bizler için büyük bir mutluluk. 
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.
 
Bu buluşmamıza hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Evet arkadaşlar,
 
Seçime çok az kaldı.
 
Demokrasi bayramımıza çok az kaldı.
 
O yüzden size burada, hepinizin huzurunda söylüyorum:
 
Bu ülkenin yer üstü kaynaklarını da yer altı kaynaklarını da üç beş çıkar grubuna peşkeş eden bu düzene inşallah son vereceğiz.
 
Ülkemizin tabiatını o güzel doğasını, rant uğruna tarumar eden, çevreyi katleden bu zihniyete son vereceğiz.
 
Ama mesele eğer yatırımsa en iyisini yapacağız en iyisini. 
 
Doğru olan ne varsa devam edeceğiz. Eksikleri tamamlayacağız yanlışları düzelteceğiz. 
 
Ama çok daha iyisini çok daha ucuza mal edeceğiz inşallah.
 
Büyük israf var büyük bir iş bilmezlik var. Evet projeler yapılıyor ama çok büyük savurganlık var. 
 
Çok pahalıya mal oluyor her şey. 
 
86 milyonun verdiği vergiler inanın çar çur ediliyor. 
 
Çok daha iyisini çok daha hızlı bir şekilde çok daha ucuza biz mal edeceğiz inşallah. 
 
Çünkü işi ehline teslim edeceğiz. Dürüst ve ehil insanlar tarafından inşallah bu ülke yönetilecek. 
 
Evet, Türkiye her şeyin en iyisine layık. Ancak, bazı projelerle bu hükümet seçime 5 kala ülke gündemini meşgul etse de gerçek gündem ne biliyor musunuz? Gerçek gündem mutfaktaki yangın. 
 
İşte biz; boş buzdolaplarının, beslenme çantalarının dolu olması için çalışacağız.
 
Boş cüzdanlar devrini bitirmek için çalışacağız. 
 
Değerli Arkadaşlar,
 
Bir ülkenin toplam ekonomisi bir ülkenin büyüklüğü öyle 3-5 kişinin servetine servet katmasıyla ölçülmez. 
 
Bir ülkenin gerçek ekonomisi ne zaman büyür biliyor musunuz? Ancak ülke topyekûn zenginleşirse büyür. 
 
Başka türlü mümkün değil. 
 
Şu son 5 yıldır bakın sabit gelirle geçinmeye çalışan emeklimiz, memurumuz, işçimiz bütün esnafımız bütün çiftçimiz yoksullaştı. 
 
Satın alma gücü Türkiye’de düştü. 
 
İyisinden bir cep telefonu almak için bugün elin Avrupalısı Amerikalısı 1 hafta çalıştığında bir haftalık asgari ücretiyle cep telefonu alabiliyor. 
 
Şu an iyisinden bir telefon almak için asgari ücretli vatandaşımızın 6 ay çalışması gerekiyor. 6 aylık maaş ancak bir telefon parası ediyor. 
 
Yazıktır.
 
Geçen berberde yanıma bir genç arkadaşımız oturdu. Dedi ki ‘başkanım ben 22 yaşında üniversiteden mezun oldum. Bundan 10 sene önce. Mezun olduğumda işe girdim ve maaşımla taksitini ödeyebileceğim 0 bir araba aldım’ dedi. ‘Ama biliyor musun ben 10 yıldır o arabaya biniyorum ve şu an benim o arabanın yenisine gücüm yetmez’.
 
Türkiye’nin ekonomik tablosunu herhalde en iyi o gencimiz özetledi.
 
Gerçekten paramız büyük değer kaybetti. 
 
Bakın şu 200 liralık banknot var ya 200 liralık 1 kilo kıyma alamıyorsun. Anca 600-700 gram. 
 
Bu 200 lira 2009 yılında tedahüle çıktı. Yıl 2009. 
 
2009’da tedahüle çıktığında bu para tam 134 dolar ediyordu. 134 dolar. 
 
Şimdi ne kadar ediyor biliyor musunuz? 10 dolar bile etmiyor. 
 
Gidip bir döviz bürosundan almaya çalışın işte kuyumcu arkadaşlarımız alıp satıyordur 20’yi geçti değil mi dolar. 
 
Demek ki bu 10 doların da altına inmiş. 134 dolar inmiş 10 dolara.
 
Ben şimdi soruyorum, hepimizin cebindeki bu 200 liradan 124 doları kim aldı?
 
134 dolar indi mi 10 dolara? Arada 124 dolar fark var değil mi? 
 
Bunu kim aldı? Kim aldı?
 
Enflasyon yoluyla en modern hırsızlık yöntemi olarak bilinen yani para icat edildi edileli en modern hırsızlık yöntemi olan enflasyon yoluyla bu para cebinizden alındı. 124 dolar. 
 
Değerli arkadaşlar bakın enflasyon ekonomi yönetiminde tam bir beladır. Ben bu kelimeyi kolay kolay kullanmam ama çünkü bizim kültürümüzde kötü bir kelimedir. Ama enflasyon öyledir. 
 
Enflasyon çok kötü bir şeydir. Çünkü hayat pahalılığı yoluyla milyonların cebinden alırsınız bir avuç insanın cebine koyarsınız.
 
Kur korumalı mevduat diye bir şey icat ettiler değil mi kur korumalı mevduat. 
 
Rahmetli Özal'ın ta 40 sene önce kaldırdığı dövize çevrilebilir bir mevduat vardı orada. Yaşı müsait olanlar hatırlar. DÇM. 
 
Rahmetli Özal geldi dedi ki 'bu ülkede enflasyon yıllardır yüksek seyrediyorsa bunun sebebi budur. Ben onun için bunu kaldırıyorum. Gençlere de vasiyetimdir bir daha bu ülkeyi asla böyle yanlışlara sokmayın' dedi. 
 
Daha ilerisini söyledi Özal'ın ifadesini kullanıyorum bu DÇM yani bugünkü kur korumalı mevduat 'kendini uyanık sananların dalaveresidir' dedi. 
 
Ve maalesef 40 sene sonra bu hükümet geldi bunu tekrar uyguladı. 
 
Kur korumalı mevduat ne demek? 
 
Bankada parası olan vatandaşa aldığın faiz yetmez eğer kur faizden daha fazla atarsa ben sana bir de o kur farkını ödeyeceğim demek. 
 
Hani ne oldu? Nas yok mu. 
 
Peki ödediğin faiz yetmiyor üzerine bir de kur farkı ödüyorum dediğinin faizden ne farkı var? 
 
Peki, bunu nereden topluyorlar nereden? İşte milyonların cebinden enflasyonla topluyorlar. Vergi ile topluyorlar bankada zaten parası olanın üzerine biraz daha para katıyorlar. 
 
Şu anda hükümetin yaptığı bu. 
 
Kendi ifadesiyle söylüyorum nereeeden nereye. 
 
Bir zamanların faiz düşmanı Sayın Erdoğan Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en yüksek faizini ödeyen hükümetin başında şu anda. 
 
Geçen sene 330 milyar sadece faiz bütçesi koydular. Yetmedi üzerine 200 milyar da kur farkı ödediler. Faize ve kur farkına ödedikleri ile bir milyon tane konut yapılabiliyordu bu ülkede. 
 
1 milyon konutu yapacak parayı sadece faiz ve kur farkı olarak ödediler. 
 
Kime ödediler? 
 
Bir avuç zaten parası olana ödediler. 
 
Bu mu ekonomi yönetimi? 
 
Yazık değil mi bu millete. 
 
Gerçekten içimiz kan ağlıyor. Çok üzülüyoruz. Yazık günah bu millete. 
 
Mesele ne biliyor musunuz? İş bilmezlik.
 
Bilmiyorlar ama bilmediklerinin de farkında değiller. Biliyorum zannediyorlar.
 
Benim alanım ekonomi ben ekonomistim demekle olmuyor.
 
Bir kişinin küçücük dağarcığına bu koskoca ülke sığmaz. 
 
Bu ülkeyi ancak ehil ve dürüst kadrolarla istişare ile yönetirsen başarılı olursun. 
 
Zaten bir dönem Türkiye başarılı olduysa bu 2002'den 2013'e giden dönemde Türkiye'nin en parlak döneminde Türkiye'nin milli geliri 3 bin 500 dolardan 12 bin 500 dolara çıktıysa bu ehil ve dürüst kadrolarla oldu istişare ile oldu.
 
Ne zaman ki istişare terk edildi ne zaman ki dürüst ve ehil kadrolar dışlandı ülkenin içine düştüğü durum belli. 
 
Yıl gelmiş 2022'ye geçen sene milli gelir hala 10 bin dolar civarında. Yerinde saymışız geri bile gitmiş memleket. 
 
2013'te 12 bin 500 dolar geçen sene 10 bin küsür dolar. O da bugünkü TÜİK’e inanıyorsak. 
 
2013'ün TÜİK'ine inanıyorduk. Dürüst ehil kadrolar vardı. Şu andakiler 10 bin diyor. 
 
İnanırsak.
 
Değerli arkadaşlar, güven olmayınca olmaz. Güven bir ülkenin ekonomisini de adaletini de ayağa kaldıran en önemli unsurdur en önemli değerdir güven. 
 
Bazen ben güven deyince gençler bana soruyorlar.  'Başkanım şu güven nasıl kazanılır nasıl oluşur? Anlat hele' diyorlar. 
 
Ben de diyorum ki hemen 1 dakikada 8 maddede size anlatıyorum diyorum gençlere güven nasıl oluşur.
 
1. Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Milletin %200 olarak yaşadığı enflasyonu %80 diye açıklamayacaksın.
 
2. Söz verince tutacaksın. Ben faizle mücadele edeceğim deyip de Cumhuriyet tarihinin en yüksek faizini ödemeyeceksin.
 
3. Emanete hıyanet etmeyeceksin. Emanete gözün gibi bakacaksın.
 
4. Ülke yönetiyorsan her daim adaletle hareket edeceksin. Sadece yargıda adalet değil aynı zamanda fırsat eşitliği ile yöneteceksin ülkeyi. Eğitimde fırsat eşitliği iş yaparken fırsat eşitliği... 
 
5. Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın. İşi ehline teslim edeceksin.
 
6. Asla istişareden vazgeçmeyeceksin. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.
 
7. Şeffaf olacaksın açık olacaksın. Merkez bankasının arka arkasından 250 milyar doları gizli saklı satmayacaksın. 
 
8. Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın. Her zaman.
 
Diyorum ki gençlere bu 8 maddeye riayet edin korkmayın. O zaman güven kazanırsınız. Güven kazanınca da önünüz açılır. 
 
Çünkü biz neye inanıyoruz Allah doğrunun yardımcısıdır. Ama doğrunun yardımcısıdır. 
 
Sen istikametini düzgün tut korkma. Gençlere onun için güven güven güven güven diyoruz.
 
*** 
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Önümüzde inşallah bir demokrasi bayramımız var.
 
Sayılı gün kaldı, az kaldı.
 
Demokrasi bayramımız 86 milyonun ortak bayramı olacak.
 
Bu seçimi o parti, bu parti kazandı o ittifak kazandı demeyeceğiz. 
 
Bu seçimi;
 
7'den 70'e, doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türkiye kazanacak.
 
Hep beraber kazanacağız.
 
Evladına harçlık veremeyip, gizli gizli ağlayan analar kazanacak bu seçimi.
 
Pazardan eli boş, başı eğik dönen babalar kazanacak. 
 
Çocuğunu okutamayan işçi kardeşlerim kazanacak bu seçimi.
 
Açlıkla sınanan açlık sınırının altına düşen emekli maaşıyla geçinen emekliler kazanacak bu seçimi. 
 
Ürettikçe zarar eden çiftçimiz kazanacak.
 
Sattığı malı yerine koyamayan esnaf kazanacak.
 
Ailesinin boğazından helal lokma geçsin diye, zor şartlarda çalışan madenci arkadaşlarım kazanacak bu seçimi...
 
En güzel yılları umutsuzlukla, kaygıyla geçen gençler kazanacak bu seçimi. 
 
Bu seçim; bugünkü otoriter ittifakın görmezden geldiği milyonlar kazanacak inşallah yani tüm Türkiye kazanacak. Beraber kazanacağız. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bakın biz bu seçimi bir referandum olarak görüyoruz biliyor musunuz?
 
Referandum ne demek? 
 
2 tane tercih var. O mu bu mu? 
 
Bu seçim biliyorsunuz pusulada iki tane seçenek var.
 
Nedir? Daha doğrusu 2 tane pusula var. 
 
Bu pusulanın birince Cumhurbaşkanı adayımızı seçiyoruz ikincisinde de meclisteki milletvekillerini seçiyoruz. 2 tane pusula var ama dönüp de ister Cumhurbaşkanlığı seçim pusulasına bakın isterseniz milletvekilliği seçim pusulasına bakın aslında 2 tane temel tercih var.
 
Ülkemizin kaderini, Zonguldak’ın yarınlarını, çocuklarımızın geleceğini belirleyecek iki seçenekli bir referandum bu aslında.
 
Hep beraber bu iki seçenekten birinin altına evet mührünü vuracağız ve böylece tercihimizi ortaya koymuş olacağız. 
 
Birinci pusulada temel 2 tercih ne? Sayın Erdoğan mı Sayın Kılıçdaroğlu mu?
 
İkinci pusuladaki temel tercihler ne? Cumhur İttifakı mı Millet İttifakı mı? 
 
Her 2 pusulada da 2 temel tercih var. 
 
Peki özüne indiğimizde bu 2 temel tercih aslında ne ile ne arasında tercih?  
 
Ben şimdi sizlere soruyorum:
 
Çünkü bu seçim aslında bir referandum.
 
Bu seçimde 2 tane seçenek çıkacak. Açtınız Cumhurbaşkanlığı pusulasını önünüze. 
 
Otoriterlik mi diyeceksiniz demokrasi mi diyeceksiniz?
 
Çaycuma biliyor cevabı. 
 
Açtınız milletvekili pusulasını önünüze koydunuz. 2 tane tercih var aslında. 
 
Baskı mı; özgürlük mü?
 
Bu kadar basit. 
 
Referandum olarak gördüğünüzde bu seçim tercih yapması gayet kolay bir seçim. 
 
Keyfilik mi; hukuk mu?
 
Tek akıl mı; ortak akıl mı? 
 
Kriz mi; huzur mu?
 
Kavga mı; barış mı?
 
Öfke mi; sevgi mi?
 
Çaycuma biliyor. Zonguldak cevapların hepsini biliyor. 
 
Ve son olarak soruyorum.
 
Kara kış mı bahar mı?
 
Baharın bu güzel yağmurlu gününde bereketli günüde inşallah bu seçim ülkemize bereketli baharlar getirecek inşallah.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bu seçim aynı zamanda bir birlik ve beraberlik seçimi. Bu seçim ancak ve ancak siyasi partilerin bir araya gelip beraber olduğunu da başarılı olabileceği bir seçim. 
 
Çünkü mevcut anayasa ve 2017'de değişen anayasa ve mevcut seçim kanunları partiler ancak ve ancak bir arada olursa başarabileceklerini gösteriyor bize. 
 
Kaldı ki 2018'de ne oldu? 
 
Cumhur ittifakı ortak bir aday belirledi Sayın Erdoğan'ı belirledi kazandı. 
 
Millet ittifakı ortak adayda anlaşamadı kaybetti. Dolayısıyla birlik beraberlik içerisinde ancak kazanılacak bir seçim bu. 
 
Şimdi biz bu 2023 seçimlerinde ne yaptık? Öncelikle 6 siyasi parti olarak tek bir cumhurbaşkanı adayı belirledik. 
 
Sayın Kılıçdaroğlu'nu ortak adayımız olarak belirledik. 
 
Ne yaptık aynı zamanda? Milletvekili seçimi tarafında da sadece millet ittifakını oluşturmadık aynı zamanda tek bir liste ile seçime girme kararı aldık.
 
Çünkü tek bir liste ile biliyoruz ki tek bir oy dahi zayi olmayacak. 
 
Tek bir oy dahi zayi olmasın diye ortak liste ile seçime girme kararı aldık. 
 
Çünkü partiler ayrı ayrı listelerle seçime girdiğinde bir seçim bölgesinde bir parti mesela diyelim ki 4'te 3 milletvekili çıkarabiliyor. Biri tamamlayamazsa aldığı oyun hepsi çöp. Diğer parti 1.9 milletvekili çıkardı. 2 yetmedi. O aldığı 1.9 milletvekili çöp. İşte o oylar zayi olmasın diye küsuratlar birbirini tamamlasın diye birleşe birleşe büyüyelim diye ortak tek bir listeden seçime girme kararı aldık. Bu önemli bir karardı. 
 
Ne yapacağız?
 
14 Mayıs günü, 2 pusulayı alacağız elimize kabine gireceğiz perdeyi çekeceğiz vicdanımızla baş başayız değil mi? O anda kimse görmüyor. Sadece vicdanımızla baş başayız.
 
Biz ne istiyoruz ne talep ediyoruz? 
 
Birinci pusulada Cumhurbaşkanımızı seçerken ortak Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kılıçdaroğlu’nun isminin altına evet mührünü basalım diyoruz.
 
Biliyoruz ki Sayın Kılıçdaroğlu ortak yönetim modeliyle yazılı olarak da toplumumuza bildirdiğimiz gibi 6 genel başkan olarak istişareyi kurumsal bir mekanizma haline getirerek ülkenin Cumhurbaşkanı olacak. 
 
Biz bunu yazılı belgelere döktük, 84 maddelik anayasa metnimizi hazırladık. 2300 maddelik ortak politika metnimizi hazırladık. 12 maddelik de ortak yönetim modelimizi hazırladık. 
 
Bunların hepsinin özü istişare. 
 
Sayın Kılıçdaroğlu’nun altına evet diyeceğiz ama 6 genel başkan hep beraber 6 siyasi parti ülkeyi istişare ile yöneteceğiz. İşin anahtarı orada başarının anahtarı orada. 
 
Geldik ikinci pusulaya. 
 
İkinci pusula milletvekilliği seçimi pusulası. Bizim adaylarımız yani DEVA Partisi'nin adayları DEVA Partisinin adayı olarak seçime giriyor.
 
Seçimden sonra da DEVA Partisi'nin milletvekili oluyor. 
 
Aynı şey Saadet Partisi'nin Milletvekili adayları için de geçerli. Aynı şey Gelecek Partisinin de Demokrat Partinin de milletvekilleri için geçerli. 
 
Yani bu adaylarımız kendi partilerinin adayları olarak seçmeye giriyorlar. Ama CHP'nin listesinden seçime gidiyorlar.  Seçildikleri anda da kendi partilerinin milletvekili oluyorlar. 
 
Dolayısıyla ne yapacağız? O ikinci pusulada tercihimizi kullanırken diyeceğiz ki DEVA için CHP logosunun altına ‘evet’ diyeceğiz. Saadet için CHP'nin logosunun altına ‘evet’ diyeceğiz. Diyeceğiz ki Gelecek Partisi için CHP'nin logosunun altına ‘evet’ diyeceğiz. Diyeceğiz ki Demokrat Parti için CHP'nin logosunun altına ‘evet’ diyeceğiz.  Yok, zaten CHP'nin destekçisiyseniz gönül verdiyseniz tabii ki CHP'nin pusulasındaki yerin altına ‘evet’ diyeceksiniz. 
 
Çaycuma kararını vermiş diyorum ya. 
 
Dolayısıyla ne yapacağız arkadaşlar? İşbirliği ile güç birliği ile bir olacağız beraber olacağız ve hep beraber kazanacağız ve İnşallah Türkiye kazanacak. 
 
Tabii ben bunları anlatırken bazı vatandaşlarımız içten içe diyor ki elim gitmiyor. 
 
Elim CHP'nin altına evet demeye gitmiyor.
 
Bu hissiyat belki var ama şunu bilin ki şu anda daha önce Ak Parti'ye gönül vermiş daha önce Ak Parti'ye destek vermiş milyonlarca vatandaşımızda ne diyor biliyor musunuz?
 
Elim Erdoğan'a gitmiyor, elim AK Parti'ye gitmiyor diyor. Biz bunu biliyoruz yaşıyoruz. 
 
Dolayısıyla bugün arkadaşlar demokrasi için bir araya gelme zamanı, adalet için bir araya gelme zamanı. 
 
İşte o daha önce AK Parti'ye oy verip de şimdi elim gitmiyor diyen vatandaşlarımız var ya aslında ne diyorlar biliyor musunuz? 
 
‘Ben bir zamanlar 3Y ile mücadele etsin diye Sayın Erdoğan'a destek vermiştim ama yoksullukla yasaklarla ve yolsuzlukla mücadele etsin diye desteği vermiştim ama bugün Türkiye'nin haline bakıyorum bugünkü yoksulluğa bugünkü yolsuzluğa bugünkü yasaklara elim evet demeye gitmiyor’ diyor. 
 
Bakın vatandaşlarımız tutarlı. 2002'de nerede duruyorlarsa aslında aynı noktada duruyorlar. 
 
Maalesef değişen iktidarın kendisi oldu. Maalesef bir zamanlar 28 Şubat zihniyetine karşı ben mücadele edeceğim diye iş başına gelenler şimdi 28 Şubatçılarla kol kola geziyor. 
 
Ben soruyorum; Sayın Erdoğan senin Sayın Perinçek ile yan yana ne işin var diyorum arkadaş. Ne işin var? 
 
Bir zamanlar destekleyenler 28 Şubat'ın o karanlık zihniyetine karşı Sayın Erdoğan'ı destekleyenler dönüp dolaşıp da Perinçek ile kol kola yürü diye mi sana o desteği verdi. 
 
Yapmayın. 
 
Diyecekler ki o zamanında AK Parti'ye destek veren vatandaşlarımız diyecekler ki 'haydi hep beraber değiştirelim bu düzeni' diyecekler.
 
“Bir kez daha herkes için adalet, herkes için özgürlük, herkes için zenginlik diye beraber yürüyelim” diyecekler bu olacak inşallah.  
 
Bu seçimde de bunun sonuçlarını göreceğiz. 
 
Arkadaşlar kapı kapı dolaşacağız. Çalmadığımız kapı kalmayacak.
 
Çünkü bu seçim gerçekten ülkenin sadece önümüzdeki 5 yılı değil önümüzdeki 10 yılı 20 yılı etkileyecek seçim. 
 
Onun için ‘Otoriterlik mi demokrasi mi?’ diyorum. 
 
Onun için ‘Keyfilik mi hukuk mu?’ diyorum. 
 
Hukuk olmadan olmaz adalet olmadan olmaz. 
 
Kapı kapı gezeceğiz. Belki bir kapıyı çaldığımızda kapıyı kapatacaklar. 2. Kere çalacağız belki bir 3 kelime dinleyecekler. Ama 3. Kere çaldığımızda bir çay içelim diyecekler. 
 
Onun için bıkmadan usanmadan çalışacağız.
 
Ha baktınız kapıyı çaldınız biraz direniyor; 'Kapıyı gıygaşuk bırakın, bize de bir şans verin, oyunuza talibiz’ diyeceğiz hep beraber. 
 
Yapacak mıyız? (…)
 
Söz mü? (…)
 
Tamam Çaycuma’ya bu yakışır işte.
 
Ben sözümü aldım.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
14 Mayıs günü, hep beraber oylarınızı kullandıktan sonra sizler şöyle rahat bir şekilde koltuğunuza yaslanıp artık ülkedeki gelişmeleri izlemeye başlayacaksınız. 
 
Ama biz gece gündüz çalışmak zorunda kalacağız. 
 
Siz desteği verin güvenin gerisi bizde. 
 
Evelallah çok çalışacağız dosdoğru çalışacağız ve muvaffak olacağız. 
 
Tüm ülke için muvaffak olacağız. 
 
Şikâyet ettiğiniz yoksulluk var ya… Açlık var ya… Enflasyon var ya…
 
Bunların hepsi bizde. Hepsini çözeceğiz.
 
Nasıl 2001- 2002 krizini çözdüysek nasıl 2008-2009 krizini çözdüysek bu krizi de çözmek inşallah bize nasip olacak. 
 
Sizlerin desteği ve güveniyle nasip olacak. 
 
Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kılıçdaroğlu bayramda verilen 2 ikramiye ile ilgili açıklamalarda bulundu. 
 
Dolayısıyla ne yapacağız? Bundan sonra 2 bayramda emekli maaşlarımızı şu anki rakam olan 1.500’den alacağız 8 bin 500’e çıkaracağız. 
 
Yapacağımız bu. 
 
Ama onunla da yetinmeyeceğiz geçtiğimiz Ramazan Bayram’ının farkını ödeyeceğiz. 
 
Oradan da borcumuz var. 
 
Kaynak Türkiye kaynak hiç merak etmeyin.
 
2002’de bana çok soruyorlardı.
 
Ben daha 35 yaşındaydım 2002 seçimine gittik. Kazandık. Hazineden sorumlu bakan oldum herkes ‘Parayı nereden bulacaksın? Kaynak nerede?’ diyordu. Ben de diyordum ki ‘kaynak Türkiye merak etmeyin.’ 
 
O kadar büyük israf var ki o kadar büyük savurganlık var ki bu devlet faize o kadar büyük para ödüyor ki inşallah israfı önleyerek gerçek anlamda devletin ödediği faizi düşürerek biz bunu sağlayacağız.
 
Ne yapacağız?  Gerçekten hak edenlere bu imkânı sağlayacağız. 
 
Kıymetli dostlarım;
 
Tüm teşkilatlarıyla beraber Millet İttifakının değerli üyeleri aramızda, bizimle beraber.
 
Zonguldak’a gözü gibi bakacak, Zonguldaklı hemşerilerini dinleyecek, sorunlarınızı çözmek için her türlü çabayı gösterecek adaylarımızı biraz önce dinlediniz. 
 
Birbirinden kıymetli arkadaşlar.  Birisi elektrik mühendisi, birisi Tıp doktoru, birisi hukukçu. Ama mesleklerinde hep iyi arkadaşlar. 
 
Yani iyi mühendis, iyi doktor, iyi hukukçu. 
 
Biz ne diyoruz arkadaşlar? Biz insanları nasıl değerlendiriyoruz?  Bir, iyi insan olsun güvenilir insan olsun iki, işinde iyi olsun. Yani hangi işi yapıyorsa onu iyi yapsın. 
 
Çünkü herkes yaptığı işi iyi yaparsa toplum olarak ilerleriz. Herkes kendi mesleğini hakkını vererek yaparsa ülke olarak yükseliriz.
 
İnanın bu kadar basit. Onun için çok çalışacağız diyorum. 
 
Ben inanıyorum ki, Zonguldak’taki tüm vekil adaylarımız ki vekil olacaklar ben inanıyorum sizlerin desteği ile olacaklar Zonguldak’a gereken önemi ve hassasiyeti gösterecektir. 
 
Bizim DEVA Zonguldak teşkilatımız da tüm adaylarımızı en az bizim adayımız DEVA Partisi’nin adayı olan Doğa Bey gibi sahip çıkmalarını desteklemelerini zaten başta söyledim. Arkadaşlarımız hiçbir parti ayrımı yapmadan hep beraber omuz omuza yürüyorlar çalışıyorlar. Çünkü ne diyoruz? ‘Birleşe birleşe kazanacağız. Birlikte kazanacağız’ diyoruz. .  Ve birleşe birleşe her 2 pusuladan galip çıkacağız. 
 
İşimiz çok, yolumuz uzun, ama imkanlar kısıtlı onu da biliyoruz.
 
Parti olarak söylüyorum. Mevcut iktidar partisiyle mukayese ettiğinizde bizde devletin imkanları yok. Devletin hazinesini seçim için kullanma şansımız yok. 
 
Yanlıştır hukuksuzdur. Devletin imkanlarını cayır cayır kullanıyorlar seçim için bunu biliyoruz. Görüyorsunuz. 
 
Meşru değil ama yapıyorlar. Görüyorsunuz.
 
Bizim öyle imkânımız yok. Âmâ bizde de onlarda olmayan bir güç var biliyor musunuz? Haklı olmanın bize verdiği güç. 
 
Çünkü biz haklıyız diyoruz.
 
Haklıysanız hakkı da yanınıza alırsanız korkmayın yol açılır. Biz buna inanıyoruz. 
 
Bu gücün karşısında kimse duramaz. Hiç kimse duramaz.
 
*****
 
Şimdi sizden bir söz daha almak istiyorum. 
 
Çaycuma’nın sesi olacağız. Söz mü? (…)
 
Filyos yatırımlarını çevreye zarar vermeden, doğaya gözümüz gibi bakarak gerçekleştireceğiz. Söz mü? (…)
 
Zonguldak; turizmiyle, emeğiyle, iş gücüyle, kaynaklarının verimliliğiyle ülkemizin yarınlarına damga vuracak. Söz mü? (…)
 
İnşallah hep beraber başaracağız. 
 
Hep beraber başaracağız.
 
Çaycumamıza, Zonguldak’ımıza, Türkiye’mize baharı getireceğiz.
 
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
 
Ailelerinize dostlarınıza gönül dolusu sevgilerimi selamlarımı iletmenizi de özellikle rica ediyorum. 
 
Sağ olun var olun diyorum. 
27 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Tekirdağ Millet Buluşması Konuşması

Tekirdağ Mitingi Konuşması
 
 
Üç Kemaller Diyarı Tekirdağ MERHABA!
 
Tarihi, denizi, doğası, turizmi, sanayisi ile Trakya’nın incisi Tekirdağ, MERHABA!
 
*****
 
Bu ne güzel coşku böyle!
 
Bu ne güzel heyecan!
 
*****
 
Değerli dostlarım, Tekirdağ’dayız bir serhat ilimizdeyiz. 
 
Şurada Avrupa Birliği ile aramızda 200 kilometre var.
 
Onların yüzü gülüyor ama Tekirdağlı hemşerilerim eziyet çekiyor.
 
Biliyor musunuz biz ülkemizi çook seviyoruz.
 
Vatanımızı, çok seviyoruz.  
 
Toprağımızı, insanımızı çook seviyoruz.
 
Ama bu hak mıdır, reva mıdır bu eziyet bu sıkıntı?
 
Nedir bu güzel insanlarımızın çektiği?
 
Bir kilo soğana 30 lira, bir kilo kıymaya 300 lira, 400 lira hak mıdır ya?
 
Bakıyorsun 300-400 dedim ama tutamıyorsun yükseliyor işte. 
 
Yarın dönüp baksak belki daha yüksek. 
 
Ha bunu söyleyince de ne diyorlar? “Bakmayın soğana” diyorlar. 
 
Ama vatandaşımızın derdi bu. 
 
Kusura bakmasınlar biz bakmak zorundayız.
 
Biz vatandaşımızın sofrasına gözümüz gibi bakmak zorundayız.
 
Türkiye son 5 yıldır yani bu partili taraflı Cumhurbaşkanlığı sistemi başladıktan sonra son 5 yıldır sürekli olarak fakirleşiyor. 
 
Kim Türk lirası cinsinden gelirle yaşıyorsa ister adı memur olsun işçi olsun emekli olsun, esnaf olsun, çiftçi olsun herkes kaybetti. 
 
Bir avuç insan kazandı bütün Türkiye kaybetti.  
 
Enflasyon yoluyla kaybettirdiler.
 
Herkesin cebindeki paranın değerini düşürdüler. 
 
Gerçekten çok üzülüyoruz. 
 
Bakın size bir şey göstereceğim. 
 
Şu nedir? 200 lira yakındakiler gördü. 
 
Bir de uzaktakilere gösterelim. 
 
200 lira değil mi?
 
Bu 200 lira teadüle ilk 2009 yılında çıktı. 
 
2009 yılında bu 200 lira teadüle çıktığında tam 134 dolar ediyordu 134 dolar. 
 
Bugün ne ediyor biliyor musunuz?
 
10 dolar bile etmiyor. Çünkü kapalı çarşıda ayrı kur var bankada ayrı kur var döviz bürosunda ayrı kur var. 
 
Memleketi taa Özal öncesine döndürdüler. 
 
Bankaya sorarsan kur farklı, döviz bürosu farklı kapalı çarşı farklı. 
 
10 lira bile etmiyor.
 
Ben şimdi soruyorum;  bu para 134 dolar ederken şu anda 10 lira bile etmiyor. 
 
Aradaki fark ne kadar? 124 dolar değil mi? 
 
Herkesin cebindeki bu paradan 124 doları kim çaldı?
 
Kim aldı bunu?
 
Enflasyon yoluyla hepimizi fakirleştirdiler hepimizi. 
 
Bir zamanlar, vatandaşımızın sofrası, buzdolabı, hayatı zenginleşmişti.  Yaşadık biz o yılları.
 
Gençler rahatlıkla bir cep telefonu alıyordu.
 
Yeni işe giren bir mühendis arkadaşımız aylık maaşıyla taksitle bir araba alabiliyordu. 
 
Şu anda vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti için bir araba almak hayal. Bir ev almak imkânsız. 
 
Evlenemiyorlar. Bir düğün yapsak kaç para? Yapamıyoruz kaçıyorlar değil mi? 
 
Maalesef ülkenin düştüğü durum bu. 
 
Ve o iyi dönemlerde kimse “çıkar telefonunu göster” falan da demiyordu.
 
Öyle laflar yoktu. 
 
Emekliler, torunlarına gönlünce hediye alabiliyordu. Hatta emekliler hatırlarsınız maaşlarından artırdıklarıyla şöyle Avrupa’da söyle otobüsle de olsa bir tur yapıp gelebiliyorlardı. Hatırlıyorsunuz.
 
Şimdi imkânsız.
 
Emekli maaşı temel gıda ihtiyacına yetmiyor. Emekli maaşıyla şöyle bir sofra kurmak buzdolabını doldurmak mümkün değil.
 
Ne oldu o günlere ne oldu.
 
Nasıl geldik bugünlere diye sormamız lazım değil mi?
 
Maalesef bu enflasyon var ya enflasyon hırsızlığın en modern yöntemi. 
 
Yıllarca düşük seyreden enflasyon şu son 5 yılda katlaya katlaya arttı. 
 
Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyonu şu geçtiğimiz yılda gerçekleşti. 
 
TÜİK enflasyon rakamları tutmaya başladığı günden bugüne kadar Türkiye hiçbir zaman bu kadar yüksek enflasyon görmemişti. 
 
Bu dönemde gördü maalesef.
 
Hani çok sevdiği bir soru vardı ya arkadaşlar “Neredeeeen nereye” derdi biliyor musunuz hatırlayalım. 
 
Hep beraber ülkemize DEVA olacağız hep beraber Tekirdağ’a DEVA olacağız Millet İttifakı olarak bu ülkenin DEVA’sı olacağız inşallah. Hep beraber. 
 
Arkadaşlar yıl 2013. Kişi başına düşen milli gelir 12 bin 500 dolar. 
 
Biz hedef koyduk dedik ki 2023’te bu ülke 25 bin dolara ulaşır dedik değil mi?
 
Şu anda ne kadar? 10 bin 500 dolar. 
 
2013’ten 12 bin 500 dolardan aldılar şu anda 10 bin 500’e düşmüş durumda. 
 
9 yıldır 10 yıldır geriye sayıyor bu ülke. 
 
Yazık günah. 
 
Gençlerimizin umudu kararıyor. Gençlerimiz yarınlarını başka ülkelerde aramaya başlıyorlar. 
 
Ekonomide dünya sıralamasında: 16’ncılıktan düştük 21’inciliğe….
 
Hukukun üstünlüğünde dünya da 59’unculuğa yükselmiştik düştük 117’nciliğe…
 
Zaten ikisi biliyorsunuz at kulağa gider. 
 
Ne kadar hukuk o kadar ekonomi. 
 
Ne kadar adalet o kadar ekonomi. 
 
Hukukla adaleti ayaklar altına alıp bir ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz. 
 
Mümkün değil. 
 
İşkenceye sıfır toleranstan, Sinan Ateşlerin vurulduğu ülke haline geldik. 
 
Çetenin mafyanın cirit attığı bir ülke haline geldik. 
 
Gerçekten çok üzülüyoruz. Bu ülke bunu hak etmiyor. 
 
Görüyorsunuz değil mi, neredeen nereye…
 
Devlet yönetiminde: Ortak akıldan; tek akıla keyfiliğe. 
 
Yöneten kadrolarda: Liyakatten; kayırmacılığa…
 
Dış politikada: Avrupa Birliği rotasından; Şangay beşlisine…
 
Evet, nereden nereye? 
 
Arabulucu, güçlü, itibarlı Türkiye’den; kapı kapı ondan 2 milyar ondan 3 milyar para istemek zorunda kalan bir ülke. 
 
TÜMM dünyanın cazibe merkezi olan Türkiye’deeen, gençlerin kaçmak istediği Türkiye’ye…
 
Nereden nereye... 
 
*****
 
Ama arkadaşlar,
 
Endişeye mahal yok. Endişeye mahal yok.
 
Bu ekonomik kriz var ya bu dar boğaz inşallah düzgün kadrolar iş başına geldiğinde dürüst ve ehil kadrolar iş başına geldiğinde inşallah çok hızlı bir şekilde düzelecektir. 
 
6 ayda bu ülke bu kriz ikliminden çıkar. 
 
Hep diyoruz en fazla 2 yılda da enflasyon tek haneye iner. 
 
Türkiye bunu başardı yine başaracak. 
 
İnanın bu düştüğümüz durum asla kaderimiz değil. 
 
Türkiye’nin yarınları elimize hepimizin elinde.  
 
Hep beraber bu ülkeyi yeniden ayağa kaldıracağız. 
 
Koşmaya başlayacağız ve ülke kanatlanıp uçacak. 
 
Söylediğim gibi enflasyonu en geç iki senede, tekrar ediyorum ENN GEÇ iki senede tek haneye indireceğiz.
 
Bunu Türkiye daha önce başardı. Defalarca yaptı yine yapacak inşallah. 
 
Bu ne demek? 
 
Her birinizin sofrasının bereketlenmesi demek.
 
Faturaları dert etmeyeceğiniz, ödemelerimizi rahat yapacağız, buzdolaplarını huzurla doldurabileceğiz demek. 
 
Hani Külliye de TOGG yerli otomobil dolaşıyor ya o yerli otomobilin herkes tarafından rahatlıkla satın alabileceği bir Türkiye hedefliyoruz biz. 
 
Araba var da para yok para. Para olmayınca millet nasıl alacak o arabayı?
 
Biz yerli marka diyoruz yerli otomobil demiyoruz yerli marka diyoruz. 
 
İkisinin farkı var. Ben hep bunu anlatıyorum ama marka yerli. Ama yerli otomobil demek başka bir şey. 
 
Hayal değil bunlar inanın arkadaşlar, hayal değil. 
 
Evet galiba bu patates soğan seçimleri değiştirecek belli. 
 
Tencere kaynamayınca olmuyor.  Tencerede et yerine dert kaynayınca artık hükûmetin değişme zamanı geldi demek. 
 
Müsait bir yerde indireceğiz inşallah hep beraber. 
 
Bu ülke arkadaşlar samanında çok büyük başarılar elde etti çok büyük. 
 
Gençler KYK burslarından biriktirdikleriyle rahatlıkla tatil yapabiliyorlardı. 
 
Şimdi gençler bayramda ailelerini görmeye gidemiyorlar. 
 
Otobüs parasını biriktiremiyor çoğu gencimiz ailesini bayramda görmek için.
 
İşe yeni başlayanlar, krediyle de olsa, araba alıyordu ev alıyordu.
 
Son model arabaları almak kolaylaşmıştı. 
 
Emekliler maaşlarıyla rahat geçinip, bir kenara birikim de yapabiliyorlardı. Bir şeyler de yapabiliyorlardı. 
 
Ama inanın çok daha iyisi olacak. Çok daha güzel günlere ulaşacağız. 
 
Formül basit. Güveni oluşturun güveni gerisi çok kolay. 
 
Evladının beslenme çantasını dolduramayan gözü yaşlı annelere sesleniyorum!
 
Sabahtan akşama çalıştığı halde, evine rahatça meyve-sebze alamayan babalara sesleniyorum!
 
Diplomaları evde dururken, motorsiklet üstünde alnının teriyle canını tehlikeye atarak çalışan kurye arkadaşlarıma sesleniyorum!
 
Orta gelirliyken, birden açlık sınırının altında yaşamaya başlayan milyonlara sesleniyorum!
 
Nasıl ki 2001-2002 krizinden sonra refahı yaşadıysak,
 
Nasıl ki 2009 krizinden sonra Türkiye tekrar güçlenip ayağa kalktıysa bu krizden de inşallah hep beraber çıkacağız.
 
Ve inşallah çok daha iyisini yapacağız.
 
Adaletle yapacağız. Hukukla yapacağız. Ortak akılla yapacağız.
 
BERABERCE yapacağız.
 
Hep beraber yapacağız inşallah. 
 
Hakkı düştüğü yerden tutup kaldıracağız hiç endişeniz olmasın. Adaleti hâkim kılacağız. 
 
Güven olmayınca olmaz arkadaşlar. Güven güven güven. 
 
Ben güven deyince bazen gençler bana soruyor ‘başkanım güven deyip duruyorsun da bu güven nasıl oluşur’ diye soruyorlar. 
 
Ben de diyorum ki gençler bakın 1 dakika da 8 madde de size özetleyeyim güven nasıl oluşur.
 
Güveni nasıl kazanırsınız?
 
1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. 
2- Söz verince tutacaksın. 
3- Emanete hıyanet etmeyeceksin. 
4- Devlet yönetiyorsan adaletten asla sapmayacaksın. 
5- Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın. 
6- İstişareyle yöneteceksin. 
7- Şeffaf olacaksın çalmayacaksın. 
8- Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın. Hesap vermekten kaçmayacaksın. 
9-
Bu 8 maddeyi yapın korkmayın güveni oluşturursunuz. 
 
Bu kadar basit. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Önümüzde sayılı günler var. 18 gün. Sayılı gün çabuk geçer. 
 
14 Mayıs’ta ben akşam olmadığı için bugünü de sayıyorum. Seçim günü akşamı 17:00’a kadar oy kullanıldığı için o günü de sayıyorum. Onun için 18 diyorum.
 
Aslında önümüzde değerli arkadaşlar aslında bir referandum var.
 
Sadece 2 tercihli bir referandumdan bahsediyoruz.
 
Birinci sandıkta Sayın Erdoğan mı? Sayın Kılıçdaroğlu mu?
 
İkinci sandıkta da Cumhur İttifakı mı; Millet İttifakı mı?
 
2 tercihli referandum. 
 
Ama aslında bu 2 tercih ne biliyor musunuz? Size daha basitleştirerek anlatacağım. 
 
Bu referandumda bu seçimde önümüzdeki 2 tercih ne? 
 
Belirleyici olan 2 tane seçenek var. 
 
Gerisi teferruat…
 
Belirleyici olan iki seçenek var.
 
Bu seçimde; 
 
Otoriterlik mi; demokrasi mi?
 
Bu seçimde öfke mi nefret mi; sevgi mi?
 
Bu seçimde Kriz mi; huzur mu? 
 
Bu seçimde şu an istişaresiz karar veren bir yapı mı? Tek akıl mı ortak akıl mı? 
 
Tekirdağ bunun cevabını biliyor. 
 
2 seçenekten birisini seçecek Tekirdağ. 
 
Bir başka bakışla bu bir referandum olacak arkadaşlar ama özetin de özeti karşımızda 2 tane seçenek olacak. 
 
Kara kış mı; bahar mı?
 
Cevap basit. Tekirdağ bu işi bitirmiş. Tekirdağ kararını vermiş. 
 
Değerli arkadaşlar şimdi buradan sizlere soruyorum ve bir söz almak istiyorum. 
 
Bu seçimi 1. Turda tamamlayacak mıyız? 
 
Söz mü? 
 
Birinci pusulada hep beraber ortak adayımız Sayın Kılıçdaroğlu’nun altına evet mührünü basacak mıyız?
 
Söz mü? 
 
İkinci pusulada Millet İttifakı’nın çerçevesi içerisinde CHP’nin logosunun altında DEVA için, Gelecek için, Saadet için, Demokrat için evet mührünü basacak mıyız?
 
Söz mü? 
 
Söz mü? 
 
Tekirdağ bu işi bitirmiş. 
 
*****
 
Tekirdağlı hemşerilerim,
 
Siz 14 Mayıs’ta oyunuzu vereceksiniz. Sonra sırtınızı yaslayacaksınız inanın koltuğunuza, huzurla gerisini izleyeceksiniz. 
 
Çünkü gerisi bizde.
 
Bu iş bizde. Her şeyle hazırız. 
 
2 bin 300 maddelik ortak eylem planımızla hazırız. 
 
Kadrolarımızla hazırız. 84 maddelik anayasa değişiklik paketimizle hazırız. 
 
Hiç merak etmeyin hiç. Endişeye mahal yok.
 
Ve biz bu hazırlıkları çok önceden yaptık. 
 
‘Trafoya kedi girmesin’ diyor ablamız, haklı. 
 
Bunun için ne yapacağız oylarımıza sahip çıkacağız.
 
Tüm Türkiye’de 50 bin binada 200 bin sandıkta oylarımıza sahip çıkacağız. 
 
6 parti bunun bütün alt yapısını oluşturduk oluşturuyoruz.
 
Hiçbir binayı hiçbir sandığı boş bulundurmayacak şekilde bir ağı kurduk kuruyoruz şu anda.  
 
Tek bir parti bunu yapmakta zorlanıyor ama 6 parti el ele verdiği zaman güç birliği yaptığı zaman bu işi çözüyoruz.
 
İnşallah buna dikkat edeceğiz hep beraber. 
 
Çözüm bizde!
 
Adaleti getireceğiz adaleti.
 
Hakkı düştüğü yerden kaldıracağız.
 
Türkiye’yi mutlu insanların ülkesi yapacağız hep beraber. 
 
Türkiye’yi huzurun, güvenin, adaletin,  özgürlüğün, zenginliğin ülkesi yapacağız!
 
Türkiye’yi dünyanın yıldızı yapacağız.
 
Hep beraber başaracağız inşallah. 
 
Yunanistan da Bulgaristan da buraya gıptayla bakacak. Gıptayla bakacaklar. 
 
İlham kaynağı olacağız bütün bu coğrafya için. Demokrasisiyle, özgürlüğüyle, adaletiyle, zenginliğiyle.
 
Ve hep beraber başaracağız.
 
Hava yağışlı biraz. İnşallah bu yağış memleketimiz için bereket olsun. 
 
Baharın bereketi 14 Mayıs’ta sandıklardan inşallah çıksın ve 15 Mayıs sabahı 
Hep beraber o özlediğimiz mutlu müreffeh Türkiye’ye uyanalım diyorum.
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun diyorum.
27 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Balıkesir Millet BuluşmasıKonuşması

Balıkesir Mitingi Konuşması


Hem Ege’nin hem Marmara’nın sularına uzanan,

Yeşiliyle, mavisiyle,

Adalarıyla, Kaz Dağlarıyla, tabiatıyla,

Cennet şehrimiz Balıkesir, MERHABA!

*****

Maşallah arkadaşlar maşallah!

Bu ne büyük coşku,

Bu ne güzel heyecan,

Balıkesir 15 Mayıs sabahına uyanmış; belli.

Bu meydana bakıyoruz meydan 15 Mayıs sabahının coşkusuyla maşallah coşmuş durumda.

Balıkesir hakkına kavuşmaya gün sayıyor.

*****

Değerli dostlarım,

Biz ülkemizi çook seviyoruz.

Vatanımızı, çok seviyoruz.

Toprağımızı, insanımızı çook seviyoruz.

Ama nedir bu güzel ülkemizin çektiği ya?

Çok çekiyoruz.

Nedir güzel insanlarımızın çektiği?

Bizim bunlara itirazımız var.

Bu yokluğa, bu yoksulluğa, bu yasaklara itirazımız var.

Kıymetli hemşerilerim,

14 Mayıs günü;

Üreten Balıkesir hakkını alsın diyor muyuz?

Zeytiniyle, peyniriyle, meyvesiyle, sebzesiyle, hayvancılığıyla Balıkesir alın terinin karşılığını alsın diyor muyuz?

Hep beraber başaracağız inşallah.

Yahu, bizim çiftçimiz, sadece seçim döneminde mi hatırlanacak?

Sadece seçim yaklaşıyor diye mi çiftçi hükûmetin aklına gelecek?

Hayvancılıkla uğraşan, çalışan, üreten Balıkesirli emekçimiz sadece seçim döneminde mi iktidarın aklına gelecek?

Hayır.

Bakın iktidar daha yeni yeni bir sürü vaatler sıralamaya başladı. Arka arkaya panik halinde.

Şimdi parça parça destekler açıklıyor.

Günaydın ya… Baktı ki pabuç pahalı, baktılar ki bu seçim daha önceki hiçbir seçime benzemeyecek son 5 senede yapamadıklarını apar topar 5 haftaya sıkıştırmaya çalışıyorlar.

Ama bu millet biliyor. Kandıramazsınız.

Ve yüzlerine gözlerine bulaştırarak bu işi yapıyorlar.

Seçime kalmış 20 gün, 20 senedir yapmadıklarını bu 20 güne sığdırmaya çalışıyorlar.

Ama bu millet kanmayacak artık kanmayacak.

*****

Bu neye benziyor biliyor musunuz arkadaşlar…

Gençler izlemiştir. Cem Yılmaz’ın son gösterisindeki hikâye. Cem Yılmaz, son gösterisinde dayısını anlatıyor.

İktidar aynı Cem Beyin dayısı gibi.

Nasıl mı? (…) Anlatacağım.

Cem Yılmaz’ın dayısı arabayı kullanırken bir trafik kazası yapıyor. Camdan fırlayıp gidiyor.

Hafif bir baygınlık geçiriyor daha sonra uyanıyor. Şöyle üstünü başını çırpıyor bir bakıyor uzakta bir kaza olmuş çarpışmış bir araba var.

Gidiyor arabanın yanına ‘ne oldu burada’ diyor sağa sola soruyor. Diyorlar ki kaza oldu. Bir kaç da yaralı var.

Polise soruyor ne oldu? Anlatın. Yaralılar var ama şoförü bulamıyoruz diyor polis.

Cem Yılmaz’ın dayısı da beraber arayalım bari diyor. Başlıyorlar beraber şoför aramaya.

Ben diyorum ki buradan Sayın Erdoğan’a

Şoförü aramayın boşu boşuna.

Şöyle bir aynaya bakın yeter.

Bu kazayı siz yaptınız siz. Başkası değil.

Kazayı yapmış, bir de gelip bizimle beraber şoförü arıyor.

Ne diyor? Dış güçler diyor. Ne diyor? Falancalar sebep oldu bu soruna diyor.

Tek yetkili, tek imzalı olduğunuz gün ülkeyi yoldan çıkardınız, şarampole yuvarladınız. 86 milyonu da yaraladınız.

Bu son krizlerden etkilenmeyen var mı? Belki bir avuç zengin onlar etkilenmedi.

Sabit maaşı olan işçisi, memuru, emeklisi, daha da genişletelim çiftçisi esnafı herkes bu krizlerde yara aldı.

Ben diyorum ki Sayın Erdoğan’a

Sizin bundan sonra yapacağınız tek bir şey var.

Bi durun artık.

Bi susun artık.

Siz iyisiyle, kötüsüyle şu kaza alanını bir terk edin de biz gelelim yapacağımızı yapalım.

Çünkü bunu düzeltecek kadrolar bizleriz. Bu işi toparlayacak kadrolar bizleriz.

Hiç merak etmeyin öyle “dış güçler, iç güçler” diye bahaneler üretmeyeceğiz.

Enkaz edebiyatı da yapmayacağız.

Kolları sıvayıp çalışmaya başlayacağız. Çünkü biz çalışan Türkiye’nin sesiyiz.

Çalışanın halinden iyi anlıyoruz.

Endişeye mahal yok, endişeye.

Biz tutup bakkalları kasapları suçlamayacağız enflasyon için.

Kuru soğan depolarına baskın yapıp da soğanın fiyatını siz yükseltiyorsunuz da demeyeceğiz.

Çünkü vatandaşımız da biliyor biz de iyi biliyoruz ki su anda ki enflasyonun hayat pahalılığının yegâne sebebi kötü yönetimdir. Beceriksizliktir.

Ortak akılla, hukukla, bilimle biz işimizi yapacağız.

Ülkeyi öyle bir yöneteceğiz ki arkadaşlar;

Doğudan batıya kuzeyden güneye TÜMM Türkiye kazanacak.

Sadece Millet İttifakına sadece Sayın Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığına destek verenler kazanmayacak. TÜMM Türkiye kazanacak.

Çünkü biz tüm Türkiye için yola çıktık.

86 milyon kazanacak 86 milyon!

*****

Arkadaşlar,

Bu 14 Mayıs’ta önümüzdeki seçimde aslında ne var biliyor musunuz?

Aslında önümüzde bir referandum var

Evet, bu seçim aslında “iki tercihli bir referandum”

Bakmayın öyle metre uzunluğunda oy pusulasına. Bakmayın
Cumhurbaşkanlığı adaylarıyla ile ilgili şu aday vardı bu aday vardı değil.

Temelde 2 tane tercih var. Birinci Pusulada 2 tane tercih var. Nedir? Sayın Erdoğan Sayın Kılıçdaroğlu. Gerisi teferruat. İkinci Pusulada ne var? Cumhur İttifakı var Millet İttifakı var. Gerisi teferruat.

Gerisinin zaten bir iddiası yok. Ben kazanacağım ülkeyi yöneteceğim iddiası yok.

İki tane tercih var. Belirleyici 2 tane seçenek var. Onun için aslında biz seçime 2 tercihli bir referandum diyoruz.

Ve Balıkesir de bu 2 tercihli referandumun sonucunu gayet iyi biliyor.

İki seçenekten birisini seçecek Balıkesir.

Bu 2 tercihi değerli arkadaşlar başka kelimelerle şöyle ifade edeyim. Nedir bu 2 tercih?

Böyle ifade ettiğimizde iş daha kolaylaşıyor. Çok kolaylaştırarak size soracağım.

Önünüzde 2 tane tercih var.

Otoriterlik mi; demokrasi mi?

Cevap basit

Keyfilik mi; hukuk mu?

Baskı mı; özgürlük mü?

Balıkesir’in cevabı hazır.

Tercih etmek zor değil görüyorsunuz.

2 tercihi saymaya devam ediyorum.

Tek akıl mı; ortak akıl mı?

Korku mu; umut mu?

Öfke mi; sevgi mi?

Seçenekler çok açık, başka bir tercih yok. Bu 2 tercihten birisinin altına evet mührünü basacağız hep beraber.

Devam ediyorum,

Kavga mı; barış mı?

Kriz mi; huzur mu?

Yoksulluk mu; zenginlik mi?

Ve son soru,

Kara kış mı; bahar mı?

Bu kadar basit.

Cevabımız çok net arkadaşlar cevabımız çok net.

Biz demokrasi diyoruz. Zenginlik diyoruz. Huzur diyoruz. Özgürlük diyoruz.

Cevap belli: Biz bahar diyoruz, bahar.

Ve inşallah bugün bu baharın bereketli yağmurlu havasında sizinleyiz Balıkesir’de.

İnşallah bu bereketin bütün ülke sathında 15 Mayıs sabahında yayıldığını göreceksiniz.

Damla damla bu bereketin yayıldığını göreceksiniz inşallah.

*****

Değerli Balıkesirli dostlarım,

Siz 14 Mayıs’ta tercihinizi yapacaksınız arkasından da şöyle rahat bir şekilde koltuğunuza yaslanacaksınız.

Çünkü gerisi bizde.

Bu iş bizde.

Hiç merak etmeyin hiç. Endişeye mahal yok.

Çözüm bizde!

Adaleti getireceğiz adaleti.

Ama adalet sadece yargıda işin hızlı yürümesi değil.

İşte göreceksiniz hakkı düştüğü yerden kaldıracağız.

Enflasyonu düşürüp tek haneye indireceğiz. Nasıl bir dönem Türkiye’de mutlak yoksulluk sıfırlandıysa yine aynısı inşallah gerçekleştireceğiz.

Türkiye’yi mutlu insanların ülkesi yapacağız mutlu insanların.

Türkiye’yi huzurun, güvenin, özgürlüğün, zenginliğin ülkesi yapacağız inşallah.

Ve bunu hep beraber gerçekleştireceğiz.

Türkiye’yi dünyanın yıldızı yapacağız.

Balıkesir hem sanayide, hem tarım ve hayvancılıkta, hem de turizmde yükselecek.

Yıldız şehrimiz olacak daha da güçlenecek.

Balıkesir’in gençleri geleceklerini başka şehirlerde başka ülkelerde aramayacak.

Burası benim doğduğum topraklar. Ben burada çalışacağım ve alnımın teriyle bileğimin gücüyle kazanacağım diyecek gençlerimiz inşallah.

Balıkesirli üretici, binlerce süt hayvanını mezbaha yoluna sokmayacak.

Kaz Dağları yağmalanmayacak Kaz Dağları!

Çünkü size, sizin bir evladınızı getirdim: Bizim ortak listeden adayımız Burak Dalgın.

Biraz sonra tanıyacaksınız ya da tanıdınız.

Burak Dalgın DEVA Partimizin kurucularından genel başkan yardımcımız, yol arkadaşım ve milletvekili adayımız.

Balıkesir’in derdini de huzurunu da diğer vekillerimizle beraber omuz omuza Burak Bey de üstlenecek hep beraber çalışacaklar. Kardeşçe çalışacaklar omuz omuza çalışacaklar.

Hep beraber başaracağız.

Ve ne yapacağız arkadaşlar?

Pusulada, seçime ortak listelerle girdiğimiz CHP’nin logosunun altına hep beraber “evet” mührünü vuracağız. Hep beraber.

Böylece meclis çoğunluğunu sağlayacağız.

SÖZ MÜ? (…)

Bu sözü aldık Balıkesir’den.

Diğer oy pusulasında ne yapacağız? Yine ortak adayımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafının isminin altına bir “evet” mührü daha vuracağız.

Söz mü?

Her 2 seçimde de inşallah başaracağız.

Ve ilk turda alalım şunu. İlk turda alalım.

Bakın özellikle ben onun için referandum dedim buna.

Çok dikkat edelim. Vereceğimiz tek oy dahi zayi olmasın.

Burada 2 tane temel tercih var. Her 2 pusulada da. Cumhurbaşkanlığı pusulasında da 2 tane tercih var, meclis pusulasında da 2 tercih var.

Bu tercihlerin dışındaki oylar zayi olacak diye bir endişem var benim. Oylarımızı zayi etmeyelim.

Tercihimizi net yapalı açık yapalım ve 1. Turda bu işi bitirelim.

Var mıyız?

Karalı hareket edersek olacak bu başaracağız inşallah.

Siz pusulaya evet mührünü vuracaksınız bizde Türkiye’nin yarınlarına damgamızı vuracağız inşallah.

Tüm ülkemize hayırlı olsun.

Balıkesir için hayırlı olsun.

Şu anda bazı evlerde bazı mahallelerde biz söz var değil mi? ‘Ya elim CHP’ye gitmiyor’ diye değil mi?

Ama ben biliyorum ki çok daha fazla hanede çok daha fazla mahallede ‘elim artık Erdoğan’a gitmiyor, elim artık AK Parti’ye gitmiyor’ diyen milyonlarca vatandaşımız var.

Bunu da biliyorum.

Çünkü bir zamanlar AK Parti’ye gönül vermiş vatandaşlarımız yasaklarla mücadele edin yolsuzlukla mücadele edin yoksullukla mücadele edin diye o desteği verdiler.

Şimdi dönüp dolaşıp 20 yıl sonra yasakların yoksulluğun ve yolsuzluğun yaygınlaştığı bir ülke görmek istemiyordu ki vatandaşlarımız.

Adalet olsun, o 28 Şubat zihniyetine karşı bir dik duruş olsun diye o desteği verdiler.

Şu andaki hükûmetin 28 Şubatçılarla kol kola gezeceğini nereden bileceklerdi ki...

Ama inanıyorum ki bu seçim aklı selim kazanacak. Bu seçim sağduyu kazanacak. Bu seçim Balıkesir kazanacak. Bu seçim tüm Türkiye kazanacak. 86 milyon kazanacak diyorum.

Hepinize saygılarımı sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun var olun.

26 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İş Dünyası ve Sanayicilerle Buluşma Programı Konuşması

İş Dünyası ve Sanayicilerle Buluşma Programı
 
Çok değerli milletvekili adaylarımız, 
 
Siyasi partilerin genel merkezlerinden bizlerle beraber olan çok değerli genel merkez kurul üyeleri, 
 
Çok değerli sanayicilerimiz, iş dünyamızın değerli temsilcileri, 
 
Değerli konuklar, değerli katılımcılar, 
 
Kıymetli basın mensupları hepinize saygı ile sevgi ile selamlıyor, DEVA Partisi Kocaeli il başkanlığının düzenlemiş olduğu bu iş dünyası ve sanayici buluşmasına hoş geldiniz diyorum. 
 
Bugün burada çalışan Türkiye'nin temsilcileri ile beraber olmak, sizlerle beraber ekonomimizin iş dünyasının sorunlarını istişare etmek, dertleşmek bizler için hem bir mutluluk hem de önemli bir fırsat. 
 
Bizlerle beraber olduğunuz için davetimizi kabul ettiğiniz için hepinize tek tek teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
 
Değerli konuklar, değerli katılımcılar Türkiye gerçekten çok büyük bir ülke. 86 milyon nüfusu ile Avrupa'nın en büyük nüfusu bizde. Avrupa'nın en büyük topraklarına sahibiz. Avrupa'nın en büyük tarım alanlarına sahibiz. Ve aynı zamanda Avrupa'nın en genç nüfusuna sahibiz.
 
Yani nüfusa oranla çalışanların en yüksek sayıda olması gereken bir ülke Türkiye. 
 
Ama durum bu mu? Değil. 
 
Ve bakıyorsunuz aşağı yukarı nüfusu Türkiye ile çok benzer olan Almanya'da çalışan nüfus Türkiye'den çok daha fazla. 
 
Çalışmayınca alın teri olmayınca akıl teli olmayınca bu iş olmuyor. 
 
Onun için gerçekten Türkiye olarak tüm millet olarak çok çok çalışmak zorundayız. Ve üretmek zorundayız. Yatırım yapmak üretim yapmak ihracat yapmak zorundayız. 
 
Ancak bu ülke bu şekilde refahını yükseltebilir. Ancak bu şekilde özgür ve zengin bir ülke olabiliriz. 
 
Değerli arkadaşlar, ülkenin özellikle şu andaki ekonomisine ve yarınların ekonomisine bakacağımız zaman bazı hususlar var ki özellikle altını çizmemiz gerekiyor. 
 
Hele hele burada Kocaeli'nde Gebze'de sanayimizin çok yoğun bir şekilde üretimin çok yoğun bir şekilde bulunduğu bir şehirde gerçekten bu ekonomi perspektifini bizim çok çok iyi işlememiz çok çok iyi anlamamız gerekiyor. 
 
Değerli arkadaşlar, ekonomi dediğimiz alan aslında bir temele oturuyor. Bu temelde öncelikle hukuk var. Hukukun üstünlüğü var, adalet var, temel hak ve özgürlükler var, demokrasi var. 
 
Bu temeli güçlendirmeden üzerine sağlam bir ekonomi inşa etmeniz asla mümkün değil. 
 
Türkiye temel hak ve özgürlüklere ve hukukun üstünlüğüne tam bağlı bir ülke haline gelmeden yüksek bir refaha yüksek bir gelir seviyesine ulaşmamız da asla mümkün olmayacak. 
 
Olmadı olmayacak da. 
 
Bakın Türkiye 2013 yılında orta gelirli bir ülkeden çıkıp yüksek gelirli ülkeler grubuna girmek üzereydi. Tam sınırdaydık. 
 
12 bin 500 dolarlık milli gelire ulaşmıştık. 
 
Ve o günlerde ben defaatle ama defaatle diyordum ki orta gelir tuzağına düşeceğiz dikkat. 
 
Şöyle bir Google'dan bakarsanız orta gelir kelimesi en çok benim tarafımdan ve en çok 2013 yılında kullanılmış. 2013'te ben kullanmışım. 
 
Orta gelir tuzağı orta gelir tuzağı. 
 
Ne zaman kullanmışım? 
 
Ekonomimizin zirvede olduğu yıl kullanmışım. 
 
Ve demişim ki defalarca ‘eğitimde ve hukuk da İşler kötü gidiyor. Eğitimde ve hukukta gerekeni yapmazsak ülkemiz orta gelir tuzağına düşecek’ demişim. 
 
Ve maalesef oldu.
 
2013 yılından taa 9 sene sonra 2022'de milli gelirimiz TÜİK'in rakamlarına inanıyorsak 10 bin dolar civarında. 10 yılımız araya gitmiş. Yerimizde saymakla ilgili geri geri geri geri kaymış ülke maalesef. 
 
Bu büyük ülke bu Avrupa'nın en büyük nüfusuna, Avrupa'nın en genç nüfusuna ve en büyük topraklarına sahip olan ülke geri geri kaymış. 
 
İkisinde de gereken yapılamadı. Çok uyardık olmadı.
 
Hukukun üstünlüğü değerli arkadaşlar çok önemli bir kavram. 
 
Hukukun üstünlüğü ne demek? Kural bazlı bir yönetim anlayışı demek. Kuralların açık ve şeffaf bir şekilde ortaya koyulup o kurallara herkesin uyduğu ve bir kural silsilesi içerisinde de kurumların güçlü olduğu bir sistem kurumların. 
 
Bir ülkenin toplam gücü kurumlarının gücünün tek tek toplamından oluşuyor. 
 
Eğer güçlü bir Merkez bankanız varsa güçlüsünüz, güçlü bir hazineniz varsa güçlüsünüz. Güçlü STK'larınız varsa güçlüsünüz. 
 
Güçlü bir medyanız varsa güçlüsünüz. Aksi halde güçlü olmuyorsunuz zayıf kalıyorsunuz. 
 
Kurumların ve kuralların zayıf olduğu bir ülke maalesef zayıf kalıyor zayıflıyor. 
 
Canlı örneğini son 10 yıldır her gün her gün her gün görüyoruz maalesef. 
 
Tabii ki hukukun üstünlüğü önemli ama bir o kadar da değerli arkadaşlar fırsat eşitliği önemli fırsat eşitliği. 
 
Eğitimde fırsat eşitliği, iş yaparken ki fırsat eşit diye, çalışanların terfi ederken fırsat eşitliği yani hak edenin hakkını aldığı bir sistemden bahsediyoruz. 
 
Arkası olanın torpili olanın kayırılanı değil. Hak edenin hakkını aldığı bir sistemden bahsediyoruz.
 
İş dünyamız her gün bunları yaşıyor. Şeffaflık yoksa adil rekabet yoksa fırsat eşitliği yoksa kötü malı kötü hizmeti pahalıya üreten devletle iş yapıyor para kazanıyor. 
 
Ama hakkıyla alnının teriyle aklının teriyle çalışanlar sistem dışı kalıyor. 
 
İşte herkese açık rekabetle fırsat eşitliği içerisinde çalışan bir iş dünyası ancak Türkiye'yi kalkındıracak ilerletecek. 
 
Aksi halde mümkün değil. 
 
Aksi halde belki münferit zenginler oluşabiliyor ülkede. Ama ülke topyekûn zenginleşmiyor.
 
2013'ten bu yana nasıl topyekûn fakirleştiysek işte bu gerçekleşiyor ama ne oluyor? Bir avuç insan servetine servet katıyor.
 
Biz böyle bir Türkiye istemiyoruz. Bunu görmek istemiyoruz. Biz hak edenin hak ettiğini aldığı alın terinin bilek gücünün akıl terinin değerini bulduğu bir ülke inşa etmek istiyoruz. 
 
Bunun için yola çıktık bunun için DEVA Partisini kurduk ve bunun için ülkemizin yarınları ile ilgili her türlü hazırlığı yaptık yapıyoruz.
 
Değerli arkadaşlar, evet ekonomi politikaları önemlidir ama ekonomi politikalarının insan odaklı olması lazım. 
 
Önce insan ne olursa olsun. 
 
Her şey insan için var. Devlet de insan için var.
 
İnsanın kıymetinin olmadığı çalışanın alın terinin karşılığını görmediği bir ülke kendi vatandaşı için refah öğreten bir ülke olamaz.
 
Sadece kendi varlığını sürdüren ve devletin adeta herkesin daha üstünde konumlandığı, devletin öncelendiği bir hale yavaş yavaş evrilir ülke. 
 
Devlet tabii ki önemlidir tabii ki güçlü olacaktır ama devlet insan için vardır. Bunu da unutmamamız lazım. 
 
İnsanların mutluluğu için, refahı için güvenliği için vardır. 
 
Onun için biz her zaman önce insan dedik ve ekonomi politikalarımızı da hep bu çerçevede değerlendirdik.
 
Ekonomi deyince değerli arkadaşlar bir başka önemli kavram güven. Güven olmayınca mümkün değil. 
 
Güven ortamını sağlamadığınızda ekonomide başarı mümkün değil. 
 
Ben böyle güvenden bahsedince gençler bazen soruyorlar 'Başkanım güven deyip duruyorsun ama güven nasıl kazanılır?' 
 
Şimdi burada iş dünyasının çok sayıda temsilcisi aramızda. 
 
Uzun yıllar iş hayatında olup da itibarıyla güvenilir bir şekilde iş dünyasının içinde bilenler belki bu söylediklerimi çok daha iyi anlayacaklar ama ben buradan güven nasıl oluşturulur özellikle gençler için şöyle bir 8 maddede sağlamak istiyorum. 
 
Güven nasıl oluşturulur? 
1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
2- Söz verince tutacaksın.
3- Sana bırakılan emaneti gözün gibi koruyacaksın. Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4- Devlet yönetiyorsan daima adaletle hareket edeceksin.
5- Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın.
6- Asla istişareyi bırakmayacaksın. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.
7- Şeffaf olacaksın açık olacaksın. Karanlıkta işini yapmayacaksın.
8- Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.
 
Bu 8 maddeyi uygulayın korkmayın. 
 
İşte o zaman güveni sağlarsınız. O zaman güven kazanmış bir insan güven kazanmış bir firma veya güven kazanmış bir hükümet olarak işinizi yaparsanız ve başarılı olursunuz. 
 
Değerli konuklar değerli katılımcılar, tabii ki bir ülkenin ekonomisinde bahsettiğim bütün kavramlar var ilkeler var değerler var. Ama bir yandan da eğer ekonomiden bahsediyorsak ekonominin olmazsa olmaz bazı başlıkları var. 
 
Bu başlıklardan en önemlilerden bir tanesi değerli arkadaşlar, ülkenin Makro ekonomik dengeleri.
 
Yani para politikası ile, maliye politikasıyla, bankacılık politikası ile, yapısal reformlarla birbirini tamamlayan bir politika seti. 
 
Kurumların birbiriyle iletişim halinde olduğu, kurumların birbirini anladığı, kurumların sağlam bir eşgüdüm içinde çalıştığı bir makro ekonomik çerçeve. 
 
Bunu yapamazsanız mümkün değil. Sektörle ilgili politikalarınız ne olursa olsun hangi sektörle ilgili ne yaparsanız yapın istediğiniz teşviki verin yürümez. 
 
Çünkü insanlar öncelikle genel bir ekonomik istikrar ortamı görmek ister. 
 
Ekonomi ile ilgili verilerin ve gelişmelerin öngörülebilir ve güvenilir bir çerçevede gelişmesini önce beklerler. 
 
Bu olmayınca olmaz. 
 
En alta temele hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları özgürlükleri koyduk ya temele, o temelin hemen üstüne de Makro ekonomik istikrarı koymak zorundayız. 
 
Sağlam güvenilir bir Merkez Bankası, enflasyonla mücadelede kararlı bir duruş ve mutlaka ve mutlaka enflasyonun düşük ve öngörülebilir seviyede olması. 
 
Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde fiyat artışlarından kazanan az sayıda insan olabilir. 
 
Ama enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde toplum topyekûn kaybeder. 
 
Enflasyon en modern hırsızlık aracıdır. 86 milyonun gelirinden kesesinden cebinden yanlış politikalarla çalmanın adıdır enflasyon.
 
Şu son 4-5 yılda Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyon oranını yaşadık.
 
Bakın istatistikler tutulmaya başladığı günden bugüne kadar üretici fiyat endeksi, üretici enflasyonu hiçbir zaman bu kadar yükselmemişti Türkiye'de. 94 krizi dahil 2001 krizi dahil bakın. İş dünyasında olanlar bilir bu krizleri. 
 
O dönemlerde dahi bu kadar yüksek bir enflasyon yaşamamıştık. 
 
Tüketici enflasyonu da üretici enflasyonu da 2 haneye çıktı 3 haneye çıktı. 
 
Sabit geliri olan Türk lirası cinsinden maaşı olan herkes işçisi, memuru, emeklisi sosyal yardım sosyal destek alan bütün vatandaşlarımız kaybetti. 
 
Kim kazandı?
 
Bankada parası olan kazandı. Bankada parası olanın aldığı faiz yetmedi hükümet ne dedi? 'Sen faiz alıyorsun ama arkadaş bak kur daha fazla arttı. Sen burada mağdur oldun. Kur artışı kadar ben sana biraz daha para ödeyeceğim. Bir de kur farkını ödeyeceğim' dedi. 
 
Böyle bir şey olur mu? 
 
Rahmetli Özal'dan önce de varmış böyle bir sistem DÇM diye. Dövize çevrilebilir mevduat hesabı.
 
Özal gelmiş bunu kaldırmış. 
 
Bir basın toplantısı yapmış. Demiş ki; bu DÇM varya DÇM demiş bugünkü kur korumalı mevduata benzer bir şey. Yıllarca enflasyon yüksek seyretti bu ülkede en önemli sebebi bu DÇM'dir demiş. Ve gençlere vasiyetimdir demiş. Asla böyle yanlış işleri bu ülkede bir daha tekrar etmeyin demiş. 
 
Bu DÇM yani bugünkü kur korumalı mevduat hesabı rahmetli Özal'ın tabiriyle ‘Kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir’ demiş. Hepsi kayıtlarda. Şimdi siz tutun enflasyon yoluyla çalışan alın teriyle bileğinin gücüyle çalışan herkesin kesesinden toplayın gidin bankada zaten parası olan bir avuç insana verin. Geldiğimiz nokta bu. Ve bakın TÜİK'in istatistiklerine bakın. 
 
Milli gelirden alınan paya bakın. Milli gelirden alınan pay son 4 yılda muntazam olarak sermaye payı artıyor iş gücünün payı azalıyor. 
 
Yani ben çalışıyorum maaş alıyorum bileğimin gücüyle alın teri ile çalışıyorum diyen herkes son 4 yılda kaybetmiş. 
 
Milli gelirden aldığı pay düşmüş. Sermayenin zaten parası olanın aldığı pay yükselmiş. 
 
Sonuç bu. 
 
Son 4-5 yıllık uygulanan yanlış ekonomik adımların tablosu bu. 
 
Onun için değerli arkadaşlar. Onun için değerli arkadaşlar temele hukuk adalet demokrasiyi insan hakları koyduk ya onun hemen üstüne de makro ekonomik istikrarı enflasyonla mücadeleyi koyuyoruz. 
 
Düşük ve ön görülebilir enflasyon. 
 
Düşük ve ön görülebilir enflasyon olduğu anda ancak daha çok yatırım olur bu ülkeye. İnsanlar daha rahat önünü görür. Hesabını kitabını ancak daha rahat yapabilir. 
 
Çünkü bir yatırım kolay değildir. 
 
Planlama safhasından tutun sanayi yatırımından bahsediyorum işin planlaması organizasyonu makinelerin siparişi kurulması üretime geçmesi kendi ödemesi en az 15 yıllık bir süreden bahsediyoruz bakın. 
 
Fikir halinden başlayıp karşıya alıncaya kadar olan süre. Ve bu sürede eğer düşük ve öngörülebilir bir enflasyon yoksa yatırımcıların çoğu kaçar. Yatırım yapanlar da ancak ve ancak bütün bu belirsizlikleri karşılayacak riskin karşılığını alacak bir tablo görmeyince o işin içine girmez. Dolayısıyla 2. önemli konumuz temelin üzerine hemen inşa ettiğimiz Makro ekonomik istikrar. 
 
Arkasından değerli arkadaşlar ne geliyor? Eğitim ve istihdamla ilgili konular. 
 
Çünkü eğitim ve istihdam iç içe. Türkiye'de insanların örgün eğitim sisteminde kaldığı süre çok kısa. 
 
Bir zamanlar o 2013'te ben orta gelir tuzağından bahsederken 6,5 yıldı.
 
Bu ne demek? 
 
Çalışıyorum diyen insanların ortalama okula gittiği süre 6,5 yıldı. Yani orta 2'den terk bir çalışan nüfusumuz vardı 6,5. 
 
Şu an bu süre 8 yıla yaklaştı. Yani daha yeni 10 sene sonra çalışan nüfusumuzun ortalaması ortaokul mezunu oldu. 
 
Dolayısıyla ne yapmamız gerekiyor? 
 
Bütün çalışan nüfusumuzun eğitim seviyesini artırmak için yoğun bir gayrette bulunmamız gerekiyor. 
 
Yetmiyor mesleki eğitim.
 
Gençlerimizin erken yaşta iş dünyası ile buluşması. Erken yaşlarda 14 yaşından itibaren stajlarla belki yarım gün okul yarım gün iş hayatıyla erken yaşlarda çalışma hayatı ile tanışması gerekiyor. 
 
Ağaç yaşken eğilir. 
 
Farklı sektörleri farklı meslekleri genç yaşta tanımaları gerekiyor ki 18 yaşına geldiklerinde o üniversite tercihlerinde küçücük bir kutunun içerisine kurşun kalemle doldururken daha bilerek yapsınlar. 
 
Az çok iş hayatını tanıyarak o tercihi yapsınlar. 
 
Yetmiyor dünya çok hızlı değişiyor. Bu hızlı değişen dünyada yeni meslekler oluşuyor.  Bazı meslekler ölüyor yeni meslekler oluşuyor.
 
İşte bu hızlı değişen dünyaya çalışan nüfusumuzun adapte olabilmesi için de mutlaka hayat boyu öğrenim sistemini Türkiye'de kurmamız gerekiyor. 
 
Hayat boyu öğrenim nedir?
 
Hayat boyu öğrenim hangi yaşta olursa olsun insanların kendi bilgisini becerisini güncelleyebileceği bir eğitim mekanizmasının kapısının açık olarak orada her zaman duruyor olmasıdır. Her zaman. 
 
Hangi yaşta olursa olsun. Kendilerini güncellemesi için insanların. 
 
Meslek değiştirmek çok yaygınlaşacak bundan sonra. 18 yaşında gençlerimizin tercih ettiği meslekler belki 28 yaşına geldiklerinde 38 yaşına geldiklerinde geçerliliğini kaybedecek. 
 
Ve ne olacak sistemden düşecekler mi işsiz mi kalacaklar? Hayır. 
 
O süre içerisinde yeni gelişen alanlara yeni mesleklerle çalışan nüfusumuzun adapte olmasını sağlayacak bir eğitim sistemini kurmamız gerekiyor.
 
İşte bunun için biz hayat boyu öğrenim diyoruz. Ve bununla ancak dinamik değişen dünya şartlarına ve çalışma hayatının şartlarına sektörlerin şartlarına ayak uyduran bir çalışan nüfusumuz olacak. 
 
Bunların hepsini planladık hepsini yazdık. Bütün bunların hepsini tek tek hazırladık. 
 
Bizim eğitim eylem planımız 500 maddelik bir eylem planı. Her alanda eylem planı hazırladık ama eğitim en yoğun.
 
3- 18 yaş, ayrıca böyle yüksek öğretim eğitim planı hazırladık. Dijital dönüşüm ve teknoloji ile ilgili yapılacakları ayrıca listeledik. Tek tek takvime bağladık bütçesini hesap ettik. 
 
Hepsi hazır. 
 
Tabii bunlar ülkenin yarınlarını dönük önemli hazırlıklar ama gel gelelim mevcut işsizlerimiz var değil mi? 
 
Ya da işi olduğu halde aslında çalışma hayatından memnun olmayan 'aslında başka iş olsa ben daha mı mutlu olurum daha mı başarılı olurum' diyen insanlarımız var. 
 
İşte onlar için de değerli arkadaşlar mutlaka ve mutlaka bizim böyle kısa süreli eğitim programları hazırlamamız gerekiyor. Mesleki eğitim programları, meslek değiştirme programları. 
 
Yeri gelir 1 ay yeri gelir 3 ay yeri gelir 1 sene. 
 
Biz hepsini yazdık ve taahhüt ettik. Dedik ki; gençlerimiz hatta her yaştan gençlerimiz yaşı önemli değil eğer belirli bir alanda tekrar bir beceri bilgi kazanmak istiyorsa bu kurslara gidecek.
 
Ve bu kurslar bedava. Bu kurslara gidiş geliş yol parası ve öğlen yemeği tamamen devlet tarafından karşılanacak ki hiç kimseye külfet olmayacak. Hiçbir maddi yükü olmayacak bunun. 
 
Alanına göre yerine göre ya da gencimizin mevcut bilgi becerisine göre. 
 
Ulaşmak istediği bilgi beceri seti var bir de mevcut var. O aradaki farkı ne kadar sürede kapatabilirse. Bazen bu 1 aydır 3 aydır bazen 1 yıldır. 
 
Ama dolayısıyla ne yapacağız? Özellikle işsiz olan veya meslek değiştirmek isteyen gençlerimiz için ama her yaştan gencimiz için bu kursları açacağız Türkiye'nin her yerinde. 
 
Ve yoğun bir eğitim programı başlayacak yoğun.
 
Ve o kurslara tam devam sağlayan o programlara her gün derslere aktif uygulamalara katılan gençlerimize ne diyeceğiz? 
 
Diyeceğiz ki ‘sen işe girdiğinde senin gelir vergisi diye bir derdin yok. Bunu devlet karşılayacak.’ 
 
Gençlerimizi işe alan işverenlerimize ne diyeceğiz?  ‘Sosyal Güvenlik primiymiş şuymuş buymuş bunları düşünmeyeceksin. Bunların hepsi bizde. Sen sadece net maaşı neyse bu gencimizin sen onu vereceksin ve biz de ne yapacağız devlet olarak geri kalanların hepsi bizde.’
 
İşte böylece işsiz ama belli alanlarda yetişmiş yetiştirilmiş bilgisi becerisi güncellenmiş gençlerimizle iş dünyasını buluşturmuş olacağız.  İşvereni buluşturmuş olacağız. 
 
Ve bu buluşma var ya bu buluşma %80 %90 oranında kalıcı bir birlikteliğe dönüyor. Eğer programları düzgün hazırlarsanız.
 
Bizim özellikle 2009 krizinden sonra benzer programlarla milyonlarca insana istihdam sağladığımız bir tecrübemiz var.
 
Aktif iş gücü politikaları adı altında uygulamalarımız 2009 2010'da bunları yaptık ve istihdam birden sıçradı işsizlik oranı %14'e çıkmış işsizlik oranı indi 9'a. 
 
Birdenbire oldu bu bakın. 
 
Ve bu aktif iş gücü politikaları ile oldu. Bunların hepsi hazır. 
 
Bakın şu bizim 22 eylem planımızı bir ansiklopedi cilt haline getirdiğimiz çalışma. 
 
Binlerce madde var burada binlerce. Her alanda ama her alanda istihdamla ilgili de var mesleki eğitimle ilgili de var eğitimle ilgili var, yükseköğretim var güvenlik var diş politika var. Var var var var var. 
 
Cumhuriyet tarihinde bir ilk. 
 
İlk defa bir siyasi parti her alanda ama her alanda hiçbir alanı atlamadan 'bu alanı anlamıyoruz bunu atlayalım' demeden hazırladığı bir çalışma bu. 
 
Bu DEVA Partisi’nin çalışması. 
 
Biz ne yaptık?
 
Bu çalışmayı 6'lı masaya koyduk. 6 parti olarak politikalarımızı ortaklaştırdık. Diğer siyasi partiler de kendi çalışmalarını çok kıymetli çalışmalar vardı. Koydular masaya ve en sonunda da Ortak Politikalar Mutabakat Metnimiz çıktı. 
 
Tam 2300 madde.
 
Her bir kelimesinde 6 partinin %100 mutabakatı var. 
 
Buda bir ilk. 
 
Daha önce bunun örneği yok. Yapılmamış Türkiye'de. 
 
Ve böylece 6 siyasi parti ortak bir programla ortak bir hükümet programı ile seçime gidiyor. Seçimlerden sonra kurulacak hükümette yer alacak 20 bakanın 5 yıllık ev ödevi hazır. 
 
Kimse şaşırmayacak ben nereden başlayacağım ne yapacağım diye. Hemen 1. günden düğmeye basıp çalışmaya başlayacak. 
 
Bunun hazırlığını yaptık. Ve bu bir buçuk yıllık bir çalışmanın sonucu.
 
Ve gerçekten Türkiye'de ilk. Daha önce eşi benzeri yok.
 
Bütün bunlar değerli arkadaşlar çalışma hayatımızla ilgili ekonomimizle ilgili çok önemli hususlar ama birkaç konu daha var onlara değineyim. 
 
Artık dijital çağdayız. Dijital dönüşüm ve teknolojinin çok çok önemli olduğu hayatımızın her alanını etkilediği bir çağdayız.
 
Bu iş dünyamız içinde geçerli dolayısıyla bir ülkenin bu konuda da çok sağlam politikalarının olması gerekiyor. 
 
Ve bizim buradaki 4 nolu eylem planımız tam da bu dijital dönüşüm ile ilgili eylem planı. Devahazır.com diye bir web sitemiz var girerseniz bunların hepsini fasikül fasikül göreceksiniz. Hepsini detayına ulaşabilirsiniz. 
 
Bir başka önemli konu çevre. Doğa hakları. 
 
Sanayileşmemizin yoğun olduğu kentlerde bu çevre meseleleri çok çok önemli arkadaşlar. 
 
Yaşanabilir bir çevre gelecek nesillere nesiller arası adaleti de gözeterek yaşanabilir bir Türkiye bırakmak. 
 
Dolayısıyla sanayileşmek önemli üretmek önemli ama bir o kadar da bunun temiz, çevreyle dost ve Allah'ın bize verdiği bu nimetleri gözümüz gibi koruyarak bir sanayileşme ekonomik büyüme modeli şart. 
 
Bir başka önemli konu sosyal politikalar. Yani bütün bu yarışta bütün bu yoğun üretim yatırım çalışma ihracat yaparken bazı toplum kesimlerimiz bu yarışın gerisinde kalabiliyor. 
 
Yarışta bir şekilde geri düşebiliyor. İşte onlara da devletin hemen ulaşıp tüm vatandaşlarımızın askeri bir geçim seviyesinde ulaştıracak şekilde bir sosyal yardım sistemi. 
 
Hepsini anlattık bu ortak politika metnine de koyduk. Yani ne olursa olsun hiç işi olmayan hiç bir gelir olmayan vatandaşlarımızın dahi asgari geçim ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelire ulaşması, aradaki farkı da devlet tarafından kapatılmasını sağlayacak bir sosyal bakış açısı. 
 
Bütün bunları biz topladığımızda işte o zaman gerçekten güçlü sürdürebilir ve kapsayıcı bir ekonomik modelden bahsetmiş oluyoruz. 
 
Ama aynı zamanda da sosyal kaygısı yüksek olan bir yönetim anlayışından da bahsetmiş oluyoruz. 
 
Ve son olarak değerli arkadaşlar Avrupa Birliği. Evet, Türkiye'nin her alanda ama her alanda yüksek standartlara ulaşmasının en önemli ve kestirme yolunu Avrupa Birliği müzakere sürecinden geçiyor.  
 
Kestirme yol diyorum çünkü aynı bizim yaptığımız bu 22 fasiküllü çalışma gibi Avrupa Birliği’nde 33 fasıllık bir müktesebat var. 
 
Her alanda standartlar var.
 
Ve bu standartlarının tamamı önce insan diyen standartlar insana önem veren standartlar.
 
İşte biz Türkiye olarak Avrupa birliğinin o standartlarına ulaşmak için de 33 alanda birden Türkiye ile Avrupa Birliği standartları arasındaki farkı kapatmak için de özel bir gayret içinde olacağız.
 
Bu müzakere sürecinin tekrar canlandırılmasıyla da mümkün ama müzakere süreci olsun ya da olmasın Türkiye'nin kendi iradesiyle de yapılması mümkün bir konu.
 
Yani illaki Avrupa Birliği oturup konuşup da onların standartlarına nasıl ulaşacağımızı, onlarla konuşmak zorunda değiliz. 
 
Konuşabiliriz faydalı ama dönüp oradaki standartları biliyoruz. Hepsi yazılı çizili. 
 
Kendi durumumuzu da biliyoruz aradaki farkı nasıl kapatacağız?
 
Avrupa Birliği müzakeresi dediğimiz bu. Avrupa Birliği süreci dediğimiz bu.
 
Biliyorsunuz 3 yıl ben bu işlerle uğraştım. İlk baş müzakereciydim. 
 
33 faslın taramasını yaptık. 10 tane faslı müzakereyi açtık. Bir tane faslı müzakeresini tamamladık ve her adımda da Avrupa Birliği üyesi ülkelerin %100 mutabakatıyla ilerledik. 
 
Yani 3 yılda 11 kere Türkiye oylaması yapıldı ve 11 kere yapılan oylamada da tam bir mutabakatla Türkiye için evet evet evet diye ilerledik. Bunu yaptık İnşallah yine yaparız. 
 
Ama nasıl yaparız?
 
Türkiye böyle siyasi istikrarsızlıklarla mücadele eden, akıldan bilimden uzak bir şekilde üretilen, demokrasinin artık neredeyse rafa kattığı bir ülke halindeyken yapamayız. Türkiye yük olacak hissi varken yapamayız. 
 
Dolayısıyla biz kendi yükümüzü kendimiz taşırız kimseye ihtiyacımız da yok. 
 
Bu ülkenin kaynakları bu ülkeyi ayağa kaldırmak için yeter daha artar bile. En ufak bir şüphemiz yok bundan ama yeter ki biz kendi ülkemize kendi demokrasimize kendi ekonomimize sahip çıkalım. 
 
Bunu biz yapacağız ve hep birlikte yapacağız. 
 
Değerli arkadaşlar değerli konuklar,
 
Bütün bu sürecin gerçekleşmesi tabii ki ülkede ancak ve ancak siyasi bir dönüşümle de mümkün. 
 
Çünkü mevcut siyasi yönetimi mevcut siyasi iktidar artık son kullanma tarihini önemli bir ölçüde doldurmuş durumda. 
 
Artık fazla bir başarı üretemeyen ancak az sayıda belli projelerle şöyle bir kendini göstermeye çalışan ama çok geniş kesimleri yoksullaştıran bir iktidar şu anda bu.
 
Topyekûn zenginlik üretemiyor. 
 
Son yıllarda sürekli yüksek enflasyon ve sürekli olarak refahın düştüğü bir ülkeye çevirdiler bu ülkeyi. 
 
Dolayısıyla biz ne yaptık? Öncelikle DEVA Partisi olarak kendi hazırlıklarımızı yaptık. 81 il teşkilatımız 766 tane ilçe başkanımız şu anda bizim görevin başında. Ve çok güzel çok ahenkli bir teşkilat yapısı kurduk. 
 
Bu arada Kocaeli’ndeyiz Kocaeli teşkilatımız şampiyon. 
 
Niye? 
 
Çünkü tüm Türkiye'de bütün ilçe teşkilatlarını kurup bütün ilçe kongrelerini yapan ve il kongresi yapan ilk ilimiz ilk il teşkilatımız. 
 
Çok hızlı bir şekilde bunu yaptılar ve 81 ilde birinci oldular. 
 
Onun için ben buradan DEVA Partisi teşkilatına mensup olan tüm arkadaşlarımıza tüm yönetimindeki arkadaşlarımıza ilçe başkanlarımıza tek tek teşekkür ediyorum. 
 
Bir yandan bu teşkilatımızı kurduk bir yandan bütün bunları çalıştık ülkemizin yarınlarını çalıştık. 
 
Daha sonra da mevcut anayasayla ve mevcut yasal düzenlemelerle şunu çok iyi biliyorduk, işbirliği güç birliği olmadan bu seçimlerde başarılı olmak mümkün değil. 
 
2017 anayasa değişikliğinden sonra artık partiler ancak işbirliği içerisinde hareket ederlerse seçimi kazanabiliyorlar. 
 
2018 seçimi de zaten öyle oldu. 
 
Hatırlayalım, 2017'de anayasa değişti. 
 
2018'de bir Cumhur ittifakı kuruldu. 
 
Orada AK Parti MHP ve diğer partiler bir araya geldiler. Çünkü Sayın Erdoğan biliyordu ki artık kendi başına kazanamaz imkânsız. 
 
Ne cumhurbaşkanlığını kazanabilir ne mecliste çoğunluğu sağlayabilir bunu gördü. 
 
Kendine ortaklar aldı yanına. 
 
Daha 3-5 sene önce kavga ettikleri birbirlerine ağır hakaret ettikleri insanlar bir araya geldiler, Cumhur ittifakını kurdular ve ortak bir cumhurbaşkanı adayı belirlediler 2018'de. 
 
Millet ittifakı kuruldu çünkü partiler biliyordu ki evet işbirliği olmayınca bu iş zor fakat 2018'de millet ittifakı ortak bir cumhurbaşkanı adayı belirlemedi, belirleyemedi. 
 
İşbirliği olmadığı için de 2018'de kaybettiler. 
 
İşte hepsinden ders almak gerekiyor. Ve biz bütün o dönemlerin de dersini almış bir şekilde bu süreci başlattık. 
 
Önce Şubat 2022'de bundan yaklaşık 14 ay önce 6 genel başkan bir araya oturduk. Çalıştık çalıştık çalıştık. 
 
İlk bitirdiğimiz neydi? Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem. En önemli ortak payda. 
 
Bu mutabakat metnimizi tamamladık. 
 
Hızımızı alamadık 84 maddelik anayasa değişiklik paketimizi hazırladık. 6 partinin tam mutabakatıyla. Yani Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçmek için anayasanın 84 maddesini nasıl değiştireceğiz ki bu ucube sistem bitsin yerine tam demokrasi gelsin. 
 
Bunda da %100 mutabık kaldık. 
 
Yetmedi az önce bahsettiğim ortak politika metnimizi oluşturduk. Yani beraber ülkeyi yönetirken neler yapacağımızı ne zaman yapacağımızı takvime bağlayarak ilan ettik. 
 
Yetmedi bir de ortak yönetim modeli yani geçiş süreci yol haritasını hazırladık.
 
Tam 12 maddede 6 partinin bir araya geldiği ittifak sadece seçime kadar değil seçimden sonra da ülke beraber nasıl yönetilecek bunun çerçevesini oluşturduk. 
 
Ve aynı gün aynı saatte de ortak cumhurbaşkanı adayımızı açıkladık. Ve Sayın Kılıçdaroğlu'nu Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Cumhurbaşkanı yapmak için hep beraber el birliği ile çalışacağız dedik. 
 
Ve işte bu işbirliği güç birliği var ya Türkiye'ye kazandıracak olan bu. 
 
Ve bakın dikkatinizi çekiyorum bu işbirliği öyle bir işbirliği ki şu 6 partinin logosu var ya yan yana bu 6 logoyu yan yana koyduğunuzda aslında tüm Türkiye. 
 
Çünkü bu 6 logo 6 parti Türkiye'deki tüm toplum kesimlerini temsil ediyor. 
 
Toplumdaki bütün yaşam tarzları burada var. ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ deyip de ‘burada benim gibi kimse yok bana benzer kimse bulamıyorum burada’ demek zor çünkü burada herkes var. 
 
Tüm Türkiye var. 
 
Halbuki öbür tarafa baktığınızda pek öyle değil. Öbür taraf çünkü kutuplaştırma üzerinden siyaset yapıyor ya öfke üzerinden ayrıştırma üzerinden siyaset yapıyor ya dolayısıyla onların siyaset çizgisinde hep beriki var bir de öteki var. 
 
Böyle olmak zorunda. Dolayısıyla ne yaptılar? 
 
Berikilerden bir grup kurdular. Berikilerden bir Cumhur ittifakı oluşturdular. Ve ötekileri karşısına alarak yaptılar bunu. 
 
Dolayısıyla yapısal olarak işin ruhuna baktığımızda Cumhur ittifakı beriki ittifakı çünkü karşıda ötekiler var ötekilere saldırarak yol alıyor halbuki burada ne var? Tam bir Türkiye ittifakı var. Öbür tarafta nefret var öfke var burada sevgi var kucaklaşma var. En önemli farkı bu.
 
Değerli arkadaşlar Türkiye'nin içinde bulunduğu bu çoklu kriz ortamından çıkışı ancak ve ancak sevgi ile olacak. 
 
Birbirimizle omuz omuza beraberce ileri doğru yürüyerek olacak. Sen ben ayrı mı olmadan olacak. 
 
Biz 6 parti olarak ne yaptık? 
 
Bir araya gelip tek parti olmadık. Hepimiz ayrı ayrı siyasi partiyiz. Ama ne yaptık Türkiye'nin yarınları için ne yapacağımıza karar verdik ve Türkiye'nin yarınları için omuz omuza beraberce yürümeye karar verdik. 
 
Yaptığımız bu. 
 
Birbirimize böyle bulamaç olmadık.  Ama yan yanayız, farklıyız, yan yanayız ama bu farklılıklarımızla beraber Türkiye'nin ortak yarınlarını inşa ediyoruz. 
 
Onun için yaptığımız çok çok kıymetli. 
 
Birinci oy pusulasında değerli arkadaşlar artık durum çok çok net.  Orada Millet İttifakının DEVA Partisi'nin ve diğer 5 siyasi partinin ortak adayı Sayın Kılıçdaroğlu.  Hatta daha sonra biliyorsunuz başka partiler de desteklerini açıkladılar. Birinci pusulada Sayın Kılıçdaroğlu bizim adayımız. 
 
Bir de ikinci pusula var. Yani milletvekili seçimleri ile ilgili ikinci pusula var.
Bu seçimde iki tane pusulaya evet mührünü vuruyoruz. 
 
Gelelim şimdi ikinci pusulaya. Bu ikinci pusulada bu don't sistemi diye bir sistem var biliyorsunuz.  Yani oyların milletvekili sayısına tercüme edildiği bir sistem. 
 
Bu don’t sistemine göre ve yine geçen sene yapılan siyasi partiler ve seçim yasasındaki değişikliklerle beraber baktığımızda biz şunu gördük. İttifak içindeki partiler eğer ayrı ayrı listelerle seçime girerlerse toplamda milletvekili sayısı düşüyor ama ortak listelerle seçime girilirse toplamda milletvekili sayısı artıyor.
 
Tamamen basit matematik hesabı. 
 
Yani matematik bize dedi ki ‘ortak listeden girerseniz her parti tek tek daha fazla milletvekili çıkarıyor. Ve toplamda da milletvekili sayısı artıyor.’
 
Dolayısıyla işin matematik tarafına baktığınızda bu tam bir kazan kazan meselesi. 
 
Çünkü havuzu büyütüyorsunuz o havuzdan herkesin payı artıyor. Ancak bu aynı zamanda bir de fedakârlık isteyen bir yaklaşım. 
 
Çünkü niye? Her parti aslında ortak listelerden en azından siyasi psikoloji açısından düşündüğümüzde fedakârlık yapmak zorunda. 
 
Örneğin CHP kendi listelerine başka partilerden isimler alarak kendi arkadaşlarını liste dışı bırakarak büyük bir fedakârlık yapıyor. 
 
Ama DEVA Partisi gibi ortak listeye giren diğer partiler de kendi kimliği kendi logosuyla 81 ilde 87 seçim bölgesinde kendi adayları ile seçime gireceğine daha sınırlı sayıda bir ilde ve daha sınırlı sayıda bir adayla seçime giriyor. 
 
Bizim teşkilatlarımız açısından bu çok büyük bir fedakârlık. Belki adayımızın olduğu 21 ilde durum biraz daha farklı çünkü adayımız var. Ama adayımızın olmadığı illerde tabii ki bu teşkilatlarımız için çok büyük fedakârlık. 
 
Dolayısıyla bu aslında nedir içinde bulunduğumuz 3-4 haftalık süre karardan başlayıp da seçime kadar, herkesin fedakârlık yaptığı ama sonunda da herkesin kazanacağı bir süreç. 
 
Bunu anladığımızda mesele kolay çözülüyor. 
 
Kolay değil siyasi partilerin bunu adapte olmaları kolay değil. Herkes için zor ama biz her zaman ne diyoruz? 
 
Önce Türkiye diyoruz önce Türkiye. Önce Türkiye dediğimizde önce demokrasi dediğimizde önce adalet dediğinizde bu işi anlamak ve anlatmakta daha kolaylaşıyor. 
 
Dolayısıyla biz ne diyoruz? Birinci pusulada Sayın Kılıçdaroğlu diyoruz. İkinci pusulada ne diyoruz? Biz DEVA Partisiyiz. Adaylarımız DEVA Partisi'nin adayları olarak seçime giriyor. Seçildikleri anda DEVA Partisi'nin milletvekili oluyor ama DEVA için oy pusulasında CHP'nin logosunun altına evet diyoruz. 
 
Ve her parti kendi kimliği ile ve kendi kitlesi ile aynı listede var olduğunda zaten liste güçleniyor o listeden daha iyi sonuç alınması mümkün oluyor. Geldiğimiz nokta bu.
 
Değerli arkadaşlar değerli konuklar gerçekten kritik bir dönemdeyiz. 
 
Seçim oldukça yaklaştı ve bu kalan son 18 günde bütün bunları hem iyi anlamamız gerekiyor hem iyi anlatmamız gerekiyor. 
 
Ama nihayetinde seçimde başarılı olduğumuz anda yepyeni bir Türkiye'ye uyanacağımızı da bilmemiz gerekiyor. 
 
İnşallah 15 Mayıs sabahı diyeceğiz ki 'Galiba kötü bir rüya gördük. İnşallah artık o günler geçti'. Şöyle bir yudum su içip kabustan kötü rüyadan uyanırcasına bambaşka bir Türkiye'ye uyanacağız.
 
İşte o noktada ülkenin yakalayacağı o heyecan azim ve yarınlara umutla bakmak var ya o işte Türkiye'yi kanatlandırıp uçuracak. 
 
Çünkü değerli arkadaşlar bu seçim aslında bir referandum. 2 tane temel tercih var. Gerisi hep teferruat. 
 
Birinci oy pusulasında şu varmış bu varmış teferruat. Orada iki tane tercih var. İkinci oy pusulası 1 metre uzunluğundaymış. Hepsi teferruat. 
 
Temelde orada iki tane tercih var.
 
Ve bu iki tercih ne biliyor musunuz? Aslında bu referandum niteliğindeki bu seçimdeki temel iki tercih ne? 
 
Otoriter bir zihniyet mi, yoksa demokrasi mi? 
 
Tek akıl mı yoksa ortak akıl mı? 
 
Öfke nefret mi, sevgi mi? 
 
Korku mu umut mu? 
 
Kara kış mı bahar mı? 
 
İnanın bu kadar basit bir tercih. Böyle baktığımızda hiç kafa karıştırmaya gerek yok. 
 
Çok net inanın geri kalan her şey teferruat. 
 
Türkiye'nin önünde bu seçimde iki tane tercih olacak. Bu iki tercihten birisini seçecek ama tercih bana göre çok net çok açık. 
 
Tercih kilosu 30 lira olan soğan mı yoksa huzurlu bereketli sofralar mı?
 
Tercih açık, dolayısıyla inşallah bunları aşacağız. 
 
Vatandaşlarımızın biz aklı selimine sağduyusuna çok güveniyoruz. 
 
Bakın Türkiye'de bugüne kadar olmuş bütün seçim sonuçları geriye doğru bakın hepsi toplumumuzun o sağduyusunun aklı seliminin ortak aklının sonucudur. 
 
Gerçekten ben buna çok güveniyorum. Demokrasiye güveniyorum ve halkımızın iradesine çok güveniyorum. 
 
Yeter ki bilgi eksikliği olmasın yeter ki halkımız iyi anlasın meseleyi. 
 
Halkımızın meseleyi iyi anlaması bizlerin elinde. 
 
İyi anlayacağız iyi anlatacağız ve inşallah hep beraber ülkemiz için çok daha güvenli, mutlu, huzurlu, sevgi dolu, zengin yarınlara doğru yürüyeceğiz. 
 
Ben tekrar Kocaeli il başkanlığımıza bu güzel buluşmayı sağladığı için teşekkür ediyorum. 
 
Katılan bütün dostlarımıza bizlerle beraber olan iş dünyasının bütün temsilcilerine sanayicilerimize teşekkür ediyorum. 
 
Tekrar teşekkür ediyorum sağ olun var olun.
26 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Çayırova İlçe Binası Açılışı Konuşması

Çayırova İlçe Binası Açılışı


Merhaba Çayırova,

Merhaba Güzeltepe,

Fatih’in diyarı merhaba!

*****

Değerli dostlar;

DEVA damlalarını tam 3 yıldır Türkiye’nin her yerine yayıyoruz.

81 il 766 ilçede varız.

DEVA damlalarıyla her yerde toprağı filizlendiriyoruz.

Demokrasi ve atılım bayrağını ülkemizin her köşesinde gururla ve onurla dalgalandırıyoruz.

Cebimizde güvenin ve çözümün anahtarıyla adım adım ülkemizin her yanında büyüyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Önümüzde 18 gün kaldı.

18 gün sonra “demokrasi bayramımız” var.

18 gün sonra huzurla, mutlulukla, büyük bir coşkuyla, sandıktan “demokrasi bayramı” çıkacak inşallah.

Bu bayram; sadece DEVA Partisi’nin Millet İttifakı’nın bayramı olmayacak.

Demokrasi bayramı, 86 milyonunun bayramı olacak.

Hep beraber bunu gerçekleştireceğiz inşallah.

Çünkü arkadaşlar;

Bu seçim 7'den 70'e, doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türkiye kazanacak.

Bu seçim evladına harçlık veremeyip, gizli gizli ağlayan analar kazanacak.

Bu seçim pazardan eli boş, boynu bükük dönen babalar kazanacak.

Çocuğunu okutamayan işçi arkadaşlarımız kazanacak bu seçimi.

Açlıkla sınanan emekliler kazanacak.

Ürettikçe zarar eden çiftçi kazanacak bu seçimi.

Sattığı malı yerine koyamayan dükkanında ampullerin söndüğü karanlıkta oturan esnafımız kazanacak bu seçimi.

En güzel yılları umutsuzlukla, kaygıyla geçen gençler kazanacak bu seçimi.

Ve bugünkü otoriter ittifakın görmezden geldiği milyonlar kazanacak bu seçimi.

Gecesini gündüzüne katan öğrenciler için her türlü fedakarlığı yapan öğretmenler kazanacak bu seçimi.

Bu seçimi pek çok alanda kendisini yetiştirmiş sağlık çalışanı olmuş psikolog olmuş mesleği ne olursa olsun bütün iş arayan gençlerin kazanacağı bir seçim olacak bu seçim inşallah.

Evet bu seçim, Çayırova kazanacak,

Bu seçimi tüm Türkiye kazanacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Önümüzde sıradan bir seçim yok.

O nedenle biz, “KAYBEDECEK TEK BİR OYUMUZ DAHİ YOK” dedik ve bu sebeple de ittifak halinde partiler omuz omuza yürüyerek bu seçime giriyoruz.

Biliyorsunuz 2017’de anayasa değiştikten sonra 2018 seçimiyle beraber partilerin bir arada çalışması beraber seçime girmesi artık bir zorunluluk haline geldi.

Yıllardan sonra Sayın Erdoğan’da ilk defa 2018’de kendisi seçimi kazanamayacağını anlayınca sağına soluna ortaklar aldı ancak öyle 2018 seçimlerini kazandı.
Oysa 2018 seçimlerinde Millet İttifakı bir ortak aday tespit edemedi.

Birlik beraberlik içinde olan kazandı olamayan kaybetti.

Biz bütün bunlardan da ders alarak ne yaptık? Ortak Cumhurbaşkanı adayımızı belirledik.

6 parti tek adayla seçime gideceğiz dedik.

Yetmedi tek bir listeyle seçime gidelim ki, tek bir oy dahi zayi olmasın dedik.

Mevcut sistem bu dont sistemi hele hele geçen sene seçim yasalarında yaptıkları değişiklikten sonra partiler ne kadar çok bir arada çalışırsa ne kadar çok birlik beraberlik içinde olurlarsa seçimden o kadar iyi sonuç alıyorlar o kadar fazla milletvekili çıkarıyorlar.

Biz şunu demedik. “Partimizi düşünelim de gerisi ne olursa olsun Türkiye mühim değil” demedik.

Tam tersine “Türkiye kazansın” dedik.

Çünkü değerli arkadaşlar şu anda partilerin tek listeden seçime girmesi matematik açısından baktığınızda havuzu büyütüyor, herkes kazanıyor.

Her parti daha çok milletvekili çıkarıyor ve toplamda da daha fazla milletvekili çıkarıyorsunuz.

Burada bir kazan kazan sonucu var ama yine her parti için ayrı ayrı baktığınızda her parti farklı şekillerde bir fedakârlık da yapıyor.

Aynı zamanda bu bir fedakarlıkların sonucunda elde edilen bir kazan kazan sonucu olacak. Bunun da farkındayız.

Ama bütün bu tabloya baktığımızda değerli arkadaşlar, bütün bu tabloya baktığımızda aslında önümüzdeki seçim referandum.

Referandum ne demek?

İki tane tercihiniz var o mu bu mu demek.

Bu seçim aslında bir referandum.

Sadece 2 tane tercih var karşımızda.

1. oy pusulasına yani cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili oy pusulasında aslında iki tane temel tercih var. İki tane ana seçeneğiniz var.

2. pusuladan Milletvekili seçimi pusulasında o 1 metre uzunluğundaki pusulada da 30 küsür parti de olsa aslında iki tane seçeneğiniz var.

Gerisi teferruat.

Yani 1. oy pusulasında da gerisi teferruat 2.oy pusulasında da gerisi teferruat.

Peki biz bu seçimde hangi iki tercih arasında kararımızı vereceğiz.

Karşımızdaki iki seçenek ne olacak?

Seçenekler belli:

Otoriterlik mi yoksa demokrasi mi? Birini tercih edeceksiniz.

Tek akıl mı; ortak akıl mı?

Böyle bir referandum olarak düşündüğünüzde iş inanın çok kolaylaşıyor.

Anlamak da kolaylaşıyor anlatmak da kolaylaşıyor.

Vatandaşlarımıza da böyle anlatmak gerekiyor.

Devam ediyorum bakın 2 tane tercih,

Keyfilik mi; hukuk mu?

Basit değil mi?

Baskı mı; özgürlük mü?

Zor karar değil.

Korku mu; umut mu?

Öfke mi; sevgi mi?

Kriz mi; huzur mu?

Yoksulluk mu; zenginlik mi?

Kilosu 30 lira olan soğan mı; bereketli, huzurlu sofralar mı?

Bu kadar basit.

Kendinden olmayan herkese terörist diyen nobran bir dil mi, herkesi kucaklayan kapsayıcı bir bakış mı?

Kucaklama değil mi? Tercih basit.

Gece yarısı krizleriyle fakirleşen milyonlar mı, sanayisiyle, ürettiğiyle büyüyen topyekûn zenginleşen huzura eren toplum mu? Basit tercih basit.

Sonuçta değerli arkadaşlar karar kolay.

Tercih net.

Kara kış mı; bahar mı?

Cevap net.

Değerli arkadaşlarım biz demokrasi diyoruz biz özgürlük diyoruz, huzur diyoruz, zenginlik diyoruz.

Cevap belli.

Cevap belli: Biz bahar diyoruz bahar.

Bakın Çayırova’da bahar diyor, Kocaeli’de bahar diyor tüm Türkiye bahar diyecek inşallah bu seçimde göreceğiz.

Tercih net.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz, 14 Mayıs’ta aslında iki seçimi 1 günde yapıyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve milletvekilliği seçimi.

Elimize iki pusula var.

Birinci pusulada, Cumhurbaşkanı adayları var.

Ne yapacağız? Hep beraber, sadece Millet İttifakında değil başka partilerin de altı genişledi biliyorsunuz. Başka partilerin de ortak adayı olan Sayın Kılıçdaroğlu’na “evet” diyeceğiz.

Ve inşallah, açık ara kazanacağız.

Açık ara kazanacağız, söz mü? (…)

Çayırova maşallah heyecanlı.

İkinci pusulamızla ne yapacağız? İkinci pusulada o uzun 1 metrelik pusulada. Ama diyorum ya sadece nihayetinde 2 tane tercih var diye. O karşınıza çıkacak 2 tane tercihte dene yapacağız? DEVA için CHP logosunun altına ‘evet’ diyeceğiz.

Ve inşallah, orada da açık ara kazanacağız.

Kazanacak mıyız arkadaşlar? (…)

Söz mü? (…)

Çayırova kazanacak tüm Türkiye kazanacak. Hep beraber kazanacağız.

Ama bunun için gün gün, saat saat çalışmamız gerekecek.

Bu size anlattıklarımı kapı kapı sokak sokak dolaşıp anlatmanız gerekecek.

Ve bunun aslında referandum olduğunu anlattığınızda eminim ki bütün vatandaşlarımız anlayacak ve ikna olacak.

Geçmişte AK Partiye gönül vermiş insanların kapısını çalacağız.

Mutlaka.

Belki 1. Çalmada tak yüzünüze kapıyı kapatacaklar. 2 gün sonra bir daha çalacaksınız. Kapı tekrar kapanırsa 1 hafta sonra tekrar çalacaksınız.

Unutmayın 1,2,3 dediğinizde o kapı açılacak. Vazgeçmeyeceğiz.

Onlara ne diyeceğiz?

Bir önceki seçimde AK Partiye gönül vermiş zamanında AK Parti’yi desteklemiş vatandaşlarımıza ne diyeceğiz?

“Sizin sesiniz olan, derdinizle ilgilenen parti, değişti artık” diyeceğiz.

“Bakıyoruz 28 Şubatçılarla kol kola gezmeye başladılar” diyeceğiz.

“‘Bütün servetim bu yüzük’ diyen Erdoğan sözünden döndü, etrafındaki üç beş kişi de servetine servet kattı” bunu görmüyor musunuz diyeceğiz.

Diyeceğiz ki; “Biz de sizin gibi; yola çıkarken ulaşmayı hedeflediğimiz özgürlüklerden, ileri demokrasiden, çoğulculuktan, katılımcılıktan, hukuk devletinden ASLA vazgeçmedik, vazgeçmeyeceği diyeceğiz.”

“Biz bu yola ilkelerimiz için çıktık, üç beş kuruş menfaat uğruna ilkelerimizden vazgeçenlerden değiliz” diyeceğiz. Bunları anlatacağız.

“Bu yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar düzenini gelin hep beraber değiştirelim” diyeceğiz.

Diyeceğiz ki “yıl 2001. Yola çıkarken 3R ile mücadele diye yola çıkanlar yasaklarla yolsuzlukla yoksullukla mücadele edeceğim diye yola çıkanlar maalesef değişti. Özellikle son 4-5 yıldır yolsuzluğun yoksulluğun ve yasakların yani 3Y'nin tekrar üzerimize karabasan gibi çöktüğü ülke haline geldik. Bunu hep beraber görelim” diyeceğiz.

Diyeceğiz ki vatandaşlarımıza “sizin yeriniz demokrasidir sizin yeriniz adalettir” diyeceğiz.

Tek tek arkadaşlar kapı kapı çok dolaşmamız gerekiyor çok çok anlatmamız gerekiyor.


Diyeceğiz ki vatandaşlarımıza “Bu yükü artık daha fazla taşımayın, evlatlarımıza böyle bir miras bırakmayın” diye tek tek anlatacağız arkadaşlar.

Çünkü; Başarmak zorundayız ve başaracağız.

Biliyorsunuz toplumumuzun bazı kesimlerinde bazı vatandaşlarımız ne diyor? ‘Elim CHP'nin altına oy vermeye gitmiyor’ diyor değil mi.

Fakat inanın şu anda Türkiye'de milyonlarca ailede zamanında AK Parti'ye oy vermişken zamanında Erdoğan'a destek vermişken ya bu seçim Erdoğan'a elim gitmiyor, AK Parti'ye elim gitmiyor diyen milyonlar var bunu bilin.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bizim “hedefimiz tam demokrasi tam”.

Öyle eksik, gedik değil; TAM DEMOKRASİ.

Bizim hedefimiz, kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı bir ülkedir.

Bu ülke, on yıllardır, birbirine üstünlük taslayanlardan çok yoruldu.

Çok yoruldu, bağıran çağıranlardan.

Çok yoruldu, demokrasiyi şahsi çıkarı için kullananlardan.

Çok yoruldu kavgalarla, hatalarının üstünü örtmeye çalışanlardan.

O yüzden bizim hedefimiz; herkesin kendi kimliğiyle, olduğu gibi kabul edildiği bir Türkiye’yi inşa etmektir.

Ve inşallah bunu başaracağız.

Emin olun, er ya da geç, herkesin kendisini eşit ve onurlu vatandaş hissettiği Türkiye hedefimize hep beraber ulaşacağız.

Evet, arkadaşlar yağmur böyle bir yoğunlaşıyor bir yavaşlıyor tabii bahar geliyor ya inşallah. 14 Mayıs Bahar ya.

Bu yağan yağmur bereketin yağmuru, bolluğun yağmuru baharın yağmuru inşallah.

Çok iyi biliyorum ki;

Türkiye’nin güçlenmesinin yolu, herkesin özgürce konuşabilmesinden geçiyor.

Çünkü; özgür ve zengin bir Türkiye’ye giden tek yol, meşru demokratik siyasetten geçiyor. Kavgadan gürültüden değil, çatışmadan değil şiddetten değil. Özgürlükten ve hukuk içerisinde siyasetle bu mücadeleyi vermekten geçiyor.

İşte tam da bu nedenle, tam demokrasi yolunda durmadan, canla başla çalışacağız.

Ben tekrar şampiyon ilimiz Kocaeli’ne gönül dolusu sevgilerimi selamlarımı iletiyorum Çayırova’dan.

Kurucu il başkanımız Adem Bey’e bütün ekibine şu anda il başkanlığı görevini götüren Semih Bey’e tüm ilçe başkanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Sağ olun var olun diyorum.

Kazanan Türkiye olsun diyorum.

Selamlıyorum hepinizi sağ olun var olun.

21 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Diyarbakır Halil İbrahim Sofrası Konuşması


Diyarbakır - Halil İbrahim Sofrası


Diyarbakır’dan tüm demokrasi sevdalılarına merhaba,

Diyarbakır’dan tüm Türkiye’ye merhaba,

Ramazan Bayramının birinci gününde şehrin merkezinde kurduğumuz bu güzel sofradan herkese merhaba.

*****

Değerli dostlar,

Ramazan Bayramımızın son günü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız.

Tam da çocuk bayramımızın arefesindeyken, bugün buradan, gözleri hafızamıza kazanan Ceylan’ın şehrinden selamlıyorum sizleri.

Çocuklar daracık sokaklarda, dershane önlerinde, köy meralarında özgürce güven içinde yaşasın diye buradayım.

7 yaşındaki Muhammedler, 6 yaşındaki Furkanlar için buradayım.

12 yaşındaki Ceylanlar, Uğurlar ölmesin diye buradayım.

Çocukların ellerine silahlar verilmesin diye buradayım.

Muratların, Hiraların, Ayşelerin, Baranların, Zeyneplerin, Semaların, Fatmaların, Berfinlerin, Mustafaların minicik bedenleri; uykudayken depremde yıkılan duvarların altında kalmasın diye buradayım.

Ben gençlere yarın demiyorum. Gençler yarınlarımız değil, onlar bizim bugünlerimiz.

İşte ben, ülkemizin bugününü yaşatmak için buradayım.

*****

Değerli dostlarım,

Binlerce yıllık surlarıyla, kadim medeniyetiyle, Hevsel Bahçelerinin sahibi Diyarbakır’dan şimdi tüm Türkiye’ye seslenmek istiyorum.

Önümüzdeki 15 Mayıs sabahı, bir bayrama daha uyanacağız inşallah.

Evet, 15 Mayıs sabahı demokrasi bayramına kavuşacağız.

Çünkü;

Bu seçim 7'den 70'e, doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türkiye kazanacak.

Bu seçim, evladına bayramlık alamayan analar kazanacak.

Bu seçim, bayramda evine bir kutu baklava alamayan gözü yaşlı babalar kazanacak.

Bu seçim, Ramazan ayında ucuz ekmek kuyruklarında bekleyen emekliler kazanacak.

Çocuğunu okutamayan işçi arkadaşlarımız kazanacak bu seçimi.

Artan maliyetler altında ezilen, ürettikçe zarar eden çiftçi kazanacak.

Sattığı malı yerine koyamayan esnaf kazanacak.

En güzel yılları umutsuzlukla, kaygıyla geçen gençler kazanacak.

Günde tek öğünle karnını doyurmaya çalışan öğrenci kardeşlerimiz kazanacak.

Bu seçim; düşüncesi, kimliği, dili, inancı, kıyafeti, yaşam tarzı nedeniyle hor görülenler kazanacak.

Bugünkü otoriter ittifakın görmezden geldiği milyonlar kazanacak bu seçimi.

*****

Çünkü ben çok iyi biliyorum: Halkımız susar susar sandık günü söyleyeceğini söyler.

Bu millet tüm derdini içinde yaşar, ama sandıkta cevabını verir.

14 Mayıs günü, aslında milletimizin önünde değerli arkadaşlar iki seçenekli bir referandum olacak.

İnanın bu kadar basit.

İki tane seçenek olacak sandıkta.

Gerisi teferruat.

Seçenekler çok açık.

Ya birine evet diyeceğiz, ya da ötekine.

İki tane tercih.

Otoriterlik mi; demokrasi mi?

Seçmek çok değil değil mi? Basit.

Keyfilik mi; hukuk mu? Basit. İki tercihten birisini seçeceğiz.

Tek akıl mı; ortak akıl mı?

Devam ediyorum:

Fakirlik mi; zenginlik mi?

Kilosu 30 lira olan soğan mı; bereketli, huzurlu sofralar mı?

Kendinden olmayan herkese terörist diyen nobran bir dil mi; herkesi kucaklayan kapsayıcı bir bakış mı?

Oylarınızı yok sayan kayyumlar mı; oylarınızla göreve gelen seçilmişler mi?

Arkadaşlar, iki seçenek var önümüzde iki seçenek.

Özeti, Kara kış mı; bahar mı?

Cevap net.

Cevabımız çok net arkadaşlar.

İşte o yüzden önümüzde bir bayram daha var.

14 Mayıs; kaybedeni olmayan bir demokrasi zaferi olacak inşallah tüm Türkiye için.

14 Mayıs; doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türkiye’de kutlanacak.

Tüm sokaklarda Türkçe, Kürtçe, Arapça, Lazca, Boşnakça şarkılarla türkülerle kutlanacak 14 Mayıs.

*****

Değerli dostlarım,

Bugün Türkiye'de deprem bölgesinde 6 partinin genel başkanı ve iki büyükşehir belediye başkanımızla beraber ortak eş zamanlı bir program yapıyoruz.

Bu programda ortak Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kılıçdaroğlu başta olmak üzere siyasi partilerin genel başkanlarına ve iki büyükşehir belediye başkanımıza da sizlerin huzurunda hayırlı bayramlar diliyorum.

Bayramlarını kutluyorum.

Biz evet 8 şehirdeyiz ama depremden etkilenen 11 tane ilimiz var biliyorsunuz.

Ben buradan tekrar bütün depremden zarar gören depremden illerimize Bayram mesajımızı iyi dileklerimizi selamlarımızı muhabbetlerimizi iletmek istiyorum.

Adana'ya, Adıyaman'a, Elazığ'a, Gaziantep'e, Hatay’a, Kahramanmaraş’a, Kilis’e Malatya'ya, Osmaniye’ye, Şanlıurfa'ya Diyarbakır'dan selam olsun diyorum.

Değerli dostlarım Ramazan bayramınız hayırlı olsun.

Pazar günkü 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun.

14 Mayıs akşamı sonuçlarını alıp 15 Mayıs sabahı kutlayacağımız demokrasi bayramımız da şimdiden kutlu olsun.

Sağ olun var olun diyorum.

20 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Diyarbakır Seçim Koordinasyon Merkezi Açılış Konuşması


Diyarbakır Seçim Koordinasyon Merkezi Ziyareti Konuşma Metni

Çok değerli dostlarım, Millet İttifakının bileşeni olan siyasi partilerin çok değerli temsilcileri, çok değerli milletvekili adaylarımız, değerli il başkanlarımız ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, bu program vesilesiyle bizlerle beraber olan çok değerli konuklar hepinizi saygı ile sevgi ile selamlıyor milletvekili adayımız Ali İhsan Merdanoğlu Bey'in bu seçim merkezindeki konuşmamıza hoş geldiniz diyorum.

Bugün Ramazan ayını hep beraber tamamladık. Allah tuttuğumuz oruçları kabul etsin ibadetlerimizi kabul etsin. Ve bir bayrama daha hep beraber giriyoruz.

Bu bayrama giriyoruz ama biraz üzgünüz. İçimiz buruk. 6 Şubat depremlerinde kaybettiğimiz vatandaşlarımızın kardeşlerimizin arkadaşlarımızın acıları hala çok taze.

Ben hepsini tekrar buradan Allah'tan rahmet diliyorum. Yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Allah böyle büyük felaketlerden ülkemizi milletimize korusun diyorum.

Bir yandan bu bayrama hep beraber başlıyoruz bir yandan da hep beraber 14 Mayıs da gerçekleşecek demokrasi bayramımız için yoğun bir hazırlık içerisindeyiz.

Aslında benim buraya Diyarbakır'a gelmemin vesilesi yarın sabah yapacağımız bir toplu program. Bu toplu Bayram programında 6 genel başkan iki de büyükşehir belediye başkanımız toplam 8 kişi depremin etkilediği 8 ayrı şehirde eş zamanlı program gerçekleştireceğiz.

Yarın sabah saat 10.00'da başlayıp yaklaşık 11.30'a kadar devam edecek bir programla Cumhurbaşkanı adayımız dahil Cumhurbaşkanı yardımcısı adaylarımız dahil 8 kişi 8 şehirde Türkiye ile bayramlaşacağız.

Aslında burada olmamızın vesilesi o. Bu program vesilesiyle ben Diyarbakır'a gelmek istediğimde Diyarbakır uçakları bayram vesilesiyle doluydu.

Dolayısıyla biz Batman'a indik. Batman'da da yine bir seçim koordinasyon iletişim merkezini kısa bir ziyaret ettik.

Arkasından Bismil'e uğradık. Bismil'de yine Ali İhsan Bey'in ev sahipliği yaptığı oldukça yoğun katılımlı bir iftar programından sonra da buraya intikal ettik.

Diyarbakır'a gelmişken de sizlerle şöyle bir dertleşmek sohbet etmek için iyi bir fırsat olduğunu düşündüğümüz için de şu anda sizlerle burada beraberiz.

Evet, seçimlere yaklaşıyoruz fakat bu seçimler gerçekten daha öncekilerden farklı bir seçim olacak.

Sebebi şu; biliyorsunuz 2017'de anayasa değişti. 2018'de ilk defa mevcut anayasaya göre bir seçim yaptık. Ve bu seçimde de ilk defa ortaya çıktı ki bu sistemde mevcut anayasanın olduğu sistemde hem cumhurbaşkanlığının kazanılması hem de mecliste çoğunluğun sağlanması ancak siyasi partilerin bir araya gelip beraber hareket etmesiyle mümkün.

Zaten hatırlarsanız 2018 seçimlerinde de Sayın Erdoğan ne yaptı? Yanına başka partileri alarak bir ittifak oluşturdu.

Birkaç partinin ortak adayı olarak seçime girdi. Ancak o şekilde seçimi kazanabildi. Millet ittifakında ise hatırlarsanız bir ortak Cumhurbaşkanı konusunda uzlaşmaya varılamadı. Ve partiler ayrı ayrı seçime girdiler. Her bir partinin farklı farklı adayları oldu. Ve sonucu başarılı olmadı.

İşte bu 2018'deki tecrübeden de istifade ile hele hele bu son yapılan bir sene önce kanun değişikliği yapıldı biliyorsunuz.

Seçim kanununda bir değişiklik yapıldı ve bu don’t sisteminin ittifak içinde değil tüm seçim bölgesinde uygulanması ile ilgili böyle teknik bir değişiklik yaptılar.

Ama o teknik değişiklikle beraber bu seçimde bir mecburiyet daha ortaya çıktı. O da partilerin bırakın ittifak içinde değil tek listeden seçime girdiklerinde daha çok milletvekili çıkaracakları ile ilgili bir mecburiyet.

Biz DEVA Partisi olarak seçimleri her şeyimizle hazırlandık. 1300 aday adayımız başvurdu. İlk 87 seçim bölgesinde 600 milletvekili aday listemizi hazırladık.

Fakat seçimlere daha doğrusu listelerin teslimine böyle az bir zaman kala CHP'den bize bir öneri geldi. Dediler ki 'bakın biz hesap kitap yaptık. Ayrı ayrı girdiğimizde herkes kaybediyor. Ama beraber girdiğimizde herkes kazanıyor.'

Biz açtık aynı hesapları bizler de yaptık. Zaten görüyorduk az çok ama işi bir de matematiğe dökünce fark ettik ki gerçekten tek listeden girince havuz büyüyor. Toplamda daha fazla milletvekili çıkıyor millet ittifakı açısından. Ve yine her partide ayrı ayrı girmekten daha fazla milletvekili kazanıyor seçimde ve mecliste.

İşin baktık ki matematiği bu gerçeği bu.

Biz de bir karar verdik DEVA Partisi olarak.

Ve diğer partilerin de kararıyla Saadet Partisi'nin Gelecek Partisi'nin Demokrat Parti'nin de ortak bir karar ile 5 partinin tek listeden seçime girmesiyle ilgili kararımızı netleştirdik.

Tabii her parti için bu kolay bir şey değil.

Bir yandan bir kazan kazan sonucu var evet ama bir yandan da her partinin bir miktar fedakarlıkta bulunması gerekiyor.

Yani mesela CHP için kendi partilerini listeye koymayıp başka partilerden isimleri koymaları gerekiyor.

E bizler kendi logomuzla seçime girmeyip bir başka partinin listesinden seçime giriyoruz.

Hele hele adayımızın olmadığı illerdeki teşkilatlarımızı haklı olarak biraz üzgün. 'Bizim adayımız yok' diyorlar.

Biz de diyoruz ki ‘büyük resme bakın toplam resme bakın. Toplamda seçimden sonraya bakın ve seçimden sonra bugün günden çok daha güçlü bir şekilde parlamentoda olacak bir siyasi parti olacağız diyoruz.

Belki her şehrin kendi penceresinden bakıldığında biraz üzüntü var ama hep beraber Türkiye penceresinden baktığımızda aslında bu havuzun büyüdüğünü ve kazan kazan sonucunu oluşturduğunu bu kararımızın hep beraber görüyoruz.

Dolayısıyla burada aslında yenileni olmayan bir zafere doğru yürüyoruz dikkat ederseniz.

İşte bu önemli ve zor kararlardan sonra artık yola çıktık. Bütün bu kararlarımızı geçmişte bırakıp hep beraber omuz omuza seçime doğru yürüyoruz.

Evet, tek bir listeden seçime gidiyoruz ama 5 parti 6 parti birleşip tek bir parti olmadık. Her bir adayımız kendi partisinin kimliği ile seçime gidiyor.

Ama diğer partilerden arkadaşlarla beraber omuz omuza yürüyerek seçime gidiyor. Saadet Partili arkadaşlarımız, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımız, DEVA Partili arkadaşlarımız, Gelecek ve Demokrat Partili arkadaşlarımız her biri kendi kimlikleri ile ama omuz omuza beraber çalışarak bu seçime yürüyorlar.

İşte bu aslında bir başka açıdan baktığınızda büyük bir Türkiye beraberliği.

Ya mesela eğer Türkiye ise biz beraberiz, beraber yürüyebiliriz mesajını aslında Türkiye'ye veriyoruz. Bakın DEVA partisinin logosu ile CHP'nin logosu yan yana duruyor değil mi bu salonda.

Aslında bu değerli arkadaşlar Türkiye için çok büyük bir kazanım biliyor musunuz? Yani mesele Türkiye ise ayrılarımızı gayrılarımızı bir kenara bırakıp Türkiye'nin yarınlarında buluşup hep beraber o hedefe yürüyebileceğimizi bütün ülkeye göstermiş oluyoruz.

Ve bu 6 partiyi yan yana koyup baktığınızda bu 6 parti aslında temsil gücü çok yüksek partiler.

Toplumumuzun bütün kesimleri bu 6 siyasi parti çatısı altında temsil ediliyor. Toplumumuzun bütün yaşam tarzları bu 6 siyasi parti içinde temsil ediliyor.

Vatandaşımız olup da bu 6 partiye bakıp 'ben burada temsil edilmiyorum' diyen bir vatandaşımız şu anda aslında yok. Varsa o eski siyasi tercihler eski gönül bağlarıdır şudur budur.

Ama hayat tarzı olarak düşünce olarak ideoloji olarak tüm Türkiye bu 6 partinin çatısı altında şu anda temsil ediliyor.

Biz bunu yapıyoruz çünkü ülkemiz büyük bir sıkıntı içerisinde.

Eğer bu birlikteliği sağlamazsak Türkiye'deki problemler büyüyecek, sıkıntılar gittikçe büyüyecek. Ve derinleşecek.

Türkiye kriz arkasında kriz yaşadı yaşıyor.

Şu anda yaşadığımız sadece bir ekonomik kriz değil.

Evet, bugün artık sembolik hale geldi soğanın kilosu 30 lira. Evet, kıyma 300 lira. Bir karton yumurta 80 lira 90 lira 100 lira. Gerçekten hayat çok pahalı.

Türkiye'de gerçekten şu an derin bir ekonomik kriz var ve bunun da bedelini dar gelirli vatandaşlarımızı ödüyor.

Varlığı olan varlığına varlık kattı geçtiğimiz dönemde. Son seçimden bu yana olan süreçte.

Ama sabit gelir ile geçinen, emeklimiz, asgari ücretlimiz, memurumuz bir şekilde sosyal desteklerle sosyal yardımlarla geçinen vatandaşlarımız hepsi kaybetti.

Çünkü Türk lirası eridi gitti. Satın alma gücü herkesin düştü.

Evet, bu bir ekonomi kriz ama bu kriz sadece hayatımızın en görünen yanına en görünen cephesine bir bakıma tezahür eden bir kriz.

Fakat biraz derine indiğimizde aslında ülkemizde çok ciddi bir hukuk ve adalet krizi olduğunu görüyoruz. Ülkemizde bir demokrasi krizi olduğunu görüyoruz.

Zaten ekonomik krizinde temelinde aslında hukuk adalet krizi var demokrasi krizi var. Bir kişinin küçücük dağarcığıyla yönetmeye çalıştığı bu koskoca ülke maalesef kriz arkasına kriz yaşıyor.

Eğitimde kriz var sağlıkta kriz var her alanda kriz var. İşte bütün bunları aşmanın yolu meşru demokratik siyaset yoluyla olacak arkadaşlar.

Meşru demokratik siyaset yoluyla biz bu krizleri aşacağız. Ve bu mücadeleyi hukuk içerisinde vereceğiz.

Hep beraber seçime doğru yürüyoruz.

Çok çalışacağız. Kapı kapı dolaşacağız. Herkese anlatacağız.

Ve özellikle bu seçimde vatandaşlarımıza anlatmamız gereken çok önemli bir gerçek var. O da şu; Aslında bu seçim bir referandum. Yani bu seçimde aslında sadece 2 tane tercih var. Gerisi inanın teferruat. 2 tane tercih.

Ve bu tercihlerde çok açık tercihler.

Şu anda mevcut olan tek akılı mı tercih edeceğiz yoksa ortak aklımı tercih edeceğiz? Çok zor değil.

Krizi mi tercih edeceğiz yoksa huzuru mu tercih edeceğiz? Bakın 2 tane seçenek var önümüzde. Yoksulluğu mu tercih edeceğiz yoksa zenginliği mi tercih edeceğiz? Baskıyı mı yoksa özgürlükleri mi tercih edeceğiz? Zor bir karar değil de mi böyle seçenekleri ortaya koyduğumuzda.

Keyfiliği mi tercih edeceğiz yoksa okul mu tercih edeceğiz? Korkuyu mu tercih edeceğiz mevcut korku iklimini yoksa umudu mu tercih edeceğiz?

Öfkeyi mi tercih edeceğiz sevgiyi mi tercih edeceğiz? Kendinden olmayan herkese terörist diyen nobran bir dilimi tercih edeceğiz yoksa herkesi kucaklayan kapsayıcı bir bakışı mı tercih edeceğiz?

Oylarımızın yok sayılıp kayyumların atanmasını mı tercih edeceğiz yoksa gerçekten seçtiğimiz belediye başkanlarının görevinin başında olmasını mı tercih edeceğiz?

Böyle anlatınca nasıl iki seçenekli referandum olduğunu herhalde hep beraber daha iyi anlıyoruz arkadaşlar. Ve aslında işin özeti Kara kışı mı tercih edeceğiz yoksa baharı mı tercih edeceğiz?

Tercihimizi bu bilinçle aslında sadece 2 tane seçeneğin önümüzde olduğunu bilerek vermemiz gerekiyor.

Diyeceksiniz ki 30 küsür tane siyasi parti var. Tamam. 4 tane Cumhurbaşkanı adayı var.Tamam. Ama bu tercihleri yaparken hep şuna dikkat edeceğiz. Aslında bu iki tercihten verdiğimiz oy hangisine yarıyor.

4 tane aday var değil mi? Bu 4 cumhurbaşkanı adayından Sayın Erdoğan ve Sayın Kılıçdaroğlu 2 aday.

Diğer 2 adaya verdiğiniz oylar aslında kime yarıyor? O verdiğiniz oylar aslında kimi destekliyor? Bu hesabı bu sağduyuyu mutlaka göstererek basiretle bu seçimlerde kararımızı vermemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar bu seçimde önümüzde iki tane sandık olacak. Birincisi Cumhurbaşkanlığı seçim sandığı.

İkincisi de meclis milletvekili sandığı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sandığından inşallah hep beraber ortak adayımız Sayın Kılıçdaroğlu'nun çıkması için hep beraber kapı kapı dolaşacağız.

Ve yine ikinci sandıkta da 5 partinin ortak listelerinin yer aldığı CHP logosunun altına evet mührü basarak bu 5 partinin de tüm Türkiye genelinde daha fazla milletvekili çıkararak 6. parti ile beraber mecliste çoğunluğu sağlamasını gerçekleştirmiş olacağız.

Bir bakıma mevcut anayasanın ve mevcut seçim sisteminin matematiğini çözüp bunun matematiğine göre hareket etmenin sonucu bize böyle bir karar vermemizi söylüyor.

İnşallah başaracağız. Hep beraber başaracağız.

Değerli arkadaşlar bizim DEVA Partisi olarak hedefimiz tam demokrasi. Öyle yarım yamalak eksik gedik değil tam demokrasi.

Bu ne demek? Bizim hedefimize Türk Kürt Laz Çerkez hiç fark etmez, Sünni Alevi fark etmez.

Bu ülkenin vatandaşı olan herkes ama herkese eşittir ve bu ülkenin onurlu vatandaşlarıdır.

Biz bunu bilerek yola çıktık.

Hedefimiz kimsenin hiç kimseye üstünlük taslamadığı bir ülke. Gücü ele geçirenin altta kalan ezdiği bir ülke değil.

Bu nöbetleşe zorbalık dönemi diye adlandırdığımız bizim yani gücü ele geçirenin kendisi gibi düşünmeyenleri ezdiği bir dönem olmamalı artık Türkiye'de.

Bunu bitirmeliyiz.

Bu fasit tarihe bir son vermemiz lazım. Bu ülke çok yoruldu. On yıllardır birbirine üstünlük taslayanlardan çok yoruldu. Bağıranlardan çağıranlardan çok yoruldu bu ülke.

Demokrasiyi şahsi çıkarları için kullananlardan bu ülke çok yoruldu.

O yüzden bizim hedefimiz herkesin kendi kimliği ile olduğu gibi kabul edildiği bir Türkiye’dir.

Hayalimizdeki Türkiye hepimizin Türkiye’sidir.

Emin olun er ya da geç herkesin kendisini eşit hissettiği herkesin kendisini 1. sınıf vatandaş hissettiği öyle davranıldığı ve bunun gerçekleştirildiği bir ülkeye çok kısa zaman içerisinde kavuşacağız. Bu nedenle de tam demokrasi yolunda canla başla çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlar bizim muhalefet olarak elimizde iktidarın imkanları yok. İktidarın elindeki televizyon kanalları yok. Bütün caddeleri sokakları direkleri tek bir kişinin fotoğraflarıyla donatacak maddi imkânımız da yok. Bu sadece maddi imkân meselesi de değil.

Yani merkezi hükümetin gücünü belediyenin valiliğin bütün genel yönetimlerin de etkisini beraberce bir paket olarak kullanarak gelinen bir nokta.

Unutmayalım.

Fakat biz de diyoruz ki onların eline ne olursa olsun biz haklıyız. Ve o haklı olmanın verdiği güç var ya başka her şeyden kıymetli. İşte biz o haklı olmanın ve hakkın verdiği güçle ilerliyoruz.

Onun için yol alıyoruz onun için başarılı oluyoruz. DEVA partisini kurmadan önce bize çok insan gelip gitti.

Ali İhsan Bey sağ olsun ilk kurucularımızdan. İlk 90 kişilik kurucu heyetten.

Dediler ki 'siz hiç korkmuyor musunuz? Böyle bir dönemde başınıza bir iş gelir diye çekinmiyor musunuz? Zor dönem baskı var zulüm var her şey var.' Biz de dedik ki biz haklıyız ve o haklı olmanın verdiği güçle yola çıkıyoruz.

Ve inanın korkmuyoruz kardeşim yürüyoruz dediğinizde başkaları korkmaya başlıyor.

Bir zamanlar bizi hiç görmeyen, küçümseyen yok varsayan iktidar bugünlerde maşallah bakıyorum beni hiç dilinden düşünmüyor.

Sayın Erdoğan her konuşmasında benden bahsediyor. Geçenlerde tutmuş ne demiş? ‘Bebecan’ demiş. Senin o ‘Bebecan’ dediğin bu ülkenin yakın siyasi tarihinde ekonomide en başarılı olduğu dönemde bu ülkenin ekonomisinin başında olmuş bir insan.

Enflasyonu 34 yıllık 2 haneli 3 haneli enflasyonu 2 yılda tek haneye indirirken ‘Bebecan’ idik. Paradan 6 sıfır atarken ‘Bebecan’ idik, 14 Mayıs 2013'te seçimden tam 10 yıl önce bakın IMF'e olan son borç taksitini Merkez Bankası’ndaki ödeme terminallerindeki o enter tuşuna basarken de ‘Bebecan’ idik.

Bugün de çok şükür ben bütün gençler adına ‘Bebecan’ olmaktan gurur duyarım.

Bu ülkenin gençleri neredeyse çocuk yaştaki gençleri nasıl başarılar elde edermiş onu gösterdiğim için gurur duyarım onur duyarım.

Dikkat edin başarılardan bahsederken hep o dönem aklına geliyor. Çünkü şu anda başarı yok.

Ancak eski defterleri karıştırınca başarıyı bulup gösteriyor. Fakat eski defterleri açtığında bir bakıyor ki karşısına ben çıkıyorum. Biliyorum çok rahatsız. Biliyorum kızıyor. Biliyorum öfkeleniyor.

Ama kusura bakmasın biz kendisine rahatsızlık vermeye devam edeceğiz. Ve bu şekilde devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım yarın bayram namazı oldukça erken saatte. Dolayısıyla daha fazla bu son Ramazan gününün akşamında sizlerin vaktini almak istemiyorum ama ben tekrar burada bizlerle beraber olan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Başta Diyarbakır il başkan vekilimiz Remzi Kaynak Bey olmak üzere ve kurucu il başkanımız Cihan Bey olmak üzere, Diyarbakır teşkilatımızın kuruluş gününden bugüne kadar emeği geçen bütün arkadaşlarımıza ben gönül dolusu teşekkürleri tekrar huzurlarınıza sunmak istiyorum. Ve yine Diyarbakır adaylarımız Sayın Sezgin Tanrıkulu’na, Sayın Ali İhsan Merdanoğlu’na, Sayın Abdurrahman Ergin’e, Sayın Mehmet Ali Özmen’e, Sayın İsmail Akyıl’a, Sayın Esra Aslan'a ve Sayın Mahir Yüksel’e ki onlar şu anda bizlerle bu salondalar. Hepsine tekrar başarılar diliyorum. İnşallah bu seçimi hep beraber kazanacağız. Omuz omuza çalışarak kazanacağız.

Seçimi biz kazanacağız ki Türkiye kazansın. Gerçekten çok önemli bir tarihe doğru yürüyoruz. Ben şuna inanıyorum iyi niyetle dosdoğru çalışanın Allah yardımcısıdır. Ben buna inanıyorum.

Ve hep beraber çalıştıktan sonra birlik beraberlik içerisinde olduktan sonra da özellikle kazanacağımıza inanıyorum. Çünkü biz şuna inanıyoruz. Hayırlı bir niyetle dürüst insanlar bir araya gelip çalıştığında yani hayırlı bir niyet için bir araya gelip ortak olduklarında Allah ne diyor? Ben de ortağım diyor.

Allah ortak olduktan sonra herhalde onu kimse durduramaz. Biz buna inanıyoruz. Ama bakın şartları var. Bir niyet sağlam olacak hedef hayırlı olacak bir de herkes tek tek dürüst olacak.

Bu şartlar olduğu sürece o büyük ortak geliyor. Yoksa yok. Onun için hep beraber dikkatli olmamız lazım. Asla doğruluğu elden bırakmamız lazım. İnşallah iktidar olduktan sonra da bütün Türkiye'ye dürüst ve ehil insanlar bu ülkeyi nasıl güzel yönetiyormuş bunu sadece ülkemizde değil bütün dünya aleme göstermemiz lazım.

Ve bu şekilde de ülkemizin 5 yılını bundan sonraki 5 yılını madde madde planlamış bir şekli ile iş başına gelecek bir hükümet İnşallah göreceksiniz. Ortak politika metnimizdeki 2300 madde üzerinde %100 mutabık kaldık.

Böyle bir şey yok. 6 tane ayrı parti. 6 ayrı parti. Tek tek 2300 maddede mutabık kaldı. Sağlıktan eğitime kadar, ekonomiden güvenliğe kadar, kültür sanattan tutunda aklınıza gelen her alana kadar mutabık kaldık. 20 tane bakanlık olacak dedik.

Tek tek isimlerini yazdık. Hükümetin organizasyon şemasını çıkardık. Ve bütün bu çalışmalarda da bakanlıkların 20 bakanın tek tek tek tek tek 5 yıllık ev ödevini hazırladık. Böyle bir şey yok Cumhuriyet tarihinde yok böyle bir şey.

Hiç kimse yapmamış yapamamış. Ve bunu seçimden önce yapıp mutabakat sağlayıp da seçime doğru yürüdüğümüz için seçimden sonra bir ihtilaf alanı bırakmadık.

Sayın Erdoğan ne diyor? ‘Bunlar koalisyon’ diyor. Bir dakika arkadaş dur şimdi. Bu o değil. Eski koalisyonlarda ayrı ayrı partiler seçime girerdi. Birbirleriyle kavga içerisinde seçime girerlerdi. Dün kavga ettiği ile oturup ortak olmak zorunda kalırlardı. Oysaki biz bir yılı aşkın bir zamandır beraber çalışıyoruz. Uzlaşa uzlaşa yürüyoruz. Türkiye'nin yarınlarında önce buluştuk ondan sonra iktidar olma hedefimizi ortaya koyduk. Ortak bir cumhurbaşkanı adayı belirledik ortak listelerle seçime giriyoruz. Ve uzlaşmış bir şekilde yürüyoruz. Kimse bizim bu birlikteliğimizi eski koalisyonlarla falan karıştırmasın. O başka bir şey. Şu anda yaptığımız başka bir şey o eski koalisyon dönemi bambaşka bir şey. Onun için ne yaptığımızdan gayet iyi eminiz.

Evet arkadaşlar dediğim gibi yarın inşallah bayram. Hep beraber huzur ve sağlık içerisinde Allah bu Bayramı geçirmeyi nasip etsin.

Bu bayram programımız vesilesiyle Tekirdağ belediye başkanımız Kadir Albayrak Bey bizimle. Kendisine huzurlarınıza tekrar hoş geldiniz diyorum. Şimdi biz hep beraber liderler olarak seçim bölgesindeyiz ya dolayısıyla 11 belediye başkanımızda bu seçim bölgesinde farklı farklı illerde görevlendirilmiş durumda.

Sağ olsun Kadir Albayrak’ta bu akşamdan başlayarak yarınki tüm programımızda bizimle beraber olacak bize eşlik edecek. Böylece tam bir Türkiye dayanışmasını, Türkiye kardeşliğini de hep beraber bu bayram vesilesiyle de ülkemize göstermiş olacağız.

Ben tekrar bütün adaylarımıza başarılar diliyorum. Partilerimizin bütün teşkilatlarına başarılar diliyorum. Yolunuz açık olsun diyorum.

20 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Batman Seçim Koordinasyon Merkezi Açılış Konuşması

Ali Babacan Batman Seçim Koordinasyon Merkezi Açılış Konuşması

Hepinizi saygıyla sevgili selamlıyorum.

Bugün bu bereketli yağmurun altında sizlerle beraberiz. İnşallah önümüzde bayram var. Bayramı huzur içerisinde hep beraber kutlayacağız.

Tabii ki biraz üzgünüz buruğuz. 6 Şubat depremlerini yaşadık. Çok can kaybettik. Hepimiz üzüntülüyüz buruğuz.

Bu bayrama da bu buruklukla giriyoruz.

Hep beraber bu yılın yaralarını sarmak için çalışacağız. Ve arkasından bir bayram daha geliyor.

O da 14 Mayıs demokrasi bayramımız inşallah. İnşallah.

Ben burada çifte bayram arifesinde bugün sizlerle beraberim. Ama yağmur yağıyor daha fazla ıslatmayalım sizi.

Fakat şunu söylemek istiyorum ki bu seçim 7'den 70'e doğudan batıya kuzeyden güneye tüm Türkiye kazanacak inşallah.

Bu seçim tek bir oyun dahi zayi olmaması için tek bir liste ile girdiğimiz bir seçim. Tüm Türkiye'de hep beraber birleşe birleşe kazanacağız. Batman'da da.

Burada Batman'da ittifak ortağımız CHP'nin adayı sayın Hüseyin Yaşar ve diğer arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

Bizim Batman teşkilatımız hep beraber Hüseyin Bey'in arkasında olacaktır.

Aynı şekilde hemen komşu bir ilimizde Siirt'te de bizim il başkanımız Umut Dayanan liste başı olarak seçime gidiyor.

Orada da biliyoruz ki bütün CHP teşkilatı Umut Bey'in arkasında olacak. Onu da biliyoruz. Böylece tüm Türkiye'de Saadet Partisi ile beraber, Gelecek Partisi ile beraber, Demokrat Parti ile beraber, CHP, DEVA Partisi ile beraber hep beraber ortak listelerde hepimiz için çalışacağız.

Ve inşallah bu seçimi referandum olarak görmek zorundayız arkadaşlar. Bu bir referandum. Neyin referandumu?

Çünkü önümüzde sadece iki tane seçim var. İki tane tercih var.

Bütün kaderimizi çocukların geleceğini etkileyecek bir referandum olacak bu.

2 tane tercih var birazdan söyleyeceğim.

Tercihlerden birisinin altına evet mührünü vuracaksınız.

Nedir bu tercih?

Otoriterlik mi demokrasi mi? Birisini tercih edeceksiniz.

Tek akıl mı ortak akıl mı? Birisini tercih edeceksiniz.

Kriz mi huzur mu? Tercih edeceksiniz.

Baskı mı özgürlük mü? Tercih edeceksiniz.

Karar vermek çok da zor değil de mi?

Keyfilik mi hukuk mu? Basit.

Öfke mi sevgi mi? Basit.

Kilosu 30 lira olan soğan mı bereketli huzurlu sofralar mı? Bu kadar.

Kendinden olmayan herkese terörist diyen nobran bir dil mi herkesi kucaklayan kapsayıcı bir bakış mı?

Referandum devam ediyor bitmedi.

Oylarınızı yok sayan kayyumlar mı sizlerin seçtiği verdiğiniz oyla göreve gelenler mi? Bu kadar.

Ve son soru arkadaşlar. Kara kış mı bahar mı?

Bu kadar cevap net. Cevap net.

Bu seçimde iki tane seçenek var önümüzde. İki tane de sandık var.

Birinci sandık Cumhurbaşkanlığı seçimi.

İnşallah Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ilk sandıkta açık ara seçimi kazanacak. İnşallah.

İkinci sandıkta da meclis seçimi var Milletvekili seçimi var. İkinci sandıkta açıldığında da inşallah Millet İttifakı olarak seçimde meclis çoğunluğunu sağlayacağız.

Ama bunun için gün gün saat saat çalışmamız lazım. Her kapıda her sokakta tek tek anlatmamız lazım.

Öyle oturduğumuz yerden olmaz. Çalışacağız.

Bütün partiler omuz omuza verip çalışacağız. Yan yana durup çalışacağız.

Ve değerli arkadaşlarım şunu da söyleyeyim bakın, burası önemli. Geçmişte AK Parti'ye gönül vermiş insanların kapısını çalmalıyız.

‘Sizin sesiniz olan derdinizle ilgilenen parti artık değişti’ demeliyiz onlara.

‘28 Şubatçılarla bunlar kol kola gezmeye başladı’ demeliyiz onlara. ‘Bütün servetim bu yüzük diyen Erdoğan sözünden döndü. Etrafındaki üç beş kişi de servetine servet kattı’ diye anlatmamız onlara.

Demeliyiz ki; ‘biz de sizin gibi yola çıkarken ulaşmayı hedeflediğimiz özgürlüklerden, ileri demokrasiden, çoğulculuktan, katılımcılıktan, hukuk devletinden asla vazgeçmedik vazgeçmeyeceğiz’ dememiz lazım onlara.

Onlara ‘sizin yeriniz demokrasinin yanıdır’ dememiz lazım.

‘Bu yoksulluk yolsuzluk ve yasaklar düzenini gelin hep beraber değiştirelim’ dememiz lazım onlara.

Tek tek arkadaşlar kapı kapı daha çok anlatmamız daha çok ikna etmemiz lazım.

Başarmak zorundayız ve inşallah hep beraber başaracağız.

Değerli arkadaşlarım biz DEVA Partisi olarak hedefimiz tam demokrasi diyoruz.

Öyle eksik gedik yarım yamalak değil ha. Tam demokrasi. Bizim demokrasi hedefimiz de Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez hiç fark etmez. Sünni Alevi fark etmez. Kim olursa olsun hangi mahalleden hangi görüşten olursa olsun herkes ama herkes bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşıdır. Biz böyle inanıyoruz ve bunun için çalışacağız. Bizim hedefimiz ülkemizde eşit vatandaşlık ilkesinin hâkim kılmaktır.

Bizim hedefimiz kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı bir ülkedir. Bu ülke on yıllardır birbirine üstünlük taslayanlardan çok yoruldu. Bu dönüşümlü zorbalık döneminden çok yoruldu. Gücü ele geçirenin diğerini ezmeye başladığı dönemlerden çok yoruldu artık. Bu nöbetleşe zorbalık dönemi bitsin artık. Çok yoruldu bu ülke demokrasiyi şahsi çıkarları için kullananlardan.

O yüzden bizim hedefimiz herkesin kendi kimliği ile olduğu gibi kabul edildiği ve yan yana omuz omuza yürüdüğü bir ülkedir.

Hayalimizdeki Türkiye hepimizin Türkiye'sidir.

Emin olun er ya da geç herkesin kendisini eşit ve onurlu hissettiği bir Türkiye hedefimize ulaşacağız. Bunun için yola çıktık. Nasıl 6 parti bir araya geldiysek 6 partiyi şöyle bir düşünün. Çok farklı kesimleri temsil ediyor bu partiler. Çok farklı ideoloji ve geçmişleri temsil ediyor. Ama ne dedik? ‘Biz Türkiye'nin yarınlarında buluşuyoruz’ dedik. Ve 6 partiyi yan yana koyduğunuzda bütün Türkiye'yi temsil ediyor bu partiler.

Tüm vatandaşlarımız hangi kesimde olursa olsun bu 6 partiye baktığında mutlaka birinde kendisini görüyor. Benim temsilim oradadır diyor. Onun için bu bir Türkiye birlikteliği.

Çok iyi biliyorum ki Türkiye'nin güçlenmesinin yolu herkesin özgürce konuşabilmesinden geçiyor.

Çünkü özgür ve zengin Türkiye'ye giden tek yol meşru demokratik siyasetten geçiyor. Bunu iyi biliyoruz.

Onun için bütün sorunlarımızı demokrasi ile çözeceğiz. Her sorunu meclis altına getireceğiz meclisin çatısı altında konuşa konuşa çözeceğiz. Bu nedenle de tam demokrasi yolunda durmadan canla başla çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım az ama zorlu bir zamanımız kaldı. Biliyorum bizim elimizdeki imkanlar iktidardakilerle maalesef yarışamıyor. Şöyle gelirken baktık ki yollara iktidar olmanın verdiği bütün gücü ve parayı döşemişler tamam. Ama bizim gücümüz nereden geliyor biliyor musunuz? Biz haklıyız. Biz haklı olmanın gücüyle hareket ediyoruz. Biz haktan aldığımız güçlü hareket ediyoruz. İşte tam da hak için hukuk için adalet için yürüyoruz. Ve arkadaşlar kazanacağız yolumuz zor ama kazanacağız.

Değerli dostlarım Batman il ve ilçe teşkilatlarımız iki buçuk yıldır gerçekten çok fedakâr vefakâr bir çalışma ortaya koydu.

Hem kurucu il başkanımız Melik Bey hem onun ekibi ve beraber çalıştığı arkadaşlar şu anda vekaleten il başkanlığımızı yapan değerli kardeşimiz hepsine bütün ilçe başkanlarımıza ve teşkilatımıza ben gönülden teşekkürlerimi sunuyorum.

Biz gençlerin arkasından gidiyoruz arkadaşlar. Siz yürüyorsunuz biz arkadan geliyoruz.

Bakın arkadaşlar bu seçim gerçekten farklı bir yöntemle seçime gidiyoruz.

Tek listeyle seçime gidiyoruz.

Çünkü her parti ayrı ayrı listelerde seçime girdiğinde küsuratlar artık oylar maalesef çöpe gidiyor. Yazık oluyor.

Şu anda bizim tek bir oyu dahi ziyan edecek bir lüksümüz yok.

Onun için ne yaptık? 81 ili 87 seçim bölgesini ortaya koyduk. Ve 6 parti ittifak halinde ama 5 parti ortak listelerle seçime girme kararı aldık.

Tek amacımız toplam milletvekili sayısının en fazla çıkması.

Bir araya gelerek aslında havuzu büyütüyoruz. Ve bu büyük havuzdan da herkes daha fazla milletvekili çıkarıyor.

Bu işin kaybedeni yok. Kaybedeni olmayan bir zafere doğru yürüyoruz.

Bunu anlamamız lazım.

Ama takdir edersiniz ki her partinin de her ilden milletvekili olmuyor. Milletvekili adayımızın olduğu iller var olmadığı iller var.

Biz ne yapacağız? Şu 3 hafta tüm Türkiye'de çalışacağız ve nihayetinde de toplam milletvekili sayısına bakacağız ve DEVA Partisi'nin toplam milletvekili sayısına bakacağız.

Millet ittifakı olarak da çoğunluğu sağlayacağız. Hedefimiz bu. Evet, bizim DEVA Partisi olarak güzel Batman’ımızdan vekil adayı göstermememizin burukluğunu yaşıyoruz. Teşkilatımız bu burukluğu belki daha derin yaşıyor.

Ama arkadaşlar ben şunun sözünü veriyorum, nereden olursa olsun bizim seçilecek milletvekillerimiz Batman'ın milletvekili olacak.

DEVA Partisi'nin her milletvekili Batman'ın milletvekili olacak bunun sözünü size veriyorum.

Şimdi Hüseyin Bey İnşallah hep beraber gayretimizle milletvekili olacak ama diğer sıradaki arkadaşlar da olacak ama bizim DEVA Partisi teşkilatına da şunu söylemem lazım. Hüseyin Bey de sizi yalnız bırakmayacak bizim diğer milletvekillerimiz de sizi yalnız bırakmayacak onu söylemem lazım.

Ve son olarak arkadaşlar evet DEVA Partisi'nin her seçilen milletvekili Batman'ın milletvekili olacak ama bir de asıl bir Batmanlı bir milletvekilimiz olacak inşallah.

Mehmet Emin Ekmen Bey'in kaderinde de bu seçimde Mersin’den aday olmak varmış. Ama Mersin’den de seçilse o aynı zamanda Batman'ın da milletvekili olacak.

Ben şimdi ondan şöyle bir huzurlarınızı söz alayım.

Emin Bey söz mü? Tamam işi bağladık.

Seçim bölgesi şimdi ikiye çıktı.

İnşallah Hüseyin Bey ile beraber diğer seçilen milletvekillerimizle beraber Mehmet Emin Bey ile beraber inşallah Batman için ne gerekiyorsa yapacağız.

Ben bu duygu ve düşüncelerle hepinizi tekrar sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Önümüzdeki iki bayramın şimdiden kutlu olmasını diliyorum.

Tüm dostlarınıza arkadaşlarınıza da gönül dolusu sevgilerimi muhabbetlerimi iletmenizi özellikle de rica ediyorum.

Yolumuz açık olsun arkadaşlar.

19 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Yurt Dışı Vatandaşlar Eylem Planı Konuşması

Yurt Dışı Vatandaşlar Eylem Planı


Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen yurt dışındaki ve yurt içindeki değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyor, partimizin Yurtdışı Vatandaşlar Eylem Planımızı açıklayacağımız basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

Yola çıktığımız ilk gün taahhüt ettiğimiz gibi, biz, siyasete yeni gelenekler kazandıran bir parti olduk.

Her alanda ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı, ne zaman yapacağımızı açık açık söylüyoruz. Üstelik bu sözle kalmıyor. Yazıyoruz, takvime bağlıyoruz ve bütçelendiriyoruz.

Yaşanan sorunlara kulak vermekle yetinmiyoruz. Dertleri sadece dinlemekle yetinmiyoruz. Feryatlara “ah vah” deyip geçmiyoruz. Sorumluluğu daha iktidara gelmeden hissediyoruz ve çok detaylı eylem planlarıyla karşınıza çıkıyoruz.

Hatırlarsanız ben hep şöyle söylüyordum:

Toplam 22 eylem planımızı aynı anda yürürlüğe koyacağız diyordum. Yani 22 şeritli yolda gider gibi eş zamanlı olarak her alanda bu eylem planlarımızı uygulamaya başlayacağız. Ve ülkemize gerçek atılımı da işte o zaman yapacağız yaptıracağız diyordum.

Ve hatırlasanız 15 Ocak’ta da bu 22 eylem planımızın bir araya getirildiği fasikül fasikül birleştirilip bir ansiklopedi haline getirildiği lansmanımızı yapmıştık. Ve 15 Ocak tarihinde tüm Türkiye’ye bunları toplu olarak bir lansmanda duyurmuştuk.

22 eylem planı deyip duruyorduk ama…

Partimiz çalışkanlığını durduramıyor.

Arkadaşlarımız hızını alamıyor, üretmeye devam ediyor.

İşte bugün yeni bir eylem planımızla karşınızdayım.

Bu 15 Ocak’taki 22 eylem planının üzerine biliyorsunuz maalesef bizi kahreden ve tüm ülkeyi derin bir yasa boğan 6 Şubat depremi ile karşı karşıya kaldık.

Bu afetin yaralarını bir nebze dindirmek için “Değerlendirme ve Çözüm Raporumuz”u hazırladık. 6 Mart tarihinde de sizlerle paylaştık.

Hatırlarsanız depremden sonra yayınlanan ilk ve en kapsamlı rapordur.

Hem durum analizi var burada deprem ve sonrası durum analizi. Hem de bu depremin yaralarını nasıl saracağız, kısa vadede acil neler yapacağız? Orta uzun vadede depremle ilgili konularda ne tür tedbirler alacağız?

Ülkeyi tekrar nasıl depremle mücadelede ayağa kaldıracağız? 273 maddelik eylem planı ile bunu ortaya koymuştuk.

Bugün ise bugüne dek siyasi partilerin hatta iktidarın pek de ilgilenmediği pek de üzerinde böyle derli toplu bir çalışma yapmadığı bir başka konuyla bir başka eylem planıyla karşınızdayız.

İşte bugün de huzurlarınız da yurt dışında yaşayan insanlarımız için hazırladığımız eylem planımız.

*****

Kimse seslerini duymasa da, siyasetçiler gündemlerine almasa da, yurt dışında yaşayan insanlarımızın pek çok sorunu var.

Emeklilikten askerliğe, araç kullanımından sağlığa, otomatik bilgi paylaşımından yurt dışı seçim çevresine kadar her alanda karşılaştıkları sıkıntılar var.

Ve biliyor musunuz, bizim kendi insanımız, bizim kendi vatandaşımız tüm bu sorunlarla karşı karşıya kaldığında, özellikle son yıllarda gittikçe daha çok yalnız kalıyor.

Yanında kendi ülkesini kendi devletini görmüyor göremiyor.

Sözüm ona “ezilenlerin gür sesi, suskun dünyanın hür sesi” olan kişi, yurt dışındaki insanlarımızı da önemli ölçüde yalnız bıraktı.

Ama biz bu durumu kabul etmiyoruz, kabullenmiyoruz.

İşte, bu son eylem planımızla Almanya’daki, Hollanda’daki, Avustralya’daki, Kanada’daki, Mısır’daki, Lübnan’daki ve daha pek çok ülkedeki vatandaşlarımıza diyoruz ki;

“Türkiye her yerde seninle.”

Biz ülkemizin hiçbir ferdini, dünyanın hiçbir yerinde yalnız bırakmamaya kararlıyız.

Büyük ve güçlü devlet olmanın yolunun tek tek bireylerin gücünden geçtiğini de iyi biliyoruz.

Tek tek insanların fert olarak birey olarak güçlü olmadığı bir ülkede asla uluslararası arenada da güçlü olamayacağını biliyoruz.

Ve bu nedenle, yaşatan ülke olma sorumluluğuyla, nerede olursa olsun, tek bir insanımızı dahi geride bırakmamak için çalışacağız, tüm çabamızı sarf edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Dış göç tarihimizin kilometre taşlarından, “ilk işçi göçü”nün şu anda üzerinden neredeyse tam 62 yıl geçmiş durumda.

Hatırlayalım o görüntüleri. Törenle ilk Almanya’ya giden işçilerimizin otobüslere bindirilip uğurlandığı günleri hatırlayalım.

Bugün itibariyle yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sayısının 6,5 milyona vardığını söylüyorsak, bunun temellerinin 62 yıl önce atıldığını söylemek yanlış olmaz.

Ekmek parası kazanmak, ailesine bakmak, geçimini sağlayabilmek niyetiyle kısa süreli olacağını düşünerek gitmişlerdi…

Ev sahibi ülkeler de “geçici” gözüyle bakıyorlardı. Dolayısıyla böyle kapsamlı bir politika kapsamlı bir program ev sahibi ülkeler de uygulamıyordu.

Tam da bu sebeple yurt dışına çalışmak maksadıyla giden insanlarımıza “misafir işçi” dendi.

Hem gidenler bunu geçici görüyordu hem de ev sahibi ülkeler kısa bir süreliğine diyordu.

İşte tam da bu sebeple büyük zorluklar yaşandı büyük uyum zorlukları yaşandı.

Kaç nesil geçti, aileler büyüdü ama bu yaklaşım neredeyse 2000’li yıllara dek devam etti.

Çok sorunlar yaşandı ama bunca zaman sonunda, kalıcı oldukları kabul görmeye başlandı. Buna bağlı olarak da uyum ve katılım politikaları geliştirilmeye başlandı.

2000'li yıllar dedim. Ben o dönemde 2003 yılında devlet bakanı iken Almanya'ya bir ziyarette bulunmuştum.

Ve orada yaşayan bizim vatandaşlarımızla toplumumuzla bir buluşma gerçekleştirdim. Dertleştik.

Tabii daha 20 yıl önce oluyor bu. Dertleştik konuştuk.

Bugünkü kadar ne Türkiye tarafında ne Almanya tarafında da bir entegrasyon çabası bir entegrasyon programı yok idi.

Toplantımızın sonunda şöyle yaşlıca bir amca geldi yanıma. Bana dedi ki 'evlat ben 30 yıldır Almanya’dayım. 30 kelime bile Almanca öğrenmedim elhamdülillah' dedi.

Şimdi düşünün 30 sene geçmiş hala bunun geçici olduğunu düşünüyor. Ve hala entegre olmayı reddediyor.

Tabii bu neyin işareti? Kendi kimliğini koruma mücadelesi aslında. Yani ben bu toplumda eriyip gitmeyeceğim kendi kimliğimi koruyacağım diyor.

İşte biz tam da o dönemlerde hükümetin ilk yıllarında bütün vatandaşlarımızın ya da vatandaşlarımız olmasa bile bizimle bağı olan insanlarımızın nasıl bir varlıklarını sürdürdükleri ile alakalı o ülkelerdeki yaşama şartlarının ve statülerinin nasıl olması gerektiği ile alakalı çok yoğun bir çabaya girdik.

Ve asimilasyona karşı ama entegrasyona evet diyen bir bakış açısıyla birçok ülkelerle yoğun temaslarda bulunduk.

Ben bizzat Avrupa Birliği baş müzakerecisiyken yani Avrupa birliği bakanı iken de gittiğim pek çok ülkede hem vatandaşlarımızın vatandaşımız olmasa bile orada yaşayan insanlarımızın kendi ana dilini korumalarının geliştirmelerinin son derece önemli olduğunu, ana dil eğitiminin yani Türkçe eğitiminin mutlaka erken yaşlarda verilmesi gerektiğini. Çünkü ana dilini iyi öğrenmeyen insanların başka dilleri öğrenmekte son derece zorluk çektiğini çekeceğini ifade ederek ülke ülke dolaşıp bunun çalışmasını yapmıştım. Tam 20 yıl önce.

Seneler içinde eğitim amacıyla dışarıya göç de arttı. Yeni iş arayışları, evlilik ve farklı nedenlerle göçler de oldu.

Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci ile özellikle Avrupa ile Türkiye arasındaki insan trafiği çok çok yoğunlaştı.

İnsanlarımızın da yaşadıkları ülkelerdeki öncelikleri ve sorunları farklılaştı.

Evrile evrile bu sorun bugüne kadar geldi.

Tüm bu hakikat apaçık dururken, iktidar, gittikçe büyüyen bu kitleye her konuda olduğu gibi kulaklarını kapattı. Dinlememeye başladı.

Son senelerde ise, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız, sadece seçim dönemlerinde hatırlanan insanlar oldu.

Bir kişinin dürtülerine bağlı şahsileştirilmiş dış ilişkilerle, yurtdışındaki insanlarımızın hayatı daha da zorlaştı.

Sürekli kavga eden dünyayla kavgalı itibarı azalan bir ülkenin vatandaşı olmak bizim yurt dışındaki insanlarımız için de daha zor bir ortam oluşturdu.

Bulundukları ortamda bulundukları toplumda aşağılanan, ‘Ya işte sizin Türkiye bakın, sizin yaptığınıza bakın, sizin yine Cumhurbaşkanının söylediklerine bakın’ diye kendi yaşadıkları ülkelerde vatanlarını savunamaz duruma düştüler.

Üstelik, seçim beyannamelerinde üç beş cümle ile yer alsalar da verilen sözler tutulmadı.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizin son yıllarda demokrasiden giderek uzaklaşması, Avrupa Birliği standartlarından da kopmamıza sebep oldu.

Yüzünü Şangay’a, otoriter ülkelere çeviren bir zihniyetle yönetiliyoruz maalesef…

Şöyle bir bakın Sayın Erdoğan’ın dostum diye kucaklaştığı insanlara artık geldiğimiz noktada bunların çoğu kendi ülkelerinde otoriter lider, otokrat rejimlerin başında olan insanlar.

Oysa 2003’te 2004’te böyle miydi?

Bir hatırlayın. O Avrupa Birliğine katılma sürecinde o müzakerenin başlaması aşamasında böyle miydi?

O zaman en yakın en sık görüştüğü kimlerdi?

İngiliz başbakanıydı. İtalya başbakanıydı. Fransa Cumhurbaşkanıydı. Dostum diye onlarla daha sık görüşürdü.

Oysa zihniyet değişip evrilince demokrasiden otokrasiye evrilen bir zihniyete sahip olunca şimdi dostum diye kucaklaştığı insanların çoğu ya monarşilerin başındaki insanlar ya da insanların dar kalıplarda baskı altında yaşadığı ülkelerin başındaki otoriter liderler.

Ne demişler? Arkadaşını söyle ben sana kim olduğunu söyleyeyim.

Ülkemizin uluslararası itibarının giderek yok olmasıyla, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın da sesi kısıldı.

Eskiden hep söylediğimiz “pasaportumuzun itibarı, pasaportumuzun gücü” maalesef yerle bir edildi.

Bakın yıl 2011 2012 2013. Bu ülkenin itibarının zirvede olduğu yıllarda bizim başka ülkelerde yaşayan gençlerimiz ne yapıyordu biliyor musunuz?

Ben gözlerimde kaç ülkede gördüm. Kırmızı bir tişört giyiyorlardı. Üzerinde ay yıldız. Yani bayrağımızın renkleri ve simgeleri ile hazırlanmış bir tişört kocaman bir ay yıldız kırmızı bir tişört gençler yollarda öyle yürüyordu.

Ve herkes onlara ‘takdir ediyoruz sizi’ diyordu.

Şu anda maalesef durum çok farklı.

Ve değerli arkadaşlar, bu politikalarla beraber bu yanlış dış politikayla yanlış iç politikayla beraber dışarıdaki vatandaşlarımız için de bu iktidar bir yük hâline geldi.

Sürekli izah etmeye çalıştıkları, sürekli anlatmaya çalıştıkları gerekçe bulmaya çalıştıkları bir yönetim var şu anda Türkiye’de.

Evet, dediğim gibi bırakın destek olmayı, yük haline geldi. Maalesef…

Tüm dünyada pasaportumuzun gurur vesilesi olduğu, ekonomimizin dünyanın en büyük 16. Ekonomisi olduğu, dünyadaki çatışmalarda “arabulucu” olmamız için davet edildiğimiz o günlerden, bu günlere…

Sayın Erdoğan diyor ya, “neredeen nereye” diye...

İşte güçlü ve itibarlı ülkeden, maalesef zafiyetlerle anılan, itibar kaybına uğramış bir ülke

Demokratik değerlerden, maalesef baskıya, zulme…

Tüm dünyaya arabuluculuk yapan, mazlum insanlara kol kanat geren yönetimden, maalesef kendi vatandaşını dahi yarı yolda bırakan yönetime…

İnanın çok üzülüyorum...

Ama artık değerli arkadaşlar umudum üzüntümden büyük.

Endişeye mahal yok.

Demokratik kazanımlarımıza sahip çıkıp, daha güçlü bir atılım yapacağız ve tam demokrasi ile daha iyi bir hikâye yazacağız arkadaşlar.

Bunu inanın gerçekleştireceğiz. Bütün hazırlıklarda bunun için şu anda. Yaptığımız tüm hazırlıklar bunun için.

Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna sahip olmanın itibar sağladığı günler daha da güçlü şekilde gelecek.

Uluslararası itibarımızı yeniden kazandığımız, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın başı dik bir şekilde, gururla yaşamlarını sürdürdükleri günler inşallah çok yakında.

DEVA Partisi olarak bugüne dek yayınladığımız tüm eylem planlarımız bütün eylem planlarımız bütüncül bir yaklaşımla bunu hedefliyor.

Başaracağız ve bunu biliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz, yurt dışında yaşayan insanlarımızın ülkemizle olan bağlarına büyük önem veriyoruz.

DEVA Partisi olarak bu bağları daha da güçlendirmekte kararlıyız.

Çünkü biz, Türkiye’nin yükselmesinin, ülke içinde veya dışında yaşayan bireylerin tek tek güçlenmesinden geçtiğini çok iyi biliyoruz.

Çünkü biz, Türkiye’nin yükselmesinin, yurt içindeki ve yurt dışındaki insanlarımızın aklıyla, fikriyle, bilgisiyle, birikimiyle olacağını da çok iyi biliyoruz.

İnsanlarımızın fert fert kapasitesi ve tecrübesi, ülkemizin hızla atılım yapmasına ve ilerlemesine büyük katkı sağlayacak, çok iyi biliyoruz.

Bu nedenle; yurt dışında yaşayan insanlarımızın ihtiyaçlarını; onların fikirlerini, önerilerini ve katkılarını da dikkate alarak belirledik.

Yani bu çalışmayı yaparken damdan düşenleri dinledik. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın görüşlerini ve önerilerini aldık.

DEVA Partisi olarak, yurt dışındaki vatandaşlarımızın ülkemizle olan ilişkilerini güçlendirmek için işte böylesine kapsamlı eylem planıyla mümkün.

Dünyanın neresinde olursa olsun, ülkemizin varlığından güç alan bir vatandaşlık ilişkisinin kurulabilmesi amacıyla, kapsayıcı, yarınları kucaklayan bir çalışma ortaya koyduk.

Bize göre güçlü devlet; dünyanın neresinde olursa olsun cebinde Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyan her bir vatandaşına güven veren devlettir.

Güçlü devlet; her yerde ve tüm gücüyle vatandaşının arkasında duran devlettir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem planımız ile yurtdışındaki vatandaşlarımız için uygulanacak politikaları günlük siyasetin üstüne taşıyacağız ve kalıcı devlet politikası hâline getireceğiz.

Çünkü yurt dışındaki vatandaşlarımızın karşı karşıya kaldığı konula ve sorunlar uzun vadeli konular.

Türkiye’deki her hükûmet değişişinde eğer bizim politikalarımız değişirse insanlarımızı şaşırtırız kafalarını karıştırırız.

Bu kapsamda neler yapacağız?

Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde Yurtdışı Vatandaşlar İhtisas Komisyonu kurarak vatandaşlarımızın haklarının mevzuat açısından ve yasal zemin açısından güçlendirilmesini sağlayacağız.

Ayrıca yurt dışında yaşayan 3 milyonun üzerindeki seçmenin iradesini doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yansıtmak amacıyla yurt dışı özel seçim bölgesi oluşturup yurt dışı milletvekilliğini getireceğiz.

Yani maden bu vatandaşlarımız yurt dışındayken oy kullanıyorlar kendi ülkelerinde bulundukları sorunlar içinde yaşadıkları sorunlar ve bunların çözümüyle ilgili kendi temsilcileri olacak kendi seslerini duyuracak milletvekillerini bir bakıma TBMM’ye göndermiş olacaklar.

Bu yapısal değişimlerle beraber yurt dışında verilen oylar ile yurt dışındaki vatandaşlarımızın gündemini ve önceliklerini TBMM’ye taşıyan vekiller seçilmesini sağlayacağız.

Böylece yurt dışında verilen oyların Türkiye’de bölgelere dağıtılmasıyla oluşan ve hakkaniyetli temsili zedeleyen durumu da ortadan kaldıracağız.

Yurt dışındaki gençlerimizin ülkemizle bağlarını korumaları adına, “İlk pasaportum” uygulaması ile 30 yaş altı gençlerden pasaport için defter ve harç bedeli almayacağız.

Yani gençler ilk defa gidip bir pasaport için müracaat ediyorsa o müracaatta ne pasaport defter parası var ne harç var. Ücretsiz pasaportunu alacak.

Her yıl 10.000 gencimizi özel programlarla Türkiye’ye getireceğiz. Planlı ve kapsamlı değişim programları için “KÖPRÜ” Eğitim, Gençlik ve Kültür Platformunu oluşturacağız.

KÖPRÜ’yü bu alandaki proje ve desteklerin çatı platformu olarak inşa edeceğiz.

Denklik işlemlerini ve üniversite kabul süreçlerini kolaylaştıracağız.

Meslek diplomalarının karşılıklı tanınmasını sağlayacağız.

Yurt dışında yerleşik vatandaşlarımızın Türkiye’ye getirerek kullandıkları araçlarla ilgili de tedbirler alacağız.

Yine yurt dışında yalayan vatandaşlarımızın cep telefonu kullanma süreyle ilgili konular var.

Biraz sonra Mustafa Bey bunların hepsini detaylı anlatacak. Ben fazla detaya girmeyim bu noktada ama emeklilikle ilgili konularda çifte vatandaşlıkla ilgili sorunlar da dahil olmak üzere bunların inşallah hepsini ele alan bir eylem planını hazırladık.

Ana dilinden bahsettim. Bu konuda gerçekten yapılacak çok çalışmalar var. Neler olacağıyla ilgili yine burada detaylar var.

Yüksek teknoloji ve sağlık çalışanları başta olmak üzere, Türkiye’de ihtiyaç duyulan alanlardaki insan kaynağına katkı sağlamak üzere, “Tersine beyin göçü” ile ilgili hususlar var.

Bunların hepsi ayrı ayrı bölümler halinde yine eylem planımızda var.

Bu plan kapsamında, ekonomik, ticari ve teknolojik ilişkileri geliştirecek projeler ve politikalarla ilgili hususlar var.

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın, Türkiye'ye yatırım yapmalarını teşvik edecek ve oradaki birikimlerini ilişki ağını ve o katma değerlerini Türkiye’ye yatırım olarak yansıtmalarını oluşturacak adımlar var.

İnsanlarımızın maruz kaldığı ayrımcılık ve yabancı düşmanlığına karşı da tabi ki uluslararası platformlarda sonuna kadar etkin bir mücadele var.

****

Değerli arkadaşlar,

Son olarak, 27 Nisan itibariyle tüm yurt dışındaki vatandaşlarımızı, sandıklara gitmeye ve oy kullanmaya davet ediyorum.

Bu önemli bir vatandaşlık hakkı ama aynı zamanda önemli bir vatandaşlık görevi.

Yani bu hakkı kullanmak önemli ama bunu bir görev bilip sandığa gitmek de bir o kadar önemli.

Demokrasi için, atılım için, özgürlük için, zenginlik için bu tarihi seçimde oy kullanarak, kendilerini demokratikleşmenin parçası olmaya davet ediyorum.

Ben genel hatlarını şöyle sizlerle kısaca paylaşmış oldum.

Bu eylem planının hazırlanmasında emeği geçen başta Sayın Mustafa Yeneroğlu ve çalışma arkadaşları olmak üzere herkese teşekkür ediyorum.

Şimdi sözü, Mustafa Bey’e bırakıyorum eylem planımızın detaylarını paylaşmak üzere.

18 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 19. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

19. İl Başkanları Toplantısı


Çok değerli il başkanlarımız,

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

Partimizin 19. İl Başkanları Toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün partimiz kuruldu kurulalı en kalabalık toplantımızı yapıyoruz.

Aday adaylığı başvurusu için görevinden ayrılan başkanlarımız ile yerlerine göreve gelen başkanlarımız bugün bir arada.

Yani her ile 2 kişilik bir masa bu toplantımızda koymuş olduk.

İlk defa bu formatta bir toplantı yapıyoruz.

Anlayacağınız bütün şehirlerimiz sapasağlam bugün burada bu toplantıda.

Gün boyu bizi yoğun bir program bekliyor.

Gerçekten seçimlere bu kadar kısa bir süre kala il başkanlarımızla yüz yüze yaptığımız seçim öncesi belki de bu son toplantı olacak.

Aralarda tabi dijital ortamda buluşacağız ama yüz yüze böyle görüşüp karşılıklı istişareyle seçime giden süreci değerlendireceğimiz son derece kritik bir toplantı bugünkü toplantımız.

Bugün yapacağımız istişareler, seçim başarımızı etkileyecek çok önemli sonuçlar üretecektir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şöyle çok kısa bir süreliğine 3 yıl öncesine dönelim.

Tarih 9 Mart 2020. Yine buradayız bu mekandayız, Bilkent Oteldeyiz.

DEVA Partisini kurduk.

90 cesur yürekli arkadaşımızla yola çıktık.

Hemen arkasından tüm Türkiye'de 81 ilde il başkanlarımızı belirledik. İl başkanlarımız ve il kurucu heyetlerimiz derhal yüzlerce ilçede teşkilatlanmaya başladılar.

Ve bugün itibarıyla Türkiye'de 763 ilçe başkanımız görevinin başında.

Gerçekten kısa süre içerisinde tüm ülke sathında bu kadar hızlı örgütlenebilen ve Türkiye'nin her köşesinde terazide benzer bir güç seviyesinde örgütlenen bir parti oldu DEVA Partisi.

Partimizi en kıymetli yapan unsurlardan birisi de bu.

Biz tüm Türkiye'nin partisiyiz. Tüm toplum kesimleri partimizin çatısı altında temsil ediliyor. Tüm hayat tarzları partimizin çatısı altında temsil ediliyor.

İşte onun için biz kendimize ana akım bir siyasi parti diyoruz.

Nehrin bir ana akımı olur bir de sağdan soldan katılan çaylar dereler olur. Ama bütün o farklı kanallardan akan çaylar dereler bir ana akımda buluşur. İşte biz Türkiye'nin ana akım partisiyiz.

Yine bu 3 yıllık süreç içerisinde siyasi tarihimizde görülmemiş bir ilki gerçekleştirdik.

Seçimlerden çok önce seçimden sonra kurulacak hükümetin her alanda ama her alanda ne yapacağını tam 22 eylem planıyla ortaya koyduk.

İşte Türkiye'nin DEVA'sı burada.

Bizden başka böylesine kapsamlı bir çalışmayı, bu kadar detaylı bir çalışmayı yapabilen bir siyasi parti olmamıştı tarihimizde.

Burada adaletten sağlığa, eğitimden dış politika ve güvenliğe kadar, ekonomiden ulaştırmaya haberleşmeye kadar aklınıza gelen gelmeyen her şey var.

Ve bu hazırlığımız gerçekten Türkiye'nin bundan sonraki süreçte yönetilmesinin bir omurgasını oluşturdu.

Türkiye'nin bundan sonra izleyeceği yolun tam da en önemli planını projesini oluşturdu.

İşte böyle bir süreçte bu çalışmayı yapmış olmamız ve tamamlamış olmamız ülkemizle alakalı yarınlarımızla ilgili ümidini kaybetmeye başlayan insanlarımız da yeni bir umut kaynağı oluşturdu.

Bununla da kalmadık biliyorduk ki Türkiye'nin daha zengin, daha özgür, daha mutlu yarınlara ulaşması ancak ve ancak partilerle işbirliği ile olacaktı.

Hele hele mevcut sistemde mevcut anayasaya göre ülkede seçimi kazanmak ve yönetimde söz sahibi olmak ancak ve ancak partilerle işbirliği içinde olmakla mümkün.

Hiçbir siyasi partinin tek başına ülkenin yönetiminde bir tekel oluşturması bugünkü anayasal düzen çerçevesinde mümkün değil.

Kaldı ki 2017'de anayasa değişikliği yapıldıktan sonra 2018'de ilk hükümet kurulduğunda hatırlayın Sayın Erdoğan da gitti Sayın Bahçeli'yi Sayın Perinçek' i ve başkalarını yanına ortak olarak ancak 2018 seçimlerini kazandı.

Unutmayalım Sayın Erdoğan'ın 2018 seçimlerinde 1. turda seçimi kazanması ortakları olmasaydı asla mümkün değildi.

Mecliste çoğunluğu sağlaması ortakları olmasa asla mümkün olmayacaktı.

Dolayısıyla ne demek şu andaki sistem ancak ve ancak partiler işbirliği halinde hareket ettiği zaman onları iktidara taşıyabilen bir sistem.

İşte bu bilinçle biz 6 parti olarak görüşmelere başladık. İlk görüşmemizde biliyorsunuz 12 Şubat 2022 tarihinde burada Ankara'da gerçekleşti.

O görüşmelere halkımız bir isim koydu. Dedi ki 6'lı masa. Tamamen halkımızın koyduğu bir isim. Biz bu ismi hiç kullanmamıştık.

Ve derin istişarelere başladık.

Her konuda çok detaylı çalışmalara başladık.

İlk önce dedik ki bizi bir araya getiren ne? Bu 6 partinin ortak paydası ne?

Demokrasi.

İşte Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e, yani güçlü demokrasiye tam demokrasiye geçişle ilgili bir birliktelik kurmuş olduk.


Hemen arkasından bir parlamenter sistemle ilgili mutabakat metni yayınladık. Parlamenter sistemin ruhunu yansıtan bir mutabakat metni. 6 partinin tam mutabakatıyla.

Dedik ki bu da yetmez. Çünkü bir söz vardır biliyorsunuz ‘şeytan detaylarda gizlidir’ diye.

Yani yüzeysel bir anlaşma yapıp, ittifak başlayıp itilafla neticelenmemesi için bu birlikteliğin baştan her şeyi açık ve detaylı konuşalım dedik.

Ve bu çalışmamızı, bu parlamenter sistem mutabakat metnimizi 84 maddelik bir anayasa değişiklik metnine çevirdik.

Kodifikasyonu tamamlanmış madde madde, sayfalar dolusu. Anayasanın ilgili maddesinin mevcut hali, değişecek yeni hali ve gerekçesi ile beraber.

Ve 6 partinin %100 mutabakatı ile bunu oluşturduk. Tam bir mutabakatla oluşturduk. Ve iktidarın yıllardır yeni anayasa yeni anayasa deyip de ortaya tek bir madde koyamadığı bir dönemde biz bu uzlaşmayı sağladık.

Düzeltiyorum tek bir madde bile ortaya koyamadığı dedim ama tek bir madde ortaya koydular biliyorsunuz.

Yine sürekli istismar alanı haline getirdikleri başörtüsü meselesi ile alakalı tek bir madde ortaya koydular.

Ellerine yüzlerine bulaştırdılar ve sonuçta askıya aldılar bir kenara koydular.

Tek bir maddeyi beceremeyen bir iktidar var.

Burada ise ülkeyi yönetmeye tam hazırlanmış 84 maddelik sapasağlam bir anayasa değişiklik paketini hazırlamış ve üzerinde uzlaşmış bir ittifak var.

Ülkeyi yönetme becerisinin kabiliyetinin nasıl hızla değiştiğini, Cumhur ittifakı tarafından nasıl hızla Millet İttifakına evrildiğinin belki de en önemli ve ilk belgesi işte bu anayasa değişiklik metni.

Bizden İstanbul milletvekilimiz Sayın Yeneroğlu'nun katıldığı diğer partilerden de çok yetkin hukukçuların bir katıldığı bir komisyonumuz yüzlerce kişilik teknik bir ekiple beraber çok sayıda hukukçunun desteğiyle beraber bunu tamamladık.

Ve siyasi tarihimizde bir mihenk noktası olacak bir kilometre taşı olacak bir eseri ortaya koyduk.

Türkiye güçlendirilmiş parlamenter sisteme yani tam demokrasiye nasıl geçeceğinin yol haritası burada.

Bununla da yetinmedik dedik ki kuşkusuz anayasada önemlidir. Anayasa bir ülkenin yönetim sistemini tamamlayan ve hukuk normlarının çerçevesini çizen bir belgedir, bir hukuk belgesidir ama aynı zamanda bir toplumsal sözleşmedir.

Çok önemlidir dedik ama yetmez.

Çünkü bir ülkeyi yönetmeye iddialı olmak demek anayasanın da ötesinde çalışmalar yapmak demek.

Ne yaptık?

Derhal bir başka komisyon kurduk. 6 partinin tüm alanlardaki politikalarını ortaklaştırmak üzere 6 siyasi partinin temsilcilerinden oluşan bir komisyon oluşturduk.

Biz o komisyonun olduğu masaya Türkiye'nin DEVA'sını koyduk.

Partimiz kuruldu kurulalı el emeği göz nuru olan, alın teri akıl teri olan eseri 6'lı masaya koyduk.

Diğer siyasi partiler de bugüne kadar yaptıkları değerli çalışmaları, kendi birikimlerini olduğu gibi masaya koydular.

Ve nihayetinde 3 aylık bir hummalı bir çalışma geceli gündüzlü bir çalışma sonucunda da bir başka önemli eseri tamamladık.

Ortak politikalar mutabakat metni. Tam 2300 madde.

Her alanda ama her alanda seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ne yapacağını bütün detaylarını burada kamuoyumuzla paylaştık.

Burada her şey var.

Yeni hükümetin organizasyon şeması var.

20 tane bakanlık oluşturuyoruz arkadaşlar.

Ve sadece 20 bakanlığın isimleri yapısı değil 20 bakanımızın da seçimlerden hemen sonra neler yapacağının ev ödevi var.

20 bakanımızı 5 yıl boyunca meşgul edecek bir ev ödevi hazır burada.

Ve hiçbir alan atlamadan hiçbir alanı göz ardı etmeden.

Afet yönetimi ise burada, şehircilik ise burada, kültür sanatsa burada, dış politika ise güvenlik ise burada, ekonomi ise sanayi ise üretim ise ihracatsa burada. Her şey burada.

Her şey takvime bağlanmış durumda. Hepsinin ama hepsinin bütçesi hesap edilmiş durumda.

Gerçekçi, devlet bütçesine sığmayacak hiçbir şey burada ortak politikalar dokümanına yazmadık yer vermedik.

Devlet yönetmenin ciddiyetini gayet iyi bilen insanlar olarak yıllarca devletin farklı kademelerinde DEVA kadroları olarak söylüyorum, başarı üretmiş, çalışmış, dürüstlüğüyle ve iş bilgisi ile kendini ispat etmiş ekiplerle beraber bunu oluşturduk.

Ve yine akademisyenlerimizle, sivil toplum kuruluşlarımızla, meslek örgütlerimizle beraber oluşturduk.

Ve istedik ki bu çalışma tüm Türkiye'nin çalışması olsun.

Açıklanma tarihi 30 Ocak. Aradan Şubat geçmiş Mart geçmiş Nisan'ın artık sonlarına geliyoruz tek bir nokta koyamadılar tek bir nokta.

Eğer içinde akıl dışı, bilim dışı, imkânsız, hayal ürünü tek bir cümle olsa iktidar medyası şimdiye kadar neler neler söylemişti.

Troller ne saldırılarda bulunmuştu.

Yapamadılar çünkü herkes gördü ki sapasağlam bir çalışma bu. Ve ne oldu? Bizim bu çalışmamızdan 2 ay sonra hatta iki buçuk ay sonra Sayın Erdoğan nihayetinde bir seçim beyannamesi ortaya koydu.

Manşetlere bir bakın, manşete çıkan yapılacaklara bir bakın tam kopya.

Tembel öğrencinin çalışkan öğrenciden kopya çekmesi gibi.

En büyük manşetlerden bir tanesi nedir? ‘Mülakatı kaldıracağız.’

Günaydın.

Biz bunu ta partimiz kurulduğu zaman parti programımıza yazmışız. 3 sene önce.

Yetmemiş Türkiye'nin DEVA'sı ansiklopedisine yazmışız. Yetmemiş 6 partinin ortak politika metnine koymuşuz. Yıllardır ama yıllardır vatandaşlarımız arasında ayrımcılık yapma aracı olarak kullandıkları, kendinden olmayanları dışladıkları mülakat sistemini seçime bir ay kala kaldıracağını söylüyor.

Hey yavrum hey.

Yeni mi aklınız başına geldi. Bugüne kadar neredeydi aklınız?

Neymiş öyle bir sosyal destek mekanizması koyacaklarmış ki vatandaşlarımızın geliri belli bir seviyenin altında olursa bu hedeflenen seviyeye çıkarıcı tamamlayıcı bir sistem uygulayacaklarmış.

Günaydın.

Hepsi var burada.

Biz anlatmışız.

20 yıldır başka bir formül bulamadınız da bizim 30 Ocak'ta ortaya koyduğumuz politika metninin içinden seçip seçip kopya çekip ortaya bu politikaları atıyorsunuz.

Daha da garibi arkadaşlar neymiş Sayın Erdoğan çıktı dedi ki 'İmar affı yanlış bir şey. İmar affında biz karşıyız.'

Arkadaş bir önceki seçimlerde Türkiye'nin her yerinde adını böyle yumuşatıp ‘imar barışı’ deyip de her yerde kaçak ruhsatsız yapıları legal hale getiren ve bunu da bir önceki seçimlerde en önemli seçim propagandası malzemesi haline getiren siz değil misiniz?

Siz yapmadınız mı bunu?

Ne oldu?

Ancak depremde resmi rakamlara göre 50 binin üzerindeki vatandaşımız hayatını kaybettikten sonra mı aklınız başınıza geldi?

Ben deprem olduğu ilk günden bu yana kadar soruyorum.

İmar affından kaç tane bina kaç tane yapı faydalanmıştı? İmar affından yararlanan yapılardan kaç tanesi bu depremde çöktü? O çöken binalarda kaç tane vatandaşımız hayatını kaybetti diye depremin ilk gününden beri soruyorum.

Tık yok. Cevap veremiyorlar.

Çünkü sonucun ne kadar vahim olduğunu kendileri de gayet iyi biliyor.

Yazık gerçekten çok yazık.

Değerli arkadaşlar,

Biz ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz.

Planlarımızla, programlarımızla, anayasa hazırlığımızla ve kadrolarımızla her şeyimizle hazırız.

Şu anda seçimlerden sonra kurulacak hükümetin kritik bürokrasi pozisyonlarında olacak arkadaşlarımızla alakalı hem biz DEVA Partisi olarak çalışıyoruz hem de diğer partiler çalışıyor ve bu çalışmalar bir araya getirilecek ki seçimden önce epey bir fikrimiz oluşsun. Seçimlerden sonra da çok hızlı bir şekilde yeni devlet yapısının organizasyon şemasını hemen oluşturalım ve hemen arkasından da görevlendirmelerimizi yapalım yolumuza güçlü bir şekilde devam edelim.

Plan, program, hazırlık bunlar çok önemli konular. İstişare, ortak akıl bunlar temel ilkeler.

Bununla da kalmadık.

Ne yaptık?

Tabii ki bir seçim güvenliği meselemiz var.

Bununla ilgili de bir komisyon kurduk. Seçim güvenliği komisyonumuzda da arkadaşlarımız sık sık toplanarak il il, ilçe ilçe, bölge bölge, deprem bölgesindeki durum, yurt dışından oy kullanacak vatandaşlarımızla ilgili konular bunların tamamını beraberce çalışıyorlar.

Burada bakın tek bir partinin kapasitesi yaklaşık 200 bin sandığa hâkim olmakla yeterli olmuyor.

Burada da güç ve birliği olduğu zaman ancak 200 bin sandığın tamamla hâkim olabiliyorsunuz. İşte burada da bu işbirliği güç birliği çok önemli olacak.

Hangi partinin hangi sandıklarda kapasitesi var, hangi partinin hangi sandıklarda eksiği var.

Bütün bunlar 200 bin sandıkta şu an ortaya konmuş durumda.

Bizden İdris Şahin Bey'in içinde olduğu komisyon şu anda 200 bin sandığın her birinde sandık görevlileri ile müşahitleri ile beraber Millet İttifakının tam bir kontrol sisteminin oluşturulması için güzel bir hazırlık yapıyorlar.

Bu tabii ki insan kaynağına dayanan bir hazırlık.

Aynı zamanda hukukçularımızın, avukatlarımızın tüm Türkiye sathında görevde iş başında olmasıyla sağlanacak bir hazırlık. Aynı zamanda sağlam bir veri altyapısı ile bilgi işlem altyapısı ile sağlanacak bir hazırlık.

Ve bunların tamamını çalışıyorlar.

İnşallah bu seçim tek bir oyun zayi olmaması için sandığa gelen her bir oyun öncelikle temiz, dürüst, şeffaf bir şekilde tabii ki kapalı zarf içerisinde sandığa girmesi ve sandıktan çıkanında tam ve doğru sayılıp kontrol edilip yayınlanması.

Bunun için çalışıyoruz ve demokrasimize sahip çıkacak gönüllülerle, partili arkadaşlarımızla beraber inşallah sandık güvenliğini tam sağlayacak bir hazırlığı yapıyoruz.

Bir önemli konu değerli arkadaşlarım, bütün bu çalışmaları yaptık hani bir tabir vardır ya ‘yüze yüze yüze kuyruğuna geldik.’ Ya da gazeteci arkadaşlarımızın bildiği meşhur bir 5N 1K diye 6 soru vardır. Nerede, ne zaman, nasıl diye başlar en sonunda kim sorusu vardır ya ‘K’ sorusu bütün bu çalışmaları yaptık yaptık yaptık en sonunda ‘K’ sorusuna yani kim sorusuna geldik. Yani ortak Cumhurbaşkanı adayımızı belirleme aşamasına geldik.

Bununla eş zamanlı olarak bir başka önemli çalışmaya daha imza attık.

Bir ortak yönetim modeli oluşturduk. Yani geçiş sürecine yol haritası dediğimiz ve 6 partinin seçimlerden sonra beraberce ülke yönetimini nasıl gerçekleştirecekleri ile ilgili bir yol haritası dokümanı ortaya koyduk.

Bu meşhur 12 maddelik doküman. Yani Cumhurbaşkanı adayımızı açıkladığımız saatlerde ve dakikalarda kamuoyuyla paylaştığımız 12 maddelik ortak yönetim modelimiz.

Böylece belirsizlikleri asgariye indirerek seçimden sonrası ile ilgili de her şeyiyle yazılmış bir mutabakata varılmış bir mekanizmayı sistemi kurmuş olduk.

Ve ortak adayımız Sayın Kılıçdaroğlu'nu tüm ülkemize duyurduk, ilan ettik.

Ve artık belirsizliklerin azaldığı bir süreçle yolumuza devam ettik.

Değerli Arkadaşlar,

Böyle ben anlattığımda 5-10 dakikalık bir süre içerisinde özetlediğime basit sıradan bir şey gibi geliyor değil mi?

Ama bizim şu yaptığımız çalışma var ya inanın demokrasinin oldukça ileri olduğu pek çok Avrupa ülkesinde bile yapılmayan yapılamayan çalışmalar.

Gidin bakın demokrasisiyle övünen bir başka ülkeye. ABD'ye. Orada seçime giden başkanların hazırlıklara bakın çalışmalara bakın.

Kaç tane başkan adayı bizim gibi çalışmalar yapmış ortaya koymuş. Bir inceleyin bakın.

Gerçekten dünyadaki demokrasilere örnek gösterilecek bir hazırlığı bir ortaya koyduk. Çünkü biz içinde yaşadığımız şu anda ortamda ne kadar önemli bir misyon üstlendiğimizi, ne kadar önemli bir görev üstlendiğimizi biliyoruz.

6 partinin beraberce uzlaşı içerisinde tam bir mutabakat içerisinde bunu yapıyor olması da bir başka önemli başarı alanı.

Çünkü tek bir parti bunu kendi başına yapsaydı olur ama 6 parti bunu mutabakatla yapıyorsa bunun da yeri kat kat artıyor.

Çünkü biz ne dedik?

Bir elin sesi yok dedik binlerce el birleştirdik.

Kıt akıl değil ortak akıl dedik.

Ve seçim ittifakımızda resmen geçtiğimiz haftalarda oluşturduk.

Yani verdiğimiz dilekçe ile 6 parti olarak Millet İttifakı olarak seçime gireceğimizde resmi duyuyorsundur YSK'ya yaptık.

Ve arkasından o zor kararı verdik yani tüm Türkiye'de ortak listelerle seçime girmeye karar verdik.

Biliyorum ortak listelerle seçime girildiğinde ve aldığınız bu karar sonucunda üzülen arkadaşlarımız var.

İçinde burukluk olan arkadaşlarımız var.

Listelerin verilmesine 48 saat kalana kadar aday adayları ile görüşmeler yapan, 600 kişilik pırıl pırıl bir aday listesi hazırlayan, 87 seçim bölgesinde seçime girmek üzere yola çıkmışken listelerin teslim edilmesine 48 saat kala bir karar verdik.

Bu kararımızın temelinde de değerli arkadaşlar şu andaki mevcut anayasa, mevcut seçim yasaları özellikle geçen sene değiştirilen seçim yasası ve bütün bu yasal mevzuat çerçevesinin partilerin mümkün olduğunca bir arada olmaya bir bakıma teşvik edeceği bir araya olmaya yönlendirici bir mevzuat silsilesi.

Ve unutmayalım ki arkadaşlar bu seçim hiçbir partinin tek başına kazanamayacağı bir seçim.

Hatırlayın biz Sayın Kılıçdaroğlu'nu ortak adayımız olarak açıkladık. Hemen o hafta Sayın Erdoğan ne yaptı? Başka partilerle yoğun ve panik halinde bir görüşme trafiğine başladı.

Bir yandan Yeniden Refah bir yandan HÜDA-PAR bir yandan irili ufaklı partiler bize 6 benzemez 6'lı koalisyon derken bir döndük baktık ki Erdoğan'ın etrafında epey bir benzemez ve aynı bizimle de benzer sayıda partileri kümelenmiş.

Artık aralarında ne geçti ne konuştular bilemiyoruz.

Çünkü onlar da bu koskoca gerçeği görüyor.

Hele hele geçen sene bu yaptıkları yasa değişikliği var ya hatırlayın.

Ben o günlerde partimizin genel merkezinde yaptığım değerlendirme toplantılarında diyordum ki, ‘bakın bumerang gibi dönecek dolaşacak iktidarın kendisini vuracak’ diyordum hatırlayın. Diyordum ki ‘ne zaman bir iktidar seçimi kaybedeceğine inanır o noktada seçim yasalarıyla oynamaya başlar’ diyordum hatırlayın.

Tam da şimdi beklediğimiz oluyor. Tam da beklediğimiz oluyor.

Kendi hazırladıkları tuzağa görün İnşallah bu seçimde kendileri düşecekler.
Çünkü biz bunu gördük.

Ama kaçırdıkları çok önemli bir konu var.

Biz önce Türkiye diyen bir partiyiz önce Türkiye. Kendi şahsi veya partimizle ilgili meseleleri gerektiğinde bir kenara koyup bu ülke için bu vatan için her şeyimizi feda etmeye hazır bir siyasi kadroyuz.

Bunu hesap edemediler bunu edemediler.

Ve biz bunu yaptık.

Ortak liste ile seçime girildiğinde çok daha fazla sayıda milletvekili çıkarmaları mümkün olduğunu da bütün yaptığımız araştırmalarla, simülasyonlarda ve analizlerle de gördük.

Ve bu analizleri sadece biz yapmadık diğer partiler de yaptı.

CHP de bize bu analizleri yaparak geldi. İlk teklifi de onlardan geldi zaten. Bakın bu ayrıntı da çok önemlidir.

Biz gidip de herhangi bir partiye ya böyle bir şey yapabilir miyiz? Hani bizim adaylarımız acaba sizin listenizden girebilir mi diye böyle bir teklifte bulunmadık bakın.

Bu çok önemli bir ayrıntıdır.

Yapanlar olmuş olabilir biz böyle bir şey yapmadık.

Onlardan bu teklif geldi dediler ki; 'araştırma yapıyoruz, simülasyon yapıyoruz. Yani birlikte girersek daha iyi olacak bu iş. Siz de bir düşünün' dediler.

Hesap kitap zor değil. Yani çok hızlı yapılabilen bir çalışmalar bunlar.

Biz de yaptık baktık ki gerçekten hesaplarda tutuyor.

Ve sadece ve sadece DEVA Partisinin ortak listeye katılmasının, tek liste ile seçime girecek oluşunun toplamdaki milletvekili sayısını 18 artırdığını gördük.

Sadece sinerjinin 18 olduğunu gördük bizim hesaplarımızla.

Bu ne demek?

Tek bir oyun zayi olmaması için tek liseden girmek demek.

Çünkü pek çok ilde artık oylar oluyor.

Bakıyorsunuz bir ilde 0.85 milletvekili çıkarıyorsunuz yetmiyor olmuyor. Sıfırda kalıyorsunuz. Bir başka ilde 1.95 çıkarıyorsunuz, 1'de kalıyorsunuz yetmiyor.

Ama bütün küsuratlar bütün bu artık oylar tek listede toplandığı zaman hep beraber daha fazla milletvekili sayısı çıkarıyorsunuz.

Havuzu büyütüyorsunuz. Ve büyüyen havuzdan da herkes daha fazla pay almış oluyor.

Dolayısıyla burada bir kazan kazan ilişkisi var.

Matematik olarak baktığımızda herkes kazanıyor ama siyasi bir perspektifle duygusal açıdan baktığınızda da herkes ciddi fedakârlık yapmak durumunda kalıyor.

Çünkü herkes kendi partisinin kimliğini 3 haftalığına 4 haftalığına bir ortak listeye koyuyor.

Ortak listeden sonra da seçim alındığında herkesin kendi partisinin logosu altında çatısı altında çalışmaya devam ediyor.

Duygusal açıdan zor, siyasi açıdan belki her parti için riskler içeren ama matematiksel açıdan da herkese kazandıran burada bir metottan bahsediyoruz.

Unutmayalım ki bizim adaylarımız ki aday sayımız biliyorsunuz 26 oldu. En son Kilis il başkanımız Yavuz Bey o da eklendi.

Ve böylece 21 ilde 26 adayımızla şu anda seçime doğru gidiyoruz.

Ama unutmayalım arkadaşlar bu YSK'ya 17'sinde verdiğimiz dilekçe aslında neyin dilekçesiydi? Bizim adaylarımız DEVA Partili olarak DEVA Partisi'nin üyesi olarak seçime giriyorlar ve seçildikleri anda da DEVA Partisi'nin milletvekili oluyorlar. Bunun böyle olabilmesi ile ilgili aslında verilmiş bir dilekçeydi bu.

Yani bizim DEVA Partisi olarak katma değerimiz burada çok kıymetli.

Bizim katma değerimiz kendi seçmenimizin ortak listelere evet dediği zaman asıl oluştu.

Dolayısıyla DEVA Partisi'nin özgün kimliğini koruyarak ama ittifak ortaklarımızla da yan yana durarak, yan yana yürüyerek, yan yana koşarak bu seçimi kazanmak zorundayız.

Çünkü ittifak olduk diye 6'lı masaya oturduk diye birleşip tek bir parti olmadık. Bizler ayrı ayrı partileriz. Her partinin ayrı programı var.

Ama ne yaptık? Türkiye'nin yarınlarında buluştuk. Türkiye'nin yarınları için bir müşterek zemin oluşturduk.

Her partinin istediklerinin %100'ü burada var mı?

Yok.

Bir ödünleşme süreci ile biz bunu oluşturduk.

Niye?

Çünkü ‘önce Türkiye’ dedik.

‘Önce demokrasi’ dedik.

‘Tam demokrasi olmadan bu ülkenin sorunları asla ama asla çözülemeyecek’ dedik.

Buna inandığımız için bu yola çıktık.

Değerli arkadaşlar üzerimizde böyle tarihi bir sorumluluk varken başka türlü bir kararımız olamazdı.

Türkiye'nin kazanması için DEVA Partisi olarak üzerimize düşen tarihi sorumluluğu en azından karar aşaması olarak yerine getirdik ama şimdi de icra ile bu kararın gereğini uygulamamız gerekiyor.

‘Ne olacaksa olsun yeter ki de kazanan Türkiye olsun’ dedik.

Bu seçimi ülkemizdeki tüm demokratlara, tüm özgürlük aşıklarına, tüm ülke sevdalılarına söz vererek yürüyoruz şimdi seçimlere.

‘Ne olursa olsun birleşe birleşe kazanacağız’ dedik. Ve arkadaşlar 14 Mayıs'ta öyle bir seçim olacak ki seçim sonucunda da tüm Türkiye kazanacak.

Ne yapacağız? Sağcı solcu demeden, muhafazakâr seküler demeden, Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez demeden Sünni, Alevi demeden hep beraber daha fazla demokrasi diyeceğiz.

Ve ortak adayımız Sayın Kılıçdaroğlu'nu ülkemizin 13. Cumhurbaşkanı olarak seçtireceğiz.

Ve hep beraber yine daha fazla atılım diyeceğiz millet ittifakının mecliste çoğunluğu almasını da sağlayacağız.

Unutmayalım iki tane sandık var.

Bazen seçimle ilgili değerlendirmeler yapılırken bu gözden kaçıyor. İki sandık var. Sandıklardan birini kazanmak yetmiyor. Sandıklardan ikisinden birden zaferle çıkmak gerekiyor.

Hem cumhurbaşkanlığını kazanmak hem de meclis tarafını kazanmak zorundayız ki ülke seçimlerden sonra istikrarla yönetilebilsin.

Yani her iki sandıkta da kazananın biz olması gerekiyor.

Ve değerli arkadaşlar ben şimdi sizlerden bir söz almak istiyorum. Seçimlere ittifak içerisinde ve ortak listelerle yürüyoruz.

Bu 6 partinin teşkilatları ama özellikle de tek liste ile seçime giren 5 partinin teşkilatları çok yakın çalışıyorlar.

Çok yakın çalışmak zorundalar.

İlden ile farklı durumlar olabilir.

İlden ile bu birlikteliğe uyum sağlayamayan ayak uyduramayanlar olabilir.

Kolay bir şey değil ilk defa yapılıyor bu. Herkes sadece kendi partisi ile sadece kendi arkadaşlarıyla çalışırken birden bire tanımadığı insanlarla belki de ilk defa gördüğü insanlarla beraber bir kampanya sürecine girecek.

Bunun zorlukları var ama biz bütün bu çalışmalarda bütün bu gayretle DEVA Partisi olarak Millet İttifakının da ortak listelerinde en çalışkan partisi olacağız.

Bununla ilgili sizden bir söz almak istiyorum. Bu birlikteliğin en çalışkan partisi DEVA Partisi olacak. Söz mü arkadaşlar? (Söz).

Alkış İyi de söz biraz zayıf çıktı. Tekrar duymak istiyorum.

Millet İttifakının bu birlikteliğin ve ortak listenin en çalışkan partisi DEVA Partisi olacak söz mü? (Söz).

Şimdi oldu.

Her iki sandıktan da zaferle çıkacağız söz mü? (Söz).

Ben sözümü aldım ama unutmayın canlı yayındayız. 86 milyona söz vermiş oldunuz. Sadece bu parti için söz değil. Bu artık vatandaşlarımıza verilmiş bir taahhüt.

Canla başla çalışacağız. Her şeyimizi ortaya koyacağız.

Ve biz unutmayalım bakın DEVA Partisi'nin kimliğini bu birliktelikte eriterek değil tam tersine DEVA Partisi rozeti ile ve diğer partilerle beraber omuz omuza aynı hedefe doğru yürüyen bir birliktelikle bunu başaracağız.

Çünkü DEVA Partisi'nin kimliği erirse bir faydamız olmaz ki.

Kimliğimiz eridiği zaman bir artımız olmaz bir şeyler katmayız bu birlikteliğe.

Biz DEVA Partisi olduğumuz için bu birlikteliğe çok şey katıyoruz.

Onun için artı milletvekilleri oluşuyor. Onun için birlikte daha güçlü oluyoruz.

Değerli arkadaşlarım 14 Mayıs'ta sandık başında gittiğimizde pusulada sadece bazı parti isimleri, bazı ittifak isimleri veya bazı aday isimleri olmayacak.

O gün sandık başına gittiğinizde bir elinize mührü bir elinize de pusulayı aldığınız zaman aslında karşınızda sadece ve sadece iki seçenekli bir referandum olacak.

Bakın bu seçim özünde bir referandum.

Çünkü iki tane temel ittifak var.

İki tane temel cumhurbaşkanı adayı var.

Başka teferruatlarda var ama özünde iki tane seçenek var.

Ve bütün kaderinizi çocuklarınızın çocuklarımızın geleceğini etkileyecek bir referandum olacak bu aslında.

Birazdan söyleyeceğim tercihlerden birisini seçip altına evet mührünü vuracaksınız.

Nihayetinde oy kullanan vatandaşlarımız da seçim günü geldiğinde bunu idrak edecek diye ben bekliyorum. Çünkü aklıselim bunu söylüyor.

Burada bir referandum var ve iki tane tercih var. Teferruatlardan bahsetmiyorum.

Temel iki tercih var.

Ve bu iki tercih nedir? Ne ile ne arasında tercihimizi yapacağız?

Ne diyeceğiz? Demokrasi mi otokrasi mi diyeceğiz. Ne diyeceğiz? Ortak akıl mı tek akıl mı diyeceğiz. Ne diyeceğiz? Huzur mu kriz mi diyeceğiz. Zenginlik mi fakirlik mi diyeceğiz. Özgürlük mü baskı mı diyeceğiz.

Evet, böyle anlatınca karar vermek çok zor değil değil mi?

Tercih çok açık ortaya çıkıyor.

Ne diyeceğiz? Hukuk mu keyfilik mi diyeceğiz. Umut mu korku mu diyeceğiz. Sevgi mi öfke mi diyeceğiz. Bereketli huzurlu sofralar mı yoksa kilosu 30 liraya çıkan soğan mı diyeceğiz.

Herkesi kucaklayan kapsayıcı bir bakış mı kendinden olmayan herkese terörist diyen nobran bir dil mi? Bunun karar vereceğiz. Karar vereceğiz gidenlerin koşa koşa döndüğü bir ülke mi olacağız yoksa gidemeyenlerin ülkesi mi olacağız.

Değerli arkadaşlar nihayetinde önümüzde iki tane tercih olacak. Bahar mı kara kış mı? Cevap oldukça net.

Ve bu seçimin aslında bir referandum olduğunu vatandaşlarımız zaman içerisinde daha iyi görüp anladığı zaman bizler sahada aslında bunun bir referandum olduğunu vatandaşlarımıza daha iyi anlattığımızda inşallah bu seçimde bu referandumda çok net bir tercih ortaya çıkacak.

Ve bambaşka bir Türkiye'ye doğru hep beraber yola çıkmış olacağız.

Ve inanın korkulu bir rüyadan kabustan uyanıp da ya iyi ki bu rüyaymış, İyi ki bunların hepsini rüyada görmüşüm dersiniz ya, arkadan da şöyle bir yudum su içip rahatlarsınız.

İnanın o kadar hızlı bu ülke rahatlayacak.

86 milyon nefes alacak.

Herkes havada daha çok oksijen olduğunu hissetmeye başlayacak.

Ve İnşallah bir dönem kapanacak bambaşka bir dönem başlayacak.

Tam demokrasiye doğru hızla yürüdüğümüz bir dönemi başlatacağız.

Değerli arkadaşlar, ben kendimi bildim bileli bazı mahallelerde söylenen bir tabir vardır. Nedir bu? Elim altı oka gitmiyor. Elim CHP'ye gitmiyor.

Sizler de eminim sahada her mahallede değil ama bazı mahallelerde bununla karşılaşıyorsunuzdur.

Bu seçim tam da o mahallelerde yani ‘elim o CHP'ye gitmiyor’ diyen mahalleler var ya tam da o mahallelerde ve pek çok evde kısık sesle de olsa elim AK Parti'ye gitmiyorum dendiği bir seçim. Sessiz sessiz kısık sesle elim AK Parti'ye gitmiyor, elim ampule gitmiyor, elim Erdoğan'a gitmiyor diyen insanların kısık sesle kendilerini çok da belli etmeden ama çok sayıda var olduğunu biz gayet iyi biliyoruz. Elim bu yoksulluğa, bu fakirliğe, bu açlığa, bu zulme gitmiyor diyor insanlar artık.

Buradan ben AK Partili bütün dostlarımıza seslenmek istiyorum. Aslında düzeltiyorum eski AK Partili bir önceki seçimlerde AK Parti'ye oy vermiş arkadaşlarıma seslenmek istiyorum.

Evet, eliniz gitmiyor biliyorum. Eliniz AK Parti'ye gitmiyor.

Neden?

Çünkü eliniz yoksulluğa gitmiyor, tabii ki eliniz yolsuzluğa gitmiyor.

Çünkü biliyorsunuz bu ülkede haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, yolsuzluğun ne kadar yaygınlaştığını görüyorsunuz. Hep beraber görüyoruz.

Ve onun için eliniz gitmiyor bunu da biliyoruz.

Eliniz tabii ki %100'ü aşan enflasyona gitmiyor.

Buna evet demeye gitmiyor.

Eliniz sınavı kazanan başarılı gençler torpilsiz işe giremezken birilerinin haksız kazançla servetine servet katmasına gitmiyor.

Eliniz haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, baskıya, zulme gitmiyor biliyorum.

Eliniz sözünden dönen, etrafındaki çıkarcılara yakasını kaptırmış, Recep Tayyip Erdoğan'a gitmiyor bunu da biliyorum.

Çünkü sizin 2002'de iktidara taşıdığınız bütün servetim bu yüzüktür diyen o Erdoğan sözünden döndü. Bunu görüyorsunuz. Hep beraber görüyoruz.

Biz zamanında içinde olduğumuz için daha erken gördük. Onun için o dönem için gayet zor kararlar verdik. Bunun için yola çıktık.

O günkü Erdoğan yok artık. Değişti. Bunu hep beraber görelim.

Çünkü iktidar gücü insanları değiştiriyor. Uzun süre iktidar gücünü kullanmak güç zehirlenmesi denen bir hastalığa sebep oluyor.

Bilim insanlarının, tarihçilerin, siyaset bilimcilerinin, ortaya koyduğun net bir ifadedir bu güç zehirlenmesi. Gücün yozlaştırılması. Mutlak gücün mutlaka yozlaştırılması.

Bunlar binlerce yıllık devlet yönetim tarihinde siyaset tarihinde ve birkaç yüzyıllık demokrasi tarihinde sabit gerçeklerdir.

İlk gün söz verdiği adaletten, ortak akıldan, istişareden döndü Sayın Erdoğan. Bu yüzden biz burada değil miyiz?

Zamanında AK Parti'nin en parlak dönemlerinde istişare ile ortak akılla ülke yönetirken orada olanlardan şu anda bu salonda olan arkadaşlarımız var.

Siyasete yeni başlayan, bizlerle ilk defa başlayan çok daha fazla bu salonda ama o dönemde işin içinde olan arkadaşlarımız var.

Biz bunu hükümet seviyesinde gördük genel merkezde gördük sizler de pek çoğunuzda teşkilatlarda kılcal damarlarda gördünüz yaşadınız.

Adalet düzenini al aşağı eden, demokrasiyi ezen, hakkı yerle bir eden o eski hikâye kabul etmediğimiz için biz burada değil miyiz bugün?

Biz bu nedenle DEVA Partisini kurmadık mı? Biz ülkemize adalet, huzur, zenginlik, mutluluk getirmek için bu yola çıkmadık mı?

Çünkü biz çünkü sizler çünkü hepimiz yola çıkarken ulaşmayı hedeflediğimiz özgürlüklerden, ileri demokrasiden, çoğulculuktan, katılımcılıktan, hukuk devletinden asla vazgeçmedik vazgeçmeyeceğiz.

İşte arkadaşlar Keçiören’deki mütevazi apartman dairesinden taşınıp devasa bir külliye inşa eden bir zihniyete artık eliniz gitmiyor gitmeyecek, bunu biliyorum. İşte buradayız. Tam da bu yüzden hak için, adalet için ve daha müreffeh bir Türkiye için buradayız.

Zamanında AK Parti'ye gönül vermiş kardeşlerime de seslenmek istiyorum tekrar. Biliyorum yüksek sesle itiraz etmiyorsunuz. Yüksek sesle sokaklarda bağırmıyorsunuz. Ama sabırla sandık gününü bekliyorsunuz.

O sandık günü var ya o sandık günü işte o gün sakince gidip kabinde mührü bu kez o bahsettiğim referandum için kullanacaksınız.

O referandumda da iki tane tercih var. Ya şu anda ki gördüğünüz tablonun daha da kötüleşerek devam etmesi ya da Türkiye için yeni bir nefes, yeni bir ümit, yeni bir özgürlük, zenginlik ve adalet. İki tane seçenek.

O seçeneklerin altında ne yazdığının belki de çok da önemi yok.

Falanca parti yazmış falanca isim yazmış çok da önemi yok ama iki tane temel tercih var.

Ve bu referandumda da bizim özgürlük, adalet zenginlik tercihimizin altında yazan isimler birinci sandıksa birinci sandıkta Sayın Kılıçdaroğlu, 2. sandıkta da DEVA için Cumhuriyet Halk Partisi. İki sandıkta şu anda referandum tercihlerimiz bu.

Diğer her şey inanın söylediğim gibi teferruat. 2 temel tercih. Değişim için, kaybedeni olmayan bir zafer için oy vereceksiniz.

Bakın bu öyle bir zafer olacak ki kaybeden olmayacak.

Başka partilere oy veren, başka tercihlerde bulunan vatandaşlarımız dahi kazanacak.

Çünkü biz tüm Türkiye'nin iktidarı olacağız. Tüm Türkiye'nin hükümeti olacağız.

Asla ayrımcılık yapmayacağız. Beriki öteki demeyeceğiz.

Zaten bakın şuraya baktığınızda bu ortak metinin altına baktığınızda 6 tane partinin imzası var ya aslında bu 6 imzayı yan yana koyun 6 partiyi yan yana koyun bütün toplum kesimleri var burada. Bütün hayat tarzları var.

Yani bu 6 partiye bakıp da benim gibi kimse yok orada diyebilecek tek bir vatandaşımız bile yok.

Yeter ki yakından baksınlar, yeter ki incelesinler, yeter ki o ön yargı duvarlarını yıkıp samimi gerçekçi bir şekilde açık fikirlilikle şu yan yana duran 6 partiye baksınlar.

Burada herkes var.

Burada bütün Türkiye var.

Ve üstelik herkesin olduğu bütün Türkiye'nin olduğu temsil edildiği çalışmalar bunlar.

Onun için çok kıymetli onun için kimse nokta koyamıyor. Onun için kimse çamur atamıyor çünkü çamur tutmaz bu. Yani böyle güzel cildi var gerçekten kir tutmaz ama fiziksel olarak, içerik olarak da çamur tutmaz bir şey bu mümkün değil. Ve bunu çalışan arkadaşlarımız biliyorsunuz bizden de Sayın İbrahim Çanakçı bu çalışmada partimizi temsil etti. Diğer partilerden de yetkin arkadaşlar var bu çalışmada. Ve gayet güzel, uyum içerisinde, mutabakat içerisinde çıktı bu.

Bizim liderlerin önüne 2.300 maddeden topu topu 10 tane madde geldi biliyor musunuz? Burada partiler arasında farklı bakışlar var buna da liderler karar versin diye.

Peki biz o birkaç sayfalık farklı fikirleri bitirip karar vermemiz ne kadar sürdü?

İnanın yarım saat. Yarım saatte bitti.

Çünkü önce Türkiye diyoruz. Çünkü önce adalet diyoruz önce demokrasi diyoruz. Ve iyi niyetle gerçekten sağlam hedefler için bir araya geldiğimizde bu iş oluyor.

Ama iyi niyet önemli.

Herkes iyi niyetli olacak ve herkes önce Türkiye diyecek.

Tabii ki partilerin kendi gündemleri de olabilir. Tabii ki partiler ayrı ayrı kıymetlidir, siyasi partiler ayrı ayrı kitlelere hitap eder.

Ayrı ayrı kitlelere hitap etmenin de mutlaka bir zenginlik olduğunu bilmemiz lazım ama mesele Türkiye ise gerisini biz sadece detaylar olarak görüyoruz.

Bunun için bir araya geldik. Ve biz buradayız.

Buradan yine AK Parti'ye gönül vermiş zamanında destek vermiş vatandaşlarımıza tekrar sesleniyorum. Biz buradayız. Sizleri de seçimin şafağında aramıza bekliyoruz.

Hep beraber olacağız.

Bu büyük yürüyüşte hep beraber olacağız.

Endişeye mahal yok arkadaşlar.

Öyle bir düzen kuracağız ki bir daha kimse seçimlerde ‘eyvah kazanımlarımız elden gidecek’ falan demeyecek.

Böyle bir korku olmayacak. Çünkü herkes kazanacak. Herkes elindekinden daha fazlasına sahip olacak.

Nasıl biz ortak listelerde dedim ya havuzu büyüttük herkes kazandı biz iktidara geldiğimizde de herkes kazanacak.

Çünkü biz Türkiye'yi bir tarafın kazandığı öbür tarafın kaybettiği bir ülke olarak görmüyoruz.

Biz hep beraber güçlüyüz diyoruz. Bir arada Türkiye'yiz istiyoruz, hep beraber Türkiye'yiz istiyoruz.

Ve biz seçimi kazandığımızda onun için tüm Türkiye kazanacak diyoruz.

Ve değerli arkadaşlar hangi kesim olursa olsun mevcut kazanımlardan mevcut haklardan asla ama asla bir milim geriye dönüş yok.

Daha da fazlasını kazanacağız hep beraber. Her vatandaşımızın insan olmaktan kaynaklanan temel hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşaması için bir ortam oluşturacağız.

Türkiye'deki her yaşam tarzının olduğu gibi var olması saygı görmesi ve devlet tarafından bırakın müdahaleyi devlet tarafından yaşam tarzlarının korunması için biz hep beraber çalışacağız.

Bir bakıma bu partilerin bir arada olmasının getirdiği bir sigortadır bu aynı zamanda. Her parti ayrı ayrı kendi kitlesinin kendisine destek verenlerin hakkı hukuku için o masada olacak.

Böylece tüm Türkiye'nin hakkı hukuku o masada o iktidar masasında bu sefer korunmuş olacak.

Hak ve özgürlükler bir iktidarın varlığına bağlı olamaz.

Kaldı ki bir kesimin hak ve özgürlüklerini ön planda tutarken başka kesimlerin üzerinde baskı kuran haklarını elinden alan zulüm yapan bir iktidarın artık gitmesi gerekiyor.

Bu iktidar artık bu ülke üzerinde bir yük.

Ve bu yükü milletimiz inşallah seçimde şöyle sırtından indirecek. Bir kenara koyuverecek.

Fakat arkadaşlar bu korku iklimini bilerek yayıyorlar.

Sabahtan akşama ne diyorlar? ‘Ben gidersem onlar sizin haklarınızı çiğner’ diyorlar.

Hiçbir şey olmaz inanın hiçbir şey olmayacak. Tam tersine herkese daha fazla hak herkese daha fazla özgürlük gelecek.

Çünkü biz onlar gibi ayrıştırmayacağız Türkiye'yi.

Biz herkes için hak herkes için adalet herkes için özgürlük diyeceğiz.

10 yıllarca ülkeyi yönettikten sonra seçimlere giderken dikkat edin korkuyla tehditle yürüyen bir kampanya yürütüyorlar.

İnsanları korkutuyorlar, tehdit ediyorlar. Daha güzelini vadedemediği için daha iyisi ile ilgili bir umut oluşturamadığı için vatandaşlarımızı elindekini kaybetmekle tehdit ediyorlar.

'Ben gidersem bak elindekinden olursun. Ben gidersem daha kötüsü olur'. Biz de diyoruz ki hiçbir şey olmaz. Erdoğan giderse hiçbir şey kaybetmezsiniz üstelik daha fazla olur daha güzeli olur diyoruz. Hiç endişe etmeyin diyoruz. Bunun için endişeye mahal yok diyoruz.

Ülkede mafya rejimi inşa ettiğinizde haklar gelene gidene bağlı diyorsunuz.

Örgütlerin çetelerin mafyanın cirit attığı bir ülke haline getirdiniz.

Bu mu hukuk bu mu adalet?

Bu devri bitireceğiz arkadaşlar. Bu hukuksuzluğu bu kabadayılık devrini bitireceğiz. Ve bunu hep beraber yapacağız. Bunu hep beraber pırıl pırıl kadrolarımızla beraber yapacağız.

İnanın şu süreçte bütün bu yaşadığımız seçime hazırlık döneminde, bütün bu adaylarımızın başvurduğu ve bütün bu teşkilatımızın neredeyse tekrar tek tek isim isim gözden geçirdiğimiz bir dönemde gerçekten ben büyük bir gurur duydum. Onur duydum.

Böylesine pırıl pırıl, iyi yetişmiş, ahlaklı, düzgün, işini bilen bir teşkilat kurduğumuz için gerçekten gurur duydum. Hepinize tek tek şükran borçluyum hepinize müteşekkirim.

Böylesine pırıl pırıl bir kadroyla İnşallah biz Türkiye'yi yönetmeye talibiz.

Hep beraber başaracağız. Hep beraber zafere ulaşacağız.

Ben tekrar ikinci bir kez sizlerden söz almak istiyorum. Hep beraber bu seçimi galibiyetle bitireceğiz. Söz mü arkadaşlar? (Söz). Adalet için, özgürlük için, zenginlik için, 14 Mayıs için canımızı dişimize takıp çalışacağız söz mü? (Söz).

Değerli arkadaşlar bu tarihi seçime sayılı günler kala saatler kala iktidar ne yapıyor? Adeta muhalefetteymiş gibi vaat sıralıyor.

Söyledim daha önce de söyledim. Gerçekten bizim eylem planlarımızdan ve ortak politika metnimizden alınmış pek çok konu var. Pek çok husus var.

Sanki bir gece yarısı tek imzayla İstanbul sözleşmesinden çıkan kendileri değilmiş gibi, tek imzayla Merkez Bankası’nın para politikası kurumunu çökerten ve arkasından da Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyonuyla bu ülkeyi karşı karşıya bırakanlar kendileri değilmiş gibi. Bakıyorum son yıllardır özellikle şu son 5 yıldır ülkeyi krizden krize sokan başka bir iktidar da muhalefet partisi gibi Kendi hatalarını nasıl düzelteceklerini kendi yanlışlarıyla ilgili ne yapacağını, kendi ülkeyi soktuğu krizleri karşısına alıp o krizlerden ülkeyi nasıl çıkaracağını anlatıyor.

Bir olayın sebebi bir krizin sebebi bu krizi çözemez.

Çünkü krizin sebebinde özünde adaletsizlik var hukuksuzluk var. Allah'ın verdiği aklı kullanamamak var. Bilimden uzaklaşmak var.

Yapamazlar ağızlarıyla kuş tutsalar yapamazlar. Bitti artık.

Biz bunu gördüğümüz ve bildiğimiz için yola çıktık. İnşallah hep beraber bu zorlukları aşacağız.

Son olarak değerli arkadaşlar önümüz bayram. Ve mübarek Ramazan ayımızı bayramla taçlandıracağız bu cuma günü.

Bu ramazan büyük afetten sonraki ilk bayramımız. On binlerce vatandaşımızı ve partimiz içerisinde de onlarca arkadaşımızı kaybettik.

Anadolu'nun tabiriyle biliyorsunuz bu büyük felaketlerden sonra gelen bayramlara Kara Bayram denir.

Biz de bu bayramda deprem bölgesinde olacağız. Ve bayramın 1. günü deprem bölgesindeki 8 ilde 6 genel başkan ve iki büyükşehir belediye başkanımızla beraber eş zamanlı bir bayram programı gerçekleştirmiş olacağız.

Bu 6+2, 8 şehri liderler arasında da şöyle bir isimlerle belirledik.

Ben de kısmet olursa Diyarbakır'da olacağım.

İnşallah bayram namazını Diyarbakır'da arkadaşlarımızla birlikte eda edeceğiz. Daha sonra bir bayram sofrasında Diyarbakırlı vatandaşlarımızla buluşacağız.

Ve böylece bayramın 1. günü deprem bölgesinde depreme maruz kalan o büyük acıyı yaşamış yakınlarını arkadaşlarını kaybetmiş vatandaşlarımızla beraber geçireceğiz.

Kim ne yaparsa yapsın biz bu depremi unutturmayacağız. Unutturmaya çalışıyorlar.

Temeller atarak beton dökerek unutturmaya çalışıyorlar.

Biz unutturmayacağız.

Hele hele o ilk bir gün iki gün üç gün niye hiçbir şey yapılmadı sürekli soracağız. Ve cevabını da inşallah iktidara gelince açıp bütün devlet kayıtlarına bakacağız. Ne olmuş niye sistem kilitlenmiş? Bunların hepsini inşallah ortaya koyacağız.

Sürekli olarak soru sormaya devam edeceğiz ve er ya da geç bu sorularımızın cevabını alacağız.

Bu vesileyle sizlerin de Ramazan bayramını şimdiden tebrik ediyorum.

14 Mayıs'ta hep beraber yaşayacağımız demokrasi bayramını da bugünden tebrik ediyorum.

Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Ve tüm gün sürecek il başkanları toplantımızın da partimiz için ülkemiz için hayırlı sonuçlar oluşturmasını temenni ediyorum.

Ailelerinize dostlarınıza da en derin sevgilerimi selamlarımı iletmenizi özellikle rica ediyorum. Sağ olun var olun.

17 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın FOX TV'de Çalar Saat Programı Açıklaması

Ali Babacan, FOX TV'de Çalar Saat Açıklaması

Ali Babacan: Buradan kendisine Allah’tan bol bol rahmet diliyorum. Çok emeği geçti bu ülkeye.  Dün de anıt mezarında kendisini hayırla yad ettik diğer liderlerle beraber. Ve yine bugün kadir gecesi. Kadir gecesinde tüm millet olarak yine huşu içerisinde geçirmeyi şimdiden temenni ediyorum.

İlker Karagöz: Gündeme dair çok notumuz var. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları var. Bir yandan da biz referandumun üzerinden 6 yıl geçti. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin üzerinden 5 yıl geçti. Türkiye ekonomik anlamda siyasi anlamda toplumsal yaşam anlamında nereden nereye geldi. Bunu kıyasını da birlikte konuşalım istiyorum. Siyasetteki polemikler. Çok da belki de bunlara takılmadan ama vatandaşın istekleri beklentileri bunun üzerine yoğunlaşacağınız da bir yayın olsun. Ver yetkiyi gör etkiyi sözünün üzerinden 6 yıl geçtikten sonra gündem konularına başlıklara geçerken Sayın cumhurbaşkanının bir açıklaması var. Yine biz çözeceğiz diyor cumhurbaşkanı. Bu arada 2023 hedefi neydi gerçekleşen hedef ne oldu AK Parti için?

Ali Babacan: Sayın Erdoğan'ın ifadeleri aslında kendi içerisinde pek çok tezat içeriyor. Diyor ki bu ekonomik krizi yine biz çözeceğiz diyor. Ama şunu atlıyor. Bu kriz kendi tam yetkili Cumhurbaşkanı olduğu dönemde çıkan bir kriz. 2017 referandumunun üzerinden tam 6 yıl geçti. Tam yetkili tek imzayla her şeye tam yetkili olarak göreve başladığı günden bu yana da 5 yıl geçti. Biliyorsunuz 2018 yılında yapılan seçimlerle Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi fiilen uygulanmaya başladı ve çok geniş yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. Ama son 5 yılın bir muhasebesini yapacak olursak son 5 yılda Türkiye'de milli gelir geriledi. 10.600'e çıkarttık diyor ama unutmayalım 2013'te biz 12.500 doları görmüştük. Yani 2002 yılından 2013 yılına milli gelirimiz 12.600 dolara çıkmıştı. 2023 hedefimiz 25 bin dolardı. 10.600'e çıkmakla övünüyor dikkat edin. Rakamlar ortada. Yani biz ben ekonominin başındayken 2002 yılından 2013 yılına kadar milli geliri aldık 3600 dolardan 12.500 dolara çıkardık. Ve dedik ki 2023 hedefimiz 25 bin dolar. 2023'te 25 bin dolara çıkması gereken milli gelir 10.600'e çıkarttık diye övünüyor şu anda. Gerçekten insanın içi acıyor. Çok üzülüyorum memleketin düştüğü duruma. Ve bunun tek sebebi var kötü yönetim başka bir şey değil. Bu milli gelir niye bir türlü artamadı? Yoksulluk Türkiye'de niye bu kadar çok arttı? Çünkü tek bir kişi kendi küçük dağarcığı ile ülkeyi yönetmeye çalışıyor da onun için böyle oldu. Ben ekonomistim demekle benim alanım ekonomi demekle olmuyor. Sorunları çözmek için güçlü kadrolar lazım iyi ekipler lazım. İşi bilen ve dürüst yöneticilerle çalışmak lazım. 86 milyonluk ülke bir kişinin iki dudağının arasından yönetilmeye çalışıldığında o bir kişinin dağarcığıyla sınırlı hale geliyor ülke küçülüyor. Bunu yaşadık yaşıyoruz gerçekten. Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyonunu son 5 yıl içerisinde gördük. Sayın Erdoğan'ın tek yetkili Cumhurbaşkanı olduğu dönemde gördük. Enflasyon ne demek? Enflasyon bütün milletin cebinden çalmak demek. Sabit maaşla geçinen bütün emeklilerimizin, işçilerimizin, memurlarımızın hatta dul ve yetimler var onların maaşları var engelli vatandaşlarımız var.

İlker Karagöz: Oralarda düzeltme yapılmadı.

Ali Babacan: Oralarda yapılmadı. Ama bu düzeltme yapılmadı. Neyin düzeltmesi niye düzeltme gerekiyor diye düşünelim. Çünkü hayat çok hızlı pahalanıyor. Enflasyon yoluyla önce bütün vatandaşlarımızın cebinden bütçesinden kesesinden kepçe ile alıyorlar. Kepçe ile alıyorlar enflasyon yoluyla ondan sonra kaşıkla bak ben zam yaptım diye güzellik yapıyorum size diye çıkıp övünüyorlar. Verdikleri zam gerçek enflasyonu karşılamaya bile yetmiyor. Türkiye'de sabit gelirli kim varsa herkesin geliri düşmüş durumda herkesin satın alma gücü düşmüş durumda. Bir karton yumurta 80 lira 90 lira olur mu? Bir kilo kıyma 300 lira olur mu Allah aşkına? Bu nedir yani. Ve bunun tek sebebi var kötü yönetim başka bir şey değil. Kendisi çıkıp biz enflasyonu tek haneye düşürdük diye övünmüyor muydu? O 2013-2014 yıllarında. Bizim ekonominin başında olduğumuz yıllardaydı bu. Ama şu anda kendisi tek yetkili ve Cumhuriyet tarihinin rekor enflasyonunu en yüksek enflasyonunu yaşattığı bu ülkeye. Ve bu kafayla bu yönetim tarzıyla düzeltmesi de asla mümkün olmayacak. Yapamayacak. Bakın benim bu stüdyoya belki 4. 5. Gelişim her defasında düzelmeyecek diyorum yapamayacak diyorum olmayacak diyorum.

İlker Karagöz: Her defasında da iyiye gitmiyor.

Ali Babacan: Gitmiyor. Çünkü artık yorgun bir iktidar var. Yorulmuş bir iktidar var. Düzgün kadroların hepsi dağılmış durumda. Dürüst ve ehil insanlar artık etrafında yok azalmış. Mumla arayasın ki bulasın. Böyle bir şey yok. İstişare olmayınca düzgün kadrolar olmayınca adalet olmayınca ülkenin sorunlarını çözemezsiniz. Bu 3 önemli ilkeden de Sayın Erdoğan çoktan sapmış durumda. Onun için yapamıyor. Ülkede adaletten bahsetmek mümkün mü şu anda? Ülkede istişare kültüründen bahsetmek mümkün mü? Ehliyetten liyakatten bahsetmek mümkün mü? Dolayısıyla artık bu iktidarın bu ülkeye katkısı yok. Gerçekten bu ülke üzerinde artık çok büyük bir yük. Ve milletimiz de inşallah 14 Mayıs seçimlerinde milletin üzerindeki bu ağır yükü bu iktidarı şöyle bir kenara koyacak şöyle bir yükü atacak üzerinden. Rahatlayacak ve daha güzel yarınlara doğru hep beraber yürüyeceğiz inşallah. Biz bütün bunların hepsinin hazırlığını yaptık. Her şeyiyle hazırız yani. Planları ile programları ile kadrolarıyla her şeyiyle hazırız.

İlker Karagöz: 15 Mayıs’tan itibaren kim gelse yönetimi kim devralsa düzeltemez. Ekonomi o kadar kötü yorumları yapılıyor. Öyle mi değil mi düzelir mi? Ya da bir vadesi var mı? Şu kadar sürede bu kadarını başarırız ve daha iyisini yaparız diyor mu Millet ittifakı. Bunu belki bir kez daha konuşacağız.

İlker Karagöz: Tartışma bu şekilde ilerliyor. Şahlanıyor muyuz Sayın cumhurbaşkanının söylediği gibi? Ya da daha da büyük bir şahlanmanın arifesinde miyiz?

Ali Babacan: Şimdi bizi izleyen bütün vatandaşlarımız şöyle kendi kendine bir sorsun. Kendi ailelerinin ekonomik durumu aile bütçeleri iyi mi? Aile bütçeleri şahlandı mı? Yoksa hayat pahalılığı ve artan fiyatlar enflasyon sebebiyle aslında satın alma güçleri düştü mü? Geçen 3-4 sene önce buzdolapları doluyken bu sene buzdolaplarının belki yarısını bile dolduramadıkları bir dönemden geçiyor insanlar. Dolayısıyla şahlanmaktan bahsediyorsa Sayın Erdoğan çok az sayıda bir avuç insanın zenginleşmesinden bahsediyor. Ve etrafında hep o tür insanlar var ya etrafında sıradan halk kalmadı. Eskiden Keçiören’de bir apartman dairesinde otururdu. Komşuları vardı ve insanların halinden anlardı. Ne zaman ki saraya taşındı külliyeye taşındı toplumdan koptu. Etrafındaki bir küme insan daha iyi arabalara biniyor milyon dolarlık villalarda yalılarda yaşıyor. Bakıyor etrafına a Türkiye şahlanıyor diyor. Hâlbuki şahlananlar bir avuç zengin. Toplumun büyük bir kısmı çok ciddi bir yoksulluk çemberi içerisinde. Özellikle orta direk Türkiye'de çöktü. Rahmetli Özal'dan bahsettik yayının başında ölüm yıl dönümü. Rahmetli Turgut Özal'ın en çok önem verdiği konu orta direkti hatırlarsanız. Çünkü orta sınıf demokrasinin de omurgasıdır toplumunda omurgasıdır. Sayın Erdoğan Türkiye'de orta direği orta sınıfı çökertti. Zengin çok daha zengin oldu yoksul çok rahat yoksul oldu.

İlker Karagöz: Ne kadar süredir orta direk yok?

Ali Babacan: Son 3-4 yıldır özellikle orta direk orta sınıf tamamen yok olmuş durumda. Yani 2013 14'ten itibaren yavaş yavaş gelir dağılımı bozuldu Türkiye'de. Ama son birkaç yıldır iyice bozuldu. Özellikle bu kur korumalı mevduat gibi uygulamalar sebebiyle parası olana daha çok para verdi devlet. Benim bankada param var diyor. Ee? Faiz alıyorum diyor. Ee? Eğer kur daha fazla artarsa sen mağdur olma aradaki farkı da ben sana vereyim dedi değil mi Sayın Erdoğan. Kur korumalı mevduat ne demek? Bankada paranız var faiz alıyorsunuz faiz yetmiyor. Olur da kur daha fazla artarsa aradaki farkı da size vereceğim dedi. Ve onu da verdi geçen sene. Onun için faiz ödemeleri devletin hazinenin 2022 yılında geçen sene tarihi rekorunu kırdı. Faizin üzerine bir de bu kur farkını eklediğinizde Türkiye Cumhuriyeti hazinesi gelmiş geçmiş en büyük faiz ödemesini yaptı. Kendisi Nas diyordu değil mi? Faize ben düşmanım diyordu ama gelin görün ki Cumhuriyet tarihinin en yüksek faizi artı kur farkını Sayın Erdoğan ödedi. Geçen sene 500 milyar TL'nin üzerinde bir rakamdan bahsediyorum.

İlker Karagöz: Rahmetli Özal kur korumalı sistemle ilgili umarız önümüzdeki iktidarlar Türkiye'nin geleceği bundan ders alır. Bir daha böyle bir yöne girmezler.

Ali Babacan: 'Gençlere vasiyetimdir' diyordu. 'Kur korumalı mevduat hesabı kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir' diyordu rahmetli Özal bakın. O dönem de vardı DÇM diye. Dövize çevrilebilir mevduat. Aşağı yukarı aynı şey. Enflasyonun sebebi oldu bu. 'Benden önce yapmışlar ben bunu durduruyorum' dedi. Basın toplantısı ile açıkladı. 'Artık yok yapmayacağız böyle bir şey. Gençlere vasiyetimdir asla bu ülkeyi bir daha böyle bir batağa sürüklemeyin' dedi. Ama Sayın Erdoğan çıktı geçen sene büyük bir ekonomik mucize bulmuş gibi kur korumalı mevduat diye bir şey ortaya attı ve çok zarar ettirdi. Parası olana daha çok para verdi ve zaten sabit bir gelirle çalışmaya çalışan insanlarımız, sabit bir gelirle geçinmeye çalışan insanlarımızın da maalesef hayat şartları çok daha kötüleşti. Bugün Türkiye'de Türk lirası cinsinden maaşla geçinip adı ister işçi olsun aylık maaşını alsın, memur olsun aylık maaşını alsın, emekli olsun aylık maaşını alsın ya da dul olsun yetim olsun engelli olsun sosyal destek yardımı alan olsun kim varsa Türkiye'de Türk lirası cinsinden geliri olan kim varsa herkes kaybetti herkes. Bakın ben daha önce de yine bu yayında bu 200 lirayı göstermiştim hatırlarsanız. Bol bol para basıyorlar. Zaten enflasyon niye oluyor karşılıksız para bastıkları için oluyor. Para bitince dönüyorlar Merkez Bankası’na bas dağıt bas dağıt. Zaten Merkez Bankası’nın bankalara uyguladığı düşük faiz ve verdiği kredi aslında para bastığı bir sistem. Merkez Bankası parayı nereden buluyor ki? Bankalara kredi veriyor ya hani. Sayın Erdoğan'ın faizi düşürdüm dediği rakam Merkez Bankası’nın bankalara verdiği kredi. Merkez Bankası bu parayı nereden buluyor? Basıyor. Kâğıt mürekkep basıyor ve dağıtıyor. Bunun maliyeti ne kadar yaklaşık ben size söyleyeyim. 2009 yılında İlk tedavüle çıktığında bu 134 dolar ediyordu. Yani 200 lira ile 134 dolar alabiliyordunuz. Ben ilk yayında bunu gösterdiğimde 14 dolar falan ediyordu. Hafta sonu itibarıyla artık bu 10 Dolar’ın da altına düştü. Çünkü dolar kuru 20 lirayı geçince bu 200 liranın değeri artık 9 küsür lira.

İlker Karagöz: Bir de iki kur oluştu değil mi dolarda?

Ali Babacan: Ekranlarda bir şey görüyorsunuz. Bankalarda bir şey görüyorsunuz. Bankalar sadece gösteriyor ama asıl serbest piyasadan döviz almaya kalktığınızda dolar 20 liranın üzerine çıkmış durumda. Şeffaflık yok karanlık bir sürü işler yapılıyor. Merkez Bankası’nın arka kapısından sürekli döviz satıyorlar gizli saklı. Ve biliyorsunuz meşhur bir 128 milyar dolar 130 milyar dolar hikayesi vardı meşhur. Merkez Bankası’nın arka kapısından sattıkları. Şu son bir yılda bir o kadar daha sattılar biliyor musunuz? Hiç acımadan yani hiç acımadan. Cayır cayır cayır Merkez Bankası’nın arka kapısından hala döviz satmaya devam ediyorlar. Ve bunu açıklamıyorlar tamamen karanlık örtülü operasyonlarla yapıyorlar. Şeffaf değil. Kaç kere sorduk biz bunu. Sayın Erdoğan'a ben buradan kaç kere sordum kaç yayında sordum. Ne kadar sattınız arkadaş söyleyin bunu. Bu sizin kendi babanızın malı değil. Milletin dövizi bu. Soruyorum ne kadarlık döviz sattınız arka kapıdan diyorum tık yok. Cevap vermiyor veremiyor. İlk bunu biz mesele yaptığımızda ne diyordu? Öyle bir şey yok diyordu. Sonra mesele yapmaya devam ettik 'ya Merkez Bankası’nın dövizi mi sorulur kardeşim' diyordu. Cevap vermiyordu. Israrla sormaya devam ettik 'sattıysak pandemi vardı o vardı şu vardı ondan sattık' diyor. Hala ne kadar sattığını söylemiyor. Ama çok yakın çok yakın İnşallah 15 Mayıs'ta devletin defter kitaplarını açtığımızda seçimden sonra iktidara geldiğimizde bakacağız. Hepsini göstereceğiz bakın diyeceğiz Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde şu kadar döviz Merkez Bankası’nın arka kapısından cayır cayır cayır cayır satılmış diyeceğiz.

İlker Karagöz: Kılıçdaroğlu 418 milyar dolar diyor. Sizin hesaplarınıza göre…

Ali Babacan: 418 milyar dolar bir şekilde yolsuzluklarla haksız kazançla Türkiye'den elde edip yurt dışına çıkarıldığı düşünülen rakam. O başka bir şey. Benim dediğim Merkez Bankası’nın arka kapısından gizli saklı döviz satışı. Benim dediğim bu. Bu şu an itibarıyla 250 milyar doları aşmış durumda. 2019'dan bu yana. Yani damat ekonominin başındaydı ya hani onun döneminde cayır cayır satmaya başladılar. Daha sonra biz mesele yapınca durdurdular. Sonra baktılar ki mecburiyet var tekrar satmaya başladılar ve hala devam ediyor.

İlker Karagöz: Tüm çaba doları tutmak için mi? O kadar para 256 milyar dolar bu doları tutmak için mi Merkez Bankası’nın?

Ali Babacan: Önemli bir sebebi o. Yani diyorlar ki bakın biz ekonomiyi o kadar güzel yönetiyoruz ki dolar kurunu belli bir noktalarda tutabiliyoruz oda 19 20. Onu da nasıl tutuyorlar? Harıl harıl harıl harıl sürekli Merkez Bankası’nın arka kapısından döviz tutarak satıyorlar. Ama bu nasıl bir şey? Diyelim ki arabayla gidiyorsunuz arabanın deposuna benzin bitmiş. Ama 5 litre bir yerden koyuyorsunuz gidiyor araba biraz daha 10 litre bir yerden buluyorsunuz biraz daha gidiyor. Şu anda Türkiye ekonomisi böyle yürüyor. Yani 5 milyar dolar bilmem şu ülkeden 10 milyar dolar bilmem şu ülkeden 3 milyar dolar Veliaht prensten, şu kadar Katar emirinden, bu kadar Birleşik Arap Emirliklerinden diye diye depoda sıfırladıkları benzini sağdan soldan buldukları ile götürmeye çalışıyorlar ama aynı arabanın benzin yakması gibi buldukları dövizi de Merkez Bankası’nın arka kapısından satıyorlar. Dolayısıyla çıkmaz bir sokağa soktular bunlar Türkiye ekonomisini. Ama biz inşallah iş başına gelir gelmez inanın çok kolay olacak ve çok çabuk düzelecek. Niye biliyor musunuz? 2002'de bana aynı şeyi söylüyorlardı. Diyorlardı ki 'ülkenin durumu çok kötü nasıl düzelteceksiniz?' 'Kaynak yok' diyorlardı. 'Kaynağı nereden bulacaksınız?' ben de diyordum ki kaynak Türkiye’dir diyordum. Biz güveni oluşturacağız güveni oluşturduktan sonra hiçbir sorun kalmaz diyordu. Dünyanın kaynağı bu ülkeye akar kendi kaynaklarımız ortaya çıkar diyordum. Hepsi oldu. Yoksa 2 sene biz enflasyonu nasıl tek haneye düşürdük zamanında. Düşürsün de göreyim Sayın Erdoğan. Yapsın bakalım. Niye yapamıyor? Niye enflasyonu düşüremiyor? Enflasyon %50'ye düştü diye övünüyorlar %50'ye düşürdük diye övünüyorlar. Biz tek haneye indirdik 10 senede de karnede tuttuk. Kendi tek başına ekonomiyi yönettiği dönemde patlattı gitti enflasyonu. Yazık günah. Enflasyonun patlaması herkesin cebinden çalmaktır. Herkesin cebinde taşıdığı 200 liranın 134 dolardan 9 dolara düşmesi enflasyon yoluyla bu insanların cebinden çalmaktır.

İlker Karagöz: Parayı bulamazlar diyor sayın cumhurbaşkanı. Tahta köprü bile yapamazlar diyor. Bu arada siz 200 lirayı gösterdiniz. Aslında böyle sembol haline geldi. Sürekli o 200 lira nereden nereye geldi diye bir kıyaslama da yapıyorsunuz. Cumhuriyet gazetesinin manşetinde 200 lira ilgili bir haber var. Aynı zamanda bir kıyaslama da yapalım.

Ali Babacan: Evet bu tam bizim sembolik hale gelmiş 200 lira bugün manşet olmuş.

İlker Karagöz: 200 liraya kâğıt yetmedi. Erdoğan her elini cebine attığında deste deste çıkarıyor ama böyle bir tablonun içindeyiz deniliyor.

Ali Babacan: Kıymaya bakın kıymaya. 4,5 kilo kıyma alabiliyormuşuz şu anda 716 gram kıyma alabiliyorsunuz. Yani bunu temel gıda ürünleri için bir koyun aşağıya durum felaket. Yani bu tablo böyle yüzlerce satır yapılabilir ve bütün milletin topyekûn fakirleştiğinin resmidir şu resim. Ve bu fakirleşme enflasyon yoluyla fakirleşmedir. Enflasyon yoluyla insanların cebindeki çalmaktır. Ve en büyük hırsızlıktır enflasyon. Çünkü öyle bir şey yapıyorsunuz ki Merkez Bankası’na gıcır gıcır paraları bastırıyorsunuz. Karşılıksız para basıyorsunuz. Ve bu karşılıksız basılan paranın değeri düşüyor. İnsanlar önce fakirleşiyor. Daha sonra diyorsunuz ben emekliye şu kadar zam yaptım, ben memura şu kadar zam yaptım. Temmuzda asgari ücrete bir daha zam yapacağım. Ne güzel ya. Sanki enflasyonu gidiyor uzaylılar getiriyor da bu ülkeye Sayın Erdoğan da millete güzellik yapıp maaşları artırıyor. Enflasyonun sebebi sensin.

İlker Karagöz: Dış güçler denildi ekonomik bir savaş içindeyiz denildi.

Ali Babacan: Bunların hepsi hikâye. Ekonomik savaş kim kiminle savaşıyor Allah aşkına. Kimmiş düşman anlatsın bir. Düşman kim çıksın anlatsın. Şu anda en büyük düşman cehalet. Şu anda Türkiye'nin en büyük düşmanı ülkeyi yönetenlerin içinde bulundukları cehalet. Başka bir şey değil. Şu anda en büyük düşman ehliyetsiz liyakatsiz kadrolarla bu ülkenin yönetiliyor olması. Şu anda en büyük düşman istişare yapılmadan bu ülkenin yönetiliyor olması. Başka bir şey değil. Ama gerçekten çok üzülüyorum. Bu ülke buna layık değil. Burada asıl olan enflasyonu düşünmektir. Enflasyonu düşürerek insanların zenginleşmesini sağlamaktır. Ve bu inşallah gerçekleşecek. Bir de ne diyor Sayın Erdoğan? Bu kaynağı bulamazlar diyor.

İlker Karagöz: Kusura bakmasın Bay Kemal'in tahtası onu da nasıl yakışıyorsunuz? Oradaki rakamlar böyle hayal üstü bir tabloyu mu gösteriyor? Yoksa disiplinle başarılabilecek bir tablo mudur Türkiye'nin önüne sunduğu Kemal Kılıçdaroğlu'nun?

Ali Babacan: Orada mesela diyor ki sayın Kılıçdaroğlu 10 yılda 300 milyar dolar yatırım olacak diyor. Bu çok çok kötümser bir tahmin. En emniyetli tarafta yapılmış bir tahmin. 10 yılda 300 değil 10 yılda 500 milyar dolar da rahat gelir Türkiye'ye. Rahat yapılır bu ülke çok büyük bir ülke. Ve bu iş bizim işimiz. Bakın Sayın Erdoğan'ın yaptığı büyük projelerle övünüyor ya bu büyük projelerin parasını kim buldu Allah aşkına? O dönemde hazinenin başında kim vardı? Yollarla köprülerle havaalanları ile övünüyor ya o paraları kim buldu? Kim buldu o paraları? Kimin bulduğu paralarla yaptığı o projeleri? Ali Babacan ve ekibinin bulduğu kaynaklarla yaptı o projeleri. Onunla hava atıyor onunla övünüyor. Bu büyük projeler ülkemiz için gurur kaynağıdır. Daha da güzel olmalı daha da modern olmalı Türkiye'de. Evet, hızlı tren değil çok hızlı tren gelmeli Türkiye'ye. Türkiye en iyisine layık ama bunların hepsi için kaynak gerekiyor. Ülkede kaynağı bulacak olan da bizleriz. Zamanında nasıl en yokluk döneminde ülkenin en fakir döneminde 20 tane bankanın iflas ettiği dönemde dünyanın her yerinden ve Türkiye'nin içinden kaynağı bulduysak yine bu kaynağı biz buluruz. Çünkü kaynak Türkiye buna inanacaksınız önce. Güven oluşturacaksınız. Güven olduktan sonra her şey çok kolay. Ama güven yoksa artık siz güveni kaybettiyseniz enflasyonu öngörülmeyen bir mecraya soktuysanız hayat pahalılığı yoluyla milletin cebinden çaldıysanız artık güveni kaybetmişsinizdir. Güveni kaybettikten sonra da ülkenin ekonomisini düzeltmek asla mümkün olmayacaktır. Ama onun için biz yapacağız. Bütün bu hazırlıkları onun için yaptık. Niye yaptık biz bunu. 22 tane eylem planı var burada bakın ansiklopedi. Fasikül fasikül. Her alanda ama her alanda yapılacakları takvime bağladık bütçesini hesap ettik ve açıkladık. Arkasından bunu 6'lı masaya koyduk. 6 parti ortak mutabakat metni açıkladık. Ortak politikalar mutabakat metni. 2300 tane madde var burada. Sayın Kılıçdaroğlu'nun da söylediği pek çok konu.

İlker Karagöz: AK Parti’de açıkladı.

Ali Babacan: Evet ne zaman açıkladı? Bizden 2,5 ay sonra ve kopya. Oradaki manşetlere bakın mülakatı kaldıracağız. Biz onu DEVA Partisi olarak 3 sene önce söyledik. 6 parti olarak 30 Ocak’ta söyledik. 20 yıl sonra aklına geliyor mülakatı kaldıracağım diyor. Başka ne diyor imar affı yok diyor. İmar affını yapan sensin. Depreme dayanıksız binaları imar affına sokup o binaları legalize hale getirip on binlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep olan yolu sen açtın. Şimdi diyor ki imar affı olmayacak. Niye yaptın o zaman? Bir önceki seçim kampanyasının en önemli unsuru değil miydi? Meydan meydan Sayın Erdoğan dolaşmıyor muydu? Söylemiyor muydu? İşte bu ilde 150.000 tane diyor konutu imar barışına soktum diyor. Ne oldu? Yaptın da ne oldu? Ben soruyorum şimdi bu depremde yıkılan binalardan kaç tanesi imar affından yararlanmıştı? Ve o binalarda kaç kişi öldü diye soruyorum. Siz depreme dayanıksız çürük binaları imar affına sokup legalize edip meşruiyet sağlayıp ondan sonra o binalarda insanlar hayatını kaybettikten sonra hiçbir sorumluluk duygusu taşımıyor musunuz? Böyle bir şey olur mu? Şimdi çıkıyor imar affı bir daha yapmayacağım diyor. Niye yaptın?

İlker Karagöz: Mülakat için kopya diyorsunuz. İmar affı itirazı zaten ortak politikalar metninde yer alıyor. Başka ne var?

Ali Babacan: Sosyal destek sistemi. Sosyal destek sistemi açıkladılar birebir kopya. Bizim Parti programımıza yazdığımız şu ortak politika metnine yazdığımız sosyal destek sisteminin aynısını birebir kopya çekmişler. Kendileri yapıyor gibi açıklıyorlar. Çünkü artık üretemiyorlar yapamıyorlar. Ellerinde bir şey yok. Biz 6 parti olarak %100 mutabakatla 30 Ocak’ta açıklamışız. Bundan 2 ay sonra 3 ay sonra Sayın Erdoğan çıkıyor seçim beyannamem diyor. İçini aç bak kopya. Çünkü dersini çalışmayan öğrenci ne yapıyor? Dersini çalışandan kopya çekiyor başka yapacak bir şey yok.

İlker Karagöz: AK Parti'nin kendisine ait bir proje duymadınız o açıklamalar içinde. Mesela süper hızlı tren. Bakanın bir açıklaması var. Kızılay Kadıköy 80 dakika gibi bir sürede.

Ali Babacan: Bu mümkün. En yüksek teknoloji ile dünyada da pek çok örneğini gördüğümüz hızlı trende çünkü bizimki biliyorsunuz şu anda hızlandırılmış tren sadece. Yani hızlandırılmış. Aslında hızlı tren diye büyük reklamlarla tanıtıldı ama şu anda kullandığımız Ankara İstanbul ya da işte Eskişehir Konya Karaman o hızlandırılmış tren. Bu proje hızlı tren. Bunların hepsi mümkün. Ama bunların hepsi kaynak meselesi. Kanal İstanbul'u niye yapamadılar? Para bulamadılar onun için yapamadılar. Çılgın proje diye ta 10 sene önce açıklanmadı mı Kanal İstanbul? 10 sene oldu. 2011 olabilir tam 10 sene oldu. Niye yapamıyorlar? Çünkü kaynak bulamadılar. Büyük projelere büyük kaynak gerekiyor. Ve bulamadılar. Bunun da kaynağını bulamazlar bunu yine gelir biz yaparız. Daha da güzelini yaparız. İstanbul İzmir'ini de yaparız. Bunların hepsini yaparız. Ama öncelikle güven oluşması lazım güven. Güven olmayınca kaynak bulunamaz mümkün değil. Güvende ne ile oluşacak önce adaleti ve hukuku sağlayacaksınız. Fırsat eşitliğini sağlayacaksınız. Şu anda adaletin hukukun işlemediği bir ülkede anayasanın çiğnendiği bir ülkede güveni sağlayamazsınız ki. Hukuk adalet olmadan ekonomi olmaz bunu anlamıyor. Yani yargının bağımsızlığını yok edip savcılara hakimlere talimat vererek yargıyı yönlendiren bir hükümet güveni sağlayamaz. Güven olmadığı zaman da o arzu ettiğimiz büyüme olmaz. 10.600 dolara çıkartmak ve övünüyor ya 2022'de 23'te milli geliri. Programın başında dinledik. Yazık dedik ya.

İlker Karagöz: Ne düşünüyorsunuz? Senelerce ekonominin başındaydınız. Dış işlerinde de vardınız hazinede de vardınız. Bu temasları kuran ekibin başındaydınız. Bunu duyunca ne düşünüyorsunuz?

Ali Babacan: Üzüldüm biraz da acıdım. Çünkü 10.600 dolarlık milli gelirle övünecek hale düştüğü için biraz acıdım. Ülkeme de acıdım yazık oldu dedim. 2013 yılında bundan tam 10 sene önce 12.500 dolarlık milli geliri gören bir ülke tam 10 sene önce ve yine 10 sene önce 2023 için 25 bin doları hedefleyen bir ülke bugün geliyor cumhurbaşkanının 10.600 dolarla övündüğü bir ülke haline geliyor.

İlker Karagöz: Mehmet Şimşek gelir mi? Gelse AK Parti için bir şeyi düzeltebilir mi?

Ali Babacan: Vallahi aklı olan gelmez yani. Aklı olan mevcut sistem içerisinde herhangi bir başarı üretilemeyeceğini bildiği için gelmez. Ben de zannetmem Mehmet Bey'in gelip de fiilen çalışıp da. Çünkü dürüst ve ehil insanların şu andaki hükümete katacağı fazla bir şey yok. Çünkü dürüst ve ehil insanları zaten uzaklaştırdılar. Sayın Şimşek'in bakanlık dönemini bir hatırlayalım. Ben ayrıldıktan sonraki o birkaç yılı hatırlayalım. Çok zor dönemler yaşadı gerçekten. İstediklerini yapamadı. Yani kendi ekibi ile zorluklar yaşadı. Sayın Erdoğan'dan randevu istedi aylarca görüşemedi bakanlık döneminde bakın. Aylarca görüşemedi randevu vermedi. Şimdi düşünün ki benim ta yıllar önce Londra'da tanıştırdığım ve bizim ekibimize kattığım Sayın Şimşek'ten medet ummaya başladı. O kadar panik halinde ki. Yani bir zamanlar sistemden uzaklaştırdığı meydanlarda yuhlattığı hatırlayalım. Sayın Şimşek'i meydanlarda yuhlattı. Yaptı bunu yani.

İlker Karagöz: Siz mi tanıştırdınız Erdoğan'la?

Ali Babacan: Tabii tabii Erdoğan'la ben tanıştırdım Londra'da 2005-6 o yıllardı yani. Böyle iyi düzgün bir arkadaş var. Biz bunu sisteme katabiliriz. Hatta ilk Merkez Bankası başkanı yapmaya çalıştık biliyorsunuz o dönemde. Ama olmadı. Sonra 2007 seçimlerinde milletvekili olarak seçildi ve kabineye girdi bakan olarak. Ondan sonra sanırım 2017-2018'e kadar da sistemde kaldı bir şekilde. Ama sonra Berat Albayrak’la devir teslim yaptılar. Ve sistemdeki son arkadaşımız da ayrılmış oldu. Ondan sonra ülkenin geldiği durumu görüyoruz.

İlker Karagöz: Siz de davet ettiniz ama hani kendisi siyasette yeniden olmak istemediği için fikir anlamında belki görüşlerini sizinle bir başka partilerle de görüştü Mehmet Şimşek. Ama böyle AK Parti Mehmet Şimşek sanki gelecekmiş gibi Mehmet Şimşek ekonomiyi düzeltecekmiş gibi bir havayı da veriyor sanki seçmenine.

Ali Babacan: Böyle bir medet umuyorlar yani ismini kullanmaktan medet umuyorlar ben o şekilde söyleyeyim yani. Fiili bir şey var mıdır bilmiyorum artık kendi aralarındaki.

İlker Karagöz: 200 lira gösterdiniz ya az önce 200 lira maalesef Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da söylediği gibi 200 liracık oldu. Hani Çanakkale'de köprü açılışında bunu söylemişti. 200 liracık demişti. O hale geldi. Yani aldığımız benzin belli kıyma belli. Yani altının 1 gramı falan minnacık bir gram falan alamıyorsunuz azıcık bir şeye tekabül ediyor artık. Daha büyük banknota mı ihtiyacı var Türkiye'nin öyle mi olmalı?

Ali Babacan: Bu gidişle mecbur kalırlar eğer şu andaki hükümet iş başında kalmaya devam ederse mecbur kalırlar daha yüksek bir banknot üretmeye. Çünkü enflasyonu durdurma imkanları yok. Bugün bu söylediğimiz 200 liranın 10 doların da altına düşmesi 9 küsur dolar etmesi şu anda enflasyonun ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Bu kafayla giderlerse daha da çok değer kaybeder ve yüksek yani bu 200 değil 500, 1000'lik falan çıkartmaya ihtiyaç duyabilirler. Ama inşallah biz iş başına geldiğimizde bunların hiçbirisine ihtiyaç olmaz. Çünkü biz sert bir frenle enflasyonu kontrol altına alırız. En geç 2 yılda enflasyonu biz tek haneye indiririz. Ne olursa olsun en zor şartlarda dahi biz bunu gerçekleştiririz. Çünkü enflasyonla mücadele bir irade meselesi. Önce iradeniz olacak. Samimi olacaksınız. Yani enflasyon yoluyla kolaycılık yapıp para bittiğinde Merkez Bankası’na para bas mı diyeyim yoksa gerçekten düzgün bir ekonomi politikasıyla enflasyonu düşüreyim mi? Eğer samimiyseniz enflasyon düşer ama aynı zamanda enflasyonun düşmesi için bağımsız bir Merkez Bankası lazım.

İlker Karagöz: Merkez Bankası başkanı kim olacak iktidarınızda?

Ali Babacan: Bizim burada 8-10 tane adayımız hazır. Diğer partiler de eminim ki isimler getiriyorlardır hazırlıyorlardır.

İlker Karagöz: Kesişen bir isim var.

Ali Babacan: Çok isim çıkabilir kesişen daha konuşmadık onun için bilmiyorum. Biz sadece kendi hazırlığımızı yapıyoruz şu anda. Yani sadece ekonomi yönetimi için değil tüm bürokrasi kadroları ile ilgili kendi hazırlığımızı yapıyoruz. Sonra günü geldiğinde oturacağız 6 parti kendi hazırlıklarını ortaya koyacak. Burada particilik yapmayan devleti ve milleti önceleyen tekniği kuvvetli bir bürokrasi kadrosu İnşallah oluşturacağız. Bürokrasi kadrosu önce Türkiye diyecek. Böyle particilik falan yapmayacak. Falanca Parti'nin genel müdürü falanca Parti'nin müsteşarı böyle bir şey olmaz. Türkiye Cumhuriyeti müsteşarı olur, Türkiye Cumhuriyeti'nin şu Bakanlığı'nın şu genel müdürü olur. Biz böyle biliyoruz biz böyle bir hazırlık yapıyoruz. Yani başka türlü olmaz yanlış olur. Bürokraside gerçekten devleti yönetecek yetkinliğe tekniğe birikime sahip bir kadro kurmak gerekiyor.

İlker Karagöz: Hafta sonu insanları şaşırtan belki artık şaşırmıyoruz dedirten açıklamalar oldu. Önce cumhurbaşkanının Harran Üniversitesi ile ilgili sözlerini dinleyelim. Harran üniversitesinin kuruluşu 9 Temmuz 1992. Harran Üniversitesi ile ilgili tartışma hep devam etti sosyal medyadan. Bir de Kızılay başkanı Kerem Kınık deprem zamanı çadır sattı. Bununla ilgili kabine içinde rahatsızlıklar olduğunu biliyorduk. Beştepe'de de ciddi rahatsızlıkları olduğunu görüyoruz. Mesela pire için yorgan yakmamak lazım Kızılay'a sahip çıkmamız dedi Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın ama yine de mevcudiyetini koruyor Kerem Kınık koltuğunu. En son açıklama Fuat Oktay’dan Cumhurbaşkanı yardımcısından geldi.  Biz de üzüldük açıklaması Fuat Oktay’dan geliyor. Pire için yorgan yakmamak gerekir İbrahim Kalın'dan gelen açıklama bu şekilde. Ve Kızılay Başkanı hala koltuğunda.

Ali Babacan: Meseleyi küçültüyorlar basitleştiriyorlar. Ve ortaya çıkan bu büyük facia ve bu büyük beceriksizliği lafla propaganda ile örtmeye çalışıyorlar. Bu son deprem şunu gösterdi ki bu hükümetin ülkenin sorunlarını çözme kapasitesi acil durumlarda müdahale kapasitesi aslında tamamen çökertilmiş durumda. Biz bunu orman yangınlarında görmedik mi? Orman yangınları çıktıktan sonra yangın söndürme uçaklarının çalışmadığını öğrenmedik mi? Ormanlarımız on binlerce dönüm orman yangı cayır cayır müdahale edilemedi. Çünkü yangın söndürme uçağı yok tedbir alınmamış. Zamanında bunlar düşünülmemiş hazırlanılmamış. Ondan sonra uçak alanında uçağın parçası yoktu da şuydu buydu. Deprem oldu aynı şeyi yaşadık. Tedbir alınmamış hazırlık yok. Plan program yok. Depremin ilk bir gününde 2. gününde 3. gününde sahada hemen hemen hiçbir çalışma olmadı yapılmadı. Bakın ben depremden sonraki ilk 2 haftanın yani 14 günün tam 9 günü deprem bölgesindeydim. Bizzat gittim gördüm. 11 ilin 11 merkezine gittim. Pek çok köye gittim ücra yerlere gittim. Bizzat gittim muhtarlara sordum ne yaptınız diye. İlk iki gün üç gündür dediler hiçbir şey yoktu. Ve defalarca sorduk bakın buradan tekrar soruyorum, depremin o iki üç günü TSK personeli niye hemen sahaya çıkmadı? Niye Türkiye gibi inşaat sektörü güçlü bir ülkenin iş makinesi vinçler niye hemen sahada enkaz kaldırma çalışmalarına başlamadı. Gönüllüler dışarıdan gelen arama kurtarma ekipleri niçin organize edilemedi? Ben buradan soruyorum.

İlker Karagöz: Cumhurbaşkanı turistik gezi yapıyorlar dedi size muhalefete.

Ali Babacan: Biz karayoluyla benzin kuyruklarında bekleye bekleye kendi araçlarımızı kendi jeneratörlerimizi taşıyarak deprem bölgesini gördük. Sayın Erdoğan gibi devletin uçağı ile helikopteri ile inip birkaç gösterme açıklama yapıp geri Ankara'ya dönmedik. Deprem bölgesinde kala kala kala kala gezdik oraları. Bizim yaptığımız vatandaşımızın derdini yerinde görme tespit etme ve oradaki çözüm önerilerini Türkiye'ye aktarmaydı. Asıl turistik gezi yapan kendisi.  Gitti de ne oldu? Ben hala soruyorum ilk 24 saatte ne yaptınız? İlk 48 saatte ne yaptınız? İlk 72 saatte ne yaptınız? Yani ilk bir gün iki gün üç gün ne yaptınız diye soruyorum? Mesela silahlı kuvvetler personeli ile ilgili soruyorum kim kimden talimat alması gerekiyordu? Mesela Milli savunma bakanı talimat bekledi mi bunun için? Sayın Erdoğan'ın talimat vermesi gerekiyor muydu? Yoksa kendiliğinden bu yapılabilir miydi? Diye soruyorum cevap yok. İlk iki gün üç gün niye iş makineleri hemen mobilize edilemedi? Ne oldu nerede bu iş aksadı? Yani insanlar enkaz altında can çekişirken gece soğuktan enkaz altında donarken donarak ölürken siz niye İlk birkaç gün hiçbir şey yapamadınız?

İlker Karagöz: Yanıtını bildiğiniz soruları mı soruyorsunuz aslında.

Ali Babacan: Hayır bazılarının yanıtlarını bilmiyoruz gerçekten yani. Bazılarını bilmiyoruz. Mesela iş makineleri duruyordu parklarda değil mi orada da enkaz duruyordu. Niye o makineler duruyordu niye hareket etmedi? Soruyoruz. Ha bildiğimiz bir tane büyük cevap var o da şu, referandum diye başladık ya programa 2017 başkanlık sistemi ve 5 yıldır da uygulanan bu sistem aslında adına sistem desek de tam bir sistemsizlik. Bir kişinin talimatıyla koskoca ülkenin yönetilmeye çalışılması bu işin en önemli sebebi. Çünkü afet yönetiminin yerinden yönetimle yapılması gerekiyor. Biz bunu ta bir buçuk sene önce açıklamışız bakın. Afet eylem planımızla. Madde madde ne yapılması lazım? Depremden önce açıklamışız bunu. Yerinden yönetim demişiz yerinden yönetim. Yani muhtarlara kadar sizin yetki vermeniz lazım demişiz. Muhtarlara kadar hem imkan hem de yetki verilmesi lazım. Başka türlü Ankara'dan talimat bekleyerek afet yönetimi olmaz olmadı yürümedi.

İlker Karagöz: Haftada 36.000 imza atması gerekiyor Erdoğan'ın diye bir açıklaması da oldu.

Ali Babacan: Depremden önce biz bunu yayınladık bakın. Depremden 1,5 sene önce benim Kahramanmaraş'ta yaptığım bir konuşma var. İl kongremizde diyorum ki Kahramanmaraş merkezli bir deprem geliyor diyorum. O konuşma meşhur oldu biliyorsunuz. Ve kongre yaptığımız o otel çöktü bir tane canlı çıkmadı. Galip Talay belki tanırsınız. Genç kardeşi 11 gün sonra cenazesine ulaşıldı 11 günde. Ki 6-7 katlı bir otel bu yani. Bütün bunları yaşadı Türkiye. Orman yangını çıktı söndüremediniz, deprem oldu anında müdahale edemediniz. Daha sonra çıktı ne yaptı kendisi gitti Adıyaman'a dedi ki 'İlk birkaç gün aksama oldu hakkınızı helal edin' diyor değil mi. İlk birkaç gün aksama dediğin sürede zaten insanlar öldü. O süreyi bir açıklasana. Niye müdahale edemediniz niye yapamadınız bir açıklayın. Bakın biz bununla da kalmadık depremin tam 30. günü 6 Mart günü bir deprem raporu yayınladık. Pırıl pırıl 273 tane madde var burada ne yapılması ile ilgili. Bu depremden nasıl çıkacak bu ülke? Depremin sadece fiziki enkazı değil ekonomik enkazını nasıl kaldıracağız? Sağlığı ile eğitimi ile gençlerle kadınlarla ilgili yapılması gerekenler ne? Depremden sonra bir sürü yargı ve hukuk sorunları var. Bunlar nasıl çözülecek bakın adalet yargı diye bölümü koymuşuz. Pırıl pırıl. Hükümetin böyle bir çalışması olmadı. Biz mi yapacağız Allah aşkına? Ülkeyi 20 yıldır yönettiklerini iddia ediyorlar şöyle bir şey ortaya koyamadılar bugüne kadar yok. Ortaya koydukları da bizden çekilmiş kopyalar Allah aşkına. Üretemiyorlar artık yapamıyorlar. Yönetemiyorlar bunu görmek lazım. Biz bunun için DEVA Partisi kurduk. Bunun için 6 parti bir araya geldik. Niye 6 parti bir araya geldik? Çünkü bu 6 partiyi yan yana koyduğunuzda bu millet ittifakındaki partileri aslında tüm Türkiye ediyoruz burada. Burada bütün toplum kesimleri temsil ediliyor bakın 6 partinin çatısı altında. Bütün hayat tarzları temsil ediliyor bütün Türkiye burada. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da ben burada temsil edilmiyorum diyen hiç kimse yok. Toplum kesimi ve hayat tarzı açısından baktığımızda. Çünkü diyoruz ki biz evet siyasi partiler önemlidir ama güç birliği ile işbirliği ile bir araya gelip biz Türkiye'yi yönetmeye talibiz. Çünkü bir kişi beceremiyor bir kişinin dağarcığı almıyor artık Türkiye'yi. Bunun için birlik olacağız beraber olacağız ortak akılla istişare ile ülkeyi yöneteceğiz diyoruz bu iddia ile ortaya çıktık.

İlker Karagöz: Siz o işbirliğini nasıl sağladınız nasıl yöneteceksiniz onu sormak istiyorum? Bakanlar bir yandan milletvekili adayı bir yandan kendi araçlarıyla devletin imkânları ile sahadalar. Ve makam odalarında seçim çalışmalarını yapıyorlar. Buna itiraz cümleniz varsa onu da duyalım. 5 tane sağcı bir araya gelmiş bir tane solcuyu iktidar etmek uğraşıyorlar. Bekir Bozdağ’ın sözleri bu şekilde. Siyasette çok sertleşen bir üslup bir dil var. Terör örgütü ile kol kolalar, kirli pazarlıklar, vatan küffara emanet edilemez teslim edilemez. Bu DSP Genel Başkanı Önder Aksakal’ın sözleri. Yani küffar kâfire.

Ali Babacan: Artık seçime yaklaştıkça saçmalığın bini bir para ediyor şu anda. Bini bir para diye bir tabir vardır yani. Çoktur ama para etmez değeri yok. Saçmalığın artık başladığı bir dönemdeyiz. Dolayısıyla bunların hiçbir şeyi yok. Bu tür ifadeler 20 sene önce 30 sene öncesinin ifadeleri. Bu anlamda sağ sol kavgası daha 80 darbesinden önceki zihniyet. Belli bir yaşın üstündeki insanlara işte 80 darbesi öncesindeki o sağ sol dünyasını anlatmaya çalışıyor. Ya artık dünya değişti siyaset değişti. Ve artık DEVA Partisi gibi yeni kurulan ve Türkiye'nin yarınlarına çok büyük katkılarda bulunacak bir parti var. Biz partimiz için mesela sağ sol kavramını kullanmıyoruz. Biz hepimiz Türkiye'yiz diyoruz. Herkes için adalet diyoruz herkes için özgürlük diyoruz. Bu ifadeyi kullanarak aslında ne diyor? Ben diyor kendisini sol olarak tanımlayanların oyuna talip değilim diyor değil mi? Çünkü o taraf sol diyor ben sağım demek istiyor. Peki, o zaman Sayın Erdoğan niye DSP diye bir partiyi kendi koalisyonunun içerisine kattı? Niye bir sol parti o zaman o tarafta değil mi? Onları da sormak lazım siz ne yapıyorsunuz diye.

İlker Karagöz: Öbür tarafta da HÜDA-PAR var Yeniden Refah var DSP var.

Ali Babacan: Dikkat edin bunların hepsi ne zaman oldu şöyle bir son basın arşivini bir tarayın. Sayın Erdoğan'ın panik halinde Yeniden Refah Partisi'ni, HÜDA-PAR'ı DSP’yi ve diğer partileri etrafına toplama ve bir koalisyon oluşturma çabası ne zaman başladı biliyor musunuz? Biz Sayın Kılıçdaroğlu'nu ortak adayımız olarak ilan ettik. Haftanın günlerinden pazartesi günü hemen salı çarşamba Sayın Erdoğan panik halinde partilere çengel atmaya başladı. Tutabildiğini çekti tutabildiğini çekti bazılarını çekemedi. Ama bir şekilde alel acele panik halinde ne yaptı kendi koalisyonunu oluşturdu. Ve sanırım 5-6 tane parti var şu anda Cumhur ittifakı içerisinde. Sayısını da bilmiyorum çünkü önem de vermiyorum açıkçası.

İlker Karagöz: Bu fotoğraf size ne söylüyor?

Ali Babacan: Bu fotoğraf hani diyordu ya bize bunlar 6'lı koalisyon falan diyordu. Kendileri de belli ki burada 7 tane parti var. Kendi de 7'li koalisyonu kurmuş. Madem koalisyon kötü bir şey değil mi? Bu bir ittifaktır diyoruz değil mi ittifak ayrı koalisyon ayrı. Ama kendi yaptığı işte görüyorsunuz bunları yan yana dizmiş. Burada görülmeyen başka ufak tefek siyasi oluşumlar da olabilir bunun arkasında. Bir sürü başka yapılar var. Şimdi oralara girmeyelim. Dolayısıyla bunları alelacele etrafına topladı. Baktı ki biz burada birlik halinde mesafe kaydediyoruz tıkır tıkır tıkır tıkır işliyor. Anayasa hazırlamışız değil mi? Bakın 84 maddelik anayasa değişiklik hazırlığımız bitirmişiz. Sayın Erdoğan yeni anayasa diyordu. Nerede? 5 yıldır yeni anayasa diyor 5 yıldır. Hatırlayalım başörtüsü ile ilgili tek bir anayasa değişikliği meclise getirmeye çalıştılar. Ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Sonra vazgeçtiler rafa kaldırdılar biliyorsunuz. Bir maddeyi beceremediler ki yeni anayasa diyordu. Bunun içerisinde 84 madde var. Ve tek tek tek tek tek bakın pırıl pırıl. Maddenin mevcut hali yeni hali ve gerekçesi. Yani seçimden sonra TBMM açıldıktan hemen sonra meclisteki anayasa komisyonuna sunulacak dört dörtlük bir çalışma var. Ben diyorum bizim anayasa değişikliğimiz hazır. Sayın Erdoğan'ın yeni anayasası nerede diye soruyorum, 5 yıldır niye yapamadı diye soruyorum? Bir maddeyi beceremediniz.

İlker Karagöz: Millet İttifakının içinde olmaktan dolayı hissiyatınız nedir? Büyük gururla anlatıyorsunuz. Hem kendi çalışmalarınızı anlatıyorsunuz diğer tarafta 6 partinin çalışmasını anlatıyorsunuz. Ne hissediyorsunuz?

Ali Babacan: Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en geniş çalışmasını hazırladık bakın bunu iddia ile söylüyorum. Bugüne kadar böyle bir şey yapılmadı Türkiye Cumhuriyet tarihinde. Yok. Çünkü bizim kültürümüzde hazırlık plan program bunlar çok zayıf kavramlar. Sayın Erdoğan inanmaz plana programa uygulamaz da zaten. Program açıklar uygulaması. Açıkladığı ekonomi programlarına bakın kaç yıldır. Yani açıkladığı ekonomi programlarına göre bugün dolar kurunun 10 lira falan olması lazım. 20'yi de geçti. Çünkü planla programla kendini bağlamak istemiyor. Sabah uyandığında aklına ne geliyorsa yapmak istiyor. Böyle bir yönetim tarzı var. Hâlbuki biz plana programa inanıyoruz. Hesap kitaba inanıyoruz bütçeye inanıyoruz.

İlker Karagöz: Sizin şaşırıp da durdurduğunuz bir adımı var mıydı mesela AK Parti yıllarınızda bakanlık yıllarınızda Cumhurbaşkanının?

Ali Babacan: Çok çok vardı yani. Bir sürü saçmalığı önledik biz. Mesela varlık fonu değil mi? Varlık fonunu kurdular onu ben önledim. Ve buraya da yazdık vardı fonunu derhal kapatacağız dedik. Böyle bir şey yok. Ama yerine ne kuracağız dedik? Konut finansman kurumu kuracağız dedik. Bu nedir? Türkiye'deki bütün konut piyasasının finansmanı için yepyeni bir sistemdir. Bugün gelişmiş ekonomilerde olan ama Türkiye'de henüz olmayan bir sistemdir. Konut piyasasının finansmanı için sürekli uygun kaynak bulmanın formülü budur. Şimdi teknik detaylarına girmeyeyim ama her şeyiyle hazırladık biz bunu. Akılcı olmak gerekiyor doğru işler yapmak gerekiyor bilerek hareket etmek gerekiyor. Allah herkesi cahiliyetten korusun. Allah bu milleti cehaletten korusun. Cehalet başa dert. Yani bilmek gerekiyor bilerek hareket etmek gerekiyor. Allah'ın verdiği aklı kullanmak gerekiyor ve ilimle hareket etmek gerekiyor. Siz bunu yapmazsanız bu ülkenin başı dertten kurtulmaz mümkün değil. Olmaz. Bunun içindir ki biz her şeyi ile hazırlanıyoruz. Bunun içindir ki bu hesap kitap plan program kültürünü 6'lı masada uyguladık. Bunun içindir ki 6 parti olarak bütün çalışmaları yaptık. Ve her şeyimizle hazırız dedik. Bunlar bitti ondan sonra cumhurbaşkanı adayımızı açıkladık. Hani gazetecilikte 5N 1K sorusu vardır ya. Ne, nerede, ne zaman, nasıl bunların hepsini yaz yazdık en son K, kim sorusunun cevabını verdik. Sistemli çalışma budur. Ama şu andaki iktidarın kafası önce kim sorusu. Ne diyor Erdoğan? Önce ben ben ben ben diyor. Ondan sonra ne yapacağı ne olacağı falan sonradan geliyor. Ama hiçbir şey ortaya çıkmıyor.

İlker Karagöz: Muharrem İnce’ye baktığınızda da mı ben ile karşılaşıyorsunuz peki? Çünkü orada da projeyi çok fazla net olarak görmüyoruz.

Ali Babacan: Çok takip etmiyorum Muharrem İnce ne yapıyor ne ediyor çok takip etmiyorum. Geçen bir televizyon programında gördüm dosyaların içerisine 2-3 sayfa takmış. İşte şu konuda hazırlığımız var diyor bu konuda hazırlığımız var diyor falan filan yani. Bir sormak lazım detaylı öyle bir şey var mı ellerinde. Biz kendi projelerimizi takip ediyoruz.

İlker Karagöz: Listenin ortaklaşması millet ittifakına ne kadar Milletvekili kazandıracak? İsimler de tartışıldı. Burada bir ittifak var ittifak olduğu için bir çatı altında diğer partilere de belirli alanlar açıldı. Oraya isimler yazıldı. Yalnız DEVA Partisinden Sadullah Ergin ismini itiraz eleştiriler geldi. Bununla ilgili Sadullah Ergin ile ilgili CHP liderinden bir açıklama var. Dünü anlatıyor bir yandan geçmişte olanlar geçmişte kaldı Türkiye'nin önüne bakması gerektiğini söylüyor. CHP'nin adayı değil Sadullah Ergin ama CHP listesinde Sadullah Ergin isminin olması pek çok eleştiriyi de beraberinde getirdi. Buna yorumunuz nedir?

Ali Babacan: Öncelikle şunu söyleyeyim Sadullah Bey bizim 21 yıllık çalışma arkadaşımız. Ve bütün bu iddialar ta 10 sene 15 sene öncesine dair iddialar. Bu iddiaların uzunca bir süre hiç gündemde olmayıp da seçime bir ay kala gündeme getirilmesini şöyle bir incelemek lazım. Niye durdu durdu da bugün bunlar mesele haline getiriliyor? Çünkü asıl burada hedef Sadullah Bey üzerinden CHP'yi yıpratmaya çalışmak. Çünkü kampanyayı kim yapıyor ağırlıklı olarak? Bir Cumhurbaşkanlığı iletişim merkezi yapıyor iletişim başkanlığı yapıyor bir de Cumhurbaşkanı adaylarından birisi yine CHP'yi yıpratmaya çalışan adaylardan birisi ve onun etrafındaki iletişim ekibi yapıyor. Sadullah Bey sadece burada araç olarak kullanılıyor CHP'yi yıpratmak için önce büyük resme bakmak lazım.

İlker Karagöz: CHP'nin seçmenini sandıktan uzaklaştırma çalışması mı?

Ali Babacan: Evet asıl hedef o. Kaldı ki Sadullah Ergin tüm bu iddialara defalarca cevap vermiş durumda. Kaldı ki geçen hafta içerisinde kaç tane televizyon yayınına çıktı tek tek belgeleri ile ortaya koydu. İddialar var değil mi ne diyor? Hatay'da şu tarihte şöyle oldu böyle diyor ki bak arkadaş bu iddialarla ilgili mahkemenin tekzip kararı var. O gün gazetelerde yayınlanmış bir, ikincisi savcılık soruşturma başlatmış bu iddialarla ilgili ve takipsizlik kararı vermiş iki. Sayıştay denetlemiş bunu. Sayıştay böyle bir şey yok demiş temiz raporu vermiş üç. O gün Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı. Devlet denetleme kuruluna talimat veriyor, 'gidin bu işin üzerine araştırın bakalım' diyor. Devlet denetleme kurumu araştırıyor rapor hazırlıyor 'tertemiz hiçbir şey yok' diyor. Zamanında 4 kere denetimden geçmiş. 4 defasında da aklanmış bir konuyu eğer siz 10 sene 15 sene sonra gündeme getiriyorsanız bu kötü niyetten başka bir şey değil yani. Burada Sayın Kılıçdaroğlu'nun dediği doğru bir konuda şu, evet biz ortak listeden giriyoruz ama ortak listeden girerken hiçbir parti birbirinin ismine karışmıyor. Yani ortak listedeyiz diye ortak listede CHP'den şu adayı getirmişiz biz bunu istemeyiz deme hakkımız yok. Onların da bizim adayımızla alakalı biz bunu istemeyiz deme hakkı yok. Biz sadece seçim tekniği olarak tek bir listeden giriyoruz. Her bir aday kendi partisinin üyesi olarak seçime gidiyor. Bizim şu anda 26 tane adayımız var 21 şehirde. 26 adayımızın hepsi DEVA Partisi rozeti ile DEVA Partili olarak seçime giriyorlar. Ama CHP'nin listesinden giriyorlar. Seçimden hemen sonra bu arkadaşlar seçildikleri gün DEVA Partisinin milletvekili olacaklar. Bu D'Hondt sistemi ve mevcut seçim yasası gereği beraberce girildiğinde daha çok milletvekili sayısı çıkıyor. Ve bu teklif fedakârlık ifadesi kullanıyor ya bu teklif CHP'den bize geldi bakın. Onu da söyleyeyim. Biz gidip de biz sizin listenizden girelim demedik. Teklif oradan geldi. Dediler ki biz hesap ediyoruz kitap ediyoruz bakıyoruz. Her parti ayrı ayrı listelerden girdiğinde toplam milletvekili sayımız sınırlı kalıyor. Oysaki hep beraber tek listeden girdiğimizde o artık oylardan ve kusüratlardan daha fazla milletvekili çıkarıyoruz dediler. Biz de hemen hesap kitap yaptık simülasyonlarımızı yaptık hesap doğru. Mesela biz şunu hesap ettik, sadece DEVA Partisi'nin ortak listeden girmesinin getirdiği artı 18 tane milletvekili var. +18 biz katıyoruz havuza. Çünkü bizim 87 seçim bölgesinde desteğimiz olduğu için o 87 seçim bölgesindeki katkı bir ilde diyelim ki 1,5 milletvekili çıkıyor biz o yarımı ekliyoruz ediyor 2. Bir bölgede diyelim ki 1 milletvekili çıkıyor biz bir daha ekliyoruz ediyor 2. Öbür bölgede 7 milletvekili var 1 ekliyoruz 8. Sadece bizim DEVA Partisi olarak ortak listeye girmemizin getirdiği artı 18 milletvekili var. Yani biz havuzu büyütüyoruz. Bu büyüyen havuzdan da herkes daha fazla milletvekili alıyor.

İlker Karagöz: Nedir parlamentoda hedef?

Ali Babacan: Parlamentoda hedef çoğunluk tabii ki.

İlker Karagöz: Yani şu an simülasyonlardan ne gözüküyor? Ne söylüyor simülasyon?

Ali Babacan: Şimdi çok sayıda farklı farklı araştırmalar var. Ve bu araştırmaların her birinde farklı farklı tahminler oluyor. 300'ün üstünde gösterenler de var 300'ün altında gösterenler de var. Zaten bizim bu tek listeden girme kararımız o 300'ün altında kalma riskini gördüğümüz için biz böyle bir karar aldık. Bu evet CHP'nin fedakarlığıdır ama bizim için de büyük bir fedakârlık. Çünkü biz 3 yıl önce kurduğumuz partimizin logosunu ismini bu seçimde seçim pusulasında kullanmayacağız. Bu bizim için de fedakârlık CHP için de fedakârlık diğer partiler için de fedakârlık.

İlker Karagöz: Siz bunu defalarca anlattınız. İttifak gereği listelerin böyle olacağı da barizde belliydi. Siz CHP'yi yıpratmak için böyle bir tartışma başladığını söylüyorsunuz.

Ali Babacan: Sadullah Bey için öyle söylüyorum. Şimdi burada aslında ne oldu? Herkes kendi parti kimliği ile alakalı fedakarlıkta bulundu. Ama toplam sayı olarak bir fedakârlık yok tam tersine sayılarda kazanıyoruz havuz büyüyor yani. Mesela bizim listelere kattığımız isimler aslında bizim havuzu büyüterek havuza sunduğumuz katkı. Yani bu bir yerden milletvekilini alıp bu tarafa taşımıyoruz. Onun milletvekilini alıp öbür tarafa taşımıyoruz. Ne yapıyoruz. Toplam milletvekili sayısını çoğaltıyoruz ve böylece herkesin daha çok milletvekili oluyor. CHP'de daha çok milletvekili kazanıyor. Yani CHP ortak listede kendi sınırlı sayıdaki milletvekillerini diğer partilere dağıtmıyor ki öyle bir şey yok. Toplamı büyütüyoruz. Büyüyen içerisinden herkes payını alıyor. Dolayısıyla bunu böyle düşünmek lazım. Siyasi kimlik olarak fedakârlık evet CHP için fedakârlık. Niye? Çünkü kendi partilileri listeden çıkıyor DEVA Partisi giriyor, Gelecek Partisi, giriyor Saadet Partisi giriyor. Fedakârlık o açıdan. Ama toplam sayıda hep beraber kazanıyoruz. Bizim için de fedakârlık çünkü 3 yıllık emeğimiz ama seçim pusulasına baktığımızda Deva partisinin logosu olmayacak. Ne diyeceğiz vatandaşlarımıza biz tek liste ile seçime girmeye karar verdik. Dolayısıyla siz CHP'nin altına evet mührünü bastığınızda DEVA Partili adaylara da aslında evet demiş oluyorsunuz. Dolayısıyla bizim adaylarımız da seçilmiş oluyor biz de mecliste çok sayıda milletvekili ile var oluyoruz. Yani yaptığımız bu. Tamamen şu andaki mevcut seçim kanununun seçim sisteminin getirdiği bir zorunluluk.

İlker Karagöz: İlk turda biter mi? 15 Mayıs 2023 günü nasıl olacak?

Ali Babacan: Hedefimiz bu. İlk turda bitmesi ne demek? Aslında iki tane Cumhurbaşkanı adayı var bakın. Sayın Erdoğan ve Sayın Kılıçdaroğlu.

İlker Karagöz: 2. tura kalırsa sebebi Muharrem İnce mi olur?

Ali Babacan: Bir aday daha var evet 4 aday var ama aslında 2 aday var. Bu seçimin ilk turda bitmesi için vatandaşlarımızın şu tercihte bulunması lazım. Benim verdiğim oy Sayın Erdoğan'a mı yarıyor Sayın Kılıçdaroğlu'na mı yarıyor? Şimdi Sayın Erdoğan'a oy verecekler gidecek evet diyecek. Sayın Kılıçdaroğlu'na oy verecekler de gidecek evet diyecek ama diğer iki adaya oy verenler onların kazanamayacağını herkes bildiği için diğer iki adayın, onlara oy verenler aslında kime destek oluyor? Bu hesabı herkesin iyi yapması lazım. Yani Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Erdoğan dışındaki iki adaya evet diye vatandaşlarımızın o ikisinin kazanamayacağına göre 1. ve 2. turda kazanamayacaklarına göre aslında kime faydaları var? Onun hesabını iyi yapmak gerekiyor. Yani aslında diğer iki adaya evet diyenler var ya aslında Sayın Erdoğan'a evet demiş oluyor. Bunu unutmasınlar. Çünkü verdikleri oy Sayın Erdoğan'a yarayacak. Vatandaşlarımız eminim ki bu sağduyuyu gösterecekler aklıselimle hareket edecekler. Ve ona göre nihai tercihlerini yapacaklar. Biz o tercihlerine saygı duyarız. Ama bizim beklentimiz ve hedefimiz ilk turda bu işi bitirmek. İlk turda cumhurbaşkanlığını kazanmak mecliste de çoğunluğu sağlamak. Bu hedefle yoğun bir şekilde çalışıyoruz.

17 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İstanbul Demokrasiyi Güçlendirme Derneği İftar Konuşması

Demokrasiyi Güçlendirme Derneği
İftarı

Değerli konuklar,

Sevgili dostlar,

Bu güzel iftar programında bir arada olmamızı sağladığı için Demokrasiyi Güçlendirme Derneği’nin değerli başkanı İlyas Buzgan’a ve derneğin mensuplarına can-ı gönülden teşekkür ediyorum.

Sofranız soframız oldu. Hepiniz hoş geldiniz.

*****

Öncelikle, çok yakın zamanda kaybettiğimiz, derneğinizin de üyesi olan, DEVA Partimizin İstanbul Gençlik Çalışmaları Başkanı Ömer Kaya’ya bir kez daha huzurlarınızda rahmet diliyorum.

Ömer kardeşimizi genç yaşta kaybettik. Mekânı cennet olur inşallah.

*****

Değerli dostlar, değerli konuklar,

Türkiye son 20 yıldır inişli çıkışlı süreçler yaşadı.

Bu güzel ülke bu büyük millet güzel hatıralar da yaşadı zor anlar da yaşadı.

Türkiye’nin özellikle 2002’de başlayan demokratikleşme süreci, zenginleşme süreci pek çok ülke tarafından gıptayla imrenilerek izlendi.

Bir yandan Avrupa Birliği yolunda temel hak ve özgürlükler konusunda, demokrasi konusunda, hukukun üstünlüğü konusunda emin adımlarla Türkiye'nin standartları yükselirken öte yandan da yoksulluğun kader olmadığını, çalıştığımız zaman, çok çalıştığımız zaman bu ülkenin ekonomik olarak da güçlenebileceğini dünya aleme göstermiş olduk.

Türkiye'nin 2002'de başlayıp 2013- 2014'e kadar süren dönemi gerçekten önemli bir başarı hikayesidir.

Ehil kadrolarla istişare ile adalet arayışı ile bir ülke yönetildiğinde nasıl başarı ortaya koyulabiliyor bunu da hep beraber gördük şahit olduk.

Ama ne zaman ki bu temel 3 ilke terk edildi ne zaman ki adaletin pusulası şaşmaya başladı, ne zaman ki istişare terk edildi, ne zaman ki ehil ve dürüst kadrolar sistemde azaldı yanlış insanlar çoğaldı işte o zaman Türkiye'de sorun arkasına sorun yaşadı.

Türkiye yeniden güçlenebilir. Türkiye yeniden şu an içine düşmüş olduğu sorunları aşabilir.

Türkiye'nin içinde olduğu pek çok kriz var.

Ancak bu krizlerin şöyle bir temeline baktığımızda aslında ciddi bir demokrasi krizi olduğunu görüyoruz.

Zaten hiçbir zaman dört dörtlük olmayan demokrasimiz, son 5 senede ağır darbe aldı.

Demokrasimizin aldığı ağır darbe ile hukuk krizi yaşandı, yaşanıyor. Eğitimde krizi yaşandı, yaşanıyor. Daha iyi durumda devam eden sağlık son yıllarda uzayan randevu kuyruklarıyla bir başka sorun haline geldi.

Ve yine arka arkaya ülkemiz ekonomik krizler yaşadı, yaşıyor.

Her alanda ama her alanda krizlerin yaşandığı bir ülke haline geldik.

Ben bunu çoklu organ yetmezliğine benzetiyorum.

Hastalarda olur ya çoklu organ yetmezliği. Yani Türkiye şu anda aynı çoklu organ yetmezliği olan bir hasta gibi, çoklu krizler ortamının tam içinde.

Peki, bu kriz ortamından nasıl çıkacağız? Ne yapacağız?

Tüm bu krizlerden çıkış değerli dostlarım ancak ve ancak demokrasi ile olacak.

Meşru demokratik siyasetle sorunlarımızı çözeceğiz. Sorunları demokrasi ile çözmenin çabası içerisinde olacağız.

Temel kriz alanı olan “demokrasi krizini” çözmeden diğer krizleri çözmemiz değil. Asla mümkün olmayacak.

O nedenle biz diyoruz ki; öyle eksik gedik değil; az-buz yarım falan değil TAMM demokrasi diyoruz TAMM.

Bugüne dek gerçekleşmeyen hedefimizi, hayalimizi inşallah başaracağız.

Bizim hedefimiz tam demokrasi.


Türk-Kürt-Arap-Laz-Çerkes hiç fark etmez,

Sünni-Alevi hiç fark etmez,

Muhafazakâr, seküler, hiç fark etmez,

Milliyetçi, liberal, sosyalist hiç fark etmez,

İnanan inanmayan hiç fark etmez;

Kim olursa olsun, hangi mahalleden, görüşten olursa olsun, herkes ama herkes bu ülkenin “eşit ve onurlu” vatandaşı olacaktır.

*****

Değerli arkadaşlarım değerli dostlarım,

Bizim hedefimiz, ülkemizde “eşit vatandaşlık” ilkesini hâkim kılmaktır.

Ama lafta değil sözde değil gerçek anamda eşit vatandaşlık ilkesini hakim kılmak.

Bizim hedefimiz, Türkiye’nin kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı bir ülke olmasıdır.

Bu ülke, on yıllardır, birbirine üstünlük taslayanlardan gerçekten çok yoruldu.

Üste çıkanın alttakini ezdiği, gücü eline geçirenin diğerlerine baskı yaptığı zulmettiği bir ülke oldu Türkiye.

Adeta nöbetleşe zorbalık dönemleri yaşadık.

10 yılda 20 yılda bir devam eden bu dönemleri yaşadık.

Ama artık yorulduk.

Demokrasiyi şahsi çıkarı için kullananlardan yorulduk.

O yüzden bizim hedefimiz; herkesin kendi kimliğiyle, kendi yaşam tarzıyla olduğu gibi kabul edildiği bir ülkeyi inşa etmek.

Devletin görevi yaşam tarzlarına müdahale değildir.

Devletin görevi vatandaşlarını dönüştürmek değildir.

Devletin görevi her bir vatandaşı eşit ve onurlu bir vatandaş olarak görüp onun inancını yaşam tarzını olduğu gibi muhafaza etmek ve başkalarının müdahale etmesini önlemektir.

Devletin asli görevi budur.

Hayalimizdeki Türkiye, hepimizin Türkiye’sidir.

Bunun içindir ki; biz etnik, dini, mezhebi ve kültürel tüm çeşitliliğimizi sahipleniyoruz.

Emin olun, er ya da geç, herkesin kendisini eşit ve onurlu vatandaş hissettiği Türkiye hedefimize mutlaka ulaşacağız.

Çok iyi biliyorum ki;

Ülkemiz hiç kimsenin dışlanmadığı, hiçbir fikrin ötelenmediği bir ülke olmayı hak ediyor.

Türkiye’nin güçlenmesinin yolu, herkesin özgürce konuşabilmesinden geçiyor.

Ve inanın bu çok kolay biliyor musunuz?

Bizim parti programımızın 1. Sayfası 1. Bölümü özgürlüklerle başlıyor.

Ondan sonra hukukla adaletle devam ediyor.

Niçin özgürlük?

Çünkü meselelerimizi rahatça konuşacağız, derdi olan derdini ifade edecek ki derdine derman bulunsun.

Başka türlü mümkün değil.

Özgürlük olmadan olmaz. İfade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü olmadan olmaz.

Biz şu anda iktidarda olan bu otoriter anlayışın hukuk dışına çıkan her türlü uygulamasına itiraz ediyoruz.

Çünkü özgür ve zengin bir Türkiye’ye giden tek yol, meşru demokratik siyasetten geçiyor. Bunu biliyoruz.

Tam da bu nedenle tam demokrasi yolunda durmadan, canla başla çalışıyoruz.

Tıpkı sizin de sivil toplum alanında “demokrasiyi güçlendirme” amacıyla yürüttüğünüz çalışmalar gibi.

****

Değerli arkadaşlar,

Biz, 9 Mart 2020’de DEVA Partisi’ni kurarken farklı bir yöntemle çalışmaya başladık. Herkese kapıyı açık tuttuğumuz bir örgütlenmeyle başladık.

Öyle arkadaşın akrabası, akrabanın arkadaşı, arkadaşın arkadaşıyla değil herkesin erişmekte serbest olduğu internet sitesinde rahatça kendini ifade edebileceği bir sistemle teşkilatımızı oluşturduk.

Teşkilatımızın yüzde 85’i siyasete ilk defa bizimle başlayan arkadaşlardan oluştu.

Hemen eş zamanlı olarak 81 i teşkilatı 751 ilçe teşkilatı kurduk ve yoğun bir şekilde Türkiye’nin yarınları için çalışmaya başladık.

Bakın şu anda elimde tuttuğum bu kitap DEVA Partisi’nin Türkiye’nin yarınlarıyla ilgili yaptığı hazırlıklarıdır.

Tam 22 alanda 22 tane eylem planı açıkladık. Binlerce sayfa...

Her şey var burada.

Hükümet kurulduktan sonra bütün bakanların önüne tam 5 yıllık ev ödevini koyacak bir hazırlık ortaya koyduk.

Bunun içerisindeki en kalın fasiküller neler biliyor musunuz?

En kalın eğitim. Tam 500 tane madde var. Hemen ondan sonra Temel Haklar Eylem Planı var. 354 madde.

Bugüne kadar gelmiş geçmiş en detaylı yargı reformu var burada. 198 madde.

Biliyorsunuz ben Avrupa Birliği Bakanlığı yaptım. Avrupa Birliği başmüzakereciliği yaptım.

Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde dahi bu kadar kapsamlı detaylı bir yargı reformu hazırlığı olmadı.

Bunların hepsini hazırladık.

Ve arkasından bu bir siyasi partinin hazırlığı olarak tamamlandı bitti.

Daha sonra ne yaptık? ‘Birleşe birleşe güçleneceğiz’ dedik. Ve 6 siyasi parti olarak bir araya geldik.

CHP, İYİ Parti, Gelecek Partisi, Demokrat Parti ve Saadet Partisi ile beraber aynı çalışmaları 6 partini ortak çalışması haline getirdik.

Ve tam 2300 maddelik bir ortak politika metni ortaya koyduk.

Cumhuriyet tarihinde bir ilk. Böyle bir şeyin örneği yok.

Seçimlerden tam 4 ay önce 30 Ocak’ta 6 parti 2300 maddelik eylem planında yüzde 100 mutabakat sağladık. Yüzde 99,9 değil bakın yüzde 100.

Bu ne demek? Burada bu çalışmanın altında imzası olan 6 partiye baktığınızda ‘Tüm Türkiye’ demek.

Bu 6 parti Türkiye’deki bütün toplum kesimlerini temsil ediyor. Türkiye’deki bütün yaşam tarzlarını temsil ediyor.

Bu temsil gücü çok yüksek bir birliktelik.

Birbirinden farklı partiler bunlar.

Bir araya geldik beraber çalışıyoruz diye birleşip tek bir siyasi parti olmadık.

Herkes ayrı ayrı. Ama ne yaptık? Türkiye’nin yarınlarında buluştuk.

Ayrı ayrı geçmişlerden gelmemize rağmen belki ayrı ayrı toplum kesimlerine hitap etmemize rağmen yarınların Türkiye’sinde buluştuk.

İşte bu çalışma Türkiye için gerçekten çok kıymetli bir çalışmadır. Yarın inşallah seçimlerden sonra hükümet kurulup 20 tane bakanımız göreve başladığında bu 20 bakanın görevi burada hazır.

Bugüne kadar yapılmış en detaylı çalışma. Bu iddia ile de açık açık söylüyorum.

Başka ne yaptık? Sapasağlam bir anayasa çalışması yaptık. 84 maddelik bir anayasa değişiklik paketi hazırladık.

Ne için? Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek için.

Tam 84 madde.

Biliyorsunuz şu anda iktidar yeni bir anayasadan bahsediyor. Tam 5 yıldır yeni anayasa gerekiyor Türkiye'ye diyorlar. Ama ellerinde tek bir maddelik çalışma yok.

Ha bir madde hazırlamaya çalışırlar biliyorsunuz malum, bir maddelik anayasa değişikliği onu da şimdi rafa kaldırdılar.

Yine 6 partinin 84 maddede mutabık kalması az bir değil.

Böylece biz ittifak olarak neler yapacağımızı da vatandaşlarımıza seçimden önce taahhüt etmiş olduk.

Geçiş sürecinin yol haritasını belirledik. Bu ne demek? Ortak Cumhurbaşkanı adayımızla beraber 6 parti bu ülkeyi beraberce nasıl yönetecek, bunun yol haritasını madde madde madde madde yazdık imzaladık ve yine vatandaşlarımıza taahhüt olarak sunduk.

Bakın her şey yazılı ve hiçbir şey bir kişinin iki dudağı arasında değil. Diyalogla, istişareyle, müzakereyle ve mutabakatla yürüyen bir süreçten bahsediyoruz.

Ortak akıldan bahsediyoruz.

Böylece bir ortak yönetim modeli de ortaya koyduk. Ve nihayet ortak Cumhurbaşkanı adayımız da belirleyerek ülke tarihimizde görülmemiş bir demokrasi hikayesini yazmaya devam ettik.

İnşallah göreceksiniz demokrasi için bir araya gelenler, hak ve özgürlükler için bir araya gelenler, adalet için bir araya gelenler nasıl başarılı olabiliyormuş Asya'ya, Afrika'ya, Avrupa'ya, Amerika'ya inanın bir ilham kaynağı olacak bir süreç başlattık.

Şu anda dünyada maalesef otoriter eğilimlerin çoğaldığı pek çok ülke var.

Demokrasi isteyenlerin zayıfladığı, demokrasi isteyenlerin sesinin kısıldığı bir dünyaya karşı karşıyayız.

İşte tam da bu noktada Türkiye gibi bir ülkede demokrasi kazandığında bu dünyadaki bütün demokrasi arayanların bir umudu bir ilham kaynağı haline gelecektir.

Bu yüzden sorumluluğumuzun çok büyük olduğunun farkındayız. Ve bu sorumluluğunu da bilinciyle hareket ediyoruz.

Ve inşallah 14 Mayıs’ta bu çalışmalarımızı başarıyla tamamlamış olacağız.

Bu seçim aslında ne olacak biliyor musunuz değerli dostlarım, değerli konuklar.

Bu seçim aslında neredeyse bir referandum olacak.

Çünkü bu seçimde aslında 2 tane seçim var karşımızda. Diğer tercihler çok önemli değil 2 tane temel tercih var.

Nedir?

Güçlendirilmiş parlamenter sistem mi, yoksa şu andaki devam eden süreç mi?

Yani:

Yani Ortak akıl mı, tek akıl mı?

Yani, Huzur mu, kriz mi?

Zenginlik mi, fakirlik mi?

Özgürlük mü, baskı mı?

Demokrasi mi, otokrasi mi?

Umut mu, korku mu?

Sevgi mi, öfke mi?

Bahar mı, kara kış mı?

İnanın önümüzde 2 tane tercih var. Böyle bir seçime doğru gidiyoruz.

Evet arkadaşlar,

Biz cevabımızı biliyoruz. Ülkemizin neyi hak ettiğini de gayet iyi biliyoruz.

Hakka hukuka dayalı bir yönetimle Türkiye’yi özgürleştireceğiz.

Özgürlükçü katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi hedefleyeceğiz.

Hukukun üstünlüğünü, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını hedefleyeceğiz.

Ülkeyi yönetirken; kural temelli yönetim, katılımcılık, kök nedenlere odaklanma, veri ve analize dayalı çözüm, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleriyle hareket edeceğiz.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme modeliyle zenginleşeceğiz.

Bir avuç insanın servetine servet kattığı, topyekûn ülkenin zenginleştiği bir refahı hedefleyeceğiz.

Ülkenin geri kalanının evladına beslenme çantası hazırlarken ıstırap çektiği bir ülkede refahtan, zenginleşmeden, ekonomik büyümeden bahsedilemez.

Ekonomik büyüme ancak topyekûn zenginleşme varsa anlamlıdır. Yoksa ekonomik büyüme 3-5 kişiyi daha zengin yapmaktan ibarettir.

Evet, arkadaşlar son 28 gün. Tam 4 hafta kaldı.

Bilgili, ehil, çalışkan kadrolarımızla, vatandaşlarımızın hak ettiği Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz.

Ve bu yolda her zaman, şu anda misafir olduğumuz dernek gibi sivil toplumunda desteği ile sivil toplumla beraber Türkiye’nin hedeflerine ulaşacağız.

Sivil toplumu dinleyeceğiz. Çünkü demokrasi sadece seçimden seçime vatandaşlarımızın oyunu isteyip oyları cebine koyup 5 sene arkasına bakmadan dönüp gitmek değildir.

Demokrasi aynı zamanda sivil toplumla meslek örgütleriyle beraber çalışmaktır.

Demokrasi aynı zamanda özgür basınla, eleştiriye açık bir tutum ortaya koymaktır.

Demokrasiyi seçimden seçime çalışan bir sandık sistemi olarak görenler büyük bir yanılgı içindeler.

Onun için sivil toplum çok önemli. Örgütlü toplum çok önemli.

Tek tek insanların sesi az çıkabiliyor, sesini duyuramayabiliyorlar. Ama topu ve organize ses, ses getiriyor.

İşte o zaman güç ortaya koyuluyor.

Sadece dernekler vakıflar değil, meslek örgütleri, meslek odaları, üniversiteler, inisiyatifler…Kısacası arkadaşlar, lafta değil özde ortak aklı sağlamak zorundayız.

Bu güzel İstanbul akşamında, uzun bir konuşmayla sizleri yormak istemiyorum.

Nazik daveti için Demokrasiyi Güçlendirme Derneği Başkanı Sayın İlyas Buzgan’a ve değerli arkadaşlarına teşekkür ediyorum.

Demokrasiyi Güçlendirme Derneği’nin de 2021 yılından bu yana başlattığı bu demokrasi arayışını inşallah en kısa zamanda hep beraber neticeye ulaştıracağımızı tekrar ifade ediyorum.

Şimdiden Ramazan Bayramınızı ve 14 Mayıs’ta gelecek demokrasi bayramınızı kutluyorum. Hepinizi muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun var olun.

15 Nisan 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İstanbul İftar Konuşması

İstanbul İftar Konuşması


Güzel İstanbul’umuzun değerli Büyükşehir Belediye Başkanı,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,

Değerli genel merkez kurul üyelerimiz,

Sivil toplumun kuruluşlarımızın, meslek örgütlerimizin ve siyasi partilerin çok değerli temsilcileri,

Saygıdeğer konuklar,

Hanımefendiler, beyfendiler,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor; İstanbul İl Teşkilatımızın düzenlemiş olduğu iftar programına tekrar hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Ramazan Bayramımıza 5 gün kaldı.

Demokrasi Bayramımıza ise sadece 29 gün kaldı.

Evet arkadaşlar, önümüzde iki bayramımız var.

İnşallah 29 gün sonra İstanbul damgayı demokrasiye basacak.

29 gün sonra İstanbul damgayı atılıma basacak.

Evet, 29 gün sonra İstanbul ülkemizin bu en büyük şehri yine Türkiye’nin kaderini değiştirecek.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ben bugün buradayım.

Adaleti alaşağı eden, demokrasiyi ezen, hakkı yerle bir eden ve artık eskiyen bir hikâyeyi kabul etmediğim için buradayım.

Çünkü biz, yola çıkarken ulaşmayı hedeflediğimiz özgürlüklerden asla vazgeçmeyeceğiz.

İleri demokrasiden, çoğulculuktan, katılımcılıktan vazgeçmeyeceğiz.

Hukuk devletinden vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz.

*****

Bu yola çıkarken demokrasi diyenlerin demokrasiyi kullanıp nasıl aşağı indirdiklerini, hukuk devletini nasıl ayaklar altına aldıklarını maalesef yüreğimiz kanayarak izledik izliyoruz.

İşte bunun için DEVA Partisini kurduk. İşte bunun için yola çıktık.

Tam 3 yıl oldu.

3 yıl içerisinde çok kısa bir zamanda DEVA Partisi 81 ilin tamamında il teşkilatını kurdu. 753 ilçede ilçe başkanlarımız görevinin başında.

Pırıl pırıl tertemiz tüm Türkiye’ye örnek olacak bir teşkilat yapısını kurduk hamdolsun.

İşte burada İstanbul teşkilatımız her bir ilçemiz bir il teşkilatı gibi heyecanlı gayretli ve sonuç alan çalışmalar ortaya koydu.

39 ilçenin 39'unda da ilçe başkanlarımız görevinin başında şu anda. Bir yandan teşkilatlandık bir yandan da ülkemizin yarınları ile ilgili çok detaylı hazırlıklar yaptık.

Tam 22 alanda eylem planı hazırladık. Her konuda seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ne yapacağını bütün detaylarıyla ortaya koyduk.

Bütçesini hesap ettik tarih verdik.

Adaletten tutun sağlığa, ekonomiden tutun dış politikaya güvenliğe kadar her alanda ama her alanda ev ödevimizi hazırladık.

Arkasından 6 siyasi parti olarak çok kıymetli ve siyasi tarihimize çok özel bir yeri olan bir işbirliği süreci başlattık.

Diyaloğa dayanan, müzakere ve uzlaşıyı esas alan bir işbirliği süresi başlattık.

Geçen yıl ilk defa 12 Şubat'ta masaya oturduk. Halkımız 6'lı masa dedi. Biz vermedik o ismi vatandaşlarımızın koyduğu bir isim oldu.

Kolları sıvadık dedik ki bizi birleştiren nokta o gün için Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem.

Mutabakat metnimizi hazırladık. Hemen arkasından 84 maddelik anayasa metnimizi tamamladık.

Bakın şu andaki hükümet yeni anayasa deyip durmuyor mu? Sayın Erdoğan yeni anayasayı çıkaracağız deyip durmuyor mu?

Ortada hiçbir şey yok. Sıfır.

Biz 6 parti tam mutabakatla demokrasiye nasıl geçileceği, güçlendirilmiş parlamenter sisteme nasıl geçileceğiyle ilgili anayasa metnimizi hazırladık. Tam bir mutabakatla.

Arkasından Cumhuriyet tarihinde yapılmamış bir başarı elde ettik.

Yine 6 parti tam bir mutabakatla 2300 maddelik bir ortak politikalar metni imzaladık.

Bakın her alanda ama her alanda kurulacak hükümetin ne yapacağı konusunda da 6 parti mutabık kaldı.

Hükümet kurulduğu anda sağlık bakanının ev ödevi hazır, milli eğitim bakanının ev ödevi hazır. Milli Savunma bakanının ev ödevi hazır, ekonomi ile ilgili bakanların Adalet bakanlarının ev ödevi hazır.

5 yıl boyunca bütün bakanları meşgul edecek bir hazırlık yaptık ortaya koyduk.

Ne zaman?

Ta 30 Ocak’ta. 30 Ocak.

Aradan geçmiş 2,5 ay. Bizden tam 2,5 ay sonra 20 yıldır iktidarda olanlar çıktılar bir seçim beyannamesi açıkladılar değil mi?

Bir baktık baştan aşağı kopya. Baştan aşağı kopya.

Sayın Erdoğan ne diyor?

‘Artık mülakatı kaldıracağız’ diyor.

Ya bir dakika mülakatta en büyük haksızlığı yapan siz değil misiniz? Kayırmacılığı yapan siz değil misiniz? Mülakatı işine gelmeyenleri devlete sokmamak için çalışan siz değil misiniz?

‘Mülakatı kaldıracağız’ diyor ve bizden tam 2,5 ay sonra açıklıyor.

Parti programımızı 3 sene önce açıklamışız parti programımızı 3 sene önce. O daha bugün açıklıyor. Neymiş gençlere internetmiş. Biz onları 3 yıl önce söyledik 2,5 ay önce yazdık.

Açın bakın yeni bir şey yok.

Açıkladıkları sosyal destek sistemi.

Bizimkinin birebir kopyası yahu. Birebir kopyası.

Nereden nereye.

Artık üretemeyen, çözüm üretemeyen ancak 6 partinin Millet İttifakı’nın hazırladığı ortak politika metninin bir kopyasını 2,5 ay sonra ortaya koyabilen bir iktidardan bahsediyoruz.

Artık vakit doldu arkadaşlar vakit doldu. Artık Türkiye'de iktidarın değişme zamanı geldi.

Bunların hepsini başardık.

6 parti olarak Millet İttifakı olarak hazırız her şeye hazırız.

Ve belki de daha önemlisi seçim güvenliği sistemimizle de hazırız.

Tek bir oyun bile zayi olmaması gerekiyor tek bir oy.

Bütün bunları yaptık en sonunda da yine 6 parti olarak Millet İttifakı olarak ortak Cumhurbaşkanı adayımızı belirledik.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu 6 partinin ortak adayıdır dedik ilan ettik ve geçiş sürecinin yol haritası ile beraber yani ortak yönetim modeli ile de beraber kamuoyuna taahhütlerimizi sunduk.

Değerli arkadaşlar, biz tarihimizde görülmemiş bir birliktelik inşa ettik.

Bir elin sesi yok dedik, binlerce el birleştik.

Ya hep beraber ya hiçbirimiz dedik.

Tüm Türkiye olarak kenetlendik arkadaşlar tüm Türkiye.

Şöyle bir bakın 6 partiye bakın bütün Türkiye burada temsil ediliyor. Bütün sosyal kesimler temsil ediliyor, bütün hayat tarzları temsil ediliyor.

6 partiyi yan yana koyduğunuzda Türkiye’nin tümünü görüyorsunuz.

İşte bunun için biz güçlüyüz.

Diğerleri ne yapıyor?

Ayrıştırıyor, ötekileştiriyor, benden misin değil misin diyor. Beriki misin öteki misin diyor.

Biz ise tam da dediğiniz gibi birleşe birleşe büyüyoruz.

Çünkü arkadaşlar, önümüzde çok kritik bir soru var çok kritik.

Türkiye mi? Yoksa tek tek partilerimiz mi?

Partilerimiz mi yoksa 86 milyon mu?

İşte biz bu son süreçte 6 parti olarak Türkiye’yi önceledik. ‘Bir araya geleceğiz’ dedik.

Evet, fedakârlık istiyor evet kolay değil. Bir araya gelip uzlaşmak için herkes kendi bulunduğu pozisyondan bir miktar geri adım atıyor.

Uzlaşmanın tabiatında bu var.

Bir ödünleşme süreci var.

Ama bunu niye yaptık? Ülkemiz için yaptık. Bunu niye yaptık? Ortak politikanın ve ortaklaşılan paydanın ülkemizi çok daha güçlü yarınlara götüreceğine inandığımız için yaptık.

Biz ‘Ne olacaksa olsun, kazanan Türkiye olsun’ dedik.

Bu seçim tüm demokratlara, özgürlük aşıklarına, ülke sevdalılarına söz verdik: ‘Birleşe birleşe kazanacağız’ dedik.

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta çok ama çok zor bir karar verdik.

DEVA Partisi 87 seçim bölgesinde 600 adayıyla seçime girmeye hazırlandı. Listeleri tamamladık. Görüşmeleri bitirdik.

Partimizin kurulduğundan bu yana en büyük kampanya programını başlattık.

Listelerin teslimine 2 gün kala önemli bir karar verdik.

Dedik ki birleşe birleşe güçleneceğiz ya, tek bir listeden seçime girildiğinde toplam milletvekili sayısının oldukça fazla olacağıyla ilgili kanaatimizi perçinledik.

Ve bununla beraber 5 parti hatta 6. Partiyi de sayarsak bölgeler bazında 6 parti çok geniş bir işbirliği içerisinde girmiş oldu.

Tek bir listeyle seçime giriyoruz ki tek bir oy dahi zayi olmasın. Bu iş hesap kitap işi, matematik işi.

Ama aynı zamanda siyasetin matematiği her zaman 2 kere 2, 4 gibi işlemiyor. Bunun da farkındayız.

Onun için her zamankinden çok çalışmak zorundayız.

Onun için adaylarımızın her ilde herkesten çok çalışması lazım.

Şu anda burada İstanbul’da bizim 5 tane adayımız var. Hepsi de şu an önümüzdeki masada oturuyorlar.

Her bir adayımız bütün adaylar içerisinde en çalışkan olmak zorunda.

Herkes 16 saat çalışıyorsa bizim adaylarımız 20 saat çalışmak zorunda.

Şunu ortaya koymalıyız; ‘DEVA çalışkandır’ ‘DEVA, çalışan Türkiye’nin sesidir’ dedirtmek zorundayız. İstanbul’a da bütün aleme de.

Demokrasi Atılım 14 Mayıs akşamı inşallah geliyor Türkiye’ye geliyor.

Bizim arkadaşlar İstanbul’da 5 adayımız var ama 39 ilçede de sapasağlam teşkilatımız var.

Ve ben bu 39 ilçe teşkilatımızla da il teşkilatımızla da gurur duyuyorum.

Tüm Türkiye’ye örnek. Bu 39 teşkilatımız sadece 5 adayımızın değil ortak listedeki bütün adayların arkasında olacak.

39 ilçe teşkilatımız, il teşkilatımız ortak listedeki her bir adayımızın sağında solunda, yanında, arkasında olacağız.

Niye çünkü birlikte kazanacağız. Beraber kazanacağız. Ondan birlik içerisinde beraberlik içerisinde olacağız.


*****

Değerli Arkadaşlar,

14 Mayıs’ta öyle bir seçim yapacağız ki, Türkiye kazanacak.

Sağcı-solcu demeden;

Muhafazakâr-seküler demeden;

Türk-Kürt-Arap-Laz-Çerkes demeden;

Sünni- Alevi demeden;

Hep beraber daha fazla demokrasi diyeceğiz ve ortak Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu ülkemizin 13. Cumhurbaşkanı yapacağız.

Evet birlikte kazanacağız ama ondan sonra da birlikte yöneteceğiz.

İstişareyle, ortak akılla yönetilecek ülke.

Tek bir kişinin küçücük dağarcığına sığmaz bu Türkiye.

Olmaz.

Birlikte istişareyle, uzlaşıyla yöneteceğiz bu ülkeyi.

Ve yine hep beraber Millet İttifakı olarak mecliste çoğunluğu sağlayacağız.

Hep beraber sağlayacağız.

Söz mü? Arkadaşlar.

Millet İttifakı olarak mecliste çoğunluğu sağlayacağız söz mü?

İstanbul’a bu yakışır işte. İstanbul’a bu yakışır.

Hem Cumhurbaşkanlığını kazanacağız hem de meclisi kazanacağız.

2 sandığın da zaferi bizim olacak söz mü?

İşte İstanbul bu. Bu seçim CHP’li MHP’li fark etmez AK Parti’li HDP’li fark etmez İyi Partili, Gelecek Partili, Demokrat Partili fark etmez DEVA Partili dostlarım.

Bu seçim;

7’den 70’e, kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm Türkiye kazanacak! tüm Türkiye kazanacak

Hep beraber, birleşe birleşe kazanacağız.

Bir olacağız, güçlü olacağız ve kazanan tüm Türkiye olacak.

Tekrar soruyorum

SÖZ MÜ?

*****

Değerli arkadaşlar,

Önümüzde 29 gün kaldı, bu 29 gün daha çok bir araya geleceğiz.

Hep beraber İstanbul’u sokak sokak adımlayacağız. Girilmedik mahalle, dinlemedik insan bırakmayacağız.

Endişeye mahal yok;

Buradayız ve ülkemizi içinde bulunduğu derin krizden hep beraber çıkaracağız.

85 milyonu, tüm milletimizi davet ediyorum…

6 partinin genel başkanları olarak ve çok kıymetli belediye başkanlarımız Ekrem İmamoğlu ve Sayın Mansur Yavaş ile beraber hep beraber çalışacağız.

Çok çalışacağız.

Ben şuna inanıyorum, Allah doğrunun yardımcısıdır. Allah çalışanın yardımcısıdır. Biz buna inanıyoruz. Bu inançla çalışacağız.

Ve herkese 14 Mayıs’ta yazmaya başlayacağımız ve tüm dünyaya örnek olacak demokrasi hikayemize davet ediyorum.

Tekrar bu iftar programını düzenleyen değerli İl Başkanımız Erhan Erol başta olmak üzere tüm il teşkilatımıza emekleri için teşekkür ediyorum.

Ve yine İstanbul Büyükşehir Belediyemize değerli başkanımızın şahsında bu mekânı ki İstanbul’da her mekânı bize vermiyorlar biliyorsunuz bazı mekanlar kapalı DEVA Partisine.

Bu mekânı bizim için bu akşam için rezerve ettikleri için de tekrar teşekkür ediyorum.

Hepinize sevgilerimi saygılarımı sunuyorum.

Şimdiden çifte bayramınızı kutluyorum.

Hayırlı uğurlu olsun diyorum.

30 Mart 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın GAİN'de ”Ya Sonra?” programı Açıklama

Ali Babacan, GAİN'de ”Ya Sonra?” programı açıklama

Mirgün Cabas: Konuğumuz DEVA Partisi genel başkanı Ali Babacan. Ali Bey çok teşekkürler geldiğiniz için.

Ali Babacan: Ben teşekkür ediyorum siz Ankara'ya hoş geldiniz.

Mirgün Cabas: Biz de size gelmiş olduk bizim için bir değişiklik oldu.

Özlem Akarsu Çelik: Öncelikle hemen YSK ile başlayalım. Hoş geldiniz programımıza. YSK aslında kimseyi şaşırtmayan bir karar verdi. Erdoğan'ın adaylığı ile ilgili itiraz başvurusunu reddetti. Sürpriz oldu mu?

Ali Babacan: Biz bunu bekliyorduk. Hatta bunu defalarca da açıkladık. Bizim kendi hukukçu arkadaşlarımızın tamamı, Türkiye'deki Saygın hukukçularındaki kahir ekseriyeti Sayın Erdoğan'ın tekrar aday olmasını mümkün görmüyordu. Tek yol meclis kararı ile seçime gidilmesiydi. Meclisin erken seçim kararı almasıydı. Yani Cumhurbaşkanı kararıyla gitmenin mümkün olmadığını, gidildiği takdirde de Sayın Erdoğan'ın tekrar aday olamayacağı ile ilgili kati değerlendirmeleri vardı bizim arkadaşlarımızın. Dolayısıyla biz YSK'nın böyle bir karar verileceğini bile bile en azından bir vatandaşlık görevini yerine getirmek için ve bir hukuk kaydı düşmek için görevimizi yerine getirmiş olduk. Bu hukuki değildir dedik itirazımızı yapıyoruz dedik. YSK’da beklenen cevabı verdi. Bu kaydı düşmek bizim vatandaşlık görevimizdi onu yaptık. Ama dediğim gibi sürpriz değil.

Mirgün Cabas: İki gün daha bununla herhalde yoğun bir mesai harcanacak. İttifak milletvekilliği listelerine acaba cumhurbaşkanlığı konusunda ulaştığınız uzlaşma milletvekilliği adaylık listelerine yansıyabilecek mi? Bu konuda hangi noktadasınız?

Ali Babacan: Cumhurbaşkanlığı ile alakalı ortak aday kararımız çok kritikti. Ve biliyorsunuz biz bu süreci tuğla tuğla inşa ederek geldik. İlk önce ne yaptık anayasa metni konusunda uzlaştık. 84 maddelik anayasa değişikliği. Çok önemli bir adımdı. İlk defa 6 parti bir araya geliyor seçimden önce böyle bir uzlaşı sağlıyor. O da yetmedi seçimden sonra kurulacak hükümetin adeta bir hükümet programı niteliği taşıyan hükümet programından da daha detaylı olan 2300 maddelik bir ortak politika metni bitirdik açıkladık. Ki çok şey var bunun içerisinden konuşulacak çok şey var. Ben program sırasında bunu birkaç defa elime alıp gösterebilirim. Çünkü referans metindir bu. 6 partinin imzası ile yayınlanmış. Bunu bitirdik arkasından ne yaptık? Ortak cumhurbaşkanı adayımızı ve geçiş sürecinin yol haritasını açıkladık ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile alakalı kısmı tamamladık. Yani iki tane sandık geliyor ya önümüze 14 Mayıs'ta. Birinci sandıkla ilgili süreci biz tamamladık kendi 6 partili grubumuz millet ittifakı açısından. Şimdi sıra geldi ikinci sandığa. 2 sandıkta milletvekilliği seçimleri ile ilgili ne yapacağız? Milletvekilliği seçimleri ile alakalı biliyorsunuz dont sistemi Türkiye'de yıllardır uygulanan ve dikkat edilmesi gereken bir sistem. Yani bu sisteme göre her seçim bölgesinde çok dikkatli hesap yapmak gerekiyor ve artık o dediğimiz oyların ziyan olmaması ile alakalı baştan tedbir almak gerekiyor. Bizim 6 Parti olarak yani Millet İttifakı olarak seçime gidiyor olmamızın avantajı 6 partinin bütün bu 81 ilde 87 seçim bölgesinde farklı işbirliği modelleri ile milletvekili sayısının maximize etmek. Yani en yüksek milletvekili sayısına ulaşmak gibi bir imkanımız var. Ve burada da 6 partinin beraberce çalışabilmesi söz konusu. Bununla ilgili bir ortak komisyon kurduk. Aşağı yukarı 1 ayı geçti sanırım. Seçim işbirliği komisyonu bunun adı. Komisyonumuz herhalde 7-8 kere toplandı bugüne kadar. Ve il il, parti parti duruma bakıyorlar. Süreç henüz tamamlanmadı ama dediğim gibi buradaki amaç Millet İttifakının toplamda en fazla milletvekili sayısı çıkarması. Bu da ancak işbirlikleri ile mümkün. Yani seçim bölgesi bazında işbirlikleri ile mümkün. Adeta işbirliği yapmazsanız herkes ayrı ayrı hareket ederse toplam milletvekili sayısı daha az çıkıyor. İşbirliği yaparsanız toplamda milletvekili sayısını artırıyorsunuz. Önemli olan toplamdaki milletvekili sayısını maksimize etmek artırmak ama bunu da adil paylaşımını partiler arasında sağlamak. Kolay bir iş değil. Çünkü ortak kadar bir taneydi ama şimdi 600 tane milletvekili adayı tespit etmek gerekiyor. Dolayısıyla bu süreç biraz daha karmaşık.

Mirgün Cabas: Galiba oradaki anahtar sözcüğü siz biraz önce söylediniz. Adil bir paylaşım sağlamak dediniz. Galiba her partinin orada adaleti sağlamak için tabii ki kendi rezervleri var ve bu iş bu yüzden bu kadar uzun sürüyor. Ve belki bazı yerlerde partiler tek başlarına ya da liste dışında...

Ali Babacan: Çok çok karmaşık 87 seçim bölgesi var. Binlerce isim var başvuran aday adayı olarak. Her partinin kendisine başvuran isimlerle ilgili değerlendirmesi var. Hangi ilde hangi partinin adayı daha şanslı. Bununla ilgili değerlendirmeler gerekiyor. Bunların sıralaması nasıl olacak bununla ilgili değerlendirmeler gerekiyor. Kolay bir süreç değil. Baya yorucu. İşin bir teknik hesap kitap kısmı var bir de tabii siyasi perspektif kısmı var. Dolayısıyla teknik hesap kitapla siyasi perspektifi miks edip İnşallah en iyi sonuca yakında varırız diye tahmin ediyorum.

Mirgün Cabas: Sizin için ideal durum nedir? Yani ne durumdasınız? İdeal çözüm uzlaşma Deva partisi için ne? Çünkü siz kendinize görünmek istiyorsunuz yani kendi logonuzla girmek istediğiniz yani 41 ilde En azından girmeniz gerekiyor galiba değil mi?

Ali Babacan: Bizim kendi partimizin özgün kimliğinin korunuyor olması bütün bu süreçte çok temel bir konu. Başka türlü düşünsek Deva partisini biz kurmazdık. Deva Partisi şu anda 81 ilde örgütlendi, 753 tane ilçe başkanımız var bizim düşünün. Yani 3 yıllık bir parti olmamıza rağmen hem teşkilat büyüklüğünde hem de teşkilatın tüm Türkiye sathında dengeli dağılımında çok önemli başarı elde ettik. Bizim Edirne teşkilatımız da çok güzel insanlardan oluşuyor Hakkâri de öyle Kars'ta öyle Muğla da öyle. Boş bir bölgemiz yok. Yani teşkilat kuramadığımız hiçbir yer yok. Ve baktığımızda pek çok bölgedeki bizi destekleyen, bizi destekleyeceğini söyleyen insanların miktarları da birbirinden çok farklı değil yani. Mesela Siirt'te miting yaptık. Siirt’in ana meydanı doldu. Çok özel bir demografik yapısı vardır Siirt'in. 6 gün sonra Trabzon'da miting yaptık. Trabzon meydanında doldu. Oranın da çok farklı sosyal bir dokusu vardır. Böyle yapabilecek parti sayısı azdır Türkiye'de. Hem Siirt'te hem Trabzon'da 6 gün arayla böyle büyük mitingler yapabilecek parti sayısı azdır. Dolayısıyla çok önemli bir noktaya getirdik Deva Partisini. Bundan sonraki amacımız bunun üzerine ekleye ekleye ekleye götürmek. Bütün bu süreçte tabii ki biz Deva partisinin özgün kimliğini duruşunu mutlaka koruyacak ortaya koyacak bir şekilde bu seçimlere gitmeyi arzu ediyoruz. O da en doğal hakkımız.

Özlem Akarsu Çelik: Bazı illerde İYİ Parti ile CHP anlaştı görünüyor. Siz de Saadet, Gelecek Deva ve CHP'yi de katarak başka bir ittifak... İYİ Parti neden hep kendini dışında tutuyor bunların?

Ali Babacan: Şöyle aslında süreç 6 parti beraber başladı komisyon fakat o altılı komisyonun çalışması tamamen karmaşık bir iş. 4. toplantıdan sonra şöyle bir karar aldık. Artık her parti ikili görüşsün biraz. İkili görüşmelerle ilerlesin. Çünkü 6'lı çok zor oluyor yani 6 parti aynı masada. 87 değişik seçim bölgesi. O ikili görüşmelerde bazı partiler arasında kısmi mutabakatlar oluşmuş durumda şu an benim bildiğim kadarıyla. Ama henüz deklare edilmiş henüz en son nokta konulmuş el sıkışılmış konular değil. Yani bu süreç içerisinde bunlar eminim ki ufak tefek belki değişikliklere de uğrayabilir. Yani şu önümüzdeki 8-9 gün çok kritik olacak. Hızlı gitmemiz lazım, iyi çalışmamız lazım sistematik çalışmamız lazım ki milletin seçmenlerin bize olan teveccühünün en son adet oyuna kadar sahip çıkalım koruyalım. Hiçbir oy zayi olmasın. Sandığa gelen her oy mutlaka milletvekilliği seçiminde işe yarasın. Bizim bütün amacımız şu anda o. Ne kadar çok işbirliği o kadar çok milletvekilliği. Bu iş böyle.

Özlem Akarsu Çelik: Sayı var mı?

Ali Babacan: Yani işbirliği daraldıkça milletvekili sayısı azalıyor, işbirliği genişledikçe milletvekili sayısı genişliyor bu kadar basit.

Özlem Akarsu Çelik: DEVA için aklınızda öngördüğünüz bir sayı var mı milletvekilliği?

Ali Babacan: Onu nihayetinde milletimiz takdir edecek. Yani o şu anda bir şey söylersek doğru olmaz. Nihayetinde milletin takdiri. Milletimiz bizi ne kadar çok desteklerse teveccühler ne kadar güçlü olursa o kadar çok milletvekili sayısını çıkaracağız inşallah. Yani şu andaki sistemde Cumhurbaşkanlığı önemli. Yani sistemde cumhurbaşkanına verilen çok yetki var. Ama mecliste bir o kadar önemli. Meclisin de derli toplu gitmesi lazım. Yani meclisin hükümeti destekler pozisyonda ve hükümetle aynı istikamette yürümesi lazım. Tabii ki güçler ayrılığına biz inanıyoruz ama biliyorsunuz belediyelerde gördüğümüz tablolar var Ankara'da İstanbul'da. Yani başkanla meclisin frekansı tutmayınca İstanbul zarar görüyor Ankara zarar görüyor. Biz Türkiye'nin zarar görmesini istemiyoruz. Dolayısıyla birbiriyle konuşan birbiriyle anlaşan güçler ayrımına mutlaka riayet eden ama birbirleriyle konuşan ve birbirine destekleyen meclis yani yasama ve yürütmenin önümüzdeki süreçte çok çok kıymetli olacağına inanıyoruz.

Mirgün Cabas: Milletvekilliği başvuruları nasıl DEVA'ya?

Ali Babacan: Bizim beklediğimizden çok daha yüksek sayıda ve çok daha yüksek profilli bir başvuru oldu. En son dosyalar tamamlanıyor ama en baktığımda sayı 1300'ü geçmişti. Yani yeni kurulan 3 yıllık bir siyasi partinin ki mecliste şu an çoğunluğu olan bir siyasi partinin başvuru sayısı herhalde 5 bin 6 bin civarında mı? Bizim ilk seçime girerken 1.300'ün üzerinde bir başvuru oldu. Yani şunu söyleyeyim. Parasını yatıran 1250 kişi civarında. Ama 1300'de başvuru var. Ama onlar da bu hafta içerisinde herhalde netleşir. Hala da böyle ufak tefek illerden bazı şeyler geliyor 'ya ben geciktim'. Bakıyoruz iyi bir isimse ayın 9'una kadar nasıl olsa vakit var diyoruz. Kapıları tam sıkı sıkı kapatmış değiliz. Öyle çok istisnai başvurular olursa o başvuruları da şu anda kabul ediyoruz yani.

Özlem Akarsu Çelik: Hüda Par, Yeniden Refah Partisi, Büyük Birlik Partisi ittifakı katıldı. Hüda Par ile ilgili kamuoyunda ciddi tartışma oldu. Özellikle kadınların tepkisini çeken bir duruşu var Hüda Par'ın. Kadın haklarının elde edilen hakların alınması noktasında Yeniden Refah Partisi’nin de bazı talepleri var. 6284’ü hedef olarak pazarlık masasına oturdu ve anlaştı. Partinizin bu konudaki tutumu nedir?

Ali Babacan: Maalesef Türkiye'de siyasetle kadınlar üzerinden yürüyen retorik, kadınların kıyafetleri üzerinden yürüyen kavgalar, kadın hakları üzerinden giden ters önündeki tartışmalar. Hele hele kadına şiddetle ilgili böylesine gerçekten adeta insanın kalacak boyuttaki yaklaşımlara biz çok çok üzülüyoruz. Bu konuda bizim Deva Partisi olarak tutumumuz çok net. Bizim biliyorsunuz 22 tane eylem planımız var. 22 fasiküllü ansiklopedi gibi. Yani binlerce binlerce madde var. Yani en son eğitimde 500 maddemiz var. Temel haklarda 354 madde var. Burada kadın hakları ile ilgili bölümlerde var, genelde kadınlarla ilgili sorunlarla ilgili bölümlerde var. Kadına şiddetle ilgili bölümlerde var. Biz bunu 6'lı masaya koyduk. 6'lı masadan ortak politikalar mutabakat metni çıktı. Yani bundan sonra biz burada yazan ne varsa iddiamızı hep koruyacağız. Ama işin pratiğe dökülmesi ortak politikalar mutabakat metni üzerinden gidecek. 6 partinin imzasını taşıyan. Burada da kadın hakları ile ilgili çok uzun uzun anlattığımız konular var. Türkiye'deki yasal düzenlemelerin mevcut halinin bile yetersiz olduğu, bu yasal düzenlemelerin bile çok daha ileri taşınmasını gerektirdiğini biz söylerken mevcuttan geri götürecek yaklaşımlar ve bunun da adeta bir ittifakın ortak konusu haline gelmesi gerçekten Türkiye adına utanılması gereken bir durum. Bizim bu konuda tutumumuz çok çok açık. Kırmızıçizgiler var yani eğer mesele kadına bir şiddetse kadına şiddetin âmâsı fakatı olmaz diyoruz. Bunun gerekçesi olamaz diyoruz. Mesela yaşam tarzı kadına şiddet konusunda bir hafifletici sebep olamaz diyoruz. Böyle bir şey yok yani. Kırmızı çizgi çekip kadına şiddette amasız fakatsız mücadele. Bununla ilgili tabii ki yasalar önemlidir 6284 dâhil. Mevcut yasal düzenlemelere daha ileri düzenlemeler yapılmalıdır. Ama onun ötesinde de uygulama çok önemli. Fiili uygulama yani kolluk kuvvetlerinden başlayarak sahadaki uygulaması. Uygulama da tamamen devletin en tepesindekini ve tepesindekilerin duruşu ile alakalı. Devletin en tepesindeki kişi bu konularda esnek durursa yani orada diyelim ki 50 santimlik bir boşluk bırakırsa meselede aşağıda kolluğa indiğinizde 50 kilometrelik bir boşluk oluşuyor.

 

Özlem Akarsu Çelik: Bana kadın erkek eşit dedirtemezsiniz diyor devletin tepesindeki kişi yıllardır.

Ali Babacan: Maalesef maalesef. Bu inanın siyasi retorik biliyor musunuz. Ne demek istiyorsun gel bir oturalım konuşalım seninle neden bahsediyorsun dediğin zaman muhtemelen aynı şeyleri konuşuyor olacağız ama maalesef bazı grupların bazı sosyal kesimlerin ve özellikle kendilerini destekleyen o küçük grupların oylarını alabilmek uğruna kadınlar üzerinden ve kadın hakları üzerinden, kadına şiddet üzerinden siyaset yapılıyor. Ve bu çok üzücü Türkiye için gerçekten.

Özlem Akarsu Çelik: Siz Ak Parti'nin kadın tabanını da tanıyorsunuz, seçmenini. Yıllarca biz de gözlemledik. AK Parti'yi iktidara getiren kadınlardı. Kapı kapı gezip İlk oy isteyen onlardı o çalışmayı yürüten. O mütedeyyin kesimin kadınları bu işlere nasıl bakıyor?

Ali Babacan: AK Parti'nin ilk kadın kollarının kurucu başkanı, kuran ve 5 yıl başkanlığını yapan Selma Hanım bizim partimizin kurucularından ve genel başkan yardımcımız. O günlerdeki gayret, o günlerdeki kucaklayıcı bakış açısı, kapsayıcı bakış açısı yerini maalesef çok dar bir anlayışa bırakmış durumda şu anda. Özellikle erkek siyasetçilerin kadın hakları üzerinden ve kadına şiddet üzerinden yürüttüğü bu tartışmalar bizim partimizdeki kadınlar tarafından çok büyük bir hayret ve büyük bir endişe ile izleniyor. Yani olamaz diyorlar böyle bir şey. Daha bugün oturduk arkadaşlarla. ' nasıl olabilir' diyorlar. Bir ittifak bir siyasi birliktelik, kadına şiddetle ilgili mevzuatın genişletilmesi gevşetilmesi bu konuya böyle daha yumuşak bakmak...  Bunun üzerinden nasıl ittifak olabilir? Bu nasıl bir ittifaktır diyorlar nasıl bir anlayıştır diyorlar. Yani Deva partili kadınlar şu an büyük bir hayret ve endişeyle izliyor. Ve biz inanın her gün her gün işe başlarken diyoruz ki iyi ki Deva partisini kurmuşuz. İyi ki bu yola çıkmışız. Öbür tarafta olup biteni gördükten sonra ne kadar doğru bir iş yaptığımızı ne kadar doğru bir başlangıç yaptığımızı daha iyi anlıyoruz. Hani iyi ki varsınız derler ya biz iyi ki varız diyoruz. Deva Partisi olarak iyi ki varız. Ve tutumumuz çok önemli pek çok konudaki tutumumuz referans niteliği taşıyor. Ve bu referans niteliğindeki tutum da bazen provokatör de olabiliyor. Çünkü toplumda kabul edilmiş bazı genel geçer konular var. İnsanlar çok da derinlemesine düşünmeden bir şekilde kabul etmiş, biz yok diyoruz ya doğrusu budur diyoruz. Bu olmalıdır diyoruz. Bazen bu yüzden çok fazla eleştiri de oluyor. Yani trollerin saldırısına uğradığımız da çok oluyor ama hiçbiri önemli değil. Çünkü biz söylediğimiz tarih önünde referans niteliğinde şeyler, referans niteliğinde dokümanlar ortaya koyuyoruz. Ve bu da gerçekten önümüzdeki süreçte Türkiye'nin düzgün yönetilmesi için, Türkiye'de adaletin, özgürlüğün gerçek anlamda topluma yayılmış zenginliğin oluşması için son derece önemli olacak. Yani bütün bu eserler var ya biz bunu konuşup geçebilirdik. Niye bunu yazılı hale getirdik, niye bu kadar uğraştık? Binlerce kişinin emeği var buralarda değil mi? Niye yazdık? Çünkü söz uçuyor yazı kalıyor. Yazarken insan daha dikkat ediyor. Çünkü buraya yazacaksınız yarın yapabilirsiniz yapamazsınız. Milyonlarca insana taahhütte bulunuyorsunuz. Yazılı taahhütler çok daha ciddi taahhütler oluyor ve geldiğinde de uygulanması çok daha iyi sonuç veren taahhütler oluyor.

Mirgün Cabas: Bu durum Yeniden Refah Partisi'nin HÜDA-PAR'ı ittifakın içine çekme gayreti aslında AK Parti'nin siyaseten yaşadığı sıkışıklığı bize gösteriyor. Çünkü bu ciddi bir taviz. Kolay kabullenemeyecek bir şey. Bu uğurda kendi parti yöneticilerini kendi bakanlarını sıkıştırdılar siyaseten zor duruma düşürdüler. Bu iş olmasaydı 2 defa kaybetmiş olacaklardı. Hem bu mesele tartışılmış ve gidebilecekleri sınır belli olacaktı hem de bir ittifak olmayacaktı. Ama son dakikada oldu o ittifak. Bu bir anlamda bir sıkışmışlığı çaresizliği gösteriyor değil mi?

Ali Babacan: Kesinlikle. Ve bütün bu Cumhur ittifakı tarafından Sayın Erdoğan'ın hızlı bir şekilde yanına başka partiler aramaya başlaması bizim ortak aday ilan ettiğimizin ertesi günü başladı. Şöyle bir basın arşivini tarayın geçmişe doğru. Bizim ortak adayımızı ilan ettiğimiz güne kadar böyle bir şey yok. Çünkü onlar da şöyle bir hesap vardı; ya bunlar 6 benzemez. Nasıl olsa bu iş olmaz, başaramazlar. Nasıl olsa birisi de zaten kalktı masadan falan gibi. Böyle bir şey vardı bu iş olmayacak nasılsa diye düşünüyorlardı. Ama ne zaman ki biz son noktayı koyduk nihai kararla bir ortak kadar belirledik, üstelik ortak adayda sadece bir kişi her şeyi yani bir tane kahraman bulalım o kahraman gelsin bizim için bütün sorunları çözsün. Rahat rahat oturalım o kahraman çözsün her şeyi. Öyle de değil. Ortak adayımızın Cumhurbaşkanı olduğunda ülke ile ilgili neler yapacağını hepsi burada yazılı. Hükümet programında yazılı. Ülkenin ortak yönetim modeli belli. O yol haritası dediğimiz o bir sayfalık çok önemlidir o doküman. Orada 32 tane önemli karar başlığının sonucudur o bir sayfalık doküman. Bütün bunlarla beraber ortaya çıkmamız gerçekten hükümet tarafını adeta bir panik haline soktu. Yani bir panik atakla hemen apar topar kimi bulalım, bunlar bir araya geldiler zaten her şey hazırdı bir de ortak adayı da belirlediler. Demek ki öyle 6 benzemez falan değilmiş. Bu partiler Türkiye'nin yarınlarında buluşabiliyormuş. Çok farklı kimliklerde olan Partiler çok farklı tabanları olan partiler Türkiye'nin yarınlarında buluştular. Bu çok önemli bir ilerleme. Mesela Cumhur ittifakına bakın. Cumhur ittifakında Türkiye'yi temsil gücü o kadar fazla değildir. Türkiye'nin bir kısmını temsil eder Cumhur ittifakı. Ama bizim ittifakımız Türkiye nüfusunun tümünü temsil ediyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da kendisini bu ittifak içerisinde görmeyen kimse yok. Yani toplumu şöyle sosyal kesimlere ayırın farklı segmentlere bölün. Demografik özelliklerine göre bakın bakın ya şu kesim temsil edilmiyor dediğiniz kimse yok. Tüm Türkiye burada temsil ediliyor. Cumhur ittifakı öyle değil. Onlar daha çok birbirine benzeyenlerin ittifakı. Ama birbirine benzemek ne demek? Türkiye'nin bir kısmını dışlamak demek. Yani Türkiye'nin önemli bir kısmı dışlayan, sadece belli bir bölümünden oy alıp o aldığı o ile ittifak olma çabasında bir Cumhur ittifakı var burada ise tam tersine Türkiye'yi kucaklayacak, tüm kesimleri temsil eden ve çok farklı kesimlerin belki farklı ideolojik geçmişten gelenlerin ülkenin yarınlarında buluştuğu bir ittifak. Diyorlar ki siz nasıl anlaşacaksınız. Biz anlaştık zaten. Gelecek zaman kullanmaya gerek yok Türkçede. Nasıl anlaşacaksınız? Anlaştık. İşte anayasa metninde anlaştık 84 maddede. Şimdi bu TBMM'yi birkaç ay meşgul edecek bir çalışmadır. 84 madde tek tek bakın. Hangi madde nasıl değişecek? Madde madde yazmışız. Altına gerekçesini yazmışız. Pırıl pırıl tertemiz ve tam mutabakat. Bunu anayasa komisyonuna sunacağız anayasa komisyonu çalışmaya başlayacak. Genel kurula inecek tıkır tıkır yürüyecek inşallah. Diğer her konu bakanlar belirlendikten sonra kabine belirlendikten sonra ki 20 tane bakan öngörüyoruz yeni hükümet yapısında. Her bakanı 5 sene meşgul edecek ev ödevi var burada. Değerli sağlık bakanımız ev ödevin burada. Değerli Milli eğitim bakanımız ev ödevin burada. 5 yıllık iş yapılacaklar listesi yani. 2300 madde. 2300 maddeyi bırakın biz bunun %60'ın %70'ini yapalım 5 senede Türkiye kanatlanır uçar zaten. Bunu anlayamıyorlar. Niye anlayamıyorlar? Bir kutuplaştırma üzerinden ülkenin bir tarafını itip öteleyip bir tarafı üzerinden oy alarak ülkeyi yönetmeye talip olanların bunu anlaması mümkün değil. Ya da plana programa inanmayanların, anayasayı tanımayanların, anayasa mahkemesi kararlarına uymuyorum saygı duymuyorum diyenlerin bütün bu yazılı çalışmaları saygı duymazsan mümkün değil. Çünkü plan program onlar için bir vesayet. Kendimi niye bağlayayım diyor planla programla. Sabah uyanırım aklıma bir şey gelir ve ben onu yapmalıyım. Burada yapamazsın diye yazması beni bağlamasın diyor arkadaş ben aklıma geleni yapmalıyım diyor. 5 senedir Türkiye öyle idare ediliyor. Ama sonuçları da ortada. Plan program içerisinde çalışmak ülkeye öngörülebilirlik getiriyor. Yani ileriye doğru ne yapacağınızı açıklıyorsunuz ondan sonra onları adım adım adım adım yaptıkça itibarınız artıyor güveniniz artıyor. Güvenilen bir hükümet olarak da hem adaleti sağlıyorsunuz hem ekonomide ilerlemeyi sağlıyorsunuz hem de eğitimdi sağlıktı bütün sorunları hızlı bir şekilde çözmeye başlıyorsunuz. En önemli farkımız bu. Mesela bizim böyle bir şeyimiz var. Cumhur ittifakının yok. Göstersinler bakalım. Biz hazırlamışız koymuşuz. Üstelik onların 6 benzemez dediği 6 parti yarınlarda buluşmuş. E siz birbirinize benzeyen partilersiniz. Haydi bakalım bunun benzeri bir ortaya koyun. Yapamazlar mümkün değil. Yapsalar bile uygulamazlar. En son Orta vadeli programlara bir bakın, ekonomik programlara bir bakın. Ne açıklamışlar ne yapmışlar... Alakası yok. Açıkladıkları ile yaptıkların alakası yok yani. Böyle bir hükümetten bahsediyoruz.

Özlem Akarsu Çelik: Anayasa mahkemesinin HDP hesaplarındaki bloke kararına itiraz eden üyelerini Cumhurbaşkanı arıyor nasıl böyle bir karar alırsınız diyerek baskı yapıyor. Bizzat anayasa mahkemesi üyesi yaşadıklarını gazeteciyi anlatmış.

Ali Babacan: Hatırlarsanız partimizin ilk kuruluş günlerinde Cüneyt Özdemir ile yaptığım bir mülakat vardı. Ve 'Ali Bey demişti çok sorun var nasıl düzelteceksiniz bu işi.' ben de bazı sorunları düzeltmek inanın anında demiştim. İlk 90 dakikada düzelir. Mesela özgürlükler, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, yargının bağımsızlığı... Bunların düzelmesi o kadar kolay ki. Yeni kurulacak hükümet, yeni göreve gelecek cumhurbaşkanı yemin töreninden sonra yaptığı ilk konuşmada dönecek 'değerli hâkimlerimiz, değerli savcılarımız, değerli anayasa mahkemesi üyeleri, Yargıtay Danıştay hepsi bundan sonra bizden size bir talimat gitmeyecek, bundan sonra bizden size telefon gitmeyecek, not gitmeyecek. Bir aracı gönderip de size baskı yapmayacağız. Havuçla ya da sopayla size istediğimiz kararları aldırmaya çalışmayacağız. Artık özgürsünüz bağımsızsınız' dediğinizde bu iş çözülüyor bakın. Yargının bağımsızlığı inanın bu kadar kolay. Bakın bu cümleleri kurmam 2-3 dakika sürdü yani. O kadar. Ve fiiliyatta da bunu uyguladığınızda iş bitiyor. Ama şu da önemli tabii bağımsız olan yani hükümetin etkisi altında olmayan bir yargının da tarafsız, düzgün, hızlı çalışması da çok önemli. O da ancak yargı reformuyla mümkün işte. Bizim buradaki 10 nolu eylem planımız adil yargı reformumuz Mustafa Yeneroğlu koordinasyonunda hazırlanan, 10 nolu eylem planımızda 198 madde ile yargı reformunun nasıl olacağını biz burada açıkladık. Neler yapılması gerektiğini açıkladık. Anayasa değişikliği gerektiren hususlar vardı burada yargı reformunda. Buradaki anayasa değişikliği gerektiren hususlarda ne yaptık? 6'lı masaya taşıdık. 6'lı masanın anayasa değişiklik paketinde hep beraber kabul ettik. Dolayısıyla bizim bu yargı reformu ile ilgili anayasa değişikliği burada zaten 6 bar tarafından kabul edilmiş konular. Onları da aldık taşıdık ortak politikalar mutabakat metnine. Burada da yargı reformu ile ilgili çok geniş bir bölüm var. Yargı reformunu da yapmak zorundayız çünkü artık hükümetin etkisi altında olmayan yargının yani bağımsız yargının, tarafsız, adil ve hızlı çalışabilmesi için de çok reform yapmak gerekiyor. Orada çok yapılacak iş var. Ama ne yapacağımızı da gayet iyi biliyoruz. Her şey hazır yani. Sadece uygulama için düğmeye basmak gerekiyor o kadar. Yani hükümet kurulacak bakanlar göreve başlayacak 20 tane bakana eş zamanlı olarak düğmeye basıp 'haydi bakalım arkadaşlar bunları yapıyoruz.' 

Mirgün Cabas: Her alandaki iklimin bir anda değişeceğini düşünüyorsunuz.

Ali Babacan: Bir anda. İnanın soluduğumuz havadaki oksijen miktarı birden artacak. Birden nefes almaya başlayacağız hep beraber.

Mirgün Cabas: Bunun koşulu da öncelikle Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmanız. Nasıl hissediyorsunuz? Elinizdeki veriler ne söylüyor? Şimdi mesela Muharrem İnce'nin adaylığı. CHP'lilerin bu konudan açıktan ya da arka kapıdan sürdürdükleri görüşmeler burada bir uzlaşmaya varılmayacakmış gibi gözüküyor. Bu durum sizi tedirgin ediyor mu mesela?

Ali Babacan: Biz öncelikle bu konularda halkımızın basiretine güveniyoruz sağduyusuna güveniyoruz. Burada %50+1 ile kazanılan bir seçim var. Yani Cumhurbaşkanlığı seçimi tarafına baktığınızda 1. turda %50+1, 1 turda yakalayamıyorsanız 2. turda mutlaka 50 + 1. Çünkü 2 aday kalıyor sadece. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı seçimi aslında nihayetinde iki adaylı bir seçim. Nihayetinde iki tane aday var. Bugünkü tabloya baktığınızda bu iki adayın birisinin Sayın Kılıçdaroğlu diğeri Sayın Erdoğan. Yani bir 3. 4. ismin şansının olmadığını bütün herkes biliyor görüyor. Şimdi burada şuna bakmak lazım bu iki aday haricindeki diğer adaylara oy verenler, o verdiğim o aslında kimin işine yarıyor. Verdiğim oy aslında kime yarıyor. Hesap bu hesap. Nihayetinde ya Sayın Erdoğan ya sayın Kılıçdaroğlu olacak değil mi iki tane aday. Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu'nun olacağına inanıyoruz, onun için çalışıyoruz, onu ortak aday belirledik. Türkiye'de bazı şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Demokrasi sahasının artık Türkiye'de inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Şimdi herkes şu hesabı yapacak; olaylar çok taze olduğu için bu siyasette bir şeyler oluyor günlük bir heyecan oluyor. Balonlar şişiyor köpükler oluşuyor falan ondan sonra balonların köpüklerini aldıktan sonra işin özü kalıyor. Yani bütün gürültü patırtı balonlar köpükler indikten sonra işin özü kalacak. İşin özünde Sayın Erdoğan'ın mı cumhurbaşkanlığını destekleyeceksiniz Sayın Kılıçdaroğlu'nun mu Cumhurbaşkanlığını destekleyeceksiniz? Diğer adaylara verdiğiniz oy Sayın Erdoğan'a mı yarıyor Sayın Kılıçdaroğlu'na mı yarıyor? Hesap bu hesap. Nihayetinde önümüzdeki haftalarda vatandaşlarımızın bu hesabı gayet iyi yapıp görüp anlayanların anlamayanlara anlatmasıyla, ev sohbetlerinde kahve sohbetlerinde bütün bu taşlar yerine oturur. O köpükler balonlar söner işin özü kalır. İşin özünde de nihayetinde bunun iki adaylı bir seçim olduğunu ve vatandaşlarımızın kime oy vermek istediğini baştan belirlemesi gerektiğini gösteren bir sürece doğru gidiyoruz şu anda.

Mirgün Cabas: Sonuca dair bir öngörünüz var mı? Yani böyle ucu ucuna mı olacak yoksa beklenmedik bir tablo çıkacak mı ortaya?

Ali Babacan: Bizim şu anda gördüğümüz tablo ve hem Millet İttifakının kompozisyonuna baktığımızda hem de Millet İttifakının ortak adayına dışarıdan destekleyecek partilere baktığımızda, onların tabanlarına baktığımızda Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili biz ciddi bir sorun görmüyoruz. Ama tabii ki bu seçim oldubitti. Seçim çantada keklik biz kazandık. Böyle bir rehavete de asla düşemeyiz. Son güne kadar son dakikaya kadar çalışmak zorundayız. Asla bu işler boşluk kabul etmez. Yani şöyle birkaç gün bir gevşeyin bir seçimi aldık galiba diye hemen olaylar başka bir yöne doğru gidebilir. Dolayısıyla bugün itibarıyla Sayın Kılıçdaroğlu'nun şansı çok yüksek görünüyor ama bunu çok dikkatli takip etmemiz lazım. Ve son güne kadar bu sağlam duruşu korumamız lazım. Rehavete asla yer yok. Yani iyi anlatmak lazım, çok koşturmak, lazım çok çalışmak lazım. Boşluk bırakmamak lazım.

Mirgün Cabas: Adayınızdan memnun musunuz performansından şu ana kadar?

Özlem Akarsu Çelik: Ben de seçim şarkısını soracaktım sana söz baharlar gelecek…

Mirgün Cabas: Adayınızı şu anki performansı gerçekten Kemal Bey’e boş gün geçirmiyor. Yani yorucu bir program.

Ali Babacan: Bu kampanya ile ilgili aslında Kemal Bey bizi daha öncesinden bilgilendirdi. Kampanyanın içeriği hatta o reklam filmlerini falan beraberce izledik. Daha sonra da ortak adayımız olduğu için sağ olsun istişareye de önem veriyor. Daha sonra o reklam filmi ile ilgili siyasi partilerin de hızlıca bir görüşleri alındı. Ki herhangi bir partinin, onların gözden kaçırdığı başka partinin yakalayacağı böyle bir şey olmasın diye. Sonunda gayet güzel bir şey çıktı.

Mirgün Cabas: Partilerin hassasiyeti ile ya da önerileri ile bir değişiklik yapıldı mı?

Ali Babacan: Yani ilk hali zaten oldukça güzeldi bilmiyorum. Gördüğüm ilk haliyle yayınlanan son hali arasında çok büyük bir fark görmedim yani. İlk gördüğümde de güzeldi son televizyonda yayınlandığında da gayet güzeldi. Tabii pozitif tamamen umut. Zaten gerçekten bahar geliyor hava ısınacak inşallah. Ankara'da dün gece kar yağdı ama seçimden sonra tam bahar ayına gireceğiz Türkiye'nin her yerinde bahar ayına gireceğiz. Pozitif umut veren zaten bu siyaset biliyorsunuz her şey akıl mantık değil yani. Duygu da çok önemli. Dolayısıyla o pozitif duyguyu sonuna kadar desteklemek lazım. Bu kampanyanın da pozitif duyguyu destekleyen bir kampanya olduğuna ben inanıyorum.

Özlem Akarsu Çelik: Bir de 6 liderin bir arada olması. Herkesin beklentisi o yönde. Sizin bir araya gelmeniz özellikle seçmen kitlesinde heyecana neden oluyor. Öğrendiğimiz kadarıyla önümüzdeki hafta Saadet Partisi'nin Adıyaman'da iftar buluşmasında 6 lider bir arada olacak. Kampanya boyunca böyle birlikte planladığınız başka programlar var mı?

Ali Babacan: Böyle tarihi belirlenmiş yok ama birkaç program olabilir kuşkusuz. Birkaç program olabilir. İlki biliyorsunuz Malatya’daydı aslında. Ortak adayımızı ilan ettikten sonraki ilk 6 liderin bir araya gelmesi Malatya'da ki iftardaydı. Ramazan'ın 2. iftarıydı. Galiba 12'si diye biliyorum. 12'sinde Adıyaman'da bu ayın 9'undan sonra oluyor yani. Listeler teslim edildikten sonra herkes bir rahatlamış olacak. O rahatlık ve huzurla adaylarımız belli bir şekilde inşallah 12'sinde Adıyaman'da Saadet Partisi'nde ev sahipliğinde iftarda tekrar buluşacağız. Ben de katılmaya niyetliyim. Ama şöyle oluyor tabii 6 genel başkan olunca ikide belediye başkanımız var. Onların da olmasını hep arzu ediyoruz programlarda. 8 kişinin programının aynı gün aynı saatte çakıştırmak bazen zor olabiliyor. Bazı programlarda bir genel başkan eksik oluyor bazısında iki genel başkan eksik oluyor ama o da gayet doğal yani. Başka türlü bu işin yürümesi de zor. Herkesin kendi partisi ile ilgili yoğunlukları da var. Belediye başkanlarımızın yönetmesi gereken koskoca 2 tane şehir var Ankara İstanbul gibi. Dolayısıyla böyle çok da sık her gün her gün belki beklememek lazım. Ama anlamlı bir şekilde denk geldikçe bu seçime kadar yine beraber oluruz. Seçimden sonra zaten kabine toplantılarında sürekli beraber olacağız yani. Haftada bir muntazam. O zaman kabine toplantılarında herkes bizleri beraber zaten görecek yani. Cumhurbaşkanını, Cumhurbaşkanı yardımcılarını herkes görecek.

Mirgün Cabas: O kabine toplantıları cumhurbaşkanının başkan yardımcılarının ve bakanların hepsinin birden katıldığı toplantılar olarak mı tahayyül ediyorsunuz onu?

Ali Babacan: Tabii. Kabine tanımı öyle. Zaten açıkladığımız bu ortak yönetim modelinde yani geçiş sürecinin yol haritasında bir kabine tanımı yapıyoruz. Kabine diyoruz Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlardan oluşur diyoruz. Bunu yazıyoruz çünkü şu anda kabine denilen yapının hiçbir hukuki karşılığı yok. Yani bugünkü anayasaya bakın, yasalara bakın. Kabine diye bir kelime geçmiyor. Şu andaki hükümetin uydurduğu bir ifade. Buna kabine diyelim dediler ve başlattılar. Öyle devam ediyor yani. Eskiden bakanlar kurulu vardı biliyorsunuz. Yeni sistemle beraber bakanlar kurulu tüzel kişiliği bitti. Peki, buna ne diyeceğiz şimdi dediler. Bir tane Cumhurbaşkanı var. Diğer herkes çok önemsiz. Öyle bakanlar kurulu falan deyince çok büyük oluyor yani. Ne büyütüyorsun sıradan bakan yani. Dolayısıyla bu önemsiz bakanları sıradanlaştıralım kabine diyelim. Cumhurbaşkanı kabinesinde topladı falan filan. Zaten şu anki yetki sekreter yetkisi. Bütün yetki Cumhurbaşkanı'nın kendisinde. Ama biz bunu tanımladık ki ortak yönetim modelimizde hiç olmazsa şimdiden bir hukuki altyapıyı oluşturalım ya da oluşturmaya başlayalım. İlk tuğlasını koyalım. Biz hiç olmazsa siyasi bir tanım yaptık kabine budur diye ve 6 imzayla tanımlamış olduk. Şu anda hükümetin böyle bir çalışması bile yok. Biz bunu daha iktidara gelmeden yaptık. Kabine dediğimiz bu yani. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar. Bunun adı kabine.

Özlem Akarsu Çelik: Kabine üyelerinin aday gösterilmesi söz konusu şimdi. Dokunulmazlık zırhına bürünmelerini sağlamak hem de aslında bir revizyon kendi içinde. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu hamleyi?

Ali Babacan: Bunu tabii Sayın Erdoğan'a sormak lazım niye böyle bir yolu tercih etti niye böyle bir şey yaptı. Nihayetinde şu olacak; mevcut arkadaşlardan herhangi bir tanesini tekrar bakan yapmak isterlerse mecliste bir tane sandalyeyi kaybedecekler. Çünkü şu andaki anayasaya göre milletvekili bakan olduğu anda milletvekili düşüyor ve yerine başkası da gelmiyor. Yedek müessesesi falan yok öyle. Yani o sandalye kayboluyor. Örneğin seçimden sonra diyelim ki 200 tane sandalyeleri var. 3 kişiyi ben buradan bakan yapayım dediği anda düşecek 197'ye yani. Bütün bunları herhalde hesap ediyorlardır diye tahmin ediyorum. İki sebep de olabilir. İki sebep söylediniz. Yani propaganda da işe yarasınlar bir de seçimlerden sonra dokunulmazlıkları bir süre daha devam etsin. Ama biliyorsunuz zaten cumhurbaşkanının ve bakanların 2017'de yapılan anayasa değişikliği ile dokunulmazlığı baya artırıldı. Yani herhangi bir bakanı, cumhurbaşkanını hatta genelkurmay başkanını kendi yaptığı görev dönemi ile alakalı yargıya götürmek çok kolay değil şu anda. Dolayısıyla o dokunulmazlık ne kadar önemli motivasyondur onu bilmiyorum doğrusu. Belki propaganda gücünden yararlanmak daha önemli motivasyon olabilir diye ben sadece bir izleyici olarak söylüyorum. Tabii dediğim gibi Sayın Erdoğan'a sorulması lazım.

Mirgün Cabas: Kamuoyunun bir bölümünde özellikle iktidar değişikliği isteyen bunun için oy kullanacak olan kamuoyunun bir bölümünde şöyle bir kaygı var. İktidar cephesi özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan bu süreci fazla sakin, kaygısız ve endişesiz geçiriyor gibi görünüyor. Acaba bu rahatlığı nereden geliyor? Biz alışkınız aslında böyle kritik dönemlerde onun sesini ve yaptıklarını daha büyük görmeye. Ama bu dönem böyle değil diye acaba bir şey mi olacak tedirginliği var. Ben kendi adıma bu durumu değerlendirdiğim zaman epey bir şey yaptığını ama oyun alanının sınırlarının daraldığı yönünde bir yorum yapıyorum. Bir de galiba onun çıkışlarına millet ittifakı tarafından aynı tondan cevap gelmemesi de sanırım onun sesinin daha da duyulur olmasının önüne geçiyor gibi geliyor. Doğru mu algılıyorum yoksa siz de hala yapabileceği şeyler olduğunu, seçim sürecinin sonuna doğru başka hamlelerle çıkabileceğini düşünüyor musunuz?

Ali Babacan: Biz Türkiye'nin bütün sorunlarının meşru demokratik siyaset içinde çözülmesi gerektiğine inanıyoruz. Ve bunun böyle olmasının en önemli garantisi milletimizin kendisi. Yani bu önümüzdeki seçimlerde milletimiz çok açık net bir tercihle ortaya bir iktidar değişikliği iradesini koyduğu anda o gücün karşısında kimsenin durması mümkün değil. Kendinden emin görünmek rahat görünmek olabilir ama bir insanı sadece vücut dili değil söyledikleri değil bir de yaptıklarına bakmak lazım. Biz daha çok yapılanlara bakıyoruz. Çünkü tiyatro oynanabilir kendinden emin konuşma yaptın tamam olabilir yani. Vücut diliyle kontrol edebilir. Ama ne yapıyor? Biz ortak Cumhurbaşkanı adayını belirledikten sonra yaptıkları gerçekten panik halinde çok hızlı karmakarışık adımlar. Hemen bir partiyi yanına çekmeye çalışmak, öbür parti ile görüşmek. Yanıma aldım alamadım... Kim bilir arkada ne pazarlıklar dönüyor ne al verler dönüyor onları bilemiyoruz henüz. Yani bu partileri razı etmek için 'gel bizim yanımızda dur' diye partileri razı etmek için herhalde bir şey oluyordur arkada pazarlıklar dönüyordur yani. Bir şeyler oluyordur diye tahmin ediyoruz. Yoksa daha düne kadar şiddetli muhalefet yapan bir parti niye birdenbire iktidarın şemsiyesi altına girsin ki. Cumhur ittifakının altına girsin. Daha düne kadar sen şiddetli muhalefet yapıyordun arkadaş ne oldu bir anlat hele. Yani ne aldınız ne verdiniz? Nasıl ikna oldunuz? Kim kimi nasıl ikna etti? Ne oldu? 'Biz bugün karar verdik artık beraberiz'. O kadar kolay değil. Millet de bunu izliyor. Dün niye böyle söylüyordun arkadaş bugün niye gittin bunu yaptın. Bir anlat hele. Yok, biz e böyle yaptık. Böyle bir şey olur mu? Siyasette güven her şeyden önemli güven. Güven güven güven. Güven olmadan asla mümkün değil. Ama güven böyle inşa edilmiyor yani. Güven tutarlılıkla inşa ediliyor, söz verip yapmakla inşa ediliyor, bir duruşla omurgayla güven inşa ediliyor. Dolayısıyla Sayın Erdoğan'ın yaptıklarına baktığımızda gerçekten bir panik hali var. E burada 6 parti var diye eleştirmiyor muydu? 6'lı koalisyon falan diyorlardı. Kendilerinin ben artık sayısını şaşırdım. 5 mi oldu 6 mı oldu kaç tane oldular bilmiyorum o tarafta. Daha dün buradaki eleştirdiğini kendisi bir öbekleme yapıyor. Bulsa daha fazla ekler de... Anca bu kadarını bulabiliyor şu an yani. Dolayısıyla yaptıklarına baktığımızda bir panik durumu var, panik halinde olabilecek tüm düğmelere basma durumu var. Bunu anlıyoruz. Ha şey görünme, biz zaten seçimi alacağız gibi görünme olabilir yani bir tiyatro diliyle yani bir hitabet şeyiyle olabilir. Kendi diyordu hitabet bir sanattır diyordu. Öfkede bir hitabet sanatıdır diyordu. Ben sanat gereği öfkeli konuşabilirim falan. Kendi sözleri olduğu için yani onu bilemiyorum artık.

Özlem Akarsu Çelik: Mehmet Şimşek vakası yaşandı AK Parti'de. Büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Hemen akabinde de Mehmet Şimşek sağlık sorunları sebebiyle bizimle olamayacak diye bir gazeteci arkadaşımız böyle bir bilgi yazdı. Sizin özel bir dostluğunuz hukukunuz olduğu için soruyorum. Mehmet Şimşek'in ciddi bir sağlık problemi var mı?

Ali Babacan: Bu sağlıkla ilgili konular kişisel veriler kapsamında olduğu için bir şey söylemem doğru değil. Ama bizim kendisiyle diyaloğumuz var. Yani olur her insanın ufak tefek sağlık sorunları olur. Çok ciddi bir şey yok yani onu biliyorum. Ciddi endişe edilecek bir durumu yok çok şükür. Ama özel sektörde kontratları var. Özel sektörde yaptığı anlaşmalar var. O belki kendisi için bir miktar bağlayıcı niteliği olabilir. Ama asıl burada koskoca da bir gerçek duruyor karşımızda. Düzgün, işini iyi yapan, işin ehli insanları anında övütüp bir kenara atan bir yönetim sistemi var şu anda. Yani bir sürü düzgün arkadaşımızın 2017/2018'den sonra bu sistem içerisinde nasıl itibarsızlaştığını, nasıl öğütülüp bir kenara atıldığını, biraz omurgalı duran doğru bildiği konusunda hafif sağlam duran arkadaşların nasıl bir çırpıda kenara itildiğini bunları gördük yaşadık yani. Dolayısıyla böyle bir tabloda Mehmet Bey'in herhangi bir olumlu katkısının olması zaten fiilen imkânsız. Bunu en iyi bilmesi gereken de sanırım kendisi. Onun için tabii kendi kararıdır. Ama bu nihai kararının ben kendisi için isabetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü memlekete faydası olmaz yani. Ben gideyim biraz yardım edeyim de bu ülke düzelsin. Mümkün değil yani. Öyle bir şey olsa ben ayrılmazdım. Yani eğer şu andaki yönetim sistemi içerisinde ülkenin gidişatını düzeltme ihtimali olduğunu görsem ben ayrılmazdım. Giderdim orada içeride düzeltmek için çabalamaya devam ederdim. Ama ihtimal sıfır mümkün değil. O dönem kapandı artık. İyi ve düzgün insanların katkıda bulunduğu, bir şeyler ürettiği ve gerçekten istişare ile ülkenin yönetildiği dürüst işin ehli insanların böyle üst düzeyde olduğu...  O dönem kapandı bitti artık öyle bir şey yok yani. Çok az sayıda artık düzgün insan var yönetim sisteminde. Çok az. Bir elin parmakları kadar belki arasanız da zor bulursunuz yani. Dolayısıyla böyle bir ortamda işin ehli olan düzgün insanların mevcut yönetime katkısının olması imkânsız. İş yaptırmazlar. Çünkü dürüst düzgün insanlar her şeye evet demez. Yanlış bir şeye hayır der. 'E sen nasıl bana hayır dersin' dediğin anda kavga çıkar yani. Yani düzgün dürüst bir insan yanlışlara hayır der yani. Yetkisinde ise zaten yapmaz. Yetkisinde değilse de söyler yanlış bu iş falan diye. Halbuki şu anda itiraza eleştiriye tahammülü olmayan bir yönetim zihniyeti var ülkenin başında. Onun için düzgün insanların orada barınmaları iş yapmaları mümkün değil. Yaptırmazlar. Kaç tane Merkez Bankası başkanı değişti Allah aşkına kaç tane yani. En son bağımsız 5 yılı tamamlayan Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı idi biliyorsunuz. Şimdi kendisi akademik hayatta. Ondan sonra hiçbir Merkez Bankası başkanı 5 yıllık süresini tamamlayamadı. Çünkü ne dedi? 'laf dinlemiyor' dedi. 'Laf dinlemiyordu görevden aldık' dedi. Hatta görevden alamıyorduk dedi O yüzden görevden alabilme ile ilgili kararname imzaladık dedi. Arkasından da görevden alma kararnamesi imzaladık dedi. Ne oldu sonuç ne oldu? Son 30 yılın en büyük enflasyonu patladı ülkede. Yazık günah değil mi? Sabit gelirli sabit ücretli herkes bu ülkede fakirleşti. Yani aylık Türk lirası cinsinden sabit maaşı olan, sabit derken tabii güncellemeler oluyor ama o maaş güncellemeleri asla gerçek enflasyona yetişemiyor ki. Herkes fakirleşti ülkede. Maaşla geçinen ister emeklisi ister işçisi ister memuru herkes herkes fakirleşti. Fakirleşmesinin sebebi Merkez Bankası’nın laf dinleyen Merkez Bankası başkanları tarafından yönetilmesi. Yani akıl dışı bilim dışı talimatlarla siz Merkez bankasını yönetirseniz, Merkez bankasına olmadık işleri yaptırırsanız o ülkede enflasyon patlar. Enflasyon patlayınca da en büyük zararı Türk lirası cinsinden sabit geliri olan insanlar... Türkiye'nin kahir ekseriyeti böyle insanlardan oluşuyor yani. Sabit gelirli Türk lirası cinsinden maaşlı insanlardan oluşuyor. Bunun zararını da hep beraber gördük. Büyük bedel ödedik ödüyoruz yani şu anda. Bunun sebeplerini unutmayalım yani. Bugün fakirleşmenin sebebi Sayın Erdoğan'ın Merkez bankasına verdiği yanlış talimatlardır. Ülkede fakirleşmemizin en önemli sebebi budur yani. Akıl dışı bilim dışı uygulamalardır.

Mirgün Cabas: Şimdi bir seçim gecesine hemen de sonra ertesi güne gidelim. Eğer Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacak olursa Millet ittifakı ertesi gününde ekonomide nasıl bir tablo çıkacak ortaya?

Ali Babacan: Biz bugünden ne kadar iyi hazırlanırsak o bahsettiğiniz süreçler o kadar kısalır. Dolayısıyla seçimlerden sonraki görevlendirmelerle alakalı bizim bugünden hazırlık yapmamız gerekiyor ki biz başladık. Yani pek çok kurumda görevli arkadaşların kimler olması gerekli, nasıl bir yön kadrosu oluşması ile alakalı bir çalışmaya başladık. Sadece biz değil diğer partilerde de çalışmalar var. Dolayısıyla bütün bunlar insan kaynaklı havuz olduktan sonra, diyelim ki BDDK başkanı. Kim var havuzda hangi partiden hangi isim var. Bu isimler hemen ortaya koyulur. Bakılır kim tecrübelidir, kim dürüsttür kim bu işi en iyi yapar görevlendirilir hemen biter yani.

Mirgün Cabas: O kadar kolay olur mu o iş?

Ali Babacan: Olur. Çünkü nihai yetki cumhurbaşkanının evinde. Hukuki yetki evet cumhurbaşkanının elinde. Evet biz bir istişare mekanizması kurduk bu iş için. İstişare makinesi ile süre sürecek ama hazırlık iyi yapılırsa ve bugünden eğil dürüst insanlar her pozisyonda bugün için çalışılırsa hızlı karar verilir yani. Ne olacak yani Merkez Bankası başkanlığı için... 5 kişi 10 kişi olur en fazla değil mi? Zaten Türkiye'nin insan kaynağı hazinesi çok büyük bir hazine aslında bakmayın şu anda hükümet bunu kullanmıyor, kullanmayı beceremiyor ve insanlara çalışamıyor çünkü düzgün insanlar yanlışa hayır diyor. Sayın Erdoğan'dan hayır diyenleri sevmiyor. Her talimatı yerine gelsin istiyor. Sorunun özünde bu var. Dolayısıyla zaten var olan düzgün insanlar sistem içerisinden çıkarılıp bu bürokrasi içinden olur, akademi camiasından olur, iş dünyasından olur, sivil toplumdan olur önemli olan o görevin gerektirdiği liyakat sahip olmak. Bunlar hızlı şekilde yapılır sorun yaşanacağını zannetmiyorum yani.

Mirgün Cabas: Ekonomi ile nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz? Mesela dolar ne olur?

Ali Babacan: Şöyle ben 13 yıllık bakanlık döneminde döviz kurları ile ilgili hiç yorum yapmadım. Çünkü döviz kurları nihayetinde bir sonuç. Bir hedef olamaz yani. İyi yönetilen bir ekonomide serbest kur rejiminin olduğu dalgalı kuş rejiminin olduğu bir ekonomide döviz kuru sadece bir sonuç olur. Yaptıklarınızın sonucunda orada görüşürüz yani. Yoksa kur hedeflemesi diye bir şey Türkiye'de defalarca denenmiştir defalarca çökmüştür üstelik çok büyük maliyetlerle çöküşler yaşanmıştır. 1 Şubat'ta olduğu gibi mesela. Dolayısıyla bütün bunlar çok kapsamlı bir ekonomi politikası yaklaşımının sonucunda ortaya çıkacak konular. Asıl bizim birinci önceliğimiz burada enflasyon. Ne olursa olsun bu herkesin Türk lirası cinsinden geçinen Türk lirası cinsinden kazancı olan herkesin kesesinden bütçesinden hırsızlık anlamına gelen bu enflasyon belasından bir an önce bu ülkeyi kurtarmak. Birinci öncelik bu. Yani enflasyon odaklı enflasyonla mücadele odaklı bir ekonomik program uyguladığınız zaman zaten diğer bütün veriler döner toparlanır belli bir şeride hizaya gelir. Burada öncelikler çok önemli yani. Bazen de şu söylenir; büyüme için biraz enflasyon olması lazım. Biz bunu özellikle 2003'te 2004'te bu hikâyeyi çok dinledik. Neler neler… Enflasyon bu ülkenin kaderidir, enflasyon olmadan olmaz, enflasyon gerekir çünkü büyüyemezsin yoksa enflasyonla mücadele edeceğim dersen ekonomi büyümez falan filan. Ne hikâyeler dinledik. İnadına inadına sapasağlam durduk ve herkesi şaşırtacak şekilde 34 yıllık enflasyonu indirdik tek haneye. Ve bunu iki senede başardık. O enflasyonu öngörülebilir hale siz getirdiğiniz anda öngörülebilir olmanın zaten artılarını yaşamaya başlıyorsunuz. Hemen güven oluşuyor. Öngörülebilir enflasyon demek piyasa faizlerinin hemen düşmesi demek. Piyasa faizlerinin düşmesi zaten büyümenin en önemli tetikleyicisi. Dolayısıyla birinci önceliği enflasyonla mücadele olarak koyduğunuzda hem çok ahlaki bir şey yapmış olursunuz yani bu hırsızlık dönemini bitirmiş olursunuz. Yoluyla insanların bütçesinden kesesinden çalma dönemini bitirmiş olursunuz çok ahlaki bir duruş ortaya koyarsanız hem de öngörülebilir ve yüksek büyümenin de önünü açarsınız. Ama bu kendi başına yeterli mi? değil. Bunun yanında çok konu var yapılması gereken. Yani dijital dönüşüm teknolojiden tutun, Türkiye'nin yüksek teknolojik üretime geçmesi, yüksek katma değerli üretime geçmesi, Türkiye'nin yatırım yapan üreten ihracat yapan alnının teriyle akıl teriyle büyüyen bir ülke olmasını sağlamak için çok yapısal reform gerekiyor. Bizim buralarda yüzlerce maddemiz var bununla alakalı. İşin makro kısmı önemli kuşkusuz. Makro da ön görülebilir istikrar sağlamanız lazım ekonomide ama bunun hemen yanında da sanayi politikanızda ticaret politikanızla bunu desteklemeniz lazım. Orada da bitmiyor. Daha büyük resme baktığınızda öngörülebilir olmak için bir hukuk devleti olmak gerekiyor. Hukukun üstünlüğüne sahip çıkmak gerekiyor. Dış politikada güvenilir bir ülke olmak itibarlı bir ülke olmak gerekiyor. Bütün bunların hepsi beraber yapılmak zorunda. Eğitim mesela değil mi.. Eğitim olmadan orta uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme mümkün değil. Yani eğitimle ilgili reformlar yapmazsanız Türkiye orta gelir tuzağından asla kurtulamaz. Mümkün değil yani. Hukuk ve eğitimde gereğini yapmazsanız bugün içine düştüğümüz bu orta gelir tuzağından çıkmamız asla mümkün olmayacak. Dolayısıyla biz en son en kapsamlı eylem planını 500 madde ile burada eğitimle ortaya koyduk. Ve bunların pek çoğu da bu ortak politika metninde var. Diğer partilerin de güzel çalışmaları var. Bunları birleştirdik hepsini hazırladık. Bunların hepsi bir bütün. Ben bunun içerisinden ekonomi fasikülünü çıkarayım. Ekonomi ile ilgili yapılacakları yapayım ondan sonra ekonomi düzelsin. Hayal. Mümkün değil. Bunların hepsi bütün. Yani ekonomi fasikülü ile ilgili yapacaklarınızı da yapacaksınız. İşte hazine bakanınız maliye bakanınız onları yapacak. Dışişleri bakanınız ülkenin itibarına düzeltecek. Tekrar Türkiye'yi dış politikada onurlu saygın bir aktör yapacak. Öbür tarafta milli eğitim bakanınız alacak eğitimle ilgili köklü reformları böyle ideolojiden, günlük siyasi rüzgarlardan arındırılmış şekilde gerçek anlamda iyi bir eğitim reformu yapacak. Sosyal devletin gereği olarak bütün bu yarışta geride kalan kim var kim yoksa sosyal desteğe ihtiyacı olan vatandaşlarımıza adil bir sosyal destek sosyal yardım mekanizması kuracaksınız. Sosyal politika fasikülünü uygulayacaksınız. Yani bunların hepsi eş zamanlı. Yani diyelim ki 22 eylem planımız var bizim 22 şeritli yol gibi. 22 şeritli yolda aynı anda hareket eden araçlar gibi düşünün. Bunların hepsi eş zamanlı olarak yapılmak zorunda ki sonuç alalım. Yoksa ekonomi böyle izole bir alanda ekonomiyi düzeltmeye çalışmak beyhude. Yani resmin tümünü topyekûn ayağa kaldıracak bir anlayış gerekiyor. Ve bunun için de çok sağlam bir kadro gerekiyor. Ve herkesin de kendi işini yapması gerekiyor. 20 tane bakan varsa 20 tanesinin 20'sinin de kendi işini yapması gerekiyor. Özü bu yani.

Özlem Akarsu Çelik: Milyonlarca depremzede nasıl oy kullanacak bu hala büyük bir muamma. Bu konuda bir çalışması var mı 6'lı masanın? Bir de depremzedelere vaat edilen konutlar var. Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir vaadi var ücretsiz konut bu mümkün mü? Ve siz ne vaat ediyorsunuz insanlara konut konusunda?

Ali Babacan: Ben deprem olduktan sonraki 2 haftanın yani 14 günü 9 gününü deprem bölgesinde geçirdim. Merkezlerin hepsine gittim. Daha sonra da turlar halinde pek çok yere iki defa hatta üç defa gittiğim yerler oldu. Bu deprem gerçekten Türkiye'nin son neredeyse 100 yıl içerisinde gördüğü en büyük felaket. Her açıdan. Hem can kaybımız çok çok yüksek, yaralılar var, engelli olan vatandaşlarımız var. Tamamen haritadan silinen şehirler var Antakya gibi Nurdağı, İslâhiye gibi ilçeler. Dolayısıyla burada hasar gerçekten çok çok büyük. Depreme uğramış şehirlerle ilgili ne yapacaksınız önemli bir de henüz depremin yaşanmadığı İstanbul gibi Bursa gibi İzmir gibi şehirleri depreme nasıl hazırlayacaksınız? Çok kapsamlı bir çalışma gerekiyor. Biz bunun için ne yaptık? Hemen depremden sonra bir değerlendirme ve çözüm raporu açıkladık. 6 Şubat'ta biliyorsunuz deprem oldu. Biz hemen 6 Mart'ta raporumuzu yayınladık. Raporun ilk kısmı durum tespiti ile alakalı. Ama geriye kalan 273 madde de yapılacaklarla alakalı. Tek tek tek tek işin sağlık boyutu eğitim boyutu hukuk adalet boyutu var mesela. Kobiler esnaf boyutu var. Sanayi boyutu var. Yeniden şehirleşme boyutu var. Bütün bunların da bir finansman boyutu var. Bütün bunları hızlı bir şekilde çalıştık. 99 depreminden sonra devlet planlama teşkilatının yayınladığı bir rapor vardı. O raporu bizim genel başkan yardımcımız İbrahim Çanakçı ve ekibi hazırlamıştı 99 depreminden sonra. Hala bugün referans niteliğinde bir rapordur. 99 depremi deyince ilk referans kaynak o rapordur. Dolayısıyla İbrahim Bey'in koordinasyonunda hazırlanan bir rapor bu. Ve çok sıhhatli bir bakış açısıyla neler yapılması gerektiğini ortaya koymuş durumdayız. Ayrıca biz ne yaptık bunu? 6'lı masada bir deprem komisyonu oluşturduk. Bu raporumuzu oraya koyduk. 6'lı masanın bir deprem raporu ortaya çıktı ama taslak halinde olduğu için ben getiremedim. Henüz partiler tarafından onaylanıp yayınlanmadı ama bizim bu raporumuz başka partilerin çıkardığı raporlar birleştirildi tek rapor haline getirildi ve Millet İttifakının ortak bir deprem çalışması olarak ortaya koyulacak. Bizim 6'lı masanın bir seçim güvenliği komisyonu var hukukçu arkadaşlarımızdan oluşan ve partinin seçim işleri başkanlarından oluşan. Bu arkadaşlarımız bu akşam tekrar bir araya geldiler. Ve yeniden tam da sorduğunuz soru ile ilgili durum değerlendirmesi yaptılar. Kayıtlı bir şey yok elimizde henüz sağlam biri yok. Ama deprem bölgesinde yaşayıp da deprem sebebiyle başka illere taşınan vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti henüz kaydını taşımamış durumda. Kayıtları hala oralarda. Antakya'da Nurdağı’nda İslâhiye’de Kahramanmaraş'ta Malatya'da Adıyaman'da. Kayıtlar hala orada. Eğer bulundukları yerde oy kullanmak istiyorlarsa 2 Nisan’a kadar süre var. 2 Nisan’a kadar bulundukları ilçede ilçe seçim kuruluna başvurup 'ben oyumu burada kullanmak istiyorum' diyebilirler. 3 günleri daha var yani. E-devlet ‘ten müracaat süresi kapanmış durumda. Müracaatı bizzat gidip ilçe seçim kurulunda yapmak zorundalar. Peki, yapanlar yaptı yapmayanlar ne olacak? Yapmayanlar eğer oy kullanmak istiyorsa bulundukları ilden gidecekler asıl evlerinin yıkıldığı şehre. Orada oylarını kullanacaklar. Ve şu anda kahir ekseriyet böyle görünüyor. Yani o seçim günü epey bir insan Türkiye'de bir yolculuk yapacak oy kullanmak için. Eğer oy kullanmak istiyorlarsa. Çünkü çok azı kaydını taşımış. Kahir ekseriyetinin kaydı hala orada duruyor. Kolay değil yani birden depremde evlerini kaybettiler hemen kaydımı buraya taşıyayım. Tabii o gönül bağını da koparamıyor insanlar. Bu işin psikolojik faktörü de var yani. Mesela Antakya değil mi? Hiçbir şey yok yani hiçbir şey yok. Malatya'nın %80'i binaların %80'i oturulamayacak durumda bakın Malatya'da. 3. kere gittim ben Malatya'ya. Kapkaranlık. Çarşı yok. Açık bir çarşı yok şehirde. Şimdi Malatya pek gündeme gelmiyor ama ölü sayısı az olduğu için. Fakat ölüm sayısının az olmasının sebebi binaların çoğunun ikinci depremde yani pazartesi öğlen olan depremde yıkılması ve o saatte insanların dışarıda olması. Yani insanlar dışarıdayken binalar yıkıldığı için can kaybı az. Ama %80'i binaların oturulamayacak durumda. Şehrin çoğu boşalmış durumda. Dolayısıyla buralara insanların geri gitmesi oy kullanması kolay bir iş olmayacak. Herhalde siyasi partiler kendi seçmenlerinin oy kullanması ile ilgili kolaylaştırıcı bir düzenleme herhalde yaparlar diye tahmin ediyorum. En azından biz böyle bir hazırlık içerisindeyiz yani. Oy kullanmak için o gün kendi iline gitmek isteyen vatandaşlarımıza bir kolaylık sağlamak mutlaka gerekiyor yani.

Özlem Akarsu Çelik: Gelecekte nasıl bir Kızılay? Buna dair bir perspektif oluştu mu 6'lı masada?

Ali Babacan: Bizim burada bütün bu kurumlarla alakalı çatı yapımız da var. Burada diyoruz ki öncelikle AFAD sadece bir koordinasyon sistemi olmalı. O kadar. AFAD'ın kendisi herhangi bir iş yapmamalı. AFAD beklentiyi öyle yükseltiyor ki çadırların üstüne AFAD damgasını basa basa zannediyorlar ki AFAD o çadırları yapıyor mu? Değil yani. AFAD'ın sadece bir koordinasyon merkezi gibi çalışması lazım. Diğer ilgili kurumların yerinden yönetim anlayışı ile zaten gereğini hemen yapmaları lazım. Siz ta Osmanlı döneminden kalan Kızılay gibi bir grubu çökertiyorsunuz? Niye yok ediyorsunuz niye sıfırlıyorsunuz? Kızılay' ı sadece yiyecek dağıtımından görevli bir kuruma niye getiriyorsunuz? Ne oluyor yani. Bir döneme kendi damgasını vurmak. Kızılay tamam eski bir kurum olabilir ama benim kurumum değil. AFAD benim kurumum. Benim kurumun dediğinde ne yapabildiğini gördük işte. Yürümüyor olmuyor yani. Yapamıyor yani. Bakın biz daha depremin ilk iki günü pazartesi salı, 2 gün teşkilatlarımıza sadece dedik ki ' arkadaşlar hani çok önemli bir deprem. Herkes sağdan soldan bir yardım kampanyası başlatalım. Kim ne toplayabilirse' dedik. Pazartesi bir, salı günü akşam ben AFAD'a gittim. Fuat Oktay da oradaydı. Görüştük dedim ki bakın ilk iki günde sadece bizim teşkilatlarımızdan 100 tırlık ayni bağış toplandı tırlar hazır. Plaka numarası verelim ve içindekilerin listesini verelim ama siz de bize bu tırların ineceği depoları söyleyin. Çünkü bizim bunu kendi dağıtmamız zor. Sorumlu AFAG değil mi AFAD. Hangi tırın hangi AFAD deposuna ineceğini söyleyin adresleri söyleyin çünkü tırlar yüklenmiş durumda salı akşamı. Sadece bize adres verin dedik. Yok. En sonunda dedi ki arkadaşlar tamam dedik. Biz hiç kimseye bağlı kalmayalım. Bir yandan insanların yarısı su bulamıyor. Bizim Kahramanmaraş il başkanımız Malatya il başkanımız kar suyunu eritip ailecek. Su yoktu. Kar kış etraftaki karı erittiler. Su bulamıyor insanlar. Bütün ihtiyaç maddeleri tırlarda dolu insanlar orada yardım bekliyor ve bu buluşturulamıyor yani. Dedik ki AFAD'ı falan boş verin herkes kendi imkanları ile ne yapacaksa yapsın. Ve verdiğimiz talimat inanın bu kadar. Herkes kendi imkanı ile ne yapacaksa yapsın. Perşembe günü bizim 11 ilin 11'inde depolar hazırdı. 11 il başkanımız 11 ilde depolar hazırladı. Bütün o tırlar kendi depolarımıza indi. İlk hafta sonu 250 tıra ulaştı bu yardım. Ondan sonrasını saymadık bile yani. Çünkü tamamen adil merkeziyetçi bir sistem. İl başkanlarımız hepsi iyi yetişmiş hepsi düzgün insanlar yani. Giderken baktım gözüm yaşardı. Gidiyoruz İslâhiye’de düzgün depo tutulmuş, tırlar iniyor, oradan küçük araçlara dağıtılıyor. Geçtik Kahramanmaraş merkeze. Kahramanmaraş'ın yarısı yıkık bizim depo orada il başkanımız deponun başında. Tırlar oraya iniyor oradan küçük araçlarla köylere dağıtılıyor. Çünkü diyor ki şehir merkezine az çok yardım ulaştı. Köylere ulaşmıyor diyor. Onun için biz küçük araçlarla köylere gönderiyorduk onları. Geçtik oradan Malatya'ya. Malatya'da 2000 metrekare organize sanayide deposu arkadaşlar. Depo dolmuş ürünlerle. Harıl harıl dağıtılıyor. Ya biz bir siyasi partiyiz daha 3 yıllık bir siyasi partiyiz. Bir siyasi partinin 4 günde yaptığı organizasyonu siz AFAD olarak yapamıyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi? Gerçekten yazık günah. Çok üzülüyoruz yani. Özü ne biliyor musunuz? Özü yerinden yönetim. Yani afet ise söz konusu bakın biz depremden önce afet eylem planı değil mi. Ne zaman yayınlamışız 17 Ağustos 2021. 99 depreminin yıldönümünde yayınlamışız. Ve 2 nolu eylem planı acil diye. Partimizi kuralı da daha bir sene 1,5 sene olmuş. Burada 1. madde yerinden yönetimle başlıyor. Afet ise mesele yerinden yönetim. Yani yerine gideceksin merkezden bütün yetkiyi bütün imkanları herhangi bir yerde afet olduğu anda kimse kimseden talimat beklemeyecek. Herkes yapacağını bilecek Allah aşkına ya. Herkes yürümeye başlayacak bu benim görevim diye. O ona bakıyor o ona bakıyor Başkan bakana bakıyor, bakan cumhurbaşkanına bakıyor. Cumhurbaşkanından talimat gelmezse kimse bir şey yapmıyor. Hatta talimat dışı bir şey yapılırsa 'durun ya ben talimat verdim de mi siz bunu yapıyorsunuz kime sordunuz bunu yaparken.' böyle bir şey olur mu. O gün bugündür soruyoruz değil mi Milli Savunma bakanına. TSK personelinin afet bölgesinde deprem bölgesinde göreve başlaması ile ilgili siz bir talimat verdiniz mi? Bir talimat aldınız mı? Talimat almanıza gerek var mıydı? Böyle bir yetkiniz zaten yok muydu? Diye soruyoruz tık yok. Sadece kronoloji var. Şu gün şunu yaptık şu gün şunu yaptık... İyi de ilk iki gün niye arazide yoktunuz. Niye 3. 4. günden itibaren silahlı kuvvetleri personeli sayısı çoğaldı. Niye ilk birkaç gün bütün o vinçler iş makineleri şehirlerin girişinde parkta bekledi? İnsanlar enkaz altında can çekişiyor vinçler iş makineleri de parkta bekliyor. Niye onu koordine edemediniz? Niye yapmadınız bunu? Bunu yapması gereken devlet kurumları değil mi? Bu devlet kurumlarını siz niye çökertiniz, niye zayıflattınız, niye işlevsiz hale getirdiniz diye 74 maddelik soru önergesi verdik meclise. Takip etmişsinizdir. Ben ilk turu tamamlayınca iki haftada Gaziantep'te basın toplantısı ile Sayın Erdoğan'a sorular diye çok sayıda soru sordum. İlk 48 saat ağırlıklı. İlk 48 saatte ne oldu? Biz merak ediyoruz. Vatandaş olarak merak ediyoruz. Ne oldu niye sistem yürümedi? Ne oldu? Çünkü canların çoğu o saatlerde kayboldu. Daha sonra çıkıp da 'ilk birkaç gün aksama oldu ama' demeyle geçiştirilecek bir şey değil. İlk birkaç gün zaten insanlar soğuktan donarak öldü. İlk birkaç gün nefessizlikten öldü. İlk birkaç gün enkaz altında can çekişerek öldü. İlk birkaç gün niye çalışmadı sistem? Onun biz cevabını bekliyoruz. Pazartesi salıda ne yaptık dönünce? Mustafa Bey soru önergesiyle 5 bakana 74 soruluk bir soru önergesi verdi. Tık yok bir tane cevap yok. Bizim canlı yayınlarda yaptığımız bir konuşmanın tek bir kelimeyi işleri geldiğinde duyup onu ağızlarına dolayıp sürekli kullanabiliyorlar ama bizim sorduğumuz 74 soruyu niyeyse duymamazlıktan geliyorlar.

Mirgün Cabas: Sizin bir itirazınız oldu. Bu hemen başlayan ihalelerin hesabını yaptınız. Bir konut Adıyaman'da 3 milyon liraya çıkar mı dediniz. İtiraz ettiniz. Kim Adıyaman'da 3 milyona nasıl mal eder bunu diye sordunuz.

Ali Babacan: Adıyaman'a 2. gidişimizde Türkiye mimarlar mühendisler odası birliğinin Adıyaman temsilcisi ve oradaki mimar ve mühendis arkadaşlar görüşmek istedi. Bir çadırda oturduk. Adıyaman'da verilen bir ihaleyi anlattılar bana. Tabii verilen ihale diyoruz ama öyle yarışma ihale falan yok. Bir şirkete sen bunu yap diyorlar o kadar. Yani bedeli de pazarlık oluyor mu olmuyor mu ondan da emin değiliz ama sen bu kadar konutu yapacaksın şu fiyata yapacaksın diye. Bir rakamlar koydular önüme Şubat ayında Çevre Şehircilik Bakanlığının güncellenmiş konut maliyeti yayınlanmış. Daha şubatta. Ve ona göre 105 metrekarelik bir konutun maliyetini 600 küsür 700 bin civarında falan filan yani kalitesine göre. O mertebede olması gerekiyor. Bir de çift asansörlü 10 katlı falan bir binanın maliyeti. 5 katlı bir TOKİ konutu ki 105 metrekare standart. Onun ihalesi verilmiş Adıyaman'da bir daire 1 milyon 700 bin lira. Sadece inşaat. Arsa bedeli yok sadece inşaat. Dediler ki 'bu iki buçuk misli Sayın başkanım böyle şey olur mu?' Allah Allah dedik ya nasıl olur? Arkadaşlar dedi ki Çiğdem Toker de bu işle ilgili birkaç yazı çıkarttı dediler. Ben de o zaman dönünce bakalım. Ben bunu birkaç yerde konuştum mesele ettim. Daha sonra İsmet Berkan oturmuş bütün bu şehirlerdeki konut sayısını ihaleleri sıralamış sıralamış bütün o deprem bölgesinin ortalamasını 1 milyon 700 küsür bin lira bulmuş. Bu 105 metrekarelik bir dairenin sadece inşaat bedeli. Eğer köy evi ise bir köy evinde sadece inşaat 3,5 milyon. 3,5 milyon sadece inşaat arsa falan yok. Çünkü hazine arazisi ile yapıldığı için. Böyle bir şey olur mu? Daha cenazeler soğumamış. Siz ne yapıyorsunuz? Bakın bunları konuşuyoruz konuşuyoruz tık yok. Bazı konularda kulakları açık dinliyorlar anında cevap yetiştiriyorlar. İşlerine gelmediğinde kulaklarını kapatıyorlar duymamazlıktan geliyorlar. Öyle bir şey yok. Şu anda yaptığımız yayını saniye saniye izliyorlar. Benim söylediğim her kelimeyi dakika dakika takip ediyorlar. Eğer konuşmuyorlarsa cevap vermiyorlarsa bilin ki verecek cevapları yok. Onun için cevap vermiyorlar. Verecek cevapları olsa cevap yetiştirmeyi gayet iyi biliyorlar. Hemen bakanlar cevap yetiştiriyor. Cumhurbaşkanının kendisi cevap yetiştiriyor. Hatırlayalım depremden önce kaç tane konuda bana cevap yetiştiriyordu sürekli. Hatırlayın kaç tane konuda. Sürekli Babacan aşağı Babacan yukarı. O yapmadı da ben yaptım da ben imza atmasaydım zaten yapamazdı da falan filan. Ama şimdi bakıyoruz tık yok. Demek ki verecekleri cevap yok bunlara.

Mirgün Cabas: Biz bu deprem konutlarını bila bedel yapacağız devletin bu görevidir dediği zaman siz eyvah eyvah diyor musunuz içinizden.

Ali Babacan: Şimdi bu konutların zaten ilk maliyetini tamamen devlet karşılıyor. Yani TOKİ inşaat şirketlerine 1 milyon 700 bin lirayı ödüyor ancak öyle yapılabiliyor bunlar. Dolayısıyla zaten devletin cebinden çıkıyor. Ondan sonra ne oluyor? Taksite bağlanmış şekli ile o konutlarda oturanlardan bu tekrar tahsil edilmeye çalışılıyor. Tahsilat oranı da çok iyi değil onu da söyleyeyim. Konu deprem konutuysa tahsilat oranı da çok iyi gitmiyor yani. Ödeyen oluyor ödemeyen oluyor. Bu bir. İkincisi yıkılan konut eğer devletin denetiminden geçtiyse, devlet deprem konusunda dayanıklıdır diye İnşaat ruhsatından tutun da oturma iznine kadar yani iskân raporuna kadar bütün devlet derken belediyelerde var merkezi hükümet de var. Her ikisinin de yerine göre fonksiyonu var. Evet, vatandaşlar bütün bunlara güvenerek 'evet bu ev kontrolden geçmiş, kamu kuruluşları belediye de oturulabilir demiş. İzin de vermiş yapılmış' diye güvenerek aldıysa vatandaş bilemez ki açıp kolonun içerisindeki demirin kalınlığını mı ölçecek? Betonun kalitesini mi ölçecek? Vatandaşın böyle bir imkânı yok. Dolayısıyla devletin sağlam oturulabilir dediği bir binada vatandaş ev aldıysa o bina yıkıldıysa devletin bir tazmin sorumluluğu doğuyor burada. Sayın Kılıçdaroğlu'nun vurguladığı nokta bu. Yani o konutun o binanın denetlenmemesinin sebebi konut sahibi değil. O konutu denetlemekle görevli olanlar. Hatta biz buraya yazdık bakın. Hukuk adalet bölümünde en son deprem raporumuzu. Dedi ki siz sadece müteahhitleri savcılık sürecine sokuyorsunuz. Sadece müteahhitler değil bakın. Müteahhit onu yapmaktan sorumlu. Bir de onu denetlemekten sorumlu olan var. İnşaat ruhsatını veren var, iskân raporunu veren var. Değil mi? Oturulabilir diyor oturma izni veriyor o binaya. Bunu veren belediyeler. Oturma izini verenleri niye savcılık sürecek abi tutmuyorsunuz? 'E arkadaş sen bu bina sağlam dedin, oturma izni verdin. Neye göre verdin hangi denetimi yaptın bir gel hele.' demiyorlar. Biz buraya onu da yazdık. Onun da yapılması lazım dedik sadece müteahhitlerle iş bitmez. Hatırlayın 99 depreminde Veli Göçer miydi? öyle bir sembolik isim buldular. Soyadı Göçer yaptığı bina göçtü falan. O Veli Göçer aşağı Veli Göçer yukarı. Bir tane paratoner bulup tepkiyi de onun üzerine toplayıp 'bizim hiçbir suçumuz günahımız yok. Zaten binaların çoğu 99'dan önce yapılmıştı. O da doğru değil bakın doğru değil. Malatya'ya gidin bakın öyle değil. Sayın Erdoğan'ın verdiği bir rakam var o istatistik doğru değil yani. Kendi döneminden hemen sıyrılıyor zaten yıkılan binanın çoğu eskiden yapılmış. Mesela bunu da sordum. Doğru değil bu rakam. Yıkılan binalar belli bunların ne zaman yapıldığı belli. Sayıları bize verin dedim. Hatta o 74 sorudan bir tanesi bu yıkılan binalardan kaç tanesi imar affından yararlanmıştı? İmar affından yararlanan binanın kaydı belli, ada parsel numarası belli, yıkılan binanın da ada parsel numarası belli. Bunları bir örtüştürün bakalım. Kaç tane bina imar affından yararlandıktan sonra yıkıldı ve o binalarda kaç kişi öldü? Bu sorularımızı duymuyorlar. Çünkü verecek cevapları yok.

Mirgün Cabas: Finansman konusuna belki gelebiliriz.

Ali Babacan: Bu çok soruluyor. Hem daha olmamış depremlerle ilgili hazırlık amaçlı konut inşası hem de şu anda deprem bölgesindeki konut inşası nasıl finanse edilecek. Bu gerçekten önemli bir konu. Bunun mevcut klasik finansman yöntemleriyle sağlanması mümkün değil. Yani şu anda hükümet bir deprem fonu gibi bir şey oluşturdu. Deprem fonu dediğin ne? sağdan soldan devlet imkanlarından parayı akıtıyorlar ya da başka ülkelerden gelen yardımlar var. Şu emirden şu kadar para işte getirsin, veliaht prensten şunu getir, şundan şunu iste, Putin'e doğalgaz ödemelerini ertele falan filan. Oraya parayı topla oradan da harca. Böyle olmaz böyle mümkün değil. Sınırlı kaynak toplanır bu sınırlı kaynakta buna yetmez. Dolayısıyla bizim bu deprem raporunda ortaya koyduğumuz Konut Finansmanı Kurumu diye yeni bir yapı öngörüyoruz. Bu aslında gelişmiş ekonomilerin çoğunda olan Amerika'da 3 tane, Japonya'da bir tane, Almanya'da 1 tane olan bir kurum. Ve artık Türkiye'de de artık bunun kurulması gerektiğini zamanının geldiğini söylüyoruz. Bunun adı KFK. Yani Konut Finansmanı Kurumu. Bu kurumun amacı orta gelirli ve düşük gelirli vatandaşlar için konut finansmanının sürekli sıhhatli ve toplu sağlanmasını gerçekleştirmek. Bunun içinde ne yapıyor bu kurum? Şu anda bankaların elinde konut kredisi alacağı var ya bunlar sağlam alacak. İpoteğe dayanıyor. Ve üstelik takibe geçme oranı çok düşük. Yani bütün krediler içerisinde bakın bankaların kredileri içerisinde en sağlam kredi şu anda konut kredileri. Geri ödeme oranı çok yüksek. Dolayısıyla çok sağlam bir varlık. Biz diyoruz ki bankalar bu konut kredilerini bu konut finansmanı kurumuna aktaracaklar. Yani alacaklarını bu kuruma devretmiş olacaklar. Bu kurumda hem sermaye nakit ve hazine arazi şeklindeki sermaye ile hem de bu almış olduğu varlıkların üzerine standartlaştırılmış varlığa dayalı menkul kıymet üretecek. Bunlar bunu tahlil de olabilir bu kurumun hisse senedi şeklinde de olabilir. Ve bu kurumu devletin öncülüğünü de kuracağımız için aynı zamanda bu kurumun mali bünyesi sapasağlam olduğu için tamamı konut kredisine dayanıyor. Bu kurum hazineden daha uygun şartlarda finansman bulma imkânına sahip olacak. Çünkü risk burada çok düşük. Hazine borçlanırken açığa borçlanıyor. Hâlbuki bu kurum gayrimenkule dayanan ipoteğe dayanan bir varlık teminatı üzerine borçlanıyor. Dolayısıyla bu kurum yoluyla hazinenin imkânlarından çok daha yüksek imkân çok daha uygun şartlarda imkân oluşturmak mümkün. Çalışan bir sürü örneği var dünyada. Diyeceksiniz ki niye zamanında kurmadık? Çünkü zamanında bizim konut finansmanı piyasamız çok küçüktü. Yani mortgage yasasını ben çıkarttım biliyorsunuz 2006'da meclisten. Dünyadaki mortgage krizi çıkmadan önce. 2006 yılında biz onu çıkarttık. Ve çok yeniydi. Piyasa küçük bir piyasaydı ama şimdi artık piyasa büyük bir piyasa haline geldi. Dolayısıyla örneğin mevcut piyasada 100 milyarlık bir konut kredisi bankalar buraya koyduğu anda ve bu kurumda 100 milyar TL'lik bir ihraç yaptığı anda bu kuruma 100 milyar lira gelecek ve 100 milyar lira bankalara nakit olarak dönmüş olacak. Bu kadar basit aslında yani. Yani 100 milyarlık konut kredisini koyuyorsunuz. 100 milyarlık nakit bankalara dönüyor. Bankalar o eline geçirdiği yeni 100 milyarı yeniden konut kredisi veriyor, yeniden alacakları getiriyorlar koyuyorlar. Bu kuruluş tekrar 100 daha elde ediyor. Alın size 200. Yani böyle kartopu gibi finansmanı kısa zamanda hızla büyüyebilecek bir model bu. Ama bu modeli çok sağlam güvenilir bir şekilde kurmak gerekiyor. 6 aylık bir süre gerekiyor böyle bir kurumu kurmak için. Ki bunun insan kaynağı yapısı, tanıtımı, bunun mali bünyesi ile ilgili çalışmalar. Hazinenin hem arazi olarak hem nakit olarak koyacağı sermaye ki %15 20 civarında bir sermaye koyulursa çok daha güçlü çalışır bu. Dolayısıyla biz burada ne diyoruz aslında? Devlet diyelim ki elindeki 10 lira hazine arazisini 10 liralık da kaynağı buraya koyduğu anda burası 100 liralık kaynak oluşturuyor. Yani 10 lirayla 100 liralık iş yapıyorsunuz.

Mirgün Cabas: Bu hem dönüşüm için hem de yeni konutların inşası için..

Ali Babacan: İş bilelim kılıç kuşanalım demişler ya. İş bilenin kılıç kuşananın atasözü. Dolayısıyla Türkiye'de artık bunun zamanı geldi. Çünkü konut piyasamız büyüdü. Büyüyünce bunu yapabiliyorsunuz öbür türlü uğraşmaya değmiyor. Bunun insan kaynağı yapısı var, kendi giderleri falan var. Biz aslında düşündük o yıllarda yapalım diye. Dedik biraz daha piyasa büyüsün. Ama artık zamanı geldi. İyi işleyen örnekleri de çok. Mesela şu var ben bunu anlattıktan sonra baktım birkaç yerde Amerika'daki piyasa ile ilgili ya ama o kuruluşlar da krize girdi 2008 krizinde gibi hani illa eleştirecekler ya. Biz tabi eleştiriye açığız sorun yok. O kuruluşlar sıkıntıya girdi çünkü o kuruluşların o gün aldıkları konut kredileri çürük kredilerdi ondan. Yani kalitesi düşük kredileri o kuruluşlara aldılar, sağlam olmayan kredileri. O krediler de çökünce bu kuruluşlar sıkıntıya girdi. Halbuki bizim bankalarımızın portföyündeki en sağlam kredi cinsi konut kredisi.

Mirgün Cabas: Yani insanlar konutlarına sahip çıkıyorlar ve onu ne olursa olsun koşul ne olursa olsun onu ödüyorlar.

Ali Babacan: Tabii ki. Biz üstelik ne yaptık mesela? Biz de değişken faiz yasak konut kredilerinde. Çünkü ben yasayı öyle koymuştum o zaman. Hep Türk lirası. Döviz cinsinden yasak. Döviz cinsinden konut kredisi alamazsınız. Madem vatandaşımızın geliri Türk lirası o zaman taksileri de Türk lirası olacak, üstelik taksitler faizler inip çıktıkça değişmeyecek. Mesela Amerika'daki krizin asıl sebebi değişken faizli kredilerdir. İnsanlar faizler düşükken gittiler ev aldılar. Aylık diyelim ki 1000 dolar morgace ödemesi varken faizler artınca aylık 1500-2000 dolarlık morgace ödemesi gelmeye başladı. İnsanlarda ödeyemedi. Ödeyemeyince alacaklar çürük hale geldi. Çürük hale gelince bu kuruluşlar çürüdü. Dolayısıyla biz baştan sağlam kurtulduğumuz için Türk lirası ve sabit faizi kurduğumuz için bu kuruluş rahat çalışır. Ya bunlar önemli değil. Hükümet kurulsun o günkü hazine bakanlığı maliye bakanı çağıracağız diyeceğiz arkadaşlar böyle bir durum var. İyi örnekler de şunlar. Bu işin tekniğini bilen de şu. Şu kuruluşlarla konuşun. Ben hazine bakanına maliye bakanına 15 dakika anlatsam onlar da iyi iki bakan zaten bunu hemen çözer gelirler. 6 ayda bu sistem çalışır. Hiç mesele değil yani.

Özlem Akarsu Çelik: Ekonomiye dair soracak çok şey var. Emekli maaşlarına zam, asgari ücrete yapılması planlanan zam, EYT ne olacak. Az önce siz ifade ettiniz tüm tuşlara aynı anda basıldı. Bunun sonuçları sizi hiç ürkütmüyor mu? Çünkü bu kadar büyük bir seçim ekonomisine daha önce hiç tanık olmadık diyen AK Parti yöneticileri de var.

Ali Babacan: Yani gerçekten bu seçime giderken yapılan uygulamalar bundan önce hiçbir seçimde yoktu. O da aslında panikliğin büyüklüğünü de gösteriyor. Baştan dedim ya böyle söyledikleri değil vücut dili değil de yaptıklarına biz bakıyoruz diye. Daha Mayıs’ta seçim olacak. Temmuzda asgari ücreti artacaklarını bugün açıklıyorlar falan yani. Sınırı yok yani.

Özlem Akarsu Çelik: EYT de eylüle ertelenmiş.

Ali Babacan: Müracaatlar falan tabii biraz da nakit sorunu da var yani. Bankacılık sistemi nakde tıkanmış durumda şu anda. Hazine nakit de hiç rahat değil. Bu değirmenin suyu nereden geliyor değil mi. Yani Merkez Bankası’na para bas bas bas bas bu sefer enflasyon artıyor. Dolayısıyla gerçekten tablo kötü bir tablo. Depremden önceki tablo biz daha kolay bir tablo olarak görüyorduk açıkçası. Yani kolay çözülür daha çabucak açılır. Depremle beraber tabloda ağırlaştı. Bu ağır yükün altından kalkmak biraz vakit alacak öyle görünüyor. Yani depremden önce bana sorduklarında biz 6 ayda bu kriz iklimini ortadan kaldırırız diyorduk yani. 6 ayda şöyle kriz iklimi ortadan kalkar ülke normalleşir. En geç 2 senede de enflasyonu tek haneye indiririz diyorduk. Ama şu anda depremle beraber depremden sonra hükümetin yaptıkları ile beraber çok ağır ağır bir ekonomik tablo var yani. Dolayısıyla biraz vakit alacak bu işler. Hemen böyle çabucak olmayabilir biraz vakit alabilir. Buna millet olarak hazır olmamız lazım. Özellikle depremin getirdiği yük ve depremden önce yapılanlar sonra yapılanlar bütün bu ağır hasar bu enkaz bu ekonomik enkaz, bu deprem enkazı bunun kaldırılması biraz vakit alacak yani. Ama bu iş bizim işimiz yani. En büyük krizleri çözdük. Bütün Avrupa yanıp kavrulurken Türkiye o 2008-2009 krizini hatırlayın. Gayet iyi bir şekilde sıyrıldı çıktı. 2001 krizi nasıl oldu hatırlayalım. 99 depreminde milli gelirimizin %17'sini kaybettik. 2001 Şubat krizinde de milli gelirimizin bir%30'unu daha kaybettik. Çünkü depremin ağır maliyetini o günkü hükümet iyi yönetemediği için Kasım 2000'de ve Şubat 2001'de yeni ekonomik krizleri tetikledi. Depremin maliyetinden çok daha fazla ekonomik kriz maliyeti ödedi Türkiye. Dolayısıyla bu hükümetin bu depremin altından kalkması mümkün değil. Yeni bu depremi çözeceğim diye yeni ekonomik krizler üretecekler. O kesin yani. Arka arkaya ekonomik krizler yaşatırlar. Çünkü bunu çözecek bir kadro yok yani. Yapamazlar yani. Onun için yine bu iş bize düşecek. Vakit alacak evet kolay olmayacak. Ama nasıl o 2001'in zor şartlarında ekonomiye ayağa kaldırdıysak, nasıl o 2008-2009'da Yunanistan iflas ederken İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda hepsi sıkıntı çekerken, Amerika'daki bankacılık sistemi 400 tane banka iflas ederken Türkiye sapasağlam devam ettiyse, bütün o zor dönemlerden nasıl Türkiye'yi bir bakıma rahat bir şekilde çıkardıysak bu zor tablodan da inşallah Türkiye'yi çıkarırız. Evet zor ama imkânsız değil.

Mirgün Cabas: Enflasyonla mücadelenin aslında her şeyin temelinde olduğunu söylediniz. Enflasyonla mücadele de biraz galiba sıkılaştırma gerekiyor. Bu dönüp birazcık refahı kısa vadede etkileyecek bir şey mi? İnsanların tüketimlerini, gelirlerini, imkânlarını etkileyecek bir tablo koymak zorunda kalacak mısınız ortaya?

Ali Babacan: Türkiye'deki enflasyonun ana sebebi maliyetlerdeki artış. Yani enflasyonda bir çeken faktörler vardır bir de iten faktörler vardır. Çeken faktör şudur; insanların elinde çok para olur çok ve ucuz para pompalamışızdır piyasaya. O yüksek miktardaki para aynı şu anda Amerika'da ve Avrupa'da olduğu gibi enflasyona sebep olur. O yüksek miktarda para insanları çok fazla alışverişe sevk eder. O alışverişte fiyatları yükseltir. Buna çeken faktörler denir. Türkiye'de böyle bir durum yok. Yani insanların parası çok, çok alışveriş yapıyor ondan enflasyon artıyor değil. Türkiye'deki enflasyon maliyet kaynaklı. Yani Türkiye'de iten faktörler var. Dolayısıyla o maliyetlere inmek gerekiyor Türkiye'de enflasyonla mücadele için. Yani sıkılaştırmada öyle vatandaşın zaten hali yok zaten alışverişte zorlanıyor. Maliyet faktörüne inmek gerekiyor. Maliyet enflasyonu ile mücadele etmek gerekiyor. Örneğin gıda değil mi. Korkunç arttı fiyatlar. Bir karton yumurta 50 lira 100 lira kalitesine göre. Yani bir yumurtanın 3 liradan aşağı zor bulunduğu bir dönemdeyiz. Dolayısıyla bu kadar fiyatların arttığı bir dönemde gerçekten maliyete inmek gerekiyor. Maliyette nedir? Tarım. Tarımın maliyetine inmek gerekiyor özellikle gıda da. Orada da gübre mesela. Gübre mutlaka %50'sinin devlet tarafından karşılanması gerekiyor. Yemin mutlaka %50'sini  devlet tarafından karşılanması gerekiyor. Mazotta ve elektrikte çiftçiye uygun ayrı fiyatlar gerekiyor. Ve sulama projelerine öncelik vermek gerekiyor. Her işi bir yana bırakıp sulama projelerinin Türkiye'de tamamlanması gerekiyor ki maliyetleri aşağı çekelim. Ve maliyetleri aşağıya çekmek için harcayacağınız rakam nihayetinde oluşmuş o yüksek enflasyonla mücadele için gereken kaynakların çok daha altında. Çünkü maliyete indikçe rakamlar küçüle küçüle iniyor yani. Diyelim ki peyniri ele alın. Peynirin maliyetine doğru inin. İşte 1 kg peynirin maliyetine indikçe rakamlar küçülür küçülür... O küçük noktada müdahale ederseniz az kaynaklarla orada maliyeti düşürdüğünüz anda hem çiftçinin şöyle bir rahatlamasını sağlarsınız hem de nihayetinde fiyatların tüketiciye makul şekilde ulaşmasını sağlarsınız. Mesela hayvancılık değil mi. Et fiyatları Türkiye'de korkunç arttı artıyor. Artık çığırından çıktı yani. Ve et tüketimi yarı yarıya azaldı. Süt, peynir, yumurta hepsi arttı. Ben inanın çok korkuyorum ki Türkiye'de yeterince protein alamadığından yeterince gelişememiş bir nesil çıkacak şimdi şu birkaç yıl boyunca. 2018 19'dan tutun 2023'e kadar bu 3-4 sene yeterince et tüketemeyen yeterince süt peynir yoğurt tüketemeyen yumurta tüketemeyen ki bunların hepsi önemli protein kaynağı. Yeterince protein almadığı için gelişimi eksik kalan bir nesil oluşuyor şu anda Türkiye'de. Ve bunun telafisi yok. Böyle bir şey yok. Tam gelişme çağındaki çocuklar bunu yapamazsanız bu kaçıyor fırsat yani. Ya yetenekleri farklı olacak ya işte fiziki gelişmeleri kısıtlanacak şu olacak ne olacak. Onun için yapacak çok iş var çok iş var. Ama hepsine de hazırız. Şu ana kadar ben AK Parti döneminde 2002, 2007, 2011 seçim beyannamelerini ve hükümet programlarını hazırlayan ekibin ya içindeydim ya başındaydım. Böyle bir şey olmadı bu kadar kapsamlı bir çalışma hiç olmadı yani. Ve bu çalışma sadece içerik olarak kapsamlı değil çok kapsayıcı. Çünkü 6 partinin imzasıyla ve tüm adeta Türkiye'nin temsil edildiği bir siyasi bakışla açıklandı bu. Bunda herkesin onayı var her kelimede herkesin olayı var. Onun için bu çalışma çok kıymetli. Bunun yanında bir de bu depremle ilgili  6 partinin bu bizim davanın çalışması ama ortaklaştırılıyor şimdi. Onu da eklediğimizde inşallah çalışmaya da başlayınca bu olacak. Biraz zaman alacak ama mutlaka olacak.

Mirgün Cabas: Sayın Babacan çok teşekkür ederiz çok sağ olun. Sabırla sorularımıza cevap verdiniz. Sizinle konuşmak gerçekten zevkti.

Ali Babacan: Sağ olun zahmet ettiniz. Ankara'ya yaptınız bugün. Biz Ankara'dan ayrılamıyoruz malum 9'una kadar çok yoğun bir hem diğer partilerle görüşme trafiği hem de bu aday adaylıkları adaylıklar... Ankara mesaisinin yoğun olduğu günler gerçekten. Ben teşekkür ediyorum.

20 Mart 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın saydık.biz Platformu Tanıtım Toplantısı Konuşması

Ali Babacan’ın saydık.biz Platformu Tanıtım Toplantısı Konuşması

Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Seçim güvenliğini sağlamak üzere, hep beraber parçası olacağımız kullanacağımız “saydik.biz platformu”nun tanıtım programına hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerime, tarihimizden ilham verici bir anekdot ile başlamak istiyorum.

Bundan tam 76 sene evvel, 1947 yılında, ülkemizde ilk çok partili muhtarlık seçimi yapılmıştı.

İlk defa insanların önüne farklı farklı seçenekler sunularak bir seçime gidilmişti.

Tüm ülke için yeni bir heyecan, yeni bir umut veren seçimdi ama bir o kadar da çekişme ve gerginlik vardı.

Mersin’de, Toroslar’daki Aslanköy’de de 8 gün süren seçim, aylar süren bir mücadele yaşandı.

Aslanköylülerin seçtiği aday açık ara kazandı. Fakat eski muhtar devir teslim yapmak yerine Valiye gidip seçimlerde hile olduğunu söyledi.

Ne kadar benziyor değil mi geçen İstanbul seçimlerine falan.

Kış şartlarında, 76 sene öncesinin imkansızlıkları içinde saatler süren yolculuğun ardından, seçimlerin iptali için Jandarma köye gitti.

Sandık, köyün öğretmenindeydi. Ona emanet edilmişti. Yüzbaşı sandığı istedi, öğretmen sandığı vermedi.

Oyları tek tek tasnif eden, ayıran köylüler de “Hâkim dışında kimseye sandığımızı vermeyiz” dediler.

Öğretmenin yanına Aslanköylü kadınlar geldi. Kadınlar sandığın etrafını sardılar.

İtiş kakışa, ısrara rağmen, askerlerin baskısına rağmen Aslanköylüler sandığı vermedi.

Havaya ateş açıldı, kadınlar yerlerde tekmelendi… Hayır, vermediler.

20 kadın, 27 erkek… Tam 47 kişi tutuklandı. Tutuklanan kadınlardan 5’inin kucağında bebeği de vardı…

Mersin Hapishanesinde tam 8 ay boyunca davanın başlamasını beklediler.

Aylar sonra dava başladı.

Duruşma salonu yürek yakan görüntülere şahit oldu.

16 çocuk annesi, milli mücadele kahramanı Ayşe Çelik dua ediyordu. Kucağında bebek olan anneler çocuklar ağlamasın diye tedirgince bekliyorlardı.

Ve arkadaşlar, bir köydeki muhtarlık seçiminde, verdikleri oylara sahip çıkmaya çalışan Aslanköylülere istenen ceza neydi biliyor musunuz? İDAM.

Evet, yanlış duymadınız, idam cezası.,

Çünkü kolluk kuvvetlerine karşı çıkıp isyan ettikleri iddiasıyla idamları isteniyordu.

Önce sandığı jandarmaya vermeyen öğretmen Mustafa’ya söz verildi.

Mustafa dedi ki: “Başımıza gelenlerin tek sebebi eski muhtarın, muhtarlık ihtirasıdır” dedi.

Sonra kadınlar konuştu. Olay günü evinde olan kadınlar bile yargılanıyordu. Olaya karışmış olmayanlar dahi yargılanıyordu.

Kadınlar, “Oy demek ırz demektir; idama kadar yolu var” diyerek duruşma salonunda da sandığa sahip çıkmaya devam ettiler.

Aslanköylülerden sonra köye gönderilen askerlerden birine soruldu, asker çıktı dürüstçe “İsyan yoktu” dedi.

Ve o gün 47 köylü tahliye edildi. Bir sene sonra karar açıkladığında 26 kişiye 6’şar ay hapis cezası verildi.

İşte arkadaşlar;

Bundan 76 sene evvel bu topraklarda yaşandı. Torosların zirvesinde, köylüler oylarına sahip çıkmak için, gözlerini kırpmadan, hiç tereddüt etmeden büyük bir mücadele verdiler.

Demokrasiye inandıkları için bu mücadeleyi verdiler.

*****

Değerli arkadaşlar,

İşte biz de Cumhuriyet tarihine damgasını vuracak bir seçime doğru gidiyoruz. Ve bu 14 Mayıs seçimleri için her türlü seçim güvenliği her türlü tedbiri almak zorundayız.

Çok çok dikkatli olmak zorundayız.

Çünkü önümüzde; tam demokrasiye giden yolun ayrımı var.

Tek kişinin dağarcığıyla, keyfi kararlarıyla yönettiği ülkeyi; ortak akılla, katılımcılıkla, istişareyle yönetmenin de eşiğine gelmiş bulunmaktayız.

Ülkemizi özgürlük ve zenginlik limanına sağ salim yanaştırmanın şafağındayız.

Biz bu seçimi açık ara kazanmayı hedefliyoruz. Açık ara. Ama burada kazanmak için ön hazırlığımızın da sağlam olması gerektiğini çok çok iyi biliyoruz.

Tam da bu nedenle, 6’lı masa çalışmalarında “Seçim Güvenliği” ile ilgili bir komisyonumuz kuruldu, biliyorsunuz.

Bizden İdris Şahin Bey’in partimizi temsil ettiği komisyon.

Ve komisyonumuz; seçim öncesi, seçim sırası ve seçim sonrası olmak üzere 3 ayrı zamanın planlamasını yaptı ve bu planlamaları da kamuoyu ile paylaştı.

Biz Millet İttifakı’nın seçim güvenliği konusundaki işbirliği çalışmalarımıza aynen devam edeceğiz.

Oradaki çalışmaların içinde bizzat bulunacağız.

Ayrıca ülkemizde seçim güvenliği amacıyla çalışan biliyorsunuz çok kıymetli sivil toplum kuruluşları, sivil inisiyatifler de var. Biz onlarla da iletişim içinde olacağız.

Bütün bunlara ek olarak, DEVA Partisi olarak biz, seçim güvenliği ile ilgili kendi sistemimizi de artık oluşturmuş bulunmaktayız.

Yani kendi oluşturduğumuz sistem 6’lı masada yaptığımız iş birliğine, sivil inisiyatifle yaptığımız içinde bulunduğumuz diyaloga ek olarak oluşturduğumuz kendi sistemimiz.

İşte birazdan detaylarını genel başkan yardımcılarımız İdris Şahin Bey ile Mustafa Ergen Bey’den dinleyeceğimiz “saydık.biz Platformu” partimizin seçim güvenliği amacıyla tüm vatandaşlarımızın içine katılabilecekleri bir seçim güvenlik sistemi.

Bu platform, sorumluluk sahibi aktif bir vatandaşlığın gereği olarak, her bir yurttaşımızın kendisinin, evladının, çocuğunun yarınlarına sahip çıkmasını sağlayacak bir platform.

Saydık.biz ile; çok daha geniş bir çerçevede kitle-kaynak metodunu da aslında aktive etmiş olacağız.

Sistem çok basit. Her biriniz, bizi izleyen herkes, bilgisayar başına geçip veya akıllı telefonlarından “saydik.biz” adlı internet sitesine girebilir.

Akıllı telefonlardan bunu yapabilirsiniz.

Sitede de çok basit bir üyelik formu var. Bu üyelik formu aslında sandığa sahip çıkma, sandık sahiplenmekle ilgili bir üyelik formu. Parti üyeliğiyle alakası yok bunun.

Yani buradaki üyelik formu DEVA Partisine üyelikle ilgili değil.

Bu formu doldurduktan sonra, ekrandaki Türkiye haritasından hangi ilde oy kullanıyorsanız o ili ve o ilin ilçelerini görüyorsunuz.

O ilçelerden de sandıkların detaylarına kadar inebiliyorsunuz ve oy kullanım işleminin yapıldığı yapılacağı bir binadaki sandıkları “sahipleniyorsunuz”.

Bu bina oy kullandığınız bina da olabilir, oy kullandığınız binada sabah erken oyunuzu kullanıp başka bir binadaki sandıkları da sahiplenebilirsiniz.

Evet, buna “sahiplenmek” diyoruz sandık sahiplenmek. Tıpkı Aslanköylü kadınlar gibi sandığımıza sahip çıkmak istiyoruz. Onun için bunun adına sandık sahiplenmek diyoruz.

Ve o Türkiye haritasına baktığımızda biraz sonra Mustafa Bey detaylarını anlatacak, o Türkiye haritasında, il haritasında hangi binalarda hangi sandıklar sahiplenilmiş hangi sandıkların henüz sahibi yok onu da görmek mümkün.

Ve böylece sahiplenilmemiş sandıklar üzerinden bir sahiplenme işlemini yapabiliyoruz. Ve bu işlem bütün yurttaşlarımıza açık. Partimiz olsun ya da olmasın herkesin girip içine kaydedip kendisini seçim günü de katılabileceği bir sistem.

Bunu yaptıktan sonra da yani sisteme kaydolduktan sonra da o önemli günü seçim gününü bekliyoruz.

Biliyorsunuz seçim günleri aslında demokrasinin bayram günleridir. Siyasi partilerin bayram günleridir.

İşte 14 Mayıs günü de sahiplendiğiniz sandığa gidip, gün boyu o sandık ve sandığın olduğu binadaki diğer sandıkları izliyorsunuz, takip ediyorsunuz. Bununla ilgili zaten eğitim programları olacak. O üyelik formunu doldurup da kaydolanlar için eğitim programları olacak. Sandığa nasıl sahip çıkılacak, ne yapılacak, hangi tür riskler olabilir, bundan önceki seçimlerde neler yapıldı, ne tür yanlışlıklar oldu... Bunların hepsi zaten o üye olan saydık.biz web sitesinde sandık sahibi olarak üye olan arkadaşlarımıza bu eğitimler verilecek.

Öyle çok zor şeyler değil çok basit bir iki dakikalık böyle animasyonlarla bile öğrenilebilecek basit şeyler. Gözünüzde büyütmeyin, eğitim falan deyince böyle gözünüzde büyütmeyin. Basit şeyler.

Ve değerli arkadaşlar, o gün sandıkları sahiplenen arkadaşlarımız günün sonunda sandıklar sayılıyor ya, sandıklar sayıldıktan sonra bir ıslak imzalı tutanak tutuluyor.

Bu tutanağın adı sandık sonuç tutanağı. Ve bu tutanakta 7 imzayla sandık başkanı oluyor sandık başkan yardımcısı oluyor bir de son seçimlere giren ve en yüksek oyu alan 5 partinin de sandık görevlileri yer alıyor.

Biz ilk defa seçime girdiğimiz için bizim sandık görevlimiz olmayacak. İnşallah bundan sonraki seçimlerde bizim arkadaşlarımızın da imzaları olacak burada.

Ama sandık müşahidi diye bir sistem var, resmen sandık müşahidi olarak bu 7 kişinin dışındaki insanlar da gidip sandıkları izleyebiliyor.

Müşahide zaten şahitlikten geliyor, izlemekten geliyor biliyorsunuz. Eski kelime ama dolaylısıyla o gün yapılacaklar son derece önemli.

Ne oluyor? Bu ıslak imzalı tutanağın bir fotoğrafı çekiliyor. Bu fotoğraf sisteme yükleniyor.

Yani sandıkları sahiplenen arkadaşlarımızın yapacağı ıslak imzalı tutanağın fotoğrafını çekip sisteme yüklemek.

Bunlar da son derece basit. Biraz sonra Mustafa Bey sizlerle bunları paylaşacak.

Bu kadar basit.

Şunu da vurgulamak istiyorum ki, bu sistem daha önce de söylediğim gibi bütün vatandaşlarımıza açık bir sistem.

Formu doldurmak, bir sandığı “sahiplenmek” gerçekten vatandaşlık görevinin de en önemli unsurlarından bir tanesi olacak.

“Saydık. biz”e katılmak sadece ve sadece demokrasiye sahip çıkmak anlamına geliyor.

Seçim gecesi de hep beraber inşallah yine bu sistemin, saydik.biz sisteminin sayfalarından hep beraber sonuçları ayrıca izleme imkanına sahip olacağız.

Eminim; tarihi zaferimiz öyle büyük olacak ki ülkemizdeki demokrasi hasretini dindireceğiz.

*****

Yüzdük yüzdük kuyruğa geldik.

Son 55 gün.

Tüm bu çalışmaların, tüm bu emeklerin, tüm bu birlikteliklerin en önemli aşaması değerli arkadaşlar işte o seçimin olduğu gün sandıklara sahip çıkmamıza bağlı.

Bunu ben sadece bir siyasi parti lideri olarak söylemiyorum. Maksadımız sadece DEVA Partisine atılan oyları korumak değil.

Bizim maksadımız, ipi kim göğüslerse göğüslesin, kim kazanırsa kazansın hakkı korumak.

Biz hakkı korumanın derdindeyiz.

Maksadımız, seçim günü hakkın tecelli etmesi.

Maksadımız, demokrasi tarihimizin en büyük sınavlarından birini kazasız belasız bitirmek, kimsenin aklında kuşku bırakmamak.

Kim olursa olsun, hakkı çiğnetmeyeceğiz.

Ne olursa olsun, hakkı tutup ayağa kaldıracağız.

Aslanköylülerin yargılandığı o tarihi duruşmada söyledikleri gibi, birilerinin ihtirası başımıza daha fazla iş açmasın diye sandıklara sahip çıkacağız.

Çünkü değerli arkadaşlar;

Türkiye, demokrasi sevdasından bir an bile vazgeçmeyen, tam demokrasiye
kavuşacağı günü “hasretle” bekleyen büyük bir ülkedir.

Çünkü tam demokrasi; bu ülkede oy kullandıkları sandıkları canları pahasına, kucaklarında bebekleriyle korumaya çalışan Aslanköylü kadınların da hasretidir.

Demokrasi, 12 Eylül darbesinden sonraki ilk seçimlerde, askerin gücüyle
seçime girenleri değil, sivil siyaseti destekleyen milyonların hasretidir.

Demokrasi, 28 Şubat'ın korku iklimiyle evlere hapsolan gençlerin hasretidir.

Demokrasi, 90’lı yılların karanlığında can korkusuyla sokağa çıkan insanların hasretidir.

*****

Ve değerli arkadaşlar,

Ülkemizin her köşesinde sandık ve sandık günü çok önemli olacaktır.

Biz ilk defa seçime giren bir siyasi parti olarak bu ilk tecrübeyi yaşayacağız.

Ama parti mensuplarımızdan ve bu sisteme gelip katılıp bizlerle çalışacak arkadaşlarımızdan tabi ki sandık tecrübesi olan çok insan var.

Biraz da bilenler bilmeyenlere öğretecek. Bu eğitim işi biraz da öyle gidecek. Yani tecrübesi olan arkadaşlar ilk defa yapan arkadaşlarla tecrübelerini detaylı bir şekilde paylaşacak.

Bu formlar eğitim programlarının dışında söylüyorum bunu.

Ve biliyorum, seçim arefesinde pek çok sohbetin konusu şu: “O gece nasıl geçecek?”

Pek çok insanın endişesi şu: “Oyumuza ne olacak.”

Bu millete tepeden bakanlar bilmez, bu milleti hor görenler anlamaz, bu milleti aşağılayanlar işitmez. Devlet inanın ve millet olarak biz bunu beraberce gerçekleştireceğiz.

Biz millet olarak cevabı her zaman sandıkta vereceğiz.

Susar, susar, içine atar, seçim gününe kadar bekler. O seçim günü var ya, işte o gün de sabah kalkar eşiyle dostuyla neşe içinde sandığa gider ve demokratik görüşünü tepkisini zarfa koyar ve sandığa atar.

Siyasi görüşünü belli etmeyen, konuşmayan milyonlarca vatandaşımız var. Biz onları çok iyi biliyoruz, anlıyoruz.

Onlar seçim gününü iple çekiyorlar.

Sanmayın ki sorulduğu zaman ‘bilmiyorum dur bakalım daha var’ dediklerinde bir kanaati olmadıklarını.

Kanaatleri var. Ve o kanaatlerini ülkenin yanlış gidişine, yanlış istikametine verecekleri cevabı işte o oy pusulasına işaretleyecekler. Zarfa koyup sandığa atacaklar.

İktidarın bütün gücüyle milletin üstüne geldiği, hayatın her alanına karıştığı, kendi milletini fakirleştirdiği bir dönemde, verilecek en iyi cevabın sandığa atılacak bir oy zarfı olduğunu bu milletimiz gayet iyi bilir.

Fakat oy sandığına dokunanı, verdiği oyu mundar etmeye çalışanı, saydırmamaya çalışanı, iptal ettirmeye çalışanı da affetmez.

2019’da gördük.

Verdiği oya sahip çıkmayanı, hakkını savunmayanı, seçim gecesi kendisini yalnız bırakanı da umutlarını alıp karanlığa gömeni de affetmez, unutmaz.

Dolayısıyla bizim sandıklara sahip çıkmamız aynı zamanda milletimizin bizden çok kuvvetli beklentisidir.

Bu nedenle biz, DEVA Partisi olarak sorumluluğumuzun farkındayız. Sorumluluğumuzun gerektirdiği özenle de bu çalışmayı sürdürüyoruz, devam ediyoruz.

Vatandaşlarımızın her bir oyunuzu sonuna kadar korumak zorundayız. Bunu da yine vatandaşlarımızla birlikte yapmak için bugün burada bu basın toplantısını düzenliyoruz.

Sizi seçim gecesi yalnız bırakmayacağız. Türkiye’nin dört bir yanından kayda aldığımız, fotoğrafını çektiğimiz bu ıslak imzalı tutanaklarla ve yine bu sisteme kaydolan bu sistemde sandık sahibi olan, sandığı sahiplenen vatandaşlarımızla beraber bütün ülkeyi doğru bilgilendirmenin çabasında olacağız.

Endişeye mahal yok. Biz buradayız, bir aradayız. Hakkı ezdirmeyeceğiz ve kazanacağız.

Bu platformun hazırlanmasında emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Bu arada bu platform böyle bizim bir profesyonel destekle yaptığımız bir platform değil. Tamamen gönüllülerimizle beraber yaptığımız bir çalışma.

Yani kalpten gelen bir çalışma. Profesyonel bir ilişkiyle ücretle yaptırılan bir çalışma değil, onu da söyleyeyim.

Yani alın teri var, akıl teri var ama kalp teri de var. Onu da söyleyeyim. Öyle bir çalışma.

Ve bu toplantıya katıldığınız için hepinize tekrar teşekkür ediyorum.

Sözü önce seçim işleri başkanımız İdris Bey’e arkasından da alında eğitim politikaları başkanımız ama mesleği gereği elektronik mühendisi olduğu için bütün projeyi koordine eden genel başkan yardımcımız Mustafa Ergen Bey’e vereceğim.

19 Mart 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İzmir İktisat Kongresi Konuşması

İzmir İktisat Kongresi Konuşma Metni


100 sene sonra yeniden, ülkemiz bir demokrasi eşiğinde iken; iktisat konuşuyoruz.

100 sene sonra, bağımsızlığımızın bir asırı devirdiği günlerde; yeniden iktisat konuşuyoruz.

Saygıdeğer genel başkanlar,

Siyasi partilerin değerli mensupları,

Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerimizin kıymetli temsilcileri,

Değerli basın mensupları, değerli konuklar

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyor, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu bu önemli kongreye tekrar hoş geldiniz diyorum.

*****

Konu iktisat olunca, bazen anlaşılması zor kelimeler havada uçuşuyor. Endojen, eksojen faktörler; ortodoks, heterodoks yaklaşımlar, epistemolojik kopuşlar, kelimeler alıyor başını gidiyor.

Ben mümkün olduğunca sade anlatmaya çalışacağım.

Çok değil birkaç grafik ile başlamak istiyorum. Son 20 yıldan ders almamız gereken birkaç grafikle başlamak istiyorum.

Arkada enflasyon oranlarını görüyorsunuz. 34 yıllık bir 2 hane 3 haneli enflasyon döneminden sonra enflasyon tek haneye iniyor. 2012-2013 yılları en dip nokta.

Son yıllarda tekrar enflasyon alıyor başını gidiyor.

Bunu şöyle bir fotoğraf hafızamızda tutalım hemen 2. Grafiğe geçelim.

Bu da milli gelir. 3 bin küsür dolarlardan başlıyor yine 2012-2013 yıllarında zirveye ulaşıyor. Arkasından tekrar bir düşüş dönemine giriyor.

Bunu da fotoğraf hafızamıza şöyle bir koyalım.3. ve son grafiği gösterelim.

Bu da şeffaflık endeksi.

Türkiye uluslararası şeffaflık örgütünün şeffaflık endeksinde ya da tersten okuduğunuzda yolsuzluk algı endeksinde kötü bir noktadan başlıyor 2012-2013’de yine zirveye ulaşıyor, sonra tekrar aşağı doğru düşüyor.

Bu 3 grafik aslında bize neyi gösteriyor? Siz enflasyonu düşük ve öngörülebilir hale indirdiğinizde ekonomik büyüme geliyor.

Yine şeffaflık ne kadar yükselirse yolsuzluk endeksinde ülke ne kadar aşağı doğru inerse ekonomi o kadar büyüyor.

Şeffaflık azaldığında, ülke fakirleşiyor.

Yolsuzluk çoğaldığında ülke fakirleşiyor.

Bu 3 grafiğin özeti bu temel mesajlar.

*****

Ekonomi için olmazsa olmaz en önemli iki kavramdan biraz bahsetmek istiyorum.

Hukuk ve eğitim olmazsa olmaz. Bu Türkiye'nin zirvede olduğu yıllarda bundan çok bahsediyorduk.

Hatta 2013'te benim en son katıldığım İzmir İktisat Kongresi'nin 90'ıncı yılında ki sanırım o en son kongreydi.

10 yıldır yapılmadı. Burada bu kürsüde bir konuşma yaptım. Dedim ki; 2023'e hedef koyduk 25 bin dolar milli gelir hedefi. 2 trilyon toplam milli gelir hedefi ve ihracatta da 500 milyar dolarlık bir hedef koyduk ama eğer eğitimde ve hukukta gerekenleri yapmazsak bu ülke ortak gelir tuzağına düşecek demiştim.

Bundan tam 10 sene önce. 2013 İzmir İktisat Kongresi'nin 90 yıl dönümünde. Ve maalesef düştük.

Şu anda ülke bir orta gelir tuzağında. Fakat bu tuzaktan çıkış mümkün.

Endişeye mahal yok.

Doğruları yaptığımız sürece Türkiye bu tuzağı kırıp atar, Türkiye yükselir ve yüksek gelirli ülkeler grubuna rahatlıkla girer.

Bu tuzaktan nasıl çıkacağımızı da gayet iyi biliyoruz.

Biliyoruz ki;

Ne kadar demokrasi, o kadar ekonomi.

Ne kadar adalet, o kadar ekonomi.

Ne kadar liyakat, o kadar ekonomi.

Ne kadar eğitim, o kadar ekonomi.

Ülkemizi bu çoklu kriz ortamından çıkarmak hem bugünkü dünyanın gerçeklerini iyi görmemiz, anlamamız gerekiyor, hem de ülkemizin içinde bulunduğu durumu iyi analiz etmemiz gerekiyor.

Dünya bugün çok net, çok keskin bir ayrıma gidiyor.

Dünyanın pek çok köşesinde, otokratlara demokrasi mücadelecileri şu anda karşı karşıya.

Otokratlara karşı demokratların verdiği mücadeleyi pek çok coğrafyada görüyoruz şu anda.

Bu mücadele Avrupa’da var. Asya’da var. Afrika’da var. Amerika’da var.

Bugün, ülkemizde de otokrat yönetime karşı bir haysiyet mücadelesi var.

Kurumların yok edildiği, kuralların tanınmadığı, hukuk devletinin ayaklar altına alındığı bir yönetime karşı geniş mahallelerin ortak bir mücadelesi var şu anda.

Ve bu mücadele şu anda bu salonda.

Bu mücadele şu anda Millet İttifakı çatısı altında yürüyen bir mücadele.

İşte bizler, bu demokrasi feryadının sesiyiz.

Bu ülkede, uluslararası anlaşmalara, anayasaya, yasaya bir kâğıt parçası muamelesi yapıldığında, bu ülkenin ekonomik gelişmişlikten bahsetmesi mümkün olmaz, olamaz.

AİHM kararlarına, anayasa mahkememizin kararlarına “Saygı duymuyorum”, “Uymuyorum” diyenlerin yönetiminde refahtan bahsedilemez.

Zaten basamak basamak basamak refah düşüyor gördük.

Bu ülkenin sorunlarının çözümü hukuktan geçiyor, adaletten geçiyor.

Bu ülkenin sorunlarının çözümü eşitlikten geçiyor, insan haklarından geçiyor, gerçek anlamda güçlü bir demokrasiden geçiyor.

Siz, "Hukuk bir kâğıt parçasıdır" diye zihninizin gerisindekini açığa çıkarırsanız, bu memleketi düştüğü bu çukurdan asla ama asla kurtaramazsınız.

Ve en önemlisi de beka beka diye gün aşırı ülkeye korku pompalayan bu yönetim; ülkemizi gerçek anlamda beka sorunlarının tam da ortasına düşürmüş durumda.

Bugün eğer bir ülkenin devlet başkanı gidip de bir başka ülkenin devlet başkanından 3 milyar dolar, öbürüne gidip 5 milyar dolar, öbürüne gidip doğalgaz ödemelerimizi ertele demek zorunda kalıyorsa bu ülkenin ekonomik bağımsızlığı artık risk altına girmiş demektir.

Bunu iyi görmemiz gerekiyor.

Otokratik bir yönetimde, toplumun topyekûn zenginleşmesinden söz edilemez. Otokrasiyle yönetilen ülkelerde ancak bir avuç zengin türer; tıpkı şu anda olduğu gibi.

Kurumların zayıfladığı, kural bazlı yönetimin terkedildiği bir ülkede fırsat eşitliğinden söz edilemez.

Çünkü adalet sadece yargının hızlı ve düzgün çalışması değildir. Adalet aynı zamanda sosyal adalettir, adalet aynı zamanda fırsat eşitliğidir. İşe girerken fırsat eşitliğidir. İşte yükselirken fırsat eşitliğidir. Ticarette sanayide fırsat eşitliğidir.

Adalet çok geniş bir kavramdır.

Ve maalesef son yıllarda bir grafiğimiz daha var onu da gösterelim o son.

Dedim fazla grafiklerle rakamlarla yormayacağım diye.

Ama şu arkadaki grafik bakın çarpıcıdır. Sadece son 2 yılda milli gelirden alınan payı gösteriyor bakın. Bunlar TÜİK verileri.

TÜİK’e de tabi inanıyorsak.

2020’de ücretlilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 37 iken, yüzde 25’e düşmüş. İş gücünün milli gelirden aldığı pay.

Peki sermayenin aldığı pay tam o kadar yükselmiş.

Sermaye ne demek? Varlığı olan değil mi? Parası pulu varlığı olan. Demek ki elinde zaten varlığı olanın milli gelirden aldığı pay yükselmiş aylık ücretle geçinmeye çalışan insanların milli gelirden aldığı pay düşmüş.

Rahmetli Özal’ın da tam da dediği gibi Türkiye’de orta gelirli vatandaşlarımız yani orta direk çökmüş. Grafik bunu gösteriyor.

*****

Peki ne yapacağız nasıl çıkacağız buradan?

Az sonra geleceğim ama şöyle dünyaya hızlıca bir bakmamız gerekiyor.

Çünkü dünyayı anlamadan dünyanın şu an içinden geçmekte olduğu zor dönemi iyi anlamadan Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulmamız mümkün olmayacak.

Bakın, Birleşmiş Milletler sisteminin kurulmasından bu yana jeopolitik dengelerin en çok bozulduğu bir dönemden geçiyoruz şu anda.

Hemen kuzeyimizde iki komşumuz savaş halinde.

Güneyimizde ise 10 yılı aşkın bir zamandır devam eden bir iç savaş tablosu var.

Pandemiyle bozulan tedarik zincirleri henüz eski dengesine kavuşabilmiş değil.

Lojistik tedarik zinciri tamamen değişti. Artık daha çok sistem olarak kendisine benzeyen ve uzun vadede güvendiği ülkelerden tedarik etmek istiyorlar alacakları ürünleri.

Bu da tabi Türkiye’ye çok önemli fırsat açıyor.

Bölgesel ekonomik kümelenmeler ve bunları örgütleyecek yeni kurumlar ortaya çıkıyor.

Ve Türkiye şu an pek çoğunun dışında. Türkiye bütün bu küresel değişimin maalesef dışında.

İklim kriziyle mücadele, küresel aşınma, iklim değişikliği artık tam bir kriz tehdidi olarak kapımızda.

İklim kriziyle mücadele Avrupa Birliği 2050 net sıfır hedefi ve yeşil mutabakat, ülkemiz için de ekonomideki yeşil dönüşümün artık belirleyicisi haline gelen çok önemli bir konu.

Enerji; özellikle Rusya Ukrayna savaşından sonra dünyada bütün enerji denklemi değişmiş durumda. Bundan 1 sene önce bildiğiniz her şeyi enerjiyle ilgili unutup yepyeni bir enerji gerçeği ile karşı karşıyayız şu anda.

Türkiye gibi büyüyen çok yüksek miktarda enerji ihtiyacı olan ve olacak ülkenin dünyadaki enerji politikalarındaki yeni trendleri kaçırmaması gerekiyor.

Gıda, Gıda krizi, yeni bir tarım politikasını artık mecbur kılıyor ülkemizde.

Küresel enflasyon, merkez bankalarının aldığı tedbirler bu olağan üstü hızlı parasal sıkıştırma bugün yepyeni finansal koşullar oluşturmuş durumda dünyada.

Ve uluslararası pek çok önemli finans kuruluşunun bugünlerde ciddi sıkıntılara girdiğini görüyoruz. Ve bizim de çok çok dikkat etmemiz gereken bir dönemdeyiz şu anda.

Dünyada refah yeteri kadar artmıyor, dünyada da gelir dağılımı bozuluyor. Dünyada da maalesef özellikle 2008-2009 krizinden sonra zengin daha zengin oldu yoksul daha yoksul oldu.

Popülist dalgaların yükseldiği bir dönemde, bir yandan otoriter rejimlere karşı liberal demokrasi mücadelesi devam ederken, diğer yandan da ekonomide piyasanın ve devletin rolünün ne olması gerektiği de şu anda çok büyük bir tartışma.

*****
Dönelim Türkiye’ye:

Peki biz dünyadaki bu büyük değişimi dikkate alarak, güzel ülkemiz ve ülkemizin güzel insanları ne yapmalıyız?

İşte biz DEVA Partisi olarak bundan tam 3 yıl önce partimizi kurduğumuzda en önemli çalışma alanlarından bir tanesi ülkemizin yarınlarıyla ilgili hazırlıklardı.

Ve tam 22 alanda bir hükümetin 360 derece her alanda, neler yapması gerektiğiyle ilgili binlerce sayfalık bir çalışma yaptık.

Hepsi gerçekçi hepsi uygulanabilir. Takvime bağladık hepsinin bütçesini hazırladık.

Hemen arkasından da 6 parti olarak bir araya gelerek yine Cumhuriyet tarihimizde yapılmamış bir işi başardık. Ve ortak mutabakat politikalar metnimizi çalıştık, hazırladık ve kamuoyuna açıkladık.

Tam 2 bin 300 madde.

Tarihimizde böyle bir şey yok. 6 tane birbirinden çok farklı parti ilk önce Türkiye’nin yarınlarında, demokrasi için, parlamenter sistem için bir araya geldi. Anayasa çalışmamızı bitirdik, 84 maddelik bir anayasa paketimizi açıkladık, anayasa değişiklik paketimizi hükümetten hiçbir ses yok.

Yeni anayasa yeni anayasa deyip duruyorlar ortada hiçbir şey yok.

Biz bitirdik açıkladık.

Arkasından da tarihimizde gerçekleşmeyen bir başarıya imza attık.

6 imzayla 2 bin 300 maddelik eylem planının her bir kelimesinde mutabık kaldık.

Bu tam bir Türkiye mutabakatı.

Bu 2 bin 300 maddenin inanın şöyle bir yüzde 60’ını 70’ini gerçekleştirelim 5 yılda Türkiye kanatlanır uçar.

Tam bir hazine var burada hazine. Her alanda eğitimden hukuka, sağlıktan ekonomiye, dış politikaya güvenliğe kadar her alanda hazırız.

Ve bugüne kadar hiçbir siyasi partinin veya partiler grubunun olmadığı kadar biz bu ülkeyi yönetmeye hazırız.

Gerçekten çok önemli bir eşikteyiz.

Biraz önce Sayın Kılıçdaroğlu 4 tane ana sütundan bahsetti.

Hepsi birbirinden önemli sütunlar.

Ve bu sütunların sapasağlam yeni ekonomik modelimizi ayakta tutacak sütunlar.

Bu sütunlardan bir tanesi olmazsa sitem topallar, olmaz.

Bütün ayaklarını bütün sütunları sağlam tutacağız ki ülkemizin hak ettiği o güçlü sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme modeline hep beraber geçeceğiz.

Değerli konuklar gerçekten önemli bir eşikteyiz.

Ve bütün bu çalışmalarda bana sorsanız en önemli en önemli bu işin püf noktası nedir?

Nereden başlamak gerekiyor? Burada evet 2 bin 300 madde yazmışız ama nereden başlamak gerekiyor diye sorsanız cevabım ne olurdu biliyor musunuz?

Özgürlükler. İfade özgürlüğü basın özgürlüğü.

Ve bunu yapmak inanın o kadar hızlı olacak ki.

İlk 90 dakika. İnşallah Sayın cumhurbaşkanımız yemin töreninden sonra herhalde bir konuşma olur diye tahmin ediyorum. Ben şöyle 3 tane cümle önereceğim kendisine. Takdir kendisinin olabilir ama. ‘Ey basın mensupları, köşe yazarları düşünürlerimiz yazarlarımız, çizerlerimiz şöyle derin bir nefes alın artık özgürsünüz’. Bu kadar.

Yargının bağımsızlığı mı? Dönüp hakimlerimize savcılarımıza ‘değerli hakimlerimiz değerli savcılarımız artık rahat olun anayasaya yasalara bakın vicdanınızın sesini dinleyin. Kararlarınızı alın.’ Bu kadar.

Yargının bağımsızlığı bu kadar basit inanın.

Ama yargının bağımsızken tarafsız nasıl çalışabileceği o ayrı mesele.

Burada yazıyor yargı reformu var onu yapmak zorundayız. Anayasa değişikliği ile ve çok kapsamlı bir yargı reformu ile gerçekten bağımsız çalışan yargımızın aynı zamanda tarafsız ve uluslararası standartlarda Avrupa konseyi ve Avrupa Birliği normlarında iş yapabilmesini sağlamak için çok adım atmamız gerekiyor.

Yapılacak çok iş var.

Ben çok uzatmayım. Sözlerimin sonuna geliyorum.

Endişeye mahal yok!

Biz millet olarak 1921’de Kurtuluş Savaşını, meclisle ve hukukun üstünlüğü ile taçlandırmış bir milletiz.

Savaş devam ederken meclisi çalıştıran mecliste her şeyin kayıt altına alındığı cephede bizim askerlerimizi kurtaracak ve zafere ulaştıracak olan hukuktur diyen bir gelenekten geliyoruz biz.

Daha zor şartlarda, 1923’te Cumhuriyet’i kurduk. 1950’de demokrasiye doğru önemli bir adımı hep beraber millet olarak biz attık.

27 Mayıs’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da, 15 Temmuz’da bu milletin iradesine kast edenleri tarihin tozlu sayfalarına gömdük.

Bunu millet olarak biz yaptık inanın. Yine yapacağız yine başaracağız.

Yaşadığımız tüm krizleri; ekonomik kriz, hukuk krizi, demokrasi krizi hiç fark etmez; hepsini en hızlı çözecek takım burada. Hazırız.

Gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği bir Türkiye’yi hedefliyoruz.

Bu enkazı kaldıracağız. Hep beraber millet olarak kaldıracağız.

Nasıl depremde o ilk bir gün iki gün milletin kendisi o enkazı kaldırdıysa yine bu ekonomik enkazı, eğitim enkazını, hukuk enkazını milletin kendisi kaldıracak.

Hiç endişeniz olmasın.

Ve grafikte gördüğünüz o iyi yıllar, o Türkiye’nin parlak yılları, özellikle vurguladığım tarihler yani gençlerin Interrail ile Avrupa'da gezdiği, KYK burslarından artırdıkları parayla gidip Avrupa turu yaptığı yıllar.

Emeklilerin küçük küçük birikimleri ile Avrupa'da tatil yaptığı yıllar, son model telefonu almanın lüks olmadığı, yeni mezunların hemen işe girer girmez aldığı maaşla taksidini ödeyebileceği araba aldığı yıllar, kira öder gibi ev sahibi olduğu yıllar… Onların çok daha iyisini inşallah yapacağız. Millet İttifakı olarak yapacağız

14 Mayıs’ta kazanacağımız zafer Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da, Amerika’da demokrasi mücadelesi verenler için umut olacak.

“Türkiye başardı biz de başarırız” diyecekler.

Dünyanın bütün demokratlarına umut kaynağı olacağız. İnanın yaptıklarımız ders kitabı olacak.

Yok böyle bir şey yok inanın. Avrupa’da yok, Amerika’da, Asya’da yok böyle bir şey.

Gerçekten demokrasi tarihi yazıyoruz şu anda hep beraber yazıyoruz.

Ve kitaplarda okutulacak bir başarı şu an tuğla tuğla inşa diyoruz.

Bu konuşmama da kayıtlarda abartıyor falan demeyin. İnşallah sonradan izlediğimizde kayıtlardan ya demek ki oluyormuş, demek ki hedef koyup iyi niyetle dürüst bir şekilde çalışınca bu iş oluyormuş diye hepsini beraberce göreceğiz, gerçekleştireceğiz.

Türkiye’nin bugünkü demokrasi mücadelesi Orta Doğu’da Balkanlarda, Kafkaslarda sönen demokrasi umutlarını yeniden yeşertecek.

Tüm bu coğrafyaya Türkiye demokrasisiyle hukukun üstünlüğüyle ilham kaynağı olacak.

Bunu gerçekleştireceğiz ve Cumhuriyetimizin 100. yılında Demokrasinin kalbi İstanbul’da, Ankara’da, Antalya’da, Hakkari’de, Rize’de, Edirne’de ve evet İzmir’de atacak.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

26 Şubat 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 18. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

 
18. İl Başkanları Toplantısı
 
 
Çok değerli il başkanlarımız, 
 
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
 
Basınımızın kıymetli temsilcileri, 
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,
 
Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyor,
 
Deprem Özel gündemiyle gerçekleştireceğimiz İl Başkanları toplantımıza hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Çok büyük bir afet yaşadık. Hafızalarımızdan asla silinmeyecek bir acının hep beraber tam ortasındayız. 
 
Bir kez daha tüm ülkemizin başı sağ olsun.
 
Vefat edenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
 
Aramızda afetin yaşandığı 11 ilimizin il başkanları da bulunuyor. 
 
Depremin merkezi, Kahramanmaraş’tı biliyorsunuz...
 
Kahramanmaraş il başkanımız İrfan Karatutlu’ya,
 
Yıkımın en ağır gerçekleştiği yerlerden Adıyaman il başkanımız Suat Tekin’e,
 
Bu afetle adeta yerle bir olan Hatay’ımızın il başkanı İlker Eker’e,
 
Yine çok ciddi can kaybının ve maddi hasarın olduğu Malatyamızın il başkanı Onur Güneş’e,
 
Nurdağı ve İslâhiye ilçelerinin neredeyse tamamen yıkıldığı Gaziantep ilimizin başkanı Ertuğrul Kaya’ya,
 
Adana il başkanımız Sadullah Kısacık’a,
 
Osmaniye il başkanımız Abdullah Göktürk Mercanlı’ya,
 
Diyarbakır il başkanımız Cihan Ülsen’e,
 
Şanlıurfa il başkanımız Ahmet Tüysüz’e,
 
Elâzığ il başkanımız Mehmet Kangal’a,
 
Ve Kilis il başkanımız Mustafa Yavuz’a;
 
Huzurlarınızda bir kez daha hem geçmiş olsun diyor hem de teşekkür ediyorum.  
 
Teşekkür ediyorum çünkü, şu an bu il başkanlarımız teşkilatlarıyla beraber kendi şehirlerinde büyük bir yardım ağının koordinasyonunu yürütüyor.
 
Depremin ilk saatlerinden itibaren, kendilerinin de bir depremzede olduğunu umursamayıp vatandaşlarımızın imdadına yetiştiler.
 
Bu 11 il başkanımız, inanılmaz bir basiretle ve metanetle, son derece başarılı bir yardımlaşma ve dayanışma sistemi kurdular. 
 
Değerli arkadaşlarım, bu 11 il başkanımıza sesleniyorum, yaptıklarınız her türlü takdirin üstünde…
 
Yine, Türkiye’nin her köşesindeki teşkilat mensuplarımıza ve geri kalan 70 il başkanımıza da şükranlarımı sunmak istiyorum. 
 
Afetin ilk anından itibaren, benden veya genel merkez yönetimindeki arkadaşlarımızdan herhangi bir talimat veya talep olmadan anında deprem bölgesi için seferber oldular.
 
Deprem bölgesinde ziyaret ettiğimiz pek çok yerde teşkilat mensuplarımızla karşılaştım. 
 
Bu 11 ilin dışından gelen teşkilat mensuplarımızla karşılaştım.
 
Huzurunuzda onlara da her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
 
Ve yitirdiğimiz yol arkadaşlarımız…
 
Geçtiğimiz Çarşamba bir anma gecesi düzenlemiştik. İsimlerini bir kez daha huzurlarınızda zikretmek istiyorum:
 
Adıyaman Tut İlçe Başkanımız Mehmet Baykara’yı 8 kişilik ailesiyle birlikte maalesef kaybettik. 
 
Adıyaman’da il yönetim kurulu üyelerimiz Sami Özel’i, Süheyla Dicle’yi ve  Hasari Yenice’yi aileleriyle birlikte kaybettik. Allah hepsine gani gani rahmet eylesin. 
 
Kahramanmaraş… Kalbimizi dağlayan diğer şehrimiz…
 
Dulkadiroğlu ilçe başkanımız Salih Dökme’nin iki evladını İsmail ve Elif’i kaybettik. 
 
Yine Dulkadiroğlu ilçe başkan yardımcımız Yavuz Büyükçapar’ı eşi ve yeni doğmuş bebeğiyle beraber kaybettik. 
 
Dulkadiroğlu ilçesinden yönetim kurulu üyemiz Gürkan Aydemir’i annesi ve kardeşiyle beraber maalesef kaybettik. 
 
İl yönetim kurulundan Mustafa Erbaşlı’yı eşi ve genç kızıyla birlikte kaybettik.
 
Hatay’da kalbimiz paramparça oldu. 
 
Biliyorsunuz, Hatay yakın çalışma arkadaşım Sadullah Ergin’in memleketi. Sadullah Bey’in kardeşi dahil 16 aile üyesini kaybettik.
 
İl yönetimimizden Yusuf Yurdal’ı, Seher Aslan’ı, Kenan Gün’ü aileleriyle birlikte maalesef kaybettik.
 
Hassa ilçemizden Aysel Bolat’ı evlatlarıyla birlikte kaybettik. 
 
Ben kaybettiğimiz her bir arkadaşımızla tanışmış, çalışmış, ülkemiz için mücadele etmiş olmaktan onur duyuyorum.
 
Biz hepsinden razıydık. Allah da her birinden razı olsun.
 
Allah her birine gani gani rahmet eylesin. 
 
Ailelerine, sevenlerine ve partili arkadaşlarımıza başsağlığı diliyorum, sabır diliyorum…
 
Ülkece çok canımızı yitirdik.
 
Bir kere daha tüm ülkemizin başı sağ olsun diyorum.
 
Bu depremde vefat eden bütün vatandaşlarımızın ruhları şad olsun. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Ben de bu büyük felaketin ardından deprem bölgesine gittim.
 
Her hafta afet bölgesindeydim.
 
8 Şubat’ta Hatay ve ilçeleri, 9 Şubat’ta Adana, Osmaniye ve Gaziantep’in ilçeleri İslâhiye ve Nurdağı’ndaydım.
 
Ardından Adıyaman’a, Kahramanmaraş’a gittim.
 
Depremde ağır yıkım görmüş ilçeleri ve şehir merkezlerini gördüm.
 
Tüm bu seyahatlerimi kara yolundan yaptığım için olabildiğince fazla insanımızla görüştüm. Olabildiğince fazla insanımızı dinledim.
 
15 Şubat’ta ikinci büyük depremin merkez üssü Elbistan’a gittim.
 
Ardından Malatya merkezi ile ilçeleri Akçadağ̆, Doğanşehir, ve Yeşilyurt Örnek köyüne gittim.
 
Ertesi gün, Diyarbakır’a geçtim. Çadır kentte vatandaşlarımızı dinledim. Sonrasında, Şanlıurfa’ya geçtim. 
 
Ardından, Gaziantep’e gittim. Hatta Gaziantep’te iktidara sorularımızı yönelttiğim bir basın toplantısı düzenledim.
 
Sahada vatandaşlarımızın feryatlarla sorduğu, cevabını beklediği soruları tek tek ülkeye yönetenlere yönelttim. 
 
Sonra Kilis’teydim. Oradan da Hatay’ın Hassa ilçesine geçtim. 
 
Geçtiğimiz hafta içinde yani depremden sonra 3. hafta içinde yine Gaziantep Nurdağı’nın mahalleleri Gökçedere ve Sakçaözü’ne gittim. Ardından yıkımın büyük olduğu İslâhiye, Altınüzüm. Oradan Hassa Aktepe’ye geçtim.
 
3. hafta biraz daha kırsala da eğilen kırsaldaki durumu da izleyen sorunlara çare üretmeye çalışan bir çalışmamız oldu. 
 
Peşinden Hatay Kırıkhan’a gittim.
 
İçim paramparça ola ola, büyük yıkımın sokaklarına girdim.
 
Ertesi gün, İskenderun’daydım. Oradan Defne ilçesine, Bostancık’a gittim. Yayladağı Şenköy’ü ziyaret ettim.
 
Ve nihayetinde iki haftadan sonra tekrar Antakya...
 
Kadim Antakya’da, toz bulutu içinde şehirden geri kalanları aradım. Fazla bir şey bulamadım.
 
Benim gibi, genel merkezden pek çok arkadaşımız bu son üç hafta içinde deprem bölgesini hiç boş bırakmadılar. Heyetler halinde hep sahada oldular. 
 
Ve bir yandan vatandaşlarımızın yaşadığı sorunları yerinde tespit etmek acıları paylaşmak bir yandan da ihtiyaçlarla imkanları buluşturmak için hep beraber genel merkez ve teşkilatlarımız olarak yoğun bir gayret içerisinde bulunduk.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Biz deprem bölgesini ziyaret ederken, birileri gibi helikopterle, uçakla nokta atış programlar yapmadık. 
 
Benzin kuyruklarında bekledik. Ve o karanlık sokaklarda elektriğin olmadığı sokaklarda gece -17 -18 derecede vatandaşlarımızın zor yaşam şartlarına tanık olduk. 
 
Ateşin düştüğü yerleri gördük. Acıyla kahrolmuş sokaklarda yürüdük. 
 
Yakınlarını yitirenlerle ağlaştık. Yasını dahi yaşayamadan hayat mücadelesinin ortasına düşmüş insanlarımızı dinledik.
 
Ankara’daki konforlu evinden, özel uçakla deprem bölgesine giden, orada da önceden planlanmış, bir iki görüntü verip dönenler bunu anlamaz. Bu depremin boyutunu da göremez. 
 
Çünkü o televizyon ekranlarından küçücük cep telefonu ekranlarından anlaşılamayacak kadar büyük bir felaketle karşı karşıyayız. 
 
İşte görüyoruz, hakaret ve küfür dışında bir şey bilmiyor onlar.
 
Ben izlerken gerçekten utanıyorum. İzlerken ülkem adına milletin adına hicap duyuyorum. 
 
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı cumhurla milletle kavgaya tuştur mu?  
 
Hem de böylesi bir afetin ortasında, acının ortasında, vatandaşına hakaretler sıralar mı? 
 
Bakın anayasa, Cumhurbaşkanının görevlerini sıralarken ne diyor:
 
“Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder” diyor.
 
Aynen anayasadaki ifade. 
 
Peki, Sayın Erdoğan ne yaptı? Daha ilk günden öfke ve nefret dili kullandı. İlk açıklamasını 15- 16 dakikalık ilk açıklaması vardı. 
 
Bir yüz ifadesine bakın bir ruh haline bakın. 
 
İnsanları ilk günden tehdit etmeye başladı. Ardından hakaretler yağdırmaya başladı. 
 
Ve bunun dozu da sürekli arta arta gitti. 
 
Daha ilk günlerde ne dediler? “Cumhur İttifakı” olarak çalışıyoruz dediler. 
 
Ya sizin göreviniz milletin birliğini sağlamak, anayasada yazıyor. 
 
Böyle bir deprem anında felaket anında nasıl siz şu ittifak bu ittifak diye hemen ilk günlerde ayrıştırarak yönetirsiniz? 
 
Böyle bir şey olur mu?
 
Muhalefet belediyeleriyle ilk günden kavgaya tutuştular. 
 
Yok falanca havaalanının pistini şu belediye mi yapmış bu bakanlık mi yapmış... 
 
Ne fark edecek? 
 
En küçük belediyenin bir tane küçük kamyonu olsa katın sisteme dahil edin koordine edin, o da yapacağını yapsın. 
 
Nedir bu? 
 
Bu afet döneminde bile ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı üsluplarından asla vazgeçmediler. 
 
Milli birlik ve beraberliğimizin en güçlü olması gereken günlerde, ülkeyi bölerek yönetmeye devam ettiler. 
 
Daha evvel söylemiştim tekrar ediyorum:
 
Hem sayın Erdoğan’ın hem de Bahçeli’nin konuşmaları yayınlanmadan evvel televizyon kanalları uyarı işaretleri koymalı. 
 
Evde çocuklarımız var, gençlerimiz var… Bu küfür ve hakaretlerden, bu aşağılayıcı konuşmalardan, bu ucuz kavgalardan çoluk çocuğumuzu koruyabilmemiz lazım. 
 
Ve bir kere daha RTÜK’e de sesleniyorum:
 
Bu İktidarın hem küçük ortağının hem büyük ortağının yayınlarına 18 yaş sınırı konsun. Çocuklarımız evde bu bağırış çağırışa, bu çirkin görüntülere maruz bırakılmasın.
 
Böylesine acı ortamda böylesine büyük bir insanlık faciasının yaşandığı bir anda çocuklarımız ülkeyi yönetenlerin bu öfke nefret kusmasına şahit olmasın.
 
*****
 
Ve arkadaşlar,
 
Ben daha dün deprem bölgesinden geldim. 
 
Sorumluluk makamındakiler bu ülkenin vatandaşlarına laf edeceklerine, kavga edeceklerine, bağırıp çağıracaklarına, bu bağırma çağırma ve gürültüyle sorunlarını çözeceklerini zannedeceklerine şu görüntünün cevabını versinler.
 
Arkadaşlar burası Defne. Defne Kaymakamlığının önü. 
 
Bu kuyruk ne kuyruğu biliyor musunuz? Çadır kuyruğu. 
 
Biz bizzat Defne’deyken kendi ekibimizdeki arkadaşlarımız tarafından çekildi bu görüntü. 
 
Bizzat gözlerimizle şahit olduğumuz bir görüntü bu. 
 
Hani partili medyada diyorlar ya, herkes hayatından memnun, çadırlar genişmiş, yok antresi varmış, kileri varmış şuymuş buymuş. Herkese dağıtılıyormuş falan filan.
 
Biz gittik bütün şehir merkezlerinde gördük. Bütün ilçelerde köylerde gördük. 
 
Hani “hiçbir devlet vatandaşına bu imkân vermez” diye manşetler atıyorlar ya.
 
İşte Cumhur ittifakının vatandaşına verdiği “imkân” bu.
 
İnsanlar yakınlarını kaybetti, yetmedi. Sokakları yıkıldı, evleri yıkıldı.
 
İşleri, güçleri her şeyleri yok oldu, yetmedi. 
 
Bir de devlet kapısında süründürülüyorlar.
 
Ha bu kuyruğu bekleyince sıra gelince çadır alacaklar zannetmeyin. 4 saat 5 saat bekliyorlar sıra bitiyor çadır yok. 
 
Çünkü daha sonra arkadaşlar geldi bu mekâna bütün süreci orada izlediler. 
 
Bu görüntülerden bir süre sonra dediler ki bitti. 
 
Ne yapacaklar? Tekrar daha sonra yeni bir kuyruğa girecekler. 
 
Böyle şey olur mu? Böyle yönetim olur mu?
 
Yahu, vatandaş evsiz kalmışken, başını sokacak bir çadır için böyle kuyruklarda süründürülür mü yahu?
 
Onurlu yaşam hakkı nerede?
 
İnsanımızın her vatandaşımızın bir onurlu yaşam hakkı var. 
 
Bakın arkadaşlar depremin üzerinden tam 20 gün geçti. 20. Gün bugün. Yarın sabah tam 3 haftayı tamamlıyoruz. 
 
20 günün sonunda hâlâ böyle görüntüler olmasını kimse açıklayamaz. Kimse izah edemez.
 
Bizim vatandaşlarımız, bizim insanlarımız bunu hak etmiyor.
 
Bu gösterdiğim sadece bir örnek. Karış karış pek çok sokağa girmiş biri olarak söylüyorum:
 
Deprem bölgesinin tamamında hâlâ en acil ihtiyaç çadır. Çadır çadır çadır…
 
Acilen barınma sorununun çözülmesi gerekiyor.
 
Geceleri gerçekten çok soğuk oluyor. Hala kış mevsimindeyiz. Ve insanlar geceleri ateş yakıyor battaniyeye sarılıyor o ateşin etrafından sabahlıyorlar. 
 
Hâlâ tuvalet ve banyo sorunu var. Vatandaşlarımız 20 gündür sokakta, 2-3 parça kıyafetiyle, yıkanamadan duruyor. Üstünü başını yıkama imkânı dahi bulamıyor…
 
Arkadaşlar, en çok üzüldüğüm nokta ne biliyor musunuz? 
 
Bu beceriksizlik göz göre göre geldi. 
 
Sonucun bu denli ağır olmasına sebep olan beceriksizlik göz göre göre geldi.
 
Biliyorsunuz biz söz vardır kaza geliyorum demez diye. Bu deprem geliyorum dedi. Geliyorum dedi. Yaklaşık zaman aralığı bile belliydi.
 
Ha şu gün şu saat olacak, bunu bilmek mümkün değil. Belli bir zaman içerisinde bu büyüklükteki depremin olacağı bilinen bir şeydi. 
 
Düşünebiliyor musunuz; böylesine büyük bir felaketin ortasında AFAD’la Kızılay’ın rekabet ettiği bir beceriksizlikten söz ediyorum. 
 
Kızılay’ın âdeta sahadan izlerinin silindiği bir beceriksizlikten bahsediyorum. 
 
AFAD’ın 81 il müdürünün 15’i bile mesleki eğitim olarak afet yönetimi ile ilgili kişiler değil. Uzmanlık alanları bu değil. 81 ilin 15’inde bile yok. Kahir ekseriyetinde yok. Böyle bir liyakatsizlikten söz ediyorum.
 
Bırakın il müdürlerini, AFAD başkanının dahi bu görevin gerektirdiği bir formasyona sahip olmadığını görüyoruz.
 
İşte böyle bir iş bilmezlikten bahsediyorum.
 
İşte ehliyetin liyakatin tamamen kenara itildiği bir yönetim anlayışından bahsediyorum. 
 
2023 yılında, Cumhuriyetin 100. Yılında vatandaşımıza layık olan yaşam bu mu?
 
Cumhuriyetimizin 100. Yılında vatandaşımıza layık olan bu çadır kuyrukları olamaz. 
 
AFAD’ın da bağlı olduğu biri var, hatırlayalım: Pek o ilişki fazla basında kurulmuyor ama AFAD’ın bağlı olduğu bir bakan var. Hele ilk günler pek ortada görülmedi. 
 
Hatırlayalım iki sene evvel, yine ona buna sözüm ona meydan okurken ne demişti? “Burası çadır devleti değil” demişti. 
 
Gerçi kendisi bir çadır devletinin dahi bakanı olamaz ama normal şartlarda o ayrı mesele.
 
Nihayetinde bu yönetim, bir çadır organizasyonunu dahi beceremedi. İşte size görüntü, işte gerçekte olanlar.
 
Sayın Erdoğan’a da sesleniyorum:
 
Çadır temini için derhal bir takvim açıklayın. Kaç çadıra ihtiyaç var ve siz kaç gün içinde bu ihtiyacı karşılayacaksınız?
 
Bunu bir açıklayın. 
 
TOKİ konutları için bir takvim verdiniz. Ama çok ileriye bir tarih ileriye bir umut attınız tamam ama şu anda acil olan ihtiyaç çadır.
 
Çadır temini için de acilen bir takvim gerekiyor. Bunu bilmek vatandaşlarımızın hakkı.
 
Ne zaman elde edeceğini bilmeden ne zaman elinden geçeceğini bilmeden her gün saatlerce kuyruk beklemek bu ülkenin vatandaşına yakışmıyor. 
 
Onları bekletmek bu ülkenin yönetenlerine gerçekten ağır bir aslında eleştiri. 
 
Bir planınızın, programınız olması lazım. 20 gün geçti 20 gün. 
 
Kaç tane çadır talebi var? Günde kaç tane çadır mal edebiliyorsunuz ya da dışarıdan getiriyorsunuz? Bunların sayılarını artık bilmeniz lazım. 
 
Deyin ki şu kadar bin çadıra ihtiyacımız var, biz bir günde şu kadar çadır temin edebiliyoruz 3 günde 5 günde neyse şu kadar zamanda bu işi bitireceğiz diye çıkın bir açıklayın da insanları bekletmeyin. 
 
Sonra bu çadırların dağıtımında adil bir mekanizma kurun. Bu çadır dağıtımında da adalet yok arkadaşlar. 
 
Kime ne zaman nasıl dağıtıldığıyla ilgili hiçbir kural yok. 
 
Bir sürü de dedikodular geliyor sahadan. Bunları buradan ifade etmek belki sağlam olay tespitleri olmadan doğru değil ama pek çok dedikodu geliyor. 
 
Çadırı kim alıyor kim alamıyor.
 
Ama objektif adil kriterler lazım. Bir sıralama planı lazım. Bir takvim lazım takvim. 
 
Eğer 3 haftada hala bir plan yapamadıysanız, gerçekten yazıklar olsun!
 
Bu arada partili medyaya da sesleniyorum:
 
Birazcık bu millete bağlılığınız kaldıysa, gerçekleri örtmeyin. Hakikati gizlemeyin. 
 
Ülkemiz tarihin en büyük afetini yaşarken, yıkımın yaşandığı şehirlerdeki insanımızın sesi olun. 
 
Bu vicdansızlığın vebalini daha fazla taşımayın!
 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Biliyorsunuz 10 gün evvel Gaziantep’te iktidara sorularımızı sordum. 
O sorular sadece benim veya DEVA Partisi’nin soruları değildi. 
 
O sorular, benim deprem bölgesinde konuştuğum, gördüğüm vatandaşlarımızın sorularıydı.
 
İnsanlar, enkazların ortasında feryatlarla sordular bunları.
 
Daha sonra biz bunları Gaziantep basın toplantımızdan sonra milletvekilimiz Mustafa Yeneroğlu aracılığıyla meclise de soru önergeleri haline getirdik. İlgili bakanlara tam 74 tane soru yönelttik.  
 
İlgili bakan diyoruz, yürütmenin başında tek kişi var.  
 
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bütün yürütme erki tek kişide toplanmış durumda. Bakanlar sekreter görevi görüyor. 
 
Talimat gelmeden harekete geçecek insanlar değil bunların çoğu. İnsiyatif alan, özgüven olan... Çoğu öyle değil. 
 
Aslında bu soruları yürütmenin başına, Sayın Erdoğan’a sorduk. Soruyoruz sormaya da devam edeceğim. 
 
Şimdi hepsini tekrar etmeyeceğim. Ama en önemli soruyu her gün sormaya devam edeceğim. 
 
Bu sorunun cevabını alana kadar da vatandaşlarımızla beraber hakikat arayışımız durmayacak:
 
İlk 48 saatte ne yaptınız? İlk 48 saatte ne oldu ne yaptınız ne yapmadınız niye yapmadınız? 
 
Ben Pazarcık’a gittim, Gölbaşına gittim, Elbistan’a gittim. 1. Ve 2. Merkezin biliyorsunuz merkezleri bunlar. Hassa’ya gittim. Antakya’ya gittim. Her yere ama her yere gittim.
 
Herkesin ortak sorusu “İlk 48 saat devlet neredeydi?” Bazı yerlerde bu süre 72 saat. Bazı yerlerde 4 gün. Kimi yerlerde 5 gün.
 
Merkezlerden uzaklaştıkça süre uzuyor. Hele böyle küçük bir köy ücra bir beldeyse 4 gün 5 gün hiçbir çalışma yok.
 
Dile kolay, ama yüreğe çok ağır bu.
 
Yahu bir insanı, evladının olduğu bir enkazın başında, günlerce niçin tek başına bıraktınız?
 
Ne oldu da ilk 48 saat yaşamsal önemdeyken, vatandaşımızı ellerini parçalaya parçalaya moloz kaldırmak zorunda bıraktınız?
 
Vatandaşımız soruyor ya ilk 48 saat devlet neredeydi diye…
 
İşte buradan anayasanın verdiği görevle Devlet Başkanı sıfatı taşıyan, Başkomutan sıfatı taşıyan yani askerlerinde başı olan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum. 
 
Buradan tüm Beştepe’ye sesleniyorum.
 
Afet koordinasyonunda görevli tüm kurumlarıyla beraber, herkes ilk 48 saatte ne yaptığını ne yapmadığını niçin yapmadığını niçin yapamadığını çıkıp anlatsın.
 
Bunun cevabını vermek zorundasınız. 
 
İlk 48 saatte:
 
Niçin İHA’larla, helikopterle, uçaklarla şehirlerdeki durumun tespiti yapılmadı? Niçin tüm ülkeyle paylaşılmadı?
 
İlk 48 saatte:
 
Niçin Türkiye’deki tüm iş makineleri bölgeye sevk edilmedi? Bırakın Türkiye’deki iş makineleri bu şehirlerde olan iş makineleri niye çalışmadı ilk 48 saat? 
 
Sabah-akşam yaptığı inşaatlarla övünen bir iktidar bunun cevabını hala niye veremedi? 
 
Bir yanda iş makineleri yatıyor bir yanda da enkaz altında can çekişen insanların feryadı orada. 
 
İlk 48 saatte:
 
Niçin tüm arama-kurtarma personeli, madenciler, askerler gönüllülerle birlikte koordinasyon içerisinde afet bölgesinde çalışmalara başlamadı?
 
İlk 48 saatte ve hatta ilk 72 saatte:
 
Kaç adet yıkılan binaya arama kurtarma amacıyla acaba müdahale edilebildi.
 
Niçin haberleşme sistemi çöktü? İletişimin hayat kurtaracağı ilk saatlerde nasıl oldu da tüm haberleşme ağı kesildi. 
 
Üçüncü gün niçin sosyal medya kısıtlandı?
 
Bir yandan yardıma ihtiyacı olanların yazıp çizdiği bir yandan imkânı olanların onlarla buluştuğu sosyal medya platformlarını siz niye kısıtladınız o 3. Gün. 
 
Tüm bu soruların cevabını sadece yaşadığımız bu afet için değil, aynı zamanda önümüzdeki muhtemel afetlerde aynı hataların tekrar edilmemesi için aramak bu soruların cevabını bulmak zorundayız. 
 
Bizim yok yere kaybedecek tek bir canımız yok.
 
Sayın Erdoğan da ilk birkaç günde aksaklıklar oldu diyor.
 
Ha şunu bileydin. Birkaç kere tekrar etti biliyorsunuz. İlk birkaç gün aksaklıklar olmasına rağmen... 
 
Bir dakika bir dakika bir dakika. Öyle ilk birkaç gün aksaklıklar olmasına rağmen deyip devam edemezsiniz. Bir dakika. 
 
Zaten ölümlerin çoğu o ilk birkaç günde oldu. Zaten biz binlerce canı o ilk günlerdeki aksamalar yüzünden kaybettik. 
 
Madem o ilk birkaç gün aksaklıklar oldu diyorsunuz çıkın o aksaklıkların niye olduğunu neden olduğunu nasıl olduğunu anlatın da millet öğrensin. 
 
Acaba gereken talimatları vermediniz mi? 
 
Acaba oluşturduğunuz kadro talimat almadan hareket edemeyen, özgüveni olmayan ehliyeti liyakati olmayan bir kadro muydu?
 
Ne oldu o ilk 48 saat ne oldu? 
 
Aksaklıklar oldu dediğiniz 48 saat bizim binlerce canımıza mal oldu.
 
Soruyoruz, sürekli soracağız. Cevabı alana kadar soracağız.
 
Vermezlerse de cevabını seçimden sonra açacağız kayıtlara şahit olan herkesi çağırıp dinleyip o ilk 48 saati saniye saniye çözeceğiz. 
 
Çözeceğiz ki bu millet bir daha böyle acılar görmesin. 
 
Siz ne diyordunuz 2017'de referandum kampanyasında? 2018 seçim kampanyasında ne diyordunuz? 'bana yetki verin bakın devlet nasıl hızlı çalışacak' demiyor muydunuz?
 
'Bana engel olanlar var, beni tutanlar var. Bana tek yetki verin bakın nasıl başaracağım' demiyor muydunuz? Ne oldu? 
 
Şu anda elinizi tutan kim? Yapmak isteyip de yapamadığımız ne var bu ülkede?
 
OHAL dediniz OHAL. Ne demek OHAL? Gerektiğinde anayasayı bile tanımam demek arkadaşlar. Öyle o hal halk arasındaki sohbetlerde belki olağanüstü bir durum var. Olağanüstü gibi anlaşılıyor ama öyle değil bakın. 
 
Hukuki açıdan OHAL anayasanın sınırlarını bile aşıp temel hak ve özgürlükleri kısıtlayıp gerçekten bir kişinin tam anlamıyla keyfi bir şekilde ülkeyi idare etmesi demektir. Ve sonuç ortada. Bütün yetki elinizde OHAL yetkisi elinizde. 
 
Şunu bir açıklayın. Millet çadır istiyor bu çadır ihtiyacını kaç gün içerisinde bitireceksiniz? Kaç gün içerisinde bu çadır ihtiyacını karşılayacaksınız bir söyleyin de bilelim. 
 
Bir planlama programlama kapasiteniz var mı bir görelim.
 
Arkadaşlar, biz bu acılara alışmayacağız. Bu ölümlere, “kader planı” deyip geçmeyeceğiz. Normalleştirmeyeceğiz.
 
Gerçekten bu depremden sonra ilk defa bazı din alimlerimiz de çıktı bu kader meselesi nedir ne değildir açıkladılar. Sağ olsunlar. 
 
Normalde onların üzerinde bile çok büyük baskı var biliyorsunuz. Konuşamıyorlar anlatamıyorlar. Depremin ortasında meal toplama süreci başlattılar. Şimdi sırası mı, aciliyet bu mu? Niye? Niye yapıyorlar bunu bir düşünün? Bugün oralar girme zamanı değil. Ayrıca onları da masaya yatıracağız. 
 
Ama değerli arkadaşlar bizim, gerekli tedbirler alınmadığı için veya geç müdahale edildiği için, yani önlenebilir ölümler için kaybedecek tek bir insanımız yok. 
 
İşte uzmanlar uyarıyor. Bingöl diyor, Adana diyor. İzmir diyor. Hakkâri diyor. İstanbul diyor.  Senelerdir Marmara depremi ile ilgili büyük uyarılar yapıyor. 
Bakın daha yepyeni bir siyasi parti olarak ortaya koyduk Afet eylem planımızı. 
Ne zaman? 17 Ağustos depreminin yıldönümünde. 
Bundan bir buçuk sene önce afet eylem planımızı ortaya koyduk. 
Gün gün ay ay neler yapılması gerekir ortaya koyduk. 
Açıklarken dedik ki, hükümete sesleniyoruz seçimi falan beklemeye gerek yok. Kopya veriyoruz alın şunları hemen uygulamaya başlayın dedik.
Yoksa bu işin maliyeti Türkiye'ye ülkemize milletimize büyük olacak dedik.
 
Afetle ilgili basın toplantılarında yaptığım konuşmalar hariç, sadece benim direkt olarak yani özel basın toplantıları haricinde doğrudan deprem uyarısı yaptığım 9-10 tane konuşma var arkadaşlar.  
 
Yani partimiz kuruldu kurulalı ortalama ayda 1 kere gündem etmişiz. 
 
Önerilerimizi sıralamışız. “Derhal yapılsın” diye feryat etmişiz. 
 
İşte Kahramanmaraş il başkanımız. Gitti özel basını davet etti. Bu uyarıları yaptı zamanında. Tıp doktorudur kendisi işi bilen bir insan. 
 
Ve tık yok ses yok. 
 
Hatta ve hatta size bir video göstermek istiyorum. Tarih 13 Temmuz 2021. Partimizi kuralı daha 1,5 yıl olmuş. Yani afet eylem planından 1 ay önce Kahramanmaraş İl Kongremizde ne demişim:
 
VİDEO Kahramanmaraş İl Kongresi
 
“Değerli arkadaşlarım, uzmanlar uyarıyor. ‘Doğu Anadolu Fayı’nın Maraş bölümünde 500 yıldır birikmiş enerji var’ diyorlar. Maraş’ın birçok ilçesi ve özellikle merkezinin güneyi alüvyonal zemine sahip. Burada ‘sıvılaşma’ denilen ciddi bir tehdit daha var. Bölgeyle ilgili bir “deprem acil eylem planı”nın derhal oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu işin şakası yok. Bu işin “sonra bakarız”ı yok. Kahramanmaraş’ın kentsel dönüşüme acil ihtiyacı var. Hem konut sorununun çözülmesi için hem de afetlere karşı önlem alabilmek için kentsel dönüşüme ihtiyacı var. Tabii kentsel dönüşüm dediysek, bu yönetimin yaptığı gibi rantı önceleyen bir dönüşümden bahsetmiyoruz elbette. Kentsel dönüşümün adil olması gerekiyor, şehrimizin ihtiyacına göre planlanması gerekiyor. Kentlerimizi, içinde yaşayan insanların güvenliklerini, mutluluklarını hedefleyerek ve tarihi dokuyu koruyarak dönüştürmek gerektiğine inanıyoruz.”
 
Benim bu uyarıyı yaptığım otel yıkıldı biliyor musunuz? 
 
İl Başkanımız burada. O otelden canlı çıkan oldu mu?
 
Otel’in enkazına da gittik. 
 
Üstelik bu otel, 2019 yılında yapılan şu Pazarcık merkezli deprem tatbikatı var ya epey yazıldı çizildi o Pazarcık merkezli deprem senaryosunda adı geçen otel. O senaryoda da yıkılacağı öngörülen otel.
 
Buradan Sayın Erdoğan’a tekrar tekrar soruyorum:
 
2019 tatbikatında elde ettiğiniz sonuçlar nelerdi? Bunların gereğini yaptınız mı? Soruyorum, sormaya devam edeceğim. 
 
Hiç cevap yok. Tık yok. 
 
Ayrıca yıl 2012. Bir ulusal deprem stratejisi ve eylem planı hazırlandı o zaman. 2023'e kadar yapılması gerekenlerle alakalı.
 
2012-2013'ü hatırlayalım. Ülkenin zirve yılları. Her alanda gerçekten zirve yaptığı yıllar ve ileriye özgüvenle baktığımız yıllar. 
 
O günlerde bu hazırlandı ve ilan edildi. 
 
Resmî gazetede de yayınlandı. 
 
Burada 2017 yılına kadar şu şu şu binaların depreme dayanıklılığı test edilecek bunlar belirlenecek gereği yapılacak vesaire vesaire. 
 
Pek çok şey yazıyor. Yapıldı mı bu yapılmadı mı? 
 
10 yıl geçmiş. 2012'den 2017'ye 5 yılda süre verilmiş. Hani o sürede biter diye. 
 
Yapıldı mı yapılmadı mı diye soruyorum.
 
Resmî gazetede yayınlanan bir strateji belgesi eylem planı bu. 
 
2019 tatbikatından sonra elde edilen sonuçlar nelerdi? Bunların gereği yapıldı mı?
 
Sakın ha demeyin ki biz DEVA Partisi’nin Ali Babacan’ın sorularını duymadık.
 
Bilmiyoruz haberimiz yoktu. Sakın ha böyle bir şey demeyin.  
 
Hatırlayalım depremden önce benim iki saatlik bir televizyon programında kullandığım tek bir kelimeyi ağzına dolayan ve kaç tane televizyon programında konuşmasında dillendiren bir Cumhurbaşkanından söz ediyoruz.
 
Öyle duymadık bilmedik öyle bir şey yok.
 
Gayet iyi duyuyorsunuz gayet iyi dinliyorsunuz. Bu soruları dinliyorsunuz. Cevap verin. 
 
Arkadaşlar, bu benim tek açıklamam da değil. Ama örnek olsun diye, senelerdir neler söylediğimizi hatırlatmak için bu videoyu izledik beraber. 
 
Bu afet, göz göre göre geldi. Deprem “geliyorum” dedi.
 
Herkes biliyordu diye göstermek istedim. Onun için izlettim. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar, biz gerçekten her fırsatta uyarmışız, her fırsatta önerilerimizi sıralamışız. “Derhal yapılsın” diye feryat etmişiz. 
 
Bırakın bu son dönemi benim hükümette olduğum dönemlerde dahi kaç kere kaç kere kaç kere dedik ki bu dikey yapılaşma yanlış. Yatay yapılaşma olması lazım. Dikey yapılaşma bu ülkenin ekonomisini mahvediyor, haksız kazanç sağlıyor. Bu haksız elde edilen imar rantı ekonominin bitin dengelerini bozuyor. 
 
Büyük bir risk oluşturuyor. 
 
Söyledik, söyledik, söyledik.
 
Yanlış iş bu dedik.
 
Şimdi bu rant uğruna merkezdeki arazi 10 kat yerine 20 kat yaptığında oo acayip para kazanılıyor. Tamam. 
 
İnanın bu rant gözleri kör etti. 
 
Ve ben bunlarla mücadele ettiğimiz dönemde bana kendisi ne dedi biliyor musunuz? ‘Bu dediklerini yaparsam ben il başkanı ilçe başkanı bulamam’ dedi.
 
Siyasetten anlayanlar bunun ne anlama geldiğini gayet iyi bilir.
 
Şimdi ortaya çıkıyor işte. O yıkılan binaların müttehitleri ile siyaset arasında özellikle iktidar ve bazı belediyeler arasında nasıl karmaşık ilişkiler olduğunu teker teker teker ortaya çıkarıyorlar. Görüyorsunuz duyuyorsunuz.
 
Şimdi de kaygılıyız arkadaşlar kaygılıyız. Bingöl için, Adana için, İzmir için, Hakkâri için, İstanbul için kaygılıyız.
 
Taa 2019 yılında Pazarcık merkezli bir deprem tatbikatı yapılmış olmasına rağmen, aradan tam 4 sene geçmiş olmasına rağmen, hakiki depremde böylesine çuvallayan bir hükümet var başta unutmayalım.
 
Allah muhafaza etsin, bundan sonra kim bilir neler neleer bekler bizi bu hükümet başta kalmaya devam ederse.  
 
En büyük imtihan oldu değil mi? Büyük bir sınav gerçekleşti. 
 
Ve bu sınavda çaktılar kimse kusura bakmasın. Olmadı.
 
Kimse süslü videolarla, süslü afiş çalışmalarıyla gerçekleri örtmeye kalkmasın.
 
Afetin süsü püsü olmaz. Afetin büyük acısı olur. Afet sonrasında da gayret olur hızlı bir şekilde yarları sarma çabası olur. 
 
“Asrın felaketi” deyip sorumluluktan kaçamazsınız. 
 
Çünkü bu büyüklükte bir depremin olacağı bilinen bir şeydi. 
 
‘Ya öyle büyük bir deprem oldu. Biz hazırlıksızdık ne yapalım ‘değil. Bal gibi senaryo da 2019’un senaryosunda diyor ki Pazarcık merkez diyor. 7,5 şiddetinde deprem diyor. 
 
Yani öyle asrın afeti deyip de ‘ya ne yapalım o kadar büyük bir şey oldu ki biz bu kadarını beklemiyorduk. Onun için altından kalkamadık’ havasına da kimse sokmasın bunu. 
 
Bu gayet de beklenen bilinen ve bilim insanlarının ortaya koyduğu yıllarca da uyardığı bir depremden bahsediyoruz. 
 
Her türlü felakete, her türlü afete hazır olmak zorundasınız.
 
Bu millet vakti zamanında onun için destek verdi size.
 
Bu millet bizim ülke olarak güvenliğimizi sağlayın huzurumuzu sağlayın, gerekli ne kadar tedbir varsa alın diye size bu yetkiyi verdi. Olağanüstü yetkileri verdi. 
 
Tek bir imzayla aklına gelen gelmeyen her şeyi yapabileceğiniz bir yetki verdi bu millet size. 
 
Daha neyin bahanesini üretiyorsunuz Allah aşkına neyin bahanesini üretiyorsunuz?
 
Bu millet bunun için vergi veriyor.
 
Tüm bu olası depremler için hangi planları yaptınız, ne hazırlıkları yaptınız? Nasıl çalışmalar yürütüyorsunuz?
 
6 Şubat felaketindeki ihmallerin sorumlularını tespit ettiniz mi, tekrar etmemesi için hangi önlemleri aldınız?
 
Sadece bu inşaatları yapan müttehitleri değil o inşaatları kontrol etmekle denetlemekle sorumlu olan kamu çalışanları ile ilgili niye hiçbir adım atmıyorsunuz? 
 
Bu inşaatın müttehitti belli de o inşaatı yapım öncesinde yapım sırasında ve sonrasında denetlemeyle ilgili sorumlu olan kamu yöneticilerinin isimleri belli değil mi? 
 
Niye onlarla ilgili hiçbir adım atmıyorsunuz? 
 
Çünkü o denetlemeyle sorumlu olanlar var ya bakıyorsunuz o ona bağlı o ona bağlı hepsi Cumhurbaşkanının kendisine bağlı. 
 
Çünkü niye? Aynı o el örgülerinde ilmeği tutarsın sökülür gider ya ondan korktukları için bugüne kadar kamu yöneticileriyle ilgili fazla bir adım atmıyorlar atamıyorlar. 
 
Onun için istifa sistemi çalışmıyor çalışamıyor.
 
Çünkü alt kademede o ilmeğin ucunu tuttuğunuz çektiğiniz anda sistem çözülecek ve ucunun nereye doğru gittiğini de herkes görecek. 
 
Ben bunları sormaya devam edeceğim arkadaşlar. 
 
Ayrıca; deprem bölgesini de yalnız bırakmayacağız.
 
Tüm teşkilatımızla beraber vatandaşlarımızın yaralarını sarmak için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. 
 
Nasıl ilk 3 hafta hep beraber sahadaysak bundan sonra da hep beraber deprem bölgesinde olmak zorundayız. 
 
Oradaki hayata tutunmaya çalışan vatandaşlarımızla beraber olmak zorundayız. 
 
Oradaki ihtiyaçlarla ülkenin imkanlarını buluşturmak için çaba göstermeye devam etmek zorundayız.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bu kapsamda şu an itibariyle atılması gereken acil adımları da sizlerle paylaşmak istiyorum. 
 
Bu adımların aslında kaynağı bizim Afet Eylem Planımız. 
 
Bunların hızla, derhal hayata geçirilmesi ülkemiz için çok çok önemli. Belki yüzlerce madde var sıralayabileceğim, ama sadece önemli bazılarına değinmek istiyorum. 
 
1) Afet risklerinin ve afetlerin yönetilmesini bölgesel ve yerel kademelendirmeyle ‘yerinden yönetim’ ilkesine uygun olarak yeniden ele almak zorundayız. Afetler ancak yerinden yönetim ilkesiyle yönetilir. 
 
Hele hele Türkiye gibi 85 milyonluk Avrupa’nın en büyük ve en genç nüfusuna sahip olan bir ülkenin, Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip olan bir ülkenin tek bir kişinin dağarcığına sığmayacak kadar büyük bir ülke olduğunu önce idrak etmek gerekiyor.
 
Muhtarlara kadar yetki vermek gerekiyor. Burada yazdık. Muhtarların bile afet anında yetkisinin ve imkanının olması gerekir dedik.  Önceden bunların hepsinin planlaması programlaması eğitiminin yapılması gerekiyor. 
 
İşte gördük. Merkezden emir gelmeden, yerelde tek bir kalem kıpırdamadı. Bu böyle yürümez, yürüyemez. 
 
2) Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı AFAD’ı, merkezi ve yerel düzeyde yeniden yapılandırmak zorundayız. 
AFAD sadece ve sadece bir koordinasyon kurumu olmak zorunda arkadaşlar. Kamunun, STK’ların, gönüllülerin yani ülkenin bütün kaynaklarının seferber edilmesinde bir koordinasyon kurumu. 
 
Ama siz AFAD’ı çadırların üzerindeki Kızılay logosunu söküp yerine AFAD logosu koymaktan ibaret olarak görürseniz bu böyle yürümez. 
 
Düzgün çalışmadığında AFAD’ın etkisiz ve hatta sahada işleri zorlaştıran bir kurum olduğunu gördük maalesef ilk günlerde. Hala da görmeye devam ediyoruz.
 
Yardımlara el koyuyorlar. Kamyonlara tırlara el koyuyorlar. Neymiş? Yardım dağıtılacaksa onu da biz yaparız. Yapamıyorsunuz, olmuyor.
 
Afet Müdahale Sistemini yeniden düzenleyeceğiz.
 
Deprem ve doğal afet riskinin yüksek olduğu tüm kentlerde güçlendirme ve yeniden inşa projeleri yapacağız. Bu çok acil bir ihtiyaç. 
 
Ülkemiz fay hatlarının üstünde, pek çok afet riskiyle bir arada yaşıyoruz. Bu nedenle bunu derhal yapmak zorundayız.
 
3) Deprem bölgelerinde, deprem raporu olmayan yapıların deprem raporları hazırlanmasını, olası depremlerde ne kadar hasar alabileceğinin simülasyonlarını yapmak zorundayız.
 
Bu depreme karşı hazırlık illa binaları yıkalım yeniden yapalım değil. Güçlendirme denen bir teknik var. Malzeme bilimi bu konuda çok ilerledi. 
 
Yani hemen illa yıkalım yenisini yapalım. Yıkalım yeni yapılanlardan rant. Öyle değil. Mevcut iyi incelendiğinde teknik çalışmalar iyi yapıldığında mevcutun makul kaynaklarla depreme karşı güçlendirilmesi de mümkün. 
 
Bu yolların da iyi incelenmesi gerekiyor. 
 
4) Deprem bölgelerinde mikro planlamalar yapacak, zemin etüt sonuçlarına göre imar planlarını revize etmek zorundayız.
 
Şehirlerde gördük. Aynı bölge fay hattına uzaklık aynı, yan yana iki mahalle biri yıkılmış biri yıkılmamış. 
 
E zemin. Zemin farklı. Zemin etüdünün mikro planlamaya göre yapmak zorundasınız.  Bu bölge olduğu gibi şöyle böyle diyemezsiniz. 
 
Çünkü coğrafi yapının farklı farklı çeşitleri var. Bir noktada bu bitip başka noktada zemin oluşabiliyor. 
 
5) Deprem tehdidi altındaki bölgelerde, ivedilikle yeterli deprem toplanma alanı mutlaka olmalı ve bu alanların imara açılması kesinlikle yasaklanmalı. 
 
İşte İstanbul’da. Kaç tane deprem toplama alanı. Bakıyorlar oo burası iyi para eder. Depremde insanlar toplanacakmış nereden nereye. Hemen geçir imarı ver emsali bitir. 
 
Hele hele arkadaşlar şu Kanal İstanbul var ya Kanal İstanbul o kadar tehlikeli proje ki bakın. 
 
Bir, İstanbul’un depreme güçlendirilmesi ile ilgili gerekecek kaynakları siz tutup rant var diye oraya harcayacaksınız. 
 
Asıl deprem için gereken kaynaklar oralara gidecek. 
 
Niye? Boğazda bir daire şu kadar para ediyor, İstanbul’a 2. Boğaz yapsam aman Allah’ım ne kadar çok para kazanırız. 
 
Rantı düşünün rant. Gözlerde dolar işareti oluşuyor. Türk lirası da değil dolar işareti oluşuyor. Üstelik Kanal İstanbul, İstanbul’un Avrupa Yakasını bir ada haline getiriyor. 
 
İşte depremin birkaç günü bazı bölgelere yıkılan binalar yolları kapattığı için ulaşılamadı. 
 
Bir de düşünün ki bir taraftan 3 köprüyle öbür taraftan da 5-6 köprü ile dünyanın geri kalanına bağlanan bir Avrupa yakası adası ortaya çıkarıyorsunuz. 
 
Bu adadan dışarı tahliye nasıl olacak? Bu adaya yardım imkanları nasıl ulaşacak? Bunların hiçbirinin hesabı yapılmıyor inanın hiçbirisini. 
 
Kaç kere dedik, şu Kanal İstanbul’la ilgili bir etki planı yapın dedik bir etki analizi yapın dedik. 
 
Bir çevre etki analizi, acil durum etki analizi, deprem etki analizi, Allah korusun güvenlik savaş etki analizi. Bunların hepsini yapın dedik. Yok. 
 
Ne diyor? 
 
İnadına yapacağım diyor değil mi inadına. Kullandığı ifade bu. 
 
Neyine inadı ya. Sen kiminle neyi inatlaşmasına giriyorsun böylesine hayati bir meselede. 
 
Onun için biz ne diyoruz hayat İstanbul diyoruz Kanal İstanbul değil hayat İstanbul diyoruz. Burada yazıyor.
 
7) Atama ve görevlendirmeleri liyakat esasına göre yapmak zorundayız.
 
Hak etmeyen insanların atandığı kurumlar, çalışmıyor, çalışamıyor. Afetlerde uzman olmayan kişilerin görev aldığı kurumlar işe yaramıyor afet olduğunda gördük.  
 
Afet çerçeve kanunu çıkaracağız. Afet mevzuatını bütün yönleriyle yeniden düzenleyeceğiz. 
 
İmar affı çıkarılmasına son vereceğiz çünkü her af ileriye doğru aynı hataların aynı yanlışların aynı suçların devam etmesinin önünü açıyor.
 
2018 de en büyük seçim kampanyası malzemesiydi değil mi imar affı. Şu kadar bin yüz bin 300 bin kişiye imar affı. 
 
Ne oldu? Buradan yine soruyorum; bu imar affı tanıdığınız yapılardan deprem bölgesinde kaç tanesi çöktü. O imar affı tanıdığınız yapıların altındaki enkazlardan kaç cenaze çıktı? Buradan soruyorum. Hepsi belli parsel belli hepsi belli. Uydu fotoğraflarından imar affı uygulaması var. Aynı uydu fotoğraflarından bakıyorsunuz çökmüş. Aynı binadan şu kadar cenaze çıkmış. Soruyorum…  
 
10) Belediyelere değerli arkadaşlar yerel afet tehlikesi ve risk haritalarının hazırlaması ile ilgili yükümlülüğü getirmek zorundayız. Bu yerelde yapılacak. Risk Azaltma Hedefi koymak zorunda belediyeler. 
 
11) Yapı denetim sistemini, yetkin mühendisliğe dayalı, imar ve yapılaşma sisteminin bir parçası olarak yeniden yapılandırmak zorundayız. Kamu binaları da dahil olmak üzere tüm binaları yapı denetim kapsamına almak zorundayız.
Ve bunların periyodik yapılması lazım. Aynı araçların muayenesi gibi. Ki biz burada yazmışız zamanında. Basın açıklamasıyla ortaya koymuşuz. Araç muayenesi gibi periyodik muayene lazım ki birileri kolon kesmiş mi?  Betonun kalitesi iyi mi? Kullanılan deniz kumu acaba betonun içindeki demirleri çürütmüş mü? Bunların periyodik kontrol edilmesi gerekiyor.
 
12) Bir başka konu arkadaşlar; “Kentsel dönüşüm” yerine sosyal kültürel ve sosyoekonomik boyutları da dikkate alan bütüncül bir yaklaşımla “Kentsel Yenilenme” anlayışını hâkim kılacağız.
 
13) İstanbul depremine karşı, risk azaltmayı hedefleyen HAYAT İSTANBUL Projesini başlatacağız.
 
14) Köyden kente göçün azalmasına da katkı sağlayacak Köysel (Kırsal) Yenilenme çalışmalarını başlatacağız. Böylece yaşam yerlerinin nüfusa yetecek şekilde planlamasını yapacağız.
 
15) Sismik izolasyon teknolojisinin kullanılmasını yaygınlaştıracağız. 
 
Burada tamamen malzeme biliminin son 20 30 yılda açtığı bir alan. Gerçekten yapılacak çok iş var ama bunun için bilgi gerekiyor bilim insanları gerekiyor. Bilgiye saygı gerekiyor. Ehliyete liyakate saygı gerekiyor. Ancak böyle aşılabilir bu sorun.
 
16) Yapıların belirli dönemlerde amaç dışı kullanım, çürüme, çatlama, deplase olma, statik olarak taşıyıcılık özelliklerinde bozulma ve benzeri değişimler açısından incelenmesine yönelik mevzuat düzenlemesi yapacağız. Bahsettiğim bu periyodik muayene sistemiyle... 
 
17) DASK'ı tüm afet türlerini ve konut harici kayıpları da kapsayacak şekilde geliştireceğiz, genişleteceğiz. 
 
18) Afet ve Acil Durum hallerinde medyanın doğru ve güvenli bilgiye ulaşmasını sağlayacağız.
 
19) Afet ve acil durumlarda devreye hızla girecek Güvenli Haberleşme Sistemleri kuracağız. Haberleşmenin kesilmemesini sağlamak zorundayız.
 
Bu da arkadaşlar fiber optik hattan geçiyor. Fiber optik hatların yaygınlaşmasından geçiyor. Fiber optik ağları siz bütün Türkiye’ye ulaştırın ondan sonra haberleşmede kesilme falan olmaz. 
 
Bu yapılmadı. Biz bunu bir başka eylem planımızda dijital dönüşüm ve teknoloji eylem planımızda açıkladık. Büyük paralar değil inanın. Büyük paralar değil. Fiber optik ağları bir döşeyin tüm Türkiye'ye hiçbir yerde kesilmez haberleşme.
 
Çünkü bir ucundan yakaladığınız anda yakalayın ucuna baz istasyonu takın işi bitirin. Ama eski sabit hatlara mahkûm bir iletişim yapınız varsa, mobil istasyon yapınız varsa o geliyor tıkanıyor işte.
 
20) Arama kurtarma faaliyetlerinin bütünleyici parçası olarak İtfaiye teşkilatlarını merkezi ve yerel düzeyde yeniden yapılandıracağız.
 
Yani afet anında itfaiyenin de ne yapacağı belli olacak her ilde her ilçede. Afet ve acil durumlarda görevli ve gönüllü arama kurtarma sayısını, itfaiye teşkilatıyla da ilişkilendirerek STK’lar üzerinden arttıracağız. 
Yani kamunun belli bir çekirdek kadrosu ama bunun etrafında geniş bir gönüllü kadrosu. Bunlar eğitilen sürekli periyodik eğitimlerden geçen ve deprem anında kimin nerede nasıl görev alacağının önceden belirleneceği gönüllüler ordusundan burada bahsediyoruz. 
Vatandaşlarımız koşa koşa gitti Türkiye'nin her yerinden. Daha depremin 3 günü 4 günü 5 günü gördük. Her yerden akın akın gelmişler ama ‘ben geldim de ne yapabilirim acaba ne yardımım dokunabilir’ diyor. Ve koordine edecek birisini arıyor gözler.
 
Havaalanına iniyorlar. ‘Biz geldik arama kurtarma ekibiyiz ne yapalım şimdi diyorlar’. Cevap verecek bir kişi yok.
 
23) Toplumun her kesiminde temel afet bilinci ve afet becerisi oluşturmak için seferberlik ilan edeceğiz. Bu konuda herkesin bilgisinin olması oldukça önemli.
 
Bu yaşadığımız son 3 hafta aslında toplumsal duyarlılığın ve bilincin oldukça yükseldiği bir dönem. 
 
Ama maalesef daha önceki depremlerden gördük ki bu bazen uzun süre gitmiyor. Gündemden düşüyor. Unutuluyor unutturuluyor. Onun için gerekli cesur adımları atmak için tam zamanı.
 
Toplumsal duyarlılığın ve bilincin yüksek olduğu bir dönemde en önemli belki de en zor kararlar alıp uygulamanın tam zamanı şu anda. Hiç geciktirmeden.
 
24) KOBİ’ler başta olmak üzere tüm sanayi işletmelerinin ve işyerlerinin başta deprem üzere afete hazırlanmasını sağlamak zorundayız.
 
25) Afet sonrasında eğitim sisteminin aksamaması için AFET-EY (Afet ve Acil Durumda Eğitim Yönetimi) yapılanmasını kuracağız.
Çünkü afet oldu bir afette eğitim sistemi düştü. Felaket, ayaküstü kararlar. Yok, yurtlar öğrenciler apar topar eşyalarını kaldırıp yurtları vatandaşları açacağız şöyle böyle. Üniversiteler yok yüz yüze mi olsun uzaktan mı olsun hibrit mi olsun?
Bunların önceden planlanması lazım. Afet durumunda eğitim sisteminin nasıl işleyeceğinin önceden planlanıp programlanıp afet anında ilk gün ne olacağının önceden belirlenmesi lazım. 
 
Daha pek çok konu var bunun gibi. Bunların hepsini açıkladık ve İnşallah bunların hepsini gerçekleştireceğiz.
 
*****
Değerli arkadaşlar biliyorsunuz bu afetler büyük felaketler, kriz anları bununla ilgili öncesinde bir hazırlık olur. 
Yani tedbir dönemi olur. Afet anında o afetin yönetilmesi ile ilgili yapılması gerekenler olur. 
Bir de afet sonrası kriz sonrası buradan bir çıkış planlaması olur. Şu anda biz tam da bu çıkış planlamasını gerçekleştiriyoruz DEVA Partisi olarak. 13 politika birimimizle dedik ki herkes kendi alanıyla ilgili afetten çıkış süreci ile alakalı hazırlığını yapsın. 
Bunları bir araya getireceğiz derleyeceğiz ve yakın bir zaman içerisinde de bu afetten çıkış raporumuzu eylem planımızı artık adını ne koyarsak açıklayacağız.
 
Bakın bu afet ve sonrasındaki süreç doğru yönetilmezse eğer bu işin Makro ekonomik yönetimi, finansal yönetimi doğru yapılmazsa Allah korusun 99 depreminden sonra nasıl ülke 2000 Kasım 2001 Şubat krizleri ile karşı karşıya kaldıysa bu depremden sonra bir de artçı böyle büyük ekonomik depremler yaşayabilir bu ülke. 
 
Ve bu hükümetinde ekonomik karnesi ortada. Bunlar düz yolda giderken otobüsü devirler. 2018'den bu yana kaç kere kriz yaşattılar bu ülkeye. Bizim kara günler için biriktirdiğimiz ak akçeleri cayır cayır harcadılar sıfırladılar. 
 
Hatırlayalım 2018'de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi uygulanmaya başladı 2019'un ocağında birikmiş ne kadar yedek akçesi varsa Merkez Bankası’nın sıfırladılar. Ertesi senin Ocağında bir yılın birikenine yine sıfırladılar. Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini eksiye düşürdüler. 
 
En son baktığımda -65 milyar dolardı. Bugünlerde muhtemelen daha da eksiye düşmüş olabilir çünkü brüt rezervlerde son dönemde 6-7 milyar birden sert düşüş var. Çünkü deprem sonrası yapılacak harcamalar var ya, iş makinesi alacaksın döviz, mazot alacaksın döviz, inşaat demiri döviz, çimento döviz döviz döviz. 
 
Dolayısıyla bu deprem sonrası yapılacak harcamalar ülkede cari açığı artıracak yani döviz ihtiyacını aynı zamanda artıracak harcamalar. Dolayısıyla bunun hem iç finansmanını hem dış finansmanını, makro ekonomik yönetimini çok sağlam bir şekilde yapmak lazım. 
 
Ama bunlar yapamaz beceremez çünkü karneleri başarısız. Karne berbat. 2018'den bu yana bakın karnesi berbat olan bir hükümet bu depremin ekonomik açıdan çıkışına hazırlayacak da yapacak da yönetecek. Mümkün değil mümkün değil. 
 
Bu kafayla bu kadroyla mümkün değil. Yeni bina yapacağız diye ekonomiyi tekrar tekrar dibe vurduracak bunlar. Yapamazlar beceremezler. Biliyoruz tek tek insanları da tanıyoruz iş yapma kabiliyet ve becerilerini de biliyoruz. 
 
Dolayısıyla bu depremden çıkışta sapasağlam bir ekonomi ve finans yönetimi lazım. İnce ince planlanmış ehil ve dürüst liyakatli kadrolarla yönetilen bir ekonomi lazım bu dönemde ülkeye.
 
*****
 
Değerli Arkadaşlar;
 
Kaybettiğimiz hiçbir canı geri getiremeyeceğimizi biliyorum. Yaşadığımız acıyı yok edemeyeceğimizi, kolay kolay azaltamayacağımızı biliyorum.
 
Ama yüreğimizdeki bu yangınla ve sorumluluğumuzun da farkında olarak çalışmaya devam edeceğiz.
 
Elimizden ne geliyorsa her türlü gayreti göstermeye devam edeceğiz. 
 
Dün bir çalışıyorsak bugün beş çalışacağız, on çalışacağız hep beraber.  
 
DEVA Partisi bu ülke için hayat demek. Yaşam demek. Bunun çok çok iyi farkındayız.
 
Bunun için zaten DEVA Partisini kurduk bunun için 81 ilde 753 ilçede teşkilatlandık. 
 
Bu hükümetin bu iktidarın asla ama asla bu ülkenin sorunlarını çözemeyeceğini kesin olarak bildiğimizi için biz DEVA Partisi’ni kurduk yola çıktık.
 
Onurlu bir yaşam için, vatandaşlarımızın insan onurunu ayağa kaldırmak için canla başla mücadele edeceğiz.
 
Bir kere daha söylüyorum: Ya başaracağız ya başaracağız. Başka yol yok bizim için.
 
Türkiye’nin uçurumdan aşağı yuvarlanmasına müsaade etmeyeceğiz.
 
Bu ülke bizim bu ülke hepimizin. Ülkemize milletimize hep beraber sahip çıkacağız. 
 
İlk günden beri tekrar ettiğimiz gibi biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
 
Türkiye’nin DEVA’sı olmak için buradayız.
 
Eleştirildiği zaman öfkelenen, sinirlenen, hakaret eden, hemen yasaklara, cezalara başvuran bu devlet yönetimini ilk seçimde müsait bir yerde indireceğiz. 
 
Özgüvenini insanların mutluluğundan, huzurundan alan, felaketleri öngören, tedbir alan refah devletini hep beraber inşa edeceğiz. 
 
Biliyoruz, bu ülkenin insanları hükûmeti eleştirdiğinde sabah 6’da kapısında polis görmek istemiyor.
 
Bu ülkenin gençleri sosyal medyadan bir paylaşımı likeledim diye ertesi sabah nezarethanede kendisini bulmak istemiyor. 
 
İnsanımız, devletin, hayatın her alanında, yasaklarla, cezalarla karşısına çıkmasına tahammül edemiyor artık. 
 
Devleti kara gününde de iyi gününde de yanında destek olarak, hizmetkâr bir devlet istiyor bu millet. 
 
İnsanların çok basit ve temel bir talebi var:
 
Enkaz altında kaldığımda, zor günümde, çadıra muhtaç olduğumda, oturduğum binaların denetiminin de devlet yanımızda olsun diyorlar. Bu kadar.
 
DEVA bu talebi duyuyor.
 
Söz veriyoruz. 
 
Gücünü “halkını yaşatmaktan” alan bir devleti hep beraber, el ele inşa edeceğiz.
 
Devlet gücünü otoriterlikten baskıdan zulümden almayacak. Devlet gücünü demokrasiden alacak. Devlet gücünü onurlu bir yaşam olan onurlu bir hayat olan toplumdan alacak. 
 
*****
 
Bu duygu ve düşüncelerle hepinize çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
 
Tüm gün sürecek il başkanları toplantımızın ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

 

17 Şubat 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Gaziantep Deprem Basın Toplantısı Konuşması


Gaziantep
Deprem Basın Toplantısı


Başımız sağ olsun. Tüm ülkemizin başı sağ olsun.

Değerli arkadaşlar,

Kıymetli basın mensupları,

Gerçekten çok acılıyız. İçimiz yanıyor. Kahroluyoruz.

Bir baba olarak, bir evlat olarak, bir eş olarak; tek tek dinlediğim hikayelerle, tanık olduğum acılarla gerçekten kahroluyorum.

Ülkece çok büyük bir felaket yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz.

6 Şubat’tan bu yana ciğerimiz yanıyor.

Hâlâ enkaz başında sevdiklerine kavuşmayı bekleyen kardeşlerimiz var. Hâlâ yerin altındaki eşine, kardeşine, annesine, babasına, akrabasına ulaşmaya çalışan dostlarımız var. Acı büyük.

Anlatmaya kelimeler yetmiyor.

Sözler anlamını yitirdi. Kalp sızısı şurada duruyor.

Bir kere daha başımız sağ olsun diyorum.

Bugün itibariyle bu büyük felaketin üzerinden 11 gün geçti. 11 koca gün…

İlk günden beri ülkemizin dört bir köşesinden gönüllüler, sivil toplum kuruluşları, kamu görevlileri sahada canını dişine takıp çalışıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen kurtarma ekipleri de olay mahalline.

Herkes karınca misali bu büyük enkazın bir ucundan tutup kaldırmaya çalışıyor.

Bu çabanın, bu çalışmanın bir parçası olan herkese minnet ve şükran doluyum. Huzurlarınızda bir kere daha tüm bu çalışmalara katkı veren, çalışmaların içinde olan herkese teşekkürlerimi iletiyorum. Sağ olsunlar var olsunlar.

Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz hafta depremden en çok etkilenen şehirlere gittim. Genel başkan yardımcılarımızla beraber, genel merkez yönetim kurulu üyelerimizle beraber sahadaydık.

İnanın yürek dayanmaz bunca acıya bunca yaşanana.

Kahramanmaraş’ta depremden kurtulan bir vatandaşımızla konuştum.

O kahrın içinde “Allah halkımızın ayağına taş değdirmesin” dedi. Gerçekten değdirmesin. Bu millet öyle güçlü kenetlendi ki, öyle sıkı sıkıya birbirine tutundu ki; bunu yerinde gözlerimizle gördük müşahede ettik.

Yakın çalışma arkadaşlarımdan Sadullah Bey’in, Sadullah Ergin’in aile apartmanını Hatay’da gördüm. Depremin 3. Günüydü. Yerle bir olmuştu. İş makineleri ancak dördüncü gün enkazda çalışmaya başladı.

Girildikten sonra da ancak yakınlarının cansız bedenlerine ulaşabildi. Ve belki de biliyorsunuz ama en zoru, kendi elleriyle son görevini yerine getirdi.

Tüm bu şehirlerde bildiğimiz bilmediğimiz hikayelerin çoğu böyle. Sadullah Bey’in hikayesi, herkesin ortak hikayesi… Sadece buraya bakarak gördüğümüz tablo her şeyi özetliyor bize.

Öyle bir şey oldu ki arkadaşlar, yıkım istisna olacakken, yıkım her yerde.

Ölüm istisna olacakken, ölüm her yerde.

Kurtarmak kural olacakken, kurtulanlara “mucize” gözüyle bakılıyor. Vatandaşımız adeta “mucize”ye mahkûm olmuş durumda.

Bu hak da değil reva da değil.

Arkadaşlar devlet niye var? Soruyorum niye var?

Ben söyleyeyim size: Devlet yaşatmak için var. Devlet her bir vatandaşımızın yaşaması için var. Devlet tüm bu yıkımlara mani olmak için var.

Vatandaşımız, oturduğu binaya “afete dayanaklı” diye ruhsat veren, oturma izni veren kamu kurumuna güvensin diye devlet var.

Bina yıkıldıktan sonra, hemen arama-kurtarma ekibi oraya ulaşsın diye devlet var.

Yakınının acısını bile yaşayamadan, tek tek onların toprağını kendisi kazıp kendisi gömmesin diye devlet var.

Evet arkadaşlar, bu iktidar devletin kurumlarını tek tek zayıflattı. Beştepe’den başka hiçbir kurumun önemi kalmadı ülkede.

Ehliyet ve liyakat terkedilince, devlet kurumları inisiyatif alamayınca, devlet kurumları kendi başlarına karar alıp yürüyemeyince maalesef ülkenin geldiği noktayı hep beraber görüyoruz.

Ehliyet liyakat terk edildi. İnisiyatif alamayan kendi kendine karar veremeyen yöneticiler de maalesef kamu kuruluşlarını şu anda işgal etmiş durumda.

Yukarıdan talimat gelmeyince, harekete geçemeyen hantal bir yapıya dönüştürdüler maalesef bu koskoca devleti.

Acımız büyük dert büyük.

Biz Sayın Erdoğan’ın ve küçük ortaklarının sebep olduğu bu devlet anlayışını bu devlet yönetme anlayışını reddediyoruz.

Biz, yaşamı tanımayan, vatandaşının canını enkaz altında kendi kaderine terk eden bu anlayışı reddediyoruz.

Biz, bu karda kışta, yerle bir olmuş şehirlere gerekli araçları gönderemeyen bu anlayışı reddediyoruz.

Biz, yerin altında kalanlara, yakınlarının duası dışında hiçbir şey bırakmayan bu anlayışı reddediyoruz.

Biz yaşatan bir devlet diyoruz. Milletine hizmet eden hizmetkar bir devlet istiyoruz.

Rahmetli Erbakan’ın tabiriyle garson devlet istiyoruz.

Arkadaşlar, yaşadığımız elbette çok büyük felaket.

Elbette hiç kimse böylesine iki büyük depremin peş peşe olmasını ve bu kadar büyük bir yıkıma sebep olmasını belki de hayal edemiyordu.

Ama arkadaşlar şunu unutmayalım ki ülkemiz fay hatları üzerinde bir ülke.

Çok sayıda fay hattı geliyor geçiyor birbirini kesiyor.

Ve uzmanlar senelerdir hangi fay hattının hangi durumda olduğunu söylüyor aslında. Uzmanlar senelerdir doğrudan Maraş’ı, doğrudan Hatay’ı işaret ediyor.

Halk arasında “kaza geliyorum demez” diye bir tabir vardır “kaza geliyorum demez” diye bir tabir ama deprem “ben geliyorum” diyor. “Er geç geleceğim” diyor.

Bir tek zamanını tam kestiremiyoruz. Yaklaşık olarak zaman aralıklarını da artık bilim insanları söylüyor. Ama nokta atışı ‘Şu gün şu saat şu dakikada deprem olacak’ diye bilgi yok elimizde.

Ama bir gün olacağını biliyoruz.

Bu kadar hazırlıksızlık gerçekten olmaz.

Peki… İktidar bütün bunların farkında değil mi? İktidar bütün bu olanlara büyük bir şaşkınlık ve hayret içinde mi yakalandı?

Hayır.

Belki duymayan vardır. Ben burada tekrar anlatayım.

2019’da bu ülkenin İçişleri Bakanlığı, tüm mülki yönetimle beraber, merkez üssü Pazarcık olan 7,5 şiddetinde bir depremin senaryosunun tatbikatını 3 gün boyunca yaptı.

Yıl 2019 bakın. Daha şurada 3 sene 4 sene önce. 7.5 şiddetinde diyor, merkez üssü Pazarcık diyor.

Ve böyle bir depremde nerelerin yıkılacağı, nasıl hasar olacağı hepsinin tatbikatı yapılmış durumda.

Peki…yapıldı da ne oldu? Tüm bu bilgiler ışığında gerekenler yapıldı mı? Önlemler alındı mı? Atılması gereken adımlar atıldı mı?

Kimse şimdi propaganda aygıtını çalıştırıp süslü dosyalar, videolar hazırlayıp bizi aptal yerine koymasın.

Cevap vereyim, ne oldu:

Arkadaşlar asrın ihmali oldu. Asrın kayıtsızlığı oldu. Asrın işbilmezliği oldu.

Evet, deprem önlenemez. Ama ölümcül yıkımlar önlenebilir.

Vatandaşlarımızın çoğu “önlenebilir yıkımlar” nedeniyle hayatlarını kaybetti, yuvalarını kaybetti.

Benim bugün iktidara sorularım var arkadaşlar.

Çünkü ben bugün itibariyle depremden etkilenen tam 10 şehrimize gittim. Onlarca ilçemize gittim, çok sayıda köyün içinden geçim ve karayoluyla hareket ettim.

Öyle birileri gibi helikopterle uçaktan tepeden inip, 3 kelime açıklama yapıp tekrar helikoptere binip dönmedim.

Benzin kuyruklarında bekledik arkadaşlarımızla, trafiğe takıldık.

Arabalarımızın bagajlarında bidonlarda benzin taşıdık mazot taşıdık.

İhtiyacı olanlara kumanya götürdük yakıt götürdük. Bütün bunları fiilen sahada yaşadık. Gözlerimizle gördük.

Çünkü şu andaki felaket televizyon ekranlarından cep telefonunun küçücük ekranlarından sığacak oralardan anlaşılacak bir felaket değil.

Görmeyince anlamak mümkün değil.

Çünkü ben bu 10 şehirde, yüzlerce vatandaşımızın feryadını tam yüreğimde hissettim.

Afet bölgesindeki vatandaşlarımız bana sorular sordu.

Vatandaşlarımız benden bu soruları, ülkeyi yönetenlere sormamı istedi.

Ben de vatandaşlarımıza söz verdim dedim ki “Sizin adınıza bütün bu soruları toplayacağım ve en sonunda da bu 10 ili tamamladığımda da bu soruları aynen hükümete iktidara yönlendireceğim.

“Üzerime aldığım emanetin gereğini bugün yerine getirmek üzere sizlerle beraberim.

Vatandaşımız soruyor, bize soruyor. Biz de onları toplayıp iktidara soruyoruz.

Gün, bu soruları sorma zamanıdır.

Gün, şeffaf şekilde sorularla yüzleşme zamanıdır.

Gün, vatandaşımıza gerçekte ne olduğunu anlatma zamanıdır.

Sorumluluk sahibi bir iktidar tüm bu soruların cevabını vermelidir.

Vermelidir ki bir daha bu acılar yaşanmasın.

*****

Bakın arkadaşlar geçen hafta Gaziantep'in depremden en çok etkilenen 2 ilçesi İslâhiye ve Nurdağı da içinde olmak üzere depremin en büyük yıkıma sebep olduğu yerlerdeydik arkadaşlarımızla beraber.

Antakya'daydık. Kahramanmaraş'taydık Adıyaman’daydık. Birinci depremin merkez üssü Pazarcık.

Buradan Gölbaşı’ndan Adıyaman'a geçtik. Hemen ilk hafta genel merkezimizdeki bütün arkadaşlarımız kurucularımızla beraber derhal bölgedeydik sahadaydık.

Tabloyu net görelim bilelim vatandaşlarımızı net dinleyelim diye.

Deprem günüyle başlıyorum. Vatandaşlarımız o gün olanları anlayamıyor, bize soruyorlar.

6 Şubat sabahı, depremden 1 saat sonra, saat 5:34’de bu felaket için iktidar “dördüncü seviye alarm” açıkladı. Nedir bu 4. Derede alarm? Tüm ulusal kapasite ile depreme müdahale edilmesi ve ayrıca uluslararası yardım çağrısıydı.

Yani felaketin ne kadar büyük olduğunu iktidar aslında ilk 1 saatte anlamış durumda.

Bırakın Türkiye’deki bütün yardım çağrısını bütün dünyada da yardım çağrısı yapmışlar depremin olduğu sabah 5:34’de .

Demek ki felaketin büyüklüğü gayet iyi anlaşılmış idrak edilmiş.

AFAD’ın çok önceden hazırladığı bir Müdahale Planı vardı.

Buna göre, özellikle acil durum anında görevli; arama-kurtarma, sağlık, yangın, güvenlik, trafik, haberleşme, enerji, tahliye, ulaşım, beslenme, barınma hizmetlerinden sorumlu kurumlarımızın hazır olması ve derhal müdahale etmesi gerekiyordu.

Soruyorum: Derhal, anında hareket etmesi gereken bu kurumlar ne zaman harekete geçtiler? Hangi kurum ne zaman harekete geçti? Ben merak ediyorum soruyorum. Niçin geciktiler? Kurumlarımız böyle bir afete karşı gerçekten hazır mıydı?

Yoksa bütün bu hazırlıklar kâğıt üzerinde kalan bir egzersizden mi ibaretti?

AFAD biliyorsunuz arkadaşlar eskiden Başbakanlığa bağlı bir kurum idi. Kurulurken ilk öyle kuruldu. Diğer bakanlıklar arasında koordinasyon yapma gücü ve pozisyonu vardı.

Başbakanlığa bağlı bir kurum diğer tüm bakanlıkların üzerinde, diğer tüm bakanlıkları koordine etme gücü ve imkanına sahip bir kurumdu. Kendi ilgisi görevi alanında.

Daha sonra ne oldu? Bu 2017 sistem değişikliği 2018 seçimleriyle beraber AFAD bir bakanlık altında sıradan bir kurum haline getirildi. AFAD uzmanlarıyla karar vericiler arasına çok sayıda kademe, uzun mesafeler konuldu.

Halbuki bu tür kuruluşların yatay bir yapılanmaya sahip olması lazım yatay.

Yani uzmanlardan gelen bilgiler çalışmalar anında karar vericilere ulaşacak ki hemen adım atılsın karar verilsin.

AFAD’ın uzmanlarıyla ülkenin tek karar vericisi pozisyonunda olan Sayın Erdoğan arasında belki 5,6,7 kademe yönetim katmanları var.

Tüm koordinasyon bu sistem değişikliğiyle beraber, devletin tüm koordinasyonu sadece ve sadece Beştepe’de toplandı. Belki çoğunuz bilmiyordu şu an silahlı kuvvetlerde farklı kuvvetler Genel Kurmay Başkanlığına bağlı değil biliyor musunuz artık.

Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri... Zannediyorsunuz ki Genel Kurmay Başkanlığına bağlı. Değil. Milli Savunma Bakanlığıyla ilişkilendirildi.

Yani tek tek hükümetten bir bakandan talimat almayınca silahlı kuvvetlerin ayrı ayrı birimleri bile hareket edemez hale getirildi neredeyse.

Şimdi soruyorum: Pek çok kurumu sıradanlaştırsan, Beştepe dışındaki her kurumu önemsizleştiren Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi AFAD’ı zayıflatmış mıdır? Kurumun koordinasyon kabiliyetini yok mu etmiştir? Diye buradan hükûmete soruyorum.

‘Yok öyle değil’ diye bir izahatları varsa buyursunlar cevap versinler.

Şunu da baştan söyleyeyim. ‘Ali Babacan Gaziantep'te bir basın toplantısı yapmış bizim haberimiz yok duymadık' demesinler. Benim iki saatlik bir televizyon programında kullandığım tek bir kelimeyi takip edip ağzına dolayan bir hükümet var şu anda karşımızda. Öyle bilmedik duymadık falan yok.

Şu anda ki sorduğum soruların her birini kelime kelime dinliyorlar duyuyorlar. Bilmiyorduk dinlemedik duymadık yok.

Canlı yayınla uydudan tüm Türkiye'ye bunları duyuruyoruz şu anda bu soruları.

Hiç duymadık demesinler.

Vatandaşlarımız bu soruların cevabını bekliyor.

Ben de bu ülkenin vatandaşı olarak bu soruların cevabını bekliyorum. Desinler ki ‘hayır sistem değişikliği hiç etkilemedi.’ Bir izah etsinler niye etkilemedi?

Devam ediyorum: Deprem öncesine, yapılan, yapılmayan hazırlıklara dair epey bir soru var.

Bakın arkadaşlar, AFAD, 2012-2023 yıllarını kapsayan bir eylem planı hazırlamıştı. İşte burada. Hala internet sitesinde de var. 2012 yılında başlayıp 2023’e kadar bir ulusal deprem stratejisi ve eylem planı.

Ben soruyorum burada takvim var tarih var yapılacaklar var. Bunları tamamladınız mı tamamlamadınız mı diye soruyorum.

Unutmayalım 2012-2013 nispeten Türkiye'nin itibarının yüksek olduğu Türkiye'de demokrasinin ekonominin oldukça ileri olduğu ve Türkiye'nin 2023 hedeflerini koyduğu yıllar bunlar.

O, 2023 için 25 bin dolarlık milli gelir hedefini koyduğumuz, 2023 için 500 milyar dolar ihracat hedefini koyduğumuz yıllardan bahsediyoruz.

Türkiye'nin artık şöyle başını kaldırıp ileriye doğru bakabildiği, uzun vadeye bakabildiği yıllarda bakın böyle bir şey çalışılmış hazırlanmış.

Bu plan o günkü Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe girdi. Resmi Gazete ’de hepsi kayıtlı. Tam adı: Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı.

Bu planın uygulamasının 2023 yılında tamamlanması hedefleniyordu. Yani bu yıl bunun tamamının bitmesi hedefleniyordu. Planın ana amacı neydi? “Depremlerin neden olabilecekleri fiziksel, ekonomik, sosyal, çevresel zarar ve kayıpları önlemek veya etkilerini azaltmak.” Bunun amacı bu.

Şimdi soruyorum: Bu eylem planına ne oldu? Bu planda yer alan çalışmaların ne kadarı hayata geçirildi ne kadarı ihmal edildi?

Örnek olarak söylüyorum sadece.

Bakın bu eylem planındaki bir hedef. Örnek olarak söylüyorum sadece.
2017 için konulmuş bir hedef. 6 sene önce tamamlanması gerekiyordu bu plana göre.

Neydi bu hedef? Başta okul ve hastaneler olmak üzere, Türkiye’deki bina envanteri çıkarılacak ve mevcut yapılar hasar görebilirlikleri ve riskleri esas alınarak gruplandırılacaktır.

Soruyorum şimdi: 2017 yılında tamamlanmış olması gereken bu hedefe ne oldu?

Özellikle deprem yaşadığımız 11 ilimizde kamu binalarının hasar görebilirlikleri ve riskleri belirlendi mi? Belirlendiyse gereği olarak ne yapıldı? Ya da bunun tamamlandığı bu 2017 yılında tamamlanması gereken bu çalışma hangi illerde tamamlandı bugüne kadar Türkiye’de.

“Okul ve hastaneler başta” deniyor; okul, yurt ve hastanelerin hangi ilimizde ne kadarı ile ilgili tarama gerçekleştirildi?

Okul, yurt ve hastanelerden hangileri hakkında yıkım, güçlendirme veya kullanım kararı verildi? Bunların ne kadarı yıkıldı? Güçlendirilecekse, bu güçlendirme projeleri yapıldı mı? Bunlar gerçekten uygulandı mı? Binalar güçlendirildi mi?

Vatandaşımız bana soruyor, ben de hükümete soruyorum.

Size bu plandan bir başka madde şimdi söyleyeceğim.

“Başta depremler olmak üzere tüm afetler öncesi ve sonrasında yaşanan bilgi kirliliğinin önlenmesi ve toplumun doğru olarak bilgilendirilmesi sağlanacaktır.” Diyor.

Soruyorum şimdi: Afet sonrasında iletişim konusunda ne yaptınız? Sosyal medya kısıtlaması ile kurtarma ve yardımlaşma çalışmalarına engel olduğunuzu düşünüyor musunuz? Vatandaşımızın haber alma özgürlüğüne engel olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Devlet kurumlarından gelen açıklamalara, devletin söylediklerine, bu iktidarın bakanların yaptıkları açıklamalara vatandaşımız tam olarak güvenseydi, vatandaşlarımız gerçekleri sosyal medyadan oradan buradan öğrenmek aramak zorunda kalır mıydı? Diye ben soruyorum şu anda.

Devam ediyorum: AFAD’ın bir başka çalışması var. 2022 Performans Programı kitapçığı. Burada diyor ki 1789 arama kurtarma personelimiz var diyor.

Peki şimdi soruyorum: Kamu, özel kuruluşlar, askeri ve sivil kuruluşlar, belediyeler, itfaiye gibi kurumların bünyelerinde bulundurdukları toplam arama kurtarma personel sayısı kaçtır? Bunun envanteri afet öncesinde AFAD’da var mıydı?

Afete müdahale edebilecek arama kurtarma personel sayısı yeterli mi görüldü yoksa yetersiz olduğu öngörülmesine rağmen takviye edilmedi mi?

Afetlerin sık yaşandığı ülkelerde çok sayıda gönüllü eğitiliyor ve afet anında derhal mobilize oluyor. Koordinasyon içinde çalışıyor.

Bu depremde AFAD’ın eğittiği, mobilize ettiği, koordine ettiği gönüllü sayısı kaçtır? Bu gönüllülerden ilk 24 saatte ilk 48 saatte kaç tanesi gerçekten afet bölgesine intikal etmiştir ve çalışmalara katkı sağlamaya başlamıştır?

Çok sayıda gönüllünün ortada ne yapacağını bilemez halde gezdiğini, bir koordinasyon aradığını, yönlendirme aradığını hepimiz hep beraber sahada gördük müşahede ettik.

Bir başka konuya geçiyorum:

AFAD’ın 9-10-11 Ekim 2019 tarihinde Kahramanmaraş merkezli bir deprem senaryosu tatbikatı yaptığını biliyoruz. Bu senaryoya göre Kahramanmaraş Pazarcık ilçesinde bakın merkez de veriyor Pazarcık, 7,5 büyüklüğünde bir deprem meydana geldiği ve 7 ilin bu depremden etkileneceği öngörülmüştü.

Soruyorum: Bugün yaşadığımız depreme çok benzer olan bu senaryoya göre yapılan tatbikatın sonucu ne olmuştu? Şu anda bu tatbikatın raporu arkadaşlar ortalarda yok. Baktık internette falan bulamıyoruz yok. Yok oldu rapor ortadan kalktı.

Bu tatbikat sonrasında hangi kararlar alınmıştı? Tatbikatta tespit edilen eksiklikler nelerdi? Eksikler tespit edildiyse neden bugüne kadar o eksiklikler giderilmedi? Bu tatbikatı ve sonuçlarını kamuoyu ile ne zaman paylaşacaksınız? Bunun bir muhasebesi olmayacak mı?

Normalde demokrasinin iyi işlediği hesap verebilirlik hissiyatı olan anlayışı olan bir hükümeti ne yapması lazım böyle bir dönemde.

Demesi lazım ki, ‘Evet bakın biz böyle bir tatbikat yaptık demek ki öne alıcı bir iş yaptık. Bu tatbikatta alınması gereken kararların atılması gereken adımların da bugüne kadar şu kadarını tamamladık’ deyip açık açık ortaya çıkması lazım. 4 sene olmuş çünkü…

Biz bugüne kadar böyle bir şey duymadık. Tatbikatın yapıldığı ile ilgili bilgi var ama tatbikatın sonucunda yapılması gerekenlerle ilgili neler vardı ve bunların ne kadarı yapıldı? Ne kadarı yapılmadı? Niye ihmal edildi? Bunları ben yine buradan soruyorum.

2019’da tatbikata göre kaç binanın yıkılacağını öngörmüştünüz? Kaç canımızı kaybedeceğimizi tahmin etmiştiniz?

Yine bu tatbikata göre kaç arama kurtarma personeline, kaç adet çadır ve battaniyeye ihtiyaç olacağı hesaplanmıştı? Hava alanları, kara yolları, demir yolları tatbikat dediğiniz zaman hepsinin olması lazım değil mi? Buralarla ilgili o senaryoda nasıl bulgular vardı? Bunun gereği yapıldı mı? Ulaşımdaki aksamalar ve kesintisiz haberleşme nasıl sağlanacaktı?

Antakya’da 7. Gün telefonlar çalışmaya başladı arkadaşlar cep telefonu 7. Gün. İnsanlar bir sokaktan ötesine seslerini duyuramadılar telefon sistemi çöktüğü için.

Bunları soruyorum arkadaşlar çünkü bu tatbikatın amacı tüm bu sorunlara önceden hazırlanmaktı. Bu soruların cevabını önceden vermekti.

O yüzden soruyorum: 2019’da ki tatbikatın ardından ne yaptınız?

Yine aynı tatbikata göre, ulaşım ile ilgili yapılan tespitler ne oldu?

Geçiyorum: Kahramanmaraş’ta 6 ay evvel başta İl Başkanımız olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve diğer siyasi partilerin il başkanları deprem uyarıları yaptılar. Hepsi basın kayıtlarında hepsi sosyal medyada. Bu uyarılar dikkate alındı mı?

Adeta arkadaşlarımız feryat ederken ‘bakın deprem geliyor gelecek bir gün kapıyı çalacak. Sadece gününü saatini bilmiyoruz’ diye duyuru yaparken basın toplantılarıyla basın açıklamalarıyla feryat ederken bu uyarılar karşısında ne yapıldı? Hangi adımlar atıldı?

Bu uyarılar dinlenip de onlara bir cevap verildi mi? Yoksa kapalı kapılar ve parmaklıkların önünde mi gidip yapmak zorunda kaldı bu açıklamaları arkadaşlar.

Depremin olduğu bölge ve yakınında AFAD lojistik depoları olduğunu biliyoruz. Bunlar gerçekten çok önemli.

Ama vatandaşlarımız soruyor: Bu depolarda depremden önce kaç adet çadır ve çadır içi malzeme vardı. Bu malzemeler neden bölgeye derhal ulaştırılamadı? Malzeme eksiği nedeniyle mi yoksa lojistik planlama yapılmadığı için mi vatandaşlarımız mağdur oldu?

Adıyaman'da 5. gün gece -17-18 derecede ateşi yakıp bir battaniye ile sabahlayan vatandaşlarımızı bizzat gördüm. ‘Bir çadır’ diyorlardı ‘bir çadır.’ ‘Talebimiz başka bir şey değil.’

Bu lojistik planlama niye yapılmadı? Ne oldu? Sistem nerede tıkandı?

Yoksa Cumhurbaşkanın talimatıyla yangın söndüren itfaiye gibi, AFAD da talimat gelmeden depolardaki malzemeleri dağıtmaya başlamadı mı acaba başlayamadı mı? Kendiliğinden hareket edemedi mi? Ben soruyorum.

AFAD tüm yardımlara el koyup kendisi dağıtmaya çalışıyor. Biraz önce Ertuğrul Bey ile il başkanımızla görüştük. Bazı ilçelerdeki durumu anlattı. Vatandaşlarımızın kendi çabalarını sivil inisiyatife adeta göz açtırmayacak bir baskı başlamış orada.

‘Sen yemek dağıtamazsın, sen yardım toplayamazsın, vay yardım tırın var ki dün Kahramanmaraş’tan da geldi aynı haber. Bir kamyonetin arkası su dolu. Gidiyorlar suya el koymaya çalışıyorlar. Neymiş ‘bu suyu biz dağıtırız. Bizden başkası dağıtamaz’ Bu ne demek?

Vatandaş kendi imkânlarıyla gitmiş yardımı bulmuş buluşturmuş toplamış kendi yardım etmiş, elinden geldiğince yardım etmeye çalışıyor buna engel olmaya başladılar.

AFAD’ın imkânlarının sınırlı olduğunu kendileri söylüyor. Açıklamadılar mı AFAD’ın sadece şu kadar personeli var ne yapalım, bu kadar personelle olmuyor demediler mi kendileri. Hem bunu söylüyorlar hem de sadece biz yapacağız AFAD yapacak şu bu diye ortaya çıkıyorlar.

Siz bu AFAD’ın imkanlarının sınırlı olduğunu bile bile vatandaşlarımızın kendi aralarındaki dayanışmaya niçin mâni oluyorsunuz?

Ben buradan soruyorum, hükümete soruyorum; iktidara soruyorum, Sayın Erdoğan’a buradan soruyorum; Siz bu yardımlaşma dayanışma gücü ve dayanışma ruhu çok kuvvetli olan bu milletin birbirine yardım etmesine niye engel oluyorsunuz? Diye soruyorum. Bir açıklasın.

‘Biz bunu çok iyi yapıyoruz’ diyorsa ilk günlerde yapamadın işte olmadı. Olmayınca vatandaş kolları sıvadı kendisi yapmaya başladı. Buna niye engel oluyorsunuz.

Bir başka husus: Askeri kuruluşlar ve emniyet mensupları arama kurtarma faaliyetlerinde planlama kapsamına alındılar mı? Yani böyle bir anlayış böyle bir anlaşma protokol var mıydı kurumlar arasında. Özellikle asker ve polislerimizin, aldıkları eğitim gereği, derhal müdahale etmeleri mümkünken, neden afetin olduğu ilk anda kurtarma çalışmalarına katılmaları sağlanamadı?

Gittiğim 10 şehirde de duyduğum cümleyi söyleyeceğim “İlk 48 saat kimse bize yardım etmedi, kimse kurtarmaya gelmedi.” Kahir ekseriyeti. Bu cümle hiçbir yerde değişmiyor bakın. Kahir ekseriyeti. Birkaç belki küçük istisna var ama onun dışında gittiğim illerin tümünde ‘ilk 48 saat bize hiç bir şey gelmedi. Kimse sesimizi duymadı’.

Neden ilk 48 saatte sistem adeta felç oldu. Niye işler yürümedi? Buradan soruyorum.

Bir başka önemli konu: Maden işçileri, yaptıkları iş gereği, hepsi birer doğal arama kurtarmacı değil mi?.

Maden işletmeleriyle ve çalışanlarıyla AFAD arasında önceden yapılmış bir protokol var mıdır?

Vatandaşımız acıyla soruyor: Maden işçileri arama kurtarma çalışmalarına niçin çok geç dahil oldular? Diye soruyorlar.

Bölgeyi incelediğimizde ve vatandaşlarımız ile konuştuğumuzda birçok aksayan hizmet olduğuna tanık olduk. Ama bunlardan en önemlisi arama kurtarma faaliyetleriydi. İlk günlerde enkazların çok küçük bir bölümüne müdahale edilebildiğini gördük.

Şimdi soruyorum: İlk 48 saatte ve ilk 72 saatte, toplam kaç enkaza kurtarma amacıyla müdahale edildi? Buradan soruyorum.

Vatandaşlarımızın kuşkuları var, soruları var. Bunları açıklığa kavuşturmak gerekiyor.

Mesela: Hangi enkaza müdahale edileceği ya da hangi enkaza müdahale edilmeyeceği nasıl belirlendi? AFAD buradaki koordinasyon görevini nasıl yaptı? Yeterli sayıda olmayan arama kurtarma personeli ile enkaza müdahale ederken önceliklendirme nasıl yapıldı? Bunun bir kuralı var mıydı bir süreci protokolü var mıydı?

Çok sayıda arama kurtarma ekibi, uzunca süre çalışmaya başlayamadı, AFAD’dan yönlendirme beklediler. Bununla ilgili pek çok örnek bizzat bana anlatıldı.

Soruyorum: Sahadaki arama kurtarma ekiplerinin takibi neden sağlanamadı? AFAD dışından arama kurtarmalara dahil olan yerli ve yabancı ekipler AFAD ile neden uyumlu bir saha çalışması yürütemedi? Gönüllülerin koordinasyonu niçin gecikti? AFAD’ın irtibatta olduğu gönüllülerin sayısı yeteli miydi? Bu gönüllü vatandaşlarımıza gerekli arama kurtarma ve yardım dağıtım eğitimi verilmiş miydi?

Bir başka önemli soru: Arama kurtarmada hayati öneme sahip ses dinleme ve termal kamera gibi cihazların AFAD’ın envanterinde olup olmadığını vatandaşlarımız soruyor merak ediyor.

Bu çok önemli bir cihaz değil mi? Yani bakıyorsunuz betonun arkasını gösteriyor. Enkazda bir can var mı yok mu onu gösteriyor. Bunlardan AFAD’ın envanterinde var mıydı? Ve kaç adet vardı?

Bunlar öyle büyük bütçe isteyen şeyler değil arkadaşlar. Büyük şeyler değil bunlar. Devlet bütçesinin yanında bunlar hava cıva inanın.

Soruyorum. Var mıydı envanterde varsa kaç tane vardı?

Devletin elinde uçak ve helikopterin yanı sıra insansız hava araçları var. Tüm bu araçların koordinasyonu ile havanın aydınlanmasıyla beraber derhal yıkılan konutlar, yollar, köprüler tespit edilebilir.

Gözlenemiyor mu havadan her şey? Yani teröristlerin bütün hareketleri değil mi an an izlenebiliyor.

Daha sonra açıklamada yapıldı bu yıkım biz havdan insansız hav araçlarıyla da tespit ettik dediler. Peki, bu kadar büyük yıkım bu kadar geniş sahada madem tespit edildi soruyorum: Yıkımın tespiti ile yardımlar yönlendirilebilecekken ve AFAD kanun gereği bu yetkiye sahipken ilk günlerde bu yönlendirme neden yapılamadı? Yukarıdan bakınca belli değil mi? Enkaz var mı var. Üzerinde çalışma var mı var. O da belli.

Bakıyorsunuz iş makinesiyle yukarıdan uçarken görüyorsunuz. Birileri enkazda çalışıyorsa onu da görüyorsunuz.

Peki niye sistem çalışmadı? Ne oldu? Talimat mı beklendi? Kimin talimatı beklendi?

Enkaz kaldırma çalışmaları için vinç ve iş makinelerine ihtiyaç var. Bu araçlar niçin derhal seferber edilmedi? Bu araçlar şehirlerin girişindeki sağdaki soldaki parklarda dururken ilk 1 gün 2 gün 3 gün çoğu şehirde niye bu vinçler kepçeler, dozerler harekete geçmedi? Ne oldu? Kimden talimat beklendi?

Ve bellide en önemli soru: Arama kurtarma faaliyetlerindeki gecikme ve yetersizlik nedeniyle evet kaç vatandaşımız hayatını kaybetti?

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz tedbir her şeyden önemli. Tedbir, tedbir tedbir.

Afet ve acil durumun tümüyle yönetilmesi açısından haberleşme sistemlerinin daima faal olması hayati önem taşıyor.

Buna rağmen, bazı bölgelerde haberleşme sistemi niçin çöktü? Neden iletişim kurulamadı? AFAD’ın bu konuyla ilgili hiçbir hazırlığı yok muydu? Bırakın AFAD’ı bizim Silahlı Kuvvetlerimizin Allah korusun acil bir askeri operasyon olur bir savaş olur yani cep telefonu sistemine bağlı bir iletişimi düşünebilir misiniz bu ülkede?

Silahlı Kuvvetlerimizin acaba böyle bir kapasitesi yok muydu? Ben olmadığına inanmıyorum. Mutlaka vardır. Mutlaka haberleşme sistemleriyle alakalı devreye sokulabilecek unsurlar mutlaka vardır.

Peki bunlar devreye sokuldu mu? Bilmediğim için soruyorum. Yeterli miydi?

Mobil şebekelerde yaşanan aksaklıkları gidermek için, yurtdışından gelecek ekipman ve uydu sistemlerinin geri çevrildiği söyleniyor. Bunu da duyduk.

Tamam bizde yeteri kadar baz istasyonu şu bu falan yok tamam ama dışardan ekipman ve uydu sistemlerinin sağlanmaya çalışıldığı ama bunun da yetkililer tarafından reddedildiği ile ilgili bazı söylemler var. Bu doğru mudur değil midir?

Yanlışsa çıksınlar desinler ki ‘yok öyle bir şey. Hiç olmadı’.

Tamam.

Arkadaşlarımızla beraber kendi gözlerimizle gördük: Deprem sonrası ilk bir kaç gün bazı bölgelerde vatandaşlarımız temel gıda ürünlerine ulaşamadı.

Bizim Malatya il başkanımız Kahramanmaraş il başkanımız etraftaki karı eritti içme suyu haline getirip içebildiler. Suya ulaşamadılar. Bunlar bizim teşkilatımız. Birisi yeminli mali müşavir birisi doktor arkadaşımız. Çevresi geniş olan arkadaşlarımız. Ama ulaşamadılar yok. Kar suyunu eritip içtiler ilk iki gün.

Soruyorum: Vatandaşımız hangi ihmaller nedeniyle bir tas çorbaya, bir damla suya muhtaç kaldı diye ilk 2 gün soruyorum.

Şu an afet bölgesinde gördüğümüz en büyük, en temel eksiklik tuvalet… 11. Günü tamamladık 12. Gündeyiz hala tuvalet.

Ki ben bunu ilk Antakya’da hatırlıyorsanız depremin 3. Günü ‘bakın bu çok önemli. Çünkü orada biz 7 saat 8 saat tuvalet görmedik etrafta. Ve insanların nasıl zorluk çektiğini gördük. İlk Antakya’dan depremin 3. Günü akşamı ben bu çağrıda bulundum. Bakın çok önemli. Hijyen sorunu var. Bu yarın salgın hastalıkların yayılmasına sebep olacak. Acilen Türkiye’de ne kadar seyyar tuvalet ne kadar şantiye kapasitesi varsa bunlar buraya taşınsın. Türkiye’nin şu an da başka bir yerde başka bir şantiyeye ihtiyacı yok inanın. Şu anda Türkiye’nin şantiyesi bu 11 ilimizdir. Nokta.

Başka bir şeye gerek yok.

Çok müzmin sebep olmadıkça konteyner, yatacak yer, seyyar duş, seyyar tuvalet ne var ne yoksa acil Türkiye’den bu bölgeye taşınmalıdır. Çünkü önce insan. Önce can.

Resmi rakam 36 bini geçti. Gerçek sayının kaça ulaşacağını bilmiyoruz. Daha hala enkaz altında çalışma devam ediyor.

Bakın Diyarbakır’da dün topo topu 6 tane bina yıkılmış şehir merkezinde. Diyarbakır, büyükşehir. Bütün kamu imkanları orada, belediye imkanları orada. Hala 60 kadar vatandaşımızın cenazesi enkazın altında ve hala çalışma devam ediyor.

12. gündeyiz.

Gerçekten inanılır gibi değil.

Arama kurtarma çalışmalarında enkaz altında ulaşılamayan veya kayıp olarak sınıflandırılan vatandaşlarımızın sayısını kamuoyu ile ne zaman paylaşacaksınız?

Pandemi dönemi ile ilgili maalesef kötü bir tecrübemiz var. Pandemi ile ilgili ölüm istatistikleri biliyorsunuz tam yayınlanmadı.

Hatta TÜİK her yıl muntazam açıkladığı ölüm istatistiklerini pandemiden bu yana açıklamaya başladı. Her sene TÜİK muntazam olarak o sene kaç vatandaşımızın hayatını kaybettiğini açıklardı.

Peki, pandemiden sonra o veri artık yok açıklanmıyor. Çünkü pandemide hayatını kaybetti diye açıkladıkları sayıyla o sene vefat eden vatandaşlarımızın sayısı arasında muhtemelen çok büyük farklar var ki o veriyi karartmaya başladılar.

Bakın şuraya yazmışsınız demişsiniz ki zamanında 2012 2023. 'biz afet öncesi ve sonrası bütün verileri açık ve şeffaf bir şekilde vatandaşımızla paylaşacağız' demişsiniz.

Biz şimdi bunun gereğini bu depremle ilgili de bekliyoruz. Kimseyi şüpheye düşürmeyin. Her rakamı olduğu gibi bütün açıklığıyla ortaya koyun. Bilelim.

Kaç vatandaşımız hayatını kaybetmiş, kaç vatandaşımızın cenazesi enkaz altından çıkmış? Kimliği tespit edilen kaç vatandaşımız var? Kimliği tespit edilemeyen kaç vatandaşımız var? Özellikle köylerde ve kırsalda büyükşehirlerde de gördük gerçi ama vatandaşımızın kendi imkanıyla enkazdan çıkarttığı ailelerinin yakınlarının cenazesini yine hemen yakın bir yere kendi imkanları ile defnettiğini biliyoruz.

Bunların hiçbir kayıtta yok.

Benim şahit olduğum en az 30-40 tane böyle vaka var yani en az 30-40 tane.

Bizzat şahit oldum. Bunların kayıtları hiçbir yerde yok. Bunların kayıtlarını ne zaman toplamayı düşünüyorsunuz? Ne zaman bununla ilgili bir istatistik yayınlayacaksınız diye ben burada yine soruyorum.

Afet bölgesinde, 2018’deki imar aflarından yararlanarak Yapı Kayıt Belgesi alan 300.000 yapı var.

Hatırlayalım 2018 seçiminin en önemli kampanya unsuruydu değil mi? Büyük müjde.

Ve toplam 300 bine yakın yapı kayıt belgesi almış.

Ben yine soruyorum; Bu yapıların ne kadarı depremde yıkıldı?

Çünkü o imar barışına giden yapılar belli ya kayıtta, yıkılan bina da kayıtta. Bir karşılaştırın bakalım onların ne kadarı örtüşüyor? Kaç tanesi bu deprem de yıkıldı?

Bu yıkılan binalarda kaç vatandaşımız hayatını kaybetti?

1. derece deprem bölgesi olduğu bilinen bu bölgede, binaların imar barışından faydalanabilmesi için, depreme dayanıklılık raporu istendi mi? İstenmediyse neden istenmedi?

Bir başka soru: Yaşanan gerçekten “asrın felaketi” ise gerçekten asrın felaketi diye bunu nitelendiriyorsak yani bir bakıma ‘asrın felaketi tabii ki yıkım olacak’ diyorsak o zaman niçin müteahhitlerle ilgili hızla bir yargı süreci başlatıldı?

Sorumluluk sadece müteahhitlerde mi? Müteahhitleri denetleme görevini yürüten kamu görevlilerinin hiç sorumluluğu yok muydu?

Savcılıklar niçin sadece bu binaları yapanlarla ilgili işlem başlatıyor da asıl bu binaları denetlemekle görevli olanlar hakkında bir süreç başlatmadı.

Depremde yıkılan binaların enkazından bilirkişi eşliğinde örnekler alınmadan, neden enkaz toplama işlemine apar topar girişildi? Yıkılan her bir binanın analizi yapılacak mı? Nasıl yapılacak?

Hukuki tabirle delil karartma dediğimiz sürecin yaşanmaması için hangi tedbirleri alıyorsunuz ne yapıyorsunuz? Buradan bunların hepsini soruyorum ve cevap bekliyorum.

Yaşanan can kayıpları ve ardından mali zararlar için adli ve idari soruşturmalar başlayacak mı? İhmallerin tespiti hâlinde olası kast veya bilinçli taksir ile insan öldürmekten davalar açılacak mı?

Bir başka konu: Sayın Erdoğan, çıktı dedi ki “yıkılan yapıların % 98’inin” kendi iktidar döneminden önce yapılmış. Böyle bir şey söylüyor. Metinden de okumadı. Söyleyiverdi. Sahadaki durum bu rakamın doğru olmadığını gösteriyor. Son 20 yıl içinde inşa edilen binlerce yapının çöktüğünü enkaz haline geldiğini biz gittiğimiz yerlerde gördük.

Sayın Erdoğan’a soruyorum: %98 rakamının kaynağı nedir? Hangi kamu kuruluşunun hangi raporuna dayanmaktadır? Diye soruyorum.

Unutmayın, bu rakamların takipçisi olacağız. Vatandaşı doğru bilgilendirmenin iktidarın en önemli ödevi olduğunu hep hatırlatacağız.

Bir başka konuya geçiyorum: Deprem bölgesinde olup, yıkılmayan binalarda evi olan yüzbinlerde vatandaşımız var. Bu vatandaşlarımız binalarının hasar durumunu öğrenemedikleri için içeri giremiyorlar. Çadırlarda konaklıyorlar, ya da geceyi sokaklarda geçiriyorlar.

Soruyorum: İlgili bakanlıkta, yapıların hasar derecesiyle ilgili rapor hazırlayan uzman personelin sayısı yeterli midir? İzmir depreminde çok daha az sayıda bina hasar görmesine rağmen haftalar süren bu hasar tespit çalışması, bu depremde ne kadar sürecektir? Bu konuda meslek örgütlerinin birikiminden ve uzman personelinden istifade etmeyi düşünüyor musunuz? Diye soruyorum.

Önemli bir konu daha: Deprem sonrası afet bölgesinden tahliyeler için deprem öncesinden planlamalar yapılmış mıydı? Eğer yapıldıysa, bu tahliye planları neden zorlaştı niçin günlerce vatandaşlarımız bulundukları şehirden bir başka şehre intikal etmedikleri için beklemek zorunda kaldılar.

Bir başka önemli konu; Deprem sonrası yaşanan iç göç için, göç alan şehirlerimizde bir planlama ve yönlendirme var mı?

Afet bölgesinde yaşanan deprem ile birlikte işyeri zarar gören esnaf, sanayi kuruluşları ve serbest çalışanlar için gerekli planlamalar yapılmakta mıdır?

Devam ediyorum:

Afet nedeniyle kaç hastanenin yıkıldığı halen açıklanmadı. Bizim bildiğimiz, İskenderun Devlet Hastanesi’nin A Bloğu, Hatay’da iki devlet hastanesi ve birçok özel hastane yıkılmış veya kalıcı zarar görmüş. Ama bunların sayısını bilmiyoruz merak ediyoruz, soruyoruz.

Depremde yıkılan hastane sayısı kaçtır? Bu hastaneler neden yıkılmıştır? Deprem riskine dair bilgiye rağmen hastaneler neden depreme karşı güçlendirilmemiştir?

2017’ye kadar tamamlanması gereken burada bahsettiğim bu süreç okul hastane niye tamamlanmamıştır?

Son olarak:

AFAD ve diğer kurumlar bünyesinde toplanan bağış ve yardımlardan, nerelere ne kadar harcama yapıldığı ve bundan sonra yapılacağı kamuoyuna şeffaf bir şekilde açıklanacak mıdır?

*****

Değerli basın mensupları, kıymetli arkadaşlarım,

Depremden sonra ziyaret ettiğim yerlerde vatandaşlarımızın bana sıkça sorduğu soruları sizlerle paylaştım.

Yaşadığımız afet karşısında, “Kader Planı” deyip geçemeyiz.

Unutmayalım: Tedbir bizden, takdir Allah’tan.

Ben depremin 3. Gününden itibaren afet bölgesinde oldum.

Söylediğim gibi geçen hafta en ağır yıkımları gördüm. Bu hafta Elbistan’daydım. Malatya’nın Akçadağ ve Doğanşehir ilçelerindeydim. Malatya Cumhuriyet Örnek Köyünün ardından Malatya merkez peşinden Diyarbakır, Şanlıurfa ve bugünde Gaziantep’teyim.

Gaziantep merkezde de yıkılan binalar var. Gaziantep merkezde de hayatını kaybeden vatandaşlarımız var. Ben hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. Tüm kayıplarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Ailelerine yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Allahtan sabır diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Ve arkadaşlar bakın, arkadaşlarımızla beraber on gündür sahadayız. Bu afetin öncesiyle beraber analizini yapıp eksiklerin hepsini tespit ediyoruz. Vatandaşlarımızın bize sorduğu soruları burada toplu bir şekilde sizlerle paylaştım. Kamuoyuyla paylaştım. Ve önümüzdeki süreçte de bu yıkımın altından nasıl kalkacağız? Bu sosyal ve ekonomik enkazı nasıl kaldıracağız?

Bununla ilgili de bir çalışma başlatmış durumdayız. Damdan düşenlerle işin uzmanlarıyla, partilimiz olsun ya da olmasın geniş bir ekiple beraber çalışıyoruz.

Bu çalışmamız bittikten sonra 22. Eylem Planımızı ek olarak bir de bu eylem planımızı açıklayacağız.

Biliyorsunuz biz zaten 1 buçuk sene önce Afet Eylem Planımızı zaten açıklamıştık. Neler yapılması gerektiğini açıklamıştık DEVA Partisi olarak.

Bunun özü neydi? Yerinden yönetim.

Yani Ankara’dan Külliye ‘den şuradan buradan talimat beklemeden muhtarlarımıza kadar herkesin ne yapacağını bilip hemen harekete geçmesi. Özü buydu.

Bununla ilgili ilk önce Genel Başkan Yardımcımız Mehmet Emin Bey’in döneminde çalışma başladı. Arkasından Candan Bey’in çalışmasıyla devam etti. Nihayetinde şu anda sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Cem Avşar Bey döneminde de devam ettirdik bu çalışmaları. Şimdi nihayetinde de bundan sonrası ile ilgili ne yapılması lazım. Bununla ilgili eylem planımızı hazırlıyoruz.

Biter bitmez de kamuoyuyla paylaşacağız.

*****

Kaybımız büyük, acımız çok derin.

Bir kez daha bu büyük afette hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, acılı ailelerine sabır diliyorum.

Kaybettiğimiz çok sayıda teşkilat mensubumuz var.

Onlara da ayrıca Allah'tan rahmet diliyorum.

Teşkilat mensuplarımızın yakınları var. İslahiye ilçe başkanımızın 51 yakını hayatını kaybetti. Nurdağı’nda durum öyle.

Gerçekten büyük felaket. Acı büyük kayıp büyük. Milletçe başımız sağ olsun.

Son olarak şunun altını çizmek istiyorum. Sahada büyük bir dayanışmaya arkadaşlar karşılaştık.

Gerçekten bu millet basiretli bir millet sağduyusu çok güçlü bir millet. Bu millet birbirini seven bir millet.

Bu vesileyle bir kez daha arama ve kurtarma çalışmalarına katılan, ülkemizin ve dünyanın dört bir yanından yardım elini uzatan herkese tek tek teşekkür ediyorum.

AFAD’ından belediye ekiplerine,

AHBAP’ından İHH’sına tüm sivil toplum kuruluşlarımıza,

Askerimizden madencilerimize,

İtfaiyecimizden sağlık çalışanlarımıza,

Varını yoğunu ortaya koyan tüm gönüllü vatandaşlarımıza,

Haberi alır almaz yardıma koşan tüm uluslararası ekiplere şükranlarımı sunuyorum.

Ayrıca, ilk andan itibaren yardım çalışmalarını büyük bir titizlikle ve aksatmadan sürdüren DEVA Partisi teşkilatına ne kadar teşekkür etsem az kalır.

Burada da Gaziantep’te de sağ olsun Ertuğrul Bey’in başkanlığında teşkilatımız derhal mobilize oldu. Hemen depremin 2. Günü İslâhiye’de depo oluşturuldu, yardımlar o depoya indi. Oradan dağıtılmaya başlandı.

Ve çok şükür kimseden talimat beklemeden yönlendirme beklemeden zaten ehliyetli liyakatli iş bilen kadrolarımız var ve o kadrolarımız hemen gereğini yapmaya başladılar. Ve eksik gedik neyse imkânı ölçüsünde bu eksiği gediği tamamlamaya çalıştılar.

Yitirdiğimiz canları geri getiremeyiz, biliyorum. Metanetle yaralarımızı saracağız.

Yine tüm ülke kenetlenerek bu acının da üstesinden gelmek zorundayız. Omuz omuza hep beraber çalışmak zorundayız.

‘Ben ben’ diyerek değil ‘biz’ diyerek inşallah bu acı günleri de atlatacağız. Bu büyük sorunun da altından hep beraber millet olarak kalkacağız diyorum.

Tekrar bizlerle beraber olduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum.

25 Ocak 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 30. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Otuzuncu
Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Değerli yol arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Çalışmalarımızı gittikçe hızlandırdığımız günlerden geçiyoruz.

Eylem planlarımızın tamamını bitirdik.

9 Mart 2020 günü yola çıkarken milletimize söz verdiğimiz gibi; Siyasete yeni bir soluk getirdik. Yeni bir yol açtık.

Siyaset tarihimizde görülmemiş bir çalışmayı da tamamladık.

İşte arkadaşlar… Bu elimdeki kitap bu ülkenin krizden çıkışının yol haritasıdır.

Yaşadığımız derin ekonomik krizinden, hukuk krizinden, insan hakları krizinden, sağlık, eğitim, sosyal haklar; her alandaki krizden çıkışımızın yol haritasıdır.

Ve Cumhuriyet tarihinde bir ilktir.

Daha önce hiçbir siyasi parti bu kadar geniş bir alanda ama her alanda çözümlerini böyle seçimden çok önce tamamlayıp bitirip vatandaşın önüne koymamıştı.

Bu bir ilk.

Bu çalışmanın nasıl yapıldığını kısaca hatırlatmak isterim.

Biz ülkemizi şehir, şehir; köy köy gezerek gidilmedik mahalle bırakmadık.

Sorunları önce yerinde tespit ettik.

Girmediğimiz sokak, görmediğimiz köşe bırakmadık.

Sorunları tek tek yerinde tespit ettik. Öyle Ankara’dan sağa sola ahkam kesenlerden olmadık.

“Biz her şeyi biliyoruz” da demedik.

Derdi, derdin sahibinden; yani vatandaşlarımızdan dinledik.

Ardından her seferinde Ankara’ya döndüğümüzde oturup masamızın başında çalıştık.

Gece-gündüz çalıştık.

Sadece partili arkadaşlarımızla ve sadece bu binada mı çalıştık? Hayır.

Dünyanın dört bir yanında, hayalinde özgür ve zengin Türkiye olan yüzlerce arkadaşımız emeğini ortaya koydu bu çalışma için.

Ülkemizin her yanından; konunun uzmanı dostlarımızın, hocalarımızın emeği var bu çalışmada.

Dertlilerin emeği var damdan düşenlerin emeği var bu çalışmada.

Tam bir Türkiye çalışması bu.

Eylem planlarımızın topluca yeniden lansmanını ise 15 Ocak’ta Ankara’da düzenlediğimiz büyük bir etkinlikle gerçekleştirdik, tamamladık.

Gerçekten muhteşem bir organizasyonla tüm Türkiye’ye “DEVA hazır” dedik.

Bu etkinliğe destek veren, 15 Ocak’ta Atatürk Spor Salonu’nda olan, salonu doldurup taşıran tüm çalışma arkadaşlarıma ve vatandaşlarımıza bir kez daha teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz 15 Ocak itibariyle ülkemizin her alandaki, tekrar ediyorum, HER ALANDAKİ sorunlarının çözümünü net bir şekilde artık ilan etmiş durumdayız.

Bunların her birinin, yani bunun içindeki 22 eylem planın aynı anda uygulandığında aynı zamanda eş zamanlı uygulanmaya başladığında bu ülke ayağa kalkacaktır, koşmaya başlayacaktır ve kanatlanıp uçacaktır.

Tıpkı 22 şeritli yolda gider gibi eş zamanlı 22 eylem planımızın uygulamasına başlıyoruz.

Emniyetli bir şekilde ama seri bir şekilde.

İşte biz seçimden sonra ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz, vatandaşlarımıza da ilan ediyoruz.

Ha ayrıca da iktidara kopya veriyoruz. “Alın diyoruz hiç değilse şunların bir kısmını seçime kadar hayata geçirirseniz vatandaşımız biraz nefes alır rahat eder” diyoruz.

Çünkü burada her konuda çözümler var.

Bunlardan şimdi binlerce set hazırlatıyoruz. Bütün milletvekillerine gönderiyoruz, bakanlara, bakan yardımcılarına, STK’lara, meslek örgütlerine, siyasi partilerin genel başkanlarına. Sayın Erdoğan’da dahil bütün genel başkanlara da bundan bir set gönderiyoruz.

Çünkü biz diyoruz ki DEVA Partisi olarak varlığımız milletimizin varlığına armağan olsun diyoruz. Onun için yola çıktık.

Bizim değerli arkadaşlar tek bir derdimiz var; ülkemizdeki her bir vatandaşımızın özgür ve zengin olması.

Ülkemizin atılım yapması.

Yaşadığımız bu haksızlıkların, sefaletin, açlığın, yokluğun son bulması.

O yüzden de işte böyle; her çalışmamızı herkesin dikkatine sunuyoruz.

Şimdi arkadaşlar; ben bu eylem planlarını aylardır böyle elime alıp tek tek anlatıyorum ya;

Eskiden tek tek gösteriyorduk şimdi 22 fasiküllük bir cilt bir ansiklopedi haline getirdik neredeyse.

Geçenlerde bir genç arkadaşım dedi ki “Ya Sayın başkanım dedi sen bunu aynı bir esnaf gibi tanıtıyorsunuz esnaf gibi anlatıyorsun” dedi.

Eh, biz çocukluktan esnafız.

3 nesildir esnaflık yapan bir aileden geliyorum ben.

Şimdi elimizdeki ürünümüz bu. Tabii ki anlatacağız, tabii ki tanıtacağız.

Dedem rahmetli derdi, ‘ya göstereceksin ya anlatacaksın’ derdi. Biz hem gösteriyoruz hem anlatıyoruz. Başka türlü olmuyor bu iş.

Esnaflık demişken arkadaşlar …

Geçen hafta biliyorsunuz bazı gelişmeler oldu. Arkadaşlarım da kısa kısa kayıtlar haline getirdiler. Şimdi bir izleyelim.

Video 1- GİR

(ERDOĞAN: İŞTE BU İŞİN REKABETİNİN OLUŞMASI LAZIMMIŞ. YA SEN REKABET NEDİR BİLİR MİSİN? SEN GİT ÇOCUK BEZİ SATMAYA DEVAM ET, HOME TEKSTİL ÜRETMEYE DEVAM ET.)

Video 1- ÇIK

Ben Davos’tayken arkamdan atmış tutmuş maşallah.

Zannediyor ki ben bundan gocunacağım.

Bu utanılacak bir şey mi? utanılacak bir şey mi?

Çocuk bezi satmak, ev tekstili satmak utanılacak bir şey mi?

Evet, ben esnaf bir ailenin çocuğuyum.

Evet çocukluğumda, daha ilkokulda bile okurken, Çıkrıkçılar Yokuş’ndaki dükkanımıza giderdim, çalışırdım.

Hayatımın her döneminde çalıştım. Hep çalışkan kadrolarla birlikte çalıştım.

Hamdolsun, boğazımdan tek bir lokma haram geçmedi.

Eğitimimi ve finans sektöründeki çalışmamı tamamladıktan sonra, Amerika’dan dönünce, yine ticarete geri döndüm.

Ailemize de çalışanlarımıza da helal parayla ekmek kapısı olmuş iş yerinde çalışmaya devam ettim.

Bundan şeref duyarım, onur duyarım. Bu ülkedeki milyonlarca insan gibi; alnımın teriyle çalışmaktan onur duyarım.

Şimdi ise karşınızda bir siyasetçi olarak bulunmaktayım.

Ben siyaseti meslek değil, görev olarak görüyorum. Vatandaşlık görevi olarak görüyorum.

Onun için DEVA Partisi’ni kurduk. Onun için arkadaşlarımızla beraber bu yola çıktık.

Ama şimdi ben kendisine sormak istiyorum:

Sayın Erdoğan eskiden siz de simit sattınız, bisküvi sattınız, sucuk sattınız.

Alnınızın teriyle ekmeğinizi kazandığınız yıllar vardı. Siyasete girerken ‘tek bir yüzüğüm var’ dediniz.

Şimdi ne oldu? Sonra ne yaptınız? Diye ben buradan kendisine soruyorum.

Keşke şu koltuk inadınızdan vazgeçseydiniz.

Müteahhitliğe soyundunuz da ne oldu? Kendinizi ekonomist sandınız da ne oldu?

Soruyorum ne oldu? Ülkemize iyi mi oldu? Hem kendinize yazık ettiniz hem de bu güzel ülkeye yazık ettiniz.

(Es)

Bakın arkadaşlar,

Ben bu siyasete Sayın Erdoğan’la beraber ve pek çok arkadaşımızla beraber bu salonda da olan bazı arkadaşlarımızla beraber başladım.

O gün ahitleştik. ‘3 dönem’ dedik.

Çünkü ‘uzun süre bu güç kullanımı insanları bozuyor’ dedik. ‘Tarihte sabit’ dedik. ‘Siyaset tarihinde devlet yönetimi tarihinde bu sabit’ dedik.

Onun için tüzüğe bunu yazdık.

O ne yaptı? Koltuğuna sıkı sıkıya yapıştı. Yetmedi, oturduğu koltuğun yetkilerini artırmak için daha da fazlasını istedi. Sistemi değiştirdi.

Şimdi aynı dengesiz bir otobüs şoförü gibi oldu. Ülkeyi güvensiz, kötü yollara soktu. Bata çıka gidiyoruz.

3Y’yi bitireceğim diye yola çıkmamış mıydık biz o zaman?

Neydi 3Y? Yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar.

Şu anki iktidar tekrar 3Y’nin adresi oldu arkadaşlar.

Soruyorum size arkadaşlar:

Yoksulluk var mı? (...)

Hem de nasıl var. Orta direk çöktü. Rahmetli, Özal’ın çok önemsediği orta direk çöktü bu ülkede.

Yolsuzluk var mı? (...)

Yasaklar var mı? (…)

Ne oldu? Üç dönem kuralını çiğneyip iktidara yapıştı da ne oldu?

Sonuçlar ortada.

15 Ocak’ta ki o lansman törenimizde söylemiştim, tekrar ediyorum:

Sayın Erdoğan, siz adaletten, ortak akıldan, istişareden, çoğulculuktan vazgeçmiş olabilirsiniz.

Yola birlikte çıkarken taahhüt ettiğimiz değerlerden vazgeçmiş olabilirsiniz.

İnsanların size, tüm bunlar için destek olduğunu unutmuş olabilirsiniz.

Ama biz, hedeflediğimiz özgürlüklerden, ileri demokrasiden, hukuk devletinden, çoğulculuktan, katılımcılıktan, uzlaşı kültüründen vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz!

Bunu da yaptıklarımızla çalışma usulümüzle her gün hem Türkiye hem de dünya aleme gösteriyoruz.

*****

Bana bir şey daha demiş. İzleyelim arkadaşlar.

Video 2 - GİR

(ERDOĞAN: ÜZGÜNÜM; 15 SENE YANIMDA BULUNDU AMA DEMEK Kİ BENDEN BİR ŞEY ALAMADI.)

Video 2- ÇIK

Evet 15 sene YAN YANA çalıştık. Ama Allahtan bazı şeyleri almamışım Allahtan. Evet, ben 15 sene ülkemiz için çalıştım. Yaptıklarımıza, çalışmalarımıza da bu millet şahittir.

Tek bir kuruşluk haksızlık yapmadan, tek bir hukuksuzluğa karışmadan; arkadaşlarımla beraber daima milletimiz için çalıştık.

Zaten bir şeyler olsaydı oo şimdiye kadar neler neler ortaya dökülürdü.

Yani 5 dakikalık konuşmadan belki 50 cümlelik 100 cümlelik konuşmadan bir kelimeyi cımbızlayıp neler neler yaptıklarını görüyoruz değil mi her gün?

Demek ki bir şey bilseler bulsalar neler neler ederler.

Ama yok kurcalıyorlar kurcalıyorlar yok.

“Demek ki benden bir şey alamadı” diyor ya…

Aslında ülke çook büyük bir ders aldı arkadaşlar.

Bu ülkenin de dünyanın da şu Türkiye’de olanlardan aldığı bir der var. Nedir o ders?

“Güç yozlaştırır. Mutlak güç mutlaka yozlaştırır” sözünün canlı örneği oldu.

Güç zehirlenmesi diye adlandırılan vakanın tam da adresi oldu.

Tek bir kişiye verilen gücün, ülkeyi ne hale getirebileceğini tüm dünyaya gösterdi.

Devamı da var arkadaşlar. İzleyelim.

VİDEO-3 GİR

(Erdoğan: BİZİM KENDİ ADIMIZA "AH" ETTİĞİMİZ HUSUS İSE, BİR DÖNEM BUNLARI ADAM YERİNE KOYUP, GÖREV VERMİŞ OLMAMIZDIR. HATAYI KABUL ETMEK VE DERS ÇIKARTMAK DA BİR ERDEMDİR. BİZ, DERSİMİZİ ÇIKARDIK. MİLLETİMİZDEN DE HELALLİK DİLİYORUZ.)

VİDEO-3 ÇIK

Şimdi sorarlar. Peki, madem böyle de Ali Babacan ayrılırken sen niye kal ısrar ettin sorarlar değil mi?

O defterleri geçelim.

Şimdi özür diliyor. Ya siz neyin özrünü diliyorsunuz? Biz o dönemde arkadaşlarımızla beraber; ülkemize altın çağında bu işlerin başında olmaktan hep gurur duyduk onur duyduk.

Arkadaşlarımızla beraber işin başında olduğumuz günler, dış politikaya dış politika Avrupa Birliği meseleleriyse o, ekonomi ise ekonomi, gerçekten ülkenin en başarılı olduğu dönemlerdi.

Hani özür diliyor ya bakın.

Grafik -1 GİR

Rakamlar ortada. Bu rakamlar 2002 sabit fiyatlarıyla olan rakamlar. Yani dolar enflasyonundan arındırılmış rakamlar.

Bakın 2002 sabit fiyatlarıyla milli geliri 3.600 dolardan almışız, 9.700 dolara çıkarmışız. 2022’de geldiğimiz nokta ortada. 5 bin 800 dolar. Doların satın alma gücüne göre bu rakamlar hesaplanmış durumda.

Şimdi 9.700 dolara milli geliri çıkarttık diye mi acaba özür diliyor? O dönemde bu ülkenin itibarını yüksek noktalara çıkarttık, bütün uluslararası basında gazetelerde manşet olduk, dergilerde kapak olduk ama parlayan ülke olarak, yıldız ülke olarak, başarılı ülke olarak bütün dünya bizi andı.

Onun için mi özür diliyor acaba?

Cumhuriyet tarihinin en yüksek milli gelirini yakalamışız o dönemde.

Bunlar tesadüfen mi oldu, rastgele mi oldu? Bunlar inanın çok çalışkan bir kadronun alın teriyle, akıl teriyle, bilgisiyle, gerçekleşti bunlar.

Ne zamanki ortak akıldan, bilimden, bilgiden vazgeçildi; işte sonuçlar ortada.

Çok açık ortada. Ülkenin geldiği nokta ortada.

Her birimiz fakirleşti, Ülkemiz yoksullaştı.

Şu anda Türkiye’de halinden memnun olan küçük bir kesim var. O da vazet varlıklı olan insanlar. Varlıklı insanların üzerine varlık katıldı.

Devletin bütçesinden faiz adı altında kur farkı adı altında yüz milyarlarca lira varlıklı insanlara transfer yapıldı.

Küçük küçük vergiler asgari ücretlilerin çalışırken ödediği gelir vergisi, evinize 1 kg peynir alırken ödediğiniz katma değer vergisi, Alo dediğinizde ödediğiniz özel iletişim vergisi. Küçük küçük küçük küçük bütün bu vergiler toplandı heybeye dolduruldu. Heybede olduğu gibi zaten varlığı olana verildi.

Onun için ülkede yoksulluk arttı. Onun için gelir dağılımı bozuldu.

Grafik -1 ÇIK

Sayın Erdoğan; biz bir dönem ülkemizi zenginleştirdiğimiz, özgürleştirdiğimiz için mi özür diliyorsunuz?

Nedir bu özrün sebebi?

Liyakatli kadrolarımızın emeğiyle, sizin etrafınızdakilerin değil; tüm ülkenin topyekûn zenginleşmesinden mi utanıyorsunuz o dönemde acaba?

Arkadaşlar şimdi ben artık Sayın Erdoğan’a cevap vermeyeceğim bu konuda çünkü kendi verdiği bir cevap var.

Tarih: 2002. Onu bir izleyelim.

Video 4 - GİR

3 Nisan 2002 Erdoğan: Finansman yönetimi. Yani parayı finansmanı emin ellere teslim edeceğiz. Ne demek bu, tüyü bitmemiş yetimin yemeyecek ve yedirmeyecek bir kadro. Bu kadro yalana, talana, dolana hiçbir zaman prim vermeyecek, eyvallah etmeyecek

Video 4 - ÇIK

İşte böyle başladık biz. Nereden nereye.

Doğru söylüyor.

O dönemde onun için işler iyi gitti. Onun için başarılı olduk. Onun için ülkemiz yükseldi. Onun için insanların yüzü güldü.

Ama ne zaman ki kadrolar dağılmaya başladı maalesef ülkenin geldiği durum ortada.

2002’de gerçekten böyle bir kadroyla başladık, ülkemize altın çağını yaşattık.

Kimseye eyvallah etmedik. Tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını da kimseye yedirmedik.

Yalana dolana talana da prim vermedik. Doğru.

Oysa şimdi, belli ki unutmuş o günleri.

O unutsa da biz hatırlatacağız. Unutturmayacağız.

Uzun süre koltuğa yapışınca, etrafını ehil ve dürüst olmayan insanlarla doldurunca, ülkenin ne hale geldiğini görüyoruz. Yaşıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Henüz kesinleşmese de seçim tarihi 14 Mayıs olarak şu anda ilan edilmiş durumda.

Bu vesileyle, sizinle demokrasi tarihimizin anlı şanlı seçimlerinden bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum.

Konu 14 Mayıs olunca tabi insan 1950’yi hatırlamadan geçemiyor.

Biliyorsunuz 14 Mayıs 1950 çoğulcu demokrasiye geçiş tarihimiz.

Tek parti yönetimine son veren 14 Mayıs 1950 seçimlerinin meşhur sloganı “Yeter, söz milletindir” idi.

Bugün hâlâ güzellikle andığımız o efsane afiş, hatırlarsınız ve bu slogan rahmetli Selçuk Milar’a aittir. Slogan, herkeste büyük hayranlık uyandırdı.

Hayran kalanlar arasında Eski Milli Eğitim Bakanlarımızdan Hasan Âli Yücel de vardır.

Hasan Âli Yücel, Selçuk Milar’a: “Keşke” der… “Keşke bu afişi bizim için yapsaydınız”

Selçuk Milar, bakana “yapamazdım. Milletimizin demokrasi gerçeğini dinlemesinin değil, yaşamasının hasreti içindeyim. O nedenle sizin iktidarı halkın oylarıyla kaybetmenizi ve muhalefetteki partinin de yine halkın oylarıyla iktidara gelmesini istiyorum. Ben onun için bu sloganı bu afişi ortaya koydum ürettim” dedi.

Hasan Âli Yücel her ne kadar durumu kabullense de kendini tutamadı. Bir soru daha sordu;

“Peki, ama ‘Yeter’ sözü ile ne demek istiyorsunuz?’ İktidarda olunca anlamak zor oluyor. Bugünkülerden örnek alın. Anlamıyor. ‘Ne yeter?” demek istiyor.

O da diyor ki “Muhalifleri destekleyen vatandaşlara yapılanlar yeter” der Selçuk Milar.

“Her gün gazetelerde okuduğumuz tatsız olaylar yeter” diyor.

“Devletin görevi olan hizmetlerin muhalefetteki vatandaşlardan esirgenmesi yeter” diyor.

İşte arkadaşlar, bugün, bu sefer biz; 73 sene sonra, bir kere daha “Yeter” diyoruz.

İşte yine bir 14 Mayıs ve yine “Yeter” diyoruz.

Selçuk Milar’ın dediği gibi:

Muhalifleri destekleyen vatandaşlara yapılanlar artık yeter.

Her gün gazetelerde okuduğumuz tatsız olaylar yeter.

Devletin görevi olan hizmetlerin, muhalefetteki vatandaşlardan esirgenmesi yeter diyoruz.

Ve ekliyoruz:

“Adaletsizliğe yeter, ayrımcılığa yeter” diyoruz.

Bugün bir kez daha, “3Y’ye yeter” diyoruz.

Yoksulluğa yeter.
Yolsuzluğa yeter.
Yasaklara yeter, diyoruz!

Ve yine bir 14 Mayıs’ta, Sayın Erdoğan’a fiyakalı bir jübile yapmaya hazırlanıyoruz.

Kendisine teşekkür ediyoruz ve emaneti artık kendisinden teslim almaya geliyoruz.

Seçim günü ne yapacağız arkadaşlar? Seçim günü hep beraber damgayı damlaya basacağız.

Ne diyoruz? Damga damlaya oylar DEVA’ya diyoruz. Böyle inşallah hep beraber 14 Mayıs’a yürüyoruz.

İktidarı, tereyağından kıl çeker gibi değiştireceğiz.

Hiç endişeye mahal yok hiç.

Hemen ardından derhal sorunları çözmek için kolları sıvayacağız.

Atalarımız söylemiş; sayılı gün çabuk geçer.

İnanın, 14 Mayıs’ta yokluk devri kapanacak.

Evet, bu seçimi otoriter ittifakın görmezden geldiği milyonlar kazanacak.

Bugün 25 Ocak. Bugün buraya yazıyorum.

85 milyonun endişeyle bakan gözleri 14 Mayıs gecesi umutla dolacak.

Endişeye mahal yok.

Seçim akşamı sonuçlar açıklanınca göreceğiz ki, seçimin yıldızı DEVA Partisi. Bunu göreceğiz inşallah.

Ve göreceğiz ki altılı masanın ortak adayı da Türkiye’nin cumhurbaşkanı seçilmiş.

Önümüze ne engel koyarlarsa koysunlar fark etmez.

Hepsini aşacağız. Tüm dalavereleri boşa çıkartacağız.

Hakem taraf mı tutuyor?

Biz büyük takımız. Hakemi de yeneceğiz. Hakemi de yeneceğiz.

Adil rekabet için gereken ne ise tabii ki yapacağız.

Tam bu noktada tüm dostlarımıza buradan bir çağrı yapmak istiyorum.

Asla umutsuzluğa kapılmayın kardeşlerim asla. Sandığa gidin ve oyunuzu kullanın.

Bu ülkenin kaderi hepimizin elinde.

Biz gidip irademizi sandıkta açık bir şekilde ortaya koyduktan sonra milletin iradesinin gücünün önünde hiçbir kuvvet duramaz.

Demokrasi de zaten buna dayanır.

Dosdoğru çalışacağız. Niyetimiz sağlam olacak.

Biz hep şuna inanıyoruz, Allah doğrunun yardımcısıdır. Dosdoğru çalışacağız ve her türlü hedefimize hep beraber ulaşacağız ve Türkiye olarak başaracağız inşallah.

Siz gönül rahatlığıyla oylarınızı kullanacaksınız, kurduğumuz sandık güvenliği kadrosu da sabaha kadar o oyları koruyacak.

Tek bir oyun dahi zayi olmaması için sapasağlam bir network kurmamız gerekiyor. Her bir sandığa sahip çıkmamız gerekiyor. Tek bir oyun bile sahibi olmamız gerekiyor.

Ve sabaha kadar böyle keyifle inşallah ekranların karşısında farkın böyle açıla açıla gittiğini hep beraber göreceğiz.

Bütün bir millet olarak 14 Mayıs’ta;

“Korku mu, umut mu” sorusunu yanıtlayacağız.

“Depresyon mu, mutluluk mu” sorusunu yanıtlayacağız.

“Açlık mı, zenginlik mi” sorusuna cevap bulacağız.

“Çatışma mı, barış mı” sorusunu yanıtlayacağız.

“Baskı mı, özgürlük mü” sorusunu yanıtlayacağız.

Ve elbette “Otokrasi mi, demokrasi mi” sorusunun cevabını hep beraber sandıkta vereceğiz.

Umudu, mutluluğu, zenginliği, barışı, özgürlüğü ve demokrasiyi seçeceğiz hep beraber.

Dediğim gibi, şunun şurasında 110 gün kaldı. Ama bu 110 günün her birisi çok kıymetli arkadaşlar. Her bir gün her bir saat her bir dakika.

Artık DEVA kadroları olarak tek bir dakikamızın bile boş geçmeyeceği bir hızla ve yoğunlukla hep beraber sahada olmamız gerekiyor.
İnanın sonra üzülürüz.

Bakın Ankara'da 3 tane seçim bölgesi var değil mi? ‘Ya şu seçim bölgesinde 100 kapı daha çalsaydık 100 daha oy alsaydık bir milletvekili daha fazla çıkaracaktık’ diye inanın çok üzülürüz.

Seçim günü gelip de artık sandıklar açıldığında içimizin rahat olması lazım. Dememiz lazım ki ‘biz elimizden gelen her şeyi yaptık vaktimizi boş geçirmedik. Her türlü tedbir aldık ve elimizden gelen bu’ rahatlığında olmamız lazım. Asla keşke demememiz lazım.

Şimdi kenetlenme vakti arkadaşlar.

Kimsenin şüphesi olmasın. En doğru aday ve en doğru ekiple seçime gideceğiz.

Türkiye’nin seçimden sonra her şeyi özgürce tartışabilmesi için, şimdi vakit, iç tartışmaları bir kenara bırakma vaktidir.

İnanın, 14 Mayıs, hepimizin bayramı olacak. Türkiye’nin bayramı olacak.

*****

Değerli basın mensupları, değerli çalışma arkadaşlarım,

Bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi geçen hafta Dünya Ekonomik Forumu’nun düzenlediği Davos Zirvesi’ne katıldım.

Dünyanın konuştuğu önemli gündem maddeleri hakkında, çok sayıda toplantıda görüşlerimi dile getirdim.

Bir yandan, Balkan ülkelerinin başbakan ve cumhurbaşkanlarıyla bir araya gelerek Rusya-Ukrayna savaşının getirdiği yeni ortamı değerlendirme fırsatı buldum;

Diğer yandan da küresel barış ve istikrarın sağlanması için, uluslararası kamuoyuna G20 gibi mekanizmanın yeni bir görevle yeni bir ödevle harekete geçirmeyi önerdim.

Davos’ta, Türkiye’nin Akdeniz’de güven veren varlığını güçlendireceğimizi anlattım.

Böylece, Avrupa ile, petrol ve doğal gaz üreten ülkeler arasında Türkiye’nin çok önemli bir köprü doğal bir köprü rolü üstlendiğini ve saha çok üstlenebileceğini açık açık ifade ettim.

İklim değişikliğiyle ve küresel ısınmayla mücadelenin hızlanması gerektiğini söyledim. Bunun finansman yollarını anlattım. Sistem kilitlenmiş yürümüyor.

Tek tek tek anlattım. Evet para yok diyorsunuz ama paranın kaynağı burada diye görüşlerimi anlattım.

Dünyaya “Türkiye’den vazgeçmeyin. Türkiye’ye güvenin.” çağrısında bulundum. Her konuştuğum kişiye bunu vurguladım.

Fakat baktım Davos'ta kimse bana çocuk bezi de sormuyor ev tekstilde sormuyor. Herhalde o konularla ilgili değil de başka konulardaki görüşlerimi birikimlerimi ve kadro olarak Türkiye'nin nasıl bir Türkiye olması gerektiğini sormak için davet ettiklerini anlıyorum ben oradaki toplantılardan.

Türkiye arkadaşlar, tek bir kişiden ibaret değil.

Türkiye, 85 milyonuyla kimsenin vazgeçmemesi gereken büyük ve güçlü bir ülke.

Avrupa’nın en büyük ve en genç nüfusuyla, çalışkan ve metanetli milletiyle Türkiye burada.

Avrupa’nın en geniş topraklarıyla, en büyük tarım arazileriyle Türkiye burada.

Çağrımı dünya aleme bir kez daha tekrar ediyorum.

Türkiye’den vazgeçmek yok.

Seçim falan için de beklemeye gerek yok.

Biz zaten en kısa zamanda direksiyona geçeceğiz inşallah.

Güzel ülkemizi işini bilen sapasağlam dürüst ve güvenilir bir kadroyla yöneteceğiz.

Özgür ve zengin Türkiye’yi kendimiz için inşa edeceğiz.

Şimdi… Benim Davos’taki gündemimi anlayamayan; kıymeti kendinden menkul iktidarın bir küçük ortak var biliyorsunuz…

Dün yine herhalde atmış tutmuş.

Küfürsüz hakaretsiz, bağırmadan konuşamayan, nam-ı diğer, krizlerin ortağı…

Dünyadan bihaber atıp tutmuş yine.

Burada videosunu gösterip vaktinizi ziyan etmek istemiyorum.

Ama arkadaşlar,

Dünyanın masasında ne varsa, Türkiye’nin o masada bir sözü, bir yeri, bir temsili olmak zorunda.

Türkiye’nin güvenliği boş hamasetle sağlanmaz. Pasaportumuzun itibarı öyle kuru laflarla artırılmaz, artırılamaz.

Yalnızlık senfonisi okuyarak güçlü ülke olunmaz.

Akıl yoksa, rasyonalite yoksa, anlamsız maceralara girip ülkemizi durduk yere yalnızlaştırmanın bedelini ödedik ödüyoruz.

Yalnızlığın bedelini bu milletimiz ödüyor şu anda.

Sonra da etrafınızda ülkemizin hakkını savunan, hakkını teslim eden hiç kimseyi bulamazsınız.

O yüzden biz dış politikada Allah’ın verdiği aklı kullanmayan şu andaki çizgiye artık tahammülümüz yok. Sıfır.

Çünkü her bir akılsız hamlenin, 85 milyona vurulan ağır darbe olduğunu biliyoruz.

Onun için iktidar değişikliğinin hemen ardından kolları sıvamak orundayız.

Türkiye’yi bir “akıllı güç” yapacağız.

Türkiye’yi barışın gücü yapacağız.

Yeri gelmişken; savunma sanayimize de güç katacağız.

Ülkemizi; birbirinden değerli mühendisleriyle, insanıyla her alanda zirveye taşıyacağız.

Sahici bir şekilde sözünü dinleten bir ülke olacağız.

Tüm bunlara sadece bir seçim mesafedeyiz arkadaşlar, bir seçim.

İnşallah 15 Mayıs’ta mutlu, huzurlu ve güvenli bir ülkeye hep beraber uyanacağız.

*****

Evet arkadaşlar,

Sözlerimi bitirmeden önce, mikrofonu gazeteci arkadaşlarımıza vermeden önce, dün meydana gelen bir olaya değinmek istiyorum.

Dün TBMM çatısı altında Bahçeli’nin çok değerli bir gazeteci arkadaşımıza, Yıldız Yazıcıoğlu’na yönelik tavrını en sert şekilde kınıyorum.

Basın mensuplarının herhangi bir engellemeyle karşılaşmadan, saygısızlığa uğramadan görevini yapmasını sağlamak bizim en büyük sorumluluğumuz.

Yıldız Hanım’a diyor ki, “İşine bak”. Diyor.

Hemen arkasından da bir kadın gazeteciyi itiş kakış uzaklaştırıyorlar. Bakıyoruz 2 - 3 saniyede duvarın dibinde buluyor kendisini.

İşine bak ne demek yahu? Yıldız Hanım, tam da işini yapıyor gazeteciliğini yapıyor. Ama bunların artık buna tahammülü yok.

Ankara’nın orta yerinde işlenmiş bir cinayeti soramayacak mı?

Hem de iddiaların orta yerinde duran partinin genel başkanına sormayacak da kime soracak bu iddiaları?

Sayın Bahçeli, gazeteci arkadaşlarımıza “işine bak” demek sizin haddiniz değil.

O sizin haddinizi aşar.

Gazetecilerin saygınlıklarına halel getirme çabası, haddiniz değil.

Onlar zaten işini yapıyor. Hem de size rağmen işini yapıyor.

Siz önce kendinize ve partinizdekilere işlerini hatırlatın.

Önce siz kendi işlerinizi yapın. Dün akşam da söyledim. Bugüne kadar bu Bahçeli’nin Türkiye’ye hangi hayırlı hizmeti olmuş diye ben hafızamı zorluyorum zorluyorum zorluyorum bir şey bulamıyorum.

Var mı hatırlayanınız bilmiyorum?

Yok. Krizden başka bir şey yok.

Benim şöyle bir eserim var şöyle bir projem var, Türkiye’ye şöyle bir katkım oldu şöyle bir katkılı oldum şöyle bir faydalı oldum diye bir hafızanızı zorlayın arkadaşlar.

Okmuş mu bugüne kadar? Bir taş üstüne taş koymuş mu bu memleket için?

Yaptığı her gün bağırma, çağırma, öfke, nefret, hakaret başka bir şey bilmiyor.

Genel Başkan Yardımcısı da çıkmış, olmadık laflar ediyor. İthamlarda bulunması yetmemiş, bir de basın meslek ilkelerinden bahsediyor.

Hey yavrum hey. Bunlara düştü basın meslek ilkeleri.

Bizim gazeteci arkadaşlarımız basın meslek ilkelerini gayet bilir. Siz kendinizden haber verin.

Önce bir hukuku hatırlayın, önce gazetecilerin mesleği nedir, onu bir öğrenin.

Bu ne hoyratlıktır yahu.

Kimse soru soramasın. Kimse gık diyemesin. Ülkeyi Ali kıran baş kesen ortamına çevirmeye çalışıyorlar bunlar.

Son olarak söylüyorum: Görevi başında, hem de çok zor şartlarda işini yapan basın emekçilerimize kimse parmak sallamaya kalkmasın.

Buna da yeter diyoruz. Bu nobranlıktan, bu hoyratlıktan, bu hukuksuzluktan hep beraber kurtulacağız arkadaşlar.

Ve inşallah sayılı gün çabuk geçer dediğim gibi.

*****

Şimdi özgürce, hakkınız olduğu üzere, sorularınızı sormak için mikrofonu sizlere devrediyorum.

 

 

 

 

 

 

 

15 Ocak 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın DEVA Türkiye’si Konuşması

DEVA Türkiye’si- 15 Ocak konuşma metni

Biz sizlerle gurur duyuyoruz.

Biz bu DEVA kadrosuyla gurur duyuyoruz.

Bu ne güzel coşku böyle!

Bu ne güzel heyecan!

Hoş geldiniz! Sefalar getirdiniz!

Böylesine güçlü bir kadroyla böylesine güzel bir kadroyla beraber olduğum için Allah’a şükür ediyorum.

Türkiye’nin dört bir köşesinden bizlerle birlikte olan DEVA kadrolarına Ankara’ya, Başkentimize hoş geldiniz diyorum.

Bugün bu etkinlik vesilesiyle bizimle beraber olan STK’ların, siyasi partilerin, meslek örgütlerinin tüm temsilcilerine, basın mensuplarına hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli Arkadaşlarım,

Sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum.

Hindistan’da meşhur Tac Mahal’in hikayesini bilir misiniz?

Bilmeyenler vardır bir anlatayım.

Babür İmparatoru Şah Cihan, çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal’i kaybetmiş. Çok üzülmüş.

Eşinin mezarının olduğu yere güzel bir türbe yaptırmak istemiş.

En iyi mimarları, ülkedeki en değerli taşları getirtmiş.

Minareler kubbeler yükseldikçe, yapının azameti belirmeye başladıkça, Şah mest olmuş, kendinden geçmiş.

Bu koskoca anıtın uğruna yapıldığı mezar ise haliyle küçülmüş.

Şah, bu anıtı ne için yaptırdığını unutacak kadar kendini kaybetmiş.

Yapı gittikçe büyümüş ama Şah bir türlü tatmin olmuyor.

Mezarın üstüne daha fazla sütun, daha büyük bahçeler yaptırmış.

Ancak, Şah’ın içine sinmeyen, ahengi bozan bir şey varmış bütün bu tabloda.

Bir gün bu kubbelerden birinin üstüne çıkıp aşağı doğru bakmış ve uğruna bu heybetli binayı yapıyı inşaa ettiği eşinin küçücük kalmış mezarını görmüş.

Heyecanla "buldum" demiş. "Ahengi bozan şey bu. ATIN bunu buradan. ” demiş.

Rivayet odur ki, mezarı kaldırtmak istemiş.

İşte bu aslında sadece Şah Cihan’ın değil, Erdoğan’ın hikayesi.

Nasıl diyeceksiniz değil mi? Nasıl…

Hepsini anlatacağım.

Arkadaşlar bizim kültürümüzde vurmak yok. Biz ne yapacağız biliyor musunuz? Seçim günü damlaya damgayı vuracağız.

Yapacağımız bu. O kadar.

Zaten hep beraber damlanın altındaki o DEVA’nın logosunun altındaki boşluğa evet mührümüzü tercih mührümüzü öyle bir vuracağız ki Beştepe’nin duvarları şöyle bir titreyecek.

Onu biliyoruz.

Bu Şah Cihan’ın hikayesini Erdoğan’ın hikayesine biraz sonra bağlayacağım.

*****

Bugün tam 7825 gün oldu. 21 yıl 5 ay 2 gün…

Evet, siyasete adım attığım ilk günden itibaren, dile kolay, 7825 gün oldu.

34 yaşında, ülkesinin yarınlarını dert eden bir genç olarak siyasete girdim.

90’lı yılların hukuksuzluğundan nefes alamıyorduk. Askeri vesayet iliklerimize dek giriyordu ve ekonominin diplerde olduğu günlerdi o günler.

Yıl 2001.

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak kendimi mecbur hissettim.

Bu ülkenin bu kadar büyük problemleri varken gelen davete, ısrarlı gelen davete hayır diyemedim.

Tüm bunlara karşı çıkan, hak ve özgürlükleri esas alan bir anlayışla yola çıktık.

Demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü esas alan bir program yazmaya başladık.

İnsan odaklı sosyal politikaları, rekabetçi bakış açısıyla meczeden bir parti programı yazdık.

Ve evet, AK Parti’nin kurucu üyesi olarak ben siyasete ilk adımımı attım.

En genç bakan bendim. Ekonominin tüm yükünü, önceki hükümetlerin yıllarca biriktirdiği o yükü sıtımda hissettim. Yüklendim.

Ardından, Hazine Bakanlığıyla beraber Avrupa Birliği Başmüzakereciliğini de üstlendim.

Yeri geldi günde iki ülkeye gittim. Her gün sabahın 3’üne 4’üne kadar çalıştım.

Gecenin 2’sinde randevu veriyorduk insanlara gündüz 2’de geliyorlardı ‚‘2’de randevu mü olur? ‘Diye. Biz diyorduk ‘gece 2 o ‘.

Böyle çalıştık, böyle çalıştık.

Arkadaşlarımla beraber, iyi bir ekiple beraber ülkemizi darboğazdan çıkarmak için canla başla didindik.

Yanımda her zaman yetkin isimlerle, liyakatli ve deneyimli bir ekiple hareket ettim.

Asla hiçbir dönemde yolda yalnız yürümedim. Hep bir ekibin içinde oldum hep bir takımın içinde oldum.

Her konuda istişare heyetleri kurduk.

Her kararı alırken, beraberce her şeyi detaylarıyla konuştuk. Her mutlaka istişare yaptık.

Dışişleri Bakanlığı yaptım.

Doğru hedefler, doğru isimler ve doğru politikalarla, ülkemizin itibarını ve gücünü artıran bir diplomasi ekibinin de başında oldum.

Hatırlayın o günlerdeki bakanlar kurulunu. Hatırlayın meclis başkanlarını.

Her kimlikten, her yetkinlik alanından insanların eşitlik içinde her şeyi özgürce tartıştığı bir bakanlar kurulu vardı.

TBMM gerçek bir istişare organı gibi çalıyordu. Her şey açıkça konuşuluyordu. Kimseye ‘sus‘denmiyordu.

Kimseye söylediğinden ötürü bir yaptırım gelmiyordu.

Her şeyi özgürce tartıştığımız, istişare edebildiğimiz bir ortamda, ülkemize tarihi başarılarla dolu bir dönem yaşattık.

O dönemi beraberce ülke olarak yaşadık.

Bir dönem bu ülkede güzel şeyler oldu. Unutmuyoruz o günleri.

Evet, ekonomiyi hepiniz biliyorsunuz, hatırlıyorsunuz.

İki büyük krizi, 2002 ve 2009 ekonomik krizlerini çözen ekibin başında oldum.

Ama aynı zamanda, her alanda sayısız reformlar yapan bir takımın parçasıydım.

Bu sayede fert fert, birey birey zenginleştik.

Şöyleydi, böyleydi diyenlere bakmayın siz.

Rakamlar ortada. Doğruya doğru eğriye eğri diyeceğiz.

Hakkı sahibine teslim edeceğiz.

2002’den 2013’e milli gelirimiz yaklaşık 3 kat arttı arkadaşlar.

Bakın 3.600 Dolardan çıktı 9 bin dolarlara.

Bu sabit fiyatlarla dolar enflasyonundan arındırılmış rakamlar.

3.600’den 9.700’e. Neredeyse 3 misli artmış.

Sonra ben ayrıldım. Dürüst ve liyakatli ekipler ayrıldı ya da ayrılmaları istendi. Bizler ayrıldıktan sonra da ne oldu? 5.800 dolar.

Bu 2002 sabit dolarlarıyla. Hesap edilen dolar enflasyonundan arındırılmış rakamlar.

Ne olmuş? Ekonominin başında liyakatli dürüst insanlar varken Türkiye yükselmiş o insanlar gidince Türkiye düşmüş.

Hesap basit hesap ortada.

Dünyayla aramız açıldı. Dünyada 16. Büyük ekonomi olmuştuk arkadaşlar 16. Büyük ekonomi. Düştük şu an 20’nciliğe.

Şu andaki iktidar ne anlatırsa anlatsın ne derse desin seçime doğru giderken hangi pembe tabloyu çizmek isterse istesin hesap ortada.

Yanlış hesap Bağdat'tan dönmüyor artık. Bağdat çok uzak.

Yanlış hesap buradan Ankara'dan hemen Beştepe'ye dönüyor. Beştepe'nin yanlış hesabı hemen kendine iade ediliyor.

Ben böyle başarılı dönemleri anlatınca, birisi de çıkıp ne diyor “Ben imza atmasaydım yapamazdın” diyor.

Ben de diyorum ki, “madem hikmet imzada, at bir imza da şu ülkenin sorunlarını bir çözüver“diyorum. Haydi çöz.

4,5 yıl oldu 4.5. Aklına gelen her konuda tek imzayla işine gelen gelmeyen her şeyi yapabiliyor musun? Yapıyor.

Elini tutan mı var? 4,5 yıldır bu ülkenin ekonomisini batırdın, bu ülkenin adaletini yerle bir ettin şimdi seçime 3 ay kala mı hatırlıyorsun ekonomiyi adaleti? Böyle bir şey mi olur.

Bakın arkadaşlar şunu anlamadı anlamıyor.

Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum. ‘Duy’ diyorum ‘anla’ diyorum.

Dürüst ve ehil kadrolar olmazsa olmaz.

Kararları istişare ile almazsan olmaz!

Adaleti terk edersen olmaz!

Onun için olmuyor olmayacakta. Ne yaparlarsa yapsın olmuyor olmayacakta.

Siz önce enflasyon yoluyla hayat pahalılığı yoluyla zamlar yoluyla milletin cebindekini kepçe ile alın bu milleti fakirleştirin ondan sonra kaşıkla verdiğinizi müjde diye açıklayın.

Bu millet kanmaz bunlara bu millet kanmaz, kanmayacak.
Değerli arkadaşlarım, bakın bu ülke büyük bir ülke. Bu ülke güçlü bir ülke. Bu ülke iyi yönetildiğinde hemen ayağa kalkan koşan kanatlanıp uçan bir ülke.
Bazen böyle lise üniversite çağındaki gençler geliyor bana bakıyorum onlar çok ümitsiz.

Diyorum ki ‘arkadaşlar merak etmeyin bu iş olacak. Ama siz henüz kendi hayatınızda o güzel günleri görmediniz. Ama o güzel günler Türkiye'de oldu. ‘

İyi günleri tekrar bir hatırlayalım beraber.

O dönemde emekliler, maaşlarından artırdıklarıyla yurtdışına tatile gidiyordu.

Yeni işe başlayanlar, makul kredilerle rahatça ev alırdı, araba alırdı.

Üniversite öğrencileri KYK burslarından artırdıklarıyla Avrupa turu yaparlardı.

Aylık KYK bursu 147 dolardı 147.

Demin gördünüz ya o grafiğin tepesinde 147 dolar burs vardı KYK bursu. Yeterdi artardı biriktirdikleri ile öğrenciler giderdi Avrupa'da Interrail turu yapardı.

Bunları bu ülke yaşadı gençler. Merak etmeyin çok daha güzelini yaşayacak.

Tatile gitmek, ülkemizi gezmek kolaylaşmıştı.

Kafelerde, restoranlarda dostlarla buluşmak, yemek yemek sıradanlaşmıştı.

Evet, ben Başmüzakereci olarak, Avrupa Birliği istikametinde rekor sürede reformlar yapan ekibin sessiz bir şekilde koordinasyonunu yaptım.

İnsan haklarında atılım yapıyorduk.

Özgürlükleri büyütüyorduk.

Hep beraber ne diyorduk? O günleri hatırlayalım.

“Avrupa Avrupa duy sesimizi. İşte bu Türkiye’nin ayak sesleri” diyorduk. Hatırlayalım o günleri çok eski değil.

Hatırlayalım o günlerde milletin derdi neydi, biliyor musunuz?

‘Bu Babacan ekibi bu güzel kadrolar bu işi iyi götürüyor. Galiba biz Avrupa Birliği'ne gireceğiz ama peki kokoreç yiyebilecek miyiz?’ diye soruyorlardı.

İnsanların derdi buydu. Bakın işi bitirmişiz Avrupa Birliği'ne girmişiz bizim kokoreç mi olacak diye bunu düşünüyordu insanlar.

Türkiye’nin yıldızının parladığı yıllardı o yıllar.

O dönemde Türkiye kavgaların parçası olmadı.

O dönemde Türkiye gidip başka ülkelerin çatışmalarına taraf olmadı.

O dönemde Türkiye devletler arası milletler arası arabuluculuk yapıyordu.

Kavgaları önlüyorduk, küsleri barıştırıyorduk.

Bu arkadaşınız Avrupa Birliği bakanı olarak da dışişleri bakanı olarak da hep o dönemin içindeydi başındaydı o süreçlerin.

Askeri vesayeti de yok ettik, ekonomik darboğazı da kaldırdık ortadan.

Hatasıyla sevabıyla tam 14 sene, sadece, ama sadece halkımız için çalıştım.

Güzel bir ekip olarak güzel birtakım olarak çalıştık. Ülkemiz için çalıştık.

Ve Türkiye’nin o güzel günlerine baktığımda, o başarının bir parçası olmak hayatım boyunca benim için bir onur olacak.

Bazıları dönüyor ne diyor? Tarihi hemen karaya boyuyor. Bazıları da eline alıyor beyaza boyuyor. Öyle değil.

Doğruya doğru eğri eğri.

Hakkı hak edene teslim etmek zorundayız.

*****

Bakın arkadaşlar ne oldu biliyor musunuz? 2001’de beraber yola çıktığımız Recep Tayyip Erdoğan sözünden döndü.

Evet, sözünden döndü.

Şah Cihan gibi, külliyenin tepesine çıktı ve “yıkın bunu” diyerek, kendisini oraya taşıyan “demokrasiye” gözünü dikmeye başladı.

Olan bu.

Evet, artık Erdoğan için demokrasi, o ahenki bozan küçük bir ayrıntı.

Külliye’nin tepesine çıkıp bakınca artık öyle görünüyor.

Aynı Mümtaz Mahal’in mezarı gibi.

Adalet, ortak akıl, istişare, çoğulculuk hepsi; o ahenki bozan küçük ayrıntılar artık onun için.

Yola çıkarken kendisine milyonlarca insan destek vermişti.

Ama o, yola ne için çıktığını unuttu. İnsanların kendisine ne için destek verdiğini unuttu.

Çünkü hep diyorum ya güç yozlaştırıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor.

Güç zehirlenmesi bir gerçek arkadaşlar. Dünya siyasi tarihinde de dünya devlet yönetme tarihinde de bir gerçek.

Devlet gücünü elinde tutan, devlet gücünü kullanan süreyle ve hukukla sınırlanmadıkça o güç insanları bozuyor.

Bu insanın tabiatında olan bir şey. Onun için çok dikkat etmek zorundayız.

Arkadaşlar, ben bu hikâyeyi, Türkiye’nin geldiği bu noktayı kabul etmiyorum.

Arkadaşlarımla beraber biz, hep beraber biz bu hikâyeyi kabul etmiyoruz.

Şah Cihan kendisine Taç Mahal’i yaptıran büyük hayalinden vazgeçmeyi düşünmüş olabilir.

Ama biz, yola çıkarken ulaşmayı hedeflediğimiz özgürlüklerden, ileri demokrasiden, çoğulculuktan, katılımcılıktan, hukuk devletinden vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz.

Asla.

Demokrasi atılım derhal bugün. Biz bunun için yola çıktık.

O ne yaptı? O ne yaptı?

Keçiören’deki mütevazı evinden taşındı, devasa bir külliye inşa etti.

Ortak aklı terk etti. Tek başına karar vermeyi marifet saydı.

Eleştiriyi, en ufak bir itirazı, hemen baskıyla susturdu.

Hak ve özgürlükleri ezdi geçti.

Türlü türlü adaletsizliklere, hukuksuzluklara göz yumdu, üstelik bunların çoğunun altına imza attı.

Bunların hepsi oldu.

Ve Arkadaşlar,

Ben artık orada duramazdım, durmadım. Ve istifa ettim.

Sadece ben değil, pek çok sağduyu sahibi arkadaşım da aynısını yaptı.

Burada çok hatta benimle aynı tarihte E-Devlet'ten girip en az binlerce insan var. Tam sayısını bilmiyoruz ama en az binlerce. Burada orada çok çok.

Değerli arkadaşlarım evet, her şey bir yüzükle başladı. Korkarım Külliyede de bitecek.

Aslında değerli arkadaşlarım bakın zamanında AK Parti’yi başarılı yapan ilke ve değerlerden biz hiç ayrılmadık.

AK Parti’nin kuruluş ideallerinden ayrılan, Erdoğan oldu.

Bakın bunu unutmayalım.

Bizim kuruluşta böyle bir şey var mıydı?

İlk genel merkez binasını kiraladık. Mütevazi bir bina değil mi? Hatırlayın Balgat'ta AK Parti’yi söylüyorum.

O günlerde dedi ki ‘arkadaşlar bakın. Bir siyasi parti ne zaman ki kendi genel merkezinin mülk sahibi olur o zaman o siyasi partinin çöküşü başlar‘dedi.

Görüyorsunuz değil mi? Ne oldu ne oldu. Değişti, değişti.

Bakın bugün hâlâ;

Emsali görülmemiş bir güç elde eden iktidar, her şeyden kopmuş hâlde, olan biteni kubbesinden izlemeye devam ediyor.

Bu gidişata uymayan ne varsa her şeyi gözden çıkarmaya hazır her şeyi.

Yıkıp geçiyor, ezip geçiyor.

KHK’larla milyonları canından bezdiriyor.

Kanser hastası çocuğu anne babasıyla görüştürmüyorlar. Bu adalet midir? İnsanlık mıdır?

Böyle bir şey var mı?

Gece yarısı kararlarıyla ülkeyi birbirine katıyor.

Sağlıkçılara hayatı zindan ediyor.

Bu ülkede yaşayanların çoğunu uzun zamandır görülmemiş derinlikte bir yoksulluğa itiyor. Hepsi hepsi.

Değerli arkadaşlar bakın, bu ülkede adaletsizliğe uğramış zulme uğramış kim varsa biz yanındayız. Hiç merak etmeyin hepsi çözülecek hepsi.

*****

Değerli Arkadaşlarım,

Evet, zor bir dönemden geçiyoruz değil mi? Gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz.

Şimdi burada biraz duralım.

Bakın zorlukların farkındayız yoksulluğun, sıkıntıların, hukuksuzluğun, adaletsizliğin hepsinin farkındayız ama burada bir duralım.

Şöyle derin bir nefes alalım ve rahat olalım.

Çünkü artık DEVA Partisi var. Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak hiçbir şey.

Daha önce yaptık çok daha güzelini yapacağız.

9 Mart 2020 tarihinde yola çıkarken söylediğimiz gibi, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

İşte bu yüzden hep beraber yeniden kolları sıvadık.

Ülkemizin yarınları için yeniden yola çıktık.

Üstelik siyasette yeni bir yol açarak ilerliyoruz dikkat edin.

Daha önce denenmiş daha önce ülkeyi bataklığa sokan yollara sapmıyoruz. Çıkmaz sokaklara girmiyoruz. Bizim çıkmaz sokaklarla işimiz yok.

DEVA Partisi olarak yol alıyoruz ama o yolu kendimiz açarak ilerliyoruz. Yepyeni bir ana akım siyasi parti kurmuş durumdayız şu anda.

Bunu tüm Türkiye safha safha daha iyi anlıyor artık.

Tuğla tuğla inşa ediyoruz tuğla tuğla.

Yepyeni bir siyasi kimlik inşa ediyoruz DEVA Partisi çatısı altında.

Bazıları anlamıyor haklı. Anlamıyorlarsa bizim anlatmaktaki eksiğimizdir. Daha çok çalışmamız gerekecek.

Ama değerli arkadaşlar biz 9 Mart 2020’de, özgürlükleri benimseyen, ortak akla inanan, bilime ve adalete güvenen eski-yeni arkadaşlarımızla beraber DEVA Partisini kurduk.
Ve değerli arkadaşlar eski arkadaşlarımızın yanına çok daha fazla çok daha fazla sayıda yeni, pırıl pırıl, siyasete ilk defa bizimle başlayan, dürüst ve ehil kadrolarla beraber yeni bir başlangıç yaptık.
İnanın şu anda DEVA Partisi ile beraber genel merkezde il teşkilatlarımızda ilçe teşkilatlarımızda ilk defa siyasete adım atan binlerce arkadaşımız Türkiye'nin önümüzdeki 10 yılına 20 yılına Türkiye'nin siyaset sahnesine damgasını vuracak arkadaşlarımız olacak.

Ve hep denecek ki tüm Türkiye'de inşallah buna şahit olacağız hep beraber. 5 Sene sonra 10 sene sonra diyecekler ki ‚bu arkadaş var ya bu, bu işte o ilk DEVA‘lılardan. Bu o ilk DEVA‘nın kurucularından. Bu o DEVA‘nın ilk günlerinde tuğla tuğla inşa edenlerden.‘

Ve onlar hep hayırla anılacak hep.

Değerli arkadaşlarım, bakın biz bir kral gitsin yerine hangi kralı getireceğizin derdinde değiliz.

Biz ne diyoruz? Biz uzlaşma diyoruz uzlaşma. Biz ne diyoruz? 85 milyon hep beraber Türkiye'yiz diyoruz. Böyle yöneteceğiz İnşallah ülkeyi.
Değerli arkadaşlarım, bakın bu ülkenin içine düştüğü durumu gördükçe ülkemizin yaşadığı sıkıntıların büyüdüğünü gördükçe her sabah uyandığımda diyorum ki iyi ki DEVA Partisi ‘ni kurmuşuz iyi ki bu yola çıkmışız diyorum.
Memlekette ülkede ne kadar büyük ihtiyaç varmış.
Şöyle bakın arkadaşlar gözlerinizi kapatın DEVA Partisi ‘nin olmadığı bir ülke düşünün bugün bu tabloda. Gözünüzü kapatın ve DEVA Partisi ‘nin olmadığı bir Türkiye'ye düşünün. Allah korusun, Allah korusun. Gerçekten iyi ki varız iyi ki bu yola çıkmışız.

İnşallah hep beraber başaracağız.

Bakın biz, adil olmayı şiar edinmiş, demokrasiye inanan, çıkış yolunu hep “özgürlükle” inşa etmiş bir siyasi hareketiz.

Sağcı, solcu.

Sosyalist, liberal.

Ulusalcı, muhafazakâr.

Evet, bu kavramların her birinin mesajları var arkadaşlar.

Bu mesajların hiçbirini reddetmiyoruz. Her birinden öğrendiğimiz çok şey var.

Ama bu kavramların her birinin sırtında bazı yükler olduğunu da kabul etmek zorundayız.

İşte bunun içindir ki, biz parti olarak kendimizi tek bir sıfata hapsetmiyoruz. Tek bir sıfatla anılan bir parti olmadık. Çünkü biz kendisini çok farklı siyasi geçmişlerle çok farklı siyasi tercihlerle ortaya koymuş ama Türkiye'nin yarınlarında buluşan bir siyasi hareketiz.

Biz Türkiye’de ilk kez her türlü siyasi kimliği ‘demokratlık’ çatısı altında birleştirmeyi başarmış bir siyasi partiyiz.

Bizim birleştirici tutkalımız demokrasi arkadaşlar demokrasi. Bizim birleştirici tutkalımız önce insan diyebilmek önce insan. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Devlet insan için var insan. Önce insan. Tabii ki devleti güçlü tutacağız.

Türkiye’de ilk kez sorunları tek tek tespit edip, her birini çözecek planları hazırlayan bir siyasi partiyiz.

Ve bunun için çok güçlüyüz.

Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkes hiç fark etmez,

Müslüman, Gayri-Müslim fark etmez;

Sünni, Alevi fark etmez;

İnanan, inanmayan fark etmez;

Yaşam tarzı, ideolojisi, geçmişi hiç fark etmez.

Biz Ülkemizin yarınlarını özgür ve zengin kılacak, eşit vatandaşlığa inanmış “demokratların TEK adresiyiz” Demokrasi için buradayız ve hep beraberiz.

Herkes insan. Hiçbir insanın bir diğerinden üstünlüğü yok. Hepimiz bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşıyız.

Hiç kimse bir diğerine yukarıdan bakmayacak. Göz hizasında olacağız göz hizasında.

Hepimiz eşitiz. Ve ancak ve ancak bu ülke eşit vatandaşlık ilkesinde buluşmadıkça beka sonra ortaya çıkar.

O ‘beka beka’ deyip duranlar var ya, bir yandan ‘beka beka’ deyip bu ülkeyi kutuplaştıranlar, ‘beka beka’ değip bu ülkenin vatandaşlarını birbirine düşürenler, ‘beka beka’ deyip beriki öteki diye toplumu ayrıştıranlar var ya işte asıl bölenler onlar. Asıl bölücü onlar.

Bu ülkeyi biz birleştiriyoruz biz. Bu salon birleştiriyor. 81 il 973 ilçe birleştiriyor bu ülkeyi.

Ve biz hep beraber Türkiye'yiz.

Siz Türkiye'nin bir kısmını yok sayarak ülkenin vatandaşlarının bir kısmını yok sayarak siyaset yapıp ondan sonra da demokrasiden bahsedemezsiniz.

Gerçek demokrasi burada bu salonda.

Herkes kendisini şöyle bir muhasebeye çeksin.

İşte o yüzden bugün burada;

Artvin’in Hopa ilçesinden de,
Ağrı’nın Patnos ilçesinden de,
Yozgat’ın Yerköy ilçesinden de,
Mardin’in Midyat ilçesinden de,
Edirne’nin Uzunköprü’sünden de,
İzmir’in Güzelyalı’sından da,

Türkiye’nin her bir köşesinden binlerce, BİNLERCE arkadaşımın arasındayım.

Değerli arkadaşlarım sağ olun var olun. Yolumuz uzun, hep var olun!

*****

Değerli arkadaşlarım

Son dönemde her yerde aynı kelimeyi duyuyorum.

Konya Meram’da, Yeni Yol’daki kafeler caddesinde oturmuş, iki çay bir kekin hesabını yapan genç kardeşimden aynı kelimeyi duyuyorum.

Diyarbakır’da Fakiye Teyran Caddesinde gün sonu raporuna bakan esnaf arkadaşımdan aynı kelimeyi duyuyorum.

Bağcılar’da sabahın karanlığında okula giden liseli öğrenciden…

Apartmanın posta kutusunda istiflenmiş faturalarda kendi adını arayan babadan…

Aynı kelime, hep aynı kelimeyi duyuyorum.

Mutlu bir hayatı olsun diye yavrusunu uzak şehirlere okumak için göndermiş anneden…

Gece geç vakitte işten çıkıp evine yalnız yürüyen kadınlardan…

Yazdığı haberdeki kelimeleri dikkatle seçen gazeteci dostlarımdan…

Dernek, vakıf gibi sivil toplum kuruluşlarının üyelerinden…

İnanın hep aynı kelime. Herkesin dilinde aynı kelime.

İnancından dolayı faize bulaşmamak için birikimini altına, dövize yatırmış hacı amcamdan…

Nakliye kamyonunu bekleyen çiftçiden…

Pazarda filesini dolduramayan emekliden…

Muhalefete de iktidara da oy vermiş herkesten…

Evet, aynı kelimeyi duyuyorum.

O kelime ne biliyor musunuz arkadaşlar?

Endişe! Evet, Endişe!

Herkesten bunu duyuyorum endişe.

İnsanlar kendi hayatından, sevdiklerinin hayatından endişe duyuyor.

İnsanlar ülkesinden, siyasetten endişe duyuyor.

Evet herkes endişeli.

Endişeli öğrenciler.

Endişeli kadınlar.

Endişeli Kürtler, endişeli Aleviler.

Endişeli gençler, anneler, babalar.

Endişeli muhafazakârlar, endişeli sekülerler.

Endişeli gençler endişeli çocuklar.

Her birini çok iyi anlıyorum, o duyguyu tam şuramda hissediyorum.

Fakat buradan, Ankara’nın ortasından sesimin ulaşabileceği herkese seslenmek istiyorum!

Büyüklerim, Arkadaşlarım, Kardeşlerim;

Endişeye mahal yok!

Endişeye mahal yok!

Bu iktidarın hoyrat politikalarından,

Bu iktidarın yaptığı haksızlıklardan,

Bu iktidarın yaşam tarzlarına yaptığı baskıdan,

Bu iktidarın, fakirliği mecburi istikamet haline getiren icraatlarından,

Bu iktidarın eğitimi hallaç pamuğuna çevirip çocukların yarınlarını mahvetmesinden;

Endişe etmeyin artık.

Biz buradayız. Rahat Olun. Biz buradayız. DEVA kadroları burada.

Hepsi geçecek. İnanın hepsi geçecek. Hem de çok çabuk geçecek.

Hani o seçim günü yapıldığı gece var ya hani sonuçlar açıklanıyor. Saat 12,1 gibi aşağı yukarı belli oluyor. İşte o gece herkes şöyle rahatça yastığa başını koyacak.

Sabah uyanacak bir yudum suyunu içtiğinde diyecek ki ‚ ‘bu galiba bir kabustu bu galiba kötü bir rüyaydı. ‘İnanın bütün bu yaşadıklarımız sadece kötü rüya ve kâbus olarak geride kalacak.

Hep beraber o günleri yaşayacağız.

Hak, adalet, özgürlük diye çıktığımız bu yolda; Türkiye Cumhuriyeti’nin her bir vatandaşının eşit ve onurlu vatandaş olmasına sağlayana dek; biz buradayız.

“Giderlerse çocuğum işten kovulur” diyen Esenyurt’taki Ahmet amcam! Hiç merak etme; tek bir kişi senin de ailenin de helal lokmasına göz dikemez.

“Giderlerse aldığımız sosyal yardım kesilir” diye çekinen Haymanalı Fadime teyzem! Hiç korkma. Aldığın yardım kesilmeyecek! Tam tersine, zamlar karşısında eriyen yardımları, insanca yaşayacak seviyelere yükselteceğiz.

Onun için endişeye mahal yok diyorum.

“Üniversiteden sonra iş bulamayacağım” diyen Sivas’taki Derya kardeşim! Biz buradayız, biz! İşsizliğin önüne geçeceğiz. İstihdamı hızla artıracağız bu ülkede.

Her gencimiz sevdiği istediği onurlu bir iş imkanına kavuşacak. Gençler için programlar uygulayacağız. Anlatmıştım daha önce. 3 ay, 6 ay, 1 yıl. Hepsini gerçekleştireceğiz.

Kürtçe öğretmenliği okuyan, ama senede sadece bir adet öğretmen ataması yapıldığı için göreve başlayamayan Azad kardeşim! Hepsi bu salonda. Biraz sabır. Anadili bir hak. Atamaların önündeki fiili engelleri kaldıracağız. Bu kadar basit inanın.

İnancı kültürel bir aktivite olarak görülen kültür olarak görülen Hüseyin kardeşim! Az kaldı. Cemevleri ibadethanedir ve bu statüye kavuşacaktır, hiç merak etme.

Tekrar ediyorum arkadaşlar:

Endişeye mahal yok.

Endişeye mahal yok.

Çünkü biz varız. DEVA burada. Ve hepsini çözeceğiz inşallah hepsini.

*****

Bu arada yeri gelmişken;

Bugün dillere pelesenk olmuş bir ifade var:

Çok tanıdık bir ifade. Neymiş?

“Gençler iş beğenmiyor.”

Siz hangi düzgün iş ortamını sağladınız da gençlere böyle söylüyorsunuz?

Ben bu cümleyi reddediyorum arkadaşlar böyle bir şey yok.

Çocukluğundan itibaren büyük hayallere inandırılmış, sınavlardan sınavlara koşturmuş, elektrikler kesilse de ders başından kalkmamış gençler, bugün eğer işsizse; bizlere sadece utanmak düşer! O kadar.

Bu ne biçim hadsizlik. ‘Gençler iş beğenmiyor. ‘

Kimi zaman hem para kazanıp hem okuluna gitsin; kimi zaman annesine-babasına-kardeşine baksın; gidip bin bir zorlukla üniversite okusun ve sonra iş bulamasın.

Vallahi kimse kusura bakmasın.

Genç arkadaşlarım, “beğenmediğiniz” her konuda haklısınız. Gençler beğenmemekte haklı. O kadar.

Bugünkü hayatınız, çocukluk hayallerinize benzemiyorsa; beğenmeyeceksiniz tabi. Beğenmek zorunda değilsiniz.

Bugün yaşadıklarınız, çocukluğunuzdan daha zorsa, beğenmeyeceksiniz.

Bugün, bu ülkede yarınınızı göremiyorsanız; beğenmeyeceksiniz.

Biz de beğenmiyoruz. O yüzden hep beraber yeni bir hikâye yazmak için yola çıktık.

Beğenmediğimiz için DEVA Partisi’ni kurduk. Onun için yürüyoruz bu yolda.

DEVA Partisi sizin eviniz, sizin yurdunuz.

Hangi mahalle, hangi köken, hangi eğitim seviyesi; hiç fark etmez.

Gelin, beraberce hayallerinize yakışan bir ülke inşa edelim.

Gelin, beraberce insan onuruna yaraşan yakışır bir hayatı hep beraber kuralım.

Gençler için ve gençlerle beraber yapacağız bunu.

Şimdi ben böyle gençlerle çok iç içeyiz gençlere çok vurgu yaptıkça bazen de yaşı ileri arkadaşlarımız diyorlar ‚‘aklınızda bizde var mıyız acaba?‘

Ve ilk defa bakın biz bir siyasi parti olarak temel haklar eylem planımıza yaşlı hakları diye bir kavram koyduk. Yaşlı hakları.

Bu ülkeye gönül veren gecesini gündüzüne katan alnının teriyle bileğinin gücüyle çalışan ama belli bir yaştan sonra da ister istemez fiziksel şartlar itibariyle de daha pasif bir hayat yaşayan yaşlılarımızın da hakkı var.

Biz onların da hakkını teslim edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım bakın,

Şimdi ben, bugünkü iktidar partisine geçmişte destek vermiş milyonlara seslenmek istiyorum.

O sağduyulu, milletini seven, cefakâr, güzel insanlara seslenmek istiyorum.

2002’de olur 2007’de olur daha yakın bir zamanda olur. Şu andaki iktidar partisine destek vermiş vatandaşlarımıza sesleniyorum.

Şu anda ülkenin içinde bulunduğu tabloyu içinize sindiremediğinizi gayet iyi biliyorum.

Siz 2002’de büyük bir gönül bağı ile oy verirken bugünler için oy vermemiştiniz, biliyorum.

2002’de büyük umutlarla iktidara taşıdıklarınızın adaletsizlik yapmasını istememiştiniz, biliyorum.

Yoksulluk için, yasaklar için, yolsuzluk için oy vermemiştiniz. Çok iyi biliyorum.

Mutlak gücü eline geçirip, karşıt gördüğü herkesle kavga etsin diye bugünkü iktidara oy vermemiştiniz.

Belediye başkanlığı döneminde, kendisine muhalif gazetecilerin dahi ismini bilen, “Sevgili Musa” diyen, espri yapan kişinin, gün gelip de muhalif gazetecileri cezaevine atabileceğine ihtimal vermemiştiniz. Biliyorum.

Siz adalet istediniz, hukuk istediniz, demokrasi istediniz.

Bugün de olan bitene razı olmadığınızı, yanlışlara gözlerinizi yummayacağınızı çok iyi biliyorum.

Buradan çok net şekilde altını çizerek söylemek istiyorum:

Vaktiyle Erdoğan’a destek olmuş, oy vermiş dostlarım: Sizlere parmak sallayanlara aldırmayın.

Siz, 28 Şubatçı Perinçek’in ve Bahçeli’nin tahribatına ortak değilsiniz.

Siz, mafyalarla kol kola yürüyenlerin suçlarına ortak değilsiniz.

Siz, ekonomiyi tarumar eden, topladıkları vergileri çıkar gruplarına peşkeş çekenlerden sorumlu değilsiniz.

Ve en önemlisi, “mecbur” değilsiniz!

Evet, “mecbur” değilsiniz.

Bu adaletsiz siyasete, bireysel hakları yok sayan düzene, kişisel çıkarlara odaklanmış iktidara mecbur değilsiniz!

Çıkış yolunuz hazır.

Onurlu mücadelenin adresi hazır.

Biz buradayız.

İşte DEVA burada! Ülke için çıkış yolu.

*****

İşte arkadaşlar; bakın,

Bugün, binlerce maddeden oluşan 22 eylem planımızla karşınızdayız.

Artık tek elle kaldırmak güçleşti.

Türkiye’nin DEVA’sı.

Her biri tek tek hesaplanmış, gerçekçi ve derhal yapılması gerekenlerin hazırlığı ile buradayız. Biz çözümlerle buradayız.

Tam 22 Eylem planını tamamladık ve böyle cilt haline getirdik.

Tek elle zor kalkıyor.

Ülkemizi içine düştüğü bu adaletsizlikten, bu ekonomik krizden, bu bataklıktan çıkaracak icraat listesi ile karşınızdayız.

Söz uçar ama yazı kalır.

Biliyorum, boş söze karnınız tok.

Biliyorum, sadece seçim dönemi kapınızı çalanlara güveninizde yok.

Biliyorum, açık arttırmayla seçim vaadi verenlere itimadınız yok.

Burada öyle açık artırma falan yok. Hepsi gerçekçi hepsinin bütçesi hesap edilmiş.

İktidar olmanın sorumluluğunu şimdiden sırtımızda omuzumuzda hissederek biz bu çalışmayı yaptık. Ve çok geniş kadrolarla bu çalışmayı yaptık.

‘Söyleyip geçelim. Günü gelince bakarız ‘demedik.

Fakat bugün burada tarihimizde bir ilk yaşanıyor.

Evet, ilk kez bir siyasi parti, daha seçim tarihi dahi açıklanmamışken, en ufak detayına kadar çalışılmış bir hükümet programını açıklıyor.

Böyle bir şeyin örneği yok. Cumhuriyet tarihinde böyle bir şey yapılmamış arkadaşlar. Bugün burada bu çatı altında bir ilki gerçekleştiriyoruz biz.

Hükümet programının detaylarını uygulama takvimini biz açıklıyoruz ortaya koyuyoruz bakın. Böyle bir şey yok.

İlk kez bir siyasi parti, tarımdan teknolojiye, ekonomiden insan haklarına, ne yapacağına dair günü gününe yapılmış bir çalışmayı seçmenlere sunuyor.

İlk kez bir parti muhalefetteyken “İktidara gelirseniz ne yapacaksınız?” sorusuna böyle kalın bir kitapla cevap veriyor.

Fasikül fasikül ansiklopedi oldu. 22 fasiküllü ansiklopedi.

En kalını da eğitim ve hukuk. Hep diyorduk ya bu ülkede eğitim ve hukuk iyi gitmiyor orta gelir tuzağına düşecek diye. Biraz önce grafikte gördünüz. En kalını eğitim ve hukuk bu kitapta.

Ekonomi de ağırlığı var. Her alan var.

Ama değerli arkadaşlar bakın çiftçi bir numara zaten tarım 1 numara. 1 nolu fasikül. Hepsi var hepsi.

Burada bizde kaçamak cevap yok.

Burada gri alan yok. Siyah ve beyaz kadar net cevaplar var.

Açıkça, mertçe ne yapmak istediğimizi ortaya koyuyoruz.

Kaçamak cevap vermiyoruz hepsi yazılı.

‘Bu alan tehlikeli bu konuda bir şey söylersek eleştiri gelir. Seçim geliyor aman başımıza iş açmayalım. Aman risk almayalım. ‘Asla böyle bir yola girmedik. Her şeyi açıkça mertçe söyledik yazdık buraya.

Biz Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan bu milletin önüne çıkıyoruz.
Kim ne derse desin. İşte şu saldırıyormuş bu saldırıyormuş. İnanın umurumuzda değil. Biz yaptığımızdan eminiz.
Biz iyi bir istişare yaptık mı? Biz dünyayı biliyor muyuz? Ülkemizi biliyor muyuz? Dürüst ve ehil bir kadroyla ile çalıştık mı bu iş için? Bu iş içinde bütün Türkiye'nin her türlü siyasi görüşüne sahip insanların görüşleri buraya girdi mi? Girdi.
Biz ödevimizi iyi yaptık. Dolayısıyla hiç kimseden korkmayız. Bu ideallerimizden de asla vazgeçmeyeceğiz. Hiç kimse vazgeçiremez.

Burada tabii çok teknik detay var. Bu teknik detaylarda bakarsınız eksiğimiz vardır tamamlarız. Yanlışımız vardır düzeltiriz. Ama DEVA Partisi ‘ni DEVA Partisi yapan temel ilkeler ve değerler var arkadaşlar.

Biz bunları bugün açıklamadık ki. Bunlar bizim parti programımızda vardı zaten. Parti programımıza ne yazdıysak aynı noktadayız.

Bu parti programımızın genişletilmiş detaylandırılmış uygulama planıdır.

Bugün DEVA Partisi Türkiye'ye bu yazılı taahhütte bulunuyor.

Biz hazırız diyoruz ve bu ülkeyi yönetmeye ‘biz hazırız’ diyoruz ‘biz hazırız.’

Gençler de hazır her yaştan DEVA’lı hazır.

Bugün burada, bu salonu dolduran DEVA kadroları Türkiye’yi yönetmeye hazır.

Ne yapacağımızı teker teker burada anlatmaya kalksam arkadaşlar, 22 eylem planının sadece ismini saysam bile vakit epey geçer.

İsterseniz okuyalım binlerce madde ama sabaha kadar burada kalırsak yaparız.

Herkes alır okur daha sonra.

Kısaca ifade etmek gerekirse, bu 22 Eylem Planı 3 taşıyıcı sütun üzerine duruyor.

1) Güçlü, Sürdürülebilir ve Kapsayıcı Ekonomi.

2) Özgür, Güçlü ve Mutlu bir Toplum.

3) Kaliteli Kamu Yönetimi, Saygın Ülke.

Yani bu kitabın bu ansiklopedinin özetin özeti bu.

Çok net iddia ediyorum! Cumhuriyet tarihinde böylesine hazır bir siyasi program olmadı.

Bu çalışmalarda kimlerin emeği var biliyor musunuz?

Ülkemizdeki çok kıymetli akademisyenlerin, hukukçuların, ekonomistlerin, araştırmacıların, çevrecilerin, eğitimcilerin, sağlıkçıların, şehir planlamacıların, çiftçilerin, girişimcilerin, esnafın, binlerce kişinin emeği var burada.

Politika birimlerimize destek veren, canla başla başla çalışan isimlerin bir kısmı şu anda bu salonda.

Yani bu kitaba emek veren binlerce insan var ama emek veren bir kısmı bu salonda. Ben şimdi onlar için sizlerden bir alkış istiyorum.

Bakın, sadece parti üyelerimizden söz etmiyorum.

Dünyanın dört bir yanında, hayalinde özgür ve zengin Türkiye olan, partilimiz olmayan vatandaşlarımızın da bu çalışmalarda emeği var. Çünkü biliyorlar ki bunlar Türkiye çalışması.

Kimi davet ettiysek bugüne kadar, çok şükür geldi.

Bazıları diyor ki ‚ ‘ben yardım edeyim destek vereyim ama adımı çok geçirmeyin ‘diyor.

Niye?

Endişe var ya endişe ondan. Ama hepsinin katkısı bunun içerisinde.

Değerli arkadaşlarım,

Yolumuz açık, yolumuz uzun.

Bu yolda desteğini bizden esirgemeyen; aklıyla, fikriyle, emeğiyle yanımıza koşan herkese sonsuz teşekkür ediyorum.

Özgür ve zengin Türkiye hayalinin çok yakın olduğuna inanmış bir vatandaş olarak kendilerine teşekkür ediyorum.

DEVA Partisi Genel Başkanı olarak teşekkür ediyorum. Bu büyük emek için.

Sağ olun, var olun diyorum.

Evet; çok hızlı atılım yapacağız arkadaşlar.

Dünyaya bir kez daha, tıpkı o iyi günlerdeki gibi, Türkiye Model’ini göstermeye hazırız. Türkiye Model’ini.

22 eylem planımızı aynı anda uygulamaya koyduğumuz gün, Türkiye’nin 6 ayda geçirdiği dönüşüme inanamayacaksınız.

Han bir bardak bir yudum su içip rahatlayacağız ya hemen nefesimiz açılacak ya ondan sonraki 6 ay içerisinde bu ülkedeki kriz iklimi ortadan kalkacak.

O nefes borusu zaten ilk 90 dakikadır. Özgürlüklerle açacağız. Derin bir özgürlükle açacağız.

2. senemiz bitmeden enflasyonu tekrar düşük tek hanelere inşallah indireceğiz.

Çünkü bunu yapacak akıl gücü de kas gücü de bizde.

Bütün bu politika alanlarının birbiriyle nasıl ilişkili olduğunu iç içe olduğunu bilen biziz.

Adalet olmadan, hukuk olmadan, demokrasi olmadan, özgürlükler olmadan, ekonomi olmaz. Önce o zemini sağlam atacaksın ki üzerine sağlam bir ekonomi inşa edeceksiniz. İşte burada onlar var.

Bunu yapacak güç bu salonda var.

Tac Mahal’in tepesinden bakan Babür İmparatoru Şah Cihan gibi; külliyenin tepesinden bakanlara cevabımız hazır: Hazır. Onlara ne diyoruz?

Hep beraber!

Demokrasi! (…)

Atılım! (…)

Derhal! (…)

Bugün! (…)

Demokrasi! (…)

Atılım! (…)

Derhal! (…)

Bugün! (…)

Külliyeden izleyenler bu sesi duysun.

Duyuyorlar dinliyorlar hiç merak etmeyin.

Dinlememiş gibi yapıyorlar.

Bakıyoruz bir radyo yayınında bir yerde küçücük kullandığımız ifadeyi yakaladıkları anda hop alıyorlar patlatıyorlar. Demek ki bunlar gayet iyi dinliyorlar söylediğimizi gayet iyi dinliyor yani.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bir kere daha tekrar ediyorum!

Biz Türkiye’de nöbetleşe zorbalığı sona erdireceğiz!

Gücü ele geçirenin diğerini ezdiği, nöbetleşe zorbalığı bitireceğiz.

Şimdi soruyorum sizlere! Bu ülke güçlü bir ülke. Size soruyorum?

Çok daha zor şartlarda, 1923’te Cumhuriyet’i kurduk mu? (…)

1950’de demokrasiye doğru en önemli adımı attık mı? (…)

Aşılamaz denilen her krizi aştık mı? (…)

“Koltuğu bırakmaz” denilen her lidere veda ettik mi? (…)

“Bu ülkeden bir cacık olmaz” diyen herkesi yanılttık mı? (…)

Her seferinde, ülkemizi hep beraber uçurumun kenarından çekip aldık mı? (…)

27 Mayıs’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 15 Temmuz’da; demokrasiye silahla, topla, tüfekle kastedenleri; bu milletin iradesini yok sayanları, tarihin tozlu sayfalarına gömdük mü? (…)

Bir kere daha yaparız!

Yine yaparız! Çok daha güzelini yaparız.

Önce kendimize güveneceğiz kendimize. Önce milletimize güveneceğiz.

İnanın bana, bu kadrolarla, bu tecrübeyle, çok daha güzelini çok daha iyisini yapacağız. Hep beraber gerçekleştireceğiz inşallah.

Değerli arkadaşlarım,

Solcusundan, sağcısına;
Ulusalcısından, liberaline;
Sosyalistinden, muhafazakarına;
Türkünden, Kürdüne;
Sünni’sinden, Alevi’sine;
İnananından, inanmayanına;

“Bunlar bir araya gelmez” dedikleri kim varsa;

Biz, hep beraber, hukuk için, adalet için, özgürlük için buradayız!

Biz buradayız biz! İşte binlerce insan bir aradayız!

Tek bir kişiden bile vazgeçmeyeceğiz.

Tek bir kişiyi dahi gerimizde bırakmayacağız.

Siyasi partilerle de konuşacağız.

Şu andaki iktidarın ülkeyi geren, kutuplaştıran, beriki-öteki diye ayıran, ayrıştıran uygulamalarına inat;

Biz her zaman istişare diyeceğiz, uzlaşma diyeceğiz.

Ülkemizin çıkış yolunun ancak ve ancak “siyasi uzlaşma” ve “toplumsal uzlaşma” olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Onun için birileri 6’lı masayı anlamıyor, anlayamıyor. Kafaları öyle çalışmıyor.

Beraber oturup bu ülkenin meselelerini hiç kimseyle istişare etmeyenler tek imza ile ülkeyi yönetenler bunu anlayamaz.

Çünkü biz uzlaşma diyoruz, istişare diyoruz, mutabakat diyoruz. Bu ilkelerle yola çıktık bu ilkelerle devam ediyoruz.

85 milyon, hep beraberiz!

Türkiye’nin Yeni Yüzyılına hep beraber damgamızı vuracağız.

Özgürlük damgamızı, demokrasi damgamızı, adalet damgamızı, zenginlik damgamızı vuracağız!

Bunu hep beraber başaracağız.

Ve ne diyoruz arkadaşlar?

Oylar DEVA olsun, Kazanan Türkiye olsun! Diyoruz.

Ne diyoruz?

Damga DAMLA’YA, Oylar DEVA’ya diyoruz!

Sağ olun, var olun diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bütün bunlar bir ekip çalışması, bir kadro çalışması.

Şimdi bu çalışmalarda başta Türkiye’nin DEVA’sının hazırlanmasında emeği geçen arkadaşlarımı bütün genel başkan yardımcılarını sahneye davet ediyorum. Buyurun arkadaşlarım.

*****

9 Ocak 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Eğitim Eylem Planı Konuşması

Eğitim Eylem Planı

Evet arkadaşlar,

Bugün Eğitim Eylem Planımızla karşınızdayız.

22 nolu ve son eylem planımız.

Bugüne nasıl geldiğimizi gösterebilmek için, eski günlerden bir başlangıç yapmak istedim.

Çünkü hatırlatmak istedim.

Bundan 11 yıl önce, bakın yılları gördünüz değil mi? 2012, 2013, 2014. Biz “2023 hedefleri”nden bahsediyorduk. Geldik şimdi 2023 yılına.

2023 yılı için Kişi başına 25 bin dolarlık bir milli gelirden bahsediyorduk. 500 Milyar Dolarlık ihracattan bahsediyorduk.

Şimdi ihracat 250 milyar doları geçti diye hükümet büyük bir sevinç içerisinde değil mi? Büyük bir müjdeyle açıkladılar. ‘250 milyar doları geçti’ diye.

Bu videoları izlediniz ya o günlerde o tarihlerde Türkiye 500 milyar dolarlık ihracatı hedeflemişti. 25 bin dolarlık kişi başına düşen milli geliri hedeflemişti.

2023 yılındayız. Ne oldu o hedeflere?

Soruyorum buradan özellikle Sayın Erdoğan’a soruyorum.

O beraber çalıştığımız yıllarda dürüst ehil kadroların iş başında görevde olduğu yıllarda biz 2023 hedeflerini beraberce koymuştuk.

Kendisine soruyorum ne oldu o hedeflere? Niye ulaşamadınız?
Dürüst ve ehil kadrolar dağıldıktan sonra yanlış isimlerin yanlış insanların sistemde sayısı çoğaldıktan sonra o hedeflere niye ulaşamadınız diye soruyorum?

Üzülerek söylüyorum, hepsi lafta kaldı. İşte az evvel izlediğimiz videodaki nedenlerden ötürü lafta kaldı.

Çünkü hukuk ve eğitim alanında gerekenler yapılmadı.

Bu alanlarda ilerleme sağlanamadığı gibi, ülke geriye geriye gitti bu alanlarda.

Geldiğimiz nokta da hepimizin malumu.

*****

Değerli basın mensupları,

Değerli katılımcılar,

Bugün Eğitim Eylem Planımızla karşınızdayız. 22 nolu eylem planımız.

Dikkat ederseniz eylem planlarımız arasında en geniş hacimli olanlar; geçen hafta açıkladığımız Temel Haklar Eylem Planı ve bugün açıklayacağımız Eğitim Eylem Planı.

İkisi de ayrı ayrı eser niteliği taşıyor.

Son olarak bu ikisini açıkladık çünkü en çok vakti bu iki konu aldı. En çok sorunun olduğu ve aynı zamanda çözmek için de en kapsamlı yaklaşımın gerektiği iki alan.

Temel haklar ve eğitim.

İşte az evvel izlediğimiz video bunun nedenini izah ediyor.

İşte bu 11 sene evvel söylediklerim var ya; işte bu video bizim Temel Haklar Eylem Planımız ile Eğitim Eylem Planımızın neden böylesine güçlü ve kapsamlı olması gerektiğini bize söylüyor.

O gün de söyledim. Bugün de söylüyorum: Türkiye’yi kanatlandıracak asıl formül hukuk ve eğitimdir.

Türkiye’yi uçuracak formül özgürlük ve eşitliktir.

Her alanda, ama her alanda önce özgürlük ve eşitlik zeminini sağlamlaştırmak zorundayız. Ve ardından da eğitimi bu zeminde yükseltmek zorundayız.

Biliyorsunuz; hukuk alanında daha önce Adil Yargı Eylem Planımızı, KHK Mağduriyetleri Eylem Planımızı ve Temel Haklar Eylem Planımızı açıklamıştık.

Ayrıca biliyorsunuz yine Mustafa Bey’in koordinasyonunu yaptığı Yüksek Öğretim Eylem Planımızı da açıklamıştık. 7 nolu eylem planı.

Bugünkü Eğitim Eylem Planımızda ise; 3-18 yaş arasını ele alıyoruz. Merkezinde insanın, zemininde ise özgürlük ve eşitliğin yer aldığı bir model bugün sizlerle paylaşıyoruz.

İnanın; Türkiye, 21. yüzyılın dünyasında hak ettiği yeri en hızlı bir şekilde alacak.

Kendisinden emin, mutlu, huzurlu, sağlıklı, yetişmiş ve donanımlı insan gücüyle Türkiye dünyaya damgasını vuracak.

İşte biz bunun yol haritasını yazdık.

Eylem planımızın ayrıntılarını birazdan Eğitim Politikaları Başkanımız Mustafa Ergen sizlerle paylaşacak.

Ben kısaca birkaç hususa değindikten sonra, sözü kendisine bırakacağım.

*****

Arkadaşlar,

Bakın tam 11 yıl önce söylemişim. Demişim ki ‚tabuları klişeleri yıkmadıktan sonra biz eğitimde başarılı olamayız ‘demişim. Demişim ki ‚dar bir ideolojik bakışla bakarsak burada başarılı olamayız ‘demişim.

Aynı noktayız. Geçen hafta açıkladığımız temel haklar eylem planı da öyle.

Klişelerle tabularla Türkiye Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında mesafe kaydedemez.

Türkiye ayağındaki prangaları söküp atmak zorundadır.

İşte arkadaşlar biz eğitime de böylesine taptaze bir perspektifle olması gereken neyse korkmadan çekinmeden bu eğitimi eylem planımızla yer vererek başlıyoruz.

Öncelikle biz, eğitimi “tek tip bireyler” yetiştirme aracı olarak görmüyoruz.

Çocuklara, gençlere, “tornadan çıkacak, dikteyle yetişecek” bireyler olarak da bakmıyoruz.

Birinin “Ben şöyle nesil yetiştireceğim”, ötekinin “Ben de böyle nesil yetiştireceğim” bakışı eğitimi dar kalıplara sokmak demektir.

Biz çocuklarımızı ve gençlerimizi sığdırmaya çalıştıkları tüm o dar kalıpları reddediyoruz.

Hepsini ama hepsini reddediyoruz.

Eğitimde, ezber bozmaya hazırlanıyoruz.

Çünkü Türkiye nasıl yükselecek biliyor musunuz? Öğrenen, bilgiye erişebilen, aynı zamanda sorgulayan gençlerle yükselecek.

Bugün bilgiye erişmekten kolay bir şey yok değil mi? İlkokula giden çocukların çoğunluğunun bile artık akıllı telefon yok mu? Var.

Buradan girdiği zaman bütün bilgiye erişebiliyorlar mı? Erişebiliyorlar.

Ama bunun hangisi doğru hangisi yanlış. Bütün burada bir etik süzgeç acaba çocuklarımızda oluşturabiliyor muyuz?

Doğruyla yanlışı, sağlam bilgiyle çürük bilgiyi, gerçek bilgi ile safsatayı ayırt edebilecek bir beceri ile çocuklarımızı yetiştirebiliyor muyuz?

Bundan sonraki eğitimin odaklanması gereken hususlardan bazı önemli noktalar bunlar.

Eskiden gençler çocuklar bir öğretmenlerini dinlerlerdi anne babalarını dinlerlerdi ve bilgi nesil olarak yukarıdan aşağı akardı. Şimdi tam tersine çocuklar gençler gidiyorlar buradan bazı şeyleri öğreniyorlar anne babalarına anlatıyorlar.

Öğretmene diyorlar ki ‚öğretmenim o öyle değil. Ben girdim baktım öyle değil anlattığınız gibi değil ‘diyebiliyorlar.

Demek ki bundan sonra eğitime çok çok farklı bakmak zorundayız.

Nasıl matbaanın icadı dünya tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olduysa internetin ve akıllı cihazların icadı da dünyada bir o kadar önemli dönüm noktası.

Bambaşka bir çağ başladı. Ve bu çağı biz yaşayarak içinden geçtiğimiz için bazen farkında da değiliz ama ama bambaşka bir çağ başladı.

İşte eğitim de bu yeni içinde bulunduğumuz çağın gereklerini ve gerçeklerini görerek ele almamız gerekiyor.

Bu nedenle, “eleştirel düşünce”nin önünü ardına kadar açmamız gerekiyor.

Çocuklarımızın hep sorgulaması gerekiyor. Şüphe duymaları gerekiyor. Dediğim gibi doğru bilgiyi yanlış bilgiden, etik olanı olmayandan ayırmayı öğrenmeleri gerekiyor.

Hep dediğim gibi biz “Su küçüğün, söz büyüğün” diyen partilerden değiliz.

“Su da küçüğün, söz de küçüğün” diyoruz ve gençlerin konuşmalarını susmamalarını istiyoruz.

Ülkemizi ezberleyen, ezberlediğini tekrar eden değil; sorgulayan, merak eden, kurcalayan gençlerle birlikte yönetmek istiyoruz.

Evet, tam da şu andaki iktidarın aksine onlar ne yapıyorlar? ‘Tornadan çıkmış bir nesil istiyorum’ diyorlar değil mi? Tek tip gençlik istiyorlar.

Asla başaramayacaklar. Olmuyor.

Kendi o kadar üzerinde durdukları okullara ve okul çeşitlerine bir bakın ne kadar da uğraşsalar olmuyor. Beceremiyorlar.

Çünkü içinde bulunduğumuz çağın farkında değiller.

Onlar bir önceki yüzyılın zihin kodlarıyla hareket ediyorlar.

Zaten Sayın Erdoğan bugünkü Türkiye’nin gerçeklerini görse Türkiye yüzyılı açıklamasını yaparken bir yanına 94 krizini çıkaran Çiller’i, öbür tarafa zaten her krizin ortağı olan Bahçeli’yi, bir başka tarafına 28 Şubat’ın mimarı Perinçek’i alır da yeni Türkiye yüzyılını açıklar mıydı?

Anlamıyor, bilmiyor.

İşte eğitim meselesine de bu zihniyetle bakıyorlar. Onun için çok endişeliyiz.

Bakın bu videoları gördüğümüz yıllarda ben başbakan yardımcısıydım. Ve işin içinde olarak endişeliyim.

O ifadeler bir endişenin feryadı aslında.

Ama hükümet içerisinde olmanın da sorumluluğu bilinci ve o üslupla da bunları anlatmak zorundayım. Yoksa demezler mi ‘ya hukuk eğitim diyorsunuz da başbakan yardımcısı olarak siz bunu açıklıyorsunuz demek ki sorun varmış burada. ‘E vardı tabii.

Ama benim sorumluluk alanım o günlerde ekonomiyken başka alanlarda asıl çok çok etkili bir şekilde nüfus ederek ülkeye yön verme çabasında olan da Sayın Erdoğan'dı.

Bir bakım ona sesleniyordum. ‘Ya hukuk kötüye gidiyor eğitim kötü gidiyor. Biz burada ekonomiyi toparlamaya çalışıyoruz ama bu olmayacak gitmeyecek tıkanıyor. ‘ Onun feryadıydı bu açıklamalar.

İşte değerli arkadaşlar biz ülkemizi; analitik düşünen, hayalleri kalıplara sığmayan, özgür bir nesil ile birlikte yönetmek istiyoruz.

Bunun için yola çıktık.

Bizim eğitim modelimiz “yorumlayıcı, eleştirel, hümanist ve problem çözme” odaklıdır.

Bu kapsamda 25 yıllık bir “Master Eğitim Planı” ilan edeceğiz.

25 yıl ne demek? Aşağı yukarı bir nesil demek değil mi.

Bir nesil boyunca planlanmış bir eğitim ortaya koymadan eğitim sistemi koymadan öyle günlük rüzgarlarla bir hükümet geldi öbürü gitti, bir bakan gitti diğeri gitti diye eğitim sistemini yaz boş tahtasına çeviremeyiz.

Geniş çalıştaylar yapacağız geniş istişareler yapacağız.

İşte biz buraya bir teklif ortaya koyduk. Bunda eksikler vardır tamamlarız yanlışlar vardır düzeltiriz.

Ama bu bir bakıma nedir? ‚Gelin Türkiye'ye gelin beraber bu işi haydi tartışalım ‘demektir.

Ve seçimlerden sonra çok geniş istişarelerle şuralarla beraber Türkiye için eğitimde en iyisini hep beraber millet olarak bulacağız.

Evet zor olacak. Epey bir tartışma olacak farkındayız. Ama o en iyisini bulduk dedikten sonra toplumsal uzlaşma ve siyasal uzlaşma zeminini yakaladıktan sonra da diyeceğiz ki ‚25 yıllık planımızı artık bu olsun. Madem anlaştık gelin bunu yazalım. 25 yıllık plan haline getirelim ‘diyeceğiz.

Bir nesli kapsayacak 25 yıllık Eğitim Master Planımızı, önce 1 yıllık acil eylem planıyla, sonra da 3 yıllık ve 5 yıllık planlarla safha safha geliştirmenin ve hayata geçirmenin hazırlığını yapmış olacağız.

Böylece; DEVA Türkiye’sinde, gelen giden bakana göre değişen bir eğitim sistemi olmayacak.

Gelen giden bakanın zihni arka planıyla sınırlandırılmış ve yapboza dönmüş bir eğitim sistemi olmayacak.

Ne olacak?

İşi bilenlerle uzmanlarla hazırlanmış, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal tüm ihtiyaçlarını gözeten ve söylediğim gibi bir siyasal ve toplumsal uzlaşmayla hazırlanmış bir Master Eğitim Planı olacak.

*****

Değerli arkadaşlarım değerli basın mensupları,

İnsan gelişimi demek, ülke gelişimi demek.

Okul öncesi eğitimin insan gelişiminde püf noktası olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Onun için şimdiden söylüyorum: Eğitimi evet örgün eğitim sistemini inşallah 3 yaşında başlatacağız.

Böylece temel eğitim sürecini; bu okul öncesi 3 yaşında başlattığımız 3 yıl artı 4+5+3 olarak yeniden yapılandıracağız.

Bazı aileler 3 yaşında çocuklarının okula gitmesi konusunda tereddütleri varsa ‘ya daha çok küçük. Biraz daha evde dursun yanımda dursun ‘diyorlarsa hay hay. Diyeceğimiz bir şey yok.

Ama onlara da o gitmedikleri çocuklarını göndermedikleri sistemde neler olduğu konusunda iyi bilgi vermemiz gerekir.

Gerekirse internetten o sisteme ulaşmalarının önünü açık tutmamız gerekecek. Yani oralarda özellikle 3 yaşta 4 yaşta zorlayıcı bir bakış açımız olmayacak.

Ama biz doğrusunun bu olduğuna inanıyoruz.

O 3 yaşındaki çocukların adeta sünger gibi hemen her şeyi emmeye hazır olduğu çağda bazı fırsatları kaçırmadan becerilerini geliştirmelerinin eğitim sistemi açısından daha doğru ve daha iyi olduğunu düşünüyoruz.

Ama 3-4 yaşlarda zorlama yok.

Biz okul öncesi eğitimin ilk 2 yılını isteğe bağlı, ama son 1 yılını da zorunlu yapmak istiyoruz.

İlk 3 yıl böyle.

Ardından 12 yıllık eğitim 4+5+3 olarak devam edecek.

Bunun hepsini rasyonalitesi niye böyle oldu hepsi var. Mustafa Bey birazdan detaylarını sizlerle paylaşacak.

Peki, bu eğitim sisteminin temel amacı sınav mı olacak şimdiki gibi? Şu anda herhalde öğrencilerin önünde sınav var değil mi? Bütün sistem sınavı geçmek, sınavı geçmek, sınavı geçmek.

Hayır böyle olmayacak.

Çocuklarımızın gerçek yaşamdan, üretimden ve yaratıcılıktan kopmasına izin vermeyeceğiz.

Biz değerli arkadaşlar insan yetiştireceğiz insan. Robot değil.

Yoksa robot sektörü de çok hızlı gelişiyor. E işte yapay zekâ neler neler yapıyor. Biraz sonra Mustafa Bey örneklerini verecek. Yalnız yapay zekanın geldiği nokta korkunç. İşte biz o yapay zekayı üreten zekaların bizim sistemimizden çıkmasını istiyoruz.

Çocukların analiz, sentez ve yaratıcılık becerilerini geliştirmek zorundayız.

Çocukların; temel hak ve özgürlükleri, etik değerleri içselleştirmelerini küçük yaşlarda sağlayacak bir bakış açısıyla eğitime bakmak zorundayız.

Her öğrencimizi, kendi dilimiz dışında en az iki dille yetiştireceğiz. Biri yabancı dil. İkincisi ise bilgisayar programlama dili.

Yarının dünyasında kodlama becerileri değerli arkadaşlar bizim neslimizin 4 işlem becerisi gibi bir şey.

Yani nasıl toplama çarpma bölme çıkartma en önemli becerilerse bizim neslimiz için hani matematik değil mi?

Yeni nesilde de kodlama becerisi bir o kadar önemli.

Kodlamayı bilmeyen 4 işlemi bilmeyen gibi olacak önümüzdeki süreçte. Dolayısıyla 2 dil. Biri ikinci bir lisan. Birisi de kodlama dili.

Daha önce de ilan ettik değerli arkadaşlar, üniversitelerimizi özgürleştireceğiz.

Çünkü Türkiye’nin özgür bir ortamda ancak güçleneceğini gayet iyi biliyoruz.

Bizim o Türkiye'nin en parlak yıllarında biraz önce o izlediğimiz 2011-2012 2013 yıllarında ilk 500'e giren pek çok üniversitemiz vardı. Dünya sıralarında ilk 500'e giren bazı dönemlerde 4, 5, 6, 7'ye kadar çıktı değil mi?

Mustafa Bey de Amerika'da olduğu dönem o dönem.

Türkiye'nin en parlak döneminde artık Türkiye Avrupa Amerika gibi olma yoluna girdiğinde demokrasi açısından ekonomi açısından Mustafa Bey de ters beyin göçüyle dönen arkadaşlarımızdan.

İşte değerli arkadaşlar Türkiye'nin geldiği o nokta gerçekten kıymetliydi. Arkasında sebepler vardı ama çok daha güzelini İnşallah başaracağız.

Bunun için her türlü bilgiye donanıma kadrolara inanın sahibiz.

Bilim, sanat, fikir, teknoloji üretiminin özgürlükle beraber geleceğini çook çok iyi biliyoruz.

İşte ne zaman ki üniversiteler baskı altına alındı ilk 500’de üniversitemiz kalmadı. Ne zaman demokrasi dedik, özgürlük dedik, hak dedik, adalet dedik üniversitelerimiz ilk 500'e girdi.

İnanın bu kadar birbiriyle alakası olan konular bunlar.

Bazen diyorlar nasıl bağlantı var. Öyle değil gayet bağlantılı konular.

Bu kapsamda biliyorsunuz ilk günden partimizi kurduğumuz ilk günden beri tekrar ettiğim gibi bir kere daha tekrar ediyorum: Evet, YÖK’ü kaldıracağız.

Ve bunu biliyorsunuz biz sadece kendi çalışmalarımıza koymadık. Aynı zamanda 6’lı masaya da götürdük.

Ve 6'lı masanın ortak anayasa Metin'e de bu konu girdi.

Yani sadece bizim değil 6 partinin ortak politikası haline geldi şu andaki YÖK'ün kaldırılması.

Çünkü üniversite ise mesele bilimse mesela araştırmaysa mesele eğitimse özgürlük en önemli kavramlardan bir tanesi.

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem planımızı; mahallelere göre eğitim kalitesinin değiştiği, nitelikli eğitime erişilemediği, okul sıralarında aç karınla oturan çocukların olduğu bir dönemde hazırlanmış bir eylem planı malesef.

Evet öğretmenlerden çok duyuyoruz. ‚Çocuklar ders sırasında yüzleri sararıyor ayakta duramıyorlar elleri ayakları titriyor. Baygınlık geçirenler oluyor. Kızım oğlum ne oldu sana diye sorduğumuzda ‘biraz deştiğimizde anlıyoruz ki çocuk aç. Beslenme çantası boş. Böyle bir dönemde biz bunu hazırladık. Onun için eğitimde fırsat eşitliği diyoruz onun için eğitimde eşitlik diyoruz.

Evet, fırsat eşitliğinin böylesine yerle bir edildiği, aynı sokaktaki çocukların farklı farklı kalitede eğitim almak zorunda kaldığı günlerdeyiz bugün.

Eğitimde adaletsizliğin gerçek anlamda can yaktığı günlerdeyiz.

9 yaşındaki, 12 yaşındaki öğrencilerin karnı aç ders dinlediği günlerdeyiz.

İşte biz bu eşitsizliği kabul etmiyoruz.

Biz, çocuklarımızın bizden daha iyi bir hayat yaşamalarını istiyoruz.

Bunu da çok duyuyorum. Özellikle genç anne babalardan çok duyuyorum. ‘Endişeliyiz ‘diyorlar. ‘Bizim çocuklarımız galiba bizim gördüğümüz günleri göremeyecekler. Aldığımız kalitede bir eğitim alamayacaklar. Bizim yaşadığımız refah seviyesini bizim çocuklarımız yaşayamayacak ‘diye endişeliyiz diyorlar.

Genç anne babaların çoğunda bu endişe var.

Yazık değil mi bu ülkeyi bu hale getirmek. Bunun için de fırsat eşitliği çok çok önemli.

Bunun için de fırsat eşitliği çok çok önemli.

Bu kapsamda; bir kart çıkartacağız arkadaşlar. Adı, Eğitim Destek Banka Kartı.

Maddi ihtiyacı olan öğrencilerimizin eğitim harcamalarını bu kartla yapmasını sağlayacağız. Öğrencimiz yetişkin olana kadar da bu kartı öğrencinin sadece eğitim harcaması için velisi kullanabilecek.

Kimseyi ama hiç kimseyi eğitimden geri bırakmayacağız.

Ayrıca, özel okullarda “Ücretsiz Öğrenci” kontenjanını düzenleyerek masrafların devlet tarafından üstlenmesini sağlayacağız.

Özel okullarda başarılı çocukların ya da şehit ve gazi çocuklarının okumasını kolaylaştıracağız.

Okul ücreti, servisi, beslenmesi ve okul kıyafeti gibi kalemlerdeki harcamalarını da devlet tarafından desteklenmesini sağlayacağız.

Yani arkadaşlar DEVA Türkiye'sinde hiçbir çocuk hiçbir genç maddi imkânsızlık sebebiyle hak ettiği eğitime ulaşamaması gibi bir tablo ile karşı karşıya kalmayacak.

Maddi imkânı olsun ya da olmasın her çocuk her genç hak ettiği eğitim imkanına mutlaka kavuşacak bunu sağlamak da devletin asli görevi olacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem planımızda yer alan bir başka hususu daha sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bazen görüyorum, sağda solda “Yok şu okul kapatılsın, yok bu okul kapatılsın” gibi lafları çok izliyoruz. Çok görüyoruz.

Evet adını doğru koyalım, açık açık konuşalım: İmam Hatip Liseleri için “Kapatılsın” diye alttan alta propaganda olduğunu duyuyoruz.

Böyle diyenlere ben de cevap veriyorum. Şimdi burada durun bakalım diyorum. Kapatmak mapatmak yok arkadaşlar. Böyle bir şey yok.

Ama ne var? Talep konusunda dikkatli olmak var...

Biz; İmam Hatip Liseleri’ni sürdürürken gerçek talebi dikkate alacağız.

İmam Hatip Liselerini “zorunlu adres” haline getiren uygulamalara da son vereceğiz.

Önce Fen, Anadolu, Mesleki Teknik ve İmam Hatip Liselerinin okullaşma oranlarını tespit edeceğiz. Bu okullara ulaşma sorunu olan velilerimizin güçlüklerini çözmek için onlara yardımcı olacağız önlerini açacağız. Bir ihtiyaç analizi yapacağız.

Buna göre de kontenjandı şuydu buydu ne gerekiyorsa yapacağız.

Burada da esas ne? Burada da esas özgürlük.

Vatandaşlarımıza seçenekler sunmak. Hangi seçenekleri istiyorlarsa çocukları için o seçenekleri güçlü kaliteli bir şekilde önlerine koymak ama asla zorlamamak.

*****

Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,

Bugün 22’nci ve son eylem planımızı açıklıyoruz.

Eğitim eylem planımız evet bir rekor sayıda eylemden oluşuyor tam 500 maddeden oluşuyor. Eğitimin tüm kademelerini ve paydaşlarını kapsıyor.

Ve bugün itibariyle, eylem planlarımıza artık bir noktalı virgül koyuyoruz.

Böylece 22 eylem planımızı da tamamlıyoruz. Türkiye’miz için hayırlı olsun diyorum. Çocuklarımız gençlerimiz için hayırlı olsun diyorum.

Ama dikkat ederseniz nokta koyduk demiyorum. Noktalı virgül diyorum niye? Çünkü değerli arkadaşlar bunlar bizim çok geniş kesimlerle istişare içinde hazırladığımız çok geniş kesimlerin emeği olan çalışmalar ama bütün bu çalışmalarda başta da söylediğim gibi eksik olabilir görüşler geliyor tamamlarız. Yanlış olabilir düzeltiriz.

Hepsinden önemlisi bütün bu çalışmalarda bizim bir siyasi uzlaşı arayışımız ve toplumsal uzlaşı arayışımız.

Evet bir siyasi partinin bu çalışmalara böyle ön ayak olması bu kadar kapsamlı bir çalışmayı seçimlerden çok önce yapması tamamlaması Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk.

Bunun eşi benzeri yok. Böyle bir şey yok.

360 derece bütün çalışma alanını kapsayacak şekilde hükümet birimlerinin ve bağımsız kuruluşların merkez bankasıydı, yargı sistemi dahil. Hepsini kapsayacak 360 derece kuşatıcı bir çalışma bugüne kadar Türkiye'de yapılmadı. Onun için bir ilk.

Ama bu çalışmaların biz bir Türkiye çalışması olmasını arzu ediyoruz. Bir bakıma ne diyoruz? ‘Varlığımız milletimizin varlığını armağan olsun ‘diyoruz.

Bu planlar Türkiye'nin yarınlarının planları.

Dile kolay. Tam 22 tanesini tamamladık.

Seçimden önce her alanda ne yapacağımızı bütün detaylarıyla ortaya koyarak siyasi tarihimize de geçtik çok şükür.

İçlerinde bir öncelik-sonralık sıralaması yok. Yani bu numaralandırma sadece kronoloji numaralandırması. 1. 2. 3. Fasikül gibi. Eskiden ansiklopediler olurdu fasikül fasikül yayınlanırdı. Yaşı müsait olanlar hatırlar. Bu böyle oldu yani bittikçe açıkladık bittikçe açıkladık. Açıklama kronolojisinin sıralaması.

Ama uygulaması hepsi birbirinden önemli. Ne yapacağız? Dediğim gibi 22 şeritli yolda aynı anda güvenle ve seri bir şekilde bunları uygulamaya geçireceğiz.

22 şeritli yolda bütün bu alanlarda beraber bir şekilde uygulamaya başlayacağız. Bunu yaparken de siyasi uzlaşma ve toplumsal uzlaşmayı asla elden bırakmayacağız.

Yani demeyeceğiz ki ‘bu DEVA’nın çalışmasıdır’ diye bir dayatma içerisinde asla olmayacağız.

Hele hele eğitim gibi hukuk gibi 85 milyonun tümünü kuşatan 85 milyon vatandaşımızın hepsini ilgilendiren konularda her zaman kilit kelimemiz uzlaşı olacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Önümüzdeki pazar günü, 15 Ocak’ta, Ankara Atatürk Spor Salonu’nda bütün bu çalışmaların bir relansmanı şeklinde bir program düzenliyoruz.

Bir bakıma eski eylem planlarımızı hatırlamak üzere hem de bütün bunların birbirleriyle ilişkisini bağını açık bir şekilde ortaya koymak üzere o hep hayal ettiğimiz ve ulaşmak için emin adımlarla yürüdüğümüz DEVA Türkiye’sini sizlerle paylaşacağız.

Bu vesileyle, bu önemli etkinliğe hepinizi, tüm Ankaralıları, tüm vatandaşlarımızı davet ediyorum.

Sözü şimdi eylem planımızın detaylarını anlatması için Mustafa Bey’e bırakıyorum.

Hepinize tekrar katılımınız için teşekkür ediyorum.

2 Ocak 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Temel Haklar Eylem Planı Konuşması

Temel Haklar Eylem Planı Konuşma Metni


Kıymetli basın mensupları,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Temel Haklar Eylem Planımızı açıklayacağımız basın toplantımıza hepiniz hoş geldiniz.

Sözlerime başlamadan önce, yeni yılınızı bir kere daha kutluyorum.

Geçen sene, 2022’ye girerken şunu söylemiştim:

Demiştim ki “2022 için söz veremem ama 2023 yılı hepimize DEVA olacak.”

Evet arkadaşlar, 2023 hepimize DEVA olsun!

*****

İşte 2023 yılının ilk iş gününde, karşınıza “Temel Haklar Eylem Planımızla” çıkıyoruz.

21. Eylem planı.

Bu şimdiye kadarki eylem planları içinde en hacimli olanı en kapsamlı olanı. Böyle cilt yaptırmak gerekti.

Çünkü normal yöntemlerle arkadaşlar bir araya getiremediler. Tam bir dolu dolu cilt halinde 21. Eylem planını sizlere sunuyoruz.

Biliyorsunuz, bundan 3 yıl önce parti programımızın ilk bölümünü “özgürlük” meselesiyle başlatmıştık.

İşte bizim en çok önem verdiğimiz konuların başında gelen “hak ve özgürlükler” ile ilgili partimizin taahhütleri, bu eylem planı içinde toplanmış durumda.

Biliyorsunuz, benim bu salonda “hukuk” demeden geçirdiğim bir toplantı olmadı bugüne kadar.

Hangi konuyu ele alırsanız alın, temelinde mutlaka hukuk var.

Temel haklar eylem planımızla bu konuda neyi, nasıl, ne kadar sürede yapacağımızı tek tek açıkladık bugün.

Ve biraz sonra detaylarıyla beraber sizlere sunacağız.

Burada çok büyük bir emek var arkadaşlar. Önce buna değinmek istiyorum.

Meselelerin kılcal damarlarına kadar çalışılmış bir hazırlık burada söz konusu.

Belki bazılarına iddialı gelebilir ama bugüne kadar Türkiye’de yapılmış gelmiş geçmiş en kapsamlı hazırlık bu.

Bu hazırlık için neler yapıldı?

Partimizin değerli hukukçu kadrosu önce çalıştaylar düzenledi.

Ardından sivil toplum örgütleriyle ve alanında uzman akademisyenlerle istişareler yapıldı.

Nihayetinde, bir buçuk yıllık emeğin ürünü olarak, eylem planımız bugüne hazır hale geldi.

Bugün sizlere aslında son derece kıymetli bir eseri paylaşmış oluyoruz.

Ülkemizde derin sorunların yaşandığı bu geniş alanla ilgili, somut çözüm planlarımızı da böylece sizlere sunmuş oluyoruz.

Bu vesileyle, başta Genel Başkan Yardımcımız Mustafa Yeneroğlu olmak üzere; eylem planımızın hazırlığında emeği geçen tüm arkadaşlarımıza, hepinizin huzurunda bir kez daha çok teşekkür ediyorum.

DEVA Partili olsun veya olmasın, pek çok arkadaşımızın bu çalışmada emeği var. Hepsine huzurlarınızda şükranlarımı özellikle iletmek istiyorum.

Tüm bu emekler sayesinde, hep beraber, 85 milyon vatandaşımızın güçlü ve eşit vatandaş olmasını sağlayacağız.

Buna olan inancım tam.

*****

Değerli arkadaşlar,

Defalarca söylediğim bir hususun altını bir kez daha çizmek istiyorum.

DEVA Partisi’nin, bizim, çok büyük ve çok net bir hedefimiz var:

Hedefimiz, tam demokrasidir.

Öyle eksik gedik değil. Yarım porsiyon falan değil. Tam demokrasi, tam.

Tam demokrasiye giden yol ise, hak ve özgürlüklerden geçiyor. Eşit vatandaşlıktan geçiyor.

Bizim nazarımızda güçlü devlet, 85 milyonun hakkını, hukukunu koruyan devlettir.

Güçlü devlet; ayrımcılık yapmayan devlettir.

Güçlü devlet; haksızlığa tolerans göstermeyen devlettir.

Güçlü devlet; insan haklarını koruyan devlettir.

Güçlü devlet; gençlere kendini özgür hissettiren devlettir.

Güçlü devlet; herkesin güvende yaşamasını sağlayan devlettir.

Vatandaşın zayıf olduğu, hakkın yenildiği yerde güçlü devletten söz edilemez.

Şu an ülkemiz, insan haklarının alacakaranlık çağlarından birisini daha yaşıyor.

Tıpkı geçmişteki gibi…

Hatırlayın; geçmişte de insan hakları ihlalleriyle öne çıkan bir ülkeydik.

Vatandaş hangi hakkını kullanmaya kalksa, karşısına engeller çıkıyordu.

Evet, Avrupa Birliği istikametinde emin adımlarla ilerlediğimiz yıllarda, adına sonradan “sessiz devrim” denecek kadar önemli işleri gerçekleştirdik biz bu ülkede.

Hak ve özgürlükler alanında ciddi ilerlemeler de kaydettik.

Fakat ne yazık ki, son yıllarda ciddi bir gerilemeye tanık oluyoruz.

Gerileme diyorum; çünkü biz bu hortlayan zihniyeti geçmişten gayet iyi tanıyoruz.

Hatırlayın, geçmişte hukuku kendi ideolojisinin aracı haline getirenler olmadı mı? Oldu.

Hatırlayın:

Hukuk tanımayanlar;

Ülkemizin seçilmiş başbakanının ve bakanlarının yaşam hakkını tanımadılar.

Hayatının baharındaki gençleri gözünü kırpmadan darağacına gönderdiler.

Kadınların eğitim hakkını başlarındaki örtü nedeniyle gasp ettiler.

Faili meçhul cinayetleri, gözaltında kayıpları sıradanlaştırdılar.

Köy boşaltmalar, hak engellemeleri hepsi ama hepsi, bu hukuk tanımazlığın sonucuydu.

Demokrasimizi kesintiye uğratan askeri darbe dönemlerinde, işkence tezgâhları kuranlar, daima bu hukuk tanımazlığın temsilcileriydi.

Saydığım her dönemde, hukukun üstünlüğü yerle bir edildi.

Adalet çiğnendi. Hak çiğnendi.

Tüm bu insan hakları ihlalleri Türkiye’ye korkunç zararlar verdi.

Olan, sadece hak ihlaline uğrayan kişilere değil, tüm Türkiye’ye oldu, herkese oldu.

İşte arkadaşlar biz, yarının Türkiye’sini, insan hakları zemininde yükseltmek için bu eylem planımızı hazırladık.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş hususunda, biliyorsunuz altılı masada ortaklaştığımız konuları adım adım uygulama kararını zaten vermiş durumdayız.

Temel hakların güvencede olduğu güçlü bir koruma sistemini de bunun üzerine inşa etmek zorundayız.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’de özgürlük esas, sınırlama istisna olacak.

Tereddüt halinde yorum, hep özgürlük lehine yapılacak arkadaşlar.

85 milyonun ifade özgürlüğünü sonuna kadar koruyacağız.

Demokrasimize sahip çıkmak adına, basın özgürlüğünü güçlendireceğiz.

Ayrıca, toplantı ve gösteri hakkına da sahip çıkacağız.

Bakın, bunu sadece öyle bir muhalefetteyken sarf edilmiş bir söz değil.

Bunu, bir iktidar hedefi olarak biz önümüze koyuyoruz.

Milletimizin eleştirilerine asla kulaklarımızı tıkamayacağız.

Bu kapsamda, mülki idare amirlerinin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin düzenlenmesine ilişkin yasaklama yetkilerini kısıtlayarak, kötüye kullanmalarının önüne geçeceğiz.

Biliyorsunuz, biz DEVA Partisi olarak bile Valiliklerin, Emniyetin türlü türlü engellemelerine muhatap olduk oluyoruz.

Ama bizi tabii ki engelleyemiyorlar. Olmuyor. Halkın desteğini arkasına almış bir siyasi partiyi engellemek öyle kimsenin harcı değil ama vatandaşlarımızın birey olarak toplu olarak bir siyasi parti olmasa da toplantı ve gösteri özgürlüğünün anayasa ve yasalar altında mutlaka güvence altına alınması gerekiyor.

Toplantı ve gösteri hakkının keyfi olarak sınırlandırılmasına engel olacağız.

Bizim tek amacımız var arkadaşlar: Vatandaşlarımızın özgürlük alanını genişletmek.

Hiç merak etmeyin. Özgürlük, Türkiye’ye bol gelmeyecek.

Özgürlük elbisesi ülkemize inşallah çok yakışacak. Bunu göreceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ben bugünün tarihi bir gün olduğuna inanıyorum.

Çünkü biz; Türkiye’ye esaslı bir zihniyet değişimi öneriyoruz.

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında, tüm vatandaşlarımızı kapsayan yepyeni bir yaklaşım öneriyoruz.

Toplumsal barış ve eşitlik hedefliyoruz.

Türk-Kürt-Arap-Laz-Çerkes demeden,
Sağcı-solcu demeden,
Sünni-Alevi demeden,
İnançlı-inançsız demeden,

Herkesin eşit ve onurlu vatandaş olduğu bir Türkiye hedefliyoruz.

Biz, kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı, taslamayacağı bir Türkiye hedefliyoruz.

Etnik, dini, mezhebi, kültürel tüm çeşitliliğimizi sahipleniyoruz.

Türkiye’yi yepyeni bir sözleşmeye davet ediyoruz.

Evet, tekrar ediyorum, biz tüm Türkiye’yi “tam demokrasiye” davet ediyoruz arkadaşlar, “tam demokrasiye”.

Çünkü tam demokrasi sadece iyi niyetli bir söylem değil, ertelenemez bir beka meselesidir.

İşte ülkenin geldiği durumu görüyorsunuz. Beka beka deyip duranlar bu ülkeyi ben sen diye ayrıştıralar değil mi?

Beka beka deyip duranlar öteki beriki diyerek bu toplumu kutuplaştıranlar değil mi?

Bu ülkenin bekası kutuplaştırarak gererek sağlanmaz. Bu ülkenin bekası toplumun bazı kesimlerini vatandaşların bir kısmını elinin tersiyle iterek yok sayarak haklarını hukuklarını her gün çiğneyerek sağlanamaz.

Evet, Türkiye'nin bekası adalettir.

Türkiye'nin bekası insan haklarıdır.

Türkiye'nin DEVA’sı eşitliktir.

Türkiye’nin DEVA’sı özgürlüktür.

DEVA Türkiye’si 85 milyonun eşit ve özgür olduğu bir ülkedir.

*****

Artık prangaları sökmenin vaktidir arkadaşlar.

Biz “Yapamazlar” deneni yapmak için bu yola çıktık.

“Çözülemez” denen problemleri çözmek için bu yola çıktık.

O nedenle; Kürt meselesini de Alevi meselesini de çözmeyi boynumuzun borcu bildik.

Yaşam tarzını sorun olmaktan çıkartmayı boynumuzun borcu bildik.

Ülkemizi patinaj yapmaktan kurtarmayı boynumuzun borcu bildik.

85 milyonun refahını ve güvenliğini sağlamayı boynumuzun borcu bildik.

Eylem planımızı da işte bu bilinçle hazırladık.

Ben, fazla detaya girmeden, eylem planımızda yer alan sadece birkaç hususu sizlerle paylaşacağım.

Ardından, eylem planımızın geniş kapsamını sizlere sunması için sözü Sayın Yeneroğlu’na birazdan bırakacağım.

*****

Değerli arkadaşlar,

Üç yıl önce, parti programımızda açıkça beyan ettiğimiz üzere biz, ülkemizde daha kapsayıcı ve daha kuşatıcı yeni bir vatandaşlık anlayışının geliştirilmesi gerektiğini savunuyoruz.

Ülkede hiç kimsenin ayrımcılığa maruz kalmamasının temel dayanaklarından biri, böyle güçlü bir vatandaşlık anlayışıdır.

Herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesi, böylesine güçlü bir vatandaşlık anlayışının hâkim kılınmasıyla mümkündür.

Bu kapsamda, anayasamızın 66. maddesini, çağımızın gereği olarak, kapsayıcı bir anlayışla yeniden ele almayı teklif ediyoruz.

Bir başka önemli konu da şu:

Hak ve özgürlükler konuşulduğunda, akla hemen “anadili hakkı”nın geldiğinin farkındayız.

Biz bu konuda da oldukça netiz.

Herkesin anadili, anasının ak sütü kadar helaldir.

Bu topraklarda konuşulan tüm diller, bizim dilimizdir.

Biz bütün bu dillere aynı yakınlıktayız.

Bakın, “eşit mesafedeyiz” demiyorum. “Aynı yakınlıktayız” diyorum.

Eylem planımızda bu konuya da açık yer verdik arkadaşlar.

Anayasamızın 42. Maddesinin bu doğrultuda değiştirilmesini öneriyoruz.

Ortak ve resmi dilimiz Türkçeye ek olarak, eğitim ve öğretimde “anadilinin kullanılması ve geliştirilmesi hakkı”nı anayasal güvenceye kavuşturulması gerektiğini ifade ediyoruz.

Anadilinde eğitimin önündeki engellerin de kaldırılması gerektiğini söylüyoruz.

Öte yandan, yerelden gelen talepler doğrultusunda, yerleşim yerlerinin isimlerinin de aslına döndürülmesinin önemli bir hedef olarak önümüzde durması gerektiğini ifade ediyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem planımız 85 milyonun tamamının hakkını koruyan bir dizi taahhütten oluşuyor.

Hepimiz, geçmişe adil davranan, yarınlara ise umutla bakan bir ülkenin evladı olmayı hak ediyoruz.

Hatırlarsanız, milletimize bir taahhüdümüz var:

“Geçmişte yaşanan hiçbir acıya kör, hiçbir feryada sağır kalmayacağız” demiştim.

Şimdi, buna bir ek taahhütte daha bulunmak istiyorum arkadaşlar: Zorla kaybetme vakalarıyla ilgili somut taahhüdümüzü şimdiden paylaşmak istiyorum.

Evet, Cumartesi Annelerinin acısına kör, feryadına sağır kalmayacağız.

Evladı dönsün diye kapısını gece-gündüz açık tutan anne-babaların, mezar taşına bile hasret kalan kardeşlerin, eşlerin acısına sessiz kalmayacağız.

Ve bu karanlığın üstüne gideceğiz.

Bu kapsamda; “Birleşmiş Milletler Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme”yi imzalayacağız.

Bu kapsamda ceza kanunumuzda, zorla kaybetme fiilini müstakil bir suç olarak düzenleyeceğiz ve zamanaşımı kapsamında olmayacağını da açıkça ekleyeceğiz.

Bu eylemi de insanlık suçu olarak tanımlayacağız.

Biliyorsunuz, insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zamanaşımı olmaz.

Adaletin er ya da geç tesisi için çalışacağız. Çok net söylüyorum: Hukuk devletinin onurunu kurtaracağız.

*****

Arkadaşlar, Hukuk devletinde vatandaşın canı, devletin yüz akıdır.

Devlet vatandaşının yaşam hakkına, sağlığına ne kadar sahip çıkıyorsa yüzü o kadar aktır.

Biz vatandaşımızın canına sahip çıkacağız. Cezaevlerinde yaşam hakkı ihlallerine göz yummayacağız.

Kolluk gücü tarafından vatandaşlarımıza uygulanan onur kırıcı muameleye hiçbir koşulda müsamaha göstermeyeceğiz.

Altını çiziyorum: İşkenceye, çıplak aramaya son vereceğiz.

İhmali, kusuru ya da kastı bulunan sorumlular hakkında da gereğini yapacağız.

Evet, neredeyse yirmi yıl sonra ülkemizin aynı noktaya gelmiş olmasından hicap duyarak, yeniden “işkenceye sıfır tolerans” diyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem planımızda ortaya koyduğumuz net hedeflerimizden birisi de din ve vicdan özgürlüğünü güçlendirmektir.

İşin özü şu: “Özgürlükçü laiklik” anlayışı neyi gerektiriyorsa biz onu yapacağız.

Nedir bu?

Devlet, kamu düzeni ve başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması için gerekli sınırlamalar dışında, din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayamaz.

Nokta.

Onun için, devletin tüm inançlara eşit yakınlıkta olduğu bir düzeni tesis etmeyi hedefliyoruz.

İnansın, inanmasın, hiç kimseye ayrım yapmadan, kimseye “gözünün üstünde kaşın var” demeden haklarını aynen tanıyacağız.

Bu kapsamda;

Din ve inanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldıracağız.

Vakıflar ve dernekler mevzuatında yapacağımız düzenlemelerle, dini toplulukları keyfi müdahalelerden koruyacağız.

Özgürlükçü laiklik anlayışımızın gereği olarak hem din ve vicdan özgürlüğüne hem de dini toplulukların örgütlenme özgürlüğüne ideolojik müdahaleleri engelleyeceğiz.

Aynı zamanda tüm bu grupların şeffaf ve denetlenebilir olmalarını sağlayacağız.

Kamu denetimi esas olacak ve hiçbir yapıya imtiyaz tanınmayacak.

Ayrıca, ibadethanelerinin ibadet yeri olarak tanınmasının önündeki engellerden de ciddi ölçüde rahatsızız arkadaşlar.

Herkesin inancına saygı duymak zorundasınız.

Bu kapsamda, Cemevlerini ibadethane olarak tanıyacağız.

Öte yandan din dersleri bakımından da müfredatta düzenlemelere gideceğiz.

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini, bütün dinleri kapsayacak şekilde, nesnel ve çoğulcu bir içeriğe kavuşturacağız.

Din veya inanç topluluklarının, kendi din görevlilerini eğitmek üzere eğitim kurumları açmasının önündeki engelleri kaldıracağız.

Yükseköğretim dâhil, kendi din eğitimcilerini yetiştirebilme imkânı tanıyacağız.

Kısacası değerli arkadaşlar,

Din ve vicdan özgürlüğü hususunda, özgürlükçü laikliği net bir şekilde esas alacağız ve gereken her neyse yapacağız.

*****

Biz, hakları, insan haklarını, temel hakları bir pazarlık konusu yapmıyoruz.

Vatandaşlarımızın özgürlüklerini doyasıya yaşayacağı bir Türkiye’nin hızla zenginleşeceğine inanıyoruz.

Nefes yolları tıkanmış bir ülkenin, hiçbir alanda başarılı olamayacağını çook çok iyi biliyoruz.

Özgürleştikçe topyekûn zenginleşeceğimizi, özgürleştikçe topyekûn güçleneceğimizi çok iyi biliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Değerli basın mensupları,

Biliyorsunuz iktidara geldiğimizde atacağımız tüm adımları şimdiden en ince ayrıntısına kadar çalışan bir siyasi partiyiz.

Türkiye’de yepyeni bir gelenek başlattık.

Daha önce bunun bir örneği yok. İktidara gelmeden önce seçimlere giderken her alanda ama her alanda hiçbir alanı atlamadan hiçbir alanda boşluk bırakmadan seçimlerden sonra ne yapacağını detaylı bir şekilde açıklayan siyasi partiyiz.

İktidarımızın ilk 90, 180 ve 360 gününde yapacaklarımızı açık açık ve yazılı olarak taahhüt ediyoruz.

Tüm bu eylem planlarını aynı anda uygulayamaya başlatacağımızı da söylüyoruz.

Bakın inşallah yakında da 22. Eylem planımızı açıklayacağız. 3-18 yaş eğitim eylem planı. Böylece 22 eylem planını tamamlamış olacağız.

22 şeritli yolda aynı anda güvenle ve hızla atılım yapmanın hazırlığını böylece tamamlamış olacağız.

Bugün 21. İnşallah en kısa zamanda 22’yi açıklıyoruz. Ve böylece 22 eylem planımızın tamamını artık noktalamış oluyoruz.

Tabi noktaladık derken bu eylem planlarımız biliyorsunuz canlı dokümanlar. Yani bugün bunu yayınladık. Baskılı bir şekilde kamuoyuna sunduk diye dondurulmuş dokümanlar değil.

Biz bunları hazırlayıp kamuoyuna sunduktan sonra gelecek bütün önerileri dikkate almaya devam edeceğiz.

Gelebilecek eleştirileri tabii ki dinleyeceğiz.

Eksikler varsa tamamlayacağız. Olur da hatalar yaptıysak düzelteceğiz ve seçime kadar ve seçimden sonra hükümet kurulup da icraata başlayana kadar gelen bütün önerler görüşler doğrultusunda bu eylem planlarımızı ilerlete ilerlete yolumuza devam edeceğiz.

Ben tekrar hepinize katılımınız için tekrar teşekkür ediyorum.

Şimdi sözü Temel Haklar Eylem Planımızın detaylarını açıklamak üzere bu eylem planının koordinasyonunu yapan Hukuk ve Adalet Politikaları başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu’na bırakıyorum.

30 Aralık 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Turizm Eylem Planı Konuşması

Ali Babacan Turizm Eylem Planı Konuşma Metni

Kıymetli basın mensupları,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Partimizin Turizm Eylem Planını açıklayacağımız bugünkü toplantımıza hepiniz hoş geldiniz diyorum.

*****

Turizm Eylem Planımız; tam 20. eylem planı arkadaşlar tam 20. çözüm planı.

Bugüne kadar 20 farklı konu başlığını derinlemesine ele aldık. Gece gündüz çalışıp çözümlerimizi hazırladık.

Bu eylem planlarımızla aslında ne yapıyoruz?

İktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde yapacaklarımızı şimdiden bütün detaylarıyla yazılı olarak taahhüt etmiş oluyoruz.

Bunları yapabiliyoruz, çünkü biz ekibimize güveniyoruz. Bizlere katkı veren bilim insanlarına, sektör temsilcilerine, STK’lara, meslek örgütlerine güveniyoruz.

DEVA Partili olsun ya da olmasın, çok değerli isimlerin katkılarıyla ülkemiz için elimizi taşın altına koyuyoruz.

Devlet yönetme tecrübemize ve gençliğimize güveniyoruz.

İşte biz bu güvenle, bu özgüvenle hazırlanıyoruz.

Seçimi kazandıktan sonra, beş dakika bile kaybetmeden harekete geçmek için eylem planlarını bugünden hazırlıyoruz.

Ve arkadaşlar, nihayet bu sürecin sonuna doğru da geliyoruz.

Haftaya artık son iki eylem planımızı açıklayarak sürecimizi tamamlamış olacağız.

Pazartesi günü Temel Haklar, çarşamba günü de Eğitim Eylem Planımızı açıklayarak 22 eylem planımızı tamamlamış olacağız.

22 eylem planı demek, ülkemizin her alanda yaşanan sorunları için kapsamlı çözümler demek.

Hepsini aynı anda uygulamaya koyduğumuzda, adeta 22 şeritli yolda gider gibi 22 alanda birden hareket etmeye başlayacağız 22 alanda birden icatlara derhal başlayacağız.

Sizlerin huzurunda bu eylem planlarımızda emeği geçen tüm arkadaşlarıma tekrar teşekkür etmek istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem planlarımızı biz böyle spor olsun diye yapmıyoruz.

Spor da çok faydalı ama eylem planı hazırlamayı çok ciddiye alıyoruz.

Sadece bir entelektüel faaliyet olarak da görmüyoruz.

Biz bu eylem planlarını, fiili uygulama için hazırlıyoruz.

Biz zaten DEVA Partisi’nin bunun için kurduk. Hem fikir üretelim, çözüm üretelim, plan üretelim, program üretelim ama bunları da hayata geçirme iddiasıyla yola çıkalım diye DEVA Partisi’ni kurduk.

Yoksa Türkiye'de çok sayıda düşünce kuruluşu var çok sayıda dernek var vakıf var. Sağ olsunlar fikir üretiyorlar ama bizim iddiamız sadece fikir üretmek değil çözüm üretmek ve bunları yeri geldiğinde inşallah uygulamaya geçirmek ve ülkemizi bir an önce o arzu ettiğimiz yüksek standartlar ulaştırmak.

Biz şu anda Türkiye için hazırlanıyoruz.

Türkiye, gerçekten eşsiz bir ülke.

Bu öyle gelişigüzel edilmiş bir laf değil arkadaşlar.

Tabi herkes ülkesini sever ama ülkemizin gerçekten eşi yok benzeri yok.

Ben dünyada çok ülke gördüm. Tüm samimiyetimle söylüyorum dünyanın en kıymetli topraklarında yaşıyoruz şu anda biz.

Müthiş bir kültür varlığımız muhteşem doğal güzelliklerimiz var.

Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Hatay’a kadar sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış topraklardayız biz.

Bir diğer deyişle, turizm potansiyeli çok yüksek bir ülkeyiz. Bunu biz de biliyoruz, tüm dünya da biliyor.

Fakat gelin görün ki;

Avrupa’dan, Asya’dan, Amerika’dan yeterince insanı maalesef hala Türkiye’ye cezp edemiyoruz.

Evet Turizm rakamlarımız fena değil ama Türkiye’nin bu büyük potansiyeli yanında hala ülkemize gelen turist sayısını biz yetersiz görüyoruz.

Şu anda hele hele son yıllarda Türkiye’yi tercih edenler de “bizim paramız orada çok kıymetli, en ucuz yer Türkiye, bozdur bozdur harca, ucuza tatil yapayım” diye geliyor Türkiye’ye.

Pek çok turist Türkiye’ye, doğasını, kültürünü, tarihini bilmeden; ucuz tatil gözüyle bakıyor…

Hele bu her şey dahil turizm var ya geliyorlar kapanıyorlar bir tesise bozdur bozdur harca, ister ruble bozdur ister dolar bozdur ister Euro bozdur, bozdur bozdur harcıyorlar ve gidiyorlar.

Halbuki ülkemizin bu kapalı sistemden çıkması gerekiyor.

Ülkemiz her alanda ama her alanda tüm dünyadan insanları cezp edecek korkunç bir potansiyele sahip.

Tabii bir başka acı konu da arkadaşlar, kendi insanımız ülkemizin turizm fırsatlarından artık istifade edemiyor.

Milletimiz, yazın kendi ülkesinin denizine giremiyor ya.

Otobüs bileti alıp da bir yerden bir yere hareket etmek dünyanın parası artık.

Şöyle bir hafta ailece tatil yapmak vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti için büyük lüks haline geldi.

1 hafta tatil yapamıyorum diyen milyonlarca hane var milyonlarca insan var bu ülkede.

Bu millet, kendi ülkesinin güzelliklerini, tarihi dokusunu göremiyor.

Geçtim konaklamasını, şusunu busunu, sadece bir yerden bir yere ulaşım bile şu anda çok büyük bir külfet.

Akıldışı bir ekonomi ve turizm yönetiminin sonunda geldiğimiz nokta işte bu.

Bakın arkadaşlar bu ülkenin insanları ömrünü kendi ülkesinin güzelliklerini görmeden yaşayamaz. Böyle bir şey olmaz.

İnsanlar emeğiyle kalkındırdığı ülkenin tadını çıkartmalı.

Normal bir ülkede yüksek standartlı bir ülkede olması gereken budur.

Ama arkadaşlar inanın bizim insanlarımız eninde sonunda bu refah seviyesine ulaşacak. Biz bunu gerçekleştireceğiz. Kendi insanımızın kendi ülkesinin tadını çıkaracak bir noktaya Türkiye'yi çok hızlı bir şekilde inşallah ulaştıracağız.

Biz ülkemizin bu yoksulluğa ve yoksunluğa hapsedilmesini reddediyoruz.

Biz vatandaşlarımızın sadece karnını doyurma derdinde olduğu; gezemediği, dinlenemediği bir yaşamı reddediyoruz.

Biz ülkemizdeki her bireyin yaşam kalitesinin yükselmesini temel bir insan hakkı olarak görüyoruz.

Turizm Eylem Planımızda da bu konuya özel olarak eğildik.

Çok net söylüyorum:

Bizim vatandaşımızın kendi ülkesinde tatil yapması en doğal hakkı.

Arkadaşlar bakın, birkaç ay evvel bir video izlemiştim. Gerçekten çok üzücü. Sosyal medyada bir video. Kapadokya’yı biliyorsunuz, Peri Bacaları…

Yabancı turistler geliyor balona biniyor, yukarı çıkıyor. O güzellikleri yukarıdan izleyebilyor. Bizim vatandaşımız da aşağıdan o balonları izliyor.

Geldiğimiz nokta bu.

Çünkü balona binmek Euro’yla. Ben birkaç sene önce bindim, biliyorum. Balon Euro’yla. Çünkü ekipman döviz. Yaktığı gaz döviz. Her şey döviz. Kur artınca artıyor. Dolayısıyla elin insanları geliyor bozdurup harcıyorlar rahatça biniyorlar, bizim insanlarımız ancak yerden balonlara doğru bakıyor.

Kendi ülkesini ancak uzaktan izleyen bir millet olduk. İzlerken de gerçekten bu videoyu çok çok üzüldüm. Kabul edilmez bir şey bu.

İşte bizim iktidarımızda değerli arkadaşlar vatandaşımız kendi ülkesinin doğal ve kültürel güzelliklerini doyasıya görebilecek.

Vatandaşlarımız cebine cüzdanına bakmadan gönlünce gezebilecek.

Bir yerden bir yere hareket etmek artık külfet olmayacak.

Ve biz milletimize alternatifler sunacağız.

Turizmi her bölgede, her mevsimde yaşatacağız.

Uygun fiyatlı tatil ve konaklama imkânlarını genişleteceğiz.

Turizm uygulama otellerinin sayı ve çeşitliliklerini artıracağız.

Kamp ve karavan alanlarını da konaklama vergisinden muaf tutacağız.

Bakın, altını özellikle çiziyorum:

Bizim vatandaşımız turizm sektöründe sadece hizmet sunan değil, aynı zamanda hizmet alan olacak.

Herkes bu ülkenin tadını çıkaracak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Turizm, aynı zamanda bir itibar meselesidir. İtibarınız yüksekse cazibeniz de artıyor.

Dünyada sevilen tanınan, bilinen, gıpta edilen bir ülkeyseniz her yerden akın akın insanlar geliyor.

Ama dışarıdan bakıldığında karışık, otoriter, kendi vatandaşına zulmeden, kendi vatandaşına haksızlık hukuksuzluk yapan, kendi vatandaşını yok yere hapse atan bir ülke dışarıdan bakıldığında hiç de cazip olmuyor.

Ve inanın yüzlerce insan biliyorum ki çok varlıklı ama Türkiye'ye gelmekten çekiniyor. ‘Ya sizin orada hukuk yok başıma bir iş gelse mahkemeye düşsem sürünürüm. Ne olur ne olmaz’ diyor.

Bu çok kötü bir durum arkadaşlar çok kötü. Bakın hatırlayın çok değil bundan sadece 10 yıl önce Amerika’dan, Avrupa’dan öğrenciler Türkiye’de şöyle bir 3 ay geçirsem 6 ay geçirsem diye can atıyordu.

Şöyle ömrümün bir senesini acaba Türkiye'de geçirebilir miyim? diye can adam milyonlarca insan vardı dünyada.

İstanbul Avrupa'nın kültür başkentliğini yapıyordu. Türk hava yolları boşuna dünyanın en çok ülkeye uçuş yapan havayolu olmadı ki.

O dönem ülkenin ekonomide başarılı olduğu ve itibarlı olduğu bir dönemdi. O dönemde Türkiye'de insan hakları konusunda özgürlükler konusunda demokrasi konusunda bir ilerleme çabası bir yükselme çabası vardı.

O dönem Türkiye Avrupa birliği üyeliği yolunda emin adımlarla yürüyordu. İşte ancak o şartlarda Türkiye parladı o şartlarda Türkiye çok çok cazip bir ülke haline geldi.

Hatırlayalım dünyaca ünlü sanatçılar Türkiye'ye gelip konserler veriyordu.

Kültür ve sanat eylem planımızı burada açıklarken yine Helün hanımla ben çok sayıda örnek verdim.

Türkiye dünyanın yıldızıydı ama inşallah yine olacak hiç endişeniz olmasın.

Çok daha güzelini yapacağız.

Avrupalı iş insanları dünyada iş yapabilmek için gelip bizden pasaport istiyordu. Diyordum, ‘sizin Avrupa Birliği pasaportunuz var bizim pasaportu ne yapacaksınız?’ Diyorlardı ki ‘Bizim Avrupa olarak sömürge geçmişimiz var. ‘Güney Amerika'da Afrika'da Asya'da iş yaparken Avrupa Birliği pasaportu öyle sandığınız kadar geçerli değil. Hep böyle şüpheyle bakıyorlar bize. Ama Türkiye Cumhuriyeti hep pasaportunu masanın üzerine koyduğumuzda dünyanın her yerinde rahat iş yapıyoruz’ diyorlardı.

Bunu diyenler Avrupalı iş insanlarıydı. Bunları yaşadık.

Hani bunları hiç yaşamamış olsak deriz ki ‘ya kaderimiz böyle bizden bu kadar bu ülke bu kadar.’ Ama öyle değil arkadaşlar bu ülke çok büyük bir ülke ve çalışınca ulaşınca hemen sonuç alabileceğiniz hemen ayağa kalkabilecek bir ülke.

Türkiye Cumhuriyeti pasaportu saygındı, itibarlıydı, kapıları açıyordu.

Şimdi durum berbat. Bizim pasaportumuzu görünce dünyanın neresinde olursa olsun konsolosluklarda vize memurlarının yüzü ekşiyor. ‘Türkiye, ne istiyorsun, talebin ne’ diyor.

Böyle bir şey olur mu?

Dünyanın her yerinde bizim vatandaşlarımız 2. sınıf 3. sınıf yerine konmaya başladı.

Sadece ve sadece bu iş bilmez hükümet yüzünden başka bir sebebi yok.

Hakikaten Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın arkadaşlar.

Biz vizesiz Avrupa'nın eşiğine getirdiğimiz Türkiye'yi aldılar tekrar 3. lig ülkesi yaptılar.

72 maddenin 67'sini tamamlamıştık. Avrupa ile vize tamamen kalkıyordu.

Kimliğini koyan Avrupa'ya gidip gelecekti cebine. Fakat tamamen kapattılar ülkeyi.

Herkesle kavga ettiler herkesle düşman oldular.

Şimdi de seçime 3 ay kala 5 ay kala bütün ülkelerin peşine düşüyorlar acaba aramızı düzeltebilir miyiz diye.

Masasına oturmam diyenin eline iki elle sarılıyor böyle sıkıyor.

Zalim dediğine gidiyor peşine düşüyor işte savunma bakanları yeni Moskova’da buluştu.

Acaba Esad'la şöyle bir görüşebilir miyiz? Acaba Esad kardeşimle gene bir kucaklaşabilir miyiz?

Bu ne biçim zikzak bu ne biçim U dönüşü.

Peki, sen niye arayı bozdun niye bu kadar ülkeyle kavga ettin? Niye bu kadar ülkeye tüm dünyayı Türkiye'yi kavgacı uzlaşmaz bir ülke olarak gösterdin?

Bunun bir bedeli olmayacak mı?

İnsan çıkar önce bir şu milletten özür diler.

‘Kusura bakmayın ben yanlış yapmışım hata yapmışım. Suudi Arabistan'a katil derken de hata yapmışım Birleşik Arap Emirlikleri’ne terörün finansörü derken de hata yapmışım, Sisi'ye zalim diktatör derken de hata yapmışım. Başar’a zalim derken de hata yapmışım’ der insan çıkar önce bu milletten özür diler de ondan sonra gider ilişkileri düzelir.

Pervasız vurdum duymaz.

‘Bugün keyfim böyle istiyor’ diyor arayı bozuyor yarın ‘keyfim böyle istiyor’ diyor arayı düzeltiyor. Ama bunu dikkat edin seçime 3 ay kala 5 ay kala yapıyor.

Değerli arkadaşlar bakın şu anda Türkiye’de onlarca kez giriş çıkış yapan vatandaşlarımız, Avrupa’ya defalarca gidip gelen vatandaşlarımız vize alamıyorlar vize başvuruları reddediliyor.

Bu ülkeyi bu ülkenin vatandaşlarını biz bu kadar itibarsız hale düşürmek hiç kimsenin hakkı değil. Hadi de değil. Yeter artık diyoruz.

Çünkü el alem Türkiye’yi artık “ne olacağı belli değil ne yapacağı belli değil, sağı solu belli olmaz riskli ülke” diye etiketliyor.

Aslında ne yapacağı belli olmayan sağı solu belli olmayan ülkenin Cumhurbaşkanı.

Bu ülkenin 85 milyon vatandaşı değil. Bir kişi yüzünden 85 milyon zan altında kalıyor 85 milyonun itibari yerle bir oluyor.

Vatandaşlarımız hakkında ‘ya bunlar gelirler ama geri dönmezler. Çünkü onların ülkesi korkulan bir ülke. Onların ülkesi artık kimsenin yaşamak istemediği bir ülke. İnsanlar akın akın kaçıyor gelirler bir daha dönmezler’ diye o vizeler verilmiyor.

Bunun başka bir sebebi yok.

Bizim vatandaşlarımızın vize almaktaki zorluk çekmesinin en önemli sebebi Türkiye'nin insanların kaçmak istediği ve geri dönmek istemediği ülke haline gelmesi.

Bu hale getiren kim? Bir kişi bir kişi. Her şeyin altında imzası olan o tek kişi.

Bunlar bize yakışmıyor arkadaşlar.

Ben bu konuda Avrupa makamlarına da seslenmek istiyorum: Bizim vatandaşımıza bu haksızlığı, bu aşağılayıcı muameleyi yapmaya hakkınız yok. Bizim vatandaşlarımız onurlu vatandaşlar.

Bir kişi yüzünden siz 85 milyonunu cezalandıramazsınız.

Erdoğan'a kızıyorlar 85 milyonu cezalandırmaya çalışıyorlar. Böyle bir şey yok. Ben de Avrupalı dostlarımıza sesleniyorum. Kendinize gelin diyorum.

85 milyon birden büyüktür Türkiye 1'den büyüktür diyorum.

Ülkesinde yerleşik olan, ülkesinden memnun, işinde gücünde olduğu apaçık insanları vize kuyruklarında, hem de yüksek vize ücretleriyle aylarca süründürmeye hakkınız yok diyorum.

Fakat arkadaşlar, bu muamelenin hesabını soran bir iktidar da yok.

Çünkü onu söyleyecek cesareti yok onu söyleyecek yüzü yok.

‘Ya sen niye benim vatandaşıma kuyrukta bekletiyorsun’ diyecek yüzü yok. Çünkü daha dün kavga ediyordu hepsiyle.

Seçime 3 kala beş Kala maşallah. Ekonomide torbanın ağzı açıldı kesenin ağzı açıldı.

Dünya ile barışmada gayet cömert. 4,5 yıldır aklın neredeydi? 4,5 yıldır sen niye bu ülkenin ekonomisini niye bu hale düşürdün? 4,5 yıldır niye bu ülkenin itibarını sıfırladın? Seçime 3 ay kala 5 ay kala mı aklına geldi?

Ama inanın arkadaşlar seçim için yapılan her şey bilin ki seçimden sonra tersine döner. Bu böyledir.

Eğer bir iktidar sadece seçim geliyor diye panik halinde bir şeyler yapıyorsa bilin ki seçimden sonra işler kötü. Bilin ki seçim için bunları yapan seçimden sonra bambaşka şeyler yapmaya da adaydır.

İşte biz bunların hepsini üstesinden geleceğiz arkadaşlar.

Önce koskoca Türkiye’nin dış politikasını, tek kişinin dürtülerine bağlı olmaktan kurtaracağız.

Hukuk devletini sağlayacağız.

Tam demokrasiyi sağlayacağız.

Ve ülkemizi çabucak ayağa kaldıracağız.

DEVA Partisi iktidarında, haysiyet kırıcı vize kuyrukları meselelerini de çözeceğiz.

İtibarlı dış politikamızı etkili bir turizm diplomasisiyle beraber yürüteceğiz.

Endişeye mahal yok arkadaşlar. Pasaportumuza itibar kazandıracağız.

Aynı zamanda ekonomimizi de yeniden güçlendireceğiz.

Hatırlayın, 10 yıl önce emekliler de gençler de biriktirdikleri parayla Avrupa turu yapardı.

Şöyle emekli maaşından 6 ay kenara bir şey koydukları zaman bir haftalık İtalya turuna gidip gelirdi emeklilerimiz. Bunlar yaşandı bu ülkede.

Özellikle gençlere seslenmek istiyorum. Gençler bazen bunları dinleyince tabii onların çok küçük yaşları o yaşlar hatırlamıyorlar o günleri. Onlar ‘galiba olmaz’ diyorlar.

‘Çünkü biz kendimizi bildik bileli bu ülke hep kötüye gidiyor’ diyorlar.

Ama inanın ilk seçimden sonra bu ülke artık o kötüye gidişi durduracak tekrar ülkemiz her türlü grafikte yükselmeye başlayacak.

Tabii o günlerde gençler intrail yaptı.

Emeklilerimizin Avrupa'da tatil yaptığı yıllarda Euro kaç liraydı? en fazla 2 lira. 1.80, 90, 2. Şimdi kaç lira oldu? 20 lira oldu.

İşte paranın erimesi bu, fakirleşme bu. Bunun adı nedir arkadaşlar paraya bir sıfır eklemektir.

Ve Sayın Erdoğan diyor ya ‘Ali Babacan ben imza atmasaydım bu 6 sıfırı atmazdı’ diye. Ben de diyorum ki imza elinde. At bir imza da enflasyonu da faizleri düşür diyorum.

Bak tek imzayla ülke yönettiği dönemde ne oldu? sen bırak sıfır atmayı getirdiğin bir sıfır ekledin. Kendi elinle o sıfıra ekledin.

2 lira olan avro bugün 20 liraysa o sıfıra ekleyen Sayın Erdoğan'ın kendisi.

O geldi imzasıyla o sıfıra ekledi.

Ama inşallah inşallah arkadaşlar bunların hepsi geçici.

Hepsi çok çabuk düzelecek.

*****

Değerli arkadaşlar,

Tabii bugünkü eylem planımız çok kapsamlı bir çalışma.

Helün hanıma tekrar teşekkür ediyorum. Geceli gündüzlü bir çalışma ile bu ortaya çıktı. Çok geniş bir katılımla bu eylem planı ortaya çıktı.

Biraz sonra kendisi detaylarını paylaşacak ama ben eylem planı içinden şöyle birkaç hususa değindikten sonra sözü Helün Fırat Hanım’a devredeceğim.

Eylem planımızın en önemli konularından birisi turizm sektöründe faaliyet gösteren firmalar.

Sektörü güçlendirecek bir eylem planı hazırladık biz ve sektörün yaşadığı sıkıntıların farkındayız.

Pandemi döneminde ciddi bir kriz yaşayan turizm sektörünün, gerçek potansiyelinin hala altında bir performans gösterdiğini de görmemiz lazım.

Pandemi de sektörü çok büyük bir darbe aldı.

Bütün dünyada devletler sektöre yardım ederken biz de ne yaptığı hükümet IBAN numarası verdi.

Herkes vatandaşına destek veriyor bizim hükümet IBAN numarası veriyor bana para ver diye.

Bu kadar dünyadan habersiz bir yönetim söz konusu.

Turizm sektörü de gerçekten çok büyük sıkıntı yaşadı.

Oteller restoranlar kafeler aklınıza gelen her işletme büyük ekonomik güçlükler çekti.

Fakat yabancı turistlere seslenmek isteyen iktidar ne yaptı?

Gitti, kendi insanımıza hatırlayın maskeler taktırıp reklam filmi çekti bütün dünyaya dağıttı. Maskelerin üzerinde ne yazıyordu? Bizim kendi çalışanımızın maskesinde “Keyfine bak, ben aşılıyım”.

Böyle bir şey olur mu? Kendi insanını bu kadar yerin dibine sokan bu kadar itibarsızlaştıran bir anlayış olabilir mi?

Ne için? Sırf paracıklar gelsin sağdan soldan diye.

Kendi milletini aşağılayan zihniyetten hiç kimseye fayda gelmez arkadaşlar.

Turizmi güçlendirmenin yolu nedir biliyor musunuz?

İşletmeciden çalışana, yerli turistten yabancı turiste kadar herkesin faydasını gözetmektir.

İşte biz de böyle bir anlayışla hareket ettik. Taahhütlerimizi eylem planımızda belgeledik.

Sektördeki mevsimsel dalgalanmaların işletmeler üzerindeki etkisini azaltacak, istihdamla ilgili sorunları hafifletecek her türlü tedbirler alacağız.

Biliyorsunuz turizmde yaz turizmi kış turizmi derken inişler çıkışlar oluyor.

Bundan hem işletmeler etkileniyor hem de çalışanlar etkileniyor. Bununla ilgili eylem planımız önemli hususlar var ama bu konuların biraz daha derinleştirilmesi gerekecek. Bu eylem planımızdaki başlık olarak koyduğumuz çalışmaların biraz daha ilerletilerek sektörlerle istişare halinde bu mevsimselliğin sektör üzerinde firmalar üzerinde ve çalışanlar üzerindeki etkilerini minimuma indirecek tedbirler kuşkusuz gerekecek.

Aynı zamanda KOBİ düzeyindeki turizm işletmelerinin ve seyahat acentelerinin kamu teşviklerinden yararlanabilmesini sağlayan tedbirleri mutlaka alması gerekecek.

Sektördeki arkadaşlarımız bunların acısını çok ağır yaşıyor, biliyorum.

Hepsinin hızla üstesinden geleceğiz. Beraberce geleceğiz ve bu işi düzelteceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar

Turizm sektörünü güçlendirmek aynı zamanda doğamızı da korumak anlamına geliyor.

Doğamızı sadece Turizm için korumayacağız. Kendimiz için gelecek nesillerimiz için ülkenin çok daha yaşanabilir bir ülke olması için tabiatı koruyacağız ama tabiatı korumak aynı zamanda bu ülkenin çok daha cazip turizm için çok daha elverişli bir ülke haline gelmesinin en önemli yollarından bir tanesi.

Ülkemizin havasına, suyuna, taşına, toprağına, kültürüne sahip çıkacağız.

Türkiye’nin doğal ve kültürel alanlarını 1 milim bile peşkeş çekmeyeceğiz.

İmar rantı uğruna tabiatın katledilmesine asla izin vermeyeceğiz.

Çocuklarımıza ve torunlarımıza abuk sabuk gri binalar değil, o TOKİ binaları değil yemyeşil kentler bırakacağız.

Bir dede ile bir ninenin torununa göstereceği kadim yeşil alanların, eşsiz kültürel mirasın yok olmasına asla razı gelmeyeceğiz.

Bu konuda biliyorsunuz bizim çok net bir yeşil çizgimiz var: o da nedir? Nesiller arası adalet.

Doğa hakları ve çevre konusunu “nesiller arası adalet” ilkesini esas alarak kavrayan bir partiyiz.

Yani, bu toprakların bizden sonraki sakinlerine yaşanabilir bir Türkiye bırakmakla mükellefiz.

Biz hakla, adaletle hareket edeceğiz. Ülkemizi de her alanda kalkındırarak bizden sonraki nesillere emanet edeceğiz.

Çünkü değerli arkadaşlar, biz ülkemizin değerini çok iyi biliyoruz. Ülkemizi seviyoruz. Ve bizden sonraki nesillere yüzlerce yıl tertemiz güzel bir ülkeyi bırakmak için canla başla çalışacağız.


*****

Değerli arkadaşlar değerli konuklar

Bugünkü lansman programımıza katıldığınız için tekrar teşekkür ediyorum.

Sözü Kültür, Sanat ve Turizm Politikaları başkanımız Helün Fırat Hanım’a bırakıyorum.

28 Aralık 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kadın Eylem Planı Konuşması

Ali Babacan Kadın Eylem Planı Konuşma Metni

Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklarımız

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının çok kıymetli temsilcileri,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Partimizin kadın eylem planını açıklayacağımız bu buluşmaya hepiniz hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün 19. eylem planımızla karşınızdayız.

Tabii, söylemesi kolay.

“19” deyip, geçmemek lazım. Siz onu gelin onu bir de hazırlayanlara sorun.

Bugün 19'uncusunu hazırlıyoruz ama bunların hepsi çok büyük emek ürünü.

Gece gündüz demeden ülkesinin problemleri için çözümler hazırlayan arı gibi çalışan insanların emeği bu.

Gerçekten değerli arkadaşlar çok büyük bir işi başarıyoruz.

Daha önce siyasi tarihimizde olmayan bir işi şu anda gerçekleştiriyoruz.

Hani diyorlar ya “Muhalefet ne yapacak? Muhalefetin projesi yok” diyen müfterilere de yanıtımızı somut bir şekilde bu eylem planlarıyla vermiş oluyoruz.

Biliyorsunuz, Türkiye’nin çözümlerini çalışıp, bütçesini, takvimini detaylarıyla ortaya koyan, “eylem planları” adıyla açıklayan ilk siyasi parti olduk.

DEVA Partisi’nden önce de böyle detaylı çalışmalar yapılmıyordu.

İktidar tarafında da yapılmıyordu onu söyleyeyim. Ben iktidar tarafında da oldum biliyorsunuz uzunca bir süre. Böyle bir alışkanlık yok. Plan program detaylı hazırlık alışkanlığı maalesef Türkiye'de yok.

‘Kervan yolda düzülür’ diye bir atasözümüz var biliyorsunuz.

Yola çıkalım arkadan gelir. İşte öyle olmuyor. O zaman ne oluyor Türkiye? Orta gelir tuzağına düşüyor ve orta gelir tuzağında sürekli patinaj yapan bir ülke oluyor.

Ne demokraside yüksek standartlara ulaşabiliyoruz ne insan haklarında yüksek standartlara ulaşabiliyoruz ne de ekonomide refahta yüksek standartlara ulaşabiliyoruz.

DEVA Partisi’nden önce vatandaşın en küçük sorununu dahi ne zaman, nasıl çözeceğini gerçekçi planlarla ortaya koyan bir yönetim anlayışı yoktu Türkiye’de.

İşte bu yüzden biz, siyasette bir ilke imza atmanın, eylem planları ile vatandaşımızın önüne çıkmanın haklı gururunu yaşıyoruz.

Bu eylem planlarının görünmez ellerine de ayrıca çok teşekkür ediyorum. Çünkü gerçekten partimiz mensubu olmasa dahi bu çalışmalara katkı veren emeğini ortaya koyan çok arkadaşımız var. Ben onlara da huzurlarınızda özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Malum, siz beni ve ilgili başkanları görüyorsunuz ama her bir eylem planında, yüzlerce insanın emeği katkısı oluyor.

Gerçekten bu Türkiye çalışması oluyor. Zaten bugüne kadar açıkladığımız eylem planlarına da şöyle bir baktığımızda gerçek bir Türkiye çalışması olduğunu görüyoruz çünkü hazırlayanlar her siyasi görüşten insanlar.

Böyle dar bir ideolojik bakış yok.

Sadece belli kimlikten olan insanların hazırladığı şeyler de değil.

Çok geniş bir katılımla temsil gücü çok yüksek olan heyetler tarafından bu planlar hazırlanıyor. Ve açıklandıktan sonra da toplumda çok geniş yer buluyor.

Tabii ki eksikler olabilir tabii ki yanlışlar olabilir ama zaten diyoruz ki seçime az daha olsa biraz daha zaman var.

Eğer hatamız varsa düzeltiriz. Eksiğimiz varsa tamamlarız ve bu şekilde istişareye ve görüşe de açık bir yöntemle bundan sonraki süreci de hep beraber işletiriz diyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Dediğim gibi 19. eylem planımızın konusu “kadın politikaları”.

Eğitimden sağlığa, sosyal hizmetlerden iş hayatına, yargıdan sanata kadar her alanda kadın odaklı bir dizi çözüm gerçekleştirdik.

Detayları birazdan Elif Hanım sizlerle paylaşacak ama öncesinde ben kısaca şöyle bir değinmek istiyorum. Bazı konulara vurgu yapmak istiyorum.

Arkadaşlar, bizim çok net bir hedefimiz var: Bakın bu iş hedeflerle yürüyen bir iş. Kadın-erkek eşitliğini “sözde” değil “özde” yaşamak zorunda özde.

Her alanda ama her alanda kadının eşit ve güçlü olması için var gücümüzle çalışmamız gerekiyor.

Bakın “özde” diyorum, çünkü biz bunu öncelikle kendi partimiz içinde yapmak için çok büyük gayret içerisindeyiz.

Biz kendi partimizde cinsiyet kotası uygulayarak ki yüzde 35 cinsiyet kotası kadın-erkek ayrımı yapmadan, partiyi ana kademe-kadın kolları diye de ayırmadan bir sistem kurduk.
Kadınlar her il ve ilçe teşkilatımızda en az yüzde 35 oranında yönetimle temsil ediyor. Ama bu cinsiyet kotası yani erkeklerin de yüzde 35'in altına düşmesine gönlümüz el vermiyor. Birkaç ilçede öyle durum yaşadık. İlçe başkanlarımız Kadın ilçe başkanlarımız yönetim sundular genel merkeze. Baktık ki hemen hemen tamamen kadın dedik ki yüzde 35 cinsiyet kotasıydı en az yüzde 35 de erkek var olsun dedik. Onu o şekilde revize ettirdik revize. O şekilde onayladık.

Gençler yüzde 20 oranında bizim yönetimlerimizde temsil ediliyor.

Yani kadınların ve gençlerin bizzat yönetim yapısı içerisinde olması oy veren karar veren mekanizmaların içinde yer almalarını biz çok çok önemsiyoruz.

Partimizi kurarken tüzüğümüze bütün bunları yazdık. Ve o şekilde yola çıktık.

Çok da iyi yaptık. Şu anda kadınlar ve gençler her zaman beraber yan yana omuz omuza beraberce bu yolu yürüyoruz.

Defalarca söylediğim bir noktanın da arkadaşlar koyu koyu altını çizmek istiyorum.

Bunu niçin yapıyorsunuz diye bize soruyorlar değil mi?

Hukuksuzluktan, bu şiddetten kurtuluşun yolu, kadınların emeğidir.

Ekonomik krizden kurtuluşun yolu, kadınların aklıdır.

Özgür ve zengin Türkiye’nin yolu; kadın-erkek, genç-yaşlı; topyekûn birlikte çalışmaktan geçer.

İşte tam da bu nedenle, kimseyi geride bırakmayacağız, bu yolu hep beraber yürümek zorundayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Kadın hakları üzerinde tepinen siyaseti maalesef hep beraber içimiz burkularak ve üzülerek izliyoruz.

Belli ki seçimi kaybedeceğini anlayanlar “Türkiye’yi kadınlar üzerinden kutuplaştırırsam acaba yine kazanır mıyımın” derdine düşmüş durumda.

Bunlar hep siyasi tarihimiz boyunca benzerini gördüğümüz hamleler arkadaşlar.

İlk defa Türkiye bu filmi görmüyor.

Şu anda böyle seçimlere 3-5 ay kala yapılan bu bir siyasi mühendislik.

Ama şimdi ben buradan soruyorum;

‘Aklınıza şimdi mi geliyor?’ diyorum. Başörtüsü ile ilgili düzenlemeler 5 dönemden sonra20 yıldan sonra şu anda mı aklınıza geliyor?

‘Seçime 3 ay kala 5 ay kala mı aklınıza geliyor?’ diye soruyorum.

20 yılın sonunda, o 28 Şubat’la mücadele edeceğim diye bu vatandaşlarımızın desteğini alanlar 20 yılın sonunda kadınların başörtüsünü, “siyasi pas almak”, “siyasi gol atmak” konusu haline getirirken acaba hiç mi yüzleri kızarmıyor?

Bu hale mi geleceklerdi bu hale mi düşeceklerdi?

Evet, ülkemizde başörtüsü hakkı, muktedirlerin baskı aracına dönmüştü.

Anayasada ve yasalarda hiçbir yasak olmamasına rağmen, hukuk tanımayanlar kadınlara zulmetmişti.

Kadınlar en temel haklarından mahrum bırakılmışlardı.

Niçin?

Çünkü ülkemizde rejim tartışmaları hep kadın üzerinden yapıldı.

Ama fark etmiyor. Gücü eline geçiren hemen karşı tarafa zulmetmeye başlıyor. Gücü eline geçiren karşı tarafa eziyet etmeye başlıyor.
Şu son haftalarda yaşananları görüyoruz. Zamanında yargı ya da farklı vesayet sistemleriyle ezilenler gücü eline geçirdiğinde yine yargıyı kullanarak başkalarını ezmeye başlıyor.
Yeter artık diyoruz. Bu nöbetleşe zorbalık döneminin Türkiye'de bitmesi gerekiyor.
Herkes için özgürlük herkes için adalet herkes için hak hukuk demeden bu iş çözülmeyecek arkadaşlar olmayacak.
Türkiye'de laikliği tanımlayanlar da kadınlar üzerinden tanımladı dindarlığı tanımlayanlar da kadınlar üzerinden tanımladı.

Kadınlar siyasi kavgalarda adeta koçbaşı olarak kullanıldı.

“Başında örtü var” dediler, okula almadılar.

“Kadının yeri evidir” dediler, işe almadılar.

“Kadın çocuk bakar” dediler, siyasete almadılar.

Ama yeter gerçekten yeter. Artık biz yarınların Türkiye’sinde böyle bir şey görmek istemiyoruz.

Kadınların mutlu, özgür ve eşit olmadığı yerde kimsenin yüzü gülmez.

Onun için biz ne yapıyoruz?

Kadının siyasi ve ekonomik gücüne güç katmaya şu anda hazırlanıyoruz.

Ve bakın görün arkadaşlar, bunu inşallah hep beraber başaracağız.
Kafaya koyduğunuz zaman oluyor.
Bir örnek vereyim bakın. Yıl 2015. Biz Türkiye olarak G20 dönem başkanıyız. Ben de G20 dönem başkanı olarak G20 masasında oturuyorum koordinasyonu ben yapıyorum.
G20 ne demek? Dünya ekonomisinin yüzde 85'i demek. Dünya nüfusunun üçte ikisi demek bu ülkeleri topladığınız zaman ağırlığı olan ülkeler.
Ve biz Türkiye olarak oraya bir öneri getirdik dedik ki, 'bu G20'nin altında bir W20 yani kadın 20 yapısı kurulmalı’ dedik.
‘Bunun amacı da kadınların iş gücündeki rolünün ve etkinliğinin tüm dünyada artırılması olması gerekir’ dedik.
Ve bu projeyi sunduk dedik ki ‘her G20 ülkesinde kadın örgütlere özellikle iş dünyasına yakın kadın örgütlere bir araya gelsinler ülke ülke yapılar kurulsun ve yılda bir defa bu yapılar bir araya gelip G20 liderlerinden bir talep ve beklenti listesi oluştursunlar’ dedik.
Projemizi açıkladık. Ama G20 mutabakatla çalışıyor. Konsensüs ile çalışıyor.
Aynı şimdi bizim yeni 6'lı masamız gibi. Orada da mutabakat. Onun için biraz yavaş yürüyor ama sağlam yürüyor.
Böyle Deve adımlarıyla yürümek diye eskilerin kullandığı bir tabir vardır. Sağlam hedefi koyarsınız sağlam yürürsünüz. İstikrarlı olur. Yolculuk kazasız belasız geçer ve hedefinize ulaşırsınız. Bu mutabakat öyle bir şey.
G20 de aynı bizim 6'lı masa gibi mutabakatla yürüyor.
Baktık 4-5 tane ülkenin itirazı var diyorlar ki ‘ne gerek var şimdi hani. Bir daha bunlarla mı uğraşacağız. Zaten B20 var C20 var T20 var bir de W20 mi olacak?’
Baktık biraz durum ortada ben Washington’da yaptığım ilk basın toplantısında dedim ki ‘biz Türkiye olarak W twenty kurmak istiyoruz. Yani kadın 20 diye bir yapı kurmak istiyoruz’. Anlattım.
Uluslararası basın tabii kalabalık toplandı herkes.
Niyetimiz bu.
Dünyadaki kadınların özellikle iş dünyasındaki çünkü G20 ekonomi ağırlıklı olduğu için iş dünyasındaki rolünün ve etkinliğinin artırılması amacımız bu.
Ama dedim bu ‘konsensüs gerektiriyor’.
‘Biz projemizi açıkladık çoğu ülkenin desteği var. Bazı ülkelerde hala değerlendirmeye devam ediyor. Ülkelerin de desteğini alırsak konsensüsü de tamamlarsak bunu yapıyoruz’ dedim.
Tabii hemen ortalık karıştı. Özellikle kadın gazeteciler soru sormaya başladılar. ‘Hangi ülkeler o. Niye böyle bir şeye sıcak bakmıyorlar’ falan derken bir haftada öyle bir kamuoyu baskısı oluştu ki ülkeler tıkır tıkır hepsi onayını verdi mutabakatı sağladık ve biz W twenty kurduk.
Ve ilk defa bakın 2015'te oluyor bu Türkiye'de o zaman KAGİDER organizasyonu yaptık. Sanem Hanım KAGİDER başkanıydı.
O Türkiye'deki çalışmayı toparladı.
Her ülke çalışmalarını toparladı. O zaman kadın örgütleri bir araya geldiler. G20 liderlerinden ‘bizim sizlerden beklentimiz şudur talebimiz budur’ diye bildirgeye okudular. G20 liderleri de ‘kabulümüzdür yapacağız’ dediler söz verdiler ve yola çıktık.
Bizden sonraki dönem başkanı Almanya’ydı. Merkel başbakan dedi ki ‘ben aynı zamanda bir çalışan kadınım dolayısıyla ben W twenty'nin de kadın 20'nin de başkanlığını yapmak istiyorum’ dedi o masanın da başına oturdu.
Orada bir ivme daha verdi bizim bu projemize.
Sonra G20 masasına G20 Başkanı olarak oturdu orada da ivme kazandırdık.
Bakın 2015'te başlamışız 2023'e 9. yılı dünyaya biz böyle bir şey kazandırdık. Bunun da gururunu yaşıyoruz şu anda.
O gün bugündür aksamadan yürüyor bu süreç.
Değerli arkadaşlar,
Tabii ki bütün bu çalışmalar gerçekten çok önemli.
Yani biz dünyayı da bilerek sorunların detaylı analizini yaparak tabii ki dünyayı iyi anlayarak ama Türkiye'ye de iyi odaklanarak bu çalışmalarımızı yürütüyoruz.
DEVA Partisi’yle birlikte siyasette kadınların müzakereci, akılcı ve barışçıl tavrının hâkim olmasını isteyerek yola çıktık.

Kadın mücadelesi, Türkiye’nin değerli arkadaşlar kalbine kazınacak, kalbine.

Bunun için emek harcıyoruz ve inşallah göreceksiniz bu olacak.

*****

Kadınlar ne diyor? “İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönelim” diyor.

Döneceğiz arkadaşlar döneceğiz, döneceğiz.

Hanımefendiler, beyefendiler, İstanbul Sözleşmesi’ne döneceğiz.

Hem de Cumhurbaşkanlığı yemin töreni oluyor ya yetkiyi alıyor yemin töreninden sonra ilk imzalar atılıyor ya o ilk imzalardan birisi de hemen ilk gün bu sözleşmeye geri dönme imzası olacak.
Bunu gerçekleştireceğiz.
Gerçekten akıl alır gibi değil.
Türkiye o parlak yıllarında özgüveni olduğu yıllarda içerideki küçük basit siyasi hesaplarla değil dünya vizyonuyla hareket ettiği yıllarda bu sözleşmenin öncülüğünü yaptı.
Adı İstanbul Sözleşmesi. Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler geldiler burada İstanbul'da toplandılar bitirdiler.
Adını verdiğimiz kendi öncüsü olduğumuz sözleşmeden şu anda bu zihniyet çıkardı bu ülkeyi.
Amacı neydi bu sözleşmenin? Kadına şiddetse mesele bunun aması fakatı olamaz. Mazereti olamaz bu kadar basit yani. İnanın bu kadar basit.
Fakat sözleşme ile ilgili ne hurafeler uydurdular ne hurafeler. Neler neler.
Sonradan anladık ki aslında çok basit küçük bir siyasi oyun varmış işin ucunda.
Oda tutmadı zaten.
Çünkü niyet iyi olmayınca böyle ayaklarına dolanıyor. Hem sözleşmeden çıktılar hem de o küçük siyasi oyunlarını beceremediler.
Sözleşmeden çıktılar o gün bugündür ne oldu?

Bir sözleşmenin iç hukuka tercümesi yapılmadan pratiği olmaz uygulanması olmaz. Sözleşmeden çıktılar hiç hukukla ilgili de hiçbir değişiklik yok.

Sözleşmeden neden çıktıklarını da hala açıklamıyorlar.

Bugüne kadar ülkenin cumhurbaşkanından 2 kelime duydunuz mu? Defalarca soruyoruz sen niye buna imza attın niye çıktın diyoruz, derdin nedir diyoruz? Tek kelime yok.
Ne yapıyor arkadan fısıltıyla bazı yapıları şunları bunları ‘bak ben sizinle beraberim falan.’
Çık topluma açıkla bakalım derdin ne bu sözleşmeyle?
Bir açıkla. İki kelime duydunuz mu soruyorum arkadaşlar duydunuz mu ağzından?
Niye çıktın bu sözleşmeden?
Yook.
Çünkü arkadan fısıltı gazetesi ile bazı grupların hoşuna gitmeye çalışıyor onların sözünü ona desteğini almaya çalışıyor.
Yürümez yürümez.
Sen onlarla bunlarla uğraşana kadar bu iktidar elinden gidecek. Uygun bir yerde bu ülke bu millet seni oradan indirecek.
Çünkü niyeti sağlam tutmuyorsun.
Bakın arkadaşlar iş geri dönmekle de bitmiyor. İş yasaları mutlaka sözleşmenin ruhuna uygun hale getirmekten geçiyor. Hala öyle bir şey yok.
İstanbul sözleşmesine bakın ilgili yasalara bakın arada büyük makas açıklıkları var.
İş yasayla da bitmiyor.
O yasanın uygulanması gerekiyor.
Uygulamada ancak ve ancak siyasi irade meselesi.
Yani ülkenin en tepesindekilerin ‘arkadaş ben bu konuda taviz vermeyeceğim bakın en ufak en ufak bir tolerans olmaz yasanın gereği neyse yerine getirin’ diye sağlam bir irade ortaya koyması.
Siz en tepede bu sağlam iradeyi ortaya koymazsanız ne olur? O zaman sizin uygulayıcılarınız kolluk başta olmak üzere şiddet görenin yanında durmaz şiddeti yapanın yanında durmaya meyilli olur.
Şu anda da Türkiye'deki kadına şiddetin sorunun tam da özünde bu var.

Uygulamada şiddeti gören ile ilgili kadınla sorular var acaba şöyle miydi böyle miydi? Sanane. Sanane kardeşim şöyle miydi böyle miydi?

Burada şiddet var mı var. Sen şiddeti görene en ağır cezayı verecek süreci işletmek zorundasın.

Başka türlü bu sorun çözülmez mümkün değil.

Ama en tepedeki siyasi irade İstanbul sözleşmesinden çıkıyorum dediğinde aşağıya doğru mesaj ne?

‘Arkadaşlar idare edin işte bu konuları çok da böyle üzerine gitmeyin. Burası Türkiye’dir tolerans olabilir’ sinyalini mesajını ta aşağılara kadar vermektir bu sözleşmeden çıkmak.

O yüzden biz çok kızgınız öfkeliyiz ama bunun gereğinde İnşallah ilk fırsatta yerine getireceğiz.
Şimdi ne zaman kadına şiddet söz konusu olsa kimlerdenmiş üzerinde ne varmış saat kaçmış, neredeymiş? sorular bu. Sanane kardeşim sanane. Şiddet var burada demek ki sen gereğini yapacaksın.
Ve biz değerli arkadaşlar bu konuda sapasağlam bir siyasi iradeyle kadınların yanında olacağız.

Devlet şiddeti uygulayana cesaret vermeyi bırakacak. Devlet şiddete uğrayan kadının yanında sapasağlam duracak.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Kadınların eğitim ve iş yaşamındaki konumlarına özel olarak eğilmemiz gerekiyor.

Öncelikle, kız çocukları eğitimde kalacak arkadaşlar.

Ve bu meseleyi özenle takip edeceğiz.

Bakın biz 2003 yılında bir şartlı nakit desteği denen bir uygulama başlattık şartlı nakit desteği.
İnanın haberleri yoktu.
Dünya Bankası’nın projelerine baktık dünyada çok güzel uygulamalar var.
Ve kız çocuklarının okula katılım oranını çok artıran projeler. Aldık onu kendimize göre adapte ettik uyarladık ve kız çocuklarının okula katılım oranında çok ciddi bir sıçrama meydana geldi.
Çok basit ne yaptık?
‘Çocuğunu okula gönderirsen’ dedik anneye ‘biz bir eğitim desteği vereceğiz’. Ve özellikle ihtiyacı olan ailelerde kız erkek çocuklarında kızlara dönük bir pozitif ayrımcılık yaptık.
‘Kız çocuğuna okula gönderirsen daha fazla vereceğiz’ dedik.
Ortaokul ve lisede bunları artırdık ve ödemeyi de anneye yaptık annenin hesabına yaptık.
Çünkü baktık babanın hesabına yatırdığımızda para başka yerlere gidiyor. Bazen duman parası bile olabiliyor yani.
Ama annenin hesabına yatırdığınızda o para kesinlikle o çocuk için harcanıyor başka bir yere gitmiyor.
Bu sabit tecrübe ile sabit.

Şimdi önemli mesafeler o yıllarda kaydedildi.
Ama neydi o yıllarda reform gayretimiz vardı o yıllarda demokrasi diyorduk özgürlükler diyorduk.
Şimdi kız çocuklarının okula kayıt olması tutunması devam etmesi ve en yüksek kademelere kadar eğitime devam etmesi ancak ve ancak buradaki gevşekliğin müsamahasına son vermekle mümkün.

Buna müsaade etmemek gerekiyor.

Öte yandan da çocuk işçiliğinin ve tırnak içinde söylüyorum, çocuk “evliliklerinin” mutlaka önüne geçmek gerekiyor.

Bu konu çok derin bir yara. Apayrı bir konu apayrı bir başlık konuştukça da inanın için parçalanıyor onun için de çok da şey yapmayalım ama bu da yine siyasi irade meselesi. Aması fakat olmadan siyasi irade meselesi başka bir şey değil.
‘Bu konuda acaba bir şey söylersek birilerini kırar mıyız ya şu adam da bize destek veren bir grup var. Onlar bir alınır mı alınmaz mı?’ Böyle amalı fakatlı falan tereddütle bu iş olmaz.
Önce karar vereceksin karar vereceksin. İlkeler bazında karar vereceksin.
Bu ülkeyi nasıl yönetmeye. Ondan sonra da gereğini yapacaksın.
Ve 85 milyon için bunu yapacaksın.
Bana yakın olanlar bana uzak olanlar diye ayırt etmeyeceksin.

Arkadaşlar, benim bu ülkede “Yokluktan çocuğumu okutamıyorum” cümlesini duymaya gerçekten tahammülüm yok.

Siz tutup 650 milyar lirayı tam 1 milyon tane konut yapacak parayı tutun zaten parası olana verin faiz ve kur farkı adı altında sonra bu ülkenin çocukları maddi eksiklikler yoksulluklar sebebiyle gerekli eğitimi alamazsın.
Böyle bir şey olur mu?
Bu tamamen öncelik meselesi.
Hükümetin bütçe yaparken önceliği nereye verdiği ile ilgili mesele.
Siz önceliği eğer zenginden yana kullanırsanız zaten parası olana daha çok devlet para versin derseniz şu an yaptıkları gibi bu ülkede yoksulluk artar.
Gelir dağılımı bozulur.

Değerli arkadaşlar,

Çocuğun yeri kreşidir, çocuğun yeri okuludur.

O yüzden de ihtiyacı olan ailelerin çocuklarına mutlaka nakit desteği sağlamak zorundayız.

Ama dediğim gibi özellikle de kız çocuklarını dikkate alarak ayrı bir akışla bunu yapmamız gerekiyor.

Eğitim için gereken masrafları da biliyorsunuz açıkladık. İhtiyacı olan her çocuk için, çıkaracağımız bir karta, eğitim yılı başında o gerekli miktarları yükleyeceğiz.

Böylece harcamalarda da ailelere özgürlük vereceğiz.

‘İlla şunu al, bak ben senin için şunu aldım. Al bunu kullan’ yok.

Harcamalarda özgürlük olacak.

Okul öncesi eğitimi yaygınlaştıracağız.

İnşallah önümüzdeki hafta biliyorsunuz 3-18 yaş eğitim eylem planımızı açıklıyoruz. 554 madde. Şimdiye kadar ki gelmiş geçmiş en kapsamlı eylem planı eğitim.

Çünkü konu çok büyük.

Yüksek Öğretimi daha önce açıkladık. Yüksek Öğretimi Mustafa Bey koordine etti açıkladı ayrı o. Bu şimdi 3-18 yaş eğitim.

Ve biz örgün eğitime 3 yaşında başlayacağız örgün eğitim. Ama zorunlu eğitim demiyoruz çünkü yine de özgürlük orada esas.

Eğer aileler anneler babalar ‘3 yaş küçük daha 1 yıl daha evinde olsun’ diyorsa hayhay.

Ama istiyorsa ki ‘bu yaş çok önemli çocuğun kapması gereken çok şeyler var. Dolayısıyla örgün eğitime şimdiden geçsin’ diyorsa aileler 3 yaşından itibaren okulların kapısı açık olacak ve 3 yaşından itibaren örgün eğitim başlayacak.
554 maddelik devasa bir eylem planı ile önümüzdeki hafta açıklayacağız. Pazartesi temel haklar eylem planı açıklıyoruz. Orada da dert çok ya.
350 kadar maddede orada var arkadaşlar. Temel haklar ve eşit vatandaşlık.
350 tane yapılacak adım. Hepsi takvime bağlanmış. Eğer para gerektiriyorsa hepsinin bütçesi hesap edilmiş.
Yani hiçbir şey öyle havaya boşa değil.
Hepsi uygulanabilir şeyler.
Şimdi bu hafta kadın eylem planımıza bugün başladık cuma günü Turizm var pazartesi temel haklar Çarşamba eğitimle 22'yi tamamlıyoruz.

Ve 22 fasiküllük bir ansiklopedi ile ilk defa bir siyasi parti böyle toplumun önüne ‘biz hazırız ülkeyi yönetmeye talibiz’ diye çıkmış oluyor.

Tabii eğitimden başlarken konu başka yerlere gitti de gerçekten arkadaşlar kreşten başlayayım ta okul mezuniyetine kadar iş hayatına kadar ta emekliliğine kadar mutlaka kadınlara özel bir bakış gerekiyor.

Özel bir perspektiften bir prizmadan bakmak gerekiyor ki sorunları çöze çöze çöze çöze gidelim ve o makası bir an önce Türkiye'de kapatalım.

Biz kız çocuklarının her alanda yükselmeleri için elimizden geleni ardımıza koymayacağız.

Ve inanın arkadaşlar dünya çapında bilim kadınları yetiştireceğiz bilim kadınları.

Dün biliyorsunuz MIT deki bir kadın bilim insanımız Rahmi Koç ödülünü aldı. Ben buradan tekrar kendisini tebrik ediyorum.

Bu modellerin ve örneklerin çoğalması gerekiyor. Siz imkân tanıyın yeter ki fırsat verin olacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Kadınların ekonomik açıdan güçlenmesi de önemli bir hedef.

Biz, kadınlara iş imkânları mutlaka sunmamız gerekiyor.

Kadınların hem çalışma hem de ücretlendirme şartlarını iyileştirmeleri gerekiyor.

Maalesef bu acı bir gerçek Türkiye'de öyle ama dünyada da var bu kadınlar ne erkekler aynı işi yaptığı zaman maaşlarda gelirler de farklılıklar oluşuyor.

O da makas oluyor.

Ülkede demokrasi ilerledikçe bakıyorsunuz makas azalıyor. Ama demokrasi geri kaldıysa bir ülkede olmak makasta açılıyor.

İşte bu “Eşit işe eşit ücret” anlayışına göre tedbir almak zorundayız. Bu anlayışı lafta bırakmayacağız.

Ayrıca kadının iş yerinde maruz kaldığı mobbing gibi durumlarda da ciddi bir duruş gerekiyor. Bu da bir siyasi duruş meselesi. Bu da devletin tutumuyla alakalı sapasağlam bir duruş olduğunda insan inanın insanların kımıldaması zorlaşır.

‘Bu iş ciddi ben dikkat edeyim’ der. Dolayısıyla bu tamamen sağlam bir düzenleme ve denetleme meselesi.

Tabii anneler için kreşler bu son derece önemli.

İşletmelerin kendi çalışanları için kreş açmalarını ya da bir kreşle anlaşmalarını teşvik edeceğiz.

Kreş açmayan ya da açık kreşlerle sözleşme yapmayan iş yerlerine ise bir miktar yaptırımlar uygulamak zorunda kalacağız.

Aks halde bu kendiliğinden olmuyor.

Çünkü bakıyoruz kadınların iş hayatından kopması kadın erkek arasındaki eşitsizliğin önemli nedenlerinden birisi bu geleneksel olarak aslında yavaş yavaş Türkiye'de de değişiyor bunu memnuniyetle izliyoruz ama geleneksel olarak kadının çocukla ilgili sorumluluğu.

İşte o çocukla ilgili sorumluluğun hem kadın erkek arasında ebeveyn arasında paylaştırılmasını gerektiren o yönde hazırlanan mevzuat gerekiyor ama hem de bu kreş konusu gerçekten iş hayatından kopmamak için o terfilerden geri kalmamak için son derece önemli.

Ayrıca kadınların sadece “iş bulan” değil, aynı zamanda “iş kuran” insanlar olmasıyla ilgili de özel bir gayret gerekiyor.

Onun için kadın girişimciyi destekleyeceğiz.

Kadın üreticiyi destekleyeceğiz.

Kadın esnafı destekleyeceğiz.

Kadın zanaatkarı destekleyeceğiz.

Satış yaparak para kazanmaları için her türlü imkânları da o zanaatkar kadınlara girişimci kadınlara sağlayacağız.

Çünkü arkadaşlar, ne diyoruz?

Kadın varsa çözüm var.

Kadın varsa kalkınma var.

Kadın varsa bereket var diyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Buradan bir şeyi daha ilan etmek istiyorum.

Kadınlar sosyal devlet dışında hiç kimseye, hiçbir kuruma, hiçbir gruba mecbur kalmayacak.

Şimdi bakıyoruz sadece ve sadece maddi imkansızlıklar sebebiyle devletin sosyal devlet görevine doğru düzgün yerine getirmemesi sebebiyle farklı gruplar ve farklı yapılarla da kadınların mecbur ilişkiler geliştirmek zorunda aidiyet ilişkileri geliştirmek zorunda kaldıklarını da görüyoruz.
‘Bir mensubiyetim olsun bir aidiyetim olsun ki oradan yardım gelsin. Şöyle bir grubun içerisinde yer alayım ki oradaki sosyal dayanışma mekanizmasından ben de yararlanayım’ diye bir kaygı içerisinde beklenti içerisinde kadınlar olmasını istiyoruz.
Bunun görevi devletin. Devlet görevini tam olarak yerine getirdiğinde mecburiyet kalmayacaktır.
Ha kendi arzusuyla isteğiyle sosyal gruplaşmalar olabilir sosyal farklı yapılar içerisinde beraber çalışmalar farklı etkinlikler olur ama bu özgür bir irade ile özgür bir tercihle olmalı. Maddi imkansızlıklar ve mecburiyet sebebiyle asla olmamalı.

Değerli arkadaşlar,

İhtiyacı olan ailelere daha önce de açıkladık “Asgari Gelir Desteği” diye bir projemiz var. Bu projeyi uygulayacağız.

Şimdi bu projeyi 6'lı masada diğer partilerin de benzer projeleri ile birleştirip tek bir proje haline getirme gayretimiz de var.
Mesela ‘Aile Sigortası’ diye Ana muhalefet partisinin bir projesi var. Aslında o projede özü temeli benzeyen şeyler. Ne yapıyoruz 6’lı masada?
Bazı projeleri birleştirip tek bir proje haline getirmede yoğun bir gayretin içerisindeyiz.
Yani işin özü şu; hiçbir vatandaşımız hiçbir hane halkı asgari gelir seviyesinin altında kalmasın en temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelir seviyesine onu çıkartmak onu sağlamak devletin görevi olsun. Özü bu yani. Adına ne derseniz deyin sistemi nasıl kurarsanız kurun özü bu.

Aynı zamanda arkadaşlar çalışma imkânlarının sunulması da yani kadınların çalışarak alnın teriyle bileğinin gücüyle çalışarak ve bizzat çalışma hayatının içinde olarak hayatını kazanması da zaten bu sosyal devlet sosyal yardımda olan ihtiyacı azaltacak.

Ve asıl amaç o olmalıdır.

Şu andaki hükümet bakıyoruz kaç milyon insana yardım dağıttı ile övünüyor değil mi?
‘Şu kadar milyon insana şu kadar para verdim.’
İyi ettin.
Yoksulluk sınırının altına düşür milleti insanları yoksullaştır topladığın vergileri heybeye doldurup o heybeyle git zaten parası olana ver kurmalı diye faiz diye ver ondan sonra da ‘bak ben milyonlarca kişiye yardım ediyorum’ diye övün.
Gerçekten ayıp.
Asıl amaç ne olmalı? Yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımızın sayısını azaltıp vatandaşlarımızın kendi çalışmalarıyla kendi emekleriyle kendi hayatlarını sürdürmesi.
Asıl nihai hedefin mutlaka o olması lazım.

Kısacası, anneler kara kara “Çocuğuma ne yediririm?” diye artık düşünmeyecek.

İhtiyacı olan hanelerde yeni doğan bebeklerin mamasını, sütünü, bezini devlet olarak biz karşılayacağız.

Bunlar temel ihtiyaç.

Bebek bezinin mamanın kilitle satıldığı marketlerde kilitle satıldığı bir ortama getirdiler maalesef ülkeyi. Ama buradan çıkarmak da bir o kadar kolay bir o kadar da hızlı olacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Seçimlere şurada 3 ya da 5 ay kaldı. Artık Mart mı Nisan mı Mayıs mı ama sayılı gün çabuk geçecek.

Evdeki kadının emeğini hiçe sayan, sokakları tekinsiz kılan bu iktidarı müsait bir yerde hep beraber indireceğiz.

Biliyorsunuz Beştepe kadınların ahını aldı. Umudunu aldı. Ekmeğini aldı. Huzurunu, neşesini aldı.

Ama bakın görün; kadınlar da Beştepe’dekilerin tahtını alacak, bu olacak.
Sadece kadınlar o tahtı almakla kalmayacak o tahtı önce bir kıracak atacak.

Çünkü sistemi değiştireceğiz değil m? O tek adam sisteminden parlamenter sisteme geçerek hep beraber demokrasiyle ülkemizi yöneteceğiz inşallah.

Ve Türkiye mutlu kadınların ülkesi olacak.

*****

Değerli arkadaşlar, sözlerimin sonuna doğru daha evvel yaptığım çağrımı yinelemek istiyorum:

Bu ülkenin tüm kadınlarına sesleniyorum:

Ülkemizin yarınları için, özgürlük için, eşitlik ve adalet için, iyi eğitim için, zengin Türkiye için, çocuklarımızın bugününü ve yarını kurtarmak için, hepinizi DEVA Partisine davet ediyorum.

Gelin hep birlikte; hukuku ayağa kaldıralım. Hukuk devletini güçlü bir şekilde tesis edelim.

Gelin hep birlikte; nitelikli eğitim için hızlı adımlarla yürüyelim. Ekonomimizi canlandıralım, üreten zengin bir ülke olalım.

Gelin, kadına şiddeti bu topraklardan silmek için hep beraber çalışalım.

Bunu başarabiliriz ama ancak ve ancak hep beraber olursak başarabiliriz.

İşte bu yüzden ülkemizin tüm demokrat kadınlarını hakkın, adaletin, özgürlüğün yanına davet ediyorum.

Ülkemizin tüm demokrat kadınlarını DEVA Partisi’ne davet ediyorum.

Çünkü DEVA’da “kadınlar üzerinden” siyaset yapılmaz. Bizde siyaset, “kadınlar için” yapılır.

Çünkü DEVA’da eşitlikçi siyaset vardır.

Siyasette artçı değil, öncü olmak için tüm kadınları DEVA Partisi’ne davet ediyorum ve tekrar hepinize teşekkür ediyorum. Sağ olun var olun diyorum.

*****

 

 

 

21 Aralık 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Gençlik Eylem Planı Konuşması

Ali Babacan’ın Gençlik Eylem Planı Konuşması

Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

*****

Bugün Gençlik Eylem Planımızla karşınızdayız.

Gerçekten şu anda Türkiye’de siyasetin sürekli laf ürettiği bir dönemdeyiz.

Siyasette eski bir alışkanlık kötü bir alışkanlık laf üretmek fakat biz alışılageldik bir siyaset yapmıyoruz.

Türkiye’de siyasete yeni bir soluk kazandırdık. Türkiye’de yeni alışkanlıklar yeni gelenekler yeni bir kültür kazandırdık.

Yani biz aynı zamanda iş üretiyoruz.

Ama biz yola çıkarken taahhüt etmiştik:

Siyasete ki bu yeni tarz, yeni üslup, yeni yol gerçekten ülkemize çok farklı bir dönem başlatacak ve hep beraber inşallah ülkemiz için güzel günlere doğru el ele omuz omuza yürüyeceğiz.

Biz sadece sorunları tespit etmekle kalmıyoruz her başlık altında tek tek çözümlerimizi açıkça ortaya koyuyoruz.

Bugüne kadarki hiçbir hükûmet programında olmayan detayları şu anda biz ortaya koyuyoruz.

İşte 18. Eylem planımız.

Böyle basılı hale gelip bir fasikül olunca, okuması, anlatması kolay oluyor ama bir de bunu hazırlayanlara sorun. Gerçekten bu çalışmaların arkasında, yetkin bir kadronun muazzam emeği var.

Burada her eylem planımızda olduğu gibi madde madde madde madde neler yapacağımızı, gençlik politikaları konusunda neler yapacağımızı ortaya koymuş durumdayız.

Ben böylesine güzel çalışmalar yapan böylesine önemli başarılı çalışmalara imza atan bir ekibin başında olmanın bugün haklı gururuyla karşınızdayım.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gençlik eylem planımız, pek çok konuyu yatay kesiyor. Yani pek çok politika alanıyla iç içe bir konudan bahsediyoruz. Özellikle eğitim, hukuk, sağlık gibi farklı alanlarda gençlik politikalarıyla beraber ele alınması gereken çok husus var.

Amacımız, gençlerin huzurla nefes alacağı, yarınlarından endişe etmeyeceği bir ülkeyi hep beraber sizlerle inşa etmek.

Bu çalışmada da en büyük rehberimiz gençler oldu. Hep söylediğim gibi biz gençlerin arkasından yürüdük. Her çalışmada olduğu gibi bu çalışmada da gençlerin arkasından yürüdük.

Biz “Su küçüğün söz büyüğün” diyenlerden değiliz. İlk sözü hep gençlere veriyoruz ve gençler yürüyor biz arkalarından devam ediyoruz.

Biz gençlere ‘başımıza yeni icatlar çıkarın’ diyoruz.

Çünkü yeni fikir buluş, dinamizm bugünün güncel sorununu yakalamak ve çözüm üretmek en çok da gençlerimizin çok da mahir olduğu konular gerçekten.

Biz parti olarak kuruluşumuzda çok önemli bir karar verdik biliyorsunuz arkadaşlar. Biz gençlik kolları kurmadık.

“Gençler karar mekanizmalarının içinde olmak zorunda” dedik.

Gençleri sadece bayrak asıp indirmek, mitinglerde sloganla yükümlü bir çalışma grubu olarak asla görmedik görmeyeceğiz de. Yani asıl ana kademe var gençler de yardım ediyor... Değil.

Gençler bizzat işin içinde. Genel merkezimizde illerde ilçelerde her yönetim kurulumuzda gençler fiilen karar alma mekanizmalarının içinde biliyorsunuz.

Bizim partimizin yapısının en önemli farklarından birisi bu.
Çünkü gençlik kolları ve kadın kolları biliyorsunuz çoğu partide simülasyon yapıyor aslında.

Ana kademe var bütün kararlar ana kademede veriliyor. Gençlik ve kadın çalışmaları benzer organizasyon yapısına sahip olmasına rağmen karar mekanizmalarının içinde olmuyorlar.

Yani oy kullanma hakları olmuyor. Oysa bizim sistemimizde gençlerde kadınlar da bizzat oy kullanma mekanizmasının içinde oy kullanma haklarına sahip. Ve en az %20 oranında da gençler bizim parti tüzüğümüzü temsil ediyor karar mekanizmalarımızda.

Genç arkadaşlarımın fikirlerinden istifade edebildiğim için de kendimi ve parti olarak kendimizi çok çok şanslı görüyoruz.

Bir kez de daha huzurunuzda bu çalışmalarda emeği geçen, bizlerle beraber yol yürüyen yönetim mekanizmalarımızda yönetim yapılarımızın içinde olan veya partimizin üyesi olup çalışmalara yoğun bir şekilde bizimle katkı veren omuz veren bütün genç arkadaşlarıma burada huzurlarınızda bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün Türkiye’de siyasette derhal yepyeni bir soluğa ihtiyacımız var.

Geçmişin hesaplaşmalarıyla, yarınlara ceza kesme devrini kapatmanın da artık zamanı geldi bu ülkede.

Bugün gençler mutsuz ama daha da acısı umutsuz.

Yani bugünkü mutsuzluktan öte geleceğe doğru ümitleri yok gençlerin.

Yani ‘bugün işler kötü galiba hep böyle olacak. Hatta daha da kötüleşecek. Biz bari kendimize yaşayacak bir ülke bulsak’ diyorlar.

Bu da inanın bizim içimizi parçalıyor.

Çok yazık.

Bu ülke böyle bir tabloya layık değil. Bu ülke bunu hak etmiyor.
Öyle bir dönemdeyiz ki arkadaşlar gençliğe en çok ne borçluyuz biliyor musunuz? “Gençlik” borçluyuz.

Bizim gençlere en önemli borcumuz şu anda “gençlik”.

Çünkü yaşlarının gereği olan hayatı yaşayamıyorlar. Yaşlarının gereği olan işleri yapamıyorlar.

Fırsat eşitliği yok.

İyi bir eğitim alma aslında bir hak fakat eğitim sistemimizle ilgili çok ciddi sorunlar var.

Herkesin lüks diye tarif ettiği bugünlerde özelikle pek çok şey aslında ihtiyaç.

Bugün bir akıllı telefon lüks değil ihtiyaç.

Bugün bir bilgisayar lüks değil ihtiyaç.

Bugün bir şöyle arkadaşlarıyla sohbet edip bir yemek yemek lüks değil ihtiyaç.

Onu bırakın çıkıp dışarıda bir kahve içmek lüks değil ihtiyaç.

Ama şu anda öyle bir iklim oluştu ki Türkiye’de maalesef en temel konularda dahi artık insanların ulaşamadığı erişemediği bir ekonomik tabloyla karşı karşıyayız.

Kutuplaştırmalardan, kavgalardan, hatalı politikalardan günleri kararmış bir gençlik söz konusu şu anda maalesef.

Demokrasi tarihimiz boyunca bunlara çok şahit olduk.

İşte şimdi bu gidişe dur deme zamanı da geldi.

Biz onun için buradayız onun için çalışıyoruz.

Biz sorumluluğumuzu aldık, çalışmalarımızı tamamladık.

Türkiye’yi dönüştürürken gençlerimiz edilgen değil, etken olmak zorunda.

Gençler için ne yapıyorsak gençlere rağmen değil; gençlerle birlikte yapmak zorundayız.

Tutturmuşlar bir Z kuşağı, Z kuşağı aşağı Z kuşağı yukarı. Ve kategorize etmek burada söz konusu bakın. Yani sınıflandırmak, kategorize etmek Z kuşağı diye bir yerde tutmak. Biz işte buna karşıyız.

Kategorize etmek, genel geçer özellikler atfetmek, gençlerin sorunlarından, isteklerinden uzaklaşmak demektir.

Bu yüzden biz gençleri Y kuşağı Z kuşağı falan diye ayırmıyoruz.

Her birinin ayrı birer özne olduğunu baştan kabul ederek bu yola çıktık.

Ve dertlerini can kulağıyla dinledik, dinliyoruz. İhtiyaçlarını öğreniyoruz ve ‘nasıl çözerim’ diye soruyoruz. Onlarla beraber çözümleri oluşturuyoruz.

Biliyorsunuz şu andaki iktidarın ise kimseye bir şey sorduğu yok.

Her şeyi çok iyi biliyorlar ya sorma ihtiyaçları da yok.

’20 yıldan sonra bunlardan ne öğreneceğim ki ne katabilirler ki. Ben zaten bu işi 20 yıldır yapıyorum’ diyor.

Ne zaman bir genç mevcut durumu anlatsa ne diyorlar? “Sus konuşma” diyorlar.

Ne zaman birisi fikirlerini söylemeye çalışsa “Çıkar telefonunu göster” diyorlar.

Yani ne demek, ‘Bak cebinde telefon var daha ne istiyorsun’.

Gerçek ayıp, çok büyük ayıp.

Bugün akıllı bir telefon temel bir insan hakkı temel bir ihtiyaç.

Bunu idrak edemiyorlar.

Ama değerli arkadaşlar bakın biz öyle yapmadık. Çalıştık. Hep beraber çalıştık.

İşin özü, biz bu eylem planı için gerçekten çok iyi hazırlandık.

Gençlere hak ettikleri bugünü ve yarını sunma hedefiyle de yola koyulduk.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gençler Türkiye’nin yarını değil, gençler Türkiye’nin aynı zamanda bugünü.

‘Gençler yarınımızsınız’ diyenler bilin ki bir şeyleri öteliyor erteliyor. ‘Bugünün meselesi değilsiniz. Yarın bize lazım olacaksınız, yarın’ diyorlar. Halbuki gençler bugünün gençleri ve gün bugün.

Onun için bugünden başlamamız gerekiyor. O yüzden derhal yapmamız gereken çok iş var.

İlk adım, ilk doksan dakika:

Hep söylüyorum. Bizim bütün bu eylem planlarımızda yazıyoruz ya 90 gün 180 gün ama bir de asıl bizim 90 dakikada yapacağımız açıklamalar var. Yani hükümetin kurulmasından sonraki ilk 90 günde neler yapacağız?

En önemli konulardan birisi arkadaşlar ifade özgürlüğü. Yani şu ‘çıkar telefonunu göster’ diyenler var ya biz öyle bir şey yapmayacağız. Biz ne diyeceğiz? “Gel konuşalım” anlayışıyla yaklaşacağız.

“Bir tweet atsam başıma iş gelir mi, bir tweet beğensem işten atılır mıyım” kaygılarını sonlandıracağız.

Bu iktidar tornadan çıkmış tek tip gençlik istiyor dikkat edin. Kendi dar zihin dünyalarına hapsolmuş kendi torna makinelerinden çıkmış tek tip bir gençlik istiyor.

Bu asla olmayacak.

Biz kendi gibi olan, sorgulayan, eleştiren, merak eden ve hevesini yitirmeyen gençlerle büyüyeceğimizi çok iyi biliyoruz.

Başka ne yapacağız? İlk 90 günde ‘Dezenformasyon Yasası’ denen bu sansür yasasını kaldıracağız.

Hiç kimsenin “Sabaha kapıma dayanırlar mı?” kaygısını bu ülkenin gençlerine yaşatmaya hakkı yok.

Böyle bir şeye izin vermeyeceğiz.

Demokrasi de bilim de zenginlik de; korkuyla gelmez. Ancak özgürlükle gelir özgürlükle ilerler.

“Sözünün değeriyle” güçlenen bir Türkiye istiyoruz biz. Sözün gücüyle yükselen bir Türkiye istiyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem Planımızın detaylarını Gençlik Politikaları Başkanımız Doğa Bey birazdan anlatacak. Ama ben sadece birkaç maddeyi paylaşmak istiyorum.

Fırsat eşitliği. En önemli konulardan bir tanesi.

Eğitimde, işe girişte, sağlıkta… Hiç fark etmez. Fırsat eşitliği.

Herkesin eşit imkanlarla ve eşit fırsatlarla karşılaşıyor olması.

Bu nedenle de eğitim masraflarının özellikle karşılanması için her türlü desteği vereceğiz.

Bu ülkede hiç kimse yokluk, yoksulluk sebebiyle eğitim hakkından alı konulamayacak. Bunun için de eğitim kartı uygulamasını başlatıyoruz.

Ve bu eğitim kartına yüklenecek miktarlarla asgari eğitim ihtiyacını herkesin karşılayacağı aynı zamanda özgürce karşılayacağı bir fırsatı gençlere sunuyoruz.

Her sene başında, ihtiyacı olan öğrencilerin kartına belli bir bedel yatırılacak ve gençler eğitimle ilgili harcamalarını bu kart ile yapacak.

Üniversiteliler için ise en büyük dert şu anda barınma sorunu arkadaşlar barınma. Maalesef devlet yurtları KYK yurtları yeterli olmadığı için pek çok arkadaşımız ki en son yaklaşık 100 bin gencimiz üniversiteyi kazandığı halde devlet yurdu, KYK yurdu çıkmadığı için okullara kaydını yaptıramadı.

Bu gerçekten çok büyük bir rakam. Bunu da büyük bir adaletsizlik olarak görüyoruz.

Hiç kimsenin barınma sorunu nedeniyle üniversiteye girme hakkının elinden alınmaması gerektiğini düşünüyoruz.

Nitelikli ve insan onuruna yarışır yurtları biz inşa edeceğiz.

Gençler koğuş gibi yerlerde yaşamak zorunda kalmayacak.

2 kişilik odalar. Sistem bu.

Yurt demişken… KYK yurtlarındaki giriş-çıkış saati uygulamasını da kaldıracağız.

Yurt bulamayan ihtiyaç sahibi gençlere ise kira yardımı uygulamasını başlatacağız.

Gençlere güveneceğiz arkadaşlar güveneceğiz. 18 yaşına gelmiş, üniversiteyi kazanmış, üniversiteye başlamış hayatı öğrenecek. Şu saatte gel bu saatte çık. Öyle bir şey yok.

Bunlar hep o eski zihin dünyasının ürünü.

Türkiye değişti, gençler apayrı bir nesil. Artık Türkiye’de pek çok şeyin değişmesi gerekiyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bir diğer hedefimiz de gençlerin istedikleri son model teknolojilere ulaşmalarını kolaylaştırmak.

İktidarın bu döviz kurunu doları patlatması yetmedi, ülkeyi komple vergi dairesine döndürdü.

Şu anda bakıyorsunuz en temel teknolojik cihazları satın almaya kalktığınızda alışveriş yaptığınız dükkân aslında vergi dairesi.

Biz ne yapacağız? Temel teknoloji ürünlerindeki vergileri aşağı doğru çekeceğiz.

Görüyorsunuz; cep telefonu, tablet, bilgisayar bunların üzerindeki vergiler korkunç boyutlara ulaştı.

Daha öncede söyledim. İyisinden bir cep telefonu almak arkadaşlar bugün Amerika’da 1 haftalık asgari ücretle mümkün. Yani asgari ücretle çalışan bir haftalık maaşıyla iyisinden bir cep telefonu alabiliyor.

Türkiye’de bir asgari ücretli ancak 6 ay çalışırsa aynı cep telefonunu alabiliyor.

Şu farka bakın, refah farkına bakın.

Gençler peki telefonu aldı, bilgisayarı aldı, tableti aldı ne gerekiyor hemen? İnternet gerekiyor.

Şimdi biz ne yapacağız? İnterneti gençler için ücretsiz yapacağız.

25 yaşına kadar ki gençler interneti ücretsiz olarak kullanabilecek.

Değerli arkadaşlar niye internet ücretsiz olacak? Çünkü bizdeki gelenek nedir? Gençlere hesap ödetilmez. Bu kadar basit, bu kadar basit inanın.


İşte günümüzde akıllı telefon değil mi? Akıllı telefon ne diyorum hep en temel insan hakkı diyorum.

Niye? Haberleşmek temel bir insan hakkı değil mi konuşmak? Haber almak, doğru bilgiye ulaşmak temel bir insan hakkı değil mi?

İfade özgürlüğü, sosyal medyada görüşlerinizi paylaşmanız temel bir insan hakkı değil mi?

Demek ki neymiş akıllı telefon lüks değil, ihtiyaç değil bir temel insan hakkı. Dolayısıyla biz buradaki vergi uygulamalarını tamamen değiştireceğiz ama dediğim gibi interneti bedava vereceğiz.

Ben bunu deyince soruyorlar, ‘internet bedava mı olur, parayı nereden bulacaksınız?’

Ben de diyorum ki ‘bir dakika hop bekleyin’. Bu arkadaşınız 11 yıl bu ülkenin bütçesini hazırlayan ekibin başında oldu. O bizim işimiz, o bizim işimiz.

Şimdi devlet belediyeler karayollarını yapmıyor mu? Evinizin önünden geçen sokağı devlet yapmıyor mu? Kaldırımları belediye yapmıyor mu?

Sen kaldırımda yürüyorsun diye belediye para istiyor mu kimseden? Para ödenen yer var mı kaldırımda yürürken. Duble yolda gidiyorsunuz şehirler arası duble yol. Otoyol ayrı, duble yolda para ödüyor musunuz?

Devlet para yatırmıyor mu?

Bizim modelimiz çok çok basit. Devlet büyük bir yatırımı internete yapacak, alt yapıyı kuracak. Fiber optik ağlarla bütün ülkeyi örecek.

Nasıl bir zamanlar demir ağlarla bu ülkeyi ördü bu devlet biz de fiber optik ağlarla bu ülkeyi öreceğiz.

Ve bu fiber optik yatırım var ya arkadaşlar devletin sadece bu sene ödediği faiz ve kur farkı var ya şu kur korumalı, sadece bu yıl ödediği faiz ve kur farkının 4’te 1’ine bütün ülkeyi fiber ağlarla donatabiliyorsunuz.

Bu kadar basit.

Ondan sonra herkesin evinde cebinde hızlı internet olacak.

Bu hükümet döviz kurunu patlatmasaydı faiz ödemelerini patlatmasaydı 2022 yılında faiz ve kur farkına ödenen paranın 4’te 1’iyle bütün bu ülke fiber optik ağla örülebilirdi.

Hesap çok basit. Güven lazım güven. Güven olunca faizler düşecek ama faiz ödemeleri düşecek.

Şu andaki hükümetin iddiası ne? Merkez Bankası'nın faizini düşürdüm diyor. Faizi kim ödüyor banko ödüyor. Vatandaşın ödediği faizde düşme yok.

Böyle bir şey yok.

Devletin ödediği faize düşme var mı yok. Patladı gitti.

Dolayısıyla kaynak belli.

Değerli arkadaşlar bir başka önemli konu biz gençlerin dünyayı görmesini istiyoruz.

Bu amaçla gençlere pasaportlarını ücretsiz olarak vereceğiz. Yurt dışına çıkışlarda da harç almayacağız.

Bu gençlerin çektiği nedir Allah aşkına? Zaten imkanları kısıtlanmış zaten fırsat eşitliği yok. En temel ihtiyaçları bir lüks gibi görünüyor şu anda ülkeyi yönetenler tarafından. Ama bunlar ihtiyaç.

Çünkü dünyayı görmek de bilmek de ihtiyaç arkadaşlar.

Dünyayı görüp bileceksiniz ki ülkemizin kıymetini daha iyi anlayacaksınız ve bu ülkeyi layık olduğu seviyelere yükseltmek için de hep beraber omuz omuza çalışacağız.

Biz havalimanlarının yurtdışı çıkış kapısını, ülkeden kaçmak için değil, başka yerleri gezip geri dönmeleri için kullanılacak alanlar olarak görüyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin itibar kazanacak pasaportuyla, gençler göğüslerini gere gere bütün dünyada dolaşacaklar.

İnşallah öyle bir noktaya gelecek ki Türkiye ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ dediğinizde herkes ‘O Türkiye bu işi yaptı, Türkiye başardı.’

Bazen ben bunu özellikle lise ve altı yaşlardaki gençlere söylediğimde şöyle bakıyorlar 'bu olur mu' falan diye. Yaşı müsait olanlar biliyor çünkü oldu.
Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım dediğiniz anda bütün kapıların açıldığı dönemleri bu ülke yaşadı.
Bu ülke iyi yönetildiğinde düzgün yönetildiğinde bu ülke ayağa kalktı kanatlanıp uçtu.
İnşallah tekrar olacak. Bütün dünyadan gençlerin akın akın gelip 'şöyle bir 3 ay 6 ay bir Türkiye'de yaşasam' diye kuyrukta beklediği günleri yaşadı bu ülke.
İnşallah çok daha güzelini yaşayacağız.

Pasaport demişken...

Vize kuyruklarındaki rezaleti görüyorsunuz, değil mi? Ne hale düştü ülke.

Belli başlı insanlar şu anda Avrupa'nın bir ülkesine giderken vize için müracaat ettiğinde reddediliyor.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysan otomatik olarak 'bunlardan geri duralım'
Türkiye'nin itibarını beş paralık ettiler maalesef.
Ama bu 85 milyonu etkiliyor. Bu ülkenin dünyadaki itibarını ve vatandaşlarımızın itibarını etkiliyor.

Biz AB ile vizeleri kaldırmanın eşiğine gelmiştik. Vize kalkıyordu.
72 maddenin 67'sini tamamlamıştık. Ama sonra Türkiye öyle bir hale geldi ki 'burada işsizlik çok. Türkiye'den gelen insanlar gelir Avrupa'da sorun olur sosyal sıkıntı çıkar’ diye bizim vatandaşlarımıza karşı şimdi çok ciddi bir rezidans başladı. Ve bu bizi çok üzüyor.
Çünkü bu ülke buna layık değil.
Bu ülkeyi yoksullaştıranlar bu ülkenin itibarını beş paralık edenler bu işin utancını yaşamak zorunda.

Şu anda Avrupa hayali kurmaz olduk. İşte biz büyün gidişatı tersine, lehimize çevireceğiz. Türkiye’yi Avrupa’nın onurlu bir ülkesi yapacağız.

Ülkenin yarınlarını öyle Şangay 5'lisinde falan aramayacağız.
Ben gençlere soruyorum gitmek istiyorsun da hangi ülkeyi görmek istiyorsun hangi ülkeye gitmek istiyorsun diye Şangay beşlisinden bir tane sayan genç yok.
Herkes ağırlıklı olarak Avrupa'yı gösteriyor istikamet.
İşte bizim gençler istikamet olarak Avrupa'yı gösterirken şu anda hükümetin istikameti Şangay.
Onun için olmuyor onun için diyoruz ki bunların vakti oldu artık.
Şu anda artık yorgun ve ihtiyar bir iktidar var Türkiye'de.
Bunu görmemiz lazım.
Onun için ne diyoruz gençler nereye istiyorsa biz oraya doğru gideceğiz.
Ama asıl önemli olan arkadaşlar Avrupa'ya doğru gitmek değil Avrupa standartlarını Türkiye'ye getirmek.
Türkiye Avrupa standartlarına yükseltmek.
Biz İnşallah bunu yaparız hem de çok hızlı yaparız.
Çok hızlı bir şekilde Türkiye'yi her alanda Avrupa standartlarına yükseltiriz.
Ama bunun için önce niyet lazım önce özgürlükten kopmamak lazım demokrasiden kopmamak lazım.
Çünkü Avrupa standartları sadece yüksek refah standartları değil ki. Avrupa standartları aynı zamanda yüksek demokrasi standartları yüksek hukuk standartları.
Şu andaki hükümet bunlardan korkuyor.
Şu andaki hükümetin özgürlüklerle arası yok. Demokrasi ile arası yok hukukla arası yok.
O yüzden Şangay’a doğru istikametini çizmeye çalışıyor.
Fakat bu ülkenin gençleri ize izin vermeyecek.
Ve İnşallah ilk seçimde göreceğiz ilk seçimde Türkiye demokrasi ve insan haklarından özgürlüklerde en yüksek standartlara ulaşacak bir yola girecek ve o yolda hep beraber omuz omuza İnşallah yürüyeceğiz.

Bir zamanlar Eurovision vardı hatırlıyor musunuz Eurovision şarkı yarışması Türkiye onun da dışına çıktı şimdi.

Yok.
Ama biz ne yapacağız Türkiye'yi oraya sokacağız.
Ve üstelik onun ev sahipliği için gayret ortaya koyacağız.

Bunları da ülkemiz için gerçekten önemli bir fırsat olarak görüyoruz.

Ve hatta ülkemizi dünyaya tanıtacak başka fırsatlarda var. Mesela spor değil mi?

İşte geçen dünya kupası yapıldı ve Arjantin şampiyon oldu.

Biz de ne yapmak istiyoruz? Dünya Kupası gibi Olimpiyatlar gibi çok büyük spor etkinliklerini Türkiye’ye getirmek istiyoruz.

Ama bunun için ne lazım? İtibar lazım. Para da lazım ama para kısmı kolay o bizim işimiz.

İtibar lazım itibar.

Şimdi bu itibarı sağlamak arkadaşlar emek istiyor. Tuğla tuğla inşa ediyoruz. Ama yıkmak çok kolay.

Bakın biz İstanbul olimpiyatlarını alabilirdik biliyor musunuz?
2020'de biliyorsunuz İstanbul'da Tokyo yarıştı. İki ülke kaldı finale aynı final maçı gibi iki ülke.
Ve ben o işle ilgilenen arkadaşların daveti üzerine son 3 ay o işin içine girdim ülke ülke gezdim.
Uluslararası olimpiyat komitesi üyesi olan yaklaşık 100 kişi var bunların 65'i ile birebir görüştüm.
Neredeyse oldu oldu oldu Türkiye bu işi alacak derken o günlerde dış politika ile ilgili öyle büyük hatalar yapıldı öyle büyük savrulmalar yaşandı ki itibari yine kaydı gitti.
Ve biz bunu Tokyo'ya kaptırdık.
Yani finale kalacak kadar, olimpiyatlar bakın dünyanın en büyük spor etkinliği değil mi.
Bunun ev sahipliğini yapmaya iki ülke arasında finale kalmıştık.
Aynı günlerde tam karara yaklaşıldığı anda dış politika ile ilgili savrulma getirdi Türkiye'yi maalesef bunu kaybedecek noktaya bizi düşürdü.

Ayrıca değerli arkadaşlar biz A Milli Futbol takımımızı o dünya kupalarında görmek istiyoruz.

Bu Türkiye’ye yakışır değil mi? Gençler yakışır. Ama olmuyor niye olmuyor?
Ülkenin Cumhurbaşkanı futbolda iddialı değil mi?
Niye olmuyor? 20 yıldır Cumhurbaşkanı niye olmuyor?
Hani yeni doğan bebeği yetiştirsen iyi bir futbolcu olarak şimdi 20 yaşında canavar gibi futbolcu olur değil mi? Niye olmuyor?
Olmuyor çünkü arkadaşlar bakın istişareye dayalı bir yönetim zihniyeti yok.
‘Ben işimi iyi bilirim’ diyor ama olmuyor beceremiyor.
Bilenlerle konuşacaksın eğitime önem vereceksin.
Sen eğer eğitimi kendi zihniyetine uygun kendi dar bakış açına uygun bir nesil yetiştirmekten ibaret görüyorsan o ülkeden iyi sanatçı değiştiremezsin kolay kolay iyi futbolcu da yetiştiremezsin.
Dolayısıyla ne yapmak gerekiyor? Bu işi çok küçük yaşlardan itibaren her gencimizin çocuğumuzun kendi becerisine kendi yeteneklerine uygun bir eğitim hattına düşürülmesi ile ancak bu mümkün.
Her çocuk yetenekli. Türkiye'de doğan her çocuk yetenekli.
Her çocuk çok başarılı olmaya aday.
Ama yeter ki onu erken yaşta o yeteneğini fark etmek yeteneğini destekleyecek bir eğitim hattına yönlendirmek teşvik etmek.
Bakın koymak demiyorum çünkü özgürlük var.
Ama teşvik yönlendirme.
Başarısızlık diye bir şey ben kabul etmiyorum.
Türkiye'deki her çocuk her genç mutlaka ve mutlaka en az bir alanda çok başarılı olur.
Yeter ki onun başarılı olacağı alanı baştan o eğitimin ilk kademelerinde iyi yakalayalım.

Kimisi futbolda çok başarılı olur, kimisi piyano da çok başarılı olur, kimisi matematikte çok başarılı olur, kimisi resimde çok başarılı olur.

Ama bizim her çocuğumuz her gencimiz en az bir alanda çok başarılı olur.

Yeter ki eğitim sistemimizi buna uygun bir şekilde tasarlayalım.

Eğitim eylem planımızla inşallah Mustafa Bey artık son noktaya geldi. Bir iki hafta içerisinde açıklayacağız. 3-18 yaş eğitim oda gerçekten çok kapsamlı bir çalışma oldu.

Ve bu gençlik eylem planımızı tamamlayan ve beraber ele almamız gereken ve çalışma oldu inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sözlerimin sonuna gelmeden, gençleri ve ailelerini ilgilendiren çok yakıcı bir soruna da değinip sözü Doğa Bey’e devretmek istiyorum.

O da işsizlik.

Bakın işsizlik yaşamsal bir konu. Çok ciddi bir konu. Şakası yok.

Hayat memat meselesi olduğu için bunu çok iyi biliyorum.

İşsizlik bunalımdır, sosyal baskıdır büyük bir yaşam zorluğudur.

İş arayıp da bulamamak çok zordur. Bunu yaşıyoruz, milyonlar yaşıyor Türkiye’de.

Biz bütün bu isyanları, feryatları duyuyoruz.

Bir iş bulamamakla ilgili ilk olarak kim suçlanıyor? Gencimiz değil mi. ‘Bak iş bulamadı.’
Değil iş bulamamak gencin sorunu değil. Gencimizin suçu da değil.
İş bulamamak o eğitim sistemi ile işgücü piyasası arasındaki bağı kuramayan hükümetin suçu.
Ülkenin ihtiyaç duyduğu mesleklerle okulların kontenjanları arasındaki bağı kuramayan hükümetin suçu.
Eğitim sistemini yıllardır bir türlü ayağa kaldıramayan hükümetin suçu.

Dolayısıyla biz ne yapacağız? Her gence iş imkânı sunacağız. Güzel imkânlar sunacağız. Eve kapanmayan, sokakta volta atmayan bir gençlik inşallah olacak ve çok hızlı olacak.

Gençler “ya okulda ya da işte” olacak.

Ya da Avrupa’da interrail ile tur atacaklar.

Mesleki olsun akademik olsun. Hiiç fark etmez. Her genç muhakkak eğitim alacak.

Çok büyük bir mesleki eğitim hamlesi başlatmak zorundayız arkadaşlar.

Bu meslek liselerinin eğitimi gerçekten çok çok önemli. Ve bir tabir var biliyorsunuz “ara eleman”. Biz ona ne diyoruz “aranan eleman”.

Çünkü hızla büyüyen ilerleyen bir ülkenin ekonomisinin aranan elemanı. Yani en çok ihtiyaç da tam oralarda.

Ve meslekler arası geçişin de kolay olması gerektiğini düşünüyoruz.

Halihazırda iş bulamayan gençler de ne yapacaklar? Bazen 1 ay, 3 ay, 6 ay, 1 yıl gibi programlarla yeni beceri ve yetenek kazanacakları programlara gidecekler.

Gidiş geliş yol parası öğle yemeği parası falan bizden. Bir maliyeti külfeti olmayacak bu programlara katılmanın.

Ama o programlara katılıp da programı başarıyla tamamlayan sertifika alan gençlerimiz işe girdiğinde gelir vergisi ödemeyecekler.

O sertifikayla başvuran çalışanları işe alan firmalar Sosyal Güvenlik Primi ödemeyecek.

Dolayısıyla o programdan geçen gençler işe girdiği anda devlet ne Sosyal Güvenlik Primi isteyecek ne de vergi isteyecek ki iş gücü piyasasıyla bir kaynaşma olsun.

En az birkaç sene bunun böyle devam etmesi gerekiyor.

Ondan sonra zaten o firmayla çalışan birbirini severse karşılıklı o kimya elektrik oluşursa o zaten ilişki devam ediyor sorun yok. Ama yoksa başka alternatifler.
İşsizliği azaltmanın en önemli yolu değerli arkadaşlar işte bu.
Çünkü şu anda işsiz olan gençlerimizin ellerindeki diploma ile ve beceri seti ile işgücü piyasamızın ihtiyacı olan diploma ve iş gücü seti farklı.
Onun için uyuşmuyor onun için kaynaşmıyor bu iş.
Onları buluşturmamız gerekiyor. İşte bunu çok hızlı bir şekilde İnşallah yapacağız.

Kısacası devlet üstüne düşeni yapacak.

Devlet imkân sunacak. Devlet adil olacak. Fırsat eşitliği sağlayacak.

Gençler de Türkiye’yi yükseltecek. Bizim modelimiz bu.

Kamuya gelince; kamuda işe alımlarda da biz mülakatı kaldırıyoruz. Devlet, kimseye torpil yapmayacak.

Kim hak ediyorsa hak ettiğini alacak.

Endişeye mahal yok arkadaşlar. Endişeye mahal yok.

Bu kâbus geçip gidecek. Bu korku filmi inşallah bitecek.

*****

Değerli basın mensupları,

Ben tekrar programımıza gösterdiğiniz yoğun ilgi için teşekkür ediyorum. Şimdi eylem planımızın hazırlanmasında emeği geçen tüm arkadaşlarımızı temsilen bu çalışmayı koordine eden çalışmanın başında olan Gençlik Politikaları Başkanımız Doğa Şanlıoğlu’na ben sözü devrediyorum. Bu güzel çalışma için de ayrıca kendisine teşekkür ediyorum.

14 Aralık 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 29. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Yirmi dokuzuncu
Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Değerli yol arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

Bugün aramızda, başkentimizde her gün direksiyon başında olan taksi şoförü arkadaşlarımız da var.

Değerli taksici esnaf arkadaşlarımızı da aramızda görmekten mutlu olduğumu ifade ediyor onlara da hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli basın mensupları,

İçinde bulunduğumuz günlerde, gazetecilik mesleğinin ne kadar önemli bir işlevi olduğunu görüyoruz, daha iyi anlıyoruz.

Bir vakıf yapılanmasının içinde yaşanan vahim bir olayın kamuoyuna taşınmasını gazeteciler sağladı.

O nedenle, sözlerimin hemen başında, söz konusu vahim iddiaların üzerine giderek, hak odaklı habercilik yapan tüm gazeteci arkadaşlarımıza teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Yaptıkları haberler, basın özgürlüğü ile insan hakları arayışının birbiriyle kardeş olduklarını gösteren önemli bir örnek teşkil etti.

Hep söylediğim gibi, “özgür basın hayat kurtarır.” Acı da olsa bir kez daha bunun örneğini maalesef yaşadık, yaşıyoruz.

Bu süreçte, gerçeğin peşinde gazetecilik yapanlara saldıranları da kınamak istiyorum.

İşini yapan, gerçeğin peşinde olan insanlarla kimsenin bir derdi olmaması lazım.

Tabii, iddialar tam bir skandal.

Bir alçaklıkla, bir zulümle, bir tecavüzle karşı karşıyayız.

Geçen hafta söylediğim gibi: Biz, var gücümüzle adalet arayan kadının yanındayız.

Çocuk istismarı bu topraklardan silinene kadar da mücadelemizi sürdüreceğiz.

Çünkü biz siyaseti, herkesin hakkını korumak ve milletimizin güvenlik içinde yaşaması için yapıyoruz.

Hak için, adalet için, özgürlük için siyaset yapıyoruz.

Biz, siyaseti vicdanla yapıyoruz. İşte tam da bu yüzden, sessiz kalmak, görmemek bizim yapabileceğimiz bir şey değil arkadaşlar.

Bu olay, bir genç kadının çocukluğundan beri uğradığı sistematik istismarın ifşasıdır.

Peki ifşa edilen yalnızca bir hayat hikayesi midir?

Hayır.

İfşa edilen; bir çocuğu, bir kadını koruyamamış devletin yüzüdür.

İfşa edilen; görevini kötüye kullanan devlet memurlarıdır.

İfşa edilen; ülkemizde denetimden uzak tutulan yapılardır.

*****

Değerli arkadaşlar,

Kaç yaşında olursa olsun, çocuk istismarının sorumlusu olan hiçbir zihniyet, hiçbir yapı ne hukuki ne de vicdani yönden meşrulaştırılamaz.

Bir çocuğu, çocukluğunun dışında eş olmakla, anne olmakla, bağdaştırmak ve bunu normalleştirmeye çalışmak, suça ortak olmaktır.

Biz sessiz kalmayı, görmezden gelmeyi, geçiştirmeyi, kaçmayı REDDEDİYORUZ.

Çocuğu, kadını hiçe sayan anlayışı REDDEDİYORUZ.

Böylesine bir istismar karşısında, hiç kimsenin, “Mahallemize zarar verir mi” derdine düşmesinin de bir izahı olamaz.

İstismarı duyar duymaz kutuplaşma yangınına odun taşıyanların da bu millete hiçbir faydası yoktur.

Biz bu kutuplaşmayı REDDEDİYORUZ.

Duruşumuz açık ve nettir.

Bizim en önemli görevimiz, çocukların huzurlu ve mutlu olacağı bir ülke inşa etmektir.

Bizim görevimiz; çocuklarımızın ihtiyaçlarını karşılamak, onları hiçbir yapının insafına mecbur bırakmamaktır.

Bizim görevimiz; yargıyı bağımsızlaştırmak, hiç kimsenin bu acı olayların üzerini örtmeye kalkmamasını sağlamaktır.

Bizim görevimiz; liyakati etkin kılmak, devlet kadrolarında işini dürüstçe yapacak insanlara yer vermektir.

İddiaların içinde, ortaya çıkan zincirleme suçları gördünüz.

Çocuğun istismarı başta olmak üzere, resmî belgede sahtecilikten tutun, kaçak yapılaşmaya kadar türlü türlü iddialar var ortada.

Soruyorum size, Türkiye’de güçlü bir sosyal devlet olsaydı, insanlar yokluk yüzünden çocuklarını başkalarına bırakmak zorunda kalırlar mıydı?

Türkiye’de bağımsız yargı olsaydı, bu tür yapılar devlet denetiminden uzak kalabilir miydi?

Türkiye’de şeffaf, adil bir yönetim olsaydı, bazı yapılar, sağlanan imtiyazlarla güçlenebilirler miydi?

Sorun çok büyük ve derin.

Köklü değişikliklere ihtiyaç var.

Demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletinde insanların;

Din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vardır.

Ama arkadaşlar, devletin görevi, aynı zamanda, çok sıkı bir denetimi de yerine getirmektir.

Her türlü örgütlenme de ticaret de siyaset de açık olacak. Şeffaf olacak.

Devlet kayırma, torpil falan yapmayacak.

Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinden bahsediyorum arkadaşlar.

Sosyal devlet olacak ki, güvenli yurtlarda barınma hakkını tüm öğrencilere garanti edecek.

Hukuk devleti olacak, yargı bağımsızlaşacak ki, hiçbir yapı yargıyı etkisi altına alamayacak, hiçbir yapının mensupları yargıda kadrolaşmayacak.

Ehliyet ve liyakat ilkesi hâkim olacak ki, devlette kimse kendi kadrosunu kuramayacak.

Devlette işe hak eden girecek. Onun yakını, bunun mensubu falan denmeyecek.

Ancak böylece, bu toprakların, bu ülkenin pırıl pırıl gençleri ülkesini zirvelere yükseltecek.

O nedenle arkadaşlar biz devekuşu olmayacağız. Başımızı toprağa gömüp hakikati reddetmeyeceğiz.

Ülkemizin dört bir yanında, her çocuk, güvenle başını yastığa koyana kadar da canla başla çalışacağız.

Siz gazetecilerin, biz siyasetçilerin ve bu devletin bürokratlarının denetleme sorumluluğu var.

Bu ülkenin din alimlerinin de büyük sorumluluğu var. Hepimizin vicdanını yaralayan bu davada onları da bu mücadeleye davet ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlar;

Biz çözümsüz yaklaşımı reddediyoruz.

Bugün devleti 28 Şubatçılara teslim edenlerin, dindar insanlara o günlerde yapılan baskıları hatırlatmaya hakları yoktur.

Biz, 28 Şubatçıları baş tacı eden iktidardaki bu anlayışı reddediyoruz.

Ama en önemlisi nedir, biliyor musunuz?

Hiçbir adalet sisteminin çocuk istismarını örtbas etmeye hakkı yoktur.

Böyle işleyen bir adalet sistemini reddediyoruz.

Bakın; mağdur, 2020 yılında yargıya başvuruyor, değil mi?

Deliller var.
Kayıtlar var.
Fotoğraflar var.
Son derece kuvvetli bir şüphe var ortada.

Fakat iki senedir bir arpa boyu yol kat edilmemiş.

Bu nasıl bir adalet ya?

Bir yandan bakıyoruz, iktidarı eleştirenler soluğu hemen cezaevinde alıyor.

Bırakın eleştiriyi falan, sahnede espri yapan şarkıcılar soluğu hemen cezaevinde alıyor.

Ama küçücük yaştaki çocuğun istismar edildiği iddiaları ortadayken, yargı lay laylom… Rahat.

Bakın arkadaşlar biz bu adalete adalet diyemeyiz. Bu teraziye terazi diyemeyiz.

Kendisine “muhafazakâr devrimci” diyenlerin adaleti bu mu Allah aşkına?

Bu mu?

Devrim dedikleri adaleti yok etmek mi? Yargıyı ayaklar altına alıp çiğnemek mi?

Yıllarca çocuk istismarı iddialarının üstüne gitmemek ne muhafazakârlığa ne de devrimciliğe sığmaz. Kabul edilemez böyle bir şey.

Bir kız çocuğu eğitimden mahrum bırakılıyor; Millî Eğitim Bakanlığı yok ortada.

Bir çocuk istismara uğruyor, düğün yapılıyor; İçişleri Bakanlığı ortada yok.

14 yaşındaki çocuk, kemik testinde 21 yaşında çıkıyor; Sağlık Bakanlığı ortada yok.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı 2020’de olayı öğreniyor. Ortalığı ayağa kaldırmaları gerekirken, hiçbir şey yaptıkları yok.

Adalet Bakanlığı’nı saymıyorum bile. Adalet Bakanı, iktidarın yargıyı baskı altına almasının bir aracı haline gelmiş bu ülkede.

Oysa H.K.G. davası, tarihi bir dava arkadaşlar.

Zincirleme suçların ve ihmallerin tüm boyutlarıyla açıklığa kavuşturulması gerçekten ülkemiz için büyük bir imtihan olacak.

Bakın toplum olarak burada çok büyük bir imtihan vereceğiz.

Bu tür olayları geçiştirecek mi birileri? Yoksa üzerine üzerine gidip bir daha tekrar edilmemesi için gereğini mi yapacağız?

Söz konusu hükümet iktidar ve hükümete yakın yapılanmalar olunca bakıyoruz yargının eli ayağına dolaşıyor. Bakanlıkların eli ayağına dolaşıyor.

Hukuk denen bir şey var, kanun var. Yapsana gereğini. ‘Ya acaba yaparsam başıma bir iş gelir mi?’

‘Falanca yapı hükümete yakın, falanca yapı bunlara dokunursak başımıza iş gelir.’ Böyle bir şey olur mu?

Bu ülkede hiç kimsenin dokunulmazlığı olmaz arkadaşlar.

Bu ülkede suç işleyen suça ortak hazırlayan herkes adalet ve yargı önünde hesabını vermelidir.

Başka türlü Türkiye Cumhuriyeti’ne siz hukuk devleti diyemezsiniz.

Koskoca devlet bazı yapıların esiri haline getirilemez.

Ama şu andaki hükümet bunu göz göre göre yapıyor.

Şu andaki hükümet bir yandan bazı yapılarla bir yandan yasa dışı suç örgütleriyle iş birliği yaparak ülkeyi karanlığa gönderiyor.

Ama biz buna ‘hayır’ diyeceğiz. Biz bu ülkenin bu hükümet tarafından bu iktidar tarafından karanlıklara gömülmesine ‘hayır’ diyeceğiz.

Dimdik ayakta duracağız ve hep beraber ‘itiraz ediyoruz’ diyeceğiz.

Ancak bu işler böyle düzelir. Bu işler birilerinin korkmadan cesaretle kendini ortaya atmasıyla düzelir.

Nasıl birkaç gazeteci arkadaşımız korkmadan kendini ortaya attı ‘burada sorun var, yazık günah’ dedi onlara da saldırdılar. Ama sonuçta ne oldu? İş ortaya çıktı.

Ve toplumda farkındalık oluştu. Buna rağmen ört bas etmeye çalışanlar var.

Buna rağmen ‘Şimdi bununla ilgili laf edersek acaba bazı mahalleler rahatsız olur mu?’ diye vicdansızlık yapanlar var.

Biz bunu kabul etmiyoruz arkadaşlar. Üzerine üzerine gideceğiz.

Sonuna kadar biz bu meselenin takipçisi olacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Hukukun, adaletin olmadığı bir düzen hiç kimseye huzur getirmez.

Yaşadığımız adalet krizinin somut örneklerini Sayın Bahçeli’nin tavırlarında da açık açık görüyoruz.

Zaten ortada yasa dışı unsurlarla ilişkileri ayyuka çıkmış bir iktidar ortağı söz konusu.

Krizlerin ortağı, devleti “yasadışı örgütlerin geçit alanı”na çevirdi!

Bugüne kadar bu ülke için bir taşı bir başka taşın üstüne koymamış, ama arka bahçesinde irili ufaklı bütün çeteleri saklıyor.

Sağa sola öfkeyle bağırıp çağırmayı da iş yapmak zannediyor marifet zannediyor.

Tahliye olduğunda ilk iş olarak Bahçeli’yi ziyaret eden bir şahıs, bir şirketin genel müdürünü aleni olarak tehdit ediyor. Resmen öldürmekle tehdit etti.

Ortada “tehditten” açılmış bir soruşturma var mı merak ediyorum.

Peki, aynı cümleyi, aynı şahıs Bahçeli için kullansaydı ne olurdu? Çoktan cezaevini boylamıştı.

Böyle bir devlet olur mu? Böyle bir adalet olur mu?

Bu tür suç örgütlerinin kullanılması, yakın tarihimizin kara sayfalarında mevcuttur arkadaşlar.

Hatırlayalım, o çeteler dönemini hatırlayalım. O Susurluk olaylarını hatırlayalım.

Ama bu ülkenin hiçbir menfaati olmamıştır. Bu ülkede yaşayan herkes zarar görmüştür o dönemlerde.

Sayın Erdoğan, bunlarla mücadele sözü vererek bu milletten destek aldı.

Defalarca söylemedi mi ‘Ben bunlarla mücadele edeceğim’ diye.

Kendisine soruyorum şimdi: Ülkeyi ne hale getirdiğinizin farkında mısınız?

Ortağınızın, bu ülkeyi hızla o karanlık günlere geri götürme gayretinde olduğunu hala anlamıyor musunuz?

Yazıklar olsun.

Gerçekten yazıklar olsun.

*****

Bu konuyu tekrar hatırlayalım arkadaşlar.

Tehdit falan dedim. Neydi bu konunun özü?

Yüksek fiyatların sorumlusu marketlermiş.

Hep diyorum ya haftanın bir düşman panosu var, haftanın bir suçlu panosu var diye bu haftanın da suçlu panosu baktık düşman panosu, üzerine yazmışlar marketler, üç harfliler şunlar bunlar diye.

Arkadaşlar, bakın açıkça tekrar söylüyorum:

Bu ülkede etin, sütün, peynirin, yağın bu kadar pahalanmasının sebebi ve suçlusu ülkeyi yönetenlerdir.

Kiraların fırlaması bu ülkeyi yönetenlerin suçudur.

Elektrik fiyatını, doğalgaz fiyatını, akaryakıt fiyatlarını belirleyen iktidardır.

Buğday fiyatını, et fiyatını belirleyen iktidardır.

Döviz kurunu patlatıp, ülkede enflasyonu azdıran iktidarın kendisidir.

Daha dün akşamki kararnameyle ilaca %34 zam yapan Cumhurbaşkanının kendisidir.

Siz bu ülkenin pazarcı esnafını, kuru soğan satanlarını, bakkalını, manavını, marketleri, kasabı zam yapmakla suçlayamazsınız.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı kim?

Kararları kim veriyor?
Pazarcı Ahmet mi?
Marketçi Ayşe mi?
Çiftçi Hasan mı?

Bu ülkeyi kim yönetiyor arkadaşlar?

Bakkal Şükrü mü? Yönetiyor.
Kasap Hayri mi? Yönetiyor.
Esnaf Zehra mı? Yönetiyor.

Dünkü ilaç kararnamesinin altında Eczacı Ayşe Hanım’ın mı imzası var.

Yüzde 34 zammı kim yaptı ilaca daha dün akşam?

Ayıp.

Kimse sağa sola bakmasın, marketlere savaş açmasın.

Ülkedeki pahalılığın tek sorumlusu bu otoriter ittifaktır.

Bu pahalılığın sorumlusu 2018’den bu yana ülkeyi tek imzayla yöneten Sayın Erdoğan’dır başkası değil.

Enflasyon almış başını gitmiş, hâlâ masal dinliyoruz yahu.

Resmen 85 milyonu karşılarına almışlar, dalga geçiyorlar.

Bu ülkede et tüketimi bir yılda tam yarı yarıya azaldı arkadaşlar yarı yarıya azaldı.

Yazıktır günahtır.

Geçtiğimiz Ekim ayında, şu son geçtiğimiz Ekim ayına kadar daha bu sabah açıklandı tereyağı üretimi ülkede %27 azalmış, süt üretimi %24 azalmış.

Rakamlar ortada.

85 milyonun en temel gıda ihtiyaçlarının üretimi de azalıyor tüketimi de azalıyor. Çünkü insanların gücü yetmiyor artık.

1 kg peynirin fiyatının 1 kg etin fiyatını geçtiği ülkede siz hangi ekonomik başarıdan bahsediyorsunuz?

Hangi ekonomik büyümeden bahsediyorsunuz?

Ekonomi büyümüşte bizim emeklilerimizin niye haberi yok.

Ekonomi büyümüşte bizim asgari ücretle geçinmeye çalışan vatandaşlarımızın niye haberi yok?

Ekonomi büyümüşte bizim memurlarımızın bütün sabit gelirli vatandaşlarımızın niye haberi yok.

Ekonomi sadece kendi çevresindekiler için büyüyor. Cepten cebe konuştuklarıyla ilgili tabloya baktığınızda onların ekonomisi büyüyor.

Türkiye’nin ekonomisi, geniş kitlelerin ekonomisi büyümüyor.

Hükümetten biri de çıkıp ne diyor? “Asgari ücretliye, memura, emekliye ne verilse haklarıdır. Fakir fukaraya vermek bereket getirir”

Lafa bak, lafa bak.

Şimdi açıkça itiraf arkadaşlar açıkça itiraf.

Diyorlar ki aslında ‘Biz bu milletin asgari ücretlisini, memurunu, emeklisini “fakir fukara” haline getirdik diyorlar. Kendileri itiraf ediyor.

İşte bu, Beştepe yönetiminin ülkeyi getirdiği durumun çok açık bir itirafıdır.

Evet; sizin yüzünüzden bu bolluk ülkesi, yokluk ülkesi haline geldi.

Sizin yüzünüzden memur fakirleşti. Sizin yüzünüzden asgari ücretli fakirleşti. Sizin yüzünüzden emekliler fakirleşti.

Sizin yüzünüzden bu ülkenin tertemiz insanlarının onuru çiğnendi, onuru.

Emeklilere bakın, dokunsanız ağlayacak durumda milyonlarca insan. Dokunsanız gözyaşları hazır.

Çarşıda pazarda biz onlarla her yerde görüşüyoruz. Feryat ediyorlar isyan ediyorlar.

Bu yoksulluk; insanların haysiyetlerini koruma mücadelesine döndü.

Bakın, gençlerde de durum böyle.

Gençlerin sorunlarını yok sayan bir iktidar var şu anda.

Tutturmuşlar bir Z kuşağı var diye. Sanki bir uzaylıdan bahsedercesine söylem kuruyorlar.

Çünkü gençleri bilmiyorlar tanımıyorlar.

Bu ülkenin gençlerinden kopuk bir iktidar var. Çünkü bu iktidar yoruldu arkadaşlar yoruldu.

Bu iktidar artık ihtiyarladı, yoruldu.

Onun için gençlerin dilinden anlamıyorlar.

Halbuki, gençlerimizin dertleri ve istekleri oldukça gerçek ve somut.

Ancak bunlar dinlemedikleri için, umursamadıkları için görmezden geliyorlar.

Ezgi’nin derdinin, akşam sokakta özgürce yürüyememek olduğunu umursamıyorlar.

Umursamıyorlar ki, İstanbul Sözleşmesinden bir gecede bir imzayla çıkıveriyorlar.

Cem’in, bir ders kitabının parasını denkleştirmek için, okuldan sonra kaç saat mesai yaptığını görmüyorlar.

Birileri gösterse bile, görmezden geliyorlar.

Baran’ın, Mehmet’in kantinden bir bardak kahve alacak parasının olmamasını umursamıyorlar.

Ne diyorlar hemen, ‘Çıkar telefonunu göster ‘diyorlar. Utanmadan.

Gençlerimizin hem cebinden hem geleceklerinden çalıyorlar.

İki gün önce biliyorsunuz KYK burslarını, kredilerini artırdık diye övünen bir açıklama geldi. Hem de açıklama kimden geliyor? Ülkenin Cumhurbaşkanı’ndan.

Büyük bir cömertlik yapmış gerçekten.

Buradan kendisine teşekkür etmemiz lazım.

Gönlünden kopmuş gençlerin KYK burslarını artırmaya karar vermiş.

Ne kadar artırmış şurada bir görelim.

GRAFİK – GİR

Ne olmuş 2002’de biz ekibimizle beraber ekonominin başına geçmişiz. Yükselmeyi görüyorsunuz ta 147 dolara çıkmış 10 yıl önce.


Sonra ne olmuş basamak basamak düşmüş ama en keskin düşüş 2018’den sonra başlıyor.

Son yaptığı artırma ne kadar? 67 Dolara çıkarmakla şu anda övünüyor.

Bunu yapan kim? Ülkenin Cumhurbaşkanı.

0 147 doları ben diyorum ki ‚Biz yaptık ‘, o da diyor ki ‘Ben imza atmasaydım yapamazdı ‘diyor.

Ben de diyorum ki ‘imza atta tekrar 147 dolara çıkarıver ‘diyorum. Elini tutan mı var?

İmza at bu kadar basit.

Şimdi diyecek ki ‚ ‘bu ülkede Türk Lirası kullanılıyor. Milli yerli paramız. Türk Lirası, dolarla bu hesap edilir mi ‘diyecek.

Bir dakika arkadaş, sen bankada parası olan kur artınca mağdur olmasın diye ona kur farkını vermedin mi?

Bu seneki bütçeden 300 milyarın üzerinde bir kur farkı sen ödemedin mi bankada zaten parası olana?

Madem bankada parası olan kur artınca mağdur oluyor da bizim gençlerimiz kur artınca mağdur olmuyor mu?

Kur artınca en temel ihtiyacı olan kâğıdın, defterin, kitabın fiyatı artmıyor mu?

Bu ülkede kâğıt dolarla değil mi? Mürekkep dolarla değil mi?

Bu ülkede bilgisayar fiyatı dolarla değil mi?

Gençlerin en temel ihtiyaçlarından bahsediyoruz.

Kırtasiye, kâğıt kalem bilgisayar en temel ihtiyaç değil mi? Hepsi dolarla değil mi?

Bugün kahveden bahsediyoruz. Kahvenin fiyatı dolarla değil mi? Dolar kuru artınca kahve de artıyor işte.

Dolar artınca buğdayın fiyatı artmıyor mu? Dolar artınca elektriğe zam gelmiyor mu? Doğal gaza zam gelmiyor mu?

Uçak biletine otobüs biletine zam gelmiyor mu arkadaş? Doları artıran doları patlatan sensin.

Madem dolar arttı gençlerin bütün masrafları arttı sen gençlerin KYK bursunu niye dolar kadar artırmıyorsun?

Bankada parası olan mağdur oluyor da gençler mağdur olmuyor mu?

Eğer mesele mağduriyet gidermekse adil olacaksın adil.

Öyle işine gelince Türk Lirası işine gelmeyince Dolar diye öyle bir şey yok.

Dosdoğru bu ülkenin gerçeklerini ortaya koyacaksın.

Bakın arkadaşlar o zamanlar gençlerimiz burslarından artırdıklarıyla, Avrupa’yı geziyordu.

Şimdi ne burs kaldı ne de itibarlı bir Türkiye Cumhuriyeti pasaportu kaldı.

Bu ülkenin bakın yetişmiş insanları bu ülkenin itibarlı insanları gidiyorlar vize alamıyorlar vize.

‘Sen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşısın ‘diye vizelerin artık çoğu reddediliyor.

Bu ülkenin itibarını beş paralık etti bunlar. Yazıktır günahtır.

Bir zamanlar biz vizesiz Avrupa’yı konuşuyorduk.

Avrupa Birliği ile komple vizeleri kaldırma anlaşmasını imzasının eşiğine gelmiştik.

Pasaportunu cebine koyan vizesiz Avrupa’nın her yerinde ‚ ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ‘diye alnı açık gezebilecekti.

Ne oldu? Niye siz bu ülkeyi bu hale düşürdünüz?

Türkiye’nin vizesiz Avrupa hayaline ne oldu diye ben buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum. Ne oldu?

Hiç düşünüyor musunuz acaba ‚biz nerede hata yaptık da bu ülkenin itibarını böyle beş paralık ettik ‘diye.

Bakın arkadaşlar gençler değil buradan bir Avrupa ülkesine gezmeye, dil öğrenmeye gitmeyi; gençlerimiz bayramda anne babalarının elini öpmeye Ankara’dan Iğdır’a gidemez oldu.

On yıl önce “Yazın interrail yaparım “diyen gençler, bugün tek öğünle acaba yaşayabilir miyim diye kendilerine sınama yapıyorlar.

Okul yemekhanesinde ucuz yemek yiyebilmek için kuyruklarda bekliyorlar.

İşte siz bu ülkenin hayallerini, umutlarını, çayını kahvesini, ekmeğini yok ettiniz.

Soruyorum buradan: Hiç mi vicdanınız sızlamıyor?

Bir de üstelik ülkeyi bu duruma düşüren bu hale düşüren kendileri değilmiş gibi ‚‘evet ücretlere zam yapacağız. Çünkü fakir fukaraya yardım etmek lazım ‘diye utanmadan bu ülkenin başındakiler bu tür laflar edebiliyor.

Bu ülkeyi fakir fukara hale düşüren sizsiniz siz.

Bunu telafi etmek de sizin göreviniz. Ama yapmayacaksınız, yapamayacaksınız.

Biz gelip yapacağız inşallah. Ve az kaldı az kaldı. Çok az kaldı.

Değerli arkadaşlar, gerçekten içim yanıyor bakın.

Ülkemizi gençler için bir çarka dönüştürdüler: gençler koşuyorlar, koşuyorlar ama bir adım ilerleyemiyorlar.

Gençler de bu çarktan acaba çıkabilir miyim diye bir yol arıyorlar bir yön arıyorlar.

Ben buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum.

Sizin zihniyetinizle gidilecek bir kilometre yol bile kalmadı.

Öyle kendinizi adeta acındırarak ‚ ‘bir dönemcik ya bir kere daha bana bu fırsatı verin ‘diye bu milletin karşısına hiç çıkmayın. Hiç çıkmayın.

O fırsatı millet size 2018’de verdi.

Ne dediniz? ‚ ‘Bütün yetkiyi bana verin enflasyonu da faizi de nasıl düşüreceğim göstereceğim ‘demediniz mi?

Hepsi kayıtlarda.

2018’de o tek yetkili tek imzalı Cumhurbaşkanı olmak için halkın karşısına çıktığınızda demediniz mi ‚ ‘Şu tek yetkili olayım bakın nasıl düşüreceğim enflasyonu nasıl düşüreceğim faizi ‘demediniz mi?

Ne oldu?

Bu ülke size tam 5 yıl verdi 5 yıl. Beceremediniz, olmadı, olmuyor.

Tablo ortada.

Ne kadar karne koysak şu ekrana karnenin hepsi zayıf kaldı zayıf kaldı.

Siz hangi karneyle hangi başarıyla gidip bu milletten bir dönem daha istiyorsunuz?

Üstelik hukukçuların kahir ekseriyeti zaten böyle bir hakkının olmadığını söylüyor.

Kahir ekseriyeti hukukçuları ‘bir daha aday olamaz’ diyor.

Onu da göreceğiz bakalım o süreçte nasıl işleyecek? YSK’da burada büyük bir sınav verecek.

Ama halkımız seçim sandığında Sayın Erdoğan’a gerekli cevabı verecek.

Diyecek ki, ‘Ben sana fırsat verdim. Üstelik 5 yıl verdim yapamadın. 5 yılda yapamadın da şimdi nasıl düzelteceksin. Bir anlat hele’ diyecek. Onun da söyleyecek sözü olmayacak.

Anlatacağı zaman ne anlatıyor zaten hep bizim ekonominin başında olduğumuz dönemleri anlatıyor.

Çünkü heybede başka bir şey yok ki. Karıştırıyor karıştırıyor bir şey yok.

Ancak ‘Biz zamanında 6 sıfır atmıştık’ diyor. O kadar.

‘Enflasyon düşürmüştük, 6 sıfır atmıştık.’

E hadi yine yap. Neden yapamıyorsun?

Tek yetkili olduğu dönemde bu ülkede neden enflasyon patladı?

Cumhuriyet tarihinin en yüksek üretici fiyatı artışı bakın arkadaşlar öyle son 20 yılın falan değil üretici fiyatlarındaki artış Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyonu.

Böyle bir enflasyon bu millet görmedi.

Bunu yaşattı bir de diyor ki ‘Bir defacık daha hak verin bana’

Kusura bakmayın süreniz doldu artık uygun bir yerde ineceksiniz ve inşallah bu ülke yepyeni bir iktidarla DEVA iktidarıyla yepyeni yarınlara yürüyecek.

Bu ülkenin zenginliği değerli arkadaşlar özgürlükle olur, demokrasiyle, bilimle olur.

Bu ülkenin artık, gençlerin önünde duracak siyasetçilere ihtiyacı yok.

Bu ülkenin gençlere nasihatte bulunacak siyasetçilere de ihtiyacı yok.

Bu ülkenin tornadan çıkmış nesiller isteyen siyasetçilere hiç ihtiyacı yok.

Bu ülkenin, gençlerin arkasında duracak siyasetçilere ihtiyacı var.

Biz varız biz.

Çünkü biz gençlerin kaçıp kurtulmak istediği değil, birlikte geliştirmek istediği, yaşamak istediği bir Türkiye’yi inşa edeceğiz.

Ve bunu da inşallah hep beraber inşa edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Seçimler yaklaşıyor. Özgür ve zengin günler inşallah yakın.

Seçimlerden hemen sonra hep beraber şöyle bir özgürlük nefesi alacağız.

Ve inanın hep söylüyorum bir kabustan uyanırcasına bir korkulu rüyadan uyanırcasına şöyle nasıl uyanıp bir yudum su içersiniz iyi ki rüyaymış dersiniz o hızla bu ülke düzelmeye başlayacak.

Gıda güvenliğimizi, enerji güvenliğimizi, ilaç güvenliğimizi sağlama alacağız.

Mevcut iktidarın yıktığı her şeyi onaracağız.

Daha önce iki büyük ekonomik krizi nasıl çözdüysek, bu krizi de biz çözeceğiz.

İlan ediyorum arkadaşlar; Hep beraber özgürleşeceğiz zenginleşeceğiz.

Bunu gerçek anlamda bir hukuk devletiyle yapacağız.

Bunu liyakatli işini bilen kadroların devlet yönetimine gelmesiyle yapacağız.

Bunu istişare kültürünü devlet yönetimin her kademesinde yaşatarak yapacağız.

Ve bu geçim sıkıntısına son vereceğiz.

Emeklilerin gözündeki yaşları sileceğiz.

Halkımızın desteği ve Allah’ın izniyle bu günleri atlatacağız.

Özgür ve zengin Türkiye yolculuğumuzu başarıyla tamamlayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar ben tekrar hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Şimdi sözü, sorusu olan basın mensuplarına bırakıyorum. Buyurun.

6 Aralık 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Sosyal Politikalar 2. Eylem Planı Konuşması

Sosyal Politikalar 2. Eylem Planı


Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Partimizin sosyal politikalar eylem planının ikincisini açıklayacağımız basın toplantımıza hoş geldiniz

*****

Bugün 17. Eylem planımızla karşınızdayız. İşte bu kitapçıkta ülkemiz için, yarınlarımız için yazılmış tam 46 madde var. 46 yeni eylem var.

Bakın dile kolay geliyor, kimilerine basit geliyor, ama bu büyük bir emeğin büyük bir azmin ürünü.

DEVA Partisi’nden önce Türkiye’de siyasette böyle çalışmanın örneği yoktu. Hiçbirimiz görmedik.

Muhalefet Türkiye’de hep eleştirirdi haklı eleştiriler getirirdi ama yerine ne koyacağını, doğrusunu söyleme konusunda çok üretken değildi.

Ama son birkaç yıldır bizim Türkiye’de siyasete getirdiğimiz bu yeni kültür gerçekten ülkemizin yarınları için herkese ümit veriyor.

Artık donanımlı hazırlıklı kadrolarla ve planlı programlı bir şekilde seçimlere doğru gidiyoruz.

Çünkü biz ülkemizin her alandaki sorunlarının çözümlerini detaylarıyla çalışıyoruz ve “eylem planı” adı altında ortaya koyuyoruz. Bu eylem planında yine son birkaç yıldır siyasete bizim kazandırdığımız bir termoloji.

Gurur duyuyoruz: Türkiye siyasetinde bir ilke imza atıyoruz.

Eylem planlarımız tamamlandığında bu sayı 22 olacak.

İnşallah bu yılın sonuna kadar geri kalan 5 eylem planımızın da tanıtımını yapacağız. Hepsi son noktaya geldi diğer 5 eylem planımız. En son redaksiyonlar yapılıyor. Bu yılın sonu itibariyle 22 eylem planımızın 22’sini de açıklamış olacağız.

Yüzlerce madde, yüzlerce aksiyon, yüzlerce ev ödevi hazırlıyoruz.

Bu ev ödevlerini kimin için hazırlıyoruz? Seçimlerden sonra kurulacak hükümet için. Her bakanın önüne ev ödevini böyle tek tek koyacak şekilde hazırlık içerisindeyiz.

Karşınızda belki sadece beni ve şu anda arkadaşlarımızı görüyorsunuz ama bu çalışmanın arkasında çok geniş bir ekip var çok geniş bir ekip.

Binlerce kişinin aklı, fikri, emeği ile biz bu eylem planlarımızı oluşturuyoruz. Bakın 17 etti bugüne kadar binlerce kişinin emeği var burada.

Ve inşallah iktidar olduğumuzda toplam 22 eylem planımızla ülkemiz büyük bir atılım gerçekleştirecek.

Tıpkı 22 şeritli yol gibi… Aynı anda hepsini hayata geçireceğiz ve ülkemize gerçek anlamda bir atılımı inşallah yaptıracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz, Sosyal Politikalar Eylem Planımızın ilkini yani 3 nolu eylem planımızı 14 Eylül 2021 tarihinde bu salonda sizlerle paylaşmıştık.

Eylem planımızın sonuna bir nokta koymadan sizlerin kamuoyunun takdirine sunmuştuk.

Zaten bütün eylem planlarımızı açıklarken diyoruz ki ‘biz kamuoyunun taktirine sunuyoruz’ diye açıklıyoruz. Bu süreçte gelen öneriler olursa eleştiriler olursa bunları da dikkate alarak revizyonlar yapıyoruz.

Ve seçimlere kadar da bu süreç böyle canlı bir şekilde devam edecek.

Fakat bu Geçen süre içerisinde özellikle bu 3 nolu eylem planımızla ilgili Sosyal Politikalar Eylem Planımızla alakalı yeni sorunlar ortaya çıktı. Yeni öneriler geldi bize. Hem sorunlar büyüyor hem de bu sorunların çözümüyle ilgili yeni öneriler geliyor.

Biz de bütün bu yeni sorunları yeni önerileri dikkate alarak ikinci bir tur çok geniş bir çalışma yaptık. Tüm sosyal politikalarla ilgili çalışmalarımızı 2. Kez masaya yatırdık. Ve Sayın Genel Başkan Yardımcımız Selma Aliye Kavaf’ın başkanlığında bütün bu çalışmaları yeniden gözden geçirdik.

Ve ne yaptık? Bu 3 nolu eylem planımızın yanına bir de 17 nolu eylem planımızı koyduk.

Dikkat ederseniz, mesele sosyal politikalar olunca, sadece bir yılda bile dünya kadar yeni sorun ortaya çıkmış.

Ülkede ekonomik kriz derinleştikçe ülkede ekonomi kötüleştikçe ülkede yoksulluk yaygınlaştıkça sosyal politikalar alanında sosyal destekler alanında gerçekten yeniden yeniden pek çok konu gündeme geldi ve bir cildi dolduracak kadar daha mesele ortaya çıktı.

Biz de bu yüzden çalışıp, biriken sorunların çözümünü ikinci bir cilt yayınlayarak açıklıyoruz.

Yani bu 17 nolu eylem planımız aslında 3 nolu eylem planımızın 2. Cildi. Yani bunu bununla artık beraber 1. Cilt 2. Cilt gibi okumak lazım.

Gerçekten dert büyük, yara büyük.

Aradan geçen bu bir yılı aşkın sürede ülkemizde her şey daha kötüye gitti.

Ülkemiz, sosyal devlet olmaktan her geçen gün uzaklaştı.

Ülkemiz refahtan çok darboğaza doğru sürüklendi.

Dar ve sabit gelirliler enflasyona ezildi enflasyona ezdirildi. Gelir adaletsizliği tarihi rekor kıran seviyeye geldi.

Bugün neredeyse ortalama ücret haline gelen asgari ücret artık açlık sınırının altında.

Evet asgari ücret diyoruz ama fiilim olarak baktığınızda bu asgari ücret neredeyse çalışanların yarısının aldığı ücret. Öyle asgari derken çok geniş bir ücret skalası var da çok alan da var orta alan da var. Bu da işin asgarisi. Öyle değil. Asgari ücret dediğimiz neredeyse tüm çalışanlarımızın yarısının geliri şu anda.

Ve bu açlık sınırının altında.

Yoksulluk sınırı, asgari ücretin 4,5 katını aşmış durumda.

Yani sadece yoksulluk sınırı 4 kişilik bir aile için hesap ettiğinizde ki bunu TÜR-KİŞ tutarlı bir şekilde 40 yıldır açıklıyor. Bunu açıkladığı için son zamanlarda gittikçe daha çok baskıyla baskıyla karşı karşıya kalıyor ama onlarda bunu anlatmak zorunda.

Milyonlarca çalışanın temsilcisi olacaksanız dosdoğru şekilde bunu açıklamak zorundasınız. Başka türlü onları temsil edemezsiniz.

Hükümette ne yapıyor onlara doğruyu söyledikleri için epey bir baskı yapıyor. İzliyoruz, anlıyoruz ama bu dönemde en önemlisi dik durabilmek doğruyu açıkça söyleyebilmek. Bazen doğru söyleyeni 9 köyden kovmaya çalışsalar da milyonlarım temsilcisi kuruluşların dosdoğru düzgün yerde durmaları lazım. Gerçeği olduğu gibi ortaya koymaları lazım.

Ve değerli arkadaşlar, son 1 yıldır özellikle şu kur korumalı mevduatla beraber ve faiz ödemelerinin astronomik seviyelere çıkmasıyla beraber zaten elinde parası olan kişilere, 85 milyonun vergisiyle faiz ve kur farkı ödenerek adeta yoksuldan alıp zengine dağıtan bir sistem inşa edildi.

Gerçekten akıllara ziyan bir iş şu anda yaptıkları. 330 milyar bu sene faiz ödüyorlar. Yetmeyecek gelecek sene 547 milyar faiz ödeyecekler. Devletin bütçesinden.

Şu anda bütçe var ya görüşülüyor genel kurula indi bütçe o bütçeye bakın 547 milyar TL’lik faiz ödemesi var. Bu yılki 330 yetmedi. Gelecek sene 547 milyar ödeyecekler.

Bu sene ödedikleri 330 üzerine en az bir o kadar da kur farkı ödeyecekler. Etti mi size 650 milyar. 650 milyarı 85 milyon vatandaştan küçük küçük vergi vergi topluyor topluyor 85 milyondan heybeyi dolduruyor. O heybeyi zaten olduğu gibi parası olana veriyor.

E bu ülkede orta direk diye bir şey kalır mı?

Ne oldu sonunda? TÜİK’in rakamı geçen hafta çarşamba günkü toplantımızda da şu ekranda gösterdim. Sermayenin millî gelirden aldığı pay son iki yılda yüzde 43’ten yüzde 54’e çıkarken, emeğin aldığı pay yüzde 37’den yüzde 25’e düştü.

Bugün maalesef, emeğin hakkı ödenmiyor.

Derin bir yoksulluk cenderesindeyiz içindeyiz arkadaşlar.

Türkiye; üç kuruşla hayatta kalmaya çalışanların ülkesi oldu.

Koskoca ülke Survivor setine döndü.

Herkes üç kuruşluk kazancıyla, sabahtan akşama, akşamdan sabaha durmadan çalışarak hayatta kalmaya çalışıyor.

Dün daha İstanbul’dan Ankara’ya gece dönerken şöyle kısa bir mola verdik bir tır şoförü geldi yanıma emekli muhtemelen 65-70 yaşlarında. ‘Ben bu tır şoförlüğünü yapmasam geçinmem mümkün değil. 4 bin 500 lira emekli maaşı alıyorum’ dedi. ‘Geçinmek mümkün değil’ dedi.

O yaşta yollarda direksiyon sallayarak ancak hayatta kalmaya çalışıyor emekli vatandaşımız.

Böyle bir şey olabilir mi? Hani sosyal devlet nerede nerede? Nerede bu sosyal devlet?

Tabi ki bu asgari ücretle 3 kuruşla geçinmeye çalışanlar iş bulabilenler, iş bulabilirse. Bir de gittikçe büyüyen bir işsizler ordumuz var.

Bu da bir başka sosyal felaket gerçekten.

Bu tablo arkadaşlar bizi kahrediyor.

Burada bir örnek vermek istiyorum.

Biliyorsunuz, ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisini yöneten ekibin başında oldum. İbrahim Bey’de Türkiye’deki ekonomi yönetiminin teknik ekibin başında oldu. O da 10 yılı geçkin bir süre 11 yıla yakın bir süre.

Biz görevimizi, devasa bir başarı hikayesi bırakarak devrettik.

Benden sonra göreve gelen bir bakanın ifadesini söylüyorum, ‘Sayın başkanım öyle bir miras bırakmışsınız yiyoruz yiyoruz bitmiyor’ dedi. Bana bizzat ifadesi. İsmini söylemeyelim. Benden sonraki bakanların sayısı çok olduğu için ilk gün söylesek belki kim olduğu ortaya çıkardı da sayılar çoğalınca şimdi onun ismi bizde gizli kalsın ama fiili örnek.

‘Öyle bir miras bıraktınız ki yiye yiye bitiremiyoruz’ dedi. Canlı örnek.

Ülkemize hamdolsun sayısız hizmetlerde bulunduk.

Tabi ki hatalarımız da oldu ama bütün bunlardan ders alarak başarılarımızdan ve hatalarımızdan ders alarak DEVA Partisi’ni kurduk yepyeni bir yol açtık yürüyoruz.

Bütün bu süre içerisinde değerli arkadaşlar en önemli başarımızdan biri neydi biliyor musunuz? Mutlak yoksulluğu sıfırlamamızdı mutlak yoksulluğu.

Biz, bu büyük utanca son verdik.

Bugün ne yazık ki mutlak yoksulluk yeniden geldi.

Dünya bankası koskocaman bir kitap yazdı biliyor musunuz mutlak yoksullukla alakalı ve Türkiye’nin sosyal politikalarıyla alakalı. Başka ülkelere örnek olsun diye.

Türkiye hem büyürken hem gelişirken hem de sosyal adaleti nasıl sağladı? Türkiye ekonomisini büyütürken gelir dağılımını nasıl düzeltti diye dünya aleme örnek olsun, bilmeyenler bilsin, öğrenmeyenler öğrensin diye kitap yazdı.

Dünya âlem bizden baktı örnek aldı şu andaki hükümet ne diyor? ‘Bizim aklımız bize yeter. Ben zaten ekonomistim alanım ekonomi’ diyor.

Ülkeyi de çuvallatıyor kendi de çuvallıyor.

Akşam yemeklerinden et, sabah kahvaltılarından peynir eksildi ülkede.

Ekmek kuponları yaygınlaştı.

Emekliler; yağmurda çamurda ucuz ekmek kuyruklarında bekliyor şu anda.

Pazara, markete, manava gittiğimizde, sebze meyvenin kiloyla değil taneyle satıldığını görüyoruz.

Avrupa’nın en büyük tarım alanlarına siz sahip olun Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip olun Avrupa’nın en büyük ve en genç nüfusuna sahip olun kendi ülkenizde gıda tarım konusunda yetersiz hale gelin ve kendi vatandaşınızı ekmek kuyruğunda bekletin. En temel meyve sebzeleri taneyle alacak hale düşürün.

Bu mu ekonomistlik? Bu alan ekonomi olmak? Tablo ortada.

Sıradan ürünlerin bile kilitlerle zincirlerle korunduğuna tanık oluyoruz marketlerde.

Bugün bebek maması bebek bezi kilit altınsa satılıyor marketlerde.
Şu işe bakın.

Her gün ama her gün insanımızın onuru, haysiyeti ayaklar altına alan bir zihniyetle karşı karşıyayız.

İşte böyle bir yoksulluk cenderesindeyiz arkadaşlar.

Bir noktanın da özellikle altını çizmek istiyorum:

Bakın biz kimlerle mücadele ediyoruz, biliyor musunuz?

Orta direğin yok olduğu ülkede, yoksul insanların desteğiyle ayakta kalabileceğine inanan bir zihniyetle şu anda mücadele ediyoruz.

Yoksullaşan halkı kendine bağımlı kılmaya çalışan, vatandaşın başını kaldırmasına bile imkân vermeyen bu ortamdan siyasi nema elde etmeye çalışanlarla biz mücadele ediyoruz şu anda.

85 milyonu geçim derdine sürükleyen bu otoriter ittifakla mücadele ediyoruz şu anda.

Ve bu iktidar ne yapıyor, biliyor musunuz?

Asılsız bir korku yayıyor.

Mesela ne diyorlar?

“İktidar değişirse sosyal yardımlar kesilir” diyorlar.

Sosyal yardıma ihtiyacı olan vatandaşlara o yardımı sağlarken parti üyelik kartına önce mahkûm ediyorlar sonra vatandaşlarımız diyor ki ‘ben bu partiye üye olduğum için bu yardım geliyor, bir başka parti gelse acaba ben öbür partinin üyesi olduğu için yardımım kesilir mi?’ diye içten içe şüphe duyuyor kuşku duyuyor.

Bu mu adalet? Bu mu sosyal adalet? Gerçekten yazıklar olsun diyorum.

Böyle bir şey yok arkadaşlar bakın, ben buradan açıkça taahhüt ediyorum.

Buradan bu iktidarın da en büyük yalanını afişe ediyorum. Asla yapılan yardımlara, kazanılmış haklara göz dikecek hiç kimseye biz geçit vermeyiz.

DEVA Partisi buna hiçbir zaman müsaade etmez.

Hatta dahası var arkadaşlar: Bakın Bugünkü iktidar ne yapıyor?

İhtiyaç sahiplerinin bakıyor siyasi görüşünü anlamaya çalışıyor. Bizden mi değil mi? Kendi parti teşkilatını yardım alabilmek için mutlaka gerekli bir durak olarak ortaya sokuyor.

Böylece yardımlarla kendini ayakta tutmaya çalışıyor. Ama bizim vatandaşımız her şeyi biliyor.

Benim buradan tüm milletimize seslenişim şudur, bize güvenin. Böyle bir şey olmaz.

Biz bu adaletsizliğe son vereceğiz.

Bizim kitabımızda “Altta kalanın canı çıksın” diye bir şey yok arkadaşlar böyle bir şey yazmıyor bizim kitabımızda.

Biz, sosyal yardım ve hizmetleri hak temelli sunacağımızı ta en başında parti programımıza yazdık.

Şu andaki iktidar, sosyal yardımları ve destekleri vatandaşa bir “lütuf” gibi sunuyor.

‘Bak reis gönderdi paketi’ diyor. ‘Bak Tayyip gönderdi paketi’ diyor. ‘Bak Cumhurbaşkanının paketi’ diyor. Bir lütuf gibi sunuyorlar.

Oysa sosyal yardımlar ve destekler bir haktır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve ihtiyaç sahibi olan herkesin hakkıdır.

Sosyal devletin gereği de budur. Vatandaşımız zaten hakkını alıyor.

Çalışırken üretirken hali vakti yerindeyken vergi veriyor ama olur da bu hengamede bir şekilde gelir seviyesi düşerse bir şekilde ihtiyaç hali meydana gelirse o zaman da zamanında ödediği vergilerin hakkını sosyal destek sosyal yardım olarak alıyor.

Bu işin özü bu. Onun için biz buna hak temelli bir sosyal politika diyoruz.

Bizim taahhüdümüz net.

Biz, ihtiyaç sahiplerine “asgari gelir desteği” sağlamaktan bahsediyoruz arkadaşlar. Dünyanın konuştuğu bir model bu.

Önce her haneye bir sosyal hizmet uzmanı atayacağız. Aynı aile hekimleri gibi. O arkadaşımız o haneden birebir sorumlu olacak. Ve aile hekimlerinden farklı olarak o arkadaşlarımız gidip o kapıları çalacak.

‘Bir ihtiyacınız var mı?’ diyecek.

Şu anda devletin sosyal yardım soysal destek veren 43 tane kurumu var. Vatandaşın 43 kapıyı dolaşması gerekiyor ki o yardımları almasıyla vermesiyle uğraşsın.

Değil 43 kapı 4 kapıyı bile bulamıyor vatandaşımız. Bir sefer o kapıların sayısını azaltmak gerekecek.

Ve bizim o sosyal destek uzmanlarımızın devletin imkanlarını bizim vatandaşlarımıza anlatması gerekecek. Ailenin durumuna bakıp o ailenin ihtiyacı nasılsa hangi noktadaysa o ailenin ihtiyaçlarına hangi kurumdan nasıl karşılamak gerekiyorsa işte o köprü vazifesini bizim sosyal destek uzmanı arkadaşlarımız yapacak.

Böylece devlet vatandaşın ayağına gidecek. Eve giren parayla eve girmesi gereken parayı karşılaştıracak.

Gelir yetersizse, farkı devlet kapatacak.

İşte “asgari gelir desteği” bu demek.

Bu destekleri vatandaşımızın hakkı olduğu için biz sağlayacağız. Bir lütuf olarak değil. Ve herkese vereceğiz.

Hiç kimsenin parti üyeliğine, kimliğine, şusuna busuna bakmayacağız.

Bizim vatandaşımız mı? Zaten hakkı.

Şimdi ben bunu açıkladığım zaman, “DEVA Partisi yardımları artıracakmış, böyle mi olur” diyenler olduğunu da görüyorum.

Bir cevap verelim; evet arkadaşlar, biz bu derin yoksulluk girdabından ancak böyle çıkacağız.

Şu anda aynı asgari ücret gibi aynı memur maaşı gibi emekli maaşı gibi sosyal yardımlar sosyal destekler de ancak TÜİK’in açıkladığı uydurma enflasyon kadar artırılıyor.

Oysa gerçek hayat çok daha fazla pahalanıyor. Gerçek enflasyon çok daha yüksek. Zaten ülkede yoksulluk bunun için artıyor.

Biz Her birimizin yaptığı harcamadan, kazancından alınan vergiler var ya vergiler; Kur Korumalı Mevduat gibi devleti batırma projelerine değil, vatandaşlarımıza ayırarak o kaynakları geniş kitlelerin o kaynaklardan istifade etmesini sağlayarak bu ekonomiyi ayağa kaldıracağız.

Rahmetli Özal’ın çok önemsediği, bu hükümetin yıktığı orta direği yeniden ayağa kaldıracağız.

Orta direk biliyorsunuz çadırın orta direğidir. Çadırı o taşır. Bu iktidar Türkiye’de orta direği mahvetti.

Geçen hafta da gösterdim ama bunun tekrar etmekte büyük fayda var.

Şu makasa bakın.

Milli gelirden iş gücünün payına bakın sermayenin aldığı paya bakın.

Son 2 yılda sadece son 2 yılda. İş gücünün milli gelirden aldığı pay yüzde 37’den yüzde 25’e düşmüş, sermayenin aldığı pay yüzde 43’ten yüzde 54’e çıkmış. Tablo ortada.

Bu ne demek? Alnının teriyle bileğinin gücüyle çalışan herkes yoksullaşmış parası olan sermaye daha çok kazanmış daha çok parası olmuş.

Grafik ortada. Bu mu sosyal devlet?

Ben Sayın Erdoğan’a buradan sesleniyorum. Şu tabloyu bir izah etsin. Alanı ekonomi olan ekonomist olan Sayın Erdoğan şu tabloyu izah etsin.

Tek imza yetkisiyle ülkeyi yönettiği dönemde aklına her geldiğini tek imzayla yapabildiği bir dönemde ülkeyi niye bu hale getirdi bir söylesin.

Siz tutup da Cumhuriyet tarihinin en yüksek faiz ödeyen hükümeti olursanız bir de yetmiyor gibi kur korumalı mevduat gibi rahmetli Özal’ın geçlere yapmayın diye vasiyet bıraktığı nasihat ettiği bir konuyu şapkadan tavşan çıkarırcasına yeni bir şeymiş gibi sunup bir darbe de oradan bu ülkenin ekonomisine vurursanız tablo burada tablo ortada.

Değerli arkadaşlar bakın bizim planımız sadece bundan ibaret değil.

Bizim için en önemlisi, insanlarımızın devlet yardımlarına devlet desteklerine ihtiyacı olmadan hayatlarını sürdürebilmeleri.

Kendi imkanlarıyla kendi çalışmalarıyla kendi gelirleriyle ayakta durabilmeleri. Asıl öyle bir refah noktasına ülkeyi ulaştırabilmek. Bizim asıl hedefimiz bu.

Nasıl zamanında mutlak yoksulluğu sıfırladıysak bu hükümet bunu hortlattı biliyoruz ama tekrar bu ülkede mutlak yoksulluğu sıfırlamak inşallah boynumuzun borcu. Ve bunu çok hızlı yapacağız. Çok hızlı yapacağız inşallah.

Bizim anlayışımızdaki devlet; yardım eden değil, yardımcı olan devlettir.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Bugünkü eylem planımız, başta da söylediğim gibi 3 numaralı eylem planımızın devamı ve geliştirilmiş hâli niteliğinde.

İlk eylem planımızda çok önemli konular vardı. Bunlardan birkaç tanesini kısaca hatırlatayım çünkü bunu açıklayınca bundan ibaret gibi olmasın. 3 nolu eylem planında zaten çok geniş bir çalışma var. Bugünküler ona ek. Mesela neler var 3 nolu eylem planımızda neler vardı. Kısaca birkaç konuyu hatırlatacağım:

Bebeklerin sağlıklı büyümesi için ihtiyaç sahibi ailelere 2 yıl boyunca bebeklerin her türlü ihtiyaçlarını devlet olarak biz karşılayacağız. Mamaydı bezdi şuydu buydu hepsini...

Çocukların eğitim ve sağlık ihtiyaçları için destek miktarını artıracağız. Eğitim kartı vereceğiz biliyorsunuz. Kime vereceğiz? Anneye vereceğiz. Anne 18 yaşına kadar ki çocuklarımızın gençlerimizin eğitim masrafları için o eğitim kartına yüklenen miktarları kullanabilecek.

Esnek çalışanları güvenceye kavuşturacağız.

İşsizlik ödeneğine daha çok bütçe ayıracağız.

Emekli aylıklarını satın alma gücünü koruyacak şekilde artıracağız.

Bana soruyorlar şimdi asgari ücret ne olmalı? Emekli maaşı ne olmalı?
Ben de diyorum formül vereyim çok basit. Çünkü bugün söylediği rakam ay sonuna kadar eriyecek gidecek. TL’den bahsediyoruz maalesef.

Parayı pula çevirdi ya bunlar. Ne söylesek ay sonuna kadar eriyecek. Ben diyorum ki ay sonunu niye bekliyorsunuz yapacaksanız şimdi yapın. 3 aydır asgari ücreti artıracağız, asgari ücreti artıracağız.

E artırın. Elinizi tutan mı var? Niye eylül ekim de artırmadınız madem para eridi de.

Umut umut oyalama...

Varsayalım ki Ocak 1’de artıracaksınız formül basit. Gerçek dürüst enflasyonu alın üzerine bir de refah payını ekleyin büyüdük diyorsunuz ya e milli gelirden de bu büyümenin payını alsın. Emeklilerimiz alsın işçilerimiz alsın herkes alsın.

Gerçek enflasyon yıl sonu itibariyle neyse onu alın üzerine bir de refah payını ekleyin bunu asgari ücretlilerimize emeklilerimize memurlarımıza verin.

Bu ancak ve ancak satın alma gücünü koruyacak bir rakamdır. Bir de bir refahtan büyümeden alınan paydır eğer büyüdük diyorsanız büyüdüğünüz de hakkını verin. ‘İşte enflasyon kadar artık daha ne istiyorsunuz’ demeyin. Büyümeden payı sadece parası olana vermeyin. Ne yapmışlar bunlar büyümeden payı parası olana vermişler, sabit gelirliden ücretli çalışandan almışlar.

Tam bir servet aktarımı gelir aktarımı yapmışılar. 2 yıldır bunu harıl harıl yapıyorlar.

Harıl harıl fakirden alıp zengine veriyorlar grafik ortada. Bu da TÜİK’in verileri.

İnanırsak.

TÜİK’in verisi.

Bunu muhtemelen atladılar ben şimdi anlatıyorum ya mesela bir daha ki ay bunu hemen düzeltebilirler. Derler ki ‘Öyle değil falan filan’ diye.

Herhalde dalgaya geldi boşluğa geldi bunu böyle açıkladılar ki bizde bunu vatandaşlarımıza duyuruyoruz. Görmeyen görsün duymayan duysun diyoruz.

Başka ne vardı ilk eylem planımızda? Bu 3 nolu eylem planında?

Yaşlı bakım sigortası vardı değil mi? Çok önemli.

Engelli istihdamının artırılması engelli maaşlarının iyileştirilmesi vardı.

Mesela bakıyoruz yüzde 3 istihdam şartı yok mu engellilerimiz için. Devlette bu oran tutturulmuş mu?

Devlet iş verene özel sektöre zorluyor iş veren mümkün değil o kotaları tutturmak zorunda kanunla. Fakat devlet kendi çıkarttığı kanunla oynuyor.

Çoğu devlet dairesinde bu engelli kotası uygulanmıyor.

Ben buradan çağrı yapıyorum, Kanunun gereğini siz niye yerine getirmiyorsunuz? Özel sektörü sıkı bir şekilde denetliyorsunuz, belli bir sayının üzerinde eleman çalıştıran özel sektör şirketleri belli bir yüzde engelli vatandaşı çalıştırmak zorunda. Ve buna özel sektör uyuyor uymak zorunda. Uymayana zaten büyük cezalar geliyor.

Devlet kendisi buna uymuyor. Çoğu devlet dairesinde bu uygulanmıyor.

Kaç yerde önümüzde geliyor. Engelli KPSS sınavları var. Geliyorlar önümüze koyuyorlar ‘sayın başkanım biz girdik iyi de not aldık puanımız da yüksek ama açıktayız. Bir türlü olmuyor’ diyorlar. Sıra gelmiyor.

İşte biz bu garabete son vereceğiz.

Ve değerli arkadaşlarım en önemlisi de: Hiçbir vatandaşımızı geride bırakmayacağız.

85 milyon hep beraber yürüyeceğiz. Kimse geride kalmayacak.

Şimdi de Sosyal Politikalar alanındaki ikinci eylem planımızı yani 17 nolu eylem planımızla bu taahhütlerimizi genişletiyoruz.

Bu planın detaylarını Selma Hanım sizlere sunacak. Ama ben sadece birkaç örnek vermek istiyorum. Sadece her başlıktan bir iki örnek.

Mesela sosyal yardım başlığımızda ne var?

Nafaka alanların 65 yaş aylığı almasının önündeki engeller var şu anda. Hem nafaka hem 65 yaş aylığı alınamıyor. Halbuki eğer işin özü emeklilikse dolayısıyla 65 yaş hakkıyla nafaka hakkının eş zamanlı olarak yürürlükte olması lazım. Bunu yapacağımızı burada ilan ediyoruz.

Bir başka örnek: Sosyal hizmetler.

Evde bakım hizmetlerini üstlenen vatandaşlarımız mali güçlüklerle karşılaşıyor şu anda. Bu sorunu da çözüme kavuşturacağız.

Daha önce; evde bakım aylığı alanların, genel sağlık sigortası primlerini ödeyeceğimizi, geçmişe yönelik borçları sileceğimizi söylemiştik.

Şimdi de bakım hizmetlerini üstlenen vatandaşlarımızın karşılaştığı güçlükleri giderme yönünde ekleme yaptık:

Evde bakım hizmetini sağlayan aile üyelerine bakım eğitimlerini ve psikolojik yönlendirme desteklerini artık devlet ücretsiz olarak sağlayacak.

Bir başka başlık. Sosyal güvenlik.

Esnaf Ahilik Sandığı’na dahil esnafın kısa çalışma ödeneğinden faydalanmalarını sağlayacağız.

Ayrıca SGK ödemesi kapsamında olmayan ve kanser tedavisinde kullanılan akıllı ilaçların bedelini devletin karşılayacağını bu eylem planımızla ortaya koymuş durumdayız.

Yaşamayan bilemez, vatandaşlarımız parasızlık şu anda yüzünden tedavi olamıyor, ilaca erişemiyor. Katkı payları aldı başını gitti.

Üstelik ilaç yok. En temel ilaçlar bulunamaz oldu. Antibiyotik. Bulunamaz oldu gerçekten. Yokluk ülkesine çevirdiler bu ülkeyi.

Bir zamanlar eczacı arkadaşlarımız bilir ecza depoları mal fazlası verirdi. Yüz kutu al yanına 20 kutu da bedava vereyim derdi değil mi? Mal fazlası diye bir uygulama var.

Bolluk ülkesiydik çünkü. İlacı al bir de yanına bedava vereyim denilen bir ilaç piyasasından en temel ilaçların bile olmadığı bir ilaç piyasasına döndü şu anda ülke.

Vatandaşımız eczane eczane dolaşıyor ki reçeteyi tamamlamak için.

Yok. Bazı ilaçlar hiç yok.

Az miktarda geliyor depolara çok kısıtlı dağıtılıyor.

Çok yazık.

Ben buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum alanınız ekonomi ekonomistsiniz bu vatandaşımız niye ilaca ulaşamıyor niye ilaç yok. Niye temel en önemli ilaçlar artık eczanelerde zor bulunuyor diye soruyorum. Çünkü alanınız ekonomi, ekonomistsiniz izah edin ne oldu? Niye bu ülke yokluk ülkesi haline geldi izah edin diyorum.

Bizim taahhüdümüz net arkadaşlar. Bunların hepsini çözeceğiz.

Uluslararası çapta bir hedef de koyduk önümüze bakın. Bu da önemli bir hedef.

Bu hedefimiz de şu; yaşça büyük, yaşlı vatandaşlarımızı ilgilendiren bir hedef.

Ayrımcılığın her türlüsüyle olduğu gibi, yaşa dayalı ayrımcılıkla da mücadele etmeyi bir görev biliyoruz.

Yaşça büyük vatandaşlarımızın kendi ayakları üzerinde durabilen, isteklerini ve ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabilen, saygın insanlar olmasını çok önemsiyoruz.

Fakat bu konuda dünyada bir boşluk var bir boş vermişlik var. Birleşmiş Milletler nezdinde yaşlı haklarını koruyan bir sözleşme yok.

İşte biz bu eksikliği gidermek adına da Türkiye olarak kolları sıvayacağız.

Dünyada Yaşlı Hakları Sözleşmesi’nin hazırlanmasıyla ilgili bir süreci başlatmayı hedefliyoruz.

Çünkü gün gelecek herkes yaşlanacak. Günü unutmayacağız gençler unutmayacağız. Dolayısıyla şimdiden bunun hazırlığını yapmak gerekiyor.

Nasıl kadın haklarını kadına karşı şiddete karşı bir sözleşmeyi İstanbul Sözleşmesi’ni biz burada Türkiye’de gerçekleştirdiysek, bütün dünyaya örnek olduysak bugünkülerin tabi kafa başka bir yerde o yaptığımız güzel şeyleri hep bozuyorlar.

Nasıl mirassa ye ye bitmiyor ama yediklerinden birisi bu ama tekrar canlandırmak çok kolay. Nasıl İstanbul Sözleşmesiyle Türkiye tüm dünyaya örnek olduysa yaşlı hakları sözleşmesiyle de inşallah Türkiye olarak bütün dünyaya örnek olacağız ve bunu da bir Birleşmiş Milletler Sözleşmesi olarak hayata geçirmenin mücadelesini vereceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem planımızda tabi çok başlık var. Kısa kısa değinmeye çalışıyorum ama bir hususa daha değineyim. Çalıma hayatı.

Bu alandaki taahhütlerimizi pekiştirdik.

Mesela bu özel sektördeki dinlenme hakları buna verilen süre ilgili sıkıntılar var. Pratikte uygulamada sorunlar var biliyoruz.

Bunun mutlaka iyileştirilmesi gerekiyor.

Ayrıca, ILO’nun 173 sayılı “İşçi Alacaklarının Korunmasına İlişkin Sözleşmesi” var biliyorsunuz. Özellikle burada da finansal güçlük çeken iş yerlerinin yükümlülükleriyle alakalı eğer bir iş yeri zor duruma düştüyse bunun telafisiyle ilgili önceliğin çalışanlara verilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Ve ben burada artık noktayı koyayım. Sosyal Politikalar planımızın 2.sinden ben sadece küçük bir bölümü paylaştım.

Fakat sanmayın ki burada duracağız. Eylem planlarımızın hepsi yaşayan metinler.

Ve 1 yıl önce bunu açıkladık 1 yılda bu kadar daha sorun birikti. Eminim ki 6 ay kadar daha çok sorun birikecek.

Çözmek de bize düşecek.

Seçimlere kadar ne yapacağız? Bu eylem planlarımızı geliştireceğiz canlı tutacağız. Yeni sorunların çözümü ekleyeceğiz gelen güzel önerileri ekleyeceğiz. Varsa hatamız yanlışımız düzelteceğiz.

Ve böylelikle seçimden sonra kurulacak hükümetin ev ödevlerini tamamlamış olacağız.

*****

Biz çok iyi biliyoruz ki; özgür ve zengin Türkiye’nin yolu, sosyal adaleti sağlamaktan geçiyor.

Sosyal adalet mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz arkadaşlar.

Az evvel dediğim gibi “yardım eden değil, yardımcı olan devlet” anlayışıyla hareket edeceğiz.

Biz, bu hedef için gecesini gündüzüne katarak çalışan bu dev kadro olarak göreve hazırız.

Eylem planımızın hazırlık aşamasında emek veren bizimle beraber çalışan hem partimize mensup arkadaşlarımıza hem de partimizin mensubu olmasa da konusuna hâkim işi bilen uzmanlara akademisyenlere bilim insanlarına ve damdan düşenlere huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

*****

Şimdi insan haysiyetini merkeze aldığımız eylem planımızın detaylarını paylaşması için sözü Sosyal Politikalar Başkanımız Sayın Selma Aliye Kavaf’a bırakıyorum.

Eylem Planımız hayırlı olsun.

4 Aralık 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adıyaman Filistin Caddesi Halk Buluşması Konuşması

Ali Babacan’ın Adıyaman'da Filistin Caddesi'ndeki halka hitabı

 

Gençler hoş bulduk sağ olun.

Adıyaman merhaba.

Tarihi ile kültürü ile tarımıyla ülkemizin güzide ili Adıyaman merhaba.

Size Ankara'dan başkentten kucak dolusu gönül dolusu selamlar getirdim. Hepiniz bugün buradaki buluşmamıza hoş geldiniz sefalar getirdiniz.

Ülkemiz zor dönemlerden geçiyor.

Gerçekten yakın tarihimize baktığımızda sıkıntıların çok önemli olduğu büyük olduğu bir dönem yaşıyoruz.

Gençler heyecanlı maşallah. Evet, Türkiye'nin her yerinde DEVA var her yerinde.

81 ilde 81 il başkanımızla işimizin başındayız. Türkiye genelinde 742 ilçede ilçe başkanlarımız görevinin başında çok şükür.

Güçlü bir teşkilat yapısını kurduk. Ve Türkiye'nin her yerinde bunu gerçekleştirdik.

Çok şükür Türkiye'nin dört bir köşesinde vatandaşlarımızı bizzat ilkelden ilk ağızdan dinliyoruz. Her yerde vatandaşlarımızla buluşuyoruz.

Derdi dertliden dinliyoruz. Sıkıntıları o sıkıntıyı yaşayandan dinliyoruz ve çözüm üretiyoruz.

Evet, Türkiye'nin sıkıntıları büyük. Şu anda ülkemizde bir adalet krizi yaşanıyor mu? Yaşanıyor.

Bir ekonomik kriz yaşanıyor mu? Yaşanıyor.

Bir dış politika krizi yaşanıyor mu? Yaşanıyor.

Tarımda kriz var mı var sağlıkta kriz var mı var.

Ülkenin her alanında artık maalesef kriz üzerine kriz yaşıyoruz.

Adıyaman'da bu krizlere şahit.

Adıyaman'a daha yaklaşırken şöyle il sınırını geçtik baktık Adıyaman'da da büyük bir tütün krizi olduğunu hemen sınırı geçer geçmez yoğun bir şekilde duymaya başladık.

Zaten Ankara'dan takip ettiğimiz bildiğimiz bir sorun ama gerçekten bu tütün ile ilgili yaşananlar değerli arkadaşlar Adıyaman'a yakışmıyor. Türkiye'ye de yakışmıyor.

Bunun sebebi ne biliyor musunuz? Bu hükümetin bir tütün politikası yok. Tütün politikası yok.

Biz DEVA kadroları olarak inşallah geleceğiz ve hep beraber kadro halinde çalışıp sorunları çözeceğiz.

Çünkü gençler öyle bir tane kurtarıcının peşinden gidince işler kötüye gidiyor gördük yaşadık değil mi? Dolayısıyla ne yapacağız? Her alanda dürüst ve ehil kadrolar oluşturacağız.

DEVA Partisi bir kadro hareketi kadro.

Bizim kültürümüzde devlet yönetiminde değerli arkadaşlar 3 tane temel ilke var 3.

Bu 3 ilkeye riayet edin bu ülkenin sırtı yere gelmez.

Nedir bunlar?

Devlet yönetimindeki ilkelerden bahsediyorum bakın 3 ilke nedir?

Bir, adalet. Devletin varlık sebebi. Adalet olmayınca olmaz. Adalet tabii ki yargının hızlı ve düzgün işlemesidir. Ama adalet aynı zamanda sosyal adalettir fırsat eşitliğidir.

Eğitimde fırsat eşitliğidir işe girerken fırsat eşitliğidir.

İki, istişare. Yani ülkeyi yönetirken istişareyle yöneteceksin. ‘Benim alanım ekonomi ben ekonomistim’ deyip kafanın dikine gitmeyeceksin. O zaman hata yapıyorsun.

Bilenlerle konuşacaksın. Ne demiş atalar, 'bin biliyorsan bir bilene sor' demiş.

Damdan düşenlerle konuşacaksın. Derdi yaşayanlarla konuşacaksın.

Ama şu anda ülkeyi yönetenlerin etrafını bir menfaat şebekesi sarmış başkasını duymuyorlar ulaşamıyorlar.

Bilmiyor bir bilene sormuyor doğru. Ama Türkiye'de bilen çok. Bir tane bilen yok ki çok bilen var.

Bu ülke insan kaynağı açısından çok zengin bir ülke.

Bu ülke kültürün, sanatın, düşünce hayatının ilmin binlerce yıllık tarihinin oluştuğu bir ülke burası.

Bilmek çok önemli. Onun için devlet yönetenler bilenlerle konuşacaklar. İstişare edecekler.

Ne dedik bir, adalet dedik iki, istişare dedik değil mi.

Gençler hep beraber DEVA kadroları olarak Türkiye'ye umut olacağız inşallah Türkiye'ye umut olacağız. Bunun için çalışıyoruz.

Devlet yönetiminde şimdi üçüncü ilkeye geldik üçüncü ilkeye.

Bu da nedir? Liyakat. Yani devleti yöneten kadroların üst düzey siyasi kadroların ve üst düzey bürokrasi kadrolarının işi iyi bilen işinin ehli ve dürüst insanlardan oluşması gerekiyor.

Üçüncü ilke liyakat. Yani bir adalet iki istişare üç liyakat.

Siz bu 3 ilkeyi yerine getirin korkmayın. Ülkenin inanın bütün sorunları çözülür.

Şu anda maalesef bu üç ilkede ortadan kalkmış durumda.

Adalet yok istişare yok liyakat yok işlemiyor olmuyor işte.

Kriz arkasına kriz yaşıyoruz.

İnşallah liyakat gelecek ama inşallah göreceksiniz adil bir yönetimle istişare ile liyakatle bu ülke yönetildiğinde ülkenin sorunlarının hızlı bir şekilde çözüldüğünü göreceksiniz.

  1. Cumhurbaşkanına çok yakında karar vereceğiz inşallah arkadaşlar çok yakında.

Şunu söyleyeyim inşallah bizim üzerinde karar kıldığımız Cumhurbaşkanı adayı Türkiye'nin 13. Cumhurbaşkanı olacak. Bundan emin olun. İnşallah bunu gerçekleştireceğiz.

Bakın arkadaşlar eğer bu saydığım 3 ilke şu tütün meselesine uygulansa Adıyaman'da tütün diye bir sorun kalır mıydı?

Önce ne yapacaksın adaletle hareket edeceksin. Adıyaman'ın tütünü bütün Türkiye'de çok özel bir tütün mü? Evet. Hiçbir işlemden geçmeden doğrudan kullanılabiliyor mu tüketilebiliyor mu? Evet. Böyle bir tütün başka var mı? Yok.

Demek ki adalet ne demek haklıya hakkını teslim etmek demek bir.

İkincisi istişare. Gelip size sordular mı biz bu işi ne yapalım diye. Ankara'dan Tarım Bakanlığı’ndan bu işin uzmanları uzman falan kalmadı ama gelip sordular mı bu tütün işini ne yapalım diye? Sordular mı? Yok.

İnşallah tütünün de tarımın da DEVA’sı olacağız inşallah.

Ve arkadaşlar bilmek bilmek. İşi bilmek.

Tarımdan az çok anlayan Adıyaman’ı bilen Adıyaman'ın tütünün kıymetini bilen bir iktidar tutup da 'sen tütün aldın sattın' diye kendi vatandaşını hapse atmaz.

Böyle bir şey olur mu?

Dünyanın neresinde var böyle bir şey.

Bu bilmemekten kaynaklanıyor bilmemekten.

Doğru düzgün yönet bütün ülkenin tarım politikasını baştan aşağı bir gözden geçir, ürün ürün akıllı politikalar uygula hem çiftçimizin yüzü güler hem çiftçimiz para kazanır hem de tüketicinin eline ürünler daha uygun fiyata geçer. Daha uygun fiyata tüketilir.

Şimdi bu hükümet ne yapıyor? Marketlere savaş açtı. Arkadaş marketlerin maliyetini ne oluşturuyor? Et süt buğday gibi temel fiyatlar bu ülkenin tüm gıda ürünlerinin asıl bazı değil mi? Maliyet oradan gelmiyor mu?

Karkas etin fiyatı litre sütün fiyatı oralardan geliyor.

Malatya'da başladı bu slogan tüm Türkiye’ye yayılıyor. Her yerde duymaya başladım. Arkadaşlar merak etmeyin şu andaki iktidara uygun bir yerde indireceğiz zaten güle güle deyip devam edeceğiz inşallah.

Bakın arkadaşlar,

Bu ülke 85 milyon nüfusuyla Avrupa'nın en büyük nüfusuna sahip.

Ama aynı zamanda Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip. Yaş ortalaması en düşük bizde. Avrupa'nın en genç nüfusuyuz ortalama yaşta.

85 milyonda da Avrupa'nın en büyük nüfusu bizde.

Avrupa'nın en büyük toprakları bizde mi? Evet. Avrupa'nın en büyük tarım alanları bizde mi? Bizde.

Peki, niye biz tarım da geri geri gidiyoruz.

Bu hükümet gerçekten insanları çıldırtıyor farkındayız.

Gençleri de çıldırtıyor herkesi çıldırtıyor farkındayız.

Bakın şu anda bu hükümetin bir tarım politikası yok arkadaşlar.

Şu hale bakın Avrupa'nın en büyük tarım toprakları bizim olsun Ukrayna’dan 2 gemi buğday gemisi salınınca bu tarafa doğru herkes 'oh buğdaysız kalmayacağız' dedi.

Bu ne biçim iş? Bir de bunu başarı diye anlatıyorlar başarı. ' bak bizim gemileri kurtardık buğday geliyor' diye.

Ayıp yahu.

Sen Avrupa'nın en büyük topraklarında yeterince buğday üreteme kendin yeterince tarım ürünleri üreteme, bu ülkedeki et tüketimi yarı yarıya düşsün bir yılda. Geçen yıldan bu yana yarı yarıya et tüketimi düştü memlekette.

Buzağıları kesmeye başladı insanlar. Bakıyor yem süt dengesine bakıyor yemin fiyatıyla sütün fiyatı asla kurtarmıyor. Ondan sonra kesmeye başlıyorlar hayvanlarını.

Hayvan popülasyonumuz düşüyor şu an bu ülkede. Koskoca ülkede.

En büyük topraklar bizde en büyük nüfus bizde hayvan furyası düşüyor.

Tarım arazileri dağılıyor. Çünkü şu anda bu hükümetin bir tarım politikası yok inanın ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Bilenleri de dinlemiyorlar. Çünkü etraflarında kimler var biliyor musunuz? Cepten cebe konuştukları kimler var? Adıyaman'da bir tane çiftçi var mı cepten cebe konuştuğu hükümetin. Öyle dinleyeyim Adıyaman’ı diye. Var mı? Yok.

Ama cepten cebe kiminle konuşuyorlar? Evet, et ithalatçıları ile konuşuyorlar. Cepten cebe kiminle konuşuyorlar? Buğday ithalatçıları ile konuşuyorlar.

Çünkü bu tarımda ithalat lobisi var ya bunlar büyük paralar. E kim büyük paraya sahipse zaten külliyenin içine girmesi kolay.

Dinde para yoksa külliyeye giremezsin. Deneyin bakalım alıyorlar mı sizi içeri.

Mümkün değil olmuyor.

Onun için bu ithalatçıları dinleye dinleye dinleye ülkeyi tarımda hayvancılıkta bir ithalat ülkesine çevirdiler.

Dışarıdan gelen ürünlerle beslenebilen bir ülkeye çevirdiler burayı. Yazıktır.

Ama arkadaşlar bakın her şeyin çözümü var her şeyin.

Biz tarımla ilgili eylem planımızı ta bir buçuk sene önce açıkladık Çukurova'da.

Bakın geçen sene biz bunu açıkladık. İktidara geldiğimizde tarımla ilgili ne yapacağız.

Tam 56 tane madde sıraladık burada 56.

Tarımıydı hayvancılığıydı hepsi var hepsi var.

Bakın tablolar halinde sayfalarca. Hepsine takvim verdik. Dedik ki tarımla ilgili ilk 90 günde şunu yapacağız. İlk 180 günde şunu yapacağız. İlk bir yılda şunu yapacağız diye tek tek sıraladık.

Tarımın DEVA’sı burada.

Çünkü söz uçar söz uçar yazı kalır. Konuşuyorsunuz uçuyor gidiyor ama biz yazılı koyduk ki inşallah iktidara geldiğimizde sizler bunu önümüze koyun 'siz şunu söz verdiniz yapacak mısınız yaptınız mı' diye bizi kontrol edin değil mi.

Onun için yazılı yapıyoruz bunu. Laf uçuyor gidiyor.

Biz ne diyoruz tarımla alakalı?

Bir, gübrenin yarısını tamamen devlet ödeyecek diyoruz.

Yem parasının tam yarısını devlet karşılayacak diyoruz.

Elektrikte ve mazotta tarıma özel ayrı indirimli fiyat uygulayacağız diyoruz. Bu sulamada kullanılan elektrikte.

Başka ne diyoruz? Türkiye'deki tüm sulama projelerini ilk 5 yılda tamamlayacağız diyoruz. Yani hükümetin ilk döneminde bütün sulama projelerini inşallah tamamlayacağız.

Burada Koçali barajı var değil mi? Bitti mi? Yok. 10 senedir bitmedi.

Gömükan barajı Gömükan. Bitti mi? Var mı baraj?

Evet, çözümlerimizin hepsi masada hepsi.

Bakın bu baraj var ya bu baraj yıllardır tamamlanamıyor. Biz burada söz verdik dedik ki, ilk 5 yılda iktidarımızın ilk 5 yılında bütün barajları tamamlayacağız.

10 yılda değil İnşallah ilk 5 yılda.

Bu projeyi tam bilmiyorum ben. İnceleyeceğiz bakacağız hangi aşamada. Ama başlanmamış olsa dahi sıfırda bile olsa 5 yılda tamamlayacağız diye söz verdik.

Sadece barajlar mı? Hayır. Göletler, ishale hatları, kapalı sistem dağıtma, basınçlı kapalı sistemi ki suyu israf etmeyelim. Damlama yağmurlama sistemleri ile suyun her damlasının kıymetini bilerek kullanalım.

Dolayısıyla ne yapacağız iktidarımızın ilk 5 yılında bütün sulama yatırımlarını tamamlayacağız toprağa su ile buluşturacağız ki verim artsın.

Dolayısıyla siz verimi artırdığınızda bir de en önemli girdi maliyetlerini aşağıya çektiğinizde işte tarımla ilgili sorunların herhalde %70'ini 80'ini çözmüş oluyorsunuz değil mi.

Bunlar ne yapıyorlar marketlerde savaşıyorlar.

Ya bu ülkede sütün fiyatını belirleyen hükümetin kendisi değil mi?

Karkas etin fiyatını kim belirliyor? Hükümet belirliyor. Buğday taban fiyatını kim belirliyor? Hükümet belirliyor...

Gıda ile ilgili bütün hammadde temel maddelerin fiyatını hükümet belirliyor ondan sonra marketlere savaş açıyor 'sen bunu pahalı satıyorsun' diye.

Niye? Çünkü enflasyonun sebebi kendileri ama bu enflasyonun suçlusu olarak bir başka suçlu arıyorlar kendilerine.

Ama milletimiz de bunu yutmuyor kimse kusura bakmasın.

Bir dönem gittiler kuru soğan depolarını bastılar değil mi? Enflasyonun sebebi onlar diye. Gittiler bizim pazarcı esnafımıza terörist dediler utanmadan.

Böyle bir şey olur mu?

Pazarcı esnafı ne yapsın maliyet artmış çiftçi mecburen yüksek maliyete mal ediyor satıyor pazarcı da yeni fiyattan satmak zorunda kalıyor. Pazarcının suçu ne?

Ama suçlu kendileri değil ya illa başkalarını suçlayacaklar.

Değerli arkadaşlar bakın,

Bu ülkede bu fiyat artışı var ya bu enflasyon var ya bunun en önemli sebebi dolardaki artıştır kur artışıdır.

Cepten bahsettiniz ya bakın hemen bir örnek vereceğim.

Milletin cebi niye boşaldı?  Şu 200 liralık banknot değil mi. Bu ne zaman tedavüle çıktı biliyor musunuz 2009 yılında ilk defa 200 liralık banknot 2009 yılında tedavüle çıktı.

Tedavüle çıktığında bu kaç para ediyordu biliyor musunuz? 134 dolar ediyordu 134.

Bugün ne kadar ediyor? 11 dolar, 11.

134 dolar inmiş 11 dolara. Yani parayı eritmişler. Herkesin cebindeki 200 liranın içerisinden 123 dolarlık bir değeri almışlar kur kaybıyla kurdaki dövizdeki artış TL’deki değer kaybıyla ve enflasyonla.

Bundan daha iyi bir örnek var mı? İnsanların cebi niye boşaldı? Bu paranın değerini kim düşürdü?

134 doları 11 dolara kim indirdi?

Bugünkü kötü yönetim bugünkü iktidar yaptı bunu.

Çünkü döviz kurunun Adıyamanlı çiftimizin esnafımızın kontrol ettiği bir şey mi? Adıyaman'daki çiftçimiz esnafımız döviz kurunu kontrol edebiliyor mu?

Kim kontrol ediyor bunu? Hükümet.

Damat biri yok oldu bulana aşk olsun o gün bugündür.

Fakat damat gitti de asıl 'benim alanım ekonomi ben ekonomistim' diyen birisi var değil mi?

Hala işin başında. Onun için olmuyor.

Bakın arkadaşlar,

Bu ülkede enflasyon yıllar da çok yüksek olmuş değil mi. 34 yıl boyunca bu ülkede enflasyon 2 haneli 3 haneli gitmiş.

Ne zamana kadar? 2004 yılında biz enflasyonu tek haneye indirip paradan 6 sıfırı atana kadar.

34 yıldır hiçbir hükümet bu ülkede enflasyonu düşürememiş.

Ama 2004 yılında biz bunu başardık. Tek haneye indirdik. Paradan da altı sıfır attık.

Daha önce yaptık inşallah çok daha güzelini yapacağız çok daha güzelini.

Şimdi peki ne oldu arkadaşlar?

Biz Oğuz eliyle de gurur duyuyoruz Malatya ile de komşumuzla da gurur duyuyoruz Adıyaman’la da gurur duyuyoruz Kahta ile de. Biz Adıyaman’la da gurur duyuyoruz. Kahta vardı bir yerde bütün ilçelerle bütün ilçelerle gurur duyuyoruz. Demin pankart olduğu için söylüyorum.

Değerli arkadaşlar bakın,

Evet Türkiye'de 34 yıl sonra enflasyonun tek haneye indirdik paradan altı sıfırı attık ve uzun süre enflasyon tek haneli gitti değil mi.

O gün Merkez Bankası bağımsızdı. Merkez Bankası’nın bağımsız çalıştığı sadece ve sadece paranın değerini koruma ile ilgili odaklandığı dönemde bu ülkede enflasyon düşük gitti.

Ama ne zaman ki 2018 seçimleri yapıldı ne zaman ki merkez Bankası'nın bağımsızlığı elinden alındı ne zaman ki Sayın Erdoğan merkez Bankası’nın başına kendi lafını dinleyen kendi talimatlarını aynen harfiyen yerine getiren insanları görevlendirdi ondan sonra Türkiye'de döviz kuru da patladı enflasyonda patladı.

Hesap çok basit.

Dikkat ederseniz başarılardan bahsederken ekonomi ile ilgili başarılardan hep benim ekonomi yönetiminin başında olduğum dönemden bahsediyor.

Çünkü son 4 yıldır kendisi ülkeyi tek başına yönetirken elde ettiği fazla başarı yok.

Ne diyor 'biz falanca tarihte paradan altı sıfırı atmıştık' diyor. 'Falanca tarihte enflasyonu düşürmüştük' diyor.

Benim için de diyor ki, 'Ben imza atmasaydım yapamazdı ki' diyor.

Ben de diyorum ki ya madem o hikmet imzada aynı kalem aynı imza at bir imza da şu enflasyonu da döviz kurunda bir düşür görelim diyorum. Yap bakalım.

4,5 yıldır niye yapamıyorsun diyorum. Buradan Adıyaman’dan Sayın Erdoğan'a sesleniyorum 4,5 yıldır niye yapamıyorsun.

Niye biliyor musunuz?

3 ilke saydım ya 3 ilke Adalet yok. İstişare yok. Liyakat yok para yok. Bu kadar basit.

Bunlar olmayınca ekonomi asla düzelmez asla.

Ekonomi dediğimiz alan bir zemine oturur arkadaşlar bir temele oturur. Ekonominin temelinde ne var biliyor musunuz? Adalet var. Ekonominin temelinde ne var? Liyakat var. Ekonominin temelinde ne var? İstişare var. Ekonominin temelinde ne var? Demokrasi var. İnsan hakları var özgürlükler var.

Bu alanı eğer sağlam tutmazsanız zemini sağlam tutmazsanız o ülkede sağlam bir ekonomiyi asla inşa edemezsiniz asla.

Onun için olmuyor.

Bakın buradan söylüyorum ağızlarıyla kuş tutsalar yapamayacaklar olmayacak yapamayacaklar.

Hep beraber kurtaracağız arkadaşlar hep beraber inşallah.

Bakın arkadaşlar tarımdan başladık değil mi oradan ekonomiye geçtik.

Şu andaki bütçede tarıma destek ne kadar biliyor musunuz bu yıl 2022 yılının bütçesinde.

Bütün tarım desteklerini topla topla topla bütçedeki rakam 50 milyar TL.

Peki, aynı bütçede sadece faize ödediği devletin ne kadar biliyor musunuz?

350 milyar TL. Bir de bunun üzerine kur farkı ödemeye başladılar.

Kur korumalı mevduat diye bir şey uydurdular ya. Kur Korumalı mevduat diye zaten bankada parası olanın üzerine bir de kur farkı ödemeye başladılar.

Bu sene ödeyecekleri kur farkı da 320-330 milyar civarında gerçekleşecek. İkisini topla. Faizle kur farkını topla yaklaşık 650 milyarlık bir ödeme çıkacak devletin bütçesinden.

Bakın tarıma ayrılan para 50 milyar, faiz ve kur farkı olarak ödedikleri 650 milyar.

Şuna bak.

Ve bu 650 milyarı kime ödüyor? Zaten parası olana ödüyor.

Faizi kime ödüyor? Parası var faize yatırmış onu ödüyor.

Kur farkını kime ödüyor.

Adamın parası var mevduatta bankada parası var ona ödüyor.

Sen tut bu ülkenin çiftçisinin tamamına 50 milyar öde zaten parası olan bir avuç insana bir 650 milyar daha öde.

Böyle bir şey olur mu?

Nas değil mi nas? Nas diye diye ülkeyi bu noktaya getirdi.

Cumhuriyet tarihinin en yüksek faiz ödeyen iktidarı şu anda bu iktidar arkadaşlar bakın daha önce bu kadar büyük faiz ödenmedi.

350 milyar tam buz gibi faiz yanına 320-330 da kur farkını eklediğiniz anda etti size 650 milyar.

Yazık günah.

Çünkü diyorum ya bilmiyor bilmediğini de bilmiyor. Bilenlerle de konuşmuyor.

Onun için bu noktaya geldi.

Bir de bir proje var değil mi toplu konut. Toplu konut projesinde ne diyorlar 'biz yılda 100 bin tane konut yapacağız' diyorlar.

Ama alabilmek için peşinat yatıracaksın takside bağlanacaksın tabii kurada çıkarsa. Kurada çıkmazsa güle güle.

Kurada çıkarsa peşinat yatırıyorsun taksite bağlanıyorsun taksitler de her sene memura zam kadar artıyor gidiyor.

Yılda ne kadar konuk yapacağız diyorlar 100 bin.

TOKİ'nin ortalama bir konutu kaç para? 650 bin civarında ortalama.

Ben şimdi size bir hesap yapacağım.

Çünkü Adıyaman hesap biliyor. Hesap basit.

650 milyar siz zaten parası olana bu sene ödüyorsunuz devlet olarak değil mi. Bir konut da 650 milyara mal oluyor.

650 milyara böl 650 bine kaç eder? 1 milyon 1 milyon.

Bu ne demek arkadaşlar? Zaten parası olana verdikleri faiz ve kur farkı var ya onunla sadece bu yıl 1 milyon tane konut yapılabilirdi üstelik peşinatsız bir şekilde 1 milyon konut ihtiyacı olanlara verilebilirdi.

Şu hesaba bakın. Hesaba bakın.

Şu ödedikleri faizin kur farkının büyüklüğüne bakın. 650 milyar deyince kafalar biraz karışıyor. Eski paramı yeni para mı altı sıfır atılmış mı atılmamış mı kafalar karışıyor ama böyle örnek verdiğimizde bir konut 650 bin lira faize ödediği 650 milyar diye bu parayla kaç konut yapılabilirdi deyince daha iyi oturuyor değil mi?

1 milyon konut yapabilecek parayı bu sene zaten parası olanlara hükümet dağıttı.

Bir soru daha. Peki, bu 650 milyarı bu hükümet nereden buldu? 650 milyarı nereden buldu?

Halkın cebinden, doğru. Niye?

Asgari ücretli vergi ödüyor mu? Ödüyor.

Emekli ne yapıyor emekli gidiyor 1 kilo peynir alıyor KDV ödüyor.

Emekli gidiyor doğalgaz ödüyor evine KDV ödüyor.

Emekli ‘ALO’ diyor özel iletişim vergisi ödüyor KDV ödüyor.

İşte devlet bütün bunları topluyor topluyor topluyor zaten parası olan bir avuç insana faiz diye ödüyor.

Ekonomiyi bu duruma getirdi yazıktır günahtır.

Onun için ülkede yoksulluk yaygınlaştı onun için yoksulluk çoğaldı.

Evet nereden nereye değil mi nereden nereye...

3 bin 500 lira bir maaşla emekli ailesinin en temel gıda ihtiyaçlarını bile karşılayamaz. 3 bin 500 lira demek açlık sınırının da 6 demek.

Böyle bir şey yok.

Ama hatırlayalım hatırlayalım. Bu arkadaşınızın ekonominin başında olduğu dönemde bizim emeklilerimiz ne yapıyordu? Maaşlarından artırdıklarıyla gidiyorlardı İtalya'da 3 gün 5 gün tatil yapıp geliyorlardı.

Gençler KYK bursu alıyorlardı 1 aylık burs 150 dolar ediyordu. Şu anda 45 dolar ediyor 1 aylık burs.

150 dolarlık bursu biriktiriyorlardı gidip tatil yapıyorlardı. Gidiyorlardı iyisinden bir cep telefonu alabiliyorlardı.

Bakın bir cep telefonu örneği vereceğim size şimdi.

Vallahi gençleri çıldırtıyor bunlar haklısınız. Gençler çıldırmak da haklı ama sabır.

Bakın bir cep telefonu Amerika'da yaşayan bir kişi asgari ücretle yaşayan bir kişi bir haftalık maaşıyla iyisinden bir cep telefonu alabiliyor arkadaşlar. Bir haftalık maaşıyla.

Avrupa'da yaşayan bir asgari ücretli böyle 8-9 günlük maaşıyla bir cep telefonu alabiliyor.

Peki Türkiye'de asgari ücretle iyi bir cep telefonu alabilmeniz için ne kadar çalışmanız gerekiyor biliyor musunuz?

6 ay 6 ay.

Bu adalet mi?

Şimdi ben bakıyorum tabii sokaklarda caddelerde yürürken bizimle fotoğraf çektirmek isteyen epey arkadaşımız oluyor. Vatandaşlarımız geliyor genç geliyor. Bakıyorum cep telefonunun ya ön kamerası bozuk ya arka kamerası bozuk. Camlar kırık. Camını değiştirmek bir telefon parası oldu.

Ama telefon bir temel hak. Haberleşme hakkı değil mi.

Bilgi edinme hakkı çünkü artık haberleri oradan alıyorsunuz. Aynı zamanda bir ifade özgürlüğü. Çünkü sosyal medya ile görüşlerinizi telefondan bildiriyorsunuz.

Dolayısıyla bugün bir akıllı telefon en temel insan hakkı. İnsan olmanın hakkı.

E demek ki en temel insan hakkına ulaşabilmek için bizim bir asgari ücretlimiz tam 6 ay çalışmak zorundaymış arkadaşlar.

Gerçekten yazık çok yazık. Bu ülke bunu hak etmiyor, bu ülkenin gençleri bunu hak etmiyor.

Evet Türkiye'de insanlığın değeri düştü maalesef maalesef bu acı bir gerçek.

Onun için gençler ne yapıyor küçük şehirlerden büyük şehirlere göçmek istiyor.

Orada da durmuyorlar yaşayacak başka ülkeler arıyorlar kendilerine. Yazık değil mi?

Bu ülkenin insanı bu ülkeden gitmek istiyor. Gençler başka ülkede yaşamak istiyor.

Gerçekten çok yazık.

Peki, bu ülkenin gençleri bizim gençlerimizden daha mı kabiliyetli? Yoo.

Bizim gençlerimizden daha mı yetenekli? Yoo.

Ama onlara sunulan imkanlar farklı onlara sunulan imkanlar farklı.

Yoksa bizim gençlerimiz Avrupa'nın gençleriyle gelişen Asya'nın gençleri ile karşılaştırdığınızda kabiliyetli yetenekli.

Ama maalesef fırsat verilmiyor.

Eğitimde fırsat eşitsizliği var.

İşe girerken KPSS'de yüksek not alıyor gençlerimiz mülakatta elini veriyorlar. Atanamıyorlar.

Biz ne yaptık mülakatı kaldırıyoruz dedik. Mülakatı kaldırıyoruz. Yazılı sınav neyse o. Yazılı sınav neyse o bitti mülakat.

Evet, gençlerimiz durun gitmeyin. Hayaller yakında çok seçimden hemen sonra inşallah.

İnanın arkadaşlar bakın şu seçimin olduğu akşam inşallah uyuyacağız sabah kalkacağız ya şöyle bir yudum da su içip ya ‘iyi ki o kâbus bitti’ diyeceğiz ‘iyi ki o kötü ya bitti’ diyeceğiz. İnanın kabustan uyanma hızında işler düzelmeye başlayacak.

Bakın bizim ekonomi ile ilgili kurumları ayağa kaldırmamız bir ay. Bir ayda yeniden ayağa kaldırırız evelallah. Hiç.

Biz çözeriz biz bir ayda.

6 ayda bu ülkedeki kriz iklimini çözeriz 6 ayda inşallah.

Evet, öğrenciler haklılar. Ben gittiğim illerde üniversite öğrencileri ile mutlaka sohbet ediyorum. Soruyorum ne yapıyorsunuz ne ediyorsunuz diye. Kaç tane gençten duydum diyorlar ki 'başkanım acaba bir öğünle hayatta kalabilir miyiz bunu test ediyoruz' diyorlar.

Evlerine gidemiyorlar bayramlarda.

Zaten KYK yurdu çıkmadıysa kayıt olamıyor çoğu gencimiz. Üniversiteyi kazanıyor kayıt olamıyor. 'Ailemin maddi gücü yok ben gidemem başka şehre' diyor.

Yazık günah değil mi bu insanlara.

Ve değerli arkadaşlar bakın şu anda şu anda işsizlik büyük bir sorun mu sorun.

Üniversiteyi bitiriyor gençlerimiz diplomayı ellerine alıyor karşılarında maalesef işgücü piyasasında o diplomanın karşılığı yok.

Bir bakıyoruz bazen de işverenler diyor ki 'Ben eleman alacağım aradan nitelikli eleman bulamıyorum' diyor.

İşverenleri dinlediğimizde de öyle duyuyoruz.

Bu ne demek? Demek ki Türkiye'de işsizliği azaltabilmek için çok yoğun bir yeniden meslek ve beceri eğitim programları başlatmamız gerekecek.

Evet mülakat kalkacak aynen öyle.

Hak eden neyse o.

Ama şunu yapacağız arkadaşlar bakın gençlerimizin elindeki diplomayla iş bulamıyorsa bu gençlerimizin suçu değil ki.

Çünkü gençlerimizin ekonomimizin ihtiyaç duyduğu alanlarda yeniden bir bilgi beceri kazanmak için eğitim programlarına gitmesi gerekecek.

3 ay 6 ay belki 1 yıl.

Türkiye'nin hangi alanda gerçekten ihtiyacı varsa ve olacaksa o yöne doğru gençlerimizin yeniden eğitim programlarına girmesi gerekecek. İşsiz gençlerimizin.

Ama biz ne yapacağız? O programlar için gidiş geliş yol parası öğle yemeği diyeceğiz ki devletten. Sen yeter ki okursa devam et.

Kurslar bittikten sonra diyeceğiz ki işverenlere bak eğer bu kursa gitmiş genci işe alırsan SGK primi ödemeyeceksin.

Gençlerimize diyeceğiz ki bak bu işe girdiğinde biz senden gelir vergisi istemiyoruz.

Yani o yeniden beceri kazandırma yeniden eğitim yeniden o mesleği ihtiyacı göre değiştirme çalışmalarına katılan gençler için vergi yok SGK primi yok.

Böylece işverenle çalışanı buluşturacağız. Çok önemli bakın.

Yani işverenle işsiz arkadaşlarımızı bir buluşturmamız gerekiyor. O teması bir sağlayalım işe bir girsin ondan sonra zaten o iş kalıcı oluyor.

Çünkü İşverenler de diyor ki 'bu iyi yetişmiş eleman iyi çalışıyor iyi yönetiyor' diyor. Böylece o istihdam kalıcı bir istihdam haline geliyor.

Devlette işe girmeler de dediğim gibi mülakatı kaldırıyoruz sınav sonucu neyse o.

Ve İnşallah bunları yapalım asıl o zaman adalet ülkede gerçekleşecek.

Asıl o zaman fırsat eşitliği gerçekleşecek.

Asıl o zaman ülkede işsizlik sorunu inşallah hızlı bir şekilde ortadan kalkacak ve gençlerimiz hak ettiği hayatı hak ettiği standartları inşallah yakalayacaklar. Hep beraber yaşayacaklar inşallah.

Bu göç sorunu, gençler söylüyor bakın çok ciddi bir sorun.

Ve bu göç maalesef değerli arkadaşlar Türkiye'de bir göç politikası olmadığı için Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisi haline geldi.

Sınırlar yolgeçen hanına döndü, kevgire döndü.

Hadi Suriye'de savaş vardı Suriyelileri sığınma altına aldık tamam. Ama burada bitmiyor ki.

Afganlar geliyor değil mi İran sınırından.

Ben soruyorum diyorum ki ‘siz iktidar olarak sınırımızı mı koruyamıyorsunuz güvenliğimizi mi sağlayamıyorsunuz yoksa Amerikalılarla anlaştınız da Taliban'dan kaçan Afganlar için burada acaba bir yeni bir yaşam alanı mı oluşturuyorsunuz?’ diye iktidara soruyorum.

Ama cevap veremiyorlar bakın. O gün bugündür cevap yok.

Ya sen sınırı koruyamıyorsun ya da Amerikalılarla anlaştın bunları alıyorsun Türkiye'ye Taliban'dan kurtarmak korumak için.

Hangisi diye soruyoruz hangisi doğru diyoruz.

Tık yok cevap yok.

Diyorlar ki biz 200 bin Suriyeliyi vatandaşlığa aldık.

Peki kriter nedir?

Niye 3 milyon 800 bin kişi duruyor orada 200 bini aldın?

Bu 200 binin özelliği ne?

İstisnai vatandaşlık. Kriteri yok kuralı yok.

Vatandaşlığı veren kim?

Tek imzayla Sayın Erdoğan. Tek imzayla önüne geliyor bin kişilik liste imzalıyor 'gönlümden koptu bunları vatandaş yaptım' diyor.

Geri kalan 3 milyon 800 bin Suriyeli ne diyor? 'ya ben bekleyeyim biraz daha tombaladan belki bana da çıkar. Ben niye Suriye'ye döneyim şimdi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kıymetli bir şey bekleyeyim biraz daha' diyor.

E siz bu kafayla normal bir geri dönüşü sağlayabilir misiniz? Mümkün değil.

İnanın bilmiyorlar bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Her şey karanlıkta hiçbir şey şeffaf değil. Her şey karanlıkta.

Kritersiz usulsüz yapıyorlar bunlar maalesef maalesef.

Onun için işte Erdem ne dedi? 'abi paraları yabancılara veriyor' dedi.

İnşallah biz bu milletin kaynaklarını bu milletin kaynaklarını ülkeye harcayacağız ülkeye. Kendi ülkemize inşallah.

Değerli arkadaşlar,

En sonunda Sisi’yi tercih etti kendi.

2019 seçimlerinde soruyordu e kendi gitti ‘Sisi’nin elini sıkmam masasına oturmam’ diyordu ya bir fotoğraf gördüm elini hem de nasıl sıkıyor iki elle sarılmış böyle gördünüz mü onu?

Fotoğrafı görmüşsünüzdür.

Hep beraber kurtulacağız arkadaşlar inşallah hep beraber ülkemizi çok daha güzel yarınlara doğru götüreceğiz.

Değerli arkadaşlar bakın,

Adalet dedik değil mi adalet. Ama adalet aynı zamanda sosyal adalet. Adalet aynı zamanda bu ülkenin vatandaşları arasında adalet.

Bu ülkenin şu anda değerli arkadaşlar bir Kürt sorunu var değil mi?

Sayın Erdoğan başlarda ‘Kürt sorunu vardır ve benim de sorunumdur’ diyordu.

O zaman bizim de içinde olduğumuz hükûmette samimi bir gayret oldu.

Döndü dolaştı, bir yanına Bahçeli’yi, bir yanına Perinçek’i aldı. ‘Kürt sorunu diye bir şey yok kardeşim’ diyor.

Bir tarafında Bahçeli, bir tarafında Perinçek olunca zaten diyeceği başka bir laf yok.

Onları sen kendine yol arkadaşı olarak seçersen seni yoldan çıkarırlar başka yerlere doğru götürürler. Çıkmaz sokaklara sokarlar. 

Bakın değerli arkadaşlar, bu ülkede Kürt sorun yoktur diyenlere ben ne diyorum biliyor musunuz? ‘Sen git bizim Kürt vatandaşlarımıza sor’ diyorum. 

Onlar söylesin sorun var mı yok mu diye.

Sen oturduğun yerden Ankara'dan İstanbul'dan ahkam kesmek kolay.

Sayın Bahçeli Adıyaman’a en son ne zaman geldi? Ankara’da otururken konuşmak kolay. Esiyor, gürlüyor oradan

Bakın değerli arkadaşlar Kürt sorunu var, bunun çözümü de devletin temel hak ve özgürlüklerle ilgili sapasağlam bir tutumundan geçiyor.

Bir insanın, insan olmaktan kaynaklanan haklarının devlet tarafından aynen tanınmasından geçiyor. Çünkü temel insan hakları pazarlık konusu edilmez.

Temel insanlık hakları oylanmaz. Oylatamazsınız.

Diyemezsiniz ki bir ülkenin bir grup insanına ‘Vatandaşlarım bu vatandaşlara şu hakları verelim mi vermeyelim mi? Haydi bir oylayalım.’ Bunu diyemezsiniz. O onun zaten. Oylatamazsınız.

İşte bunun çözümü; eşit vatandaşlık anlayışından geçiyor. Bu ülkenin her bir vatandaşı eşit ve onurludur. Her bir vatandaş anasından doğduğu anda sahip olduğu hakları doyasıya yaşar.

Devlet de bunu sadece tanır.

Hatta başkalarının o haklara müdahalesini devletin engellemek görevidir. Birisi bir başka insanın hakkına müdahale ediyorsa devlet gidecek onu önleyecek.

Adil devlet budur adil devlet.

Baştan dedik adaletle başladık. Bakın dönüyor dolaşıyor adalete geliyor.

Adil devlet böyle olur başka türlü olmaz.

Ama inşallah onu biz gerçekleştireceğiz biz yapacağız inşallah.

Bakın ana dil diyoruz değil mi ana dil.

Mesela biz diyoruz ki ‘ana dili’ diyoruz ana dili.

Niye? Ana dili ne demek? Bir evde insanın anasının konuştuğu dil demek. Onun için ana dili.

Ana dili de bizim insanımızın en doğal hakkıdır. Anasından emdiği süt kadar helaldir hakkıdır o hakkı sadece tanıyacaksın bu kadar bu kadar.

İnşallah bunların hepsini yapacağız arkadaşlar hepsini inşallah Allah nasip ettiğinde halkımızın desteğiyle.

Ve biz şuna inanıyoruz Allah doğrunun yardımcısıdır.

Biz dosdoğru çalışacağız.

Niyetimizi sağlam tutacağız halkımızla buluşacağız dertleri dinleyeceğiz çözüm üreteceğiz inşallah halkımızın desteği ve Allah'ın yardımıyla bu ülkenin sorunlarını hızlı bir şekilde çözeceğiz.

Çok hızlı bir şekilde bakın.

Her alanda hazırlanıyoruz.

Size sadece tarımı gösterdim arkadaşlar tam 16 tane var burada 16.

Her alanda.

Afet yönetimi ile ilgili eylem planımız var burada. Sosyal destek sosyal yardımlarla ilgili gerçek bir sosyal devlete yakışan nedir? Onunla ilgili eylem planımız var.

Bunlar yoksullara yardım edeceğiz diyorlar parti üyeliğini soruyorlar.

Eğer iktidar partisine biraz uzaksan yardım almak için kıvran dur uğraş dur.

Böyle bir şey olur mu.

Bu vatandaşın hakkı. Böyle bir şey olmaz.

Burada yazdık.

Başka ne yapacağız? Ülkemizin ekonomisini yüksek katma değerli dijital teknolojiye dayalı bir ekonomi haline getireceğiz.

Ekonomi finans ve istihdamla ilgili eylem planımız var burada. Tam 116 madde.

Hepsini düzelteceğiz.

Yerel yönetimler ve şehircilik, 101 madde var burada.

Yükseköğretimle ilgili ne yapacağımızı yazdık. ‘YÖK'ü kapatacağız’ dedik. ‘Üniversitelerin kalitesini artıracağız’ dedik. Hepsini yazdık burada.

KHK’lı vatandaşlarımızla alakalı burada çok geniş ve detaylı hukuk çözümü var. 15 Temmuz’dan bu yana hain darbe teşebbüsünden bu yana bugüne kadar en detaylı hukuk çözümü burada KHK’lı vatandaşlarımızla alakalı.

Tabii FETÖ ile mücadele edeceğiz arkadaşlar.

FETÖ çok tehlikeli bir örgüt.

Kendilerini de gizlemeyi iyi beceriyorlar.

Onlarla mücadele edeceğiz.

FETÖ veya benzeri terör örgütleri ile sonuna kadar mücadele edeceğiz ama Sayın Erdoğan ne dedi bu işin başında dedi ki 'kurunun yanında yaş da yansın' dedi.

Ne dedi hakimlere savcılara 'siz acınacak hale düşersiniz' dedi.

'Ya bunları hapse atın ya kendini hapse girersiniz' dedi.

Yargı çalışmadı ki çalışamadı ki.

Biz ne yapıyoruz şimdi kurunun yanında yaş yanmasın diyoruz yaşı ayırmak yargının görevi diyoruz değil mi.

Başka ne diyoruz burada?

Evet devletin bir Kudret yüzü vardır adaletle gösterir o yüzünü ama bir de devletin şeffaf yüzü vardır.

Siz tutup da öyle silmece yapamazsınız.

1 milyon 574 bin kişi terör örgütü üyeliği ile suçluyorlar.

Bir terör örgütünün bir buçuk milyon üyesi olabilir mi böyle bir şey var mı? Dünyada var mı bunun örneği.

Nasıl çözeceğimiz hepsi burada hepsi.

Başka ne yapıyoruz?

Başka ne yapıyoruz?

Adil yargı eylem planı burada.

Bütün yargı sistemini revize ediyoruz baştan aşağı.

Avukatlar hakimler savcılar hepsi hepsi. 198 maddelik sadece yargı reformu eylem planımız var burada.

Hepsi hazır.

Başka ne var?

Kültür var sanat var.

Diş politika var güvenlik var sanayi var KOBİ var esnaf var. Var var var.

Yani seçimlerden sonra kurulacak hükümetin bakanlar da olacak ya şöyle bakanların her birisinin önüne ev ödevini hazırladık.

Önlerine ev ödevlerini koyacağız.

Arkadaş bak 90 günde bunu yapacaksın, 180 günde bunu yapacaksın, 360 günde bunu yapacaksın.

Hiç uğraşma. Bunları yap bak ülke nasıl kurtuluyor gör.

Bugünden bunları hazırlıyoruz ki seçimlerden sonra ülkenin sorunları hızlı bir şekilde çözülsün.

Çok hızlı.

Biz ne yaptık bu çözümlerle arkadaşlar 6'lı masanın ortasına koyduk.

Diğer partiler de kendi çalışmalarını şimdi yapıyorlar koyuyorlar.

Ve ne yapacağız?

Mevcut sistemde seçimi kazanmak zorundayız.

Mevcut sistemde partiler beraber hareket edince ancak seçim kazanılıyor.

2018'de Tayyip Erdoğan seçimi kazandı ama tek başına mı kazandı?

Ne yaptı? Yanına Bahçeli'yi aldı, başka partileri aldı ancak öyle kazanabildi.

Yoksa AK Parti'nin şu anda mecliste çoğunluğu yok ki.

Meclisteki çoğunluğunu kaybetti 2018 seçimlerinde. Çünkü sistem değişince 2017'de ancak işbirliği olunca bu seçim kazanılıyor.

Ve şu anda bugünkü hükümetin karşısındaki tek alternatif bu 6 partinin 6'lı masanın beraberce yaptığı çalışmalar.

Başka bir çıkış yok. Açık konuşalım burada.

Ve biz ne yaptık bütün bu hazırlıkları 6'lı masaya koyduk.

Herkes kendi hazırlığını getiriyor koyuyor ve ne yapacağız. İnşallah herhalde bir iki aya kadar bitireceğiz bütün bunları ortak bir politika haline getireceğiz.

Yani 6'lı masanın ortak Cumhurbaşkanı adayının tek bir tarım politikası olacak.

Tek bir ekonomi politikası olacak.

Tek bir dış politikası olacak.

Böylece vatandaşlarımızın karşısına çok net temiz uzlaşılmış bir çözümle çıkacağız seçimlere doğru giderken.

Ama bunun için iyi bir altyapı hazırlığı gerekiyor çok iyi.

Onu da işte biz yapıyoruz.

Yapan başka partiler de var onlar da çalışıyorlar getirecekler.

İyi çalışmamız gerekiyor iyi hazırlanmamız gerekiyor.

Ve bütün bunlar arkadaşlar bütün gösterdiğim hazırlıklar gerçekten binlerce sayfalık emek.

Binlerce insanın emeği.

Her konuda en iyi bilen kimse uzmanları getiriyoruz onlarla beraber çalışıyoruz bu işi yapıyoruz.

Ve biz bunları gerçekleştireceğimiz ile ilgili de takvime bağlı bir söz veriyoruz.

Evet, Adıyaman ben bugün çok söz verdim ama sizden de bazı sözler almadan ayrılmayacağım buradan.

Şimdi önce bir sormam lazım. Önce bir sormam lazım.

Adıyaman hazır mısın? Soruyorum.

Özgürlük için hazır mısın Adıyaman?

Adalet için hazır mısın Adıyaman?

İstişare için hazır mısın Adıyaman?

Liyakatli bir yönetim için hazır mısın Adıyaman?

Seçim günü geldiğinde oy pusulasını önünüze aldığınızda şu DEVA'nın damlasının altındaki boşluğa evet mührünü basacak mıyız Adıyaman?

Evet, o mührü öyle bir basacağız ki inşallah Ankara'daki külliyenin duvarları biraz şöyle titreyecek.

Buradaki evet mühürlerinin sesi gece İnşallah Ankara'dan duyulacak.

Bunu siz başaracaksınız inşallah.

Bizim arkadaşlar bildiğimiz bir tek vurma var. Biz mührü vuruyoruz. Onun haricinde biz ‘demokrasi’ diyoruz onun haricinde biz ‘diyalog’ diyoruz ‘sorunlarımızı konuşa konuşa çözeceğiz’ diyoruz. ‘Sorunları çözmenin yolu meşru demokratik siyaset zeminidir’ diyoruz. Onun için herkesle konuşuyoruz. Onun için bizim diyaloğumuz bütün partilerledir.

Herkesle konuşuyoruz ve konuşa konuşa çözeceğiz.

Bu Adıyaman tütününe benzer başka bir tütün var mı Türkiye'de yok.

Demek ki Adıyaman tütününün hakkını vermek adaletin gereği.

Başka tütünle bunu karıştırmayacaksın. Bu özel diyeceksin. Bununla ilgili özel bir destek özel bir politika ve Adıyaman’daki tütünü bizim yaşatmamız gerekiyor.

Adıyaman'daki tütüncülüğün gelişmesi gerekiyor.

Bu işin sigara boyutu var vergi boyutu var apayrı boyutları var.

Biz iyi biliyoruz konuyu ama bunun çözümü öncelikle bir tütün politikasından geçiyor arkadaşlar.

Şu andaki hükümetin bir politikası yok.

Bakın dün Malatya’daydık. Malatya içinde bir kayısı politikası yok.

2 sene önce azıcık bir kayısı almışlar geçen sene hiç almamışlar bu sene alacaklar mı almayacaklar mı belli değil.

Fiyat belli değil bir şey belli değil.

Pamuk üretenlere soruyorsunuz pamukta durum aynı.

Badem üreticilerine soruyorsunuz aynı.

Devlet destekleri çok geç açıklanıyor. İş olup bittikten sonra açıklanıyor.

Bazen de vermeyeceğim diye veriyorlar yok diyorlar kusura bakmayın diyorlar. Oluşturuyorlar ondan sonra yok diyorlar.

Hâlbuki desteklerin ekim dikimi olmadan açıklanması lazım.

Desteklerin hemen o yıl ödenmesi lazım. Şu anda Bir sene sonra ödüyorlar. Çünkü işleri güçleri faiz ödemek. Çiftçinin hakkını bir sene sonra ödüyorlar.

Bir de şu önemli bakın. Tarımda bir de birikmiş borçlar var onu baştan söylemedim. Şu birikmiş borçlar var ya çiftçi borçları genişletelim esnaf borçları genişletelim her türlü devlete olan borç vergiydi BAĞ-KUR’du, biz bunların hepsinin faizini sileceğiz.

Anaparayı donduracağız. Bakın anaparayı donduracağız 2 yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız.

Böyle küçük küçük taksitler halinde yük getirmeyecek şekilde vatandaşlarımız bunları ödeyebilecek.

Ama aynı zamanda ne yapacağız yeni kredi açarak çiftçimizin çarklarının döndürülmesi için de hemen desteğimizi vereceğiz yardımımızı yapacağız ki üretim olsun.

Evet değerli arkadaşlar artık sözlerimin sonuna geldim.

Ben sizden de epey bir söz aldım.

Tekrar hepinize teşekkür ediyorum.

EYT bakıyoruz hepsine. Hepsini çalışıyoruz. EYT, intibak var hepsini çalışıyoruz, hepsini adaletle ve aynı zamanda da finansal sürdürülebilirlikle beraber hepsini dikkate alıyoruz hepsini.

Bakın böyle 3 tane 5 sene çalışıp da eğer bir vatandaşımız hala taşeron firmada çalışıyorsa hala kadroya alınmıyorsa bu da adalet değil işte bak. Adalet diyoruz ya dönüyor dolaşıyor oraya.

Şimdi bu vekil imamlar var vekil öğretmenler var böyle bir şey olmaz. Böyle bir şey olmaz. Ve bunlarla ilgili bakın sadece biz değil bunların hepsini 6'lı masada hallediyoruz. 6'lı masanın 6 partinin ortak kararı olarak hepsini çalışıyoruz. Bakışımız tamamen adalet bakışıdır. Vatandaşlarımız arasında ayrımcılık asla olmayacaktır ve bunu da inşallah her sorunu çözdüğümüz gibi bunun da çözümü için kolları sıvadık çalışıyoruz.

Ama dikkat ederseniz ben çalışıp bitirdiklerimizi anlatıyorum. Çalışmakta olduklarımızı da hemen böyle yapacağız edeceğiz demiyorum çalışma bitmeden.

Çünkü sözümüz önemlidir. Biz yazılı taahhüt ediyoruz yazılar çıkıyoruz her şeyi dolayısıyla söz verdiğimizi yapmamız lazım. İçin çok dikkatli konuşuyoruz. Çünkü söz verince tutmak lazım. O da güvenin temelidir.

Ben tekrar hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

Ailelerinize dostlarınıza gönül dolusu sevgilerimi selamlarımı iletiyorum.

Sağlıcakla kalın diyorum.

Buradan Adıyaman'dan uzak ilçelere geri dönecek vatandaşlarımıza da hayırlı yolculuklar diliyorum.

Sağ olun var olun.

 

3 Aralık 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Malatya Soykan Parkı Halk Buluşması Konuşması

 Ali Babacan’ın Malatya Soykan Parkı Halk Buluşmasında Konuşması

İlim şehri Malatya merhaba,

İnşallah bütün Türkiye'de varız Malatya'da varız sağ olun gençler sağ olun.
Malatya bu topraklar ne güzel insanlar yetiştirdi.

Burası bir ilim şehri.

Malatya bir kültür şehri.

Malatya aynı zamanda bir tarım şehri. Bir sanayi şehri.

Biz Malatya ile gurur duyuyoruz.

Hep beraber Türkiye’mize de DEVA olacağız çiftçimize de DEVA olacağız esnafımıza da emeklimize de işçimize de DEVA olacağız inşallah.

Değerli arkadaşlar değerli Malatyalılar,

Ülkemiz gerçekten zor bir dönem yaşıyor. Sıkıntılar büyük. Kriz arkasına kriz yaşıyoruz maalesef.

Ama bunu biz ilk elden ilk ağızdan derdi yaşayanlardan dinliyoruz. Onun için de vatandaşımızla aramıza mesafe koymuyoruz.

Değerli arkadaşlar, değerli Malatyalı hemşehrilerim,

Evet, Türkiye’mizde sıkıntı çok sorun çok hepsini biliyoruz.

Malatya'da kayısı ile ilgili hala bir fiyat yok. Kayısı üreticisi fiyat bekliyor 2 senedir gözler yollarda kaldı.

Hala fiyat yok.

Hep beraber DEVA olacağız hep beraber. Bütün kadrolarımızla beraber Malatya'ya da DEVA olacağız inşallah Türkiye'ye de DEVA olacağız.

Malatya tarımı ile güçlü bir şehrimiz ama sulama projeleri bakıyoruz bir türlü tamamlanmıyor.

Su olmadan tarım olmaz. Su ile tarımı buluşturmamız gerekiyor.

Bakın biz söz verdik açıkladık dedik ki bütün Türkiye'de Malatya'da ne kadar sulama projesi varsa bütün bu sulama projelerini tamamlayacağız dedik.

Barajsa baraj isale hattıysa isale hattı göletse gölet kapalı basınçlı sulama sistemi, yağmurlama damlama ne var ne yoksa iktidarımızın 5 yılında inşallah bunların tamamını bitireceğiz dedik.

Başka ne dedik?

Gübre var ya gübre çiftçimizin en önemli maliyeti değil mi?

Gübrenin tam yarısını devlet olarak biz karşılayacağız dedik.

Bunlar enflasyon nasıl düşer bilmiyorlar. Bilene de sormuyorlar.

Fiyatı niye yükselttin diye esnafı suçluyorlar marketçiyi suçluyorlar pazarcı esnafını suçluyorlar.

Halbuki siz maliyeti bir düşürün, şu gübrenin yarısını bir devlet olarak ödeyin fiyatlar nasıl düşüyor bir görün.

Bilmiyorlar.

Başka ne dedik?

Yemin parasının tam yarısını devlet ödeyecek dedik.

Ne dedik?

Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz için yemin maliyetinin tam yarısını devlet ödeyecek dedik bakın.

Elektriğin çiftçimize çok daha uygun bir fiyattan ayrı bir tarife ile sağlanması gerekiyor sulamada pompajda kullanılan elektriğin. Bunu yapacağız dedik.

Çiftimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini aynen iade edeceğiz dedik.

Yani maliyeti aşağı düşüreceksiniz maliyeti. Bu ülkede enflasyon böyle düşer.

Başka türlü marketlere savaş açarak enflasyonu düşüremezsiniz. Olmaz.

Maliyet artmış esnafımızın satın alma fiyatı artmış nasıl ucuza satsın?

Maliyeti ineceksin köküne ineceksin.

Toprağı suyla buluşturacaksın ki verim yükselsin.

Gübrenin yemin parasının yarısını devlet olarak karşılayacaksın ki maliyet düşsün.

Elektriği mazotu çiftçimize ucuz fiyata sağlayacaksın ki maliyet düşsün.

Maliyeti bir düşür aşağı çek bak nasıl fiyatlar düşüyor gör.

O zaman çiftçimiz de daha çok para kazanacak. Pazarcı esnafımızla daha çok para kazanacak kasabımız da marketimiz de manavımızda yüzü gülecek.

Başka türlü bu ülkede enflasyon düşmez.

Bilmiyorlar bilmediklerini de bilmiyorlar.

Döviz kurunu patlattılar değil mi?

Enflasyon Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesinde şu anda.

Bu ülke bu kadar yüksek bir enflasyon görmedi. İlk defa bu kadar 3 haneli enflasyon görüyor bu ülke.

Bakın arkadaşlar hesap çok basit hesap.

Size bir şey göstereceğim.

Bakın şu 200 lira değil mi?

Bu 200 lira ne zaman tedavüle çıktı biliyor musunuz?

Yıl 2009. 2009 yılında yani 13 yıl önce bu para tedavüle çıktı.

Bu 200 lira tedavüle çıktığında kaç dolar ediyordu biliyor musunuz?

134 dolar ediyordu arkadaşlar 134 dolar.

Bugün 11 dolar ediyor.

10 dolara doğru düşüyor kur arttıkça düşüyor.

20 lira dediğin zaman dolar kuru edecek 10 lira. 134 dolarlık paramız inmiş 11 dolara.

Ben şimdi soruyorum bu paranın içerisinden 123 dolar kaybolmuş değil mi?

134'ten 11'e inince arada 123 dolar fark var. Bu paranın içerisinden tam 123 doları kim aldı diye soruyorum size?

Kim aldı nereye gitti bu para?

Bu paranın değeri neden düştü arkadaşlar?

Bak kötü Yönetim. Malatya cevabı biliyor. Malatya cevabı biliyor kötü yönetim.

Hepsini düzelteceğiz hepsini.

Bakın arkadaşlar bir başka sayı vereceğim.

Ülkenin nasıl kötü yönetildiği ile ilgili bir başka rakam vereceğim.

Şu anda devletin bütçesinde bu yıl faiz ödemesi ne kadar biliyor musunuz?

350 milyar.

Bir de kur korumalı mevduat ya yeni bir şey uydurdular biliyor musunuz?

Rahmetli Özal'ın 'gençlere nasihatimdir bir daha ülkede bu uygulanmasın. Enflasyon yüksek seyrediyorsa sebebi budur' dediği Özal’dan önce uygulanan dövize çevrilebilir mevduat hesabını tuttular 40 yıl sonra Kur Korumalı Mevduat Sistemi diye yeniden icat ettiler.

Kur korumalı mevduata bu yıl ödeyecekleri kur farkı ne kadar biliyor musunuz?

320 330 milyar civarında.

350 milyar faize ödüyor, 320, 330 da kur farkı diye ödüyor. Etti mi size 650 milyar.

650 milyar kime ödüyor?

Zaten parası olanı ödüyor değil mi?

‘Fakir'den alıp zengine ödüyor’ dedin doğru.

Nasıl alıyor?

Alışverişe gittiniz şuradan bir kilo peynir aldınız. Alışverişe gittiniz şuradan evinize bir yoğurt aldınız.

KDV ödüyor musunuz? Ödüyorsunuz.

Asgari ücretle geçinen vatandaşımız dahi gelir vergisi ödüyor mu bu ülkede?

Ödüyor.

Asgari ücretten aldığını vergiden topla milletin 1 kilo yoğurt 1 kilo peynirden aldığını katma değer vergisinden topla topla topla zaten parası olana faiz diye ver kur farkı diye ver.

Bu adalet mi?

Böyle bir şey?

Bakın size bir rakam daha vereceğim.

Bunlar zaten parası olan 650 milyar veriyor değil mi bu yıl. 2022'de.

Peki, tarıma verilen desteğin tamamı ne kadar?

Çiftçiye verilen bütün tarımsal destekleri toplayın toplayın toplayın ne kadar biliyor musunuz?

50 milyar 50.

Bütün tarıma çiftçiye sen 50 milyar ver zaten parası olanın üzerine bir 650 milyar daha koy.

Bu mu adalet bu mu ekonomi yönetimi?

Bakın arkadaşlar bu 650 milyar bunların faize ve kur farkını ödedikleri o kadar büyük para ki hesap ortada.

Şu anda TOKİ ne yapıyor? Sosyal konut yapıyor.

Yılda kaç tane yapıyor? 100.000 civarında yapacağım diyor değil mi?

Daha göreceğiz yapabilecekler mi?

Çünkü geçmiş ortalama yılda 60 bin. 100 bin diyorlar göreceğiz ama konutun maliyeti ne kadar?

TOKİ'nin ürettiği sattığı peşinat aldığı taksitle sattığı konutun fiyatı ne kadar? En düşük böyle 100 metre karesi 650 bin lira falan.

650 bin lirayı bir konuta veriyor mu TOKİ? Veriyor.

Peki, bunlar kura kur farkına ve faize ne kadar ödüyor? 650 milyar.

Hesap basit.

650 milyara böl 650 bine. Tam bir milyon konut yapmak mümkün parayla 1 milyon konut.

Üstelik vatandaştan 5 kuruş almadan 1 milyon konut yapmak mümkün.

Hesap ortada.

Sadece faize kur farkına ödediği para 650 milyar. Bu parayla 5 kuruş peşinat almadan 1 milyon tane konut yapıp bu sene vatandaşa dağıtabilirlerdi.

Hesap basit.

650 milyarı 650 bine böl 1 milyon konut ediyor.

Hesap ortada. Gerçekten içimiz yanıyor içimiz. Yazık günah.

Hepsinin çözümü hazır hepsinin.

Siz devletin başına kamu kurumlarının başına dürüst ve ehil kadroları getirin bir de ülkeyi istişare ile yönetin bu ülke nasıl düzeliyor nasıl birden bile ayağa kalkıyor göreceksiniz.

İnanın çok kolay.

Bu ülkenin insan kaynağı var bu ülke büyük bir ülke.

Hepimiz bu ülkeyi çok seviyoruz.

Bu ülke güçlü bir ülke.

Avrupa'nın en büyük nüfusu bizde. Avrupa'nın en büyük toprakları bizde. Avrupa'nın en büyük tarım arazileri bizde ama bu büyük ve güçlü ülke kötü yönetiliyor.

Hep beraber çalışacağız çok çalışacağız. Ama dosdoğru çalışacağız.

Biz şuna inanıyoruz Allah doğrunun yardımcısıdır. Ama dosdoğru çalışacaksın.

Dosdoğru çalışacaksın formül basit. Ve dosdoğru çalışanlarla çalışacaksın.

Türkiye'nin başarılı olduğu yıllara şöyle bir bakalım.

Başarılı olduğu yıllarda Türkiye'nin bütün dünyada itibarının yüksek olduğu yıllarda ister rahmetli Özal dönemini düşünün ister bu 2002'den 2010'a kadar ki başarılı dönemi düşünün.

Onların ortak yönü ne?

İyi kadrolar dürüst kadrolar işinin ehli olan insanlar.

Kadroları sağlam tutacaksınız.

Buradan Malatya’dan kendi memleketinden kendisini rahmetle anıyoruz. Çok emeği geçti bu ülkeye çok emeği. Çok emeği geçti.

Ve uyardı ülkeyi uyardı. Bu dövize çevrilebilir mevduat hesabı ile ilgili uyardı. Gençlere nasihat verdi.

Hatta kendi ifadesi dedi ki, 'bu dövize çevrilebilir mevduat hesabı benden önce yapmışlar ama bu kendini uyanık zannedenlerin dalaverisidir' dedi. Rahmetlinin ifadesi bu. 'Kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi' dedi.

Dön dolaş 40 yıl sonra aynı şeyi getir Türkiye'de uygula.

Bir de ekonominin çözümü diye utanmadan açıkla. Böyle bir şey olur mu.

Bakın arkadaşlar,

Bu ülkede o 2002 seçimlerinde Sayın Erdoğan'a destek verenler AK Parti'ye destek verenler ne için bu desteği verdi?

3Y ile mücadele etsin diye bu desteği vermedi mi?

Neydi bu 3Y?

Yasaklardı yolsuzluktu yoksulluktu.

Bu 3Y ile mücadele et diye bu desteği verdi ancak döndü dolaştı 20 sene sonra şu andaki iktidar ülkeyi tekrar aynı 3y'ye mahkûm etti.

Ülkede yolsuzluk var mı? Var. Ülkede yoksulluk var mı? Var. Yasaklar var mı? Var.

Ne anladık ne anladık. Bu ülkenin güzel insanları bu ülkenin tertemiz insanları 20 yıl sonra başladığı noktaya getirsin diye mi bu desteği verdiler yazıktır günahtır gerçekten.

Hep beraber ülkeye DEVA olacağız arkadaşlar hep beraber. Hep beraber.

Bakın,

Adalet her şeyin başı. Adalet olmadan olmaz.

Gençler önden yürüyecek biz arkadan hep beraber ülkeyi kurtaracağız inşallah hep beraber.

Değerli arkadaşlarım,

Göç şu anda şu anda bu ülkenin bir göç politikası yok arkadaşlar. Göç politikası yok.

Sınırlar olmuş yolgeçen hanı. Kevgire dönmüş elini kolunu sallayan giriyor.

Suriye'de savaş vardı anladık. Peki, on binlerce Afgan İran sınırını geçti elini kolunu sallaya sallaya yürüdü girdi mi bu ülkeye? Girdi.

Ben şimdi Sayın Erdoğan'a buradan soruyorum Bu Afganlar sınırdan niye elini kolunu sallaya sallaya girdi Türkiye'ye? Acaba sen ülkenin sınırlarını iyi koruyamadın mı? Yoksa Amerikalılarla bir anlaşma yapıp Taliban rejiminden kaçan Afganlar için burada bir yaşam alanı mı oluşturdun? Ben merak ediyorum soruyorum. Hangisi?

Ya sınırları kontrol edemiyorsun sınırlar kevgire döndü ya da Amerika ile anlaştın anlaşma sonucunda getirdin bu insanları buraya. Hangisi diye buradan Malatya’dan bu meydandan soruyorum.

Bunun bir cevabı olmalı değil mi?

Böyle bir şey olmaz.

200 bin vatandaşlık verdiler 200 bin vatandaşlık.

Hep beraber kurtaracağız hep beraber inşallah.

200 bin vatandaşlık verdiler değil mi? 200 bin vatandaşlık.

Şimdi ben soruyorum sığınma altındaki Suriyelilerin Türkiye'de vatandaşlığa başvurma hakkı yok. Kanunda madde var başvuramaz diyor.

Vatandaşlığa başvuramayan insanları tek imzayla, Cumhurbaşkanı imzası ha tek imzayla niye vatandaş yaptın diye soruyorum.

Sebebi ne?

Bakın bir tane kelime duydunuz mu? Niye.

Bunun kriteri ne? Yani kimi vatandaş yapıyorsun kime vatandaş yapmıyorsun bunun kuralı nedir? Kriteri var mı yok.

İstisnai vatandaşlık.

Eskiden bakanlar kurulunun yetkisi vardı şimdi o yetki olduğu gibi cumhurbaşkanına geçti. Tek imza tek. İmzayı atıyor 'bin kişi sizi vatandaş yaptım gönlümden koptu' diyor.

E bu sefer ne oluyor? Geriye kalan 3 milyon 800 bin Suriyeli 'ya dur bir dakika ben biraz daha Türkiye'de durayım belki sıra bana da gelir' diyor.

Kriterini bilmiyor belki tombaladan ben de çıkacağım diyor.

Geri dönüş perspektifini yok ediyorsunuz siz bu insanların. 'Ben bekleyeyim burada durayım dönmeyeyim' diyor. Göç bir gerçek arkadaşlar.

Bilmiyor bildiğini sanıyor bir bilene sormuyor. Gençler söylüyor.

Bakın arkadaşlar bir kişinin her şeyi bilmesi mümkün değil.

Bir kişi her şeyi bilemez ama ülke yönetiyorsanız bilenlerle çalışmak zorundasınız. Sağlam kadrolarla çalışmak zorundasınız. Bir lider ancak sağlam kadroların üzerinde yükselir.

Yok, her şeyi ben yaptım ben yapıyorum demeye başlarsan o ülkede kaybeder sen de kaybedersin. Olmaz olmaz.

'Ben her şeyi bilirim benim alanım ekonomi ben ekonomistim' deyip de bilenlerle çalışmazsan ülkenin ekonomisini batırırsın.

Ama arkadaşlar bakın burada koskoca bir gerçek var koskoca. Yoruldu. Gerçekten yoruldu. AK Parti kurulurken biz üç dönem kuralı koymuştuk 3 dönem. Niye? Çünkü ‘bu yorucu bir iştir’ demiştik. ‘3 dönemden sonra insanlar yorulur’ demiştik. ‘Orada yeni bir kadroya ihtiyaç olur’ demiştik.

AK Parti'nin kuruluş akitleşmesinde 3 dönem kuralı vardır arkadaşlar 3 dönem.

Ve 3 dönem ne zaman doldu? 2015'te doldu.

Ne diyordu 2015'te metal yorgunluğu diyordu değil mi hatırlayın metal yorgunluğu.

Arkadaşlar şu andaki iktidarı inşallah müsait bir yerde indireceğiz müsait bir yerde. Yoruldu çünkü yoruldular.

Kendi ne diyordu 2014'te 2015'te? 'Metal yorgunluğu var bizim teşkilatı yenilememiz gerekiyor' diyordu. Değil mi metal yorgunluğu diyordu.

Binlerce on binlerce teşkilat mensubunda metal yorgunluğu oluyor da bir kişi de hiç olmuyor mu?

Bu insanın yaratılışında var. Yorgunluk diye bir şey var.

Dolayısıyla biz diyoruz ki yoruldu ama ülke de çok yoruldu. Gerçekten yeter diyoruz bu ülkede çok yoruldu.

Bu ülke bunu hak etmiyor ki. Bu ülke bu yoksulluğu hak etmiyor.

Rahmetli Özal'ın orta direği vardı değil mi orta direk hatırlayalım. Orta direk ne demekti? Ülkeyi ayakta tutan o çadırı ayakta tutan orta direk. Yani orta gelirli sınıf orta sınıf.

Bunlar bu orta direği yıktı. Rahmetli Özal'ın orta direğini orta sınıfı bunlar yok etti.

Türkiye'de şimdi yoksul daha yoksul ama az sayıda zengin daha zengin oldu.

Biraz önce sayıyı verdim rakamları verdim. Siz bütün vatandaştan topladığınız vergiden 650 milyarını tutup da tam 1 milyon konut edecek parayı tutup da zaten parası olanı verirseniz bu adalet değildir. O zaman orta sınıf orta direk kalmaz bu ülkede.

Böyle bir şey olmaz yazıktır.

İnanın içimiz parçalanıyor çok üzülüyoruz ülkenin durumuna.

Bizim esnafımız sattığı malı yerine koyamıyor bugün.

Bizim çiftçimiz geçinemiyor zarar ediyor. Ne kadar çok üretirse o kadar çok zarar ediyor. Yazık.

Bakın arkadaşlar bir örnek daha vereceğim bir örnek,

Bakın şu telefon gençler şu telefon. Telefon artık en önemli ihtiyaç değil mi? Çünkü haberleşme bir insan hakkımı insan hakkı.

Bilgiye ulaşma doğru bilgiye ulaşma insan hakkı mı insan hakkı.

Çünkü bilgiye ulaşıyorsun buradan. Haberleşiyorsun değil mi?

Kendini ifade ediyorsun sosyal medya üzerinden yazıyorsun çiziyorsun görüşlerini. İfade özgürlüğü burada mı burada.

Demek ki artık akıllı telefon bir temel ihtiyaç.

Gençlere ne diyorlar? 'şikâyet etme çıkar bakayım telefonunu. Bak telefonun var ne istiyorsun' diyor.

Böyle diyorlar değil mi. Böyle diyen de cevabını alıyor.

Size yine bir rakam vereceğim.

Şu telefon iyisinden bir akıllı telefon Amerika'da asgari ücretle geçinen birisi ne kadar süre çalışarak bu telefonu kazanabiliyor biliyor musunuz?

Bir hafta değil mi.

Amerika'da çalışan birisi bir hafta çalıştığında bir haftalık maaşıyla en iyisinden bir telefon alabiliyor.

Türkiye'de ne kadar bu süre?

6 ay.

Tam 6 ay.

Şu işe bakın. Avrupa'da 8-9 gün Amerika'da 7 gün Avrupa'da 8-9 gün biz de 180 gün.

Asgari ücretli birisi 6 ay çalışıp ancak bir telefon koyabiliyor cebine.

Bu mu sosyal devlet bu mu ekonomi yönetimi?

'Ben ekonomistim alanım ekonomi' deyip ülkeyi içine düşürdüğü durumu görüyorsunuz arkadaşlar. Bu ülke bunu hak etmiyor inanın.

Yazıktır günahtır. Bu ülke böyle bir şeyi hak etmiyor.

Bakın gençler bu arkadaşınız ekonomi yönetiminin başındayken KYK bursu aylık 150 dolar ediyordu. KYK bursu. Şu anda 45 dolar ediyor. Ayda 150 doları gençler harcıyordu biriktiriyordu 12 ayda kenara koyduğu parayla bir hafta iki hafta Avrupa'da trenle tur yapabiliyordu.

Emeklilerimiz hatırlayın. Emekli maaşlarından biriktirip bir hafta İtalya'da tatil yapabiliyordu. Bu ülke bunu yaşadı.

Başka bir ülke değil Türkiye yaşadı bunları.

Biz inşallah kadro olarak bütün ülkenin DEVA’SI olacağız inşallah.

Bakın arkadaşlar ben bazen bunu söyleyince ben diyorum ya enflasyonu tek haneye indirdik diyorum ya paradan altı sıfır attık diyorum ya gençler KYK bursunu biriktirip yurt dışında tatile gidebiliyordu diye.

Ben böyle deyince Sayın Erdoğan ne diyor? 'Ben imza atmasaydım yapamazdı ki' diyor.

Ben de diyorum ki madem hikmet imzada tam 4,5 yıldır bu ülkeyi tek imzayla yönetiyorsun. Eğer hikmet imzadaysa o fiyakalı imzayı bir at da şu enflasyonu da döviz kurunu da bir düşür de bir görelim bakalım diyorum. Görelim bakalım.

Yapamaz çünkü başarı sağlam kadrolarla elde edilir. Kadrolar sağlam olacak.

Evet, milletin cebi boş doğru ama külliyede olanlara sorun yok.

En son ne zaman bir elektrik faturası gördü ben bilmiyorum. En son ne zaman bir doğalgaz faturası şöyle önüne geldi bilmiyorum.

Eskiden komşusu vardı değil mi Keçiören’de bir dairede otururdu. Girerken çıkarken komşularla karşılaşırdı.

Komşular gösterirdi 'ya başkanım bak faturalar biraz şişti bir şey yap ‘diye.

Şimdi etrafındakiler kim? Zaten parası olanlar.

Cepten cebe kiminle konuşuyor? En çok parası olanlarla konuşuyor. Cepten cebe soruyorum ben Malatya'ya konuştuğu bir tane çiftçi var mı cepten cebe. Alo dediği var mı? Yok.

Cepten cebe konuştuğu bir tane esnaf var mı? Yok.

Cepten cebe konuştuğu bir tane emekli var mı? Yok.

Bir tane emekli arkadaşı var mı? Yok.

Etrafını sardılar. O çıkar kümeleri var ya o bu iktidardan nemalananlar var ya etrafını sardılar ablukaya aldılar.

Kafasını kaldırıp milleti görecek durumu yok artık.

Onun için her şeyin iyi olduğunu zannediyor. Onun için ekonomimiz iyi diyor. Onun için enflasyon düştü diyor düşecek diyor 4 yıldır aynı şeyi söylüyor ama olmuyor.

Artık değişimin zamanı geldi arkadaşlar.

Artık Türkiye'de değişim zamanı.

Artık Türkiye'de DEMOKRASİ zamanı.

Artık Türkiye'de ATILIM zamanı.

Artık Türkiye'de DEVA zamanı ve bunu da inşallah hep beraber gerçekleştireceğiz. Gençlerle emeklilerle esnafla çiftçi ile gerçekleştireceğiz inşallah.

Hep beraber Türkiye'ye DEVA olacağız inşallah hep beraber.

Bakın arkadaşlar bu önümüzdeki seçimi kim kazanacak biliyor musunuz?

Bu önümüzdeki seçimi 7'den 70'e doğudan batıya kuzeyden güneye tüm Türkiye kazanacak bu seçimi inşallah tüm Türkiye.

Bu seçimi dükkânında 10 ampulden 9'unu kapatıp işini sürdürmeye çalışan, bu seçimi sattığım malı yerine koyamayan esnaf kazanacak.

Bu seçimi pazardan torbası boş boynu bükük dönen emekliler kazanacak.

Bu seçimi çocuğunun beslenme çantasına bir elmayı bir portakalı koymakta zorlanan analar babalar kazanacak bu seçimi.

Bu seçimi iftiraya uğrayan hukukun adaletin ezdiği KHK'lılar kazanacak bu seçimi.

Bu seçimi atanamayan öğretmenler kazanacak.

Bu seçimi şu andaki iktidarın artık görmediği göremediği görmezden geldiği milyonlar kazanacak.

Hep beraber Malatya içinde DEVA olacağız Türkiye içinde DEVA olacağız bunu hep beraber başaracağız.

Bu seçimi SMA'lı bebeklerin anneleri babaları da kazanacak merak etmeyin.

Bu seçimi hastanede kuyruk bekleyen en temel ihtiyacı olan ilaçlara yüksek miktarda fiyat farkı ödemek zorunda kalan vatandaşlarımız kazanacak bu seçimi inşallah.

Bazen soruyorlar 'DEVA Partisini bir anlat bize' diyorlar. 'DEVA Partisi nasıl bir parti' diye soruyorlar bana.

Ben de diyorum ki eğer DEVA Partisini arıyorsanız size bir konum atayım. DEVA Partisi nerede?

Biz DEVA kadroları olarak işte o beslenme çantasını dolduramayan anaların babaların yanındayız. Bizi arayan orada bulabilir mesela.

Bu seçimi kimler kazanacak biliyor musunuz? KPSS'den 80 alıp 90 alıp mülakatta elenenler kazanacak bu seçimi. Çünkü biz mülakatı kaldıracağız. O kadar basit mülakat yok artık.

KPSS'de sınavda alınan not neyse ona göre işe girilecek. Bu kadar kolay.

Adam kayırma torpil her şey bitecek.

Hepsi çözülecek. Çünkü artık yapı çürüdü. Tertemiz bir yapı kurmak gerekiyor bu ülkede.

İşte bu seçimi bir lastiğe 10 bin lira 15 bin lira vermek zorunda kalan deposunu dolduramayan şoför esnafımız kazanacak. Onlar da kazanacak bu seçimi.

Şu anda arkadaşlar bakın verdiğimiz mücadele ne biliyor musunuz?

Şu anda verdiğimiz mücadele Türkiye'de tekrar bir demokrasi mücadelesi veriyoruz biz.

İnsan haklarının ve özgürlüklerinin doyasıya yaşandığı bir ülke şu anda hedefliyoruz.

Eşit vatandaşlığın olduğu her bir vatandaşın kendi haklarını doyasıya yaşadığı bir ülke hedefliyoruz.

Adaleti hep beraber sağlayacağız inşallah. Adalet olmadan olmaz. Bir devletin varlık sebebidir. Adalet olmadan olmaz.

Şu anda yargı tamamen iktidarın emrinde talimatıyla hareket ediyor.

Bağımsız ve tarafsız yargı olmadan adalet olmaz. Hukuk devleti olmaz hukukun üstünlüğü asla sağlanamaz.

İşte biz bunun için aynı zamanda çalışıyoruz.

Cesur olacağız korkmayacağız. Ne diyoruz ‘kazanan Türkiye olsun oylar DEVA olsun’ diyoruz değil mi.

Yani sizin vereceğiniz oylar ülkenin sorunlarını çözsün diyoruz ilk seçimde.

Değerli arkadaşlar bir başka sorunumuz daha var bu ülkede bakın,

Bu ülkede bir Kürt sorunu var evet.

Bu ülkede pek çok kesimin farklı sorunları var.

Ama bu sorunları aşmakta da ne yapacağız? Eşit vatandaşlık diyoruz.

Bir insanın anasından doğduğu için sahip olduğu her türlü hakkı devlet aynen tanımalı diyoruz.

Temel haklar pazarlık konusu yapılmaz.

Temel hakları siz oylatamazsınız bile.

Gidip de bir grup insana bir başka grubun hakkını verelim mi vermeyelim mi diye oylatamazsınız.

Temel haklar aynen tanınır ve yaşanır. Devlet de bunun garantisi olur kefili olur.

Bu kadar. Çözüm burada.

Onu da inşallah biz gerçekleştireceğiz.

Adalet olmadan hukuk olmadan olmaz.

Adalet olmadan hukuk olmadan demokrasi olmadan asla ekonomiyi düzeltemezsiniz.

Çünkü ekonomi bir temele oturur. O temelde adalet vardır hukuk vardır özgürlükler vardır demokrasi vardır.

Siz her gün adaleti çiğneyerek her gün hukuku yerle bir ederek insanların özgürlüklerini sınırlandırarak bir ülkedeki ekonomiyi düzeltemezsiniz.

Ağzınızla kuş tutsanız yapamazsınız. Onun için olmuyor onun için yapamıyorlar.

Çok açık arkadaşlar çok açık.

Bunların İnşallah hepsini gerçekleştireceğiz.

Her alanda hazırız her alanda.

Eylem planları hazırlıyoruz her alanda. Eğitimden tutun sağlığa kadar, hukuktan adaletten tutun ekonomiye kadar. Her alanda hazırlanıyoruz bakın.

Ve şu anda Türkiye'nin yakın tarihinde yapılmayan bir işi gerçekleştiriyoruz.

Her alanda seçimlerden sonra kurulacak hükümetin takvime bağlanmış bir şekilde neler yapacağını bugünden biz hazırlıyoruz.

Böyle bir şey yapılmadı daha önce bakın.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin hükümet programını hazırlıyoruz. Bütün detayıyla. Bütün bakanların önüne ev ödevlerini hazırlıyoruz.

Sağlık bakanı 'al hazır ev ödevi bu.'

Milli eğitim bakanı 'al ev ödevin bu.'

Adalet bakanının önüne sunuyoruz' ev ödevin bu.'

Bugünden hazırlıyoruz herkesin ödevini.

Ve seçime böyle gidiyoruz.

Sağlıkta randevu kuyrukları uzadı biliyoruz.

Bir elle tutulur sağlık vardı maalesef o da kötüye gitmeye başladı.

Yazık.

Bakın arkadaşlar,

Biz bunları her alanda hazırlıyoruz her alanda.

İktidarı soruyorum hükümete soruyorum böyle bir hazırlığınız var mı?

Ne yapacaksınız siz? Bu ülkenin sorularını nasıl çözeceksiniz diye iktidara soruyorum.

Bakın her alan her alan.

Burada tarım var sosyal politikalar var dijital dönüşüm var teknoloji var sanayi var KOBİ var. Dış politika var güvenlik var.

Her şey var her şey. 16 tane açıklamışız bugüne kadar. 16 tane.

Burada afet yönetiminden tutun da arkadaşlar yerel yönetimler ve şehirciliğe kadar her şey. Bakın tek elle taşınmıyor artık.

Salı günü sosyal politikalar açıklayacağız.

Arkasından Gençlik Politikası geliyor Kadın Politikaları geliyor.

Arkasından insan hakları geliyor. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili eylem planımız geliyor.

Bugüne kadar yapılmadı.

Bakın bunların arkasında sayfalar dolusu tablolar var.

Tarımla ilgili açıklamışız. Tarımda 56 madde var 56.

Hepsi burada yazıyor. Çünkü söz uçar yazı kalır.

Biz verdiğimiz her sözü yazılı veriyoruz.

Ne yapacağımızı tek tek sıralıyoruz takvime bağlıyoruz.

Diyoruz ki; 90 günde şunu yapacağız. 180 günde şunu yapacağız bir yıl içerisinde şunu tamamlayacağız.

Sulama değil mi bakın 5 yıl içerisinde sulamayı tamamlayacağız diyoruz. Var bu eylem planında hepsi var.

Ekonomi çözümlerin hepsi masada. 116 madde var 116 madde.

Bilmeyenler öğrensin.

Yanlışımız varsa da gelsinler söylesinler. Desinler ki 'şurada yanlış yapmışsınız.' başımızın üstünde yeri var. Seçime kadar düzeltiriz. Eksiğimiz varsa tamamlarız ama biz ortaya bir program koyuyoruz program.

Siz ne koyuyorsunuz arkadaş diye soruyorum bugünkü hükümete.

Yeni anayasa deyip duruyorlar değil mi? Yeni anayasa deyip durmuyorlar mıydı Sayın Erdoğan Sayın Bahçeli?

Diyorlardı ki 'yeni anayasa'. 2 yıldır. Ne koydular ortaya?

Biz ne yaptık 6 parti bir araya geldik 84 maddelik anayasa değişiklik teklifimizi hazırladık masaya koyduk.

Çünkü biz iş üretiyoruz iş. Bunların işi gücü laf üretmek.

Biz iş üretiyoruz.

Bugünkü hükümetin yaptığı ürettiği bir miktar bir şeyler de var doğru. Ama biz ne diyoruz şu andaki hükümetin eğer iyi yaptığı şeyler varsa sayısı az, biz onları devam ettireceğiz diyoruz. Yarım yaptıkları şeyler varsa biz onları tamamlarız diyoruz. Yanlışlarını da çöpe atarız onların doğrularını yaparız diyoruz.

Bizim hazırlığımız bu.

Siyaha siyah beyaza beyaz.

Değerli arkadaşlar değerli gençler ben şimdi artık sözlerimin sonuna geliyorum.

Sizleri de böyle daha fazla ayakta tutmak istemiyorum ama ben bir sürü sözler verdim üstelik yazılı sözler. Takvime bağlanmış sözler ama ben şimdi Malatya’dan da bir söz almak istiyorum.

Bu sözü almadan da gitmek istemiyorum.

Malatya hazır mısın?

Malatya hazır mısın?

Adalet için hukuk için hazır mısın Malatya?

Özgürlük için zenginlik için hazır mısın Malatya?

Seçim günü geldiğinde hep beraber sandığa gidecek miyiz Malatya?

Kullandığımız oylarla o sandıkları patlatacak mıyız Malatya?

Seçim günü geldiğinde DEVA Partisi’nin damlasının altındaki boşluğa hep beraber evet mührünü basacak mıyız Malatya?

O mührü öyle bir basacağız ki Beştepe’deki duvarlar titreyecek.

Malatya'daki ses Beştepe’den duyulacak inşallah.

Gençler bizim kültürümüzde vurmak yok. Biz ne diyoruz biz mührü oylara vuralım diyoruz o kadar.

Mührü oy pusulasına vuracağız o kadar o yeter. Zaten mühür oy pusulasına vurunca iktidar değişiyor iş çözülüyor inşallah.

Dert yok ama bunlar artık dedim ya vatandaşı dinlemiyorlar dinlemiyorlar. Çünkü burada Sayın Erdoğan konuşuyor olsa herhalde 100 metreden falan fazla yaklaşamazdınız yani.

Ama duyup dinleme imkânı yok artık sorun orada. Etrafını sarmışlar başkalarını göremiyor. Sorunun tam da özünde bu var.

Bakın emeklilerimiz çok haklı. Sabit ücretle geçinmeye çalışan herkes çok haklı.

Niye?

Enflasyon patladı gitti.

Enflasyon herkesin cebinden bir kepçe ile aldı.

Biraz önce gösterdim değil mi herkesin cebindeki o 200 liradan nasıl aldıklarını gösterdim anlattım.

134 dolar inmiş 11 dolara.

Herkesin cebinden kepçe ile aldılar.

Şimdi ne diyorlar? Yılbaşı’nda asgari ücrete zam vereceğiz emekli maaşını artıracağız. Ama rakamlara bakın ne olacak. Kepçe ile önceden aldıklarını şimdi kaşıkla verecekler.

Çünkü enflasyonun kazananı zaten parası olanlardır bunu unutmayın bakın.

Enflasyonun olduğu bir ülkede kazanan parası olandır.

Enflasyonun olduğu ülkede kaybeden sabit gelirle geçinmeye çalışan işçidir memurdur emeklidir.

34 yıl bu ülke bunu yaşamıştır. Ta ki enflasyonu biz 2004'te tek haneye indirene kadar.

Enflasyon değerli arkadaşlar hırsızlığın modern bir yöntemidir.

Çaktırmadan neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz.

Bakın sorun çok dert çok hepsinin farkındayız.

Ama inanın hepsinin de çözümü var.

Bu ülkenin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok arkadaşlar bakın biz en zor sorunları hemen çözeriz.

İmkânsız dediğimiz konuları da biraz vakit alır biraz süre alır ama inşallah onu da çözeriz.

Niye?

Çünkü biz bu ülkeye güveniyoruz. Biz bu ülkeye güveniyoruz. Biz bu ülkenin vicdanı temiz insanlarına güveniyoruz. Bu büyük ve güzel ülkenin insanlarına güveniyoruz.

Türkiye'nin sorunlarını çözecek insan kaynağı Türkiye'de burada. Yeter ki siz onlara yetki verin yeter ki siz onlara imkân verin.

Gençlere yeter ki imkân sağlayın.

Bizim gençlerimizin Avrupa'daki Amerika'daki gençlerden ne farkı var.

Kadromuz da var. Sağlam bir kadro ile İnşallah iktidara doğru yürüyoruz arkadaşlar.

Evet, ben Malatya’dan da sözümü aldım. Artık Malatya'da hazır diyorum, Türkiye'de hazır diyorum ve bu seçimde inşallah kazanan Türkiye olsun kazanan Malatya olsun oylar DEVA olsun diyorum hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun var olun.

30 Kasım 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 28. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Yirmi sekizinci
Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Değerli yol arkadaşlarım,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi muhabbetle selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

2022 yılının sonuna yaklaşırken hepimiz büyük bir umut içindeyiz.

Geçtiğimiz pazartesi günü, Yarının Türkiye’si için hazırladığımız anayasa değişiklik önerimizin tanıtım toplantısını gerçekleştirdik.

Ankara, demokrasi için büyük bir ana tanıklık etti.

Evet, 6 siyasi parti olarak Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçişle ilgili tam 84 maddelik kapsamlı bir anayasa değişiklik metnini tamamladık ve kamuoyuna sunduk.

Bu çalışmayı, ortak akıl ve istişareyle hazırladık.

Baskıcı, “ben istedim oldu, ben yaptım oldu” diyen tek kişiye karşı, tüm Türkiye’yi masanın baş köşesine oturttuk.

Ben bu vesileyle, anayasa çalışmalarımızda büyük emeği olan Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu’na;

Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Saadet Partisi’ni temsilen eden komisyonda görev alan tüm dostlarımıza;

Ayrıca bu çalışmaya katkı veren, emeği geçen herkese, bu ülkenin bir yurttaşı olarak, şükranlarımı sunmak istiyorum.

Bu çalışma arkadaşlar gerçekten son derece önemli. Son 10 yıldır böyle bir çalışmaya teşebbüs dahi edilememiş Türkiye’de.

En son böyle bir kapsamlı bir anayasa değişiklik teşebbüsü 2012’de o da tamamlanamamış öylece yüz üstü yarım bırakılmış.

6 ayrı partinin ayrı ayrı teşkilatı olan ve ayrı seçmen kitlesi olan 6 ayrı partinin uzlaşıp tek bir anayasa değişikliği üzerinde mutabık kalması aslında tam bir Türkiye mutabakatıdır.

Bunun içindir ki 84 maddeyi açıkladıktan sonra içinde tek bir maddeyi ele alıp böyle ciddi bir eleştiri getirebilen bugüne kadar olmamıştır.

Olabilir de. Eksikler olur. Tamamlarız. Yanlışlar olur düzeltiriz. Ama en azından biz sapasağlam bir çalışmayı ortaya bir öneri olarak koyduk.

Söyleyecek sözü olan, Türkiye’nin yarınlarıyla ilgili iddiası olan kim var kim yoksa buyurusular onlar da koysunlar.

Ama şu anda başka bir şey yok ortada.

2023 seçimlerinin, mevcut anayasayla, bu tek kişilik sistemle girdiğimiz son seçim olmasını da Allah’tan temenni ediyorum.

Biz, dünyadaki demokrasi mücadelesine, ülkemizin adını şanla yazacağız inşallah.

Çünkü değerli arkadaşlar, biz kazanacağız.

Türkiye’de demokrasi kazanacak.

Çünkü bu ülke, bu topraklar bunu başaracak.

Çok daha zor şartlarda, 1923’te Cumhuriyet’i kurduk.

Çok daha zor şartlarda, 1950’de demokrasiye doğru adım attık.

Ve inanın, şu anda yönetimde olan otoriter ittifakın karanlığından da bu ülkeyi hep beraber çıkacağız.

Dünyadaki tüm demokratlara da umut olacağız.

Bakın burası çok önemli arkadaşlar. Biz şu anda Türkiye’de yaptığımız çalışmayla dünyada demokrasiyi savunan dünyada demokrasi çığlığı atan herkes için bir umut kaynağı olduk.

Dünyada otoriterlik eğilimlerinin olduğu çok sayıda ülke var. Ve o ülkelerde demokrasiden yana olan insanlar feryat ediyorlar.

Bir çıkış arıyorlar. İşte biz sadece Türkiye’de değil tüm dünyada demokrasi için kalbi çarpanlara demokrasi isteyenlere de Türkiye’den bir umut kaynağı olacağız bir umut ışığı olacağız.

Türkiye’deki demokratlar için de umut olacağız dünyadaki demokratlar için de umut olacağız.

*****

Biliyorsunuz çalışmamız sadece bu anayasayla sınırlı değil arkadaşlar. Aynı zamanda 6 siyasi parti olarak yine bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Yüzyıllık Cumhuriyet tarihimizde de böyle bir örnek yok.

Ne yapıyoruz şu anda?

6 parti seçimlerden çok önce seçimlerden sonra kurulacak hükümetin programını hazırlıyoruz.

Ve bunu da bir uzlaşmayla mutabakatla götürüyoruz.

Tam 72 tane başlık belirledik arkadaşlar 72 tane başlık.

Hükümet kurulunca hangi konularda çalışma yapmamız gerekiyor? Ekonomiden tutun hukuk adalete kadar, sağlıktan tutun eğitime kadar, dış politikadan tutun gençlik spora kadar her alanda ama her alanda kurulacak hükümetin neler yapacağını bugünden hazırlıyoruz.

Seçime giderken de elimizde seçim beyannamesi olarak seçim taahhüdü olarak bu 72 başlıkta yapacaklarımızla beraber gideceğiz.

Bu da bir ilk. Daha önce yapılmamış Türkiye’de.

Çünkü biz şunu gördük. Türkiye’nin yarınlarını konuşmaya başladığımızda uzlaşmak çok kolaylaşıyor.

Geçmişle ilgili kavga etmekten kolay bir şey yok. Ama ülkenin yarınları için çalıştığımızda bu ülkenin neye ihtiyacı var diye sorduğumuzda, şöyle bir 81 ilimizin 922 ilçemizin caddelerini sokaklarını mahallelerini dolaşıp vatandaşlarımıza ‘nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyorsun’ diye sorduğumuzda inanın hep aynı cevabı alıyoruz.

İşte şu anda yaptığımız bizim tam da bu ülkenin birliği için beraberliği için ve tüm Türkiye’nin ortak bir yarın hedefinde buluşması için çok çok kıymetli bir çalışma.

Ve şu andaki iktidarın yaptığının tam tersi.

Şu anda iktidar ne yapıyor? Sürekli geriyor, sürekli kutuplaştırıyor. Sen ben diye ayrım yapıyor.

Bugün Sayın Erdoğan yine çıkmış konuşmuş. Diyor ki ‘iki taraflı sistem iki parti de’ diyor. Çünkü kafası hep kutuplaşmaya alışık ya zihnindeki sistem ne? ‘O taraf mı bu taraf mı? Benden misin senden misin, beriki öteki’ .

Şeytanlaştıracak bir taraf arıyor sürekli kendisine dikkat edin.

Bugün konuşmasında metinden çıkıp konuşmaya başladığında bilinç altındakiler ortaya dökülüyor.

Oysa biz ne diyoruz? Öyle sağmış solmuş şucuymuş bucuymuş değil biz hep beraber Türkiye’yiz diyoruz hep beraber bu ülkenin yarınlarına yürüyeceğiz diyoruz.

Şu andaki iktidarın ötekileştirme kutuplaştırma politikalarının tam da tersine beraber yürüyoruz hep beraber Türkiye’yiz diyoruz.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Biz burada gece-gündüz hem kendi parti çalışmalarımıza hem de altılı masa çalışmalarına hızla devam ederken, iktidarın küçük ortağı, nam-ı diğer krizlerin ortağı, dünkü grup toplantısında yine hasetinden feryat etmiş.

Neler söylüyor neler. Bir de hele hele arada bir millet kelimesi yerine “Zillet” kelimesini kullanıyor ya bu nasıl bir milli duruştur bu nasıl bir yerli duruştur ben hayret ediyorum.

Milet kelimesiyle zillet kelimesini özdeşleştiren bir şekilde böyle konuşabilen bir zihniyetten bu ülkeye fayda gelmez.

Zaten gelmemişte.

Bugüne kadar bu memlekete hayrı dokunan tek bir işi var mı? Şöyle bir hafızalarınızı yoklayın.

Ben buradan sorayım Sayın Bahçeli’ye, ‘Kaç yıldır siyasetin içindesiniz bugüne kadar bu ülke için taş üstüne taş koydum’ diyebileceğiniz ne var. Bir söyleyin de biz de öğrenelim. Yok.

Hiçbir şey yok. Bir tane bakan vermiyor hükümete bir tane bakan.

Sen 4 buçuk yıldır bu iktidarın ortağı değil misin? Niye 1 tane bakan vermiyorsun?

Çünkü öyle bir iş yapıyor ki kara ortak ama zarar olursa ‘Ben işin içinde değilim’ diyecek.

Hiçbir sorumluluk almıyor ama iktidar ortağı olmanın yetkiyi sonuna kadar kullanıyor.

Böyle bir kolaycılık içerisinde.

Ne demiş dün de? Partili ve Taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi Türkiye’nin şifasıymış.

Şifaya bak şifaya. Ülkenin başına getirmedikleri iş kalmadı şu 4 buçuk yılda.

Paramız pula dönmüş. Her geçen gün fakirleşiyoruz.

Her geçen gün gençlerin korkusu umutsuzluğu artıyor.

Ama krizlerin ortağı “şifa” diyor.

Bu uyduruk sistemin kendisi için şifa olduğu belli. O açık.

Bu sistem, iktidarın küçük ortağı olmasına rağmen, kendisinin ülkenin başına kayyum olarak atanmasını da sağladı.

Bu sistem sayesinde kayyum gibi iktidar partisine mensup ‘şu gitsin’ diyor ertesi gün apar topar affını falan istiyor pılını pırtısını toplayıp gidiyor insanlar.

Ya da belli ki Sayın Erdoğan ile ciddi tezat içeresinde olan ciddi anlaşmazlık içerisinde olan bir kabine üyesi ‘hayır bu kalacak’ diyor Erdoğan’da bu ağır yükü sırtında taşımak zorunda kalıyor.

Böyle bir garip ortaklık.

Bu sistem, onun cezaevindeki dostları için şifa oldu. Doğru. Afla çıkmalarını sağladı. Hatırlayın; mafya lideriyle poz verdi. Çeteye mafyaya şifa oldu bu sistem doğru.

Bu sistem, kabinede tek bir bakan koltuğu olmadan, bir tane konuda dahi sorumluluk almadan, sadece menfaate ortak olmasını sağladı doğru.

Bahçeli’ye şifa kuşkusuz.

Ama hiç kusura bakmasın, 85 milyona dert veren, acı çektiren, yoksulluk getiren bu sistemi; sırf Devlet Bey’e iyi geldi diye biz korumayız arkadaşlar. Bu sistem değişecek.

Üstelik ilk seçimde değişecek.

Sırf Devlet Beyin keyfi yerinde diye 85 milyonun yaşadığı yokluğu, baskıyı görmezden gelmeyeceğiz.

Bir de ne demiş?

Hala “Yeni bir anayasa” yapacaklarını söylüyor.

Bitmedi bir türlü nasıl bir yeni anayasaysa bu.

Ya sayın Bahçeli, elinizi tutan mı var? Yeni anayasanız senelerdir bitmeyen senfoniye döndü bu.

Gerçekten ayıp. Her seçime yeni anayasa vaadiyle giriyorsunuz ama ortada tek bir maddelik hazırlık yok.

Çıkın deyin ki ben Bahçeli olarak ‘şöyle bir yeni anayasa öneriyorum ülke için’ Ortaya koyun da bir görelim.

Bir görelim bakalım nasıl bir yeni anayasa yazacaksınız.

Sıfır. Hiçbir şey yok.

Dedim ya bir tuğla üstüne tuğla koymadı bugüne kadar. Bunu da yapamıyor. İçi boş laf.

İşte biz sapasağlam 84 maddelik bir değişiklik paketini ortaya koyduk.

İşte burada. Sapasağlam. Tam biz uzlaşmayla tam bir mutabakatla. En son 10 yıl önce denemiş akamete uğramış. Biz kolları sıvadık çalışmaya başladık ve bitirdik.

Bizim anayasa değişiklik paketimiz burada. Ben şimdi soruyorum Sayın Erdoğan’a da Sayın Bahçeli’ ye de soruyorum, ‘sizin yeni anayasanız nerede? Nerede kaldı. Gözlerimiz yollarda kaldı.’ Yok.

Bir küçük uyarı da yapacağım kendisine. Hatta büyük ortağa da sesleniyorum:

Sayın Erdoğan, Sayın Bahçeli;

Sakin olun biraz. Bakın siz yeni anayasa yazmadan evvel önce mevcut anayasaya uymayı hele bir deneyin biraz gayret gösterin. Bir anayasa var şu an yürürlükte.

Madem yeni anayasa deyip duruyorsunuz önce şu mevcuda uyacağınızı gösterin. Yani anayasal bir düzende anayasaya bağlı olarak çalışabileceğinizi bir ispat edin ki yeni anayasa dediğiniz, daha gözümüz yollarda kaldı ortada bir şey yok ona da uyacağınıza insanlar inansın.

Önce milletin hak ve özgürlüklerine göz dikmeyin hele.

Önce bir’ egemenliğin sahibi milleti dinleyin hele.

Mevcut anayasayı yok sayan, “Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymuyorum, saygı duymuyorum” diyen, “Alt mahkeme Anayasa Mahkemesinin kararına uymayabilir” diyen bir zihniyetin yeni bir anayasa üretmesi mümkün müdür?

Onun için yapamıyorlar, beceremiyorlar.

Erdoğan da Bahçeli de yeni anayasa deyip duruyorlar, ama ortada tek bir maddelik bir taslak dahi yok.

Bakın, biz söz verdik, yaptık.

Kolları sıvadık. Önce parti olarak taa Aralık 2020’de partimiz kurulduktan 9 ay sonra biz kendi çalışmamızı bitirdik.

Hatırlayın burada basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladık.

‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ dedik ve geriye olan anayasa değişiklik paketini 74 maddeydi bizim o zamanki hazırlığımız kodifikasyonu da tamamladık. Dedik, ‘Bizim hazırlığımız budur’ dedik. Ortaya koyduk.

Arkasından 6’lı masaya koyduk çalışmamızı, 6’lı masa olarak çalıştık sonuçta 84 maddelik bir paket ortaya çıktı 6 partinin mutabakatıyla ve bunu da kamuoyuna deklare ettik.

Ben buradan tekrar İktidara soruyorum:

Sizin yeni anayasanız nerede?

Niçin yapamıyorsunuz?

Niçin ortada tek bir madde daha yok hala?

Yapamazlar arkadaşlar, yapamazlar. Ağızlarıyla kuş tutsalar yapamazlar.

Hukuka saygı duymayan, adaleti her gün ayaklar altına alan, keyfiliği kendisine düstur edinmiş bir zihniyet yani anayasa falan yapamaz bu ülkede yok.

Bir de şurada büyük bir tezat var bakın dikkat edin. Bahçeli de Erdoğan’da ne diyor? ‘Yeni anayasa lazım’. Ama aynı zamanda ne diyorlar? ‘Bu sistem şifa oldu’ diyorlar.

Bir dakika, eğer bu sistem şifa olduysa siz niye yeni anayasa deyip duruyorsunuz?

Demek ki bu sistemle ilgili sizin de beğenmedikleriniz var. Beğenmediklerinizi hele bir söyleyiverin bakalım.

Yok çok memnunsanız mevcut sistemden o zaman niye yeni anayasa diyorsunuz?

Bakın büyük bir tezat var burada.

Çünkü söylediklerinin hiçbir tutarlılığı yok arkadaşlar hiçbir tutarlılığı. Bugün böyle konuştuklarının tam tersini yarın söyleyebiliyorlar.

İnanın işte bu yüzden güven kaybediyorlar bu yüzden güvenilir bir iktidar değiller.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Cumhurbaşkanı bugünkü konuşmasında bizim anayasa teklifimizden bahsederken, belli ki yine konuşma metninin dışına çıkmış ve bilinç altındakilerini ortaya döküvermiş.

Bizim çalışmamızla ilgili konuşurken ne demiş? “Çok partili demokrasi” demiş, bakın “Çok Partili Parlamenter Sistem” demiş.

Bu ifadeleri kullanmış bugün hemen 1-2 saat önce.

Bilinçaltı. Hani“Lapsus” diyorlar ya hani..

Bakın işte Sayın Erdoğan yoruldu. Erdoğan yorgunluğunun sonucunda da bugün bir büyük gaf daha yaptı.

Hani kendisi tek partili sistemle kavga etmiyor muydu?

Şimdi ne diyor? Çok partili demokrasiyle kavga ediyor, Tek partili sistemi yüceltiyor.

Çünkü döndü dolaştı iktidar gücünü tek elde toplayınca artık yeniden tek partili sisteme özenir hale geldi.

Bilinçaltındaki o.

Bizim çalışmamızda ne diyor? ‘Çok partili sistem’ diyor ‘çok partili demokrasi’ diyor.

Demek ki kendi istediği öyle sistem falan filan değil yok Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiymiş. Değil. Tek kişi istediğini yapsın kimse de ona hesap soramasın istiyor.

Zihnindeki model bu. Aynı Türkiye’nin tek partili dönemi gibi.

İşte güç zehirlenmesi böyle bir şey arkadaşlar. Hep diyoruz ya. Çok uzun süre devlet gücünü kullanmanın getirdiği bir güç zehirlenmesi diye bilimsel bir gerçek var.

Güç yozlaştırıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Onun için biz hep ne diyoruz? Ülkeyi yönetme gücünü elinde tutanların mutlaka ve mutlaka hukukla ve süreyle sınırlandırılması gerekir diyoruz.

Bunun için bizim önerdiğimiz sistem de hep süre sınırlamaları var. Onun için burada sapasağlam bir hukuk çerçevesi var.

Evet, devlet gücünü kullanıyorsunuz ama hukukla ve süreyle bu gücü sınırlayacağız ki güç zehirlenmesi olmasın ki yozlaşma olmasın.

Ben buradan sesleniyorum. Sayın Erdoğan’a soruyorum,
Hayırdır Sayın Erdoğan; Döve döve bitiremediğiniz tek parti dönemine özendiğinizi mi bugün itiraf ediyorsunuz şimdi diye soruyorum?

Belli ki tek başına at koşturmak istiyor. Belli ki Bahçeli’yi Perinçek’i falan da fasulyeden sayıyor.

Bu zihnin arkasında o da var.

Bizim sisteme çok partili dediğine göre kendi şu anda yönettiği tek partili gibi. Zihin dünyasında öyle.

İşte onlarında gönünü hoş tutacak biraz biraz da artık ne istiyorlarsa verecek bir şeyleri yapıp götürmek istiyor.

Hedef 2023 vardı değil mi bir zamanlar. Neydi o hedef? 25 bin dolarlık milli gelir. Neydi o hedef? 500 milyar dolarlık ihracat.

O hedefler koyulduğunda bu arkadaşınız ekonomiyi yöneten ekibin başındaydı. Ve o gün gerçek hedeflerdi onlar. Biz o hızla gidebilseydik hukukla adaletle hareket edebilseydik demokrasi diyerek koşsaydık o hedefleri bugün rahatlıkla tutturabilirdik ama hedefler tutmadı.

Bugünkü ihracat rakamlarıyla övünüyor.2023’te hani 500 milyar dolarlık hedef koymuştuk. Ne oldu o hedefe?

2023 için 25 bin dolarlık milli gelir hedeflemiştik. Çünkü 12 bin 500 dolara ulaşınca 25 bini koymuştuk. 8 bin 9 bin de şu anda Türkiye, bocalayıp duruyor hala.

10 sene önce tutturduğu 12 bin 500 dolarlık milli gelir hedefini 2023 için bile tutturamayacak bu ülke.

Durum anlaşıldı. Şimdi Erdoğan hedef 2023’ü tutturamayınca, hedef döndü 1946 öncesi oldu. Yeniden tek partili sistem oldu.

Allah akıl fikir versin.

Ha bir de bir İran atasözünden de bahsetmiş bugün.

Uzaklara gitmeyelim Orta Anadolu’da bir atasözü vardır.

“İsin yanına varan is, misin yanına varan mis kokar”diye.

Sayın Erdoğan; otokrasinin olduğu ülkelerin başındakilerle yan yana dura, işte böyle “tek parti hayalleri” kokmaya başladı.

Geldiğimiz nokta bu.

Ne diyelim; neredeeen nereye!

Geldiğimiz nokta bu.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Biz bu sisteme son vereceğiz.

Biz bu kabusa son vereceğiz.

Şu andaki “Taraflı, partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi” tarih kitaplarında ibretlik kısa bir bölüm olarak kalacak.

O bölümün adı da evet “Gerileme dönemi” olacak. Gerileme dönemi.

5 yıldır test ediyoruz değil mi? 5 yıldır sürekli ülke her alanda geriliyor.

Demek ki tarih kitaplarına partili taraflı Cumhurbaşkanlığı sisteminin uygulandığı dönem gerileme dönemi olarak geçecek.

Seçimlerden sonra, tıpkı bir kabustan uyanır gibi korkulu bir rüyadan uyanır gibi bir yudum su içmenin hızında, şöyle derin bir nefes alacağız.

Ülkemizin itibarını ayağa kaldıracağız.

İşte görüyorsunuz.

Hukukun Üstünlüğü sıralamasında 140 ülke arasında ta 116’ncı sıraya düştü.

Bu ülkede siz ekonomik toparlamadan bahsedebilir misiniz? Hukukun üstünlüğü sırasında 140 ülke içerisinde 116. Sıraya düştükten sonra yeni bir anayasa senfonisini çal çal çal... Kim inanır size?

Böyle bir şey yok.

Sivil haklar ve siyasi özgürlüklerde “özgür olmayan ülkeler” listesine düştü şu an Türkiye.

Kendi Anayasa Mahkememiz, esastan incelediği dosyalarda yüzde tam 97 oranında ihlal tespit ediyor hak ihlali tespit ediliyor.

Partimiz kurulduğunda bu oran yüzde 90’dı. Sonra yüzde 95 oldu en son istatistikler yüzde 97 arkadaşlar. Şu ise bakın.

Bizim kendi anayasa mahkememiz. Bu ne demek? Bizim vatandaşlarımız gidiyorlar mahkemelerde hak arıyorlar bulamıyorlar en son durak olarak anayasa mahkemesine başvuruyorlar, anayasa mahkemesi de esastan incelediği dosyaların yüzde 97’sinde vatandaşı haklı buluyor sadece ‘yüzde 3’ünde mahkemeler doğru iş yapmış’ diyor.

Ve bu anayasa mahkemesinin şimdi maalesef kompozisyonda hızla değişiyor hızla.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde savaş halindeki Rusya ve Ukrayna’yla birlikte hak ihlalinde şampiyonuyuz.

Peki en çok hak ihlali nerede biliyor musunuz? Çünkü farklı farklı hak ihlali türleri var. En çok hak ihlali adil yargılanma hakkında. Şu işe bakın.

Biz bu konuda eylem planımızı açıkladık biliyorsunuz. ‘Adil Yargı Eylem Planı’ diye. Tam 198 maddelik bir eylem planı. Bugüne kadar Türkiye’de gelmiş geçmiş en kapsamlı yargı reformu eylem planını açıkladık.

Hani diyor ya Erdoğan geçen hafta, ‘Ya Türkiye için şöyle bir plan program ortaya koyun canımızı yiyin’ diyor değil mi?

Valla onların canları falan kalmadı ortada. Biz bütün eylem planlarımızı ortaya koyduk koyuyoruz.

Ben kendisine de gönderdim. En son bayramda. 10 taneye ulaşınca eylem planı, AK Parti Genel başkanı sıfatıyla kendisine de gönderdim.

Dedim ‘bizim planlarımız burada haydi siz de koyun ortaya bir şeyler. Haydi plan program koyun’.

Var mı ortada bir şey? Yok. Hiçbir şey yok.

Yarınlarla ilgili bu ülkeye yön verecek yol gösterecek hiçbir plan program yok.

Çünkü planı programı vesayet kabul ediyor. Planla programla kendisini bağlamak istemiyor.

‘Ben sabahleyin uyandığımda aklıma gelen her şeyi yaparım arkadaş kimse de bana hesap soramaz.’ Diye bir yöntemle bu ülkeyi yönetmeye çalışıyor.

Bunun için olmuyor. Bunun için maalesef ülkede fakirlik yoksulluk hızla artıyor.

Bunlar acı tablomuz arkadaşlar.

Peki bunun sonucunda ne oluyor?

El alem, firari sanıkları Türkiye’ye iade etmiyor. İşte en son Bulgaristan’ı gördük değil mi?

Gerekçeleri de hazır. Ne diyorlar? “Türkiye’de adil yargılama yok” deyip çıkıveriyorlar.

Kimse de çıkıp hükümetten “Hayır efendim, Türkiye’de adil yargılama var” diyemiyor.

Çünkü bu ülkenin kendi anayasa mahkemesi hak ihlali kararı veriyor durmadan. Hak ihlalinin konusu ‘adil yargılama hakkı ihlal ediliyor’ diyor.

Bizim kendi anayasa mahkememiz burada adil yargılama hakkı yokken elin adamı gelip söylediğinde buna nasıl itiraz edeceksiniz?

Yazık değil mi bu ülkeye? Bu ülkenin pırıl pırıl gençlerine 85 milyon insana yazık değil mi?

Şu durumun bir açıklaması var mı arkadaşlar ya?

Bakın Türkiye’nin dünyadaki itibarının çöküşüdür bu.

Adalet sisteminin çökmüş olduğunun kanıtıdır. Ve maalesef evet devlet yapısının da çökmeye başladığının en önemli işaretidir.

O yüzden arkadaşlar, biz önce hukuku yerden kaldıracağız.

Hukukun üstünlüğünü egemen kılıp “bireyi” ferdi güçlendireceğiz.

Önce insan diyeceğiz.

İşin özü bu.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçen hafta da söyledim. Sayın Erdoğan yoruldu. Hem de çok yoruldu.

Tüm ülke de onun yorgunluğunun bedelini acı acı ödüyor maalesef.

Öyle bir krizin içindeyiz ki, ülkede orta sınıf diye bir şey kalmadı. Rahmetli Özal’ın çok çaba gösterdiği orta direk dediği bu orta sınıf Türkiye’de artık çöktü.

Sadece iki tane ekonomik sınıf var ülkede. Çok zenginler ve dar gelirliler.

Ve ne oldu arkadaşlar;

İşte görüyoruz çocuklar okulda açlıktan bayılıyor.

Öğretmenler Günü vesilesiyle çok sayıda öğretmenimizle muhatap olduk. Diyorlar ki ‘çocukların derste başı dönüyor midesi bulanan öğrenci oluyor. Soruyoruz oğlum kızım neyin var? Biraz deşince anlıyoruz ki kahvaltı yapmamış biraz deşince anlıyoruz ki beslenme çantasının içi boş.’

Beslenme çantasının içine bir elma bir portakal koymak lüks oldu bu ülkede.

İhtiyaç dediğimiz her şeyi lüks haline getirdiler bu ülkede.

Üniversite öğrencileri, tek öğünle yaşamanın yolunu aramaya başladılar.

Ben bizzat gittiğim kaç tane şehirde karşılaştım o yurtta kalan öğrencilerle, ‘Başkanım acaba bir öğünle bir insan yaşayabilir mi onu test ediyoruz şu anda’ diyorlar.

Yazık değil mi?

KYK bursu bizim ekonomiyi yönettiğimiz dönemde aylık 150 dolardı. KYK burslarından biriktirdikleri paralarla öğrenciler Avrupa’da Interrail tren sistemi ile 1 hafta 2 hafta tatil yapabiliyorlardı.

Şu anda yaklaşık 45 dolar mertebesinde aylık KYK bursu.

36 ay taksitle insanlar kışlık mont alıyor şu anda ülkede.

Peynir almak lüks oldu. Tarihimizde ilk kez bir kilo peynirin fiyatı, bir kilo etin fiyatını geçti.

Et tüketimi bir yılda yarı yarıya düştü bu ülkede. Kilo olarak tam yarı yarıya azaldı.

Refah kaybına bakın.

Et fiyatları aşırı yükseldiği için tüketim yarı yarıya azalıyor bir yandan peynir ekmek değil mi? Bizim en temel katığımızdır yemeğimizdir öğünümüzdür... Peynir alacaksın etten pahalı.

Ne yapsın bu vatandaş? Bu millet nasıl geçinsin?

Vatandaş ne et alabiliyooor, ne peynir.

Kışlık mont alamıyor, bot alamıyor.

Anneler-babalar her gün daha fazla endişeye kapılıyor.

Gençler her an daha çok umutsuzluğa kapılıyor.

Enflasyon tarihi rekor kırıyor. ÜFE biliyorsunuz tarihi rekor. Yani Cumhuriyet tarihinde istatistiklerin tutulduğu ilk günden bu yana hiçbir zaman üretici fiyat endeksi bu kadar artmamıştı arkadaşlar. Hiçbir zaman artmamıştı.

Bu da TÜİK’in rakamları. TÜİK ‘in açıkladığı rakamla dahi rekor. Düşünün.

Vatandaşımız kendi kendine yoklukla baş etmenin yolunu arıyor.

İnsanlar hangi markette, hangi ürün ucuz, hangi pazarda hangi sebze ucuz bunu yakından çok yakından takip ederek hayatta kalmaya çalışıyor.

Bu ekonomik dar boğazda, herkes kendi ekonomisini yönetmek için adeta çırpınıyor.

Vatandaşlarımız; çalışıyor, didiniyor, kuruş kuruş hesap yapıyor.

GRAFİK -GİR

Bakın arkadaşlar size ibret verici bir grafik göstereceğim.

Bu sadece son 2 yılda TÜİK’in rakamları TÜİK. Kamuflaj olabilir üstü örtülmüş olabilir gerçeğinden daha iyi gösterilmeye çalışılmış olabilir rakamlar.

İhtiyat da söylüyorum bakın. Milli gelirden pay. Sermayenin aldığı pay sadece son 2 yılda %43'ten %54'e çıkmış. İş gücünün aldığı pay %37'den %25'e düşmüş.

Bu ikinci çeyrek.

Üçüncü çeyrek rakamları bu sabah açıklandı çok farklı değil aşağı yukarı.

Yarım puan 1 puan çok benziyor.

Bu grafik hazırlandığı anda henüz üçüncü çeyrek rakamları açıklanmamıştı.

Bugün saat 10.00'da açıklandı ama 3 aşağı 5 yukarı rakamlar aynı şey yani. Fark etmemiş aynı.

Türkiye'nin geldiği nokta bu.

GRAFİK -ÇIK

“Ben ekonomistim, alanım ekonomi” diyen Cumhurbaşkanın kendi kafasına estiği gibi ülkeyi yönetmeye başladığında ülkeyi getirdiği durum bu.

İş gücü dediğiniz alının teriyle bileğinin gücüyle, akıl teriyle çalışan tüm vatandaşlarımızın milli gelirden aldığı pay yüzde 37’de yüzde 25’ e düşmüş.

Sermayenin aldığı pay yüzde 43'ten yüzde 54'e çıkmış. Niye?

Siz Cumhuriyet tarihinin en yüksek faizini öderseniz kur korumalı diye rahmetli Özal'ın ‘gençlere vasiyetimdir kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir bu bir daha yapmayın’ diye uyardığı bir sistemi yeniden icat edip gündeme getirirseniz sadece faizi ve kur farkı olarak tam 650 milyar lira devlet bütçesinden insanlara öderseniz tablo bu.

Bu ne demek?

Parası olan daha çok para kazanmış emeği ile sabit gelir ile yaşamaya çalışan herkes bu ülkede fakirleşmiş. Bu o demek.

Hani ne oldu? Ne oldu? Bu Ekonomik modele ne oldu? Yeni ekonomik model diyorlar değil mi. YEP diye bir şey uydurdular. Yeni Ekonomik program. Hatırlayın damat döneminde başladı. YEP YEP YEP ne oldu?

Sonucu bu.

Çünkü arkadaşlar bilmiyor bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor.

Bu ülke büyük bir ülke.

Daralmış küçülmüş haliyle evet dünyanın 16. büyük ekonomisiydik şimdi 21. düştük. Ama 21 ekonomi olmak büyük bir ekonomi hala.

21. Ekonominin böyle bir kişinin dağarcığıyla yönetilmeye çalışılması ülkeyi bu noktaya getiriyor.

Ve etrafındakilerin hepsini biliyor musunuz? Etrafında hep sermaye var.

Cepten cebe kiminle konuşuyor? Hep sermaye sahipleri ile konuşuyor.

Cepten cebe konuştuğu bir emekli var mı?

Cepten cebe konuştuğu bir çiftçi var mı?

Cepten cebe konuştuğu bir esnaf var mı? Cepten cebe konuştuğu bir öğrenci kardeşimiz var mı?

Ama cepten cebe hep sermaye sahipleri ile konuşuyor.

Sermaye sahipleri hep kendileri için hangi karar iyi olacaksa o türlü kararları sufle ediyorlar.

Sonuç ortada.

Sayın Erdoğan çıksın şunu açıklasın. Sosyal devlet bu mu? Bir açıklasın.

Türkiye'nin fakirleşmesinin en önemli kanıtıdır bu TÜİK’in itirafıdır adeta.

Alın teri bilek gücü emek kaybetmiş sermaye kazanmış.

Son 2 yılın bilançosu bu.

Partili taraflı Cumhurbaşkanlığı sisteminin bilançosu bu.

Tek adam sisteminin bilançosu bu.

Koskoca Türkiye'nin başında olan kişi ben ekonomistim benim alanım ekonomi diyen kişi ne yapıyor arkadaşlar? Tüm bu tablo karşısında ne diyor? Hani bizim alın terimizle akıl terimizle kuruş kuruş ödediğimiz o vergilerin toplandığı dünyanın 21 ekonomisi Türkiye nasıl yönetiliyor?

Şöyle bir izleyelim arkadaşlar.

VİDEO - GİR

26 Ekim 2018: “Sanayicimizden esnafımıza, çiftçimizden inşaatçılarımıza kadar herkesten sabır istiyoruz"

6 Ekim 2020: “Müminin görevi, varlıkta şımarmamak, yoklukta ise sabretmektir.”

31 Ekim 2020: “Milletimizden biraz daha sabır, biraz daha metanet, biraz daha gayret bekliyorum.”

8 Aralık 2021: “Milletimizden bize güvenmesini ve sabırlı olmasını istiyorum.”

8 Temmuz 2022: “Milletimden hayata geçirdiğimiz programlara daha güçlü destek ve biraz daha sabır talep ediyorum.”

22 Ağustos 2022: “Vatandaşlarımızdan sadece sabır ve destek istiyoruz.”

29 Ağustos 2022: “Biraz sabır ve daha çok destek istiyorum.”

28 Kasım 2022: “Vatandaşlarımızdan biraz daha sabır ve metanet bekliyoruz.”

VİDEO - ÇIK

Tam 4,5 yıldır ‘sabır sabır sabır’ diyor. Başka bir şey yok.

Biz de ‘ya sabır’ diyoruz. Ya sabır şu seçime kadar.

Biz de milletimizden şu Erdoğan'a ‘az daha sabret seçim günü İnşallah hep beraber irademizi ortaya koyalım ve yepyeni bir dönem başlasın’ diyoruz.

Evet sabrın sonu DEVA olur inşallah diyoruz doğru.

İşte böyle arkadaşlar bu ülke YÖ-NE-TİL-Mİ-YOR.

Bir ülkenin yönetimi için gerekli bazı emareler olur. Böyle bir şey yok. Onun için biz bu krize yönetim krizi diyoruz.

Bir ailenin evini geçindirmek için gösterdiği özeni sayın Erdoğan göstermiyor.

Bakın dört buçuk yıldır aynı şeyi tekrar ediyor “Vatandaşımızdan sabır ve destek istiyoruz.” Diyor.

2018 Haziran’da seçim olmuş değil mi? 2018 Ağustos’unda başlamış sabır istemeye. İlk video ağustos dikkat edin. Ağustostan bahsediyoruz. Ağustos 2018.

Çünkü gelir gelmez patlattılar ya her şeyi. Ta o dönem başlamış sabır demeye.

4 buçuk yıldır sabır diyor.

Biz de artık yeter diyoruz! ne sabrı ne desteği.

“Ya sabır” çeke çeke sabır taşı çatladı.

Farkında mısınız; her sıkıştığında daha doğrusu kendisi her sıkıştığında vatandaşımızın hemen dini inancını istismar ediyor. Ya sen önce şu “Beytülmalin” bir hesabını versene.

Devletin hazinesini sağa sola çarçur edip, milyonlarca kişiden asgari ücretliden gelir vergisi alıp bir kilo peynir satın alandan KDV’yi alıp milyonlardan toplayıp bir avuç faiz ve kur farkı ödediğin insanı bir şöyle düşün.

Ben nerede hata yaptım diye bir düşünde ondan sonra milletten sabır iste.

Milyonlardan toplayıp bir avuç sermayedara ülkenin kaynaklarını transfer ediyorsun.

İşte var deminki grafikte gördünüz. Onlardan topluyor bir avuç sermaye sahibine transfer ediyor şu anda bu ülkenin geliri de varlığı da.

Kusura bakmayın arkadaşlar bakın 17 yaşında bir genç, senelerce emek verip hayalindeki üniversiteyi kazandıktan sonra; sırf yurt çıkmadı diye sırf parasız kaldığı için okula kayıt yaptıramıyorsa, “sabır” diyemezsiniz.

Emekliler, sırf 50 kuruş daha ucuz diye, saatlerce yağmur altında ekmek kuyruğunda bekliyorsa, “sabır” diyemezsiniz.

Ortaokul çocukları okul yerine tezgahlarda, atölyelerde çalışmak zorunda kalıyorsa, “sabır” diyemezsiniz.

Bir öğretmen, başka şehirdeki ailesinin yanına gitmek için bilet alamıyorsa, “sabır” diyemezsiniz.

Bu ülkede, AİHM tarafından dahi “derhal serbest bırakın” denen kişiler inatla cezaevinde tutuluyorsa, “sabır” diyemezsiniz.

Anayasa Mahkemesi Başkanı her fırsatta “hukuk çığlığı” atıyorsa, “sabır” diyemezsiniz.

Evet, sabır da şükür de bizim kültürümüzün gereğidir.

Ama arkadaş, bu milletin dini duygularını, kendi çıkarların için kullanamazsın!

Yarınlarının nasıl olacağını bilmeyen insanlara “Otur sabret” diyemezsin.

Gerçekten Sabır taşı çatladı artık.

*****

Bakın arkadaşlar evet ülkede yoksulluk hat safhada. Gelir dağılımı gittikçe bozuluyor. Var olan daha varlıklı oluyor yok olan daha yoksul oluyor.

Peki bunu nasıl çözeceğiz?

Fırsat eşitliği, her ama her alanda fırsat eşitliği.

Eğitimde Fırsat eşitliği, devlette işe girerken fırsat eşitliği.

Biz ne dedik? Mülakatı kaldıracağız dedik değil mi. Yani KPSS sonrası mülakatı kaldıracağız. Mülakat işine gelmeyenleri eleme aracı haline geldi çünkü.

İşsiz gençlerimiz için meslek ve beceri programları başlatacağız. 1 aylık 3 aylık 6 aylık bir yıllık programlarla, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda gençlerimizi yeniden yetiştireceğiz. Yeniden beceri sahibi yapacağız ki işgücü piyasasıyla işsizlerimiz buluşabilsin.

Tüm ücretleri gerçek enflasyon artı refah payı kadar artıracağız. İster asgari ücret olsun ister emekli maaşı olsun ne olursa olsun. Düsturumuz bu. En az gerçek enflasyon TÜİK'in uydurma enflasyonu değil gerçek enflasyon artı mutlaka refah payı.

Sosyal yardımları sosyal destekleri bir hak haline getireceğiz. Devletin bir lütfu değil. Vatandaşın bir hakkı haline getireceğiz. Parti üyeliğine bakmaksızın kim olursa olsun ihtiyacı olan bütün vatandaşımızın devlet mutlaka yanında olacak.

Biz kapı kapı dolaşacağız. Devletin elemanları kapı kapı dolaşıp ihtiyaçları yerinde tespit edecek.

Vatandaşlarımızın 43 ayrı devlet kurumuyla muhatap olup da o desteklere ulaşması mümkün değil. Ondan sonra ne oluyor? Aracılar araya giriyor. ‘Ya şu iktidar partisine üye ol işin kolaylaşsın’. ‘Üyelik kartını al biz sana şu kurumdan yardım sağlarız’. Lütuf.

Böyle olmayacak. İhtiyacı olan aileleri tespit edecekler parti üyeliği falan sormadan onun ihtiyacını yerinde karşılayacaklar.

Devletin imkanları ile ihtiyacı olan vatandaşlarımız böylece buluşmuş olacak.

*****

Ama değerli arkadaşlar, şunu da unutmayalım ki seçimlere sayılı günümüz kaldı.

Biz o güne dek bu Cumhur İttifakının yarattığı sorunların hepsine çözümlerimizi hazırlamış olacağız. Tek tek açıklıyoruz.

Vatandaşımız da artık bu yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar ittifakına mahkûm kalmayacak. Hani meşhur 3Y vardı ya 3Y 2002 seçimlerinde. Neydi? Yoksulluk yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edeceğiz diye gelmediler mi işin başına? 3Y o demek değil miydi? Şimdi döndü dolaştı bu ittifak şu anda ülkenin başındaki ittifak 3Y ittifakı oldu.

Yani yoksulluk yolsuzluk ve yasaklar ittifakı haline geldi.

Ve milletimiz bu 3Y ittifakına mahkûm kalmayacak.

Seçim günü hep beraber bu işli sandıkta bitireceğiz.

Biz de o güne kadar harıl harıl iktidara çalışacağız ve iktidar için hazırlanacağız.

Sızlanıp beklemek yok, rehavet yok.

Ne var? DEVA Partisi var.

*****

Artık bir dönem kapanıyor arkadaşlar.

Artık Türkiye DEVA’sına kavuşuyor.

Hele bir iktidar olacağımız görünsün, memlekete akın akın yatırımlar başlayacak akın akın.

Daha iktidara gelmeden iktidar olacağımızın görünmesi dahi bu ülkeye yatırımları başlatacak.

Daha önce nasıl iki büyük ekonomik kriz çözdüysek, bu krizi de alnımızın akıyla inşallah biz çözeceğiz.

DEVA’lı yıllarda, özgür ve zengin bir Türkiye göreceğiz. Adil bir Türkiye göreceğiz...

Şu kriz havasını 6 ayda dağıtacağız.

Kimseyi aç ve açıkta bırakmayacağız.

Buradan yatırım yapmak konusunda endişeli olan iş insanlarımıza seslenmek istiyorum.

Türkiye’den vazgeçmeyin.

Biz buradayız biz. Biz buradayız sonuna kadar buradayız. Bu ülke için çalışacağız. Biz burada olduktan sonra bu ülkenin umutsuzluğa kapılmasının hiçbir gerekçesi yok.


Bu ülke 85 milyonuyla, Avrupa’nın en genç nüfusuyla, Avrupa’nın en geniş tarım arazileriyle, çalışkan ve metanetli milletiyle burada.

Bu ülke, tek kişiden ve onun etrafında kümelenmiş çıkar gruplarından da ibaret değil.

Türkiye büyük ve güçlü bir ülke.

Türkiye’den vazgeçmeyin.

Geliyoruz.

Bu karanlık tünelin ucundaki ışığı artık hep beraber görüyoruz.

İşini bilen iyi insanlarla; özgür ve zengin bir Türkiye’yi inşa edeceğiz.

Bugünden çalışıyoruz bugünden hazırlanıyoruz.

Dikkat ederseniz aşama aşama aşama planladığımız ne varsa DEVA Partisi olarak veya 6’lı masaya katkılarımız olarak hepsi de planladığımız gibi takvime göre tıkır tıkır işliyor. Ve bunu başaracağız. Hep beraber başaracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Son olarak bir konuya daha değinmek istiyorum. Biliyorsunuz yılsonu yaklaşırken asgari ücretle ilgili tartışmalar da yine başlamış durumda.

Neymiş, asgari ücrete ocak ayında şöyle hatırı sayılır zam verecekmiş hükümet.

Bu noktada Beştepe’ye de bir çağrıda bulunmak istiyorum.

Ben, 11 yıl boyunca bu ülkenin ekonomisini yöneten ekibin başındaydım.

Ve üstelik nasıl yönettiğimize de hem ülkemiz hem dünya alem izledi. O günkü katkılarımızla o gün Türkiye ekonomisini getirdiğimizi noktayla da hep beraber onur duyuyoruz.

Ancak ben buradan yine Cumhurbaşkanına seslenmek istiyorum.

Sayın Erdoğan: Asgari ücreti artırmak için yıl başını falan beklemeye gerek yok. Siz zaten Temmuz da ara zam vermediniz mi? Verdiniz. Niye yıl sonuna kadar bekliyorsunuz ki.

Madem enflasyon patladı tekrar patladı madem asgari ücret eridi niye bekliyorsunuz?

Siz milletin alım gücünü enflasyon yoluyla yok ettiniz. Enflasyonu patlattınız.

Madem şartlar oluşmuş. O zaman asgari ücret için yıl başını beklemeye gerek yok. Ben diyorum ki hemen artırın. Yarın ayın 1’i değil mi. Hemen hemen toplanın ayın birine ikisine karar verin artırın.

Niye yılbaşı?

Neden “1 ay daha vatandaşın yükünü artırıyorsunuz. Ne bekliyorsunuz neyi bekliyorsunuz?”

Memura, emekliye maaş artışı yapmak için niye illaki yıl sonu?

Nasıl yılda bir artan asgari ücreti yıl ortasında verdiğiniz zamla telafi etme mecburiyetinde kendinizi hissetiniz verdiğiniz zam 1 ayda eridi gitti.

Ben söylemiştim. ‘Bakın bu zammı veriyorlar ama bu 1 ya da eriyip gidecek’ diye.

Çünkü önce enflasyon yoluyla kepçeyle milletin bütçesinden milletin kesesinden bir alıyorlar arkasından da zam yaptık diye kaşıkla tekrar onun bir kısmını ger veriyorlar.

Muhasebe ortada. Muhasebede ne olmuş? Ücretli geçinen herkes kaybetmiş bu ülkede.

Bu yıl yaptığınız zamlar, zammı yaptığınız daha ilk ayın sonu gelmeden eridi gitti.

Onun için çağrıda bulunuyorum:

Yılbaşı’nı falan beklemenize gerek yok.

Sırf “seçime yakın olsun da seçimi kazanayım” diye eğer bu işi uzatıyorsanız hayal kuruyorsunuz. Hem size yazık hem bu millete yazık.

Siz o artışı yapmak zorundasınız. Ama vatandaş bu yoksulluğun sebebi olan sizi seçmek zorunda değil.

Sanmayın ki ‘ben bu artışları yapacağım tekrar millet bana dönecek’. Bu artışı yapan sizsiniz kusura bakmayın. Enflasyonu patlatan başka birisi mi?

Kendi suçunuz bu.

Kötü yönettiğiniz için benim alanım ekonomi ben ekonomistim deyip de ekonomiyi batırdığınız için döviz kuruda enflasyonu patlattığınız için dönüp bunu telafi etmek için insanların emekli maaşını artırma telaşesine kapılıyorsunuz.

Asgari ücreti artırmak zorunda kalıyorsunuz.

Niye bu ülkede yıllarca enflasyon tek hanede devam etti de Partili taraflı Cumhurbaşkanı olduğunuz günden sonra bu enflasyon patladı?

Niye yıllarca bu ülkede döviz kurunda önemli ölçüde istikrar sağlandı da sizin Partili taraflı Cumhurbaşkanı olup tek imzayla ülkeyi yönetmeye başladıktan sonra bu döviz kuru patladı?

Herhalde bir adama sorarlar bir bunun sebebini anlat hele derler.

Öyle 4 buçuk yıldır sabır sabır sabır demekle bu iş olmuyor.

Boşa umutlanmayın arkadaşlar, bu 3Y iktidarını inşallah vatandaşlarımızla beraber hep beraber sandığa gömeceğiz.

O yüzden şimdiden zammı yapın, doğalgaz, kömür, elektrik faturası altında kışı geçirmeye gücü yetmeyecek vatandaşımıza biraz olsun nefes aldırın diyorum.

1 ay 1 aydır kolay değil. Herkes sizin ve etrafınızdakiler gibi rahat bir hayat yaşamıyor. Ay başını getiremeyen ay sonunu denkleştiremeyen milyonlarca hane var bu ülkede.

Seçim sonrası, zaten iş bizde. Herkesin içi rahat olsun, gönlü rahat olsun herkesin. Seçim sonrası zaten iş bizde.

Seçim sonrası zaten çok hızlı bir toparlanma dönemine gireceğiz inşallah.

Seçim sonrasında vatandaşı böyle belirsiz korku tünellerine sokmayacağız.

Hesaplı planlı bir şekilde, taahhütlerimizle, disiplinimizle inşallah çalışacağız.

Biz bu imtihana hazırız arkadaşlar.

Hep söylüyorum. Biz hazırız DEVA hazır Türkiye hazır diyorum sözü sorusu olan basın mensubu arkadaşlarımız varsa kendilerine bırakıyorum.

 

 

23 Kasım 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 27. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Yirmi yedinci
Haftalık Değerlendirme Toplantısı
 
Değerli yol arkadaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Yoğun geçen bir dönem sonrasında haftalık değerlendirme toplantımız vesilesiyle sizlerle yine bir aradayız. 
 
Hepinize hoş geldiniz diyorum.  
 
Dün gece merkez üssü Düzce Gölyaka olan ve civar birçok ilde de hissedilen depremle hepimiz korkarak uyandık.
 
Depremden etkilenen bütün vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum.
 
Bir kez daha afetlerin, depremin karşısında ne kadar aciz kaldığımızı da hep beraber bu deprem bizi düşündürdü.
 
Evet afetler olabilir, depremlere engel olamayız ama sonucundaki zararı önlemek, azaltmak bizim elimizde. Bu nedenle, bir kez daha, Afet Eylem Planımızı hatırlatıyor, bugünkü iktidara burada yazan maddeleri derhal uygulaması gerektiğini söylemek istiyorum.
 
Bakın geçen yıl 17 Ağustos depreminin yıl dönümünde Afet Eylem Planımızı açıkladık. Madde madde ne yapılması gerektiği yazıyor.
 
Evet depremleri önleyemeyiz ama deprem için daha iyi hazır hale gelebiliriz. 
 
Bu işin şakası yok, ertelenecek bir konu da değil. En önemli meselemiz. Birinci meselemiz bu.
 
Bir başka üzücü konu arkadaşlar, son günlerde artan terör saldırıları. 8 gün arayla önce Taksim, ardından da Gaziantep’te iki büyük acı yaşadık. Hayatını kaybedenlerden geriye acılı anneler, babalar, evlatlar, kardeşler ve dostlar kaldı.
 
Üzgünüz, hepimiz çok üzgünüz.
 
Sözlerime 5 yaşındaki güzeller güzeli Hasan Karataş’ı ve 22 yaşındaki öğretmenimiz Ayşenur Alkan’ı anarak başlamak istiyorum.
 
Hafta başında Gaziantep’in Karkamış ilçesine gerçekleştirilen terör saldırısında kaybettiğimiz bu iki canımızı rahmetle anıyorum.
 
Üzüntümüz de öfkemiz de çok büyük.
 
8 gün içinde 8 vatandaşımızı, Taksim’de ve Gaziantep’te teröre kurban verdik.
 
13 Kasım günü Taksim’de genç anne Arzu Özsoy ve kızı Yağmur Uçar’ı, genç baba Yusuf Meydan ve kızı Ecrin Meydan’ı, genç çift Adem Topkara ve Mukaddes Elif Topkara’yı kaybettik.
 
Şimdi de Antep’le yüreğimiz dağlandı.
 
Bir kez daha, kaybettiğimiz tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevdiklerine bol sabır diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. 
 
Milletçe başımız sağ olsun.
 
Hep söylüyorum: Kaybettiğimiz her can birilerinin annesi, birilerinin babası, birilerinin kardeşi, birilerinin evladı, birilerinin arkadaşı. 
 
Acımız çok derin. Ancak, onların ardından sessizce ağlamakla yetinemeyiz. 
 
Evet terör insanlık suçudur. Evet, terörü lanetliyoruz.
 
Ama bununla yetinemeyiz.
 
Biz, bu toprakların her köşesini, herkes için güvenli kılmakla mükellefiz.
 
Bu toprakların üstünü, yaşayan her canlı için huzurlu yuva yapmakla mükellefiz. 
 
Vatandaşlarımızın “Burada bomba mı patlayacak”, “Şuraya roket mi düşecek” gibi endişelerini, sorularını silmek zorundayız.
 
Ülkeyi yönetmeye talip olan kişiler olarak, bunlar bizim öncelikli sorumluluğumuz.
 
Fakat değerli arkadaşlar,
 
Bu zorlu günlerde terörle mücadeleyi sulandırmak isteyenlerin de maalesef ortalarda dolaştığını görüyoruz.
 
İcra makamını işgal eden bu kişilerden biri daha İstanbul’un ortasında bomba patlar patlamaz jet hızıyla açıklamalar yaptı.
 
Daha bilgiler netleşmeden, ne olduğu belli olmadan bu sözüm ona ilgili bakan “Terör Toto” oynadı.
 
Aynı gün, bir başka üst düzey yetkili ise başka bir örgüt ihtimaline işaret etti.
 
Gerçekten bu son derece ciddiyetsiz bir durum arkadaşlar.
 
Terörle mücadele ciddiyet ister, devlet adamlığı ister.
 
Ülkenin bu konularla ilgili sorumlu bakanı bir şey söylerken bir başka üst düzey yetkiliden bir başka bir şey duyamazsınız.
 
O zaman güveni sağlayamazsınız. Kimse sizin lafınıza güvenmez.
 
Gerçekten bu büyük bir ciddiyetsizlik büyük bir güvensizlik. 
 
İşte onun için diyorum. Kapsamlı analizi ve değerlendirmesi yapılmadan söylenen her söz, terörle mücadeleyi sulandırır. 
 
Zayıflık göstergesidir bu arkadaşlar zayıflık.
 
Bu öyle akla her gelenin konuşacağı aklına her gelenin sözler söyleyeceği alan değildir. 
 
Bu meselenin şakası yoktur.
 
Bakın, ben 8 sene MGK üyeliği yaptım.
 
Devlet meselesi nedir, iyi bilirim. 
 
Terörle mücadele nedir, iyi bilirim.
 
Milli güvenlik meselesi nedir, iyi bilirim.
 
Her bir vatandaşımızın akan gözyaşını, yüreğimde hissederek konuşuyorum.
 
Bu meselede ciddiyetsizliğe yer yoktur.
 
Bu meselede güvensizlik oluşturacak eyleme de söyleme de yer yoktur.
 
Bakın, bu yemiyor, ülkenin iç güvenliğinden sorumlu kişi çıkmış başka ülkelere sataşıyor.
 
Neymiş efendim, falanca ülkenin taziyesini kabul etmiyormuş, reddediyormuş.
 
Ya senin işin mi bu? 
 
Çalıştığı bakanlığın tabelasına bir bakın hele. İçeride işleri beceremeyip, dışarıyla ilgili üstüne vazife olmayan laflar ediyor dışarıyla ilgili.
 
Cumhurbaşkanı ise G20 Zirvesi sırasında eş zamanlı olarak Biden’ın taziyesine teşekkür ediyor, bir tweet paylaşarak taziyede bulunan ülkelerle birlikte Amerikan bayrağını da üçüncü sıraya ekleyerek yazılı olarak ayrıca bunu teyit ediyor. 
 
Böyle bir ciddiyetsizlik olur mu? 
 
Bu millet ne yapsın? İç güvenlikten sorumlu bakanın dediğine mi baksın ülkenin Cumhurbaşkanının dediğine mi baksın?
 
Büyük bir sorumsuzluk.
 
Çelişkiyi görüyorsunuz değil mi? Çelişki bununla da bitmiyor.
 
Bir üst düzey yetkili, kimliğini saklayıp, yabancı haber ajansı Reuters’e konuşuyor. Terör eylemini başkası da yapmış olabilir diyor. 
 
İçeriye başka mesaj, dışarıya başka mesaj. 
 
Bu arada, son yıllarda böyle tuhaf bir moda başladı. Kimliğini saklayıp uluslararası haber ajansına konuşanlar çoğalıyor maşallah. Hiç hayra alamet değil. Hiç hayra alamet değil. 
 
Güvenlik konusunda değerli arkadaşlar devletin bir sesi olur, bir sözü olur ve herkes ona güvenir.
 
İçerde güvensizlik oluşturacak açıklamaları adeta dengelercesine birinin başka açıklamalar yapmak zorunda kendisini hissetmesi ülke yönetiminin ciddiyetine yakışmaz.
 
İnsan azıcık tutarlı olur yahu! 
 
Ülke yönetmek ciddi iştir. Hesapsız kitapsız savruk açıklamalar insanları paniğe sürükler gereksiz heyecana yol açar.
 
Bırakın da şu canları pahasına gece gündüz çalışan güvenlik mensuplarımız soğukkanlı ve kapsamlı analizler yapabilsinler.
 
Rahat bırakın da askerimiz ve polisimiz işini bir yapsın.
 
Sorumlu olanlar, teknik ve istihbarı tüm verileri, teröristlerin iletişim ağlarını, görsel ve işitsel tüm bulguları titizlikle bir analiz etsinler önce.
 
Kararları bu analizlere dayalı olarak alın, ondan sonra uygulama talimatı verin.
 
Bu neyin telaşı Allah aşkına! 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar, bakın,
 
Terör, özgürlüğümüzü, toplumsal dayanışmamızı, yaşam hakkı başta olmak üzere temel haklarımızı, hukuk kurallarımızı, demokrasimizi hedef almaktadır. 
 
Biz de teröristlerin amaç ve hedeflerinin aksine, özgürlüklerimize ve bu değerlerimize sonuna kadar sahip çıkacağız.
 
Hukuk devleti ilkesinden asla sapmayacağız. 
 
Hukukun üstünlüğü sağlanacak bu ülkede.
 
Demokrasi standartlarımızı yükselteceğiz. 
 
Terörle mücadelede, sadece güvenlik odaklı bir yaklaşımın, asla başarıya ulaşamayacağını tecrübelerimizin ışığında gayet iyi biliyoruz.  
 
Elinde silah olan bir örgüte karşı tabi ki en güçlü silahla donatacaksınız Silahlı Kuvvetlerinizi, güvenlik birimlerinizi ancak binlerce şehit vermemize ve hesapsız çok miktarda kaynaklarımızın heba olmasına rağmen, hedeflenen sonuçların alınamadığını görüyoruz.
 
Çünkü tek tek teröristleri etkisiz hale getirerek terörü kurutamıyorsunuz, bitiremiyorsunuz. 
 
Aydınıyla, bilim insanıyla, üniversiteleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, siyasetçiler olarak hep beraber bu meseleyi yeniden düşünmenin zamanı geldi artık bu ülkede. 
 
Evet, terör örgütü PKK ile kararlılıkla mücadele, DEVA Partisi olarak bizim parti programımızda yer alan en önemli ve öncelikli bir taahhüdümüzdür. 
 
Her türlü terör örgütüne PKK’ya karşı da büyük bir mücadele hep beraber vermek zorundayız.  PKK dahil tüm terör örgütlerini ve eylemlerini kınıyoruz, lanetliyoruz; etnik, dini veya ideolojik hiçbir bahanenin terör eylemlerine gerekçe oluşturamayacağını söylüyoruz.
 
Teröristlerin şiddete dayalı tüm yöntemlerini kesinlikle reddediyoruz.
 
Askerimiz de polisimiz de bizim askerimizdir, bizim polisimizdir.
 
Bizi huzur ve güven içinde yaşatan bu vatan evlatlarının üstün ve özverili gayretlerine ancak minnet ve şükran duygularıyla mukabele ederiz.
 
Hükümetin darmadağınık, çelişkili ve tutarsız adımlarını sorgulamak, hesaba çekmek, yanlışlıklar gördüğümüzde eleştirmek, bunların düzeltilmesini ısrarla talep etmek ise yine bizim sorumluluğumuzdur, ülkemize ve insanımıza olan borcumuzdur. 
 
Öyle hükümetin her önümüze getirdiğini onaylayacak durumda değiliz kimse kusura bakmasın. 
 
Her konuda büyük hatalar yapan hükümetin güvenlik meselelerinde sıfır hatayla gittiğini kimse iddia edemez. 
 
Biz her alanda olduğu gibi iç ve dış güvenlik meselelerinde de hükümetin hatalarını yüzlerine aynen vuracağız. 
 
Bunlar ne yapıyor hemen? Milli mesele diyorlar. Milli meseleyse dokunulmazdır, bize de dokunamazsınız, eleştiremezsiniz deyip kafalarına eseni yapıyorlar. 
 
Öyle yağma yok.
 
Biz bakacağız her şeyi analiz edeceğiz. Doğruya doğru diyeceğiz ama yanlışlarım da yüzlerine vuracağız. 
 
*****
 
Değerli Arkadaşlar,
 
Suriye ve Irak’a düzenlenen kapsamlı hava harekâtının planlanmasından icrasına kadar emeği geçen tüm silahlı kuvvetler mensuplarını tebrik ediyorum.
 
Bu operasyonla, Türkiye’nin caydırıcı gücü bir kez daha ortaya konmuştur. 
 
Ancak Kara harekâtına gelince, biliyorsunuz daha önce de ben bir çağrı yapmıştım. Aylar önce bir çağrı yapmıştım.  Olası bir kara operasyonun, süresi, kapsamı ve gerekçesi konusunda güvenlik kurumlarının başındaki yetkililer, muhalefet liderlerini, derhal bilgilendirmelidir.
 
Hükümete buradan soruyorum: Muhalefet partilerini en kritik konularda bile karanlıkta bırakmanızın sebebi nedir?
 
Ayın karanlık yüzü gibi kafanızın arkasında neler saklıyorsunuz acaba?
 
Bizim ikna olmamız gerekiyor. 
 
Niçin uzunca bir süredir “bir gece ansızın gelebilirim” deyip de seçime 6 ay kala bu operasyonları başlatmak istiyorsunuz?
 
Gelsinler, kurum başkanları bize anlatsınlar. Biz de anlayalım.
 
Operasyonel detaylarla ilgilenmiyoruz bakın.
 
Ama biz “Niçin bugün” diye soruyoruz?
 
Her askeri operasyonun bir “siyasi hedefi” olmalıdır arkadaşlar. Burada “siyasi hedefiniz nedir?” diye soruyoruz. 
 
Kusura bakmayın, hükümetin, bakanların ve Cumhurbaşkanının söyledikleri bizde güven oluşturmuyor. 
 
Bir dedikleri bir dediklerini tutmuyor. 
 
Sürekli yalpa yapıyorlar sürekli zikzak yapıyorlar ama biz biliyoruz ki bu ülkenin güvenlikten sorumlu sağduyulu kurumları var.
 
O kurumların içinde başında sağduyulu insanlar var. 
 
Biz diyoruz ki o insanları gönderin biz işin gerçeğini onlardan dinleyelim. 
 
Sizin laf kalabalığınızın o köpüğünü şöyle bir sıyırıp alalım gerçeği onlardan bir dinleyelim. 
 
Şu anda ülkeyi yönetmeye talip en güçlü muhalefet bloğu olarak Altılı masadaki liderlerin gerçekleri bilmesi lazım. 
 
Şurada sizin zaten 6 aylık bir ömrünüz kaldı. Bundan 6 ay sonra ülkeyi yönetecek insanların şimdiden güvenlik meseleleri konusunda doğru bilgiye sahip olması lazım. 
 
Siz eğer gerçek bir sorumlulukla görevinizi yapıyorsanız seçimlerden sonra iş başına gelme ihtimali çok yüksek olan 6’lı masa liderlerini bugünden bilgilendirmek zorundasınız.  Çünkü devlette devamlılık esastır. Biz şimdiden bileceğiz, şimdiden sizin adımlarınızın sebebini anlayacağız. 
 
Doğru işlerinizi devam ettireceğiz yanlış işlerinizi durduracağız. Eksik işlerinizi de tamamlayacağız. 
 
Biz buna hazırlanıyoruz şu anda. 
 
Ama bunun için bilmemiz lazım. 
 
Arkadaşlar, bu vatan hepimizin. 
 
Ancak, seçime giderken, bu hükümetin vatandaşlarımızın milli hassasiyetlerini istismar ettiğiyle ilgili kuvvetli şüphelerimiz var bizim. 
 
Doğru hesaptan kaçmaz. 
 
Gelin anlatın eğer haklıysanız doğruysanız bizim de bu şüphelerimizi silelim bir kenara koyalım.
 
Ama haksızsanız da ‘durun kardeşim, ne yapıyorsunuz?’ diyelim. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Şimdi bu terörle mücadele konusuna biraz daha yakından bakmak istiyorum. 
 
Terörle mücadelede esas olan terör örgütlerinden hep bir adım önde olmaktır ve terör eylemlerini olmadan engellemektir.
 
Demiyor muydu ‘biz bunların ayakkabı numaralarını biliyoruz’ diye. 
 
Ne oldu ne oldu? 
 
Öyle haddinden büyük laflar etmeyeceksin.
 
Beceremeyeceğin işi becerecekmiş gibi de kimseye sunmayacaksın.  
 
Terörle mücadelede esas olan önleyici olmaktır, esas olan caydırıcı olmaktır.
 
Toplumu kutuplaştırarak, bir kesimi diğer kesime düşman ederek, taşkın duygularla kendi insanınızı ötekileştirip birbirine kırdırarak terörle mücadele olmaz! Olmuyor işte.
 
Sonuç alamıyorsunuz. 
 
Terörle mücadelede yapılması gereken, sınırlarımızı koruyacak, sınır ötesinden gelen tehdit ve tehlikeleri kaynağında bertaraf edecek kararlı bir mücadelenin yanı sıra terörün ekosistemini, yani beslendiği kaynakları ortadan kaldırmaktır. Bataklığı kurutmaktır asıl yapılması gereken. 
 
Kök sebeplere inmektir kök sebeplere.
 
O kök sebepleri ortadan kaldırmadığınız sürece terörü önleyemezsiniz. 
 
Komşu bütün ülkelerle arayı bozup komşu bütün ülkeleri düşman ilan edip hain ilan edip terörle mücadelede başarılı olamazsınız. 
 
Terörün var olduğu teröristlerin var olduğu bütün ülkelerle siz konuşmak zorundasınız. Onlarla iş birliği yapmak zorundasınız. 
 
Terör örgütünü yalnızlaştırmak zorundasınız. 
 
Bu hükümet kendini yalnızlaştırdı. 
 
Bir de ne dediler? ‘Değerli yalnızlık’. 
 
Batsın sizin değerli yalnızlığınız. Şu hale bakın, geldiğimiz duruma bakın. 
 
Ne oldu? Sonuç alabiliyor musunuz? 
 
Yalnızlaşmakla neyi başarıyorsunuz? Ülkeye hangi menfaati sağlıyorsunuz? 
 
Bakın arkadaşlar, terör otorite boşluğundan yararlanır. Suriye’deki vekalet savaşına evrilen anlaşmazlıkların askeri bir çözümünün olmadığı konusunda Türkiye dahil tüm dünya ülkeleri artık hemfikir.
 
Bu işin sadece askeri yöntemlerle çözülmesi mümkün olmayacak.
 
Öyleyse, bu otorite boşluğuna son vermek için, Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde, terör örgütleri hariç, tüm etnik ve dini grupların, yani Arapların, Kürtlerin, Türkmenlerin, Hristiyanların, Sünnilerin, Nusayrilerin ve ilgili diğer grupların yer alacağı, temsil edileceği bir Anayasa’ya ve yeni Suriye’nin inşasına yatırım yapmamız gerekiyor bizim şu anda. 
 
Bunun ana hatlarını ve somut adımlarını Dış Politika ve Güvenlik Eylem Planımızda biz daha önce açıklamıştık biliyorsunuz. Hepsi ortada.
 
Her konuda reçetelerimiz çözümlerimiz ortada bakın.
 
‘Afet’ diyorsunuz açıklamışız, güvenlik diyorsunuz terör diyorsunuz, dış politika diyorsunuz ne yapılacağını ortaya koymuşuz. 
 
Ve değerli arkadaşlar bunun tek çıkar yolunun BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı Karar’ı çerçevesinde olduğunu da mutlaka ortaya koymamız gerekiyor. 
 
Neden hep savaşı, iç savaşı, vekalet savaşını konuşuyoruz? Madem bu yol, yol değil; artık barışı, iç barışı, vekalet barışını gelin konuşalım.
 
İktidar niye Şam Yönetimi ile üst düzey siyasi ve diplomatik ilişki kurmayı habire erteliyor? Habire erteliyor.
 
Çünkü öyle laflar etti ki o ettiği laflardan geri adım U dönüşü e bir yere kadar. 
 
Şimdi sıra Suriye’de. Mecburen Suriye’de de yapacak. Suriye’de de U dönüşü yapacak.  Suriye’de de tükürdüğünü yalamak zorunda kalacak. 
 
Maalesef bu samimiyetsiz gelgitler anaforunda ülke şu anda çırpınıyor? 
 
Tipide kaybolan yolcu gibi bir arpa boyu yol almadan kendi etrafında böyle dönüp dönüp duruyor yıllardır. 
 
Öte yandan, terör; uyuşturucu trafiğinin, insan kaçakçılığının, türlü türlü organize suç şebekelerinin bataklığa dönüştürdüğü zeminden besleniyor bakın. 
 
Bu mücadele sınır aşan özellik taşıdığından bölgesel ve uluslararası işbirliği yapılması da şart. 
 
Bu hükümet, gevşek sınır politikasıyla, yol geçen hanına dönmüş sınırlarla, kevgire dönmüş sınırlarla Türkiye’yi sığınmacıların dünyadaki en büyük barınağı haline getirdi. 
 
Bu konuyu Eylem Planımızla madde madde nasıl çözeceğimizi anlattığımız için burada ayrıntıya girmeyeceğim.
 
Biliyorsunuz bizim ayrı bir eylem planımızda bu sığınmacı sorununun çözümüyle ilgili. 
 
Ama şunu söyleyeyim, bari sığınmacıların arasına karışan veya arkasına saklanan teröristleri ayrıştırıverin yahu. 
 
Harekete geçmek için illa bir terör eyleminin mi olması gerekiyor. 
 
İlla testi kırıldıktan sonra mı adım atmanız gerekiyor. 
 
*****
 
Bakın arkadaşlar,
 
Bizim her alanda ne yapılacağıyla ilgili hazırlıklarımız var her alanda. 
 
Dış Politika ve Güvenlikte de var. 
 
Söyledi hükûmeti kurduktan sonra güvenlik konusunda neler yapacağını tek tek ortaya koyan bir siyasi partiyiz biz. 
 
Ayrım gözetmeden tüm terör örgütleriyle mücadele edeceğiz, dedik.
 
Mücadelemizi hukuk içerisinde ve akılcı yöntemlerle sürdüreceğiz, dedik.
 
Terör örgütlerinin yurt dışındaki faaliyetlerine karşı uluslararası iş birliklerimizi güçlendireceğiz, dedik.
 
Önleyici ve caydırıcı kolluk gücümüzü destekleyeceğiz, dedik.
 
Bakın madde madde madde hepsi yazıyor burada.
 
Ordumuzu yeni teknolojilerle donatacağız, dedik.
 
Teknolojinin sahibi olacağız, dedik. 
 
Ta 1990’larda Ankara’da üretilen F16 uçaklarını 2020’li yıllarda Amerika bize versin diye peşinde dolaşmayacağız, dedik. 
 
Ordumuzun istihbarat, keşif ve vuruş gücünü, operasyonel yeteneklerini güçlendireceğiz, dedik.
 
Memleketin göç yönetimine de bir çekidüzen vereceğimizi söyledik. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bugünkü iktidar gerçekten, dış politikadaki başarısızlıklarıyla, U dönüşleriyle gerçekten tarihe geçiyor.
 
Böyle bir şey yok. 
 
Haydi bir kere U dönüşü iki kere U dönüşü bu nedir? 
 
U dönüşü yapa yapa yapa insanların başını döndürdü bunlar. 
 
Koskoca ülke ERDOĞAN YORGUNLUĞU’nun bedelini ödüyor şu anda.
 
Hatırlayın vaktiyle kendisi 2017’de ne demişti “Metal yorgunluğu var, parti teşkilatını yenileyeceğiz” demişti.
 
Allah Allah…Bu teşkilat öyle bir şey ki on binlerce kişi yoruluyor fakat başındaki 1 kişi yorulmuyor ne hikmetse. 
 
Onda metal yorgunluğu yok kendine göre. 
 
Tam 20 senedir aynı görevde, o partinin başında.
 
Hâlbuki kuruluş akitleşmesinde ne yazıyor o partinin? Kuruluş tüzüğünde ne yazıyor?  ‘3 dönem bitince emekli olacaksın’ yazıyor. 
 
Yook, sarıldı, yapıştı. Ama partiyi de aşağı çekiyor. Kendini de aşağı çekiyor ama ülkeyi de aşağı çekiyor.
 
Tüm ülke “Erdoğan yorgunluğu” yaşıyor. 
 
Bakın şimdi değerli arkadaşlar birkaç video izleyeceğiz. 2 senedir ne kadar çelişkiler içerisinde ülke yönetiliyor şu videolardan bir izleyeceğiz. 
 
Çünkü biz bunları unutmayacağız, unutturmayacağız. 
 
Zannetmesinler ki ‘bugün bu millet ne anlatırsam inanır. Zaten balık hafızası vardır, geçmişi unutur, geçmişin sürekli sünger çeker üzerine. Bugün ne anlatırsam ona inanır.’
 
Öyle zannediyor.
 
Öyle yok, öyle yağma yok. 
 
Unutmayacağız ve unutturmayacağız. 
 
Daha birkaç sene önce ne dedin ne yaptın? Bugün ne yapıyorsun ne söylüyorsun? Bunu hatırlatacağız. 
 
İzleyelim arkadaşlar:
 
 
(VİDEO - BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ - GİR)
 
Manşetleri görüyorsunuz değil mi? Neler neler. 
 
Hedef kim? Birleşik Arap Emirlikleri. 
 
İfadeye bakın. 
 
(VİDEO - BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ - ÇIK)
 
Şimdi ne diyor? Çatlasanız da patlasanız da diyor. 
 
Birleşik Arap Emirlikleri ile arayı bozan kim? 
 
‘15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörüdür bu ülke’ diyen kim? 
 
Yani diyor ki ‘2 sene önceki Erdoğan çatlasa da patlasa da bugünkü Erdoğan bunu yapacak’ diyor.  
 
Lafa bak.
 
Böyle devlet yönetilir mi?
 
Bu kadar ciddiyetsiz bir devlet yönetimi düşünülebilir mi? 
 
Ondan sonra mavi halıyla karşılıyor. 
 
Bu adam eğer 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünü finans ettiyse sen nasıl mavi halıyla karşılarsın, devlet töreniyle karşılarsın? 
 
Yok eğer böyle bir şey yoksa bu bilgi yanlışsa o zaman dersin ki çıkar bu milletten özür dilersin.  Özür dilersin, ‘Ya bizim elimizdeki bilgi yanlışmış arkadaş, biz yıllarca size yanlış ithamlarda bulunmuşuz. Özür dileriz kusura bakmayın. Siz meğerki dostmuşsunuz’ dersiniz. Biz de anlarız onlar da anlar. 
 
Bu ne demek?
 
Ama sonra öğrendik tabi arkasında para varmış para. 
 
5 milyar dolar 10 milyar dolar swap anlaşması olacak diye bu mavi halılar serilmiş. Onu sonradan gördük anladık. 
 
Bildiğiniz gibi değil.
 
Bu ülkede 2020 sonuna kadar tam 1 milyon 574 bin kişi için terör örgütü üyeliği suçlamasıyla siz dosya açın. 1 milyon 574 bin kişi, 2020 sonuna kadar. 2021 rakamları açıklanmadı. 2022’yi bilmiyoruz. Muhtemelen 2 milyonu geçti. 
 
Bu ülkenin kendi vatandaşının terör örgütü üyeliğiyle suçlayıp sürüm sürüm süründür, 15 Temmuz asıl darbe teşebbüsünün finansörü olmakla suçladığın ülkenin git burada sonunda elini sık.  
 
Böyle bir şey olur mu?  Yanlış yaptıysan çık söyle açıkla. Yok doğruysa bunu yapma.  Kusura bakmayın 5 milyar dolar 10 milyar dolara muhtaç bir ülke değil bu. 
 
Bu ülke zamanında gelip IMF’nin gelip borç istediği bir ülke arkadaş. Sen gidip aynı para için ondan bundan para dileniyorsun yazıktır günahtır. 
 
Bu ülkenin bir onuru var bir duruşu var. 
 
(VİDEO - SUUDİ ARABİSTAN - GİR)
 
Bu ayların düşmanı da Sudi Arabistan. Dinliyoruz. 
 
Bu belgeyi veren enayi diyor. Dikkat ettiniz değil mi ifadeye. 
 
Kucaklaşma, sarılma tamam. 
 
Niye? Maliye ve Hazine Bakanı biliyorsunuz 5 milyar dolarlık anlaşma peşinde şu anda. 
 
5 milyar dolara dosya kapatılıyor. Bu kadar basit. 
 
 (VİDEO - SUUDİ ARABİSTAN - ÇIK)
 
 
(VİDEO - İSRAİL - GİR)
 
Yine mavi halı yine devlet töreni. 
 
Hani teröristti, hani zalimdi? 
 
Ve el sıkışma... Tipik. 
 
Bunlardan hangisi doğru?
 
2009’da ‘ONE MİNUTE’ çıkışı yaparak İsrail’i bir terör devleti olarak suçlamak mı doğru, ‘ya İsrail ile arayı yapıyoruz çünkü Filistin davasını savunmanın en önemli yolu İsrail ile iyi ilişkiler’ demesi mi doğru? Hangisi? Hangisi doğru? 
 
Yine aynısı. 5 sene önceki Erdoğan çatlasa da patlasa da 2022’nin Erdoğan’ı yapıyor, ek sıkışıyor, mavi halıyı seriyor. 
 
Bu ne biçim devlet yönetimi bu ne biçim dış politika anlayışı. 
 
(VİDEO - İSRAİL - ÇIK)
 
Arkadaşlar, daha evvel de demiştim. Bitmeyen bir U dönüşü bu.
 
Bir sabah kalkıyorlar, haçla hilali çakıştırıyorlar. 
 
Bir gün ‘Şangay Beşlisi’nde olmak istiyorlar, bir başka sabah da kalkıp ‘Avrupa Birliği güzeldir’ diyorlar. 
 
Tekrar ediyorum bakın: Sayın Erdoğan, biraz yavaş. Ülkeyi yayık ayranına çevirdiniz. Çalkalayıp duruyorsunuz bu ülkenin dış politikasını. 
 
Bütün o ağır sözler nedeniyle kaybolan itibarımız ne olacak?
 
Bir sözü bir sözünü tutmayan bir iddiasını ertesi gün yiyen yutan, tükürdüğünü ertesi gün yalayan bir hükümete bir ülkeye bu dünya nasıl güvensin? 
 
Siz bu terör örgütleriyle nasıl mücadele edeceksiniz bununla. 
 
Terör örgütleriyle mücadele için öncelikle güvenilir bir muhatap olmak lazım. Özü sözü bir güvenilir bir muhatap olmak lazım. 
 
Sizin bugün düşman ilan ettiğinizle yarın sarmaş dolaş olduğunuzu bütün dünya görüyor. 
 
Maalesef tüm o kavgalar nedeniyle ülkemizdeki her bir ferdin cebindeki parayı da erittiniz. 
 
Evet, Türkiye ekonomisi bugün bu kadar büyük bir kriz yaşıyorsa ülkede topyekûn bir fakirleşme varsa bunun en önemli sebeplerinden birisi dış politikadaki zikzaklardır arkadaşlar. 
 
Gün geldi yıl geldi turizm baltalandı, gün geldi yıl geldi ihracat baltalandı. 
 
Turizmcinin müşterisini azalttınız. 
 
Günün sonunda ne oldu? Enflasyonu üç haneye, faizi iki haneye çıkardınız. Döviz kurunu patlattınız.
 
Bu fakirleşmenin cevabını vermek zorundasınız. 
 
Madem hiçbir şey olmamış bu U dönüşleriyle geri dönecektiniz niçin bunca yıldır bu kavgaları yaptınız?
 
Cevap vermek zorundasınız. Kaçamazsınız.
 
Hesap vermek zorundasınız bu millete anlatmak zorundasınız. 
 
‘Nasıl olsa dış politika meselesi bu millet de dış politikayı çok takip etmez ben aklıma geleni yapayım. Uyandığımda o gün ne hissediyorsam onu yapayım geçeyim’. ‘Bugün bir düşmana ihtiyacım var. Bugün Sudi Arabistan’ı düşman ilan edeyim.’
 
Ha ‘iç siyasette gevşeme var bakıyorsun taban gevşiyor oylar eriyor. Ne yapayım? Düşman lazım.’ Bir düşman göstereyim kendi tabanımı kontrol edeyim.’
 
Yazık günah.  Yazık günah. 
 
Siz kendi koltuğunuzu koruyayım derken bu ülkeye en büyük zararı veriyorsunuz. Ülkenin itibarını beş paralık ettiniz. 
 
Yazık günah. 
 
Değerli arkadaşlar şimdi bakın bir video daha izleteceğim. 
 
Daha güncel. 
 
(VİDEO - SİSİ - GİR)
 
Yerel Seçimde malzeme ediyor yerel seçimde. 
 
Evet klasik. Terörist, hain, zalim, katil. Dön elini sık. 
 
Elini sıkmadığın zalim kalmadı. Elini sıkmadığı katil kalmadı. Elini sıkmadığı terörist kalmadı. 
 
Resim bu. 
 
Değerli arkadaşlar bakın, Yerel seçimlere dahi alet ettiği kişi Sisi ile el ele. 
 
Hem de dört elle sarılıyor. Dört tane el var orada. Normal tokalaşma değil. Böyle sarılmış ‘aman gitme bir yere’ diye.
 
Ve aylardır bu fotoğraf için uğraşıyorlar aylardır. 
 
Mısır şart arkasına şart koşuyor şart arkasına şart koşuyor. 
 
O çok desteklediği Rabia işaretini de kaynağı olan o Mısır’daki hareket var ya o hareketle artık Erdoğan’ın işi de bitti. 
 
Ona güvenerek adım atanları da ne yaptı? Yüz üstü bıraktı. 
 
Olan bu. 
 
 
Arkadaşlar, biz kimseye “Neden ilişkiyi normalleştiriyorsun?” demiyoruz bakın. “Neden elini sıktın” da demiyoruz.
 
Ne diyoruz? Yıllardır zalim diye ilan ettin bugün elini sıkıyorsun. Bunun sebebini açıkla diyoruz. 
 
Mısır’la ne değişti açıkla. 
 
İsrail’in Filistinlilerle ilgili politikasında ne değişti? Açıkla. 
 
Kaşıkçı dosyasında ne değişti? Açıkla. 
 
Eğer hiçbir şey değişmediyse sen aklına estiği gibi bir gün birine zalim, katil derken öbür gün gidip onun elini sıkıyorsan kusura bakma hiç kimse sana güvenmez. Hiç kimse.
 
Eser gürlersin kimse dikkate almaz. 
 
Onların dünyada böyle. Bakın ‚esiyor gürlüyor, biraz fazla gürültü. Kulağımızı kapatalım nasıl olsa yatışır gelir peşimizde koşar elimizi sıkar ‘diyorlar. 
 
Bakın Suriye için de aynısı olacak Suriye. Aynısı olacak görün. 
 
Bugün bakın meclisten çıkarken söylemiş. ‘Niye olmasın‘ demiş.
 
İşe bak. 
 
Beşer Esad’a demediğini bırakmadı demediğini. Şimdi ‘onunla da görüşürüz‘diyor. 
 
Bakın biz değerli arkadaşlar hep barıştan yanayız. Ülkelerle iyi ilişkilerden yanayız. 
 
Biz normalleşme çabalarını hep destekleriz buralarda sorun yok.
 
Evet, zararın neresinden dönülse kârdır. 
 
Mısır’la ilişkilerimizin normalleşmesi gecikse de önemli bir adımdır. Biz zaten buraya yazmışız ilan etmişiz. Burada reçete var. Burada her şey var.
 
Biz burada Suriye yönetimiyle de görüşülmesi gerektiğini söylüyoruz. 
 
Çünkü biz dış politikaya ilkelerimizle bakıyoruz.
 
Öyle bir kişinin hissiyatına göre bir kişinin dürtülerine göre dış politika olmaz. 
 
Dış politika onurlu bir duruştur, dış politikanın bir çizgisi olur. Bir duruşu olur.
 
Burada duruş muruş yok. 
 
Bir gün o tarafa eğil bir gün bu tarafa eğil. 
 
En temel ilkemiz arkadaşlar dünyada düşmanlarımızı azaltıp dostlarımızı artırmak artırmaktır.
 
Dostluk olacak ki güvenliğimiz artsın.
 
Dostluk olacak ki itibarımız artsın.
 
Dostluk olacak ki refahımız artsın.
 
Fakat Sayın Erdoğan’a şunu sormadan da geçemeyeceğim.
 
Bunca senedir yürüttüğünüz kavganın ülkemize ne kadar büyük zararlara sebep olduğunun farkında mısınız?
 
Sırf iç politikada seçmen tabanınızı bir arada tutmak için dışarda her gün bir başka düşman göstermenin bu ülkeye ne kadar büyük zarar verdiğinin farkında mısınız? 
 
Bakın değerli arkadaşlar şu anda tarihin en büyük servet transferi yaşanıyor Türkiye’de. 
 
Yoksuldan zengine bir servet transferi yaşanıyor. 
 
Çok geniş kitleler hızla yoksullaşıyor bu ülkede. 
 
Zengin daha zengin oldu şu birkaç yılda yoksul daha yoksullaşıyor. 
 
Ve Erdoğan’ın yıllardır gösterdiği bu kuru inadın, ülkemizi Doğu de nasıl yalnızlaştırdığının herhalde farkındasınız. 
 
İşte bu elini sıktığı Mısır, bugün elini sıktı gitti İsrail ile anlaştı. Gitti Rumlarla anlaştı. Gitti Yunanlarla anlaştı. 
 
Doğu Akdeniz’i kendi aralarında bölüşüyorlar parselliyorlar. 
 
Akdeniz’e en uzun kıyısı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin aleyhine Doğu Akdeniz’i aralarında paylaşmaya başladılar. 
 
Ondan sonra jeton düştü. Ondan sonra kafaya dank etti.  ‘Ya Doğu Akdeniz gidiyor‘  dedi. 
 
Bugün mü anladın? Bugün mü uyandın yani? 
 
Dış politikada yalnızlığın beş para etmediğinin artık farkına varmaları gerekiyor.
 
Sebep oldukları bu zararlar nedeniyle çıkıp bu milletten de bir özür dilemeleri gerekiyor.
 
Değerli arkadaşlar,
 
Daha evvel de söylemiştim: Bunların bir ilkesi yok, bir kriteri yok. 
 
Sırf üç beş oy daha fazla alabilmek uğruna ülkenin menfaatleriyle oynuyor bunlar.
 
Bugün çıkıp Yunanistan’a kafa tutayım diyor ya…  6 ay sonra döner bakar der ki “Yunanistan ile biz dostuz. Ege denizi barış denizidir.’ Bakın bunların hepsi kayda geçiyor. Hepsi kayda geçiyor. 
 
Daha önce benim Mısır ile ilgili söylediklerim de kayıttaydı çıkartıp gösteriyoruz.
 
Daha önce Beşer Esad ile Suriye rejimi ile ilgili söylediklerim de kayıttaydı çıkarıp gösteriyoruz.  
 
Bugün de diyorum ki bakın Yunanistan. 
 
Hiç şaşırmayın, hiç şaşırmayın. 
 
Bugün efelendikleri Yunanistan ile yarın yine bir sarmaş dolaş olurlarsa hiç şaşırmayın. 
 
Beşer Esad’a demediğini bırakmaz, yarın döner “Kardeşim Esad” der.
 
Bunu da diyecek görün. Bunu çok yakında diyecek. 
 
Ama adamlar geri çekiliyor. 
 
Ülkenin Cumhurbaşkanı yaklaştıkça onlar geri çekiliyor. 
 
‘Bunun sağı solu belli olmaz. Bugün böyle der yarın bir daha çakar bugün böyle der yarın bir daha bize hakaret eder. Bir emin olalım bakalım’ diyorlar. 
 
Değerli arkadaşlarım, 
 
Dün Krizlerin Ortağı Bahçeli söyledi di mi?
 
Hepsini bunlar.
 
Ama olan bu ülkeye oluyor. Olan bu yayık ayranı diplomasisiyle gençlerin hayallerine oluyor, hayatlarına oluyor.
 
Gerçekten çok yazık.
 
*****
 
Bakın değerli arkadaşlarım,
 
Bugün ki grup konuşmasında Sayın Erdoğan bir laf daha etmiş. 
 
Diyor ki, ‘Bize ülke ve milletin hayrına programlarla projelerle iddialarla gelin, canımızı yiyin’ diyor. 
 
Yani ne diyor muhalefete ‘Siz durmadan beyaza siyah, siyaha beyaz diyorsunuz’ diyor. 
 
Ben de diyorum ki, bir dakika, hoop orada dur. 
 
Biz geçen Kurban Bayram’ında size 600 tane milletvekiline sağlam çözümleri postalayıp göndermedik mi? 
 
Tüm partilerin genel başkanlarına Sayın Erdoğan dahil bizim çözümlerimizi göndermedik mi? 
 
Sapasağlam sapasağlam. Tam 16 alanda açıklamışız. 
 
Buralar da ne var? Çözüm var.
 
Ne var?  Proje var. 
 
Ne var? Program var. 
 
Bunlar 12’ye tamamlandığı anda bütün bakanlara bütün bakan yardımcılarına bütün siyasi partilerin genel başkanlarına Cumhurbaşkanı dahil biz birer set gönderdik. 
 
‘Daha güzel fikirleriniz varsa gelin bize sunun’ dedik. Ya da ‘alın öğrenin yapın’ dedik.
 
Bugün ne diyor? ‘Muhalefet proje üretmiyor’ diyor. 
 
İşte proje. Görmüyorsanız görün duymuyorsanız duyun. İşte program işte çözüm. 
 
Her alanda her alanda. 
 
Bakanlar açsın öğrensin, bakan yardımcıları açsın öğrensin. 
 
Desinler ki, ‘Ya DEVA Partisi şurada yanlış yapmış’.
 
Başımızın üstüne. Hemen bakarız geliriz nerede yanlış yapmışız diye. 
 
Desinler ki ‘Şurada eksiğiniz var’. 
 
Hemen tamamlarız. 
 
Bugüne kadar gelmedi böyle bir şey. 
 
Eksiklerle ilgili öneriler alıyoruz. Ekliyoruz.
 
Şimdi Sosyal Politikalarla ilgili ikinci planımızı açıklayacağız bu süre içerisinde. 
 
Çünkü Sosyal Politikalar bizim hemen ilk başta açıkladığımız eylem planlarından bir tanesiydi. Bir buçuk yıl içerisinde gayet güzel yeni fikirler geldi. Bir ikinci kitapçığını açıklayacağız Sosyal Politikalarla ilgili. 
 
Gayet güzel. Ama biz çözüm üretiyoruz. Biz program üretiyoruz. Biz proje üretiyoruz. 
 
Bunun için çalışıyoruz. 
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
 
Sözlerimin sonuna gelmeden evvel ülkemizin geldiği durumun vahametini göstermesi açısından size partimize uygulanan bir başka ambargodan bahsedeceğim.
 
Evet “bir başka” dedim. Biliyorsunuz bizim miting yapacağımız zaman ne yapılıyor? Bize meydan vermiyorlar.
 
Ne diyorlar vatandaş gelmesin diye şehrin en ücra köşeleri gösteriyorlar. Afişlerimizi söküyorlar. Mitingi duyurmamızı engelliyorlar.  Neler yapıyorlar neler.
 
Şimdi ise yeni bir durumu paylaşacağım, bununla ilk defa bu hafta karşılaştık. 
 
Dikkatle dinlemenizi rica ediyorum.
 
Bu hafta itibariyle DEVA Partisinin, partimizin, kuruluşundan bu yana en kapsamlı tanıtım kampanyamıza ve buna eşlik edecek saha çalışmalarına başladık.
 
Tanıtım kampanyası için de hizmet ve mecra satın aldık.
 
Ve arkadaşlar, kampanyaya başlarken, hiçbir akreditasyon uygulamadan, tüm ulusal ve yerel televizyon kanallarından “tanıtım filmimizi” ücreti karşılığında yayınlaması talebinde bulunduk.
 
Altını çiziyorum: BİZ akreditasyon uygulamadık. 
 
En aleyhimize yazan çizenleri de bizi hiç görmeyenleri de dedik ki ‚‘böyle bir şeyimiz var. Hatta basın yayın kuruluşlarının mali sorunları olabiliyor. Onun da farkındayız. Dolayısıyla bizim bu ücretli tanıtım filmimizi yayınlayın ‘dedik. 
 
Ama üzülerek söylüyorum bazı medya kuruluşları bize akreditasyon uyguladı. 
 
Akreditasyondan şikâyet eden medya bir siyasi partiye akreditasyon uyguladı. 
 
Yani tanıtım filmimizi ücreti karşılığı yayınlamayı reddettiler. 
 
Bakın değerli arkadaşlar, yayıncılık bir kamusal hizmettir. Ticari bir faaliyet olduğu kadar evrensel etik kurallarına da tabidir. 
 
Bu kanallar, aynı zamanda, haberlerimizi de yayınlamayan kanallar bakın.
 
Bizi hiç görmezden gelen hiç yer vermeyen kanallar ücretli reklam tanıtım filmimizi de yayınlamıyor. 
 
Aynı örtüşüyor. 
 
Vatandaşların haber alma hakkını görmezden gelip ihlal ediyorlar.
 
Bu yetmiyormuş gibi değerli arkadaşlar, vatandaşların haber alma özgürlüğünü bir bakıma sınırlamış oluyorlar bir de reklam alırken ayrımcılık yapıyorlar. 
 
Akıl alır gibi değil.
 
Şimdi tek tek isim açıklayacağım arkadaşlar:
 
Zaten haberlerimizi vermeyen kanallar, ücretli tanıtım filmimizi de yayınlamıyorlar.
 
Hangi mecralar bunlar: TRT kanalları, Demirören Medya, Doğuş Medya, Turkuaz Medya, Acun Medya, Piri Medya, Mepa Medya, Beyaz Medya, Türk Medya.
 
Firma isimleriyle tanımayan arkadaşlarımız olabilir: 
 
Yani hangi kanallar? Kanal D, Star, ATV, CNN Türk, NTV, A Haber, Kanal 7, TV8 gibi kanallar. 
 
Bunlar paramız karşılığı tanıtım filmimizi yayınlamayı dahi reddeden kanallar. 
 
İnanılır gibi değil…
 
Ayrıca 5 tane yerel TV kanalı var.  
 
Bitmedi… 15 ilde billboardlarımızı asmamıza izin vermiyorlar.
 
Diyoruz, ‚‘bir ücret yok mu bunun?‘ Var. ‚‘Tamam biz  billboard asaağız‘. ‘Dolu, kapalı, yapamayız, edemeyiz.‘ 
 
Bir iki ilde valilik çoğu ilde de belediye bunu engelliyor. 
 
Gerçekten ibretlik!
 
Bu yayın kuruluşlarının nasıl bir baskı altında bu kararları aldıklarını da az çok tahmin edebiliyorum. 
 
Kendilerine ne telefonlar geldiğini bilmek zor değil.
 
Tehdit var teşvik de var.… Her şey var. 
 
Buradan milyonlarca lira yatırım yapıp reklam alamayan medya şirketi sahiplerine ve yöneticilerine sesleniyorum:
 
Yayınlamadığımız konuşmalarımda dediğim gibi:
 
Bu seçimi 7’den 70’e, kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm Türkiye kazanacak! tüm Türkiye. 
 
Korkmayın siz de kazanacaksınız. Türkiye kazanınca siz de kazanacaksınız korkmayın.  Reklamlarımızı yayınlayın.
 
Akreditasyon uygulamaya son verin. Ayrımcılık yapmayın.
 
Bakın biz yapmıyoruz ayrımcılığı ama siz de yapmayın.
 
Bu seçimi, baskı altında haber yapamayan, reklam bile yayınlayamayan sizler de kazanacaksınız.
 
Çünkü tüm Türkiye kazanacak. 
 
Hiç merak etmeyin.
 
Reklam almanıza, para kazanmanıza bile engel olan bu otoriter ittifaka son vereceğiz.
 
Bunun için bu seçime giriyoruz. 
 
Biz, sizi de özgürleştireceğiz.
 
Sizin üstünüzdeki o baskıyı da kaldıracağız.
 
Basın ve ifade özgürlüğünün önündeki tüm engelleri yıkacağız.
 
Göreceksiniz, DEVA Partisi ile tüm Türkiye’de özgürlük rüzgârlarını hep beraber estireceğiz.
 
İşte asıl o zaman tüm Türkiye kazanacak.
 
*****
 
Evet arkadaşlar ben de diyorum ki inşallah önümüzdeki seçimlerde kazanan Türkiye olsun oylar DEVA olsun diyorum ve şimdi bizimle beraber olan basın mensubu arkadaşlara veriyorum. 
13 Kasım 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Denizli Miting Konuşması

 
Denizli Mitingi Konuşması
 
 
Evet, Denizli hazır mıyız? 
 
Demokrasi! (…)
 
Atılım! (…)
 
Derhal! (…)
 
Bugün! (…)
 
Demokrasi! (…)
 
Atılım! (…)
 
Derhal! (…)
 
Bugün! (…)
 
Demokrasi! (…)
 
Atılım! (…)
 
Derhal! (…)
 
Bugün! (…)
 
*****
 
Efelerin Efesi Denizli, merhaba!
 
Üreten güzel insanların şehri Denizli, merhaba!
 
Baklan, Beyağaç, Babadağ,
Bekilli, Çardak, Güney;
Merhaba!
 
Bozkurt, Serinhisar, Çameli,
Çal, Kale, Buldan;
Merhaba!
 
Sarayköy, Honaz, Tavas,
Acıpayam, Çivril;
Merhaba!
 
Merkezefendi, Pamukkale;
Merhaba!
 
Merhaba Denizli, Merhaba!
 
Gençler bu ne güzel coşku!
 
Bu ne heyecan!
 
Ya bunlar gençliği çıldırtıyor gerçekten.  Gerçekten çıldırtıyor. 
 
Hep beraber yapacağız inşallah hep beraber.
 
Denizli değişime hazır!
 
Denizli’yi değişim heyecanı sarmış! Belli. 
 
İşte sizin bu coşkunuz hepimize güç veriyor gençler. 
 
Gençlerde bu coşku bu heyecan olduğu sürece DEVA kadrolarının hepsi bundan güç alıyor. 
 
Yetti gari demi yetti gari!
 
Yakın yakın çok yakın inşallah, inşallah. 
 
Denizli’nin yaren ustası, hepimizin gönlünde taht kuran, Özay Gönlüm ne diyordu:
 
“Gımıldan, gımıldan, gımıldanıver / Ah ela gözlüm gımıldanıver”
Diyordu değil mi?
 
Denizli gımıldanıyor bugün maşallah. Denizli gımıldanmış. 
 
Denizli çözüme hazırlanıyor.
 
Hepiniz Denizli’ye kurduğumuz bu Demokrasi Meydanı’na hoş geldiniz! 
 
Safalar getirdiniz!
 
Bu meydan alanına miting alanına girmese de uzaklardan parktan bizi izleyen değerli vatandaşlarımıza buradan selam olsun diyorum.
 
Bu caddedeki apartmanlarda oturan değerli komşularımıza merhaba diyorum. 
 
Birkaç saatlik gürültü için rahatsızlık veriyorsak kusura bakmayın. Pazar günü gündüz saatlerinde biraz miting gürültümüz var ama inşallah hep beraber Türkiye için çalışıyoruz, güzel Türkiye için çalışıyoruz yarınların Türkiye’si için çalışıyoruz. Sonuçlar güzel olacak evelallah.
 
Görüyoruz görüyoruz. EYT’yi de görüyoruz, KHK’yı da görüyoruz hepsini görüyoruz.
 
Çözüm bizde merak etmeyin hepsini çözeceğiz inşallah.   
 
*****
 
Değerli Denizlili hemşerilerim,
 
Biz ülkemizi çook seviyoruz.
 
Vatanımızı, çok seviyoruz.  
 
Toprağımızı, insanımızı çook seviyoruz.
 
Ancak, bu büyük ülkenin, bu güzel insanların çektiği sıkıntılara itirazımız var. 
 
Bu yokluğa, bu yoksulluğa, bu haksızlığa, bu adaletsizliğe itirazımız var.
 
İşte Denizli!
 
Görüyoruz, biliyoruz!
 
Bizim, çiftçimizin mağdur oluyor. Çiftçimizin mağdur edilmesine itirazımız var.
 
Kale’de biber, Beyağaç’ta tütün, Honaz’da kiraz, Güney’de kekik, Tavas’da çekirdek, Çivril’de elma üreten çiftçimizin zararına satış yapmasına, mallarının elinde kalmasına itirazımız var. 
 
Buldan’da, Güney’de, Çal’da bağların sökülmesine itirazımız var. 
 
Tarlada 3 lira olan Çivril şeftalisinin pazarda 25 liraya satılmasına itirazımız var.  
 
Tavas Avdan’daki köylümüzün toprağının gasp edilmesine, tarımın kömür madenciliğiyle bitirilmesine itirazımız var.
 
Seçim günü akşamı arkadaşlar inşallah hep beraber güle güle diyeceğiz merak etmeyin. Yakın yakın. 
 
Sayılı gün çabuk geçiyor. 
 
Bizim itirazımız var. 
 
Denizli’de, imar uygulamalarıyla birilerinin kayırılmasına itirazımız var.  
 
Artan maliyetler yüzünden tekstil üreticilerimizin dara düşmesine itirazımız var. 
 
Altyapı projelerinin başlatılıp, yarım bırakılmasına itirazımız var. 
 
Denizli’nin bu tabloya itirazı var. Bizim bu tabloya itirazımız var!
 
Ama arkadaşlar endişeye mahal yok: Biz buradayız.
 
Bu şehir; tarımıyla, ticaretiyle, sanayisiyle, doğal güzellikleriyle, tarihi eserleriyle, jeotermal kaynaklarıyla büyük bir potansiyele sahip. 
 
İşte biz güçlü Denizli için buradayız.
 
Denizli’nin zenginliği için buradayız.
 
Sorunlara çözüm bulmak için, dertlere DEVA olmak için buradayız. (…)
 
*****
 
Evet, şimdi şimdi Denizli’ye soruyorum:
 
İnşallah hep beraber arkadaşlar hep beraber. Hep beraber ülkemizi düştüğü bu çukurdan kurtaracağız hep beraber.
 
Türkiye’nin DEVA’sı sizlersiniz gençlersiniz. Türkiye’nin DEVA’sı kadınlar. Hep beraber Türkiye’ye DEVA olacağız arkadaşlar hep beraber inşallah.
 
Denizli duydun mu?
 
‘DEVA burada kadın burada’ diyor kadınlar. 
 
Gençler burada görüyoruz.
 
Çocuklar diyor ki çocuklar da burada diyor. 
 
Çocuklar da burada. 
 
DEVA Partisi kadınlarla erkeklerle gençlerle hep beraber yarının Türkiye’si için yürüyor hep beraber. 
 
Denizli hazır mısın Denizli? 
 
Adalet için hazır mısın Denizli? (…)
 
Zenginlik için hazır mısın Denizli? (…)
 
Çözüm için hazır mısın Denizli? (…)
 
DEVA için hazır mısın Denizli? (…)
 
Maşallah. Siz hazırsanız, biz de hazırız!
 
Hep beraber hazırız.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bakın, bu seçimi kazandıktan hemen sonra ne yapacağız?
 
Daha önce yaptık çok daha güzelini yapacağız inşallah. DEVA kadrolarıyla çok güzelini yapacağız, daha güzelini yapacağız. 
 
Seçimden sonra ne yapacağız?
 
Biz öncelikle, Türkiye’yi her alanda Avrupa Birliği standartlarına ulaştırmak için çalışacağız. 
 
Avrupa Birliği’ne üye olalım veya olmayalım, fark etmez.
 
Bugünkü derdimiz bu değil. 
 
Bizim derdimiz, vatandaşlarımızı bir an önce, her alanda, Avrupa standartlarına kavuşturmak. 
 
Hedefimiz bu.
 
Gençler şimdi Avrupa’ya gitmek istiyor değil mi?
 
Biz diyoruz ki biz Türkiye’yi Avrupa standartlarına çıkaralım. 
 
Gençler Türkiye’de kalmak istesin.
 
DEVA kadroları her an her yerde. Hep beraber her yerdeyiz. 
 
Hiç endişeniz olmasın arkadaşlar.
 
Önce hukuku ayağa kaldıracağız.
 
Tüm haklarımızı güvence altına alacağız.
 
Türkiye’yi birinci sınıf hukuk devleti yapacağız. 
 
Tüm sorunları, hak ve hukuk çerçevesinde çözeceğiz.
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin her bir vatandaşı, eşit ve onurlu bir vatandaştır. 
 
Sorunlarımızı “eşit vatandaşlık” ilkesiyle çözüp, ileriye bakacağız.
 
Geçmişin tüm kamburunu üzerimizden atıp yarınlara yürüyeceğiz.
 
Böylece zenginliğe doğru da dev bir adım atmış olacağız. 
 
Arkadaşlar biz, Türkiye’yi, mutlu insanların ülkesi yapacağız.
 
Türkiye’yi, mutlu gençlerin, mutlu kadınların, mutlu çalışanların ülkesi yapacağız.
 
Çünkü Türkiye bunu hak ediyor. 
 
DEVA kadroları olarak hep beraber ülkemizi kurtaracağız arkadaşlar hep beraber. 
 
Hep beraber. Babacan kendi başına ne yapsın? Ancak DEVA kadrolarıyla omuz omuza yürüyerek ülkemizi kurtaracağız. Kadro olarak yapacağız bunu. 
 
Bu Beştepe’dekiler var ya Beştepe’dekiler!
 
Bunlar kadınların ahını aldı.
 
Ama göreceksiniz; kadınlar da Beştepe’dekilerin tahtını alacak.
 
Evdeki kadının emeğini hiçe sayan, sokakları tekinsiz kılan bu iktidarı hep beraber müsait bir yerde indireceğiz ve güle güle diyeceğiz. Hep beraber. 
 
Kadına şiddetin her türlüsüyle, kararlı bir şekilde mücadele edeceğiz.
 
Çok net söylüyorum:
 
Devlet; şiddeti uygulayanın değil, şiddete maruz kalanın yanında olacak.
 
Ülkemizde hiçbir kadın kendini yalnız ve çaresiz hissetmeyecek!
 
Kadınları ekonomik yönden de güçlendireceğiz.
 
Özellikle gençler ve kadınlar için iş imkanlarını artıracağız.
 
Fikri olan, hayali olan, üreten tüm gençlere, kadınlara, girişimcilere destek olacağız.
 
Bitti mi? Bitmedi.
 
Peki, kadınlar işgücüne nasıl katılacak? Evde çocuğu var, yaşlısı var, bakımı var, şusu var, busu var.
 
Ne yapacağız?
 
Bol bol kreş açacağız.
 
Yaşlı bakım merkezleri açacağız. 
 
Sanayide çalışan kadınlar için ücretsiz kreş ve bakım desteği vereceğiz.
 
Evet, bunların hepsi gerçek olacak. 
  
Bakın arkadaşlar, bu hükümetin son döneminde verilen diplomaların çoğu artık işe yaramıyor. 
 
Üniversiteyi bitiriyor gençlerimiz ellerine diplomayı alıyorlar çıkıyorlar o diplomanın iş gücünde karşılığı yok. 
 
Bu nedenle gençler, arzu ettikleri türden bir iş bulmakta da çok zorlanıyor. Farkındayız.
 
Biz ne yapacağız?
 
Yeni meslek edinmek isteyenlere, herhangi bir alandaki becerisini geliştirmek isteyenlere; 1 aylık, 3 aylık, 6 aylık, gerekirse 1 yıllık ücretsiz kurslar açacağız.
 
Bu kurslara gidenlerin yol parasını ve öğle yemeğini devlet olarak biz karşılayacağız.  
 
Bu kursları tamamlayanlar, işe girdiklerinde uzunca bir süre vergi ödemeyecekler. Gelir vergisi olmayacak. 
 
Bu kursa gidenleri işe alan işverenler de sigorta primi ödemeyecek. 
 
Biliyoruz, son yıllarda çalışanlarımızın da emeklilerimizin de maaşları enflasyon karşısında eridi gitti. 
 
Bakmayın, bu hükümet “kulağını altına alıp yatıyor” yahu. Yaptıkları bu. 
 
İşçilerin de memurların da emeklilerin de eline geçen para pul oldu. 
 
İşte biz, arkadaşlar, bu ekonomik kriz iklimini 6 ayda ortadan kaldıracağız.
 
Enflasyonu da en geç 2 yılda tek haneye düşüreceğiz.
 
Dikkat edin, süre veriyorum. Zaman söylüyorum. Sözümü takvime bağlıyorum. 
 
Evet nereden nereye değil mi gençler. Nereden nereye... 
 
Biz daha önce çözmedik mi? (…) daha önce çözmedik mi?
 
2001-2002 krizi oldu. Değil mi? (…)
 
Gelip çözdük.
 
Enflasyonu 2 yılda tek haneye indirdik.
 
Daha önce yaptık çok daha güzelini yapacağız inşallah.
 
Haydi gari değil mi? Haydi gari. 
 
Hep beraber memleketimizi kurtaracağız gençler hep beraber. 
 
Paramızdan altı sıfır attık mı? (…)
 
Attık. 
 
Evet, 31 Aralık 2004 gecesi, paramızdan altı sıfırı attık. 
 
O gece, yılbaşı gecesi, Sayın Erdoğan’ın fotoğrafçılara verdiği bir poz var.
 
Altı sıfırı atılmış 20 Liralık banknotla verdiği bir poz.
 
İşte bu 20 Lira. Erdoğan bunu o gece bankamatikten çekti ve gazetecilere televizyonlara poz verdi. Bakın sıfırı atılmış 20 lira diye.
 
Peki, bu 20 lira o gün kaç dolar ediyordu biliyor musunuz?
 
Tam 15 dolar ediyordu. 15 dolar
 
Bugün kaç dolar ediyor?
 
Anca 1 dolar ediyor 1. 
 
Milletin cebi boş Erdoğan’a hava hoş. Gençler doğru söylüyor. 
 
Bakın bu parayı o gösteriyordu o. Tarih veriyorum 31 Aralık 2004. 
 
20 lira ne kadar ediyordu tam 15 dolar ediyordu. 
 
Şu anda ne kadar ediyor 1 dolar. 
 
Bu paranın değeri arkadaşlar 15 dolardan inmiş 1 dolara. 
 
Yani paranın içinden 14 dolar eksilmiş.
 
Ben şimdi burada soruyorum:
 
Bu paranın içinden 14 doları kim aldı? Diye soruyorum. (…)
 
Bu 14 dolar nereye gitti? Bu paranın içinden 15 doların 14’ü gitmiş. Geriye kalmış 1 dolar. Nereye gitti bu 14 dolar nereye? (…)
 
Denizli cevabı biliyor! Denizli bu işi biliyor! Denizli hesap biliyor!
 
Çünkü Denizli hesap bilen insanların şehri.
 
Denizli çalışkan insanların şehri. Denizli biliyor bu işi.
 
Hesap bilmeyen kim? Hükümet. 
 
Gençler haklı.
 
Son dört yıldır, tek imzayla ülkeyi yönetmeye başladıktan sonra, döviz kurunu da enflasyonu da patlatan kim? Tek imzayla kim yönetiyor ülkeyi? 
 
Geçenlerde Sayın Erdoğan diyor ki, “zamanında ben imza atmasaydım, Babacan paradan altı sıfırı atamazdı” diyor değil mi? Duydunuz. 
 
İşte şimdi ben Sayın Erdoğan’a Denizli’den, bu demokrasi meydanından sesleniyorum:
 
Madem hikmet senin imzanda, at bir imza da şu enflasyonu bir düşürüver bakalım diyorum.
 
At bir imza da şu döviz kurunu düşürüver haydi bakalım!
 
Beştepe dinliyor arkadaşlar hiç merak etmeyin gayet iyi dinliyor. 
 
İşine gelmeyince kulağının üstüne yatıyor bazen de çıkıyor cevap veriyor. Önemli değil. Ama dinliyor. 
 
Zaten biz seçim günü o DEVA damlasının altına evet mührünü tercih mührünü öyle bir kuvvetli vuracağız ki Beştepe’nin duvarları sarsılacak zaten.
 
Duymaması mümkün değil. Mümkün değil. 
 
Bakın ben diyorum ki madem hikmet imzada ya bir imza atıver de şu paranın değeri tekrar 15 dolar olsun. Bir görelim bakalım diyorum yahu. Bir görelim haydi.
 
Gençler umutlu. Diyorlar ki bana gençler umutsuz. Öyle değil. Bakıyorum demokrasi meydanındaki gençler umutlu. Türkiye’nin yarınlarını bugünden görüyorlar maşallah. Gençler umutlu. 
 
Ama arkadaşlar bakın artık bu hükümet yapamaz. Hiç kusura bakmasın Erdoğan yapamaz. 
 
Ağzıyla kuş tutsa yapamaz! 
 
Çünkü şunu bir türlü anlayamıyor yahu. 
 
Hukuk olmadan, adalet olmadan enflasyon düşmez! 
 
Dürüst ve ehil kadrolarla çalışmadan enflasyon düşmez!
 
Kararları istişareyle almadan enflasyon düşmez! 
 
Evet arkadaşlar, 
 
Ne dedik? Bakın biz “2002 krizini sapasağlam bir ekiple biz çözdük” dedik değil mi?
 
Bitti mi? Bitmedi. Bir kriz daha çözdük.
 
2008-2009’da küresel ölçekte bir ekonomik kriz çıktı. 
 
Komşumuz Yunanistan battı. İtalya, İspanya, İrlanda, Portekiz hepsi ciddi ekonomik krize düştü. 
 
Ben o zaman Dışişleri Bakanıydım hatırlayın. 
 
Türkiye Cumhuriyeti pasaportunun değerli olduğu yıllardı. Pasaportumuzun itibarlı olduğu yıllardı. 
 
Bütün dünyadan gençlerin ‘Ya gelip şöyle 3 ay 6 ay Türkiye’de yaşayabilsem’ dediği yıllardı o yıllar. Yaşadık biz bunu. 
 
Avrupa Birliği yolunda kararlı adımlarla ilerlediğimiz yıllardı o yıllar.
 
Dünyada kriz çıkıp da Türkiye’yi de etkilemeye başlayınca, Dışişleri’nden tekrar ekonomiye döndük. Ekibimizle beraber, 2008-2009 krizini de çözdük evelallah.
 
Arkadaşlar! Bakın,
 
Şu andaki kriz var ya kriz; işte bunun çözümü de inşallah bizde. 
 
Çözümün anahtarı bizde! Hiç merak etmeyin arkadaşlar!
 
Nasıl 2 tane büyük krizi çözdüysek, bu krizi de çözmek bize nasip olacak inşallah. (…)
 
Yapacağız hep beraber yapacağız. 
 
Gençler kadınlar önden yürüyor biz sizin arkanızdan yürüyoruz. 
 
Biz de böyle.
 
‘DEVA’da kadına yer var. Yaparsa kadın yapar. Cesaret, kadın varsa DEVA var.’ Pankartları okuyorum. İlham, hepsi bizde var. 
 
Çözüm bizde çözüm bizde. Bakın çözümün bizde olduğunu biliyor ya bunlar giderayak EYT ile ilgili de bir adım atacaklar. 
 
Biz onu görüyoruz.
 
Çünkü panik halindeler. Panik halindeler.
 
Bir göreceğiz. EYT ile ilgili nasıl bir adım atacaklarını göreceğiz bakalım.
 
Az kaldı az kaldı.  Yakından takip ediyoruz. 
 
Ama şunu bilin. Çözersek biz çözeceğiz.  
 
*****
 
Arka taraf siz duyabiliyor musunuz? (…)
 
Maşallah! Denizli bugün tarih yazıyor ya.
 
*****
 
Bakın arkadaşlar,
 
Bunlar, döviz kurunu patlattılar mı? (…) 
 
Enflasyonu patlattılar mı? (…) 
 
Asgari ücret, açlık sınırının da altında düştü mü? (…)
 
Hazinemizi borca batırdılar mı? (…).
 
Merkez Bankası’nın tam 248 milyar dolarlık döviz rezervini arka kapıdan boşalttılar mı? (…) Boşalttılar. 
 
Bir şey daha yaptılar.
 
Bunlar tarihimizin en çok faiz ödeyen hükümeti oldular arkadaşlar. Bakın rakamlar ortada.
 
İçim yanıyor yahu. 
 
Tam 11 yıl bu ülkenin hazinesinin başında olan birisi olarak içim yanıyor. 
 
Bu yılki bütçede faiz ödeneği tam 330 milyar arkadaşlar. 
 
Bunun üzerine, bir de yeni icat ettikleri kur korumalı mevduat hesaplarına 300 milyarın üzerinde kur farkı ödeyecekler bu yıl. 
 
İkisini toplayınca ne ediyor? 350 milyar ediyor bakın 350 milyar. 
 
350 milyar faiz, 300’ün üzerinde kur korumalı mevduata kur farkı, toplayınca tam 650 milyar lira ediyor.
 
Hesap ortada. 650 milyar.
 
Rakamın büyüklüğüne bakın yahu.
 
Bakın bu yıl çiftçiye ödenecek tarım desteklerinin tamamı ne kadar biliyor musunuz? Tüm çiftçilere Türkiye’deki tüm çiftçilere tarım desteklerinin tamamı 50 milyar
 
Faize 330, 300 küsür de kur farkı gelecek yıl sonunda belli olacak tam rakam. Onun için yuvarlayarak söylüyoruz toplam 650. 
 
Yani çiftçiye 50 milyar faize ve kur farkına 650 milyar.
 
Şu işe bakın yahu!
 
Peki, Erdoğan’ın ödediği bu 650 Milyarı nereden buluyorlar?
 
Evet, hepimizden hepimizden. Hepimizin ödediği vergilerden arkadaşlar. 
 
Asgari ücretliden gelir vergisi alıyor mu? Alıyor. Emekliden her alışverişinde KDV alıyor mu?  Emeklimiz gidip şuradaki bakkaldan evine 1 kilo peynir aldığı zaman KDV ödüyor mu? Ödüyor. 
 
Cep telefonuyla konuşan her genç özel iletişim vergisi ödüyor mu? Ödüyor.
 
Yani, vergilerin çoğunu parası “yok” olandan topluyor, topladığı vergileri de parası “var” olana veriyor ya.
 
Bakın burayı iyi dinleyin arkadaşlar. 
 
Parasına para ekliyor insanların.
 
Parasını faize yatırana faiz ödüyor, parasını bankaya yatırana kur farkı ödüyor.
 
Yani yoksuldan topluyor, varlıklıya veriyor ya. 
 
Onun için bu ülkede yoksul daha yoksun zengin daha zengin oluyor. 
 
Hesap ortada inanın!
 
Hepimizden toplanan gelir vergisiydi KDV idi, özel iletişim vergisiydi ÖTV idi şuydu buydu tüm halktan topluyor parası zaten var olana, faizde olana faiz ödüyor parası bankada olana da kur farkı ödüyor yahu.  
 
Bu ne biçim sosyal devlet ya. 
 
Hey gidi “ezilenlerin hür sesi” Erdoğan hey!
 
Hey gidi “gariplere yoldaş olan” Erdoğan hey!
 
Ne oldu sana yahu? Ne oldu sana?
 
Nasıl oldu da bu hale düştün ya?
 
Nasıl oldu da yoksuldan toplayıp, bu faiz lobilerine bu kadar para öder hale geldin.
 
Ben anlamıyorum gerçekten. 
 
Hayret! Gerçekten hayret!
 
Arkadaşlar, bakın ben bu faize ödenen milyarları içime sindiremiyorum.
 
Bakın, bir başka hesap yapalım: Çok basit bir hesap.
 
Çünkü Denizli hesap biliyor onun için bu hesapları Denizli’de yapıyorum. Denizli hesap biliyor. 
 
Bakın Bugün TOKİ standartında 100 metrekarelik bir dairenin yaklaşık maliyeti 650 bin lira.
 
TOKİ arsaya para ödemiyor ya. Zaten devletin arsasına yapıyor.  TOKİ’nin cebinden 5 kuruş arsa parası çıkmıyor. Sadece inşaat. 
 
TOKİ’nin 100 metrekarelik bir dairesi yaklaşık 650 bin TL’ye mal oluyor. 
 
Bunların sadece bu yıl ödedikleri faiz ve kur farkına kaç tane konut yapılabilir biliyor musunuz? Kaç konut yapabiliyorsunuz?  
 
Yani, 650 Milyar TL’ye kaç konut yapılabiliyor? (…)
 
Evet, şimdi hep beraber şu ekrana bakalım.
 
Denizli hesap biliyor dedim ya. Oradan cevap geldi. 
 
=> VIDEO GİR
 
1 milyon!
 
Şu rakama bakın yahu. Rakama bakın. Tam 1 milyon adet konut yapılabiliyor arkadaşlar.  
 
Bunlar ne diyor? yılda 100 bin konut yapacağız diyorlar ya o da vatandaştan para alarak yapıyorlar. Bedava değil ha. 
 
Peşinat ödüyorsun, önce sıraya giriyorsun, kura çekiliyor, Kurada çıkarsa peşinat ödüyorsun. Arkasından ödüyorsun. Ödedikleri memur maaşının endeksi artıyor falan filan. 
 
Hep beraber kurtaracağız gençler merak etmeyin hep beraber. 
 
Tekrar ediyorum bu hesap çok önemli.
 
Bunların bu yıl faize verdikleri parayla faiz ve kur farkına verdikleri parayla 650 milyar lirayla tanesi 650 binden 1 milyon konut yapılabilirdi. Üstelik vatandaştan 5 kuruş para almadan ya. 
 
Şuna bak ya. 
 
Sen ülkede enflasyonu patlat, inşaat maliyetlerini patlat döviz kurunu patlat tüm konut fiyatları fırlayıp gitsin ondan sonra kuraya girenleri kuradan çekip ‘Bak ben sana ucuz konut veriyorum’ de. 
 
Ve yine parayla. Bunlar artık bitmiş. 
 
Gençler haklı. Nas var değil mi? Kendi deyimi. Nas var. Ne oldu ne oldu? 
 
Sen Merkez Bankası’ndan bankalara verdiğin paranın faizini düşürerek ülkedeki toplam faizi indiremezsin ki yahu.
 
İndirdim indirdim dediği faiz hangi faiz biliyor musunuz?
 
Merkez Bankası’nın bankalara borç verirken uyguladığı faizi indiriyor. 
 
Vatandaşın ödediği faiz arttı. Sanayicinin ödediği faiz arttı.
 
Konut kredisi alan ihtiyaç kredisi alan vatandaşlarımızın ödediği faiz arttı.
 
Devletin ödediği faiz arttı. Deminki rakamlar devletin ödediği faizler yahu. Bu 650 milyarı devlet ödedi. 
 
Bunlar hesap kitap bilmiyor. 
 
Zaten sorun da tam burada arkadaşlar tam burada. Hesap kitap bilmiyorlar. 
 
Cumhuriyet tarihinin en yüksek faiz ödeyen yönetimi olarak tarihe geçti bunlar. Tarih yazdı bunları artık. 
 
Lafa gelince ne diyorlar? Faiz Lobisi değil mi? (…)  
 
Hey yavrum hey!
 
Bu mu sizin faize karşı haliniz yahu?
 
O faiz lobisi ne yapıyor biliyor musunuz arkadaşlar şu anda. Faiz lobisi Beştepe’de düğün yapıyor, düğün! Beştepe’de düğün yapıyor faiz lobisi. 
 
Bakın biraz önce Sibel Hanım hemen komşumuz diyor ki ‘2 oğlum var. Evlendiremiyorum bu maddi imkânsızlık sebebiyle’ diyor. Doğru değil mi?
 
Şimdi memleketin düştüğü durum bu. 
 
Berat diyor ki ‘sokakta göçmenler çoğaldı ne yapacaksınız’ diyor. Hepsinin çözüm var.
 
Biraz sonra kısaca anlayacağım burada bizim eylem planımız var. Hazır hepsi.   
 
Değerli arkadaşlar bakın 
 
Ev almayı, araba almayı geçtik, millet bir cep telefonu bile alamaz oldu yahu!
 
Ben bakıyorum gittiğimiz yerlerde fotoğraf çektirmek istiyorlar telefonlar artık çok eski. Kırık. 
 
Ya birinin ön kamerası çalışmıyor ya birinin arka kamerası çalışmıyor. Ekran kırılmış. Ekran camı değiştirmek dünyanın parası yetişmiyor. 
 
Bunlar memleketi geriye götürüyorlar. Banttı geriye sardılar.  
 
Bakı akıllı telefon almaya insanların gücü yetmiyor eski model telefonlar. 
 
Bakın arkadaşlar şimdi size bir gerçek söyleyeceğim bakın,
 
Bugün Amerika’da yaşayan bir vatandaş bir Amerikalı 1 hafta çalıştığında ki bu asgari ücretten bahsediyoruz bakın 1 hafta çalıştığında, en son model bir iPhone alabiliyor arkadaşlar.
 
1 haftalık gelire en son modelinden iPhone. 
 
Avrupa'da aynı iPhone, 8-10 çalıştığında, 8-10 günlük maaşı en iyisinden bir tane iPhone parası ediyor. 
 
Peki Türkiye’de nasıl?
 
Asgari ücretten hesabı yapın. 
 
Türkiye'de en son model iPhone’u alabilmek için, bir asgari ücretlimiz tam 6 ay çalışmak zorunda kalıyor ya. 6 ay.
 
Hesaba bakın. Ülkeyi düşürdükleri duruma bakın. 
 
Amerika’da bir haftalık kazancı yetiyor Türkiye’de 6 ayda ancak parası yetiyor. O da hiçbir yere para harcamazsa. 
 
Şu hale bakın yahu.
 
Bir telefon bu ya bu, hepi topu bir telefon. 
 
Telefondan lüks olur mu arkadaşlar? Artık ihtiyaç yahu. Telefon artık temel bir ihtiyaç. Telefon sadece iletişim değil telefon artık bir haber alma kaynağı. Telefon artık bilgiye ulaşma kaynağı. Artık temel bir insan hakkı telefon. 
 
Başka bir şey değil. 
 
Ama bunlar gençlere ne diyor? ‘Çıkar telefonunu. Bak cebinde telefon varmış’ diyor. 
 
Ayıp yahu utanın ya. 
 
Bir gence bir telefonu ok gören bu zihniyete ayıp olsun ya gerçekten ayıp olsun. 
 
Bakın bu hesaplar bir telefon hesabı ha telefon. 
 
Daha ev, araba alma hesabını yapmıyoruz. Yapamıyoruz.
 
Vatandaşlarımızın çoğu artık araba alma hayalinden vazgeçti. Artık mümkün değil ben ömür boyu araba alamam diyor.
 
Vatandaşlarımızın çoğu, “ömür boyu çalışsam dahi, artık bir ev sahibi olamam” diyor. ‘Maaşım belli ev fiyatları belli’ diyor. 
 
Bunlar insanların hayallerini çaldı hayallerini.  
 
Bunlar İnsanların hayatlarını çaldılar, hayatlarını. 
 
Ama, siz hiç merak etmeyin arkadaşlar
 
Ne dedim az önce?
 
6 ay, 6 ay! 
 
İnanın bu kadar hızlı olacak ya. 
 
6 ayda bu krizi aşacağız inşallah!
 
Çünkü biz, milletin kaynaklarını, millet için kullanacağız millet için.
 
Çünkü biz israfı önleyeceğiz çünkü biz yolsuzluğu önleyeceğiz. 
 
Zaten siz havuzun deliklerini çatlaklarını tıkayın havuzun dibi sağlamlaştırın su birikecek yahu.
 
Hesap çok belli.
 
Hortum değil mi? 2001 seçimlerinde çok konuşurduk hortum meselesini. 
 
Hortumları keseceğiz Erdoğan değil mi? Ya o hortumlar kesildi sonra başka yere bağlandı maalesef. Maalesef başka yere bağlandı. 
 
Biz milletin vergilerini yine milletin hizmetine sunacağız. Hesap basit inanın çok basit. 
 
6 ayda nefes alacağız 6 ayda. Hiç merak etmeyin arkadaşlar rahat olun. 
 
*****
 
Sandık günü var ya sandık günü…Vatandaşımız oy kabinine girecek, mührü DEVA’nın damlasının altına vuracak. Gerisi bizde! Bu iş bizde.
 
Hiç merak etmeyin. Endişeye mahal yok.
 
Çözüm bizde!
 
Biz DEVA kadroları olarak geleceğiz dertleri bitireceğiz ve dertlere DEVA olacağız. Hep beraber.
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Bu seçimi kimler kazanacak biliyor musunuz? (…)
 
Bu seçimi;
 
Çocuğunun beslenme çantasını güçlük çekerek hazırlayan ana babalar kazanacak.
 
Bu seçimi; 
 
Torununa küçük bir hediye bile alamayan nineler, dedeler kazanacak. 
 
Çarşıdan pazardan taneyle alışveriş yapan, açlıkla sınanan emekliler kazanacak.
 
Bu seçimi; 
 
Asgari ücretle geçinmeye çalışan, çocuğunu okutamayan işçiler kazanacak.
 
Enflasyonun ezdiği dar gelirli, sabit gelirli insanlar kazanacak.
 
Bu seçimi; 
 
Kazancı günden güne eriyen, sattığı malı yerine koyamayan esnaf kazanacak.
 
Gübre, mazot, tohum, elektrik fiyatları altında ezilen, ürettikçe zarar eden çiftçiler kazanacak.
 
Bu seçimi;
 
En güzel yılları umutsuzlukla, kaygıyla geçen, hor görülen gençler kazanacak;
 
Her gün motosikletin tepesinde, canını tehlikeye atarak ekmeğini çıkaran kurye arkadaşlarımız kazanacak.
 
Bu seçimi;
 
Konserleri yasaklanan sanatçılar kazanacak;
 
Yargıda aklanmalarına rağmen, hakları iade edilmeyen KHK’lılar kazanacak. Hak mücadelesi veren EYT’liler kazanacak.
 
Bu seçimi;
 
Düşüncesi, kimliği, inancı, kıyafeti, yaşam tarzı nedeniyle hor görülenler kazanacak;
 
Bu seçimi;
 
Otoriter ittifakın görmezden geldiği haysiyetli insanlar kazanacak. 
 
Evet, bu seçimi;
 
Adalet kazanacak, adalet!
 
Hiç şüpheniz olmasın.
 
Bu seçimi;
 
7’den 70’e, doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türkiye kazanacak!
 
Bu seçimi 85 milyonuyla Türkiye’nin haysiyetli insanları kazanacak!
 
Bu seçimi biz kazanacağız biz! Hepimiz kazanacağız inşallah. (…)
 
Bu konudaki en kapsamlı çalışma bizde. Çözüm bizde. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bu hükümet ülkemizdeki orta direği yıktı.
 
Rahmetli Özal’ın inşa etmek için gayret ettiği, büyük emek sarf ettiği orta direk yok oldu.
 
Hele şu son 4 yıldır ülkemizde yoksul daha yoksul oldu, zengin daha zengin oldu.
 
Bakın ülkede lüks tüketim artıyor arkadaşlar lüks tüketim.
 
İstanbul’a gidin en pahalı fiyatların olduğu AVM’ler en çok satış yapan AVM’ler haline gelmiş. 
 
2 hafta önce oradayım. İnanın hayrete düştüm yahu. 
 
Bir yandan Denizli’nin pazarında elindeki alışveriş filesini torbasını ancak 3’te 1’ini doldurup da çıkan emekliler bir yandan tanesi 10 bin liraya 15 bin liraya kıyafet alan insanlar. 
 
Türkiye burası. 
 
Bu hükümet arkadaşlar korkunç bir servet transferi yapıyor servet transferi.
 
Yoksuldan alıyor, zengine veriyor.
 
Yoksulun kazanırken veya harcarken ödediği vergileri toplayıp, zaten parası olana faiz diye veriyor, kur farkı diye veriyor. 
 
İşte arkadaşlar, o yıkılan orta direği yeniden inşa etmek, bizim boynumuzun borcu.
 
İşte bunun için biz, öncelikle “gerçek sosyal devlet” nasıl olur, bunu tüm dünyaya göstereceğiz.
 
Herkese fırsat eşitliği vereceğiz.
 
Devlete işe alımlarda KPSS sonrası yapılan mülakat uygulamasını kaldıracağız. 
 
Mülakat mağduru çok. 
 
Ya KPSS’den 80 alıyorlar 90 alıyorlar 95 alıyorlar mülakata gelince eleniyor insanlar. Niye? ‘Ben senin oturuşunu kalkışını beğenmedim. Acaba sen iktidar partisi gibi düşünmüyor musun? Acaba sen muhalif misin? Acaba senin Erdoğan’a karşı olumsuz hislerin mi var?’ Bunu ölçmeye çalışıyor insanların ya yazık günah.
 
Hepsi vatandaşımız. 
 
Mülakat, kendilerinden olmayanları eleme aracı haline geldi Türkiye’de.
 
İşte bunun için mülakatı kaldıracağız. Yazılı sınav sonucu neyse o. Yazılıya girecek sonuç neyse o.  Bitti.
 
Gençler DEVA kadrolarından ne başkanlar çıkacak ne başkanlar inşallah. Hep beraber göreceğiz. 
 
Tarih şahit. Burada Denizli’ de şu an da bu meydanda her şey kayıtta. Tarih şahit. 
 
Yepyeni bir siyaset nesli geliyor DEVA kadrolarından yepyeni. Pırıl pırıl, tertemiz. İşini iyi bilen iyi yetişmiş insanlar kadrosu geliyor inşallah.
 
Önümüzdeki 10 yıla 20 yıla 30 yıla DEVA kadroları damgasını vuracak. Bundan emin olun. 
 
DEVA her yerde doğru. 81 ilde il başkanlarımız görevinin başında. 737 ilçede ilçe başkanlarımız görevinin başında. Her yerde varız.
 
Bugün Denizli’de bu meydanda nasıl coşku ve heyecan varsa bundan 1 ay önce Trabzon’da da Siirt’te de aynı heyecan vardı.
 
Ondan öncede Gebze’de de Gaziantep’te de aynı heyecan vardır. 
 
Türkiye’nin her yerinde varız. 
 
Demokrasi 
Atılım 
Derhal
Bugün.
 
Hep beraber.
 
Demokrasi 
Atılım 
Derhal
Bugün.
 
Bu coşku bu heyecan olduktan sonra, sizlerin gözlerindeki bu umut olduktan sonra Denizli’nin sırtı yere gelmez, Türkiye’nin sırtı yere gelmez arkadaşlar. 
 
Asla umudumuzu kaybetmeyeceğiz asla. Gençler, beraberiz değil mi? 
 
Asla umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Bu ülke çok büyük bir ülke bu ülke çok güçlü bir ülke. 
 
Ama kötü yönetiliyor. Hem de çok kötü yönetiliyor.
 
Yaşadıklarımızın tam da temelinde bu var başka bir şey yok. 
 
Bakın arkadaşlar sona doğru geliyoruz.  Sosyal devlet nasıl olacağız arkadaşlar sosyal devlet. 
 
Kimseyi aç ve açıkta bırakmayacağız.
 
Peki, bunu nasıl yapacağız?
 
Bakın bu söyleyeceğime dikkat edin:
 
Biz, ihtiyaç sahiplerine “asgari gelir desteği” sağlayacağız. Asgari gelir desteği.
 
Bu ne demek?
 
“Asgari gelir desteği” ne demek?
 
Dünya bunu konuşuyor, dünya:
 
Şimdi, diyelim ki, beş kişilik bir aile. Bu ailenin geçinebilmesi için asgari ne kadar paraya ihtiyaç var? Önce o günkü şartlara göre bunu bir hesap edeceğiz. 
 
Mesela ben tamamen örnek veriyorum; Diyelim ki 20 bin lira. Sonrada bu ailenin mevcut toplam gelirine bakacağız. Ne kadar? Örnek veriyorum 10 bin lira. 
 
İşte Ailenin asgari ihtiyacı ile, eline şu anda geçen gelir arasındaki fark var ya işte onu devlet karşılayacak. Onu devlet karşılayacak.
 
Yani bütün vatandaşlarımızın asgari geçim seviyesinin garantörü sigortası devlet olacak.  
 
İşte “asgari gelir desteği” bu demek.
 
Ne yapacağız?
 
Sosyal destek uzmanlarından oluşan 70 bin kişilik bir ordu koyacağız. Bunların görevi sadece ve sadece vatandaşlarımızın kapısını çalıp ihtiyacı olan vatandaşlarla devletin imkânını buluşturacaklar. 
 
Çünkü bu bir hak. Devletin verdiği bir lütuf değil. Sosyal yardım sosyal destek bir hak. Bu ülkenin vatandaşı olan herkesin hakkı. 
 
Ve bunu, herkes alacak. 
 
Hiç kimsenin parti üyeliğine, kimliğine, şusuna busuna bakmayacağız. 
 
Vatandaşlarımız arasında asla ayrımcılık yapmayacağız.  
 
Bitti mi? Hayır. 
 
Dahası var.
 
Biz, aynı zamanda, iş imkânlarını artırıp insanımızın çalışarak kazanmasının önünü açacağız.
 
İnsanlarımızın, sosyal yardımlara bağlı kalmadan bir hayatın yaşamasının önünü açacağız.
 
Asıl sosyal devlet burada. 
 
Başka?
 
Çok konu var ama Yeni doğan bebeklerin, mama, bez gibi temel ihtiyaçlarını 2 yıl boyunca devlet olarak biz karşılayacağız.
 
Fiyatlar çok arttı farkındayız. Ya bebek bezini de bebek mamasını da marketlerde kilitle satmaya başladılar yahu. 
 
İnanın utanıyoruz. 
 
Kilit altında satıyorlar kilit altında.  En temel ihtiyaç maddesini. Bebek bezini ve bebek mamasını.  Yapacak çok iş var çok.
 
*****
 
Bakın, eylem planlarımızla hazırız arkadaşlar. 
 
Tarım tam 56 maddelik eylem planımızla hazırız. 
 
Afet. Hani dün gece tatbikat yapıyorlardı.  Bir denediler sistem çalıştı çalışmadı. Bütün çözüm burada çözüm.
 
Demin bahsettiğim sosyal devlet uygulamaları. 3 nolu eylem planımızda hepsi var. 
 
Dijital dönüşüm teknoloji. 
 
Yarına Atılım Eylem Planı. Tam 50 madde hazırız. 
 
Ekonomi finans istihdam. 116 maddelik eylem planıyla hazırız. Yapacaklarımızın hepsini takvime bağlamışız. 
 
Söz uçar gider yazı kalır. 
 
Yerel Yönetimler ve Şehircilik. Denizli duysun. Denizli’deki yerel yöneticililer duysun. 
 
Okusunlar öğrensinler 101 madde var burada. Yerel yönetimler şehircilik. 
 
Yüksek öğretim. YÖK’ü kapatacağız. Üniversiteleri hayat boyu öğrenim merkezi haline getireceğiz. 
 
KHK’lı vatandaşlarımız soruyordu çözüm burada. 8 nolu eylem planımız. 
 
Çevre ve İklim Değişikliği. 65 madde. Tek tek nasıl çözeceğimizi yazdık.
 
Adil yargı. 198 madde. Türkiye’nin en iyi hukukçularının emeği var. 200 hukukçu çalıştı bunu. 
 
Yargı reformu, adil yargı nasıl olacak? 
 
Bağımsız ve tarafsız nasıl çalışacak hepsi yazılı. 
 
Bilmeyenler okusun öğrensin. 
 
Sağlık. Bütün detayları tek tek tek tek açıklamışız neler yapacağımızı. 
 
Demin Berat soruyordu göçmenler ne olacak diye? Burada tek tak açıklıyoruz. Ne yapacağız hepsi belli. 
 
Dış politika güvenlik. Hepsi belli. 
 
Madencilik, Enerji. Hepsi hazır. 
 
Kültür Sanat. 
 
Kalkınma Sanayi, KOBİ, Esnaf.
 
Bununla beraber 16 tane açıkladık. Bunların sayısı 22’ye çıkacak. 
 
Kadın eylem planı geliyor, gençlik geliyor. Çözüm geliyor, temel haklar eşit vatandaşlık geliyor. 3-18 yaş eğitim geliyor. 
 
Bizden başka bunları yapan yok arkadaşlar. Böyle bir şey yok.
 
Türkiye’de daha önce böyle bir şey yapılmadı.
 
Çünkü bunu yapmak için kadrolara ihtiyaç var kadrolara.
 
Artık tek elle kaldıramıyoruz ancak 2 elle kaldırabiliyoruz.
 
DEVA Partisi’nin eylem planları. Başkan yok.
 
Yapan varsa getirsin diyoruz. Yok.
 
Çünkü biz bunu her alanda yapıyoruz yahu her alanda. 
 
Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ev ödevi bunlar ev ödevi. 
 
Diyeceğiz ki Sanayi Bakanı’na ‘Al, ev ödevin’ diyeceğiz. Kültür Bakanı’na ‘Al, ev ödevin’ diyeceğiz. Takvime bağlamışız, gün vermişiz. 
 
90 günde şunlar yapılacak ilk 60 günde şunlar yapılacak ilk 180 günde şunlar yapılacak. 
 
Biz hazırız. 
 
Lafta hazır değiliz Özde hazırız. Sözde değil özde hazırız.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Hani bir laf var:
 
Televizyonlarda, şurada burada çok konuşuluyor. Siz de izliyorsunuz değil mi?
 
Hani çok bilmiş konuşanlar var ya ne diyorlar? “Kararsız seçmen çok” diyorlar.
 
“Acaba kararsızlar seçim günü ne yapacak” diyorlar. 
 
Kararsızlara baktığımızda, içlerinde ilk defa oy kullanacaklar var.
 
Oy verdiği partiden memnun olmayanlar, oy verdiği halde umduğunu bulamayanlar var. 
 
Kararsızlık nedir, çok iyi biliyoruz hepimiz. 
 
Kararsızlık demek, eleştiri demek arkadaşlar.
 
Kararsızlık demek, omurgalı duruş demek. 
 
Anket şirketleri ne yapıyor? Kararsızları mevcut partilere şöyle dağıtıveriyor.  
 
Biz de diyoruz ki; bir dakika durun yahu! Bu iş öyle kolay değil. Öyle dağıtmak yok dur bakalım.
 
Bakın kararsızlar ne diyor? Dinleyin. Bir de benden duyun: Çünkü biz 81 ilde 737 ilçede varız DEVA Partisi olarak.
 
Kararsızlar; “Ben oy vermek için kötünün iyisine, ehveni şere tamah etmem kardeşim" diyor. 
 
“Bize gerçek, hakiki çözümlerinizi sıralayın” diyor. İşte sıraladık değil mi hakiki gerçek çözümler. Hepsi sıralı.
 
“Bizi geçiştirmeyin, ciddiye alın” diyor. 
 
Arkadaşlar, kararsız seçmenin gözü DEVA Partisi’nin üzerinde.
 
Nereden biliyorum?
 
Çünkü ben vatandaşın gözünün içine bakıyorum da ondan.
 
81 ilde bunu yapıyorum. 81 ilin tamamını dinledim ona göre konuşuyorum. 
 
Ne var biliyor musunuz?
 
Seçmen öyle 3-5 parti arasında falan kararsız değil. 
 
Kararsız denen insanlar; dinine, inancına, diline, kılığına-kıyafetine müdahale edilmemesi konusunda çok kararlı. Aynı DEVA Partisi gibi.
 
O insanlar; özgürce konuşabilme konusunda çok kararlı. Aynı DEVA Partisi gibi.
 
Kararsız denen insanlar; herkes için demokrasi konusunda çok kararlı. Tıpkı DEVA Partisi gibi.
 
O insanlar; Avrupa Birliği hedefi konusunda çok kararlı. Aynı DEVA Partisi gibi.
 
Kararsız denen insanlar; nitelikli ve eşit eğitim konusunda çok kararlı. Demin Berat soruyordu LGS ne olacak diye. 
 
Nitelikli ve eşit eğitim fırsatı. Bu konuda kararsızlar çok kararlı. 
 
Aynı DEVA Partisi gibi.
 
Kararsız denen insanlar; bayat ekmek kuyruklarına girmemek konusunda çok kararlı. Aynı DEVA Partisi gibi.
 
Kararsız denen insanlar; zenginleşme konusunda çok kararlı. Aynı DEVA Partisi gibi.
 
Bu ne demek, biliyor musunuz arkadaşlar?
 
Biz DEVA Partisi olarak tüm Türkiye’yiz arkadaşlar. Biz Türkiye’nin tam kendisiyiz. Tam kendisiyiz.
 
Seçim günü o sandığa gidecek olanlar var ya, o sandığa…
 
İşte o insanlar kararlı bir şekilde bu ülkenin yarınlarına damga vuracak. 
 
İnşallah sizler mührü DEVA’nın damlasına vuracaksınız.
 
DEVA Partisi de bu ülkenin yarınlarına damga vuracak. (…)
 
DEVA kadroları olarak inşallah bunu yapacağız. Bunu gerçekleştireceğiz. 
 
*****
 
Denizli, şimdi size soruyorum!
 
Bu haksızlık, hukuksuzluk bitsin diye DEVA diyecek miyiz? (…) Evet.
 
Ocakta et pişsin diye DEVA diyecek miyiz? (…) Evet. 
 
Borca girmeden 36 ay taksite bağlamadan kışlık mont alabilmek için DEVA diyecek miyiz? (…) Evet.
 
Kadına şiddetle mücadele için DEVA diyecek miyiz? (…) Evet.
 
Avrupa’nın kapılarını açmak için DEVA diyecek miyiz? (…) Evet.
 
Seçim günü DEVA Partisi’nin damlasına mührü basacak mıyız? (…) Evet.
 
Biz hep beraber seçim günü geldiğinde DEVA’nın damlası orada her yerde görüyorsunuz o damlanın altına hep beraber mührü vuracağız. 
 
Tercih diyeceğiz evet diyeceğiz. DEVA Partisi kadroları da Türkiye’nin yarınlarına damgasını vuracak inşallah. 
 
Tüm Türkiye’mize hayırlı olsun.
 
Böyle ayakta hep beraber sonuna kadar heyecanla coşkuyla bizlerle beraber olduğunuz için sizlere tün Denizli’ye teşekkür ediyorum şükranlarımı sunuyorum.
 
Miting alanımıza girmese de miting alanın dışından bizlerle beraber olan çok değerli Denizlili hemşerilerimize teşekkür ediyorum sağ olun diyorum. 
 
Hepinize ailelerinize dostlarınıza arkadaşlarınıza saygılarımı sevgilerimi muhabbetlerimi iletin diyorum. Sağ olun var olun. 
3 Kasım 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 16. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 16. İl Başkanları Toplantısı Konuşması


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çok değerli il başkanlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

İl başkanları toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün ilk kez il başkanları toplantımızı İstanbul’da gerçekleştiriyoruz.

Tabii İstanbul’a kendimizi salonlara kilitlemek üzere gelmedik.

Sadece kapalı odalarda toplantılar düzenlemeye de gelmedik.

Ne yapacağız? Hep beraber İlçe ilçe, mahalle mahalle dolaşacağız.

İstanbul’un her sokağını DEVA Partisiyle coşturacağız.

Tüm hafta boyunca sivil toplumuyla, sokağıyla İstanbul’un sesi olacağız.

İstanbul demek, 81 vilayetten vatandaşımızın evi demek.

Onun için buradaki sivil toplum çalışmalarımız değerli arkadaşlarımız çok çok önemli.

Hemşerilerinizle buluşmak ve o dernekleri vakıfları ziyaret etmek bu önümüzdeki günlerde en önemli faaliyet alanımız olacak.

Tabii bu derneklere vakıflara girerken şöyle tabelalara bir dikkatinizi çekmek istiyorum arkadaşlar.

O tabelalarda aslında en güzel değerlerimizi göreceksiniz.

Hangi ifadeleri göreceksiniz?

“Kültür” “Dayanışma” “Yardımlaşma” “Yaşatma”, “Kalkınma” gibi değerlerimizin yazılı olduğu tabelaların olduğu binalarda bu buluşmaları gerçekleştireceksiniz.

Bunların hiçbirisi bizim için tabelada asılı kalan sözcüklerden ibaret konular değil biliyorsunuz.

Her birisi, bizi biz yapan değerlerimiz.

Ben şimdiden, yapacağınız ziyaretlerde, hemşerilerinizle kucaklaşmalarınızda başarılar diliyorum ve verimli bir İstanbul programı olmasını diliyorum. Buluşmalarda, başarılar diliyorum.

Hepiniz tekrar İstanbul’a hoş geldiniz.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Dün partimizin on altıncı eylem planını burada İstanbul’da, tarihi Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nda açıkladık.

Kalkınma Seferberliği Eylem Planımızla özgür ve zengin Türkiye’ye bir adım daha yaklaşmış olduk.

Burada gördüğünüz 16. Eylem planımız Genel Başkan Yardımcımız Burak Dalgın eşgüdümünde hazırlandı. Ve sanayimizden KOBİ’lerimize esnafımızdan girişimciliğe kadar ihracata kadar istihdama kadar hedeflerimizi somut olarak koyduğumuz çok kapsamlı bir çalışma oldu.

Bir bakıma işin yerel sektör ayağını bu eylem planımızla beraber sapasağlam ortaya koymuş olduk.

DEVA Partisi iktidarıyla çarkları döndürme sözünü milletimize böylece bu eylem planıyla vermiş olduk.

Biz Milletimizi hiçbir zaman aldatmadık.

Yerine getiremeyeceğimiz sözleri hiçbir zaman vermedik. Gerçekçi hedefler belirledik.

Ne dedik?

Sanayide 1 milyon yeni istihdam, dedik.

10 yeni sanayi vahası dedik.

Ne dedik?

100 bin Süper KOBİ’ dedik.

İhracat hedefi koyduk. 500 milyar dolarlık ihracata ulaşacağız dedik.

Hepsini tek tek hesapladık.

Anlayacağınız, boş yapmadık.

*****

Arkadaşlar,

Eylem planlarımızda yer alan maddelerin sayısı bini geçti.

Bunların tamamı; özgür ve zengin Türkiye’nin yol haritası.

Ve daha önemlisi her bir eylem planımızda en az 100 kişinin 150 kişinin 200 kişinin katkısı var.

Sunumu biz genel başkan yardımcılarımızla beraber yapıyoruz, ama onlarca meslek örgütünün, sivil toplum kuruluşlarının, düşünce kuruluşlarının, akademisyenlerin emeği var bu çalışmalarda.

İşinin ehli kim varsa, bilgisine güvendiğimiz kim varsa bu eylem planlarında mutlaka katkısı var, imzası var.

Biz hiçbir zaman “Ben bilirim” diyerek hareket etmedik. Şimdi de “Ben bilirim” demiyoruz. Ne diyoruz, bin biliyorsak bir bilene sorarız diyoruz.

Binlerce kıymetli uzman dostumuzla beraber bu eylem planlarımızı hazırladık, hazırlıyoruz.

İnşallah yakın bir zamanda bunların sayısı biliyorsunuz tam 22’ye ulaşacak.

22 eylem planıyla beraber 360 derece bir hükümetin yapması gereken ne var ne yoksa hepsini ortaya koymuş olacağız.

Bu hazırladığımız hükümet programından öte çalışmalar arkadaşlar bakın.

Ben tam 4 tane hükümet programı hazırlamanın içinde veya başında oldum.

Bizim yaptığımız hükümet programı artı o hükümet programını uygulama planı.

Çok kapsamlı çalışmalar.

Ve bunun Tamamı; Türkiye’nin alnı ak, yüzü açık yarınlarının hazırlığı aslında.

Tamamı; doğruları sürdürmenin, eksikleri tamamlamanın ve yanlışları düzeltmenin hazırlığı.

Aynı zamanda ayıpları gidermenin hazırlığı.

Mesela bu ayıplara bir örnek vereyim:

Türkiye kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellenmesinde şu anda gri listeye düşmüş bir ülke.

Beyaz liste var, gri liste var bir de kara liste var.

Bu gri liste nerenin gri listesi? OECD’nin Mali Eylem Görev Gücü, yani FATF biriminin gri listede.

Sabah akşam “Terör terör” diyen bir iktidar var, ama, mesele kara paranın aklanması ve terörün finansmanı olduğunda laf çok, iş yok.

Nazan Öncel 90’larda bir şarkısında ne diyordu?

“Tantana var iş yok / Gürültü var ses yok” diyordu.

İşte bugünkü iktidarda tantana var iş yok, gürültü var ses yok!

Ya sen terörle mücadele diyorsun da terörün finansmanı kara para paranın aklanması konusunda niye gerekeni yapmayıp da ülkeyi o listeye düşürüyorsun yahu.

Yazık değil mi? Ayıp değil mi?

İşte değerli arkadaşlar biz mesela bu gri liste utancına son vereceğiz.

Yıl başında açıkladığımız Ekonomi ve Finans Politikaları Eylem Planımızda ilan etmiştik. Bir kere daha sizlerin huzurunda bunu tekrar etmekte fayda gördüm ve bunu tek bir örnek olarak verdim.

O eylem planımızda da biliyorsunuz tam 116 madde vardı. 116 maddenin birisi bu.

Dünkü eylem planımızda tam 76 madde ilan ettik.

Bunlar arkadaşlar herkesin kolay halledebileceği işler değil.

Biz bununla da yetinmeyeceğiz. Ülkemizin bundan sonraki dönemde tekrar o gri listelere düşmesine de izin vermeyeceğiz.

Türkiye’nin tüm lekelerini temizleyeceğiz inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bıkmadan sıkılmadan tekrar edeceğiz: Eylem planlarımız Türkiye tarihinde bir ilk.

Evet bizi kıskananlar çok, çekemeyenler çok.

Diyorlar ki ya ‘kim okuyacak’ bunu. Kardeşim eğer sen bunu okumaya üşeniyorsan kusura bakma bu ülkenin sorunlarına çözüm üretme iraden yoktur.

Bu ülkenin sorunlarına çözüm üretme kabiliyetin ve becerin de yoktur.

Eğer samimiysen eğer gerçekten bu ülkenin sorunlarını çözmeye talipsen tabii ki biraz emek harcayacaksın. Tabii ki çalışacaksın. Çalışmayınca olmaz.

‘Ee ben oturayım oturduğum yerden bu beynime bir şekilde aksın.’ Böyle bir şey yok. Çalışacağız hem de çok çalışacağız.

İlk kez bir siyasi parti arkadaşlar; seçimlerden sonraki ilk 90 dakikada, ilk 90 günde, 360 günde, ilk dönemde yani ilk 5 yılda neler yapacağını takvimiyle bütçesiyle vatandaşlara taahhüt ediyor.

Daha önce böyle bir şey yapılmadı.

Ben buradan iktidara soruyorum buradan. ‘Ya arkadaş diyorum, seçimler yaklaşıyor. Senin bir planın programın var mı?’ Diye soruyorum iktidara.

Bakın biz hazırlıyoruz. Aslanlar gibi.

Tam 16 tane eylem planı hazırlamışız 16 tane.

Artık tek elle taşıması bile zor ha.

Yarın 22 olduğunda ancak 2 elle taşıyacağız bunu.

Çünkü biz çalışıyoruz. Evet, biz sınıfın çalışkan öğrencisiyiz.

Tembeller düşünsün.

Büyük tantanalarla vizyon misyon dediler dünyanın televizyon reklamı dünyanın tantanası. Ellerindeki bütün reklam tanıtım araçlarını kullandılar kullandılar vizyon vizyon diye ortaya ne çıktı? İçi boş bir çerçeve yahu.

Boş hiçbir şey yok.

Çünkü vizyon diye açıkladıkları inanın bizim konuşmalarımızdan bizim belgelerimizden çektikleri kopyalar.

Çoğulcu demokrasiymiş. Vay vay vay…

Sen her gün ülkeyi kutuplaştır, her gün ülkeyi ger, öteki beriki diye bu toplumu ayır, gencecik çocuklara ‘siz muhafazakâr devrimcisiniz onlar da düşmanlarınız’ diye bu ülkenin diğer gençlerini onlara düşman göster ondan sonra çoğulcu demokrasiymiş hukukmuş adaletmiş. Hiç kimse inanmıyor artık sizin bu sözlerinize. Bitti.

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bunlar ayinesini laf zannediyorlar onun için olmuyor, onun için yapamıyorlar.

Çalışacaksın çalışacaksın başka türlü olmaz ama bu millet için çalışacaksın. Bu ülke için çalışacaksın.

Yandaşların için kendin için çalışmayacaksın.

Çünkü çalışınca oluyor.

Biz bunu yıllarca gördük. Ama bu millet için değil de dar bir çevre için çalıştığında olmuyor.

Tutup da milyonlarca vatandaştan toplanan ÖTV'yi KDV'yi bir avuç bankada mevduatı olan insanlara eğer sen aktarıyorsan, Cumhuriyet tarihinin en büyük servet aktarımı şu anda yoksuldan zengine doğru oluyorsa bunun sebebi bugünkü iktidardır.

Bu yıl bakın Cumhuriyet tarihinin en yüksek faizini ödeyecekler. ‘Merkez Bankası’nın faizini düşürdüm düşürdüm’ deyip duruyor değil mi Erdoğan?

Merkez Bankası’nın faizini düşürdüm diyor. Peki ben soruyorum Merkez Bankası’nın faizini düşürdüm diyorsun da nasıl oluyor da hazinenin ödediği faiz yılda 180 milyardan 330 milyara çıktı diye ben soruyorum buradan.

Nasıl oluyor bu? Siz bu milleti aldatamazsınız.

Merkez Bankası’nın faizi merkez Bankası’nın bankalara kullandırdığı kredinin faizi.

Bankalar onu alıyor üzerine 20 puan 30 puan 40 puan koyup kredi olarak kullandırıyor.

Siz milletin ödediği faize bakın. Bu milletin hazinesinin ödediği faize bakın.

330 milyar yetmedi bakın.

Merkez Bankası’nın faizini düşürüyorsunuz da niye gelecek senin bütçesini şimdiden 567 milyar lira faiz ödeneği koyuyorsunuz yahu. Siz kimi aldattığınızı zannediyorsunuz?

‘Faizi düşürdüm, ben faiz düşmanıyım’. Faiz düşmanısın da neden geçen sene 180 milyar faiz ödedin. Bu sene niye 330 milyar ödüyorsun. Gelecek sene niye ‘567 milyar faiz ödeyeceğim’ diye bütçe hazırlayıp meclise gönderiyorsun yahu?

Kimi aldatıyorsunuz siz.

Bakın arkadaşlar dürüst olmak lazım dürüst. Kimse kimseyi aldatmasın.

Beceremeyip yönetemeyip bu millete ödettiğiniz faizlerin biz geleceğiz o günü İnşallah göreceğiz nasıl olduğunu ne olduğunu kime ödediklerini tek tek tek tek ortaya çıkaracağız.

Ödedikleri faiz de yetmiyor bakın. Bu yıl 330 milyar faiz ödedikleri yetmiyor bunun üzerine bir de kur korumalı mevduat için kur farkı ödüyorlar.

Bu rakam ne kadar olacak? 300 ile 350 milyar arasında bitecek bu yıl.

300 ile 350 milyar arasında. Çünkü kur değiştikçe bu değişiyor. O yüzden Aralık sonu itibariyle ben şu an tam kesin rakam söylemiyorum. Aralık sonunda kesin rakam ortaya çıkacak.

Yani 330 milyarın üzerine 300 350 milyar daha kur farkı ödemesi gelecek.

Bu da faizin bir türü.

Çünkü bankada parası olana ne diyor? ‘Bankada paran var faiz alıyorsun ama diyor eğer kur artarsa mağdur olma ben aradaki farkı sana daha da ödeyeceğim’ diyor. ‘Faiz sana yetmez üzerine bir de kur farkı ödeyeceğim’ diyor. Bu onun parası.

Toplam rakam bu yıl en az 650 milyar olacak. Faiz artı kur farkı. 650 milyar ne demek biliyor musunuz arkadaşlar? Tanesi 650 binden TOKİ açıkladı ya konut projesi işte 650 binden başlıyor fiyatlar yaklaşık. Tanesi 650 binden tam 1 milyon konut demek.

Yani ne demek? Bu hükümetin Sayın Erdoğan'ın bu yıl ödediği faiz ve kuru farkı ile tam bir milyon tane konutu üretip vatandaşlara bedava dağıtabilirler bunlar. Bu bu demek.

Hesap ortada hesap çok basit yani.

Bir de övünüyorlar. ‘Konut projesi yaptık 8 milyon kişi kuyruğa girdi’ diye.

Siz ayda ne kadar konut yapacaksınız? 100 bin. 8 milyon kişi 100 bin konut, yılda 100 bin konut. 8 milyon kişi. Hesap basit. Yılda 100 bin konutta 8 milyon kişiye kaç yılda sıra gelir? 80.

80 yılda sıra gelecek 80.

Tamamen hayal satıyor milli piyango bileti dağıtıyor.

Bakalım kuraları çekecekler mi çekmeyecekler mi onu da göreceğiz seçimden önce.

Kura olacak mı olmayacak mı? Kura çektikleri anda kurada çıkanlar sevinecek kura da çıkmayanlar üzülecek. Göreceğiz.

Seçimden önce o kurayı yapma cesaretini bulacaklar mı kaç kişinin kurasını çekebilecekler bunların hepsini göreceğiz.

Kimse kimseyi aldatmasın.

Siz faizle kur farkını ödediğiniz parayla öyle 80 yılda falan değil ha bu yıl 1 milyon tane konut yapıp bedava dağıtabilirdiniz.

Hesap açık.

Ama siz faiz ödemeyi tercih ettiniz.

Siz kur farkı ödemeyi tercih ettiniz.

Bu parayı nereden buldunuz? Yoksuldan vergi ile topladınız zaten var olana faizle kur farkıyla ödediniz. Hesap bu kadar basit.

 

Peki arkadaşlar, biz bu çalışmaları niye yapıyoruz? Bu eylem planlarını niye hazırlıyoruz? Niye bu kadar akıl teri alın teri döküyoruz?

Çünkü ortada çok büyük bir yük var. Ortada çok ciddi işler var.

Şöyle düşünün: Bir örnek verelim; Evinizi taşıyacaksınız değil mi. Eşyalarınızı topladınız. Buzdolabını, avizeyi, çamaşır makinesini yeni evinize sağ salim götürmek için ne yaparsınız?

Herhalde o yükü kırmadan dökmeden taşıyacak birilerini ararsınız değil mi?

İşi bilen, işini hakkıyla yapan insanlar ararsınız.

Her işi yapacak insan farklı olur. Mümkünse yükün altında kalmayacak, genç, zinde, kolu kuvveti yerinde ve aynı zamanda tecrübeli birilerini bulursunuz.

‘Ben geleyim buzdolabını taşıyayım’. E sen daha önce yaptın bu işi? Yok yeni deneyeceğim.

‘Kusura bakma. Daha önce bu işi yapmış birisi gelsin avizemi kırmasın, dolabımı kırmasın eşyalarıma zarar vermesin’ dersiniz.

İşte arkadaşlar; biz bu yükü layıkıyla taşıyacak bir ekibiz.

Kırmadan, dökmeden, incitmeden, sağa salim 85 milyonumuzun huzurunu sağlayacak ekibiz.

Bakın Dün akşam Sabancı Üniversitesinde genç arkadaşlarımızla buluştuk.

Üniversitenin toplam 4 bin-5 bin civarında öğrencisi var. Lisans ve lisansüstü olarak. Herhalde 700-800 kişilik bir salonda öğrenciler geldiler ülkemizin her sokağında, mahallesinde gördüğüm o pırıl pırıl gençlerden bir salon dolusu vardı.

Bizim gençlere, değerli arkadaşlar bakın hakkıyla yaşanacak bir “gençlik” borcumuz var yahu.

Gerçekten bu devlet ülkenin gençlerine tam bir gençlik borçlandı.

İşte o yüzden bu eylem planları hazırlıyoruz.

Bizim gençlere “insan onuruna yaraşır bir hayat” borcumuz var.

Bu toprakları, gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği topraklar yapacağız.

Bu toprakları; “gidemeyenlerin ülkesi” değil, “yaşamak isteyenlerin” ülkesi yapacağız.

Daha önce bunu gördük yaşadık. İlk defa bu yola çıkıyor olsak daha önce hiç devlet yönetimi yapmamış olsak deriz ki ya bu iş zor.

Ülkenin sıkıntıları çok büyük. Ama öyle değil.

Bu ülke düzgün yönetildiğinde düzgün işler yapıldığında nasıl ayağa kalkıyor nasıl koşuyor nasıl kanatlanıp uçuyor yaşadık.

Bırakın kendi gençlerimizi dünyanın gençlerinin gelip yaşamak istediği bir ülke olmuştu Türkiye.

“Nasıl olur da şöyle 3 ay 6 ay Türkiye'de kalabilirim? Nasıl şu İstanbul'da değişim programıyla bir geçici eğitim programıyla acaba Türkiye'ye gelebilirim. Türkiye'nin bir suyunu içsem havasını solusam” diye dünyanın dört bir köşesinden gençler Türkiye'ye gelmek için can atıyordu. Biz bunları yaşadık gördük.

Onun için şu an ülkenin içine düştüğü duruma üzülüyoruz.

Bırakın dünyanın gençlerinin gelmek istemesini kendi gençlerimizin kaçmak istediği bir ülke haline getirdiler burayı.

*****

Değerli arkadaşlar bakın,

Bütün bunlar ne biliyor musunuz? Bütün bunlar bir zihniyet meselesi zihniyet.

Bakın, devlet kurumlarının görevi sadece iktidar partisine değil, tüm vatandaşa hizmet etmektir değil mi. Bunun lamı cimi yok!

Devlet kurumundaysanız partizanlık yapamazsınız.

Devlet kurumuysanız tutup sendensin bendensin iktidar partisindensin başka partidensin deyip vatandaşlar arasında ayrım yapamazsınız.

Devlet kurumları siyasi partiler arasında taraf olamaz.

Tarafsızlıklarını kaybettikleri anda onlar artık devlet kurumu olmaz. Bir partinin aparatı haline gelirler.

Daha canlı taze bir örnek bakın yaşadık.

Emniyet Teşkilatı değil mi? Hepimizin iç güvenliğini sağlamak zorunda olan bir kurum değil mi? Buna itiraz olur mu yok. Kurumun varlık amacı.

Peki, iktidar ortaklarının dar siyasi çıkarlarının emri altında hareket etmeye zorlanan bir teşkilat ülkemizin tümüne rahat hizmet edebilir mi?

Mümkün değil.

Böyle bir teşkilat suçla, suçluyla mücadele edebilir mi?

E bakacak o suçlu acaba iktidara yakın mı uzak mı? İktidara yakında ‘dur başımıza bir iş gelmesin biz buna dikkatli yaklaşalım.’

Böyle bir şey olmaz.

Partilileştirilmeye çalışılan bir emniyet teşkilatının, suçla mücadele kabiliyeti zayıflar. Hangi parti olduğunun hiçbir önemi yok.

Devlette partizanlığın yeri olmaz arkadaşlar. Devlet yönetiminde devlet kurumundaysanız partizanlık olmaz. Nokta.

Bakın, ben polis kardeşlerimin özlük haklarını, çalışma koşullarını, üstlerinden astlara yapılan baskıları defalarca gündeme getiren bir insanım.

Gördüğüm her polis intiharı haberinde kahroluyorum. Her birinde isyan ediyorum.

İşte aynı şekilde, bugün, polis teşkilatımıza ideolojik bir üniforma giydirilmesine de itiraz ediyorum.

Gördünüz değil mi Polis Akademisi mezuniyet Töreni. Polis Akademisi’nin bir töreni.

Gözümüzün önünde, iktidar partisinin seçim şarkısını söylettiler yahu.

Yani Polis Akademisinin törenindeki o bandoya iktidar partisinin seçim şarkısı olarak ilan edilmiş şarkısını söylettiler.

Bir dakika diyoruz yahu bir dakika! Hop diyoruz ne oluyor diyoruz.

Kaşla göz arasında acaba Kızıl Ordu Korosu’na mı özendiniz diyoruz?

Çok istiyorsanız partinizin özel müzik grubunuzu kurarsınız, şarkılarınızı Spotify’a yüklersiniz, istediğiniz gibi çalıp oynarsınız.

Ama kalkıp da bir devlet kurumunun töreninde, bizim emniyet mensuplarımıza kendi partinizin seçim şarkısını söyletemezsiniz. Olmaz böyle bir şey.

Siz, adil ve şeffaf yapılması gereken seçimlerde, sokakta güvenliği sağlamakla görevli bir kuruma, partinizin şarkısını söyletemezsiniz.

Böyle bir şey olmaz. Bu toplumun vicdanını incitiyor arkadaşlar.

Böyle bir şey yok. Böyle bir şey yok.

Ben iktidar partisiyim diye devlet kurumlarını partilileştiremezsiniz.

Buna toplumumuz hayır der.

*****

Değerli arkadaşlar bakın bugünün tarihine dikkat çekmek istiyorum.

Bugün ayın kaçı? 3 Kasım. Yani, AK Parti’nin iktidara gelişinin tam 20. yıl dönümü.

Şimdi buradan soruyorum: AK Parti, 20 yıldan sonra, seçim şarkısını emniyet mensuplarına söyletmek için mi iktidara geldi?

Bu muydu AK Parti’nin yola çıkış amacı?

On milyonlarca insan, AK Parti’ye adaleti, hukuku çiğnesin diye mi oy verdi?

Parti aidatını ödemek için kenara köşeye para koyan insanlar, AK Parti’yi 20. yılın sonunda yoksuldan alıp zengine versin diye mi destekledi?

AK Parti’yi yıllarca iktidara taşıyan tertemiz insanlar, günün sonunda, iradesini başkalarına kaptırmış bir parti göreceğini tahmin edebilir miydi?

20 sene önce yolsuzlukları bitirsin diye oy verdiği iktidarın, milletin parasını çarçur edebileceğini tahmin edebilir muydu?

Hayır tahmin edemezdi. Gerçekten tam bir ibretlik durumla karşı karşıyayız.

Bu kısır döngüden HERKES illallah etti.

20 sene önce ezilenlerin adına yola koyulanlar, o geniş kitlenin desteğini bugünler için mi aldı yahu? O kitlenin istediği Türkiye bu muydu?

İnsanların fikirleri yüzünden hapis yattığı,

Azıcık muhalif her STK’nın, her gazetecinin görüldüğü yerde ezildiği,

Tek bir sesin bütün sesleri bastırdığı,

Polisin iktidar partisinin şarkısını söylediği,

Camilerde siyasi propaganda yapıldığı,

Gençlerin mutsuz olup odasına kapandığı,

Kadınların ne evde ne sokakta huzur bulabildiği,

Ötekileştirmenin zirveye vardığı bir ülke mi hayal etmişlerdi?

Et almak lüks olsun diye mi hayal etmişlerdi?

Çocukların beslenme çantası boş kalsın,

Yasaklar baskılar daha da artsın,

Çalışanlar ay sonunu getiremesin,

Herkesin emeği yolsuzluklarla yok edilsin diye mi hayal etmişlerdi?

Devran dönsün de aynı adaletsizlikler başkalarına yaşatılsın mı istemişlerdi?

AK Parti’ye oy verenler bunu mu arzu ediyordu?

Hayır arkadaşlar hayır. Bu ülkenin muhafazakâr insanlarının istediği de bu değildi.

Biz işte bu nöbetleşe zorbalık dönemine son vereceğiz.

Eski Türkiye’nin ezilenleri, “ötekileri ezerek özgür olamayacaklarını” bilecek kadar bilge insanlardır.

Ben AK Partiyi oluşturan ve büyüten muhafazakâr demokratların büyük bir çoğunluğunun derin bir hayal kırıklığı yaşadığını gayet iyi biliyorum.

Konuşuyoruz. “Biz böyle olsun istememiştik” diyorlar.

“Bizim niyetimiz, bize yapılan haksızlıkları başkalarına yapmak için iktidar olmak değildi ki” diyorlar.

“Bu yapılanlar bizim ahlakımıza, inancımıza örfümüze adetimize uymuyor” diyorlar.

Büyük çoğunluk henüz bunları yüksek sesle dillendirmiyor.

Ama ne yapıyorlar? Biliyorum ki, o adaletli insanlar aile meclislerinde, kahvelerde, şöyle komşularıyla baş başa kaldıklarında bunları konuşuyorlar. Ve dertleşiyorlar.

Şimdi ben buradan, büyük umutlarla iktidara taşıdığı partisinin icraatlarından artık rahatsız olan insanlara sesleniyorum:

Aziz dostlarım,

Gelin, eski mağdurların, yeni mağduriyetler karşısında kayıtsız kalmayacağını hep beraber gösterelim.

Dindar insanların, muhafazakâr insanların, kendi kendilerini eleştirebilme ve yenileyebilme kabiliyetinin olduğunu hem Türkiye’ye hem de dünyaya göstermek için gelin el ele verelim.

Gelin özgür ve zengin Türkiye’yi hep beraber inşa edelim.

Bugün 20 yılını dolduran bu hikâyenin kaybedeni evet Erdoğan oldu arkadaşlar.

Onların hikâyesinde artık son 4-5 yılda bakın bir zafer mafer yok.

İşte görüyorsunuz: Döndüler, dolaştılar, başka partilerin desteğine muhtaç kaldılar yahu.

Geçen ki fotoğrafı görüyorsunuz değil mi?

Bir tarafına almış 1994 krizini çıkaran o dönemin başbakanı Çiller’i, bir tarafına almış 2001- 2002 krizinde planlama teşkilatından sorumlu başbakan yardımcısı olan krizin ortağı Bahçeli’yi, bir tarafına almış 28 Şubat’ın destekçisi Perinçek’i ‘ortaklarım bunlar’ diye millete gösteriyor yahu.

Bunu da ne zaman gösteriyor? Türkiye Yüzyılı lansmanı programında gösteriyor.

Geçtiğimiz Cumhuriyetin ilk yüz yılında ülkeyi batıran iki ayrı krizin mimarların yanına almış 28 Şubat'ın destekçisi Perinçek’i yanına almış onlarla Türkiye'nin yeni yüzyılına doğru yürüyormuş.

Vay yavrum vay.

Bu mu sizin vizyonunuz yahu. Bu mu sizin vizyonunuz.

Yazık gerçekten çok yazık. Önce bir kişinin iki dudağı arasından yönetilmeye başlayan bir partiye dönüştürdü, kendi partisini, şimdi de iki kişinin dört dudağı arasından yönetilen bir parti oldular.

Krizlerin Ortağı istedi; 2015’te erken seçime gitti.

Hatırlayın o günleri.

Krizlerin Ortağı istedi 2018’de de erken seçime gitti.

İlk açıklayan Bahçeli unutmayın.

Krizlerin Ortağı istedi; rejim değişti.

Krizlerin Ortağı istedi; mafyayı dışarı saldı.

Krizlerin Ortağı istedi; şaibelerin ortasındaki bakanı yanında tutmak zorunda kaldı.

Krizlerin Ortağı istedi; dünkü grup başkanvekilini bir günde kovdu.

Krizlerin Ortağı “tak” dedi, “şak” diye oldu.

Sayın Erdoğan, milletin kendisine emanet ettiği anahtarı artık Bahçeli’ye kaptırdı arkadaşlar. Bunu görüyoruz.

Yahu millet size bunun için oy verdi. 2018 seçimlerinde Sayın Erdoğan'a AK Parti'ye oy veren vatandaşlarımız ‘sen bu emaneti al git Bahçeli’ye teslim et’ diye mi size destek verdi?

Ve nihayetinde sonuçta; iktidardaki 20. yılın sonunda da Beştepe’yi, Bahçeli’nin mahalle temsilciliğine çevirdi.

Geldikleri nokta bu.

Gerçekten hazin. Gerçekten yazık.

*****

Değerli arkadaşlar,

20 yıl önce bugün ekonomi yönetimini devraldığımızda gerçekten büyük bir krizin ortasındaydık.

Unutmayın, 2001-2002 krizinde esnaf Başbakanlığın önünde o yazar kasa fırlattığında, Bahçeli’nin ofisi o binadaydı. Başbakanlık binasında başbakan yardımcılarının ofisleri olur. O yazar kasa fırlatıldığında o binadaydı.

20 yıl önce biz ne yaptık? Tam 3 Kasım tam 20 yıl önce, ekonomi yönetimini ekimizle birlikte devraldık.

Pırıl pırıl bir kadroyu oluşturduk hemen takviye ettik.

Enflasyonu 2 yılda tek haneye indirdik. Enflasyona 34 yıldan sonra ilk defa tek haneyi gösteren benim başında olduğum ekonomi kadrosuydu.

Peki, bugün enflasyon kaç? İşte 1 saat önce açıkladılar değil mi?

TÜFE yüzde 85 buçuk. Gıda enflasyonu yüzde 99. Artık ne kadar hassas hesap ediyorlarsa. Kuyumcu terazisi ha. 99 virgülüne kadar böyle.

ÜFE yüzde 157.

Bırakın son 20 yılı ta 1990’lardan bu yana ülkenin gördüğü en büyük enflasyon bu.

Ve bu hangi enflasyon? TÜİK’in açıkladığı makyajlanmış, üstü örtülmüş enflasyon.

Gerçek enflasyon en az yüzde 200 civarında.

Çarşıya pazara alışverişe giden herkes gerçek enflasyonun ne olduğunu görüyor.

İşte o 20 bankayı batıran, gecelik faizleri yüzde 7500’lere fırlatan 2001 krizinden ülkemizi nasıl çıkardıysak arkadaşlar, inşallah bu krizden de ülkeyi çıkaran yine bizler olacağız. DEVA kadroları olacak. Hiç merak etmeyin

Bizim Ayinemiz işimiz. Diğerleri gibi laf değil. Biz yaptığımız işi konuşuyoruz.

Ha bu işi batıranlar ömründe hiç bu işi yapmayanlar konuşabilir ifade özgürlüğü var. Ama biz başarılarımızla konuşuyoruz.

İnşallah şimdi çok daha güzelini yapacağız.

Hem de çok daha güçlü bir ekiple, bu sefer DEVA kadrolarıyla, yani sizlerle beraber yapacağız.

İlk 6 ayda arkadaşlar bu krizin havasını dağıtacağız.

En geç ikinci yılda da tekrar enflasyonu tek haneye indireceğiz.

Bu enflasyonun tek haneye inmesi 2 yıl.

Çünkü bu yüksek rakamları gördüğü zaman baz etkisiydi şuydu buydu şimdi teknik şeylerle yormayayım sizi bu o rakamları görünce tekrar tek haneye inmesi 2 sene sürüyor.

Ama yaparız bunu başarırız inşallah.

Şimdi Sayın Erdoğan ne diyor? Ben ne zaman vaktinde ekonomi kadromuzla birlikte yaptığımız başarılardan bahsetsek, dışişleri kadrolarımızla beraber dış politikada elde ettiğimiz başarılardan bahsetsek, ne zaman Avrupa Birliği kadromuzda beraber Avrupa Birliği yolunda elde ettiğimiz başarılardan bahsetsek ne diyor? ‘Ben imza attım da sen onun için yapabildin’ diyor. ‘Ben imza atmasam yapamazdın’ diyor.

Ben de birkaç kere söyledim ama buradan tekrar ediyorum çünkü tekrar edeceğiz ki anlayacaklar tekrar etmeyince zihinlerine zor giriyor bu iş.

Ben de diyorum ki Erdoğan'a ‘ya madem hikmet imza da o imzadan bir kere daha at da şu faizi de enflasyonda düşür de bir görelim’ diyorum ‘niye yapamıyorsun’ diyorum?

Üstelik tek imza, başkasının da imzasına ihtiyaç yok. 4,5 yıl oldu neredeyse yahu neden yapamıyorsun? 4,5 yıldır bu ülkeyi tek yetkili olarak yönetiyorsun. Bağımsız kurum bırakmadın. Merkez Bankası’nı tamamen talimatla çalışan sözünü dinleyen bir kurum haline getirdin. Demek ki Merkez Bankası senin sözünle yapıyor her şeyi.

Suçu kimseye atamazsın. Bunun faturasını kimseye kesemezsin.

Çok istedin tek imza dedin tek yetki dedin bu millete ‘al hadi bakalım yahu görelim ne yapacaksın’ dedi ama sonunda batırdın beceremedin.

Bu kadar açık.

Bu iş değerli arkadaşlar öncelikle kadro meselesi kadro. Dürüst ve ehil kadrolar olmadan yapamazsınız. Kadronuzdaki her bir insanın hem dürüst hem de işini bilen insan olması lazım. Bu iki vasfın tek kişide buluşması lazım. Kadrolarınızın da bu tür insanlardan oluşması lazım.

Yoksa ağzınızla kuş tutsanız yapamazsınız.

Ve İstişare ile karar almak lazım. ‘Ben biliyorum, ben ekonomistim, benim alanım ekonomi’ diye burnunuzun dikine gittiğinizde demek ki bu iş olmuyormuş.

Bunun bedelini millet ödüyor yahu. Bu ülke deney laboratuvarı değil ki. Bu ülkenin insanları da kobay değil.

‘Benim tezim var ben farklı düşünüyorum.’ Dünya gidiyor Mersin'e bizimki gidiyor tersine. Oralarda çıkmaz sokak var oralarda çamurlu yollar var çamurlu yollara batırdığı ülkeyi.

Onun için arkadaşlar önce ne diyoruz bilimle hareket edeceğiz diyoruz. Allah'ın verdiği aklı kullanacağız diyoruz. Başarı ancak ondan sonra elde ediliyor.

Biz ne yapacağız arkadaşlar bakın, Önce şu mutfaktaki yangını söndüreceğiz. Bu gıda enflasyonunu düşürmenin yolunu inanın bunlar bilmiyor yahu. Bilmiyor.

Bu gıda enflasyonunu sen kendine bağlı bin tane market kurarak düşüremezsin. İşte olmuyor.

Enflasyon yükselince ne yaptı? Dedi ki ‘bu marketler var ya bu pazarlar var ya bu pazarcı esnafı bakkal manav enflasyonu onlar arttırıyor’ demeye getiriyor.

‘Ben kendi marketlerimi açacağım ve orada ucuz gıda temin edeceğim’ diyor.

Sanki öbür taraftaki fiyatları patlatan enflasyonu patlatan başkasıymış gibi burada kendi marketlerinden, o tarım kredi marketlerinden ucuz gıda satarak enflasyonu düşürebileceğini zannediyor. Kafaya bak ya.

Tüm konut fiyatlarını patlatıyor, inşaat maliyetlerini patlatıyor yüksek kurla ondan sonra ne diyor? Onu yapan başkasıymış gibi ‘ben size ucuz sosyal konut temin edeceğim TOKİ ile’ diyor.

Ya bu oyunu artık herkesin görmesi lazım değil mi. Bütün enflasyonun hayat pahalılığının sebebi bilinmeyen varlıklar artık uzaylılar mı enflasyon canavarı mı ne onun adı konmuyor. Ama Tarım Kredi marketlerinde ucuz gıdayı satan kendisi TOKİ'de ucuz konut satan kendisi oradan sözüm ona tekrar güzellik yapmaya çalışıyor.

Gıda enflasyonu böyle düşmez arkadaşlar. Siz gıda enflasyonunu düşürmek istiyorsanız bu işin köküne ineceksiniz. Bu işin kökünde ne var bizim çiftçimiz var. Kökünde ne var bizim hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz var.

Biz gübre fiyatlarını düşürmedikten sonra yem fiyatlarını düşürmedikten sonra mazotu çiftçimize uygun fiyatla, elektriği çiftimize uygun fiyatla temin etmedikten sonra bu ülkede gıda enflasyonu düşmez. Bu iki kere iki dört eder gibi basit bir konu bu.

Onun için biz ne yapacağız? Bakın 1 nolu eylem planı. Bunu boşuna 1 nolu diye açıklamadık. İlk adımı boşuna toprağa atmadık.

Çukurova’da yaptığımız lansman programıyla arkasından Konya’da devam ettiğimiz lansman programıyla ne yapacağımızı hazırladık.

Dedik ki ‘gübrenin maliyetinin yarısını devlet olarak biz karşılayacağız’ dedik.

‘Mazottaki ÖTV'yi çiftçimize iade edeceğiz’ dedik, ‘yemin yarısını devlet olarak biz karşılayacağız’ dedik. ‘Elektriğe özel düşük bir tarife uygulayacağız’ dedik. ‘Çiftimizin eski borçlarını şöyle bir rahatlatıp faizini silip dondurup 2 yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız’ dedik. ‘Bütün sulama projelerini ilk 5 yılda tamamlayacağız’ dedik. Bunları yaparak siz ancak ülkede gıda enflasyonunu düşürürsünüz.

Siz bu kafayla giderseniz bu koca memleketi bu 85 milyonluk ülkeyi Avrupa'nın en büyük tarım arazilerine sahip olan ülkeyi Ukrayna’dan gelecek bir gemi buğday ‘işte geliyor yola çıktı’ diye sevindirecek bir haber diye vermezsiniz.

İnanın üzülüyorum yahu.
Gözlerimiz yollarda kaldı buğday gemileri gelecek diye. E sen bu ülkedeki tarımı batır elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz diye bir atasözü vardır biliyorsunuz.
İşte gemimiz takıldı buğday yok falan filan diye gözümüz yollarda kalsın. Rusya'dan Ukrayna’dan buğday gelecekmiş.
Bakın arkadaşlar bu topraklar 85 milyonu beslemeyi bırakın Avrupa'nın çoğuna gıda üretimini yapacak ve tüm Avrupa'yı gıda konusunda Türkiye'yi iyi bir tedarikçi yapacak kadar büyük topraklar.
85 milyon nüfus Avrupa'nın en büyük nüfusu, aynı zamanda Avrupa'nın en genç nüfusu. Bu topraklar Avrupa'nın en büyük toprakları, Avrupa'nın en büyük tarım arazileri. Ama kötü yönetildiğinde ülkenin bir tarım politikası olmadığında nasıl hem çiftçi eziliyor, nasıl hem süt veren inekler kesiliyor, nasıl gübre olmadığından ülkede tarımda verim düşüyor, nasıl çiftçi zarar ettiğinden artık tarımdan vazgeçiyor üretmekten vazgeçiyor. En iyi örneklerini şu anda Türkiye'nin tüm bölgelerinde görüyoruz yaşıyoruz.

Üreten rahat ürettikçe, tüketen de buzdolabını rahatça doldurabilecek arkadaşlar bu denklem böyle.

Ne kadar üretim o kadar dolu buzdolabı.

Siz enflasyonu üretimden maliyetten aşağı doğru çekeceksiniz.

Tutup da kendi manavınıza kendi bakkalınıza kendi pazarcı esnafınıza rakip olarak enflasyonu düşüremezsiniz yahu.

Böyle bir şey yok. Böyle bir dünya yok.

Sadece geçen yıl Tarım Kredi’nin yaklaşık 500 milyon lira zarar ettiğini arkadaşlar bana söyledi.

Tabii rakamlar hep örtülüyor kapalı. Ancak biz içeriden işi bilenlerden bu bilgileri alıyoruz. 500 milyon lira zarar.

Bu zarar ne için kendi manavımızın, bakkalımızın, pazarcı esnafımızın karşısına rakip çıkıp ‘onlardan daha ucuza satıyorum’ demek için.

E sen 500 milyon lira desteği şöyle bir dağıt bakalım herkes ucuz satar. Herkes fiyatını düşürür.

Böyle bir şey olmaz. Gerçekten çok yanlış yollara soktular ülkeyi çok büyük zarar ettirirler.

Ama bu büyük zararın bedelini sadece Cumhurbaşkanı ödemiyor sadece iktidar partisi ödemiyor 85 milyon ödüyor.

******

Değerli arkadaşlar,

Artık son düzlüğe doğru yaklaşıyoruz. Seçime doğru adım adım ilerliyoruz.

Çünkü biz burada iktidarcılık oyunu oynamıyoruz arkadaşlar. Biz burada yarının Türkiye’sinin hikâyesini yazıyoruz.

Bugünden yazdık bugünden yazmaya başladık bu hikâyeyi.

Bu hikâyenin yazarları işte bu DEVA kadroları, bu hikâyenin yazarları sizlersiniz.

Ve arkadaşlar kadrolarımızı sürekli genişletiyoruz. Bugün 81 ilde 737 ilçede teşkilatımız var. İl başkanlarımız görevlerinin başında ilçe başkanlarımız görevlerinin başında.

Ve her ilde ilçede ve tabii ki genel merkezde katılımlarla da kadromuz genişliyor.

Bakın şu son dönemde gerçekten çok değerli arkadaşlarımızı kadrolarımıza kattık.

Bursa milletvekilliğimizi yapmış Sedat Kızılcıklı Bey artık bizimle beraber. Daha önce Bingöl milletvekilliğimizi yapmış Mahfuz Güler Bey bizimle beraber. Geçenlerde Büyük Birlik Partisi MKYK üyeliğinden ayrılan Tahir Şahin Bey ve Gökmen Türkkan Bey bizlerle beraber.

Daha önce Tokat milletvekilliğimizi yapmış Dilek Yüksel Hanım artık bizimle beraber. Daha önce Afyonkarahisar'da Baro Başkanlığı yapmış anayasa mahkemesi üyeliğini yapmış hem de hakkıyla yapmış Celal Mümtaz Akıncı Bey artık bizlerle beraber.

Daha önce çalışma bakanlığı müsteşarlığı yapmış SGK başkanlığı yapmış Fatih Acar Bey artık bizlerle beraber. Daha önce her üç kamu bankasında yönetim kurulu üyeliği yapmış Vakıfbank’ın genel müdürlüğünü yapmış Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti merkez Bankası başkanlığı yapmış Mehmet Emin Özcan Bey artık bizlerle beraber.

Daha önce milli eğitim bakanlığında üst düzey görevler yapmış yurt dışında bakanlığı temsil etmiş Hasan Kaplan Bey artık bizlerle beraber. Ve bu Türkiye'nin güzel yarınlara doğru yaptığımız yolculukta kadrolarımız genişleye genişleye genişleye yürüyoruz çok şükür.

İnşallah o seçim günü geldiğinde arkadaşlar DEVA Partisi Türkiye'nin yarınlarında etkili güçlü söz sahibi olan bir parti olarak bu ülkenin, Cumhuriyetimizin 2. yüzyılına yeni yüzyılına damgasını vuracak Bir siyasi parti olacak inşallah.

DEVA Partisi aklıyla ve gövdesiyle yarının Türkiye’sinin asıl mimarıdır.

Tekrar tekrar söylüyorum arkadaşlar.

Ya başaracağız ya da başaracağız. Başka bir seçenek yok bizim için.

Cumhuriyetimizi, yeni yüzyılında tam demokrasi ile taçlandıracağız.

Öyle yarım demokrasi değil, eksik gedik demokrasi değil. Tam demokrasi ile taçlandıracağız.

Türkiye’nin yeni yüzyılında artık otoriter zihniyete yer olmayacak.

Türkiye’nin yeni yüzyılında kavga, dövüş, hakaret, aşağılama olmayacak.

Türkiye’nin yeni yüzyılında, açlık, sefalet, onur kırıcı muamele olmayacak.

Türkiye’nin yeni yüzyılında, kutuplaştırma, düşmanlaştırma olmayacak.

Türkiye’nin yeni yüzyılında sizler olacaksınız. DEVA Partisi olacak.

Tam bir özgüvenle hareket ediyoruz.

Sadece seçimi kazanmak yetmiyor.

Seçimi kazandıktan sonra Türkiye'yi de kazanmamız gerekiyor.

Dünyada örneklerini çok yaşıyoruz. Seçim için koştur koştur koştur laf üret laf üret laf üret tamam. Seçimi kazanıyorlar ama ellerinde eğer bir hazırlık yoksa o hükümetler öyle kötü çuvallıyor ki zaten apar topar erken seçime gitmek zorunda kalıyorlar ve onlar gidiyorlar başkaları geliyor.

İşte biz sadece seçimi kazanmayacağız arkadaşlar biz seçimlerden sonra Türkiye’yi kazanacağız.

Seçimlerden sonra demokrasinin başarı üreteceğini dünya âleme göstereceğiz.

Ve biz ‘demokrasi’ diyoruz değil mi biz ‘parlamenter sistem’ diyoruz değil mi. Ama inanın dünyada çok örnekleri var. Böyle otokrat liderleri deviren demokrasi talebi ile işin başına gelen hükümetler eğer gerekli hazırlıkları yapmadılarsa ellerinde bir plan program yoksa o kadar kötü çuvallıyorlar ki insanların bu sefer demokrasiyi isteyenlere güveni kalmıyor.

Diyorlar ki ‘ya bunlar beceremedi bir tek adam vardı ya o tekrar gelsin veya başka bir tek adam gelsin’ diye onun arayışına başlıyor insanlar.

Dolayısıyla burada sadece seçimi değil Türkiye'yi kazanacağız. Ama aynı zamanda demokrasiyi başarılı kılacağız. Demokrasinin bu ülke için adalet refah üretebileceğini göstereceğiz.

Demokrasinin bu ülke için refah üretebileceğini göstereceğiz.

Ama bunları nasıl yapacağız? Boş lafla değil.

İşte bu eylem planları ile yapacağız.

Bunlar seçimlerden sonra Türkiye'yi kazanmanın ön hazırlığı. Ama aynı zamanda da bunların hazır olması bunların var olması önümüzdeki seçimi kazanmanın da en önemli temeli en önemli mihenk taşı.

Bakın arkadaşlar ben tam bir özgüvenle ve büyük bir rahatlıkla söylüyorum.

Biz Türkiye’nin prangalarını sökeceğiz.

“Yapamazlar” diyecekler. Yapacağız.

Bu sorun “Çözülemez” diyecekler çözeceğiz.

Meselelerimizi hakla, hukukla, adaletle, eşitlikle çözeceğiz.

Kürt meselesini çözeceğiz. Eşit vatandaşlıkla çözeceğiz.

Alevi meselesini çözeceğiz. Onu da eşit vatandaşlıkla çözeceğiz.

İşte o zaman dünya âlem bizi üretimimizle, ihracatımızla, teknolojimizle, zenginliğimizle konuşacak.

Umudunuz diri, özgüveniniz tam, başınız dik olsun arkadaşlar.

Biz Türkiye’nin uçurumdan aşağı yuvarlanmasına asla ama asla müsaade etmeyeceğiz.

****

Ben bu duygu ve düşüncelerle hepinize başarılar diliyorum.

Gün boyu yapacağımız bu il başkanları toplantımızın güzel sonuçlar güzel kararlar oluşturmasını temenni ediyorum. Bu hafta İstanbul’da gerçekleştireceğimiz saha çalışmalarının da hem İstanbul için hem 81 vilayet için hayırlara vesile olmasın temenni ediyorum.

Ve ailelerinize dostlarınıza tüm 81 vilayetimize buradan İstanbul’dan gönül dolusu selamlarımı hürmetlerimi iletiyorum. Sağ olun var olun.

 

2 Kasım 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kalkınma Seferberliği Eylem Planı Konuşması

Kalkınma Seferberliği Eylem Planı
 
 
Bu güzel İstanbul sabahından, bu güzel tarihi mekândan, Kibrithane’den herkese merhaba!
 
Şu anda Osmanlı Kibritlerinin Fabrikasındayız.  
 
Tüm çalışma arkadaşlarımı,
 
Burada bizimle birlikte olan tüm konuklarımızı saygı değer basın mensuplarını,
 
Ve Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımızı sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.
 
*****
 
Evet, bugün Kibrithane’deyiz. 
 
Ve bu bir tesadüf değil. Rastgele seçilmiş bir mekân da değil. 
 
Burası, biliyorsunuz, Osmanlı’nın Kibritleri Fabrikası. Yani ülkemizin bir endüstri mirası.
 
16. Eylem planımızı böylesine tarihi bir mekânda kamuoyuyla paylaşıyoruz.  
 
Çünkü arkadaşlar, bizim ayağımızı sağlam bir zemine basmamız gerekiyor. 
 
Tarihten güç alan tarihi iyi bilen olumlu tecrübesiyle olumsuz tecrübesiyle tarihten güç alan bir şekilde yarınlara yürümemiz gerekiyor.  
 
Az evvel cümle arasında söyledim basit gelmiş olabilir ama bugün tam 16.  
Eylem Planımızla karşınızdayız. 
 
Yine dolu dolu bir eylem planından bahsediyoruz.  Tam 76 maddelik bir eylem planı.
 
Biz bu eylem planlarını açıkladıkça bazen diyorlar ki ‘ya bunlar çok uzun, bunları anlayamıyoruz.’ 
 
Bu eylem planları günü geldiğinde bakanların önüne koyulacak, müsteşarların önüne koyulacak ‘Haydi arkadaşlar ev ödevleriniz bunlardır. Çalışmaya başlıyorsunuz’ denilecek. Eylem planları. 
 
Yani işi bilen, tekniğini bilen o işin başında olan içinde olan insanların alıp uygulayacağı eylem planları. 
 
Bunu hazırlamak da herkesin harcı değil. 
 
Bizden başka da zaten bugüne kadar böyle bir şey yapabilen yok. Geçmişte de olmadı. 
 
Eylem planları seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin değerli arkadaşlar, hükûmet programını bırakın hükûmet programının uygulanmasıyla alakalı dokümanlar. 
 
Takvime bağlanmış dokümanlar ve ülkemizin her alandaki sorunlarının çözümlerini detaylarıyla çalışan ve bunları “eylem planları” ile ortaya koyan bir siyasi partiyiz biz. 
 
Ve gerçekten onur duyuyoruz: Türkiye siyasetinde bir ilke imza atıyoruz. 
 
Bugün 16.’yı açıklıyoruz ama tamamlandığında bunların sayısı 22 olacak.
 
Ve inşallah iktidar olduğumuzda da aynı 22 şeritli yolda ilerler gibi her alanda ama her alanda bu eylem planlarımızı eş zamanlı olarak uygulamaya başlayacağız. 
 
İşte arkadaşlar sandık günü var ya, sandık günü… Sonuçların açıklanmasıyla beraber özgür ve zengin Türkiye hedefimize doğru yola çıkacağız. 
 
Kilitli kalmış, tıkanmış tüm çarkların dönmesiyle, Türkiye’nin potansiyeli açığa çıkmış olacak. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Birazdan eylem planımızın genel hatlarını ben sizinle kısaca paylaşacağım ama asıl tabi geniş sunumu detayları Burak Bey benden sonra mikrofonu alacak ve sizlerle detaylı bir şekilde bu maddelerin üzerinden şekilde geçecek. 
 
Geçen hafta biliyorsunuz 1,5 saat boyunca içi boş bir “Türkiye yüzyılı” masalını dinledik. 
 
Tam bir boş çerçeve.
 
Şu anda fiili yaptıkları ayrı bir telden çalıyor açıkladıkları Türkiye Yüzyılı ayrı bir telden çalıyor.
 
Ya madem açıkladığın Türkiye Yüzyılı’nda çoğulcu demokrasi diyorsun katılımcılık diyorsun insan hakları diyorsun niye gelecek yüzyılı bekliyorsun? 
 
Yapsana bugün. Bugün uygulasana elini tutan mı var?
 
4 yılı geçti. Akıllarına eseni yapıyorlar. Hak hukuk tanımıyorlar. 
 
Adaleti her gün çiğniyorlar ondan sonra diyorlar ki Türkiye yüzyılında biz adalet diyeceğiz özgürlük diyeceğiz. 
 
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
 
Ama arkadaşlar bakın bizde ne boş laf vaaar, ne kuru laf kalabalığı var.
 
Biz çalışıyoruz, iş üretiyoruz iş.
 
‘Bugün ne söyleyelim’ demiyoruz bakın seçimden sonra ne yapacağımızı hazırlıyoruz ve bütün detaylarıyla hazırlanmış eylem planlarını baz alarak vatandaşlarımıza neler anlatacağımızı anlatıyoruz.
 
Biz çalışıyoruz işimizi yapıyoruz ve gerçek hedeflerden, gerçek ideallerden bahsediyoruz.  
 
Yarının Türkiye’sinden bahsediyoruz.
 
Dikkat edin, sanayimizi, esnafımızı ve KOBİ’lerimizi ilgilendiren atılım hamlemizi tanıtırken ne dedik? Bu bir “seferberlik” olacak dedik seferberlik. 
 
Tabi bu tesadüfen seçilmiş bir kavram değil seferberlik. Bu ne demek? Topyekûn hep beraber omuz omuza koşmak demek. 
 
Gerçekten bir seferberlik ihtiyacı var arkadaşlar.
 
Biz, bu ekonomik atılımı bir ülke meselesi olarak görüyoruz. Memleket meselesi olarak görüyoruz. 
 
Atılım için de bir seferberlik ruhuyla hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz.
 
Oturduğun yerden olmayacak, rehavetle bu iş asla olmayacak. Hep beraber koşmamız gerekiyor hep beraber çalışmamız gerekiyor.
 
Be biz bu sayede, Türkiye’de üretimde verimliliği zirveye taşıyacağımızı söylüyoruz.
 
Ekonomik egemenliğimizi ve güvenliğimizi sağlayacağımızı söylüyoruz.
 
Ülkemizi bölgemizin eennn güçlü ekonomisi yapacağımızı söylüyoruz.
 
Hatırlarsanız, iktidarımızın birinci döneminin sonu için bir hedef koymuştuk:
 
Demiştik ki; ‘Türkiye’yi orta gelir tuzağından kurtaracağız’ demiştik.
 
Bu ne demek?
 
“5 yıl içinde kişi başına düşen millî gelirimizi yüksek gelirli ülkeler seviyesine çıkaracağız yükselteceğiz” demek.
 
Biliyorsunuz dünya bankası ülkeleri 4 gelir seviyesine ayırıyor.  Düşük gelirli ülkeler, alt orta gelirli ülkeler, üst orta gelirli ülkeler ve yüksek gelirli ülkeler. 
 
İşte bizim hedefimiz bir Türkiye’yi orta gelirli ülke halinden alıp yüksek gelirli ülke haline getirmek. 
 
Peki kim var orada?
 
Belçika var, Danimarka var, Hollanda, Norveç, İsviçre falan var. Hani gençler akın akın gitmek istiyor ya şimdi. 
 
Soruyoruz ‘nerede yaşamak istiyorsun?’ diye bu ülkeleri tarif ediyorlar. İşte gençlerin gitmek istediği ülkeler neyse biz Türkiye’yi o seviyeye getireceğiz. 
 
Bakın Türkiye ben kendimi bildim bileli orta gelirli ülke.  Ta 30 sene önce öğrenciyken de orta gelirliydik hala orta gelirli ülkeden bahsediyoruz. 
 
Bir dönem 2013’te o yüksek gelirli ülkeler sınırına çok yaklaştık. 100-150 dolar falan kaldı ha o 12 bin 500’e ulaştığımızda yüksek gelirli ülkeler seviyesi 12 bin 600 12 bin 650 oralardaydı. 
 
Çok yaklaşmıştık. 
 
Ama hukuktan adaletten vazgeçince, istişareyi bırakınca dürüst ve ehil kadroları sistemden uzaklaştırınca eğitime de gerekli önemi vermeyince Türkiye hep korktuğumuz orta gelir tuzağına düştü ve o gün bugündür orta gelir tuzağında debeleniyor. 
 
Gerçekten çok yazık. 
 
İşte orta vadeli program açıkladılar şimdi. 
 
Bakıyoruz orta vadeli programda dahi Türkiye’nin yüksek gelirli ülkeler seviyesine çıkabilmesi ile ilgili hükümetin bir hayali yok. 
 
Yapamayacaklarını biliyorlar çünkü. 
 
Hukuk olmadan adalet olmadan iyi işleyen bir demokrasi olmadan yüksek gelirli ülke olmak bir hayal. 
 
Onun için bizim bütün bu eylem planlarımızın arkadaşlar eş zamanda uygulanması gerekiyor eş zamanda. 
 
Bir yandan 10 nolu eylem planıyla yargı reformunu yaparken bir yandan 7 nolu eylem planıyla yüksek öğretimde ilerlerken bir yandan bu ay sonuna doğru açıklayacağımız 3-18 yaş eğitim programıyla ilerlerken eğitimi, hukuku ve beraberinde ancak ekonomiyi sanayiyi KOBİ’leri ilan etmek zorundayız.
 
Bunlar ayrı ayrı konular değil.
 
Hepsi birbirinin içinde hepsi birbirini besleyen konular. 
 
Gelişmiş bir ülke olmanın yolu, bu hazırladığımız yüzlerce, binlerce adımın uygulanmasından geçiyor. 
 
Bize soruyorlar ‘ilk 90 günde ne yapacaksınız’ diye. Biz de diyoruz ki ‘açın bakın 22 tane eylem planı her eylem planın ilk 90 günde yapılacak adımları var. Biz onları eş zamanlı olarak uygulamaya başlayacağız’ diyoruz. 
 
Akıllı ve kontrollü bir şekilde değerli arkadaşlar artık gaza basmak zorundayız. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı hızla kapatmak zorundayız.
 
İşte bu Kalkınma Seferberliği Eylem Planımız, Türkiye’yi en ileri seviyeye taşıyacak hamlelerle dolu.
 
İstihdamdan ihracata, küresel rekabetten büyümeye kadar 10 temel hedef belirledik ve Türkiye’nin bir fikir ve üretim üssü olması için kollarımızı sıvadık.
 
Hazırlığımızı yaptık. Ve şimdi Milletimizden yetki alma yolculuğuna çıkıyoruz seçime doğru.
 
Peki neler yapacağız?
 
10 dakikada size kısa başlıklar halinde üzerinden geçeceğim ama dediğim gibi eylem planının detaylarını biraz sonra Burak Bey sizlere sunacak. 
 
(Arkadaki ekranda cümleler yansıyacak…)
 
(Görsel-1)
 
Bir: Yeni nesil üretim tesisleri kuracağız.
 
Sanayici arkadaşlarımızın, çalışanıyla işvereniyle neler yaşadığını çok iyi biliyoruz.
 
O yüzden ülkemizi en az 10 sanayi vahasıyla taçlandıracağız ve Tüm Organize Sanayi Bölgeleri’ni entegre kampüsler haline getireceğiz.
 
(Görsel-2)
 
İki: Yeni bir finansman modeli sunacağız.
 
Yatırımların artması lazım. Bunu sağlamak için de yatırımcılarımıza destek olmak lazım. 
 
Ve Yatırımcıya uzun vadeli ve teminat şartları uygun krediler sunmak lazım. 
 
Kamunun kendi yükümlülüklerini yatırımcıya ve iş yapanlara karşı yükümlülüklerinin tam ve gününde yerine getirilmesi lazım. 
 
Ve koşulsuz vergilerin oranlarının makul olması lazım.
 
(Görsel-3)
 
Üç: İstihdamda atılım yapacağız.
 
Her iş günü 1.000 yeni sanayi istihdamı sağlayacağız. Her iş günü 1.000 yeni istihdam yani iktidarımızın ilk döneminde sanayi istihdamımızı arkadaşlar tam 1 milyon kişi artıracağız.
 
Bu çok önemli.
 
İstihdamı ara değil aranan elemanlarla büyüteceğiz. 
 
Bu ara eleman tabirini biz kullanmak istemiyoruz.
 
Hem ara eleman diye bir tanımlama yapıyoruz ama onlar en çok aranan elemanlar. 
 
(Görsel-4)
 
İşte Özel sektörün yönettiği, iş garantili meslek ve çıraklık okullarını da yaygınlaştıracağız.
 
Cobot, yani insan-robot iş birliğine ayrı bir önem vererek iş gücünde yarınların yetkinliğine inşallah Türkiye’yi erişeceğiz.
 
(Görsel-5)
 
Beş: İhracatımızı büyüteceğiz.
 
Hedef net: İktidarımızın ilk döneminin sonunda ihracatımızı, 500 milyar dolara çıkaracağız. 
 
500 milyar dolar biliyorsunuz bizim zamanımızda 2023 için koyduğumuz hedefti. Fakat olmadı. 
 
Hukukta adalette eğitimde ülke geriye kayınca ekonomide de geriye kaydık. Ama biz bu seçimden sonraki ilk 5 yıl içerisinde yani DEVA iktidarının ilk 5 yılında 500 milyar doları yakalayacağız. 
 
İhracatımızda kilogram değerini 2 dolara ulaştırırken, yüksek teknolojinin payını da tam 2 misline yükselteceğiz.
 
(Görsel-6)
 
Altı: Ekonomik büyümemize kalite kazandıracağız.
 
Hep bahsediyoruz. Kaliteli büyüme. 
 
Dün ekonomi basınıyla akşam buluştuk. Bana te zamanında Uludağ Ekonomi Zirvesi’ndeki bir sözümü hatırlattılar. 
 
Dediler ki siz o zaman hep bahsediyordunuz, büyüme oranımız iyi, o zaman yüzde 10 büyüyorduk 2010-2011 o krizden sonra her sene. Fakat bu büyümenin kalitesinde sorun var diyordum ben o zaman. 
 
O gazeteci arkadaşımız hatırlatınca bende hatırladım. Büyümenin kalitesi. 
 
Gerçekten büyümenin sadece rakamı değil arkadaşlar kalitesi de önemli. 
 
Çünkü büyüme topluma geniş bir refah olarak yansıyor mu yansımıyor mu? 
 
Şu anda bakıyorsunuz mesela milli gelirden paya sermaye ne kadar pay alıyor emek ne kadar pay alıyor diye bir rakam vereceğim çok çarpıcı bakın.
 
Son 2 yılda emeğin milli gelirden aldığı pay yüzde 36’dan yüzde 25’e düşmüş durumda yahu. 
 
Düşünebiliyor musunuz? 
 
Hani sosyal devlet? Hani faiz düşmanlığı? 
 
Siz ‘bütçenin tam 330 milyarını bu sene faize ayırıyorum’ derseniz gelecek senenin bütçesini Mecliste şimdi, 576 milyar faiz bütçesi koyarsanız ve milli gelirin dağıtımında tabi ki sermaye daha çok pay alacak emek daha düşük pay alacak. 
 
Elinde zaten parası olana siz faiz ödüyorsunuz.  Bankada hesabı olana bir de kur farkı ödüyorsunuz, ‘kur artıyor siz mağdur oluyorsunuz’ diye. Ne oluyor? Sadece son 2 yılda emeğim milli gelirden aldığı pay yüzde 36’dan yüzde 25’e düştü. 
 
Milli gelirden payın yüzde 75’ini sermaye alıyor. 
 
Sermaye ne demek? Parası olan demek. 
 
Parası olan çoğu zaman rahat bir hayatla milli gelirin yüzde 75’ini alıyor her gün alnını teriyle bileğinin gücüyle çalışan emekçilerimiz sadece yüzde 25’ini alıyor. 
 
Sosyal devlet bu değil. Bu ekonomi politikası falan da değil. 
 
Bu tam bir fakirden alıp zengine verme operasyonu şu anda. 
 
Biz bu kur korumalı mevduat hesabı çıktığında o yüzden isyan ettik.
 
Bu ülkeyi batırma projesi siz ne yapıyorsunuz dedik. 
 
İşte bu sene faiz kadar da kur farkı ödüyorlar. 
 
330 milyar faiz, bir o kadar da kur farkı ödeyecekler. 
 
Toplam 650 milyar.  
 
Tanesi 650 bin liradan 1 milyon konut yapabiliyorsunuz arkadaşlar bu paraya yahu. 
 
Paranın büyüklüğüne bakın.
 
Bu sene ödenecek faiz ve kur farkına 1 milyon konutu yapıp vatandaşa bedava dağıtmak mümkün. 
 
Rakamın büyüklüğüne bakın. İşte kötü yönetim bu demek. 
 
Kötü yönetim yoksulu daha yoksul zengini daha zengin yapmak demek. 
 
Kötü yönetim, rahmetli Özal’ın ayağa kaldırdığı orta direği yıkmak demek. 
 
Şu anda yaptıkları bu. 
 
Orta dire yıkıldı arkadaşlar bu ülkede. 
 
2 uç oluştu. Zenginler daha zengin yoksullar daha yoksul oldu bu ülkede. 
 
Ve bunu sözüm ona halkın içinden gelen, halkı bilen, halkın derdiyle dertlendiğini iddia eden bir yönetim yapıyor şu anda Türkiye’de. 
 
Çünkü halktan koptular. 
 
Halkı artık anlamıyorlar. 
 
Etrafını sarmış varlıklıların esiri oldular. 
 
Değerli arkadaşlar bakın şu an Türkiye Niteliksiz, gelişigüzel ve ülkenin yoksul kesiminin sırtına basarak gerçekleşen bir büyüme yaşıyor. Biz böyle bir büyüme istemiyoruz. 
 
Elimizin tersiyle itiyoruz. Büyüme falan değil bu. 
 
Biz; dünyadaki dönüşümü avantaja çeviren, uluslararası patent ve marka başvurularını ikiye katlayan bir aklı devreye sokacağız.
 
Ve Topyekûn büyüyeceğiz. 
 
Büyümenin nimetlerinden tüm toplumun istifade edeceği bir ekonomik program uygulayacağız. 
 
Yaptık. 
 
Bakın Türkiye literatüre geçti. 2014’de dünya bankasının yayınladığı kalın raporda, başka ülkelere örnek olsun diye açıkladığı raporda Türkiye hem hızlı büyüyen ama hızlı büyümeyle beraber toplumun geniş kesimlerinde de refah artışını sağlayan bir ülke oldu. 
 
Türkiye hızlı büyüyen ama eş zamanlı olarak gelir dağılımını düzelten bir ülke oldu. Gini katsayısı ile ölçülüyor biliyorsunuz bu iş. 
 
Hem hızlı büyüdük hem gelir daha adil dağıldı. 
 
Ve 2014-2015’ e kadar sürekli düşen gini katsayısı yani düzelen gelir dağılımı o günden bugüne sürekli bozuluyor. 
 
Sürekli toplumun zenginiyle fakiri arasındaki uçurum artıyor. 
 
(Görsel-7)
 
Yedi: Yenilikçiliği iktidara taşıyacağız.
 
İktidarımızın ilk döneminde en az 1 yarı-iletken tesisi ve en az 2 elektrikli araç pil fabrikası kurulmasını sağlayacağız.
 
Çünkü yerliliği nasıl ölçeceksiniz? Ne kadar yerli? Bu katma değerle ölçülüyor. 
 
Üretimde katma değerin ne kadarı Türkiye’de kalıyor? Bunu mutlaka değiştirmemiz gerekiyor. 
 
Ve özellikle şu son yıllara baktığımızda çok kritik hayati ürünlerde Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltması gerekiyor.
 
Gıda da böyle yarı iletkenlerde de böyle pek çok stratejik üründe böyle. 
 
Dolayısıyla bu konular seçimlerden sonra hemen hemen kolları sıvayıp çalışılması gereken konular. 
 
Ve bu Yarı iletken/çip gibi alanlarda “Ay’a Yolculuk” projesi başlatıyoruz arkadaşlar. 
 
Yani aya sert düşüş kontrolsüz düşüş, bir demir parçasını aya düşürdüm a isabet ettirdim değil. 
 
Burada gerçekten çalışılması gereken alanlar. 
 
Savunma ve uzay gibi alanlarda da etkin kamu-özel-üniversite iş birlikleri kurarak, kritik teknik kabiliyetlerde yerelleşme hamlesini de başlatmamız gerekiyor. 
 
Yenilik atılımının yerliliğin yanı sıra ve yerliliğin yanı sıra, katma değerin de yükselmesi gerekiyor.
 
Katma değer hamlesi başlatacağımız sektörlerde de tabi çok sektör ama şöyle bir ilk 4 sektör olarak kendimize seçtiğimiz gözümüze kestirdiğimiz otomotiv var, kimya var, tekstil ve medikal var.
 
Buralara biraz eğilmemiz gerekiyor çünkü buralar böyle meyve ağacının kolay ulaşılabilen dalları gibi hemen oralardan meyveleri toplamak gerekiyor.  Ondan sonra kuşkusuz başka sektörlere doğru da eğilmek gerekiyor.
 
Tüm bu sektörlerdeki başarılarımız, Sayın Erdoğan’a emekliliğinde silmeyeceği tweetler attıracak. 
 
Bizi kutlayacağından hiç kuşkumuz yok, sonuçta memleketin başarısı. O da sevinir diye tahmin ediyoruz. 
 
Devam ediyorum.
 
(Görsel-8)
 
Sekiz: Devlete girişimcilik yaptırmayacağız arkadaşlar.
 
Devlet, girişimcinin işini kolaylaştıran bir katalizör işlevi görecek. 
 
Biz buna Katalizör devlet diyoruz. Ne demek bu; KOBİ’sine, esnafına ve girişimcisine kolay ve hızlı hizmet sağlayan tek durak ofiste üreten girişimcilik yapan herkesin işini kolaylaştırmak. Önünü açmak, gölge etmemek. 
 
Ayrıca bir de yeni sistem projesi hazırladık. Projenin adı “Yeter ki Sen İste!”
 
Biraz sonra detayları gelecek E-devlete benzer bir şekilde girişimcilerimiz küçük işletmelerimiz esnafımız internet üzerinden her türlü işini çok kolay bir şekilde yapacak. Devlet kapısında sürünmeyecek. 
 
Bırakın girişimciliği bakın bugün sosyal destek sosyal yardım veren devletin 43 birimi var. İhtiyacı olan aileler 43 birimi dolaşarak ancak anlayabiliyorlar devletin ne imkanları var diye. 
 
Şu dağınıklığa bakın. Hepsinin derlenip toparlanması gerekiyor. 
 
(Görsel-9)
 
Dokuz: Lokomotif teşvikler vereceğiz.
 
Net katma değer, tedarik zincirindeki rol, gibi kriterlere bakacağız ve teşvik sistemimizi sadeleştireceğiz.  
 
Çünkü teşvik kolay anlaşılmıyorsa bir işe yaramıyor. Karmaşık bir teşvikse insanlar o teşvik var diye bir iş de yapmıyor. Basit sade kolay anlaşılır teşvik sistemi olacak. 
 
(Görsel-10)
 
Ve on: Esnafın işini büyütmesini sağlayacağız. 
 
Bu ülkemizin büyümesi demek. 
 
Mikro işletmeler küçük işletme olacak. Küçük işletmeler orta boy işletme olacak. Orta boy işletmeler büyük işletme olacak. Türkiye böyle büyüyecek. 
 
Türkiye’nin büyümesinin yolu bu arkadaşlar. 
 
Türkiye’nin ekonomik yapısına asıl büyümenin lokomotifi özel sektördür özel sektör. 
 
Türkiye’de büyümenin kompozisyonuna baktığımızda en az yüzde 80’i özel sektör tarafından özel sektörün harcamalarından ve yatırımlarından gelir. 
 
Devletin payı sadece yüzde 20 civarındadır.  Ama devlet o yüzde 80’in önünü açmak zorunda. O yüzde 80’i desteklemek sorunda. 
 
Asıl potansiyel orada.
 
Tam da bu noktada arkadaşlar size bir haber daha veriyorum: Türkiye’yi “Süper KOBİ’lerle” tanıştıracağız, Süper KOBİ. 
 
Hatta rakam da veriyorum.
 
DEVA Partisi iktidarında dünyayla rekabet eden en az 100 bin Süper KOBİ’miz olacak. 
 
Ve ülkemiz işte o özel sektörün dinamizmiyle ayağa kalkacak. Özel sektörün dinamizmiyle koşacak kanatlanıp uçacak. 
 
Bizim modelimiz bu.
 
Tabi ki sosyal devlet olacaksınız tabi ki bütün bu yoğun ekonomik tempoda şu ya da bu sebeple geri kalan, şu ya da bu sebeple temel ihtiyaçlarını karşılayamayan vatandaşlarımızın devlet tabi ki yanında olacak. 
 
Devlet bu vergiyi niye topluyor? 
 
Bu temel bir vatandaşlık hakkı ama başarılı olmak istiyorsak rekabet şart. Bakın rekabetin olmadığı yerde rehavet oluyor. 
 
Bazen bize soruyorlar, ‘Sizin ekonomik modelinizde devlet nerede nasıl’ diye 
 
Devletin görevi 1 gölge olamayacak, gölge etmeyecek engel olmayacak, 2 özel sektörün önünü açacak. 
 
Düzenleme yapacak denetleyecek. Kural belirleyecek.
 
Biz kurallı bir piyasa ekonomisinden bahsediyoruz bakın kurallı bir piyasa ekonomisi. Bu ne demek, aynı olimpiyatlarda olduğu gibi bir metre yarış mı var? O olimpiyat komitesi ne yapıyor?  Çizgileri çiziyor, kuralları belirliyor kontrollerini yapıyor bütün atletleri aynı hizaya diziyor. Yani fırsat eşitliğini sağlıyor ondan sonra yarış başlıyor. 
 
Yarışın adil bir yarış olması gerekiyor. 
 
Rekabetin kurallar içinde bir rekabet olması gerekiyor. 
 
Ve işte biz özel sektörümüzü devletin kurallarını koyduğu, devletin fırsat eşitliğini sağladığı bir ortamda daha iyi hizmeti daha iyi ürünü daha ucuza üretmek ve vatandaşlarımıza sunmak için yarıştığı bir ekonomik modelden bahsediyoruz. 
 
Tabi ki devlet internet alt yapısını sağlayacak. Tabi ki fiber optik döşenecek tabi ki otoyollar yapılacak Türkiye en iyisine ve en büyüğüne layık. 
Ama bunların hepsi ne için? Bunların hepsi özel sektör işini daha rahat daha hızlı ve daha düşük maliyetle yapabilsin diye. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Eylem planımız tam 76 madde. Hepsi tek tek çalışıldı tek tek istişare edildi. Çok geniş istişareler ve çalışmalar sonucunda meydana geldi ama bu 76 maddenin her birisini bir sıçrama tahtası olarak düşünün. 
 
Her bir madde Türkiye’yi daha ileriye sıçratacak maddeler. 
 
Ve Hepsini gerçekleştirip bu atılım yapacağız.
 
Hani kimi dalga geçenler bizim için diyor ya “Ya bunlar kendilerini Kuzey Avrupa’da mı zannediyorlar. İsveç’te mi Norveç’te zannediyorlar” diyorlar. 
 
Çünkü biz yarının Türkiye’sini herkesten iyi görüyoruz. Yarının Türkiye’si için herkesten iyi hazırlanıyoruz. 
 
Ve evet İsveç’te de değiliz Norveç’te değiliz ama biz Türkiye’yi iklimi güzel insanı güzel, demokrasisi ve ekonomisi İsveç Norveç gibi ülke yapmayı hedefliyoruz. 
 
Hedefimiz bu.
 
Her şey takvime bağlandı. Her şeyin hesabı kitabı yapıldı. Bütçesi hesaplandı. Ve ülkemizi nasıl adil, özgür ve yüksek gelir grubu ülkeler arasına girecek işte bugünkü açıkladığımız eylem planı bunun temelini oluşturuyor. 
 
İşte bu eylem planımız sanayicimizin, KOBİ’lerimizin, esnafımızın yüzünü güldürecek eylem planımız.
 
Bunu tamamlayan ne var? 4 nolu eylem planımız var.  Dijital dönüşüm teknoloji. Yine Burak Bey’in koordine ettiği. 
 
Bunun zemininde ne var 5 nolu eylem planımız makro ekonomi finans. Bunun temelinde ne var? 10 nolu eylem planımız yargı reformu, hukuk. Bunun temelinde ne var? Yüksek öğretim var sağlam eğitim var meslek eğitim var. 
 
İşte bütün bu sağlam temeller üzerine bu 16. Eylem planımızı açıklıyoruz.
 
Ülkemiz için hayırlı olsun…
 
Sanayimiz, esnafımız KOBİ’lerimiz ve genç girişimciler için hayırlı olsun diyorum.
24 Ekim 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kültürel Atılım Eylem Planı Konuşması

Kültürel Atılım Eylem Planı

Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyor, partimizin Kültürel Atılım Eylem Planını açıklayacağımız basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli konuklar,

Yola çıktığımız ilk gün taahhüt ettiğimiz gibi, biz, siyasete yeni gelenekler kazandıran bir parti olduk.

Daha önce söylemiştim DEVA Partisi ile beraber artık Türkiye’de siyaset hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.

Yepyeni bir dönem başlıyor demiştim.

Biz yeni bir siyasi parti değil Türkiye’ye yeni bir siyaset anlayışı kazandıracağız diye yola çıkacağımızı söylemiştim.

Her alanda ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı, ne zaman yapacağımızı açık açık söylüyoruz. Takvime bağlıyor ve bütçelendiriyoruz.

Bu Türkiye’de bir ilk. Daha önce yapılan bir iş değil bakın.

Sadece seçim beyannamesi değil bunun çok daha ötesinde hükümet programını bırakın hükümet programının uygulama planını eylem planını bugünden hazırlayıp açıklıyoruz dikkat edin.

Biz bu topraklarda yaşanan sorunlara kulak vermekle yetinmiyoruz. Feryatlara “ah vah” deyip geçmiyoruz. Sorumluluğu daha iktidara gelmeden hissediyoruz ve çok detaylı eylem planlarıyla karşınıza çıkıyoruz.

İşte bugün 15. Eylem planımızla karşınızdayız.

Biliyorsunuz 22 şeritli yolda eş zamanlı olarak yola çıktık ve 22 eylem planımızdan biteni açıklıyoruz biteni açıklıyoruz biteni açıklıyoruz bugünde işte 15’incisiyle karşınızdayız.

DEVA Partisi, ülkemizdeki her alandaki sorunlarının çözümlerini detaylarıyla çalışıp “eylem planları” ile ortaya koyan ilk parti.

Toplam 22 eylem planımızın seçimlerden sonra eş zamanlı uygulanmaya başlanmasıyla ülkemizde gerçekten çok büyük bir atılım meydana gelecek.

Sandık günü, sonuçların açıklanmasıyla, özgür ve zengin bir Türkiye hayalimize uyanacağız hep beraber.

Kilitli kalmış, tıkanmış tüm çarkların dönmesiyle potansiyelini açığa çıkarmış bir Türkiye’yi hep beraber göreceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

İşte bugün elimde, kültür ve sanat alanında neler yapacağımızı, takvimiyle bütçesiyle detaylandırdığımız eylem planı var.

Çok kapsamlı bir çalışma gerçekten.

Ve bugüne kadar kültür ve sanat alanında yapılmış en kapsamlı çalışmalardan birisi.

Ülkemiz için hayırlı olsun diyorum.

Biz yıllarca seçim beyannameleri ve hükümet programları yazdık.

En az 4 seçim beyannamesi ve hükümet programı yazan ekibin içindeydim veya başındaydım. 4 ayrı seçim için.

Bu planların her birisinde biz şu sıkıntıları çekerdik. Hükümet programı ve seçimlerle ilgili seçim beyannamesi hazırlarken.

Kültür ve sanatla ilgili ne yaptıklarımızla ilgili yazacak bir şey bulabilirdik ne de yapacaklarımızla ilgili bir şeyler hazırlatabilirdik.

Ben bunu daha önceki siyaset döneminde DEVA Parti’sini kurmadan önceki siyaset dönemimde maalesef acısını çok çektim.

Arkadaşlarımızla beraber acısını çok çektik.

Öyle bir alan ki kültür sanat ne ele avuca şöyle gelen bir iş yapıldı bugüne kadar ne de ileriye doğru iyi bir planlama programlama yapılabildi.

İşte ilk defa biz bunu bugün eylem planıyla Türkiye’ye kazandırıyoruz.

Türkiye’de maalesef onlarca yıldır, kültür ve sanat alanı siyasi iktidarlar tarafından suistimal edildi, baskılandı.

İktidardakiler bu alanı hep kendi siyasi fikirlerine göre şekillendirilmeye çalıştılar.

Zaten onun için bu alan arzu ettiğimiz boyuta ulaşmadı arzu ettiğimiz başarıya ulaşmadı.

Her iktidara gelen, kendi kültürel iktidarını yaratma çabasına girişti.

Ha bunu beceremedik diye ilan edenleri de şimdi görüyoruz. Hani bazen yapamadık pişmanız hata ettik falan diyorlar ya işte bu alanı da itiraf ettiklerini görüyoruz.

Kültür ve sanatın özgürlüğünü, evrenselliğini reddeden bu anlayış yerinde saymamıza, hatta gerilememize sebep oldu.

Evet arkadaşlar, buradaki en temel sorunumuz da her zaman söylediğim gibi “zihniyet” sorunu.

O yüzden biz, sadece iktidar değişimini değil, zihniyet değişimini de hedefliyoruz.

Baskıcı, sansürcü, otoriter zihniyeti bitirmek zorundayız arkadaşlar.

“Demokrat zihniyetin” inşası ile kültür ve sanat alanında da güçlenmek zorundayız.

Bireylerin özgür olduğu, vatandaşlara her alanda yaratıcılıklarının geliştirilmesi için imkanların sağlandığı bir yönetim anlayışından burada ben bahsediyorum.

Sansürün olmadığı, konuşmanın yasaklanmadığı, ülkemizdeki tüm dillerin korunduğu bir zihniyetten bahsediyorum.

Kültürel mirasımızın talan edilmesinin önüne geçecek bir zihniyet…

Sanatçılarımızın gerekli desteklerle yükseltildiği bir zihniyet…

*****

Değerli arkadaşlar,

Eylem planımızı, tüm plan ve programlarımız gibi özgürlükçü bir anlayışla hazırladık.

Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki demokrasinin iyi işlemediği, özgürlüklerin baskı altında olduğu ülkeler hiçbir alanda ilerleme sağlanamıyor.

Demokrasi işlemeyince, yoksulluk artıyor.
Demokrasi işlemeyince, hukuksuzluk artıyor.
Demokrasi işlemeyince, eğitim kötüleşiyor.
Demokrasi işlemeyince gençler ülkeden kaçıyor.
Evet arkadaşlar, demokrasi işlemeyince toplum nefes alamıyor.

Nefes borumuz tıkanıyor.

Nefes alanlarımızdan en önemlisi de biliyorsunuz sanat ve kültür. Orası da tıkanıyor.

Bakın arkadaşlar,

Tarihimizin çeşitli dönemlerinde sanatçılara parmak sallayan çok siyasetçiler oldu.

Yasaklanan kasetler, ucube denen eserler, engellenen sanatçılar; çook oldu. Peki ne oldu?

Necip Fazıl’ı tutuklayanlar, yazdıklarını unutturabilen mi? “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” Sözlerini unutturabildiler mi?

Nazım Hikmet’i bu topraklardan gönderenler şiirlerini silebildi mi? “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” dizelerini bize unutturabildiler mi?

Ahmet Kaya’yı sürgüne yollayanlar şarkılarını dillerden söküp alabildi mi? “Artık susma yorgun demokrat”ı hafızalarımızdan sökebildiler mi?

Bülent Ersoy’u yasaklayanlar, bize onun sesini unutturabildi mi?

Sezen Aksu’nun dilini keseceğini söyleyenler, Minik Serçe’nin kalbimizdeki yerini zedeleyebildi mi?

Halide Edip’i sürgünler susturabildi mi arkadaşlar?

Demek ki neymiş olmuyor, olmuyor. Bu yasakçı zihniyetle bütün topluma adeta bir torna makinesinden çıkarmaya çalışan bir zihniyetle bu iş olmuyor.

Şimdi, bugün engellenen konserlere; sözü kesilen sanatçılara şöyle bakın. Hiçbirini silmeye gücü yetmeyecek hiç kimsenin.

Hep diyoruz ya, “sözün gücü” diye. Benim sık sık kullandığım bir tabir biliyorsunuz. Sözün gücü.

İşte biz söze gücünü iade edeceğiz arkadaşlar.

Şiirlerle, şarkılarla, türkülerle, tiyatroyla, sinemayla kavga eden anlayışa son vereceğiz.

Sanatı ve sanatçıları engelleyen yönetim anlayışına da son vereceğiz.

Kimseye “Bunu söyleyebilirsin, bunu söyleyemezsin” demeyeceğiz. Keyfi sansür uygulamalarına son vereceğiz.

DEVA kadroları yönetimde olduğu müddetçe hiçbir sanatçı “bugün sahnede hangi şakayı yaparsam gözaltına alınırım, hangi mesajı verirsem linç edilirim, kimle dalga geçersem başıma bir iş gelir” diye düşünmeyecek.

Herkes rahat olacak.

DEVA, devletin sanatçılara gösterdiği sopayı kırıp atacak.

DEVA iktidarı, hiç kimsenin, kendisinden olmayan sanatçılara sopa göstermesine de müsaade etmeyecek.

Bizim için aslolan özgürlüktür.

Bizim için aslolan özgürlüktür arkadaşlar.

İşte o yüzden sanat üretimine destek olacağız.

Sanatçılarımıza da insan onuruna yaraşır hayat sürmelerini sağlayacak sosyal güvenlik sistemini oluşturacağız.

Şu son bütçeye bakarsanız, Kültür ve Turizm Bakanlığına ayrılan pay ne kadar biliyor musunuz? binde 4. Yanlış duymadınız bakın yüzde bin değil, bin de 4. Sadece ama sadece binde 4. Üstelik bunun içerisinde “turizm” var ha. Kültür ve Turizm Bakanlığı ya içerisinde turizm de var bütçenin.

Öncelikle biz bu kaynakları artıracağız. Kültür ve sanatın bütçedeki payını çoğaltacağız.

Verilen mali destekler için de ölçülebilir, nesnel, şeffaf ilkeler benimseyeceğiz.

Bana yakın duruyorsan sana destek var ha bana biraz muhalif olduğunu ben senin hissediyorum sana devletten destek yok diye sanatçıları benden misin, beriki misin öteki misin diye asla ayırt etmeyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar, saygı değer basın mensupları,

Hatırlarsınız, 2011’de İstanbul, Avrupa Kültür Başkentliği yaptı.

Bakın İstanbul Avrupa’nın kültür başkenti seçildi. Tüm Avrupa’nın.

Onunla ilgili bir yıl boyunca çok güzel çalışmalar yaptık.

Yıldızımızın parladığı yıllarda, dünyaca ünlü sanatçılar ülkemize gelirdi konser verirdi biliyorsunuz.

Madonna’yı, Metallica’yı, Rammstein’ı, RogerWaters’ı, Riyana’yı (Rihanna), U2’yu ve çok sayıda müzisyeni biz kendi ülkemizde dinledik.
Şehir şehir dolaştılar konserler verdiler burada biliyorsunuz.

Şimdi biz kendi sanatçılarımızı bile dinleyemiyoruz.

Ülkenin düştüğü duruma bakın yahu.

“Ortada söyleyemezsin, buraya gidemezsin” diyerek konserleri festivalleri yasaklayan bir iktidar var.

İşte biz, festival ve konser gibi kültürel etkinliklerin keyfî kararlarla, sudan sebeplerle engellenmesine de dur diyeceğiz.

Bırakın yahu. Şu ülke rahat bir nefes alsın yahu. Gerçekten yazık oluyor bu güzel ülkemize.

Bu kültürel zenginliğiyle dünyada bir dönem bir zamanlar parmakla gösterilen ülkenin içine düştüğü duruma gerçekten çok üzülüyoruz arkadaşlar.

Biz öte yandan şunu da gayet iyi biliyoruz ki, bu hayat pahalılığında genç arkadaşlarımız konserlere, tiyatrolara, müzelere gitmeyi dahi akıllarından geçiremiyor.

Eskiden festivallere, yaşadıkları şehirler dışındaki konserlere giden gençler artık yasaklanmayan bir etkinlik bulmakta güçlük çekiyorlar, bulsalar bile bilet parasını geçin, yol parasını denkleştiremiyor gençler.

Ama inşallah seçimlerden sonraki ilk 6 ayda ne yapacağız? Şu kriz iklimini ortadan kaldıracağız. Gençlerimiz de şöyle rahat bir nefes alacak.

Hatta 18-25 yaş arasındaki gençlerin konser, festival, sergi gibi her türlü kültür-sanat etkinliklerine katılımlarını sağlamak için de bir “Kültür Kart” uygulamasını hayata geçireceğiz.

Biz bunları açıkladıkça birileri hemen kopya çekiyor bakın. Ben buradan tekrar patentini de DEVA Partisi’ne alarak ilan edeyim gençlere “Kültür Kart” vereceğiz.

“Kültür Kart”ın içerisinde sadece kültür ve sanat için harcayabilecekleri bir miktarı da her yıl o karta yükleyeceğiz.

Dolayısıyla gençlerimiz 1 yıl boyunca istedikleri etkinliği seçerek o karta yüklenmiş olan kültür ve sanat desteğini yıl boyunca kullanma imkanına sahip olacaklar.

Tekrar söylüyorum patenti biz de ha.

Ne zaman bir şey açıklasak ya bir başka parti kopya ediyor ya hükümet kopya ediyor. Hatta biz sizden önce zaten yapacaktık getirip yapıyorlar.

Bunun örneklerini sonra veririz. Şimdi konuyu dağıtmayım.

O yüzden “Kültür Kart” geçlere “Kültür Kart”ın patenti DEVA Partisi’nde.

*****

Değerli arkadaşlar,

Türkiye, tarihi ve coğrafyasıyla, doğal olarak kültürel zenginliğe sahip bir ülke.

Sayısız medeniyetlere ev sahipliği yapmış topraklarda yaşıyoruz biz.

Dünya arkeoloji çalışmalarının hepsinde Türkiye gözbebeği olarak görülüyor.

Tam coğrafyaların kesişme noktası. Avrupa’nın Asya’nın Afrika’nın kesişme noktası.

Karadeniz’in Hazar Denizi’nin Akdeniz’in kesişme noktası.

Ortadoğu’nun Kafkasya’nın Balkanlar’ın kesişme noktası.

Bu kadar zengin bir tarih ve kültür tabi ki bu topraklarda binlerce yıl hatta on bin yıl 12 bin yıl geriye gidiyorsunuz bakıyorsunuz bu topraklar kültüre ev sahipliği yapmış.

Ancak, maalesef sahip olduğumuz doğal kültür zenginliğine, rant ve çıkarlar uğruna, zararlar veriliyor.

Pek çok kültürel miras, restorasyon adı altında katlediliyor. Restore edeceğiz diye bir giriyorlar 500 senelik 800 senelik tarihi eseri neredeyse yıkıp TOKİ gibi yeniden inşa ediyorlar.

Böyle restorasyon olmaz arkadaşlar.

Tarihimiz büyük projeler altında yok oluyor.

İşte en yakın örnek Hasankeyf… Biliyorsunuz, tarihi on binlerce yıl öncesine dayanan, yeryüzündeki en eski yerleşim alanlarından biri olan, çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış olan Hasankeyf, adeta betona gömülmüş durumda.

Ve şimdi de bir diğer kültürel mirasımız olan Peribacaları yol çalışması sebebiyle tahrip ediliyor.

Değerli arkadaşlar, işte biz buna son vereceğiz. Bir Hasankeyf faciası daha yaşamaya tahammülümüz yok.

Tarihi eser ve anıt vasfı taşıyan kültürel miras yapılarımızın daha etkin korunmasının ve gelecek nesillere aktarılmasının öncülüğünü yapacağız.

Biz, kültür varlıklarımızı ve tarihi birikimimizi koruyup, sonraki nesillere çevre ve doğa zenginliklerimizle beraber aktarmayı hedefliyoruz.

Biliyorsunuz bizim bir nesiller arası adalet kavramımız var. Nesiller arası adalet.

Yani bugün yaşarken tarih mirasını kültür mirasını doğayı çevreyi tahrip edip gelecek nesiller bana ne demeyeceğiz.

Ne yapacağız? Bugün tabiat mirasımızı kültür mirasımızı tarih mirasımızı doğal güzelliklerimizi koruyup gelecek nesillerin onlardan öğrenmesini ve istifade etmesini sağlayacağız.

Projelendirilmiş ya da henüz planlama aşamasında olan baraj, yol, köprü ve altyapı çalışma alanlarında tarih mirasımız kültür mirasımız olabiliyor. İşte bunları var olan mevzuatı, kültür varlıklarının korunması yönünde güncelleyeceğiz.

Çünkü bu ikilem hep hükümetlerin karşısına çıkar.

Diyelim ki önemli bir proje yoldur viyadüktür barajdır şudur budur. Ama bir de bu proje gerçekleştirildiğinde zarar görecek hatta yok olacak tarih ve kültür mirası vardır.

Bunlar arasında hep ikilemler oluşur.

İşte biz bu ikilemi tarih ve kültür mirasımız lehine değiştirecek bir düzenlemeyi de yasaları gözden geçireceğiz.

Yine arkadaşlar, söylemekten mutluluk duyduğumuz bir başka projemiz var. “Plato Kentler”

Bunun da patenti DEVA Partisi’nde.

Rantın henüz tarumar edemediği birbirinden güzel şehirlerimiz var.

“Plato Kentler” statüsüne alacağımız bu kentlerimizin özellikli bölgelerini belirleyerek, yerel yönetimlerle iş birliği içerisinde plato haline getireceğiz.

Yani plato dediğimiz bu film çekme sinema eseri oluşturmaya uygun doğal sinema seti gibi düşünün. O tür yerlere plato deniyor.

Böylece yerel kalkınmaya sinema sektörünün katkısını artıracağız.

*****

Az evvel “Sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış toprakların üzerindeyiz” demiştim.

Sayısız kültürel grubun, sayısız dilin ev sahipliği yapan bu topraklar
Bildiğiniz gibi UNESCO’nun “Tehlike altındaki diller atlası”nda Türkiye’deki 18 dilin de yaşadığı topraklar.

Ve UNESCO bu dillerin yok olma tehlikesiyle ilgili tespit yaptı rapor yayınladı biliyorsunuz.

Dil, mirastır. Bu topraklardaki tüm dilleri yaşatmak bizim boynumuzun borcudur.

Çok kültürlülüğümüzün zenginlik olduğu bilinciyle, işte bu 18 dilin korunması ve bu dillerde kültürel ve sanatsal üretim yapılması için her türlü çabayı göstereceğiz.

Ha ayrıca… DEVA Partisi olduğu müddetçe hiçbir sanatsal, kültürel aktivite yapıldığı dil nedeniyle iptal edilmeyecek arkadaşlar.

Böyle Daha da açık konuşayım; çünkü açık konuşmayınca bazıları duymamazlıktan geliyor.

Kürtçe şarkılarla Türkçe şarkılar, Zaza’ca şarkılar, Arapça şarkılar, aynı sahnelerde, aynı imkanlarla söylenecek. Ve Hep beraber zevkle dinleyeceğiz, eşlik edeceğiz arkadaşlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

Her ne kadar iktidar kültür sanat alanını desteklemese de ülkemizde uluslararası başarılar kazanan pek çok sanatçılar var.

Nobel ödüllü yazarımız var. Cannes ödüllü yönetmenimiz var.

Hatta Eurovision ödüllü şarkıcılarımız var. Evet Eurovision.

Uzun zamandır bu ifadeyi bu kelimeyi duymuyoruz değil mi? Ne oldu Eurovision’a diyoruz.

Hatırlayın 97’de Şebnem Paker ve Grup Etnik üçüncülük elde etmişti dünya 3’üncülüğü. 2010’da Manga grubu ikinci olmuştu.

Ve hepimizin aklına kazındığı şovuyla 2003’de Sertab Erener birinci olmuştu.

Değerli arkadaşlar, biz Eurovision’u önemsiyoruz.

Sertab Erener’in “Everywaythat I can” dediği gibi, biz de her türlü çabayı gösterip yeniden Eurovision’a katılacağız. Bunu da buradan ilan ediyorum.

Yani kısacası, Türkiye’yi Avrupa sahnelerine tekrar geri döndüreceğiz.

Bunu hep beraber yapacağız inşallah.

Yine ekrana başına oturup, Türkiye’ye verilen oyları heyecanla izleyeceğiz.

Bu bir özgüven meselesi. Siz Türkiye’yi dünyadan koparırsanız Türkiye’yi Avrupa’dan koparırsanız ondan sonra da ‘ya bu Avrupalılar bizim düşmanımız’ diye de dünya aleme ilan eder kapı kapı dolaşırsanız işte Türkiye’ye böyle izole olmuş en yaygın sanat etkinliklerinden dahi koparmış duruma düşürürsünüz.

İşte biz bunu değiştireceğiz.

Ben bu vesileyle, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz TRT sunucusu Bülent Özveren’i de rahmetle anmak istiyorum. Özveren’in en büyük hayallerinden biri Eurovision’a geri dönmemizdi biliyorsunuz.

İnşallah bunu da gerçekleştireceğiz.

Biz, her daldan sanatçımızı, uluslararası platformlara taşımak için azami gayreti göstereceğiz.

Uluslararası platformlarda ülkemizin temsil edilmesi çok önemli. Bu sebeple kültürel diplomasiye de önem veriyoruz.

Türkiye’nin hikayesini dünyaya anlatmak için yola çıkacağız. Kültür ve sanat alanında yaptığı çalışmalarla öne çıkan ve kendi alanında önemli katkılarda bulunmuş isimlerin, uluslararası kamuoyunda bizi temsil etmesi amacıyla “Kültür Elçileri” programını başlatacağız.

“Kültür Elçileri” bu da patentini aldığımız bir başka proje. “Kültür Elçileri” projesi.

Bu ne demek tarafsız ve objektif bir karar ve seçim yoluyla Türkiye’yi artık tüm dünyada bir Kültür Elçisi olarak temsil etmeye hak kazanmış insanlara bu unvanı vereceğiz. Ve onlar tüm ülkemizi temsilen farklı farklı ülkelerde ülkemizin kültür zenginliğini sanat zenginliğini anlatmak tanıtmak ve güçlü itibarlı bir Türkiye’ye katkıda bulunmak için gidecekler bizi tüm dünyada edecekler ve bu seçilirken ne bir siyasi eğilim ne bir ideoloji. Tamamen bağımsız tarafsız bir heyetin kararıyla bu kültür elçileri belirlenecek.

*****

Değerli basın mensupları,

Ben eylem planımızın genel hatlarını sizlerle paylaşmış oldum.

Bu oldukça kapsamlı bir plan. Dediğim gibi bakın 4 tane seçim beyannamesi ve 4 tane ayrı hükümetin programını yazan ekibin içinde veya başında olan bir insan olarak söylüyorum.

Bugüne kadar böyle bir şey olmadı Türkiye’de. Kültür ve sanat alanında bu kadar kapsamlı takvime bağlanmış gün gün yapılacakların sıralandığı bir çalışma olmadı.

Bunu gerçekten Türkiye’ye kazandırmaktan çok çok mutluyuz. Onur duyuyoruz.

Bu büyük bir emek ve uzun bir çalışma için politikalarımızın biraz sonra ben sözü Helûn Hanım’a devredeceğim. O detaylarını anlatacak.

Ben sadece genel bir çerçeve çizmeye çalışıyorum.

Politikalarımızın tabi hedefinde “Özgür, eşit ve yaygın Kültür-Sanat yaşamıyla kalkınan bir Türkiye” var.

İnanıyorum ki, kültür ve sanat alanında gerçekleştireceğimiz atılım; özgür, zengin ve mutlu Türkiye hayalimize bizi daha yaklaştıracak.

Ben şimdi sözü, eylem planımızın detaylarını paylaşmak üzere, Kültür, Sanat ve Turizm Politikaları Başkanımız Sayın Münevver Helûn Fırat’a bırakıyorum.

Katılımınız için hepinize tek tek teşekkür ediyorum.

20 Ekim 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Madencilik ve Enerji Eylem Planı Konuşması

Madencilik ve Enerji Eylem Planı
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Değerli konuklar,
 
Değerli çalışma arkadaşlarım,
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,
 
Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum, partimizin Madencilik ve Enerji Eylem Planını açıklayacağımız basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Acı günlerin ortasındayız. 
  
Geçtiğimiz cuma günü, 6 gün önce, Amasra’daki faciada 41 madenci kardeşimizi kaybettik.
 
Acımız büyük. Çok üzgünüz. Ülkece üzüntümüzü tarif edecek kelimeler bulamıyoruz. 
 
Ne zaman konu açılsa gerçekten boğazımız düğümleniyor.
 
Bir kere daha huzurunuzda acılı ailelere başsağlığı ve Allah’tan bol sabır temenni ediyorum. Mekanları cennet olsun.
 
Her bir canımızın apayrı bir yaşam öyküsü vardı. Her birisinin sevdikleri vardı. Her birisi hayali olan insanlardı.
 
Hepsine bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. 
 
Biliyorsunuz, geçtiğimiz cumartesi günü önceden planladığımız bir Erzurum Mitingi vardı. 
 
Arkadaşlarımız gerçekten yoğun bir hazırlık yaptılar ve tüm Erzurum’da çok ciddi bir hareketlenme olmuştu.  Ama biz Cuma Erzurum’a vardıktan sonra haberleri almaya başladık. Cumartesi sabah tablo net ortaya çıktıktan sonra Erzurum mitingimizi iptal etme kararı aldık. 
 
Mitingin ardından yaptığım kısa açıklamada da ifade etmiştim; kaybettiğimiz canları sadece sayıyla ifade etmek gerçekten gücümüze gidiyor.
 
Çünkü her bir kayıp canın ayrı hayat hikâyesi var, ayrı ayrı sevdikleri var. Her biri; birinin babası, birinin kardeşi, birinin oğlu, birinin arkadaşı, birinin eşi... 
 
Cumartesi günü Erzurum’dayken açıklanan isimler henüz tamamlanmamıştı. 
 
Sayı aşağı yukarı belli olmuştu kayıp sayımız fakat isimlerin hepsi açıklanmamıştı. 
 
Şimdi ben her birini isimleriyle tek tek anmak istiyorum:
 
Ali Doğru, Aziz Köse, 
Berkay Kesim, Berkay Pınaroğlu,
Burçin Saban, Deniz Baysal, 
Emrah Kaval, Emrah Kaya, 
Enes Aydın, Ercan Akdeniz, 
Ercan Saraç, Ferhat Poyraz, 
Fikret Kansız, Gökhan Mercan, 
Gürdal Serenli, İbrahim Köse, 
Mehmet Bulut, Mehmet Kara, 
Murat Ergin, Murat Öztan, 
Mustafa Can Yıldırım, Mustafa Çelik,
Okan Akgül, Orhan Altun, 
Öner Yıldız, Rahman Özçelik, 
Ramazan Özer, Rasim Bulut, 
Remzi Özçelik, Rıdvan Acet, 
Sabri Akdere, Selçuk Ayvaz, 
Serhat Kahraman, Serkan Nakaş, 
Soner Ak, Suat Demirkıran, 
Şaban Yıldırım, Şuayip Okul, 
Yasin Çelik, Yener Saygın, 
ve Yusuf Özerkan
 
Bir kez daha, her birini rahmetle anıyor, tüm ülkemize başımız sağ olsun diyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Facianın ertesi günü, pazar günü Amasra’daydık. Ailelerin acılarını paylaştık. Ağıtları dinledik.
 
Hayatlarını kaybedenlerin eşleriyle, analarıyla, babalarıyla, kardeşleriyle acılarını paylaştık. Arkadaşlarıyla buluştuk, dertleştik. 
 
Cenazelerden geliyoruz.
 
Kederliyiz, üzgünüz.
 
Evet; madencilik insanlığın en tehlikeli mesleklerinden birisi.
 
Çalışanlar; yanma tehlikesiyle, yaralanma tehlikesiyle, ölüm tehlikesiyle yaşayarak hayatlarını kazanıyorlar.
 
Aileleri nefes alsın diye, her gün kendileri akciğerlerini tüketiyorlar.
 
Yerin yüzlerce metre altında ekmeklerini taştan çıkarırken, sürekli ölüm tehlikesiyle baş başalar. 
 
Maalesef, son 40 yılda, bini aşkın madencisini, görevi başındayken kaybeden bir ülkeyiz.
 
Ben bundan tam 1 sene önce Zonguldak’taki bir kömür madenine indim. Böyle bir 8-10 arkadaşımızla beraber.
 
Ta en uç damarlara kadar girdik. Ve gerçekten yerin altında o kömür damarı nereye doğru gidiyorsa o damarı takip eden ve bitmeyen bir yer altında yolculuk söz konusu. 
 
Ve o damarların en ucunda en dar alanlarında bazen kazmayla bazen kompresörle arkadaşlarımız çalışarak hayatlarını kazanmaya çalışıyorlar. 
 
Zor bir meslek.
 
Ama biz bu ölümlerle yaşamaya alışamayız arkadaşlar. 
 
Madencilik ile ölümü eşitleyemeyiz. 
 
Onun için bugün güçlü bir şekilde “İtirazımız var” diyoruz. 
 
Geçmişten ders çıkarılmamasına itiraz ediyoruz.
 
İş güvenliğini yok sayan çalışma sistemine itiraz ediyoruz.
 
İnsanların; tedbirsizlikten, denetimsizlikten göz göre göre ölmelerine itiraz ediyoruz.
  
Önlenebilir kazaların ardından, yargılamaların adil olmamasına itiraz ediyoruz. 
 
Cumhurbaşkanının 2022 yılında çıkıp, ta 1906 yılında Fransa’da olan bir maden faciasını örnek göstermesine itiraz ediyoruz.
 
“Kader” gibi, “fıtrat” gibi önemli kavramların istismar edilmesine itiraz ediyoruz. 
 
Değmez arkadaşlar bakın gerçekten değmez.
 
Dün gördük. Ülkenin cumhurbaşkanı, partisinin grup toplantısında, “Ben kaza ve kadere iman etmiş bir insanım” diyor. 
 
Eyvallah.
 
Ama böyle bir ortamda da karşısındakiler iştahla alkışlıyor.
 
Bir sakin olun ya... Bir mahcup olun. İnsanların kutsallarını istismar etmenin şu an sırası değil.
 
Hepimiz kadere inanıyoruz. Hepimiz kazaya inanıyoruz ama olayın sadece bu çerçeveden sunulup hiçbir şey yokmuş gibi hükümetin bu işte hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi elini sabunlayıp çıkmasına da itirazımız var. 
 
41 cenazemiz var ve acımız taptaze.
 
Yönetimin başındaki kişinin, birilerini dinsizlikle suçlamadan önce şunlara cevap vermesi lazım:
 
Çünkü ne yapıyor? Dikkat edin hep kutuplaştırıyor. 
 
Yani biz inananlarız diyor bizi eleştiren adeta inanmayan demeye getiriyor. 
 
Biz kadere ve kazaya inanıyoruz diyor bizi kim eleştiriyorsa demek ki onlar inanmıyor demeye getiriyor. 
 
Böyle bir şey olur mu yahu? Gerçekten ayıp. 
 
“Madenciler neden öldü?” , “Neden ölümler önlenmedi?” diye biz burada soruyoruz. 
 
Raporları neden dikkate alınmadı? Neden uyarılara kulak asılmadı diye soruyoruz. Buna cevap verin diyoruz.
 
İşi hemen “kader”, “fıtrat” çerçevesine sokmadan siz önce bir sorun, soruşturun.
 
“Acaba tedbirde bir kusur var mıydı?” diye bir denetlemeyi önce tamamlayın ondan sonra konuşun yahu. 
 
Şu acı günlerde bari kutuplaştırmayı, ötekileştirmeyi bir kenara bırakın milletçe hep beraber acıyı paylaşma gününde bu ülkeyi siz inanan inanmayan diye siz ayırmaya kalkamazsınız. 
 
Buna haddiniz yok.
 
Bakın değerli arkadaşlar, 
 
Dünkü grup konuşmasında Cumhurbaşkanı bu kazada taraf olmuştur. 
 
Uzun uzun tedbirleri okuyor kürsüden. Şu tedbiri aldık bu tedbiri aldık diye. 
 
Bu tedbiri aldık şu tedbiri aldık diye sen kürsüden açıklama yaptıktan sonra bu işi soruşturan savcıların elini kolunu bağlıyorsun yahu.
 
Taraf oluyorsun çünkü. 
 
Burada yapılması gereken derhal ama derhal bu işin başındakilerin hemen görevden el çektirilmesi ve soruşturmanın tarafsız, bağımsız bir şekilde yapılması.
 
Bu işin yöntemi bu.
 
Hatırlayın eskiden demokrasimizin daha iyi olduğu dönemlerde soruşturmanın selameti için görevden el çektirmek diye bir kavram vardı. Bir hatırlayın. 
 
Bakın son zamanlarda bunların tamamı unutuldu. Tamamı unutuldu. 
 
Ya siz o işten sorumluları hala görevde tutarsanız delilleri karartmaya kadar işlemler orada yapılabilir. 
 
Çok temel bir hukuk kaidesi çok temel bir bağımsız tarafsız yargı süreci kaidesidir bu. 
 
Bırakın öyle istifa ettirmeyi, görevden geçici el çektirmeyi, ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıyor şu tedbiri almıştık, bu tedbiri almıştık.
 
Adeta ne demeye getiriyor. Ya bizim suçumuz yok kader diyor fıtrat diyor işi o çerçeveye oturtup geri çekiliyor.
 
Biz buna izin vermeyeceğiz. 
 
Bu işin üzerine üzerine gideceğiz. 
 
Bakın ben pazar günü maden alanında yaptığım açıklamada ne demiştim? Mutlaka demiştim bir araştırma komisyonu kurulması lazım. Hemen ve mecliste bu işin tarafsız bağımsız bir sürecin hemen başlaması lazım demiştim. 
 
Bizim arkadaşlarımız pazartesi sabahı bu hazırlığı yaparken baktık iktidar partisi bu işin sonu kötü ön alıp hemen kendisi araştırma komisyonuyla ilgili bir teklifte bulundu. 
 
Şimdi orada bu işin rahat bir şekilde ele alınıp iyi incelenmesi gerekiyor. Üzerine gidilmesi gerekiyor.
 
Çünkü olanlardan ders alacağız ki bir daha tekrar edilmesin. 
 
Burada bir sıkıntı var bir sorun var. 
 
Bir patlama oldu yahu. Bunu bir sebebini önce inceleyin bulun. 
 
Nedir? Kusur nerede, nasıl. Bir önce inceleyin. 
 
İşte arkadaşlar biz bu yönetim zihniyetine itiraz ediyoruz.  
 
Biz sadece itiraz etmekle kalmıyoruz. Aynı zamanda ilan da ediyoruz.
 
Madenci ölümleri, Türkiye’nin üstünde bir kara lekedir. Ve biz bu lekeyi inşallah sileceğiz.
 
Hep beraber sileceğiz. 
 
Nasıl sileceğimizi inşallah Candan Bey birazdan madde madde açıklayacak.
 
Çünkü biz sadece durum tespitiyle kalmıyoruz arkadaşlar. Biz çözümlerimizi de ortaya koyuyoruz. 
 
Ve uzun süredir üzerinde çalıştığımız bir eylem planı var Madencilik ve Enerji Eylem Planı. Madencilik Eylem Planı’nda da bu kazalar tekrar olmasın diye ne yapılacağını açık açık açık ortaya koymuş durumdayız.
 
Çok kapsamlı bir çalışma ve bunu biraz sonra sizlerle paylaşacağız.
 
Tabi burada mesele madencilik olunca öncelikle işin her yönüne bakmamız gerekiyor. Her açıdan meseleye yaklaşmamız gerekiyor. 
 
Ve meselenin bir iş güvenliği var perspektifi var bir can güvenliği perspektifi var, çevre perspektifi var. 
 
Çünkü bugün madencilik dendiğinde eşittir çevre katliamı olarak da bir tablo karşımıza çıkıyor.
 
Dolayısıyla biz altını çiziyorum: Emekçilerin can verdiği bu madencilik sistemine son vereceğiz.
 
Çevrenin yok edildiği bu madencilik sistemine de son vereceğiz.
 
Bu amaçla, iktidarımızın ilk 6 ayında “Sorumlu Madencilik İlkeleri”ni Türkiye’ye getireceğiz.
 
Özellikle bakın “getireceğiz” diyorum.
 
Kimse kusura bakmasın, her konuda “yerli ve millî” kılıfı içerisine abuk sabuk işeri doldurup millete dayatma dönemini sona erdireceğiz.  
 
Dünyayla uyumlu olmayan dünyadan kopuk, dünyanın en iyi örneklerini uygulamayıp yerli milli kılıfı içerisine sokup milli madencilik milli kurallar dediğinizde başınıza ne geldiğini görüyorsun işte yaşıyorsunuz. 
 
Biz bakacağız: Madencilik sektöründe en öndeki ülkeler hangileri? Kanada mı? Amerika mı? Almanya mı? Avustralya mı? Neresiyse ama dikkat edin bunların hepsi demokrasinin ileri olduğu ülkeler demokrasi ileri buralarda. 
Demokrasi endeksinde hangi ülke en yukardaysa o ülkede madencilik ölümleri en dipte. 
 
Dün bir de çıkmış Sayın Erdoğan ölüm rakamlarını veriyor. 
 
Ya oradaki üretim rakamlarını sen niye vermiyorsun arkadaş? 
 
Bizim kaç katı üretim yapan o ülkeler. Bizim kaç katı üretim yapıyorlar kaza ve ölüm sayıları orada, e bizim üretimimize göre bakın istatistikler bir facia. 
 
Bu kadar az üretime bu kadar yüksek sayıda kaza bu kadar az üretime bu kadar yüksek sayıda ölüm böyle bir şey yok. 
 
İşte biz en iyiyi örnek almak zorundayız.
 
Ve o en iyi bu işin en iyi yürüdüğü ülkeler ne yapıyorsa tedbir konusunda alacağız buraya getireceğiz.  
 
Maden kazalarının istisna olduğu, insana değer verilen ve çevreye değer verilen ülkelerin kurallarını örnek almak bir fazilettir.
 
Bilmiyorsan öğreneceksin. 
 
Ne demiş? İlim Çin’de de olsa git öğren demiş değil mi? 
 
Öyle yerli milli deyip de milli kurallar bizim kurallar deyip daha fazla can kaybına bizim tahammülümüz yok. 
 
Ve arkadaşlar, en önemlisi, denetim mekanizmalarını sağlamlaştıracağız.
 
Bağımsız denetimi esas alacağız.
 
Tam demokrasi hedefimizden de taviz vermeyeceğiz.
 
Çünkü arkadaşlar demokrasi hayat kurtarır. 
 
Evet, tam demokrasi hayat kurtarır. Niye? Çünkü tam demokraside bağımsız denetim vardır da ondan.
 
Tam demokraside güçler ayrımı vardır. Tam demokraside yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız çalışır. 
 
Yargı yürütmenin etkisi altında kalmadan denetimini yapar. 
 
Yargı hükümetin etkisi altında kalmadan olayı soruşturur mahkeme süreçleri işler. 
 
Geçmişten ders alınca da gelecekte hatalar kazalar tekrar etmez. 
 
Olsa bile miktarlar çok düşer. Kaza sayıları çok düşer ölüm sayıları çok düşer. 
 
Onun için tam demokrasi diyoruz. Onun için tam demokrasi hayat kurtarır diyoruz. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Ben çok fazla detaylara girmeden birazdan sözü Candan Beye devredeceğim. Ancak birkaç hususun daha altını çizmek istiyorum.
 
Eylem planlarımızı hayata geçirdikten sonra, inanıyorum ki, madenciliği sadece ekonomimize sunduğu katkılarla konuşacağız.
 
Evet ülkemizin değeridir yer altındaki varlıklarımız.  Bu değeri açığa çıkartmak ülkemizin refahı açısından önemlidir. 85 milyonun refahı açısından önemlidir ama bunu yaparken hem iş sağlığı ve güvenliğini tam sağlam tedbirlere bağlamamız gerekiyor hem de çevreye duyarlı çevreye zarar vermeden bu işi yapmamız gerekiyor.
 
İşte bu kapsamda, madenciliğe dayalı sanayimizi stratejik bir sektör olarak tanımlamamız gerekecek.
 
Böylece hem ihracatımızı hem de istihdamımızı artıracağız.
  
Değerli arkadaşlarım,
 
Değerli basın mensupları,
 
Bugün açıkladığımız çözümlerimiz sadece madencilik ile sınırlı değil. Enerji alanında da topyekûn bir atılım yapmayı hedefliyoruz.
 
Yani bugünkü eylem planımız biliyorsunuz Madencilik ve Enerji Eylem Planı. 
 
Şu ana kadar konuştuklarım ağırlıklı olarak işin madencilik boyutuydu. 
 
Şimdi de enerji konusuna gelmek istiyorum. 
 
Ve biliyorsunuz, Beştepe’nin en çok istismar ettiği konulardan birisi bu enerji konusu.
 
Tarihimizin en uzun süre bakanlık yapmış insanlarından biri olarak söylüyorum bakın: Ülkemizin şu anda bir Enerji Bakanlığı yok. Enerjiyi değil, algıyı yöneten bir hükümet var şu an Türkiye’de. 
 
Yetki zaten Algıları Ayarlama Enstitüsü olarak çalışan İletişim Başkanlığı’nda. Sürekli bir propaganda makinesi çalışıyor.
 
Gerçek bilgiye ulaşmak gerçeği anlamak hemen hemen artık mümkün değil. 
 
Çünkü hükümetin söylediğine açıkladığına güven yok. 
 
Bugün alışverişe giden her insanın yaşadığı enflasyonu gerçeğinden farklı olarak açıklayan bir TÜİK’e ya da hükümetin diğer birimlerine güven yok. 
 
Geçtiğimiz hafta Beştepe’dekiler, her 100 liralık elektrik ve doğal gaz faturasının 80 lirasını üstlendiklerini söylediler.
 
Bakın biz üstleniyoruz diyor. 
 
Sanki Beştepe kendi cebinden ödüyor gibi. 
 
Ya siz nereden ödüyorsunuz o parayı? 
 
O her 100 liralık elektrik faturasının doğalgaz faturasının 80’ini biz üstleniyoruz diyor. 
 
E çıkarsınlar hesapları göstersinler.
 
Kim ödüyor yahu o yüzde 80’i? 
 
Siz o yüzde 80’i de bu milletten topladığınız vergilerden ödüyorsunuz kusura bakmayın yani. 
 
Bu milletten vergiyi topluyorsunuz milletten topladığınız vergiyle tekrar o doğalgazın yüzde 80’ini süspanse ediyorsunuz.  
 
Bu milletin parası arkadaşlar, sizin bizim her birimizin ödediği vergiler bunlar. 
 
Asgari ücretlinin çalışırken ödediği vergi bu. 
 
Evine şöyle bir yarım kilo peynir alanın alışveriş yaparken ödediği KDV o.
 
Oralardan birikiyor bu paralar. 
 
Süspansiyon oradan sağlanıyor.
 
Biz üsteniyormuşuz. Lafa bak. Biz...
 
Kimsin sen yahu? 
 
Sen bu ülkenin vergisini toplayıp vergiden bunları ödüyorsun kimse kimseyi kandırmasın. 
 
Sanki devletin büyük petrol kaynakları var Petrolü satıyor devletin eline petrol geliri geçiyor da onu dağıtıyor. 
 
Bunu yapan ülkeler var ama Türkiye’nin böyle bir imkânı yok. 
 
Türkiye hala enerjiyi ithal etmek zorunda olan bir ülke. 
 
Demek ki devletin her bir kuruş bütçe geliri yine bu milletten toplanan para. 
 
Kimse bunu sanki bir “hayır işliyor” gibi anlatmasın.
 
*****
  
Değerli arkadaşlar,
 
Bu hükümet, artık kalmayınca, sadece boş propaganda ile şu anda gemiyi yürütmeye devam ediyor.
 
Boş propaganda. 
 
Gerçek hayatta başarısız oldular.
 
Şimdi hayal alemini kurtarmaya çalışıyorlar.
 
Fakat bu mesele, ciddi bir mesele. Gerçekçi ve akılcı çözümler isteyen bir mesele.
 
Biz de enerjide atılım hedefimizi tam da bu çerçevede hazırladık.
 
İddialı bir eylem planı hazırladık.
 
Enerji piyasalarını özgürleştireceğiz arkadaşlar ve Rekabetin önünü açacağız.
 
Enerji sektörü, hükümete yakın olanın kazandığı, uzak duranların zarar ettiği bir sektör olmayacak artık.
 
Çünkü bakın dikkat edin enerjide de madencilikte de Beştepe’ye yakınsanız işleriniz tıkırında. 
 
Beştepe’ye uzaksanız para kazanmak mümkün değil. Tam tersine zarar.
 
Batan şirketler var, iflas edenler var kredi borcunu ödeyemeyen şirketler var madencilikte de enerjide de. 
 
Ama Beştepe’ye yakınsanız işler yürüyor.
 
Biz işte bu düzensizliğe son vereceğiz. 
 
Adil ve şeffaf bir anlayışla bu sektörün düzenlemesini ve denetlemesini gerçekleştireceğiz. 
 
Gerçek anlamda fırsat eşitliğini sağlayacağız. 
 
Herkes hak ettiğini alacak.
 
Ve öngörülebilir bir sektör oluşturabileceğiz öngörülebilir. 
 
Siz insanlara milyarlarca dolar yatırım yaptırıyorsunuz arkasından kuralları bir değiştiriyorsunuz insanlar kredi borcunu ödeyemeyecek hale geliyor.
 
‘Ya siz ne yapıyorsunuz arkadaş ben size güvendim sizin bu kurallarınıza güvendim yatırım yaptım şimdi siz kuralları düzenlemeleri değiştiriyorsunuz benim yatırımımı zarar eder hale getiriyorsunuz.’ Bunu soruyor yatırımcı. Cevap ne? ‘Sen özel sektörsün riskine katlanacaksın. Bana sordun da mı bu yatırımı yaptın.’
 
Bakın bunlar gerçek cevaplar ha. Bunlar bizzat sektörün içindekilerin bize anlattığı olaylar. 
 
‘Sen özel sektörsün riskine katlanacaksın.’
 
Sen devlet olarak yerinde sağlam durma devlet olarak durmadan kuralları değiştir oyun sahasını durmadan bir o tarafa bir bu taraf bük sonra ‘E sen özel sektörsün riskine katlan’ 
 
Kusura bakmayın bu ülkedeki özel sektör sizin keyfiliğinize katlanmak zorunda değil yahu. 
 
Buraya yatırım yapmak zorunda da değil. 
 
İmkânı olan gider o zaman ne yapar? Başka ülkelere yatırım yapar.
 
Şu anda da harıl harıl inanın bu oluyor yahu. 
 
İnanın içimiz kan ağlıyor.
 
Bu ülkenin imkânı olan yatırımcıları gidiyor artık başka ülkelere yatırım yapıyorlar. 
 
Başka ülkelerin gençlerine istihdam sağlıyorlar. 
 
Bakın arkadaşlar biz sosyal devletin gereği neyse bunu da yerine getirmeye devam edeceğiz. 
 
Biz Hiçbir vatandaşımızın faturalar nedeniyle geçim sıkıntısı çekmeyeceğini söylüyoruz.
 
Elektrik ve doğalgaz faturalarında dar gelirli ailelere indirimli tarife uygulayacağız. Yani özelikle küçük hanelerde küçük konutlarda az tüketen ailelerde ve ihtiyacı olan ailelerde asgari gelir desteği projemizle de bu konuyu entegre edip çözümler sunacağız vatandaşımıza.
 
Kimse ay sonu faturalarını nasıl ödeyeceğim diye düşünmeyecek.
 
Aynı zamanda bu faturaları şeffaflaştıracağız.
 
Elektrik ve doğal gaz faturalarına, faturanın detaylarını açık açık yazacağız. Eline faturayı alan vatandaş neye, ne kadar ödediğini açıkça görecek. Şeffaflık çok önemli.
 
Şeffaflık yoksa işler karanlıkta tutuluyorsa bilin ki orada bir üç kâğıt var. 
 
Açık söylüyorum.
 
Eğer doğruysan açık yap. 
 
Doğru hesaptan kaçar mı yahu.
 
Yaptığın iş doğruysa açık şeffaf yap. 
 
Bir şeyleri örtüyorsan açıklamıyorsan demek ki orada kaçamak bir iş var bir üç kâğıt var. 
 
*****
 
Değerli konuklar,
 
Elektrik üretiminde önümüze somut hedefler koymuş durumdayız. 
 
Bakın İktidarımızın ikinci dönemi bitmeden önce rüzgâr ve jeotermal enerjinin toplam enerji üretimindeki payını yüzde 30’a yükselteceğiz.
 
Gerçekten bu çevre açısından son derece önemli bir adım olacak. 
 
Başarıyla tamamlamaya kararlı olduğumuz bu stratejik hedefimizi çok boyutlu olarak ele alıyoruz.
 
Bildiğiniz gibi enerjide dışa bağımlılık ülkemizin hareket alanını oldukça daraltıyor. Ve bakın dışa bağımlılıkta çeşitlendirme şart arkadaşlar.
 
Yani yumurtanın hepsini bir sepete koymayacaksın.
 
Mesele enerjiyse enerji tedarik ettiğin ülkeleri ve coğrafyayı çeşitlendireceksin. 
 
Tek bir ülkeye daha fazla daha fazla daha fazla bağımlı kalmak Türkiye’nin yarınları açısından büyük bir risktir. 
 
Durmadan yeni enerji projesi açıklayanlara ben buradan tekrar duyuruyorum, uyarıyorum. 
 
Tek bir ülkeye daha fazla daha fazla daha fazla bağlanacak projeleri sürekli getiriyorlar bakın. 
 
Onun için dikkat etmemiz gerekiyor. 
 
Yumurtanın hepsini bir sepete koymamamız gerekiyor. 
 
Çünkü milli egemenlik diyorsak bağımsız bir Türkiye diyorsak işte ekonomide de enerjide de kaynak çeşitliğine gitmek sorundasınız. 
 
Yoksa bağımlı hale gelirsiniz. 
 
Çünkü bu Dış politikada yapılan hataların bedelini arkadaşlar 85 milyon ödüyor.
 
Bakın burada Bir noktanın daha altını çizmek istiyorum.
 
Sağda solda kara propaganda yapmasınlar diye özellikle söylüyorum.
 
DEVA Partisi iktidarında, doğal gaz ve petrol arama, sondaj ve üretim faaliyetlerine daha da önem vereceğiz.
 
Şu anda yapılanın kat kat daha fazlasını biz yapacağız. 
 
Ve kendi imkanlarımızı daha çok devreye sokarak. Ama şeffaf açık bir şekilde yapacağız. 
 
Ne yapıyorsak milletin gözü önünde yapacağız. 
 
Olmayanı var gibi gösterme 1 birimliği 10 birim 100 birim gibi gösterme böyle bir şey olmayacak. 
 
Bu sürece biz sadece hız değil, akıl da kazandıracağız akıl.
 
Hakiki faaliyetlerle enerjide atılım gerçekleştireceğiz.
 
Bakın Bir örnek vereceğim. Dış politikadaki bu savrukluğun bu keyfiliğin bize çok ciddi bir maliyeti var. 
 
Şu an Beştepe harıl harıl Mısır’la ilişkileri düzeltmeye çalışıyor değil mi? Ah keşke diyor şu Sisi bir elimi sıksa diyor.
 
Elini sıkmam masasına oturmam dediği Sisi’nin şu an Beştepe peşinde koşuyor. 
 
Şu anda durum bu. 
 
Yapmadıkları şey, vermedikleri taviz kalmadı. 
 
Ama Olan 85 milyona oldu.
 
Niye?
 
Tüm bu kavga gürültü sonunda Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge paylaşımı şu anda Türkiye’nin aleyhine işliyor arkadaşlar.
 
Türkiye burada yalnızlaştı. 
 
Ne oldu?
 
Sen Mısır’ı düşman ilan edince dünya aleme ‘Bu benim düşmanımdır’ deyince Mısır da tuttu ‘Madem Türkiye beni düşman belledi ben de giderim Rumlarla konuşurum dedi, İsrail’le konuşurum dedi, Yunanistan’la konuşurum dedi. 
 
Bakın Akdeniz’deki haritayı gözünüzün önüne getirin Mısır var Akdeniz’e en uzun kıyısı olan ülkelerden bir tanesi, bir tarafta İsrail var Kıbrıs Rum Kesimi var Yunanistan var ve aralarında yaptıkları anlaşmalarla Akdeniz’i paylaşıyorlar arkadaşlar. 
 
Ve bizim aleyhimize paylaşıyorlar.
 
Türkiye’de ne yapmak zorunda kalıyor. Bir arama gemisi gönderiyor peşine iki tane savaş gemisi takıyor. 
 
Ya buralarda durun benimde hakkım olabilir falan filan. 
 
Sen konuşmazsan sırf kuru bir inat için bir ülkeyle Mısır gibi önemli bir ülkeyle arayı bozarsan işte döner dolaşır kaybolan haklarını yeniden kazanmak için kıvranır durusun.
 
İşte dış politikadaki bu keyfilik bir kişiye odaklı, bir kişinin duygularına dürtülerine odaklı bir hareketin neye mal olduğunu şu anda görüyoruz. 
 
Akdeniz’de büyük enerji kaynakları var evet. Ve Akdeniz’deki bu büyük enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılmasının en ekonomik yolu da Türkiye’den geçiyor arkadaşlar. 
 
Haritayı koyun çok basit.
 
Yani Doğu Akdeniz’de ne kadar enerji kaynağı varsa denizin dibinde bunun Avrupa’ya ulaşmasının yolu Türkiye. 
 
Başka yollar çok pahalı, çok uzun. Olmuyor. 
 
Ama sen ilişkiyi bozarsan işte o Türkiye’nin önemli rolünü yerine getiremezsin. 
 
Hem kendi enerji kaynaklarına ulaşamazsın ihtilaflar yüzünden hem de şu anda Avrupa büyük bir enerji krizi yaşıyor bu bağımlılık yüzünden. Tek bir kaynağa bağımlılık yüzünden. Ve Avrupa’nın enerji bağımlılığını azaltmakta, Avrupa’nın enerji çeşitliliğini kaynak çeşitliliğini sağlamak da Türkiye’nin çok önemli rolü fonksiyonu var bakın.
 
Bu kadar önemli rol ve fonksiyon bir kişinin kuru inadına, ‘Ben onun elini sıkamam’ inadına feda edilmiş durumda yahu. 
 
Gerçekten şu büyük meseleye bakın bir de bu tek adam sisteminin Türkiye’ye verdiği zarara bakın. 
 
Bu Beştepe’nin fevri tavırları nedeniyle burnumuzun dibindeki Akdeniz’in kaynaklarından yararlanamıyoruz şu anda. 
 
Öyle araştırma gemisi takıp onunda peşine iki tane savaş gemisiyle sadece araştırma yapabilme sondaj falan yok ha, araştırma yapabilme gerçekten şu anda Türkiye için yeterli bir şey değildir.
 
Bir an önce bir an önce Akdeniz’e münhasır ülkeler hızla belirlenmeli Türkiye hakkını almalı ve kendi hakkı olan bölgede de derhal sadece keşif araştırma değil artık sondaj rezerv bulma çalışmalarına hızlı bir şekilde mutlaka girmelidir. 
 
İşte arkadaşlar biz bu akılsızlığa son vereceğiz.
 
Dış politikada akılcı ve barışçıl politika izleyeceğiz.
 
Böylece hem Akdeniz’in hem de Karadeniz’in kaynaklarından bol bol istifade edeceğiz.
 
Geçtiğimiz hafta Dış Politika eylem planımızı sizlerle paylaştık. Orada da bu taahhütlerimizi açık açık ortaya koyduk. 13 nolu eylem planımız biliyorsunuz. 
 
Ayrıca, Avrupa Birliği istikametinde yürüyeceğimizin de sözünü verdik.
 
Niye Avrupa Birliği?
 
E çünkü bakıyorsunuz dünyada en ileri demokrasi şu anda Avrupa ülkelerinde var. 
 
Gençler bakın nereye gitmek istiyor? Türkiye’deki gençler ağırlıklı olarak, maden kazlarının çok olduğu ülkelerin şimdi adlarını saymayayım oralara gitmek isteyen gencimiz pek yok değil mi? 
 
Maden kazalarının az olduğu ülkelere gidiyorlar. Maden kazası az diye değil orada demokrasi olduğu için orada özgürlük olduğu için orada insan haklarına saygı duyulduğu için orada insana değer verildiği için gençlerimiz oralara doğru gitmek istiyor.
 
E biz de ne diyoruz? Gençler nereye biz oraya. 
 
Biz Türkiye’yi işte o Avrupa Birliği standartlarına yükselteceğiz. 
 
Gençlerimizin gitmek istediği ülkeler gibi yapacağız Türkiye’yi. 
 
O yüksek standartları gençlerimize kendi ülkesinde sağlayacağız. 
 
Ve çok açık. Kim ne derse desin bizim bu konudaki istikametimiz net. 
 
Aslında biz buna, “Kaldığımız yerden devam edeceğiz” desek belki daha doğru. 
 
Çünkü hatırlarsanız, ben Türkiye’nin ilk Avrupa Birliği Bakanıyım.  Avrupa Birliği Başmüzakerecisiyim. 
 
Ve o dönemde 3 yıl gibi kısa bir sürede tam 10 faslı müzakereyi açtık bakın 10 tane fasıl. 
 
3 yılda 10 tane faslı açtık aradan geçen toplam 14 yıllık sürede sadece 6 fasıl açılabildi.
 
3 yılda 10 fasıl 14 yılda 6 fasıl. İşin hızını görüyorsunuz değil mi? 
 
Ve diğerlerinin de bu 10 faslı açtık diğerler fasılların da açılamasını hazır hale getirmek için bütün planımızı programımızı yaptık. 
 
Kalın kitap yayınladık. Avrupa Birliği  Müktesebatına uyum programı diye. 
 
Evet artık be n ayrılıyorum ekonomide ihtiyaç var ve bizden sonra bu işi devam ettirecek arkadaşlara dedik ki plan program bu, günler bu, yapılacak bu, ev ödeviniz bu dedik verdik ama çalışkan öğrencilerin yapması başka tembel öğrencilerin yapması başka. 
 
Olmadı yürümedi.
 
Ha Avrupa Birliği tarafında a sorunlar çıktı. Evet orada da sorunlar var, orada da maalesef denge bozuldu.
 
2008-2009’dan sonra bambaşka yerlere doğru gitmeye başladı işler ama bu bizim şu anda irademiz arkadaşlar. 
 
Avrupa Birliği’ne üye olalım ya da olmayalım umurumuzda değil ama Avrupa Birliği standartlarına ulaşmak bizim umurumuzda. O standartlara ulaşmak 85 milyonun hayat kalitesini artıracak 85 milyonun yaşam standardını ileriye doğru götürecek.  
 
Onun için biz ne diyoruz? İlla Avrupa Birliği üyeliği demiyoruz bakın ama Avrupa Birliği üyeliği için gereken standartlara Türkiye’yi ulaştıralım diyoruz. 
 
Üyelik zaten peşinden gelir inanın. 
 
Türkiye bir güçlensin onlar gelecek kapımıza.
 
‘Siz güçlüsünüz zenginsiniz arkadaş gelin beraber olalım’ diyecekler. 
 
Bizim gücümüzden zenginliğimizden istifade etmeye çalışacaklar gün gelecek.
 
İnanın bunu göreceğiz bakın. Bunlar şimdi kayda geçiyor. Tarihe kayıt düşüyoruz.
 
Gün gelecek Avrupalılar Türkiye’nin gücünden zenginliğinden istifade etmek için bizi üye yapmak için çaba gösterecekler.
 
Yeter ki biz önce oralara ulaşalım.  O özgürlük seviyesine o refah seviyesine ulaşalım onlar bize gelecek. 
 
Değerli arkadaşlar, 
 
Bakın DEVA Partisi iktidarında Avrupa Birliği’yle donmuş ilişkilerimizi biz ısıtacağız ve Yeni fasıllar açmak için de her türlü gayreti göstereceğiz.  
 
İşte bunlardan bir tanesi de Enerji Faslı olacak.
 
Biliyorsunuz 33 fasıldan bir tanesi enerji. O faslın açılması çok önemlidir. 
 
Avrupa da bundan büyük istifade eder. Türkiye’nin de bu lehinedir.
 
Dolayısıyla bu enerji başlığının enerji faslının açılması Avrupa Birliği müzakerelerinde çok çok önemli bir konu diyorum ve artık sözü eylem planlarımızın detayını sizlerle paylaşmak üzere, Tarım, Enerji ve Ulaştırma Politikaları Başkanımız Sayın Candan Karlıtekin’e bırakıyorum.
 
Hepinize teşekkür ediyorum. 
 
12 Ekim 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 26. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Yirmi altıncı
Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Kıymetli basın mensupları,

Değerli yol arkadaşlarım,

Hepiniz hoş geldiniz.

Sözlerime, hafta başında canımızı çok sıkan bir konuyla başlamak istiyorum.

Gerçekten içimiz yanıyor arkadaşlar.

Ülkenin Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz pazartesi günü, milletimize Türkiye’yi nasıl çökerttiklerini bir kez daha ilan etti.

Hiç sıkılmadan, üniversiteli gençlere yılda iki defa “ulaşım desteği” vereceklerini müjdeledi.

Versin, tamam. Bugünün şartlarında ihtiyaç. Verme diyen yok ama şöyle bir dakika deyip olayı masaya yatırmak gerekiyor.

Elinizi vicdanınıza koyup bir sorun: 7-8 yıl önce aldığı bursla, öğrenim kredisiyle, Interrail yapan, Avrupa’yı gezen gençler, nasıl oldu da bugün bir şehirlerarası otobüs biletine muhtaç oldu ya. Bunu bir düşünelim hep beraber.

İnsan önce kendisine sormaz mı? “Biz öğrencileri bir otobüs bileti bile alamayacak hale nasıl getirdik?” diye önce kendisine sormaz mı?

10 sene önce 150 dolar eden aylık KYK bursu ve kredisi, bugün 45 dolar ediyor arkadaşlar.

150 dolardan 45 dolara düşmüş durumda aylık KYK kredisi, bursu.

10 sene önce Avrupa’ya gezmeye giden gençler, şimdi ailelerinin yanına bile gidemez hale geldi.

İnanın, yüreğimiz burkuluyor.

10 sene önce bütün dünyadan gençlerin gelmek için, akın akın gelmek için her ülkeden gencin gelmek istediği Türkiye, nasıl oldu da bugün kendi gençlerimizin kaçmak istediği bir cendereye döndü diye herhalde sormak lazım.

Şöyle hükûmetin kafasını iki elinin arasına alıp ‘Ben ne yapıyorum’ diye kendini bir sorgulaması lazım.

Gençlerin 10 sene önce gönül rahatlığıyla kurdukları hayalleri bugün kim çaldı diye ben buradan soruyorum.

Yazıklar olsun! Gerçekten yazıklar olsun!

Bir de bunu bir müjde diye sunmuyorlar mı? Hiç utanmadan sıkılmadan güzellik yapıyorlar müjde diye sunuyorlar.

Önce yüksek kur ve yüksek enflasyon yoluyla herkesin kesesinden “kepçeyle” aldılar, şimdi de “kaşıkla” vereceklerinin müjdesini veriyorlar.

İşte bakın; “çocuk yoksulluğu”nda arkadaşlar OECD ülkeleri içinde en yüksek oran şu anda Türkiye’de.

OECD’ye üye bütün ülkelerde bu araştırma yapılıyor. Çocuk yoksulluğu araştırması yapılıyor. Ve Türkiye o sıralamada maalesef en üst sırada.

Yani çocuk yoksulluğunun en yüksek yaşandığı ülke şu anda Türkiye.

Bunlar yeni kavramlar getirdiler Türkiye’ye. “Öğrenci yoksulluğu”, “çalışan yoksulluğu”, “barınma yoksulluğu”, “enerji yoksulluğu” gibi yeni yoksulluk kavramlarını maalesef bunlar Türkiye’ye getirdiler.

Şu anda Nüfusun %61’i, yani 50 milyon kişi, bir hafta bile tatil yapamıyor.

Bakın bunlar TÜİK’in rakamları ha.

O rakamları ayarlama enstitüsü var ya onların bile üstünü kapatamadığı gerçekler bunlar.

50 milyon insan yılda 1 hafta bile tatil yapamıyor Türkiye’de.

Vatandaşlarımızın %38’i, yani tam 32 milyon insan, haftada iki gün bile protein tüketemiyor.

Halkımızın %20’si, yani 17 milyon insan kışın ısınma sorunu yaşadığından yeterince ısınmadığından ısınamadığından şikâyet ediyor.

Tablo ortada…

Biliyorsunuz, bir müjde de esnafa açıkladılar.

Pandemi döneminde tüm Avrupa kendi esnafına yoğun bir şekilde hibe desteği verirken, bunlar bizim esnafımızı yapayalnız bıraktılar.

O kadar çağrıda bulunduk hatırlayın. Pandemi başlar başlamaz.

Esnafa bakın destek verin. Bu çok özel bir durumdur, bu öyle krediyle falan geçiştirilecek bir durum değildir diye.

Bütün Avrupa bu desteği verdi hibe desteğini verdi Türkiye’den maalesef esnafımız devletten yeterince destek alamadı.

Şimdi de ne diyorlar? Esnafımıza ilave kredi limiti açacaklarını söylüyorlar.

Yani esnafımıza daha çok borç, daha çok kredi diyorlar.

Üstelik limit artışları gerçek enflasyonun dahi çok çok altında.

Bakın arkadaşlar,

Bugün TÜİK’in açıklandığı baskılanmış, düşürülmüş makyajlanmış enflasyon rakamı yüzde 83 buçuk.

Bu dahi son 24 yılın rekoru bakın 24 yıldan bahsediyoruz.

TÜFE yüzde 151 buçuk. Gene TÜİK’in rakamı ha.

Baskılanmış makyajlanmış rakam.

Yüzde 151 buçuk.

Son 27 yılın rekoru bu.

27 yıldır TÜFE bu kadar yükselmemişti.

Açıklanan resmi enflasyon doğruysa dahi 27 yılın rekorundan bahsediyoruz.

Ve bakın başka önemli rakam; TÜFE ile ÜFE arasındaki fark. Yani yüzde 151 ile yüzde 83 arasındaki fark tam 68 puan.

Bu tüm zamanların rekoru.

Yani, Türkiye Cumhuriyet tarihinde bu istatistikler tutulmaya başladı başlayalı hiçbir zaman üretici fiyat enflasyonu ile tüketici fiyat enflasyonu arasındaki fark 68 puana hiçbir zaman çıkmamıştı.

Bu ne demek biliyor musunuz?


Üretici fiyatları, yani maliyetler % 151 arttı, ama tüketici fiyatları henüz o maliyetlerin artışı kadar atmadı.

Yani esnafımız hep şikâyet ediyor ya ‘satıyorum sattığım malı yerine koyamıyorum’ diye işte esnafımız eski maliyetle malı satıyor ama dönüyor bakıyor ki alış rakamı sattığı rakamın çok üstüne çıkmış.

O yeni fiyattan ne zamanki malı alacak rafına koyacak işte o zaman enflasyona bir dalga daha gelecek.

Yani yüzde 68’lik oradaki 68 puanlık fark henüz etiketlere yansımadı demek.

Bakın buraya özellikle dikkatinizi çekiyorum: Daha gelecek çok zam var demek.

Şu Eylül’ün sonu itibariyle açıklanan enflasyon yani ekimin başında eylül içinde açıklanan enflasyon rakamı bize diyor ki ‘arada 68 puan fark var. Maliyetler arttı fiyatlar daha da artacak’ diyor.

2018’den bu yana tek imzayla her türlü kararı tek başına alan Sayın Erdoğan, enflasyonu patlattığında ne demişti? ‘2021 Temmuz ayında enflasyon düşecek’ demişti.

Daha önce gösterdim burada hepsi kayıtlarda.

Geçen yazın temmuzundan bahsediyoruz bakın 2021 Temmuzundan.

Ne demişti? ‘2020’de Temmuz’da düşecek’ demişti.

Düştü mü? Arttı.

Şu anda o günkü enflasyonun tam 5 katı var.

2021 Temmuzuna göre.

Daha sonra ne dediler?

‘2022 Martında düşecek’ dediler. Düştü mü? Gene Düşmedi.

Şimdi ne diyor? Sık sık ne diyor?

‘Gelecek yılın Şubat Mart ayı gibi enflasyon düşecek’ diyor.

Yahu sen tam 4 yıldır enflasyonu düşüremedin de, seçime 2 ay kala mı enflasyonu düşüreceğini söylüyorsun.

Böyle bir şey mümkün mü?

Kim inanır buna yahu?

Geçtiğimiz ay, Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla resmi gazetede yayınlanan orta vadeli programda, 2025 yılında dahi, enflasyonu tek haneye indiremeyeceklerini itiraf etmiş durumdalar.

Eylülün başında biliyorsunuz yeni orta vadeli ekonomi programı açıkladılar.

2023-24-25 için hedefler koydular. Ta 2025’in sonu için bile enflasyonun tek haneye düşmeyeceğini resmi gazetede kendileri ilan etti.

Cumhurbaşkanının tek imzasıyla açıklanan orta vadeli programda ilan ettiler bunu.

Bakın arkadaşlar; bunlar ağızlarıyla kuş tutsalar yapamazlar.

Çünkü güven olmadan enflasyon düşmez!

Adalet olamadan, hukuk olmadan, demokrasi olmadan enflasyon düşmez.

Sen Allah’ın verdiği aklı kullanmazsanız, ilimi yok sayarsanız, enflasyon düşmez ya.

Anlayın artık şunu yahu!

Bu millet sizin yanlışlarınızın inatlarınızın bedelini ödemek zorunda değil!

Ülkeyi mahvettiniz ya! Perişan ettiniz!

Yeter artık!

*****

Değerli arkadaşlar,

Değerli basın mensupları,

Çok net söylüyorum.

Şu Beştepe’dekilerin elinden, ekonomiyle ilgili alet edevatı komple almak lazım.

Çok ciddiyim.

Bu gidişle ne esnafın yüzü gülecek, ne vatandaşın ya…

İşte, elektrikte, akaryakıtta, doğal gazda herkesi perişan etmediler mi?

İnsanlar bu kışı nasıl geçireceklerini kara kara düşünüyor şu anda.

Sonra, her fırsatta “Vay efendim, enerji sübvansiyonu veriyoruz” diyorlar.

E onu da yanlış yapıyorlar. Onu da yanlış yapıyorlar.

İnanın ne yaptıklarını bilmiyorlar ya.

Üstüne basa basa söylüyorum: Şu anda doğal gazla ilgili uygulamalar bütünüyle hatalı. Yanlış yapıyorlar.

Herkes aynı oranda sübvansiyon alıyor. Hâlbuki hakkaniyet değil.

Yapılacak iş basit. Bakın buradan yine kopya veriyorum hükûmete.

Öncelikle, şu düşük gelirli hanelere doğrudan enflasyon desteği sağlayın. Doğrudan enerji ile ilgili maliyetleri karşılayacak desteği sağlayın. Ama bunu düşük gelirli hanelere ve doğrudan sağlayın.

Başka türlü olmaz.

Bu sırada tabi enerji piyasasından da bu kadar yoğun müdahaleden de derhal vazgeçmeleri lazım.

Elinizi şu enerji piyasasından çekin, tekelci yapıya son verin diyorum.

Kimsenin güvenmediği ihalelerle, tek şirkete verilen enerji işlerine artık son verin diyorum yahu.

Bunun için fiyatlar artıyor bakın, yeterince rekabet olmadığı için fiyatlar artıyor.

Enerjide siz rekabeti oluşturun, rekabeti artırın ve sonrada fiyatların nasıl düştüğünü görün, göreceksiniz diyorum.

Aksi halde biz petrol fiyatları 20 dolardan 150 dolara çıkarken vaktiyle enflasyonu nasıl tek haneye indirdik. Rakamlar çok artık arkadaşlar. Gidin bakın hepsi açık.

2002’de petrol fiyatı 20 dolar, 2008’de 150 dolar. Aynı dönemde Türkiye enflasyonu tek haneye indirmiş ve tek hanede tutmuş. Bunu nasıl başarmış Türkiye?

Ya bilmiyorsanız şu yakın tarihe gidin bir okuyun.

O Türkiye’nin bütün dünyada dillere destan olan başarısı nasıl olmuştu diye açın anlayın yahu.

Öyle ben imza atmasaydım olmaz diye bir kişiden kaynaklı bir başarı saymayın bunu. Öyle bir şey yok.

Eğer bir imzayla olacaksa işte kalem elinde imza elinde. Atsın imzayı düşürsün şu enflasyonu. Ama yapamaz yapamıyor.

Ben buradan tekrar hükûmete de Sayın Erdoğan’a da sesleniyorum. Enerji konusunda milleti aldatmayın dürüst olun dürüst.

Bu arada hani bizim Karadeniz’deki doğalgaza ne oldu? Ben onu merak ediyorum. Ne oldu?

Hani bu sahalar tüm Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacını karşılayacaktı? Ne oldu diye buradan soruyorum. Yıllar geçti ya yıllar geçti.

Ta damadın hatırlayın enerji bakanlığı dönemi 2016 mıydı neydi. 6 yıldır aynı türküyü çalıyor. ‘Karadeniz’de doğalgaz bulduk. Karadeniz’de doğalgaz bulduk.’

Ne oldu?

Yıllar önce araştırma gemisinde boy göstermiyor muydu damat.

Sen gelip burada basın toplantılarıyla kontrolündeki medya kuruluşlarıyla ‘Doğalgazı bulduk’ diye insanlara umut satmıyor muydun? Ne oldu?

Nerede ya, bizim şu Karadeniz’de ki doğalgazımız nerede ben soruyorum.

Nerede bu doğalgaz?

Bakın arkadaşlar burada da aldatıyorlar milleti burada da. Karadeniz’deki sadece bir keşif. Bir keşif.

Keşif ne demek? Ha burada doğal gaz bulma ihtimali var demek. O kadar.

Onun ötesinde bir şey değil.

Keşif ayrıdır kanıtlanmış doğalgaz rezervi ayrı bir şeydir.

Kanıtlanmış doğalgaz rezervi için daha yılarca çalışmanız lazım.

Farklı farklı noktalardan sondaj atıp farklı yerlerden ölçüm yapıp aşağıdaki rezervi önce bir tahmin etmeniz lazım.

Bu da yetmiyor. Bu da yetmiyor.

Oradaki rezervi çıkarmak kaç para?

Kaça mal olacak size?

Bir de çıkarttığınız doğalgazın piyasa fiyatı ne kadar?

Ona da bakmanız gerekiyor en sonunda.

Romanya, Karadeniz’deki doğalgaz üretim tesislerini durdurdu. Niye?

Bir baktı ya 1500 2000 metre denizin altına iniyor. Yetmiyor birkaç bin metre bir de denizin dibinden aşağı iniyor ondan sonra oralardan çıkıyor doğalgaz.

Oradan doğalgaz çıkarmanın maliyeti şu anda ki piyasa maliyetinin çok üzerine çıkıyor.

Bunlar daha keşfi daha ortada kanıtlanmış rezerv yokken keşfi doğalgaz bulduk diye satıyorlar bu millete yahu.

Yazık artık aldatmayın şu insanları.

*****

Bakın Değerli arkadaşlar,

Bu hükümet, 2018 yılında, enflasyonla, faizle mücadele edeceğim diye iş başına geldi,

Ne diyordu 2018 seçimlerine giderken? ‘Bana yetkiyi verin enflasyon da faiz de nasıl düşürülür göstereceğim’ diyordu.

‘Merkez Bankası laf dinlemiyor’ diyordu. Merkez Bankası başkanı artık laf dinleyen başkan. Yani Cumhurbaşkanı ne talimat verirse onu aynen yerine getiren başkan.

Ne oldu? Sonuç ne oldu sonuç? Ya siz faizi de patlattınız enflasyonu da patlattınız yahu.

Bakın bu yıl, devletin bütçeden ödeyeceği faiz ne kadar biliyor musunuz?

Eylül başındaki orta vadeli programda bunu yine ilan ettiler bu sene ki faiz ödemesini. Sadece faiz. 330 Milyar TL.

Geçen sene bu rakam 180.

Geçen sene 180 milyar TL’yi bu yılın bütçesinde ve orta vadeli programa tam 330 milyar lira olarak yazdılar. Yetmedi.

Bir de kur korumalı mevduat diye bir şey icat ettiler değil mi?

Bu kur korumalı mevduata bugüne kadar ödedikleri kur farkı arkadaşlar yaklaşık 130- 140 milyar civarında. Yaklaşık diyorum çünkü Merkez Bankasından ne ödediklerini açıklamıyorlar. Gizli tutuyorlar.

Bütçeden ödedikleri her ay bütçe rakamları açıklandığı için ortada ama Merkez Bankasından ödediklerini açıklamıyorlar.

Merkez Bankasından ödenen bütçeden ödenenden daha fazla onu biliyoruz çünkü Merkez Bankasından karşılanan kur farkının bazı daha yüksek. Oradaki mevduat türü daha fazla bir rakam.

Bizim hesabımıza göre bu yılsonuna kadar kur korumalı mevduata ödenecek kur farkı 300 milyarı geçecek arkadaşlar. 300-330 arası bir rakam tahmin ediyoruz.

Bu ne demek? 330 milyar liralık faizin üzerine bir de yeni icat ettikleri kur korumalı mevduatı yaklaşık bir o kadar da kur farkı ödeyecek bunlar.

Yani toplam rakam yaklaşık 650 milyar civarında olacak. 650 milyar TL. Faiz artı kur farkı.

650 milyar deyince bazen insanlar haklı olarak eski para yeni parayı falan karıştırıyor. Acaba 650 milyar ne kadar büyük bir para?

Hani bahsediyor ya asgari ücret 5 bin 500 lira diyor asgari ücret 5 buçuk milyon falan diyor. Hala altı sıfırı biz atalı aradan 18 sene geçti ama hala toplumsal hafızada ‘milyar milyar’ kavramları var.

Bir de tabi ki şu andaki hükûmet enflasyonu patlattıkça insanlar ister istemez o bol sıfırlı günleri biraz hatırlıyor.

650 milyar lira ne demek?

Bir ölçüyle mukayese edeceğiz bakın.

Bugün TOKİ’nin bugün açıkladığı konut fiyatları var değil mi? Peşin ödeyene konut fiyatı yaklaşık 650 bin civarında bir rakam. Boy boy değişiyor il il değişiyor ama peşin 650 bin lira bir konutun fiyatı diyor yüzde 40 indirimli diyor kabaca. Yuvarlayarak söylüyorum çünkü il il ve büyüklüğüne göre değişiyor.

650 bin lira bir konut demek. 650 milyar liraya kaç konut alabilmek demek?

Tam 1 milyon arkadaşlar 1 milyon konuttan bahsediyoruz.

Şu rakama bakın rakama bakın.

650 milyar lira faiz artı kur farkı toplam ödeyecekler ya bu sene bu rakama 1 milyon tane konut alabiliyorsunuz.

Yani 2022 yılında tam 1 milyon konutluk parayı bir azınlığa, elinde zaten parası olan bankada mevduat olan azınlığa ödüyorsunuz.

İşte bu hükûmet fakirden alıp zengine veren bir hükûmettir.

İşte bu hükûmet hani bir Robin Hood hikâyesi vardır biliyorsunuz, Robin Hood’un yaptığının tam tersini yapıyor bunlar.

Yani fakirden alıp zengine veriyorlar.

Bu devlet bu parayı nereden buluyor 650 miyarı nereden buluyor?

Asgari ücretlinin verdiği vergiden alıyor. Gidiyorsunuz evinize bir kalıp peynir alıyorsunuz o peynirin KDV’si var ya o KDV’sinden alıyor. Bizim memurumuzun sabit gelirlilerimizin, çocuğunu okulda okuturken ödediği KDV var kırtasiye alırken aldığı KDV var ya o KDV’leri topluyor topluyor topluyor faiz ve kur farkı olarak ödüyor.

Bu işte fakirden alıp yoksuldan alıp da zengine vermek değil de ne Allah aşkına yahu. Böyle bir şey olur mu?

Gerçekten değerli arkadaşlar büyük bir tiyatro oynuyor bunlar çok büyük bir tiyatro.

Yani enflasyonu kuru patlatan sanki başka birisi, konut projeleriyle asgari ücretteki artışla işte öğrencilere yol parası vererek güzellik yapan başka birisi.

Ya siz kuru ve enflasyonu patlatarak bu milletin cebinden Kepçeyle aldınız önceden.

Şimdi kepçeyle aldığınızın çok küçük bir kısmını kaşıkla verirken reklam yapa yapa müjde müjde diye açıklıyorsunuz artık bunu anlayın.

Bu büyük bir aldatmaca arkadaşlar büyük bir aldatmaca.

Hükümet sosyal konut projesini “en büyük proje” diye açıklıyor ya hani...

En büyük proje değil mi?

Ya kendi verdikleri rakam bakın. ‘5 milyon kişi kuyruğa girdi’ diyor, Cumhurbaşkanı’nın verdiği rakamlar bakın.

Ne diyor? 1 milyon 200 bin kişiye konut verdik bugüne kadar.

Ne kadar zamanda? 20 yılda. Yani yılda eder 60 bin konut bakın.

20 yılın ortalamasının yılda 60 bin olduğunu toplam 1 milyon 200 bin olduğunu kendi söylüyor.

5 milyon kişinin kuyruğa girdiğini de kendi söylüyor.

Yılda yüz bin civarında konut yapacağını da kendi söylüyor. Bu ne demek yılda 100 bin konut hızıyla yılda 100 bin konut hızıyla 5 milyon kişiye sıra ne zaman gelir? 50 senede gelir yahu 50 yılda.

Ya 50 yılda sıra gelecek millete bunu övüne övüne anlatıyor. Üstelik bütün konut piyasasındaki fiyatı patlatan kim?

Dolar kuru artınca A’dan Z’ye bütün inşaat maliyetlerini artıran kim?

Bu konut fiyatlarını patlatan kim?

Sen konut fiyatlarını patlat hükûmet olarak ondan sonra TOKİ üzerinden vatandaşa kurayla piyangoyla ucuz konut vereceğinin reklamını yap.

Yılda 100 bin konut yapacağım üstelik parayla satıyor bedava vermiyor. Hâlbuki faize verdiği kur farkına verdiği para yılda 1 milyon konut ediyor yahu.

Hesap o kadar açık ki o kadar aydınlık ki.

Fakat bunlar elindeki propaganda makinasıyla sürekli sürekli sürekli insanlara yalanları yanlışları empoze etmeye devam ediyorlar.

Ama inanın milletimiz artık bunlara kanmıyor, inanmıyor.

Sürekli sahadayız.

İşte daha geçen hafta sonu Konya’daydık Karaman’daydık.

Değerli arkadaşlar vatandaşımız her şeyi anlamış her şeyi.

Her şeyi o kadar iyi biliyor ki o kadar görüyor ki... ‘Tamam diyor ya unlar bir tiyatro oynasın.’ Bu arada tiyatro sanatçılarımıza saygım sonsuz ha.

Yani ama siyaset tiyatro değil. Ona vurgu yapıyorum. Siyasetin sahici olması lazım.

Elindeki replik beyse onu oynamaması lazım siyasetçilerin.

Bugünün rolü bunu gerektiriyor yarının rolü bunu gerektiriyor diye tiyatro sanatçılarımız en iyi şekilde sanatını yapacak siyasetçiler de gerçek dürüst siyaset yapacak.

Bizim vurguladığımız bu.

Bakın değerli arkadaşlar

Bunlar tam 4 yıldır, “faize karşıyız” hamaseti yaptılar, şimdi ise Cumhuriyet tarihinin en büyük faizini ödeyen hükûmet oldular.

Ben buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum. Ya ‘nas’ diye diye sen bunları yapmadın mı? Sonuca bak sonuca. Sonuçta ne oldu?

Çünkü Allah’ın verdiği aklı kullanmazsan ilim yolundan saparsan düşeceğin hal budur.

Durum çok açık. Çok açık.

Faiz talimatla düşmez arkadaşlar. Faiz güvenle düşer, düzgün ekonomi politikalarıyla düşer, liyakatli kadrolarla düşer, istişareyle düşer ama en önemlisi başta da söylediğim gibi hukukla düşer adaletle düşer demokrasiyle düşer.

Bunlar ekonomiyi de mahvetti sosyal adaleti de mahvetti ama sonuçta bedelini de millet ödüyor şu anda.

Koskoca ülkenin boğazını sıktılar, boğazını. Nefes alamıyor insanlar.

*****

Arkadaşlar durum maalesef gerçekten vahim.

Bakın 3 hafta önce buradan bir uyarıda bulunmuştum.

Demiştim ki bu hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız feryat ediyor. Gittiğimiz her ilde ‘Ben artık hayvanlarımı kese kese sayısını azaltıyorum’ diye üreticiler bana geliyor feryat ediyor. Bu iş ciddi. Türkiye’deki büyükbaş hayvan stokumuz da azalıyor. Küçükbaş hayvan stokumuz da azalıyor. Giderek ithalata daha bağımlı hale geliyoruz diye buradan hükûmeti uyarmıştım.

Demiştim ki bakın ‘Çiğ sütün litresinin en az 9 liraya yükseltilmesi gerektiğini ve Yem maliyetinin de yarısının da devlet tarafından karşılanması gerektiğini’ söylemiştim.

Siz maliyeti düşürmeden enflasyonu düşüremezsiniz.

Çünkü şu anda Türkiye’deki enflasyon ağırlıklı olarak bir maliyet enflasyonu.

Kur patladığı için maliyetler arttığı için enflasyon artıyor.

‘Vatandaşın satın alım gücü çok yüksek herkesin refahı çok Yüksek o kadar yoğun bir alışveriş var ki oradan enflasyon oluşuyor’ diyemezsiniz.

Sorunu doğru tespit etmeniz lazım.

Şu andaki enflasyonun ana sebebi maliyettir. Siz maliyeti düşürmek zorundasınız.

Maliyeti düşürmek için de üreticiye doğrudan destek vermek zorundasınız.

Biz bakın parti programımızda da yazdık Tarım Eylem Planı’mızda yazdık.

Ne dedik?

Yem fiyatının yarısının devlet tarafından karşılanması lazım dedik.

Başka türlü bu iş olmaz.

Ve çağrı yaptık sütün fiyatı 9 lira olmalı yem maliyetinin yarısını da devlet karşılamalı. Ancak o zaman siz hem üreticimizin az da olsa geçimini sağlamasını gerçekleştirmiş olursunuz hem de süt ve süt ürünlerini vatandaşa makul fiyatlarla yansımasını sağlarsınız dedik. “Aksi takdirde peynir bulamayız, yoğurdu parayla bile alamayız, çocuklarımıza sabah bir bardak süt içiremeyiz” demiştim.

Çünkü Beştepe’nin aklı evvelleri, bu yıl üreticinin tüm maliyeti artarken süt fiyatını baskılamaya çalıştılar. Akıl almaz bir şekilde, “süt fiyatını artırmayalım ki, yem fiyatı da artmasın” dediler.

Hesaba bakın.

Yani inanın bu ülkeyi tanımıyor bunlar bilmiyorlar.

Bu ülkenin 10 tane süt üreticisini çağır konuş sana sorunda söyleyecektir çözüm de söyleyecektir. Ama onlar bunlara ulaşamıyor.

Sarayla kim konuşuyor? Sarayla ithalatçılar konuşuyor.

Sarayla cepten cebe irtibatı olan kim? O yüksek miktarda et ithalatı yapanlar. Yüksek miktarda buğday ay çiçeği mısır ithalatı yapanlar ancak cepten cebe konuşuyor.

Çünkü orada rakamlar büyük. Ve birkaç kişi üzerinden dönüyor iş. Sadece birkaç kişiye izin veriliyor.

Kısa süreli kota açılıyor birkaç kişiye izin veriliyor sonra kapatılıyor.

Siz çıkında ‘ben buğday ithal etmek istiyorum’ deyin de bir görün bakalım yapabiliyor musunuz mümkün mü?

Ancak oraya yakın olanlar yapabiliyor bunu.

Dolayısıyla şu anda ki hükûmet et ithalatçılarının buğday ithalatçılarının ayçiçeği ithalatçılarının etkisi altında veriyor bütün bu kararı.

Çitçimizin feryadını onun için duymuyorlar.

Süt üretici vatandaşlarımız da ne yapıyor sırf bu akılsızlık yüzünden, büyük zarar ediyor.

Ve Köylümüz, üreticimiz, masraflarla baş edemez durumda.

İnsanlar, içleri kan ağlayarak her gün emek verdiklerini ineklerini kesime göndermek zorunda kalıyor.

Ulusal Süt Konseyi dün ne yaptı? Sütün litre fiyatını 7,5 liradan, 8,5 liraya çıkarttı. Biz 9 dedik ya 8,5. Ne oldu? Ne oldu? Bizi dinlemediler de ne oldu?

İşte şimdi Ulusal Süt Konseyi’ni de dinleyen yok arkadaşlar. Süt şu anda artık kontrolsüz bir şekilde acık artırmayla piyasada 9 lira 30 kuruş gibi bugünlerde benim aldığım fiyat bu piyasadan.9 lira 30 kuruş gibi zaten piyasada açık artırmada oluşmuş durumda.

Çünkü kıtlaştıkça azaldıkça artık onun fiyatını siz ne açıklarsanız açıklayın dışarda onun ayrı bir fiyatı oluşur.

İnekler kesildikçe, süt veren hayvanların sayısı azaldıkça süt kıtlaştıkça artık bunun fiyatı artmaya mahkûm.

Siz enflasyonu böyle bilim dışı akıl dışı yöntemlerle düşüremezsiniz.

Enflasyonu düşürmenin en önemli yolu arkadaşlar bol üretimdir. Bolluktur.

Ülkede bol yatırım olacak insanlar geleceğe güvenle bakacak. Bol bol üretilecek ki o bollukla ancak enflasyon düşer.

Makroekonomik istikrarla döviz kurunun ve enflasyonun kontrol altına alınması ile ancak bu ülkede enflasyon düşer.

Bunlar bilmiyor. Öğrenemediler. Bilenlerle de konuşmuyorlar.

Yani sonuçta değerli arkadaşlar süt ve süt ürünlerinin daha da pahalanacağı bir döneme giriyoruz.

Süt sadece süt değil biliyorsunuz soframızdaki peynir demek yoğurt demek bunların hepsinin fiyatı artacak.

Ben buradan şimdi Beştepe’ye sesleniyorum; Üretimi teşvik etmediğiniz, maliyetleri patlattığınız için çocuklarımız artık önümüzdeki aylarda süt içemeyecek. Daha az süt tüketmek zorunda kalacak. Saçma sapan tezleriniz ve inatlarınız yüzünden, hayvanlar kesime gönderildiği için insanlar yoğurt, peynir yiyemeyecek.

Zaten biliyorsunuz et tüketimi Türkiye'de yarı yarıya azaldı.

150 lira 200 liraya 1 kilo et.

Öyle bir şey olur mu?

Ve gittikçe de azalıyor.

İnsanların çoğu bakın söyledim haftada iki gün evine proteinli besin alıp da çocuklarına protein içeren bir sofra kuramıyor. TÜİK’in rakamları bunu söylüyor bakın.

TÜİK itiraf ediyor.

Ben buradan açıklıyorum ya gelecek hafta bakarsanız TÜİK o rakamları baskılayabilir.

Talimat gelir sen niye bunu açıklıyorsun diye. TÜİK bunları da daha iyi göstermeye çalışabilir.

Henüz muhtemelen Türk talimat verenlerin dikkatine gelmiyor bu rakamlar.

Ve ben diyorum ki Hiç öyle Ulusal Süt Konseyi’nden de yeni bir müjde falan da açıklamayın. Milletin karnı tok.

Bu müjdelerden insanlar bıkacak.

Maliyetlerdeki artıştan da fiyatların artışından da siz sorumlusunuz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şimdi de yine biraz hakka, hukuka değinmek istiyorum.

Hiç şaşırmıyorsunuz artık. Biz buradan hukuk dedikçe adalet dedikçe şaşırmıyorsunuz çünkü buna çok vurgu yapmamız gerekiyor.

Herhalde bugüne kadar haktan, hukuktan bahsetmediğim hiçbir konuşmam olmadı.

Neden, biliyor musunuz değerli arkadaşlar?

Türkiye’nin DEVAsı, “adalettir” de ondan. Türkiye’nin DEVAsı, “adalettir”.

Türkiye’nin DEVAsı “insan haklarıdır”.

Adaletin, hakkın, hukukun olmadığı yerde hiçbir alanda başarı olmaz. Mümkün değil. Hukuk yoksa adalet yoksa o ülkede sadece 3-5 tane zengin türer.

Topyekûn zenginleşme olmaz. Tam tersine topyekûn yoksullaşma yaşanır.

Şu anda tam onu yaşıyoruz.

Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmadığı ülkede gençlerin yarınları diye bir şey olmaz.

İşte pazartesi günü geçtiğimiz pazartesi günü bu salonda Dış Politika ve Güvenlik Eylem planımızı açıkladık.

‘İçeride güçlü bir hukuk sistemi yoksa Türkiye dış ilişkilerde bugünkü gibi ele avuç açmak zorunda kalır’ dedik.

‘Cumhurbaşkanı, oradan buradan 3-5 milyar dolar gelsin diye, ülke ülke gezmek zorunda kalır’ dedik.

Değerli arkadaşlar bakın,

İşte hukuksuzluğun en yakın örneği: Sansür yasası maalesef meclisten geçmek üzere.

Buradan meclisteki milletvekillerinin hepsine seslenmek istiyorum:

Bir kişiye değil; ülkemize ve milletimize hizmet edin diyorum.

Bu koltukların hepsi gelip geçici ha.

O milletvekili bir bakın meclisteki milletvekillerine kimler oturmuş bugüne kadar hepsi gelip geçiyor.

Ama bugün siz eğer bu sansür yasasının altına evet derseniz bu utancın altına imza atmış olursunuz.

Ülkemize 30-40 yıl geriye götürecek dünyadan koparacak işlere imza atmayın diyorum.

Verilen zararların telafisi zor telafisi güç.

Hukuku yok ederek ülkemizin yarınlarımıza zarar veriyorsunuz.

Geçen hafta demiştim: Sayın Erdoğan eğer hak ve özgürlükleri Anayasa ile teminat altına almak istiyorsa bu konusunda gerçekten samimiyeti varsa önce şu sansür yasasını meclisten çeksin bakalım demiştim.

Özgürlüklerle ilgili anayasa değişikliğinden bahsediyor aynı gün mecliste sansür yasası konuşulmaya başlandı.

Böyle tutarsızlık olur mu yahu. Samimi iseniz bu özgürlükler konusunda Adalet konusunda gereğini yapın. Anayasası ile de yapın yasasıyla da yapın.

Hiç endişeniz olmasın arkadaşlar. Bakın Biz bu ülkede hukukun üstünlüğünü evelallah tesis edeceğiz.

Herkes için adaleti sağlayacağız.

Üste çıkanın alttakini ezdiği, gücü ele geçirenin de başka kesimlere zulmettiği nöbetleşe zorbalık dönemine son vereceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçen hafta Sayın Erdoğan Alevi vatandaşlarımızla ilgili de, maalesef müjde verdi.

Maalesef diyorum çünkü bu konuyu da, Alevi vatandaşlarımızın taleplerini de, haklarını da hala anlayabilmiş değil.

Hala Türkiye'ye de bizim vatandaşlarımıza da kendi o dar perspektifinden kendi dar çerçevesinden bakıyor.

Neymiş Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür ve Cemevi Başkanlığı kuracakmış.

Hiç dinlemiyorlar arkadaşlar hiç. Buradaki sorunu inanın hiç görmüyorlar.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ne yapacak belli değil. Çalışma usulünün çerçevesi belli değil.

Neden Kültür ve Turizm Bakanlığı? O da belli değil.

Ne yapmaya çalışıyorsunuz ne mesajı vermeye çalışıyorsunuz o bakanlığın altına kurmakla.

Bu ne demek biliyor musunuz? Seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, konuyu geçiştirme çabası demek.

Alevi meselesini, onların talepleri idrak etmeden çözemezsiniz.

Evet, mesele yeni bir mesele değil. Ancak, Erdoğan bu meseleyi büyüttü arkadaşlar.

Bu mesele büyüdü büyüyor.

Şimdi seçime giderken, panik halinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar.

Bütün butonlara basıyorlar panik halinde. Seçime gidiyorlar ve uçak da düşüşte ya bakalım hangi düğme bizi kurtaracak diye her düğmeye basıyorlar.

Ama insanlar sizin ne yapmak istediğinizin gayet iyi farkında.

Hiç endişeniz olmasın, bu meseleyi de zamanı gelince çözecek olan inşallah DEVA Partisi olacak. DEVA iktidarı olacak.

Değerli arkadaşlar, defalarca söylediğim gibi; Alevi vatandaşlarımız kendilerini nasıl tanımlıyorsa, devlet de onları öylece tanımak zorundadır.

İbadethanelerini nasıl tanımlıyorlarsa, devlet de öyle kabul etmek zorundadır. İnançlarını nasıl tanımlıyorlarsa, devlet de olduğu gibi tanımak zorundadır.

Devletin işi bizim Alevi vatandaşlarına Alevi vatandaşlarımıza onların inançlarını kültürünü onlara öğretmek değildir.

Onlara Şekil vermek onları belli bir kalıba sokmak değildir.

Devletin görevi Alevi vatandaşlarımızın inançlarını kültürünü geleneklerini olduğu gibi tanımak, olduğu gibi kabul etmektir ve onlara özgürlük alanını da garanti etmektir.

O özgürlük alanını korumaktır.

Evirip çevirip işi dolandırıp Kültür ve Turizm Bakanlığına havale etmek çözüm değildir.

Burada mesele eski eser, tarihi eser meselesi değil ki Kültür Turizm Bakanlığı ilgilensin.

Biz DEVA Partisi olarak açıkça söylüyoruz;

Alevi vatandaşlarımıza ve tüm vatandaşlarımıza ayrımcılık hissettiren uygulamaların hepsine son vereceğiz. Hepsine.

Hiç bir vatandaşımızın, devlette işe girerken, terfi alırken, üst düzey yönetici olurken ayrımcılığa uğramasına da izin vermeyeceğiz.

Tek ölçütümüz ehliyet ve liyakat olacak.

Her bir vatandaşımızın bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşı olarak yaşamasını sağlayacağız.

İşte çözüm burada arkadaşlar.

Ve inanın çok hızlı çözülür her şey ya.

Daha önce hiç bu işleri yapmamış olsak daha önce tamamen dışarıdan izliyor olsak deriz ki ya bu mesele çok büyük çok eski nasıl olacak şöyle böyle. Öyle değil ya. İnanın çok kolay.

Avrupa Birliği sürecini yürüten 3 yıl bu ülkenin Avrupa birliği bakanı olarak Türkiye'nin her alanda Avrupa Birliği standartlarını yükselmesi için çabalayan ve sonuç alan bir arkadaşınız olarak söylüyorum ki; inşallah bu işin çözümü bize nasip olacak.

Ve çok hızlı olacak çok hızlı.

Siz yeter ki önce zihninize şunu kodlayın. “Devlet millet için vardır” deyin. “Devlet Millet için vardır.”

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz biz DEVA Partisi olarak yola çıktığımız ilk gün dedik ki, “biz alışılmış siyasi partilerden olmayacağız”.

Şikâyet eden, çözümleri çalışmayan, “hele bir seçimi kazanalım sonra bakarız” diyen bir siyasi parti olmayacağımızı zaten açıkladık.

Partimizi kurduğumuz ilk günden beri yoğun bir şekilde çözümler çalışıyoruz, eylem planları hazırlıyoruz.

İktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde neler yapacağımızın da sözünü veriyoruz.

Çünkü o sorumluluğu üstlendiğimizde, kaybedecek bir dakikamız bile olmayacağını çok iyi biliyoruz.

Zamanında tam 13 yıl ülke yönetmeyle ilgili çok ciddi sorumluluklar üstlenmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum ki ; “Ne yapsak?” diye kaybedilecek vaktimiz olmayacak seçimden sonra.

Bugünden her şeyi hazırlamak zorundayız.

Biz ilk gün ne yapacağımızı, hatta ilk 90 dakikada neler açıklayacağımızı bugünden hazırlıyoruz. Ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz.

İki gün evvel 13. Eylem planımızı, “Dış Politika ve Güvenlik” Eylem Planımızı açıkladık.

Haftaya da inşallah 14. Eylem planımız olan “Kültür ve Sanat Politikaları ” Eylem Planımızı açıklayacağız.

Kasımla beraber Kasım sonuyla beraber inşallah 22 eylem planıyla 360 derece, ülkemizdeki bütün politika alanlarını kapsayacak bir eylem planı setini tamamlamış olacağız.

Bu bir ilk. Daha önce yapılmış bir şey değil.

Daha önce bakın seçimlere seçim beyannameleri ile gidilir.

Ve seçim beyannameleri sınırlı dokümanlardır.

Hâlbuki bizim eylem planlarımız çok detaylı çok kapsamlı madde madde atılacak adımlar yazıyor öyle Kaçak oynamak yok kaçak güreşmek yok yani. Her şeyi açık açık yazıyoruz takvim veriyoruz ve her şeyinde bütçesini hesap ediyoruz.

Yarın günü geldiğinde ya söz verdik ama paramız yok falan filan Allah utandırmasın Allah da duruma düşürmesin, bugünden bütçesine hesap ediyoruz ki günü geldiğinde sözümüzü tutalım bütün eylemlerimizi verdiğimiz takvim içerisinde inşallah gerçekleştirelim.

Ve bunların hepsini arkadaşlar eş zamanlı olarak gerçekleştireceğiz.

Yani 22 eylem planı zannetmeyin ki 1 ile başlayacağız bitince 2 başlayacak bitince 3 başlayacak öyle değil. Önce şu sonra bu diye ayrım yapmayacağız.

22 şeritli bir yol düşünün her şeritte bir eylem planı olduğunu düşünün, 22 şeritli yolda eş zamanlı olarak icraata başlayacağız.

İnşallah kazasız belasız güven içinde ülkemize o 22 bantla otobanda 22 şeritli otobanda Atılım üstüne Atılım yaptıracağız.

Biz tam da bu yüzden DEVA Partisi’ni kurduk.

Siyaseti, “profesyonel meslek” olarak görenlerden olmadık. Olmayacağız.

Hiçbir zaman çözüm odaklı yaklaşımdan taviz vermedik, vermeyeceğiz.

Biz ülkemize yapışan bu yoksulluğu def etmek için DEVA Partisi’ni kurduk.

Herkesin kendisini özgür, eşit ve güvende hissettiği bir ülke olmak için biz DEVA Partisi’ni kurduk.

Bizim hayallerimizde özgür ve zengin bir Türkiye olduğu için DEVA Partisi’ni kurduk.

İnanıyorum ki, hayallerimize en kısa hep beraber sürede ulaşacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Değerli basın mensupları,

Ben sözlerime şimdilik burada son vermek istiyorum arkadaşlarımızın soruları varsa onlardan gelecek soruları cevaplayarak toplantımıza devam edelim.

 

10 Ekim 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Dış Politika ve Güvenlik Eylem Planı Konuşması

Ali Babacan Dış Politika ve Güvenlik Eylem Planı Konuşma Metni

Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyor, partimizin Dış Politika ve Güvenlik Eylem Planını açıklayacağımız basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli konuklar,

DEVA Partisi, ülkemizin her alandaki sorunlarının çözümlerini detaylarıyla çalışıp “eylem planları” ile ortaya koyan ilk siyasi parti.

Eylem planlarımızı açıklamaya, taahhütlerimizi şimdiden kamuoyuyla paylaşmaya devam ediyoruz.

Bugün 13. eylem planımızla sizlerleyiz. Kamuoyunun karşısındayız.

Yola çıktığımız ilk gün taahhüt ettiğimiz gibi, biz, siyasete yeni gelenekler kazandıran bir parti olduk. Her alanda ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı açık açık söylüyoruz. Takvim ortaya koyuyoruz ve bütçeyle ilgisi varsa bütçesini hesap ediyoruz.

Geçen hafta da söyledim. Özellikle şu önümüzdeki 2 aylık dönemde tam bir eylem planı şovu yapacağız. Seçimlere, partimizin kendi adıyla kendi sanıyla ve tam 22 alandaki eylem planlarıyla gireceğiz.

Ülkemize tam 22 şeritli bir yol hazırlıyoruz şu anda.

22 şeritte eş zamanlı ilerleyecek bir icraat dönemini şimdiden bütün detaylarıyla çalışıyoruz.

Seçimden sonra nasıl bir Türkiye’ye uyanacağımızı merak edenler için söylüyorum: DEVA Partisi’nin eylem planlarına bir göz atmak bütün bu merakı giderecek.

Tüm taahhütlerimizi seçimlerden sonra tek tek uygulayacağız.

*****

Bugün gündemimiz; dış politika ve güvenlik arkadaşlar.

Dış politikada yol haritamızı hazırladık. Güvenlik alanında yapacaklarımızı belirledik.

Daha evvel defalarca söylediğim gibi, şu anda Türkiye’nin bir dış politikası yok.

Şu andaki hükümetin dış politika diye tanımlayacağımız bir çerçevesi yok.

Bir kişinin dürtülerine bağlı şahsileştirilmiş dış ilişkiler seti var.

Uzmanların, diplomatların, meslek memurlarının esamesinin okunmadığı, bilgilerinden faydalanılmadığı “ben yaptım oldu”cu bir anlayışla şu anda Türkiye’nin dış ilişkileri yürütülüyor.

Diplomasi son derecede zayıfladı. Adeta ayaklar altına alındı.

Koskoca Türkiye’nin dış ilişkiler repertuarında, neredeyse yalnızca silahlı gücü kaldı.

Onu da her seferinde test ettirdiğimiz bir dönemdeyiz.

Ülkemiz maalesef sözü dinlenmeyen bir duruma düştü.

Ve bugün, “sıfır başarı” dönemindeyiz.

Bakın arkadaşlar,

Ben ülkemize 2 yıl Dışişleri Bakanı olarak, 3 yıl da Avrupa Birliği Başmüzakerecisi olarak hizmet ettim.

Türkiye’nin en başarılı yıllarında, bir yandan rasyonel politikalarla ekonomimizi güçlendirirken, bir yandan da Avrupa Birliği yönünde tarihi reformlara imza atan bir kadronun başındaydım.

Bugünlere bakınca, içim acıyor. Olanları kabullenemiyorum.

Son yıllarda, dış politikada ne tarihsel sorunlarda bir çözüme ulaşabildik Türkiye olarak, ne de güncel gelişmeleri lehimize çevirecek adımlar atabildik.

Çok yazık, inanın içimiz sızlıyor.

Tüm bunları gördüğümüz için, dört başı mamur bir dış politika rotasını kollarımızı sıvadık, hazırladık, tamamladık.

Ve şimdiden ilan ediyoruz arkadaşlar.

Biz, dış politikada olur olmadık maceralarla oyalanmayacağız.

Bizim istikametimiz; Avrupa Birliği standartlarıdır. Üye oluruz, olmayız o başka konu. Üye olup olmadığımızdan bağımsız bir şekilde hedefimiz vatandaşlarımıza en az Avrupa Birliği seviyesinde hukuk, özgürlük ve demokrasi standardı sağlamaktır.

Şimdiden söyleyeyim. DEVA Partisi iktidarında gazetelerde daha sık Brüksel haberleri göreceksiniz.

Biz bu hükümetin kavgacı, içe kapalı, ülkemizi dünyadan koparan maceralarına son vereceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında demokrasi mücadelesi veriliyor.

Kuzeyden güneye, batıdan doğuya pek çok ülkede otokratik yönetimlere karşı hak ve özgürlük mücadeleleri yürütülüyor şu anda.

DEVA Partisi olarak bizim bugünün dünyasındaki duruşumuz nettir bellidir.
Biz Dünyada demokrasiyi savunanlarla aynı yerdeyiz.

Dünyanın her yerinde, yasaklara karşı direnen kadınlarla;

Rusya’da gazeteleri kapatılan, slogan attıkları için 10 yıl hapis cezası alan savaş karşıtlarıyla, aynı yerdeyiz.

Ukrayna’da bağımsızlığın, onurlu eşitliğin mücadelesini verenlerle;

Belarus’taki hileli seçimleri kabul etmeyenlerle, ailece hapise atılanlarla, aynı yerdeyiz.

ABD’de polis şiddetine karşı sokağa çıkanlarla;

Çin’de sadece kimliklerinden dolayı hapse atılan Uygurlarla, aynı yerdeyiz.

Avrupa’da İslamofobi’ye ve popülizme direnenlerle;

Tayvan’da Çin emperyalizmine karşı meydan okuyanlarla, aynı yerdeyiz.

Biz Demokrasi neferiyiz.

İşte o yüzden biz, ülkemizi hak ettiği yere; gelişmiş Batı demokrasilerinin ileri seviyelerine ulaştırmayı hedefliyoruz.

Bu sayede eğitimde yükseleceğiz. Ülkemizin her köşesinde eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağız.

Bu sayede tek tek, birey birey haklarımıza kavuşacağız. Kolektif hakları da güvence altına alacağız.

Bu sayede ekonomide de güçlü olacağız.

Ve değerli arkadaşlar böylece; dış politikada sözü dinlenen, itibarlı ve güçlü bir ülke olacağız.

Pasaportumuza, Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna değer kazandıracağız.

Pasaportumuzun tüm dünyada kıymetli olmasını sağlayacağız.

Benim Dışişleri Bakanı olduğum yılları da kapsayan o parlak dönemde, dış politika alanındaki başarımızın en temel sonuçlardan biri bu olmuştu, biliyorsunuz.

Avrupa’dan tutun, Amerika’ya, Afrika’dan tutun gelişen Asya’ya kadar Türkiye Cumhuriyeti pasaportu sahibi olmak büyük bir itibar görüyordu.

Avrupalı iş insanları geliyordu bizden vatandaşlık talep ediyordu. ‘Ya sizin Avrupa Birliği pasaportunuz var arkadaş, bizim vatandaşlığımızı ne yapacaksınız? Pasaportu ne yapacaksınız? ‘diye sorduğumuzda, ‘Bu pasaport bize kapılar açıyor. Avrupa’nın tarihten gelen yükleri var, bagajları var. Ama biz Güney Amerika’ya da gitsek, Afrika’ ya da gitsek Asya’ya da gitsek Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu gösterdiğimiz anda biz kolay iş yapıyoruz bize kapılar açılıyor’ diyorlardı.

İşte şimdi inanın çok daha güçlüsünü, çok daha iyisini, çok daha sağlamını yapacağız. Türkiye’de bunu tekrar gerçekleştireceğiz.

İnanıyorum ki evlatlarımız, güçlü demokrasiye sahip, güçlü ekonomiye sahip, güçlü adalete sahip bir Türkiye’de büyüyecekler.

Evlatlarımız Avrupa’nın başı dik Türkiye’sinde büyüyecek.

Bunu hep beraber göreceğiz inşallah.


*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın başka ne yapacağız:

Ülkemizin dış politikada şu anda okumakta olduğu yalnızlık senfonisini bitireceğiz.

Değerli yalnızlıkmış değil mi? Uydurdukları bir ifade.

Yalnızlığın nelere mal olduğunu gördük.

Yalnızlığın Türkiye’ye ne kadar büyük kayıplar oluşturduğunu, haklı olduğumuz yerde nasıl haksız düşürüldüğümüzü gördük.

Yalnızlaştığımızda terörle mücadelede nasıl zafiyete uğradığımızı gördük.

Biz ne yapacağız? Dostlarımızın sayısını artırıp, düşmanlıkları gidermenin çalışmasına başlayacağız.

İktidar değişikliğinin hemen ardından, sorun yaşadığımız ülkelerle ikili ilişkilerimizi onarmak ve güçlendirmek için yoğun bir çabanın içine gireceğiz.

Türkiye’yi barışçıl bir güç yapacağız.

Türkiye’yi bir “akıllı güç” yapacağız.

Burada aklı, rasyonaliteyi, bir kere daha vurgulamak istiyorum.

Akıl terk edilince, bir kişinin duygu dünyasına göre hareket edilince ne olacağını ne olduğunu maalesef hep beraber gördük. Yaşadık, yaşıyoruz.

Akıl yoksa rasyonelite yoksa, istişare yoksa anlamsız maceralara girip ülkemizi durduk yere yalnızlaştırırsınız.

Etrafınızda, ülkemizin hakkını savunan, bize hakkımızı teslim eden hiç kimseyi bulamazsınız.

O yüzden bizim dış politikada akılsızlığa tahammülümüz yok.

Her bir akılsız hamle, 85 milyona vurulan ağır bir darbe olarak döndü bize.

O yüzden biz, milletimizin çıkarlarını, uluslararası hukukla ve akılla koruyacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Konuşmamın başında “Türkiye’nin dış ilişkiler repertuarında yalnızca silahlı gücü kaldığından, onu da her seferinde test ettirdiğinden” bahsetmiştim.

Şimdi de ülkemizin silahlı kuvvetlerine, savunmasına dair bazı hususlara da vurgu yapmak istiyorum.

Arkadaşlar, biz, olur olmadık şahsi çekişmelerle ordumuzun caydırıcı gücünü test ettiren bu savrukluğa son vereceğiz.

Ordumuzun; demokratik denetim ve gözetime tabi, itibarlı, caydırıcı ve etkin bir askeri güç olmasını sağlayacağız.

Askerlik hizmeti konusunda da toplumsal adaletin gereğini yapacağız.

Zorunlu ve bedelli askerliğin aynı anda uygulanmasının bir adaletsizlik olduğunu biliyoruz. Bunu sona erdireceğiz.

Bizim hedefimiz; profesyonel orduya geçmektir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Devletin kurumsal kapasitesini sağlamlaştırırken, Dışişleri Bakanlığına da yenilikler getireceğiz.

Şu anda Dışişleri Bakanlığı, iktidar partisi üyelerinin ve yandaşlarının emekli olduğunda yerleştiği kasabaya dönüştü maalesef.

İktidar destekçilerine emekli ikramiyesi gibi büyükelçilikler dağıtılıyor.

Biz, bir dönem başında olmaktan onur duyduğum Dışişleri Bakanlığımıza yeniden itibarını kazandıracağız.

Meslek dışından büyükelçi atamalarına ilke olarak son vereceğiz. Ve Liyakati esas alacağız.

*****


Eylem planımızın ikinci kısmı ise arkadaşlar güvenlik alanını kapsıyor.

Terörle mücadelede ayrım gözetmeksizin yoğun bir çaba ortaya koyacağız.

Terör örgütlerinin hepsiyle aynı azim ve kararlılıkla mücadele edeceğiz.

Bu mücadelede, hiçbir koşulda, hukukun dışına çıkmayacağız.

Terörle mücadeleyi hukuk içinde kalarak akılcı yöntemlerle sonuca ulaştıracağız.

Terörle mücadelede sadece güvenlik enstrümanlarını kullanmayacağız. Diplomasiyi, uluslararası ilişkiyi, sosyo- ekonomik araçları mutlaka devreye sokacağız.

Terörle toplumsal dinamikleri dikkate alan bir mücadele çizgisi izleyeceğiz.

Kök sebeplerine ineceğiz. Kök sebeplerle uğraşacağız.

*****

Değerli basın mensupları,

Ben eylem planımızın genel hatlarını sizlerle paylaşmış oldum. Eylem planımız oldukça kapsamlı. Daha önce yayınladığımız eylem planları gibi bunda da çok sayıda unsur var.

Bu çalışma, önleyici ve caydırıcı kolluk gücünün desteklenmesinden tutun; çete, mafya ve suç örgütleriyle mücadeleye kadar çok geniş bir alanı kapsıyor.

Ben şimdi size eylem planımızın detaylarını paylaşmak üzere, Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Koordinatörümüz Sayın Abdurrahman Bilgiç’e sözü bırakıyorum.

Ve katılımınız için bizlerle beraber olduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum. Ve eylem planımızın da şimdiden hayırlı olmasını diliyorum.

5 Ekim 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 25. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Yirmi beşinci Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Değerli yol arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Hepiniz hoş geldiniz.

Yeni yasama döneminin açılışıyla beraber, haftalık değerlendirme toplantılarımıza bugün tekrar başlıyoruz.

Son derece verimli bir yaz döneminin ardından yine beraberiz.

Geçtiğimiz yaz, mitinglerle sahaya inen ilk siyasi parti olduk.

Bütün bir yaz ülkemizin kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna; tüm şehirlerimizde yoğun bir şekilde sahadaydık.

Partimizin miting sürecini resmen başlattık.

Gaziantep, Gebze, Yozgat, Siirt ve Trabzon’daki miting meydanlarımızda iktidar yürüyüşümüzün işaretini güçlü bir şekilde verdik.

Bu ayın 15’inde, 15 Ekim Cumartesi günü de Erzurum’da İstasyon Meydanı’nda olacağız.

Mitingimize tüm Erzurum davetlidir.

Bizim her mitingimiz, büyük bir değişimin ayak sesidir, arkadaşlar.

Tüm engellemelere rağmen; büyük kalabalıklarla, coşkuyla buluşuyoruz milletimizle.

Şunu çok net görüyoruz ki, iktidar partisinin korkulu rüyası olmuşuz artık.

DEVA Partisi’ni her sokakta, her mahallede engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

İstediğimiz miting alanlarını vermediler, mitinge gelenlerin araçlarını çok uzaklardan geri çevirdiler, afişlerimizi indirdiler, duyurularımıza mani oldular, tuvaletlerin kapılarını kilitlediler ya. İnsanlar ihtiyaç olduğunda erken bırakmak zorunda kalsın sahayı terk etsin diye. İnanılır gibi değil.

Sayın Erdoğan, miting yaptığımız şehirlerin hemen yakınlarında, aynı gün, aynı saatte programlar düzenledi ve vatandaşlarımızı oraya davet etti.

İktidar mensupları, miting yaptığımız illerde bizimle aynı gün aynı saatte başka etkinlikler düzenleyip vatandaşlarımızı oraya ettiler.

Peki, bütün bunları yaptılar da sonuç ne oldu?

Kime mani olabildiler?

Buradan Beştepe’ye seslenmek istiyorum: Siz kime mani olabileceğinizi sanıyorsunuz, yahu?

Bizi engellemeyi ancak rüyanızda görürsünüz, rüyanızda.

Milletimiz olan biteni gayet iyi anlıyor. Siz ne kadar engellemeye çalışıyorsanız inadına geliyorlar dolduruyorlar o meydanı inadına.  

Arkadaşlar, kim ne derse desin, DEVA Partisi tarih yazıyor, tarih.

Hakkın, hukukun, eşitliğin, güvenin, birlikteliğin, coşkunun tarihini hep birlikte yazıyoruz.

Bu vesileyle, gerçekleştirdiğimiz bu büyük organizasyonların hazırlığında görev alan tüm arkadaşlarıma, yoğun emekleri için tekrar teşekkür ediyorum.

Mitinglerimize katılan tüm vatandaşlarımıza da, cesaret gösterip o meydanda bizlerle beraber oldukları için ayrıca şükranlarımı sunuyorum.

***

Değerli arkadaşlar,

Seçime doğru hızla ilerliyoruz.

Geçtiğimiz pazar günü, seçim yolunda çok önemli bir aşama kaydettik.

Altı partinin genel başkanları olarak, işbirliğimizi 2 önemli alanda ilerletmenin kararını verdik. 

Altı parti olarak, temel politika alanlarını kapsayan ortak bir seçim beyannamesinin hazırlanması için çalışmalara başladık.

Hedefimiz, belirleyeceğimiz ortak Cumhurbaşkanı adayımızın da katkısıyla, milletimizin karşısına tek bir seçim beyannamesi ile çıkmak. 

Farklılıklarımızı değil, ortaklıklarımızı ön plana çıkaracak bir çalışma içindeyiz biz şu an.

Farklı siyasi partiler olsak da ülkemizin yarınları için aynı hedefe doğru beraberce yürüme iradesini ortaya koyduk.

Ne demiştim?

Daha yola ilk çıktığımız gün; “Türkiye 1’den büyüktür” demiştim.

Seçimden sonra da Türkiye’yi tek bir kişinin dağarcığına bırakmayacağız.

85 milyonu tek bir kişinin insafına bırakmayacağız.

Seçimden önce milletimizin önüne ortak bir bildirge koyacağız.

Seçimden sonra da söz verdiğimiz politikaları aynen uygulayacağız.

Hedefimiz bu.

Yok o parti, bu parti, şu parti değil; tüm ortak sözlerimizi hayata geçirmenin mücadelesini vereceğiz seçimden sonra.

Ve ne olacak?

Türkiye, bir daha asla, istikrarsızlığın yaşandığı bir döneme girmeyecek.

Neyin nasıl yönetileceğini bugünden çalışıp kararlaştıracağız.

İşte biz buna -ilk günden beri söylediğimiz gibi- “geçiş sürecinin yol haritası” diyoruz. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçişin yol haritası.

Geçtiğimiz pazar günü, 6 parti olarak, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş süreci için bir yol haritası hazırlamaya da başladık.

Bunun da artık teknik çalışmalarına eğiliyoruz.

Yani; açık ara farkla seçilmesini hedeflediğimiz 13. Cumhurbaşkanının, sistem değişene kadar, ülkeyi nasıl yöneteceğini beraberce çalışıp kararlara bağlayacağız. Özü bu.

Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı makamının elinde şu anki anayasaya göre dünya kadar yetki var.

Parlamenter sisteme geçene kadar, bu yetkilerin hangileri nasıl kullanılacak?

İstişare mekanizmaları nasıl çalışacak?

Meclis’imizi nasıl güçlendireceğiz?

Güçler ayrımı ilkesini nasıl kuvvetlendireceğiz?

Kısacası, geçiş sürecinde, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in ruhunu nasıl hemen hayata geçireceğiz?

Seçimlerden sonraki ilk gün hedeflediğimiz Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin ruhunu hemen nasıl fiiliyata uygulamaya geçireceğiz?

İşte tüm bu soruları beraber yanıtlayacağız. Cevapları netleştireceğiz.

Biz de DEVA Partisi olarak yaptığımız tüm çalışmaları diğer siyasi partilerle paylaşmaya devam edeceğiz.

Hiç kuşkunuz olmasın.

Biz, elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz arkadaşlar. DEVA Partimiz, 6’lı masanın başarılı olması için elinden gelenin fazlasını yapıyor.

Kafamızda 6 ay sonrasının, 1 yıl sonrasının, 2 yıl sonrasının, 5 yıl sonrasının Türkiye’sini şimdiden belirliyoruz.

Hiçbir şeyi sonra bakarız diye ileriye bırakmıyoruz.

Nasıl olsa kervan yolda düzülür demiyoruz. Bugün detaylı çalışmamız lazım.

Çünkü seçimlerden sonra ülkenin tek bir gün kaybedecek vakti olmayacak.

Sorunlar birikiyor, büyüyor. Yangın yayılıyor.

Seçimlerden sonra derhal icraata başlamanın hazırlığını bugünden yapıyoruz. İlk dakikadan itibaren neler yapacağız.

İlk 90 dakikada neler açıklayacağız? İl 30 günde, 90 günde 180 günde, 360 günde neler yapacağız?

Hepsine çalışıyoruz.

Tüm senaryolara karşımıza çıkacak tüm senaryolara karşı vızır vızır hazırlanıyoruz. Ülkemizin önündeki fırsatları ve tehditleri bütün detaylarıyla masaya yatırıyoruz.

Ama bununla da yetinmiyoruz.

Kendi eylem planlarımızı da çalışmaya devam ediyoruz. 12 ayrı alanda biliyorsunuz yapacaklarımızı açıkladık. Hız kesemeden devam edeceğiz.

Hız kesmeden devam edeceğiz. Kasım ayı bitmeden 10 eylem planımız yayınlanmış olacak.

10 alanda birden şu an çok yoğun bir çalışma var. Kasım ayı bitmeden biz kendi hazırlıklarımızın tamamını bitirip kamuoyu ile paylaşacağız. Kendi hazırlılarımızın tamamını da 6’lı masaya koyacağız.

Hazır olan diğer partiler de koyacak. Bakacağız, çalışacağız ve bu ülkenin yarınları için en iyisi neyse o mutabakatı sağlamak için yoğun bir gayret göstereceğiz.

Yani seçimlere biz DEVA Partisi olarak tam 22 eylem planımızla gireceğiz.

Özellikle bu Ekim ve Kasım ayları, DEVA Partisi’nin eylem planı şovuna sahne olacak.

Bunu beraber yapacağız.

Önümüzdeki hafta kısmet olursa burada bu salonda Dış Politika ve Güvenlik eylem planımızı da kamuoyuyla paylaşacağız. Arkadan dediğim gibi sırayla haftada bir iki eylem planıyla yürüyeceğiz ve kasım ayı bitmeden tamamını kamuoyuyla paylaşmış olacağız.

Ülkemizi, gençleri, kadınları, bu ülkenin haysiyetli insanlarını, kontrolsüz güce emanet etmeyeceğiz!

Yeterince ders aldık. Herhalde yaşadığımız şu son 4 yıl tek bir kişinin aklına eseni yaptığıyla ülke yönetildiğinde ne kadar büyük felaket yaşadığımızı ne kadar büyük kriz yaşadığımızı savrulduğumuzu Türkiye’ye gösterdi.

85 milyon bunun acısını yaşadı yaşıyor.

Ders alacağız. Hataları tekrar etmeyeceğiz. Hep ileriye bakacağız.

***

Evet arkadaşlar,

Bu eylem planlarımızla birlikte hem yurt içinde özgürlüğe, eşitliğe ve zenginliğe giden yolun taşlarını döşüyoruz; hem de ülkemize uluslararası alanda itibar kazandıracak politikalar geliştiriyoruz.

Bir yandan “Yarının Türkiyesi”ni hazırlarken, diğer yandan bölgemizdeki gelişmeleri çok yakından izliyoruz.

Dışarıya baktığımızda; özellikle Rusya Federasyonu’nun aylardır uluslararası hukuku çiğnediğini görüyoruz.

Topraklarını silah gücüyle genişletmeye çalışırken, yaptıkları hukuksuzluğu, geçtiğimiz hafta, referandum kılıfının içinde sunmaya kalktılar. 

Biz, bu konudaki net tavrımızı ilk günden itibaren açıkça ortaya koyduk.

Rusya yönetiminin yaptıklarını kınıyor, bu tavrı insani, siyasi, hukuki ve ahlaki yönden reddediyoruz.

Ülkemizin de dış ilişkilerde, itibarlı ve tutarlı bir politika yürütmesi gerektiğine inanıyoruz.

***

Değerli arkadaşlar,

İtibarlı dış politika, ancak güçlü bir ekonomiyle olur.

Güçlü bir ekonomi de ancak sapasağlam bir demokrasiyle yürür.

Sağlam demokrasi de gerçek bir hukuk devletiyle olur.

Hukuk sağlanmadan demokrasi sıhhatle işlemez.

Hukuk olmadan demokrasi 5 yılda bir yapılan seçimlerden ibaret kalır.

Hukuk olmadan seçim sonuçlarına saygı da kalmaz.

Hukuk her şeyin temeli.

Hukukla beraber demokrasi.

Ve sağlam bir hukuk demokrasi temelinde yükselen bir ekonomi.

Bizim modelimiz bu.

Ama en çok da başarı neyle olur biliyor musunuz: Gençlerine verdiği değerle olur.

Tam bu noktada şunu anlatmak istiyorum:

Sokaklarda çok ciddi şikayetler duyuyoruz. Aileler yaşadıkları mahallelerde uyuşturucunun yaygınlaşmasından çok şikayetçi.

Orada da yangın büyüyor.

Uyuşturucu; cinnet, şiddet ve dehşeti de beraberinde getiriyor.

Bakıyoruz, Afganistan ve Balkanlar’dan gelen zehir trafiğinin ucu Türkiye’ye çıkıyor.

İşte Afgan göçü meselesi.

Ben bunu Beştepe’ye 1 buçuk yıldır her fırsatta soruyorum. Bir kez bile yanıt alamadım.

Derin bir sessizlik var.

Tekrar soruyorum:

Yahu bu kadar Afgan, Türkiye’ye elini kolunu sallaya sallaya nasıl geliyor? Bir kısmı yanlarında ne getiriyorlar?

Sınır güvenliği olmayınca, insan kaçakçılığına ihtiyacı kalmayanlar, uyuşturucu kaçakçılığına mı giriyor? Diye soruyorum Beştepe’ye.

Çıkın açıklayın yahu. Zaten bakın bu soruya iki şıklı bir cevap sunuyorum.

Ya Beştepe, Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamayı bilmiyor.

Ya da Beştepe, Amerika ile gizli bir anlaşma yaptı ve bu anlaşma gereği Afganlar Türkiye’ye geliyor.

Bundan başka seçenek yok herhalde.

Ya sınırlarımız eleğe döndü yol geçen hanına döndü. Gelen geçen geçiyor. Yani artık bu hükümet bu ülkenin sınır güvenliğini sağlayamıyor. Ya da Amerika’yla yapılan anlaşmayla Afganlar Türkiye’ye geliyor.

Bunlardan hangisi.

Bir buçuk yıldır cevap bekliyorum arkadaşlar tık yok.

Sadece Afganlar değil. Balkanlar’la Türkiye arasında da çok ciddi bir uyuşturucu trafiği olduğu iddia ediliyor.

Belli ki, Türkiye’nin coğrafi konumu, bu zehir sevkiyatında stratejik olarak kullanılır hale gelmiş.

Gerçekten Çok yazık yahu.

Ve dahası var dahası. Geçtim yakın coğrafyayı ta güney Amerika ile Türkiye arasında bir uyuşturucu hattı oluşmuş.

Şu som-n 1 yıldır 2 yıldır yakalanan uçakları gemileri şöyle bir hafızanızda tazeleyin.

Ta dünyanın öbür ucu yahu.

Bunlar anlaşılan Türkiye’yi tam bir merkez haline getirmişler tam bir merkez.

Türkiye, ne yazık ki, uluslararası zehir trafiğinin neredeyse yol geçen hanına dönmüş.

Bir Güney Amerika’dan geliyor, bir Afganistan’dan.

Zehir, ülkemize yürüye yürüye, denizleri aşa aşa giriyor.

Gençlerin sağlığı ve hayatı tehdit altında bakın.

Çünkü bu ülke, bu büyük ülke ciddi bir trafiğin merkezi haline gelince uyuşturucu kolay ulaşılır kolay erişilir hale geliyor.

Anne babalar buna feryad ediyor.

Daha geçen cumartesi, Trabzon’da miting sonrası yine etrafımı sardılar ve ‘gençlerimizin herkesin gözü önünde mahvoluyor’ dediler. ‘Bir şeyler yapın ne olur hükümet ilgisiz. Devlet bu konuya bakmıyor. Ve bu alenen göz önünde çok kolay erişilir ulaşılır şekilde ticareti yapılıyor’ dediler.

‘Yazıktır çocuklarımıza üzülüyoruz acıyoruz’ dediler.

Gerçekten buradan ben hükümete çağrı yapıyorum Beştepe’ye tekrar sesleniyorum:

Derhal ama derhal gerekli önlemler alın ve sokakları temizleyin.

Çocuklarımızın, gençlerin sağlığını güvence altına alın.

Eğitimi güvence altına alın.

Hukuku güvence altına alın.

Yazık etmeyin bu ülkenin körpecik insanlarına.

***

Hukuk demişken değerli arkadaşlar,

Türkiye’nin hukuk karnesi, hak ve özgürlükler karnesi ne durumda görüyorsunuz.

Tarihin en kötü seviyelerinde.

Bütün uluslararası sıralamalarda hukukun üstünlüğündeki en dipteki ülkeler arasına girdik.

Yolsuzlukta sıralamanın en dibindeki ülkeler arasına girdik.

Bu hükümet bunu da gösterdi yahu.

Hukuk devleti var mı? Yok.

Adil yargılanma hakkı var mı? Yok.

Özgürlük, İfade özgürlüğü. Var mı? Yok.

Protesto hakkı var mı? Yok.

İşkence yasağı var mı? Yok.

Kısacası: Yok. Yok. Yok.

2000’li yılların ilk yarısında, o Avrupa Birliği ile müzakere döneminde biz bir başarı elde etmiştik değil mi? Kazanımlar sağlamıştık. Hiçbirinde bakın o gün bugündür ilerleme yok.

Hatta geri geri geliyor.

O dönemde Türkiye hangi alanda ne kazanım sağladıysa hepsinden kaybediyoruz.

İşkenceye 0 tolerans demiştik 0 tolerans. Ve bunu gerçekleştirmiştik.

Ama sapasağlam bir iradeyle bunu ortaya koymuştuk o zaman.

Şimdi bakıyoruz öyle bir şey yok.

Her gün işkence haberleri işkence iddialarıyla kaynıyor bu ülke yahu.

Başka ne yok?

Basın özgürlüğü yok arkadaşlar.

İşte dün Meclis’te Genel Kurul’a dezenformasyon yasası getirdiler.

Daha önce de söylemiştim.

Bu dezenformasyon yasası değil arkadaşlar bu tam bir, sansür yasasıdır. Tam bir sansür yasası.

Basını, internet sitelerini susturmanın yasasıdır. Milletin sesini kesme yasasıdır.

Şimdi bunlar ne yaptılar? Belli başlı basın organlarının bir kısmını ama önemli bir kısmını teşvikle ya da tehditle kendi emirleri altına bağladılar.

Hala özgün yayın yapma mücadelesi veren az sayıda yayın kuruluşu var. Gazete televizyon var ama önemli bir bölümünü tehdit veya teşvikle baskı altına aldılar.

Ama bakıyorlar ki teknolojinin de verdiği imkanlarla sosyal medyaya o kadar sözleri geçmiyor.

Sosyal medyada insanlar daha özgür.

Dilediklerini yazıyorlar.

Neymiş efendim, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçmuş.

Yeni bir suç tipi uyduruyorlar.

Ya madem halkı alenen yanlış bilgilendirmek suç bu yeni yasaya falan gerek yok. Sizin bir kurumunuz var biliyorsunuz.

Ben buradan ihbar ediyorum, adres veriyorum.

Ankara Necatibey’de Rakamları Ayarlama Enstitüsü diye bir yer var. Namı değer TÜİK yazıyor.

Her ay düzenli olarak halkı yanıltıcı bilgiyi alenen paylaşıyorlar.

Enflasyonu daha geçen pazartesi kaç açıkladı. Yüzde 83.

Gerçek enflasyonun yüzde 200’e dayandığını bu millet bilmiyor mu?

Bu milletin zaten her gün bildiği yaşadığı o yüksek enflasyonu yüzde 200’e yaklaşmış enflasyonu TÜİK hala yüzde 83 diye açıklıyor.

Ve insanların emeklerinin erimesine sebep oluyor bakın bunlar.

Niye?

Asgari ücretlinin, emeklinin, memurun maaşına zam ne kadar yapılıyor. TÜİK’in açıkladığı uydurma yanıltıcı enflasyon oranı kadar yapılıyor.

Asgari ücrete diyorlar ki enflasyon yüzde 80 ona göre artırıyoruz.  Hatta biraz da üzerine veriyoruz. Emekli maaşı zaten enflasyona göre artıyor. Memur, enflasyonu veriyoruz canım. Ama hangi enflasyon?  Siz milleti kasten yanıltıcı bir enflasyon rakamı açıklıyorsunuz. Milletin maaşını ona göre açıklıyorsunuz.  Ondan sonra çıkıp diyorsunuz ki ‘e biz enflasyon kadar artırdık.’

Ama hangi enflasyon?

Siz bir gerçek enflasyondan bahsetsenize yahu. Yüzde 200’e varmış bugün ülkede enflasyon.

İşte bu, halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymaktır arkadaşlar.

Buradan ben suç duyurunda bulunuyorum. Gitsinler halkı alenen yanıltıcı bilgiyi düzenleyen ve yayan kuruma ve o kuruma o talimatı verenleri incelesinler bulsunlar ve gerekeni yapsınlar diyorum.

Peki, gelelim şu soruya:

Bu kanun bu haliyle meclisten geçerse ne olacak?

Eğer “Açlık sınırı arttı” diyen bir haberi paylaşırsanız, hakkınızda ceza soruşturması açılabilecek.

Çünkü hükümet diyecek ki ‘yok bizim TÜİK öyle demiyor’ diyecek. ‘TÜİK’e göre böyle olmadı’ diyecek. ‘Sen yanlış bilgi açıklıyorsun’ diyecek.

Zaten keyfi olan hukuku iyice oyuncak edecekler.

Sosyal medyada anonim hesap kullanan vatandaşlarımız, kendini cezaevinde bulabilecek.

Evet bakın çok ciddi ya bu iş. Çok ciddi.

Kimin gazeteci olup olmadığına “Algıları Ayarlama Enstitüsü”, yani namı değer İletişim Başkanlığı karar verecek.

İnternet haber sitelerine keyfi müdahalenin önü açılacak.

Yerel gazetelerin resmi ilan gelirlerinde çok büyük bir düşüş yaşanacak. Yüzlerce yerel gazeteci artık bir varlık mücadelesinin içine girecek ve işsiz kalacak.

İnanın Tablo bu kadar vahim.

***

Bakın Ayrıca arkadaşlar, bu sansür yasasının çok tehlikeli bir boyutu daha var.

Bu BTK diye bir kurum var ya biliyorsunuz BTK. Bu BTK başkanı bir içeriğin kaldırılmasını istedi mi mesela Twitter onu kaldırmak zorunda kalacak.

Savcılık, vatandaşın kimlik bilgilerini istedi mi Twitter aynen vermek zorunda kalacak.

Hatta savcılıkla yetinseler yine iyi. Belki orada hatta bağımsız tarafsız en azından teoride bağımsız yapılabilir. Ama emniyet dahi Twitter’dan bilgi isteyebilecek.

Vermezse, Twitter’a giremeyeceğiz çünkü boğacaklar yüzde 90 oranında yavaşlatacaklar.

Açık mı açık. Ama gireceksin dakikalarca bekleyeceksiniz ki bir şey ekrana düşsün.

Bırakın hukuk devletini, kanun devletini, tüm insiyatifi “idari bir birime” bırakma zihniyeti bu.

İktidar resmen, milletin hak ve özgürlüklerine savaş açmış, bunun adına da “dezenformasyon yasası” demiş.

Çok net söylüyorum arkadaşlar:

Bu, vatandaşın üstüne çöreklenme yasasıdır. Vatandaşa nefes aldırmama yasasıdır.

Hiç öyle sosyal medya şirketlerinin Türkiye’ye temsilci gönderip göndermemesiyle oyalanmasın kimse.

Bunun için zaten yasa çıkarmana gerek yok.

Siz ülkede hukuk güvenliğini sağlayın siz bu ülkede yatırım ortamını iyileştirin o şirketler koşa koşa gelir zaten buraya. Zorla birisini Türkiye’de görevlendirip hiç olmazsa avucumuzun içerisine birini alalım da onu sıkalım onun üzerinden o şirketlere yön verelim demenize gerek kalmaz.

Bunlar zaten akın akın gelirler buraya. Burada şirket kurarlar. Burada vergi verirler. Siz yeter ki burada hukuk devletini oluşturun.

Zorlamayla bu iş olmaz.

Ama gerçekten bu yas arkadaşlar sosyal medya şirketlerini Türkiye’ye çağırma değil, tam tersine Türkiye’den kovma yasasıdır.

Bu yasa; Twitter'sız, Facebook'suz, Instagram'sız bir Türkiye’nin yasasıdır.

Bu yasa, yasaklıyor; ifade özgürlüğümüzü kısıtlıyor.

Bu yasa, yalnızlaştırıyor; bizi demokratik dünyadan kopartıyor.

Bu yasa aynı zamanda yoksullaştırıyor; çünkü internetten ticaretin e- ticaretin köküne de kibrit suyunu döküyor.

Esnafla, çiftçiyle kavga ediyor.

İşte bu sebeplerle biz, iktidarın keyfine göre milleti hizaya sokmaya çalışan bu sansür yasasını topyekûn reddediyoruz.

Biz bu yasa gündeme geldiğinden beri karşı çıkıyoruz. Karşı çıkacağız.

Beştepe’nin şu anda tasarlamakta olduğu bir süreç var bakın arkadaşlar. Seçim yaklaşıyor ya seçime doğru giderken “sansüre dayalı seçim kampanyası” yapmaya çalışacaklar bakın.

Sadece bizim borumuz ötsün, millet sadece bizi duysun. Bizden başka söz söyleyen olursa onun sesini kısalım. Bizden başka konuşan olursa onun sesini keselim yasası bu. Bunu görmemiz lazım.

Durdunuz durdunuz da 20 sene sonra mı aklınız başınıza geldi?

Durdunuz durdunuz da seçimlerde kaybedeceğinizi gördüğünüz anda mı böyle bir yasayı düzenlemek aklınıza geldi?

Niye bugünü beklediniz?

Madem dezenformasyondan şikayetçiydiniz niye 2018 seçimlerine giderken bunu yapmadınız?

Niye 2017 referandumuna giderken yapmadınız? Niye 2011’de 2007’de 2002’de yapmadınız getirmediniz meclise de bugün getiriyorsunuz?

Çünkü bunlar normal yollarla hukuk düzeni ile özgürlük ortamında artık seçimi kaybedeceğine inanmış durumdalar arkadaşlar.

Bu yasa bunun da ispatı. Bu yasa bugün meclise sunuluyor çünkü hükümet biliyor ki bu ortamda seçimi kazanamayacak.

Ancak kendi yalanlarımdan başka etrafımda bir şey dolaşmasın.

Doğruyu söyleyenin ben sesini kısayım benim yalanıma inanlarla belki seçimi kazanırımın derdine düşmüş durumda.

Baştan da söyledim en açık enflasyon. Bugün soruyorsunuz, çarşıda pazarda enflasyon kaç diye.

Esnafa soruyorsunuz. Bütün milletin bildiği gerçeği saklayan bir iktidar gerçekleri konuşmayı sansürlemeye hazırlanıyor.

Ama biz buna karşı çıkacağız.

Sonuna kadar milletimize gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz. Kim ne derse desin.

En kısa zamanda, ülkemizde ifade özgürlüğünü doyasıya yaşatacağız.

Basının üzerindeki baskıyı da kaldıracağız.

**

Değerli basın mensupları,

Can yakıcı gündemlerimizden birisi de ekonomi. Ekonomimiz; rahmetli Cem Karaca’nın şarkısındaki gibi “bindi bir alamete, gidiyor kıyamete”.

Şu anda tam bir yoksullaşma krizinin ortasındayız.

Yüksek gelir grubundaki yüzde 10’luk kesim toplam servetin tam yüzde 67’sine sahip şu anda.

Gelir dağılımı hızla bozluyor.

Yıllarca düzeltmek için mücadele verdiğimiz ve dünya bankasının raporlarına geçen Türkiye’nin başarısı yani büyürken kalkınırken gelir dağılımını düzelten Türkiye şu anda hızlı bir şekilde zenginle yoksul arasındaki uçurumun arttığı bir ülke haline geldi.  Milyonlarca vatandaşımız 7.245 liraya çıkan açlık sınırına rağmen, 5.500 lira asgari ücretle geçinmeye çalışıyor.

Şu an 23.600 liraya çıkan yoksulluk sınırı, asgari ücretin dört katından fazla.

İnsanlar sebze ve meyveyi artık kilo ile alamıyor. Taneyle alıyor, taneyle. Gittiğim bütün pazarda bunu görüyorum. Bakıyorum 3 tane dolmalık biber almış. Ve bu bakın biberin üretildiği tarlaya 5 kilometre 10 kilometrelik pazarlarda oluyor.

Diyeceksiniz ki taşıma mazot falan öyle değil.

Çünkü üretim maliyeti çok arttı. Maliyet enflasyonu çok arttı. Bu hükümet kuru patlatınca A'dan Z'ye her şeye ülkede zam geldi.

Gübreye zam gelmesinin ana sebebi kurun patlamasıdır.

Mazotun artmasının sebebi kurun patlamasıdır.

İlaca tohuma zam gelmesinin sebebi kurun patlamasıdır.

Kuru patlatan da Erdoğan'ın kendisidir başka kimse değil. 

Lahana alıyor insanlar ya lahana.

Gerçekten böyle bir şey yaşamadı Türkiye son dönemde. 

Allah gördüğünden geri koymasın diye bir dua vardır biliyorsunuz. Çünkü insanlar 12.500 dolarlık milli gelir seviyesine ulaştılar. O refahı bir yaşadılar. Şimdi o refahı yaşadıktan sonra 8000 dolarlık gelire razı olup ‘süfli hevesler peşinde koşmayın’ diyen bir zihniyet şu anda iktidarda.

İnanın akıl alır gibi değil. Bu kadar koptular milletten.

Ekmek kuponları yaygınlaşıyor. Sıradan ürünler bile ya zincirleniyor ya da kilitli dolaplara konuluyor.

Bebek mamasının bebek bezinin kilit altında satıldığı bir ülkeye çevirdiler burayı yahu.

Ucuzluk marketlerinde ikinci el giysi satılmaya başlandı bakın. Giyilmiş kullanılmış kıyafetler satılıyor artık.

Düğün sezonunu geride bıraktık değil mi?

Biz ekonominin başındayken, insanlar düğünlerde çeyrek altın takarken bu küçük mü oldu diye sorarlardı. Yarım altın, tam altın takmam gerekir diye düşünürlerdi.  Şimdi millet gram altın bile takamıyor. Kuyumcular yarım gramlık altın satmaya başladılar. Bir gramında yarısı. Bu hale düşürdüler ülkeyi yahu.

Tepeden tırnağa bir yoksulluk krizi yaşıyor bu ülke.

Bu yoksulluk krizinin bedelini de en çok çocuklarımız ödüyor biliyor musunuz?

Anne babalar bebek maması, sağlıklı gıda, bebek bezi gibi temel ihtiyaçlara erişemiyor.

Eğitim masraflarını karşılayamıyorlar.

Durum gerçekten çok kötü. Ben tüm Türkiye’yi adım adım geziyorum.

Bakın arkadaşlar,

Uluslararası basında, bir haber dolaşıyor. Türkiye’nin Rusya’dan aldığı doğalgazın ödemelerini yapamayacağına dair, ödeme için ek süre istediğine dair haberler yayınlanıyor uluslararası basında.

Bu tür haberler çok tehlikeli haberlerdir.

Bunlar inanın bilmiyor anlamıyor.

Eğer bu haberlerin aslı yoksa, hükümet derhal çıkıp yalanlamalıdır.

Yok gerçekten bir temdit talebi varsa, ödeyemiyorum geç ödeyebilir miyim diye bir talep varsa da bu da derli toplu bir şekilde kamuoyuna ve piyasalara açıklanmalıdır.

Buradan hükümete sesleniyorum: Bu işin şakası olmaz!

Temerrüt konusunda kaza bir kere olur.

Temerrüttün dedikodusu, temerrüttün kendisini getirir.

Daha önce uyardım, tekrar uyarıyorum:

Bu ülkeyi asla, ama asla, temerrüt çukuruna düşürmeyin diyorum.

Yahu, artık silkelenip bir kendinize gelin.

Nedir bu savrukluk nedir bu iş bilmezlik.

Aklınızı başınıza alın.

Bakın ülkenin bu temerrüt uçurumuna yuvarlanmaması için size yol gösteriyorum.

Daha önce söyledim tekrar ediyorum.  Bu işin şakası yok yahu.

İki adımı derhal ama derhal atın.

1-Merkez Bankası yönetimini derhal değiştirin, işi bilen dürüst bir ekibi oraya koyun.

2-TÜİK yönetimini derhal değiştirin, işi bilen dürüst bir ekibi oraya koyun.

Arkasından da elinizi ayağınızı bu iki kurumdan çekin.

Tekrar tekrar söylüyorum:

Merkez Bankası bağımsız bir şekilde kur istikrarı ve fiyat istikrarı için çalışmadıkça, TÜİK bağımsız ve dürüst bir şekilde ülkenin gerçek rakamlarını açıklamadıkça, bu krizin derinleşmesini önleyemezsiniz.

Ağzınızla kuş tutsanız beceremezsiniz.

Anlayın artık şunu yahu!

4 senedir aklınıza gelen her türlü saçmalığı yapıyorsunuz.

Sonuçları ortada!

Hala anlamadınız mı?

4 senedir bu ülkeyi bir krizden diğerine savurdunuz, hala anlamadınız mı?

Döviz kurunu patlattınız, hala anlamadınız mı?

Enflasyonu patlattınız, hala anlamadınız mı?

Ekonomiyi berbat ettiniz, mahvettiniz!

Hala anlamadınız mı?

Bu yanlıştan ne zaman döneceksiniz?

Daha neyi bekliyorsunuz?

Yazık, gerçekten çok yazık.

Milyonlarca insan sizin yanlışlarınızın ve kuru inadınızın bedelini ödüyor.

Gerçekten çok yazık. Yeter artık yahu.

***

Bakın, koskoca bir millet dişini sıkmış, sandık gününü iple çekiyor.

Herkes dört gözle çözümü bekliyor.

İşte biz de bu kriz ortamını ortadan kaldırmak için kolları sıvadık arkadaşlar.

Ekonomik krizi 6 ayda bitireceğiz.

Bu kriz iklimini ortadan kaldıracağız.

Enflasyonu da en geç 2 yılda tek haneye düşüreceğiz.

Ben tekrar buradan meydan okuyorum çağrıda bulunuyorum. 

Eğer bu ülkede 2 tane büyük ekonomik krizi çözmüş bir kadro ekip varsa buyursun gelsin diyorum. Konuşmak kolay.

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Nasıl daha önceki iki tane büyük krizi çözdüysek inşallah bu krizi çözmekte bize nasip olacak.

Bu ülkede çok yetişmiş insan var bu ülkenin pırıl pırıl bürokratları var.

Ama ‘bu işi şu çok iyi biliyor bu işi şu çok iyi yapar.’ Öyle bir şey yok.

Siz kadroyu çok iyi oluşturacaksınız. Her alanda uzman arkadaşları getirip uzman oldukları alanlara yerleştireceksiniz.

Onların koordinasyonunu sağlayacaksınız.

Yoksa biz 2002 krizini çözmek için yola çıktığımızda gidip de Avrupa'dan Amerika'dan uzaydan adam getirmedik ki.

Mevcut insan gücüyle çözdük.

2008- 2009 Küresel krizi Türkiye'yi vurduğunda bana tekrar ısrarla ekonominin başına gelmem konusunda çağrı yaptıklarında biz gidip de sağdan soldan insan bulmadık.

Zaten var olan düzgün insanları yeniden toparladık ve krizi çözdük.

Bir koordinasyon meselesi bu bir eşgüdüm meselesi bu ülkenin zaten var olan kaynaklarını iyi kullanma meselesi. Bu iş şeker var yağ var ama iyi helva yapabilme meselesi.

Ama bu iş için kriz yönetme tecrübesi koordinasyon tecrübesi gerekiyor.

İnşallah bunu da biz çözeceğiz.

Milyonlarca vatandaşımızı esir alan mutlak yoksulluğu tekrar sıfırlayacağız. Daha önce yaptık yine yapacağız.

Bebekler sağlıklı büyüsün diye, 2 yaşına kadar temel ihtiyaçlarını biz karşılayacağız.

Mamaydı bebek beziydi yazık yahu. Genç çiftlerin bebeği oluyor o anda eve bir yangın düşüyor. Biz bu bebeğin en temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağız derdine düşüyor insanlar.

Yazıktır. O doğan bebeğin hakkıdır.

Siz o yeni doğan bebeğin hakkını tutup da mağdur olmasınlar diye zaten bankada parası olanların mevduatı olanların kur artışından mağduriyetini engellemek için öderseniz yüz milyarlarca lirayı kur artışına faize verirseniz işte ülkede fakirlik yaygınlaşır.

Şu anda hükümetin yaptığı çok büyük bir servet transferine yol açıyor arkadaşlar.

Yoksuldan zengine bir servet transferi.

Yapılan bu.

Vatandaşlarımızın tatile çıkmak, telefon yenilemek, araba almak, ev sahibi olmak gibi “normal heveslerini” biz karşılayacağız.

Tekrar ediyorum “normal heves’

Bazılarının “süfli heves” demesine bakmayın.

Sen milleti fakirleştir dolar kurunu patlat enflasyonu patlat insanların en tabii ihtiyaçları için talep geldiğinde de bırakın bu süfli hevesleri de.

Bu ne biçim kafa yahu.

Böyle bir zihin şu an Türkiye'nin başında düşünebiliyor musunuz?

Gerçekten Çok yazık.

Hiç şüpheniz olmasın arkadaşlar.

DEVA Partisi’yle özgürlüğümüze ve zenginliğimize kavuşacağız.

Ve bu çok çabuk olacak.

Bu ülke çok büyük bir ülke. Biz bu ülkeyi seviyoruz.

Hep beraber çalışacağız ve hep beraber başaracağız.

***

Değerli arkadaşlar,

Son olarak, iki gündür yoğun bir şekilde gündemde yer alan bir konuya da kısaca değinmek istiyorum.

Biliyorsunuz, Türkiye'de başörtüsü yasayla yasaklanmadı. Olan biten, keyfi bir zulümdü. Bir dayatmaydı.

Aynı zamanda başörtüsü, bu keyfi dayatmayla yüzleşerek serbestleşmedi.

Aksine, başörtüsü üstündeki baskıyı kaldıran iktidar, başka yaşam tarzlarını ötekileştirdi.

İşte şimdi ne yapıyor. Aynı gün başörtüsü yasağını biz kaldırdık diyor ama getiriyor sansür yasasını meclise sunuyor.

Ya sen özgürlükten yanaysan her alanda özgürlükten yana ol.

Böyle bir şey olur mu? Bu özgürlükçü bir zihniyet değil arkadaşlar.

Bakın biz “İdeolojik devlet” anlayışını aşıp, “eşit vatandaşlığı” kazanamadığımız müddetçe, nöbetleşe zorbalık devam eder, ülkede. Tüm kazanımlar eksik kalır arkadaşlar.

Onun için biz bu meseleyi sahici, onarıcı bir yaklaşımla ele almak zorundayız.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çağrısını ve CHP söylemlerindeki değişikliği dikkatle takip ediyoruz.

Söz vermek, insanların gözlerini geçmişten alır, geleceğe çevirir. Ortak bir beklenti üretir. Bu nedenle yarınlara dair verilen sözleri önemsiyoruz.

Sayın Kılıçdaroğlu’nu dinlerken iki sene önce Şanlıurfa’da söylediklerim zihnimde canlandı. Tam 2 sene olmuş Şanlıurfa’nın il kongresini yapıyoruz.

Şöyle konuşmuşum orada; “Türkiye’de herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes en az bir kere mağdur oldu. Adeta acılarımızda eşitlendik.

Biz DEVA Partisi olarak açıkça söylüyoruz ki: Artık eski hesaplaşmaları, kavgaları arkada bırakıp, yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi.

Kavgalar, hesaplaşmalar hiçbir sorunumuza çare olmadı.

Geçmiş, doğruları ve yanlışlarıyla, içinden geçtiğimiz ortak geçmişimizdir.

Geçmişi değiştiremeyiz. Hiçbirimiz geçmiş üzerinde uzlaşmak zorunda da değiliz. Geçmiş konusunda yakın tarih konusunda başlarsak eğer bu bitmez. Ama yarınların ipleri elimizde. Yarınları, hepimizin ortak yarını olması da elimizde.”

2 sen önce söyledim Şanlıurfa’da.

“Daha zor şartlarda, 1923’te Cumhuriyet’i kurduk, 1950’de demokrasiye doğru adım attık. Bir kere daha yapabiliriz” Bunu 2 sene önce söylemiştim. Aynen burada tekrar ediyorum.

İnanıyorum ki Türkiye yeni başlangıcını demokratik birikimine yakışacak şekilde yapacaktır.

Geçmişten beri yaşanan mağduriyetler sadece yasalarla düzelmez.

Bu ülkede kırılmış kalpleri, çiğnenmiş hakları, ayaklar altına alınmış hukuku ancak birlikte duran onarıcı bir “demokratlık” çözebilir demokratlık.

Hiç kimsenin hakkının, hukukunun, malının, mülkünün çiğnenmemesi için, ancak “demokratik zihniyet” bu ülkenin sorunları çözebilir.

İnsan haklarının, iktidar değişimlerinden etkilenmediği bir ülke olursak, bu sorunları çözeriz.

Eğer temel bir haksa insan olmaktan kaynaklanan bir haksa bunun yaşanması bir iktidardan diğerine değişmemeli.

Geçmiş kavgasına tutuşmanın, “Sen şunu dedin, öteki bunu yaptı” kavgasından bu ülkeye tek bir yarar sağlanmadığını ve sağlamayacağını gayet iyi biliyoruz. Şu anda ülkeyi yöneten iktidar illa birilerine, geçmişle kavga edecekse dönsün 28 Şubat alkışçıları Perinçek ve Bahçeli’ye bir kavga etsin önce.

Videolar göstermiş grup konuşması herhalde.

Bu ekranda Bahçeli'nin Erdoğan'a vaktiyle ağza alınmayacak ne kadar ağır hakaretler ettiğini herkese gösterdim.

Öyle çok geçmişe giderseniz oralarda bataklığa saplanıp kalırsınız. Erdoğan'ın da geçmiş videolarını göstersek neler neler demiş zamanında.

Geçmişten ders almak lazım.

Artılarıyla eksileri ile tarihten öğrenmek lazım ama siyasetçilerin işi arkadaşlar ağırlıklı olarak ülkelerin yarınlarıdır.

Geçmişten ders alacağız ama ülkenin yarınlarına bakacağız. Ülkenin yarınlarında buluşacağız.

Bizim DEVA Partisi olarak hedefimiz belli. İstikametimiz net.

Hedefimiz: 85 milyonun kendini onurlu ve eşit vatandaş hissedeceği özgürlük ortamını inşa etmektir.

Sivil toplumuyla, basınıyla her alanda özgürleşerek, kamusal alanı güçlendirecek yeni bir inşadır bizim hedefimiz.

Bu, sayın Erdoğan ve yanındaki küçük ortaklarının temsil ettiği zihniyetin tam karşısıdır. 

Şu an ülkemizde özgürlükleri teminat altına alacak anayasa değişikliği; kuvvetler ayrılığını sağlayacak değişikliği evet gereklidir.

Temel hakların tamamının korunduğu, yargı bağımsızlığının sağlandığı bir anayasa değişikliği evet gereklidir. Ama biz ne yaptık?

Bütün bu Tecrübelerden kaynaklanarak Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diye yepyeni bir sistemin tasarımını hazırladık bitirdik.

Yetmedi 6 parti olarak tam mutabakat sağladık.

Şimdi ne yapıyoruz güçlendirilmiş parlamenter sistemin hayata geçirilmesi için anayasa değişiklik paketimizi hazırlıyoruz ortak bir komisyonda. 10 tane yasa metni hazırlıyoruz. Ki hedeflediğimiz Türkiye için asıl gerekli olan anayasa değişikliği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için gerekli olan anayasa değişikliğidir.

Ben az evvel söyledim meclisteki sosyal medya yasası bunun derhal geri çekilmesi gerekiyor.

Özgürlüklerden bahseden bir iktidarın böyle bir yasaya aynı gün meclise getirmemesi gerekiyor.

İfade özgürlüğünü engelleyen her türlü uygulamayı sona erdirecek ifade özgürlüğünü mutlak güvence altına alacak bir şekilde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin Türkiye'ye en kısa zamanda gelmesi gerekiyor

**

Değerli arkadaşlar,

Sözlerime son vermeden önce, tüm öğretmenlerimizin 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü'nü kutluyorum.

Öğretmenlik mesleğinin saygınlığını hem maddi hem de manevi açıdan artıracağımızı bilmenizi istiyorum.

Bizler, toplumsal reformun temelinde öğretmenlerin olduğuna inanıyoruz

Öğretmenlerimizin sosyal ve ekonomik statülerini iyileştirmenin sözünü veriyoruz.

Öğretmenlerimizin özlük haklarında ve çalışma koşullarında adaleti sağlayacağız.

Tekrar Hepinize çok teşekkür ediyor, sözlerime şimdilik burada son veriyorum.

Sorusu olan gazeteci arkadaşlarımız varsa, mikrofonu onlara devrediyorum.

1 Ekim 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Trabzon Miting Konuşması

Trabzon Mitingi Konuşması


Evet, hep beraber tekrar ediyoruz:

Demokrasi! (…)

Atılım! (…)

Derhal! (…)

Bugün! (…)

Demokrasi! (…)

Atılım! (…)

Derhal! (…)

Bugün! (…)

Demokrasi! (…)

Atılım! (…)

Derhal! (…)

Bugün! (…)

*****

Merhaba Trabzon!

Merhaba Karadeniz’in fırtınası!

Şampiyon Trabzonspor’un şehri merhaba!

Fatih’in fethettiği, Yavuz’un valilik yaptığı, Kanuni’nin doğduğu şehir, merhaba!

Denizinden yaylalarına, göllerinden dağlarına, muhteşem Trabzon, merhaba!

Dernekpazarı,
Köprübaşı,
Hayrat,
Şalpazarı,
Çaykara,
Düzköy, Merhaba!

Tonya,
Çarşıbaşı,
Beşikdüzü,
Maçka,
Sürmene,
Vakfıkebir, Merhaba!

Arsin,
Of,
Yomra,
Araklı,
Akçaabat,
Ortahisar, Merhaba!

Buradan tüm Trabzon’u yürekten selamlıyorum.

Hepiniz hoş geldiniz!

Sefalar getirdiniz.

Sağ olun, var olun.

*****

Maşallah. Trabzon kararını vermiş artık.

Trabzon, “Demokrasi” diyor.
Trabzon, “Atılım” diyor.
Trabzon, “DEVA” diyor “DEVA”

Görünen köy kılavuz istemez. İşte meydan, işte DEVA!

Hiç şüpheniz olmasın arkadaşlar.

Türkiye, DEVA’sına kavuşacak. İlk seçimde bu hasret bitecek.

Daha önce söyledim. Tekrar ediyorum:

DEVA Partisi seçim günü geldiğinde sandıkları patlatacak inşallah.

Meydanlar şahit arkadaşlar. İşte bu meydan şahit:

Bugün beşinci partimizin mitingimizi burada Trabzon’da bu meydanda yapıyoruz.

Dikkat edin şu son 6 aya bakın öyle miting yapan parti fazla yok.

Biz Gaziantep’le başladık. Arkasından Gebze’deydik. Yozgat’taydık. Son geçen hafta mitingimizi Siirt’te yaptık. On binler olduk. Meydanlardan taştık.

Her mitingimize engeller çıkarmaya çalıştılar. Alan vermediler, afişlerimizi indirdiler, posterlerimizi yırttılar, tuvaletleri kapılarını kilitlediler yahu.

Bizim mitingimizle aynı gün, aynı saatte başka etkinlikler düzenlediler. Niye? Saat çakışsın millet mitingimize değil onların etkinliğine gitsin.

Ama ne oldu? Bizi yıldırabildiler mi? Asla!

“Ne yaparsanız yapın” dedik!

“Elinizden geleni, ardınıza koymayın” dedik.

Hiç kimse, halkımızla aramıza engel koyamaz.

Maşallah gençler hazır. Gençler hazır maşallah.

İşte Atatürk Alanı!

İşte Meydan!

İlk mitingimizde ne demiştik?

“Bundan böyle DEVA Partisi’nin olduğu her meydan demokrasi meydanıdır” demiştik.

İşte demokrasi meydanını bugün burada Trabzon’da kurduk.

Biz meydanlarda hakkı savunuyoruz, hakikati savunuyoruz, adaleti savunuyoruz.

Her yerde; hukuku savunuyoruz, özgürlükleri savunuyoruz, eşit vatandaşlığı savunuyoruz.

Türkiye’ye tam demokrasiyi biz getireceğiz, biz.Refahı biz yaşatacağız, başkası değil.

Bu büyük gençlik olduktan sonra Trabzon’un sırtı yere gelmez. Maşallah.

*****

Değerli Trabzonlu arkadaşlarım,

Biz, vatanımızı seviyoruz, bayrağımızı seviyoruz.

Biz, yurdumuzu, milletimizi çok seviyoruz.

Ama içimiz yanıyor yahu!

Bu koca ülkenin, büyük Türkiye’nin, bu duruma düşürülmesine bizim itirazımız var!

Trabzon’un, Karadeniz’in güzel insanlarının da buna itirazı var!

Türkiye, bir zamanlar, tüm bu coğrafyanın parlayan yıldızıyken, şu anda bazı komşu devletlerle kıyaslanmamıza üzülüyoruz.

Biz Trabzon’la gurur duyuyoruz. Sağ olun.

Bakın arkadaşlar bir zamanlar bütün bu coğrafyanın yıldızı Türkiye.

Şu anda başka ülkelerle yakın ülkelerle mukayese edildiğimize üzülüyoruz yahu.

Milli paramız, Gürcistan Larisi karşısında nasıl eridi, gördünüz.

Gürcistan vatandaşları sınırdan bu tarafa gelip, adeta “batan geminin malları bunlar” diyerek, kapış kapış alışveriş ediyorlar yahu.

Şurada, Karadeniz’in hemen ötesinde, savaşın ortasındaki Ukrayna’da enflasyon %24.

Bizde resmi rakam %80’in üstünde, gerçek enflasyon en az %200.

Yani 100 lira olan fiyatlar ortalama 300 olmuş. TÜİK’in açıkladığına bakmayın. Uydurma.

Yüzde 80 enflasyon açıklıyor dönüyor bizim emeklimizin maaşını ona göre artırıyor.

Yüzde 80 enflasyon açıklıyor dönüyor memurumuzun maaşını ona göre artırıyor.

Yüzde 80 enflasyon açıklıyor asgari ücretlimizin maaşını ona göre artırıyor.

Gerçek enflasyon yüzde 80 mi yahu?

Şu çarşıya pazara çıkan herkesin bu ülkede fiyatların ne kadar arttığını zam üstüne zam geldiğini görüyor yaşıyor.

TÜİK ne açıklarsa açıklasın bu bize yakışmıyor arkadaşlar.

Bakın,

2002 seçimlerine giderken, bu meydanda, koskoca bir pankart vardı. Ne yazıyordu o pankartta biliyor musun?

“BİTTUK DA BİTTUK” diyordu.

O dönemde gerçekten bitmişti Türkiye.

2002 seçimlerinden sonra biz kadro olarak yönetimi devraldık.

Temiz ve işi bilen kadrolarla, istişareyle, ülkemizi bir başarıdan bir başka başarıya koştuk.

Milli gelirimizi 3.500 dolardan 12.500 dolara yükselttik.

34 yıl boyunca çok yüksek seyreden enflasyonu, iki yılda indirdik tek haneye

Bizim alnımız ak, mazimiz temiz, başımız dik.

Ancaak; ne zaman ki, kadrolar bozuldu, ne zaman ki istişare kültürü terkedildi, işte ondan sonra Türkiye geri geri gitmeye başladı.

Vaktiyle “siyasetin dilini temizleyeceğiz, tüm milleti kucaklayacağız” diyerek milletimizden sınırsız kredi alanlar, son yıllarda bu ülkede umudu köreltti yahu…

İşte DEVA Partisi, bu köreltilen umudu yeniden yeşertmenin adıdır.

Türkiye’nin geldiği bu noktada;

Ülkemizi çaresiz bırakmamak için, vatanımıza sahip çıkmak için, bu ülkenin güzel insanlarına hizmet etmek için, DEVA Partisiyle yeni bir yol açtık, devam ediyoruz.

Allah utandırmasın!

Allah hepimizin yolunu açık eylesin!

*****

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi’ne atılan her bir oy ne demek, biliyor musunuz?

Gençlerin onurunu kurtarmak demek.

Gençler burada mısınız? (…)

Maşallah! Gençler heyecanlı dinamik.

Ülkemizi düştüğü bu çukurdan sizlerle, gençlerle beraber çıkartacağız inşallah.

Siz önden gideceksiniz, biz arkanızdan geleceğiz.

Ya yaşı biraz ileri olan gençler bana ters bakmasın. İşler değişiyor.

Gençler önden gidiyor biz onların arkasından gidiyoruz artık.

Ama gençler de şunu iyi bilsin. Arkanız sağlam merak etmeyin.

Hep beraber gençlerimizin arkasında olacağız gençlerimizi önden yürüteceğiz inşallah.

Ben bugün gençlerimizin yaşadığı kaygıları endişeleri tam yüreğimde hissediyorum.

Nasıl hissetmeyim ki yahu. 81 ilde her yaştan gençlerle beraber oluyoruz.

Ama en acısı da ne biliyor musunuz?

Şöyle bir dünyaya bakıyorum. Şöyle birAvrupa’ya bakıyorum, şöyle birilerleyen Asya’ya bakıyorum…

Kahroluyorum yahu.

Oralarda gençler sınırsızca hayaller kurabiliyorlar. Oralardaki gençler başlarını huzurla yastığa koyabiliyorlar.

Ülkemizdeki kaygı, endişe oralardaki gençlerin çoğunda yok!

İnanın bu hak değil! Reva değil.

Soruyorum size:

Elin Avrupalısı, elin Asyalısı, bizim gençlerimizden daha zeki mi? (…)

Hayır.

Elin Avrupalı genci, Asyalı genci bizim gençlerimizden daha mı kabiliyetli? (…)

Hayır, değil. Tabii ki değil.

İşte Şampiyon Trabzonspor’un 19 yaşındaki kalecisi Kağan. YKS’de derece yaptı.

İşte Trabzon’da açık lisede okuyan Zeynep. Üniversite sınavlarında Türkiye birincisi oldu.

Peki o zaman Avrupa’dakiler, Asya’dakiler, niye bizim gençlerimizden daha iyi hayatlar yaşıyorlar?

Niye?

Aradaki fark ne? (…)

Cevabını vereyim.

Çünkü oralarda gençlere imkân veriliyor.

Çünkü gençlerin ifade özgürlüğü var.

Orada okuyan gençlere “Sana iş yok, git başının çaresine bak” demiyorlar.

İmkânlar var fırsatlar var.

Evet, gençlerden bahsederken burada emeklilerimiz dedi ‘Bizim halimiz ne olacak’

Kadınlar, ‘İş arıyoruz bulamıyoruz’ dedi.’

Türkiye’nin tablosu burada bu meydanda. Trabzon’un özeti de bu meydanda.

Bakın memleketimiz öyle hale geldi ki arkadaşlar çoğu insan ‘Ben herhalde hiçbir zaman bir otomobil alacak parayı denkleştiremeyeceğim ” diyor.

Artık çoğu insan ömür boyu bir ev sahibi olabileceğine inanmıyor.

Gençlerin artık çoğu, ömür boyu bir ev sahibi olabileceğine inanmıyor.

Bizim zamanımızda, burada herhâlde yaylaları bilen çok uşak vardır.

Nasıldı?

Bir büyükbaş hayvana şöyle az çok yürüyen o Hacı Murat, Doğan Şahin falan bir şey alınıyordu değil mi?

Bir sığır parasına bir araba alınıyordu.

Şimdi 4-5 büyükbaş hayvan parasına bir araba alınıyor yahu.

Memleketin hali bu.

O da yürüyen bir araba ha.

Böyle modeli falan 30 yıllık mı 40 yıllık mı bilemiyoruz.

İnsanlar şu anda kırılmış, eskimiş cep telefonunu yenileyemiyor. Ekran çatlıyor kırılıyor değiştirecek gücü yetmiyor.

Gel gelelim, ülkeyi yönetenlere…

Onlara bakarsanız bunların hepsi “süfli heves”.

Duydunuz değil mi? süfli heves.

Bilmeyenler için; “süfli” ne demek biliyor musunuz?

“Aşağılık” demek. “Aşağı” demek.

Yani, cep telefonu olmayı, arabası olmayı veya ev sahibi olmayı “aşağılık bir heves” olarak gören bir anlayış şu anda ülkeyi yönetiyor yahu.

Bu açıklamayı herhalde bir kısmı duymadı. Bu mitingden sonra bakın. Şöyle
Girin bakın süfli heves diye kim ne söylemiş, ne yapmış hepsini göreceksiniz.

Şimdi Sen tut, dolar kurunu patlat, enflasyonu patlat, insanların satın alma gücünü kır, ardından da, “süfli heves” peşinde koşmayın de!

Yeter artık yahu! Gerçekten yeter!

Arkadaşlar, bakın, bizim kişilerle derdimiz olmaz. Kişiler gelip geçicidir. İnsanlar fanidir.

Ama biz, bu ülkenin “kötü yönetilmesine” itiraz ediyoruz!

Bakın çok net söylüyorum:

Biz bu kâbusu inşallah ilk seçimde bitireceğiz.

Peki ne yapacağız?

Şu ekonomik krizi ortadan kaldıracağız.

O iş bizde. 6 ayda çözeceğiz inşallah.

İki büyük krizi çözdük, bunu da çözmek bize nasip olacak inşallah.

Çünkü bakıyoruz son 4 yıldır tek imza krizi çözemiyor.Son 4 yıldır tek imza ülkeye kriz üstüne kriz ekliyor.

Ama krizi çözmek için eğitimle hukukla başlamak zorundasınız.

Eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için derhal adım atmaya başlayacağız.

Maddi imkânı olsun ya da olmasın her gence hak ettiği iyi okullarda okuma fırsatını vereceğiz.

Bakıyoruz, mezun olan gençlerin ellerindeki diplomalar ile, ülkemizin ihtiyaç duyduğu meslekler arasında büyük farklar var.

Lise mezunu gencimiz gidiyor üniversite sınavlarından sonra iş arıyor,

4 yıl okuyor diplomayı alıyor bir bakıyor ki o diplomanın iş hayatında bir karşılığı yok.

Biz ne yapacağız? İş bulamayan gençlerimizin hepsini derhal eğitim programlarına alacağız.

Hangi alanlara ilgi duyuyorlarsa, ülkede hangi alanda yetişmiş insan gücüne varsa ihtiyaç o alanda kendilerini geliştirmelerini ve ilerlemelerini kolaylaştıracağız.

Bir yandan makro ekonomik dengeleri yeniden kurmak için kolları sıvarken, eş zamanlı olarak da;

3 ay, 6 ay, 1 yıl gibi ücretsiz eğitim programlarıyla, ülkemizde ihtiyaç duyulan alanlarda gençlerimizi yeniden eğiteceğiz.

Bu gerekecek.

Çünkü çok genç işsizimiz var. Ama diplomaları karşılık bulmuyor piyasa.

Yeniden 3 ay, 6 ay, 1 yıllık eğitimden geçmeleri gerekecek.

Üstelik, bu eğitim programlarına katılan gençlerin yol parası ve öğle yemeğini de devlet karşılayacak.

Gençlerin sahip olduğu bilgi ve becerileri, iş gücü piyasasının ihtiyaç duyduğu alanlara göre yeniden geliştireceğiz.

85 milyonluk nüfusumuzla Avrupa’nın en büyük nüfusu bizde.

Avrupa’nın en genç nüfusu bizde.

Ama bu büyük ülkenin ihtiyaç duyduğu alanlara göre iş gücümüzü yeniden bir programlardan geçirmemiz gerekecek.

Kadınlar içinde öyle. Çünkü Türkiye hızlı değişiyor. Eğitim geriden geliyor. Eğitim sisteminden geçen gençlerimiz bugünün ve yarının Türkiye’sine hazırlanamıyor.

Sorunun tam merkezinde bu var. İşte biz o bağı tekrar kuracağız.

Bu eğitim programlarından mezun olan gençler işe girdiklerinde uzunca bir süre vergi ödemeyecekler.

Onlara istihdam sağlayan işverenler de, sigorta primi ödemeyecek.

Yeter ki gençler kadınlar ilk defa iş gücü piyasasına giriyorsa ilk defa çalışmaya başlıyorlarsa devlet onların yakasına vergi vergi diye yapışmayacak.

Çalışsınlar, üretsinler daha sonra, 3 sene sonra 5 sen sonra bakılır. Verginin sırası değil zamanı değil.

Bunlar sadece bir başlangıç.

Başka neler yapacağız?

Vatandaşlarımızı, Gençleri hak ettikleri en son teknolojiyle buluşturacağız.

Telefon, tablet, bilgisayar, oyun konsolu gibi tüm teknoloji ürünlerindeki vergileri düşüreceğiz.

Peki, telefon adınız, tablet aldınız bilgisayar aldınız.

Ne lazım? İnternet lazım.

Onu da bedava sağlayacağız.

Gençler için internet bedava.

Bizim adetimizde, gençlere hesap ödetilmez… Bizim adetimizde gençler hesap ödemez.

Doğru mu?

Gençlerin söz hakkını iade edeceğiz. İfade özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıracağız.

Biz gençlere huzur, güven ve özgürlük vadediyoruz.

Ama bunu beraber başaracağız beraber.

Trabzon’un gençleri önden yürüyecek biz sizi takip edeceğiz inşallah.

Hep beraber başaracağız hep beraber.

İşte onun için tekrar söylüyorum;

DEVA Partisi’ne atılan her bir oy; gasp edilen hayatlarını, gençlere iade etmek demektir.

DEVA Partisi’ne atılan her bir oy; gençlerin iş bulması demektir;

Gençlerin, ailelerine muhtaç yaşamaması, kendi ayakları üstünde durması, özgürlüklerine kavuşması demektir.

DEVA Partisine atılan her bir oy; ev gençlerinin odalarındaki hapse son vermek demektir;

Gençlerin yarınlarına umutla bakması demektir.

DEVA Partisine atılan her bir oy; ülkenin doğusunda-batısında, kuzeyinde-güneyinde her bir vatandaşımızın benzer imkanlara sahip olması demektir; Fırsat eşitliği demektir.

Hiç kimsenin, param yok diye eğitimden geri kalmaması demektir.

DEVA Partisine verilen her bir oy; maddi imkânı olmayan öğrencilerimizin her türlü ihtiyacının devlet tarafından karşılanması demektir.

İşte bugün, bu meydandan, tüm vatandaşlarımızı bizimle beraber olmaya davet ediyorum.

Çünkü DEVA Partisi’ne verilen her bir oy emeklilerimizin torunlarına harçlık verebilmesi demektir.

DEVA Partisi’ne verilen her bir oy anaların babaların çocuklarını rahatça okutmaları demektir.

DEVA Partisi’ne verilen her bir oy esnafımızın çiftçimizin yüzünün gülmesi demektir.

Neredeyseniz her neredeyseniz, size en yakın DEVA Partisi il-ilçe binasına, mahalle temsilciliğine gelin; bu yolu hep beraber yürüyelim.

Yarınları hep beraber inşa edelim inşallah. Hep beraber.

Bugün gençlerin ateşi Trabzon’u yakıyor maşallah.

Trabzon yanıyor bugün yanıyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Başka ne yapacağız? Bakın.

Çiftçimizi, üreticimizi koruyacağız, kalkındıracağız.

Üreticimizin sırtındaki borç yükünü şöyle bir kenara koyacağız.

Faizleri sileceğiz, anaparayı donduracağız.

Çiftçilerimizin, üreticimizin borcunu iki yıl ödemesiz, uzun vadeye yayacağız.

Ödeme süresince faiz çalışmayacak artık.

Faiz sıfır.

Donduracağız ve yıllara yayacağız ki kolay ödensin.

Ziraat Bankası yeniden üretenin bankası olacak.

Hep beraber yapacağız arkadaşlar hep beraber.

Bakın tarımsal destekleri sezon başında açıklayacağız hasatla beraber ödeyeceğiz.

Gübre maliyetinin yem maliyetinin yarısını devlet olarak biz karşılayacağız.

Maliyetleri aşağı çekmeden çiftçimizin yüzü gülmez.

Maliyetleri aşağı çekmeden bu ülkede gıda enflasyonu bitmez.

Köküne ineceksiniz köküne.

Gübrenin maliyetinin yarısını devlet ödeyecek. Yem maliyetinin yarısını devlet ödeyecek.

Hepsinin hesabını kitabını yaptık. Hepsinin.

Tabi ki stratejik ürünlerde de çok önemli adımlar atacağız.

Mesela fındık.

DEVA Partisi iktidarında fındık reformunu başlatacağız.

Fındıkta verimi zirveye taşıyacağız.

Fındık üretenler bilir. Ağaç yaşlandıkça verim düşüyor değil mi?

Vereceğimiz desteklerle üreticimizin fındık ağacını yenilemesini kolaylaştıracağız.

Fındığın fiyatını maliyetlere ezdirmeyeceğiz.

Hem fındığın hakkını vereceğiz hem de gübre maliyetinin karşılığını devlet olarak biz karşılayacağız.

Üreticinin kullandığı mazottan vergi almayacağız.

Çiftçinin kullandığı elektrik için düşük özel bir fiyat uygulayacağız.

Enflasyonu siz ancak böyle düşürürsünüz. Başka türlü mümkün değil.

İşte hükümet fındık fiyatı açıkladı değil mi?

Alan bazlı destekle beraber 54 lira.

Açıklanan o.

Şimdi buradan soruyorum fındığını 54 liraya satan var mı diye soruyorum.

Yok.E billboardlara astılar fındık 54 lira diye.

Ne oldu ne oldu? Biz takip ediyoruz arkadaşlar.

Bu sene 38-39 lira arasında fındığını satmak zorunda kaldı çoğu üreticimiz.

Şimdilerde ne kadar? 43-44 doğru mu?

Peki 54 nerede yahu 54?

54 diye açıkladın sen. Bugün dahi 43-44 yahu.

Öyle billboardlara fındık 54 lira demekle fındıkla fiyat verilmez.

Bakın arkadaşlar devlet bir ürüne fiyat veriyorsa her getirenin ürününü sonuna kadar o fiyattan almak zorunda.

Ya fiyatı hiç verme ya da fiyatı veriyorsan kaç tonluk ürünü kim getirirse getirsin ver malını al paranı.

Ya da hiç fiyat açıklama yahu.

Böyle bir şey olur mu? Sen kimi kandırıyorsun?

Yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor.

Fındık 54 diye billboarda asıyorsun işte bugün 43-44’ten anca satıyor üreticimiz.

Ki daha önce dedim 37-38-39’dan satmak zorunda kaldılar.

Devlet üreticinin yanında olacak yanında.

Bakın arkadaşlar biz arkadaşlarımızla, kadromuzla beraber ekonomi yönetiminin başındayken insanlar fındığını satıp parasıyla çocuklarına düğün yapabiliyordu.

Köydeki evlerini A’dan Z’ye yenileyebiliyordu.

Şimdi bırakın düğün yapmayı, bırakın ev yenilemeyi insanlar bir salon takımı alamıyor artık. Evinin şöyle bir salonun parkesini değiştireyim diyor onu da yapamıyor.

Siz biliyorsunuz yaşıyorsunuz. Burada ben size kendi yaşadıklarınızı anlatmayım.

Ama şunu demek istiyorum. Biz Trabzon teşkilatımızla, tüm ilçe teşkilatlarımızla vatandaşımızın her zaman yanındayız.

Teşkilatlarımız onun için var. Köylere kadar mahallelere kadar.

Vatandaşlarımızın yaşadığı her türlü sıkıntıyı zorluğu bizzat alanda görüyoruz.

Arkadaşlarımız derhal raporluyorlar genel merkeze iletiyorlar.

Tüm Türkiye’nin nabzını her gün her saat tutuyoruz. Sorunlar ancak böyle çözülür.

Sorunlar ancak halkla iç içe olarak çözülür.

İşte biraz önce arkadaşımız ne dedi? ‘Ben elimi uzattım sizle tokalaşabildim. Başka genel başkanlarda böyle mümkün olmuyor bu iş, yaklaştırmıyorlar başkanım’ dedi biraz önce değil mi?

Biz her gün vatandaşlarımızla iç içeyiz. Elhamdülillah.

*****

Evet arkadaşlar,

Fındıkla başladık, şimdi gelelim Trabzon’la ilgili diğer konulara:

Güzel bir Karadeniz türküsü var değil mi?

“Of Sürmene yaylası, 15 doktora bedel” diye.

Bu iktidarın kötü yönetimi yüzünden, Trabzonlu vatandaşlarımız artık yaylalara da çıkamıyor yahu.

Arkadaşlar hep beraber kadro olarak bu büyük Türkiye’ye hizmet edeceğiz hep beraber.

Biz Trabzon ile gurur duyuyoruz sizlerle gurur duyuyoruz. Sağ olun. Hep beraber.

Bakın insanların şöyle bir yayla keyfi vardı.

Şimdi yakın yaylaya bile, arabayla bir gel git 700-800 liradan aşağı yakıyor mu? Yeme içme daha yok.

Hele bir de şöyle yaylaya çekeyim mangal yapayım dediysen yandın.

Etin kilosu olmuş 200 lira.

Gerçekten üzülüyoruz.

Bir yandan üretici isyan ediyor. Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız üreticilerimiz isyan ediyor biz batıyoruz zarar ediyoruz diye bir yandan kasaptan marketten et alan vatandaşlarımız isyan ediyor ‘Ete param yetmiyor artık’ diye.

Bu tamamen inanın kötü yönetimin sonucu başka bir şey değil.

Çünkü Türkiye’de artık bir tarım politikası yok.

Türkiye’de artık bir ekonomi politikası yok.

Türkiye’nin bir göç politikası yok.

Türkiye inanın rast gele atılan adımlarla rast gele alınan kararlarla yönetiliyor yahu.

Bakın,

Uzungöl’ü ile, Hıdırnebi’si ile, Sümela’sı ile Trabzon tam bir turizm cenneti değil mi yahu.Allah vermiş. Hamd olsun.

Bir tabiat harikası bu şehrimiz ama bunlar birSuudi Arabistan’la bir dövüştüler bir barıştılar, BAE ile bir dövüştüler bir barıştılar derken, Trabzon ekonomisi bu işten çok yara aldı.

Tesisler boş kaldı. Gayrimenkul sektörü durakladı.

Bunların bu dış ilişkilerdeki zikzaklarının, tutarsızlıklarının bedelini burada Trabzon ödedi yahu.

Bakın bitmedi arkadaşalar;

Şimdi buradan Trabzon’a soruyorum:

Defalarca söz verdikleri demiryolunu Trabzon’a getirdiler mi? (…) HAYIR

Güney çevre yoluna başladılar mı? (…) HAYIR

Her yerel seçimde söz verdikleri tramvay Trabzon’a geldi mi? (…) HAYIR

Hiç biri yapılmadı. Bu şehire verilen sözler tutulmuyor arkadaşlar.

Ama hiç merak etmeyin.

Biz Trabzon’un, sorunlarını iyi biliyoruz, yakından takip ediyoruz.

Ve ilk seçimden sonra da, kollarımızı sıvayacağız bu sorunları teker teker hızlı bir şekilde çözeceğiz. Hızlı bir şekilde.

Zamana yaymayacağız. Elimizi çabuk tutacağız inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Evet, ülkemiz büyük bir kriz ortamında.

Yaşadığımız sadece bir ekonomik kriz değil yaşadığımız aynı zamanda bir hukuk krizi adalet krizi. Yaşadığımız aynı zamanda bir eğitim krizi. Yaşadığımız aynı zamanda bir dış politika krizi.

Ancak krizden çıkış planları da bizim elimizde çok şükür.

Daha önce de söyledim.Bu kriz ortamından bu ülkeyi 6 ayda çıkartıp şöyle bir nefes aldıracağız.

En geç 2 yılın sonunda da enflasyonu tek haneye indireceğiz.

Çünkü zamanında yaptık. 2 tane büyük krizi çözen ekonomi ekibinin başında ben vardım.

Ama şimdi birisi çıkıyor diyor ki ‘Ben imzayı atmasaydım sen yapamazdın’ diyor.

Ben de diyorum ki yahu hikmet imzadaysa 4 yıldır her türlü yetkiye sahip bir imza atmak mümkün.

O imzayı bir atıverin de şu enflasyonu bir düşürün diyorum.

O imzayı atıverin de şu ülkedeki hayat pahalılığını bitirin, düşürün diyorum.

4 yıl oldu yahu 4 yıl.

Ne zaman başarılardan bahsedilse eski defterler karıştırılıyor ta 2010, 11, 12 yani bizim ve arkadaşlarımızın ekonominin başında olduğu dönemin başarılarından bahsediliyor.

Madem hikmet imzada atıverin imzayı da düşürün enflasyonu görelim diyorum yahu.

4 yıldır niye artıyor bu enflasyon niye?

4 yıldır niye bu ülkede zam üstüne zam geliyor?

Niye bizim emeklimiz mağdur?

Gerçek enflasyon yüzde 200 iken sen emekliye yüzde 80-90 uyduruk TÜİK enflasyonu kadar zam verirsen bu emeklinin satın alma gücü düşüyor yahu.

İşte gelirken durdurdu emeklimiz. ‘3 bin 500 lira maaşla ben nasıl geçineceğim bir anlat’ dedi.

Hep beraber ülkemizin ekonomisine can olacağız.

Ülkemizin adaletine can olacağız.

Ülkemizin eğitimine, sağlığına can olacağız inşallah.

Hep beraber yapacağız arkadaşlar hep beraber.

Bakın dikkat edin arkadaşlar biz söz verirken bir de yanına mutlaka zaman koyuyoruz.

Süre veriyoruz.

Bugüne kadar 12 tane eylem planı açıkladık 12.

Eylem planlarımızın hepsinde takvim var takvim.

Geçler saat 17.00’da Trabzon’un maçı var. Sesin hepsini burada tüketmeyin. Daha ses lazım olacak.

Değerli arkadaşlar bizim bildiğimiz büyük Allah ama Türkiye büyük ülke.

Bu ülke güçlü ülke güçlü.

Ne kadar kötü yönetirlerse yönetsinler bu ülke inşallah çok kısa bir zamanda ayağa kalkacak. İnşallah.

Ama şunu bilin bakın, bu ülkenin ekonomik krizi sadece ekonomi politikasıyla çözülmez arkadaşlar.

Mümkün değil.

Hukuk olmadan, adalet olmadan ekonomiyi çözemezsiniz!

Ülkede eğitimi çökertirseniz, ekonomiyi düzeltemezsiniz.

İşte bunu bir türlü anlayamadılar yahu.

Ben anayasayı çiğnerim, hukuku adaleti bozarım yine de ekonomiyi düzeltirim zannediyor.Ama olmayacak, olmayacak.

Biz önce hukuku ayağa kaldıracağız. Adaleti tesis edeceğiz.

Bakın tam 198 maddelik yargı eylem raporu açıkladık 198 madde.

200 tane pırıl pırıl hukukçunun emeği var.

Biliyorsunuz bu arkadaşınız 3 yıl Avrupa Birliği Bakanlığı da yaptı. Biz hukuk reformu üzerinde çok çalıştık ama şu anda DEVA Partisi’nin hazırlamış olduğu yargı eylem planı bugüne kadar Türkiye’de gelmiş geçmiş en sağlam çalışma.

Öyle ben hukuku, adaleti ayağa kaldıracağım demekle olmuyor. Nasıl yapacaksın?

Arkadaş nasıl yapacağını bir anlat hele.

198 maddeyle açıkladık arkadaşlar 198 madde.

Umudumuz Türkiye arkadaşlar Türkiye. Umudumuz bu güzel ve güçlü ülke.

Umudumuz büyük Türkiye inşallah. Hep beraber umut olacağız.

Bakın, eğitimde ciddi adımlar yapmak zorundayız.

Gençlerimizi, her yaştan insanımızı iyi etmek zorundayız.

Hazırlıyoruz bakın. Üniversiteleri hayat boyu öğrenim merkezi haline getireceğiz.

Her yaştan insanın gidip kendi bilgisini becerilerini yenileyebileceği merkezler haline getireceğiz üniversiteleri.

40 yaşına da gelse 50 yaşına da gelse bir vatandaşımız isterse gidip yeni bir konuda ihtisas sahibi olabilecek.

İsterse gidip yeni bir meslek edinebilecek.

Dünya hızlı değişiyor.

18 yaşında verilen meslek kararı 30 yalına 40 yaşına geldiğinde bazen geçerliliğini yitirebiliyor.

Onun için üniversitelerimizi her yaştan gençlerin her yaştan vatandaşların gidip bilgisini becerisini güncelleyebileceği merkezler haline getireceğiz.

İşte bizim formülümüz bu.

Hukukla, eğitimle sağlam bir temel atacağız. O sağlam temel üzerine ekonomiyi inşa edeceğiz.

Başka türlü mümkün değil. Olmayacak.

Ama İnanın ilk 6 ayda yüzler gülecek.

İki senenin sonunda da tüm Türkiye şöyle derin bir nefes alacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bizim DEVA Partisi olarak çok temel bir farkımız var. Ne o biliyor musunuz?

Biz boş laf üretmiyoruz. Biz İş üretiyoruz iş.

Ne diyorsak ne açıklıyorsak yazılı metinler haline getiriyoruz. Çünkü laf uçuyor yazı kalıyor.

Bakın, tarihimizde ilk kez bir siyasi parti, iktidarının ilk 90 gününde, ilk 360 gününde neler yapacağını madde madde sıralıyor.

Bunu hangi parti yapıyor? Var mı şu an? (…)

Her alanda yapıyoruz her alanda.

Böyle arada bir açıklanan çalıştay raporu falan değil.

Bir ülkenin devletinin yönetiminde hangi alanlarda hazırlık gerekiyorsa bu hazırlığı bütün alanlarda yapıyoruz.

Ve öyle dostlar alışverişte görsün diye değil ha.

Alanında uzman kişilerle beraber her sorunun çözümüne çalışıyoruz.

Türkiye’nin en iyi iktisatçıları bizimle ekonomi çalışıyor.

Türkiye’nin en iyi eğitimcileri bizimle eğitim çalışıyor.

Türkiye’nin en iyi dış politika uzmanları bizimle dış politika çalışıyorlar ve bunu bir Türkiye çalışması olarak yapıyorlar.

Bunların bir kısmı partili arkadaşımız bir kısmı da dışardan gelip ‘Ya siz Türkiye için iyi şeyler yapacaksınız buna inanıyoruz. Ben belki başka partiye oy verebilirim. Seçim günü kararımı vereceğim ama ben gelip sizin çalışmalarınıza yardımcı olmak istiyorum’ diyor insanlar. Bunu görüyoruz şu anda.

Onun için tam bir Türkiye çalışması yapıyoruz.

Çünkü biz neyi nasıl yapacağımızı çok iyi bilen DEVA kadrolarıyız.

Her şeyi hazırlıyoruz her şeyi. Bakın; bunlar bizim eylem planlarımız arkadaşlar. Bugüne kadar 12 tane açıkladık 12.

10 tane daha geliyor inşallah. 2 aya kadar bitireceğiz.

Tarımla başladık, afet yönetimi, sosyal politikalar, dijital dönüşüm teknoloji, ekonomi finans istihdam. 50 sayfa 60 sayfa uzun... Sayfalar dolusu anlatıyoruz ne yapacağımızı.

Boşa konuşmuyoruz, tarih veriyoruz bütçesini hesap ediyoruz ondan sonra bunu açıklıyoruz.

Yerel yönetimler ve şehircilik. 101 maddede anlatmışız şehirlerimizi nasıl ayağa kaldıracağımızı.

Yüksek öğretim. 50 maddede anlatmışız ne yapacağımızı.

KYK mağduriyetlerinin giderilmesi ile ilgili sapasağlam bir hukuk çalışması açıklamışız.

Çevre ve iklim değişikliği. 65 maddede açıklamışız ne yapacağımızı.

Adil yargı eylem planı. 198 madde. Sayfalar dolusu. Bunların hepsinin kadrolarını da hazırlıyoruz kadroları.

Bunları kimin yapacağını, kadroları da hazırlıyoruz. Dersimizi iyi çalışıyoruz.

Sağlık. Tek tek açıkladık ne yapacağımızı.

Göç. Suriyeli meselesi. Nasıl çözeceğiz?

‘E biz Suriyelileri göndereceğiz.’ İyi de kardeşim nasıl yapacaksın? Takvimin nedir, planın nedir? Hangi hukuk dayanağı ile bunu yapacaksın. İnsanlığından vazgeçip mi bunu yapacaksın yoksa insanca mı geri dönüşü sağlayacaksın?

Hepsi burada açıklanmış durumda. Tek tek.

10 tane daha geliyor bunlardan.

Bunları şunun için söylüyorum bakın; biz dersimizi iyi çalışan kadrolarız.

Lamı cimi yok bunun.

Varsa böyle çalışmaları olan gelsin masaya koysun ortaya koysun.

Bizim var çalışmamız biz dersimizi hazırlıyoruz. Çünkü biz ülkeyi yönetecek kadro olmanın ciddiyetini, sorumluluğunu bugünden sırtımızda taşıyoruz. Bunu hissediyoruz. Bunun için bunları yapıyoruz.

Hiç endişeniz olmasın arkadaşlar. Ülkemizi biz adalet, demokrasi, özgürlük ve zenginlik limanına sapasağlam yanaştıracağız.Ve o limana demir atacağız.

Ve Dış ilişkilerde içi boş maceralarla oyalanmayacağız.

Ne demişler? Öfkeyle kalkan zarar oturur demişler değil mi? Bağırıp çağırmakla bu iş olmuyor.Bağırıp çalışmakla bu ülke zarar görüyor.

Tabii ki dik duracaksın, tabii ki bu ülkenin çıkarlarını savunacaksın tabii ki daha 1 aylık 3 aylık bebeklerin hakkını koruyacaksın ama bu akılla oluyor. Rasyonaliteyle oluyor.

Ülkemizi, layık olduğu yere, en ileri demokrasilerinin seviyesine inşallah getireceğiz.

Hep beraber başaracağız bunu.

Biz şampiyon şehirle gurur duyuyoruz. Sağ olun arkadaşlar.

Ve şunu açıkça ifade edeyim bakın. Bizim istikametimiz belli.

Biz en ileri demokrasiyi hedefliyoruz.

Biz hukukta adalette en yüksek standartları hedefliyoruz.

Biz bugün eğer demokraside hukukta adalette en ileri Avrupa’ysa onların standardını hedefliyoruz.

Bu istikamette daima adil olacağız.

Dürüst ve ehil kadrolarla çalışacağız.

Türkiye’yi hukukla, adaletle ve istişareyle yöneteceğiz.

Bin biliyorsak, bir bilene soracağız.

Bir kişi her şeyi bilemez yahu. Mümkün değil.

Ancak iyi bilenlerden sağlam bir ekip kurarsan bu koca ülkeyi bu büyük ülkeyi ancak öyle yönetirsin.

Ben her şeyi bilirim deyip de kafana göre hareket edersen bu ülke bundan zarar görür.

Şu anda bunu yaşıyoruz.

Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da dosdoğru çalışmaya devam edeceğiz.

Biz şuna inanıyoruz. Allah doğrunun yardımcısıdır.

Biz istikametten sapmayacağız. Dosdoğru çalışacağız ve ülkemizi hak ettiği noktaya inşallah hep beraber ulaştıracağız.

Bunu yapacağız inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar bugün ben epeyce söz verdim.

Üstelik sözleri kitap kitap yayınladığımız eylem planlarına dayanarak verdim.

Ama şimdi söz alma sırası bizde.

Trabzon Hazır mısın? (…)

Daha önce yaptık inşallah çok daha güzelini yaparız. Çok daha güzelini.

Çünkü Türkiye’nin insan gücü var insan gücü. Sapasağlam yetişmiş insanlarımız var.

İşini iyi bilen ehil kadrolarımız var.

Biz bu ülkenin insanına güvendiğimiz için diyoruz ki daha önce yaptık çok daha iyisini yaparız diyoruz.

Biz, ‘ben bilirim her şeyi ben yaparım’ diyenlerden değiliz.

Biz bilenlerle çalışacağız bilenlerle bu ülkeyi yükselteceğiz diyoruz.

Trabzon soruyorum hazır mısın?

Türkiye için canla başla çalışacak mıyız? (…)

DEVA Partisi’ni iktidara taşıyacak mıyız? (…)

DEVA Partisi’ni iktidara taşımaya hazır mısın Trabzon?

Demokrasi için hazır mısın Trabzon? (…)

Adalet için hazır mısın Trabzon? (…)

Özgürlük için hazır mısınız Trabzon? (…)

Zenginlik için hazır mısınız Trabzon? (…)

Maşallah. Ben sözümü aldım!

Siz hazırsanız, biz de hazırız.

Tüm ülkemize hayırlı olsun.

15 Ekim’de tam bundan 2 hafta sonra inşallah demokrasi meydanını Erzurum’da kuracağız.

Trabzon Erzurum çok uzak değil. Tüm Trabzonlu vatandaşlarımız da davetlidir.

Erzurum mitingimizde görüşmek üzere diyorum.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

 

25 Eylül 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Siirt Miting Konuşması

Siirt Mitingi Konuşması

( “Demokrasi. Atılım. Derhal. Bugün.”)

Evet, bir kez daha! Hep beraber:

Demokrasi! (…)

Atılım! (…)

Derhal! (…)

Bugün! (…)

*****

Muhteşemsin Siirt, muhteşem!

Bu ne güzel coşku böyle!

Bu ne güzel heyecan!

Bugün Siirt’in içi içine sığmıyor!

Bugün Siirt bir başka güzel!

Maşallah, maşallah.

*****

Kadim şehir Siirt, merhaba!

Tillo, Eruh, Şirvan, merhaba!

Baykan, Pervari, Kurtalan, merhaba!

Merhaba Siirt, merhaba!

Fakirullah Hazretlerinin, İbrahim Hakkı Hazretlerinin, alimlerin, evliyaların diyarı merhaba!

Mezopotamya ile Anadolu’nun birleştiği topraklar, merhaba!

Bugün Botan Vadisindeyiz.

Bugün, yüzlerce yıldır tüm kimliklere ev sahipliği yapmış topraklardayız.

Arap’ın, Kürt’ün, Türk’ün evindeyiz bugün.

Evimizdeyiz. Ve evimizde olmaktan çook mutluyuz.

Hepiniz hoş geldiniz arkadaşlar, hoş geldiniz.

Biz sizlerle gurur duyuyoruz.

Ehlen ve sehlen. Hun bi xer hâtin.

Sağ olun, var olun! (…)

*****

Maşallah. Siirt kararını vermiş.

Siirt, “Demokrasi” diyor.
Siirt, “Atılım” diyor.
Siirt, “DEVA” diyor DEVA.

Kararını vermiş maşallah.

Görünen köy kılavuz istemez. İşte meydan, işte DEVA!

Türkiye’nin DEVA’sı sizlersiniz. Türkiye’nin DEVA’sı, DEVA kadroları. Hep beraber bu ülkenin yaralarını saracağız inşallah. Hep beraber bu ülkenin dertlerine deva olacağız.

Bunu kadro olarak yapacağız. Hep beraber yapacağız.

Hiç şüpheniz olmasın.

Demokrasi kazanacak, demokrasi.

Türkiye, DEVA’sına kavuşacak. Bu hasret bitecek.

Daha önce söyledim. Tekrar ediyorum:

Seçimin ertesi günü gazetelerde ne yazacak biliyor musunuz? “Beştepe’ye veda, Türkiye’ye DEVA” yazacak gazeteler inşallah.

Hep beraber göreceğiz inşallah.

Enişte pek Siirt’e bakmıyor bu aralar. Bugün Diyarbakır’dan Batman’dan Siirt’e doğru geldik yollar arabayı hoplata hoplata maşallah.

Çift yol yapılacak yerler bitmemiş. İnşaat bir türlü bitmiyor.

Kurtalan Siirt arası hala çift yol bitmemiş kısacık bir şey.

20 yılda 20 bin km’lik yol yaptık diye övünüyorlar fakat enişte Siirt’e bakmıyor belli.

Yuhalama yok, biz onları uygun bir yerde indireceğiz inşallah.

Beştepe’nin gözü kulağı bu meydanda bugün merak etmeyin.

Bakıyor. Ülke nereden nereye gelmiş burada görüyor. Bugün Siirt’in bu meydanında görüyor hiç merak etmeyin.

Bu meydan bize çok şey söylüyor.
Bu meydan ne diyor; Türkiye’nin yarınları artık DEVA’nın iktidarıyla olacak inşallah diyor. Bu meydan bize söylüyor bunu.

Siirt’ten Trabzon’a,
Diyarbakır’dan Bursa’ya,
Samsun’dan Adana’ya,
Antalya’dan İstanbul’a,
İzmir’den Ankara’ya kadar her yerde, DEVA Partisi sandıkları patlatacak. Seçim günü göreceğiz bunu. Meydan şahit meydan.

Memleketimizi hep beraber kurtaracağız.

Ben tüm Anadolu’yu, Trakya’yı adım adım geziyorum. En çok duyduğum ifade ne biliyor musunuz? Biraz önce sizin dediğiniz ‘kurtarın bizi’ ifadesi.

Türkiye’nin her yerinde bunu söylüyor insanlar.

Ama inşallah göreceğiz.

DEVA Partisi’nin damlaları var ya damlaları bu damlalar birikiyor birikiyor sel olacak o selde bütün barajları yıkacak inşallah göreceğiz seçim günü.

Hepsini göreceğiz.

Meydanlar şahit: Bu kâbus bitecek hem de ne kadar hızlı bitecek biliyor musunuz?

Hani kabustan kötü bir rüyadan uyanıp da bir bardak su içersiniz ya bu iyi ki rüyaymış dersiniz ya o hızla bitecek inşallah göreceğiz.

Kadınlar Türkiye’nin baş tacı. DEVA hareketi aynı zamanda bir kadın hareketidir.

DEVA hareketi gençlerin, kadınların omuzları üzerinde yükselmektedir.

Omuz omuza yürüyoruz inşallah hep beraber başaracağız.

Meydanlar şahit diyorum ya… İşte bugün burada Siirt’te 4. mitingimizi yapıyoruz çok şükür.

Gaziantep’te, Gebze’de ve Yozgat’ta, on binlerle birlikte büyük heyecan yaşadık.

Bugün Siirt’te bu meydanda bu coşkuyu arşa çıkardık çok şükür hep beraber.

Daha önce yaptık daha iyisini yapacağız inşallah. Daha da iyisini yapacağız.

Miting maratonumuzu hız kesmeden sürüyor arkadaşlar.

Haftaya Trabzon’da, ardından da Erzurum’da, inşallah Trabzon’da ve Erzurum’da yeri göğü inleteceğiz Siirt’te yaptığımız gibi inşallah.

Fakat, gel gelelim, bunlar her seferinde önümüze engeller çıkarmaya çalışıyorlar.

Daha önceki mitinglerimizde neler neler çektirdiler bize.

Gaziantep’te alan vermediler. Şehrin ta öbür ucuna sürdüler.

Yetmedi, Erdoğan aynı gün Adana’ya geldi. Bizim mitingimizle aynı saate program koydu, aynı gün aynı saat.

Niye? Gaziantep’tekiler de oraya gelsin diye.

Engellemeyi başardılar mı? Başaramadılar.

Gebze’de miting yaptık, aynısını yaptılar: Meydan vermediler. Ulaşımı en zor tepeyi gösterdiler bize. Tuvaletleri kilitleyip, önüne bariyer koydular. Millet tuvalete gidemedi. Böyle bir şey olur mu yahu. Gebze’de yaptılar bunu Gebze’de.

Sonra da aynı gün, aynı saatte Bursa’da bir etkinlik düzenleyip milleti oraya çağırdılar.

Bizi durdurabildiler mi? Durduramadılar.

Yozgat’ta miting yapacağız dedik, duyurularımıza izin vermediler.

Aynı gün aynı saat Çorum’a program koydular. Başka gün mü yok yer mi yok, saat mi yok?

Niye?

Bizim miting yaptığımız yerlerin hemen yanında aynı saatte düzenliyorlar bazen şölen oluyor bazen miting oluyor. Neymiş DEVA’ya gidecek olanlar oraya gelsin DEVA’nın meydanları boş kalırmış.

Rüyanızda görürsünüz rüyanızda.

İşe yaradı mı? Yaramadı.

Bize yokuş yaptılar ama olmuyor, yaramıyor.

Bizim nefesimizi yokuşlarla tüketeceklerini sanıyorlar.

Biz yılmayız, yılmadık. Boyun eğdik mi? eğmedik.

Sustuk mu? Susmadık.

Ben buradan bizi engellemeye çalışanlara sesleniyorum.

Devletin imkanlarıyla, ayak oyunlarıyla, kaba kuvvetle ve entrikalarla DEVA Partisi’ni durdurmaya çalışanlara sesleniyorum bu meydandan Siirt’ten.

Elinizden geleni ardınıza koymayın!

Ne yaparsanız yapın!

Bize sökmez! DEVA kadrolarına sökmez.

İşte buradayız. Dimdik ayaktayız. (…)

Seçim geliyor. Sayılı gün çabuk geçer.

*****

Değerli arkadaşlar,

Nasıl ki Siirt; Arap’ın, Kürt’ün, Türk’ün ortak eviyse, Türkiye de 85 milyonun ortak evidir.

Etnik kimliği ne olursa olsun,
İnancı ne olursa olsun,
Mezhebi ne olursa olsun,
Hayat tarzı, ekonomik durumu nasıl olursa olsun;

Bu ülkenin her vatandaşı, bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşıdır.

Ancak, bunun için tam demokrasi gerekiyor.

İşte biz demokrasimizin üstünden kayyumların gölgesini kaldıracağız.

Milletin iradesine kayyum atanmaz! İrade milletindir.

Başka ne yapacağız?

Çetelerle, mafyayla, karanlık isimlerle vatandaşın üzerine korku salanların karşısına dimdik duracağız.

Çete demek, mafya demek ne demek biliyor musunuz?

1990’ların Türkiye’si demek.

Her yer DEVA damlaları oluyor inşallah Türkiye’nin dört bir köşesinde her yer DEVA damlaları.

Bakın arkadaşlarım;

90’lı yıllar ne demek biliyor musunuz? 1990’lı yıllar demek, aynı zamanda, faili meçhuller demek.

Biz hiç kimsenin bu ülkeye yeniden 1990’ları yaşatmasına izin veremeyiz!

İşte geçen hafta Musa Anter davası vardı. Zamanaşımı nedeniyle davayı düşürdüler.

Bir kere daha vurdular Musa Anter’i.

Anter davası da “cezasızlık zulmüne” kurban gitti.

Tıpkı JİTEM davalarında olduğu gibi, tıpkı Roboski’de olduğu gibi, tıpkı Şenyaşar davasında olduğu gibi.

İşte biz bu ülkeyi 90’lara döndürmeye çalışanların karşısında dimdik dururuz.

Hep beraber dururuz.

Milletçe dururuz.

Bizim için asıl mesele; devleti hukuka döndürmektir. Hukuk devleti inşa etmektir.

Bizim için asıl mesele; Türkiye’yi özgürleştirmektir.

Asıl mesele; devleti çetelerden temizlemektir.

Asıl mesele; kamu kaynaklarının yandaşlara peşkeş çekilmesini önlemektir.

Asıl mesele; milletin kaynaklarını millet için harcamaktır.

Torpili, kayırmacılığı, yolsuzluğu yok etmektir.

Asıl mesele; bu memleketin sorunlarını çözmektir.

Asıl mesele; 783 bin kilometrekare vatan topraklarında özgürlüğün, zenginliğin ve adaletin türküsünü hep bir ağızdan söylemektir, asıl mesele.

Bunu yapacağız inşallah.

DEVA kadroları olarak geleceğiz hep beraber dertleri bitireceğiz inşallah.

Arkadaşlar bu iş azim meselesi. Bu iş sebat meselesi. Çalışınca olur.

Bizi inşallah dosdoğru çalışacağız. Doğru çalışanın Allah yardımcısıdır. Allah yardım ettikten sonra bizim önümüzde kimse duramaz kimse.

Bunu hep beraber yapacağız.

Değerli arkadaşlarım,

Biz, bu yola, özgür ve zengin bir Türkiye için çıktık.

Biz, bu yola, her bir vatandaşımızın, elin Avrupalısının yaşadığı standartlarda yaşaması için çıktık.

Gençlerimiz şimdi başka ülkeye, Avrupa’ya gitmek istiyor. Niye? Çünkü burada imkân bulamıyorlar. Burada iş bulamıyorlar.

Halbuki siz güveni oluştursanız, istikrarı sağlasanız Türkiye’ye harıl harıl yatırım olsa bizim gençlerimiz burada kalacak. Burada çalışacak.

Bizim gençlerimizin Avrupa’daki gençlerden hiçbir farkı yok.

İmkân sunulmuyor kendilerine. Fark bu kadar.

İktidarı değiştirdiğimizde hedeflerimize doğru dev bir adım atmış olacağız. Ve vesayet kalıntılarının hesaplarını da boşa düşüreceğiz.

Devleti sadece ama sadece milletin hizmetine vereceğiz. Devlet millete hizmet etmek içindir. Başka bir şey için değil.

Devlet bazı yandaşların, çetelerin, mafyaların yerleşip kendilerine nema sağlayacakları bir yapı değildir.

Devlet millet için vardır.

İşte biz devleti milletin hizmetkârı yapacağız inşallah.

Hep beraber gerçekleştireceğiz bunu.

Bu milletin sağ duyusu çok kuvvetli, bu milletin vicdanı çok güçlü inşallah hep beraber kazanacağız.

Bu seçimi değerli arkadaşlar kim kazanacak biliyor musunuz?

Bu seçimi, çocuğunun beslenme çantasını hazırlamakta güçlük çeken ana babalar kazanacak.

Bu seçimi Torunlarına küçük bir hediye almak isteyip de alamayan nineler, dedeler kazanacak.

Bu seçimi Buzdolabını dolduramayan emekliler kazanacak.

Bu seçimi, açlık sınırının altındaki asgari ücretle geçinmeye çalışan, asgari ücret dahi alamayan, sigortasız çalışmak zorunda olan emekçilerimiz işçilerimiz kazanacak bu seçimi.

Hayat pahalılığı karşısında inim inim inleyen dar gelirli, sabit gelirli vatandaşlarımız kazanacak.

Kıt kanaat imkanlarla üniversite okumuş ama iş bulamamış gençler kazanacak bu seçimi.

Bu seçimi, dükkanında elektriğini açamayan, sattığı malı yerine koyamayan esnafımız kazanacak.

Gübre, mazot, tohum, elektrik fiyatları altında ezilen çiftçimiz kazanacak bu seçimi.

Her gün motosikletin tepesinde, canını tehlikeye atarak ekmeğini çıkaran kurye arkadaşımız kazanacak bu seçimi.

Ekonomiyi çıldırttılar. Ekonomi ne desin bu yönetime. Alt üst ettiler her şeyi. Berbat ettiler, yazık ettiler ülkeye yahu. İnanın çok üzülüyoruz.

Maalesef Merkez Bankasını boşalttılar, hazineyi boşalttılar. Devletin kasasını boşalttılar.

Merkez Bankasını borçlu duruma düşürdüler yahu. Ülkenin para basan kurumunu.

Bakın arkadaşlarım bu seçimi başka kim kazanacak;

Bu seçimi, yargıda aklanmalarına rağmen hakları iade edilmeyen KHK’lılar kazanacak.

Ayrımcılığa uğrayan, hor görülen insanlar kazanacak bu seçimi.

Ülkesi için gecesini gündüzüne katan, alnının teriyle, bileğinin gücüyle çalışanlar kazanacak.

Bu seçimi günde tek öğünle karnını doyurmaya çalışan öğrenci arkadaşlarımız kazanacak. Yarınları karatılan gençler kazanacak bu seçimi. İktidarın görmediği milyonlar kazanacak bu seçimi yani hep birlikte kazanacağız.

85 milyonluk Türkiye’nin haysiyetli ve onurlu insanları kazanacak bu seçimi inşallah.

Yani özetle bu seçimi DEVA kadroları kazanacak.

DEVA kazanacak Türkiye kazanacak bu seçimi.

Bugüne kadar ne yapıldıysa ne kadar yanlış yapıldıysa doğru yapıldıysa bunların hepsinin muhasebesi mutlaka yapılacak.

Ama unutmayalım. Bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilmez.

Biz her şeyi hukuk içerisinde yapacağız.

Hukuksuzlukla mücadeleleri bile hukuk içerisinde yapacağız.

Başkaları hukuku yok sayabilir, anayasayı çiğneyebilir, yasaları her gün görmezden gelebilir ama biz onlarla da mücadeleyi inşallah hukuk içerisinde vereceğiz.

Çünkü devlete yakışan hukuk içinde hareket etmektir. Devlete yakışan adaleti sağlamaktır.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz göreve gelir gelmez ne yapacağız?

Öncelikle, şu ekonomik krizi çözeceğiz.

Ne zaman?

Bu kriz iklimini 6 ay içerisinde ortadan kaldıracağız.

Enflasyonu da en geç ikinci yılın sonunda tek haneye düşüreceğiz.

Biliyorum, öyle zor günlerdeyiz ki, “acaba bu ülkede bunlar gerçekten olur mu” diye soruyor vatandaşlarımız haklı olarak. ‘Durum çok berbat’ diyorlar. ‘6 aydan 2 yıldan bahsediyorsunuz bu iş nasıl olacak’ diyorlar.

Bunlar hayal değil arkadaşlar. Bunlar gerçekçi hedefler.

Mütevazı olmayacağım.

Ben, bu ülkede, iki tane büyük ekonomik krizi çözen ekibin başında oldum.

2001-2002 krizi ve 2008-2009 krizi.

Bizim öyle kadrolarımız var ki dünyanın neresinde olursa olsun hangi ülke olursa olsun hukuk krizi çıktımı gidip çözecek ekibimiz var. Bir ekonomik kriz çıktı mı gidip çözecek ekibimiz var, kadromuz var.

Aynı yangın söndürücü gibi. Nerede kriz varsa o krizi söndürecek kadrolar bizde.

Biz boşa konuşmuyoruz. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Ben diyorum ki ‘bizler gibi bizim kadrolarımız gibi iki büyük krizi çözen bir başka kadro, buyursunlar çözsünler’ diyorum.

Ama yok.

Bakın arkadaşlar bu hükümetin anlamadığı şu;

Hukuk olmadan ekonomi olmaz! Adalet olmadan ekonomi olmaz! Bunu anlamıyorlar.

Eğitim sistemi çökerken siz ekonomiyi ayağa kaldıramazsınız. Bu mümkün değil.

İşte bunlar bunu bir türlü anlamıyor. İdrak edemiyorlar.

Değerli arkadaşlarım bu sene tam 850 bin kardeşimiz üniversite imtihanlarını kazandı bir yere girmeyi hal etti. Fakat 105 bin gencimiz kaydını yaptırmadı yaptıramadı.

Çünkü öğrenciler açıkta.

Ciddi bir yurt sorunu var. Kendisine devlet yırdı KYK yurdu çıkmayan öğrencilerimizin özel yurtlara verdiği paralar kiralar korkunç.

Mümkün değil çoğu aile bunu karşılayamıyor.

Ama biz bunu çözeceğiz inşallah. Hesap kitap meselesi.

Doğru, kadınlar Türkiye’nin her yerinde maalesef kadın cinayetlerine kurban gidiyor, haklısınız. Ve doğru düzgün adım atılmıyor, tedbir alınmıyor.

Tek bir yasal düzenleme yapılmadı yıllardır. Farkındayız.

Bakın arkadaşlar,

Geçen Siirt’e geldiğinde Sayın Erdoğan benim için ne dedi?

Diyor ki bana; “Yahu sen ne yaptın? İmzayı ben attım” dedi. Arkasından da hakaretleri yağdırdı.

Ne zaman konuşsa, öfke, hakaret...

Sıkıştı çünkü. Kaybediyor. Bunu da görüyor.

Onun için de hemen ağzını bozuveriyor.

Ben onun burada Siirt’te bana ve arkadaşlarıma yönelttiği hakaretleri toplumumuzun vicdanına havale ediyorum.

Ben şimdi bu meydandan kendisine sesleniyorum.

Tam 4 yıldır bu ülkeyi tek imzayla yöneten siz değil misiniz? Sizsiniz.

Şu anda, seçime kadar, tam yetkili yine siz değil misiniz? Sizsiniz.

Tek imzayla aklınıza geleni yapabiliyor musunuz? Yapıyorsunuz.

Madem keramet imzada, ‘atın bir imza da, şu enflasyonu düşürüverin’ diyorum. 4 yıldır niye patlattınız bu enflasyonu?

Şöyle bir imza atında şu hayat pahalılığını bitiriverin bakalım. Bu hayat pahalılığını da patlatan sizsiniz başkası değil.

Yapamaz arkadaşlar yapamaz! Ağzıyla kuş tutsa yapamaz!

Çünkü bilmiyor. Bilmediğinin de farkında değil.

Bilenlerle de çalışmıyor.

Her gün hukuku, adaleti çiğneyip, sonra da ekonomiyi düzelteceğini sanıyor.

Olmayacak. Rüyasında görür rüyasında.

Bakın, ben ne diyorum:

Nasıl 2001-2002 krizini de, 2008-2009 krizini de biz çözdüysek, bu krizi de çözmek bize nasip olacak inşallah, biz çözeceğiz inşallah.

Ama nasıl çözeceğiz? Hukukla çözeceğiz, adaletle çözeceğiz, özgürlüklerle çözeceğiz, demokrasiyle çözeceğiz.

Çünkü ekonomi sadece ekonomiyle çözülmez. Ekonominin temelinde hukuk vardır, adalet vardır, özgürlükler vardır demokrasi vardır.

Bunu bilmiyorlar.

Siz o temeli her gün her gün yıkarsanız üzerine sağlam bir ekonomi inşa edemezsiniz.

Bu kadar basit inanın.

İnşallah, öyle hızlı güçleneceğiz ki bugünleri sadece bir kâbus olarak hatırlayacağız. İnanın kötü bir rüya olarak hatırlayacağız. O kadar hızlı düzelecek.

Her bir vatandaşımızın satın alım gücü yükselecek.

Cebimizdeki paranın değerini koruyacağız.

*****

Bakın burada bir duralım.

Bu kaç para? Görüyorsunuz, değil mi? 200 lira. Merkez Bankası bu 200 lirayı ilk hangi tarihte bastı? 2009 yılında bastı.

2009 yılında 200 TL, ilk basıldığı gün kaç dolar ediyordu biliyor musunuz?

123 dolar ediyordu.

Bugün kaç dolar ediyor? 11 Dolar ediyor.

2009’da 123 dolar olan bu paramız bugün inmiş 11 dolara.

Aradaki fark ne kadar? Tam 112 dolar.

Şimdi soruyorum arkadaşlar: herkesin cebindeki 200 liradan bu 112 dolar nereye gitti diye soruyorum.

Milletin cebindeki her 200 liranın içinden 112 doları kim aldı?

Beştepe… Siirt soruyor, meydan soruyor Beştepe’ye ‘bu milletin cebindeki her 200 liralık kâğıt paradan 112 dolar nereye gitti. Beştepe’ye’ diye Siirt soruyor.

Şu fakirleşmeye bakın. Paramızın erime hızına bakın.

Yazıklar olsun yahu, yazıklar olsun.

Bu millet sabahtan akşama kadar boşu boşuna mı çalışıyor?

Alın teriyle, bilek gücüyle çalışıyor insanlar. Ama siz onların cebindeki parayı eritiyorsunuz.

Alın teriyle, bilek gücüyle kazandığı ekmek parası eriyip gitsin diye mi çalışıyor bunca insan?

Ve üstelik bakın ne diyor? Kur korumalı mevduat diye bir şey çıktı biliyorsunuz.

Erdoğan bunu açıklarken ne dedi hatırlayın. Dedi ki ‘dolar kuru arttığında bankada parası olanlar zarar ediyor, mağdur oluyorlar. Onların bu mağduriyetini gidermek için biz kur korumalı hesap çıkarıyoruz’ dedi.

‘Milletin bankadaki hesabı döviz kuru karşısında erimesin, bankadaki hesabı döviz kadar artsın diye bunu yapıyoruz’ dedi.

Şu kafaya bakın, şu işe bakın yahu.

Ben buradan geçtiğimiz Aralık ayında ‘Kur Korumalı Mevduat Hesabı’ diye bankada zaten parası olanların parasını dövize endeksleyen Beştepe’ye soruyorum; Döviz kuru artınca bankada zaten parası olanlar mağdur oluyor da kur arttığında gübreyi, tohumu, elektriği, mazotu daha pahalı almak zorunda kalan bizim çiftçimiz mağdur olmuyor mu?

Kur arttığında bankada parası duranlar mağdur oluyor da bizim çarşıya pazara giden asgari ücretle hatta asgari ücretinde altında çalışan ve gittiği zaman bütün fiyatların yükseldiğini gören işçi kardeşlerimiz mağdur olmuyor mu?

Kur arttığında bizim emeklilerimiz mağdur olmuyor mu?

Madem kur arttığında bankada parası olanlar mağdur oluyor diye kur farkını onlara veriyorsun da bizim emeklimizin parası eridiğinde emekli maaşı eridiğinde, asgari ücret eridiğinde memur maaşı eridiğinde, çiftçinin geliri eridiğinde onların mağduriyetini niye gidermiyorsun?

Adil devlet böyle mi olur. Böyle bir şey kabul edilebilir mi?

Dikkat edin arkadaşlar son 3-4 yıldır Türkiye’de çok büyük bir servet transferi yaşanıyor. Yoksuldan zengine bir transfer yaşanıyor. Malı olanlar parasına para katıyor ama hiçbir şeyi olmayanlar da yoksullaşıyor bu ülkede.

Şimdi arabası olanın değeri arttı değil mi? Arabası olmayanın? Araba almak hayal oldu. Dikkat edin var olanlar nimetleniyor olmayanlar daha da fakirleşiyor.

Diyelim ki dairesi var. Daireler değerlendi. Bu ne demek? Olanın üzerine katlandı, eklendi. Olmayan? Kirada oturuyor. Kiralar patladı gitti gücü yetmiyor.

Adil devlet böyle mi olur, sosyal devlet böyle mi olur?

Madem sen milletin bankadaki parasını dövize endeksledin emekli maaşını da dövize endeksle. Asgari ücreti de dövize endeksle. Memur maaşını da dövize endeksle de göreyim bakayım.

Çiftçimizin gelirini de dövize endeksle göreyim.

Böyle bir şey olur mu?

***

İnşallah DEVA Partisiyle bu yoksulluğun belini kıracağız inşallah.

Nasıl yapacağız bakın,

Türkiye’de artık “yoksulluk intiharları” diye bir şey var ve sayıları durmadan artıyor arkadaşlar.

Evet, Türkiye’nin maalesef acı gerçeği oldu bu.

Körpecik gençler kendi canlarına kıyıyor. Ailelerine yazık.

Evet, Siirt’te analar, babalar canına kıyan gençler için ağlıyor.

Yazık günah değil mi?

Duydukça, gördükçe, okudukça inanın çok üzülüyoruz yahu.

İşte biz, o gençlerimiz için, umudun sesi biz olacağız.

Sandık günü inşallah cevabımızı vereceğiz hep beraber yarınların Türkiye’sinin altına imzayı atacağız inşallah.

Biz umudun sesiyiz, umudun sesi olmak zorundayız.

Başka yolu yok.

Mutlak yoksulluğu sıfırlayacağız. Zamanında yaptık. Türkiye’de zamanında mutlak yoksulluk sıfırlandı. Göreli yoksulluk azaldı ve mutlak yoksulluk sıfırlandı bunu yine yapacağız inşallah.

Sosyal yardım sistemini güçlendireceğiz.

Sosyal yardımlar devletin lütfu olmayacak. Vatandaşımızın hakkı olacak. Bunlar yardım dağıtıyor lütuf gibi. Öyle bir şey yok. O zaten vatandaşın hakkı yahu.

Sosyal devletsen sen onu zaten vermek zorundasın çünkü hakkı.

Sosyal yardımları ihtiyacı olan tüm vatandaşlarımıza ulaştıracağız. Parti ayrımı yapmayacağız. Hak eden herkes alacak.

İhtiyaç sahiplerine “asgari gelir desteği” sağlayacağız.

Peki, “asgari gelir desteği” nedir.

Diyelim ki bir vatandaşımızın hanesine giren toplam gelir, o hanenin ihtiyaçları karşılamıyor.

Diyelim ki 5 kişilik aile. Bunun ihtiyacını hesap ettik. O aileye girmesi gereken asgari gelir nedir hesaplayacağız.

Peki, o ailenin eline şu anda ne kadar para geçiyor. Onu da öğreneceğiz aradaki farkı devlet olarak biz ödeyeceğiz.

“Asgari gelir desteği” işte bu demek.

Yani ihtiyacı olan herkesin asgari ihtiyacını karşılayacak bir geliri devletin garanti etmesi demek.

Şunun da altını çizeyim; bizim nihai hedefimiz tek bir vatandaşımızın bile sosyal yardıma muhtaç olmadığı bir Türkiye’dir.

Hedefimiz, vatandaşlarımızın üreterek zenginleştiği bir Türkiye’dir.

Sosyal yardımları güçlendirerek devam edeceğiz.

*****

Başka ne yapacağız?

Yeni doğan bebeklerimiz için 2 yaşına kadar süt ve mama gibi temel ihtiyaçları devlet olarak biz karşılayacağız.

Çocukların eğitim ihtiyaçları için de özel programlar devreye sokacağız. Okula giden hiçbir çocuğumuz hiçbir gencimiz maddi imkânı olmadığı için mağdur olmayacak.

Bu anayasanın gereği. Devlet eğitimle ilgili her türlü ihtiyacı karşılamak zorunda. Hükmü bu.

Çocuklar en kaliteli eğitimi alsın, en iyi şartlarda okusunlar diye devletin imkanlarını seferber edeceğiz.

Eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için gece, gündüz çalışacağız.

Hep beraber tüm Türkiye için umut olacağız ve hep beraber 85 milyonun umudu olacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gelelim Siirt’e.

Siirt’in pek çok sorunu var. Hepsini biliyoruz.

Tüm ilçelerde sapasağlam bir kadroyla Siirt’te olan biten her şeyi takip ediyoruz, izliyoruz, sorunları biliyoruz.

İşsizlik had safhada.

Mutlaka yeni yatırımlar gerekiyor, sanayinin tarımın, turizmin önünü açmak gerekiyor.

Bunlar tutturdular Zorava Çayı üzerine HES yapacağız diye.

Yahu bırakın artık şu çevre katliamını da, güneş enerjisi denen bir şey var dünyada. Yazıktır yahu.

Siirt’in çok büyük bir potansiyeli var bu konuda, güneş enerjisi konusunda.

İşte bugün Diyarbakır’dan buraya geldim. Yollar berbat. Arkada oturup bir şey okumanın imkânı yok araba zıplaya zıplaya gidiyor yolda. Yazık.

Para harcanmış asfalt dökülmüş ama kalitesiz yapılmış.

Siirt, Eruh Şırnak yolunda eksiklikler var. Siirt Kurtalan bölünmüş yolu bugün oradan da geçtik. Bir türlü bitmiyor yahu.

20 yılda 20 bin km yol yaptık diyorlar fakat enişte Siirt’in çok kısa yol sorunlarını bir türlü çözememiş şu zamana kadar.

Mişar Ovası’na ve köylere ulaşım çok zorlaşmış durumda.

Siirt’in içme suyu problemi de var. Her tarafı akarsularla kaplı olan aslında hemen yakınlarda şu kaynakları olan bu güzel ilimizin şehir merkezinde içme suyunun olmasını biz kabul etmiyoruz.

Olmaz böyle bir şey.

Ama biz, bunların hepsini çözeriz inşallah. Bunların hepsini çözecek kadrolar biziz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Daha çok sözümüz var, daha çok taahhüdümüz var.

Her şeyi hazırlıyoruz. Seçim sonrasıyla ilgili bütün hazırlıklarımızı bugünden yapıyoruz.

Bu ülkede ilk kez, DEVA Partisi çok detaylı eylem planları hazırlıyor. Bunların hepsi çözüm planıdır. Seçimlerden sonra ilk günden itibaren yapacaklarımızın programını bugünden hazırlıyoruz. Yazılı olarak da taaddüt ediyoruz.

Türkiye’de ilk kez DEVA Partisi, tüm sorunlarla ilgili çok detaylı çözüm önerilerini bugünden hazırlıyor ve hepsini yayınlıyoruz.

Bizden başka bu kadar detaylı çalışan yok. 90 günde, 360 günde, 5 yıllık planımızı hazırlıyoruz bugünden madde madde sıralıyoruz.

İnşallah seçim günü milletimizden aldığımız o güçlü destekle hükümetin kurulduğu ilk dakikadan itibaren çalışmaya başlayacağız.

Bugünden ne yapacağımızı hazırlıyoruz.

Biz laf üretmiyoruz arkadaşlar.

Biz iş üretiyoruz, iş.

Biz çalışıyoruz.

Çünkü biz devlet yönetimine talip olmanın laf üretmek olmadığını iş üretmek olduğunu biliyoruz.

O yüzden DEVA Partisi inşallah Türkiye’nin kaderine damgasını vuracak.

DEVA Partisi’nin damlası var ya, damla şeklindeki logomuz…

Seçim günü hep beraber mührü işte o “damla”ya DEVA’nın damlasının logosunun altına mührü evet diye vuracağız.

DEVA kadroları da Türkiye’nin yarınlarına mührü vuracak.

Sakın unutmayın;

Bugüne kadar olduğu gibi evelallah bundan sonra da dosdoğru çalışacağız.

Daima adil olacağız. Türkiye’yi hukukla, adaletle yöneteceğiz. Başka türlü olmaz başka türlü devlet yönetilemez. Devletin tek bir varlık sebebi varsa o da adalettir.

Devlet bunu sağlayamazsa o devlet artık en temel görevini yerine getirememektedir.

Biz istişareyi asla elden bırakmayacağız. Bugüne kadar nasıl her zaman istişareyle hareket ettiysek seçimlerden sonra kurulacak hükümetimiz de inşallah her adımda istişareyle hareket edecek.

Bin biliyorsak, bir bilene soracağız, istişare.

Her işi mutlaka ehline vereceğiz. Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacağız.

Ülkemizi özgürlük ve zenginlik limanına sağ salim ulaştıracağız.

**
Adaletsizlik büyük. Çalışanlar arasında, emekliler arasında adaletsizlik var, hepsini çalışıyoruz inşallah.

DEVA Partisi değerli arkadaşlar bakın,

Çözüm üreten seçimlerden sonra ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği ile ilgili bugünden çalışan, bu günden eylem planlarını ortaya koyan, ilk 90 dakikada, ilk 90 günde 180 günde 360 güne neler yapacağını gün gün bütün takvimiyle açıklayan tek siyasi parti şu anda Türkiye’de.

Ve bunların hepsini, yazılı taahhüt halinde açıklıyoruz. Söz verdik taahhütler veriyoruz ama değerli Siirt ben bu kadar sözü saydım ama kolay kolay da söz vermem ama verdiğimiz her sözü de tuttuk bugüne kadar çok şükür. Allah nasip etti.

Şimdi… Söz alma sırası bende. Ben de Siirt’ten söz istiyorum.

Maalesef gençler işsiz biliyoruz. Ama iş için yatırım lazım. Yatırım için güven lazım. Engelli vatandaşlarımız için hem devlet hem de özel sektör engelli çalıştırmak zorunda ama bakıyorsun devlet kadrolarında engelli kadroları hep boş. Ne yapıyorlar. Almıyorlar.

Biz bunların hepsini gerçekleştireceğiz. Kanunun gereği çünkü.

Söz alma sırası bende. Ben de Siirt’ten söz istiyorum.

Soruyorum şimdi, Siirt hazır mısın?

Hazır mısın Siirt?

Adalet için hazır mısın Siirt?

Özgürlük için hazır mısın Siirt?

Zenginlik için hazır mısın Siirt?

Sofradaki ekmeği büyütmek için hazır mısın Siirt?

DEVA Partisi’ni iktidara taşımaya hazır mısın Siirt?

DEVA Partisi’ni iktidara taşıyacak mısın Siirt?

Siirt kararını vermiş. Ben sözümü aldım.

Komşularla bir barışıp bir küsersen bir gün eser gürler bir gün peşinden koşarsan bir gün zalim deyip bir gün kucaklarsan Türkiye’nin dış ilişkileri bozulur. Sınır kapılarıyla ilgili sorunlar da büyür.

Bunun çözümü sapasağlam bir dış politikadan geçiyor. Dostlarınızı çoğaltmaktan geçiyor.

Dışarda düşman aramayıp dışarda dostları çoğaltmaktan geçiyor.

Bu iktidar kendi içerdeki desteğini toparlayabilmek için dışarda her gün düşman gösteriyor.

Düşman gösterdiği ülkelerle arayı bozuyor.

Ondan sonra ticaretimiz bozuluyor ekonomi bozuluyor. Sonrada peşinen koşuyor.

Zalim dediklerinin katil dediklerinden para istiyor.

Sudi Arabistan. Cinayeti işledin diye bağırıp durmadı mı? Sonra ne oldu mavi halıları serip karşılamadı mı?

Baktı ki para gelmiyor geçen gün Maliye bakanını göndermiş. Ne konuştular bilmiyoruz ama ‘Bizim paralar ne oldu’ demiştir herhâlde. Bu ülke büyük ülke.

Siz Merkez Bankası’nın arka kapısından cayır cayır döviz rezervini yakın. 130 milyar dolar diyorduk ya rakam şimdi 205 milyar dolar oldu.

Yılbaşından bu yana 75 milyar dolar daha sattılar yahu.

Yazık günah. Gizli saklı yapıyorlar.

205 milyar doları arka kapıdan boşalt, git Birleşik Arap Emirliklerinden, Sudi Arabistan’dan para diye dolaş dur. Yazıktır günahtır bu ülkeye.

Çünkü böyle ikili anlaşmalarla, ülkeden ülkeye alınan kredilerle borç alan emir arkadaşlar. Çok açık.

Uluslararası finans piyasalarından bir ülke borçlanır. Ama gidip de tek bir ülkeden borç para için peşlerinde koşuyorsan o borcu alan ayrın emir alır, talimat alır bunu böyle bilin yahu. Yazık.

Çözüm için, demokrasi için, Türkiye için canla başla çalışacak mısın Siirt?

Çalışınca olur, çalışan başarır. Ama dosdoğru çalışmak lazım.

Ben sözümü aldım! Siz hazırsanız, biz de hazırız.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, selamlıyorum. Ailelerinize dostlarınıza gönü dolusu sevgilerimi selamlarımı hürmetlerimi iletmenizi özellikle rica ediyorum.

Sağ olun, var olun.

17 Eylül 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Tunceli İl Başkanlığı Açılış Konuşması

Tunceli İl Başkanlığı Açılışı Konuşma Metni


Merhaba Tunceli! Merhaba!

İnsanıyla… Kültürüyle… Munzuruyla… Doğasıyla bir başka güzel Dersim, merhaba!

Buradan, il merkezimizden, Çemişgezek’e, Hozat’a, Mazgirt’e, Nazımiye’ye, Ovacık’a, Pertek’e ve Pülümür’e gönül dolusu sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum.

İl kongremizde söz vermiştim, biliyorsunuz il kongresinde uzaktan bağlanmak durumunda kalmıştık. Çünkü program çakışmıştı. 41 ili bir an önce tamamlayıp seçime girmeyi hak etmenin maratonunu yaşıyorduk o günlerde. Ve o kongremizin olduğu gün bir söz vermiştim demiştim ki; “En yakın zamanda inşallah geleceğim “demiştim. İşte buradayım.

Ve sizden de bir söz almıştım. O sözümü hatırlayan vardır herhâlde.

“Geldiğimde hep beraber şöyle bir Munzur'un gözelerinde birlikte çay içeceğiz. Söz mü?’ demiştim. Tunceli’de Dersim’de bana ‘söz’ demişti.

Onu da inşallah yarın yapıyoruz.

Çok şükür Dersim’in havasını soluduk.

Çayını da inşallah içeceğiz.

Sağ olun var olun. Bizlerle beraber olduğunuz için. İl binamızın açılışında bizleri yalnız bırakmadığınız için. Gelen tüm Dersim’li hemşerilerimize teşekkür ediyorum.

Komşularımıza, Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin temsilcilerine, muhtarlarımıza tek tek teşekkür ediyorum.

İl başkanlığımızın bu güzel ilimize hayırlı olmasını canı gönülden diliyorum.

İl başkanımız Veysel Bey’i de tebrik ediyorum. Çünkü gerçekten Dersim’e yakılır bir il binasını burada hazırlamış ve bizlere de sadece kurdelesini kesmek düşecek inşallah.

Dersim’in doğal güzelliğiyle Dersim’in insanının okumuşluğuyla kültürüyle yaraşan bir il binamız burada da oldu. Hizmete açıldı. Hem Veysel Bey’e hem de emeği geçen diğer tüm arkadaşlarımıza özellikle teşekkür etmek istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar, biz niçin siyaset yapıyoruz, biliyor musunuz?

İnsanıyla arasına mesafe koyan bu devlet anlayışına son vermek için siyasetteyiz.

Bakın bugün bizim aramızda bariyer falan yok. Rahat. Sarılıyoruz, tokalaşıyoruz. Rahat rahat kaynaşıyoruz.

Beraberiz, birlikteyiz ve yan yanayız.

Biz; sevginin, barışın, demokrasinin ve eşitliğin türküsünü her dilde söylemek için bugün buradayız.

Biz; Diyarbakır’da Dicle’nin kenarındaki kuzuyu hatırlayan, Ankara’ya dönünce kurdun yanı başında hizaya girenlerden olmadık.

Biz partimizi kurduğumuz gün ne söylüyorsak bugün aynı şeyleri söylüyoruz.

Türkiye’nin 7 bölgesinde program yapıyoruz her bölgede aynı şeyi söylüyoruz.

Doğru bildiğimiz neyse, onu her yerde savunuruz. Hayallerimizi, hedeflerimizi her yerde dost doğru dürüstçe anlatırız.

Bakın arkadaşlar, bizim hedefimiz nedir?

Bizim hedefimiz; kimliği, dili, dini, mezhebi, siyasi görüşü, yaşam felsefesi ne olursa olsun, herkesin “eşit ve onurlu” bir vatandaş olduğu Türkiye’dir.

Bizim hedefimiz budur.

Bizim hedefimiz, Hepimizin Türkiye’sidir.

Demokratik bir devlet, hiçbir vatandaşını “yok” sayamaz. Hiçbir vatandaşını beriki, öteki diye ayırt edemez.

Bizim hedefimiz tam demokratik Türkiye’dir. Tam demokratik Türkiye.

*****

Değerli arkadaşlar,

Evet, bunlar şu anda ülkemizdeki bütçe açığını patlattılar.

Açıklandı en son Cumhurbaşkanının imzasıyla açıklanan orta vadeli programda gördünüz.

Tarihin en büyük bütçe açığını bu sene verecekler.

Ama, aynı zamanda, ülkemizde büyük bir demokrasi açığı oluşturdular.

Demokrasi açığını kapatmadan bütçe açığını kapatamazsınız.

Demokraside, insan haklarında, özgürlüklerde, hukukta, adalette gereğini yapmazsanız bu ülkenin ekonomisini asla düzeltemezsiniz.

Ülkemiz eğer bir dönem ekonomide zirve yaşadıysa Veysel Bey dahil pek çok insanın yüzü güldüyse o dönemde Avrupa Birliği sürecinde demokraside insan haklarında ilerlerken eş zamanlı olarak ekonomide doğruları yaptığımız için o zaman Türkiye başarılı oldu.

Bunlar bunu anlamadı.

Zannettiler ki Merkez Bankası’na talimatı veririm ekonomiyi düzeltirim.

Rüyanızda görürsünüz rüyanızda. Öyle düzelmez bu ülkenin ekonomisi. Mümkün değil.

Ve değerli arkadaşlarım bu demokrasi açığı Türkiye’ye çok acılar yaşattı, yaşatıyor.

Dersim, tarih boyunca ayrımcılığa, haksızlığa maruz kaldı. Bunu çok iyi biliyorum.

Sözü yasaklayarak acıları saramazsanız.

Sorunları inkâr eden, o sorunları hiçbir zaman çözemez.

Biz; neyin hak, neyin imtiyaz olduğunu çok iyi biliyoruz.

Hiç kimse için hiçbir imtiyaz da istemiyoruz.

Biz, sadece “Hakkın terazisinde eşitlenmeyi” hedefliyoruz. Hedefimiz bu.

Yani, Türkiye için, daha önce başarılamayan bir hedeften bahsediyorum burada.

“Eşit vatandaşlık” hukuku diyoruz, arkadaşlar, “eşit vatandaşlık”.

Eşit vatandaşlığın Türkiye’nin pek çok sorununu çözme yönünde dev bir adım olacağını gayet iyi biliyoruz.

Bize göre, DEVA Partisi’ne göre, bugün; Kürt meselesini de Alevi meselesini de çözmenin tam zamanıdır.

Türkiye buna hazırdır.

Türkiye’nin 81 ilini, 7 bölgesini sürekli turlayan bir parti kadrosu olarak ben bunu söylüyorum.

Ancak, bu bir cesaret ve samimiyet işidir.

Cesur ve samimi olmadan çözemezsiniz.

Ankara’nın artık cesur olma vakti gelmiştir. Bunlar yapamıyor ama biz inşallah yapacağız. Kangrenleşen sorunları çözme vakti gelmiştir.

Yaraları sarmak, yaralı hafızaları adaletle onarmak, yarınlara umutla bakmak bizim elimizde. Bizim irademizde. İsteyince olur.

Bakın, bu amaçla biz yol da gösteriyoruz.

Eğer iktidar, Alevi vatandaşlarımızı rahatlatacak adım atmak istiyorsa önce ne yapacak, biliyor musunuz?

Ayrımcılık hissettiren uygulamaların hepsine son verecek.

Kimse çıkıp “Alevi şöyle olur, böyle olur” diye kafasına göre konuşmayacak.

Kimsenin buna hakkı yok.

Arkadaş, sen hiç kimseye, kimliğini nasıl yaşaması gerektiğini dayatamazsın.

Burasını biz özgürlükler ülkesi yapacağız.

Herkes kendi inancını, yaşam tarzını nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşayacak.

Devletin de görevi o yaşam tarzını olduğu gibi koruma olacak.

Devletin görevi insanları şekillendirmek değil. İnsanların inancına yaşam tarzına şekil vermek değil.

Devletin görevi herkesi olduğu gibi kabul edip onun özgürlük alanını garanti altında tutmak. Onun istediği gibi yaşayacağı bir alanı, özgürlük imkanını sunmak.

Çünkü o hak, o özgürlük zaten vatandaşımızın.

Bakın biz haklarsa mesele almak vermek tabirini bile kullanmıyoruz.

Mesele insan hakkıysa tanımak ifadesini kullanıyoruz.

Devletin görevi sadece bunu tanımaktır.

Sen kimin hakkını alıyorsun veriyorsun?

Haddine mi? O zaten onun.

Devletin görevi sadece bunu tanımaktır ve özgürlük alanını rahat tutmaktır.

Kimsenin kimseye müdahale etmesinin önüne geçip, ‘Bu benim vatandaşımdır sen onun hayat tarzına müdahale edemezsin arkadaş. Ben devlet olarak onun hayat tarzını koruyacağım ve garanti edeceğim’ demektir.

Başka sorunlarda var. Bitmiyor arkadaşlar.

Alevilerin kamuda istihdamının önündeki fiili engellerin hepsini biliyoruz. Ve gerçekten çok rahatsızız bundan.

Hiçbir vatandaşımızın, devlette işe girerken, terfi alırken, üst düzey yönetici olurken ayrımcılığa uğramasına asla izin vermeyeceğiz.

Liyakat esas olacak liyakat.

Kim hakkediyorsa o devlette çalışmaya girecek.

Onun için ne dedik biz?

Kamuda işe alımlarda mülakatı kaldıracağız dedik. Çözüm burada.

Çünkü mülakat iktidarın işine gelmeyenleri eleme mekanizması haline gelmiş.

İşlerine gelmeyeni eliyorlar.

Gencecik çocuk, üniversiteyim bitirmiş. KPSS’ye girmiş 80 almış, 90 almış mülakatta eleniyor. Niye? Oturuşunu beğenmedim. Niye? Sen bakana yakın görünmüyorsun. Niye? Sen hükümete öyle çok olumlu bakmıyorsun, bakışından anladım. Mülakatta ekle.

Böyle bir şey olur mu yahu.

Bunun kesin çözümü mülakatı topyekûn kaldırmak.

Mülakatın kalkmasını biz parti programımıza yazmıştık. Daha sonra 6’lı masaya taşıdık ve 6’lı masanın da ortak kararı haline geldi.

İyice sağlama başladık işi.

İnşallah bu kamuda işe girişlerde haksızlığı adaletsizliği sağlamanın yolunu kestirmeden mülakatı kaldırarak inşallah çözeceğiz.

Yapılacak çok iş var, çok…

YÖK’ü kapatacağız. YÖK’ün kapatılması bizim kendi parti programımızda vardı. Anayasa değişliği gerekiyor. Anayasada yazıyor. Öyle hemen mecliste bile değiştiremiyorsun.

Yani anayasayı değiştirecek çoğunlukla ancak değiştirebiliyorsun.

Biz ne yaptık. YÖK’ün kapatılmasını da 6’lı masaya taşıdık. 6’lı masanın ortak anayasa değişiklik metninde YÖK’ün kapatılması da var. YÖK’ün kapatılması artık sadece DEVA Parti’sinin değil 6’lı masanın ortak taahhüdü haline geldi.

İşi sağlama bağladık.

Çünkü seçimlerden sonra kurulacak hükümetin bu konuda hızlı adımlar atması gerekecek.

Bu hızlı adımlarda ancak mecliste büyük bir çoğunlukla, nitelikli çoğunlukla, anayasayı değiştirecek bir güçle mümkün olacak.

Bunu bildiğimiz için biz bugünden partiler arası iş birliği içinde çalışıyoruz.

Bunun için sadece siyasetin kavgadan öteki beriki demeden değil aynı zamanda siyasetin uzlaşma mutabakat ve iş birliği kültürüyle yapılabileceğini şu an Türkiye'ye ispat ediyoruz.

Bunlar beka beka deyip duruyor ya asıl bu ülkenin bekası bu ülkenin vatandaşlarının birbirine sımsıkı sarılması ile geçer.

Bu da siyasette iş birliğinin, uzlaşmanın, mutabakatın olmasıyla ancak topluma daha güzel yansır. Biz bunu bildiğimiz için 6’lı masayı önemsedik onun için kurduk ve devam ediyoruz. Bizim, 85 milyonun kendisini eşit ve özgür hissetmesi için daha çok yapılacak işler var arkadaşlar.

Mesela; Cemevleri…

Biz, Cemevleri’ne, camilere tanınan maddi ve diğer hakların tamamını tanıyacağız. Bunda sözünü verdik.

Devlet camilere ne kadar destek veriyorsa Camilere aynısı Cemevlerine de uygulanacak.

İmar planlarında bizim belediyelerimiz Cemevlerine yer ayıracağız.

O bölgede o mahallede vatandaşlarımızdan gelecek talep üzerine imar planları yapılırken, bakılacak nasıl olsa belediye park için yer ayırmıyor mu? Cadde sokak için imar geçirirken pay ayırmıyor mu? Cami için gereken yerler ayırılmıyor mu? Aynısı Cemevleri için de olacak.

Başka türkü adil devlet olmasınız. Başka türlü bu ülkede adaleti de sağlayamazsınız. Bunların hepsini inşallah yapacağız.

“Özgürlükçü laiklik” anlayışımızdan hiçbir zaman sapmayacağız.

Tekrar ilan ediyorum: İnşallah bizim iktidarımız döneminde Herkes hakkın terazisinde eşitlenecek.

En önemli hedeflerimizden birisi bu.

DEVA Partisi’ iktidarında herkes kendini “eşit vatandaş” hissedecek. Herkes kendini güçlü hissedecek. Herkes “Birinci sınıf” vatandaş hissedecek.

Yarınların inşasında birbirimizi dinleyeceğiz, tüm ilişkilerimizde özenli hareket edeceğiz.

Çünkü bizin en önemli paydamız ortak paydamiz demokrat olmak. Partimizin kısa adı DEVA ama ne diyoruz? Demokrasi ve Atılım’ diyoruz. Niye? Sağlam bir demokrasiye ayağınızı basmadan atılımı gerçekleştiremeyeceğimizi bildiğimizi için ‘demokrasi’ diyoruz. Onun için biz ‘demokratız’ diyoruz.

Bizi herkesten ayıran en önemli ortak paydamız budur. Biz öyle yarım demokratlardan yüzde 50, yüzde 70, demokrat olanlardan değiliz.

Biz tam demokratız. Yüzde 100 demokratız.

İnşallah DEVA kadroları olarak geleceğiz ve iktidarı şöyle bir o yetkiyi aldığımız andan itibaren hakla hukukla adaletle ilk günden inşallah memleketimizi yönetmeye başlayacağız.

Bizim için demokratlık bir duruştur. Demokratlık; diğerini anlama özelliğidir.

Demokrat olmak, aynı zamanda saygı duymak, diğerkam olmak demektir.

Demokrat olacağız. Özgür olacağız. Eşit olacağız ve böylece yüksek refah seviyesine inşallah kavuşacağız.

*****

Ülkemizin ekonomisi zor dönemlerden geçiyor biliyoruz.

Gerçekten Türkiye şu an yakın tarihinin en derin krizini yaşıyor. Ve bu krizin kazananı olan az sayıda insan var kaybeden olan milyonlar var.

Kim kazanıyor? Bankada parası varsa kazanıyor. Çünkü Sayın Erdoğan ne dedi; "bankada parası olanların kur artınca mağduriyet oluyor' dedi. 'Kur korumalı mevduat hesabı başlatalım' dedi. 'Bankada parası olan niye mağdur olsun kur artınca' dedi.

Kur Korumalı mevduat hesabı açtırmaya başladılar insanlara.

Hem de teşvik ediyorlar.

Banka müdürleri arıyor her gün. 'Paranız var onu kurdan koruyalım kurda artış olursa kur farkını verelim size.'

Kafaya bak yahu.

Bankada parası olanın kur artışından gelen zararını karşılıyor e benim çiftçim gübre artınca kur artınca gübre maliyeti artıyor ya gübre maliyetinin artışından kaynaklanan zararı karşılamıyor.

Bu mu demokrasi? Sosyal devlet bu mu?

Kur artınca bu ülkede A'dan Z'ye her şeye zam gelmiyor mu? Kur artınca yem fiyatı artmıyor mu? Yem fiyatı artınca işte buradaki dönerci arkadaşımızın aldığı etin fiyatı artmıyor mu? Peki, öğrenci gidiyor kitap kırtasiye alıyor değil mi. A4 kâğıt A4. Topu 13 buçuk liraydı geçen sene okullar açılırken bu sene topu 90 lira 95 lira.

Peki, sen bankada parası olan Kur arttığında mağdur olmasın diye ona kur farkını devlet olarak veriyorsun da benim öğrenci kardeşim bir defter alacak bir kalem alacak. Kur artınca onun mağduriyetini niye gidermiyorsun? Ona o kur farkını niye ödemiyorsun?

Sosyal devlet bu mu yahu?

Arkadaşlar bakın Türkiye'de çok büyük bir servet transferi yaşanıyor. Ve bu servet transferi yoksullardan toplanan vergilerden varlıklının varlığına varlık eklemek için kullanılıyor.

Çok büyük bir servet transferi inanın. Yazık günah.

Bakın ben üniversite öğrencileriyle karşılaşıyorum her yerde. Bir tanesi diyor ki 'başkanım acaba bir öğünle idare edebilecek miyim onun antrenmanını yapmaya başladım şimdiden' diyor.

Akşam yemeğini bir kap çorba ile geçirmeye çalışan binlerce üniversite talebesi var bu ülkede.

Kolay değil şimdi Dersim’deki bir öğrenci arkadaşımız İstanbul'da İzmir'de üniversite kazandı. Yurt çıkmazsa ailesinin onu üniversitede okutması çok zor. 4 bin lira 5 bin lira 6 bin lira. 3 yataklı odayı paylaşıyor İstanbul'da yatak başına aylık 2 bin lira 3 bin lira maliyet çıkmaya başladı.

Yazık günah.

İnşaat maliyetleri artınca kiralar artıyor. İnşaat maliyetleri niye artıyor kur arttığı için artıyor. Kur artınca ülkede kira artıyor. Öğrencilerin her türlü masrafı artıyor.

Emekli vatandaşımızın her türlü masrafı artıyor. E sen bankada parası olanın kur artışında olan mağduriyetini karşıla devlet olarak, emeklimiz alışverişe gittiğinde daha pahalıya alışveriş yapmak zorunda kalıyor emeklimizin mağduriyetini karşılama.

Ne biçim iş yahu.

Madem sen bankada parası olanın kur artışında olan mağduriyetini karşılıyorsun, o zaman emekli maaşında dövize endeksle. Dolar ne kadar artıyorsa emekli maaşını da o kadar artır. Dolar ne kadar artıyorsa asgari ücreti de o kadar artır da görelim o zaman.

Böyle bir şey olur mu böyle sosyal devlet olur mu yahu?

Bunu da büyük ekonomi projesi diye ilan ediyorlar ben hayret ediyorum yahu. Akıllara durgunluk veriyor.

Ama inşallah hepsini çözeceğiz kolay. Arkadaşlar dürüst ve ehil kadrolarla bu ülke yönetildikten sonra ve istişare ile yönetildikten sonra inşallah her türlü sorunumuz çözülecek.

Ama birinci madde çok önemli; Dürüst ve ehil kadro. İkisi birden olacak hem dürüst olacak hem işi bilecek.

Dürüst ama işi bilmiyor yapamaz, işi bilmiyorsa olmaz. İşi biliyor ama dürüst değil. Onlar da çok kötü çarpar. Hem biliyor hem üçkâğıtçı. Çarpar adamı, devleti de çarparlar.

Dolayısıyla ne yapmak gerekiyor hem işi bilen hem de dürüst kadrolarla devletin üst düzeyini hemen yerleştirmek gerekiyor. Üst düzey siyasi kadroların, üst düzey bürokrasi kadrolarının dürüst ve ehil insanlardan oluşması gerekiyor.

Ama bakın ne diyorum dürüst ve ehil diyorum. Senden benden demiyorum, şu partili bu partili demiyorum. Bu ülkenin vatandaşı olan her bir vatandaşımızın devletin üst kademelerinde görev alma hakkı vardır.

İşi biliyorsa dürüstse gelir Müsteşar olur. İşi biliyorsa dürüstse gelir Vali olur. Şu anda bakıyoruz devletin üst düzey kademelerine yazık ya böyle bir şey olur mu? Bakıyoruz bazı kesimler hiç yok. Temsil edilmiyor, yok muamelesi yapılıyor.

Bu kabul edilebilir bir şey değil arkadaş. Türkiye Cumhuriyeti devleti eğer 85 milyonun devleti ise o zaman bu devletin yönetiminde her bir vatandaşımızın en üst düzeyde temsil edilme hakkıdır.

Eğer o görevi yapacak en iyi arkadaşımız en vasıflı arkadaşımız Elâzığ’dan ise o yapacak.

İbrahim Çanakçı bizim 11 yıl hazine müsteşarlığımızı yaptı. Çünkü o gün baktık bütün kadrolarda bu işi layıkıyla yapacak kimdir dedik İbrahim Bey ile tanıştık buluştuk. Ülkenin ekonomisi zirve yaptıysa İbrahim Bey'in de başında bulunduğu hazine bürokrasisi ve diğer birimlerde de bulunan düzgün insanlarla oldu.

Gün geldi neye bakacağız?

Örneğin kültür sanat. Kimdir bu işi en iyi yapacak. Bu Dersim’li ise Dersimli, Vanlıysa Vanlı. Kimse o.

Ama bakmayacaksın ayırt etmeyeceksin.

Bu işi en iyi kim yapabilecekse devlet kademelerinde üst düzey bürokraside görevi onlara vereceksin.

Bu ülke ancak böyle düzelir. Başka türlü olmaz. Bu ülkenin hem yükselmesi böyle olur hem de birlik beraberlik ancak böyle korunur.
*****

Değerli arkadaşlar,

Biz Tunceli’nin sorunlarını yakından takip ediyoruz. Çözüm üretmek için de çalışıyoruz.

Her ilimizi için eylem planı hazırlıyoruz.

Bu çalışmaların başında da Cem Avşar Bey var. Bizim Genel Başkan Yardımcımız. Siyasete ilk defa DEVA Partisi ile başlayan iş dünyasından bir arkadaşımız. Ve kendisi Yerel Yönetimler Ve Şehircilikten Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız. Bu çalışmanın başında da o var.

Ne yapıyoruz? 81 il için eylem planı hazırlıyoruz.

O ilin temel en büyük sorunları nedir ve en büyük sorunları çözmek için biz ne yapacağız? Bunların hepsini yazılı hale getireceğiz ki söz uçuyor yazı kalıyor.

22 alanda, sektörde eylem planı hazırladığımız gibi 81 il içinde bunları yapıyoruz.

Tunceli’de en önemli konular. Hepsine tek tek girmeyeceğim ama 4- 5 önemli konudan şöyle bahsedeyim.

Ulaşım değil mi özellikle Tunceli’yi Güneye bağlayan hat. Ve Tunceli’nin Güneyini de kuzeye bağlayan hat.

Tunceli-Pertek-Elâzığ arası ulaşım feribotla yapılıyor olması gerçekten büyük bir sorun. Yeri geliyor iki saat feribot sırası bekleniyor. Uzun yıllardır vaat edilen Pertek köprüsü bir türlü gerçekleşmiyor. Bunu biliyoruz, çalışıyoruz.

Tunceli devlet hastanesi yetersiz kalıyor, vatandaşlarımız sürekli Elazığ’a yönlendiriliyor. Bunu da biliyoruz. Doğru değil.

Maden aramaları. Şu güzel tabiatı Allah vermiş sadece rant gözlüklerini takarak baktığınızda mahvediyorsunuz. Dolayısıyla madencilikle doğal güzelliklerimizin korunması arasında çok dikkatli olmamız lazım, dengeli hareket etmemiz lazım.

Üniversite öğrencilerimizin çok ciddi ulaşım ve barınma sorunları var. Onu da biliyoruz.

Mazgirt depreminde evleri hasar gören vatandaşlarımız için söz verilen konutlara hala başlanmadı. Kiralar ödenmiyor. Vatandaşlarımız yaz kış konteynırlarda yaşamak durumunda kalıyor. Bunu da biliyoruz. Ve bu bölge deprem bölgesi. Deprem için yapılacak çok iş var. Depremlere hazır olmamız gerekiyor. Devletin deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrasıyla ilgili yönetim şemasını tamamen yeniden oluşturması gerekiyor.

Bunların hepsini Afet Yönetimi Eylem planımızda açıkladık. Ve inşallah günü geldiğinde de hepsini uygulamaya başlayacağız.

Bizim işimiz çözmek. Görevimiz bu. Cebimizde çözümün anahtarlarıyla dolaşıyoruz. Sorunları tespit ediyoruz, çözüm için hazırlanıyoruz, çözüm planlarımız bittiğinde açıklıyoruz ve inşallah günü geldiğinde de bunları uygulayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sözlerimin sonuna gelirken, Tunceli İl Binamızın bu güzel ilimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Tüm Tunceli teşkilat mensuplarımıza başarılar diliyorum.

Burada güzel bir temel attık, sağlam bir temel attık inşallah bu sağlam temelin üzerine ekleye ekleye devam edeceğiz ve ülkemizin sorunlarını çözmek için Dersim’in sorunlarını çözmek için canla başla çalışacağız.

Biz bunun sözünü bugünden veriyoruz.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

16 Eylül 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Elâzığ Programı Konuşma Metni

Elâzığ Konuşma Notları

Merhaba Elâzığ!

Dört bin yıllık kadim Harput’un bağrından çıkan “Aziz Şehir” merhaba!

Arap Baba’nın, Beyzade Efendi’nin, İmam Efendi’nin diyarı, merhaba!

Balak Gazi’nin, Çubukbey’in, şehidimiz Fethi Sekin’in şehri, merhaba!

Yiğit, mert, cömert, dürüst insanların memleketi, merhaba!

Merhaba aziz Gakgoşlar, merhaba!

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar ülkemizi adım adım geziyoruz ve cebimizde çözümlerle geziyoruz.

Sorunu yerinde tespit ediyoruz vatandaşlarımızı dinliyoruz, anlıyoruz arkasından her sorun için her sıkıntı için çözüm üretiyoruz.

Cebimizde güvenin ve çözümün anahtarları ile dolaşıyoruz.

İnanın bütün bu sıkıntıları aşacağız. Yaşadığımız ne varsa ne kadar sorun varsa sebebinde sadece ve sadece kötü yönetim var. Başka bir şey yok.

Evet, ülkemiz kötü yönetiliyor.

Ama inşallah dürüst ve ehil kadroların iş başına gelmesiyle, istişarenin tekrar başlaması ile beraber seçimlerin ardından yepyeni bir sayfa açacağız.

Her alandaki sorunları nasıl çözeceğimizi de bugünden ilan ediyoruz.

12 tane eylem planı açıkladık.

Her alanda kurulacak hükümetin ilk 90 gününde, ilk 180 gününde, ilk 360 gününde neler yapacağımızı tek tek açıklıyoruz.

Öyle bol keseden vaatlerle de vatandaşımızın karşısına çıkmıyoruz. Hepsinin hesabını yapıyoruz. Hesabını kitabını yapmadığımız hiçbir konuda da söz vermiyoruz.

Bu şekilde Türkiye'nin sorunlarını çözmemiz gerekiyor.

İşte bu yüzden yarının Türkiye’sinin mimarları inşallah bizler olacağız.

Türkiye'nin değişiminde DEVA partisi aktör olacak.

Hiç şüpheniz olmasın.

Türkiye'nin devası gençler, Türkiye'nin devası bu güzel kadrolar. Haber çözeceğiz arkadaşlar inşallah.

Peki bu değişimin kazananı kim olacak.

Nihayetinde ülkemizde gerçekten işler değişmeye başladığında kim kazanacak?

Kazanan bir telefon bile kendilerine lüks görünen gençler olacak. Kazanan evlatlarına harçlık veremediği için sessiz sessiz ağlayan analar olacak. Kazanan tarlasına gübre dökemeyen çiftçimiz olacak. Kazanan siftah yapamayan, elektrik faturasını ödeyemeyen, evine çorba parası götüremeyen esnafımız olacak.

Kazanan 7'den 70'e kuzeyden güneye doğudan batıya tüm Türkiye olacak.

Ve bunu İnşallah hep beraber başaracağız.

Yarının Türkiye’sinde tam demokrasinin rüzgârını bizler hep beraber estireceğiz inşallah.

Demokrasi ile birlikte hukuk kazanacak. Hukuk devleti kazanacak. Böylece devlette yuvalanmış çeteler de bağımsız ve tarafsız yargıyla karşı karşıya kalacak.

Hak yerini bulacak.

Bu değişimin kazananı başka kimler olacak biliyor musunuz?

Bu değişimin kazananı bizim milli ve yerli paramız olacak.

Paramızın değeri her gün ediyor yahu.

Şuradan geçerken baktık döviz büroları var şunlar var bunlar var.

Geçen sene bugünlerde 8 lira olan dolar kuru bugün çıkmış 18 liraya yahu. 8 liradan 18 liraya çıkmış.

A'dan Z'ye bu ülkede her şeye zam geldi zam.

Bunun da asıl sebebi bu hükümetin döviz kurunu patlatması. Başka bir şey değil.

Diyorlar ki dünyanın her yerinde enflasyon var. Bizde durun diyoruz ya Bir dakika durun. Rakamlar ortada.

Ukrayna, Rusya savaş içinde değil mi ne kadar orada enflasyon? Yüzde 15-20. Avrupa'da Amerika'da ne kadar? %7,8,9.

Asya'ya gidiyorsunuz %2-3.

Diyorlar ki ‘benzin arttı mazot arttı çünkü petrol arttı.’ Bir dakika durun diyoruz yahu. Petrol fiyatları neydi? 70 dolardı, çıktı 90 dolara, 100 dolara.

Bu ne demek? 6 lira 7 lira olan benzinin mazotun bugün 9 lira 10 lira olması gerek. Hesap açık.

Petrol 70 dolardan 90 dolara 100 dolara çıktıysa benzinin, mazotun fiyatının da bizde 6-7 liradan 10 liraya çıkması lazım.

Niye 20 liranın üzerinde?

Aradaki fark kur farkı kur.

Kuru niye patlattı?

Bugünkü hükümetin işi eline yüzüne bulaştırması yüzünden patlattı.

Merkez Bankası’nda döviz de bırakmadılar yahu. Hiç acımadan arka kapıdan cayır cayır sattılar.

Hani Merkez Bankası’nda kayıp 130 milyar dolar vardı meşhur. 2019'dan 2020'ye kadar daha pandemi başlamadan satmaya başlamışlardı onu. Çok sonradan gördük baktık ki para yok.

Nerede?

Baktık ki arka kapıdan satmışlar bitirmişler.  Yetmedi gittiler 60 milyar dolarlık Swap'la borç aldılar başka ülkelerden. Kapı kapı dolaştılar biliyorsunuz. Hepiniz takip ettiniz.

15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörü olmakla suçladıkları Birleşik Arap Emirlikleri’ne gittiler burada devlet töreni ile karşıladılar. 5 milyar dolar 10 milyar dolar döviz gelecek diye.

Kaşıkçı cinayetinin finansörü olmakla suçladıkları Suudi Arabistan'ın karşısına kırmızı halı mavi halı sererek karşıladılar.

Gördük bunların hepsini.

Niye?

Acaba para gelecek mi diye. Peki gelen parayı ne yaptılar? Swapla gelen 60 milyar dolar ne oldu? Arka kapıdan onu da boşalttılar. 130 milyar doların üzerine bu senenin başından itibaren 75 milyar dolar daha sattılar. Tam 205 milyar dolar bu ülkenin Merkez Bankası rezervinden. Yazık günah.

Ve gizli saklı yapıyorlar, arka kapıdan yapıyorlar.

Doğru hesaptan kaçar mı yahu? Yaptığın iş doğruysa niye açık seçik yapmıyorsun? Niye şeffaf bir şekilde yapmıyorsun da gizli saklı yapıyorsun.

Olmaz.

Biz diyoruz ki artık 130 milyar dolar nerede diye sormayacağız.  Ne diye soracağız? 205 milyar dolar nerede diye soracağız.

Çünkü bugün itibariyle kayıp rakam 2019’dan bugüne kadar 205 milyar dolara çıktı.

Bakın bizim dönemimizde de merkez Bankası döviz satışı yaptı.

Bizim dönemimizde topu topu satılan döviz miktarı 8 milyar dolardır. Onu da Merkez Bankası anında ilan etmiştir. ‘Ben bugün şu kadarlık döviz sattım’ diye.

Başka türlü bu iş olmaz.

Değerli arkadaşlar bakın artık soru nerede bu milletin alın teri, nerede 205 milyar dolar? Soru bu.

Nerede gençlerin hayali? Soru bu.

Siz arka kapıdan 205 milyar doları tüketirseniz gençlerin okuldaki en önemli ihtiyacı olan laptopları alacak parası olur değil mi?

Bir bilgisayar alacak parası olurdu gençlerin. Bugün çoğu genç bunu yapamıyor.

Okulu kazanıyorlar okula kayıt olamıyorlar.

Bakın arkadaşlar TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon kaç? Yüzde 80.

Çarşıya, pazara alışverişe giden herkes görüyor ki enflasyon bu ülkede en az yüzde 200’e çıkmış.

Sen asgari ücretlinin, emeklinin maaşını resmi enflasyon kadar artır de ki ‘işte zam’ verdim.

Yahu bir dakika.

Sen yüzde 80 zammı verdin ama hesap ortada.

100 liralık maaş 180 oldu değil mi? Peki fiyatlar ne oldu? 100 liralık fiyat 300 lira oldu.

Rakamlar ortada yahu rakamlar açık açık.

Kimse bu gerçeği gizletemez.

TÜİK’e siz ne açıklatırsanız açıklatın TÜİK enflasyonu ne açıklarsa açıklasın bu millet inanmaz.

Biz uyardık durmadılar arkadaşlar bakın.

İlk 130 milyar doları fark ettiğimizde uyardık. ‘Yapmayın bunu’ dedik, ‘bu milletin alın teri’ dedik. ‘Bu para kara gün için’ dedik. Dinlemediler.

Mirasyedi gibi her şeyi mahvettiler. Ülkenin geleceğini borca batırdılar. Yazıktır.

Alışkanlık oldu belli ki. Madde bağımlılığı gibi… Arkadan döviz satmaya alıştı bunlar. Gizli saklı iş yapmaya alıştılar.

Ama inşallah bakın çok çabuk düzelir. Çok çabuk.

3.5 senedir şu Elazığ’ın konut sorununu çözemeyenler çıkmışlar konut projesi açıklıyorlar.  

Sen kime anlatıyorsun bunu yahu?

3,5 yıldır deprem konut sorununu burada çözemeyen Türkiye’nin konut sorununu çözecekmiş...

Vay yavrum vay.

Uğraşsınlar dursunlar. Yapamazlar.

Tamamen göz boyama bunlar arkadaşlar.

2019’da açıklamışlardı. Ne dediler? Her sene 100 bin tane sosyal konut yapacağız dediler değil mi?

Davulla zurnayla açıkladılar. Ne oldu?

2020 geçti, 2021 geçti, 2022 geçti şimdi yeniden konut projesi açıklıyorlar.

E millet de bakıyor piyasada konut fiyatı belli, ucuz fiyat bari bende sıraya geçeyim diyor.

Göreceğiz.

Ne diyorlar? ‘Taksit taksit ödeyeceksin’ diyorlar. ‘Ama taksiti memur maaşına ne kadar zam gelirse taksiti de o kadar artıracağım’ diyorlar.

Ne anladık bu işten?

Bakın değerli arkadaşlar bunlar her türlü başarısızlıklarının sebebini “küresel kriz” diye örtüyorlar değil mi?

Dünyanın her yerinde küresel kriz var diyorlar.

Bakın arkadaşlar diyorlar ki ‘dünyada kriz var idare’ edin.

Biz 2022 yılında bu ülkenin ekonomisini devraldık mı aldık. Hemen 2003’te İbrahim Bey’le çalışmaya başladık.

O yıl Irak savaşı çıktı. Amerika geldi Irak’ı işgal etti. Burnumuzun dibinde.

Petrol fiyatları aldı başını gitti. 20 dolarlık petrol birkaç yılda 150 dolara çıktı.

Biz buna rağmen enflasyonu tek haneye düşürdük.

Demedik ki ‘ya Irak savaşı çıktı enflasyon yükseldi kusura bakmayın’ demedik.

İşi bilen bir ekiple, dürüst bir ekiple çalıştık petrol fiyatlarının 20 dolardan 150 dolara çıktığı dönemde biz bu ülkede enflasyonu tek haneye düşürdük.

Hangi küresel krizden bahsediyorsunuz yahu.

Külahımıza anlatın bunları külahımıza.

Biz 2 tane kriz çözmüş bir ekibiz.

Bakın arkadaşlar kim ne derse desin ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Biz 2001-2002 krizini de çözen ekibiz 2008- 2009 krizini de çözen ekip biziz.

Kim daha önce 2 kriz çözdüyse buyursun gelsin bugünde çözsün.

Erdoğan niye yapamıyor?

Ben böyle konuşunca diyor ki ‘ben imzalamasaydım yapamazdı. Ben imza attım da o krizi çözdün’ diyor bana.

Bende diyorum ki ‘Sayın Erdoğan hikmet o imzadaysa al kriz, at o imzayı da çöz şu krizi de görelim bakalım. ‘

4 yıl oldu 4 yıl.

2018’de tek yetkili seçildin 2018’in Haziran ayında geldik 2022 ayının Eylül ayına. Seçim geliyor yahu.

Bakın arkadaşlar Türkiye’de bizden ve ekibimizden başka 2 krizi çözümü hiçbir ekip yok. 

Konuşmak kolay, lafa gelince kolay.

Diyor ki ben iyi sıvacı ustasıyım. Yaptığını göster bakalım. Hangi binayı sıvadın?  

Diyor ki ben iyi kalıpçı ustasıyım hangi binada kalıp çaktın. Yok.

Ya sıvacı ustası, kalıpçı ustası yaptığı işi gösterir değil mi?

Şu anda ekonomiyi çözeceğim diye ortada dolaşanlar hangi krizi çözmüşler yahu bir anlatsınlar biz de öğrenelim.

Ben yaparım. Arkadaş daha önce ne yaptın onu anlat. Yapamazlar.

Onun için biz DEVA Partisi’ni kurduk. Bunun için yola çıktık.

Bu ülkede bizden başka hiçbir ekibin kriz çözme tecrübesi olmadığı için biz yeni bir yol açtık.

İnşallah bunu biz çözeceğiz göreceksiniz inşallah.

Hep beraber dürüst ve ehil kadrolarla çözeceğiz inşallah.

Ülkemizi arkadaşlar 6 ayda bu kriz ortamından çekip çıkaracağız inşallah. Hep beraber.

Halkımızın güveni ve desteği ile yapacağız bunu. Ve en geç 2 yılda da Türkiye'de enflasyon tekrar tek haneye indireceğiz.

Bunu biz yapacağız.

Ülkemizi bütün bölgenin en güçlü ekonomisi yapacağız. Yaptık çünkü zamanında.

3 bin 500 dolarlık milli geliri aldık 12 bin 500 dolara çıkardık. Bunlar geri 8 bin 9 bin dolara indirdiler.

Ve bu değişimle kazanan arkadaşlar aynı zamanda işsizler olacak.

Memleketimizin işsizleri bu krizin çözümünden faydalanacak.

Camiden buraya yürüyene kadar en az 50 tane vatandaşımız önümüzü kesti. Hepsinin ortak problemi işsizlik. ‘Çocuğum üniversiteyi bitirdi iş bulamıyor’ diyor. ‘Ben üniversite mezunuyum İş bulamıyorum’ diyor.

Ekonomide güven ve istikrar olmadan bu kriz çözülmez.

Bu kriz çözülmedikten sonra Türkiye'nin işsizlik sorunu çözülmez.

Bunu görmemiz gerekiyor.

Bölgemizin en güçlü ekonomisini kurduğumuzda da bundan en çok inşallah gençlerimiz ifade edecek.

Yatırımların önünü açacağız. Kamu yatırımı özel yatırım. Yatırım olmadan işsizlik düzelmez.

Daha çok iş sahası açmak zorundayız bu ülkede.

Ve tüm Türkiye'de dengeli bir büyüme modeline geçmemiz gerekiyor.  84 milyonun tamamının istifade edebileceği bir büyüme modeline geçmemiz gerekiyor.

Başka ne yapacağız? Elâzığ kadim bir şehrimiz. Büyük bir turizm potansiyeli var aynı zamanda Elâzığ bir ticaret merkezimiz aynı zamanda Elâzığ tarımıyla önemli bir şehrimiz. Tarımla ilgili neler yapacağız?

Kaç tane çiftçi arkadaşımızla karşılaştık şu kısa yürüyüşümüzde.

Çiftçinin sırtındaki borç yükünü bir kenara indirmemiz gerekiyor. Yani çiftçimizin birikmiş borçlarının üzerindeki faizleri sileceğiz. Rakamı donduracağız 2 yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız.  Çiftçinin işini görmesi için yeni, uygun şartlı finansman imkânı, kredi imkânı sağlayacağız.

Tarımsal destekleri ekim dikim başlamadan açıklayacağız. Destek ödemelerini hasatla beraber gününde ödeyeceğiz. Gecikmeden.  Şu anda bir yıl geriden geliyor.

Gübre parasının gübre maliyetinin yarısını biz karşılayacağız.  Elektriği çiftçiye özel tarifeyle vereceğiz. Hayvancılıkla uğraşan çiftçilerimize yemi yüzde 50 indirimli sağlayacağız.

Türkiye’deki bütün sulama yatırımlarını ilk 5 yılda tamamlayacağız. Bunun sözünü verdik. Bütün sulama yatırımlarını.

Kaç tane çiftçimizden duydum. ‘Bunlar ne kadar batırmaya çalışırlarsa çalışsınlar ben çiftçilik yapmaya devam edeceğim’ diyor. ‘Zarar etsem de üreteceğim’ diyor inatla çiftimiz.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın yem fiyatının yarısını karşılayacağız.

*****

Gelelim Elâzığ’a. Elâzığ ile ilgili teşkilat olarak tespit ettiğimiz sorunlara bu sorunları çözümlerine gelelim şimdi.

Elazığ’ın imar planı, yapılaşma, trafik, ulaşım, yol, kaldırım, otopark, yeşil alan, park bahçe ve benzeri sorunlarını çözerek, rahat yaşanabilir bir şehir ve çevrecilik açısından güzel bir şehir haline getireceğiz. Bunu nasıl yapacağız?  Merkezi yönetimle ve yerel yönetimle daha iyi bir iş birliği içinde yapacağız.  Nasıl yapacağız? Şehircilik deyince imar rantını silerek yapacağız.  İmar rantlarına mahkûm bir şehir olmaz. İmar rantlarıyla dönen şehircilik rantları kabul edilmez. O zaman şehirlerimiz yaşanır şehir olmaktan çıkar. İmar planını yaparken adil olacaksın. Temiz çalışacaksın temiz. 

Türkiye’nin ikinci en büyük hidro elektrik santraline sahip Elazığ’ın suyla ilgili sorunlarını çözeceğiz. 

Yapımına 1987 yılında 35 sene önce başlanan ve halen tamamlanamamış olan Uluova ve Kuzova sulama hattını ivedi şekilde inşallah bitireceğiz.

Bitmedi, Baskil, Maden, Kovancılar, Karakoçan, Alacakaya ve Keban ile Sivrice ilçelerinin etrafındaki bölgelerde hala yapımına başlanmayan sulama projelerini devreye alacağız ve süratle tamamlayacağız. İlk 5 yılda tün Türkiye’de bitmeyen hiçbir sulama projesi kalmayacak.  Biliyoruz ki suyla toprağı buluşturduğumuz anda verim 3’e 4’e katlıyor. Verim 2’ye 3’e katlandığı zaman bu ülkenin gidip de Ukrayna’dan gelecek bir gemi buğdaya muhtaç hale gelecek arkadaşlar.  Hükümetin gözü yollarda kaldı yahu.   Erdoğan Putin ile defalarca konuştu konuştu da şu bir gemi buğday gelsin diye. Sen bugün Avrupa’nın en büyük tarım arazilerine sahip ol       Avrupa’nın en büyük 84 milyonluk nüfusunun başında ol Avrupa’nı en genç nüfusunun başında ol 1 gemi buğday için elin adamına yalvar ‘gönder de şu gemi gelsin’ biz buğdaysız kaldık diye.

Böyle bir şey olur mu yahu.

İnşallah bütün sulama projelerini tamamlayacağız.

Kuzova, Uluova ve Bermaz ovalarında “ihtisas tarım organize sanayi” bölgelerinin kurulmasını sağlayacağız.

Uygulamaya koyacağımız destek programlarıyla, Elazığ’ı tarım, hayvancılık ve balıkçılık alanlarında önemli bir merkez haline getireceğiz. Elazığ’ın artık 3 tarafı denizlerle çevrili.  Elâzığ baraj gölleriyle beraber suya yakın fakat oradaki suyu toprakla buluşturamıyorlar.  Oradaki suyu Elazığ’ın kendi içme suyu ihtiyacı işçin bile buluşturamıyorlar. Düşünün tamamen iş bilmezlik.

İpek üretimini, ceviz, badem ve bağcılığı destekleyeceğiz.

Yöresel ürünlerde ilçe isimleriyle özdeşleşecek şekilde markalaşma adımlarını teşvik edeceğiz. Bunlara coğrafi işaret deniyor biliyorsunuz. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada tescillenmesini sağlayacağız.

Baskil ilçemizin, kayısı,badem,dut üretiminde kendi başarı hikayesini ortaya koyması için her türlü üretim ve yatırım desteğini sağlayacağız.

Başta Palu, Arıcak ve Alacakaya ilçeleri olmak üzere tüm dağ köylerimizde küçük ve büyükbaş hayvan besiciliğini destekleyeceğiz.

Balıkçılık, artık çok önemli Elâzığ için. Balıkçılıkta sürdürülebilir gelişmenin sağlanması ve katma değerin şehir içinde kalmasını sağlamak için yavru, yem ve yeteri miktarda işleme tesisinin Elazığ’a kazandırılmasını teşvik edeceğiz.

Tekstil gibi, emek yoğun sanayi tesislerinin yanında, yüksek katma değerli sanayi tesisleri kurulmasını destekleyeceğiz.

Mermerin işlenerek yüksek değerli ürünlerin fabrikasyonunu ve madencilik faaliyetlerini Elazığ’da geliştirmemiz gerekecek. Mermeri blok halinde ihraç değil işleyip katma değer katıp ondan sonra dışarıya gönderme. Asıl burada amaç bu.

Maden ilçemizde Cumhuriyet tarihinin en büyük maden rezervi buldu değil mi? Peki ne oldu o günden bugüne. Rant kavgası. Bugünkü yargı, bugünkü mahkemeler dahi böylesi büyük bir haksızlığa göz yumamadı.  Bu vatanın değerleri bu maden. Bu vatanın değerlerini biz yine bu vatanın insanlarına faydalı olacak şekilde kullanmak zorundayız. Nerede kıymetli ne bulsalar hemen eş dost akraba hemen.  Hemen rant mekanizmaları çalışıyor. Yazık günah.

Madencilik çok çok önemli. Bir yandan tabi çevreye de dikkat edeceğiz. Bazen maden ocakları çevreyi bozabiliyor zarar verebiliyor o çevre katliamına yol açmadan o madenlerin bugün rantabl işletilmesini sağlayacağız. 

Organize sanayi bölgesini geliştirecek, ihracata da hitap edecek stratejik sanayi tesisleri kurulmasını sağlayacağız.

Tahsis edilecek uygun alanlarda tüm alt yapısı tamamlanmış ihtiyaca ve amaca yönelik ihtisas sanayi sitelerinin kurulmasını sağlayarak, Elâzığ sanayi sitesindeki çalışanlarımızın içine bulunduğu kısır döngüyü aşmalarına katkıda bulunacağız.  

Elazığ’ın bölgesel yatırım teşviklerden hakkaniyetli bir biçimde yararlanabilmesi için ne gerekiyorsa yapacağız.

İletişim ve bilişim bu alanında istihdam imkanları oluşturma konusunda Fırat Üniversitesi’nin imkanlarında da yararlanarak oradaki bilgi kapasitesinden de yaralanarak Elazığ’ı bu konuda da daha ileriye taşımanın hep beraber mücadelesini vereceğiz.

Yüksek öğretim, sağlık ve turizm alanlarında marka şehir olunması için gerekli adımlar atacağız.

Hazarbaba kayak tesislerinin, Gölcük etrafındaki yazlık konaklama imkanlarının, Harput ve Golan kaplıcalarının potansiyelinden en üst seviyede yararlanacak şekilde şehrin turizm imkanlarını geliştireceğiz.

Dört bir tarafı tarihle kaplı, üç tarafı deniz mavisi sularla kaplı Elazığ’ın turizm alanında sahip olduğu potansiyelin farkındayız. İnşallah Elâzığ başta olmak üzere bütün bu bölgenin turizme katkı sağlaması, turizmin de bölgemize katkı sağlaması için her türlü çabayı ortaya koyacağız.  

Hazar gölündeki kirliliği, göl çevresindeki imar problemlerini ve Sivrice ilçesinin doğalgaz sorununu çözüme kavuşturacağız.

Şehrin içme suyu probleminin çözülmesi için Hamzabey barajından su getirilmesi dahil ne kadar proje varsa bunların ivedilikle tamamlanması için elimizden gelen her türlü çabayı ortaya koyacağız.

Şehir içinde kalan kamu kurumlarını, şehir dışında uygun yerlere taşıyarak Elazığ’ın çok daha düzenli ve tertipli, bir şehircilik anlayışına kavuşması için çalışacağız.

Yüksek Hızlı tren ile koordineli bir biçimde; istasyon ve demiryolunun güney çevreyolu civarına deplasesi için de çalışacağız ve şehrimizin ulaşım sorunlarının aşılmasında da bunu önemli bir proje olarak her zaman masamızda tutacağız.

Elâzığ ile Pertek, Çemişgezek, Tunceli ve devamında kuzey doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’i birbirine direkt olarak bağlayan köprü projesi var biliyorsunuz. Pertek köprüsü yıllardır gündemdedir adım yok. Biz inşallah pazar günü dönüşte o güzergahtan döneceğiz oradan feribotla geçeceğiz. Ama inşallah bir gün Allah nasip eder Pertek köprüsünden hep beraber geçeriz inşallah. Bu hem Elazığ’ın kuzeye bağlanması için çok önemli hem de Tunceli’miz başta olmak üzere kuzeydeki illerimizin güneye bağlanması açısından da çok çok önemli. Bu projeler çok önemli bakın. 

Elâzığ hem göç alan hem göç veren bir şehrimiz.  Bir yandan komşu illerden Elâzığ’a ekonomik imkanlar için gelenler var. Bir yandan da daha iyi ekonomik imkanlar olur mu diye başka illere göçen vatandaşlarımız var. İmkanını bulan gidiyor.

Doktorlar gidiyor doktorlar.

Sayın Erdoğan ne diyor? ‘Giderlerse gitsinler’ diyor. Yahu sen bu ülkenin kıymetli insan gücünü kaçır Türkiye’yi yetişmiş insan gücü için yaşaması zor bir ülke haline getir ondan sonra ‘giderlerse gitsinler’ de.

Ben bu insanları niye kaybediyorum. Niye gidiyorsunuz arkadaş gelin de biraz dertleşelim deme ‘giderlerse gitsinler’ de.

Ondan sonra sen yarın hastanelerde bizim vatandaşımızla ilgilenecek doktoru nereden bulacaksın?

İşte kuyruklar uzadı. Bazı şehirlerimizde 2 ay 3 ay 4 ay insanlar hastane sırası bekliyor.

Sen doktorlarına ‘giderlerse gitsinler’ dersen ülkenin başındaki kişi olarak o zaman senin vatandaşın burada kuyruk bekler yahu.

Böyle bir şey olur mu?

Kime efeleniyorsun?

Bakın bu göç önemli. Buradaki asıl çözüm ekonomik olarak kalkınmaktan güçlenmekten geçer. Bunların hepsini çözeceğiz.

Elâzığ ile ilgili daha bir çok konu var bunları çalışıyoruz masaya yatırıyoruz. Çözüm için de inşallah yakın bir zamanda yayınlayacağımız Elâzığ Eylem Planı ile çözümlerimizi yazılı olarak da seçim taahhüdü olarak ortaya inşallah koymuş olacağız

Çünkü neden?  Söz uçuyor yazı kalıyor. Çözümlerimizi inşallah yazıya döküp ortaya koyacağız.

*****

Değerli arkadaşlar, kimsenin şüphesi olmasın: Türkiye’yi ilk seçimde büyük bir değişim bekliyor inşallah.

Anlattığım bu değişim nedir biliyor musunuz? Bu değişimin özeti iki kelime: Bir, özgürlük, iki, zenginlik.

İnşallah bunu hep beraber sağlayacağız. Fert fert her bir vatandaşımızın özgürlüğünü sağlayacağız.

Gençlerimiz korkuyor. Cuma’dan çıktık dediler ki ‘kameralar var ama biz çok dertliyiz. İsterlerse bizi alıp götürsünler biz konuşacağız. Buramıza kadar geldi’ dediler. Gençlerin konuşmaktan, gençlerin derdini söylemekten korktuğu bir ülke haline getirdiler bu ülkeyi.

Onun için önce ifade özgürlüğü. Derdini söyleyeceğiz.

Biz ‘gençler bu ülkenin yarınıdır’ demiyoruz. Biz ‘gençler ülkemizin bugünüdür’ diyoruz. Onun için bugün gençler için çalışacağız onun için gençlerle çalışacağız. 

Ve hep beraber inşallah tam demokratik, özgür ve zengin bir Türkiye’ye doğru yürüyeceğiz.

KPPS mülakatı kaldırıyoruz.

Sınav neyse o. Yazılı sınav sonucu neyse devlete giriş ona bağlı. Bu kadar.

Bunlar mülakatı işlerine gelmeyeni eleme aracı olarak koydular.

Gerçekten yazık günah. KPSS'den 80 alıyor 85 alıyor 90 alıyor mülakatta eleniyor. Niye? Oturuşunu kalkışını beğenmedim.

Diyemiyor ki ‘bunun torpili yok’ diyemiyor ki ‘bunun iktidar partisine üyeliği yok.’ ‘Eledim’ diyor.

Bunun kestirme çözümü mülakatı kaldırmak.

Mülakat kalkınca yazılı sınav neyse o.  İnşallah orada da adalet ve fırsat eşitliğini sağlayacağız.

Şimdi ben size soruyorum:

DEVA Partisi’nin sesini, mahalle mahalle, sokak sokak duyuracak mısınız?

Seçim günü geldiğinde oy pusulalarını önümüze koyduğumuzda hep beraber DEVA logosunun DEVA’nın damlasının altına mührü kuvvetli bir şekilde basmaya hazır mısınız?  

O mührü öyle kuvvetli basacağız ki inşallah, Beştepe’de duvarlar titreyecek. Bunu Türkiye duyacak.

DEVA Partisi’yle beraber barajları aşmaya hazır mıyız?

Maşallah arkadaşlar maşallah. Bu damlalar sel olacak, barajlar taşacak, taşacak.

Sağ olun, var olun diyorum.

Bizlerle beraber olan tüm gaggoşları tekrar selamlarımla hürmetlerimle anıyorum.

Arkadaşlarınıza dostlarınıza gönül dolusu sevgilerimi iletiyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

15 Eylül 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Twitter Yayını Konuşma Metni

Ali Babacan’ın ‘GENÇLERİN ONURUNU AYAĞA KALDIRACAĞIZ’ adlı twitter yayını

Değerli arkadaşlar, Merhaba.

Bugün basında gördüğüm bir haber üzerine bu canlı yayını açma ihtiyacı hissettim.

Benim son birkaç aydır tüm Anadolu ev Trakya’da gördüğüm bir gerçek vardı.  Gittiğim her ilde her ilçede gençler önümü kesiyordu.

Diyorlardı ki; ‘biz üniversite sınavlarında istediğimiz puanı aldık ama ailemizin ekonomik durumu, ekonomik gücü bizi istediğimiz üniversitede okutmaya maalesef yetmedi, yetmeyecek’

Bugün gördüğüm haber tam da u teyit etti.

Değerli arkadaşlar bakın bu yıl 850 bin öğrenci üniversite sınavlarında bir üniversiteye kaydolmayı hak etti.

Fakat bugünkü haberlerde gördüm ki bunlardan sadece 105 bin 772’si okula kaydedilememiş. Yani 850 bin öğrencinin 105 bin 772’si herhangi bir üniversiteye kaydolmamış.

Gerçekten bu çok üzücü.

Bunun temelinde de öncelikle ekonomik sorunların olduğunu görüyoruz maalesef.

Öğrencilik artık çok maliyetli. Adım atıyorsunuz para.

Şehirlerarası ulaşım korkunç pahalanmış durumda.

Şehir içi ulaşım, bilet fiyatları el yakıyor, cep yakıyor.

Gıda. En temel ihtiyaç yahu en temel. Gıda fiyatları almış başını gitmiş durumda.

Öğrencilerin çoğu makarnaya, patatese talim ediyor şu an.

Akşam yemeğini tek bir çorbayla geçiştiren çok sayıda gencimizle karşılaşıyorum.

Bunlar en temel ihtiyaçlar bakın. Barınma kira...

Kira fiyatları aldı başını gitti.

Kira fiyatları aldı başını gitti.  Gerçekten öğrencilik çok zorlaştı.

Bugün ben bu canlı yayını açacağımı bir twitter paylaşımıyla ilan ettikten sonra çok sayıda arkadaşımız benim tweet paylaşımımın altına cevaplar yazmış, notlar yazmış bana mesajlar göndermiş.

Bakın ne yazmışlar? ‘Aylık 5 bin TL özel yurt ücreti mi olur Sayın Başkanım. Asgari ücretlinin evladının üniversitede okuma ihtimali yüzde sıfır.’ Demiş.

Bir başka arkadaşımız yazmış; ‘Üniversite ilk yılım ancak kötü bir laptop bile alamıyoruz başkanım’ demiş.

Bir başka paylaşım; ‘Başkanım emin olun ki çocukların eğitimi için kendimizden vazgeçtik tek amacımız onlara iyi gelecek hazırlamak ama bu gidişte çok zor.’

Bir başkası; ‘Üniversitemizde özellikle seçmeli derslerde dışardan elen hocalarımız artık ekonomik sebeplerden dolayı gelemiyor. Deep learning dersinin birincisini almıştım ama ikincisini alamadım.’

Bir başkası; ‘Kaydımı 1 sene erteledim. Seneye sınava gireceğim. Yurtta kalmak istemiyorum. Kiralık ev fiyatlarından dolayı kiraya çıkmam da mümkün değil. Parka bir çadır kurup mu okuyacağım ben?’

Bir başka arkadaşımız yazmış; ‘Bir yakınımın kızı İstanbul’un göbeğinde bir üniversiteye yıllık 30 bin lira verecekken 3 kişilik odada 1 yatağa yıllık 68 bin lira verecek. Durum bu’ yazmış.

‘2011 yılında Kıbrıs’ta okudum. 300 Sterlin ev kirasını 3 arkadaş olarak karşılıyorduk. O zaman sterlin 3 liraydı.’ Görüyorsunuz nereden nereye.

Bir başka arkadaşımız yazmış; ‘1 artı 0 kiralar 2.000 bin TL, 400 de fatura etti 2400, 1.600 de yemekse toplam 4 bin TL. Bu nasıl olacak’ diye sormuş.

‘Yazılımcı olarak çalışan bir evli çiftiz. Bütçemize göre ev bulamıyoruz.’ Bakın karı koca ikisi de yazılımcı, ‘Bütçemize göre ev bulamıyoruz’ diyor.

‘Balıkesir’de evde kalıyorum. Kiralar almış başını gitmiş. Öğünlerimizi bile karşılayamaz haldeyiz.’

Türkiye’nin durumu maalesef bu arkadaşlar. 

Sıkıntı çok büyük. Her yerden feryat mesajları geliyor.

Bunu biz Anadolu’da ve Trakya’da her ilçede görüyordum. Gençlerimiz diyordu ki; ‘Başkanım üniversiteyi kazanacağım ama ailemin beni okutacak parası yok’ diyordu.

‘Kira, barınma, yeme, içme aldı başını gitti. Benim ailem bunu hayatta karşılayamaz’ diyordu işte bu gerçeği bugün açıklanan rakamlarla beraber somut olarak görmüş olduk. 850 bin arkadaşımız üniversiteyi kazanmış ama bunlardan 105 bin 772’si kaydını yaptıramamış.

Acı gerçek bu.

Gerçekten kitaptı, kırtasiyeydi şuydu buydu derken temel eğitim ihtiyaçlarının bile maliyetleri çok çok yükselmiş durumda.

Hele gençlerimizin şöyle arkadaşlarıyla çıkıp kahve içmesi dünyanın parası.

Kaldığı evden, yurttan başını çıkarıp şöyle bir akşamı dışarda geçirmesi artık büyük maliyetler. 50 lira, 100 lira...

Çok üzülüyoruz inanın. İçimiz parçalanıyor. Çünkü gençlerimiz buna layık değil.

Ülkemizin üniversiteyi kazanan gençleri böyle bir yoksulluğa mahkûm olmuş durumda ve bunu asla hak etmiyorlar.

Bakın Türkiye çok güzel günleri yaşamıştı.

Ben hatırlıyorum öğrenciliğimde üniversiteyi kazanınca bir heyecan olurdu. Bir umutla beklerdik sonuçlar açıklansın diye, kazandığımı öğrenince heyecanla kayıt gününü beklerdik ve maddi durumu iyi olan ailelerle maddi durumu kötü olan aileler arasında iyi eğitime ulaşma açısından bir fark yoktu.

Şu anda Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliği yakın tarihimizde hiçbir zaman görülmemiş kadar büyümüş durumda.

Yani, Türkiye’de hiçbir zaman varlıklı ailelerin çocuklarıyla maddi imkanları zayıf olan ailelerin çocukları arasında bu kadar büyük bir fırsat eşitsizliği olmamıştı hiçbir zaman.

Ülkemizde son yıllarda uygulanan ekonomi politikaları hatta ekonomide bir politikanın olmaması ülkemizde enflasyonu yakın tarihimizin en yüksek seviyesine çıkarmış durumda.

Hayat çok pahalı. Ve bunun da tek sebebi kötü yönetim başka bir şey değil.

Pandemiyle beraber evet Dünyada enflasyonda bir miktar yükselme oldu. Ama rakamlar ortada.

Savaşın ortasındaki Rusya’ya Ukrayna’ya bakıyorsunuz yüzde 15-20 gibi rakamlar görüyorsunuz.

Avrupa’da, Amerika’da yüzde 7- 8 civarında enflasyon var.

Gidiyorsunuz Asya’ya rakamlar daha da düşük. Yüzde 2-3.

Türkiye’de devletin açıkladığı resmi enflasyon rakamı yüzde 80’i geçmiş durumda gerçek enflasyonu ise biz yüzde 200 olarak tahmin ediyoruz.

Bu ne demek? Geçen sene 1 lira olan fiyatlar bu sene 3 lira olmuş.

Oysaki asgari ücretteki artış belli. Emeklilerin maaşlarındaki artış belli.

Bunlar ne kadar artırılıyor. Bunlar devletin verdiği resmi enflasyon rakamları kadar artırılıyor.

Yani hükümetin TÜİK’e baskıyla açıklattığı o uydurma düşük enflasyon ne ise, yüzde 80 civarında o kadar artırılıyor. Emekli, maaşları olsun, asgari ücret olsun, memur maaşları olsun.

Oysaki gerçek hata en az 3 kat pahalanmış durumda.

İşte bununda ne büyük acısını en büyük sıkıntısını şu anda gençlerimiz yaşıyor.

Tam da hayatlarının en heyecanlı döneminde.

Liseyi bitirip artık kendilerine bir meslek seçtikleri ve üniversiteye başlamak istedikleri dönemde bu yokluğu, yoksulluğu, acıyı maalesef günlük hayatında gençler yaşıyor.

Biz de bunu gördükçe inanın kahroluyoruz.

Türkiye’de şartların çok daha iyi olduğu dönemleri yaşadık.

Benim ve arkadaşlarımın ekonominin başlında olduğu dönemde gençlerimiz KYK burslarından, kredilerinden artırıp kenara koydukları parayla Avrupa’da tatil yapabiliyorlardı.

Bunlar yaşandı Türkiye'de. Ben bunları anlattığım zaman biraz şüpheyle bakıyor arkadaşlar diyorlar ki ‘bu olabilir mi?’ Oldu arkadaşlar, bunlar yaşandı bu ülkede. Bu ülkenin o günkü gençleri o refah seviyesini yaşadı.

Bir bilgisayar bir cep telefonu almak o kadar büyük problem değildi. Şu anda pek çok üniversite öğrencisi için bir bilgisayar almak bir laptop almak hayal.

Bir cep telefonu almakta gençlerimiz çok zorlanıyor biz bunu görüyoruz. Türkiye'nin her yerinde görüyoruz ki artık cep telefonu olmazsa olmaz bir ihtiyaç. Bilgiye erişim için olmazsa olmaz bir ihtiyaç. Sosyal olarak insanlarla bağlı kalabilmek için olmazsa olmaz bir ihtiyaç.

Tabii bu konu açılınca bugünkü hükümet üyeleri ne diyor? ‘Çıkar telefonu’ diyor. Kim yokluktan yoksulluktan bahsetse ‘çıkar telefonunu’ diyorlar. Sanki telefon bir lüksmüş gibi. Artık hayatın en temel ihtiyacı.

Bütün bunları görüyoruz üzülüyoruz.

Ama gerçekten değerli arkadaşlar Türkiye'nin şu anki sorunları çözülemeyecek sorunlar değil.

Bakın biz iki tane büyük ekonomik krizi çözdük. Ben 2001-2002 krizini çözen ekibin de başındaydım 2008-2009 ekonomik krizini çözen ekibin de başındaydım.

Bu ekonomik krizler çok kolay çözülür. Önemli olan işi bilen dürüst insanların işin başında olması.

Üst düzey siyasi kadroların ve üst düzey bürokrasi kadrolarının işi bilen ve dürüst insanlar tarafından yönetilmesi.

Bu kadar basit.

Bir karar alırken istişare yapacaksınız. Bilmiyorsanız bilenlere soracaksınız. Ülkenin gerçek durumunu yaşayanlardan öğreneceksiniz.

Kararınızı ona göre alacaksınız. Her pozisyona o işi bilen insanları yerleştirdiğiniz zaman ve dürüst insanlarsa inanın çok çabuk toparlar ve çok çabuk düzelir. Bu ülkenin sorunları kolaylıkla açılabilecek sorunlar.

Kökünde kötü yönetim var. Düzgün bir yönetim iş başına geldiğinde bu sorunlar çözülecek bakın inanın bu kadar basit.

Bunları hiç yapmasak daha önce hiç bu işlerle uğraşmasak, sadece Türkiye ekonomisini dışarıdan izleyen insanlar olsak belki de bu sorunlar çözülemez falan filan. Öyle değil yahu.

Biz iki tur yaptık bunu.

İki büyük krizi çözen ekip biz olduk. Ve bu krizi de inşallah çözeceğiz çok güzel günler Türkiye'yi bekliyor.

Ekonomik krizin çözülmesi, döviz kurlarında istikrarın sağlanması bunlar inanın zor işler değil.

Biz bu kriz ortamına en geç 6 ay içerisinde ortadan kalkacağına ve Türkiye'de artık kriz lafının edilmeyeceğine inanıyoruz.

Yani ilk seçimden sonraki hükümet kurulur kurulmaz düzgün bir yönetimle düzgün insanlarla 6 ay içerisinde bu kriz ortamı buharlaşır.

En geç 2 yıl içerisinde de enflasyon tek haneye düşer. Zamanında bana yapamazsınız diyorlardı. Babacan değil bana ‘bebecan’ diyorlardı.

‘30 küsür yaşındaki yeni bir bakan mı çözecek bu enflasyonu’ diyorlardı. Ama yaptık çok şükür. Tek başına değil düzgün ekiplerle yaptık. İnanın tekrar yaparız çok daha iyisini yaparız.

Tabii Makro dengelerin kurulması ile iş bitmiyor. Özelde de çok tedbir alınması gerekiyor. Biz üniversite öğrencilerimizle alakalı pek çok adım açıkladık eylem planlarımızla beraber, örneğin burs konusu yurt konusu.

Yurt sorununu biz Türkiye'de ortadan kaldıracağız. İsteyen herkes ihtiyacı olduğu halde maddi durumu zayıf olduğu halde yurt bulamayan her öğrencilerimize yurt imkânı sağlayacağız.

Yurt yoksa kira desteği vereceğiz.

Tüm eğitim masraflarını karşılayacak şekilde eğitim destek banka kartı vereceğiz her bir öğrencimize. 18 yaşını dolduran herkes eğitim destek kartından yararlanacak.

Bu ortaokul lise öğrencisi ise ilkokul öğrencisi ise velilerin kullanabileceği kartlar söz konusu olacak. Ve bu kartlar sadece eğitim masrafları için kullanılacak.

Yurtlardaki yeme içme konusu. İnanın gözümle görüyorum üniversiteye giden arkadaşlarımla konuştukça bizzat onlardan dinliyorum. Bir öğünü bir çorba ile geçirmeye çalışan, bir tabak makarnayla öğün atlatmaya çalışan, ‘ben günde bir öğünle yaşayabilir miyim’ diye bunu test eden birçok arkadaşımızla karşılaşıyorum konuşuyorum.

Bunlar koskoca bir ülke için, bu büyük Türkiye için büyük masraflar değil.

KYK bursu alan KYK yurtlarında kalan öğrencilerimizin yeme içme masrafı bu ülke için nedir ki Allah aşkına. Bunlarla uğraştırıyorsunuz öğrencilerimizi.

Yemesiymiş içmesiymiş barınmasıymış inanın biz bunların hepsini çözeceğiz.

Öğrencilerimiz üniversiteyi kazandıktan sonra ben geçinemiyorum derdinde olmayacak. Esas bu. Üniversiteyi kazandı mı üniversiteye girmeyi hak etti mi o üniversiteyi okuyacak maddi imkânı bulur muyum bulamaz mıyım? kimsenin aklında en ufak bir soru kalmayacak.

Hedef bu.

Ben tam 11 tane devlet bütçesi yaptım. 11 yılın bütçesini yapan ekibin başındaydım. Bu ülke düzgün yönetildiğinde kaynaklara nasıl bollaşıyor yolsuzlukla mücadele ettiğinizde o delikleri tıkadığınızda ortaya nasıl fazla kaynak çıkıyor? İsrafı önlediğinizde bu ülke nasıl zenginleşiyor bunu yaşadık gördük.

3.500 dolarlık milli gelir 12.500 dolara çıktı Türkiye'de. Bu boşuna olmadı ki. Bunu yaptık gerçekleştirdik.

Şu anda 9.000 dolarlarda. Ve tam 10 yıldır bu ülkenin milli gelirini tekrar 12.500 dolara çıkarabilmiş değiller şu anda.

Bunların hepsi mümkün hepsi yapılır. Kuralları belli. Düzgün kadrolar ve istişare. Bu iki kuralı uygulayın çözülemeyecek sorun yok bu ülkede.

Bakıyoruz çok sayıda üniversite açıldı Türkiye'de. Türkiye'de üniversite sayısının çoğalmasını daha çok üniversite imkânın olmasını arzu ederiz ama siz bu üniversite sayısını çoğaltırken hesap yapmayıp da yeteri kadar yurt inşaat etmediyseniz ya da yeteri kadar binayı yurt olarak tahsis etmediyseniz bu bir planlama hatasıdır.  Bu kötü yönetimdir başka bir şey değil.

Onun için biz buradan tekrar söz veriyoruz. DEVA Partisi’nin genel başkanı olarak tüm üniversiteli arkadaşlarıma söz veriyorum. Ülkemizde üniversiteyi kazanıp da maddi zorluk yaşayan tek bir öğrenci kalmayacak.

Öğrencilerimizin temel ihtiyaçlarının karşılanması tamamen devletin garantisi altında olacak.

Ulaşımdı yeme içmeyi de barınmaydı, kitap, kırtasiye... En temel eğitim ihtiyaçları bilgisayarda şuydu buydu ‘ben üniversiteyi kazandım ama barınamıyorum, üniversiteyi kazandım ama aç geziyorum’ diyen tek bir gencimiz tek bir öğrencimiz Türkiye'de kalmayacak hedef bu.

Ve inanın çok kolay olur.  Hesap kitap belli. Üniversite öğrenci sayımız belli. Üniversiteyi kazanan örgün sistemde okuyan öğrenci sayımız belli. Bunların kaç tanesinin yurt ihtiyacı olduğu belli. Çarpın toplayın bölün inanın çok kolay.

Bu sene tam 300 milyar lirayı faize bulan hükümet üniversite öğrencilerimizin en temel ihtiyaçlarını karşılayacak kaynakları bulmuyor, ayırmıyor. Çünkü öncelik ranta. Öncelik varlıklı olanın üzerine varlık eklemek.

Şu anda Türkiye'de çok büyük bir servet transferi yaşanıyor ve bu servet transferi yoksul kesimlerden toplanan vergilerin zaten varlığı olanlara transfer edilmesiyle yaşanıyor.

Hepsi kolay hepsi çözülür. İnşallah biraz daha sabır.

Önümüzdeki seçimde bambaşka bir dönem açılacak. Önümüzdeki seçimden sonra Türkiye'de bambaşka bir dönem başlayacak ve bugün bu yaşadığımız bu zorluklar kötü bir hatıra olarak hafızalarımızın köşesinde belki yazılı kalacak ama çok daha müreffeh bir Türkiye için, özgür ve zengin bir Türkiye için, adil bir Türkiye için hep beraber bir başlangıç yapacağız.

Ne zaman? İlk seçimden hemen sonra.

Ben tekrar bu vesile ile yeni öğretim yılının hayırlı olmasını diliyorum. Üniversiteyi kazanan tüm arkadaşlarımıza, üniversiteye kaydını yaptıran tüm arkadaşlarımıza başarılar diliyorum. Bu sene kazanamayan veya kaydını yaptıramayan arkadaşlarıma tüm gençlere de ‘umudunuzu asla yitirmeyin’ diyorum. Bu ülke büyük bir ülke bu ülke düzgün yönetildiğinde herkesin öyle bir imkânı olacaktır herkesin istihdam imkânı olacaktır herkesin iş imkânı olacaktır. Yeter ki önümüzdeki dönemde düzgün bir kadro işin başına gelsin. Çözüm kolay. Tam demokratik bir Türkiye için özgür ve zengin bir Türkiye için omuz omuza çalışacağız ve yürüyeceğiz ve hep beraber başaracağız. Sağ olun diyorum ve hepinize buradan sevgilerimi iletiyorum. Ailelerinize tüm arkadaşlarınıza da gönül dolusu selamlarımı sizler vasıtasıyla iletiyorum.

23 Ağustos 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 13. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

23 Ağustos
İl Başkanları Toplantısı

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çok değerli il başkanlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

DEVA Partisi il başkanları toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sözlerime, geçtiğimiz hafta sonu hepimizi kahreden kazalarla başlamak istiyorum.

Gaziantep’te ve Mardin’de yaşanan trafik kazalarında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Allah, geride kalan yakınlarına bol sabır versin.

Bu kazalara; sürücü hatasının mı, yolun durumunun mu, araçların bakımsızlığının mı, başka bir şeyin mi neden olduğunu soruşturmanın sonunda elbet ortaya çıkacaktır diye ümit ediyoruz.

Ancak arkadaşlar araç bakımını burada özellikle gündeme getirmek istiyorum. Olasılıklardan birisi de bu. Bazı sivil toplum kuruluşları da bu ihtimalin üzerinde konuyu takip ettiklerini biliyorum.

Ne yazık ki enflasyon arttıkça trafikte ihmal olasılığı da artıyor arkadaşlar. Fiyatlar her konuda ama her konuda almış başını gidiyor. Her şeye zam, her şeye zam.

Araç bakım ve yedek parça ücretlerine de zam.

Bakım ve yedek parça fiyatı artınca, vatandaşlarımız araçlarının rutin bakımlarını yaptıramıyor, ihmal ediyor. Bazen kalitesiz ürünlere yöneliyorlar. Ömrünü tamamlamış kabak lastiklerle yolculuğuna devam eden çok sayıda araç görüyorum yollarda. Bunlar da kaza riskini arttırıyor.

İktidarın ekonomideki iş bilmezliği araç bakım masrafının yükselmesine, yüksek masraf ihmale, ihmal de trafik kazalarına neden oluyor.

İnsanlar, artan fiyatlar karşısında kendi ve taşıdığı canları riske atıyor.

Bakın arkadaşlar, trafik kazaları sadece yollardaki polis maketleriyle önlenebilecek bir şey değil. Bu meseleyi tüm boyutlarıyla ele almak gerekiyor.

Ben gittiğim illerde oto sanayi sitelerini ziyaret ediyorum. Bakıyorum motor yaktığı için tamirde olan pek çok araç görüyorum oralarda.

Niye?

Çünkü vatandaşlarımız aşırı yükselen fiyatlar nedeniyle bakım, onarım, yağ değiştirimi yapamadığı için araçlarda büyük ve çok yüksek maliyetli arızalar ortaya çıkıyor.

Bir bakıma, milli servet heba oluyor.

Bakımların aksatılmaması, en az cezaların caydırıcılığı ve trafik kontrolleri kadar önemli bir konudur.

Ama bunun için ne gerekiyor?

Öncelikle enflasyon sorununu çözmek gerekiyor.

Öncelikle şu ekonomik krizi çözmek gerekiyor.

Bu ekonomik kriz devam ettikçe enflasyon yüksek seyrettiği sürece her konuda ama her konuda zam ardına zam geldiği sürece bu sorunların çözümü çok zor gözüküyor.

Bunu sadece zorla denetimleri sıklaştırarak, cezaları yükselterek de yapamazsınız.

Trafik cezasını yükseltiyorsunuz ama bakım, onarım tamir ücretleri daha da hızlı artıyor.

Bu iktidarın kötü yönetimi sonucu döviz kurlarının patlamasıyla beraber, araba sahibi herkesin masrafları katlana katlana artmış durumda.

Bakın geçen Manisa’da yaşadık. Bir halk otobüsü şoförü bizim geçtiğimizi görünce otobüsünü durdurdu. El freninin çekti indi. Alttaki stepne lastiğinin boş yerini gösterdi. ‘Bak başkanım otobüsümde stepne lastik taşıyamıyorum. Bir lastik 12 bin TL oldu’ dedi.

Gerçekten çok vahim bir tabloyla karşı karşıyayız.

Peki değerli arkadaşlar bu ekonomik krizi kim çözecek?

Beştepe mi? Mümkün değil. O iş çoktan geçti artık. Yapamazlar.

Beştepe ekonomik krizi rüyasında bile çözemez. Çünkü Beştepe ve çevresindekilere kriz dokunmuyor.

Yaşamıyorlar bunun zorluklarını.

Onlar hayal âleminde yaşıyor.

Zaten sorunun sebebi olanlar, o sorunu üretenler sorunu kendileri çözemezler.

Krizden çıkış planı inşallah bizim elimizde. Biz çözeceğiz.

Seçimlerden sonra geleceğiz ve bu krizi çözmek inşallah bize nasip olacak.

Öyle görünüyor.

Ben bir kez daha altını çiziyorum: Kriz ortamını 6 ay içerisinde rahatlatacağız.

Enflasyonu da en geç iki yıl içinde tekrar tek haneye indiririz.

Daha önce 2001-2002 krizini çözen ekibin başında ben vardım.

2008-2009 krizini çözen ekibin başında da ben vardım.

Bu krizi de inşallah hep beraber güçlü kadrolarımızla biz çözeceğiz. Bu krizi de inşallah DEVA Partisi çözecek.

Peki, nasıl çözecek?

Adil rekabet, fırsat eşitliği ve verimliliğe dayanan bir ekonomik büyüme modelini hayata geçirerek bu krizi çözeceğiz.

Haksızlığa, eşitsizliğe ve ranta dayalı mevcut ekonomik düzene son vererek bu krizi çözeceğiz.

Ekonomiyle ilgili kurumları en geç bir ayda ayağa kaldırırız.

İnanın çok kolay. Evet, kurumlarda büyük bir çöküş var mı var, kurumlar itibarını kaybetti mi kaybetti ama bunları tekrar toparlamak, ayağa kaldırmak bizim için en geç bir ay.

Kolay işler.

Kadrolarınız hazırsa, sağlam, dürüst, ehil kadrolar hazırsa bu kurumların organizasyon şeması ile ilgili değişiklikler kurumların birleşmesi ayrılması kime nasıl bağlı çalışacağı, bunlar zaten 1 günlük iş.

Kadro yenilemeler en geç 1 ay.

Onun için ekonomi ile ilgili kurumların ayağa kalkması en geç bir ay içerisinde tamamlanır.

Kural bazlı yönetim ilkelerini biz uygulayacağız.

Alınacak ütün kararların neye göre alınacağı hangi şartlarda nasıl hareket edileceğinin kurallarını baştan açıklayacağımız için ki zamanında öyle yaptık, olası çerçeveler içerisinde ne yapılacağını, nasıl yapılacağını zaten herkes tarafından açık ve şeffaf olarak bilinecek. Bu öngörülebilirlik ekonomi de güveni sağlayacak.

İnsan odaklı olacağız. Ekonomiyi şeffaf ve hesap vermeye hazır bir şekilde yöneteceğiz.

DEVA iktidarında, Merkez Bankası da TÜİK de talimatla çalışmayacak. Tabi ki iyi bir koordinasyon gerekecek birimler arasında ama kanunlarında da tanımlandığı gibi, olması gerektiği gibi bu kurumlar kendiişlerini bağımsız yapacaklar ve halkı yoksullaştırmayı da artık durduracaklar.

Kurumlarda çalışan kişiler “İktidar ne der, görevden alınır mıyım, başıma bir iş gelir mi” diye elleri titreyerek, korkarak iş yapmayacaklar.

Doğrusu neyse onu yapacaklar.

Donanımlı kadrolarla çalışacağız.

Her işi mutlaka ehline vereceğiz.

Dürüst insanlarla çalışacağız.

İşi sadece iyi bilmesi yetmez, dürüst olması da gerekiyor bu iki vasfın bir kişide buluşması gerekiyor.

Çünkü biz dosdoğru olacağız, dosdoğru insanlarla çalışacağız.

Özetle, DEVA Ekonomisini hayata geçireceğiz.

DEVA Ekonomisi ne demek?

Milli paramızın değerinin ön görülebilir olması demek.

Enflasyonun düşmesi demek.

Yüksek katma değerli üretim demek.

Güçlü sosyal politikalar demek.

Sofradaki ekmeğin büyümesi demek.

Bu krizden çıkış planımızın zemininde de arkadaşlar “güven ve adalet” olacak. Hukukun üstünlüğünü daima koruyacağız.

Adaleti tesis etmeden, ekonomimizin büyümeyeceğini gayet iyi biliyoruz.

Çünkü arkadaşlar, yargı sistemi düzgün işlemeyen bir ülkede hukuk güvenliği olmaz. Hukuk güvenliği olmadan da bir ülkenin ekonominin güçlenmesi asla mümkün değildir.

Biz o yüzden şunu söylüyoruz bizim ekonomi inşamızın temelinde hukuk vardır adalet vardır.

Ekonomik krizi biz özgürlüklerle, adaletle, bilimin ışığında, akılla ve tecrübemizle çözeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bizim kriz çözme tecrübemize tüm dünya şahit.

El alemin “Model ülke Türkiye”, “İlham kaynağı Türkiye”, “Turbo ülke Türkiye” dediği bir dönemde, biz ülke ülke gezip yaptıklarımızı anlattık. Başka ülkeler bizden ders aldılar.

Çünkü bunu talep ettiler. Dediler ki ‘Türkiye olarak siz gayet güzel işler yapıyorsunuz şu yaptıklarınızı anlatın da belki bizde bir miktar istifade ederiz’ dediler.

Çünkü işleyen bir örnek, işlemiş netice almış bir tecrübe bin nasihatten daha kıymetli.

Ve o dönemde bakın yıl 2014. Bütün o 2002- 2013 tecrübesinin, Türkiye’nin o en parlak döneminin tecrübesinin Dünya Bankası bir kitabını yayınladı.

Türkiye’nin dönüşümü diye bir kitap, 285 sayfa.

Tek tek, tek tek bu kitapta ne anlatılıyor? Türkiye’de o dönemde neler başarıldığı...

Bunu ellin adamı yazdı. Biz değil.

Her alanda finansta, alt yapıda, girişimcilikte, şehirlerde, refahta istihdamda neler yapıldığını, Türkiye mucizesi nasıl oluştu? Bu bunun kitabı.

Ve 20’den fazla ülke bizden talep etti. Dediler ki, ‘Biz sosyal devlet uygulamalarınızla ilgili sizden öğrenmek istiyoruz’

Hemen heyet gönderdik oraya. Gittiler bizim uyguladıklarımızı anlattılar.

Tabi her ülkenin şartı farklı olabilir. He ülkenin kültür yapısı, sosyal dokusu farklıdır. Bir ülkede uygulananı kopyalayıp yapıştırıp başka bir ülkede uygulayamazsınız ama yapılanlardan örnek alabilir, esinlenebilirsiniz.

20’den fazla ülkede gittik biz bunları anlattık.

Kız çocuklarının ilköğretime katılım oranını nasıl artırdığımızı, Türkiye’de mutlak yoksulluğu nasıl sıfırladığımızı Türkiye’de finans sistemini nasıl güçlendirdiğimizi ki 2008-2009’da bütün dünyanın finans sistemi allak bullak olmuşken bizim finans sistemimizin nasıl sapasağlam ayakta kaldığını, enflasyonu nasıl düşürdüğümüzü tek tek tek tek anlattık.

Ve bir bakıma model olan, ilham kaynağı olan bir ülke olarak bütün dünyada tescil edildik.

Ben buradan hem iktidara hem de ders alması gereken başka çevrelere bunu tavsiye ediyorum. Bir açıp okusunlar.

Bir dönemde Türkiye nasıl başarılı olmuş ve bu başarıyı demokrasiyle, insan haklarıyla, özgürlüklerle hukukla adaletle beraber bir ekonomik başarıyı nasıl elde etmiş? Bunu okusunlar.

Burada çok tecrübe var. Çünkü tarihten öğrenmek gerekiyor. İyisiyle kötüsüyle, iyi tecrübesiyle kötü tecrübesiyle tarihten ders almak gerekiyor.

Peki, sonra ne oldu? Bütün bu işleri yapan dürüst ve ehil kadrolar teker teker, teker teker uzaklaştı veya uzaklaştırıldı.

Kural bazlı yönetim terk edildi.

Hukuka saygı bir kenara itildi.

Demokrasiden çoğulcu demokrasiden tek karar verici sisteme doğru Türkiye devrildi.

En sonunda Beştepe mutlak yoksulluğu ülkeye tekrar geri getirdi.

Burada mutlak yoksulluğu silen bir ülke olarak kayıtlara geçmişken tekrar bu ülkede mutlak yoksulluğu hortlattı şu anki yönetim.

Sırf iş bilmezlik yüzünden, sırf zamanındaki başarıların sırrını sebebini anlamamaları, idrak etmemeleri yüzünden bu ülkede mutlak yoksulluk yeniden fırladı.

34 yılda yüksek seyreden enflasyonu 2 senede tek haneye indirmiştik. Bunlar 2 haneyi bırakın 3 haneli enflasyon yaşatıyorlar şu an ülkeye yahu.

Gerçekten yazık günah, içimiz parçalanıyor.

Ekonomimizi mahvettiler, perişan ettiler.

Biz enflasyonu hep düşük seviyede tutmanın mücadelesini verdik yıllarca. Nasıl? Bağımsız bir merkez bankasıyla.

Laf dinlemeye, doğruyu yapan bir merkez bankasıyla.

Çünkü Merkez Bankaları laf dinlemez yahu. Böyle bir şey yok.

Laf dinlemiyor diyor başkanı görevden alıyor. Peki, senin lafını dinledi de ne oldu? Ne oldu? Sonuç ne oldu?

Tek imzayla ülkeyi yönetmeye çalışıyorsun da 4 yıldır sonuç ne oldu?

Lafını dinleyen Merkez Bankasının ülkeyi nasıl bir felakete sürüklediğini işte gördük.

Enflasyonu nasıl hortlattığını gördük.

Milli paramızın değerini nasıl yerle bir ettiğini gördük.

Bu ülkenin kendi insanının, kendi gençlerimizin bu ülkeden kaçmak istedikleri bir ortama nasıl sürüklediğini gördük işte.

Sonuç ortada.

Biz hamdolsun bakın halkın cebinden kuruş çalmadık. Kimsenin alım gücünü sarsmadık.

Paradan 6 sıfırı biz attık. Onlar geldiler en az bir sıfır eklenmiş durumda paraya.

Döviz kurlarında yıllarca istikrar sağladık. Bıraktığımızda dolar kuru 2 lira 90 kuruştu arkadaşlar. Şu anda artık 18 liranın üzerinde.

190 milyar doları sata sata, sata sata tutmaya çalışıyorlar.

Bu dolar kuru döviz sata sata tutmaya çalıştıkları bir kur bakın. 190 milyar doları gizli saklı arka kapıdan satmasalar bugünkü kurun ne olacağını bilmek mümkün değil.

Türkiye’nin yıllarca biriktirilmiş yedek akçelerini, döviz rezervlerini sıfıra indirmek, rezervleri eksiye indirmek pahasına tutabildikleri kur bu 18 lira.

Düşünün ülkeyi nasıl bir riske sürüklediklerini düşünün.

Biz, 3 bin 500 dolardan aldığımız milli gelirimizi 12.500 dolara taşıdık.

Ayinesi iştir kişini lafa bakılmaz. Kim ne derse desin, o dönemle ilgili kim ne iddia ederse etsin rakamlar ortada yahu. Bakmayın siz boş konuşanlara. 3 bin 500 dolardan almışız 12.500 dolara taşımışız.

Bu iktidar da ne yapmış? Tek imzayla, bütün yetkiyi üzerine topladıktan sonra Cumhurbaşkanı indirmiş bunu 9.500 dolara.

Hesap ortada yahu. Hiç sağa sola lafı bükmeye gerek yok. Rakam ortada.

Bu rakam bütün dünyayla mukayese edilebilir. En önemli refah göstergesidir arkadaş.

Kişi başına düne milli gelir. Bitti.

Fazla mazeret üretmeye çalışmasınlar.

Ama şöyleydi de böyleydi de demesinler. Rakamlar ortada.

Devletin Hazinesini, Merkez Bankası’nı, rezervlerle, yedek akçelerle dolduran bizdik.

Ülkenin sağ cebini, sol cebini, ön cebini, arka cebini bütün hazinenin kasalarını, Merkez Bankası’nın kasalarını dolduran bizdik.

Uyguladığımız bankacılık politikalarıyla bankalarımızın bilançosunu sapasağlam hale gelmesini sağlayan bizdik.

Bu mirasyedi Beştepe, bu milletin 190 milyar dolarını cayır cayır hiç acımadan sattı yahu hiç acımadan. Ve gizli saklı.

Ya yaptığın doğruysa neden gizliyorsun, saklıyorsun?

Yaptığın doğruysa niye açıklamıyorsun ne yaptığını?

Ne kadar sattığını, kime sattığını, niye sattığını, kaça sattığını niye hala açıklamıyorsun?

Doğru hesaptan kaçar mı yahu.

Çık söyle. Evet, gerekiyordu ben şu miktarı şu günde sattım de.

Yok, gizli.

Söylemiyorlar.

Bizim dönemde 13 yılda toplam 8 milyar dolarlık Merkez Bankası müdahalesi var. 13 yılın toplamı 8 milyar, hepsi hala bugün Merkez Bankası’nın web sitesinde ilan edilmiş durumda. Gün, miktar hepsi ilan edilmiş durumda.

Bunlar 190 milyar doları apar topar satıyorlar çıt yok.

Ama hiç merak etmeyin arkadaşlar iktidara geldiğimiz gün ilk yapacağımız işlerden bir tanesi hemen o defterleri kitapları açıp onu milletimize göstereceğiz. Bakın ‘190 milyar doları şöyle çar çur etmişler’ diye ortaya koyacağız. Hiç merak etmeyin.

Yedek akçelerimizi bile tükettiler yahu. Merkez Bankasının bilançosundaki Türk lirası cinsinden yedek akçeler.

O damat döneminde ilk yaptılar, ertesi yıl bir daha yaptılar bir çırpıda yahu bir gecede sıfırlanır mı?

Böyle bir şey olur mu?

Tam bir mirasyedilik, tam bir hazıra konma.


Biz, Türkiye’yi dünyanın 21. Ekonomisini devraldık 16’ncılıpğa kadar yükselttik.

Beştepe ne yaptı. Tek imza yetkisini eline aldıktan sonra ülkeyi tekrar 21’inciliğe düşürdü.

Hesap ortada. Hiç lamı cimi yok bu işin. Hesap açık.

Dünyada 21’inciydik biz 16’ıncı yaptık, Beştepe aldı tek imza tek yetki indirdi tekrar bu ülkeyi 21’inciliğe. İlk 20’nin altına düştük. İlk 20’li ligin altına düştük. Küme düşürdüler, lig düşürdüler ülkeyi.

Ve tüm başarılara imza atarken hamdolsun boğazımızdan bir gram bile haram lokma geçmedi.

Çok şükür ekibimizle beraber o günkü bütün ekonomi kadromuzla beraber işte İbrahim Bey’de aramızda, bugün biz Türkiye’nin dört bir yanında alnımız açık balımız dik geziyorsak o günkü yaptıklarımızla ilgili her zaman hesap vermeye hazır olduğumuz için bugün rahat dolaşıyoruz.

Ama bakıyorum bazıları o kadar rahat değil.

Çok korkuyorlar, bu iktidar bir elimizden giderse ne yapacağız diyorlar.

Şimdiden bunun hazırlığını yapıyorlar görüyoruz.

İktidardakilerin bir kısmı da iktidara yakın olan çevreler de ilk seçimde bu iktidarın değişeceğini görüyorlar ve şimdiden kendileriyle ilgili bir çıkış planlaması yapıyorlar.

Nasıl bugünden emniyetli bir alan oluştururuz kendimize diye.

Ama bu iş o kadar kolay olmayacak. Çünkü günü geldiğinde bağımsız yargı kendi süreçlerini başlatır. Bizim bir şey yapmamıza gerek yok.

Her türlü denetimler olur. İdari denetimler olur, yasama denetimleri olur.

Dolayısıyla yapıtınız işin özü doğru olacak özü. Yaptığınız işin özü doğru olacak, açık olacaksınız, şeffaf olacaksınız her zaman da hesap vermeye açık bir şekilde ülkeyi yöneteceksiniz. Formül burada.

Başka sağ yollara, sol yollara çıkmaz yollara, çamurlu taşlı yollara eğer saparsanız kendinizi de bataklıkta bulursunuz ülkeyi de bataklığa sokarsınız. Şu anda ülkenin düştüğü durum bu. Bir çamurun bataklığın içerisine ülkeyi soktular.

Tertemiz beş şeritli otoban varken özgürlük yolu, adalet yolu hukuk yolu varken rasyonaliteyle ekonomiyi yönetim yolu varken tuttular ülkeyi çamurun içerisine soktular.

Bakın biz ne yaptıysak bu milletin özgürlüğü ve zenginliği için yaptık.

Yönetimde olduğumuz süre boyunca daima ama daima doğrunun mücadelesini verdik.

Milletin çıkarlarından 1 milim sapmadık. Hep bu milletin yarınlarını düşündük.

Hatırlıyorsunuz, “İnşaat mı, sanayi mi?” kavgası yaladık. Sayın Erdoğan ile benim aramdaki kavga. O günün arşivlerine bir bakın sayfalar dolusu haberler, televizyon haberleri bir tarafa onun fotoğrafını koyuyorlar bir tarafa benim fotoğrafımı. Hükümette kavga.

Niye?

İşte Babacan diyor ki’ Ya bu beton, taş toprak, bütün kaynaklar buraya gidiyor Yarın bu iş ülkeyi krize sokacak. Bizim halbuki yatırım yapmamız lazım, üretim yapmamız lazım, ihracat yapmamız lazım. Kaynakların buraya gitmesi lazım.’

Önce sanayi dedik, yatırım dedik, istihdam dedik, üretim dedik, ihracat dedik.

Önce çalışalım, üretelim, alnımızın teriyle, bileğimizin gücüyle hak edelim dedik ondan sonra hak ettiğimiz refah seviyesini yaşayalım dedik. Ondan sonra daha güzel konutlarla, ofislerle, AVM’lerle yapalım alış verişimizi dedik.

Ama bunlar ne yaptı? Ülkenin itibarının en yüksek olduğu dönemde, ülkenin çok düşük maliyetlerle dünyanın her yerinden bol bol kaynak bulduğu dönemde o kaynakları kısa sürede rant oluşturacak emsal değişikliğiyle rant oluşturacak projelere doğru yönelttiler.

Emsal değişikliğiyle olan rant biliyorsunuz bir kayıt dışı rant, vergi yok. Haksız hukuksuz bir rant. Neye göre paylaşıldığı belli olmayan bir rant.

Ve yolsuzluk ve rüşvetin en çok döndüğü alanlardan biridir o alanlar.

Biz bunun için mücadelesini verdik.

Fakat maalesef o rant ve gözü dönmüşlük o dönemde bizim verdiğimiz o mücadelede karşı cepheyi galip kıldı. Tabi ülkenin başbakanı da o cepheye geçince yapacağınız şey azalıyor.

İsrafın ve borçlanmanın çok hızlı arttığı dönemlerde biz açık açık çıktık, “Bu gidiş doğru değil. Yavaşlayın” dedik.

Tasarruf şart dedik.

Ne dedi? ‘İtibardan tasarruf olmaz’ dedi.

“Fren Ali” dediler bana. Çünkü kontrolümüzdeyse imzamıza dayanan bir şeyse izin vermedik. Ama başkasının imzasıyla yürüyen işlerse maalesef üzülerek izledik.

Bir yandan da feryat ettik bu feryadı da kamuoyu önünde yaptık. Bazıları diyor ya zamanında niye konuşmadın falan diye.

Açın bakın Allahtan korkun. O günün basın arşivlerini bir tarayın.

Hükümetin içinde olup da başbakan yardımcısı olup da devlet protokolünde 5. Sırada olup da bu kadar şiddetli eleştiri yapan bir Allah’ın kulu var mıydı o dönemde? Bakın yahu.

Şimdi bir yanıt daha vereyim. Zamanında Fren Ali’nin söylediklerine kulak verilseydi, bugün memleket el alemin 3-5 milyar dolarına muhtaç hale gelmezdi.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı ülke ülke gezip 3-5 milyar dolar için bazılarının önünde ilkelerden vazgeçmek zorunda kalmazdı. Bunu yapıyor şu an.

Bakın son dönemde Rusya ile neler dönüyor anlamıyoruz. Kapalı kapılar arkasında, gizli saklı karanlıkta neler yapılıyor bilmiyoruz.

Bu Akkuyu termik santraliyle olan son gelişmeler, Erdoğan’ın birden çark edip Esad ile görüşme arayışına girmesi, eş zamanlı olarak Merkez Bankasına giren ve kaynağı resmen açıklanmayan son 12 milyar dolar civarında bir rakam.

Bakın bunlar hangi pazarlıkta ne oldu ne bitti bilemiyoruz.

Özellikle bu Akkuyu Nükleer santraliyle alakalı ben buradan hükümeti uyarmak istiyorum.

Bakın eğer siz bu ülkenin çıkarlarını bu milletin bu devletin çıkarlarını 3-5 kuruşa değişip yanlış işler yapıyorsanız günü geldiğinde biz bunları açığa çıkarırız. Bu millete gösteririz.

Onun için çıksınlar açıklasınlar. Ne oluyor ne yapıyorsunuz yahu.

Burası kimsenin babasının tapulu mülkü değil.

Bu ülkeyi yönetmek sadece bir emanet emanet.

Bu millet size süresi sınırlı bir emanet vermiş. Sizin elinizdeki devlet yönetme erki bir emanet. Kendi şahsınıza ait bir şey değil. Bu emanet ruhuyla yönetmeniz lazım. ‘Nasıl olsa ilelebet ben bu işin başında olurum’ psikolojisiyle eğer bu işleri yapıyorsanız bu millet size en iyi cevabı seçimde verecek. Hiç merak etmeyin.

En iyi cevabı milletten alacaksınız.

Bakın arkadaşlar bugünkü tablo, şu içine düştüğümüz tablo milletin kaynaklarını hunharca çarçur edenlerin eseridir.

Ülke genelinde konut fiyatları patladı. Kiralar, satın alma fiyatları korkunç.

TÜİK’in açıkladığı resmi rakamlar bile korkunç. 2’ye, 3’e, 4’e katlayan fiyatlar söz konusu ülke genelinde.

Ve ciddi bir barınma krizi kapımızda şu an. En temel ihtiyaç değil mi? En önemli 3 ihtiyacı nedir insanın? Gıda giyim ve barınma. En önemli ihtiyaçtan birisi. Ve en önemli 3 ihtiyaçta da enflasyon patlamış durumda. Zam arkasına zam.

Gerçekten şu andaki durum kötü yönetimin eseridir.

Kiralar uçtu gitti. İnsanlar İstanbul’da artık birbirleriyle oda paylaşıyorlar. Bir dairenin mutfağını bir dairenin banyosunu paylaşıyorlar yaşayabilmek, hayatlarını devam ettirebilmek için.

Türkiye’yi 2022 yılında getirdikleri nokta bu.

Bakın, bizim ekonomi yönetiminin başında olduğumuz dönemde, orta gelirliler, muhitine göre 5-10 yıllık maaşlarının toplamıyla bir daire alabilme imkanına sahipler.

Şimdi hesap çok açık.

Ortalama bir dairenin fiyatı ne ve kaç aylık maaşı topladığınızda o daireyi satın alabiliyorsunuz. Çok temel bir ölçüdür. Dünyanın her yerinde temel bir ölçüdür.

5-10 yıl arası değişiyordu.

Aylık konut kredi faizlerini 0,6 olduğu dönemleri unutmayalım. O dönemlerde Sayın Erdoğan ne diyordu? ‘Yüksek faiz vatana ihanettir’ diyordu. Konut kredilerinin 0,6 olduğu dönemlerden bahsediyoruz.

E o günkü faizler vatana ihanetse bugünkü faizlerin tanımını ben yine kendisine soracağım. Kendisi bir isim koyusun.

Yüzde 0,6 konut faizinin olduğu dönemde faiz vatana ihanetse bugün sadece Kur Korumalı Mevduat hesabına ödediği 60 milyar liralık farkın adını kendisi koysun.

Açık.

Biz Sayın Erdoğan’ın konut paketleri açıklıyor ya o paketlere sığmayacak hayali gerçekleştirmiştik Türkiye’de.

Gerçekten kira öder gibi insanların ev sahibi olduğu bir dönemi yaşadı bu ülke. Bunlar hayal değil.

Lise çağlarındaki, üniversite çağlarındaki gençlerimiz o dönemde yaşları müsait olmadığı için o günleri hatırlamıyorlar. Bilmiyorlar. Onun için umutsuzlar.

Fakat bu ülkede bunlar gerçekleşti. Bu ülke bunları başardı.

Bu ülkenin kötü yönetim bedelini en büyük ödeyenlerden birisi de gençler, öğrenciler.

İşte şu an üniversite kayıt dönemindeyiz, değil mi?

Kaç ilde karşıma çıktı kaç ilde.

Son 1 ayda 17 ile gittim. Çok fazla sayıda ilçeye gittim. Her ilde ilçede karşıma çıkıyor. Eminim bütün il başkanlarımız kendi illerinde görüyorlardır.

‘Ben İstanbul’da Ankara’da üniversiteyi kazandım. İyi bir bölümü tutturdum puanım yetti ama ailemin beni bir büyükşehir de okutacak mali gücü yok dolayısıyla ben kayıt olamayacağım’ diye feryat eden kaç tane genç önümüzü kesti yollarda.

İnanın içimiz parçalanıyor yahu.

Bakın bu yıl 850 bin öğrenci üniversite sınavlarını kazandı. Örgün sistemdeki toplam öğrenci sayısı 3 milyon 800 bin.

Tüm Türkiye’deki yurt kapasitesi ne kadar 3 milyon 800 bine karşı, 700 bin KYK, 300 bin özel, toplam 1 milyon civarında.

Hesap ortada.

3 milyon 800 bin öğrenciye devleti özeli toplam 1 milyon yurt var.

Bu yetmiyor. Özellikle bazı şehirlerde kesinlikle yetmiyor. Bütün denge alt üst olmuş durumda.

Çünkü her ilde üniversite açacağım diye açtığı üniversitelerle reklam yapan hükümet o üniversitelerde okuyacak öğrencilerin kalacağı yurtlarla ilgili hesabını kitabını yapamamış durumda. Sorun burada.

Yeni üniversiteler tabi ki önemlidir ama hesap kitap yapmazsanız, o üniversitelerle beraber barınma planlaması yapmazsanız öğrenciler açıkta kalır.

Ve KYK çıkmayan KYK yurdunda yer bulamayan öğrencilerimizin çoğunun özel yurtlarda kalacak maddi imkânı da olmuyor.

İstanbul’da kiralar 5 bin liradan başlıyor, bir öğrenci evi. 10 bin, 15 bin...

Sadece İstanbul’da mı? Hayır.

Diyelim ki Ankara Üniversitesi’ne geldiniz.

Hukuk kazandınız, kamu yönetimi kazandınız veya iktisat bir bölümü kazandı gencimiz.

Kampüse en yakın Cebeci’deki bir dairenin kirası 4 bin liradan aşağı değil artık.

Diyelim ki ODTÜ. Mühendislik okuyacak öğrencimiz. Türkiye’nin en güzel üretimlerinden imzası olacak gencimizin. ODTÜ çevresinde 5 bin liranın altında kiralık bir yer bulmak çok zorlaştı bugün.

Enflasyonun, hayat pahalılığının sonuçları ortada.

Bu hükümet, en çok da öğrencileri yokluğa sürükledi en çok. Çünkü bu bahsettiğim 3 temel ihtiyaç var ya gıda, giyim ve barınma bu 3 ihtiyacın ortalama enflasyonu TÜİK’in açıkladığı kendi rakamlarına dahi baksanız 3 haneli artık. Yani TÜİK dahi ne kadar makyajlasa ne kadar üzerini örtmeye çalışsa konut fiyatlarındaki gıdadaki enflasyon TÜİK’in açıkladığı ortalama enflasyonun dahi çok çok üzerinde.

Ben, gençlere yaşatılan bu dramı içime sindiremiyorum arkadaşlar.

“Barınacak yer bulamıyoruz” diyen gençleri gördükçe kahroluyorum. Türkiye gençlerini açıkta bırakan bir ülke gerçekten olamaz yahu.

Sadece barınma mı? Enflasyonun en yüksek olduğu alan dediğim gibi. Gıda. Yeme içme.

Öğrencilerin bir kahve içmeye parasının yetmediği bir yokluk dönemi var şu anda.

Ya şöyle başlarını kaldıkları yurttan şöyle bir çıkarıp tekrar dönseler 100 liradan aşağı mümkün olmuyor bir genç için. Kolay değil.

Bu kriz ortamını öncelikle gençler için ortadan kaldırmanın mücadelesini vereceğiz.

Herkesin barınma hakkına sahip çıkacağız.

İnsanların konut sahibi olmasını kolaylaştıracağız. Önceliği de dar gelirli ailelere, şehit yakınlarına ve gazilerimize vereceğiz.

Kentsel yenilenme çalışmalarında, vatandaşlarımıza uygun koşullar ve yeteri kadar kira desteğini mutlaka sağlayacağız.

Özetle şöyle söyleyeyim arkadaşlar: DEVA Partisi iktidarında hiç kimseyi ama hiç kimseyi aç ve açıkta bırakmayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz bunların hepsini eylem planlarımızda taahhüt ettik ediyoruz. Bakın partimizi kurulduğumuz günden bu yana Türkiye’nin tüm ihtiyaçlarına yanıt verecek çok kapsamlı ve detaylı çalışmalar yaptık yapıyoruz.

DEVA Partisi’yle Türkiye siyasetine eylem planlarımızı armağan ettik. Eylem planlarımızın her birisi Türkiye için nefes borusudur.

Ayrıca siyasi hayatımıza eylem planları hazırlama geleneğini de biz kazandırmış olduk.

Bakın arkadaşlar bunlar gerçekten bugüne kadar 12 eylem planı oldu bugüne kadar Türkiye’de yapılmış işler değil. Siyasi partiler geleneksel olarak ne yaparlar? Bir konuda bir çalıştay yaparlar ve çalıştaya katılan insanların konuştuklarını derleyip yayınlarlar ‘çalıştay raporu’ diye. Peki içinden sen ne yapacaksın? Bakarız.

Veya bir alanda proje açıklarlar bir başka alanda daha açıklarlar ve seçilmiş bir aç alanda projelerle seçime giderler.

Biz öyle yapmıyoruz bakın. Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyoruz. Her alanda ama her alanda korkmadan çözümlerimizi büyük bir cesaretle ortaya koyuyoruz.

Çünkü bazı konularda çözümü konuşmak o kadar kolay değil.

Yuvarlak ifadelerle konuşmaktan kolay bir şey yok. Ama biz somut çözümler ortaya koyuyoruz.

İşte en son 12 nolu eylem planımız sığınmacı sorununun çözümü ve düzensiz göçün önlenmesi eylem planı. Bununla ilgili diyebilirdik ki ya bu iş karışık iş, netameli, toplumsal hassasiyette çok yüksek biliyoruz. Dolaysıyla bu işle ilgili birkaç cümle sarf edelim günü gelince bakarız.

Biz böyle bir şey yapmadık. Tam 48 madde.

48 adımla ne yapacağımızı, nasıl çözeceğimizi bütün ayrıntılarıyla ortaya koyduk.

Dedik ki biz bunu yapacağız. Başka planı programı olan varda koysun ortaya.

Hükümetin zaten bir göç politikası yok. Sıfır. Tamamen rast gele. Her şey rast gele. Bir kişini keyfine bağlı.

Afganlar geliyor geçiyor yol hanı olduk. Sınırlar kevgire döndü. Suriyeliler geldi bir de vatandaşlık veriyorlar.

Kim veriyor vatandaşlığı?

Kendi bakanının açıklaması değil mi ‘211 bin Suriyeli vatandaş var’ dedi değil mi?

Bu vatandaşlığı veren kim? Bu kararı kim alıyor?

Tek bir imza ile Sayın Erdoğan alıyor.

Bugün Türkiye’de bu kadar çok sayıda Suriyeli vatandaş yapıldıysa bunun kararını veren tek kişidir.

Peki soruyoruz kriter nedir?

Kanunda açık yazıyor. ‘Sığınmacıların, korunma altındaki insanların vatandaşlığa başvuru hakkı yoktur’ diyor. Kanun maddesi o kadar açık yahu.

Buna rağmen tek imzayla vatandaşlık dağıtıyor.

Bakın bu işin bu işin kuralı, kriterleri olmalı. Şeffaf olmalı, açık olmalı. Eskiden Resmî Gazete ‘de yayınlanırdı bu işler. Şimdi yayınlanmıyor da

Tek imza atlıyor ve dosyada kalıyor.

E vatandaş olanlar 200 bin kişi olmayanlar yaklaşık olarak 4 milyon kişi ya da 3 milyon 800 neyse...

Peki diğerleri bakıyor ‘ya biz de yeterince beklersek yeterince burada durursak dönmezsek belki bize de bir gün tombala vurur. Belki Erdoğan bizim de altımıza imza atar bizi de vatandaş yapıverir’ diye geriye dönüş motivasyonunu azaltıyor bu uygulama.

‘Niye geriye döneyim biraz daha durayım biraz daha bekleyeyim’ diyor.

Bu çok yanlış bir uygulama. Biz göre hukuksuz çok sayıda hukukçu arkadaşımız var. Derinlemesine incelediler sığınma altındaki kişilerin vatandaşlık başvuru hakkı yok.

Ama bunlar hukuksuzluğa alıştığı için tek imzayı atıyor yapıyor. Peki, buna itiraz makamı neresi?

Danıştay.

Oralara güveniyor.

‘Haddine mi benim attığım imzayı geri çevirecek’ diyor.

İnanın hukuk olmadıktan sonra, kural bazlı bir yönetim anlayışı olmadıktan sonra bu ülkenin başı daha çok belalara girer. Çok.

Hukuk önemli ve herkes için gerekli.

12 nolu Eylem Planımızı açıkladık. 10 tane daha geliyor bunlardan. Her alanda yapıyoruz bunu.

Ve bunları yan yana koyduğumuzda bu 22 Eylem Planını Türkiye’deki her sorunun ama her sorunun nasıl çözüleceğiyle ilgili kapsamlı bir yol haritasını tamamlamış olacağız.

Türkiye’de bir ilk gerçekleştirmiş olacağız. Daha önce yapılan bir iş değil bu.

Devlet tarafında böyle bir detaylı çalışma şimdiye kadar olmadı.

Mesela yargı eylem planı açıkladık değil mi? 198 madde.

200 tane hukukçunun emeği var şurada.

Ben Avrupa Birliği Bakanlığı da yaptım. Avrupa Birliğinde yargı reformu projeleri olmuştur hep. Ama nedir? Kısmi.

Türkiye’yi böyle basamak basamak, basamak basamak ilerletmek için Avrupa Birliği’nin yaptığı, yaptırdığı projelerdi onlar.

En sonuncusunu biliyorsunuz geçen yıl 31 Mart’ta Cumhurbaşkanı açıkladı. Yargı eylem planı diye.

Bunun eline su dökemez ha bizim çalıştığımız eylem planının.

Eline su dökemez ayrı uygulama var mı? Sıfır.

Geçen sene 31 Mart’ta apar topar açıkladı. Biz dedik ki niye 31 Mart, niye hiç yoktan alel acele ortaya çıktı?

Meğer Avrupa Birliği’nden para gelecekmiş bu eylem planının bitmesi ve açıklanması da paranın ön şartıymış onun için apar topar 31 Mart’ta açıklamış Avrupa Birliğinden para aksamasın diye.

Ama inanmadan, başkasının soruyla yapınca bu sefer ne oluyor. Uygulama bulmuyor.

Biz hepsini memleketimiz için gerekli olduğu için yapıyoruz çalışıyoruz. Ve her adımı kuşatan bir eylem planı serisini inşallah çok yakın bir zamanda tamamlamış olacağız.

Değerli arkadaşlar değerli il başkanlarımız,

Sizler, teşkilatınızla birlikte, bu eylem planlarımızın şehirlerinizdeki sözcülerisiniz.

Türkiye’nin çözümlerini kendi bölgelerinizde anlatacak olan da sizler, kadrolarınız.

Sakın unutmayın değerli arkadaşlar,

Biz, damla logosunun altında hep beraber büyük bir değişime doğru koşuyoruz.

Onun için gece gündüz çalışıp iktidarımızın ilk 90 ve 360 gününe neler yapacağımızı da bütün detaylarıyla ortaya koyuyoruz.

Bu amaçla, eylem planlarımızı halkımızla paylaşıyoruz.

Kapı kapı, sokak sokak, dükkân dükkân hep beraber Türkiye’ye umut olacağız inşallah.

Görmezden gelinenleri iktidara taşıyanlar biz olacağız.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye, il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle ülkemizi geziyoruz.

Geçtiğimiz 1 ay içinde, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane, Trabzon, Rize, Artvin, Muş, Ağrı, Van, Uşak, Denizli, Yozgat, Nevşehir, Niğde ve Aksaray illerimize gittim. Ankara ve İstanbul’un farklı ilçelerinde programlar yaptım.

Pek çok ilçede ve mahallede vatandaşlarımızı bizzat dinleme imkânı buldum.

Çünkü arkadaşlar; “Dinlemeyen bilemez, bilmeyen çözemez.”

Hep beraber dinlememiz gerekiyor.

Biz sokak sokak halkımızı dinlemek zorundayız. Çözümlerimizi de buna göre hazırlamak zorundayız.

Biz değerli arkadaşlar hep söylüyorum, çözümlerimiz cebimizde çantamızda iktidara doğru yürüyoruz.

Ve bunu biz başaracağız. DEVA karoları olarak biz başaracağız.

Başka bir alternatifi yok bu ülkenin bakın açık söylüyorum.

Bizim çözümlerimizle bu ülke kriz ortamından çıkacak. Bizim çözümlerimizle bu ülke her alandaki sorunlarına çare bulacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Partimiz büyüdükçe, etki alanımız genişledikçe, kıskananlar çoğalıyor. Engelleme çabaları yoğunlaşıyor.

Bakın geçen Denizli’de yaşadık. Gerçekten ibretlik yahu.

Bizim yerel bir kanalda canlı yayınımız var. Stüdyo da meğerse AK Parti’nin İl binasının olduğu aynı binadaymış. Üstteki bir iki kat AK Parti’nin Denizli İl Başkanlığı bizim canlı yayın yapacağımız stüdyo da alt katta.

Vardık bir patırtı gürültü. Sloganlar şunlar bunlar... Gürültü ama yani... Kuru gürültü başka bir şey de yok.

Canlı yayına girdik üst kattan tepiniyorlar. Ne ki ‘canlı yayında tepinme sesleri çıksın. Canlı yayında sloganlar azıcık duyulsun’ diye.

Ya dedim bir zamanların AK Partisi bir zamanların Erdoğan’ı ya siz bu hale mi düştünüz? Dedim kendi kendime.

Ya dedim eğer canlı yayında bir üst katta tepinmeyle bizim sesimizi kısacak ve bizi engellemeyi düşünecek kadar artık izanınızı kaybettiyseniz diyecek bir şey yok. Bu iş bitmiş zaten.

Zaten Denizli’deki vatandaşlarımızda o işin faturasını hemen o gece kesti. Denizli’de işi bitirdik ben söyleyeyim o olaydan sonra.

Daha doğrusu kendileri kendiişlerini bitirdi.

Neyse biz doğru bildiğimiz yoldan yürüyeceğiz zaten halkımız açık açık görüyor.

Bakın Gaziantep’te, Gebze’de ve Yozgat’ta yaptığımız muhteşem mitingler gerçekleştirdik. Ben bu vesile ile Gaziantep İl Başkanımız Ertuğrul Bey’e, Kocaeli İl Başkanımız Âdem Bey’e, Yozgat İl Başkanımız İsmail Bey’e ve tüm kadrolarına tekrar teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Bu mitinglerin her birisi ‘yapamazlar beceremezler’ dedikleri mitinglerdi. Her birisi farklı şekillerde formatlarda engellenmeye çalışılan mitinglerdi.

Ama çok şükür alnımızın akıyla vatandaşlarımızın yoğun ilgi ve desteği ile büyük başarılara imayı attık hamdolsun.

Ama birilerini de çok ciddi şekilde rahatsız etti. Hepsini biliyoruz. Korkunç rahatsızlar bu işten.

Bakın Karaman il başkanımıza yapılan saldırı bu rahatsızlığın, kıskançlığın tezahüründen başka bir şey değil.

İnanın tek sebep bu. Sindiremiyorlar. Hazmedemiyorlar. Ben Karaman İl Başkanımıza yapılan bu saldırıyı şiddetle kınıyorum.

Sorumluların yargı önünde hesap vermesi için konunun çok yakın takipçisi olacağız.

Sonuna kadar bu işi takip edeceğiz.

Ama hukuk içinde yargı mücadelemizi vereceğiz.

Çünkü hukuk devletine yakışan budur. Hukuka saygılı davranış budur.

Gerçekten arkadaşlar bakın Şu Bahçeli’nin bugüne kadar, bu ülkeye zerre kadar faydası oldu mu yahu. Bir düşünün zihninizden şöyle bir geçirin.

Evet, şöyle bir eseri var, şöyle bir şey kazandırdı.

Tek bir tuğlası yok yahu tek bir tuğlası.

Ortağı olduğu her hükümet ülkeyi kriz ardına krize soktu. 2001’de bu büyük felaketi ekonomik krizi yaşadığımızda da o hükümetin ortağıydı. Bugün de yine belki son 20 yılın en büyük ekonomik krizini yaşıyoruz yine hükümetin ortağı.

O yüzden krizlerin ortağı diyoruz zaten.

Siyasette her zaman nefretin ve öfke dilinin temsilcisi oldu. Siyasal şiddetin temsilcisi oldu.

Yazık... Gerçekten çok yazık.

Biz bu konuyu milletimize havale ediyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar, tekraren ifade etmek isterim ki;

Biz bu seçimlere, kendi adımızla sanımızla, kendi şanımızla namımızla ve eylem planlarımızı çantamıza cebimize koyup öyle gireceğiz.

Vatandaşlarımız mührü DEVA’nın damlasına evet şeklinde tercih şeklinde vuracak.

DEVA’nın damlası da seçime damgayı vuracak inşallah.

Bakın arkadaşlar ya başaracağız ya da başaracağız. Başka bir seçeneğimiz yok. İnanan ülkenin başka bir seçeneği yok.

Bu sadece DEVA Partisi meselesi değil. Bu bir Türkiye meselesi.

Çünkü artık bizim başarımız, DEVA’nın başarısı eşittir Türkiye’nin başarısı.

Bu sorumlulukla ve bunu çok iyi bilerek anlayarak seçime kadarki süreci çok dikkatli bir şekilde ve yoğun bir çalışma tablosuyla hep beraber götürmek zorundayız.

Seçimin ertesi günü gazete manşetlerinde yazacak şu; “AK Parti’ye veda, Türkiye’ye DEVA” Bunu yazacaklar inşallah.

Ben bu arada hala AK Partili olup da gönül bağını bitiren, hala oralarda görüp de aklıyla, gönlüyle vicdanıyla aslında kendini oralarda görmeyen milyonların olduğunu gayet iyi biliyorum.

Biz o vatandaşlarımızı gayet iyi anlıyoruz, kadrodaki arkadaşları da çok iyi anlıyoruz.

Bakın milletvekilleri dahil, pek çok milletvekili dahil pek çok kadrodaki insanın farklı duygularla hala oralarda görünseler de önemli bir kısmının gönül ve zihin bağının çoktan kopmuş olduğunu görüyoruz.

Bunu inşallah seçimlerde çok daha somut bir şekilde seçim sonuçlarıyla hep beraber Türkiye’de tescil etmiş olacağız.

Hep beraber görünecek bu.

Çünkü bizim insanlarımızın vicdanı çok engin. Bizim insanımız çok basiretli. Bizim insanımızın nihai kararı şöyle geçmişe bakın, nihai kararı hep doğru karar olmuştur.

Onun için bütün bu çalışmalarda biz milletimize güveniyoruz.

Ve inşallah bu değişim, Türkiye’nin hayrına olacak.

Bize güvenen insanlara mahcup olmayacağız.

Yüzünü DEVA’nın damlasına dönen tek bir emeklinin, tek bir işçinin, tek bir memurun, tek bir öğrencinin, tek bir kadının, tek bir esnafın, tek bir çiftçinin bile beklentisini boşa çıkarmayacağız.

Siyaset yaparken asla “Oldum” demeyeceğiz. Daima dinleyerek ve öğrenerek ilerleyeceğiz. Bu anlayışla çalışacağız.

Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi bu hafta, Genel Merkezimizin koordinasyonunda;

DEVA Partililer olarak üniversite haftamız. Bu hafta kayıtlar var, öğrencilerimiz yoğun bir şekilde üniversite kampüslerini tanıyorlar üniversiteleriyle tanışıyorlar. Dolayısıyla gençler nerede vatandaşlar nerede biz oradayız diyoruz ya vatandaşlarımız parktaysa DEVA parkta, vatandaşlarımız tarlada bahçedeyse DEVA tarlada. Gençlerimiz üniversitelerdeyse kampüslerdeyse biz de yine gençlerle beraberiz bu hafta.

Zorlu ama bir o kadar da kutlu bir yoldayız hep beraber.

Saha çalışmalarımız çok önemli.

Hafta hafta yaptığımız etkinliklerin yoğun bir katılımla ve tüm Türkiye sathında yapılması çok çok kıymetli.

Bizim niyetimiz temiz ve hedefimizin halis bir hedef olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Açık ve şeffaf bir şekilde tüm ülke için tüm vatandaşlarımız için biz özgürlük diyoruz herkes için adalet diyoruz.

Herkes için hukuk diyoruz.

Herkes için refah diyoruz.

*****

Bu kutlu yolda hepimizin yolu açık olsun.

Hepinizin çalışmalarında Allah yardımcımız olsun diyorum.

Ve bütün il başkanlarımıza ve il başkanlarımız şahsında tüm DEVA teşkilatına gönül dolusu sevgilerimi selamlarımı iletiyorum.

İl başkanları toplantımızın da hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Sağ olun.

18 Ağustos 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Niğde İl Başkanlığı Açılış Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan'ın Niğde İl Başkanlığı Binası Açılışındaki Konuşması

DEVA Partisi’nin çok kıymetli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli Niğde İl Başkanımız,

Değerli ilçe başkanlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sivil toplum kuruluşlarımızın, meslek örgütlerimizin, siyasi partilerin çok değerli temsilcileri,

Değerli Niğdeli hemşerilerimiz,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum Niğde İl Başkanlığımızın hizmet binasının açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

Bugün sizlerle beraber sadece bir siyasi partinin hizmet binasını açmıyoruz.

Burada Niğde’nin merkezinde bir demokrasi merkezi açıyoruz.

Bir atılım merkezi açıyoruz.

DEVA Partisi kuruluşunun üzerinden henüz 2 buçuk yıl geçmiş olan bir parti.

2 buçuk yaşındayız.

Buna rağmen Türkiye’nin 81 ilinde il başkanlarımız görevinin başında. 720 ilçede ilçe başkanlarımız görevinin başında çok şükür.

Damla damla büyüyoruz.

Türkiye’de tüm vatan sathında DEVA’nın bayrakları, kendi milli bayrağımız dalgalanıyor çok şükür.

Çok güzel bir teşkilat kurduk.

Siyasete yeni başlayan bizimle ilk defa siyasete adım atan arkadaşlarımız çok sayıda.

Ama daha önce siyaset yapmış, siyaseti kirletmemiş, siyasetin kirletmediği arkadaşlarımızla da beraber yol yürüyoruz.

Hep beraber daha güzel yarınlara doğru çok daha güçlü bir Türkiye’ye doğru omuz omuza yürüyoruz.

Ülkemiz çok büyük bir ülke. 84 milyon nüfusuyla Avrupa’nın en büyük nüfusu bizde.

Avrupa’nın en genç nüfusu bizde.

Avrupa’nın en büyük tarım arazileri bizde.

Avrupa’nın en büyük toprakları bizde.

Fakat maalesef varlık içerisinde yokluk yaşıyoruz.

En temel gıda ürünlerini dışardan ithal etmek zorunda kaldık.

En temel ürünleri artık çiftçimiz üretmiyor.

Diyor ki ben ürettikçe zarar ediyorum.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız ‘ne kadar çok üretirsem o kadar çok zarar ediyorum’ diyor.

Kaç tane çiftçimizden kaç tane üreticimizden bunu duydum.

Süt üreticileri besledikleri hayvanların sayısını azaltmaya başladılar.

‘Kesiyorum, satıyorum’ diyor.

Yarın bu ülke nasıl buğday ithal etmek zorunda kaldıysa nasıl et ithal etmek zorunda kaldıysa yarın süt ve süt tozu da ithal etmek zorunda kalacak.

Bundan korkuyoruz inanın yahu.

Bunun tek bir nedeni var. Kötü yönetim kötü. Başka bir sebebi yok.

Gerçekten ülkemiz iyi yönetilmiyor.

Her alanda sorunlarımız büyüyor.

Şu anda tarımda, hayvancılıkta yakın tarihimizin en zor dönemini yaşıyor bu güzel ülkemiz.

Gençlerimiz artık tarımla uğraşmak istemiyor.

Türkiye’de topraklar boş kalıyor.

Çiftçimiz diyor ki ‘Oğlum, kızım sen şehre git kendini kurtar’ diyor.

Peki, her çiftçimiz bunu deyince yarın bu Avrupa’nın en büyük tarım arazileri boşalınca ülkemiz daha fazla daha fazla ithalat yapmak zorunda kalınca bu ülkeye yazık olmayacak mı yahu?

İnanın içimiz kan ağlıyor. Yazıktır.

Bir tarım politikamız yok tarım politikamız.

Bu hükümetin şu anda bir tarım politikası yok.

Tarım politikası olmayan bir ülke olamaz.

Hele hele Avrupa’nın en büyük tarım arazilerine sahip olan bir ülkenin tarım politikası olmadan yürümesi mümkün değil.

Şu anda bu ülkenin bir göç politikası yok.

Elini kolunu sallaya sallaya milyonlarca insan girdi bu ülkeye yahu.

Bir de vatandaşlık veriyorlar vatandaşlık.

Tek imzayla. Tek imzayla vatandaşlık veriyorlar.

İlgili bakan söylüyor. 200 bin Suriyeliyi vatandaş yaptık diyor.

Ya bizim mevzuatımıza göre geçici koruma altındaki insanların vatandaşlık için başvuru hakkı bile yok. 

Ben buradan soruyorum; O tek imzayla Resmî Gazete ’de tek imzayla 200 bin Suriyeliyi vatandaş yapan Erdoğan’a buradan soruyorum; Sen bu vatandaşlıkları niye veriyorsun? Hangi kritere göre veriyorsun?

Bilmiyor musun ki 200 bin Suriyeliye vatandaşlığı verince diğerleri ne diyecek?  ‘Ya bizde biraz bekleyelim. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kıymetli bir şey. Biz de biraz daha bekleyelim, bekleyelim belki bize de sıra gelir’ diyecekler.

Geri dönüşleriyle ilgili motivasyonlarını kırıyorlar şu anda ülkemizde yaşayan Suriyelilerin.

Biz bu meseleye dün açıkladığımız çok kapsamlı bir eylem planıyla cevap verdik.

Bu işin nasıl yönetilmesi gerektiğini bütün maddeleriyle tam 48 maddelik bir eylem planıyla anlattık.

Bizim açıkladığımız eylem planı aynı zamanda hükümete nasihattir.

‘Bakın bugün bunları hemen yapmaya başlarsanız ülkedeki bu sorunu hemen çözmeye başlayabilirsiniz’ demektir aynı zamanda.

Yoksa seçimlerden aylar önce biz bunu neden açıklıyoruz?

Seçimlerden sonra ilk gün, iş başına gelir gelmez biz bunları yapacağız diyoruz.

Ama aynı zamanda bu açıkladıklarımızdan bir kopya da hükümete gönderiyoruz.

Bayramdan önce tam 11 tane eylem planımızdan paket yaptık. 800 tane gönderdik.

Bütün milletvekillerine, bütün bakanlara, bütün partilerin genel başkanlarına genel başkan yardımcılarına, bakan yardımcılarına.

Dedik ki yahu alın biraz açın okuyun.

Bilmiyorsanız öğrenin.

Ha bu eylem planlarında yanlış bir şey varsa bize söyleyin düzeltiriz. Daha seçime var.

‘Eksiğimiz varsa da tamamlarız’ dedik.

Her konuda ama her konuda açıkladık ne yapacağımızı.

Ne yapılması gerektiğini açıkladık.

‘Seçimi de beklemeden bugün hemen isterse yapabilir bu hükümet yapabilir isterse bunu’ dedik.

Tarım konusunda ilk eylem planımızdır bakın. İlk adımı toprağa attık.

56 maddelik eylem planı açıkladık.

56 maddeyi saysam sabaha kadar buradayız.

Ama birkaç önemli maddeyi söyleyeyim. Tarımla ilgili ne yapacağız?

Hükümet duysun bugün yapsın. Yapmasına bir engel yok bakın.

Ama biz gelince yapacağız diyoruz.

Ne yapacağız? 

‘Şu gübre masrafı var ya gübre masrafı, gübre masrafının yarısını devlet ödeyecek’ diyoruz.

Yem. ‘Yem maliyetinin tam yarısını devlet ödeyecek’ diyoruz.

Tarımsal destekler. ‘Daha ekim dikim olduğu anda rakamlar açıklanacak, hasatla beraber derhal ödenecek’ diyoruz.

Biliyorsunuz şu anda ekiliyor, biçiliyor hasat döneminde rakam açıklanıyor 1 sene sonra ödeniyor.

Biz hemen o sene ödeyeceğiz diyoruz.

‘Çiftçiye özel indirimli elektrik fiyatı uygulayacağız’ diyoruz.

‘Çiftçinin kullandığı mazotta vergi olmayacak’ diyoruz.

‘Eski borçları faizlerini sileceğiz, donduracağız. 2 yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız. Çiftçinin sırtındaki şu borç yükünü bir kenara koyacağız’ diyoruz.

Üzerine ilave kredi açacağız diyoruz ki çarkları dönsün çiftçimizin.

Sulama. En önemli konu. ‘Türkiye’deki bütün sulama projelerinin hepsini iktidarımızın ilk 5 yılında tamamlayacağız’ diyoruz.

‘Barajlar, göletler, isale hatları, kapalı basınçlı sistem su dağıtım kanalları, damlama, yağmurlama sistemli sulama. Tamamı ama tamamı ilk 5 yılda tamamlayacağız’ diyoruz.

Çünkü toprağa su gidince çiftçiler var aramızda görüyorum. Toprağa su gidince verin en az 2’ye 3’e katlıyor. Çiftçimizin yüzü gülüyor.

Toprağa su gidecek ki gençler çiftçiliği kendine meslek edinsin. 

Toprağa su gidecek ki bu ülkenin yarınları ayağa kalksın.

Toprağa su gidecek ki bu ülkede tarım ölmesin, hayvancılık ölmesin.

Bunun yolu buradan geçiyor.

Ben bunları anlatınca diyorlar ki ‘kaynak nerede?’

Bende diyorum ki ya bir dakika bir dakika dur.

Kaynak bizim işimiz. Hemen anlatayım kaynak nerede.

Bugün tarımsal bütçe, tarımsal destek bütçesi ne kadar biliyor musunuz?

Ek bütçe dahil.

Çiftçiye verilen bütün destekler bu yılın bütçesinde.

40 milyar TL.

Peki aynı bütçede faize ödenen rakam ne kadar biliyor musunuz?

Tam 400 milyar TL 400 milyar. Eski parayla 400 kentilyon.

Rakama bakın yahu.  10 misli, 10 misli.

Bunun içinde o kur korumalı mevduata verdikleri rakamlar var ya bu yıl 60 milyar verdiler o da içinde ha.

Kur korumalı mevduat başladı başlayalı 60 milyar lira sadece kur farkı ödediler bakın. Bu yıl.

60 milyar.

Daha hangi aydayız? Ağustos ayındayız.

Ne zamanın parası ödendi? Temmuzun parası ödendi.

Temmuzun sonuna kadar sadece kur korumalı mevduat hesaplarına ödenen kur farkı 60 milyarı buldu yahu 60 milyar.

Rakama bakın siz.

Tarıma 1 yılın tamamında 40 milyar veriyor sadece kur korumalı mevduat hesabında kur farkı 60 milyar veriyor.

Hesap ortada. Peki, siz bu parayı kime veriyorsunuz? Faizi kime veriyorsunuz? Kur korumalı mevduatta farkı kime veriyorsunuz?

Zaten parası olana veriyorsun değil mi? Zengine veriyorsun.

Zaten parası olana üzerine bir de para veriyor.

Çiftçinin en çok ihtiyaç duyduğu dönemde destek olarak topu topu 40 milyarlık bütçe ayırıyor.

Bu ülkede tabi ki tarım sıkışır tabi ki çiftçimiz zor günler yaşar.

Hesap ortada.

Bir de evvelsi gün ne demiş?

‘Milli paramızı kura endeksledik’ demiş. Artık kura endeksli bir milli paramız var.

Ya elin parasına endeksli milli para olur mu yahu.

Elin dolarına, Euro’suna banka hesabına endeksledim diyorsun sonra milli para demekle övünüyorsun.

Peki, sen bankada parası olanın parasını kura endeksledin de bizim emeklimizin maaşını niye endekslemedin?

Bizim emeklimizin aldığı maaş milli para değil mi?

Türk lirası almıyor mu bizim emeklimiz?

Onu niye endekslemiyorsun?

Peki ‘emekli maaşını milli parayla ödüyorum onu da kura endeksledim’ de. Göreyim hadi.

Asgari ücreti de kura endeksle.

Asgari ücretli bizim milli paramızla almıyor mu maaş olarak?

Bir de bununla övünüyor yahu.

Hayret ediyorum gerçekten hayret ediyorum yahu.

Bu kadar hesap bilmezlik olmaz.

Ekonomistim diyor alanım ekonomi diyor. İşte hesap bu.

Sen memurun maaşını, emekli maaşını asgari ücrete, kura endeksledin mi ki milletin bankadaki parasını kura endeksliyorsun yahu.

Diploma varmış öyle diyorlar. Onu ben bilmiyorum

Niğde bu işi çözmüş.  Bizim Niğde’de fazla mesai yapmamıza gerek yok. Niğde bunları birbirine anlattı mı bitmiş bu iş tamam.

Niğde tabi hesap biliyor.

Vallahi biz Ankara’dan biliyoruz. Ankara’daki işini bilen ne kadar esnaf ne kadar tüccar varsa hep Niğdeli yani.

Biz Çıkrıkçılarda da ticaret yaptık, sitelerde de ticaret yaptık işini hep en iyi bilenler Niğdeliydi yani.

Niğdeli hesabını biliyor.

Onun için ‘bu hükümetin yanlış hesap Bağdat’tan döner’ derler ya kadar uzağa gitmeye gerek yok.

Şu andaki hükümetin Beştepe’nin hesabı Niğde’den dönüyor burada ben onu gördüm.

Ya gerçekten çok üzülüyoruz. Çok üzülüyoruz yahu.

Hadi bu işleri hiç yapmamış olsak, bu ülkenin ekonomisini tam 11 yıl yönetmemiş olsak deriz ki ya herhalde vardır bir sebebi.

Şimdi öyle anlatıyorlar ya dünyanın her yerinde enflasyon var diyorlar.

Biz de hop diyoruz ya bir dakika.

Dünyanın her yerinde enflasyon var da bu kadar yüksek enflasyon yok hiçbir yerde yahu.

İşte Amerika’da enflasyon belli. Yüzde 8,5.

Rusya savaşın ortasında yüzde 15 enflasyon var.

Almanya’ya geliyorsun yüzde 7 küsur...

Asya’ya gittiğinde daha düşüyor. Bugün Kore’de Japonya’da enflasyon yüzde 2 küsur.

2 küsure çıktı diye panik oluyorlar endişeleniyorlar biz bu enflasyonu ne yapacağız diye.

Ya bizim yüzde 2 enflasyon günlük yaşadığımız bir şey yani.

Günlük ha 2 enflasyon dediğimiz bir şey.

Adamlar 1 yılda yüzde 2 enflasyon yaşadık diye panik oluyorlar, enflasyonla mücadele programları açıklıyorlar.

Şu an bizim TÜİK’in açıkladığı uydurma enflasyon yüzde 80’e dayandı.

Gerçek enflasyon yüzde 200’e dayandı.

Burada alışveriş yapan bütün vatandaşlarımız bunu biliyor.

Şuradaki kırtasiyeci arkadaşımıza soralım. İşte oraya topları asmış okul çantalarını asmış.

Geçen sene 100 liraydı da 180 lira mı oldu?

Değil.

Geçen sene 100 liraysa bu sene 300 lira. Cevap geliyor işte.

Geçen sene 100 liraysa bu sene 300 liraysa enflasyon kaç? Niğde hesap biliyor değil mi?

Yüzde 200 oluyor değil mi?

Yani 100 ise üzerine 200 enflasyon geliyor 100 ise 300 oluyor. 3 katına çıkıyor.

Hesap bu. Hesap ortada.

120 lira olan top 330 lira oldu hesap ortada ortada.

Niğde hesap biliyor. Hesabı bilmeyen neresi?

Beştepe.

Hesap bilmeyen orası.

Bugün faizi düşürmüş Merkez Bankası. Maşallah.

Ya Merkez Bankasının faizi hangi faiz biliyor musunuz?

Bankalara verdiği faiz. Bankalara borç verdiği faiz.

Siz bankalardan borç alığınız faiz indi mi onu haber verin yahu.

Piyasa faizi o.

Aradaki farkı banka kazanıyor. Şu anda dikkat ederseniz bankalar mutlu.

Son dönemde hiç kazanmadıkları parayı kazanıyorlar.

Merkez Bankasından 14 ile şimdi 13 ile alıyorlar yüzde 30 ile 35 ile 40 ile piyasaya satıyorlar.

O da tabi kredi alabilirsen. Herkese kredi yok.

Çünkü bu hükümetin anlamadığı şu; faiz talimatla düşmez. Faiz ancak ve ancak güvenle düşer güvenle.

Bunu anlamıyorlar yahu.

Bu arkadaşınız Hazineden Sorumlu bakan olarak göreve başladığı gün Türkiye Cumhuriyeti hazinesi yüzde 66 faizle borçlanıyordu.

Biz bunu indirdik indirdik indirdik yüzde 4,6’ya.

Enflasyonun tek haneli olduğu, faizin tek haneli olduğu dönemde ne diyordu?

‘Yüksek faiz vatana ihanettir’ diyordu.

‘Yüksek faiz sebep yüksek enflasyon sonuç’ diyordu.

Ne oldu?

Son 4 yıldır tek imza yetkisi elinde mi?

200 bin Suriyeliyi basmış imzayı vatandaş yapmış mı? Yapmış.

Tek yetki elinde.

Peki o imzayla niye şu piyasanın faizini düşüremiyor?

O imzayla neden faizi düşüremiyor.

Çünkü enflasyon da faiz de güvenle düşüyor güvenle.

Bu ülkede 34 yıl enflasyon çift hane gitmiş.

Rahmetli Özal biliyorsunuz bu dövize çevrilebilir hesap diye bir hesap vardı eskiden. 1970’lerde...

Aynı bugünkü kur korumalı mevduata benziyor.

Yıllarca o zaman enflasyon düşmüyor.

1986 yılında rahmetli diyor ki ‘biz bu dövize çevrilebilir mevduat hesabını durduracağız’ diyor.

‘Gençlere nasihatimdir bir daha bu ülkeyi böyle yanlış yollara sokmayın’ diyor. 

‘Eğer yıllarca bu ülkede enflasyon yüksek seyrettiyse bu enflasyonun sebebi bu dövize çevrilebilir mevduat hesabı olmuştur’ diyor.

‘Çünkü kur farkını ödemek için Merkez Bankası habire para basmıştır. Onun için enflasyon düşmemiştir’ diyor.

Hatta bir ifade kullanıyor dövize çevrilebilir mevduat hesabı için bugünkü kur korumalı mevduata çok benziyor, rahmetlinin ifadesi; ‘bu dövize çevrilebilir mevduat hesapları kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir’ diyor.

Özal’ın ifadesi bu.

Ve o gün bitiriyor bu işi.

Ya ta 70 model bir tavşanı şapkadan çıkarıyorlar yeni bir buluş gibi ekonomiyi bununla kurtaracaklarını zannediyorlar.

Vay yavrum vay.

Ya biraz aç öğren ya.

Biraz yaşayanlara sor.

Ya Ali Babacan sen zamanında bu enflasyonu tek haneye nasıl düşürmüştün?

Paradan altı sıfırı nasıl atmıştın hatırlat bana der değil mi?

Bilmiyor bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor. Sorun oradan kaynaklanıyor.

Ya bizim atasözümüz değil mi? Bu toprakların sözü. Ne demişler? Bin biliyorsan bir bilene sor demişler.

Bakın biz bu ülkede temerrüt riski, iflas riski yükselince yaklaşık bundan 2 ay önce hemen bir basın toplantısı yaptık.

Dedik ki; ‘Bakın Türkiye’yi bu temerrüt uçurumundan döndürmenin, bu kötü gidişi durdurmanın bir yolu var.  Burada hükmetme tavsiye ediyoruz. Hemen ama hemen şu Merkez Bankası’nın yönetimi bir değiştirin.  Ehil ve dürüst insanları koyun. Dönün bir de şu TÜİK’in yönetimini değiştirin.  Ehil ve dürüst insanları koyun.  Ama iki kurumdan da elinizi çekin.’

Çünkü bu iki kurum da bağımsız çalışması gerekiyor yahu.

Oradaki teknik kapasite ile çalışması gerekiyor.

TÜİK bağımsız çalışacak ki gerçek enflasyonu söylesin.

TÜİK bağımsız çalışacak ki hükümetin etkisi altında kalmadan ülkenin gerçek rakamlarını açıklasın.

Talimatla iş yaptığında TÜİK doğruyu söylemiyor. Hükümetin işine gelen rakamları açıklıyor hep.

Merkez Bankası ne zamanki bağımsız oldu, bu ülkede enflasyon o zaman düştü.

Demek ki bağımsız olunca enflasyon düşüyormuş. Biz bunu yaşadık.

Milli paramızın değerini korumak için çalışan bir teknik ekibe ihtiyaç var.

Aksi halde hükümetler sıkıştıkça Merkez Bankasına talimatı veriyor karşılıksız parayı bastırıyor. Bunu yaşamış bu ülke defalarca.

Dünyada pek çok ülke yaşamış bunu.

Hatayı tekrar etmenin anlamı yok yahu.

Tarihten ders almazsan tarih tekrar eder. Ama tarihten ders alacaksın kendi ülkenin tarihinden ders alacaksın.

Ama inşallah evelallah her ne kadar ülkemizin bu kadar büyük sorunları olursa da olsun bunların çözümü de inanın bir o kadar kolay. Bir o kadar kolay.

Çünkü çözüm güvenden geçiyor güvenden.

Güven ortamını oluşturduğunuz anda bu ülkenin sorunları çok hızlı bir şekilde çözülür.

İnanın enflasyon da düşer faiz de düşer. Piyasa faizi de düşer.

Peki güveni nasıl oluşturacağız güveni?

Gençler bazen bana soruyor. Diyorlar ki ‘başkanım bu güven nasıl oluşur bir anlat bize’ diyorlar.

Bende diyorum ki gençler 1 dakika da 8 madde de size özetleyim.

Güven nasıl oluşur?

  • Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Yani Merkez Bankası’na TÜİK’e yalan rakamlar açıklatmayacaksın.
  • Söz verice tutacaksın.
  • Emanete hıyanet etmeyeceksin. Devlet yönetimi bir emanet. Kimsenin tapulu mülkü değil, kimsenin babasından da miras kalmadı ya. Orası bir emanet. Emanete dikkat edeceksin.
  • Her zaman hukukla adaletle hareket edeceksin. Devletin varlık sebebi adalet adalet. Adalet sadece yargının hızlı ve düzgün işlemesi değil. Adalet aynı zamanda sosyal adalet. Adalet aynı zamanda fırsat eşitliği. Gençler işe girerken fırsat eşitliği. Esnafımız iş yaparken fırsat eşitliği.
  • Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın. Dürüst ve ehil insanları göreve getireceksin devlet kademelerinde.
  • Hiçbir zaman istişareden vazgeçmeyeceksin. Her kararını istişareyle alacaksın. Güven ancak böyle oluşur.
  • Devlet yönetiyorsan şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Merkez Bankası’nın 190 milyar dolarını arka kapıdan gizli saklı satmayacaksın.
  • Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.

Hamdolsun eğer biz Cumhuriyet tarihinin en uzun süre görev yapan, hükümette bulunan kişilerinden birisi olarak bugün burada Niğde’de, alnımız açık başımız dik geziyorsak bu zamanında görev yaparken her zaman hesap vermeye hazır bir şekilde işimizi yaptığımız için bugün burada böyle rahatız.

Ama başkaları rahat değil. Onu biliyoruz.

Zaten en ufak bir şey bulsalar bilseler hakkımızda bizi konuştururlar mı yahu. Mümkün mü?

Ama çok şükür.

Gençler onun için bu 8 madde önemli. Devlet yönetiyorsan her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.

Güven oluşturmak için bu 8 maddeyi yap iyi ekonomistlik bizim maddeler arasında var. Nerede var? 5. Madde de var. Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın. Yani mesele ekonomiyse ekonominin başına dürüst ve ekonomiyi bilen insanlar koyacaksın.

Sağlığın başına dürüst ve sağlığı bilen insanlar koyacaksın.

Savunmanın başına dürüst ve savunmayı bilen insanlar koyacaksın.

Dürüst insanları koyduğun zaman hortumlar kesiliyor zaten.

Niye dürüst? 2 vasıf diyoruz bakın 2 vasıf. Hem dürüst olacak hem de işi bilecek.

Çünkü dürüstse ama işi bilmiyorsa yapamaz ya iyi insan ama yapamaz.

Peki işi biliyor ama dürüst değil. Onlarda çok kötü çarpar. Nereden vuracakları belli olmaz.

Hem işi biliyor hem dürüst değiller. Çarparlar adamı.

Dolayısıyla hem dürüst olacak hem işi bilecek.

Bizim 8 madde hepsini kapsıyor.

Ve inanın, inanın bakın biz görev başına gelir gelmez inşallah ilk 1 ayda bütün kamu kurumlarını ayağa kaldırırız.

Ekonomi ile ilgili bütün kurumlar şekil vermek ayağa kaldırmak bizim içi 1 ay.

Daha önce yaptık çünkü biliyoruz.

En geç 6 ay içerisinde ülkedeki kriz ortamını inşallah ortadan kaldırırız.

En geç 2 yıl içinde de enflasyonu tek haneye indiririz.

2001-2002 krizini biz çözdük ekibimizle beraber. 2008-2009 krizini de biz çözdük.

Birini çözmemiz 2 yıl aldı. Çünkü o dönemin 20 tane bankası batıktı. Bütün o batan bankaların mevduatını bile devlet ödedi vatandaşa biliyorsunuz vatandaşa. Neler neler çektik o zaman.

2 yıl sürdü.

2008-2009 krizi bütün dünyayı vurdu ama biz onu 6 ayda çözdük çünkü devlet güçlenmişti. Çünkü şirketler güçlenmişti. Çünkü bankalar güçlenmişti. O güçlü yapıyı   iyi bir koordinasyonla ele aldık ve 6 ayda 2008-2009 krizinden memleketi çıkardık.

Yaptık yine yaparız inşallah. Yaptık çok daha güzelini yaparız.

Kadrolarımız hazır bunun için.

Bu aralar dış güçleri hiç duymuyoruz. Hiç lafını etmiyorlar. Dış güçlerle sarmaş dolaş oldular birdenbire.

İsrail ile ilişkiler tamamen normalleşti biliyorsunuz. Neredeyse top atacaklar havai fişek fırlatacaklar ‘İsrail ile bakın ilişkileri düzeltiyoruz’ diye.

Acaba düşünüyorum bu ilişkileri apar topar niye düzeltiyorlar diye.

Acaba milletten destekleri kaybettiler de kendileri mi dış güçlerden medet umuyorlar diye aklıma geliyor yani.

Yoksa sen 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörü olmakla suçladığın Birleşik Arap Emirlikleri ile birdenbire sarmaş dolaş ol. Kaşıkçı cinayetiyle suçladığın, dosyayı vermem gelsin burada baksınlar dediğin dosyayı gönder ondan sonra Sudi Arabistan’ı kırmızı halıyla kabul et, birdenbire prensle sarmaş dolaş ol. Esad’la şimdi yol yapıyorlar değil mi? İsrail terör devletiydi, zulüm devletiydi değil mi?

Şimdi ne oldu? Dedi ki; Filistin davasını savunmanın önemli bir yolu İsrail ile iyi ilişkilerden geçer dedi.

Ha şunu bileydin.

Peki 2009’da one minute deyip ilişkileri bozan 2022’ye kadar ilişkileri bozan sen değil misin? 

Niye yaptın o zaman?

Demek ki Filistin davasına en büyük zararı sen verdin yıllarca.

Bu dikkat edin dış güçler lafı hiç geçmiyor. Bitmiş artık o iş. Çünkü dış güçlerle sarmaş dolaş.

Bakın biz yıllarca bu işlerin içinde olduk. Avrupa Birliği Bakanlığı yaptı değil mi bu arkadaşınız? 3 yıl.

Dış İşleri Bakanlığı yaptı bu arkadaşınız. 2 yıl.

Biz önce Türkiye’de güçlendik. Türkiye’yi güçlü kıldık.

Güçlü bir ekonomi ile alnımız açık başımız dik gezdik. Avrupa’da da, Amerika’da da, Asya’da da.

Şimdi o dönemde dış güçler dediklerinde Türkiye’yi yere göğe sığdıramıyordu.

Avrupa basınının kapağında Türkiye vardı. Avrupa gazetelerinin manşetinde Türkiye vardı. ‘Parlayan ülke, yıldız ülke’ diye..

Şimdi işlerine gelmediği zaman, çuvalladığı zaman dış güçleri suçla işine geldiği zaman git dış güçlerle sarmaş dolaş ol.

Bu politika değil arkadaşlar. Bu hükümetin bir dış politikası da yok. Dedim ya bir tarım politikası yok diye bunların bir dış politikası da yok. Bir göç politikası da yok. Sağlık politikası yok. Eğitim politikası yok.

Tamamen rast gele günlük adımlarla yürüyor işler günlük adımlarla.

Hiçbir konuda plan, program hazırlık yok.

Onun için bu sıkıntıyı çekiyor bu ülke.

Bu ülkenin inşallah önü açık, yolu açık.

Ben burada Niğde’de il binamızın açılış töreninde Niğdeli hemşerilerimize bu ülkeye güvenmelerini istiyorum.

Bu ülkeye güvenin. Bu ülkenin insanlarına güvenin. Bu ülkenin yarınlarına güvenin. İnanın bu ülke çok büyük ve çok güçlü bir ülke.

Düzgün yönetildiğinde iyi yönetildiğinde, dürüst ve ehil bir kadro iş başına geldiğinde bu ülke ayağa kalkar, bu ülke koşar, bu ülke kanatlanıp uçar.

İnşallah göreceksiniz inşallah.

Nasıl bir zamanlar 3 bin 500 dolarlık milli geliri alıp 12 bin 500 dolara çıkarttıysak nasıl Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi seçimlerinde 192 ülkenin 151 tanesini gizli oyda Türkiye’yi destekler noktaya getirdiysek inşallah bu ülkenin ekonomisini de itibarını da yeniden yükselteceğiz.

Ve bunu biz yapacağız. Hep beraber yapacağız. Tüm vatandaşlarımızla beraber yapacağız.

Bu ülke güzel bir ülke.

Bu arkadaşınız dünyada en az 100 ülke görmüştür. İnanın ülkemizden güzel bir ülke yok. Çok zenginiz.

  1. madde dedim değil mi 4. Madde. Devletin varlık sebebi dedim, adalet dedim. Güvenin 4. Maddesi adalet öyle bir kavram ki ekonominin zemininde adalet var. Nasıl şu binanın bir zemini var ekonominin de o temelinde zemininde adalet var hukuk var, insan hakları var, özgürlükler var, demokrasi var.

O temel sağlam olmazsa üzerine sağlam bir binayı asla inşa edemezsiniz.

Bu hükümet sadece ir ekonomik kriz çıkarmadı bu ülkede bu ülkede aynı zamanda bir hukuk ve adalet krizi var. Ve bu sadece yargıyla ilgili sorunlar değil bakın. Sosyal adalet sorunu var.

Eğer bu ülkede gençler KPSS sınavını kazanıp mülakatlarda eleniyorsa sadece ve sadece hükümete yakın olmadıkları için o mülakatlarda eleniyorlarsa bu sosyal adalet değil. Bu fırsat eşitliği değil.

Onun için biz ne dedik? Mülakatı kaldıracağız dedik. Kestirme yol. Hiç uğraşmaya gerek yok.

KPSS’de yazılı sınav sonucu neyse o olacak dedik. Yazılı sınavı kazanan girecek dedik devlete.

Yazık yahu.

Gerekirse alan sınavı yaparsın ama açık olursun, şeffaf olursun. Hak edene de hak ettiğini veririsin.

Sosyal yardımlar sosyal destekler...

Asla ama asla öyle parti üyeliğiymiş şuymuş buymuş bakılmaz yahu.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin sosyal destek sosyal yardım almak bir haktır. Devletin bir lütfu değildir. Vatandaşın hakkıdır.

O hakkı da devlet onu arayıp bulacak. Devlet ödeyecek.

Biz ne dedik? Aynı aile hekimleri gibi sosyal destek uzmanları görevlendireceğiz dedik. 70 bin tane sosyal güvenlik uzmanı Türkiye genelinde görevlendireceğiz.

Ne yapacak bunlar? Ailelerin kapılarını onlar çalacaklar. Çünkü vatandaşımız şu anda gidiyor 41 tane kapı çalmak durumunda kalıyor.

Devletin sosyal destek sosyal yardım verdiği 41 ayrı kapı var. Vatandaşlarımız bunu bilemez bulamaz yahu.

Mümkün değil yani.

Bu sosyal destek uzmanları gidecekler bakacaklar ailenin durumuna eğer yardıma ihtiyacı varsa sağlık olur, rehberlik yardımı olur, psikolojik destek olur, engelli bir birey vardır mahalleye yeni taşınmıştır yol bilmiyordur yordam bilmiyordur vatandaşa o arkadaşlarımız yardımcı olacak.

Cep telefonundan direk arayabilecekler benim şu ihtiyacım var diye.

Sosyal devlet böyle olur.

Şimdi bakıyorsun sosyal devlet sosyal yardım almanın ön şartı bazı illerde ilçelerde görüyoruz parti üyelik şartı.

Hele hele muhalefet partisine üyeysen bazı illerde ilçelerde yardım alamıyor insanlar.

Yazık günah ya.

Böyle bir şey olur mu? Böyle sosyal devlet olur mu?

Hepsini değiştireceğiz inşallah hepsini. Ve çok hızlı olacak bunların hepsi.

Çünkü biz dersimizi bugünden çalışıyoruz. Bugünden eylem planlarımızı hazırlıyoruz. Bugünden seçimden sonraki ilk 90 gün, ilk 180 gün, ilk 360 gün ne yapacaksak hepsini bugünden hazırlıyoruz.

Bakın dün açıkladık eylem planımızda. Tam 48 maddede.

Türkiye’ye gelen kaçakların Suriyelilerin geri dönüşü ile ilgili neler yapılacağı 48 madde halinde tek tek takvime bağladık açıkladık.

Ama bunu bildiğiniz zaman yapabiliyorsunuz bilen bir ekip olduğu zaman yapabiliyorsunuz, ehil kadrolarla yapabiliyorsunuz.

Bizim hamdolsun var ehil kadrolarımız. Onun için yapabiliyoruz bunu. 

Bakın biliyorsunuz siyasi partiler ayrı ayrı partidir. Siyasi partiler aynı zamanda birbirlerine rakiptir. Ama biz ne yaptık? Bu memleketin menfaati varsa vatandaşlarımızın hayrınaysa biz partilerle otururuz iş birliği de yaparız dedik.

Altılı masaya da onun için oturduk.

Ama şu var ki altılı masaya oturunca partiler birleşip tek parti olmuyor. Onun da farkına varmamız lazım değil mi?

Ne yapıyoruz? Memleketin hayrına ortak çalışma noktaları bulabiliyorsak, uzlaşacağımız noktalar bulabiliyorsak o noktada uzlaşıyoruz.

Diğer konurda da her partini kendi projesi olur kendi iddiası olur bu şekilde yürüyoruz.

Allah sonunu hayır eylesin inşallah.

Ama biz şunu gösterdik; şu andaki iktidar ülkeyi gererek yönetmeye çalışıyor. Ülkeyi ötekileştirerek yönetmeye çalışıyor. Düşman üreterek yönetmeye çalışıyor. Kutuplaştırarak yönetmeye çalışıyor.

Biz siyasetin sadece öfke, nefret, kutuplaştırma, ötekileştirme olmadığını, siyasetin aynı zamanda uzlaşabilme olduğunu, mutabakat arayışı olduğunu da dünya aleme göstermiş olduk.

Haç endişeniz olmasın biz bu ülkenin menfaati neyse vatandaşlarımızın hayrınaysa ne doğruysa yaparız ama şu da var ki biz yeni ve iddialı bir siyasi partiyiz.

Her alanda ama her alanda biz kendi çözümlerimizi hazırlıyoruz.

Çünkü vaktimiz yok. Bazen 6 parti çalışınca vakit alıyor değil mi?

Onun için biz kendimiz hızlı gidiyoruz bütün çözümlerimizi hazırlıyoruz.

12 tane eylem planı açıkladık bugüne kadar, diğer siyasi partilere de gönderiyoruz, hükümete de gönderiyoruz ve günü geldiğinde biz bunları yapacağız diyoruz.

Yanlışımız varsa düzeltelim diyoruz eksiğimiz varsa tamamlayalım diyoruz.

Tam 12 tane eylem planı açıkladık 12.

Tarımdan bahsettim sadece bir tanesinden bahsettim.

Tarım, Afet Yönetimi, Sosyal Politikalar, Dijital dönüşüm teknoloji, Ekonomi, Finans, İstihdam... Bunların hepsini açıkladık bakın.

Yerel yönetimler şehircilik, yüksek öğretim, KYK mağduriyetleri, Yargı eylem planı... Hepsini açıkladık.

Sağlık açıkladık, göç açıkladık... 12 tane açıkladık. 10 tane daha geliyor. Çünkü hızlı gitmemiz gerekiyor.

Bütün çözümlerimizi de ortaya koyuyoruz Türkiye’ye de dünya aleme de ilan ediyoruz.

Günü geldiğinde de vatandaşlarımız bize o yetkiyi verdiği andan itibaren o çözümlerimizi hemen uygulamaya başlayacağız.

Seçime biraz var. Eğer açıkladıklarımızda eksik varsa hemen söyleyin düzeltiriz.

Kolay yani.

Bugüne kadar da diyen olmadı. Demediler ki bize Tarım eylem Planı ilk onu açıklamıştık şurası eksik şurası yanlış diyen olmadı bugüne kadar. 1 seneyi geçti.

Olabilir de. Tamamlarız da. Ama çalışmamız gerekiyor.

Çünkü siyaset sadece laf üretmek değil. Siyaset sadece konuşmak değil. Siyaset aynı zamanda iş üretmek iş.

Biz hep iş ürettik bugüne kadar.

Bizim iş bitirmemiz var, arkamızda kapı gibi başarılar var.  Onun için rahat dolaşıyoruz değil mi?

Dış politika diyorsak dış politikada bu ülkenin dünyada en itibarlı olduğu dönemde bu arkadaşınız Dış İşleri Bakanıydı.

Ekonomide zirvenin yaşandığı dönemde bu arkadaşınız ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcısıydı.

Avrupa Birliğine Türkiye’nin en yaklaştığı anda bu arkadaşınız Avrupa Birliği Bakanıydı.

Bizim iş bitirmemiz var aramızda kapı gibi başarılar. O yüzden rahat konuşuyoruz.

Sadece laf üretmiyoruz. İş üretiyoruz. Herkesten de farkımız bu.

Onun için inşallah çok çabuk düzelecek bu işler inşallah. Biz buna gönülden inanıyoruz.

Bunun için yola çıktık. Çok çalışacağız ama dosdoğru çalışacağız.

Biz şuna inanıyoruz Allah doğrunun yardımcısıdır. Çalışacağız ama dosdoğru çalışacağız.

Niyetimizi sağlam tutacağız. Biz niyetimizi sağlam tutunca, çok çalışınca, dosdoğru çalışınca inanıyorum ki vatandaşımızın desteği de bizimle olacaktır, Allah’ın desteği de bizimle olacaktır. İnşallah hedefimize ulaşacağız.

Hep beraber.

Ben buradan tekrar bu açılış vesilesiyle bizimle beraber olan tün Niğdeli hemşerilerimize teşekkür ediyorum.

Ofislerinin camlarından evlerinin balkonlarından bizlerle beraber olan bu açılışı izleyen tüm komşularımıza da özelikle buradan göndermek istiyorum.  Bu açılış vesilesiyle bizimle beraber olan siyasi partilerin temsilcilerine, sivil toplum meslek örgütlerinin temsilcilerine ve tüm hemşerilerimize şükranlarımı sunuyorum.

Hayırlı uğurlu olsun diyorum.

17 Ağustos 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Sığınmacı Sorununun Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi Basın Toplantısı Konuşması

Ali Babacan Sığınmacı Sorununun Çözümü Ve Düzensiz Göçün Önlenmesi Basın Toplantısı Konuşma Metni
 
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Saygıdeğer konuklar,
 
Değerli çalışma arkadaşlarım,
 
Ekranları başında ve sosyal medya üzerinden bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarımız,
 
Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
 
Sığınmacı sorununun çözümü ve düzensiz göçün önlenmesi eylem planımızın tanıtım toplantısına hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Bildiğiniz gibi DEVA Partisi olarak her alanda eylem planları hazırlıyoruz. Türkiye’nin en can yakıcı sorunlarını çözmek için hazırlanıyoruz.
 
Hiçbir alanı es geçmeden çalışıyoruz.
 
Bugüne kadar 11 alanda eylem planı açıkladık. Hukuktan ekonomiye, tarımdan teknolojiye kadar tam 11 farklı alanda binlerce çözüm önerimizi kamuoyuna duyurduk. 
 
Hepsini takvime bağladık.
 
Millet yetkiyi verir vermez, seçimden sonraki ilk 90 ve 360 günde tüm çözüm planlarımızı hayata geçirmeye başlayacağız ve eş zamanlı olarak bunları yapmaya başlayacağız.
 
Hedefimiz net. Türkiye’nin sorun yaşadığı her konuda çözümler üreteceğiz ve günü geldiği zamanda bunları uygulayacağız. 
 
*****
 
İşte bugün yepyeni bir eylem planıyla karşınızdayız. Bugün, sığınmacı ve düzensiz göç sorununun çözümünü konuşacağız.
 
Konunun netameli olduğunun farkındayız.
 
Bugün gelinen noktada, ülkemizde geçici koruma altındaki Suriyeliler, burada doğan Suriyeli çocuklar, vatandaşlık verilen Suriyeliler, gayrimenkul satışı yoluyla dağıtılan vatandaşlıklar ve sınır güvenliğinin sağlanamaması sonucu gelen düzensiz göçmenler var.
 
Türkiye’de toplam olarak yaklaşık 6 milyon sığınmacı ve düzensiz göçmen olduğu tahmin ediliyor.
 
Bakın, “tahmin ediliyor” diyorum, çünkü devletin bu konularda güvenilir bir istatistiği yok. Herhangi bir kayıt altına olmaya, hiçbir yerde kaydı alınmamış yüzbinlerce insan şu an Türkiye’de bizimle yaşıyor.
 
Burada sorunun kökünde şu var arkadaşlar:
 
Mevcut hükümetin bir göç politikası yok. Bu konuda bir stratejisi yok.
 
Mevcut hükümet, plansız programsız hareket ediyor ve her konuda anlık kararlar alıyor. O anı ne kurtaracaksa... 
 
2011 yılından bu yana 11 yıl geçmesine rağmen, Türkiye’de geçici koruma altında bulunan 4 milyon civarındaki Suriyeliye ilgili nasıl bir çözüm bulunacağına dair hiçbir politika geliştirmiş değil.
 
Politikasızlık şu anda ki iktidarın şu anda ki hükümetin en önemli sorunu. 
 
Hiçbir alanda politikaları yok. Ekonomide de yok, hukuk adalette de yok, eğitimde de yok, dış politikada yok. Evet göç konusunda da yok.
 
Suriye’de, toprak bütünlüğü sağlanmış devlet yapısının yeniden tesisi veya güvenli bölgelerin oluşturulması için Şam Yönetimi, Rusya ve Birleşmiş Milletler’le bir uzlaşı arayışında bulunulmadı, bulunulmuyor.
 
Samimi bir uzlaşı arayışı görmüyoruz. 
 
Suriye’nin yeniden güvenli bir ülke haline gelmesi için uluslararası girişimlerde Türkiye zayıf kalıyor. 
 
Ortada kayda değer bir emek bir gayret yok. 
 
11 yıldır, Türkiye’deki Suriyelilerin geri dönebilecekleri güvenli bir Suriye bir türlü oluşturulabilmiş değil. 
 
Öte yandan, mevcut hükümet, Türkiye’deki sığınmacıların Avrupa ülkeleri arasında dağıtılması ve onlarla paylaşılması için de bir çaba içinde olmadı.
 
Hükümet, geçici koruma altındakilerin bir kısmına istisnai vatandaşlık veriyor. 
 
Bunu niçin yapıyor? Neye dayanarak yapıyor?
 
Kaç kişiye vatandaşlık verildiği niçin resmen açıklanmıyor?
 
Bu soruları aylardır soruyoruz, cevap yok. Cevap vermiyorlar. 
 
Sonuçta, Türkiye’deki Suriyeliler ülkelerine güven içinde dönemiyor. 
 
11 yıldır bu sıkışmışlık devam ediyor.
 
Öte yandan, mevcut hükümet Türkiye’deki sığınmacıların Avrupa Ülkeleri arasında dağıtılması onlarla paylaşılması içinde bir çaba içinde olmadı. 
 
Değerli arkadaşlar; Bir başka önemli husus,
 
Göçmenleri bahane edip Türkiye’yi ırkçı bir çukura, derin bir buhrana düşürmeye çalışanlar olduğunu da görüyoruz. 
 
Bu kişiler sorumsuzca, yalan yanlış bilgilerle nefreti körükleyip duruyorlar.
 
Göç konusunda sahte bir ikilem kuruyorlar.
 
Bu sahte ikilemde, evrensel insan hakları anlayışı ile ülkemizin güvenlik ihtiyacı birbiriyle yarıştırılıyor. Oysa öyle değil.
 
Biz önce bu dar kalıpları aşmak zorundayız.
 
Biz, ülkemizin güvenlik ihtiyacını, insan haklarını gözeterek karşılayabilecek bir birikime sahibiz.
 
Böyle ‘insan haklarıyla güvenliği dengeye koydum, teraziye koydum terazide güvenlik ağır bastı, insan haklarını yok sayacağım.’ Öyle bir şey yok.
 
Hem güvenliği hem de insan haklarını önceleyen bir tutum mümkün. 
 
Dolayısıyla biz bu tekçi, kalıpçı her türlü yaklaşımı reddediyoruz.
 
İktidarın politikasızlığını değil de sığınmacıları ve göçmenleri hedef alan sorumsuz siyaset anlayışını da reddediyoruz.
 
Biz sorunları hukuk içinde çözeceğiz.
 
Onun için çok net söylüyorum.
 
Göç konusunda hukuk devleti pusulasından şaşmayacağız. Nefret söylemlerine pabuç bırakmayacağız.
 
Kirli dil sahiplerinin, toplumu göçmenlere karşı kışkırtmasına da karşı duracağız.
 
*****
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki,
 
Sığınmacılar ve düzensiz göç sorununu çözecek en kapsamlı yaklaşımı DEVA Partisi olarak biz oluşturmuş durumdayız. 
 
Bugüne kadar bugün açıkladıklarımızdan daha kapsamlı bir şey ortaya koyulamadı. 
 
Biz gerçekçiyiz ve halkımızla her zaman doğruları paylaşıyoruz. 
 
Her konuda doğruları söylüyoruz. 
 
Derdimiz göç sorunu üzerinden prim yapmak değil, göç sorununu çözmek bizim işimiz.
 
Biz, bu konuya hukuk devleti ciddiyetiyle ve temel insan hakları perspektifinden yaklaşıyoruz. 
 
Meseleyi üç başlık halinde ele alıyoruz.
 
1) Güçlü kurumsal yapı.
2) Güvenli sınırlar.
3) Gerçekçi geri dönüş.
 
*****
 
Güçlü kurumsal yapıyla başlayalım:
 
Göç, öncelikle yönetilmesi gereken bir konudur. Kendi haline bırakılacak bir iş değildir. Politika gerekir, strateji gerekir, iyi bir yönetim iyi bir kurumsal yapı gerekir. Göç yönetiminde Türkiye’nin güçlü bir kurumsal yapıya ve nitelikli personele olan ihtiyacı çok açıktır.
 
Onun için kolları sıvayıp güçlü bir altyapıyı oluşturmak zorundayız ve birimler arası koordinasyonu güçlendirmek zorundayız.
 
Göçü, ortak akılla ve ülke menfaatleri doğrultusunda yöneteceğiz.
 
Şeffaf olacağız ve bu konudaki dezenformasyonla mücadele edeceğiz. 
 
İkinci önemli başlığımız; Güvenli Sınırlar:
 
Evvela sınır güvenliğini sağlayacağız.
 
Ülkemizin, sınır güvenliği konusunda zafiyete düşecek lüksü yok.
 
Sınırlar kevgire döndü yahu. Yol geçen hanına döndü Türkiye.
 
Ne yazık ki son dönemlerde bu zafiyet nedeniyle düzensiz göç akışının yoğunlaştığını görüyoruz.
 
Sınırlarda teknik güvenlik önlemleri almak zorundayız ve bunu yapacağız.
Teknoloji ilerledi çok geniş imkanlar var bu konuda. Yeter ki niyet sağlam sağlam olsun.
 
Yeter ki ben arkadaş hudutlarıma sahip çıkacağım ve sadece ve sadece ülkenin menfaatlerini koruyacağım diyen bir anlayış iş başında olsun.
 
Yeter ki insan kaçakçılığında sağlam bir mücadele ortaya koyulsun. 
 
Burada niyet çok önemli. 
 
Böylece bizim kaçak geçişleri önlememiz gerekiyor. 
 
Düzensiz göçmenleri kendi ülkelerine veya Türkiye’ye giriş yaptıkları sınır komşumuza sınır dışı edeceğiz.
 
Başka bir kimlikle ülkemize girmek isteyen düzensiz göçmenleri ise biyometrik kayıtlarla tespit edip engelleyeceğiz.
 
Düzensiz göçmenlerin Türkiye’yi, “Avrupa yolunda sınırları gevşek bir transit ülke” olarak görmelerinin önüne geçeceğiz. 
 
Diyorlar ki ‘nasılsa Türkiye rahat, yol geçen hanı, Türkiye’yi düşünme sen basar geçeriz ondan sonrakine bakarız.’ Böyle bir şey yok.
 
Türkiye’yi, düzensiz göçmenlerin “hedef veya transit ülkesi” olmaktan çıkaracağız.
 
Öldürülme, işkence, insanlık dışı, onur kırıcı ceza ya da muamele tehditi altında olmayanların, Türkiye’ye öyle elini kolunu sallayarak rahatlıkla girmesi ve yerleşmesine son vereceğiz.
 
 
Üçüncü başlığımız: Gerçekçi Geri Dönüş
 
Öncelikle bu konuyu değerli arkadaşlar iyi anlamamız gerekiyor. 
 
Bu konuda uluslararası terminoloji, hukuk terminolojisi ve Türkiye’de günlük dilde kullanılan ifadeler birbirinden oldukça farklı.  
 
Burada işin uluslararası hukuk, kendi hukukumuzdaki yer aldığı şeklini, buradaki doğru terminolojiyi dikkate alarak kendimizi ifade etmezsek çok ciddi yanlışlar meydana geliyor ve yanlış anlamalara yol açabiliyor. 
 
Bizim burada bu eylem planında yazdığımız her bir kelime uluslararası hukuk ve terminolojiye uygun ifadeler. 
 
Bilerek Ne konuştuğumuzu bilerek söylüyoruz ne yazdığımızı bilerek yazıyoruz buraya. 
 
Suriye’deki iç savaştan kaçarak ülkemize sığınan Suriyeliler konusu, düzensiz göçmenlerden ayrı bir konudur.
 
Suriye’deki öldürülme, işkence, insanlık dışı, onur kırıcı ceza veya muamele tehditi nedeniyle Suriyelilere Türkiye’de “geçici koruma” tanınmıştır. 
 
Geçici koruma altındaki insanlar diye biz onları tanıyoruz. 
 
Bu kapsamda, hedefimiz öncelikle Suriye’de güvenliğin tesis edilmesidir.
 
Bizim bu konuda ülkemizin menfaatleri dışında hiçbir kırmızı çizgimiz yoktur.
 
Tek öncelik burada ülkenin menfaatleridir. 
 
Suriye’de güvenliğin sağlanması, Suriye vatandaşlarının ülkelerine dönebilmelerinin şartlarının oluşturulması için, başta Şam yönetimi, Rusya, Amerika, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler olmak üzere herkesle görüşeceğiz. 
 
‘Ben onun elini sıkmam, onun masasına oturmam’ diye diye ülkenin dış politikasını, itibarını ne hale düşürdüklerini görüyoruz.  
 
Suriye’de güvenliğin sağlanmasına yönelik girişimlerimizi öncelerken, bir yandan da başta Avrupa Birliği ve Arap ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerin de Türkiye’nin yükünü paylaşmaları için yoğun diplomasi trafiğini yürüteceğiz.
 
Ülkemizdeki Suriyelilerin, Suriye veya başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, diğer ülkelere gidebilmeleri için bir süreç işleteceğiz. 
 
Suriye’de güvenliğin sağlanmasıyla birlikte, Suriyelilerin geçici koruma statülerine son vereceğiz.
 
Bu statü ortadan kalkacak. Geçici koruma statülerinin sonlanması üzerine de Suriyelilerin Türkiye’den belirli bir süre içerisinde ayrılması gerecek.
 
Mağduriyete sebep olmaksızın, güvenli ve onurlu bir dönüşü sağlayacağız.
 
Suriyeliler ülkemizden ayrılana kadar, Türkiye’deki ikamet, çalışma, eğitim ve sağlık hizmeti gibi konuları, kural bazlı hâle getirecek ve kontrolsüzlüğe son vereceğiz.
 
*****
 
Değerli Basın mensupları
 
Değerli Arkadaşlar,
 
Bugün değinmek istediğim son derece önemli bir husus daha var:
 
Bakın bunu özel bir ayrı başlık altında açıyorum.
 
Bu da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı…
 
Şu anda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı Türkiye’ye belli miktar yatırım yapanların yanına promosyon olarak verilen bir iş haline geldi. 
 
Hele hele Suriyeliler konusundaki vatandaşlık ise hukuki anlamda tamamen bir garabet bir ucube sistem.
 
Bizim hukuk sistemimize göre, geçici koruma altındakilerin vatandaşlığa başvuru hakkı yok.
 
Bakın hukuk diliyle söylüyoruz. Suriyeliler diyoruz geçici koruma altında diyoruz. Bizim mevzuatımıza göre de geçici koruma altındakilerin vatandaşlığa başvuru hakkı yok. 
 
Ancak bir hükümet mensubundan, 200 bin Suriyeliye vatandaşlık verildiğini açıklamaları da aldık. 
 
Üstelik şimdi seçmen veri tabanını gördüğümüzde seçmen veri tabanının analizini yaptığımızda ki biliyorsunuz YSK bunu siyasi partilerle belirli aralıklarda paylaşıyor, orada ciddi sayıda Suriyelinin vatandaş yapıldığını önümüzdeki seçimlerde de seçmen olduklarını görüyoruz.
 
Siyasi partilere dağıtıldı. Hepsi var burada.    
 
Bu vatandaşlığı kim veriyor?
 
Kim mevzuata aykırı olduğu halde bu vatandaşlığı veriyor? 
 
Evet, tek imzayla, ülkenin şu andaki Cumhurbaşkanı veriyor. 
 
Yetki onda çünkü. 
 
Eskiden Banlar Kurulu’nun yetkisi şu anda Cumhurbaşkanında. 
 
Tek imzayla kendi bakanının açıkladığına göre 200 bin Suriyeliyi vatandaş yapmış durumda. 
 
Verilen bütün vatandaşlıkların altında onun imzası var. 
 
İstisnai vatandaşlık için mevzuat açıkken, bu verilen vatandaşlıklarla ilgili çok sayıda önemli sorumuz var. 
 
Ben soruyorum buradan, Sayın Erdoğan’a soruyorum; 
 
Suriyelilere vatandaşlığı verirken hangi mevzuata istinaden veriyorsunuz?
 
Çünkü mevzuatta bunun olamayacağını söylüyor.
 
Vatandaşlık vermek için kriterleriniz nedir?
 
Yaklaşık 4 milyon Suriyeliden 200 bini şu an vatandaş oldu. Geri kalan 3 milyon 800 bine neden vermediniz? 
 
Atın imzayı hepsini yapın.
 
Niye 200 binini yaptınız niye 3 milyon 800 binini yapmadınız? 
 
Kriteriniz nedir neye göre bu kararı veriyorsunuz?
 
Kime vatandaşlık veriyorsunuz, niçin veriyorsunuz?
 
Bundan Türkiye’nin menfaati ne? Bizim milli çıkarımız ne buradan. Onu açıklayın diyoruz.
 
Aylardır soruyoruz. Tık yok. Açıklamıyorlar. 
 
İstisnai vatandaşlık verilirken kanunda şartlar yazıyor. Şartlar yerine geliyor mu gelmiyor mu? Biz buradan soruyoruz. Gizli kapaklı yapıyorsunuz. Açıklayın diyoruz.
 
Üstelik, bu rasgele vatandaşlık uygulaması, Suriyelilerin geri dönüş motivasyonunu azaltıyor. 
 
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kıymetli bir şey. Burada kalıp beklemeye değer diyorlar.
 
Geri dönüş perspektifini geri dönüş motivasyonunu azaltan bir husus vatandaşlık verilmesi. 
 
‘Bir gün belki bana da sıra gelecek’ diyorlar. 
 
‘Bekleyim belki bende olurum’ diyorlar. 
 
Geri dönüşü değil duruşu teşvik ediyor vatandaşlık uygulaması. 
 
Onun için biz ne yapacağız?
 
Kimseye mevzuata aykırı olarak vatandaşlık vermeyeceğiz. İkincisi, tüm yabancılar için istisnai vatandaşlık koşullarını değiştireceğiz ve daraltacağız.
 
İstisnai vatandaşlığı, gerçekten istisnai bir uygulama haline getireceğiz. 
 
Adı üstünde yahu istisnai.
 
200 bin kişiyi vatandaş yapmak istisnai bir uygulama mı?
 
Yabancıların izinsiz, ruhsatsız, kayıt dışı ve vergisiz çalışmalarının, çalıştırılmalarının ve iş yeri açmalarının da önüne geçeceğiz.
 
Biliyorsunuz, ülkenin içişleri bakanı, kayıt dışı çalışmadan bahsederken, âdeta kölelik düzeni oluşturulmasından gururla bahsetmişti. 
 
Hatırlayalım. 
 
Çünkü zihinlerinin gerisinde bu var bu. 
 
Ülkemizdeki çalışma barışını yaralayan bu hukuksuzluğa da son vereceğiz. 
 
*****
 
Değerli konuklar,
 
Sığınmacı Sorununun Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi Eylem Planıyla ilgili ben sadece ana hatları verdim.
 
Eylem planımız çok kapsamlı. Ben 46 tane madde saydım.46 madde var diğer eylem planları gibi.  
 
Dolayısıyla oldukça kapsamlı. Bunun detaylarına ben girmedim. 
 
Basın toplantısında tüm detaylara girmemiz mümkün değil. Yoksa akşama kadar burada oluruz. 
 
Şu ana kadar benim bahsettiklerimden bir miktar daha ötesini, bir kademe daha detaylarına girmek üzere ben sözü Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Koordinatörümüz Abdurrahman Bilgiç Bey’e bırakıyorum. 
 
Bu noktada bu çalışmada büyük emeği olan hem Abdurrahman Bey’e hem de Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Mustafa Bey’e ve her iki arkadaşımızın da çalışma ekiplerine özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum. 
13 Ağustos 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Yozgat Miting Konuşması

Yozgat Mitingi

Merhaba Yozgat!

Merhaba Yozgat!

Yiğitlerin Bozok Yaylası’nda harman olduğu şehir Yozgat, Merhaba!

Bu ne güzel coşku, bu ne güzel heyecan!

Muhteşemsin Yozgat, muhteşem!

Demokrasinin kalbi bugün Yozgat!ta atıyor.

Atılımın kalbi bugün burada Yozgat!ta atıyor.

Maşallah bugün Yozgat’ta her yer DEVA gerçekten.

Evet arkadaşlar bugün hem demokrasinin hem atılımın hem de adaletin burada Yozgat’ta Cumhuriyet meydanında atıyor.

Bugün Yozgat yarınlarına sahip çıkıyor.
Onun için buradayız hep beraberiz.
Buradan, Cumhuriyet Meydanı’ndan, tüm Yozgat’ı selamlıyorum! Çandır, Yenifakılı, Aydıncık, Kadışehri, Çayıralan merhaba! Saraykent, Şefaatli, Çekerek, Sarıkaya merhaba!
Boğazlıyan, Yerköy, Akdağmadeni, Sorgun merhaba!
Merhaba Yozgat, merhaba!
Hepiniz hoş geldiniz. Demokrasi meydanına hepiniz hoş geldiniz! *****
Yozgat hazır mısın? (...)
Güven için, çözüm için hazır mısın? (...)
Yarının Türkiye!sini hep beraber inşa etmeye hazır mısın? (...) Hep beraber hazırız arkadaşlar, hep beraber!

Güvenin ve çözümün anahtarları bizim cebimizde.

Beştepe dinliyor hiç merak etmeyin.

Akılları da gözleri de burada merak etmeyin.

İnşallah, önümüzdeki seçimleri kazanacağız ve Türkiye!ye en güzel yıllarını hep beraber inşa edeceğiz.

Hiç şüpheniz olmasın.

Bu seçimi; 7!den 70!e, doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türkiye kazanacak.

Bu seçimi; evladına harçlık veremeyip gizli gizli ağlayan analar kazanacak; Bu seçimi; Pazardan eli boş, başı eğik dönen babalar kazanacak;
Bu seçimi; Çocuğunu okutamayan iş arkadaşlarımız kazanacak,
Açlıkla sınanan emekliler kazanacak.

Bu seçimi; torununa bir küçük hediye bile alamayan dedeler, nineler kazanacak;

Ürettikçe zarar eden çiftçi kazanacak;

Sattığı malı yerine koyamayan esnaf kazanacak.

Bu seçimi; en güzel yılları umutsuzlukla, kaygıyla geçen gençler kazanacak;

Bu seçimi; Günde tek öğünle karnını doyurmaya çalışan öğrenciler kazanacak;

Konserleri yasaklanan sanatçılar kazanacak.

Bu seçimi; düşüncesi, kimliği, inancı, kıyafeti, yaşam tarzı nedeniyle hor görülenler kazanacak;

28 Şubatçıların 1000 yıllık iktidar hevesini alaşağı eden arkadaşlarım, dostlarım kazanacak bu seçimi.

İnşallah ilk seçimde müsait bir yerde inecek.

Bu seçimi; bugünkü otoriter ittifakın görmezden geldiği milyonlar kazanacak.

Genç arkadaşım soruyor. Soru kurtulabilir miyiz?
Değerli gençler bu ülkeyi sizler kurtaracaksınız.
DEVA kadroları olarak kurtaracağız inşallah. Hep beraber.

İnşallah seçim günü geldiğinde oy pusulasını önünüze aldığınızda şu DEVA logosu var ya damla içerisinde filiz, o DEVA’nın damlasının logosunun altına ‘evet’i basın memleket kurutulacak zaten

Gerisi bizde, ondan sonrası bizde. Kolay.
*****
Bakın arkadaşlar,

Bunlar bu işin sonunun nereye varacağını artık anladı.

Kaybedeceklerini iyi anladılar. Onun için de bizimle uğraşıp duruyorlar.

Acayip kıskanıyorlar. Sürekli olarak karşımıza engel çıkarmaya çalışıyorlar.

Bakın ne yaptılar?

Biz DEVA Partisi olarak ilk mitingimizi nerede yaptık?

Gaziantep’te.

Gaziantep İl Başkanımız ve ekibimiz burada. Sağ olsunlar uzak yollardan gelmişler.

Ne yaptılar biliyor musunuz?

Bizim Gaziantep’te miting yaptığımız gün ve saatte tuttular Adana’da gençlik buluşması diye bir şey koydular.

Erdoğan’ın kendisi gitti.
2. mitingimizi nerede yaptık? Gebze’de.

Gebze mitingimizin olduğu gün ve saatte hemen yakında Bursa bir başka etkinlik daha koydular.

Yetmedi bugün burada Yozgat’tayız demi.

Ya haftada başka gün mü yok? Gün de başka saat mi yok arkadaş.

Aynı gün aynı saate tuttular Çorum programı koydular.

Niye? Diyorlar k: ‘Bu çevrede olanları şöyle toplayalım.’ Biraz teşvik, maalesef tehdit de oluyor. ‘Onlarla biraz toplayalım ki DEVA’nın mitingleri boş kalsın.’

Rüyanızda görürsünüz rüyanızda.

İşte meydan burada, burada.

Gaziantep’te bize meydan vermediler, Gebze’de meydan vermediler.

Ne oldu?

DEVA’nın olduğu her meydan demokrasi meydanıdır dedik meydanımızı kurduk yola çıktık.

Hep beraber iktidara yürüyoruz arkadaşlar hiç endişeniz olmasın. Bakın ne yaptılar?
Gençler, kadınları tüm DEVA kadroları heyecanlı.
Bu heyecan selinin önünde hiçbir baraj durmayacak merak etmeyin. Barajları yıkıp yıkıp geçeceğiz inşallah.

Bakın ne yaptılar?

Bu miting için Yozgat’a bir duyuru yapalım dedik. Billboardlar koyalım dedik.

Yok dediler size veremeyiz.

Şöyle yakın illerden gelmek isteyenler olur diye yakın illere billboardlar koyalım dedik.

Çorum tamam dedi.

Sonra baktık bugün Cumhurbaşkanı gidecek diye bizim billboardları görmesin diye DEVA’nın billboardlarını Çorum’da indirmişler aşağı.

Bizim billboardlar boş.

Ya billboarddan indirince siz DEVA’yı bu milletin gönlünden de sileceğinizi mi zannediyorsunuz yahu.

Mümkün mü öyle bir şey.

Bizim bu mitingi duyurmamıza engel olmaya çalıştılar da ne oldu?

Herkes geldi mi buraya geldi. İş bitti.

Biz de sizi seviyoruz gençler. Sevgi karşılıklı. Sağ olun.

Bakın her yerde engellemeye çalışıyorlar her yerde.

Daha evvelsi gün Denizli’deydik.

Denizli’de ne yaptılar?

Aşure dağıtımının olduğu yerin yanında kalabalık vatandaşlarımız toplanmış. Dedik ki bir seslenelim onlar duymak istiyor.

Yok dediler. Neymiş. Aşure dağıtmaya izin almışız konuşmaya izin almamışız. Bak bak.

Yahu kusura bakmayın da ben vatandaşımla konuşmak için kimseden izin almak zorunda değilim arkadaş!

Anayasa açık.
Sen nasıl engel olacaksın buna yahu.
Anayasa açık.
Ne oldu? Buluştuk konuştuk.
Yetmedi.
Denizli’den devam ediyorum.
Evvelsi gün Denizli’de bir yerel televizyon kanalında canlı yayınımız var.

Bir baktık. Sayın Erdoğan’ın partisinden insanlar gelmişler bizim televizyon stüdyosunun üst katında acayip gürültü çıkarıyorlar. Bağırış, çağırış tepinme.

Neymiş? Bizim yayına engel olacaklarmış, gürültü çıkaracaklarmış. Hiç fark etmedi.
Biz yayınımızı yaptık. Denizli’de duydu, Türkiye’de duydu.
Hiç fark etmedi.

Bakın arkadaşlar, büyük bir mücadele veriyoruz. Bunun farkında olalım.

Çok büyük bir demokrasi mücadelesi veriyoruz.

Daha evvelsi akşam ne oldu?

Bizim Karaman il başkanımıza, genç bir il başkanımız var oda, Karaman İl Başkanımıza 8-10 kişilik bir ekip geldi saldırıda bulundu.

Açık alanda.
Onlarca kişinin gözü önünde.

İl başkanımızın da arasında olduğu 2 kişiyi geldiler 8-10 kişi ağır şekilde darp ettiler .

Ben buradan Yozgat’a sormak istiyorum:

Bu Bahçeli var ya Bahçeli’nin bugüne kadar bu memlekete ne faydası dokundu yahu?

Oldu mu bir faydası?

Ortağı olduğu her hükümet ülkeyi krizlerin içine düşürdü.

Bildiği tek şey: Öfke, nefret, şiddet.

Bildiği başka bir şey yok bu adamın yahu.

Bu ülkede milliyetçi hareketin bir ceremesini çekenler vardır, bir de keyfini sürenler vardır.

Yozgat iyi bilir bunu.
Bu iktidar ortağı olarak devletin her türlü imkânı kullanıyor. Ancak, bir ayağı siyasetin içinde, bir ayağı şiddetin içinde.

Böyle bir şey olur mu?

Bakın olayın üzerinden tam iki gün geçti. Karaman’da kolluk kuvvetleri de adliye de ağır çekim çalışıyor.

Hani youtube de gençler 0.25 hızda izliyor ya şu anda Karaman’da süreç öyle işliyor.

Ama biz bu konunun takipçisi olacağız.

Bahçeli’nin ve ortağının bu ülkeyi şiddete, öfkeye, nefrete sürüklemesine izin vermeyeceğiz.

Buradan Sayın Erdoğan’a da birkaç sorum var:

Siz kimlerle ortak olduğunuzun farkında mısınız yahu?

Sizin görmek istediğiniz Türkiye bu mu? Diye soruyorum.

Yoksa siz de şiddeti, “siyaset” zannedenlerden misiniz? Soruyorum buradan.

Bunlar ne yaparlarsa yapsınlar, beyhude.

DEVA’nın yükselişini asla durduramayacaklar! Asla.

Bunlar istedikleri kadar arkalarını devletin imkanlarını alsınlar.

Biz, milletin iradesinden daha büyük bir güç tanımayız.

Milletin iradesini arkasına almayan hiçbir siyasi parti bu ülkeyi yönetemez. Talip olamaz.

İnşallah seçim günü akşam sonuçlar açıklanınca hep beraber güle güle diyeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlarım, bakın,
Hep beraber ilerleyeceğiz. Kadınlarla gençlerle omuz omuza ilerleyeceğiz. Bu mücadeleyi beraber vereceğiz bu başarıyı berber kazanacağız inşallah. Seçim günü akşamı hep beraber söyleyeceğiz inşallah.

Bakın arkadaşlar, Türkiye’nin bir zamanlar 2023 hedefleri vardı, değil mi? Şunun şurasında 2023'e 4 ay kaldı.
Peki Türkiye’nin 2023 hedeflerine ne oldu?

Buradan Beştepe’ye soruyorum: Bizim 2023 hedeflerimize ne oldu Beştepe? Kişi başı milli gelire ne hedefliyorduk? 25 bin dolar.

Oldu mu? Olmadı.

Ülkemizi dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi olacaktı. Ne oldu? Olmadı.

İhracatımız 500 milyar dolara çıkaracaktık. Ne oldu? O da olmadı.

Açın bakın, internet sitelerinde hâlâ bu hedefler duruyor.

Sonra ne oldu?

Ehil ve dürüst kadroların çoğunu uzaklaştırdılar.

İstişareyi terk ettiler.

Bu güzel hedeflere giden yoldan da saptılar.

Ülkenin istikametini, adalet yolundan, demokrasi yolundan saptırdılar.

Evet arkadaşlar, bunlar koskoca ülkeyi koskoca Türkiye’yi taşlı çamurlu yollara, çıkmaz sokaklara soktular.

Onun için olmuyor.
Şimdi de bocalayıp duruyorlar. Taşın çamurun içinde debelenip duruyorlar.

Bakın arkadaşlar, bu 2023 hedeflerin konmasında bu arkadaşınızın katkısı var.

Bizim başında olduğumuz ekonomik kadronun oluşturduğu hedeflerdi onlar.

İnşallah DEVA kadroları olarak hep beraber geleceğiz ve dertler bitecek inşallah.

Bu hedefler bu 2023 hedefleri tamamı gerçekçi hedeflerdi.
Hatırlayın, biz bir “Güçlü ve Büyük Türkiye” rüyasını gerçekleştirmiştik.

İnsanların zenginleştiği, demokrasinin güçlendiği bir dönemi yaşamıştı bu ülke.

İşte biz, öyle bir ortamda bu hedefleri koyduk. Ne dedik?

2002’den 2013’e millî gelirini 3.500 dolardan alıp 12.500 dolara çıkardıysak ilk 10 yılda dedik ki ikinci 10 yılda da alırız en az ikiye katlarız. 12. 500’ü alır 25.000’e katlarız dedik.

Boşuna dememişler Yozgat’tan güzel şairler çıkıyor diye. Gençler şiir yazmış, kafiyeli sloganlar bulmuş.

Bakın arkadaşlar 2002’den 2013’e ihracatı 36 Milyar dolardan alıp 152 milyar dolara çıkardık mı? 4 buçuğa katladık mı? Katladık.

Dedik ki ilk 10 yılda bunu 4 buçuk katına çıkardıysak ikinci 10 yılda da en az bir 3’e katlarız dedik. 500 milyar dolar ihracat hedefini koyduk.

Demokrasimizi güçlendirerek, özgürlükleri genişleterek, ekonomiyi büyüterek bu hedefleri koyduk.

Çünkü ekonomi adalet üzerine oturuyor. Ekonomi demokrasi üzerine oturuyor.

Ve yoldan sapmadık. Sonra ne oldu?
Yönetimde zihniyet değişti.

Daha önce yaptık inşallah çok daha güzelini yapacağız gençler. Sizlerle beraber yapacağız. Kadınlarla, erkeklerle, DEVA kadrolarıyla çok güzelini yapacağız.

Değerli arkadaşlar,
Dış politikada Avrupa Birliği rotasından döndüler Şangay beşlisine. Nereden nereye...
Biz dedik ki demokrasi dedik, insan hakları dedik, özgürlükler dedik.

Onun için Avrupa Birliği dedik.

Bunlar rotayı döndürdüler Şangay Beşlisine...

Ve sürekli irtifa kaybettik.

Kadrolardan liyakatten döndüler, sadakate.

Yat deyince yat, kalk deyince kalk... Sadakat 1 nolu plana çıktı.

Ama liyakat olmayınca işe yaramaz.

Ekip sağlam olacak sağlam.

Dürüst ve liyakatli kadrolarla çalışmadan mümkün değil.

Arabulucu, güçlü itibarlı bir Türkiye iken kapı kapı para arayan bir ülke olduk yahu.

İnanın üzülüyorum. Yazıktır. Nereden nereye değil mi?

Tüm dünyanın cazibe merkezi olan bir Türkiye’den gençlerin kaçmak istediği bir ülkeye döndük yahu.

Evet, nerden nereye...

Bunlar lafa gelince milliliği ve yerliliği hiç ağızlarından düşürmüyorlar değil mi?

Ya ben buradan, Yozgat’tan, Cumhuriyet meydanından soruyorum; kapı kapı para dolaşmak, bu ülkenin 190 milyar dolarlık dövizini arka kapıdan gizli saklı satıp 2 milyarın, 3 milyarın, 5 milyarın peşinde koşam millilik midir? Yerlilik midir? Soruyorum.

Gemicikleri falan herke iyi biliyor artık. Öğrendi millet. Ama seçim günü konuşacak insanlar.

Bakın arkadaşlar, şu sağdaki soldaki LED ekranlarda size kısa bir video serisi izleteceğim.

Bu videonun adı Beştepe’den masallar.

Konu; Enflasyon.

Hep beraber izleyelim şöyle. 5 sene önce başlıyor. 2 Mayıs 2017.

VIDEO - GİR

2 Mayıs 2017: Enflasyonu Allah’ın izniyle daha da düşüreceğiz.

Hangi tarihte söylemiş bunu? Mayıs 2017.
5 sene önce diyor ki enflasyonu tek haneye indireceğiz. Enflasyon kaç? Yüzde 12.
Yüzde 12 enflasyon söylüyor.
Devam edelim.

24 Mayıs 2018: Enflasyon sorununu ülkemizin gündeminden çıkartmakta kararlıyız.

Aradan 1 yıl geçmiş enflasyon düşmüyor.

Yüzde 12. Devam edelim arkadaşlar.

Enflasyon hikayesi, enflasyon masalını dinlememiz lazım.

9 Aralık 2019: 2020!

de tek haneli enflasyon rakamına ulaşacağız.

Ne zaman söylemiş? Aralık 2019’da.

Enflasyon yüzde 12, diyor ki tek haneye 2022’de indireceğiz diyor.

Yani "Yüzde 10!dan aşağı düşüreceğiz” diyor.

Devam edelim. Bunları izleyelim ki hatırlayalım.

13 Kasım 2020: Önceliğimiz şüphesiz ki enflasyonu süratle tek haneli rakamlara, ardından da orta vadeli programımızdaki seviyelere çekmektir.

2020’de tek hane dedi olmadı 2020’nin sonuna geldik enflasyon yüzde 14.

Artıyor ufak ufak.

Devam edelim.

1 Ekim 2021: Enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmekte kararlıyız.

2021!in sonuna geldik. Çıktı yüzde 20!ye.

Yuh demeyelim arkadaşlar. Yuh kelimesini kullanmayalım.

Gerçi Erdoğan’ın ekibi bana evvelsi gün Denizli’de ‘yuh’ dediler ama bir yanlışı başka yanlışla düzeltmeyelim.

Onlar yanlışı yapsın biz yerimizde duralım.

Masal bitmedi. Asıl bu işin bir de 2022!si var.

Devam edelim, 2022!ye gelelim. Bu yıla gelelim.

29 Ocak 2022: Bilin ki enflasyon da inecek daha düşecek.

Bak ne diyor?

Enflasyon inecek daha da düşecek diyor.

Ya yüzde 49’a düşmüş.

Enflasyon iniyor mu ki daha da inecek diyorsun?

Yüzde 49 enflasyon. Bu enflasyon sürekli yükselmiş.

5 yıldır yükseliyor daha da düşecek diyor.

Ya kime anlatıyorsun yahu.

Çarşıya pazara çıkan herkes gerçek enflasyonun ne olduğunu biliyor arkadaş.

Evine peynir alan, yoğurt alan, ekmek alan, üstüne başına bir gömlek pantolon alan herkes bu ülkede ki gerçek enflasyonu biliyor, arttığını biliyor.

Devam edelim. İş hızlanıyor şimdi.

16 Şubat 2022: En önemli sorumuz yüksek enflasyondur. İnşallah onun da üstesinden her geçen ay inişini görerek geleceğiz.

Her geçen ay inecek diyor. Her ay artıyor bu.

Her gün Artıyor her geçen saat artıyor ama inecek diyor. Ne zaman söylüyor?
Şubatta söylüyor. 6 ay sonra.

Devam edelim.

21 Mart 2022: Hayat pahalılığının önüne geçmek, vatandaşımızı enflasyona ezdirmemek boynumuzun borcudu daha net bir şekilde göreceğiz.

Yüzde 61. Artıyor durmuyor enflasyon.

Devam edelim.

16 Haziran 2022: Enflasyonu düşürecek olan da biziz.

73,50

5 yıldır aynı masal yan 5 yıldır. İnecek inece. İnmiyor. Çıkıyor.

Devam edelim... Bu daha 2 ay önce.

6 Ağustos 2022: Politikalarımızın müspet sonuçlarını özellikle enflasyonda

Evet geldiğimiz noktada bu en son açıklanan TÜİK’in açıkladığı makyajlı enflasyon %79,60.

Müspet sonuçları göreceğiz diyor. Var mı müspet sonuç?

Burada Yozgat’ta Cumhuriyet Meydanında soruyorum; pazarda çarşıda markette müspet fiyat gören var mı?

Bu TÜİK’in enflasyonu.
Gerçek enflasyon ise tam %200’e dayanmış bu ülkede. Her gün zam, her gün zam.
Arkadaşlar, işte belgeleriyle her şey ortada.

Video kayıtlarını izlettim ki hafıza insanı yanıltabiliyor.

Tam 5 senedir tek imzayla elinde yetkiyi toplamış fakat enflasyonu düşürmüyor, düşüremiyor.

Enflasyonu nasıl patlattığı ortada.
Bir de diyorlar ki, “enflasyon dünyanın her yerinde yüksek”.
Hooop! Bir dakika dur.
Dünyanın her yerinde enflasyon var da böyle bir enflasyon var mı yahu. Bakın birkaç tane örnek vereceğim. Söyleyeceğim rakamlar yıllık rakamlar. Bakın,

Savaşın ortasındaki Rusya’da enflasyon %15. Amerika’da %8,5
Almanya’da %7,5
Güney Kore’de %6,3

Çin’de %2,7 Japonya’da %2,4

‘Bütün dünyada enflasyon’ var deyip de siz kimi aldattığınızı zannediyorsunuz. Rakamlar ortada.

Bizim kadar yüksek enflasyon ne G20 ülkelerinde var ne de OECD ülkelerinde var.

Olmuyor olmuyor. Bakın Rakamlar ortada.
Tüm dünyada yüksek diyerek siz kimseyi kandıramazsınız.

Şu anda rekor Türkiye’de. G20 de de OECD de de enflasyonun en yüksek olduğu yer Türkiye.

Açık farkla, açık.
Kendi beceriksizliğinizin sebebini hiç dışarıda göstermeye çalışmayın. Hani diyor ya, “yüksek faiz sebep, yüksek enflasyon sonuç” diye.
5 yıldır aynı şeyi tekrarlıyor.

Hayır. Bu doğru değil. Ben doğrusunu söyleyeyim:

Erdoğan sebep, yüksek faiz ve yüksek enflasyon sonuç!

Doğrusu bu.

2018’den bu yana bütün yetkiyi kendi üstünde topladı mı? Topladı.

Atsın bir imza, enflasyonu da faizi de düşürsün bakalım.

Elini tutan mı var?

Çünkü enflasyon da faiz de talimatla düşmez.

Enflasyon da faiz de güvenle düşer. 20 yıldır bunu anlamıyor.

Güven olmayınca asla olmaz.

Önce siz güveni sağlayacaksınız önce siz bu ülkede adaleti hukukla hâkim kılacaksınız.

İnsan haklarına saygı duyacaksınız.

VIDEO - ÇIK

Bakın arkadaşlar,

Bu enflasyonun sebebi, akıl ve bilim dışı işler yaparsanız enflasyon böyle patlar.

‘Benim alanım ekonomi ben ekonomistim’ demekle olmuyor.
İstişare şart, dürüst ve ehil kadrolarla çalışmak şart.
Bu toprakların biz sözü vardır. ‘Bin biliyorsan bir bilene soracaksın’ değil mi? Fakat yok. İstiare artık kalmadı.
Bir kişi her şeyi herkesten daha iyi bildiğini zannediyor. Onun için çuvallıyor. Bu ülke büyük zarar görüyor.
Bakın bu ülkenin içine düştüğü durum bizi gerçekten çok üzüyor.
Türkiye böyle bir yönetime layık değil.

Bunlar yanlışı yapmakta inat ediyor.
Bu inat neye mal oldu arkadaşlar biliyor musunuz?

Hayat pahalılığı yüzünden emeklilerimizin en temel gıda ihtiyaçlarını alamaz hale gelmesine neden oldu.

Bu inat, kadınların, başını önüne eğip kasaptan etsiz kemik almasına sebep oldu.

Bu inat, çiftçinin toprağını ekememesine, soframızdan lokmamızın eksilmesine sebep oldu.

Bu inat, öğrencilerin, masraflar yüzünden kazandıkları üniversitelere gidememesine sebep oldu.

Bu ülkenin her bir ferdi yoksulluk karşısında, bir haysiyet mücadelesi veriyor. Ama görüyorlar mı? Yok.
Sokakların sesi Beştepe!ye ulaşmıyor.
Eskiden bir apartman dairesinde otururdu, değil mi?

Ne zaman ki Külliye ye taşındı artık tek bir komşusu bile yok. Gerçek hayatla ilgisi kalmadı.

Devletin kulakları vatandaşa sağır oldu.

İşte biz, devletin kulağını yeniden vatandaşa çevirmekle işe başlayacağız.

İnanın, tüm sıkıntıları aşacağız.

Hep beraber çözüm olacağız arkadaşlar. Bu ülkenin dertlerine DEVA kadroları çözüm olacak inşallah.

Sorunları nasıl çözeceğimizi adım adım hesaplıyoruz.

Öyle bol keseden vaatle vatandaşı kandıran partilerden değiliz. Hesaplıyoruz, çalışıyoruz, ondan sonra ne yapacağımızı ortaya koyuyoruz.

Bakın bu arkadaşınız iki tane büyük ekonomik kriz çözen ekibin başındaydı. Şu anda yaşadığımız krizi de inşallah evelallah en geç 6 ayda çözeriz.

Ama biz çözeriz biz.

Çünkü ayinesi iştir kişini lafa bakılmaz.

En geç 2. Yılda da enflasyonu tek haneye indiririz.

Amcamız diyor ki millet aç diyor.

Böyle deyince de ne diyor.

Ya öyle aç kimse yok ülkede diyor değil mi?

Çünkü bilmiyor. Gezmiyor, dolaşamıyor, halkın içine çıkamıyor artık.

Hazırlanmış 100 araçlı konvoyların, zırhı pencerelerinden dünyayı görüyor.

Türkiye büyük ve güzel bir değişimin eşiğinde şu anda.

Şunu herkes çok iyi bilsin; DEVA Partisi bu değişimin asli aktörüdür.

Ekonomik krizi biz çözeceğiz.

Göç krizini de biz çözeceğiz.

Hukuk ve adalet krizini de biz çözeceğiz.

Eğitim krizini de istihdam krizini de biz çözeceğiz.

Çiftçimizin üstündeki borç yükünü kaldıracağız.

Çiftçimizin eski borçların faizini silip, rakamı dondurup, ilk iki yılı ödemesiz uzun vadeye yayacağız ve çiftçimize yeni finansman kapıları açacağız.

Tarımsal destekleri ekim olmadan açıklayacağız. Hasatla beraber ödemeyi yapacağız.

Türkiye’nin de tarımın da çiftçimizin de DEVA’sı olacağız inşallah. Gübrenin yarısını biz karşılayacağız devlet olarak.
Çiftçinin kullandığı elektriğe düşük tarife uygulayacağız. Kullandığı mazottan da ÖTV almayacağız.

Çünkü ne demiş atalar.

‘Bağı gör, üzüm olsun; yemeye yüzün olsun...’ Biz bağı bahçeyi, tarlayı toprağı göreceğiz. *****
Başka ne yapacağız arkadaşlar?

Hep beraber Türkiye’nin devası olacağız.
Sağlık sisteminin reçetesini yazdık, hepsini düzelteceğiz.

Aile hekimliklerinden itibaren tüm kademelerde nitelikli ve donanımlı bir sistem kuracağız.

*****

Başka?

Anayasamızda yazdığı gibi gerçek sosyal devleti biz oluşturacağız

Herkes insanca yaşama kavuşacak.

Şu anda sosyal yardımları ihtiyacı olan herkes alabiliyor mu? Alamıyor.

Parti üyeliğine, akrabaya, tanıdığa bakılıyor. Buna son vereceğiz.

İhtiyaç sahibi olan herkes devletin desteklerine yardımlarına ulaşacak.

Vatandaşın gidip de devlet kapısında destek yardımı için beklemesine vakit kalmadan biz vatandaşa ulaşacağız.

Devlet vatandaşın kapısını çalacak ‘bir ihtiyacın var mı?’ diye soracak.

Bakın, kapı kapı dolaşacağız. Bir ihtiyacı olan var mı? Bir sıkıntısı olan var mı? diye.

Bizim aile sosyal destek uzmanlarımız kapıyı çalacak.

Devlet yardımları devlet destekleri bir lütuf değildir vatandaşın hakkıdır. Hak bazlı bir sisteme geçeceğiz inşallah.

Biz buna “asgari geçim desteği” diyoruz. 7!den 70!e herkesin derdiyle ilgileneceğiz.

Yaşlı bakım sigortasını hayata geçireceğiz.

Bebekler sağlıklı büyüsün diye, 2 yaşına kadar süt ve bebek maması başta olmak üzere temel ihtiyaçları biz karşılayacağız.

Çok önemli

Hiçbir aileyi açlığa terk etmeyeceğiz.

Tek bir vatandaşımızı dahi kimsesizliğe terk etmeyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Hiç merak etmeyin. Kimsenin şüphesi olmasın.

Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Bu iktidarı tereyağından kıl çeker gibi değiştireceğiz ve yarınları birlikte kuracağız.

Gençlerle beraber kuracağız, kadınlarla beraber kuracağız, Türkiye ile beraber kuracağız bu ülkenin yarınlarını.

Onları müsait bir yerde indireceğiz.

Biz bu ülkenin kadınlarıyla gurur duyuyoruz. Bugün Türkiye’de kriz üstüne kriz yaşıyorsak bunu en iyi hisseden kadınlar değil mi?

Çünkü çocuğuna harçlık veremeyen kadınlar, evde tencereye yeteri kadar malzeme bulamayan, alamayan kadınlar.

Bu kriz en çok da kadınlar üzerinde bir yük.

Bakın çok net söylüyorum. İnşallah seçimden sonra hepsi geçecek.

Bir kez de Yozgat’tan ilan ediyorum.

Gücü ele geçirenin zayıfı ezdiği, nöbetleşe zorbalığın hüküm sürdüğü bir döneme artık geçit vermeyeceğiz.

Türkiye’yi asla öfkeye, nefrete şiddete teslim etmeyeceğiz. Bu iktidar çünkü bundan anlıyor yahu. Öfke, nefret, şiddet.

Seçimden sonra hır güre asla müsaade etmeyeceğiz.

Seçimden sonra, istikrarı güçlendireceğiz.

Kutuplaşmadan, bağırış çağırıştan bu memlekete bir hayır gelmez.

Bunlar kutuplaştırarak gererek bu ülkeyi yönetmeye alıştılar yahu.

Her gün düşman arıyorlar kendilerine. Düşmansız rahat etmiyorlar. Yoksa da düşman üretiyorlar.

Çözüm bizde arkadaşlar, çözüm bizde. Çözüm bizim mayamızda.
Bizim mayamızda; sevgi var, saygı var. Bizim hayalimizde;

Herkesin kendisini özgür ve eşit hissettiği bir Türkiye var.

Birbirine “çomar”, “laikçi”, “bidon kafalı”, “din düşmanı”, “koyun sürüsü”, “vatan haini” diye gürültü yapanlardan ibaret bir ülke olmadığımızı çok iyi biliyoruz.

Onlar çok az inanın çok az.

Ülkenin kahir çoğunluğu kahir çoğunluğunun mayasında sevgi var sevgi. Barış var kardeşlik var.

Bunlar ne kadar germeye çalışırsa çalışsın ne kadar ötekileştirmeye çalışırsa çalışsın ne kadar insanları düşürmeye çalışırlarsa çalışsınlar beceremeyecekler.

Bu ülkenin birliğini beraberliğini kardeşliğini bu ülkenin vatandaşları koruyacak, sahip çıkacak.

Bunu ilk seçimde gerçekleştireceğiz. Onun için net söylüyorum, söz veriyorum:

Türkiye’de hiç kimsenin; inancı, kimliği, yaşam tarzı, düşüncesi nedeniyle hor görülmesine asla izin vermeyeceğiz. Hiç kimsenin.

Kimsenin ötelenmesine müsaade etmeyeceğiz.

Kimse kendisini bu ülkenin üvey evladı hissetmeyecek.

Herkes bu ülkenin 1. Sınıf onurlu vatandaşı olacak.

Kazanılmış tüm haklarımızın güvencesi hukuk olacak.

Özgürlükler üzerindeki baskıları da teker teker kaldıracağız.

Gençler korkuyor değil mi like atmaya beğenmeye, bu iklimi ortadan kaldıracağız. Herkes özgürce konuşacak.

Ülkemizi özgürlük ve zenginlik limanına sağ salim yanaştıracağız inşallah. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da dosdoğru çalışacağız.
Ne iş yaparsak yapalım; bin biliyorsak, bir bilene soracağız.
Her işi mutlaka ehline vereceğiz.

*****
Yozgat, şimdi söz alma sırası bende.
Ben de sizden bir söz istiyorum.
Soruyorum şimdi, hazır mısın Yozgat? (...) hazır mısın? Yozgat! Tam demokratik bir Türkiye için canla başla çalışacak mısın Yozgat? Adalet için hazır mısın? Yozgat!
Özgürlük için hazır mısın? Yozgat!
Zenginlik için hazır mısın? Yozgat!
DEVA Partisi!ni iktidara taşıyacak mısın Yozgat?
Daha güçlü. Daha güçlü!
DEVA Partisi!ni iktidara taşıyacak mısın Yozgat?
İnşallah hep beraber yapacağız.
Yozgat hazır! Türkiye hazır inşallah.
Demokrasi!

Atılım!

Derhal!

Bugün!

Demokrasi!

Atılım!

Derhal!

Bugün!

Demokrasi!

Atılım!

Derhal!

Bugün!

Sağ olun, var olun. Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Yozgat buluşmamızın bu güzel ilimizin tüm ilçelerine tüm İç Anadolu’ya hayırlı olsun diyorum.

Gönül dolusu sevgi saygı muhabbetlerimi sunuyorum.

9 Ağustos 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Uşak İl Başkanlığı Açılış Konuşması

Uşak İl Başkanlığı Açılışı Konuşması

Çok değerli genel merkez kurul üyelerim,

Değerli Uşak İl başkanımız,

Değerli ilçe başkanlarımız,

Bu açılış vesilesiyle bizlerle birlikte olan sivil toplum kuruluşlarımızın, meslek örgütlerimizin, siyasi partilen çok değerli temsilcileri

Değerli Uşaklı hemşerilerimiz,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Uşak il teşkilatımızın hizmet binasının açılışına hoş geldiniz diyorum.

Bugün burada sizlerle beraber Uşak’ta olmak bizler için büyük bir mutluluk.

Uşak Millî Mücadele yıllarımızın en önemli illerinden birisi.

Aynı zamanda Ulak en güzel illerimizden birisi.

Evliya Çelebi ne demiş? ‘2 gün Uşak’ta kalan 3. Gün âşık olur’ demiş.

İşte tarımıyla, sanayisiyle, tarih mirasıyla gerçekten gözde illerimizden birisindeyiz u an.

Burada, Uşak’ta genç ve dinamik bir teşkilat kurduk.
Türkiye’nin 81 ilinde şu anda il başkanlarımız görevlerinin başında. Türkiye’de 720 ilçede ilçe başkanlarımız görevinin başında.
DEVA Partisi damla damla büyüyor çok şükür.
Türkiye’yi karış karış dolaşıyoruz.
Daha geçtiğimiz hafta Muş’taydık, Ağrı’daydık, Van’daydık.
Bugün burada Uşak’tayız.
Yarın kısmet olursa Denizli’deyiz. Ertesi gün Yozgat’tayız.
Biz tüm Türkiye’yi karış karış geziyoruz. Vatandaşlarımızı dinliyoruz. Dertleri dertlilerden dinliyoruz.
Ankara’da oturduğumuz yerlerden değil.
Bizzat sahada sıkıntıları tespit ediyoruz.
Sorunları iyi anlıyoruz ki çözüm üretelim.

Çünkü sorunları anlamayan, ülkenin gerçeklerinden kopan bir hükümetin ülkeyi ne hale getirdiğini hep beraber görüyoruz, yaşıyoruz.

Eskiden Keçiören’de bir apartman dairesinde otururdu. Komşuları vardı. Şöyle ayda bir de olsa elektrik faturası, su faturası, gaz faturası görürdü.

Ne zaman ki saraya kendini hapsetti o gün bugündür Türkiye’de işler kötü gidiyor.

Bit tane komşusu yok yahu, bir tane komşusu.

Onun için olmuyor.

Bu ülkenin sorunlarını çözmek ancak dertleri anlamakla mümkündür.

İşte biz bunun için yola çıktık.

Bunun için her yerde her yerde vatandaşlarımızla buluşuyoruz.

Gençlerle, kadınlarla, işçilerle, çiftçilerle, esnafla, emeklilerle oturuyoruz dertleşiyoruz.

Türkiye’de şu anda ‘ben işimden memnunum, benim derdim yok’ diyen bir insan arayın ki bulabilesiniz.

Maalesef.

Şuradaki esnafımıza, çiftçimize, emeklimize sorun. Dertler hızla büyüyor.

Soruyoruz vatandaşlarımıza en önemli sıkıntılarınız nedir diye.

‘Hayat pahalılığı’ diyorlar. Zamlar arka arkaya gelen zamlar.

Şu anda işsizlik ülkenin belki de en önemli sorunu.

Gençlerimiz Türkiye’nin pek çok yerine iş bulmakta bugün güçlük çekiyor.

Bu hükümet enflasyonu patlattı.

Şu anda enflasyon 3 hane 3.

TÜİK ne kadar 70 küsürler de açıklasa bu ülkede gerçek enflasyon yüzde 200’lere yaklaşmış durumda.

Gelin şuradaki esnaflarımıza sorun. Konfeksiyon, çamaşır çorap, büfeler, cep telefoncular...

Hangisinin fiyatı yüzde 70 arttı ben bilmiyorum.

Şu anda gerçek enflasyonu açıklamayan, enflasyonu gizleyen bir hükümet işin başında.

Enflasyonu gizlediği yetmiyor ne yapıyor? Bütün memur maaşlarını TÜİK’in uydurma enflasyonu kadar artırıyor.

Emekli maaşları o kadar artıyor, asgari ücret o kadar artıyor.

Devlet doğruyu söyleyecek doğruyu.

Doğru söylemeden asla mümkün olmaz.

Gerçek enflasyon neyse, gerçek enflasyonun üzerine bir de refah payı ekleyip vatandaşlarımızın gelirini artırmak zorundasınız.

Emekli maaşlarını, asgari ücreti, memur maaşlarını devletin belirlediği bütün gelirleri gerçek enflasyon artı refah payı kadar artırmak zorundasınız.

Aksi halde enflasyon karşısında milyonlar eziliyor eziliyor.

Bu hükümet maalesef bizim zamanında tek haneye indirdiğimiz enflasyonu tekrar azdırdı.

Biz paradan altı sıfır atmıştık hatırlıyorsunuz değil mi?

Enflasyonu tek haneye indirip arkadan da altı sıfır atmıştık.

Bu hükümet geldi bir sıfırı ekledi şu anda.

Dolar kuru 1 lira 50 kuruştu. 1 lira 60, 70 kuruştu. Şimdi oldu 18 lira.

50 kuruşluk ekmek oldu 5 lira.

Geldiler en az bir sıfır eklediler maalesef.

2018’den bu yana partili, taraflı Cumhurbaşkanı tek yetkili imzayla göreve başladığından bu yana ülkenin çözülen hiçbir sorunu yok.

Sorunlar ancak artıyor.
Kriz arkasına kriz yaşıyoruz.

Şu anda yaşadığımız sadece ekonomik kriz değil arkadaşlar, şu an Türkiye hukuk ve adalet krizi yaşıyor.

Şu anda Türkiye bir dış politika krizi yaşıyor.
Şu anda Türkiye bir eğitim krizi yaşıyor.
Gençlerimizle konuşuyoruz. Üniversite sınav sonuçları belli oldu.

Gittiğim çoğu vilayette gençlerimiz şunu söylüyor. ‘Benim puanım yetti, iyi bir üniversiteye aslında kaydolabilirim. Ama ailemin imkânı yok. Maddi imkânlarımız müsait değil. Üniversitede iyi bir bölümü tutturduğum halde ailem beni okutamayacak çünkü tutturduğum üniversite başka şehirde. Orada hayat pahalı’ diyor.

Gerçekten çok üzülüyoruz.

Şu krizin, şu siyasi ve ekonomik krizin en büyük ceremesini özellikle de gençlerimiz yaşıyor.

Emeklilerimiz yaşıyor, çiftçilerimiz yaşıyor.

Uşak bir sanayi kenti ama aynı zamanda da bir tarım kenti.

Çiftçilik yapan ya da akrabası çiftçi olan çok dostumuz vardır bu meydanda.

Gübre fiyatları aldı başını gitti. Yem fiyatları aldı başını gitti. İlaç, tohum... Güç yetmiyor.

Ve bunun en önemli sebebi döviz kuru.

Bu hükümet diyor ki mazot arttı diyor çünkü petrol fiyatları arttı diyor.

Petrol fiyatı ne kadar arttı dünyada? 60 dolardan 100 dolara çıktı.

Bu ne demek?

Hesap basit.

Benzin, mazot 7 lirayken 10 lira olması lazım. Petrol fiyatı 70’de 100’e çıktıysa mazotun benzinin litresinin de 7 liradan 10 liraya çıkması lazım.

Eğer bugün 20 liranın üzerindeyse bunun tek sebebi var o da döviz kurundaki artış.

Türkiye’deki döviz kuru artışı Avrupa’nın hiçbir yerinde yok hiçbir yerinde. Bunlar diyorlar ki ‘dünyanın her yerinde enflasyon var.’
Ya bugün Amerika’da enflasyon yüzde 7’ye çıktı diye adamlar panik oluyor. Japonya’da enflasyon yüzde 2’ye çıktı diye panik oluyorlar.

Bizim 15 günde yaşadığımız enflasyonu başka ülkeler 1 yılda yaşıyor.

Bu hükümet artık yönetemiyor.

Güven olmadan ekonomi olmaz arkadaşlar güven olmadan olmaz.

Ekonomiyi düzeltmenin tek yolu güvendir. Güven olmadan asla.

Gençler bazen bana soruyorlar diyorlar ki e iyi de başkanım güven nasıl oluşur bir anlat hele diyorlar.

Bende diyorum ki bakın gençler 1 dakika da 8 madde de size anlatayım güven nasıl kazanılır.

Size anlatayım Beştepe’de duysun. Çünkü Beştepe’nin de öğrenmeye ihtiyacı var. O da güveni kaybetti.

  1. Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.

  2. Söz verince tutacaksın.

  3. Emanete hıyanet etmeyeceksin.

  4. Devlet yönetiyorsan her zaman hukukla adaletle hareket edeceksin.

  5. Ehliyetli, liyakatli kadrolarla çalışacaksın. Devleti yöneten insanlar hem dürüst hem de işi bilen insanlar olacak.

  6. İstişareyi asla elden bırakmayacaksın. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın. Benim alanım ekonomi ben ekonomistim deyip kafanın dikine gidip ülkenin ekonomisini batırmayacaksın.

  7. Devlet yönetiyorsan şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Merkez Bankası’nın arka kapısından 190 milyar doları gizli saklı satmayacaksın. Gizli saklı çar çur etmeyeceksin devletin parasını.

  8. Her zaman ama her zaman hesap vermeye hazır olacaksın. Çok şükür bizim alnımız açık başımız dik.

Onun için Uşak’ta sizlerle böyle rahat sohbet ediyoruz, dertleşiyoruz. Türkiye’nin her yerinde rahat rahat geziyoruz.

Türkiye’nin her yerinde başımız dik dolaşıyoruz.

Çünkü biz her zaman hesap vermeye hazır bir şekilde bu devlet yönetiminde bulunduk.

Her zaman dürüst ve ehil kadrolarla çalıştık. Her zaman istişare ederek karar aldık.
Her zaman doğruyu söyledik.
Ne söz verdiysek tuttuk.

Ve emanete gözümüz gibi dikkat ettik koruduk. Bu iş böyle oldu.

Eğer Türkiye bir dönem milli gelirini 3 bin 500 dolardan alıp 12 bin 500 dolara çıkardıysa bu güvenle oldu güvenle.

Eğer Türkiye’de ihracat 36 milyar dolardan 6 yılda 132 milyar dolara çıktıysa bu güvenle oldu güvenle.

Bu ülkede enflasyon 34 sene 2 haneli 3 haneli rakamlarda dolaşırken eğer sadece 2 yılda tek haneye düştüyse sadece 2 yılda paradan altı sıfır attıysak bu güvenle oldu güvenle.

Bu hükümet işte onu anlamadı.

Anlamadığı için olmuyor.

Güven olmadan olmaz. İlla ki güven.

Ve inşallah bunu tekrar sağlayacağız.

İnşallah Türkiye’de tekrar güven ortamını sağlayacağız.

Sadec1 ayda 1 ayda bütün kurumları ayağa kaldıracağız.

Merkez Bankası’ymış, TÜİK’miş, ÖSYM’ymiş bütün çöken kurumlar var ya çöken kurumlar, hepsini 1 ayda ayağa kaldıracağız.

İnanın çok kolay yahu.

Siz dürüst ve ehil kadroları şimdiden hazırlayın, dersinizi iyi çalışın inanın çok kolay.

Bu işleri hiç yapmasak diyebilirsiniz ki ya galiba bu atıp tutuyor. Ama çok şükür arkamızda kapı gibi başarılar var.
Yaptık, çünkü bu ülke büyük bir ülke.
84 milyon nüfusuyla Avrupa’nın en büyük nüfusu bizde.

Bakın burada Avrupa’da çalışan çok arkadaşımız var. Yolda yürürken denk geldik ayaküstü sohbetler yaptık.

Avrupa’nın en büyük nüfusu bizde. Avrupa’nın en genç nüfusu bizde.

Avrupa’nın en büyük toprakları bizde, Avrupa’nın en büyük tarım arazileri bizde.

Bu büyük ülke bu krizlerin içine yuvarlanmaya layık değil. Bu ülkenin ekonomisi güçlü olmalı.
Bu ülke itibarı bir ülke olmalı.

Biraz önce bir vatandaşımız dedi ki ‘sınır kapılarından geçerken biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hep kuyruklarda bekliyoruz. Başka ülkelerin vatandaşları transit geçiyorlar sınırlardan. Bu niye böyle oluyor başkanım’ dedi.

Bende dedim ki bu ülkenin itibarıyla alakalıdır. Eğer ülke güçlüyse, itibarlıysa o ülkenin vatandaşları dünyanın her yerinde sol şeritten hızlı geçer.

Ama bir itibar sorunu varsa siz bu ülkenin itibarını beş paralık ettiyseniz bu ülkenin vatandaşları dünyanın her yerinde sıkıntı çeker.

Bu kadar dış politikada yalpa yapan bir ülkenin itibarı kalmaz arkadaşlar. Şu dış politikada yapılan yalpalara bir bakın yahu.

Daha düne kadar 15 Temmuz hain darbe girişiminin faili olmakla finansörü olmakla suçladıkları Birleşip Arap Emirlikleriyle birdenbire sarmaş dolaş oldular.

Niye? 3-5 milyar dolar için...

Kaşıkçı cinayetiyle suçladıkları bizim topraklarımızda meydana gelen bir cinayetin ‘dosyasını vermeyiz, delilleri göstermeyiz, gelsinler burada baksınlar’ de ondan sonra paraya ihtiyacın olunca git o ülkenin ayağına 3 – 5 milyar dolar için o ülkeyle tekrar sarmaş dolaş ol.

Böyle itibar oluşmaz.

2009’da ‘One Minute’ deyip İsrail’e meydan okuyup ‘zalim devlet, terör devleti’ deyip paraya sıkışınca devlet töreniyle o ülkenin Cumhurbaşkanını karşılamak durumunda kalmak bu ülkeye itibar kazandırmaz.

Bu ülkenin itibarı ancak dış politikada sağlam bir çizgide durmakla olur.

Bu ülkenin itibarı ancak ve ancak ekonominin güçlü olmasıyla olur.

Sen kimseye sormadan bu ülkenin yıllarca biriktirilmiş olan, bizim dönemde birikmiş olan döviz rezervini arka kapıdan gizli saklı boşalt, ondan sonra 3-5 milyar dolar için milletin ayağına git.

Yazık günah.

Sonra niye bunu gizli saklı yapıyorsun. Niye açık açık yapmıyorsun.

Bu arkadaşınız tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldu.

Evet, bizim dönemde Merkez Bankası döviz sattı. Ama ne kadar? 11 yılın toplamında ki rakam 8 milyar dolar.

11 yılı topla 8 milyar dolar.

Ve bunun hepsi açık, hepsi şeffaf hepsi Merkez Bankası’nın web sitesinde ilan edilmiş durumda.

Girin bakın o günün rakamlarına hepsi açık, şeffaf. Arka kapıdan değil Merkez Bankası kendisi gidiyor dövizi satıyor.

Ve o gün de ilan ediyor.
Bunlar 2 yılda 190 milyar dolarlık dövizi sattılar hala tek kelime açıklamadılar. Soruyoruz o gün bu gündür. Kime sattın arkadaş, niye sattın, kaça sattın?

Tık yok.
Doğru hesaptan kaçar mı?

Rakam biliyorsunuz 130 milyar dolardı. O damatla el ele verdiler ilk 130 milyar doları sattılar biliyorsunuz. Yetmedi aralıktan bugüne bir 60 milyar dolar daha sattılar yahu.

Dışardan swap anlaşmasıyla buluyorlar hemen arka kapıdan satıyorlar.

Son 3-4 gündür Rusya’dan 2 milyar dolar geldi mi gelmedi mi? Bunun tartışmasını yaşıyor bu ülke yahu.

İnanın hicap duyuyorum hicap.

Bu ülkenin zamanında Dış İşleri Bakanlığı yapmış, Avrupa Birliği Bakanlığı yapmış, 11 yıl ekonomisinin başında olan bir kardeşiniz olarak hicap duyuyorum.

Rusya’dan gelecek 2 milyar dolara kaldıysa bu ülke yazıklar olsun.

Gerçekten çok üzülüyoruz arkadaşlar. Biz buna layık değiliz. Bu ülke böyle bir yönetime layık değil.

Ama inşallah en kısa zamanda düzelteceğiz.

Söylediğim gibi bakın 1 ayda kurumları ayağa kaldıracağız.

En geç 6 ay da ülkedeki kriz ortamını sona erdireceğiz.

En geç 2 yılda da enflasyonu tekrar tek haneye indireceğiz inşallah.

Bakın 2001-2002 krizini biz kadromuzla beraber çözdük.

2 sene sürdü çünkü zor bir krizdi. 2 senede 34 yıllık enflasyonu tek haneye indirdik.

2008-2009 krizi çıktı bana dediler tekrar ekibinle beraber ekonomiye geç. Çünkü kriz kötü.

Döndük 6 ayda o krizi çözdük.

Eğer seçime kadar bu ülkeyi daha da batırmazlarsa, eğer seçime kadar ülkedeki şartlar bu şekilde devam ederse seçimden sonra evelallah 6 ayda biz bu krizi çözeriz.

Eğer ülkeyi seçime kadar daha da zor duruma düşürürlerse o temerrüt dediğimiz o çukura düşürürlerse o zaman işimiz zorlaşır.

O yüzden ben Cumhurbaşkanı’na Erdoğan’a 3-4 kere çağrıda bulundum. ‘Bak ülkenin temerrüt riski arttı, iflas riski arttı. O temerrüt çukuruna asla düşürme bu ülkeyi çünkü bizim işimizi zorlaştıracaksın’ dedim.

Peki ne yapman gerekiyor. Onu da bilmiyorsan söyleyeyim dedim.

1- Merkez Bankasının başına dürüst ve ehil bir kadroyu koy, hemen yarın sabah bile yapılabilir bu.

2- TÜİK’in başına ehil ve dürüst bir kadroyu koy.

Niye Merkez Bankası? Çünkü cebimizdeki paranın değerini korumak Merkez Bankası’nın işi de onun için.

Para pul oldu yahu.

Niye TÜİK?

Çünkü TÜİK devletin rakamlarını dosdoğru açıklaması gereken bir kurum.

Gerçekleri olduğu gibi açıklaması gereken bir kurum.

TÜİK Başına da dürüst ve ehil bir kadroyu koy ama her iki kurumdan da elini ayağını çek.

Çünkü bu kurumlar bağımsız çalışması gereken kurumlar.

Bağımsız bir şekilde bu ülkenin parasını koruyacak Merkez Bankası, TÜİK bağımsız bir şekilde bu ülkenin verilerini rakamlarını dosdoğru hesaplayıp bütün topluma açıklayacak.

‘Bunu yap temerrüt çukuruna düşmeden ülkeyi şöyle uçurumun kenarından döndürürsün’ dedik. Ama maalesef kimseyi dinledikleri yok bunların.

Kafalarının dikine iş yapıyorlar. İnadına iş yapıyorlar.

Onun için olmuyor.

İstişare etmeyince olmuyor. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın arkadaş.

Başka türlü olmaz.

Dertlilerle konuşacaksın, damdan düşenlerle dertleşeceksin.

Bilenlerle istişare edeceksin ondan sonra karar alacaksın. Yoksa olmaz asla olmaz.

Onun için olmuyor onun için yapamıyorlar.
İşte biz çözüm planlarımızı açıklıyoruz, eylem planlarımızı açıklıyoruz. Eylem planlarımızın her birisinde yüzlerce insanın emeği var.
Bugün ekonomi eylem planımızda Türkiye’nin iyi iktisatçılarının emeği var.

Bugün Yargı Reformu Eylem Planımızda 200 tane hukukçunun hocanın emeği var.

Biz bilerek çalışıyoruz bilerek. İşi bilerek çalışıyoruz.

ÖTV. Önemli konu. Çiftçinin mazotunda ÖTV’yi kaldırıyoruz. ÖTV orada kalkıyor.

Çiftçinin gübresinin parasının yarısını devlet olarak biz ödüyoruz.

Yemin maliyetinin yarısını devlet olarak biz karşılıyoruz.

Çiftçiye özel düşük elektrik tarifesi uyguluyoruz.

Bütün tarım borçlarını 2 yıl ödemesiz uzun vadeye yayıyoruz. Faizi silip donduruyoruz.

Gençler için bilgisayar, akıllı telefon, oyun konsolu... Bunların hepsinde vergileri indiriyoruz inşallah.

Bazıları diyor ki ‘e ondan vergi alma bundan vergi alma devletin geliri nereden gelecek?’ diye soruyorlar. Biz de diyoruz ki ‘devlet vergiyi sürümden kazanacak sürümden. ‘

Vergi oranları düşecek, alışveriş çoğalacak. Gençler daha çok bilgisayar alacak. Daha çok teknoloji alışverişi yapacak devlet yine sürümden kazanacak.

Onun hesabını kitabını bilerek söylüyoruz.

Emeklilerimizin maaşı gerçek enflasyon, TÜİK’in uydurma enflasyonu değil gerçek enflasyon artı refah payı kadar artacak.

Emeklinin yüzü gülecek.
Bizin ekonominin başında olduğumuz dönemlerde bunu emeklilerimiz yaşadı.

Emeklilerimiz biriktirdikleri parayla Avrupa’da 1-2 hafta tatile çıkıyordu, bunu yaşadı bu ülkenin emeklileri.

KYK bursları bizim dönemimizde tam 150 dolardı. Şimdi 48.

Gençler KYK burslarını, kredilerini biriktiriyorlardı, 1- 2 yıl biriktirdikleri zaman 1 hafta Avrupa’da tatil yapabiliyordu gençler.

Bu ülke bunları yaşadı.
Ne zaman yaşadı?
Güvenle yönetildiğinde yaşadı.
Güven ve istikrar ortamında yaşadı. İtibarlı bir ülkeyken bunları yaşadı.

Maalesef şu anda durum kötü farkındayız.

Ama şunu unutamayalım seçim günü geldiğinde oy pusulasını şöyle bir önünüze aldığınızda DEVA’nın logosunun altına içinde filiz olan damla var ya ona basın inşallah gerisi bizde.

2 tane büyük krizi çözdük inşallah bunu da çözeriz.

Hukuk ve adalet krizini de biz çözeceğiz.

Dış politika krizini de biz çözeceğiz, eğitim krizini de biz çözeceğiz.

Mülakatı kaldıracağız. Şu KPSS’den sonra mülakat var ya mülakatı kaldıracağız.

Mülakat KPSS sınavında işine geleni devlete almak işine gelmeyenleri de dışarda bırakmak için bir araç haline gelmiş yahu.

Onun için parti programımıza yazdık. Mülakatı kaldıracağız. Yazılı sınav neyse o.

Yazılı sınavda hak eden devlete girecek.

Başka türlü eşit vatandaşlığı sağlayamazsınız, başka türlü fırsat eşitliğini bu ülkeye getiremezsiniz.

Ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz. Her alanda hazırlanıyoruz, kadrolarımızı hazırlıyoruz, plan ve programımızı hazırlıyoruz ve onun için ‘DEVA hazır’ diyoruz.

Ben burada şimdi Uşak’a sormak istiyorum. Uşak Demokrasi için hazır mıyız?
Uşak özgürlük için hazır mıyız?
Adalet için hazır mıyız?

Zenginlik için hazır mıyız? Siz hazırsanız biz de hazırız. Hayırlı uğurlu olsun diyorum.

Uşak İl Binamızın bu güzel ilimize hayırlı hizmetlerde bulunmasını gönülden temenni ediyorum.

6 Ağustos 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Van İl Başkanlığı Açılış Konuşması

Merhaba Van merhaba.

Van İl Açılış Konuşması

Medreselerin, kümbetlerin, kalelerin diyarı merhaba.

Ters lalelerin, flamingoların doğası merhaba.

Vanadokyası’yla, Ahtamar’ıyla Serhat’ın incisi Van merhaba.

Denizin, tarihin, bereketin şehri, dünyada hâlâ yaşanan en eski şehir merhaba.

Vankulu Mehmed Efendi’nin, Fekiya Teyran’ın doğduğu kadim şehir Van... Merhaba!

*****

Dün Ağrı’daydık, önceki gün Muş’taydık. Ülkemizi adım adım, şehir şehir, ilçe ilçe geziyoruz.

Sorunları sıkıntıları yaşayanlardan dinliyoruz. Dertlilerden dertleri dinliyoruz. Ayak bastığımız her toprakta da çözümleri konuşuyoruz.

İnanın Türkiye’nin sorunu çok doğru ama bu sorunları çözmek bir o kadar kolay.

Tüm sıkıntıları aşacağız. İnşallah seçimlerin ardından Türkiye’de hep beraber yepyeni bir sayfa açacağız yepyeni.

Biz cebimizde güvenin çözümün anahtarlarıyla dolaşıyoruz.

Her alandaki sorunları nasıl çözeceğimizi açık açık anlatıyoruz. Her alanda eylem planları hazırladık. Çözümlerimizi yazılı bir şekilde tarih vererek bütçesini hesap ederek ortaya koyuyoruz.

Öyle bol keseden vaatle atanlardan da değiliz ha. Ama hesabımızı yapıyoruz. Ne söz verirsek de inşallah yerine getireceğiz.

İşte bu yüzden yarının Türkiye’sinin mimarları biz olacağız. DEVA kadroları olacak.

Türkiye’nin değişiminde DEVA Partisi asli rol oynayacak asli. Hiç şüpheniz olmasın.

*****

Artık mevcut iktidarın son kullanma tarihi geçti. Bu iktidar yorgun bir iktidar yahu. Onları en yakın zamanda müsait bir yerde indirmeniz gerekiyor.

Bunlar en başta söylediklerinin tam tersini yapmaya başladılar.

3Y vardı, hatırlıyor musunuz? Neydi bunlar? Yasaklar, yolsuzluk ve Yoksulluk. 3Y ile mücadele için evet iyi bir başlangıç oldu. Ondan sonra kadro değişti. Kadro bozuldu. Yoldan saptılar.

Şimdi maalesef ülke aynı 3Y ile karşı karşıya kaldı. Korkuyorum ki aynı 3Y’yi miras bırakıp gidecekler.

Ülkemiz yeniden yasakların, yoksulluğun ve yolsuzluğun ülkesi oldu. İçimiz yanıyor içimiz. Çünkü bu ülke böyle kötü yönetilmeye layık değil.

En başta neler söylemişlerdi değil mi? Yerel yönetimler güçlendirilecekti. Ne oldu?

Bırakın yerel yönetimleri güçlendirmeyi bugün seçilmiş belediye başkanları makamlarından indiriliyor yerine kayyumlar oturtuluyor. Hani güçlenecekti yerel yönetimler. Ne oldu?

Seçimleri kazanamayınca adeta seçimleri kazanamadıkları illerdeki ilçelerdeki vatandaşı cezalandırmanın yöntemi haline geldi bu kayyum ataması.

Sağda solda “Millî irade” diye kendilerini anlatanlar, yerelde seçimi kazanamadıklarında halkın iradesini falan tanımıyorlar.

Bitmedi. Başlangıç arasıyla gelinen nokta arasında çok büyük fark var. AK Parti’nin ilk yıllarında cezaevleri koşullarının iyileştirilmesi sağlanmıştı değil mi? Hep beraber çok gayret gösterdik. Avrupa’yla müzakerelerde önemli bir konuydu. Biz kendi insanımız için bunları yaptık.

Bugün ne oldu? Bugün geldiğimiz noktada bir kadın siyasetçi hastalığının ilerlemesine rağmen cezaevinde tutuluyor.

Hastaneler ‘Hapishanede kalamaz’ diyor, Adli Tıp Kurumu’na gidiliyor, oradan siyasi baskı altında rapor çıkarılıyor ve hâlâ hapishanede tutuluyor.

Çok ağır bir haksızlık. Çok ciddi insan hakları ihlali yapılıyor şu anda çok.

Devam ediyoruz. Niye bunları hatırlatıyorum? Çünkü Sayın Erdoğan ne demişti? “2005’te ne dediysem onun arkasındayım” demişti. “Kürt sorunu benim de sorunumdur” demişti değil mi?

10 sene sonra kendi kendiyle kavga etmeye başladı. “Kardeşim, ne Kürt sorunu ya?” demeye başladı izliyorsunuz.

Peki Kürt meselesi çözüldü mü? Ben burada Van’da sorayım size. Çözülmedi. Tam tersine dirildi...

Erdoğan bu bölgeye geldiğinde Dicle’nin kenarındaki kuzuyu hatırlıyor Ankara’ya dönünce kurdun yanı başında başka bir hizaya gidiyor.

Farkında bile değil. Belli ki Bahçeli’nin yanından 2 dakika ayrılıp da Kürt meselesini doğrudan insanlarla konuşacak durumu da yok artık.

Zaten ne zaman gitti Bahçeli’yi, Perinçek’i yanına ortak aldı o gündür bu gündür memleketin sorunları çözülmüyor yahu.

Bakın buraya gelmesine de gerek yok. Şöyle bir Google diye bir şey var değil mi. Herkesin cep telefonunda arıyorsun. “Bu yıl kaç kaç Kürtçe öğretmeni atandı” diye yazsa gerçeği görecek.

TBMM’ye bakalım. TBMM ne demek? Bütün vatandaşlarımızın temsilcilerinin olduğu kurum demek.

TBMM’de insanların konuştuğu dil inkâr ediliyor yahu.

Bir insanın annesinden ninni dinlediği dili inkâr edilir mi? Ana dilidir ana dili. Niye? Çünkü anasının konuştuğu dil onun için diyoruz.

Bir Milletvekili Meclis’te bazı Kürtçe ifadeler kullanıyor kürsüde. Peki, Meclisin tutanaklarını açın bakın. Tutanakta ne yazıyor? “X” harfi koyuyorlar X.

Yahu ‘X’ Allah aşkına İngilizceden alınma bir harf değil mi? Sen İngilizceden aldığın harfi oraya koymayı biliyorsun da meclis tutanaklarına Kürtçe iki tane cümle yazmayı bilmiyor musunuz yahu. Gerçekten ayıp günah.

Kürtçe bu toprakların dili. Üstelik ülkemizde en çok konuşulan ikinci dil.

Meclis zabıtlarında tutuyorlar bir “Bilinmeyen dil” yazıyorlar bi “X” yazıyorlar.

Anlaşılan Kürtler meclise girdi ama Kürtçe bu ülkenin meclisine giremedi. İşte biz onun için buradayız, onun için çalışıyoruz.

Sonra da kalkıyorlar ne diyorlar? Erdoğan da Bahçeli de ‘Ülkede Kürt meselesi falan yok’ diyorlar. Gelsinler Van’a da Erdoğan ve Bahçeli el ele tutuşsunlar bu meydanda Van’da sizlere sorsunlar. Kürt meselesi var mı yok mu diye. Buradan cevabını alacaklar.

Ankara’da oturdukları yerden mesele yok demekle mesele yok olmuyor yahu.

Bakın arkadaşlar sizlere bir özet yapacağım. Eğer bu ülkede ana dili hakkı hâlâ tartışılıyorsa burada bir mesele var demektir.

Koskoca Türkiye’de, yılda ancak birkaç Kürtçe öğretmeni atanıyorsa, Ülkenin Meclis’inde, ülkenin en çok konuşulan ikinci diline “bilinmeyen dil” muamelesi yapılıyorsa, bir mesele var.

Yoğunlukla Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı şehirlerde, belediyelere kayyumlar atanıyorsa, burada bir mesele var.

Altı milyon vatandaşımızın oyları yok sayılıyorsa bir mesele var.

Türkiye dönüp dolaşıp hâlâ bugün parti kapatmak gibi bir ilkelliği tartışabiliyorsa burada bir mesele var.

Eğer bu ülkede, çocukların oyun oynadığı alanlarda, panzerler geziyorsa, burada bir mesele var demektir.

Eğer Ceylanlar, Uğurlar ölüyorsa burada bir mesele var.

Van’da, daha geçtiğimiz dönemde iki masum vatandaşımız, hayvanlarını otlatırken gözaltına alınıp, terörist muamelesi yapılıp ve işkence sonucu biri vefat ediyor diğeri sakat kalıyorsa ortada bir mesele.

Önce DEVA gelecek sonra zülüm bitecek inşallah.

Bakın sizlere tek tek sıraladım değil mi. Bu meselenin adı değerli arkadaşlarım Kürt meselesidir.

Bizim için Kürt meselesi o partinin, bu partinin meselesi değil; Kürt meselesi tüm Türkiye’nin meselesidir. Bizim meselemizdir. Doğunun batının-kuzeyin güneyin değil, tüm Türkiye’nin meselesidir.

Bizim için bu mesele bir hak meselesidir. Hukuk meselesidir, adalet meselesidir.

Değerli arkadaşlarım;

Hakkın temel yasal haklarının pazarlığı olmaz. Temel hakları oylamaya bile tabi tutamazsınız.

Vatandaşlarımızın tüm haklarını koşulsuz, şartsız, pazarlıksız derhal tanınır. Çünkü onundur zaten. Al- ver konusu yapamazsın. Mesele insan hakkıysa “almak-vermek” olmaz. Devlete düşen o hakkı olduğu gibi tanımaktır. Nokta.

Onun için ne diyoruz? Ana dili, vatandaşlarımızın analarının ak sütü kadar helâldir diyoruz.

İşte biz bu konuyu inşallah, evelallah bir çatışma konusu olmaktan çıkaracağız.

Bizim için Kürt meselesi bir eşit vatandaşlık meselesidir. Biz öyle kuru kardeşlik sloganları atanlardan değiliz. Biz, eşitlik diyoruz. Eşit vatandaşlığın altını çiziyoruz.

Bakın görün bu iktidarın reddettiği çözemediği Kürt meselesi yakında ayaklarına dolanacak. Dolanıyor da... Biz de iktidara gelip Kürt meselesini çözeceğiz. Biz çözeceğiz. Çünkü meseleyi biliyoruz. Meseleyi bilen bir kadromuz var. Meseleyi yaşayan teşkilatlarımız var. Damdan düşenler var bu partinin çatısı altında. Onun için sorunu iyi biliyoruz ki çözmek için yola çıkmış durumdayız.

Meseleyi meşru, demokratik siyaset yoluyla çözeceğiz. Demokrasi içinde çözeceğiz. Meşru yollarla çözeceğiz ve siyaset eliyle çözeceğiz

Devleti Kürt meselesinin çözümünün bir parçası haline getireceğiz inşallah. Ağıt sesini adaletle dindireceğiz inşallah.
Geçmişte yaşanan hiçbir acıya kör, hiçbir feryada sağır kalmayacağız. Adalet için DEVA, özgürlük için DEVA diyoruz. Hepsini başaracağız.

Bu acıların bir daha yaşanmaması için ne gerekiyorsa yapacağız.

Ancak bu yolda, kandan, gözyaşından beslenen hiç kimseye geçit vermeyeceğiz.

Bizim Kürt meselesine bakış açımız budur arkadaşlar. Bunlar bizim için gelir geçer günlük meseleler değil. Konjonktürel meseleler değil bir ilke meselesidir ilke.

Geçmişte annelerin cezaevindeki evladıyla anadilinde konuşmayı yasaklayanların bugün nasıl hatırlandığını iyi biliyorsunuz değil mi? O yasakları koyanları bugün nasıl anıyorlar?

İşte biz ilkelerimize sahip çıkarak ülkemizi bölgemizin en güçlü ülkesi yapacağız inşallah.

*****

Arkadaşlar, bakın bugünkü iktidar demokrasiden uzaklaştığı için sadece Kürt meselesi dirilmedi. Aynı zamanda Türkiye’yi yoksulluğa hapsettiler bunlar.

Zam üstüne zam yaşanan bir ülke haline getirdiler. Geçim sıkıntısını en ağır yaşayan şehirlerinde birisi de burası. Van. Hepiniz görüyorsunuz yaşıyorsunuz.

Niye biliyor musunuz?

Ekonomi dediğiniz bir zemine bir temele oturur. Ekonomi dediğimiz alanın temelinde zemininde önce adalet vardır, hukuk vardır, insan hakları vardır, özgürlükler vardır, demokrasi vardır.

Siz o temeli sağlam atmadan, o temeli sağlamlaştırmadan bu ülkenin ekonomik sorunlarını çözemezsiniz. Onun için çuvallıyorlar.

Erdoğan ne diyor? “Benim alanım ekonomi, ekonomistim” diyor. Ama çözemiyor. Çünkü bunu anlamıyor.

İşte biz o iktidarın görmedikleri var ya görmedikleri, biz onların görmezden geldiklerini iktidara taşıyacağız.

İktidar görmüyor ama enflasyon aldı başını gitti. Para pula döndü yahu

Enflasyon nedir? Enflasyon paranın değerini düşürmek yoluyla bütün vatandaşların cebinden çalmaktır.

Enflasyon ne demektir? İnsanların buzdolabından çalmaktır. Eğer insanların dolabında 3 çeşit peynir değil de 1 çeşit peynir o da yarım kilo 25o gr anca bulunuyorsa bu enflasyon yoluyla insanların buzdolabında çalmaktır.

Enflasyon sanayiciye, KOBİ’ye ve esnafa kazanmadığı paradan vergi ödettirir. Esnaf kardeşlerim bilir. Buraya bakıyoruz tuhafiye var, kırtasiyeci var, baklavacı var, tekel bayi var. Hepsi var.

Bu esnaf kardeşlerimiz ne yapıyor? 100 liraya aldığı malı diyelim ki satıyor 130 liraya, dönüp bakıyor mal 200 liradan rafına koyuyor. Devlet diyor ki ‘sen bunu 100 liraya aldın 130 liraya sattın 30 lira ver bakayım vergisini’ diyor. Onun için esnaf feryat ediyor.

“Ben sattığım malı yerine geri koyamıyorum” diyor. Onun için vatandaşlarımız feryat ediyor.

Uydurma bir enflasyon açıklıyor TÜİK uydurma. TÜİK’e bakarsan enflasyon yüzde 70 küsur...

Buraya yürürken bir kot satan arkadaşımızın dükkanına girdim. Sordum, “Geçen sene kaça satıyordun bu sene kaça satıyorsun?” dedim.

“80 liraya sattığım kotun aynısını bu yıl 240 liraya satıyorum” dedi.

Bu ne demek 3 misli. Bu ne demek yüzde 200 zam demek. 100 liraymış 200 de zam olmuş 300 olmuş demek.

Yüzde 200 zam.

TÜİK ne açıklıyor? Yüzde 70 küsur. Yüzde 70 küsur enflasyon açıklıyor dönüyor emeklinin maaşını o kadar arttırıyor. Yüzde 70 küsur enflasyon açıklıyor dönüyor asgari ücretlinin maaşını o kadar artırıyor. Memurun maaşını o kadar artırıyor.

Ya sen gerçek enflasyon neyse ona göre bu milletin gelirini artırsana arkadaş.

Biz çözümü hazırladık bakın. DEVA Ekonomisini detaylarıyla hazırladık açıkladık. Tam 116 maddelik çözüm paketimiz hazır. 116 madde.

Bakın biz ilan ettik parti programına yazdık. Dedik ki: Biz devlete işe alımlarda mülakatı kaldıracağız.

Çünkü mülakat şu andaki hükümetin işine gelmeyenleri devlete almama politikası haline geldi.

KPPS’den gençlerimiz 80 alıyor 90 alıyor 95 alıyor mülakatta eliyorlar yahu. Böyle bir şey olur mu?

Biz mülakatı kaldıracağız.

Mülakatı kaldırınca kim hakkediyorsa o gelecek devlete. Biz çözüm için buradayız. Yazılı sınav neyse o. Herkes adalet karşısında hak ettiği neyse hak ettiğini mutlaka alacak.

Biz çözüm için bütün çalışmalarımızı tamamladık.

Şu an Türkiye’de döviz kurunun patlamasının en önemli sebebi nedir? Arka kapıdan 190 milyar doları sattılar ya devletin dövizini tükettiler ya damatla beraber el ele verip. Asıl odur.

Devletin dövizini ne zaman tüketti bunlar mirasyedi gibi harcadılar gizli saklı ondan sonra artık döviz kuruna hâkim olamıyorlar. Kur arttıkça artıyor.

Biz paradan altı sıfırı attık bunlar geldiler bir sıfır eklediler ya.

Dolar 1 lira 50 kuruş, 1 lira 60 kuruştu. Yıllarca böyle devam etti. Bu arkadaşınız ekonomiyi teslim aldı dolar 1 lira 50 kuruştu, 6 sene sonra Dış İşleri Bakanı olduğumda dolar 1 lira 30 kuruştu.

Bunlar geldi 18 lira yaptı yahu.
Biz işte o kuru patlatan politikaları anında keseriz anında.

Merkez Bankasına da TÜİK’e de ehil ve dürüst atamalar yaparız. İşi ehline teslim ederiz.

Bizim çalıştığımız dönemde başarı elde etmemizin en önemli sebebi dürüst ve ehil kadroladı. Dürüst ehil kadroları işin başına getirin istişare ve karar alın ondan sonra korkmayın.

Bu ülkenin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok.

Şu anda ülkenin Merkez Bankası’nın 1 tane işi var. Tek işi var. Enflasyonu düşürmek. Ama Merkez Bankası serbest değil ki...

Bir tane talimat veren var. ‘Ben ekonomistim’ diyen. ‘Benim alanım ekonomi’ diyen.

Laf dinlemiyor diye kaç tane Merkez Bankası Başkanı değiştirdi. Nihayet laf dinleyen Merkez Bankası Başkanını buldu kendi lafını kendi sözünü empoze ede ede de enflasyonu da patlattı, dolar kurunu da patlattı.

Olan budur başka bir şey değil.
Gerçekten beceremiyorlar yahu.
Ama inşallah değerli arkadaşlar çözüm bizde. Bunu da biz çözeceğiz.

2 tane krizi çözdük. Hangi krizler bunlar? 2001-2002 ekonomik krizini çözdük. Arkasından 2008-2009 ekonomik krizini çözdük. İnşallah bu krizi çözmek de bize nasip olacak.

Hazırlanıyoruz.

Ben şimdi buradan sizlere sormak istiyorum. Van’a sormak istiyorum;

Demokrasi için hazır mıyız Van?

Adalet için hazır mıyız?

Eşitlik için hazır mıyız?

Özgürlük için hazır mıyız?

Zenginlik için hazır mıyız?

Siz hazırsanız biz de hazırız. İnşallah hep beraber başaracağız.

Tekrar il binamızın hayırlı olmasını diliyorum.

Bu güzel ilimizde hayırlı hizmetler yapmasını il başkanımızdan tüm ekibinden tüm teşkilatımızdan bekliyorum.

Tüm ailelerinizle, arkadaşlarınıza gönül dolusu sevgilerimi selamlarımı saygılarımı iletiyorum.

Sağ olun var olun.

5 Ağustos 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Hasköy Konuşması

Hasköy Konuşma Metni

Merhaba Hasköy!
Sizlere en derin selamlarımı, saygılarımı, hürmetlerimi iletiyorum.

Bizlerle burada bu meydanda beraber olduğunuz için hepinize tek tek teşekkür ediyorum.

Sağ olun var olun.

***

DEVA Partisi Türkiye’nin en yeni siyasi partilerinden birisi.

Kuruluşumuzun üzerinden henüz 2 yıl geçmiş olmasına rağmen hamdolsun 81 ilin 81’inde de il başkanlarımız görevinin başında.

Türkiye’de de 720 ilçede de ilçe başkanlarımız görevinin başında.

Damla damla büyüyoruz.

Türkiye’nin bütün sathına hızlı bir şekilde yayılıyoruz.

DEVA Parti’sinin teşkilatları her yerde her köşede vatandaşlarımızla buluşuyor. Her yerde.

Arkadaşlarımız hem vatandaşlarımızı dinliyor, anlıyor ki dertleri öğrenelim dinleyelim daha sonra da yaptıklarımızı, hazırlıklarımızı bu ülkenin bütün sorunları için oluşturduğumuz çözümleri vatandaşlarımızla paylaşıyoruz.

Türkiye şu an maalesef elim bir krizden geçiyor.
Yakın tarihimizin en büyük ekonomik krizini yaşıyoruz şu anda.

Ama yaşadığımız sadece ekonomik bir kriz değil aynı zamanda bir hukuk krizi yaşıyoruz bir adalet krizi yaşıyoruz.

Türkiye aynı zamanda şu anda bir eğitim krizi yaşıyor. ,

Bir dış politika krizi yaşıyor.

Kriz yaşamadığımız bir alan kalmadı yahu.

Hastalarda olur ya hani doktorlar bilir ‘çoklu organ yetmezliği’ diye bir durum vardır hastalarda.

Şu anda ülke aynı bunu yaşıyor ve toplu kriz yaşıyor. Bununda tek sebebi var.
Ülkemiz maalesef kötü yönetiliyor.

Avrupa’nın en büyük nüfusu bizde mi? 84 milyon. Bizde...
Avrupa’nın en genç nüfusu bizde mi? Bizde...

Avrupa’nın en büyük toprakları, en büyük tarım arazileri bizde mi? Bizde...
Peki, niye bu ülke bu krizi yaşıyor yahu!
İşte Muş Ovası’ndayız değil mi?

Türkiye’nin 3. Büyük ovası.

Çok uzağa da gitmeyelim. Erzincan’a gidiyorsunuz Muş’un 2 katı gelir var orada.

Bunun tek sebebi var.

Ülke kötü yönetiliyor.

Bakın, şu an Türkiye bir ekonomik kriz yaşıyor değil mi?

Tarımda da kriz yaşıyoruz değil mi?

Tarımda gübre maliyeti almış başını gitmiş.

Tarımda mazot fiyatları 3’e 4’e katlamış.

Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz gayet iyi biliyor. Yem fiyatları 2’ye 3’e 4’e katlamış cinsine göre.

Yazıktır.
Peki, sattığınız ürünlerin fiyatları artıyor mu?
Üreticimiz çiftçimiz zarar ediyor şu anda.
Ne kadar üretse o kadar zarar ediyor.
En iyi otobüsü ver bir acemi şoförün eline 3 km sonra kaza yapar yahu! Bunlar da ülkenin ekonomisine kaza yaptırdılar.
Bakın biz bu ülkenin ekonomisini 2002 yılında zor şartlarda teslim aldık. 2001-1002’de ülkemiz tarihinin en büyük krizini yaşıyordu.
Bu arkadaşınız tam 11 yıl ekonomi yönetiminin başında oldu.
34 yıllık enflasyonu aldık tek haneye indirdik.

Şimdi diyorlar ki ya ‘Ukrayna savaşı var Rusya savaşı var enflasyon onun için düşmüyor. ‘

Bir dakika. Dur!

2003’te Amerika geldi Irak’ı işgal etmedi mi?

Irak’ta savaş çıkmadı mı?

Irak petrolünü üreten bir ülke değil mi?

E biz 2003 yılında ne yaptık?

Yüzde 29’luk enflasyonu aldık yüzde 18’e indirdik.

Bitmedi.

2004 yılında savaş devam ediyor muydu? Ediyordu.

Üstelik terör olayları yaygınlaşmış mıydı? Yaygınlaşmıştı.

Buna rağmen 18’lik enflasyonu indirdik 9’a.

Bakın 2 yılda 34 yıllık 2 haneli 3 haneli enflasyonu indirdik tek haneye.

2004’ün sonunda da paradan 6 sıfır attık.

Bahane ettik mi? Savaş var dedik mi?

Ne yaptık?

İşimizi yaptık.

Ama işi yapmak için bu ülkenin ekonomisini düzeltmek için işi bilen kadrolarla çalışmak gerekiyor yahu.

Dürüst ve ehil kadrolarla çalışmak gerekiyor.
Başka türlü mümkün değil.
Bu ekonomi var ya bir temele oturuyor.
Bizim dönemimizde evet ekonomi şaha kalktı ama nasıl kalktı? Ekonominin temelinde ne var biliyor musunuz?

Hukuk var, adalet var, insan hakları var, özgürlükler var, demokrasi var.

Bu ülkede hukuk ve adalet, yerine getirmeden bu ülkenin ekonomisini yerine getiremezsiniz.

Mümkün değil.

Onun için ben bu hükümete diyorum ki; ağzınızla kuş tutsanız siz bunu beceremeyeceksiniz diyorum.

Çünkü bunlar hukuktan kopmuş, adaletten kopmuş.
Bunlar insan hakları nedir, özgürlükler nedir, demokrasi nedir unutmuş. Sayın Erdoğan ne diyordu? Kürt sorunu var diyordu.
Bu ülkede yaşayanların adalet sorunu var diyordu.

Ama ne zamanki bu sorunları inkâr etti ne zamanki bu sorunlar yoktur dedi ne zamanki hukuku adalet, bıraktı işte ondan sonra ülkenin ekonomisi kriz arkasına kriz yaşamaya başladı.

Önce şu sorunu kabul edeceksiniz yahu. Önce doğruyu söyleyeceksiniz doğruyu. TÜİK 2 gün önce enflasyon açıklıyor. Yüzde kaç? 70 küsür...

Vay yavrum vay...

Ya bu ülkede gidip çarşıdan pazardan alışveriş eden, Ayçiçek yağı alan, çorap alan, döner alan herkes bu ülkede fiyatların 2’ye 3’e 4’e katladığını görüyor, yaşıyor.

Hala yüzde 70 küsür enflasyon açıklıyorlar.

Önce doğruyu söyleyeceksin doğruyu.

Doğruyu konuşmadan güveni sağlayamazsın.

Bazen ben güven deyince gençler soruyor. Başkanım güveni nasıl sağlayacağız?

Güveni, nasıl kazanacağız? Bir anlat öğrenelim diyorlar.

Bende diyorum ki gençler size söyleyeyim anlatayım ama Beştepe’dekiler de dinlesin onların da öğrenmeye ihtiyacı var diyorum.

Güveni nasıl kazanacağız?

Beştepe dinlesin buradan Beştepe’ye de sesleniyorum.
8 madde 1 dakikada özetleyeceğim güven nasıl kazanılır.

  1. Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Enflasyonu gerçeğinin yarısı 3’te 1’i kadar açıklamayacaksın. Gerçek enflasyon neyse önce onu söyleyeceksin.

  2. Söz verince tutacaksın. ‘2018 seçimlerinde bana yetki verin enflasyonda faiz de nasıl düşürülür göstereceğim’ deyip enflasyonu da faizi de patlatmayacaksın.

  1.  Emanete hıyanet etmeyeceksin.

  2. Devlet yönetiyorsan her daim hukukla adaletle hareket edeceksin.

  3. Ehliyetli, liyakatli kadrolarla çalışacaksın.

  4. stişareyi asla elden bırakmayacaksın. Yani bin biliyorsan bir bilene soracaksın. ‘Benim alanım ekonomi ben ekonomistim’ deyip kafanın dikine gidip ülkenin ekonomisini batırmayacaksın.

  5. Şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Merkez Bankası’nın arka kapısından önce 130 milyar üzerine bir 60 daha 190 milyar doları gizli saklı arka kapıdan boşaltmayacaksın. Şeffaf olacaksın. Ya biz 11 yıl ekonominin başında olduk. Merkez Bankası 1 dolar satış yapsa onu ilan ederdi açıklardı. Ben bugün dolar sattım diye. Bunlar 190 milyar doları arka kapıdan boşalttılar. Hala tek kelime açıklama yapmıyorlar yahu.

  6. Her zaman ama her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.

Hamdolsun, biz bugün burada Hasköy’de alnımız açık başımız dik geziyorsak bu nasıl oluyor? Her zaman hesap vermeye hazır olduğumuz için çok şükür buradayız.

Yoksa tek bir nokta, tek bir leke bulsalardı bize bu işi yaptırırlar mıydı yahu. Ama yok hamdolsun. Tertemiz çalıştık.
Dürüst ve ehil kadrolarla çalıştık. Onun için o dönemde ekonomimiz yükseldi. Onun için memleketin sorunlarını çözdük.

Çözdük, inşallah yine çözeriz.

Bu ülkenin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok inanın. Hiçbir sorunu yok.

Bakın en önemli sorun bugün Türkiye’de tarım dedik.

Çiftçimiz 1 numaralı sorun.

Bizde 1 numaralı eylem planımızı, 1 numaralı çözüm planımızı tarım konusunda açıkladık.

Tarımı nasıl çözeriz?

  1. Eski borçlar var ya bu eski borçların üzerindeki faizleri sileceğiz. Borçları donduracağız. 2 yıl ödemesiz küçük küçük taksitler halinde çiftçimiz ödeyecek dedik. Yani çiftçimizin sırtındaki şu borç yükünü bir kenara indirteceğiz.

  2. Çiftçimizin işini görmesi için yeni uygun şartlı finansman imkânı, kredi imkânı sağlayacağız ki çarklar dönsün.

  3. Gübre masrafının tam yarısını devlet olarak biz karşılayacağız dedik. Gübre 1000 TL ise 500’ünü biz karşılayacağız dedik. 2000 TL ise 1000 TL’sini biz ödeyeceğiz dedik. Bunun hepsinin hesabını kitabını yaptık.

Bitmedi.. Yem, hayvancılıkla uğraşan üreticimiz için yem maliyetinin yarısını devlet karşılayacak.

‘Çiftçimize özel düşük elektrik tarifesi uygulayacağız’ dedik. Tarlaya su gitmediyse, tarlada su yoksa çiftçimiz metrelerce kazıp sondaj borusu çıkarıyorsa ona da elektrik ödüyorsa onun fiyatı normal elektrik fiyatı olamaz. Düşük bir tarifeden olması gerekir dedik.

Bitmedi. Tarımsal destekler...

İster buğday desteği olsun, ister pamuk ister mısır, ister ayçiçeği...

Destek daha ekim olmadan açıklanacak dedik. Hasatla beraber de destek ödenecek dedik.

Şu an ne yapıyorlar? Çiftçimiz ekiyor, bitiyor destek sonradan açıklanıyor. Yetmiyor desteği 1 sene sonra ödüyorlar değil mi?
Bakın biz ‘gününde ödeyeceğiz’ dedik.
Diyorlar ki bize kaynağı nerden bulacaksın? Bizim kaynağımız yok diyorlar. Bende bir dakika diyorum. Orada dur. Kaynak bizim işimiz.

2001-2002 sorununu çözmüşüz, krizi çözmüşüz, 2008-2009 krizini çözmüşüz. Evelallah bunu da çözeriz. Hesap ortada.

Ben buradan Hasköy meydanından Ankara’ya Beştepe’ye sesleniyorum. Erdoğan’a sesleniyorum.

Kaynak nerede gösteriyorum.

Bugün tarımsal desteğin tamamı, bütün Ziraat Bankası kredileri, mazot desteği, gübre desteği, buğday desteği, pamuk desteği. Topla topla topla

Bu yılın bütçesine ayırdıkları rakam ne kadar biliyor musunuz?
Ek bütçe de getirdiler şimdi. Onu da ekleyin. 40 milyar lira. 40 katrilyon.

Peki aynı bütçede faize ayırdıkları ödenek ne kadar biliyor musunuz? 400 milyar.

Tarıma verdikleri 40 milyar faize ödedikleri 400 milyar. Rakama bakın yahu.
10 misli 10...

Çünkü bunlar döviz kurunu patlattı. Dolar 18 liraya geldi yahu.

Faizi patlattılar.

Onun için devlet büyük faiz ödüyor.

Peki, bu faizi kime ödüyor devlet? Zaten parası olana ödüyor yahu.

Parası olan gidiyor devlete borç veriyor, hazine bonosu alıyor, tahvil alıyor değil mi?

Parası olana 400 milyar faiz ödüyor.

E bugün benim çiftçime bu gübre fiyatlarına bu mazot fiyatlarına rağmen üretmeye çalışan çiftçime toplam verdiği rakam ne kadar?

40 milyar...

Bu öncelik meselesi. Sen güveni sağla, 8 madde de güveni sağla, faizi güvenle düşür ondan sonra nasıl bu ülke parayı koyacak yer bulamayacak onu görürsün.

Hesap ortada.

Bugün bankaya gittiğiniz zaman yüzde 35 diyor banka yüzde 40 faiz diyor değil mi?

Sen onu bir düşür devletin kaynakları nasıl açığa çıkıyor görürsün. Hesap bu kadar basit.

Ama faiz talimatla düşmüyor arkadaşlar. Talimatla düşmüyor.
Faiz güvenle düşüyor. Güveni sağlamadıktan sonra mümkün değil. Ağzınızla kuş tutsanız yapamazsınız.
Ama biz yaparız evelallah. Hesap ortada.
200 TL ÇIKARIYOR
Bu şu 200 TL’lik banknot değil mi?
Bu banknot ne zaman tedavüle çıktı? 2009’da.
Tedavüle çıktığı zaman kaç para ediyordu biliyor musunuz?
123 dolar ediyordu. 123 dolar.
Bugün kaç para ediyor? 12 dolar.
Hesap ortada.

Sen bu ülkenin ekonomisini yönetemezsen, bu ülkenin parasını pul edersen 123 dolarlık herkesin cebindeki bu paranın değerini 12 dolara indirirsen bu ülkeyi batırırsın.

200 TL KALDIRILIR

Yahu önce paranın değerini koru yahu. Bu para hepimizin parası.

Lafa gelince milliliği, yerliliği dillerinden düşürmüyorlar değil mi? İki lafın başı milli, yerli.

Yahu bu bizim milli paramız değil mi? Yerli paramız değil mi?

Sen bu ülkenin milli ve yerli parasını niye değerini 123 dolardan 12 dolara düşürdün arkadaş?

Onun bir hesabını ver yahu.

Bu ülkenin çiftçisinin, emeklisinin, işçisinin cebinden çalınmış paradır bu. Ben açık söylüyorum.

Enflasyon yoluyla çalınmış paradır, devalüasyon... Paranın değer kaybıyla çalınmış paradır.

Ne yapıyorlar? Emekli maaşlarını ne kadar artırıyorlar?

TÜİK’in uyduruk enflasyonu. Yüzde 70 küsürle artırıyorlar.

Gerçek hayat yüzde 200 arttı.

Yüzde 200 enflasyon var memlekette tutuyorlar asgari ücreti ne kadar artırdık? Enflasyon kadar.

Hangi enflasyon? Enflasyon TÜİK’in açıkladığı uydurma enflasyon. Sorunun tam kökünde bu var.
1 numara neydi? Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
Devlet yalan söyler mi?

Git açıkça ben bu ülkede enflasyonu patlattım, yüzde 180’e yüzde 200’e çıkardım de ondan sonra emekli maaşlarını artır. Ondan sonra çiftçi desteklerini artır, ondan sonra asgari ücreti artır. Yook.

Bunlar bu ülkenin gerçeklerinden koptu. Onun için yapamıyorlar, onun için beceremiyorlar.

Doğruyu söylemeden güveni oluşturamazsın, güveni oluşturmadan da bu ülkenin ekonomik krizini çözemezsin.

Bu kadar basit.

Son 2 günde yaşanan skandala bakın.

KPSS değil mi?

ÖSYM denen bir yer var.

Herhalde adı şöyle; Önceden Soruları Yayma Merkezi.

Ya biz partiyi kurduğumuz açıkladık. Biz mülakatı kaldıracağız dedik. Çünkü siz mülakatta torpil yapıyorsunuz arkadaş dedik.

85, 90,95 alıyor mülakatta eliyorlar.

Senin galiba siyasi görüşün bize yakın değil. Niye? E sen galiba Türkiye’nin falanca bölgesindesin.

Sen bu ülkenin vatandaşıysan, eşit vatandaşıysan devletle vatandaşı aynı samimiyetle bir araya getirmek zorundasın.

Haklıya hakkını vermek zorundasın.

Onun için biz dedik ki mülakatı kaldıracağız.

Ama öyle anlaşılıyor ki bunlar kurumsal yapıların tamamını çökertmişler.

Böyle bir şey olur mu yahu.

20 tane soru bakıyorsun dershane müdürü, kurs müdürü, bir yayın organı var. Onun içindekilerin aynısı KPSS’de soruldu.

Böyle bir şey olur mu yahu.

Dün çağrı yaptı, Eğitim Politikaları Başkanımız Mustafa Bey, ‘Bir an önce bunu açıklığa kavuşturun dedi açıklığa... Bir an önce çözün bunu, bu nedir ya ayıp bir şey’ dedi.

Hemen ne yaptık? DEVA partisi olarak suç duyurusunda bulunduk. Ayıp bir şey.

Şimdi ne yapıyorlar?
Bugün açıkladılar. KPSS sınavını yenileceğiz, ücrette almayacağız.
Bir dakika yahu.
Sadece ücret değil ki o sınava girmek için vatandaşımız masraf etti.
Başka şehire gitmek zorunda kaldı belki.
Bu yeter mi? Yetmez.
Sen bu kadar insanı mağdur ettiysen bir de bunu tazmin etmek zorundasın.

Para almaman yetmez. Kim gitti vakit harcadıysa para harcadıysa devlet tazminat ödemek zorunda.

Para almamak yetmez. Ceza ödemek zorunda ki akılları başlarına gelsin. Böyle bir şey olur mu?

Bakın arkadaşlar önce adalet önce hukuk. Devlet adalet üstünde yükselir. Devlet hukuk üzerinde yükselir.

Adaletin gereği de nedir? Eşit vatandaşlıktır.

Bu ülkenin vatandaşı olan herkesi devletin aynı samimiyette kucaklaması demektir.

Bu ülkensin vatandaşı olan herkesin anasından doğduğu elde ettiği hakların devlet tarafından aynen tanınması demektir.

Adalet budur, eşit vatandaşlık budur. Başka türlü çözemezsiniz.

Başka türlü bu büyük ülkenin, bu güçlü ülkenin birliğini beraberliğini koruyamazsınız.

Vatandaşlarınızın bir kısmını dışlayarak, öteleyerek, memleketi kutuplaştırarak bu ülkenin birliğini bütünlüğünü sağlayamazsınız.

Ama bunların kafa he nerede? Ötekileştirmekte. Ben, sen. Sürekli düşman üretiyor yahu.

Sürekli karşı taraf gerekiyor, sürekli kavga edecek birilerini arıyor.

Halbuki biz ne yaptık? Siyaset illa kavga etmek değildir dedik. Siyaset illa öfke değil, nefret değildir dedik.

Siyaset gerektiğinde oturup konuşabilmektir dedik.

Siyaset gerektiğinde bu ülkenin gençleri için, bu ülkenin vatandaşları için mutabakat arayışıdır dedik.

Siyaset gerektiğinde oturup uzlaşı sağlayabilmektir dedik.

Bu ülkenin de şu an en büyük ihtiyacı bu. Konuşmak zorundayız. Derdi olanlarla dertleşmek zorundayız, bu memleketin sorunlarını derinlemesine anlamak bilmek zorundayız.

Sorunları bilmeyen çözemez.
Sorunları inkâr eden o sorunları çözemez. Mümkün değil. Önce anlayacaksın, bileceksin ki çözmeye başlayacaksın. Bunlar inkâr ediyor.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanını dinlesen ilgili bakanlarını dinlesen ya bunun adamları herhalde başka ülkede yaşıyor dersin.

Sürekli ‘her şeye iyi’ diyorlar. ‘Ekonomi uçuyor kaçıyor’ diyorlar. ‘Enflasyon dünyanın her yerinde var’ diyorlar.

Biz de diyoruz ki dur yahu. Bir dakika.

Enflasyon dünyanın her yerinde var da kaç? Yüzde 3, 5.

Amerika’da enflasyon yüzde 7 oldu diye panik başladı. Yüzde 7.

Bizim 15 günde yaşadığımız enflasyonu, 1 yılda yaşadıkları zaman panik oluyorlar.

Rusya ile Ukrayna savaşıyor. İkisi de savaşın ortasında enflasyon iki ülkede de bizden düşük.

Kimse suçu başka yerlere atmasın.

Kendi beceriksizliğinin, kendi iş bilmezliğinin suçunu kimse başka yerlerde aramasın.

Sen ekonomiyi düzgün yönet, hukukla adaletle yönet enflasyon nasıl düşer, faiz nasıl düşer görürsün.

Bilmiyorsan öğretiriz. Bilmiyorsan gelir gösteririz. Yine bilmiyorsan aç sor anlatırız.

Bizim bugün Ankara’dan Muş’a inen uçağımız 2 saat rötar yaptı. Onun için programımız maalesef aksadı.

Biz de Hasköy’e geç geldik.

Öncelikle sizleri beklettiğimiz için kusura bakmayın, hakkınızı helal edin diyorum.

Buradan Muş merkeze geçeceğiz programımıza orada devam edeceğiz.

Ama ben tekrar burada, bu güzel ilçemizde Hasköy’de bizleri ağırladığınız için, bizlere gösterdiğiniz misafirperverlik için tek tek teşekkür ediyorum.

Sağ olun var olun diyorum. Hasköy en iyisine layık diyorum. Sevgilerimi selamlarımı iletiyorum. Sağ olun var olun.

30 Temmuz 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Arnavutköy İlçe Başkanlığı Açılış Konuşması

Arnavutköy Konuşması
 
Merhaba Arnavutköy!
 
Merhaba DEVA’lı dostlarım
 
Merhaba değerli konuklarımız
 
Bu güzel coşku böyle. Bu ne güzel bir heyecan.
 
Sağ olun, var olun.
 
Merhaba çocuklar,
 
Merhaba gençler,
 
Türkiye’nin DEVAsı gençlerimiz merhaba 
 
Türkiye’nin DEVAsı çocuklar merhaba 
 
Biz bugün burada Arnavutköy’e bir demokrasi meydanı kurduk. 
 
Bugün burada atılım meydanı kurduk.
 
Hoş geldiniz hepiniz, hoş geldiniz.
 
*****
 
Arnavutköy’e sormak istiyorum 
 
Arnavutköy Hazır mısın?
 
Çocuklar hazır mıyız? 
 
Çocukların sesi herkesten gür çıkıyor. 
 
Özgürlük için hazır mıyız?
 
Zenginlik için hazır mıyız?
 
Demokrasi için, atılım için hazır mıyız?
 
Ülkemizi düştüğü çukurdan hep beraber çekip çıkartmaya hazır mıyız?
 
Hep beraber yapacağız inşallah, hep beraber.
 
Evelallah başaracağız evelallah.
 
Siz hazırsanız biz de hazırız.  
 
Bakın, Beştepe’nin ülkemizi ittiği bu çukurda ne var biliyor musunuz?
 
Biz vaktiyle paramızdan 6 sıfır atmıştık. Beştepe ne yaptı? Geldi bir sıfırı ekledi. 
 
Dolar 1,5 liraydı, 1. 60 kuruştu şimdi çıktı 15-16 17-18 lira gidiyor. Nereye gidecek bilmiyoruz. Bir sıfır eklediler. 
 
Ekmek 50 kuruştu bir sıfır eklediler oldu 5 lira.
 
Basit bir tavuk döner tavuk döner 5 liraydı, oldu 50 lira yahu. Bir sıfır eklediler.
 
Kiralara bir sıfır eklediler kiralara. Burada bugün 500 lira olan daire oldu 5 bin lira kirası. Biz altı sıfırı attık Beştepe geldi bir sıfırı şimdiden ekledi. 
 
Korkarım ki seçime kadar bunlar daha sıfır ekleyecek. 
 
Beştepe, koskoca bu ülkeyi maalesef çukura düşürdü.
 
Zamlar nedeniyle hayat her geçen gün daha da zorlaşıyor. 
 
Ülkemiz mutsuz insanların ülkesi oldu. Gerçekten çok üzülüyoruz. 
 
Şöyle çarşıya sokağa çıkın bakın. Yüzü gülen insan yok yahu.
 
Neden gülsün? Nasıl gülsün?
 
Enflasyon almış başını gidiyor. Zam arkasına zam, zam arkasına zam... 
 
Enflasyonu düşürmek bizim devlet yapımızda kimin görevi? Merkez Bankası’nın görevi değil mi?
 
Dünyadaki tüm merkez bankalarının amacı enflasyonu düşürmektir, Normalde öyle. Bizimkisi hariç.
 
Bizim merkez bankasının enflasyonu düşürmek için hiçbir çabası yok. Belli ki enflasyonla mücadele etmekten vazgeçtiler.
 
Zaten ortada memleketin Merkez Bankası diye bir şey kalmadı. 
 
Ne var? Beştepe’nin talimatları var. Beştepe yat diyor Merkez Bankası yatıyor, kalk diyor kalkıyor, indir diyor indiriyor, bindir diyor bindiriyor. 
 
Ülkenin en sağlam, güvenilir olması gereken ekonomi ile ilgili kurumu merkez Bankası maalesef itibarını kaybetti. 
 
Beştepe, her birimizi tek tek fakirleştirdi, yoksullaştırdı. 
 
Enflasyonun düşmesini neye bağladılar, biliyor musunuz?
 
Ne diyor? Dünya barışı. 
 
Dünya barışı sağlanırsa enflasyonu düşüreceğim diyor. 
 
Yahu arkadaş, Merkez Bankası;
 
Dünya barışını sağlamaktan mı sorumlu yoksa milli ve yerli paramızın değerini korumakla mı sorumlu? 
 
Bizim paramızın değerini sen koru arkadaş yahu.
 
Lafa bak lafa.
 
Dünya barışından sana ne. 
 
Sen mi dünya barışını sağlayacaksın?
 
Sen şu paramızın değerini koru arkadaş. Para pul oldu yahu. 
 
200 TL ÇIKARIYOR
 
Bakın bu kaç para? 200 lira değil mi?
 
Üzerinde ne yazıyor?
 
T.C Merkez Bankası diyor.
 
Merkez Bankası’na kim talimat veriyor? Erdoğan. 
 
2009’da bu 200 liranın değeri ne kadardı biliyor musunuz? 123 dolar ediyordu. 
 
Şaşırıyorsunuz değil mi?
 
Bugün ne kadar ediyor? 12 dolar. 
 
6’ya giden çocuk biliyor.
 
Bunun içinden 111 dolar uçmuş gitmiş bir yerlere.
 
Ülkenin Merkez bankası bu paranın değerini korumazsa içinden bunun 111 dolar uçar gider.
 
Peki 111 doları bu paranın içinden kim uçurdu? 
 
Beştepe. 
 
Beştepe’nin matematiği Reşit kadar değil. Belli... 
 
Bakkalda ilkokul 5’e giden 2 ay çıraklık yapan bir çocuğu alın bunları yaptığı hatayı yapmaz.
 
Bilmiyorlar. Halktan koptular. 
 
Onun için ülkenin sorunları büyüyor. 
 
Asıl kabahat Merkez Bankası’nda değil.
 
Asıl kabahat Merkez Bankası’na bunu yaptıranda, söyletende.
 
Asıl kabahat Beştepe’de, Beştepe’de.
 
Neymiş Ukrayna-Rusya savaşı yüzünden enflasyon yükseliyormuş.
 
Bak bak.. 
 
Ya kardeşim Ukrayna Rusya savaşın içinde onlarda bile bizim kadar enflasyon yok yahu. 
 
Bize ne oluyor?
 
Bu saçmalığa bir cevap vermemiz gerekiyor. Kimse kusura bakmasın. 
 
Hatırlayın, yıl 2002. bu arkadaşınız ekonominin başına geçti; değil mi?
 
2003’te Amerika Irak’a savaş açtı. İşgal etti.
 
Biz ne yaptık? 2003’de enflasyonu %29 olan enflasyonu indirdik %18’e. 
 
Mani bulduk mu? Ya Irakta savaş çıktı bizde de enflasyon patladı dedik mi? Demedik. 
 
Ne yaptık? Çalıştık, Merkez Bankası’nı bağımsız şekilde çalıştırdık. Enflasyonu %29 dan aldık %18’e indirdik.
 
Yıl 2004. Irak Savaşı daha bitmedi. Ne oldu?
 
2004’te terör eylemleri olmaya başladı Türkiye’de. 
 
Aynı 2004’te biz ne yaptık?  29’dan 18’e indirdiğimiz enflasyonu 9’a indirdik. 
 
Mani bulduk mu?
 
Şurada savaş var, şurada terör var dedik mi? Demedik. 
 
Enflasyonu tek haneye indirdik paradan da altı sıfırı attık. 
 
Gelelim 2011’e bantı hızlı ileri sardık şimdi 2011,
 
Komşumuz Suriye’de iç savaş patladı.
 
2011’de enflasyon kaç? %4,9
 
Gelelim 2014’e Rusya Kırım’ı ilhak etti, biraz önce bir tatar köyünden geldik buraya,
 
2014 Rusya Kırım’ı ilhak etti!
 
Enflasyon kaç? %8
 
Ya arkadaş demek ki neymiş?
 
Sen ekonomiyi doğru düzgün yönettiğinde, savaş olsa dahi, terör olsa dahi, enflasyon artmıyormuş bu ülkede.
 
Bunu ispat etmişiz defalarca göstermişiz.
 
IŞID Musul’u ele geçirdiğinde Haziran 2014’te enflasyon Türkiye’de %9’du.
 
Enflasyonun sebebi dünyada ki savaşlar filan değil arkadaşlar, Dünya’da savaşlar bile olsa rejimler bile yıkılsa siz ekonomiyi düzgün yönetin enflasyonu tek hanede tutarsınız.
 
Değerli arkadaşlar, değerli Arnavutköy, bakın,
 
Gençler burada 2028’de oy kullanacaklar var, 2033’te oy kullanacaklar var, sesleri iyi çıkıyor ha Maşallah. Geliyor yeni nesil geliyor.
 
Bakın dün İstanbul Sanayi Odasında bir toplantı oluyor. Misafir kim?
 
Merkez Bankası Başkanı. 
 
Bir sanayicimiz Merkez Bankasına şu soruyu soruyor. Tabi sorması gereken yer aslında Beştepe ama... 
 
Diyor ki ya ‘başkan sen merkez bankası olarak Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla bankalara yüzde 14’le kredi veriyorsun, ama aynı banka bana, sanayiciye yüzde 40’la kredi veriyor. Bu nasıl oluyor bana bir anlat’ diyor.
 
Soruyu soran kim İstanbul Sanayi Odasındaki bir sanayicimiz. 
 
Merkez Bankasına talimat veren Cumhurbaşkanı bunu nasıl izah edecek acaba?
 
Ben buradan soruyorum. 
 
Senin talimata bankalara yüzde 14’le kredi veren merkez bankası ne yapıyor?
Sanayiciye yüzde 40’la kredi veriyor.
 
Başkanın cevabı ne? 
 
Kardeşim işine gelmiyorsa alma kredi diyor. 
 
Bak bak bak... 
 
Balık baştan kokar değil mi?
 
Bakıyor ki memleketin başındaki kafasının dikine kararlar veriyor, vatandaşa böyle davranıyor. Onun emrindeki Merkez Bankası Başkanı da sanayiciye böyle davranıyor. 
 
Merkez Bankası bu ülkenin itibarı kuruluşudur. Bu ülkenin parasını korumakla sorumludur. 
 
Bakın biz aynı zamanda ne yaptık?
 
Merkez Bankası bizim dönemimizde üreticiye ihracatçıya Eximbank üzerinden 
kredi açtı. 
 
Adı Reeskont Kredisi.
 
Merkez Banası Türk lirası cinsinden üreticiye döviz endeksli krediyi açtı, Türk lirası bastı verdi. Yeter ki sen üret ihracat yap diye. 
 
Daha sonra ihracatçımız malının satıp ihracat parasını alınca onu Eximbank’a ödedi Eximbank da merkez Bankasına dövizi geri getirdi. 
 
Merkez Bankası Türk lirası verdi piyasaya üretim oldu, yatırım oldu, ihracat oldu. Para döndü dolaştı Merkez Bankasının kasasına döviz olarak girdi.
 
Merkez Bankasının döviz rezervi böyle yükseldi. Yükselmesinin sebeplerinden biri de bu.
 
Bunlar şimdi ne yapmışlar? Tam da ülkenin yatırım için, üretim için, ihracat için en önemli kredi mekanizması olan Reeskont Kredileri önüne fren koymuşlar.
 
Kaç tane ihracatçıdan duydum. Reeskont Kredilerimizi düşürüyorlar diyorlar. Kredi tabanını aşağı indiriyorlar diyorlar. Alamıyoruz diyorlar. Kredi alıyoruz getirdiğimiz kredinin yüzde 30’unu şöyle yapacaksın, yüzde 40’ını şöyle yapacaksın bize bası yapıyor diyorlar.
 
Ya arkadaş bu ülkenin yatırıma ihtiyacı var, üretime ihtiyacı var.
Gençlerin işe ihtiyacı var. İstihdam oluşturmaya ihtiyacı var. 
 
Bu ülkenin eğer kısılacak bir kredi kaynağı varsa bunun en son en son bu Reeskont Kredisidir yahu.
 
Biraz teknik bir tabir ben anlıyorum ama buradan ayını zamanda Beştepe’ye sesleniyorum. Duysun öğrensin diye sesleniyorum.
 
Bilmiyor çünkü. 
 
Yahu bu ülkenin üretime ihtiyacı var üretime. Sen öyle yüzde 14’le bankalara faiz ver, faizleri düşürdüm de bankacılar gitsin sanayiciye yüzde 40’şa faiz kullandırsın.
 
Böyle bir ekonomi yönetimi olamaz yahu. Böyle dengesiz işi bilmeyen bir ekonomi yönetimi olamaz ülkede. 
 
Ama yapıyorlar maalesef. 
 
Buradan çağrı yapıyorum tekrar. 
 
Şu Merkez Bankasının ihracatçıya üreticiye, yatırım yapana verdiği kredinin önünü derhal açın. Pazartesi günü açın.
 
Ülkenin elimizde bir ihracatı, üretimi kaldı onu da söndüreceksiniz batıracaksınız yahu.
 
Gerçekten yazık günah.
 
Bilmiyorlar. 
 
Ülkemiz kötü yönetiliyor arkadaşlar maalesef. 
 
Ama inşallah işi bilen kadrolarla işin ehli kadrolarla biz bunu düzelteceğiz.
 
Güven olmadan asla mümkün olmaz asla.
 
Güven ortamını oluşturmadan bu ülkenin sorunlarını çözemezsiniz.
 
Bazen gençler güveni nasıl oluşturacağız diye soruyorlar bana. 
 
Hep beraber gençlerle, çocuklarla, kadınlarla erkeklerle Türkiye’nin DEVA’sı olacağız.
 
Arnavutköy ile İstanbul ile Türkiye’nin DEVA’sı olacağız inşallah. 
 
Bakın çocuklar, gençler güven nasıl kazanılacak? 
 
Bakın size 1 dakikada 8 madde de güven nasıl kazanılır anlatacağım.
 
Buradan sizlere söylüyorum ama Beştepe’de dinlesin onunda öğrenmeye ihtiyacı var. 
1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
2- Söz verince tutacaksın.
3- Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4- Ülke yönetiyorsan her zaman hukukla adaletle hareket edeceksin.
5- Ehliyetli ve liyakati kadrolarla çalışacaksın
6- Hiç bir zaman istişareden vazgeçmeyeceksin. İstişareyi asla bırakmayacaksın. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.
7- Devlet yönetiyorsan şeffaf olacaksın açık olacaksın. Merkez Bankasının arka kapısından 190 milyar doları cayır cayır gizli saklı satmayacaksın.
8- Her zaman ama her aman hesap vermeye hazır olacaksın.
 
Seçim günü geldiğinde oy pusulasını önümüze koyduğumuzda o oy pusulasındaki DEVA Parti’sinin logosunun damlanın altına evet mührünü öyle bir vuracağız ki zaten Beştepe’de duvarlar inleyecek. 
 
Merak etmeyin.
 
Bu olacak. 
 
Türkiye’nin dürüst ve ehil kadrolarının yönetildiği dönemde KYK bursları ne kadardı biliyor musunuz gençler? Aylık 150 dolardı. 
 
Bizim ekonominin yönetimin başında olduğumuz dönemde 1 aylık KYK kredisi 150 dolara denk geliyordu. Gençler ihtiyaçlarını karşılıyor kenara para ayırıyorlardı.
 
Ayırdıkları parayla da yazın gidip 1 hafta 2 hafta Avrupa’da tatil yapıyorlardı. 
 
Bu Türkiye’de oluyordu başka ülkede değil. 
 
Bugün KYK bursu kaça düştü biliyor musunuz? 
 
48 dolar. Bakın 150 dolardan inmiş 48 dolara. 
 
Bir de KYK’yı artırdık diye hava atıyorlar ha. 
 
Neyi artırdın sen yahu.
 
Bugün üniversite sonuçları açıklandı değil mi?
 
Anadolu’yu geziyorum, Trakya’yı geziyorum. Kaç tane gençle karşılaşıyorum.
 
Diyorlar ki; Biz üniversite sınavında çok iyi puan aldık başkanım ama istediğimiz üniversiteye yazılacak mali imkanımız yok. 
 
‘Başka bir şehirde yurda kiraya verecek parası yok benim ailemin’ diyor. 
 
Bırakın onu sadece gıda ihtiyacını karşılayacak bir harçlık ailemden alamıyorum diyorlar. En iyi üniversiteye puanı tutan arkadaşlar bunu söylüyor.
 
Yazık günah bu ülkeye.
 
Şu an yüzbinlerce genç puanı yettiği halede istediği üniversiteye kaydolamıyor bu ülkede.
 
Bunun sebebi ne dikiyor musunuz? 
 
Bir kişinin inadı başka bir şey değil. 
 
Gerçekten çok üzülüyoruz.
 
Bu ülke bunu hak etmiyor.
 
Eğer bugün yüzbinlerce gencimiz puanı tuttuğu halde arzu ettiği kalbinden geçen üniversitelere giremiyorsa bunun sebebi bir tek kişinin inadı başka bir şey değil.
 
Bakın ülkenin temerrüt riski tarihinin en yüksek noktalarının birinde şu anda.
 
Buradan Erdoğan’a tekrar sesleniyorum Şu inadından vazgeç diyorum.
 
Merkez Bankası’nın, TÜİK’in başına dürüst, ehil kadroları ata ve elini ayağını çek. Karışma şu insanların işine diyorum.  
 
Çünkü bilmiyorsun, bilmediğinin de farkında değilsin diyorum.
 
Hiç merak etmeyin arkadaşlar hiç merak etmeyin, hep beraber daha iyisini yapacağız.
 
Bakın son 5 senedir, Türkiye’ye yaşatılan bu korku filmini, kâbusu, bu karabasanı hep beraber ilk seçimde sona erdireceğiz inşallah.
 
Yarının Türkiye’sinin mimarı bizler olacağız.
 
Sizler olacaksınız.
 
Türkiye’nin özgürlük ve zenginlik hikayesini hep beraber sizlerle yazacağız. Sizler yazacaksınız.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bu hükümet, her kuruşu bizim vergilerimizden oluşan TRT’yi kendi kanalı ilan etti. TRT de kendinden başka kimseyi göremiyorsunuz. 
 
Çıkıp oradan masallar anlatıyor.
 
Televizyonda konuşuyor da konuşuyor. Konuşuyor da konuşuyor.
 
Çözüm var mı? Yok. Hep bahane.
 
2018’den bu yana tek yetkili tek imza yetkisiyle Cumhurbaşkanı seçildiğinden bu yana hangi sorunu çözebildi?
 
Artık hiçbir başarı üretemiyor.
 
Ne yapıyor? Geçmişte ortak akılla elde ettiğimiz başarıları anlatıyor.
 
Bizim dönemi anlatıyor. 
 
Yahu sen şu son dört yıllık tek yetkili olduğun dönemi anlatsana. Milleti nasıl yoksullaştırdığını da konuşsana.
 
Geçmişte ortak akılla yapılan ne kadar iş varsa üzerine konuyor. Ama belli ki o dönemleri unutmuş.
 
Dürüst ve ehil kadrolarla o başarıların elde edildiğinizi unutmuş.
 
O dönemde ekonominin nasıl yönetildiğini anlamamış ve unutmuş.
 
Bana ne diyor?
 
“Liyakatle iş başına gelmedi” diyor.
 
Vay, vay, vay… Hale bak yahu.
 
Liyakatle iş başına gelmemişiz. 
 
Tabi insanlar haklı olarak soruyor. Liyakat sahibi değildi de, tam on üç yıl boyunca Ali Babacan’la niye çalıştın diye soruyorlar.
 
İnsanlar yine soruyorlar. Tek yetkili olduğun şu son dört yıldır 4 tane Merkez Bankası Başkanı değiştirdin. 3 tane Hazine ve Maliye Bakanı değiştirdin. 
 
Demek ki işine gelmeyince, bakanları hemen değiştiriyorsun. 
 
İnsanlar soruyor diyorlar ki;  Liyakatsiz dediğin Ali Babacan’la tam 13 yıl niçin beraber çalıştın. Niçin Ali Babacan üçüncü dönemin son gününe kadar görevinin başındaydı?
 
Ver bakalım cevabını.
 
Ali Babacan 2009’da istifa mektubunu verdiğinde, 2011’de ayrılmak istediğinde, 2019’da partiden istifa ettiğinde, niçin “kal” diye ısrar ettin bu liyakatsiz adama? diye soruyor bu insanlar. 
 
Sayın Erdoğan değmez! Üç günlük dünya için değmez!
 
Haklıya hakkını teslim edeceksin arkadaş! Adil yönetim budur. Haklıya hakkını teslim edeceksin. 
 
Bakın arkadaşlar, bugün devlet yönetiminde ne ortak akıl arayışı var ne istişare var. 
 
İnadına karar alan biri var. Başka bir şey yok.
 
Hepsi hikâye. Bakanlıklar da hikâye, Merkez Bankası da hikâye, TÜİK de hikâye. 
 
Onun için olmuyor. Onun için bu ülke bir krizden bir başka krize savruluyor. 
 
Ama arkadaşlar merak etmeyin Sayın Erdoğan’la geçmişi yarıştırmayacağım. Takdir milletindir. 
 
Milletin vicdanı en önemli ölçüdür.
 
Bizim gözümüz bu ülkenin yarınlarında. Bu ülkenin yarınlarına bakacağız biz. 
 
Ben, seçim sonrasını hayal ediyorum.
 
Seçim sonrasında nasıl bir Türkiye’de yaşayacağımızı hayal ediyorum.
 
Özgürleşmiş ve zenginlemiş bir Türkiye hayali kuruyorum ben.
 
Mutlu bir Türkiye hayal ediyorum.
 
Tek bir ailenin bile yoksulluğun pençesinde yaşamadığı bir Türkiye hayal ediyorum.
 
Barışın diyarı bir Türkiye hayal ediyorum. Barışın diyarı bir Türkiye...
 
Türk-Kürt hiç fark etmez,
 
Sünni-Alevi hiç fark etmez,
 
Sağcı-solcu hiç fark etmez,
 
Ocu-bucu hiç fark etmez,
 
Herkesin eşit ve onurlu vatandaş olduğu bir Türkiye hayal ediyorum.
 
Ve ilan ediyorum: Türkiye’yi bölgemizin en güçlü ülkesi yapacağız. Bölgemizin en güçlü en büyük ekonomisi yapacağız inşallah Türkiye’yi.
 
Çok güçlü bir ekiple.
 
DEVA Partisi kadrolarıyla başaracağız.
 
Türkiye’nin sahipsiz olmadığını dünya aleme göstereceğiz.
 
Tek bir vatandaşımızı bile geride bırakmadan yürüyeceğimizi de herkese hep beraber göstereceğiz. 
 
Ülkemizi barış, özgürlük ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız.
 
Seçimlerden sonra bunu çok kısa bir sürede yapacağız.
 
Türkiye’de kimsenin kimseye haksızlık yapmasına izin vermeyeceğiz.
 
Kavgaya gürültüye izin etmeyeceğiz.
 
Hakkı yenen milyonların hakkını iade edeceğiz.
 
Üç-beş kişinin parasına para kattığı devri sona erdireceğiz.
 
Topyekûn, fert fert zenginleşeceğiz.
 
*****
 
DEVA Partisi’yle bu ülkenin yarınlarına damgamızı vuracağız.
 
DEVA Partisi, çözümün partisi.
 
DEVA Partisi, özgürlüğün temsilcisi.
 
DEVA Partisi, zenginliğin mimarı.
 
DEVA kadroları hepsini başaracak.
 
DEVA Partisi, Türkiye’nin tüm demokrat seslerinin tek çatısı.
 
Ben buradan tekrar tüm Arnavutköy’e sizlerin aracılığıyla selamlarımı iletiyorum.  
 
Biz DEVA kadroları olarak ne kadar güçlenirsek, ne kadar geniş kesimlere uzanıp onların teveccühünü desteğini alırsak ne kadar güçlenirsek Türkiye’de o kadar güçlenecek inşallah. 
 
Bunu yapacağız inşallah.
 
Ben buradan geçlere çocuklara, kadınlara, erkeklere tüm Arnavutköy’e soruyorum! 
 
Daha mutlu yarınlar için hazır mıyız?
 
Daha adil yarınlar için hazır mıyız?
 
Daha güçlü daha zengin için hazır mıyız?
 
Arnavutköy hazırsa İstanbul hazır, İstanbul hazırsa Türkiye hazır. 
 
Hepinize saygılarımı sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun var olun.

 

2 Temmuz 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Gebze Miting Konuşması

Gebze Mitingi Konuşması
 
 
(Sahneye çıkışta tüm meydandan: “Demokrasi. Atılım. Derhal. Bugün.”) 
 
Demokrasi! (…)
 
Atılım! (…)
 
Derhal! (…)
 
Bugün! (…)
 
** 
 
Demokrasi! (…) Atılım! (…) Derhal! (…) Bugün! (…)
 
Muhteşemsin Gebze muhteşem!
 
Muhteşemsin Kocaeli, muhteşem!
 
Merhaba emekçi dostlarım, merhaba!
 
Dilovası, Kandıra, Karamürsel, Başiskele, merhaba!
 
Kartepe, Derince, Çayırova, Gölcük, merhaba!
 
Körfez, Darıca, İzmit, Gebze, merhaba.
 
İlyas Bey’in, Çoban Mustafa Paşa’nın diyarı merhaba!
 
Alnının teriyle, bileğinin gücüyle üretenlerin şehri merhaba!
 
Bu ne güzel bir kavuşma! Bu ne güzel bir buluşma!
 
Merhaba KOCAELİ, merhaba!
 
*****
 
Arkadaşlar, işte hep beraber buradayız.
 
Maşallah kadınlar burada, gençler burada. 
 
Gebze burada, Kocaeli burada, tüm Türkiye burada. 
 
Şehrin ortasında; her türlü etkinliğin, mitingin düzenlendiği Gebze Kent Meydanı’nın bize vermediler, değil mi?
 
Miting alanı olarak bize Gebze’nin en zor yerini gösterdiler, değil mi? 
 
Yetmedi otobüslerimizi kilometrelerce ötede durdurdular yahu.
 
Yokuş yapıyorlar sürekli yokuş.
 
Gaziantep alışkın bu yokuşlara.
 
Gebze’de de gördük şimdi. Gebze’de de bu yokuşları görüyoruz. 
 
Ben buradan şimdi İktidara sesleniyorum: Ne oldu? Bize yokuş yaptınız da ne oldu yahu? 
 
Ben size demedim mi?
 
“Siz daha DEVA teşkilatlarını tanımadınız” demedim mi?
 
“Bizim teşkilatımıza mitinginizi gidin taa Fizan’da yapın deseniz, onlar gider Fizan’da o mitingi yapar” demedim mi?. 
 
“Bize gönül veren vatandaşlarımız da çıkar Fizan’a gelir” demedim mi? 
 
İşte meydan! İşte kanıt.
 
Ne hesaplar yaptılar, ne zorluklar çıkardılar. Ama yine beceremediler.
 
Bizi engelleyemediler. 
 
Billboardlarımıza izin vermediler, otobüs reklamlarımızı iptal ettiler, pankartlarımızı kestiler, yırttılar.
 
Hepsini yaptılar yahu hepsini.
 
Bunların yatacak yeri yok yahu! 
 
Her şeye rağmen buradayız!
 
Buyurun işte meydan bu! İşte meydan bu! Buyrun. 
 
Muhteşemsiniz, muhteşem!
 
Beştepe izliyor musun bu meydanı Beştepe?
 
Bu meydandan ses doğru oraya gidiyor.
 
Türkiye’nin umudu sizlersiniz, Türkiye’nin umudu gençleri, Türkiye’nin umudu bu ülkenin kadınları, her yaştan gençleri, Türkiye’nin umudu bu ülkenin erkekleri. 
 
Hep beraber umuduz.
 
Onlar ne yaparlarsa yapsınlar. 
 
Hatırlayın, Gaziantep’te de bize türlü türlü zorluklar çıkarmışlardı. 
 
Ne oldu? On binlerce vatandaşımız onlara en güzel cevabı verdi.
 
İşte bu kez de burada cevaplarını Gebze’den aldılar.
 
Yaptıkları onca baskının, engelleme çabalarının cevabını Gebze’de aldılar. 
 
Ne demiştik? “Bundan böyle DEVA Partisi’nin olduğu her meydan Demokrasi Meydanıdır” demiştik. 
 
Hiç endişeniz olmasın. Bu ülke sahipsiz değil!
 
Biz hep beraber sahadayız. Sahada olanlar belli Sarayda oturanlar belli. Hep beraber sahadayız. 
 
İşte sizler; ülkesine sahip çıkan insanlarsınız.
 
Sizler; yarının Türkiye’sinin mimarlarısınız.
 
Hepiniz Gebze’ye kurduğumuz bu Demokrasi Meydanı’na hoş geldiniz!
 
Safalar getirdiniz. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım, değerli kardeşlerim,
 
Gelin, bu demokrasi bayrağını hep beraber taşıyalım.
 
Gelin, hep beraber kazanalım. Türkiye olarak kazanalım.
 
Ben milletimizin vicdanına güveniyorum.
 
Ben milletimizin iradesine güveniyorum.
 
Bizim yerimiz belli, yurdumuz belli.
 
Biz nerede miyiz? Bilmeyenler için bir konum atalım:
 
Biz; çocuğuna harçlık veremeyen annelerin yanındayız.
 
Bakın buradan tüm Türkiye’ye konum atıyoruz. Biz neredeyiz DEVA Partisi nerede. 
 
Biz; torunlarına küçük bir hediye almak isteyip de alamayan dedelerin, ninelerin yanındayız. 
 
Biz; aylık 2.500 lira maaşla, en son düzenlemeyle 3.500 lira maaşla temel gıda ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan emeklilerimizin yanındayız. 
 
Biz; açlık sınırının altında bir asgari ücretle geçinmeye çalışan işçilerimizin yanındayız.
 
Biz; hayat pahalılığı karşısında inim inim inleyen dar gelirli, sabit gelirli vatandaşlarımızın yanındayız. 
 
Biz; dükkanında masraf olmasın diye elektriğini açamayan, sattığı malı yerine koyamayan esnafımızın yanındayız.
 
Biz; gübre, mazot, tohum, elektrik fiyatları altında ezilen çiftçilerimizin yanındayız.
 
Biz; her gün canını dişine takarak ekmeğinin peşinde koşan kurye arkadaşlarımın yanındayız.
 
Biz; kendilerine “çıkart telefonunu” denilen, yarınlarını başka ülkelerde aramaya başlayan gençlerin yanındayız.
 
Biz; cep yakan fiyatlar yüzünden, yemekhanede günde tek öğünle karnını doyurmaya çalışan, bu bilet fiyatlarıyla bayramda ailesinin yanına gidemeyen öğrencilerin yanındayız.
 
Biz; mahkemelerde beraat ettikleri halde hakları iade edilmeyen KHK’lıların yanındayız.
 
Ayrımcılığa uğrayan, kendisini ikinci sınıf hisseden, hor görülen tüm vatandaşlarımızın yanındayız.
 
Bizim konumumuz budur, bizim koordinatlarımız budur.
 
Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte buraya, bu konuma davet ediyoruz.
 
Bizim yerimiz; 84 milyonun yanıdır.
 
Yerini şaşıranlar, koordinatlarını şaşıranlar nerede? 
 
Koordinatlarını şaşıranlar milletten uzaklaşanlar sarayda. 
 
*****
 
Değerli gençler!
 
Burada mısınız? (…)
 
Gençler her yerde, her yaştan gençler burada.
 
Daha yüksek, daha yüksek…Ankara duysun! Beştepe duysun!
 
Gençler burada mı? (…)
 
Türkiye’yi bu çukurdan siz gençler çıkartacaksınız.
 
Biz de ne zaman isterseniz size yardımcı olacağız.
 
Gençler önden gideceksiniz, biz arkanızdan geleceğiz.
 
Bakın ben her gün gençlerle beraberim. 
 
Ankara’da, Diyarbakır’da, Çanakkale’de, İzmir’de, Çankırı’da, Kocaeli’de her yerde, gençler beraberim. 
 
Gençlerle yan yanayız. Ama gençler önden gidecek biz onları takip edeceğiz. Bizim felsefemiz bu.  
 
Gençlerin gözlerindeki kaygı her gün büyüyor arkadaşlar. Türkiye’nin her yerinde görüyoruz bunu maalesef. 
 
Yarınlara yönelik endişeler her an artıyor. Anlıyorum.  
 
Gençlerin kaygılarını, endişelerini hem çok iyi biliyorum, hem de tam yüreğimde hissediyorum.
 
Sonra şöyle bir kafamı kaldırıp dünyaya bakıyorum. El aleme bakıyorum. Avrupa’daki gençlere, gelişen Asya’daki gençlere bakıyorum. 
 
Oralarda ne görüyorum biliyor musunuz? Oralarda gençler sınırsızca hayaller kurabiliyorlar.
 
Buralardaki kaygı, endişe oralarda yok!
 
Yahu siz bunu içinize sindirebiliyor musunuz?
 
Yazık değil mi gençlere.
 
Ben sindiremiyorum. Bu hak değil, reva değil.
 
Soruyorum size:
 
Elin Avrupalısı, elin Asyalısı, bizim gençlerimizden daha mı zeki? (…)
 
Hayır.
 
Elin Avrupalı genci, Asyalı genci bizim gençlerimizden daha mı kabiliyetli? (…)
 
Hayır, değil. Tabii ki değil.
 
E o zaman onlar, niye bizim gençlerimizden daha iyi hayatlar yaşıyorlar? Niye?
 
Oralarda özgürlük var da ondan özgürlük.
 
Batılı gençler, Asyalı gençler teknolojiye kolay ulaşabiliyor da ondan.
 
Çünkü oralarda gençlere imkân sunuyorlar, imkân. 
 
Tweet attı diye kimseyi cezaevine yollamıyorlar.
 
Genç girişimcilerin önüne devlet bariyeri koymuyorlar.
 
İşte onun için biz ne yapacağız? Tüm İmkanları gençler için seferber edeceğiz.
 
Tek bir gencimizin bile çağın gerisinde kalmaması için çalışacağız.
 
Ne mi yapacağız?
 
Biz gençleri, son model teknolojilerle donatacağız.
 
Bu iktidar, bir yandan yüksek döviz kurlarıyla, bir yandan da yüksek vergilerle gençlerin teknolojiye ulaşmasını engelliyor. 
 
Hep beraber ilerleyeceğiz. Kadınlarla, gençlerle, erkeklerle ilerleyeceğiz. 
 
Bakin teknoloji ile ilgili ne yapacağız? Biz, telefon, tablet, bilgisayar, oyun konsolu gibi tüm teknoloji ürünlerindeki vergiyi düşüreceğiz.
 
Döviz kurlarında da istikrarı sağlayacağız. 
 
Yeter mi? (…) Yetmez. 
 
Gençler cep telefonunu aldı, tabletini, bilgisayarını? Buna bir de ne lazım?
 
İnternet bağlantısı lazım değil mi?
 
Vergileri düşürünce, döviz kuruna da istikrar geldi mi herkes rahat rahat alacak. 
 
Nasıl daha gene herkes şimdi gene rahat rahat herkes alacak. 
 
Biz yapacağız inşallah.
 
İşte herkes internete de ulaşsın diye ne yapacağız? Gençler için interneti ücretsiz yapacağız.
 
Niye? Çünkü gençlere hesap ödetilmez. Biz böyle gördük, böyle biliriz.
 
Biz Türkiye ile gurur duyuyoruz biz bu ülkenin kadınlarımızla gurur duyuyoruz. Sağ olun. 
 
Şimdi diyecekler ki “Ücretsiz interneti mi olur? Parayı nereden bulacaksınız?” 
 
Bir dakika. 
 
Siz şu ek bütçeyle beraber bu yıl bu devletin bütçesinden, bu vatandaştan topladığınız vergilerden tam 400 milyar lira faiz ödüyor musunuz arkadaş?
 
Ödüyorlar.
 
Tarihin en yüksek faiz ödeyen hükümeti bu hükümet.  En yüksek. 
 
Böylesi görülmedi. 
 
Hesap ortada. 
 
Faize ödedikleri paranın onda birini bütün gençlere bir yıl boyunca ücretsiz internet sağlamak mümkün. Hesap ortada. 
 
Bu kadar basit. 
 
İnternette yavaş değil mi türkü Türkiye'de. 
 
Onun için ne yapacağız? internete hızlandıracağız.
 
Nasıl mı?
 
Tüm ülkeyi, 1 milyon kilometre fiber optik ağlarla döşeyeceğiz. 
 
Fiber optik ağlarla Türkiye’yi saracağız. 
 
Diyorlar ki parayı nereden bulacaksınız?
 
Biz diyoruz ki siz Kanal İstanbul diye tutturdunuz ya Kanal İstanbul diye Kanal İstanbul'un parasının dörtte birine bütün Türkiye'ye hızlı internet götürmek mümkün.
 
Hesap ortada. Bu kadar basit inanın yahu.
 
Ama bunların kafa sadece ranta çalışıyor. 
 
Kanal İstanbul'da rant var ya rant inadına yapacağım diyor. 
 
Biz de diyoruz ki ya bırak şu inadı ya. Gençlerin teknoloji ile buluşmaya ihtiyacı var. Bu ülkenin yüksek teknolojiye ulaşmaya ihtiyacı var.
 
Bunu hep beraber yapacağız.
 
DEVA Partisi’nin yatırımlarından tüm Türkiye faydalanacak, tüm Türkiye.
 
Yeter mi? Bu da yetmez.
 
Şimdi gençler o internete girdi. Twitter’ı açtı…
 
İçten içe hemen korku sarıyor değil mi? . Twitter’da dolaşırken bile korkuyor gençler. 
 
Niye? 
 
“Sabaha karşı polis kapımıza dayanır mı? Tweet’im ileride işe bulabilir miyim, bana engel olur mu?” diye düşünüyorlar.
 
“Şu tweeti like’larsam hakkımda dava açılır” diyorlar.
 
Bu kaygılara son vereceğiz. Bu ülkede yaşayan herkes fikirlerini özgürce dile getirecek özgürce. 
 
DEVA Partisi iktidarının ilk 90 dakikasında yapacağız bakın ilk 90 dakika. 
 
Bakın arkadaşlar DEVA iktidarının ilk 90 dakikasında. Çok basit. 
 
DEVA kadroları olarak ülkemizi kurtaracağız İnşallah hep beraber. Düştüğü çukurdan çıkaracağız bu ülkeyi. 
 
İlk 90 dakikada, yani seçimlerden sonra kurulacak hükümetin İlk 90 dakikasında bu ülkede özgürlüklere nefes aldırmak mümkün.
 
Bu kadar basit.
 
Bakın bir maç suresi ya bir maç suresi. 
 
Uzatma dakikalarında da ihtiyaç yok.
 
İlk 90 dakika da diyeceğiz ki herkes rahat nefes alsın. Bu ülkede hiç kimse düşündüğünden dolayı, söylediğinden dolayı, konuştuğundan dolayı, yazıp çiziğinden dolayı, sosyal medyadaki paylaşımlarından dolayı, başkalarının paylaşımlarını like’lemesinden dolayı artık herhangi bir yaptırımla karşı karşıya kalmayacak.
 
Bu kadar basit
 
Bitti mi? Bitmedi.
 
Nasıl, iyi gidiyor muyuz?
 
Arka taraf… Duyabiliyor musunuz? 
 
Maşallah! Gebze bugün tarih yazıyor. Maşallah.
 
*****
 
Nerede kalmıştık? İnternet.
 
Gençler bu internetin sadece kullanıcısı olmayacaklar.
 
Sadece kullanıcısı olmayacak gençler. Ne yapacaklar Aynı zamanda, bu dijital dünyaya katkıda bulunacaklar.
 
Daima ileriye... Daima ileriye... Daima ileriye bakacağız.
 
Gençler daha lisedeyken bilişimde dünyayı yakalayacak. Geride kalmayacak.
 
Gençler liseyi bitirdi. Sırada ne var? Üniversite var.
 
Şimdi sizlere sorayım: iki hafta önce üniversite sınavı oldu. Sınava giren öğrenciler bir el kaldırsın. 
 
Epey var. 
 
Anneler, babalar? 
 
Evet, epeyce var. Sonuçlar açıklandığında, ayın sonunda, inşallah her şey gönlünüze göre olur.
 
Ne kadar büyük stres çektiğinizi biliyoruz. Gençlerin de anne babaların da neler çektiğini çook çok iyi biliyoruz.
 
Onun için ne diyorum?
 
Biz, DEVA iktidarında, gençlerin iki ayağını bir pabuca sokmayacağız. Nasıl? Üniversiteye giriş sınavlarını her yıl sadece bir defa değil birkaç defa yapacağız. 
 
Olur ya sınav günü, bir terslik olur, havanızda olmazsınız, hasta olabilirsiniz, moraliniz bozuk olabilir…
 
Biz ne yapacağız. Gençlere şans vereceğiz. 
 
Koca üniversite hayali tek bir sınav gününe sıkıştırılır mı? Yanlış.
 
O yüzden biz, birden fazla kez sınav günü belirleyeceğiz.
 
Ama iş üniversiteye girmekle bitmiyor ki.
 
Başka şehre gitti diyelim, nerede kalacak bu gençler?
 
Yurtlar yetersiz. Kiralar uçuk. 
 
İşte o yüzden biz yurtların kapasitesini ve sayısını artıracağız. 
 
Üniversite planlarken o üniversiteyi okuyacak gençlerin yurtlarını da planlayacaksın. 
 
Başka türlü devlet olamazsın. Planlamasını tam yapacaksın. Üniversitesiyle, yurduyla beraber yapacaksın. 
 
İhtiyacı olan her öğrenciye, temiz ve güvenli yurt imkânı sunacağız.
 
Bunların hepsi hesap kitap meselesi. Bunlar hesap kitap bilmiyor.
 
Şimdi gelelim mezuniyete.
 
Gençler üniversiteden çıktığında işsiz. Ne okuldalar ne de işte. 
 
Odalarına kapanıyorlar. Ülkemiz ev genci dolu, ev genci.
 
Yeni bir toplum kesimi oluştu biliyorsunuz.  Onlara ev genci diyorlar. 
 
Genelde gece ayakta olan üniversiteyi bitirmiş, ş bulamayan. İş arayan bulamayan.
 
E ne anladım ben bu üniversiteden?
 
Üniversitede okuyan gençler boşa mı gece gündüz ders çalışıyor? Anne babalar işsiz çocuk yetiştirmek için mi bunca masraf yapıyor? Hayır.
 
Peki, neden iş yok arkadaşlar? (…)
 
Bu ülkede iş bulmak niye zor? Bunun sebebi ne sebebi? 
 
Evet, doğru yanıt; Beştepe.
 
Bu otoriter ittifak işbaşında olduğu sürece, yeterince istihdam olmuyor bu ülkede.
 
Şu ortamda ülkeye yeterince yatırım yapılmıyor. 
 
Ekonomiyi mahvettiler. Perişan ettiler.
 
Yatırımın olmadığı yerde işsizlik olur. Bu kadar basit.
 
Yeni iş sahası açılmıyorsa yatırımlar azsa işsizlik olur.
 
Yatırımın olmadığı yerde yoksulluk olur.
 
Yatırımın olmadığı yerde açlık olur.
 
Sorunun tam odağında bu var bu.
 
İşte onun için biz ne diyoruz?
 
DEVA Partisi olarak yatırımları Türkiye’ye çeken bir mıknatıs vazifesi göreceğiz. 
 
Biz bu işin yolunu, yordamını biliyoruz.
 
Sanayicisini, ihracatçısını, girişimcisini cezalandıran bir ülkede yatırım gelmez. Tabii ki olmaz.
 
Yatırım olmazsa gençlerimize yeni iş alanları Açılmaz.
 
Gelelim mesleki eğitime.
 
Çok önemli konu.
 
Mesleki eğitimi öyle doğru ve iyi kurgulayacağız ki, bu ülkede meslek lisesi mezunları mezun olur olmaz rahatça iş bulacaklar.
 
İş dünyasının ara eleman sorunu olduğunu da iyi biliyorum. Gebze’de Kocaeli’de bu ciddi bir sorun. Bu meseleyi çözecek adımları da derhal atacağız.
 
Bu işsizliği, “ülkenin kaderi” olarak gören zihniyeti silip atacağız.
 
Onun için ne yapacağız? 
 
İlk iş, ilk:
 
Özgürlük, adalet ve güven ortamını oluşturacağız.
 
Ekonomiden, iktisattan anlamayan iktidar bu denklemi hâlâ çözemedi yahu. 
 
İş için, istihdam için; önce özgürlük olacak. Önce adalet olacak. Önce ülkede güven ortamı olacak. Yoksa olmaz.
 
Bunu anlamıyorlar.
 
Ben her türlü haksızlığı yaparım, adalet çiğnerim ekonomiyi de iyi yönetirim zannediyorlar. 
 
Olmuyor, olmayacak. 
 
Ama biz Özgürlük ve güven iklimini sağladığımızda; yatırımlar Türkiye’ye akacak. Hem de oluk oluk akacak. Bunu yapacağız inşallah. 
 
Biz o günleri yaşadım. Bu ülkeye refahı, zenginliği yaşatan ekibin başında oldum.
 
Hiç şüpheniz olmasın yatırımlar oluuk oluk akacak.
 
Gençler iş bulacak.
 
Ücretler insan onuruna yakışır şekilde olacak.
 
Mutlak yoksulluk da tarihe karışacak tarihe. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Kocaeli sanayimizin göz bebeği, değil mi?
 
Kocaeli öyle de, sen gel bir de sanayiciye sor halini.
 
Maliyetler uçtu gidiyor.
 
Sanayici geçen seneye göre elektriği tam 4 kat pahalıya alıyor.
 
Sanayici doğalgazı geçen seneye göre tam 6 kat daha pahalı alıyor Kocaeli’nin sanayisi bu ülkenin sanayisi. 
 
Haa, o da kullanabilirse…
 
Gördük işte. İlk defa bu yıl sanayide üretim durdu.
 
Niye?
 
Doğalgaz kesildi yahu. Doğalgaz kesildi. Bu kış ilk defa doğalgaz kesildi.
 
Neymiş? İran yüzündenmiş.
 
Ya arkadaş, sizin B planınız yok mu?
 
Sizin C planınız yok mu?
 
Ülkeyi rastgele mi yönetiyorsunuz yahu?
 
Arkadaşlar, bir şey söyleyeyim mi… Bunların bir A planı bile yok.
 
A planı bile olmayan bir iktidar sanayiciye ne verebil, ne sağlayabilir? 
 
Sanayici önünü göremezse nasıl üretecek?
 
Sanayici üretemezse, neyle ihracat yapacak?
 
Ha ihracat yapana da ne demeye başladılar. Ne kadar ihracat yaparsan oradan gelen dövizin %40’ını ne yapıyorlar? El koyup bozduruyorlar. 
 
Bu kadarla da sınırlı değil. Kredi kullanıyorsan, ayrıca getirdiğin dövizin %30’unu da bankaya sat diyorlar.
 
%40 Merkez Bankasına, %30 bankalara. 
 
Peki, ihracatçı şimdi ne yapacak? Sizin her gün değerini yok ettiğiniz, pula çevirdiğiniz milli paramızla yurt dışından hammaddeyi nasıl alacak bu ihracatçı? 
 
Makinalarının döviz borcunu nasıl ödeyecek? Nasıl üretecek? Nasıl ihracat yapacak?
 
Bunları soran var mı? Yok.
 
Bunlar tutturmuş “döviz, döviz” diye ihracatçıların boğazına sarılıyorlar yahu.
 
Yazık. 
 
İşte şimdi bir ceberut uygulama daha başlattılar.
 
Ne yapıyorlar? Bir şirketin banka hesabında döviz varsa, o şirkete krediyi kesiyorlar Kredi kullanamazsın diyorlar. Kafaya bak kafaya.
 
Bunlar artık resmen sermaye kontrolü yapıyor yahu. 
 
Bu uyguladıklarına ne denir biliyor musunuz?
 
“Kara kambiyo rejimi” denilir.
 
Rahmetli Özal’ın kaldırdığı, bitirdiği “Kara kambiyo rejimi”. 
 
Taa 80’lerde Özal kaldırmış bunu yahu. 
 
Hep beraber bu ülkeye can olacağız arkadaşlar, hep beraber bu ülkeye can vereceğiz. 
 
Sizlerle beraber yapacağız bunu. 
 
Bunlar bu ülkeyi Özal’dan da önceki dönemlere götürdüler.  
 
Ekonomiyi “cilalı taş devrine” geri götürdüler bunlar, “cilalı taş devrine”. 
 
Yaptıkları bu.
 
Ahtapot gibiler. Milleti her koldan sıkboğaz eletmeye başladılar. 
 
Hani Kur Korumalı Mevduat Hesabıyla da ekonomiyi Özal öncesi yıllara döndürmüşlerdi ya… Gene aynı hesap.
 
Kur Korumalı Mevduat ile kendi başarısızlıklarının bedelini şu anda bizim asgari üzerinden vergi ödeyen vatandaşlarımıza yıkıyorlar. 
 
Bakın 400 milyar faiz ödüyorlar 400 milyar. 
 
Bu 400 milyar Faizin büyüklüğüne söyle bakın. Türkiye'deki bütün tarımsal desteklerin çiftçi desteklerinin toplamı ne kadar biliyor musunuz? 
 
40 milyar. Tamamı 40 milyar. 
 
Sadece faize ödedikleri 400 milyar. 
 
Şu rakama bakın yahu.  
 
Faizi kime ödüyorlar? Zaten elinde parası olana ödüyorlar. Faiz kime dönüyor. Parası olana. Borç alıyorsun üstüne faiz ödüyorsun. Zaten parası olanın üzerine bir 400 milyar daha ödüyorlar bunlar.
 
İnanın ne yaptıklarını bilmiyorlar yahu. 
 
Şimdi de saçma sapan işler yaparak iş dünyasını korkutuyorlar. Güveni tamamen yok ediyorlar. 
 
İşte onun için diyoruz ki;
 
Bu iktidar devam ettiği sürece Türkiye’de kazanan olmaz bu kafayla.
 
Partili, taraflı cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana ülkemizde her şey kötüye gidiyor. Her şey. 
 
Erdoğan sürekli olarak ileri tarihler vererek sıkıntıların biteceğini, Türkiye’nin şahlanacağını söyleyip duruyor. 
 
4 yıldır aynı nakarat 4 yıldır. 
 
Sürekli umut tacirliği yapıyor. “Bekleyin, sabredin, bakın nasıl düzelecek her şey” diyor.
 
Ya 4 oldu ya 4 yıl.
 
Her ay bir yerlerde ya doğalgaz buluyorlar ya petrol! Çoğu boş laf. 
 
Sıkıştı mı petrol bulduk sıkıştı mı doğalgaz bulduk. 
 
Hatta geçenlerde büyük bir jelibon rezervi bile bulmuşlar! 
 
Yahu bunlar, kendi saçmalıklarına kendileri de inanır hale geldiler. 
 
Halkımız da ne yapsın? Sıkıntılar içinde sabrediyor. Ama değişen hiç bir şey yok! 
 
4 yıldır aynı nakaratı tekrar edip duruyor.
 
Enflasyon düşecek, faiz düşecek. Hepsi hikâye. 
 
Aksine, her geçen ay, hatta her geçen hafta, gün, işler bir öncekinden daha kötüye gidiyor.
 
Bunlar, Türkiye’yi düşürdükleri bu çukurdan nasıl çıkaracaklarını da bilmiyor.  
 
İnanın bilmiyorlar. 
 
Panik halinde bütün tuşlara basıyorlar. 
 
Ağızlarıyla kuş tutsalar yapamazlar. Yapamazlar. 
 
Çünkü adaletle hareket etmiyorlar. Hukuka inanmıyorlar. Demokrasiyi katlediyorlar.  
 
Yapamazlar. 
 
Biz 2002’de geldiğimizde, 36 milyar dolar seviyesindeki ihracatı ilk 6 yılda 4 kata yakın artırarak tam 132 milyar dolarlara çıkardık. 6 yılda dörde katladılar.
 
Benim sanayici arkadaşlarım çok iyi hatırlar o günleri.
 
Biz ekonominin çarklarını yeniden döndüreceğiz arkadaşlar. Ticareti canlandıracağız. 
 
İnanın bu kolay. Bizim için kolay. Çünkü DEVA karoları işi bilen insanlarız. 
 
Enflasyonu biz düşüreceğiz, faizleri biz düşüreceğiz.
 
İnanın bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Bilmediklerini de bilmiyorlar. 
 
Biliyoruz zannediyorlar. 
 
Enflasyon talimatla düşmez! Faiz talimatla düşmez! Düşmüyor. 
 
Ben Erdoğan'a buradan sesleniyorum.
 
Bütün yetki elinde mi? elinde, Tek imza ile aklına gelen her şeyi yapıyor musun? Yapıyorsun.  At bir imza da düşür o zaman şu faizi. Düşür enflasyonu bakalım.
 
4 yıldır niye yapamıyorsun yahu niye yapamıyorsun?
 
Biz DEVA kadroları olarak İnşallah memleketi kurtaracağız. Kadro hareketi olarak yapacağız arkadaşlar bunu hep beraber yapacağız.
 
Bakın şu andaki cumhurbaşkanının anlamadığı bir şey var.
 
Faiz de, enflasyon da “güvenle” düşer “güvenle”!
 
Peki güveni nasıl oluşturacaksın?
 
Sizin gözlerinizde geleceği parlak bir Türkiye görüyorum. Ama ülkeyi yönetenlerin gözleri boş. Onların gözlerinde artık bir şey kalmamış.
 
Bakın ben buradan Gebze’den demokrasi meydanından bir kez daha güven nasıl oluşturulur anlatacağım. Anlatacağım ki öğrensinler. 
 
Türkiye büyük bir ülkedir arkadaşlar.  Evet, Türkiye birden büyüktür. 
 
Bakın tekrar ediyorum Güven olmadan olmaz. 
 
Size 1 dakikada 8 maddede Güven nasıl oluşturulur anlatacağım.
 
Erdoğan da dinlesin o da dinlesin. Çünkü ders almaya ihtiyacı var.  Bilmiyor.
 
Güven nasıl kazanılır?
1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
2- Söz verince tutacaksın.
3- Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4- Her daim hukuku adalet ve hareket edeceksin.
5- Ehliyet liyakatli kadrolarla çalışacaksın. 
6- Her kararına istişare ile alacaksın. 
7- Şeffaf olacaksın şeffaf Açık olacaksın.  Merkez Bankası'nın arka kapısından 130 milyar dolar satmayacaksın gizli saklı. 
8- Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.
 
*****
 
Arkadaşlar,
 
Peki iktidardaki bu otoriter ittifak ne yaptı?
 
Güveni yok etti, Güveni yok etti. 
 
Döviz kurlarının dengesini bozdu mu? Bozdu.
 
Faizin dengesini bozdu mu? Bozdu.
 
İnanın içim yanıyor. 
 
Geldiler, ne teslim ettiysek çarçur ettiler hepsini. 
 
Merkez Bankası’nın rezervlerini 28 milyar dolardan aldık, 136 milyar dolara çıkardık. 
 
Merkez Bankası’nda yıllarca yedek akçeleri biriktirdik. 
 
Bu millet yokluk görmesin, yoksulluk görmesin diye kasayı dolu teslim ettik.
 
Başka ne yaptık?
 
Evet, IMF’e borçları sıfırladık.
 
Hamdolsun, en son taksitin ödeme tuşuna basmak, o ödemeyi yapma bu arkadaşınıza nasip oldu. 
 
Çok şükür. 
 
Ama bunlar ne yaptı?  2018'de bu partili taraflı Cumhurbaşkanlığı hükümet Sistemi ile beraber geldiler her şeyi mahvettiler.
 
Tam hayırsız mirasyedi tam  
 
Merkez Bankası’nın arka kapısından tam 130 milyar doları sattıkları yetmedi son 6 ayda swaplarla borçlandıkları bir 60 milyar dolar daha gizli saklı arka kapıdan sattılar. 
 
Doğru hesaptan şaşar mı? Niye açlık açık yapmıyorsun bunu. Niye ilan etmiyorsun.
 
Bu milletin emeğini, hakkını, alın terini yok ettiler.
 
Ama inşallah geliyoruz.
 
DEVA Partisinin çalışkan kadrolarıyla, halkımızın büyük desteğiyle emaneti teslim almaya geliyoruz inşallah.Hep beraber geliyoruz. 
 
İşte bu meydan bunu söylüyor. DEVA geliyor diyor.  Bu meydanın bugün verdiği mesaj DEVA geliyor.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Gün aşırı hata yapılır mı ya… Gün aşırı hata Yapıyorlar.
 
İnanın, ekonomiyi bir bakkal çırağına verseniz bunlardan iyi yönetir. Çünkü hesap kitap az çok öğrenir yahu. 
 
Ben esnafla konuşuyorum. Esnaf, bana ne diyor biliyor musunuz?
 
“Müşteriye fiyat söylemeye utanır oldum” diyor. “Vatandaş fiyat sorup gidiyor” diyor.
 
Geçen sene 35 liraya aldığın çay olmuş 60 lira.
 
Geçen sene 7 liraya aldığın süt olmuş 20 lira.
 
Bir kilo kıyma olmuş en az 100 lira.
 
Yazık günah bu millete. 
 
Kocaeli’de geçen sene ekmek 2 liraydı değil mi? 
 
Şimdi 200 gram ekmek oldu 4 lira. Bazı yerlerde de 5 lira.
 
Dün il başkanımız Fırıncılar Odası Başkanı aradı.  Sordu, 200 gram ekmeğe biz 4 lira dedik. Ama farklı satanlar da olabilir tabii.
 
Fırıncı ne yapsın? Suç fırıncıda mı değil? 
 
Fırıncının aldığı 50 kiloluk bir çuval un geçen sene 200 liraydı. Bu sene tam 525 lira. 
 
Geçen sene odunun tonu 450 liraydı, bu sene odunun tonu 1.850 lira... 
 
Fırıncı ne yapsın. Esnafında işi zor. İnsanların alım gücü yerlerde sürünüyor. 
 
Bakın arkadaşlar, Yaz ayındayız, değil mi? 
 
Düğün sezonu açıldı. 
 
Eskiden güle oynaya yapılan planlar, düğünler eğlenceler haram oldu millete ya.
 
Çoğu artık düğün yapamıyor biliyorsunuz. 
 
Bir adet gram altın çeyrek de değil ha gram altın, olmuş 1.000 lira.
 
Asgari ücreti ne kadar ilan ettiler. 5.500 lira.
 
5.500 lira asgari ücretle alabileceğin 5,5 adet gram altın. 
 
O kadar 
 
Gelin bir karşılaştırma yapalım.
 
2013’le karşılaştıralım. 
 
Bizim ekonomi yönetiminin başında olduğumuz, ekonomimizin yükseldiği, rekor üstüne rekorlar kırdığımız dönemle kıyaslayalım.
 
Tarih: Ağustos 2013.
 
1 adet gram altın 80 lira, asgari ücret: 800 lira.
 
Yani 2013 yılında 1 adet asgari ücrete 10 tane gram altın alabiliyormuşuz.
 
Dün açıkladıkları zamlı asgari ücretle dahi bir asgari ücrete 5,5 adet gram altın alınabiliyor.
 
10 gr altın inmiş 5,5 gram altına. Aradaki 4,5 adet gram altın buharlaşmış
 
Her asgari ücretlini cebinden her ay 4 buçuk tane gram altın çalınmış. 
 
Nasıl yoksullaştırdıklarını görüyoruz. 
 
Bu milleti düğünde bir takı bile takamaz hale getirdiler
 
İnsanlar düğüne bile gitmekten çekiniyor yahu. Hediyeyi nasıl alacağız nasıl yetiştireceğiz diye. 
 
Asgari ücretin alım gücü paspas oldu.
 
*****
 
Nasıl fakirleştiriyorlar görüyorsunuz değil mi?
 
Bir başka örnek vereceğim:
 
 200 TL ÇIKARIYOR 
 
Şu kaç para.  200 lira. 
 
Bu 200 lira ilk 2009 yılında tedavüle çıktı. 2009 yılında bu 200 lira tedavüle çıktığında ne kadar ediyordu biliyor musunuz Arkadaşlar?
 
123 dolar ediyordu.
 
Bugün kaç dolar biliyor musunuz? 12 dolar. 
 
Ya ilk tedavüle çıktığında 123 dolar bugün indi 12 dolara. 
 
Herkesin cebindeki 200 liradan bahsediyoruz değil mi? Peki ben buradan soruyorum. Aradaki fark, 123 dolarla 12 dolar arasındaki fark, tam 111 dolar 111 dolar nerede? 
 
Bu 200 liranın içinden çalınan 111 dolar nerede diye size soruyorum.
 
Herkesin cebinden bu 111 doları kim aldı?
 
Kim?
 
Cevap sizde cevap belli. 
 
Yazık ya yazıktır.
 
Bakın arkadaşlar enflasyon, devalüasyon bir ülkenin ekonomi yönetiminin yapabileceğim en önemli hırsızlıktır. 
 
Herkesin cebinden çalmaktır enflasyon. 
 
Bu ülkenin Merkez Bankasını güveniyorsunuz,  bu ülkenin parasını alıp cebinize koyuyorsunuz. 
 
2009'da 123 dolar eden paranız İnmiş bugün 12 dolara. Yazıktır, günahtır.  
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Pazartesi günü TÜİK son ayın haziran ayının enflasyon oranını açıklayacak.
 
Göreceğiz bakalım ne açıklayacaklar. En son 73 buçuk açıklamışlardı eğil mi? 
 
Bakın burada korkunç bir aldatmaca var. Koskoca bir üç kâğıt var. 
 
Siz asgari ücreti belirlerken, emekli maaşlarını belirlerken, memur maaşını belirlerken eğer TÜİK’in açıkladığı uydurma enflasyon oranını baz alırsanız, bu milleti aldatmış olursunuz. 
 
TÜİK’in açıkladığı enflasyon gerçek enflasyon değil ki.
  
Bu milletin nefes alması lazım.
 
İki gün önce Kırşehir Kaman’da bir emeklimiz önümü kesti.
 
Dedi ki “2.500 lira emekli maaşı alıyorum, 4 çocuk okutuyorum. Ben nasıl geçineyim söyler misin bana” dedi.
 
Yazık, gerçekten çok yazık.
 
Şimdi ne yaptılar 3 bin 500 yaptılar.
 
Yahu bu ülkede açlık sınırı 6 bin TL’nin üzerinde. Türk- İş in açıkladığı açlık sınırı aylık 6 bin TL’nin üzerinde. 
 
Aylık 6 bin TL’nin üzerinde olan açlık sınırına karşı sen emekliye 3 bin 500 TL ile geçin diyorsun.
 
Asgari ücretliye de ‘sevin ya 5. 500 TL maaş veriyorum’ diyorsun.  
 
Burada asıl sorun enflasyonda arkadaşlar enflasyonda. 
 
Bunun çözümü enflasyonu düşürmek. 
 
Bu hükümet Enflasyonun patlattı arkasından yaptığı maaş zamlarıyla da millete güzellik yapıyorum diye hikâye anlatıyor.
 
Bakın tam dört yıldır emekli bayram ikramiyesi neredeyse hiç değişmedi değil mi?  1000 liraydı 1.100 yaptılar. 4 yıldır 1000 TL. Eriyor gidiyor. 
 
Önümüz kurban. 
 
Ben buradan hükümeti diyorum ki, emeklinin Bayram ikramiyesini doğru düzgün bir rakama çıkarın.  Gerçek enflasyon kadar artırın. 
 
Hiç olmazsa bir kurban parası verin diyorum emeklimize.
 
Sen, onca sene bu ülkeye hizmet et; Sonra emekli olup da torunlarınla neşe içinde vakit geçireceğin yaşa gelince eziyet çek. 
 
Yazıktır, günahtır.
 
Bu devlet inanın bu kadar zayıf değil. Bu ülke bu kadar zayıf değil.
 
Emeklilerimizin acilen nefes alması lazım. 
 
Memurun nefes alması lazım.
 
İşçinin nefes alması lazım. 
 
Kıt kanaat parayla mutfağı döndürmeye çalışan kadınların nefes alması lazım.
 
Anne babaların, çocuğunun lokmasını azaltmadan yaşaması lazım.
 
Sosyal devlet böyle olur.
 
Birde emekliliği gelip de emekli olamayanlar var. 
 
Hepsini çözeceğiz inşallah hepsini. EYT’yi de çözeceğiz. 
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Bu ülkede rakamların “gerçek enflasyona” göre artması lazım. “Gerçek enflasyona” göre.
 
TÜİK’in açıkladığı makyajlı verilere göre değil. 
 
Pazartesi ne açıklayacaklar göreceğiz bakalım. En son açıkladığı enflasyon yüzde 73 buçuk. Sanki kuyumcu terazisiyle ölçüler.
 
Gerçek enflasyon şu an en az % 150. 
 
Geçenlerde bir vatandaşımız sordu bana. “Şu TÜİK hangi marketten alışveriş yapıyorsa, söylesin biz de gidip oradan alışveriş yapalım” dedi.
 
Ben de dedim ki ‘TÜİK’in sanal bir marketi var herhalde oradan hayali fiyatlarla enflasyon açıklıyorlar’ dedim.
 
Kimi kaldırdıklarını sanıyorlar yahu kimi?
 
“3Y ile mücadele edeceğiz” dediler. Yoksullukla, yasaklarla, yolsuzlukla mücadele edeceğiz diye geldiler.
 
Yoksulluğu da, yasakları da, yolsuzluğu da azdırdılar. 
 
3Y ile geldiler ama 3Y ile gidecekler arkadaşlar öyle görünüyor. 
 
Gidecekler değil mi Kocaeli? (…) Gidiyorlar değil mi?
 
Bu adaletsizliğe “dur” diyecek miyiz? (…)
 
Özgür bir Türkiye için DEVA Partisi diyecek miyiz? (…)
 
Zengin bir Türkiye için DEVA Partisi diyecek miyiz? (…)
 
Ben buradan tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum:
 
Seçim günü geldiğinde, siz oy pusulasını önünüze alın. DEVA’nın, damlanın altına “Evet” mührünü basın, gerisi bizde. 
 
Bu iş bizim işimiz. Biz çözeriz, biz!
 
Biz çözeriz evelallah.
 
Nasıl iki büyük krizi çözdüysek, bu krizi de biz çözeceğiz inşallah. 
 
Seçim günü mührü damlaya basacağız; sonra tereyağından kıl çeker gibi çözeceğiz.
 
Mührü damlaya vuracağız ve bu kâbusu hep beraber bitireceğiz arkadaşlar hep beraber. 
 
Demokrasi meydanı burada. 
 
Değerli arkadaşlarım;
 
Hatırlayanlar bilir. 2001 krizinden biz çıkartmadık mı? (…)
 
Siz söyleyin. Çıkartmadık mı? (…)
 
Şöyle bir hatırlayın o günleri.
 
Krizlerin Ortağı Bahçeli yine hükûmete ortaktı. Yine herkes perişan olmuştu.
 
Gecelik faizler taa yüzde 7500’lere fırlamıştı. Bir gecelik faiz.
 
O günlerde de doların ateşi bir türlü düşmüyordu.
 
Ne yaptık? Geldik, evelallah çözdük.
 
İki yılda enflasyon indirdik tek haneye?
 
34 yıllık yüksek enflasyonu, iki yılda tek haneye indirdik.
 
Biz yaptık. 
 
Daha sonra, 2008-2009’daki küresel kriz gelip Türkiye’yi vurduğunda, ekibimizle beraber ekonominin başına geçip o krizi de biz çözdük. 
 
Hani bilmeyen varsa bilsin. Duymayan varsa duysun. Bizim arkamızda kapı gibi başarılar var. Boşa konuşmuyoruz.
 
Her yer DEVA olacak inşallah.
 
Yine yapacağız, yine. Hiç merak etmeyin. Yepyeni başarılara koşacağız.
 
Daha iyisini, çok daha iyisini yapacağız.
 
Sakın unutmayın arkadaşlarım:
 
Güven bizde!
 
Çözüm bizde!
 
Anahtar bizde!
 
DEVA iktidarında; tatile gitmek, araba almak, ev almak hayal olmayacak. 
 
Şu an da çoğu arkadaşımız için hayal bu. 
 
Bahsettik EYT den. Çözeceğiz inşallah.
 
Hepsi gerçek olacak.
 
Türkiye’nin yıldızını parlatacağız.
 
Bakın söz veriyorum. Türkiye’yi bölgemizin en güçlü ekonomisi yapacağız.
 
Beni biliyorsunuz, öyle çok sık söz vermiyoruz. Kolay kolay söz verenlerden değiliz.  Söz verince de tutarız.
 
Bakın arkadaşlar bizim vurmaktan anladığımız şu; Seçim günü geldiğinde DEVA’nın damlanın altına mührü vuracağız ya, zaten Beştepe’nin duvarları titreyecek. 
 
O olacak. 
 
Bakın, Size DEVA sözü veriyorum: Ülkemizi bölgemizin en güçlü ekonomisi yapacağız, en güçlü.
 
Ben sizlere huzuru vadediyorum. Sevgiyi vadediyorum. 
 
Siyasete yeniden seviye kazandırmayı vadediyorum.
 
*****
 
Değerli Arkadaşlarım,
 
Bugün bildiğiniz gibi, Madımak katliamının yıldönümü.
 
Tarihimizdeki en acı olaylardan birinin yıldönümü.
 
Bu katliamda aramızdan koparılan 35 canımızı saygıyla ve rahmetle anıyorum. Devirleri daim olsun diyorum. 
 
Madımak’ın yarası hala sarılmayı bekliyor. Farkındayız.
 
Biz hakikatin izinden ayrılmayacağız. Daima adaletin peşinde koşacağız. Daima.
 
Biz yarınları, saygı ve eşit vatandaşlık temelinde kuracağız. Eşit vatandaşlık.
 
Sünni-Alevi hiç fark etmez. 
 
Türk-Kürt hiç fark etmez. 
 
Kadın-Erkek, Genç-Yaşlı, bu ülkedeki her bireyi bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşı yapana dek çalışacağız. 
 
Bunu hep beraber DEVA kadroları olarak başaracağız.  
 
Hep beraber bu ülkenin DEVA’sı olacağız. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Kocaeli’nin, özellikle de Dilovası’nın can yakan bir sorunu var. 
 
Evet, hava kirliliği var. Türkiye ortalamasının tam 2,5 katı. 
 
Bu işi çözmek zorundayız. Havamızı, suyumuzu temiz tutmak zorundayız. 
 
Bunlar bizim yeşil çizgilerimiz yeşil.
 
Açıkladık. İklim ve çevre eylem planımızda madde madde açıkladık.
 
Üretim tesislerini denetleyeceğiz. Ülkemizin her köşesini yaşanabilir hale getireceğiz. 
 
Yine Gebze’ye senelerdir söz verdikleri, bir türlü bitiremedikleri bir proje var. Metro.
 
İnşallah o işi bitirmek de bize nasip olacak. DEVA iktidarında bitecek inşallah.  Metroyu davullarla, zurnalarla hep beraber açacağız. 
 
*****
 
Şimdi değerli arkadaşlarım ben sözler verdim değil mi? 
 
Bölgenin en güçlü ekonomisi olacağız dedim.
 
Şimdi söz alma sırası bende.
 
Ben de sizden bir söz istiyorum.
 
Soruyorum şimdi, Hazır mısın Gebze? (…)
 
Kocaeli hazır mısın? (…)
 
DEVA Partisi’ni iktidara taşıyacak mısın? (…)
 
Daha güçlü. Daha güçlü!
 
DEVA Partisi’ni iktidara taşıyacak mısın Kocaeli? (…)
 
Tam demokratik bir Türkiye için canla başla çalışacak mısın Kocaeli? (…)
 
Adalet için hazır mısın Kocaeli (…)
 
Özgürlük için hazır mısın Kocaeli (…)
 
Zenginlik için hazır mısın Kocaeli (…)
  
Siz hazırsanız, biz de hazırız.
 
Haydi hayırlı olsun. 
 
Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.
 
Sağ olun, var olun.
 
...
30 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Sağlıkta Atılım Eylem Planı Lansman Konuşması

SAĞLIKTA ATILIM EYLEM PLANI

Kıymetli basın mensupları,

Sağlık meslek örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının çok değerli temsilcileri,

DEVA Partisi’nin genel merkez kurul üyeleri,

Partimizin Türkiye sathındaki teşkilatından sağlıkla ilgili olan, sağlık mesleğin içinde olan değerli arkadaşlarımız,

Kıymetli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya üzerinden bizleri takip eden değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, Sağlıkta Atılım Eylem Planımızı açıklayacağımız toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün, 11. eylem planımızla karşınızdayız.

Bugünkü konumuz, son derece yaşamsal bir mesele.

Oldukça kapsamlı bir çalışmayı hazırlamış bulunmaktayız.

11 nolu eylem planımızla bugün karşınızdayız.

Ülkemizde çökmekte olan sağlık sistemiyle ilgili çözümlerimizi sizlerle paylaşacağız bugün.

Görünen köy kılavuz istemiyor maalesef, sağlık sistemi gözümüzün önünde çöküyor.

Koronavirüs salgını ile sağlık sistemimizin sınırları zaten ciddi bir ölçüde zorlanmıştı. Ancak, salgının yoğunluğu bitikten sonra bir de baktık ki, sistem topyekûn iflasın eşiğine gelmiş durumda.

İnsanlar randevu almak için birbiriyle yarışıyor.

Peki, yarışıyorlar da ne elde ediyorlar? Sadece beş dakikalık bir muayene.

Öte yandan, hekimlerimiz de muayene için zamanla yarışıyorlar.

Muayenenin ardından tetkik aşamasına gelince de bir başka yarış başlıyor: Radyolojiden gün almak. Laboratuvarlardan sonuç elde etmeye çalışmak.

Yarış bununla da bitmiyor. Tüm bu aşamaları atlattıktan sonra tedavi için zorlu bir süreç başlıyor: Ameliyat için gün bulmak, tıbbi malzeme ve ilaç temin etmek…

*****

Değerli katılımcılar,

İnsan hayatının söz konusu olduğu bir durumda, nitelikli sağlık hizmetine ulaşmanın böyle bir yarışa dönmesi, telafisi imkânsız sonuçlara sebep oluyor.

Hepimiz bunu görüyoruz, günlük hayatımızda yaşıyoruz.

Dahası, bu ürpertici çöküşte, geceleri yastığa başını koyan gencecik hekimlerin rüyasını yabancı ülkeler süslüyor şu anda.

Bakın sadece 2020 yılında 931, 2021 yılında 1405 hekimimiz yurtdışına gitmek için Türk Tabipleri Birliğinden “iyi hal belgesi” aldılar.

Bu senenin ilk beş ayında ise bu sayı 942’ye ulaştı. Öyle görünüyor ki bu yıl 2021-2022’de çok üzerinde bir hekim göçünün gerçekleştiği bir dönem olacak.

Bu çöküşü derhal durdurmamız gerekiyor. İşin ucunda 84 milyonun sağlığı var, canı var.

İşte bugün, bu çöküşü nasıl durduracağımızı sizlerle paylaşmak için buradayız.

Sağlıkta Atılım Eylem Planımız, “herkes için erişilebilir ve adil bir sağlık sistemi” modelimizin ana hatlarıdır.

Sağlık sistemindeki büyük dönüşüm için, iktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde yapacaklarımızın özetidir bu eylem planı.

Bir diğer deyişle, mevcut sağlık sistemini acile kaldırıyoruz.

Bu işi 5 adımda çözeceğiz. 5 noktada çalışmalarımızı yoğunlaştırıyoruz.

Birincil hedefimiz sağlığı korumak olacak.

Sağlığın hastanede değil; evde, sokakta, okulda, iş yerinde, çarşıda, markette, otobüste, metroda başladığını iyi biliyoruz.

Hastalıkların yayılmasıyla mücadele edeceğiz.

İnsanların sağlıklı kalması için önlemler alacağız.

İlk olarak, koruyucu sağlık hizmetlerini güçlendireceğiz. Yani birinci adımımız, vatandaşlarımızı hastalıklardan korumak olacak.

Örneğin, burada tek bir örnek vereceğim daha sonra sözü Aysun Hanım’a bırakacağım. Örneğin öğrenciler öğün atlıyor. Gençler yetersiz ve sağlıksız besleniyor.

Bu sağlıksız, yetersiz ve dengesiz beslenme de birçok hastalığa yol açıyor.

Mesela, bu durumda hastalıklardan kaçmak için ne yapacağız?

Okul kantinlerinde ve yemekhanelerinde sağlıklı menülerin yaygınlaştırılması için özel bir program başlatacağız.

Sağlık Politikaları Başkanımız Aysun Hanım, birazdan detayları sizlerle paylaşacak.

*****

İkinci olarak, tanı ve tedavi kapasitemizi artıracağız.

İnsanlar hastalığa yakalandıktan sonra başlayan bu süreçte, onlara en kaliteli sağlık hizmetini sunmanın çabası içerisinde olacağız.

Sağlık sisteminde radikal adımlar atmaktan çekinmeyeceğiz. Sevk zincirine ve randevu sistemine çekidüzen vereceğiz.

Sağlık sistemimizin merkezine aile hekimliğini yerleştireceğiz. İşlerin mümkün olduğunca ilk basamakta çözülmesini sağlayacağız.

Bunun için aile hekimliği sistemimizi yenileyeceğiz.

Halk sağlığını, aile hekimliğini ayağa kaldırarak koruyacağız.

Bu kapsamda;

Nitelikli aile hekimi sayımızı hızla yükselteceğiz. Böylece aile hekimi başına düşen nüfusumuzu azaltacağız.

Aile hekimleri ve destek personelinin gelir, özlük ve sosyal haklarını güçlendireceğiz.

Aile hekimliklerini bürokrasiye boğmayacağız. Gereksiz işlemlerle uğraştırmayacağız.

Tüm Aile Sağlık Merkezlerinde hem iç hem de dış yeniliğini sağlayacağız mekân yeniliğini. Bu merkezlerin binalarını ve teknik donanımlarını iyileştireceğiz. Personel ve hizmet kapasitelerini de artıracağız.

Aile hekimliğinin, “hastaneye sevk için göstermelik bir ön adım” olarak görülmesine son vereceğiz.

Böylece vatandaşlarımız aile hekimliklerinde nitelikli ve kapsamlı bir şekilde muayene olabilecek.

Aile hekiminin Şehir Hastaneleri’ne yönlendireceği vatandaşlarımıza ise tüm kolaylıkları sunacağız. Bu durumda Şehir Hastanelerine ücretsiz ulaşım sağlayacağız.

Bu arada, söz hazır Şehir Hastaneleri’nden açılmışken şunu da eklemek istiyorum.

Kamu Özel İş Birliğiyle yapılan mevcut Şehir Hastaneleri’ni de teknik, idari, hukuki ve yasama denetimlerine tabi tutacağız.

Hiç endişeniz olmasın. Bizde bu milletin bir kuruş vergisini çarçur ettirecek göz yok.

Tespit edilen usulsüzlüklerin takipçisi olacağız.

Böylece milletin vergisinin, yine millete en iyi sağlık hizmeti olarak dönmesini sağlayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Üçüncü nokta ise sağlık çalışanlarımızla ilgili.

Sağlık çalışanlarımız diyorum ama esasen bu hem tedavi olan vatandaşlarımızı hem de sağlık hizmeti veren vatandaşlarımızı aynı ölçüde etkiliyor.

Sağlık çalışanlarının alım gücü azalırken, çalışma saatlerinin arttığı bir dönemi şu anda maalesef görüyoruz. Bir yandan maaşları yetmiyor ama çalışma süreleri uzuyor. Tanı süreleri azalırken, nöbet süreleri artıyor. Ve daha önemlisi; kendilerine saygı azalırken, gördükleri şiddet çoğalıyor.

İşte tüm bunlar kendi ellerimizle yetiştirdiğimiz insan gücümüzün başka ülkelere göçmesine sebep oluyor. Hekimler göçü yaşıyoruz hekimler göçü...

Yetişmiş insan gücümüzün gitmesi demek, her birimizin sağlık hizmetinden mahrum kalması demek.

Yetişmiş insan gücümüzün gitmesi demek, muayene edecek, ameliyat edecek doktor bulamamak demek.

Yetişmiş insan gücümüzün gitmesi demek, bir ultrason için 8 ay sonraya ancak gün alabilmek demek.

O yüzden sağlık çalışanlarımızın yaşadıkları sorunların her birinin üzerinde ayrı ayrı durduk.

Sağlıkta şiddetten başlamak gerekiyor.

Gerçekten hekimlerimizin şu anda en önemli sorun alanı. Çalışma koşullarıyla ilgili en önemli sorun alanı sağlıkta şiddet.

Daha iki gün önce, Şanlıurfa’da bir hekim, şiddete maruz kaldı. Saldırganlar serbest bırakılınca hekim arkadaşımız diplomasını herkesin gözü önünde yırttı.

Geçtiğimiz hafta Çapa Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitiren genç arkadaşımızın dediği gibi, “Hekimlik sanatındaki temel ilke, ‘Önce zarar verme’ iken ‘Önce zarar görme’ haline geldi.”

Tüm bunların nedeninin altında ise hekimlik mesleğinin itibarsızlaştırılması yatıyor.

İşte biz, hekimlerimizin mesleki saygınlıklarını ve can güvenliğini koruyacağız.

Sağlık çalışanlarının yaşam kalitelerini yükselteceğiz. Çalışma koşullarını iyileştireceğiz.

Hepimiz kalbimizi, beynimizi, canımızı, ailemizi, sevdiklerimizi sağlık çalışanlarına emanet ediyoruz.

Hastalandığımızda, haklı olarak, sağlık çalışanlarının bize odaklanmasını, bize tam konsantre olmasını istiyoruz.

Ama sağlık çalışanları günde 150-200 kişiyle muhatap oluyor. Doktorlar, herkese en fazla 5 dakika süre ayırabiliyor.

Hekimlerden, “ertesi gün gördüğünde hatırlayamayacağı” hastaları tedavi etmelerini bekliyoruz.

Hekimlerden tamamı 5 dakika, 5 dakikada hastayı dinlemesini, muayene etmesini, tanı koymasını, ilaç yazmasını bekliyoruz.

Böyle bir zaman baskısı kabul edilemez. Böyle bir şey olmaz arkadaşlar, olamaz.

Onun için muayene süresini, Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği standartlara çıkartmak için çalışmak zorundayız.

Bu hedefi kendimize koymak zorundayız.

Öte yandan, sağlık çalışanlarının çalışma saatleri ve çalışma şartları ile ilgili düzenlemeler yaparak, iş-yaşam dengesini de kurmak zorundayız.

Sağlık sisteminde, performansa dayalı gelir sistemini yeniden düzenleyip, sağlık çalışanlarının gelirler seviyesini artırmalıyız.

Akademik yayın ve çalışmalara verilen destekleri de güncellemek zorundayız. Bir yandan muayene ama bir yandan da akademik çalışmanın da ilerlemesi gerekiyor. Ona da zaman ayrılması gerekiyor. Bunun da desteklenmesi gerekiyor.

Emekli hekim ve diğer sağlık meslek mensupları için de ek göstergeleri yeniden düzenleyeceğiz.

Asistan hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının nöbet sürelerini kısaltacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Dördüncü nokta, bilim ve teknoloji.

Bildiğiniz gibi teknoloji; sağlık hizmetlerinde gerçekten çığır açıyor. Bu dönüşümün gerisinde kalma lüksümüz yok.

Ülkemizi, sağlıkta en ileri teknolojilerin kullanıldığı ve geliştirildiği bir ülke yapmamız gerekiyor.

Sağlıkta Atılım programımızda odaklandığımız bir hedefimiz de var arkadaşlar o da şu; Biyoteknoloji ile, gen ve hücre alanındaki teknolojilerle geliştirilen ilaçların üretiminde, Türkiye’yi dünya lideri yapmayı hedefliyoruz.

Hasta-hekim ilişkisinde de teknolojiden faydalanacak bir projemiz var.,

Buna da Doktorum Hep Yanımda” uygulaması diyoruz.

Böylece, cep telefonu üzerinden görüntülü görüşmeyle, bazı sağlık hizmetlerine 7/24 ulaşılabilecek. Telefonun öbür ucunda uzman doktorlar olacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Elbette, hayalimizdeki sistemin sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla finansman modelini de yeniden yapılandırmamız gerekiyor.

Böylece beşinci ve son noktaya geliyoruz.

Sağlık ürün ve hizmetlerinde fiyatlama ve geri ödeme sistemini sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması gerekiyor.

Genel Sağlık Sigortası Teminat paketini günümüzün ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandıracağız.

Fiyatlama ve geri ödeme süreçlerini yenileyeceğiz. Böylece vatandaşlarımız yeni nesil ilaç ve tedavi süreçlerine erişebilecek.

*****

Değerli konuklar,

Kısacası, sağlık sisteminin reçetesi DEVA Partisi olacak. Güçlü bir sağlık sistemi inşa edeceğiz.

Çünkü sağlık, bir insan hakkıdır.

Sağlık sistemi çürüyen bir ülke, sosyal devlet niteliğini kaybeder.

Az önce sıraladığım devasa adımlarla Sağlıkta Atılımın öncüsü olacağız.

Sağlıkta Atılım Eylem Planımız; hastasından, doktoruna, eczacısından teknisyenine, hemşiresinden ilaç üreticisine; sağlık sektörünün tüm paydaşlarının mutlu olacağı bir sistemi hedeflemektedir.

Ben sözlerime şimdilik burada son veriyorum.

Eylem planımızın hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Burada kurucularımızdan, Genel Merkez yönetim kurulu üyemiz Bekir Sıtkı Arslan hocamıza yine Genel Merkez Kurul Üyemiz Özge İrem Morkoç Hanım’a, Genel Sekreterimiz Medeni Yılmaz Bey’e ve Aysun Hanım’ın çalışma ekibinde olan herkese tek tek teşekkür ediyorum.

Bizim partilimiz parti mensubumuz olsun olmasa da dışarıdan bize destek veren destek sağlayan, katkı veren herkese özellikle şükranlarımı sunmak istiyorum.

Yine bu süreçte çalışmalarımıza her türlü katkıyı sağlayan kapılarını açan sağlık meslek örgütlerimize ve sağlıkla ilgili sivil toplum kuruluşlarımıza da özellikle şükranlarımı sunmak istiyorum.

Şimdi sözü, eylem planımızın detaylarını sizlerle paylaşmak üzere, Sağlık Politikaları Başkanımız Sayın Aysun Hatipoğlu’na bırakıyorum.

22 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 24. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Yirmi dördüncü
Haftalık Değerlendirme Toplantısı
 
 
Değerli yol arkadaşlarım,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Sözlerimin hemen başında bugün Afganistan’da meydana gelen depremde hayatını kaybeden insanlara Allahtan rahmet diliyorum yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Kayıplarının sayılarının sınırlı olmasını da buradan ümit ediyorum.
 
Yine Marmaris’te ciğerlerimiz yanıyor. Orman yangınları yazın sıcağıyla yeniden baladı.
 
Aylardır hükümete yaptığımız tedbir çağrısını yine buradan huzurlarınızda tekrar ediyorum.
 
Bir önce, gereken ne var ne yoksa, uçağıydı helikopteriydi hazırlıklar tamamlanıp bu yaz orman yangınlarıyla ilgili hasarın asgaride tutulması için gerekenlerin yapması için hükümete acilen çağrıda bulunuyorum.
 
Değerli arkadaşlar; 
 
Biliyorsunuz artık Türkiye’de artık seçim dönemi başladı.
 
Seçim ister erken yapılsın ister zamanında yapılsın, hiç fark etmez. 
 
Sandık gününe yaklaşıyoruz. 
 
Atalar söylemiş, “sayılı gün çabuk geçer” diye. 
 
Sandık günü geldiğinde, akşam sayımlar tamamlanıp sonuçlar açıklanınca göreceğiz ki, inşallah bu seçimin yıldızı DEVA Partisi olacak.
 
Seçim başarımız; görmezden gelinenlerin, yok sayılanların zaferi olarak tarihe geçecek.
 
Biz başarmaya mecburuz arkadaşlar.
 
Tam demokrasi yolculuğumuzu, tamamına erdirmeye mecburuz.
 
Neden mecburuz biliyor musunuz? 
 
Kamu gücüne sığınıp vatandaşa, halka parmak sallayanları, bu ülke bir daha asla görmesin diye mecburuz.
 
Hep beraber şahit olduk: Geçtiğimiz cuma günü, saygısız bir memur, Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu’na ve vatandaşlarımıza hukuksuzca hakaret etti. 
 
Devlet adına görev yaptığını unutan bu kişi, Ankara’nın göbeğinde, vatandaşa parmak salladı. Hakkını savunan insanlara hakaret savurdu.
 
Yetmedi, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tüzel kişiliği bir açıklama platformu olarak kullanılarak hem Sayın Yeneroğlu hem de vatandaşlarımız tehdit edildi. Hedef gösterildi. 
 
Ben çok iyi biliyorum ki, devletin önemli bir kurumunun başlıklı kâğıdını kullanıp, o rezil metnin altına imza atanlar, üç beş kendini bilmezden ibaret.
 
Bakmayın öyle şatafatlı kurumdan bilmem ne açıklama falan diye. 3-5 kişi. Yazık. 
 
Bu ülkenin kurumlarına bu devletin kurumlarına yazık yahu. 
 
Koskoca devlet kurumunu, hem de vatandaşların güvenliğini sağlamakla görevli olan bir devlet kurumunu, iktidar partisinin siyasetine alet ediyorlar.
 
Bu arada, Cumhurbaşkanından hiçbir ses yok. Duydunuz mu bir şey? Tık yok.
 
En ufak bir köşe yazısında çıkana müdahale eden, hemen her konuda topa giren Cumhurbaşkanı, günlerdir bu konu memleketin gündeminde olmasına rağmen tek bir sesini çıkarmadı.
 
Niye? Çünkü değerli arkadaşlar, vatandaşlarımıza hadsizce sallanan parmakta onun gölgesi var da ondan ses çıkarmıyor.
 
Bu saygısızlık, bu hukuk tanımazlık, ülkenin Cumhurbaşkanının kamu yönetiminde oluşturduğu dar zihniyetin, hukuksuzluğun ve hakaret üslubunun bir neticesi. 
 
Peki meclis başkanından bir itiraz duydunuz mu?
 
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir üyesine; haksızca, hukuksuzca, hadsizce kalkan parmağa iki çift laf etti mi? Edepsizliğe itiraz etti mi Meclis Başkanı. 
 
Yok.
 
Pazartesi günü kendisine çağrı yaptım. Bir kez daha yineleyeceğim:
 
Sayın Şentop, siz mecliste, sadece bir partinin meclis başkanlığını yapmıyorsunuz.
 
Siz Türkiye Büyük Millet Meclisinin tümünün başkanısınız.
 
Oradaki 600 milletvekilinin tümünün hakkını, hukukunu korumak zorundasınız. 
 
Gazi Meclisimizin Başkanlığını üstlenmenin sorumluluğunu taşımak zorundasınız.
 
Başkanı olduğunuz Parlamentonun bir üyesine yapılan hakaret, millete yapılan hakarettir, tüm milletvekillerine yapılan hakarettir, size de yapılan bir hakarettir.
 
Üstelik hukukçusunuz. Siz hukukuçu kimliğiyle insanların tanıdığı birisiniz. Yapılan hukuksuzluğu örtbas edemezsiniz.
 
Derhal çıkın ve gereken tepkiyi gösterin.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Pazar günü yapılan açıklamada ne diyordu biliyor musunuz? Haddini bilmez memur uyarılacakmış. 
 
Bu kadar. 
 
Dalga geçiyorlar resmen.
 
Uyarı muyarı yetmez. Daha fazlasını yapmak zorundasınız. İdari bir soruşturmayı derhal başlatmak zorundasınız.
 
Bu olayın gösterdiği bir şey daha var arkadaşlar.
 
Ne gösteriyor, biliyor musunuz?
 
Vaktiyle ezilen sessiz yığınların desteğiyle iktidara gelen Sayın Erdoğan’ın artık “vatandaşa parmak sallayanların” tarafına geçtiğini bize gösteriyor.
 
Zamanında bu ülkede kadınlar, kıyafetlerinden ötürü büyük haksızlıklara uğradılar. Eğitim hakları engellendi.
 
Cumhurbaşkanı da her fırsatta bundan bahsediyor.
 
“Halka hizmet” diye başlayan bir siyasi çizginin bugün geldiği yer, maalesef, kamu gücünü ele geçirenlerin vatandaşa parmak sallamasıdır.
 
Hiç kimse Erdoğan’a 2002 seçimlerinde bunun için oy vermedi. Kendisine destek veren bunca insan, bir memur gelip, hakkını arayanlara hakaret etsin diye o desteği vermedi.  
 
Sayın Erdoğan, size oy veren insanlara bir özür borcunuz var.
 
Özür borcu.
 
Adaletten şaştınız. Özür borcunuz var. 
 
“Ceberrut devlet”e karşı hakkı, adaleti savunan insanlara, yeniden ceberrut devlet zulmü yaşatıyorsunuz.
 
Evet, bir özür borcunuz var.
 
Bu milletin adalet duygusunu, hak bilincini istismar ettiniz. Çıkın ve açıkça şunu söyleyin: 
 
“Ben artık yola çıkarken olduğum kişi değilim deyin. O yüzden de yanımda yola çıktıklarımdan kimse kalmadı” deyin. 
 
Açıklayın şunu. Çıkın bir özür dileyin.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar;
 
Emniyet Genel Müdürlüğü gündemimizdeyken bir başka vahim durumdan söz etmek istiyorum.
 
Bakın, bir amirin, hakkını arayan vatandaşlara ve bir milletvekiline yaptıklarını izledik. 
 
Peki, Emniyet içerisinde neler oluyor, haberimiz var mı?
 
Kamuoyu bunlardan haberdar mı?
 
Daha evvel de değinmiştim, bir süredir kulağımıza gelen “polis intiharları” haberlerini çok ciddiye almak zorundayız.
 
Biliyorsunuz, Emniyet Teşkilatı kabinenin en şaibeli bakanına bağlı.
 
Ülkenin huzurunu sağlamakla görevli bir kurumun başında olan bu kişiyle ilgili, bir çete lideri vahim iddialarda bulundu. Ve konunun üstü tamamen örtüldü. 
 
Şaibelerin ortasındaki bu ismi en çok sahiplenen de kim oldu? Krizlerin Ortağı Bahçeli.
 
O işlerde oldukça mahir.
 
Nerede şaibe var, nerede çete var, nerede mafya var bakıyoruz ismi hep oralarda gezinip durur.
 
Anayasa Mahkemesi başkanını tehdit eden, emrinde çalışanlara açıkça hukuku tanımamayı emreden bir bakandan ben burada söz ediyorum.
 
Ne diyor? Yıkın, mahkeme kararı arkadan gelsin diyor. 
 
Böyle bir ortamda, vatandaşlarımıza hukuk içinde hizmet etme bilincinde olan polis arkadaşlarımızda da huzur kalmıyor arkadaşlar kalmıyor.
 
Haberlere karartma geldiği için, özgür basın engellendiği için, tam detaylarına vakıf da olamıyoruz.
 
Ama daha evvel sorular sormuştum. Tekrar o soruları burada tekrar ediyorum şimdi. Son dönemde ağır çalışma şartları, amirlerin uyguladıkları baskı mobbing, tehdit ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle birçok polis arkadaşımız intihar ediyor. 
 
Buradan hükümete tekrar soruyorum: 
 
Son 5 yılda kaç polis memurumuz intihar etti? İntiharların altında yatan gerçekler neler? 
 
Bu nedenleri ortadan kaldırmak için hangi çalışmayı yapıyorsunuz? 
 
Emniyet teşkilatımızda üstler astlarına nasıl bir baskı uyguluyor? 
 
Polislere psikolojik destek sunmak için, bazı özel rehabilitasyon merkezleri gibi birimler kurmayı düşünüyor musunuz? 
 
Polislerin ve ailelerinin mali durumlarını iyileştirmek için, sosyal güvenlik hakları için hangi çalışmaları yapıyorsunuz?
 
Ben buradan İktidara soruyorum. Çıkın ve açıklayın.
 
Bu polis intiharları arkadaşlar ülkemizin bir gerçeği ve hükümeti buradan derhal ama derhal tedbir alamaya çağırıyorum.
 
Yazık. Bu insanlara yazık. Ailelerine de yazık.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Kamu gücünü millete karşı kullanmanın bir diğer örneği daha var.
 
İşte, son günlerde “Dezenformasyon yasası” olarak paketlenen bir çalışmayı da dikkatle hep beraber izliyoruz.
 
Öncelikle, yasanın adını doğru koyalım. Bu yasa, sansür yasasıdır. 
 
Basını, internet sitelerini ve vatandaşı susturmanın yasasıdır.
 
Daha evvel söylemiştim. Tekrar edeceğim: Özgür basın hayat kurtarır. 
 
Ama bunların akılları fikirleri basını susturmakta. Sosyal medyayı ve özellikle de gençleri susturmakta.
 
Dolardaki artışın haberi yapılır, basın susturulur, 
İntihar haberi, basın susturulur,
Enflasyon haberi, basın susturulur,
Sağlık haberleri... Yine basın susturulur.
 
İstiyorlar ki, Algıları Ayarlama Enstitüsü, hani şu adına İletişim Başkanlığı dedikleri yer, Cumhurbaşkanının talimatıyla ne diyorsa; tüm gazeteler televizyonlar aynısını söylesin istiyorlar.
 
Şimdi bu yeni yasa çalışmasıyla ne yapmaya çalışıyorlar? 
 
Tamamen yeni bir suç kavramı suç çeşidi uyduruyorlar. ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak suçtur’ diyorlar.
 
Öyleyse, sansür yasasını çıkaranlara ben buradan soruyorum:
 
“Enflasyon %73 buçuktur” demek mi halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymaktır? Yoksa “Enflasyon en az %150” demek mi?
 
Buradan soruyorum.
 
Hangisi doğru? Hangisi halkı yanıltıcı bilgi?
 
“Türkiye’de enflasyon sorunu yoktur” demek mi halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymaktır? Yoksa “Türkiye’de yüksek enflasyon vardır” demek mi?
 
Bir örnek vereyim.
 
Hatırlayın, Sayın Erdoğan daha yakın zamanda çıkıp ne demişti? “Cumhurbaşkanı’na hakaretten açılmış davalar falan yok” demişti. Hepsi kayıtlarda ha. 
 
İnkâr ederse buradan gösteririm, çok gösteriyorum söyledikleri her şeyi. 
 
E, Adalet Bakanlığı da diyor ki “Cumhurbaşkanı’na Hakaret suçundan 2014’ten bu yana en az 35 bin 500 dava açıldı” diyor. Adalet Bakanlığı bunu resmen açıklıyor.
 
Şu rakama bakın yahu. 
 
Kendi yoktur diyor kendine bağlı bakanlık 35 bin 500 tane dava var diyor. 
 
Bu durumda, halkı yanıltıcı bilgiyi kim yayıyor? Halkı kim yanıltıyor? Soruyorum size.
 
Arkadaşlar,
 
Yanıltıcı bilgi avcıları, hedeflerini öyle çok uzaklarda aramasınlar, Şöyle Beştepe’ye baksınlar orada bol bol hedef bulacaklar, bol bol halkı yanıltanı bulacaklar. 
 
Büyüğünden küçüğüne hepsi. 
 
Şimdi size bir örnek vereceğim. 
 
Bakın, suç ne? “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak”.
 
Düşünün; Twitter’da dolaşırken bir vatandaşımız “Enflasyon %150” haberini gördü ve bunu Retweet etti, 
 
“Sözde” yanılan vatandaşımız, Retweet ettiği için halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunu şimdi işlemiş oluyor mu?
 
İşlerlerse oraya sokarlar bu işi oraya hemen ha. 
 
Peki bu vatandaşımız, suçun faili mi, yoksa mağduru mu olacak?
 
Böyle saçma sapan bir suç türü olmaz arkadaşlar, olamaz.
 
Bunlar sadece ve sadece ilerideki sansür uygulamalarının şimdiden altını hazırlıyorlar.  
 
Şimdiden gençleri, liseye giden üniversiteye giden gençleri sabahın 5’inde 6’sında evlerinden alıp diğer bütün gençlere gözdağı vermenin altlığını bugünden hazırlıyorlar. Olay bu.
 
Sansür yasasının tek hedefi basın ve ifade özgürlüğünü yok etmektir. İnsanları susturmak ve hizaya getirmektir.
 
Uydurulmuş gerçeklik dünyasında yaşayan Beştepe’ye koşulsuz biat beklemektir.
 
Amaç bu.
 
Biz bu baskı karşısında basın ve ifade özgürlüğüne sahip çıkacağız.
 
Anayasamıza aykırılık teşkil eden bu sansür yasasını kesinlikle reddediyoruz. 
 
*****
 
Değerli Arkadaşlarım,
 
İşte, görüyorsunuz değil mi? Nasıl çarpık bir zihniyetle karşı karşıyayız?
 
Tweet atanı hapse koymak isteyen, ama kadın katillerini de kısa sürede hapisten çıkarma derdinde telaşında olan bir zihniyetle karşı karşıyayız.  
 
Daha iki gün önce yaşadık. Düşündükçe kahroluyorum.
 
Biliyorsunuz, gencecik bir kadın, Pınar Gültekin diri diri yakılarak katledildi.
 
Fakat sanığa, cezasında “haksız tahrik indirimi” uygulandı.
 
Sanığa ödül verdiler resmen yahu. 
 
Pınar Gültekin’in acılı ailesinin neler hissettiklerini tahayyül bile edemiyorum. Gerçekten yazık, çok yazık.
 
Pınar Gültekin vakası, ne yazık ki tek vaka değil. Tek münferit bir konu değil. 
 
Ülkemiz, hayattan koparılan kadınların mezarlığı haline geliyor. Geçtiğimiz ay en az 36 kadın katledildi bu ülkede.
 
En az 36. Çünkü orada da veri karartma var. 
 
Orada da istatistiklere tam ulaşılamıyor, eskisi gibi değil. 
 
Her şey saklanıyor gizleniyor. 
 
Niye? Bir hayal alemine bir harikalar diyarına vatandaşlara anlatarak gerçekleri unutturacaklarını zannediyorlar. 
 
Ama biz unutturmayacağız. 
 
Yüzlerine vuracağız bunları. 
 
Onun için bizim bu topraklara bir borcumuz var:
 
Kadınları öldüren zihniyeti, toprağa gömmeye mecburuz.
 
İktidara gelir gelmez, derhal, katilleri cesaretlendiren uygulamaları tersine çevireceğiz.
 
Gece yarısı karanlığında terk ettikleri İstanbul Sözleşmesi’ne, gündüz gözüyle yeniden dahil olacağız.
 
Kadın cinayeti davalarında, cezaları caydırıcı hale getireceğiz.
 
Hukukta bu çok önemli arkadaşlar. 
 
Kural var kurala uymayanında cezası var.
 
Ama o ceza yeterince caydırı değilse anlam kalmıyor.
 
Cezanın anlamı olmayınca da kurallarla ilgili motivasyon, teşvik azalıyor. 
 
Dolayısıyla burada caydırıcılık temel esas. 
 
“İyi hal indirimi” gibi uygulamaları kaldıracağız.
 
Kadına yönelik şiddet sebebiyle, koruyucu tedbir kararları verildikten sonra işlenen suçlarda; denetimli serbestlik, iyi hal, seçenek yaptırımların uygulanmasını engelleyeceğiz.
 
Elektronik kelepçe sisteminin daha etkin ve geniş bir şekilde uygulanmasını sağlayacağız.
 
Koruma kararları kâğıt üzerinde kalmayacak.
 
DEVA Partisi iktidarında kadınların yaşatılması için devletin tüm imkanlarını seferber edeceğiz.
 
Bunu sivil toplumla beraber, halkımızla beraber yapacağız.
 
Cinayete kurban giden kadınlar için dökülen gözyaşlarını, evet, adaletle sileceğiz.
 
Yaşam mücadelemizi kadın, erkek, hep beraber büyüteceğiz.
 
Pınar’ların, Özgecan’ların, Emine’lerin, Münevver’lerin hatırasına mutlaka ama mutlaka sahip çıkacağız.
 
Bu bizim sözümüzdür ve bir vatandaşlık borcumuzdur.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Evvelki gün iktidar, meclise tam bir başarısızlık vesikası sundu.
 
Pazartesi sabahı ben bir canlı yayında televizyon kanalında bütçe ile ilgili kararların asla tutmayacağını, yapılan bütçenin gerçeklerden kopuk olduğunu, dolayısıyla bütçede ayrılan başta faiz ödemeleri olmak üzere ödeneklerin yetmeyeceğini açık açık söylemiştim.
 
Ben canlı yayında bunları söyledim hemen gün içerisinde meclise bir ek bütçe getirdiler. 
 
Ek bütçe çok istisnai bir şeydir biliyorsunuz.
 
Eskiden biz aman ek bütçe gerekmesin diye uğraşırdık 
 
Çünkü ek bütçe plansızlığın programsızlığın vesikasıdır.
 
Üstelik yılsonuna doğru da gelmiyor bu. Daha haziran ayı dolmadan ek bütçe getiriyorlar ek bütçe.
 
Ben hep diyorum. İnanın bunlar hesap kitap bilmiyor arkadaşlar.
 
Daha altı ay önce meclisten geçirdikleri bütçede ortaya koymuş oldukları hesap, çarşıya uymadı. 
 
Biz ilk söylüyorduk. Sizin bu hesabınız çarşıya uymayacak diyorduk. 
 
Ama çarşıdan pazardan haberleri yok bunların inanın haberleri yok. 
 
GÖRSEL - RESMÎ GAZETE GİR
 
Bütçe hazırlanırken 2022 yılında doların ortalama 9 lira 30 kuruşta kalacağını hesap ettiler.
 
O günkü resmî gazeteyi arkadaşlar şöyle bir gösterelim.
 
Bakın 5 Eylül 2021. Bütçe meclise gönderilmeden hemen önce Resmî Gazetede yayınlanan bir doküman bu. Orta vadeli bir program. Ve bütçe bunu baz alarak hazırlanır. 
 
Bu doküman baz alınır devletin bütçesi öyle hazırlanır. 
 
2022 için dolar kuru 9 lira 30 kuruş arkadaşlar.
 
2024’te bile 10 lira 80 kuruş.
 
Dolar şimdiden 17’yi geçti yahu.  
 
Rakamları görüyorsunuz değil mi?
 
2024’te 10 lira 30 kuruş olacak diyorlar, bütçeyi buna göre yapıyorlar. 
 
Daha 2022’nin ortasında 17 lirayı geçmiş durumda dolar. 
 
Peki, alttaki imzayı görüyor musunuz imzayı. 
 
Altında kimin imzası var?
 
“Benim alanım ekonomi”, “ben ekonomistim” diye ortada dolaşan Erdoğan’ın imzası var bunun altında.
 
Tek imza.
 
Sadece bu da değil arkadaşlar.
 
Bakın bütçe hazırlanırken enflasyonun %9,8 olacağı hedeflendi. 
 
Bu da dokümanlarda var.
 
Bugün makyajlı hali %70’i geçti. Gerçek %150’nin üzerinde. 
 
Ya 9,8 diyor, bak, bak, bak. 2022’nin enflasyonu. 9.8...
 
Devletin açıkladığı resmi rakam 73 buçuk gerçek rakam %150’nin de üzerinde. 
 
Bitmedi.
 
Hazine %15 faizle borçlanır diye bütçe yapıyorlar bütçeyi. 
 
Hani Erdoğan faize düşman ya.
 
Faiz yüzde 24 şu anda. 
 
Hayal aleminde yaşıyorlar, hayal.
 
İnanın bunlar, burunlarının ucunu dahi göremiyorlar.
 
Bir bildiğimiz var, edasıyla ortada dolaşıyorlar ya. İnanın hiçbir şey bildikleri yok. Hiçbir şey.
 
Yahu bazen bana soruyorlar, ‘ya bir hesap kitap bir şey var mı? Bu kadar saçmalanamaz ki ekonomi yönetimi, bu kadar yanlış arka arkaya yapılamaz. Herhâlde bir bildikleri var’ diye bana soruyorlar. 
 
Ben diyorum ki yok yahu inanın hiçbir şey bildikleri yok.
 
Hiçbir şey bilmiyorlar. Onun için çuvallıyorlar. 
 
GÖRSEL - RESMÎ GAZETE ÇIK
 
Pazartesi sundukları ek bütçeye koydukları faiz ödeneği de inanın akıl alır gibi değil arkadaşlar. 
 
Sayın Erdoğan biliyorsunuz faiz konusunda çok hassas. 
 
Ne diyor? ‘Bu konuda ben hassasım’ diyor.
 
Faizle mücadele edeceğim deyip de asla becerememiş bir devlet başkanı olarak tarihteki yerini aldı.
 
Türkiye tarihinin en yüksek faiz ödeyen iktidarı bu iktidar oldu.
 
Rekor rekor.
 
Böyle bir faiz bu ülke yaşamadı. Böyle yüksek bir faiz ödemesi bu ülkenin hazinesi daha bugüne kadar yapmadı.
 
Bakın, ek bütçede faiz giderleri için tam 90 milyar lira daha ödenek çıkartmak istiyorlar. 
 
GRAFİK - FAİZ ÖDEMELERİ GİR
 
Hatırlıyorsanız bu grafikte ben sizlere daha önce gösteriyordum.
 
Bütçeye koydukları rakam 240 milyar. 
 
Şu anda ek bütçe için istedikleri rakam artı 90 milyar lira. 
 
Yetmedi bir de Kur Korumalı Mevduat için 40 milyar lira daha koymuşlar ek bütçeye.
 
Yani Kur Korumalı Mevduat Hesabının faiz farkı, kur farkı olarak da ödeyecekleri bir 40 milyar lira daha var. Rakam çıktı mı 370 milyar liraya.  
 
Yetmedi. 
 
Kur Korumalı Mevduat için 2 kanaldan ödeme yapılıyor. Bir bütçeden bir de Merkez Bankasından.
 
Merkez Bankasından yapacakları ödeme burada yok. Bu sadece bütçeden. Bir de onu ekleyin üzerine en az 400 milyar liralık bir faiz ödemesi ile karşı karşıya olacağız arkadaşlar. En az. 370’in üzerine Merkez Bankasının ödeyeceği de eklenecek çünkü. 
 
Bu sayılar korkunç arkadaşlar yahu.
 
Bakın şöyle bir kıyas için size geçmişteki tutarı söyleyeyim.
 
Bakın geçmişte ne ödemişiz?
 
2002’de 52, 2003 59, 2004 57, 2005 46,46, 48, 51, 53, 48, 42, 48, 50, 53, 50, 57...
 
Ama 2018’de bakın fırlıyor.  74.
 
2019, 100, 2020 134, 2021 180, 2022 240 … 
 
Üzerine bir ekleniyor 90, bir 40 daha ekliyorsunuz ediyor 370. 
 
Bir de Merkez Bankasından ödeneceği koyun üzerine 400. 
 
En az 400. En az 400.
 
Şuna bakın yahu.
 
Bizim ekonominin başında olduğumuz dönemde devletin faiz gideri belli arkadaşlar. İşte 50 milyar civarındaydı.
 
8 katından fazla artırmışlar ya. Akıl alır şey değil. 
 
Bizim dönemimizde “Faiz lobisi” diye diye gezinenler vardı değil mi?
 
Hazinenin ödediği faiz yüzde 6-7 iken ne diyordu Erdoğan, ‘Yüksek faiz vatana ihanettir’ diyordu. 
Yılda 50 milyar lira faiz ödediğimiz günlerde ‘bu faizi ödemek vatana ihanettir’ diyordu. 
Peki ben kendisine soruyorum 50 milyar lira faiz ödemek vatana ihanetse 400 milyar liralık faiz ödemeyi siz nasıl tanımlıyorsunuz? 
Kendisine soruyorum buradan.
Bir de çıkmış hala faizle mücadeleden bahsediyor ya.
4 yıl oldu 4.
Bakın faiz ödemeleri 2018 de sıçramaya başlıyor. 50,50, 50 giderken 2018’de 74’e sıçrıyor değil mi?
Ondan sonra da eksponansiyel artıyor.
2018’de ne oldu?
Tek yetkili partili, taraflı Cumhurbaşkanı oldu.
Kimseyi dinlememeye başladı. 
Merkez Bankasına emir kulu bir ekip atadı. 
Yat deyince yat, kalk deyince kalk. Merkez Bankasının başına koydu. 
Merkez Bankasının para politikasını bizzat kendisi talimatla indirmeye, bindirmeye başladı. 
O günden sonra da memleketin ayarı kaçtı.
Ekonominin ölçüsü ayarı kaçtı. 
Bakın, Cumhuriyet tarihin en yüksek faizini ödeyen hükûmeti olarak da artık kendisi tarihe geçti bunlar.
 
2023’te rakamlar nereye gidecek düşünmek bile istemiyorum.
 
2023’ü herhalde koyduğumuz da gelecek seneyi tavanı delip geçecek bu rakamlar.
 
Öyle görünüyor.
 
Gidişat belli. 
 
Bakın arkadaşlar karşılaştırma için söylüyorum. Bu ek bütçedeki rakamları da dikkate aldığımızda tarım desteğinin tamamı bu yıl boyunca 40 milyar lira. 
 
Bütün çiftçiye verilen destek. Hepsi. 
 
Buğday desteği, pamuk desteği, mazot desteği, gübre desteği...
 
Aklınıza ne geliyorsa, topla topla topla 40 milyar. 
 
Sadece faize 400 milyar.
 
Ülkeyi getirdikleri durum ortada yahu.
 
Hesap ortada. Karne bu.
 
GRAFİK - FAİZ ÖDEMELERİ ÇIK
 
Sınıfta kaldılar sınıfta.
 
Şunu idrak edemediler arkadaşlar!
 
Faiz talimatla düşmez. Faiz güvenle düşer, güvenle!
 
GRAFİK - TÜKETİCİ GÜVEN ENDEKSİ GİR
 
Bakın bugün tüketici güven endeksi açıklandı değil mi?
 
Açıklayan kim yine? TÜİK.
 
İnanırsak.
 
Ama TÜİK’in bile açıkladığı TÜİK’in bile açıklamak zorunda kaldığı güven endeksine bir bakın.
 
Bakın endeksler 2002’den başlıyor günümüze geliyor. 63,4. Bugün açıklanan Tüketici Güven Endeksi rakamı tarihimizin en düşük rakamıdır.
 
Yani vatandaşımız ne diyor? Ben güvenmiyorum diyor. 
 
‘Yarınlarımı göremiyorum’ diyor.  
 
‘Ben ülkemin yarınlarına inanmıyorum’ diyor.
 
Vatandaşımız ne diyor? ‘Ben bu hükümete artık güvenmiyorum’ diyor.
 
Karne bu.  Karne 63,4. 
 
Bunun normali 100’dür biliyor muşunu?
 
100 civarında gitmesi lazım. 
 
Bakın zaten 90-100, 90- 100 oralarda gitmiş. 
 
Ne olmuş bir 2008-2009 krizinde 73’e inmiş, sonra biz Dış İşleri Bakanlığından ekibimizle beraber döndük ekonomiye. Tekrar kaldırdık onu 95, 100’lere. 
 
Sonra2018’de düşüyor bak tak diye 2018’de. 
 
Güven düşüyor.
 
2018’de ne oldu hatırlayalım.
 
Tek yetkili, partili, taraflı Cumhurbaşkanı olarak görevine başladı.
 
Tüketici güven endeksi tak düşmüş 76’ya.
 
Toparlamaya falan çalışıyor yine yuvarlanıyor 63,4. 
 
Gerçek bu. 
 
GRAFİK - TÜKETİCİ GÜVEN ENDEKSİ ÇIK
 
Güven çok önemli güven bakın.
 
Biliyorsunuz bugün Suudi Arabistan'ın veliaht prensinin Türkiye ziyareti var.
 
Fısıltı gazetesi çalışıyor.
 
Yüksek rakamlar konuşuluyor. 
 
Veliaht geldi paralar geliyor diye... 
 
Fısıltı gazetesi ile piyasaya ‘merak etmeyin bak döviz geliyor döviz geliyor, para geliyor’ diye...
 
Ya bu kadar ucuz mu ya.
 
Yazık değil mi? Bu ülkenin itibarı yok mu. 
 
Dış politika bir öyle bir böyle.
 
Daha 6 ay öncesine kadar cinayetle suçladığın, dosyasındaki delilleri bile vermem gelsin burada baksın, delilleri belki yok ederler dediğin, daha sonra dosyayı olduğu gibi Suudi Arabistan'a gönderdiğin kişiyi geliyorsun bugün sarmaş dolaş kucaklıyorsun.
 
Bağımsız tarafsız yargı neyse o.
 
Bağımsız tarafsız yargı çalışır suçluyu suçsuzu ortaya çıkarır. Bizim derdimiz bu dış politikadaki zikzaklarla, yalpalarla. 
 
Suudi Arabistan'da olanları gördük.  Birleşik Arap Emirlikleri'nde olanları gördük. 
 
15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörü olarak suçladıkları Birleşik Arap Emirlikleri’ne gittiler sarmaş dolaş 5 -10 milyar dolar Swap anlaşması için yaptılar bunu ya.
 
Sen Merkez Bankası'nın arka kapısından bugüne kadar 180 milyar doları yakmışsın, 
 
Evet 130 diyorduk arkadaşlar Aralık'tan bugüne kadar en az 50 milyar dolar daha yakılmış durumda. En az 50 milyar dolar. 
 
Dolayısıyla rakam en az 180 milyar dolar.
 
O 128 milyar nerede? 130 milyar nerede?  Diye sorduğumuz rakam bugün 180 milyar dolar.
 
Gizli saklı yapıyorlar.
 
İsrail'le ilişkiler...  2009'da One Minute de terör devleti de, her türlü cinayetle suçla ondan sonra birden bire neymiş Filistin davasını savunmanın en önemli yolu İsrail Devleti ile iyi ilişkiler kurmakmış.
 
Ha şunu bileydin.
 
Jeton yeni mi düştü? 
 
Paran tükenince mi aklına geliyor? Devletin hazinesini Merkez Bankasını sıfırladıktan sonra mı aklına geliyor? 
 
Madem İsrail ile arayı bozmak Filistin davasına zarar veriyor sen 2009'dan bu yana niye bozdun? 
 
O gün niye bozdun bugün niye düzeltiyorsun?
 
Bir zamanlar arkadaşlar ne diyorlardı ezilenlerin gür sesi...
 
Suskun dünyanın hür sesi...
 
Ne hür ses kaldı ne gür ses ya... 
 
Hiçbir şey yok.
 
Sen ekonomik gücünü kaybedince, Merkez Bankası'nın rezervlerini arka kapıdan yakınca, paraya muhtaç kalınca ne hür ses kalıyor ne gür ses...
 
Güçlü olacaksın ya güçlü olacaksın güçlü. 
 
Güçlü olursan ekonomik açıdan ve itibar açısından güçlü olursan dik durabilirsin.
 
Sen o gücünü kendi elinle yok edersen dik duramazsın.
 
Şimdiki hesap ne?  Veliaht Prensi gelecek kur düşecek, faiz düşecek alttan alta fısıltı...
 
Faiz ne talimatla düşer ne veliahtla. 
 
Faiz güvenle düşer arkadaşlar güvenle. 
 
Güven, güven güven. 
 
Ben buradan tekrar edeceğim.  Çünkü çok derse ihtiyacı var.
 
Tekrar tekrar edeceğiz ki o damlayan suyun mermeri deldiği gibi bunu öğrenecekler.
 
Güven olmadan asla mümkün olmayacak.
 
Güven ortamını oluşturmadan faizi de enflasyonu da, döviz kurunu da asla düşüremeyecekler. 
 
Güven, güven, güven.
 
1 dakika 8 madde...
 
Güven nasıl oluşturulur?
 
Buradan Beştepe'ye sesleniyorum Sayın Erdoğan'a sesleniyorum.
 
Boşuna uğraşma güven olmadan yapamayacaksın. 
 
Faiz talimat da düşmeyecek veliahtla da düşmeyecek. 
 
Faiz güvenle düşecek. 
 
Peki bu güveni nasıl oluşturacaksın? 
 
1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
2- Söz verince tutacaksın.
3- Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4- Her daim hukukla adaletle hareket edeceksin.
5- Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın.
6- Her kararını istişare ile alacaksın. 
7- Şeffaf olacaksın açık olacaksın.
8- Her zaman hesap vermeye açık olacaksın.
 
Bunu yap güveni oluşturursun. 
 
Şimdi yavrularımız biliyorsunuz geçen cuma karne aldı.
 
Şimdi Erdoğan'a bu 8 maddeden bir karneyi verelim bakalım. 
 
8 maddedeki karnesi nasıl?
 
Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.  Yok.
 
Söz verince tutacaksın. Yok. 
 
Satır satır karneyi şöyle bir kafanızda canlandırın. Millet versin bu karneye millet. Ben söylemeyeyim notları. 
 
Millet düşünsün notunu millet versin.
 
Zaten seçimde verecek ama ben şimdiden şöyle karne satırlarını okuyorum.
 
Hukukla adaletle hareket edeceksin. Ehliyetli liyakatli kadrolarla çalışacaksın. İstişare ile karar vereceksin, şeffaf olacaksın. 
 
Karne satırlarını şöyle hayal edin ve en son hesap vermeye hazır olacaksın. 
 
Yok, sınıfta kaldı sınıfta.  Yok.
 
Ama değerli arkadaşlarım müsaade etmeyeceğiz. Ülkemizin ekonomisini İnşallah, evelallah hızla toplayacağız.
 
Ülkemizin hukukunu hızla toparlayacağız, ülkemizin sorunlarını hızla çözeceğiz.
 
Unutmayın DEVA Partisi yarının Türkiye’sinin kurucu aktörüdür.
 
Türkiye topyekûn bir zihniyet ve iktidar değişimi yaşayacak ve DEVA Partisi bunun başat aktörü olacaktır.
 
Bu nedenle, bugüne dek hiçbir siyasi partinin yapmadığı çalışmaları biz yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. 
 
Daha önce açıkladığım gibi;
 
Biz, seçimlere kendi adımızla sanımızla, kendi şanımızla namımızla, kendi logomuzla bayrağımızla gireceğiz.
 
Ama aynı zamanda seçime neyle gireceğiz biliyor musunuz?
 
Elimizde tam 20 tane eylem planıyla biz seçimlere gireceğiz. 
 
Tek tek her bir sorunun somut çözüm önerisiyle biz o seçimlere gireceğiz.
 
Şimdiye kadar 10 eylem planı açıkladık. İnşallah bir 10 tane daha geliyor.
 
Önümüzdeki hafta da sağlık sistemini toparlayacak eylem planımızı kamuoyu ile paylaşacağız.
 
Hani bazıları bol bol konuşuyorlar ya. Ne diyorlar? “Bunların çözüm önerisi yok” diyorlar. Oturdukları yerden laf ebeliği yapıyorlar. 
 
Bizim her bir eylem planımız, onlara okkalı birer cevaptır arkadaşlar.
 
Okkalı cevaptır hepsi.
 
Bu laf ebelerinin “gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar.” 
 
Koyuyoruz eylem planını önüne ya diyoruz al sana 56 madde tarım, 101 madde çevre ve şehircilik, 116 madde ekonomi finans...
 
Bakıyorlar ya bunu kim okuyacak?
 
E kusura bakma canım. Bilmiyorsan bilmediğini de kabul edeceksin.
 
Ama biz biliyoruz. Bunun için kendimize güveniyoruz. 
 
Bizim onlarla kaybedecek vaktimiz de yok.
 
Biz iş üretiyoruz iş! Laf üretmekte mahir olanlar buyursunlar laf üretmeye devam etsinler. 
 
Biz, sadece seçimlere hazırlanmıyoruz. Bakın çok önemli. 
 
Biz Seçim sonrasına da hazırlanıyoruz. Çünkü seçimden sonra Türkiye’nin kaybedecek tek bir dakikası bile olmadığını çok iyi biliyoruz.
 
Dünyada bakın onlarca örneği var. Son 5 seneye bakın onlarca örneği var. 
 
Partiler seçimleri kazanıyor seçimden sonra çuvallıyorlar. 
 
Ülkeyi de çuvallatıyorlar. 
 
Arka arkaya seçim patinajı yapmaya başlıyorlar.
 
Biz bunu çok iyi bildiğimiz için ülkemizi de çok iyi tanıdığımız için bu hazırlıkları bugünden yapıyoruz. 
 
Seçimden sonra, 20 şeritli bir yol döşeyeceğiz.
 
Aynı anda 20 şeritte birden ilerlemeye başlayacağız. 
 
Hükûmeti kurar kurmaz düğmeye basacağız. Tüm eylem planlarımızı eş zamanlı olarak uygulamaya başlayacağız.
 
İlk 90 ve 360 gün için taahhüt ettiğimiz her bir eylemin derhal başlangıcını yapacağız.
 
Şunu asla unutmayın arkadaşlar.
 
Biz, çözümün mimarıyız.
 
Ve Türkiye’yi hızla özgür ve zengin bir ülke yapacağız.
 
Bunu hep beraber inşallah gerçekleştireceğiz. 
 
*****
Değerli arkadaşlarım biliyorsunuz partimizin ikinci mitingi 2 Temmuz Cumartesi Günü Gebze'de.
 
2 Temmuz Cumartesi Günü tüm Gebze'yi Kocaeli’yi, Türkiye genelinde ilgi gösteren, Gebze'yi Kocaeli'yi görmek isteyen vatandaşlarımızı mitinge buradan huzurlarınızda tekrar davet ediyorum.
 
Biliyorsunuz ilk miting imiz Gaziantep'teydi. DEVA Partisi'nin ilk mitingi.
 
Gerçekten büyük bir coşkuyla Büyük bir heyecanla ve bütün engellemelere rağmen dört dörtlük bir mitingi hazırladık gerçekleştirdik.
 
Dosta Düşmana DEVA Partisi budur diye ortaya koyduk. 
 
Şimdi ikinci mitingimizde bizi engellemek için her şeyi yaptılar yapıyorlar. Aynı Gaziantep'teki gibi.
 
Dejavu, tekrar ediyor.
 
O alan olmaz bu alan olmaz da.  Yahu daha dün sen 1 Mayıs gibi hükümetin hassasiyet gösterdiği bir konuda miting alanı veriyorsun da biz aynı miting alanını isteyince yok veremeyiz...
 
Niye? 
 
Keyfim istemiyor ya. 
 
Nerede yapacağız?
 
Ya şehrin dışında uzak bir yer varsa gidin orada yapın mitinginizi. 
 
Sabrediyoruz, sabrediyoruz.
 
Ama bizim bu önümüze çıkarılan zorluklar var ya arkadaşlar bize sadece daha fazla azim katıyor. 
 
Bizim çalışma şevkimizi arzumuzu daha da artırıyor. 
 
Bizim Kocaeli'de öyle bir teşkilatımız var ki daha bunlar tanımıyorlar, bilmiyorlar bakın,
 
Ben buradan söylemiştim Gaziantep'te öyle bir teşkilat var ki göreceksiniz mitingi demiştim.
 
İşte bizim Kocaeli'de de öyle bir teşkilatımız var ki o engellemeye çalışanlar görecek o mitingi inşallah. 
 
Bunu göstereceğiz. 
 
Yerimiz gene tarifi biraz zor.
 
Mevlâna kapalı Pazar alanının önündeki otopark. Alanımız o. 
 
Fizan da deseler, dünyanın öbür ucunu da gösterseler kuzey kutbu da deseler güney kutbu da deseler bizim teşkilatımız gider mitingi orada da hazırlar yapar. 
 
Kocaeli teşkilatımız da bunu yapar. Bunu inşallah bütün dünya aleme yine göstereceğiz ve inşallah yine dediğim gibi herkesi bu mitingimize, partimizin ikinci Gebze mitingine davet ediyorum.
 
*****
 
Sözlerime şimdilik burada son veriyorum. 
 
Sorusu olan basın mensubu arkadaşlarıma mikrofonu devrediyorum.
20 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Basın Açıklaması


Basın Açıklaması
20.06.2022

Değerli basın mensupları,

Kıymetli yol arkadaşlarım,

Ekranları ve sosyal medya hesapları üzerinden bizleri izleyen saygıdeğer vatandaşlarımız,

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kurumsal kimliği kullanılarak yapılan dünkü vahim açıklama sebebiyle bugün karşınızdayız.

Bu utanç vesikası açıklama ile, partimizin Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Sayın Mustafa Yeneroğlu, devletin bir kurumu üzerinden alenen hedef olarak gösterilmiştir.

İpe sapa gelmez lafların yer aldığı bu açıklama, devletin kurumsal yapısındaki bozulmanın, örselenmenin de yeni bir belgesidir aynı zamanda.

Olayı zaten herkes gördü, biliyor. Çok kısa özet;

Geçtiğimiz cuma günü güvenlik kuvvetleri Ankara Kızılay’da, ruhsatlı biçimde işletilen bir kafeyi hukuksuzca taciz etti.

Değerli arkadaşımız, Milletvekilimiz Mustafa Bey de hukuk dışı bu uygulamaya karşı koymak adına olay yerindeydi.

Yasal bir işyerinden bahsediyoruz, vatandaşlarımızdan bahsediyoruz. Yasalara göre hareket eden, vergisini ödeyen bir iş yerinden bahsediyoruz.

Görüntüleri hep beraber izledik.

İnsanların iş yerini, ekmek kapısını taciz eden sözüm ona bir memurun hem oradaki işletme sahiplerini hem de hukuku korumaya çalışan vekilimizi hedefleyerek terbiye sınırlarını nasıl aştığını hep beraber biliyorlar da. Uzun uzun izledik.

Parmak sallayıp, açık açık küfrettiğini, hakaret ettiğini izledik.

Bunlar hep keyfilik, bunlar hep kabadayılık, bunlar zorbalık arkadaşlar.

Dün, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tüzel kişiliği kullanarak, haddini bilmez bir memurun arkasında durulması demokrasimiz adına devletimiz adına büyük bir ayıptır.

Geldiğimiz noktada, iç güvenliği sağlamakla görevli olan kurum üzerinden; hem vekilimiz sayın Yeneroğlu hem de halk tehdit edilmektedir.

Şunu herkes bilmelidir ki hiçbir devlet memuru vatandaşa parmak sallayamaz. Haddine değil.

Kamu gücünü kullanan hiç kimse hukuka aykırı davranamaz.

Bir hukuk devletinde böyle rezillik olmaz yahu.

Bu tablo utanç verici bir tablodur! Ülkem adına utanç verici bir tablodur!

İnsanın inanası gelmiyor:

Bir kamu kuruluşu üzerinden haksızlığı, hoyratlığı, hukuksuzluğu koruyan bir metin yayınlanamaz.

Kurumsal kişilik gölgesi altına sığınarak 3-5 kişinin yaptığı bir iş olduğundan da ben eminim.

Koskoca kurumun itibarının zirvede olması gereken o kurumun antetli kâğıt ve kişiliğini kullanarak 3-5 kişinin yaptığı bir şeyden başkası değil.

Ama arkadaşlar kimin kimden cesaret aldığı da olduğu gibi ortada.

Bu hukuksuzluğa meydan veren kimdir biliyor musunuz?

“Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum kararı tanımıyorum. Alt mahkeme Anayasa Mahkemesinin kararına uymayabilir’ deyip hukuksuzluğu bir iklim olarak bu ülkenin başına saran kişidir.

Erdoğan’ın, iş tutuş tarzıyla ülkemizde oluşturduğu bu iklim, devlet kurumları için ve o kurumlarda çalışanlar için hukuksuzluğu sıradanlaştırmakta, hukuksuzluğu normalleştirmektedir.

En tepeden cevaz gördükten sonra hakmış, hukukmuş; bir şey kalır mı hiç devlette. Böyle bir şey var mı?

Gücü eline geçiren aklına estiği gibi pervasızca davranamaz hukuk devletinde...

Ayrıca bu teşkilatın kime bağlı olduğu da malum.

Polislere “Sen yık geç hukuk arkandan gelir” diyen, “Ayağını kırın, sorumlusu benim” diyen kişi... Bu teşkilatın başına şu anda görevlendirilmiş durumda.

Kim tarafından ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından.

İşte arkadaşlar; bu açıklamayı yazan kişiler de o gün vatandaşlara parmak sallayan da bunlardan güç almaktadır.

Güvenlik sağlamakla görevli, 84 milyonun vergileriyle çalıştırılan kişiler, işte bu şekilde hadsizleşmektedir.

Bakın, “Güvenlik sağlanmakla görevli kişi” diyorum.

Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun ilk maddesinde yazıyor arkadaşlar.

Dilini bugün ki Türkçe ile sadeleştirerek okuyorum:

“Polis, kamu düzenini, kişi, tasarruf güvenliği ve konut dokunulmazlığını korur. Halkın ırz, can ve malını korur ve kamunun huzurunu sağlar. Yardım isteyenler ve yardıma muhtaç olanlara da yardım eder.” Diyor.
Bunu ilgili kanunun ilk maddesi söylüyor arkadaşlar.

Sağda solda vatandaşa parmak sallayıp hakaret etmek bu kurumun görevleri arasında yok. Bu kurumda çalışanların görevleri arasında da yok.

Uzun zamandır sayın Erdoğan’ın çizdiği istikametle, ülkemizde maalesef kötü muamele, işkence, sokakta şiddet görüntüleri artık sistematik hale geldi.

En tepeden aldıkları güçle, hukuk dışına çıkmak bir âdet haline geldi.

Öyle bir âdet ki; diyelim ki suç duyurusunda bulundunuz. İlgili bakan soruşturma izni vermiyorum dediği an iş orada bitiyor.

Tam bir sistematik hukuksuzluk düzeniyle şu an karşı karşıyayız.

Ama müsebbibi belli.

Ben huzurunuzda buna sebep olana seslenmek istiyorum.

Evet, Sayın Erdoğan’a sesleniyorum.

Siz ve size bağlı bakan ne yaparsanız yapın: Türkiye Cumhuriyeti, hukuk tanımazların devlet katında görev yapacağı yer değildir.

Derhal ama derhal gereğini yapmak zorundasınız.

Haksızlık hukuksuzluk yaparak, bizi sindireceğinizi zannediyorsanız; boşa heveslenmeyin.

Biz dünkü açılmama metninin sizin gölgenize saklanarak yazıldığını çok iyi biliyoruz.

Bu hukuksuzlukların gücünü sizden aldığını çook iyi biliyoruz.

Sizden ve o krizlerin ortağı olan Bahçeli’den.

Ama hiç boşuna uğraşmayın vatandaşı sindiremeyeceksiniz, bu milleti susturamayacaksınız.

Tehditlerinize de kabadayılıklarınıza da, hukuk tanımazlığınıza da pabuç bırakmayacağız.

Sayın Yeneroğlu’nu da bizi de, bu ülkenin hiçbir vatandaşını da tehdit etmenize müsaade etmeyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar;

Zor bir dönemde görevini yasalara ve hukuka uygun yapmaya çalışan kamu görevlisi arkadaşlarım olduğunu da gayet iyi biliyorum.

Bu vesileyle, görevini layıkıyla yerine getiren değerli emniyet mensuplarımızın da var olduğunu, üstelik çoğunlukta olduklarını da gayet iyi biliyorum.

Bunca hukuksuzluk arasında işini tertemiz yapmaya çalışan tüm değerli kamu çalışanlarımıza da buradan takdirlerimi sunmak istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bir çift sözüm de buradan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına olacak.

Sayın Şentop;

Siz aynı zamanda bir hukukçusunuz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir üyesi, bir milletvekili, bir memur tarafında açıkça tarafından hakarete uğramıştır.

Bırakın seçilmiş bir milletvekilini herhangi bir vatandaşımızın böyle bir hakarete uğramasına karşı sessiz kalamayacak bir makam sizin makamınız.

Öyle kolay değil.

‘Ben TBMM’nin başkanıyım’ deyin hukuksuzluk karşısında haksızlık karşısında sessiz kalamazsınız.

Siz 600 milletvekilinin görev yaptığı o çatının o kutsal meclisin başkanlığı görevindesiniz şu anda.

Bu milletin bir vekili yürütme gücüyle susturulmaya çalışılıyor.

Sayın Şentop, siz neden susuyorsunuz? Neden susuyorsunuz?

Siz mecliste, sadece tek bir siyasi partinin mi meclis başkanlığını yapıyorsunuz?

Niçin çıkıp başkanlığını yaptığınız Meclisin onurunu savunmuyorsunuz?

Niçin çıkıp edepsizlik karşısında iki çift laf da siz etmiyorsunuz?

Gazi Meclisimizde hak arayışlarına yer yok mu?

Sizi de bu vesileyle, hukuksuzluğa karşı derhal tepki vermek zorundasınız. Meclisimizin onurunu korumak zorunasınız.

Aksi halde hiçbir şey yapmazsanız bir memurla bir milletvekilini arasındaki diyaloğa seyirci kalırsanız yarın 600 tane milletvekilinin sahada nelerle karşılaşabileceğini hiç hesap ediyor musunuz?

Böyle bir şey var mı?

Milletvekili adı üzerinde vekil, bunu sadece bir kişi üzerinden ibaret göremezsiniz. Ona destek veren milyonların temsilcisi o.

Bir milletvekiline hakaret milletin tümüne hakarettir. TBMM’ye hakarettir. Aklınızı başınıza alın ve bulunduğunuz konumun hakkını verin. Milletvekilinin de TBMM’sinin de hukukunu koruyun.

*****

Değerli vatandaşlarım;

Dün yapılan bu hadsiz, pervasız açıklamayı bir kez daha şiddetle kınıyorum.

Başta Sayın Yeneroğlu ve işyerlerini korumaya çalışan vatandaşlarımız olmak üzere; hakkın, adaletin yanında dimdik duran dostlarımıza bir vatandaş olarak teşekkür ediyorum.

İnanıyorum ki devleti içten içe yiyip bitiren bu çürümeyi en kısa zamanda durduracağız.

Hukuka uymakla yükümlü olan kurumların, keyfi işgüzarlıklarına bu ülkeyi teslim etmeyeceğiz.

İnanıyorum ki önümüzdeki ilk seçimde hukuk namına, adalet namına ve demokrasi namına büyük bir zafer elde edeceğiz.

Bu ülkenin haysiyetli insanları için tam demokrasiyi ve hukuk devletini inşa edeceğiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 

18 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Esenler İlçe Binası Açılış Konuşması

Esenler İlçe Açılış


Türkiye'nin DEVA’sı gençlersiniz,

Bu kadrolar Türkiye'nin DEVA’sı,

*****

Merhaba Esenler!

Merhaba İstanbul!

Bu ne güzel coşku böyle.

Muhteşemsiniz muhteşem. İşte burası bugün demokrasi meydanı.

Ne demiştik? Bundan sonra DEVA Partisi'nin olduğu her meydan demokrasi meydanı demiştik,

Belli ki Esenler bize duymuş.

Demokrasi Meydanını büyütmüş.

Hoş geldiniz arkadaşlar, hoş geldiniz.

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın saygıdeğer temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız, kıymetli komşularımız,

Dükkanlarından, evlerinin pencerelerinden, camlarından bizleri izleyen değerli gönüldaşlarımız,

Kıymetli basın mensupları, hepiniz hoş geldiniz hepiniz.

Türkiye'nin umudu işte bugün Esenler ‘de kurduğumuz bu demokrasi Meydanı'nda yeşeriyor.

Esener’den baktığımızda şöyle İçinde bulunduğumuz tünelin sonundaki ışık artık görünüyor.

Bunu hamdolsun görüyoruz burada.

İstanbul'un mahallelerinden baktığımızda Beştepe oligarklarının içinde yol artık sona geliyor, onların yolunun sonunda görünüyor. Onu da görüyoruz buradan inşallah hep beraber.

Bugün bizim buradaki açılış programımızı ilan etmemizin ardından değerli arkadaşlar, biliyorsunuz apar topar başka programlar ayarlamışlar.

Hemen yakınlarda apar topar. Biz duyurduk yahu. Ta kaç hafta önceden duyurduk bugün buradayız diye.

İlçe başkanlığımıza her türlü zorluğu çıkartmışlar.

Burada standın kurulmasında bayrakların hazırlanmasında.

Sözüm ona bizim sesimizi kısacaklar, sözüm ona bizim sözümüzü kesecekler.

Diyorum ki ya elinizden geleni ardınıza koymayın. Ne biliyorsanız yapın.

Kimse bizim sözümüzü de kesemeyecek sesimizi de kısamayacak.

Ne yaparlarsa yapsınlar hakikati konuşmamızı engelleyemeyecekler susmayacağız, susmayacağız.

Hiçbir engele, hiçbir baskıya boyun eğmeyeceğiz.

Biz bu ülkeyi sokakta bulmadık ya. Öyle yağma yok. Öyle eline devlet gücü geçirenin bizleri engellemesine izin vermedik, izin vermeyeceğiz.

Her fırsatta doğruları göstermeye de devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım bugün okullar kapandı. Çocuklarımız karnelerini aldı. Karneler hayırlı olsun, yaz tatili hayırlı olsun.

Bütün çocuklarımıza, gençlerimize ömür boyu derslerinde başarılar diliyorum, hayat boyu başarılar diliyorum. Karneleriniz hayırlı olsun diyorum.

ÇOCUKLARIN SAHNEYE DAVETİ

Şöyle çocukları hızlı bir standa alalım mı? çok hızlı.
Karne alan herkes gelsin karne alan. Ama dikkat edin düşmeyin. Ha şöyle bir karne hatıramız olsun ya.
Bugün karne alan herkes gelsin.
O, Maşallah maşallah ya kalabalığın arasına karışmışsınız sizi göremiyoruz.
Yalnız düşmeyin ha, bakın standa yüksek düşmeyin.
Küçükler öne, boyu kısa olanlar, küçükler öne, büyükler benim yanıma.
Çocuklar şöyle hep beraber bütün Türkiye bir karne selamı verelim, şöyle ellerimizi bayraklarımızı sallayalım.
Karneler hayırlı uğurlu olsun, yaz tatili hayırlı olsun.

Maşallah ya bütün Esenler buraya gelmiş ya maşallah.
Haydi bakalım. Çocuklar bakın şurada solda merdiven var.
İnişler dikkatli bir şekilde merdivenden düşmeden. Haydi bakalım hayırlı uğurlu olsun.

Evet, bu arada anneleri babaları da kutluyoruz. Çocuklar karne alıyor ama anneler babalar, özellikle anneler evde ne çekiyor biliyoruz, yaşıyoruz hep beraber. Annelere babalara da hayırlı olsun diyorum tebrik ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bir yandan ülkemiz için her zaman umut doluyuz umut.

İşte çocukları gördük, gençleri gördük. Ülkemizin yarınlarına sonuna kadar güveniyoruz ama bir yandan da ülkemizdeki ekonomik krizin çok çok tehlikeli bir aşamaya geldiğinde görmemiz gerekiyor. Maalesef, maalesef.

Üzülerek söylüyorum bunu 11 sene bu ülkenin ekonomisini yönetmiş bir arkadaşınız olarak iktidarı tekrar tekrar uyardım uyarıyorum.

Ülkemizin en zengin yıllarında, bu ülkenin ekonomisinin başında olan arkadaşınız olarak haykırdım, haykırıyorum.

3 gündür buna vurgu yapıyorum 3 gündür.

Türkiye'nin arkadaşlar, temerrüt riski yani iflas riski şimdiye kadar hiç görülmemiş seviyelere çıktı maalesef.

Üzülerek ve kaygıyla izliyorum.

Aranızda esnaf kardeşlerim vardır. Şöyle esnaflar bir el kaldırsın.

Oo, hem de çoğunlukla maşallah.

Esnaf olan herkes temerrüt nedir iflas nedir iyi bilir değil mi?

İşte şu anda koskoca ülkenin ekonomisi, koskoca Türkiye Cumhuriyeti arkadaşlar maalesef geldi uçurumun kenarında.

Şu anda biz bütün kadrolarımızla gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz.

Ekonomi ve Finans Politikaları Başkanımız İbrahim Çanakçı Bey başkanlığındaki ekibimiz, her an Dünyayı ve Türkiye'yi anlık takip ediyor ve bu ekip an ve an nasıl toparlayacağımızı çalışıyor ve nasıl düzlüğe çıkacağımızı da şu anda çalışıyorlar.

3 gündür haykırıyorum ve iktidarı uyarıyorum.

Tekrar tekrar vurguluyorum, arkadaşlar, bu işin şakası yok.

İnanın şakası yok.

Eğer Beştepe aklını başına almazsa bu işin sonu kötü olacak diyorum.

İktidara buradan tekrar tekrar sesleniyorum.

Bir vatandaşlık görevi olarak bu uyarımı yapıyorum.

Derhal ama derhal aklın ve bilimin gereğini yapın. Allah'ın verdiği aklı kullanın diyorum ya.

Yanlış da ısrar etmeyin yanlış da inat etmeyin diyorum.

Şu anda Türkiye'nin önemli gündemi budur arkadaşlar.

Tehlike büyük ve yakın.

Birileri tutturmuş gündem değiştirmek için, işte falanca şirketin adı ne olsun diye... Tabela kavgasına girmiş.

Birileri aday kim? Aday kim? diye magazin peşine düşmüş.

Ya ülke batıyor.

İktidar hala tabela değiştirmekle meşgul.

Bakın arkadaşlar bu temerrüt nedir, iflas nedir çok kısa şekilde açıklayacağım.

İflas demek parayla bile benzin mazot bulamamak demek.

İflas demek ülke genelinde 6 saat, 10 saat elektrik kesintisi yaşamak demek.

İflas demek doğalgaz kıtlığı demek, sanayinin durması demek.

İflas demek işsizliğin patlaması demek.

Şu andaki enflasyon seviyesi ile bile nefes alamıyorken iflas demek nefessiz kalmak demek.

Ve inanın Türkiye Cumhuriyeti'nin şu anda en riskli dönemini yaşıyoruz hep beraber.

İktidarı buradan çok net bir şekilde uyarıyorum, bu işin şakası yok.

Derhal ama derhal önlem alın diyorum.

Bu ülkeye, şu koskoca ülkeye yazık etmeyin diyorum.

Bu ülke iflas ederse gençlere en büyük kötülüğü yapmış olursunuz diyorum.

Gençlere batmış bir ülke bırakmış olursunuz diyorum.

Esnaf dükkânının kapısına kilit vurmak zorunda kalacak diyorum.

Emekli için torunu ile gezmek tamamen hayal olacak diyorum.

Çiftçi toprağını ekemeyecek, dikilmeyecek, pazarda tezgâhlara sebze meyve gelemeyecek diyorum.

Çünkü ben bunları dünyada gördüm, izledim. Kaç tane temerrüt yaşamış, iflas yaşamış ülkeyi bildim, gördüm.

Buradan İstanbul'dan Beştepe’ye sesleniyorum; Sizin yüzünüzden ülke en az 20 sene geriye gitmiş durumda şu anda en az 20 sene...

Krizlerin ortağıyla, Bahçeli ile kafa kafaya verip Türkiye'ye her türlü krize soktunuz.

2001 krizinde de o vardı değil mi? Üçlü koalisyon ortağı vardı.

Yazar kasaların Başbakanlık binasının önünde atıldığında Bahçeli'nin çalışma ofisi o binanın içindeydi.

Bunlar ne yaptılar? Bunlar dirhem dirhem biriktirdiğimiz, bu milletin alın teri olan döviz rezervlerini son 4 yılda çarçur ettiler yahu.

Hani 130 milyar dolar diyorduk ya 130 milyar, bu sene Ocak'ta tekrar başladılar aynı şeyi yapmaya.

130 milyar oldu şu anda 180 milyar biliyor musunuz? 180 milyar dolar, 180 milyar dolar.

Cayır cayır Merkez Bankası'nın arka kapısından yakıyorlar. Yazıktır günahtır yahu.

Bu ülkenin dövizin tükettiniz onun için kur patlıyor.

Kur patladığı için A'dan Z'ye her şeye zam geliyor bu ülkede.

Mirasyedi, hayırsız evlat gibi ne bıraktıysak harcadınız tükettiniz ya. Yazık günah.

Hazırı tüketip borç batağına sapladınız. Türkiye'ye Cümle aleme rezil ettiniz rezil ediyorsunuz.

Ve sonunda da Türkiye getirdiniz işte uçurumun eşiğine koydunuz.

Aklınızı başınıza devşirin diyorum. Ya da derhal o koltuklardan çekin gidin.

Millete Beştepe’den masallar anlatmayı bırakın artık, yeter diyorum ya.

Bambaşka bir hayal dünyasında bunlar bambaşka.

Ekonomi uçuyor diyorlar kaçıyor diyorlar büyüyor diyorlar. Ya ekonomi büyüyor da benim emekli teyzemin amcamın niye haberi yok diyorum soruyorum.

Ekonomi büyüyor da benim çiftçim niye toprağına gübre koyamadan tarım yapıyor diye soruyorum.

Ekonomi büyüyor da niye benim burada Esenler'deki esnaf kardeşim dükkânındaki lambaları söndürüp de oturuyor diye soruyorum.

Ekonomi büyüyor da niye böyle yahu.

Cumhurbaşkanına sorarsan ohoo her şey güllük gülistanlık, durmadan şöyle iyiyiz böyle iyiyiz diye bahsediyor.

E oturduğu yerden Beştepe’den ve etrafını sarmış o oligarklardan bütün Türkiye’yi öyle zannediyor olabilir.

Eskiden Keçiören'de bir apartman dairesinde otururdu ya. Şimdi bir tane komşusu yok arkadaşlar bir tane komşu yok.

Bir tane doğalgaz faturası görmüyor, elektrik faturası görmüyor. Şöyle bir apartman dairesinde oturuyor olsa da her ay o gelen elektrik faturasını doğalgaz faturasını bir görse bu milletin durumunu anlayacak ama artık koptu, koptu.

Ama bu millet sizi saçmalıklarınızın bedelini ödemek zorunda değil.

Bu millet sizin ihtirasınızın acısını çekmek zorunda değil.

Biz zaten İnşallah ilk seçimde iktidara gelip bu krizi çözeceğiz.

Bu iş bizim. Evelallah, Evelallah .

Ama bunların iktidarda olduğu her gün işimiz zorlaşıyor. Çünkü hasar büyüyor, ekonomideki delik büyüyor.

Her geçen gün zarar büyüyor arkadaşlar her geçen gün.

Bakın arkadaşlar dedim ya uçurumun eşiğindeyiz diye, şu anda otobüs o uçuruma doğru gidiyor. Otobüsü kullanan da ısrarla, inatla direksiyonu kırmıyor, uçuruma doğru sürüyor şu anda. Burnunun dikine gidiyor, inadına diyor inadına.

Biz bugün gelsek yapacağımız nedir biliyor musunuz hemen direksiyonu kırıp kazayı önlemek.

İnanın bu kadar da basit yahu.

Bir direksiyonu kırmak kadar basit.

Bu işi hiç yapmamış olsak deriz ki yahu kötü durum ama öyle değil ya.

Biz zamanında iyi ekibi kurduk, iyi kadroyu kurduk 2001-2002 krizini de çözdük 2008-2009 krizini de çözdük. Bu krizi de çözmek bize düşecek biliyoruz ama hiç olmazsa şu iflasa götürmeden ülkeyi, o çukura düşürmeden bırakın gidin diyoruz. Ya da kırın dümeni iflastan şu ülkeye döndürün diyoruz.

Çok basit.

O dümeni kırmak ne biliyor musunuz devlet yönetiminde. Buradan Erdoğan'a çağrımdır; ülkenin iflas etmesini istiyorsan ülkenin o çukurdan aşağı düşmesini istiyorsan yapacağın Merkez Bankası'nın ve TÜİK’in başına dürüst ve liyakatlı bir ekibi koy ondan sonra elini ayağını çek.

Elini çek o kurumlardan.

Benim alanım ekonomi diyorsun ekonomistim diyorsun 4 yıldır tek yetkili olarak bu ülke yönetiyorsun.

Merkez Bankası da dahil bütün kurumları da direkt bağladın mı? Bağımsız yaptın mı? Yaptın.

Peki niye çözemiyorsun bu krizi. Elini tutan mı var? Çöz. Yapamaz. Çünkü bilmiyor arkadaşlar bilmiyor ya ama bilmediğini de bilmiyor. Bilenlerle de çalışmıyor. Biliyorum zannediyor.

Ama artık 4 yıl geçti yeter ya. 4 yıl geçti.

Buradan bakın kendisine çözümü de söylüyorum, kopyayı da veriyorum ha.

Demiyorum ki iyice batacaksa batsın sonra biz gelelim seçimle, öyle demiyorum.

Formülü de söylüyorum kendisine. Bir an önce bak uçurumdan şöyle direksiyonu kır diyorum. Böyle yaparsan şimdilik bir kazayı önlersin diyorum.

Bir vatandaş olarak uyarımı yapıyorum kendisine.

Değerli arkadaşlar,

Günlük bir sürü polemikler var. Siyasette polemik bitmiyor biliyorsunuz.

Yola çıkarken de söylemiştim, biz alışılageldik siyasi partiler gibi davranmayacağız demiştim. Hem sorunları tespit edip gerçek gündemi konuşacağız hem de çözüm önerilerimizi ortaya koyacağız demiştim.

Biz bugün bunları konuşuyoruz çünkü ülkemizin hakiki sorunları dışında hiçbir şey düşünmüyoruz.

Gerçek sorunlara eğiliyoruz.

Bakın arkadaşlar şimdi size çok kısa bir video göstereceğim, çok kısa. Bundan 3 sene önce Sayın Erdoğan ne demiş bir izleyelim. Kısa bir video.

ERDOĞAN VİDEO GİR

“Şayet ülkede bir kesim çok zenginleşirken diğer kesimler yerinde sayıyor veya fakirleşiyorsa orada adalet yok demektir. Adaletin olmadığı bir yerde de zulüm vardır. Zulüm ise bizim inancımızda küfre eş değerdir.”

ERDOĞAN VİDEO ÇIK

Haklı mı? Haklı.

Gören de der ki, ya ne güzel konuşuyor keşke Cumhurbaşkanımız olsa der değil mi?

Ya bu ülkede bu iktidar yüzünden bir kısım zenginleşirken diğer bir kısım fakirleşiyor. Yerinde sayan falan da yok ha.

Az sayıda insan çok zengin oldu ama geniş kitleler maalesef derin bir yoksulluğa düştü şu anda.

Her yerde görüyoruz her yerde.

Bakın şöyle Esenler ‘de 1 saat çarşıyı pazarı turladık. Her yerde yoksullaşma var her yerde. Herkesin satın alma gücü düşmüş durumda ve bu iktidarın akıl dışı, temelsiz, hatalı uygulamaları nedeniyle değerli arkadaşlar, adalet de yok oldu.

Adalet bitti ülkede.

Zulüm var zulüm. Kendi lafzıyla söylüyorum, v.

Kendi ifadesi.

Değerli arkadaşlar, Erdoğan adaleti unuttu.

Hukukta adalet yok, Eğitimde adalet yok. Sosyal yardımlarda adalet yok. Ekonomide adalet yok.

Ama bu millet yaşadığı tüm bu adaletsizliklerin de gayet iyi farkında.

Tarlasını ekemeyen çiftçimiz bu adaletsizliğin farkında. Torununa harçlık veremeyen emeklimiz bu adaletsizliğin farkında. Ay sonunu getiremeyen işçimiz bu adaletsizliğin farkında. Çocuğuna iyi bir eğitim veremeyen, aldırmayan anne, babalar bu adaletsizliğin farkında.

Bakıyoruz Erdoğan Harikalar Diyarında.

Ama zulmü yaşayanlar bu zulmün asıl sebebinin kim olduğunun da gayet iyi farkında.

Artık millet görüyor, artık millet görüyor.

Şu Esenler’ de önce biliyorsunuz esnafımızla buluştuk. Esnaf Sanatkârlar ve Kooperatifler Birliği ile oturduk, dertleştik. Tek tek dükkânları gezdik. Alışveriş eden vatandaşlarımızla konuştuk.

Herkes her şeyin farkında. Artık kimse aldanmıyor ha.

Devletin sahip olduğu televizyon kanalları ne derse desin. TRT ne yayın yaparsa yapsın. Sopayla tehditle. Teşvikle. Idare ettikleri kanallar radyolar televizyonlar gazeteler ne söylerse söylesin bu millet artık gerçeği görüyor.

Bu krizin sebebinin kim olduğunu da gayet iyi biliyor herkes gayet iyi.

Bakın arkadaşlar, önümüzdeki seçimde biz kimlerle yarışacağız biliyor musunuz?

Halkımızı görmezden gelenler var ya onlarla yarışacağız. Seçildikten sonra seçmenini unutanlarla yarışacağız. Doğru. Beştepe’den sokağa bile çıkamayanlar var ya onlarla yarışacağız. Gençleri işsizliğe sürükleyenlerle yarışacağız. Doktorlarımızın yurt dışına gitmesine sebep olanlarla yarışacağız. İnsanları marketten ağlayarak çıkartanlarla yarışacağız. Bu ülkenin anayasasını tanımıyorum, saygı duymuyorum diyenlerle yarışacağız. Hakkımızı çiğneyenlerle yarışacağız. Hukuku katledenlerle yarışacağız.

Yarışın galibi belli. Bu yarışın galibi biz olacağız biz. Hep beraber yapacağız inşallah.

Deva Partisi her gün her türlü haksızlığa yaşayanlarla beraber bu yarışı kazanacak inşallah, inşallah.

Onuru ayaklar altına alınan, gözyaşları içinde ekmek kuyruğuna girenlerle beraber biz bu yarışı kazanacağız. Bu yarışı başka kimlerle kazanacağız biliyor musunuz? Bu yarışı görmezden gelinenler kazanacak. Türkiye'nin haysiyetli insanları kazanacak, 84 milyon bu yarışı kazanacak.

Hemen ardından da memleket özgürlüğe kavuşacak. Türkiye zenginliğe kavuşacak.

Herkes nefes alacak herkes.

Şimdi ben Esenlere soruyorum.

Esenler!

Adalet için bu yarışmayı kazanmaya hazır mısın?

Esenler!

Özgürlük için bu yarışı kazanmaya hazır mısın?

Zenginlik için bu yarışı kazanmaya hazır mısın Esenler?

Demokrasi için hazır mısın?

Atılım için hazır mısın Esenler?

O zaman hep beraber diyoruz ki;

Demokrasi! Atılım! Derhal! Bugün!

Demokrasi! Atılım! Derhal! Bugün!

Esenler hazır Maşallah hazır.

İstanbul hazır.

Değerli arkadaşlarım şimdi buradan genç arkadaşlarıma da şöyle kısaca bir seslenmek istiyorum. Bugün evet okullar kapandı karneleri aldık ama hafta sonu da cumartesi pazar üniversite sınavları var. Üniversite sınavlarına girecek tüm arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Burada var mı üniversite sınavına girecek şöyle bir el kaldırsın. Maşallah sınavdan bir gün önce hep beraberiz gençlerle. Dualarımız sizlerle arkadaşlar sizlerle.

Bugün sizlerle Esenler'de bu meydanda beraberiz.

Gönül isterdi ki ülkemiz adına kaygı verici bir dönemde yaşamasaydık.

Gönül isterdi ki yarınlarımız adına şöyle umut dolu bir tablo çizebilseydik.

Ama hiç merak etmeyin. Bir seçimlik işler bunlar bir seçimlik.

Hani hatırlarsınız DEVA Partisi kurulmadan önce bana sormuşlardı ya çok büyük sorunlar var nasıl çözülecek? Diye. Ben de demiştim ki özgürlük sorununu, yargının bağımsızlık sorununu bir anda çözeriz demiştim. Ve inşallah böyle olacak bir anda çözeceğiz.

Emin olun Türkiye'ye huzuru getireceğiz.

Umudun rüzgarını tüm Türkiye’de estireceğiz.

Sınav kaygısını en aza indirmek için de ne yapacağız biliyor musunuz arkadaşlar.

Üniversite sınavlarını öyle tek bir hafta sonu tek bir şansa bırakmayacağız yılda bir kaç defa gençlerimize şans tanıyacağız.

Türkiye'nin DEVA’sı sizsiniz gençler sizsiniz. Sağ olun.

Yani arkadaşlar olur da hani üniversite sınavı günü insanlık hali, bir ateş çıkar bir şöyle gününüzde olmazsınız o fırsatı kaçırdığınız da öyle bir yıl kaybolmayacak.

Yıl içerisinde birkaç defa şans vereceğiz ki gençlerimiz bir defasında hani olamazsa öbüründe hazırlığını, yılların emeğini ortaya koyacak ve hak ettiğini İnşallah kazanacak.

DEVA Partisi iktidarında arkadaşlar bakın sadece parası olanların değil tüm gençlerin en kaliteli imkânlara, en kaliteli eğitim imkânlarına ulaşması için çalışacağız.

Bakın Yükseköğretim Eylem planımızı açıkladık. Mustafa Ergen Bey aramızda, Eğitim Politikaları Başkanımız.

Dört dörtlük bir yükseköğretim Eylem Planı açıkladık.

Şimdi 3 -18 yaş eğitimi çalışıyoruz 3-18 yaş. Onu da inşallah Eylül ayında açıklayacağız.

Eğitimi baştan aşağı ele alıyoruz baştan aşağı.

Bu ülkenin çocuklarına, gençlerine ve yarınlarına layık bir eğitim sistemini sıfırdan yeniden oluşturuyoruz sıfırdan.

Ve inanın çocuklarımıza, gençlere en kısa zamanda yaşanabilir bir Türkiye’yi sunacağız.

Değerli arkadaşlarım, biz ülkemiz için doğru bildiğimiz her şeyi anlatmaya devam ediyoruz. Tüm bilgimizi birikimimizi de ülkemizin hizmetine sunmuş durumdayız.

Biliyorsunuz, bundan tam 4 hafta önce büyük bir coşku ve binlerce insanın katılımıyla partimizin ilk mitingini Gaziantep'te yaptık. Gaziantep'te biliyorsunuz takip ettiniz.

İstediğimiz yerleri bize vermediler. Birinciye hayır, ikinciye hayır, 3 hayır 4 derken kimsenin bilmediği bir yeri gösterdiler.

Kimsenin bilmediği bir yeri gösterdiler ki miting için, orada nasıl olsa bunlar miting yapamaz dediler. Vatandaşlarımızın zahmet çekip oraya gelmeyeceğini zannettiler.

Duyuru imkanlarımızı kısıtlılar. Ancak Gaziantep o gün o meydanı hınca hınç doldurdu. Dosta düşmana DEVA Partisi'nin gücünü gösterdik.

Şimdi de 2. Mitingimizi Gebze'de yapma kararı aldık ikinci miting.

Biliyorsunuz bu mitingler izne tabi değil. Bildirime tabii. Miting ve Gösteri Hakkı anayasal bir hak. Siz ilgili makamlara bildirimde bulunuyorsunuz ki onlar gerekli tedbirleri alsın meydanla ilgili.

Arkadaşlarımız ne yaptılar Gebze'de kent meydanında miting yapmak için 31 Mayıs tarihinde yani geçen ayın sonunda bildirimde bulundular.

İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Elleri ayaklarına dolaştı.

Başvurumuz başladı meydan meydan dolaşmaya.

Başvurumuz Valilik ve Kaymakamlık arasında pinpon topuna döndü. Kaymakamlık Valiliğe bakıyor Valilik Kaymakamlığa. Gitti geldi gitti geldi.

En sonunda başvurumuzdan tam 15 gün sonra bize şehrin dışında bir alan gösterdiler. Şehrin dışında...

Mevlana kapalı pazar yeri varmış onun otoparkı. Şehrin dışında bir yer.

İllaki otomobille, arabayla gitmek gerekiyor yani. Yürüyerek merkezden ulaşım mümkün değil.

Yine vatandaşımız zahmet çeksin istiyorlar. Ulaşımı zor bir yer olsun ki Gebze'de insanlar üşensin gelmesin istiyorlar. İnsanlar yeri bulamazsın istiyorlar.

Ancak değerli arkadaşlar çok önemli bir konuyu da ıskalıyorlar. Iskaladıkları konu şu. Bunlar henüz bizim teşkilatlarımızı tanımamışlar tanımamışlar. Daha yeni yeni tanıyorlar. Nasıl Gaziantep teşkilatımıza dediler, bir yokuş yaparsak bunlar beceremez, en iyisini yaptık. Şimdi de görüyoruz ki daha bunlar bizim Kocaeli teşkilatımızı, Gebze teşkilatımızı tanımamışlar, öğrenememişler.

Kocaeliliyi Gebzeliyi daha öğrenememişler.

Yokuş yaparsak Gebze, Kocaeli üşenir mitinge gelmez zannediyorlar. Avucunuzu yalarsınız avucunuzu.

Siz daha DEVA partisi nedir anlamamışsınız ya anlamamışsınız. Bir dersinizi çalışın hele.

Öyle kolay mı bizi durdurmak.

İşte burada nasıl Esenler İlçe başkanlığımız, İstanbul İl başkanlığımız aslanlar gibi mücadelesini verdi, bayraklarımız da dikti, standı kurdu, biz Türkiye'nin her yerinde yaparız bunu, yaparız durduramazsınız.

Bizi onlar daha tanıyacaklar, tanıyacaklar. Daha öğrenecekler Deva Partisi'nin ne olup ne olmadığını. Öğrenecekler.

Bizim Kocaeli'nde öyle bir teşkilatımız var ki önlerine koyduğunuz her zorluk onların çalışma azmini kat kat arttırıyor. Kat kat arttırıyor.

Teşkilatımızın en iyisini yapacağından zerre kadar şüphem yok.

Gaziantep'ten sonra bir sefer daha sert kayaya çarptınız sert. Bunu anlayacaksınız.

Şimdiden geçmiş olsun diyorum onlara. Sert kayaya çarptılar kafayı.

Bu vesile ile Gebzeli Kocaelili tüm vatandaşlarımızı 2 Temmuz tarihinde saat 18.00 da Gebze'de yapacağımız mitinge buradan, bu meydandan davet ediyorum.

Miting alanımız Mevlana Kapalı Pazar yerinin otoparkıdır.

Ama ne demiştik DEVA Partisi'nin olduğu her meydan demokrasi meydanıdır demiştik. İşte onun içinde 2 Temmuz'da herkesi Gebze'de Deva Partisi'nin Demokrasi Meydanı'na davet ediyorum, herkesi bekliyorum.

O gün de o meydandan demokrasi diye haykıracağız, Atılım diye haykıracağız. Derhal, bugün diye haykıracağız.

Evet, hep beraber tekrar edelim şimdi, hep beraber haykıralım ki Türkiye duysun.

Beştepe duysun.

Kocaeli'de duysun Gebze'de duysun.

Demokrasi! Atılım! Derhal! Bugün!

Demokrasi! Atılım! Derhal! Bugün!

Haydi! Hep beraber

Demokrasi! Atılım! Derhal! Bugün!

Hep beraber arkadaşlar ülkemize adaleti, özgürlüğü ve zenginliği getireceğiz.

Esenler İlçe Başkanlığımızın yeni hizmet binasının tekrar hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Allah buradan tüm Esenler'e bu güzel ilçemize hayırlı hizmetleri ilçe teşkilatımızın başkanına ve tüm mensuplarına nasip etsin diyorum.

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Sağ olun var olun.

15 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 23. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Yirmi üçüncü
Haftalık Değerlendirme Toplantısı


Değerli yol arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Bugün büyük bir kaygıyla karşınızdayım.

Bugün, ülke olarak uçurumun eşiğine geldiğimizi söylemek ve hükümeti derhal göreve çağırmak üzere karşınızdayım.

Kaygılıyım, çünkü ülkemizin temerrüt riski, yani iflas riski, bugüne dek görmediğimiz bir seviyeye ulaşmış durumda.

Kaygılıyım, çünkü çocuklarımızın, gençlerin yarınları tehdit altında.

Kaygılıyım, çünkü şu anki iktidar tam bir vurdum duymazlıkla bütün bu olan biteni görmezlikten geliyor.

Bugün Sayın Erdoğan’ın yaptığı grup konuşmasındaki ekonomi ile ilgili söyledikleri tehlikenin ne kadar büyük olduğundan bir haber olduklarını gösterdi bize.

İnanın bambaşka bir alemde yaşıyorlar ya. Ülkenin gerçeklerini görmüyorlar görmüyorlar.

Tehlikenin ne kadar büyüdüğünün farkında değiller.

Bugün arkadaşlar gerçekten şu anda ekonomik ve finansal bir beka sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu özellikle belirtmek istiyorum.

Şu anda ekonomimiz gözlerimizin önünde eriyor.

Türkiye’nin kredi notu tarihin en kötü seviyesine indi şu anda en kötü.

Türkiye’nin temerrüt riskini, yani iflas riskini gösteren 5 yıllık CDS bugün tam 836 baz puana çıkmış durumda. 836 baz puan.

GRAFİK-1 TÜRKİYE CDS GİR

Şu rakamlara bakar mısınız?

24 Haziran 2018’de Sayın Erdoğan partili ve taraflı Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı biliyorsunuz.

Merkez Bankası’nı da adeta doğrudan kendine bağladı. Bağımsızlık falan kalmadı o tarihten itibaren.

O gün kaçtı bu rakam 289.

2015’den 2018’e kadar ki seyre bakın.

Ama ne zamanki partili ve taraflı Cumhurbaşkanı olarak göreve başlıyor ne zaman ki tek imzayla kafasına eseni yapmaya başlıyor, ne zaman ki Merkez Bankası’nın bağımsızlığını sıfırlayıp oraya da talimatlar yağdırmaya başlıyor işte olan ondan sonra oluyor.

Ne olduysa o tarihten sonra oluyor.

Şuna bakar mısınız? Grafiğe...

O 24 Haziran’dan sonraki iniş çıkışlara.

Adeta can çekişen bir hastanın sağlık grafiğine benziyor yahu.

O günden sonra, ülkemiz kriz ardına kriz yaşamaya başladı.

Krizin biri bitiyor biri başlıyor, biri bitiyor biri başlıyor.

Mevcut krizlerde büyüyor.

Ve en sonunda da bugünkü çok tehlikeli noktaya geldik.

Bu gösterge arkadaşlar, bu 836 rakamı yaklaşan felaketi şimdiden haber veriyor.

Bu gösterge aynı uçağın radarı gibi.

Pilota diyor ki, “tam karşıda bir dağ var diyor. Uçağın yönünü değiştirmezsen dağa çakılacaksın” diyor bu gösterge.

Pilot uçağı kullanmayı biliyorsa, göstergelerden anlayabiliyorsa... Ama işi bilmeyen birisi oralarda oturuyorsa şu anda ülke tam bir çakılmaya doğru gidiyor arkadaşlar.

GRAFİK-1 TÜRKİYE CDS ÇIK

Peki, diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda neredeyiz?

Kendi geçmişlerimize göre risk en yüksek seviyeye çıkmış ama diğer ülkelere göre ne yapıyoruz?

Şimdi de şu grafiğe bakalım:

GRAFİK-2 ÜLKELERE GÖRE İFLAS RİSKİ GİR

Şuna bakın yahu. Aradaki farkı görüyorsunuz değil mi?

Bunlar hep ülkelerin, risk seviyesini, iflas riskini, temerrüt riskini gösteren rakamlar.

Türkiye ne kadar ayrışmış durumda. Türkiye’nin riskinin ne kadar arttığını buradan görüyorsunuz.

2008-2009 krizinde iflas eden Yunanistan’ın bile şu anda risk primi 200’ün altında. 180 gibi bir rakam. 200’ün altında.

Bizimki 836.

Daha dün iflas etmiş bir ülkeden bahsediyoruz yahu.

Ondan çok daha riskli bir durumda Türkiye.

Arkadaşlar bakın, Türkiye için temerrüt nedir, iflas nedir kısaca bir anlatmak lazım.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ithal ettiği doğalgazın ve petrolün parasını ödeyememesi demektir. Temerrüt budur, iflas budur.

İflas demek, benzin gibi, mazot gibi temel ihtiyaç maddelerinin parayla bile bulunamaması demektir.

Paranız var yarım depodan fazla alamıyorsunuz. Ya da yok 3 saat kuyrukta bekliyorsunuz. İflas işte o dur.

İflas demek, ülke geneline yaygın ve uzun süreli elektrik kesintileri demektir.

Her gün 6 saat 10 saat elektriğin kesik olduğunu düşünün memlekette.

İşte tehlike bu arkadaşlar.

Ve bu gösterge bunu gösteriyor bunu gösteriyor.

Bunların haberi yok, vurdum duymaz.

İflas demek, topyekûn ekonomik ve finansal çöküş demektir.

İflas demek, kaos demektir.

Gerçekten değerli arkadaşlar bu ülkenin şu anda yönetiminde olanlar ayrı bir diyarda yaşıyor sanki.

Bugün Erdoğan’ın gösterdiği bir video var, ben izlemedim, izleyenler anlatıyor ya ayrı bir alem sanki.

Madem Türkiye uçuyor kaçıyor adama sorarlar ‘Ya ben başka bir ilde mi dayak yedim acaba’ diye sorarlar adama.

Bu ülkenin vatandaşları sorar, ‘Ya biz başka bir ülke de mi yaşıyoruz’ diye sorar.

İşte daha ben geçen hafta Manisa’daydım, Kuşadası’ndaydım, İzmir’deydim.

Pazarda önümü kesen emeklinin haddi hesabı yok.

Bana soruyorlar ‘2 bin 650 lira emekli maaşım var, üniversitede öğrenci okutuyorum nasıl geçineceğim? Bana anlatır mısın?’ diye bana soruyor emeklimiz.

Bunar hala ekonominin ne kadar iyi gittiğinden bahsediyorlar.

Utanmadan bugün milletin gözünün içine baka baka bunları anlatıyor yahu.

Ekonomi iyi gidiyor da bu millet niye bu kadar perişan, emekli niye perişan.

Bu ülkede asgari ücretle yaşamaya çalışan işçimiz, öğrencimiz, gencimiz niye perişan yahu.

Ayıp.

GRAFİK-2 ÜLKELERE GÖRE İFLAS RİSKİ ÇIK

Değerli Basın Mensupları,

Bakın ben buradan hükümeti, Cumhurbaşkanı’nı derhal göreve çağırıyorum.

Acilen tedbir almanın zamanı geldi, geçiyor!

Bu işin şakası yok!

Bakın, bunun sonu çok kötü olur yahu.

Ben gördüm bunu çünkü. Dünyanın pek çok ülkede gördüm. İflasın, temerrüttün ne olduğunu biliyorum.

Perişan olur herkes. İnanın yaşanacak bir ülke olmaz Türkiye ondan sonra.

Ve hükümete sesleniyorum, Erdoğan’a sesleniyorum. Çok pişman olursunuz, ancak iş işten geçmiş olur.

Türkiye’yi siz bir kez temerrüt çukuruna, bir kez iflas çukuruna düşürürseniz, bu millet yıllarca ağır bedeller ödemek zorunda kalır.

Sizin böyle bir hakkınız yok. Bu millete böylesine büyük bedeller ödetmeye hakkınız yok.

Halkımız, sizin yaptığınız saçmalıkların bedelini ödemek zorunda değil.

Yanlışta ısrar ediyorsunuz. İnadına yanlışlar yapmaya devam ediyorsunuz.

Vazgeçin şu inadınızdan yahu. Yazıktır, günahtır.

Tarih şahit olsun ki, ben bugün buradan uyarımı yapıyorum.

Derhal aklınızı başınıza toplayın.

Ekonomi ve finans yönetiminde derhal aklın ve bilimin gereğini yapın.

Allah’ın verdiği aklı kullanın yahu.

Evet, buradan Erdoğan’a çağrı yapıyorum:

Merkez Bankası’na ve TÜİK’e acilen liyakatli kadroları atayın ve bağımsız kurumlardan elinizi çekin.

Uyarıyorum. Bu gidişin sonu çok kötü olur, çok kötü olur.

Tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisini yönetmiş, dünyadaki ve Türkiye’deki krizleri çok iyi bilen bir arkadaşınız olarak uyarıyorum.

Bu uyarı benim bir vatandaşlık görevimdir.

Bu uyarı, tarihe kayıt düşmek için yapılmış bir uyarı.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Peki bu primmiş, kredi notuymuş, bunlar ne demek? Günlük hayatımızı nasıl etkiliyor? Bugünden nasıl etkiliyor bizi?

Dövizin ve faizlerin artması, ülkenin yurtdışından çok pahalıya borçlanması demek bütün bu göstergeler.

Yaşıyoruz gittikçe kötüleşiyor. Ama bir de bunun uçurumun kenarına gelmek var uçurumdan aşağı düşmek var.

Ben şimdi ülkenin, uçurumun kenarına gelen ülkenin uçurumdan aşağı düşebileceğinin uyarısını yapıyorum. Eğer bir an önce politikaları değiştirmezlerse.

Bu ne demek, bu kötü göstergeler ne demek?

Hem devletin hem de özel sektörün borcunun hızla artması demek.

Topyekûn çöküşe gitmek demek.

Gerçekten aklım almıyor, havsalam almıyor.

Düşman malı olsa böyle hoyratça kullanılamaz yahu.

Bir ekonomi böyle yerin dibine sokulmaz, sokulamaz. Zaten bizden başka da yapan yok. Gördünüz işte dünyadaki ülkeleri yahu.

Bu otoriter ittifak, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazinesi’ni ayaklarının altına aldı, ezdikçe eziyor.

Bakın, ülke bu noktaya bir gecede gelmedi arkadaşlar.

Partili ve taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtiğimiz günden beri tepetaklak yuvarlanıyoruz.

Ne yaptılar önce? Yıllardır biriktirdiğimiz 130 milyar dolarlık rezervimizi Merkez Bankası’nın arka kapısından cayır cayır yaktılar. 2019- 2020.

Erdoğan damadıyla el ele verdi, Merkez Bankası’nın rezervlerini sıfırladı, eksiye indirdi.

Orada durmadılar, yetmedi. Geçtiğimiz aralık ayından bugüne kadar neredeyse 50 milyar dolara yakın bir rakamı daha aynı yöntemle gizli saklı Merkez Bankası’nın arka kapısından cayır cayır sattılar, satmaya devam ediyorlar.

Gözlerini bile kırpmadan. Hiç acımadan yapıyorlar bunu. Onun için ülke iflasın eşiğine geliyor. Onun için temerrüdün eşiğine geliyor.

Niye bu risk göstergeleri yükseliyor?

Çünkü ülkenin dövizi bitiyor.

Rakamları yaklaşık söylüyorum arkadaşlar 50 milyara yakın diye, çünkü verileri karartıyorlar. Gizli saklı yapıyorlar bu satışları.

Biz işi bildiğimiz için, dolaylı kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilerle bu rakamları hesap edebiliyoruz.

Vatandaşın görmemesi için bunu saklıyorlar, görmesin diye özel gayret içerisindeler.

Yahu, sen kimin malını kimden saklıyorsun ya? Babanın malı mı? Miras mı kaldı?

Hani meşhur soru vardı ya eskiden, meşhur deyimiyle 128 milyar nerede diye. Biz 130 diyorduk. Artık doğru soru şu: Eskiden 130 idi. Üzerine bir 50 daha eklendi. Şu anda soruyorum; 180 milyar dolar nerede? Nerede bu para?

Bu milletin 180 milyar dolarını kime, ne zaman, neden sattınız? Niye gizli gizli sattınız?

O Rezervi tükete tükete, aynı arabanın deposundaki benzin bitince nasıl kırmızı ışık yanar, rezerv tükendiği için kırmızı ışık yanıyor. Onun için bu göstergeler iflas riski diyor, temerrüt riski diyor.

Bunun sinyalini veriyor. ‘Karşıda dağ var çarpacaksın’ diyor. ‘Değiştir şunun yönünü’ diyor.

Yetmedi arkadaşlar bakın bunların rezervleri satması da yetmedi.

Bir de rahmetli Özal’ın “kendini uyanık sananların dalaveresi” dediği ve durdurduğu 1970 model bir icatla devleti daha da hızlı batırmaya başladılar.

Ne zamandan itibaren? Geçen Aralık’tan itibaren

Neymiş “kur korumalı mevduat hesabıymış”.

Adını doğru koymak lazım Bunun adı “hazineyi devleti batırma projesidir”.

Rakamlar ortada. Hatırlayın bunlar çıktı açıkladı böyle bir şey yapıyoruz diye ben ertesi sabah Polatlı Ticaret Borsası’nda dedim ki ‘bu ülkeyi batırır yahu’.

Yanlış bir iş. Daha önce denenmiş ve batırmış ülkeyi.

‘Aynı deneyim, aynı yanlışı yaptığınızda bu ülkeyi batıracak’ dedim. Uyardım.

Alın işte batıyor.

Kur bugünkü seviyede kalsa bile bu kur korumalı hesaplara ne kadar ödeyecekler biliyor musunuz kur farkı olarak.

Diyelim ki kur şu anda 17. 25 falan. Bugün o civarda. Böyle gitse, hiç artmasa, bu seviyede gitse. Ödeyecekleri rakam 160 milyar biliyor musunuz? 160 milyar lira.

Düşünün ki, 2 milyon çiftçiye yılda ödenen desteğin tamamı 29 milyar. 2 milyon çiftçinin tamamına verilen destek. Bütün tarım desteği Türkiye’nin. Bütçede 29 milyar.

Sadece kur korumalı mevduata, eğer kur hiç artmazsa 1 sene, burada durursa ödeyecekleri rakam 160 milyar lira.

Nereden buluyorlar bu parayı?

Bu para bütçede var mı yok. Çünkü bütçe meclisten geçtiği günlerde böyle bir hesap yoktu ki, Kur Korumalı Mevduat Hesabı diye bir şey yoktu ki.

Bütçede böyle bir para yok.

Peki nerden bulacaklar parayı?

Evet Merkez Bankasına dönüyorlar bas parayı diyorlar.

Değerli arkadaşlar Merkez Bankaları o yüzden bağımsız olmak zorunda.

Bir gün gelir böyle ihtiraslı bir iktidar gelip Merkez Bankasının para basma makinalarını hoyratça kullanır enflasyonu patlatır diye Merkez Bankaları bağımsız olur.

Merkez Bankasını sen bütün kumandasını eline geçir, para basma makinalarının başına otur para yetmediği zaman bas dağıt, bas dağıt.

Bu ülkede enflasyon biter mi yahu?

Zaten rahmetli Özal dememiş mi kur korumalı mevduat hesabı için eski adıyla DÇM. Ne demiş? Yıllarca bu ülkede enflasyon yüksek seyrettiyse bunun sebebi bu Dövize Çevrilebilir Mevduat Hesapları olmuştur.

Çünkü o günde aynısını yapmışlar. O gün de aynısını yapmışlar, o günde kur farkının bütçesi yok, ne yaptılar? Dönmüşler bas parayı, dönmüşler bas parayı.

Enflasyon biter mi bu ülkede?

Ve Bundan sonra arkadaşlar şu hesaba da dikkat edin, Dolar kurundaki her 1 lira artış, ilave 50-60 milyar lira getiriyor. Her 1 lira...

Yani dolar kuru bugün 17. 25 ya, 17. 25’ten de yıllık bu işin rakamı ne kadar? 160 milyar.

Eğer 1 lira artsa dolar 17.25 değil 18.25 olsa bunun üzerine bir 60 milyar daha gelecek.

Şu Rakama bakın yahu.

Her 1 lira artış bir yılda çiftçinin tamamına verilen desteğin 2 misli kadar ilave para gerektirecek.

Bu parayı nereden bulacaklar?

Dönecekler Merkez Bankasına bastıracaklar.

Bu ülkede enflasyon bitmez. Bu ülkeyi yönetenlerin kafasının dikine bu ülkeyi böylesine uçuruma sürüklediği bir dönemde enflasyon bitmez.

Ağızlarıyla kuş tutsalar enflasyonu düşüremezler.

Esnaftan, çiftçiden, işçiden, memurdan aldıklarını, bankada parası olan bir avuç insana aktarıyorlar yahu.

Sonra da utanmadan, sosyal adaletten, hakkı gözetmekten bahsediyorlar.

İşte sonunda enflasyon da patladı, kur da patladı, faiz de patladı.

Gerçekten yazık oluyor ülkemize.

Bakın arkadaşlar, şaka değil, abartı değil ya. Bütün bu göstergeler Ülkenin böyle battığını gören göstergeler.

Abartı değil bu.

Ben buradan iktidara tekrar sesleniyorum:

Bu iş şaka değil. Durum ciddi. Hem de çok ciddi.

Bu iş, sağa sola meydan okuyacağınız bir inatlaşma alanı değil. Burada aklın gereğini, bilimin gereğini yapmanız lazım.

84 milyonun hayatı ve dahi yarınlarımız tehlikede şu anda.

Yeter artık.

Her gün daha fazla mahvediyorsunuz. Her geçen gün bizleri daha fazla yoksullaştırıyorsunuz.

Yeter artık. Bu yolun sonu bataklık. Görmüyor musunuz? Bataklığa gidiyor bu ülke.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın, Çöken bir ekonomide elbette her şey A’dan Z’ye zamlanıyor. Her gün, hatta her saat zam haberleri görüyoruz.

Vatandaşlarımız yerlerine çakılı kaldı. Mecazen değil, insanlar gerçekten çakılı kaldı. Kıpırdayamıyorlar.

Bir gencin evden başını çıkarması 100 lira yahu.

İktidardaki otoriter ittifak, bir yerden bir yere gitmeyi neredeyse bu ülkenin vatandaşları için imkânsız hale getirdi.

Mazot pahalı.
Benzin pahalı.
Toplu ulaşım pahalı.
Tren bileti pahalı.
Otobüs bileti pahalı.
Uçak bileti pahalı.

Ve pahalanmaya da devam ediyor, durmuyor.

Diyelim ki İstanbul’dan Ankara’ya gideceksiniz. Tren bileti nispeten daha ucuzdu, değil mi? Daha kolay erişilebilir bir ulaşım imkanıydı. O da pahalandı.

Tren biletlerine son 6 ayda tam 4 kere zam geldi. 4 kere.

Ve Arkadaşlar, bu zam kendi kendine gelen bir zam değil. Hani zam geldi deyince ya yağmur yağdı, rüzgâr esti zam geldi. Öyle değil. Bu zammı yapan birisi var değil mi?

Bu zammın herhâlde kararını veren birisi var. Kendinden gelmiyor bu zam.

Peki, tren biletlerine kim yaptı bu zammı?

Stokçular mı yaptı?
Esnaf mı yaptı?
Dış güçler mi geldi zam yaptı tren biletlerine? Tren biletlerine zammı km yaptı soruyorum size. Kim yaptı?

Erdoğan, belli belli. Çünkü bu Erdoğan zammı arkadaşlar. Kararı veren o.
Lamı cimi yok, kararı veren o.

Nasıl fahiş elektrik zamları Erdoğan zammıysa, fahiş doğalgaz zamları Erdoğan zammıysa, tren fiyatlarına yapılan zamlar da Erdoğan zammı.

Suçluyu başka yerde aramayın.

Fahiş fiyatlarla mücadele için timler kuruluyor değil mi şimdi. Bu timlere tavsiyem hiç sağda solda zammı kim yapıyor diye aramasınlar.

Hemen gitsinler Beştepe’ye. Bu işin kaynağı Beştepe, memba Beştepe’de.

Zamlarla mücadele etmek isteyenler önce Beştepe’nin kapısına gitsinler. Orada zamların sorumlularını bulacaklar.

Bakın arkadaşlar,

Hatırlarsanız, ben Ramazan Bayramı’nda otobüs bilet fiyatlarını gündeme getirmiştim ve burada bu ekrana koymuştum.

Önümüz Kurban Bayramı. Yine gündeme getiriyorum.

Ya iki bayram arası 70 gün ama 70 günde her gün zam geliyor her gün.

Geçen Ramazan Bayramından bu Kurban Bayramı’na yine bilet fiyatları arttı.

İnsanlar memleketlerine gidemiyor. Bilet fiyatları nedeniyle halkımız başka şehirde olan ailelerini ziyaret edemiyor.

Gençler okudukları şehirden kendi memleketlerine seyahat edemiyor.

İşte bak üniversiteler tek tek kapanıyor değil mi, ailelerinin yanına gidecekler. Bir bakıyorlar fiyatlara uçmuş gitmiş.

Bu fiyatlara mümkün değil.

TWEETLER: OTOBÜS BİLETLERİ GİR

Bakın, arkamdaki ekranda şu anda 4 tane tweet var. Bu 4 tweet de şu son 3 günde yazılmış.

Gençlerin yazdığı tweetler.

Gençler ne diyor?

Bir gencin daha geçen hafta 150 liraya aldığı otobüs bileti 250 lira olmuş. Onu söylüyor 1. Tweette.

2. tweette Erzurum’dan memleketi Hatay’a gidecek bir gencin kasım ayında 180 liraya aldığı otobüs bileti şu an tam 450 lira.

Rakama bakın.

Bir başka gencin geçen sene 150 liraya aldığı otobüs bileti şu anda 500 lira.

Gençler yazmış bunu. Tweet atmışlar.

Bir başkası da sene başında 60 liraya aldığı otobüs biletinin şimdi 200 lira olduğunu söylüyor.

Durum ortada.

TWEETLER: OTOBÜS BİLETLERİ ÇIK

Öyle bir kaos dönemindeyiz ki, bazı otobüs firmaları şu bayrama bilet fiyatlarını henüz açıklayamamış durumda.

Bilet satamıyoruz, bilet fiyatı açıklayamıyoruz. Çünkü ne olacağınız biz de bilemiyoruz diyorlar.

“Bayrama kadar kim öle kim kala” diyorlar.

“Bayrama kadar döviz kuru nereye gider, mazotun fiyatı ne olur bilemiyoruz” diyorlar.

Ve Akaryakıta zam gelmeyen 1 gün bile geçirmez olduk ya. Tek bir gün bile.

Her Allah’ın günü zam. Her Allah’ın günü zam.

Neden Türkiye’de akaryakıt fiyatları dünya ortalamasından çok daha fazla arttı biliyor herhalde biliyorsunuz.

Bugün Sayın Erdoğan gene grup konuşmasında bundan da bahsetmiş. Demiş ki, ‘Ya petrol fiyatları arttı ne yapalım. Bütün dünya da arttı biz de arttırdık. Sabredeceğiz’ demiş.

Bir dakika. Bir dakika. Öyle yağma yok.

Biz hesap Kitap adamıyız. Kendisi hesap kitap bilmeyebilir ama biz hesap kitap adamıyız.

Hesap ortada yahu.

Dünyada 70 lira olan petrol fiyatı çıktı 120 dolara. 70 dolarlık petrol oldu 120 dolar.

Bu ne demek?

7 lira olan benzin mazot, 12 lira olacak değil mi? Hesap basit. Birer sıfır atın.

70’den 120’ye çıkıyorsa petrolün fiyatı dolar olarak, dünyadaki benzin mazot fiyatları da 7’den 12’ye çıkmış durumda.

Biz deki olması gereken rakam nedir? 12 lira.

Peki niye 27 lira, 28 lira?

E çünkü Türkiye’de kur fırladı. Başka hiçbir ülkede yaşanmayan devalüasyon yaşandı bu ülkede.

Peki, bu kuru kim fırlattı? Bu kurdaki artışın sebebi kim?

İşte o 180 milyar dolar döviz rezervini arka kapıdan cayır cayır kim yaktıysa bu döviz kurunu fırlatan da aynı kişi.

Dolayısıyla bugün benzin, mazot Türkiye’de 12 liraya değil de 27 liraya 28 liraya 29 liraya satılıyorsa aradaki fark gene Erdoğan zammı. Bundan kaçamazsın. Yine kendi zammı.

Bir de dikkat edin bunlar ne zaman sıkışsalar Karadeniz’de doğalgaz buluyor.

Neymiş Türkiye ihtiyacının yüzde 30’unu Karadeniz de bulacağız diyor. Bir de ne diyor? Keşfetmeye bakıyoruz diyor.

Arkadaşlar bakın keşif ayrıdır. Kanıtlanmış rezerv ayrıdır. O rezervin ekonomik olan ranta bulanması ayrı bir şeydir.

Şu anda doğal gaza yaptıkları Romanya’nın doğal gaz yataklarına yakın bir noktada ‘Biz de de doğalgaz olabilirle’ ilgili şu anda bir ihtimal üzerinden şu an iş yürüyor.

Henüz kanıtlanmış rezervle ilgili bir hesap yok. Kanıtlanmış rezerv için 3-4 ayrı yerden sondaj yapmanız gerekiyor. En az 1 yıl 2 yıl süren çalışmalardır bunlar.

Ondan sonra orada rezerv var mı yok mu gerçekten kanıtlı rezerv bulursunuz ve miktarı bulursunuz.

Ondan sonra bakarsınız deniz seviyesinden aşağı örneğin 2 bin metre indiniz, denizin yatağını buldunuz, bir 2 bin de oradan aşağı indiniz mesela, eğer 4 bin metreden o doğal gazı çıkarıyorsanız onun hesabını da yapmak zorundasınız.

Piyasada doğalgaz 800 dolarken mesela eğer siz orada 1500 dolar harcayıp da o doğalgazı çıkaracaksanız beyhude bir çaba.

Niye yaptınız bu işi o zaman?

Dünyadaki fiyattan çok daha kazık bir fiyata üretiyorsanız niye yapıyorsunuz bu işi?

Kaldı ki bugüne kadar oradan üretilen doğal gazın hepsi Türkiye’nin doğalgaz temin ettiği fiyatlardan daha pahalıya mal olmuştur bugüne kadar.

Evet kendi kaynağımız olsun, evet araştıralım ama siz bu milleti aldatmayın. Bu milleti daha kanıtlanmamış, daha hesabını kitabını yapamadığınız doğalgaz rezervleriyle aldatmayın, kandırmayın kimseyi.

Ama bunlar ne yapıyor. Ülke battıkça hep bir umut veriyor. Ülke battıkça ümit vermeye çalışıyor.

Ama kusura bakmayın millet bunları almıyor ya. İnanmıyor size inanmıyor.

Çünkü ne demişler yalancının mumu yatsıya kadar yanar demişler.

Bu hükümet için yatsı vakti geldi de geçti.

Ben geçen İzmir’de gösterdim işte videoları. Ya 7 yıldır 7 yıldır enflasyon düşecek tek haneye inecek diyor. Enflasyon tek haneye inecek diyor. Enflasyon tek haneye inecek diyor. 7 yıldır.

Takılmış plak gibi.

Enflasyon bırak tek haneyi 2 haneyi 3 haneye çıktı yahu.

Durdurabilene aşk olsun.

Ne diyor döviz kuruyla ilgili. Daha döviz kuru 2 lira 60 kuruşken dolar, gösterdi bunu defalarca... Ne diyor? ‘Yok diyor dolar almayın eliniz yanar’ diyor. ‘İner çıkar bunlar önemli değil’ diyor.

Bugün geldi 17.25 oldu.

Söylediğinin hiçbir kıymeti yok. Tamamen boş laf. İleriye doğru insanları aldatmaya dayanan bir söylemle koskoca ülkeyi yürütmeye çalışıyor.

*****

Arkadaşlar, Gelelim uçağa…

Otobüsten bahsettik, trenden bahsettik uçak biletleri...

Ne oldu şimdi? İç hat havayolu tavan bilet fiyatına daha yeni 200 lira zam yaptılar tavan fiyat 899 lira oldu.

Eğer aktarma olmayan, tek uçuşla gidebileceğiniz bir yerse 899.

Yok aktarma gerekiyorsa 1000 liranın altında bilet hemen hemen artık uçak bileti yok.

Arife günü İstanbul’dan Van’a gidip, bayramın dördüncü günü İstanbul’a dönecek birisinin ulaşım masrafı en az 2.500 liradan aşağı değil 2500 lira. Rakama bakın.

İktidardaki otoriter ittifakın dayattığı koşullar öğrenciye, işsize, dar gelirliye diyor ki;

“Sen bayramda evinden çıkma, otur oturduğun yerde” diyor.

“Aileni, sevdiklerini görme. Bayramı da kutlama” diyor.

“Her yere havalimanı yaptım” diye övünenler, bilet fiyatlarını şimdi arşa çıkarıyor.

Elbette ulaşım için her türlü hizmet yapılacak. Devletin görevidir bu. En iyisini yapmak zorunda.

Havaalanıysa havaalanı, terminalse terminal ama ya benim Siirt’teki memur arkadaşım Mustafa, uçağa binip İstanbul’daki annesini bayramda göremiyorsa, ben o havaalanını ne yapayım ya.

Bu vatandaş o yapılan havaalanlarını kullanamıyorsa, artık gücü yetmiyorsa imkânı yetmiyorsa biz ne ya

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz ülkemizi en iyi yatırımlarla donatmak isteriz.

Bizim hedefimiz ülkemizi bölgemizin en güçlü ekonomisi yapmak.

Ülkemizi bölgemizin en güçlü ekonomisi yapmamızın ise tek bir yolu var:

Defalarca vurgulamaktan dilimde tüy bitti. Ama bıkmadan, usanmadan, sıkılmadan tekrarlayacağım.

Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.

Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.

Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.

Bunlar anlamış değil. Mümkün değil bakın.

Ağızlarıyla kuş tutsalar yapamayacaklar, beceremeyecekler.

Dün burada bu salonda Adil Yargı Eylem Planımızı kamuoyuyla paylaştık.

Hukuk devleti yolunda atacağımız adımların önemli bir bölümünü kamuoyuna duyurduk.

Yargı bağımsızlığını tesis edecek somut adımları açıkladık burada.

Öyle yargıyı tarafsız, bağımsız yapacağız. Tamam da nasıl?
İşte biz o nasılın cevabını verdik burada.

Yürütmenin yargı üstündeki gölgesini kaldıracağımızı taahhüt ettik.

Çünkü biz bunları yapmak zorundayız.

Otoriter ittifaka da buradan sesleniyorum: İktidara diyorum ki ya Girin web sitemize bakın.

Bu saatten sonra yapacağınız en hayırlı iş, bizim eylem planlarımızdan kopya çekmektedir.

Orada her şey var. Tüm çözümler var.

Yahu, ülkeyi uçurumdan aşağı yuvarlamanın eşiğindesiniz şu anda. Uçurumun kenarındayız.

Açın bakın! Her bir eylem planımızda neyi nasıl yapacağımız açık açık yazıyor.

Yeter artık. Ülkemizi uçurumun eşiğine getirdiniz. Tekrar tekrar vurguluyorum bunu. Çünkü durum çok ciddi arkadaşlar.

Şakası yok inanın yahu.

İnanın an meselesi an o uçurumdan düşmek. Temerrüt ve iflas çukuruna düşmemiz an meselesi. Bir gecede olur yahu.

Derhal, ama derhal bu hükümeti önlem almaya çağırıyorum şu an derhal.

Derhal akıl dışı, bilim dışı tezleri terk edin. Derhal işi uzmanlarına bırakın.

Ve derhal elinizdeki iktidarı sakince bi kenara bırakın.

Öyle görünüyor ki seçime kadar becermeyecek bunlar, seçime kadar ben korkarım ki ülkeyi, uçurumdan yuvarlayacaklar ülkeyi.

Bırakın ki biz ülkemizi layıkıyla yönetelim.

Bırakın ki, henüz iflas etmeden ülkemizi alıp buradan düzlüğe çıkaralım.

Bırakın ki, gençler, kadınlar, memurlar, emekliler, çiftçiler, kuryeler, esnaf, sanatçılar huzura ersin.

Zaten seçimde gideceksiniz. Zaten seçimi biz kazanacağız.

Ama İşimizi daha fazla zorlaştırmayın.

Çünkü hasar büyüyor hasar büyüdükçe bu hasarı onarmak zaman alacak.

Bırakın ki millete biz en kısa sürede nefes aldıralım.

Bırakın ki, Türkiye iflas etmesin!

*****

Değerli arkadaşlar,

Ben sözlerimin sonuna geldim.

Zaten sözün bittiği bir noktadayız.

Sorusu olan basın mensubu arkadaşlarımız varsa, birkaç soru alalım ve programımızı tamamlayalım.

14 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adil Yargı Eylem Planı Lansman Konuşması

Saygıdeğer konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Partimizin Adil Yargı Eylem Planını açıklayacağımız basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

Eylem planımızın, ülkemizin her geçen gün daha da ağırlaşan adalet sorununun son bulmasına vesile olmasını diliyorum.

*****

Değerli konuklar,

Bildiğiniz gibi, tam 1 yıldır pek çok konuda eylem planları açıklıyoruz.

DEVA Partisi iktidarının ilk 90 gününde ve 360 günde atacağı adımları bütün detaylarıyla ortaya koyuyoruz.

Bu adımların hepsini madde madde takvimlendiriyoruz. Her bir taahhüdümüzün bütçesini hesap ediyoruz, hesabını kitabını yapmadığımız hiçbir taahhüde de girmiyoruz. Yani hem zaman veriyoruz, süre veriyoruz hem de bütçeyi ilgilendiren bir yönü varsa bunu da mutlaka hesap ediyoruz ve bütçeye sığabilecek bir adım olarak açıklıyoruz.

Neyi, ne zaman, nasıl yapacağımızı bilerek hareket ediyoruz. Alışılageldik “bol keseden vaat” siyasetine de Türkiye’de artık biz son vermiş durumdayız.

Çünkü bizim, içi boş kavgalarla oyalanacak vaktimiz yok. Biz, sorun çözmeye geliyoruz.

Çözüm odaklı yaklaşımımızın vatandaşlarımız tarafından da giderek artan takdir toplamasından da kıvanç duyuyoruz.

Bugüne dek 9 ayrı alanda eylem planı açıkladık. Bugün de “10 numara” bir eylem planıyla karşınızdayız.

Birazdan açıklayacağımız “Hukuk Devleti Yolunda, Adil Yargı Eylem Planımızın” gerçekten çok özel bir yeri var.

Çünkü bizim her alandaki eylem planlarımızın başarıyla uygulanmasının olmazsa olmaz koşulu, Türkiye’nin sağlam bir hukuk zeminine kavuşmasıdır.

Sağlam bir hukuk zemini yoksa o zeminde adalet yoksa ülkede hangi alanda başarı elde etmeye çalışırsanız çalışın ihtimal çok zayıftır.

Büyük ihtimalle çuvallarsınız.

Atacağınız her adımı yapacağınız her reformu, ülkeye getireceğiniz her yeniliğin öncelikle sağlam bir hukuk ve adalet zeminine oturması gerekir.

Üstüne basa basa vurgulamak isterim ki: Siyasi istikrarın ve ekonomik refahın olmazsa olmaz koşulu, hukukun üstünlüğüdür.

İşte bu nedenle, bizim büyük idealimiz ülkemizin gerçek bir hukuk devleti olmasıdır.

Hedefimiz; hukuku üstün kılmaktır.

Bunun yolunun da öncelikle, yargının bağımsızlığından ve yargının tarafsızlığından geçtiğini çok çok iyi biliyoruz.

Şu anda ne yazık ki, yargıda bağımsızlığın ve tarafsızlığın esamesinin okunmadığı bir dönemden geçiyoruz.

Yargıya güven iyice sarsılmış durumda.

Bunun çok basit bir sebebi var. Çünkü bu iktidar yargıyı, elinde sallandırdığı bir sopa olarak görüyor.

Fikrini beğenmediği kişilere, kurumlara, şirketlere karşı kullandığı bir sopa.

84 milyon görüyor: Yargı kurumlarında kayırmacılık ve kadrolaşma yaşanıyor.

84 milyon görüyor: Çok sayıda insan haksız yere tutuklanıyor.

Yine 84 milyon görüyor: Yargı bağımsız olmayınca, Sayın Erdoğan’ın tut dediğini tutuyor, sal dediğini salıyor.

Hatta işi öyle bir noktaya getirdiler ki, eğer sadece Türkiye Cumhuriyeti pasaportunuz varsa, Allah sizi mahkemeye düşürmesin. Yandınız. Ama Amerika, Almanya pasaportunuz falan varsa bir nebze daha şanslısınız.

Böyle bir sistemde değerli arkadaşlar adaletten söz edilemez.

Akıl almaz iddianameler yazan savcıların ödüllendirildiği, Anayasa Mahkemesi üyeliği için, yargı kurumlarının “göstermelik basamak” veya bir “transit noktası” olarak kullanıldığı bir ülkede adalet olmaz.

Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan hâkimlerin, adeta ödüllendirilerek, Adalet Bakan Yardımcısı yapıldığı bir ülkede adaletten bahsedilemez.

“İktidara hizmet” etmenin öncelik olarak dayatıldığı bir yargı düzeni asla bu ülkede adaleti sağlayamaz.

Ha bu çürümeye direnen, işini doğru düzgün yapan hâkim ve savcılarımız yok mu? Elbette var.

Bağımsız ve tarafsız kalmaya çalışan, hukukun evrensel ilkelerini ve vicdanının sesini dinleyen hâkim ve savcılarımız elbette var.

Hani derler ya, “Ankara’da hakimler var”.

Evet, Ankara’da hâlâ hakimler var.

Ancak onları da ceza niteliğindeki tayinlerle, disiplin cezalarıyla, soruşturmalarla, her türlü baskıyla yıldırmaya çalışıyorlar.

Ama onlar varlar. Ve daima olacaklar.

Bu vesileyle, sizlerin huzurunda, tüm baskılara ve zorluklara rağmen hukuku koruyan yargı mensuplarımıza bir vatandaş olarak teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

***

Değerli arkadaşlar birazdan ben eylem planımızla ilgili başlıkları vereceğim. Arkasından Mustafa Bey detaylarını sizlerle paylaşacak ama burada diyoruz ki hukuk devleti yolunda adil bir yargı için eylem planı diyoruz.

Fakat adil bir yargı için en önemli değişiklik ne olacak biliyor musunuz? En önemli değişiklik...

İktidar değişikliği.

En önemli değişim ülkeyi yöneten zihniyetin yani bu iktidarın topyekûn değişmesi olacak.

İktidar değiştiği anda bizler iktidara geldiğimiz anda inşallah göreceksiniz bakın yargının üzerindeki baskı bir anda sona erecek.

Hani ben taa partimiz kurulmadan önce söylemiştim ya ‘Bir anda’ diye işte bir anda değişecek.
O baskı iklimi bir anda sona erecek.

Yargının bağımsızlığıyla ilgili bağımsızlık yolunda atılmış en önemli adım da işte bu olacak.

Geçenlerde bir yüksek yargı mensubuyla bir yerlerde karşılaştık şöyle kısa bir sohbet ettik.

Bana bunu o hatırlattı biliyor musunuz? Ya dedi, “Siz taa partiniz kurulmadan önce bir işaret yapmıştınız yargının bağımsızlığıyla ilgili, ben buna yürekten inanıyorum biliyor musunuz?” dedi. “İktidar değiştiği anda bu anında olacak” dedi. “Bir anda iklim değişecek ülkede” dedi.

Ben biraz da o sohbetin o kısa sohbetin hafızası ile bunu sizlerle tekrar paylaşmayı ihtiyacı duydu.

Gerçekten arkadaşlar ş anda anayasayı yok sayan, yasaları yok sayan bir iktidar iş başında.

Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyorum, saygı duymuyorum diyen bir devlet başkanı var şu anda ülkede.

Alt mahkeme Anayasa Mahkeme’sinin kararlarına uymayabilir. Niye?

Taa adalet sisteminin, hukuk sisteminin köküne adeta kibrit çakan bir zihniyet şu anda ülkeyi yönetiyor.

Bu ülkede yargının bağımsızlığından bahsedilebilir mi?

Bu ülkede yargının tarafsız çalışabilmesinden bahsedilebilir mi?

Önce hukuk.

Herkes mevcut hukuk içerisinde çalışacak.

Hukuku değiştirmenin yani yasaları değiştirmenin yolu var. Yasaları değiştirmenin yolu Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

Gidin yasaları değiştirin.

Ama yaptığınız her şey yasalar içinde olsun.

Fakat şu anda ki zihniyet ne diyor?

“Ben 50 artı 1 ‘i aldım mı kardeşim, 50 artı 1 cebimde mi diyor, Anaya dediğin de zaten 50 artı 1... Anayasa da 50 artı 1. E demek ki ben Anayasaya uymayabilirim” diye kendine bir meşruiyet zemini oluşturmaya çalışıyor.

Böyle bir şey yok. Kimse kusura bakmasın.
Bu millet size o 50 artı 1’i verirken 2018’de yine referandumla oyladığı Anayasa içerisinde çalışın diye bu yetkiyi size verdi.

Siz mecliste yemin ederken bu ülkenin Anayasasına bağlı kalarak çalışacağım diye yemin ettiniz.

Yemininizin gereğini yapın.

Ya da çekin gidin.

Ama zaten az kaldı inşallah az kaldı.

İlk seçimde müsait bir yerde inecekler ve işte o anda Türkiye’de her şey değişmeye başlayacak.

*****

Değerli konuklar,

Şimdi eylem planımızda yer alan bazı hususları sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum. Arkasından dediğim gibi eylem planımızın daha geniş sunumunu Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu sizlerle paylaşacak.

Öncelikle şu noktanın altını çizmek istiyorum.

Adil Yargı Eylem Planımız, hukuk devleti yolunda attığımız dev bir adımdır. Ülkemizdeki yargı krizine karşı hukuk namına verdiğimiz bir yanıttır.

Eylem planımızda, hukuk eğitiminden başlayacak. Eğitimden.

Avukatlık, hakimlik ve savcılık mesleklerini kapsayan ve yargı organlarına dek uzanan da geniş bir çalışmayı da bugün sizlerle paylaşmış oluyoruz.

Vatandaşlarımızın adil yargılanma hakkını tesis edecek düzenlemeleri bu eylem planımızda belirlemiş olduk.

*****

Adil Yargı Eylem Planımız, eğitimle çocuk yaştaki eğitimle başlıyor.

Çocuklarımızın adalet bilinciyle büyümesini hedefliyoruz.

Bu amaçla, ilkokul yıllarından itibaren özgürlükçü demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve kadın erkek eşitliği gibi konular eğitimde müfredata mutlaka koyulacak.

Çünkü niyet küçük yaşlardan itibaren gelişmeye başlıyor.

Çünkü hak bilincinin bir zihniyet meselesi olduğunu biz çok çok iyi biliyoruz. O yüzden temelden başlayacağız.

Yükseköğretim düzeyinde de adımlar atacağız. Ülkemizde çok ciddi anlamda hukuk fakültesi enflasyonu yaşandığını maalesef görüyoruz.

Bu enflasyona bağlı olarak da hukuk fakültelerinin eğitim standartları düşüyor.

Biz, hukuk eğitiminin niteliğini artıracağız.

Hukuk eğitimi için gereken kriterlere uymayan hukuk fakültelerini de kapatacağız.

Herkes işini ciddiye alsın, herkes yaptığı işi düzgün yapsın.

*****

Avukatlık mesleğine gelecek olursak;

DEVA Partisi iktidarında, avukatlık mesleğini güçlendirecek adımlar atacağız.

Çoklu baro sistemine son vereceğiz.

Ceza yargılamalarında, savunma makamı ile iddia makamını eşitleyeceğiz.

Öncelikle duruşma düzeninde savcı ile avukatın eşit konumda oturmasını sağlayacağız.

Bu biliyorsunuz Avrupa Birliği normlarıdır. Bu biliyorsunuz hukuk standartlarının, demokrasi standartlarının yüksek olduğu her ülkede standarttır.

Ama önce ne gerekiyor? Zihniyet değişikliği gerekiyor.

Ayrıca avukatların gelirini iyileştireceğiz.

Bu doğrultuda; Adalet Bakanlığı bütçesinden stajyer avukatlara ödenek ayıracağız.

Adli yardım ve CMK hizmeti veren avukatlara ödenen ücretleri artıracağız.

Bağlı çalışan avukatlara, baroların belirlediği tavsiye niteliğindeki ücretlerden düşük maaş verilmesini de engelleyeceğiz.

Avukat arkadaşlarımız daha bir coşkuyla alkışlıyor bakıyorum. DEVA Parti’sinde çok hukukumuz var Sağ olsunlar. Çok sayıda avukat arkadaşımız var. Ateş düştüğü yeri yaktığı için onlar bu söylediklerimin değerini, kıymetini biliyor.

Gelelim hâkim ve savcılığa.

İlk adım: hâkimlik ve savcılığa girişte mülakatı kaldıracağız.

Yazılı sınavlarda başarılı olan adayları eleyen, başarısız olan adayları ise üst sıralara yükselten şu andaki uygulamaya son vereceğiz.

DEVA Partisi iktidarında, yargıda liyakat konuşacak liyakat.

Hâkim ve savcılarımıza coğrafi teminat getireceğiz. Böylece hâkim ve savcılar hiç kimseye referans borcu hissetmeyecek.

Disiplin suçu olmadığı sürece, iktidar hiçbir şekilde onları görevden alamayacak.

Zaten bağımsızlık böyle sağlanıyor. İktidarın yaptırımlarını sopasını her an her an tepelerinde hisseden savcılarımızın hakimlerimizin bağımsız bir şekilde görev yapmaları mümkün değil arkadaşlar, mümkün değil.

Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu kapatacağız. Çünkü orada artık işler rayından çıktı. Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak iki ayrı yeni yapı kuracağız.

Reset atacağız yani.

Nasıl YÖK’ü kapatıp yükseköğretim de reset atacaksak bu Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu kapatıp iki yeni kurumla orada da reset atmak gerekecek.

Kuracağımız Hâkimler Kurulu’nda bakan da dahil olmak üzere, Adalet Bakanlığı’ndan hiçbir temsilciye yer vermeyeceğiz.

Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu üyeliklerinde de “çoğulculuğu” sağlayacağız, çoğulculuk.

Bu amaçla “farklı kanallardan üye seçimi” ile oylamalarda “gizli ve tek oy seçim” usulünü getireceğiz.

Böylece herhangi bir grubun, kurullara egemen olmasını da engelleyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gelelim Anayasa Mahkememize…

Hep beraber görüyoruz, iktidar ortakları Anayasa Mahkemesi başkanını ve üyelerini alenen tehdit ediyorlar.

Hatta hızını alamayan Krizlerin Ortağı, Anayasa Mahkemesi’ni kapatmak bile istediği söyledi. Kafaya bak kafaya...

Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, boş.

Biz, DEVA Partisi iktidarında, Anayasa Mahkememizi güçlendireceğiz. Lamı cimi yok.

Çünkü Anayasa Mahkemesi, hedefimizdeki tam demokratik siyasal sistemin tam da merkezinde olmak zorundadır.

Çünkü bizim hedefimiz; vatandaşlarımızın tüm hak ve özgürlüklerini korumaktır.

Bu amaçla, 12 Eylül 2010 referandumuyla kazandığımız, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kapsamını da genişleteceğiz.

Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin yapısında da değişikliğe gideceğiz.

Mahkemenin üye sayısını 15’ten 21’e yükselteceğiz.

Bu 21 üyenin 18’ini TBMM nitelikli çoğunlukla seçecek. Böylece Yüksek Mahkeme’nin demokratik meşruiyetini sağlayacağız.

TBMM’de, Anayasa Mahkemesi’ne seçilecek adaylarla ilgili bir görüşme bir mülakat sistemi getiriyoruz. Bakın bu çok önemli. Bu mülakatlar da canlı yayınlanacak. Tüm toplumun gözü önünde olacak.

Yani Anayasa Mahkemesine üyelik için aday olan bir insan önce gidecek demokrasimizin en önemli istişare mekanizması olan TBMM önünde, toplumun ve milletin önünde şöyle bir tartıya çıkacak.

Orada bir kanaat oluşacak.

Mecliste oluşan ki orada muhalefet var, iktidar var, basın var. Mecliste oluşan ve toplumda oluşan kanaat Anayasa Mahkemesi üyelerinin nihai seçimi için çok önemli bir baz teşkil edecek.

Liyakat diyoruz ya liyakat işte bu meclisteki görüşme, mülakat bir liyakat testi anlamına gelecek aynı zamanda.

Çok önemli bir mekanizma.

Biliyorsunuz devletin diğer bağımsız kurullarının başındaki kişiler için de biz bu sistemi önerdik, eylem planlarımızı açıkladık şimdi de Anayasa mahkemesi üyeleriyle ilgili aynı mekanizmayı burada açıklıyoruz.

Böylelikle Yandaşlıkmış, candaşlıkmış; Anayasa Mahkemesi üyeleriyle ilgili ifadeler de kalmayacak.

Şu kime yakın? Bu kimin adamı?

Gerçekten üzücü şeyler bunlar ya.

Bir hukuk devletinde bunlar konuşulabilir mi? Kimsenin zihninden, aklından bile geçemeyecek böyle şeyler.

‘Anayasa Mahkemesi üyesiyse oraya hak ederek gelmiştir ve liyakati o konuma uygundur’ diyecek herkes.

Ve güveneceğiz. Anayasa Mahkemesine güveni böyle oluşturacağız. Anayasa Mahkemesine güvenin olmadığı, Anayasa Mahkemesi’nin itibarının her gün ayaklar altına iktidar tarafından alındığı bir ülkede hukuk devletinden bahsetmek mümkün değil arkadaşlar mümkün değil.

Anayasa Mahkemesi’ne; Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay tarafından belirlenecek adaylarda en az 5 yıl Yüksek Mahkeme üyesi olarak görev yapmış olma şartını da getireceğiz.

Böylece ara durak, transit geçiş noktası falan o konular da bitmiş olacak.

*****

Değerli konuklar,

Yargı eylem planımızın diğer bir hedefi de vatandaşlarımızın adil yargılanma hakkını tesis etmektir.

Bakın, az evvel Anayasa Mahkemesi’nden bahsettim. Şimdi size çok çarpıcı bir istatistik vereceğim. Ve bu istatistik gittikçe bozuluyor biliyor musunuz?

Partimiz kurulalı 2 yıl oldu. Bu istatistiğe her baktığımızda her güncellediğimizde, Anayasa Mahkemesi’nin web sitesine baktığımızda rakamlar gittikçe kötüleşiyor. İyileşmiyor.

Vereceğim istatistik şu;

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurularda, esastan incelenen dosyaların yüzde kaçında hak ihlali veriliyor, biliyor musunuz?

Bakın 100 vatandaşımız Anayasa Mahkemesine başvurmuş, bireysel başvuru hakkı çerçevesinde ve bu başvuruları Anayasa Mahkemesi esastan incelemiş. Esastan incelediği dosyalara bakıyoruz. Bu esastan incelenen dosyalarda Anayasa Mahkemesi tam yüzde 97 oranında vatandaşı haklı buluyor, bu vatandaşımızın geçmiş olduğu süreçlerdeki mahkemelerin aldığı kararları yanlış buluyor.


Devletin ilk derece mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi’nin esastan incelediği 100 dosyanın sadece 3’ünde hakkaniyete uygun bir karar vermiş.

Şu işe bakın yahu.

Rakamlar görüyor musunuz?

Yazık değil mi bu millete.

Bir de böyle hakkını arama mücadelesi veren, bütün yargı aşamalarını geçip, ya bir de ben gideceğim Anayasa Mahkemesine başvuracağım. Bireysel başvuru hakkımı kullanabileceğim diyen vatandaşlardan buna bakıyoruz.

Bir de süreç içerisinde yorgun düşen, bezen, pes eden vatandaşlarımız çok maalesef. Sayıları çok.

Bu ancak mücadele sonucunda oralara gelip de kendini anlatabilen vatandaşlarımızın yüzdesi.

Peki, vatandaşımızın en çok hangi hakkı ihlal ediliyor biliyor musunuz? Hani hak ihlali kararı veriyor ya Anayasa Mahkemesi, hak ihlallerinin çeşitleri var. Bu çeşitlerden bir tanesi de Adil yargılanma hakkı. Yani Adil yargılanma hakkı ihlal edilen vatandaşlarımızın yüzdesi de tam yüzde 71.

Yani bu yüzde 91 ihlal pastasına bakıyorsunuz yüzde 97, onun içerisinde de yüzde 71’i Adil yargılanma hakkının ihlali. Şu işe bakın ya.

Bunu diyen de öyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi falan değil çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir karar verdiğinde iktidar hemen yabancı güçlerden bahsediyor, ‘Ey Avrupa’ diyor, ‘Ey Ahim’ diyor. Konuşuyor da konuşuyor. Boş.

Ya iyi de bu bizim yerli ve milli Anayasa Mahkememiz arkadaşlar.

Bakın, bu Anayasa Mahkememiz bu hak ihlali kararlarını veriyor.

Biz nihayetinde devletin üstünden bu utancı kaldıracağız arkadaşlar

Yargılamaların, adil bir şekilde ve makul bir sürede tamamlanması için de gerekli tüm düzenlemeleri yapacağız.

DEVA Partisi iktidarında; Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararların derhal uygulanmasını sağlayacağız.

“Tanımıyorum” gibi sözler, bu hoyrat dönemin basın arşivine konacak.

Yargının böyle bir hukuksuzlukta artık imzası olmayacak.

Kimsenin şüphesi ve tereddüdü olmasın.

DEVA Partisi iktidarında hukukun üstünlüğünü tesis edeceğiz inşallah.

Yürütmenin yargı üstündeki gölgesini kaldıracağız.

Yargı mensuplarından, “parti komiseri” gibi davrananların da önüne geçmiş olacağız.

Suçsuz insanlara, suçlu muamelesi yapanların önüne seti çekeceğiz hep beraber.

Ülkemizin “Hukukun Üstünlüğü Endeksi”ndeki yerini de değiştireceğiz.

Nerelerdeyiz biliyor musunuz bakın arkadaşlar Hukukun Üstünlüğü Endeksi, 139 ülkeyi ölçmüşler 139 ülke, Türkiye 139 ülke arasında 117.sırad yahu. En dipteki lig de en dipteki.

Yazık yahu.

Bu ülkeye yazık, bu ülkenin vatandaşlarına yazık. Utanç verici bir durum gerçekten. 139 ülke arasında 117.

Yani hukukun üstünlüğünün nerdeyse sıfırlandığı bir ülkeyiz şu anda. O ligdeyiz.

İste biz inşallah Türkiye’yi hukuk standartları konusunda en üst lige çıkarmayı hedefleyerek yürüyeceğiz.

Bunların bir kısmı, atacağımız adımların bir kısmı hemen, bir kısmı 90 gün, bir kısmı 180 gün, bir kısmı 360 gün ama yapacağız.

Çünkü hedeflerimiz çok net.

Ne yaptığımızı da ne yapacağımızı da çok çok iyi biliyoruz.

Ve bütün bu hazırlıkları da gerçekten Türkiye’nin birinci sınıf, en iyi hukuk ekipleriyle yapıyoruz.

Böylelikle Demokratik gerilemeyi de hep beraber durdurmuş olacağız.

Ülkemizi “tam demokratik hukuk devleti” yapacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ben sözlerime şimdilik burada son vereceğim.

Eylem planımızın hazırlanmasında emeği geçen, başta Mustafa Bey, Bilgehan Bey olmak üzere, çok geniş bir ekip var, hepsini saymayım. Hepsine çok çok teşekkür ediyorum.

Şimdi sözü, eylem planımızın biraz daha geniş bir sunumunu sizlerle paylaşmak üzere, Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu’na bırakıyorum.

Buyurun.

 

11 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İzmir Karabağlar İlçe Kongresi Konuşması

İzmir Karabağlar İlçe Kongresi


Değerli yol arkadaşlarım,

Partimizin genel merkez kurul üyeleri,

Değerli İzmir İl Başkanımız, değerli Karabağlar İlçe Başkanımız,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Kıymetli muhtarlarımız,

Teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Karabağlarlı gönüldaşlarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Karabağlar ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

Hemen sözlerimin başında Karabağlar’daki kongremizin aslında birkaç başka mekân denemsinden sonra burada yapıldığını ilçe başkanımızdan öğrendim.

Karabağlar’daki daha büyük mekanlar genelde merkezi hükümetin kontrolündeki iradesindeki mekanlar olduğu için söz vermişler, caymışlar tamam demişler sonra geri almışlar derken böyle biraz küçük bir salonda bugün bu kongremizi gerçekleştiriyoruz.

Ayakta da çok arkadaşımız var hem salon içinde hem salon dışında şöyle yapalım isterseniz daha önce İstanbul’da da yaptık benzer bir durum İstanbul’da da ortaya çıkmıştı.

Biz şöyle il başkanımızı, ilçe başkanlarımızı şöyle sahneye alalım.

*****

Değerli arkadaşlar,

Hemen direk söze giriyorum, sözü uzatmadan lafı dolandırmadan söylüyorum: Gerçekten ülkem adına Utanç duyuyorum.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıyor; bu ülkede yaşanan açlığı inkâr ediyor. Yoksulluğu inkâr ediyor. Ülkem adına utanç duyuyorum.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyla neredeyse her gün alay ediyor. Doğruları söylemiyor. Ülkem adına utanç duyuyorum.

Üstelik, kabinedeki bu işlere bakan ne diyor: dar gelirli vatandaşlar biraz zorluk çekiyor ama zenginlerin hali iyi diyor. Daha da yoksullaştırdıklarını bu memleketi itiraf ediyor. Ülkem adına utanç duyuyorum.

Ama maalesef bakıyorum bunlar ne utanıyorlar ne sıkılıyorlar ne de yüzleri kızarıyor.

Çünkü doğruyu söylememeye alıştılar, gerçekleri inkâr etmeye alıştılar.

Küçük, dar bir grup için çalıştıklarını itiraf ediyorlar. “Büyüdük ama dar gelirli vatandaşlarımızı daha da yoksullaştırdık” diyorlar ve bunu gülerek söylüyorlar.

Gerçekten çok acı bir durumla karşı karşıyayız arkadaşlar.

Halktan kopmuş bir iktidarla karşı karşıyayız.

Bu kadar pervasızlık olmaz.

Bu kadar adaletsiz bir yönetim olamaz.

Gerçekten bir zulüm var ya bu ülkede, zulüm.

Her gittiğim şehirde, vatandaşlarımız yolumu kesiyor:

Bakın daha geçen hafta Bolu’daydık, İskenderun’daydık, Adalar ilçe hizmet binamızı açtık Büyükada’da.

Bolu’da boş cüzdan gösteren genç bir kardeşimin, zamlardan nefes alamayan bir teyzemin, artan maliyetler yüzünden dükkanını kapatmak zorunda kalan bir esnaf arkadaşımın feryadını dinledim Bolu’da…

İskenderun’da pazarda, yarım kiloluk sebze meyve alışverişi yaparak, sattığı ürünün masraflarını dahi karşılayamayarak hayat mücadelesi veren pazarcı esnafımızın derdini dinledim…

İstanbul’da Adalar’da emekli aylığı ile geçinemeyen haykıran “bitsin artık bu zulüm, bitsin artık bu çile” diyen vatandaşlarımızın çığlıklarını dinledim…

Sadece geçen hafta bunlar.

Önceki gün Manisa’da, dün Kuşadası’nda tablo aynı Türkiye’nin neresine giderseniz gidin tablo aynı…

Her yerde bizzat her gün, memleketin bu topyekûn yoksullaşmasını zaten iliklerimize kadar hep beraber kadro olarak hissediyoruz, ama vatandaşlarımızla her buluşmamızda, her konuşmamızda, her sohbette, ayrıca bunu görüyorum ve şahit oluyorum ve çok üzülüyorum.

Beştepe harikalar diyarında birisi kalkıp ne diyor? “Yoksulluk yok” diyor yahu. Duydunuz değil mi? Ülkede açlık yok diyor. Vicdansızlık yapmayın diyor, aç insan mı var diyor.

Çünkü görüp gezmiyor, ülkenin halini artık görmüyor.

Evvelsi gün İzmir’e gidip gelmiş, gören var mı? Duyan var mı? Çarşıda pazarda dolaştığını gören var mı? Taksicilerle oturup şöyle bir dertleştiğini gören var mı? Yok. Çünkü artık halkla muhatap olmak istemiyor.

Şu anda Beştepe, tüm Türkiye’ye adeta bir işkence hayatı yaşatıyor.

Bir de ne yapıyorlar. Gece yarısı peş peşe abuk subuk olup olmadık kararlar yayınlıyorlar yahu.

Geçen akşam yaşadık,

Sayın Erdoğan ülkeyi gece yarısı kararnameleriyle yönetmeye alıştı, ama kendine doğrudan bağlı ekonomik kurumlarda artık gece yarısı yayınladıkları kararlarla koskoca ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar.

İyice alıştılar bunlar karanlıkta gecenin karanlığında ülkeyi yönetmeye.

Hatırlayın, Merkez Bankası başkanlarını da gece vakti değişiyor.

Bakanlarda gece vakti değişiyor.

Şimdi Bakanlık, BDDK, SPK, Merkez Bankası falan çıkmış gece 11’den gece 2’ye kadar karar açıklıyor.

Niye, dolar kurunu durduramıyorlar ya. Dolar kurunu durdurmak için ellerindeki imkanların hepsini teker teker yok ettiler ya.

Yaptıkları da hiçbir işe yaramıyor hiçbir işe. Zerre kadar yaramıyor.

Çünkü Allah’ın verdiği aklı kullanmazsan bilim dışına çıkarsan çözemezsin mümkün değil.

Ben bunları merak ediyorum gündüz ne yapıyorlar diye ya. Hani Akdeniz ülkelerinde bir Siesta vardır biliyorsunuz. Öğlen giderler eve yatarlar sonra öğleden sonra tekrar gelirler ama Türkiye’de öyle bir kültür yok. Gündüz saatlerinin kıtlığı var da onun için mi gece yarısı yayınlıyorsunuz siz bunları?
Hadi mesai bitti, bari akşam açıklayın. Akşam 5 var 6 var 7 var değil mi makul saatler var.

Yok!

Millet gece yarısı televizyonlara kilitleniyor, sosyal medyaya kilitleniyor bakalım bu gece ne açıklanacak diye.

Görevlendirilecek devlet memurları, yöneticiler, rektörler, herkes her gece ekranın başında. Bakalım gecenin 2’sinde ben vali mi olacağım? Rektör mü olacağım yoksa diyelim ki Artvin’in Arhavi ilçesinde ilçe sağlık müdürü mü olacağım diyor.

Hepsi tek imzayla çıkıyor ya hepsi resmî gazetede yayınlanıyor ya ama gece yarısı gecenin karanlığında.

İnanın ne yaptıklarını bilmiyorlar artık.

Bir şeyler açıklıyorlar, millet te artık anlamıyor. Bir şeyler açıklıyorlar kendileri de ne açıkladıklarının farkında değiller. Anlamsız şeyler.

Gece yarıları yaptıkları deneylerle sadece ülkenin dengeleri bozdular bugüne kadar başka da hiçbir işe yaramadı.

Bakın arkadaşlar, bu maç çoktan bitti, bitti.

Fakat uzatmaları oynuyorlar şu anda, uzatmalarda da istedikleri abukluklarla devam etsinler. Hepsi nafile olacak, hepsi beyhude olacak.

Ülkenin vatandaşlarına, esnafa, çiftçiye, sanayiciye, yatırımcıya güven vermedikçe; karanlıktan yönetmeye devam ettikçe, ne yaparlarsa yapsınlar beyhude artık. İşlemeyecek, çalışmayacak, mümkün değil.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İşte biz, onların gece yarısı bozdukları ekonomiyi gündüz düzelteceğiz. Gündüz gözüyle yöneteceğiz ülkeyi.

Yalnız bakıyorum İzmirli kadınlarımız arkalarda kalmış, sizleri şöyle şu tarafa ve öne doğru alalım lütfen. Sizler önde olacaksınız bizler arkanızdan yürüyeceğiz buyurun. Hanımefendiler arkada kalmasın öne doğru alalım hepsini. Buranın İzmir olduğunu göstermemiz lazım değil mi?

Evet arkadaşlar, biz ülkeyi aydınlıkta yöneteceğiz, şeffaf bir şekilde yöneteceğiz, doğru hesaptan kaçmaz.

Gece yarısı çıktıkları İstanbul Sözleşmesi’ne biz gündüz saatlerinde tekrar döneceğiz.

Gece yarısı işten çıkarttıkları KHK ile işten çıkarttıkları mahkemelerin beraatine karar verdiği, savcıların soruşturma gereği duymadığı kim var kim yoksa yine gündüz saatlerinde görevlerine iade edeceğiz.

Karanlığa sürükledikleri adaleti, gün yüzüne çıkartacağız.

Ülkemizi açık açık, herkesin gözü önünde toparlayacağız. Şeffaf bir şekilde.

*****

Arkadaşlar,

Buraya ben Kuşadası’ndan geldim. Önceki gün Manisa’daydım.

Çarşıda, pazarda, her sokakta vatandaşlarımızla dertleştim.

Sokaklar ne diyor biliyor musunuz? Sokaklar, derhal seçim diyor.

Kasım’da olabilir diyoruz, gelecek sene zamanında Mayıs Haziran’da olabilir diyoruz, biz bekleyemeyiz diyorlar.

Durum çok kötü diyorlar, geçinemiyoruz diyorlar.

Sokaklar: demokrasi diyor, atılım diyor, ama aynı zamanda derhal ve bugün diyor. Sabır yok.

Gelin buradan Karabağlardan da bir demokrasi, atılım, derhal, bugün diyelim ama öyle güçlü söyleyelim ki Beştepe duysun.

Demokrasi!

Atılım!

Derhal!

Bugün!

Artık tünelin ucundaki ışık göründü arkadaşlar.

Tabi, Beştepe oligarkları için de yolun sonu göründü.

Buradan Erdoğan’a sesleniyorum:

Dönülmez akşamın ufkundayız.

84 milyon el ele vermiş, sandık gününü iple çekiyor.

‘Herkes sabrediyor, ama ben söyleyeceğimi seçim günü sandık başında söyleyeceğim’ diyor. ‘Başkanım merak etme’ diyor. ‘Sandık günü seçim günü geldiğinde merak etme bu iş ‘ diyor.

Bende vatandaşlarımıza diyorum ki, sandık günü seçim günü geldiğinde oy pusulasını açın DEVA’nın, damlanın altına evet mührünü basın sonrasında da iş bizde diyorum. Biz yapacağız inşallah.

Birde ne demiş İzmir’de cumhur ittifakının adayı benim demiş.

Bizde yanıtımızı İzmir’den verelim

Evet Erdoğan’ın iyi kötü bu ülkeye hizmetleri oldu. Ama artık emeklilik vakti de geldi. Bu seçimi kim kazanacak biliyor musunuz? En güzel yılları umutsuzlukla, kaygıyla geçen vatandaşlarımız kazanacak bu seçimi.

Evladına harçlık veremediği için gizli gizli ağlayan babalar kazanacak bu seçimi.

Marketten istediğini alamadığı için başı öne eğilen anneler kazanacak bu seçimi.

Bugün açlıkla sınanan emekli, ürettikçe zarar eden çiftçi, geçinemeyen işçi kazanacak bu seçimi.

Ve 28 Şubatçıların 1000 yıllık iktidar hevesini alaşağı eden kardeşlerim kazanacak bu seçimi.

Konserleri yasaklanan sanatçılar kazanacak bu seçimi.

Kısacası, bugünkü otoriter ittifakın görmezden geldiği milyonlar kazanacak bu seçimi.

*****

Ben buradan yine Erdoğan’a seslenmek istiyorum; siz görmezden gelinenlerin zaferini iyi bilirsiniz.

2002’de o sessiz yığının desteğiyle iktidara gelmiştiniz.

İşte şimdi de görmezden gelinenler kazanacak ve sizin artık emeklilik günleriniz başlayacak.

Kazanan o-bu-şu değil; siz de dahil tüm Türkiye kazanacak.

Hiç merak etmeyin. Gözünüz arkada kalmasın.

DEVA kadroları var, bizler varız hiç gözünüz arkada kalmasın

Sizden çok daha iyi yönetecek bir kadro geliyor, koşarak geliyor inşallah.

Çünkü arkadaşlar bu seçimin galibi DEVA Partisi olacak.

Ülkemizin hak, hukuk, adalet hasreti son bulacak.

Memleket şöyle bir nefes alacak,

Şöyle bir özgürlük nefesi alacak.

Haksızlık, adaletsizlik son bulacak.

Türkiye özgür ve zengin bir ülke olacak.

Herkes nefes alacak, herkes. Hiç endişeniz olmasın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın, şimdi size bir video izletmek istiyorum.

Bu ülkede 2018 yılında bana oy verin enflasyonu da faizi de nasıl düşüreceğim göreceksiniz diyen, ama 4 yıldır ülkede faizi de enflasyonu da patlatan bir Cumhurbaşkanı var.

Bakın enflasyonla ilgili söylediklerini şöyle bir videodan izleyeceğiz.

Videonun adı ne? Beştepe’den masallar. 5 yıldır enflasyonu düşüreceğim masalı anlatıyor. Kendi sesinden görüntüsünden dinleteceğiz.

Ekrana dikkat edin. Hem tarihlere hem de sağ üstteki enflasyon oranlarına bakın. Hangi tarihte ne söylemiş ve o tarihte enflasyon kaçmış hep beraber izleyeceğiz.

ENFLASYON VİDEO GİR

2 Mayıs 2017: Enflasyonu Allah’ın izniyle daha da düşüreceğiz.

24 Mayıs 2018: Enflasyon sorununu ülkemizin gündeminden çıkartmakta kararlıyız.

9 Aralık 2019:2020’de tek haneli enflasyon rakamına ulaşacağız.

6 Ocak 2020: 2020’de tek haneli rakama faiz de enflasyon da gelecek.

13 Kasım 2020: Önceliğimiz şüphesiz ki enflasyonu süratle tek haneli rakamlara, ardından orta vadeli programımızdaki seviyelere çekmektir.

7 Nisan 2021: Son dönemde bir miktar artış gösteren enflasyonu yeniden tek haneli rakamlara düşürmekte kararlıyız.

1 Ekim 2021: Enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmekte kararlıyız.

29 Ocak 2022: Bilin ki enflasyon da inecek daha düşecek.

16 Şubat 2022: En önemli sorumuz yüksek enflasyondur. İnşallah onun da üstesinden her geçen ay inişini görerek geleceğiz.

21 Mart 2022: Hayat pahalılığının önüne geçmek, vatandaşımızı enflasyona ezdirmemek boynumuzun borcudur.

6 Nisan 2022: Bu safhadaki ara hedefimiz insanlarımızın fahiş fiyat artışları ve yüksek enflasyon sebebiyle gerileyen alım güçlerini eskisinin de üzerine çıkartmaktır.

6 Haziran 2022: Aslında bugün bizim ülkemizde teknik anlamda enflasyon değil, fiili bir hayat pahalılığı sorunu vardır.

ENFLASYON VİDEO ÇIK

Baktı ki düşmüyor enflasyon yok diyor, enflasyon sorunu yok diyor.

Daha bunun gibi yüzlerce var yüzlerce faiz hakkında söylüyor, konuştukça faiz yükseliyor. Enflasyonu düşüreceğim diyor konuştukça enflasyon yükseliyor. Dolar kurunu düşüreceğim diyor, konuştukça Dolar kuru yükseliyor. Yapamıyor.

5 yıldır aynı masal, aynı hikâye. Görüyorsunuz, değil mi?

Ya hadi 6 ay olur 1 sene olur değil mi. Şöyle insanlar bir kredi açar insanlar hadi yap bakalım der.

5 yıldır her ay enflasyon düşecek diyor. Enflasyon artıyor.

5 yıldır millete “sabır” diyor. Ama Millet her gün fakirleşiyor ya.

Üstelik arkadaşlar bakın tam 4 yıldır bütün yetki kendinde değil mi?

Tek imzayla aklına gelen her şeyi yapamıyor mu?

Elini tutan mı var ya hadi düşür şu enflasyonu. Düşür şu faizi düşür şu Dolar kurunu.

Ama yapamaz, yapamaz, asla yapamayacaklar. Çünkü ekonomi yönetimi demek Allah’ın verdiği aklı kullanmak demek.

Ekonomi yönetimi demek bilim demek,

Ekonomi yönetimi demek istişare demek,

Bin biliyorsan bir bilene sormak demek.

Sen her gün ben ekonomistim benim alanım ekonomi deyip te kafanın dikine gidersen, bu ülkenin ekonomisini batırırsın ve batırıyor da şu an.

Mümkün değil, yapamaz.

Bakın partimizi kurmaya karar verdiğimiz 2019 yılında ben söylemeye başladım. Bunlar dedim asla düzeltemeyecekler bu işi dedim asla.

2020’de partimizi kurduk DEVA Partisi’ni aynı şeyi söyledim.

Yapamayacaklar. Yapamayacaklarını bildiğimiz için biz DEVA Parti’sini kurduk.

Şu an ki ülkeyi yönetenlerin değil ekonomi bu ülkenin hiçbir sorununa çözüm üretemeyeceklerin bildiğimiz için biz DEVA Partisi’ni kurduk.

Bunun için yola çıktık.

*****

Bakın arkadaşlar,

Enflasyon ne demek biliyor musunuz?

Enflasyon; halkın cebinden parasını almak demek.

Bu kadar basit.

Bakın daha evvelsi gün Manisa’da 6 ay önce emekli olmuş bir vatandaşımız bana dedi ki ya dedi şu son 6 ayda dedi benim emekli maaşımın dedi neredeyse 3’te 1’ini çaldılar dedi.

Çünkü 6 ay önceki emekli maaşımın satın alma gücüyle bugünkü satın alma gücü 3’te 1 azaldı dedi.

6 ay önce alabildiğimi bugün alamıyorum dedi.

Enflasyon; çalışıp çalışıp karnını doyuramamaktır.

Enflasyon; bir otomobil almanın hayat boyu hayal haline gelmesidir.

Enflasyon; ev alamamak, kira ödeyememektir. Barınamamaktır.

Ama bizim planlarımız belli. Eylem planlarımızın hepsini açıklıyoruz.

Taahhütlerimiz belli.

Her alanda, ama her alanda ülkemize atılım yaptıracağız.

Türkiye’nin en yetkin kadrosu bizde.

Bu konuda mütevazı olmayacağım bakın. Eğer Türkiye’de iki tane büyük krizi çözmüş. 2001-2002 krizini çözmüş, 2008-2009 krizini çözmüş bir başka varsa gelsin buyursun çözsün.

Ama yok, yok.

Biz krizleri çözdük sapasağlam teslim ettik ama işi bilmeyene teslim ettiğinizde sağlam işi bozuyor yahu. Bozuyor.

Bakın Sayın Erdoğan bugün gitsin Almanya’ya ve oradaki ekonomiyi yönetmeye başlasa koskoca Alman ekonomisi inanın 3-4 senede batar yahu. Batar.

Niye?

Çünkü kafasına eseni yapacak. Benim dediğim doğru diyecek. Merkez Bankası’nın bağımsızlığını elinden alacak.

Talimatla yat diyecek, kalk diyecek.

Sapasağlam ekonomiyi teslim et bunlar batırır.

Çünkü bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar. Biliyoruz zannediyorlar, bilenlerle de çalışmıyorlar.

Sorunun tam özünde kökünde bu var arkadaşlar.

Biz Sağlıktan, hukuka; eğitimden dış politikaya Türkiye’nin en güçlü kadrolarıyla çalışıyoruz.

O yüzden taahhütlerimiz net:

Ülkemizi 6 ayda bu kriz ortamından çıkaracağız diyoruz.

Enflasyonu en geç 2 yılda tekrar tek haneye indireceğiz diyoruz.

En geç 2 yıl.

Bakın tek hane diyorum çünkü bu köşede yanıp sönen enflasyon rakamları TÜİK ‘in resmi enflasyon rakamlarıydı.

Yani makyajlanmış, üstü kapatılmış, gerçek enflasyon değil.

İşte en son kaç açıkladı TÜİK enflasyonu yüzde 73 buçuk.

Buçuğu da var ha.

Yani kuyumcu terazisiyle öyle güzel ölçüyorlar ki enflasyonu buçuğuna kadar hesap ediyorlar.

Uydurma, öyle bir şey yok.

Çarşıya pazara giden herkes görüyor gerçek enflasyonun ne olduğunu.

Dün Kuşadası pazarındaydım evvelsi gün Manisa’nın merkez pazarındaydım.

Sordum pazarcı esnafına fiyatlar geçen seneye göre en az en az 2 kat, 3 kat, 4 kat, 5 kat artan ürünler var.

Ortalaması 3- 4 kat, ortalaması. Gıda için söylüyorum.

E bunlar ne açıklıyor? Yüzde 73.

3 kat, 4 kat enflasyon ne demek? 3 haneli enflasyon demek.

Bu ülkede bunlar yeniden 3 haneli enflasyonu hortlattı.

Yeniden 3 haneli oldu yahu enflasyon.

Yüzde 160 ölçüyor bağımsız bir araştırma kuruluşu. Yüzde 160.

3 hane.

Doğru, Mazot aldı başını gitti, otobüs fiyatları aldı başını gitti.

Dün Kuşadası ilçe teşkilatımızın hizmet binasının açılış törenini yapıyoruz tek bir şeritte de trafik akıyor.

Bir minibüs şoförümüz tam yoldan geçerken arabayı durdurdu, çekti el frenini veryansın ediyor.

‘Mazot diyor 30 liraya dayandı. Bir lastik 2 bin 500 TL. Ben
geçinemiyorum. Arabanın bakımını yaptıramıyorum’ diyor.

Evvelsi gün Manisa’da bir servis otobüsü, halk otobüsü şoförü aynı. Bizi görünce durdurdu ana caddenin ortasında otobüsü, içeride yolcular da var.

Çekti el frenini indi. Bana stepne lastiğinin boşluğunu gösteriyor. ‘Bak stepne lastiğini taşıyamıyorum’ diyor.

‘4 bin 500 lira diyor bugün bu otobüsün bir tane lastiği’ diyor.

‘Ben geçinemiyorum, batacağım’ diyor.

Ama bu yüksek fiyatlar, bu yüksek fiyatlar arkadaşlar, ağırlıklı olarak döviz kurundaki artıştan kaynaklanıyor.

Türkiye’de dolar kuru arttığı zaman A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Her şeye...

Bunlar dolar kurunun kontrolünü elinden kaçırdı.

Çünkü ne yaptılar?

2018’de seçildi ya hemen 2019’un başında damatla el ele verip Merkez Bankası’nın 139 milyar dolar dövizini arka kapıdan, gizli saklı cayır cayır satıp sıfırladılar.

Şu anda eksi 60 milyar dolar. Eksi 60 eksi ..

Çünkü borç aldığını da satmış durumda.

Sadece bu yıl başından itibaren gizli saklı Merkez Bankası’nın arka kapısından sattıkları döviz rakamı 40 milyar doları geçti 40...

Ya soruyorum arkadaş niye şeffaf yapmıyorsun bunu niye açıklamıyorsun? Kime sattın bu dövizi? Niye gizli satıyorsun? Hangi fiyattan satıyorsun?
Niye açıklamıyorsun?

130 milyarı o kadar sorduk sorduk, sorduk sorduk, cevap yok.

Bugün gene buradan Karabağlardan soruyorum Ankara’ya, Beştepe’ye soruyorum.

Yıl başından bu yana en az 40 milyar dolarlık döviz cayır cayır, gizli saklı Merkez Bankası’nın arka kapısından satıyorsunuz, sattınız.

Kime sattınız? Kaça sattınız? Niye gizli yapıyorsunuz?

Doğru hesaptan kaçar mı yahu.

Doğruysan açık yap, şeffaf yap.

De ki ben bugün evet sıkıştım. Döviz piyasasına müdahale için gerekiyordu 2 milyar doları sattım de.

Ya biz tam 11 yıl arkadaşlar 11 yıl Merkez Bankası’ndan toplam 8 milyar dolarlık bir müdahale yapmışız. 11 yılın toplamında sadece 8 milyar dolar.

Hepsi şeffaf, hepsi açık.

100 milyon dolarlık müdahale varsa o gün Merkez Bankası açıklıyor. Ben bugün 100 milyon dolar sattım.

Peki, 11 yılın toplamında biz 8 milyar doların bütün hesabını verdik de bunlar şurada 2019 2020’ de, sadece 2 yılda 130 milyar dolar sattı.

Yılbaşından bugüne kadar da en az 40 milyar dolar daha sattılar. Niye hesabını vermiyorlar?

Doğru hesaptan kaçar mı?

Niye hesap vermiyorlar? Soruyorum buradan.

Niye gizliyorsunuz, niye saklıyorsunuz? Söyleyin.

Güven güven...

Güven olmayınca mümkün değil.

Güven oluşturmadan asla asla başarılı olamazsınız.

Gizli saklı iş yaparsanız da asla güven oluşturamazsınız. Yapamazsınız bunu.

Doğru hesaptan kaçmaz.

Ama biz bunu yapacağız arkadaşlar yapacağız.

Nasıl 34 yıllık 2 haneli 3 haneli enflasyon döneminde teslim aldık 2 yılda tek haneye indirdik, 2. Senenin sonunda enflasyonu tek haneye indireceğiz

Lamı cimi yok, tek haneye inecek tekrar.

Daha evvel yaptık, yine yapacağız.

Daha güzelini yapacağız çok daha güzelini yapacağız.

Tüm Türkiye’ye yayılmış DEVA kadrolarıyla yapacağız üstelik.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın biz bu yola gençler için, gençlerle birlikte çıktık.

Gençlere umut olma sorumluluğunu kalbimizde hissediyoruz.

Bu ülkenin gençlerinin dünyadan geri kalmamasını istiyoruz.

Örneğin, iktidardaki otoriter ittifakın ülkeyi koskoca bir vergi dairesine döndürdüğünü görüyoruz.

Ya başkasından vergi alamıyorsun da üniversiteye giden gencin dersi için kullanacağı bilgisayardan mı vergi alıyorsun ya.

Başka vergi alacak yer bulamıyor musun? Allah aşkına.

Akıllı telefon, Akıllı telefon değil mi? Bugün temel bir insan hakkı akıllı telefon.

Bugün herkesin cebindeki telefon akıllı telefon bir insan hakkı.

Niye?

Bilgiye ulaşma hakkı, doğruyu öğrenme hakkı yahu.

Bunu artık herkes cebindeki telefondan sağlıyor.

Niye bu kadar yüksek vergi alıyorsun bundan? Vergi alacak başka yer yok mu?

Biz, telefondu tabletti bilgisayardı tüm teknoloji ürünlerindeki vergiyi düşüreceğiz.

Hepsini düşüreceğiz.

Üstüne bir de o cihazları kullanan gençlerimizden öğrencilerimizden internet için ücret almayacağız.

Hesabını yaptık. Boşa atıp tutmak bizde yok.

Şu anda bu hükümet faize bu yıl ne kadar ödeyecek biliyor musunuz?

Yılbaşı’nda bütçeye koydukları rakam, faiz bütçesi faiz...

240 milyar. Eski parayla 240 kentilyon.

Tüm tarım desteği bakın bütün çiftçimize Türkiye’de verilen desteğin tamamı 29 milyar, sadece bu yıl faize ödeyeceğiz diye yılbaşında bütçeye koydukları rakam 240 milyar.

Rakama bakın.

Üstelik yetmeyecek.

Niye?

O 240 milyarı koyduğu günkü faiz yüzde 17, bugün yüzde 28.

Daha fazla ödemek zorunda kalacaklar.

Bu devletin şu anda 10 günde ödediği faiz parası arkadaşlar bütün gençlere bir yıl ücretsiz internet sunmak mümkün.

Hesap ortada.

10 günlük faiz parasına bütün gençlere ücretsiz internet sunmak mümkün.

Hesap basit.

Faizi düşürünce oradan korkunç bir tasarruf olacak.

Zamanında yaptık. Yüksek faizle teslim aldık.

Yüzde 4, 6’ya kadar indirdik bu hazinenin borçlanma faizini.

Yine yapacağız inşallah.

Mesele zihniyet meselesi, zihniyet.

Gençlere yokluk dayatan politikaları derhal terk edeceğiz.

Devlet; KYK borçları altında nefes alamayan gençlerin artık yakasından düşecek. Düşecek.

“KYKlılar”a da çözüm olacağız inşallah.

Biz, gençlerin ülkeyi terk etmek istemelerini bir beka meselesi olarak görüyoruz.

Hani ağızlarından düşürmüyorlar ya beka beka...

Bu ülkenin genç vatandaşları bir an önce bu ülkeyi terk edeyim demeye başladıysa en büyük bek meselesi budur.

Ama Erdoğan’a sorduklarında n diyor?

Giderlerse gitsinler diyor.

Doktorlar gidiyor diyoruz.

Giderlerse gitsinler diyor.

Umurunda değil.

Varsa yoksa iktidar, koltuk.

Daha önce de söylemiştim, yine tekrar ediyorum arkadaşlar.

Yeni havalimanları yapmak güzel. Ülkemiz en büyük projelere layık. Çok pahalıya mal ediyorlar ama.

Biz projenin en büyüğünü en güzelini yapacağız ama ucuza mal edeceğiz.

Çünkü yarışmayla yaptıracağız, gerçek anlamda yarışmayla yaptıracağız.

Fakat bu yeni havalimanlarını yaptılar yaptılar da aynı havalimanlarının dış hatlar terminali yurt dışı yerleşmeye giden gençlerle dolu şu anda.

Ne anladık bu işten?

Kendi gençlerimiz bu havalimanlarından yurt dışına gitsin diye mi yapıldı bu havalimanları?

Gençlerin umudunu Türkiye’den koparırsanız, çok yazık edersiniz.

Ama şu anda hükümet bunu yapıyor. Bunu yapıyor maalesef.

İşte o yüzden bizim hedefimiz net: DEVA iktidarında herkes kazanacak ama gençler kazanacak.

Gençlerle beraber ülkemizi özgür ve zengin bir ülke yapacağız.

Bu arada, dikkat ederseniz Türkiye’yi terk etmek isteyen gençlerin hayalinde ne var? Avrupa ülkeleri var.

Her ne hikmetse kimse Şanghay beşlisi ülkelere gitmiyor.

Hani bir ara Erdoğan tutturmuştu ya Şanghay beşlisi, Şanghay beşlisi diye.

Ben geçlerden bugüne kadar bir tane karşılaşmadım ki Şanghay beşlisi ülkelerden birine gitmek istiyorum diyen.

Yok.

Çünkü herkes özgürlük istiyor çünkü herkes demokrasi istiyor, herkes refah istiyor.

Kimse gözünü Türkiye’nin doğusundaki ülkelere dikmiyor.

Niye?

Çünkü gençler çok daha iyi hayat standartlarında yaşamak istiyor.

Öyle Şanghay Beşlisiymiş şuymuş buymuş, bunlar gençlere hiçbir şey vaat etmiyor. Hiçbir şey.

Onlar için boş.

Ülkeyi yönetenlere bakıyoruz, inanın gençler kadar olamıyorlar ya. Gençlerin muhakemesi kendi başına olayları izleyip de kendi muhakemeleri kadar bir muhakeme ülkeyi yönetenlerde yok.

Kafalarına göre bir öyle bir böyle konuşuyorlar.

Bir gün NATO’ya bakıyorlar, bir gün dönüyorlar Şanghay Beşlisi diyorlar.

Bir gün Birleşik Arap Emirlikleri’ni 15 Temmuz’un hain darbe teşebbüsünün finansörü olmakla suçluyorlar ertesi gün gidip Birleşik Arap Emirlikleri’yle sarmaş dolaş oluyorlar.

Suudi Arabistan’a ‘Sana cinayet dosyasını teslim edeyim de delilleri mi yok edeceksin diyorlar, ertesi gün dava dosyasının tamamını alın siz bakın bundan sonra diyor.

Hiçbir tutarlılık yok yahu.

Mısır’a diyor ki ‘Ben Onların masasına oturmam’ diyor, şimdi tekrar onların masasına oturmak için kırk türlü işler yapıyorlar.

İsrail’e 13 yıl boyunca terör devleti dedi terör devleti.

Sonra döndü dedi ki Filistin davasını savunmanın yolu İsrail’le iyi ilişkilerden geçer dedi.

Cumhurbaşkanını devlet töreni ile burada karşıladı.

Yahu madem Filistin davasını savunmanın Filistinli kardeşlerimize destek olmanın yolu İsrail’le iyi ilişkilerden geçiyor. Böyle söylüyorsun bugün de 13 yıldır bu ilişkiyi sen neden bozdun?

Demek ki 13 yıldır Filistin davasına en büyük zararı sen verdin.

Ya o ya o...

Değerli arkadaşlar,

Koskoca ülkenin Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahip, Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip, Avrupa’nın en büyük tarım alanlarına sahip Türkiye’nin dış politikası tek bir kişinin keyfine endekslendi.

Canı nasıl istiyorsa öyle.

Bugün diyor Yunanistan’a kafa tutayım diyor, 6 ay sonra döner bakar der ki dostum Yunanistan diye sarılır. Şaşırmayın.

Beşer Esad’a demediğini bırakmaz, bakın bunlar, söylediklerim hep kayıtta, yarın döner kardeşim Esad der.

Hepsini yapar.

Hiçbir tutarlılık yok.

Ama biz bütün bu tutarsızlıklarını bütün bu zikzaklarını yüzlerine vuracağız.

Aynı nasıl bu videoyu gösteriyoruz, hepsini göstereceğiz.

Dış politikada sonuç aldıkları bir tane bile alan yok ya.

Haklı olduğumuz konularda bile sonuç alamıyorlar.

En haklı davamızda haksız yere düşürüyorlar bizi.

*****

İşte şu Doğu Akdeniz değil mi?

Mavi Vatan...

Biz orada haklıyız. Yüzde yüz haklıyız. Ama sen 10 tane dış politika konusunun 8’inde insanları aldatırsan, dış politikayı iç siyasi desteğini korumak için bir araç olarak kullanırsan o iki tane doğru söylediğinde de sana kimse inanmaz.

10 konuda 8 tane yanlışı 2 tane doğru söyleyenin o 2 tane doğruyu söylediğine kimseyi inandıramazsın.

Ya bu esip gürlüyor diyor arkası da boş diyor. Bir şey yaptığı da yapacağı da yok diyor. Dünyadaki kanaat bu bakın.

Esip gürlüyor.

Niye?

Güçsüzleşiyor, destek düşüyor... Vatandaşın desteğini korumak için de varsa yoksa dışarda düşman gösteriyor.

En son Yunanistan meselesi...

Ege’de silahlanma ne demek arkadaşlar Ege’de? Uluslararası hukuku ihlal etmek demek. Paris Anlaşması’nda yazıyor.

Ama başka nerede yazıyor?

Lozan’da yazıyor, Lozan’da!

Lozan Barış Anlaşması, bu ülkenin kuruluş noktasıdır. Bu ülkenin başlangıç çizgisidir.

Lozan’ı deldirmemek Türkiye Cumhuriyeti’nin bir numaralı görevidir. Hakkımızı hukukumuzu kimseye çiğnetmeyiz.

Lozan’dan ve uluslararası hukukun diğer belgelerinden kaynaklanan tüm haklarımızı da biz sonuna kadar savunuruz.

Ama bu ne yapıyor?

Tribünlere oynuyor. Yunanistan’ı dönüyor bizim halka şikâyet ediyor.

Ya sen bizim vatandaşımıza şikâyet ediyorsun da gerçekten içerde vatandaşın sana diyeceği ne var?

Kendisi için her şey, iç politikada tüketmek üzerine kurgulanıyor.

E kitabında dış politika diye bir şey yok zaten. Günlük ilişkiler var o kadar.

Sen Yunanistan’ı bize şikâyet edeceğine Yunanistan’ın hukuksuzluğunu Rize’deki Ayşe teyze, Adana’daki Yusuf amca, Konya’daki Hacı dayı mı, Diyarbakır’daki Ahmet’e mi anlatacaksın. Onlara kimi neyi şikâyet ediyorsun?

Eğer varsa bir hukuksuzluk diplomasiyi çalıştır.

Varsa bir hukuksuzluk git uluslararası hukuku iyi bilen, dünyanın neresinde olursa olsun insanları bul, sağlam hukuk görüşleri yazdır ve bizim haklı tezlerimizi öyle yazdır.

Yok, gidiyor vatandaşa şikâyet ediyor. Niye?

Bak herkes bana düşman, Bak herkes bana düşman benim yanımda durun.

İyi de bu düşmanı sen üretiyorsun, bu düşmanları üreten sensin.

Kendi, iç tesislerini korumak için bu düşmanları üretiyorsun.

Yunanistan’ın diplomasi atağına kalktığı bir dönemde, her yerde diplomasi yapıyor şu anda hemen ne yapıyor sopa göstermeye çalışıyor.

Yahu meseleleri önce konuşa konuşa çözmeyi bir öğrenmen lazım. Herkesle hemen bir kavgaya tutuşma.

Eğer haklıysan, haklıysan önce bir konuşa konuşa çözmeye çalış.

Bunu da propaganda kuruluşlarıyla beraber, iç kamuoyuna “bak ben nasıl efeleniyorum” diye anlatıyor.

Gazetelere bakın manşetlerinin hepsi aynı zaten, tek elden yazılma manşetler bütün gazetelerde aynı manşette çıkıyor.

Yüzlerce kez söyledim arkadaşlar bakın çok tehlikeli bir yol deniyor çok. Ülkemizin caydırıcı gücünü örseliyor şu anda bu tutum.

Caydırıcı güç denen bir şey vardır yahu.

Gücü illa kullanmazsınız. Bak gerekirse kullanacağınızı hissettirirsiniz ve onunla karşı tarafa mesajınızı veririsiniz.

Ama bu ikide bir hemen kolları sıvayıp hemen yumruklaşmaya başlayınca ya demek ki diyor senin söyleyecek sözün yok, haklı bir tezin yok ki ikide bir kavgaya tutuşuyorsun diyor insanlar.

Sayın Erdoğan;

Eğer Güçten bahsediyorsan, ülkemizi, savunma sanayimize darbe vuran yaptırımlardan kurtar hele.

Güçten bahsediyorsan, önce git de dört tane temel ortağından biri olduğumuz, parasını ödediğimiz şu F-35 uçaklarını alıver hele.

İste uçakları şimdi Yunanistan’a veriyorlar.

Parasını verdiğimiz tapusunu aldığımız uçakları sen niye getirtemiyorsun Türkiye’ye onu izah et.

Esip gürlemeyle olmuyor.

İşte adam tutuyor bizim uçakları şimdi Yunanistan’a vermeye hazırlanıyor.

Böyle bir şey var mı yahu.

Doğruyu konuşacaksın doğruyu. Doğruyu konuşacaksın.

Dosdoğru olacaksın.

Eğer yok yere zikzaklar yaparsan, sağlam bir çizgin olmazsa güven oluşturamazsın.

İtibarlı bir oyuncu olmazsın dünyada.

Gücümüzü arttırmak istiyorsan, önce Türkiye’yi yalnızlıktan bir kurtarman gerekiyor.

Yapayalnız kalıyoruz yahu.

NATO’da değil mi NATO’da tek başımıza kalıyoruz.

Avrupa konseyinde tek başımıza kalıyoruz. 25 tane 30 tane 35 tane ülke var bu kuruluşlarda.

Bir tanesini ikna edemiyor musun şöyle gel Türkiye’nin yanında dur diye.

Sürekli komşularıyla kavgalı bir insandan uzak duruyorlar tabi.

Bugün Karabağlardayız değil mi?

Diyelim ki bir mahalleyi ele alalım. Öyle bir komşu var ki her gün naralar atıyor. Eyy diyor bilmem şu komşu, eyy diyor bakkal diyor, eyy diyor kasap diyor. Bağırıp çağırıyor.

Komşular ne yapar? Ya biz bundan uzak duralım, ilişmeyelim.

Şu an da Türkiye’nin durumu bu.

Uzak duralım, ilişmeyelim.

Allah’ın verdiği aklı kullanacaksın.

Sorunları konuşa konuşa çözeceksin.

Diplomasi denen bir alan var, bu ülkenin güçlü diplomatları var, bu ülkenin dünyayı iyi bilen hukukçuları var.

Ama diyorum ya bilmiyor bilenlerle de çalışmıyor.

Bakın arkadaşlar, biz olsak ne yapardık, biliyor musunuz?

Hemen Türkiye’yi böyle yalnızlaştırmazdık. Eğer Haklıysak sağımıza solumuza ülkeler alırdık yahu.

Yahu Türkiye haklı gerçekten gelin Türkiye’yle beraber duralım derlerdi.

Uluslararası saygınlığı olan hukukçulara hemen haklılığımızı anlatan raporlar yazdırırdık ve dünyanın masasına koyardık. Bak sadece biz demiyoruz bak, dünyanın en iyi hukukçuları Türkiye haklı diyor. Bunu yapardık.

Hatta Yunanistan hükümetini, Yunanistan halkı nezdinde utandırırdık.

En önemlisi de diplomatik kanalları işletirdik. Aramızdaki husumeti de tüm dünyayı yanımıza arkamıza alarak çözerdik.

Bu arkadaşınız dış işleri bakanlığı yaptı.

Sürekli pozitif gündemle çalıştık yahu sürekli.

Savaşları durdurduk, ateşkesler yaptık, barışlar yaptık, ilişkileri geliştirdik.

Türkiye küresel sorumluluk duygusuna sahip bir ülkedir. Dünyanın neresinde nerede bir sorun varsa, bir insanlık sorunu varsa Türkiye oradadır ve düzeltme çözme gayretindedir diye algılanan bir ülkeydik o zaman.

O günün şöyle uluslararası basınına bakın. Gazetelerde manşetiz, dergilerin kapağıyız.

Türkiye’yi yere göğe sığdıramıyorlar hepsi basın arşivinde.

Yere göğe sığdıramıyorlar Türkiye’yi.

Bunu yaptık.

Türkiye yıldız ülke, parlayan ülke... Bunu gerçekleştirdik. Türkiye turbo ülke, Alman dergisinin kapağı. Turbo ülke... Sayfalarca anlatıyor.

E o gün hiç mi dış düşman yoktu yahu.

O gün biz çıkıp da dış düşmanlardan hiç şikâyet ettik mi?

O gün benim Dış İşleri Bakanı olarak bütün söylediklerime bakın.

Falanca ülke bize düşman, çok düşman var, o yüzden ben başarısızım, düşman çok onun için işimi yapamıyorum.

Böyle bir şey var mı yahu?

Kimi kime şikâyet ediyorsun Allah aşkına.

İşini doğru yap düşman üretme. Dost kazan dost.

Düşman üretip sonra kendi milletine düşman var diye şikâyet etme.

Ama en önemlisi de değerli arkadaşlar sorunlarımızı çözmek için önce muhatabımızla konuşur, öyle çözerdik.

Yunanistan’la da ikili ilişkilerimizde, diğer güçlerin müdahalesine yol açabilecek hiçbir davranışa girmezdik.

Çünkü unutmayın; Yunanistan ve Türkiye, aralarındaki sorunları çözebilecek birikime sahip iki ülkedir iki komşudur.

Hep komşu olduk, komşu olmaya da devam edeceğiz.

Ülkemizin de Yunanistan’la sorunlarını konuşacağı mekanizmalar vardır.

Bizim dileğimiz, komşumuzla sorunlarımızı barışçıl bir şekilde çözmektir.

Bizim çizgimiz nettir.

Biz, dünyada Türkiye’ye dostlar kazandıracak kadrolarız dostlar kazandıracak.

Düşman kazandıracak değil...

Biz haklı olduğumuz zaman zaten güçlüyüz.

Ama haklı olduğunu insanların anlaması için dosdoğru olacaksın. Doğruyu konuşacaksın, kimseyi aldatmayacaksın ki hakkını sana teslim etsinler.

Kimse bizim yönetimimizde bir gram hakkımıza göz dikemez.

Dış politikada, sonuç odaklı bir perspektifle, bölgesel barışın ve istikrarın temsilcisi de yine olacağız.

Dış politikada şahsi gündemlerle değil, ciddiyetle hareket edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sözlerimin sonuna gelirken sizlerden bir söz almak istiyorum.

Hazır mısın İzmir?

Hazır mısınız?

Hazır mısın Karabağlar?

Tam demokratik bir Türkiye için hazır mısınız?

Özgür ve zengin yarınlar için hazır mısınız?

DEVA Partisi’ni İzmir’in her ilçesinde, Karabağların her mahallesinde büyütmeye hazır mısınız?

Barajları yıkmaya hazır mısınız?

Siz hazırsanız biz hazırız.

İnşallah hep beraber başaracağız.

Sağ olun, var olun.

10 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Manisa Demokrasi Meydanı'ndaki Konuşması

Manisa Demokrasi Meydanı

Merhaba Manisa,

Sanayimizin, ticaretimizin, tarımımızın can damarı Manisa merhaba,

Üzüm bağlarıyla, zeytin ağaçlarıyla, binlerce yıllık bu verimli tarım topraklarıyla, merhaba Manisa,

Şehzadeler şehri merhaba.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Türkiye’nin yükselen yıldızı

DEVA Partisi adına, Manisa’dan tüm Ege’ye selamlarımı sevgilerimi iletiyorum.

***

Bugün, DEVA Partisi olarak 81 il merkezinde varız,

700 ilçede ilçe başkanlarımız görevinin başında,

Damla damla büyüyoruz.

Sel olup barajları yıkacağız inşallah.

Her alanda çalışıyoruz. Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin bütün yapacaklarını detaylarıyla hazırlıyoruz, eylem planı olarak hazırlıyoruz ve açıklıyoruz.

İlk adımı toprağa attık.

Tarımla ilgili, çiftçilerimizle ilgili ne yapacağımızı ortaya koyduk.

Hemen arkadan afet eylem planımızı açıkladık.

Daha sonra sosyal politikalar, sosyal desteklerle ilgili yapacaklarımızı açıkladık.

Hemen arkasından Dijital Dönüşüm Teknoloji Eylem Planımızı ortaya koyduk.

Ekonomi, finans, istihdam konusunda yapacaklarımızı 119 madde olarak sıraladık.

Yerel yönetimler şehircilik eylem planımızı ortaya koyduk.

Yüksek öğretimde ne yapacağımızı 50 maddede anlattık.

En son doğa hakları ve çevreyle ilgili, daha yaşanabilir bir Türkiye için ne yapacaklarımızı bütün detaylarıyla açıkladık.

Her şeyiyle hazırlanıyoruz.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 günde, ilk 180 günde, ilk 360 günde yapacaklarının tamamını bugünden hazırlıyoruz ve toplumla paylaşıyoruz.

Biz sadece laf üretenlerden değiliz.

Biz iş üretiyoruz iş.

Verdiğimiz bütün sözü yazılı olarak, yazılı tarihler olarak açıklıyoruz, söz uçuyor, yazı kalıyor.

Biz bu yola muhalefet olmak için çıkmadık.

Biz bu yola bu ülkeyi yönetmeye talip olduğumuz için iktidar olmak için yola çıktık.

Evet ülkemiz zor dönemler yaşıyor şu anda.

Her türlü krizi yaşıyoruz.

Ülkemiz şu anda bir ekonomik kriz yaşıyor doğru,

Ama aynı zamanda bir adalet krizi yaşıyoruz.

Aynı zamanda bir eğitim krizi yaşıyoruz.

Aynı zamanda bir dış politika krizi yaşıyoruz, dış güvenlik krizi yaşıyoruz.

Bu hükümet ülkemizi çoklu bir kriz ortamına soktu.

Aynı hastalardaki çoklu organ yetmezliği gibi bir şey, çoklu kriz ortamı.

Her alanda kriz var.

Zamları hayat pahalılığını herkes görüyor, yaşıyor.

Bakın bu sabaha Manisa’da pazarda başladık,

Pazara girdiğimiz andan itibaren her dakika yolumuzu emeklilerimiz kesti, asgari ücretle geçinmeye çalışan vatandaşlarımız kesti, çiftçilerimiz yolumuzu kesti, Pazar esnafı haykırıyor.

Herkes hayat pahalılığından şikâyet ediyor,

Herkes zamlardan şikâyet ediyor,

Zam arkasına zam, zam arkasına zam.

Bunlar bu ülkeyi artık yönetemiyor arkadaşlar, yönetemiyorlar.

Artık müsait bir yerde inme zamanları geldi. Geçti bile. Vakit geldi geçti doğru.

Ve maalesef arkadaşlar, bu kadar sıkıntı yaşıyoruz fakat yaşadığımız bunca sıkıntının sebebi olarak hep başka yerleri işaret ediyorlar.

Başka başka sebepler icat ediyorlar.

Neymiş? Dünya’nın her yerinde enflasyon varmış, öyle diyorlar değil mi?

Ya Japonya’da enflasyon yıllık yüzde 2 ye çıktı diye adamlar panik oldu.

Avrupa’da Amerika’da enflasyon yüzde 5 yüzde 7 oldu diye herkes şikâyet ediyor, çok enflasyon var diyor.

Bizde TÜİK’in açıkladığı makyajlı rakam 73,5, buçuğu da var ha. O kadar hassas ölçüyor ki TÜİK, 73,5 diye enflasyon açıklıyor. Şuna bak şuna.

Gerçek enflasyonun ne olduğunu Manisa biliyor ya.

Yüzde 100, yüzde 200 başka, yüzde 300 aynen.

Pazarda tek tek esnafa sordum bu sabah, geçen sene bu ürününü kaça satıyordun? Bu sene kaça satıyorsun diye.

Enflasyon yüzde 200 yüzde 300 diyor pazarcı esnafımız.

Fakat emekli maaşı ne kadar artıyor?

Asgari ücret ne kadar artıyor?

Az değil mi az artıyor.

Çünkü, bu hükümet emeklimizin maaşını, asgari ücreti kendi TÜİK’e açıklattırdığı uydurma düşük enflasyon kadar arttırıyor.

Oysa gerçek hayat çok hızlı pahalanıyor.

Gerçek enflasyon çok yüksek.

Ama bu dürüst bir devlet yönetimi değil arkadaşlar, değil.

Sen önce çık dürüst bir şekilde enflasyonun kaç olduğunu açıkla, ondan sonra dön asgari ücreti de o kadar arttır. Dön, emeklinin maaşını da o kadar arttır.

Böyle bir şey olmaz, kabul edilmez.

Bu meydanda esnaf kardeşim var mı?

Şöyle esnaf kardeşlerim el kaldırsın bakalım.

Emekliler bir el kaldırsın emekliler.

Ne kadar emekli maaşı? 2500

Şimdi 2500 Lira emekli maaşıyla bu hayat pahalılığında, zamlarda nasıl geçinilecek ya?

Bak biraz önce bir otobüs şoför arkadaşımız yolumuzu kesti,

Durdurdu arabasını indi,

Halk otobüsü kullanıyor.

Aşağıdaki stepne lastiğinin yerini gösteriyor, boş diyor stepne lastik taşıyamıyorum diyor, lastik oldu 4000 Lira 4500 Lira diyor.

Mazot 28 Lira, her gün zam geliyor ya her gün.

Çiftçimiz bunu ödüyor mu? Yüksek para verip mazot alıyor mu? Alıyor.

Esnafımız, şoför esnafımız 28 Lira verip alıyor mu? Alıyor.

Fakat asıl bu işin derininde dibinde bir sorun var arkadaşlar.

O da ne biliyor musunuz?

Dolar kuru, Dolar.

Dolar kuru arttığında bu ülkede A’dan Z’ye her şeye zam geliyor.

Çünkü petrol demek Dolar demek.

Bugün, bizim buğday için gübre ihtiyacı olan, meyve sebze yetiştiren gübreye ihtiyacı olan bütün çiftçimiz, bu gübreyi Dolarla alıyor.

Dolar artınca gübrenin fiyatı artıyor.

Dolar artınca yem fiyatı artıyor.

Dolar artınca tohum artıyor, ilaç arıyor.

Peki hiç düşündünüz mü Dolar niye artıyor diye?

Niye artıyor?

Bunlar tutturdular Merkez Bankasının 130 milyar Dolarlık döviz rezervini arka kapıdan cayır cayır sattılar.

Merkez Bankasındaki dövizi tükettiler yahu.

Şu anda Merkez Bankası 60 milyar Dolar içeride 60 milyar Dolar ekside.

Merkez Bankasının elindeki dövizi sattıkları gibi,

Gidip Katardan Birleşik Arap Emirliklerinden borç aldıkları dövizi de sattılar arka kapıdan, hala satmaya devam ediyorlar.

40 milyar Dolarda bu sene sattılar yahu, 40 milyar Dolar sadece yılbaşından bu yana.

Doları sat sat sat ne oldu?

Artık denizin suyu tükendi.

Altında uçtu gitti, doğru.

Dövizi kalmadı devletin dövizi, onun için pahalanıyor şimdi, onun için kontrol edemiyorlar.

Ben buradan Erdoğan’a soruyorum;

Bu 130 milyar Dolarlık dövizi ne zaman kaça sattın? Kime sattın diye soruyorum.

Yılbaşından bugüne kadar en az 40 milyar Dolar daha Merkez Bankasının arka kapısından cayır cayır Dolar sattın döviz sattın. Kaça sattın? Kime sattın? Açıkla diyorum.

Gizli saklı yapıyorlar arkadaşlar, gizli saklı.

Bu ülke şu anda bir döviz krizi yaşıyorsa, bunların cayır cayır sattığı döviz yüzünden, memleketin rezervlerini tüketmesi yüzünden bir döviz krizi yaşıyor.

Tut tutabilirsen Doları yahu.

Dolar artınca her şey artıyor her şeye zam geliyor.

Buğdaya zam geliyor, ekmeğe zam geliyor,

Domatese zam geliyor, salatalığa zam geliyor.

Niye?

Bizim pazarcı esnafımız, gidip o domatesi salatalığı tarlasından alıp ta pazara getirene kadar mazot yakıyor, mazotta Dolarla yahu.

İnanın ülkemizin ekonomisini mahvettiler, perişan ettiler yahu yazık günah.

Birde ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıyor ne diyor?

Ben stokçularla savaşacağım diyor.

Ya sen önce kendi yanlış politikalarınla bir savaş. Kendi aklını başına topla. Kendi aklını başına topla.

Ekonomi bir bilim alanıdır arkadaşlar,

Allah’ın verdiği aklı kullanacaksın.

İlimle hareket edeceksin, bilimle hareket edeceksin.

Ben biliyorum, her şeyi biliyorum deyip te ülkenin ekonomisini mahvetmeyeceksin.

Bilenlerle çalışacaksın. Ama bilmiyor.

Bilmediğini de bilmiyor, bilmediğinin de farkında değil.

Benim alanım ekonomi diyor,

Ondan sonra ülkenin ekonomisini batırıyor.

Bakın 4 yıl oldu 4 yıl!

4 yıldır bu ülkeyi tek imzayla, tek yetkili yöneten kendisi değil mi yahu.

Daha sen kime ne bahaneyi buluyorsun?

Neyin bahanesini buluyorsun?

Gidiyor ta 2013 yılında gezi olaylarına, gezi olaylarını çıkarttılar onun için ekonomi bozuldu diyor.

Nasreddin Hoca’nın hikayesi gibi;

Hani tel örgüyü çekmiş ya,

Koyunlar geçecek tel örgünün yanından, o tel örgüde koyunların tüyleri birikecekte onu satacakta oradan ülkenin ekonomisini kurtaracak.

Vay yavrum vay!

Mümkün değil!

Yapamazlar!

Yapamazlar!

Değerli arkadaşlar bakın,

Geçen gün bir tekstilci vatandaşımız tekstil üretiyor diyor ki,

Ürününü elimdekini satamıyorum, yeni ürün alamıyorum, kilitlendim kaldım diyor yahu.

Esnafımızın, üreticinin çoğu aynı durumda.

Çiftçimiz perişan, pahalıya mal ediyor, maliyet fiyatının altında satmak zorunda kalıyor.

Alan pazarcımız perişan, alış satış arasındaki kar bitti, ben zararına satmak zorunda kalıyorum diyor.

Esnaf perişan sattığım malı yerine geri koyamıyorum diyor.

Satıyorum 10 Liraya, dönüyorum 12 Lira olmuş mal sattığım malı yerine koyamıyorum diyor.

3,20’den 17 Liraya çıktı diyor inşaat demiri işte,

Tam 5 kat demek değil mi? 5 kat.

5 kat ne demek yüzde 400 artış demek.

TÜİK ne kadar enflasyon açıklıyor?

Yüzde 72,5 buçuğu da var ha, çok hassas ölçüyorlar ya buçuğuyla beraber.

Ya siz kim kandırıyorsunuz ya kimi aldatıyorsunuz?

Bakın bu hükümetin icraatları yüzünden,

Bu Erdoğan’ın icraatları yüzünden,

Gerçekten herkes mağdur oldu.

Ama yine dikkat edin esnafı suçluyor.

Stokçu bunlar diyor,

Fahiş fiyat etiketleriyle mücadele edeceğim diyor,

Yahu o fahiş fiyat etiketi dediğin, esnafın maliyeti arttığı için mecburen koyduğu etiket.

Hangi esnafımız malını ucuzlatmak istemez?

Fahiş fiyatlarla mücadele edeceğim diyor,

Elektriğe zam yapıyor,

Fahiş fiyatlarla mücadele edeceğim diyor,

Doğalgaza zam yapıyor,

Fahiş fiyatlarla mücadele edeceğim diyor,

Akaryakıta zam yapıyor.

Soruyorum size ya bu ülkede elektrik fiyatını belirleyen kim?

Elektrik fiyatını kim belirliyor?

Hükümetin kendisi yani Cumhurbaşkanı belirliyor bu ülkede elektriğin fiyatını.

Elektrik fiyatları, sanayicimizin kullandığı elektriğin fiyatı 4,5 kat artmış arkadaşlar 1 yılda 4,5 kat.

Sanayicimizin kullandığı doğalgaz fiyatı bu ülkede 5,5 kat artmış.

O fahiş doğalgaz etiketlerini yazan kim?

Fahiş elektrik fiyatlarını yazan kim?

Evet Cumhurbaşkanı’nın kendisi.

Hiç suçu başkasına atmasın hiç.

Birde ne diyor petrol fiyatı her yerde arttı, her yerde zam var diyor,

Bir dakika, bir dakika,

Petrol fiyatları ne kadar arttı?

Eğer Türkiye’de akaryakıt fiyatları dünyadaki petrol fiyatları kadar artsaydı,

6 Lira 7 Lira olan benzin mazot bugün en fazla 10 Liraydı 11 Liraydı.

Ama Türkiye’de bir de dövizin kuru arttı ya dövizin kuru.

Petrol fiyatının bir de döviz kurunu çarptığında işte 27’ye 28’e gidiyor.

Eğer döviz kuru bu kadar artmasaydı, Dolar kuru bu kadar artmasaydı, bugün benzinin mazotun satılacağı fiyat 11 Liraydı 12 Liraydı arkadaşlar.

Eğer dünyada ki kadar petrol fiyatı artsaydı bugün akaryakıtın fiyatı 11 Lira 12 Liraydı.

Eğer 11 Lira 12 Lira değil de, 27-28 Liraya satılıyorsa aradaki fark döviz kurundaki patlamanın farkı, aradaki fark Erdoğan farkı. Aradaki fark ülke ekonomisinin kötü yönetilmesinin farkı.

Sebze meyveler çöpe gidiyor değil mi?

Antalya’da dereye döküyorlar.

Meyveler sebzeler dökülüyor niye?

Çünkü maliyetler yükselmiş, satış fiyatı artmıyor, kurtarmıyor, maliyeti kurtarmıyor.

Biz daha iyisini yapmak için buradayız. Daha iyisini yapmak için buradayız.

Bunların artık müsait bir yerde inme zamanı geldi arkadaşlar.

Tarihin en büyük tarım düşmanı iktidarıyla karşı karşıyayız.

Siz çiftçiyle hiç konuşmuyor musunuz ya?

Çiftçinin durumunu dinleyen anlayan yok mu hiç?

Bir sorun bakalım halimden memnunum diyen bir çiftçi var mı ülkede bir sorun.

Bak hesap belli hesap,

Şu 200 Lira değil mi arkadaşlar bakın 200 Liralık banknot, 200 Liralık banknot tedavüle çıktığı 2009 yılında 123 Dolar ediyordu 123 Dolar!

Milli paramız, yerli paramız değil mi? Türk Lirası milli ve yerli paramız,

Tedavüle çıktığı gün 123 Dolar ediyordu, bugün ne kadar biliyor musunuz? 12 Dolar. Hatta Dolar kuru arttıkça eriyor. Peki bu para 123 Dolarken bugün 12 Dolar ediyorsa bu aradaki fark nereye gitti? Kim çaldı bu farkı ya?

Cebinde 200 Lira taşıyan herkesin cebinden tam 111 Doları çalan kim?

Bu ülkede Dolar kurunu kim patlattıysa, enflasyonu kim patlattıysa 200 Lira cebinde taşıyan herkesin cebinden o 111 Doları çalan aynı kişiler arkadaşlar.

Yazıktır, günahtır.

Bakın,

Bizim çiftçimiz üretecek, bizim çiftçimiz kazanacak, halkımız daha ucuza daha sağlıklı ürün tüketecek bu mümkün.

Ama nasıl mümkün?

Daha iyi bir yönetimle mümkün.

Şu anda külliyede sarayda o ülkeyi yönetenlere yaklaşabilenler kimler biliyor musunuz?

Manisalı çiftçi girebiliyor mu o saraya?

Ama o tarım ürünlerini ithal edenler var ya oradan çıkmıyor ha.

Bu ithalat lobisi var ya ithalat lobisi,

İthalat lobisi hükümetin yakasından ayrılmıyor.

Ülkeye daha fazla nasıl ithalat yaparım diye uğraşıyor.

Türkiye Avrupa’nın en büyük ülkesi,

84 milyon nüfusuyla Avrupa’nın en büyük nüfusu bizde.

En genç nüfus bizde.

En büyük topraklar bizde.

Avrupa’nın yüzölçümü en büyük ülkesi biziz Türkiye.

Avrupa’nın en büyük tarım alanları da bizde yahu.

Bu koskoca ülke nasıl olur da harıl harıl ithalat yapmak zorunda kalır?

Ama sizin eğer tarım politikanız yoksa işte mecbur ithalat yaparsınız.

Eğer ithalat lobileri saraydan çıkmazsa mecbur ithalat yapmak zorunda kalırsınız.

İnşallah ithalatçılar değil arkadaşlar tüm Türkiye kazanacak tüm.

Devlet çiftçinin yakasına yapışmayacak.

Borç harç için sıkboğaz etmeyecek çiftçiyi devlet.

Geçmiş borçlara derhal kolaylık sağlayacağız derhal.

2 yıl ödemesiz erteleyeceğiz eski borçları.

Faizleri sileceğiz, donduracağız yıllarca küçük küçük taksiteler halinde bizim çiftçimiz borcunu ödeyecek.

Gübre parasının tam yarısını devlet ödeyecek.

Mazotun üzerindeki vergiyi atacağız, çiftçimiz vergisiz mazot alacak.

Yem desteği vereceğiz yem. Yemin parasının yarısını devlet karşılayacak.

Türkiye’deki bütün sulama projelerini, barajlar göletler isale hatları kapalı damlama sistem sulama yağmurlama damlama tamamını 5 yılda tamamlayacağız.

Türkiye’de ne kadar sulama yatırımı varsa bunun tamamını 5 yılda tamamlayacağız.

Ve istikrarı en kısa sürede sağlayacağız.

DEVA ile beraber çarklar dönmeye başlayacak inşallah.

Sağlık ayrı bir kriz sağlık,

Sağlık ayrı bir kriz alanı sağlık,

Doktor yok çünkü doktorlar kaçıyor.

Ülkenin Cumhurbaşkanı ne diyor doktorlara? ‘Giderseniz gidin’ diyor, ‘giderlerse gitsinler’ diyor. Giderlerse gitsinler diyor.

Gidiyorlar da her ay yüzlerce doktor kayıp veriyoruz yahu.

Ondan sonra randevu kuyrukları uzuyor.

Bir teşhis için randevu alacaksın 2 ay. MR için randevu alacaksın ne kadar sürüyor MR randevusu? MR randevusu 1 yıl.

E sen bu ülkenin kaynaklarını doğru kullanmazsan, en kıymetli insan kaynağını kaçırırsan “Giderlerse gitsinler” dersen işte vatandaş sağlık hizmetlerinden de artık memnun olmaz.

Mümkün değil.

Bir de ilaç bulunmuyor ilaç. Eczanelere sorun, şu an 500 kalem 600 kalem ilaç artık memlekette bulunmuyor. Yok, yok.

Tedavi için ilaç yok. Temel ihtiyaç bu yahu.

Arkadaşlar ülkemiz çok kötü yönetiliyor çok kötü.

Bakın dolar oldu, 17 liraya dayandı.

Aralık’ta dolar fırladığında Erdoğan ne yaptı?

Şapkadan 70 model bir tavşan çıkardı.

Neymiş? Kur Korumalı Mevduat Hesabıymış. Kur Korumalı Mevduat...

Ne dedi Kur Korumalı Mevduat için? Dedi ki ya bu dolar kuru arttığında dedi bankada parası olanlar mağdur oluyor dedi.  Onun için dedi ben onların kur farkını ödeyeceğim dedi. Eğer dolar artarsa dedi ben o farkı ödeyeceğim dedi.

Gel dedi Kur Korumalı Mevduata yatır sen paranı dedi.

Peki, ben buradan soruyorum şimdi Erdoğan’a buradan Manisa’dan bu meydandan soruyorum. Ya kur arttığında bankada parası olan mağdur oluyor da kur arttığında mazota 28 lira vermek zorunda kalan benim çiftçim mağdur olmuyor mu yahu?

Kur arttığında bankada parası olan mağdur oluyor da 28 liraya mazot almak zorunda olan şoför esnafım mağdur olmuyor mu?

Kur arttığında bankada parası olan mağdur oluyor da kur artışından sonra domatese, salatalığa, bibere geçen seneye göre 3 kat 4 kat ödemek zorunda kalan benim emeklim mağdur olmuyor mu?

Kur arttığında bankada parası olan mağdur oluyor da 2 bin 500 lira emekli maaşıyla geçinmeye çalışan, 4 bin 250 lira asgari ücretle geçinmeye çalışan dar gelirli sabit gelirli vatandaşlarımız mağdur olmuyor mu?

Onlara göre her yer pırıl pırıl, pırıl pırıl...  Saraydan bakınca öyle gözüküyor, mesele orada.

Ya kendi paramızı pula çevirdi yahu.

Yerli ve milli paramı artık pul.  İnanın pul oldu yahu.

Göç sorunu da var göçmen sorunu da var. Çünkü Türkiye’nin göç politikası da yok, maalesef.

Bizim zamanında itibar kazandırdığımız paramızı pul ettiler. Paramızı Dolara Euro’ya ezdiriyorlar şu an. Fiilen ezdiriyorlar. Ama paramız ezildikçe de yerli ve milli paramız ezildikçe de millet eziliyor.

Bunu görmüyorlar, bunu görmüyorlar.

Ya geçen Bakan ne diyor ya... Diyor ki ihracatçılar çok para kazanıyor diyor. Ama diyor dar gelirliler mağdur oldu diyor.

Ha şunu bileydin! Ha şunu bileydin ya.

Şu anda bakın bu Kur Korumalı Mevduat var ya Kur Korumalı Mevduat tam servet transferi arkadaşlar tam.

Tamda bütün milletten toplayıp bankada parası olan aza sayıdaki kişiye servet transferi başka bir şey değil.

Rahmetli Özal kendinden önceki dönemde Kur Korumalı Mevduata benzer bir dövize çevrilebilir mevduat hesabı vardı eskiden... Rahmetli Özal geldi bunu bitirdi.

Bitirirken diyor ki basın toplantısında ‘gençlere vasiyetimdir diyor asla memleketi böylesine büyük bir zarara tekrar sokmayın’ diyor.

Dövize çevrilebilir mevduat hesabı... O günleri yaşayanlar bilir...

Diyor ki ‘bu ülkede yıllarca diyor enflasyon yüksek olduysa, yıllarca zam üstüne zam geldiyse bunun sebebi dövize çevrilebilir mevduat hesabıdır’ diyor.

Hepsi basın arşivlerinde hepsi.

Rahmetli Özal bir ifade daha kullanıyor, ‘bu  dövize çevrilebilir mevduat hesabı kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir’ diyor.

İfadeye bakın.

Asla bu ülkede bir daha böyle bir şey uygulamayın diyor.

Bu da tutuyor aralık ayında bir şey icat etmiş gibi Kur Korumalı Mevduat Hesabı diyor, ülkeyi bununla kurtaracağım diyor.

Ne oldu? Ne oldu yahu. 6 ay idare ettin. İşte gene kur 17’yi geçti.

6 ay, 6 ay o kadar.

6 ay bir göz boyadın.

Peki, 6 ayda ne oldu? Tam 900 milyar liralık Kur Korumalı Mevduat Hesabı oluştu arkadaşlar. 900 milyar lira...

Eski parayla 900 kentilyon. Katrilyon değil bak, kentilyon...

900 milyar...

Bu ne demek biliyor musun?

Döviz kuru yüzde 1 arttığında dönecek tam 9 milyar verecek. Döviz kuru yüzde 2 arttığında dönecek 18 milyar verecek. Döviz kuru yüzde 3 arttığında dönecek 27 milyar verecek demek. Hesap çok basit.

Şu an da bu ülkenin bütçesinde tarım desteği ne kadar biliyor musunuz? Tarım desteği...  Bütün bütçede ...

29 milyar lira.

Yani şu Kur Korumalı Mevduat Hesabında dolar sadece yüzde 3 artsa vereceği para, yüzde 3’e vereceği para 1 yıl boyunca tarıma vereceği bütün destek kadar yahu.

Böyle bir şey olur mu? Yazık günah değil mi?

Dolar kurundaki yüzde 3 artışa karşı bankada parası olana vereceği fark sadece yüzde 3 vereceği fark tüm Türkiye’nin tarımsal desteğinin toplamına karşılık geliyor.

Bizim çiftçimize yazık değil mi yahu? Tarımla uğraşan esnafımıza, tarımla uğraşan vatandaşlarımıza yazık değil mi?

Gerçekten arkadaşlar bütün Türkiye olarak, bütün Türkiye olarak çalışan herkes çalışırken yoksullaşıyor.

Çalışırken alnının terinin değeri düşüyor.

Çalışırken daha aybaşında alacağı maaşın değeri düşüyor.

Millet mesai saatinde ben ne yapıyorum ne uğruna çalışıyorum? Diye düşünüyor yahu.

Gerçekten çok yazık ettiler bu ülkeye çok.

Alın terinin kıymetini sildiler, yok ettiler bu ülkede.  

Doğru politikalar yerine saçma sapan icatlarla hepimizi de yoksullaştırmaya devam ediyorlar.

Allah muhafaza 1970 model bu Kur Korumalı Mevduatı çıkardı ya inşallah şu önümüzdeki günlerde 1930’lara dair bir icadı inşallah çıkarmaz diye bekliyoruz.

Kötünün kötüsü var bakın. Allah bu günleri aratmasın diyorum hala bu krizin ortasında diyorum ki Allah bu günleri aratmasın.

Kötünün kötüsü var.

Fakat sen Allah’ın verdiği aklı kullanmazsan, bilimin dışına çıkarak, aklın dışına çıkarak koskoca ülkenin ekonomisini yönetmeye çalışırsan daha kötüsü olur, daha kötüsü olur.

Maalesef, maalesef arkadaşlar gerçekten ülkemizi berbat ettiler.

Maalesef seçime doğru giderken ülkemizdeki kötüleşme devam edecek. Üzülerek söylüyorum. İnşallah çok kötü olmaz.

Ama seçime doğru giderken daha da kötüleşerek gidecek öyle gözüküyor maalesef.

Ama önümüze sandık geldiğinde, önümüze sandık geldiğinde her şey değişecek.

Seçim yakın, seçim yakın...

İlk seçimde inşallah ilk seçimde...

İnşallah seçim yakın. Sayılı gün çabuk geçer.

Bu sene Kasım’da da yapsalar seçim yakın gelecek sene Mayıs Haziran’da yapsalar da seçim yakın. Sayılı gün çabuk geçer.

İnşallah o seçim günü geldiğinde, o oy pusulasını önümüze aldığımızda orada DEVA Parti’sinin adını göreceksiniz ve DEVA Parti’sinin şu damla logosunu göreceksiniz.

Siz o gün, DEVA damlasının, DEVA logosunun altına ‘Evet’ mührü bastığınızda arkadaşlar, Külliye’nin duvarları titreyecek.

Bu olacak.

Gerisi bizde, gerisi bizde.

Evelallah.

Bakın ülkenin sorunlarının çözülmesinin yolu nereden geçiyor biliyor musunuz?

Kadroların, devlet, yöneten kadroların dürüst ve ehil insanlardan oluşması gerekiyor.

Yani ülkeyi yöneten üst düzey siyasi kadrolar, bürokrasi kadroları var ya bunların hem dürüst hem de ehil insanlardan oluşması gerekiyor.

Başka türlü olmaz, mümkün değil.

Ve mutlaka güveni oluşturmak lazım güveni. Güven olmadan olmaz.

Siz güven ortamı oluşturmadan asla bu ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz.

Bazen gençler bana soruyor Başkanım güven güven diyorsunuz da bu güveni nasıl oluşturacağız diyorlar, güven nasıl kazanılır diyorlar.

Ben de diyorum ki gençler, 1 dakikada 8 madde de size özetleyim. Güven nasıl oluşur, güven nasıl kazanılır?

Güven olunca her şey kolaylaşıyor. Ama nasıl kazanacaksın?

Burada 1 dakika da 8 madde de özetleyim.

  • Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
  • Söz verince tutacaksın
  • Emanete hıyanet etmeyeceksin.
  • Her daim hukukla adaletle hareket edeceksin.
  • Ehliyetli, liyakatli, dürüst kadrolarla çalışacaksın.
  • İstişare edeceksin istişare. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın. Bilenlerle konuşacaksın, vatandaşı dinleyeceksin, istişare edeceksin. Kafanın dikine gitmeyeceksin.
  • Şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Merkez Bankasının arka kapısından gizli gizli bu memleketin alın teri olan dövizi satmayacaksın.
  • Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın. Her zaman

Bakın çok şükür, bugün bu arkadaşınız burada alnımız açık başımız dik.

Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun süre bakanlık yapan insanıyım.

Tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Hamdolsun eğer bugün Manisa’ya gelip küçük sanayi sitesinde alnımız açık, başımız dik gezebiliyorsak bütün kadromuzla, bütün arkadaşlarımızla beraber, bu büyük nimet.

Burada Pazar yerine girip rahatlıkla gezip dolaşabiliyorsak alnımız açık başımız dik hamdolsun, Allah utandırmasın.

Fakat şu an da ülkeyi yönetenler bunu yapabiliyor mu?

Gelip bu pazar yerinde dolaşabilirler mi? Yapamazlar.

Gelip şurada bir kahvehanede çayhanede oturup vatandaşlarla oturup dertleşebilirler mi?

Burada bir taksi durağına oturup taksici esnafımızla konuşacak, halk otobüsü kullanan şoför esnafımızla konuşacak, dertleşecek halleri kaldı mı? Kalmadı.

Ama değerli arkadaşlar evelallah biz geliyoruz, biz geliyoruz. Hep beraber kadro olarak geliyoruz inşallah.

Çünkü Türkiye en iyisine layık. Bu büyük ülke buna layık, en iyisine layık. Manisa en iyisine layık, şehzadeler şehri en iyisine layık.

Bunun için çalışıyoruz.

Ve yepyeni kadrolarla yola çıktık, yepyeni kadrolarla.

Aramızda siyaset tecrübesi olan arkadaşlarımız var ama siyaset onları kirletememiş onlar da siyaseti kirletmemiş.

Siyaset yapmış arkadaşlarımız var ama bizim kadromuzun yüzde 85’i siyasete ilk defa DEVA Partisi ile başlayan arkadaşlar. İlk defa bizimle başlayan arkadaşlar.

Kadınlar ve gençler tüm teşkilatımızda çok yüksek orandan temsil ediliyor.

Bakın Manisa İl Başkanımız Cansın Hanım, burada bizimle beraber.  Aydın İl Başkanımız, partimizin kurucularından Meltem Hanım, İzmir İl Başkanımız, hemen komşu illerden bahsediyorum, Seda Hanım. Yıllarca sivil toplumculuk yapmış, bugün bizim il başkanımız.

Partimizin en kritik en önemli görevlerinde kimler var? Kadınlar var. En kritik en önemli görevlerinde kimler var gençler var.

Tabii ki erkeklere de biraz yer ayırıyoruz, onları da mağdur etmiyoruz  Erkekleri de mağdur etmiyoruz merak etmeyin.

Ama değerli arkadaşlar biz omuz omuza yürümek zorundayız, omuz omuza yürümek zorundayız. Erkeğiyle kadınıyla, genciyle tecrübelisiyle omuz omuza yürümek zorundayız.

Ve çok çabuk çözülür inşallah çok çabuk.

Ülkenin sağlık sorunu da çözülür, sağlığa erişim bir temel insan hakkı değil mi? Sağlığa erişim...

İşte bahsettiniz, 1 yıl randevu dediniz MR, 2 ay randevu...

Erişemiyorsun.

İfade özgürlüğü temel bir insan hakkı değil mi ifade özürlüğü...

Konuşamıyorsun. Gençler korkuyor sosyal medyada paylaşım yapmaya, gazeteci korkuyor işten kovulurum diye.

Barınma temel bir insan hakkı değil mi barınma...

Kiraları görüyorsunuz yahu... 2’ye katlıyor, 3’e katlıyor kira fiyatları.

Yazık günah bu insanlara.

İnsanlar bundan 10 sene önce araba alacağı paraya şu an cep telefonu alıyor yahu.

--- Vatandaşa cevap. Unutmuyoruz EYT’lileri. EYT’liler bizde

Bakın 10 sene önce araba alacağınız fiyata bu sene bir cep telefonu alıyorsunuz ya, yazık.

Eskiden, biz ekonominin başındayken 12 aylık memur maaşına bir otomobil alınabiliyordu.

Bugün mümkün değil.

Vatandaşlarımızın çoğu için ömür boyu bir araba almak, bir ev almak şu an da hayal oldu.

Ama inşallah biz gelince onlar tekrar gerçek olacak. Hayal olmayacak.

Çünkü yaptık.  Yeniden yapacağız.

Bakıyorum insanlar cep telefonlarını çıkarıyor, zannedersin böyle müze de paha biçilmez tarihi eser gibi cep telefonu. Ama kırılmasın, bozulmasın. Camı kırılırsa yandım.

E cep telefonu yahu. Temel hak.  Bugün bir cep telefonu bir akıllı telefon temel hak. Çünkü bilgi edinme bilgi alma vatandaşın, temel hak. Lüks değil yahu lüks değil.

Ateş pahası oldu her şey. Bunlar bütün dengeleri alt üst ettiler bütün dengeleri.

Değerli Manisalılar, değerli dostlarım,

Sıcakta sizin daha fazla vaktinizi almayım.

Ama şunu bilin.

Sandık günü, Sandık günü geldiğinde bütün barajları yıkmaya var mısınız?

VARIZ!

Bu ülkenin şu anda yaşadığı kâbusu, bu korkulu rüyayı seçim gününde bitirmeye var mısınız?

VARIZ!

Bakın inanın bir korkulu rüyadan kabustan şöyle insan uyanır da bir yudum su içer ya o kadar hızlı düzelecek bu memleket ya o kadar hızlı...

O kadar hızlı olacak.

Özgür ve zengin bir Türkiye’ye var mısınız?

VARIZ!

Herkesin yüzünün güleceği, mutlu, refah içinde yaşayan, yarınlara güvenle bakan bir Türkiye’ye hazır mısınız?

VARIZ!

Siz hazırsanız biz de hazırız, DEVA hazır, Manisa hazır...

Yolumuz açık olsun. Sağ olun var olun diyorum.

Teşekkür ederim.

5 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adalar İlçe Binası Açılış Konuşması

Ali Babacan Adalar Konuşma Metni

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Değerli konuklar,

Büyük Ada’nın çok değerli sakinleri,

İstanbul’un farklı ilçelerinden gelip bugün bizlerle beraber olan çok değerli konuklarımız,

Evlerinin balkonundan pençelerinden bizleri izleyen bizleri takip eden çok değerli komşularımız,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum Adalar İlçe Teşkilatımızın hizmet binasının açılış törenine hepiniz hoş geldiniz diyorum.

Gerçekten Türkiye’miz çok zengin. İstanbul çok zengin.

Bu zenginlik değerli arkadaşlar bir kültür zenginliği aynı zamanda.

Bir tarih zenginliği.

Adaların kültürümüzde ve tarihimizde çok özel bir yeri var.

Heybeliada’da Aziz Nesin’in Ahmet Rasim’in izleri var.

Burgazada’da Sait Faik’in, Halide Edip’in izi var.

Kınalı Ada’da Zahrad adıyla bildiğimiz Zareh Yaldızcıyan’ın, Hrant Dink’in izleri var.

Büyükada’da Yakup Kadri’nin, Yahya Kemal’in Nurullah Ataç’ın, Reşat Nuri’nin izi var.

Büyükada’nın bütün sokaklarında, ara sokaklarında, binalarında, taşında, toprağında bu izleri görüyorsunuz.

Aynı zamanda 6-7 Eylül karanlığında burada ki evine saldırılan büyük golcü, milli futbolcumuz Lefter‘in de izi var.

Hemen yanı başımızdaki yeni adıyla demokrasi ve özgürlükler adası olan Yassıada da yani namı değer yaslı adada da utanç yargılamalarının izi var.

Gerçekten Adalar tarihimizde kültürümüzde derin iz bırakmış topraklar.

Değerli arkadaşlar,

Bugün burada, bu güzel ilçemizde, Büyükada’nın bu güzel sokağında ilçe teşkilatımızın açılışı vesilesiyle bir aradayız.

Ama bugün aynı zamanda biliyorsunuz 5 Haziran Dünya Çevre günü.

50 yıldır farklı temalarla kutlanılan bu Dünya Çevre Günü’nün bu yılki teması da “Tek Bir Dünya”.

Evet tek bir dünyamız var, şu anda yaşayacağımız bir başka gezegen yok. Onun için dünyamıza gözümüz gibi bakmak zorundayız.

Onun için aslında biz ne yaptık?

Bir gezegen savunma eylem planı yaptık.

Ve eylem planımızı daha iki gün önce açıkladık.

“Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planı“bunun adı.

İklim değişikliğinin varoluşsal bir tehdit olduğunu öncelikle hep beraber kabul ettik.

Ve iklim değişikliğinin hem küresel ısınma yoluyla uzun vadeli bir risk oluşturduğunu, doğal afetleri ve her türlü riski, sel, orman yangını, her türlü doğal afet riskini de hızla arttıran bir gerçek olduğunu bildik, kabul ettik.

Yangın ve sellerle mücadele etmeyi de bir memleket meselesi olarak gördük.

Daha geçen yaz yaşadık, Kastamonu’da, Bozkurt Abana’da sel felaketinin çok sayıda cana mal olduğunu gördük.

Yine geçen sene, bütün batı ve güney sahillerimizde orman yangınlarını yaşadık.

Ciğerlerimiz yandı.

Heybeliada’da yandı ama Allahtan kısa sürede bu Heybeliada’ya müdahale edildi ve yangın çabuk söndürüldü.

Ama Türkiye’nin pek çok bölgesinde bugüne kadar yaşanmamış boyutta orman yangınları gördük.

Bunların çoğunun sebebi işte bu iklim değişikliği.

Biz Türkiye’nin dağına, taşına, havasına, suyuna, denizine sahip çıkmak zorundayız.

Bunun için bu “İklim Değişikliği ve Çevre Eylem Planı“mızı açıkladık.

Bütün detaylarıyla ne yapacağımızı açıkladık.

Denizlerimizi koruyacağız. Gemilerden boşaltılan sintine ve balast sularının denizlere boşaltılmaması için, hava unsurları dahil yakın bir takip içerisine almak zorundayız.

Denizlere boşaltılan atık suların ileri biyolojik arıtma sistemleriyle ve belirli sıcaklık aralığında deşarj edilmesini zorunlu hale getirmek zorundayız.

Çevreye gözümüz gibi bakmak zorundayız.

Evet bizim yeşil çizgilerimiz var arkadaşlar ve bu yeşil çizgilerimizden en kalını, en kalın yeşil çizgimizde;

“Nesiller Arası Adalet“

Bu Nesiller arası adalet nedir diye soruyorlar.

Nesiller arası adalet kısaca şu:

Biz bugün har vurup, harman savurursak, bugün gözümüzü karartıp sadece kısa süreli rant için dünyayı kirletip, çevreyi yaşanmaz hale getirirsek ve gelecek nesillere kötü bir dünya bırakırsak bu adalet değil.

Biz bugünü de korumak zorundayız, bugünkü nesillerimizi de düşünmek zorundayız, yarınların nesilleri içinde bugünden tedbir almak zorundayız.

İşte nesiller arası adalet bu.

Bugün biz yaşayalım kirletelim batıralım, sonraki nesiller kendileri düşünsün.

Böyle bir şey yok.

Bugün biraz külfete katlanacağız, bugün biraz maliyete katlanacağız ki yarınki nesiller daha yaşanabilir bir Türkiye’de, daha yaşanabilir bir dünyada hayatlarını sürdürsünler.

Değerli arkadaşlar bizim şöyle partimizin logosuna bakan, zaten suyu görüyor yeşili görüyor.

Biz çevreci bir partiyiz ve kalın yeşil çizgileri olan bir partiyiz.

Ve lafta değil biz özde çevreciyiz.

Gerçekten bunlara dikkat etmek zorundayız. Aksi halde gerçekten riskler çok büyük.

Bazen bu ekonomik krizin ortasında, insanlar yoksullukla, işsizlikle mücadele ederken. İnsanlar bir ekmek parası bulmakta güçlük çekerken, çevreden bahsetmek, bazen siyasetin günlük tartışmalarının dışına çıkmak gibide oluyor bununda farkındayız.

Ama biz inadına çevre diyeceğiz.

Bazıları popülizm yapacak, bazıları sürekli siyasette nefret dili kullanacak, öfke dili kullanacak, bazıları sürekli bu toplumu kutuplaştıracak, gerecek. Bizde inadına çevre diyeceğiz. İnadına gençler diyeceğiz, inadına daha güzel yarınlara doğru hep beraber umutla yürüyeceğiz diyeceğiz. Ve bunu başaracağız inşallah.

Değerli arkadaşlar,

Gençler bizim umudumuz, biz gençler için çalışıyoruz, gençlerle yan yana yürüyoruz, hatta gençlerimizin arkasından yürüyoruz.

Gençler nerede biz oradayız.

Bugün burada, Büyükada’da bu açılışı yapmamızın sebepleri var.

Tabi ki ilçe binamızın hizmete girmiş olması DEVA Partisinin bir noktada daha bayrağını dalgalandırması ülkemiz için çok önemli bir adımdır.

Ama aynı zamanda doğa harikası, tarihiyle, kültürüyle bu çok kıymetli noktada Büyükada’da 5 Haziran Çevre Gününde bu açılışı yapmamızın da ayrı bir anlamı ayrı bir önemi var.

İşte biz buradan bir bakıma nasıl iki gün önce Bolu’dan o yeşil ilimizden, gölleriyle ormanlarıyla meşhur ilimizden tüm Türkiye’ye tüm dünyaya seslendiysek bugünde buradan Büyükada’dan tüm Türkiye’ye tüm dünyaya sesleniyoruz:

Daha güzel bir dünya için, daha yaşanabilir bir dünya için hep beraber çalışalım, hep beraber başaralım istiyoruz. Ve bunu sizlerle beraber yapacağız.

Değerli arkadaşlar,

Tabi Büyükada’ya gelmişken, öyle çok uzun bir konuşmayla sizleri meşgul etmek istemiyorum. Biraz önce değerli sanatçımız Canan Anderson’un güzel konserini hep beraber dinledik. Farklı bir keman yorumuyla gerçekten her çeşit her farklı stilde müziği nasıl kemanla yorumladı hep beraber dinledik.

Büyükada’da şimdi hava güzel ortalık hoş öyle uzun bir konuşmayla canınızı sıkmayacağım merak etmeyin. Biraz sonra sözlerime son vereceğim.

Ve şunu ifade etmek istiyorum arkadaşlar,

Türkiye’miz çok güzel bir ülke, çok büyük bir ülke.

84 milyonluk nüfusuyla Avrupa’nın en büyük nüfusu bizde.

En düşük yaş ortalamasına sahip olan, en genç nüfusta bizde.

En büyük topraklar bizde, en büyük tarım alanları bizde.

Fakat maalesef çok kötü bir yönetimde bizde.

Bu kötü yönetim ilk seçimlerde gidip, müsait bir yerde inip bizler işbaşına geldiğimizde inşallah ülkemizin sorunları çok hızlı bir şekilde çözülmeye başlanacak, çok hızlı.

Bunu yapacağız.

Ben buna inanıyorum.

DEVA kadroları buna inanıyor.

Bunun için yola çıktık.

Bunun için DEVA Partisini kurduk.

Bunun için İstanbul’un 39 ilçesinde artık devalı arkadaşlarımız var ve çalışıyorlar.

Bizim tek amacımız daha özgür ve daha zengin bir ülke.

İnsanların mutlu yaşadığı bir ülke istiyoruz biz.

Çünkü Türkiye bunu hak ediyor ya.

Ülkemiz bunu hak ediyor, gençlerimiz bunu hak ediyor.

Bizde tam bunun için çalışıyoruz ve bunun için çalışmaya devam edeceğiz.

DEVA damlaları birikiyor sel oluyor.

O biriken sel olan damlalarda inşallah bütün barajları yıkacak.

Seçim günü geldiğinde oy pusulasında vatandaşlarımız DEVA’nın damlanın altına evet mührünü bastığında Beştepe’de duvarlar titreyecek onu biliyoruz.

Ondan sonrası kolay.

Sonrası bizde, bu iş bizde. Bunlar gerçekten ülkede ekonomiyi mahvetti, perişan etti.

Ülkede adaleti mahvetti, perişan etti biliyoruz.

Ama inanın bunları çözmek kolay.

Dürüst ve ehil kadrolar işbaşına geldiği anda bunlar kolay.

Güven ortamı oluştuğu zaman inanın her şey çok kolay.

Aynı bir korkulu rüyadan uyanırcasına, bir kabustan uyanıp ta bir yudum su içme hızında bu ülkede her şey düzelmeye başlayacak.

Özgürlük anında, herkes şöyle bir nefes almaya başlayacak.

Sosyal medya kullanmaktan gençlerimiz korkmayacak.

Gazetecilerimiz, yazarlarımız, yorumcularımız konuşmaktan korkmayacaklar.

Onun için korkma Türkiye diyoruz. Korkma.

Ve arkadaşlar güven olduktan sonra her şey kolay, her şey kolay.

Son bir dakikada güveni kazanmak için ne yapmak gerekiyor, size sekiz maddede tekrar özetleyeyim ondan sonra kurdelemizi keseceğiz açılışımızı hep beraber yapacağız.

Gençler hazır mıyız?

1 dakikada 8 maddede güven nasıl kazanılır?

Bayrakları asmışsınız zaten flamalarda yazıyordu vapurdan inerken gördüm.

8 madde 8 flamada yazıyordu.

1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.

2- Söz verince tutacaksın.

3- Emanete hıyanet etmeyeceksin.

4- Her daim hukukla adaletle hareket edeceksin.

5- Ehliyetli, liyakatli, dürüst insanlarla çalışacaksın.

6- Her kararını istişareyle alacaksın.

7- Şeffaf olacaksın, açık olacaksın, karanlıkta iş yapmayacaksın.

8- Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.

Bu 8 maddeyi yapın, korkmayın.

Bunları yaparsanız güveni kazanırsınız, güveni.

Güveni kazandıktan sonrada önünüz açık korkmayın.

İş hayatında da korkmayın, siyasette de korkmayın, devlet yönetiminde de korkmayın.

Güven! Güven! Güven!

Güveni kazanın gerisi kolay.

Evet ben tekrar bizimle beraber olan tüm dostlarımıza teşekkür ediyorum.

Adalar ilçe hizmet binamızın tekrar hayırlı olmasını diliyorum, hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Ve şimdi önce bir sanatçımız Canan Hanımı Canan Anderson’u buraya bir davet edelim. İlçe başkanımızı da alalım, Erhan beyi alalım.

Tekrar hayırlı uğurlu olsun arkadaşlar.

Kurdeleyi Besmeleyle kesiyorum ve ilçe binamızın Adalarımız için güzel hizmetlere vesile olmasını diliyorum.

4 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İskenderun İlçe Binası Açılış Konuşması

İskenderun İlçe Kongresi

Değerli yol arkadaşlarım,

Genel merkez kurul üyeleri,

Hatay teşkilatımızın ve İskenderun teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının, meslek örgütlerinin kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Teşkilat mensuplarımız,

Sevgili İskenderunlu gönüldaşlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, İskenderun teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

İskenderun muhteşem, İskenderun hazır.

Maşallah İskenderun hazır, İskenderun muhteşem.

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi, ülkemizin dört bir yanında damla damla büyüyor.

Partimiz, Türkiye’nin DEVA’ya susamış topraklarına hızla yayılıyor.

Türkiye, nihayet DEVA’sına kavuşuyor.

Ben; DEVA Partisi teşkilatının gücünü her gün Türkiye’nin her yerinde görüyorum ve yüreğimde hissediyorum.

Her gün, her gün damla damla büyüyoruz. Damlalar sel oluyor ve DEVA Parti’sinin damlalarının oluşturduğu sel barajları yıkıp geçecek İnşallah.

Hep beraber göreceğiz.
Bunu beraber başaracağız.

Değerli arkadaşlarım,

Her geçen gün, DEVA Parti’sinin Türkiye satında yayıldığı her geçen gün ve maalesef ülkemizdeki sorunların da gittikçe büyüdüğü her gün diyorum ki
“İyi ki DEVA Partisi’ni kurmuşuz, iyi ki bu yola çıkmışız” diyorum.

Ve Türkiye’yi ayağa kaldıracak kadroların sizler olduğunu çok iyi biliyorum.

İşte bu kadrolar Türkiye’yi yeniden ayağa kaldıracak ve Türkiye çok parlak yarınlara doğru koşacak.

Bunu sizler başaracaksınız.

Türkiye’nin tam demokrasi hikayesini sizlerle beraber yazacağımızı ilk günden beri çok iyi biliyorum.

Nice başarıların altına hep beraber imzamızı atacağız inşallah.

Biz, heyecanımızı hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz.

Hep beraber, hep beraber kadro olarak Türkiye’ye DEVA olacağız arkadaşlar. Hep beraber.

Türkiye’yi ülkemizi hukukla biz buluşturacağız biz.

Türkiye’ye güveni yine biz getireceğiz.

Zenginliği yükselten kadrolar yine bizler olacağız.

Ülkemizi bu krizlerin pençesinden yine hep beraber bizler kurtaracağız.

Özgür ve zengin bir Türkiye olacağız inşallah özgür ve zengin...

*****

Gençleri biz yanımıza aldık, önümüze aldık. Gençlerle beraber yürüyoruz, koşuyoruz daha güzel yarınlara. Hep beraber.

Değerli arkadaşlar buraya ben Bolu’dan geldim.

Türkiye’de ilk kez bir siyasi parti “çevre ve iklim değişikliği” konusunda bir eylem planı açıkladı.

Yine bir ilkin altına imza attık.

Ve üstelik bunu yeşilin ortasında Bolu’nun Mudurnu ilçesinin bir köyünde gençlerle beraber gerçekleştirdik.

Pek çok şehirden gelen arkadaşlarımın katılımıyla beraber dünyamızı ve ülkemizi iklim değişikliğine karşı nasıl koruyacağımızı madde madde anlattık.

Çünkü bizim değerli arkadaşlar yeşil çizgilerimiz var yeşil. Ve en kalın yeşil çizgimiz ise nesiller arası adalet, nesiller arası adalet.

Biz bu dünyayı, doğayı, çevreyi korumanın sonraki nesiller için, gençler için asli sorumluluğumuz olduğunun bilincindeyiz.

Eylem planımızın ardından ertesi gün Bolu sokaklarındaydık. Vatandaşlarımızı dinledik.

Biliyorsunuz dün TÜİK enflasyonu açıkladı. Biz onlara diğer adıyla ne diyoruz? Rakamları ayarlama enstitüsü diyoruz. Rakamları ayarlama enstitüsü.

O gün Bolu sokaklarındaydık. Vatandaşlarımız çok dertli.

Bir hanımefendi bağırdı, “Enflasyon, enflasyon, enflasyon” diye çarşının ortasında.

“Enflasyon yüzde 300” diyen bir babanın feryadına şahit oldum.

Bir baktım bir esnafımız şöyle yolda yürürken karşılaştık. Çıkarttı bana evraklarını gösterdi.

Dün, 3 Haziran günü iş yerini kapatma müracaat belgelerini hazırlamış “şimdi dedi bu belgeleri vermeye gidiyorum. Yapamadım” dedi. Kriz dedi benim iş yerimi aldı götürdü dedi.

Sokaktaki tabloyu gittiğim her yerde arkadaşlar, çok iyi görüyorum.

İşte bu acı tabloyu çözmenin sorumluluğunu da hep beraber iliklerimize kadar hissediyoruz.

Bu acı tablo bizi gece gündüz demeden çalışmaya zorluyor.

Sorumluluğumuzun çok çok iyi farkındayız.

Çünkü değerli arkadaşlar,

Çünkü değerli arkadaşlar şu anda ülkemiz çoklu organ yetmezliği gibi, çok boyutlu bir krizin tam ortasında.

Ekonomi krizde, hukuk, adalet krizde, eğitim krizde, dış politika krizde.

Her alanda ama her alanda kriz yaşıyoruz.

Ve Maalesef artık sağlık da krizde…

Evet, sağlık sistemi de çöküyor arkadaşlar çöküyor.

Randevular alınamıyor.
Teşhisler konulamıyor.
Ameliyatlar yapılamıyor.
İlaçlar bulunamıyor.
Tıbbi malzeme bulmakta güçlük çekiyor vatandaşlarımız.
Yüzlerce madde ilaç artık raflarda yok, yokluk ülkesi olduk yeniden.

Ülke resmen şu anda hekimler göçü veriyor.

Çünkü doktorlarımız kaçıyor, gidiyor bu ülkeden.

Devlet hastanelerindeki hekimler sürekli istifa ediyor.

Hekim olmayınca, randevu kuyrukları da uzuyor.

Sebebi sadece ve sadece iş bilmezlik. Başka bir şey değil.

Hep beraber, Hep beraber inşallah kadro olarak geleceğiz ve kurtaracağız arkadaşlar.

Seçim günü geldiğinde vatandaşlarımız o seçim pusulasında DEVA’nın, damlanın altına ‘Evet’i’ basacak sorası bizde, gerisini biz çözeceğiz inşallah.

Bakın arkadaşlar Dünya Sağlık Örgütü’nün hasta hekim ilişkisiyle ilgili standartları var.

Ne diyor Dünya Sağlık Örgütü?

Diyor ki bir hekim hastasına en az 20 dakika ayıracak diyor. 20 dakika muayene süresi diyor.

Türkiye’de bu ne kadar biliyor musunuz?

5 dakikanın altında 5 dakika.

5 dakikadan fazla göremiyor bir hasta doktoru. Bir hasta doktorunu 5 dakikadan fazla göremiyor.

Bir yandan da sağlık çalışanlarının maaşları enflasyon karşısında hızla eriyor gidiyor.

Bu da yetmiyor.

Devletin en tepesindeki kişi, canını dişine takan doktorlarımızı, sağlık çalışanlarımızı milletin önüne atıyor yahu.

O da yetmiyor.

O krizlerin ortağı var ya küçük ortak, o da arada bir doktorlara saldırıyor.

Hekimleri suçluyorlar, “Giderlerse gitsinler” diye kapıyı gösteriyor yahu.

Bir ülke en iyi yetişmiş vatandaşlarını başka ülkelere gitmesine böylesine yol açar mı? Böylesine kolay olabilir mi bu iş?

Peki sonuçta ne oldu?

Çok sayıda hekim istifa etti. Yurtdışına gidiyorlar. Her ay yüzlerce hekimimiz yurt dışına gidiyor şu an.

İktidardakiler bu ülkede çalışanların hayatını zindana çevirirken, kapıyı gösterirken, el alem ne yapıyor? “Gelin bize gelin” diyorlar. “Burada hem iyi şartlarda çalışın hem de insana layık bir hayat kaliteniz olsun” diyor.

Böyle giderse inanın, birkaç yıla kadar ameliyat yapacak cerrah bulamayacağız. Doktorlarımızı bulamayacağız. Hastanelerde cerrah bulamayacağız, ameliyat yapamayacaklar.

Bakın arkadaşlar,

Sağlık ciddi mesele ciddi.

Bu işin ideolojisi, şusu busu olmaz. Burada Söz konusu olan can, can.

Bir iktidar kendi ellerimizle yetiştirdiğimiz insan gücümüzü Amerika’ya, Avrupa’ya öyle bedavadan vermez veremez.

Hep beraber arkadaşlar hep beraber bu ülkeyi daha yaşanabilir bir ülke haline getireceğiz. Her yaştan gencimizin daha çok yaşamak istediği bir ülke haline getireceğiz Türkiye’yi.

İnsanların kaçmak değil, akın akın gelmek görmek, yaşamak istediği bir ülke haine getireceğiz.

Bunu hep beraber başaracağız

İnsanlara kaliteli bir yaşam ve insanca çalışma imkânı tanınmasa, o ülkenin hastanelerinde işte böyle randevu sırası randevu kuyruğu olur.

Muayene süreleri beş dakikaya indirilirse, insanlar doğru düzgün tedavi edilemez doğru düzgün teşhis bile koyulamaz.

Bu Kur oynaklığı devam ettiği sürece de ilaç sanayine güven verilmez, ülkede ilaç da bulunmaz, tıbbi malzeme de bulunmaz.

Biz sağlıktaki bu krizi çok iyi görüyoruz ve vatandaşlarımız da bu krizi bizzat her gün artık yaşıyor.

Şunu açık bir şekilde ifade etmek isterim:

Hekimiyle, eczacısıyla, hemşiresiyle, teknisyeniyle, biz tüm sağlık çalışanlarımızın yanındayız. Yanında olmaya da devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar,

84 milyonun sağlığı ve hayatı bizim en önemli gündem maddemizdir.

Ve Çok yakında da sağlık politikaları konusundaki eylem planımızı açıklayacağız.

Bakın dün açıkladığımız 9’uncuydu. 9 tane eylem planı açıkladık bugüne kadar.

Yükseköğretimden ekonomiye, çevre meselelerinden afet yönetimine kadar, tarımda şehirciliğe kadar bütün eylem planlarımızı açıkladık, açıklıyoruz.

Şimdi 10’uncu eylem planımızda yargı reformu konusunda. Onu da inşallah 2 haftaya kadar açıklıyoruz. Arkasından sağlık gelecek, arkasından gençlik.

Böylelikle tam 20 tane eylem planını önümüzdeki birkaç ay içerisinde açıklamış olacağız.

Bunlar Türkiye’de ilk. Bizden başka yapan da kimse yok.

Devlet tarafında da yok siyaset tarafında da yok.

Çünkü biz seçimlerden sonra ülkenin tek bir gün bile kaybetmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

Onun için seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk dakikadan itibaren neler yapacağını da bütün detaylarıyla hazırlıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Şu anda ülkemiz insanların hayallerinden uzaklaştığı bir ülkeye dönüyor.

Artık kimse hayal bile kuramıyor.

Gençler, emekliler, dar ve sabit gelirliler, çiftçiler, esnaf, herkes ama herkes, enflasyon karşısında inim inim inliyor.

Artık bu ülkede sabit gelirli bir vatandaşımızın bir araba bir ev alma hayali bile yok. Bunun hayalini bile kuramıyor kimse.

Eskiden en azından onun bir hayali vardı.

Mesela 12 aylık devlet memuru maaşını topladığınızda bir araba parası ediyordu.

Bu vardı Türkiye’de bunlar yapıldı.

Emeklilerimiz şöyle kenara koyduğu, biriktirdiği paralarla Avrupa’da tatil yapabiliyordu.

Bakın daha yeni, bu sabah. İskenderun’da bir Pazar yerine girdik arkadaşlarla.

Boydan boya şöyle bir yürüdük.

İnsanlar isyan ediyor.

En çok duyduğumuz ifade ne biliyor musunuz arkadaşlar en çok?

Kurtarın bizi diyorlar kurtarın.

Bir emeklimiz ne dedi biliyor musunuz?

Ya dedi ben eskiden dedi, 150 liraya dedi 150 liraya, bütün buzdolabını dolduruyordum dedi. Aldıklarımı buzdolabında koyacak yer bulamıyordum dedi.

Şimdi dedi 2 torbayı zor dolduruyorum bu paraya.

Koskoca ülke Survivor setine döndü yahu. Millet hayatta kalmak için çalışıyor şu an.

Görüyorsunuz, her şey ateş pahası.

Dün Rakamları Ayarlama Enstitüsü, “TÜİK”, geçen ayın enflasyonun rakamını açıkladı.

Neymiş, 12 aylık enflasyon neymiş mayıstan mayısa, Yüzde 73 buçuk.

Herhalde inandırıcılığını artsın diye buçuğunu da ekliyorlar.

Yani enflasyonu o kadar hassas ölçüyoruz ki kuyumcu terazisiyle 73 buçuk enflasyon diye açıklıyorlar.

Ya gerçek enflasyonun ne olduğunuz bizim esnafımız, çiftçimiz, çarşıya pazara giden vatandaşımız bilmiyor mu?

10 yaşındaki çocuk gerçek enflasyonun ne olduğunu biliyor.

Siz kimi kandırıyorsunuz ya?

Vatandaş pazarda, markette alışverişte gerçek enflasyonu görüyor yaşıyor.

Siz ne açıklarsanız açıklayın.

Siz Allah aşkına neyi kimden saklıyorsunuz ya.

Sen TÜİK Başkanını altı defa değiştir, TÜİK’in ekibi değiştir. Niye? Laf dinlemiyor diye.

Yeni başkanlara da talimat ver şundan daha fazla açıklama diye.

Ayıp yahu, gerçekten ayıp.

Çıkın dürüstçe bu ülkede enflasyonu kaça çıkarttığınızı açıklayın.

Ama açıklamıyorlar arkadaşlar açıklamıyorlar.

Üstelik ne yapıyorlar bakın, öyle anlaşılıyor ki, şu 84 milyonluk ülkede, sokaktaki fiyatlardan haberi olmayan iki kişi var: Bir, Sayın Erdoğan. Diğeri Bahçeli.

TÜİK onlara yaranmak için neredeyse birileriyle yarışa girmiş durumda.

Seçim günü o damlanın altına mührü öyle bir basacağız ki Beştepe’nin duvarları titreyecek, merak etmeyin.

Ben buradan soruyorum, TÜİK iktidarın talimatıyla enflasyonu düşük gösteriyorsa, bilelim.

Yok, birilerine yaranmak için enflasyonu düşük göstermek gayretindeyse onu da bilelim.

Bakın bir de ne yaptılar bu ay biliyor musunuz arkadaşlar?

TÜİK’in raporlarında bazı ürünlerin fiyatları yazardı, bu fiyatlara baktık biz enflasyonu böyle hesap ettik diye. O fiyatları da kaldırmışlar bu ay. Onu da yazmıyorlar.

Fiyatları artık oraya yazacak yüz de kalmamış artık belli.

Fiyatları yayınlamayınca, markette vatandaş fiyatları görmeyecek zannediyorlar.

Yahu siz ister açıklayın ister açıklamayın, çarşıya pazara giden herkes fiyatları görüyor.

İşte bugün sordum pazarcı esnafına, şöyle orta boyda bir yumurta 30’luk kutu dedim geçen sene Mayıs’ta kaça satıyordun? bu sene kaça satıyorsun?

Geçen sene dedi Mayıs’ta 11 Liraydı, bu sene 35 Lira dedi. Küçüğü biraz düşüyor, büyüğün fiyatı yükseliyor. Ortalama bu.

3 misli yahu 3 misli.

Patates satan arkadaşımıza sordum. Geçen sene dedi 3 Lira 4 Liraydı, bu sene 10 Lira. 3 katı 3. Bakın 3 katından bahsediyoruz.

Öyle yüzdelerle ifade etmiyoruz artık. 2 kat mı? 3 kat mı? 4 kat mı?

Pazarın çıkışında bir dondurmacı kardeşimiz, dedi ki sattığım dondurma tam 5 kat, külahı da 5 kat arttı dedi. 5 kat 5 kat düşünün yani.

Şimdi mesele şu, mesele ister asgari ücret ister emekli maaşı, bunlar ne kadar artıyor? TÜİK’e açıklattıkları o düşük uydurma enflasyon oranı kadar artıyor.

Ama gerçek hayat çok hızlı pahalanıyor. Bütün sabit gelirli dar gelirli vatandaşlarımız, asgari ücretlimiz, emeklimiz, memurumuz, işçimiz, hatta sosyal destek, sosyal yardım alan vatandaşlarımız hepsinin reel olarak satın alma gücü düşmüş durumda.

Maaş yetişmiyor artık.

Gerçekten arkadaşlar,84 milyon bunu görüyor, ama biz bunu 2 kişiden duymuyoruz. 2 kişiden.

Yani, 84 milyondan geri kalan, 83 milyon 999 bin 998 kişi enflasyonun ne olduğunu biliyor. 2 kişi görmezden geliyor. Akıl alacak gibi değil.

Herkes biliyor, gerçek enflasyonu herkes biliyor.

Hep beraber Türkiye’nin umuduyuz. Kadro olarak inşallah.

Arkadaşlar bakın,

Millet geçen sene 35 liraya aldığımız çayın bugün 60 lira olduğunu gayet iyi biliyor.

Geçen sene aldığı yumurtanın, bu sene kaç para olduğunu da gayet iyi biliyor.

Geçen sene 16 liraya aldığı Ayçiçek yağının, litresini söylüyorum. Bu sene 33 liraya çıktığını da görüyor.

İşte bakın ENAG diye bir kuruluş var, biliyorsunuz. Çünkü millet baktı ki TÜİK artık doğruyu söylemiyor. Enflasyonla oynuyor. İnsanlar oturdular bağımsız bir şekilde enflasyonu ölçmeye ve duyurmaya başladılar.

ENAG diye bir kuruluşta bunu açıklıyor; mayıs ayı sonunda ENAG’ın açıkladığı enflasyon ne kadar biliyor musunuz?

%160!

Ve iktidar,

Asgari ücreti, emekli maaşlarını, memur maaşlarını TÜİK’in açıkladığı enflasyon kadar arttırırken, utanmadan diyorlar ki, biz işte size “enflasyon” kadar zam veriyoruz diyorlar.

Yahu sen hangi enflasyondan bahsediyorsun arkadaş? Hangi enflasyondan bahsediyorsun?

Gel şu emekliye asgari ücretliye gerçek enflasyon zammını ver. %160 diyor bak bağımsız kuruluş.

Ondan sonra çık de ki ben maaşları enflasyon oranında arttırıyorum.

Ayıp yahu.

Yahu siz kimi aldatıyorsunuz?

Maaşları uydurma enflasyon kadar artırdığınızda, bu milletin refahından çalıyorsunuz yahu. Refahından çalıyorsunuz.

Bir de ne diyorlar?

Dünyanın her yerinde enflasyon var diyorlar.

Yahu kardeşim dünyanın enflasyonunu herkes görüyor ya.

İnternet denen bir şey var. Bugün, akıllı telefon denen bir şey var. Oraya soruyorsunuz, Google’a;

Diyorsunuz ki, Fransa enflasyon diyorsun, pat diye söylüyor sana.

Amerika enflasyon diyorsun, pat diye söylüyor.

Japonya enflasyon diyorsun, pat diye söylüyor.

Sen ne dersen de.

Oralarda enflasyon %2, %5, %7.

Savaş veren savaş yaşayan Ukrayna’da %17.

Bizde ne oluyor da %160 yahu?

Çıkıp bunu açıklayın.

Değerli arkadaşlar bakın,

Dışarda enflasyon var işte ne yapalım, sizde katlanın diyor.

Doğruyu söylemiyor.

Dürüst olun dürüst.

Millet yüksek enflasyonun sorumlusunun kim olduğunu gayet iyi biliyor.
Döviz kurunu patlatan sizsiniz.

Enflasyonu zıplatan sizsiniz.

Döviz kuru artınca, bu ülkede A’dan Z’ye her şeye zam geldiğini bu vatandaş bilmiyor mu? Anlamıyor mu zannediyorsunuz.

Bir de ne yapmaya başladılar artık? Sıkışınca, para basıyorlar.

Yazık günah, yazık günah.

Niye?

Bizim yıllarca Merkez Bankasında biriktirdiğimiz döviz rezervlerini arka kapıdan cayır cayır sattılar.

130 milyar Dolar.

Gizli saklı, hiçbir şey açıklamadan.
O döviz rezervleri burada İskenderun’da, tarlalarda, fabrikalarda çalışan insanlarımızın alın teriydi.

Yıllarca biriktirmiştik. Ak akçe kara gün içindir diye biriktirmiştik.

Ama bunlar tam bir miras yedi tam.

2018 de partili, taraflı Cumhurbaşkanı olarak seçildi, bütün yetkiyi elinde topladı 2018’in ortasında biliyorsunuz hemen 2019’un başında damatla el ele verdiler 130 milyar dolarlık döviz rezervini 2 yılda sıfırladılar yahu.

Yazık.

Hep beraber arkadaşlar hukuka da demokrasiye de ekonomiye de can olacağız bunu başaracağız.

Bakın arkadaşlar, Dönüyorsun Merkez Bankasına.

Bu para basma var ya para basma. Çok kötü alışkanlık ya.

Uyuşturucu gibi uyuşturucu.

Bir alıştın mı zor vazgeçiyorsun.

Çok sancılı oluyor.

Bu ülke yıllarca bu yanlışa girmişti, bu batağa girmişti.

Onun için enflasyon düşmüyordu.

Ne zamanki Merkez Bankası bağımsız oldu ne zaman ki ekonomi politikaları tutarlı bir şekilde uygulanmaya başlandı, işte o zaman tam 34 yıl sonra bu ülkede enflasyon tek haneye indi ve paradan altı sıfırı attık.

Ama bu ancak ve ancak paranın değerini koruyan bağımsız bir Merkez Bankasıyla beraber olur.

Bu ne dedi? Laf dinlemiyordu atım Merkez Bankası başkanını dedi.

E kendi lafını da dinlemeye başladı.

Talimat dışı Merkez Bankası hiçbir şey yapamıyor.

Ne talimat veriyorsa Cumhurbaşkanı Merkez Bankası başkanı onu yapmak zorunda şu anda.

Bağımsızlık falan kalmadı.

“Oğlum, para bitti diyor bas diyor basıyor onlar.

Kur Korumalı Mevduat hesabı çıkardılar değil mi?

O farkı nereden ödüyorlar zannediyorsunuz.

Bütçe de var mı?

Soruyorum buradan bu yılın bütçesi, 2022 yılının bütçesi yapılırken Kur Korumalı Mevduat hesabı diye bir şey var mıydı?

Yok.

Peki o farkları nereden ödüyorlar?

Merkez Bankasına para bastırıyorlar oradan ödüyorlar yahu.

Onun için enflasyon yükseliyor bu ülkede.

Böyle bir şey olur mu?

Enflasyon demek arkadaşlar enflasyon demek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, cebinde, evinde, bankada Türk lirası olan, Türk lirası maaş alan herkesten çalmak demektir.

Enflasyon bu demektir.

Enflasyon paranın erimesi demektir.

Basıyor. Para bitince tekrar bastırıyor.

Bitince, “Yetmedi, hadi evladım biraz daha ver” diyor.

Ya Merkez Bankasının sadece rezervlerini sıfırlamadılar yedek akçelerini de sıfırladılar yahu.

Türk lirası cinsinden yıllarca biriktirdiğimiz yedek akçeler vardı

Bir günde bir günde acımadan aldılar ve harcadılar, dağıttılar, tükettiler.

Tam mirasyedi diyorum ya tam.

Değerli arkadaşlar işte bu para basmak hastalık. Uyuşturucu bağımlılığı.

Akıl alır gibi değil.

Basılan her bir liranın tedavüldeki paranın değerini düşüreceğini bilmiyor musunuz yahu.

Bugün ilkokula ortaokula giden insanlar bilir bunu.

Gerçekten arkadaşlar şu anda ülkemizde “kronik yüksek enflasyon devri” devri var. Kronik yüksek enflasyon devri.

Ama bunlar yanlışta ısrar ederse yanlışta inat ederse ülkemiz Allah korusun
“hiper enflasyon” dönemine girer hiper enflasyon..

Ve maalesef o tarafa doğru gidiyoruz şu anda.

Çünkü yanlışta inat var yanlışta ısrar var.

Akıl dışı bilim dışı ne varsa uyguluyorlar Türkiye’de.

Ve maalesef arkadaşlar bu enflasyonun sonucu yoksulluktur, açlıktır.

Bu enflasyonun sonucu; dün sokakta bir vatandaşımızın söylediği gibi “Zam zam zam” dır.

Ama Cumhurbaşkanı’na bakıyoruz; o zaten ayrı bir alemde. Beştepe Harikalar Diyarından millete masal anlatıyor.

Bu ülkede açlık yok diyor.

Neymiş?

Ekonomi, bu çeyrekte yüzde 7,3 büyümüşmüş.

Duydunuz değil mi o açıklamasını.

Ekonomimiz büyüdü diyor yüzde 7 onda 3 diyor.

Ya nasıl büyümeyse anlamadık. Ben Gittiğim her il ve ilçede esnafımıza soruyorum, esnafımıza diyorum ki “ekonomi büyümüş haberin var mı? Diyorum.

Gülerek bakıyor, Neredeee diyor.

Çiftçiye soruyorum, işçiye soruyorum, gençlere soruyorum, “ya ekonomi yüzde 7 büyümüş diyorum büyümüş hissediyor musunuz” Diyorum.

“Ya Bizimle dalga mı geçiyorlar?” diyorlar.

Çünkü o büyüme rakamlarının içinde enflasyon var arkadaşlar.

Büyümeyi hesap ederken ne yapıyor?

O uydurma enflasyonu da içine koyunca uydurma büyüme rakamı çıkıyor karşısına.

Sorun orada.

Bunların Büyüme Büyüme dedikleri, var ya arkadaşlar büyüme dedikleri, Beştepe’nin etrafında dönüp dolaşan bazı insanlar var ya ha onların cepleri büyüyebiliyor olabilir, onların cüzdanları şişiyor olabilir, onlar da etrafındakileri görünce milleti

Ama öyle değil.

İşsizin iş bulamadığı ülkede siz büyümeden bahsedemezsiniz.

Çocukları yatağa aç girdiği ülkede büyümeden bahsedemezsiniz.

Esnafımızın elektriği yakamadığı karanlıkta oturduğu bir ülkede büyümeden bahsedemezsiniz.

Çiftçinin 26 buçuk liraya mazot almak zorunda kaldığı bir ülkede büyümeden bahsedemezsiniz.

Gençlerin artık bir akıllı telefon alamadığı ülkede büyümeden bahsedemezsiniz.

2500 lira emekli maaşıyla ben geçinemiyorum, temel gıda ihtiyaçlarımı bile karşılayamıyorum diyen emeklinin olduğu ülkede büyümeden bahsedemezsiniz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın dün bakın Bolu’da bir çarşı ziyareti yaptık.

Arabadan iner inmez bir esnaf hanımefendi yolumuzu kesti.

Dedi durumumuz çok kötü. Eşarp dükkânı var. 6-7 metrekare.

Ama dedi 20 yıldır burada bu işi yapıyorum dedi.

Kendisine sordum dedim ki ya şu anda bu ülkeyi yöneten üst düzey kişilerden hatta ülkenin en tepesindeki kişi, devlet yönetiminde, Gelse senin şu dükkanını 2 ay çalıştırabilir mi?’ Dedim. ‘Yapamaz ya batırır’ dedi.

Bugün aynı soruyu pazarda domates satan bir pazarcı esnafımıza sordum.

‘Şu anda devleti yönetenlerden dedim bir aklından geçir isimleri, onlardan bir tanesi gelse 2 ay senin şu çalıştırdığın tezgâhı çalıştırabilir mi?’ Dedim. ‘Yapamaz’ dedi.

Ya düşünün bu ülkede 2 ay bir dükkânı işletemeyenler, 2 ay Pazar esnafının yaptığı işi yapamayanlar koskoca ülkenin ekonomisini yönetmeye çalışıyorlar.

Beyhude.

Onun için olmuyor.

Dürüst ve ehil kadrolar iş başına gelmedikten sonra mümkün değil arkadaşlar mümkün değil.

İlla dürüst ve ehil kadrolar iş başına gelecek.

Bunlar bir de ne yaptılar? Kur korumalı mevduat hesabı dediler değil mi?

Yoksuldan alıp zengine vermenin tam şekli.

Neymiş Türk lirası mevduat sahipleri mağdur oluyormuş kur artınca, ee, biz ona kur farkını ödeyelim.

Cumhurbaşkanının kendi ifadesi bu.

Mevduat sahiplerinin mağdur olmaması için yaptık diyor.

Ya kur artınca mevduat sahipleri mağdur oluyor da kur artınca mazota 26 buçuk lira vermek zorunda olan benim şoför arkadaşım mağdur olmuyor mu ya?

Kur artınca mevduat sahipleri mağdur oluyor da bir yumurtaya 35 lira 40 lira 45 lira vermek zorunda kalan vatandaşın mağdur olmuyor mu?

Gerçekten tam bir devleti batırma operasyonu tam.

Enflasyonu düşüremeyeceğini bu hükûmetin arkadaşlar artık biliyoruz.

Dört yıldır yapamıyor. Faizi de enflasyonu da patlattı.

Üstelik tam yetki elinde Tüm yetki elinde.

Demedi mi 2018 seçimlerinde? Bu yetkiyi bana verin dedi ben enflasyonu da faizi de nasıl düşüreceğim göstereceğim demedi mi?

4 yıl oldu 4.

Üstelik tek yetkili imza sahibi.

Ya ben diyorum ki elini tutan mı var?

4 yıldır niye faizi düşüremedin? Niye enflasyonu düşüremedin?

Bugün de çıkmış ne demiş?

Yine hayali düşmanlarla uğraşıyor.

İşte şunu yaptırmayanlar da bunu yaptırmayanlar da şöyle de böyle de.

Ya bırak bahaneyi, bırak bahaneyi.

Sen bu ülkenin Cumhurbaşkanısın üstelik de tek yetkilisin.

Bahanelerin arkasına sığınamazsın arkadaş.

Faizi de enflasyonu da düşürmek zorundasın. Çünkü söz verdin.

Seçimlere o sözü vererek girdik.

Tek yetki de elinde, Merkez Bankası da kontrolünde, TÜİK de kontrolünde.

Düşür şunu.

Bahanelerin arkasına sığınma.

Yok Türkiye ile uğraşan varmış şuymuş buymuş...

Ya gidiyor ta 2013’e şuna bakın arkadaşlar ya.

Kafaya bakın kafaya.

2013’e gidiyor, Gezi Olayları sebebiyle bugünkü ekonomi bozluyormuş.

9 sene geçti yahu 9 sene.

Düzelt, düzelt.

Arkadaşlar bilmiyor bilmiyor. Alanım ekonomi, ekonomistim diyor ama bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor.

Bilenler de çalışmıyor.

Sorunun da tam özü burada.

Koskoca bu ülke de bir kişinin yanlışlarının bedelini en ağır şekilde maalesef ödüyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın bunlar bizim işimiz.

Yaptık, çok daha iyisini inşallah yaparız.

Ama önce dürüst ve ehil kadro gerekiyor, DÜRÜST VE EHİL...

İstişare gerekiyor.

Öyle çözülecek bu iş.

Değerli arkadaşlar çözüm nerede biliyor musunuz? Çözüm güvende güvende..

Güven.

İskenderun ilçe başkanımız Güven Bey’i de kastediyorum şu anda ama bir ülkede ekonominin düzelmesinin yolu güven.

Güveni oluşturmayınca mümkün değil çözemezsiniz.

Mümkün değil!

Gençler bana soruyor bazen,

Peki ya diyorsunuz da bu güveni nasıl oluşturacağız?

Güven nasıl kazanılır? Diye soruyorlar.

Bende diyorum ki, 1 dakikada 8 maddede size özetleyeceğim güven nasıl kazanılır anlatacağım diyorum.

Hazır mıyız gençler?

8 madde

1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. %160 olan enflasyonu %73 olarak açıklattırmayacaksın TÜİK’e.

2- Söz verince tutacaksın. Enflasyonu da faizi de düşüreceğim diye 4 sene önce tek yetkili, partili, taraflı Cumhurbaşkanı seçilip, dövizi de faizi de patlatmayacaksın.

3- Emanete hıyanet etmeyeceksin. Devlet yönetimi bir emanet, emanet. Bizim alnımız açık başımız dik, biz aldığımız emaneti gözümüz gibi koruduk. Yükselttik, yücelttik. Çok daha iyi bir hale getirdik, sonra teslim ettik. 3500 Dolarlık milli geliri aldık 12500 Dolara çıkardık. Bitmedi.

4- Devlet yönetiyorsan, güven kazanmak için, her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin. Hukukla ve adaletle.

5- Dürüst ve ehil kadrolarla çalışacaksın. Liyakatli kadrolarla çalışacaksın.

6- Her zaman istişare edeceksin. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın. Ben ekonomistim alanım ekonomi deyip, ülkenin ekonomisini batırmayacaksın.

7- Şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Yıllardır Merkez Bankasının döviz rezervleri şeffaf bir şekilde yönetilirken, arka kapıdan 130 milyar Doları çarçur etmeyeceksin. Şeffaf olacaksın.

Ve arkadaşlar 8 son madde

8- Her daim hesap vermeye hazır olacaksın. Her zaman.

Bunları yapın evelallah korkmayın.

Şimdi konuşunca doğruyu söyleyeceksin ya, e çalıp çırpan konuşunca doğruyu söyleyemiyor. Sorun orada zaten. 1 numaralı kural zaten onu hallediyor. Sen doğru ol dosdoğru ol gerisi kolay.

Biz açığız hesap veremeyecek hiçbir şeyimiz yok çok şükür. Biz rahatız.

Başkaları korksun başkaları. Biz rahatız.

Değerli arkadaşlarım bakın,

Evet ülkemiz zor bir dönemden geçiyor, sorunlar büyük, sıkıntılar daha da büyüyor, ama siz bu ülkeye güvenin.

Bu ülkenin gençlerine güvenin.

Türkiye 84 milyon nüfusuyla Avrupa’nın en büyük ülkesi.

Kilometre kare olarak bakın Avrupa’nın en büyük topraklarına sahibiz.

Avrupa’nın en geniş tarım arazilerine sahibiz.

Üstelik en büyük nüfus bizde yani. Bu nüfusun yaş ortalaması da Avrupa’nın en düşüğü. En genç nüfusta bizde.

Türkiye’nin en iyi başarıları yakalayamaması için hiçbir sebep yok.

Sadece ve sadece ülkemiz kötü yönetiliyor arkadaşlar kötü.

Bu ülke düzgün yönetildiğinde ayağa kalkacaktır.

Bu ülke düzgün yönetildiğinde hızla koşmaya başlayacaktır.

Ve bu ülke düzgün yönetildiğinde kanatlanıp uçacaktır.

Bunu hep beraber başaracağız, gerçekleştireceğiz inşallah.

Bu bizim işimiz.

Ve o güçlü Türkiye, güçlü ekonomi, herkesin yüzünü güldürecek.

Bakın İskenderun’dayız çok önemli bir şehir.

Liman kenti. Denizciliğin, tarımın önemli olduğu bir şehir, lojistiğin önemli olduğu bir şehir, sanayinin önemli olduğu bir şehir.

Fakat devlet İskenderun’a yeterince önem vermiyor.

Lojistik konusunda şu anda devlet İskenderun’un arkasında durmuyor.

Çok uzayan bir tünel projemiz var biliyorsunuz. Yıllardır proje safhasında.

İnşallah açıldığında ne olacak?

Bütün Güneydoğu’nun Akdeniz’e çıkış noktası burası olacak, İskenderun olacak.

Yüzlerce kilometrelik yoldan tasarruf olacak.

Bunların hepsini başaracağız.

Tarımıyla, sanayisiyle, ticaretiyle her alanda ülkemizi ayağa kaldıracağız.

Bu bizim işimiz ve biz çözeriz.

Evet bunlar ülkenin ekonomisini perişan ettiler. Mahvettiler.

Ama 2 tane büyük krizden bu ülkeyi çıkaran kadro evelallah bu krizden de çıkartacaktır. Hiç endişeniz olmasın.

Bunu biz yapacağız.

Enflasyonu tek haneye düşürmek yine bize nasip olacak.

Bakın 6 ayda seçimden sonraki 6 ayda hemen bir nefes alacağız.

Bu kriz iklimi şöyle bir uzaklaşacak ülkemizden.

Enflasyonu düşük, tek haneli seviyelere indireceğiz.

Nasıl 34 yıldır 2 haneli 3 haneli enflasyonu 2004’te tek haneye indirdiysek yine yapacağız, yine biz başaracağız.

Daha önce yaptık, yine yapacağız.

Çok daha iyisini çok daha ilerisini inşallah yapacağız.

Kararlı adımlarla biz emaneti hep beraber teslim almaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şu anda ki kriz kendi sık kullandıkları ve ayağa düşürdükleri tabirle söylüyorum, milli ve yerli bir kriz.

Beştepe’de yapılmış, el yapımı, ev yapımı, bir kriz başka bir şey değil.

Bu krizi çözmek kolay, bizim işimiz.

Ama ekonomik kriz sadece ekonomiyle düzelmiyor.

Demokrasiyi sağlamlaştırmanız gerekiyor.

Hukuku sağlamlaştırmanız gerekiyor.

Temel hak ve özgürlükleri ilerletmeniz gerekiyor.

Önce o zemini kuvvetlendirip, kuvvetli zemin temel üzerine bir ekonomi inşa etmeniz gerekiyor.

Bunun için biz ne diyoruz?

Demokrasi diyoruz.

Atılım diyoruz.

Yani temele demokrasiyi koyuyoruz, sağlam demokrasi zemininde bir atılımdan bahsediyoruz.

Onu için demokrasi diyoruz.

Onun için atılım diyoruz.

Onun için derhal diyoruz.

Onun için bugün diyoruz.

Hazır mıyız?

Gençler hazır mıyız?

Demokrasi.

Atılım.

Derhal.

Bugün.

Demokrasi.

Atılım.

Derhal.

Bugün.

Son defa,

Demokrasi.

Atılım.

Derhal.

Bugün.

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

İskenderun kongremizin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Sağ olun, var olun.

2 Haziran 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planı Lansman Konuşması

Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planı

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Sivil toplumumuzun çok değerli temsilcileri,

Saygıdeğer hocalarımız,

Değerli gençler,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyor, Yaşanabilir bir Türkiye için, Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planımızı açıklayacağımız bu etkinliğimize hoş geldiniz diyorum.

***

Eylem planımızı, gerçekten böyle yemyeşil ormanlarıyla, gölleriyle, eşsiz doğasıyla bu güzel ilimizde Bolu’da, Bolu’nun bu şirin köyünde açıklıyor olmak gerçekten bizler için de ayrı bir mutluluk.

Ben bu organizasyonun gerçekleştirilmesinde, emeği geçen tüm arkadaşlarıma özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Ve bugün açıklayacağımız eylem planımızın da ülkemiz için ve gezegenimiz için hayırlı olmasını diliyorum.

***

Değerli arkadaşlar,

Bizim bu Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planımız, bugüne kadar açıkladığımız 9. Eylem planı oluyor.

Bildiğiniz gibi; biz seçimlerden sonra ne yapılması gerektiğini hangi adımların atılması gerektiğini bütün detaylarıyla çalışıyoruz.

Çünkü şunu biliyoruz ki önümüzdeki seçimlerden sonra ülkenin tek bir dakika dahi vakit kaybetmeye tahammülü yok.

Yapacağımız her şeyi bütün detaylarıyla ortaya koyuyoruz. Ve hepsini mutlaka bir takvime bağlıyoruz.

Her bir eylemin de mutlaka bütçesini hesap ediyoruz.

Yani yapamayacağımız, yerine getiremeyeceğimiz hiçbir sözü herhangi bir taahhüttü de vermiyoruz.

Bunlar çok önemli. Çünkü yazılı bir şekilde ortaya koyduğumuz her sözün mutlaka yerine getirilmesi lazım.

Günü geldiğinde yüzümüzün yere bakmaması lazım.

Biz, Türkiye’de çözülmemiş tek bir sorun bile bırakmamak için ekip olarak kadro olarak yola çıktık.

İşte bugün de çok önemli yaşamsal bir konuyu ele alıyoruz.

Ve bu yaşamsal konulardaki çözüm önerilerimizi sizlerle paylaşıyoruz, bunun için buradayız.

Bunu yapıyoruz çünkü bizim yeşil çizgilerimiz var.

Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planımızda yeşil çizgilerimizin hatlarını belirgin bir biçimde ortaya koyuyoruz.

Eylem planımız; çağımızın en büyük küresel krizine, yani “iklim krizine” karşı ülkemize aslında bir yön kazandırma çabası.

Bu konuda Türkiye’nin yapması gereken çok şey var.

Bu hepimiz için bir yaşam ve gezegen savunması aynı zamanda.

Gezegenimizi korumayı, insanlığa ve tabiata karşı sorumluluğumuzun çok önemli bir gereği olarak görüyoruz.

Ülkemizde yeşil dönüşüme öncülük yapmayı, yurttaşlık sorumluluğumuzun da önemli bir gereği olarak değerlendiriyoruz.

Daha önce de sıkça vurguladığım ve parti programımızda açıkça yazdığımız gibi önemli bir hususu tekrar sizlerle paylaşmak hatırlatmak istiyorum.

Biz, doğa hakları ve çevre konusunu “nesiller arası adalet” ilkesini esas alan bir yaklaşımla yola çıktık.

Yani mesele çevreyse mesele iklim değişikliğiyse, nesiller arası adalet bizim en önemli kavramımız.

Bizden sonraki nesillerin haklarını korumak zorunda olduğumuzu biliyoruz.

Yani biz, bugünkü nesil olarak har vurup harman savuralım, günümüze bakalım, çevremizi kirletelim, bu dünyanın iklimini bozalım, bundan sonrasını gelecek nesiller düşünsün demiyoruz.

Bugünden tedbir alıp, bugünden fedakârlıklar yapıp, bugünden bir ödünleşme hesabı yapıp. Fedakârlıkla gelecek nesillerin daha yaşanabilir bir dünyada yaşaması için çaba gösteriyoruz.

Nesiller arası adalet dediğimiz kavram bu.

Bu toprakların bizden sonraki sakinlerine, yaşanabilir bir Türkiye ve yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyoruz.

Öncelikle şunu ortaya koymamız lazım:

Kirliliğin, küresel iklim değişikliğine yol açtığı bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Küresel iklim değişikliğinin en önemli sebebi; kirlilik.

İşte bunun içindir ki, kirlilikle mücadeleyi yapılacak işlerin başına koyuyoruz.

Küresel ısınma, iklim değişikliği arkadaşlar bir gerçek.

Bu bilimsel bir veri. Bunu inkâr etmeye çalışan siyasetçiler çıkıyor dünyada.

Böyle bir şey yok diyorlar. Bak işte bu senede kar yağdı diyorlar. Hangi iklim değişikliğinden bahsediyorsunuz diyorlar.

Bu bir gerçek. Ve iklim değişikliği özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada bizim içinde bulunduğumuz kuşakta, çok riskli sonuçları beraberinde getiriyor.

Maalesef ülkemiz, küresel ısınmadan en çok etkilenecek bölgelerden birisinde yer alıyor.

Bunun için bu işi çok ciddiye almamız gerekiyor.

Bizim bu konuyla ilgili yapacağımız en önemli konulardan bir tanesi işte bu kirlilikle mücadele.

Ayrıca, temiz bir çevrede, sağlıklı bir hayat sürmenin önemli bir insan hakkı olduğunu savunuyoruz.

Yani kirlilik sadece bu küresel ısınmayla, iklim değişikliğiyle alakalı bir konu değil. Hepimizin su, hava gibi yaşamsal ihtiyaçları konusunda, hepimizin ihtiyacı olan bir konu.

İnsanların temiz suya, temiz havaya erişimini yaşam meselesi olarak görüyoruz biz.

Bu kapsamda yapacağımız çok iş var.

Örneğin, DEVA Partisi iktidarında, tüm Türkiye’de musluk suyunu içilebilir hale getirmek için çalışacağız. Bunu önemli bir hedef olarak önümüze koyduk. Bu önemli bir konu.

Orta ve büyük ölçekli üretim tesislerinde emisyon ve deşarj verilerini sürekli bir şekilde ölçmek gerekiyor. Devamlı. Gerekirse hassas ölçüm cihazlarını koyup online bir şekilde takip etmemiz gerekiyor. Bu tesislerin suya, havaya ve toprağa bıraktıkları kirleticileri de sürekli izlememiz gerekiyor.

Baca ve deşarj noktalarında kontrol sağlayarak, bu ölçümleri sürekli ve mecburi halde tutmamız gerekiyor.

Ayrıca, kaynağında ayrıştırmayı teşvik ederek, insan sağlığına ve doğaya risk teşkil edebilecek plastik atıkların ithalatını da bir takvim doğrultusunda kaldırmamız gerekiyor.

Tek kullanımlık plastikleri kademeli olarak hayatımızdan çıkartmamız gerekiyor.

Plastik su şişelerinin kullanımını azaltabilmek için de şehirlerde insanların yoğun olduğu bölgelerde mutlaka kamusal alanlarda içme suyu çeşmeleri oluşturmamız ve yaygınlaştırmamız gerekiyor.

Ben tek tek saymayacağım. Daha çok madde var.

Biraz sonra Genel Başkan Yardımcımız Evrim Hanım, size bütün bu detayları anlatacak sizinle paylaşacak.

***

Değerli arkadaşlar,

Bunları yapacağız. Bir yandan da bazı alışkanlıkların değişmesinin de vaktinin geldiğini görüyoruz.

Bildiğiniz gibi, Avrupa’nın Yeşil Mutabakatı konuştuğu ve uygulamaya başladığı bir döneme giriyoruz.

Enerji, ulaşım, sanayi, tarım ve diğer pek çok alanda sektör bazlı yenilikler dünyanın şu anda gündeminde.

Bizim eylem planımız da bu küresel yeniliğe uyum sağlayacak bir Türkiye hedefimizi de yansıtacak bir eylem planı.

Bu kapsamda;

Üretim süreçlerinde yapacağımız yeşil yeniliklerle beraber, ülkemizi sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaştıracağız.

2030 hedefleri biliyorsunuz, Birleşmiş Milletlerin önemli hedefleridir. Bütün dünya içindir. Ve buna ulaşmak için hep beraber çalışacağız.

Bu 2030 hedeflerinin oluşturulmasında benim de mütevazı bir katkım oldu.

2015 yılında bu hedefler belirlendi biliyorsunuz.

Bu hedefler 2015 yılında belirlenmeden önce uluslararası bir komisyon kuruldu. Bir üst düzey panel oluşturuldu. Birleşmiş milletler genel sekreterinin daveti üzerine.

Yaklaşık 20 kişilik bir panel. Bende oradaydım ve o 20 kişi olarak 2030 hedefleri için yoğun bir çalışma ortaya koyduk. 1 yıldan fazla bir emek harcadık. Ve o çalışmamız 2030 hedeflerinin zeminini oluşturdu.

İşte biz Türkiye olarak da bu küresel iklim değişikliğine karşı, uluslararası çapta öncü adımlar atan büyük ekonomiler arasında yerimizi almak zorundayız.

Bu bizim küresel bir sorumluluğumuz aynı zamanda.

Öncelikle, Paris İklim Anlaşması doğrultusunda 2050 yılı için net sıfır emisyon hedefini kendimize koyuyoruz. Hayırlı olsun ülkemiz için.

Bunun için çok kapsamlı bir çalışma gerekiyor. Bu iddialı bir hedef. Sektör sektör çalışmamız gerekiyor. Çok iyi hazırlanmamız gerekiyor.

Ve bunun detaylı planlamasıyla beraber Türkiye’nin Kömürden çıkışının da 2050 yılı “Net sıfır” hedefine uygun bir şekilde planlanması gerekiyor.

Net sıfır emisyon hedefimiz ile, kahverengi ekonomiden yeşil ekonomiye geçiş politikamızda, “insana yakışır iş” prensibimizle de uyumlu olarak, “yeşil istihdam” alanları sağlayacağız.

Yeni meslekler oluşuyor, yeni çalışma sahaları oluşuyor burada.

DEVA Partisi iktidarında, “rüzgâr paneli ve güneş paneli teknisyeni gibi, enerji verimliliği uzmanlığı gibi, yeşil girişimcilik” gibi artık yeni meslekler ve çalışma sahaları oluşarak bunlar gelişecek ilerleyecek.

Avrupa Yeşil Mutabakatını uygulamak için “Yeşil Ekonomiye Geçiş Programı”nı hazırlayıp, yürürlüğe koyacağız.

Çok detaylı teknik çalışmalar gerekiyor, gerçekçi yapılabilir çalışmalar gerekiyor burada.

Temiz enerji alanında bir piyasa oluşturmak önceliğimiz olacak.

Yenilenebilir enerji alanında da doğrudan yatırım yapan şirketlere verilen desteklerin mutlaka güçlü bir şekilde devamı gerekecek.

***

Bu arada, söz enerjiden açılmışken şunu da söylemek istiyorum.

Hani hükümet “enerji tasarrufu edeceğiz” diye saatleri değiştirdi ya, hani Türkiye şu anda yaz saati uyguluyor biliyorsunuz.

İşte çocuklar gerçekten sabah karanlıkta okula gitmek zorunda kalıyor.

Akşam elektrikleri yakmayalım diye, sabah elektrikleri yakar hale getirdiler koskoca ülkede.

Ve üstüne birde elektriğe zam geldi ve bu attıkları adım da hiçbir işe yaramadı.

El attıkları bu konuyu da zincirleme iş bilmezlik serisiyle bir bakıma tamamlamış oldular.

İşte biz bu kalıcı yaz saati uygulamasını kaldıracağız.

Birilerinin aklına estiği için yapılan bu saçma sapan deneylerden de ülkemizi hep beraber kurtaracağız.

Çocuklarımızı karanlıkta okula göndermeyeceğiz.

***

Değerli arkadaşlar,

Yapacağımız yeniliklerden bir tanesi de iklim teknolojilerini teşvik etmek olacak.

Karbon yakalama, kullanma, depolama gibi; enerji depolama gibi bu alanlara iklim teknolojilerine yatırım yapan ve bu teknolojileri kullanan şirketlere de teşvik vereceğiz.

İklim krizi ile mücadelede “karbon fiyatlaması” sistemini kuracağız.

Avrupa Birliği’ne karbon sınır vergisi ödemek yerine, karbon salımı için yapılan vergi ödemelerini ülkemiz içinde kalmasını da bu şekilde sağlayacağız.

Kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılan araçların elektrikli araçlara dönüştürülmesini hedefleyeceğiz.

Yeni araç alımlarında derhal artık, yeni araçsa elektrikli araç olacak.

Ve 5 yıl içinde de bu elektrikli araca kamu kullanımında dönüşümünü hedefleyeceğiz ve bunu için gayret edeceğiz.

***

Değerli arkadaşlar,

Biz, yeşil dönüşüme öncülük etmenin bir zihniyet meselesi olduğuna inanıyoruz.

Bu nedenle, çevre ve iklim bilincini devlet politikası haline getirmek zorundayız. Hem idari hem de hukuki yenilikler getireceğiz.

Örneğin, mega projeleri bölgede oturan vatandaşımıza mutlaka soracağız.

Hem çevre diyeceğiz hem de yerel bazda demokrasi diyeceğiz.

Bir işi yaparken, o işin yapıldığı mahalleye şöyle bir soracağız görüşlerini alacağız siz ne diyorsunuz diyeceğiz.

Çünkü büyük projelerden en çok etkilenen o mahallede yaşayan insanlar oluyor.

Asla tepeden inmeci olmayacağız.

Mevzuat düzenlemelerinde de yeşil yeniliklere gideceğiz. Örneğin;

İklim Kanunu çıkartacağız.

İklim değişikliğiyle ilgili atılacak adımları yasal güvenceye kavuşturacağız.

“Çevre Mahkemeleri" kuracağız.

Mahkemeler hem bugünün hem de bizden sonraki nesillerin sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına alacak bir yaklaşımla çalışacak.

Çevreyle ilgili ihtilaflar, alanında uzmanlaşan Çevre Mahkemelerinde çözülecek.

Ayrıca “Çevresel Etki Değerlendirme" raporlarının hazırlanma sürecinin iyileştirilmesini ve bu rapora göre verilen taahhütlerin denetlenmesini sağlam esaslara bağlayacağız.

Böylece göstermelik ÇED raporlarına dayanan işlere de son vereceğiz.

Mış gibi hazırlanan raporlarla şehirlerimizin katledilmesine müsaade etmeyeceğiz.

***

Değerli arkadaşlar,

Bu 2030 hedefleri sürdürülebilir kalkınma hedefleri gerçekten dünya için önemli hedefler.

17 ayrı hedef var orada;

Küresel ısınmayla, iklim değişikliğiyle ilgili hedeflerde var, eğitimle ilgili hedefler var, kadın haklarıyla ilgili hedeflerde var. Çok sayıda hedef var.

Fakat bu hedeflere ulaşmak için şu anda dünyada ayrılan kaynaklar yeterli değil.

Özellikle bugüne kadar dünyayı çok kirletmiş olan stok kirleticilerin bu konuda büyük kaynak ayırması gerekiyor.

Ellerindeki finansal imkanların en geniş olduğu ülkelerde yine o ülkeler.

Çünkü bir bakıma ekonomik büyümelerini çevreyi batırma şeklinde, ekonomik büyümeleri karbon salınımı şeklinde. Ekonomik büyümelerini dünyayı daha çok kirletme şeklinde bu ülkeler şu andaki ekonomik güçlerine ulaşmış durumdalar.

Biz onlara diyoruz ki;

Eğer şu anda dünyada küresel ısınma varsa, iklim değişikliği krizi varsa bunun en önemli sebebi bugüne kadar dünyayı en çok kirleten ülkelerdir.

Dolayısıyla önce o ülkelerin şöyle pamuk ellerini ceplerine sokmaları gerekiyor, kaynak ayırmaları gerekiyor.

Biz görevimizi yaparız, üzerimize düşeni yaparız. Ama bu iklim değişikliğinin de sorumluluğunu en büyük olan ülkelerinde en büyük gayreti ortaya koymalarını da bekleriz.

İşte bunun içinde özel çalışmalar gerekiyor, işte bizim görevlendireceğimiz bu Türkiye’nin iklim elçisi bu diplomasiyi yapacak. O ülkelere gidip baskı yapacak.

Uluslararası toplantılarda diyecek ki; siz ne yapıyorsunuz? Biz payımıza düşeni yaparız ama önce siz bir adım atın bakalım.

Aksi halde gerçekten büyük bir adaletsizlik burada söz konusu.

Ve 2030 hedefleri konuldu bakın. Ne zaman konuldu? 2015’te. Geldik 2022 yılına yani 15 yıllık sürenin 7 yılını geçtik. Geride kaldı 8 yıl.

Ve bugüne kadar ayrılan kaynaklarla 2030 hedeflerine ulaşılması sadece bir hayal.

Daha çok kaynak ayırmak gerekiyor.

Dediler ki peki bu parayı nereden bulacağız?

G20 bize bir görev verdi.

G20 dedi ki 16 kişilik bir heyete; siz bunu bir çalışın siz bu işi bilen insanlarsınız. Çalışın ve bu kaynağın nereden nasıl bulunacağı ile ilgili bize bir rapor hazırlayın.

Bizde kolları sıvadık 1 buçuk yıl sürdü. 8 ayrı ülkede toplantı yaptık. Benimde içinde bulunduğum 16 kişilik heyet, o 100 sayfalık raporda kaynakların nereden nasıl bulunacağı ile ilgili bütün detayları ortaya koyduk.

Heyette kim var?

Dünya’nın en büyük bankasının başkanı var.

Heyette kim var?

Çin’in bir önceki merkez bankası başkanı var. Avrupa merkez bankasının bir önceki başkanı var.

Merkez bankacılarının şu anda kullandığı bir taylor kuralı vardır enflasyon yönetimiyle ilgili. O taylor kuralına adı veren insan var.

Bunlar hep daha önceden tanıdığımız insanlar. Oturduk, çalıştık ve G20’ ye raporu sunduk ama adım atılması gerekiyor.

O bizim önerilerimizin uygulamaya geçirilmesi gerekiyor.

Bunun için de diplomasi gerekiyor diplomasi.

Şu andaki hükümetin maalesef bunlarla alakası yok. Tamamen içine kapanmış, tamamen kendi derdine düşmüş bir hükümet var şu anda Türkiye’de.

Onun için bu işler olmuyor.

Onun için ilerleyemiyoruz.

Onun için dünyada ki büyük gündem maddesi ne var ne yoksa hepsini biz ıskalıyoruz Türkiye olarak.

İşte dünyayı bilen, işini bilen, her konuda dürüst ve ehil insanlardan oluşan Türkiye’de kadrolara ihtiyaç var.

Biz zaten DEVA Partisini bunun için kurduk, bunun için yola çıktık.

Çünkü hangi alan olursa olsun dürüst ve ehil kadrolar işin başında olmayınca, işin içinde olmayınca, mümkün değil olmuyor.

Hem işini iyi bilecek hem de dosdoğru olacak.

Bizim bugün sizlerle paylaştığımız eylem planımız, şurada bir örneği var değil mi?

Çevre ve iklim değişikliği eylem planı 09 nolu eylem planımız.

Bu çok taze bu pilot baskı, daha çok miktarda basılacak bütün Türkiye’ye bunu dağıtacağız inşallah.

Bunun hazırlanmasında çok büyük emek var.

Tabi biraz sonra sahneye kendisini davet edeceğim Genel Başkan yardımcımız Sayın Evrim RIZVANOĞLU’nun ve yakın çalışma arkadaşlarının çok büyük emeği var.

Ama aynı zamanda dışardan katkı veren, çok insan var.

Bizim bu çevre ve eylem planımızı hazırlayan, doğa hakları ve çevre birimimizde çalışan arkadaşlarımız gerçekten alanlarında çok iyi çok uzman arkadaşlar. Onlarla biraz sonra hep tanışacaksınız, bir kısmıyla biraz önce tanıştınız o ara sunuşlarda.

Gerçekten dünyada bu işi çok iyi bilen ve kendi vatandaşımız olan ve dünyaya da katkıda bulunacak nitelikte bir ekip yapıyor bu çalışmaları.

Gerçekten gurur duyduğumuz bir ekip bu çalışmayı ortaya koydu ve ben burada sizlerin huzurunuzda doğa hakları ve çevre politikaları başkanlığımıza ve o başkanlıkta katkı veren destek veren bütün arkadaşlarımıza teşekkür etmek istiyorum.

Sözlerimi Küçük bir parantezle bitirmek istiyorum.

Biz kendi ailemizde de pek çok konuda çevresel duyarlılığa dikkat etmek istiyoruz, dikkat etmeye de gayret gösteriyoruz.

Mesela bizim evde çöpler mutlaka ayrıştırılır.

Cinsine göre ayrı ayrı düzenlenir, işte mahallemizdeki o ayrıştırılan kutulara atılır.

Bir seferlik kullanılan plastiklerin tüketimini oldukça azalttık.

Aydınlatmada mutlaka tasarruflu ampul kullanıyoruz.

Isıtma sisteminin bakımını her sene muntazam yaptırıyoruz verimlilik açısından.

Ve ben ilk defa bu yıl geri dönüşümlü iplikten üretilen bir takım elbise aldım kendime. Baktım öyle iplikler üretilmiş. Baya da güzel öyle şey gibi değil, geri dönüşümlü böyle hani poşetler oluyor, kağıtlar oluyor geri dönüşümlü olduğu belli oluyor, bunda hiç belli olmuyor. Kaç kere giydim mesela dönüp te ya o ne giymiş diyen olmadı. İyi yani. Yeter ki niyeti sağlam tutun iyi oluyor sonuç.

Mesela Çevreye nispeten daha az zarar verdiği için, şehir içi ulaşımda bir hybrid araç kullanmaya gayret ediyorum. Şehir içi ulaşımda.

Yarı elektrikli araç kullanan herhâlde tek siyasi parti genel başkanı sanırım benim Türkiye’de. Umarım çoğalır.

Ve ayrıca elektrikli araç şarj istasyonlarının da Türkiye genelinde arttırılması çok önemli ki tam elektrikli araçların kullanımı yaygınlaşması için bu önemli.

Ben bundan 8-9 sene önce New Jersey de elektrikli araçlar ilk yaygınlaşmaya başladığında bir tane kullandım, test ettim. Şehir içi şehir dışı o gün dedim ki tamam otomobil piyasasının geleceği artık bu elektrikli araçlar.

Tabi düzenlemeler var, bu büyük şirketlerin ataleti var. Yani zor değişiyorlar zor dönüşüyorlar. Şirket büyüdükçe dönüşümleri de zorlaşıyor.

Ama sonuçta hükümetler düzenleme yapmaya başlayınca artık elektrikli araç dünyada çoğalmaya başladı. Çünkü hedefler gösteriyorlar. Diyorlar ki şu tarihte artık biz elektrikli araç haricinde bir araca izin vermeyeceğiz, dolayısıyla sanayi, üreticiler buna göre kendini bugünden adapte etsin diyorlar ve bu biraz düzenleme zoruyla oluyor.

Elektrikli araçlarda piyasanın kendi dinamiklerinde bu oluşmadı. Devletlerin bu konuya müdahalesi gerekti. Bundan sonra yaygınlaşmaya başladı.

Mesela büyük firmalar elektrikli araç üretenlere diyorlardı ki; bunlar start-up bunlar girişimci küçük şirketler.

Ama onlar büyüdü büyüdü, devletlerde düzenlemeyi yapınca mecbur şimdi hepsi apar topar elektrikli araç üretmeye başladılar. Şimdi her markanın elektrikli aracını görüyorsunuz.

İşte bu sanayinin dönüşümü alışkanlıkların dönüşümü kolay olmuyor.

Devletlerin çok önemli görevi, vazifesi var.

Düzenleme en önemli kamusal güç, düzenlemeyi akıllıca yaptığımızda doğru yaptığınızda hem ekonomiyi şekillendirebiliyorsunuz hem dünyayı daha yaşanabilir bir dünya haline getirebilmek için de büyük katkınız olabiliyor.

Evet, ben artık sözümü daha fazla uzatmayım.

Canavar gibi takım. İşte böyle işi iyi bilen dünyayı bilen hem Türkiye için hem dünya için kaygılanan, gelecek nesiller için kaygılanan dosdoğru çalışan bir ekibimiz var.

Ben huzurunuzda hepsine tek tek teşekkür ediyorum.

Bu canavar gibi ekibin önünden duracak hiçbir şey yok. Bu ekip bütün meseleleri çözer.

Bu ekibi gönderelim dünyanın bir x ülkesine oradaki sorunları çözüp gelecek kadar kuvvetli bir ekip bu.

Türkiye’deki sorunlar bu ekip için hafif yani.

Daha büyüğünü de çözerler daha iyisini de

Hepinize tek tek teşekkür ediyor teşekkür ediyorum. Ben sözü evrim hanıma veriyorum. Eylem planlarımızla ilgili biraz daha detay verecek.

28 Mayıs 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Başakşehir İlçe Kongresi Konuşması


Başakşehir İlçe Kongresi

 

Değerli yol arkadaşlarım,

Değerli Genel merkez kurul üyelerimiz,

Değerli İstanbul il başkanımız, Değerli Başakşehir ilçe başkanımız,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın saygıdeğer temsilcileri,

Kıymetli muhtarlarımız,

Teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Başakşehirli gönüldaşlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Başakşehir ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçen hafta partimizin ilk mitingini Gaziantep’te gerçekleştirdik.

Daha ilk mitingimizde, önümüze engeller koymaya çalıştılar. Evelallah aşmasını bildik.

Zorluklar, zahmetler çıkarmaya çalıştılar. Vatandaşlarımıza yokuş yaptılar. Evelallah her birinin üstesinden geldik.

Engellemelere rağmen, on binlerce vatandaşımızla tüm Türkiye’ye güçlü bir mesaj verdik.

Arkadaşlar,

Gaziantep mitingimizden önce yaşadıklarımız, ülkemizin düştüğü hazin durumun bir tablosudur.

Bu devlet, bu ülke hepimizin. Ama, devletin imkanlarının, iktidar partisinin emrine sunulmuş olması kabul edilebilir bir durum değildir.

Devlet herkese eşit yakınlıkta olmak zorundadır.

Devlet bütün vatandaşlara, bütün siyasi partilere adil bir şekilde eşit bir şekilde iman sunmalıdır.

Yerel yönetimler bunu yapmak zorundadır.

İktidar partisinden değilsen eylemin yasaklanıyor.

İktidar partisinden değilsen sosyal yardım alman engelleniyor.

İktidar partisinden değilsen kamuda işe girmen hemen hemen imkânsız.

İktidar partisinden değilsen pankart asmana, reklam yapmana müsaade edilmiyor.

İktidar partisinden değilsen mitingin engelleniyor.

Bu adalet değil arkadaşlar değil.

Oysa bir devletin yegâne varlık sebebi “adalet”tir.

İktidar partisi, devletin bütün araçlarını bizleri engellemek için kullanıyor.

Devletin bütün imkânlarından da kendi çıkarı yönünde kullanıyor, istifade ediyor.

Ama bu millet de olan biten her şeyi izliyor.

İşte ne oldu Gaziantep’te? Ne oldu?

Gaziantepli kardeşlerimiz bu milletin gücünü bir kez daha gösterdi o meydanda. Bir kez daha...

Gaziantep; adaletsizliğe, haksızlığa, hukuksuzluğa dur dedi.

Gaziantep yanlışı düzeltti. Hem de yanlışı bir başka yanlışla değil yanlışı hukuk içinde kalarak düzeltti.

Emin olun bu adaletsizlik çok uzun sürmeyecek.

DEVA Partisi’ni engelleme çabalarının hiçbirisi sonuç vermeyecek.

Adalet isteyenler mutlaka galip gelecek mutlaka.

İnşallah seçim günü geldiğinde, o günün akşamında sonuçlar açıklandığında da tüm Türkiye gerçeği görecek.

Hep beraber.

Seçim akşamı geldiğinde arkadaşlar hani televizyonda Türkiye haritası yayınlanıyor ya o haritanın hep beraber maviye DEVA logolarıyla boyandığını göreceğiz.

Değerli arkadaşlar bakın bugün Başakşehirdeyiz değil mi? Büyük bir ilçedeyiz.

Bu ilçedeki toplantı salonlarını Nesrin Hanım ilçe başkanımız tek tek araştırmış, bakmış.

Başakşehir Belediyesinin bundan daha büyük bir toplantı salonu varmış. Bizim İstanbul’da kongresini yaptığımız ilk kadın ilçe başkanımız.

Ve belediye yok demiş, vermeyiz demiş ve bu salonu bulmuşlar.

Onun için bu kadar arkadaşımız ayakta bekliyor. Normalde Başakşehir’in hakkı çok daha büyük bir salon ve daha farklı bir mekânda kongre.

Bulduğumuz bu salonda biz kongremizi gerçekleştiriyoruz.

Ne yaparlarsa yapsın vazgeçmeyeceğiz. Vazgeçmeyeceğiz.

Şimdi bakıyorum bizim ilçe başkanlarımız ayakta, yönetim kurulu üyelerimiz ayakta tabi ki misafirler öncelikli ama madem ayakta bekliyor ilçe başkanlarımız ben onları şöyle bir sahneye davet edeyim hiç olmazsa burada beklesinler, burada ayakta dursunlar.

İl başkanımızı da alalım. Nesrin Hanım, Başakşehir ilçe başkanımız sizde buyurun.

Ayakta olanların sahneye davet edilmesi..

Biz DEVA Parti’sine salon vermezsek onlar kongresini yapmayacak, yapamayacak. Rüyanızda görürsünüz rüyanızda.

Hiçbir yer vermeseler gideriz bir park alanında şöyle toplanırız, binleri on binleri toplarız kongremizi yaparız evelallah yaparız.

Hiç endişeniz olmasın dik duracağız dik. Bizim alnımız açık başımız dik.

Hamdolsun veremeyeceğimiz hiçbir hesap yok.

O iktidar koltuklarının sandalyelerini bırakmamakta ısrar edenler düşünsün.

Onlar düşünsün bizim vermeyeceğimiz bir hesabımız yok. Onun için bu yola çıktık.

Değerli arkadaşlarım,

Seçimler yakın. Seçimler bu yılın ekiminde kasımında olsa da yakın gelecek yılın nisanında mayısında haziranda olsa da yakın.

Ama seçim yakın.
Evet, seçimleri kazanmak çok önemli. Ve kazanacağız inşallah.

Fakat bizim derdimiz sadece seçimi kazanmak değil.

Dünyada çok örnekleri var. Seçimi kazanıyorlar ama seçimden sonra çuvallıyorlar.

Çünkü yeterince hazırlanmıyorlar.

İşte biz hem seçime hazırlanıyoruz hem de seçimden sonrasına hazırlanıyoruz.

Asıl işimiz seçimden sonra başlayacak.

Direksiyona geçip, Türkiye’yi hızla zenginliğe, özgürlüğe ve adalete hep beraber kavuşturacağız inşallah. Bunu hep beraber yapacağız.

İşte o damlalar birikiyor sel oluyor arkadaşlar sel oluyor. Gaziantep’te sel oldu bugün burada Başakşehir’de sel oldu oluyor inşallah.

Biz, DEVA Partisi kadroları olarak işte bu biriken sel olan damlalarla barajları yıkacağız barajları.

Hani bizim önümüzde barajlar çıkartmaya çalışıyorlar ya hepsini yıkacağız hepsini.

Değerli arkadaşlar biz öyle bir ekibiz ki kriz çözmeyi de ülke yönetmeyi de çok iyi bilen bir ekibiz.

Türkiye’nin her alanda, altın çağını yaşadığı günlerde işin içinde olan başında olan güçlü bir ekibiz.

Demokrasimizi güçlendiren ekip biziz.

Biz demokrasiyi güçlendirdik. Dürüst ve ehil kadrolar ayrılınca ne oldu? Demokrasiyi hasta ettiler.

Demokrasiyi yok etmeye çalışıyorlar.

Ülkede yaşayan herkesin yaşam standartlarını ve satın alma gücünü yükselten ekip biziz.

Dürüst ve ehil kadrolar ayrılınca ne oldu? Ülkeyi, koskoca ülkeyi yoksulluğa, fakirliğe, işsizliğe mahkûm ettiler.

Biz, insanların yarınlarına güvenle ve umutla bakmasını sağlayan bir ekibiz.

Biz, Avrupa’da İstanbul Sözleşmesi’nin öncüsü olan Türkiye’nin altın çağlarında işin başında olan ekibiz.

Biz bu ülkede, Avrupa Birliği sürecinde, hukuk, adalet, insan hakları, özgürlükler ve demokrasi konusunda sessiz devrimi gerçekleştiren ekibiz.

Kim ne derse desin. Türkiye’nin vaktinde elde ettiği başarılarla biz gurur duyarız, onur duyarız.

Türkiye çok çalışınca başarıyor. Bunu görüyoruz.

Evet Bugünkü Erdoğan-Bahçeli-Perinçek ittifakı tüm demokratik kazanımlarımızı birer birer yok eden bir ekip.

Görüyoruz.

O yüzden bu demokrasiyi hasta eden bu üçlü ittifaka ben onun “otoriter ittifak” diyorum.

Cumhur falan yok. Cumhuru düşündükleri de yok. Adı kalmış bir tek orada adı.

Ülkemizi düşürdükleri bu çoklu kriz ortamına da inanın hepimiz çok üzülüyoruz.

Yazık gerçekten çok yazık.

Ama emin olun; ülkemizi içinde olduğu bu kötü durumdan çıkarmak çok hızlı olacak, çok kolay olacak.

Bakın biz bu ülkeyi 2001-2002 ekonomik ve finansal krizinden çıkaran ekibiz. Biz bu ülkeyi 2008-2009 krizinden de çıkaran ekibiz.

Türkiye’de varsa böyle iki tane davasa krizi çözen böyle iki tane büyük krizi çözen bir ekip varsa buyursunlar yapsınlar.

Ama yok, yok.

Konuşmak kolay laf üretmek kolay. Biz iş ürettik iş. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Bizim ayinemiz işimizdir.

Tam da bu nedenle seçimden sonraki ilk 90 ve 360 günde yapacaklarımızı teker teker belirliyoruz. Bunun için eylem planları açıklıyoruz.

Bunu bizden başka yapan da yok.
Her şeyiyle çalışıyoruz, bütün detaylarıyla çalışıyoruz.

Seçimden sonraki hükümetin ilk dakikalarından itibaren neler yapılması gerektiğini açık açık eylem planları olarak toplumumuza taahhüt ediyoruz.

Çünkü biz, çözümün sözcüsüyüz çözümün. Çünkü biz iş üretiyoruz.

Tekrar ediyorum; biz bu seçimleri kazanacağız.

Ama seçimlerden sonra ülkeyi de kazanacağız.

Seçimi kazandıktan sonra ise ülkemizi asla öfkeye teslim etmeyeceğiz.

Türkiye’nin sahipsiz olmadığını dünya aleme göstereceğiz.

Seçimlerden sonra hır gür çıkmayacak, kaos olmayacak.

Uğruna mücadele ettiğimiz ve kazandığımız tüm haklarımızı sonuna kadar koruyacağız.

Kimse endişe etmesin bundan.

Kazanılmış tüm haklarımızı evvela hukuki güvenceyle sarıp sarmalayacağız, koruyacağız.

Kimse bu ülkede bir daha kafasına eseni yapamayacak. Yapamayacak.

Bakın arkadaşlar,

Biz öyle bir kadroyuz ki bu ülkede hak nedir, hak mücadelesi nedir, iyi biliriz.

Kadınların 1968 yılından bu yana üniversite kapılarında verdikleri hak mücadelesinin ben şahidim.

Bu mücadelenin hakkın zaferiyle sonuçlanmasından da hem emeği olanlardanım hem de bugün onur duyuyorum.

Evet, gönül isterdi ki bu kadar gecikmeseydi. Keşke o keyfi engellemeler bu kadar uzun sürmeseydi.

Ama, mücadele ettik, başardık.

Hakkın değerini en iyi bilenler, o hakkı kazanmak için mücadele edenlerdir. İşte biz kazanılmış hakkın değerini iyi bilenlerdeniz.

Değerli arkadaşlar,

Hepimiz DEVA kadroları olarak bu ülkenin adaletine can olacağız. Bu ülkenin demokrasisine can olacağız. Bu ülkenin ekonomisine can olacağız.

Kadrolar olarak bunu yapacağız inşallah.

Bakın arkadaşlar altını çizmek istediğim bir husus var. Şu anda yasalara rağmen, hala, ülkemizde etnik, dini, mezhep, cinsiyet gibi nedenlerle yapılan ayrıcalıkları da görüyoruz, biliyorum.

İşte o yüzden, tüm ayrımcılıkları ortadan kaldıracağımız gibi hep beraber amacımıza ulaşacağımızı ve asıl o gün hep beraber mutlu olacağımıza da biliyorum.

Biz, devlet kadrolarındaki tüm ayrımcılıkları da ortadan kaldıracağız inşallah.

Ne dedik? Herkes bunun sıkıntısını çekiyor şu anda.

Kamuda işe alımlarda mülakatı kaldıracağız dedik.

Yahu genç arkadaşımız KPSS’den 80 alıyor 90 alıyor 98 alıyor mülakatta eleniyor. Niy?

Öyle sorular soruyorlar ki... Ya sen bakalım Cumhurbaşkanı hakkında ne düşünüyorsun bir anlayalım. Bir muhalif hislerin var mı yok mu bir çözelim.

Hatta bir muhalefet partisine üyeliğin falan var mı araştıralım.

Mülakat olmuş işine gelmeyenleri eleme aracı.

Biz de ne dedik? Bu işi kökten çözeceğiz dedik. Mülakatı kaldıracağız dedik.

Bunu parti programımıza yazdık.

Devletin tüm kademelerini, her kesimden vatandaşımıza açacağız. Gasp edilmiş hakları iade edeceğiz.

Türkiye’de arkadaşlar artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Gücü ele geçirenin zayıfı ezdiği bir Türkiye’ye asla dönmeyeceğiz asla.

O Rövanş isteyenler var, çivi çiviyi söker diyenler var ya onlar da avucunu yalayacak.

Öyle bir şey yok kusura bakmasın.

Evet Kızgınlığı anlıyoruz, öfkeyi anlıyoruz.

Ancak devletin, her türlü yanlışa, her türlü hukuksuzluğa, her türlü suça karşı, hukuk içinde kalarak mücadele vermesi gerektiğini de en iyi bilenlerdeniz.

Biz, onlarca yıldır devam eden bu nöbetleşe zorbalık devrini, üste çıkanın alttakini ezdiği bu devri de sona erdireceğiz.

Ha bu dönemde suça karışanlar var mı? Var. Hukuka aykırı davrananlar var mı? Var. Ama bunların tamamı bağımsız ve tarafsız yargı önünde gidecekler hesaplarını verecekler.

Ama bu yine hukuk ve adalet içinde olacak. Türkiye’yi asla öfkeye teslim etmeyeceğiz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki;

Kutuplaşmadan, bağırış çağırıştan kimseye hayır gelmez.

Biz işte bu kavgaya, bu kutuplaşmaya DEVA kadroları olarak son vereceğiz.

Türkiye’nin tüm prangalarını sökeceğiz.

21. yüzyılın dünyasına yakışmayan, her seferinde patinaj yaptıran kavgaları tarihin çöplüğüne atacağız.

Kürt meselesini de Alevi meselesini de çözüp inşallah, önümüze bakacağız.

Ve Hepsini değerli arkadaşlar hak ve hukuk temelinde çözeceğiz.

İşte o zaman dünya bizi gerçek gücümüzle konuşacak.

Dünya Türkiye’yi üretimiyle, teknolojisiyle, tarımıyla, ihracatıyla, zenginliğiyle, refahıyla konuşacak.

Tüm Dünya Türkiye’yi, adalette, hukukta, insan haklarında, demokraside gerçekleştirdiği ilerlemeyle anacak.

Dün akşam bir istişare toplantımız vardı. Toplantıya katılanlardan birisi 2011 yılına ait Almanya’da en çok satan dergilerden bir tanesini gösterdi bana. Saklamış.

Dergini kapağında diyor ki, ‘Türkiye turbo ülke ‘diyor ‘turbo’. Yani son vitese atmış hızla kalkınan yükselen ülke diyor.

Bunu gerçekleştirdik yahu. İnanın zor değil. Yeter ki devleti yöneten kadrolar bu ülke aşkıyla çalışsınlar.

Devleti yöneten kadrolar bu ülkenin tümünün çıkarı için çalışsınlar. Kendi çıkarları için değil.

Biz bunu gerçekleştirdik, ülke olarak başardık. Daha iyisini inşallah hep beraber başaracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum:

Bu iktidar, özellikle son dönemde, yaşam tarzı üzerinden ülkede gerginlik çıkarmak için olağanüstü bir çaba göstermeye başladı.

Yine ne yapıyorlar? Kutuplaştırma. Ne yapıyorlar? Vatandaşı birbirine karşı düşürme.

Ülke normalleşmesin diye ülkedeki kutuplaşma sona ermesin diye ellerinden geleni yapıyorlar.

Konserleri yasaklıyorlar. Hatta önce onay verip konserlere sonra iptal ediyorlar. Gençlerin, üniversitelilerin festivallerini engelliyorlar.

Sadece kendilerinin propaganda aracı haline gelmiş TRT’nin vergisini yükseltiyorlar. Bazı tüketim ürünlerindeki vergileri astronomik şekilde artırıyorlar.
Vergi değil, adeta ceza. Olacak şey mi yahu?
Bakın, bütün bunlar hesapsız kitapsız yapılan işler değil.

Çünkü bakıyorlar kendilerine destek hızla azalıyor. Bakıyorlar iktidar partilerinin bugün seçim olsa kazanma şansları yok.

Bunu görüyor.

Bunu gördükleri için en iyi bildiklerini yapıyorlar.

En iyi bildikleri ne?

Düşman üretmek

En iyi bildikleri ne?

Toplumu birbirine düşürmek.

En iyi bildikleri ne?

Kutuplaştırmak.

Yeniden kutuplaştırışsak belki seçimi alırız diye düşünüyorlar.

Siz bu seçimi kazanmayı rüyanızda görecekseniz rüyanızda ...Yapamayacaksınız. Olmayacak.

Siz bu koskoca ülkeyi siz bu 84 milyon ülkeyi birlik beraberlik, barış, kardeşlik içerisinde yaşaması gerektiğini düşündüğümüz bu ülkeyi sırf kutuplaşma için sırf kavga için, kendi emellerinize alet etmeye kalkarsanız bu millet size çıkacak dur diyecek.

Ama işte biz bunlara izin vermeyeceğiz. Bu gerçekleri yüzlerine çarpacağız. Bu oyunlarını gidip millete anlatacağız.

Bu ülkede, insanları yaşam tarzına göre, dinledikleri müziğe göre, konuştukları dile göre ayırmaya çalışan herkesle bütün gücümüzle mücadele edeceğiz.

Gerilime müsaade etmeyeceğiz gerilime. Bakın arkadaşlar,

Bu Erdoğan-Bahçeli-Perinçek ittifakı var ya.
Bunlar iki şeyi çok iyi biliyor.
Birincisi kutuplaştırma. Ki Onu az evvel söyledim.
İkincisi de bunlar kriz çıkartma ustası. Gerçekten Şapka çıkartmak lazım. Durduk yere kriz çıkartmakta çok marifetliler.

Üçü kafa kafaya verdi, başımıza her türlü krizi açtılar açıyorlar.

Adalet krizde mi? krizde. Ekonomi krizde mi? krizde. Dış politika krizde. Eğitim krizde. Tarım krizde. Sağlık krizde.

Bir sağlık kalmıştı aşağı yukarı şöyle hani elle tutulur, baktık; artık o da krizde. Yahu, hepimizin gözü önünde sağlık sistemi çöküyor.

Alınamayan randevuların, konulamayan teşhislerin, yapılamayan ameliyatların, bulunamayan araç gereçlerin, bulunamayan ilaçların, göç eden hekimlerin, temizlenmeyen hastane tuvaletlerinin ülkesi olduk tekrar.

Bunu Türkiye yaşamıştı önce ya.
Ne diyor ben imza atmasaydım, olur muydu? Diyor değil mi?

İşte gelsin şu hastanelerdeki sorunu çözsün. Eğer marifet imzadaysa o tek imzadaysa, elini tutan mı var? At bir imzada şu sağlık sistemini düzelt bakalım.

Yapamaz! Seçim günü geldiğinde arkadaşlar hiç merak etmeyin, o DEVA Partisinin logosunun altına vatandaşlarımız bu evet mührünü tercih mührünü öyle bir basacak ki, Beştepe’nin duvarları titreyecek hiç merak etmeyin.

Bakın, yaşamadığımız Kriz türü kalmadı yahu.

Bu krizlerin ortağı var ya krizlerin ortağı, artık hepiniz öğrendiniz. Kim o krizlerin ortağı? Evet öğrendi herkes, krizlerin ortağı diyoruz biz ona.

Çünkü 2001 ekonomik krizinde de memleketi mahveden hükümetin ortağıydı.

O gençlerimiz belki çok eski dönemleri hatırlamayabilir. 20 sene önce ama, o üçlü koalisyonda bu ülkenin yaşadığı en büyük krizlerden birini o 2001-2002 krizini yaşadığımızda, Bahçeli o koalisyon hükümetine de ortaktı.

Hatırlayın. Bankaları batırdılar, 20 tane banka battı yahu. 20 tane bankanın bütün yükü bu milletin üzerine kaldı. Esnafı borca gömdüler.

Başbakanlık binasının önünde bir esnafımız o yazar kasa fırlattığında, Bahçeli’nin odası o başbakanlık binasının içindeydi, çalışma odası.

Unutulamayacak, biz çünkü sürekli hatırlatacağız bunu.

O dönemde gecelik faizlerin taa yüzde 7500’lere çıktığında Bahçeli o hükümetin ortağıydı, başbakan yardımcısıydı.

Bugün yönetime yine ortak ve ülkede yine kriz var.

Bunlar milleti yine açlığa mahkûm ettiler yahu.

Bir de dün Erdoğan çıktı ne dedi duymuşunuzdur?

Gerçekten ben dinlerken kulaklarıma inanamadım.

Banttan tekrar dinledim bunu kendi mi söyledi diye.

Aç kaldık diyenlere ne diyor? “Vicdansızlık yapma, dürüst ol” diyor.

Aç yatan insana diyor ki “Sen aç değilsin.” Üstüne de hakaret ediyor.

Yahu arkadaş, sen gel de şu üniversite yurtlarında bir kap çorbayla öğün geçiştirmeye çalışan öğrenci kardeşlerimize açlığı bir soruver bakalım.

Bunu yaşattınız öğrencilere.
Hep beraber kadro olarak memleketimize DEVA olacağız arkadaşlar. Şimdi ne diyor açlık yok diyor ülkede değil mi?

Yahu arkadaş sen gel de ayda 2.500 lira maaşla geçinmeye çalışan, ekmek kuyruklarında bekleyen emeklilerimize açlığı bir sor bakalım açlık var mı yok mu diye.

Beştepe’den oturduğun yerden ahkam kesmek kolay.

Sen gel, İşsiz kalan, borcu borçla kapatmaya çalışan vatandaşlarımıza açlığı bir sor bakalım.

Arkadaşlar, bu ülkenin şu andaki Cumhurbaşkanı, artık halkın hâlini görmüyor, duymuyor, bilmiyor, anlamıyor.

Memleketin sorunlarını da sürekli arttırıyor.
İşte ben Erdoğan’ın bu sözlerini de vatandaşlarımızın vicdanına havale ediyorum.

*****
Bakın arkadaşlar,
Bunlar Türkiye’de döviz krizini patlattılar, borç krizini patlattılar.

Sonra da bu krizleri aldılar milletimizin kucağına bırakıverdiler. Çiller'e bile rahmet okuttular.
Ülkeyi borç-faiz sarmalına soktular.
Hatırlayın;

Partili, taraflı cumhurbaşkanının ilk icraatı ne oldu?

2018’de seçildi hemen ilk yaptığı iş ne oldu?

Merkez Bankası’nın yıllardır biriktirdiği dövizi rezervini cayır cayır yaktı.

Damatla el ele verip yaptı bunu

Tam 130 Milyar dolar! 130!

Başka ne yaptılar?

Koskoca Cumhuriyet tarihinde Hazine’nin 95 yılda yaptığı borcu 2 senede 2’ye katladılar.

95 yılın toplam borcu neyse, sadece 2 son yılda bir o kadar daha borç eklediler üzerine.

Faizle mücadele dediler, faiz ödemelerini patlattılar bu hazinenin.

Ülke tarihinin en büyük faizcisi oldular bunlar. Bu milletin alın terini faizle heba ettiler, ediyorlar.

Yahu sen Merkez Bankasıyla uğraşmayı bırakta, Merkez bankasının faizi aşağı yukarı, sen şu vatandaşın ödediği faize bak ondan haber versene.

Şu Tüketici kredisinin, ihtiyaç kredisinin ticari kredinin, faizine bir bak. Gerçekten, Arkadaşlar,
Gerçekten çok üzgünüm. Ama aynı zamanda da kızgınım.
Bu ülke bunu hak etmiyor yahu.

İnsanlar bizim dönemimizde kredi çeker araba alırdı, düşük taksitlerini öderdi. Bizim dönemimizde insanlar kredi çeker ev alırdı. Makul taksitlerle öderdi. Şimdi insanlar ne için kredi çekiyor biliyor musunuz?

Günlük ihtiyaçlarını karşılamak için, yağ almak için ekmek almak için kredi çekiyorlar.

Krediyle ekmek alıyorlar, krediyle!

İnsanlar yaşamak için borçlanıyorlar.

İnsanlar neredeyse içtiği çayın parasını kredi kartıyla ödemeye kalkıyor bu ülkede.

Buradan, Başakşehir’den Sayın Erdoğan’a soruyorum:

Şu milleti aldatmayı bırakın.

İnsanların karnını yalanlarınızla doyuramazsınız.

Neymiş, yüksek faizle mücadele ediyormuş.

Ekonomiyi borç batağına, faiz sarmalına siz soktunuz ya.

Ne demişti hatırlayalım arkadaşlar “Yüksek faiz vatana ihanettir” demiştiniz değil mi?

Şimdi rakamları şöyle bir ortaya koyalım:

2015 yılında benim görevden ayrıldığım gülerde hazinenin faizi %8’di. Hazinenin borçlanma faizi. Bugün kaç?

Yüzde 28. Yüzde 8 yüzde 28!

Şimdi niye yüzde 28 niye bu kadar yüksek?

Açıklayın da bu millet öğrensin ya. Açıklayın hele de millet öğrensin.

Bizim dönemimizde bütçeden faiz ödemesi her yıl 50 milyar liraydı yahu. 50 milyar.

Şu anda ne kadar? Bütçeye koyduğu faiz ödeneği

240 milyar.

Bakın, Tarıma ayrılan bütçe 29 milyar, sadece faize ayrılan bütçe 240 milyar.

Bütün çiftçiye verilen desteğin tamamı. Mazot, gübre, uygun şartlarda kredi, topla topla topla 29 milyar. Sadece faiz için bu yıl ayrılan ödenek 240 milyar.

Ben şimdi buradan kendisine soruyorum:

Yüzde 8 hazine faizi, hazine faizi yüzde 8 iken söylediği o kelime vatana ihanet, eğer yüzde 8 faiz vatana ihanetse yüzde 28 faize ne diyeceğiz kendi adını koysun, kendi tamamlasın bunu.

O dönemler de biz yıllarca ortalama 50 milyar devlet olarak faiz ödüyorduk. Bugün 240 milyar.

Ben yine buradan kendisine soruyorum:

Eğer 50 milyar faiz ödemek vatana ihanetse, 240 milyar faiz ödemek nedir kendi adını koysun kendi söylesin.

Tüm bunlar sizden, bizden hepimizden toplanan vergiyle ödeniyor. Milletin parasının faize gömülmesini kabul edemiyorum.

Çünkü arkadaşlar, bu faiz var ya faiz. Öyle bir kişinin talimatıyla düşmez. Öyle bir kişinin imzasıyla da düşmez. Faiz ancak ve ancak güvenle düşer, güvenle. Siz güveni oluşturmadan faizi düşüremezsiniz.

Bakın ben böyle güven çok önemli deyince gençler hep soruyor; diyorlar ki güven diyorsunuz bu güveni nasıl kazanacağız? Güveni nasıl oluşturacağız?

Bende diyorum ki size bir dakikada 8 madde de özetleyim.

Güven nasıl oluşur?

1-konuşunca doğruyu söyleyeceksin.

Enflasyon %100 iken %150 iken TÜİK’e dönüp %50-60 şunu açıklayıver demeyeceksin.

2-söz verince tutacaksın.

2018 seçimlerine giderken bana destek verin bu faizle enflasyonla nasıl düşürülür göstereceğim diye söz verip. İş başına geldiğinde 4 yıldan sonra enflasyonu da faizi de patlatmayacaksın.

3- emanete hıyanet etmeyeceksin
Bitmedi.
4-her daim adaletle, hukukla hareket edeceksin.
5-ehliyetli, liyakatli, dürüst kadrolarla çalışacaksın.
6- her kararını istişareyle vereceksin. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın.

7 - şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Merkez bankasının arka kapısından 130 milyar doları satmayacaksın. Cayır cayır yakmayacaksın. Niye şeffaf olmuyorsun niye açıklamıyorsun, niye biz ortaya çıkınca kem küm ediyorsun.

8 - her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.

Doğru hesaptan kaçmaz, kaçmaz.

Biz soruyoruz ya şu 130 milyar Doları ne yaptınız diyoruz dilimizde tüy bitti yahu.

Tek bir açıklama duydunuz mu? Yok açıklayamıyor. Ya doğru hesaptan kaçar mı? Söyleyiver az para değil bu 130 milyar Dolar.

Hani o çok övündükleri korkunç pahalıya mal ettikleri, diyelim ki Çanakkale köprüsü değil mi? Ya 60 70 tane köprü yapıyorsun 130 milyar Dolarla. O da onların pahalı maliyetiyle. Biz gelsek ucuza mal etsek, 100 tane köprü yaparız biz o parayla belki daha fazla.

Bunları pahalı maliyetlere göre söylüyorum az para değil bir çıkıp anlatıver ya ne yaptın bu parayla.

Merkez bankası laf dinlemiyor dedin başkanını görevden aldın, 2019 yılının başında başladın 2020’nin sonuna kadar yaptın bunu. Arkasından 2021 yılının Eylül’ünde 3 tane daha para politikası kurulunu görevden aldın.

Hemen ertesinde şu son dönemi yaşattın memlekete kur 8,30’du bugün 16. Daha geçen sene Eylül’de 8 Lira 30 Kuruştu yahu. Aradan geçmiş 8-9 ay ikiye katladı döviz kuru. Hala arka kapıdan döviz satıyorlar. Yılbaşından bu yana en az 30 milyar Dolarlık dövizi daha arka kapıdan cayır cayır yaktılar yahu.

Niye hesabını vermiyorsun niye anlatmıyorsun bu millete bunu. Ne yaptın bu dövizlere yahu.

Bakın arkadaşlar bir de son dönemde ne yaptı bu hükümet. Başımıza Kur Korumalı Mevduat diye bir saçmalık çıkarttı. Daha önce de söyledim arkadaşlar.

Bu, uydurdukları 1970 model sistem, tam bir devleti batırma projesidir, 1970’ler de 80’lerde bu ülke bunun aynısını denemiş. Dövize çevrilebilir mevduat diye. Rahmetli Özal gelmiş bitirmiş bunu.

Rahmetli Özal diyor ki; bu dövize çevrilebilir mevduat sistemi diyor, kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir diyor. Gençler sakın böyle bir şey yapmayın bu ülkede diyor. Enflasyon yıllarca bu ülkede çok yüksek seyrettiyse bunun sebebi bu hesaplardır bu mevduat hesaplarıdır diyor.

Ta 1980’lerde özel bir basın toplantısıyla rahmetli bunu tüm kamuoyuna anlatıyor ve uyarıyor; Sakın bir daha girmeyin böyle bir işe diye.

Cumhurbaşkanı ’da tutuyor ekonomik krize çözüm buldum diye bunu getiriyor. Neymiş mevduat sahipleri mağdur olmasınmış.

Kur artınca Türk Lirası mevduat sahipleri mağdur oluyormuş.

Ya kusura bakmada kur artınca mazotu 6-7 Lira yerine 22-23 Liraya alan çiftçimiz mağdur olmuyor mu?

Kur artınca en basit bilgisayara 8 bin Lira 10 bin Lira 15 bin Lira veren bizim öğrencimiz mağdur olmuyor mu?

O zaman onlarında mağduriyetini bir gideriver.

Kur artınca elektriğe 3 misli bedel ödemek zorunda kalan esnafımız mağdur olmuyor mu? Onunda mağduriyetine bir çözüm buluver.

Yook. Çünkü etrafında hep paralı insanlar var artık. Parası çok olan insanlar parasına nasıl daha çok para katar hep onun hesabını yapıyorlar inanın.

Doğmamış çocuklarımızın, torunlarımızın bile borcu artıyor şu anda.

Koskoca milleti resmen “faizzede” yaptılar.

Bir yandan da arka kapıdan sürekli sattıkları döviz hala çöpe gidiyor boşa gidiyor. Çünkü döviz satmak arka kapıdan cayır cayır eldeki döviz rezervini yakmak dolar kurunu düşürmüyor, düşüremiyor. Çünkü sen her yerde yanlış yapıyorsun.

Yaptığın yanlışların üzerini sattığın dövizle kapatamıyorsun. 16 Lirayı aştı.

Sattıkları da bu milletin birikimi.

Ben şimdi buradan Başakşehir’den Ankara Beştepe’ye sesleniyorum.

Sayın Erdoğan; sizinle iyi kötü bir hukukumuz oldu. Benden size eski bir dost tavsiyesidir:

Sakın bundan sonra faizle mücadele ettiğinizi edeceğinizi filan söylemeyin. Başınız yere eğilir, başınız öne düşer. Çünkü rakamlar ortada. %8’lik hazine faizini almışınız %28’e çıkarmışınız. 50 milyarlık hazine faiz ödemesini almışınız 240 milyar Dolara çıkarmışınız. Bu nasıl faizle mücadeleyse.

Milletin parasını neden faize gömdüğünüzü sorarlar ve önünüze bakmak zorunda kalırsınız. Cevap veremezsiniz. Zaten veremiyorsunuz.

Aldatmayın, aldatan olmayın.

Bakın arkadaşlar,

Birde son dönemde ne yaptılar; yahu hiçbir şeyi bilmiyorlar yahu.

Şuradan Başakşehir’den 3 tane emlak komisyoncusunu çağırsalar, dinleseler; bu hataları yapmayacaklar.

Ne dediler? Konut almak isteyenlere sözde bir teşvik paketi açıkladılar.

Anında hem konut fiyatları arttı hem kiralar arttı bütün ülkede yahu.

Bu kadar hesapsızlık, kitapsızlık olur mu?

Ucuz kredi veriyor, konutun kendisinin fiyatı patlıyor.

İstanbul’da bir dairenin ortalama kirası, Türkiye’deki ortalama maaşın üstüne çıktı.

Yahu şuradan gerçekten bir bakkal çırağı var ya bakkal çırağı bunların yaptığı hatayı yapmaz.

Bakıyoruz; kiralık ev arayanlar için fiyatlar fahiş. Gerçekten Allah yardımcısı olsun bu milletin.

Bunlar inanın şöyle bir bakkalın yanında 2 ay çıraklık yapsalar bu hataları yapmayacaklar ama bilmiyorlar.

Çünkü bunlar kendi bilmediklerinin farkında değil. Bilenlerle de çalışmıyorlar. Beştepe’den bakınca, yanlışlarının sonuçlarını da görmüyorlar.
Bu memlekette insanca yaşamak lüks haline geldi.
*****

Şuna bakın,

Gerçekten ben bu gerilemeyi kabul edemiyorum arkadaşlar.

Çünkü bu ülke bu millet bunu hak etmiyor.

İnsanca yaşamak lüks değildir.

Üç kuruş para biriktirip bir hafta tatil yapmak lüks olamaz.

Bir karpuzu bütün almak dilim yerine bütün almak lüks olamaz.

İnsanların buzluğa et değil, ekmek koyması kader değil arkadaşlar.

Hele hele bu elektronik eşyaları hiç saymıyorum akıllı telefonmuş, bilgisayarmış, şuymuş buymuş.

İnsanlar böyle paha biçilemeyen bir eser gibi bakıyor cep telefonuna.
Aman kırılırsa camı kırılırsa yandım bir daha yerine alamam yerine koyamam diye.

En basit ihtiyaç artık ya dünyayla bağınızı kuran en basit ihtiyaç. Temel ihtiyaç lüks değil.

Onun için değerli arkadaşlar Türkiye ekonomisinin bir an evvel ayağa kalkması gerekiyor.

Bunun tek yolu da topyekûn iktidar değişimidir, topyekûn zihniyet değişimidir.

Başka yolu yok.

Hiç merak etmeyin.

Bu ülke nice krizler yaşadı, ama her krizden sonra da ayağa kalktı yine ayağa kalkacak.

Bu Beştepe yapımı ev yapımı el yapımı kendi kullana kullana sıradanlaştırdıkları bu yerli ve milli kriz inşallah çok kısa bir zamanda çözülecek. Bunu biz yapacağız yine bizim üzerimize düşecek.

Ama 6 ayda çözeceğiz inşallah 6 ayda.

Biz gerçekten değerli arkadaşlar evet ülkemizin zor bir durumda olduğunu görüyoruz. Ama bu sorunların çözümünde bir o kadar hızlı ve çabuk olacağını da biliyoruz.

Daha önce yaptık bu işleri onun için kendimize güveniyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün bu Başakşehir buluşmamız İstanbul’da yoğun bir ramazan programında sonra ilk buluşmamız.

Bundan sonra artık, İstanbul’da yaz sezonunu açıyoruz. Gelecek hafta Erhan Bey inşallah Adalardayız.

Ondan sonra haziran ayı boyunca İstanbul’ da yapacağımız programlarla hem Anadolu yakasında hem Avrupa yakasında vatandaşlarımızla buluşacağız.

Vatandaş neredeyse biz orada olacağız. Vatandaşımız parklardaysa parklardayız. Halkımız pazardaysa biz pazardayız.

Halkımız akşam üstü evindeyse kapı taraması yapıyoruz. Kapı çalıyoruz broşürümüzü ve mektubumuzu veriyoruz.

Halk neredeyse biz oradayız bundan sonra. Çok planlı programlı çalışmak zorundayız. Her ilçemizin değerli arkadaşlar her bir mensubu için haftalık programlar yapmamız gerekiyor.

Önümüzdeki her an 3-4 haftanın programını sürekli yaparak gitmemiz gerekiyor. Programlı çalışırsak vaktimizi iyi kullanmış oluruz.

Ha bugün aklımıza ne geldi hadi şunu yapalım yok. Plan yapacağız program yapacağız.

Her bir ilçemiz her haftanın her günü için planlarını yapacak şöyle duvarlara asacak ileriye doğru 3-4 hafta boyunca hangi ilçe teşkilatımızda hangi teşkilat mensubumuzun ne yapacağı belli olacak.

Boş tek bir gün bile geçirmememiz gerekiyor. Tek bir gün. Artık seçimler yakın gerçekten çok yakın.

Ve değerli arkadaşlar bu seçimlere çok iyi hazırlanmamız gerekiyor. Bilmeyenlere kendimizi bildirmemiz gerekiyor. Duymayanlara duyurmamız gerekiyor. Duyanların bilenlerinde bizi desteklemesini talep etmemiz gerekiyor.

Çok çalışmamız gerekiyor. Bu hükümet gidiyor. O belli müsait bir yerde inecekler. Ama bizim iyi hazırlanmamız lazım.

Nasıl olsa bu hükümet gidiyor diye bu iş bize yuvarlanıp gelecek o kadar da kolay değil bu iş. Çalışmamız lazım.

Çok daha iyisini yapacağımızı vatandaşlarımıza anlatmamız ve ikna etmemiz lazım. Bakın bu noktada önemli bir konuya daha işaret etmek istiyorum.

Bu günkü hükümetin evet yasal meşruiyeti seçime kadar devam edecektir. Ancak bu hükümet her geçen gün siyasi meşruiyetinin azaldığı bir döneme girmiştir.

Bugün seçim olsa artık seçilemeyeceği az çok belli olan bir Cumhurbaşkanının, bugün seçim olsa tekrar iş başına gelemeyecek bir hükümetin bundan sonraki dönemde ülkeyi nasıl yöneteceğinin de çok dikkatli bir şekilde masaya yatırılması lazım.

Yasal meşruiyet ayrıdır. Siyasi meşruiyet ayrıdır.

Siyasi meşruiyet bu milleti temsil etmek demektir. Bu milletin kahir ekseriyetini temsil eden güçte bir hükümet olabilmektir. Şu anda bu hükümetin bu milletin kahir ekseriyetini temsil etme özelliği yoktur.

Tam da bunun içindir ki;

Özellikle dış güvenlik meselelerinde bu ülkenin yarınlarıyla ilgili alınacak kararlarda kritik stratejik önemli kararlarda mutlaka diğer siyasi partilerle istişare içinde olmak zorundalar artık.

Kardeşim yetki bende mühür bende kafama geleni yaparım. Aklıma geleni yaparım. Kimse bana karışamaz. Yok öyle yağma, öyle bir şey yok.

Siz ne yapacağınız artık seçime kadar daha çok anlatmak zorundasınız.

Hele hele sınır ötesi operasyon gibi çok önemli çok stratejik konularda siyasi partileri bilgilendirmek bunun gerekçesini meşruiyetini anlatmak zorundasınız.

Yok eğer sadece ve sadece ülkede krizler çoğaldı, ülkede ekonomik krizde berbat, Dolar 16 Lirayı geçmiş, daha da artabilir. Bu milletin dikkatini başka bir yere çekeyim. Bu ekonomik krizin üzerini başka daha büyük bir krizle örteyim diyorsanız. Bunun vebalinden kurtulamazsınız. Olmaz!

Dolayısıyla anlatmak zorundasınız. Onun için işte ne diyoruz;

Demokrasi diyoruz, atılım diyoruz derhal diyoruz ve bugün diyoruz. Çünkü bu milletin bekleyecek sabrı yok.

*****

Bakın arkadaşlar.

Mütevazı olmamıza gerek yok.

Türkiye’nin tek çıkış yolu var.

Bu çıkışın adı; DEVA Partisi’dir. Biziz!

DEVA Partisi’yle bu ülkenin kaderine damgamızı vuracağız.

Tam da bu noktada, İstanbul’dan, bir zamanlar Erdoğan’a güvenip oylarını kendisinden esirgemeyen vatandaşlarımıza sesleniyorum.

Değerli kardeşlerim;

Sayın Erdoğan’ın artık yazacak yeni bir hikayesinin kalmadığını en iyi sizler biliyorsunuz.

Ben de sizlerin tertemiz duygularınızın eksilmediğini, hiçbir zaman eksilmeyeceğini gayet iyi biliyorum.

Sizler bu ülkede her türlü haksızlıklara göğüs germiş insanlarsınız.

Sizler, verdiğiniz bu haysiyet mücadelesini zaferle taçlandırmış insanlarsınız aynı zamanda.

Biliyorum; Bir kez daha bu ülkede, herkes için hak, herkes için özgürlük, herkes için refah diyen insanların içinde yine sizler de olacaksınız.

Çünkü ben sizin haktan, hukuktan asla vazgeçmediğinizi, vazgeçmeyeceğinizi gayet iyi biliyorum.

Bunca adaletsizliği sineye çekmediğinizi de biliyorum.

“28 Şubat karanlığını üstümüzden alsın” dediğiniz insanların, 28 Şubatçılarla beraber yol yürümesinden ne kadar çok rahatsız olduğunuzu da biliyorum.

Sizlerin, yoksullaşmaya layık olmadığınızı da biliyorum. Değerli kardeşlerim,
Bu çaresizliğe mahkûm değilsiniz.
Gelin hakkı, adaleti, huzuru herkes için hep birlikte isteyelim. Gelin yepyeni bir birlikteliğe hep beraber umut olalım.

En kısa zamanda bu iktidarın irili ufaklı ortaklarıyla zaten vedalaşacağız. Sokakta herkes seçimi bekliyor. Herkes bir değişim artık olsun istiyor. DEVA Partisi kazanan tarafta olacaktır.
Gelin, DEVA Partisiyle hep beraber kazanalım.

Biz hiçbir zaman biz “Oldum” demeyeceğiz.
Dinleyerek, öğrenerek, genişleyerek yolumuza devam edeceğiz.
Ve ben bugün buradan tekrar ilan ediyorum:
Başakşehir DEVA Partisi diyecek, tüm Türkiye DEVA Partisi diyecek. Çünkü biz ne diyoruz?
Hep beraber demokrasi diyoruz.
Demokrasi!
Atılım!
Derhal!
Bugün!
Demokrasi!
Atılım!
Derhal!
Bugün!

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum. Kongremiz hayırlı olsun.
Sağ olun, var olun.

 

25 Mayıs 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 12. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

 

On ikinci
İl başkanları toplantısı

Değerli Genel Merkez Kurul Üyelerimiz,

Kıymetli İl Başkanlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

On ikinci İl Başkanları Toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Son il başkanları toplantımızdan bu yana hep beraber yoğun bir programı gerçekleştirdik.

Partimizin ilk Ramazan etkinliklerini yurdun dört bir tarafında başarıyla gerçekleştirdik.

Ben bizzat Ankara’da, Çankırı’da, Bursa’da, Adana’da, Diyarbakır’da, Sakarya’da, İstanbul’da, Esenyurt’da teşkilatlarımızın düzenlediği iftar programlarına katıldım.

Emeklilerimizle, öğrenci kardeşlerimizle, konut görevlileriyle, şoför arkadaşlarımızla, akademisyenlerle, iş dünyamızın temsilcileriyle, toplumun çok farklı kesimleriyle iftarlar, sahurlar, çay sohbetleri gerçekleştirdim.

Genel merkezdeki tüm arkadaşlarımız, hep beraber; 81 ilde, yüzlerce ilçede sahadaydık.

Program yapabildiğimiz bu ilk Ramazan ayında gösterdiğiniz bu olağanüstü çaba nedeniyle il başkanlarımızı ve teşkilatlarımızı gönülden kutluyorum.

Bu yılın tecrübesiyle beraber, gelecek yılki Ramazan ayına çok daha yoğun bir hazırlıkla gireceğimizi ümit ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Geçtiğimiz cumartesi günü de Gaziantep’te partimizin ilk mitingini gerçekleştirdik.

İktidarın türlü türlü oyunlarına, türlü türlü engellemelerine rağmen on binlerce vatandaşımızla beraber Gaziantep’i salladık.

Biliyorsunuz; daha ilk mitingimizde, önümüzde engeller koymaya çalıştılar. Evelallah aşmasını bildik.

Zorluklar, zahmetler çıkarmaya çalıştılar. Evelallah her birinin üstesinden teker teker geldik.

Bakın arkadaşlar, Gaziantep mitingimizden önce yaşadıklarımız, ülkemizin düştüğü hazin durumun bir tablosu.

Bu devlet, bu ülke hepimizin. Ama, devletin imkanları, iktidar partisinin emrine sunulmuş durumda.

İktidar partisinden değilsen eylemin yasaklanıyor.

İktidar partisinden değilsen sosyal yardım almana izin verilmiyor.

İktidar partisinden değilsen kamuda işe alınman engelleniyor.

İktidar partisinden değilsen pankart asmana, reklam yapmana müsaade edilmiyor .

İktidar partisinden değilsen mitingin engelleniyor. *****
Değerli arkadaşlarım,
İlk mitingimizle bakın neler neler yaptılar.

Bakın nasıl engellemeye çalıştılar. Bize Gaziantep’te kimsenin bilmediği bir meydanı gösterdiler. İstediler ki insanlar gelemesin, gelmeleri zor olsun.

Belli başlı yerlere ilan asmamıza izin vermediler. İstediler ki insanlar duymasın.

Ardından da bizim mitingimizle aynı gün ve aynı saatte Adana’da bir program düzenleyeceklerini ilan ettiler.

Amaç medyada, canlı yayınlarda, önümüzü kesmek.

Yahu, 365 günlük takvimde program yapacak başka gün mü bulamadınız da mı bizim ilk mitingimizin olduğu gün Adana programını koydunuz?

Konuşacak başka saat mi bulamadınız da mı bizim konuşmamızla aynı saate konuşmanızı denk getirdiniz?

Biz ne yaptık? Hiç de istifimizi bozmadan, “hodri meydan” dedik.

Sonuçta, cumartesi günü Gaziantep’in ulaşımı en zor meydanlarından birindeydik. Ama on binlerce insan akın akın oraya geldi.

Muhteşem bir katılımla mitingimizi gerçekleştirdik. Sonra ne yapacaklarını şaşırdılar.

Bu sefer de mitingin ardından, kara propaganda ile saldırmaya devam ediyorlar.

Bakın iktidar ne yaptı? Miting vaktinden iki saat evvel çektikleri drone görüntülerini alel acele basına servis ettiler.

Daha miting vakti gelmemiş, insanlar yavaş yavaş alana gelmeye başlamışlar. İşte tam o anki görüntüleri basına verdiler.

Propaganda makinesini çalıştırdılar yani.
Neymiş; meydanda az kişi varmış. Yahu arkadaş mitinge daha 2 saat var 2.

2 saat kala çektiğin görüntüleri medyaya servis ediyorsun diyorsun ki katılım zayıf.

Gelip o dronu miting başladıktan sonra uçur da görseydik bakalım. Yapamadılar, görecekleri tablodan korktular.

Önce mitingin ayak seslerinden korktular. Miting olduktan sonra da elleri ayaklarına dolaştı. Kalabalıktan korktular.

Bizi masa başı oyunlarıyla zayıflatamayacaklarını anladılar. Ardından da algı operasyonlarıyla, kara propagandayla mitingimizi zayıf göstermeye çalıştılar.

Ben buradan onlara sesleniyorum:
Ne yaparsanız yapın. Elinizden geleni ardınıza koymayın.

Cumartesi günü Gaziantep halkı o meydandaydı ve tüm gerçeği olduğu gibi gördü.

Herkes gördü.

İnşallah günü seçim günü geldiğinde, o günün akşamında sonuçlar açıklandığında da tüm Türkiye gerçeği görecek.

Seçim akşamı herkes DEVA Partisi’nin gerçek gücünü görecek inşallah.

Seçimlerden öyle bir sonuç çıkacak ki, ülkemizdeki bu parti-devlet sistemine son vereceğiz.

Biliyorum ki, milyonlarca insan oy kabinine girdiğinde, özgürlük için, adalet için, demokrasi için, zenginlik için mührü damlaya basacak.

O mühürlerin sesi de Beştepe’nin duvarlarını titretecek. *****

Ben bu vesileyle, mitingimize olağanüstü ilgi gösteren tüm Gaziantepli vatandaşlarımıza, miting alanını coşkuyla heyecanla dolduran halkımıza ve bu muhteşem organizasyonu gerçekleştiren Gaziantep İl Başkanımıza ve tüm Gaziantep teşkilatımıza şükranlarımı sunmak istiyor.

Başta Halkla İlişkiler, Teşkilat İşleri ve Kurumsal İletişim Başkanlıklarımız olmak üzere, Genel Merkezimizde mitingin hazırlanmasında ve koordinasyonunda emeği geçen tüm arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.

*****
Bakın arkadaşlarım,

Daha geçtiğimiz pazar günü, Yenimahalle İlçe Teşkilatımızın düzenlediği bir başka programımız vardı. O programa da engelleme girişimleri oldu.

Bu program, Yenimahalle muhtarlarımızın da katılacağı bir programdı.

Muhtarlarımızı arkadaşlarımız davet ettik. Geleceğiz dediler. Biz de programı İlan ettik.

Daha sonra, gece yarısı bir anda Kaymakamlığın aklına muhtarlarımızı bir muhtar-bürokrat toplantısına davet etmek geldi.

Durdular, durdular, muhtarlarımızın taleplerini dinlemek tam da o akşam akıllarına geldi.

Yahu, muhtarlar aylardır “biz dikkate alınmıyoruz, taleplerimiz dinlenmiyor” diyorlar.

Gittiğimiz her yerde karşılaşıyoruz.

“Vatandaş bize derdini anlatıyor ama, biz derdimizi anlatacak kimse bulamıyoruz” diyor muhtarlarımız.

Bula bula, muhtarlarımızı dinlemek için, bizim Yenimahalle buluşmasını yapacağımız akşamı ve o saatte muhtarları davet ediyorlar. Ne diyorlar? ‘Yahu sizin galiba derdiniz varmış gelin dinleyelim.’

Ayıp, yahu gerçekten çok ayıp.
Arkadaş, bu devlet, tüm millete hizmet etmek için var.

Sen iktidarı ele geçirip, devletin bütün imkanlarını tek bir partiye, tek bir partinin teşkilatlarına, tek bir partinin mensuplarına kullandırırsan, bu adalet değildir .

Anladık, korkuyorsunuz ama, devletin kurumlarını DEVA Partisi’ni engellemek için seferber edemezsiniz yahu. Olacak şey değil.

İpin ucu da kantarın topuzu da kaçtı arkadaşlar.
Değerli arkadaşlarım, adil bir rekabet içinde yarışmıyoruz şu an.

Medya ambargosundan Valilik engellerine kadar, her türlü haksızlıkla karşı karşıyayız.

Devletin tüm olanaklarının bize karşı seferber edildiğini de görüyoruz.

Biz de onlara diyoruz ki, “Elinizden geleni ardınıza koymayın!”.

Ne biliyorsanız yapın diyoruz.

Biz, hamdolsun alnımızın teriyle, bileğimizin gücüyle, tırnaklarımızla kazıya kazıya çalışmaya devam ediyoruz.

İnançla, kararlılıkla, dosdoğru çalışıyoruz. Bize engel olamayacaksınız.

Buna gücünüz yetmeyecek.

DEVA damlaları birikip sel olacak ve bütün barajları yıkacak inşallah.

Bunu hep beraber gerçekleştireceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Unutmayın; DEVA Partisi bu ülkenin kaderine damgasını vuracak.

Hem önümüzdeki seçime hem de sonraki seçimlere damgamızı vuracağız.

Biz partimizi bir seçimlik kurmadık.

Biz sadece meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri için hazırlanmıyoruz.

2024 yerel seçimleri için de hazırlanıyoruz. O seçim günleri geldiğinde inşallah. Şöyle Türkiye haritasını maviye boyayacağız.

Şehir şehir, ilçe ilçe kazanacağız evelallah.

Yerel seçimlerde biliyorsunuz bir ilde veya ilçede 1. Parti olduğunuz anda belediye başkanlığını alıyorsunuz. Ve genel seçimlerle yerel seçimler arasındaki süre çok kısa.

Göz açıp kapayıncaya kadar geçecek.

Ama biz bugünden hazırlanmamız gerekiyor. Bugünden bu çoklu seçime yani milletvekilleri seçimi Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yerel seçime bugünden hazırlanmamız gerekiyor.

Kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın.

Bu salondaki herkesin gözünde işte ben bu kararlılığı görüyorum. Emaneti teslim almaya geliyoruz arkadaşlar, teslim almaya.

İnşallah yapacağız, gerçekleştireceğiz.


*****


Değerli yol arkadaşlarım,
Biz, Türkiye’nin adil, özgür ve zengin yarınları için buradayız.

Ülkemizde çözülmedik tek bir sorun bile bırakmayacağız.

Önce özgürlük diyeceğiz. Önce özgürlük.

Bakın, geçen gün birisi çıkmış, konuşuyor.

Neymiş; ülkede kimseye tweet attı diye soruşturma açılmıyormuş. Mesele tweetin içinde yazanlarmış.

İçi boş tweet önerecek hale geldiler. Bir kere daha bu deha karşısında şapka çıkarılır.

İçi boş baklavayı gösterdiler, yetmedi.

İçi boş tostu gösterdiler, yetmedi.

İçi boş benzin deposunu gösterdiler, yetmedi.

Şimdi de içi boş tweet istiyorlar.

Yahu arkadaş, ifade özgürlüğü bu ya, ifade. En temel özgürlük. En temel hak.

Ama bunlar, herkes kendileri gibi düşünsün, herkes aynı sözü tekrarlasın, herkes sadece kendilerini övsün istiyorlar.

Hiç kimse kusura bakmasın...

Herkes konuşacak arkadaşlar, herkes.

Türkiye konuşacak, herkes kazanacak.

Bu baskı iklimi de ortadan kalkacak.

Biz, ifade özgürlüğü konusunda arkadaşlar çok netiz.

Düşünceyi ve ifadeyi özgürleştireceğiz.

Hatta daha önce söylemiştik bu bizim ilk 90 gün değil ilk 90 dakikada yapacağımız işlerden birisi.

Çünkü bu bir siyasi duruş meselesi, bu bir açıklama meselesi.

Ne demiştim? İlk gün ilk basın toplantımızda ilk 90 dakikalık basın toplantısında ne diyeceğiz? Şöyle herkes rahat bir nefes alsın.

Herkes bundan sonra özgürce istediğini konuşsun.

Basın özgürlüğü, sivil toplum ve bütün meslek örgütlerinin özgürlüğü ...

İnanın bunlar anlık. Çok hızlı değişecek işler. Çünkü şu anda bu hükümet fiili durum oluşturuyor. Fiili durum oluşturuyor.

İfade özgürlüğü ile ilgili yasalara baktığınızda belki ufak tefek düzeltilecek işler var ama asıl sorun uygulamada.

‘Beni eleştiren bir köşe yazarsan, televizyonda benimle ilgili eleştirel bir yorum yaparsan ben senin patronunu ararım ve seni işten attırırım’ diye basın kanununda bir madde yok.

Bunu fiili durum oluşturarak yapıyorlar. Dolayısıyla bu fiili durumun ortadan kaldırılması da an meselesi ve çok kolay.

Biz artık bundan sonra iktidara geldiğimizde inşallah kimsenin tweet atarken elleri titremeyecek.

Şu sosyal medya paylaşımı like’ladım diye ertesi sabah kapısında polis belirmeyecek.

Bunun teminatı da hukuk olacak.

Biz kimsenin haksız yere adliye koridorlarında sürünmesine razı olmayacağız.

Hukukun üstünlüğünden bir milim bile uzaklaşmayacağız.

Bu kapsamda, anayasal tüm hak ve özgürlükleri koruyacağız.

İnsanların tek tek veya bir araya gelerek kendilerini ifade etmelerinin ve protesto gösterileri düzenlemelerinin önündeki engelleri kaldıracağız.

Bakın, bu konuda da bir örnek vereyim.

Türk Tabipleri Birliği’nin sürdürdüğü “10 acil talep kampanyası” var, duymuşsunuzdur.

Hekimler, bu kapsamda 29 Mayıs’ta “Beyaz Miting” yapmak için Ankara Valiliğine başvuru yapmışlar.

Tam 1 aydır başvuru sürüncemede bırakılıyor. Hâlâ bir yanıt yok. Randevu falan da verilmiyor.

En başta söyledim, iktidar partisinden değilsen eylemin yasaklanıyor diye.

İşte bunu yapıyorlar şu anda.

Kim demokratik hakkını kullanmak istiyorsa “Sen kimdensin?” diye kimliğine bakılıyor.

Demokrasi tek ses değildir. Demokrasi tüm meslek örgütlerinin, sivil toplumun, tüm milletin, tek bir partiyi veya tek bir kişiyi düşünmesi değildir.

Şu yoldan bir çekilin kenara. Demokratik haklarını kullanmak isteyen insanların önüne geçmeyin diyoruz.

Ama yok... Bunların akılları fikirleri sağlık çalışanlarıyla kavga etmekte. Ülke resmen hekimler göçü veriyor.

Daha önce rakamları paylaştım. Her ay her ay yüzlerce hekimimiz bu ülkeyi terk ediyor.

Cumhurbaşkanı da çıkmış ne diyor? “Giderlerse gitsinler” diyor.

Çünkü taktiği belli. Ne yapıyor? Sayı olarak nispeten az bir kesimi hedef alıyor, daha geniş bir kesime o kesimi düşman ediyor.

Daha geniş bir kesimi sayıca az kesimin üzerine tahrik ediyor. Bu siyaset değil arkadaşlar.

Bu her gün kendine yeni bir düşman belleyerek ülkeyi yönetmeye çalışmak siyaset değil.

Ha, bir de öbürü var biliyorsunuz. Krizlerin ortağı. Kim olduğunu biliyorsunuz, değil mi? Bahçeli.

Biliyorsunuz, 2001 krizinde bankalar batarken, esnaf borca gömülürken, Başbakanlık binası önünde yazar kasa fırlatılırken de kendisi iktidar ortağıydı.

O günkü güçlü koalisyonun ortağıydı.

O dönemde gecelik faizleri taa yüzde 7500’lere çıkmıştı 7500’e.

Geldik, evelallah çözdük.

Alın işte, Bahçeli şimdi hükümete yine ortak. Ve ülkede yine kriz var. Şaşırmıyoruz.

Yine geleceğiz ve yine biz çözeceğiz. Biz halledeceğiz.

Mütevazi olmamıza gerek yok bu konuda.

Biz kriz çözmeyi biliriz.

Biz, ülke yönetmeyi biliriz.

Milletimiz de bizim bu işi bildiğimizi iyi bilir.

Geçenlerde söyledim, tekrar ediyorum.

Biz, bu ülkede, iki büyük ekonomik krizi çözen bir ekibiz.

Biz bu ülkede, Avrupa Birliği sürecinde, hukuk, adalet, insan hakları, özgürlükler ve demokrasi konusunda sessiz devrimi gerçekleştiren insanlarız.

Ülkede yaşayan herkesin yaşam standartlarını yükselten, milli gelirimizi dörde katlayan bir ekibiz.

Ne demişler?
Ayinesi iştir kişinin. Lafa bakılmaz.

Biz yaptığımız işleri ortaya koyuyoruz. Alnımızın akıyla başımız dik olarak bunlara ortaya koyuyoruz.

Eğer varsa Türkiye’de 2 kriz çözmüş ekip, buyursunlar gelsinler çözsünler. Ama yok.
Yapamazlar.

2001-2002 krizini nasıl çözdüysek, 2008-2009 krizini nasıl çözdüysek; bu ülkede demokrasiyi, hukuku nasıl yükselttiysek, bu krizi de evelallah biz çözeriz. Hem de 6 ayda çözeriz inşallah.

Bu iş bizde, bu iş DEVA kadrolarında.
Bakın arkadaşlar,
Şu anda Devlet de millet de borca batmış durumda.
Merkez Bankası bile borçlu, Merkez Bankası. Ülkenin para basan kurumu. Sıkıştıkça para basabilen kurumu borca batar mı?

Ama bunlar bunu da becerdiler.

Net döviz pozisyonu eksi 60 milyar doların bile altına düşmüş durumda Merkez Bankası’nın.

Ne yapıyorlar Merkez Bankası’nın hazırda neyi var neyi yoksa cayır cayır arka kapıdan sattılar, tükettiler.

Daha sonra tuttular dışardan swap anlaşmalarıyla aldıkları 60 milyar dolarlık borcu da dövizi de o arka kapıdan sata sata tükettiler.

Tam bir mirasyedi tam.

Şimdi satacak döviz kalmayınca, para basa basa enflasyon da artık 2 haneyi bırakın artık 3 haneli rakamlara yükselince sıkıştılar kaldılar.

Ekonomide deniz tükendi. Hazıra dağ dayanmaz.

Şimdi ne yapıyorlar? Ekonomi dışındaki alanlara kendilerine yeni alanlar yeni maceralar arıyorlar.

Acaba ekonomi dışındaki bazı alanları biz istismar edip ekonomik problemleri kapatabilir miyizin derdine düştüler şu anda.

Biz bu oyunu gayet iyi biliyoruz. Ve bunla ilgili daha söyleyeceğimiz çok şey var.

Zamanı gelince bunun hepsini konuşacağız. Kimse bu milleti aldatmaya çalışmasın.

Kimse bu millete ödettirdiği bedelin, bu yaptığı yanlışların üzerini kapatmak için bu millete daha ağır bedeller ödetmeye kalkmasın.

Değerli arkadaşlarım bakın, Türkiye şu anda tarihinin en derin ekonomik krizlerinden birini yaşıyor.

Millette nakit kalmıyor. Kimse ay sonunu getiremiyor. Herkes ihtiyaç kredisi kredi kartı borcu sarmalına girmiş durumda şu anda.

İşte BDDK açıkladı.

Sadece 1 Hafta da toplam borcu bu milletin şirketiyle şahsıyla sadece son bir haftada 132 milyar lira artmış.

Ve toplam borç 5 trilyon 776 milyar 995 milyon liraya çıkmış. Bakın 5 trilyon yeni parayla 5 trilyon.

Eskiden hatırlarsınız altı 0 atmadan önce katrilyon vardı. Biz altı 0 atmamış olsak bu rakam ne olacaktı biliyor musunuz? 5 kentilyon 700 katrilyon olacaktı. Altı 0’ı atmamış olsak.

Altı 0 atılmış haliyle 5 trilyonluk bir borçtan bahsediyoruz. Peki bu millet niye borçlanıyor?

Çünkü insanlar geçinmek için borçlanıyor, geçinmek için., geliriyle gideri arasındaki farkı borçlanarak kapatıyor. Her ay bir önceki ayın üzerine borç ekleyerek ancak geçimini sürdürüyor.

Millet yaşamak için borçlanıyor yaşamak. Çocuğu okula aç gitmesin diye borçlanıyor bu millet.

Arkadaşlar,

Bizim, bütün bu tabloya bakarak DEVA Partisi olarak da bu millete borcumuz var:

Ve bizimde açık söyleyeyim millete olan borcumuz çoğalıyor. Ülkedeki sorunlar çoğaldıkça bizim de millete olan borcumuz çoğalıyor.

Adaletsizliğin üstesinden gelmek bizim boynumuzun borcudur. Haksızlığın üstesinden gelmek bizim boynumuzun borcudur. Yoksulluğun üstesinden gelmek bizim boynumuzun borcudur.İşsizliği çözmek bizim boynumuzun borcudur.

Enflasyonu düşürmek bizim boynumuzun borcudur. Ve bakın ben buradan tekrar İlan ediyorum:
Biz Enflasyonu tek haneye düşüreceğiz.
Bu hayat pahalılığı bitecek.

Temel gıda ürünlerine erişimi kolaylaştıracağız. Bu yoksulluk dönemi bitecek.

Hep beraber zenginleşeceğiz hep beraber. Türkiye’yi zenginleştireceğiz.

Biz bu ülkede alın teriyle, akıl teriyle, bilek gücüyle üreten herkese sahip çıkacağız.

O torpille tanıdıkla iş yapanlar var ya onlar zor duruma düşecekler. Kim hakkediyorsa o hakkını alacak. Herkes kanunların önünde eşit olacak. Fırsat eşitliğini esas alacağız.

Kulağımız hep sokakta olacak.

Derdi olan, konuşmak isteyen her vatandaşımızı dinleyeceğiz.

Çünkü bizim yerimiz halkımızın yanıdır.

*****

İşte değerli arkadaşlarım,

Ülkemiz ciddi bir yol ayrımında.

Korku mu, umut mu?

Depresyon mu, mutluluk mu?

Açlık mı, zenginlik mi?

Çatışma mı, barışma mı?

Baskı mı, özgürlük mü?

Otokrasi mi, demokrasi mi?

Evet; biz işte tam demokrasiyi seçeceğimiz bir yol ayrımındayız şu an.

Çünkü Türkiye, 84 milyonluk bu büyük ülke, tek bir kişinin küçük dağarcığı tarafından yönetilemez.

Türkiye, tek bir görüşten insanların öbeklendiği bir iktidar tarafından da yönetilemez.

Tüm kamu gücünün, sadece iktidar partisine tahsis edildiği bir zihniyetle de yönetilemez.

Açıkça ifade etmek istiyorum:

Türkiye tek tipleştirilmiş, tek bir fikrin egemen olduğu bir ülke olamaz.

Daha önce hangi partiye oy vermiş olursa olsun, bu ülkedeki herkesin yarınların Türkiye’sinde yeri olmalıdır.

Ve Bunun kararını millet verecek.
Biz muhakkak tam demokrasi diyoruz.

İşte o yüzden DEVA Partisi, umudun, mutluluğun, zenginliğin, barışın, özgürlüğün, demokrasinin ve adaletin adresidir.

Halkımız kararların istişareyle alınmasını istiyor. Halkımız Dürüst ve liyakatli kadroların iş başına olmasını istiyor.

Biz işte am da buna talibiz.

Bunu en iyi yapacak kadro da biziz.

Biz Türkiye siyasetine yepyeni bir anlayış getirdik.

Partimizi kurduk kuralı, milletimize hizmet etmekten başka hiçbir amaç taşımadık, taşımıyoruz.

Ve arkadaşlar,

Bu millet bizi iktidara yakıştırıyor. Evet. Bizi iktidara yakıştırıyor başka bir yere değil.

Biz bu yola çıkarken muhalefet için değil, iktidar olmak için çıktık. Ve o yüzden emin adımlarla emaneti teslim almaya geliyoruz. *****
Saygıdeğer yol arkadaşlarım,

Her biriniz, DEVA Partisi’ni illerinizde en önde temsil eden değerli arkadaşlarımızsınız.

DEVA Partisi’nin seçim başarısının en önemli mimarları sizler olacaksınız. İl başkanlarımız olacak.

Unutmayın;

DEVA Partisi, ülkemizde özgürlük isteyen, zenginlik isteyen, huzur isteyen, barış isteyen herkesin öz be öz yuvasıdır.

Hiçbir zaman “Oldum” demeyeceğiz.

Dinleyen, öğrenen ve herkesi kucaklayan bir anlayışla çalışmalarınızı sürdüreceksiniz.

Unutmayın. DEVA Partisi, görülmeyen insanları gören, duyulmayan insanları duyan tek siyasi partidir.

Türkiye’nin yarınlarını biz inşa edeceğiz.

Seçimleri biz kazanacağız.

DEVA Partisi’yle geniş kesimleri biz iktidara taşıyacağız.

Seçimleri kazandıktan sonra ise ülkemizi asla bir öfke rövanş ortamına teslim etmeyeceğiz.

Hiç merak etmeyin hır gür çıkmayacak, kaos olmayacak.

Bazıları böyle alttan alta bu dedikoduları yayabilir. Hiç endişeniz olmasın. Huzur içerisinde, barış içerisinde böyle tereyağından kıl çeker gibi bir iktidar değişikliği olacak Türkiye’de.

Ve Kazanılmış hakların hepsi sonuna kadar korunacak.

Hiç kimsenin endişesi olmasın. Hiç kimsenin helal tek bir lokması bile elinden alınmayacak.

Ha, bu dönemde kendilerini yasalar önünde, denetimler karşısında sıkıntıya sokacak işlere bulaşmış bir avuç insan olabilir. Onlar yaptıklarının bedelini bağımsız ve tarafsız yargının önünde öderler.

Ama biz her türlü haksızlığa, hukuksuzluğa hukuk içinde mücadele etmenin asıl olması gerektiğine inanan bir partiyiz.

Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez.

Yanlışlar yapanlar olabilir, hukuku çiğneyenler olabilir, adaleti yerle bir edenler olabilir. Ancak bunu yapanlarla mücadeleyi dahi eğer hukuk devletiyseniz hukuk içinde yaparsınız.

Öyle çivi çiviyi söker. Bunlar yıllarca bunları yaptı biz de bunların haklarından gelmek için bunları yaparız... Böyle yok.

Hukuk devletine yakışan her türlü yanlış da her türlü suç da her türlü hatayı da hukuksuzlukla mücadeleyi hukuk içinde kalarak vermektir ve biz inşallah bunu yapacağız.

Bizim işimiz Türkiye’yi kısa sürede özgürlüğe ve zenginliğe kavuşturmaktır.

Bizim işimiz ülkemizin her sokağında demokrasinin ve atılımın bayrağını dalgalandırmaktır.

*****

Ben bu vesile ile hepinize çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Önümüz bahar ve yaz ayları. İnsanların sokakta olduğu, dışarda olduğu aylar.

Vatandaşımız neredeyse biz orada olmak zorundayız.

Eğer vatandaşımız dışardaysa, sokaktaysa, sahadaysa bizler de sahada vatandaşlarımızla olmak zorundayız.

Bu önümüzdeki aylar seçimlerden önceki son yaz ayları. Seçim bu önümüzdeki sonbaharda da olsa gelecek sene vaktinde de olsa bu yaz seçimden önceki son yaz ayları...

Dolayısıyla bu yazı çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Tek bir günümüzün tek bir saatimizin bile boş geçmemesi gerekiyor.

Artık 2 yılını tamamlamış, teşkilatları oturmuş tüm teşkilat sisteminin yüzde 85’i siyasi hayata siyasete ilk defa katılan arkadaşlarımızdan da oluşsa, artık en yeni arkadaşımızın bile tecrübe sahibi olduğu, tecrübe kazandığı bir siyasi parti olduk.

Dolayısıyla bundan sonra hep beraber birbirimize kenetlenip hedefe doğru yürümemiz gerekiyor.

Yaptığımız işleri daha çok yapmamız gerekiyor, başarılı olduğumuz alanlarda daha başarılı olmamız gerekiyor.

Varsa yanlışlarımız o yanlışlardan da ders alıp o yanlışları tekrar etmeden yolumuza hızlı bir şekilde devam etmemiz gerekiyor.

Ve bu çalışmayı da tam bir seferberlik ruhuyla artık yapmamız gerekiyor. Bu seferberlik tabiri biraz gençler için eski bir tabir olabilir.

Seferberlik şu demek, varını yoğunu ortaya koyup ne gerekiyorsa yapıp bu ülke için çalışmak bu ülke için her şeyini ortaya koymak demek. Seferberliğin tanımı bu.

Tam bir seferberlik ruhuyla sahada olmamız gerekiyor. Ve inşallah biz bunu başaracağız.

Şu 2 yıl gösterdi ki vatandaşlarımızın arzusu, isteği, talebi tam da DEVA Partisi’nin ortaya koyduğu politikalar, görüşler, çözümler...

Bizim kadar ortaya bu kadar detaylı çözüm planları, eylem planları sunabilen var mı?

Yok.
O yüzden çocuk bizde diyorum.

Yüzlerce maddelik eylem planlarıyla her alanda çözümlerimizi ortaya koyuyoruz.

Bakın, tarımla başladık, afet yönetimi ile devam ettik. Soysal politikalar eylem planımızı açıkladık. Dijital dönüşümü açıkladık. Ekonomi finans ve istihdam eylem planımızı açıkladı. Yerel yönetimler ve şehircilik eylem planımızı açıkladık. Yükseköğretim ile ilgili eylem planımızı açıkladık.

Bütün üniversite sistemini değiştirecek bir eylem planı ortaya koyduk.
En son KYK mağduriyetlerini gidermek için bile bir eylem planı ortaya koyduk.

Önümüzdeki haftada bir yaylada doğa hakları ve çevre eylem planımızı açıklayacağız.

Hemen haziranın ortasında yargı reformu eylem planımızı ortaya koyacağız.

Arkasından sağlık eylem planımız geliyor, gençlik eylem planımız geliyor...

Tıkır tıkır tıkır çalışıyoruz.

Biz siyaseti sadece laf üretmek olarak görmüyoruz. Biz siyasetin iş üretmek olduğunu biliyoruz. Biz siyasetin çözüm üretmek olduğunu biliyoruz.

Bunun için bu eylem planlarına çok önem veriyoruz.

Bunun için bu eylem planlarını Türkiye’nin dört bir tarafına anlatmamız, iyi tanıtmamız gerekiyor.

Eylem planlarıyla kadrolarıyla biz hazırız arkadaşlar. Biz hazırız DEVA Parti’si hazır.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun diyorum.

Bugünkü toplantımızın başarılı olmasını verimli olmasını gönülden temenni ediyorum.

21 Mayıs 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Gaziantep Miting Konuşması

Gaziantep Mitingi Konuşması

Evet arkadaşlar hep beraber

Demokrasi! (…)

Atılım! (…)

Derhal! (…)

Bugün! (…)

Bir daha!

Demokrasi! (…)

Atılım! (…)

Derhal! (…)

Bugün! (…)

*****

Muhteşem görünüyorsunuz, muhteşem!

Merhaba Gazişehir merhaba.

Türkiye’nin devası gençlerimiz. Türkiye’nin umudu gençlerimiz. Gençler yürüyor biz arkanızdayız korkmayın. Biz Antep ile gurur duyuyoruz sağ olun var olun. 

Merhaba Karkamış.

Merhaba Yavuzeli.

Merhaba Oğuzeli.

Merhaba Araban.

Merhaba Nurdağı.

Merhaba Islahiye.

Merhaba Nizip.

Merhaba Şehitkamil.

Merhaba Şahinbey.

Merhaba Gaziantep! (…)

Merhaba Gazişehir! (…)

Merhaba Rafıklar! (…)

Bu coşkunun, bu kalabalığın, bu inancın karşısında hiç kimse duramaz, hiç kimse.

Bu meydan, baskıyı, korkuyu yıkan meydandır.

Bu meydan, Gaziantep’in bir kez daha tarih yazdığı meydandır.

Bu meydan umut meydanıdır, umut.

Ne demiştik, bundan böyle DEVA Partisinin olduğu her meydan, “umut” meydanıdır demiştik.

Bundan böyle DEVA Partisinin olduğu her meydan “atılım” meydanıdır demiştik.

Evet, bundan böyle DEVA Partisinin olduğu her meydan, “demokrasi” meydanıdır demiştik. İşte size demokrasi meydanı. Onlar vermezse vermesin. Burası demokrasi meydanı artık bu kadar basit

Hepiniz bugün Gaziantep’te kurduğumuz bu Demokrasi Meydanı’na hoş geldiniz!

DEVA Partisi’nin ilk mitingine sefalar getirdiniz!

Sağ olun, Var olun!

(Alkış…)

*****

Siz muhteşemsiniz ya, muhteşem, muhteşem. Deva gençlik burada demokrasi meydanında. Selam olsun size selam!

İşte her türlü zorluğa rağmen, her türlü engellemeye rağmen, biz buradayız.

Neymiş? Akıllarınca DEVA Partisi’nin ilk mitingini engelleyeceklermiş.

Neymiş? Gaziantepliler zorluk çeksin, zahmet çeksin, mitinge gelesinlermiş.

Bak, bak… Oyunlara bak oyunlara. Yuh yok arkadaşlar bizim lügatımızda yuh yok.

Bakın, Gaziantep bu oyuna gelir mi? Gelmez!

Bu Gaziantep pes eder mi? Etmez!

Booş. Ne yapsanız boş.

Yahu mitingimizi ulaşımı en zor yere göndermeye çalıştılar. Ne oldu? İşte Gaziantep burada!

DEVA gençlik muhteşemsiniz, çok güzelsiniz, heyecan sizde, coşku sizde maşallah.

Biz Antep ile guru duyuyoruz biz bu Gazişehir ile gurur duyuyoruz, sağ olun.

İşte ne oldu on binler akın akın bu meydana geldi mi? Geldi.

Eyy Beştepe, görüyor musun? Duyuyor musun Beştepe?

Duyuyor musun Beştepe?

Biz dimdik ayaktayız.

Türkiye’nin umudu sizlersiniz gençler sizler. Bu ülkeyi alıp uçuracak olanlar sizlersiniz.

Onlar ne derse desin.

Bizim için Gaziantep’in her yeri anamızın aşı, tandırımızın başıdır.

Siz anca meydanlarda nutuklar atıp, içeride başka başka işler tutarsınız.

Bunu gönlü güzel milletimiz görmüyor mu sanıyorsunuz?

Sormayın arkadaşlar öyle bir kıskanıyor ki. Bakın bugüne kadar bu kadar açık söylememiştim ama bir şey söyleyeceğim artık iki etti yahu. Bizim partimizin kuruşu tarihi 9 Mart 2020 değil mi?  Ya 2020’nin şubat ayında ilk koronavirüs vakası görülmüş. Daha sonra açıklandı bu. Bunlar durdular durdular, bunu sakladılar, bizim kuruluş lansımanının, kuruluş döneminin olduğu gün gecenin 1’inde 2’sinde çıktı Sağlık Bakanı, Türkiye’de ilk virüs vakasını gördük Türkiye’de dedi.  Bizim kuruluş günümüze denk getirdiler yahu. Bugüne kadar söylememiştim bunu. Ama bugün 2 etti 2.

2’incisi ne biliyor musunuz? Biz bu mitingimizi taa bayramdan önce tüm Gaziantep’e tüm Türkiye’ye duyurduk mu? Duyurduk. Ne dedik? Demokrasi meydanında 21 Mayıs 2022’de demokrasi meydanında saat 17.00’da buluşuyoruz dedik değil mi? O demokrasi meydanını vermediler biz de burayı demokrasi meydanı yaptık, tamam. Fakat sonra Cumhurbaşkanı ne yaptı? Sen tut aynı gün aynı saat Adana’da gençlik şöleni de. Mayıs ayında başka gün mü bulamadın arkadaş? Başka gün buldun da başka saat mi bulamadın?

Bizim mitingimizle aynı gün aynı saat Adana’da gençlik şöleni yapıyorsun.

20 yıllık parti oldun 20 yıllık... Nedir bu bizimle alıp vermediğiniz yahu. Arkadaşlar kıskananlar çatlasın dedi ya oradan hatırladım bunu. Kıskanıyorlar. Belli. Bu kadar da denk gelir mi? Hadi pandemi vakası dedik bu kadar konuşmadık, denk geldi herhalde dedik. Sabah 11’de kuruluş törenimiz var gecenin 1’inde 2’sinde apar topar basın toplantısı yapıyorlar, ilk koronavirüs vakası. Niye? Gündemi bununla işgal edelim DEVA Partisini bu millet duymasın.

Boşa uğraşıyorsunuz boşa...

Duymayan kaldı mı DEVA Parti’sini? Kalmadı...

İlk mitingimiz ilk. Çok şükür pandemi bitti, vakalar azaldı dedik, maske zorunluluğu kalktı artık geniş katılımlı toplantılar yapabiliriz dedik. İlk mitingimizi Gaziantep’te 21 Mayıs’ta 17.00’da yapacağız dedik. Onlar da tuttular Adana’da Gençli Şöleni yapıyorlar.

Duy bunu Adana duy.

Sayın Erdoğan duy burayı...

Demokrasi meydanı burada.

Siz memlekette demokrasi bırakmadınız ki. Memlekette demokrasiyi katlettiniz. Biz de demokrasi meydanını buraya kurduk.

Sizin dışınız kalaylı, içiniz vayvaylı olabilir.

Çok şükür, bizim içimiz dışımız bir! Özümüz, sözümüz bir!

Bizim içimiz de kalaylı, dışımız da kalaylı evelallah.

(Alkış…)

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli kardeşlerim,

Biz DEVA kadrolarıyla guru duyuyoruz biz Gaziantep ile gurur duyuyoruz, sağolun.

Bakın bunlar daha iki ay önce bizi engellemek için meclise bir seçim yasası sundular. Hedef tamamen biziz biz! DEVA Partisi.

Masa başında hazırladıkları oyunlarla seçimi kazanacaklarını sanıyorlar.

Yeni çıkarttıkları yasalarla dediler ki DEVA Partisi’nin işi bitti. Öyle bir yasa çıkarttık ki bunlar zorlanacak. Dediler bunu. Bütün köşe yazarı ve yorumcularını saldılar ortaya.

Biz dedik ki, seçim masa başında kazanılmaz! Seçim meydanda kazanılır dedik, meydanda.

Ne dedik? Hodri meydan dedik hodri meydan.

Çıktık açıkladık. DEVA Partisi, kendi adıyla sanıyla, kendi namıyla şanıyla, kendi logosuyla bayrağıyla inşallah bu seçime girecek ve inşallah bu seçimi kazanacak dedik. İşi bitirdik.

Evet, hodri meydan dedik.

Buradan onlara sesleniyorum:

İstediğiniz kadar seçim yasasını değiştirmeye çalışın. İstediğiniz kadar Valilikleri, Belediyeleri kendinize maşa edip bizi durdurmaya çalışın.

Siz DEVA Partisi’ni engellemeyi ancak rüyanızda görürsünüz, rüyanızda.

İşte bugün buradayız, ilk mitingimizi Gaziantep’te yapıyoruz.

Bedenimizle, yüreğimizle bu Gazişehir’deyiz.

Bu şehir, alın teriyle, akıl teriyle, bilek gücüyle kazananların şehridir.

Bu şehir, şanıyla şerefiyle mücadele edenlerin şehridir.

Bu şehir, zulüm karşısında boyun eğmeyenlerin şehridir.

Bu şehir, aynı zamanda, birlik şehri, beraberlik şehri, kardeşlik şehridir.

Hep beraberiz hep beraber.

Bugün burada DEVA Partili olmasa da bütün engellere karşı bizimle bu engellere karşı dayanışma içinde olan tüm konuklarımıza, bu mücadele bizimle olan konuklarımıza teşekkür ediyorum. Valiliğin ve belediyenin çıkardığı engellere karşı bizimle dayanışma içinde olan, demokrasi mücadelemizde bugün yanımızda olan herkese teşekkür ediyorum.

Sizler, demokrasi ve atılım yolunda engel tanımadınız.

Tıpkı geçmişte olduğu gibi zorluklar karşısında pes etmediğinizi bütün aleme gösterdiniz.

Türkiye’nin demokrasi ve atılım hikayesini sizler yazacaksınız sizler. Hep beraber yazacağız.

Gazilerin şehrine, şehitlerin şehrine yakışan budur!

Yiğitlerin diyarına yakışan budur!

Tüm Türkiye şahittir bugüne.

Bu coşkuya tarih şahittir.

Tarihi, sizler yazacaksınız, sizler.

(Alkış…)

*****

Buradan, Sayın Erdoğan’a sesleniyorum!

Duy burayı, duy. Gaziantep’i, duy.

Yuh yok arkadaşlar. Bizim lugatta yuh yok.

Sadece dinle diyorum, duy diyorum Gaziantep’i duy diyorum.

O krizlerin ortağı Bahçeli’yi de al yanına dinle diyorum.

Gaziantep ne diyor? “Yeter artık” diyor

Gaziantep ne diyor? “Demokrasi” diyor.

Gaziantep “Atılım” diyor.

Tüm Türkiye “Artık değişimin vakti geldi” diyor!

Bak işte Gaziantep’e:

DEVA Partisi gümbür gümbür geliyor.

Damla damla yurdun dört bir yanından iktidara yürüyoruz.

Emaneti teslim almaya geliyoruz, teslim almaya

Gaziantep’e soruyorum şimdi:

Emaneti teslim almaya

Hazır mısın Gazişehir? (…)

Hep beraber demokrasi ve atılım diyeceğiz. Var mısınız? (…)

Seçim günü hep beraber mührü damlaya vuracağız. Var mısınız? (…)

Yıkacağız tüm barajları inşallah, yıkacağız. Var mısınız? (…)

Evet, hep beraber başaracağız inşallah.

(Alkış…)

*****

Değerli arkadaşlarım,

Gelin, tam demokrasinin bayrağını hep beraber taşıyalım.

Gelin, hep beraber kazanalım. Türkiye olarak kazanalım.

Ben milletimizin vicdanına güveniyorum.

Ben milletimizin iradesine güveniyorum.

Bizim yerimiz belli, yurdumuz belli.

Evet Demokrasi Atılım derhal bugün! Gençler yerinde duramıyor maşallah. Değerli arkadaşlarım gençlik burada biliyorum. Bakın biz neredeyiz biliyor musunuz?  

Biz nerede miyiz? Bilmeyenler için bir konum atalım:

Biz; çocuğuna harçlık veremeyen annelerin yanındayız.

Biz; torunlarına küçük bir hediye almak isteyip de alamayan dedelerin, ninelerin yanındayız.

Biz; aylık 2.500 lira maaşla, temel gıda ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan emeklilerimizin yanındayız.

Biz; açlık sınırının altında bir asgari ücretle geçinmeye çalışan işçilerimizin yanındayız.

Biz; hayat pahalılığı karşısında inim inim inleyen dar gelirli, sabit gelirli vatandaşlarımızın yanındayız.

Biz; dükkanında masraf olmasın diye elektriğini açamayan, sattığı malı yerine koyamayan esnafımızın yanındayız.

Biz; gübre, mazot, tohum, elektrik fiyatları altında ezilen çiftçilerimizin yanındayız.

Biz; her gün canını dişine takarak ekmeğinin peşinde koşan kurye arkadaşlarımın yanındayız.

Biz; kendilerine “çıkart telefonunu” denilen, yarınlarını başka ülkelerde aramaya başlayan gençlerin yanındayız.

Biz; cep yakan fiyatlar yüzünden, yemekhanede günde tek öğünle karnını doyurmaya çalışan, bayramda ailesinin yanına gidemeyen öğrencilerin yanındayız.

Biz; beraat ettikleri halde hakları iade edilmeyen KHK’lıların yanındayız.

Ayrımcılığa uğrayan, kendisini ikinci sınıf hisseden, hor görülen tüm vatandaşlarımızın yanındayız.

Bizim konumumuz budur, koordinatlarımız budur.

Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte buraya, bu konuma davet ediyoruz.

Bizim yerimiz; 84 milyonun yanıdır.

(Alkış…)

Daha önce yaptık yine yaparız, daha önce yaptık daha iyisini yaparız.

*****

Peki değerli arkadaşlarım, konumumuzu koordinatlarımızı buradan duyurduk.

Peki, İktidardakiler nerede, ne yapıyorlar?

Sabah akşam hikâye anlatıp duruyorlar.

Bırak kardeşim hikâyeyi.

Bir marul olmuş on lira bu memlekette. Pazarda taneyle sebze meyve satılıyor.

Etiketlere artık “yarım kilo” fiyatları yazılıyor.

Ekonomiyi batırdınız ya batırdınız.

Bir yandan da ülkenin sınırlarını kevgire döndürdünüz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin hudutları yol geçen hanına döndü.

Milyonlarca insanı, hesapsız kitapsız sınırlardan bu ülkeye aldınız.

Her yerden geliyorlar. Gelmeye de devam ediyorlar.

Daha geçtiğimiz aylarda binlerce Afgan Türkiye’ye giriş yaptı.

Hepsi erkek, hepsi genç.

Ben hükümete sordum, şimdi yine soruyorum:

“Yahu arkadaş, siz ya bu ülkenin hudut güvenliğini sağlayamıyorsunuz, ya da Amerikalılarla anlaşıp Taliban rejiminden kaçanları Türkiye’ye yığıyorsunuz.” 

Bunların hangisi doğru? Çıkın söyleyin.

Yetmedi, 200.000 Suriyeli ’ye vatandaşlık verdik diyorsunuz.

Bu vatandaşlıkları hangi kritere göre veriyorsunuz?

200.000 kişiyi gizli saklı, hiçbir kurala tabi olmadan vatandaş yaptığınızda, diğer Suriyelilerin “sıra bana da gelecek” diye bekleyeceklerini, ülkelerine dönmek istemeyeceklerini hesap edemiyor musunuz?

Bunlar, ne anlatsak millet yutar zannediyorlar.

Sayın Erdoğan, bırak millete hikâye anlatmayı. Çıkın bu vatandaşlığı hangi kritere göre veriyorsunuz neye veriyorsunuz kime veriyorsunuz açıklayın.  Oy için mi çıksınlar açıklasınlar. Biz bilemiyoruz. Biz sebebini açıklayın diyoruz.

Tek yetkili Cumhurbaşkanı olduktan sonra memleket ne hale geldi, sen onu anlat.

Çok istedin, tek başına tüm yetkiyi elinde topladın.

2018 seçimlerinde ne dedin? Şu yetkiyi bana verin, faiz de enflasyon da nasıl düşer göstereyim dedin.

Dedin de sonra ne yaptın?

Faizi de enflasyonu da patlattın yahu.

Şu dört yıllık karnenden bir haber ver hele. Bak 4 yıl oldu 4. 2018 seçimlerinin üzerinden 4 yıl geçti. Aklına gelip de yapamayacağı hiçbir şey yok. Tek imzayla aklına geleni yapıyor. Şu 4 yıllık karneyi bir koyalım ortaya.

Bak ben söyleyeyim:

O karnede hayat pahalılığı var mı arkadaşlar? (…) Var.

Yüksek enflasyon var mı? (…) Var.

Son yirmi yılın en yüksek enflasyonu hem de.

Enflasyon yüzde 100’e çıkmış yüzde 150’lerde.

Peki, karnede derin yoksulluk var mı? (…) Var.

Bu ülkede insanlar çöpten yiyecek toplamaya başladı, ekmek topluyorlar çöpten yahu.

Karnede işsizlik var mı? (…) Var.

İşte karne bu. 4 yıllık karnen bu. 4 yılda bir üniversite bitiyor. 4 yılda insanlar diploma alıyor karne alıyor. Ama karnesi bu işte.

Tek başına tek imzayla yönetilen ülkenin hali bu.

Al işte hep beraber Gaziantep’teyiz.

Burası fıstığın ve baklavanın başkenti, değil mi?

Gaziantep’te ailesiyle birlikte baklavasını, fıstığını yiyebilen kaç kişi kaldı?

Soruyorum size arkadaşlar fıstık ve baklava yiyebiliyor musunuz? (…)

Yiyebiliyoruz diyenler el kaldırsın. (…)

Şu meydana bak ya. Gaziantep fıstığın da baklavanın da vatanı. İşte durum bu kadar vahim.

Gaziantep fıstık yetiştiriyor, ama fıstığa parası yetmiyor.

Gaziantep en güzel baklavayı üretiyor, fakat Gaziantepli baklavayı yiyemiyor. Memleketi düşürdüğün durum bu. Özeti bu işte.

Yahu Allah aşkına, bu memlekette içi boş baklava satılmaya başladı. İçi boş baklava…

Vatandaş Ramazan Bayramı’nı tatlı alamadan geçirdi. Örf, adet, gelenek ne varsa, hayat pahalılığı karşısında yok oldu.

Ama Beştepe’de yaşayanlar, halkla arasına koruma ordusu dizenler, bunu göremiyor.

Hep beraber yeneceğiz arkadaşlar. Bunlar milletten koptu.

İftar sofralarında bile halka aralarına bariyerler çekiyorlar. 100 araçlık 150 araçlık konvoylardan milleti görmüyor duymuyorlar.

Bakın Arkadaşlar,

Şunu bilmemiz gerekiyor.

Sayın Erdoğan artık sokağı göremiyor. Beştepe’ye kendini hapsetti.

Tek bir komşusu yok. Görüp de ödediği tek bir fatura yok.

Bu vatandaş ne çekiyor ne yaşıyor haberi yok.

Ama vatandaşın anası ağlıyor… Gerçekten çok yazık. Ben buradan sesleniyorum. Yarın sabah da Gaziantep’teyim. Diyorum ki Sayın Erdoğan’a : Adana’dasın işte, atla gel Gaziantep’e.

Sayın Erdoğan, gel beraberce Gaziantep’in sokaklarında şöyle bir tur atalım.

Tabakhane’de, Cinderesi’nde, Şoför Ali Caddesi’nde, Perilikaya’da, Akyol’da bir gezelim de esnafın, vatandaşın halini bi görüver.

Çok değil bir saat. Halkın gerçek gündemini bi gör.

Arkadaşlar çözümün adresi biziz doğru. DEVA kadroları...

Bakın bu ülkede boş tost satışları başladı, boş tost. İçinde peynir meynir hiçbir şey yok. Benim sanayideki arkadaşım boş tost ile karnını doyuruyor.

Hani şu nohut dürüm var ya, nohut dürüm. O bile 15 lira oldu.

Arkadaşlar, bunlar bazılarının varlığına varlık kattılar ama ülkenin kalanını ise yoksulluğun dibine attılar.  Seçim günü mührü atacağız damlaya vurunca Beştepe o saatte duyacak.

Bakın bugün Gaziantep’te İbrahimli ’de bir daire olmuş 4 milyon lira, 5 milyon lira.

Ama Düztepe’de insanlar ekmek alabilmek için ekmeği biraz daha ucuz alabilmek için belediyeden kupon sırasına giriyor.

Belediye ekmek karnesi dağıtıyor, ekmek karnesi.

Yazık günah.

Memlekete o eski karne dönemini geri getirdiler.

Arkadaşlar, inanın içim yanıyor. Yazık bu ülkeye. Bu ülke buna layık değil, bu ülke bunu hakketmiyor.

Evet, burası fıstık kabuğundan ekmek yapıp savaşan insanların şehri.

Elbette bu millet zorluğu da yokluğu da çoook çok iyi biliyor.

Sabır nedir, şükür nedir, onu da bu millet çok iyi biliyor. Arada diyor ya sabır, şükür merak etmesin. Bu millet sabretmeyi de şükretmeyi de çok iyi biliyor. Ondan öğrenecek değil.

Ama şimdi burada bi durun bakalım!

Hayırdır, ne oluyor yahu?

Kurtuluş Savaşı günlerindeki yokluğa mı geri döneceğiz?

Ülkemiz işgal altında falan değil çok şükür. Siz bu inşaları savaş günlerindeki yokluğa mahkûm ediyorsunuz ondan sonra sabredin şükredin. Amenna sabır şükür bizim kültürümüzdür. Ancak bu ülkeyi bu hale siz düşürdünüz.

Beştepe’dekilerin hepimizin cebine, kesesine açtığı savaşı saymazsak, ülkede bir savaş falan yok.

Bu krizin sorumlusu belli arkadaşlar. Sorumlusu belli!

Ortada Beştepe yapımı, yerli ve milli bir kriz var. Kendi tabirleriyle kullanıyorum, yerli, milli...

Ortada el yapımı, ev yapımı bir kriz var.

Ama bunlar ne yapıyor? Enflasyonun sorumlusu olarak fahiş etiketleri gösteriyorlar.

Esnafı suçlu göstermeye çalışıyorlar, esnafı. Dikkat edin. O etiketi yazan esnaf var ya bütün ilgiyi oraya dağıtmaya çalışıyorlar. Kendileri enflasyonu patlatıyor işin içinden sıyrılıyor fahiş etiketlerle mücadele edeceğiz diyor. Sen kendinle mücadele et.  Çünkü enflasyonun sebebi sensin.

Zammın sorumlusu bizim esnaf kardeşimiz değil arkadaşlar.

Esnaf ne yapsın? Dükkânın masraflarını zar zor çeviriyor. Sattığı rafı esnafına koyamıyor esnaf o gün.

Gittiğim her şehirde esnaf bana “Kurtarın bizi. Dükkânda elektrik yakacak halimiz kalmadı” diyor.

Esnaf perişan.

Soruyorum size: Pazardaki sebzenin meyvenin pahalılığının sorumlusu pazarcı mı? Çiftçi mi? (…)

Ama bunlar hedef gösteriyor hedef.

Hayır değil. Ürününü, maliyet fiyatının altında satan gariban çiftçimiz borcu borçla döndürmeye çalışıyor.

Milletin beli büküldü, beli.

Bakın, bu enflasyonun sorumlusu ne esnafımız ne de çiftçimiz.

Bir de ne diyorlar? Propaganda yapıyorlar. Neredeyse psikolojik harekât başlattılar. Bütün dünya da enflasyon başlattılar. Petrol fiyatları arttı, tüm dünyada enflasyon var diyorlar.

Yahu enflasyon, 0 olan ülkede %2’ye çıktı. %2 olan ülkede %4’e çıktı. Bilemedin %7’ye çıktı.

Bizim gibi %100, %150 enflasyon nerede var Allah aşkına. Bütün dünyada enflasyon var diye bu milleti aldatmaya çalışıyorlar.

Üstelik zamanında, 2002-2008 yılları arasında, bu arkadaşınız ekonominin başındayken, petrol fiyatları 20 Dolar’dan 150 Dolar’a çıktığında, biz bu ülkede enflasyonu tek haneye düşürmedik mi? Petrol fiyatları 20 Dolar’dan 150 Dolar’a çıkarken biz bu ülkenin ekonomisini büyüttük. 

Yahu insan bir sormaz mı?

“Ali Babacan, zamanında sen bunu nasıl başardın” diye sormaz mı? “Petrol fiyatları 7,5 kat artarken bu enflasyonu nasıl düşürdün, bu ekonomiyi nasıl büyüttün?” diye sormaz mı?

Ne diyor? Ben imza atmasaydım yapamazdı diyor.

Madem hikmet imzada, hadi at o imzayı da enflasyonu düşürüver bakalım. At bir imza da faizleri düşürüver bakalım.  4 yıldır elini tutan mı var sana engel olan mı var.

Yapamaz! Ağzıyla kuş tutsa yapamaz.

Bu krizin sorumlusu eğmeye bükmeye gerek yok, bu krizin sorumlusu

Dolar kurunu patlatan Sayın Erdoğan’dır.

Sayın Erdoğan ve yanına aldığı ortaklarıdır.

Bugün eğer dolar kuru patlamasaydı, dünyadaki dolar artışına paralel olarak bizde de akaryakıt fiyatları artsaydı benzinin mazotun fiyatı 6-7 liradan en fazla 9-10 liraya çıkardı. Bütün dünyada o kadar arttı çünkü.

Eğer bugün benzin mazot, 9-10 lira değil de 22-23 liraysa, bunun sebebi dolar kurundaki artıştır. Bu aradaki fark Erdoğan farkıdır. Dolar kurundaki artışın sebebi de Sayın Erdoğan’dır. 

Peki Sayın Erdoğan ne yaptı da bu dolar kurunu patlattı? Bu kur niye bu kadar arttı.

Önce Merkez Bankası Başkanı laf dinlemiyor dedi, onu görevden aldı.

Arkasından, Merkez Bankası’na talimat yağdırmaya başladı.

Merkez Bankası’nın 130 milyar dolar döviz rezervini cayır cayır sattırdı. Ne zaman? 1 Ocak 2019 da başladı 2020’nin Eylülüne kadar. O zaman kim var yanında damat var. Sırf 2019 yerel seçimlerini kazanmak için Damat ile el ele verip hepimizin alın terini cayır cayır yaktı. Yazık günah.

Hazırda ne varsa satıp tükettikten sonra, ülke ülke dolaşıp swap anlaşmalarıyla döviz borçlandı. Katar’a niye gitti. Birleşik Arap Emirlikleri’ne niye gitti? Birleşik Arap Emirlikleri’ne yıllarca demedi mi ‘bunlar 15 Temmuz’un destekçisi’ diye. Ne oldu? 15 Temmuz’un destekçisiyse niye ayaklarına gittin? Yok 15 temmuzu bunlar desteklemediler ise o zaman bunu açıkla. Bu milletten özür dile. De ki; Ey milletim ben yanılmışım bunlar 15 Temmuz’u desteklememiş, git onlardan da özür dile. Eğer bunlar darbeyi destekledilerse buna rağmen 5 milyar 10 milyar dolar için ayaklarına gidip o swap anlaşması için kucaklaştıysa ben bu milletin ferasetine havale ediyorum.

Swap anlaşmaları ile aldıkları dövizleri ne yaptılar? Borç aldıkları dövizleri ne yaptılar? Cayır cayır sattılar. Sonra borçlandığı o dövizi de satmaya başladı.  İşte sonunda, Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonu eksi 60 milyar dolara indi.

Merkez Bankası’nın elinde 107 milyar dolar var, ama 107 milyar dolar da borcu var.

Üstüne 60 milyar dolarlık swap borcunu da ekleyince, alın size eksi 60 milyarlık rezerv.

Cumhuriyet tarihinde böyle bir şey yok. İlk defa bu milletin bu devletin merkez bankası eksi 60 milyar dolarlık borç batağının içine düşürülüyor. Yok böyle bir şey. Sadece ülkenin bu gününü değil gelecek nesillerin de sırtından yapıyorlar bunu. Çünkü borçlanıp yapıyorlar.

Ekonomimizi mahvettiler.

Ekonomimizi perişan ettiler.

Peki, Sayın Erdoğan’ın ortakları kim?

Bunları unutturmayacağız.

Bir yanında, her konuşmasında öfke nöbeti geçiren, hakaret etmeden konuşamayan laf üreticisi, krizlerin ortağı Bahçeli.

Diğer yanında, 28 Şubatçı Çin muhibi Perinçek.

Üçü kafa kafaya verdi, başımıza her türlü krizi açtılar.

Adalet krizi, dış politika krizi, sığınmacı krizi, eğitim krizi.

Kriz yaşamadığımız alan kalmadı yahu.

Bu krizlerin ortağı Bahçeli var ya, 2001 ekonomik krizinde memleketi mahveden hükümete de ortaktı.

Onu unutturmayacağız. Hatırlayın. Bankaları batırdılar, esnafı borca gömdüler. Hatırlayın yazar kasa Ankara’daki başbakanlık binasının önüne fırlatıldığında Sayın Bahçeli’nin ofisi o binanın içindeydi. Unutturmayacağız.

Bugün Bahçeli hükümete yine ortak ve ülkede yine kriz var. Onun için krizlerin ortağı diyoruz.

İşte size yine döviz krizi.

Şimdi de ne yapmaya başladılar biliyor musunuz?

İhracatçının dövizinin yüzde 40’ına el koyuyorlar.

Burada Gaziantep’teki üreticinin, ihracatçının emeği olan dövizi onlardan zorla alıyorlar.

Sonra o dövizi ne yapıyorlar?

Gidip Merkez Bankası’nın arka kapısında cayır cayır satıyorlar! Doymuyorlar.

Biliyorsunuz,

Şu ortadan yok edilen meşhur 130 milyar dolar meselesini ilk gündeme getiren genel başkan benim.

Bir yıldır soruyorum. Bu dövizi ne yaptınız diyorum. Ne zaman sattınız, kime, kaçtan niye sattınız diyorum. Niye gizli gizli sattınız diyorum.

Sayın Erdoğan’dan bir cevap duydunuz mu? (…)

Duymadınız, değil mi?

Çünkü cevap veremez. Gizli saklı yapılan işin doğruyla ilgili şüphe duyun. Eğer bir iş karanlıkta yapılıyorsa ondan şüphe duyun. Doğru hesaptan kaçar mı yahu.

Yaptığı doğru olsaydı, hesaptan vermekten kaçmazdı.

Ve arka kapıdan döviz satmaya hâlâ devam ediyorlar.

Şu son 5 ayda en az 30 milyar dolar daha döviz yaktılar ya

Yazık günah.

Durmak bilmiyor.

Madde bağımlılığına döndürdüler işi. Döviz kurunu kontrol etmek için habire arka kapıdan döviz sat. Zararlı alışkanlık bataklığına girdiler.

Değerli arkadaşlarım,

Bunlar, tam mirasyedi gibi. Neyi teslim ettiysek batırdılar.

Paramızı pul ettiler, pul.

(200 TL çıkarıyoruz

Şu para var ya, şu para 200 lira.

2009 yılında tedavüle çıkmıştı.

Demokrasimizi de ekonomimizi de güçlendirdiğimiz dönemde tedavüle çıkmıştı.

O günkü değeri bu 200 lira 123 dolardı. Evet tam 123 dolar

Bugünkü değeri ne kadar? (…) 12,5 dolar. Gaziantep hesap biliyor.

123 dolar indi 12,5 dolara. Şu hale bak. Bu milletin cebindeki parayı eritiyorlar.

Hiçe döndü, pula döndü.

(200 TL kaldırıyoruz)

İşte memleketi düşürdükleri durumun özeti bu

*****

Değerli arkadaşlarım,

Sorunlar büyük. Hepsini biliyoruz. Hepsini bizzat yaşıyoruz.

Ancak bakın, ben her gün çözüm konuşuyorum. Her konuda çözüm üretiyoruz.

DEVA Partisi’nin hazırladığı eylem planlarını ortaya koyuyorum. Tek tek. Her konuda eylem planı hazırladık.  Tarımdan tutun sosyal politikalara kadar, dijital dönüşümden tutun afet yönetimine kadar, ekonomi finanstan tutun, üniversiteye kadar, çevreye kadar, şehircilik ve yerel yönetimlere kadar... 

Çok kapsamlı çalışmalar çok... Bugüne kadar bizim kadar detaylı çözüm koyabilen bir parti yok Türkiye’de. Biz her şeyin başı güven diyoruz. Güven olmazsa olmaz diyoruz.

Önce güven oluşturacağız bu ülkede. Ben önce güven ortamını oluşturmamız lazım bu ülkede dediğim zaman gençlerimiz soruyor; Sayın başkanım bu güveni nasıl oluştururuz. Anlatır mısınız diyorlar. 1 dakikada 8 madde de güven nasıl oluşturulur onu anlatacağım sizlere...

1-      Konuşunca doğruyu söyleyeceğiz. Enflasyon yüzde yüz iken gidip de TÜİK’e enflasyonu makyajlayıp yüzde 50- 60 diye açıklatmayacağız.

2-      Söz verince tutacaksın. 2018’de bu milletten oy isteyip de bana oy verin faizi de enflasyonu da nasıl düşüreceğim derken faizi de enflasyonu da patlatmayacaksın.

3-      Emanete hıyanet etmeyeceksin. Çok önemli.

4-      Her daim hukukla adaletle hareket edeceksin

5-      Dürüst ehliyetli ve liyakatli kadrolarla çalışacaksın

6-      Her kararını istişareyle alacaksın. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın. Ben ekonomistim, alanım ekonomi deyip ekonomiyi batırmayacaksın.

7-      Şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Karanlıkta arka kapıdan Merkez Bankası’nın dövizlerini satmayacaksın.

8-      Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.

Biz bugün Gaziantep’te Türkiye’nin her yerinde başımız dik alnımız açık yürüdük. Veremeyeceğimiz hesap yok. Onun için rahatız hamdolsun. Onun için burada sizlerle kucaklaşıyoruz. Her zaman hesap vermeye açık olacaksın.

Değerli arkadaşlar bizim bir Türkiye hedefimiz var. Tam demokratik Türkiye. Eksik gedik değil tam demokratik Türkiye.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin eşit ve birinci sınıf vatandaş olduğu bir Türkiye. Herkesin insan onuruna yakışan bir hayat yaşadığı bir Türkiye ...

Ülkemizi asla öfkeye teslim etmeyeceğiz, asla.

Onun için diyorum öfkelenip yuh demeye gerek yok. Biz bu mücadeleyi demokrasi içinde kazanacağız. Biz bu mücadeleyi hukuk içerisinde kazanacağız. Biz bu mücadeleyi meşru zeminde kazanacağız. Meşru demokratik siyaset zemininde kazanacağız.

Biz Türkiye’yi barışın, huzurun, özgürlüğün limanına sağ salim yanaştıracağız.

Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik son bulacak. Ayrımcılık, torpil son bulacak.

Kamu da mülakatı kaldırıp atacağız. Yazılı sınav neyse o. Yazık değil mi bizim gençlerimize. O kadar sıkıntı çekiyorlar. Alın teri döküyorlar. KPSS’ye hazırlanıyor. 85- 95 arası puan alıyorlar mülakatta eleniyorlar. Yazık yahu.

Niye e bakalım. İktidar partisine yakın mısınız? Niye? Ya sen Türkiye’nin şu bölgesinden gelmişsin. Yazık yazık.

Bu ülkenin her vatandaşı 1. Sınıf vatandaş arkadaş. Ayrıcalık yapamazsın. Onun için bu işin en kestirme yolu bu mülakatı kaldırmak.  Yazılı sınav ne ise o.

Hak eden hak ettiğini alacak bu ülkede inşallah.

 

Adaleti, hukuku biz ayağa kaldıracağız. Demokrasiyi biz yükselteceğiz. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme biz geçeceğiz.

Bu pahalılık, bu yoksulluk, bu baskı dönemi bitecek. Özgür ve zengin bir ülke olacağız.

DEVA Parti’si varsa umut vardır. DEVA Parti’si varsa adalet vardır. Güven bizde çözüm bizde anahtar bizde.

Türkiye’nin demokrasi maratonunu hep beraber koşacağız.

Yerle bir ettikleri bu demokrasimizi hep beraber ayağa kaldıracağız.

Umudu hep beraber yükselteceğiz.

Heyecanımızı hiçbir zaman yitirmeyeceğiz.

Çocuklarımıza mutlu ve zengin bir ülke bırakmak için canla başla çalışacağız.

Bu iş çözülecek az kaldı.

Kimse kusura bakmasın ama şu konuda mütevazi olmayacağım. Bu ülkenin sorunlarını çözmek için bu ülkenin krizlerini çözmek için DEVA Parti’sinin mutlaka ama mutlaka iktidarda olması gerekiyor. Biz ekip olarak 2001- 2002 ekonomik krizini çözen bir ekibiz. 2 senede çözdük.

2008- 2009 krizini biz çözdük biz ekip olarak. 2 tane büyük krizi çözdük. Eğer Türkiye’de varsa böyle bir ekip daha, varsa 2 büyük krizi çözen ekip gelsin buyursun yapsınlar. Ama yok yapamazlar. O yüzden bu işi evelallah biz çözeceğiz. DEVA Kadroları olacak yapacağız.

Çözüm bizde. Hep beraber yapacağız. İddialıyız ve söz veriyoruz. Bu milleti bu ekonomik krizden de bu adalet krizinden de bu eğitim krizinden de bu göç krizinden de inşallah kurtaracağız. Hep beraber yapacağız.

Hazır mısın Gaziantep?

Hazır mısın Gazişehir?

Adalet için hazır mısın?

Özgürlük için hazır mısın?

Zenginlik için hazır mısın?

Demokrasi için hazır mısın?

Siz hazırsanız biz de hazırız.

Hep beraber tekrar ediyoruz.

Demokrasi

Atılım

Derhal

Bugün ...

Hep beraber tekrar ediyoruz.

Demokrasi

Atılım

Derhal

Bugün ...

Haydi hayırlı olsun. 

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun.

17 Mayıs 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın KHK Mağduriyetleri Eylem Planı Lansman Konuşması

Ali Babacan KHK Mağduriyetleri Eylem Planı

Kıymetli basın mensupları,

Saygıdeğer konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya üzerinden bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, Partimizin KHK Mağduriyetleri Eylem Planını açıklayacağımız basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım

Sizlerin de yakından takip ettiği gibi, DEVA Partisi olarak bir ilke imza atıyoruz. İktidarımızın ilk 90 ve ilk 360 gününde atacağımız adımları madde madde kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Ülkemizin sorunlarını çözmek adına hazırladığımız eylem planlarımıza bugün bir yenisini daha ekliyoruz.

Çünkü biz, Türkiye’de çözülmemiş tek bir sorun bile bırakmama iddiasıyla siyaset yapıyoruz.

Memleketimizin sorunlarını hızla ve adaletle çözmek için çalışıyoruz.

Değerli misafirler,

Tam da bu noktada bir hususun özellikle altını çizmek istiyorum.

Bizim tüm bu eylem planlarımızın başarıyla uygulanmasının tek bir koşulu var:

Öncelikle ülkemizde “hukuk devleti zemini”ni tesis etmemiz gerekiyor.

Çünkü hayalimizdeki mutlu, özgür ve zengin Türkiye ancak adaletin tecelli etmesiyle mümkün olabilir.

Siyasi istikrar ve ekonomik refah, ancak hukukun üstünlüğüyle sağlanabilir.

Eğitimden sağlığa, tarımdan dijital politikalara dek tüm meselelerin çözümü ancak güçlü bir hukuk zemininde gerçekleşebilir.

İşte bugün de hukuku ve adaleti konuşmak için buradayız, sizlerle beraberiz. Değerli arkadaşlar,

Bugün, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından OHAL KHK’larıyla ihraç edilen vatandaşlarımızın haklarını konuşacağız.

Bugün, darbe girişiminin ardından açılan silahlı terör örgütü üyeliği soruşturmalarındaki adaletsizlikleri gidermeyi konuşacağız.

Bildiğiniz gibi, hain terör örgütü FETÖ’nün demokrasimize kast ettiği 15 Temmuz 2016 akşamı, yakın tarihimizin en kanlı gecesi olarak kayıtlara geçti.

15 Temmuz gecesi bir tiyatro falan oynanmadı arkadaşlar.

O gece, aklını FETÖ’ye kiraya vermiş bir grup darbeci, demokrasimizi yok etmeye kalkıştı.

Milletimiz ise dimdik ayaktaydı, sokak sokak, cadde cadde direndi.

Halkımız tüm siyasi görüş farklılıklarını bir kenara bırakarak, birbirine sımsıkı kenetlendi.

Bu millet 15 Temmuz gecesi canı pahasına, kanı pahasına demokrasimizi savundu.

Aziz şehitlerimiz ve gazilerimiz demokrasimize ve birliğimize sahip çıkarak canlarını ortaya koydu.

O gece milyonlarca insan; hep beraber hukuk dedik. Hep beraber demokrasi dedik.

Türkiye’nin sabah erken kalkanın, gece geç yatanın darbe yapacağı bir ülke olmadığını 15 Temmuz gecesi tüm dünyaya gösterdik.

Ancak, ne var ki, milletimizin sergilediği onurlu direnişle darbe girişimini bozguna uğratmayı başaran Türkiye’nin yönü maalesef demokrasiye dönmedi.

Darbe girişiminin hemen ardından başlayan süreçte, demokratik hukuk devleti iktidar eliyle yok edilmeye başlandı.

Türkiye, hukuksuzluklar ve adaletsizlikler ülkesi haline getirildi.

Evet, 15 Temmuz’da halkımız kendi iradesine, demokrasisine, meclisine sahip çıktı. İktidar ise bu sahiplenmeyi, kendilerine, kendi vahim yanlışlarına sahip çıkmak olarak sundu. İstismar etti.

15 Temmuz’un, iktidarın yanlışlarına, hukuksuzluklarına, zulmüne sahip çıkılmış gibi sunulması tam bir istismardır.

Olağanüstü hâl koşullarında yapılan bir anayasa referandumu ile Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi de gelince demokrasimiz ağır bir yara almış oldu.

Ve bu dönemde çok sayıda vatandaşımız mağdur edildi.

Daha sonraki aşamalarda mahkemeler veya savcılıklar tarafından 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle veya paralel devlet yapılanmasıyla hiçbir ilgisi olmadığı, hukuka aykırı herhangi bir eylemde bulunmadığı tespit edilen çok sayıda insan, OHAL KHK’ları ile yargı kararı olmaksızın kamu görevinden çıkarıldı.

Birçok vatandaşımız haksız uygulamalar nedeniyle işinden, mesleğinden edildi.

Ayrıca, 2016-2020 yılları arasında, terör örgütü üyeliği kapsamında bir buçuk milyondan fazla soruşturma başlatıldı. Bir buçuk milyon arkadaşlar. Bu da 2020 sonu. Daha 2021 rakamları açıklanmadı. Onu göreceğiz ne olacağını.

Hava puslu olunca da fırsatçılık yapanlara da gün doğdu. On binlerce vatandaşımızın hakkı yendi.

Hatırlayın; Sayın Erdoğan o günlerde ne demişti? “At izi, it izine karıştı” demişti.

Fakat, şu unutulmasın ki, OHAL döneminde at izini it izine karıştıran fırsatçıların tamamı Beştepe’den güç aldı.

Bir hukuk devletinde, hakkın izi hiçbir yere karışmaz arkadaşlar. Hukukun üstünlüğü varsa, hak izini kaybetmez. Kaybediyorsa, orada hukuk devleti yoktur, hukukun üstünlüğü yoktur.

Maalesef bugünkü otoriter ittifak, ülkemizi kahrın ve zulmün ülkesi yaptı. Adaletsizliği kural haline getirdi.

KHK’yla işinden edilen insanların hayatı herkesin gözü önünde mahvedildi.

İnsanlar, uğruna bir ömür adadıkları mesleklerinden bir gece yarısı kararnameyle uzaklaştırıldılar.

Aileleriyle birlikte yokluğa ve dışlanmaya mahkûm edildiler. Çoluk çocuk, topluca çok ağır bir zulme uğradılar.

Evrensel hukukta toplu cezalandırma diye bir şey yoktur. Ama bu yapıldı Türkiye’de.

Bu, bir hukuk devleti için ağır bir utanç tablosudur.
Ama hiç endişeniz olmasın. Çok yakında, bu devleti biz yöneteceğiz.

Herkes şundan emin olsun: Bu dönemde yaşatılan hiçbir zulme sessiz kalmayacağız.

Akif’in dediği gibi çiğnensek de hakkı tutup kaldıracağız.

Milletimizin vicdanını yaralayan, hayatlarına ağır darbe vuran bu adaletsizlikleri de gidereceğiz.

Devlete ve yargı sistemine çekidüzen vereceğiz.

İşte bugün açıklayacağımız 18 maddelik eylem planımızı tam da bu kapsamda hazırladık.

Öncelikle, şu tespiti ortaya koymamız gerekiyor:

FETÖ’nün devlet kurumlarında örgütlenmiş, örgüt çıkarları doğrultusunda paralel hiyerarşiden aldıkları talimatlarla hareket eden mahrem bir yapılanma olduğunu biliyoruz.

Bu nedenle, tüm yasa dışı örgütlerle olduğu gibi FETÖ’yle de mücadeleye kesintisiz ve kararlı bir şekilde devam edeceğiz.

Hiçbir çıkar grubunun devlette yapılanmasına müsaade etmeyeceğiz.

Devletin içine yuvalanmış tüm illegal yapılanmaları ve çeteleri tasfiye edeceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti, paralel yapılanmaların değil, devletin sahip çıkıldığı bir devlet olacak.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti milletin devleti olacak.

Devletin kadrolarında torpile göz yummayacağız. Kamuda atamaları ehliyet ve liyakat şartına bağlayacağız.

DEVA Partisi iktidarında kimse etnisitesi, dili, inancı, yaşam tarzı, ideolojisi, kimliği nedeniyle ayrımcılığa uğramayacak. Kimse kayırılmayacak.

Milletimiz müsterih olsun.

Adaletten bir milim bile sapmayacağız.

Adaletin daha fazla gecikmesine müsaade etmeyeceğiz.

KHK listeleriyle ihraç edilenlerin mağduriyetini gidermek amacıyla DEVA Partisi iktidarının ilk 90 gününde kolları sıvayacağız.

Biraz sonra Mustafa Bey detaylarını açıklayacak ama şöyle bir eylem planımıza bakarsanız arkadaşlar biz her ne kadar 90, 360 günlük eylem planı desek de bu eylem planının tamamı 90 günlük bir eylem planı.

Çünkü hak hukuk yerini bulsun diye acele etmemiz gerekiyor.
Haksız yere kamudan ihraç edilen herkesin hak ve itibarlarını iade edeceğiz. Bu kapsamda;
Hakkında soruşturma veya kovuşturma olmayanları,
Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilenleri,

Ve beraat kararı alanları, KHK ile ihraç edildikleri kamu görevlerine iade edeceğiz. Başka hiçbir şeye bakmayacağız. İşlerine kaldıkları yerden aynen başlayacaklar.

Kamu düzeni ve milli güvenlikle doğrudan ilişkili kurumlarda görev yaptıktan sonra ihraç edilenler ise idarenin kendilerine uygun göreceği bir göreve başlayacaklar.

Kamu görevine iade edeceğimiz tüm KHK’lıların her türlü yasal, mali ve sosyal haklarını iade edeceğiz. Haklarındaki tüm kısıtlamaları kaldıracağız.

Kamu görevine iade edilen vatandaşlarımızın isimlerinin yer aldığı tüm listeleri kamu kurum ve kuruluşlarının kayıtlarından sileceğiz.

Öte yandan, KHK’ların sosyal hayata ve özel sektöre yansıyan sonuçlarını da gidereceğiz.

Kamu görevinden ihraç edilen vatandaşlarımızın özel sektörde çalışmalarının önündeki yasal veya fiili tüm engellere son vereceğiz.

Değerli arkadaşlar,

İnsanları, KHK zulmüyle adaletsizliğin pençesine sürükleyen herkesin gözünün içine bakarak “Adalet” diye haykıracağız.

Yüz binlerce insana yaşatılan bu adaletsizliği, adaletle yok edeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz, bir yandan FETÖ ile mücadeleye devam etmenin, demokratik hukuk devletinin asli bir görevi olduğunu vurgularken, bir yandan da, adaletin ince işçilik gerektiren zorlu bir arayış olduğunun gayet iyi bilincindeyiz.

Hiçbir zorlu koşulu adaletsizlik için mazeret kabul etmiyoruz.

Kurtuluş Savaşı’nın ortasında bile, Birinci Meclisimizin mensuplarının dediği gibi, “Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir.” Bunu çook çok iyi biliyoruz.

Açılan her bir davanın, alınan her bir kararın insanların hayatını birebir nasıl etkilediğini de aklımızdan asla çıkarmıyoruz.

Onun için daima adil olacağız. Eşitlik ilkesiyle hareket edeceğiz.

İnce eleyip sık dokuyacağız. Evet, Adalet için zahmet etmekten kaçmayacağız.

Bizim ilk sözümüz de son sözümüz de daima adalet olacak.
Hiç kimsenin şüphesi olmasın.
DEVA Partisi iktidarında ülkemizi birinci sınıf hukuk devleti yapacağız. Önce insan diyeceğiz. Türkiye’yi insan haklarının ülkesi yapacağız.

*****
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlar
Ben şimdilik sözlerime burada son veriyorum.

Eylem planımızın hazırlanmasında emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.

Eylem planımızın detaylarını sizlerle paylaşmak üzere şimdi sözü Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu’na bırakıyorum.

Katılımınız için de hepinize tekrar teşekkür ediyorum. **

15 Mayıs 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Keçiören İlçe Kongresi Konuşması

KEÇİÖREN İLÇE KONGRESİ


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Değerli Ankara İl Başkanımız, Keçiören İlçe Başkanımız, değerli teşkilat mensuplarımız,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kurumlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli hemşerilerim,

Değerli yol arkadaşlarım,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri takip eden tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Keçiören İlçe Teşkilatımızın 1. Olağan Kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi, hızla büyüyor. Ülkemizin topraklarına hızla yayılıyor.

Geçtiğimiz sene oran olarak en fazla üye artışını sağlayan parti, DEVA Partisi’ydi.

İktidar partisinin üye kayıtlarımızı engelleme çabalarının hiçbirisi işe yaramadı, yaramıyor.

Neler yaptılar neler… Hiçbiri işe yaramadı.

Peki geldiğimiz son durumumuz ne? Son dönemde üye sayısı en fazla artan siyasi parti DEVA Partisi oldu. Çok şükür Tam 11 bin 693 kişi daha DEVA Partili oldu bu son dönemde.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının rakamlarına baktığımızda ve bu sayı olarak son dönemde en çok üyesini artıran partini n DEVA Parti’si olduğunu görmüş olduk. Hayırlı olsun diyorum.

150 bini geçtik çok şükür. Bu vesileyle üye kaydı için çaba gösteren tüm teşkilat mensuplarımızı ben buradan tekrar yürekten kutlamak istiyorum.

Aramıza katılan, partimize üye olan, gönüllü olan tüm yeni yol arkadaşlarıma da Ankara’dan, Keçiören’den tekrar hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ben, DEVA Partisi teşkilat gücünü her gün görüyorum ve hep yüreğimde hissediyorum.

Her gün “İyi ki DEVA Partisi’ni kurmuşuz” diyorum. İyi ki bu yola çıkmışız diyorum.

Türkiye’yi ayağa kaldıracak kadroların sizler olduğunuzu gayet iyi biliyorum.

Türkiye’nin tam demokrasi hikayesini sizlerle beraber yazacağımızı da çok iyi biliyorum.

Heyecanımızı sürekli artırarak, nice başarıların altına hep beraber imzamızı atacağız.

Bakın arkadaşlar,

Biz DEVA Parti’sini kurmakla sadece bir siyasi parti kurmadık.

Biz, Türkiye’nin tüm demokrat seslerini aynı çatı altında birleştirmek için bu yola çıktık.

Her zaman yaptığım çağrımı bir kez de Ankara’dan, Keçiören’den yinelemek istiyorum.

Türkiye’nin tüm demokratlarına seslenmek istiyorum.

Muhafazakâr demokrat arkadaşıma,

Sosyal demokrat arkadaşıma,

Liberal demokrat arkadaşıma,

Milliyetçi demokrat arkadaşıma,

Tüm demokrat arkadaşlarıma sesleniyorum.

Gelin, DEVA Partisi’nde birleşelim diyorum.

Gelin, tam demokrasinin bayrağını hep beraber taşıyalım diyorum.

Gelin, hep beraber kazanalım. Türkiye olarak kazanalım diyorum.

Ben milletimizin vicdanına güveniyorum.

Ben milletimizin iradesine güveniyorum.
Bizim yerimiz belli yurdumuz belli.

Gençlerimizin de söylediği gibi

Demokrasi

Atılım

Derhal

Bugün diyoruz.

Demokrasi

Atılım

Derhal

Bugün

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi nerede duruyor? DEVA Partisi’nin konumu ne?

Bilmeyenler için ben buradan konum atmak istiyorum.

DEVA Parti’si çocuğuna harçlık vermeyen annenin yanında.

DEVA Parti’si dükkanında masraf olmasın diye elektriğini açamayan, karanlıkta oturan esnafımızın yanında.

DEVA Parti’si tohum, gübre, mazot, elektrik fiyatları altında ezilen tüm çiftçilerimizin yanındayız.

Biz her gün canını dişine takarak ekmeğinin peşinde koşan kurye arkadaşlarımın yanındayız.

Biz; ülkesinin özgürlüğü için mücadele eden, basit etkinlikleri bile engellenen gençlerin yanındayız.

Biz; beraat ettikleri halde hakları iade edilmeyen KHK’lıların yanındayız.

Ayrımcılığa uğrayan, kendisini ikinci sınıf hisseden, hor görülen tüm vatandaşlarımızın yanındayız.

Bizim konumumuz budur, koordinatlarımız budur. Bizi arayan burada bulur.

Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte bu konuma davet ediyoruz.

Bizim yerimiz; özet olarak 84 milyonun yanıdır.

Bakın görün. Meclis seçimlerinde DEVA Partisi büyük bir zafer kazanacak.

Bizim adayımız Cumhurbaşkanı seçimlerinde en büyük bir zafer kazanacak.

Demokrasimizi hep beraber kurtaracağız arkadaşlar hep beraber.

Demokratik siyasete yönelen saldırıları ve siyasetçilere verilen haksız cezaları hep beraber göğüsleyeceğiz.

Seçim yaklaştıkça haksızlıklar çoğalacak. Adaletsizlikler çoğalacak.

Seçim yaklaştıkça ellerinden ne geliyorsa yapacaklar. Bunu iyi biliyoruz.

Ama biz bu insanlara haksızlık yapanları, çifte standart uygulayanları sandıkta bir güzel yeneceğiz.

Seçim günü geldiğinde, tüm Türkiye’de, logomuza, damlamıza o evet mührünü öyle bir basacağız ki Beştepe’de birileri oturduğu yerden zıplayacak.

Bunu hep beraber gerçekleştireceğiz.

Beştepe demişken değerli arkadaşlar,

Baktık ki Beştepe’de korku dağları sarmış belli ki.

Biliyorsunuz, bu iktidar, bizi hedef alarak seçim yasasını değiştirdi.

Siyasi mühendislik hesaplarıyla, entrikalarla bizi caydırabileceklerini, korkutabileceklerini zannettiler.

Masa başında hesaplar yaparak, yasalarla oynayarak bize seçimi kaybettireceklerini zannettiler.

Biz ne yaptık?

Cevabımızı hızla verdik:

Meydan okuduk ve önümüzdeki seçimlere DEVA Parti’si olarak kendi adımızla sanımızla, kendi şanımızla namımızla, kendi logomuzla bayrağımızla gireceğimizi açıkladık. İşi bitirdik.

Şaşırdılar beklemiyorlardı.

Baktık o iktidar yanlısı basının elleri ayaklarına dolaştı.

Bunu nasıl haber yapacaklarını bilemediler. Gün boyu bir oraya bir buraya savruldular durdular.

Virajları alamadılar. Ama yaptık çok şükür.

Şimdi de 21 Mayıs’ta Gaziantep’te gerçekleştireceğimiz ilk mitingi engellemeye çalışıyorlar.

Ne yapıyorlar?

Gaziantep Demokrasi Meydanı’nda, Gaziantep’te demokrasi meydanı diye bir meydan var. Belki Ankaralılar bilmez.

Demokrasi meydanında biz miting yapacağız diye bilgi veriyoruz gerekli tedbiri almaları için ilk önce bize uygun diyorlar.

Arkasından biz Gaziantep’e duyurunca ayın 21’inde demokrasi meydanında mitingimiz var diye duyurunca bir yerlerden belli ki ayar geliyor. Bir yerlerden belli ki baskı geliyor.

O uygun dedikleri belgenin yanına bir değil ifadesini ekiliyorlar. ‘Uygun’ ifadesi oluyor ‘uygun değil.’

Baskı görüp kendi verdikleri onayı iptal ediyorlar.

Gaziantepli vatandaşlarımızın sözüm ona mitinge gitme zahmetini arttırmak, mitinge gitmeyi daha zahmetli hale getirmek için Antep Kalealtı’nda bir yer gösteriyorlar.

Daha önce hiçbir siyasi etkinliğin yapılmadığı bir yer.

Şu oyuna bakın oyuna…

Zannediyorlar ki yokuş yaparsak oradaki miting zor olur, il yazalım şöyle böyle...

Yahu bunlar beyhude, beyhude…

Bunlar daha bizim teşkilatlarımızı tanımıyorlar arkadaşlar. Bunlar daha bizim Türkiye genelinde nasıl teşkilatlar kurduğumuzun farkında değiller.

İşte Ankara teşkilatımız burada. Nasıl Ankara’da güçlü bir teşkilatımız varsa Türkiye’nin her yerinde güçlü teşkilatımız var. Her yerinde...

Bizim Gaziantep’te de öyle bir teşkilatımız var ki siz bırakın Kalealtı’nı, gidin mitinginizi Fizan’da yapın deseniz bizim teşkilatımız gider Fizan’da mitingi düzenler, vatandaşlarımız da oraya gelir endişeniz olmasın.


Bu partiye gönül vermiş tek bir kişiyi bile bu oyunlarla bezdiremezsiniz, bezdiremeyeceksiniz.

DEVA Parti’sine gönül vermiş tek bir kişiyi bile yolundan döndüremeyeceksiniz. O yüzden elinizden geleni ardınıza koymayın diyorum. Buradan tekrar sesleniyorum.

DEVA Partisi’ni yıldırmayı da siz ancak rüyanızda görürsünüz, rüyanızda.

Biz bu yola değil başımızı gövdemizi koyduk. Hep beraber ha hep beraber.

Böyle bir ortamda kolay mı? Çıkacaksın yeni bir siyasi parti kuruyorum arkadaş diyeceksin. Sen yanlış yapıyorsun kötü yönetiyorsun. Biz daha iyisini yapacağız diyeceksin ortaya çıkacaksın...

Tam 12 bin 900 yönetim kurulu üyesi ile 150 bini aşan resmi üyesiyle biz buradayız diyeceksin.

Bütün korkutmalara rağmen, bütün yıldırmalara rağmen ... Kolay değil kolay değil. Biz bunu yaptık çok daha iyisini yapacağız inşallah.

*****

Bunlar koskoca devletin valisini kendilerine maşa ettiler yahu. Yazık, değmez.

Mülki idari amirlerimizin bir partinin neferi haline gelmesi kabul edilemez.

Devletin valisidir devletin valisi...

Cumhurbaşkanı partili olunca Cumhurbaşkanı taraflı olunca... Vali Cumhurbaşkanına bağlı. Ama o partinin teşkilatı da Cumhurbaşkanına bağlı.

Şu adaletsizliği, haksızlığı, çarpıklığı görüyor musunuz yahu?

Böyle bir şey olabilir mi?

Nerede adalet nerede fırsat eşitliği nerede eşit rekabet nerede adil rekabet...

Böyle bir şey olur mu?

Utanmadan geçen kanun çıkardılar seçim harcamaları ile ilgili Cumhurbaşkanını istisna tutarak, Cumhurbaşkanının kendi partisi için yapacağı bütün seçim masraflarını devletin kesesinden, bütçesinden ödemeyi legal hale getirdiler.

Şuna bak yahu. Böyle bir şey kabul edilebilir mi?

Biz bunları söyleyince, vatandaşımıza gerçekleri anlatınca da ne yapmışlar şimdi Gaziantep’te DEVA Partisi ile ilgili suç duyurusunda bulunacaklarmış.

Biz merakla bekliyoruz. Bir başvursunlar. Bütün belgeler mahkemeye gitsin ki gerçek ne ortaya çıksın. Hadi buyurun. Gidip suç duyurusunda bulunun diyorum ben buradan sesleniyorum.

Devlet adabı bilen devlet usulü bilen herkes bilir ki bir evrakı düzenleyince o evrak üzerinde tahrifat ile değişiklikle evrakın içeriğini değiştirmezsiniz usul böyle değildir.

O evrak yanlış olduysa onun yenisiyle eski evrakı düzeltirsiniz. Eski evrak üzerinde tahrifat, düzenleme yapma diye bir usul yoktur.

Devlet uslunu bilen herkes bunu bilir.

Suç duyurusunda buyursunlar gitsinler, bütün evrakları koyalım ondan sonra görelim kim haklı kim haksız.

Biz işini dosdoğru yapanlardanız.

Siz istediğinizi yapın, bizi yıldıramayacaksınız. Söylüyoruz onlara.

Bize engel olamayacaklar.

DEVA Partisi’nin olduğu her yer umudun çığlığı olacak. Bunu gerçekleştireceğiz.

DEVA Partisi’nin olduğu her yer adaletin çağrısı olacak. Hep beraber gerçekleştireceğiz.

Onlar Gaziantep’te istedikleri kadar demokrasi meydanı sizin için uygun değil desinler.

Bundan böyle DEVA Partisi’nin olduğu her meydan demokrasi meydanıdır.

Ben buradan ilan ediyorum.

Hodri meydan!

Biz gençlerimizin yanındayız, gençler bizim yanımızda ama gençler önden yürüyor biz onları takip ediyoruz. Bunu böyle bilin arkadaşlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bizler; Türkiye’nin demokrasi maratonunu koşan kadrolarıyız.

Özgür ve zengin Türkiye’yi halkımıza müjdeleyen DEVA Partisi kadrolarıyız.

Bu milletin yüzünü biz güldüreceğiz biz.

Türkiye’ye kaybettiği neşesini biz geri kazandıracağız.

Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik son bulacak.

Ayrımcılık, torpil son bulacak.

Türkiye’yi mutlu insanların yüzü gülen insanların ülkesi yapacağız.

Adaleti biz tesis edeceğiz.

Eğitimi biz düzelteceğiz.

Ekonomiyi biz düze çıkartacağız.

Bu pahalılık, bu yoksulluk bu işsizlik bitecek.

Milletin sofrasındaki ekmeği biz büyüteceğiz.

Bakın arkadaşlar,

Şu anda Beştepe yapımı, yerli ve millî bir kriz yaşıyor.

Şu anda yaşadığımız türden bir kriz başka ülkede yok. Bu Türkiye için Beştepe’de üretilmiş bir kriz bunu böyle bilin.

Ev yapımı, el yapımı...

O hiç dillerinden düşürmedikleri yerli ve milli ifadesi var ya yerli ve milli bir kriz bu.

Başka bir ülkede benzeri yok.

Altını çiziyorum bakın. Sorumlusunu hiç sağda solda aramasın kimse. Tamamıyla Beştepe yapımı bir krizin de tam ortasındayız içindeyiz şu an.

Kriz gittikçe derinleşiyor. Enflasyon gittikçe artıyor. Faizler gittikçe artıyor.

Hayat hızla pahalanıyor. İşsizlik artıyor, yoksulluk hızla artıyor ve derinleşiyor.

Bunu hep beraber yaşıyoruz görüyoruz yahu.

Gittiğim kaç ilde emeklilerimiz önümü kesiyor diyorlar ki ya 2 bin 500 lira emekli maaşıyla ben geçinmeye çalışıyorum ve üniversitede talebe okutmaya çalışıyorum. Bu mümkün mü diye bana soruyorlar.

Yazık günah değil mi bu insanlara.

Hayat çok çok pahalandı arkadaşlar fakat memur maaşı, emekli maaşı, işçi maaşı ne kadar artıyor? TÜİK’in o uydurma enflasyonu var ya o kadar artıyor.

Ya siz önce bir dürüst olun gerçek enflasyonu bir açıklayın ondan sonrada bu milletin maaşını gelirini gerçek enflasyon kadar artırın.

Yazık günah değil mi bu millete?

Kimi kimden saklıyorsunuz?

Hayat pahalılığını insanlar görmüyor mu? En temel gıda ürünlerine yüzde kaç zam geldiğini bu insanlar bilmiyor mu ki siz hala enflasyonu yüzde 50 – 60 civarında açıklıyorsunuz.

Kimseyi aldatmayın, aldatan olmayın.

Değerli arkadaşlar çok açık söylüyorum bakın bu ülkenin ekonomisiyle ilgili 2018 yılından bu yana yani partili taraflı Cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana sürekli dene yanıl dene yanıl metotlarıyla bu ülkeyi yönetiyorlar.

Sürekli deney yapıyorlar.

Zihni sinir projeleri ortaya atıyorlar.

Rahmetli Özal’ın kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi dediği işleri geliyorlar, rahmetliden tam 40 yıl sora tekrar bu ülkede uyguluyorlar.

Yazıktır günahtır.

Ve bütün bu krizin asıl sebebi Sayın Erdoğan’ın denemeleridir, deneyleridir.

Bu denemeleri yap yapa patlattı ülkeyi yahu. Ekonomisini patlattı bu ülkenin.

Bütün bir millet deneyzede oldu deneyzede.

Bir de ne diyorlar? Enflasyon tüm dünyada varmış tüm dünyanın problemiymiş.

Yahu kardeşim Türkiye’de süt, peynir ve yumurta fiyatlarının yıllık artışı Avrupa Birliği ortalamasının tam 8 buçuk katı, 8 buçuk katı.

Evet pandemi sebebiyle ve Rusya Ukrayna savaşı sebebi ile bütün dünyada fiyatlar bir miktar kıpırdadı. Ama Avrupa’nın hiçbir ülkesinde hiçbir G20 ülkesinde Türkiye kadar yüksek enflasyon yok.

Türkiye kadar parası değer kaybeden başka bir ülke yok. Ne Avrupa Birliğinde ne de G20 ülkeleri arasında. Yok böyle bir şey.

Bunu sadece Türkiye yaşıyor.

Adamların 1 yıllık enflasyonunu biz 1 haftada yaşıyoruz.

Avrupa’daki G20 ülkelerindeki enflasyonların tamamını topluyorsunuz neredeyse bir Türkiye’deki enflasyon etmiyor.

Böyle bir şey olur mu yahu?

Siz neden kandırıyorsunuz milleti. Dünyanın her yerinde kriz var dünyanın her yerinde enflasyon var diye.

Var mı öyle bir şey? Kandıramazsınız.

Bu milleti artık aldatamazsınız.

Siz istediğiniz kadar göz boyamaya devam edin biz doğruları gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz. Yanlışlarınızı yüzünüze vurmaya devam edeceğiz. Bunu yapacağız biz. Yapacağız...

Bakın arkadaşlar bugün benzin mazot dünyadaki fiyatlar kadar artsaydı bugün benzinin mazotun Türkiye’deki fiyatı olacağı yer 8 lira 9 lira bilemedin 10 liraydı.

Bugün benzin mazot eğer 20 lira civarında dolanıyorsa o aradaki fark Erdoğan farkıdır. O aradaki zam Erdoğan zammıdır.

Çünkü ülkede döviz kurun patlatan kendisidir. Uyguladığı yanlış politikalardır.

Eğer benim çiftçim gidip 23 liraya 24 liraya 25 liraya benzin dolduruyorsa deposuna, bizim kamyon şoförümüz, tır şoförümüz otobüs şoförümüz, servis şoförümüz, taksi şoförümüz gidip 20 liradan 23 liradan 24 liradan 25 liradan akaryakıt almak zorunda kalıyorsa bunun tek sebebi vardır.

Kötü yönetim.

Bunun tek sebebi vardır? Erdoğan. Başka bir şey değil.

Kötü yönetimin sonucudur bunlar.

Değerli arkadaşlar Türkiye öyle bir hale geldi ki ne üreten mutlu ne tüketen mutlu.

Sokaklara çıkın bir bakın yahu. Yüzü gülen, sokaklarda mutlu bir şekilde yürüyen insan sayısına şöyle bir bakın.

Yazık.

Herkes dertli herkes endişeli, herkes kederli.

Bir de ne yapıyorlar? Yine büyük bir proje değil mi?

Konut projesi...

Neymiş konut için düşük faizli kredi vereceklermiş.

Yahu siz daha düşük faizli krediyi açıkladığınız anda konut fiyatlarını zıplattınız yahu.

Çünkü bu işi bilmiyorsunuz. Ekonomi nasıl yönetilir bilmiyorsunuz, öğrenmediniz.

Bilenlerle de çalışmıyorsunuz, bilenlere de sormuyorsunuz.

Daire fiyatları aldı başını gitti. Faiz ayda 0 nokta bilmem ne düşük olacak diye asıl dairenin satın alma fiyatı patladı gitti.

Çünkü değerli arkadaşlar o daireyi alanlar satanlar var ya ... Bakın ben Keçiören’den emlak komisyoncusu arkadaşımı çağırayım, bunların bildiğinden daha fazla ekonomiyi bilir. Çünkü bunlardan daha fazla hayatın içinde daha fazla ekonominin içinde.

Beştepe’de selam verecek bir tane komşusu yok yahu. Böyle bir hayat yaşayan ülkenin gerçeklerini görebilir mi?

Alacak satacak kişiler enflasyonun artacağını gayet iyi gördü, görüyor.

Çünkü bu hükümet artık döndü Merkez Bankasına para bastırmaya başladı.

Para bastırdığınızda enflasyon artacağını herkes biliyor. Tek bilmeyen Sayın Erdoğan herhalde memlekette.

Çünkü bizim dönemimizde yoktu böyle bir şey arkadaşlar.

Karşılıksız, hesapsız kitapsız para basma diye bir şey yok.

Onun için bu ülkede enflasyon düştü.

34 sene 2 haneli 3 haneli giden enflasyon 2 yılda tek haneye düştü.

Bunun da en önemli sebebi merkez bankasının bağımsız olması ve merkez bankasının hesapsız, kitapsız, karşılıksız para basmaması

Bu kadar basit.

Arkadaşlar,

Şu para basma alışkanlığı var ya… bu tam bir hastalık. Uyuşturucu bağımlılığı gibi bir şey.

Yapmaya bir başladığınızda Allah korusun bağımlılık oluşturuyor.

Çünkü kolay geliyor. Nereden kaynak bulacağım falan diye uğraşmanıza gerek yok.

Dönüyorsunuz merkez bankasına oğlum para bitti bas parayı...

Bitince dönüyorsunuz ya bitmedi biraz daha bas...

Hesapsız kitapsız para basılan bir ülkede enflasyon artar.

Hatta hiçbir planınız programız yokken bunu yapıyorsanız enflasyonu patlatırsınız.

Bakın şu an Türkiye kronik yüksek enflasyon dönemine girdi arkadaşlar bakın.

Kronik yüksek enflasyon dönemi...

Eğer bu kafayla devam ederlerse hesapsız kitapsız para basmaya devam ederlerse Türkiye hiperenflasyon dönemine girer.

Buradan açıkça söylüyorum, uyarıyorum.

Bu millete bu kötülüğü yapmayın diyorum yahu.

Yazık günah.

Enflasyon nedir biliyor musunuz? Bu salonda bulunan herkesin maaşından herkesin cebindeki paradan herkesin birikiminden almak demektir.

Ne kadar çok para basarsanız şu an tedavüldeki paranın değerini o kadar düşürürsünüz.

Çok basit hesap yahu.

Hani başımıza bir de Özal’ın zamanında bitirdiği enflasyonun yıllarca sebebi dediği Kur Korumalı Mevduat diye bir icat var ya şu an şu an başımızda.

Kur Korumalı Mevduat... O Kur Korumalı Mevduatın farklarını ödemeye başladılar.

İlk 10 günde ödedikleri rakam 11 milyar lira 11 milyar... Sadece 10 günde...

Bakın bu ülkenin çiftçisine verdikleri 1 yılın tamamındaki destek ne kadar biliyor musunuz? 1 yılın tamamında tarımsal desteğin toplamı...

29 milyar...

Bütün tarım destekleri.

Düşük faizli krediler, gübre desteği, mazot desteği... Toplayın toplayın 29 milyar...

Kur korumalıya sadece 10 günde ödedikleri fark 11 milyar.

Şu rakamı görüyor musunuz yahu.

Ben bunun için açıkladıkları ilk gün Polatlı’da Ticaret Sanayi Odasında toplantımız vardı. İlk o gün dedim. Yahu bu devleti, hazineyi batırma
Projesi dedim yahu.

Yapmayın dedim bu yanlıştan dönün dedim.

Peki bütçede böyle bir para var mı? Yok. Çünkü bütçe meclisten geçtiğinde böyle bir şey yoktu.

Peki bütçede olmayan bu parayı nereden ödeyecekler? Nasıl ödeyecekler?

Evet, Hazine’den bankalara özel tertiplenme iç borçlanma kâğıdı, yani çek senet gibi düşünün, çünkü hazinede para yok...

Diyor ki bankalara tamam sen şu senedi al, bu senetle kur farkını öde.

Banka millete senet verse kabul eder mi etmez.

Banka ne yapıyor o senedi gidiyor Merkez Bankası’na kırdırıyor tabiri caizse...

Merkez bankası da nakdi alıyor kur farkını banka öyle ödüyor.

Peki Merkez Bankası o parayı nereden buluyor? Basıyor.

Üç soruda paranın basıldığının cevabı buluyorsunuz. Üç soruda cevap hazır.

Daha öncede söyledim bakın, O basılan paraların hepsi bu milletin sırtına yük, bu milletin geleceğine ipotek, doğmamış çocuklarımıza varana dek borçlandırmak demek.

Bakın öyle bir iş yapıyorlar ki öyle bir iş hazineyi borçlandırıyorlar bir, dönüp onu nakde çevirmek için Merkez Bankasına para bastırıyorlar iki...

Bu ülkede enflasyon düşer mi?

Bu kafayla bunlar enflasyonu düşüremeyecekler. Asla... Ağızlarıyla kuş tutsalar düşüremeyecekler enflasyonu. Ben buradan ilan ediyorum bakın.

Çünkü yanlış bir yola girdiler.

Bu ülke o yola bir giriş zamanında 34 yıl çıkamamış. 34 yıl bu ülke 2 haneli 3 haneli enflasyona maruz kalmış.

Merkez bankasının talimatla iş yaptığı, talimatla para bastığı bir ülkede enflasyon düşmez.

Seçim geliyor değil mi? Seçim gelirken her türlü popülizmi yapacaklar. Bol keseden dağıtmaya çalışacaklar.

Nereden bulacaklar o parayı? Artık alıştılar. Dedim ya uyuşturucu bağımlılığı gibi bir şey.

Dönecekler merkez bankasına bas parayı, dönecekler bas parayı ...

İşte onun için enflasyonu düşüremeyecekler.

İyi de yahu bu milletimiz biliyor değil mi?

Sizin gibi hesap kitap bilmez bir millet değil bu. Çünkü yaşıyor.

Enflasyonu da yaşıyor, yüksek faizi de yaşıyor. Bu millet bunun hesabını iyi biliyor.

Siz seçime giderken ne yaparsanız yapın. Ne kadar bol keseden dağıtıcı projelerle ortaya çıkarsanız çıkın, bol keseden dağıttığınız her şey dönüp daha yüksek enflasyon olarak geri dönecek gene milletimizi bulacak.

Ve bu ülkeyi çok yüksek enflasyon içerisinde seçime götüreceksiniz.

İşte biz değerli arkadaşlar ısrarla doğruları anlatmaya vatandaşlarımıza
Devam edeceğiz.

DEVA Parti’si iktidar için kurulmuş bir parti. Ama aynı zamanda DEVA Parti’si doğruları vatandaşlarımıza anlatmak için kurulmuş bir parti.

Bizim en önemli mükellefiyetimiz arkadaşlar.

Doğruyu konuşmak.

Onlar ne kadar göz boyama çalışırsa çalışsın onlar ne kadar aldatmaya çalışırsa çalışsın biz doğruları konuşacağız ve gerçekleri halkımızla paylaşacağız.

En önemli görevlerimizden biri bu.

Ama değerli arkadaşlarım bakın hiç endişeniz olmasın, biz düzelteceğiz biz.

Bu iş çözülecek.

Bu bizim işimiz kimse kusura bakmasın.

Ekonomi, finans ve istihdam alanındaki eylem planımızda tam 119 madde sıraladık. 119 madde. Nasıl çözeceğimizi teker teker anlattık.

İlk 90 günde ilk 180 günde ilk 360 günde neler yapacağımızı ortaya koyduk.

Vatandaşımızın çektiği bu çile artık bitecek.

Bakın görün, enflasyonu tek haneye yine biz düşüreceğiz. Bu iş yine bize düşecek.

Daha önce yaptık, evelallah yine yapacağız. Hem de çok daha geniş çok daha iyi kadrolarla, çok daha tecrübeli kadrolarla yapacağız.

İktidarımızın ilk 6 ayında inşallah bu kriz ortamını arkamızda bırakacağız.

Asgari ücret, açlık sınırının altında kalmayacak.

Çünkü biz, halk için buradayız. Halka hizmet için buradayız.

Halkımızın alım gücünü artıracağız.

Ücretlilerin üzerindeki vergi yükünü düşüreceğiz.

Yoksuldan alıp zengine veren kur korumalı mevduat uygulamasına da son vereceğiz, bitireceğiz...

Devleti batırma projesine de noktayı koyacağız.

Herkes bunu çok iyi bilsin.

DEVA Partisi’nin iktidarda olmadığı bir Türkiye’nin sorunlarını çözmesi mümkün değil.

Bunu çok iyi görüyoruz şu anda.

Bu karanlık tünelden hep beraber çıkacağız.

Sizlerden umudunuzu asla yitirmemenizi tekrar burada rica ediyorum.

Çok az kaldı. Seçim günü hep beraber derin bir nefes alacağız.

Ülkemizi hep beraber birinci sınıf demokrasi rotasına sokacağız.

Ve DEVA kadroları olarak o gün geldiğinde milletimize olan hizmet borcumuzu hep beraber inşallah eda edeceğiz.

*****

Evet değerli arkadaşlar.

Demokrasi diyoruz

Atılım diyoruz

Derhal bugün diyoruz.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyor; Keçiören İlçe Kongremizin hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Sağ olun, var olun.

11 Mayıs 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 21. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması


Yirmi birinci
Haftalık değerlendirme toplantısı


Değerli basın mensupları, değerli çalışma arkadaşlarım,

Türkiye, özgürlük istiyor.

Türkiye, zenginlik istiyor.

Türkiye, adalet istiyor.

Bakın milletimiz ne diyor:

Reklam Filmi

Yüksek sesle tekrar ediyorum arkadaşlar: “Demokrasi, atılım, derhal, bugün!”

Peki, neden derhal bugün?

Çünkü, Erdoğan-Bahçeli-Perinçek ittifakı halkı sefalete mahkûm etti.

Çünkü, Türkiye, yoksulluğun, işsizliğin ve açlığın ülkesi oldu.

Çünkü, milletin sabır taşı artık çatlamak üzere.

Çünkü, ülke barut fıçısına döndü. Herkes çok gergin.

Onun için “demokrasi, atılım, derhal, bugün!” diyoruz.

Türkiye’de tam 50 milyon insan, yılda 1 hafta bile tatil yapamıyor.

Bunlar rakamları ayarlama enstitüsünün rakamları. Onlar bile saklayamıyor, gizleyemiyor bu gerçeği.

On milyonlarca insan beklenmedik, ani harcamalarını karşılayamıyor.

Gençler ay sonunu getiremiyor.

Onun için “demokrasi, atılım, derhal, bugün!” diyoruz.

Mevcut siyaset ülkeyi perişan etti.

Siyaset mafya dizisi setine döndü.

Tehditler, küfürler, hakaretler…

O yüzden “demokrasi, atılım, derhal, bugün!”

Ülkede adalet kalmadı.

Ayrımcılık, kayırmacılık neredeyse bir kurala döndü.

Bir delile dayanmayan, uydurma, ispatlanmamış iddialarla insanlar ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum ediliyor şu anda ülkemizde.

Onun için “demokrasi, atılım, derhal, bugün!”

Hep beraber tekrar ediyoruz arkadaşlar

Onun için “demokrasi, atılım, derhal, bugün!” diyoruz.


*****

Değerli arkadaşlarım,

Hep söylüyorum.

Adalet ve eğitim sistemi güçlü olan bir Türkiye’nin önünde hiçbir kuvvet duramaz.

Adaleti biz tesis edeceğiz.

Eğitimi biz düzelteceğiz.

Ekonomiyi biz düze çıkartacağız biz.

Herkes bunu iyi bilsin.

Merak etmeyin arkadaşlar. Hepsini çözeceğiz evelallah.

Çünkü biz neyi nasıl yapacağımızı çok iyi biliyoruz. Ve hepsini tek tek halkımıza açıklıyoruz.

Biz böylece bir ilkin altına imza atıyoruz.

Daha önce böyle bir şey yapılmadı.

Türkiye’nin siyaset tarihinde böyle bir şey yok.

İktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde neler yapacaklarımızı, bütün detaylarıyla ortaya koyuyoruz.

7 gün 24 saat çalışarak hazırlıyoruz.

Hepsinin bütçesini tek tek hesap ediyoruz. Mutlaka takvim veriyoruz.

Kim yapacak, ne zaman yapılacak, nasıl yapılacak hepsini açıklıyoruz.

Boş işlerle uğraşmıyoruz. Onla bunla kavga etmiyoruz. Kürsüye çıkıp kabadayılık yapmıyoruz.

Ortaya somut ve gerçekçi eylem planları koyuyoruz.

İktidara gelince yapacağımız her şeyi şimdiden milletimize taahhüt ediyoruz.

Ekonomi, tarım, eğitim, dijital dönüşüm, sosyal politika, yerel yönetim… Aklınıza ne gelirse, hepsini bugünden hazırlıyoruz.

Biz iktidara, elimizde çözümlerimizle yürüyoruz.

Şunu da buradan açıkça ifade etmek istiyorum.

DEVA Partisi’nin iktidarda olmadığı bir Türkiye’nin sorunlarını çözmesi mümkün olmayacak arkadaşlar.

DEVA Partisi iktidarda olmazsa bu ülke sorunlarını çözemez. Mümkün değil.

Bizden başka bu kadar hazırlık yapan, detaylı çalışmalar yapan, seçim sonrası günü gününe neler yapacağını açıklayan ortaya koyan bir siyasi parti yok.

Bunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz.

Türkiye’de herkes bunu daha iyi anlıyor.

İşte dün 50 maddelik yeni bir eylem planı daha açıkladık.

Yükseköğretim Eylem Planımızı masaya koyduk.

Mesela ne dedik?

Eğitimde fırsat eşitliğini biz sağlayacağız dedik.

Doğu-batı, kuzey-güney hiç fark etmez. Zengin-yoksul, şehir-köy hiç fark etmez. Nitelikli eğitim bu ülkenin pırıl pırıl çocuklarının hakkıdır dedik.

Başka ne dedik?

Üniversitelerde idari özerkliği ve akademik özgürlüğü sağlayacağız dedik.

Ülkenin en köklü eğitim kurumlarını kimin yöneteceğine Beştepe’deki bir odadan karar verilmeyecek dedik.

Akademisyenler fikirlerini söylemekten, yazmaktan korkmayacak dedik.

Bunların hepsini yapacağız.

Siyasete ilk adım attığım günlerden beri söylediğim gibi:

Eğitim olmadan, adalet olmadan ekonomiyi düzeltemezsiniz, yoksulluğu bitiremezsiniz.

Bizim hedefimiz net: Sosyal adaleti mutlaka sağlayacağız.

Şu andaki iktidar ne diyor?

“Az sayıda varlıklı insan mağdur olmasın, yoksullar da başının çaresine baksın” diyor.

Geldikleri noktada maalesef uygulama burada.


Erdoğan eskiden Keçiören’de bir apartman dairesinde otururdu. Konu komşusu vardı.

Kendisini hapsettiği Beştepe koridorlarında ise halkın gerçek durumunu görmüyor, göremiyor. Bir tane komşusu yok.

Milleti mahkûm ettiği yoksulluğun acısını anlamıyor.

Halk başka yerde o başka telden çalıyor.

“Ben ekonomiyi, her şeyi çok iyi biliyorum” diyor.

Etrafında da tek bir bilen yok.

E Beştepe’de sağına soluna bakınca haklı tabii. Ben biliyorum.

Popüler dizideki repliği şöyle bir hatırlayalım.

“Kimsenin hiçbir şey bilmediği bir yerde, bir insan her şeyi bilebilir.”

Ama bu yaşananların sonuçlarını çok yakında görecekler, anlayacaklar.

Seçim günü hep beraber mührü damlaya vurduğumuzda, Beştepe’de birileri yerinden zıplayacak, yerinden.

İşte o gün geldiğinde tüm dünya Türkiye’yi konuşacak. Tüm dünya DEVA Partisi’ni konuşacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şimdi bugün buradan tüm Türkiye’ye bir duyuru yapmak istiyorum.

Aslında yerelde yaptığımız duyuruyu şimdi tüm Türkiye’ye yapmak istiyorum.

DEVA Partisi’nin ilk mitingini, 21 Mayıs Cumartesi günü Gaziantep’te yapıyoruz inşallah!

Şimdiden hayırlı olsun diyorum!

*****

Fakat arkadaşlar, bakın daha ilk mitingimizde bize engeller çıkartmaya çalışıyorlar.

Daha ilk adımı atacağız.

Belli ki birileri bu mitingden epey bir rahatsız olmuş.

Evet, mitingimizden korktular arkadaşlar.

Bakın ne yaptılar?

Valilikten talep ettiğimizde onay verdikleri miting alanını, 3 gün sonra alelacele iptal ettiler.

Elimizde ilgili yazışmaların hepsi var. Alın size evrak.

1. EVRAK GİR

Şimdi bakın arkadaşlar.

Biz Gaziantep’teki mitingimizi, “Demokrasi Meydanı”nda yapmak için Valilik’ten talepte bulunuyoruz.

Ne zaman? Tarih 29 Nisan.

Gaziantep Valisi kendi el yazısı ile “Uygun” notunu düşüyor. Yazı burada.

Sonra arkadaşlarımız, 2 Mayıs tarihinde, bayram mesajımızla birlikte, mitingimizin tarihini ve mitingin yapılacağı meydanı tüm Gaziantep’e duyurmaya başlıyor.

Ve bu duyuru, il genelinde büyük ses getiriyor.

İşte ne oluyorsa, bu duyurudan sonra oluyor.

Korku dağları sarıyor.

Bu duyurunun hemen ardından birilerinin elleri ayaklarına dolaşıyor.

1. EVRAK ÇIK

Arkadaşlar şimdi ikinci evrağı gösterelim.

2. EVRAK GİR

Tarih 2 Mayıs.

İlk yazının üzerinden 3 gün geçmiş.

Bakın, bizim duyurumuzdan sonra aynı evrağa ne yazmışlar?

“Uygun” ifadesinin yanına “değil” ifadesini eklemişler.

Yazı olmuş “Uygun değil”.

Öyle görünüyor ki, el yazısı aynı kişinin. Uzmanlığa gerek yok. Ancak kalem farkından, “değil” ifadesinin daha sonradan eklendiğini açık seçik görüyorsunuz.

Bu ne zaman yapılmış? Bizim miting duyurumuzdan hemen sonra.

Zaten miting duyurusuna arkadaşlar hemen başlıyorlar yarım saat sonra telefon geliyor valilikten, durun bu meydan olmuyor.

Yahu kendi verdiğiniz yazıyı, ne oldu da değiştirdiniz?

Kimden ne telefon aldınız, nasıl bir baskı gördünüz ki bunu yaptınız?

Değerli arkadaşlar,

Bir devletin valisi bu hale düşürülür mü yahu?

Gelip geçici iktidarların elinde oyuncak edilir mi bir vali?

Yazık… Gerçekten çok yazık.

2. EVRAK ÇIK

Bir evrak daha göstereceğim.

3. EVRAK GİR

Bu gösterdiğim de yapılan saçmalıkların tam resmi. Bu özetliyor her şeyi.

Tarih 5 Mayıs.

Bu evrağa göre ise, ilk talep ettiğimiz meydanı, yani Demokrasi Meydanı’nı kabul etmişler.

Başta uygun dedikleri, sonra vazgeçtikleri o Demokrasi Meydanı için komiteye onay vermişler.

E hani o meydan uygun değildi? Meydan uygun değil ama o uygun olmayan meydanda yapılacak miting için heyet uygun öyle mi?

Şu hale bakın. Devlet bu hale düşürülmez yahu. Yazık..

Gerçekten bunlar ne yapacaklarını şaşırmışlar.

Bakın arkadaşlar, sonuç itibariyle yaptıkları şu:

Demokrasi Meydanı için önce uygun dediler, sonra da evrakta karalama yaparak vazgeçtiler.

Evet arkadaşlar, sonuç olarak bunlar Demokrasi Meydanı’nda demokrasiyi katlettiler. Olan bu.

Fakat bunlar sadece sorunun su üstünde görünen kısmı. Asıl sorunun köküne inmemiz lazım.

Bu sorunların kökünde ne var?

İşte bir ülkenin Cumhurbaşkanı, çıkıp meclis kürsüsünden “görevimi tarafsızca yapacağım” diye yemin edip, daha sonra bir partinin genel başkanı olursa, partili bir Cumhurbaşkanı olarak görev yaparsa devletin içine düşeceği durum bu olur.

Meydan iktidar partisine açık, bize kapalı. Olan bu.

Partili, taraflı cumhurbaşkanına bağlı çalışan devletin valilerinin içine düştüğü durum da bu.

3. EVRAK ÇIK

Arkadaşlar,

Bunlar ne yaptıklarını biliyorlaaar ne de yapacaklarını.

Akılları fikirleri “Aman DEVA Partisi görülmesin, aman DEVA duyulmasın”.

Gaziantep’te talep ettiğimiz dört alanın dördünü de reddettiler. Böyle bir şey olur mu?

Daha önce bir de Şanlıurfa kısmı var onu artık anlatmayım. Orada da aynı süreci yaşadık.

Şimdi de bize, sözüm ona ulaşımı zor, daha önce hiçbir siyasi organizasyonun yapılmadığı bir meydanı uygun görmüşler.

Sonuç olarak, Gaziantep’te yaşayanların bile çoğunun bilmediği, uzun uzun tarif edilmesi gereken bir meydanı bize veriyorlar.

Bari ben de buradan Gaziantepli arkadaşlarıma tarif edeyim. Duymayan kalmasın.

Gaziantep mitingimiz Kalealtında. 14 Şehit Anıtı arkasında. Tur otobüsleri park alanında.

Zaten amaç bu. Tarifi, bulması zor olsun ki millet gitmesin. Zannediyorlar.

İnşallah o mitingi görecekler, görecekler.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın bu iktidar, bizi hedef alarak seçim yasasını değiştirdi.

Bakmayın şu partiymiş bu partiymiş. Hedef DEVA DEVA.

Bütün o meclisteki karambol, meclise apar topar getirdikleri yasanın hedefi biziz.

Ne dedik? Elinizden geleni ardınıza koymayın dedik.

Seçim masa başında hazırlanan entrikalarla kazanılmaz dedik.

Seçim meydanlarda kazanılır dedik, meydanlarda.

Hodri meydan dedik, hodri meydan.

Hemen ardından da önümüzdeki seçimlere kendi adımızla sanımızla, kendi şanımızla namımızla, kendi logomuzla bayrağımızla gireceğimiz açıkladık ve bu işi bitirdik.

Şimdi de ilk mitingimizin yeriyle ilgili zorluklar çıkararak bizi yıldıracaklarını sanıyorlar.

DEVA’ya gönül verenlerin zahmetini artırmaya çalışıyorlar.

Tekrar ediyorum. Elinizden geleni ardınıza koymayın diyorum.

Yine buradan “hodri meydan” diyorum.

Bizim Türkiye genelinde öyle teşkilatlarımız var ki, Bizim Gaziantep’te öyle bir teşkilatımız var ki, bırakın Kale Arkası’nı, gidin mitinginizi Fizan’da yapın deseniz bizim teşkilatımız bunu da yapar.

DEVA Partisine gönül vermiş vatandaşlarımız da gider, oradaki mitinge katılır.

Bu kadar basit.

Demokrasi Meydanı’nda miting yapmamızı engelleyenler, şunu iyi bilsin:

Antep’in her yeri anamızın aşı, tandırımızın başıdır.

Biz o mitingi, verdikleri en ücra köşede bile, en geniş katılımla yapacağız.

Öyle meydanlarda nutuklar atıp, içeride başka başka işler tuttuğunuzu, gönlü güzel milletimiz görmüyor mu sanıyorsunuz?

Sizin dışınız kalaylı, içiniz vayvaylı olabilir.

Çok şükür bizim içimiz de kalaylı, dışımız da kalaylı.

Milletimiz sizin ne olduğunuzu artık çok iyi biliyor. Bizim ne olduğumuzu da gayet iyi biliyor.

Yiğit Anteplilerin dediği gibi, memleketi anbel beter ettiniz yahu.

Ben buradan Beştepe’ye sesleniyorum. Boşuna valilere baskı yapmakla uğraşmayın.

Buyurun işte ben buradayım.

Ne istiyorsanız yüzüme söyleyin.

Öyle devletin imkanlarını kullanarak, devletin izin verme yok uygun görmeme imkanlarından yararlanarak bizi durduramazsınız.

Bunu yapamazsınız.

Son çıkardıkları yasa da ayıp günah yahu. Herkese seçim yasağı getiriyorlar.

‘Hiç kimse devletim imkanlarından faydalanarak seçim kampanyası yapamaz’ diyorlar.

İstisna, Cumhurbaşkanı...

Yahu bu Cumhurbaşkanı aynı zamanda partinin genel başkanı.

İnsanda biraz utanma olur. Böyle bir şey yapılır mı?

Kanunla ne yaptılar? Hiç kimse devlet imkanını kullanamaz, bir tek Cumhurbaşkanı seçim kampanyasını kanun imkanı devlet imkanı kullanır...

Genel başkan olarak siz bunu kullandığınızda bu adil rekabet olmaz.

Devlet imkanlarını kullanarak ben seçime giderim dediğinizde bu millet bunu affetmez.

İnsanlar bunu görmeyecek, fark etmeyecek mi zannediyorsunuz?

Devletin bütün konvoylarını, araçlarını, 10-15 tane uçağını siz seçim kampanyasında cayır cayır kullanın başkalarına gelince yoook. Seçimde devlet imkânı kullanmak yok.

İnşallah bu adaletsizliği, haksızlığı millet sandıkta düzeltecek.

Sandık günü geldiğinde, milletimiz DEVA’nın logosunun altına mührü öyle bir basacak ki adaleti inşallah o sandıkta sağlayacağız.

Kim ne yaparsa yapsın...

Ne yaparsanız yapın, bize engel olamayacaksınız.

DEVA Partisinin sel olmuş damlalarını durduramayacaksınız!

Demokrasiye engel olamayacaksınız!

Atılıma engel olamayacaksınız!

*****

Biz 21 Mayıs’ta Antep’teyiz. Gaziantep sokaklarını “Demokrasi, Atılım, Derhal, Bugün!” diye inleteceğiz. Hep beraber.

Size en iyi cevabı önce Gaziantep halkı, sonra da tüm Türkiye verecek.

Çünkü biz Antep’in tüm meydanlarını “demokrasi meydanı” yapacağız.

Türkiye’nin tüm meydanlarını “demokrasi meydanı” yapacağız.

Bundan böyle DEVA Partisi’nin olduğu her meydan “Demokrasi meydanı”dır.

Hayırlı olsun.

Bütün Gaziantepli hemşerilerimizi şimdiden mitingimize davet ediyorum.

Buyurun hodri meydan!

*****

Değerli arkadaşlar,

İktidardakiler ülkeyi uçurumdan yuvarlarken, küçük bir azınlığın çıkarları uğruna çalışırken, halkımız ev kirasını dahi ödemekte güçlük çekiyor.

Konut fiyatları, ev fiyatları patladı gitti.

Ülkemiz son 20 yıldır böyle bir enflasyon görmedi.

Evden bahsediyorum, evden. En temel ihtiyaçlardan bahsediyorum.

Konut fiyatları gerçekten aldı başını gitti.

Gelin bir karşılaştırma yapalım.

Yıl 2010. Çok eski bir tarih değil, 2010.

2010 yılında İstanbul’da kaç paraya ev satın alınabiliyordu, biliyor musunuz?

Birkaç örnek vereceğim.

Gaziosmanpaşa: Ortalama 100 bin lira.

Ataşehir, Ümraniye, Fatih: Ortalama 140 bin lira.

Kadıköy, Şişli: Ortalama 200 bin lira.

Üstelik konut kredisi faizlerinin aylık %0,6 olduğu dönemleri yaşadık hep beraber.

Bakın, aynı 2010 yılında dolar 1 lira 50 kuruş.

Bugün 15’i geçti.

En düşük memur maaşı 1300 lira.

Dolara endeksleyin getirin bugüne, en düşük memur maaşının ne kadar olması kazım? 13 bin lira. Şu anda ne kadar? 8 bin küsür.

Bugünün en düşük memur maaşı, ortalama memur maaşına bakın, asgari ücrete bakın neye bakarsanız bakın aradaki fark büyük bir uçurum.

O zamanlar, o bahsettiğim yıllarda orta gelirli vatandaşlarımız muhitine göre 5 yıllık 10 yıllık maaşıyla ev sahibi olabiliyordu.

Memurumuz 1 yıllık maaşıyla araba sahibi olabiliyordu.

Bunlar şimdi hayal oldu.

Hani şimdi Sayın Erdoğan "konut paketi" açıklıyor ya.

Biz onun açıkladığı pakete sığmayacak hayalleri gerçekleştirdik.

Milletimizin de bundan faydalanmasını sağladık.

Ama bunu bilimle, istişareyle yaptık, dürüst ve ehil kadrolarla yaptık. Allah’ın verdiği aklı kullanarak yaptık.

İnsanlar uygun fiyatlara ev sahibi, araba sahibi oldular.

Gezdiğim gördüğüm pek çok ilde kaç vatandaşımızla karşılaştım.

İfadeleri şu; biz dediler sizin ekonominin başında olduğunuz dönemde ev, araba aldık.

Bugün o dönemde aldığımız ev ve arabaları satmak zorunda kalıyoruz.

Bindiğimiz arabanın deposuna benzin koyamadığımız için arabayı kullanamıyoruz diyorlar.

Üstelik Sayın Erdoğan’ın açıkladığı paket, konut fiyatlarını daha da artıracak bir paket.

İnanın bunlar hesap kitap bilmiyor.

Siz bu parayı merkez bankasına para bastırarak sağlarsanız, merkez bankası para basarsa enflasyon olacağını, fiyatların şişeceğini bilmiyor musunuz? Ön görmüyor musunuz?

Nitekim ne oldu? Paket açıklandığı anda, konut fiyatlarında ciddi bir sıçrama oldu, bütün Türkiye’de.

Satacak kişiler demek ki enflasyon geliyor dedi. Bir de onlara fırsatçı diyorlar.

Siz hesap kitap bilmezsiniz ama millet hesabını kitabını biliyor.

Siz merkez bankasına parayı bastırdığınızda enflasyonun artacağını herkes biliyor.

Bunun için fiyatlar artıyor.

Gerçekten ‘yeter’ diyoruz, İnanın yeter.

Bunlar, etraflarındaki üç beş müteahhit para kazanacak diye, en temel ihtiyaç olan barınmayı bu ülkede bir lüks haline getirdiler.

Dikkat edin bütün kafa orada beton beton…

Çünkü etraflarını rantiye sarmış.

Yapılan bütün düzenlemeler onların lehine.

Ve bu firmalar mağdur mu olsun, yarım inşaatlarını tamamlasınlar... Amenna. Ekonomi için gerekebilir ama bu bir öncelik meselesi.

Önceliği vatandaşa vereceksiniz vatandaşa.

Öncelik barınma ihtiyacı olan, konut ihtiyacı olan vatandaşın olacak.

Siz bu ülkede kiraları nasıl düşük seviyede tutabilirsiniz, konut fiyatlarını nasıl makul hale getirebilirsiniz önce ona yorun.

Para basma alışkanlığı çok kötü bir şey. Tam bir hastalık. Bağımlılık gibi bir şey.

O kapıyı bir açınca o uyuşturucuyu bir kullanınca kötü bir alışkanlık haline geliyor.

Şu an da bu hükümet tam da bunun içerisine düştü.

Kur korumalı mevduat hesapları ile ilgili farkları nereden ödeyecekler zannediyorsunuz?

Ne diyorlar? ‘Biz bankalara hazineden kâğıt vereceğiz’ diyorlar.

Hazine o kâğıdı verdi, banka ne yapacak. O kâğıdı merkez bankasına götürüp nakit isteyecek.

Merkez bankası o nakdi nereden bulacak?

Basacak...

Üç soruda cevabı buluyorsunuz, para basacak. Bu kadar basit.

Sizin para basacağınızı bu millet görmüyor mu. Para basılan bir ülkede enflasyonun artacağını herkes bilmiyor mu yahu.

Ama öyle bir kötü yol ki, o kötü yola bir düştüğünüzde o uyuşturucu alışkanlığına düştüğünüzde oradan kurtulmak çok zor

Çünkü biz yaşadık.

34 sene bu ülkede enflasyon 2 haneli 3 haneli olmuş.

34 sene bu ülke para basmaya alışmış.

Onun için kur sürekli artmış, onun için paranın yanına arkasına sıfır eklenmiş.

Gittiğimiz yerlerde bize soruyorlar. Bir sıfır eklendi ya o sıfırı da siz atarsınız diyorlar.

Ben diyorum altı sıfırı atan bir sıfırı kolay atar da önemli olan enflasyonu durdurmak.

Altı sıfırı attık. Bir sıfırı atmak bir şey değil. Önemli olan fiyat artışlarını frenleyebilmek.

Fiyat artışlarını frenleyeceksiniz ki vatandaşın satın alma gücü artacak.

Bunun da yolu merkez bankasını bağımsız yapmak.

Biz çok mücadelesini çok verdik.

Merkez Bankası neden bağımsız?

Çünkü dara düşen hükümetler dönüyor merkez bankasına para bastırıyor.

Bütün dünyada böyle. Tarihte bunlar sabit.

Merkez Bankası bağımsız olmazda dara düşen iktidar Merkez Bankası’na para bastırıyor.

Bunlarda döndüler dolaştılar bu hastalık içine düştüler.

Onun için şu andaki hükümetin artık bu ülkede enflasyonu düşürme şansı yok.

Bitti...

Ağızlarıyla kuş tutsalar yapamayacaklar.

Ama korkarım ki, arka arkaya aldıkları bun yanlış kararlar ülkede devalüasyon, enflasyon sarmalına ülkeyi sokacak.

Daha bu günler iyi günler. Bu günler çok iyi günler. Allah beterinden saklasın.

Yanlışta ısrar, yanlışta inat bu ülkeyi çok büyük bataklığa sürükler.

Biz diyoruz geliriz en geç 6 ayda bu işi toparlarız.

Ama bunlar bu yanlışlara ısrar ettikleri sürece yanlışta inat ettikleri sürece her gün yeni bir ülkeyi batıracak proje ilan ettikleri sürece hasar büyüyor arkadaşlar.

Bu hasarın toplanması da gittikçe zorlaşıyor. Bunun da farkındayız.

En büyük hasar da olsa girer çözeriz evelallah. Biz kendimize güveniyoruz.

2001-2002 krizini de biz çözdük, 2008- 2009 krizini de biz çözdük.

Dürüst ve ehil kadroyu kurduğunuzda, bilimle, akılla hareket ettiğinizde bu iş çözülür. Bunu yaptık.

İnşallah yine yaparız ama hasar büyük.

Bunun bedelini 84 milyon insan ödüyor.

Gerçekten yazık, çok yazık.

Bakın konut meselesi önemli, barınma meselesi önemli.

Biz şehircilik eylem planımızda çok net açıkladık. Barınma hakkında da adaleti tesis edeceğiz dedik.

Dar gelirli ailelerimizin, şehit yakını ve gazilerimizin konut sahibi olmalarını kolaylaştıracağız dedik.

10 yılda, çürük yapıları yenileyeceğiz. Vatandaşlarımıza uygun finansman imkânı sunacağız dedik.

TOKİ’ye özel görev yükleyeceğiz.

TOKİ olmuş bir vurgun aracı. TOKİ’de rantiyecilere çalışıyor. Bu vurgunu sona erdireceğiz.

TOKİ’nin tek amacı ihtiyacı olan dar gelirli vatandaşa konut edindirmek olacak.

TOKİ’nin eline vermişler bir imar yetkisi TOKİ olmuş bir rant üretme mekanizması.

Belediyeler ne yaparsa yapsın TOKİ girdiği zaman bir yere oturuyor ben buranın emsalini değiştirdim, imar hakkını değiştirdim, 5 katlı yeri yaptım 15 kat...

O rantın paylaşılmasına da destek oluyor ve oluyor şehirler bir ucube.

Kaç şehirde görüyorsunuz değil mi? 5 katlı 6 katlı yapılaşmaların yanında sivri sivri TOKİ binaları.

TOKİ bunları nasıl yapıyor? Belediyeden bir şey almasına gerek yok. TOKİ Kendi imar planını kendi yapıyor, imar planını değiştiriyor ve rantı dağıtıyor.
Biz işte TOKİ’nin rant kapısı olmasına artık izin vermeyeceğiz.

TOKİ’nin amacı dar gelirli vatandaşımıza uygun fiyata konut edindirmektir. O kadar.

Belediyelere ait sosyal konut stoku oluşturacağız. Uygun koşullu “sosyal konut kiralama” uygulamasını hayata geçireceğiz.

Herkes şunu çok iyi bilsin: DEVA Partisi iktidarında hiç kimseyi aç ve açıkta kalmayacak.

Amacımız bu.

*****

Değerli katılımcılar, ben sözlerimi burada noktalıyorum.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

Sözü, soru sormak isteyen basın mensuplarına bırakıyorum.

29 Nisan 202 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın İstanbul İftar Programı Konuşması

İstanbul İftar Konuşması

Gençlere selam olsun,

Kıymetli konuklarımız,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli mensupları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının kıymetli temsilcileri,

Değerli Büyükşehir Belediye Başkanımız,

Değerli muhtarlarımız,

Hanımefendiler, beyefendiler,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyor,

İstanbul İl Teşkilatımızın düzenlemiş olduğu iftar programına hoş geldiniz diyorum.

*****

Başta değerli İstanbul İl Başkanımız olmak üzere, bu programın hazırlanmasında emeği geçen, katkı veren herkese teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

*****

Kıymetli misafirler,

Ramazan ayının son günlerindeyiz.

Gönül isterdi ki, bu Ramazan’ı gülen yüzlerle geçirebilseydik.

Gönül isterdi ki, bu Ramazan’ı bolluk içinde yaşayabilseydik.

Gönül isterdi ki, işçimiz, çiftçimiz, esnafımız, emeklimiz mutlu olsun.

Gönül isterdi ki, kadınlar huzurlu olsun.

Gönül isterdi ki, gençler umutlu olsun.

Sıkıntılar büyük. Hepsinin farkındayız.

Bir yandan ülkemizin haline üzülüyoruz;

Öte yandan da, hemen yanı başımızdaki coğrafyaya bakıyor ve şükrediyoruz.

Ne olursa olsun, çok çalışmak zorundayız.

Ama emir olunduğu gibi dosdoğru çalışmak zorundayız.

Bu büyük ülke, bu güzel ülke, her türlü zorluğu aşabileceği güce sahiptir.

Yeter ki, adaletle yönetilsin. Yeter ki, istişareyle yönetilsin. Yeter ki isabetli kararlarla yönetilsin.

Yeter ki ülkemizde özgürlükler yaşansın. Yeter ki demokrasimiz güçlü olsun.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz, adım adım seçim gününe artık yaklaşıyor. Türkiye, büyük bir karar anına doğru ilerliyor.

Türkiye’yi karış karış geziyorum. Sokaklara bakıyorum.

Sokaklar sandık gününü iple çekiyor.

Sokağın sesi “DEVA Partisi” diyor.

İşte o yüzden, bu güveni boşa çıkarmamak için, canla başla çalışmak zorundayız.

Sandık gününe az kaldı.

O gün geldiğinde, oy kullanmak üzere kabinin içine giren dertli vatandaşlarımızı, dermansız bırakmamak için çalışmak zorundayız.

Bu vesileyle bir kez daha hatırlatıyorum:

İki gün önce açıkladım tekrar hatırlatıyorum:

DEVA Partisi bu seçimlere, kendi adıyla-sanıyla, kendi şanıyla-namıyla, kendi logosuyla-amblemiyle girecektir.

Tekrar hayırlı uğurlu olsun diyorum.

DEVA Partisi, her alanda hazırladığı çözümlerle, oy pusulasında kendi ismiyle, damlasıyla yerini alacaktır.

O kurtuluş gününde, mührü damlaya öyle bir basacağız ki, Ankara’da Beştepe’de birileri yerinden zıplayacak arkadaşlar.

Damla damla biriken bu su hiç durmayacak, taşacak.

DEVA Partisi’nin damlaları birikecek, sel olacak, tüm barajları yıkacak.

Evet arkadaşlar, hep beraber yıkacağız o barajları.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz, boş kavgalarla, laf oyunlarıyla oyalanmıyoruz.

Daima ileriye bakıyoruz. Somut çözümler için çalışıyoruz.

Tam demokrasi hedefine doğru emin adımlarla yürüyoruz.

Özgürlük için, adalet için, zenginlik için çalışıyoruz.

Adaletin, merhametin yere düşürülmesine asla izin vermeyeceğiz.

Türkiye’yi öfkeye teslim etmeyeceğiz.

Türkiye’yi “rövanşların ülkesi” de yapmayacağız.

Ülkemizi hep beraber yükselteceğiz. Hep beraber sahip çıkacağız. Bu güzel Ülkeyi sahipsiz bırakmayacağız.

Adaletin olmadığı tek bir yola dahi girmeyeceğiz.

Demokrasimizi güçlendireceğiz.

Tam da bu noktada, ben buradan, İstanbul’dan, Türkiye’nin tüm demokratlarına seslenmek istiyorum.

Muhafazakâr demokrat arkadaşlarıma seslenmek istiyorum,

Sosyal demokrat arkadaşlarıma seslenmek istiyorum,

Liberal demokrat arkadaşlarıma seslenmek istiyorum,

Milliyetçi demokrat arkadaşlarıma seslenmek istiyorum,

Tüm demokrat arkadaşlarıma buradan sesleniyorum.

Gelin, DEVA Partisi’nde birleşelim.

Gelin, tam demokrasinin bayrağını hep beraber göndere çekelim.

Gelin, hep beraber kazanalım. Türkiye olarak kazanalım.

Ben milletimizin vicdanına güveniyorum.

Ben milletimizin iradesine güveniyorum.

Bakın görün, Meclis seçimlerinde DEVA Partisi büyük bir zafer kazanacak İnşallah.

Başaracağız bunu

Cumhurbaşkanı seçimlerinde, altılı masanın adayı büyük bir zafer kazanacak İnşallah ben buna inanıyorum.

Bu iş çözülecek arkadaşlar çözülecek.

Biz, altılı masada, demokrasimizi kurtarmak için el ele verdik.

Türkiye’yi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçireceğiz.

Türkiye’yi, sağ salim barış, özgürlük ve adalet limanına ulaştıracağız.

Sandıklara hep beraber sahip çıkacağız.

Tarihi sorumluluğumuzu layıkıyla yerine getireceğiz.

Seçimlerden sonra tüm dünya Türkiye’yi konuşacak.

Seçimlerden sonra tüm dünya DEVA Partisi’ni konuşacak.

Türkiye’nin yıldızı parlayacak İnşallah parlayacak.

Bu açlık, bu yoksulluk, bu adaletsizlik, bu umutsuzluk, sona erecek.

Tüm Türkiye’nin yüzü gülecek arkadaşlar. Tüm Türkiye’nin yüzü gülecek.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ramazan Bayramı’na şurada iki gün kaldı.

Allah, bu Ramazan ayı boyunca tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadetleri kabul etsin diyorum.

Şimdiden sizlerin ve ailelerinizin Ramazan Bayramını kutluyorum.

Ayrıca pazar günü 1 Mayıs.

Bu vesileyle, alın teriyle, akıl teriyle çalışan tüm emekçilerimizin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü de kutluyorum.

Hepinizi tekrar, sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun diyorum, afiyet olsun diyorum.

28 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Sakarya İftar Programı Konuşmasın

Sakarya İftar Konuşması

Kıymetli Konuklarımız,

Sakarya İftar Konuşması

Sivil toplum kuruluşlarımızın ve siyasi partilerin değerli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Demokrasi ve Atılım Partisi!nin değerli mensupları,

Hanımefendiler, beyefendiler,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyor;

Sakarya İl Başkanlığımızın düzenlemiş olduğu bu iftar programına tekrar hoş geldiniz diyorum.

*****
Kıymetli misafirler,

Sözlerime, son bir hafta içinde aldığımız iki sevindirici habere şöyle bir dokunarak başlamak istiyorum.

İlk güzel haber, cuma günü Yalova’dan geldi.
Sapancaspor, Bölgesel Amatör Lig’den, 3. Lige yükselmeyi garantiledi.

18 yıl aradan sonra yakaladığı bu başarı nedeniyle Sapancaspor’un oyuncularını, yöneticilerini ve taraftarlarını kutluyorum. Başarılarının devamını diliyorum.

İkinci güzel haber pazar günü Antalya’dan geldi.

Türkiye Futbol Federasyonu 2. Lig Kırmızı Grubu şampiyonlukla bitirmeyi garantileyen Sakaryaspor, Spor Toto 1. Lig’e yükseldi.

Bu büyük başarısından ötürü, Sakaryaspor’umuzu can-ı gönülden kutluyorum.

Sakaryaspor’un efsane bir tarihi vardır. Millî formamızı terleten çok sayıda futbolcuyu kendi altyapısından yetiştirmiştir. Futbolumuza eşsiz katkılar sunmuştur.

Sakaryaspor’a, bundan sonra artık Süper Lig yolunda başarılarının devamını diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizim işimiz de ülkemizi her alanda Süper Lig’e yükseltmek.
Onun için seçim sanki hemen bu pazar günü olacakmış gibi hazırlanıyoruz. Onun için, bu pazar seçim olsa DEVA hazır diyoruz.
Tüm Türkiye’yi karış karış geziyoruz.

DEVA Partisi’ne sokakta gösterilen ilgiyi gözlerimizle görüyoruz, yaşıyoruz. Bu sıcak ilgi bize hem mutluluk veriyor hem de çok büyük bir sorumluluk yüklüyor.

İşte bu sorumluluğun bilinciyle, elimizde çözümlerle iktidara yürüyoruz.

Seçim günü elinde mührü, aklında bin bir derdiyle oy kabinine girecek vatandaşlarımıza çözümün adresinin ne olduğunu açık açık anlatıyoruz.

Evet, DEVA Partisi, adıyla-sanıyla, şanıyla-namıyla, her alanda hazırladığı çözümlerle oy pusulasındaki yerini alacak arkadaşlar.

Türkiye’nin DEVA’sı Türkiye’nin DEVA’sı işte bu gençler, Türkiye’nin DEVA’ sı Türkiye’nin güçlü nüfusu

Ve artık diyoruz ki;
Mührü hep beraber damlaya basalım;
Damlalar sel olsun, barajları yıkıp geçelim İnşallah diyoruz.
*****
Kıymetli misafirler,
Ramazan ayının son günlerindeyiz.
Gönül isterdi ki, bu Ramazan’ı gülen yüzlerle geçirebilseydik.
Gönül isterdi ki, bu Ramazan’ı bolluk içerisinde yaşayabilseydik. Gönül isterdi ki, işçimiz, çiftçimiz, esnafımız, emeklimiz mutlu olsun. Gönül isterdi ki, kadınlar huzurlu olsun.

Gönül isterdi ki, gençler umutlu olsun.

Sıkıntılar büyük. Hepsinin farkındayız.

Bir yandan ülkemizin haline üzülüyoruz;

Öte yandan da hemen yanı başımızdaki coğrafyaya bakıyoruz ve şükrediyoruz.

Çok çalışmak zorundayız.

Ama emir olunduğu gibi dosdoğru çalışmak zorundayız.

Bu büyük ülke, bu güzel ülke, her türlü zorluğu aşabilecek güce sahip.

Yeter ki, iyi yönetilsin. Yeter ki, istişareyle yönetilsin. Yeter ki isabetli kararlar alınsın ve evet yeter ki gerçek demokrasiyle yönetilsin.

*****
Değerli konuklar, değerli çalışma arkadaşlarım,

Türkiye 84 milyon nüfusuyla Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahip olan bir ülke Avrupa’nın en büyük toprakları bizde. Avrupa’nın en geniş tarım arazileri bizde. Bu Vatanın kıymetini bilmek zorundayız. Bu toprakların ve bu topraklarda yaşayan insanların önünde hiçbir şey engel olamaz. Biz büyük bir ülkeyiz. Ama iyi yönetilmiyoruz. İşte biz o iyi yönetime tabiyiz. İyi yönetime talibiz ve İnşallah bunu gerçekleştireceğiz.

Biz seçim sonrası için çok yoğun bir çalışma temposu içinde çalışıyoruz.

Bir yandan, teşkilatlanma çalışmalarımıza olanca hızıyla devam ediyoruz, bir yandan da ülkemizin sorunlarına kalıcı çözümler bulmak için yoğun bir gayret gösteriyoruz.

Şu anda DEVA partisi tam 81 ilde, il başkanlarıyla görevde. 700 ün üzerinde ilçede ilçe başkanlarımızla görevdeyiz. Sadece illerde ve ilçelerde yönetim kurulu üyesi olan arkadaşlarımızın sayısı 13.000’e yaklaştı. Büyük bir aile olduk çalışıyoruz. Vatandaşlarımızı hem dinliyoruz hem de onlara planlarımızı projelerimizi bu güzel ülkemiz için, bu güzel Vatanımız için yapacaklarımızı anlatıyoruz.

Çok önemli bir çalışma alanımız da arkadaşlar hazırladığımız eylem planları.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin neler yapacağının çok detaylı bir hazırlığını yapıyoruz.

Bu hazırlıklara “eylem planı” adını veriyoruz.

Eylem planı ne demek? Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 günde, ilk 360 günde neler yapacağının detaylı listesi demek.

Sadece en son açıkladığımız eylem planından bir iki başlığı sizinle paylaşmak istiyorum.

İki hafta evvel, Bursa’da “Yerel Yönetimler ve Şehircilik” alanında eylem planımızı açıkladık.

Bu eylem planımızda, vatandaşlarımızın güvenli konutlarda yaşamasını memleket meselesi yaptık.

Kentsel dönüşüm değil bakın biz kentsel yenilenme ifadesini kullanıyoruz. Kentsel yenilenmeyi stratejik bir öncelik olarak ele aldık. Bu projeleri başarıyla tamamlama kararlılığımızı da herkese gösterdik.

Çok açık bir şekilde altını çizdik:
Herkesin başını sokacağı güvenli bir yuvası olacak dedik.

Kentsel yenilenmeyi hızla tamamlayacağız dedik. Bu hususta, milletimizin hafızasında derin izler bırakan 99 depreminden etkilenen şehirlerimize öncelik tanıyacağız dedik.

Sakarya’nın canı çok yandı biliyoruz. Bizim de canımız Sakarya’yla beraber çok yandı.

Diyorlar ki “Nasıl yapacaksınız?”

Kentsel yenilenmede, banka konut kredi sistemini işin tam merkezine yerleştireceğiz. Bu iş finansman iş arkadaşlar finansman. Finansmanda bizim işimiz.

Bugün saçma sapan işler yapan Hazine ve Maliye Bakanlığı’nı bu işten sorumlu tutacağız.

Biz Sakarya’yla gurur duyuyoruz sağ olun arkadaşlar sağ olun.

Bakın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na da dönüp diyeceğiz ki “Sen bu konuya eğileceksin kardeşim. Bırak bu rant sevdasını ya. Burada acil ihtiyaç var, burada insanın canı söz konusu canı.” Diyeceğiz.

Özetle, devletin gözü kulağı millette olacak. Diyorlar ki “Nasıl teşvikler vereceksiniz?”

Kentsel yenilenme projeleri için dar gelirli vatandaşlarımıza özel finansman imkânlarını sunacağız.

Kredinin geri ödenmesinde çok uzuuun vadeye yayacağız. Rahat rahat. Üstelik faiziyle ödeme şartlarıyla bu işi çok kolaylaştıracağız.
Peki, bu uygulama ne zaman başlayacak?

Seçimlerden sonraki ilk 90 günde, arkadaşlar. İlk 90 günde, hemen kolları sıvayacağız ve bu konut işine hemen başlayacağız. Depreme karşı ülkemizi güçlü hale getirmek zorundayız.

Dar gelirli vatandaşımızı aç ve açıkta bırakmayacağız.
Şehit yakını ve gazilerimizin konut sahibi olmalarını özellikle kolaylaştıracağız. Bizim çalışma usulümüz bu.

Bu verdiğim örnek, sadece Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları meselesinin şehircilik ayağından tek bir örnek. Tam 101 madde açıkladık arkadaşlar 101 madde Yerel Yönetimler ve Şehircilik eylem planımız.

Bakın, bir örnek de işin yerel yönetim ayağından vereyim. Yerel yönetimlerle ilgili de çok sayıda eylem sözümüz var.

Örneğin, “Muhtarlık Yasası” çıkartacağız.
Ne zaman? İlk 360 günde bunun tamamlayacağımızın sözünü verdik.

Biz, muhtarlarımızın mahallelerini ilgilendiren hususlarda karar alma süreçlerine katılımlarını sağlayacağız.

Madem “yerel demokrasi” diyoruz, işte politika geliştirilirken de mahalle ve köy muhtarlarımızın bilgisinden ve tecrübesinden istifade edeceğiz.

Bunu da soran oluyor. “Bu yasa, nasıl bir yasa olacak?”

Muhtarlarımızın sorumluluklarını yeniden tanımlayacağız. Bu tanımlara uygun özlük hakları ve organizasyon yapısı sağlayacağız.

Muhtarlarımızın seçilme şartlarını, seçim süreçlerini, özlük haklarını ve emekliliklerine ilişkin uygulamaları, Muhtarlık Yasası ile yeniden düzenleyeceğiz.

Kalabalık mahallelerde muhtarlıklara yeterli ödeneği ayıracağız. Ayrıca, belediyeler üzerinden de yardımcı insan gücünü muhtarlarımıza sağlayacağız.

Bitti mi? Bitmedi.

O ilçedeki belediye başkanının bir yardımcısı muhtarlarla muhatap olmaktan sorumlu olacak.

Muhtarlar kapı kapı dolaşmak zorunda kalmayacaklar. Muhatap bulmakta güçlük çekmeyecekler.

Muhtarlık binalarının inşası ve asgari büro giderlerinin karşılanması görevini de yine belediyelere vereceğiz.

Acil Durum ve Afet Yönetimi mevzuatı uyarınca, muhtarlarımıza gereken desteği de sunacağız.

Özetle Muhtarlarımıza daha çok yetki, daha çok sorumluluk ama bunun yanında da daha çok imkân vereceğiz özet bu.

Artık mahalleler, muhtarlar sahipsiz kalmayacak arkadaşlar.

*****

Değerli misafirler,

Vaktimiz dar olduğu için sadece tek 1 eylem planımızdan, 2 tane örnek verdim. Yüzlerce eylem planı açıkladık, açıklıyoruz.

Bahsettiğim eylem planımızda, yani Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları Eylem Planımızda dediğim gibi 101 madde var.

Biz bugüne kadar tam 6 tane eylem planı açıkladık. Afet yönetimi, ekonomi, tarım, dijital dönüşüm, sosyal politikalar gibi alanında yüzlerce adımı sıraladık.

Az evvel anlattığım şekilde, neyi, ne zaman nasıl yapacağımızı tüm detaylarıyla açıklığa kavuşturduk.

Bu çalışma değerli arkadaşlar Türkiye’de bir ilk daha önce yapılmadı. Bakın bu kardeşiniz tam 3 tane 5 yıllık kalkınma planının koordinasyonunu yaptı. Avrupa birliğiyle ilgili bütün reformların koordinasyonunu yaptı. 3 yıl vadeli, orta vadeli ekonomik programların sekiz, dokuz tanesinin koordinasyonunu yaptım. Şu anda Türkiye’de bugüne kadar bizim yaptığımız bu eylem planları kadar detaylı bir çalışma yapılmadı, yapılamadı. Bunu biz yapıyoruz şu anda ve ülkemiz için yapıyoruz. Ülkemize güvendiğimiz için yapıyoruz.

Biz ülkemizin sorunlarını dinliyoruz, görüyoruz, araştırıyoruz. Sonra da tek tek çözümlere çalışıyoruz. O çözümlerinde her birinin bütçesini hesap ediyoruz, bütçesini hesap edemediğimiz hiçbir şeyin sözünü vermiyoruz. Her bir sözümüzün bütçesi hesap edilmiş ve takvime bağlanmış durumda.

Çünkü ülkemizin kaybedecek tek bir günü yok arkadaşlar tek bir günü yok, hatta tek bir saniyesi yok ülkemizin kaybedecek. Bunu çok iyi biliyoruz.

*****
Ülkemizin sorunu çok dertler çok bunların çözümü için öncelikle güven ortamının oluşturulması gerekiyor, güven. Güven ortamı oluşmadan Türkiye’nin sorunlarını çözmek asla mümkün olmayacak.

Ben güven çok önemlidir deyince bazen gençler bana soruyor, Sayın Başkanım diyorlar ya bu güven nasıl kazanılır, güven nasıl oluşturulur bir anlat bize diyorlar. Ben de diyorum ki bakın size özetleyeyim bir dakikada sekiz maddede güven nasıl kazanılır özetleyeyim diyorum. Hazırsanız gençler başlayalım.

1 “Konuşunca doğruyu söyleyeceksin “
2 “Söz verince tutacaksın “
3 “Emanete hıyanet etmeyeceksin “
4 “Devlet yönetiyorsan her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin “ 5 “Dürüst ve ehil kadrolarla çalışacaksın “

6 “Karar verirken istişare edeceksin “
7 “Şeffaf olacaksın, açık olacaksın “Merkez bankasının 130 milyar dolarını arka kapıdan cayır cayır satmayacaksın gizli saklı.
Ve son madde arkadaşlar 8. Madde
8 “Her daim hesap vermeye hazır olacaksın “

Çok şükür biz her yerde başımız dik alnımız ak yürüyoruz. Hesap veremeyeceğimiz hiçbir şey yok, rahatız. Bazılarının da hiç te rahat olmadığını biliyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Sizlere, milletimize verdiğimiz tüm taahhütlere internet sitemizden, sosyal medya hesaplarımızdan, il ve ilçe hizmet binalarımızdan rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

Ben şimdi sözlerime son veriyorum.
Allah, tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadetleri kabul etsin diyorum. Şimdiden sizlerin ve ailelerinizin Ramazan Bayramınızı kutluyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum sağolun.

Son olarak, son olarak Sakarya il başkanımıza ve değerli ekibine de gerçekten teşekkür ediyorum. Bu güzel organizasyonu gerçekleştirdikleri için. Bizlerle beraber olan tüm değerli misafirlerimize teşekkür ediyorum. Bu Ramazan’ın son günlerinde bizlerle beraber oldukları için ve İnşallah Allah nice Ramazanlara nice Bayramlara hep beraber sağlık içerisinde mutluluk içerisinde, afiyet içerisinde ulaştırsın diyorum. Teşekkür ediyorum.

27 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 20. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Değerli basın mensupları, değerli çalışma arkadaşlarım, belli ki Sayın Erdoğan seçim dönemini başlattı.

Hukuksuzluğun sembolü olmuş Kavala dosyası kararı, parti kapatmayı ima eden açıklamaları, bol keseden para vaatleri ve Suudi Arabistan ziyareti...

Bilen bilir, bunlar tam da Erdoğan tarzı “seçim yaklaşıyor” adımları. Seçimi ne zaman yaparsa yapsın, ne yaparsa yapsın, ben buradan ilan ediyorum:

Biz seçimlere hazırız. DEVA Partisi hazır ve biz kazanacağız.

Kendisi gerilimi istediği kadar artırmaya çalışsın, biliyorsunuz her seçim döneminde gererek, kutuplaştırarak seçim almaya çalışıyor.

Biz bu seçim dönemi ki DEVA Partisi’nin seçime girdiği ilk dönemdir, biz bu seçim dönemini nefrete ve öfkeye teslim etmeyeceğiz.

Huzur kazanacak.

Aklına ne geliyorsa, tek imzayla yapsın.

Biz bu otoriter rejimi değiştireceğiz.

Ve korkulu rüyadan uyanıp, kabustan uyanıp, bir yudum su içmenin hızıyla ülkemiz şöyle derin bir nefes alacak.

Bakın arkadaşlar,

Hep beraber takip ettik. Meclise son getirdikleri bu seçim yasasıyla beraber bir propaganda kampanyası başlattılar.

Hükümetin kadrolu köşe yazarları, maaşa bağladıkları yorumcular, koro halinde bağırmaya başladılar.

Neymiş efendim, bu yasa çıktıktan sonra yeni kurulan partilerin işleri zorlaşmış. Kendi logolarıyla seçime giremeyeceklermiş.

İttifak içinde olmak da anlamını yitirmiş. Falan filan...

Tam bir koro. Tek bir merkezden kurmuşlar, hepsi aynı şeyi konuşuyor.

Siz bu rüyaları görmeye devam edin. Daha çok rüya göreceksiniz.

Kardeşim, bizim kendimize güvenimiz tam. Kendimize sonuna kadar güveniyoruz.

Milletimizin de bize güveni tam.
İşte ben buradan ilan ediyorum. Duymayan kalmasın.

Demokrasi ve Atılım Partisi, önümüzdeki seçimlere, kendi adıyla, kendi şanıyla, kendi logosuyla girme kararını almıştır.

Ülkemiz için, demokrasimiz için hayırlı olsun. Daha önce söyledim, tekrar söylüyorum:

Türkiye 1’den büyüktür. Türkiye 1’den büyüktür. Türkiye 1’den büyüktür. Ve Türkiye kazanacaktır. Hodri meydan!

Elinizden geleni ardınıza saklamayın. Ne geliyorsa yapın.
DEVA damlalarının oluşturacağı seli hiçbir baraj durduramaz.
Barajları yıkıp geçeceğiz.
Bizim yerimiz belli, yurdumuz bellidir. Biz nerede miyiz?
Yolunu bilmeyenler için, yerimizi bilmeyenler için bir konum tarif edeceğim size.

Biz; ülkesinin özgürlüğü için mücadele eden gençlerin yanındayız.

Biz; çocuğuna harçlık veremeyen annenin yanındayız.

Biz; dükkanında masraf olmasın diye elektriğini açamayan esnafın yanındayız.

Biz; her gün canını dişine katarak ekmeğinin peşinde koşan kurye arkadaşımın yanındayız.

Biz; tohum, gübre, mazot, elektrik fiyatları altında ezilen çiftçilerimizin yanındayız.

Biz; beraat ettikleri halde hakları yıllardır iade edilmeyen KHK’lıların yanındayız.

Ayrımcılığa uğrayan, kendisini ikinci sınıf hisseden, hoş görülen, hor görülen tüm vatandaşlarımızın yanındayız.

Bizim konumumuz budur, koordinatlarımız budur. Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte bu konuma davet ediyoruz.

Bizim yerimiz; 84 milyonun yanıdır.

İnanın, vatandaşlarımız, bu keyfi sistemi sona erdirmek için, sandık gününü iple çekiyor. Sabrediyorlar. Sabrediyorlar, çünkü gün gelecek ve sandık önlerine konulacak.

Evet, sandık kurulacak ve Türkiye şöyle rahat bir nefes alacak. O gün hepimizin bayramı olacak.

Hemen ardından, yargı bağımsızlaşacak.

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarını çiğneyen bir ülke olmayacak.

İşte az evvel söyledim; Kavala davası.
O kararın altında imzası olan sadece yargıçlar değil.

O kararın altında en tepeden yargıya parmak sallayan bugünkü iktidarın da imzası var.

Karar, yargının siyasete nasıl alet edildiğinin çarpıcı bir göstergesi oldu.

Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ekmekçi ve Tayfun Kahraman. Bu isimlerin hepsi haksızlığa uğradılar.

Hukukun alnına kapkara bir leke sürüldü. O lekeyi biz inşallah temizleyeceğiz. Hak yerini bulacak. Adalet yerini bulacak.
Değerli arkadaşlar,
Adaletsizlik yaparak, hukuksuzluk yaparak devlet yönetilmez.

Herkes aklını başına alsın.

Geldiğimiz noktada, yargı; korku ikliminin bir aracı haline getirilmiştir.

Yargı, iktidarın toplumu hizaya sokmak için kullandığı sopaya dönmüştür. İş dünyasını, sivil toplumu, basını, tek tek her birimizi susturmak için yargı araçsallaştırılmıştır.

Ülkemizi bu korku sarmalından çıkartmak ise bir hayat memat meselesidir.

Türkiye’nin sinir uçlarını germeye çalışanlar, bunun faturasını sandıkta ödeyeceklerdir.

Hiç endişeniz olmasın. Bu ülke huzura kavuşacak.

Türkiye’nin sessiz çoğunluğu, iktidar ortaklarının dayattığı bu korku ve yoksulluk komplosunu boşa çıkaracak. Bu millet haksızlık karşısında susmadı. Yine susmayacak.

Bu millet susanın dilsiz şeytan olduğunu çok iyi bilir. Sözünü de sandık günü söyler. Yine söyleyecek. Değerli arkadaşlar,

Biz; bu ülkede adalet ve merhamet gibi değerlerin yere düşürülmesine asla müsaade etmedik, etmeyiz.

Biz, özgür ve adil yarınlar için bir araya gelen demokrat insanların partisiyiz.

Bir kez daha tekrar ediyorum: Türkiye’yi hiçbir koşulda öfkeye teslim etmeyeceğiz. Üste çıkanın alttakini ezmesine müsaade etmeyeceğiz.

Ülkemizi, “nöbetleşe zorbalık” dediğimiz çıkmaz sokağa sürüklemeyeceğiz. Bu kısır döngüye girmeyeceğiz.

Kin ve intikam zehriyle alınan kararların adaletsizlikten başka hiçbir şey getirmediğini tarih boyunca deneyimledik, deneyimliyoruz.

Türkiye’yi “rövanşların ülkesi” yapmayacağız.
Bizim yolumuz belli. İlkelerimiz net.
Bizim mayamızda, karşılıklı sevgi var, saygı var.
Bizim hayalimizde, herkesin kendisini özgür ve eşit hissettiği bir Türkiye var. Önce, bu ülkenin bütün demokratları olarak birleşeceğiz.

Ardından bu karanlık tünelden hep beraber çıkacağız. Adaletle çıkacağız. Adaletle.

Arkadaşlar,
Bu noktada vurgulamak istediğim bir husus var.
Konuşmamın başında söyledim.
Partimiz kendi adıyla, kendi logosuyla seçime girme kararı almıştır, dedim. Bu kararımızın herhangi bir yanlış anlamaya sebep olmasını arzu etmem.

Biz, 6’lı masada bugüne kadar vermiş olduğumuz bütün sözlerin arkasındayız. Ortak çalıştığımız konularda, her türlü katkıyı vermeye de devam edeceğiz.

O masada yer alan her partiyle, iş birliği yaptığımız alanları genişletmek konusunda da güçlü bir iradeye sahibiz.

Bunu da herkesin bilmesini isterim.

****

Değerli arkadaşlar,

Şu andaki iktidarın bir dış politikası yok.

Ülkemizin dış ilişkilerinde büyük bir tahribat oluşmuş durumda.

Bu ilişkilerde, dış ilişkilerde ilkesiz, tutarsız, yalpalarla, U dönüşleriyle, öngörülmesi mümkün olmayan uygulamalarla karşı karşıya kalıyoruz.

İşte, en son U dönüşlerini Suudi Arabistan ve İsrail ilişkilerinde gördük.

Biliyorsunuz, İstanbul’da öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı konusunda Sayın Erdoğan, Suudi Arabistan yönetimine söylemediğini bırakmamıştı.

Bir anda işler değişti ve geçtiğimiz günlerde, dava dosyası sessiz sedasız Suudi Arabistan’a devredildi.

Yani, Türkiye’deki yargı süreci bir bakıma birdenbire sonlandırıldı. Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür, demişler.

Gelin hep beraber hatırlayalım. Bakalım, Sayın Erdoğan bu konuda neler neler diyordu?

Video – Cemal Kaşıkçı
Erdoğan: “Türkiye olarak bu meselenin sonuna kadar takipçisi olacak, kendi hukukumuz ve uluslararası hukukun gereği neyse onun yerine getirilmesini sağlayacağız. Bu çağrım Suudi Arabistan Kralı Hadimü’l Haremeyni’ş Şerifeyn başta olmak üzere üst yönetimedir. Olayın cereyan ettiği yer İstanbul’dur. Dolayısıyla 18 tutuklunun yargılanmasının İstanbul’da yapılması teklifimdir.” “Ülke olarak cinayetin üstünün örtülmesine, emri verenden uygulayana kadar tüm sorumluların adaletten kaçırılmasına müsaade etmemekte kararlıyız.”

“Bunlar dünyayı enayi zannediyor. Suudi Arabistan belgeleri dinlemek istedi ama bir de almak istedi. Ama kusura bakmayın o kadar değil. Dinletiriz; gösteririz ama vermeyiz. Verelim de ondan sonra bir de bunları yok mu edeceksiniz? Hesap bu”

TV: “Kaşıkçı davasının en büyük takipçisi Türkiye üç yıl sonra davayı kapattı. Adalet Bakanlığı’nın onayıyla Ankara dosyayı Riyad’a verdi.”

Ne diyor? Önce “Belgeleri vermeyiz, bunlar dünyayı enayi mi zannediyorlar?” diyor. Sonra dönüyor, dava dosyasını tamamını olduğu gibi devrediyor.

Kendi sözüyle söyleyelim mi “Neredeeen nereye?”

Bir cumhurbaşkanı kendi sözünü bu kadar çiğner mi ya?

Hani önemli bir gelişme olur da çıkar vatandaşın karşısına anlatır, der ki; “Değerli vatandaşlar şöyle bir gelişme oldu, evet ben bütün bunları söyledim ama yeni bir durum var. Bu yeni durum gereğinde böyle bir şey yapmamız gerekiyor.”

Gerekçelerini anlatır. Millet de ikna olursa tamam.

Şimdi ne oldu? Biz Türkiye olarak dünyanın enayisi mi olduk? Kendi öyle diyor çünkü, değil mi?

Bakın arkadaşlar,

Bu korkunç cinayet neden pazarlık konusu yapıldı biliyor musunuz?

Çünkü işin ucunda para var.

Suudi Arabistan hakkındaki sözlerini, muhtemel bir mali destek karşılığında yuttu.

Cemal Kaşıkçı dosyasının üstünün örtülmesine bir bakıma mali destek karşılığında yardımcı oldu.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, başkalarının hukuksuzluklarının adresi oldu. Ne itibar kaldı ne ahlaki üstünlük kaldı.

Yapmam, etmem dediği ne varsa yapıyor. Suudi Arabistan’dan gelecek üç beş kuruş için Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarıyla oynuyor.

Ha, bu U dönüşünü sadece Suudi Arabistan’la ilişkilerde mi gördük?

1 değil, 2 değil, 3 değil...

Kendisi, yıllarca meydan okuduğu İsrail konusunda da çark etti.

Biliyorsunuz neredeyse 12, 13 yıldır söylemediğini bırakmadı. Her türlü hakareti etti.

Bakın, ne diyordu?

Video – İsrail

Erdoğan: “Bu İsrail terör devletidir, terör.”
“Bu İsrail bir işgal devletidir, aynı zamanda bir terör devletidir.”
“Bu terör devleti artık tüm sınırları aşmış durumdadır. Tüm dünya görmezden gelse bile İsrail’in zulmüne eyvallah etmeyeceğiz.”
“İsrail ile de küresel, siyasi, ekonomik, sosyal parametrelere uygun ilişkilerimiz vardır; olacaktır. Coğrafyamızın en önemli bölgesindeki bu devleti görmezden gelemeyiz.”

İşte alın size bir U dönüşü daha...

Yıllarca “terör devleti” aşağı “işgal devleti” yukarı konuştuktan sonra, dönüp dolaşıp “İsrail’i görmezden gelemeyiz” demenin neresi dış politika ya?

Hani nerede o dik duruş?

“Türkiye-İsrail ilişkileri Sayın Erdoğan’ın şahsi ajandasının bir parçası mı acaba?” diye akıllara gelmiyor değil.

Biliyorsunuz, kendisi Gazze’ye gidecekti. O, 10 yıldır Gazze’ye gidemedi ama 14 yıl sonra ilk defa bir İsrail Cumhurbaşkanı Ankara’ya geldi.

Bakın arkadaşlar,
Biz kimseye “Neden ilişkiyi normalleştiriyorsun?” demiyoruz.

Elbette dünyada düşmanlarımızı azaltıp, dostlarımızı arttırmak gerektiğini söylüyoruz.

Ama normalleşmenin de bir adabı vardır yahu.

İşte onun için soruyoruz: “İsrail’le ilişkilerdeki bu U dönüşünün sebebi nedir?”

Hani bir zamanlar “one minute” diyordu. Ne demek one minute? “1 dakika”.

Gerçekten 1 dakikada, terör devleti, döndü işbirliği yapılacak devlet oldu.

İsrail’le olan akçeli işler, birden bire rüzgarı tersine çevirmeye yetti.

Bu 1 dakikada tüm sözler teker teker yutuldu. Ama bakın, kendisi İsrail’le yeni ilişkileri nasıl da meşru göstermeye çalışıyor?

Video - Filistin
Erdoğan: “Filistin Davası’nı etkin savunmanın yolunun da İsrail ile makul, mantıklı, tutarlı, dengeli bir ilişki sahibi olmaktan geçtiği açıktır.”

Ha şunu bileydin. El hak, bu doğru. Burada haklı.

Ama sormazlar mı adama:

Madem Filistin davasını savunmanın yolu, İsrail ile makul, mantıklı, tutarlı ve dengeli bir ilişkiden geçiyordu, o zaman sen niye yıllar boyu İsrail’le ilişkiyi bozdun?

Demek ki, İsrail düşmanlığı yaparak, iç siyasette bunun üzerinden prim yapmaya çalışarak, aslında Filistin Davası’na en büyük zararı sen verdin.

Ve söylediklerin tam da bunun itirafı. Gerçekten yeter artık yahu.

Bu millet nasıl olsa dış politikaya uzak, nasıl olsa ne desem inanıyorlar diye böyle pervasızlık yapmayın arkadaş.

Böyle vurdumduymazlık yapıp, sonra arkanı dönüp yürümeyin.

Biz bunların hepsini hatırlatacağız, hatırlatmaya devam edeceğiz. Millete unutturmayacağız bunları.
Bu ülkenin itibarını beş paralık edemezsin.

Sen tut, damatla el ele verip ülkenin 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır sat, tüket; sonra da 3 milyar oradan, 5 milyar dolar buradan gelecek diye koskoca ülkenin onurunu ayaklar altına al.

Yazık. Gerçekten çok yazık. Olmaz böyle şey.

Değerli arkadaşlar,

Türkiye’nin dış politikadaki parolası “kazan-kazan” olmak zorundadır.

Bizim hayalimizdeki ülke; içeride insan hak ve özgürlüklerine saygılı, dışarıda itibarlı bir Türkiye’dir.

Bu doğrultuda, en yakın zamanda, iş başına geldiğimizde, hiçbir ideolojik saplantıya batmadan, dış politikada itibarımızı yeniden ayağa kaldıracağız.

1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulması için, uluslararası toplum nezdinde ve konunun tüm tarafları ile diyalog halinde azami gayreti göstereceğiz.

İçeride hukukun üstünlüğünü sağlayıp, itibarımızı yükseltip dışarıda sözümüzün gücünü arttıracağız.

Ulusal çıkarlarımızdan asla taviz vermeden, ilke ve değerlerimizle hareket edeceğiz. Tutarlı olacağız, tutarlı.

Bir gün söylediğimizin tam tersini ertesi gün yapmayacağız.
Bir gün yerden yere vurduğumuzu bir gün baş tacı etmeyeceğiz.
Bu milleti el aleme rezil eden bütün bu saçmalıklara da son vereceğiz.

Geldiğimiz noktada “Ekmeğini çöpten çıkar” gibi rezil rüsva işler yapan bu iktidarı hep beraber tarihin çöplüğüne göndereceğiz.

Ve hep beraber zenginleşeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,
Bu gece Kadir Gecesi. Kadir Geceniz mübarek olsun diyorum.

Önümüzde Ramazan Bayramımız var.

Şimdiden hepinizin ve ailelerinizin bayramını kutluyorum.

Hepinizin Ramazan Bayramını şimdiden tebrik ediyorum.

1 Mayıs da yaklaşıyor.

Sözlerimin sonunda tüm emekçilerimizin, tüm işçi kardeşlerimizin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü şimdiden kutluyorum.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.
Sözü, soru sormak isteyen basın mensuplarına bırakıyorum.

23 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Esenyurt İftar Programı Konuşması

Esenyurt İftar Konuşması


Kıymetli Esenyurtlu misafirlerimiz,

Değerli yol arkadaşlarım,

Değerli İstanbul İl Başkanımız,

Değerli Esenyurt İlçe Başkanımız,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, Esenyurt İlçe Teşkilatımızın düzenlemiş olduğu iftar programına hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutluyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 102. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, İstiklal Harbi şehitlerimizi ve gazilerimizi saygıyla, minnetle anıyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım, kıymetli misafirler,

Bu önemli yıldönümünde, bir hususun altını çizmek istiyorum.

Birinci Meclis’in duvarında yazan o güzel sözü sizlere hatırlatmak istiyorum:

“Ve emruhum, şûrâ beynehum”.

Yani, “İşlerini istişare ile yürütürler.” istişare

İşte, düstur bu; dün olduğu gibi, Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşırken de yolumuza ışık tutan düstur bu istişare.

Evet; istişareye ihtiyacımız var.

Çünkü bu topraklarda, farklı fikirlere sahip insanlar olarak yaşadık, yaşamaya da devam edeceğiz.

Herkes aynı fikirde olmayabilir.

Türkiye, farklı fikirlerdeki herkesin yurdudur, hepimizin yurdudur.

Sorunları, bizim gibi düşünmeyen insanlarla beraber, konuşa konuşa çözeceğiz.

İşte bu nedenle, Türkiye’nin, tam da şu anda, gerçek bir Meclise çok ihtiyacı var.

Sorunların konuşularak çözüleceği, farklı fikirdeki insanların birbirini dinleyeceği, ülkenin sorunlarının beraberce çözüleceği bir Meclis’e ihtiyacı var Türkiye’nin.

Bir diğer deyişle, 102 yıllık Gazi Meclisimizin kuruluş ilkelerini ihya etmeye yeniden yaşatmaya çok ihtiyacımız var.

Kökümüzü, çıkış noktamızı iyi kavramaya, çok ihtiyacımız var.

*****

Kıymetli misafirler,

Bugün, çocuklarımızın bayramında, onlara nasıl bir ülke bırakacağımızın da kararını vermemiz lazım:

Korku mu, umut mu?

Depresyon mu, mutluluk mu?

Açlık mı, zenginlik mi?

Çatışma mı, barışma mı?

Baskı mı, özgürlük mü?

Otokrasi mi, demokrasi mi?

Bizim çok net olarak gördüğümüz bir şey var.

Türkiye, tek bir kişi tarafından yönetilemez.

Türkiye, tek bir görüşten insanların öbeklendiği bir iktidar tarafından da yönetilemez.

Açık ifade etmek istiyorum:

Türkiye tek tipleştirilmiş, tek bir fikrin egemen olduğu bir ülke olamaz.

Daha önce AK Parti’ye, CHP’ye, HDP’ye veya MHP’ye oy veren herkesin yarınların Türkiye’sinde yeri vardır.

İşte bunun yolu karşılıklı saygıdan geçer.

Bu ülkede yaşayan her siyasi mahallenin kaygısını dinlememiz ve anlamamız gerekir.

Herkesin kendisini birinci sınıf vatandaş hissettiği bir Türkiye’yi hep beraber inşa etmemiz gerekir.

Biz bu konuda çok kararlıyız.

Çocuklarımıza demokrasinin egemen olduğu bir ülke bırakacağız.

Evet demokrasinin egemen olduğu bir ülke.

*****

Bakın Değerli arkadaşlar,

Az önce ilçe başkanlığımızda çocuklarımızı şöyle bir topladık. Ben sordum onlara nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyorsunuz diye sordum. Bana adil bir Türkiye dediler, mutlu bir Türkiye dediler, özgür bir Türkiye dediler, ormanların katledilmediği bir Türkiye dediler.

Çocuklarımızı dinleyeceğiz. Ve inşallah hep beraber onların arzu ettiği, onların hayal ettiği bir Türkiye’ye ulaşacağız. Hep beraber.

Değerli arkadaşlar,

Dün Viranşehir’deydim, önceki gün Diyarbakır’daydım.

Oralarda söylediğimi burada da tekrar etmek istiyorum.

Çünkü biz Diyarbakır’da başka, İstanbul’da başka konuşanlardan değiliz.

Biz Diyarbakır’a gidince, Dicle’nin kenarındaki kuzuyu hatırlayan, Ankara’ya dönünce kurdun yanı başında hizaya girenlerden olmadık, olmayız.

Diyarbakır’da ne dedik?

Türkiye’de ne yazık ki tam demokrasi yok, dedik.

Tam demokrasi olmadığı için eşit vatandaşlık yok, dedik.

Eşit vatandaşlık olmadığı için bu memleketin bir Kürt meselesi var, dedik.

Vaktiyle çok yol kat ettiğimiz bu meseleyi bu iktidar diriltti, dedik.

Ama şunu da söyledik:

Kürt meselesini çözmek bizim boynumuzun borcudur, dedik.

Evet, arkadaşlar, biz çözeceğiz, biz!

Kürt meselesini, “eşit vatandaşlık” ilkesiyle çözeceğiz.

“Tam demokrasi” çerçevesinde çözeceğiz.

“Hakla” çözeceğiz, “hukukla” çözeceğiz.

Çocuklarımıza barışın egemen olduğu bir ülke bırakacağız. Çocuklarımıza evet barışın egemen olduğu bir Türkiye bırakacağız.

Çünkü Türkiye’deki her bir bir vatandaşımızın sorununu çözmek, bizim boynumuzun borcudur.

Din, mezhep hiç fark etmez;

Yaşam tarzı, mahalle hiç fark etmez;

Etnik kimlikmiş şuymuş buymuş fark etmez;

Bu ülkedeki herkesi, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı yapacağız. Biz bunun için yola çıktık. Birinci sınıf vatandaş.

*****

Arkadaşlarım,

Ne yazık ki, Türkiye son yıllarda, hukuktan uzaklaşmanın bedelini çok ağır ödedi, ödüyor.

Ülkemizde açlık çoğalıyor, yoksulluk artıyor.

Ancak; küçük bir azınlık da servetine servet katıyor.

Böyle adalet olmaz arkadaşlar, böyle adalet olmaz.

Emekçiler, emekliler, dar ve sabit gelirliler ayın sonunu getiremiyor.

Marketlerdeki fiyatlar uçmuş durumda, patlamış durumda.

İnsanların alım gücü azala azala neredeyse kalmadı ya.

Kiralar aldı başını gitti.

Öte yandan da bir avuç insan varlığının üzerine varlık ekliyor şu anda Türkiye’de.

Ama emin olun ve sakın umutsuzluğa kaybolmayın umutsuzluğa kapılmayın:

Hepsinin üstesinden geleceğiz emin olun buna.

Açlığı ve mutlak yoksulluğu yeniden sona erdireceğiz.

Daha evvel biz bu ülkeden mutlak yoksulluğu silmiştik, sıfırlamıştık yine sileceğiz, yine sıfırlayacağız.

Vatandaş çile çekmeyecek.

Bakın görün, enflasyonu tek haneye yeniden biz indireceğiz biz.

Daha önce yaptık, yine yapacağız.

Asgari ücret, asla açlık sınırının altında kalmayacak.

Biz, halka hizmet edeceğiz.

Son yıllarda gittikçe yaygınlaşan, yoksuldan alıp zengine veren tüm uygulamaları da sona erdireceğiz.

Milletin sofrasındaki ekmeği büyüteceğiz.

Herkesin eli ekmek tutacak herkesin.

Bu bizim işimiz arkadaşlar! Bu bizim işimiz! Biz çözeceğiz biz!

Daha önce yaptık, yine yapacağız.

Ayrıca, ihtiyacı olan hanelere asgari gelir desteği sağlayacağız, yeterli geliri olmayan her haneye destek olacağız.

Bu ülkede hiç kimse, aç kalmayacak, açıkta kalmayacak.

Kimseyi geride bırakmayacağız.

Yeni doğan bebekler sağlıklı büyüsün diye, doğumundan bir yaşına kadar süt, bebek maması başta olmak üzere her türlü ihtiyacını biz karşılayacağız.

İnsanları gıda, barınma ve giyinme gibi temel ihtiyaçlardan asla mahrum bırakmayacağız.

*****

Arkadaşlar, bunların hepsini yapacağız.

Ekonomimizi, daha önce yaptığımız gibi, hızlıca büyüteceğiz.

Hiçbir zaman milletin gündeminden kopmayacağız.

Çocuklarımız, barış ve bolluk içinde yaşayan bir Türkiye'de büyümeyi hak ediyorlar. Bu onların hakkı.

Biz çocuklarımıza; özgür ve zengin bir Türkiye bırakacağız.

Biz çocuklarımıza, yarınlarımıza; demokrasi, özgürlük, adalet, zenginlik, huzur ve mutluluk bırakacağız.

Bunun için yola çıktık, bunun için yürüyoruz.

*****

Değerli misafirler, kıymetli arkadaşlarım, İstanbul il teşkilatımızın Esenyurt ilçe teşkilatımızın çok değerli mensupları ezan vakti yaklaşıyor, daha fazla vaktinizi almayacağım.

Bir kez daha Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutluyorum.

Allah, tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadetleri kabul etsin diyorum.

Şimdiden cümlemizin Ramazan Bayramı’nı da kutluyorum.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun var olun diyorum.

22 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Viranşehir Konuşması

Viranşehir Konuşması

Demokrasi ve Atılım Partisi!nin değerli yöneticileri,

Kıymetli il başkanımız, kıymetli Viranşehir ilçe başkanımız,

Teşkilat mensuplarımız,

Saygıdeğer konuklarımız,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.

Hepiniz hoş geldiniz diyorum.

*****

Gönül isterdi ki, bu Ramazan ayını bu bereket ayını çok daha iyi şartlarda geçirseydik.

Gönül isterdi ki, bu Ramazan’ı bu topraklara yakışır şekilde bolluk içerisinde geçirseydik.

Bu toprakların işçisi, çiftçisi, esnafı, emeklisi, esnafı, öğrencisi mutlu olabilseydi...

Fakat sorunlar büyük farkındayız.

Hepsini görüyoruz.

Hepsini çözme konusunda da kararlıyız.

Cuma namazından çıktık. Buraya yürüyene kadar şu 100 metrede onlarca vatandaşlarımız geldi dertlerini anlattılar.

Herkes elektrik diyor. TEDAŞ diyor trafo diyor.
Yağmur duası yaptık hep beraber. Biraz önce Cuma namazından sonra.

Biraz sonra geleceğim çiftçimizim sorunu büyük. Tarımın sorunu büyük... Biraz sonra hepsine değineceğim.

Değerli Viranşehirliler;

Dün Diyarbakır’da geniş bir iftar sofrası kurduk. Gençlerle, ilim insanlarıyla buluştuk.

Bugün binlerce yıllık Viranşehir’deyiz. Weranşar’dayız.

Her gün ülkemizin bir başka köşesindeyiz...

O yüzden sokağın sesini de ülkenin derdini de çoook iyi biliyoruz.

Çünkü dertlilerden biliyoruz. Derdi yaşayanlardan dinliyoruz.

Bazıları gibi kendini Ankara’ya hapsedip tek komşusu bile olmadan ülkeyi yönetmeye çalışanlardan değiliz.

Bunun için gece, gündüz çalışıyoruz.
Bunun için de seçimlerden sonra ne yapacağımızı açık açık taahhüt ediyoruz.

Bakmayın siz hükümettekilere. Onlar vatandaştan koptu. Ülkenim derdini bilmiyor. Bizim gibi rahat dolaşamıyorlar.

Biz hamdolsun çarşı Pazar Cadde sokak her yere giriyoruz. Vatandaşlarla buluşuyoruz. Dertleşiyoruz.

Derdi bilmeyen bu sorunu çözemez. Derdi bilmeyen dermen bulamaz. Bu yönetim bu hükümet koptu. Ülkenin gerçeklerinden koptu.

Onlar, Urfa’nın derdinden kopalı, Viranşehir’in derdinden kopalı çok oldu. Çıkıp da halkın arasına karışacak halleri de kalmadı.

Ama biz duyuyoruz. Bu milletin sesini duyuyoruz. İşte tam da milletin sorunlarını çözmek için her alanda çalışıyoruz.

Bu amaçla değerli hemşehrililerim, değerli Viranşehirliler, ilk adımı toprağa attık. İlk eylem planımızı tarım konusunda açıkladı. İlk eylem planımızı çitçilerimizin sorunlarını çözmek için açıkladık.

Tam 56 Madde.

56 maddede ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı, ne zaman yapacağımızı açık açık sıraladık, taahhüt ettik.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin hemen ilk 90 dakikada ilk 90 günde ilk 360 günde neler yapacağını bütün açıklığıyla ortaya koyduk.

Çiftçimizin derdi çok. Gübre maliyetleri aldı başını gitti. Gübre kullanabilen çiftçimiz neredeyse kalmadı.

Bu maalesef verimi düşürecek görüyoruz.

Biz ne dedik. Seçimlerden sonra kurulacak hemen ilk hükûmetin ilk atacağı adımlardan bir tanesi gübrenin fiyatının tam yarısını biz devlet olarak karşılayacağız. Tam yarısını...

Gübre 1000 lira mı? 500 lirasını devlet karşılayacak. Gübre 5.000 lira mı? 2.500 lirasını devlet karşılayacak.

Başka ne yapacağız?

Hükümetimizin ilk beş yılında Türkiye’deki tüm sulama yatırımlarını tamamlayacağız.

Bakın Türkiye’deki barajlar, göletler, isale hatları, basınçlı sulama hatları, yağmurlama damlama sistemleri...

Toplayın, alt alta yazın. Para tutmuyor yahu. Bir tane Kanal İstanbul projesi etmiyor arkadaşlar.

Kanal İstanbul projesinin parasından çok daha az bir paraya Türkiye’deki bütün sulama yatırımlarını tamamlayabiliyoruz.

Biz hesabını kitabını yaptık. Ama onların gözü rantta. Diyorlar ki İstanbul’da boğazda arsa çok para ediyor.

Bir boğaz yapacağım, o arsaları satacağım, çok para kazanacağım... Hesap burada.

Ya bizim çiftçimiz su diye, bizim çiftçimiz suya hasret, bizim çiftçimiz su bulamıyor...

Toprağı su ve teknoloji ile buluşturacağız. Böylece suyu daha dikkatli kullanacağız. Tek damla suyumuzu israf etmeden toprağımızı sulayacağız.

Sulu tarım yapan çiftçimizin gelirini, bilinçli sulama ve üretim planlamasıyla en az 3 katına çıkaracağız 3.

Siz biliyorsunuz, yaşıyorsunuz... Su olunca verim artıyor. Aynı toprak aynı gübre aynı tohum. Yeter ki su olsun. Su olunca verim artıyor.

Çiftçimize yapacağımız destekleri, üretim yapılan yıl açıklayacağız ve aynı yıl ödeyeceğiz.

Çiftçimiz buğdayını, mısırını ekmeden önce, pamuğunu ekmeden önce ne kadar destek alacağını bilecek ona göre kararını verecek.

Üretimi yaptığı yıl hemen desteğini alacak. Şimdi biliyorsunuz, ekim dikim yapılıyor, hasat alınıyor destek sonradan belli oluyor. O da 1 sene sonra ödeniyor.

Biz tam o yılın içerisinde ödemeyi yapacağız. Bakın bu kardeşiniz 11 yıl bu ülkenin ekonomisini yönetti.

Biz bu işi biliyoruz, bütçe nasıl yapılır biliyoruz, bu ülkenin kaynakları nasıl verimli olur biliyoruz.

Şimdi hükumette bilen kalmadı. Bilmiyor. Benim alanım ekonomi diyor ekonominin düştüğü durumu biliyorsunuz. Ekonomistim diyor, çiftçinin, emeklinin halini görüyorsunuz.

Bilen kalmadı. Bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor, bilenlerle de çalışmıyor.

Çiftçimiz borç içinde biz bununda farkındayız. Biz, çiftçimizin bütün borçlarını faizsiz 2 yıl ödemesiz öteleyeceğiz. Faizi sıfırlayacağız.

2 yıl kimseden para istemeyeceğiz. Üstüne ne yapacağız? Çiftçimiz işini çevirebilsin, döndürebilsin diye üzerine ilave kredi açacağız. Eski borçları unutacak herkes, yıllara yayacağız ama yeni kredilerle de düşük faizli 0 faizli kredilerle de çiftçimizin işini döndürmesine yardımcı olacağız.

Hep beraber bu millete can olacağız, hep beraber.

Ziraat Bankası kredilerinin geri ödeme zamanını hasat dönemine denk getireceğiz. Çitçimizin eline ne aman para geçerse geri ödemesini o zaman yapacak.

Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız.

Mevsimlik tarım işçilerinin başta ulaşım, sağlık ve çocuklarının eğitimi olmak üzere sosyal ve ekonomik şartlarını iyileştireceğiz.

Üzülüyoruz, çocuklarımız okuldan geri kalıyor. Okul daha kapanmadan gidiyorlar, okul açılıyor geri dönemiyorlar. Eğitimden geri kalıyorlar bunun farkındayız.

Yüz binlerce mevsimlik işçimiz her sene bunu yaşıyor. Hepsine sosyal çözümler bulacağız.

Yine bakıyorum, elektrik. En önemli sorun. Siz devlet olarak sulama projelerini önemsemeyin, inadına Kanal İstanbul yapacağım deyin, paraları

oraya gömün, bu çitçimizi susuz bırakın ondan sonra elektrikle pompayla kuyulardan su çekip tarlasını sulamaya çalışan çiftçimizin elektriğini kesin.

Yetmiyor trafoları söküyorlar yahu. Trafoları söküp götürüyorlar.

Şimdi böyle bir şey olur mu yahu. Devlet sosyal devlet olacak sosyal.

Biz ilk tarım planını açıkladık ilk.

Hükümete gelince seçimden sonra yapacaklarımızı ilk tarım konusunda açıkladık. Çünkü biliyoruz durum acil, çünkü biliyoruz çiftçimizin durumu kötü.

İşte Viranşehir’de buğday hasadına şurada bir ay kalmış trafolar sökülüyor. Çiftçinin halinden anlayan, tarımı bilen bir hükümet bunu yapar mı?

Böyle bir şey olur mu?
Bunlar artık halden anlamıyor.

Bunlar bu milletten koptu, bunlar bu ülkenin çiftçisinden koptu. Bunlar bu ülkenin tarımından koptu. O yüzden çözemiyorlar.

Yahu, trafoyu söküp ne yapacaksınız? Diye buradan soruyorum. Trafoyu söküp hangi sorunu çözeceksiniz? Ne geçecek elinize?

Böyle şey olmaz arkadaşlar.

Bu ülkenin üreticisiyle kavga edilmez. Üreticinin işi zorlaştırılmaz, üreticinin işi kolaylaştırılır.

Çiftçiye biz inşallah ucuz tarifeli elektrik vereceğiz.

Suyun, sulama sisteminin tarlaya ulaşmaması çiftçimizin suçu değil ki yahu. Sen niye bir de yüksek tarifeyle cezalandırıyorsun?

Madem daha devlet olarak suyu getiremedin, madem daha baraj, gölet isale hattını yapamadın, hiç olamazsa elektrik fiyatında yardımcı ol, uygun şartlarda elektriği sağla ki çiftçimiz tarlayı sulayabilsin.

Böyle bir şey olmaz arkadaşlar olmaz.

Bakın Türkiye’nin tarımsal üretimi düşüyor, tarım üretimimiz azalıyor. Her şeyi ithal eder hale geldik.

Siz Avrupa’nın en büyük tarım arazisine sahip olun, Avrupa’nın en büyük tarım topraklarına sahip olun, gidin yurt dışından buğday ithal edin.

Üstelik benim çiftçimden aldığı fiyatın çok daha üstüne pahalıya gidiyor. Bu memlekete buğday ithal ediyor bu devlet, yazık!

Yazıktır, günahtır.

Sen o parayı elin Rus’una Ukraynalısına vereceğine benim çiftçime ver gör üretim nasıl artıyor, ithalata ihtiyaç nasıl azalıyor o zaman gör.

Bunlar bilmiyor inanın. Hesap kitap bilmiyorlar. Bilseler zaten ülkeyi bu hale düşürmeler.

Şu anda biz inşallah gençlerle beraber yola çıktık. Gençlerin arkasından yürüyoruz. Hep beraber bu ülkeyi istişare ile yöneteceğiz. Adaletle yöneteceğiz. Dürüst ve ehil kadroları iş başına getirerek yöneteceğiz.

Bir kişi her şeyi bilmek zorunda değil. Ben her şeyi biliyorum diyorsa batırıyor.

Demek ki ehil kadrolarla çalışmak zorundasın.

Dürüst ve işi bilen kadrolarla çalışmak zorundasın ve her daim adaletle çalışmak zorundasın.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bakıyoruz, bir yandan çiftçimiz mutsuz bir yandan tarım ürünlerini gıda ürünlerini gidip markete çarşıya, pazara satın alan vatandaşımız mutsuz.

Üretici zarar ediyor kâr edemiyor. Tüketen, alışverişe giden vatandaşımız da “Hayat çok pahalandı” diyor.

Herkes şikayetçi. Ama Ankara’dakiler bunu görmüyor. Bu milletin çektiği geçim derdini bilmiyor. Şu Viranşehir sokaklarını gördükleri yok, duydukları yok.

Pazarlardaki etiketler, artık yarım kilo fiyatıyla.

Pazarcı esnafımız 1 kilonun fiyatını yazmaya utanıyor artık. Yazık değil mi bu millete?

Biz böyle miydik?

İşte memleketin geldiği durum bu.

Böyle olmaz, böyle gitmez. Bu devran değişmeli ve inşallah değişecek. Bizim iddiamız çok net.

Enflasyonu, iki yılda yeniden tek haneye indireceğiz. Ben bunu yaptım. Bakın bu memlekette 1970’lerde 1980’lerde 1990’larda enflasyon hep 2 haneli olmuş, 3 haneli olmuş. Yüzde 70, 80, 100, 150 enflasyon olmuş.

Biz geldik, bu kardeşiniz iyi bir ekip oluşturdu. Enflasyonu 2 yılda tek haneye indirdik.

Yapamazsınız diyorlardı, beceremezsiniz diyorlardı. Yaptık.

Ve inşallah çok daha iyisini yeniden yapacağız. Bu enflasyon yeniden düşecek.

Çiftçimizin yüzü yeniden gülecek.

Bu milletin alım gücünü yükselteceğiz. Bizi bilen bilir. Biz söz verdik mi yaparız. Yapamayacağımız hiçbir söze de vermeyiz.

Geçmişe bir bakın ne söz verdiysek yaptık. Ama söz verirken de çok dikkat ettik. Hiçbir zaman hayalleri konuşmadık. Gerçekleri konuştuk.

Önce sorunların temeline indik. Kök sebepleri ortadan kaldırdık. Tüm bu sorunların temeli demokrasi açığı demokrasi!

Çünkü Türkiye’de hukuk ve demokrasi can çekişiyor.
Halkın iradesi gasp ediliyor.
Dün Diyarbakır’daydım. Dağkapı meydanından da seslendim Diyarbakır’a.

Türkiye’de ne yazık ki tam demokrasi yok. Tam demokrasi olmadığı için eşit vatandaşlık yok. Eşit vatandaşlık olmadığı için bu memleketin bir Kürt meselesi var.

Bunu biliyoruz.

Vaktiyle çok yol kat etmiştik. Ne yazık ki şu andaki iktidar halktan kopunca, vatandaştan kopunca Kürt meselesini yeniden diriltti.

Çözmek bizim boynumuzun borcu. Biz Çözeceğiz inşallah.

Biz biliyoruz ki tam demokratik bir ülkede, demokrasinin üstüne kayyumların gölgesi düşmez.

Demokratik bir ülkede, şehirlerimizde seçmen iradesi gasp edilmez, edilemez. Bunların hepsini biliyoruz.

Her adımımızı demokrasimizi güçlendirmek adına atıyoruz.

Değerli arkadaşlarım;

Bolluğun ve bereketin yolu “tam demokrasi” den geçer diyoruz tam demokrasiden.

Demokrasi olmazsa, adalet olmazsa, hukuk olmazsa ekonomi olmaz. Demokrasi, hukuk, adalet olmazsa fiyatalar böyle alır başını gider. Gübrenin, yemin, tohumun fiyatı alır başını gider. Adalet ve hukuk ekonominin temelidir. Adalet ve hukuk temelini sağlam atmadan üzerine sağlam bir ekonomi inşa edemezsiniz. Onun için yapamıyorlar, beceremiyorlar, anlamıyorlar, bilmiyorlar.

Sen her gün hukuku çiğneyeceksin, vatandaşın demokratik iradesinin üzerine kayyum atayacaksın ondan sonra ekonomiyi düzeltmeye çalışacaksın. Vay yavrum vay. Uğraş dur.

Yapamazlar, asla yapamayacaklar.

Biz bunu bildiğimiz için DEVA Parti’sini kurduk, bunun için yola çıktık, ülkemizi demokrasi yoluna sokmak için, ülkemiz yeniden hakkın, hukukun adaletin yoluna sokmak için biz DEVA Parti’sini kurduk.

Bunun için pırıl pırıl yeni bir ekip oluşturduk.
Her yerde çalışıyoruz. 81 ilde varız, 718 ilçede varız.

2 gün önce hamdolsun üye sayımız 150 bini geçti. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık numarasını vererek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kütüğüne korkmadan, çekinmeden ben DEVA Partiliyim arkadaş diyerek ismini yazdıran 150 bin vatandaşımız bugün partimizin resmi üyesi oldu.

Başaracağız inşallah, hep beraber başaracağız.

Çünkü biz gücümüzü milletten alıyoruz, gücümüzü devletin imkânlarından almıyoruz. Sırtımızı devletin imkânlarına yaslayarak siyaset yapmıyoruz.

Siyaseti halkımızla vatandaşlarımızla birlikte yapıyoruz. Milletle birlikte çıktık bu yola ve inşallah hep birlikte başaracağız.

*****
Değerli hemşehrililerim, değerli Viranşehirliler;

Bakın bazen bana gençler soruyor. Diyorlar ki Sayın başkanım hep güven diyorsun ama bu güven nasıl kazanılır?

Bu hükümet bu güveni kayıp etti onun için yapamıyor. Ama biz nasıl güveni kazanacağız, güven nasıl kazanılır diye bana soruyorlar.

Ben diyorum bakın gençler kolay, 1 dakikada 8 madde de size anlatayım.

  1. Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.

  2. Söz verince tutacaksın.

  3. Emanete hıyanet etmeyeceksin.

  4. Her daim hukukla adaletle hareket edeceksin.

  5. Dürüst ve ehil kadrolarla çalışacaksın.

  6. Her kararını İstişare ile alacaksın. Ben her şeyi bilirim deyip kafana göre hareket etmeyeceksin. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın. Damdan düşenlerle dertleşeceksin.

  7. Şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Merkez bankasının arka kapısından 130 milyar dolarını gizli saklı satmayacaksın.

  8. Her daim hesap vermeye hazır olacaksın.

Hamdolsun bizim başımız dik alnımız açık.

Türkiye Cumhuriyet’inin en uzun süre bakanlık görevinde bulunan insanıyım. Daha önce hiç kimse bu kadar uzun süre yapamamış, becerememiş.

Bugün bu kadar uzun yıllar ülkeye hizmet edip 13 yılın sonunda hala dün Diyarbakır’da bugün Viranşehir’de yarın İstanbul’da gelecek hafta Sakarya’da eğer alnım açık başım dik gezebiliyorsam, Allah utandırmasın diyorum.

Ama bu arkadaşlar gerçekten ülke yönetimine nasıl baktığınıza bağlı. Ülkeyi yönetenler önceliği kendi yakın çevrelerine, çıkar çevrelerine mi veriyor yoksa önceliği vatanda mı veriyor?

Bakın 3 ay önce ekonomi yönetimini kurtaracağız diye yeni bir proje açıkladılar.

Kur korumalı mevduat hesabı.
Duydunuz değil mi? Reklamlarla anlatıyorlar.
Kur korumalı mevduat hesabı uygulaması. Bu nedir?

Diyor ki vatandaşa bankada paran varsa ve paran Türk lirasıysa sen mağdur olma bu kur artınca diyor ben sana o kur farkını ödeyeceğim diyor.

Tarih 20 Aralık 2021...

Sayın Erdoğan çıktı ekonomiyi kurtaracak proje bu dedi. Kur korumalı banka hesabı açtıracağım bundan sonra vatandaşa dedi.

Çünkü dedi Türk lirası bankada olanlar mağdur oluyor dedi. Kur artınca zarar ediyorlar dedi. Uygulamaya başladı.

Bakın ilk 90 günlük hesapların vadesi dolmaya başladı. 10 günde ödedikleri kur farkı ne kadar biliyor musunuz? Eski parayla 11 katrilyon...

Yeni parayla 11 milyar.
10 günde ödediler bunu 10 günde.

Peki, şunu sorayım, bu kardeşiniz 11 tane bütçe yaptı devlet bütçesi. Türkiye’de tarıma, çiftçiye ayrılan bütçenin tamamı ne kadar biliyor musunuz? Bu yılın tamamı, bir yılın tamamı.

29 katrilyon.

Bakın çiftçiye 29 katrilyon, Türk Lirası banka hesabı sahiplerine 10 günde 11 katrilyon.

Bu adalet mi yahu? Sosyal devlet bu mu?

Bir rakam daha vereyim. Bakın bu sadece 3 ayda ödedikleri faz ne kadar biliyor musunuz devlet bütçesinden tam 80 katrilyon 80, 3 ayda.

Faiz, hey gidi faiz düşmanı Erdoğan hey. 3 ayda 80 katrilyon faiz ödüyorsun, bizim çiftçimize 12 ayın tamamında toplamında 29 katrilyon tarım desteği ödüyorsun.

Bu mu sosyal destek, bu mu sosyal devlet? Hesap ortada yahu.

Bu yılın tamamında ne kadar faiz ödeyecekler biliyor musunuz? Bütçeye yazdılar meclisten geçti. 240 milyar. Eski parayla 240 katrilyon.

Bakın rakamları tekrar ediyorum. Bu yılın bütçesinde faiz 240 milyar, tarım desteği 29 milyar.

Öncelik nerede? Öncelik para sahibi olanın eline daha çok para geçmesini sağlayacak politikalarda. Öncelik bu.

Ben şimdi buradan Viranşehir’den soruyorum. Kur artınca bankada parası olanlar Türk lirası tuttukları için mağdur oluyorlar da kur arttığında gübreye, tohuma çok daha fazla para ödemek zorunda olan, elektriğe, yeme çok daha fazla para ödemek zorunda olan benim çiftçim mağdur olmuyor mu?

Bankada zaten parası olan parası duran kur artınca mağdur oluyor da benim emeklim, memurum, asgari ücretle çalışan işçim, Urfa’dan yüzlerce binlerce kilometre öteye giderek mevsimsel işçi olarak, tarım işçi olarak çalışan Viranşehirli vatandaşlarım mağdur olmuyor mu?

Soruyorum buradan.
Bu mu devlet yönetmek?

Madem kur artınca bankada parası olanlar mağdur oluyor aynı mağduriyeti gider.

Çiftçiye verdiğin desteği de dolar kadar arttır.

Emekli maaşlarını da dolar kadar arttır. Asgari ücreti de dolar kadar arttır. Memurun emeklinin maaşını da dolar kadar arttır.

Böyle bir mantıksızlık olur mu? Böyle büyük bir hata yapılır mı?

Ama niye biliyor musunuz? Çünkü etrafında hep parası olanlar var. Etrafındakilerin parası var. Etrafındakilerin parası olduğu için
Parası olanın parasına nasıl daha faza para katarım diye durmadan kulağına bunu üflüyorlar.

O da parası olana daha fazla para kazandırmak için kararlar alıyor. Çok basit arkadaşlar çok.

Ben Adana’da daha yeni gittim gördüm. Şanlıurfa’da Viranşehir’den giden mevsimlik işçilerimizin yaşadığı şartları gördüm. Onlarla çadırlarda oturduk sohbet ettik. O çocukların gözlerindeki umudu bir yandan da okula gidemiyoruz derken ki kalplerindeki burukluğu gördüm onlarla yaşadım.

Yazık, günah...

Keçiören’de Ankara’da bir apartman dairesinde otuyor diyorlar biliyor musunuz? Komşuları vardı komşuları...

Komşular girip çıkarken bir elektrik faturası gösteriyordu bir su faturası gösteriyordu.

Düşünün şimdi bir tane komşusu yok.
Öyle bir hayat yaşıyorsunuz ki bir tane komşu yok.

Etrafınızda da parası çok olan insanlar var. Böyle bir durumda doğru bir karar alabilir misiniz?

Bu memleketin halini anlayabilir misiniz?

Viranşehir’de çiftçimizin halini anlayabilir misiniz? Mümkün değil.

Onun için olmayacak. Biz bunu gördük, anladık.

Dedik ki ‘asla artık yapamaz bunlar, koptular.’ Vatandaştan bir kopunca o bağ tekrar kurulmuyor. Çünkü ayrı bir dünyaya geçiyorsun, ayrı bir yaşam tarzı.

Ayrı çevreler. Biz bunu gördük, onun için yola çıktık. Değerli arkadaşlar,

Bu öğlen sıcağında sizleri daha fazla tutmak istemiyorum. Sözlerime son verirken şundan emin olmanızı istiyorum.

Biz bu memleket için çok çalışacağız. Ama emrolunduğu gibi dosdoğru çalışacağız.

Biz şuna gönülden inanıyoruz. Allah doğrunun yardımcısıdır, Allah çalışanın yardımcısıdır.

Biz niyeti sağlam tutacağız önemli olan o. Niyet sağlam olacak.

Kalbimiz temiz olacak. İyi niyetle yola çıkınca inşallah bu milletin de desteğini alarak bu memleketin sorunlarını hep beraber çözeceğiz.

Bu ülke çok büyük bir ülke.
Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahibiz, 84 milyon. Avrupa’nın en genç nüfusuna sahibiz.
Avrupa’nın en büyük arazisine sahibiz.
Avrupa’nın en büyük toprağına sahibiz.

Bu ülke büyük bir ülke ama kötü yönetiliyor yahu. Kötü yönetiliyor. Sorunun kökeni bu.

İnşallah düzgün yönetildiğinde dosdoğru yönetildiğinde bu ülke ayağa kalkar, bu ülke koşmaya başlar.

Bu ülke kanatlanır uçar. Biz buna inanıyoruz.

Bakın 2002’de bu kardeşiniz ekonomi yönetimi sırtlandı. İyi bir ekip kurduk. Ben her şeyi biliyorum demiyorum. Ama bilenlerle çalıştık.

Bakın 2002’den 2008’e dünyada petrol fiyatları, burayı iyi dinleyin, 20 dolardan 150 dolara çıktı. Ya biz o dönemde enflasyonu tek haneye düşürdük.

Şimdi ne diyorlar? Ya dünyanın her yerinde mazot arttı, her yerde benzin arttı.

Bir dakika yahu o kadar değil. Artış belli. Yüzde 15, 20, 25, 30...

Bizdeki mazot, benzin eğer dünyadaki kadar artsaydı bugünkü fiyatı 9 lira bilemedin 10 lira olacaktı.

Biz de niye 22 buçuk lira?

Aradaki fark ne biliyor musunuz? Aradaki fark Erdoğan farkı.

Niye? Çünkü kuru patlattı, döviz kurunu patlattı.

Petrol ithal, doğalgaz ithal.

Sen ülkenin alın teriyle biriktirilmiş 130 milyar dolarını damatla el ele verip çar çur edersen ülkenin dövizini bitirirsen döviz kuru patlar.

Döviz kuru patlamasa makul seyretseydi dünyadaki petrol fiyatları kadar mazot, benzin artsaydı, bugün fiyatlar 9 lira bilemedin 10 lira.

Eğer 20 lira 22 buçuk lira ödüyorsak ki 24 liraya kadar gidiyor bunun fiyatı, aradaki fark Erdoğan farkı.

Kuru patlatması başka bir şey değil. Döviz kurunu patlatınca A’dan Z’ye memlekette her şeye zam geldi her şeye.

O gün bugündür dikişi tutmuyor memleketin. Yazık... Allah’ın verdiği aklı kullanmak lazım.

İlimle hareket etmek lazım. İktisat ilmi diye bir alan var. Burada ilim adamları var bir de Allah’ın verdiği bir akıl var.

Bilimle, akılla hareket edeceksin. Başka türlü yapmazsın. Olmaz. Yapamıyorlar.

Çünkü gözünü açtığında etrafında gözü pırıltılı inşanlar var.

Bizim gibi Viranşehir’e gelseler gözlerinde gördüğümüz bu sıkıntıyı derdi ümitsizliği görseler belki değişecek ama yapamıyorlar. Gelemiyorlar.

Geldiklerinde 100 tane siyah araba sıralanıyor. Dokunmanız, ulaşmanız, sesinizi duyurmanız mümkün mü? Değil.

Duymuyorlar, görmüyorlar... Onun için isabetli karar alamıyorlar.

Gönül isterdi ki sizlerle burada daha güzel şeyler konuşabilelim ama memleketin gerçeklerini göreceğiz, anlayacağız yaşayacağız ki çözüm üretelim.

Şimdiden hepimizin Ramazan Bayramınızı kutluyorum.

Allah, tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadetleri kabul etsin.

Yaklaşmakta olan Ramazan Bayram’ınızı da şimdiden kutluyorum.

Tüm dostlarınıza akrabalarınıza ailelerinize gönül dolusu selamlarımı hürmetlerimi iletmenizi özellikle rica ediyorum.

Tekrar hepinizi muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun var olun diyorum.

21 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Diyarbakır İftar Programı Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın Diyarbakır İftar Programı Konuşması

Değerli yol arkadaşlarım, Kıymetli misafirlerimiz,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, Diyarbakır İl Teşkilatımızın düzenlemiş olduğu iftar programına hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün Diyarbakır’da kurduğumuz bu sofra; dayanışmanın sofrasıdır, eşitliğin sofrasıdır.

Ekmeğimizi bölüştüğümüz bu sofra; barışın sofrasıdır, adaletin sofrasıdır.

Bugün, hakkın ve hakikatin sofrasını, tarihi acılara tanıklık eden Dağkapı Meydanı’nda kurduk.

Bu iftar sofrasından, bu meydandan, bütün Diyarbakır’ı muhabbetle selamlıyorum.

*****
Kıymetli misafirler,
Gönül isterdi ki, bu Ramazan’a güler yüzlerle girebilseydik.
Gönül isterdi ki, bu Ramazan’ı bolluk ile karşılayabilseydik.
Gönül isterdi ki, işçimiz, çiftçimiz, esnafımız, emeklimiz mutlu olsun. Gönül isterdi ki, kadınlar huzurlu olsun.
Gönül isterdi ki, gençler mutlu olsun.
Sıkıntılar büyük. Hepsinin farkındayız.

Bir yandan ülkemizin haline üzülüyoruz;
Öte yandan da hemen yanı başımızdaki coğrafyaya bakıyor ve şükrediyoruz. Çok çalışmak zorundayız.
Ama, emir olunduğu gibi dosdoğru çalışmak zorundayız.
Bu büyük ülke, bu güzel ülke, her türlü zorluğu aşabilecek güçte.

Yeter ki, iyi yönetilsin. Yeter ki, istişareyle yönetilsin. Yeter ki gerçek demokrasiyle yönetilsin. Yeter ki ülkemizle ilgili isabetli ve doğru kararlar alınsın.

*****
Değerli arkadaşlarım,

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, bereket ayıdır. Ramazan ayı, aynı zamanda, bir muhasebe ayıdır.

Ramazan ayında şöyle bir geçmişin muhasebesini yaparız. Neler yaptık, neleri başardık; neleri yapamadık, nerelerde hata yaptık diye bakarız.

Hatırlayın, çok yakın bir geçmişte silahların sustuğu, insanların büyük umutlarla barışa inandığı, barışı beklediği günler yaşadık.

Bu meydanlar, sadece acılara değil; umuda, huzura da tanıklık etti. Hatasıyla sevabıyla belirli süreçler yaşandı.

Biz, zamanında iyi niyetle yapılan bazı girişimlerin topyekün karalanmasına karşıyız.

Bugün geriye dönüp baktığımızda, yanlışlar yapıldığını da görüyoruz.

Biz, bütün bu tecrübelerden, bütün bu yaşanmışlıklardan ders alan bir anlayışla, yarınlara daha geniş bir vizyonla bakmanın gerekli olduğuna da inanıyoruz.

Daha önce söyledim, yine söylüyorum;

Hakkın, hukukun, özgürlüklerin pazarlığı olmaz.

Hak, olduğu gibi tanınır.

Ancak, çatışmanın da sonsuza dek sürmesi kabul edilemez.

Bunun sona ermesi için de ne yapılması gerektiğini de gayet iyi biliyoruz.

Geçmişimizden, yaşadıklarımızdan ders alacağız.

Gerçek bir demokratik düzeni hep beraber kuracağız.

Özgür, zengin ve güçlü bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz.

Arkadaşlarım, biz, kuru kardeşlik sloganları atmıyoruz.

Biz, eşitlik diyoruz. Eşit vatandaşlığın altını kalın bir şekilde çiziyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’de eğer eşit vatandaşlık olsaydı, herkesin iradesine eşit derecede saygı duyulurdu.

Eşit vatandaşlık olsaydı, demokrasimizin üstüne kayyumların gölgesi düşmezdi. Eşit vatandaşlık olsaydı, şehirlerimizde seçmen iradesi gasp edilmezdi.

Eşit vatandaşlık olsaydı, bu topraklarda konuşulan hiçbir dil yok sayılmazdı. Hiçbir dile “bilinmeyen dil” muamelesi yapılamazdı.

İşte arkadaşlar, bizim hedefimiz;
Ülkemizde eşit vatandaşlık ilkesini hâkim kılmaktır.
Türkiye’nin, kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı bir ülke haline gelmesidir.

Herkesin kendi kimliğiyle, olduğu gibi kabul edildiği bir Türkiye’yi inşa etmektir. Hayalimizdeki Türkiye, hepimizin Türkiye’sidir.

İşte bunun içindir ki biz; etnik, dini, mezhebi ve kültürel tüm çeşitliliğimizi sahipleniyoruz.

Çeşitliliği, en önemli zenginliğimiz olarak kabul ediyoruz.

Emin olun; herkesin kendisini eşit ve onurlu vatandaş hissettiği Türkiye hedefimize, hep beraber ulaşacağız.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Hedefimiz, Türkiye’yi, hiç kimsenin dışlanmadığı, hiçbir fikrin ötelenmediği bir ülke yapmaktır.

Ülkemizin güçlenmesinin parolası, herkesin özgürce konuşabilmesidir.

Fakat ne yazık ki, bugün hak ve özgürlükler konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyoruz.

Bakın,

Eğer bir baro başkanı, televizyondaki bir tartışma programında, beğenin ya da beğenmeyin, fikirlerini ifade ettiği için gözaltına alınmış, hedef gösterilmiş ve bu onun canına mal olmuş ise o ülkede özgürlük sorunu vardır.

Eğer tutuklanan bir siyasetçi, hastalığının ilerlemesine rağmen hâlâ cezaevinde tutuluyorsa o ülkede haksızlık vardır.

Eğer şiddet içermeyen, yakın tehlike oluşturmayan fikirler, “terör örgütü propagandası” nedeniyle ceza alıyorsa, o ülkede hak hukuk kalmamıştır.

Tüm bunlar vicdanları yaralayan gelişmeler arkadaşlar. O nedenle biz, “önce özgürlük” diyoruz.

Bizim programımız açık. Özgürlüklerle başlıyor.

İfade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, protesto özgürlüğü diyoruz. Anayasanın gereği... Basın özgürlüğü diyoruz.

İfade özgürlüğünün sınırları, öyle ideolojik pozisyonlara göre genişletilip daraltılamaz. Herkes keyfine göre bu sınırları belirleyemez.

Anayasada açık, yazılı. Bunlar, kendi Anayasamızda ve evrensel hukukta garanti altına alınan özgürlüklerdir.

Biz, hukukun dışına çıkan her türlü uygulamaya itiraz ediyoruz.

Çünkü özgür ve zengin bir Türkiye’ye giden tek yol, meşru demokratik siyasetten geçer.

Sorunları böyle çözeceğiz. Meşru, demokratik siyaset yolundan çözeceğiz.

Meşru demokratik siyaset kanallarını tıkayan her uygulamanın karşısına dimdik çıkacağız.

Tam demokrasi yolunda durmadan, canla başla çalıştık, çalışıyoruz.

*****
Kıymetli misafirler,
Biliyorsunuz, bunlar uzun meseleler.

Gönül isterdi ki daha geniş, daha rahat konuşalım ama ezan vakti yaklaşıyor. İnşallah daha çok vaktimiz olacak.

Kısmet olursa Diyarbakır’a daha çok geleceğiz. Dertleşeceğiz, konuşacağız. Sorunlarımızı konuşa konuşa çözeceğiz.

Derdimizi söyleyeceğiz ki çözüm üretelim.
Bugün sahura kadar Diyarbakır’dayız.
Allah, tuttuğumuz oruçları, yaptığımız ibadetleri kabul etsin.

Şimdiden hepimizin Ramazan Bayramınızı kutluyorum. Hepinizi muhabbetle selamlıyorum.
Afiyet olsun, noşi can be!

20 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 19. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

 

On dokuzuncu
Haftalık değerlendirme toplantısı

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi!nin değerli yöneticileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız

Değerli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen saygıdeğer dostlarımız,

Hepinizi muhabbetle selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli basın mensupları,

Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz haftalık değerlendirme toplantısından bu yana dolu dolu bir hafta geçirdik.

Yoğun çalışma tempomuzu bu hafta da sürdürdük.

Dün, Ankara’da, emekli emniyet mensuplarımızla, önceki gün ise minibüs, taksi ve otobüs şoförlerimizle iftar vesilesiyle burada genel merkezimizde bir araya geldik.

Hafta sonu Adana ve İstanbul’daydık.

Ceyhan ilçe merkezinde büyük bir iftar sofrası kurduk, vatandaşlarımızla buluştuk. Adana merkezde, sebze meyve hali esnafıyla sahur yaptık. Tarımın ve çiftçimizin durumunu konuştuk, dertleştik.

İstanbul’da 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın aramızdan ayrılışının 29. yılında anıt kabrini ziyaret ettik.

Bu vesileyle, gittiğimiz Topkapı Mezarlığında, 27 Mayıs darbesinin gadrine uğrayan merhum Başbakan Adnan Menderes’i, Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Hasan Polatkan’ı hayırla yad ettik.

İstanbul’a geçmeden önce Bursa’daydık. Bursa’da da halkımızın yoğun bir ilgisiyle karşılaştık.

Emek mahallesinde yine geniş bir sofra kurduk. İftar programımızda gençleri, esnafı, emeklileri dinledik. Onlarla da dertleştik.

Yine Bursa’da, önemli bir adım daha attık, yerel yönetimler ve şehircilik eylem planımızı açıkladık.

Biliyorsunuz biz iktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde neler yapacağımızı tek tek taahhüt ediyoruz. Bütçelendiriyoruz ve takvimlendiriyoruz.

Hepsinin bütçesini hazırlıyoruz. Hepsini mutlaka bir takvime bağlıyoruz.

Ucu açık ifadeler bizim eylem planımızda yok.

Çünkü bizde boşa atıp tutmak yok. Biz, iş üretiyoruz.

Dahası, açıkladığımız eylem planlarımızın ülkemiz için aciliyetini de çok iyi görüyoruz. Türkiye’yi ayağa kaldıracağımız günleri iple çekiyoruz.

İşte en son açıkladığımız eylem planımız yerel yönetimler ve şehircilik politikaları eylem planımız burada. Geçen hafta biz bunu Bursa’da kamuoyuna duyurduk.

Tam 101 madde var arkadaşlar tam 101 madde.

Arkasını açıp baktığınızda yerel yönetimler ve şehircilik için ne yapacağımızı tek tek tek tek sıralıyoruz.

Nasıl yapılacak, kim yapacak, ne zaman yapılacak hepsini sıralıyoruz. Ve böyle çalışmalar şu anda Türkiye’de başka bir yerde yok.

Devlette böyle çalışmaları yapacak kadro zaten kalmadı. Bunları yapabilmek için gerçekten işin ehlini bilen, istişareye açık, herkesle konuşan, konuşabilen kadrolara mutlaka ihtiyaç var.

Örneğin ne yaptık konut meselesini ele aldık. Konut meselesini bir şehirleşme meselesi olarak gördük. Çözümlerimizi sıraladık.

Arkadaşlar, şu konut meselesini kısa da olsa bir çalışmamız gerekiyor görüşmemiz gerekiyor.

Bakın Konut fiyatları inanılmaz rakamlara ulaştı. Önceki gün, Merkez Bankası, şubat ayı sonu itibari ile tün Türkiye’deki konut fiyatlarıyla ilgili istatistikleri kamuoyuna duyurdu.

İstanbul’da 120 metrekarelik bir konutun ortalama fiyatının 1 milyon 600 bin lira olduğunu açıkladı merkez bankası. 1 milyon 600 bin lira...

Şu rakamı görüyor musunuz? 120 metrekare ve ortalama.

Yine Merkez Bankası’nın verilerine göre, son bir yılda konut fiyatları Türkiye’de ortalama %96 arttı. Türkiye ortalaması %96 arttı.

TÜİK verilerle oynuyoruz onu biliyoruz. Makyajlıyor. Merkez bankasında öyle bir şey var mı henüz bilmiyoruz.

Ama bunlar yine merkez bankasının rakamları.

Yüzde 96 diyor merkez bankası. Tüm Türkiye’de sadece bir yılda konut fiyatları arttı diyor.

Bu şartlarda, artık, orta direğin konut edinmesi imkansızlaştı. Orta direk yıkıldı arkadaşlar, yıkıldı.

İnsanlar artık ev değil, kiralık oda ilanlarına bakar oldu. Buda yaygınlaşıyor. Bakıyoruz, beyaz yakalı çalışanlar ya da diğer çalışanlar şehirlerde artık ev değil oda arıyor.

Acaba bir apartman dairesi içerinde bir oda bulur da orada kalabilir mi diye?

Halkın elindeki avucundaki yok edildiği gibi, artık vatandaşlarımızın hayalleri de elinden alındı.

Bakın, bir kıyaslama yapalım.

Şöyle 2010 yılına bir dönelim. Dolar 1,5 lira kuruş. En düşük memur maaşı 1300 lira. Orantıyı görüyorsunuz değil mi?

Yani bugün ki kurla hesap etsek memur maaşının şu anda 13 bin lira olması gerekiyor .

2010’un refah seviyesini şöyle bir gözünüzde canlandırın.

Yani bugün ki kura göre en düşük memur maaşının 13 bin lira olduğu Türkiye’yi şöyle hayal edin... Onun satın alma gücünü hayal edin.

Nerelerden nereye düştüğümüzü belki bu rakamlar çok daha iyi gösteriyor hepinize...

Şimdi rüya gibi görünüyor ama gerçek... O günleri yaşadı Türkiye.

O yıllarda üniversiteden mezun olup işe başlayan gençler hemen bir ev araba alabilecek bir imkânda kendini hissediyordu.

Merkez Bankası İstanbul’daki konut fiyatlarından bahsettiği için ben de oradan örnek vereyim:

Yine o yıllarda İstanbul’da daire fiyatlarını söyleyeceğim size.

Bakın Gaziosmanpaşa’da 100.000 lira. Ataşehir’de, Ümraniye’de, Fatih’te 140.000 lira. Kadıköy, Şişli 200.000 lira Bunlar çok sembolik rakamlar gibi görünüyor değil mi?

Artık inanamıyoruz ya bu fiyata daire mi olur diye. Ama bunu Türkiye yaşadı.

Yıllarca Türkiye özellikle konut ve araba aşmada çok Yüksek bir refah seviyesini gördü.

Üstelik konut kredisi faizlerinin aylık %0,6 olduğu günleri hep beraber dönemleri yaşadık hep beraber. Bu ülke bunları yaşadı.

Orta gelirliler, muhitine göre 5 yılda 10 yılda biriktirdiği parayla ya borçlanarak ya da para biriktirerek ev sahibi hayali kurabiliyordu.

Bugün, İstanbul’da ortalama konut fiyatı tam 32 buçuk yıllık asgari ücrete denk geliyor arkadaşlar tam 32 buçuk yıl.

Hiçbir şey yemese içmese aldığı maaşı sadece konut almak için biriktirse 32 buçuk yıl sürüyor.

Ortalama ücret alanların maaşı 20 yıldan önce ev sahibi olmaya yetmiyor.

Yani Türkiye’de konut fiyatlarıyla vatandaşlarımızın gelir seviyesi arasındaki uçurum hiç bu kadar büyümemişti.

Türkiye, maalesef, insanların hayallerinden uzaklaştığı bir ülkeye dönüşüyor.

Eskiden gençler okulu bitirip araba alabiliyorlardı. Ortalama bir ücretle kredi çekip ev alıyorlardı. Bunu ulaşılabilir bir hedef olarak görüyordu gençlerimiz...

Şimdi gencimiz bunları hayal dahi edemiyor.
Gençlerimiz asgari gıda ihtiyaçlarını karşılamanın peşinde.

Üstelik enflasyonun altında ezilen gençler, dar ve sabit gelirliler, inim inim inlerken, şu anda küçük bir azınlığa resmen servet transferi yapılıyor arkadaşlar servet transferi ... Bunu yaşıyoruz şu anda...

Millet çocuğuna okula giderken harçlık veremiyor. Ama ülkede küçük bir azınlığa servet transferi yapılıyor.

Sabit gelirli vatandaşlarımız, üstüne başına kılık kıyafet alacak para bulamazken, küçük bir azınlığa servet transferi yapılıyor.

Gerçekten yazıklar olsun diyorum, yazıklar olsun.

Tüm Türkiye hayatta kalma savaşı veriyor. Koskoca ülke Survivor setine döndü yahu.

Bakın arkadaşlar,

Konut meselesi bir servet transferi aracı değildir.

Bu mesele barınma hakkıdır barınma Çok temel bir insan hakkıdır.

Hatta bize göre, konut edinmek herkesin hakkıdır.

İşte bunun için iddiamızı ortaya koyduk. Biraz önce sizlere gösterdiğim geçen hafta Bursa’da paylaştığımız eylem planımızda bunların hepsini tek tek yazdık.

Seçimden hemen sonra da uygulamaya başlayacağız hemen.

Ne yapacağız?

Çok kısa bir iki konuya değinmek istiyorum.

Konutun ticari bir yatırım aracına dönüşüp, dar gelirli vatandaşlarımız için imkânsız bir hedef olmasının önüne geçeceğiz.

Dar gelirli ailelerimizin, şehit yakını ve gazilerimizin konut sahibi olmalarını kolaylaştıracağız.

Kentsel yenilenmeyi başarıyla tamamlayacağız.

Bugün başta Marmara Bölgesi olmak üzere ne zaman bir deprem haberi alsak aklımız çıkıyor.

Onun için doğal afet riski bulunan alanlara öncelik tanımak zorundayız. Her ailenin başını sokacak güvenli bir yuvası olmalı.

Biz gerçekçi konuşuyoruz. 10 yıllık bir projeksiyon yaptık. 10 yılda, çürük yapıları yenileyeceğiz.

Dar gelirli vatandaşlarımıza faizsiz ve düşük faizli uzun vadeli kredi finansman sağlayacağız.

TOKİ’ye çekidüzen vereceğiz.

TOKİ olmuş rant sahası. TOKİ olmuş haksız kazanç alanı. TOKİ olmuş vurgun aracı.

Artık bu yağmaya son vermek zorundayız.

TOKİ’ye özel görev yükleyeceğiz. TOKİ’nin tek amacı vatandaşa konut edindirmek olacak.

Belediyelere ait sosyal konut stoku oluşturacağız. Uygun koşullu “sosyal konut kiralama” uygulamasını hayata geçireceğiz.

Uydu kentler kuracağız.

Hiçbir vatandaşımızı güvensiz ve güvencesiz bir hayata terk etmeyeceğiz.

Sosyal devleti, Anayasada unutulmuş bir kavram olmaktan çıkartacağız.

Yoksulluğu yönetmek için değil, gidermek için çalışacağız.

Arkadaşlar,

Bakın, İktidardaki zihniyet şu anda ne yapıyor? İnsanları sosyal yardım ve desteklerle muhtaç hale getiriyor.

İlgili bakanlığa bakıyoruz, 6 milyon haneye yardımda bulunulduğunu övünerek açıklıyor.

6 milyon hane yahu. 6 milyon hane ne demek biliyor musunuz? En az 20-25 milyon vatandaş demek.

Yani Nereden baksanız her dört haneden biri sosyal destek sosyal yardıma muhtaç demek.

Milyonlarca insanı sosyal yardımlarla yaşamaya mahkûm bırakıyorlar ya, inanılır gibi değil.

Bir ülkede, bu kadar insan, devlete muhtaç yaşıyorsa bu bir utanç vesikasıdır.

İnsanları yoksullukla terbiye etmek bir utanç vesikasıdır.

İnsanları yardıma bağımlı kılarak ülke yönetmek bir utanç vesikasıdır.

Önemli olan yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımızın sayısını azaltmaktır.

Evet, devlet ihtiyacı olana yardım eder. Olması gereken budur.

Biz onun için hep söylüyoruz. İhtiyacı olan hanelere asgari gelir desteği sağlayacağız, yeterli geliri olmayan hanelere destek olacağız diyoruz.

İnsanları gıda, barınma ve giyinme gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakmayacağımızı söylüyoruz.

Yeni doğan bebekler sağlıklı büyüsün diye bir yıl boyunca süt ve bebek maması başta olmak üzere her türlü ihtiyaçlarını karşılayacağız diyoruz. Bunları yapacağımızı hep söylüyoruz.

Ancak unutmayalım. Asıl çare, ülkeyi topyekûn zenginleştirmektir. Ülkenin topyekûn zenginleşmesinden başka çare yoktur.

Herkese insan onuruna yaraşır iş ve gelir imkânı sunmaktır asıl çare. Onun için gönül rahatlığıyla söylüyorum arkadaşlar.

DEVA Partisi iş başına geçtiğinde değerli arkadaşlar herkesin eli ekmek tutacak.

Biz bunu gerçekleştireceğiz inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Hayat mücadelesinden bahsediyoruz ya. Bakın sizlere bir kâğıt parçası göstermek istiyorum. Bu adeta bir servet değerine çıkmış durumda.

Bu ne biliyor musunuz bu bir otobüs bileti... Ankara- İstanbul arası otobüs bileti.

304 lira tek yön, gidiş geliş 608 lira...
Geldiğimiz nokta bu.
Ankara İstanbul gidiş geliş 600 lira olur mu yahu?

İşte siz döviz kurunun kontrolünü elden kaçırırsanız, merkez bankasının arka kapısından 130 milyar doları gizli saklı satıp, ülkeyi dövize muhtaç hale getirirseniz, gidip başka ülkelerden swap dilenir hale gelirseniz bu ülkede otobüs fiyatlarının geleceği nokta bu...

Şimdi ben Üniversite öğrencisi arkadaşlarımın halini şöyle düşünüyorum. Ki bayramda bilet bulmak yer bulmak o kadar kolay değil.

Bayramda ailelerinin yanına gitmek isteseler, verecekleri bir gidiş dönüş ücreti, neredeyse bir aylık bursları kadar bu öğrencilerin yahu.

Bir aylık burs parasına ancak bir gidiş geliş otobüs bileti alabiliyorlar.

Biliyorum ki, pek çok üniversite öğrencisi, bu bayramı ailesiyle geçiremeyecek arkadaşlar. Türkiye’nin her yerinden duyuyoruz bunu. Gençler diyor bilet alamıyoruz ailemizin yanına gidemeyeceğiz.

Ülkeyi düşürdükleri durumu görüyor musunuz?

Siz akraba bakanla el ele verip 2 yılda 139 milyar doları çar çur ederseniz bugün işte milyonlarda üniversite öğrencisini en temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak hale düşürürsünüz.

Ak akçe kara gün içindir yahu. Biz o döviz rezervlerini niye biriktirdik. Ülkenin finansal sisteminin bir koruma kalkanı olsun diye biriktirdik.

Siz çar çur edin diye biriktirmedik.

Akraba bakan bak ekonomiyi güzel yönetiyor döviz kuru artmıyor desin diye tek bir kişiyi başarılı göstermek adına bu parayı yakın diye biriktirmedik ki yahu.

Yazık günah.

Dikkat edin arkadaşlar o gün bugündür dikiş tutmuyor. O gün bugündür bu ülke sürekli yoksullaşıyor.

Partili taraflı Cumhurbaşkanı tem imza yetkisiyse göreve başladığından bu yana yanına akraba bakanı alıp her türlü saçmalığı her türlü akıl dışı işi yapmaya başladı başlayalı bu ülkede ekonomi dikiş tutmuyor.

Yapamayacaklar, beceremeyecekler...
İşte bu iktidardaki zihniyetin millete bayram hediyesi bu.

Alın size belge. Bu bir otobüs bileti değil arkadaşlar. Bu, Türkiye’deki yoksulluğun belgesidir.

Türkiye’nin içine düştüğü krizin belgesidir.

Önce döviz kurunu patlatan, hemen ardından da benzinin, mazotun fiyatını uçuran, milletin alım gücünü bitiren, bugünkü iktidardır başka birisi değildir.

Yedi ay önce ne yaptılar biliyorsunuz merkez bankasındaki 3 kişiyi daha kovdular bunlar itiraz ediyor diye emir kulu üç kişi daha koydular oraya.

Ve şu son kurun patlaması, döviz kurunun patlaması ondan sonra oldu bakın. Unutturmaya çalışalar dahi biz hatırlayacağız, biz sürekli söyleyeceğiz burada.

Geçtiğimiz Eylül ayında 1 dolar 8 lira 30 kuruş arkadaşlar. Eylülden bu yana ne oldu bir düşünün arkadaşlar.

Eylülden bu yana bu saçmalıkları yapmasalardı, 7 ay önce bu saçma sapan işleri yapmaya başlamasalardı ki 4 yıl boyunca her türlü saçmalığı yaptılar ama Eylül ayında bir dalga daha geldi.

Eylül ayından itibaren bakın sadece Eylül diyorum artık. O 2017-2018’e dönmüyorum. Sadece eylül ayından itibaren bunlar bu kuru patlatmasaydı bugün benzinin fiyatı mazotun fiyatı taş çatlasaydı 10 lira olacaktı ya.

Bugün benzin mazot 10 lira olacaktı.

Diyorlar ki Türkiye’nin her yerinde benzin mazot arttı. Evet da işte 7-8 liradan 10 liraya çıktı. O kadar arttı.

Bizde neden 20 lira 22 lira 23, 24 lira...

Şimdi arkadaşlar bakın tekrar söyleyeceğim daha önce söyledim tekrar ediyorum.

Bu aradaki zammın adı Erdoğan zammıdır.

Çünkü bugün eğer benzin mazot bu ülkede 9-10 lira değil de 20-22-23 liraysa o aradaki fark Erdoğan’ın merkez bankasına talimatla yaptırdığı yanlış işlerin bedelidir. Başka bir şey değildir.

İstanbul Ankara arasındaki otobüs bilet ücretinin yarısı Erdoğan zammıdır. Bu 300 lira değil 150 lira olacaktı bugün.

Son 7 ayda yaptılar bunu.

Bu fiyat artışlarının sebebi, Sayın Erdoğan’ın akıl dışı bilim dışı ekonomi deneyleridir .

Ve bütün bu millet deneyzededir arkadaşlar deneyzede.

Bu akıl dışı bilim dışı deneylerin şu anda bu millet bedelini ödemektedir.

Bu böyle gitmez Böyle bir şey olamaz.

Ekonominin bütün dengeleri bozuldu. Piyasada dengeler tamamen kayboldu.

Düşünebiliyor musunuz arkadaşlar şu kur korumalı mevduat hesabı var ya... Ben demiştim hazineyi devleti batırma projesidir demiştim hatırlayın.

Sadece 10 gün içerisinde ödedikleri rakam tam 11 milyar lira... Kur farkı adı altında. Eski parayla tam 11 katrilyon!

Bütçeden ne kadar ödediklerini geçen baktık açıkladılar. Ha onu da yarın karartabilirler .

Zaten ne zaman buradan bir şey açıklasan bakıyoruz dönüyoruz artık o verileri açıklamamaya başlıyorlar. Karartıyorlar dillendirmeyelim diye...

Ama biz başka kanallardan ulaşıyoruz.

Piyasada alışveriş eden kime sorsanız her şeyi size söylüyor her şeyi açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Bakın bir mukayese yapalım.

Tarıma verdikleri destek, bir yılın tamamında 29 milyar, sadece şu 10 günde kur korumalı mevduat hesapları için ödedikleri kur farkı 11 milyar.

Ben demiştim bu bir hazineyi batırma projesidir, devleti batırma projesidir diye.

Aynen gerçekleşiyor aynen.
Daha işin başındayız.
Kur korumalı hesap 700 milyarı geçti.

Bütün bankalara banka müdürlerine talimat gitti. Mevduat sahiplerini zorlayacaksınız diye.

Türk lirası parası var bankada diyor ki banka müdürü ya diyor yeni bir hesap çıktı diyor çok karlı diyor. Sizin diyor hesabınızı Türk lirasından dövize endeksli hale getirelim kura endeksleyelim hesabınızı diyor.

Yerli ve milli ekonomi politikası bu mu yahu? Hani yerlilik, hani millilik?

Siz zorla reklam yaparak kampanya yaparak zaten 3’te 1’e düşmüş Türk lirası hesaplarını, bankalarda Türk lirası tutan vatandaşlarımızı teşvikle destekle, gel senin paranı dövize endeksleyelim dolara endeksleyelim demek yerlilik mi? Millilik midir yahu ben buradan soruyorum tekrar.

Peki arkadaşlar bir başka soru var.

Daha ilk 10 günde 10 milyar ödediler değil mi? Bu hesapların vadesi doldukça ödeniyor bunlar.

90 günlük, 180 günlük, 360 günlük hesaplar...

Daha 90 günlük ilk hesapların vadesi doldu onun için bunu ödediler.

Daha fatura çok kabaracak. 100 milyarlarca lira...

Eğer diyelim ki döviz kuru şöyle 15, 16 lira oldu... Rakam 100 milyarı geçiyor.

17, 18 liraya doğru giderse felaket.

Peki şimdi soruyorum bu parayı nereden bulacaklar?

Mesela bu 11 milyar lira bütçede var mıydı böyle bir para. Yok. Bütçe koymadılar böyle bir şeye.

Kur korumalı mevduat hesaplarının kur farkı diye bütçede bir kalem yok arkadaşlar.

Bu parayı nereden bulacaklar nerden bulacaklar?

Para basacaklar. Evet sonunda para basarak bunu ödemek zorunda kaldılar kalıyorlar.

Ne diyorlar merkez bankası kaynaklarından diyorlar.

Ya siz merkez bankasına kaynak mı bıraktınız arkadaş. Tükettiniz eksiye düşürdünüz.
Merkez bankasının kaynağı nerede?
Para basma makinası...

Peki, Para basınca ne olacak? Enflasyon daha da artacak, kur daha da artacak.

Enflasyon, kur daha da artınca ne olacak? Kura endeksli mevduat hesaplarına daha da fazla kur farkı ödemek zorunda kalacaklar.

Peki daha da fazla artan kur farkını nasıl ödeyecekler?

Dönecekler merkez bankasına daha çok daha da çok para basacaklar.

Gittiğimiz yer bu yahu. İnanın felakete sürüklüyorlar ülkeyi.

Söylemiştim bakın artık bu ülke kronik yüksek enflasyon dönemine girmiştir demiştim değil mi?

Bakın eğer acilen yanlışlarından dönmezlerse acilen bu hatalardan geri adım atmazlarsa bu ülke yarın kronik yüksek enflasyon değil hiperenflasyon dönemine girer arkadaşlar.

Allah korusun.
Para pul olur yahu para pul olur.

Tam bir enflasyon ve devalüasyon sarmalıdır bu bakın. Tam bir borç sarmalıdır bu.

Akıl alır gibi değil.
O kadar uyardık. İlk günden uyardık uyarıyoruz.

20 Aralık’ta açıkladılar ben 21 Aralık’ta Polatlı Ticaret Sanayi Odasında dedim. Bu ülkeyi felakete sürükleyeceksiniz dedim.

Dikiş tutuyor mu? Zam üstüne zam zam üstüne zam. Enflasyon üstüne enflasyon.

En çok kim mağdur oluyor arkadaşlar en çok kim mağdur oluyor? Bizim dar gelirli sabi gelirli vatandaşlarımız. Emeklilerimiz, asgari ücretle geçinmeye çalışanlar.

Bütün yevmiye ile bahşişle gündelikle geçinmeye çalışana arkadaşlarımız... Evet, bu servet transferi arkadaşlar tarihimizin en büyük transferlerinden biri. Peki transfer nereden nereye transfer?
Dar gelirliden, yoksuldan alıp, bir avuç varlıklı insana transfer!

Bedelini hep biz ödüyoruz.
Gerçekten akıl alır gibi değil, akıl alır gibi değil...

Benim vatandaşım gidecek bakkaldan peynir alırken zeytin alırken fırından ekmek alırken pide alırken, manavdan domates alırken salatalık alırken KDV ödeyecek, Elektrik yakacak evinde elektrik Yüzde 18 KDV ödeyecek, Doğal gaz alacak yüzde 18 KDV ödeyecek, Bütün o vergilerden siz bunu toplayacaksınız bir avuç bankada parası olan vatandaşa, O da yetmeyecek bir de üzerine merkez bankasına par bastırıp ödeyeceksiniz.

Merkez bankasına para bastırdığınız anda ne oluyor? Bütün toplumun cebindeki parayı çalmak anlamına geliyor.

Enflasyon budur arkadaşlar enflasyon, tüm toplumun cebindeki paradan çalmaktır .

Gerçekten akla hayale sığar gibi değil.
Yoksuldan alıp zengine transfer gerçekleşiyor şu an Türkiye’de...

Ve bakıyorum, düşünüyorum diyorum ki Hey gidi garip gureba dostu Erdoğan hey! Ne oldu sana yahu?

Kimler girdi aklına? Hangi çıkar çevreleri aklını çeldi de böyle bir işlere kalkışıyorsun diye soruyorum buradan yahu.

Şu anda yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapıyorsun. Farkında değil misin diye soruyorum buradan kendisine.

Tarih şahittir ki, biz uyardık. Yapmayın dedik. Yazıktır günahtır dedik.

Bugün yine söylüyorum zararın neresinden dönülse kardır diyorum bitirin şu işi diyorum.

Dinlemediler, dinlemiyorlar. Gözlerini karartıp yanlışta ısrar ediyorlar. Gerçekten yazıklar olsun.

*****
Değerli basın mensupları,

Bu İktidardaki otoriter ittifak, göz boyayarak sorunları çözeceğini sanıyor. Sorunlar yoktur deyince sorunların ortadan kalkacağını zannediyor.

Hatırlayın, aralık ayında asgari ücrete yapılan zammı ballandıra ballandıra anlatmışlardı, değil mi?

Hatta Beştepe’de kameraların karşısına çıkıp, işi şova bile döndürmüşlerdi. Aynı gün ben ne demiştim?

“Türkiye kronik yüksek enflasyon dönemine girdi” demiştim. “Bu maaş zamları daha ocak ayı bitmeden eriyecek” demiştim.

Ne oldu? Maalesef haklı çıktım. Beştepe yapımı yerli ve milli kriz katmerlenerek devam etti.

Buyurun... Şu son üç aylık sonuçlara bakalım. Üç aylık enflasyon ne kadar olmuş? TÜİK’in makyajlı enflasyonu. Yüzde 22. Sadece üç ayda yüzde 22 asgari ücret erimi durumda.

Peki, bu dönemde memura verilen zam ne kadardı? %7.

Sadece üç ayda TÜİK’in makyajlamaya, örtmeye çalıştığı enflasyon yüzde 22, memura verilen zam yüzde 7.

E hani, sözüm ona emekliyi, memuru, dar gelirliyi enflasyona ezdirmeyeceklerdi.

Ne oldu? Ezdirdiler. Maaşlar eridi, bitti, gitti.
Maaş zammı kuş oldu, uçtu gitti.
Bugün buradan hükümete acil bir çağrıda bulunuyoruz:
1 Temmuz’dan itibaren maaşların güncellenmesi artık şart oldu.

Yine bayram yaklaşıyor. Sizin ta kaç yıl önce ilan ettiğiniz bayram ikramiyesinin üzerine koya koya sadece bir 100 lira fark koydunuz yahu.

Enflasyondan haberiniz yok mu? Duymuyor musunuz?

Emeklilerimizin içinde bulunduğu zor hayat şartlarını görmüyor musunuz?

Hem bayram ikramiyesinin anlamlı bir şekilde artırılması artık şarttır hem de 1 Temmuz’dan itibaren tüm Türkiye’deki sabit gelirli vatandaşlarımız, asgari ücret dahil maaşlarının gözden geçirilmesi artık zorunludur.

Çünkü hesap kitap tutmuyor.
Yılbaşında açıkladıkları hiçbir hedefi tutturmadılar tutturamıyorlar.

Bakın bu kararı açıklarken hükümete sesleniyorum; yönettiğiniz ülkede gerçek enflasyonun yüzde 140’larda olduğunu da unutmayın.
Millet sizin kararınızı açıklamanızı bekliyor. Daha fazla bekletmeyin milleti. Açıklayın artık şu kararınızı.

Kararınızı açıklarken de yönettiğiniz ülkede gerçek enflasyonun %140’larda olduğunu unutmayın.

1 Temmuz’da mutlaka gerekeni yapın ve hayatın çok pahalı olduğunu, gerçek enflasyonun yüzde 140’ı geçtiğini de unutmayın.

Açlık sınırının 5 bin liraya, yoksulluk sınırının da 17 bin liraya ulaştığını sakın unutmayın.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Evet sorunlar büyük. Bir krizden bir başka krize ülke olarak savruluyoruz.

Ancak şunu da söylemek istiyorum ki, seçimden sonraki dönemle ilgili hiç endişeniz olmasın, biz düzelteceğiz. Bu iş çözülecek.

Bu bizim işimiz.
Bunu biz çözeriz.
2 tane büyük krizi çözdük bunu da çözeriz.

Ekonomi, finans ve istihdam alanındaki eylem planımızda 119 madde sıraladık. Bu krizi nasıl çözeceğimizi teker teker anlattık.

Artık vatandaşımız bu çileye bir son diyecek.

Bakın görün, enflasyonu tek haneye yeniden düşüreceğiz.

İlk başlarda da inanmıyorlardı ha, yapamazsınız diyorlardı. Kimse düşürememiş siz mi düşüreceksiniz diyorlardı. Yaptık.

Bu sefer daha iyisini yapacağız yine yapacağız. Evelallah yapacağız. Asgari ücret, açlık sınırının altında kalmayacak arkadaşlar.
Çünkü biz, halka hizmet edeceğiz.
Milletin sofrasındaki ekmeği büyüteceğiz.

Ücretlilerin üzerindeki vergi yükünü hafifleteceğiz.

Yoksuldan alıp zengine veren bu kur korumalı mevduat uygulamasına da son vereceğiz. Devleti batırma kampanyasına noktayı koyacağız.

Bakın arkadaşlar,

Bunlar sadece şu son 3 ayda bütçeden tam 85 milyar lira faiz ödemesi yaptılar. Eski parayla 85 katrilyon.

Maç sonu bütçe rakamları açıklandı ya oradan söylüyorum bu rakamları.

Bunları söylemekten de korkuyorum yarın bütçe mütçe hiçbir şey açıklamayacaklar. Üzerini örtecekler diye de bir yandan korkuyorum yani.

Çünkü foyaları ortaya çıkıyor.

Tekrar ediyorum, tarıma, çiftçiye bir yılın tamamında ayırdıkları bütçe 29 Milyar TL.

Sadece yılın ilk üç aydında ödedikleri rakam sadece 85 milyar.

Hey gidi faiz düşmanı Erdoğan hey!

İnanılır gibi değil ya. İyice şaşırdılar. Ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Hani sen faizle mücadele edecektin, hani faizler yüzde 6- 7 iken yüksek faizi savunmak vermek vatana ihanettir diyordun.

Faizler yüzde 6-7 iken yüksek faiz vatana ihanettir diyordun.

Şu anda sana dorudan bağlı hazinenin ödediği faiz yüzde 25. O yüzde 25 faizin adını nasıl koyacağız?

Yüzde 6-7 faiz vatana ihanetse şu anda Sayın Erdoğan’ın ödediği yüzde 25 faizin adını nasıl koyacağız. Ben kendisine soruyorum. Kendisi isim bulsun bakalım buna.

Yüzde 25 faizi ödemek ödetmek neymiş kendisi koysun. O yüzde 25 faiz işte sıçrayınca hazine faizi bahsettim 185 milyar hazinenin ödediği faiz arkadaşlar.

Hazine ödüyor bunu.

Sadece ilk 3 ayda ne oldu? Benim alanım ekonomi, ekonomistim. Ne oldu?

Ya bilmeyebilirsin her şeyden anlamayabilirsin...

Bir ülkenin Cumhurbaşkanı her şeyi de bilmek zorunda değildir zaten. Ama bilenlerle çalışacaksın yahu. Dürüst ve ehil kadrolarla çalışacaksın.

Bilmiyorsan bilenlere soracaksın, inatlaşmayacaksın. İnadına ben şöyle yapacağım böyle yapacağım demeyeceksin.

Çünkü senin inadının bedelini bu millet ödüyor yahu başkası ödemiyor ki.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin ne para politikası ne kredi politikası ne de maliye politikası kaldı.

Milyonlarca insanın parasını, bir avuç varlıklıya transfer etmek üzerine bir sistem kurdular.

Kurdukları sistem o kadar çarpık ki, bu sistemde yoksullar, zenginlere “hayırseverlik” yapıyor.

İlk açıklarken demişti değil mi? Mevduat sahiplerinin bankada parası olanları kurdaki artış karşısında mağdur olmamaları için biz bu kur korumalı mevduat hesabını getiriyoruz demişti.

Yahu kusura bakmayın da oradaki bir avuç bankada parası olan kur artınca mağdur oluyor da kur arttığında benzine 20 lira mazota 23 24 lira ödemek zorunda olan benim şoför arkadaşım mağdur olmuyor mu?

Bir avuç mevduat sahibi, bankada para sahibi kur artınca mağdur oluyor da memleketine gitmek için gidiş geliş 600 lira ödemek zorunda olan benim üniversite öğrencisi arkadaşım mağdur olmuyor mu?

Madem kur artışı mağduriyete sebep oluyor herkesin mağduriyetini gider.

Niye bir avuç parası olanın mağduriyetiyle ilgileniyorsun da 84 milyonun mağduriyetiyle ilgilenmiyorsun?

Daha önce de söyledim, bir kez daha vurguluyorum.

Devleti batırma projesine iktidara geldiğimiz ilk gün son vereceğiz. Bu işin başka yolu yok.

Bu milletin parasını faize gömen zihniyeti ilk seçimlerde müsait bir yerde indireceğiz.

Değerli Arkadaşlar,

Ben şimdi sözlerimi burada sonlandırıyorum. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Sözü, soru sormak isteyen basın mensuplarına bırakıyorum.

18 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adana İftar Programı Konuşması

Adana İftar Konuşması

Demokrasi ve Atılım Partisi!nin değerli yöneticileri,

Kıymetli il başkanımız,

Saygıdeğer konuklarımız,

Adana İl Teşkilatımızın düzenlemiş olduğu bu iftar programımıza hepiniz hoş geldiniz.

*****

İki aylık kısa bir aradan sonra, Adana’da, sizlerle böyle büyük bir sofrada buluşmak çok güzel.

Adana gerçekten çok özel bir şehrimiz. Tarımda, sanayide, edebiyatta, sanatta, aklınıza gelebilecek her alanda lokomotif bir şehrimiz.

Adana’ya her geldiğimde benzer hisleri yaşıyorum. Bu şehre bakıyorum, sizlere bakıyorum ve diyorum ki “DEVA Partisi Adana’ya çok yakıştı. Çok yakışıyor”.

“Bize düşen de Adana’ya hakkını vermektir” diyorum.

*****
< DEVA ailesi büyüyor. Damla damla sel oluyoruz. >

*****

Değerli arkadaşlarım,
Gönül isterdi ki bu Ramazan’ı daha güzel şartlarda geçirebilseydik.

Gönül isterdi ki, gönül rahatlığıyla çarşıya pazara çıkıp evdeki buzdolabını doldurabilseydik.

Ne yazık ki bu Ramazan ayında yüzümüz gülmüyor. Fiyatlar el yakıyor. Hayat pahalılığı can yakıyor.

Pide almak bile lüks oldu.

Geçen gün iftarda bir vatandaşımızın evindeydim. Salonda oturuyoruz. İftardan sonra çay içiyoruz. Komşusu da geldi, sohbet ediyoruz.

İçlerinden birisi dedi ki, “Hayat hiç bu kadar pahalı olmamıştı. Daha önce de pahalılık olurdu. Araba fiyatı, ev fiyatı falan artardı ama temel ihtiyaç ürünlerinde böyle bir şeyi ilk defa görüyorum” dedi.

İşte bugün Adana’dayız. Çukurova’dayız. Tarım şehrindeyiz.

Böylesine büyük ve muhteşem tarım alanlarının olduğu bir ülkede yokluk çekmeyi aklım almıyor.

Onun için iktidara gelir gelmez büyük bir tarım hamlesi yapacağımızı söylüyoruz. Bu toprakların hakkını vereceğimizi söylüyoruz.

Çiftçiyle konuşuyorum. Bana diyor ki “Sulu gübre kullanır hale geldik. Kendimizi kandırıyoruz. Toprağı kandırıyoruz” diyor.

Bakın biz, gübre maliyetinin tam yarısını karşılayacağız. Yarısı ne kadarsa onu üstleneceğiz.

Gübre 400 liraysa 200 lirasını, 1.000 liraysa 500 lirasını ödeyeceğiz.

İlk beş yılda tüm Türkiye’de sulama yatırımlarını tamamlayacağız.

Çiftçiye destekleri üretim yapılan yıl açıklayacağız ve aynı yıl ödeyeceğiz.

Konuşuyorum çiftçiyle. Borç içinde. Biz, çiftçinin kredi borçlarını en az 2 yıl ödemesiz olmak üzere faizsiz erteleyeceğiz.

Tarımsal kredilerin geri ödeme zamanını ve taksitlerini hasat dönemine göre belirleyeceğiz.

Biz tüm bunları burada, Çukurova’da, Tarım Eylem Planımızı açıklarken tarihe geçirdik arkadaşlar.

Teknolojik atılımlarımız da var orada. Uzun bir liste. Her şeyi tek tek somutlaştırdık.

Biz, biliyorsunuz ilk 90 ve 360 gününde yapacaklarımızı açıklıyoruz. Her şeyi bütçelendiriyoruz.

Her adımımız gerçekçi. Hepsini takvime bağlıyoruz. Ortaya vaat atıp sonrasında kaybolmuyoruz.

Hani diyorlar ya bazıları “Muhalefetin planı-projesi yok”.

Plan, proje, hedef arayan herkesi partimizin web sitesine davet ediyorum. Türkiye’de bugüne kadar böyle bir şey yapılamadı.

Üç gün önce Bursa’da Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı açıkladık. Tam 101 madde.

Daha önce Ekonomi ve Finans Politikaları Eylem Planı açıkladık. Tam 119 madde.

Ne dedik? Bu ülkeyi zenginleştireceğiz, dedik. Enflasyonu iki yılda tek haneye indireceğiz, dedik.

Nasıl düşüreceğimizi orada yazdık. Ekonomi yönetimine çekidüzen vereceğiz arkadaşlar.

İhtiyacı olan kimseyi ortada bırakmayacağız. Asgari gelir desteğini hayata geçireceğiz. Geçinmek için yeterli geliri olmayan hanelere destek olacağız.

Herkesin satın alım gücünü arttıracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz bu işi çözeceğiz. Hayat pahalılığına son vereceğiz. Daha önce yaptık, yine yapacağız.

Emeklilerimizi, sabit ve dar gelirli vatandaşlarımızı enflasyona ezdirmeyeceğiz.

Enflasyonu düşüreceğiz. Ay sonunda herkesin cebine bir şeyler kalacak.

Türkiye mutlaka refaha kavuşacak arkadaşlar.

Eylem planlarımızı gördüğümüz herkese anlatacağız.

Çocuğunun karnını doyurmak isteyen anneye DEVA Partisi’nin eylem planlarını anlatacağız.

Yuvasına sıcak çorba sokmak için sabah akşam çalışan işçiye DEVA Partisi’nin eylem planlarını anlatacağız.

Ekmek almak için gittiğimiz bakkala DEVA Partisi’nin eylem planlarını anlatacağız.

Belediye otobüsünde yanımızda oturanlardan müsaade isteyip, DEVA Partisi’nin eylem planlarını anlatacağız.

Lokantada garsona DEVA Partisi’nin eylem planlarını anlatacağız.
Üniversite kantininde gençlere DEVA Partisi’nin eylem planlarını anlatacağız.

Herkese, dar gelirliye, sabit gelirliye DEVA Partisi’nin eylem planlarını anlatacağız.

Bu ülkeyi hep beraber refaha kavuşturacağız arkadaşlar.

*****
Değerli arkadaşlar,
Ramazan’ın tam ortasına geldik.

Ben şimdiden, cümlemizin, Ramazan Bayramınızı kutluyorum. Allah, tuttuğunuz oruçları kabul etsin diyorum.
Afiyet olsun diyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

14 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları Eylem Planı Lansman Konuşması

Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları Eylem Planı


Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Değerli basın mensupları

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyor, partimizin Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planını açıklayacağımız basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli konuklar,

Bugün, yedinci eylem planımızı açıklamak üzere buradayız.

Evliya Çelebi'nin "ruhaniyetli şehir" dediği Bursa’dayız.

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "hülyalarınıza istikamet veren şehir" dediği Bursa'dayız.

Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı, Osmanlı’nın ilk başkentinde, bu tarih ve kültür kentinde, bu tarım, sanayi ve turizm şehrinde açıklıyoruz.

Bildiğiniz gibi; şimdiye kadar altı ayrı alanda eylem planlarımızı kamuoyuyla paylaşmıştık.

Hayalimizdeki Türkiye’yi eylem planlarıyla somutlaştırarak, siyasette dev bir adım attık.

Ve bugüne kadar Türkiye’de yakın siyasi tarihimizde böyle bir çalışma yapılmamıştı.

Bunu ilk defa biz gerçekleştiriyoruz.

Bu eylem planları devlet tarafında da bugüne kadar yapılan iş değil.

Ben üç ayrı 5 yıllık kalkınma planının koordinasyonunu gerçekleştirdim, sekiz, dokuz tane 3 yıllık orta vadeli orta vadeli ekonomi programının koordinasyonunu yaptım ama devlet yönetiminde dahi bu kadar detaylı bir hazırlık şimdiye kadar yapılmamıştı.

Siyasi partileri saymıyorum...

Siyasi partiler de zaten bunu oluşturacak bir birikim, kapasite Türkiye’de çok alışılagelmiş bir şey değil.

Biz bu eylem planlarımızı hazırlarken ve açıklarken ilk adımı toprağa attık.

Türkiye tarımda kendi kendine yeten bir ülke olacak dedik ve tarım eylem planımızı açıkladık.

“Deprem, yangın, sel gibi her doğa olayında yüreğimiz ağzımıza gelmeyecek” dedik ve Afet Eylem Planımızı açıkladık.

“Sosyal destekleri güçlendireceğiz, insanlara güvenli bir hayat sunacağız, sosyal yardımları kader olmaktan çıkartacağız” dedik ve Sosyal Politikalar Eylem Planımızı açıkladık.

“Türkiye’yi dijital dönüşüm yoluyla, dünyayla yarışan, özgür ve zengin bir ülke yapacağız” dedik. Yarına Atılım Eylem Planımızı açıkladık.

Genel Başkan Yardımcımız Burak Dalgın bugün bizlerle, hemşeriniz, Bursalı.
Kendisinin koordine ettiği bir çalışmayı İstanbul’da güzel bir lansman programı ile Türkiye’ye tanıttık.

“Ülkemizin yaşadığı demokratik gerilemeyi durduracağız. Partili ve taraflı Cumhurbaşkanlığı sistemini sonlandıracağız” dedik. Tam demokrasiye Geçiş Eylem Planını yani Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem eylem planını açıkladık.

“Enflasyonu ve işsizliği düşürüp milli gelirimizi arttıracağız. Topyekûn zenginleşeceğiz” dedik ve Ekonomi ve Finans Eylem Planımızı açıkladık. Bugün hep beraber Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı sizlere sunacağız.

Arkasından Doğa Hakları ve Çevre eylem planımız var. Yine Genel Başkan Yardımcımız Evrim Rızvanoğlu’nun koordine ettiği bir çalışma.

Arkadan Sağlık Eylem planımız geliyor, üniversiteler ile ilgili eylem planımız geliyor, yargı reformuyla ilgili eylem planımız geliyor.

Her alanda ama her alanda bu eylem planlarımızı kamuoyuna duyuruyoruz.

Bugünden seçimden sonra neler yapacağımızın detaylı taahhüttün de bulunuyoruz.

Ortaya koyduğumuz tüm iddialarımızın altını doldurduk.

Tüm bu eylem planlarımız internette mevcut. Ve devahazir.com diye bir web sitesi var. Yeni bir web sitesi bu, bizim partimizin web sitesinden de linkle ulaşabiliyorsunuz ama ayrıca devahazir.com ‘a girdiğinizde bütün bu eylem planlarının detaylarını görebiliyorsunuz.

Eylem planlarıyla, seçimlerden sonraki kurulacak hükümetin ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağımızı şimdiden bütün detaylarıyla hazırlıyoruz ve kamuoyuna duyuruyoruz.

Siyasetin sadece şikâyet etmek olmadığını biliyoruz.

Siyasetin sadece eleştirmek olmadığını da biliyoruz.

Biz siyasetin sorunları tespit edip, çözümleri de ortaya koyma işi olarak görüyoruz.

Böylece siyaset tarihimizde bir ilkin altına imza attık, atıyoruz.

Daha önce de söyledim, bir kez daha vurgulamakta fayda görüyorum.

Biz, elimizde çözümlerimizle iktidara yürüyoruz.

Emaneti teslim aldığımızda tek bir saniye kaybetmemek için gece gündüz çalışıyoruz.

Laf üretmekten kolay bir şey yok siyasette. Bir kürsü bir mikrofon, konuşuyorsunuz...

Maliyetli de değil.

Ama siyaset sadece laf üretmek değil, iş üretmek iş...

Biz hep öyle alıştık. Bütün ekibimizle öyle alıştık.

Bizim teşkilat mensubu arkadaşlarımıza şöyle bakın hepsi iş üreten insanlar.

Kendi mesleklerinde kendi alanlarında...

İşte siyasette de iş üretmek için varız.

Bugün de halkımızın karşısına tam 101 maddelik yerel yönetimler ve şehircilik eylem planımızla çıkmanın gururunu yaşıyoruz.

Evet Şehircilik Yerel Yönetimlerle ilgili 101 maddelik Eylem Planımız...

*****

Değerli konuklar,

Türkiye bugüne kadar sadece Türkiye bir iktidar sorunu yaşamıyordu. Türkiye aynı zamanda bir zihniyet sorunu yaşıyor.

Bu nedenle, ülkemizin hem yepyeni bir iktidara hem de yepyeni bir zihniyetle yönetilmeye ihtiyacı var.

Sözünü ettiğim bu yeni zihniyetin en önemli ayaklarından birisini de kuşkusuz, yaşadığımız şehirlerin nasıl yönetileceği oluşturuyor.

Bizim buna çok net bir cevabımız var. Yerel Yönetimler ve Şehircilikte de cevabımız aynı ve çok net.

Tam demokrasi.

Tam demokrasinin yolu, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden geçiyor.

Çünkü Türkiye değerli arkadaşlar tek bir karar makamından, tek bir merciden yönetilemeyecek kadar büyük bir ülke.

Bu koskoca ülkenin, seksen dört milyon nüfusuyla, Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahip ülkenin, Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip olan ülkenin, Avrupa’nın en büyük tarım alanlarına sahip olan ülkenin Ankara’nın Yenimahalle ilçesinin Beştepe mahallesindeki bir odadan yönetilmesi mümkün değil. Yönetilemiyor da zaten.

Olmuyor.

Onun için, yetkinin, merkezden yerele doğru olabildiğince devredilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bunun için bu planı yaptık.

Bunu söylerken kuşkusuz, dış politika, milli savunma, yargı gibi alanları tabi ki girmiyoruz.

Bunlar merkez hükümetin işi.

Ama değerli arkadaşlar, yerinden yönetim, ülke kaynaklarının yerinde, verimli ve etkin kullanılabilmesini beraberinde getirir.

Yerinden yönetim çok önemli bir kaynaktır.

Yerinden yönetim; demokratik temsilin geliştirilmesini ve demokratik kültürün derinleştirilmesini sağlar. Tek tek bireylerin yönetimde daha çok söz sahibi olmasını sağlar.

Seçenle seçilen arasındaki ilişkinin en kuvvetli olduğu yerler yerel yönetimlerdir.

Onun için, gönül rahatlığıyla söylüyorum; DEVA Partisi iktidarında “yerinden yönetim” ilkesini biz esas alacağız.

Milletin memnuniyetini esas alacağız.

Yine bu anlayışla, merkezden yerele yönelen baskılara da son vereceğiz.

Bu eylem planımızın içeriği ile alakalı ben sadece kısa bazı başlıklara değineceğim ama asıl kapsamlısını Genel Başkan Yardımcımız Sayın Candan Karlıtekin yapacak. Ben sadece birkaç başlığa vurgu yapmak istiyorum.

Örneğin,

İçişleri Bakanlığı’nın yerel yönetimler üzerinde vesayet kurmasına müsaade etmeyeceğiz.

İçişleri Bakanının seçilmiş belediye başkanları üzerinde görevden alma, kayyum tayin etme ve bunun gibi taraflı, keyfi ve partizan uygulamalarını tarihe karıştıracağız.

Kısacası, tam demokrasinin tüm ilkelerini işleteceğiz arkadaşlar.

A partisine oy vermiş, B partisine oy vermiş hiç fark etmez. Milletin iradesini gasp eden uygulamaları ortadan kaldıracağız.

Ankara’nın tüm vatandaşlarımıza eşit mesafede olmasını sağlayacağız. Ayrımcılıkla mücadele edeceğiz. Eşit yurttaşlık ilkesini hâkim kılacağız.

Bu anlayışla, imar planları yapılırken, Alevi vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı semtlerde Cem Evlerine mekân, parsel ayrılmasını da mutlaka sağlayacağız.

Bunların yanısıra, yerelde doğrudan demokrasi mekanizmalarını işleteceğiz.

Belli başlı projeleri, o bölgede oturan vatandaşlarımıza soracağız. E-devlet üzerinden oylamalarını sağlayarak vatandaşlarımızın da tercihlerini öğreneceğiz. Yani, bir işi yaparken önce o işin yapılacağı mahallede oturanlara bir danışacağız. Kanaatlerini alacağız.

Büyük ve önemli projelerin yarışmaya açılmasını ve halk oylamasına sunulmasını da sağlayacağız.

Hiçbir zaman tepeden inmeci olmayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Yerel yönetim anlayışımızla, ülkemizde esaslı bir dönüşüme daha öncülük ediyoruz.

Şu anda yerel yönetimler, haksız kazanca çıkan yol olarak görülüyor.

Bu durum ülkemizin gerçekten kanayan yaralarından biri.

Açık söylüyorum; belediyelerde dizginleri eline alan bir avuç vurguncunun rant devrini bitireceğiz.

Tevfik Fikret’in tabiriyle, iştah veren tüm yağma sofralarını toplayacağız.

Bu doğrultuda yasal önlemler alacağız.

“Belediye” kelimesini duyduğunda gözünde hemen dolar işareti oluşan insanları belediyelerin kapısından içeri sokmayacağız.

Bu arada giderayak testiyi doldurma derdinde olanlar da bizi iyi dinlesin buradan.

Geçmiş dönemlerde yapılan iş ve işlemleri her türlü denetime tabi tutacağız.

Siyasetin yerel yönetimler eliyle finanse edilmesini önleyeceğiz.

Bunun için de en önemli konu imar kaynaklı rantları vergilendireceğiz.

Haksız kazanca açılan tüm kapıları kapatacağız.

Yolsuzluklarla kararlı bir şekilde mücadele edeceğiz.

Temel ilkemiz, halka dürüst biçimde hizmet etmektir. Bundan asla taviz vermeyeceğiz, verdirtmeyeceğiz.

Biz bugüne dek ilkelerimizden çok şükür şaşmadık. Bu saatten sonra da şaşmayacağız.

*****

Değerli konuklar, değerli katılımcılar

Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları Eylem Planımızda ele aldığımız bir diğer konu ise kentsel yenilenme.

Şehirlerimizi kültürel ve tarihi dokularını koruyarak yeniden yapılandıracağız.

İnsanların güvenli yapılarda uygun şartlarda barınmalarını temel bir insan hakkı olarak görüyoruz.

Bu kapsamda, kentsel yenilenmede doğal afet riski bulunan alanlara öncelik tanıyacağız.

Banka konut kredi sistemini, kentsel yenilenmede, teşvik unsuru haline getireceğiz.

Dar gelirli vatandaşımıza faizsiz veya düşük faizli uzun vadeli kredi temin edeceğiz.

Yine dar gelirliler için konut edindirme teşviklerini belirleyeceğiz.

Bununla da yetinmeyeceğiz. Uygun koşullu sosyal konut kiralama uygulamasını da hayata geçireceğiz.

TOKİ’nin tek amacı vatandaşa sosyal konut edindirmek olacak.

Bazıları TOKİ duyuca da gözlerinde dolar işareti oluyor, onu da biliyoruz.

Her şey açık kurallara çık olacak arkadaşlar. Kurala dayalı olacak.

Gri alanları mümkün olduğunca mevzuattan temizleyeceğiz.

Her şey hukuk bazlı olacak.

Şehirlerimizin kentsel yenilenme sürecini inşallah başarıyla tamamlayacağız.

Bu süreçte uygulayacağımız bir diğer projenin adı da “Yıldız Şehirler”

DEVA Partisinin 1. Yılında “Yıldız Şehirler” kurulmasına yönelik araştırma çalışmalarına başlayacağız.

Bu kapsamda İstanbul başta olmak üzere kentsel yenilenmenin tıkandığı büyük şehirleri yenilerken uydu kentler oluşturma projesine ağırlık vereceğiz.

Hayalimizdeki şehirleri “Yıldız Şehirler” modeliyle hayata geçireceğiz.

*****

Değerli konuklar,

Tüm bunların yanı sıra, vatandaşlarımızın şehirlerdeki hayat kalitesini de arttıracağız.

Bu doğrultuda; çevremizi, suyumuzu ve havamızı kirleten kuruluşlara caydırıcı yaptırımlar uygulayacağız.

Şehirlerde ses kirliliği, görüntü kirliliği ve kaldırım işgallerine karşı önlemler alacağız.

Turizm bölgelerinden başlayarak, vatandaşlarımızın kıyılardan yararlanmasının önündeki engelleri de kaldıracağız.

Son günlerde sıkça tartışılan bir konuyu da çözüme kavuşturacağız.

Başıboş sokak hayvanlarının yönetimine dair şu anda mevcut aksaklıkları gidermek üzere, en iyi uygulamalardan esinlenerek, süreli hayvan barınma alanlarını yeniden düzenleyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Can-ı gönülden inanıyorum ki, mutlu insanların güzel şehirlerini hep birlikte oluşturacağız.

Bu amaçla hazırladığımız eylem planı dediğim gibi tam 101 maddeden oluşuyor.

Bakın arkasında tablolar halinde...

Her bir satırı bir eylem. 101 tane satır var. Her bir satırının bütçesi hesap edilmiş. Her bir satırına tarih verilmiş.

Bu ciddi bir emek ürünü ve gerçekçi bir çalışma.

Burada hayal yok hepsi gerçekçi.

Ben sizlerle çok geniş bir çerçeveyi kısa özet olarak paylaşmış oldum.

Şimdi, eylem planımızın detaylarını Genel Başkan Yardımcımız Candan Karlıtekin paylaşacak.

Sözü Candan beye bırakıyorum.

13 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 18. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

On sekizinci
Haftalık değerlendirme toplantısı
 
 
Değerli basın mensupları,
 
Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,
 
Teşkilatımızın kıymetli mensupları, 
 
Değerli konuklarımız,
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen saygıdeğer dostlarımız,
 
Hepinizi muhabbetle selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
 
Bugün sözlerime bir kutlamayla başlamak istiyorum.
 
Biliyorsunuz, önümüzdeki cuma günü, 15 Nisan Dünya Sanat Günü.
 
Ülkemizde sanat maalesef ağır bir saldırı altında.
 
Bir yandan sanatçılarımızın ifade özgürlüğü sürekli olarak baltalanıyor, diğer yandan da sanatçılar ekonomik yönden yıpratılıyor.
 
Hele bu geçtiğimiz pandemi döneminde gerçekten pek duymasak da görmesek de kendilerini yeterince ifade edemeseler de özellikle sanatçılarımızın yaşadığı ekonomik sıkıntı çok çok büyük oldu.
 
Biz değerli arkadaşalar kültür ve sanat konusunda eylem planı hazırlıyoruz şu anda.
 
Kültür sanat endüstrisine altın çağını yaşatacak eylem planımızı da, tüm eylem planlarımızda olduğu gibi, özgürlükçü bir anlayışla hazırlıyoruz.
 
Sanatın bir lüks değil, ihtiyaç olduğunu savunuyoruz. Tüm toplumun sanata erişmesini hedefliyoruz.
 
Eylem planımızı yakın bir zamanda açıklayacağız. 
 
Ben bu vesileyle, sazıyla, sözüyle, bedeniyle, hayal gücüyle eleştirel düşünceyi geliştiren tüm sanatçılarımızı buradan selamlıyorum.
 
Sanatın incelikli bakış açısına değer veren, özgürlükçü bir Türkiye hedefiyle, tüm sanatçıların Dünya Sanat Günü’nü de kutluyorum.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Yoğun çalışma tempomuz Ramazan ayında da devam ediyor. İftar ve sahur programları vesilesiyle yine sokaktayız, yine sahadayız.
 
Bu hafta da çalışma arkadaşlarımla birlikte her yaştan, her kuşaktan vatandaşlarımızla temas içinde olduk. 
 
Ankara’da ve Çankırı’da geniş iftar sofralarında vatandaşlarımızla buluştuk. Muharip gazilerimizle, gazi ve şehit ailelerimizle dertleştik. Öğrenci evlerini ziyaret ettik.
 
Genel merkezimizde sivil toplum kuruluşlarını ağırladık. 
 
Pazartesi akşamı Türkiye Emekliler Derneği’nin değerli temsilcileriyle, salı akşamı ise Konut Görevlileri Sendikası’nın kıymetli üyeleriyle burada iftarda buluştuk. 
 
Hepsinin derdini dinledik, sorunlarını anladık ve çözüm içinde kollarımızı sıvadık. 
 
Her gün halkımızın nabzını tutuyoruz. Her gün vatandaşımızın derdine kulak veriyoruz.
 
Özellikle gençlerle yaptığımız sohbetlerde değerli arkadaşlar çok üzücü tablolarla karşı karşıya kalıyoruz.
 
Umutsuzluğun, yılgınlığın gençler üzerlerinde oluşturduğu yükü gördükçe kahroluyorum.
 
Gençlerin barınması, mutfak alışverişi, ulaşım, yeme-içme gibi temel masrafları çok acımasız boyutlara ulaştı.
 
Her gün muhakkak sosyal medyayı okumaya, gençleri takip etmeye gayret ediyorum. 
 
Benim kaçırdıklarımı da sağ olsun arkadaşlarımız getiriyorlar rapor halinde sunuyorlar. 
 
Gençler okul yemekhanesinden çıkamıyor. Karnını çorba-ekmekle ancak doyuruyor. Kimi arkadaşımız iki günde bir yemek yiyelim, iki günde bir yemekle acaba yaşanıyor muymuş gibi bunu test ediyor inan.
 
Bunları görüyoruz. Müşahede ediyoruz
 
Bunlar pırıl pırıl üniversite gençleri. Ailelerinden uzak yaşıyorlar. Ailelerinin o dar bütçesinden kendilerine ulaştırdıkları harçlıkla geçinmeye çalışıyorlar. 
 
Zaten KYK’nın hiç derde şifa olma hali yok. KYK Bursları olsun, kredileri olsun.
 
Bunların artık satın alma gücü o kadar düştü ki gençlerimizin, üniversite öğrencilerimizin ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak.
 
Adını doğru koyalım arkadaşlar.
 
Gerçekten çok ciddi bir gerileme dönemi yaşıyoruz.
 
Hani derler ya, Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın diye. İşte maalesef tam o durumdayız.
 
Çünkü Türkiye o en parlak dönemini yaşadı.  
 
Milli geliri 3 bin 500 dolardan 2 bin 500 dolara çıktığı o refah günlerini yaşadı.
 
Gençlerimiz, her yaştan vatandaşımız, zengin bir ülkede nasıl yaşanıyor bunun şöyle bir örneklemini gördüler. 
 
Bakın, burada sadece size birkaç örnek vermek istiyorum.
 
Nereden nereye geldiğimizi gösteren çarpıcı deneyimleri göstereceğim biraz sonra. Bunlar gerçek hayat deneyimleri.
 
Bakın bunar arkadaşlarımızın sosyal medyadan takip ettikleri hesaplardan buldukları paylaşımlar. 
 
GÖRSEL 1 - 2010-2015 GENÇLER GİR
 
Bunlar Türkiye’nin demokratikleşme dönemlerini yaşayan insanlar dikkat edin. Yaş aralığına dikkat edin. Demokratik hakların hızla geliştirildiği günleri yaşayan insanlar. Türkiye, benim ilk Baş müzakerecisi olduğum Avrupa Birliği rotasındayken ülke o 2010,11, 12, 13 derken o zirveye ulaştığı dönemlerde bu arkadaşlar öğrenciymiş. 
 
Şu anda hayata atılmışlar. 
2010-2015 yılları arasında öğrencilik yapan gençler Twitter’da neler yazmışlar, şöyle beraber bir okuyalım bakalım.
 
Diyor ki “Öğrenciydim, çalışıp okuyordum. Harikaydı her şey. 250 liraya bir araba içecek alırdık. Sürekli mekânlara giderdik. Tavuk döner yemezdik” diyor.
 
“Bugün pahalı olan mağazalardan giyinirdik. Şimdi 10 bin lira maaş alıyorum bu öğrenciyken yaşadığı hayat standardını artık bulamıyorum. Bu maaşla bunları yapabildiğime emin değilim” diyor ki 10 bin lira alıyor şu anda... 
 
Bakın refah kaybının örneğine bakın... 
 
Başka bir yorum. O da 2011-2015 arasında İstanbul’da öğrenciymiş.
 
“Aylık kira harici elime 600 lira kalırdı. Her gün dışarıdaydım. İstediğim markadan alışveriş yapardım ve marketi asla düşünmezdim. Şimdi maaşımla sürekli tereddütteyim. Üniversiteyi asla şu an okumak istemezdim” diyor.
 
Bakın hayata atılmış insanlar. 
 
Yine onun altına bir başkası yazmış.
 
“Günlük harçlığım 20 lira olurdu. Nadir de olsa lüks restoranlara giderdik. Arkadaşlarımla her gün dışarıda buluşurdum” diyor.
 
Arkadaşlar, bakın bunlar gerçek hayat deneyimleri.
 
GÖRSEL 1 - 2010-2015 GENÇLER ÇIK
 
2000’li yılların ilk 15 yılında harçlıklarıyla rahatça okuyan gençler, bugün çalışma hayatlarında kazandıkları parayla yoksulluk çekiyor.
 
Bunlar bunun ifadesi. 
 
Bundan 10 sene önce, biriktirdiği harçlıkla senede bir kez yurt dışına çıkma hayali kuran üniversite öğrencileri, bugün çorba-ekmekle karınlarını doyurmaya çalışıyor.
 
İşte, Türkiye’nin yaşadığı değişimin özeti budur.
 
Özgürlük yerine baskı gelirse olacağı budur.
 
Hukuktan ve adaletten uzaklaşılırsa olacağı budur Dürüst ve ehil kadrolar uzaklaştırılıp yanlış kadrolarla iş tutulursa olacağı budur. 
 
İstişare kültürü ter edilirse olacağı budur.   
 
Ama buradan şimdi genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum.
 
Arkadaşlar,
 
İçinde olduğunuz durumu çok iyi anlıyorum, ama inanın, önümüzdeki ilk seçimlerde ülkemizde bambaşka bir rüzgâr esecek.
 
Özgürlük, adalet rüzgârı esecek.
 
Umut rüzgârı esecek.
 
Barış rüzgârı esecek.
 
İnanın, hep beraber derin bir oh çekeceğiz.
 
Bunu çok rahat söylüyorum çünkü biz daha önce bunu yaptık, çok önemli aşamalar kat ettik, ülkemizi ilham kaynağı bir ülke yaptık. 
 
Başka ülkelerin bakıp keşke biz de Türkiye gibi olsaydık dediği dönemleri yaşadık.
 
Kimse unutmasın bunu.
 
Bazen bakıyorum Türkiye’nin o başarılı günleri unutuluyor, göz ardı ediliyor. 
 
Arkadaşlar objektif değerlendirmek zorundayız. 
 
Hakkı haklıya teslim etmek zorundayız. 
 
Hiç endişeniz olmasın. Türkiye bu zor günleri de mutlaka aşacaktır. 
 
İnanın yine yapacağız.
 
Ve bir kere daha tekrar ediyorum. Biz bu yola gençlerle çıktık, gençlerle beraber başaracağız.
 
Bu işler böyledir arkadaşlar. İnanın, bir günde her şey değişir.
 
Ben daha öncede söyledim.  Aynı korkulu bir rüyadan uyanır gibi, bir kâbustan uyanıp şöyle bir yudum su içip rahatlar gibi ülke rahata erecek. 
 
Bakın seçim günü vereceğimiz değişim kararı, tüm bu kara bulutları dağıtır geçer.
 
Bir anda değişir her şey.
 
Bazen ben bunları gençlere söylediğim zaman diyorlar ki ya ‘Sayın Başkanım durum çok kötü ya, sahiden düzelir mi?’ diyorlar. 
 
Ben de diyorum ki ‘düzelir endişe etmeyin.’ 
 
Şu anda ülkenin bu hale düşmesinin en önemli sebebi ülkenin kötü yönetilmesi. 
 
Başka bir şey değil. 
 
Bu ülke gerçekten çok kötü yönetiliyor ya.
 
Yok, işi bilen kalmadı sistemde yok. 
 
Bir kişi aklına her geleni yapmaya çalışıyor. 
 
Bir de üstelik ben her şeyi herkesten daha iyi bilirim havasında ortalarda dolaşıyor. 
 
‘Ben ekonomistim’ diyor ‘alanım ekonomi’ diyor.
 
Ya bende diyorum ki ‘madem alanın ekonomi 4 yıldır tek imzayla tek yetkili olarak bu ülkeyi yönetiyorsun. Düzeltiver şu ekonomiyi’ diyorum yahu. 
 
Yıl geçmiş yahu 4 yıl. Mazereti olabilir mi bunun.
 
Hiçbir mazeret bulamazlar hiçbir mazeret.
 
Çünkü arkadaşlar bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Bilenlerle de çalışmıyor.
 
Sorunun tam özünde kökünde bu var. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Biz burada Beştepe Harikalar Diyarından konuşmuyoruz. Şu dönemde ben tam 75 ilçeye gittim. Yüzlerce ilçeye gittim. 
 
Bütün genel merkezde görevli olan arkadaşlarımız, genel başkan yardımcılarımız, genel merkez yönetim kurulu üyelerimiz, her ay 81 ili ziyaret ediyoruz.
 
Tüm ülkenin nabzını tutuyoruz. 
 
Biz bu ülkeyi tanıyoruz, iyi biliyoruz, anlıyoruz. 
 
Uydurulmuş gerçeklik dünyasından konuşmuyoruz.
 
Biz burada ülkenin gerçeklerini konuşuyoruz. 
 
Size gerçek hayattan bir başka örnek daha vereyim. Bu sefer arkadaşlar şöyle bir Doğu Karadeniz’e doğru gidelim.
 
Hatta Sayın Erdoğan’ın memleketine, Rize’ye gidelim.
 
Geçtiğimiz günlerde ne oldu, biliyor musunuz?
 
Rize’de en uzun süre dükkân işleten kadın esnafı, dükkanını kapatmak zorunda kaldı.
 
Yani açtığı günden itibaren en uzun süre, aynı adreste aynı dükkânı çalıştıran esnaf bir kadından bahsediyoruz burada. 
 
Kendisi çocukken ilkokula gönderilmeyen, ama çocuklarını iyi koşullarda okutmak için çalışıp çabalayan Melek Hanım ekonomik krize dayanamadı.
 
Altını çiziyorum; Erdoğan’ın hemşerisi, kendi şehri…
 
Türkiye ne yazık ki yeniden iflas edenlerin, kepenklerini kapatanların ülkesi oldu arkadaşlar.
 
Düşünün; 1991’de ticaret hayatına başlamış, tek başına, bir kadın olarak, dükkanını açmış.
 
94 krizini atlatmış, 2001- 2002 krizini atlatmış, 2008-2009 krizini atlatmış ama kendi hemşerisinin el yapımı, ev yapımı milli krizinin altında kalmış.
 
Pandemi döneminde dükkânı kapalıyken bile direnen bu kadın esnaf, Erdoğan’ın en son patlattığı döviz krizinin karşısında duramadı.
 
Bakın çabuk unutuyoruz arkadaşlar çabuk unutuyoruz ve ülkenin şu andaki seviyesine de bakıyorum çabucak adapte oluyoruz.
 
Biz unutturmayacağız ama.
 
Daha geçtiğimiz Eylül ayında bu ülkede dolar kuru 8 lira 30 kuruştu arkadaşlar 8 lira 30 kuruş.  
 
O günden bugüne ne oldu? Ne değişti?
 
Merkez Bankasına talimatla iş yaptırmaya başladılar. 
 
Bir anda 3 tane para politikası kurulu üyesini görevden aldılar bir anda.
 
3 tane kendi emirlerinden çıkmayacaklarını düşündükleri insanları atadılar oraya ve hemen operasyona başladılar orada. 
 
Akıl dışı, bilim dışı işler yapmaya başladılar.
 
Tekrar tekrar ediyor bu ha ilk defa değil.
 
Şu son 4 yılda en az 3 kere 4 kere yaşadık bunu. 
 
Siz Allah’ın verdiği aklı kullanmazsanız, ilim ışığında, akıl ışığında ülkenin ekonomisini yönetmezseniz işte öyle bir krizden başka bir krize savurursunuz ülkeyi.
 
Daha Eylül ayında 8 lira 30 kuruş olan dolar kuru şu anda 15 liraya yakın seyrediyor arkadaşlar. 
 
Ve ne zaman ne kadar müdahale ediliyor onu da bilmiyoruz ha. 
 
Arka kapıdan yapıyorlar çünkü. 
 
Hala şu anda döviz satışını arka kapıdan gizli saklı yapıyorlar.
 
Biz 2 ay öncesine kadar ne kadar döviz satıldığını merkez bankasının açıkladığı diğer rakamlardan toplaya çıkara böle falan buluyorduk.
 
Şimdi açıkladıkları veri sayısını da azalttılar biliyor musunuz? 
 
Artık hesabı yapmamız eskisi kadar kolay değil. Baktı ki ya bunlar uyanık, çözdüler matematiği, ne kadar sattığımızı buluyorlar, bari biraz daha az veri açıklamaya başlayalım dediler. 
 
Ve bugün itibariyle ancak piyasa oyuncularından bunları alabiliyoruz. 
 
Ama maalesef görüyüz ki şu anda hala cayır cayır döviz yakmaya devam ediyorlar ya... 
 
Yazık günah ya.
 
Gidip 4 buçuk milyar dolarlık swap anlaşması için sen Birleşik Arap Emirlikleri’nden dileneceksin, 15 Temmuz’un destekçisi olduğu bir ülkeye gidip sarmaş dolaş sarılacaksın, arkasından da 4 buçuk milyar dolar için gidip Birleşik Arap Emirliklerinden swap dileneceksin. 
 
Bu kadar ucuz mu yahu.
 
En son ne yaptılar Suudi Arabistan ile ilgili. Kaşıkçı cinayeti değil mi. 
 
Ne kadar ağır ifadeler kullandılar Kaşıkçı cinayeti ile ilgili ne kadar ağır ifadeler. 
 
Sayın Erdoğan’ın inşallah onunla ilgili videolarını bir başka zaman gösteririm, neler neler söyledi yahu. 
 
Arkasında bir baktık yeni Adalet Bakanı dedi ki, ‘biz bu davayı dosyayı olduğu gibi Suudi Arabistan’a gönderiyoruz. Onları işi’ dedi. 
 
Bunun böyle olmayacağını Erdoğan kaç kere dedi yahu. ‘Burada görülecek arkadaş dav’ dedi, ‘dosyayı vermeyiz, gelip ancak burada bakarlar’ dedi. 
 
Şimdi ne oldu? Ne oldu da bu U dönüşünü yaptınız. 
 
Acaba Suudi Arabistan’dan ne kadarlık swap dileniyorlar ben merak ediyorum şu anda. 
 
Fakat unutmayalım sadece aralık ayında henüz verilerin daha açık olduğu dönemde tam 17 milyar doları bunlar yine yaktılar arkadaşlar. Aralık ayında 17 milyar dolar. 
 
130 milyar doların üzerine bir de 17 milyar dolar yaktılar ve bugünlerde cayır cayır dolar yakıyorlar. 
 
İnşallah onun da rakamlarını biz bir şekilde buluruz ederiz. 
 
İnşallah zaten iktidara gelince bütün o defterleri açacağız, bakacağız hepsini gün yüzüne çıkaracağız. 
 
Hepsini göstereceğiz bu millete.
 
Bu milletin kaynaklarını, bu milletin alın terini, bu milletin daha tüy bitmemiş yetimin hakkını nasıl dar bir siyasi amaç uğruna, dar bir ideoloji uğruna cayır cayır yaktıklarını hepsini inşallah göstereceğiz. 
 
Bakın arkadaşlar. Ülkemizdeki bu sıkıntılı durumun sebebi çok açık. 
 
Çünkü bir kişi, koskoca ülkeyi deney laboratuvarına çevirdi.
 
Sonunda Rize’deki “Melek Abla” dükkânı da bir “deneyzede” oldu.
 
30 seneden fazla dükkânın kapısını açık tutan, geçmiş tüm krizlerin üstesinden gelen esnaf, dükkânını kapatmak zorunda kaldı.
 
Çok somut örnek, somut bir örnek. Memleketin ne hale geldiğini gösteren somut bir örnek. 
 
Ülkenin Cumhurbaşkanı, Beştepe odaları dışında bir yeri artık fazla görmüyor dikkat edin. Nereye gidiyor geliyor bir bakın. Bir bakın.
 
Şöyle sokakta yürürken halkın içerisine çıktığı bir görüntüsünü son yıllara hiç gördünüz mü?
 
Şöyle bir esnafın. Sıradan ama önceden ayarlanmış, planlanmış senaryo değil. Tiyatro kurgusu değil. 
 
Sıradan şöyle 10 y-tane esnafı yan yana yan yana ziyaret edip bir hal hatır sorduğunu hiç gördünüz mü son dönemde? 
 
Yapmıyor, yapamıyor.
 
Bırakın Erdoğan’ı milletvekilleri yapamıyor bunu milletvekilleri...   
 
‘Keşke dışarı çıkamasak keşke milletvekili olduğumuz anlaşılmasa’ diyorlar.
 
Meclis onlar için bir koruma alanı, kale. 
 
Bakın işte ülkenin Cumhurbaşkanı ülkeyi göremediği için, bilmediği için sıhhatli hiçbir karar alamıyor. Girişinde “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şehri” yazan Rize’den haberi yok.
 
Rize’nin sokaklarında gezmiyor, halkın derdini dinlemiyor, sebep olduğu enflasyonun altında ezilen esnafın sesini de duymuyor…
 
Bir yanda yoksulluk, açlık çeken insanlar, batan esnaf, zarar eden çiftçi, karnını doyuramayan öğrenci; Diğer yanda, tüm bunlara kulaklarını tıkayan Beştepe Harikalar Diyarı.
 
Daha önce de söylediğim gibi, Erdoğan artık halkla arasına yüksek bir duvarı örmüş durumda. Halkı unuttu. Bir tane komşusu yok. Koruma duvarları olmadan gezebildiği bir tane sokak yok artık.
 
Bakıyoruz sorunları da artık önemsemiyor, küçümsüyor, görmezden geliyor. Bazı sorunları tamamen inkâr ediyor. Kendi hatalarının bedelini de herkese ödetiyor. Bu milletin canını yakıyor.
 
Eskiden “Ankara’da Keçiören’de bir dairede oturuyor” diyorlardı değil mi? Şimdi kendisini külliyeye hapsetmiş durumda. 
 
Gerçekten ülkemiz adına çok üzülüyoruz.
 
Siyasi hayatının finalindeki tercihlerini görünce üzülüyoruz. Ama Türkiye’yi ve bu milleti getirdiği noktayı görünce de çok kızıyoruz.
 
Bakın daha dün, bugün ne demiş? Enflasyonun sebebi olarak gene başkalarını işaret etmiş. Onlarla mücadele etmiş. 
 
‘Bunlarla mücadele edeceğim’ diyor.
 
Ya arkadaş Merkez Bankasına talimat verip de yanlış işler yaptıran, o fiyat etiketlerini yazan esnaf mı?
 
Merkez Bankasına arka kapıdan 130 milyar doları sattıran, aralık ayında yetmiyormuş gibi 17 milyar doları daha sattıran, Merkez Bankasını bütün döviz kurunu koruma kalkanlarını sıfırlatan, o fiyat etiketini yazan pazarcı esnafı mı? Kuru soğan depocuları mı?
 
Bunu sen yaptın yahu. Başkası yapmadı bunu.
 
Hiç enflasyonun sorumlusunu sağda solda aramasınlar. 
 
Evet, şu son dönemde Rusya- Ukrayna savaşıyla beraber petrol fiyatlarında bir miktar artış oldu ama bizdeki gibi katlamadı hiçbir yerde yahu. 
 
Eğer bizde de dünyadaki kadar petrol fiyatı artsaydı bugün benzinin fiyatı olacaktı 8 lira, 9 lira, 10 lira. 
 
Eğer bugün bu ülkede 20 lira civarındaysa akaryakıt fiyatları bunun tek sebebi dövizdeki patlamadır. 
 
Dövizdeki patlamanın sebebi de Erdoğan’ın Merkez Bankasına talimatla yanlış işler yaptırmasıdır. Başka bir şey değildir. 
 
*****
 
Değerli basın mensupları,
 
Bildiğiniz gibi, önceki gün işsizlik rakamları açıklandı.
 
Yüzde 140’lara kadar yükselen enflasyonu yüzde 61 gösteren TÜİK, namı değer Rakamları Ayarlama Enstitüsü, şubat ayı işsizlik oranını da yüzde 10,7 olarak açıkladı.
 
Ama rakamlara şimdi biraz daha yakından bakmamız gerekiyor.
 
Burada son bir yılda ki işsizlik sayısını görüyoruz. 
 
Şu soldaki TÜİK’in açıkladığı rakam sağdaki de İŞKUR’un açıkladığı rakam. 
 
Bu Şubattan Şubat’a yani Şubat 2021’den Şubat 2022’ye işsiz sayısı açıklıyor.
 
İki tane devlet kurumu bunlar bakın.
 
TÜİK diyor ki 1 yılda işsiz sayımız 623 bin azaldı diyor.
 
İŞKUR ne diyor? 325 bin arttı diyor.  
 
Ya ikini topla arada 1 milyon fark var ya. 
 
İkisini toplayınca 948 bin fark var. 
 
Biri eksi biri artı.
 
İkisi de devletin kurumu, ikisi de kamu kurumu. 
 
Bunlardan hangisine inanacağız? 
 
Şu tabloya bir bakın ya. Devletin iki kurumunun açıkladığı veri birbirinden ne kadar farklı.
 
Şimdi arkadaşlar bakın, TÜİK ne yapıyor? Aynı enflasyonda yaptığı gibi işsizliği saha araştırmasıyla hesap ediyor. 
 
Hane halkı İş Gücü denen bir sistem var oradan yapıyor. Fiyatları da saha araştırmasından tespit ediyor. 
 
Yani anket yapıyor TÜİK. 
 
Ama İŞKUR’un rakamları fiilen İŞKUR’a başvuran işsiz.
 
Ben işsizim, iş arıyorum diyor İŞKUR’a. 
 
Yani orada bir envanter var. T.C numarası, ad soyadı envanteri var İŞKUR’da.
 
Tabi onu da doğru açıklıyorlar mı bilmiyoruz. İŞKUR ne kadar düzgün çalışıyor hiçbir fikrimiz yok. 
 
Ama TÜİK anket yapıyor.  
 
TÜİK sahada anket yaptım diyor, işsiz sayısı 600 küsür bin azaldı diyor ama İŞKUR diyor ki bana başvuranların işsizim diye başvuranların sayısı 300 küsür bin arttı diyor.
 
Dün apartman görevlileri sendikasıyla iftardaydık. Apartman görevlileri arkadaşlar aileleri çocuklarıyla beraber geldiler çok da güzel bir ortamda güzel bir sohbet ettik. 
 
Tabi her bir apartmanda çalışan 20, 30, 40 komşu ile beraber yaşıyor. Hayatı biliyorlar. Bazen o evler için alışveriş ediyorlar. 
 
Birisi çıktı dedi ki, ‘Ya dedi Sayın Başkanım dedi şu TÜİK’in alışveriş ettiği pazarı, marketi, bakkalı, kasabı bilsek de biz de oradan alışveriş etsek Allah aşkına’ dedi.  
 
‘Bu TÜİK nerden alışveriş ediyor bizim aklımız ermiyor’ dedi. 
 
‘Biz her gün apartmanda oturanlar için gidiyoruz, rica ederlerse bazen gidiyoruz, kendi evimize alışveriş ediyoruz. Böyle bir enflasyon yok’ dediler.
 
İşe bakın. Enflasyonla oynayan artık bir kere doğru yıldan çıkınca güvenemezsiniz.
 
Çünkü doğru bir, doğru tek. 
 
Enflasyonla oynayan TÜİK, ülkenin başka rakamlarını da olduğundan daha güzel göstermeye çalışıyordur. 
 
Çünkü talimat öyle geliyor. 
 
Daha önceki TÜİK Başkanlarına da bu talimat dönem dönem gelmiş. 
 
Hatta bir tanesi rahmetli oldu. Ben görüşmüştüm. 
 
Dedi ki zamanın Başbakanı beni bir gün çağırdı, ya dedi Sayın Başkan şu enflasyonu biraz düşürmemiz gerekiyor.
 
Ben de ona dedim ki, ‘Sayın Başbakan enflasyonu ölçmek bizim görevimiz. Biz ölçüyoruz. Düşürmek sizin göreviniz siz düşürün biz de düşmüş şekli ölçelim’ dedim dedi .. 
 
Şimdi tabi bugünkü TÜİK Başkanları biri gidiyor biri geliyor. 
 
4 yılda 4 tane mi ne değişti. 
 
Zaten son yılda bir tanesi en son bağımsız TÜİK başkanı ayrıldı, ondan sonraki başkanı yıllarca vekil olarak tuttular. Çünkü vekil olunca her an görevden alabiliyorsunuz.
 
Sonra zaten bir kararname değiştirdi Cumhurbaşkanı tek imzayla, işime gelmeyeni her an işten atabilirim kararnamesi, özü o. 
 
Zaten o kararnameye istinaden Merkez Bankası başkanı değiştirip duruyor. Yoksa kanunen mümkün değil ama yeni sistemde Cumhurbaşkanlığına kararname yetkisi verildiği için o Kanun Hükmü Kararname döneminde de bir şeyler yapıldı bu işle alakalı.   Ne yaptılar? TÜİK Başkanını merkez bankasını anında işten kovabilme kararını aldılar, o karara istinaden de bir başkanı gönderip öbürünü işe başlatma dönemine başladılar.
 
Biri geliyor biri gidiyor. Şamar oğlanına döndüler yahu. 
 
Koskoca koskoca kurumlar. Güvenilmesi gereken kurumlar bunlar.
 
Tabi ben buradan TÜİK ile İŞKUR’a ve özellikle de tabi onlara talimat verenlere, onların bağlı olduğu insanlara ve özellikle de Cumhurbaşkanına buradan seslenmek istiyorum. 
 
Bakın madem bu kurumlar böyle rakamları makyajlıyor şu makyaj malzemelerini alıp rakamları eğer boyayacaksanız o boyaları birbirinizle de paylaşın. 
 
Birbirinizden haberiniz olsun en azından değil mi. 
 
Öteki ne yapıyor ne açıklıyor diye bir bakın yahu. 
 
Önce birbirinizden haberdar olun birbirinizden. 
 
Ama işte sistemde bilen olmayınca sistemin tümünü, ekonominin tamamını bilen, gören izleyen kimse kalmayınca herkes tuttuğu kadarını, baktığı kadarını görüyor. 
 
Ve bu tutarsızlığın sebebini de bir an önce açıklayın diyorum buradan.
 
Hükümete buradan sesleniyorum. Bu tutarsızlığı açıklayın.
 
Nasıl sizin TÜİK sahada araştırma yapıyor da işsiz sayısı 600 bin düştü diyor da İŞKUR’un kayıtlarındaki işsiz sayısı aynı dönemde 300 bin artıyor bunu açıklayın. 
 
Bunu açıklamak hükümetin görevidir, borcudur.
 
*****
 
Bakın arkadaşlar, istihdamla ilgili bir başka sorunumuz var. 
 
Türkiye’de iş gücüne katılım oranı çok düşük. Yüzde 52.
 
İş gücüne katılım oranı ne demek biliyor musunuz?  Çalışma yaşında olan her 100 kişiden sadece 52’si Türkiye’de çalışıyor demek. 
 
Çalışma yaşında. Sağlıklı, sıhhatli eli ayağı tutuyor ama bunların sadece yüzde 52’si şu anda Türkiye’de çalışıyor. 
 
Almanya’da bu oran kaç biliyor musunuz? Tam yüzde 80.
 
Demek ki siz ekonomiyi güçlendirseniz, yatırım yapsanız, yeni iş sahaları açsanız Türkiye’nin de iş gücüne katılım oranının yüzde 80 olmasının önünde hiçbir engel yok. 
 
Bir düşünün o zaman ekonomideki büyüklüğü, bir düşünün o zaman ki istihdamı. 
 
Türkiye’de sadece 100 kişiden 52’si değil 80’inin bir geliri olduğunu düşünün. O refah seviyesini bir düşünün. 
 
Peki, niye olmuyor? Çünkü insanlar güvenmiyor.
 
Çünkü insanlar yatırım yapmıyor. Kendi insanımız gidiyor başka ülkelere yatırım yapıyor. O hale geldi ülke. 
 
Türkiye’de milyonlarca insan iş arayıp bulamıyor bakın. İş aramaktan vazgeçiyorlar. “İş arasam da bulamam” hissiyatı o kadar yaygın ki. 
 
Vazgeçiyorlar, imkânsız diyorlar artık benim iş bulmam.
 
Hele hele böyle 40 yaşından 50 yaşından sonra işini kaybedip de tekrar iş gücü piyasasına dönmek çok çok zor oluyor. 
 
Bir başka konu da özellikle arkadaşalar kadınlarda işgücüne katılım oranı Türkiye’de çok daha düşük biliyorsunuz. Yüzde 34.
 
Yani çalışma yaşındaki her 100 kadının sadece 34’ü Türkiye’de çalışıyor. 
 
Ülkenin kullanılmayan potansiyelini görebiliyor musunuz? 
 
Çalışmayan kadınlara ben eminim yüzde 70’ine 80’ine sorun ya iş olsa böyle hani iyi bir gelir olacak, düzgün bir iş olsa çalışır mısın? Diye sorsanız çalışmayan kadınların yüzde 70-80’i tabi çalışırım der.
 
Ama yok ki ben ne yapacağım diyor. 
 
İşte bunun içindir ki illaki yatırım illaki üretim. 
 
Yatırım yapacağız, üretim yapacağız, ihraç edeceğiz. 
 
Yatırım yaptıkça iş gücü imkanları artacak. Yatırım yaptıkça ülkede istihdam artacak. 
 
İşsizlik arkadaşlar ağır bir sorun çok ağır.  Sadece ekonomik sıkıntıdan ibaret değil işsizlik. Evet işsiz olunca gerçekten ekonomik sıkıntı oluyor ama aynı zamanda sosyal bunalım, stres, Tüm bunları işsizlik beraberinde getiriyor. 
 
 Onun için biz işsizlik sorununu çözmeyi biz öncelik kabul ediyoruz.
 
Bu doğrultuda önce, yatırımların Türkiye’ye akması için gereken güven ortamını sağlayacağız. Güvenilir bir hukuk sistemi inşa edeceğiz.
 
Şu anda Türkiye’nin kredi notu tarihinin en dip seviyesinde.
 
Birkaç hafta önce göstermiştim bu ekranda. 
 
Yatırım yapılabilir seviyenin 5 kademe altında. Yani binanın giriş katı yatırım yapılır seviyedeyse 4. 5. Bodrumda katında şu anda ülkenin kredi notu. 
 
Ve şu anda bu ülke tefeci faiziyle borçlanıyor.  Hazine döviz bazında yüzde 8,6 faizle borçlandı yahu. 
 
Ben buradan Sayın Erdoğan’a tekrar sesleniyorum. Ya siz faiz düşmanı değil miydiniz?  Faizle mücadele edeceğim diye tek yetkili olmak istemediniz mi?
 
2018’deki seçim kampanyasında demediniz mi bana yetkiyi verin faiz de enflasyon da nasıl düşürülmüş göstereceğim demediniz mi?
 
Peki, Merkez Bankasına talimat veriyorsunuz da niçin hazineye talimat vermiyorsunuz. 
 
Hazineye talimat verin deyin ki ya arkadaş Türkiye Cumhuriyeti hazinesi sen niye böyle Türk lirasına yüzde 25 yüzde 26 yüzde 27 faiz ödüyorsun? Niye dolara yüzde 8,6 faiz ödüyorsun diye Türkiye Cumhuriyeti hazinesine niye hesap sormuyorsun? 
 
Niye talimat vermiyorsun? 
 
Hadi bir talimat ver de düşüversin bakalım faiz. 
 
Ben buradan soruyorum Türkiye Cumhuriyeti hazinesi doğrudan kendisine bağlı kendisine bağlı bakın bağımsız bir kurumda değil, Merkez Bankası gibi değil. Bağlı bir kurumdur. 
 
Ben tam 11 yıl ben Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu bakan oldum, başbakan yardımcısı oldum. 
 
Talimatla çalışan bir kurumdur. Bağımsız değildir. 
 
Hazineye talimat ver yüzde 8,6 borç alırken faiz vermeyeceksin arkadaş. Yüzde 8,6 faiz vermeyeceksin. 
 
Nasıl Almanya, Amerika, Avrupa yüzde bir iki faizle borçlanıyorsa sende yüzde bir iki faizle borçlanacaksın diye bir talimat ver de göreyim. 
 
Oluyor muymuş bir bakalım.
 
Niye yüzde 25,26,27, 28 vadesine göre Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi Türk lirasına faiz ödüyor bugün?
 
Talimat ver Hazineye düşürsün. Madem talimatla oluyor düşürsün. 
 
Hiç kaçamazsın hiç. Tek sorumlusun ve hazine sana bağlı. 
 
Bugün Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi yüzde 8,6 dövize yüzde 25, 26, 27 Türk lirasına faiz ödüyorsa bunu Sayın Erdoğan ödüyor. Onun talimatıyla ödüyor başkasının talimatıyla değil. 
 
Hiç kimseye suç atmasın.
 
Güven arkadaşlar güven. Önce güveni sağlamak gerekiyor başka türlü mümkün değil, mümkün değil. 
 
Siz ülkenin resmi kuruluşuna enflasyonu yalan yanlış açıklatırsanız kimse size güvenmez. 
 
Bu ülkenin apartman görevlileri eğer TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamına güvenmiyorsa, gülüyorsa o zaman siz bu ülkede hiçbir rakama kimseyi inandıramazsınız, güvendiremezsiniz. 
 
Bakın arkadaşlar biz hazırlanıyoruz.
 
DEVA ekonomisi, yatırımları Türkiye’ye çeken bir mıknatıs görevi görecek.
 
Yatırımlar aktıkça, yeni iş sahaları açılacak. 
 
İşletmelerin büyümelerinin ve daha fazla istihdam oluşturmalarının önündeki engelleri teker teker kaldıracağız.
 
Hepsini yapacağız. 
 
Birinci yılımızda istihdam teşviklerini sadeleştireceğiz.
 
Çok karışık teşvik sistemi çok. Anlamak için danışman tutmak gerekiyor.
 
Önce danışmana bir para vereceksin ki sana anlatsın. 
 
Özel istihdam bürolarını etkinleştireceğiz.
 
İŞKUR’u güçlendireceğiz.
 
Gençlerin, kırsal alanlardaki iş ve istihdam imkanlarından daha fazla yararlanmalarını sağlayacağız.
 
Teknoloji girişimlerini mutlaka destekleyeceğiz.
 
Eğitim sistemini, herkesin yeni beceriler edinip iş bulabilmesi amacıyla yenileyeceğiz.
 
Bakın görün, DEVA ekonomisinde işsizlik gerçekten nasıl gerileyecek.
 
Biz boş konuşmuyoruz arkadaşlar. Bakın Tüm bunları Ekonomi ve Finans Eylem Planımızla tarihe not düştük.
 
Tam 119 madde. 
 
Bakın açıkladık. 2 ay önce tek bir cümlesine, noktasına, virgülüne bir kusur bulamadılar.
 
En ufak en ufak bir hata yaparlarsa boş dururlar mı? Bütün sosyal medya, medya kaynıyordu.
 
DEVA Partisinin Eylem Planında şöyle bir yanlış bulduk, şu hata var, olmayacak işi yazmışlar falan.
 
Yok. Çıt yo bakın çıt yok.
 
Dersimize iyi çalışıyoruz.
 
Ha olabilir de yahu. Yani kul hata yapar olabilir de. 
 
Ama biz diyoruz ki her eylem planımızı açıkladığımızda çalıştık, ettik çok da geniş istişareler de yaptık ama yine de bir eksiğini kusurunu bulursanız bize söyleyin. 
 
Eksiği varsa seçime kadar tamamlarız. 
 
Kusur varsa düzeltiriz. Torbanın ağzını kapatmıyoruz. 
 
119 maden açıkladık, bir 10 madde daha ekleriz 20 madde daha ekleriz hiç önemli değil diyoruz. Bu şekilde açıklıyoruz.
 
Yarın inşallah Bursa’da Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımızı açıklayacağız. 
 
101 madde arkadaşlar 101. Bunu yapabilen yok Türkiye’de. 
 
Böyle bir şey yok.
 
Devlet tarafında yok. 
 
Siyasi partiler içerisinde de biz yapıyoruz bunları bakın. Biz oryaya koyuyoruz.
 
Çünkü bizim bunu yapacak birikimimiz var, tecrübemiz var, ekiplerimiz var. Çok Geniş istişare halkalarımız var.
 
Ekonomi- Finans Eylem Planımızı açıklamadan önce İstanbul’da Türkiye’nin en iyi iktisatçılarını topladık.  
 
Dedik ki bakın bu Türkiye meselesi. Sizleri çağırmamız sizlerin isimleri üzerinden bir siyasi propaganda falan anlamına gelmiyor.  Öyle bir ey anlamayın, yanlış anlamayın, öyle bir şey yok. 
 
Zaten basına kapalı sessiz bir toplantı yapacağız ama görüşleriniz bizim için kıymetli. 
 
Kimi davet ettiysek geldiler. Bir 70-80 yaş kuşağı, ak saçlılar. Bir 50-60 yaş kuşağı bir de 30-40 yaş kuşağı. 
 
3 kuşağı bir salonda bir araya getirdik.
 
Ekonomi- finans Eylem Planımızı enine boyuna tartışıp sağ olsunlar çok güzel fikirler verdiler, çok iyi önerilerde bulundular ve sonuçta Ekonomi- Finans Eylem Planımızı bitirdik ondan sonra kamuoyuna açıkladık. 
 
İşte Yerel Yönetimler Şehircilik Eylem Planımızı da aynı titizlikle hazırladık. Çok geniş istişareler yapıldı ve kısmet olursa inşallah yarın öğlen saatlerinde Bursa’da bunu kamuoyu ile paylaşacağız.
 
Biz her konuda “şunu yapacağız” diyoruz Belgelendiriyoruz. Bütçelendiriyoruz. Takvimlendiriyoruz.
 
Çünkü siyasette konuşmaktan kolay bir şey yok. Ama siyaset sadece laf üretmek değil, iş üretmek iş.
 
Biz hep iş üreterek siyasette olduk. Hep iş üretmeye çalıştık.
 
Tabi ki ürettiklerimizi anlatacağız ama bakıyoruz Türkiye’de maalesef siyaset deyince sadece bir laf üretme olarak görünüyor.
 
Başka bir şey yok. Altına bakın çoğu zaman boş. Çoğu zaman boş. 
 
Hükümetin şu son yıllarda ortaya koyabildiği bir tane program yok. Bir yargı eylem planı, Adalet eylem planı gibi bir şey açıkladılar geçen sene hiçbir şey yapmadılar. 
 
Yook.
 
Göstermelik birkaç adım o kadar. 
 
Orta vadeli program açıkladılar geçen sene Eylül ayında, işte bu sene için döviz kurunu yazmışlar 9 lira 30 kuruş. 
 
Bu yılın ortalaması ha. Daha şurada nisan ayındayız. Bu yılın ortalaması. 
 
Yok, plan program alışkanlığı yok.   
 
Çünkü planı programı vesayet kabul ediyor. Planla programla kendini bağlamak istemiyor.
 
Sorun orada. 
 
Kural bazlı yönetime inanmıyor şu anda bu ülkenin Cumhurbaşkanı.
 
Ben aklıma geleni yapmalıyım diyor. 
 
Öyle plan açıklayım, planla kendimi bağlayacağım. Yapmıyor. 
 
Olmayınca da işte bu hale düşüyor. 
 
Bakın değerli arkadaşlar;
 
Biz inşallah işsizliğin de yoksulluğun da, enflasyonun da üstesinden geleceğiz.
 
Enflasyonu bakın nasıl 2003- 2004’te yaptıysak iki yılda yeniden tek haneye indireceğiz. 
 
Bunu gerçekleştireceğiz.
 
Olmaz diyorlardı hatırlayın 2003-2004’ü. Biz tek haneye indireceğiz enflasyonu ve paradan altı sıfırı atacağız diyorduk değil mi?
 
Olmaz diyorlardı.  
 
Yapamazsanız diyorlardı.
 
Hatta o zamanki bir köşe yazarı dedi ki yapsınlar dedi ben dedi gideceğim Ulus Meydan’ında acayip sesler çıkaracağım dedi. Ne dediğini ben şimdi söylemeyim çünkü edebim müsaade etmiyor. 
 
Ve yaptık bir özür yazısı yazdı ondan sonra.
 
34 yıllık enflasyonu tek haneye indirdik.
 
Ama bu sağlam bir programla oldu, sağlam bir ekiple oldu. 
 
Şu anda hükümetin elinde ne bir sağlam program var ne bir sağlam ekip var. İstişare de etmiyorlar. 
 
Biz yapamayacağımız bir şeyin sözünü hiç vermiyoruz. Ama bir söz veriyorsak bu sözümüzü mutlaka yerine getiriyoruz. 
 
Hiç endişeniz olmasın. Bu pahalılık, bu yoksulluk arkadaşlar son bulacak.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
İktidar koltuğu uzaktan bakınca hoş görünür ama o koltuğun ağırlığını kaldırmak gerekir.
 
Onun için de iktidardayken yapacaklarınızı şimdiden hazırlamanız gerekir.
 
Biz “Zamanı gelince bakarız” diyenlerden değiliz. ‘Ya o gün gelsin düşünürüz’ diyenlerden değiliz. ‘Kervan yolda düzülür’ diyenlerden değiliz. 
 
Dersimizi çalışıyoruz. 
 
Seçilecek hükümetin, iş başına gelecek hükümetin ilk günden itibaren yapacaklarını bütün detaylarını hazırlıyoruz. 
 
İlk gün ilk dakikadan itibaren.
 
Nefes almadan, kurulacak hükümetin nefes almadan çalışacağı kadar çok iş yükünü bugünden hazırlıyoruz ve bu eylem planlarını tüm Türkiye’ye açıklıyoruz, duyuruyoruz. 
 
Şimdiye kadar 6 ayrı alanda eylem planı açıkladık. Hesap kitap yapıyoruz, takvimlendiriyoruz ve en sonda da açıklıyoruz.
 
Bu eylem planlarımızla Türkiye siyasi tarihinde bir ilkin altına imza atmış oluyor. 
 
İlk defa yapılıyor böyle bir şey.
 
İktidara elimizdeki çözümlerle gidiyoruz.
 
Gerçekçi çözümlerle.
 
Hayal projeleri yok bizde. Hayali hiçbir şey yok. Hepsi gerçekçi. Hepsi sahici.  
 
Ve inşallah yarın da dediğim gibi yeni bir eylem planı daha açıklayacağız. Bursa’da yeni eylem planımızı tanıtacağız. 
 
Ve önümüzdeki süreçte de yaptığımız güzel çalışmaları toplumumuzla paylaşmaya devam edeceğiz. 
 
Arkadan üniversitelerle ilgili eylem planımız geliyor bakın. 50 madde. 
 
Doğa hakları ve çevre geliyor. Bitti tamamen hazır.
 
Sağlık Eylem Planımız geliyor. 
 
Daha sonra 3-18 yaş Eğitim Eylem Planı gelecek. Yargı Reformu Eylem Planı gelecek. Kültür ve Sanat Eylem planı gelecek. 
 
Her alanda her alanda bunları hazırlıyoruz ve inşallah ülkemizi hakkettiği bir döneme götürmek için adil, güçlü ve zengin Türkiye’ye ulaşmak için hep beraber çalışıyoruz.
 
Ben bu vesileyle değerli basın mensuplarını ve tüm Bursalıları yarınki lansman tanıtım törenine davet ediyorum. Saat 13.00’de Bursa’da.
 
Bugün bizlerle olduğu için değerli basın mensuplarımıza tekrar teşekkürlerimizi sunmak istiyorum.
 
*****
6 Nisan 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 17. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

On yedinci
Haftalık değerlendirme toplantısı


Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen saygıdeğer dostlarımız,

Hepinizi muhabbetle selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında; bereket, dayanışma ve bağışlanma ayı olan Ramazan ayı vesilesiyle, tüm milletimize sağlık, mutluluk ve huzur diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gönül isterdi ki bu Ramazan’ı bolluk içinde geçirebilseydik.

Gönül isterdi ki, gönül rahatlığıyla çarşıya pazara çıkıp evdeki buzdolabını doldurabilseydik.

Gönül isterdi ki, esnafın yüzü gülseydi, sokakların neşesi olsaydı. Millet fatura ödemenin derdine düşmeseydi.

Ama ne yazık ki fiyatlar el yakıyor. Hayat pahalılığı can yakıyor.

Bu Ramazan’ı vatandaşlarımızın büyük bir bölümü huzurla, rahatlıkla maalesef geçiremiyor.

Kiminle konuşsam “Gıda fiyatları acayip oldu” diyor.

İnsanlar “Fiyat artışları olurdu ama daha önce böylesini hiç görmemiştik” diyor.

Avrupa’nın en büyük tarım topraklarında, sebze ve meyve etiketlerine artık yarım kiloluk fiyatlar yazılıyor arkadaşlar.

Bu usul yeni başladı biliyorsunuz, son birkaç aydır.

Gidiyorsunuz çarşıya, pazara yarım kilonun fiyatı yazılıyor.

Kimi esnaf etikete fiyat yazmaktan bile utanıyor.

Geçen gün bir manav, tezgâhta domatesin üstüne “Maalesef 20 lira” yazmış. “Maalesef 20 lira” Esnaf da çaresiz. Ne yapsın?

GÖRSEL - 1 “MAALESEF 20 LİRA” GİR

Bakın görüyorsunuz

“Maalesef” yazarak “Benim elimden bir şey gelmiyor” diyor.

Kartona o fiyat etiketine doğrusunu yazsa, aslında diyecek ki “Bu fiyatlar Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli’nin eseridir, biz ne yapalım” yazacak.

O zamanda başına başka bir iş geleceğinden korkuyor. Ancak yazabildiği bu.

GÖRSEL - 1 “MAALESEF 20 LİRA” ÇIK

Çarşıda, pazarda vatandaşlarımızla her gün karşı karşıya gelen, yüz yüze bakan esnafımız.

Sayın Erdoğan ve ekibi değil. Onlar artık çarşıdan pazardan koptu. Sokaktan koptu. Türkiye’nin gerçeklerinden koptu.

Beştepe harikalar diyarında ne fiyatlardan haberi vaaar, ne hayat pahalılığından, ne de vatandaşlarımızın aç olduğundan…

Değerli arkadaşlar bakın,

Dün sosyal medyada da bir paylaşım yaptık

Üniversiteye giden gençlerimizin çektiği sıkıntıları, yokluğu, yoksulluğu Türkiye hiç bu kadar yaşamamıştı ya.

Üniversite öğrencilerimiz hiçbir zaman Türkiye’de bu kadar maddi açıdan sıkışık zor bir tabloyla karşı karşıya kalmamışlardı.

Temel gıda ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekiyorlar.

Neler neler var, neler neler o dün yaptığım sosyal medya paylaşımının altına bir yazın bunların hepsi gerçek hayat hikayesi. Hepsi gerçek.

İki günde bir yemek yiyerek acaba yaşanılabilir mi? Test ediyoruz diyor çocuk yahu. İki güne bir yemek yiyerek acaba hayatta kalabilir miyiz diye.

Günde bir öğünle nasıl yaşarızın testini yapan üniversitede okuyan öğrenciler var şu anda gerçekten yazık günah bu ülkeye.

Türkiye’de kilosu 30 liraya kırmızıbiber, 20 liraya domates, 20 liraya salatalık satılıyorsa bunun sorumlusu bellidir arkadaşlar bunun sorumlusu bellidir.

Ülkede bir demet dereotu 10 lira ediyorsa bunun sorumlusu bellidir.

Hayat pahalılığının sorumlusu, bu döviz kurunu patlatanlardır.

Hiç sorumluluğu başka yere yıkmaya çalışmasınlar. Suçu sağda solda aramasınlar.

Dolar kurunu bir çırpıda 8 liralardan 14 liralara yükselten politikalar hangi “akıllının” aklına geldiyse, sorumlu odur.

Hayat pahalılığının sorumlusu, milletin 130 milyar dolar döviz rezervini cayır cayır yakanlardır.

Hayat pahalılığının sorumlusu, yüz milyarlarca lirayı mevduat ve proje garantilerine sürekli harcayanlardır.

Adını doğru koymamız gerekiyor: Yaşadığımız bu kriz; dış düşmandan, iç düşmandan falan kaynaklanmıyor. Bu kriz; Beştepe yapımı yerli ve milli krizdir. Adını doğru koymamız gerekiyor.

Tüm bu hayat pahalılığının sorumlusu değerli arkadaşlar hükümettir.

Hatırlayın, döviz kuru artmaya başladığında, geçtiğimiz aylarda ne diyorlardı?

Çin modeli diyorlardı.

“Kuru yükseltip ihracatı artıracağız” diyorlardı. “İthalat düşünce, cari açık kapanacak” diyorlardı.

Formül hazır;

“Türk Lirası pul olursa cari fazla elde ederiz. Enflasyonu da düşürürüz.” diyorlardı.

Yönetemediklerini itiraf edemedikleri için bu gerekçenin arkasına sığınmaya çalışıyorlardı.

Düşüyorlardı, binekten düşüyorlardı, zaten inecektik diyorlardı.

O günlerde bunların hepsini söyledik.

Yani şu kürsünün, salonun bu duvarlarının dili olsa konuşsa hepsi sabit.

Basın arşivlerinde hepsi var. İsteyen bakıp söyleyebilir. Hepsini söyledik, hepsini tespit ettik.

Zaten herkes de gördü. Olmadı. Tutmadı.

Sayın Erdoğan, iki ay yaşamayan bu Çin modeli planlarını anlatırken ne diyordu, şöyle bir hatırlayın.

“Biz ne yaptığımızı biliyoruz” diyordu.

İşte, önceki gün mart ayı ihracat rakamları açıklandı. Bu yılın ilk 3 ayında ihracat yüzde 20, ithalat ise yüzde 42 arttı.

Dış ticaret açığı tam yüzde 138 arttı.

Kur bu kadar arttığı halde oluyor bakın dikkat edin.

Kur bu kadar arttığı halde oluyor.

İktidar; geçtim bizim koyduğumuz hedefleri tutturmayı, kendi hedeflerine bile ulaşamadı.

Bakın daha geçtiğimiz Eylül ayında 3 yıllık bir orta vadeli ekonomik programı açıkladılar. Şu son dönemde açıklanan tek politika belgesi zaten o. Hükümetin açıkladığı tek politika belgesi orta vadeli ekonomik program 3 yıl vadeli program. Sayın Erdoğan’ın imzasıyla açıklanan son ekonomik program bu.

Resmi gazetede yayınlanmış.

Ne zaman yayınlanıyor?

Tarih: 5 Eylül 2021 daha yeni

GÖRSEL - 2 “ORTA VADELİ PROGRAM” GİR

Orta vadeli programdaki dolar kuruna bir bakın Allah aşkına…

2022 için yani bu yıl için 9,30. 2023 için 9,80. 2024 için 10,30.

3 yıllık ekonomik program açıklıyor, 3 ay sonra programın yerinde yeller esiyor.

“Biz ne yaptığımızı biliyoruz” diyen Sayın Erdoğan’a buradan seslenmek istiyorum:

Ne yaptığını bilmek bu mudur yahu?

Bu mu ne yaptığını bilmek?

Tek imzayla Cumhurbaşkanının imzasıyla yayınlanmış bir ekonomik programdan bahsediyoruz.

Ne oldu dolar kuruna?

Açıkladıkları gün 8,30 bugün geldi 15 Liraya dayandı.

Hayır arkadaşlar bakın, ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Ne yaptıklarını bilmiyorlar!

Bilmediklerinin de farkında değiller. Bildiklerini zannediyorlar.

İki lafın başı “ben ekonomistim” diyor demi. Daha geçen gün yine demiş. “Benim alanım ekonomi” diyor.

E hadi düzelt o zaman şunu ya. 4 yıl oldu 4. Taraflı partili Cumhurbaşkanı olarak tek imzayla yetkili olarak Cumhurbaşkanlığı görevine başlayalı 4 yıl oldu. Elini tutan mı var?

Zamanında bu ülke bir başarıdan diğer başarıya koşarken ne diyordu? “Ben imza atmasam onlar yapamazdı“ diyordu. Bizleri kastederek.

E hikmet imzadaysa, at o imzayı da ülke düzelsin bakalım.

Üstelik tek yetkilisin tek. Tek imzayla istediğini yapabiliyorsun.

Şu ekonomiyi düzelt.

Ona buna suç atma.

Madem ekonomi alanım diyorsun, ekonomistim diyorsun düzelt!

GÖRSEL - 2 “ORTA VADELİ PROGRAM” ÇIK

Arkadaşlar, gelelim enflasyona.

Peki, bu süre içerisinde enflasyon düştü mü?

İşte pazartesi günü Mart ayı enflasyon rakamları da açıklandı.

Rakamları Ayarlama Enstitüsü’ne, yani TÜİK’e göre, tüketici fiyatlarında yıllık enflasyon yüzde 61. Yüzde 61! Böyle bir enflasyonu Türkiye 20 yıldır görmedi. 61’i bile görmedi bakın. Hâlbuki bağımsız araştırmacılara göre şu anda enflasyon yüzde 142 tüketici enflasyonu.

TUİK kamufle ediyor, makyajlıyor, üstünü örtmeye çalışıyor. İndire indire ancak 61’e indirebiliyor. Açıkladığı 61 dahi son 20 yılın rekoru arkadaşlar.

TÜİK’e göre, sadece son bir ayda mazota yüzde 32, benzine yüzde 24, kuru soğana yüzde 20, kıvırcıka yüzde 17, tavuk etine yüzde 15, Ayçiçek yağına yüzde 13, toz şekere de yüzde 11 zam geldi.

Sadece son bir ayda ve TUİK’in rakamlarına tabi inanıyorsak.

TÜİK denince, bunların makyajlanmış rakamlar olduğunu da hep aklımızda tutmamız gerekiyor.

TUİK bir şey açıkladıysa bir acaba diye bakmak gerekiyor artık.

Fiyatlar saat başı artıyor arkadaşlar, saat başı.

Alın işte bakın “Ne yaptığımızı biliyoruz” dediği tablo bu.

Ben daha öncede söyledim, tekrar ediyorum Türkiye artık kronik yüksek enflasyon dönemine girmiştir.

Şu anda Türkiye kronik bir yüksek enflasyon dönemindedir.

Bırakın şu andaki hükümeti, bu kronik yüksek enflasyon sorununu çözmek her babayiğidin harcı da değildir ha.

Türkiye o çukura bir düşmüştür. Tam 34 sene boyunca çıkamamıştır. 34 sene!

34 seneden sonra ilk defa Türkiye’de enflasyonun tek haneye indiği yıl 2004 yılıdır.

O paradan 6 sıfır attığımız 2004 yılı.

34 sene bir hükümet gelmiş biri gitmiş. Biri gelmiş biri gitmiş.

Kimse başaramamış.

Bırakın şu andaki iş bilmezleri

Her babayiğidin harcı değil bunu düşürmek.

Bir de ne diyor; Fiyatlar konusunda vicdansızlık yaparak milletin aşına, ekmeğine göz dikenlere acımayacağım diyor değil mi.

Yahu, bu ülkede elektriğe, doğalgaza, akaryakıta zam yapan kim? Cumhurbaşkanı karar veriyor arkadaşlar buna Cumhurbaşkanı. Bu zamlar Cumhurbaşkanının imzasıyla yapılıyor.

Şeker fiyatını belirleyen kim? Şeker fiyatı kimin imzasıyla çıkıyor bu ülkede?

Buna karar veren Erdoğan’ın kendisi kendisi.

İşyerlerinde elektrik ve doğal gaz fiyatlarını patlatan sizsiniz.

Mazotundan gübresine tüm tarımı haşat eden sizsiniz.

TÜİK’e göre bile üretici fiyatlarındaki yıllık artış arkadaşlar üretici fiyatı bu sefer tüketici değil %115. TUİK’in açıkladığı en son Pazartesi açıkladığı rakam. Bu %115 Son 27 yılın rekoru.

27 yıldır bu ülke bu kadar yüksek enflasyon görmemiş.

Diyeceksiniz ki ya ama petrol fiyatları arttı.

Ya kardeşim 2002 den 2008 e kadarki 6 yıllık sürede petrol fiyatları Dünyada 20 Dolardan 150 Dolara çıktı. 20 Dolardan 150 Dolara çıktı biz o dönemde enflasyonu tek haneye indirdik.

Ya insan bir açıp sormaz mı? Ya Ali BABACAN siz ekibinizle beraber bunu nasıl yaptınız? Diye insan sormaz mı?

Petrol fiyatı 20 Dolardan 150 Dolara çıkıyor, biz enflasyonu eş zamanlı olarak tek haneye indiriyoruz ve orada tutuyoruz.

Bunu nasıl başardınız arkadaşlar ya diye bir insan sormaz mı?

Yok. Başarının üzerine kon. Başarının üzerinde sörf yap tamam.

Yıllarca bunu yaptılar yıllarca.

Ne diyor “ Benim imzam olmasaydı yapabilir miydi? “

Atsın imzayı tekrar yapsın. Tekrar yapsın

Petrol fiyatları şurada 80 90 Dolardan 110 120 Dolara çıktığı için hemen ona sığınıyorlar. Diyorlar ki savaş var, şu var bu var.

Ya iyi de onların hepsine geleceğim şimdi, o rakamların hepsini açıklayacağım.

Bütün dünyada enflasyon var diyorlar, iyi de bizdeki kadar yüksek enflasyon yok arkadaşlar.

Kimse uluslararası fiyatların ya da Rusya, Ukrayna savaşının arkasına sığınarak ekonomideki beceriksizliğin üstünü örtmeye çalışmasın.

Savaştan önce de bu ülkede enflasyon vardı. Petrol fiyatlarındaki son artıştan öncede bu ülkede enflasyon vardı.

Zammın sebebi sizsiniz arkadaş siz. Milletin ekmeğini küçülten sizsiniz, siz.

Suçluyu hiç başka yerlerde aramayın.

Neden mi?

Çünkü bu milletin 130 milyar dolarlık rezervini siz çarçur ettiniz.

Rusya, Ukrayna savaşından mı sattınız o rezervi?

Petrol fiyatları arttı diye mi sattınız o rezervi?

Niye arka kapıdan gizli saklı 130 milyar Doları çarçur ettiniz?

Ekonominin en önemli savunma kalkanı olan döviz rezervlerini eksi 55 milyar dolara düşüren sizsiniz, siz.

Çünkü Merkez Bankası’na yanlış talimatlar vererek döviz kurunu siz patlattınız.

Döviz kuru artınca, bu ülkede A’dan Z’ye her şeye zam geldiğini ilkokul talebeleri bile biliyor ya.

İlkokul 3’e 4’e giden çocuğa sorun, döviz kuru arttığında her şeye zam geldiğini biliyor.

Döviz kuru niye patladı? Siz rezervleri eksiye düşürdünüz. Cayır cayır iyi günlerde de biriktirdiğimiz yedek akçeleri sattınız. Döviz rezervlerini sattınız ve döviz kurunu patlattınız.

Bakın çok açık, çok açık mesela;

Döviz kuru patlamasaydı, dünyadaki zamlarla orantılı bir şekilde, bugün benzin ve mazot fiyatları artsaydı geleceği nokta ne biliyor musunuz arkadaşlar? Vergi mergi hepsi dahil 9 Lira, bilemediniz maksimum 10 Lira ya.

Eğer biz başka ülkeler gibi, enflasyonun kontrol altında tutulduğu ülkeler gibi olsa idik, döviz kurunun böyle patlamadığı bir ülke olsaydık, bugün dünyadaki fiyatların artışı sebebiyle, benzine, motorine gelecek zam bu kadar olacaktı ve 9 Lira 10 Lira civarında olacaktı.

Şu anda ne kadar? 19 Lira 20 Lira. Yani aradaki fark tam 10 Lira arkadaşlar. Aradaki fark tam kur farkı. Döviz kuru arttığı için 9 Lira 10 Lira değil de 19 Liraya 20 Liraya bugün insanlar deposunu dolduruyor. Traktörünün deposunu dolduruyor. Minibüsünün, kamyonunun, kamyonetinin deposunu 19 Liraya 20 Liraya dolduruyor.

Bu aradaki fark var ya 9 Lira 10 Lira yerine eğer bugün benzin, mazot 19 Lira 20 Liraysa aradaki 10 Liralık fark Erdoğan farkı.

Aradaki fark Erdoğan’ın kuru patlatmasının farkı. Aradaki zam Erdoğan zammı.

Benzine mazota gelen zammın 3-4 lirası dünya fiyatlarındaki artıştan. Ama tam 10 lirası Türkiye’deki kur artışındandır.

Yani değerli arkadaşlar, her bir litre benzin ve mazot için ilave 10 liralık zammı, vatandaşlarımız, Sayın Erdoğan kuru patlattığı için ödüyor.

Doğruya doğru demek zorundayız.

Kimse hatasının kusurunun üzerini başka gelişmelerle kapatmaya çalışmasın.

Hesap ortada kur gelmiş 15 Liraya, 8,30 olmuş olsaydı yarı yarıya düşecekti bu fiyatlar yani. Petrol fiyatları ne olursa olsun dünyada. Hesap çok basit.

Ama ellerindeki propaganda makinasıyla bunu örtmeye çalışıyorlar. Sürekli suçlu arıyorlar sürekli suçlu.

*****

Arkadaşlar bakın,

Gelin Sayın Erdoğan’ın bu yılın Ocak ayından itibaren enflasyonla nasıl mücadele ettiğine şöyle bir bakalım.

Daha bakın ocak ha, 3 ay önceden başlıyoruz. Bu yılın başından itibaren 2022’nin başından itibaren kendisinin 3 aylık performansını şöyle bir masaya yatıralım.

Birkaç videomuz var kendi söyledikleri. Tamamen kendi söylediklerini burada gösteriyoruz.

2022 yılının başında ne söylemiş şöyle bir bakalım:

VİDEO 1

15 Ocak 2022 “Amerika’ya bakın. Enflasyon felaket. Avrupa’ya gelin, aynı. Aradığınız gıda ürünlerini bile bulamıyorsunuz oralarda. Hamdolsun Türkiye’nin böyle bir sorunu yok.”

15 Ocak 2022

Bakın, aylardan ocak.

Rakamları Ayarlama Enstitüsü bile ocak ayında yıllık yüzde 48 enflasyon açıklamış. Ocağın 3’ünde. Sayın Erdoğan aynı ay “Türkiye’nin enflasyon sorunu yoktur” diyor. Başka ülkelerin daha çok sorunu vardır diyor.

Daha üç ay önce enflasyon sorununu inkâr ediyor.

Devam edelim…

VİDEO 2

26 Ocak 2022: “Dünyanın ekonomide en büyüğü Amerika eğer enflasyonla mücadelede bu işi başaramıyorsa, Batı’ya gelelim, Batı ülkeleri bunu başaramıyorsa, burada kendi ülkemizdeki şartlara da buna göre bakmamız lazım.

Neymiş? Kendisine göre dünya ülkeleri enflasyonla mücadeleyi başaramıyormuş.

Hâlâ aynı lafı tekrar ediyor.

Kendisi hangi dünyadan bahsediyor bilmiyorum ama bizim yaşadığımız dünyadan birkaç tane örnek verelim. Şimdi diyor ya bütün dünyada enflasyon var diye.

Bakın Şu anda Kenya’da arkadaşlar Kenya. Bir yıllık enflasyon yüzde kaç biliyor musunuz? Afrika’nın göbeğinde bir ülke, yüzde 5 buçuk. Uganda’da ne kadar biliyor musunuz? Yıllık enflasyon yıllık %3,7. Türkiye’de TÜİK’in kamufle ettiği, örttüğü, açıklamak zorunda kaldığı yüzde 61.

G20 ülkeleri arasında en yüksek enflasyon bizde.

Ben buradan Erdoğan’a sormak istiyorum: Enflasyonla mücadeleyi kim başaramıyor ya? Başarısız olan kim? Kenya’yı söyledim, Uganda’yı söyledim. Daha başka ülkelere gelmedim bakın.

Japonya enflasyon yüzde 1’e çıktı diye panik oluyor arkadaşlar.

Tedbir almamız lazım diyorlar, %1 enflasyon var diyorlar.

Geçen sosyal medyada birisi demiş; Japonya’nın bu %1-2 enflasyon paniğine: ya demiş bu %1-2 ne ki bu bizim sağ kulağımıza 2 damla bir şey demiş bu enflasyon, sosyal medyada.

Söyleyin, enflasyonla mücadelede kim başarısız ya?

Enflasyon %1-2 oldu diye paniğe kapılan mı?

Kenya, Uganda gibi %3 - %5 ile enflasyon tutan ülkeler mi başarısız? Yoksa TÜİK’in %61 açıklamak zorunda kaldığı, bağımsız araştırmacıların % 140 bulduğu enflasyonu üreten hükümet mi başarısız?

Amerika’da enflasyon yüzde 7 küsur olunca “40 yılın en yüksek enflasyonu” oldu diye acil tedbirler almaya başladırlar. %7 40 yılın en yüksek enflasyonu. Bizde şurada 1 haftada 10 günde yaşıyoruz %7’ yi.

Bir de bakın hiç utanmadan dünyanın her yerinde enflasyon yüksek diyerek sözüm ona bilmeyen vatandaşlarımızı aldatmaya çalışıyorlar ya bende buna üzülüyorum.

Ya kusura bakmayın bu vatandaşımız artık biliyor her şeyi, duyuyor, dinliyor. Hiç kimse konuşmazsa biz konuşuyoruz, biz anlatıyoruz. Çünkü vatandaşımızın doğruyu dinleyeceği kaynaklara ihtiyacı var. Doğruları merak ettiği zaman öğreneceği sağlam güvendiği kaynaklara ihtiyacı var. İşte biz 2 yıldır çok şükür bu sağlam kaynak, doğru kaynak ihtiyacını en önemli şekilde giderecek kurumlardan birisi olduk Türkiye’de.

Hesabımızı kitabımızı iyi yapıyoruz. Dersimize iyi çalışıyoruz. Ben şimdi kendisine buradan tekrar sormak istiyorum: enflasyonla mücadeleyi başaramayan kim?

Siz mi? Yoksa Afrika’ da %3 5 enflasyonla şu anda işi kontrollü götüren ülkeler mi?

Gelin, 2022’deki performansını sadece şu son 3 ay izlemeye devam edelim şimdi.

VİDEO 3

29 Ocak 2022: “Faizle mücadelemi biliyorsunuz. Faizi indireceğiz ve indiriyoruz. Bilin ki enflasyon da inecek. Daha düşecek.”

İki cümle var iki ofsayt.

Ne diyor? Ocak sonunda “Faizi de enflasyonu da indireceğiz” diyor değil mi. Üç aydır faizi indiremediği gibi enflasyonu da yükseltiyor.

Üstelik biliyorsunuz bu kur korumalı mevduat hesabı diye bir kırk senelik bir 1970 model bir tavşan çıkardılar şapkadan, Türkiye’nin görmediği faizi ödüyorlar şu anda o hesaplara. Sadece 3 aylık dönem faizi %27. Yıllık bileşiği %160’a geliyor. Bu mu faiz düşürmek yahu.

Türk Lirası mevduatı tutan vatandaşa diyor ki sen mağdur olma gel sana bide ayrıca kur farkı ödeyeyim diyor. Nereden ödüyor? Bu milletin hazinesinden, bu milletin ödediği vergilerin toplandığı hazinesinden bunu ödüyor.

Bakın arkadaşlar, şubat ayında ise ilginç bir şey oluyor.

İzleyelim.

VİDEO 4

16 Şubat 2022: “En önemli sorunumuz yüksek enflasyondur. İnşallah onun da üstesinden her geçen ay inişini görerek geleceğiz.”

Şimdi Ocaktakine baktı ne dedi indireceğiz bunu dedi. Şubat’ın ortasına gelmiş çünkü Ocak enflasyonu açıklanmış inmiyor. Şubat’ta ne diyor? Her ay indireceğiz diyor. Mart geldi yine inmedi ya. Mart’ta açıklanan enflasyon Şubat’ında üstünde. Yine inmiyor %54’tü %61 oldu. Böyle yüzlerce video var, yüzlerce kayıt var, yüzlerce. Şunu yapacağız diyor, bunu yapacağız diyor hiçbirisi tutmuyor. Yapabildiği hiçbir şey yok. Ama burada en azından bir adım atmış ne yapıyor? Sorunu inkâr etmeyi bırakıyor ve sorunu kabul ediyor. Enflasyon yüksek galiba demeye başlıyor.

İki ay önce “Enflasyon sorunumuz yok” diyen Erdoğan, “En önemli sorunumuz yüksek enflasyondur” demeye Şubat ayında başlıyor.

Ama u dönüşlerine bakın, hıza bakın, virajlara bakın. Tabi arkadan takip eden troller kuş sürüleri falan yetişemiyorlar çoğu zaman, virajı alamıyorlar, taklalar atıyorlar o ayrı onu siz sosyal medyadan takip ediyorsunuz.

Yani daha önce hiç olmayan bir sorun, bir anda sorunlar listesinin en tepesine yerleşiveriyor Şubat ayında.

Ve gelelim mart ayına. Bakın Ocak, Şubat Mart Daha dün bunlar dün, ne diyor?

VİDEO 5 “Hayat pahalılığının önüne geçmek, vatandaşımızı enflasyona ezdirmemek boynumuzun borcudur.”

Sayın Erdoğan,

Hani enflasyon düşecekti? Enflasyon, düşürmekten bahsettiğiniz her gün yükselmeye devam ediyor.

Hani vatandaşı enflasyona ezdirmeyecektiniz? Kendi açıkladığınız rakamlar bile sizi doğrulamıyor. Kendi emrinizdeki TÜİK bile enflasyon sorununun üzerini kapatamıyor artık.

Üstelik değerli arkadaşlar bakın 27 yıl sonra 3 haneye çıkan bir üretici fiyat artışı var. Fakat tüketici fiyatları geriden geliyor. Çarşının, pazarın fiyatlarını tırmandırmaya devam edecek bir tabloyla karşı karşıyayız. Niye?

Üretici fiyatları %115 artmış. Ama Tüketici fiyatları şu anda hala %61 TÜİK’e göre. Aradaki fark tam 54 puanlık bir fark. 54 puan tarihi rekor ÜFE ile TÜFE arasındaki fark Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir zaman bu kadar açılmamıştı. Niye? Maliyetler artıyor, ama vatandaşın satın alma gücü o hızla artmadığı için bu artan maliyetlerin hepsi fiyatlara yansıtılamıyor.

Yani henüz zam yapılamayan çok ürün var. Maliyet artmış, ama bu artış satış fiyatlarına henüz tam yansıtılamamış.

Onun için enflasyonla mücadele, bu hükümetin yapabileceği bir şey olmaktan artık çıktı.

Yapamayacaklar arkadaşlar, yapamayacaklar, mümkün değil ya.

İnanın en iyi kadroların bile zorlandığı bir konudur bu kronik enflasyon, kronik yüksek enflasyon.

Bırakın şu anda dökülen kadroları, iş bilmez kadroları.

En iyi kadroların bile zorlandığı bir alandır. Kolay değildir.

Döviz kurunun ipini bir kere ellerinden kaçırdılar. Ve şimdi o ip ülkenin ayağına dolanıp duruyor.

Ama sayın Erdoğan’a da iyi bir haberim var.

Türkiye bu krizden çıkacak.

Türkiye bu kronik yüksek enflasyon sorununu çözecek.

Ancak o gün, siz artık ülkenin yönetiminden ayrılmış olacaksınız.

Çünkü hukuk olmadan, adalet olmadan, demokrasi olmadan bu kriz çözülemeyecek.

Hiç boşa çırpınıp durmayın. Panik halinde bütün düğmelere istediğiniz kadar basın yapamayacaksınız. Ağzınızla kuş tutsanız başaramayacaksınız.

Çünkü arkadaşlar, kendisini anayasayla, yasalarla bağlı hissetmeyen, hukukun üstünlüğü ilkesini her gün çiğneyen, özgürlükleri kısıtlayan, kurumların itibarını yok eden bir zihniyetin, bu ülkeye krizden başka sunacağı hiç bir şey yoktur ve olmayacaktır da bunu göreceksiniz.

Arkadaşlar, işte biz bu otoriter ittifak sarmalından kurtulacağız, kimsenin şüphesi olmasın.

2001-2002 ve 2008-2009 krizlerini nasıl aştıysak, bugünkü Beştepe yapımı, yerli ve milli bu krizden de ülkemizi en kısa zamanda yine biz çıkartacağız.

Daha önce nasıl yaptıysak, yine yapacağız.

Bazıları soruyor: “Peki Nasıl yapacaksınız?” diyorlar.

“Çözümünüz yok” diyorlar ya.

Oysa biz, ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı, bütün detaylarıyla açıklıyoruz ya, bütün detaylarıyla. Eylem planları açıklıyoruz. Şu anda var mı Türkiye’de böyle bir şeyi yapabilen? Var mı? Yok.

Bu güne kadar tam 5 tane eylem planı açıkladık. Önümüzdeki 1 - 2 ay içinde bir 5 tane daha geliyor hepsi hazır.

Bakın en son tam 119 maddelik ekonomi ve finans eylem planımızı açıkladık. 119 madde! Tek tek tablolar halinde hepsi yazıyor.

Nasıl çözeceksiniz diyor. Ya arkadaş bir okusanıza. Bilmiyorsanız bilene sorsanıza.

Bizim çözümümüz burada hazır, 119 madde hepsi takvime bağlanmış. Hepsinin tek tek bütçesi hazırlanmış.

Bize çözümünüz ne diye soranlara ben soruyorum.

Sizin çözümünüz ne?

Allah aşkına şöyle bir sayfayı alında bir ortaya koyun bir görelim. Bir sayfa bir şey koyun ortaya koyun görelim.

Bizim çözümlerimiz hazır. Biz hazırız. Ne diyoruz?

Bu Pazar seçim olsa DEVA hazır diyoruz. Hazırız.

Bakın, buradan ben çok net ifade etmek istiyorum:

Biz, bu milletin sofrasındaki ekmeği büyüteceğiz arkadaşlar.

Bu iş çözülecek arkadaşlar, çözülecek. Hiç endişeniz olmasın. Önümüzdeki seçimlerden sonra bu kriz bitecek.

Enflasyonu yeniden tek haneli seviyelere indireceğiz.

Biz yaparız biz. Herkes yapamaz, yapamıyor.

Ama biz yaparız. Bu kadrolar yapar.

Dürüst ve ehil kadrolarınız olacak. Karar alırken ortak akıl ve istişareyle alacaksınız. Formüller basit yahu.

Ama bunu uygulayacak zihin lazım zihin.

Böyle bir zihniyetle yönetilmiyor ülke.

Benim alanım ekonomi, ben ekonomistim diyenlerin batırdığı bu ülke zaten.

94 krizinde yaşamadık mı? Ekonomi profesörü başbakan oldu 94 krizinde yaşamadık mı? Ben her şeyi herkes den iyi bilirim diyenden korkacaksın.

1000 biliyorsa 1 bilene soracaksa onlara diyeceksin ki tamam. Bu iyi olan. İstişareyle işini yapıyorsa doğru yolda. Ortak akıl peşindeyse doğru yolda. Uzlaşı, mutabakat kültürüyle iş yapıyorsa doğru yolda.

Kim ben ben ben diyorsa, ben bilirim diyorsa ondan korkun. 84 milyonluk bir ülke bir kişinin küçük zihin dağarcığıyla yönetilemez.

Halkımızın satın alma gücünü arttıracağız.

Türkiye’de hiçbir çocuk yatağa aç girmesin diye çalışacağız.

Asgari ücret, açlık sınırının altında kalmayacak.

Biz bunları akılla, bilimle ve azimle yapacağız.

Para politikasında fiyat istikrarından vazgeçmeyeceğiz. Para politikasının finansal istikrara katkı yapan bir anlayışla yürütülmesini sağlayacağız.

Merkez Bankası yönetimini, Cumhurbaşkanlığı makamının saldırısından kurtararak tam bağımsız hale getireceğiz.

Enflasyonla mücadelede, döviz kurundaki oynaklıklara karşı, Merkez Bankası’nın elindeki araçları güçlendireceğiz.

Merkez Bankası’nın rezervlerini evet yeniden inşa edeceğiz. Rezerv yönetimini şeffaf ve hesap verebilir hale getireceğiz.

Hiç şüpheniz olmasın. Tüm bunları yapacağız.

Emaneti en kısa sürede teslim alacağız. Kolları sıvayıp derhal çalışmaya başlayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Belki milyon kere söyledim ama bıkmadan tekrar edeceğim:

Tüm parti teşkilatlarımızın da sürekli bunu tekrar etmesinde büyük fayda görüyorum.

Hukuksuzluğun hüküm sürdüğü bir ülkede, yoksul ve mutsuz insanları görmek mukadderdir.

Hukuksuzluğun hüküm sürdüğü bir ülkede, hayat zorlaşır.

Hukuk olmadan ekonomi olmaz. Ben söylüyorum hukuk olmadan ekonomi olmaz diye. Şöyle bunların duvarlarına yazmaları lazım.

O külliyede 1100- 1200 tane oda var ya, her odanın duvarına yazması lazım. Girerken çıkarken her gün okuması lazım. Başka türlü anlamıyor çünkü. Başka türlü olmayacağını anlamıyor.

Bakın değerli arkadaşlar; hukukun üstünlüğü yoksa bir ülkede, adalet yoksa demokrasi yoksa temel hak ve özgürlükler ihlal ediliyorsa, o ülkede ekonominin düzelmesi mümkün değildir. Olmaz.

Onun için yapamayacaklar diyorum. Bunu bildiğim için ağızlarıyla kuş tutsalar beceremeyecekler diyorum.

Bugün sizlerle paylaşmak istediğim bir diğer hususta hekimlerimizle sağlık çalışanlarımızla ilgili.

Biliyorsunuz değerli arkadaşlar, hekimlerin yurt dışına çıkmaları için Türk Tabipleri Birliği’nden bir belge almaları gerekiyor. Bunun adı, “İyi hal belgesi”.

Daha önce burada ve başka konuşmalarımda bu belgeye yapılan başvuru sayılarını sizlerle paylaşmıştım.

Yetişmiş insan gücümüzün Türkiye’yi terk etmek istediğini söyleyerek, iktidarı uyarmıştım.

Sadece hekimler değil, hekimlerle ilgili elimizde somut veri olduğu için bunu söylüyoruz.

Her meslekten iyi yetişmiş insanımız bu ülkeyi terk ediyor.

Burada olanlar da ilk fırsatta terk etmek istiyor.

Peki, buna iktidar ortaklarının yanıtı ne oldu?

Büyük ortak, hekimleri kast ederek, “Giderlerse gitsinler” dedi. Ne yaptığının farkında olarak, milletin önüne sağlık çalışanlarını atıverdi.

Öbürü, yani krizlerin ortağı Bahçeli, hekimlerin meslek birliğini hedef göstermeye devam etti.

Sağlık çalışanları, zor şartlar altında çalıştıkları yetmezmiş gibi, bir de Erdoğan ile Bahçeli’nin böyle saldırılarıyla muhatap oluyorlar. Bununla uğraşıyorlar.

Gelin, yurt dışına gitmek için başvuru yapan hekimlerin sayısına şöyle bir bakalım.

Grafik 1- İYİ HAL YILLAR GİR

Bu geçen yılki sayılar arkadaşlar

Yani 2021 den başlıyor 2020-19-18-17 yani her sene kaç hekimimiz yurt dışına çıkmak için başvurmuş.

Bakın 2012 de 2013 de toplam tüm Türkiye genelinde 59 kişi 90 kişi gibi rakamlar. Niye çünkü o yıllar da insanların Türkiye’den bir umudu vardı ya.

Geçen sene kaç olmuş bu rakam? 2021 yılı kapanmış.

Tam 1405’e çıkmış sayı. Rekor. Geçen sene yani taraflı bir partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin 3. Yılında tam 1405 hekim yurt dışına çıkmak için iyi hal belgesi almış. Ortalamaya vurun 12 aylık ortalamaya 1407’yi 12 ye bölün 117 hekim. Geçen sene aylık ortalama 117 hekim yurtdışına çıkmak için başvurmuş.

Grafik 1- İYİ HAL YILLAR ÇIK

Peki, gelelim şimdi bu yıla. 2022 Ocak şubat mart rakamları da açıklandı.

Geçen sene ortalama 117 olan sayı bu yıl nasıl?

Grafik 2- İYİ HAL AYLAR GİR

Ocakta 197, Şubat’ta 157 ve martta tüm zamanların rekoru 213 hekim yurt dışına çıkmak için gereken belgeden istemiş. Geçen ay rekor kırılmış.

Bu rakam, 2012, 2013, 2014 ve 2015 yıllarında ki bir tam yılın toplamı kadar sadece şu mart. 1 yılda giden kadar 1 ayda gidiyor.

Yani, bunca emekle yetiştirdiğimiz 567 hekimimizi şu son üç ayda kendi ellerimizle başka ülkelere hediye ediyoruz.

Az bir maliyet değil, az bir emek değil bir hekimin yetişmesi.

En iyi insan gücümüzü Türkiye’de tutmamız gerektiği halde, en yetişmiş insanlarımızı kaybediyoruz. Hızla kaybediyoruz.

Daha önce söz konusu gençler olduğunda da söylemiştim. Şimdi hekimler için tekrar ediyorum.

Bir ülkeye gıcır gıcır hava limanları yapabilirsiniz eyvallah. Bu ülkeye yakışır. Ama o ülkenin iyi yetişmiş insan gücü, o havalimanlarının dış hatlarını umut kapısı olarak görüyorsa hiçbir altyapı yatırımıyla onları geri kazanamazsınız.

Yarınlarınızı kazanmak istiyorsanız;

Adil ve özgürlükçü bir zihniyetle bu ülkeyi yönetmeniz lazım.

İşte biz bu bilinçle yolumuzu çizdik. Yolumuza bildiğimiz gibi devam ediyoruz.

Ülkemizi gidemeyenlerin ülkesi olma utancından da kurtaracağız.

Türkiye’yi mutlaka mutlu insanların ülkesi haline getireceğiz.

Grafik 2 - İYİ HAL AYLAR ÇIK

*****

Değerli basın mensupları,

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz haftanın en dikkat çekici olaylarından birisi de Adalet Bakanlığı’nda yaşandı.

Adalet Bakanlığı, 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülen Cemal Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a nakli konusunda olumlu görüş bildireceğini açıkladı.

Hatırlayalım, Sayın Erdoğan, Kaşıkçı cinayetinin ardından “Gazetecinin ölümünün tüm yönleriyle aydınlatılıp aydınlatılmayacağı, çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağını belirleyecektir” demişti değil mi. Çok iddialı bir laf, çok iddialı. Çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağı bu vaka üzerinden, bu cinayet üzerinden belirlenecek demişti.

Belli ki, geldiğimiz noktada, çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağının kararı şu anda artık Suudi yargısına bırakılmış durumda.

Son aylarda, Erdoğan’ın bu uluslararası alanda iyice artan U dönüşlerine bir yenisi daha eklendi. Ülkemizin uluslararası alandaki itibarı yine zedelendi.

Sayın Erdoğan, Türkiye’nin ahlaki üstünlüğünün olduğu konuları bile, pazarlık masasında nasıl böyle heba edebildiğini bütün dünyaya gösterdi, gösteriyor.

Arkadaşlar,

Suç mahallinin Türkiye olduğu bu Kaşıkçı cinayetinin üstünün örtüleceği yönünde çok güçlü işaretler var.

Bu aşamada neyin pazarlığının döndüğünü bilemiyoruz. Ancak Türkiye’nin bir süredir tehlikeli bir bataklığa doğru sürüklendiğinin gayet iyi farkındayız.

Ekonomisi zayıfladıkça diğer devletlerden borç dilenen, swap dilenen, borç dilendikçe el alemden emir alan, emir aldıkça ahlaki üstünlüğünü yitiren bir yönetimin Türkiye’ye büyük zararlar verdiğini gayet iyi görüyoruz. Çok açık.

Birleşik Arap Emirlikleri’nde de gördük değil mi?

Yahu tam 5 yıl, bu ülkeyi 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün arkasındaki ülke olarak ilan ettiler. Bütün ilişkileri bozdular, bunlar terörün destekçisi dediler. Daha geçen yılbaşında hükümetin ifadesi bunlar.

Peki, ne oldu da birden Devlet töreniyle karşılandılar?

Ne oldu da sarmaş dolaş oldular?

Ha bir tane mafya örgütünün lideri var orada, acaba onun söyledikleri, ilerde söyleyebilecekleri konusunda bir pazarlık mı döndü onu bilemiyoruz.

Yok mesele eğer 4,5 milyarlık bir swap anlaşmasıysa ki şu ana kadar yapılan tek o başka bir şey duymadık, Birleşik Arap Emirlikleri’yle bu kadar ucuz mu ya?

Siz daha aralık ayında 17 milyar Dolar daha döviz yakmışınız. Aralık ayında sizin 1 haftada yaktığınız döviz zaten 4,5 milyar Dolar.

Aralık ayında bir haftada yaktığınız döviz için mi gittiniz kapılarına?

Bunun için mi sarmaş dolaş oldunuz?

15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne kalkışan o işin içinde olanlar hak ettikleri en ağır cezayı şu anda görüyorlar. Görmeliler de. Ama bir ülkeyle ilişkilerin birdenbire böyle düzeltilmesi, böyle bu kadar ucuz mu ya.

Eğer elinizdeki bilgiler yanlışsa, eğer bu ülke 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüyle alakası yoksa yanıldıysanız çıkın bunu ilan edin.

Deyin ki ya ‘biz yanlışmışız, elimizdeki bilgiler yanlışmış. Biz o ülkeden de özür diliyoruz kendi halkımızdan da özür diliyoruz. Çünkü hem ülkeyi boş yere rencide etmişiz. Hem de vatandaşlarımıza yanlış bilgi vermişiz.’

Çıkın özür dileyin. Eğer bilgi yanlışsa, bu 15 Temmuzun destekçisi olma bilgisi yanlışsa çıkın açıklayın ve özür dileyin.

Yok, doğru da 4,5 milyar Dolar ve o mafya örgütünün başındaki kişinin söyleyebileceklerinden korktuğunuz için bunu yaptıysanız size yazıklar olsun ya.

251 Şehit verdik, binlerce Gazimiz var.

Bu kadar ucuz mu ya.

Değerli arkadaşlar ben burada şimdilik sözlerime son vermek istiyorum, sorusu olan arkadaşlarımız var mı? Gazeteci arkadaşlarımızdan sorusu olan var mı? Diye şöyle bir bakayım eğer sorusu olanlar varsa, sorularına cevap vermeye çalışalım.

 

30 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 11. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

On birinci
İl başkanları toplantısı


Çok değerli il başkanlarımız,

Bölge koordinatörlerimiz,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli Genel Merkez Başkanlık Kurulu üyeleri,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

Bugünkü İl Başkanları Toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli yol arkadaşlarım,

Parti çalışmalarımız açısından dolu dolu geçen bir dönemdeyiz.

Geçtiğimiz on gün içinde, Bursa’da, İzmir’de, Balıkesir’de, Çanakkale’de sizlerle bir araya gelme fırsatı buldum.

Hem kongrelerimizi gerçekleştirdik hem de sokaklara çıkıp vatandaşlarımızın derdine kulak verdik.

Bu gerçekleşen yapmış olduğumuz güzel yoğun program sebebiyle tüm il başkanlarımıza ve ekiplerine buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum.

Biliyorsunuz bu ay içerisinde mart ayı içerisinde partimizin 2. Kuruluş yıl dönümünü kutladık. Tam 2 yaşımızı doldurduk. Bu kuruluş yıldönümü vesilesi ile tüm Türkiye’de vatandaşlarımızla buluştuk, kaynaştık.

İlk günden itibaren söylediğimiz cadde cadde, sokak sokak, mahalle mahalle, kapı kapı gezeceğiz dediğimiz uygulamanın bir güzel örneğini de kuruluş vesilesi ile gerçekleştirdik.

Tabi burada bu çalışmalarımız bitmeyecek. Yoğun bir şekilde devam edeceğiz.

Halkımıza dokunmadıkça, vatandaşlarımızı dinlemedikçe onlara hazırlıklarımızı, bu ülke için yaptığınız güzel çalışmaları birebir anlatmadıkça arkadaşlar işimiz kolay olmayacak bunu bilmemiz lazım ve bu hedefe dönük olarak hep beraber tüm teşkilatlarımızla beraber yoğun bir çalışma ortaya koymamız lazım.

Bu süreç içerisinde bir yandan teşkilatlanma çalışmalarımızı hız kesmeden sürdürürken bir yandan da ülkemizin yarınları için yoğun bir hazırlık içinde olduk.

Biliyorsunuz Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyoruz ve her alanda eylem planları hazırladık, hazırlıyoruz.

Geçtiğimiz ay içerisinde ekonomi ve finansla ilgili eylem planımızı açıkladık.

Makroekonomi finans ve istihdam konusunda neler yapacağımızı tam 119 maddelik çok kapsamlı bir eylem planıyla ortaya koyduk.

Bu 5. Eylem planımızdı. Biliyorsunuz tarımla başladık. Afet yönetimi ile devam ettik. Arkasından sosyal politikalar sosyal destek ile ilgili eylem planımızı açıkladık. Dijital dönüşüm ve teknoloji ile ilgili eylem planımızı açıkladık ve en son 5. Eylem planımız ekonomi ve finans eylem planıyla da mart ayını tamamladık.

Şimdi önümüzde tamamen hazır olan ve açıklamak için takvimi çalıştığımız eylem planları var.

Mesela Yerel Yönetimler ve Şehircilik eylem planımız. Tamamen hazır.

Doğa Hakları ve Çevre Eylem planımız tamamen hazır.

Üniversitelerle ilgili üniversite eylem planımız tamamen hazır.

Sağlıkla ilgili eylem planımız tamamen hazır.

Ve bu eylem planlarının sayısı arkadaşlar 20’ye çıkacak binlerce maddelik adımları somut bir şekilde ortaya koyacağız.

Bu yaptığımız çalışmaların yanından geçebilen yok.

Yakınına yaklaşabilen yok.

Devlet tarafında böyle bir şey yok. Plan program kültürü yok.

Her şey rastgele her şey günü birlik adımlarla yönetiliyor.

Şöyle ülke için yarınlara bakıp da ne gerekiyor? Ne yapmak lazım bunun bir planlaması, hesabı kitabı şu anda hükümet için yok.

Eskiden bir Devlet Planlama Teşkilatı vardı biliyorsunuz.

Onu da kapattılar. Çünkü plan program sevmiyorlar.

Planlarla programlarla kendilerini bağlamak istemiyorlar.

Aklıma geleni o anda yapmalıyım diyorlar.

Sabah uyanınca aklıma ne eserse, keyfim ne gerektirirse yapıp geçmeliyim diyorlar.

İşte böyle bir zihniyetle yönettiklerinde de ülke bir krizden bir başka krize savruluyor.

Bu kafayla bu krizler bitmez.

Bu hükümetin iş tutma tarzıyla bu ülke krizlerden asla çıkamaz.

Küçücük bir işletmenin dahi yahu 5 kişi 10 kişi çalışan bir işletmenin bile bir bütçesi olur bir hesabı kitabı olur. Bir gelir gider dengesi olur.

Bunlarda hiç birisi yok, hiç birisi yok.

Koskoca ülkenin bir ekonomi politikası yok.

Koskoca ülkenin bir dış politikası yok.

Bir eğitim politikası yok.

Bir tarım politikası yok.

Onun için savruluyoruz arkadaşalar.

Her karşılarına çıkan konuda o günün kararını alıyorlar o günü ne kurtarır ona bakıyorlar ama ne o günü kurtarıyorlar nede bu ülkenin yarınlarına faydaları dokunuyor.

İşte o yüzden bu ülke sorunların gittikçe büyüdüğü bir hale geldi.

İşte biz plandan programdan yanayız.

Biz her zaman iyi bir hazırlıktan yanayız.

Hazırlığımızı öyle yüzeysel de değil derinlemesine yapıyoruz.

Bakın güçlendirilmiş Parlamenter sistemle ilgili çalışmamızı, partimiz kuruldu Mart 2020’de Aralık 2020 geldiğinde tamamen bitirmiştik.

Kodifikasyonu tamamlanmış 74 maddelik bir anayasa paketi hazırlamıştık.

Ama biliyorduk ki anayasa değişikliği mecliste nitelikli çoğunluk gerektiriyor.

En az 360 milletvekili evet diyecek ki referanduma götürebilin.

En az 400 milletvekili evet diyecek ki bunu mecliste gerçekleştirebilin, değiştirebilin.

Yakın tarihimizde hiçbir zaman hiçbir siyasi parti anayasayı değiştirecek güce ulaşmamıştır.

Avrupa Birliği sürecinde bakın Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşılayabilmek için bizden çok miktarda anayasa değişikliği beklentisi vardı.

Demokrasimizin ilerletilmesi için, temel hak ve özgürlükler konusunda Türkiye’nin ilerlemesi için, güçler ayrımının iyileştirilmesi için çok sayıda anayasa değişikliği gerekiyordu.

Biz 2005 yılında müzakerelere başladık ama 2003 ve 2004 yılında 2 yıl boyunca hummalı bir çalışmayla gerekli reformları yaptık.

Anayasanın 3’te 1’ini değişirdik.

Çoğunuz hatırlamaz, referanduma dahi gerek olmadan anayasanın 3’te 1’ini değişirdik.

Mecliste sadece 2 parti 2 parti vardı. 2 parti uzlaştı, uzlaşma olduğu anda anaysa değişikliği yaptık.

Ve bu uzlaşı kültürü arkadaşlar çok kıymetli bakın. Kavgayla, gürültüyle, kutuplaştırmayla eğer ülkeyi yönetiyorsanız, inşaları ötekileştirerek sürekli düşman arayarak ülkeyi yönetiyorsanız hiçbir faydanız dokunmaz memlekete.

Yapamazsınız, köklü reformları gerçekleştiremezsiniz.

Köklü reformlar ancak ve ancak siyasi uzlaşı siyasi mutabakat zemininde yapılır. Ve tabi ki toplumsal uzlaşı toplumsal mutabakat zemininde yapılır.

İşte biz köklü değişiklik istiyoruz bu ülkede.

Biz bu ülkede sistemi yeniden inşa etmek istiyoruz.

Yepyeni bir devlet, ülke yönetim sistemi inşa etmek istiyoruz.

Onun için güçlendirilmiş parlamenter sistem diyoruz.

Onun için parlamenter sisteme geçişle alakalı çalışmamızı bitirdiğimiz ilk günden itibaren uzlaşı arayışına başladık.

Hatırlayın, Aralık 2020’de bitirdik Ocak 2021’den başlayarak ben diğer partilerin siyasi başkanlarını ziyaret etmeye başladım.

Dedim ki biz hazırız. Siz hazır olduğunuz anda da beraber olmaya hazırız. Arkasından geçen sene Eylül ayı geldiğinde bütün partiler çalışmalarını bitirdi, parlamenter sistem istiyoruz diyen partilerin hepsi “Biz hazırız” deyince o 6’lı masayı ilk defa kurmuş olduk.

Genel başkan yardımcılarımızın temsil edildiği 6 kişilik masa gerçekten Eylül, ekim, kasım, aralık... 4 ay içerisinde çok güzel bir çalışma örneği ortaya koydu.

Hem sağlam bir içerik, uluslararası standartlarda sağlam bir içerik, hem de uzlaşı kültürünün beraber çalışma kültürünün nasıl olması gerektiği ile ilgili gerçekten güzel bir örnek ortaya koyulmuş oldu.

Ben bu vesileyle başta Genel Başkan Yardımcımız Mustafa Yeneroğlu olmak üzere bu çalışmada, güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışmasında emeği geçen bütün arkadaşlarımıza tekrar huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum.

Bir şeyi iyi bilebilirsiniz arkadaşlar bir şeyi çok da iyi bilirsiniz ama önemli olan o iyi bildiğinizi diğer bilenlerle de konuşup uzlaşı kültürünü ortaya koyabilmeniz.

Önemli olan işin omurgasından taviz vermeden omurgayı sağlam tutup uzlaşı arayışıyla hem siyasi hem toplumsal uzlaşı arayışıyla bir ortak çalışma kültürünü oluşturabilmek.

Biz bunun çok önemli bir örneğini ortaya koyduk.

Yapamazlar diyorlardı... Beş benzemez diyorlardı 6 benzemez diyorlardı.

Hepsini yaptık.

Ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar hiç alışmış olmadıkları biz uzlaşı kültürünü biz Türkiye’de yeniden inşa ediyoruz yeniden...

Yeniden bir mutabakat kültürünü inşa ediyoruz.

Bu ülkenin buna çok şiddetle ihtiyacı var arkadaşlar.

Halkımız yoruldu, gençlerimiz yorgun. Her gün hakaret işitmekten her gün kavga gürültü dinlemekten insanlarımız yorgun.

Bu iktidarın bu ortaklığın sürekli olarak ülkeye gelmesinden, sürekli bu nefret dilini kullanmasından sürekli olarak toplumu germesinden insanlar yorgun.

Yahu biraz sakinleşelim.

Problemlerimizi ortaya koyalım, özgürce sorunlarımızı tartışalım bu ülkede. Çünkü derdini söylemeyen derman bulamaz. Atasözü.

Siz bu millete derdini söyletmiyorsunuz ki derman bulabilesiniz. Benim problemim var, sorunum var diyeni konuşturmuyorsunuz.

İfade özgürlüğünü bitirdiniz bu ülkede yahu.

10 bin tane gazeteciyi işten kovdurdunuz.

Sivil tolum, meslek örgütleri baskıyla, zulümle sus pus ettiniz hepsini.

İnsanlar derdini, konuşamıyor. Derdini konuşmayan derman da bulamıyor.

İşte onun için biz ne diyoruz arkadaşlar, özgürlük.

Önce özgürlük. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü..

Buralardan başlamamız gerekiyor.

Onun için dedik bakın bizim parti programımızın ilk bölümü, 1’inci sayfa 1’inci bölümü özgürlükle başlıyor. Bunun için.

İnşallah seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 dakikalık açıklamasının ilk paragrafları da özgürlüklerle başlayacak. Bunu da hazırlıyoruz.

İnsanlarımıza döneceğiz, ya rahat bir nefes alın. Korkma Türkiye diyeceğiz korkma. Konuş Türkiye diyeceğiz. Bunu diyeceğiz hep beraber.

Bırakın insanlar rahatça tartışsın, rahatça konuşsun. Bu ülkenin şuralarda şuralarda sorunu var desin. Önerilerini getirsin hep beraber çözelim.

Akıl akıldan üstündür. Bin biliyorsan bir bilene sor demiş atalar değil mi?

Bunların artık ne uzlaşı kültürü var ne istişare kültür var. Onun için ülke bataklıkta çırpınıp duruyor. Çırpındıkça da bataklığın derinlerine doğru sürüklüyor maalesef.

Değerli arkadaşlar biliyorsunuz şubat ayının sonunda bu partilerin üzerinde uzlaşmış olduğu güçlenmiş parlamenter sistem metnini 45 sayfalık bir metni kamuoyu ile paylaştık.

Hem o metnin açıklanmasından önce yapmış olduğumuz 12 Şubat’taki yuvarlak masa toplantısı hem o şubat sonundaki imza töreni hem de geçtiğimiz pazar akşamı bizim ev sahipliğimizde düzenlemiş olduğumuz 6 genel başkanın buluşması gerçekten ülke için çok büyük bir umut kaynağı oldu.

Bu iş olmaz, bu iş düzelmez, nu ülke bu sıkıntılardan çıkamaz, bunlar bir araya gelemez diyenlere de inat gayet güzel bir birlikteliği ortaya koymuş olduk.

Ve bu toplantıda gerçekten güçlendirilmiş parlamenter sistem metnini tamam açıkladık ama bundan sonra ne yapacağız?

Önümüzde çok kritik bir süreç var. Güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışması çok önemli ve gerekli.

Ama o bir hedef. O hedefe ulaşıncaya kadar ne yapacağız? O hedeflere ulaşmak için hangi adımları atacağız?

Çok önemli konular var tartışılması gereken, konuşulması gereken.

İşte onun için bu 27 Mart buluşmamızın yani geçen Pazar bizim ev sahipliğimizde yapılan buluşmanın ön hazırlığı çok önemliydi.

Biliyorsunuz ben tek tek genel başkanları ziyaret ettim. Her birinin görüşünü aldım.

Dedim bizim bir taslağımız elimizde ama siz ne düşünüyorsunuz? Bir öneriniz var mı? Ya da bu taslakta çıksın, girsin, değişsin dediğiniz hususular var mı diye tek tek görüşlerini aldım ki iyi bir ön hazırlık olsun diye.

Ve arkasından 27 Mart akşamı oturduk 5 saati aşkın bir süre içerisinde önümüzdeki ayların hatta seçime kadar ki sürenin güzel bir planlamasını yaptık.

Ekonomi ve dış politika alanında yaşanan güncel gelişmeleri de masaya yatırdık.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş sürecinin yol haritasını belirlemek üzere bir komisyon oluşturduk.

Burada çok detaylar var arkadaşlar çok kritik.

Çünkü bir geçi sağlıyorsunuz. Mevcut sistem içerisinde, seçime gidip mevcut sistemle devam edecek olsanız belki yönetmesi daha kolay bir süreçten bahsediyoruz ama yeni bir sistem iddianız var.

Mevcut sistemle seçime gidip mevcut sistemle seçimi kazanıp, seçimi kazanan hükümetin ve meclisin ülkeyi parlamenter sisteme götürmesi gerekiyor.

Nakış işler gibi işlenmesi gereken süreçten bahsediyoruz. İnce işçilik gerektiren bir süreçten bahsediyoruz.

Aksi halde bugün iyi niyetle başlayan çalışmalar yarın ihtilaflarla sonuçlanabilir. Milletimizde de çok büyük hayal kırıklığı oluşturabilir.

Onun için çalışmaktan korkmayacağız. İnce planlama yapmaktan korkmayacağız.

Her şeyi masaya yatıracağız, yüzleşeceğiz ve bu ülkenin yarınlarını hep beraber nasıl kurtarırız? Bu ülkenin gençlerinin tekrar bu ülkede nasıl yaşama umudunu yeşertiriz? İşte buna çalışacağız.

Başka konularda çalıştık.

Önümüzdeki seçimden başlayarak, yeni sistem tesis edilene kadar, ülkenin nasıl yönetileceğini çalışmaya başlamaya karar verdik ama bir yandan da seçim güvenliği konusunda da ortak hareket etme kararını aldık.

Bu da son derece önemli.

Çünkü arkadaşlar milletimizin iradesinin, seçim sonuçlarına olduğu gibi yansıması burada çok temel bir konu.

Sandıklara sahip çıkmamız gerekiyor. Teşkilatları iyi organize etmemiz gerekiyor.

Hukukçularımızı çok iyi organize mobilize etmemiz gerekiyor. Çok sağlam bir bilgi işlem altyapısına sahip olmamız gerekiyor.

Çünkü arkadaşlar bakın tarih boyunca sandık bilinci hep en üst seviyelerde seyretmiş milletimizin, demokratik iradesine leke sürülmesine izin veremeyiz.

Hem seçimi açık farkla kazanmak zorundayız hem de sandıklara tek tek sahip çıkmak zorundayız.

Bu otoriter ittifaktan kurtulmak için sandık gününü iple çeken milletimizin umudunu da boşa çıkaramayız.

İşte bu nedenle altı siyasi parti seçim güvenliğini sağlamak üzere de bir komisyon oluşturdu.

Dediğim gibi işin teşkilat boyutu var, hukuk boyutu var ve bilgi işlem altyapısı boyutu var.

Hepsini çalışacağız ve en iyisini yapacağız.

Arkadaşlarımız gereken tüm çalışmaları detaylı bir şekilde ortaya koyacaklar.

Rehavete kapılmadan, çalışılmadık alan bırakmadan üzerimize düşen tüm işleri biz layıkıyla yerine getireceğiz.

Çünkü arkadaşlar, bu altı partinin sistem değişikliği üzerinde çalışması demek; tüm Türkiye’nin yuvarlak masa etrafında oturması anlamına geliyor.

Bakın orası bir Türkiye masası. İktidar tarafı bunu kaçırıyor.

Hep kafası öteki, beriki, sen, ben üzerine çalıştığı için, sürekli zihinleri bir kutuplaşma koduyla işlediği için o masayı anlamıyorlar.

Birbirinde çok farklı siyasi görüşlerin farklı siyasi partilerin bir arada oturup, “Bu memleket hepimizin ve hep beraber çalışmak zorundayız” diyebileceğini hayal bile edemiyorlardı.

Öyle bir zihin dünyaları yok.

Sürekli kavga üzerine sürekli bir gerginlik üzerine siyaset inşa etmeye çalışmışlar bugüne kadar.

İşte onun için anlamıyorlar anlamayacaklar da. Anlayamadıkları için anlayamayacakları için de zaten engel olamayacaklar sorun orada.

Çözemiyorlar...

Bakın, Kimliği, inancı, dili, dini ne olursa olsun, siyasi görüşü, yaşam tarzı ne olursa olsun; herkes kendi gibi, olduğu 84 milyonun o masanın etrafında temsil edilebileceğini düşünmüyorlar.

Bunu zihinlerine bir türlü oturtamıyorlar.

İşte biz yepyeni bir başlangıç yapıyoruz. Bu yeni dönemde Türkiye tam demokrasiyle taçlanacak ve DEVA Partisi bu değişimin asli unsuru olacak arkadaşlar.

Gerçekçi bir çalışmayla, halkımızı özgür, adil ve zengin bir Türkiye’ye kavuşturmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğiz.

“Bu iktidar gider mi?” diye soranlar olduğunu biliyorum,

“Geçiş süreci sağ salim tamamlanır mı?” diye endişelenen vatandaşlarımız olduğunu biliyorum.

Ama milletimiz hiç merak etmesin.

Önce seçim güvenliğini sağlayacağız. İktidar ortakları ağır bir seçim yenilgisi alacaklar ve onları yolcu edeceğiz. Müsait bir yerde inecekler.

Ardından da Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçeceğiz. Geçiş sürecini de inşallah tereyağından kıl çeker gibi tamamlayacağız.

Kimsenin endişesi olmasın.

Ve bir kere daha hatırlatmak isterim ki; bu geçişin ardından rövanşizmmiş, Devri Sabık, şuymuş buymuş hiçbiri olmayacak, hiçbiri olmayacak.

Bakın bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilemez.

Hukuksuzluk yapanlar olabilir. Hukuku delenler olabilir. Şiddet yapanlar, terör bile yapanlar olabilir ama devlet bütün bunlarla mücadelesini hukuk içinde verir.

Devleti devlet yapan hukuktur. Hukuk dışına çıkıyorsa onun adı devlet olmaz başka bir şey olur.

İşte biz ne olursa olsun öyle üste çıkanın alttakini ezdiği nöbetleşe zorbalık günlerine de asla döndürmeyeceğiz bu ülkeyi. Yapmayacağız bunu.

Herkesin bir diğerini olduğu gibi kabul ettiği, eşit vatandaşlığın istisnasız uygulandığı “Yarının Türkiyesi”ni hep beraber inşa edeceğiz.

Ama arkadaşlar unutmayalım ki bütün bunları gerçekleştirmek öncelikle seçimi kazanmakla mümkün ve seçimi açık ara kazanmakla mümkün.

Öyle 50 artı 1 falan değil, açık farkla Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak zorundayız.

Açık farkla nitelikli çoğunluğu rahatlıkla sağlayacak bir meclis aritmetiğini oluşturmak zorundayız.

Yoksa bir şey değişmez bu ülkede. Bunu kimsenin unutmaması gerekiyor. Hiç kimsenin unutmaması gerekiyor.

Burada önemli bir ortak hedef var.

Seçimi kazanmadan sistem değişmez.

Açık farkla Cumhurbaşkanlığı seçimini kazamadan, nitelikli çoğunluğu sağlamadan mecliste bu ülkede biz sistemi değiştiremeyiz.

Bu büyük gerçeği herkesin şöyle gözünün önüne koyması lazım ve herkesin bu hedef için beraberce çalışması lazım.

*****

Değerli arkadaşlar,

Anlaşılan o ki, altı siyasi partinin demokratik bir olgunluk göstermesi, iktidar ortaklarının epey bir ilgisini çekmiş. Öyle görünüyor.

Krizlerin ortağı Bahçeli de dün yine konuşmuş. Sürekli nefret, sürekli olumsuzluk, sürekli hakaret. Başka bir şey bilmiyor çünkü bilmiyor.

Yahu bu ülke için şimdiye kadar faydalı, yararlı ne yapmış bir göster diyorum bakın bu ve benzeri kürsülerden çağrı yapıyorum.

Allah aşkına diyorum ya.

Sayın Bahçeli bu memleket için bugüne kadar faydalı ne yaptınız?

Hangi icraatı ortaya koydunuz? Hangi projeyi ortaya koydunuz?

Deyin ki ben şu tarihte şöyle bir şey yapmıştım ve ülke şöyle bir faydalanmıştı.

Bu ülkenin topyekûn ama ha topyekûn, kendi yandaşlarının çıkarlarından bahsetmiyoruz.

Bu ülke için ne yaptınız diyoruz, bu ülke için faydalı ne ortaya koydunuz diyoruz.

Bunu soruyorum bakın. 2 yıldır bir tane cevap veremiyor ha.

Bir tane proje ortaya koyamıyor. Bir tane faydalı bir icraat yok. Yapamıyor.

Ne yapmış? Dünkü konuşmasına baktık, merak ede ede, birbirimizle nasıl yüz yüze bakabildiğimizi merak etmiş.

Hiç şaşırmadım. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le hak ve özgürlükleri nasıl tanıyacağımız merak etseydi, zaten ben o zaman şaşardım.

48 sayfalık Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem metnimizi şöyle bir eline alıp “Ne yazıyor burada” diye okusaydı, zaten o zaman şaşardım.

Kendisi umarım siyasi paparazzilikten fırsat bulur da Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in içeriğini de konuşur.

Bilmiyor çünkü.

Şimdi ne diyor? ne diyor?

Sayın Bahçeli, “Bunlar farklı düşünüyor, nasıl yüz yüze bakabiliyorlar” diyor değil mi?

Dünkü ifadesi o.

Siz nasıl diyor yüz yüze bakıyorsunuz diyor.

Hayrete düşmüş. Sanıyor ki farklı fikirleri olan insanlar yan yana gelip sorunu çözemez.

Önce şunu söyleyeyim; bakın biz genel başkanlar olarak, herhangi bir çatışma alanı içinde değiliz.

Tabi ki farklı fikirlerimiz olabilir. Ama biz ayrı insanlarız, ayrı siyasi partilerin mensubuyuz.

Fakat hep birlikte ne diyoruz? “demokrasi” diyoruz.

Hep birlikte, “hukukun üstünlüğü” diyoruz, “adalet” diyoruz.

Hep birlikte, “insan hakları” diyoruz, “özgürlük diyoruz.

İşte Sayın Bahçeli, biraz demokrasi bilincine sahip olsa, insanlık için küçük, ama kendisi için büyük bir adım atacak ve ne diyecek ya bunların da belki haklı olduğu yerler var diyecek ama işi bu değil.

İşi sürekli nefret üretmek, sürekli hakaret.

Bakın siz hakareti, hamaseti, nefret üretmeyi bir siyaset üslubu haline getirirseniz asıl o zaman yüz yüze bakamazsınız.

Bizim öyle bir üslubumuz yok.

Biz bugüne kadar çok şükür tek bir kelimeyle dahi kime hakaret etmişiz ki oturup konuşamayacağız.

Biz haklı eleştirilerimizi yapıyoruz, yanlışları işaret ediyoruz ama bizde hakaret dili yok.

Hakaret dili alışkanlığı kendisinde var.

Asıl sürekli sürekli her önüne gelene hakaret edip daha sonra hakaret ettikleriyle nasıl ortaklık kuruyorlar nasıl ittifak kuruyorlar diye kendilerine sormak lazım.

Tüm dünyanın bildiği basit bir gerçeği söyleyeyim şimdi:

Bakın siyasetçilerin, hatta her bir insanın, ülkenin sorunlarına dair farklı fikirleri olabilir. İnsanlar bunları yüz yüze gelerek konuşabilirler, tartışabilirler.

Bu bir medeniyet göstergesidir.

Ama medeniyetten nasibini almayanların bunu anlamasının zor olduğunu da biliyorum.

Şimdi buradan Sayın Bahçeli’ye bir video izletmek istiyorum. Hani diyor ya “Nasıl yüz yüze bakabiliyorlar” diye.

Sayın Erdoğan da izlesin. Onun da ibret alacağı hususlar var buralarda.

Bu videoyu izlerken asıl ben onlara soruyorum. Bunca hakareti yapıp, birbirinizle ilgili bu kadar ileri ifadeler kullanıp siz nasıl birbirinizin yüzüne bakıyorsunuz? Siz nasıl el ele tutuşuyorsunuz diye Bahçeli ve Erdoğan’a buradan soruyorum.

Şöyle bir izleyelim:

VİDEO KOLAJ – BAHÇELİ ERDOĞAN

Bahçeli: Başbakan Erdoğan küresel bir senaryonun figüranı, kanlı bir oyunun ve planın ileri karakolu olmayı benimsemiş ve içselleştirmiştir.

Erdoğan: Irkçılık yaptınız, kavmiyetçilik yaptınız, kabilecilik yaptınız, şeytani olan anlayışa hizmet ettiniz.

Bahçeli: Başbakan Erdoğan kendinden geçmiş, gözünü hırs bürümüş ve akli melekeleri işlemez bir duruma gelmiştir.

Erdoğan: Bu Bahçeli’nin, aman ya Rabbim, baştan aşağı tamamıyla ağzından salyalar akıyor.

Bahçeli: Başbakan Erdoğan’ın uzun zaman öncesinden kaportası delinmiş, şanzımanı dağılmış, vidaları gevşemiş, aküsü bitmiş ve dümeni parçalanmıştır.

Bahçeli: Başbakan Erdoğan bal gibi, gün gibi, belgeli ve şahitli biçimde bir gün söylediklerini ertesi gün inkâr eden güvenilmez, itibar edilmez bir siyaset cambazıdır.

Erdoğan: Milliyetçiyim diyen MHP Genel Başkanı önce gitsin bu milletin edebinden nasiplensin, bu milletin adabını öğrensin.

Bahçeli: Recep Tayyip Erdoğan aslında Türk tipi değil ‘Tayyip tipi' başkanlık hayalleri kurmaktadır.

Erdoğan: Sorsanız milliyetçi… Esed’in milliyetçisi… Pensilvanya’nın milliyetçisi… Kandil’in milliyetçisi… Bir tek bu milletin milliyetçisi değil.

Bahçeli: Bizde kıvırma yoktur, u dönüşü yoktur, çark yoktur.
(FOTOĞRAF İLE BİTİYOR)

Tekrar soruyorum tekrar; Sayın Bahçeli, Sayın Erdoğan: Asıl siz nasıl yüz yüze bakabiliyorsunuz? Birbirinizle ilgili böyle ağır hakaretlerde bulunduktan sonra.  Siz nasıl el ele tutuşuyorsunuz.

Evet, biz pek çok konuda farklı düşünüyor olabiliriz. Altı parti olarak her birimizin farklı siyasi parti olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçişle ilgili mutabakata varan 6 siyasi parti, ülkemizin farklı siyasi eğilimlerini de temsil ediyor.

Ama arkadaşlar gün ayrışma günü değil. Gün kamplaşma günü değil.

Gün; ortaklıkları öne çıkarma günü.

Gün ortak paydaları arama günü.

Gün, kendi duruşumuzu koruyarak, farklı duruşu olanlarla da yan yana gelebilme günü.

Bunu unutmamamız gerekiyor.

Gün, demokrasi günüdür arkadaşlar, demokrasi günü.

İşte o demokrasi zemininde buluşmamız gerekiyor.

Önce demokrasi zeminini hep beraber inşa etmemiz gerekiyor.

Önce demokrasinin oyun alanını, maç sahasını hep beraber inşa etmemiz gerekiyor.

Turnuva öncesi güzel bir sahayı hazırlamamız gerekiyor.

Demokrasi sahasını hazırladıktan sonra o sahada tekrar rekabet yapabiliriz.

İyi olan kazansın deriz. Ama öncelikle demokrasinin zeminini güçlendirmemiz gerekiyor.

Demokrasinin alanını genişletmemiz gerekiyor.

Hep beraber bunu inşa etmemiz gerekiyor.

Bunu bir inşa edelim, sağlam bir sistemi kuralım. Tabi ki rekabette fayda var.
Rekabet daha iyi olmalı mücadelesi.

Rekabet olmayınca rehavet olur bunu da biliyoruz.

Ama şu anda ki öncelikler başka. Şu andaki öncelik bu ülkede yeniden bir demokrasi inşası, yeniden sağlam bir sistem inşası.

Yasamanın, yürütmenin ve yargının güçler ayrımı prensibine dayandığı, yargının tarafsız ve bağımsız çalıştığı denge ve kontrol mekanizmalarının da sapasağlam derç edildiği bir sistemi inşa etme günü.

Aksi halde önümüzdeki dönem çok zorlu olur.

Bakın ülkemiz bir krizden diğerine savruluyor. Şu son 5-6 yıldır çekmediğimiz sıkıntı yok.

Dünya değişiyor. İçinde bulunduğumuz coğrafya daha riskli bir coğrafya haline geliyor.

Biz gücünü otokrasiden, tek adamlıktan alan bir sistem istemiyoruz. Biz gücünü milletin iradesine dayayan ve güçlü bir demokrasi üzerine inşa edilen bir sistemden güç alan bir ülke olmak istiyoruz.

Ancak böyle bir güç sürdürülebilir olur. Halka dayanmayan, milletin egemenliğini öncelemeyen, demokrasiye arkasını dayamayan hiçbir güç o ülkenin uzun vadede menfaatine olmaz.

O ülke zarar görür.

Biz bakıyoruz şimdi iktidara ne yapıyorlar masa başında ürettikleri entrikalarla, meclis gruplarındaki garip konuşmalarla, DEVA Partisi’nin önüne geçmeyi planlama çabasını görüyoruz.

Hiiiç boşuna heveslenmesinler.

Başaramayacaklar.

Panik halinde tüm tuşlara basmaya devam etsinler.

Hiçbir şey DEVA Partisi’nin yükselişini durduramayacak.

Hiçbir şey bu milletin topyekûn zenginleşmesini engelleyemeyecek.

Ellerinden geleni artlarına koymasınlar.

DEVA Partisi’nin sel olan damlaları karşısında hiçbir baraj duramayacak.

Türkiye’nin demokrasi ve atılım yürüyüşüne kimse engel olamayacak

Siz 20 yıldır iktidarsanız yahu. 20 yıldan sonra mı aklınıza geldi demokrasi?

20 yıldan sonra mı aklınıza geldi barajı değiştirmek.

20 yıldan sonra mı aklınıza geldi ya bu işin matematiği, aritmetiği yanlışmış demek.

Siz 2018 seçimlerine de girdiniz.

2018 seçimlerine girerken bu aritmetikle bu matematikle girmediniz mi?

O gün seçime giren kim vardı? Bir Cumhur İttifakı vardı bir de Millet İttifakı vardı değil mi?

Peki, niye şimdi bunu değiştirmeye çalışıyorlar?

Niye masa başında harita mühendisliği, siyasi mühendislik yapmak istiyorlar?

Çünkü arkadalar artık DEVA Partisi var. Çünkü biz varız.

Asıl bundan korkuyorlar.

Çünkü 2018’de görülmüş bir seçim sonucu var. Ortaya çıkmış bir meclis aritmetiği var.

Dondt sistemi ile milletvekillerinin ülke genelinde bir dağılımı var.

Peki, 2018’den yana ne değişti?

DEVA Partisi kuruldu.

Biz geliyoruz, geliyoruz. Onu görüyorlar. Onun için bunu yapıyorlar.

Bizi engellemek için yapıyorlar, gayet iyi farkındayız.

Ama daha öncede söyledim.

Vız gelir.

Seçim masa başında kazanılmaz seçim meydanda kazanılır.

Onun için daha önce de söyledim bugünde tekrar ediyorum.

Hodri meydan diyorum hodri meydan.

Değerli yol arkadaşlarım,

İktidarın küçük ortağı siyasi magazinle uğraşırken, büyük ortağı da eski defterleri karıştırmakla meşgul. Ne zaman bir başarı anlatmak istese gidiyor 8 sene 10 sene, 15 sene öncesinden eski defterlerden bir şeyler bulmaya çalışıyor.

Büyük ortak eski defterleri karıştıracak ki bir başarı hikayesi bulsun. Aynı müflis tüccar gibi.

Biliyorsunuz, son 5-6 yıldır, hiçbir alanda üretebildiği bir başarı yok. O da ne yapsın, eski defterleri karıştırıyor.

Ne zaman konuşsa her fırsatta, bizim yönetimde olduğumuz, ortak akılın devrede olduğu, istişarenin devrede olduğu dürüst ve ehil kadroların yönetimde olduğu günlerin başarısıyla övünüyor.

Sonra ne yapıyor? Kendisinin tek yetkili olduğu döneme geçiyor.

Sayın Erdoğan tek yetkili olduğu dönemi anlatırken, ne diyor? “Açlığa razı olun, yoksa özgürlüğünüz elden giderdi” gibi böyle manasız denklemlerle insanların önüne geçiyor.

Çarpıtmaya bakın arkadaşlar çarpıtmaya.

Ülkede açlık varsa, yoksulluk varsa, hayat pahalılığı varsa, işsizlik varsa bunun altında bizzat Erdoğan’ın imzası var.

Çünkü tek imza ile yönetiliyor bu ülke.

Kendisi çok istedi. ‘Hiç kimse bana engel olmayacak’ dedi. ‘Aklıma geleni yapmalıyım’ dedi. ‘Başkanlık sistemi’ dedi. ‘Yerli’ dedi ‘milli’ dedi. Niye? her türlü abuk subuklukların üzerini kapatmak için.

Ama sonuçta geldiğimiz noktada tek imzada eğer yetki varsa tek sorumlular aynı kişidir. Kaçamaz.

Şuna buna bahane bulamaz.

Şu anda arkadaşlar biz Beştepe yapımı, yerli ve milli bir kriz yaşıyoruz.

Türkiye ekonomisini hedef alan kendisi. Hiç dışarıda şurada burada düşman aramasın. Ne yaptığını bilmiyor yahu gerçekten bilmiyor.

Şu son geçtiğimiz Eylül ayında ekonomi ile ilgili aldıkları tedbirlere, attıkları adımlara bir bakın.

İlk ne zaman başladı? Döndü merkez bankasına dedik ki ya dedi sen bu bankalardan dedi aldığın faizi düşür.

Tamam, iyi de Türkiye’deki ilk faiz merkez bankasının bankalarda aldığı faiz değil ki.

Hazinenin ödediği faiz var, bu devletin borçlanma faizi var. KOBİ’lerin borçlanma faizi var. Ticari faiziler var. Tüketici kredisinin faizi var, ,ihtiyaç kredisi faizi var.

Merkez bankasına döndü zorla, zorla faiz değiştirtti.

Fakat zamansız, hedefi belli olmayan, akıldan bilimden uzak atılan adım ne olacağı belli olmayan büyük bir politika stratejisi içerisinde yerleştirilmeyen rastgele bir adım ekonomiye hemen zarar vermeye başladı.

Unutmayalım bakın arkadaşlar Eylül ayının başında bu ülkede dolar kuru 8 lira 30 kuruştu. 8 lira 30 kuruş bakın.

Daha şu 6,7 ay önce yahu.

Unutmayalım.

Daha Eylül ayının başında bu ülkenin hazinesi yüzde 17 ile borçlanıyordu. Yüzde 17... 5 yıl vadeli borçlanma.

Geçtiğimiz hafta 20 yılın rekorunu gördük. Yüzde 29’a çıktı bakın arkadaşlar 5 yıllık hazine borçlanmasının tahvilin faizi yüzde 29.

6-7 ayda oldu bu yahu.

Hiç kimse Rusya- Ukrayna savaşına falan suç atmasın. Savaştan önce oıldu bunların çoğu.

Savaştan önce bu faizler arttı.

Bakın bir başka rekora daha imza attılar geçen hafta.

Bu ülkenin hazinesi dolar bazında tam yüzde 8,6 faizle gitti Eurobond ihraç etti arkadaşlar. Yüzde 8.6...

Ben onu görünce dedim ki hey gidi faiz düşmanı Erdoğan hey dedim.

Şu hale bak.

Bu muydu getireceğiniz nokta?

Bu ülkenin bu seneki bütçesine tam 240 milyar faiz ödemesi koydular arkadaşlar 240 milyar.

Tarıma önce bir 25 milyar koydular. İtiraz geldi. Ya bu kadar mı dediler ya koskoca ülkenin tarımı batıyor, çiftçi zarar ediyor. Artık ekmiyor, dikmiyor.
Yazık değil mi? Ayıp değil mi? 25 milyar dediler 29 milyara çıkarttı.

Aynı bütçede tam 240 milyar faiz ödemesi var. Bu 240 milyarlık faiz ödemesi hangi faize göre hesaplandı?

Bütçe hazırlandığı günkü yüzde 17’lik hazine faizine göre hesaplandı.

Hazine faizi yüzde 17 iken 240 milyarlık faiz ödeneği koydular bütçeye. Yetişmesi mümkün mü?

Dolar kuru 8 lira 30 kuruşken 240 milyarlık faiz ödeneği koydular. Yetişmesi mümkün mü?

Defalarca revize etmek zorunda kalacaklar.

Bakın buradan söylüyorum hepsi kayıtlarda bu 240 milyarlık faiz bütçesi asla yetmeyecek asla.

Kaça gideceği meçhul. Faizler arttıkça daha çok para gerekecek. Kur arttıkça daha çok para gerekecek.

Bir de ne yaptılar? Sözüm ona bütün bu sorunları çözeceğiz diye Aralık ayında şapkadan 1970 model bir tavşan çıkarttılar. 20 Aralık’ta.

Neymiş, kur korumalı mevduat hesabıymış.

20’sinde açıkladılar arkadaşlar 21’i sabahı Polatlı Ticaret Odasında benim bir toplantım vardı. Polatlı’da çiftçilerle sanayicilerle oturduk.

Oradaki konuşmamda açık açık söyledim. Bu dedim bakın devleti hazineyi batırma projesi dedim.

Bunu bu ülke zamanında denemiş. Kur korumalı mevduat değil de dövize çevrilebilir mevduat hesabı diye bu ülke bunu zamanında denemiş.

1970’lerde 80’lerde uygulanmış.

Rahmetli Özal bu uygulamayı tamamlayıp en son mevduatı da ödedikten sonra çıkmış özel bir basın toplantısı yapmış sırf bunun için.

Bütün basını toplamış demi ki; Arkadaşlar kayıtlara geçsin diye ben bunları söylüyorum. ‘Gençlere nasihatimdir. Asla bu ülkeyi böylesine büyük bir bataklığa bir daha sokmasınlar’ demiş.

‘Bu ülkede yıllarca enflasyon yüksek seyrettiyse bunun en önemli sebebi bu dövize çevrilebilir mevduat hesaplarıdır’ demiş.

‘Dövize çevrilebilir mevduat hesabı kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir’ demiş.

Ben hayret ediyorum yahu.

Bakın eminim ki arkadaşlar eminim ki bu kararı veren Erdoğan bu kararı vermeden önce zamanında böylesine bir yanlış uygulamanın olduğundan ve rahmetli Özal’ın bunu durdurduğundan haberi yoktu.

Zaten kendi bilmiyor mümkün değil. Bildiği anladığı şeyler değil. Her şeyi bilmek zorunda da değil. Ama yahu insan bilmediğinin biraz farkında olur değil mi?

Kendi bilmediğini biraz idrak eder. Biraz şöyle bilenlerle konuşur, onların görüşünü alır.

Bu ülkenin ekonomi tarihini bilen çok iyi iktisatçılar var, çok tecrübeli insanlar var.

Bakın biz bir siyasi parti olarak ne yaptık?

Ekonomi ve finans eylem planımızı açıklamadan önce İstanbul’da Türkiye’nin en iyi iktisatçılarını topladık.

Dedik bakın bunu bir siyasi parti çalışması olarak düşünmeyin. Bu bir Türkiye çalışması. 84 milyonun meselesi var burada dedik.

Kimi davet ettiysek geldi.

Bir 70-80 yaş kuşağından iktisatçılar, bir 50-60 yaş kuşağından iktisatçılar bir de 30-40 yaş kuşağından iktisatçılar.

Üç kuşağı bir araya getirdik.

Tartıştık, konuştuk. Çünkü bu kriz tecrübesi arkadaşlar bambaşka bir şey.

Bu ülkenim daha önce yapmış olduğu yanlışları bilmek ve o yanlışların tekrar etmesini önlemek bir tecrübe meselesi.

Bunun için istişare, istişare, istişare...

Bakın ne oldu? Geçen hafta bu korumalı mevduat hesaplarının ilk sonuçları ortaya çıktı.

İlk faizler ödenmeye başladı. Rakamlar korkunç.

Geçen hafta salı, Çarşamba, Perşembe... 3 ay için sadece 3 ay için ödenen faiz yüzde 27.

Yüzde 27 faizin değerli arkadaşlar yıllık bileşiği yüzde 130’a geliyor.

Rakama bakın yahu.

Hey gidi faiz düşmanı Erdoğan hey diyorum yahu.

Kendi açıkladığın, şapkadan çıkarttığın, ülkeyi kurtaracak dediğin kur korumalı mevduat hesabına sadece 3 ay için yüzde 27 faiz ödedin.

Nereden ödedin bunu? Nereden ödedin?

Bu ülkenin bu milletin hazinesinden ödedin.

84 milyondan toplanan vergilerden ödedin.

Evine yarım kilo peynir alırken yüzde 8 KDV ödeyen vatandaşımızdan aldığın vergiyle onu ödedin.

2 litrelik Ayçiçek yağını buldum aldım ve evime götürüyorum diyen vatandaşın ödediği KDV’den sen o faizi ödedin.

Ne diye açıkladılar bu kur korumalı mevduat hesabını? Mevduat sahipleri mağdur oluyor.

Niye?

E kur artınca Türk lirası mevduatları var mağdur oluyorlar.

Yahu oradaki bir avuç Türk lirası mevduat sahipleri mağdur oluyor da benim Edirne’deki, Artvin’deki, Konya’daki, Diyarbakır’daki peynir alan, ayçiçeği yağı alan vatandaşım mağdur olmuyor mu yahu?

Böyle bir şey olabilir mi?

Döviz kuru arttığında A’dan Z’ye her şeye zam gelmiyor mu?

Döviz kuru arttığında buğday, Ayçiçek yağı, kırmızı et, beyaz et her şey artmıyor mu bu ülkede yahu.

84 milyonun mağduriyetini düşünmüyorsun da bir avuç mevduat sahibinin mi mağduriyetini düşünüyorsun?

84 milyondan topladığın vergiyle bir avuç mevduat sahibine sadece 3 ayda yüzde 27 faiz öderken hiç mi vicdanın sızlamıyor diye soruyorum ben buradan kendisine yahu. Hiç mi vicdanın sızlamıyor?

Hani faiz düşmanlığı? Hani Nas? Nas diyerek başlatmadın mı süreci?

Eylül ayında Nas diyerek başlatmadın mı süreci?

Hangi Nas emrediyor 3 aya yüzde 27 faiz ödersin diye.

Çıksın açıklasın.

Olmaz arkadaşlar olmaz.

Dinimizin kutsallarını siz günlük siyasete alet ederseniz işte böyle elinize yüzünüze bulaştırırsınız.

Bu söylediklerimize de cevap veremezsiniz.

Bakın cevap veremeyecek. Yine cevap veremeyecek.

Çünkü bir cevabı yok çünkü ne yaptığını bilmiyor.

Biz değerli arkadaşlar işimizi bilerek yapmak zorundayız.

Biz milletimizi aldatamayız. Asla aldatan olamayız.

Tabi Milletinde bu çarpıtmaları bu yanlışları görmediğini zannediyor.

Sayın Erdoğan, aynısını Yap İşlet Devret modelini konuşurken de yapıyorsunuz aynısını.

Orada da en iyi bildiği şeyi yapıyor: Meseleyi çarpıtıyor.

Düzgün uygulandığında milletin faydasına olacak bir sistemi, ülkeyi fakirleştirmek pahasına, büyük zararlarla uyguluyor şu anda.

İşte en son, Çanakkale köprüsü. Büyük bir proje. Gurur duyarız.

Türkiye daha iyisine layıktır.

Ama kusura bakmayın da geçen araç başına 95 lira ve her bir araç 295 lira hazine garantisi ödemek zorunda değil bu millet.

Bu rakamlar neden bu kadar yüksek?

Çünkü bu projeleri doğru düzgün ihale yapmadan veriyorlar arkadaşlar.

En büyük projeleri milyarlarca dolar tutan projeleri kamu ihale yasasının maddelerini çalıştırmadan veriyorlar.

Acil iş kapsamına aşıp sadece davet usulüyle...

2-3 firmaya diyorlar siz zarf hazırlayın...

Kaç tane firmadan duydum. İhale şartnamesine ulaşamıyoruz diyorlar. Göremiyoruz, yok diyorlar.

Ya biz de belki gireceğiz, belki fiyat kıracağız, Daha uyguna yapacağız. Bizi yaklaştırmıyorlar, sokmuyorlar diyorlar.

Daha önceden konuştukları, tanıdıkları firmadan 2-3 firmadan zarf içerisinde ‘Al teklifi ondan sonra yürü git’

Milyarlarca dolarlık projeler bunlar.

Onun için pahalıya mal oluyor.

Bu Kamu Özel İş birliği projeleri arkadaşlar gerçekten ülkeye büyük maliyet getiriyor ve sadece bu Çanakkale köprüsü içinde kasadan en az 65- 70 milyar bir rakam çıkacak, öyle görünüyor.

Hâlbuki bu senenin bütçesine bakın. Gençlere, kadınlara, insan haklarına, , afet yönetimine, sanayinin üretimin desteklenmesine 40 milyar bile harcanmamış durumda.

Tarım 29 milyar.

Sadece Çanakkale Köprüsünün geçiş ücretlerinin garantisi için devletin kasasından çıkacak 60 küsür milyar.

Arkadaşlar,

Arkadaşlar bakın biz sorunu Kamu Özel İşbirliği’nde görmüyoruz. Sorunu, bu modelin yanlış uygulanmasında ve ihalelerin yeterince yarışma olmadan çok çok pahalıya verilmesi ve projenin pahalıya mal olmasında görüyoruz.

Kamunun düzenleme gücüyle, özel sektörün verimliliğini buluşturan bu yöntem, kendi adamına verme, kendi tanıdığına verme zihniyeti elinde perişan oluyor.

İhaleler açık şeffaf olmuyor. Bu yüzden projeler çok pahalıya mal oluyor.

Geçiş ücretleri bunun için çok yüksek. Hazinenin garanti ödemeleri bunun için çok yüksek çıkıyor.

Ve sonuçta da hazinenin garanti ödemesi sonunda bu vatandaşın cebinden
Çıkıyor.

Bizler, ülkemizin layık olduğu en büyük projeleri en ucuz yoldan ve milletimiz kazıklanmadan yapacağız.

Hem en güzel projeleri yapacağız hem de bu projeleri ucuza mâl edeceğiz.

Öte yandan kamu vicdanını da rahatlatacağız.

Yap-işlet-devret projelerinin tamamını, DEVA Partisi iktidarının ilk 90 gününde teknik, idari, hukuki ve yasama denetimine tabi tutacağız.

Yeni projelerde, Kamu Özel İşbirliği yöntemini, makul bir nakit akışı üreten projelerle sınırlı tutacağız.

Eğitimdi, sağlıktı bu tür alanlarda kullanmayacağız.

Nakit üretmesi lazım nakit. Nakit üretmiyorsa kamu-özel iş birliğine uymaz.

Sürekli akar olacak ve sürekli akar yatırımı karşılamaya yetecek bir miktar olacak.

Aksi halde mantığı yok, anlamı yok.

Bu projelerin ortak akılla ve tüm paydaşların katılımıyla gerçekleştirilmesini de sağlayacağız.

Şeffaf ve açık ihale usulüyle sağlıklı bir yatırım ortamı Türkiye ortamını yeniden oluşturacağız.

Bu projeler nedeniyle kamunun yapacağı harcamaları, şeffaf bir şekilde ve periyodik olarak kamuoyuyla paylaşacağız.

Devlet yönetimindeki her türlü israfı, usulsüzlükleri de sona erdireceğiz.

Ekonomik kriz, milleti inim inim inletirken, bu milletin 1 kuruşunun bile ziyan olmasına asla göz yummayacağız.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazine’sini içine düşürüldüğü bu bataklıktan da kurtaracağız.

Bu kapsamda, adına kur korumalı TL mevduat hesabı denilen Devleti Batırma Kampanyası’na da son vereceğiz.İlk gün yapacağız bunu.

Bu milletin kaynaklarının bir avuç mevduat sahibi için ayrılmasına daha fazla müsaade etmeyeceğiz.

Önümüzdeki seçimlerde devletin parasını faize gömen bu zihniyetle de vedalaşacağız.

Ekonomi yönetiminde akıldan, bilimden ve istişareden asla şaşmayacağız.

Ülkemizde köklü bir eğitim ve hukuk reformu yaparak ekonomimizi büyüteceğiz.

DEVA Partisi’yle bu ülkenin kaderine damga vuracağız arkadaşlar.

Erdoğan ve Bahçeli’nin başrolünü oynadığı bu korku filmini de bitireceğiz.

Türkiye’nin sahipsiz olmadığını, dünya aleme göstereceğiz.

Tek bir vatandaşımızı bile geride bırakmadan yürüyeceğimizi herkese göstereceğiz.

Ülkemizi barış, özgürlük ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız.

Türkiye’de kimsenin kimseye haksızlık yapmasına izin vermeyeceğiz.

Hakkı yenenin hakkını iade edeceğiz.

Kimse bir daha düşüncesinden veya kimliğinden dolayı ayrımcılığa maruz kalmayacak. Yolumuza Türkiye’yi birleştirerek devam edeceğiz.

İnanıyorum ki bu yolculuğun sonunda 84 milyon hep beraber özgürleşeceğiz.

Batman’dan Samsun’a, Trabzon’dan Adana’ya, İzmir’den Erzurum’a, Hatay’dan Edirne’ye dek her yerde, ülkemizin her sokağında demokrasinin ve atılımın bayrağını dalgalandıracağız.

Ben tabi burada 8 tane ilin ismini saydım 81 ilde dalgalandıracağız arkadaşlar.

Hep beraber.

Bu duygu ve düşüncelerle il başkanları toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bugün hep beraber bu güzel ülkemiz için, bu ülkenin gençleri için, kadınları için ne yapabiliriz? Nasıl partimizi aha başarılı kılabiliriz? Bunu çalışacağız, konuşacağız.

Ama unutmayalım ki arkadaşlar öyle bir noktaya geldik ki artık DEVA Parti’sinin başarısı Türkiye’nin başarısı demek.

Biz yaparsak Türkiye yapacak. Biz kazanırsak Türkiye kazanacak diyorum.

Sağ olun, var olun, teşekkür ederim.

26 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Yıldırım İlçe Kongresi Konuşması

BURSA YILDIRIM İLÇE KONGRESİ
 
 
Değerli yol arkadaşlarım,
 
Bursa İl Teşkilatımızın, Yıldırım İlçe Teşkilatımızın çok değerli başkanları,
 
Siyasi partilerin, sivil toplum kurumlarımızın değerli temsilcileri,
 
Değerli muhtarlarımız,
 
Değerli teşkilat mensuplarımız,
 
Yıldırım’ın, Bursa’nın demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli insanları,
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,
 
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Yıldırım ilçemizin 1. Olağan Kongresine hoş geldiniz diyorum.
 
*****
 
Bugün; tarihin ve bereketin şehrinde, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın başkentinde,
 
Uludağ’ın eteklerinde, Bursa’da, Yıldırım’da bir kez daha sizlerle buluştuğum için çok mutluyum.
 
Partimiz kurulduktan sonra Bursa’ya ilk olarak, il binamızın açılışını vesilesi ile gelmiştim. Sonra İnegöl ve Osmangazi kongrelerimiz vesileleriyle yine buradaydım. 
 
3 buçuk ay önce, coşkulu bir katılımla, Bursa il kongremizi gerçekleştirdik.
 
Son olarak, geçen ay, Nilüfer ilçe kongremizi gerçekleştirmek için buradaydık. 
 
Bugün ise Yıldırım’dayım. Altıncı kez Bursa’dayım, partimiz kurulduktan sonra.
 
Tabi bu durum diğer illerimizde bir miktar gıpta bir miktar haset oluşturuyor. O da bir gerçek.
 
Ancak ne yapalım, Bursa böyle kısmetli bir ilimiz. Bursa’da inşallah bunun sonucunu, güzel neticelerini hep beraber alacağız diyorum.
 
Bursa teşkilatımızın artık bir mazereti yok. 
 
Başka illerden diyorlar ki yahu siz 6 kere Bursa’ya gittiniz. Bize 1 defa geldiniz. Bursa’da üye sayımız sonuçlarımız çok iyi olabilir.
 
Eğer bizde olmazsa az geldiğiniz için sitem ederiz diyor haklı olarak arkadaşlar. 
 
Bende diyorum ki geliriz inşallah. 
 
Bursa tabi kendini gösterecek hem üye sayımızla hem mahalle temsilci sayımızla tüm teşkilat çapımızda yaptığımız çalışmalarla inşallah kendini gösterecek ki Bursa’da DEVA Partisi günü geldiğinde en iyi neticeyi alsın. Ben buna inanıyorum.
 
Çünkü ülkemiz değerli arkadaşlar çok çalışmayı bekliyor, çok çalışmayı... 
 
Bir günümüzün bile boş geçmemesi gerekiyor. Bir saatimizin bile boş geçmemesi gerekiyor. 
 
Artık seçim dönemine girdik.  
 
Seçim bakarsınız baskın seçim olup Mayıs’ta Haziran da mı olur, bakarsınız erken seçim olup Ekim de Kasım da mı olur, yoksa vaktinde olur gelecek sene Mayıs Haziran da mı olur bilemeyiz.
 
Ama seçim yakın. 
 
Dolayısıyla çok çalışmamız gerekiyor ve iyi hazırlanmamız gerekiyor. 
 
Bugün ben burada Yıldırım’daki heyecanı gördüğümden gerçekten çok mutlu oldum. 
 
Bize ne kadar doğru yolda olduğumuzu bu heyecan bu coşku gösterdi.  
 
Kongre öncesinde yaptığımız mahalle ziyaretlerinde, otobüs turunda da gerçekten Yıldırım’ın hazır olduğunu müşahede ettim.
 
DEVA Partisi arkadaşlar, Bursa’ya çok yakışıyor, çok yakışıyor.
 
Çünkü Bursa, gençlerin kenti.
 
DEVA Partisi de her yaştan gençlerin partisi. Her yaştan... 
 
Gençler, DEVA Partisi’nin kuruluşundan beri karar mekanizmalarının tam da merkezinde yer alıyorlar.
 
Genel Merkez Yönetim Kurulumuzda, partimizin en yetkili karar merciinde bile daha üniversite öğrencisi arkadaşlarımız var. Başka partilerde böyle şeyler yok biliyorsunuz... Tüm teşkilatımızda yüzde 20’lik bir gençlik kotası var.
 
Bugün itibariyle tüm Türkiye genelinde üyelerimizin yüzde 38’i, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığındaki üye kütüğüne kendisini DEVA Partisi üyesi olarak kaydettirmiş vatandaşlarımızın tam yüzde 38’i 30 yaşının altındaki gençlerimizden oluşuyor.
 
Varsa böyle bir parti göstersinler diyorum.
 
Kadınların ve gençlerin yoğun bir şekilde temsil edildiği ve bizzat karar mekanizmalarının içinde olduğu parti.
 
Ama bakın, neden DEVA Partisinde bu kadar genç var?
 
Nedenini çook iyi biliyorum.
 
Çünkü gençler, DEVA’da fırsat eşitliği görüyorlar. 
 
Çünkü gençler daha iyi bir yaşamı, hep beraber, DEVA Partisi’yle yükseltebileceklerini çok iyi biliyorlar.
 
Ama arkadaşlar,
 
Bakıyoruz gençlerimiz büyük sıkıntı içerisinde aynı zamanda.
 
Tüm Türkiye’de. 
 
Bakın bu zamana kadar 75 tane il merkezine gittim. Yüzlerce ilçeye gittim.
 
Her yerde, her köşe başında gençlerimizle karşılaşıyoruz sohbet ediyoruz. 
 
Gençlerimiz, “Harçlıklarımızla sokağa çıkmak, bir kafede oturmak, sinemaya gitmek mümkün değil artık!” diyorlar.
 
En temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz duruma düştüler.
 
Geçen gün Ankara’da şehir merkezinde bir sinemanın öğrenci bilet fiyatlarına baktım. 26 lira arkadaşlar 26.
 
AVM içinde olursa 36 lira.
 
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü, yarın. Bu vesileyle de tüm tiyatro emeği geçen tüm arkadaşlarımızı kutluyorum Dünya Tiyatro Günü vesilesi ile. 
 
 
Fakat bakıyorum gençlerimiz tiyatroya gidebiliyor mu diye? Maalesef. 
 
Yemesiydi, içmesiydi derken, geldiğimiz noktada, gençlerin şöyle bir oturdukları evin pencereden kafalarını çıkarmaları en az 100 lira.
 
Gençler, “Sosyal medyada düşüncemi açıkladığımda, kapıma polis dayanır, ileride iş bulamam diye korkuyor. 
 
Kapısını çalıp, misafiri olduğum tüm vatandaşlarımızın evinde gençlerle karşılaşıyorum. 
 
İnanın hem üzgünler hem mutsuzlar hem de umutsuzlar... 
 
Daha geçenlerde Ankara’da çat kapı girdik. Evin oğlu “Korkudan ben sosyal medyada paylaşım yapamıyorum” dedi. Korkuyorum dedi.
 
Üstelik çocuğun annesi babası da evlatlarının başına bir iş gelmesinden çekiniyor. Aman oğlum diyor, bir şeye karışma, bulaşma...
 
Gençler iş bulamıyor; iş bulanı da düşük ücretli işlere mahkûm oluyor bugün Türkiye’de. 
 
Sonra da buldukları ilk fırsatta, kendilerine yaşayacak başka bir ülke arıyorlar. 
 
Bir ülkenin gençlerinin yüzde 70’i 80’i artık o ülkede yaşamak istemiyorsa, kendine yaşayacak başka bir ülke arıyorsa arkadaşlar bu ülkede artık bir beka meselesi vardır beka...
 
Bakın şu andaki iktidar bu beka kelimesini ağzından düşürmüyor değil mi?
Bakın diyorum yahu. Memleketi ne hale getirdiniz diyorum.
 
Bir ülkede yaşayan gençlerin yüzde 70’i 80’i o ülkede yaşamak istemiyorsa... 
 
Hiç nerede hata yaptık diye kendinize sormuyor musunuz? Diyorum.
 
Bizim biliyorsunuz YouTube kanallarımız var. Geçen o kanallardaki videolardan birinin altına bir gencimiz yazmış, diyor ki “Cebimde 60 lira para var ama yurt dışına çıkma hayali kuruyorum” diyor. 
 
Yazık değil mi?
 
Gerçekten Türkiye mutsuz gençlerin ülkesi oldu. 
 
Arkadaşlar,
 
Biz bu durumu asla kabul etmiyoruz. Biz gençlere, gasp edilen hayatlarını tekrar iade etmeyi taahhüt ediyoruz.
 
Yarının Türkiye’si için gençlerin aklına ihtiyacımız olduğunu da çok iyi biliyoruz.
 
Ve gençlerimizin yanından değil onların arkasından yürüyoruz.
 
Başka türlü Türkiye’yi düzeltemeyeceğimizi bu krizi aşamayacağımızı da biliyoruz.
 
Biz değerli arkadaşlar en önemlisi gençlerimize fırsat eşitliği sağlayacağız.
 
Çünkü adalet dediğimiz kavram sadece yargıya gittiğimizde hızlı ve adil karar alınmasından ibaret değil. Adalet aynı zamanda sosyal adalet demek, fırsat eşitliği demek, okula başlarken okula giderken fırsat eşitliği... Sınavlara girerken fırsat eşitliği... Okulu bitirip iş ararken fırsat eşitliği...
 
İş bulup bulduğu işte yükselirken, terfi ederken fırsat eşitliği... 
 
İşte fırsat eşitliğini hayatın her safhasında derece etmedikten sonra biz bu ülkede adaleti sağlayamayız.
 
Biz gençlerimizin istihdam olanaklarını arttıracağız.
 
Onlara düşüncelerini ifade edebilecekleri, yeteneklerini geliştirebilecekleri bir özgürlük iklimi sağlayacağız.
 
İş baskısıyla, siyasi iklim baskısıyla, sosyal çevre baskısıyla nefeslerinin kesilmeyeceği, kendileri gibi olacakları bir ülke hazırlayacağız onlara.
 
Biz devletin görevinin gençlerin tornadan çıkmış gibi birbirine benzeyen insanlar yetişmesi olarak görmüyoruz.
 
Her gencimizin kendi hayatı çok kıymetli. Her gencimizin yaşam tarzını, düşüncelerini olduğu gibi kabul etmek zorundayız. 
 
Ve gençlerimizi yetenekli oldukları alanda teşvik etmek zorundayız. Becerilerini geliştirmek konusunda önlerini açmak zorundayız. 
 
Bunun için buradayız, bunun için gece-gündüz hep beraber çalışıyoruz.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Ülkemizde sadece dertli olan gençlerimiz değil. 
 
Bakın, geçenlerde bir rapor yayınlandı. Adı, Dünya Mutluluk Endeksi. Yani dünyadaki inşaları vatandaşlarının mutluluğuna göre sıraya diziyor. Böyle bir rapor.
 
Her sene de muntazam yayınlanıyor.
 
Uluslararası bir rapor bu.
 
Bu raporda neye bakıyorlar biliyor musunuz? Mutluluğu nasıl ölçüyorlar?
 
Kişi başına düşen gelire bakıyorlar. Özgürlüklere bakıyorlar. Çünkü insan özgürse mutludur. Baskı altında, tahakküm altındaki insanların mutlu olması mümkün değildir. 
 
Sağlık durumuna bakıyorlar. Sağlık hizmetlerine. Sosyal yardım imkanlarına bakıyorlar. Yolsuzlukla mücadeleye bakıyorlar. Eğitime bakıyorlar ve satın alma gücüne bakıyorlar. Bütün bunların toplamında da bir mutluluk endeksi oluşturuyorlar. 
 
146 ülkede bu çalışmayı yapmışlar arkadaşlar 146 ülke. 
 
Bu 146 ülkede en üst sırada bakmışız kim var? Finlandiya. En alt sırada 146’ıncı kim? Afganistan. 
 
Peki, Türkiye bu 146 ülke içerisinde nerede? Yukarılarda mı aşağılarda mı? Bakıyoruz maalesef Türkiye tam 112’inci sırada 112. 
 
146 ülkede insanların mutluluğu sıralamasında tam 112’inci sıralamadayız.
 
Türkiye, daha yakın zamanda topraklarında savaş görmüş Irak’tan bile daha mutsuz biliyor musunuz? Komşumuz Irak... Savaş geçirdi yahu, bütün ülke yıkıldı. Yerle bir oldu.
 
Ve şu anda Irak’ta yaşayanlar hayatlarından memnun musunuz? Diye pek çok sorunun cevabını verdiklerinde Türkiye’de yaşayanlara göre daha mutluyuz diyorlar.
 
Yazık değil mi bu ülkenin bu duruma düşürülmesi. 
 
Yani ülke bir savaş geçirse üzerinden bir silindir geçse, insanlar Türkiye’ den daha mutluyuz diyebiliyor.  
 
 
Yani ülkeleri gelir, özgürlük, sağlık, sosyal yardım, yolsuzluk, eğitim ve alım gücü kriterlerine göre sıraladığınızda Türkiye kötü durumda.
 
Hani değerli bir şairimizin “Kim istemez mutlu olmayı, ama mutsuzluğa da var mısın?” demiş.
 
İşte bu dizeler belli ki şu andaki Erdoğan ve Bahçeli ortaklığının seçim sloganı. 
 
Artık ülkeyi mutlu yapma, yapabilme gibi bir imkanları yok. Bitti o iş. 
 
Ancak mutsuzluğa giden insanları razı ederek önümdeki seçime gidecekler. Öyle gözüküyor. 
 
Bakın arkadaşlar çok enteresan bir haber. Geçenlerde çıktı. Ülkede antidepresan ilaç satışları ciddi ölçüde satışları patladı.
 
Ben gittiğim şehirlerde bazen eczanelere giriyorum ve özellikle bu soruyu soruyorum eczacılara. Bu stresle ilgili ilaçlar çok arttı diyorlar çok arttı.  
 
Bir araştırma yapılmış, 2017 yılında toplam Türkiye’de 48 milyon kutu satılırken geçen sene bu rakam 2021’de 59 milyon kutuya çıkmış. 
 
İsterseniz siz de deneyin. Mahallenizdeki eczacılardan birkaç tanesine sorun. Antidepresan ilaçlarının satışları arttı mı artmadı mı? Azaldı mı diye?
 
İnsanlar daha çok stres çekiyor ve bunun için gidip ilaç almak zorunda kalıyorsa hükümetin eseri başkasının değil bunlar. 
 
Bunlar düşürdü bu ülkeyi bu duruma. 
 
Taraflı ve partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nde işte ülkemiz her yıl her yıl daha mutsuz oluyor ve insanlarımız ilaçla stresi atmaya çalışıyor. 
 
Huzur getirecek dedikleri sistem Türkiye’yi tam anlamında depresyona sokmuş durumda.
 
Bu sistem Türkiye’ye mutsuzluk getirdi.
 
Türkiye’yi mutsuz insanlar ülkesi yaptı.
 
Ve arkadaşlar,
 
Mutsuz insanların ülkesinde çarşının pazarın yüzü gülmez. İnsanlar işe bile gitmek istemez.
 
İşi olanların bile ayakları geri geri gidiyor.
 
Gençler böyle ülkelerde yarınlarını kara kara düşünür. Kimse otobüste, dolmuşta mutlu bir şekilde seyahat etmez.
 
Bugün şöyle seçim otobüsümüzle Yıldırım’da turlayıp buraya doğru gelirken özellikle baktım, otobüs duraklarına baktım, tramvay duraklarına baktım..
 
İnsanların yüzleri asık, insanlar endişeli. 
 
Hâlbuki biz Türkiye’yi mutlu iyi, mutlu insanlar ülkesi yapmayı istiyoruz.
 
Biz Türkiye’yi yüzü gülen insanların ülkesi yapmak istiyoruz.
 
Onun için yola çıktık ve inşallah göreceksiniz bu olacak. 
 
İnsanların mutlu ve yarınlardan umutlu olduğu bir Türkiye’ye mutlaka hep beraber ulaşacağız. 
 
Mutsuz insanların ülkesinde kaygı olur, depresyon olur, şiddet olur, güvensizlik olur. Mutsuz bir ülkede hayat çekilmez.
 
İşte onun için bizim en büyük sorumluluğumuz, ülkemize neşe getirmek. İnsanlarımızın yüzlerinin gülmesini sağlamak. 
 
Bizim en büyük ödevimiz; Türkiye’yi huzura kavuşturmaktır.
 
İşte biz, o endekste kriterler vardı ya tek tek saydım, onların hepsini Türkiye’yi yükselteceğiz. 
 
Önce özgürlük! Diyeceğiz.
 
Refaha giden yol, özgürlükten geçer. 
 
Hukuk devletini inşa edeceğiz. Herkesin hukuk güvenliğine sahip olduğu bir Türkiye’yi bir sistemi yeniden inşa edeceğiz. 
 
Eğitimde fırsat eşitliği sağlayacağız. Ülkenin doğusuymuş batısıymış hiç fark etmez, kuzeyi güneyi hiç fark etmez; en ücra köşeye dahi nitelikli eğitim ulaştırmak için çalışacağız.
 
Sosyal yardımları bağımlılık sağlansın diye değil, vatandaşlarımızı zor durumdan çıksın diye, sosyal devlet ilkesi gereği sunacağız. Burada esas olan nedir? Bir ülkede sosyal destek, sosyal yardım almak zorunda olan vatandaşların sayısını azaltmak. 
 
Bir bakın. Sayı hızla artıyor. Daha çok insan devlet yardımlarına muhtaç hale geliyor.
 
Belki de hükümetin işine geliyor. 
 
Benim sağladığım desteğe muhtaç insanlar çok olsun ki seçim geldiğinde ne olur ne olmaz diye desteğim kesildi diye bana destek versin diye yapıyorlar belki de bunu.
 
Bakın çok dikkat edelim buna. Pek çok ilçede duyuyorum. Sosyal yardım sosyal destek almak için iktidar partisinin üyelik kartını soruyorlar diye duyuyorum vatandaşlarımızdan. 
 
Yazıktır.
 
Daha geçen hafta Çanakkale’de partimize üye olan vatandaşımızın sosyal yardımını kesmişler. Neden? Sen DEVA Parti’sine üye oldun.
 
Devlet olmak bu mu yahu? Yazık değil mi bu insanlara.
 
Ama siz işte şu andaki sistemle partili taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile bir ülkenin Cumhurbaşkanını hem devlet başkanı hem de parti genel başkanı yaparsanız işin gideceği nokta bu. 
 
Çünkü işine gelince devlet başkanı şapkasını takıyor, başka türlü işine gelince de genel başkan şapkasını takıyor. Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı, tarafsız.
 
Anayasada çok açık yazılı. Anayasada Cumhurbaşkanlığı görevine başlarken gidiyor Cumhurbaşkanı meclis kürsüsünde bir yeminle işe başlıyor. 
 
Bu yeminde ne diyor? ‘Görevimi tarafsızca yapacağıma namusum ve şerefim üzerine ant içerim’ diye göreve başlıyor.
 
Şu andaki Cumhurbaşkanının tarafsız olduğunu kim iddia edebilir? Bir partinin genel başkanı olarak her gün diğer partilere sataşan sürekli ötekileştiren sürekli kutuplaştıran bir Cumhurbaşkanına kim tarafsız diyebilir? 
 
Değerli arkadaşlar bakın ne yaptığını ne yapacağını bilen bir hükümetle bütün bunlar çok hızlı bir şekilde düzelir. Çok hızlı... 
 
İşte o yüzden biz kadrolarımızda her alanda yapacağımızı eylem planlarıyla ortaya koyuyoruz. 
 
Çok detaylı bir hazırlık yapıyoruz çok detaylı. 
 
Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde görülmemiş bir detayda her alanda hazırlık yapıyoruz. Ve inşallah emaneti teslim almaya geliyoruz. 
 
*****
 
Bakın arkadaşlar Türkiye şu an çoklu kriz ortamında. 
 
Her türlü krizi yaşıyoruz.
 
Vatandaşlarımıza sorduğumuzda daha çok ekonomik krizden bahsediyorlar. Çünkü asıl canlarını yakan en önemli konu o.
 
İşsizlik
 
Hayat pahalılığı
 
Yoksulluk... 
 
Her yerde karşımıza çıkıyor. 
 
Haklı olarak karşımıza çıkıyor. Ama şu an da Türkiye’nin yaşadığı kriz
Sadece bir ekonomik kriz değil arkadaşlar.
 
Türkiye şu anda bir hukuk ve adalet krizi yaşıyor. 
 
Türkiye şu anda bir dış politika krizi yaşıyor. 
 
Türkiye şu anda bir eğitim krizi yaşıyor.
 
Hep beraber görüyoruz bunu. Ve şöyle baktığımızda ekonomik krizin temelinde ne var biliyor musunuz? Hukukun ve adaletin olmayışı var. 
 
Bir ülke hukuktan ve adaletten uzaklaşırsa o ülke ekonomik krizin içerisine düşer. 
 
Bakın son yaşadığımız bir örneği söyleyeceğim size. Biliyorsunuz bu hükümet ne yaptı?
 
Bundan yaklaşık 3 ay kadar önce ekonomik krize sözüm ona çözüm olsun diye bir kur korumalı mevduat hesabı diye bir şey ilan etti. 
 
Şapkadan 1970 model bir tavşan çıkardılar. 
 
Kur korumalı mevduat hesabı. Neymiş ekonomideki sorunları bu çözecekmiş. Bu 1970’lerde 80’lerde uygulanmış. Ve rahmetli Özal ne demiş bu uygulamaya “Kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi” demiş. 
 
O günkü gazete kupürlerinde açık.
 
Ne demiş, “Eğer ülkede yıllarca enflasyon yüksek seyrettiyse bu ülke 2 haneli 3 haneli enflasyonu yaşadıysa bunun en önemli sebeplerinden birisi bu dövize çevrilebilir mevduat hesaplarıdır, gençlere nasihatimdir” demiş.
 
“Bir daha ülkeyi böylesine büyük zararlara sokmayın” demiş gençlere.
 
Ne zaman demiş taa 1989’da.
 
Şimdi getirdiler ülkeye geçen aralık ayında kur korumalı mevduat hesabı diye bir sistemi dayattılar. 
 
İlk gün, ilk gün ayın 20’sinde açıkladılar 21’i sabahı ben ne dedim? Bu hazineyi, devleti batırma projesidir dedim.
 
Yaşanmış çünkü yahu. Tarihten ders almazsan tarih tekrar eder durur.
 
Ve de arkadaşlar bu hafta bu hesapların ilk sonuçları geldi. 
 
Bakın en son Çarşamba, perşembe günkü sonuçları size söyleyeyim. 23- 24 Aralık’ta bu dövize endeksli kur koruma hesabına 100 lira yatıran bir vatandaş 3 ay sonra 127 lira aldı. 3 ayda yüzde 27...
 
Hey gidi faiz düşmanı Erdoğan hey... Geldiği noktaya bakın yahu. 3 ayda yüzde 27. 
 
Bunun yıllık bileşiği kaça geliyor biliyor musunuz? Yani 3 ayda bir yüzde 27, 27’yi katlaya katlaya gidin çünkü düz alıyorsunuz 127 oluyor ya, bu sefer 127’nin tekrar tekrar yüzde 27’sini ekliyorsunuz, yıllık bileşik yüzde 160’a geliyor. Yüzde 160... 
 
Geçen ay 3 haneli enflasyonu gösterdiler memlekete şimdide 3 haneli faiz ödüyorlar.
 
Kime ödüyorlar? Bir avuç mevduat sahibine ödüyorlar. Kime ödüyorlar? Zaten mevduatını Türk lirasında tutan vatandaşa diyorlar ki; Bak sen paranı Türk lirasında tutma paranı dövize endeksli hesaba yatır diyorlar. 
 
Yazık günah yahu.
 
Arkadaşlar bakın dolar kuru bu seviyede giderse, yani bugünlerde kaç diyelim 14.85, Bu seviyede giderse 1 yılda bu mevduatlara ödeyecekleri faiz ne kadar biliyor musunuz? 
 
40 milyar lira.
 
Peki, sadece ölçü olsun diye söylüyorum. Bu yılın tarım bütçesi ne kadar biliyor musunuz? Bütün tarım destekleri... Gübre, mazot, kredi, aklınıza ne geliyorsa... Her türlü tarım desteğin yazın, yazın toplayın 29 milyar. 
 
Kur korumalı hesaba ödeyecekleri faiz ne kadar? 40 milyar. O da kur hiç artmazsa ha.
 
Bundan sonra kurda ki her yüzde 5 artış eşittir 30 milyar daha ekleyecek üzerine.
 
Her yüzde 5 artış 30 milyar daha ekleyecek ... 
 
Zaten siz yılbaşında bütçeye 240 milyar lira faiz ödeneği koymuşsunuz yahu. 240 milyar faiz ödeneği var bu yılın bütçesinde.  
 
Ve üstelik daha hazine faizleri 17 iken koydunuz siz bunu. Şu anda hazine faizi yüzde 29’a çıktı. Eylülden bu yana.
 
240 milyar da yetmeyecek.  Üzerine bir de kur korumalı dediniz 40 milyar da oraya faiz ödüyorsunuz.
 
Çiftçiye gelince 29 milyar. 
 
Adalet bu mu yahu? Adaletten başladım ya.  Bu mu adalet?
 
Milyonlarca Çiftçiye 29 milyar. Bir avuç mevduat sahibine Türk lirasındayken dön dövize endeksleyim senin şeyini. Niye? Mağdur olacaklarmış. 
 
Bakın Sayın Erdoğan’ın ifadesi bu.
 
Hesap sahiplerini mağdur etmemek için diyor. Yahu kur artışından sadece bankada mevduat sahibi olanlar mı mağdur oluyor yahu. 
 
Kur arttığı zaman A’dan Z’ye her şeye zam gelmiyor mu bu ülkede.
A’dan Z’ye her şey pahalanmıyor mu bu ülkede? 
 
Eğer ekmek bugün 3 liraysa, mazot benzin 20 lirayı geçtiyse bunun temel sebebi kurdaki artı arkadaşlar. 
 
Başka bir şey değil.
 
Döviz kuru bu kadar artmasaydı ülkede, dünyadaki fiyat artışları kadar artsaydı benzinin mazotun olacağı 8-9 bilemediniz 10 lira.
 
Eğer 8-9-10 değil de 20’nin üzerindeyse bunun tek sebebi kur artışı. 
 
Kur artışını Türkiye özel yaşadı. Başka ülkelerde bu kadar bir kur artışı yok. Böyle bir şey yok. 
 
Beceremediler, yönetemediler, yönetemiyorlar.
 
Ve maalesef arkadaş bu kötü yönetimin bu ülkeye ödettiği bedel çok büyük.
 
Hasar çok büyük biliyoruz ama hasar ne kadar büyük olursa olsun kriz ne kadar büyük olursa olsun evelallah biz çözeriz. 
 
Bu bizim işimiz.
 
DEVA kadrolarıyla beraber hep birlikte çözeriz. 
 
***
 
Değerli Arkadaşlar,
 
Buraya çok yoğun bir Ankara gündemiyle geldim. Bu hafta Ankara’da yoğun bir çalışmamız var.
 
Biliyorsunuz şubat ayının sonunda, 6 partinin genel başkanı olarak imza töreni Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem konusundaki hedefimizi ilan ettik. 
 
Önemli bir mutabakat sağladık.
 
Yakın siyasi tarihimizde bir ilki gerçekleştirdik. 
 
45 sayfalık bir metin üzerinde, her cümlesinde her kelimesinde... Noktasına virgülüne kadar mutabık kaldık. 
 
Yakın siyasi tarihimizde böyle bir şey yok arkadaşlar. 
 
İktidar partileri ülkeyi kutuplaştırarak, ayrıştırarak, ötekileştirerek yönetirken, şiddeti kutsayarak yönetirken... Geçen hafta Adana’da olanları nasıl kutsadılar gördük... Jop ile sivil vatandaşları döven polisi Bahçeli ‘alnından öperim’ diyor. Siyaset iklimi bu... 
 
Ülkeye empoze ettikleri siyaset iklimi bu... Ayrıştırmak, ötekileştirmek, nefret dili, şiddet …, “mutabakat” dedik. 
 
Siyasette uzlaşı dedik. Mutabakat dedi. Bakın siyahla beyaz kadar farklıdır bu.
 
İşte biz uzlaşı ile mutabakat ile bu milleti yönetmeye talibiz. 
 
Gererek değil, her kesin mutlu olmasını sağlayarak. Şiddetle değil, huzurla sükûnet ile bu ülkeyi yönetmeye talibiz.
 
Yarın ise, bizim ev sahipliğimizde, 6 partinin genel başkanı bir araya gelecek ve bundan sonraki süreci değerlendireceğiz. Evet parlamenter sistem diye bir hedef koyduk, o hedefe doğru nasıl yürüyeceğiz? 
 
Ülkemizin ihtiyaçları neler? Bütün bu konularla da diğer siyasi partilerle bir ortak payda, ne kadar yakalarız? hangi konularda yakalarız? Bunun bir arayışını yarın itibaren başlatmış olacağız. 
 
Genel Merkezimizde sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Gültekin Uysal, Ahmet Davutoğlu, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu’nu ağırlayacağız.
 
Görüşmelerimizin şimdiden ülkemiz için milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Adalet demiştim, önce hukuk demiştim.
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son istatistiklerine göre, 2021 yılında en çok insan hakkı ihlali Rusya, Ukrayna ve Türkiye’de görünüyor.
 
Yani tam üyesi olduğumuz Avrupa konseyinin, Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin istatistikleri bu.
 
Bulunduğumuz lige bakın ya.
 
Üstelik hükümet bu ihlaller tespit edildiğinde, bağlı olduğumuz sözleşmeyi de uygulamıyor.
 
Bu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin altında Türkiye’nin imzası var mı? Var. 
 
İnsan hakları sözleşmesi arkadaşlar bakın ya, insan hakkı...
 
Önce insan diyen, insanı yaşat ki devlet yaşasın diyen bir gelenekten geliyoruz biz. 
 
Devlet, “Bu sözleşmeye uyacağım” diye taahhüt vermiş mi? Vermiş.
 
Kuruluşundan bu yana, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yargıçlar görev yapıyor mu? Yapıyor.
 
Bizim de mahkeme orası çünkü. Biz de yargıç gönderiyoruz. 
 
Rahmetli Özal’dan bu yana, vatandaşlarımızın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru hakkı var mı? Var. 
 
Yetmedi; taraf olduğumuz uluslararası anlaşma ve sözleşmelerin iç hukukumuzu bağladığı, kendi Anayasamızın hükmü değil mi? Hükmü. 
 
Ve bütün bunlar, zamanında bizim kendi vatandaşlarımızın hakkını hukukunu korumak için yapılmış işler. Kendi vatandaşlarımızın hakkını hukukunu korumak için… 
 
Bir gün gelir de otoriter bir iktidar, vatandaşlarımıza zulmetmeye başlarsa, insanların nefes alacağı bir kapı olsun diye atılmış adımlar bunlar zamanında.
 
Rahmetli Özal niye yapmış bunu? Vatandaşlarımız içerde sıkışırsa gitsin bizim de ortağı olduğumuz, üyesi olduğumuz Avrupa İnsan hakları mahkemesinde başvurabilsin diye niye koymuş? 
 
Çünkü unutmayalım 1980 darbesinden sonra Rahmetli Öcal iş başına geldi.
 
O temel hak ihlallerinin yapıldığı, gencecik çocuklara bir sağdan bir soldan diye gencecik gençlerin canına kıyıldığı süreden sonra yaptım.
 
Bir gün gelir de hukuk dışına rejim kendi ülkesin vatandaşına eziyet ederse gitsin başvurabilsin diye yaptı bunu. 
 
Ama AİHM bir karar veriyor; Sayın Erdoğan ne diyor uymuyorum diyor. Keyfi yüzünden karar uygulanmıyor.
 
Kendi anayasa mahkememizin kararlarına saygı duymuyorum diyor. Alt mahkeme uymuyor, uymayabilir diyor.
 
Böyle bir şey olmaz, olamaz. 
 
Siz hukuku ihlal ederseniz, güveni kaybedersiniz.
 
Güven hukukla oluşur adaletle... 
 
Hukuku hiçe sayan, hukuk tanımayan, kendi yasasını anayasasını ihlal eden bir hükümet asla başarılı olmaz mümkün değil. 
 
Siz Güveni kaybederseniz, işte bunu anlamıyorlar, çırpınız duruyorlar. Panik halinde bütün düğmelere basıp duruyorlar.  ‘Şu ekonomik krizi nasıl çözeriz ’diye. Çözemezler, rüyalarında bile görmezler. Ağızlarıyla kuş tutsalar yapamazlar. Çünkü hukuka inanmıyorlar. Adaleti bu ülkede yok ettiler. Adalet olmayınca, hukuk olmayınca ekonomi düzelmez. Adalet olmayınca, hukuk olmayınca güveni kaybedersiniz. Güven olmayınca da bu ekonomik krizden asla çıkaramazsanız. 
 
Tabi güven güven diyotuz ama  gençler o güveni nasıl oluşturacağız anlatsanıza diyorlar. 
 
Bakın size 1 dakikada özetleyeyim. 
1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Öyle devletin TÜİK’ine yalan yanlış enflasyon açıklatmayasın
2- Söz verince tutacaksın. Eylül ayında dolar kurunu 2022 için 9.30, 2023 için 9.80, 2024 için 10.30 diye açıklayıp daha aralık ayında kuru patlatmayacaksın. 
3- Emanete hıyanet etmeyeceksin. Devlet yönetimi emanet sana emanet. Kimsenin tapulu malı değil.  Devlet yönetimini benim zannetmeyeceksin. 
4- Her daim hukukla adaletle hareket edeceksin.
5- Dürüst ve ehil kadrolarla çalışacaksın. İşi ehline emanet edeceksin.
6- İstişare edeceksen. Bin biliyorsan bir bilene soracaksın. Her kararı almadan bilenlerle konuşacaksın. 
7- Şeffaf olacaksın, açık olacaksın. Merkez bankasının 130 milyar dolarını gizli saklı arka kapıdan çarçur etmeyeceksin.
8- Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın.
 
*****
 
Değerli Arkadaşlarım,
 
Hiç endişeniz olmasın.
 
En kısa zamanda, ülkeyi bir kişinin kafasına estiği gibi yönetmesine son vereceğiz.
 
Hiçbir ayrım yapmadan, tüm vatandaşlarımızın hukuk güvenliğini sağlayacağız ve refahını yükselteceğiz.
 
Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istedikleri bir Türkiye’ye çok yakında kavuşacağız.
 
Bırakın kendi gençlerimizi tün dünyadan gençlerin gelip gezmek istediği görmek istediği bir süre yaşamak istediği bir Türkiye inanın hep beraber inşa edeceğiz.  Yapacağız bunu.
 
Türkiye’yi mutlu gençlerin, mutlu kadınların, mutlu çalışanların, mutlu insanların ülkesi yapacağız.
 
Otoriter ittifak ortaklarının DEVA Partisi’ni engellemek için ürettiği tüm o entrikaları boşa çıkaracağız.
 
Bizim masa başında matematik formülleri ile siyasi mühendislik ile bizi engellemeye çalışıyorlar. 
 
Ya seçim masa başında yapılan siyaset mühendisliği matematik formülleri kazanılmaz.
 
Seçim meydanda kazanılır. O yüzden ben hodri meydan dedim onlara hodri meydan. 
 
Göreceğiz ne olacağını.
 
Ne yapıyorlar 2018’e bakıyorlar. 2018 seçim kuralları matematiği böyle olmasaydı da şöyle olsaydı biz daha fazla milletvekili çıkaracaktık diyorlar. 
 
Ne yapıyorlar? 
 
Az oy alan partilerden çok oy alan partilere doğru milletvekilleri kaydırmaya çalışıyorlar.
 
Ya arkadaş seçim günü geldiğinde kimin az oy alacağını kimin çok oy alacağını millet belirleyecek.
 
Çıkarmaya çalıştıkları seçim kanunu var ya, kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşecekler. 
 
Önce Bahçeli düşecek arkasında da Erdoğan düşecek.
 
Nasıl 2018 seçimlerinde 50 artı 1 dediler. Oylar düştükçe ne diyorlar keşke 30 artı 1 olsaydı. 
 
Şimdi nasıl pişmanlar.  Bu kuralları değiştiriyorlar ya.
 
İnşallah göreceğiz. Günü geldiğinde ya tüh diyecekler. Keşke değiştirmeseydik diyecekler.
 
Az oy alan partilerin işine geliyormuş eski sistem. Daha çok milletvekili çıkartacak dedim ama iş işten geçmiş olacak.  
 
Bizim iç endişemiz yok. Biz emin adımlarla yolumuza devam ediyoruz.
Her şeyden önce milletimize güveniyoruz. 
 
Milletimizin desteğini arkamıza aldıktan sonra korkacak hiçbir şey yok.
Bu kararı millet verecek. Ne zaman verecek? Seçim günü geldiğinde verecek.
 
Ve inşallah biz milletimizin sağduyusuna güveniyoruz. Milletimizin yüksek ferasetine güveniyoruz.
 
Bugüne kadar nasıl her zaman sağduyu galip geldiyse bu önümüzdeki seçimde de milletimizin sağduyusu feraseti kazanacaktır. 
 
Bizim çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. 
 
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. 
 
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız. 
 
Demokrasi ve atılım için durmadan, yorulmadan koşacağız.
 
Artık Türkiye’nin DEVAsı var, Yıldırım’ın devası var. Bursa’nın DEVAsı var.
 
Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Kongremiz hayırlı uğurlu olsun.
23 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 16. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

On altıncı Haftalık değerlendirme toplantısı

Dünya Tiyatrolar Günü’nü hep beraber kutlayacağız.

Biliyorsunuz pandemi döneminde pek ok sanat dalı olduğu gibi pek çok sanatçı olduğu gibi tiyatro sanatçılarımızda tiyatro işletmelerimiz de büyük zarar gördü.

Çok uzun süre kapalı olmak durumunda oldular.

Mali sorunlar yaşadılar ve gelişmiş olan pek ülke ekonomisi gelişmiş olan pek çok ülke verdiği devlet destekleriyle tiyatroların bu sıkıntılı durumlarını aşmasına yardımcı oldu.

Ve pek çok devlet sanatçılarının yanında oldu.

Tam pandemi geçti derken ülkemizde artık kısıtlamalar azalıyor derken baktık bu sefer artan enerji maliyetleri doğal gaz olsun elektrik olsun, artan işletme giderleri kira başta olmak üzere pek çok tiyatromuzu ama özellikle de özel tiyatromuzu olumsuz şekilde etkiledi.

Ya nereden baksanız şu geçtiğimiz 2 yıldır tiyatrolarımızla tiyatro sanatçılarımızla belki de kendi yaşadıkları yılların en zor dönemini belki de şu anda geçiriyor.

Üstelik genel anlamda ülke bir ekonomik krizde olduğu için ve satın alma gücü düştüğü için tiyatroya erişimde de büyük sorun var.

Hâlbuki söyle bir baktığımızda sanatın genel anlamda sanatın ama özellikle tiyatroların toplumsal yaşamımızda çok çok önemli yeri ve rolü var.

Mutsuz, umutsuz, sıkıntıda sosyalleşecek imkanları kısıtlanmış depresif bir toplumsal psikolojiyle de karşı karşıyayız.

İşte tam da böyle önemli bir dönemde, sıkıntılı bir dönemde maalesef devleti sanatın sanatçının yanında biz görmedik, görmüyoruz.

Pek çok ülkede devlet destekli projeler uygulandı.

Kapatma döneminde dahi dijital performans imkanlarına devlet desteği sağlandı.

Oysa Türkiye’de bunları görmedik.

Herkes kaderine terk edildi.

Sadece esnafı, küçük işletmesi, yevmiyeyle gündelikle çalışan kesinler değil, Türkiye’de sanatçılar da maalesef kaderine terk edildi.

Devlet sanatçısına sahip çıkmadı.

Oysaki mevcut anayasamızın 27. Ve 64. Maddeleri çok açık.

Diyor ki; Sanatçının özgür üretim ortamını korumak ve halkın sanata erişimini sağlamak devletin görevidir diyor.

Bu temel Anayasal görevi dahi bu dönemde devlet hükümet yerine getiremedi. 

Ben bütün bu zorluklara temas ettikten sonra partimizin programımızda da açık bir şekilde yer aldığı gibi ve Kültür ve Sanat Politikalarından sorumlu özel bir birimimiz bir genel başkan yardımcımız, politika başkanlığımız olduğunu da vurgulayarak sahnelerde gerçeği haykıran duygulara ve düşüncelere yansıma fırsatı sağlayan tüm tiyatro sanatçılarımızın Dünya Tiyatrolar Günü’nü buradan tekrar huzurunuzda kutluyorum. 

Değerli arkadaşlar,

Çalışmalarımıza hız kesmeden devam ettiğimiz bir süreçteyiz şu anda.

Geçtiğimiz hafta ülkemizin Marmara ve Ege bölgesinde vatandaşlarımızla bir araya geldik.

Çanakkale’de 107 yıl önce tarihin akışını değiştiren kahramanlarımızı hep beraber yad ettik.

Balıkesir il merkezinde dostlarımızla, halkımızla sohbet ettik, dertlerini dinledik.

Ardından Balıkesir’in Yörükler diyarı Sındırgı ilçesinde güzel bir kongre gerçekleştirdik.

Hemen ardından İzmir’e geçtik. İzmirli gençlerin, kadınların, emeklilerin, esnafın, sanayicilerin sesine kulak verdik.

Güzel İzmir’de, coşkulu ve yoğun bir katılımla, birinci olağan il kongremizi tamamladık.

Ben bu vesileyle bu verimli ve başarılı programlar vesileyle, İzmir, Balıkesir ve Çanakkale teşkilatlarımıza buradan tekrar şükranlarımı sunmak istiyorum.

Pek çoğu siyasete yeni başlamış ama kalbi ülke aşkıyla çarpan, pırıl pırıl bir kadronun neleri başarabildiğini tüm Türkiye görüyor, görmeye de devam edecek inşallah.

Pazartesi öğle saatlerinde Ankara’ya geldik. Başkanlık kurulumuzu hemen topladık, pazartesi günkü olağan toplantımızı yaptık ve pazartesi Ankara’ya gelir gelmez de çalışmalarımıza hız kesmeden devam ettik.

Teşkilat çalışmalarımıza bir virgül koyarak, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş amacında uzlaştığımız siyasi partilerle bir görüşme turu başlattık.

27 Mart Pazar günkü toplantımızın gündemini birlikte belirlemek üzere, değerli genel başkanlarla görüşmeler yapıyoruz.

Bu kapsamda, pazartesi akşamı Sayın Meral Akşener’i, dün akşam da Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ziyaret ettim.

Az evvel Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’yla görüştük.

Birazdan da Sayın Gültekin Uysal’ı ve Sayın Temel Karamollaoğlu’nu ziyaret edeceğim.

Bu görüşmelerimizin amacı daha önce de söylediğimiz gibi 27 Mart’taki yapacağımız toplantının gündemi konusunda görüş alışverişinde bulunmak ve toplantının bir ön hazırlığını yapmak.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Biz Türkiye, milletimize sunduğumuz Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem taahhüdümüzü yerine getirmek için sabırsızlanıyor.

Ülkemizde geçen her gün, “Yarının Türkiye’si” için yaptığımız çalışmaların önemini ortaya koyuyor.

Bakın biz, bu ortak akılla hazırladığımız Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem mutabakatında neler söylemiştik?

 O, altı partinin uzlaştığı metinden cümleler bunlar.

“Demokratik hukuk devletini güçlendireceğiz” demiştik.

“Temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacağız” demiştik.

Bu kapsamda, “Düşünce ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü ile örgütlenme özgürlüklerinin üzerindeki baskıya son vereceğiz” demiştik.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin mevzuatı, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ışığında yeniden düzenleyeceğimizi de taahhüt etmiştik.

Biliyorsunuz bu konularda hem kendi anayasa mahkememizin kararları var AİHM kararları var fakat maalesef bu kararların uygulanmasıyla ilgili ciddi sorunlar var.

İşte geçtiğimiz hafta sonu Adana’da yaşananlar, bu konudaki tutumumuzun ortaya koymuş durumda.

Adana’dan gelen dehşet verici görüntüler hepimizi hayrete düşürdü.

Bu görüntülerde, kolluk güçlerinin Furkan Vakfı gönüllülerine işkence uyguladığını gözlerimizle gördük, müşahede ettik.

Değerli arkadaşlar,

Kamu düzenini sağlamakla görevli emniyet mensuplarımızın, vatandaşa şiddet uygulamasının hiçbir mazereti geçerli bir nedeni olamaz.

Anayasal hakkını kullanmak isteyen vatandaşın tepesine inen cop, hiçbir koşulda meşrulaştırılamaz.

Yahu, polisin görevi milletin can güvenliğini sağlamak, milletin canına kast etmek değil. Böyle bir şey olabilir mi?

Neymiş?

“Yasa dışı” yürüyüş yapmışlar.

Yahu, ülkede parkur yürüyüşünden başka “yasa içi” yürüyüş kaldı mı ki siz böyle söylüyorsunuz?

Ülkede yasa mı kaldı ki böyle söylüyorsunuz?

Arkadaşlar,

Bakın biz, devlet tarafından haksız yere dayak yiyen vatandaşın çektiği acıyı kendi bedenimizde, yüreğimizde hissediyoruz.

Kamu adına güç kullanan polis memurlarının, hukuk dışına çıkan uygulamalarını da kesin bir dille kınıyoruz.

Ortada münferit bir hadise yok bakın.

Bu hasbelkader kamuya açık kameralara yansıyan bir görüntü.

Bu münferit bir olay değil.

Türkiye’nin her yerinde benzer olaylar ve benzeri gelişmeler yaşanabiliyor.

Bazı polis memurları, vatandaşa karşı acımasızca cop sallayabiliyorsa, ortada devlet yönetimine ilişkin bir zihniyet meselesi var yahu bir zihniyet meselesi.

Devletin en tepesindekilerin zihniyet sorunu var. Anlamamız gerekiyor.

Kendilerini yöneten siyasetçilerden cesaret almayan hiçbir polis memuru, böylesine pervasızca işkence uygulayamaz arkadaşlar. Böyle bir şey yok.

Kolluk kuvvetlerine “bacaklarını kırın” diyen, “siz yıkın, mahkeme kararı arkadan gelsin” diyen bir bakanın emrindeki kolluk kuvvetlerinin hukuk içinde hareket etmesini bekleyebilir misiniz?

Benzer pek çok olay yaşanırken, bu konularda ülkenin Cumhurbaşkanı sus pus duruyorsa, gereken tepkiyi ve talimatları vermiyorsa, siz polis şiddetinin önüne geçebilir misiniz?

Zaten olaydan hemen birkaç gün sonra, polis şiddetinin iki-üç polisin münferit bir tavrı değil, zihniyet meselesi olduğunu Sayın Bahçeli ispatladı.

İşkencecileri alınlarından öperek kendisine yakışanı yaptı.

Yetmedi, bu krizlerin ortağı, adı bunca kirli işle anılan ve işkence olayında dahi kendi vatandaşını suçlayan ilgili bakanın arkasında durdu.

Sayın Bahçeli, 12 Eylül döneminde, kendi geleneğinin gördüğü onca eziyetten hiçbir ders çıkarmadığını da gözler önüne serdi.

Bakın arkadaşlarım, bilenler bilir. Milliyetçi hareketin bir “cefasını çekenler” olmuştur, bir de “sefasını sürenler”.

İşte o “sefa sürenlerin” bunları anlaması mümkün değildir.

Ben buradan krizlerin ortağı Bahçeli’ye sesleniyorum;

Sayın Bahçeli artık şiddetle, mafyayla, çetelerle, hukuksuzlukla aranıza bir mesafe koyun ya.

Ayıptır ya. Siz siyaset yapıyorsunuz, siyaset. Beğenseniz de beğenmeseniz de hukuka bağlı olmak zorundasınız.

İnsanın ama ar damarı bir kez çatlamaya görsün!

İşkenceyi meşrulaştırana da mağdura kimliğini sorana da yazıklar olsun! Diyoruz.

Sayın Erdoğan’a da buradan soruyorum:

Siz kimlerle ortak olduğunuzun farkında mısınız? Siz bakan olarak kimleri kimleri görevlendirdiğinizin farkında mısınız?

Bu insanlarla, bu ortaklarla yol yürümeye devam ettiğiniz sürece, ülkeye sükunetin, huzurun asla gelmeyeceğini anlamadınız mı artık ya?

Yazık, diyorum gerçekten çok yazık.

*****

Değerli arkadaşlarım değerli basın mensupları,

Ülkemizin hukuk devleti niteliğini kaybetmesi, ekonomik krizleri de beraberinde getirdi. Getiriyor.

Arka arkaya kriz yaşıyoruz.

Belki binlerce kez söyledim. Bir kere daha söyleyeceğim: Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.

Evet, ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.

Siz hukuksuzluğu devlet politikası haline getirirseniz, ekonomik krizi de devlet politikası haline getirmiş olursunuz.

Bunu anlamıyorlar. Aradaki bağı bir türlü kuramadılar.

Hukukla ekonominin iç içe olduğunu, sağlam bir hukuk sistemi olmadan ekonominin asla düzelemeyeceğini bir türlü zihinlerine yerleştiremediler. 

İşte alınan bu yanlış kararlar silsilesi de ülkemizde yaşanan ekonomik krizi ciddi hale getiriyor ve kalıcı hale getiriyor.

Ekonomi yönetiminin içine düştüğü gaflet, Türk Lirasını değersizleştirerek itibarımızı beş paralık ediyor.

Hepinizin bildiğiniz gibi arkadaşlar geçtiğimiz aralık ayında, kura endeksli mevduat hesabı marifetiyle, hükümet kendi paramızın tasarruf aracı olma işlevini neredeyse tamamen bitirdi.

Rahmetli Özal'ın “kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi” dediği bir uygulamayı 40 yıl sonra yeniden başlattılar.

Ben daha önce de ifade etmiştim. “Şu sistemin adını doğru koyalım” demiştim.

Ne demiştim? Bu bir, “devleti batırma kampanyasıdır arkadaşlar” demiştim. “Devleti batırma kampanyası!”.

Bakın bu süreçte ne yaptılar?

Önce kumanda ekonomisinin tüm araçlarını devreye soktular.

Banka çalışanlarına ve şirketlere yoğun baskı yaparak bankadaki paraları bu hesaplara aktarmalarını istediler.

Zaten döviz mevduatı Türkiye’de üçte ikiye yükselmişti. Üçte bir Türk lirası kalmıştı. O kalan Türk lirası mevduat hesabını da dövize endekslemeyle ilgili bir kampanya başlattılar.

Ve Milletin vergilerini, her birimizin alın terini, bankadaki bol miktarda mevduatı olan yüksek mevduatı olan bir avuç insana faiz olarak ödeyecekleri banka hesaplarına da yatırdılar.

Bu hafta Pazartesi gününden bu yana, ilk açılan 90 günlük hesapların vadeleri dolmaya başladı ve bu hesaplara ödenecek faiz miktarı netleşti.

Biliyorsunuz ilk 21 Aralık’ta açıklanmıştı hesaplar 90 günlük hesaplar 21 Mart’ta pazartesi günü vadesi doldu. 22’sinde açılanların dün doldu, 23’ünde açılan hesapların da bugün vadesi doldu.

Şimdi rakamları açıklıyorum, ödedikleri faizi açıklıyorum. Sıkı durun!

21 Aralık’ta 2021’de açılan kur korumalı mevduata 3 ayda %11,9 oranında faiz ve kur farkı ödediler. Yıllık bileşik faiz kaça geliyor biliyor musunuz? Çünkü faiz yıllık bileşikle hesap edilir vadeler değiştiği için. Tam %57.

22 Aralık’ta açılan hesaplar için 3 ayda %20,1 faiz ve kur farkı ödediler, dün Yıllık bileşik faiz kaça geliyor? Tam %108.

Bitmedi.

23 Aralık’ta açılan hesaplar için yapılacak faiz ve kur ödemesi de bugün belli oldu. %27,3.

Bakın: 23 Aralık’ta bu hesaplara para yatıran bir arkadaşımız 100 lira yatırdıysa bugün 27 lira 30 kuruş faiz alacak. 3 ayda. Yıllık bileşiği %163!

Rakamlara bakın yahu!

Tam da dediğim gibi bu uygulamanın başladığı ilk günün sabahı söylediğim gibi bu “devleti batırma projesi” değil de ne?

Bakın arkadaşlar, geçen ay %105 oranındaki 3 haneli enflasyonun ağır sonuçlarını Türkiye’ye yaşatan bu hükümet, faizi de 3 haneye çıkararak ekonomide tam bir hezimeti bu millete şu anda yaşattı, yaşatıyor.

Rakamlara bakın yahu. 3 haneli faiz. Yıllık bileşiği 3 haneli faiz.

Hey gidi faiz düşmanı Erdoğan hey!

Neredeeen nereye! Neredeeen nereye!

Yahu siz faizlerin yüzde 8-9 olduğu dönemlerde, zamanın tertemiz bürokratlarını vatana ihanetle suçluyordunuz!

Hesap ortada. Size şu son üç gündür bu ülkenin hazinesinin katkısıyla ödenen faizleri söyledim. Şu anda siz %57, %108, %185 yıllık bileşik faiz ödediniz o hesaplara.

Yeni bir icat diye sunduğunuz kur korumalı mevduat hesaplarına, bu milletin alın teriyle ödediği vergileri de katarak, %57, %108, %163 faiz öderken vicdanınız hiç sızlamıyor mu yahu?

Hangi nass bunu emrediyor? Nass diyerek siz bu işe başlamadınız mı? Hangi nass bu kadar yüksek faizi emrediyor? Çıkın bir açıklayın.

Biz de öğrenelim.

Bakın ben Buradan, bu uygulamaya cevaz verenlere de sormak işitiyorum.

Bu ülkede 2.500 lira emekli maaşıyla geçinmeye çalışan milyonlarca insan varken, siz nasıl olur da bir avuç varlıklı insana, tüm milletin kesesinden, bu kadar yüksek faiz ödenmesine uygun görüş verirsiniz?

O cevaz verenlere buradan soruyorum.

Hesap günü var diyorum hesap günü! Unutmayın diyorum

Bakın arkadaşlar, bitmedi.

Bu proje bankalardaki mevcut mevduatla sınırlı kalmadı.

Bir süre sonra ne yaptılar yurtdışındaki vatandaşlarımızın birikimlerini de devleti batırma kampanyasına dahil ettiler.

Türkiye’deki yetmedi. Dediler ki dünyada ne kadar paranız varsa getirin. Biz buna bu yüksek faizi ödeyeceğiz dediler.

Adeta, devleti, yabancı paraya endeksli bir biçimde, daha da borçlandıralım, batıralım diye uğraştılar, uğraşıyorlar şu anda.

Tüm bunlar da yetmedi. Bakın, Önceki gece Resmî Gazete’de yayınlanan bir düzenlemeyle devleti batırma kampanyasında bir ileri aşamaya daha geçtiler.

Ne yaptılar?

Şimdi bu hesaplar; yabancı uyruklu insanların da kullanımına açıldı.

Kendi vatandaşımız yetmedi. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız yetmedi bütün dünyaya açtılar.

Dediler ki gelin, en güzel faiz burada. Buraya getirin.

Gerçekten inanılır gibi değil yahu.

Bunlar ibret verici işler arkadaşlar ibret verici

Ortalıkta “Faizle mücadele edeceğim” diye dolananların geldiği nokta, tüm dünyaya “fahiş faiz” vermek oldu.

Onun için diyorum nereden nereye diye.

Hatırlayın dillerinden düşürmedikleri bir “faiz lobisi” dı değil mi? Faizler yüzde 8 iken yüzde 9 iken dillerinden düşürmüyorlardı.

Faiz lobisi aşağı faiz lobisi yukarı.

Eğer varsa öyle bir lobi, bu hükümet faiz lobisine bugüne kadar görmedikleri bir saadet yaşatıyorlar, öyle görünüyor ki daha da yaşatacaklar.

Yakın tarih, ülke kaynaklarının böyle hoyratça israf edildiği bir başka dönemi görmedi arkadaşlar.

Sayın Erdoğan, sadece ülkemizin vatandaşlarına değil, tüm dünyaya vatandaşlarımızdan toplanan vergileri peşkeş çekmeye karar verdi.

2 gün önceki Resmî Gazetede yayınlanan karar budur.

Yazıktır günahtır.

O vergileri ödemek için emekçiler haftada 45 saat çalışıyor. Ev kadınları o KDV’yi ÖTV’yi ödeyecekleri için mutfaklarından kısıyorlar. Küçük ve orta işletmeler kendi yatırımlarından kesiyor vergi ödeyeceğiz diye.

O vergiler, siz sağa sola faiz dağıtın diye ödenmiyor.

Artık yeter! Milletin ödediği vergileri çarçur etmeyi bırakın yahu.

Vatandaşlarımıza da doğru bilgi verin. Doğru. Gerçeği ört bas etmeyin.

Devleti batırma kampanyasının Hazineye yükünün böyle iddia ettiğiniz gibi yıllık 15 milyar olmadığını çıkın açıklayın.

Dediler ya bunun yıllık yükü 15 milyar civarında.

Değil.

Bakın döviz kuru bugünkü seviyede kalsa bile, bir yıl boyunca hiç artmasa bile bütçeye yılda en az 40 milyar liranın üzerinde bir yük getiriyor bu.

Kur arttıkça artacak.

Kurdaki her yüzde 10’luk artış bakın her yüzde 10’luk artış artı 60 milyar dolar daha yük getirecek.

Çünkü yaklaşık 600 milyara çıktı bu hesaplar.

Hesap basit.

Kur yüzde 10’a çıkınca yüzde 10 artınca 600 milyar çarpı yüzde 10, 60 milyar...

Hesap basit.

Kur hiç artmasa bile bugünden 40 milyar yük binmiş durumda.

Hazine diyorum ya arkadaşlar, o Hazine hepimizin vergisi, hepimizin cebi.

Ne diyor Erdoğan geçen? E ne var diyor onu da hazineden ödüyoruz diyor.

Bir dakika yahu. O hazine kimsenin babasının malı değil. 

Hazine hazine dediğin bu milletin hazinesi. Senin kendi hazinen değil.

Milletin hazinesi.

Hazine parayı nereden buluyor? Bu milletten toplanan vergilerden buluyor o hazine parayı.

Başka bir yerden değil.

40 milyar dediğimizde de bakın bizim hesap 40 milyar, şöyle düşünün: Bu senenin bütçesinde gençlere, kadınlara, insan haklarına, afet yönetimine, sanayinin üretim ve yatırımlarının tüm desteklerini alt alta yazın yazın yazın 40 milyar etmiyor biliyor musunuz?

Tarım bütçesinin sonradan artırılmış hali bile sadece 29 milyar.

Bunlar yılbaşındaki bütçeye tam 240 milyar TL faiz ödeneği koymuşlardı.

Biz o gün çok söyledik biliyorsunuz.

Yahu tarıma 29 milyar faize 240 milyar.

240 milyar yetmiyor bir de bu kur korumalı mevduat hesaplarına eğer dolar kuru bu seviyede giderse, 1 yıl boyunca hiç artmasa dahi 40 milyar daha sadece bu faiz farkını ödeyecekler.

Ülkenin gelişmesi, vatandaşlarımızın topyekûn zenginleşmesi için para ayrılmıyor; az sayıda bir avuç mevduat sahibine harıl harıl para ayrılıyor.

İşte bu yüzden ben bunun adını ilk günden “devleti, milleti batırma kampanyası” olarak koymuştum.

Hatırlıyorsanız burada bu salonda çok söyledik.

Rahmetli Özal’ın gazete kupürlerini gösterdim.

Türkiye’de DÇM diye bir şey uygulanmış ta 40 yıl önce.

Özal 1989’da sona erdirmiş bunu ve basın toplantısıyla sona erdiriyor.

Bunun için özel bir basın toplantısı yapıyor.

Diyor ki artık bu DÇM’lerin son taksitini ödedik bitti diyor, çok şükür kurtulduk diyor.

Yıllarca bu ülkede enflasyon bu kadar yüksek seyrettiyse bunun en önemli sebebi bu DÇM hesaplarıdır diyor.

Gençlere vasiyetimdir diyor tavsiyemdir diyor, asla bir daha böyle yanlışlar yapmayın bu ülkede diyor.

40 sene önce diyor bunu ve o DÇM’lerin tanımını yaparken de “Kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi” diyor.

Ben bunları bakın bugün bu rakamlar ortaya çıktıktan sonra söylemiyorum. Bu uygulama ilk başladığı gün söyledim.

İlk gün uyardık. Yapmayın dedik, yanlış yola girmeyin dedik. Büyük bedeller ödeteceksiniz bu millete dedik.

Bir kulaklarından giriyor öbür kulaklarından çıkıyor.

Arkadaşlar bakın biz, bir avuç mevduat sahibine garanti verilsin diye, bütün yükün dar gelirlinin sırtında olmasına razı olmayız, olamayız.

İş başına gelir gelmez yapacağımız ilk iş, bu devleti batırma kampanyasını ilk gün bitirmek.

İlk gün.

Bundan sonra yok diyeceğiz artık.

Bitti bu iş diyeceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazine’sini içine düşürüldüğü bu bataklıktan inşallah kurtaracağız.

Dünyaya güven vererek, yatırımları çeken bir Türkiye’ye hep beraber kavuşacağız.

Bu milletin her bir ferdinin zenginleşmesini sağlayacağız.

Hep beraber o hedeflediğimiz özgür, adil ve zengin bir Türkiye’ye ulaşacağız ve zenginlikten bizim anladığımız bunların etrafındaki üç beş kişinin zenginleşmesi değil.

Ne diyorlar? Geçen sene ekonomi yüzde 11 büyüdü diyorlar. 

Esnafa soruyorum, çiftçiye soruyorum. Geçen sene diyorum yüzde 11 büyümüşüz.Siz bunu hissediyor musunuz, yaşıyor musunuz?

Herkes gülüyor.

Ne büyümesi diyorlar ya ne büyümesi.

Bir de çıkıyor yüzde 11 büyüme açıklıyor yahu.

Açıklayan kim? TÜİK.

Bunu duyuran kim? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı.

E siz uydurma bir enflasyonla yola çıkarsanız o büyümenin hesabında enflasyon en önemli paydadır. Uydurma bir enflasyonu hesabın içine koyarsanız yüzde 11 büyüdüğünüzü zannedersiniz.

Onu da millete anlatmaya çalışırsınız.

Kusura bakmayın da o sizin söylediğiniz milletin bir kulağından giriyor öbür kulağından çıkıyor.

İnanan yok bu büyümeye.

Biz zenginleşmeden ülkenin topyekûn zenginleşmesini anlıyoruz.

Ülkemizde yaşayan 84 milyonun ülkemizdeki refah artışını hissetmesinden bahsediyoruz.

Onun için güçlü büyüme diyoruz.

Onun için güçlü sürdürülebilir büyüme diyoruz.

Onun için kapsayıcı büyüme diyoruz.

Büyümenin hem güçlü olması hem de nimetlerinden tüm toplumun istifade ettiği bir ekonomi modeli savunuyoruz.

İnşallah uygulayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ben şimdilik sözlerime burada son veriyorum. Sözü soru sormak isteyen basın mensuplarımız varsa kendilerine bırakıyorum.

20 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İzmir İl Kongresindeki Konuşması

İzmir 1. Olağan İl Kongresi

Sağ olun, sağ olun gençler sağ olun, çok çok teşekkür ediyorum sağ olun.

Oraya yazmışsınız ama biz gençlerin önünde yürümüyoruz, gençlerin arkasından yürüyoruz. Sizlerle beraberiz, hep beraberiz. Sağ olun, var olun.

Biz Karşıyaka’yla gurur duyuyoruz, tüm İzmir’le gurur duyuyoruz, gençlerimizle gurur duyuyoruz, sağ olun.

Merhaba güzel İzmir!

Merhaba, kadim medeniyetler şehri!

Çok kültürlü sosyal dokusuyla, Türkiye’nin fikir ve sanat hayatına benzersiz katkılar sunan İzmir, merhaba!

İzmir’in özgürlük ve demokrasi özlemiyle yanıp tutuşan haysiyetli insanları, merhaba!

Bugün yine çok güzel görünüyorsunuz.

Hepinize merhaba!

Demokrasisine ve özgürlüğüne âşık olan bu kentte olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum, gurur duyuyorum.

Hasan Tahsin’in ilk kurşunu attığı, Gazi Mustafa Kemal önderliğindeki Millî Mücadelemizin, zaferle taçlandığı güzel İzmir’i muhabbetle selamlıyorum.

Bu gelişimiz böyle soğuk günlere denk geldi ama, merak etmeyin, en zamanda, Kordon’da imbatın estiği bir gün, Pasaport’ta beraberce gevrek yiyeceğiz inşallah. Bunu yapacağız.

Biliyorsunuz, Türkiye’nin diğer şehirlerinde gevreğe simit diyorlar ☺.

Biz buradayız İzmir’deyiz.

*****

Bugün aramızda çok değerli katılımcılar var.

DEVA Partisi’nin kıymetli genel merkez yöneticileri var,

Siyasi partilerin sivil toplum kuruluşlarımızın saygıdeğer temsilcileri var,

Değerli muhtarlarımız var,

Çok kıymetli konuklarımız var,

Ben burada hepinize, hepinize hoş geldiniz diyorum,

İzmir il teşkilatımızın 1. Olağan kongresinin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Buradan… Biz hep dik duruyoruz. Başımız dik alnımız açık yürüyoruz.

Türkiye’nin devası değerli arkadaşlar sizlersiniz, gençlerimizsiniz, DEVA kadroları, hep beraber Türkiye’nin Devası olacağız İnşallah hep beraber.

Buradan yine hem değerli basın mensuplarımızı selamlamak istiyorum, hem de ekranları başından ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımıza buradan, güzel İzmir’imizden Merhaba diyorum.

Yine hemen sözlerimin başında İzmir’de teşkilatımızın kurulduğu ilk günden itibaren, çok yoğun ve başarılı bir faaliyet sürdüren başta değerli İzmir İl Başkanımız Seda Kaya Özen olmak üzere İzmir il teşkilatımızın tüm İl Yönetim kurulu üyelerine, İzmir’deki tüm İlçe Başkanlarımıza, tüm yönetimlere ve tüm teşkilat mensuplarımıza şükranlarımı sunmak istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemiz şu anda, gerçekten çok önemli bir yol ayrımında.

Ya 84 milyon el ele verip özgürleşeceğiz, ya da otokrat rejim bu memlekete iyice perçinlenecek.

Ya Türkiye’yi hep beraber bir hukuk devleti yapacağız, ya da iktidardaki otoriter ortaklığın ülkemizi sefalete sürüklemesine seyirci kalacağız.

Ya Türkiye’yi tam demokrasi rotasına sokacağız, ya da demokrasiden eser kalmayacak.

İşte yol ayrımı bu.

Ama emin olun; Yarının Türkiye’sini özgür, demokratik ve zengin bir Türkiye yapmak arkadaşlar hepimizin elinde.

Bizler, üstümüze düşen bu sorumluluğun bilincindeyiz.

İnanıyorum ki bugünleri atlatacağız. Hep beraber atlatacağız. Tıpkı kâbustan uyanıp, bir yudum su içer gibi ülkemizi rahatlığa ulaştıracağız.

Çünkü çok iyi biliyoruz ki, hiçbir baskı rejimi sonsuza dek sürmez arkadaşlar.

Hiçbir tarih kitabı, baskı rejimlerinin sonsuza dek sürdüğünü yazmaz.

Bugünkü otoriter ittifakın da son dönemlerini artık yaşıyoruz.

Arkadaşlar,

İktidardaki bu otoriter ittifak toplumun tüm kesimlerine çok ağır bedeller ödetti, ödetiyor.

Bu baskı döneminin en büyük bedelini ise kadınlar ve gençler ödüyor.

Her hanenin geçim yükünü üstlenen kadınlar, yokluğu ve yoksulluğu bizzat yaşıyorlar.

Kadınlar gündelik hayatta; fiziksel, ekonomik, psikolojik, her türlü şiddetle karşı karşıyalar.

Yetmezmiş gibi tek bir kişi, gece yarısı aklına eseni yaparak, gözünü kadınların kazanımlarına dikiyor. Kadınlar, hukuksuzluğu iliklerine kadar hissediyorlar, yaşıyorlar.

Daha önce de ifade etmiştim: Tarihimizdeki en şiddetli tartışmalar, ideolojik kutuplaşmalar, maalesef değerli arkadaşlar hep kadınlar üzerinden yürütüldü.

Çağdaşlık tartışmaları, hep kadının konumu üzerinden yapıldı. Laiklik kadının kıyafeti üzerinden tartışıldı. Dindarlık kadının başörtüsüyle anıldı.

Kadınlar, haklarını ararken dahi, “Şu kılık kıyafetine bak”, “O saatte ne işi varmış”, “Başında örtü var”, gibi her türlü haksız ve hadsiz müdahaleyle karşı karşıya kalıyorlar.

İşte bu ipe sapa gelmez ideolojik takıntılar, bugün de kadınların üzerinde tepinilerek maalesef sürdürülüyor.

İmzalanmasına Türkiye’nin öncülük ettiği İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılarak hem kadınların kazanımları ellerinden alınıyor hem de ülkemiz Avrupa kurumlarından uzaklaştırılıyor.

Biz bu tartışmaları kabul etmiyoruz arkadaşlar.

Kadınların tüm hak ve özgürlüklerini âmâsız fakatsız savunuyoruz.

Hepsini.

Değerli arkadaşlar,

İktidardaki bu otoriter zihniyetin bedelini en ağır bir biçimde ödeyen diğer kesim ise gençler.

Gittiğimiz her yerde gençlerin gözlerindeki endişeyi görüyor; gençlerin dillerindeki haklı isyanı duyuyoruz.

Gençlerin haklı tepkilerini her fırsatta iktidarın ortaklarına da duyurmaya çalışıyoruz.

Bir kez daha buradan İzmir’den duyuralım.

Sayın Erdoğan Sayın Bahçeli…

Şimdi size seslenmek istiyorum:

Gençler, buldukları ilk fırsatta, kendilerine başka bir ülkede hayat kurmak istiyorlar.

İlk fırsatta Türkiye’den kaçmak istiyorlar.

Buna var mı bir cevabınız diye soruyorum buradan.

Gençler, “Harçlıklarımızla sokağa çıkmak, bir kafede oturmak, sinemaya gitmek mümkün değil artık!” diyor.

Buna var mı bir cevabınız diye soruyorum Erdoğan’a Bahçeliye buradan

Gençler, “Sosyal medyada düşüncemi açıkladığımda kapıma polis dayanmasından, ileride iş bulamamaktan korkuyorum” diyor.

Var mı buna bir cevabınız diye soruyorum buradan.

Gençler, “Onca yıllık emeğim mülakatlarda çöp oluyor, torpil yoksa iş yok” diyor.

Var mı buna bir cevabınız diye soruyorum buradan.

Sabah akşam hayali düşmanlar üretip gölge boksu yapacağınıza, gençlerin gözünün içine bakarak bu sorulara cevap verin diyorum cevap verin.

Bakın arkadaşlar,

Hep beraber DEVA gençleri olarak Türkiye’deki tüm gençlerin DEVA’sı olacağız, bunu hep beraber yapacağız İnşallah hep beraber.

Değerli arkadaşlar;

Biz, gençlere, gasp edilen haklarını iade etmeyi taahhüt ediyoruz.

Bunun yolunun da özgürlükçü bir sistemi inşa etmekten geçtiğini çok iyi biliyoruz.

Ancak bu sayede, gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği bir Türkiye’ye kavuşacağız.

Çünkü bu baskı ortamı gençleri boğuyor. Kendi ülkesinde boğulan gençler başka ülkelere gitmenin, yurt dışına çıkmanın yolunu arıyor.

Arada bir YouTube’a bakıyorum; orada “Yurtdışına kaçmak isteyen gençlere tavsiyeler” diye böyle içerikler var, bu temalı videolar var.

Bu videoları değerli arkadaşlar yüz binlerce gencimiz izlemiş yüzbinlerce. Bu videoların altındaki yorumlara baksanız gerçekten içler acısı ya…

Bu videolar hangi videolar yurtdışına nasıl çıkılır, Türkiye’den nasıl kaçılır videoları.

Bu vidoların altındaki yorumlara bakın

Bir genç, “Cebimde 60 lira parayla yurt dışına çıkma hayali kuruyorum” demiş.

Bir başka gencimiz, “Bizi Türkiye'de yaşamaktan nefret eden gençler yaptınız. Sağ olun” demiş.

Türkiye’de yaşamaktan nefret eden gençler yaptınız bizi sağ olun. Demiş.

Bir başka gencimiz, “Yurtdışında yaşayıp Türkiye’ye tatile geleceksin, başka türlü zor” demiş.

İşte, bu iktidardaki otoriter ittifakın, ülkemizi sürüklediği noktanın özeti bu arkadaşlar bu.

Bu iktidar sabah akşam ne diyor beka diyor.

Beka lafını hiç ağızlarından düşürmüyorlar.

Ben buradan İzmir’den soruyorum hükümete

Bir ülkenin gençlerinin o ülkeyi terk etmek istemesi kadar büyük bir başka beka sorunu olabilir mi?

Bundan büyük bir beka sorunu olabilir mi bir ülkenin?

Bu arada, kimse de haklı olarak doğumuzdaki ülkelere bakmıyor arkadaşlar. Gitmek isteyenlere soruyoruz öyle “İran’a, Pakistan’a, Kazakistan’a falan gitmek isteyen yok.

Gençler nereye gitmek istiyor?

Gençler Avrupa’ya gitmek istiyor.

Kendilerine Avrupa ülkelerinde bir hayat kurmak istiyor.

Neden biliyor musunuz?

Neden Avrupa?

Çünkü gençler, hukuk devletinde yaşamak istiyor. Gençler özgürlük istiyor.

Hayat kalitelerini arttırmayı, ailelerinden çok daha iyi koşullarda yaşamayı istiyorlar.

Bu onların hakkı

Her gencimizin daha iyi bir hayat istemek onun hakkı.

İşte bu yüzden Avrupa Birliği ülkelerine bakıyorlar.

İktidardaki otoriter zihniyet ise neredeyse her gün yeni bir hukuksuzluğun altına imzayı atarak ülkemizi Avrupa Birliği değerlerinden daha da uzaklaştırmaya, Demokrasiden daha da uzaklaştırmaya çalışıyor.

Bakın Arkadaşlar,

Eğri oturalım doğru konuşalım.

Avrupa’nın kapıları Türkiye’ye ne zaman açılır biliyor musunuz?

Kendi anayasasını çiğneyen, hukukun üstünlüğünü yerle bir eden bu zihniyeti iktidardan gönderdiğimizde, Türkiye’ye Avrupa Birliğinin kapıları tekrar açılır.

O zaman bu gerçekleşir.

Biz bu konuda kadrolarımıza güveniyoruz.

Çünkü Türkiye’yi, Avrupa Birliği sürecine yeniden sokacak siyasi aklın DEVA Partisi’nde olduğunu iyi biliyoruz.

Biz bu özgüvenle hareket ediyoruz.

Hiç kuşkunuz olmasın. Türkiye korkmadan Avrupa Birliği standartlarını hedeflemek zorundadır.

Avrupa birliğine girelim girmeyelim bakın o ayrı bir mesele. Üye olalım ya da olmayalım o ayrı bir mesele.

Biz şunu görüyoruz şu anda Avrupa birliğine üye olan 17 ülkeye baktığımızda 27 ülkeye baktığımızda neyi görüyoruz?

Yüksek demokrasi standartları görüyoruz. İnsana değer verildiğini görüyoruz insana. Gençlere kadınlara değer verildiğini görüyoruz.

İşte o standartları arkadaşlar hedeflemekten korkmayalım. O standartlara ulaşalım üye oluruz olmayız o ayrı bir mesele. Ama biz 84 milyon insanımızın erkeğiyle kadınıyla genciyle yaşlısıyla en yüksek standartta bir hayatı hak ettiğini düşünüyoruz.

O yüksek standartları hedeflemeyen bir hükümetinde bu ülkeye hiçbir faydasının olmayacağını düşünüyoruz.

Bunlar ne yaptılar?

Yerli dediler Milli dediler her türlü yanlışın her türlü yolsuzluğun, hukuksuzluğun üzerini yerli ve milli örtüsüyle kapatmaya çalıştılar.

Ne dediler?

Türk tipi başkanlık sistemi dediler, ülkeyi bu ucube bir yönetim anlayışının içine hapsettiler.

Bunların hepsini aşacağız. Hepsini başaracağız ve bunu yaparken de kendi insanımız için yapacağız.

En kısa zamanda, ülkemizi birinci sınıf demokrasiye ulaştıracağız bunu müjdeleyen yine bizler olacağız.

Hiçbir ayrım yapmadan, tüm vatandaşlarımızın hukuki güvenliğini sağlayacağız ve refah seviyesini yükselteceğiz.

İktidar ortaklarının DEVA Partisi’ni engellemek için ürettiği tüm entrikaları da boşa çıkaracağız. Hepsini.

Korkuyorlar arkadaşlar korkuyorlar…

Korkuyorlar…

Bakın değerli arkadaşlarım bakın;

Hiçbir matematik hesap, hiçbir masa başında üretilen entrika, hiçbir dalavere

DEVA Partisinin yükselişini durduramayacaktır. Bunu böyle bilin.

Biz damla damla büyümeye devam edeceğiz.

Biriken damla devaları sel olacak. Bütün barajları yıkıp geçecek hiç endişeniz olmasın.

*****

Bakın,

Bildiğiniz gibi, iktidarın ortakları, DEVA Partisi’ni engelleme çabalarına geçenlerde bir yenisini daha eklemeye kalkıştı.

Belli ki Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli önlerine haritayı koymuşlar; masa başı formüllerle jübile seçimlerine nasıl gireceklerini konuşmuşlar.

Jübile diyorum jübile

İkisinin de jübilesi olacak, göreceğiz İnşallah.

Nafile! Beyhude! Boşa kürek çekiyorlar boşa!

Ben buradan otoriter ittifakın büyük ve küçük ortağı Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum:

Sizin entrikalarınız bize vız gelir, vız.

Diyorum ki onlara, onlara diyorum ki;

Elinizden geleni ardınıza koymayın diyorum. Ne biliyorsanız yapın diyorum.

İstediğiniz dalavereyi çevirin.

Masa başında üretilen matematik formülleriyle, entrikalarla, dalaverelerle seçim kazanılmaz! Seçim meydanda kazanılır, meydanda!

Seçim meydanda kazanılır!

Onun için onlara diyorum ki “Hodri meydan!” diyorum, “Hodri meydan!”

Çıkın meydana!

Buradan onlara seslenmek istiyorum;

Sizin gücünüz; Türkiye’nin köklü demokrasisini yok etmeye yetmeyecek.

Türkiye’yi daha fazla aşağıya çekmenize izin vermeyeceğiz. İlk seçimden hemen sonra Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’i inşa edeceğiz.

Ülkemizi özgürlüklerle, adaletle zenginlikle buluşturacağız.

Üstelik bunu çok hızlı yapacağız çok hızlı.

Bunu engelleyemeye gücünüz yetmeyecek.

Varın siz, bu devletin bütün imkânlarını, sonuna kadar, kendi siyasi ikbaliniz için harcayadurun.

Varın siz, her gün ama her gün hukuk dışına çıkarak, insanları korkutarak, güç gösterisi yapın durun.

Vatandaşlarımız bunların hepsini bir kenara yazıyor.

Hepsini yazıyor. Konuşmuyor. Vatandaşımız diyor ki;

Seçim günü gelecek ben o gün diyeceğimi diyeceğim diyor.

Söyleyeceğimi ben sandık başında söyleyeceğim diyor.

Unutmayın arkadaşlar, demokrasilerde hiçbir güç halkın iradesinin üstünde değildir.

İşte biz, işte biz gücümüzü, halkımızdan, halkımızın ilgi, sevgi ve desteğinden alıyoruz.

Unutmayın, haklı olan güçlüdür arkadaşlar.

Haklıysanız güçlüsünüz.

Haklı olmanın verdiği gücün yerine başka hiçbir şey geçmez.

Onlarsa haksız olduklarını gayet iyi biliyorlar. Vatandaşın gönlündeki yerini kaybettiklerini gayet iyi biliyorlar.

Oysa biz gücümüzü, haklı olmaktan alıyoruz.

Onun için tekrar ediyorum:

Buradan, İzmir’den onlara sesleniyorum;

Tekrar tekrar hodri meydan diyorum.

Hodri meydan!

*****

Gençler heyecanlı Maşallah.

Hep beraber çalışıyoruz, sizler için çalışıyoruz, hep beraber.

Değerli arkadaşlar,

Anlaşılan o ki, seçim hesapları Beştepe’nin kadrolarını epey bi hareketlendirmiş.

Beştepe’nin koridorları ya seçimde yaklaşıyor ama bizim halimiz ne olacak? Nice olacak? Diye böyle bir panik ortamını oralarda sağlamış.

Bakın;

Ne zaman ki bir iktidar artık mevcut kurallara göre seçimi kaybedeceğine kanaat getirir, o noktada seçimin kurallarını değiştirmeye başlar.

Tarihimizde defalarca bu tekrar etmiştir. Defalarca.

İşte bu son teşebbüs, bu iktidar ortaklarının seçim yasasıyla ilgili meclise getirdikleri bu değişiklik önerileri, kendi artık gidici olduklarının kendilerinin gitmekte olduklarının en önemli vesikası.

Tescil ettiler, gidici olduklarını bu öneriyi meclise getirmekle baştan peşinen kabul ettiler.

Tabi bizim milletimiz sağduyusu çok yüksek bir millet, milletimizin feraseti her şeyin üstünde.

Milletimizde bu mesajı aldı.

Evet dedi siz gidicisiniz biliyoruz dedi.

Bunlar değerli arkadaşlar çok önemli bir konuyu gözden kaçırıyorlar.

Zannediyorlar ki önümüzdeki seçimdeki sonuçlar 2018’deki seçimler gibi olacak.

Zannediyorlar ki, 2018 seçimlerinde eğer başka kural uygulasaydık 2 milletvekili oradan 3 milletvekili buradan fazla oy alırdık, hesabı yapıyorlar.

Ya 2018 geçeli 4 yıl oldu, önümüzdeki seçimlere çok şey değişecek.

Bana soruyorlar;

Hükümet sizi mi hedef aldı? Diyorlar.

Cumhurbaşkanın konuşmalarını dinlersek öyle görünüyor. Ama bizi hedef almak kolay değil.

Çünkü arkadaşlar biz yerinde duran bir hedef değiliz ki.

Biz hızla ileriye koşan bir hedefiz.

Biz hareketli bir hedefiz.

Yakalayamazlar!

Çünkü

Bugün adım atıyorlar bir sene sonra işliyor. Bir seneye kadar DEVA Partisi nereden nereye gelecek. Bunu hesap edemiyorlar.

Anlayamıyorlar!

İşte bu kendi kazdıkları kuyunun içine kendileri düşecek.

Bugün yaptıkları o matematik formüller bir bakacaklar, seçim günü geldiğinde tersine düşmüş.

Bir bakacaklar matematik denkleminin öbür tarafında bulacaklar kendilerini haberleri yok.

Bugün kendilerini güçlü zannedenler, o gün vatandaşımızın onlara biçtiği rol neyse o role razı olacaklar.

Ekonomik kriz veya faili meçhul cinayetler dönemi denilince değerli arkadaşlar ilk akla gelen bazı isimlerden de bakıyoruz medet umar hale gelmişler.

Panik halinde bütün düğmelere basıyorlar dikkat edin.

Panik halinde ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Yahu diyorum ki Enerjinize yazık enerjinize.

Bu millet, 90’lı yılların siyasi yıkımlarını unutmadı, unutmayacak.

Bu millet, 90’lı yılların karanlığında, ülkenin doğusunda kol gezen Beyaz Torosları, ülkenin batısında katledilen aydınları ve gazetecileri, Manisa’da gençler için kurulan işkence haneleri unutmayacak.

Arkadaşlar, Türkiye er ya da geç adalete kavuşacak.

Devletin içinde, hukuka aykırı faaliyet yürüten şebekeler, mutlaka temizlenecek. Cirit atıyorlar şimdi ya yazıktır, günahtır bu ülkeye.

Mafyalar, çeteler sardılar etrafı.

Ülkeyi yönetenler, bakıyoruz iç içe çalışıyorlar iç içe.

İnanın hiçbir masum vatandaşımız, boğazında düğümlenen acısıyla artık yaşamayacak bu ülkede.

Bundan birkaç ay önce, bir mafya liderinin, çete benzeri yapılanmalarla ilgili anlattıklarını hep beraber izledik değil mi. Sosyal medyada izlenme rekorları kırdı.

İşte, kararlı bir siyasi irade iş başına geçtiğinde, böylesine hukuk dışı faaliyetlere asla geçit verilmeyecek.

Devletin resmî belgelerinde dahi kayda geçen Gladyo ve benzeri çetelerden, mutlaka ama mutlaka hesap sorulacak.

Ve değerli arkadaşlar bu hesabı, “bağımsız ve tarafsız yargı” soracak bakın.

Devlet, devlet, her türlü hukuksuzluğa karşı, hukuk içinde kalarak mücadele verir.

Bir yanlışla, başka bir yanlışla düzeltilmez.

Karşınızda, çete de olsa, mafya da olsa, terör örgütü de olsa, devlet bunlara karşı mücadelesini, devlete yakışır bir şekilde yani hukuk içerisinde verir.

Bakın arkadaşlar,

Bu noktada, “bağımsız ve tarafsız yargı”nın altını özellikle çiziyorum.

Bağımsız ve tarafsız yargı!

Hukuk içerisinde mücadele, hukuktan sapmadan mücadele.

E bunlar yıllarca hukuksuzluk yaptı, çivi çiviyi söker bizde onların hakkından şöyle böyle gelelim. Yok, öyle bir şey.

O zaman devlet olmazsınız. Sizde başka bir yapı haline gelirsiniz.

Devlet devlete yakışır bir şekilde hukuk içerisinde mücadelesini verir.

Ve bu mücadelenin de en önemli unsuru bağımsız ve tarafsız yargıdır.

Hukuka aykırı işler yapanlar; demokrasimize kast eden, hukuk sistemimizi felç eden FETÖ’nün bulandırdığı suda temizlenemezler.

Bu yüzden biz, öncelikle yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını tesis edeceğiz.

Biz, kurunun yanında yaşı yakmadan, masum tek bir vatandaşımızın haksız yere ceza çekmesine razı gelmeden, adaleti tesis edeceğiz.

Sayın Erdoğan ne dedi;

Kurunun yanında yaş ta yansın dedi.

Ne dedi?

Acımayın acınacak hale düşersiniz dedi.

Yahu devletin tepesindeki bir insan bunları söyleyebilir mi?

Bir hukuk devletinin başındaki insan böyle ifadeler kullanabilir mi?

Devletsen hukuk içerisinde hareket edeceksin!

Hukuk içerisinde hareket etmezsen;

Devlet demezler. Adı başka bir şey olur.

İşte bunun için biz kurunun yanında yaş yansın, yaşta yansın diyenlerden olmayacağız.

Acımayın diyenlerden olmayacağız.

Devletin, değerli arkadaşlar evet Devletin bir kudretli yüzü vardır, ama devletin bir de şefkatli yüzü vardır.

Devlet gücünü ancak ve ancak hukuk içerisinde kullanır.

Hukuk içerisinde kullanılmayan güç o ülkenin insanlarına zülüm demektir.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi, biz DEVA Partisi olarak tarımdan sosyal politikalara, ekonomi ve finanstan tutun dijital dönüşüm ve teknoloji alanına kadar pek çok alanda eylem planları hazırladık hazırlıyoruz.

Türkiye’nin tarihinde bir ilke imza atıyoruz bir ilke. Daha önce yapılmadı böyle şeyler yok.

Bu kapsamda açıkladığımız eylem planlarından birisi de Afet Eylem Planı’ydı. Orada, afet durumlarına ilişkin yaklaşımımızı etraflıca ortaya koyduk.

Afetlerden önce tedbir konusunda ne yapılacak?

Kurumsal yapılanmalar nasıl şekillenecek?

Afet esnasında nasıl bir yapılanma ile hareket edecek?

Afet sonrasında neler yapılacak?

Bunların hepsini bir eylem planı içerisinde açıkladık.

Bugün İzmir’deyiz.

Çok yakın bir zamanda korkunç bir acıyla sarsılan şehrimizdeyiz.

Biliyorsunuz 30 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de yaşanan depremde tam 116 vatandaşımız hayatını kaybetti.

Ben de yıkımın hemen ardından İzmir’e gelmiştim ve vatandaşlarımıza baş sağlığı ve geçmiş olsun dileklerimi bizzat depremden etkilenen semtlerde vatandaşlarımızla buluşarak iletmiştim. Arkadaşlarımızla beraber incelemelerde bulunmuştum.

Aradan tam 1 buçuk yıl geçti. 1 buçuk yıl! Ama ne yazık ki depremden sonra yaşanan süreç sağlıklı yönetilemedi.

Değerli arkadaşlarım bakın,

Bu tür afet zamanlarında, en önemli konulardan birisi, kuşkusuz, hasar tespit çalışmalarıdır.

Bu hasar tespitlerinin doğru yapılması lazım; şeffaf, kurallı ve standartlara bağlanmış bir yöntem anlayışıyla, konunun uzmanları tarafından yapılması lazım.

Bu hususta meslek odalarının mutlaka rol alması lazım. Emir komuta zincirindeki hasar tespit çalışmalarının nasıl yönlendirilebileceğini İzmir’de herkes bizzat yaşadı gördü. O birdenbire hasar görmüş binaların sınıf değiştirmesi bir kalem oynatılarak nasıl yapıldı İzmir şu son 1 buçuk yılda bunu yaşadı gördü. Bu tür Çalışmalar mutlaka bağımsızlık ve tarafsızlık ilkeleriyle yürütülmek zorunda.

İlgili mercilerin, hazırlanan hasar tespit raporlarına erişimine mutlaka kolaylıkla sağlanmalı.

Şeffaf olunmalı şeffaf!

Gizli saklı çalışmaya alıştı bunlar. Şeffaf olmak zorundasınız.

Yıkılan veya ağır hasar gören binalarla ilgili mülkiyet ilişkilerinde de mutlaka yeniden gözden geçirilmeleri gerekiyor.

Yani hak kavramının, hak sahibi kavramının mutlaka yeniden yapılacak binalar veya verilecek kredilerden yararlanma amacı ile bu hak sahipliği kavramının da mutlaka yeniden bir gözden geçirilmesi gerekiyor.

Mülkiyet hakkının bulunmadığı veya tüzel kişiliğe sahip olduğu için hak sahibi kabul edilmeyen afetzedelerin konut veya işyeri edinebilmeleri de mutlaka kolaylaştırılmalıdır.

Afet bölgelerinde oluşacak zararların önlenmesi için gereken kaynak mutlaka erkenden temin edilmeli.

Bu kapsamda, ulusal kaynak ve imkânlar kuşkusuz önemlidir. Ama uluslararası kaynaklara erişebilmekte önemlidir. Kalkınma ve yatırım ajanslarının, finans kuruluşlarının uygun koşullu kredi programlarından da mutlaka istifade edilmesi gerekir.

Türkiye pek çok uluslararası finans kuruluşuna üyedir, ortaktır, kaynak koymuştur, günü zamanı gelince de o imkânlardan yararlanmasını bilmelidir.

Ama tabi iş bilenin, kılıç kuşananın.

Farkında değilseniz o tür imkanlardan yararlanmanız mümkün olmaz.

Bilmeseniz ulaşamazsınız, erişemezsiniz.

Arkadaşlar bakın,

Afetle mücadelede en önemli hususlardan bir tanesi de, bu merkezi yönetim ile yerel yönetim arasındaki ilişki. Bu dengeyi mutlaka doğru kurmamız gerekiyor.

Merkeziyetçi yönetim anlayışının, afet durumlarında etkinliği azalttığını da gayet iyi görüyoruz Türkiye’nin her yerinde müşahede ediyoruz.

Bu kapsamda, DEVA Partisi iktidarında, her kademedeki yönetim birimlerinin ve yerel yönetimlerin rollerini tekrar tanımlayacağız.

Şu anda, operasyonel sorumluluğun AFAD ve valiliklerin üzerinde bulunması, yerel yönetimlerin etkinliğini azaltıyor.

Yine özellikle AFAD, kuruluş amacına uygun olmayan faaliyetlerde de çok fazla sorumluluk alıyor.

Biz diyoruz ki;

Eğer yerinden yönetim diyorsak, yerinden yönetim ilkesini benimsiyorsak, AFAD’ın asıl görevlerine odaklanmasının gerektiğini, başka işlere girdiğinde zafiyetler oluştuğunu da söylüyoruz.

Tüm bunların önüne geçmek amacıyla da afetle mücadelede yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarının mutlaka ama mutlaka arttırılması gerektiğini de söylüyoruz.

Hatta muhtarlarımıza bile daha çok yetki, daha çok sorumluluk ve daha çok imkân verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Merkezi yönetim ile yerel yönetim meselesi sadece afet durumlarında da gündeme gelmiyor.

Özellikle İzmir, herhalde yıllardır bunun acısını eziyetini her gün çekiyor. Merkezi yönetim ile ve yerel yönetim arasındaki uyumsuzluğun çekişmenin, kısır kavgaların ve birbirine engel olmanın en ağır sonuçlarını İzmir yaşadı yaşıyor.

Bu durum, İzmir’in hak ettiği yatırımları alamamasına sebep oluyor.

Biz bu haksız ve adaletsiz durumu kesin olarak reddediyoruz.

Mesele vatandaşa hizmet ve kentlerimize yatırımsa, partiler arası çekişmeye asla izin verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

İktidarın, yerel seçimlerde kaybettiği şehirlerimizi farklı yöntemlerle cezalandırmasına, Ankara’nın İzmir’e “üvey evlat” muamelesi yapmasına da son vereceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün değinmek istediğim bir başka husus da yakın zamanda Resmî Gazete ’de yayınlanan ve Urla ilçemizi de yakından ilgilendiren maden yönetmeliği.

Neymiş? Elektrik üretiminde kullanılan maden sahası, zeytinlik alanı içinde kalırsa, sahada madencilik faaliyeti yürütülmeye devam edecekmiş.

Biz DEVA Partisi olarak, yasalara açıkça aykırılık teşkil eden bu konuda iptal davasını ilgili yargı birimi nezdinde açtık.

Çünkü maden faaliyetleri esnasında oluşacak kimyasal atığın ve tozun dumanın, zeytin ağaçlarına ve zeytinliklere büyük zarar vereceğini biliyoruz.

Parti programına “Nesiller arası adalet” kavramını yazan ilk parti olarak biz, bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir ülke bırakma sorumluluğuyla hareket eden bir partiyiz.

Türkiye’nin “Zeytinime dokunma” diyen tüm vicdanlı ve düşünceli insanlarının verdikleri haklı mücadeleyi de sonuna kadar destekliyoruz.

*****

Değerli yol arkadaşlarım,

Konuşmamın sonunda şimdi sözü sizlere, güzel İzmir’e bırakmak istiyorum.

Ve soruyorum:

Demokrasi ve atılım bayrağını Buca’da, Karabağlar’da, Konak’ta, Gaziemir’de mahalle mahalle, kapı kapı dalgalandıracak mıyız arkadaşlar?

Sorulara dikkat edin. Yine bir başka soru soruyorum.

Çiğli’de, Karşıyaka’da, Bayraklı’da, Bornova’da özgürlük diye haykıran her bir kadının yanında olacak mıyız?

Dikili’nin, Bergama’nın, Kınık’ın adalet arayan yürekli insanlarıyla omuz omuza verecek miyiz?

Yokluğun değil, bolluğun Türkiye’sine; Menemen’in, Foça’nın, Aliağa’nın fedakâr üreticileriyle birlikte yürüyecek miyiz?

Menderes’te, Selçuk’ta, Tire’de geçim sıkıntısından şikâyet eden vatandaşlarımız ile DEVA Partisi arasında, gönül köprüsü kuracak mıyız?

İktidardaki keyfi yönetime Bayındır’ın, Ödemiş’in, Kiraz’ın, Beydağ’ın haysiyetli insanlarıyla beraber son verecek miyiz?

Mücadelemizi, Çeşme’nin, Karaburun’un, Urla’nın, Seferihisar’ın köylüsüyle omuz omuza büyütmeye var mısınız?

Hayatını özgürlükçü bir Türkiye’de kurmak isteyen Balçovalı, Güzelbahçeli, Narlıdereli gençlerin gücüne güç katmaya var mıyız?

Bitsin geleceğim oraya

Soruyorum bitmedi soruyorum.

Bu uzun demokrasi maratonumuzu Torbalılı, Kemalpaşalı işçilerle el ele vererek koşmaya var mısınız?

Demokrasi ve atılım bayrağını İzmir’in her köşesinde dalgalandırmaya var mısınız?

İzmir muhteşem. İzmir muhteşem.

Evet, adını daha sayamadığım, adını anamadığım İzmir’in bütün ilçelerini cadde cadde, sokak sokak, mahalle mahalle, kap kapı gezip DEVA damlalarıyla buluşturmaya var mısınız?

Siz varsanız biz de varız.

Artık İzmir’in DEVA’sı var. Türkiye’nin DEVA’sı var.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

Kongremizin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Sağ olun.

Var olun.

19 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın 1. Olağan Sındırgı ilçe Kongresi Konuşması

SINDIRGI İLÇE KONGRESİ

Değerli yol arkadaşlarım,

Balıkesir İl Teşkilatımızın, Sındırgı İlçe Teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin, sivil toplum kurumlarımızın değerli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sındırgı’nın demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli insanları,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Yörükler diyarı Sındırgı’da gerçekleştirdiğimiz 1. Olağan Kongremize hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli Arkadaşlarım

Buraya Çanakkale’den geldik. Büyük Zaferin 107. yıl dönümünde Çanakkale Şehitliği’ni ziyaret ettik sonra Balıkesir’e geldik.

Birinci Dünya Savaşı’ndaki kahramanlarımızı minnetle yad ettik.

Ve dün anıtlıkta gezerken mezarları, şehitliği ziyaret ederken gördük ki Sındırgı’dan çok sayıda şehidimiz var Çanakkale’de.

Yolda Bigadiç’e uğradık, gördük ki Bigadiç’ten çok sayıda şehidimiz var. Balıkesir’in tümünden şehitlerimiz var.
Tüm Anadolu’dan Trakya’dan şehitlerimiz var.

Ben, bu vesileyle, Çanakkale Zaferi’nin 107. yıl dönümünü bir kez daha kutlarken; başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Çanakkale’de tarihin akışını değiştiren tüm kahramanlarımızı rahmetle anıyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Büyük fedakârlıklarla kurulan, yüzüncü yılına yaklaşan Cumhuriyetimizi, özgürlükle, adaletle ve zenginlikle buluşturmak için durmadan çalışıyoruz.

Geçtiğimiz hafta DEVA Partisi’nin kuruluşunun ikinci yılını kutladık. Hafta boyunca, tüm Türkiye’de vatandaşlarımızla bir araya geldik.

Sokak sokak, mahalle mahalle komşularımızla buluştuk. Her yerde vatandaşlarımızın sıcak yoğun ilgisiyle, sevgisiyle karşılaştık.

Halkımızın bizden beklentilerini dinledik ve gözlerindeki umudu gördük.

Hem sıkıntıları dinledik Türkiye genelinde hem de vatandaşlarımızın bizden beklentilerini tavsiyelerini dinledik.

Balıkesir’de, İstanbul’da, İzmir’de, Denizli’de, Adana’da, Konya’da, Gaziantep’te, Batman’da, Samsun’da, Rize’de, Erzurum’da, Kayseri’de ...; tüm Türkiye’de, her yerde aynı yoğun ilgiyle ve destekle karşılandık.

Bakın arkadaşlar, Türkiye’nin bütün coğrafyasında aynı umutla ve aynı mutlulukla karşılanmak her siyasi parti için nasip olacak bir konu değil.

Biliyorsunuz siyasi partiler genelde ülkenin belli coğrafyalarında daha yoğun destek görürler. Ama başka coğrafyalara gittikleri aman destek biter.

İşte biz farklıyız. İşte biz Türkiye’nin her sathında, 81 ilin tamamında destek gören ilgi gören bir siyasi partiyiz.

Bunu başardık.

Hiç kimseyi kutuplaştırmadan, toplumun hiçbir kesimini ayrıştırmadan siyaset yaptık, yapıyoruz ve Türkiye’nin partisi olmayı hamdolsun başardık.

Bu 2 yılda milletimizin gündeminden hiçbir zaman sapmadık. Halkımız neredeyse biz orada olduk.

Sorunlar neredeyse biz o sorunları yaşayan vatandaşlarımızın yanında olduk.

Bu 2 yılda gece-gündüz, üzerimizdeki bu ağır ve önemli sorumluluğun bilinciyle çalıştık.

Her şeyden önce Türkiye’de siyasetin dilini değiştirdik dilini. Biliyorsunuz,

Bağıran, küfreden, hakaret edenlere karşı, hamasetle siyaset yapanlara karşı, DEVA Partisi’nin nezaketini ve bilgisini konuşturduk.

Hiçbir zaman boş konuşmadık. Konuştuğumuz her şeyin altı dolu oldu. İstişareye ve ortak akla önem verdik.

Çok ve boş konuşarak değil, meydanlarda nutuk atarak değil; dinleyerek ve çalışarak siyaset yapılacağını herkese gösterdik.

Az önce Balıkesir merkezden buraya gelirken Bigadiç’te şöyle bir mola verdik. O dağ tarafına gidip gelen araçların durduğu yerin önündeki bir kahvehane de vatandaşlarımızla şöyle bir sohbet ettik.

Oturur oturmaz birisi sayın başkanım, haydi konuş dedi. Ben de dedim ki, biz dinlemeye geldik. Konuşan nasıl olsa çok. Sizi dinleyeceğiz, öğreneceğiz ki sorunlarınıza, dertlerinize derman olacak çalışmaları yapabilelim.

Siyasette değerli arkadaşlar laf üretmekten kolay bir şey yok.

Mikrofonu alıyorsunuz elinize başlıyorsunuz konuşmaya. Bedava ...

Siyasette zor olan iş üremek iş. Bu memleket için faydalı bir şeyler üretmek.

Biz çok şükür bu iki yılda, milletimizin her bir kuruşuna sahip çıkacak şekilde hükümeti yakından izledik, gözledik.

Ekonomi yönetiminin içine düştüğü gafleti genel başkan seviyesinde ilk biz gündeme getirdik.

Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık döviz rezervinin cayır cayır satıldığını halkımızla ilk biz paylaştık. Oradan duydu Türkiye.

Partili cumhurbaşkanı ve akraba bakanın el ele verip, ülkenin merkez bankasını nasıl borca batırdıklarını tüm Türkiye’ye anlattık.

Merkez Bankası’nın Türkiye’nin kara günleri için biriktirdiği o yedek akçeleri nasıl bir günde sıfırladıklarını, daha pandemi Türkiye’de başlamadan nasıl tükettiklerini vatandaşımızla paylaştık.

Biraz önce sındırgı ilçemizin hesabını ilgili arkadaştan dinledik değil mi? Gelirle gideri dengelemişler ve borç sıfır.

Koskoca ülkenin Merkez Bankası ve o Merkez Bankası’nı talimatla yöneten hükümet bizim şurada Sındırgı ilçemizin hesap denkliğini becerememiş yahu.

Açığa düşürmüşler açığa.

Bir ülkenin Merkez Bankası borçlu olur mu yahu. Bir ülkenin para basan kurumu siz nasıl oldu da siz borca batırdınız diye biz soruyoruz onlara.

Ve bakın, 1 yıldan fazla bir zamandır soruyoruz onlara. Şu 130 milyar dolar nerede arkadaş, açıklayın diyoruz. Bu para değil ki.

Nerede bu devletin parası nerede bu milletin parası?

Bu döviz rezervlerini ne yaptınız? Diyoruz.

Tek kelime ile izah edemediler bugüne kadar. Bir tek kelime ile.

Yok.

Ama inşallah iktidara geldiğimiz gün kalkın oradan diyeceğiz. Oturacağız, hesap kitapları ortaya koyacağız.

Vatandaşın 130 milyar doları nereye nasıl tüketilmiş, kime hangi kurdan satılmış hepsini ortaya çıkaracağız, hepsini...

Kaçış yok.

Biz kurulduğumuz günden bu yana her gün yaşanan hukuksuzlukları haykırdık.

Kadınların, gençlerin, çitçimizin, esnafımızın binlerce insanın sesi olduk.

Tüm bu yaşananların; ekonomik krizin, siyasi krizin, hukuk krizinin tek bir sorumlusunun olduğunu söyledik.

Sorumlu olan şu an da Türkiye’yi yöneten bu otoriter ittifaktır. Sorumlu olan bütün yetkiyi ben kendi elimde toplayacağım, tek imzayla aklıma geleni yapacağım diyen tek yetkili olan aynı zamanda tek de sorumlu olan kişidir.

Ama maalesef bütün bu hataların bütün bu yanlışların bedelini bu koskoca millet ödüyor.

Yazık, günah. Değerli arkadaşlar;

Biz sadece şikâyet edenlerden olmadık. Sadece sorunlara işaret edenlerden olmadık.

Vatandaşlarımız zaten biliyor, yaşıyor. Biz aynı zamanda çözüm ürettik.

Hükümete sürekli tavsiyelerde bulunduk. Şunu şöyle yağın, bunu böyle yapın. Bilmiyorsunuz dedik.

Ama bir gün Sayın Erdoğan çıktı ne dedi beni kastederek, “Bir de çıkmış bana ders vermeye çalışıyor” dedi.

Ama derse ihtiyacı var.
Yönetemiyor, bilmiyor, bilenlerle de çalışmıyor.

Koskoca devleti yönetiyorsunuz. Bu koskoca devlet ancak ehil, dürüst kadrolarla yönetilir. Başka türlü yönetemezsiniz.

Hem işini bilen hem de dürüst kadrolarla ülke yönetilir.

Bir ülkenin üst düzey siyasi kadroları, üst düzey bürokrasi kadroları tek tek hem işini bilen hem de dürüst insanlardan oluşturulmak zorundadır.

Başka türkü yapamazsınız. Başka türlü ülkeyi krizden krize savurursunuz. Şu an da maalesef ülkenin içerisine düştüğü durum da bu.

Biz hiç durmadık. Siyaseti sadece laf üretmek değil, siyaseti iş üretmek olarak gördüğümüz için her konuda eylem olanları hazırladık.

Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş çalışmalarla vatandaşımızın karşısına çıktık.

Ülkemizin taa dijital dönüşümünden tutup da teknolojisinden tutup da sosyal politikaları, ekonomi politikalarına kadar eylem planı ürettik.

Hazırladığımız eylem planlarımızla birlikte iktidarımızın ilk 90 gününde ilk 180 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağımızı tek tek belirledik ve kamuoyu ile paylaştık.

Atacağımız her adımı bütçesini hesap ettik. Bütçesini hesap etmediğimiz hiçbir konuda biz söz vermiyoruz. Hiçbir konuda.

Öyle bol keseden atmak bizde yok. Tutamayacağımız sözü vermek bizde yok. Bizden onu beklemeyin.

Biz az sayıda söz veririz ama ne söz verirsek de tutarız.

Çok şükür.

Bizde öyle boşa atıp tutmak yok, boş laf yok.

Bakın ilk eylem planımızı tarım konusunda açıkladık. Tarım eylem planı.

Nerede açıkladık?

Çukurova’da bir başka tarım bölgemizde çiftçiliğin yoğun yapıldığı bir bölgede Tarım eylem planımızı açıkladık.

Çünkü biliyorduk ki ilk adımı toprağa atmamız gerekiyor. 20 eylem planından birincisini tarım da açıkladık.

Gerçekten şu anda Türkiye’nin tarımı çiftçiliği can çekişiyor. Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimizin yaşadıklarını gayet iyi biliyoruz, görüyoruz.

Gübre fiyatlarını sizlere anlatmama gerek yok. Biliyorsunuz, yaşıyorsunuz.

Az önce uğradığımız kahvedeki çiftçimiz dedi ki; 30 dönüm buğday ektim, 1 kg bile gübre kullanamadım dedi.

Şimdi gübre kullanmayınca verim düşecek, ürün azalacak. Nasıl geçinecek bu çiftimiz.

Sadece gübre fiyatları değil ki. Mazot, ilaç, tohum...
A’dan Z’ye her şeye zam geldi, her şeye.
Çiftçimiz zarar ediyor, ne kadar çok üretirse o kadar çok zarar ediyor.

Partimiz kuruldu kurulalı 75 vilayete gittim. Yüzlerce ilçeyi gezdim. Kars’tan Ardahan’dan tutun Ege’nin verimli topraklarına kadar. Çukurova’dan tutun Diyarbakır’ın Urfa’nın tarım sahalarına kadar. Her yere gittim.

Kaç tane çiftçimizden şunu duydum. Sırf komşumuzdan, köydeki akrabalarımızdan utanmamak için ekip dikiyoruz. Yoksa para kazandığımızdan değil. Zarar ediyoruz çiftçimiz. Zarar zarar nereye kadar?

Borçlar durmadan birikiyor, bir de hacizler geliyor Tarlaya haciz, traktöre haciz...

Ben 11 yıl Ziraat Banka’sından sorumluydum. 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum.

Biz çiftçimizin traktörüne haciz diye bir şey uygulamadık yahu. Böyle bir şey asla olmadı.

Çünkü şu anda ülkenin ekonomisini yönettiğini zannedenler, şu anda sözüm ona bakanlık yaptığını zannedenler, inanın gelin burada Sındırgı’da 20 metrekarelik bir dükkânı işletecek beceriye sahip değil arkadaşlar.

Yapamazlar.

Bakın rafı dolu sıfır borçla bir dükkânı emanet edin, ya arkadaş sen bunu 1 sene çalıştır 1 sene sonra getir hesabı diyelim batırırlar, yapamazlar. Bunu beceremeyecek insanlar şu an ülkeyi yönetmeye çalışıyor yahu.

İnşallah ilk seçimde ilk sandıkta hep beraber göndereceğiz. Hep beraber yapacağız bunu.

Şimdi biz ne yaptık. Tarım eylem planımıza 56 tane madde yazdık. Diyorum ya biz sadece sorun konuşmuyoruz sorunları tabi ki tespit ediyoruz, tabi ki dillendiriyoruz.

Çiftçimizin sesi olmaya çalışıyoruz. Çiftçimizin sesini Ankara duysun, meclis duysun, Külliye, Beştepe duysun istiyoruz.

Tabi ki sorunları dillendireceğiz ama çözüm önerilerimizi hemen ortaya koyuyoruz. Bakın bu böyle çözülür, bunu yapın diyoruz.

Tam 56 maddelik eylem planı..

Tabi 56’sını saysam akşama kadar buradayız. Ama şöyle önemli bir 4-5 tanesini sizlere söyleyeyim.

Biz ne dedik eylem planımızda iktidara geldiğimiz ilk günden itibaren
Gübre maliyetinin tam yarısını yüzde 50’sini devlet olarak biz karşılayacağız dedik. Yarısı bizden dedik.

Çiftçimizin elektrik maliyeti ile ilgili özel, düşük bir tarife uygulayacağız dedik.

Sulamada kullanılan elektriğin tarifesini özel düşük bir tarife ile yapacağız dedik.

Mazottaki her türlü vergiyi kaldıracağız çiftimiz mazot alırken vergi diye bir derdi olmayacak dedik. Bunu da yazdık söyledik.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız... Yem fiyatlarını biliyorsunuz değil mi? Korkunç.

Katlayarak arttı Türkiye’de yem fiyatları.

Ne dedik? Yem maliyetini yarıya yakınını, cinsine göre, bazıları için yüzde 50’sini devlet olarak biz ödeyeceğiz dedik. Bunu yapacağız dedik.

Bakın arkadaşlar geçen sonbaharda ben Kars’a, Ardahan’a gittiğimde orada ne gördüm biliyor musunuz? Sanırsınız ki geniş meralar geniş otlaklar, geniş yaylalar... Yem diye bir sorunun Kars’ta Ardahan’da olmasını beklemezsiniz.

Bir baktım Diyarbakır’dan tır tır dolusu samanlar geliyor. Ardahan’da Kars’ta hayvan pazarlarının yanında bir de saman pazarı var orada da saman satılıyor.

Saman nerden geliyor, ta Diyarbakır’dan geliyor.

Dedim yahu tarım politikası bu mu? Siz eğer samanı bile ithal etmek zorunda kalıyorsanız, bu ülkenin temel gıda ve tarım ürünlerinde memleketi dışa bağımlı hale getirdiyseniz bu mu tarım politikası dedim. Yazık.

Bakın arkadaşlar tarımda bu ithalat lobisi var ya onlar sürekli Beştepe’de. O et ithal edenler, karkas et ithal edenler, canlı hayvan ithal edenler, buğday ithal edenler var ya bir avuç dolusu insan zaten. 3-5 kişi fazla değil. Onların hepsi sürekli Beştepe’de.

Onlar Beştepe’ye sürekli sesini duyuruyor. Külliye ’den çıkmıyorlar.

Bizim çiftçimiz Külliye ’ye sesini duyurabiliyor mu? Yok.

İthalat lobisi var ya ithalat lobisi maalesef Türkiye’nin tarımı şu anda bu hale düştüyse işte o Beştepe’den Külliye ‘den çıkmayan ithalat lobisinin hükümete aldırdığı kararlar sebebiyle...

Onun için tarım bitiyor bu ülkede.

Eylem planımızı açıkladık, yazdık. İktidarımızın ilk 5 yılında yani ilk seçimle bir sonraki seçim arasında Türkiye’deki bütün sulama yatırımlarını tamamlayacağız dedik.

Baraj, gölet, isale hattı aklınıza ne geliyorsa. Basınçsız sulama sistemi, damlama sulama sistemi, yağmurlama sulama sistemi. Aklınıza ne geliyorsa...

İlk 5 yılda tamamlayacağız dedik. Ama bunu nasıl dedik?

Tek tek bütün projeleri alt alta yazdık. Rakamları topladık. Arkadaşlar bir Kanal İstanbul parası etmiyor yahu.

Hani kafayı taktı ya inadına yapacağım diyor ya tabi para bulamadığı için yapamıyor o ayrı... Para bulsa yapacak da para bulamıyor. Ama bir Kanal İstanbul parası değil arkadaşlar.

Türkiye’deki tüm sulama projelerini 5 yılda bitiriyoruz inşallah 5 yılda.

Aklınıza ne kadar proje gelirse yazın alt alta toplayın. Yeter ki parayı israf etmeyin yerinde harcayın.

Projeleri ucuza mal edin. Bunlar çok pahalıya mal ediyor. Yazıktır günahtır.

İki katına üç katına mal ediyor. Niye? Çünkü doğru düzgün ihale yapılmıyor. Milyar dolarlık projeler davet usulüyle veriliyor.

Yarışma yok.

İşine gelen 3-5 kişiye telefon ediyorlar, ya sen bir teklif hazırla getir... Davet usulü... Zarfları önceden ayarlayıp zarfları getiriyorlar, zaflar açılıyor. İyi hadi sana verdim, hayırlı olsun deyip gönderiyorlar.

Milyar dolarlık projeler böyle yürüyor bu ülkede.

Onun için çok pahalıya mal oluyor. Onun için bu ülkenin otoyolları, köprüleri aklına gelen her şey çok pahalı.

Siz bu işi bir dürüstçe yapın, bir yarışma yapın ve gerçekten iyiyi ucuza yapana verin. Görün o zaman nasıl maliyetler düşüyor. Nasıl az paraya çok daha fazla iş yapabiliyorsunuz.

Biz inşallah bunu yapacağız. Bunu gerçekleştireceğiz Türkiye’de. Bitmedi, daha Tarım Eylem Planımızda çok madde var.

Yazdık, dedik ki; çiftçimizin bütün tarımsal kredi borçlarını 2 yıl ödemesiz bir şekilde 0 faiz ile uzun vadeye yayacağız dedik.

Çiftçimiz hele şu birikmiş borçlarını bir süre unutsun, bir süre kafayı takmasın dedik.

0 Faiz 2 yıl ödemesiz, küçük küçük faizlerle yıllara böleceğiz. Zaten 0 faiz deyip de Türk lirası olarak sabitlediğinde zaman içerisinde zaten o rakamlar küçüle küçüle gidiyor.

Bunu söylüyorum çünkü 2003’te ben bunu yaptım. O günü hatırlayanlar var mıdır bilmiyorum.

Çiftçi kredilerinin yüzde 40’ı tahsil edilemiyordu. Çitçimiz bugünkü kadar olmasa da yine zor durumdaydı.

Yaptık.

İnanın 1 yıl sonra bütün çiftçimiz yüzde 99 oranında borcunu tam ve gününde ödeyebilir hale geldi.

Bir yandan ekonomi büyüdü bir yandan çitçimizin geliri arttı bir yandan da yeni sağladığımız kredi ile çiftçilerimiz çarklarını döndürmeye başladılar.

Şimdi daha iyisini yapacağız. 2 yıl ödemesiz vadeye yayacağız. Artı yine çitçimiz işini çevirebilsin diye ne yapacağız yeni kredi açacağız.

Eski krediyi dondurup zamana yayarken 2 yıl ödemesiz... Yeni kredi ile çiftçimizin işini döndürmesini inşallah sağlayacağız.

Tarımsal destekleri ekim dikimden önce açıklayacağız.

Yahu şu anda ekim dikim bitiyor, hasat zamanı geliyor hala çiftçimiz hangi ürüne ne kadar destek alacağını bilmiyor.

Rakamı duyuyor, duyduğu rakamı 1 ila 2 sene sonra alıyor. Bunun hepsini değiştireceğiz hepsini.

Çiftçimizin ekim dikimden önce hangi ürüne ne kadar destek alacağını açıklayacağız. Hasat ünü geldiği zaman da o desteğini vereceğiz.

Ve zaten bütün bu kredi ödemlerini de hasat tarihine endeksleyeceğiz.

Öyle 3 ay 6 ay 1 yıl değil. Hangi ürünün hasatı ne zamansa, çiftçimizin eline para ne zaman geçiyorsa kredi ödemelerini de o güne endeksleyeceğiz.

Biz işi inşallah bilerek yapacağız ve bunun sonucunda tüm Türkiye’de daha çok üretim ve daha mutlu daha zengin çiftçilerimizle beraber inşallah o günleri yaşayacağız.

Bunu Türkiye yaşadı. İnşallah çok daha iyisini yine yaşayacak.

Hep diyoruz yaptık, inşallah daha iyisini yine yaparız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz, bu aralar iktidarın 1990’lardan çıkarıp getirdiği bazı siyasetçiler var. Hani meydanlarda “iki anahtar” diye oy isteyip, sonra vatandaşın cebindeki parayı hiç edenler. Onları sizler biliyorsunuz söylemeye gerek yok.

Burada yeri gelmişken otoriter ittifaka hatırlatmak isterim:

Seçim yasasındaki oynamalarla, Beyaz Torosların gölgesinde siyaset yapanlarla, ülke ekonomisini mahveden o 90 model siyasetçilerle durumu kurtaracağınızı sanmayın. Olmayacak, bitti o dönem.

İstediğinizi yapın, panik halinde tüm tuşlara basın. Hani bazen olur ya izlersiniz filmlerde panik olunca bakalım hangisi tutacak diye böyle her türlü tuşa basarlar.

Şu anda hükümetin yaptığı bu.

Emin olun ki, hiçbir şey DEVA Partisi’nin yükselişini durduramayacak.

Beceremeyecekler, yapamayacaklar.

Seçim kazanmak için her türlü entrikalar peşinde koşanlara sesleniyorum: Elinizden geleni ardınıza koymayın diyorum. Ne yaparsanız yapın diyorum.

Ya siz öyle masa başında matematik formülleriyle kalem oynatıp, meclisten kuralları değiştirip seçimi tekrar kazanabileceğinizi mi zannediyorsunuz?

Bu millet takip etmiyor mu? Bu millet her şeyi görüyor.

Ne zamanki bir iktidar seçimi kaybedeceğini anlar, o gün seçim kanunlarıyla oynamaya başlar.

O gün kuralları değiştirmeye çalışır. O gün formüllerle oynamaya başlar.

Siz matematikle oynayın, masa başında 3-5 kalem oyunu ile iktidarda kalacağınızı zannedin.

Vay yavrum vay. Olmaz. Mümkün değil. Bakın yapamayacaklar göreceğiz.

DEVA Partisi’nin damlaları artık sel oluyor sel. Bu selin karşısında hiçbir baraj duramayacak.

Bunu inşallah göreceğiz.

Çünkü “hiçbir şey, zamanı gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir” Artık DEVA fikrinin zamanı gelmiştir.

Biz buna güveniyoruz. Bu inançla yola çıktık.

Önümüzdeki ilk seçimde bu otoriter ittifakın irili ufaklı tüm ortaklarına da yancılarına da hep beraber müsait bir yerde indireceğiz, onlarla vedalaşacağız ve emaneti hep beraber teslim alacağız inşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

İktidardaki otoriter ittifakın anlatacak hiçbir başarı hikâyesi kalmadı artık.

Bir başarı hikâyesi anlatmak için önce “başarılı” olmak gerekir. Başarının ne demek olduğunu unuttular.

Allah aşkına, taraflı ve partili cumhurbaşkanlığı sistemi geldi geleli, 2017- 2018’den bu yana Türkiye’de şu alanda başarılı olduk dedikleri bir konu var mı?

Ta bizim zamanımızda başlanan projeleri yeni yeni tamamlıyorlar. Onlarla övünüyorlar.

Ama bakın Kanal İstanbul’a başlayamıyorlar.

Haydi, başla, haydi yap.

Tükendi, deponun dibi göründü.

Siz hiç taraflı ve partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin başladı başlayalı yani kedi olalı bir fare tuttuğunu gördünüz mü?

Yok... Olmayacak, sistem yanlış.
Cumhurbaşkanı ne yapıyor? Sürekli eski defterleri karıştırıp duruyor.

Ne zaman bir başarı anlatacak olsa eski dönemin başarılarını anlatıyor. Biz zamanında şöyle yapmıştık diye.

Aynı müflis tüccar gibi. Müflis tüccar da eski defterleri karıştırıp dururmuş ya... İşte ülkeyi iflas ettirenler şimdi karıştırıp duruyorlar.

Cumhurbaşkanı çıkmış, her gün “Biz zamanında şunu yaptık, zamanında bunu yaptık” diye anlatıyor.

Maziye takılıp kalmış. Çünkü bugün anlatacağız fazla bir şey yok.

Millet akşam ne yiyeceğini düşünüyor, Sayın Erdoğan “Eski günler ne güzeldi” diye konuşuyor.

“Eskiden iyiydik, şimdi ülkeyi batırdık” diyemediği için böyle konuşuyor. Eskiden bunu yapanların hangi kadrolar olduğunu söylemiyor.

Şimdi ben buradan, rahmetli Demirel’in tabiriyle, dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutmaya çalışan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum:

Ortak aklın işletildiği dönemlerde, ehil kadroların istişareyle ilmek ilmek inşa ettiği başarıları boşuna anlatıp durmayın. Tüm yetkiyi tek elde topladığınızdan bu yana ne yaptınız, onu anlatın.

Bütün yetkiyi tek elde toplamadı mı? Tek imzayla her şeyi yapabiliyor mu?

O günden bugüne yeni ne yaptınız, hangi başarıyı elde ettiniz? Bir onu anlatın.

Avrupa Birliği yolunda ilerleyen de bizdik, Demokrasi standardımızı yükselten de.

Enflasyonu da faizi de tek haneli rakamlara indiren bizdik. Bunu yaptık.

Hukuku batıran, otokratik bir yönetim inşa eden, enflasyonu da faizi de kuru da çift hanelere yükselten sizsiniz.

Bunu yaşıyoruz.

Eğer geçmişte “ben yaptım” diyorsanız, hadi buyurun yine yapın. Elini tutan yok. Haydi, talimat ver de şu piyasa faizini bir düşür bakalım.

Daha 2 gün önce Türkiye Cumhuriyeti’nin hazinesi dolar bazında yüzde 8,8 ile borçlandı. Avrupa’da eksi faiz varken. Amerika’da faizler yüzde 1 civarındayken bu millete dolar cinsinden yüzde 8.8 faiz ödetmek yazık günah değil mi.

Hadi talimat veriver de düşsün o faiz.

Bağımsız Merkez Bankası’ndan bahsetmiyoruz burada. Kendisine bağlı Türkiye Cumhuriyeti hazinesinin borçlanmasından bahsediyoruz.

Niye talimat vermedi de Türkiye Cumhuriyeti hazinesi borçlanırken yüzde 1 ile 2 ile borçlanmadı.

Yüzde 8,8 faiz ödetmek yazık değil mi günah değil mi bu ülkeye?

Şu anda ticari kredi faizleri yüzde 30’u geçmiş durumda. Hadi bir talimat versin de düşürsün.

Şu anda ihtiyaç kredileri vatandaşımızın en temel ihtiyacını görürken bankadan çektiği krediye ödediği faiz, yüzde 25 yüzde 30 arasında değişiyor.

Talimat versin de bir düşürsün bakalım.
Tek imza ile her şeyi yapacağım dedi. Yapsın.

Niye yapamıyor? Bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. Bilenlerle de çalışmıyor. Sorunun kökü burada.

Üstelik etrafına toplanan insanlar var ya maalesef çoğu çook yanlış insanlar. Dürüst değiller.

İşi de bilmiyorlar. Artık gün de sayılı olduğu için testi doldurma peşindeler. Su akarken, su kesilmeden testiyi nasıl doldursak peşindeler.

Ama olan bu ülkeye oluyor. Olan bu ülkenin vatandaşlarına oluyor.

Ben diyorum ki Sayın Erdoğan’a siz geçmişi bırakın da siz şimdi bu millete, tek yetkili olduğunuz dönemin hesabını verin bakalım.

Son 4 yılda bu ülkeye ne kattınız? Son 4 yılda dolar kurunu patlatan siz değil misiniz? Son 4 yılda faizleri patlatan siz değil misiniz?

En sonunda enflasyonu bile TÜİK üzerini örtemedi.

Mızrak çuvala sığmadı yüzde 105 olarak üretici enflasyonunu açıklamak zorunda kaldı TÜİK biliyor musunuz?

Yüzde 105 yahu. O da TÜİK’in kamuflajlı, makyajlı rakamı. Gerçek enflasyon değil.

Yüzde 105 yazık günah.

Bir de ne diyor? Bütün dünya da enflasyon yükseldi diyor. Yahu bütün dünyada enflasyon yükseldi dediğin arkadaş, Japonya yüzde 2’ye çıktı diye panik şu an.

Avrupa, Amerika yüzde 5’i 6’yı 7’yi görünce 40 yılın en yüksek enflasyonu diyor. Adamların 1 yıllık enflasyonunu biz Türkiye’de 15 günde yaşıyoruz.

Bütün dünyada enflasyon yükseldi, her yerde böyle mi oldu? Bakın şimdi benzin, mazot 20 lira 23 lira değil mi?
Diyor ki her yerde arttı.
Bir dakika...

Her yerde arttı ne kadar arttı? Petrolün varil fiyatı ne kadar arttıysa her yerde o kadar arttı.

Eğer Türkiye’deki mazot ve varil fiyatları sadece petrolün varil fiyatı kadar artsaydı bugün, 9 lira 10 liraydı en fazla.

Türkiye’de kur arttı kur. Döviz kuru arttı. Döviz kuru 2’ye katladı. Döviz kuru 2’ye katladığı için o 9 liraya 10 liraya satılabilecek mazot benzin 20 liraya 23 liraya satılıyor.

Döviz kurundaki artışın da tek sebebi sizsiniz.

Daha ortada koronavirüs yokken pandemi yokken bu ülkenin Merkez Bankası rezervlerini sıfırlayıp eksiye düşüren sizsiniz. Akraba bakanla el ele verdiniz siz yaptınız bunu.

Sen elindeki dövizi tükettikten sonra tabi ki döviz kuruna hâkim olmazsın. Tabi ki piyasanın esiri olursun.
Hadi bir talimat ver de kuru düşür bakalım 5 liraya 6 liraya...
Haydi yap.

Şu anda bizim çiftçimiz 22 liraya 23 liraya 24 liraya mazot almak zorunda kalıyorsa arkadaşlar, bunun bir tane, tek bir sorumlusu var.

Eğer bugün mazot 10 lira değil. Haydi, 5-6 liradan 10 liraya çıkışını anladık, o dünyadaki petrol fiyatlarının artışı ama mazot bugün Türkiye’de 10 lira değil 23- 24 liraysa bunun tek sorumlusu var.

Bir kişi... O tek imzayla ben her şeyi yapacağım diyen kişi.
İşine gelince tek yetkili olayım, işine gelince sorumluluktan kaçayım.

Öyle bir şey yok.

Tek yetkili olan tek sorumlu olduğunu da kabul etmek zorunda.

Başka türlü olmaz. Yan çizmemek lazım.

Doğruyu konuşmak lazım.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde elinizi attığınız her şeyi batırdınız.

Çünkü bir ülke, koskoca bu ülke istişareyle yönetilir, bilenlere danışarak yönetilir.

Benim alanım ekonomi, ben ekonomistim deyip de aklınıza geleni yaparsanız böyle batırırsınız işte.

1971 yılından bu yana bakın 50 sene... Türkiye’de enflasyon tek haneyi sadece bizim ve ekibimizin iş başında olduğu dönemde yaşadık.

Biz ayrıldık nereye gittiğini biliyorsunuz.

Mesele sadece biz değil.

Dürüst, ehil kadrolar gelsin. Biz olmak şart değil.

Bugün Erdoğan dürüst, ehil kadroları getirsin ama her alanda sadece ekonomide değil, inanın işler düzelmeye başlar.

Ama dürüstlerle çalışamıyor artık.

Olmuyor, işine gelmiyor. Sorun burada.

Sistemde çok az kaldık çok. Ama ne oldu? Tek yetkili olduğu dönemde enflasyon yeniden çift hanelere çıktı üç hanelere çıktı ve artık inmiyor.

Enflasyonu indireceğiz diyor. Durmadan aynı şeyi tekrar ediyor. 4 yıldır aynı şeyi tekrar ediyor. Takılmış plak gibi.

Enflasyonu indireceğiz, enflasyonu indireceğiz. İndiği falan yok sadece yükseliyor.

Ben sadece sağa sola laf yetiştirmeyi, bunların cevabını verin diyorum kendisine.

Kendisi artık gerçeklerin konuşulmasını hiç istemiyor, ama biz her yerde ısrarla anlatacağız. Gerçekleri bileceğiz ki çözüm üretelim. Gerçekleri görmeden, bilmeden, konuşmadan çözüm üretemeyiz.

Hakikati çarpıtmasına izin vermeyeceğiz.

Sayın Erdoğan, ne demiş “Muhalefet partilerinin projesi yok” deyip duruyor.

Yahu biz 56 madde sadece tarımda açıklamışız. 119 madde ekonomide açıklamışız. 40 madde dijital dönüşümde açıklamışız. Sosyal politikalar açıklamışız. Üniversite eylem planımızı açıklıyoruz.

Bunlar somut somut. Gün veriyoruz. Tarih veriyoruz, bütçesini hesap ediyoruz.

Siz neyi hesap ediyorsunuz?
Siz bir kendi projenizi kendi programınızı açıklayın.

En son açıkladığı ekonomik program geçen Eylül de arkadaşlar, tek imza ile resmî gazetede yayınlanan ekonomik program, orada bir dolar kuru var biliyor musunuz dolar kuru... 2023 için dolar kuruna 9.80 diyor. 2024 için 10.30 diyor.

Yaptıkları program bu, ellerinden gelen bu. Eylül ayında yapmış, daha Kasım Aralık derken kur patlamış gitmiş.

Becerileri bu. Dünyadan haberi yok.

Proje görmek isteyen DEVA Partisi’nin internet sitesini, sosyal medya hesaplarını açar bakar.

Adresi söyleyeyim: devapartisi.org

Orda bir bilgi deryası var. Proje deryası var. Bütün eylem planlarımız var. Aklınıza ne geliyorsa... Hepsinin çözümü var.

Şöyle bi göz gezdirsin, biraz da kopya çeksin de milletin yükünü azaltsın. Ama o ne yapıyor?

Altyapı projelerini örnek gösteriyor.

Neymiş? Muhalefet büyük projelere son verecekmiş... Şu yalana bak yahu. Biz büyük projelere neden son verelim. Biz o projelerin çok daha iyisini yaparız çok daha iyisini. Çok daha büyüğünü yaparız. Ve üstelik çok daha ucuza mal ederiz.

Sayın Erdoğan son dönemde bozuk bir plak gibi tutturdu gidiyor. Ne diyor? “Bu yolları, köprüleri biz yapıyoruz, muhalefet bu projelere son verecek” diyor.

Allah Allah... Rüyasında gördü herhalde, kendi rüyasıyla kavga ediyor. Değerli arkadaşlar,

Diyeceğimi en başta söyleyeyim: DEVA Partisi Türkiye’nin layık olduğu en büyük projeleri yapabilecek tek partidir.

Çünkü büyük projeler ucuza mal olacaksa bu güvenle olur, itibarla olur.

Güven olacak ki bu ülkenin kaynağı çoğalsın. Güven olacak ki eğer borçlanıyorsanız ucuza borçlanıp yapın.

Yüzde 8,8 dolara siz faiz ödedikten sonra biz ne anladık bu işten yahu.

Biz çok daha büyük projeleri, çok daha ucuza mal ederiz. Milletimizin vergilerini bir avuç müteahhitte peşkeş de çekmeyiz. İzin de vermeyiz.

Devletin de milletin de kazıklanmasına izin vermeyiz.

Dün biliyorsunuz 1915 Çanakkale Köprüsü açıldı. Evet önemli bir proje büyük bir proje. Vatana millete hayırlı olsun.

Ancak, 45 bin araç geçişi ve araç başına da vergisi dâhil 16 avro geçiş ücreti taahhüdü ile ancak o proje yapılabildi. Proje yapılırken, ihale edilirken eğer gerçekten bir yarışma olsaydı, öyle 3-5 kişiden zarfta teklif alarak değil çok daha geniş bir katılımla, kıyasıya rekabetle açık bir ihale ile o proje yapılsaydı çok daha düşük bir garanti bedeli ve çok daha düşük bir geçiş ücreti ile o proje yapılabilirdi.

O kısmını anlatmıyor. Projenin büyüklüğünden bahsediyor.

Tamam, büyük projeler bu ülkenin ihtiyacıdır ama hem büyük proje yapacaksın hem ucuza mal edeceksin.

Maharet orada.

Biz bunu yapacağız.
Biz bu ağır bedelleri milletimizin ödemesine izin vermeyeceğiz.

Bakın arkadaşlar bu tür projelerin garanti ödemesi için 2022 bütçesine koyulan para ne kadar biliyor musunuz? Şu anda bulunduğumuz yılın bütçesine.

Tam 42 buçuk milyar lira. O da döviz kuru daha 8 lirayken bu bütçe koyuldu.

Döviz kuru 8 lirayken 42 buçuk milyar TL’lik bir bütçe koyuldu. Bu tür projelerin garanti ödemesi için.

Otoyollar, köprüler, hastaneler şunlar bunlar... Kur arttıkça bu rakamlar artacak.

Peki, ülkenin bütün tarımsal desteği için bütçeye koyulan para ne kadar biliyor musunuz? Bütün tarımsal destek...

25 milyar.

Sonra biz bunu mesele ettik. Yazıktır günahtır dedik ya. Siz geçiş ücretleri için 42 buçuk milyar koydunuz faiz ödemesi için 240 milyar bütçeye ödenek koydunuz yahu. 240 milyar.

Tarıma 25 milyar olur mu? Dedik.
Ondan sonra 29 milyara çıkartmışlar. Yaptıkları o.

Tarım gibi stratejik bir sektörü boşlayan iktidar, kaynakları başta faiz olmak üzere bu garantili ödemeleri olmak üzere sağa sola harcayıp duruyor.

84 milyondan toplanan vergi ile ödeniyor bunlar arkadaşalar. Başka bir yerden değil bakın. Devletin başka bir kaynağı yok.

Bu arada, şunu belirteyim: Bu modelin bu yap işlet modelinin kendisi model olarak doğru bir model.

Sorun, modeli uygulayan zihniyette. Sorun, bu modeli alıp kötü kullanmakta ve pahalıya mal etmekte.

Kamunun düzenleme gücünü, özel sektörün verimliliğiyle buluşturma amacıyla başlayan bir yöntem, ne yazık ki iktidarın elinde perişan oldu.

Çok büyük maliyet ödüyoruz, çok büyük bedel ödüyoruz.

Geldiğimiz noktada, Hazine’nin sırtına bindirilen yükler, vatandaşın cebinden çıkıyor.

İşte biz, bir yandan ülkemizin layık olduğu en büyük projeleri en ucuz yoldan ve milletimiz kazıklanmadan yaparken, diğer yandan da kamu vicdanını rahatlatmayı hedefliyoruz inşallah.

Bu amaçla, yap-işlet-devret projelerinin tamamını DEVA Partisi iktidarının ilk 90 gününde teknik, idari, hukuki ve yasama denetimine tabi tutacağız.

Hesap kitap ne varsa hepsini bir açıp bakacağız. Kim nerede hata yaptıysa bunun hesabı sorulacak.

Kamu Özel İşbirliği yöntemini, makul bir nakit akışı üreten projelerle sınırlayacağız.

Hele hele eğitim sağlık gibi alanlarda bu yöntemin kullanılmasına izin vermeyeceğiz.

Bu projelerin ortak akılla ve tüm paydaşların katılımıyla gerçekleştirilmesini sağlayacağız.

Şeffaf ve açık ihale usulüyle sağlıklı bir yatırım ortamı oluşturacağız.

Bu projeler nedeniyle kamunun yapacağı harcamaları, şeffaf bir şekilde ve periyodik olarak kamuoyuyla paylaşacağız.

Ekonomik kriz milleti inim inim inletirken, bu milletin 1 kuruşunun bile zayi olmaması için elimizden gelen her şeyi yapacağız ve yanlışlara göz yummayacağız.

Bu devir, bitecek! İnşallah bitecek. Yakın.

*****

Bakın arkadaşlar,

Büyük projeler, güçlü bir ekonomiyle olur. İşte biz ülkemizin ekonomisini güçlendireceğiz.

Güçlü ekonomi ise, hukukla olur, adaletle olur. Ekonomi hukuk ve adalet zemininde yükselir.

Siz o zemini, temeli sağlam tutmazsanız ekonominizi asla güçlendiremezsiniz.

Tek tek her bir bireyin hukuk güvenliği içinde yaşamasıyla ancak ekonomi başarılı olabilir.

Öngörülebilir bir devlet yönetimiyle başarılır.

İşte biz DEVA Partisi olarak, kişi başına düşen milli geliri, Cumhuriyet tarihinde ilk defa, yüksek gelirli ülkeler grubuna yükselteceğiz.

Bu inşallah bize nasip olacak.

Vatandaşımızın gelirini arttırırken, ekonomimizdeki tüm kara delikleri kapatacağız.

Bu amaçla, zarardan başka bir anlamı olmayan Varlık Fonu’nun da Cumhurbaşkanlığı’na bağlı politika kurullarının da kapısına kilit vuracağız.

Daima adil olacağız.

Ayrı ayrı beş on yerden huzur hakkı adı altında maaş alıp vatandaşın huzurunu çalanlara geçit vermeyeceğiz.

Gençleri işsiz bırakıp, üçer beşer maaşla kamu kaynaklarını kendilerine bağlayanlara asla göz yummayacağız.

Kayırmacılıkla, israfla bu ülkeyi fakirleştirenlere dur diyeceğiz.

Bu milletin alın terini hiç edenlere, hakkını hukukunu çiğneyenlere karşı dimdik duracağız arkadaşlar, dimdik. Hiç şüpheniz olmasın.

İnşallah bunu hep beraber bu kadrolarla başaracağız.

*****

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle,

öğretmenlerle, işçilerle; hep beraber eşitlik için adalet için yola çıktı.

Demokrasi ve atılım için durmadan, yorulmadan koşacağız.

Artık Türkiye’nin devası var, Sındırgı’nın devası var.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Kongremiz hayırlı uğurlu olsun.

9 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 14. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

ON DÖRDÜNCÜ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Karabük Teşkilatımızın kıymetli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen saygıdeğer dostlarımız,

Hepinizi muhabbetle selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugün, partimizin, Demokrasi ve Atılım Partisi’nin, ikinci kuruluş yıl dönümü.

DEVA Partisi’nin kuruluşunun ikinci yılı hepimize, tüm ülkemize kutlu olsun!

Hayırlı olsun!

Sıkıntılarla dolu bir yılda, 2020 yılında, ülkemize umut olmak için yolculuğumuza başladık.

Bugün il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle büyüyoruz.

Biliyorsunuz, biz yıldönümü kutlamasını salonlarda yapan bir parti değiliz.

Çünkü en başında söylemiştik. Biz alışılageldik siyasi partilerden biri olmayacağız demiştik. Bunun da gereğini yapıyoruz.

Geçen seneki kuruluş yıldönümümüzde, 81 şehrimizde, aynı anda tüm teşkilat üyelerimizle sahadaydık.

Bu sene ikinci senemizi de yine halkımızın yanına giderek kutluyoruz. Mahalle mahalle, sokak sokak çalışıyoruz.
Geçen seneden bu seneye Türkiye’nin dört bir yanına damla damla yayıldık.

DEVA Partisi’nin üye sayısını bir yılda 5’e katlayarak, bir kez daha tarihi bir başarının altına imzamızı attık.

Birinci yaşımızda 25 bin olan üye sayımızı, ikinci yaşımızı doldurduğumuz bugün, dün akşamki verilere göre 131 bine yükselttik.

Yine bu yıl içerisinde altı ayrı alanda eylem planlarımızı açıkladık.

Şairin dediği gibi, “İçimizde bir iş görmenin saadetiyle” ilerledik, ilerliyoruz.

Yatmadık, çalıştık. Çalışıyoruz.

Tüketmedik, ürettik. Üretiyoruz.

İşte bu özgüvenle, “Kadrolar hazır. Çözümler hazır. Bu pazar seçim olsa DEVA hazır!” dedik.

Biz bu kararlı ve çalışkan duruşumuzu ortaya koyarken, Ankara’da yatarak siyaset yapmayı alışkanlık haline getiren birilerinin bundan rahatsız olacağını tahmin etmiştik az çok.

Ama bu kadar da hızlı tepki beklemiyorduk.

Meğer dün krizlerin ortağı Bahçeli, Meclis’teki grup toplantısına giderken arabasının camında “Bu pazar seçim olsa DEVA Partisi hazır” afişimizi görmüş, okumuş.

Afişimiz aklına iyi yer etmiş olsa ki konuşması sırasında prompterdan, metinden çıkıp -ki pek yaptığı iş değil- bize laf yetiştirmeye çalışmış.

“Elimde kalem olsa altına yazardım. Pazar günü seçim yok.” demiş. Herhalde hızlı geçerken anlamadı mı ya da Türkçe sorunu mu var, onu anlamadık ama “Önümüzdeki pazar günü seçim yapılacak” demedik ki biz orada. Seçim yapılsa hazırız diyoruz. Burada bir mana var. Her an hazır olduğumuzu vurguluyoruz. Belli ki anlamamış.

Tabii o afişte dikkatini çeken kelime muhtemelen seçim. Çünkü siyasetle tek ilgisi bu seçim günleri…

Seçimin hangi gün yapılacağına birkaç kere karar verdi biliyorsunuz, erken seçim çağrılarında bulundu. Ama erken seçim çağrısında bulunuyor sonra kayboluyor. Seçim sonuçları zaten malum. Burada tekrar etmeye gerek yok.

Seçim sonrası da kâra ortak, zararda yok. Nasıl ortaklık anlamadık bu işi yani. İktidara ortak almanın her türlü nimetinden faydalanıyor, tek bir bakan ismi bile vermeyerek krizin ve bütün bu sıkıntıların, olumsuzluklarının oluşturduğu sorumluluktan da kaçabileceğini zannediyor. Biz o alanı açmayız.

Ona ortak olduğunu sürekli hatırlatırız. Öyle kendi partisinden bakan olmayınca “Ben ortak değilim, krizlerin dışında dururum” dedirtmeyiz.

Şöyle bakıyoruz ki Bahçeli’nin gerçekten bu ülkeye faydalı tek bir icraatına rastlamıyoruz. Hafızalarınızı şöyle bir zorlayın. 25 yıldır genel başkanlık yapıyor değil mi? Bu ülkeye katkısı nerede oldu? Hangi icraatı ortaya koydu? Hangi güzel fikri geliştirdi?

Varsa yoksa kriz. Her ortağı olduğu iktidar ülkeyi krize sokuyor.

O yüzden biz kendisine şaşırmıyoruz. Alıştık. Çeyrek asırlık genel başkanlığında tek bir hayırlı işini görmedik, görmeyeceğimizi de biliyoruz.

Her konuştuğunda bol bol kuru slogan, bol bol hamaset.

Ben şimdi buradan Sayın Bahçeli’ye seslenmek istiyorum: Şöyle bir çıkın, hamaset yapmadan, kuru slogan atmadan, nasıl bir Türkiye görmek istediğinizi anlatın yahu.

Türkiye’nin hangi sorununu nasıl çözeceğinizi çıkın anlatın. Hamaset, küfür, hakaret, aşağılama, boş laf olmayacak ama. Temiz bir dille anlatın, nasıl bir Türkiye görmek istiyorsunuz.

Bundan tam bir yıl önce açıklamıştı. Ne demişti “Biz, yeni bir anayasa yazmaya başladık” demişti. Ortada hiçbir şey yok. Yapamazlar. Öyle bir icraat alışkanlığı yok. Çözüm üretme alışkanlığı yok. Geçen hafta kürsüden sordum kendisine. Nerede dedim sizin şu yeni anayasa? Ne oldu? Niçin açıklamadınız? Niçin ses yok? Çıkın ortaya koyun.

Bak biz, çalıştık, koyduk. Sapasağlam 45 sayfalık bir metin ortaya koyduk. Ya siz de şöyle bir sayfa yazın da ortaya koyun.
Yapamazlar. Hamaset üzerinden siyaset yapmaya alışanlar, bu ülke için faydalı tek bir yenilik ortaya koyamazlar. Büyük ortağından da izliyoruz. Büyük ortak da düştü o tuzağa. Hamaset siyasetinin tam içine koydu kendisini.

Sayın Erdoğan ülkenin şu anda tek bir sorununa çözüm üretiyor mu Allah aşkına? Yok. Çünkü o alana girdiğin zaman orası bataklık. Hamaset siyasetinin sonucu bataklık. Çözüm üretemezsiniz artık orada. Sürekli düşman arar durursunuz.

Mümkün değil. O yüzden biz bu otoriter ittifakın küçük ortağının da artık büyük ortağının da sözlerini ciddiye almıyoruz. İşimize bakıyoruz. Biliyoruz ki bu iş bize düşecek. Bunu biz yapacağız, biz çözeceğiz. İyi biliyoruz ve onun için de hazırlanıyoruz.

*****

İşimizi bizi sosyal medyadan ya da ekranları başından izleyenler için tekrar anlatayım:

Son bir senede tam 6 ayrı alanda eylem planımızı açıkladık.

İktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde ne yapacağımızı madde madde vatandaşımıza taahhüt ettik.

Çünkü biz “Zamanı gelince bakarız. Kervan yolunda düzülür” anlayışıyla siyaset yapmadık, yapmıyoruz.

8 Haziran 2021’de ilk adımımızı toprağa attık. Tarım Eylem Planımızı açıkladık.

Artan maliyetler karşısında beli bükülen çiftçilerimizin acil sorunlarını çözmek ve tarım sektörünün yapısal konularına çare üretmek için 56 maddelik bir eylem planı sunduk.

Çiftçimizin kredi borçlarının faizsiz 2 yıl ertelenmesinden, gübre fiyatlarının yarısını devletin üstlenmesine; çiftçiye özel düşük elektrik tarifesi uygulamasından, yüzde 50’ye varan yem desteklerine kadar bir dizi projemizi Tarım Eylem Planı’nda takvimlendirdik.

İstanbul depreminin yıl dönümü 17 Ağustos’ta, kamuoyunun karşısına “Afet Eylem Planı” ile çıktık.

Yerinden yönetimlerin yetki ve sorumluluklarının artırılmasından, iklim değişikliğiyle mücadeleye, kentsel yenilenme anlayışından, olağanüstü durumları yönetecek kriz merkezine kadar, 54 maddelik eylem planında hedeflerimizi somutlaştırdık.

14 Eylül’de Sosyal Politikalar Eylem Planımızı açıkladık. Sosyal güvenlik sistemindeki sorunları çözeceğimizi, sosyal yardım ve destekleri güçlendireceğimizi duyurduk.

İhtiyacı olan hanelere asgari gelir desteği uygulamamızla, yoksullukla mücadelede gösterdiğimiz kararlı duruşu ete kemiğe büründürdük.

4 Ekim’de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş doğrultusunda atılacak adımları “Demokrasiye Geçiş Eylem Planı”nda ayrıntılarıyla belirledik.

Sürecin sonunda; yasamanın, yürütmenin ve yargının güçlendirileceği, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınacağı, yarının Türkiye’si için Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem üstünde altı siyasi parti olarak mutabakat sağladık. Ve geçen hafta bunu kamuoyumuza duyurduk.

27 Ekim’de, İstanbul’da, Türkiye’yi fikir ve üretim üssü yapma amacıyla Yarına Atılım Eylem Planı’mızı açıkladık.

Yeni teknolojilerin pınarı olacak bir Türkiye’ye gidecek yolunu Yarına Atılım Eylem Planı’nda birer birer döşedik.

Son olarak da 10 Şubat 2022’de Ekonomi ve Finans Politikaları Eylem Planımızla güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı ekonomik büyüme modelimizi ortaya koyduk.

Ücretliler üzerindeki vergi yükünün azaltılmasını, temel ihtiyaçlar üzerindeki ÖTV’nin kaldırılmasını taahhüt ettik.

Varlık Fonu gibi karadeliklerin, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı politika kurulları gibi işe yaramaz yapıların kapatılacağını, tüm kamu harcamalarının bütçe içerisinde şeffaf bir şekilde yapılacağını Kamu Özel İşbirliği projelerini denetleneceğini ve mali kuralı Türkiye’de uygulayacağımızı ilan ettik.

Çok yakında, Doğa Hakları Çevre, Yerel Yönetimler Şehircilik, Üniversite Eğitimi ve Sağlık eylem planlarımızı açıklayacağız. Önümüzdeki birkaç hafta içerisinde bunların hepsi sırayla açıklanacak.

Arkadan bu eylem planlarımızın sayısını 20’ye çıkartacak şekilde önümüzdeki aylarda yoğun bir açıklama takvimi bekliyor bizi. Her alanda çalışıyoruz.

Çalışıyoruz. Hem de çok çalışıyoruz. Titiz çalışıyoruz. Biliyoruz ki bu iş bize kalacak. Biz hazırlanmazsak, DEVA Partisi hazırlanmazsa, ülkemizde seçimi kazanmak var, ama bir de seçim sonrasında Türkiye’yi kazanmak var.

Biz hazırlanmazsak arkadaşlar, seçimi kazanırız ama Türkiye’yi kazanamayız. Hazırlanacağız ki hem seçimi kazanacağız arkasından da Türkiye’yi kazacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

İşte ikinci yılımızda dolu dolu bir karneyle, başımız dik bir biçimde vatandaşlarımızın karşısına çıkıyoruz.

Ama bu kadar da yetmez; bunu da iyi biliyoruz.

O yüzden de durmadan, yorulmadan çalışmaya devam ediyoruz.

İşte o yüzden DEVA Partisi’nin kuruluşu herhangi bir olay değildir.

DEVA Partisi’nin kurulduğu 9 Mart 2020 günü, önümüzdeki on yılların takvim yapraklarına Türkiye’nin dönüm noktası olarak geçecektir.

Bakın burada söylediklerimin hepsi kayıtlı. Ülkemizde demokrasinin tarihi, ülkemizde siyasetin tarihi 9 Mart 2020’den itibaren değişmiştir.

Çünkü DEVA Partisi’nin kuruluşu; krizlere “yeter artık” diyerek “istikrarlı günlere” kavuşmak isteyen kadroların harekete geçişidir.

DEVA Partisi’nin kuruluşu; kendisine dayatılan yokluk düzenini elinin tersiyle iten insanların bolluk mücadelesidir.

DEVA Partisi; kayırmacılığa karşı hakkaniyetin sesidir.
DEVA Partisi; Türkiye’nin gece yarısı karanlığında, keyfi kararlarla, bir çadır devleti gibi yönetilmesini, içine sindiremeyenlerin hareketidir.

Demokrasinin ve atılımın bayrağını, 81 ilde ve 705 ilçedeki teşkilatıyla, tüm Türkiye’de dalgalandıranların partisidir.

DEVA Partisi; kirlenmiş, demode olmuş eski siyaseti değiştirmeye kararlı gençliğin partisidir.

Dünün değil, bugünün değil; yarının sesidir DEVA Partisi.

Şartlar ne olursa olsun, hukukun üstünlüğünden vazgeçmeyenlerin partisidir.

Dünyanın neresinde olursa olsun, evrensel demokratik değerlerden asla vazgeçmeyenlerin partisidir.

DEVA Partisi, cesur insanların partisidir arkadaşlar.

DEVA Partisi; adım adım yürümenin kıymetini bilen, aynı zamanda sabırlı insanların, tuğla tuğla büyüyen zaferin çatısıdır.

Arkadaşlarım,

Bizim davamız “adalet” davasıdır.

Ankara’da, emeğiyle geçinmeye çalışan bir vatandaşımız, elektrik faturasının altından kalkamıyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

Bursa’da, yeni doğum yapmış bir annenin rüyasına, ay sonu gelecek doğal gaz faturası, elektrik faturası giriyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

Trabzon’da, bir vatandaşımız gece yarısı gelecek akaryakıt zammından önce, benzin kuyruğa giriyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

İzmir’de, bir ev kadını markete gidip yağ bulmaya çalışıyorsa, devlet vatandaşına güven veremiyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

Eskişehir’de, yeni mezun bir genç, torpili olmadığı için iş bulamıyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

Hatay’da, emekli bir vatandaş, “Yokluktan çocuğumun yüzüne bakamıyorum” diyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

Sakarya’da, çiftçi elini cebine attığında mazot parası çıkışmıyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

Konya’da, KHK ile işine son verilen bir kardeşim, aklından canına kıymayı geçiriyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

Diyarbakır’da, bir genç, ülkenin her yerinde kendi anadilini rahatça konuşamayacağını hissediyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

İstanbul’da, bir kadın, ölüm korkusuyla yaşıyorsa, üstelik devletin ta en tepesi potansiyel katilleri cesaretlendirecek bir gece karanlığında imza atabiliyorsa, o ülkede adalet sorunu vardır.

Bunların hepsi hakikatin resmi arkadaşlar, hepsi.

Türkiye, Beştepe Harikalar Diyarından bakınca görüldüğü gibi toz pembe bir ülke değil.

Tüm bunlar bire bir duyduğumuz, bire bir gördüğümüz, bire bir dinlediğimiz sorunlardır. Bu örnekleri boşa vermedim. Hepsi gördüğümüz, şahit olduğumuz sorunlar.

İşte bütün bu dertlerin çaresi olmak bizim boynumuzun borcudur.

DEVA Partisi’nin boynunun borcudur.

Değerli arkadaşlar, bugün Sayın Erdoğan, parti genel başkanlığı şapkasını takıp partisinin grup toplantısında bir konuşma yapmış. Evlere şenlik. Diyor ki “Kur korumalı mevduat hesaplarında tam 550 milyar liraya ulaştık” diyor. Aferin ya. Bu ülkeyi batırma, bu ülkenin Hazinesini batırma projesini baya büyütmüş, ondan bahsediyor.

Bakın size bir rakamdan vereceğim. Çok basit. Şu anki 2022 yılının bütçesinde faiz ödeneği tam 240 milyar lira. 240 milyarlık faiz ödeneği var. Tarıma ayrılan bütçe ne kadar biliyor musunuz? Biz bunu söyledik söyledik biraz artırdılar. Şu anda 29 milyar. Artmış hali. 240 milyarlık faiz ödemesine 29 milyar tarım bütçesi.
Bitmedi. 550 milyara çıkardık diye övündüğü o kur korumalı hesaplar var ya, döviz kuru yüzde 1 artsa ne demek? 550 milyarın yüzde 1’i ne demek? Tam 5 buçuk milyar lira daha fazla ben bu mevduat hesaplarına devlet olarak para vereceğim demek. Hesap ortada.

Kur yüzde 6 artsa, ki son bir hafta, on günde arttı yüzde 6- hiçbir şey değil yüzde 6. Yüzde 6 kur arttığında çarp 550 milyarla tam 33 milyar lira yapıyor. Yani şu kur korumalı mevduat hesabı diye davul zurna çala çala televizyonlarda reklam yapa yapa getirdikleri sistem var ya yüzde 6’lık bir kur artışı sebebiyle mevduat sahiplerine ödenecek para 33 milyar. Bu ülkenin bütün tarımına, çiftçisine verilecek desteğin tamamı 29 milyar. Hesap ortada.

Açıklarken ne diyordu? “Bizim Türk lirası mevduat sahibi, kur artınca mağdur oluyor” diyordu değil mi? Türk lirası mevduat sahipleri kur artınca mağdur oluyormuş, mağduriyetini önlemek için onların da kur korumasına ihtiyacı varmış. Onun için kur korumalı mevduat getirmişler.

Mevduat sahibinin kur korumasına ihtiyacı var da dörde, beşe katlayan gübre fiyatını, yüksek maliyetle ödemek zorunda kalan hatta hiç gübre kullanamayan çiftçimizin mağduriyeti yok mu ya? Mazot fiyatları üçe katlarken, döviz kurundaki artış sebebiyle bizim çiftçimiz mazotu üç kat paraya alırken mağdur olmuyor da oradaki az sayıda mevduat sahibi mi mağdur oluyor.

Eğer kur artışlarına karşı mağduriyetleri giderecekseniz o zaman herkesi koruyun. Niye az sayıda mevduat sahibini koruyorsunuz da bizim çiftçimizi korumuyorsunuz?

Niye az sayıda mevduat sahibini koruyorsunuz da bizim dolmuşçumuzu, minibüsçümüzü, otobüsçümüzü, kamyoncumuzu, tırcımızı korumuyorsunuz? Kur artınca; mazot fiyatı artıyor, yedek parça fiyatı artıyor, lastik fiyatı artıyor. Onları da koru o zaman. Niye onları korumuyorsun da mevduat sahibini koruyorsun?

Çünkü o büyük mevduat sahipleri var ya onlar sesinin Beştepe’ye duyuruyor. Ama bizim çiftçimiz duyuramıyor. Otobüs şoförümüz, kamyon şoförümüz, tır şoförümüz duyuramıyor.

İkiye, üçe katlayan elektrik fiyatlarıyla dükkanını açık tutmaya çalışan esnafımız sesini duyuramıyor da ondan. Beştepe’ye sözünü duyuran, güçlü bir azınlık sadece.
Bir de başka ne demiş bizler için? “Ortaya bir program koyamadılar” demiş. Ya arkadaş bizim ekonomik programımız ortada. İşte sapasağlam. 119 maddelik ekonomi ve finans eylem planını biz ortaya koymuşuz. Siz neyi ortaya koydunuz ya bir onu söyleyin. Bizimki ortada.

En son eylül ayında açıkladığınız orta vadeli programı gördük. Orta vadeli programda 2022 için açıkladığınız dolar kuru, 9,30. 2023 için 9,80. 2024 için de 10,30. Orta vadeli program diye, Recep Tayyip Erdoğan diye altına tek imzayı atıp Resmî Gazete’de yayınladığınız program bundan ibaret. Sizin programınız bu. Bizimki de burada.

Hadi şunda şu yanlış var diye söyleyin, düzeltelim. Şu eksik diye söyleyin, ekleyelim. Biz bunu üstelik açıklarken taşa yazarak açıklamıyoruz ki söyleyin. Ama bizim bir programımız var. Programı olmayan sizsiniz. Açıkladığı programın uygulanma alanı olmayan sizsiniz.

Bir de ne demiş? “Ekonomimiz büyüdü” demiş. Övünüyor… Baktım şöyle canlı izlemedim de sonra hızlı hızlı kayıttan “Ekonomimiz yüzde 11 büyüdü” diyor fakat gruptan fazla bir alkış yok. Milletvekilleri de bakıyor “Ya ne zaman büyük” diye.

Büyüdük de haberimiz mi yok diye kendi milletvekilleri bakıyor. Yüzde 11 büyüme olsa zaten alkış kopması lazım ayağa kalkıp. Yok öyle bir şey. Kendileri inanmıyor ya. Kendi açıkladıklarına kendileri inanmıyor. Şu ülkede sokakta yürüyen 100 kişiyi çevirip sorun. Reel anlamda, yüzde 11 büyüme reel arkadaşlar enflasyonun üstünde. Yüzde 100, yüzde 150 enflasyonun da üzerinde refahı artan Türkiye’de kaç kişi var Allah aşkına.

Ama bunlar hep o Külliye’nin etrafındaki, Beştepe’nin etrafındaki insanların, o cepten cebe konuştukları insanları gördükleri için onların serveti büyümüş olabilir. Onların geliri büyümüş olabilir.

O özel menfaat alanı sağlananların, hiç kimseye izin verilmeyen alanlara izin vererek özel menfaat elde edenlerin gelirleri büyümüş olabilir ama yüzde 11’e bizim ekonomimiz büyüdü diyenler gitsin baksın, bizim vatandaşımızın ekmeği küçüldü ya. Halkımız yoksullaştı.

Beştepe ve etrafındakilerinin şahsi ekonomisi büyümüş olabilir. Bizim vatandaşımızın ekonomisi büyümedi, küçüldü. Asgari ücretin satın alma gücü ortada. 2500 lira emekli maaşı alıyorum ben üniversitede nasıl talebe okutacağım diyen önümü kesen onlarca emeklinin durumu ortada.

Başka ne demiş bugün? “Bunlar büyük projelere son verecekler” demiş. Allah Allah. Bu nereden çıktı? Hiç merak etmeyin hiç; biz Türkiye’nin layık olduğu en büyük altyapı projelerini yaparız, üstelik sizden de çok daha ucuza mal ederiz. Çok daha ucuza… Çünkü biz şeffaf yaparız, açık yaparız, yarışmayla yaparız. İhale yasasında 200 tane değişiklik yapıp, ondan sonra acil iş diye milyar dolarlık projelerin iki üç kişiden telefonla, davetle yapmayız. Bunu siz yaparsınız.

Büyük projeler, güçlü bir ekonomiyle olur. Biz bu ülkenin ekonomisini çok güçlü yapacağız ve ülkemizin layık olduğu projelerin en büyüğünü en ucuza mal edeceğiz. Devlet bunun için var.

Bugün konuşmuş da konuşmuş. Neler neler diyor. “Bunlar ülkeyi IMF’ye teslim edecekler” diyor. Allah Allah… Ya IMF’ye olan taksitin, en son ödeme taksitini bu arkadaşınız yaptı. En son enter tuşuna basıp son taksiti ben ödedim. O sürecin en kadar zor bir süreç olduğunu yaşayan bir kadroyuz biz. IMF’yi bırakın, sizin kendi ortak olduğunuz kuruluşu, siz ne yapıyorsunuz?

4 buçuk milyar dolar için gidip 15 Temmuz’un finansörü, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün arkasında olduğunu iddia ettiğiniz Birleşik Arap Emirlikleri ile sarmaş dolaş olmuyor musunuz? “Bunlar IMF ile iş yapacak” diyen kendisi gidip 3 milyar dolar oradan, 5 milyar dolar oradan, kapı kapı gezip para toplamaya çalışmıyor mu?

Borç alan emir alır. Hele hele siz gidip böyle ikili anlaşmayla devletten devlete borç alırsanız, o devletten de emir alırsınız. Bir ülke borçlanırken yarışma içerisinde serbest piyasadan borçlanır. Yarışmayla, ihaleyle borçlanır. “Kardeşim parayı bana kim ucuza getirecekse ben ondan borçlanırım” der. Gidip kapı kapı dolaşmaz yani. Görüyorsunuz swap anlaşmaları için ne kadar turluyor. Bunlar IMF ile çalışacak diyor, kendisi kapı kapı swap dileniyor. Hiç konuşmasın. Sicil ortada.

28 Şubat ittifakı diye bir şey uydurdu. Ya sağına Bahçeli’yi, soluna Perinçek’i alan sensin. 28 Şubatçıyı, sağında, solunda taşıyan sensin. 28 Şubat’ın karanlığından gelen isimleri yanında barındıran sensin. Hatta onlar diyor ki “Rotayı biz çiziyoruz, bu ittifakın rotasını”.
Koalisyonlara, ittifaklara laf ediyor; sanki kendisi şu an ülkeyi koalisyonla yönetmiyormuş gibi. Büyük çelişkiler. Şu anda AK Parti yanına Bahçeli’yi almasa iktidar olabiliyor mu? Meclis’te çoğunluğu sağlayabiliyor mu? Sen şu anda bir koalisyonla yönetiyorsun ülkeyi. Koalisyona laf ediyor. Kendisi koalisyonla yönetiyor. Niye? Hep algı yönetimi algı. İşi yönetemediği, işin özünü başaramadığı için sadece bir hayali, aldatılmış gerçeklik üzerinden ülkeyi yönetmeye çalışıyor. Gerçekten akıl alır gibi değil.

Bizim ülkemiz buna layık değil. Bizim ülkemiz böylesine artık çözüm üretemeyen, işini bilmeyen bir yönetime layık değil.

Her gün yeni bir zam haberiyle uyanıyoruz.

Yok gıdaya zam, yok akaryakıta zam… Ona zam, buna zam. Artık zam haberinin bir anlamı kalmadı.

Geçen akşamüstü gittim benzin istasyonuna arabayı kendim kullanıyorum, baktım boş. Dedim hayırdır, niye böyle? Dün gece zam vardı, herkes deposunu doldurdu abi dedi pompacı. İnsanlar depoyu fulleye fulleye artık her gece zam her gece zam bir hal oldular. Şimdi diyorlar ki petrol krizi var ne yapalım? Petrol fiyatları yüzde 25-30 arttı. Bakın yüzde 25-30 arttı diye içeride bu kadar zam, bu kadar kriz, bu kadar enflasyon.

Bir örnek vereceğim size bakın. 2002-2008 arasında dünyada petrol fiyatları 20 dolardan 150 dolara çıktı. Öyle yüzde 25-30-40-50 değil. Katlaya katlaya. 20 dolardan 150 dolara çıkan bir petrol fiyatı var. Eş zamanlı olarak aynı süre içerisinde Türkiye, enflasyonu tek haneye düşürdü ve tek hanede tuttu. Nasıl oldu bu? İnanın hiç anlamamışlar.

Ya arkadaş siz bu kadar petrol fiyatı 20 dolardan 150 dolara çıktı da bu enflasyon nasıl tek hanede tutuyorsunuz diye ara sor değil mi? Bir öğrenmeye çalış. Ya da o başarının içinde olan insanları aç bir öğren. “Ya petrol fiyatına zam geliyor biz de her akşam pompaya zam yapıyoruz ama doğru mu yapıyoruz, eğri mi yapıyoruz?”. Zamanında 20 dolardan 150 dolara çıkarken nasıl enflasyonu tek hanede tuttunuz diye bir aç, sor değil mi? Bana sormanız şart değil ya o dönemi bilen en az 20-30 tane teknik arkadaşımız var. Bir öğren ya. Yazık günah.

Her gün zam haberine uyanılır mı? Enflasyon beklentisinin, enflasyonun başlı başına sebebi olacağını bilmekten de aciz bunlar. Siz enflasyon beklentisini şişirirseniz, her gün zamla uyandırırsanız bu halkı bunun sürekli böyle gideceğine inanırsa bu millet, bu enflasyon asla düzeltmezsiniz. Ve inanın yapamayacaklar. İki haneli enflasyon diyorduk; geçen ay üç haneyi de gördük. O da TÜİK’in makyajlanmış rakamı yüzde 105. Bunu da gösterdiler bu millete.

Değerli arkadaşlar,

Avrupa’nın en büyük tarım alanlarına sahip olan ülkemizde, insanlar artık kıtlık korkusu yaşar oldu.

Çiftçimiz perişan, üretemiyor. Ürettiği kadar zarar ediyor.

Vatandaş perişan, temel gıda ürünlerine erişemez miyim acaba yarın diye korkuyor. İthal ürünlerle dolan pazardan alışveriş yapmaya insanların gücü yetmiyor.

Yazık, çok yazık.

Sayın Erdoğan ise çıkmış hâlâ stokçularla kavga ediyor. Piyasadaki soruların faturasını üretene, tacire, esnafa kesmeye çalışıyor. Çünkü “bu enflasyonun sebebi ben olamam ki” diyor. Demek ki bir suçlu lazım. Her gün enflasyonun suçlusunu arıyor. Halbuki bir aynaya baksa yetecek.

Vatandaş ile esnafı karşı karşıya getirmeye çalışıyor.

Sayın Erdoğan, eğri oturup doğru konuşalım.

Siz farkında olmayabilirsiniz ama vatandaşlarımız bu kadar pahalanmış ürünleri almaya pek meraklı değil.

İnsanlar, sadece daha fazla zam geleceğinden korktukları için kuyruklar oluşturuyorlar. Bugün raflarda var, yarın bulamazsam diye endişe ettikleri için sırada bekliyorlar.

Tabi cebinde parası varsa o kuyruğa giriyor. Parası olmayanlar ise kuyrukta olanlara bile imreniyor. Memleketin hali bu. “Ne güzel bak ayçiçek yağı alacak, parası var” diyor. Çoğunun o sıraya girip parayı verecek, alacak imkânı da yok.

Siz farkında olmayabilirsiniz ama, vatandaş sizin bu fiyatları artık indiremeyeceğinizi çok biliyor. Çünkü vatandaş bilse ki fiyatlar düşecek, kuyruğa girer mi? Vatandaş bilse ki artık enflasyon düşecek, sırada bekler mi? Bekleyelim, nasıl olsa fiyatlar düşecek, ondan sonra alalım der. Bu kuyruklar, sıralar var ya sadece fiyatların bugün yüksek olduğunun sonucu değil. Fiyatların sürekli olarak yükseleceğine dair vatandaşımızın güçlü kanaatini gösteriyor o kuyruklar aynı zamanda.

Vatandaş enflasyonun üç haneye çıktığını ve artık bunların bu enflasyonu indiremeyeceğini gayet iyi anlamış durumda. Çok çok iyi biliyor.

Çünkü vatandaşımız artık bu hükûmete güvenmiyor.

Çünkü insanlar sizin gibi Beştepe Harikalar Diyarında yaşamıyor.

Elektrik faturasını ödemeye çalışıyor. Kira ödemesini yapmaya çalışıyor. Su faturası ödemeye çalışıyor. Çoluk çocuk okutmaya çalışıyor.

Kazandığı maaş ise hiçbirine yetemiyor.

İşte bu güvenini kaybettiğiniz insanlar var ya, onlar önümüzdeki seçimlerde, sizi müsait bir yerde indirecekler.

Hiç merak etmeyin. Emaneti de emin ellere teslim edecek onlar.

Biz de emaneti teslim alır almaz ülkemizin özgür, adil ve zengin bir ülke olmasını sağlayacağız.

Hiç kuşkunuz olmasın.

*****


Değerli arkadaşlar,

Bugün, kendi başarısızlığının üstünü düşmanlaştırmayla, kutuplaşmayla örtmeye çalışan bir yönetim iş başında.

Sadece stok meselesi de değil... İstisnasız her olaya “Nasıl kutuplaştırırım?” diye yaklaşan bir cumhurbaşkanın işin başında olduğu bir dönemdeyiz.

İşte dün de doktorları milletin önüne atmaya kalktı. Bütün doktorları hedef aldı.
Oyun şu. Dikkat edin, ne zaman bir düşmanlaştırma olsa oyun basit. Artık bunun şifresini çözmek lazım. Her defasında sayısı sınırlı olan bir toplum kesimini hedef alıyor. 84 milyon vatandaşı, sayısı sınırlı olan toplum kesimine karşı kışkırtıyor. Metot bu. Her hafta yapıyor bunu.

Bakıyor Boğaziçi camiasının toplam sayısı mezunlar dahil, 50-60 bin civarında. Tam ideal hedef. Hemen düşman ilan ediyor.

Bakıyor Türkiye’de 160.000 civarında doktor var. Öte tarafta 84 milyon vatandaş. Tam kışkırtmaya müsait bir topluluk çünkü sayı az, 160.000. Üstelik vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerinden şikayetinin arttığı da malum. Sağlıkta artık eski memnuniyet yok. Vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerinden memnuniyeti hızla aşağıya doğru düşüyor. Ama bunun bir suçlusu lazım değil mi? E yine kendim suçlu olamayacağıma göre ne diyor hemen, doktorlar. Gayet de elverişli bir düşman kitle.

Nasıl enflasyonun suçlusu bazen pazarcı esnafı, bazen kuru soğan depoları, bazen beş market zinciri, bazen de fahiş etiketlerse; sağlıkta gerilemenin suçlusu olarak da hemen doktorları ima ediyor.

Neymiş? Doktorlar özel sektöre geçmek istiyormuş. Özel sektörü bırakın. Bu ülkenin doktorları mümkünse başka bir ülkede çalışmak istiyorlar. Kendilerine ve mesleklerine saygı duyan hükümetlerin olduğu ülkelere gitmek istiyorlar.

Ülke resmen hekimler göçü veriyor.

Cumhurbaşkanı çıkmış “Giderlerse gitsinler” diyor.

Sayın Erdoğan’a soruyorum: Yahu siz bütün bu olup bitenlerden asıl sorumlunun kendiniz olduğunu görmüyor musunuz hala ya? Her alanda olduğu gibi artık sağlıkta da ülkeyi kötü yönettiğinizin farkında değil misiniz?

Düşün şu doktorların yakasından.

Bu ülkede “sağlıkta şiddet” diye bir sorun varsa, bunun en önemli sebeplerinden birisi Sayın Erdoğan’ın sürekli olarak doktorlarımızı ve hekimlik mesleğini küçümseyen tutumudur. Kendisinin de bunun farkına varması lazım artık.

Bakın arkadaşlar,

Doktorlar dahil olmak üzere tüm vatandaşlarımızın, maddi ve manevi kaygılar hissetmeden bir yaşam sürme hakkı var.

Sene olmuş 2022.

Biz, ülkenin Cumhurbaşkanına, insanların hayat pahalılığı karşısında ezilmeden yaşaması, işinden zevk alarak çalışması, çoluğuyla çocuğuyla da yeterli kadar vakit geçirecek zamanının olması gerektiğini anlatıyoruz.

Yazık, günah bu insanlara.

Ama hiç merak etmesin.

Gidecek olan hekimler değil. Gidecek olan kendisi, kendisi. Bunu görsün.

Hiç kuşkunuz olmasın!

Biz, hekimlerimizi ve tüm sağlık çalışanlarımızı, onurlu bir hayat için verdikleri bu mücadelede, sonuna kadar destekliyoruz.

Uzun nöbetlerle, ağır çalışma koşullarıyla sistemin tüm yükünün sağlık çalışanlarımızın omuzlarında olduğunu biliyoruz.

Bir dönüp teşekkür et, şu pandemi dönemini geçirdik. Bu insanlar gece gündüz demedi. Hafta içi, hafta sonu demedi. Kendi canını tehlikeye atarak bu insanların canını kurtarmak için mücadele etti. Kendi ailesinin, kendi küçük çocuklarının sağlığını riske atarak hayat kurtarmak, can kurtarmak için mücadele etti bu insanlar.

Sırf şu son iki yılda, pandemi döneminde başta hekimlerimiz olmak üzere sağlık çalışanlarımızın verdiği mücadele, yaptıkları fedakârlık her türlü takdirin üstünde. Bu hakkı teslim etmek lazım önce.

Biz, sağlık sisteminin artık adil ve sürdürülebilir olmadığını biliyoruz, görüyoruz. Artık çok ciddi değişiklik gerekiyor burada.

Bu nedenle, hekimlerin hem maddi hem de manevi açıdan hak ettikleri değeri görmelerini istiyoruz.

Bugün bir de tutmuş hekimlerin maaşlarını açıklıyor. Niye? Diyorum ya işte 84 milyonu o 160 bine karşı kışkırtıyor. “Onlar sizden çok para kazanıyor bak” diyor. Bir ülkenin cumhurbaşkanı bunu yapar mı ya? Bir ülkenin cumhurbaşkanı 160 bin hekime karşı 84 milyonu kışkırtır mı ya? Böyle bir şey kabul edilebilir mi?

Ama yapıyor çünkü biliyor; artık bu ülkenin yarınlarıyla ilgili, bu ülkenin insanlarına hiçbir ümit veremediğinin farkında. İlk seçimlerde kaybedeceğini gayet iyi idrak etmiş durumda. Onun için bu bir çırpınış.

Yani düşmanlaştırmayla, ötekileştirmeyle, kendi küçülen tabanını konsolide etmek için sürekli o tabana düşman ve öteki, beriki ilan ederek bir iktidarda kalma mücadelesi veriyor. Yapamayacak. Olmayacak. O ümit siyasetini yapamayıp, beceremeyip de siz korku salma siyasetine düştüğünüz anda orası bataklık. Hamaset siyasetine düştüğünüz anda orası bataklık. Ne kadar çırpınırsanız o kadar batırırsınız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sözlerimin sonuna gelirken değinmek istediğim bir diğer nokta ise Rusya’nın Ukrayna’yı işgali.

Bu işgal, dünyadaki otoriter liderlerin maskelerini düşüren bir sonuca daha kapı araladı.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz 10 yılda dünyada tek adam rejimlerine özenen ülkeler oldu. Türkiye’de de bu oldu. Biz bizzat şahit olduk. Tek adam rejimlerinin ne kadar kolay çalıştığını, engel olanın olmadığını, aklına geleni yaptığını gördükçe imrenenler vardı, buna şahit olduk.

Bu heveslere kapılanların rol modellerinden birisi de Putin’di. Putin’i, başka liderleri de kendine rol model olarak alan Sayın Erdoğan’ı da gözledik, izledik.

Bugün geldiğimiz noktada ise Putin, iktidarın bir kişinin elinde toplanmasının ne kadar tehlikeli boyutlara ulaştığının bir örneği oldu.

Geçen canlı yayında izledik değil mi? İstihbarat biriminin başındaki kişi, köşeye çıkmış bir şeyler anlatmaya çalışıyor, kendi istediğini söyletene kadar adamcağız kekeleye kekeleye ne diyeceğini şaşırdı ya. Toplantıda kendi istediğini söyletene kadar yerin dibine batırdı.

İşte tek adam rejimlerinin, istikrarsızlık ve yoksulluk anlamına geldiği bir kez daha gözler önüne serilmiş durumda.

Yani, kısacası değerli arkadaşlar,

Sözüm ona güçlü liderlerin, kendi ülkesine, halkına ve dünyaya ne büyük bedeller ödettiğini çok net olarak gördük, görüyoruz.

İşte o yüzden biz bu sisteme format atacağız.

Bu sistemi silip, özgür ve demokratik bir hukuk devleti kuracağız.

Tam demokratik Türkiye’ye kavuşacağız.

Yarınların Türkiye’sini, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem zemininde yükselteceğiz.

Şu andaki adına sistem denen ama tam bir ucube sistemsizlik olan tüm enkazı da kısa sürede temizleyip yarınların Türkiye’sini, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem zemininde inşa edeceğiz.

Temel hak ve özgürlükleri, herkes için güvenceye kavuşturacağız.

Gasp edilmiş tüm hakları iade edeceğiz.

En kısa sürede, ayağı yere sağlam basan kadrolarımızla, kamu yönetimine çekidüzen vereceğiz.

*****

İşte bu duygu ve düşüncelerle partimizin ikinci yaş gününü bir kez daha hayırlı olmasını diliyorum. Güzel ülkemizin yarınları için DEVA Partisi’nin artık siyasette, toplumda vazgeçilmez bir parti olarak tescillendiğini müşahede ediyoruz.

DEVA Partisi ile beraber artık hiçbir şey Türkiye’de eskisi gibi olmayacaktır. DEVA Partisi ile beraber ülkemiz yepyeni bir döneme girmiştir. DEVA Partisi’nin başarısı artık Türkiye’nin başarısıdır.

Şimdi sözü soru sormak isteyen basın mensuplarına bırakıyorum.

4 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kırıkhan İlçe Kongresi Konuşması


GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
KIRIKHAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

Değerli yol arkadaşlarım,

Çok değerli Hatay İl Teşkilatımızın, değerli Kırıkhan İlçe Başkanımız, çok değerli genel başkan yardımcılarımız genel merkez kurul üyelerimiz,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kurumlarımızın değerli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Değerli muhtarlarımız,

Kırıkhan’ın demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli insanları,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Kırıkhan ilçe teşkilatımızın 1. Olağan Kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün Bayezid-i Bestami Hazretlerine ev sahipliği yapan Kırıkhan’da DEVA Partisi’nin damlalarının dalga dalga yayılmasını görmekten büyük mutluluk duyuyorum.

*****
Kırıkhan’a girdiğimiz ilk dakikadan itibaren, Kırıkhanlı kardeşlerimizin bizleri sevgiyle karşılaması, bağrına basması gerçekten bizim için çok büyük bir mutluluk.

Bu güzel karşılama için bu güzel ev sahipliği için tüm Kırıkhan’a buradan huzurlarınızda tekrar teşekkür etmek istiyorum.


Değerli arkadaşlar,

Bir hafta içinde üst üste çok üzücü haberler aldık.

Önceki çarşamba akşamı Genel Başkan Yardımcımız Mehmet Emin Ekmen Bey’in babasını kaybettik. Yine geçtiğimiz cumartesi akşamı ise Genel Başkan Yardımcımız Sadullah Ergin Bey’in babasını kaybettik.

Buradan bir kez daha, her iki yol arkadaşımıza da başsağlığı diliyorum, kıymetli babalarına da Allah’tan rahmet diliyorum.

Mekanları cennet olur inşallah.

*****

Yine geçtiğimiz hafta; parti çalışmalarımız açısından oldukça yoğun bir haftaydı.

Dün, Ankara’da, Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle düzenlediğimiz DEVA Kadında Zirvemizin ikincisini gerçekleştirdik.

Önceki gün yine Ankara’da, Sincan’da gençlerle birlikteydik. Gençlerin dinamizmiyle enerjimizi topladık.

Ondan önce Marmara bölgemizde, İstanbul’da, Sakarya’da ve Bursa’da vatandaşlarımızla buluştuk. Nilüfer ilçemizin kongresini gerçekleştirdik.

Yine bu haftanın başında, uzun süredir üzerinde çalıştığımız Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in sunum ve imza törenini gerçekleştirdik.

Bir hafta gibi kısa bir sürede bütün bu etkinlikleri Türkiye’nin dört bir tarafında yaptık, yetiştirdik çok şükür.

Altı partinin genel başkanları olarak Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metninin altına demokrasi tarihimize geçen imzalarımızı attık.

Bir kez daha, “Yarının Türkiye’si” için “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”in hayırlara vesile olmasını diliyorum.

*****
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem demişken… Duymuşsunuzdur belki, dün sayın Erdoğan bizim Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmamızla ilgili bazı şeyler söylemiş. Bakın ne demiş, şöyle bir izleyelim:

VİDEO-1 Erdoğan 03.02.2022

“Dikkat ederseniz, 28 Şubat ittifakı çatısı altında bir araya gelenler, o masaya oturtma cesareti, harbiliği, samimiyeti bulamadıkları ortaklarıyla birlikte ülkenin ve milletin hiçbir meselesi konusunda dişe dokunur en küçük bir teklif ortaya koyamıyorlar.”

Ne diyor? “En küçük bir teklif dahi ortaya koyamıyorlar” diyor.

Bakın, biz, DEVA Partisi olarak, parlamenter sistem çalışmamızı Aralık 2020’de tamamladık arkadaşlar.

Ardından, siyasi partilerle yaptığımız ikili temaslarda, parlamenter sistem konusunda ortak bir çalışma başlatacağımızı kamuoyuna açıkladık.

Geçtiğimiz eylül ayında, 6 partiden genel başkan yardımcılarının temsil edildiği bir çalışma masası kurduk.

Yoğun bir gayretle, aralık ayında çalışma sonunda tamamladık.

Geçen hafta da hepinizin bildiği gibi, mutabık kalınan metnin tamamını sunum ve imza törenimizle vatandaşlarımıza duyurduk.

Hani diyor ya “en küçük bir teklif ortaya koyamıyorlar” diye…

Biz tam 45 sayfalık, TAM bir mutabakat metnini teklif olarak ortaya koyduk.

Görmediyse görmesini, okumadıysa okumasını tavsiye ediyorum buradan.

Evet, o gerçek demokrasiyi unutmuş olabilir. Gerçek demokrasi işine de gelmiyor olabilir.

Ben şimdi kendisine buradan sormak istiyorum. Peki sizin teklifiniz ne yahu? Siz ortaya ne koydunuz? Sizin teklifiniz ne?

Bakın bir video daha var.

Tarih 1 Şubat 2021. Yani tam 13 ay önce ne demiş izleyelim.

VİDEO 2- Erdoğan 1 Şubat 2021

“İnşallah çok yakında reform paketlerimizin felsefesini, amaçlarını, hedeflerini ve faaliyet başlıklarını içeren kapsamlı bir çalışmayı kamuoyuyla paylaşacağız.

Belki de şimdi Türkiye'nin tekrar yeni bir anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir.”

Peki anayasa konusunda kendi teklifi ne? 13 ay geçmiş, 13 ay. Gören var mı? Duyan var mı?

Bakın peşinden de krizlerin ortağı durur mu, hemen bir hafta sonra yine geçen sene Şubat’ta Bahçeli ne demiş bir de ona bakalım.

VİDEO 2- Bahçeli 2 Şubat 2021
“Gelişmeler, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte yeni bir anayasa yazılmasının mecburiyet olduğunu göstermektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi yeni baştan anayasa yazım sürecine vardır ve çalışmalarına samimiyetle, önyargısız şekilde başlamıştır.”

13 ay geçmiş, nerede?

Ben burada şimdi sizlerin huzurunda sormak istiyorum.

Teklifiniz nerede Sayın Erdoğan? Teklifiniz nerede Sayın Bahçeli. Biz teklifimizi ortaya koyduk. Tam 45 sayfalık sapasağlam bir demokrasi metni ortaya koyduk.

Sizin 13 ay önceki metniniz nerede?

Ayıp bir şey. Daha dün diyordu, “Daha bir teklif ortaya koyamadılar” diyor.

Bunların herhalde danışmanı falan yok. Ortaya getirip de gösteren yok.

Sayın Erdoğan, Sayın Bahçeli soruyorum: Hani yazmaya başladığınız yeni anayasa nerede?

Topu topu iki partisiniz. Oturun kafa kafaya bitirin şunu değil mi?

Biz ne yaptık?

Tam 6 siyasi parti arkadaşlar kolay değil.

Yakın siyasi tarihimizde böyle bir şey yok. Kimse yapamamış, becerememiş, oturanlar kavga edip kalkmış masadan.

Biz, bunların bütün bu kutuplaştırmasına, bütün ötekileştirmesine rağmen bunu başardık, yaptık.

Değerli arkadaşlar,

Bakın biz bu ülkeyi soktuğunuz demokratik gerileme döneminden çıkarmak için bugüne kadar yapılmış en geniş katılımla güzel bir çalışma ortaya koyduk ve milletimizle paylaştık.

Sizin anayasanız nerede?

13 ay önce söylemiştiniz, “Başladık, çalışıyoruz” diye, nerede?

“Yeni anayasa gerekiyor” dediler değil mi?

Üstelik ne zaman dediler bunu?

Biz çıktık, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile ilgili partiler arası ortak çalışmaya başlıyoruz” dedik.

Erdoğan bunu tam 4 gün söyledi biliyor musunuz? Alelacele.

Baktı ki iş başka yere doğru gidiyor, onlar parlamenter sistemi çalışırsa biz de… Bizden tam 4 gün sonra söyledi. Aradan 13 ay geçti. Elde var sıfır.

Bize en küçük bir teklif dahi ortaya koyamadılar diyenlere soruyorum:

Biz koskoca bir teklif ortaya koyduk. Sizin teklifiniz nerede, koyun şunu ortaya?
Bir de konuşmada 28 Şubat’tan bahsediyor değil mi? Bakın sakın ola öyle sağa sola “28 Şubatçı” falan demeyin diyorum Sayın Erdoğan’a.

28 Şubatçı arıyorsanız Beştepe’de sağınıza solunuza bakın. Aynı gemide olduğunuz, rotayı teslim ettiğiniz Perinçekgillere bakın eğer 28 Şubatçı arıyorsanız.

Moskova’ya heyet gönderdiler. Neler söylüyorlar aman Allah’ım yazık.

Bir de Erdoğan ne demiş bakın? “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem milli iradeye tehdittir” demiş biliyor musunuz?

Allah Allah!

Bakın, “oksimoron” diye bir tabir vardır hiç duydunuz mu? Ne demek bu? Birbiriyle zıt iki kavramın aynı anda kullanılması demek.

Konuştuğu tam bir oksimoron.

Yahu, millî iradenin en geniş temsille tecelli ettiği yer parlamentodur, yani Meclis’tir.

Seçimde oy kullananların %90’ı, 95’i mecliste temsil edilir.

Millî irade diyorsan millî iradenin asıl tezahürü oradadır, parlamentodadır.

Parlamenter sistem tam da milli iradenin en güçlü şekilde hayata geçirileceği sistemin adıdır bilmiyorsanız öğrenin.

Ancak Sayın Erdoğan’ın zihni şöyle işliyor: Ben 50+1’le seçildim. Yani “millî irade benim” diyor. Kendisini “milli irade” zannediyor.

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem millî iradeye tehdittir” derken de aslında, “bu sistem benim irademe tehdittir” demek istiyor.

Zamanında sen 50+1’le seçilmiş olabilirsin, ama meclisin temsil gücü %90’dır, 95’dir. Temsil gücünde, millî iradeyi temsilde gerçek parlamenter sistemlerde parlamentodan meclisten daha güçlü hiçbir kurum yoktur.

“Meclisle temsilde yarışamazsın” diyorum ben kendisine buradan.
Evet, biz çok iyi biliyoruz. Parlamenter sistem, otoriter eğilimleri rahatsız eder. Parlamenter sistem, tam da liyakatsiz çok kadroları rahatsız eder. Parlamenter sistem, ülkeyi karanlıkta yönetmeye çalışanları çok rahatsız eder.

Ama hiç kusura bakmasınlar, biz onları sürekli olarak rahatsız etmeye devam edeceğiz.

Bakın arkadaşlar,

Bizler, ülkemizin huzuru ve refahı için çalışmalarımıza hız kesmeden devam ederken, bölgemizde ise endişe verici gelişmelere tanık oluyoruz.

Bildiğiniz gibi, dünya büyük bir istikrarsızlık yaşıyor.

Sebep, Rusya-Ukrayna Savaşı.

Televizyonlardan, cep telefonlarından, sosyal medyadan bağımsız bir ülkenin işgal edilişini günbegün izliyoruz.

Ukrayna’yı işgale kalkışan Rusya, başta Ukraynalı masum insanların canı olmak üzere, tüm dünyanın güvenliğini tehdit ediyor.

Biz, DEVA Partisi olarak, Rusya’nın uluslararası hukuku çiğneyen bu girişimine karşı en başından beri çok net bir tavır aldık.

Bu tavrımızı bir kez de yanı başında yıllardır süren savaşın etkisini en çok hisseden şehrimizden Hatay’da ve belki de en çok hisseden ilçelerimizden birisinde Kırıkhan’da tekrarlamak istiyorum.

Arkadaşlar, Ukrayna’nın işgali sebepsiz bir saldırıdır. Hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz.

Rusya’nın bu saldırganlığı hiçbir koşulda kabul edilemez.

O nedenle DEVA Partisi olarak, Rusya’nın bu hukuk tanımaz, sınır tanımaz saldırısının amasız, fakatsız karşısındayız. Bunu çok açık söyledik.

Biz sadece Rusya’nın saldırganlığının karşısında değiliz. Kendi içimizde olup da bu hukuk tanımazlığı alkışlayanların, postal sesleriyle mest olanların, Rusya’yı aklamak için bin dereden su getirenlerin de karşısındayız.
Adam çıkmış televizyona, Uhud Savaşıyla Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edişini birbirine benzetmeye çalışıyor.

Kardeşim ne anlarsın sen ondan? O senin alanın değil, çalıştığın yerler değil.

Sen git Moskova’da, Pekin’de abilerinle ablalarınla konuş otur. Onların dilinden anlarsın.

Bakıyoruz değerli arkadaşlar,

Ukraynalı çocuklar, gençler, kadınlar öldürülürken birileri gönüllü Kremlin sözcülüğüne soyunmuş. Bizim içimizde.

Bu postal parlatıcılarının dediklerini duysa Putin bile “Abartmayın ya, bu kadar da övmeyin” diyecek bunlara.

Sınır da tanımıyorlar. “İyi ki Rusya Ukrayna’ya saldırdı” diyorlar. Bu nasıl kafadır, nasıl akıldır, nasıl ideolojidir anlamak mümkün değil.

Dünya nükleer savaşla tehdit ediliyor, ama Rusya’yı meşrulaştırmaya çalışan gönüllü Kremlin sözcülerinin yüzü bile kızarmıyor.

Değerli arkadaşlar,

Ukrayna’da yaşanan savaş, şu anda demokrasi ile otokrasi arasındaki bir savaş aslında.

Tek başına savaş kararı alan Putin, binlerce masum Rus annenin evladını ölmeye ve öldürmeye götürüyor.

Gencecik çocuklar, kendilerini tek bir adamın emriyle haksız bir savaşın içinde buluyorlar.

Bu savaş kimin savaşıdır, biliyor musunuz arkadaşlar?

Komşu ülkeye bir kukla rejim yerleştirmeye çalışanların savaşıdır.

Ukrayna’da yaşanan savaş; basını tehdit eden bir rejimle, Ukraynaca manşet atarak barış mesajı veren bağımsız Rus gazetecilerin savaşıdır.

Siyasi rakiplerini hapse atan, onları öldürmeye çalışan bir rejimle, çocuğunun elinden tutup savaşa hayır diyen Rus annelerin savaşıdır.

Bağımsız bir ülkeyi işgal edenlerle, meşru müdafaa hakkını kullanan Ukrayna halkının savaşıdır.

Ukrayna’nın işgali, tüm dünya için bir turnusol kağıdı oldu şu anda.

Çünkü bu savaş; demokrasi ile otokrasi arasındaki bir savaştır.

Bakın, geçen gün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’yı kınama oylaması yapıldı.

“Rusya’yı kınamayalım” diyen ülkelerin listesini gördünüz mü?

Görmeyenler için ben buradan şöyle bir söyleyeyim.

Rusya’nın yanında kümelenen ülkeler; Belarus, Kuzey Kore, Suriye, Eritre… bu kadar.

Bir de bizim içimizdekiler oy hakları olsa gidip oy kullanacaklar.

Çekimserler kalanlar Çin, Kazakistan, Vietnam, Küba, Laos, Moğolistan, Pakistan, İran falan…

Arkadaşlar,

Bunun yanında 140 küsur ülke de bu kınama kararını destekledi.

İşte bizim safımız, yurtta ve dünyada demokrasinin ve barışın yanı olmalıdır arkadaşlar.

Bizim safımız; demokratik hukuk devletlerinin yanında olmalıdır.

Bizim hedefimiz; hukukun üstünlüğünün hem ülkemizde hem de uluslararası alanda tesis edilmesidir.

İşte böylesine zamanlarda, şehirlere bombalar yağarken, Rusya’daki rejimin yanında saf tutanların, demokrasi hakkında söyleyecek tek bir sözü olamaz.

Doğudan gelen postal seslerine alkış tutanların, Türkiye’de demokrasisi hakkında söyleyecek tek bir sözü yoktur, olamaz.

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi, demokrasimizi ne pahasına olursa olsun büyütmeye çalışanların partisidir.

Koşullar ne olursa olsun, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden asla taviz vermeyenlerin partisidir.

Evet, demokrasimiz son yıllarda ciddi bir gerileme dönemine girdi. Henüz ölmedi, nefes alıyor.

Ama bu gerileme döneminin, hukuktan dış politikaya kadar her alanda yıkıcı yansımaları oldu maalesef.

Siz, iktidardaki otoriter ortaklığın rotasını, 28 Şubatçı Çin muhibbi Perinçek’e verirseniz olacağı buydu.

Ne diyor “İktidarın rotasını ben çiziyorum” diyor.

Ben soruyorum buradan Sayın Erdoğan’a, sizi destekleyenler, size gönül verenler, size oy verenler o 28 Şubat’ın mağduru olup da sizden umut bekleyenler gidin Perinçek’i yanınıza katın diye mi oy verdi? Bunun için mi destekledi?

Siz, krizlerin ortağı Bahçeli’ye, bir fırsat daha verdiğinizde, yine krizlerin çıkacağını bilmiyor muydunuz?

Hangi hükûmette olduysa o dönemde kriz çıkmış.

Bu ülke için şu anda kadar faydalı ne yapmış, somut ne yapmış ben soruyorum.

Eskileri bilenleri de soruyorum. Kimse bir kelime bir şey söyleyemiyor biliyor musunuz? Diyorum “Sayın Bahçeli bu ülkeye faydalı hangi hizmette bulundu? Hangi proje ileri sürdü? Ne yaptı bu memleket için bir bileyim. Bilmeyen bilsin diye soruyorum, yok.

Sürekli hamaset, sürekli bağırıp çağırma, sürekli düşmanlık başka bir şey yok ve hemen kriz üretme, krizin ortağı olma.

Ancak bu noktada can-ı gönülden inandığım bir hususun altını çizmek istiyorum.

Zamanında AK Parti’ye oy veren vatandaşlarımızın, demokratik kazanımlardan bir adım dahi geriye gidilmesine razı olmadıklarını çok iyi biliyorum.

Hangi beklentilerle hangi umutlarla Sayın Erdoğan’a destek verdiklerini de gayet iyi anlıyorum.

Ama “28 Şubat karanlığını üstümüzden alsın” diye destekledikleri kişinin, bugün 28 Şubatçılarla beraber yol yürümesinden rahatsız olduklarını gayet iyi biliyorum.

Şimdi, vaktinde AK Parti’ye gönül vermiş dostlarıma seslenmek istiyorum.

Değerli dostlarım,

Sizler, verdiğiniz haysiyet mücadelesini zaferle taçlandırmış insanlarsınız.

Türkiye’nin Erdoğan-Bahçeli-Perinçek troykasını hak etmediğini de en iyi sizler biliyorsunuz.

Gelin, yepyeni bir birliktelikle ülkemize hizmet edelim.

Gelin, hep beraber yapalım bunu.

Gülin ülkemize yoksulluğu dayatan bu Kriz İttifakı’na güzel bir ders verelim.

İlk seçimde bu dersi verelim, ilk sandık önümüze geldiğinde bu dersi verelim.

Gelin, dış politikada ciddi bir eksen sorununa yol açan bu otoriter ittifakı beraber sona erdirelim.

Gelin hep beraber “herkes için adalet” diye haykıralım.

Şunu unutmayın,

DEVA Partisi varken hiç kimse sizin hakkınıza göz koyamaz.

DEVA Partisi varken hiç kimse helal tek bir lokmanızı elinizden alamaz.

Çünkü DEVA Partisi, herkesin can güvenliğinin, hak güvenliğinin ve mal güvenliğinin garantisi olacak bir iktidar olacak inşallah.

Senelerce mücadele ederek kazandığınız hakların hepsinin teminatı biziz.

Ayrıca biz, bugün gasp edilmiş hakların da tamamını iade edeceğiz.

Unutmayın;

Kimse artık bu ülkede bir başkasına üstünlük taslayamaz.

Kimse kendisini ikinci sınıf hissedemez. Buna izin vermeyiz.

Çünkü artık biz varız. Artık DEVA Partisi var.

Değerli arkadaşlar,

Bugün değinmek istediğim bir diğer konu ise ekonomide yaşanan gelişmeler.

Çarşamba günü düzenlediğimiz haftalık değerlendirme toplantımızda, Ukrayna’da yaşanan savaş nedeniyle hükümete dört başlıkta acil bir plan oluşturma çağrısında bulunmuştum.

Tabii ben ne zaman bir tavsiyede bulunsam Sayın Erdoğan çıkıyor,
“Bir de kalkmış bize ders veriyor” diyor.

Ama ne yapalım ihtiyaçları var. Çünkü bilmiyorlar, bilmediklerinin de farkında değiller. Biliyoruz zannediyorlar. Bilenlere de sormuyorlar.

Beştepe’deki ithalat lobisinin faaliyetlerine son verip, devletin artık Rusyalı çiftçiyi değil, kendi çiftçimizi desteklemesini tavsiye ettim.

Enerjide tek bir ülkeye bağımlılık olmasın, bunu hızla azaltacak projeler geliştirin dedim.

Tarım ve enerji sektörlerinde mutlaka alternatif kanallar geliştirilmesini ve
Enflasyon üzerindeki baskıların derhal dengelenmesine yönelik adımların da atılmasını önerdim.

Biliyorsunuz, dün şubat ayı enflasyon rakamları açıklandı.

Resmî enflasyon tam 20 yıl sonra ilk kez yüzde 50’yi aştı. TÜFE, tüketici fiyatı yüzde 54.

20 yıldır Türkiye böyle bir rakam görmedi arkadaşlar.

90’ların rakamıdır bu.

Üretici fiyatlarında ise iktidardaki otoriter ortaklık Türkiye’yi üç haneli enflasyon dönemine geri götürdü. %105.

Bu TÜİK’in açıkladığı resmi rakam. TÜİK’in ne kadar bu işi kamufle etmeye çalıştığını, rakamları ne kadar makyajladığını hepiniz biliyorsunuz.

Buna rağmen TÜFE’de yüzde 54, ÜFE’de yüzde %105 açıklamak zorunda kaldı.

Mızrak çuvala sığmıyor artık. Türkiye bu iktidar yüzünden yeniden “kronik yüksek enflasyon” dönemine girdi.

Vatandaşlarımızın satın alma gücü iyice düştü.

Ne diyordu Sayın Erdoğan?

“Faiz sebep enflasyon sonuç” diyordu değil mi?

Döndü Merkez Bankasına bağımsızlığını elinden aldı. Merkez Bankasının bankalara açtığı kredinin faizini düşürdü.

Bakın arkadaşlar ne yaptı?

Merkez Bankasıyla bankalar arasındaki uygulanan faizi düşürdü. Yani “Faiz sebep enflasyon sonuç” dedi.

Döndü Merkez Bankasına dedi ki, “Sen artık bankalardan daha az faiz al” dedi.
Yüzde 19’dan indi yüzde 14’e.

Peki bankalar ne yaptı?

Bankalar şu anda eskiden hazineye yüzde 17 ile verdikleri krediyi yüzde 25’e çıkarmış durumda.

Banka gidiyor Merkez Bankasından yüzde 14 ile parayı alıyor. Aynı devletin hazinesine yüzde 25 ile satıyor.

Bu mu sizin ekonomi bilginiz?

Ne oldu? Her türlü kredi faizi arttı Türkiye’de. İhtiyaç kredileri, ticari krediler hepsi arttı.

Hepsinin faizi arttı. Enflasyon arttı, enflasyon.

Ben soruyorum şimdi Sayın Erdoğan’a.

“Madem faiz sebep enflasyon sonuç da siz yanlış bir zamanda yanlış bir talimat vererek sadece bankalarla Merkez Bankası arasındaki bir rakamı düşürdüğünüzde sonuç ne oldu?”

Enflasyon son 20 yılın rekorlarını kırıyor.

Aynı biraz önce “oksimoron” diye tanımladığım ifadesi var ya?

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, millî irade için tehdittir” diyor.

Aynı kafa, hiç fark etmiyor. Tamamen yanlış bir tez. Tamamen yanlışı ısrarla dayatıyor şu ülkeye ve sonuçta ülkede hem piyasa faizi arttı hem enflasyon arttı.

Beştepe’de asgari ücrete zam yapıyoruz diye şov yapanlar, asgari ücretin alım gücünü sadece şu son iki ayda TÜİK’e göre 716 lira erittiler.

Asgari ücret açıklandığı ilk gün ben söylemiştim aralık ayında. Demiştim ki, “Bakın bu açıklandı ya, daha ocak sonunda işçimizin eline bu para geçmeden bu asgari ücret bugün erimeye başladı” demiştim. Aynı oldu.
Şubatta daha da eridi. Zaten açlık sınırının altına düşen asgari ücret tümüyle anlamını yitirdi.

Dünya “Beştepe Harikalar Diyarı”ndan adeta Erdoğan’dan dinliyor ülkeyi.

Anlattıkları bir harikalar diyarı, başka bir yer, sanki Türkiye değil.

“Enflasyonu düşüreceğiz” diye masal anlatırken, ülkemiz G-20 ülkeleri arasında yüksek enflasyonun yaşandığı ülke oldu şu anda.

Bir de ne diyorlar?

“Efendim, dünyanın her yerinde enflasyon yüksek” diyorlar.

Dünyanın her yerinde yüksek de sen birincisin. G-20 birincisi olmuşsun enflasyonda. Bunun bir madalyası varsa tak boynuna dünya birincisi enflasyon diye dolaş ortada.

Şampiyon, enflasyon şampiyonu.

Böyle bir şey olur mu?

Hatırlarsanız, geçtiğimiz haftalarda, Sayın Erdoğan’a yarınlarla ilgili demiştim ki, “Size bir iyi haberim var, bir de kötü haberim var” demiştim.

Bu haberi bir kez daha Kırıkhan’dan tekrar etmek istiyorum.

Önce iyi haberden başlayalım.

Evet, Türkiye’de enflasyon mutlaka düşecek ve tek haneli seviyelere gerileyecek.

Hepimiz için iyi olan haber bu.

Ama kendisine bir de kötü haberim var:

Enflasyon tek haneli düşük seviyelere indiğinde bu ülkenin cumhurbaşkanı artık kendisi olmayacak.

Yapamaz, asla yapamayacak.

Çünkü yanında sağlam bir kadro yok. Çünkü istişareyle karar almıyor. Ortak akılla karar almıyor. Dürüst ve ehil ekipler olmadan olmaz. İstişareyle karar almadan olmaz, yapamaz.

Daha önce, 2002 ve 2008’de nasıl iki defa ülkemizi krizden bize nasip olduysa, bu krizden çıkartmak da yine bize düşecek. Bunu hep beraber yapacağız.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyüme modelini hayata geçirerek ülkemize bolluk dönemini yeniden yaşatacağız.

Bu kapsamda, ranta dayalı bu ekonomik sisteme de bir son vereceğiz.

*****

Bakın arkadaşlar,

Bu rant öylesine kötü bir alışkanlık ki, bir bulaştınız mı öylesine kolay kurtulamıyor insan.

Doğaya bakarken bile hemen rant gözlüklerini takıyorlar.

Biliyorsunuz, geçen gün Resmî Gazete’de bir maden yönetmeliği yayınlandı.

Neymiş? Elektrik üretiminde kullanılan maden sahası, zeytinlik alan içinde kalırsa, sahada yine de madencilik faaliyeti yürütülebilirmiş.

Bir zeytinle ilgili kanun var bu ülkede. Siz kanunu yönetmelikle delemezsiniz ki. Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesiyle oluşmuş bir hukuk metnidir.

Bu hukuk metninin etrafından tek bir imzayla dolaşamazsınız.

Daha önce Danıştay tarafından engellenen, ardından vatandaştan gelen itirazlarla geri çekilen bu girişimi şimdi de Resmî Gazete marifetiyle yapmak istiyorlar.

Resmî Gazeteyi, adeta bir atlama sırığına çevirdiler. Hani o yüksek atlamada sırık var ya? Sırığı dayıyorsun atlıyorsun, Resmî gazete ona döndü.
Anayasanın ve kanunların üstünden atlamak istediklerinde hoop alıyorlar ellerine Resmî Gazeteyi bir şeyler yayınlıyorlar gecenin karanlığında, işi bitirmeye çalışıyorlar.

Şimdi buradan zeytinliklerimize göz koyanlara sesleniyorum:

Şu rant gözlüklerinizi iki dakika çıkartın da biraz doğaya bakın, toprağa bakın.

Zeytin ağacına niye “ölmez ağacı” demişler şöyle bir düşünün.

Karar alırken, bundan sonraki nesillere nasıl bir ülke bırakacağınızı hiç mi düşünmüyorsunuz?

Sizin, yarınlara yaşanabilir bir ülke bırakma gibi bir zorunluluğunuz var, böyle bir sorumluluğunuz var.

Bolluğun, barışın, bilgeliğin sembolünden, her kültürde kutsal kabul edilen zeytin ağaçlarından ellerinizi çekin.

Yazıktır diyorum.

Değerli arkadaşlar,

Biz bu ülkeyi taşıyla, toprağıyla, suyuyla, öyle seviyoruz ki, öyle boş, kuru hamaset falan da yapmıyoruz.

Ülkemizin bereketli topraklarında yokluğun değil, bolluğun akmasını istiyoruz.

Biliyorsunuz her konuda eylem planı açıklıyoruz.

Ama ilk açıkladığımız eylem planı biliyorsunuz hemen burada komşu, Çukurova’da geçtiğimiz haziran ayında açıkladık tarım ile ilgiliydi.

Seçimlerden sonra 360 gün içerisinde, 90 gün içerisinde tarımla ilgili neler yapacağımızı madde madde açıkladık. Hepsini takvime bağladık ve hepsinin mutlaka bütçesini hesap ettik.

Yaptığımız Türkiye’de bir ilk biliyorsunuz. Daha önce böyle bir şey yapılmadı. Devlet tarafında hiç yapılmadı, bunu yapan bir siyasi parti de olmadı. Yapmak bize kısmet oldu hamdolsun ve biz bunu ülkemiz için yapıyoruz.
“Zamanı gelince bakarız” demeden, tüm adımlarımızın bütçesini hesap eden kapsamlı bir duruş, kapsamlı bir çalışma ortaya koyduk.

Planımızı, programımızı çiftçimizin gündeminden hiçbir zaman kopmadan hazırladık.

56 maddelik bir eylem planı. İnternet sitemizde var. Detaylarına bakmak isterseniz hepsi var.

Ama ben sadece 4-5 konuya değinmek istiyorum bu tarım eylem planımızla alakalı.

İşte bu kapsamda ne yapacağız?

DEVA Partisi iktidarının ilk 90 gününde yapacağımız düzenlemeyle; gübre maliyetinin yarısını, devlet olarak biz karşılayacağız.

Gübre yüz lira mı? Elli lirası bizden diyeceğiz ve bunu her cins gübrede uygulayacağız.

Destek miktarlarını ürün destekleri var ya tarımsal destekler, ürüne verilen destekler bu miktarları ekimin yapılacağı zaman açıklayacağız ki çiftçimiz karar versin.

Hangi ürünü ektiğinde diktiğinde ne kadar destek alacağını ekimden dikimden önce bilsin ki kararını ona göre versin.

Baştan açıklayacağız rakamı ve hasadın olduğu anda da hasatla beraber destek ödemesini yapacağız.

Şu anda bir yıl geriden geliyor, iki yıl geriden geliyor biliyorsunuz, yaşıyorsunuz. Kırıkhan tarım ilçesi. Burada tarımla uğraşan çok vatandaşımız var ben şöyle bir çarşı pazar dolaşıp geldim orada gördüm.

Esnaf bile tarlası var soruyor, tarım soruyor. Demek ki tarım çok önemli burada. Ödemeler geriden geliyor, geç geliyor, enflasyon karşısında eriyor.

Başka ne yapacağız?


Tarımda kullanılan elektrikle alakalı çiftçimize özel düşük bir tarifeyle uygulayacağız. Standart tarife değil, düşük özel bir tarife.

Başka?

Çiftçimizin birikmiş borçlarını faizi sıfıra indirip iki yıl ödemesiz çok uzun vadeye yayacağız.

Bunla da kalmayacağız. Çiftçimiz işini döndürebilsin diye bu eski borçlarını küçük küçük ödemelerle yaparken yeni krediler açacağız.

Yeni işini, yeni ekimini dikimini, ilaç gübre ihtiyacını karşılayabilsin diye.

Tarımsal kredileri, gerçek çiftçilere vereceğiz. Kredilerin geri ödeme zamanını da hasat dönemine göre belirleyeceğiz.

Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız.

Ziraat Bankası’na hem sektör hem de konsantrasyon riskleriyle ilgili limit ve kriterler getireceğiz.

Türkçesi; çiftçimiz ve esnafımız kredi borçlarının altında ezilirken, kamu bankalarının kuruluş amacının dışına çıkıp, hükümetin propaganda makinesi hâline gelen gazete ve televizyon satın almakta kullanılmasını engelleyeceğiz, Türkçesi bu.

Beştepe’deki ithalat lobisini de Türkiye’ye vurmuş olduğu zincirleri kırıp atacağız.

Bakın bu ithalat lobisi çok önemli arkadaşlar.

Bizim çiftçimiz Beştepe’ye, Külliye’ye sesini duyuramıyor, ulaşamıyor. Ama o et ithal edenler, buğday ithal edenler var ya? Sürekli oralarda. Bazıları Cumhurbaşkanıyla cepten cebe konuşuyor.

Burada bir tane çiftçimiz var mı konuşabilen? Yok. Ama ithalatçılar konuşuyor.

Bütün tarım politikaların yönlendirilmesinde ithalat lobisi çok etkin.

Onun için her sene ithalat artıyor.
Onun için üretimimiz ya sabit gidiyor ya düşüyor pek çok üründe.

Başka ne yapacağız arkadaşlar?

Tarım sektöründe devasa bir atılımla tarım ile teknolojiyi üretimden pazarlamaya kadar her aşamada buluşturacağız.

Teknoloji çok önemli. Teknolojide günün gereğini hatta yarının gereğini yakalayamazsak verimimiz düşecek.

Verimimiz düşerse, gelirimiz düşecek.

Çiftçimizin, yüzlerce metre derinlikten kendi imkanları ile açtıkları kuyulardan dalgıç pompalarla su temin etmesinin önüne geçmek için sulama projelerinin tamamını, iktidarımızın birinci döneminde yani ilk yılda tamamlayacağız.

Türkiye’de ne kadar sulama projesi varsa, barajlar, göletler, isale hatları, yağmurlama damlama basınçlı su sistemleri. Türkiye’yi düşünün bütün sulama yatırımlarını düşünün. Bunun tamamını iktidarımızın ilk 5 yılında tamamlayacağız.

Arkadaşlar hesap ettik bakın, hesap ettik.

Kanal İstanbul var ya? Bütün bu sulama projelerini alt alta yazın yazın toplayın bir tane Kanal İstanbul etmiyor.

Kanal İstanbul parasından çok daha az bir rakama Türkiye’deki bütün sulama projelerini tamamlayabiliyorsunuz.

Başka bir karşılaştırma vereyim bakın çok enteresan.

Bu yılın bütçesinde, 2022 bütçesinde bütün tarımsal desteklerin tamamı ne kadar biliyor musunuz?

Çiftçimize verilen bütün destekler; gübre desteği, mazot desteği, kredi sübvansiyon desteği hepsi, 27 milyar TL.

Peki aynı yılın bütçesinde faiz ödeneği ne kadar biliyor musunuz?

240 milyar TL, 240.
Sayın Erdoğan, hani siz faizle mücadele edecektiniz, ne oldu? Geçen senenin bütçesindeki faiz 180 milyar, bu sene 240 milyar, gelecek sene 290 milyar diye orta vadeli programda açıkladılar.

Bunun üzerine bir de şu kur garantili hesaplar var ya yeni reklamını yapıp duruyorlar.

Bir de oradan kur farkları gelecek bunun üzerine.

Bütün bunları ödeyeceğiz diyorlar. Yarış içerisinde ödeyeceğiz diyorlar. Ondan sonra geliyorlar tarıma koydukları bütçe 27 milyar.

Tarıma ilgi bu.

Çiftçimizin zihinlerindeki pay bu.

Bakın değerli arkadaşlar,

Şu anda gerçekten bu faiz, bu ülkenin ekonomik omurgasına büyük zarar vermeye başladı. Yanlış zamanda yanlış atılan adımlar ve ülkedeki bu belirsizlik.

Ülkenin riskli bir ülke oluşu her alanda faizleri yükseltti.

Enflasyon yükseldikçe faiz daha da yükseliyor.

Çünkü ne yapıyor Sayın Erdoğan? İşine geldiği zaman asgari ücret tespit edilirken ne diyordu?

“Asgari ücret tespit edilirken dövize mi bakılır” diyordu. “Biz Türkiye’de yaşıyoruz” diyordu değil mi?

Mesele asgari ücretken asgari ücrete “Dövize bakılmaz, burası Türkiye” diyor.

Peki emekli maaşlarına zam yaparken e diyor?

“Dövize bakılmaz burası Türkiye” diyor. Çiftçimizin destek ödemelerini planlarken, açıklarken döviz bazında bir destek ödemesi var mı?

Çiftçi desteği döviz bazında alabiliyor mu? Alamıyor.
Peki ne yaptılar?

Şu son 2 ayda biliyorsunuz büyük reklamlarla bankalardaki Türk Lirasındaki mevduat hesabını dövize endekslemeye başladılar.

“Mevduat sahipleri tedirgin olmasın diye” bu kendi ifadesi. “Mevduat sahipleri mağdur olmasın diye Türk Lirası mevduatın varsa gel şu kur garantili hesabı aç, döviz kuru artarsa mağdur olma o kur farkını ben ödeyeyim” diye reklamla insanları Türk Lirası hesaplardan kur garantili döviz hesaplarına aktarıyorlar paraları.

Yazıktır, günahtır.

Peki Türk Lirası mevduat tutanın yaşadığı ülke Türkiye değil mi?

Bizim asgari ücretlimizin, emeklimizin, çiftçimizin maaşını ya da desteklerini tespit ederken sen “Burası Türkiye” de.

Çok az sayıda mevduat sahibinin mevduatı Türk Lirası onu da kura endeksleme yarışına gir.

Niye?

Mağdur olmasınlar.

Asgari ücretlimiz, çiftçimiz, memurumuz mağdurken sorun yok. Az sayıda yüksek mevduat hesabının Türk lirası “Aman erimesin” diye, onlar mağdur olmasın diye karar al.

Bu mu ekonomi yönetimi?

Sosyal devlet anlayışınız sizin bu mu?

Sosyal devlet anlayışınız az sayıda yüksek mevduat sahibinin dövizini, kurunu garanti ederken; geniş kitleleri enflasyon altında ezdirmek mi?

Bu mu sizin sosyal devlet anlayışınız?

Gerçekten akıllara durgunluk verici bir dönem yaşıyoruz.

Halkın oyuyla iş başına gelenlerin nasıl böyle halktan kopabileceğinin herhalde bir gün kitapları yazılırsa, Sayın Erdoğan o kitabın herhalde baş aktörü olur. Kitabın kapağı olur.

“Halkın oyuyla seçilen, nasıl halktan bu kadar kopar, nasıl halkı bu kadar mağdur edebilecek bir döneme girebilir?” diye.

Değerli arkadaşlar,

Artık sözlerimin sonuna gelirken şimdi sizlere, Hataylı, Kırıkhanlı dostlarıma sormak istiyorum.

Hep beraber, bu bereketli toprakları, yokluğun değil, bolluğun diyarı yapmaya var mısınız?

Hep beraber, Türkiye’yi, üreten, zenginleşen, çiftçisinin hakkını veren bir ülke yapmaya var mısınız?

Türkiye’yi, dünyada, demokrasi liginde, zirvelere hep beraber taşımaya var mısınız?

Siz varsanız bizler de varız.

Demokrasi ve atılım için durmadan, yorulmadan koşacağız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

Tekrar Kırıkhan Kongremizin DEVA Partisi için, Kırıkhan için ve Hatay için Tüm Türkiye için hayırlı olmasını diliyorum. Sağ olun, var olun.

3 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 2. DEVA Kadında Zirvesi Konuşması

 
GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
2. DEVA KADINDA ZİRVESİ KONUŞMASI
 
 
Çok değerli konuklarımız,
 
Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
 
Kıymetli il başkanlarımız,
 
Saygıdeğer il kadın çalışmaları başkanlarımız ve teşkilat üyelerimiz,
 
Sivil toplum kuruluşlarının kıymetli temsilcileri,
 
Değerli basın mensupları,
 
Ekranları başından ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,
 
Demokrasi ve Atılım Partisi’nin İkinci DEVA Kadında Zirvesi’ne hoş geldiniz.
 
Bugün Ankara’daki hava şartları sebebiyle ulaşımdan yaşanan bazı sorunlar sebebiyle programımız planlanan saatten bir miktar geç başladı. Ama yine de hep beraber burada, bu salonda olmak, önemli toplantıda sizlerle beraber olmak gerçekten bizler için büyük mutluluk.
 
Geçtiğimiz yıl yine burada, bu salonda, DEVA Kadında Zirvesi’nin ilkini düzenlemiştik. Gerçekten çok kıymetli konuşmacılarımız vardı. Özgün bir formatta bu toplantıyı gerçekleştirmiştik. Yine değerli Özlem Gürses bizlerle beraberdi geçen seneki toplantımızda da. Ben hem kendisine hem de bugünkü toplantıya iştirak ederek konuşma yapacak; görüşlerini, düşüncelerini bizlerle paylaşacak tüm konuklarımıza da tüm konuk konuşmacılarımıza da özellikle teşekkürlerimi şimdiden sunmak istiyorum.
 
Farklı temalarda oldukça faydalı tartışmaları geçen sene bu salonda gerçekleştirmiştik ve birbirinden etkileyici kadın hikâyeleri dinlemiştik.
**
8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliklerimiz çerçevesinde, geçen yıl başlattığımız DEVA Kadında Zirvesi’ndeki paylaşımlarımıza, bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz.
 
Bu bir yıllık sürecin, ülkemizde kadın hakları açısından muhasebesini yaptığımızda, karşılaştığımız tablo ne yazık ki son derece olumsuz.
 
Zaten her alanda Türkiye her yıl zemin kaybede kaybede gidiyor. Hangi konuda olursa olsun bir önceki yılla karşılaştırıp bir muhasebe yaptığımızda maalesef hep geriye gittiğimizi görüyoruz.
 
Geçtiğimiz yıla olumsuz yönde damgasını vuran karar, Sayın Erdoğan’ın imzasıyla, bir gece yarısı karanlığında, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılması oldu.
 
Kadınların çok önemli bir hukuki kazanımı gasp edildi.
 
Adı bile “İstanbul” olan, Türkiye’nin demokratikleşme yıllarında, uluslararası alanda öncülük ettiğimiz sözleşmeden tek imzayla çıkıldı. 
 
Demokratik gerileme döneminin altına bir imza daha atıldı. 
 
Bu kararın etkisi halen büyük çaplı bir hukuk krizi olarak devam ediyor. Çünkü biliyorsunuz uluslararası sözleşmeden çıkıldı. Tek bir gerekçe söylenmedi arkadaşlar dikkat edin. Niye çıkıldığıyla ilgili tek bir gerekçe, tek bir sebep duydunuz mu? Söyleyemiyorlar, açıklayamıyorlar.
 
Çünkü o zihinlerinin gerisindeki gerekçeleri açıkça şeffaf bir şekilde söyleyecek yürekleri dahi yok. 
 
En kötüsü de ne biliyor musunuz? Daha önce de ifade ettim, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı ülkemizdeki kadına şiddetle olan mücadelenin iklimini bozdu. Ülkemizdeki potansiyel katilleri cesaretlendirdi.
 
Raporlara göre, Türkiye'de 2021 yılında erkekler tarafından 280 kadın öldürülürken, 217 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu.
 
Bu yılın ilk verileri de ne yazık ki iç açıcı değil: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre 2022’nin ocak ayında 26 kadın cinayeti işlenirken, 28 kadının ölüm nedeni üzerindeki şüphe hala giderilmedi.
 
Bırakın bu bağımsız gözlemcileri, İçişleri Bakanlığının açıkladığı verilere göre ise, ocak ve şubat aylarında toplam 36 kadın cinayeti işlendiği artık devletin itiraf etmek zorunda, yayınlamak zorunda kaldığı sayı.
 
Bu sayıya şüpheli olanlar dahil değil.
 
Tablo gerçekten vahim.
 
Öte yandan, bu konuda son bir yıl içerisinde yine umudumuzu diri tutan gelişmelere de şahit olduk.
 
Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’ni terk edenlerin evdeki siyasi hesapları çarşıya uymadı.
 
Çünkü her mahalleden kadın bu pervasızlığa karşı ses çıkardı.
 
Gösteriler düzenlendi. Türkiye’nin gece yarısı alınan kararlarla yönetilmesi, sağduyu sahibi herkes tarafından protesto edildi.
 
İktidar partisine yakın kimi kadınlar bile “Kol kırılır yen içinde kalır” demeden, eleştiri oklarını göğüslemek pahasına çıktılar İstanbul Sözleşmesi’ni savundular.
 
Toplumun her kesiminden kadınlar, bugünkü otoriter zihniyete geçit vermeyeceklerini gösterdiler.
 
Ben bu onurlu hak mücadelesine baktığımda hakikaten çok umutlanıyorum.
 
Çünkü kadınların kararlı mücadelesinin, iktidardaki otoriter zihniyete karşı galip geleceğini biliyorum.
 
Bu vesileyle, bir kez daha, kadınların hak savunuşu adına verdikleri bu büyük mücadeleyi can-ı gönülden alkışlıyorum.
 
Bir vatandaş olarak da şükranlarımı sunuyorum.
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Kadınların sesi ülkemizde bastırılmaya çalışılırken, biz DEVA Partisi’nde bu sesi yükseltmeye gayret gösterdik, gösteriyoruz.
 
Biliyorsunuz, partimizi kurarken, yola çıkarken, “hedefimiz paritedir” dedik.
 
“Kadın kolları kurmuyoruz. Herkes ana kademede, herkes karar alıcı organlarda” olacak dedik ve %35 cinsiyet kotası uygulamasını tüzüğümüze yazdık.
 
Yeni bir siyaset dili inşa ederek, ayrımcı, kutuplaştırıcı ve çatışmacı üsluba asla izin vermedik.
 
Eski siyasetin görmezden geldiği tüm kesimleri gördük ve onlarla omuz omuza verdik.
 
Kurulduğumuzdan bu yana hep söyledik, söylüyoruz:
 
“Siyaset er meydanı değildir. Siyaset sadece erkeklere bırakılamayacak kadar da ciddi bir iştir.”
 
Ben böyle söyleyince erkek arkadaşlarda bir gülümseme görüyorum. Sadece erkeklerle bırakılamayacak diyoruz. Sadece kelimesi önemli. Dolayısıyla erkekler-kadınlar siyaseti hep beraber yapacak.
 
Kadınların siyasetteki ve toplumdaki yerini hak ettikleri gibi güçlendirmeyi hedefledik.
 
Her alanda eşitliği sağlamayı hedefleyerek ilerledik, ilerliyoruz.
 
Çünkü katılımcılığın olmadığı bir yerde demokrasiden söz edilemez.
 
Katılımcı demokrasi diyorsak her alanda kadın-erkek eşitliğini yaşatmak, uygulamak zorundayız.
 
Adaletsizliğin ve eşitsizliğin olduğu bir yerde demokrasiden söz edilemez.
 
Bu konuda sizinle bir deneyimimi kısaca paylaşmak istiyorum. Şöyle bir 7 yıl öncesine hep beraber gidelim diyorum.
 
Hatırlarsanız, büyük bir gayretle, Türkiye’nin 2015 yılında G-20 dönem başkanlığına seçilmişti. Üç sene önce 2012’den başlayan bir kampanyayla bu başarıyı elde etmiştik. Ben de G20 bakanlar komitesinin başkanlığını yapıyordum.
 
Bütün dünyanın finans ve ekonomi gündemini Türkiye başkanlığında yönetiyorduk.
 
O dönemde, tüm dünyada kadınların ekonomik alana katılımı konusunda cinsiyete dayalı engelleri kaldırmak gerektiğini savunuyorduk.
 
Bu amaçla W-20’nin, yani Kadın-20’nin kurulmasını bizzat gündeme getirdim ve önerdim.
 
W-20 yapısı ile, cinsiyete dayalı adaletsizlikleri önlemeyi, kadınların iş gücüne katılımını arttırmayı ve iş yaşamında ücret farklarının ortadan kaldırılmasını hedefledik.
 
Bir yandan kadın girişimciliğini teşvik ederken, diğer yandan kadınların kamusal alanda görünürlüğünü ve konumlarını yükseltmenin adil olacağını söyledik, iddia ettik.
 
İlk başlarda bu önerimize karşı çıkan ülkeler oldu. Çünkü G-20 konsensüsle yürüyor. 20 ülkeden bir tanesi itiraz etse karar alamıyorsunuz. Herkesin mutabakatını sağlamak zorundasınız. Baktım, bazı ülkelerde isteksizlik var. “Gerek var mı bu konularla uğraşmaya” gibi.
 
Ama ne yaptım? 2014 yılının sonlarına doğru Washington’da yaptığım bir uluslararası basın toplantısında uluslararası basının huzurunda bunu ilan ettim. Dedim ki, biz Türkiye olarak gelecek yılın, 2015’in dönem başkanı olarak şu şu adımları atmak istiyoruz ama aynı zamanda bir W-20 yani kadın 20 yapısının G-20 bünyesinde kurulmasını istiyoruz dedim.
 
Biz bunu istiyoruz, diğer ülkelerle de paylaştık, çoğu ülke destek veriyor ama hala değerlendirme aşamasında olan ülkeler var; onların da desteğini aldığımızda biz bu yola çıkıyoruz dedim. Salonda çok sayıda kadın gazeteci de var. 
 
Hemen eller yükseldi “kimmiş o ülkeler” diye. Ben dedim, isimleri çok önemli değil ama biz konuşuyoruz eminim ki onlar kendi ülkelerindeki iç değerlendirmeleri tamamladıktan sonra ben destek vereceğine inanıyorum dedim. Bir hafta sonra bütün ülkelerden onay geldi ve o tereddütte olan ülkeler dahi o oluşturduğumuz tatlı baskı ortamına dayanamadılar ve biz bunu başlattık. 2015’te başlattık, bu sene 8. yıl oluyor. 
 
O gün bugündür, G20 ülkelerinin kadın örgütleri hem kendi ülkelerinde hem de G20 masasında çalışan kadınların hak taleplerini dillendiriyor.
 
Türkiye’de KAGİDER’in koordinasyonunu yaptığı, çalışan kadınların örgütlerinin bir yapısı var ama her G-20 ülkesinde benzer yapılar kuruldu 2015’te. Önce herkes kendi ülkesinde çalışıyor ve yılda bir defa da G-20 liderleriyle bir araya gelip talep bildirgelerini bizzat liderlere sunuyorlar.
 
Yani o 20 büyük ekonominin ki dünya ekonomisinin yüzde 85’i ediyor. Dünya nüfusunun 3’te 2’si ediyor o 20 ülke. Temsil gücü çok yüksek. Afrika’da var, Latin Amerika’da var, Avrupa’da var, Avustralya, Japonya var. Temsil gücü çok yüksek. 
 
Ve bir bakıma o dünya liderlerine G-20’’nin bünyesindeki W-20 yapısı biz dünya çalışan kadınları olarak biz sizlerden şunları talep ediyoruz ve bu taleplerimizin takipçisi olacağız diyorlar. Ve baya işliyor şu anda. Sistem gayet iyi işliyor.
 
Bir dokunuşla, tüm dünya kadınlarının faydalanacağı bir kazanımı elde etmiş olduk.
 
Bugün de benzer dokunuşları ülkemiz için yapmamız gerektiğini düşünüyoruz.
 
Maalesef bir zamanlar bu işlere öncülük eden, İstanbul Sözleşmesi’nin ev sahipliğini yapan, sözleşmeye adını veren ülkenin geldiği durumu siz düşünün.
Ama çabuk düzelir inşallah, çok çabuk geçer bunlar. Biz inanıyoruz. Çalıştıktan sonra, kuvvetli bir siyasi iradeyle bu dönüşümü sağlamaya kararlı bir iktidar iş başına geldikten sonra inanın dönüşümün hızı çok hızlı olur.
 
Özellikle, konuşmamın başında ifade ettiğim İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı gibi otoriter hadsizliklere bir daha izin vermemek amacıyla, kadınların her alanda temsil gücünün artması gerektiğine inanıyorum.
 
Çünkü otoriter bir yönetime karşı en güçlü duruşun, kadınlardan geldiğini çok çok iyi biliyorum.
 
Bu noktada, size tarihimizdeki kadın hakları mücadelesinden de birkaç anekdot aktarmak istiyorum.
 
Halide Edip Adıvar.
 
Onun temsil ettiği bazı görüşlerin ve değerlerin, iktidardaki otoriter ittifaka bir yanıt teşkil ettiğini düşünüyorum.
 
Halinde Edip, otoriter zihniyetin her türlüsüne itiraz etmiş bir insandı.
 
Uğruna savaştığı bağımsızlığımızın ardından gelen tek parti dönemindeki adaletsizliklere itirazlarını sakınmadan söylemişti, konuşmuştu.
 
Çok partili siyasi hayata geçtiğimizde de Demokrat Parti’den milletvekili olmuş; ancak kendi partisinin demokratlığa sığmayan tutumlarını da eleştirmekten geri durmamıştı.
 
Haktan, adaletten, hukuktan taviz vermeden mücadelesini vermişti.
 
Bu nedenle, bugün Türkiye’nin Halide Edip’i anlamaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
 
Çünkü Halide Edip demek; “milletin kaderini tek bir şahsa teslim etmesine” de, “milletin seçtiklerinin insan haklarını ve anayasayı çiğnemesine” de razı gelmemek anlamına gelir.
 
Tıpkı İstanbul Sözleşmesi örneğinde gördüğümüz gibi, “Bir gece yarısı aldığınız keyfi kararla demokratik kazanımları tehlikeye atamazsınız” anlamına gelir.
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bugün değinmek istediğim bir diğer husus ise bölgemizde yaşanan gelişmeler.
 
Bildiğiniz gibi, Ukrayna, Rusya tarafından şu anda işgal ediliyor. Tüm dünya da zorlu bir sınavdan geçiyor.
 
Savaşın sürdüğü her saniye, binlerce ailenin yerinden edilmesine ve büyük bir göç dalgasına yol açıyor.
 
Savaş, en çok da kadınların ve çocukların hayatlarını yaşanılmaz kılıyor.
 
21. yüzyılda yaşadığımız bu insanlık krizi, Ukrayna’da cinsel şiddet ve sömürü riskini tırmandırıyor.
 
Bu vesileyle, Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan çatışmaların bir an önce durdurulmasını, taraflar arasındaki görüşmelerin uluslararası hukuka uygun olarak barışçıl bir çözümle sonuçlanmasını diliyorum.
 
Değerli konuklar,
 
Bu savaş bize, uluslararası siyasette kadınların aklına ve taşıdıkları değerlere ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ispatladı.
 
Biraz önce Özlem Hanım bir fotoğraftan bahsetti. Bir tane kadın yok dedi fotoğrafta. Olsa muhtemelen işin akışı değişirdi. Örneğin bugün Sayın Merkel, Almanya’da görevine devam etmiş olsaydı, bugün bu gelişmeler karşısında Avrupa’nın tutumu ve buna karşı Rusya’nın tutumu belki de farklı olurdu. Bilemiyoruz.
 
Ama ben kendisini yakından tanımış ve kendisiyle bir süre yakın çalışmış birisi olarak Sayın Merkel’in sadece Almanya’ya değil tüm Avrupa’ya kazandırdıklarını bizzat gördüm, şahit oldum.
 
Kadınların esas gücü; akıl ile ihtiyaçları birleştirmekten geliyor. 
 
Emperyal hayaller gibi hırslara kapılmayan kadınlar, sorunların barışçıl çözümlerini kavrayabiliyor.
 
Kadınlar, tüm tarafların güvenlik ihtiyacını dikkate alan yeni çözümler geliştirebiliyor.
 
Gücün bir korku aracı olarak kullanılmaması gerektiğini en iyi kadınlar biliyor. 
 
Dış politikada kadınların etkili konumlarda olması, empati ve diyalog kanallarını genişletebiliyor.
 
Ben farkında değildim ama bizim Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanımız yani genel başkan yardımcımız Yasemin Hanım, bildiğim kadarıyla bütün siyasi partiler içerisinde bu konularda sorumlu tek kadın başkan yardımcısıymış. Ben de bilmiyordum, sonradan öğrendim. Onun için diyorum ki; bu dış politika ve güvenlik meseleleri de sadece erkeklere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Her ülke buna dikkat etmelidir.
 
Sorunlar ne kadar keskin olursa olsun; kadınlar diyalog kanallarını daima açık tutabiliyorlar.
 
Çatışma çözümlerinde kadınların sürecin parçası olduğu örnekler, diğerlerine göre daha yüksek oranla başarıyla sonuçlanıyor ve kalıcılığı artıyor. Bunlar somut araştırmalara dayanıyor. Çatışma çözümü diye bir alan var biliyorsunuz. Bu conflict resolution dediğimiz. Bu terörle ilgili de oluyor, ülke içi gerginliklerle ilgili oluyor, ülkeler arası gerginliklerle ilgili oluyor. Bu çatışma çözümü denen bir alan var. Ve araştırma sonuçlarıyla bu sabit. 
 
Ve tabii dünyanın neresinde olursa olsun, savaşların acısını en çok da kadınlar çekiyor.
 
Kadınlar yönetişimde daha fazla temsil edildiğinde, uzlaşmaya dayalı ve barışçıl dış politika kolaylaşıyor.
 
Kısacası; bugün, sadece ülkemizin değil, bütün yerkürenin kadınların aklına ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
 
Konuşmamı, az önce ismini zikrettiğim Halide Edip’in bir sözüyle tamamlamak istiyorum.
 
“Dünyanın genel eğilimi şiddetten yana oldukça, şiddeti teşvik etmek için cesarete ihtiyaç yoktur.”
 
Yani diyor ki eğilim zaten şiddetten yana. Çıkıp da eyy naraları atanlar, çıkıp da şiddeti teşvik edenler, şiddetten yana olanlar… Aslına bunu yapmak için cesarete ihtiyaçları yok. Zaten eğilim o tarafa doğru, kolay. Ama başka ne diyor bakın Halide Edip. “Tek başına şiddete karşı çıkmak asıl güçlü olmaktır” diyor.
 
Bugün de tüm dünyayı tehdit eden emperyal hevesler uğruna şiddete başvuranlara karşı hep beraber hatırlatalım: “Şiddete karşı çıkmak güçlü olmaktır”.
 
Kadın-erkek hep beraber, ülkemizin ve bölgemizin şiddetin her türlüsünden arındırılması için çalışacağımızın altını bir kez daha çiziyorum.
 
DEVA Kadında Zirvemizin ikincisini koordine eden Kadın Politikaları Başkanımız Sayın Elif Esen’e çok teşekkür ediyorum.
 
Elif Hanım’ın ekibine ve bu organizasyonun hazırlanmasında emeği geçen diğer tüm arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.
 
DEVA Kadında Zirvesi’nin, ülkemizde ve bölgemizde yeni bir siyasi kültürün inşasına katkı sunmasını temenni ediyorum. 
2 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 13. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması


GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
13. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI


Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli kadın çalışma başkanlarımız,

Aksaray teşkilatımızın değerli mensupları,

Bugün aramızda olan çok değerli genç sporcu arkadaşlarımız, Kung Fu Türkiye şampiyonu değerleri arkadaşlarımız bizlerle beraberler,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi muhabbetle selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçen haftaki değerlendirme toplantımızdan bu yana arka arkaya üzücü haberler aldık.

Çarşamba akşamı genel başkan yardımcımız Mehmet Emin Ekmen Bey’in babasını kaybettik. Cumartesi akşamı ise genel başkan yardımcımız Sadullah Ergin Bey’in babasını kaybettik.

Buradan tekrar, her iki yol arkadaşımıza da başsağlığı diliyor, babalarına Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun inşallah.

Son hafta meydana gelen, yine çok üzücü ve bir o kadar da kaygı verici bir gelişmeye şahit olduk, oluyoruz.

Komşumuz Rusya, komşumuz Ukrayna’yı işgal etmeye başladı.

İnsani açıdan, ekonomik açıdan ve bölgesel güvenlik açısından yıkıcı sonuçları olacak bir saldırı dünyanın gözü önünde gerçekleştiriliyor.

Bu konuya biraz sonra tekrar döneceğim.

Değerli arkadaşlar,

Son bir hafta içerisinde, parti çalışmalarımız oldukça yoğun bir şekilde devam etti, ediyor.

Avrupa’da şöyle bir baktığımızda partimizin de yakından takip ettiği pek çok olay var, bizim de içinde bulunduğumuz olay var ama bir yandan da parti çalışmalarımız kuşkusuz devam etmek zorunda.

Ankara’da, İstanbul’da, Sakarya’da, Hatay’da son bir hafta içerisinde vatandaşlarımızla buluştuk.

Bursa’da Nilüfer ilçe kongremizi coşkuyla, heyecanla tamamladık.

Uzun süredir üzerinde çalışmakta olduğumuz Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in sunum ve imza törenini gerçekleşirdik.

Yarın Deva Partisi ikinci kadın zirvesinde buluşacağız.

Cuma günü Hatay Kırıkhan ilçe kongremizi gerçekleştireceğiz. Cumartesi yoğun bir İskenderun programımız var.

İlçe ilçe, mahalle mahalle büyüyoruz. Deva damlaları dalga dalga yurdun dört bir yanına yayılıyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugün, parti olarak, ikinci yaşımızı doldurmamıza bir hafta kala karşınızdayım. Önümüzdeki Çarşamba günü 9 Mart’ta, partimiz tam ikinci yılını doldurmuş olacak.

DEVA Partisi olarak ülkemizin siyasi hayatına yeni bir nefes getirmenin hep beraber haklı onurunu yaşıyoruz.

Yola çıkarken “Artık Türkiye’de siyaset eskisi gibi olmayacak” demiştik.

“Sorunların değil çözümlerin partisiyiz” demiştik.

“Alışılageldik muhalefet partilerinden olmayacağız” demiştik.

“Ortak akıl ve istişareyle yöneteceğiz” demiştik.

Evet, yola çıktığımız günden beri bütün bu sözlerimizi tutuyoruz. Ülkemizin sorunlarını, alışılmış muhalefet yöntemleriyle değil, somut çözüm önerileriyle dillendiriyoruz.

Sadece eleştirmiyoruz, ne yapılması gerektiği konusunda da açık, net tutumumuzu, önerimizi ortaya koyuyoruz. Seçimlerden sonra iş başına geldiğimizde de ne yapacağımızı gün gün açıklıyoruz.

Ve evet, kafamıza estiği gibi, şahsi çıkarlar uğruna değil; ülkemiz için herkesle, her siyasi partiyle, her sivil toplum kuruluşuyla istişare ile hareket ediyoruz.

İşte bunun en güzel örneğini bu hafta başında gerçekleştirdiğimiz Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem sunum ve imza töreni ile yaşadık.

Altı siyasi parti olarak, ülkemize krizden başka hiçbir şey sunmayan şu andaki “partili ve taraflı cumhurbaşkanlığı sistemi”ni sona erdirme kararlılığımızı gösterdik.

Demokrasi tarihimize geçecek imzalar attık.

Ortak aklı işleterek yürüttüğümüz sürecin sonunda; katılımcı, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi için Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş üzerinde uzlaştık.

Yarının Türkiye’sinin tam demokratik bir ülke olması için büyük bir ortak irade ortaya koyduk.

Hem Meclis’in hem de hükûmetin güçleneceği, yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının tesis edileceği, hak ve özgürlüklerimizin güvence altına alınacağı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmamızın ülkemize tekrar hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bu çalışmaya iştirak eden diğer siyasi partilerin genel başkanlarına ve emeği geçen tüm parti mensuplarına tek tek teşekkür ediyorum.

Biliyorsunuz, bundan 2 yıl önce Parti programımızda açıkça güçlü bir parlamenter sistem taahhüdünde bulunmuştuk.

2020 sonunda kendi çalışmamızı tamamlamıştık.

Şimdi de bu çalışmayı, uzlaşma ile, 6 partinin ortak çalışması olarak taçlandırmak gerçekten büyük bir başarıdır.

Yakın siyasi tarihimizde de bir ilktir.

Arkadaşlarım, inanıyorum ki, ülkemiz artık dünden daha güzel olacak, dünden daha güçlü olacak.

Sürekli kriz üreten mevcut otoriter ittifakla vedalaştığımızda, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile her bireyin tek tek güçlendiği bir Türkiye’ye kavuşacağız.

Her bir vatandaşımız kendisini bu ülkenin eşit bir vatandaşı ve güçlü bir vatandaş olarak hissedecek. Bunun nihai hedefi odur. Nihai hedef; önce insan ilkemizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Şimdi siz şu andaki iktidarın irili ufaklı ortaklarından gelen laflara hiç bakmayın. Korkunç rahatsızlar. Böyle bir şey beklemiyorlardı. Böyle güçlü bir çıkış beklemiyorlardı.

Onlar uzun süredir istişareyi, farklı siyasi kimlikteki insanlarla birlikte hareket etmeyi, dinlemeyi unuttukları için böyle konuşuyorlar.

Unuttukları için bizi anlayamazlar. İşte o yüzden onlar, bu ülkeyi, bu ülkenin ihtiyaçlarını artık kavrayamıyorlar, kavrayamazlar.

Hiç merak etmeyin, biz bu kabustan uyanıp bir yudum su içme hızında toparlanacağız, huzurla nefes alacağız.

İnanın, çok az kaldı. Bu ülke tekrar ayağa kalkacak. Hiç endişeniz olmasın.

*****

Değerli arkadaşlar,

İç siyasette umut veren gelişmeler yaşanırken, bölgemizde istikrarın bozulduğu bir süreçten geçiyoruz.

Cep telefonlarımızdan, televizyonlarımızdan, bağımsız bir ülkenin, egemen bir ülkenin, bir başka ülke tarafından işgal edilişini endişeyle izliyoruz.

Bugün, Ukrayna’nın işgaline dair birkaç noktanın altını çizmek istiyorum.

Siyasi açıdan baktığımızda, Rusya’nın Ukrayna’ya yaptığı bu saldırı temelsizdir, ikna edici hiçbir gerekçeye dayanmamaktadır.

Rusya Federasyonu’nun kışkırtılması da söz konusu değildir. Bu saldırının meşru hiçbir boyutu yoktur.

Bu işgalle beraber uluslararası hukuk açıkça çiğnenmiş ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne göz dikilmiştir.

Bağımsız bir ülkeye kukla bir rejim getirmek gibi arkaik bir ihtiras, yeni bir insanlık krizine kapıyı aralamıştır.

Dahası, geldiğimiz aşamada, nükleer saldırı tehdidinin işaret edilmesi insanlık adına utanç verici bir gelişmedir.

Nükleer savaşın kazananı olmaz. Kaybedeni ise tüm dünyadır.

Bir haftadır izliyorsunuz, savaştan en çok etkilenen sivil halktır. Kadınlardır, çocuklardır.

İnsanlar ölüyor, yaralanıyor, sakat kalıyor. Milyonlarca insan kışın ortasında evlerini barklarını terk etmek, başka ülkelere sığınmak zorunda kalıyor.

Gerçekten büyük yazıktır, büyük günahtır.

Bu savaşın bölgesel ve küresel güvenlik üzerinde de son derece tehlikeli sonuçları olacaktır.

Bundan böyle, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa ülkelerinin güvenlik stratejisinin tümüyle güncellenmesi gerekecektir.

Şu andaki iktidar sık sık unutuyor, biz onlara sık sık hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Türkiye, bir Avrupa ülkesidir. “Avrupa, NATO bir şey yapmıyor” diyor.

Türkiye hem Avrupa Konseyi tam üyesi hem de NATO üyesidir. Siz Avrupa Konseyi’nin tam üyesi olarak, NATO üyesi olarak ne yapıyorsunuz ondan bahsedin; ele suç atana kadar, NATO’yu, Avrupa’yı suçlayana kadar.

Tüm Avrupa ve Türkiye, Türkiye’nin de içinde olduğu Avrupa, çok net ve hızlı adımlarla bu yeni dönemin gereklerini yerine getirmek zorundadır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Avrupa’da, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa’da.

Bu savaşın ekonomik sonuçları da yıkıcı olacaktır. Sadece savaşın tarafı olan ülkeler değil, başta komşu ülkeler olmak üzere tüm dünya etkilenecektir.

Temel hammadde fiyatlarındaki artış, küresel ölçekte yeni bir enflasyon dalgasını muhakkak tetikleyecektir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı DEVA Partisi’nin tutumu, sürecin en başından beri çok açık ve nettir.

Daha savaş başlamadan bundan bir ay hatta iki ay önce yaptığımız uyarı konuşmalarının hepsi kayıtlardadır.

DEVA Partisi’nin temel ilkesi; içeride ve dışarıda, her koşulda, amasız ve fakatsız hukukun üstünlüğüne saygıdır. Altına imza ettiyseniz, buna uyacaksınız. Bu kadar basit.

Ben altına imza ettiğim uluslararası anlaşmaları tanımıyorum dediğiniz zaman istikrar kalmaz, güvenlik, huzur kalmaz.

Ülkemizin de bölgemizin de istikrarsızlığa ve düzensizliğe sürüklenmesini önlemenin yegâne yolu, hukukun üstünlüğüne saygı duymaktır.

Bu doğrultuda, taraflar arasındaki görüşmelerin uluslararası hukuka uygun olarak, barışçıl bir çözümle sonuçlanması herkes açısından en hayırlı gelişme olacaktır.

Bakın değerli arkadaşlar,

Türkiye’yi dış politikada her anlamda zayıflatan akıl dışı maceralar artık sınıra dayanmıştır. Bundan sonrası ülkenin güvenliğine de ekonomisine de büyük zarar verir, verecektir.

Dış politikada bugüne kadar yaptığı hatalarla ciddi bir eksen sorununa yol açan Erdoğan-Bahçeli-Perinçek troykasının, dış politikadaki yalpalama devri artık sona ermelidir.

Türkiye’nin, pek çok Avrupa kurumunun onurlu bir üyesi olarak, sorumluluğunun gereğini yapması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

Öte yandan, ülkemizin Avrupa Birliği doğrultusunda bir an önce kararlı adımlar atması gerekir.

Bunun yolu ise, ülkeyi yöneten troykanın işine son verip, hızlıca demokratikleşmektir.

Dün sayın Erdoğan “Ukrayna ile ilgili gösterdiğiniz hassasiyeti Türkiye için de gösterin. Yoksa birileri saldırdığı zaman mı Türkiye'yi gündeme alacaksınız?” demiş.

Ben sayın Erdoğan’a cevap vereyim:

Türkiye’nin insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti sınavındaki başarısız karnesi devam ettiği sürece, siz hiç sağa sola suç atmayın. Önce yapmanız gerekenleri bir yapın ya. Siz yapmanız gerekeni yapıyor musunuz?

Bırakın Avrupa’yı kendi insanımızın hak ettiği hukuk devletini, özgürlük ortamını, demokrasiyi sağlıyor musunuz, ona bakın sağa sola suç atana kadar.

Otoriter iktidarınız sona erdiğinde zaten Avrupa Birliği hedefinden söz etmek mümkün olacaktır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamak başta olmak üzere, evrensel hukuka Türkiye uyduğu zaman zaten Avrupa Birliği hedefinden söz etmek mümkün olacak.

Yalpalama dönemi sona erip, uluslararası toplumda ülkemize güven ve itibar kazandıracak hamleler yaptığımızda, Avrupa Birliği hedefinden söz etmek mümkün olacak.

Bakın daha yeni şahit olduk. Avrupa, NATO gerekeni yapmıyor diyen Erdoğan, aynı günün akşamı gitti Avrupa Konseyi’nde yapılan Rusya oylamasında çekimser kaldı.

Bu büyük bir tutarsızlıktır. Bu, ne yaptığını bilmemektir.

Unutmayın, lafa gelince esip gürleyip, oylama vakti geldiğinde dik durmazsanız, itibar kazanamazsınız.

Bakın arkadaşlar,

Hep söylüyorum, tekrar ediyorum. Bizim için asıl olan vatandaşlarımızın güven içinde yaşayacağı özgür ve zengin bir Türkiye’yi inşa etmektir.

Bu kapsamda, defalarca vurguladığım bir hususun altını bir kez daha çizmekte fayda görüyorum.

Her konuşmamda hukukun üstünlüğüne ve demokrasi seviyemize yaptığım vurgular, milletimizin güvenliği ve refahı için acil bir uyarı niteliğindedir.

Çünkü Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacı sadece iyi niyetli bir söylem değil, ertelenemez bir beka meselesi haline gelmiştir.

Bu konu, diplomatik bir pazarlık konusu değildir. Bu konu, bizim vatandaşlarımız, bizim Türkiye’miz içindir.
Bizim hayalimizdeki Türkiye; evrensel hukukla barışık, özgürlükçü, demokratik ve haysiyetli bir ülkedir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Rusya’nın bu saldırganlığının ülkemizi ilgilendiren bir diğer boyutu ise, Ukrayna’daki vatandaşlarımızın güvenliğinin sağlanamamasıdır. Vatandaşlarımızın canının tehlikeye atılmasıdır.

Ortada çok ciddi bir ihmal var.

Ukrayna’daki gelişmelerin Cumhurbaşkanı ve Dış İşleri Bakanı düzeyinde sağlıklı analiz edilemediği apaçık ortaya çıkmış durumda.

İşte günlerdir izliyoruz.

Vatandaşlarımız, savaşın ortasında büyük bir kaygıyla ve gözyaşlarıyla güvenli bir bölgeye geçmeyi bekliyor.

Günlerdir sosyal medyada okuyoruz.

Daha dün bir vatandaşımız tweet atmış, diyor ki “Kız arkadaşımı almaya gittim. Gözümün önünde evi bombalandı. Taksimiz tarandı. Bu tahliye falan değil, buradaki bütün Türkler için ölüm yolculuğu. Saatlerdir ağlıyorum. Bu kadar çaresiz kalmamalıydık.” demiş. Bu tweeti atan bizim vatandaşımız.

Bu söz, “Bu kadar çaresiz kalmamalıydık” sözü, iktidardaki otoriter ortaklığın ülkemizi sürüklediği tablonun en yalın ifadesidir.

Evet “Bu kadar çaresiz kalmamalıydık.”

Türkiye’de kriz çıksa vatandaşlarımız çaresizliğe terk ediliyor. Dünyanın herhangi bir yerinde kriz çıksa, vatandaşlarımız yine çaresizliğe terk ediliyor.

Bakın,

İngiltere Dışişleri Bakanlığı, ta 11 Şubat’ta vatandaşlarının güvenliğini sağlamak amacıyla Ukrayna’daki vatandaşlarını ülkelerine dönme çağrısında bulundu. Saldırıların başlamasından tam 13 gün önce. Daha sayın Erdoğan, Afrika turuna bile başlamamış. Hesapsızlığa, kitapsızlığa dikkat edin.

Daha Afrika turuna çıkmadan İngiltere Dış İşleri Bakanlığı vatandaşlarını çağırıyor. Bir gün sonra Amerika Birleşik Devletleri, 12 Şubat’ta, Ukrayna’da kalan büyükelçilik çalışanları için tahliye emri verdi.

Değil sıradan vatandaşlarını en korumalı, en güvenlikle mekanlar kabul edilen Büyükelçilik binasında çalışan diplomatların, çalışanların dahi Ukrayna’yı terk etmesini söylüyor.

Üstelik “Çatışma olduğunda vatandaşlarımıza yardım etme kapasitemiz düşer” diye de uyarıyor. “Bakın, şimdi terk edin, çatışma başlayınca elimizden fazla bir şey gelmeyecek” diyor.

Avustralya Başbakanı, dünyanın öbür ucu. Bizimkiler burnunun önünü göremiyor, izleyemiyor, ne olduğunun farkında değil. Ta Avustralya Başbakanı açıklama yapıyor 13 Şubat’ta, saldırıdan 12 gün önce. Diyor ki “Durum tehlikeli bir aşamaya doğru gidiyor. Ukrayna’daki büyükelçiliğimizde çalışanlar orayı terk etsin”.

Aynı şekilde, İsrail’in Ukrayna’daki vatandaşlarını 15 Şubat’a kadar tahliye etmek için acele ettiği haberleri, basında yazılıyor, çiziliyor. Tüm bunlar basının yayınladığı haberler. Gizli saklı olan işler değil. Bunu herhalde bizim hükümettekilerin bir okuması lazım. Bu kadar ülke gereksiz yere mi panikliyor? Onlar hiçbir şey görmüyor, bilmiyorlar da acaba biz mi biliyoruz diye şöyle kendi kendilerini bir yoklamaları lazım.

Hindistan Dış İşleri Bakanı tüm vatandaşlarını Kiev’den tahliye ettiğini, ayrıca 12 bin öğrencinin tamamının da Hindistan’a döndüğünü söyledi. Ne zaman? Daha saldırılar başlamadan önce. İşe bakın ya.

Bunların hepsi haber oldu. Bu haberlerin yayınlandığı tarihte ülkenin Cumhurbaşkanı, Afrika turuna başlıyor. Şu ilgisizliği, lakaytlığı, hesapsızlığı, kitapsızlığı bir görün.

Gizli saklı değil. Bakın hepsi basına haber olan gelişmeler. Biz de basından okuduk, takip ettik. Elimizde bizim devletin istihbarat, güvenlik gücü yok. Hiçbir şey yok. Sadece basından okuyoruz ve durumun vahametini, başka ülkelerin ne yaptığını görüyoruz.
Sahadaki gelişmeleri doğru değerlendirebilen ülkeler, önce vatandaşlarının güvenliğini düşündü. Niye? Önce insan. Onun için.

Peki, el alem vatandaşının güvenliğini düşünürken Beştepe ne yaptı?

Niçin ticari hatlar açıkken, ulaşım çok kolayken etkin bir biçimde vatandaşlarımızı Ukrayna’dan ayrılmaya teşvik etmedi?

Hatta bir şey daha söyleyeyim. O günlerde uçakların olduğu son gün uçağa binen vatandaşlarımız, Türk Hava Yolları’nın web sitesinde 5 bin gibi bilet fiyatlarını gördüğünü söylüyorlar.

İşe bakın ya. Savaş geliyor, son uçak diyor, bakıyor internetten 5 bin lira uçak fiyatı.

Niçin vatandaşlarımızı zor durumda bıraktınız?

Sayın Erdoğan pazartesi günü diyor ki “12 Şubattan itibaren irtibat numaraları kayıtlı Ukrayna’daki vatandaşlarımıza ikazda bulunduk.” Çok enteresan. Bunu ne zaman söylüyor? Geçtiğimiz pazartesi günü söylüyor. Üç gün önce söylüyor.

12 Şubat’tan itibaren uyardık diyor. Bir dakika diyoruz. Siz neyin uyarısını yaptınız? Sizin Dış İşleri Bakanlığınızın web sitesindeki açıklamanız ortada. Hükümetin 12 Şubat açıklamasında ne diyor? Sadece Ukrayna’nın doğusuna gitmeyin diyor. Ülkeyi terk edin, boşaltın, öyle bir şey yok. Doğusuna gitmeyin…

Tam bundan 10 gün sonra, 22 Şubat’ta bir açıklama daha geliyor hükümetten ne diyor? Ukrayna’nın doğusundan ayrılın diyor. Yani ortalara doğru gelin, doğusundan ayrılın diyor. Hesapsızlığa, kitapsızlığa bakın.

Belli ki bunlar, yani bizim hükümet Rus saldırısını sadece Ukrayna’nın doğusundaki Donbass bölgesiyle sınırlı kalacağını hesap etmiş. Konu çok açık. Burada büyük bir hesap hatası var. Yapılan açıklamalardan biz bunu çok açık okuyoruz.

Ukrayna’nın topyekûn işgali ve topyekûn bir savaşa sürükleneceğiyle ilgili hiçbir hesap kitap yok. Zaten böyle olsa Afrika’ya gitmez. Böyle olsa Dış işlerinin açıklaması 12 Şubat’ta, 22 Şubat’ta sadece Donbass ile sınırla kalmaz. Sadece Ukrayna’nı doğusunda küçük bir bölgeden bahsediyoruz.

Oysa 24 Şubat’ta Ruslar, Ukrayna’ya dört bir koldan saldırdı. Vatandaşlarımız da ateşin tam ortasında kaldı. İngiltere, Amerika, Avustralya, İsrail saldırıdan 10, 11, 12,13 gün önce vatandaşlarını tahliye çağrısı yaparken siz uyuyor muydunuz? Niçin zamanında uyarmadınız, niçin zamanında tedbir almadanız, niçin vatandaşlarımızı ateşin ortasında bıraktınız? Ben şu anda hükümete soruyorum.

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak cevabını bekliyorum. Böyle saçmalık olur mu ya? El alem açık açık çağrı yapmış, bizimki ‘İletişim bilgisi kayıtlı olanlara ikazda bulunduk 12’sinde’ diyor. Siz neyin ikazında bulundunuz? Mesajları açın gösterin bakayım, neyin ikazı?

Doğruyu konuşun doğruyu. Vatandaşı aldatmayın. Hesap, kitap hatası yaptınız; çıkın bunu açıkça söyleyin. İtiraf edin ve özür dileyin bu milletten. Orada kalan tek bir canımıza zarar gelirse bunun sorumlusu hükümettir. Hesapsızlık, vurdumduymazlık içerisinde olan bu hükümettir.

Dışişleri’nin açıklamasına bakıyorsunuz, “Tahliyeye 25 Şubat’ta başlandı” diyor. 24 Şubat’ta saldırı, günaydın. 25 Şubat’ta hava sahası kapanmış, uçaklar durmuş, yollar kesilmiş. Tahliyeye başladık diyor 25 Şubat’ta.

Yani işgal başlamış, millet savaş ortasında kalmış, bizim hükümet anca tahliye etmeyi o gün aklına getirebilmiş. Jeton ancak o zam düşmüş.

Böyle hesapsızlık olmaz. Gerçekten yazık, çok yazık.

Hükûmet, bu ihmalin üstünü örtemez.

Evet, bir yandan Ukrayna’ya insani yardımlar sürdürülmeli, diğer yandan Ukrayna’daki insanlarımıza yardım eli acilen uzatılmalı ve güvenli bir şekilde derhal ülkeye dönüşleri sağlanmalıdır. Bu hükümetin en önemli görevidir şu anda.

*****

Değerli basın mensupları,

Ukrayna krizinin ülkemizi çok yakından ilgilendiren bir diğer boyutu ise ekonomik gelişmeler.

Bu süreçte Rusya ve Ukrayna ile olan ekonomik ilişkilerimizde büyük zararlar yaşanmaya başlamış durumda.

Turizm; çünkü gelen turist azalacak. İhracat; mal satamayacağız. İnşaat ve altyapı şirketlerimiz bu güvenlik durumu devam ettiği sürece orada iş yapamayacak.

Bırakın bunları bütün bu hizmet ve üretilen ticaretin döviz geliri sağlanamayacak çünkü biliyorsunuz özellikle Rusya açısından SWİFT (uluslararası transfer) ile ilgili sınırlamalar var. Yani biz hem Rusya’dan hem Ukrayna’dan turist kaybedeceğiz. Hem Rusya’dan hem Ukrayna’dan ekonomik zarara uğrayacağız.

Artan enerji fiyatları, enerji faturamızı döviz cinsinden artıracak.

Keza, bu sebeplerle cari dengenin iyice bozulması artık bugün için yüksek bir ihtimal haline gelmiştir.

İyi günlerde, daha ortada pandemi, savaş yokken bu ülkenin alın teriyle biriktirdiği 130 milyar dolarlık rezervini tüketen bu hükümet, kötü gün geldiğinde eksi 55 milyar dolara düşmüş bir rezervle bu Rusya Ukrayna savaşının tam da ortasında şu anda yakalanmış durumda.

Tedbirsizlik… Ak akçe kara gün içindir demişler. İyi günlerde biriktireceksin, kötü günler geldiğinde o kaynaklar sana lazım olacak.

Yaşananların sonucunda döviz kurundaki artış kaçınılmaz bir sonuç. Muhtemelen bugünlerde yine Merkez Bankası arka kapıdan yoğun döviz satıyor. Rakamlar çıkar ortaya. Birkaç güne hepsi çıkıyor. İstedikleri kadar gizlemeye, örtmeye çalışsınlar.

Kur artışı demek de nihayetinde enflasyonda yeni bir dalga demek.

Sonuç olarak, bu savaşın ekonomimize en az 20-25 milyar dolarlık bir zarara yol açacağını biz şu andan öngörebiliyoruz.

Ülkemizdeki otoriter ortaklığın, dış gelişmeler karşısında ekonomimizi kırılgan hale getirmesinin de ağır sonuçlarını maalesef yaşadık, yaşıyoruz.

Biz ise, Türkiye’nin önce hızlıca toparlanma; hemen ardından “Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyüme” planına ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyoruz.

Bu kapsamda iki hafta önce tanıttığımız Ekonomi ve Finans Politikaları Eylem Planımızda, seçimden sonraki ilk 90 ve 360 günde uygulayacaklarımızı ortaya koyduk.

Ancak, çok kısa vadede, Rusya ve Ukrayna krizinin ekonomik yansımalarını dikkate alan bazı önlemler gerekiyor.

Acilen bazı tedbirler gerekiyor.

Ben şimdi, bu doğrultuda, tedbirlerden bazılarını sizlerle paylaşmak ve buradan da hükûmete çağrı yapmak istiyorum.

1. Derhal, enflasyon üzerindeki baskıların dengelenmesine yönelik adımlar atılmalıdır.

2. Gıda güvenliği konusunda, Beştepe’deki ithalat lobisinin faaliyetlerine son verilmeli ve devlet artık Rusyalı çiftçiyi değil, kendi çiftçimizi desteklemelidir.

3. Türkiye’nin enerji arz güvenliği sağlanmalı ve tek bir ülkeye bağımlılığın azaltılmasına yönelik çalışmalara acilen da başlanmalıdır.

4. Bu amaçla tarım ve enerji sektörlerinde alternatif kanallar geliştirilmelidir.

*****

Bunlar, acilen yapılması gerekenler ama enerji arz güvenliği meselesini biz ta benim Dışişleri Bakanlığı dönemimde, 2008’de, 2009… Dönün geriye Avrupa Birliği Bakanlığı dönemimde en çok uğraştığımız konulardan birisi bu oldu.

Ve hem Türkiye hem Avrupa için enerji arz güvenliğini sağlamlaştıracak, güçlendirecek alternatif enerji hatlarının oluşturulması gerektiği konusunda yüzlerce görüşme yaptık. Peki, alternatif var, nereden geçecek? Türkiye’nin güneyinde ve doğusunda coğrafyadan Türkiye’ye. Ve Türkiye hem kendi ihtiyacını karşılayacak hem de Türkiye üzerinden Avrupa için alternatif enerji hatları oluşacak. Onun için çok çaba gösterdik ama ne oldu daha sonra?

Bu hamaset, kutuplaştırma, sürekli düşman belleme, Türkiye’nin güneyinde ve doğusundaki ülkelerin pek çoğuyla ilişkileri bozdu. Haftanın düşmanı panosuna her hafta bir ülkeyi yazdılar. Muhtemel bizim gaz tedariki yapabileceğimiz ülkelerin tamamıyla arayı bozdular.

Şu anda sadece Türkiye değil eğer Avrupa doğal gaz tedariki konusundan alternatif kaynaklara sahip değilse, Rusya’ya aşırı bir bağımlılık varsa, bunun en önemli sebeplerinden birisi şu andaki hükümetin Türkiye’nin doğusundaki ve güneyindeki ülkelerle siyasi ilişkileri bozmasıdır.

Evet, bozmasıdır diyorum çünkü bunu bilerek, isteyerek yaptılar. Dışarıda düşman gösterip içerideki oy potansiyelini korumaya çalıştılar. Ümit siyaseti bitince gelecekle ilgili ümit üretemeyince korkuyla, düşmanla siyaset yapmaya başladılar.

Dar ideolojik bakışlarını, dar siyasi emellerini bu koskoca ülkenin dış politikasını berbat etmek için kullandılar. Sonuçta ne oldu? Koskoca bir sıfır. Ülkemiz büyük kayıplara uğradı, uğruyor.

Yapılacak çok iş var ama şunu da bilmemiz gerekiyor ki bir yandan da biz, ulusal ve uluslararası çaptaki krizlere karşı en başında hazırlıklı olmalı ve işlerin bu noktaya gelmesini beklememeliyiz. Devlet olmak budur. Devlete yakışan budur. Devlet, her türlü senaryoya kendisini hazırlar. İş olup bittikten, testi kırıldıktan sonra değil. Önceden tedbirini alır.

Biz, geçtiğimiz ağustos ayında açıkladığımız Afet Eylem Planımızda bir çerçeve ortaya koyduk.

Bu taahhüdümüzü bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Biz, doğal afet haricindeki olağanüstü durumları Bütünleşik Afet Yönetimi yaklaşımıyla aşmamız gerektiğini söyledik.

Barış zamanında gelişmeleri takip eden, riskleri analiz eden ve kriz anında krizi yönetebilen bir izleme ve değerlendirme mekanizması kurmanın, böyle bir merkez oluşturmanın da şart olduğunu söyledik. Ve inşallah seçimlerden hemen sonra bunu yapacağız.
Vatandaşlarımıza çaresizlik yaşatan bu devri sona erdireceğiz.

Ülkemizi, dünya arenasına güçlü bir demokrasiyle ve güçlü bir ekonomiyle çıkartacağız.

Ben sözlerimi şimdilik burada noktalıyorum.

Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Sormak istedikleri sorular varsa, şimdi sözü değerli basın mensuplarına bırakıyorum.

25 Şubat 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bursa Nilüfer İlçe Kongresindeki Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
NİLÜFER İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI


Deva Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Bursa il teşkilatımızın, Nilüfer ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli ilçe başkanlarımız,

Değerli konuk il başkanlarımız,

Teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Bursalı gönüldaşlarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Nilüfer ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bursa’ya yaklaşık iki buçuk ay önce gelmiştik. İl kongremizi gerçekleştirmiştik. Kısa bir sürenin ardından yine Bursa’dayız. Yeniden buluştuk.

Bu iki buçuk ayda ülkemizin dört bir köşesine gittik. DEVA damlalarını yurdun her yerine yaymaya devam ettik.

Bu kısa süre içerisinde sadece ana başlıklarıyla,

Osmaniye’de, Ankara’da, Adana’da çok geniş katılımlarla il kongrelerimizi gerçekleştirdik.

Çanakkale Yenice’de, İzmir Torbalı’da, İstanbul Esenyurt’ta, Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, Kilis merkez ilçede, Konya Meram ve Karatay’da ilçe kongrelerimizi yaptık.

Kayseri’de, Ankara’da, İstanbul’da çarşıda sokakta, pazarda halkımızla bir aradaydık.

Ekonomi ve finans eylem planımızı açıkladık. İstanbul’da yaptığımız bir lansman programıyla.

Üniversite öğrencileriyle, kadınlarla, meslek örgütleriyle bir araya geldik.

Dün de İstanbul’da PERPA’da esnafımızın sesine kulak verdik.

Bugün sabah saatlerinde Bursa’da yine küçük sanayi sitemizde hem kredi kooperatifiyle hem de esnafımızla buluştuk, dertleştik.

Ve işte bugün, 2,5 ay sonra yine Bursa’dayız. Arayı da açmaya hiç niyetimiz yok.

Kısmet olursa, bir ay sonra yine buradayız ve Yıldırım ilçemizin kongresi vesilesiyle sizlerle bir arada olacağız.

Görüyoruz ki, DEVA Partisi bu şehre; tarihin, kültürün, tarımın, sanayinin, ticaretin ve elbette gençlerin kentine, bu güzel Bursa’ya, çok yakışıyor.

Bursa’ya en çok neden DEVA Partisi yakışıyor, biliyor musunuz?

Çünkü Bursa, bugünün işini yarına bırakanları sevmez. Bursa, lafa değil, icraata bakar.

Öyle, çok konuşanlardan, kuru hamasetle peynir gemisi yürütmeye çalışanlardan bir hayır gelmeyeceğini Bursa gayet iyi bilir.

İşte bizi diğer siyasi partilerden ayrıştıran en önemli nokta şu: Biz “Zamanı gelince bakarız” demiyoruz.
Seçimden sonraki ilk 90 günde ve ilk 360 günde neler yapacağımızı eylem planlarımızla ortaya koyarak, siyasi tarihimizde bir ilkin altına imza atıyoruz.

Şu anda bizim yaptığımız çalışmaya benzer bir çalışma devlet tarafında yok. Hükûmette yok. Bırakın yıllarca ileriye doğru sağlam bir program hazırlamayı daha burunlarının ucunu göremiyor bunlar. Daha yarın ne yapacakları konusunda fikirleri yok.

Her gün sayın Cumhurbaşkanı kalktığında aklına ne gelirse, gece yatmadan önce hangi kararnameyi imza ederse ülke onu görüyor, onu biliyor, öyle yönetiliyor.

Bizim ise kaybedecek vaktimiz yok arkadaşlar. Bizim boş tartışmalarla oyalanacak kadar serbest zamanımız yok.

Çünkü biz, siyaseti halkımıza, milletimize hizmet için bir vesile olarak gören bir siyasi partiyiz.

Milletimizin özgür ve zengin bir Türkiye’ye kavuşmak için kaybedecek bir saniyesi bile olmadığını çok iyi biliyoruz.

Hani Sayın Erdoğan “Muhalefet partilerinin projesi yok” diyor ya…

Kendisi haberleri sabah akşam partili medyadan dinlediği için, uydurulmuş gerçeklik dünyasından haberleri habire izliyor ve orada da bizim projelerimizi görmüyor tabii.

Kendisine tavsiyem sadece TRT, A Haber falan değil, onu izlemesin. Oralarda kuru hamaset var, gerçeklikten kopmuş bir dünya var.

Eğer sayın Erdoğan proje görmek istiyorsa buyursun, DEVA Partisi’nin internet sitesine, Youtube sayfasına ve bizim sosyal medya hesaplarımıza şöyle bir baksın.

Kendisine, çaktırmadan birö “stalkerlık” yapmasını özellikle tavsiye ediyorum. Biraz kopya çekip, memleket için hayırlı birkaç fikir edinmesi için çok faydalı olacaktır.

Hapsetti kendisini. Kendisini uydurulmuş gerçeklik dünyasına, Beştepe Harikalar Diyarına adeta hapsetti.
*****

Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi, yanı başımızda bir ülkenin, bir başka ülkeyi işgal etmeye başladığı günlere şu anda tanık oluyoruz. Çok ciddi bir konu bu.

Geçtiğimiz gece Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin tam da bu konuda toplantı yaptığı saatlerde, Ukrayna’yı işgale başladı.

Rusya, sadece uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmekle kalmadı, kurallara dayalı, öngörülebilir bir dünya düzenine de karşı olduğunu, bu düzeni de bir bakıma bozmaya niyetli olduğunu ortaya koydu.

Biz DEVA Partisi olarak; bombalar, sirenler ve postal sesleriyle güne uyanan Ukrayna halkının, amasız ve fakatsız yanındayız.

Amasız ve fakatsız. İkirciksiz.

Çünkü birileri postal sesleri Doğu’dan gelince heyecana kapılıyor, çoktan tarihe gömülmesi gereken emperyal hayallerle yatıp kalkıyorlar, ülkemizin tarihi ittifaklarını da temelinden sarsmak istiyorlar.

Görüyoruz onları. Bugünler çok önemli bir sınav. Herkes kendi kişiliğini, duruşunu, niyetini açığa döküyor.

Ama bizim için aslolan ilkelerdir. DEVA Partisi, tepki vermek için kurşunu kimin sıktığına bakmaz, postal sesleri nereden geliyor diye beklemez.

Uluslararası hukuku çiğneyen her kimse, onun karşısında durur. İlkelerine sıkı sıkı sarılır. Biz ilkeler ve değerler partisiyiz ve böyle devam edeceğiz.

Karadeniz, Avrupa ve Dünya, şu anda sonunu öngöremediğimiz bir yola giriyor. Sözde arabuluculuk rolünü üstlenen, ama ne hikmetse Afrika gezmesine çıkan Türkiye’nin cumhurbaşkanı, hâlâ Ukrayna ile ilgili net ve keskin tavrını ortaya koyamadı.

Daha dün uçakta diyor ki “Ne Rusya’dan vazgeçeriz ne Ukrayna’dan”. Bugün Cuma çıkışında başka bir açıklama yapmış. “NATO, bir şeyler yapmalı” diyor. Ya bir dakika Türkiye, NATO üyesi.
Öyle bir şekilde sunuyor ki, sanki Türkiye NATO’da değil, NATO ayrı bir şey. Kenara çekiliyor “NATO, bir şeyler yapsın” diye vatandaşımızın yine kafasını karıştırmaya çalışıyor.

Bu millet biliyor her şeyi. Ne oldu, sizin yandaş, partili basınınız demiyor muydu “Putin, Türkiye’ye gelecek” diye? “Arabulucu Erdoğan” demiyor muydu? Nerede arabuluculuğunuz? İşte savaş başladı.

Ortaya bir şey çıkmayınca da kenara çekiliyor “NATO, bir şey yapsın” diyor. “Avrupa bir şey yapmıyor” diyor. Ya sen ne yapıyorsun arkadaş?

Ben buradan soruyorum:

Herkes olası işgali beklerken, hazırlık yaparken, Türkiye ne yaptı?

Rusya-Ukrayna sorununda nasıl pozisyon alacağını Türkiye önceden belirlemedi mi? Bir stratejik çalışma yapmadı mı?

Bu konunun bu noktaya geleceği ihtimaline göre, farklı senaryolara göre Türkiye niçin hazırlık yapmadı?

Bizim vatandaşlarımızın Ukrayna’dan sağa salim tahliyesini sağlamak için savaşın çıkmasını mı beklediniz? Başka ülkeler günler önce tedbir aldı, günler önce adım attılar.

Geliyor bu iş geliyor… Geliyor. Biz ta bir ay, iki ay önce yaptığımız konuşmalarda hep uyardık. Bakın dedik, bu geliyor. Burada risk var.

Ta aylar önce yaptığım konuşmalarda Ukrayna-Rusya meselesinde aman ha dedim, bakın Montrö çok önemli. Hala önemli.

Eğer Türkiye, ikinci dünya savaşında bir zarar görmediyse, Türkiye, ikinci dünya savaşında bir bataklığın içine girmediyse o dönemde Montrö Anlaşmasını tavizsiz bir şekilde uygulamasının bunda çok büyük bir katkısı olmuştur.

Karadeniz’in kendi iç dengelerinin ve Karadeniz’e kıyıdaş olan ülkelerin istikrarı açısından Montrö Anlaşmasının bugünde harfiyen, tavizsiz uygulanması gereklidir.

Buradan hükûmete ben tekrar sesleniyorum. Sakın ha yalpa yapmayın. Uluslararası hukuku defalarca deldiniz, deliyorsunuz. Ama bu Montrö konusundaki hata, Allah Korusun, ülkemizin kendi istikrarına da Karadeniz’in etrafındaki diğer ülkelerin istikrarına da zarar verir.

Ben buradan bugünkü iktidara sormak istiyorum:

Ticari hatlar açıkken, ulaşım çok kolayken, bütün ülkeler kendi vatandaşlarını tahliye ederken, niçin etkin bir biçimde vatandaşlarımızı Ukrayna’dan ayrılmaya teşvik etmediniz?

Daha düne kadar uçuşlar vardı. Bizim orada öğrencilerimiz, vatandaşlarımız var. Şimdi karayoluyla dönün diye akıl verene kadar bir hafta önce söyleseydiniz. “Risk var, bir an önce gelin ülkenize, bir an önce güvenli bir bölgeye gelin” diye niye vatandaşlarımıza çağrıda bulunmadınız? Yazıktır, günahtır.

Gencecik öğrenciler var orada şimdi. Nereye sığınacaklarını, ne yapacaklarını, Türkiye’ye nasıl döneceklerini bilemiyorlar.

Gazetelerin tek tek manşetlerini belirledikleri, ünlülerin maske takıp kolbastı söylediği yarışmalarla uğraştıkları zamanı, Türkiye’nin dış politikası ve bölgemizin güvenliği için harcamayan bir yönetimle karşı karşıyayız. Geldiğimiz noktada durum bu.

Adını koyalım: Önünü göremeyen, yokuş aşağı yuvarlanan, kemer takmayan, hatta arabada kemer olmadığını bile fark etmeyen bir yönetim Türkiye’de şu an iş başında.

Bakın, ben bu ülkeye hem Dışişleri Bakanı hem de ilk Avrupa Birliği Baş Müzakerecisi olarak hizmet ettim.

Dışişleri Bakanlığım döneminde; 2 yılda tam 132 kere yurtdışı program yaptım. Dünyanın her yerine, her kıtaya.

2 yılda 202 Dışişleri Bakanı ziyaretine ev sahipliği yaptım. Böylesine yoğun bir diplomasiyle geçiriyorduk o günleri. İtibarımız, ekonomik gücümüz yerindeydi.

Ve o itibarın gücüyle, sözün gücüyle, dünyanın her yerinde olumlu rüzgarlar estiriyorduk.
Uluslararası alanda olmadığımız masa yoktu. Stratejik ve önemli tüm süreçleri ülkemizin çıkarlarına uygun olarak yürüttük.

2008 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne 192 ülkenin 151’inin oyuyla seçildik. Gizli seçim. Genel kurul salonunda her ülkenin temsilcisi bir oy pusulasına hangi ülkeyi seçtiğini işareti koyuyor, oy pusulasını katlıyor, zarfa koyuyor ve sandığa atıyor. Vicdanıyla kendisi arasında.

Gizli oy. Gönülleri kazanmadan bunu başaramazsınız. Gönülleri kazanmadan 192 ülkenin 151’inin oyunu alamazsanız. Yüzde 79 ya.

Tarihte ilk ve şu ana kadar da son. Birleşmiş Milletler kuruldu kurulalı Türkiye, ta yarım yüzyıl önce bir ülkeyle paylaşarak ve bir yıllığına seçilebilmiş. Ama ilk defa benim Dışişleri Bakanlığım döneminde Türkiye, tam dönem ve yüzde 79 bir oyla seçildi oraya.

Daha sonra bir kere daha denediler. Hezimet. 30 küsur tane oy çıktı. Berbat bir sonuç. Zannettiler ki “Biz, isteyince gene olur”. Öyle değil işte, olmuyor.

Niçin bugün yeniden seçilemiyorsunuz? Koyun adaylarınızı da seçilin, görelim bakalım. Kim oy verecek size? Türkiye’nin dünyada itibarı mı kaldı?

Ne diyor? “Ben, imza atmasaydım olur muydu?” diyor. E at o imzayı da ekonomiyi düzelt. At o imzayı da Türkiye’yi yeniden Güvenlik Konseyi’ne seçtir, görelim bakalım.

Mümkün değil. Bir hayal artık hayal.

O dönemde uluslararası alanda olmadığımız masa yoktu. Stratejik ve önemli tüm süreçleri ülkemizin çıkarlarına uygun olarak yönetiyorduk.

Dürüst ve ehil kadrolarla birlikte, Türkiye’nin itibarına itibar kattık.

Hatta benzer bir süreç Rusya ile Gürcistan arasında yaşandığında çözümün parçası olduk. Etkin bir arabuluculuk görevi yürüttük.

2008'de biliyorsunuz Rusya-Gürcistan işgali başlamıştı. Rus birlikleri Tiflis'e 20 kilometre kala biz Moskova'daydık. Ertesi sabah Tiflis'te çok etkin ve ikna edici bir arabuluculukla, başka ülkelerin ve Avrupa Birliği’nin de gayretleriyle o dönemde sorunu çözdük.
Ruslar Gürcistan'dan çıktı ve şu anda hala Gürcistan diye bir komşumuz var. Ordusu olan, bağımsızlığı, dış politikası olan bir komşumuz var şu anda. Kolay değil.

Afrika’da falan değildik bakın, olay yerindeydik. Ve nihayetinde barışın tesisine katkı verdik.

Dış politikada güvenilir ve itibarlı bir ülke olmanın verdiği özgüvenle, sözümüzün gücüyle hareket ediyorduk. Sözün gücü…

Şimdi bugün bakıyorsunuz Ukrayna hızlı bir şekilde işgal ediliyor.

Rusya, uluslararası hukuku tanımayan, insanlık dışı adımlar atıyor. İktidar pasif birkaç açıklama ile süreci sadece şu anda izlemekle yetiniyor.

Bugün demiş ya “Herkes bir şeyler konuşuyor” diye. Hadi sen farklı bir şey konuş, farklı bir şey söyle, çöz. Dikkate mi alınıyor, ciddiye mi alınıyor sanıyorsunuz?

Bir gün 15 Temmuz'un, hain darbe teşebbüsünün destekçisi olmakla suçladığın ülkeyi sen ertesi gün devlet töreniyle karşılarsan, bir gün terörün destekçisi dediği ülke ile öbür gün sarmaş dolaş olursan itibar olmaz. Kimse sözüne bakmaz. Bugün böyle konuşur, yarın başka konuşur derler sana.

Yakışmıyor arkadaşlar, yakışmıyor.

Bizim DEVA Partisi olarak pozisyonumuz çok net.

Biz, Ukrayna’nın siyasi birliği, toprak bütünlüğü ve uluslararası hukuktan kaynaklanan tüm haklarının kesinlikle korunması gerektiğini söylüyoruz.

Çözümün yolu kaba kuvvet değil, müzakeredir.

Hem bölgemiz hem de tüm dünya için son derece kaygı verici bir süreçten geçiyoruz.

Türkiye için de kaygı verici bir sürecin olduğunu kimse unutmasın. O içimizdeki Doğu’dan gelen postal seslerine alkış tutanlara sesleniyorum. Aklınızı başınıza alın diyorum. Biraz tarih okuyun diyorum.

En çok da Ukrayna halkının, çoluk çocuk milyonlarca insanının hayatını etkileyen bir süreçten geçtiğimizi unutmayalım.

Türkiye, Ukrayna’daki savaşa karşı çözüm için, çözümden yana taraf olmalı; kriz derinleşmeden, daha ağır kayıplar yaşanmadan, çatışmalı sürecin sona erdirilmesi için çalışmalıdır.

Bunu yaparken de mümkün olduğunca geniş bir uluslararası iş birliğiyle bunu yapmalıdır. Uluslararası bir birlik, beraberlik ve sağlam bir duruş içerisinde çözüm aramalıdır Türkiye.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu uyarıları ısrarla yapmak gerekiyor.

Çünkü, bu zamana kadar Türkiye’nin pek çok alanda zamanında tedbir almamasının, yanlış dış politika tercihlerinin faturası maalesef çok ağır oldu. Hala bedel ödedik, ödüyoruz.

Ülkemizi ağır bir krizin ve yalnızlığın içine soktu bu; yalpalar, gelgitler, U dönüşleri.

Daha kendisi Davos’ta “One minute” demekle övünmüyor muydu? Davos’ta one minute diyen Erdoğan, şimdi İsrail’in Cumhurbaşkanını ağırlıyor değil mi? Gelecek işte… Biraz tutarlı olun ya.

Ey İsrail diyorsunuz, One minute diyorsunuz, şimdi de devlet töreniyle ağırlayacaksınız burada. Ne değişti?

Ben sormak istiyorum. Sizin one minute dediğiniz günden bugüne ne değişti? Hangi konuda bu ülke sizin tezlerinize yaklaştı? Hangi konuda görmek istediğiniz gelişmeler yaşandı ki bu tutumu değiştiriyorsunuz? Bir çıkın açıklayın.

Eğer o günkü one minute sadece ve sadece iç kamuoyuna verilmiş bir mesaj ise, dışarıdan düşman üreterek, dışarıdaki düşmanı göstererek içeride bir destek konsolidasyonu yapmaya çalışacaksınız gelin onu açıklayın.

Yok, bu ülke, o gün gördüğünüz bazı yanlışları, hataları düzelttiyse o zaman çıkın onu açıklayın. Böyle bir şey olur mu? Bu kadar vurdumduymazlık, bu kadar U dönüşü olur mu? Bu kadar yalpa yapılır mı dış politikada?

Biraz tutarlı olun. Hani hep diyor ya “Dik durmak lazım”. Ben buradan şimdi söylüyorum kendisine. Kendi ifadesiyle söylüyorum. Biraz dik durun ya. Ya da açıklayın, dik durmuyorsanız, bu taraftan bu tarafa eğilip bükülüyorsanız bunun sebebini açıklayın.

Deyin ki “Ya şöyle oldu, kusura bakmayın, hata etmişiz”. Ya da deyin ki “Bu ülke pozisyon değiştirdi, bu ülke artık güzel şeyler yapıyor. Bu ülke artık Filistinli kardeşlerimizin hakkını, hukukunu koruyor. Yanlışlardan vazgeçti, ben de onun için Türkiye’de bu ülkenin cumhurbaşkanını ağırlıyorum” deyin.

Ya da deyin ki “Ben o zaman hamaset yapmak zorundaydım. Ancak öyle destek topluyordum. Bu ülkeyi düşman ilan ettim. Şimdi döndüm menfaatimiz bugün bu tarafta, dost ilan ediyorum” deyin. Bir şey açıklayın.

Değerli arkadaşlar, dünyanın en büyük 21. ekonomisi şu anda Türkiye. Küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 21. ekonomisiyiz.

Avrupa'nın en büyük nüfusuna sahibiz. Avrupa'nın en büyük topraklarına sahibiz. Avrupa'nın en büyük tarım arazilerine sahibiz. Bu koskoca ülke böyle yönetilmez. Böyle yalpalayarak yönetilmez. Böyle gelgitlerle yönetilmez. Böyle yaparsanız kimse sizin sözünüze saygı duymaz, itibarınızı kaybedersiniz.

Değerli arkadaşlar, bütün bunlar oldu, oluyor ama artık şurada günler de sayılı. Seçim ister şu önümüzdeki ilkbaharda olsun ister sonbaharda olsun ister gelecek sene zamanında olsun. Fark etmez, biz geliyoruz inşallah geliyoruz… Hiç şüpheniz olmasın.

En kısa zamanda emaneti teslim alarak, her alanda girilen maceralara bir dur diyeceğiz.

İktidar partisi üyelerinin, işi bırakıp emekli olduğunda yerleştiği bir kasabaya dönen Dış İşleri Bakanlığı’nı, liyakatli kadrolara teslim edeceğiz.

Dış ilişkilerde kabadayılığa, fevriliğe ve hamasete son verip, ehliyet, liyakat, nezaket ve diplomasi gibi olmazsa olmaz ilkeleri işleteceğiz.

Silahlı kuvvetlerimizin gücünü, caydırıcı bir güç olarak artıracak, itibarın ve sözün gücünün en az askeri güç veya ekonomik güç kadar kıymetli olduğunu bileceğiz.

Silahlı kuvvetlerimizin gücü, caydırıcı güçken çok kıymetlidir ama o gücü kendi şahsi sıkışıklıklarınızı gidermek için test ettiriyorsanız, bu ülkeye çok büyük zarar verir. Ülkemizin uzun vadeli çıkarlarına çok büyük zarar verir.

Demokratik gerileme dönemine biz bir noktayı koyacağız ve tam demokrasi yönünde emin adımlarla hep beraber ilerleyeceğiz.

Özgürlükleri tesis edeceğiz. Önce özgürlüklerle başlayacağız.

Bu sayede, iktidarımızın birinci döneminin sonunda, yani ilk 5 yıldan bahsediyoruz, Türkiye’yi şu anda içinde yuvarlanmış olduğu orta gelir tuzağından kurtarıp, yüksek gelirli ülkeler grubuna yükselteceğiz.

Bunu yaptık, yine yaparız. Daha iyisini yaparız.

Biliyorum, iş yine başa düşecek. Nasıl 2001 krizinden sonra iş başa düştüyse, nasıl 2008-2009 krizinden sonra iş başa düştüyse bu krizden sonra iş başa düşecek biliyoruz. Onun için hazırlanıyoruz. Onun için her alanda detaylı hazırlıklar yapıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu noktada bir hakikatin altını çizmek istiyorum.

Ülkemizin parlak yıllarında, ekonomiden hukuka, dış politikadan tarıma kadar her alanda elde ettiği tüm kazanımlarda, Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinin çok büyük katkısı oldu.

Avrupa Birliği meselesi, çok önemli bir mesele. Bu hükûmet yıllarca “Ey Batı” dediği için, Avrupa Birliği’ne karşı her türlü söylemi, iç siyasette kendisine destek veren gittikçe azalan kitleleri konsolide etmekte kullandığı için maalesef toplumumuzun bir kesimin de bu Avrupa Birliği kavramıyla ilgili yanlış algılar oluştu.

Bakın, Avrupa Birliği yolculuğu demokratikleşme, insan hakları ve özgürlükler demek. Özü budur.

Avrupa Birliği demek, hayatın her alanında standartların yükselmesi demek.

Ha, Avrupa Birliği’nden bize yönelik engelleme girişimleri oldu mu? Oldu.

Avrupa Birliği ülkeleri kendi özgüvenlerini yitirdiğinde bu sefer kendi iç kamuoylarına zaman zaman Türkiye’yi düşman olarak gösterdiler mi, gösterdiler.

Bazen iç siyasette sıkışan, dışarıda düşman arıyor. Şu anda bu hükûmetin yaptığı gibi. Avrupa’da da oluyor. Hangi ülke zayıflasa bazen göçmenleri suçluyor, bazen NATO’yu suçluyor, bazen Avrupa Birliği’ni suçluyor.

Bugün Avrupa Birliği’ne üye olup, Avrupa Birliği bayraklarını indiren ülkeler var, biliyor musunuz? Sürekli Avrupa Birliği’nden her sene her sene bağış alıyorlar, kredi de değil. Nakit yardım. Fakat kendi başarısızlıklarını dışarıya fatura etmek için “Avrupa Birliği bize yük. Onun için bayrağını indiriyoruz”.

Ya kardeşim indiriyorsun da hesap ortada. Milli gelirin yüzde 3’ü, 4’ü kadar her sene bağış alıyorsun. O parayı Avrupa Birliği kesse ortada kalacaksın. Ekonomin küçülecek.

Ama ne yapıyor? Hamaset, hamaset. Hastalık bu maalesef. Siyasetteki en büyük hastalık. Korkularla yönetmek.

Biliyorsunuz iki türlü siyaset var. Bir; ümit siyaseti. Bir; korku siyaseti. Ümit siyaseti ne demek? Daha iyi bir gelecek vaadiyle ülkeyi yönetmek demek. Yani yarınlar bugünlerden daha iyi olacak ve biz bunu yaparız diye gerçekçi bir olumlu ve ümitli bir beklenti oluşturarak siyaset yapmak demek.

Korku siyaseti ne demek? Bir şeylerden korkacaksınız. “Bak, Türkiye geliyor”. Avrupa açısından söylüyorum. “Bak, Avrupa Birliği bize yük oluyor” ya da Türkiye’de haftanın düşmanı panosu var Erdoğan'ın değil mi? Beştepe'ye asmış, oradan da bütün yandaş basın haber haline getiriyor. “Bakalım diyor cumhurbaşkanı bu hafta haftanın düşmanı panosuna kimi yazacak?

Bir bakıyorsunuz haftanın düşmanı panosunda Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri var. Ertesi hafta bakıyorsunuz hemen süngerle siliyor. Bir sivil toplum kuruluşu var, diyelim ki Türk Tabipler Birliği.

Haftanın düşmanı panosunda bazen bir başka ülkenin devlet başkanı yazıyor. Haftanın düşmanı panosuna bazen bir sanatçıyı yazıyor. Geçen gördük işte, sanatçı yazdı. Dedi “Düşman bu şimdi de”. Artık bu hükümet, bu ülkeyi sadece korkularla yönetiyor. Sadece korku siyaseti ile yönetiyor. Dikkat edin, başka ellerinde bir argüman yok, Türkiye ile ilgili, yarınlarla ilgili bir tane çözümleri var mı?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtik geçeli ülkede ekonomi sürekli kötüye gidiyor mu, gidiyor. Enflasyon sürekli artıyor mu, artıyor. Faizler sürekli artıyor mu, artıyor. Ne oldu? Hani bütün yetkiyi elinde toplayınca her şeyi çözecekti? Ne oldu?

Yapamıyor, yapamayınca da korku siyaseti üretiyor. Sürekli korku siyaseti. Bakın, değerli arkadaşlar, Türkiye'nin Avrupa Birliği süreci, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne sunduğu bir şey değil. Türkiye'nin Avrupa Birliği süreci demek Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarına ulaşmayı hedefleyip hem demokrasi hem ekonomide ülkeyi o standartlara ulaştırma çabası. Başka bir şey değil.

Biz kendi kültürümüzle, kendi kimliğimizle, benliğimizle Avrupa standartlarına yükseleceğiz. Kendi kimliğimizden, varlığımızdan, kültürümüzden, tarihimizden 1 milim, 1 gram bile taviz vermeden bu standartlara yükseleceğiz. Bunu başaracağız ama eğer sağlam bir standart kendimize koymazsak sağlam bir dış hedef kendimize koymazsak o zaman ülkenin ne hale geldiğini görüyoruz.

Ne dediler? İki lafın başı: Millî, yerli. O iki tane çok değerli kavramı maalesef değersizleştirdiler, sıradanlaştırdılar. Millî paramızın, yerli paramızın pul olduğunu görüyorsunuz.

Millî ve yerli diye üzerini örtmeye çalıştıkları her türlü yanlışı izliyorsunuz. Hele hele Türk Tipi Başkanlık Sistemi diye sunmaya çalıştıkları sistemin ülkeyi ne hale getirdiğiniz herhalde yaşıyorsunuz değil mi?

Niye Türk tipi diyor? Çünkü ucube bir şey. Başka bir şeye benzemiyor. Başka ülkedeki başka bir sisteme de benzemiyor. Onun için Türk Tipi Başkanlık Sistemi diyor.

Gerçekçi olmak zorundayız. Bizim tarihimiz, kültürümüz çok çok değerli. Biz Türkiye’yiz. Hep beraber Türkiye’yiz ve Türkiye olarak Avrupa Birliği standartlarını hedefliyoruz. Bunu Avrupa Birliği için yapmayacağız. 84 milyon vatandaşımız için yapacağız. 84 milyon vatandaşımızın refahı, mutluluğu için yapacağız ve bunu da korkmadan konuşacağız.

Bugün bakıyoruz gençlerimize yüzde 70-80 kendilerine yaşayacak başka bir ülke arıyorlar. Şöyle Doğu’ya doğru baktığımızda gençlerimizin gitmek istediği bir ülke var mı? Hatta şöyle Atlantik ötesine de artık pek gitmek istemiyorlar. Diyorlar ki Trump döneminden sonra Amerika'da ne olacağı belli değil. Çünkü insan, insan olarak artık kıymetli değil. Onu görüyorlar.

Nereye gitmek istiyor gençlerimiz? Ağırlıklı olarak artık Avrupa'da okumak, orada çalışmak istiyorlar. Niye? Çünkü 28 ülkenin beraberce bir araya gelip oluşturduğu ortak bazı değer ve ilkeleri var. Bir ortak akıl ürünü, bir standartlar var. Hayatın her alanını etkileyen standartlar bunlar. Şu soluduğumuz havanın kalitesinden tutun içtiğimiz suyun kalitesine kadar, oturduğunuz koltukların kumaşının kalitesinden tutun elektriğin frekansının kalitesine kadar hayatın her alanını etkiliyor.

Demokrasinin kalitesini etkiliyor. Temel hak ve özgürlüklerin uygulanma derecesini belirleyen standartlar bunlar. Biz bunlardan korkmuyoruz. 100 bin sayfalık müktesebat var, 33 fasıl. Tam 3 yıl uğraştım ben o işlerle. Detaylı çalıştık. Korkacak hiçbir şey yok. Türkiye sadece ve sadece bu süreçten istifade eder, başka hiçbir şey olmaz. Korkacak hiçbir şey yok.

Türkiye'nin insan haklarına dayalı gerçek bir hukuk devleti olması ve vatandaşlarımızın refah seviyesinin yükselmesi bizim için Avrupa Birliği kriteri falan değildir arkadaşlar. Bunlar Türkiye kriterlerdir. Biz bunu kendimiz için yapıyoruz. Bunun içindir ki Avrupa Birliği müktesebatının Türkiye için bir stratejik hedef olması gerektiğini söylüyoruz. Kimse kimseyi kandırmasın. Kimse olmayan şeylerle vatandaşlarımızı da korkutmasın.

Çünkü bazen bu tartışmaya giriyoruz “Ya bir anlat diyoruz, sen bu Avrupa Birliği’ni bana anlat, neden korkuyorsun?” Argümanları sıralıyorlar, hepsi yanlış, hepsi hurafe. Kulaktan kulağa yayılmış gitmiş bir yerlere. Böyle bir şey yok. Dersine iyi çalışmak lazım. Sağlam ve doğru bilgiye sahip olmak lazım. Sağlam ve doğru bilgi ışığında bir kanaat oluşturmak lazım. Açıp biraz okumak lazım. “Ee o falanca öyle söyledi”. Okuma yazma biliyorsan biraz açıp kaynakları okuyarak, bilene sormak lazım. İşi bilene sor.
Biz bu ülkedeki gençlerin, kadınların ve tüm vatandaşlarımızın Avrupa standartlarında bir refah düzeyine layık olduğuna inanıyoruz. Onun için Avrupa Birliği diyoruz. Avrupa Birliği bizi alsın, almasın hiç önemli değil. Kendileri bilir. Ama onları bir hedeflesin, o standartları bir yükseltsin. Güçlensin ekonomisi ile özgürlüğü ile, özel sektörü ile, sivil toplumuyla, devletiyle, şöyle bir güçlensin. Zaten onlar diyecek “Ne olur gelin, bize üye olun. Siz bize güç katacaksınız” diyecekler.

“Türkiye, yük olmaya değil, yükü almaya gelecek” diyecekler. O noktaya ulaşacak inşallah Türkiye. Bunu yapacağız. O noktada biz bakacağız. Üye olalım mı olmayalım mı? Dur bakalım, bunlar istiyor ama bizim faydamız var mı, çıkarımız var mı? O noktada bizim de kararımız olacak kuşkusuz ama o noktaya kadar standartların yükselmesi gerekiyor.

Bu stratejik hedefle kararlı ve büyük emin adımlarla yürümek zorundayız. Bakın, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerle Türkiye arasındaki vize uygulamasının kaldırılması için çalışacağız. Türkiye bir dönem buna çok yaklaştı. Birkaç konu kalmıştı inanın.

Biz istiyoruz ki 21. yüzyılın Türkiye’sinde bizim vatandaşlarımız, vize kuyruklarında artık beklemesin. Ben bundan hicap duyuyorum. Gidiyorlar havaalanına, vize kuyruğu. “Gir şuraya”. Öbür tarafta insanlar üstün geçişli şerit gibi akıyor, bu tarafta bizim vatandaşlarımız kuyrukta. Bu vizeyi almak için Türkiye’de zaten ayrı bir kuyruğa girmek gerekiyor. Bazen aylarca beklemek gerekiyor. Yazık değil mi?

Türkiye Cumhuriyet vatandaşı olan herkese kapıların açılacağı ve vatandaşlarımızın Avrupa’da serbestçe dolaşacağı bir dönemi hedefliyoruz biz. Bizim vatandaşlarımızın bunu hak ettiğini düşünüyoruz.

Bu kapsamda ayrıca arkadaşlar, Gümrük Birliği’ni de hizmet, kamu alımları ve tarım sektörlerini de kapsayacak şekilde genişletmek zorundayız. Çünkü şu anda Gümrük Birliği biliyorsunuz sadece sanayi ürünleri ile ayakta. Bizim taahhüt firmalarımız, taahhüt şirketlerimiz gidip Avrupa’da kamu alımları ihalesine giremiyor.

Ne yapıyorlar? Türkiye içerisinde bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Halbuki Gümrük Birliği, kamu alımlarını kapsadığı anda koskoca Avrupa pazarı bizim bütün firmalarımıza açılacak. Fransa’da, herhangi bir yerde ihale açıldığında bizim firmamız orada o ihaleye girecek. Malını, ürününü, hizmetini satabilecek. Çok önemli bu.

Hizmetlerde, bizim mühendislik firmalarımız, hizmet üreten firmalarımız gidip Avrupa’nın her yerinde serbestçe iş yapabilecekler. Bunun Türkiye’ye, ekonomimize, istihdama ne kadar büyük bir faydası olacağını düşünebiliyor musunuz?

Ve inanın bu iki konu da çok yakın konular. Çok uzak değil. Sıkı bir çalışma, güven ve itibarlı bir hükümet, oturup karşı tarafla “Arkadaş bu kazan-kazan”. Biz pastanın payını daha çok alalım diye uğraşmıyoruz. Pastayı büyütmeye çalışıyoruz. Çünkü Türkiye’nin tam bir Gümrük Birliği’nde olduğu Avrupa daha büyüyecektir. Daha büyük bir pasta da olacağız hep beraber. Kazan-kazan zaten bu demektir.

Kazan-kazan ne demek? Aynı büyüklükteki pastadan ben daha büyük payı alayım, sen daha küçük payı al değil. Kazan-kazan demek, pastayı büyütmek demek. Herkesin istifade etmesini sağlamak. Bu mümkün. Bunu yaptık, daha iyisini inşallah yaparız.

Türkiye’ye doğrudan yatırımları çekecek, ülkemizin bir üretim ve hizmet üssü olmasını biz bu şekilde sağlayacağız.

Hizmet ve tarım sektörlerinde rekabet gücümüzü artıracağız.

Rekabet yoksa rehavet oluyor. Bir tatlı yarış olacak. Tabii ki geçiş sürecinde üreticilerimizin arkasında olacağız, çiftçimizin arkasında olacağız. Tabii ki o yeni döneme herkesin rahatlıkla ayak uydurması için çok iyi destek, teşvik programları uygulayacağız.

Ama şu anda Avrupa’nın en geniş topraklarına ve en geniş tarım alanlarına sahip ülkemizde, tarımın geldiği içler acısı duruma hem çok üzülüyoruz hem de çok kızıyoruz. Sürekli sürekli daha çok dışarıdan ithalata bağımlı kalan bir ülke haline geldik. En temel tarım ürünlerini ithal ediyoruz.

Tarımda ithalata bu kadar bağlı olmaya akıl sır ermiyor gibi görünüyor. Ama ben basit bir sebep var, onu söyleyeyim. Çünkü bizim çiftçimizin sesi Külliye’ye ulaşmıyor. Sebep bu.

Külliye’ye ulaşan kim? Bu ülkenin Cumhurbaşkanıyla cepten cebe konuşan kim? Tarım ürünlerinin büyük miktarda ithalatını yapanlar var ya o lobiler var ya onlar ulaşıyor. Öyle şeyler öneriyorlar ki “Ya ithalat ne olacak yani kardeş dünyada mal mı yok yani. Bulamadıysan getiririz, dağıtırız, merak etme. Ne kadar ton buğday istiyorsan hazır. Pamuk istiyorsan hazır”.

İşte o az sayıda ithalatçı Külliye’ye seslerini duyuruyor ama bizim çiftçimiz, tarımla uğraşanlarımız duyuramıyor. Sebep bu kadar basit inanın. Çiftçimizin sesini duysa Ankara, Türkiye’deki tarım bu noktaya gelmez.

Tabii biz bu tür durumlarda sadece durum tespiti yapmıyoruz. Sadece şikâyet etmiyoruz. Tek tek hazırladığımız çözüm önerilerimizle, iktidara yürüyoruz. Sadece şu kötü, bu kötü değil. Ne yapacağımızı hazırlıyoruz.

Ve ilk açıkladığımız eylem planı tarım konusu. Geçen sene haziran ayında. Sekiz ay oldu. Sekiz ayda tarım eylem planımızla ilgili -ki 56 madde var orada tam- bugüne kadar çok şükür bir tane bile eleştiri almadık. Kimse demedi ki “Şunu yanlış yapmışsınız kardeşim siz tarımdan anlamıyorsunuz” falan demedi kimse.

Okuyan ve inceleyen herkes dedi ki “Bunlar çok doğru tespitler, gerçekten yapılması gereken şeyler” dediler. Bu önemli. 56 madde, seçime kadar öneriler gelir, 60 olur, 70 olur. Güzel, iyi önerileri ekleriz, çoğaltırız. Hiç sorun değil ama birilerinin de bu memleket için bu hazırlığı yapması gerekiyor. İşte onu biz yapıyoruz şu anda.

Her alanda. Eğitim Eylem Planımız geliyor bakın, 100 madde. Bunun aşağı yukarı yarısı üniversitelerle ilgili ki önce onu açıklayacağız. Önce üniversiteler. Arkasından da 3-18 yaş için eylem planımızı açıklayacağız.

Doğa Hakları ve Çevre. Çok önemli bakın, Bursa. Bu güzelim Bursa sanayinin, betonlaşmanın çok büyük acısını çekiyor. Doğa Hakları ve Çevre Eylem Planımız geliyor. Tamamıyla hazır, yakında açıklayacağız.

Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımız geliyor. Tamamen hazır, yakında açıklayacağız.

Bütün bunlar çok detaylı çalışmalar ama bunlar ancak işi bilenlerim yapacağı çalışmalar. Bilmeyenler yapamaz. Haberleri bile olmaz. Ne yapması gerektiği konusunda fikirleri yoktur. Onun için bizim üzerimizde şu anda çok büyük bir sorumluluk var. Ama bu sorumluluğu sonuna kadar yerine getiriyoruz.
Tarım Eylem Planımızı bütün ayrıntılarıyla paylaştık ama Bursa aynı zamanda bir tarım şehrimiz olduğu için şöyle ana başlıklarını sizlere tekrar hatırlatmak istiyorum.

Gübre maliyetinin tam yarısını, devlet olarak biz üstleneceğiz. Gübre kaç para ise yüzde 50’sini devlet verecek. 100 lirayla 50 lirası devletten. 8 bin lira ise 4 bin lirası devletten. Bunu devamlı bir destek mekanizması olarak uygulayacağız.

Tarımda kullanılan elektriği, çiftçimize özel düşük bir tarifeyle sunacağız. Daha bugün Cuma namazı için camiye yürürken geldi bir çiftçimiz hem konuştuk hem dertleştik. Dedi “Bir elektrik faturası geldi, iki buçuk kat. İki buçuk kat. Düşünebiliyor musunuz? Elektrik için özel, düşük bir tarife. Çiftçimizin kullanacağı elektriğin sayacı ayrılacak, o pompalamada, kuyuda ya da basınçlı sistemde kullanılan elektriğin düşük, özel bir tarifesi olacak.

Oldukça yüksek bir üretim ve ihracat potansiyeli olan iyi tarım ve organik tarım uygulamalarına özel teşvik getireceğiz. Ve bunların özellikle genç çiftçilerimizin istifade etmesi, kullanması, öğrenmesi gereken bir alan olarak önünü açacağız.

Çiftçimizin birikmiş borçlarını iki yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız. İki yıl hiçbir ödeme yok, geri kalan da uzun vadeye. Faizleri de tabii sıfırlayacağız.

Çiftçimizin işini çevirmek için ihtiyaç duyduğu finansman neyse de onu da yeni bir kredi hattı olarak ayrıca açacağız. 2003’te yapmıştık. Hatırlayan hatırlar belki ama bir yandan eski borçları adil bir şekilde zamana yayarken küçük taksitler halinde, bir yandan da yeni kredi imkanlarıyla tarımı ayağa kaldırmıştık. Aynısını Halk Bankası’nda esnaf için de uygulamıştık.

Ziraat Bankası’nı nihayetinde yeniden çiftçinin bankası yapacağız.

Ziraat Bankası’na hem sektör hem de konsantrasyon riskleriyle ilgili limit ve kriterler getireceğiz. Adı Ziraat Bankası ise öncelik çiftçi olacak çiftçi. Öncelik tarım olacak.

Çiftçimiz ve esnafımız kredi borçlarının altında ezilirken, kamu bankalarının kuruluş felsefesinin dışına çıkıp, medya sektörünün hükümetin lehine çalışacak şekilde el değiştirmesi amacıyla kullanılmasını önleyeceğiz. Aslı bu, kilit bu.

Beştepe’deki ithalat lobisinin Türkiye’ye vurduğu zincirleri birer birer kıracağız.

Tarımda destekleri henüz ekim-dikim olmadan açıklayacağız. Ve hasadın olduğu anda da desteğin ödemesini yapacağız. Şu anda biliyorsunuz, ekim-dikim oluyor, hasat yapılıyor destek sonradan açıklanıyor. Ödeme de bir sene sonra yapılıyor. (Gelen sesler üzerine) İki sene mi şimdi? Bak işte o da yatmadı.

Şu andaki tarım bütçesi ne kadar biliyor musunuz, bu senenin tarım bütçesi? 27 milyar. Peki bu yılın faiz bütçesi ne kadar? 240 milyar. Hani faizle mücadele edecekti.

Ne diyordu? “Yüksek faiz, yüksek enflasyon vatana ihanettir” diyordu değil mi? Kendi ifadesi. Onun için burada söylüyorum. 240 milyar sadece faize ödenek var bu yılın bütçesinde tarımın bütün desteği bakın; mazot, gübre, kredi sübvansiyonu… Hepsi dahil bu rakamın içerisine. Topla topla 27 milyar. Sadece faiz 240 milyar.

Bu ülkede tarım düzelir mi? Bu ülkede çiftçinin yüzü gülebilir mi? Üstelik bu 240 milyar yetmeyecek niye biliyor musunuz? Bir de şimdi ne yapıyorlar, harıl harıl bu kura endeksli mevduat hesabını yönlendiriyorlar insanları.

Bu ne demek? Sadece ben faiz ödemiyorum diyecek. Kur artarsa aradaki kur farkını da biz size ödeyeceğiz diyecek. Kur farkını da dönüp bu faiz ödeneğinde ödeyecek. 240 milyar yetmeyecek.

Buradan tekrar tekrar çağrı yapıyoruz. Bakın, daha doğmamış çocukları borçlandırıyorsunuz diyoruz. Rahmetli Özal’ın ta 1989’da bitirdiği ve gelecek nesillere “Aman gençler sakın bu ülkeyi bir daha böyle bir hataya düşürmeyin” dediği o günkü döviz çevrilebilir mevduat, bugünkü kura endeksli mevduat, aşağı yukarı aynı şey.

40 sene sonra yeniden aynı hatayı yapıyorlar. Rahmetli Özal demiş ki “Bu kadar yıl, onlarca yıl bu ülkede enflasyon yüksek ise bunun en önemli sebebi bu dövize çevrilebilir mevduat hesapları oldu” demiş ta zamanında, 89 yılında rahmetlinin söylediği şeyler.

O günkü basın arşivlerinden çıkarttık bunların hepsini. Hatta o günkü basın arşivlerinde bir de ne diyor. Enteresan, dövize çevrilebilir mevduat hesabıyla ilgili. Diyor ki “Bu dövize çevrilebilir mevduat hesabı var ya kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir” diyor. Kendi ifadesi.

40 sene sonra, ta o dönemin hatasını şu anda devam ettiriyorlar. Yeniden açtılar o kapıyı.

Üstelik televizyon reklamlarıyla yapıyorlar. Çıkıyor Cumhurbaşkanı her hafta rakam açıklıyor. İyi bir şeymiş gibi. Şu kadar milyar liraya çıktı hesap diyor. Ya o hesap yükseldikçe sen daha çok faiz ödediğin yetmiyor gibi bir de o hesapları tutacaksın kur farkı ödeyeceksin.

Bütün tarıma ayrılmış 27 milyar, faize 240 milyar ayırmışsın o da yetmeyecek üzerinde bir de kur farkı ödeyeceksin. Sebep ne? İşte Türk lirasında banka hesabı olanlar mağdur oluyormuş kur yükseldikçe.

Bizim çiftçimiz kur yükselince daha yüksek fiyata mazot alıyor mağdur olmuyor, bizim çiftçimiz kur yükselince elektriği daha fazlaya mal ediyor mağdur olmuyor, bizim çiftçimiz kur yükselince ilaca, tohuma daha fazla para veriyor mağdur olmuyor da banka da Türk lirası mevduatı olan mağdur oluyormuş, “Al ben sana farkını vereyim” diyor. Yaptığı bu.

Gerçekten ayıp. Akıl, hayal almıyor. Ve hep söylüyorum: Bilmiyor. Sorun orada, bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Bilenlerle de çalışmıyor. Onun sonucunda da bu memleket gittikçe batıyor, batıyor, batıyor.

Kişi başına düşen milli gelirimiz, 2013’ten bu yana sürekli azalıyor. 12.500 doları bir gördük 2013 yılında. 2013’ten bu yana 2014, 2015, 2016, 2017, 18, 19, 20, 21, 22… Her sene milli gelirimiz düşüyor. Her sene dolar bazında fakirleşiyoruz. Yazıktır, günahtır. Bu ülke buna layık değil.

Tarımla ilgili bitmedi arkadaşlar. Bakın, ne yapacağız?

Tarım sektöründe önemli bir atılım yaparak, tarım ile teknolojiyi üretimden pazarlamaya kadar her aşamada buluşturacağız.

Tarımda modern ve teknolojik yatırımları da destekleyeceğiz.

Biliyorsunuz, bizim açıkladığımız 4. eylem planı, Yarına Atılım Eylem Planı, dijital dönüşüm ve teknoloji ile ilgiliydi. Genel başkan yardımcımız Burak Dalgın Bey, hemşeriniz biliyorsunuz Bursalı, güzel bir ekiple çok iyi bir çalışma yaptı. Ve onu İstanbul’da tanıttık. Dijital dönüşüm ve teknoloji, tabii sadece tarımda değil her alanı etkileyen bir konu. Hayatın her alanını. Ve onunla ilgili 40 maddelik çok sağlam, ayağı yere basan bir eylem planı açıkladık.
Tarımda da teknoloji çok önemli, verimi artırmak için. Bilerek, bilinçli bir tarım. Teknolojiye ve yeniliğe açık bir tarım, aynı zamanda çok verimli bir tarım. Aynı zamanda çiftçimizin gelirini artıracak, yüzünü güldürecek bir tarım.

Verimliliği artırmak amacıyla tarımsal üretimde drone, robot gibi mutlaka yeni teknolojileri kullanmak zorundayız ve sensörle toplanan verilerle toplanan verilere dayanan ki toprağın neminden tutun da hava sıcaklığına kadar, toprak altı sıcaklıktan tutun da topraktaki önemli maddelerin kompozisyonu da kadar bunların hepsini sensörlerle ölçmek mümkün. Sekiz, dokuz ölçümü sürekli tarlada yapmak mümkün, koyacağınız sensörlerle. Ve çok büyük verimlilik sağlıyor.

Tarlanın hangi bölgesine ne kadar ne gerekiyorsa onu uygulayabiliyorsunuz. Kaynakları çok dikkatli kullanabiliyorsunuz. Çok geniş bir alan ama bunu önce devletin bilmesi lazım. Devleti yönetenlerin bilmesi lazım. Ve bu teknolojileri destekleyecek bir tarım politikası lazım. Aksi halde olmaz.

Bizim çiftçimiz kendi çabasıyla bir yere kadar. Önce devletin bir planlı programı lazım. Devletin bir tarım politikası lazım. Şu anda o yok. Bir tarım politikası yok bu ülkenin arkadaşlar. Sorunun da tam özünde bu var. Bir tarım politikası yok.

Tarım arazileri üzerine inşaat yapılmasına da artık müsaade etmeyeceğiz. O defteri kapatacağız. Çünkü bu konuya uzun vadeli bakmak zorundayız. Bizim tarladan imar geçti iyi para etti, bireysel bazda belki geçici faydaları olabilir ama ülkenin uzun vadeli, gelecek nesillere bir gıda üretme kapasitesi gerekiyor. Artık stratejik bir sektör tarım.

Eğer çocuklarımızın, torunlarımızın bu ülkede yaşamasını istiyorsak, bunları yapmak zorundayız arkadaşlar.

Çünkü beton üstüne beton dikmeden yaşayabilirsiniz, ama gıda ve su olmadan yaşayamazsınız. Pandemiyle beraber ortaya çıktı bu. Herkes daha iyi anladı. İşte bu nedenle biz imar rantlarına dayalı bir ekonomik yapıyı terk edip, yüksek katma değerli sektörlere dayanan güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyüme modelini de hayata geçireceğiz.

Bu nedenle, imar rantlarına dayalı bir ekonomi yapısını terk edip, yüksek katma değerli sektörlere dayanan “güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı” büyüme modelini hayata geçireceğiz. Biz buna zaten ne diyoruz? DEVA ekonomisi diyoruz.
Bu noktada, tarımsal üretimin yanında sanayimizin güçlenmesini de çok önemsiyoruz.

Türkiye’nin, sanayimizi karanlığa gömen bu yönetim zihniyetiyle, bir adım dahi ileri gidemeyeceğinin bilincindeyiz. Daha yaşanmamıştır böyle bir şey. Fabrikaların doğal gazı, elektriği kesildi. Niye? “İran’dan gaz az geldi”. İlk defa olmuyor ki bu. Yıllarca gördük bunu.

Kış sert olduğunda İran, gazı önce kendi vatandaşına kullandırıyor, kalanını da Türkiye’ye gönderiyor. Yeni mi aklınız başınıza geliyor? Yeni mi oluyor bu, yok. Niye tedbir almıyorsunuz?

Sözleşme süresi dolan doğal gaz sözleşmelerini niye zamanında yenilemiyorsun? Niye daha fazla doğal gaz stoklama deposu yapmıyorsun? Mevcut, elindeki depoları niye tam doldurmadan kışa giriyorsun? Bu ortaya çıktı değil mi?

Stoklama depoları var tam doldurmamışlar. “Ee kış sert geçti, İran gazı kapatttı, kusura bakmayın sanayinin elektriğini, gazını keseceğiz”. Böyle bir şey var mı ya? Enerji tedarikinin böyle aksayabileceği ülkeye yatırım gelmez.

Çünkü en pahalı enerji, olmayan enerjidir. Hele hele sanayide bu kabul edilmez. Mümkün değil, kabul edilmez. Ülkeyi bu noktaya da getirdiler maalesef.

Sanayi üretimi ve ihracatı içinde, yüksek teknoloji ve yüksek katma değerli ürünlerin payını artırmak zorundayız.

İmalat sanayinde kullanılan, düşük ve orta düzey teknolojiyi haiz, şu anda ithal edilen o ara ürün ve hammaddeleri de yurt içinde üretmek için özel destek, teşvik programları da sağlayacağız.

İşletmelerin küresel değer zincirlerine entegrasyonunu ve dijital dönüşüme uyumunu hızlandırmak için her türlü desteği vereceğiz.

Çok fazla ve dağınık yapıda olan şu mevcut teşvik sistemini de sadeleştireceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şimdi sanayinin ve tarımın göz bebeği olan Bursa’ya, Nilüfer’e sormak istiyorum.

Üreten, zenginleşen, yüksek katma değerli ürünlerini dünyaya ihraç eden, yıldızlaşan bir Türkiye’ye hazır mısınız?

Türkiye’nin yıldızını DEVA Ekonomisi’yle beraber yeniden parlatmaya hazır mısınız?

Ülkemize yokluğu dayatanlara dur deyip, hep birlikte bolluk düzenini kurmaya hazır mısınız?

Bu güzel ülkemizi, gençlerin hayatlarını kurmak istedikleri özgür, zengin ve adil bir ülke yapmaya hazır mısınız?

Evet Nilüfer hazır, Bursa hazır, Türkiye’nin DEVA’sı hazır.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

Birinci Olağan Nilüfer İlçe Kongremizin hayırlara vesile olmasını diliyorum.

23 Şubat 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 12. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması


GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
12. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Teşkilatımızın değerli mensupları,

Değerli konuklarımız,

Değerli üniversiteli arkadaşlarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Son haftalık toplantımızdan bu yana, yoğun bir çalışma dönemi geçirdik.

Ankara’da ve İstanbul’da çok verimli programlar düzenledik.

Geçen hafta Ankara'da OSTİM esnafı ile buluştuk. Sanayicilerimizin, üreticilerimizin sorunlarını dinledik. Enerji krizinin yani doğal gazın ve elektriğin, sanayide bir anda kesilmiş olmasının oluşturduğu büyük zararı yerinde gördük, müşahede ettik. Sanayicilerimizin, esnafımızın, üreticilerimizin yarınlara dair beklentilerini, ümitlerini not ettik.

OSTİM'de bir fabrikada işçi arkadaşlarımızla şöyle oturup dertleştik, sorunlarını dinledik. Hayat pahalılığının, işsizliğin ve yoksulluğun ülkede hangi seviyelerde olduğunu gözlemlediğimizi hep beraber gördük, teyit ettik.

Arkasından Yenimahalle ilçe teşkilatımızın ilçe danışma kuruluna iştirak ettik. Gerçekten teşkilatımızın büyük bir özveriyle ve çok güzel, planlı-programlı bir çalışmayla nasıl fark oluşturabileceğini Yenimahalle'de Deva Partisi'nin nasıl kapı kapı dolaşılarak vatandaşlarımıza tanıtıldığını, anlatıldığını arkadaşlarımızdan dinlemek gerçekten bizi çok mutlu etti.

İstanbul’a geçtik arkasından, Malatyalı iş insanları ile buluştuk. Tekstil, inşaat sektörü ve daha pek çok sektör ile uğraşan iş insanlarının sorunlarını ilk ağızdan dinledik. Türkiye'de iş yapmanın, üretmenin ne kadar zor olduğunu iş insanlarından bizzat dinledik. Yapacaklarımızı, eylem planlarımızı kendileriyle paylaştık.

Her alanda yaptığımız veya yapacağımız hazırlıkları paylaştık. Arkasından Şile ilçemize geçtik. Şile ilçemizde gerçekten coşkulu, çok güzel bir açılış programı yaptık. Şile teşkilatımızın, henüz yeni olmasına rağmen gerçekten süresi ile ve ilçenin büyüklüğü ile orantılı olmayan bir şekilde iyi çalıştığını bizzat yerinde müşahede ettik.

Şile'de yaşayan vatandaşlarımızla buluştuk, kucaklaştık, hasret giderdik. Hasret giderdik diyorum çünkü gerçekten de Şile, DEVA’ya hasret kalmış; biz de Şile'yi özlemişiz. Akşam da Şile'deki bütün sivil toplum kuruluşlarının ve muhtarlarımızın çoğunun katılımlarıyla güzel bir yemekli toplantıda yine Şile'yi temsil eden temsil gücü yüksek bir grupla beraber olduk.

Pazartesi günü İstanbul Merkez’deydik ve önce pazar akşamı Demokratlar Konfederasyonunun ve Adnan Menderes Dernekler Federasyonunun beraberce düzenlediği akşam yemeğine iştirak ettik. Rahmetli Menderes'i andık. Onun demokrasi mücadelesini hep beraber hayırla andık. Kendisine tekrar rahmet diliyorum.

Ve demokrasi mücadelesinin Türkiye'de hiç bitmeyeceğini, aynen devam edeceğini ve Türkiye'de demokrasiye her zaman sahip çıkanların sağlam bir duruş ortaya koyacağına hem dernek mensuplarıyla hem de bizleri izleyen tüm vatandaşlarımızla paylaştık.

İstanbul'daki son programımız MEF üniversitesi öğrencileriyle buluşmaydı ve çok yoğun bir katılımın olduğu programda farklı bölümlerde lisans eğitimi gören öğrencilerimizle güzel bir buluşma gerçekleştirdik. Neredeyse 2 saatlik bir görüş alışverişinde bulunduk. Çok güzel sorular gündeme geldi ve onlarla ülkemizin hem bugününü hem de yarınlarını ele aldık. Tabii çok çalışmalarımız oldu son 1 hafta içerisinde ama ben sadece önemli başlıkları sizlerle paylaşmış oldum.
*****

Değerli arkadaşlar,

Ne yazık ki dünyada gerginliğin had safhada olduğu günlerden geçiyoruz.

Rusya Federasyonu, uluslararası hukuku tanımayarak, tüm dünyanın büyük bir krize sürüklenmesine sebep oluyor.

Bizim DEVA Partisi olarak pozisyonumuz çok net.

Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ve uluslararası hukuktan kaynaklanan tüm haklarının kesinlikle korunması gerektiğini söylüyoruz.

Şu an gelinen noktayı da kaygıyla izliyoruz.

Biz, uluslararası ilişkilerde, bölgesel ve ikili anlaşmazlıklarda kaba gücü asla yüceltmiyoruz.

DEVA Partisi için aslolan, uluslararası kurallar temelinde, diyalog sürecinin işletilmesidir. Çözüm için de kaba kuvveti değil, müzakereleri destekliyoruz.

Aylardır devam eden bu süreçte Türkiye, maalesef ne arabulucu olarak ne de başka bir sıfatla çözüme katkı sunamadı.

Üstelik biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, hemen yanı başımızda böylesi büyük bir güvenlik krizi varken, hiçbir şey yokmuş gibi, tuttu Afrika’ya gitti. Düne kadar da programına devam etti.

Bu, ülkemiz adına bir vurdumduymazlıktır, büyük bir talihsizliktir.

Yanı başımızda savaşın eşiğine kadar gelmiş bir gerilim var. Pek çok ülke bir şeyler yapmanın çabası içerisinde.

NATO üyesi ve ötesindeki ülkeler birer birer yaptırım kararları açıklıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ise bunların hiçbiri yokmuş gibi olağan programına devam ediyor.

Hazin ve talihsiz bir tablo.
Aynı zamanda hesapsız, kitapsız yönetimin tezahürüdür. Siz sahadaki gelişmeleri görmüyor musunuz? Sizin tam Afrika programınızın ortasında bu krizin zirveye ulaşacağını ve askeri harekata dönüşebileceği ihtimalini hiç mi hesap etmiyorsunuz? Ülkenin nasıl vurdumduymazlıkla yönetildiğinin bir başka örneği daha bu son Rusya-Ukrayna krizinde görüldü.

Partili basına bakacak olursanız, Putin Türkiye’ye geliyordu. Haberi olan var mı, geldi mi Türkiye’ye, yok. Erdoğan arabulucu olacaktı. Hani ne oldu? Arabulucu nerede? Arabulucu Afrika’da geziyor. Hesap hatası.

İnanılacak gibi değil!

Değerli arkadaşlar,

Bu krizin Türkiye üzerinde etkileri olacaktır. Krizin sebep olduğu güvenlik riskleri, krizin finansal piyasalar açısından oluşturduğu belirsizlikler, Rusya için açıklanan yaptırımlar Türkiye’yi de etkileyecek konulardır.

Tüm bunların, halkımız üzerindeki insani ve ekonomik yükünün hesap edilmesi ve derhal önlem alınması gerekir.

Testi kırıldıktan sonra açıklanacak önlemlerin bir işe yaramadığını defalarca gördük. Kaç kere uyardım. Tedbir alın dedik kaç kere.

Hükümeti, bu konuda acilen bir önlem paketi açıklamaya davet ediyoruz. Rusya-Ukrayna krizinin Türkiye’ye olası etkileriyle ilgili acil bir önlem paketi gerekiyor.

Bakın arkadaşlar,

Takip edenler bilir, 2008 yılında, ben Dışişleri Bakanıyken, benzer bir kriz Rusya ve Gürcistan arasında yaşanmıştı.

O krizde, ülkemiz adına doğrudan inisiyatif almıştık ve tüm taraflarla uzun süren görüşmeler ve müzakerelerle, büyük kayıplar yaşanmadan, meselenin barışçıl yollarla çözümüne büyük katkıda bulunmuştuk.

İtibarlı ve sözüne güvenilen bir ülke olarak etkin bir arabuluculuk rolü üstlenmiştik. Ama arabuluculuk güvenilir bir aktör olmayla mümkün. Güvenilir bir aktör olmayla, sorunun taraflarının size güvenmesiyle mümkün. Aksi halde arabulucu yapmazlar sizi, dinlemezler.

Ne yaptık o dönemde? Kriz başladıktan hemen sonraki bir akşam, Moskova’da masanın bir tarafına Putin, Medvedev ve Lavrov; diğer tarafına ben ve başbakan oturmuş, bir gece boyu Rus dostlarımızla samimi bir görüşme gerçekleştirmiştik.

Komşusunu işgal etmenin hiç de iyi bir fikir olmadığını, bunun Rusya için ciddi bir itibar kaybına yol açacağını uzun uzun anlatmıştık.

İtibarın verdiği gücün, en az ekonomik güç ve askeri güç kadar önemli olduğunu vurgulamıştık.

Kuvvetli görüşlerimizi, tavsiyelerimizi, muhataplarımıza en üst düzeyde anlatmıştık.

Ertesi sabah Tiflis’te, o günkü Gürcistan Cumhurbaşkanı Saakaşvili ile buluşup, gerilim üreten eylem ve söylemlerden uzak durmasını tavsiye etmiştik.

Günler içerisinde kriz hafiflemiş, Tiflis’e 20 kilometre kalana kadar yaklaşan Rus birlikleri geri çekilmeye başlamıştı.

Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi Birleşmiş Milletler, şu anda Rusya’nın Ukrayna’daki ayrılıkçı bölgeleri tanımasını “savaş bahanesi” olarak adlandırdı. Bu Birleşmiş Milletlerin tespiti.

O bölgenin bağımsızlığının ilanı ve o bağımsız bölgelerin Rusya tarafından tanınmasını Birleşmiş Milletler bir savaş bahanesi olarak tanımlamış durumda.

Hem Ukrayna halkı için hem bölgemiz hem de tüm dünya için, son derece kaygı verici bir süreç yaşıyoruz.

Çoluk çocuk milyonlarca insanın hayatını derinden etkileyen ve daha da etkileyecek olan bu sorun için, derhal acil inisiyatif alınmalı ve mesele barışçıl yollarla çözülmelidir.

Türkiye de çözüm için, çözümden yana taraf olmalı, kriz derinleşmeden, daha ağır kayıplar yaş anmadan, çatışmalı sürecin sona erdirilmesi için çalışmalıdır.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Dünyada istikrarsızlık tırmanırken, ülkemiz de sorunlar yumağında adeta debelenip duruyor.

Ülkemizde yaşanan tüm sıkıntıların temelinde Türkiye’nin demokratikleşme döneminin sekteye uğratılması yatıyor.

Yakın tarihimizde yaşadığımız bazı kırılma noktaları ne yazık ki ülkemizi derin bir sistemsizlik krizine hapsetti.

Daha önce de ifade ettiğim gibi, Türkiye’nin demokratikleşme yolculuğundaki kritik virajları alamamasının bedeli herkese çok pahalıya patladı. Büyük bedel ödedik, ödüyoruz.

Devlet yönetiminde ortak akıl ve liyakatin yerini keyfilik ve sadakat aldı.

Sadakat dediğimiz kime, niye sadakat? Tek kişiye sadakat.

İlkelere, değerlere değil, tek bir kişiye sadakat!

Paramızın itibarı yerlere düşerken, vatandaşlarımız günbegün yoksullaştı, yoksullaşıyor. Rus rublesi bile şu ana kadar bizim paramız kadar değer kaybetmiş değil, niye? 600 küsur milyar dolar döviz rezervleri var da ondan. Bizim, eksi 55 milyar.

Kendine kendine kriz çıkarıp kendi kendine parasını değersizleştirmenin en büyük örneğini şu anda Türkiye yaşıyor.

Görünen köy kılavuz istemez.

İktidardaki otokrat ortaklık ülkemize sadece kriz üstüne kriz sunuyor.

Öte yandan, şunu çok iyi biliyorum ki, demokratikleşme döneminin hafızası, milletimizin kalbinden ve zihninden hiçbir zaman silinmedi.
Yaşadık. Sessiz devrim adında bir süreç yaşadı Türkiye. 2003-2004 yıllarında o Avrupa Birliği müzakerelerine hazırlandığımız dönemde anayasanın tam 3’te 1’ini Meclis’te sessiz bir şekilde değiştirdik.

İktidar-muhalefet el ele verdi de değiştirdi o anayasayı. İki yılda Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşılayacak kadar reformu gerçekleştirdik. Ve böylelikle 2005 yılında Avrupa Birliği’ne tam üyelik için müzakere başladı.

33 tane fasıl taradık, iki tur. 100 bin sayfalık müktesebat. 33 ayrı heyet kurdum ben o zaman Avrupa Birliği Bakanı olarak. Her bir heyetimiz iki defa gittiler geldiler Brüksel’e. Bu farkları ‘nasıl ve ne zaman kapatabiliriz diye bütün analizini yaptık.

Adımlar atmaya başladık. Tam 33 faslın 10 tanesinin açılış kriterlerini yerine getirdik. Ve 10 tane faslı müzakereye açtık. Bir tane faslın kapanışını gerçekleştirdik. Ve bunların tamamını da üç yılda yaptık.

O kadar hızlı gittik ki Avrupa Birliği üyeleri dediler ‘Türkiye çok hızlı gidiyor, bunlar işi çabucak bitirecek, kapıyı çalacak ‘Biz hazırız, hadi üye oluyoruz’’. Korktular.

Ondan sonra engelleme çabaları başladı, arkasından 2008-2009 ekonomik kriz derken Avrupa Birliği’nin zaten kendi özgüveni maalesef ortadan kalktı ve o özgüven eksikliğiyle genişleme, Avrupa Birliği’ne yeni üyeler falan gündemde bile değil.

Vatandaşlarımıza Avrupa Birliği standartlarında bir hayatı yaşatabilmek için canla başla çalıştığımız yılların izi hafızalardaki tazeliğini aynen koruyor.

Ve o dönemde Avrupa Birliği mücadelesi verirken, kendi iç reform mücadelemizi verirken sadece 6 yılda 3500 dolarlık millî gelirimizin nasıl 12.500 dolara çıktığını herkes görüyor, biliyor.

O süreç içerisinde ihracatımızın nasıl 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıktığını herkes gayet iyi hatırlıyor. Şu anda ihracat yüzde 10 arttı diye tören yapıyorlar. Burada katlamalardan bahsediyoruz.

Bunların hepsi sadece ekonomi politikalarıyla olmadı, bunlar aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda ilerlemesiyle gerçekleşti. Çünkü Avrupa Birliği yolculuğu demokratikleşme, insan hakları, özgürlükler demekti. Daha iyi bir hayat standardı demekti.

84 milyonluk nüfusumuzun topyekûn hayat standardını yükseltmenin yolculuğuydu. Türkiye’yi daha öngörülebilir bir ülke haline getirmenin, yarınlarına daha güvenle bakılabilen bir ülke haline getirmenin yolculuğuydu.

Demokratik kazanımların elde edildiği, insanların yüzünün güldüğü barış dolu günler, milletimizin yaşadığı en güzel anılar olarak tarihe geçti.

Özellikle şu anda lise ya da üniversitede öğrenci olan arkadaşlarımız o Türkiye’nin hızlı yükselme dönemini hatırlamadıkları, yaşları müsait olmadığı için zannediyorlar ki Türkiye, 2013’ten bu yana tepetaklak yuvarlanıyor. 12.500 dolarlık millî gelirimiz 2013’te her sene muntazam düşüyor. 8 bin küsurlarda şu an. 2013’te 12.500 doları gördük, 2014, 2015, 2016, 2017, 2018, 2019, 2020, 2021, 2022 sürekli düşüyor.

Dolayısıyla haklı olarak genç arkadaşlarımız diyorlar ki ‘Bu olmaz. Türkiye düzelmez’. Yüzde 70-80 oranında bugün üniversitede okuyan öğrencilerimiz yarınlarını başka bir ülkede görmek istiyorlar. İşte bu, bu ülkenin en büyük beka sorunudur.

Eğer bir beka sorununda bahsediyorsak, bir ülkenin gençlerinin o ülkede artık yaşamak istememesi, bir ülkenin en önemli beka sorunudur.

Hatırlayın; o günlerde devletin soğuk yüzünden değil, sıcak ellerinden bahsedilirdi. Devletin zor gücünden değil, şefkatinden bahsedilirdi.

Ortak akıl ve istişareyle ülkemizi yönetirken devlet, sadece vatandaşa hizmet etti.

Korkutmakmış, devlet gücüyle vatandaşın huzurunu kaçırmakmış, bunlar yoktu arkadaşlar.

Ben gidip hem Avrupa Birliği Bakanlığı dönemimde hem Dışişleri Bakanlığı dönemimde ülke ülke geziyordum ve gururla ‘Türkiye, özgürce her görüşün tartışıldığı bir ülkedir. 400 tane televizyon kanalımız, 1100 tane radyo kanalımız, binlerce gazete var’ diyordum.

“Her meselesini özgürce tartışan bir ülkenin geleceğinden korkulmaz. O serbest tartışma ortamı ülkeyi mutlaka sorunlarını çözen ve yükselen bir ülke haline getirir” diye gururla anlatıyordum.

Ne oldu? Hepsi tersine döndü, hepsi. Özgürlükler baskı altına alındı. Basın susturuldu. Sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri artık başlarını kaldıramıyorlar.

Bakın, o iyi günlerin artık son safhaları. O iyi günlerin gün batımında ama henüz daha kötü günlerin çok da başlamadığı günlerde Sayın Erdoğan neler neler söylemiş. ‘Nereden nereye’ diye dinleyin. Ne söylemiş, bugün ülke nereye gelmiş diye dinleyin.

VİDEO 1 - DEVLETİN SOĞUK YÜZÜ

“Devletin soğuk yüzünü demir yumruğunu değil sıcak elini, gülen yüz ünü, şefkatli kollarını temsil etmelisiniz. Göz görmeyince gönül katlanır diye bir söz vardır. Bizzat yerine özellikle de yerinde görmediğiniz meselelere kağıt üzerinde ne kadar biliyor oluyorsanız olun tam manasıyla vakıf olamazsınız. Bunun için milletle irtibatınızı asla koparmamalısınız.”

Bugünler hala dürüst, ehil kadroların sistemde var olduğu ama sayılarının azalmaya başladığı, ülkenin ortak akıl ve istişareyle hala yönetildiği dönem. Ama artık sonları…

Bir zamanlar devletin soğuk yüzüne meydan okuyan, devlet kademelerindeki insanlara milletle irtibatı koparmamayı nasihat eden Sayın Erdoğan; bugün sırf iktidarı uğruna hukuku hiçe saydı, milletle arasına aşılmaz duvarlar ördü.

Bir zamanlar Keçiören’de bir apartman dairesinde otururken, insanların sorunlarını daha yakından görebiliyordu. En azından girerken çıkarken komşularla karşılaşıyordu. Komşular diyordu ki ‘Elektrik, doğal gaz faturam bu ay şu kadar geldi başkanım, bir şey yapabilir misiniz’ diyorlardı. Şimdi ise 84 milyonun sorunlarını, kendisini hapsettiği Beştepe’den çözeceğini sanacak kadar büyük bir yanılgıya düştü.

Şu anda bir tane bile komşusu yok arkadaşlar. Bir tane kendisine gerçekleri anlatabilecek biri yok etrafında.

İşte bu kadar uzun bir süre devletin yönetiminde olunca ister istemez güç zehirlenmesi oluyor. Bu siyasi tarihte de demokrasi tarihinde de yüzlerce örnekle sabit.

Devleti yöneten kişilerin özellikle en üst tepedeki kişi ve kişilerin bir; hukuka, iki; süreyle sınırlanması lazım. Uzun süre devlet gücü kullanmak yozlaştırıyor. Hele hele mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor.

İşi tadında bırakmayı bilmek lazım. Tadında bırakmazsanız sadece kendinizi batırmıyorsunuz, ülke batıyor ya. Yazık.

Şimdi ne yapıyor Sayın Erdoğan? Ülkesini ve birbirini çok seven insanları, kutuplaştırarak, ayrıştırarak ancak yerinde durmaya çalışıyor. Kendisini destekleyen, sürekli küçülen bir kitleye sürekli düşman gösteriyor. ‘Bana destek verin, o düşmanlara karşı ben sizi koruyacağım’ diyor.

Artık ümit siyasetini bırakmış, tamamen korku siyasetinin tuzağına düşmüş durumda. Beştepe’ye bir “haftanın düşmanı panosu” astı. Önüne geleni yok “terörist”, yok “düşman”, yok “vatan haini” diye etiketleyip duruyor.

O panoda bazen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri yazıyor, bazen bir ses sanatçımız yazıyor, ta bundan 6-7 sene önce çıkmış bir şarkısıyla alakalı. Bazen bir başka ülkenin devlet başkanı yazıyor. Bazen Türkiye’de bir meslek örgütü yazıyor. Ama o haftanın düşmanı panosu hiç boş değil.

Çünkü sürekli düşman üretme ihtiyacı var. düşmanla korkutup kendisini destekleyenlerin desteğini ancak sağlamanın bir boşa gayreti içerisinde.

Oysa vatanı satmanın ne demek olduğunu kendisi zamanında gayet güzel anlatmış.

Bakın ne demiş?

VİDEO 2 – VATANI SATMAK

“Vatanı satmak, kendi dirayetsizliğiniz, kendi iş bilmezliğiniz yüzünden ülkeyi kriz üzerine krize sokmakla olur. Vatan satmak, bu topraklarda bin yıllık ortak geçmişi olan insanların birliğini, beraberliğini, kardeşliğini sağlayamayarak ülkenin maddi-manevi kayıplara uğramasına göz yummakla olur. Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur.”

Görüyorsunuz, değil mi? Ne de güzel konuşuyor…

Kendi açıp bu konuşmalarını samimi olarak dinlese, ülkenin şu anda içine düştüğü durumu nasıl tanımlar acaba? Kendi yaptıklarını nasıl adlandırır, merak ediyorum.

Sondan başlayalım.

Hani “Vatanı satmak yüksek faizle olur” diyor ya… Bu konuşmayı yaptığı sırada bahsettiği Merkez Bankası faizi yüzde 7,5. Bugün ise TAM YÜZDE 14.

Hani “Vatanı satmak yüksek enflasyonla olur” diyor ya… Bu konuşmayı yaptığı sırada enflasyon da yüzde 7,5. Bugün TÜİK’in açıkladığı enflasyon TAM YÜZDE 48. Üstelik bu makyajlı. Enflasyonun yüzde 80’in, yüzde 100’ün üstünde olduğunu herkes biliyor.

“Vatanı satmak ülkeyi kriz üstüne krize sokmakla olur” diyor ya…

Daha ne yapsın? Aldı yanına krizlerin ortağı Bahçeli’yi; ülkeyi sürüklemedikleri kriz kalmadı.

Sayelerinde ülkede her alanda kriz yaşanıyor.

Ekonomide, enerjide, tarımda, eğitimde, sağlıkta, hukukta, dış politikada… Her alanda şu anda kriz yaşıyoruz.

Kar yağar, bir şehre günlerce elektrik verilemez, kriz olur.
Yağmur yağar, sel olur, kriz olur.
Yağmur yağmaz, kuraklık olur, kriz olur.
Havalar ısınır, ormanlar yanar, kriz olur.
Havalar soğur, doğal gaz akışı kısılır, kriz olur.

Sırf inat uğruna kendi vatandaşına hukuksuzluk yapar, uluslararası alanda kriz olur.

Kriz üstüne kriz…

Hani diyorlar ya “Cumhur İttifakı…”. Sayın Erdoğan, Sayın Bahçeli ve Sayın Perinçek’ten oluşan troykanın bugün kurduğu ittifakın doğru adı Cumhur İttifakı değil, tam bir “Kriz İttifakı”dır.

Az önceki videoda, başka ne diyordu Sayın Erdoğan?

Hani “Vatanı satmak milletin kaynaklarını heba etmekle olur” diyordu ya…

6 aylık taze cumhurbaşkanıyken söylemişti bu lafı. Haklı.

Bugün kur endeksli mevduat uygulamasıyla, paramızı dolara endeksleyerek başlattığı “Devleti Batırma Kampanyası”, doğmamış çocuklarımızı dahi borca soktu, sokuyor.

Bugün, milletin kaynaklarını heba eden ta kendisi.

Dikkat edin; bu konuşmayı yaptığı sırada Merkez Bankası’nda kuruş kuruş biriktirdiğimiz dövizler duruyordu.

Her türlü baskıya rağmen, Merkez Bankası bağımsızlığını koruyordu. Biz geçit vermedik çünkü. Ortak akıl ve istişare o günkü sistemde işliyordu.

Sonra ne oldu?

2019 yerel seçimleri öncesi akraba bakanla el ele verip milletin döviz kaynaklarını heba etmeye başladı. 21 ayda 130 milyarlık döviz rezervini arka kapıdan gizli saklı çarçur ettiler. Onun için bugün eksi 55 milyar döviz rezervi borcu var.

Şimdi size soruyorum arkadaşlar:

Milletin kaynakları kim heba etti?

Vatandaşlarımızı kim kutuplaştırdı?

Faiz de enflasyon da rekor seviyelere kimin döneminde çıktı?

Devletin soğuk yüzü kimlerin ittifakında yeniden hortlatıldı?

Gerçekten yazık, çok yazık…
Ama bakın burada bitmedi. Şöyle bir hatırlayın:

Demokratikleşme döneminde sandıktan çıkan sonuçlara herkes saygı duyardı değil mi? Seçimi kaybeden “Ben nerede hata yaptım?” diye şapkasını önüne koyar, düşünürdü.

Bakın, vatandaşın iradesinin demokrasinin olmazsa olmazı olduğunu Erdoğan nasıl anlatmıştı:

VİDEO 3 – SANDIK NAMUSTUR

“Sandık namustur, oy namustur. Orada oy kullanan her vatandaşımızın tercihini kendi iradesiyle yapması, sandıktan da o iradenin çıkması demokrasinin olmazsa olmazıdır. Milletin namusu olarak kabul ettiği sandığa sahip çıkamayan yönetici şehrine de sahip çıkamaz, ülkesine de sahip çıkamaz.”

Bunlar güzel laf da sonraki uygulamalara bakalım.

Hani diyor ya “Sandığa sahip çıkamayan yönetici, ülkesine sahip çıkamaz” diye…

Yıllar sonra ne oldu? Kendisi sandık sonuçlarına sahip çıkabildi mi?

Ülkenin özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde seçilmiş belediye başkanları hukuksuz bir şekilde görevlerinden alınırken, vatandaşların iradesine kayyumlar atanırken tüm bu operasyonları bizzat kendisi yönetti.

Kayyumlarla milletin oyu gasp edildi.

Ülkenin batısında ne yaptı? Yerel seçim sonuçlarını tanımadı. İstanbul’da 2019 Mart seçimlerini tanımadı. ’10 bin farkla İstanbul’u verecek miyiz ya?’ Bu demokrasi arkadaşlar. Bir oy da fark olsa bitmiştir. Hukuk bunu gerektirir.

Haziran’da tekrar seçim yaptırdı.

Sonuç malum.

Evet, değerli arkadaşlar,
Sayın Erdoğan “Sandıktan vatandaşın iradesinin çıkması demokrasinin olmazsa olmazıdır” derken çok haklı.

Bizim de demokrasi yaklaşımımızın temelinde vatandaşın iradesi var. Sözde değil özde demokrasi olacak. Sözde kolay.

Bizim kitabımızda, sandıktan beğenmediğimiz sonuçlar çıkınca mızıkçılık yapmak yok.

Dahası, bizler, demokrasimizin sadece sandık sistemiyle ölçülemeyeceğini bilen bir zihniyetin temsilcileriyiz.

Tam demokrasilerin; yetki ve sorumluluğun paylaşıldığı, denge ve denetleme mekanizmalarının işletildiği, hukukun üstünlüğünün temel alındığı rejimler olduğunu biz biliriz.

Tam demokrasilerde, basın özgürlüğünün yaşatıldığını, sivil toplumun ve meslek örgütlerinin özgürce aktif olduğunu biliriz.

Ancak ülkemiz bu konuda da ciddi bir gerileme dönemine sokuldu. Tüm yetki merkezde, tek elde toplandı. Meclis’in gücü zayıflatıldı. Denetim mekanizmaları yok edildi.

Basın ve sivil toplum büyük bir baskı altına alındı.

Gelin hatırlayalım. Sayın Erdoğan, yine o yıllarda ne diyordu?

VİDEO 4 – BAŞKANLIK SİSTEMİ

“Başkanlık sistemi bir yönüyle de yerel yönetimlerin daha da güçlendiği, daha da etkin hale geldiği bir sistemdir. Bu sistemde başkanlığın merkezdeki gücü bir yandan Meclis’le, diğer yandan yerel yönetimlerin sahadaki gücüyle dengelenir.”

Allah Allah… Daha o gün Başkanlık Sistemi yok ama istiyor, davul çalmaya başlamış.

Şu andaki fiili duruma baktığımızda, bu söylemin karşılığını kesinlikle göremiyoruz.

Hani yerel yönetimler güçlenecekti? Hani Meclis ve yerel yönetimler merkezdeki gücü dengeleyecekti?

Yerel yönetimler baskılandı.

Merkezi yönetim, orantısız bir güçle zehirlendi.

Güç zehirlenmesi olunca, Erdoğan’ın ağzından bir çırpıda çıkan “Anayasa Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını tanımıyorum” gibi lafları duyar olduk.

Meclis’in neredeyse hiçbir işlevi kalmadı.

Demokrasinin “aşağıdan yukarıya işleme” ilkesi askıya alındı. Her karar, tek imzaya bağlandı.

Şu konuşma var ya arkadaşlar, bugünkü Erdoğan ne yapıyorsa bu konuşma onun tam tersi.

Yani, 6 aylık taze Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugünkü Erdoğan’a tertemiz, apaçık ve demokratça cevap veriyor.

Kendisine bunları hatırlatmak lâzım. Belli ki unutuyor. Demokrasinin temel ilkelerini, siyasetin asıl amacının vatandaşa hizmet etmek olduğunu unutuyor.

*****

Bakın değerli arkadaşlarım,

Bizim yerimiz sabit. Biz, ortak akıl ve istişare ile yönetimden, demokratik değerlerden, insanlarımızın onurlu ve mutlu yaşama hakkından bir adım dahi geri düşmedik. Taviz vermedik.

Ve inanın çok az kaldı.

Türkiye’yi yoksullaştıran, bürokrasiyi yozlaştıran, halkımızı ağır bir baskıyla sindirmeye çalışan bu sistemsizlikle vedalaşmamıza çok az kaldı.

Kuvvetler ayrılığı zemininde, insan haklarına dayalı gerçek bir hukuk devletine kavuşmamıza çok az kaldı.
Kutuplaşmaya son verip, toplumun ortak duygular etrafında beraberliğini sağlamak yolunda attığımız her adımın vatana, ülkemize, vatandaşlarımıza hizmet olduğunu çok iyi biliyoruz.

Demokrasimizi içinde bulunduğu gerileme döneminden kurtarmak için el ele verip, canla başla çalışıyoruz.

Tam demokratik Türkiye’yi inşa etmek için bir an dahi durmuyoruz, sürekli çalışıyoruz.

Yönetimde yetkinin aşağıya doğru kademe kademe paylaştırıldığı bir sistemi kurmak için hazırlanıyoruz.

Yetkinin yerele doğru devredildiği, yerinden yönetim anlayışının hâkim olduğu bir sistemi hedefliyoruz.

Biz; sandığın iradesini el üstünde tutacağız. Denge ve denetim mekanizmalarını tam olarak işleteceğiz.

Hukukun üstünlüğünü tesis edeceğiz.

DEVA Partisi olarak bizim asli sorumluluğumuz milletimizin tüm hak ve özgürlüklerini güvence altına alan bir hukuk devleti inşa etmektir.

DEVA Partisi olarak bizim asli sorumluluğumuz; ekonomik krizin bir kez daha üstesinden gelerek, milletimizin refahını yeniden yükseltmektir.

DEVA Partisi olarak bizim asli sorumluluğumuz; Türkiye’yi, bu yüksek enflasyondan, bu borç-faiz sarmalından kurtarmaktır.

DEVA Partisi olarak bizim asli sorumluluğumuz; ülkemizi dış politikada saygın ve itibarlı bir ülke konumuna yükseltmektir.

Ülkemizi, uluslararası toplumda, güçlü bir demokrasi ve güçlü bir ekonomi yapmaktır.

İşte biz bu bilinçle hareket ediyoruz.

Özgür ve zengin bir Türkiye’ye çok az kaldığını, umudumuzu diri tutmamız gerektiğini hatırlatarak sözlerimi şimdilik burada noktalıyorum.
Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Sormak istedikleri sorular varsa, şimdi sözü değerli basın mensuplarına bırakıyorum.

16 Şubat 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 11. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
11. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,
Oldukça yoğun bir haftayı daha geride bıraktık.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz perşembe günü hem partimiz için hem de ülkemiz için tarihi bir günü İstanbul'da gerçekleştirdik. Ekonomi ve finans politikaları eylem planımızı kamuoyuyla paylaştık.

119 ana başlık halinde, ekonomi alanında yapacaklarımızla ülkemizde nasıl bir atılımı gerçekleştireceğimizi anlattık.

Biliyoruz ki, Türkiye’nin güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyüme modeline ihtiyacı var.

Kredi pompalamasına değil, verimliliğe dayanan sağlam bir büyümeye Türkiye'nin ihtiyacı var.

İnşaat ve imar rantlarına değil, sanayi ve tarım başta olmak üzere yüksek katma değerli sektörlere dayanan bir büyüme modeline Türkiye'nin ihtiyacı var.

Tüketime ve kamu harcamalarına değil, yatırım ve ihracata dayanan bir modele ihtiyaç var.

İşte bu kapsamda, 119 ana başlıktan oluşan eylem planımızı kamuoyuyla paylaşmış olduk.

Biliyorsunuz, DEVA Partisi’nin, önümüzdeki seçimlerden sonraki ilk 90 günde ve 360 günde uygulayacağı politikaları teker teker açıklıyoruz.

Bu açıkladığımız 5. eylem planıydı. Biliyorsunuz tarımla başladık, arkasından afet yönetimi, sosyal politikalar, dijital teknoloji ve dönüşüm derken 5.eylem planımız da Ekonomi ve Finans Politikalarıyla ilgili.

Şunu çok iyi görmemiz gerekiyor ki arkadaşlar; Türkiye tarihinde bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Türkiye’de bugüne dek böylesine kapsamlı bir hazırlıkla vatandaşın önüne çıkılmamıştı.

Biz adım adım taahhüt ediyoruz. Çünkü ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı çok çok iyi biliyoruz. Hem yolu biliyoruz hem de nasıl yürüyeceğimizi biliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Öte yandan, biliyoruz ki, ülkemizin sorunları acil.

Haklı olarak, vatandaşlarımızın seçimi beklemeye sabrı yok, tahammül kalmadı artık.

Mevcut hükûmetin de seçimleri beklemeden, derhal yapması gerekenler var.

Bundan üç ay önce, 24 Kasım tarihinde, hükûmetin acilen atması gereken adımlar konusunda bir çağrı yapmıştık. 21 maddelik kapsamlı bir paketi derhal uygulamaları hükûmetin uygulaması gerektiğini söylemiştik.

Acil önlemler. Daha dolar kurunun 18'leri görmediği bir tarihti 24 Kasım.

O günden bu yana ülkemizin ekonomisi hızla kötüleşmeye devam ediyor. Bunun acı ve yakıcı sonuçlarını da ülkemizde yaşayan her bir vatandaşımız derinden hissediyor.

Yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı aldı başını gitti. Elektrik, doğal gaz ve akaryakıtta yapılan zamlar, her haneye ateş olarak düştü.

İşte bu doğrultuda, bugün tekrar, iktidarı özellikle şu dört konuda acil bir özel destek programı oluşturmaya çağırıyorum.

Burada bir kez daha sıralıyorum. Hükûmete çağrıda bulunuyorum:

Bir: Dar gelirli vatandaşlarımızı gıda, elektrik, doğal gaz, kömür ve benzeri temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışlarına karşı koruma maksadıyla özel bir destek programını oluşturun. Buna ilave olarak, elektrik ve doğal gaz faturalarındaki vergileri derhal indirilmesini sağlayın. Bir imzaya bağlı, bir kararname. Bu kadar kolay.

İki: Çiftçilerimiz için gübre, tohum, ilaç, elektrik, mazot, yem gibi girdi maliyetlerindeki artışları telafi edecek özel bir destek programı oluşturun.

Üç: Esnafımız için özel bir doğrudan destek, kredi ve garanti mekanizması oluşturun.

Dört: İktidarın sebep olduğu enflasyon karşısında ezilen ihtiyaç sahibi ailelere, doğrudan gelir desteği sağlayın.

Bunları derhal yapın. Vurdumduymaz olmayın.

Vatandaşlarımızın artık dayanacak gücü kalmadı. İnsanlar isyanın eşiğine gelmiş durumda.

Ben buradan hükûmeti tekrar uyarıyorum.
Bu bir acil durumdur. Derhal, ama derhal bu tedbirleri alın.

Her hafta her hafta, önümüzdeki aylarda da göreceğiz ki hükûmet bunları yapmazsa Türkiye'de sosyal huzur, sosyal barış ciddi bir risk altına girecektir.

Artık vatandaşlarımızın dayanacak, tahammül edecek gücümüz kalmamıştır.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz, Türkiye’nin özellikle yakın tarihindeki ekonomi hafızasını gayet iyi bilen, geçmişin doğrularını ve yanlışlarını süzme yetkinliğine sahip DEVA kadrolarıyız.

34 yıl boyunca çift haneli rakamlarda, yüzde seksenlerde, yüzde yüzlerde seyreden enflasyonu tek haneye düşüren ekonomi yönetiminin hafızasına dayanarak şunu çok açık ifade etmek istiyorum:

Önümüzdeki ilk seçimlerden sonra biz enflasyonu, iktidarımızın en geç ikinci yılında tek ve düşük haneli rakamlara yeniden indireceğiz.

Ancak, bunun yalnızca ekonomi ve finans alanında atılacak adımlarla mümkün olmayacağını da bilmemiz gerekiyor.

Hep söylüyorum, Türkiye'nin elindeki ekonominin düzelmesi, sadece ekonomide alınacak tedbirlerle mümkün değildir.

Güçlü ekonominin yolunun güçlü bir demokrasiden, adaletten, özgürlüklerden, hukukun üstünlüğünden geçtiğini de her defasında vurguluyorum.

Türkiye, gecenin karanlığında imzalanan kararnamelerle yönetildiği sürece, ekonominin asla düzelmeyeceğini de hep altını çizerek ifade ediyorum.

Her gece Resmî Gazete takip ederek, ülkedeki tek kişinin keyfini anlamaya çalışıyoruz.

Gecenin birinde, ikisinde, üçünde yayınlanan Resmî Gazetelerde.

Daha evvel de demiştim, sayın Erdoğan Resmî Gazete’yi şahsi günlüğü gibi kullanıyor artık. Ciddiyeti, saygınlığı kalmadı. Bakın daha birkaç gün önce son örneğini yaşadık.

Resmî Gazete’nin 13 Şubat tarihli sayısına baktığınızda Cumhurbaşkanı kararıyla kırmızı etin KDV’si %18’e çıkartıldı.

Üstelik, bazı temel gıda ürünlerinde KDV’nin %1’e indirileceği bir dönemde yapıldı bu.

Bir yandan açıklama, "%1'e indiriyoruz KDV'yi" bir yandan bir baktık Resmî Gazetede %18'e çıkmış etin KDV'si.

Sonra bir baktık, kamuoyunda tepkiler yükselince, yine Resmî Gazete ile, “düzeltme” geldi. Neymiş “Sehven” olmuş. Sehven.

Şöyle sözlük anlamını açıp bakıyoruz sehven nedir diye?

Türk Dil Kurumu sözlüğündeki tanımı şu: “Dalgınlık veya unutkanlık sonucu oluşan yanlışlıkla.” Sehven ifadesinin anlamı bu.

İşte Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin özeti: Dalgınlık veya unutkanlık sonucu oluşan yanlışlık arkadaşlar.

Sistemin özeti bu.
Koskoca ülkeyi “sehven” yönetiyorlar şu anda.

İşte o yüzden biz 9 Mart 2020 günü, daha yola çıkarken DEVA Partisi olarak söz verdik. Bu sistemi sona erdireceğiz dedik.

Demokrasimize büyük darbe vuran, kurumları ortadan kaldıran ve yoksulluk üreten partili ve taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine son vereceğiz dedik.

Bakın arkadaşlar, inanın bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Bu KDV indirimi var ya gıdadaki KDV indirimi, fazla bir işe yaramayacak. Neden? Çok basit.

Gıda üreticilerinin girdilerinin çoğu %18 KDV oranına tabi.

Yani gıda üreticileri maliyetlerini oluştururken %18 KDV ödüyor çoğu girdi maliyetlerinde.

Girdileri tedarik ederken ödedikleri %18 KDV’yi, ürünlerini satarken aldıkları %1 ile karşılamaları da mümkün değil.

Devletten vergi iadesi almanın ne kadar zor olduğunu bilen üreticiler, bu farkı mecburen fiyatlara yansıtmak zorundalar.

KDV oranı düşerken, KDV’siz fiyatlar artacak. KDV'nin dahil olmadığı o içerideki fiyatlar artacak. Ancak üreticiler bunu böyle telafi etmek zorunda kalacak. Bu kadar basit.

Örneğin, bir gıda üreticisi enerjiye %18 KDV ödüyor değil mi? Elektriğe, doğal gaza -ki üretimin en önemli maliyeti şu anda enerji. %18 KDV'yi ödüyor. Hükümet diyor ki, "Tamam ama sen satarken %1 KDV alacaksın" diyor.

Aradaki %17 ne oldu? Bunu kim ödeyecek? Devlet KDV iadesini tam ve zamanında yapıyor mu? Hayır, yıllar sürüyor. O da alabilirse. Devletten vergi iadesini çoğu üreticimiz alamadığına göre üretici bu fiyat farkını yansıtmak zorunda kalacak.

Bir yandan KDV %1'e iniyor derken, KDV'siz fiyatların artışı KDV indiriminin çoğunu alıp götürecek.

Ben hep söylüyorum, bakın. Bir bakkalın yanında iki ay çıraklık yapan, bunların yaptığı hataları yapmaz.

Siz eğer gerçekten fiyatların düşmesini istiyorsanız. Önce gidin gıda üreticilerinin ödediği girdi maliyetlerindeki KDV’yi düşürün, şu elektriğin doğal gazın üzerindeki KDV’yi düşürün. Ondan sonra dönün onlara mal satarken ki KDV'sini indirin.

İnanın bu basit hesabı yapmaktan bile acizler.
Diyorum ya hep, ülkeyi “sehven” yönetiliyorlar. Yaptıkları bu.

*****
Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz hafta, bir başka önemli gelişme de Türkiye'nin uluslararası finans piyasalarındaki ve Türkiye'nin kendi iç finans piyasalarında baz aldığı kredi notunun düşmesi.

Biliyorsunuz, Türkiye'nin kredi notu geçtiğimiz hafta bir kademe daha aşağıya düştü. B+’ya indi.

Yani iflas seviyesine iki notumuz kaldı. İki kademe daha not düşerse artık Türkiye iflas seviyesine inmiş olacak. Zaten birkaç hafta önce göstermiştim bu ekranda. Giriş katın tam dört kat altında bizim yatırım kredi notumuz diye.

Sıfır yatırım yapılabilir derecenin 4 kat zaten altındaydı Türkiye.

Gerçekten, değerli arkadaşlar, çok çok üzücü bir durum Türkiye'nin kredibilitesinin aşağıya düşmesi demek.

Türkiye'nin güvenilirliğinin aşağı inmesi demek. Peki neden ne?

Kredi notunu düşüren kuruluş açıklamış nedenini, diyor ki. Bir; yüksek enflasyon diyor. İki; Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının rezervlerinin eksiye düşmüş olması diyor. Üç; politikalara olan güvensizlik diyor. Dört; öngörülemezlik diyor.

Dört tane sebep sayıyor bu kredi notunun bir derece daha aşağı düşmesine. Yazık günah.

Her kredi notu kaybı değerli arkadaşlar, bu devletin bu hazinenin daha yüksek faiz ödemesi demektir. Her kredi notu düşmesi Türkiye'nin risk biriminin artması ve vatandaşlarımızın daha yüksek faiz ödemesi demektir. Kredi notunun düşmesi, tüm esnafımızın, sanayicimizin daha pahalıya borçlanması demektir.

Hep diyoruz. Ekonomi diyorsak güven. Ekonomi diyorsak, itibar, istikrar.

Kredi notu düşen, kredibilitesi düşen bir ülkenin her alanda daha yüksek bir bedel ödemek zorunda kaldığını hepimiz görüyoruz, biliyoruz ve inanın çok üzülüyoruz.

Bir de neye başladılar? Vatandaşlarımızdan altın topluyorlar. 1500 noktada belirledik diyorlar. Getirin altınları diyorlar. Niye getirecekmiş vatandaş altınını? Sebep? Ne yapacaksınız bunu? "Getirin sisteme girsin". Bakın, siz güveni oluşturun. Zaten sistem dışı ne var ne yoksa yavaş yavaş gelir merak etmeyin. Ama güveni sağlayamazsanız avcunuzu yalarsınız. Hiçbir şey olmaz. Mümkün değil.

İster yastık altında olsun ister kiralık kasada olsun, ister yurt dışında olsun, ister sistem dışında olsun, nerede olursa olsun. Siz güveni sağlayamazsanız vatandaşlarımız getirip kaynaklarını sizin gösterdiğiniz adreslere teslim etmezler .

Ülkede savaş mı var ya?

Allah korusun gerçekten çok sıkıntılı bir dönem bir savaş olur. Derler ki, mecburuz artık bu millî mücadele meselesi o zaman bizim vatandaşımız gelir. Küçük kızının kulağındaki küpeyi bile devleti için teslim eder.

Ama vatandaşa sizin beceriksizliğinizin bedelini ödetme gibi bir hakkınız yok. Yönetemiyorsunuz. Ekonomi yönetiminde her türlü yanlışı yap, her türlü bilim dışı işi yap, Allah'ın verdiği aklı kullanma, akıl dışı işler yap, sıkışınca vatandaşa dön 1500 noktadan getirin altınlarınızı. Ayıp bir şey.

Biz bu ülkede arkadaşlar bakın 2001 krizini yaşadık, 2008-2009 krizini yaşadık böyle bir şey yapmadık.

Vatandaşının altınına muhtaç kalan bir devleti bu ülkeye asla reva görmedik biz. Siz güveni oluşturun zaten kaynaklar gelecektir.

Güveni oluşturmazsanız da asla, asla hiçbiri olmayacaktır.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz, DEVA Partisi olarak, Türkiye’nin istişare ve uzlaşma ile çözülemeyecek hiçbir sorunu olmadığına inanıyoruz.

Türkiye’nin, sorunlarını, tüm farklılıklarıyla beraber bir “biz” düşüncesi etrafında çözebileceğini düşünüyoruz.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta sonu, altı siyasi partinin genel başkanları olarak Ankara’da buluştuk.

Yarının Türkiye’sini inşa etmek için son derece önemli bir adım attık.

Toplantının ardından ortak yayınladığımız açıklamada da bunu vurguladık.

Hedefimiz; Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir.

Ancak, görüyoruz ki, Türkiye’nin Avrupa standartlarına yükselmesi hedefi krizlerin ortağı Bahçeli’yi rahatsız etmiş.

Öyle ki, dünkü konuşmasında Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normlarını bilmediği için “Bahsedilen bu normlar nelerden ibarettir?” diye sormuş.

Google’a yazıp öğreneceği şeyleri grup toplantısında ülkeye soruyor. Bunlar yeni konular değil ki. Bunlar ta Türkiye, Avrupa Konseyi’ne kurucu olurken altına imza ettiği sözleşmeler bunlar.

Çünkü mesele burada insan insan... Önce insan. Bunu anlamıyor. Bunu dağarcığına sığdıramıyor. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Devlet, insan için var. Bunu zihninde kurgulayamayan bir partinin genel başkanı bu ülkenin hiçbir sorununa çözüm üretemez hiçbir sorununa.

Şimdi krizlerin ortağının, Türkiye’ye her alanda zarar veren düşünce dünyasını şöyle bir izleyelim.

(VİDEO - KOLAJ BAHÇELİ)

Spiker: İktidara her hafta idam için seslenen Bahçeli ‘Getirin bu bahsi kapatalım’ restini daha güçlü çekti.

Bahçeli: İdamsa idam, işte er meydanı işte Türkiye Büyük Millet Meclisi

Spiker: MHP lideri ‘TTB korona kadar tehlikeli’ dedi. Birliğin kapatılmasını istedi.

Spiker: MHP lideri Devlet Bahçeli Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılmasını istedi.

Bahçeli: Anayasa Mahkemesi kapanmasın da hak ve hukukun itibarı mı kaybolsun?

Spiker: Bunlara daha sonra fırsat olduğunda devam ederiz şimdi birde askıda ekmek tartışmamız var biliyorsunuz,

Bahçeli: Biz askıya koyduk, ekmeksizler birer birer saklandıkları delikten fırlayarak ortaya çıktılar.
Spiker: MHP lider Devlet Bahçeli’nin tepkisi de sertti Boğaziçi Üniversitesi’ndeki protestolara.

Bahçeli: Evlat değil başı ezilmesi gereken yılanlardır.

Spiker: Sevgili izleyiciler MHP Lideri Devlet Bahçeli şu an sosyal medya hesabından, twitter üzerinden bir paylaşım yaptı. Ekranlarına getirelim bu paylaşımı: “Anılan gazetecinin tutuklanmasıyla bağımsız ve tarafsız yargı süreci başlamıştır”.

Bahçeli: Bizim ne Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nden ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden duyacağımız ve öğreneceğimiz hiçbir şey yoktur.

Evet, çünkü bunu öğrenme ve idrak etme becerisi yok. İşte görüyorsunuz.

Bizim gibi tam demokratların ülkemizi taşımak istediği noktada, Bahçeli’nin zihniyetine yer yok arkadaşlar.

Hani “Avrupa normları nelerden ibarettir” diye soruyor ya...

Sayın Bahçeli Anayasa Mahkemesini kapatmak isteyedursun; tam demokratların arzusu, Türkiye’nin gerçek bir anayasal demokrasiye kavuşmasıdır .

Anayasamızın, hak ve özgürlüklerimizin koruyucusu ve denetleyicisi olan Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığıdır, tarafsızlığıdır, özgürlüğüdür.

İdam gibi, gelişmiş demokrasilerde yer alması mümkün olmayan ve olmayacak yöntemlerin, ceza adalet sistemimize bir daha geri gelmemesidir.

Sayın Bahçeli’nin zihniyetine sığmayan normlar; Türkiye’de sivil toplumun güçlenmesidir. Meslek birliklerinin çoğulcu demokratik siyasi hayatın etkin parçaları olmalarıdır.

Gazetecilerin hedef gösterilmediği, fikir ve basın hürriyetinin el üstünde tutulduğu bir demokrasi seviyesidir.

Anayasal bir hak olan protesto hakkını kullanan gencecik öğrencilerimize, “başı ezilmesi gereken yılanlar” gibi çirkin ifadelerle saldırmamaktır.

Türkiye’nin Avrupa normlarına yükselmesi; Sayın Bahçeli’nin bir daha askıya ekmek koymaya ihtiyacının kalmamasıdır.

Avrupa normları; milletimizin, sıkıntı çekmeden, gönül rahatlığıyla sofrasını kurmasıdır.

Ülkedeki her bir bireyin tek tek özgürleşmesidir, zenginleşmesidir. Bu kadar basit arkadaşlar.

Bahçeli, bu ülkeyi aşağı çekmek için paçamıza asıladursun, bu ülkenin kanatlanmasına asla engel olamayacaktır.

Hiç endişeniz olmasın. Bu ülke mutlaka yükselecek ve bu yükselmeden krizlerin ortağı bile sayemizde yararlanacaktır.

Bu kadar basit.

*****

Değerli basın mensupları,

Bugün değinmek istediğim bir diğer husus da Cumhurbaşkanı’nın önceki gün gerçekleştirdiği Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti.

Bakıyoruz, bir yanda, o günkü şartlarda legal bir bankaya yatırdığı para ve legal bir derneğe üyeliği nedeniyle tutulduğu cezaevinde 84 yaşında hastalıktan hayatını kaybeden Nusret Muğla...

Diğer yanda, 5 yıl boyunca tarihimizin en kanlı gecesi olan 15 Temmuz hain darbe girişiminin arkasında olduğunu iddia ettiği Birleşik Arap Emirlikleri’yle kucaklaşan Sayın Erdoğan...

Elinizi vicdanınıza koyun: Bu manzara hak mıdır, adalet midir?

Uluslararası ilişkilerde sürekli yalpa yapmayı alışkanlık haline getiren Sayın Erdoğan’a soruyorum:

Nusret Muğla 84 yaşında, 5 yıl tutulduğu cezaevinde hayatını kaybederken, 15 Temmuz’un finansörü olmakla suçladığınız Birleşik Arap Emirlikleri ile sarmaş dolaş olmayı nasıl vicdanınıza sığdırabiliyorsunuz?

Bu mu sizin adaletiniz?

Değerli arkadaşlar,

Gerçekten üzülüyoruz ve kızıyoruz. Bir yandan vatandaşlarımız her an adaletsizlikle yaşıyor, diğer yandan dış ilişkiler tamamen tek bir kişinin duygu ve dürtüleriyle şahsileşmiş şekilde yürütülüyor.

Bir öyle, bir böyle...

15 Temmuz’u desteklemekle itham edilen Birleşik Arap Emirlikleri, birdenbire Sayın Erdoğan’ın yakın dostu oldu.

Bakın arkadaşlar,

15 Temmuz öyle herhangi bir tarih değildir.

251 insanımızın şehit olduğu, binlerce insanımızın gazi olduğu bir gece o gece.

Eğer o gecenin arkasında Birleşik Arap Emirlikleri varsa, böyle bir ülkeyle sarmaş dolaş nasıl oluyorsunuz diye soruyorum.

Yok eğer o gecenin arkasında bu ülke yoksa, 15 Temmuz hain darbe girişimi böylesine sulandırılabilir mi?

Biz kimseye “Bozduğun ilişkileri neden düzeltiyorsun” diye sormuyoruz.

Ama sayın Erdoğan’ın bu millete bir cevap borcu var. Birleşik Arap Emirlikleri 15 Temmuz’un arkasında mıydı, değil miydi?

Cevap verin yahu. Bir vatandaş olarak bunu bilmek benim hakkım. Herkesin hakkı. Evet ya da hayır, bir cevap verin.

Eğer bu ülke bunun arkasında ise hangi hakla siz kendi vatandaşlarınızın hakkını, hukukunu, onurunu çiğnetiyorsunuz?

Yok arkasında değilse bu ülke, bu ülke yalansa, yanlışsa bunca senedir milletimizi, halkımızı neden aldattınız? Çıkın söyleyin.

Yoksa, bir suç örgütü liderinin yayınladığı videolar mı acaba sizi bazı şeylere mecbur bıraktı?

Ama arkadaşlar, ortada görünen bir net konu var, o da 3-5 milyar dolarlık bir anlaşma var ya ortada net görünüyor.

Soruyorum size:

Merkez Bankası’nda kuruş kuruş biriktirdiğimiz 130 milyar doları, 2019 yerel seçimleri öncesinde akraba bakan ile el ele verip, arka kapıdan cayır cayır sattıktan sonra, siz sadece 4 buçuk milyar dolarlık bir rakamı teröre destekle suçladığı ülkeden borç para istemeyi nasıl tanımlarsınız?

Çıkın söyleyin “Deniz düştük, yılana sarılıyoruz. 4 buçuk milyar dolara mahkûm olduk, mecbur olduk” deyin. Onu da söyleyin mesele paraysa.

20 Aralık 2021 tarihinde, Türk lirasını dövize endeksleyen devleti batırma kampanyasına başlarken, dolar kurunu düşürmek için arka kapıdan 9 milyar doları cayır cayır sattılar, aynı 130 milyar doları sattıkları yöntemle arka kapıdan gizli saklı, dolaylı, dolambaçlı yollarla sattılar.

Sen 9 milyar doları birkaç günde cayır cayır yak sonra git bunun yarısı kadar parayı, 4 buçuk milyar dolar gelecek diye Birleşik Arap Emirlikleri’nin arkasından dön dolaş. “Borç ver, SWAP anlaşması yap” diye yalvar dur.

Yazık ya. Bu ülke buna layık değil.

Bunun bir adını koymak lazım. Bu yaptıklarına bir isim vermek lazım. Bunun adı en hafifinden basiretsizliktir.

Bunun adı hesapsızlıktır.

Bunun adı günübirlikçiliktir.

Başka bir şey değildir.

*****

Değerli basın mensupları,

Bu otoriter iktidar demokrasiyi zayıflattığı için, ekonomiyi zayıflattığı için dış politikada da taviz üstüne taviz veriyor.

Peki ekonomimizi güçlendirmemiz için ne yapılması gerekiyor?

Yıllardır ben formülü söylüyorum:

O zirveye ulaştığımız 12.500 dolarlık millî gelire ulaştığımız yıllarda da hep söylüyordum. Eğer bunları yapmazsak bu ülke orta gelir tuzağına düşecek diyordum ve maalesef düştü.

İki önemli konu arkadaşlar. Ekonomimizi yükseltmenin yolu eğitim ve hukuktan geçer .

İşte bu nedenle ülkemizde kuvvetler ayrılığını, hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını yeniden tesis etmek bir mecburiyettir. Bu olmazsa asla ekonomide başarı sağlanamaz.

Türkiye’yi insan haklarına dayalı bir hukuk devleti haline getirmek gerçek bir beka meselesidir.

Hukuk devletini inşa etmezseniz bu ülkenin ekonomisi de itibarı da uluslararası gücü de etkinliği de gittikçe aşağıya doğru batar.

Öte yandan, beka meselesi olarak gördüğümüz bir diğer alan ise eğitimdir.

Gençlerin yüzde 80’inin kaçıp gitmek istediği bir ülke en büyük beka tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Sizin kendi vatandaşınız, kendi genciniz kaçmak istiyor bu ülkeden. İşte asıl beka meselesi buradadır.

Eğitim Politikaları Başkanlığımız, seçimlerden sonraki ilk 90 günde ve ilk 360 günde uygulayacağımız eylem planıyla ilgili çok detaylı ve güzel bir hazırlık yapıyor.

Aylarca süren yoğun bir istişare dönemindeyiz şu anda. Görüşe açtığımız yüzden fazla maddeyi içeren bu eylem planımızı çok geniş çevrelerce tartışılıyor, konuşuluyor. Derinlemesine değerlendiriliyor.

Eğitim, 84 milyon vatandaşımızın tamamını ilgilendiren bir konu tamamını. Hiç kimse bu konu beni ilgilendirmiyor demez. Doğası gereği de diyemez.

İlkokuldan yükseköğretime kadar her alanda atılacak adımlara ilişkin kapsamlı bir çalışma yürütüyoruz.

Türkiye’nin özgür, özerk ve performansa dayalı bir üniversite modeline ihtiyacı olduğunu biz biliyoruz.

Çünkü üniversitelerinde idari özerkliğin ve bilimsel özgürlüğün olmadığı bir ülke, fikrî yoksunluğa ve yozlaşmaya mahkumdur.

O nedenle, üniversite sistemimizin ifade özgürlüğü ve liyakat temelinde yeniden inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Liyakatin, eğitim sürecinin her alanında ödüllendirilmesi, gayret gösteren gençlerin başarısını ve imkanlarını artıracak ve adaleti sağlayacaktır.

Başarılı olan hakkını alacaktır. Başarılı olmak için gayret edenin arkasında sistem duracaktır.

Bunun için de eğitimin her alanında kaybettiğimiz fırsat eşitliğini geri kazanmamız gerekiyor.

100. yılını yaklaştığımız cumhuriyetimizin hiçbir döneminde maddi durumu iyi olan ailelerin çocukları ile, maddi durumu zayıf olan ailelerin çocukları arasındaki fırsat eşitsizliği hiçbir zaman bu kadar büyük olmamıştı.

Eskiden her ilin güçlü bir lisesi vardı. Biraz sonraki nesillere gelelim. Anadolu Liseleri, güçlü Fen Liseleri vardı.

Anadolu’nun, Trakya’nın bağrından çıkan yoksul ailelerin çocukları o liselerden iyi eğitim alıp en iyi üniversitelere girerlerdi. Şimdi öyle bir şey kalmadı.

Maddi durumu zayıf olan bir ailenin çocuğunun iyi bir liseye, iyi bir üniversiteye girmesi tamamen imkansızlaştı. Bu adalet mi? Yazık değil mi?

Üstelik bu ailenin maddi durumunun da zayıflamasının tek sebebi şu andaki kötü yönetim, başka bir şey değil. Bu ülkede refah düşüyorsa, gelir adaleti bozuluyorsa, yoksulluk artıyorsa, işsizlik artıyorsa bunun tek sebebi; bu kötü yönetim.

İşte biz bu makası daraltmak için yani eğitimde fırsat eşitliğini hedefleyecek bir projeyi de biliyorsunuz daha önce açıkladık. Bu eylem planımız içinde de yer alıyor. “Eğitim Destek Banka Kartı” bu uygulamayı hayata geçireceğiz.

Velilere temin edeceğimiz “Eğitim Destek Banka Kartı” ile öğrencilerimizin temel ihtiyaçlarını kendi tercihleri doğrultusunda karşılayacak bir sistemi kuracağız.

Bunun kaynaklarını ayırmak gerekiyor. Diğer sosyal desteklerden ayırmak gerekiyor. Eğitim bambaşka bir alan. Eğitimin, kaynağının, desteğinin apayrı bir hesap içerisinde, apayrı bir destek mekanizmasıyla yürütülmesi gerekiyor.

Diğer bütün destekler bir yana eğitim desteğinin bir yana, ayrı ayrı yürütülmesi ve yönetilmesi gerekiyor.

Biliyorsunuz, bizim ta zamanında 2003-2004’te başlattığımız proje vardı. Şartlı nakit desteği diye. Dünya Bankası, bütün gelişen ülkelere bunu örnek olarak gösterdi. Dünyadaki en başarılı örneklerden birisi olarak.

Biz, o zaman eğitim desteğini apayrı bir kalem olarak verdik. Ve anneye verdik. Çünkü bu destek ailenin babasına verildiği zaman bazen duman olabiliyor. Ama desteği bizzat anneye verdiğiniz zaman anne o desteği sadece ve sadece çocuğu ve çocuğunun eğitimi için harcıyor.

Milyonlarca ailede bunu gördük. Test ettik. Dünyada da en başarılı örneklerden birisi olarak bu tescil edildi. Ama o ne zaman? Türkiye’de daha okuma yazma oranı düşük olduğu, çocukların ilkokula bile gitme oranıyla ilgili sıkıntıların olduğu bir dönemdi.

Ama bugünün Türkiye’sinde artık farklı bir Türkiye’deyiz. Farklı modellerle bunu yapmamız gerekiyor. Sonuçta eğitimle ilgili desteğin ayrı bir mekanizmayla, eğitim kartıyla verilmesi gerekiyor.

Bu karta, her eğitim-öğretim döneminin başında, hanedeki öğrenci sayısı ve ihtiyacı oranında kaynak yükleyeceğiz.

Her öğrencimizin ihtiyacına göre destek almasını sağlayarak, fırsat eşitliğinin önündeki engellerden birini de kaldırmış olacağız. En azından dengelemek için önemli bir çaba ortaya koymuş olacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum. Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Değerli basın mensuplarının sormak istediği sorular varsa, cevaplamak üzere şimdi sözü kendilerine bırakıyorum.

Çok teşekkürler.

10 Şubat 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Ekonomı̇ ve Finans Politkaları Eylem Planı Lansman Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN EKONOMİ VE FİNANS POLİTİKALARI EYLEM PLANI LANSMAN KONUŞMASI

Kıymetli basın mensupları,

Değerli konuklar,

Değerli çalışma arkadaşlarım,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, partimizin Ekonomi ve Finans Politikaları Eylem Planını açıklayacağımız basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

DEVA Partisi olarak ülkemizdeki derin sorunları çözmek, hak ettiğimiz özgür ve zengin Türkiye hedefine ulaşabilmek için 90 günlük ve 360 günlük eylem planları hazırlıyoruz.

İktidara gelir gelmez yapacaklarımızı madde madde, bütçelendirerek ve takvimlendirerek vatandaşlarımızla paylaşıyor ve halkımıza taahhüt ediyoruz.

Bugüne dek dört ayrı alanda eylem planlarımızı açıkladık. Tarım, Afet Yönetimi, Sosyal Politikalar, Dijital Dönüşüm ve Teknoloji konulu eylem planlarımız geniş takdir topladı.

Ayrıca, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hedefimizi ortaya koyduğumuz Demokrasiye GeçişEylem Planımızı kamuoyuyla paylaştık ve partiler arası ortak bir çalışmanın bileşeni haline getirdik.

Bugün ise, ülkemizi içinde bulunduğu derin krizden çıkaracak; güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir ekonomik büyümeyi sağlayacak “ekonomi ve finans politikaları eylem planını” açıklıyoruz.

Öncelikle ifade etmek isterim ki, tüm bu eylem planları bir bütünlük içerisinde ele alınmalıdır. Eylem planlarımız birbirini tamamlayan niteliktedir.

Vakti geldiğinde, farklı başlıklara sahip olsalar da tüm eylem planları eş zamanlı olarak uygulamaya başlanacaktır.

Eylem planlarının başarıyla uygulanması ise ancak sağlam bir hukuk ve demokrasi zemininde gerçekleştirilebilir.

Evet; bugün güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme için yapacaklarımızı sizlerle paylaşacağız. Ancak bunun zemininde, temelinde tam demokrasi olmalıdır.

Ülkemizin ekonomisini yükseltmeden, ülkemizin hukuk ve adalet zeminini sağlamlaştırmadan sağlam bir ekonomiyi inşa etmemiz mümkün değildir.

Ülkemizin ekonomisini 11 sene yönetmiş, dış politikada başarılı bir döneme nezaret etmiş ve ilk AB Baş müzakereciliği yapmış bir arkadaşınız olarak, şunu çok net söyleyebilirim ki; güçlüekonomi, ancak tam demokratik Türkiye zemininde yükselecektir.

Güçlü bir ekonomi, ancak ve ancak; özgürlüklerin tesis edildiği, insan haklarının tanındığı, hukukun, adaletin tam işlediği, ehliyetin, liyakatin, istişarenin devletin her kademesinde egemen olduğu bir Türkiye zemininde yükselir.

*****
Değerli arkadaşlar,

Merak etmeyin, bugün şapkadan tavşan çıkarmayacağız. Bu vesileyle altını da çizeyim; şapkadan tavşan çıkaranlara da hiçbirimiz itibar etmeyelim.

Biz ne yapmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz. Ve biz sadece yapılması gerekenleri yapacağız.

Bunun için de işe doğru teşhisi koyarak başlamak gerekiyor. Önce sorunları tespit edeceğiz. Hastalığı teşhis edeceğiz ki tedavi aşamasına, çözüm aşamasına geçebilelim.

Türkiye ekonomisini bitkin düşüren bu büyük bunalımın temelinde yanlış siyasi tercihler yatıyor.

Bu büyük bunalım, hukukun üstünlüğünün çiğnendiği, hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı, devlet yönetiminde “ehliyet ve liyakatin” yerini “sözde sadakatin” aldığı bir dönemin eseridir.

Bu büyük bunalım, Türkiye’yi keyfi ve günübirlik kararlarla yönetebileceğini zanneden, taraflı ve partili cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin eseridir.

Gelin, sorumluların da adını doğru koyalım.

Bu büyük bunalım, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Devlet Bahçeli ve Sayın Doğu Perinçek’ten oluşan troykanın eseridir.

Unutmayın ki; bir şeyi bozan, kendisi düzeltemez değerli arkadaşlar.

*****

Değerli basın mensupları, kıymetli izleyiciler,

Öncelikle, yaşadığımız bu bunalımın çok temel bazı ekonomik göstergeleri nasıl darmaduman ettiğini kısaca dört istatistikle ortaya koymak istiyorum.

Birincisi: Kişi başına düşen millî gelir seviyemizle başlayalım. Çok önemli bir refah göstergesidir.

Bildiğiniz gibi; 2001 krizinin ardından Türkiye ekonomisini devraldığımızda kişi başına düşen millî gelirimiz 3600 dolar seviyesindeydi.

Biz ne yaptık?

Avrupa Birliği istikametinde attığımız adımlarla, demokratikleşme dönemiyle beraber Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşılayan bir ülke olduk.

Eş zamanlı olarak da ekonomide aklın ve bilimin gereğini yaptık.

Bu süreçte çok emek verdik. Canımızı dişimize takarak, büyük bir azimle çalıştık.

Nihayetinde, güven iklimini tesis edip, doğru işler yapmanın meyvesini aldık.

2013 yılında, kişi başına düşen millî gelirimizi 12 bin 600 dolar seviyesine kadar yükselttik.

Üstelik ekonomimiz 2009’da küresel bir krizle tekrar sarsıldı. Buna rağmen o seviyeyi yakaladık. Bu küresel krizden kaynaklanan ikinci dalga krizi (2008- 2009) de çok kısa bir süre içinde çözdük. Yine başardık.

Vatandaşlarımızın, 10 yılda, neredeyse 4 kat daha zenginleşebileceğini herkese gösterdik.

Peki kişi başı milli gelirimiz bugün ne kadar arkadaşlar?

8 bin küsur dolar. Zamanında kendilerinden çok daha güçlü olduğumuz Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerin bile gerisine düşmüş durumdayız.

İkinci önemli gösterge: Halkımızın gelir dağılımında adalet bozuldu.

Ülkemiz; zenginin daha zenginleştiği, yoksulun daha yoksullaştığı, kabul edilemez bir girdaba sürüklendi.

Türkiye, ortalamada hızla yoksullaştı. Hani Âşık Mahzuni diyor ya, “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana.”

Koskoca ülke muhtaç oldu kuru soğana... Ülkenin her yerinde kuyruklar var. Bayat ekmek kuyruğu, ucuz gıda kuyruğu, akaryakıt kuyruğu, ne ararsanız onun kuyruğu...

TÜİK’e göre, taraflı ve partili cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde; 3 yılda en az 3 milyon 200 bin kişi daha yoksulluk sınırının altına düşmüş durumda.

Tabii daha 2021 rakamları açıklanmadı. Bunu biz 2020’ye göre söylüyoruz. 2021’de rakam çok daha vahimleşecek. Onu da eğer TÜİK kamufle etmezse, makyajlamazsa o rakamın da ne olduğunu yakında öğreneceğiz.

22 buçuk milyon vatandaşımız maddi yoksunluk çeker duruma düştü. Yine TÜİK verisi...

Toplumumuzda en yüksek gelire sahip yüzde 5’lik kesimin elde ettiği kazançla, en düşük gelire sahip yüzde 5’in elde ettiği kazanç arasındaki fark tam 26 kata çıktı. Daha bir sene önce bu 22’ydi.

Gelir dağılımındaki eşitsizliği gösteren Gini katsayısı 0,41’e yükseldi. 2022 yılından itibaren sürekli, basamak basamak iyileşen gelir dağılımı son 3-4 yılda basamak basamak bozuluyor.

Üçüncü gösterge: Ülkemiz, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayımladığı Yolsuzluk Algı Endeksi’nde içler acısı bir noktaya gelmiş durumda.

Hatırlayın; 2003 yılında Türkiye; Yolsuzluk Algı Endeksinde, 133 ülke arasında 77. sırada yer alan bir ülkeydi. Yani ikinci yarıda diyelim.

Bizim ekonomi yönetiminin başında olduğumuz, dürüst ve ehil kadroların devrede olduğu, demokratikleşme yolunda hızlı adımların atıldığı dönemde, ülkemiz 50. sıraya kadar yükseldi. Yani üstteki 3’te 1’in içerisine girdik.

Bugünkü demokratik gerileme döneminde ise, maalesef, 180 ülke arasında 96. sıraya kadar geriledik. 2003 yılının dahi gerisine düşen bir sıralamadan bahsediyoruz.

Ve dördüncü gösterge: 2002 yılında Türkiye, dünyanın 21. büyük ekonomisi idi.

Biz ne yaptık?

Demokratikleşme döneminde ülkemizin sıralamasını basamak basamak yükselttik.

2015 yılında ülkemizi dünyanın 16. büyük ekonomisi haline getirdik.

Yani, ben hükûmetten ayrıldığım, devlet yönetimini teslim ettiğim dönemde Sayın Erdoğan’a dünyanın en büyük 16. ekonomisini teslim ettim.

Peki, 2015’ten bu yana ne oldu?

Sadece 6 yılda ülkemiz yeniden 21. ekonomisi haline düştü. Ta 2002’de devraldığımız noktaya 6 yılda geriletti.

Ülkeyi tek başına yönetme sevdası, büyük bir hezimetin daha altına imza attırdı.

Hani diyor ya “Ekonominin kitabını yazdım.” İşte yazdığı ekonomi kitabı budur. Yazdığı ekonomi kitabının altında bir hezimetin imzası var. Başka hiçbir şey yok.

*****

Değerli arkadaşlar,

Dürüst ve ehil kadroların işin başında olduğu o demokratikleşme dönemi; bireylerin tek tek zenginleştiği, orta direğin güçlendiği, refah seviyesinin ve hayat kalitesinin topyekûn yükseldiği bir dönemdi.

Ben, o dönemin, halkımızın hafızasındaki yerini bugün de koruduğunu çok iyi biliyorum.

Demokratikleşme döneminde, ekonomi yönetiminde oluşturduğumuz dürüst, çalışkan ve ehil kadrolarla beraber, her daim istişareyle, ülkemizi çok iyi bir seviyeye taşımış olmakla gurur duyuyorum.

Bu bütün dünyada teslim edilmiş durumda. Bütün dünyada teslim edilmiş bir başarı. Kim ne derse desin, kim ne söylerse söylesin.

Bugün ise DEVA kadrolarıyla, yaşadığımız demokratik gerileme dönemini durdurup, ülkemizi hızla hak ettiği yüksek seviyelere ulaştırmak için de sabırsızlanıyorum.

Ve çok iyi hazırlanıyoruz. Her detayı çalışıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ekonomi ve Finans Politikaları eylem planımızı tam da bu niyetle hazırladık.

Eylem planımızın temelinde, partimizin “güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme” hedefi yer alıyor.

Daha önce açıkladığımız tarım eylem planımız, dijital dönüşüm ve teknoloji alanındaki yarına atılım eylem planımız ve sosyal politikalar eylem planımız bugün açıkladığımız eylem planını tamamlayıcı nitelikte çalışmalar.

Bir diğer deyişle, eylem planlarımızla, Türkiye’nin yarınlarını şimdiden sistematik bir biçimde kuruyoruz, tasarlıyoruz.

En yakın zamanda; doğa hakları, çevre, yerel yönetimler, şehircilik, sanayi, enerji, eğitim, KOBİ, esnaf gibi alanlarında da eylem planları açıklayacağız.

Sistem şöyle işleyecek:

Sistemin makro ekonomi ayağı fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlarken, sektörel politikalar alanı rekabet gücümüzü yükselten hamlelere odaklanacak.

Büyümenin kapsayıcı olması ve nimetlerinden herkesin adil bir şekilde faydalanması amacıyla, iyi tasarlanmış sosyal politikalar uygulanacak.

Türkiye’nin yeşil ekonomiye geçişine, doğa hakları ve çevre eylem planımız öncülük edecek.

Eğitim eylem planımız, gençleri, yarınların bilgisi ve becerisiyle donatacak bir yaklaşımla hazırlanacak.

*****
Değerli arkadaşlar,

Şimdi, kuracağımız bu bütünlüklü sistemin ekonomi ve finans ayağındaki temel hedeflerimizden 5 tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birinci hedefimiz; Türkiye’yi orta gelir tuzağından kurtarıp, kişi başına millî geliri iktidarımızın birinci döneminin sonunda yüksek gelirli ülkeler grubuna yükseltmektir.

Biliyorsunuz Dünya Bankası, ülkeleri 4 grupta sınıflandırıyor. Düşük gelirli ülkeler, alt-orta gelirli ülkeler, üst-orta gelirli ülkeler ve yüksek gelirli ülkeler. İşte bizim hedefimiz, seçimlerden sonra iktidarımızın ilk 5 yılının sonunda Türkiye’yi o yüksek gelirli ülkeler grubuna sokmak.

Bunu Türkiye bugüne kadar hiçbir zaman başaramadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde hiç oralara çıkamadık. Yaklaştık ama çıkamadık.

Bunu biz başaracağız inşallah.

İkinci hedefimiz; ülkemizi gelir dağılımında OECD içinde en kötü sırada olmaktan kurtarmak, aşırı yoksulluğu daha önce yaptığımız gibi yeniden sıfırlamaktır.

Türkiye’de yeniden aşırı yoksulluk başladı. Sıfırlamıştık, yoktu. TÜİK istatistiklerinden artık çıkmıştı aşırı yoksulluk. Şimdi bakıyoruz TÜİK bile bunu gizleyemiyor.

Biz buradan söylüyoruz ya; inşallah birileri uyanıp onu da makyajlattırmaz. Onu da göreceğiz.

Üçüncü hedefimiz; dünya pazarlarındaki piyasa payımızı artırarak, ekonomimizi sürdürülebilir bir dış denge yapısına kavuşturmak ve bu doğrultuda, dünyaya yüksek teknolojiye dayalı, katma değeri yüksek ürün ve hizmet ihraç eden bir ülke olmaktır.

İlk üç hedefimizi, Türkiye’nin yıldızını dünya çapında parlatmak amacıyla belirledik.

Çünkü, İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif’in dediği gibi;

“Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz, Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.” şiarıyla hareket ediyoruz.

Bu meydanı dolduracak olanların da DEVA Partisi’nin ehliyet ve liyakat sahibi kadroları olacağını gayet iyi biliyoruz.

Dördüncü hedefimiz ise; enflasyonu bir kez daha düşük tek haneli rakamlara indirmektir.

Yine iş başa düşecek. Yine biz yapacağız. Asla yapamazlar. Bu kafayla bu iktidar enflasyonu iki haneyi bırakın, üç haneye bile çıkarır. Zaten fiilen çıkarmış durumda. Makyajla iki hanede tutmaya çalışıyorlar. Düşürürsek yine bunu biz düşüreceğiz.

Ve beşinci hedefimiz; işsizlik oranını tek haneli seviyeye yeniden çekmektir.

*****
Değerli arkadaşlar,

Peki, bu hedeflerimize ulaşmak için ne yapacağız?

Eylem planımızda pek çok konu var. İbrahim Bey birazdan bunları sizlerle paylaşacak. Çok kapsamlı bir çalışma ben sadece bazı başlıklara kısaca değinmek istiyorum.

Öncelikle, istikrar odaklı ekonomi ve finans politikaları izleyeceğiz.

Vakt-i zamanında bana “Fren Ali” diyenlerin Türkiye’ye dayattığı “Dur-Kalk Tipi” istikrarsız büyüme modelini derhal terk edeceğiz.

Ortaya koyduğu hedeflerin hiçbirini tutturamayan ve sürekli güven kaybına uğrayan bu anlayışa son vereceğiz.

İşte bu kapsamda; mali kural uygulamasını hayata geçireceğiz.

Böylece, mali disiplin anlayışını kalıcı hale getirerek öngörülebilirliği artıracağız.

Mali kuralla beraber, temel bütçe büyüklüklerine ilişkin “daimi nitelikte” sayısal hedefler, sınırlamalar ve ilkeler belirleyeceğiz.

Kamunun tüm harcamalarını, iktidarımızın ilk 90 gününde bütçeye taşıyacağız. Bütçeye taşıyacağız diyorum çünkü bütçenin bir anlamı yok. Bütçe, Meclis’ten geçiyor, uyan yok. Bütçenin kat kat üzerinde harcanan kalemler oluyor, Meclis’in haberi yok. Biz bu bütçe dışı yöntemlerle kamu harcaması yapılmasına SON vereceğiz.

Bütçe hakkını, tam da olması gerektiği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne teslim edeceğiz.

Şeffaf olacağız.

Gazi meclisimizin bünyesinde bir “kesin hesap komisyonu” kuracağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Partili ve taraflı cumhurbaşkanlığı sistemiyle beraber devlet kurumlarında yaşanan tahribat, ekonomik bunalımın ana tetikleyicilerinden biri oldu.

Biz “Yeter artık” diyeceğiz.

Ekonomi yönetimine çekidüzen vereceğiz.

Bu kapsamda;

Merkez Bankası’nı tam bağımsızlığa kavuşturacağız.

Merkez Bankası başkanının, başkan yardımcılarının ve kurul üyelerinin banka kanunu haricindeki bir düzenlemeyle görevden alınmasını engelleyeceğiz. Bağımsızlık zaten öyle sağlanır.

Bağımsızlığına kavuşturacağımız bir diğer kurum ise TÜİK olacak.

Türkiye İstatistik Kurumu’nu, rakamları ayarlama enstitüsü olmaktan çıkartacağız.

TÜİK’in yayınladığı istatistiklerin akademisyen ve uzmanlardan oluşan komisyonlar tarafından güven testine tabi tutulmasını da zorunlu hale getireceğiz. Yani TÜİK’e bir dış denetim mekanizması kuracağız.

DEVA Partisi iktidarının ilk 90 gününde, Türkiye Varlık Fonunu kapatacağız.

Hazine birliğini bozan, borçlanmayı artıran ve tam bir kara delik haline dönüşen Varlık Fonu’nu tarihin utanç sayfalarına yazacağız.

Varlık Fonu’nda yer alan KİT’lerin ve diğer kamu varlıklarının da Hazine ve Özelleştirme İdaresi gibi yapılara bağlayarak iyi yönetilmesini, düzgün denetlenmesini sağlayacağız.

Bitmedi.

Bir kilit de Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki politika kurullarına ve ofislerine vuracağız.

Bu kurul ve ofisleri de kapatarak, yaptıkları işleri ilgili bakanlık ve kurumlara devredeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bizler; hiçbir koşulda şeffaflık, denetlenebilirlik ve verimlilik ilkelerinden kopmayan DEVA Partisi kadrolarıyız.

Toplumun vicdanında açılan yaraları iyileştirmekte ve israfı önlemekte de kararlıyız.

Bu kapsamda;

Kamu özel iş birliği projelerindeki usulsüzlük ve yolsuzlukların takipçisi olacağız.

Bu projelerin tamamını, ama tamamını, teknik, idari, hukuki ve yasama denetimine tabi tutacağız.

Kaçış yok arkadaşlar.

Deva Ekonomisi’nde bu milletin bir damla alın terinin, bir damla akıl terinin dahi heba edilmesine müsaade etmeyeceğiz.

Kaçış yok.

Kamu İhale Kanunu’nu da sil baştan, yeniden yazacağız.

Avrupa Birliği’nde 28 ülkede kullanılan mevzuatı referans alacağız.

Biliyorsunuz, Kamu İhale Kanunu yürürlüğe girdiğinden bu yana neredeyse 200 defa değiştirildi. İstisna maddelerinde harf bitti kanunda. A,B,C,D... Z’ye geldi. Harf bitti.

Üstelik, Kamu İhale Kanunu’nun değiştirilmesinde Meclis’te nitelikli çoğunluk şartı getireceğiz. Nitelikli çoğunluklu bir oylamayla ancak Kamu İhale Kanunu’nu değiştirilmesi gerekecek.

Haksız gelir dağılımına ve dengesiz kaynak tahsisine yol açan uygulamalarla mücadele edeceğiz.

Bu amaçla, imar kaynaklı rantları adil bir şekilde vergilendireceğiz. Vatandaş odaklı bir vergi sistemine geçeceğiz.

Bu doğrultuda; ücretliler üzerindeki vergi yükünü azaltacağız.

Biliyorsunuz, biz hem vergi dilimlerini azaltmıştık hem de dilimlerin üst yüzdesini azaltmıştık. Türkiye’de sürekli olarak kurumlar vergisinde, gelir vergisi oranlarında düştüğü bir trendi yakalamıştık.

Son 3 yılda bakın; partili taraflı cumhurbaşkanlığı sistemi geldi geleli hem kurumlar vergisi basamak basamak artıyor hem de gelir vergisi dilimlerinin yüzdeleri artıyor.

Bu ülkeye yatırım gelir mi? Vergilerin artış trendine girdiği bir ülkede yeni yatırım bekleyebilir misiniz? Yeni yatırımcı; “Bu ülkede vergiler basamak basamak iniyor. Muhtemelen inmeye de devam edecek” der öyle gelir.

Bugünkü verginin hemen yarın artacağına, her an artırabileceğine inanan bir yatırımcı bu ülkeye yatırım yapar mı? Bunlar inanın, bunları düşünmekten de aciz. Bilmiyorlar, sorun orada.

Nihayetinde vergi politikalarımızla böylece, asgari ücretle, düşük ücretle çalışanların eline geçen ücretin net miktarını artırmış olacağız.

Yine aynı kapsamda, gelir vergisi tarifesini, aileyi ve çocuk sayısını dikkate alarak düzenleyeceğiz.

Gelir Vergisi Kanunu’nda yer alan indirim unsurlarını, mükelleflerin matrahlarından indirebilmelerine imkân sağlayacağız.

Devam ediyorum.
Temel ihtiyaç maddeleri üzerindeki ÖTV’yi kaldıracağız, KDV’yi indireceğiz.

Okul öncesinden yüksek öğretime varana dek, eğitimin her aşamasında, her türlü eğitim ve öğretim hizmetinden alınan KDV’yi düşüreceğiz.

Değerli Arkadaşlar,

Ekonomi ve finans politikaları eylem planımızla atacağımız adımlardan bir kısmı da ihracat, yatırım ve iş ortamını güçlendirmek olacak.

Stratejik hedefimiz olan Avrupa Birliği istikametinde kararlı ve büyük adımlarla yürüyeceğiz. Önemli olan Avrupa Birliği’ne üye olmak değil, önemli olan Avrupa Birliği standartlarına ülkeyi ulaştırmak için topyekûn çalışmak.

Biz, gençlerin, tüm milletimizin Avrupa Standartlarında bir hayata layık olduğuna inanıyoruz. Onun için Avrupa Birliği standartları diyoruz. Onun için Avrupa Birliği standartlarını ülkemiz ve insanlarımız için bir hedef olarak belirliyoruz.

Türk Tipi Başkanlık Sistemi deyip de ülkeyi ne hale getirenlerin amaçlarının gerçekte ne olduğunu hep beraber gördük.

Millî ve yerli kavramları altında her türlü yanlışı örterek ülkeyi millî ve yerli bir krize sürükleyenlerin bu ülkeye verdiği zararı hep beraber gördük.

O iki değerli kelimeyi ‘millî ve yerli’ kelimesini böylesine adeta paspas edercesine günlük siyasete nasıl malzeme ettiklerini gördük.

Gerçekten millîlik diyorsak, gerçekten yerlilik diyorsak bunun tek amacı olmalı; o da insan. Önce insan. İnsanımızı yüceltmek. İnsanımızı hak ettiği standartlara yükseltmek. Bunun için Avrupa standartlarını hedeflemek.

Bu doğrultuda, Avrupa Birliği ile süregelen Gümrük Birliği’ni hizmet, kamu alımları ve tarım sektörlerini kapsayacak şekilde genişleteceğiz.

Türkiye’ye doğrudan yatırımların çekilmesini, ülkemizin bir üretim ve hizmet üssü olmasını sağlayacağız.

Yine bu sayede, hizmet ve tarım sektörlerinin rekabet gücünü artıracağız.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme hedefiyle çıktığımız bu yolda hiçbir toplum kesimini de geride bırakmayacağız.

Gençlerimizin tarımsal üretim, kırsal turizm, ekolojik yenilikçilik gibi kırsal alanlardaki iş ve istihdam imkanlarından daha fazla yararlanmalarını sağlayacağız.

Gençlere özel proje, program, hibe destekleri ve eğitim programları oluşturacağız.

Kadınların da iş gücüne daha yoğun bir şekilde katılımını hem sosyal yapımız hem de ekonomimizin başarısı açısından elzem görüyoruz.

Alacağımız pek çok istihdam tedbirinin yanında, mahalle mahalle kreş ve yaşlı bakım merkezleri açılması da Türkiye’de kadın istihdamının artırılmasına destek verecek çok önemli bir adım olacak.

Engelli bireylerin yetkinliklerine uygun eğitim almaları ve iş bulmaları için bir veri tabanı oluşturacağız. Her bir engelli vatandaşımızın iyi olduğu, başarılı olduğu, yetenekli olduğu alanlardan azami bir şekilde ülkeye katkı sağlamasını sağlayacak ve onların da katkı verme duygusunu gerçekleştirecek bir istihdam modeli oluşturacağız.

Özellikle yazılım, kodlama, siber güvenlik, e-ticaret uzmanlığı, büyük veri yöneticiliği gibi alanlarda kalifiye eleman olarak istihdam edilmelerini sağlayacağız.

Değerli arkadaşlar,

Ekonomi deyince tek bir kelime hatırlamamız gerekiyorsa, aklımıza tek bir kavram gelmesi gerekiyorsa o da güven. Güven, güven, güven. Güven olmadan asla mümkün olmaz. Güvenin sağlam ondan ekonomide asla başarılı olamazsınız.

Peki, güveni nasıl sağlayacağız?

Benim ara ara tekrar ettiğim bir dakikada 8 maddelik güveni sağlama yol haritası var. Çok kısa tekrar edeceğim. 1 dakika 8 madde.

1-Konuşunca doğruyu söyleyeceksin
2-Söz verince tutacaksın
3-Emanete hıyanet etmeyeceksin
4-Her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin
5-Dürüst, ehliyetli, liyakatli kadrolarla çalışacaksın
6-Her kararını istişare ile ortak akıl arayışı ile alacaksın
7-Şeffaf olacaksın Açık olacaksın. Gece karanlığında iş yapmayacaksın. Aydınlıktan korkmayacaksın.

8-Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın

Değerli arkadaşlar,

Son olarak, güncel bazı konulara değinerek sözlerimi tamamlamak istiyorum.

Biliyorsunuz, biz zamanında kara bir kışın yaklaştığını hep vurguladık. Bu sadece soğuk bir kış anlamında değil. Ekonomik olarak da karanlık bir kışın yaklaştığını her yerde söyledik. Defalarca uyardık.

Hükümeti yaklaşan ağır kış koşullarına ve hayat pahalılığına karşı gerekli hazırlıkları yapması konusunda defalarca uyardık.

En son bakın daha hava şartları kötüleşmeden 24 Kasım 2021 tarihinde 21 maddeden oluşan bir öneri paketi açıkladık. Bizim eylem planlarımızı falan beklemeden hemen dedik hükûmete, bir an önce yapın şunları.

Bu paket içinde üç maddeyi burada tekrar hatırlatmak isterim:

Şu anda milyonlarca vatandaşımızın ceremesini çektiği konular var. Ta kasım ayında dedik ki:

  1. Dar gelirli kesimleri gıda, elektrik, doğal gaz, kömür ve benzeri temel ihtiyaç maddelerindeki enflasyona karşı koruyacak özel bir destek programı oluşturulmalıdır.

Niye dedik? Çünkü Erdoğan eylülde kuru patlatınca bu artan kurun A’dan Z’ye pek çok temel ihtiyaç maddesine başta enerji olmak üzere yansıyacağını biliyorduk.

İlla 1 Ocak sabahı o zamların ilan edilmesi gerekmiyordu ki. Kur patlayınca bütün enerji, temel ihtiyaç maddelerinin tamamına zam geleceğini bilmek için herhalde yıldızlara bakmak gerekmiyor. Bu iki kere iki dört eder gibi matematik.

  1. “Gübre, tohum, ilaç, mazot, yem başta olmak üzere, çiftçimizin girdi maliyetlerindeki artışları dengeleyecek ve çiftçilerimizi koruyacak özel bir destek programı hemen oluşturulmalıdır.” dedik.

Kur artınca gübre fiyatlarının artması kesin bir sonuçtur arkadaşlar. Döviz kuru artınca bu ülkede A’dan Z’ye her şeye zam gelir.

  1. “Esnafımız için de özel bir doğrudan destek, kredi ve garanti programı bugünden oluşturulmalıdır.” dedik.

Esnafımız bunun yükünü çekecek dedik. Bu geliyor dedik, geliyor. Ya bu hava tahmini gibi bile değil. Hava tahmini tahmindir. Ama kur arttığında esnafın elektrik faturasının artacağı iki kere iki dört eder gibi kesin bir sonuçtur. Yüzde 160 ya... Esnafın elektrik fiyatındaki artış.

Hükümet bu önerilerimizi dikkate almak yerine durmadan göz boyamaya dönük adımlar attı. Durmadan şapkadan tavşanlar çıkarmaya başladılar. Tuta tuta ta 1970 model bir tavşan çıktı en son şapkadan.

Neymiş? Dövize endeksli mevduat hesabı, şu bu. Rahmetli Özal’ın ‘kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi’ dediği, o 70-80’lerin DÇM uygulamasını getirdiler bugün ta 2021 yılında yeni bir icat gibi milletin önüne koydular. Tam bir devleti ve Hazine’yi batırma projesi.

Buradan tekrar sesleniyoruz:

1 - Tüm kesimlerin, özellikle de dar gelirlilerin ve esnafın belini büken elektrik ve doğal gaz zamlarını derhal yeniden gözden geçirin.

2 - Bu kalemler üzerindeki vergileri indirin.

3 - İhtiyaç sahibi ailelere doğrudan gelir desteği sağlayın.

Biz, bu uyarıları yaparak şimdilik, en azından, vatandaşlık görevimizi yerine getiriyoruz.

Üstelik ne yaptılar? Merkez Bankası’nın olağan genel kurulunu alelacele dikkat ettiniz mi şubat ayına çektiler. Niye? Merkez Bankası’ndan bir an önce para alalım ve harcayalım diye.

Eğer siz Merkez Bankası’ndan alelacele 2021 yılının yedek akçeleri dahil yüksek miktarlı bir parayı aldıysanız bunu ilk harcayacağınız kesim dar gelirli kesimdir.

Madem para bastınız, hiç olmazsa şu bastığınız parayı doğru yere harcayın. Bu ülkede en çok ihtiyacı olan kesime harcayın. Ama zihinleri, akılları başka yerde.

Gerçekten halkı düşünen, halkın gerçeklerini gören, halkla haşır neşir bir iktidar bekletip bekletip de tek bir tarihte böyle %100 %160 bir hamle yapabilir mi? Böyle bir şey var mı?

Seçime kadar karar yetkisi şu andaki hükümette. Seçimden sonra ise zaten gerekeni hızla yapacağız. Hiç kimsenin endişesi olmasın.

Onun için bunlara o tavsiyelerde bulunuyoruz. Hiç olmazsa şu seçime kadar halkımız daha fazla zulüm görmesin, eziyet çekmesin diye bu tavsiyeleri hükümete iletiyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar, 

Can-ı gönülden inanıyorum ki;

Bugün açıkladığımız 119 maddeden oluşan eylem planımız, Türkiye’yi güçlü, saygın, özgür ve zengin bir ülke yapma idealimizde çok önemli bir kilometre taşı olacak.

Bir bakıma bu eylem planı sahayı hazırlayacak. Uçağın kalkış istikametini hazırlayacak. İşte o sahada her alanda atacağımız adımlarla Türkiye yükselecek.

Ülkemizi daha önce 2001 ve 2009 krizlerinden nasıl çıkarttıysak, bugün yaşanan siyaset, hukuk ve ekonomi krizinden kurtarmak da yine inşallah bizlere nasip olacak.

Şu anda anlatacak hiçbir başarı hikayesi kalmayan iktidarın, ortak akıl ve istişare dönemindeki başarılarımızı istismar etmesine de izin vermeyeceğiz.

Ne zaman bir başarıdan bahsetseler defterleri karıştırıyorlar, bizlerin iş başında olduğu dönemin rakamlarını söylüyorlar. Öyle o kadar kolay değil.

Ne diyor? “Ben imza atmasam olur muydu?”. Atsın hadi imzayı. Elini tutan mı var? Tek imza, tek yetki değil mi? Hadi düzeltsin, hadi şu enflasyonu düşürsün. Hadi dolar kurunu düşürsün. Hadi piyasa faizlerini düşürsün de görelim.

Bütün yetki elinde, yapsın. 4 yıldır niye yapamıyor? 4 yıl oldu. 4 yıldır ülke sürekli niye geriliyor?

Onun için hakkı, haklıya teslim etmek zorundayız.

Geçmiş başarılarımızın üstüne biz yepyeni başarılar ekleyeceğiz.

Yaptık, daha iyisini yapacağız.

Ülkemiz için çok daha iyisini, yine bizler yapacağız. Bu kadroya düşecek bu görev.

Hepinize çok teşekkür ediyorum. Yeni eylem planımız ülkemize hayırlı olsun.

Sözü şimdi, partimizin Ekonomi ve Finans Politikaları Başkanı sayın İbrahim Çanakcı’ya bırakıyorum.

9 Şubat 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 10. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
10. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Partimiz tüm ülke sathında hızla teşkilatlanmaya devam ediyor. Geçtiğimiz hafta sonu il kongrelerimize bir yenisini ekledik.

Adana’da coşku dolu, muhteşem bir kongre yaptık. Kongremize, Büyükşehir dahil dört belediye başkanı, pek çok siyasi partinin ve sivil toplum kuruluşunun temsilcileri, muhtarlar ve çevre ilçelerden gelen konuklarımız katıldı.

Ayrıca, Adana’nın sivil toplumunu ve iş dünyasını temsil eden konuklarımızla oldukça geniş katılımlı ve çok verimli bir istişare toplantı gerçekleştirdik.

Pazar günü çarşıda pazarda vatandaşlarımızla buluşup güzel sohbetler gerçekleştirdik. Bir yerel kanal vasıtasıyla Çukurova’dan tüm Türkiye’ye seslendik.

Gerçekleştirdikleri bu başarılı program sebebiyle Adana il teşkilatımıza buradan tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Eminim takip ediyorsunuzdur, dün Türk Tabipleri Birliği öncülüğünde sağlık çalışanlarının yaşadığı sıkıntılara dikkat çekmek için tüm yurt genelinde bir iş bırakma eylemi düzenlendi.

Peki bu eylemin sebebi neydi?

Sağlık çalışanlarının iş yükü anormal bir biçimde artarken ücretleri baskılandığı için bu eylem vardı. Hayat koşulları kötüleştikçe kötüleştiği için bu eylem vardı.

İktidarın arttırdığı enflasyonla, maaşların yetersiz kalması ve ek ödemelerdeki belirsizlikler sağlık çalışanlarını hızla yoksulluk sınırına maalesef getirmiş durumda.

2019 yılında Sağlık Bakanlığı bütçesinin yaklaşık yüzde 45’i sağlık personeline aktarılırken 2021'de bu oran yüzde 34’e kadar düştü.

Yani bütçeden kendi personeline artık daha az pay ayırıyor yüzde olarak. Yani sağlık çalışanlarımızın emeği ucuzlaştı.

Türkiye, uzman hekim ücretlendirme sıralamalarına baktığımızda OECD üye ülkeleri içerisinde sondan altıncı sırada.

Pratisyen hekim maaşlarında ise 17 ülke arasında 14'üncü sırada. Aynı durum diğer sağlık çalışanları açısından da geçerli.

Manzara gerçekten iç karartıcı.

Sağlık çalışanlarımız, uzun nöbetlerle ve uzun çalışma süreleriyle hem kendileri hayatta kalmaya çalışıyorlar hem de hastalarını ayakta tutmaya çalışıyorlar.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, sağlıkta şiddet sorunu da bir türlü bitmiyor.

Hekimlik mesleği bu hükümet tarafından istikrarlı bir şekilde itibarsızlaştırıldığı için, maalesef bu sağlıkta şiddet olayıyla hala her gün yüzleşiyoruz.

Sonunda ne oluyor; hekimlerimiz, sağlık çalışanlarımız hızla ülkeyi artık terk ediyorlar.

Ülkemiz her alanda olduğu gibi sağlık alanında da insan gücünü, hem de en kıymetli insan gücünü yitiriyor.

Arkadaşlar, bakın,

Bir doktorun bir hastaya ayırdığı süre biliyorsunuz ikincil düzenlemeyle 5 dakikaya indirilmişdurumda.

Allah aşkına, hekimlerin doğru tanıyı 5 dakikada koyması size mantıklı geliyor mu? Ömründe bir kere muayene olmuş, bir kere doktora görünmüş bir insan 5 dakikanın ne kadar kısa bir süre olduğunu bilmiyor mu? Bu süre içerisinde hekim ne desin, hasta ne anlatsın, nasıl anlatsın, 5 dakika nedir?

Böylesi bir meslekte, insana hata yaptırabilecek bir zaman dilimini, sizin aklınız havsalanız alıyor mu?

Ne tanısı? Ne tedavisi?

Hastayla selamlaştınız, adını öğrendiniz, şikayetini dinlediniz, sorular sordunuz, muayene ettiniz, gereken laboratuvar işlemleri için yönlendirdiniz, reçetesini yazdınız... 5 dakikaya sığması mümkün mü bunların? Süre müre kalmıyor.

Bir hekim bunların hepsini layıkıyla yapmaya çalıştığı anda ise, en az üç hastanın zamanını harcamış olacak.

Tam bir akıl tutulması. Bu otoriter ortaklığın insanların hayatına verdiği önemin ne kadar düşük olduğunun bir başka göstergesi de sağlıkta şu anda karşı karşıya olduğumuz durum.

Değerli arkadaşlar,

Neresinden tutsanız saçmalık, nereden baksanız bir tutarsızlık.

Bizler; koşullarının iyileştirilmesini isteyen sağlık çalışanlarımızın yanındayız.

Hatırlayın, pandemi döneminin hemen ilk aylarında, ilk toplantılarımızdan birisini burada genel merkezimizde sağlık çalışanlarımızın meslek örgütleriyle yaptık.

7 ayrı örgütün -ki içinde Türk Tabipler Birliği de vardı- Türk hemşireler derneği de vardı, diş hekimleri derneği vardı, hepsi vardı.

Onlarla oturduk bu pandemi yönetiminin sağlık açısından nasıl yönetildiğini ve nelerin eksik olduğunu nasıl büyük hatalar yaptığını değerlendirdik. Ki bugüne kadar Türk Tabipler Birliğiyle iki defa burada ortak basın toplantısı yaptık.

Bu ortak basın toplantılarıyla da vatandaşlarımıza hem sorunlar anlattık hem de yapılması gerekenler konusundaki çalışmalarımızı anlattık.

Hekimlerimizin de tüm sağlık çalışanlarımız gibi kendi ülkesinde rahatça çalışabilecekleri bir standarda kavuşmalarını biz çok önemsiyoruz.

Son iki yılda bakın arkadaşlar, 9 bin hekim mesleğinden istifa ederken, 3 bin hekim de Türkiye’yi terk etti.

Gerçekten çok yazık.

Biliyorsunuz, yurtdışına gitmek isteyen hekimlerin Sağlık Bakanlığı’ndan bir “iyi hal belgesi” alması gerekiyor.

Bakın, şöyle bir rakamlara bakalım, karşılaştırma yapalım. Gerçekten rakamlar çok çarpıcı.

GRAFİK – İYİ HÂL

Bu grafik 2012 yılından bu yana her yıl kaç hekimimiz başvurmuş ve "iyi hal kâğıdı" istemiş. "Ben artık yurtdışında yaşamak istiyorum, yurtdışında hekimlik yapmak istiyorum, bana bu belge lazım" diye kaç kişinin başvurduğunu buradan görüyoruz.

Ehliyet ve liyakat sahibi kadroların devlet yönetiminin başında olduğu, kararların ortak akıl ve istişareyle alındığı döneme baktığımızda -ki işte bu yıllar görüyorsunuz 2012-2013- rakamlar 59'la başlıyor. Sadece 59. Bu ne demek? Ayda sadece 5 hekim.

Geçen sene rakama bakın.

Tam 1405 hekim iyi hal belgesi almış. Yani ayda nereden baksanız 115-120 kadar hekimimiz gitmiş iyi hal belgesi almış. Yani bunların hepsi yurtdışına çıkmak için hazırlanıyor. Günde ortalama 3 kişiden fazla.

Her gün 3 tane doktorumuzu böyle yurtdışına kaybediyoruz.

Peki en son şu ocak ayında ne olmuş arkadaşlar? Aylık ortalama 110-115 civarında diyoruz ya. Ocak ayında rakam burada grafikte yok. Tek aylık rakam tam 197. Aynı hızla koysak bu grafik tavanı deliyor çıkıyor yukarı.

Gerçekler bu.

Tıp öğrencilerine baktığımızda artık öğrencilerimiz TUS sınavına yani tıpta uzmanlık sınavına hazırlanmak yerine, doğrudan başka bir ülkede hekimlik yapmak üzere dil sınavlarına çalışıyorlar.

"Şöyle Avrupa'da geçerli bir dil öğrendiğim anda nasıl olsa ben kapağı bir yere atarım. Doktorluk mesleği her yerde geçerli. Bu ülkede mesleğimi yapmam, giderim başka ülkede yaparım" diyorlar.

Resmen, değerli arkadaşlar bir “Hekimler göçü” yaşıyoruz şu anda. Kendi ellerimizle yetiştirdiğimiz insan gücümüzü, kendi çocuklarımızı Amerika’ya, Avrupa’ya bedavadan hediye ediyoruz.

Geldiğimiz nokta bu.

Peki bu niye oluyor arkadaşlar?

Çünkü Türkiye’de liyakate değer verilmiyor.

Çünkü Türkiye’de hukuk devletinin, hak ve özgürlüklerin esamisi okunmuyor.

Çünkü iktidardaki bu otoriter ortaklık, bu ülkenin insanlarına, kaliteli bir yaşam ve insanca çalışma imkânı tanımıyor.

Hekimler politik söylemlerle sürekli itibarsızlaştırılıyor. Peki, iktidar ortakları ne yapıyor? Biliyorsunuz, iktidarın bir ortağı var. Krizlerin ortağı var. Bahçeli.

Krizlerin ortağı, ikide bir Türk Tabipleri Birliği’nin kapatılmasını istiyor.

Zaten ağzından şimdiye kadar bu ülkeye hayrı dokunacak tek bir söz bile duymadık. Ben tek bir projesini hatırlamıyorum örneğin. Var mı Sayın Bahçeli'nin "Ben bu ülkenin şu sorununa, şu çözümü bulmak için şöyle bir projem var, şöyle bir çözüm öneriyorum" diye.

Var mı? Duydunuz mu böyle bir şey? Varsa yoksa bağırıp çağırma. Varsa yoksa hamaset, hakaret.

İcraat zaten yok, tam bir kriz üretim merkezi.

En son ortak olduğu hükümet, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük krizlerinden birisini yaşattı bu ülkeye.

2001 Şubat krizi. O krizde ortaktı.

O yazarkasa başbakanlık binasının önünde fırlatıldığında Bahçeli'nin çalışma odası o binadaydı.

Bu gerçeği biz unutturmayacağız.

Unutmayacağız, sürekli de hatırlatacağız.

Şu anda tutmuş, işi gücü bırakmış, bir meslek kuruluşuyla kavga ediyor. Çünkü sürekli kavga edecek birisini arıyor. Dikkat edin her hafta muntazam konuşmalarında birileriyle kavga ediyor.

Hamaset, hakaret.
Ben buradan, Sayın Bahçeli’ye bir kez daha çağrı yapıyorum.

Eğer sağlık çalışanlarımızın çalışma koşullarını iyileştirecek bir öneriniz varsa ortaya koyun şöyle bir görelim.

Hiç fikriniz yok mu sizin? Hiç projeniz yok mu?

Deyin ki, "Biz sağlık çalışanlarıyla ilgili şöyle bir fikir ürettik, şöyle bir önerimiz var, şöyle bir çözümümüz var" diye Allah aşkına bir tane bir şey koyun ortaya.

Yok. Sıfır.

Ona buna saldırmayı bırakın da halk sağlığının faydasına bir fikriniz varsa söyleyin diyoruz kendisine.

Değerli arkadaşlar;

Temennimiz, sağlık çalışanlarımızın yaşadığı bu adaletsizliğin sona ermesi ve sağlık personelimizin huzurlu çalışma ortamının bir an önce tesis edilmesidir.

Hedefimiz; sağlık çalışanlarını mesleklerinden soğutan bu çalışma koşullarının acilen ortadan kaldırılmasıdır.

Hayalimiz; Türkiye’nin kendi insanının, yarınlarını kendi ülkesinde kurmak istemesidir.

Hayalimiz; gençlerimizin hayata atılırken kendi yarınlarını bu ülkede görmeleridir.

84 milyonun her bir ferdinin tam demokratik Türkiye’de huzur ve mutlulukla yaşamasıdır.

*****
Değerli arkadaşlar,

Ben sık sık söylüyorum. Ülkemiz şu anda bir çoklu kriz ortamında. Her alanda kriz yaşıyoruz. Krizin olmadığı bir alan yok şu anda.

Tam da kışın ortasında şu anda derin bir enerji krizi yaşıyor. Ciddi bir enerji krizi yaşıyor.

Elektrik kesintileri, doğal gaz kesintileri bunları biz görmemiştik daha önce. Bu ülke böyle bir şey yaşamamıştı.

"Kusura bakmayın elektrik yok, kusura bakmayın doğal gaz yok fabrikaları kapatın" diye bir talimat bu ülkenin yakın tarihinde bu ülkenin sanayicilerine, üreticilerine gitmemişti. Böyle bir şey yok.

Tamamen yanlış yönetimin sonucunda. Tamamen kötü yönetimin sonucunda yaşanan olaylar bunlar.

Bakın,
Isparta'ya, izledik hep beraber değil mi? Böyle bir şey olabilir mi?

Türkiye'nin göreli olarak sosyo-ekonomik kalkınmışlıkta oldukça göstergeleri yüksek bir şehirden bahsediyoruz.

Isparta'dan bahsediyoruz. Bir Ege kentinden bahsediyoruz. Böylesine bir şehirde, bir şehir günlerce karanlığa gömülebilir mi?

Kışın ortasında soğukta, karanlıkta, yüzbinlerce insan bırakılabilir mi?

İşte ülke yönetiminin geldiği noktayı Isparta bize en açık şekilde gösterdi. En açık şekilde.

Şu an değerli arkadaşlar bu ülke yönetilmiyor. Yönetilmiş gibi yapılıyor.

Bütün yetkileri elinde toplayan ülkenin cumhurbaşkanı aslında hiçbir şeyi yönetemiyor. Zaten 84 milyonluk ülke, Avrupa'nın en büyük topraklarına sahip, Avrupa'nın en geniş tarım arazilerine sahip, Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip bir ülke tek bir kişinin dağarcığıyla, tek bir kişinin karar verme yetisiyle yönetilemez.

Böyle bir şey mümkün değil.

Yetkinin mutlaka devlet kademesinde yukarıdan aşağıya doğru delege edilmesi gerekiyor ve merkezden, Başkent Ankara'dan yerele doğru yetkinin delege edilmesi gerekiyor. Yerinden yönetilmesi gerekiyor bu ülkenin.

En ufak kriz, Ankara'ya geldiğinde, Ankara felç oluyor. Zaten bakanlıklarda herhangi bir sorunun çözülmesi mümkün değil. Yetki yok, bakanlarda yetki yok. Bakanlar sorun çözecek yetkiyle donatılmış değil.

Kaldı ki hem üst düzey siyasi kadrolar hem de üst düzey bürokrasi kadroları artık dürüst ve ehil insanların çok çok az kaldığı kadrolar. Mumla ara ki bulasın.

İşte böylesine yanlış bir yönetim sistemi, böylesine yanlış bir kadro, istişaresizlik en bariz örneğini geldi bize Isparta’da somu bir şekilde gösterdi. Allah korusun memleketin başına daha kötü işler gelse, bir iç güvenlik, dış güvenlik meselesi çıksa demek ki bunlar tamamen felçolacaklar. Hiçbir şey yapamayacaklar.

Her şeyin sakin olduğu bir dönemde İran gazını bahane ederek bunu söylüyorlar. Yıllardır bu böyledir. İran soğuk kış günlerinde kendi vatandaşının ihtiyacını önce karşılar, ondan sonra Türkiye’ye kalan gazı verir. Bu yeni yaşanmıyor ki yıllardır böyle. Siz o depoları niye yaptınız? Biten sözleşmeleri niye yenilemediniz?

İşte ülkeyi zaten hukuk ve özgürlükler alanında tam bir karanlığa gömmüşlerdi ama bu enerji kriziyle de gerçek anlamda elektriğin, doğal gazın olmadığı karanlığa da gömdüler. Bunu da yaşattılar bu ülkeye.

Şu fiyat artışlarına bir bakın. Son bir yılda elektik tarifeleri esnaf için yüzde 162 artmış. Çoğu esnafımız artık ben kiradan daha fazla elektrik faturası ödüyorum diyor. Mağazalar karanlık, dikkat edin. Anadolu’da, Trakya’da her yere gidiyoruz. Artık çarşı, pazar her yer karanlık. 10 tane ampul varsa birini ya yakıyor ya yakmıyor esnafımız. Akşam hava karardığında belki 10 ampulden birini, ikisini açıyor. Yetiştiremiyorum, elektrik faturamı ödeyemiyorum diyor.

Çiftçiler için yüzde 124 zam. Zaten gübre fiyatı, ilaç fiyatı belli. Tohum fiyatı, mazot fiyatı belli. Çiftçimizin sulamada kullandığı en acil ihtiyacı olan su bu ya.

Hane halkı, meskenler için doğalgaz fiyatı, sanayicilerin doğal gaz fiyatı artık yüzdelerle ifade edilemiyor. Çünkü dört buçuk kat. Yüzde 500 küsur. Katlanınca yüzde hesabı biraz zor olur. Bakın arkadaşlar bir başka hesap benzin ile mazot. Biliyorsunuz dün yine zam geldi. Son 1 yılda yani 1 Şubat 2021’den bugüne benzine zam yüzde 111 mazota yapılan zam yüzde 133.

Şöyle basit bir hesap yapacağım. Aynı dönemde de dolar kurundaki artış yüzde 88. Şimdi dolar bazına vurduğumuzda benzine zam yüzde 12 mazota ise yüzde 24 olduğunu görüyoruz. Aradaki fark tamamen kur artışı. Hani diyorlardı ya ‘dünyada da enflasyon var’. Dünyadaki enflasyon işte benzin fiyatının yüzde 12 mazot fiyatının yüzde 15 artması gibi zamlar. Dünyadaki enflasyon bu. Peki biz de niye yüzde 111 niye yüzde 133?

Aradaki fark, dolar kurundaki artış. Yani aradaki fark Erdoğan'ın kuru patlatmasının farkı. Eğer bugün sayın Erdoğan ekonomiyi düzgün yönetseydi

faizi de döviz kurunu da patlatmasaydı bugün 15 küsurlarda olan benzin ve mazot fiyatları şu anda sadece 8 küsur olacaktı. 7 civarından 8 liraya çıkacaktı. Eğer bugün mazot ve benzin 8 küsur lira civarında değil de 15 küsur liralardaysa aradaki fark Erdoğan zammı. Başka bir şey değil.

7 liradan 8 liraya dünya enflasyonu. 8 liradan 15'e Erdoğan zammı. Olan bu. Bir de diyorlar ki ‘Enflasyon dünyanın her yerinde var, dünyanın her yerinde bu sıkıntıyı çekiyoruz’. Öyle bir şey yok. Kimse kimseyi aldatmasın. Kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın. Dünyadaki enflasyon belli hem de dürüst bir şekilde açıklanıyor. Avrupa ülkelerinde belli, Asya'da belli, Batı’da belli. TÜİK hala tutmuş 30'larda, 40’larda enflasyon açıklıyor. Tabii yersen, inanırsan.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta ise hukuk alanındaki karnemiz. Bu son hafta içerisinde önemli istatistikler yayınlandı. Şimdi sizlerle onu paylaşmak istiyorum.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçtiğimiz yılın istatistiklerini yayınladı.

AİHM, 2021 yılında en çok insan hakkı ihlalini Rusya, Ukrayna ve Türkiye’de tespit etti.

Lig bu. 

Ülkemiz geçen yıl, en çok, ifade özgürlüğünü ihlal etmekten kusurlu bulundu.

Öte yandan kendi Anayasa Mahkememiz de bireysel başvuru istatistiklerini yayınladı.

Anayasa Mahkemesi’nde esastan incelenen dosyaların yüzde 97’si ihlal kararıyla sonuçlanmış. Geçen yıl bu oran yüzde 95’ti.

Anayasa Mahkemesi diyor ki: Alt mahkemelerde görülen ve vatandaşın aleyhine sonuçlanan her 100 davadan 97’sini incelediklerinde ben vatandaşı haklı buluyorum diyor. Mahkemenin yanlış karar verdiğini görüyorum diyor. Anayasa Mahkemesi’nin açıkladığı istatistik bu. Tabii bu Anayasa

Mahkemesi’nin başvuracak kadar peşinden koşan, bu işle uğraşan vatandaşlarımız onun yüzde 97’si.

Bir de imkânı olmayan, usanan, bıkan, mahkeme kapılarında süründükten sonra artık pes eden vatandaşlarımızın Anayasa Mahkemesi’ne başvurusu olmadığı için onlar bu istatistikte yok. Sonuna kadar inat edip de direnen vatandaşlarımızın yüz tanesinin 97’sini Anayasa Mahkemesi haklı buluyor. Ve diyor ki burada bir hak ihlali var. Senin en temel insan hakkın ihlal edilmiş burada diyor.

Bildiğiniz gibi, 2010 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle kendi vatandaşlarımızın Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmasının önü açmıştık. O zamanki Adalet Bakanımız Sadullah Bey’in döneminde yapılan önemli bir değişiklik gerçekleşmişti.

Peki, Anayasa Mahkemesi en çok hangi hakkın ihlal edildiğini söylüyor?

“Adil yargılanma” hakkının. 2013-2021 yılları arasında verilen ihlal kararlarının yüzde 76’sı adil yargılanma hakkının ihlali.

Anayasa Mahkeme’sinin “Türkiye’de adil yargılanma yok” dediği bir noktadayız. Tabii ben bunları Anayasa Mahkememiz için söylüyorum da Anayasa Mahkememizin de üye yapısı değişiyor. Her sene gelenler, ayrılanlar oluyor.

Umarız ki bu önümüzdeki bu çok kritik süreçte Türkiye’nin çok önemli bir hem kriz hem de seçimden sonraki krizden çıkış döneminde Anayasa Mahkememiz adaletin, hukukun, hakkın yanında durmaya devam eder. Bu bizim bir vatandaş olarak çok temel bir beklentimiz ve temennimiz.

Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı Türkiye’de ortadan kalkmış durumda. Kuvvetler ayrılığı yıpratılmış durumda. Kuvvetler ayrımı diye bir şey artık kalmadı. Cumhurbaşkanı ne talimat verirse Meclis’te bunu yapıyor, yargı da bunu yapıyor.

Yargı, bütünüyle Sayın Erdoğan’ın ve yakın çevresindekilerin kontrolü altında.

Bir de haberlerde okuyoruz; yok yargıda şu grupla bu grup arasında tartışmalar falan filan. Yazık ya. Yargıda gruplardan bahsediyor...

Hukukun hakkın yerlerde, ayaklar altında olduğu bir yargı sisteminden bahsediyoruz.

Böyle bir ülkede ne ifade özgürlüğü olur ne de yargılamalar adil yapılabilir.

Yargıda gruplar, gruplaşmalar olmaz. Yargı sadece ve sadece adalet ve hukuk grubunun içinde olmalıdır. Başka bir grupta olması düşünülemez.

Bakın arkadaşlar, başka bir veri daha paylaşacağım. Cumhurbaşkanına hakaret suçuyla ilgili veriler. Bu da enteresan. Bu partili taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde cumhurbaşkanının iki tane şapkası var. Bir parti genel başkanı şapkası, bir de cumhurbaşkanı şapkası var.

Cumhurbaşkanı şapkasını taktığı anda diyor ki ‘ben dokunulmazım’. Cumhurbaşkanını korumayla ilgili bir sürü karar vardır, dolayısıyla ‘Bana yapılan eleştiriye ya da hakarete karşı ben dava açarım, insanları mahkemelerde süründürebilirim’. Fakat hemen ertesi gün genel başkan şapkasını takıyor, kendisi diğer parti genel başkanlarına, sivil topluma, meslek örgütlerine, iş insanlarına akla, ağza alınmayacak ifadelerde bulunabiliyor.

Kendisi yaparken hiçbir şey yok. Ama başkası aynı ifadeyi kendisine kullandığında dur bakalım diyor, takıyor cumhurbaşkanı şapkasını bana dokunamazsın diyor. Böyle bir şey olmaz. Bu adalet değil, fırsat eşitliği değil. Bu tam bir partili devlet görüntüsü.

Yani tüm devlet mekanizmaları, yargı da dahil olmak üzere tek bir siyasi partinin hedefleri, amaçları, emelleri uğruna kullanmak, tek bir siyasi partinin genel başkanının hizmetine bütün sistemi adeta ayaklar altına almak.

2010-2013 yılları arasında Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla açılan soruşturma sayısı 2 bin. Yani Türkiye’nin o iyi dönemleri, en parlak yılları. Bunların 580’i de davaya dönmüş.

Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılından 2020 yılına kadar ise tam 160 bin adet soruşturma açılmış. 35 bin 500 tane de dava açılmış.
Şöyle rahmetli Özal’ı bir hatırlayın. Onun basınla ve sivil toplumla ilişkilerine bir bakın. O tolerans, hoşgörü. Hiçbirisi yok. Tamamen kavga.

Arkadaşlar,

On binlerce vatandaşımızın Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla yargılanması, Cumhurbaşkanı’nın vatandaşıyla kavgaya tutuştuğunun en açık göstergesidir.

Cumhurbaşkanı’nın, kendisine yapılan eleştiriler karşısındaki tahammülsüzlüğünün en açık tezahürü.

Yargının bütünüyle yürütmenin etkisi altına girdiğinin göstergesidir. İfade özgürlüğünün paspas edildiğinin göstergesidir.

En ufak bir aykırı sesin dahi yargı sopasıyla susturulmaya çalışıldığının göstergesidir.

Sayın Erdoğan’ın hem cumhurbaşkanı hem de bir siyasi partinin genel başkanı olduğu dikkate alındığında; bu tablo, “partili devletin” göstergesidir.

Ancak biz bu durumu tersine çevirmek zorundayız. Hep beraber yapmak zorundayız. Bu baskı dönemini, bu hukuksuzluk dönemini sona erdireceğiz.

Siyasetçilerin yargıyı kendilerini koruma kalkanı aracı haline getirmesine de son vereceğiz. İşine gelmediğine silah olarak kullanıyor, kendi işine gelmediğinde de kalkan olarak kullanıyor.

Kişilere değil sisteme güveni tesis edeceğiz.

Tek tek her bir vatandaşımızın kendini güçlü hissedeceği, ‘benim hakkım, hukukum burada koruma altındadır, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes bu ülkenin yargısına güvenir’ diyebileceği bir ülkeyi inşa edeceğiz.

Çünkü Türkiye sadece yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve ifade özgürlüğü temelinde yükselebilir. Bu temel sağlam değilse üzerine sağlam bir siyaset inşa edemezsiniz.

Hangi alanda sorun yaşıyorsak inanın hepsinin temelinde bu var. Haksızlık, hukuksuzluk, adaletin olmayışı var.

Hukuksuzluk varsa ekonomi asla düzelmez. Adalet yoksa eğitim düzelmez.

Özgürlükler baskı altındaysa işsizlik sorununu önleyemezsiniz.

O nedenle, yargı bağımsızlığı ve ifade özgürlüğü bir lüks değil, hepimiz için ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaçtır.

İnanın, çözümü de çok kolay.

Biliyorsunuz, DEVA Partisi iktidarının ilk 90 gününde ve 360 gününde uygulayacaklarımızı eylem planları halinde şimdiden açıklıyoruz.

Yarın da İstanbul’da Ekonomi ve Finans Politikaları eylem planımızı açıklayacağız.

Lansman programımıza da bütün basın mensuplarımız davetlidir. Şuraya dikkatinizi çekmek istiyorum.

Yargı bağımsızlığını sağlamak ve ifade özgürlüğünün önünü açmak ise bizim için iktidarımızın ilk 90 dakikasının işidir. İlk 90 dakika.

İnşallah hep birlikte göreceğiz, şahit olacağız.

Hükûmeti kuracağımız gün vatandaşlarımızın güzelce bir futbol maçı seyredeceği sürede ifade özgürlüğünün de yargıya giden tüm talimat yollarının da nasıl çözüldüğünü, ifade özgürlüğünün önünün nasıl açıldığını, yargıya giden talimat yollarının nasıl kapandığını hep beraber görecek.

Şu andaki yargıya talimatlar fiili durum. Yasalarda bunun yeri yok. Anayasa’da bunun yeri yok. Fiili durum oluşturuyor. Mevcut anayasayı ve yasaları çiğneyerek yapılıyor o yargıya talimatlar.

Şu anda ifade özgürlüğünün üzerindeki baskılar, 10 bin tane gazetecinin işten kovdurulması, sivil toplumun, meslek örgütlerinin sindirilmesi... Bunla ilgili bir yasa var mı ya? Yasal düzenleme var mı, yok. Bunu hukuksuzlukla yapıyorlar.

Televizyon programında biraz eleştiren, konuşan bir basın mensubunun patronuna derhal telefon. ‘Sen bunu işten atıyor musun, atmıyor musun?’. ‘Atmıyorsan bizim her türlü zulmümüz var, sen bilirsin’. Yapılan bu.

Şu anda bu devlet hukuksuzlukla yönetiliyor. Anayasa ve yasalar hiçe sayılarak yönetiliyor şu anda bu devlet. Oysaki devleti devlet yapan en önemli kavram adalettir, hukuktur.

Devlet ne için var diye sorsanız tek bir sebep söyleyin deseniz adalettir. Devlet bunun için var. Siz adaleti, hukuku ayaklar altına alıyorsanız, keyfi bir yönetim anlayışıyla insanların hakkına tecavüz ediyorsanız rakamları söyledim... AİHM’in rakamlarını da söyledim. Ki AİHM’i de bir yabancı kuruluş diye anlatıyorlar.

Bizim ortağı olduğumuz, vatandaşlarımızın gidip orada yargıç olarak görev yaptığı bir kurumdan bahsediyoruz. Kuruluşunun altında imzası olan bir ülke Türkiye.

Dışarıdan yargıya müdahale... Öyle bir şey değil. Tam tersine bizim yargı sistemimizin yine rahmetli Özal’ın AİHM’e başvuru hakkı tanıyarak kendi vatandaşlarımıza zaten kendi ortağı olduğumuz bir yargı mekanizmasının bir nihai başvuru organı. Rakamlar ortada.

AİHM’in rakamları ortada. Onu geçin bizim kendi Anayasa Mahkememizin rakamları da ortada. Yüzde 97’den, yüzde 76’da bahsediyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Hiç endişeniz olmasın. Buradan ben tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum.

Tüm vatandaşlarımızın can, mal ve hak güvenliğini koruyarak, ülkemizi hızla hukuk devleti rotasına oturturuz. Bunu yaparız.

Tarafsız ve bağımsız, sadece milletin hukuku için çalışan yargı sistemi ile Türkiye’yi topyekûn zenginleştiririz.

Bizim kalkınmadan, refahtan anladığımız üç-beş kişinin zenginleşmesi değil. 84 milyonun topyekûn zenginleşmesi. Bizim ekonomik büyümeden anladığımız bu. Ama bunu da ancak ve ancak sağlam bir adalet ve hukuk düzeniyle yapabiliriz. Yoksa hayal. Ağızlarıyla kuş tutsalar hayal.

Şu andaki hükûmet anayasayı hiçe sayan, hukuku hiçe sayan, yasaları her gün çiğneye hükûmet, ağzıyla kuş tutsa bu ekonomiyi düzeltemez. Defalarca söylüyorum. Hala söyleyeceğim. Ve göreceksiniz olmayacak.

Ve üzülerek söylüyorum. Daha bu günler güzel günler. Yanlışta ısrar, yanlışta inat, adaletsizlikte, hukuksuzlukta devam bu ülkeyi çok daha kötü noktalara götürür. Çok daha kötüsünü yaşarız.

Bir yandan biz bu hükûmete bir an önce bu yanlışlardan dönme çağrısını yaparken bir yandan da seçimlerden sonra sorumluluğu devralacağımız güne yoğun bir şekilde hazırlanıyoruz. Çok detaylı hazırlıklar yapıyoruz.

Bugüne kadar yakın tarihimizde yapılmayan detayda hazırlıklarla şu anda ilerliyoruz. Ki seçimlerden sonra ülkenin tek bir gün bile kaybetmeye tahammülü yok.

Tek bir saat bile kaybetmeye tahammülü yok. Bütün bu yanlışların, birikmiş sorunların, çoklu kriz ortamının çözülebilmesi için derhal birinci gün, birinci dakikadan itibaren inşallah kolları sıvayıp çalışmaya başlayacağız.

Çözersek bunu biz çözeriz, biz yaparız. Yaptık yine yaparız. Yaptık, daha iyisini yaparız.

Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum. Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Değerli basın mensuplarının sormak istediği sorular varsa, cevaplamak üzere şimdi sözükendilerine bırakıyorum.

Çok teşekkürler.

6 Şubat 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Adana Bursa İl Kongresindeki Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN ADANA İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurulu üyeleri,
Adana il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruşlarımızın kıymetli temsilcileri,
Çok değerli Büyükşehir Belediye Başkanımız, Seyhan, Çukurova ve Akdeniz ilçe belediyelerimizin çok değerli başkanları,
Değerli muhtarlarımız,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Adanalı gönüldaşlarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, birinci olağan Adana İl Kongresi'ne hoş geldiniz diyorum.

Sözlerimin hemen başında bu sabah hayatını kaybeden değerli kurucumuz Genel Merkez Yönetim Kurulu üyemiz Nihat Ergün Bey'in babasına da Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânı cennet olsun diyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemizin yarınlarına damgasını vuracak olan biliyorsunuz tarım eylem planımızı dünya aleme ilan ettiğimiz şehirdeyiz bugün. Türk’üyle, Kürdü ile Arap’ıyla bir arada yaşamın nadide simgelerinden birisi olan bir şehirdeyiz. Kelimenin tam anlamıyla bir zenginlik ve bereket kentindeyiz.

Sadece toprağıyla değil, insanıyla da ülkemizin gurur şehirlerinden birindeyiz bugün. Bugün, Türkiye'nin kültürel tarihinde parlayan yıldızların aynı zamanda evindeyiz.

Dünyaca ünlü yazarımız Yaşar Kemal, vatandaşlarımızın bin bir türlü derdine tercüman olan sanatçımız Müslüm Gürses gibi daha burada ismini saymakla bitiremeyeceğim isimleri yetiştiren topraklardayız bugün. Çukurova'nın göz bebeği Adana'da siz değerli yol arkadaşlarımın huzurunda tüm Türkiye'yi buradan tekrar muhabbetle selamlıyorum.

Biraz önce İl Başkanımız Sadullah Bey'i hep beraber dinledik. Dün akşam demiştim ki; şu teşkilatımızda bir yaptığımız değerlendirme toplantısında, çoğu il başkanımızdan, ilçe başkanımızdan şu ifadeyi duyuyorum: "Kendi düğünümde bu kongre kadar heyecanlanmamıştım" diyen. İşte arkadaşlar bu büyük coşku, bu heyecan bu muhteşem birliktelik DEVA Partisi’ni DEVA Partisi yapan önemli tutkal. Adana'ya ne zaman gelsek, Adana'dan ne zaman geçsek, bu coşkuyla enerji doluyoruz. Sağ olun, var olun arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar,

Bizler 9 Mart 2020 günü bir yola çıktık. Hangi yola çıktık biliyor musunuz? Düşünen, konuşan, tartışan, eleştiren, birbirini dinleyen bir Türkiye için yola çıktık.

Biz ifade özgürlüğünü reddeden, fikirlerden korkan bu yönetim anlayışını komple reddetmek için yola çıktık. Bu nedenle parti programımızın ilk bölümüne özgürlükleri koyduk. Hak ve özgürlükler dedik, hak ve özgürlüklerin pazarlığı olmaz dedik. Öyle eksik gedik değil, tam demokrasi istedik. Tam demokrasi için yola çıktık.

Değerli arkadaşlar,

Şimdi sizlere sormak istiyorum. Tam demokrasi bayrağını Adana'nın dağlarından ovalarına kadar her yere taşıyacak mıyız? Deva Partisi'nin damlalarını Adana'nın ırmaklarıyla buluşturacak mıyız? Adana'nın sokaklarında bu demokrasi hareketini büyütecek miyiz?

Evet, inşallah hep beraber bunları yapacağız. Maşallah Adana hazır. Adana bu salondaki bu coşkuyla inşallah çok daha iyi bir Türkiye'ye hazır. Sağ olun, var olun diyorum. İnşallah seçim gecesi de böyle bir coşkuyla sonuçları hep beraber kutlayacağız arkadaşlar inşallah.

Değerli arkadaşlarım,

İktidardaki bu otoriter ortaklığın yaptığı gerçekten çok kötü şeyler var. Liste uzun tabii ama en kötüsü ne biliyor musunuz? Gençlerimizin hayallerini ellerinden aldı bunlar. Gençler bu otoriter ortaklık tarafından sistematik bir şekilde dışlanıyor.

Bu ülkenin gençleri harçlıklarıyla artık kitap alamıyor, kitap fiyatları olmuş ateş pahası. Kaç tane şehirde karşılaştım. Zaten okuma alışkanlığı öyle çok yüksek olan bir toplum değiliz ama gençlerden okumak isteyen kitap almak isteyen kaç tanesi önümü kesti dedi ki “Artık bizim kitaba paramız yetmiyor.” Gençlerimiz arkadaşlarıyla bir kafede oturamıyor. Bir kahve içmek artık lüks olmuş. Odalarından çıkamıyorlar, odalarından.

Ev gençleri diye bir toplum kesimi oluştu Türkiye'de. Yazık günah. Bu son 3-4 yılda oldu bunların hepsi. Daha önce yoktu böyle bir şey. Bu ülkenin gençlerine reva görülen hayat standardı bu mu olmalı Allah aşkına?

Gençlerimizi hayattan izole, işsiz, arkadaşsız, eşsiz, dostsuz en fenası da umutsuz bir biçimde odalarına hapsetmek reva mı? Ehil kadroların iş başında olduğu, kararların ortak akıl ve istişare ile alındığı yılları hatırlayın. Gençler yazın şöyle bir iki ay çalışıp kazandıklarıyla yevmiyeleriyle gidiyorlardı en son model bir oyun konsolu alabiliyorlardı.

Gençler, biriktirdikleri harçlıklarla sırt çantalarını alıp Avrupa'da bir hafta, iki hafta trenle de olsa tatil yapabiliyorlardı. Mesleklerine yeni başlayan gençler, işe başladıktan birkaç ay sonra krediyle de taksitle de olsa bir araba alabiliyordu. Bunları bu ülke yaşadı. Ülkemize hem demokrasi de hem ekonomide altın yıllarını yaşattığımız zamanlar böyle zamanlardı. Peki bugün hangi noktadayız arkadaşlar?

Gençlerin şöyle harçlıklarını biriktirip iki ülke görmeye güçleri yetiyor mu? Yetmiyor. Bırakın başka ülkeyi yaşadıkları şehri bile gezemez hale geldiler. Oyun konsolu falan bunlar artık hayal. Üniversiteye başladım bilgisayar alamıyorum diyor gençler.

Kaç tanesiyle karşılaştık şehirlerde, “Üniversiteyi kazandım, dersim için en basitinden bir laptopa, bilgisayara ihtiyacım var” diyor alamıyor. "Para biriktiriyorum tam alacak gibi oluyorum fiyat artıyor, biraz daha biriktiriyorum yine alacak gibi oluyorum yine fiyat artıyor" diyor. "Yetişemiyoruz arkadan" diyor.

Maalesef yeniden eski günlerdeki gibi atari ilanları falan çıkmaya başladı, görmüşsünüzdür. Ekonomide, hukukta, adalette ülke yetmişli, seksenli yıllara götüren iktidar, çocukların, gençlerin oyunlarında 80 model cihazlara tekrar döndürüyorlar. Peki arkadaşlarım bu kahredici tabloyu partili medyada görebiliyor musunuz? Partili medyada Türkiye'nin bu gerçekleri var mı? Yok göremiyoruz.

Çünkü partili medya gençlerin yaşadığı bu yoksullukla, yoklukla ilgilenmiyor. Onların derdi başka; paralı asker. Patronlarını dinliyorlar. Patronları ne derse onu yazıyorlar. "Şunu yazma" diyor, yazmıyorlar. Bir sağa, bir sola çamur atmakla uğraştıkları için vatana, millete hayırlı tek bir iş yapmaya zamanları da kalmıyor.

Bakın bu partili medyada arkadaşlar adı pelikan mıdır, melikan mıdır, kuş sürüsü müdür nedir? Geçenlerde bana dönük bir kampanya başlatmışlar. Sebep? Gençlik yıllarında kendi imkanlarımla yurt dışına çıkmışım. Bu kuş sürüleri ve onların akıl babaları kamu kaynaklarını tepe tepe kullanmayı alışkanlık haline getirdikleri için herhalde şaşırdılar.

Değerli arkadaşlar;

Ben dünyayı gezip görmüş olmaktan, görgü ve bilgimi artırmış olmaktan gurur duyarım. Kendi imkanlarımla dünyayı tanımaktan, yeni bilgiler öğrenmekten niye utanacak mıyım? Siz utanın, siz.

Bu ülkenin gençlerinin en temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma düşürdüğünüz için siz utanın. Öyle kamu kaynaklarıyla, nereden geldiği bilinmeyen paralarla boğaz kenarlarından operasyon işleri yapanlar ve onlara bunu yaptıranlar anlayamaz bunu, anlayamaz.

İşte bu sözüm ona uçan kuş gazeteciliği yapanlar ve onların patronları bu ülkedeki her gencin yüksek kalitede bir hayatı hak ettiğini anlayamıyorlar. En ufak bir eleştiri getirene ne diyorlar? "Şu telefonunu göreyim" diyorlar. Ayıp ya...

Bugün o telefon dediğiniz cihaz aynı zamanda gençlerimizin dünyayla bağını kuruyor. Orada ders çalışıyorlar, orada kitap okuyorlar. Siz bir basit cep telefonunu bu gence lüks olarak sayıyorsanız, siz bu ülkeyi getirdiğiniz durumdan utanın.

Değerli arkadaşlar,

Bakın bu bir vizyon, bir bakış, bir zihniyet meselesi. Onlar insanların gençliğini sömüren bu otoriter ortaklığın kapı kulu oldukları için akılları beş karış havada ne yaparlarsa yapsınlar, bildikleri gibi yapsınlar.

Hamdolsun, bizim alnımız açık, başımız dik, biz çok rahatsız. Hiçbir şeyden korkmuyoruz. Bir tek Allah'tan korkarız, başka bizim hiçbir şeyden korkutamazlar. Hamdolsun, bugüne kadar ne bir hukuksuzluğa bulaştık ne de bir haram lokma yedik.

Hukuksuzluğun dibine kadar batmış olanlar, haram lokma yiyenler korksun bizim korkacak bir şeyimiz yok, hamdolsun. İşte bugün biz ne söylüyorsak haklı olmanın verdiği özgüvenle söylüyoruz ve diyoruz ki; hiçbir karalama kampanyası bizi yolumuzdan caydıramaz. Hiçkimsenin gücü bu ülkenin gençlerine sunacağımız özgürlüğü ve zenginliğe engellemeye yetmeyecek. Yetmez.

Değerli arkadaşlarım,

Bakın bu partili medya var ya? Ne yapıyor DEVA Partisi’ni hiç görmüyor, göstermiyor. Zannediyor ki; onlar göstermeyince bu milletin haberi olmayacak. Artık herkesin haberi var.

Çok şükür damla damla yayılıyoruz. Kulaktan kulağa büyüyoruz. İnşallah güçlü kadrolarıyla, dürüst ve işinin ehli kadrolarıyla DEVA Partisi geliyor, bunu görüyorlar, korkuyorlar.

Bazen bakıyoruz bir olumsuz bir haber yapmaya çalışıyorlar. Bir yerden böyle eleştiri girmeye çalışıyorlar. Aynı gün bir bakıyoruz bizim sosyal medyada takipçilerin sayısı artmış, web sitemiz hareketlenmiş, teşkilatlarımıza ziyaretler çoğalmış.

Olumsuz yaptıkları haberler, attıkları iftiralar bile dönüyor dolaşıyor bizim partimizdeki hareketliliği artırıyor. Hiç görmeyenler, o vesileyle görmüş oluyor. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Çünkü niyetleri iyi değil arkadaşlar. Niyetleri iyi değil. Niyet sağlam olmayınca asla başaramazlar, asla. Önce niyetleri sağlam olacak.

Değerli arkadaşlarım,

Bizler siyaseti laf kalabalığı olarak gören insanlardan değiliz. Siyasetin asıl amacının sorunlara çözüm bulmak olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Bu bilinçle de daima gençlerin arkasından yürüyoruz.

Gençler önden gidiyor, biz onları takip ediyoruz. Dert, tasa dolu gözler umut dolana kadar gençlerin yüzüne kapanan kapılar açılana kadar biz gençlerimizin arkasındayız. Hep beraber gençlerimizle beraber Türkiye'nin devası olacağız.

Değerli arkadaşlarım;

Torpili olmadığı için devlet kapılarından reddedilen, işsizliğe mahkûm edilen gençlere yaşatılan bu adaletsizliği de sona erdireceğiz. İktidara gelir gelmez, liyakatsizliğin maskesi haline gelen mülakat sistemini kaldıracağız, çöpe atacağız. Yazılı sınav neyse o. KPSS, gerekirse alan sınavı. Yazılı sınav neyse o. Mülakat şu anda Türkiye'de fiilen işine gelmeyenleri, eleme aracı haline gelmiş durumda.

Gençlerin kaliteli, nitelikli, dünya standartlarında eğitim alması için köklü bir eğitim reformu da başlatacağız. Gençleri kalıplara sokmaya çalışan dar zihniyeti de tarihin karanlıklarına gömeceğiz. Gençleri, ailelerinden daha geride bir hayat yaşayacaklarını düşünmeye sürükleyen bu zorbalığa da son vereceğiz.

Gençlerimiz hayat standartlarının sürekli düştüğünü görüyor. "Ben, kendi annem, babam kadar rahat bir hayat yaşayamayacağım" diyor. "Onların bizi yetiştirdiği gibi ben kendi çocuklarımı yetiştiremeyeceğim" diyor. Yazık değil mi?

Lise çağında, üniversite çağında olan gençlerimiz, Türkiye'nin sürekli geriye gidişini gördü. Türkiye'nin yükselme yıllarını onlar yaşamadı. Son 7-8 yıldır ülke sürekli düşüyor. Merdiven basamağı gibi basamak, basamak aşağı iniyor. Liseli, üniversiteli arkadaşlarım "Bu ülkede adalet yok" dediği müddetçe hiçbirimizin özgür olamayacağını da gayet iyi biliyoruz.

Her bir gencimizin hakkı hukuku için, ötekileştirilmemesi için biz aynı zamanda bu yolu yürüyoruz. Her birinin hayatın her alanında fırsat eşitliğine sahip olması için çalışıyoruz. Bakın arkadaşlarım; Batı'ya bakın, Asya’ya bakın.

Gençlerin önünde sınırsız bir hayal seti var. Umut var. Elin Batılısı Asyalısı bizim gençlerimizden daha zeki, daha kabiliyetli de onun için ve daha iyi hayatlar yaşayabiliyorlar? Hayır. Oralarda gençlere sunulan imkanlar farklı, özgürlük ortamı farklı. Asıl sebep bu.

İşte biz başta özgürlük olmak üzere hukuktan eğitime, ekonomiden dijital politikalara, sağlıktan çevreye kadar her alanda ama her alanda çalışıyoruz. Bugün gençler teknolojiye erişemiyor. Biz tüm ülkeyi geniş kapasiteli fiber optik ağlara kavuşturacağız. Ucuz ve hızlı internet hizmetini sunacağız. İnternet hızlı olacak hem de ucuz olacak.

Değerli arkadaşlar, teknoloji ürünlerini bir lüks tüketim olarak görmüyoruz biz. Bu ürünlerdeki vergi yükünü gençlerimiz için azaltacağız. Gasp edilmiş tüm özgürlükleri de teker teker iade edeceğiz. Bugün gençlerin hayatları çalınıyor. Biz onlara önce özgürlüklerini iade edeceğiz. Gençler üniversite bitirseler de lise bitirseler de iş bulamıyorlar.

Biz istihdam imkanlarını artıracağız. Gençlere hayallerini süsleyen iş imkanlarına erişme fırsatı sunacağız. Bakın arkadaşlar gençlerin umutsuzluğa sürüklenmesi, Türkiye'nin bir numaralı beka sorunudur, beka. Hani hükûmet, Cumhurbaşkanı hiç dilinden düşürmüyor ya her şeye beka, beka... Beka ne demek? Beka; ayakta kalmak demek. Gençlerin tek tek terk etmek istediği bir ülke ayakta kalabilir mi Allah aşkına ya?

Bugün gençler ne yazık ki, çareyi ülkeden kaçmakta arıyor. Ülkeden kaçamayanlar da ağır bir depresyon altında yaşıyor. Bu nedenle bizler Türkiye'yi gençlerin yaşamak istediği bir ülke haline getireceğiz, hem de sadece kendi gençlerimizin değil, başka ülkelerden gelen gençlerin de gelip bir süre eğitim almak istediği bir ülke haline getireceğiz.

Daha önce yaptık biraz önce gençler diyordu, "Yaptık yine yaparız" diye. Yaptık daha iyisini yaparız arkadaşlar daha iyisini. Ama bugünkü gibi Türkiye'nin parası pul olmuş, şöyle ucuz bir tatil yapalım diye gelenlerin çok faydası yok.

Hayatlarının bir kısmını yıldızlaşan bir Türkiye'de kaliteli eğitim almak için dünyadan gençler gelecek Türkiye'ye. İnşallah böyle bir Türkiye'yi kuracağız ve değerli arkadaşlar, hatırlayalım.

Avrupa'dan Erasmus ile gelen gençler için Türkiye yükselen bir ülkeydi. Yarışa giriyorlardı, kuyruğa giriyorlardı Türkiye için. Bunları yaşadık. Şu anda lisedeki, üniversite gençlerimiz belki o günleri görmediği için "Olmaz" diyorlar. "Bu ülke galiba hep kötüye gidecek" diyorlar.

Ama emin olun, daha iyisini yine bizler yapacağız. Hem de DEVA Partisi kadrolarıyla ülkemizi layık olduğu seviyeye hep beraber taşıyacağız. Türkiye'yi daha da güçlü bir şekilde daha da güçlü bir şekilde dünyanın cazibe merkezi haline biz getireceğiz.

Değerli arkadaşlarım,

Bir noktanın altını çizmek istiyorum. Dikkat ederseniz, Türkiye'yi terk etmek isteyen gençlerin hayalinde neresi var? Hep Avrupa ülkeleri var. Başka ülkelere gitmeyi hayal etmiyorlar değil mi? Çünkü gençler daha iyi demokrasi, daha geniş özgürlükler ve daha yüksek refah seviyesini istiyor. Avrupa modelini de bunun için tercih ediyorlar.

Hatta son yıllarda Amerika'ya gitmek isteyen de pek yok. Orada görüyorlar bazı işlerin yanlış olduğunu. Öyle Şangay Beşlisiymiş, oymuş buymuş. Gençlere hiçbir şey vaat etmiyor. Bir zamanlar biliyorsunuz Cumhurbaşkanı takmıştı, Şangay Beşlisi diye. Kafalarına esince, Avrupa'ya çatıp, Şangay Beşlisi diyorlar.

Türkiye'yi Avrupa'dan uzaklaştıracak ne varsa yapmaya çalışıyorlar. Biliyorsunuz, geçen sene de bir gece yarısı aldıkları hukuksuz bir kararla öncüsü olduğumuz İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'yi tek imzayla çıkardılar. Şimdi de ülkemizi kuruluşundan beri içinde yer aldığı Avrupa Konseyi'nin yaptırım kararlarıyla karşı karşıya bıraktılar.

Niçin? Sayın Erdoğan'ın keyfi öyle istedi çünkü. Almış yanına aynı zihniyetten iki ortak. Hukuku tanımadan, uluslararası sözleşmeleri umursamadan yürüyor. Kendi vatandaşımızın haklarını ihlal ettiği yetmiyormuş gibi bir de bu ihlal tespit edildiğinde bağlı olduğumuz sözleşmeyi uygulamamakla da inat ediyor.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin altında Türkiye'nin imzası var mı? Var. Çünkü Türkiye'de hem Avrupa'da hem Asya'da olan bir ülke olarak zamanında o sözleşme yapılırken, Avrupa'da olan bir ülke olarak gitmiş, onun altında Türkiye olarak imza atmış. İnsan hakları sözleşmesi, hangi insan hakkı?

Bizim insanımızın hakkı, kendi vatandaşımızın hakkıdır. "Biz bu sözleşmeye uyacağız" diye devlet taahhüdü verilmiş mi? Verilmiş. Kuruluşundan bu yana, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan yargıçlar görev yapmıyor mu? Yapıyor. Rahmetli Özal'dan bu yana bizim vatandaşlarımız gidip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurabiliyor mu? Başvuruyor.

Ortağı olduğumuz, bizim de içinde olduğumuz bir yapı. Biz ortağız orada. Avrupa Konseyi'nin kurucusuyuz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilk imzacısıyız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde ortağız, orada yargıçlarımız çalışıyor.

Yetmedi, taraf olduğumuz uluslararası anlaşma ve sözleşmelerin iç hukukumuzu bağladığı da kendi anayasamızın hükmü, Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasasının bir hükmü. Kimse getirip zorla bunu yaptırmıyor bize ve bütün bunların zamanında bizim kendi vatandaşlarımızın hakkını, hukukunu korumak için yapılmış işler olduğunu biliyoruz.

Rahmetli Özal ne yaptı? Niye AİHM'e başvuru hakkını getirdi bu ülkeye? Bir gün gelir de otoriter bir iktidar, siyasi seçimle gelmiş veya askeri vesayeti olan otoriter bir iktidar vatandaşlarımıza zulmetmeye başlarsa insanların nefes alacağı bir kapı olsun diye bu adımlar atılmış. Uzun vadeli bir vizyonla bu adımlar atılmış. Yazık gerçekten çok yazık.

Böyle bir devlet yönetimi olamaz arkadaşlar. Durmadan değişken, durmadan değişiyor ya, hava durumu musunuz? Bir öyle, bir böyle. Havayı bile öngörmek mümkün.

Ama mesele dış ilişkiler olduğu zaman mesele ciddi konular olduğu zaman, ekonomi olduğu zaman Erdoğan'ı öngörmek mümkün değil. Bir de ne diyor? "Avrupa yerel mahkemelerimizin kararlarını tanımıyormuş". Yine en iyi bildiği işi yapıyor. Meseleyi çarpıtıyor, çarpıtıyor.

Şimdi ben buradan Sayın Erdoğan'a soruyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi onca yıldır bizim mahkemelerimize saygısızlık etmiyordu da şimdi mi ediyor? Eğer Türkiye, AİHM'e en çok şikâyet edilen ülkeler listesinde başlardaysa bunun sebebi de sizsiniz. Yine kendisine soruyorum.

Madem öyle, siz kendiniz niçin zamanında tam üç defa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdunuz? Kendisi zamanında üç defa başvurdu. Evet, bu ülkede yargının bağımsız ve tarafsız çalışmadığında yargının nasıl vahim hatalar yaptığını bir şiir okuduğunuz için hapse girdiğinizde siz de gördünüz. Hatırlayın, vesayet günlerinde size haksızlık yapıldığında sizde İnsan Hakları Mahkemesi'nin kapısını çaldınız; hem de 3 defa çaldınız.

Dönemin gazetelerine şöyle bakalım arkadaşlar. Biz bunları hatırlatmayınca unutuluyor. Bakın ne yazıyor, okuyalım ne yazıyor. Diyor ki; Anayasa Mahkemesi’nin milletvekili olamayacağı kararı verdiği AK Parti lideri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu yazıyor.

O günün gazete kupürü bu. Şu anda "Tanımıyorum, uymuyorum, benim mahkemem varken onlara ne oluyor" diye meseleyi çarpıtan Sayın Erdoğan'ın kendisi sıkışınca, kendi haksızlığa uğrayınca gitmiş aynı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuş. Hem de 3 kere başvurmuş. Sayın Erdoğan AİHM'e başvurunca sorun yok ama başkası başvurduğunda sorun var. Böyle bir şey olur mu, tutarlı olacaksınız tutarlı.

Kendi işine gelince başvur, işine gelmeyince de başvuranlara şöyle böyle de. Oradan çıkan kararlara de ki; "Benim kendi mahkememin kararı var". E sizinle ilgili, kendi mahkemenizin kararını beğenmediğiniz için gerçekten haksızlığa uğradığınız için siz başvurmadınız mı zamanında? Niye bugün laf ediyorsunuz? Niye bugün tam 180 derece dönüp o gün yaptığınızın bugün tam tersini savunuyorsunuz.

Bakın arkadaşlar, burada mesele AİHM veya Sayın Erdoğan falan değil. 84 milyonun hakkını, hukukunu ilgilendiren, ülkemizin uluslararası itibarını belirleyen bir konudan bahsediyoruz. Türkiye'nin gençleri Avrupa'ya gitmek isterken, Avrupa'dan kopmak için adeta gereken her şeyi yapan bir yönetim felaketinden bahsediyoruz şu anda.

Ama arkadaşlar hiç şüpheniz olmasın. Biz bu yanlış istikameti durduracağız, bunu durduracağız. Biz, önce insan diyeceğiz. Önce insan dediğimiz için kendi vatandaşlarımıza AİHM'de hakkını aramak zorunda bırakan bu otoriter yönetime son vereceğiz. Türkiye'yi dünyada saygın, sözünün eri, güvenilir bir muhatap haline getireceğiz.

Ülkemizi Avrupa Birliği'ne tam üyelik rotasına sokacağız. Günün birinde üye oluruz olmayız o ayrı mesele. Ama onlar alır, almaz; biz isteriz, istemeyiz bu ayrı mesele. Fakat Türkiye'nin uzun vadeli bir hedefe ihtiyacı var. Önemli olan bu istikamettir.

Önemli olan, kendi vatandaşlarımız için nasıl bir Türkiye istediğimizi tarif etmektir. İşte biz bu istikamete doğru ilerledikçe vatandaşlarımız her alanda en yüksek standartlara kavuşacaktır.

Biz Avrupa Birliği müktesebatına uyum için yol aldıkça bundan 84 milyon istifade edecektir. Bunu biz kendimiz için yapacağız, başkası için değil. Bu kapsamda, ilk olarak şu bozulan siyasi diyaloğumuzu mutlaka yeniden tesis edeceğiz.

Gümrük Birliğini genişletmek için derhal kolları sıvayıp çalışmaya başlayacağız. Bundan ülke olarak hep beraber biz istifade edeceğiz, başkası değil. Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki vize uygulamasının kalkması için de çalışacağız.

Böylece bizim insanımız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes pasaportunu masaya koyduğunda ona kapılar açılacak. Bunu gerçekleştireceğiz. Avrupa ülkelerinden ülkemize akacak doğrudan yatırımların artmasını sağlayacağız.

Değerli arkadaşlarım, DEVA Partisi’nin şöyle bir parti programına bakın, şöyle bir işin özüne bakın. Bizim istikametimiz, vatandaşlarımızı Avrupa Birliği standartlarına yükselen bir imkana ulaştırmak. Amacımız bu. Bu istikametle beraber, ülkemiz hem demokraside hem hukukta hem de ekonomide Süper Lig'e böylece yükselmiş olacak. Zor koşullar yaşandığında vatandaşına IBAN veren değil, aynı Avrupa'da pek çok ülkede yapıldığı gibi vatandaşına doğrudan destek veren, sorumluluk sahibi bir yönetim olacağız.

Beştepe’nin etrafına kümelenen, dar bir grubun kamu kaynaklarını kendi arasında paylaşmasına son vereceğiz. Onun yerine, halkımızın yararı için Avrupa Birliği'nde geçerli olan 28 ülkenin uyguladığı kamu ihale mevzuatını Türkiye'de uygulayacağız. Bunların iki lafın başı ettiği o milli ve yerli kelimeler var ya... Yaptıkları her türlü yanlışın üzerine kapatmak için o değerli terimleri kullanıyorlar.

İki lafın başı millî, yerli. Millî, yerli diye diye, Türk tipi başkanlık sistemi diye diye ne yaptılar? Memleketi son 20 yılın en büyük krizinin içine soktular. Yaptıkları akıl dışı, bilim dışı her türlü işi kapatmak için bu bize özel diyorlar.

Millî, yerli diyorlar. İnsanları susturmaya çalışıyorlar. Biz susmayacağız, yanlışlarını yüzlerine vuracağız. Millî diyerek, yerli diyerek, Türk tipi diyerek bu insanların aldatılmasına da artık müsaade etmeyeceğiz.

Evet arkadaşlar şimdi ben Adana'ya sormak istiyorum.
Zenginleşen bir Türkiye için hazır mıyız arkadaşlar?
Hukukun üstünlüğüne inanan bir yönetim için hazır mıyız?
Özgürlüklerin doyasıya yaşandığı tam demokratik bir Türkiye için hazır mıyız? Siz hazırsanız biz hazırız inşallah.

Değerli arkadaşlarım,

Bugün Çukurova'dayız. Evet şimdi tarıma ve çiftçimize geliyoruz. Tarım eylem planımızı duyurduğumuz Adana'da, Çukurova'da, tarımın kalbindeyiz. Çiftçimizin artan girdi fiyatları karşısında çok büyük zorluklar yaşadığını gayet iyi biliyoruz, görüyoruz.

Öyle ki ürettikçe zarar eden, zarar ettiği için üretimden vazgeçen çiftçilerimizin her gün sayısının arttığını da gayet iyi görüyoruz. Kendi üretimimiz azaldıkça tarım ürünlerinin ithalatı artıyor, fiyatlar artıyor. Avrupa'nın en büyük tarım topraklarına sahip, Avrupa'nın en büyük nüfusuna sahip, Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip olan Türkiye, gittikçe tarımda daha çok dışarıya bağlı hale geliyor.

Çünkü arkadaşlar tarım ithalatı var ya, tarım ürünleri ithalatı, onların lobileri var. Onlar Beştepe'ye çabuk giriyorlar. Telefon açtıklarında karşılarında hemen muhatap buluyorlar fakat bizim çiftçimizin Beştepe'de muhatabı yok. Derdini anlatamıyor, duyuramıyor.

Gübrede, mazotta, tohumda, ilaçta, elektrikte yaşanan bu fahiş fiyat artışları tüm Türkiye'ye dönüyor yüksek kronik enflasyon, hayat pahalılığı, zam olarak yansıyor. Peki bütün bu zor şartlarda gübre fiyatlarının üçe dörde katladığı, elektrik fiyatlarının katlanarak arttığı, tohumun, mazotun her gün fiyatına zam geldiği bir Türkiye'de çiftçiye destek var mı?

Rakamlar ortada. 2022'nin bütçesi Meclis'e sunulduğunda bütün tarımsal desteklerin toplamı ne kadardı biliyor musunuz? 25 milyar. Alt alta yazın çarpın, toplayın 25 milyar TL. Aynı bütçede faiz ödemesi ne kadardı? 240 milyar lira, 240. Biz bunu dillendirince, sürekli yüzlerine vurunca ne yaptılar? 25 milyarı şimdi 29 milyara çıkarttılar. 29 milyar da olsa, bir 29 milyara bakın bir de 240 milyara bakın. 8 kat fark var.

Şu anda ki hükûmet, şu andaki Cumhurbaşkanı "Ben faizle mücadele edeceğim" diye gelmedi mi? "Bana yetkiyi verin, enflasyon da faiz de nasıl düşer göstereceğim" demedi mi? 4 yıl oldu. Sonunda geldiği noktada bütçeye bir bakın tarıma verdiği desteğin tam 8 katını faiz olarak ödüyor bu devlet. 8 katını. Yazık günah.

Niye? Çünkü bilmiyorlar arkadaşlar. Faiz nasıl düşer bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar. Bilenlerle de çalışmıyorlar. Zannediyorlar ki ben Merkez Bankası'na talimatı vereceğim, o da bankalardan aldığı faizi düşürecek.

Bütün piyasada faiz düşecek. Yok öyle bir şey. Bu kadar kolay değil ya. Talimatla ekonomi yürümez. Ekonomi güvenle yürür, güvenle. Siz güveni oluşturacaksınız, istikrarı oluşturacaksınız.

Ne oldu? Merkez Bankası'nın bankalardan aldığı faizi düşürdü ne oldu? Aynı devletin Hazinesi gidiyor şimdi aynı bankalardan yüzde 17 yerine yüzde 25'le borçlanıyor. Bu mu faizin düşmesi? O ödediği faizler işte 240 milyarlık bütçedeki faiz. Bizim esnafımız, sanayicimiz, ticari kredi için bankaya başvurduğunda şu son 4 ayda artık yüzde 6, 7, 8, 9 daha fazla faiz ödüyor.

Herhangi bir vatandaşımız gidip bankadan ihtiyaç kredisi istediğinde şu son eylül ayına göre yüzde 6, 7, 8, 9 daha fazla faiz ödemek zorunda kalıyor. Hani faizi düşürecektiniz? Hani yüksek faiz vatana ihanetti?

Hani yüksek faize siz faizcilik diyordunuz, daha faizler yüzde 6, 7 iken o dönemin tertemiz bürokratlarını meydanlarda yuhalatıyordunuz. Faizci diyordunuz. Yüzde 6, 7 faizcilikse yüzde 25, 30, 35 faizin adın ne? Bunu da siz koyun diyorum. Kendisine soruyorum, siz koyun bunlardan diyorum.

Bakın arkadaşlar,

Biliyorsunuz biz seçimlerden sonraki ilk 90 günde ve ilk 360 günde yapacaklarımızı adım adım açıklıyoruz. Tarım Eylem Planını gerçekleştirdik. Çünkü biz "Zamanı gelince bakarız" diyen bir parti değiliz. Atacağımız her adımı hesap ediyoruz. Takvimleştiriyoruz ve açıklıyoruz.

İşte bu kapsamda çiftçimize vereceğimiz desteği artıracağımızı söyledik. Destek miktarlarını ekim dikim döneminde açıklayacağız. İş işten geçtikten sonra değil ve destek ödemelerinde aynı yıl yapacağız. Bir sene sonra değil çiftçimizin kredi borçlarını iki yıl ödemesiz olmak üzere sıfır faizle taksitlendireceğiz.

Ziraat Bankası'nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız. Bir yandan eski borçları uzun vadeye yayarken, bir yandan da yeni finansman imkanıyla çiftçimizin dertlerinin en kısa zamanda çözeceğiz. Gübre maliyetinin tam yarısını biz karşılayacağız. Taahhütüt ettik.

Gübre kaç para? Yüz lira mı? Yüzde 50'sini devlet ödeyecek. Ne kadar 12 bin lira mı? 6 binini devlet ödeyecek. Bir adımı da sulamada atacağız. Çiftçimiz için ayrıca ayrıcalıklı düşük fiyattan ayrı düşük bir elektrik tarifesi uygulayacağız.

Standart tarife değil, düşük bir tarife uygulayacağız. Mevsimlik tarım işçilerinin konaklama, sağlık, umumi ve kişisel temizlik olmak üzere hayat standartlarını iyileştireceğiz. Tarım emekçilerinin çocukları eğitim ihtiyacını karşılasın diye de gerekli her türlü desteği sunacağız.

Biliyorsunuz iklim değişikliği nedeniyle ekim ve hasat zamanları değişti. Pamukla anılan bölgemizde artık ürün deseni farklılaşıyor. Kuraklık önemli bir sorun. Ülkemizdeki bütün sulama yatırımlarını alt alta yazın toplayın değerli  arkadaşlar, bir Kanal İstanbul parası etmiyor. Bütün barajlar, göletler, irsale hatları, basınçlı su sistemleri, yağmurlama, damlama, sulama...

Bütün Türkiye'deki yatırımları toplayın Kanal İstanbul kadar para yetmiyor. İşte biz söz verdik. İktidarımızın ilk beş yılında Türkiye'deki tüm tarımsal sulama projelerini tamamlayacağız. Ne var ne yoksa hepsini.

Bu iş öncelik meselesi arkadaşlar öncelik. Öncelik toprak mı, tarım mı, çiftçi mi yoksa öncelik rant mı? Şu anda bunların önceliği rant. Ne diyor "500 bin kişilik şehir kuracağız Kanal İstanbul'un orada" diyor. Niye? Gayrimenkul, rant. Maalesef... İşte biz değerli arkadaşlarım, inşallah toprağı suyla buluşturacağız.

Değerli arkadaşlar,

Adana denilince tabii bizim aklımıza güneşli günler geliyor. Güneş enerjisi potansiyeli çok yüksek olan Adana'da yenilenebilir enerji konusunda da çok ciddi potansiyel var. Sağlıklı ve sürdürülebilir toprak yönetimini oluşturarak, düşük verimli alanlarımızı olabildiğince güneştarlalarıyla değerlendireceğiz.

Yenilenebilir enerji alanında topyekûn bir atılım gerektiğine inanıyoruz. Şu an ülkemizde lisanssızlarla birlikte 8000 megavat olan güneş enerjisi santral kapasitesinin iki katına çıkartmak mümkün. Ama güneşe güneş gözlükleri değil rant gözlükleriyle bakanlar bunu görmüyor.

Adanalı sanayicimiz de yakından takip ediyor ki birkaç yıl sonra Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında Avrupa Birliği'ne ihraç edilen ürünler üretimde salınan karbon emisyonuna göre vergilendirilecek.

Bakın bu ihracatımızı etkileyecek çok önemli bir konu. İşte biz, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği atılımlarımızla bu konuda da ihracatçılarımızın yanında olacağız. Bu süreçte ihracatçımız olumsuz etkilenmesin diye çalışacağız.

Değerli arkadaşlarım. Şimdi sizlere son olarak tekrar sormak istiyorum. Adana, Atılım için hazır mısınız?

Tarımı ayağa kaldırmaya hazır mısın Adana? Demokrasi için hazır mısın Adana?

Fabrikada, işçinin, tarlada, çiftçinin, caddede, esnafın, kurumlarda, memurun yüzünügüldürmeye hazır mısın Adana?

Güzel, hep beraber hazırız. Biz, Türkiye'nin haysiyetli insanlar için buradayız. Artık Türkiye'nin devası var. Adana'nın devası var. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum, sağ olun var olun diyorum.

2 Şubat 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 9. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
9. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün sözlerime kültür dünyamızda yaşanan bir kayıpla başlamak istiyorum.

Ne yazık ki, her alanda artan maliyetler, edebiyat, sanat ve kültür dünyamızı da derinden etkiledi.

Paramızın itibarını yitirmesi ve kâğıt tedarikinde yaşanan sorunlar nedeniyle Dergâh dergisi, şubat sayısıyla beraber yayın hayatına ara verdiğini duyurdu.

30 yıldan fazladır yayın yapan, pek çok ekonomik ve siyasi krizi atlatan dergi, bugünkü “yerli ve milli krizin” altında yok oldu gitti adeta.

Bu kayıp, Beştepe tarafından üretilen krizin kültürel birikimimizi tahrip etmesinin en yeni, en son örneği. Daha yüzlerce örneğini saymak mümkün.

Bu vesileyle; düşünce dünyamızı zenginleştiren, bakış açımızı genişleten ve hayata dair yaklaşımlarımızı derinleştiren faaliyetlerin korunmasının son derece önemli olduğunun özellikle altını çizmek istiyorum.

Üstelik bu tek değil.

Ülkemizin pek çok yerinde, özellikle yerel basınımız, artan ekonomik maliyetlerin altında can çekişiyor.

Zaten, bundan altı ay önce, biliyorsunuz, adına tasarruf tedbirleri denilen kararlarla, yerel basının mali imkanları ciddi miktarda kısıtlanmıştı.

Yerel basın, hükümetin radarına takılmadığı için, zor takip ettikleri için kestirme bir yöntemle tasarruf tedbirleri adı altında mali imkanlarını kısıtlayacak adımlar atmışlardı bundan yaklaşık 6 ay önce.

Hem siyasi baskı hem ekonomik baskı, bazı yerel basın kuruluşlarımızı faaliyetlerini sona erdirmeye mecbur bırakıyor bugünlerde.

Ama değerli arkadaşlar bizim umudumuz diri.

Az kaldı.

Dergâh Dergisi’nin de kapanan pek çok yerel yayın organının da yayınevlerinin de yeniden okurlarıyla buluşacağı tam demokratik ve zengin Türkiye’ye en kısa zamanda kavuşacağımızı biliyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şu an, otoriter ortaklığın son çırpınışlarını görüyoruz, şahit oluyoruz.

Geçtiğimiz hafta yayınlanan gece yarısı kararları, bu çırpınışın sadece bir parçasıydı.

Sayın Erdoğan, tıpkı askeri muhtıra dönemleri gibi, ülkemizi karanlıkta aldığı kararlarla yönetmeyi bir alışkanlık haline getirdi.

Biliyorsunuz, bir bakan daha gitti, yerine bir başka bakan geldi. Koskoca ülkeyi oyun oynar gibi yönetiyor.

Birini göreve getiriyor, baktı ki göreve getirdiği kişi yeterince itaat etmiyor, hop yenisini atıyor. Tek imza.

Yeni gelen de haklı veya haksız, doğru veya yanlış, tüm talimatlara harfiyen uyduğu sürece ancak görevinde kalıyor.

Daha kendi kabinesinde istikrar sağlayamayan bir cumhurbaşkanının, ülkede istikrarı sağlamasını düşünmek pek mümkün değil.

Aynı gece bir başka değişiklik daha oldu.

Enflasyon rakamları açıklanmadan bir hafta önce, rakamları ayarlama enstitüsü’ne yeni bir başkan atandı. Nam-ı diğer TÜİK’e.

Biliyorsunuz yarın ayın 3'ü. Enflasyon rakamları açıklanacak, belli ki orada da bir kriz olmuş. Ne olduysa çıkar ortaya. Er geç anlaşılıyor hepsi.

Biz dedik ocak ayı sonu itibarıyla TÜİK'in dahi enflasyonu yüzde 40'ın altında göstermesi mümkün olmayacak dedik. Çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor dedik. Gerçek enflasyonun çok daha yüksek olduğunu halkımız biliyor ama TÜİK'in de bunu artık kamufle imkânı yok. Yüzde 40'ın üzerinde enflasyon demek ta 2001'den bu yana ülkenin yaşadığı en büyük enflasyon demek.

Aslında değerli arkadaşlar olan biten şu:

Dedim ya oyun gibi yönetiyor diye. Bu oyun karakterini de beğenmedi, o yüzden bir Adalet Bakanını değiştirdi baktınız bir de TÜİK başkanını değiştirdi.

Geçen haftalarda yaptığım bir konuşmada, TÜİK başkanlarının mevsimlik işçiye dönüştürüldüğünü, bir başkanın gelip birinin gittiğini ve böyle yönetilen bir TÜİK'in de asla ama asla bağımsız çalışamayacağını, etki altında kalacağını, gerçek rakamları değil, hükümetten hangi talimatı alırsa o rakamları açıklamak zorunda kalacağını söylemiştim.

Başkan kimmiş fark etmez demiştim, zaten her yeri, herkesi, her şeyi Erdoğan yönetiyor, yönettiğini zannediyor demiştim.

Ama aslında hiçbir şeyi yönettiği yok arkadaşlar. Şu anda bu ülke yönetilmiyor. Bu ülkeyi yöneten bir zihin yok, bu ülkeyi yöneten bir akıl yok. Bu yüzden de maalesef her alanda krizler çoğaldı, çoğalıyor.

O yüzden de TÜİK; bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren güvenilmez bir kuruma dönüştü artık ve açıklanan rakamlara da hiç kimse bakmıyor, hiç kimse inanmıyor. İtibar da etmiyor.

Yarın açıklanacak göreceğiz: Yarın TÜİK'in açıkladığı rakama bakacaksınız muhtemelen rekor. Şimdiye kadar 20 yılın en yüksek rakamı ama o bile gerçek hayatı, gerçek enflasyonu yansıtmayan, örtmeye çalışan, kamufle etmeye çalışan bir rakam olacak.

Beştepe, yönetimi altındaki tüm kurumlarla beraber, adeta bir uydurulmuş gerçeklik dünyasında yaşıyor.

Bakın geçen cuma yaptığı konuşmada ne diyor:

Video 1 - Erdoğan 29 ocak 2022

“Faizle mücadelemi biliyorsunuz, faizi indireceğiz ve indiriyoruz. Bilin ki  enflasyon da inecek, daha da düşecek.”

Arkadaşlar, yanlış duymadınız.

Sayın Erdoğan, “enflasyon daha da düşecek” diyor, sanki enflasyon düşmüş bir düşüş trendi var da daha da düşecek diyor.

Hatırlarsanız, bana hitaben, “bir de kalkmış ekonomi dersi veriyor” demişti.

Açıkçası, Erdoğan’ın bu sözlerini duyduktan sonra ona ekonomi dersi falan vermekten vazgeçmek lazım. Zaten anlamıyor, bilmiyor.

Çünkü kendisine önce alfabeden başlayarak bir Türkçe dersi vermek gerekiyor, sonra da, abaküsten başlayarak bir Matematik dersi vermek gerekiyor.

Belli ki sayı saymayı da bilmiyor.

Allah aşkına, enflasyonda bir düşme eğilimi var mı ki, “daha da düşecek” diyor? Hani düşer de enflasyon aylarca, düşer, düşer, daha da düşecek dersin. Sürekli artan, rekor kıran, son 20 yılın da rekorunu kıracak olan bir enflasyona daha da düşecek demek gerçekten bu ülkenin gerçeklerinden tamamen kopmuşluk başka bir şey değil.

TÜİK bile son sekiz aydır enflasyonun sürekli arttığını açıklıyor. Sürekli üzerine koya koya gidiyor. Hele hele çarşının pazarın gerçek enflasyonun en az yüzde 80-90 olduğunu cümle alem herkes biliyor bu ülkede.

Cumhurbaşkanı çıkıyor, “enflasyon daha da düşecek" diyor.

Allah akıl fikir versin...Ne diyelim yahu?

Ha bir de ne diyor: Faizi düşürdük daha da düşüreceğiz diyor değil mi?

Ben buradan kendisine soruyorum:

İhtiyaç kredilerinin, ticari kredilerin faizi fırlamışken, Hazine’nin borçlanma faizi patlamışken, artmışken, siz hangi faizi indirmekten bahsediyorsunuz?

Vatandaşın faizi arttı, vatandaşın faizi! Eylülden bu yana en az 5-6-8-10; cinsine göre. Vatandaşın ödediği her türlü faiz arttı bu ülkede. Düşürdük, daha da düşüreceğiz diyor.

Bugün bizim vatandaşımız bankadan borçlanırken, artık daha pahalıya borçlanıyor artık.

Faizi indirmek bu mu yahu?

Siz insanlarla dalga mı geçiyorsunuz? Kimi aldattığınızı sanıyorsunuz?

Allah göstermesin, insanın başına acil bir iş gelse, o anda bankadan alacağı bir miktar acil ihtiyaç kredisi çekmek zorunda kalsa, bu ihtiyaç kredisinin faizi patlamış durumda.

Vatandaşlarımız ihtiyaç için para gerektiğinde, daha fazla faiz ödüyor daha pahalıya borçlanıyor şu anda.

Attığınız yanlış adımlarla, iş bilmezliğinizle, esnafımızın, sanayicimizin ödediği faiz artı. Arttıran da sizsiniz. Başkası değil.

Eylülden bu yana sürekli enflasyon artıyorsa, sürekli fiyatlar artıyorsa vatandaşın faizi artıyorsa tek sebebi var. O da ekonomi bilmeyen bu yönetmekten artık aciz kalmış Cumhurbaşkanının kendisidir.

Devletin Hazinesinin borçlanma faizi arttı. Devlet borçlanmasının faizini kim ödüyor? Bütün vatandaşlardan toplanan vergilerle ödeniyor o faiz. O faiz artmış durumda.

Hangi faiz düşmüş.

Allah aşkına, bu faizlerin düşmüş hali bu diyorsa, hala faiz düştü, enflasyon düşmeye devam edecek diyorsa bu ülkenin gerçeklerinden kopmuş demektir. Ya da gerçekten ne konuştuğunu bilmiyor.

Erdoğan, vatandaşın ödediği faize hiç bakmıyor. Onun ilgisini çeken tek faiz, talimat verdiğinde iniyor dediği bankaların Merkez Bankasına ödediği faiz.

Bankalar da ne yapıyor? Çok mutlular ha bu ara, çok. Gidiyorlar Merkez Bankasından yüzde 14 ile parayı alıyorlar Hazineye yüzde 24-25 ile satıyorlar. Vatandaşa yüzde 30 ile satıyorlar. Halktan gelen, tabandan gelen, halkı temsil ettiğini iddia eden bir cumhurbaşkanının bu ülkenin gerçeklerinden koptuğunu düşünmek mümkün mü?

%14’e düşürmekle övündüğü faiz, ehil, dürüst bir kadronun iş başında olduğu günlerde kararların ortak akılla alındığı bir dönemde %4,5'a kadar inmişti. Ta yüzde 24’lere kadar artırdı önce, taraflı partili cumhurbaşkanı döneminde Merkez Bankasının faizi yüzde 24'e çıktı. Kendi artırdı. Kendi bilgisi dahilinde arttı o faiz. Yüzde 4.5'a düşmüş faizi yüzde 24'e artırıyor. Sonra 14'e ben indirdim diye bununla hava atmaya çalışıyor.

Resmen, en kötüsünü gösterip, sonra kötüyü pazarlayan reklamcı gibiler.

Tamamen algı üzerinden yürüyor her şey.

Çünkü artık, gerçeklerle bağı tamamen kopmuş durumda. Beştepe’de hayal görüyor. Vatandaşa da hayal satıyor.

Bir gün öyle, bir gün böyle konuşuyor. Süpermarket gibi, aradığınız her şey var. Hangi konuda olursa olsun, bu konuda ne demiş diye baktığınızda her türlüsü var. Aynı konuya siyah da demiş, beyaz da demiş. Aynı konuda tam birbirinden farklı açıklamalar yapmış hepsi var.

Bakın, geçen cuma günü “enflasyonu daha da indireceğiz” diyen Erdoğan, pazartesi ne diyor?

Buyurun:

Video 2 – Erdoğan 31 Ocak 2022

“Enflasyondaki belli döneme mahsus arızi yükselişin kamburunu maalesef bir süre taşımak mecburiyetinde kalacağız.”

Bakın arkadaşlar, 2 gün arayla. 29 Ocak’ta söylediğine bakın 31 Ocak’ta söylediğine bakın. 29 Ocak'ta “enflasyon daha da düşecek” diyor, 31 Ocak’ta “enflasyon yüksek gidecek” diyor. Bir dediği bir dediğini tutmuyor. Onun için diyorum bakın, artık bu ülkeyi yönetme melekeleriyle alakalı ciddi ciddi düşünmemiz gerekiyor. Bu kadar kopukluk olmaz. 84 milyon insanı ilgilendiren böyle bir konuda iki gün arayla birbirinden bu kadar farklı açıklama yapılamaz.

Tutmuş, “Ben hayat pahalılığını önleyemeyeceğim” diyor bakın. “Enflasyona alışın” diyor. “Bu kamburu daha taşıyacağız” diyor. Sebebi sensin, başkası değil ki. Bu enflasyonu, kuru patlatan yanlış yönetim yanlış kararlar. Ülkenin gerçekliğinden kopuk kararlar.

Ne oldu? Hani enflasyonu daha da düşürecektin?

Devletin en tepesindeki kişi, 84 milyonu ilgilendiren böylesine önemli bir konuda, bu kadar yalpa yapar mı? 2 gün arayla bu kadar farklı konuşabilir mi?

Böylesine gel git yapılır mı?

Biri de çıkıp Allah için “Ne oluyor yahu” demiyor ha. "Bu nedir?" diyen de yok ona da ben hayret ediyorum.

Biz bu videoları kayıtları gösteriyoruz. Bu çelişkilere işaret ediyoruz da öyle bir ortamdayız ki ellerinde devlet kanalları var. Sopayla, havuçla yönettikleri bir sürü medya kuruluşu var. Dikkat edin oralarda o gün ne konuşuyorsa o gün için o doğru diyorlar. Yarın tam tersini söylüyor. Yarın da tem tersini yayın yapıyorlar bugün de bu doğru diyorlar. Gerçekten yazık bu ülkeye çok yazık.

Zaten yanındakilere sorsanız, ortalıkta “Ocak ayında eksi enflasyon bekliyorum” diye dolaşanlar bile var. Beştepe'den bunu söyleyenler var. Ocakta enflasyonu eksi bekliyorum diyor, hala Külliye'de görevleri var bu insanların.

Yani adeta, Beştepe’ye bir harikalar diyarı kurmuşlar. Millet yoksullaşırken onlar sanal bir alemde eğleniyorlar.

Bakın arkadaşlar, İstanbul Ticaret Odası’na göre İstanbul’da sadece ocak ayında, aylık %13,8 artış açıkladı. Bu kurumun da ne kadar baskı altında olduğunu ne kadar eleştirmekten korktuğunu herkes biliyor. Buna rağmen yüzde 13,9 sadece ocak ayının enflasyonunu açıklıyor. Yıllık artışı bile İTO %50,9 açıklamak zorunda kalmış. Niye? Mızrak çuvala sığmıyor. Kamufle edemiyorlar. Örtemiyorlar. Halının altına süpüremiyorlar. Çünkü pislik çok büyük. Halı kabarıyor altında ne olduğunu herkes görüyor saklayamıyorlar.

Bu ne demek? Bir ayda İstanbul'da yaşayanlar için 516 liranın anında eksilmesi demek. Ocak ayı ile ocak sonu arasında “asgari ücretin satın alma gücü 516 lira daha eksildi” demek.

Hatırlarsanız asgari ücretin ilk açıklandığı gün aralık ayının ortasında ben kısa bir canlı yayın yapmıştım. Demiştim ki, bu rakam bugünden erimeye başladı. Daha çalışanların, işçilerimizin eline geçtiği gün, yani ocak ayının son günü bu rakam önemli ölçüde erimiş olacak demiştim. Aynısı gerçekleşiyor. Ocak ayında 516 lira İstanbul’da yaşayanlar için eridi gitti.

Olan bu.

Ama değerli arkadaşlar,

Sayın Erdoğan’a şimdi bir iyi, bir de kötü haberim var.

Önce iyi haberden başlayalım.

Türkiye’de enflasyon mutlaka düşecek. Tek haneli seviyelere gerileyecek. Çünkü yaptık, nasıl olur biliyoruz.

Hepimiz için iyi olan haber bu.

Ama kendisine bir de kötü haberim şu: Enflasyon düşük tek haneli seviyelere düştüğünde ülkenin cumhurbaşkanı artık Sayın Erdoğan olmayacak.

Daha önce, 2002 ve 2008’de nasıl iki defa bu ülkeyi krizden biz çıkartıp ayağa kaldırdıysak, bugün yaşadığımız krizden çıkartmak da yine bize nasip olacak.

Müsterih olsun. Sapasağlam, emin adımlarla geliyoruz. Hep beraber yürüyoruz. *

****
Değerli arkadaşlar,

Bugün malzeme çok. Epey görüntümüz var. Sağ olsun, her konuşması bir başka faul, her konuşması bir başka skandal artık. 30 dk. konuşmayı izlediğinizde çok fazla malzeme çıkıyor. Çelişkiler, yanlışlar, yanılmalar her şey var...

Devam edelim. Bakın başka ne diyor:

Video 3 - Erdoğan 29 Ocak 2022

“Nasıl demokrasimizi, güvenliğimizi, altyapımızı, bölgesel ve küresel siyasi gücümüzü iftihar verici bir seviyeye çıkardıysak inşallah yakında ekonomide de benzer bir başarıya hep birlikte imza atacağız.”

Aklınca “Ekonomiyi düzelteceğim” mesajı veriyor.

“Demokrasimizi, uluslararası itibarımızı nasıl yükselttiysek” diyor. Ya demokraside lig arkasına düştük. Türkiye'deki demokrasinin, insan haklarının, özgürlüklerinin uluslararası mukayeselerde nerelerde olduğunu herkes biliyor. Uluslararası itibarımızın 5 paralık olduğunu herkes görüyor, biliyor. “Nasıl demokrasimizi yükselttiysek, uluslararası itibarımızı yükselttiysek ekonomimizi de yükselteceğiz” diyor. Ne dediğini anlasa, kötü bir şeyden bahsettiğini fark edecek.

Demokrasimiz can çekişiyor can!

İşte ekonomiyi de o seviyeye indireceğiz diyor. Zaten ekonomi olmadan, demokrasi olmadan mümkün değil bu ülkede insanların yüzü gülmez. Ekonomi de can çekişiyor, demokrasi neyse ekonomi de can çekişiyor.

Neyse o kısım başka.

Peki düne kadar neler diyordu?

Şöyle art arda izleyelim.

Video 4 - Erdoğan

7 Ağustos 2020- “Türkiye adeta bir uçuşun içerisinde. Türkiye olarak bu kalkınmamızı, bu tırmanışımızı yüksek oranda devam ettiriyoruz, devam ettireceğiz. Kimse halkımızı yanıltmaya çalışmasın.”

12 Eylül 2020 – “Şu anda Türkiye ekonomide pik yapıyor, dibe değil tavana.”

18 Kasım 2020 – “İnşallah ülkemiz hazırlık devrini geride bırakıp artık şahlanış dönemine giriyor.”

16 Ağustos 2021 – “Türk ekonomisi toparlanma sürecini geride bırakarak atılım  ve şahlanışdönemine girdiğini ispatlamış oldu.”

Tüm yetkiyi elinde topladığından bu yana, sürekli olarak “Ekonomi uçuyor, kaçıyor, pik yapıyor, şahlanıyor” diyor. Hala “Ekonomide başarılı olacağız” diyor. Neredeyse dört yıl oldu. 2018 seçimlerinden bu yana neredeyse dört yıl oldu.

Açıkça kendisine soruyorum:

Artık masal anlatmayı bırakın da ne yapacağınızı anlatın.

Bir ara “Döviz kurunu yükseltip ihracatı artıracağız”, “İthalat düşünce, cari açık kapanacak” diyordunuz. “Çin modeli” diyordunuz. Anında Çin modelinden dönüverdiler. Çin modeli neydi? Kur yükselsin, iş gücü ucuzlasın, çok ihracat yapalım.

Birkaç gün 18 liraya çıkan kuru 13 liraya düşürdük diye övünüyorlar. Sürekli hayal tacirliği yapıyorlar. Daha eylül ayında dolar kuru 8.30'du ya. 5 ay sonra 13,5 liralık kur ile karşı karşıyayız. 8.30'dan 13.50'ye çıkmış. Bu bahsetmiyor. Kuru patlattığından, patlayan kurun bütün fiyatları artırdığından, enerji fiyatlarından tutun da hayatımızın her alanını maalesef olumsuz etkilediğinden bahsetmiyor. Sürekli “Uçacağız, kaçacağız”. Şahlandı, şahlanıyor, şu, bu.

Bırakın artık hayal tacirliğini de bunları açıklayın.

Sayın Erdoğan, ne diyorsunuz? Hele çıkın bir anlatın. Daha eylül ayında açıkladınız orta vadeli programda 2022 yılı için dolar kuruna siz 9.30 kuruş demiştiniz. Eylül de açıkladı. O gün 8.30 ya, 2020 yılında 9.30. Resmî gazetede yayınlandı bu. Hem de tek imzayla, kendi imzasıyla yayınlandı.

2023'te 9.80, 2024'de 10.30. Bu mu program? Aklınızdakini açıklayın. Ekonomi programım şu diye ortaya koyun. Deyin ki 3 yılda uygulayacağımız ekonomi politikasında çerçevemiz şudur. Para politikamız şudur. Maliye politikası budur. Şu şu reformları çıkaracağız diye bir açıklayın. Hiçbir şey yok, dikkat edin. Boş, bomboş. Bir politika, ekonomi programı yok. Günlük, anlık, ayaküstü atılan adımlar var, gece yarısı yayınlanan kararnameler var. Çıkan kararnamelere bakın. Bu kararnamelerin çoğu önceki kararnamelerin düzeltme kararnamesi. Ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Nedir sizin ekonomi politikanız?

Bakın arkadaşlar, bunlar önce, ucuz iş gücü üzerinden ihracat politikası uydurdular. Başımıza yüksek enflasyonu ve yüksek kuru sardılar. Bunların hepsi eylülden bu yana oldu.

Sonra da ekonomiyi tamamen dolarize edecek adımlar attılar. Kendi paramızın tasarruf aracı olma işlevini bile tamamen dolara bağlıyorlar. Ve bunu TV reklamlarıyla, sanayicilere, bankacılara baskıyla yapıyorlar. Ülkenin ekonomisini tamamen dolarize etme çabası içerisine girdiler.

Rahmetli Özal'ın “Kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi” diye tanımladığı bir uygulamayı başlattılar.

Özal’ın “Gelecek nesiller sakın böyle bir hataya düşmesin” dediği uygulamayı, her türlü devlet kaynağıyla pompalıyorlar.

Reklam filmleri bile çekmişler.

İşte o 20 Aralık gecesi, resmen, devleti batırma kampanyasına başladılar. Ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Bu kampanyada, kumanda ekonomisinin tüm araçlarını devreye soktular.

Devleti batırma kampanyasına destek vermeleri için banka çalışanlarına ve şirketlere yoğun baskılar yapıyorlar.

Ben Türkiye'nin her yerini dolaşıyorum. Bankacılarla görüşüyorum. Banka şube müdürlerine talimat gitmiş durumda. Şu kalan Türk lirası hesapları var ya, o Türk lirası hesaplarını da dövize endeksleyin, ne kadar çok dövize çevirirseniz size o kadar takdir edeceğiz diye şirketlere baskı yapıyorlar. “Mevduatınız varsa Türk lirası, onu hemen dövize endeksleyin; o listeye adınız girsin, yarın o liste lazım olur”. Cumhurbaşkanının talimatına uyan şirketler listesine girin diye söylüyorlar. Zaten banka mevduatının sadece 3'te 1'i TL idi. 3'te 2'si zaten dövize dönmüştübunların yüzünden.

Kendi millî, yerli paramıza güven kalmadığı için vatandaşımızın 3’te 2'si gidip mevduatını dövize çevirmişti zaten. Bunların yaptığı şu son kalan 3’te 1'i de dövize endekslemeye çalışmak ya. İnanın akla hayale sığmıyor. Ne yaptıklarını bilmiyorlar diye o yüzden diyorum.

Şimdi de bu kampanyada yeni aşamaya geçtiler. Kendi vatandaşımız yetmiyor. Yurtdışındaki vatandaşlarımızın döviz birikimlerini de bu kampanyaya dahil ediliyor. Gelin size de dövize endeksli hesabı açalım diyorlar.

Devleti, yabancı paraya endeksli bir biçimde, daha da borçlandıralım diye uğraşıyorlar. Bu apaçık gerçeği biz böyle anlatmasak, söylemesek bunlar propaganda makinesiyle bambaşka şekilde anlatacaklar. İyi bir şeymiş gibi vatandaşa aktaracaklar.

Yahu bu para, garanti verdikleri para, devletin parası. Hazinenin parası. Hazinenin kaynaklarından bu garantiyi veriyorlar. Merak etmeyin, TL faizi yetmezse doların farkını da ödeyeceğim diyor.

TL faizinin de üzerinde bir garantiyi size vereceğim diyor.

Faizle mücadele bu mu? Ben size soruyorum:

Faizle mücadele TL banka hesaplarının faizi yetmezse, kur daha çok artarsa farkını ben size ödeyeceğim demek mi? Zamanın tertemiz bürokratlarına ne diyordu. Daha faizler yüzde 6-7 iken, bunlar faizci diyordu. Yüksek faizi savunmak vatana ihanettir diyordu. Kendi ifadeleri bunlar. Peki yüksek faizi savunmak vatana ihanet ise TL hesaplarındaki faiz yetmezse kur farkını ödeyeceğim demek ne oluyor?

Bakın arkadaşlar, bu Hazinenin kaynakları, babanızdan size miras kalmadı. Hazinenin kaynağı demek, bu milletin alın terini, çiftçisinin, işçisinin, memurunun vergisini, doğmamış çocukların hakkını temsil eder. Nasıl böyle çarçur edersiniz? Nerede bulacaksın kur farkını? Gidip yine bu milletten vergi toplayıp ödeyeceksiniz.

Buradan uyarıyorum. Tarihe not düşmek için söylüyorum: Bu proje, Hazineyi batırma, devleti batırma projesidir.

Ekonomi yönetiminde ehil kişilerin işin başında olduğu, ortak akıl ve istişarenin egemen olduğu dönemi şöyle bir hatırlayın:

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın Merkez Bankası’nda yeni döviz mevduatı hesabı açmasını bırakın, var olan hesaplar da o dönemde yavaş yavaş kapanmıştı. Çünkü o memleketin 70 sente muhtaç olduğu günlerde, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın dövizine muhtaç kaldığı için çok yüksek bir faizle o dövizleri Merkez Bankası’na cezbetmeye çalışıyorlardı. O dönemleri yaşadı Türkiye.

Ama biz ne yaptık? Dedik yazıktır günahtır. Bu kadar yüksek faizle yurtdışında yaşayanların dövizini cezbetmek... Kim ödüyor? Bu faizler kimin cebinden çıkıyor, yazıktır dedik. Güzel bir planlamayla o uygulamayı bitirmiştik.

Şimdi onu tekrar başlatıyorlar. Tarihte yapılmış, eskiden yapılmış ne kadar kötü iş varsa yeniden başlatıyorlar. Yeni bir icat gibi sunuyorlar bir de reklam kampanyalarıyla anlatıyorlar.

Şimdi ne yapıyor Sayın Erdoğan sonuç itibarıyla, ülkeyi şapkadan çıkarttığı 1970 model tavşanla, 70 sente muhtaç olduğumuz günlere götürüyor. Bakın bu söylediklerimin hepsi kayıtlara geçiyor.

Zamanı gelince çıkıp hepsini göstereceğiz.

Biz demiştik, uyarmıştık. Niye doğrusunu yapmadınız diyeceğiz.

Niye bu devleti batırma projesini reklam kampanyalarıyla tanıtarak, üstelik her hafta çıkıyor rakam açıklıyor büyük başarıymış gibi. Şu kadar mevduatı dövize endeksli hale getirdik diyor değil mi? Her televizyon programında söylüyor. 180 milyara 200 milyara çıkarttık diyor. E iyi halt ettiniz. Hazineyi, devleti batırma projesini büyütüyorsunuz. Büyütmekle övündüğü rakam daha çok dolara endeksli hesap. Millî, yerli paramız dururken elin parasını bizim sistemimizin içine doğru entegre etmek demek.

Bir kere daha altını çiziyorum. Adını “Kur korumalı Türk lirası vadeli mevduat hesabı” diye koydukları şey; devleti batırma projesidir.

Bunun adı budur.

Buradan çok açık ifade etmek istiyorum.

İş başına gelir gelmez bu devleti batırma kampanyasına son vereceğiz. Bitireceğiz bunu.

İlk gün yapılacak işlerden bir tanesi. Çünkü zararın neresinden dönersek kârdır diyeceğiz. Vatandaşımız Türk lirasına güveniyorsa Türk parası mevduatında tutacak.

Üstelik biz bunu isteriz: Kendi millî ve yerli paramıza vatandaşımız güvensin isteriz. Kendi yerli ve millî paramızı pul ettikten sonra elin parasına endekslemeye çalışıyorlar.

Birikim imkânı olan sınırlı sayıda mevduat sahibine garanti verilsin diye, yükün dar gelirli vatandaşlarımızın sırtına yıkılmasına izin vermeyeceğiz.

Az sayıda varlıklı mevduat sahibi, kendileri bile talep bile etmediği halde, döviz kuruna karşı korunsun diye, faturanın her gün yoksullaşan milletimize ödetilmesine izin vermeyeceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazinesini de düşürüldüğü bu bataklıktan hızla kurtaracağız. Daha önce bu memleket bunu yaşadı. Bu ülkeyi maalesef kötü yönetimler, iş bilmez yönetimler defalarca iflasın eşiğine getirdi. Ama şu son 20 yılda en önemli iki krizden, bataklıktan Türkiye çok şükür çıktı.

Ehil ve dürüst kadrolarla, ortak akıl ve istişareye dayanan bir yönetimle çıktı yine çıkar.

Bakın, önceki gün, Türk-İş açlık ve yoksulluk sınırını açıkladı.

4 kişilik bir ailenin sırf karnını doyurması için gereken para 4 bin 250 lira.

Asgari ücret, bir ailenin sadece gıda alışverişini bile zor karşılar durumda şu an.

Giyimdir, kuşamdır, barınmadır, ulaşımdır, eğitimdir, sağlıktır derken yoksulluk sınırı 13 bin 844 liraya ulaşıyor.

Yeni bir ev tutacak olsa vatandaşımız ödeyeceği kiraya bakın. Elektrik, doğal gaz faturalarına çocuğu okula gidiyorsa kırtasiye masrafına bakın, yol parasına bakın. Öğlen yemeği, akşam yemeği parasına bakın üniversitede okuyan öğrencileri olan aileye.

Yazık değil mi bu ülkeye?

Her şey ateş pahası. Ama ücretler reel olarak geriliyor.

Tüm bunların yanı sıra haneler, gelen elektrik ve doğal gaz faturalarıyla boğuşuyor.

Ancak bakıyoruz, Beştepe ekonomiyi yönetmeyi bir kenara bırakmış zaten yönetemiyor. Algıları yönetmekle oyalanıyor. Sürekli propaganda makinası.

Ülkeyi koca bir deney laboratuvarına çevirdiler. Sürekli dene-yanıl, dene-yanıl “Ya tutarsa” formülü.

Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar, önlerine çıkan tüm düğmelere basıyorlar ya biri çalışırsa diye.

Yılbaşında yaptıkları fahiş elektrik zamlarının üstünden daha 1 ay geçmeden, kademeli faturalarda aylık limiti 210 kilovata yükselttiler.

Faturaları önce 140 lira artırdılar kabaca. Sonra da 40 lira indirim yaptılar.

Fakat dikkat ederseniz zamların yapıldığı gün partili medyaya bakın, zam haberiyle Erdoğan’ın fotoğrafını yan yana gören oldu mu hiç? Sanki dışarıdan bir el gelmiş zamları yapmış. Zamlar oldu bir şekilde yapıldı. Kimin yaptığı meçhul. Ama kilovat ayarlamasını yaparken ki haberlerin yanında Erdoğan'la fotoğraflar.

Zam yapan sanki başkası, güzelliği yapan Cumhurbaşkanı.

Siz kimi aldatıyorsunuz? Zam yapan o arkadaşlar. Bu ülkede, elektriğe, doğal gaza, A'dan Z'ye her şeye zam yapan Cumhurbaşkanının kendisi başkası değil. Öyle zam olduğu zaman kenara çekil görünme, yandaş medya göstermesin. Ölümü gösterip sıtmaya razı ederken de gelsin kahraman gibi fotoğrafları ortaya çıksın. Çok büyük güzellik yapmış.

Önce adeta milletin bacaklarını kırıyorlar, sonra da yürümesi için koltuk değneği sunuyorlar. Alın kolay yürüyün diye. Yaptıkları bu.

İnanın arkadaşlar bir de insanların aklıyla dalga geçiyorlar.

Tek akıllı siz değilsiniz. Bu ülkede 84 milyon sağduyulu insan yaşıyor. Herkes ne olup bittiğini görüyor merak etmeyin, herkes anlıyor. Herkes sabrediyor. Niye sabrediyor? Sandık geldiğinde ben söyleyeceğimi söyleyeceğim diyor. Onu bekliyor.

Son bir yılda 76 tane ile gittim, yüzlerce ilçeye gittim. İnsanların sabrı buraya kadar gelmiş. Dokunsanız patlamak üzereler. Ama nasıl olsa sandık gelecek diyor. Ben söyleyeceğimi söyleyeceğim diyor. Siz çalışın merak etmeyin biz sözümüzü sandıkta söyleyeceğiz diyor.

Bir başka büyük yalan, hayret; artan enerji maliyetlerini vatandaşa yansıtmadıklarını söylüyorlar.

Şimdi ben soruyorum buradan: Son bir yılda elektrik tarifelerini esnaf için yüzde 162, çiftçiler için, yüzde 124, meskenler için yüzde 103 artıran kim?

Sanayicinin doğal gaz faturası, bir yılda 4 buçuk katına çıktı. Şimdi bunları yapınca maliyetleri yansıtmamış mı oluyorsunuz? Bu fiyat artışları ne? Bu enerjiye niye bu kadar zam geliyor? İnsanları bu kadar akılsız yerine koymayın, yazık.

Aynı dönemde doğal gaz faturası konutlarda yüzde 47 artığında -ki konutlarda zammı tutmaya çalışıyorlar geniş kitlelere yansımasını önlemeye çalışmak sözüm ona- onda bile yüzde 47 artış var. Şimdi yüzde 47 doğal gaza zam yapınca siz maliyetleri yansıtmamış mı oluyorsunuz?

Gerçekten yazık, çok yazık.

Artan enerji maliyetlerini vatandaşlara yansıtmadığınızı söylemek, apaçık yalan değildi mi?

Arkadaşlar, ülkemiz, bu otoriter ortaklık döneminde tarihindeki en büyük enerji krizini yaşıyor. Böyle bir şey Türkiye görmedi.

Bu yönetim hala, gerçekleri saklamakla meşgul.

Neymiş? Doğal gaz sorunu, İran kaynaklıymış. Günaydın.

Yahu İran'dan alınan doğal gazın her kış, bir miktar azaldığı, özellikle kışın sert geçtiği yıllar İran'ın bu gazı önce vatandaşı için kullandığını artanı bu ülkeye verdiğini bilmiyor musunuz? Yeni mi öğreniyorsunuz. 20 yıldır Türkiye'nin başında başkası var da bu yıl, yeni mi işe başladınız da "Ya İran kaynaklı böyle bir şey oldu" diyorsunuz. Her kış yaşanan bu sorundan hiçders almadınız mı?

Yeni mi İran meselesi? Her kış az ya da çok bu sorun yaşanıyor. İran diyor ki "Sınırlı üretimimiz var fazlasını tabii ki satarız, ama kış soğuksa benim vatandaşım üşürken ben sana doğal gazı az veririm” diyor. Yıllardır tekrar eden bir şey, her kış.

Ama 20 yıl boyunca bizim sanayimiz, hiç böylesine bir darboğaz yaşamadı.

Sanayide doğal gaz tamamen kesiliyor, elektrikler kesiliyor. Karanlığa gömüldü.

On binlerce fabrika hep beraber kapatılıyor. Böyle bir şey yaşamadı Türkiye. Enerji Bakanının yaptığı açıklamaya bakın:

Her ay, her ay çıkıyor, eylül, ekim, kasım aralık "Enerji krizi yok, doğal gaz krizi yok, her şey kontrolümüzde diyor.

Hangisi kontrolünde?

Döndün, 2 gün kala alelacele panik halde yazı gönderiyorlar "Elektrik kesilecek, doğal gazı keseceğiz ona göre üretiminizi düşürün ayarlayın" diyor.

Şu hale bakın. Ülkeyi yönetmek bu mu?

Ortak aklın egemen olduğu, ehliyetin ve liyakatin işlediği dönemde bu ülke, böyle bir sorunu hiç yaşamadı.

Kışın doğal gaza talebin artacağı “2 kere 2 eşittir 4” kadar bir gerçek. Her kış hava soğuyor. Daha çok doğal gaz gerekiyor. Herkes bunu biliyor. Hal böyleyken kışa herhangi bir önlem almadan nasıl girersiniz?

Zamanında o doğal gaz depoları niçin yapıldı? Biz niye bütçeden doğal gaz depolarına para koyduk?

1.Kışın yoğun taleplerde yedeğimiz olsun diye.
2.Doğal gaz tedarik ettiğiniz ülkelerle ikili ilişkilerle sıkıntı olabilir diye. Yüzde 3-5 azaldığında panik olup sanayini kapatıyorsun. Allah korusun vana sende değil. Allah korusun doğal gaz tedariki yaptığınız ülkelerle ikili ilişkilerde olası sıkıntılara karşı da doğal gaz depolaması önemli.

Onun için daha çok yatırım yapılması gerekiyor. Onun için Türkiye'nin dört bir yanına doğal gaz depolama tesislerinin daha fazla kullanılması gerekiyor. Onun için eğlence tesislerinin acil durumda likit doğal gazın Türkiye'ye getirilip sisteme verilmesi ile ilgili yatımlarının yapılması gerekiyor.

Şimdiye kadar niye yapmadınız bunları?

Niçin o depoları doldurmanız. Anlaşılıyor ki o depolar kışa girerken tam dolu değildi? Niye doldurmadınız.

Kışın havanın soğuyacağı belli, risk var niye o depoları doldurmadınız? Süresi dolan anlaşmaları niçin zamanında yenilemediniz?
Niçin vakitlice tedbir almadınız?

Bakın bizim eski Türk Ziraat Kanununda bir tabir vardır, hukukçu arkadaşlar bilir. Der ki, "Devlet müflis tüccar gibi hareket eder" Yani, tedbirli. Bir tüccarın devletin örnek alacağı eski Cumhuriyet kanunlarımızın en önemli ifadelerinden biridir. Devletin tüccar gibi önlem alması gerekir. Siz bunu bile yapamıyorsunuz.

Arkadaşlar,

Eksik olan şey, doğal gaz kapasitesi değil, eksik olan yönetim kapasitesi.

Öyle ki, enerji krizinin sebebi; havaların kışın soğuyacağını, yazın ısınacağını dahi öngöremeyen bir yönetim anlayışıdır. Bu tam bir skandaldır.

Siz bütün yetkiyi tek elde toplayın. "Tek başına yönettiğimde bütün sorunların içinden çıkarayım" deyin. Aradan 4 yıl geçsin. 4 yıl sonra Türkiye'yi önemli bir enerji krizinin içine saplayın.

Enerji bakanıymış, Enerji bakanlığıymış hepsi hikâye. Karar tek bir merkezden çıkıyor.

Bakanlar eski bakanlar gibi değil. Eski bakanlar gibi yetkisi yok, hareket edemiyorlar.

Şunu yapsak fırça yer miyiz, şu adımı atsak gece kararnamesiyle kovulur muyuz? Sürekli bu korkuyla yaşıyor bakanlar. O yüzden adım atamıyorlar. Her şey tek bir noktaya gidiyor; imza için şunu yapalım, bunu yapalım.

Koskoca ülkenin bütün meselelerini nereden anlayacaksın? Anlamadığın meseleleri nasıl çözeceksin?

Koskoca ülkenin bütün meselelerini nereden anlayacaksın?

Anlamadığın meseleleri nasıl çözeceksin?

84 milyon ülkenin Avrupa'nın en büyük nüfusuna, topraklarına sahip olan bir ülkenin bütün sorunlarına nereden hâkim olup da nasıl çözeceksin tek başına? Yapamazsın, yapamıyorsun.

Hesabınızı, kitabınızı iyi yapamazsanız, tedbir almazsanız olacağı bu.

Hem üretime darbe vurup ağır zararlara yol açtınız, hem de vatandaşları ağır enerji faturaların yükünün altına soktunuz.

Beceremiyorsunuz. Yönetemiyorsunuz. Artık sizin gitme zamanınız geldi.

Bu millet sizi müsait bir yerde indirecek. Yakın, zaman çok yakın.


*****
Değerli arkadaşlar,

Evet, zor bir dönemden geçiyoruz.

Bir çoklu kriz ortamındayız aynı çoklu organ yetmezliği gibi çoklu krizin ortamındayız. Her konuda kriz yaşadığımız gibi enerji konusunda da kriz yaşıyoruz. Ve göreceksiniz daha pek çok alanda kriz, kriz, kriz çıkacak, daha da büyüyecek.

Şu anda yaşadığımız sorunların hiçbirini çözemeyecekler. Asla.

Çünkü artık o vizyon yok, artık o farkındalık yok, yönetim kapasitesi yok.

Ancak umudumuzu asla yitirmeyeceğiz.

Biz bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına güveniyoruz.

Bu ülke her türlü zorluğu aştığı gibi, her türlü krizi çözdüğü gibi bu krizi de inşallah çözecektir.

Bugünlerden bir kabustan uyanır gibi uyanacağız.
Önce Türkiye’yi sağlam bir hukuk zeminine kavuşturacağız.

Adalet Bakanın da hiçbir yargı mensubunun da kimsenin emir eri olmayacağı bir Türkiye hedefliyoruz.

Ve ardından ülkemizin “DEVA ekonomisi” ile güçlü sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümesini hedefliyoruz.

Deva ekonomisi ne demek?

Deva ekonomisi; adil rekabete, fırsat eşitliğine, özel sektör öncülüğüne ve verimliliğe dayalı bir ekonomik sistem demek.

Deva ekonomisi; kaliteli bir büyüme demek. Büyümenin nimetlerinden tüm toplumun istifade etmesi demek. Büyümenin adil bir paylaşımla vatandaşa dönmesi demek.

Deva ekonomisi; tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir politikalar demek.

Deva ekonomisi; her bir vatandaşımızın insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demek.

Biz, bu ülkede, insanların yatağa aç gitmediği, yarınlarından endişe etmediği bir refah seviyesi hedefliyoruz.

Esnafın kepenk kapatmadığı, faturalarını ödeyebildiği, emeklilerin saygın bir gelir elde ettiği bir ülke hedefliyoruz.

İşte biz, umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak diyoruz ki; Bu milletin daha fazla fakirleşmesine müsaade etmeyeceğiz.

Halkının geçim sıkıntısını bilen, işinin ehli kadrolarla sorunları teker teker çözeceğiz.

Çok yakında, makro ekonomi, finans ve istihdam alanlarında, 90 ve 360 gün içinde yapacaklarımızı adım adım taahhüt ettiğimiz eylem planımızı açıklayacağız.

Çünkü biz “Zamanı gelince bakarız” diyen bir parti değiliz. Her konuda, detaylı hazırlıklar yapıyoruz.

Kimsenin şüphesi olmasın; önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

Özgür ve zengin bir ülke olacağız.
Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum. Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

22 Ocak 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Konya Meram ve Karatay İlçe Kongresindeki Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN MERAM VE KARATAY 1. OLAĞAN İLÇE KONGRELERİKONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Konya il teşkilatımızın, Meram ve Karatay ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri, Değerli muhtarlarımız,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Konyalı gönüldaşlarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Meram ve Karatay ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongreleri vesilesiyle düzenlenen toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım, sözlerimin hemen başında, geçtiğimiz hafta gencecik yaşında aramızdan ayrılarak hepimizi hüzne boğan değerli sporcumuz Ahmet Çalık’ı bir kez daha rahmetle anıyorum. Yakınlarına Allah sabır versin inşallah.

Bu sezona “Ahmet Çalık” adını veren futbol federasyonumuzu kutluyor; süper lig sürecinde de Konyaspor’a başarılarının devamını diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz şu anda gerçekten derin bir siyasi ve ekonomik kriz döneminden geçiyor.

Bu derin krizin sebebi; iktidardaki otoriter ittifak.

Kimler var bu otoriter ittifakta? Sicillerine bakmamız gerekiyor.

Meclis kürsüsünden durmadan sağa sola hakaret eden, bağırıp çağıran, hukuku hedef alan, mafya ve çeteleri makamında ağırlayan, krizlerin ortağı Bahçeli var.

Başka kim var? Demokrasi, hukuk, hak hiçbirini tanımayan, Çin muhibbi, 28 Şubatçı Perinçek var. Hani şu geçen seçimde 100 bin oy bile alamadan, ama “İktidarın rotasını ben çiziyorum” diyen ortak.

En tepede de tüm bu hukuksuzluğun sorumlusu Sayın Erdoğan var.

Çok manidar bir ortaklık bu. Daha 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde o zaman Sayın Erdoğan başbakan iken kendisine en ağır hakaretleri yapan, bundan cumhurbaşkanı olmaz diye haykıran Bahçeli’yi şimdi Erdoğan yanına aldı.

28 Şubat karanlığını destekleyen ve gerçekten çok farklı bir zihniyetin temsilcisi olan Perinçek’i de bir başka yanına aldı. Ben burada şimdi Konya’da sizlere sormak istiyorum.

Ya o 2002'de, 2007'de hatta 2011'de o desteği veren, halis duygularla bir zamanlar AK Parti'ye gönül vermiş, AK Parti'ye destek vermiş olan Konyalı vatandaşlarımıza ben buradan soruyorum: Siz bu desteği verirken tutup da Erdoğan yanına Perinçek’i alsın diye mi bu desteği verdiniz? Perinçek “Bu geminin rotasını ben çiziyorum” diyor.

AK Parti'ye gönül vermiş, destek vermiş vatandaşlarımıza ben soruyorum: Erdoğan gidip de geminin dümenini, rotasını Perinçek'e teslim etsin diye mi siz bu desteği verdiniz? Gerçekten ibretlik bir durumla karşı karşıyayız.

Erdoğan öyle bir ortaklık oluşturmuş ki, buradan çıksa çıksa sadece kriz çıkar. Başka bir şey çıkmaz buradan.

Zaten her gün her alanda krizlerin ortasındayız.

Kabine var değil mi? Bakanlar kurulu demiyorlar. Çünkü bakanlar kurulunun artık bir hükmüyok. Öyle bir tüzel kişilik yok bitti. Ama sadece kâğıt üstünde. O kabinedeki bakanların hiçbir şeye yetkisi yok. Zaten sorunlar ne oluyor? Gidiliyor Ankara’ya bürokraside çözülmeye çalışılıyor, bir şey çıkmıyor. Bakana ulaşıyorlar. Bakan diyor ki “Ben bilmem, Külliye bilir”. Külliye’ye gidiyorlar, 1200 tane oda. Derdine hangi odada hangi çareyi bulacak, yok. Ta ki o en büyük odayı bulana kadar.

Sorunlar, oraya ulaşıyorsa, eğer sorunlar cumhurbaşkanına gidiyorsa belki çözüm buluyor belki onu da bulamıyor. Koskoca 84 milyonluk ülke, Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahip, Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip, Avrupa’nın en büyük topraklarına ve Avrupa’nın en büyük tarım arazilerine sahip bu ülke tek bir kişinin keyfine göre ve tek bir kişinin imzasına göre yönetiliyor.

Ortak akıl, istişare, liyakat, kurum kültürü... Bunların hiçbirisi ortada kalmadı. Bunların hiçbirisinin esamisi okunmuyor.

Kurumlar; bu otoriter ortaklık eli ile ne oldu? Bir geçerliliği kalmadı. Bir şey yapamıyorlar. Hepsi bir kişinin ağzına, emrine bakıyor.

Bakın arkadaşlar,

Otoriter bir zihniyetin olduğu yerde, basın özgürlüğü kolaylıkla ihlal edilebiliyor.

Takip etmişsinizdir, geçtiğimiz gün, bir televizyon haber sunucusu eleştirel içerikli bir haber sundu diye hemen hükûmetin hışmına uğradı. RTÜK hakkında inceleme başlattı.

Gerekçe neymiş? Bu televizyoncu arkadaş, ana haberi sunarken bir muhalefet partisinin temsilcisi gibi sunuyormuş.

Tarafsız değilmiş!

Bir düşünün ya. Gerçekten iktidarın böyle bir tarafsızlık kaygısı mı var mı ya?

Kendi talimatlarıyla yazıp çizen yüzlerce basın organı yok mu bu ülkede? Bu basın organları çok mu tarafsız? Bakıyorsunuz, TRT... Hepimizin vergileri ile yayın yapan kuruluş. Kendilerine bağlı kaç gazete, kaç televizyon var sayamıyoruz bile. Tek merkezden aldıkları talimatla, aynı manşetlerle parti yayın organı gibi çıkan gazeteler var. Bazen şaşırıyorlar, bakıyorsunuz on gazetede manşet aynı. Niye? Tek noktadan emir almışlar da onun için.

Aynı haberlerle “ver coşkuyu” diye diye coşturan televizyon kanalları... Bakıyorsunuz, zaplıyorsunuz hep aynı haber, aynı hikâye dönüyor. Nerede tarafsızlık?

TRT ya, hepimizin vergileriyle ayakta duran TRT, iktidarın hizmetine sunulmuş durumda. Nerede tarafsızlık?

Ama buradan değerli arkadaşlar neyi anlıyoruz. Bunlar yetmiyor.

İktidarı eleştiren tek bir kanal, tek bir program, tek bir gazete, tek bir gazeteci, tek bir köşe yazısı dahi bırakmak istemiyorlar.

Bütün televizyonlar, bütün gazeteler tek tip çıksın istiyorlar.

İşte o yüzden diyoruz ki, bu yönetim otokrat bir yönetimdir. İktidarda otoriter bir zihniyet egemendir bugün Türkiye'de.

Bakın, tarafsızlıkla ilgili önemli bir konuya daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

Şimdi diyor ya “Şu kanaldaki, şu televizyoncu tarafsız değil” diyor. “Muhalefetten yana taraflı” diyor. Kendisine bağlı onlarca televizyon kanalı, onlarca gazete, yüzlerce web sitesi hükûmetten taraflı olunca ses yok, muhalif birisine taraf olunca hemen RTÜK inceleme başlatıyor.

Fakat tarafsızlıkla ilgili arkadaşlar, asıl bir anayasal mesele var. Bizim anayasamızda cumhurbaşkanının bir yemin metni var. Seçilen her cumhurbaşkanı çıkıyor kürsüye, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kürsüsünden bir yemin metni okuyor. Yemin ederek görevine başlıyor.

Bütün cumhurbaşkanları görevine başlarken o yemin metni ile başlıyor ve bu en son 2017 Anayasa değişikliğinde yemin metni değişmedi. Yemin metni aynen duruyor. İsteseler değiştirebilirlerdi değil mi? O hengamede, o 15 Temmuz’dan sonraki OHAL döneminde başka şeyler de yapabilirlerdi ama yemin metni duruyor.

Çünkü o kadar ileriye gidemediler, yemin metnini değiştirecek kadar ileri gidemediler. Ne olur ne olmaz, referandumda takılır belki diye korktular. Bakın bu yemin metninin öyle bir bölümüvar ki şimdi arkadaşlar videodan bir izletsin. Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak göreve başlarken meclis kürsüsünden ettiği yeminin son bölümü izleyelim.

Video - Cumhurbaşkanı yemini

Erdoğan:“... Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Bakın değerli arkadaşlar burada yemin metninde ne diyor? "Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim." diyor göreve öyle başlıyor. Yemin etmeden zaten imza yetkisi yok. Anayasa diyor ki “Bu yemini eder öyle görevine başlar”.

Peki ben şimdi size soruyorum: Cumhurbaşkanının yemin ettiği şekilde tarafsız bir şekilde görevini yaptığını iddia edebilen çıkar mı ya bugünkü Türkiye’de? Nerede tarafsızlık? Sürekli kutuplaştırıyor, sürekli geriyor.

Peki bu ettiği yemine ne oldu? “Namusum ve şerefim üzerine ant içerim” dediği yemine ne oldu? Ben buradan kendisine sormak istiyorum. Her konuda taraf oluyor her konuda. Taraf olmadığı bir konu yok. Takıyor genel başkan şapkasını, herkese hakaret edebiliyor. Ama aynı ifadeleri bir başka kişi kendiyle ilgili kullandığında hemen cumhurbaşkanı şapkasını takıyor diyor ki “Dur bakalım yahu ben cumhurbaşkanıyım bana böyle konuşamazsın” diyor. 160 bin kişi hakkında soruşturma açılmış cumhurbaşkanına hakaretten. Şu rakama bakın ya. Böyle bir şey olur mu? Böyle bir siyaset alanı olabilir mi?

Bakın arkadaşlar, basının tarafsızlık yemini yok. Ama cumhurbaşkanının tarafsızlık yemini var. Önce o yemininin gereğini yapsın, ondan sonra gidip basınla ilgili konuşsun.

Değerli arkadaşlar,

Eğer bir ülkede sistem yozlaşırsa, o ülkedeki tüm kurumların haysiyeti çiğnenir.

Oysa ki, o kurumların her biri vatandaşına hizmet etmek zorundadır. Devlet bunun için vardır.

Tüm bu yaşananlar, ülkemizde bürokrasinin ne yazık ki büyük bir baskı altında çalıştığını gösteriyor.

Biliyorsunuz, hayal aleminde yaşayan bir kurumumuz var. Rakamları ayarlama enstitüsü. Diğer adıyla TÜİK.

Bir de bu kurumun, göreve gelir gelmez fiyat ve işgücü verileriyle ilgili danışma kurullarının hepsini ortadan kaldıran, lağveden bir başkanı var.

Enflasyonun yüzde 36 olduğunu iddia eden bu “güven abidesi” kurumumuzun başındaki kişi geçen gün kendisinin mevsimlik işçiye döndüğünü itiraf etmiş.

“Bu koltukta şimdi ben oturuyorum, yarın başkası oturur. Yani başkanın kim olduğunu boş verin” demiş kendi ifadesiyle.

Haklı. Çünkü başkanın kim olduğunun o kadar önemi yok.

TÜİK bağımsız değil ki artık. TÜİK tarafsız da değil.

Beştepe’den talimat ne gelirse onun gereğini yapıyor bugünkü TÜİK.

Kâğıt üstünde adı başkan yazanın bir hükmü yok.

Elbette orayı da tek başına Erdoğan yönetiyor.

Uydurulmuş gerçeklik dünyası ile, çarşıda pazarda gördüğümüz enflasyonun yarısını bile açıklamayan bu kurumu da Cumhurbaşkanının kendisi yönetiyor. Başka birisi değil.

Değerli arkadaşlar,

Kurum murum kalmadı. Devlet yönetimi kalmadı. Millete hizmet diye bir şey kalmadı.

Erdoğan Beştepe’den kafasını çıkarıp da vatandaş ne halde göremiyor artık. Bir tane komşusu yok ya. Düşünebiliyor musunuz?

Şöyle üç beş tane komşusu olsa, hiç olmazsa eve girip çıkarken komşularıyla karşılaşır da onlar belki ülkenin gerçeklerini anlatırlar kendisine.

Evine girip çıkarken evinde pazara alışverişe giden bir komşusu der ki “Fiyatlar çok artmış sizin haberiniz var mı bilmiyorum ama pazarda yüzde 80, yüzde 100, yüzde 120 zam gelmiş her şeye. Sizin haberiniz var mı” diye söyler belki kendisine. Ama izole olmuş. Etrafında kim var?

Sadece ve sadece şu andaki sistemden nemalanan bir insan grubu var. Gerçek vatandaşkalmamış etrafında, yok. Onlarla karşılaşmıyor, görmüyor, göremiyor artık. Çıkamıyor bizim gibi sokağa, pazara, çarşıya çıkamıyor. Eskisi gibi değil artık.

Ama durum bu. Maalesef durum bu.

Değerli arkadaşlar biliyorsunuz, 2017-2018 Referandum Cumhurbaşkanlığı seçimi. Bütün o dönemlerde Erdoğan ne dedi, “Bana yetkiyi verin, faiz de enflasyon da nasıl düşürülür gösteririm” dedi. Vatandaşın karşısına çıkıp böyle oy, destek istedi.

Aradan tam 4 yıl geçti. 4 yıldır tek imzayla istediğini yapıyor. Elini tutan da yok. Sonuç itibarıyla ne yaptı? Ülkede hem enflasyon arttı hem faiz arttı.

En son, eylül ayından bugüne ne oldu? Şöyle bir analizini yapmamız gerekiyor:

Eylülden itibaren ne dedi, "Ben dedi faizi indireceğim, Nass" dedi. Ne yaptı, döndü Merkez Bankası’na dedi ki, "Şu faizi düşür bakalım" dedi.

Merkez Bankasının faizi, Merkez Bankasının bankalardan aldığı faiz. Bankaların, Merkez Bankasına ödediği faiz. Çünkü Merkez Bankasının elinde tek bir faiz enstrümanı var başka bir şey yok.

Peki, Eylül ayında yüzde 19 olan Merkez Bankasının faizini talimatla yüzde 14'e indirdi değil mi?

Peki, yine eylülden aralık sonuna asıl vatandaşın faizine ne oldu? Öbürü, bankalarla Merkez Bankası arasındaki bir gösterge. Asıl bir de vatandaşın faizi var.

Grafik-1 kredi faizi

Bakın, bu faiz, vatandaşın faizi. Üstteki ihtiyaç kredileri. Yani vatandaşlarımızın bankaya gidip "benim ihtiyacım var" dediğinde kullandığı faizin kredisi.

Eylül ayında yüzde 23 buçukmuş, aralık sonunda tam yüzde 29 buçuğa çıkmış. 6 puan artmış. Vatandaşın faizi bu. Ticari krediler, yani KOBİ’lerin sanayicilerin yüzde 18 küsurmuş, yüzde 24'e çıkmış.

Ağzından 5 aydır bir kere bu faizleri duydunuz mu? Ne diyor "Nass" diyor. Sadece Merkez Bankasıyla bankalar arasındaki rakamlardan bahsediyor. Bu faizlerden hiç konuşmuyor. Bir başka faiz, Hazinenin borçlanma faizi. Onun grafiği;

Grafik-2 hazinenin borçlanma faizi

Bakın bu da Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin piyasadan borçlanırken ödediği faiz. Aynı dönemde ne olmuş yüzde 17'den, yüzde 25'e çıkmış.

Bir kere ağzından duydunuz mu?

Hazinenin borçlanma faiziyle ilgili rakamların nereden nereye geldiğini bir kez söyledi mi? Söyleyemez, anlatamaz, izah da edemez. Bu faizlerden nereden ödeniyor?

Bütün vatandaşlarımızın ödediği vergilerden bu hazinenin borçlanma faizi ödeniyor. Vatandaşın bir başka faizi bu.

Üstelik ne oluyor?

Bankalar, Merkez Bankasından gidiyor yüzde 14'le parayı alıyorlar, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından, aynı Türkiye Cumhuriyetinin Hazinesine parayı yüzde 25'te geri veriyorlar.

Bu mu ekonomi yönetimi?

Değerli arkadaşlar;

Akla hayale sığacak şeyler değil bunlar.

Fakat ellerindeki bu propaganda makinesiyle, ellerindeki televizyon kanallarıyla, gazetelerle, internet haber siteleriyle o whatsapp gruplarıyla

Türkiye'nin gerçeklerini saklıyorlar. Anlatmıyorlar. Bunu da maalesef dinimizin kutsallarını istismar ederek yapıyorlar.

Ben buradan kendisine soruyorum. Merkez Bankasının faiziyle ilgili Nass var da vatandaşın faiziyle ilgili Nass yok mu acaba? Hadi düşürsün bunu göreyim. Düşürsün de göreyim. Yapamaz. Niye?

Yahu siz yanlış adımlarla, yanlış aldığınız kararlarla daha eylülde yani şu dönemin başında 8 lira 30 kuruş olan dolar kurunu patlattınız bugün 14,5. İki gün 18'e çıktı geri 14,5'a indi diye büyük bir başarıymış gibi anlatıyorlar. Biz unutturmayacağız; geçen sene eylül başında döviz kurunun, dolar kurunun 8.30 olduğunu sürekli hatırlatacağız.

8.30 liralık dolar kuru olmuş bugün 14,5. Döviz kuru yüzde 60 civarında artış. 8.30'dan 14.30'a arttığında bu ülkede A'dan Z'ye her şeye zam geleceğini, A'dan Z'ye her şeyin pahalanacağını bakkalın yanında iki ay çıraklık yapan bir çocuk bilir. Kur artınca her şeye zam geleceğini iş dünyasının içindeki herkes bilir. Siz yanlış kararlar alın, yanlış adımlar atın, kuru patlatın, bu; enflasyonu arttırsın, enflasyonun artışı ile beraber bütün piyasa faizleri vatandaşın faizi artsın. Ondan sonra deyin ki ben faizi düşürdüm.

Nereye düşürdün?

Vatandaşın faizinin düştüğü falan yok, arttı, artıyor. Bir önceki grafikte; aralık sonu ticari krediler var ya bugün iste Meram ilçemizde oturduk. İlçe başkanımızın piyasa -ki kendisi sektörün içerisinden- piyasada diyor yüzde 28- 30-35 şu anda esnafın KOBİ'lerin ödediği faiz bu. Dönün bunu bir düşürün bakalım. Dönün bunu enflasyonu düşürün. Yapamıyorlar ve üstelik arkadaşlar, bir sonraki grafiğe geçelim;

Grafik-3 bütçe faiz ödemeleri

Bakın, Hazine borçlanma faizi yüzde 17'den 25'e çıktı ya, Hazinenin faizi daha yüzde 17 iken yani eylül ayında bir bütçe hazırladılar. Bu bütçeyi Meclise gönderdiler. Bu bütçedeki bir rakamı göstereceğim size. Daha Hazinenin faizi yüzde 17 iken bu yılın bütçesine koydukları faiz ödeneği ne kadar biliyor musunuz?

Bakın arkadaşlar, 240 milyar lira 2022'nin bütçesine faiz ödeneği konmuş durumda. Yani bütçeye vergiler toplanacak, aynı bütçeden tam 240 milyar

ödenecek. Geçen sene neymiş? 180 imiş. Gelecek sene orta vadeli plana koydukları 291 milyar. Bir de şu geçmişe bakın, yıllarca, 45-50 milyar lira civarında olan bütçedeki faiz ödemesi geçen yıl 180, bu yıl 240, gelecek yıl 290 milyar olarak bütçeye kondu.

Üstelik Hazinenin faizi yüzde 17 iken koydular bunu. Hazinenin faizi yüzde 25'e çıkınca bu bütçenin yetmesi falan mümkün değil; yetmeyecek.

Bir rakam daha vereceğim, son rakam olacak. Konya’dayız. Bir tarım şehrindeyiz. Tarımsal desteklerin tümü, mazot desteği, gübre desteği, sübvansiyonlu kredilerle ilgili verilen destek; tamamı bu yılın bütçesinde ne kadar biliyor musunuz? 25 milyar lira. Yani; Nass diyen, ben faizle mücadele edeceğim diyen Cumhurbaşkanının imzasıyla Meclise gönderilen bütçede tarım bütçesinin tamamı tüm Türkiye için 25 milyar. Sadece faize ayrılan 240 milyar.

Daha Merkez Bankasının faizleri yüzde 6-7 iken, Hazine yüzde 5-6 ile borçlanırken, enflasyon yüzde 4-5-6 ile devam ederken ne diyordu o dönemin tertemiz bürokratlarına? “Faizci” diyordu. “Faiz lobisinin adamısınız siz” diyordu. “Bu faizleri savunmak vatana ihanettir” diyordu. Bunlar kendi ifadeleri. Faizler yüzde 6-7 iken yıllık Hazinenin faiz ödemeleri böyle 50 milyar civarındayken, o rakamlara vatana ihanet diyenlere ben soruyorum.

Peki siz, şu anda bu 240 milyar liralık faiz ödeneğini bütçeye koymaya ne diyeceksiniz, bunu nasıl tanımlayacaksınız? Yüzde 6 faiz, vatana ihanetse yüzde 25. Hazine faizini nasıl tanımlayacaksınız, söyleyin kendiniz?

Çünkü bu tanımlama sizin söyleyin diyorum. Tüm tarım desteği 25 milyar, sadece bu yılın bütçesine faiz için konan rakam 240 milyar ve üstelik yetmeyecek çünkü daha yüzde 17 iken bütçeyi yaptılar. Tablo bu arkadaşlar bakın. Türkiye’nin gerçek tablosu bu ve bunu gizleyemeyecekler.

Sürekli bunları anlatacağız. Bir hayal alemindeler. Ne diyor? "Şampiyonlar ligindeyiz Türkiye olarak" diyor. Sürekli küme düşüyoruz, küme. Ne diyor? "Dünyanın her yerinde enflasyon yüksek" diyor. Yahu Avrupa'da enflasyon yüzde 3'e, 4'e çıktı diye bir mücadele kampanyası başlattılar şimdi yüzde üç dört enflasyon çok yüksek diye. Japonya'da yüzde sıfır küsurdan yüzde sıfır küsur arttı diye. 1 bile değil. Japon Merkez Bankası tedbir almaya başladı bu enflasyon nereye gidecek diye. Hangi dünyada enflasyon o kadar yüksekmiş? Bütün G-20 ülkeleri içerisinde, bütün OECD ülkeleri içerisinde Türkiye'nin olduğu bütün bu yapılarda en yüksek enflasyon Türkiye'de. En yüksek faiz de Türkiye'de.

2017-2018'de "Bana yetkiyi verin, faizle de enflasyonla da nasıl mücadele edilir göstereceğim" diyen Erdoğan'ın ülkeyi getirdiği durum bu.

Yapamaz arkadaşlar, yapamaz. Çünkü bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor, bilenlerle de çalışmıyor. Zannediyor ki, 20 yıl ben bu ülkeyi yönettim. Hiç kimse benden daha iyi bu işi yapamaz, beceremez, bilemez.

Öyle değil. Bizim atasözümüz var ne diyor; "Bin biliyorsan, bir bilene soracaksın."

Bakın bizim kültürümüzde, bizim inancımızda, devlet yapısıyla ilgili bir organizasyon şeması yok ama ne var, bazı temel ilkeler var. O ilkelerden birincisi adalet, devletin varlık sebebi adalet. Adalet olmadan asla olmaz. Bir başka önemli ilke ehliyet liyakat. İşin ehline teslim etmek. Bunu yapmazsanız olmaz.

Hangi şartlarda olursa olsun istişareyi elden bırakmamak asla. Her kararı istişare ile almak. Biz işte, bu ana temeller, ilkeler uygulanmadan Türkiye'de ekonominin asla düzelemeyeceğini ve bu ülkede sorunların asla çözülemeyeceğini biliyoruz. Onun için Deva Partisi’ni kurduk. Onun için yola çıktık ve iyi ki de kurmuşuz diyorum. İyi ki de başlamışız.

Değerli yol arkadaşlarım,

Yaşanan bu siyasi krizin bir diğer boyutunu da dış ilişkilerde yaşıyoruz. Dikkat ederseniz “dışpolitika” demiyorum; çünkü şu andaki hükümetin bir dış politikası yok. Politika diyebileceğimiz bir şey yok ortada. Ne var, şahsileştirilmiş ilişkiler var. Bir kişinin keyfine göre şekillenen ilişkiler var.

Dışişleri Bakanlığı, iktidar partisi üyelerinin işi bırakıp emekli olduğunda yerleştiği bir kasabaya döndü adeta.

Dışişlerinde ehliyet, liyakat, nezaket, diplomasi gibi olmazsa olmaz ilkelerin yerini; kayırmacılık, kabadayılık, fevrilik ve hamaset aldı.

Bakın, ben bu ülkede hem Dışişleri Bakanı hem de Avrupa Birliği Bakanlığı yapmanın onurunu yaşadım.

Ülkemizin itibarını, gücünü, saygınlığını arttıran bir ekibin başında oldum.

Hangi ülke olursa olsun, bizimle görüşmek için sıraya girerlerdi. Randevu kuyrukları oluşurdu. Hani telefon sırasında bekliyor değil mi? Amerika'da bir başkan seçiliyor yazdırıyor sıraya, adam üç ay sonra dönüyor. Yaşadık, seçim ta Ekim 2020'de oldu. 2021'in mart ayı geldi. O da geri dönüyor telefona ama ne diyor? Haberiniz olsun şu Ermeni meselesi var ya biz onu soykırım olarak tanıyacağız haberiniz olsun diyor, telefonu kapatıyor. Görüşme de bu. Onlarca yıl mücadele verildi ya. 1915 olaylarının bir soykırım olarak tanımlanmaması için onlarca yıl diplomasi mücadelesi verildi ve bir günde tanıdılar, geçtiler adamlar. Çıt çıktı mı? Ne oldu o "Eyy!" naralarına ne oldu? Niye?

Çünkü değerli arkadaşlar, uluslararası ilişkilerde itibarınız olacak, başınız dik olacak, zayıf yönünüz olmayacak. Zayıf bir yanınızı, yönünüzü yakaladıkları anda oradan tutarlar, size istediklerini yaptırmaya başlarlar.

Çok şükür. Bizim zamanımızda kiminle görüşmek istediysek anında görüştük, anında!

Ben Dış İşleri Bakanlığı döneminde 2 yılda tam 132 tane yurtdışı program yaptım.

202 tane Dış İşleri Bakanı beni ziyaret etti 2 yıl içerisinde.

Uluslararası alanda olmadığımız masa yoktu ya. Stratejik ve önemli tüm süreçleri ülkemizin çıkarlarına uygun olarak yürüttük.

Ben ve arkadaşlarım, oluşturduğumuz dürüst ve ehil kadrolarla birlikte, Türkiye’nin itibarına itibar kattık.

2008 yılında BM Güvenlik konseyine seçildik. Bir ilk, BM kuruldu kurulalı ilk defa Türkiye 2008'de yüzde 79 oy oranıyla seçildi. 193 Ülkenin 151'nin oyunu aldık öyle seçildik.

O gün bugündür bir daha seçilemedi Türkiye. Bir kere aday oldu hezimet...30 küsur oy aldılar. Biz 151 oy almıştık. 191 ülkenin 151 oyunu alıp öyle seçilmiştik.

O Güvenlik Konseyinin nasip oldu ben başkanlığını yaptım.

Çok şükür bütün o dönemin itibarının, başarılarının hamdolsun bugün hala sembolik de olsa omzumda hissediyorum.

Bütün gazete manşetleri, hani dış güçler deyip duruyorlar ya şimdi, Avrupa, Amerika, Asya gazeteleri Türkiye'yi manşet yapıyordu. Yıldız ülke, model ülke diyorlardı. Türkiye'den öğreneceğimiz çok şey var diyorlardı.

Biz bunları yaşadık, dergilerin kapaklarına giriyordu Türkiye sürekli. Türkiye modeli, Türkiye mucizesi diye.

Biliyorsunuz; bizim dönemimizde, Türkiye NATO'nun en önemli hava savunma projesine yani f-35 uçaklarının projesinde dört ana ortaktan biri olarak girdi. Kurucu ortak olarak başladık oraya. Dört ülkeden birisi Türkiye oldu. Teknolojisiyle, know-how'ıyla her şeyiyle ortak olarak başladık projeye.

Öyle sadece “Al parasını, ver F-35’i” değil ha... Projeyi geliştiren, kritik parçaların bir kısmını üreten, projenin bütün detaylarına hâkim olan dört ülkeden birisi olarak başladık.

Yani NATO'nun en önemli savunma projelerinin birisinde Türkiye dört ana ortaktan biri oldu.

Güvenilir, itibarlı, ne yaptığını bilen, ne söylediğini bilen bir ülke olarak yaptık bunu.

Cumhurbaşkanının kendi açıklaması değil mi, parasını ödediğimiz, tescilini yaptırdığımız bu uçakları teslim bile alamadılar.

Tescil belgesi, Türkiye Cumhuriyeti diye tescil belgesinde yazıyor. 1 milyar 400 milyon dolar para verdiler. Alamadılar. Bu mu dış politika?

Uçaklar yok.

Para yok.

Sonra gittiler Rusya'ya 2,5 milyar dolar nakit para ödediler. S-400 hava savunma sistemini aldılar değil mi? S-400'ler kutuda geldi. Şöyle bir kapağını açtılar test ettiler geri kapattılar hemen yaptırımlarla karşı karşıya kaldılar. Açamıyorlar. Kapağını açtıkları anda ne olacağını biliyorlar.

Bu ne biçim politika?

Politika diye bir şey yok. Esip gürleyen, ona buna nara atan ama büyük bir fiyaskoyla sonuçlanan bir dış ilişkiler seti var.

1 milyar 400 milyon ver F-35'i alama.

2 buçuk milyar dolar ver S-400'ü kapalı tut, kapağını açama.

Memleketin hali bu.

Bu, hesapsızlık değil de nedir?

Basit bir şey değil bu bakın. Bunların bedelini daha henüz doğmamış çocuklarımız ödüyor.

Soruyorum sayın Erdoğan’a:
Bu yaptığınız hesapsızlık değilse nedir? Çıkın açıklayın.

*****
Bakın arkadaşlar,

Bunlar, dış politikanın öyle “Eyy” naralarıyla yürütülen bir alan olduğunu zannediyorlar.

Çünkü amaç dış ilişkiler değil, amaç dışarıya ne söyleyeyim ki içeriyi avutayım. Dışarıda hangi düşmanı göstereyim ki, içerideki sorunların üstünü örteyim.

Bir "haftanın düşmanı" panosu var. Ellerinde de bir liste var. Her hafta bir şeyleri yazıyorlar o panoya.

Bazen o panoda Amerika yazıyor, bazen de Avrupa yazıyor. Bazen İsrail yazıyor. Bazen Birleşik Arap Emirlikleri yazıyor. Bazen Boğaziçi Üniversiteli öğrenciler yazıyor. Bazen muhalif bir isim yazıyor. Bazen bir köşe yazarı yazıyor.

Ama "haftanın düşman panosu" hiç boş kalmıyor. Çünkü gündemi öyle oluşturuyorlar.

Hala kendilerini destekleyeceklerini düşündükleri kitleden o desteğin devamı için düşman gösterip bak bunlar var deyip onların desteğiyle iktidarlarını sürdürebileceklerini zannediyorlar.

Yürümeyecek.

Koskoca ülkenin dış politikasını böyle zikzak çize çize, u dönüşü yapa yapa ne olduğu bilinmez bir hale getirdiler.

Bir gün öyle, bir gün böyle konuşuyorlar.

Muhatapları artık ciddiye almıyor. “Nasıl olsa bugün bunu der, yarın döner başka bir şey der” diye bakıyorlar.

"Bağırıp çağırıyor, tamam bağırıp çağırsın nasıl olsa yarın başka türlü konuşur. İnanın böyle dünyada durum yazık günah.

Bir sabah kalkıyorlar haçla hilali çakıştırıyor.

Bir gün Şangay Beşlisi’ne hevesleniyor.

Bir başka sabah da kalkıp “Avrupa Birliği stratejik hedeftir” diyor.

Hangisi doğru bunlardan?

Bu manevraları çok hızlı alıyor. Bir haftada yönünü değiştiriyor.

Ne istediğini bilmiyor. Ne dediğini bilmiyor. Şangay Beşlisi nedir bir anlat deseniz. Şöyle gerçek gazeteci olacak canlı yayında soracak.

İnanın anlatamaz. Bilmiyor. Çünkü ortada bir strateji yok.

Biliyorsunuz langırt oyununda “fırfır yapmak” vardır ya. Rastgele sallıyorsunuz hani.

Hep beraber Türkiye deva olacağız arkadaşlar hep beraber inşallah.

Dış politikada “stratejik fırfır dönemine” geçmiş durumdalar. Yaptıkları bu. Bilinçsizce, hesapsızca, rastgele oyun oynuyorlar.

Ya denk gelirse ya tutarsa.

Önce yedi düvelle arayı bozuyorlar, sonra normalleşmenin derdine düşüyorlar onu da beceremiyorlar.

Ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar, sonra da taviz üstüne taviz vermek zorunda kalıyorlar.

Son örnek; Birleşik Arap Emirlikleri’nden bir örnek vereyim.

Bu ülkeyi açık açık 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünü desteklemekle suçlayan kendileri değil mi?

Daha 6 ay önce, açık açık hükümet bu ülkeye işaret etti. Biz bunları biliyoruz dediler. Bunlar 15 Temmuz'un destekçisi dediler.

Sonra ne oldu? Külliye'de resmî törenle ağırladılar. Bunlar öyle ucuz değil o işler. Çıkın açıklayın.

15 Temmuz kanlı darbe girişiminde tam 251 vatandaşımız can verdi. Binlerce vatandaşımız gazi oldu.

Darbe teşebbüsünü planlayanlar, bizzat içinde olanlar, defalarca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Basit bir şey mi bu?

Eğer bu ülke, 15 Temmuz’u desteklediyse, siz nasıl olur da onlarla anlaşma yaparsanız? Nasıl olur da böyle kolayca affedersiniz? Nasıl olur da sünger çekiyorsunuz üzerine?

Kimse kusura bakmasın Türkiye satılık değil. Bu milletin onuru satılık değil.

Merkez Bankası’nda kuruş kuruş biriktirdiğimiz 130 milyar dolarımızı arka kapıdan cayır cayır gizli bir şekilde sattıktan sonra, teröre destekle suçladıkları ülkeden borç para dilendiler.

Gelen para da 4,5 milyar dolar. Sadece aralık ayında gizli saklı yaktıkları para 9 milyar dolar. Sadece aralık ayında toplam 17 milyar dolarlık daha dövizi yaktı bu merkez bankası. Ta eksi 65 milyar dolara indi ülkenin döviz rezervi. Ondan sonra gidiyorlar 15 Temmuz’u desteklediklerini iddia ettikleri ülkeden sadece 4,5 milyar dolar para gelsin diye resmi törenle karşılıyorlar.

Bu kadar ucuz mu bu ülkenin onuru?

Yazık günah.

Böyle bir dış politika falan olmaz.

Ben buradan sesleniyorum Cumhurbaşkanına cevap verin: Bu millet merak ediyor, cevap verin:

Çünkü siz hesap verme makamındasınız.

Eğer 15 Temmuz’un arkasında bu ülke yoksa, siz o geceyi bile sulandırdınız demektir.

Öyleyse çıkın açıklayın. Halkımızı yanılttığınız için özür dileyin. O ülkeye dönün “Yanlışlıkla teröre destek verdiğinizle itham etmişiz kusura bakmayın” deyin.

Vatandaşa da dönün, tam 5 yıldır değerli vatandaşlarımız biz sizi yanlış bilgilendirmişiz biz bu ülkeyi yanlış yere düşman göstermişiz böyle bir şey yokmuş deyin önce bir özür dileyin ondan sonra ne yapacaksanız yapın.

Bakın ben sürekli soruyorum bunu.

Her ay birkaç defa soruyorum ama çıt çıkmıyor.

Çünkü anlatamaz. İzah edemez. Yaptığının bir tutarlılığı yok. Yaptığının herhangi bir dış politika anlayışına, zihniyetine yerleşme ihtimali yok.

Değerli arkadaşlar,

Biz kimseye “Neden ilişkiyi normalleştiriyorsun?” demiyoruz.

Tabi ki biz bütün dünyada düşmanlarımızı azalmasını dostlarımızın artmasını isteriz. Ama normalleşmenin de bir adabı vardır ya. Bunun bir iletişimi vardır bir sebep gösterirsiniz, gerekçe gösterirsiniz ya da bir taviz alırsınız. Bir şey alırsınız özür diletirsiniz en azından değil mi?

Ama eğer bu sadece para karşılığı olduysa bunların yatacak yeri yok ben size söyleyeyim. Sadece 4,5 milyar dolar para gelecek diye bunu yaptılarsa yatacak yerleri yok.

Bakın, Doğu Akdeniz’de yalnızlığın -değerli yalnızlık diyorlardı ya- beş para etmediğini görünce önce Mısır’la normalleşmeye çalıştılar.

“Onun olduğu salonda oturmam” dediği “Darbeci Sisi” gitti, “Dostum Sisi” geldi. Söylenen her laf yine bir güzel yutuldu.

Mısır yönetiminin talebiyle, İstanbul’daki Mısırlı gazetecileri bile susturdular ya. Bakın bu neyi gösteriyor biliyor musunuz;

Muhataplarımız da burada otoriter bir yönetim olduğunu görüyor.

Mısır böyle bir talebi demokrasinin olduğu başka bir ülkeye iletebiliyor mu? Demokrasinin iyi işlediği bir ülkeye dönüp de "şu gazeteciyi sustur" diyebiliyor mu? Böyle bir talep yerine gelebilir mi?

Ama Türkiye'ye diyor. Çünkü Türkiye'de otoriter bir yönetimin olduğunu herkes görüyor, rahatça haksızlık hukuksuzluk yapılabileceğini biliyor onun için talep ediyor ve bunlar da yapıyor.

Öyle yanlış bir diplomasi yürüttüler ki, Türkiye, ilişkileri düzeltmek için adeta Mısır’a yalvarır hale duruma düşmüş durumda.

Sürekli dikkat edin, şart açıklıyorlar. Tabii artık gazetecilerin çoğunun dış politika sayfası yok.

Dış haberler sayfası da çoğunda kalktı biliyorsunuz.

Ne var, çok az sayıda yayından ancak bunları görebiliyor, takip edebiliyorsunuz.

Mısır adeta “işte bunlar şimdi elime düştü” dedi ve şart arkasına şart öne sürdü.

Tam bir fiyasko.

Biz işte bunun için her defasında, ısrarla, uluslararası alanda itibarın önemini vurguluyoruz.

Çünkü bozuştuğunuz bir ülke ile ilişkilerinizi düzeltmeye çalışırken, önemli olan o ülkenin itibarını koruyabilmek.

Biz biliyoruz ki, itibarın gücü; bazen askeri güçten de ekonomik güçten de üstündür. Sözün gücü diye bir şey vardır. Konuşarak olayların akışını etkileyebilirsiniz.

Ama itibar ancak iyi bir diplomasi ve iyi bir uluslararası siyasi diyalogla kazanılır.

Siz itibarınızı yitirirseniz, ülkeyi bu hale düşürürseniz Amerikan yaptırımları ile Rusların baskısı arasında sıkışırsınız. Hareket edemezsiniz.

Çünkü itibarınız yoksa, sürekli taviz vermek zorunda kalırsınız...

Her ülkeyle ilişkiler böyle arkadaşlar. Her ülkeyle ilişkiler böyle... İnanın çok üzülüyorum, kahroluyorum. Aynı zamanda da çok kızıyorum. Çünkü bu ülke buna layık değil.

Dikkat edin, son günlerde, İsrail’le normalleşmenin arayışına girdiler şimdi. Erdoğan'ın son açıklamalarını takip etmişsinizdir. Öyle yumuşak öyle halim selim açıklamalar ki, dedik ya "Ne oldu one minute’e" diye.

Şöyle bir düşünüp değerlendirmek gerekti. Bir normalleşme arayışı var.

Olabilir elbette ama, ben merak ediyorum yine masaya ne konacak?

Yoksa acaba onlardan da mı para isteyeceksiniz? Onun için mi bu normalleşme anlayışı?

Ya da böyle özel bazı projeler var bazı özel şirketlerin takip ettiği projeler o projelerde çok önemli bir rant var da onun için mi birdenbire yumuşak ve farklı bir tutum içerisine girdiniz İsrail’e karşı diye ben bunu merak ediyorum.

Tüm bu U dönüşlerinin amacı nedir? En azından Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak ben bir izahat bekliyorum.

Sizin bunca zamandır, Avrupa’yla, Avrupa Birliği’yle, NATO'yla, Batı’yla, Mısırla, Körfez ülkeleriyle, komşularımızla yaptığınız kavgaların bu milletin sırtına yüklediği maliyetler ne olacak diye soruyorum.

Bunların her birisinin bir maliyeti var çünkü. Arayı niye bozdun, niye kavga ettin, bugün niye düzeltiyorsun? Bunları açıklamak zorunda. El âleme "Beni idare edin" demeyi bırakın da bu sorularıma cevap verin diyorum şimdi.

Değerli arkadaşlar;

Türkiye'nin dış politikadaki parolasının kazan-kazan olması zorunlu bir şey. Bu ne demek?

Dış politika öyle bir alandır ki, illa sizin kaybettiğiniz başkasının kazandığı ya da başkasının kazandığı sizin kaybettiğiniz değildir.

Sabit bir şeyi paylaşmazsınız. Ne yaparsınız? Sabit bir pastayı paylaşma değil de pastayı büyütürsünüz. Herkesin kazanacağı formüller oluşturursunuz diplomasi budur.

Dış politika budur. Kazan-kazan terimi zaten buradan gelir.

Bizim hayalimizdeki Türkiye içeride insan hak ve özgürlüklerine saygılı, dışarıda da itibarlı bir Türkiye'dir.

Bu doğrultuda en yakın zamanda iş başına geldiğimizde hiçbir dar, ideolojik, saplantıya girmeden dış politikada ülke olarak itibarımızı ayağa kaldıracağız.

İçeride hukukun üstünlüğünü sağlayıp, dışarıda sözümüzün gücünü artıracağız. Bürokraside de diplomaside de liyakat ilkesinden asla taviz vermeyeceğiz. Devletin kadrolarını, bu milletin hak eden tüm evlatlarına açacağız.

Partili kamu kurumları devrine son vereceğiz.

Devletin tüm vatandaşlarına karşı tarafsızlığını tesis edeceğiz.

Kimse kendisini dışlanmış hissetmemesini sağlayacağız.

Her zaman şeffaf olacağız. Her zaman hesap verebilir olacağız. Kural bazlı olacağız. Hukuka saygılı olacağız.

Bağımsız olması gereken kurumların tam bağımsızlığını tesis edeceğiz.

Merkez Bankası’nı, siyasi baskılara göre değil; bir kişinin uydurduğu teorilere göre değil, fiyat istikrarını hedefleyen, nesnel kriterlere göre karar veren bir yönetim anlayışına kavuşturacağız.

Allah’ın verdiği aklı kullanarak bilim dairesi içerisinde ve kendi öz kültürümüzle hem faizi hem enflasyonu düşüreceğiz.

Kayırmacılığı, israfı, lüksü, şatafatı ve verimsiz kamu harcamalarını da sonlandıracağız.

En önemlisi de kimsenin aklına eseni yapamayacağı güçler ayrılığının olduğu yepyeni bir sistemi Türkiye'de inşa edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım;

İşte bu yolda sizler gibi kalbi bu ülkeyle çarpan her türlü zorluğu göze alarak bu ülkenin sorunlarını çözmek için yola çıkan kendisini değil yarınlarının nesillerinin refahı için özgürlüğü için zenginliği için çalışan böylesine düzgün işinin ehli, dürüst yol arkadaşlarıyla beraber yol yürümekten ötürü gerçekten onur duyuyorum.

Çünkü biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Meram’ın Deva'sı var, Karatay’ın Deva'sı var, Konya’nın devası var. Türkiye’nin Deva'sı var.

Biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

19 Ocak 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 8. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
8. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Bugün bizlerle beraber olan Samsun’dan, Sinop’tan, Amasya’dan, Şanlıurfa’dan, Afyon’dan ve Ordu’dan gelen çok değerli il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün günlerden 19 Ocak.

Bugün sözlerime hepimizin hafızasında derin izler bırakan acı bir hatırayla başlamak istiyorum.

Bundan tam 15 sene önce, değerli gazeteci Hrant Dink, karanlık ellerin kurşunlarının hedefi oldu.

Hrant Dink, toplumsal barışımızın sağlanması uğruna ezber bozan bir Anadolu çocuğuydu. Karşılıklı anlayış ve sevgiyi temsil ediyordu.

Ben bugün kendisini bir kez daha saygıyla anıyorum.

*****

Hrant Dink’in cenaze töreninde toplanan yüz binlerce insan bize çok önemli bir mesaj vermişti. Bu konuyu özellikle dile getirmemin sebebi de biraz bu.

Bu topraklarda yaşayan insanların, “diğerinin acısını kendi acısı” saydıklarını görmüştük.

Ülkemizin tüm renkleri, karanlık odakların Türkiye’ye kötülük yapma çabasına, yüksek sesle itiraz etmişti.

Çünkü bu toprakların hamuru, yüzyıllardır sevgiyle, saygıyla, birlikte yaşama iradesiyle yoğrulmuş durumda.

Bizi Türkiye yapan; kimliği, inancı, düşüncesi ne olursa olsun, bir arada yaşama kültürümüzdür.

*****
Değerli arkadaşlar,

İşte tüm bunlar, DEVA Partisi’nin bugün verdiği demokrasi mücadelesine güç ve moral katıyor.

Ülkemizin dört bir yanında, kavgadan bıkmış, huzura hasret kalmış insanlar görüyoruz.

Bugünkü iktidar ortaklarının, Türkiye’yi kutuplaştırma çabaları, bize tarihi bir sorumluluk yüklüyor.

Bu sorumluluğun gereği nedir biliyor musunuz?

İşte bu sorumluluğun gereği, bu toprakların köklü demokrasi tecrübesinden aldığımız güçle, ülkemizde yaşanan demokratik gerilemeye artık bir son vermektir.

Çünkü Türkiye çok daha iyi bir demokrasiyi ve çok daha yüksek bir refah seviyesini hak ediyor.

Tam da bu noktada, önemli bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum. Türkiye, yakın tarihinde, çok ciddi demokratikleşme tecrübeleri yaşadı.

1000 yıl sürecek denilen 28 Şubat dönemi, tarihin karanlık sayfalarına gömüldü.

O dönemin mağdurlarına, haklarının ve itibarlarının iadesi için, önemli adımlar atıldı.

Ülkemizde bir daha 28 Şubatların yaşanmaması için önemli bir toplumsal farkındalık da oluştu.

Ben de bu süreçlere bizzat katkı sunarak, ülkemiz için, demokrasimiz için elimden geleni yoğun bir şekilde yaptım.

Biliyorsunuz, Türkiye’nin ilk Avrupa Birliği Bakanı olarak, ülkemizin tarihi dönüşümünün kritik bir sürecini koordine ettim.

Biz, ortak akıl ve istişareyle yürüttük o süreci. Dürüst ve işin ehli bir ekip kurarak o süreci gerçekleştirdik.

Ardından, Dışişleri Bakanlığı yaptığım dönemde, çok değerli diplomatlarımızla birlikte, ülkemizin itibarına itibar katmanın onurunu yaşadım.

Avrupa Birliği istikametinde attığımız adımlar, ülkemizin insan hakları ve demokratikleşme tarihine altın harflerle yazıldı.

Avrupa Birliği ile müzakerelere son derece başarılı bir şekilde başladık. 33 fasıl için 33 müzakere heyeti kurduk.
100.000 sayfalık müktesebatın, iki tur taramasını yaptık.
Açılış kriterlerini tamamlayıp, 10 faslı müzakereye açtık.

Olağanüstü halin kaldırılmasından, basın ve ifade özgürlüğünün güçlendirilmesine kadar, çok önemli alanlarda adımlar attık.

Yakın tarihimizde yaşadığımız demokratikleşme tecrübesinde, ülkemizdeki tüm kadim sorunların çözümü için de ateşten gömlek giydik.

Anadilde savunma hakkının önündeki engellerin kaldırılmasından, Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünün kurulmasına kadar pek çok alanda, hak ve özgürlükleri genişlettik.

O yıllarda bir yandan insan hakları alanında tarihi adımlar atılırken, diğer yandan da terörün sonlanması hedefiyle önemli bir çaba ortaya konuldu.

Şu anda Teşkilat İşleri Başkanımız olan Sayın Sadullah Ergin’in de o dönemlerde Adalet Bakanı göreviyle, demokratikleşme çabalarına çok önemli katkıları oldu.

Çıkartılan yargı paketleri ile bireysel hak ve özgürlükler güçlendirildi.

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı getirildi. Bu hak öyle bir hak ki şu anki Anayasa Mahkemesinin web sitesini açın bakın, başvuranlardan tam 95’ini Anayasa Mahkemesi haklı görüyor, o seviyeye gelinceye kadarki bütün mahkemeler haksız görüyor. Ne kadar önemli bir hak alanının açıldığını o dönemki anayasa değişikliğiyle şimdi çok daha iyi fark ediyoruz, görüyoruz.

Hiç tereddüt etmeden, kendi vatandaşlarımıza Avrupa Birliği standartlarında bir hayatı yaşatabilmek için canla başla çalıştık. Üstelik kendi kültürümüzden, kendi kimliğimizden bir santim dahi fedakârlık etmeden biz Avrupa’nın içinde, Avrupa ile beraber ama kendi öz benliğimiz ile, kimliğimiz ile olacağız dedik.

Ülkemizin altın yıllarıydı o yıllar.

*****

Öte yandan, değerli arkadaşlar,

Türkiye, ne yazık ki, bu demokratikleşme yolculuğunda, bazı kritik virajları da alamadı.

Süreçler içerisinde eksiklikler oldu, hatalar oldu.
Bunları şimdi geriye doğru baktığımızda görüyoruz, biliyoruz, anlıyoruz.

Ama daha kötüsü, son yıllarda, demokratikleşme yolculuğumuz yarıda kaldığı yetmemiş gibi geri geri gitmeye başladık.

Özellikle şu otokrat ortaklığın iktidarı başımıza musallat oldu.

Demokratikleşmeyi hedefleyen bakış ve zihniyet, yerini otoriter bir yönetim zihniyetine bıraktı.

Sayın Erdoğan, krizlerin ortağı Bahçeli ve 28 Şubatçı Çin muhibi Perinçek ile birlikte, ülkeyi görülebilecek en hukuksuz dönemlerden birinin içine hapsetmiş durumda.

Her alanda, demokratik kazanımlarımız geriletildi.

Demokratikleşme döneminde ülkemiz; Meclisiyle, sivil toplumuyla, meslek örgütleriyle, istişare ile yönetilirken, gerileme döneminde gece yarısı kararnameleriyle tek kişinin imzasıyla yönetilir oldu.

Ülkemiz demokratikleşme döneminde, İstanbul Sözleşmesinin ev sahibi olurken, gerileme döneminde tek kişinin imzasıyla aynı sözleşmeden çıkıldı.

Demokratikleşme döneminde toplumumuz, fert fert, birey birey zenginleşirken; gerileme döneminde ülkece yoksullaştık.

Demokratikleşme döneminde ülkemiz tüm dünya için cazibe merkeziyken, gerileme döneminde kaçmak isteyenlerin ülkesi haline geldik.

*****

Ama değerli arkadaşlar, Türkiye’nin bu demokratik gerileme sürecini durdurmak bizim asli görevimizdir.

Vatandaşımızın ekmek gibi, su gibi ihtiyacı olan hak ve özgürlüklerini güçlendirmek bizim asli görevimizdir.

Biz sorumluluğumuzu biliyoruz. Çözümü de biliyoruz.

İş başına geldiğimizde vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan bütün haklarını koşulsuz, pazarlıksız, müzakeresiz derhal tanıyacağız.

Bir hukuk devletine yakışan neyse, biz onu yapacağız.

Tüm hakları anayasal güvenceye kavuşturacağız.

Gasp edilmiş tüm hakları iade edeceğiz. Mevcut haklardan, kazanımlardan ise, asla bir adım dahi geri atmayacağız. Şu andaki hükûmet biliyorsunuz sık sık bunun propagandasını yapıyor. Whatsapp gruplarıyla bizim tertemiz, inançlı vatandaşlarımızın o tertemiz ruh dünyasıyla oynuyor, korkutuyor, ürkütüyor.

‘Biz gidersek haklarınızı geri alırlar’. ‘Biz gidersek mağdur edilirsiniz’ diye böyle el altından bir korku iklimi oluşturmaya çalışıyor.

Ülkeyi her alanda çuvallattıktan sonra, ülkenin uluslararası itibarını beş paralık ettikten sonra, ülkenin adaletini, hukukunu paspas ettikten sonra, ekonomisini bir krizden diğerine savurduktan sonra elindeki tek enstrüman bu kaldı.

‘Ben sizin haklarınızı sağladım, ben gidersem haklarınızı elinizden gider’. Yok öyle bir şey ya. Biz buradayız, biz. Hiç kimse korkmasın. Kazanılmış haklardan bir adım geri atılmaz. Mümkün değil. Kazanılmış ne hak varsa korunur çok daha fazlası herkesin hakkı neyse aynen tanınır, uygulanır.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu hususta kritik bir noktayı daha vurgulamak istiyorum.

Bugünkü otoriter ortaklık tarafından Kürt meselesi yeniden diriltildi diye, bu meseleyi çözme çabasından vazgeçmek çok yanlış.

Ülkemizdeki vatandaşlarımızın sorunlarını çözmek siyasetin varlık amacıdır.

Önemli olan niyettir, niyet. Siz bu ülkenin tüm vatandaşlarına eşit bir şekilde yaklaşabiliyor musunuz? Bu ülkenin bütün vatandaşlarını eşit vatandaş olarak görüyor musunuz? İşin püf noktası burada.

‘Yok, bana oradan oy gelmez, bana kim oy verirse o benim vatandaşımdır. Ben onun derdiyle uğraşırım, ona bakarım’ diyorsanız bu ülkenin tümünün Cumhurbaşkanı olamazsınız. Bu ülkenin tüm vatandaşlarının temsil edildiği bir devlet de olamazsınız.

Türkiye’de demokrasinin geri kalmasının hiçbir mazereti olamaz.

Güvenlik veya terör gerekçesiyle, Türkiye’nin demokratikleşme çabaları durdurulamaz.

Biz, eş zamanlı olarak, özgürlüklerin alanını genişletirken, ülkemizin güvenliğinin de en iyi şekilde yaşanabileceğini biliyoruz. Bazen otoriter rejimler hemen bu teraziyi koyarlar vatandaşın önüne derler ki ‘Siz güvenlik mi istiyorsunuz, özgürlük mü istiyorsunuz? Seç birisini’.

‘Eğer güvenlik istiyorsanız, kusura bakmayın özgürlüklerinizden fedakârlık edeceksiniz’. Öyle bir terazi falan yok. Öyle bir denge de yok. Adama akıllı bu ülkeyi yöneten bir hükûmet iş başına gelsin görün nasıl hem güvenlik adam akıllı sağlanır hem de özgürlük alanı nasıl genişletilir... Biz göstereceğiz inşallah. Biz bunu yaparız.

Tabii ki terör örgütüyle mücadele edeceksiniz, tabii ki gereğini yapacaksınız. Uluslararası kuruluşlar tarafından, Avrupa Birliği tarafından, hatta Amerika Birleşik Devletleri tarafından resmen terör örgütü olarak kabul edilmiş bir örgüt ile tabii ki mücadele edeceksiniz. Ama bu mücadele sadece teröristleri etkisiz hale getirerek bitmiyor arkadaşlar.

40 sene oldu ya, bitmiyor. Şimdi çıkıyor Cumhurbaşkanı ne diyor ‘Şöyle başarılı olduk, böyle başarılı olduk’. Hikâye. Asıl terörle mücadelenin enstrümanları mutlaka iyi bir uluslararası ilişki setidir. Siyasi diyalogdur, herkesle konuşabilmektir. Terör örgütünü yalnızlaştırabilmektir.

Şu anda Türkiye kendi yalnızlaştı, bakıyoruz terör örgütü Suriye’de var mı? Var. Irak'ta var mı? Var. İran'da var mı? Var. Türkiye'de belki sayıları azalmış olmakla beraber var. Hani nerede mücadele? Sonuç alabildiniz mi? Yok. Önemli olan örgütün varlık sebebini ortadan kaldırabilmek.

Benim davam her ne diyorsa o varlık sebebini, kök sebeplerini ortadan kaldırabilmek. Meşruiyet sebebini yok etmek. Zaten hukuki meşruiyet yok ama eğer varsa kendilerine göre tanımladıkları bir meşruiyet sebebi işte o zemini yok etmek.

Asıl terör ile mücadele böyle olur, teröristle mücadele böyle olur. Ve bir de arkadaşlar daha önce de söyledim; geçmişe dönük şöyle bir muhasebe yaptığımızda bu terör örgütünün yapacakları, yapmayacakları ile kendi vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükleri arasında konuları bir masaya getirip ve bu konuları bir al-ver meselesi yapmak doğru değil.

Bu doğru bir yaklaşım olmaz. Sorunun tam da özünde bunu görüyoruz. Bu ikisini ayırmak lazım. Bizim kendi vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerini aynen tanımak ama örgüt ile mücadelede sadece askeri yöntemlerle değil, bölge ülkeleri ile siyasi diyalog, diplomasi ile ve her türlü enstrümanın etkili bir şekilde kullanılmasıyla yapılabilir. Benim başta da söylediğim gibi varlık sebebini, kök sebebi yok edip ortadan kaldırmaya çalışmak, asıl mücadele burada.

Biz vatandaşlarımızın üzerindeki bu asırlık yükleri yok edeceğiz.

2022 dünyasında, arkaik sorunlarla emek, vakit veya insan kaybetme lüksümüz yok artık.

Biz biliyoruz ki, ülkenin güvenliği esasen istikrarlı bir demokrasiyle sağlanır. Demokratik istikrarlar asıl bir ülkenin güvenliği sağlanır.

Güvenlik gerekçesiyle ne haklardan ne özgürlüklerden ne de demokrasiden vazgeçemeyiz. Bu hikâyeyi yutturmaya karşı da dimdik ayakta dururuz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçmişteki demokratikleşme çabalarına yapılan bazı haksız yakıştırmalar bizi derinden üzüyor.

Hele hele toplumsal desteği yüzde yetmişleri geçmiş bir süreci dönüp de bugün geçmişe doğru kriminalize etmek toplumla kavga etmektir.

Her fırsatta siyaseti mahkûm etmeye çalışmak, toplumun kendisini reddetmektir.

Bizim için siyaset, kadim sorunlar da dahil olmak üzere, milletimizin tüm sorunlarına çözüm arayışıdır.

Bu nedenle bir kere daha önemle tekrar etmek isterim ki:

Bizim hayalimizdeki Türkiye; herkesin kendisini birinci sınıf ve eşit vatandaş hissettiği bir ülkedir.

Kimsenin dilinden, inancından, düşüncesinden dolayı kendisini yalnız, kimsesiz, öksüz hissetmediği bir ülkedir.

Kimsenin herhangi bir nedenle ayrımcılığa uğramadığı bir ülkedir.

İnanıyorum ki Türkiye, en kısa zamanda, yeniden demokrasi rotasına girecektir.

Bu ülke, yaşadığı demokratikleşme tecrübelerinden çıkarttığı derslerle güçlenecektir.

Ülkemiz en kısa zamanda ayağa kalkarak, kendi insanının özgürlüğü, mutluluğu ve refahı için demokrasi maratonunu, koşmaya devam edecektir.

Siyasetin sorumluluğu; suyu bulandırmak değil, sorunlara çözüm bulmaktır.

Maalesef geleneksel siyasette siyaset sadece laf üretmek olarak görünüyor. Konuşmak, analiz yapmadan, derslere çalışmadan, iyi istişare yapmadan konuşmak. Daha sonra da dönüp dolaşıp konuştuğunun mahkûmu olmak.

Bize göre siyasetin sorumluluğu; ayrıştırmak, kutuplaştırmak değil; kapsayıcı ve birleştirici olmaktır.

Siyasetin sorumluluğu; terör ve şiddet karşısında meşru ve demokratik siyaseti savunmaktır.

Hiç şüpheniz olmasın. Türkiye en kısa zamanda çıkış yolunu bulacaktır. Günün sonunda sağduyunun sesi mutlaka kazanacak, sessiz çoğunluğun sağduyusu hâkim olacaktır.

Yeter ki o sessiz çoğunluğu gerçekten anlayan ve temsil eden bir siyasi hareket olsun. Yeter ki DEVA Partisi gibi bir parti çıksın ‘Biz buradayız, merak etmeyin diyebilsin’.

Bizler hiçbir zaman korku siyaseti yapmayacağız. Bizim lügatımızda korku siyaseti yok. Bir şeylerden korkutarak insanlardan destek istemek yok.

Biz hep daha iyi yarınlar vaadiyle, Türkiye’nin yarını bugünden daha iyi olacaktır vaadiyle siyaset yapıyoruz. Ve iki günü bir olan bizden değildir anlayışıyla siyaset yapmıyoruz. Hep ileriye bakıyoruz.

Ülkedeki asalım-keselim tarzındaki siyasete de asla prim vermeyeceğiz.

Ülkemizi sağ salim toplumsal barış, özgürlük ve demokrasi limanına hep beraber yanaştıracağız.

Türkiye’nin gündemini mafya ve çetelerin değil, demokratikleşme adımlarının meşgul edeceği günleri hep beraber gerçekleştireceğiz.

DEVA Partisi olarak bizler, kim olursa olsun, herkesin insan olmaktan kaynaklanan özgürlüklerinin garantisi, kefili olacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Son olarak, iki gündür beni ve partimizi hedef alarak yapılan saldırılara da kısa bir cevap vermek istiyorum.

Geçen hafta aynı bu salonda, bu kürsüde sevgili Enes Kara’nın acısıyla karşınıza çıkmıştım. Hemen ardından Bahadır Odabaşı’nın acı haberi geldi. Zannedersem bu konuda üzüntüsünüpaylaşan tek siyasi parti genel başkanı oldum.

Çünkü biz bugüne dek her zaman KHK zulmüne karşı çıkan halkımızın da, nefessiz kalan gençlerin de yanında olduk.

Mülakatlarda elenen vatandaşlarımızın hep yanında olduk.

Çünkü biz hep, haktan, hukuktan, adaletten yana olduk.

“Cemaat ve vakıflar derhal kapatılsın” diyenlere karşı haktan, özgürlükten bahsettiğimizde de bazı küçük grupların saldırılarıyla karşılaşmıştık. Bunlar olacak. Doğru yerde durduğunuz sürece işine gelmeyenler olacak. Bunlara alışacağız.

Dün de sanatçımız Sezen Aksu ile ilgili haktan, özgürlükten bahsedince başka bir grubun saldırılarıyla karşılaştık.

İşte arkadaşlar, biz bu ülkeyi, bu marjinal kuşatmalara bırakmayacağız.

Birbirinin adeta izdüşümü gruplar arasında sıkışmış kalmış, adalet arayan, hak diyen, huzur isteyen, barış isteyen milyonların sesi olmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Sesi yüksek çıkanın başkalarının hakkını, hukukunu taciz ettiği bir Türkiye’ye ‘hayır’ diyeceğiz. Haklının yanında olacağız.

Kimse bu saldırılarla susacağımızı, sineceğimizi falan düşünmesin. Ne yaparlarsa yapsınlar. Hepsi gelsinler üzerimize hiç fark etmez.

Biz buradayız. Hakikatin yolundan bir adım dahi geri atmayız.

Bir sanatçının ta beş sene önce çıkmış bir şarkısını, tutup da bugün kutuplaştırma için, çatışma için malzeme edenlerin amaçlarını da gayet iyi biliyoruz. Bunun organize bir olduğunu anlamak için herhalde bir istihbarat uzmanı falan olmaya gerek yok.

Eş zamanlı düğmeye basılmış bir şekilde çıkıyor Bahçeli konuşuyor, çıkıyor öbürünün adamları geliyor evinin önünde gösteriler yapıyor. Şu bu... Bunları artık anlıyor herkes ya. Kimseyi kandıramazsınız.

Biz dini değerlerin siyasete ve kutuplaştırmaya alet edilmesinin bugünkü iktidarın geleneği haline geldiğini gayet iyi biliyoruz.

Kimse boşuna heveslenmesin. Biz bu ülkeyi sokakta bulmadık.

Biz böyle kirli hesapların peşinden koşan, yarınlarımızı hedef alan gruplara pabuç bırakmayız.

*****

Öte yandan, değerli arkadaşlar,

Yine son iki gündür bize samimi olarak takdirlerini veya üzüntülerini ifade eden arkadaşlarımız da oldu.

Ben, bu vesileyle, bu ve benzer konulardaki ilkesel tutumumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Çünkü ile ve değerler sapasağlam yerinde durursa hiç korkmayın arkadaşlar hiç. Karşımıza çıkan her olaya ilke ve değerler penceremizden bakacağız.

Bizim parti programımız özgürlüklerle başlıyor. Birinci bölüm, birinci sayfa, birinci kelime. Özgürlük. İfade özgürlüğü ve basın özgürlüğü ile devam eder.

Ülkemizin sorunlarının çözümüne de özgürlüklerle başlamak gerektiğini de hep söylemişizdir.

Özgürlüklerin ise evrensel bir hukuk çerçevesi vardır.

İfade özgürlüğü yok mu kardeşim diyerek, siz terörü teşvik edemezsiniz. Şiddeti teşvik edemezsiniz. Nefret suçu işleyemezsiniz. Hiç kimseye hakaret de edemezsiniz. Özgürlükler çok önemlidir ama özgürlüklerin bir hukuk çerçevesi vardır.

İfade özgürlüğüm var diyerek, başkasının kutsalına da hakaret edemezsiniz.

Bakın ben Avrupa Birliği Bakanıyken, Dışişleri Bakanıyken, ülke ülke dolaşıp, peygamberimize hakarete kalkışanlara da hadlerini bildiren birisiyim.

İfade özgürlüğünün, hiç kimseye, bir başkasının dininin kutsalına hakaret etme hakkı anlamına gelmediğini Avrupalıların yüzlerine karşı haykıran bir insanım.

Arkadaşlar,

Biz, karşımıza çıkan her konuda, ilkelerimiz ve değerlerimizle hareket ettik. Öyle yapmaya da devam edeceğiz.

Biz, parti programımızda açık bir şekilde ortaya koyduğumuz ilke ve değerleri her zaman referans olarak alırız.

Günlük rüzgarlarla da eğilip bükülmeyiz. Doğru bildiğimizi çekinmeden konuşuruz.

Hiç kimseden de korkmayız. Dinimizin kutsallarını alet edenler korksunlar. Bunların hepsini milletimiz gayet iyi anlıyor. Ve bir kenara not ediyor.

O sessiz çoğunluk ne zaman konuşacak biliyor musunuz? İnşallah ilk seçimde onlar tercihleriyle sandıkta konuşacaklar. Hiç endişeniz olmasın.

Bu iktidarın sürekli olarak düşman üretip, toplumu kutuplaştırmaya çalıştığının gayet iyi farkındayız.

Cumhurbaşkanının, dinimizin kutsallarını sürekli olarak günlük siyasete malzeme yaptığını da biliyoruz. Tutunacak tek dalı o kaldı zaten ya. Tek dalı o. Başka hiçbir şey üretemiyor. Bu ülkenin hiçbir sorununu çözüm bulamıyor. Bu ülkede açlık artıyor, yoksulluk artıyor, biraz da bunların üzerini kapatmak için zaten bu gündemleri ortaya çıkarıyorlar.

Ellerinde en az 50-100 maddelik bir haftanın düşmanı listesi var. Açlık mı var? Alın diyor size düşman diyor; Boğaziçi Üniversitesi’ni gösteriyor. Yoksulluk mu var? Bakıyorsunuz, bir kişi hedef gösteriliyor. Ya gençler canına kıyıyor. Çaresizlikten, umutsuzluktan kendi hayatı son veriyor; hemen bak diyor şu falanca ülke bizim düşmanımız diyor. Bırakın bunları ya.

Şu anda bu ülkenin en büyük düşmanı hukuksuzluk, adaletsizlik. Bu ülkenin en büyük düşmanı şu andaki ekonomik kriz. Bu ülkenin en önemli düşmanları yoksulluk, hayat pahalılığı, işsizlik... Siz gidin bunlarla uğraşın. Sağda solda hedef aramayla uğraşmayın. Sağda solda önünüze geleni hedef göstermekle de uğraşmayın. Siz şu anda tek sorumluluk makamısınız.

Tek yetkili olmayı çok istediniz, demek ki tek sorumlu sizsiniz. Sizin sorumluluğunuz asıl düşmanlarla mücadele etmek. Hukuk üstünlüğü, bu ülkede paspas edilmiş durumda. Hukuksuzlukla, adaletsizlikle mücadele edin. Düşman arıyorsanız kendinize gidin faizi de enflasyonu da bir düşürün bakalım. 4 yıl oldu.

Tam yetkili cumhurbaşkanı olduğunuzdan bu yana 4 yıl geçti. 4 yıldır aynı hikâyeyi anlatıyorsunuz. ‘Enflasyonu da faizi de düşüreceğim’ diyorsunuz, ikisi de artıyor. İkisi de sürekli artıyor. Ve artmaya devam edecek. İşte ocak ayı enflasyonu açıklanacak. 30 küsurlardan TÜİK, 40’ın üzerinde açıklamak zorunda olacak. Çünkü mızrak çuvala sığmıyor. Artık kamufle edemiyorlar. Örtemiyorlar.

Ocak ayında açıkladıkları 40’ın üzerinde olacak. Gerçek enflasyon yüzde 80, yüzde 100. Siz gidin bunlarla mücadele edin. Enflasyon, bir ülkenin ekonomisi için ve ülkenin vatandaşları için tam bir beladır. Bu enflasyon hızla yükseliyor. Hayat hızla pahalılaşıyor.

Kendinize düşman arıyorsanız bununla mücadele edin. Onu bir çözün de görelim. Ama yapamıyorlar, beceremiyorlar. Hedef yanıltıyorlar. Asıl düşman buradayken gidiyorlar başkalarını düşman olarak sunuyorlar. Trolleriyle, paralı elemanlarıyla aynı kişilere, aynı hedeflere saldırtıyorlar; bu milletin de buna inanacağını zannediyorlar. Böyle bir şey yok artık, bitti. Biz, bu iktidarın oyunlarının hiçbirine gelmeyiz. Bu tuzaklara da düşmeyiz.

*****

Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum.

Katılımlarınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Değerli basın mensuplarının sormak istediği sorular varsa, cevaplamak üzere şimdi sözükendilerine bırakıyorum.

Çok teşekkürler.

18 Ocak 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 9. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
9. I
̇L BAŞKANLARI TOPLANTISI KONUŞMASI

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez başkanlık kurulu üyeleri,

Değerli bölge koordinatörlerimiz,

Çok değerli il başkanlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

Partimizin dokuzuncu il başkanları toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli yol arkadaşlarım,

Bugün sizlerle bu yılın ilk il başkanları toplantısını gerçekleştiriyoruz.

Bu vesileyle hepinize tekrar sağlıklı, başarılı ve mutlu bir yıl diliyorum.

Partimizin kurulduğu 2020 yılında, pandemi şartlarına rağmen, yoğun bir çalışmayla 81 ilimize kurucu heyetlerimizi görevlendirdik.

Hızlı bir şekilde 43 ilde örgütlendik ve 2020’nin aralık ayına geldiğimizde büyük kongremizi de gerçekleştirerek seçimlere girmeye hak kazanmış bir siyasi parti unvanını elde ettik.

Bunu rekor bir sürede gerçekleştirdik.

2021 yılını da çok yoğun bir çalışma temposuyla tamamladık. Görevlendirdiğimiz ilçe başkanı sayısı bugün itibarıyla 700’ü geçmiş durumda.

Türkiye’nin dört bir yanında mahalle temsilcileri atıyoruz. Sırada sandık seçim bölgesi temsilcilerimiz var. Bunların da başladığı illerimiz, ilçelerimiz var şu anda.

Geçen yıl sonu itibarıyla üye sayımızı 100.000 eşiğini geçti ve hızla artmaya devam ediyor.

Bir yandan da yoğun bir biçimde, eylem planlarımız üzerinde çalışmaya devam ediyoruz.

Bugüne kadar 4 ayrı alanda eylem planımızı açıkladık.

Tarım, afet yönetimi, sosyal politikalar, dijital dönüşüm ve teknoloji alanında açıkladığımız eylem planlarını kamuoyu ile paylaştık. Ve gerçekten her bir eylem planımız büyük takdir topladı.

Yakın bir zamanda, doğa hakları ve çevre, yerel yönetimler ve şehircilik, makro ekonomi, finans ve istihdam konularındaki eylem planlarımızı da açıklayarak gerçekten çok önemli çalışmalara imzamızı atmış olacağız.

Böylece, seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin neler yapması gerektiğini bütün detaylarıyla ortaya koyuyoruz.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz bu bir ilk. Daha önce hiçbir siyasi parti böyle seçimlerden çok önce seçimlerden sonra yapacaklarıyla alakalı bu kadar detaylı bir çalışma ortaya koymamıştı. Şimdiye kadar yapılan tüm hazırlıklardan daha öte, şimdiye kadar yakın siyasi tarihimizde yapılmış herhangi bir planlamanın, programlamanın çok daha ötesinde bir hazırlıktan bahsediyoruz.

Bir yandan da güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimiz, diğer partilerin çalışmalarıyla birleştirildi ve oluşacak mutabakat da inşallah yakın bir zamanda açıklanacak.

Bu da yine ülkemizin yarınlarıyla ilgili son derece önemli bir çalışma ve ülkemizin tüm yönetim sistemini A’dan Z’ye yenileyecek ve gerekli Anayasa değişikliğiyle beraber de ülkemizin demokrasisini, güçler ayrımını çok daha sağlam bir zemine oturtacak bir çalışmayı da böylece inşallah yakın bir zamanda tamamlamış olacağız.

Partimizin kuruluşunun üzerinden henüz iki yıl geçmeden, ülkemizin yarınlarına katkı sunacak çok önemli çalışmalara imza atmış bulunmaktayız.

DEVA Partisi olarak, ülkemizin siyasi yapısında var olan çok büyük bir boşluğu hızla dolduruyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemiz derin bir ekonomik krizin içinde debeleniyor. İktidar ortakları ise sözde bir ekonomik program aşağı, öbür ekonomik program yukarı, bomboş işlerle kamuoyunu oyalamaya çalışıyorlar. Hem oyalıyorlar hem oyalanıyorlar diyorum çünkü sorunu çözme kapasiteleri artık yok. Çünkü sorunların temelinde mevcut yönetimin yanlış zihniyeti yatıyor.

Adını doğru koymak gerekiyor arkadaşlar: Bugün otokrat bir ortaklığın iktidarı var Türkiye’de. Bunun adı tam anlamıyla bir otoriter yönetimdir.

Sayın Erdoğan, krizlerin ortağı Bahçeli ve 28 Şubatçı Çin muhibi Perinçek ile birlikte, ülkeyi görülebilecek en hukuksuz dönemlerden birine sokmuş durumda.

Ülkemizde özgürlüğün ve refahın yükseldiği günlerde, başarılara katkı veren bir arkadaşınız olarak, bu duruma gerçekten çok üzülüyorum.

İktidardaki bu otoriter ortaklık, ülkemizi maalesef çok ciddi bir gerileme sürecinin içine hapsetmiş durumda.

Yarın neyin ne olacağını kimse tahmin bile edemiyor.

Neden biliyor musunuz? Çünkü bu tip yönetimlerde öngörülebilirlik olmaz.

Hukuk belirsiz. Yönetimdeki zihniyetin anlık keyfine bağlı.

Dış ilişkiler, dış politika belirsiz. Bu da yönetimdeki zihniyetin anlık keyfine bağlı.

Eğitim, yine öyle.

Sağlık bile öyle. Bakın daha geçen gün uçaklarda PCR testi zorunluluğunu kaldırdılar, ertesi gün geri getirdiler. Ben anlamıyorum ya... Bu kararı kimler, nerede, nasıl alıyor? Nasıl bir keyfilik? Burada insanın canı, sağlık söz konusu. Bu kadar önemli bir kararı bir ileri bir geri adımlarla alabilir misiniz? Her alanda otoriter ortaklığın ve zihniyetin sonuçlarını yaşıyoruz.

Dış politikada da durum aynı.

Şu an mevcut iktidarın hep söylüyorum bir dış politikası falan yok. Diğer ülkelerle ilişkiler tamamen şahsileştirilmişmiş bir zeminde. Ve bir ilişki seti olarak yürüyor. Topladığınızda bir politika, bir çizgi yok, bir ilke yok, bir değer yok.

Türkiye, dünyanın gözü önünde imzaladığı uluslararası sözleşmelere uymayabiliyor. “AİHM’in kararlarını uygulamıyorum” diyebiliyor. Öngörülemez bir yönetim anlayışı gerçekten bu.

Dün “darbe destekçisi” dediklerine bir gün bakıyoruz resmî törenlerle havaalanında Külliye’de karşılama yapıldığını görüyoruz.

Bir gün düşman diyor, düşman dediğiyle ertesi gün sarmaş dolaş oluyor. Böyle bir ülkede öngörülebilirlik olmaz.

Sağı solu belli olmayan bir ülke gözüyle bakılıyoruz artık dünyada.

Koskoca Türkiye, artık dünyada iş birliği yapılacak bir aktör olarak görülmüyor. Ne yapacağı belli olmayan, zararlarından sakınılması gereken bir ülke muamelesi yapılıyor şu anda.

Benim Dışişleri Bakanlığı yaptığım dönemde dünyada olmadığımız masa yoktu. Şu anda ise dünyada, olduğumuz masa hemen hemen kalmadı.

Koskoca Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, körfez ülkelerinden SWAP anlaşmalarıyla borç dilenir duruma düştü. İşte Şubat’ta bir başka körfez ülkesine daha gidecek. Niye? Çünkü zihniyet yanlış olunca, yönetimde ortak akıl, istişare olmayınca, memleketin kaynakları cayır cayır yakılıp tüketilince işte siz gidip borç almak için kapı kapı dolaşmak zorunda kalırsınız.

İşte ne yaptılar? Katar’dan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden SWAP anlaşmalarıyla borç almak için uğraşıp didinmediler mi? Sonuçta ne oldu? Sadece ve sadece aralık ayında yaktıkları döviz 17 milyar dolar ya... Sadece aralık ayında Merkez Bankasının net döviz pozisyonu 17 milyar dolar daha eksiye indi. Zaten eksiydi daha da eksilere düştü. Yaptıkları bu.

Oradan buradan 3-5 milyar toplayacağım diye uğraş, sonra bir ayda bunu cayır cayır yak. Ne uğruna? Sadece ve sadece “Cumhurbaşkanı konuştu, döviz düştü” dedirtmek için bunu yaptılar. Yazıktır, günahtır. Siz kimi aldatıyorsunuz? Sözüm ona yeni bir ekonomik uygulama açıklıyorlar. O uygulamanın sonucu olarak döviz kurunun düştüğü havasını oluşturmak için eş zamanlı olarak gecenin yarısı gizli gizli Merkez Bankasının arka kapısından döviz satıyorlar, dolar satıyorlar.

Sadece o birkaç gün içerisinde 9 milyar doların satıldığını sonradan rakamlardan öğrendik maalesef. Şu işe bakın. Gizli saklı yapıyorlar. Açıkça söylesenize ya... “Evet, yeni program açıklıyoruz. Bu programı açıklarken de kur biraz düşsün diye bir döviz müdahalesi yapıyoruz” diye açıklayın. Şeffaf bir şekilde yapın ne yapacaksanız. İlla biz mi ortaya çıkaracağız, illa biz mi söyleyeceğiz? Böyle gizli saklı, örtülü işler yapan, şeffaflıktan uzaklaşan bir yönetime asla ama asla güven olmaz.

14 yılın toplamında sadece 8 milyar dolarlık bir müdahale yapan bir Merkez Bankası vardı ya... Ve bunu açık yaptı, şeffaf yaptı. 2002’den 2014’e kadar toplam sadece 8 milyar dolardır ve açıktır, şeffaftır. Sadece aralığın 20’sinin akşamında “Cumhurbaşkanı konuştu, döviz düştü” diye satılan gizli saklı satılan rakam birkaç gün sonrasının toplamıyla baktığımızda 9 milyar dolar. Yazıktır ya. Bu paraları öyle kolay kolay biriktirmedik. Merkez Bankasını döviz rezervleri bu ülkenin ihracatı için çalışan işçisinin alın teriydi. Turizmde çalışan gençlerimizin bilek gücüydü, onların emeğiydi bu biriken dövizler. İlk önce başladılar biliyorsunuz o 1 Ocak 2019’da akraba bakanın olduğu dönemde. Tam 130 milyar doları bu şekilde hiç ettiler, çarçur ettiler. Gizli saklı yaptılar. İşte bu kötü yola düştün mü, kötü alışkanlıklar kazanıldı mı bir daha dönüşü olmuyor. Kötü alışkanlıklar maalesef tekrar tekrar kendisini yineliyor. “130 milyar doları satmışız, ne olacak bir 9 milyar doları daha satsak?” diyorlar. Ama 84 milyonluk ülke, bir G-20 ülkesi böyle yönetilemez. İşte yönetmeye çalıştığınızda ne olur? Bizim o 20. büyük ekonomiden 16. büyük ekonomiye çıkarttığınız Türkiye, şu anda 21.liğe düşmüş durumda. Bir de ne diyor? Şampiyonlar Liginden bahsediyor ya... “Ekonomide Şampiyonlar Ligine girdik” diyor. Böylesine gerçekleri örtmeye çalışan bir açıklama olabilir mi? Bu açıklama bile bu ülkenin Cumhurbaşkanının artık kendi ülkesinin gerçeklerinden

koptuğunun veya ülkesinin gerçeklerini başka türlü anlatma derdine düştüğünü bize açıkça gösterir.

Bakıyoruz, sabah akşam “yerli ve millî” masalı anlatıyorlar değil mi? Dillerine dolandı. İktidar, alacağı üç kuruş için, itibarımızı beş paralık ediyor.

İnanın çok üzülüyoruz. Biz bu hallere düşecek bir Türkiye bırakmamıştık. Bunlar yerli diye diye, en büyük zararı ülkenin yerlisine verdiler. Ülkenin vatandaşlarına yaşamı zindan ettiler, ediyorlar.

Millî diye diye, millî itibarımızı, millî değerlerimizi yerle bir ettiler.

Bu ülkenin dış politikasının başarısı ancak ve ancak itibardan geçer. İtibarınız yoksa dış politikada başarılı olmanız mümkün değil.

Uluslararası ilişkilerde en büyük güç, itibarlı olmanın, güvenilir olmanın verdiği güçtür.

İtibarın gücü; çoğu zaman askeri güçten de ekonomik güçten de daha üstündür.

İtibar ise ancak uluslararası hukuka saygılı olmakla kazanılır.

İtibar, doğruyu konuşmakla, güvenle sağlanır.

İtibar, ülke içinde vatandaşlarınıza hukuka uygun davranmakla sağlanır. Her gün kendi vatandaşını hakkını yiyen, her gün kendi vatandaşına hukuksuzca davranan bir ülkenin, bir devletin uluslararası itibarı olmaz.

İtibar ancak hukuk devleti olmakla sağlanır.

İtibar, iyi bir diplomasi ve iyi bir uluslararası siyasi diyalogla ancak gerçekleşir.

Bizim yönetimde olduğumuz, yani ortak akıl ve istişare ile kararların alındığı dönemde, pasaportumuzun değeri vardı. Bu ülkenin vatandaşı olmanın bir itibarı, değeri vardı.

İnsanlar Türkiye Cumhuriyeti pasaportu almak için can atıyordu. Yaşadık bunları. İş insanları, sivil toplum kuruluşları, dünyada iş yapmak isteyenler geliyordu “Bizim Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna ihtiyacımız var” diyorlardı.

Soruyorduk “Ya siz Avrupalısınız, Avrupa Birliği pasaportunuz var, bizim pasaportu ne yapacaksınız?” dediğimizde diyorlardı ki “Latin Amerika’ya, Afrika’ya, Asya’ya gittiğimizde bizim sömürgeci bagajımız var ama biz iş yaparken Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu masaya koyduğumuzda kapılar açılıyor, işimiz kolaylaşıyor, sizin itibarınız Avrupalı olarak bize o ülkelerde itibar katıyor, güç katıyor” diyorlardı. “Nereden nereye?” diyordu değil mi nereden nereye?

Değerli arkadaşlar, biz iddialı ve itibarlı bir ülkeydik.

Bugün Türkiye’nin ne iddiası kaldı ne itibarı.

Ancak şunu da söylemek istiyorum: Umutsuz olmak için hiçbir sebebiniz yok arkadaşlar. Bu ülke güçlü bir ülke. Avrupa’nın en büyük topraklarına sahibiz, Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahibiz, Avrupa’nın en genç nüfusuna sahibiz.

Biz; ülkemizdeki tüm sorunların çözümünün, daha çok adaletten ve daha çok özgürlükten geçtiğine inanıyoruz.

İşte bu nedenle, Türkiye’yi dünyadaki demokratik ülkeler ligine yükseltmekte kararlıyız.

İşte bu nedenle; gelir dağılımında adaletin tesis edildiği, hak ve özgürlüklerin doyasıya yaşandığı bir ülkenin anahtarını da cebimizde taşıyoruz.

Ve seçim günü geldiğinde, bu anahtar tam demokratik Türkiye’nin kapısını açacak arkadaşlar. Hiç endişeniz olmasın.

Sizler de hep beraber tam demokratik Türkiye’nin mimarları olacaksınız. Biz bunu gerçekleştireceğiz. Hep beraber DEVA kadroları olarak bunu gerçekleştireceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Umutsuzluğa kapılan gençlerin canına kıydığı günlerdeyiz. Ülkesinden umudunu kesenler, kendi hayatına son veriyor.

Gerçekten bu haberleri duydukça, bunları gördükçe içimiz parçalanıyor.

Türkiye, gençlerin kalmak değil, kaçmak istediği bir ülkeye dönüştü şu anda.

Yetişmiş insan gücümüz, ülkesini terk etmek istiyor. Çünkü gençler gün be gün umutlarını yitiriyor.

İmkânı olanın, çareyi yurt dışında aradığı bir noktadayız.

Türkiye, aynı o 28 Şubat döneminde konuşulduğu gibi gidemeyenlerin ülkesi haline geldi maalesef.

Bakın, yakın zamanda yapılan bir araştırmanın yakıcı sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Boğaziçi, İTÜ ve ODTÜ gibi üniversitelerimizin bilgisayar mühendisliği öğrencileriyle yapılan bir araştırma bu.

Sonuç gerçekten kahredici... 165 öğrenciye soru soruluyor, bunlardan152’si Türkiye’den gitmek istediğini söylüyor. Daha da enteresanı, 130 tanesi “Asla geri dönmeyi düşünmem” diyor. Ya bunlar Türkiye’nin gözbebeği kuruluşlar. Bu öğrenciler Türkiye’nin en başarılı öğrencileri. Bu öğrencilerden 130 tanesi bir daha asla dönmem diye düşünüyorsa bu ülkeyi bu hale getirenlerin herhalde kendilerini şöyle bir sorguya çekmesi lazım. Biz nerede hata yaptık da bu ülkenin insanlarını kendi vatanından soğuttuk diye bir düşünmesi lazım ya. Yerli, millî diye diye bunu yaptılar. Yerli, millî diye diye her alanda ülkemizde yerli ve millî krizler çıkardılar. Şu anda Türkiye’nin yerli ve millî bir eğitim krizi var. Şu anda Türkiye’nin yerli ve millî bir adalet krizi var. Yerli ve millî bir ekonomik krizi var. Ve bunun da tek sebebi var, tek sorumlusu var. 2017- 2018’de bütün sorumluluğu, bütün yetkiyi kendi üzerinde toplayan Cumhurbaşkanı bu ülkenin içine düştüğü durumun da tek sorumlusudur. Kaçamaz. Sorumluluğu başkasına yıkamaz. Bütün yetkiyi tek elinde toplayan problemler çıktığında sağda solda başka adresleri gösteremez.

Arkadaşlar,

Eğer, ülkemizi ileriye taşıyacak gençlerin hayalini, başka ülkeler süslüyorsa, bu ülke orta gelir tuzağından kurtulamaz.

Senelerdir uyardığımız bu tuzağa ülkemiz maalesef düştü. Bu yönetimin aklıyla buradan çıkabilmesi de mümkün değil.

Liyakatin yerini sadakatin aldığı bir ülkede, siz ağzınızla kuş tutsanız başaramazsınız. Mümkün değil.

Bu ülkenin gençleri ne istiyor? Gençlerin istekleri çok net.

Gençler özgürlük istiyor.
Gençler adalet istiyor.
Gençler refah istiyor.
Gençler kaliteli bir hayat istiyor.
Gençler, Batı’daki, ilerleyen Asya’daki akranlarıyla benzer imkânlara sahip olmak istiyor.

Gençler, liyakate değer verildiğini görmek istiyor.

Gençler, seslerinin duyulmasını istiyor ya. Özü bu. Bizi duyun diyorlar. Ama gençlerin susturulduğu, konuşturulmadığı, gençlerin konuşmaya korktuğu bir ülkede sorunların çözümüne başlayamazsınız. Problemi, hastalığı teşhis etmiyorsanız, teşhis edilmesine, konuşulmasına izin vermiyorsanız sorunları çözemezsiniz.

Tweet likelayınca, fikrini söyleyince başıma bir iş gelir diye gençler korkuyor şu anda.

Bizler, gençlerin bu çığlığını duyuyoruz. Gençlerin haklı çığlıklarını duyurmaktan da her platformda dillendirmekten de onur duyuyoruz.

Biz gençlerle beraber bu haklı mücadelenin bir parçasıyız, Taviz vermeyeceğiz ve beraber yürümeye devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

İşte tüm bu anlattıklarım, Türkiye’deki ekonomik bunalımın en temel sebepleridir. Ekonomideki sorunları sadece yanlış ekonomi politikalarının, yanlış ekonomi uygulamalarının sonucu değildir.

Hukuk, adalet gelip ekonomiyi vuruyor. Dış ilişkilerdeki tutarsızlık, itibarsızlık gelip ekonomiyi vuruyor. Eğitimdeki eksiklik geliyor ekonomiyi vuruyor. Bu ülkenin en başarılı insanlarının bu ülkeden kaçıyor olması geliyor ekonomiyi vuruyor. Onun için tüm sorunları kapsayan, bütüncül bir çözüm gerekiyor. Kapsayıcı bir çözüm gerekiyor.

Siz ülkenin kadim sorunlarını çözmezseniz, Kürt meselesini diriltirseniz, Alevi meselesine kulak kabartmazsanız ekonomi falan düzelmez bu ülkede. Hayal görürsünüz hayal.

Çünkü bu meseleler, özünde bir demokrasi meselesidir. Demokrasi olmadan da ekonomi asla düzelmez.

Güçlü ekonominin yolu; hukuktan, adaletten, demokrasiden, özgürlükten, eğitimden ve itibardan geçer. Bunun başka örneğini dünyada göremezsiniz.

İşte bu nedenle; emaneti teslim aldığımızda, önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız.

İktidarımızın ilk 90 dakikasında, ifade ve basın özgürlüğünün güvencesini vereceğiz. Yargının talimatla işlemesine sona erdireceğiz. İlk 90 dakikada yapılacak işler bunlar. İnanın bu kadar kolay. Bunun özünde zihniyet var. Zihniyet değiştiği anda bu ülke toparlamaya başlar. Ülkeyi yöneten zihniyet değiştiği anda ülke derin bir nefes alır, ayağa kalkar ve emin adımlarla yarınlara doğru koşar.

Kuvvetler ayrılığına dayanan yepyeni bir sistemle ülkemizi huzura ve refaha kavuşturacağız.

Herkese karşı adil olacağız.

Mahalle ayrımlarına son vereceğiz. Gücü eline geçirenin ötekini ezdiği, nöbetleşe zorbalık sarmalını da artık durduracağız.

Kaynakların dağılımında da adalet ilkemizden asla şaşmayacağız. Gelir dağılımındaki adaletsizliği hızla gidereceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için gece gündüz çalışacağız.

Liyakat ilkesinden asla taviz vermeyeceğiz. Hiçbir gencin emeğine yazık ettirmeyeceğiz.

Ve elbette uluslararası alanda saygınlığımızı kazanacağız.
Dış politikada düşmanlarımızı azaltıp, dostlarımızı çoğaltacağız.

Ülkemizi kendine güvenen, uluslararası alanda söz sahibi ve itibarlı bir ülke yapacağız.

Arkadaşlarım,

Bizler; Türkiye’nin demokrasi maratonunda koşan, özgürlükçü Türkiye’yi halkımıza müjdeleyen DEVA Partisi kadrolarıyız.

Tam yüz on bir bin üyesiyle, ülkenin en hızlı büyüyen siyasi hareketiyiz.

İnanıyorum ki çok kısa sürede, hep beraber, Türkiye’nin tüm yaralarını saracağız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyor, il başkanları toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Sağ olun, var olun.

12 Ocak 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 7. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
7. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli konuklarımız,

Mersin teşkilatımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli basın mensupları,

Dün hepimizin içini yakan, yüreğimize oturan bir haberle sarsıldık.

Genç bir tıp öğrencisi arkadaşımız, Enes Kara canına kıydı. Enes’ten bize, ülkenin gençlerinin sesi niteliğinde son bir mektup ve video kaldı.

Üç çocuk babası bir arkadaşınız olarak ve sokaklarda çok sayıda liseliyi, üniversiteliyi dinleyen biri olarak şu an gençlerin neler hissettiğini, yaşadığını görüyorum, biliyorum.

Enes’in son konuşması, mevcut durumun ifşasıydı.

Kötü yönetim nedeniyle hayalleri elinden alınan, yarınları ipotek altına alınan gençlerin, sistematik bir şekilde dışlandığı bir düzenin ifşasıydı.

Kantinde bir çay içemeyen, kitap almaya harçlığı yetmeyen, arkadaşlarıyla bir kafede oturamayan gençlerin hapsedildiği hayatın ifşasıydı.

Şöyle bir etrafımıza bakıyoruz, sağda solda her yerde karikatürize edilmiş, sakıza dönmüş klişe bir Z kuşağı anlatısı var.

Oysa siyasetçilerin görevi, bu anlatıyla laf kalabalığı yapmak değildir. Siyasetçinin görevi, toplumun ana unsuru olan gençlerin sorunları için çözüm üretmektir.

Biz bunun için buradayız.

Biz bunun için gençlerin arkasından yürüyoruz.

Bugünkü iktidarın kötü politikaları yüzünden gençler sadece fakirleşmiyor.

Gençler mutsuzlaşıyor. Gençler umutsuzlaşıyor.

Gezmek, gülmek, sinemaya konsere gitmek çoğu gencimizin gündemine giremiyor bile.

“Yarın ne yiyeceğim” diye düşünüyorlar. Kaç yerde karşılaştım. Akşam bir dilim ekmekle çorbaya razı olan üniversitede okuyan on binlerce genç var bu ülkede.

Gençler mevcut durumlarını söylemeye bile çekiniyor. Durumlarından şikayetçi olmak konusunda bile çekingenler.

Ailelerinin başına bir şey gelmesinden korkuyorlar.

“Yarın öbür gün kamuda işe girmek istersem mülakatta elenirim” diye endişeleniyorlar. “Aman bir şey yazmayayım” diye çekiniyorlar.

Ezkaza şikâyet eden, eleştiren bir tweet atsalar ya karakola davet ediliyorlar ya da sabah kapılarında bir polis beliriyor.

“Barınamıyoruz” diyene “teröristsin” diyorlar.

Ama barınamıyorlar. Örneğin İstanbul’da bir üniversite öğrencisinin üzerindeki yükü, ailesinin üzerindeki maddi yükü düşünebiliyor musunuz?

Aldıkları krediler, burslar hiçbiri yetmiyor.

Bir İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirde yaşayan, orada okumaya çalışan, Anadolu’dan Trakya’dan gelen gençlerin o büyükşehrin maliyetlerine, o ailelerin de büyükşehrin külfetine dayanacak gücü yok artık. Ekonomik kriz ve ülkede gelir dağılımının bozulması en çok da gençlerimizi etkiledi.

2015, 2016 yılından bu yana bu ülkede sürekli bozuk. Bizim o 2002’de alıp da sürekli ülkenin gelir dağılımını düzelttiğimiz dönem artık geride kaldı. O dönem uluslararası kuruluşların, Dünya Bankasının tez çalışması oldu, kitaplar yayınlandı o dönemle alakalı. Bir ülke nasıl kalkınır, nasıl büyür hem de eşzamanlı olarak bu büyümeden geniş toplum kesimleri nasıl istifade eder, o büyüme nasıl refah ve zenginlik olarak tüm ülkeye yansır... 2015 yılına kadar biz bunları yaşadık. Dürüst ve ehil kadrolarla bunu yaşadık. Ancak geldiğimiz nokta da maalesef Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman, maddi durumu iyi olan ailelerle, maddi durumu zayıf olan ailelerin çocukları arasında böylesine bir eşitsizlik asla oluşmamıştı.

Eskiden güçlü anadolu liseleri, güçlü fen liseleri vardı. Anadolu’nun Trakya’nın bağrından kopup gelen gençler, oralarda eğitilirlerdi ve iyi okullara girerlerdi. Her gelir seviyesinden gençler en iyi üniversitelere girebilirdi.

Şimdi ise özel ders almayan öğrencilerin puanı yüksek üniversitelere girmesi çok zor artık.

Ortada büyük bir haksızlık var. Büyük bir adaletsizlik var. Ve bunun bedelini ülkemizin göz bebeği bir nesil ödüyor, gençler ödüyor.

Ama ülkeyi yönetenler, bunları çözmek yerine, gençlerin sorunlarına kulak kabartmak yerine, sabah akşam onlara hakaret ediyorlar.

Gençler de çareyi ülkeden kaçmakta arıyor. Belki az sayıda gencimiz kaçıyor da.

Ülkeden kaçamayan, içinde olduğu cendereyle baş etmeye çalışıyor. Ağır bir depresyon yaşanıyor.

Evet, bugün bu hükûmet, kendi evlatlarına ağır bir depresyon sunuyor. Başka bir şey sunmuyor.

Nihayetinde, gitmek isteyen ama gidemeyenlerin ülkesi oldu Türkiye şu an.

*****

Değerli arkadaşlar,

Size şunu sormak istiyorum:

İktidarda bu otokrat ittifak kaldığı sürece başka bir Türkiye mümkün mü?

Bakın, bu zihniyetin basit bir videosunu izletmek istiyorum size:

Video-Bahçeli

6 Nisan 2021: Anayasa Mahkemesinin mevcut haliyle milletimizin vicdanında karşılığı yoktur. Bu mahkemenin kapısına kilit vurularak yeni baştan yapılandırılması adalet, siyaset ve demokrasi sorumluluğudur.

11 Ocak 2022: Kime ve neye hizmet ettiği somut ve sahih gerçeklerle belli olan Türk Tabipleri Birliği bugün değilse ne zaman kapatılacak?

Beğenmedikleri her şey kapatılsın istiyorlar. Sürekli ayrıştırma, düşman üretme... Başka bir şey bildikleri yok. Ülkedeki hukuk kırıntısının sahibi olarak bir Anayasa Mahkemesi kalmş, ‘Onu da kapatalım’ diyor.

Sağlık çalışanlarının ve vatandaşlarımızın haklarını dile getirenleri de ‘Susturalım’ diyor.

Almışlar ellerine bir çekiç, gördükleri her şeyi çivi sanıp saldırıyorlar.

İzlediniz işte, çeyrek yüzyıldır koltuğunda oturan krizlerin ortağı Bahçeli’nin, yine ortak olduğu bir iktidar, bugünün hiçbir sorununu çözemez.

20 senedir her geçen gün daha da çok “güç” talep eden ve bunun için koltuğa sarılan Erdoğan artık hangi sorun çözebilir? Olmayacak, yapamıyor.

Son 4 yıldır ülke patinajda. Geri geri kayıyor.

Özgürlük nosyonu olmayan, hukuk nosyonu olmayan, baskıyı benimsemiş biz zihinle hangi sorun çözülebilir?

Hiçbir sorun çözülemez. Tam tersine sorunlar derinleşir ve derinleşiyor. Yeni yeni sorun alanları ortaya çıkıyor.

Bu arada bakıyoruz, başka birileri de gencecik Enes’in ardından şunlar bunlar kapatılsın diyorlar.

Kapatmak, yasaklamak, yok etmek dışında çözüm önerisi yok mu bu memlekette ya? Herkesin zihninde bakıyoruz, beğenmiyorsa, ‘Yok olsun, yasaklansın, kapatılsın’.

İktidar, gençlerin barınma sorununu çözmelidir evet. Ucuz ve nitelikli yurtlara tabii ki erişim sağlamalıdır. Ayrıca özel yurtların da tamamı denetlenmelidir.

Devletin görevi, gençlere kaliteli ve hesaplı yurt imkânı sunmaktır.

İki lafın başında üniversite sayısını artırmakla övünen hükûmet, üniversiteler için yeterli yurt imkanını niçin hazırlamadığını da izah etmek zorundadır.

Kaç ilde, yüzlerce gençle karşılaştım. “Üniversiteyi kazandım, yurt çıkmadı ama özel yurt için de maddi imkânı yok ailemin. Onun için ben kayıt yaptıramıyorum” diyor. Ne oldu? Şu kadar üniversite açtık diye övünüyorsunuz, o açtığınız üniversiteleri kazanan öğrenciler yurt bulamadığı için kayıt yaptıramıyor.

Ancak bu meseleye bunun ötesinde bir yaklaşım, başka türlü bir otoriter yönetime de davetiye çıkarmaktır. Buna da özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.

Biri çıkıp Anayasa Mahkemesini, Tabipler Birliğini kapatalım diyor; öteki çıkıp “Vakıfların, derneklerin yurtları kapatılsın”.

Ya siz kapatmaktan, yasaklamaktan başka bir şey bilmiyor musunuz?

Doğru dürüst politikalarla kuralların işlemesini, kurumların iyi çalışmasını sağlayamaz mısınız?

İşte biz, bu iki taraf arasındaki sıkışmışlıktan bu ülkeyi kurtaracağız. Ortada bariz bir zihniyet ve yaklaşım sorunu var.

Dünyada hiçbir fikir yasaklarla yok edilememiştir.
Tam da bu sorun nedeniyle Enes’in söylediklerine kulak vermek zorundayız.

Çünkü Enes’in sözlerinden anlıyoruz ki; Enes ailesinden şikayetçi, okulundan şikayetçi, kaldığı yurttan şikayetçi.

Enes ülkesinden şikayetçi, ülkesinden. Bu ülke ona umut veremedi.

Eğer ailesinde, ülkesinde, yurdunda onu dinleyecek birilerini bulsaydı, belki de bu kararı almayabilirdi.

İşte biz bu yüzden dinlemenin öneminden sıkça bahsediyoruz. Önce dinleyelim, anlayalım sonra söyleyeceğimizi söyleyelim diyoruz. O yüzden gençleri biz her zaman dinliyoruz. Çünkügençleri, arkaik kavgalarla umutsuzluğa mahkûm edemeyiz.

Bu kavgalar sorunu çözmüyor.

O yüzden biz birbirinin izdüşümü bu iki otoriterliği de reddediyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İnanın bu kader değil. Bugünkü iktidar, bu kötü yönetim, bu otoriter ortaklık bu ülkenin kaderi değil.

Çok açık söylemek istiyorum.

Bu ülkenin gençleri kendini güvende hissetmeden hiçbirimiz özgür olmayacağız.

Liseli arkadaşlarım, kendini huzurlu hissetmeden hiçbirimiz özgür olmayacağız.

Üniversiteli arkadaşlarım kaygılarından kurtulmadan hiçbirimiz özgür olamayacağız.

Fikirlerine ve isteklerine göre hareket edemeyen; ekonomik çıkmazların esiri olmuş milyonların olduğu bir yerde özgür olamayacağız.

Biz işte bu çaresizliği de reddediyoruz.
Çünkü bu ülkenin birbirinden renkli, güzel insanları bu mutsuzluğu hak etmiyor.

Batıya bakıyoruz, ilerleyen Asya’ya bakıyoruz. Gençlerin önünde sınırsız bir hayal seti var.

Elin Batılısı, Asyalısı, bizim gençlerimizden daha zeki, daha kabiliyetli de, onun için mi daha iyi hayatlar yaşayabiliyorlar? Öyle değil.

Daha çalışkanlar da bu nedenle mi insan onuruna yaraşır hayatlar yaşayabiliyorlar? Öyle de değil.

Hayır arkadaşlar, oralarda gençlere sunulan imkanlar daha fazla, imkanlar! Aradaki fark, özgürce düşünme ve düşündüğünü ifade edebilmektir.

Aradaki fark, nitelikli eğitime erişimdir.

Aradaki fark teknolojiye erişimdir.

Aradaki fark, ekonomik gelişmişliktir. Hukukun üstünlüğüdür.

Aradaki fark, ülkemizdeki gençlere katma değer üretme fırsatını vermeyen zihniyettir.

İşte arkadaşlar, temel bilimlere, dil eğitimine, nitelikli eğitime önem vermeyen bu iktidar, gençlerin yarınlarını karartıyor.

Eğitim konusuna dar bir ideoloji penceresinden bakan bu iktidar, gençlerimizin zihinlerini duvarlarla çevirmeye çalışıyor.

Günübirlik, beceriksiz uygulamalarla gençlerin hayallerini çalıyor.

İşin bir başka tatsız boyutu da arkadaşlar; siyaset, gençlerin derdini, tasasını duymuyor. Çünkü siyaset dinlemiyor.

Bariyerler, engeller, tuzaklar gençleri de siyasetten uzak tutuyor.

Zaten çoğu zaman siyasette gençlere layık görülen de sağa sola bayrak asmak, kongre salonlarında slogan atmak oldu.

Oysa biz ne yaptık? “Öyle kol-bacak diye ayrım olmaz, gençlik kolları olmayacak” dedik. “Gençlerle tüm kademelerde bir arada olacağız” dedik.

Ülkemiz için hedeflerimizi birlikte oluşturacağız dedik. Beraberce siyaset üreteceğiz, beraber karar alacağız dedik.

Gençler, partimizin karar mekanizmalarının tam merkezinde yerlerini aldılar.

Bizim genel merkez yönetim kurulumuzda, bırakın 30 yaşındaki gençleri partimizin en yetkili karar merciinde, henüz üniversite lisans öğrencisi olan arkadaşlarımız var. Böyle bir örnek başka bir partide var mıdır, bilmem. Çünkü hep diyorum ya, siyasette laf üretmekten kolay bir şey yok. Konuşmaktan kolay da bir şey yok. Ama biz hep iş üreten tarafta olduk. Hep gerçekçi olduk. Gerçek zeminde yürüdük, doğru işler yaptık ve yaptıklarımızı anlattık. İşi boş laflar kullanmadık hiçbir zaman.

Çünkü biz seçimden seçime hatırlanan, “Z kuşağı” masalları ile kandırılmaya çalışılan, ciddiyetsiz şakalarla, genel geçer vaatlerle gençlerin gündeme gelmesini kabul etmiyoruz.

Hep söylüyorum, bizim için gençlerin sorunları, bugünün sorunları ve hiçbiri ertelenemez.

Ders kitabını alamayan, karnını doyuramayan, bir çay bahçesinde keyifle oturamayan gençler, Batıdaki, ilerleyen Asya’daki akranları ile eşit fırsatlara sahip değil.

Hafta sonu İstanbul’da kongremiz vardı. Üç ayrı ilçede program yaptık. Kaç yerde gençler dediler ki “Sayın Başkanım, şu kitap fiyatlarından bahsetseniz. Alamıyoruz artık” dediler. Bir yandan ülkemizdeki okuma alışkanlığının eksikliğinden şikâyet ediyoruz, “Yeterince kitap okumuyor milletimiz” diyoruz. Bir yandan da okumak isteyen gençler, “Kitap pahalı onun için okumak için alamıyorum” diyor. Gerçekten içler acısı bir durumla karşı karşıyayız.

Biz, başta özgürlük olmak üzere, hukuktan eğitime, ekonomiden dijital politikalara, sağlıktan çevreye tüm alanlarda çalışıyoruz. Her alanda ev ödevimizi şu anda yapıyoruz.

Bugün gençler, yüksek enflasyon nedeniyle cebinde harçlık olmadan yaşıyor.

Biz, ekonomiyi hızla düzelteceğiz.

Gençler, üniversite bitirseler de bitirmeseler de iş bulamıyorlar.

Biz, istihdam imkanlarını artıracağız.

Teknolojiye erişemiyorlar.

Biz tüm ülkeyi geniş fiber optik altyapısına kavuşturacağız. Ucuz ve hızlı internet hizmeti sunacağız.

Teknoloji ürünlerinin lüks değil, zorunluluk olduğunu bildiğimiz için, bu ürünlerdeki vergi yükünü gençler için azaltacağız.

Öğrencilerin barınma sorununu hızla çözeceğiz.

Sadece belli başlı şehirlere değil, ülkemizin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına her yere fırsat eşitliği getireceğiz.

İyi eğitim, nitelikli eğitim, ülkemizin dört bir yanında olacak.

Gasp edilmiş tüm özgürlükleri iade edeceğiz.

“Su küçüğün söz büyüğün” değil, “Hem su hem söz sizin” diyeceğiz.

“Başımıza icat çıkarın” diyerek, tüm genç girişimcileri destekleyeceğiz.

“Olmaz öyle saçma şey” diyenlere inat, gençlerin hür düşüncesinin peşinde koşacağız.

Çünkü biz gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği, tüm dünyadan gençlerin “ya şöyle bir 3 ay, 6 ay, 1 sene kalsam” dediği bir Türkiye’yi inşa edeceğiz.

Biz, gençlere rağmen veya gençler için değil, gençlerle beraber buradayız. Gençlerle beraber bu yolu yürüyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkenin partili taraflı cumhurbaşkanı son bir haftada enflasyon sorunu için önce “köpük” dedi, sonra “müsilaj” dedi.

Bugün de çıkmış “şişkinlik” demiş.
Ne dese tutmuyor. Ne dese kimse yemiyor.

Hiç boşuna uğraşmasın. Vatandaşlarımız enflasyonun ne olduğunu gayet iyi biliyor.

Çünkü halk bunu bizzat yaşıyor. Çarşıya pazara çıkan herkes enflasyonun koskoca bir gerçek olduğunu görüyor.

Ben kavramın doğrusunu söyleyeyim.

Ülkemiz partili taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine geçtikten sonra, “kronik yüksek enflasyon” dönemine girmiştir. O gün bugündür enflasyon çift hanelidir. Tek haneye düşürmeleri hayaldir. Allah korusun, bu kafayla giderlerse, bu inatla giderlerse, ülkenin cumhurbaşkanı kendi her türlübilime, akla aykırı tezini bu ülkeye dayatırsa üç haneli enflasyon rakamları da uzak değildir. Bu ülke bu kafayla üç haneli enflasyon rakamlarını da görür böyle giderlerse.

Enflasyon artmıştır, hızla artmaya devam etmektedir.

TÜİK’e verilen talimatla enflasyonu %36 açıklayarak, gerçek enflasyonun ne olduğunu gizleyemezsiniz.

Hiç boşuna uğraşmayın. Halkımız gerçek enflasyonun ne olduğunu gayet iyi biliyor, çünkü onu yaşıyor.

Elini her cebine attığında, cüzdanını her çıkarışında tekrar tekrar enflasyonun ne olduğunu görüyor.
Enflasyon bir beladır arkadaşlar. Ekonomik bünyenin her tarafını bozar.

Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapar.

Bir de bugün ne demiş? “Ülkedeki enflasyon artışı nispeten diğer ülkelerin altında kalmıştır” gibi bir laf etmiş.

Kimi kandırmaya çalışıyorsunuz? İşte rakamlar burada.

Grafik - enflasyon

Bu G-20 ülkelerindeki enflasyon. Şu rakama bakın. Bir Arjantin, Türkiye’den yüksek görünüyor, 51. Türkiye’nin 36’dan sonra 10’a düşüyor. Tabii biz buraya TÜİK’in açıkladığı resmi rakamları koyuyoruz. Türkiye’nin rakamı da 36 olarak görünüyor. Türkiye’deki enflasyon yüzde 36 mı?

Bağımsız bir araştırma grubu var, onların hesabına göre 80. Grafiğe yüzde 80’i koysak, grafik tavanı deler geçer. Hangi ülkeye göre göreli olarak daha iyiymişiz? Bu ülkenin gerçek enflasyonu, Türkiye’nin de içinde bulunduğu hem G20’de hem de OECD’de en yüksek enflasyondur. Kim kimi kandırıyor ya... Belli ki Beştepe’de enflasyon falan yaşamıyor. Onu biliyoruz. Ekmek elden su gölden, onu da biliyoruz. Enflasyonun ne olduğunu onun için unuttu. O Keçiören’deki dairede yaşasaydı, 3-4 komşusu olsaydı, hiç olmazsa girerken çıkarken komşularla karşılaşıp, çarşıya pazara giden komşulardan gerçek enflasyonu duyabilirdi. Ama bugün tek bir komşusu yok biliyorsunuz. Öyle bir yerde yaşıyor ya. Belli ki başka bir evrende artık.

Ekonomiyi batırdı, mahvetti, perişan etti, şimdi de çıkmış “Ekonomide şampiyonlar liginin parçası olacağız” demiş.

Ne şampiyonlar ligi yahu. Ekonomiyi defalarca küme düşürdünüz. Her yıl bir alt kümeye düşüyoruz. Biz ayrıldıktan, ortak akıl ve istişare terk edildikten, dürüst ve ehil insanlar sistemden çıktıktan sonra ülkenin kredi notu yatırım yapılabilir seviyeden tam 5 kat aşağı indi. 5. bodrumda şu anda ülke kredi notu. Tam 5 küme düşmüşüz aşağıya. Ortalama her yıl bir küme düşüyorsunuz. İşte tam da bu yüzden, artık bu takıma yepyeni yöneticiler gerekiyor. Bir takımı her yıl beş defa arka arkaya küme düşüren birisini takımın başında tutmazlar, değil mi?

İşte o yüzden diyoruz ki bu iktidarın artık gitme zamanı geldi.

Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum.

Katılımlarınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Değerli basın mensuplarının sormak istediği sorular varsa, cevaplamak üzere şimdi sözükendilerine bırakıyorum.

Çok teşekkürler.

8 Ocak 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İstanbul Beşiktaş İlçe Kongresindeki Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN BEŞİKTAŞ İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

Değerli yol arkadaşlarım,

Saygıdeğer konuklar,

Beşiktaş’ın demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli sakinleri,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kurumlarımızın değerli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Beşiktaş ilçe teşkilatımızın 1. Olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

İstanbul’un en eski semtlerinden birinde, boğazın Avrupa tarafındayız. Bugün Beşiktaş’tayız.

Her yanı tarih, kültür kokan,

Her yanı ayrı güzel,

Yaşamın hiç durmadığı Beşiktaş’tayız.

Aşiyan’ıyla, Barbaros’uyla, Bebek’iyle, Ortaköy’üyle her köşesini sevdiğimiz Beşiktaş’tayız.

Sahil boyunu, Balyanların yapılarıyla taçlandırdığı Beşiktaş.

Ve elbette ülkemizin 4 büyük spor kulübünden birinin ev sahibi, geçtiğimiz gün süper kupayı da kazanan Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün yuvası, kartal yuvası Beşiktaş...

Bugün bu salonda, bu güzel ilçemizin kongresine katılmaktan çok mutluyum. Aranızda olmaktan çok mutluyum.

Sağ olun, var olun arkadaşlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

DEVA partisi olarak, o kadar hızla büyüyoruz, o kadar hızla ülkemizin topraklarına yayılıyoruz ki, bu teveccüh için tüm Türkiye’ye teşekkür ediyorum.

Geçtiğimiz sene oran olarak en fazla üye artışını sağlayan parti, DEVA Partisi oldu.

Engellemelere rağmen, insanların haberi, kendi iradesi olmadan iktidar partisine üye olduklarını fark etmelerine rağmen, her türlü çabaya rağmen, bize üye olanların ayrılmaları için ikna çabası olmasına rağmen üye sayımız yüz bini geçmiş bulunuyor.

Sadece üyeler mi? Hayır.

Bizim yüzbinlerce kişiden oluşan gönüllülerimiz de var. Resmi olarak üye olamayan ama gönüllü olarak yanımızda yer alan, çalışmalarımıza katılan yüzbinler var Türkiye’de.

Çünkü değerli arkadaşlar bizler, sadece bir siyasi parti kurmadık. Türkiye’nin tüm demokrat seslerini aynı çatı altında birleştirmek üzere yola çıktık.

Bu çatı özgürlüğün çatısı.

Bu çatı demokrasinin çatısı; eşitliğin, adaletin çatısı.

İşte o yüzden kadınların ve gençlerin yüksek oranda yer aldığı, siyasete ilk defa DEVA Partisi’yle adım atan on binlerce arkadaşımızın yöneticisi ve mensubu olduğu bir teşkilat yapısı inşa ettik.

Yeni bir siyaset, yeni bir dil diyerek tüm dünyadaki demokratlara örnek olacak, hatta ilham kaynağı olacak bir yola çıktık.

Şu salona bakıyorum da gerçekten iyi ki de bu yola çıktık ya arkadaşlar. Her sabah çalışmaya başlarken, iyi ki DEVA Partisi’ni kurmuşuz diyorum. Çok büyük ihtiyaç var, çok.

Ve bu ihtiyaç gittikçe büyüyor. Gittikçe bu iktidarın bu ülkeyi yönetemediği, bu işi beceremediği artık geniş toplum kesimleri tarafından da gayet iyi görülüyor, izleniyor.

Vatandaşlarımızın söyleyeceği bir söz var. O gün gelecek ve asıl sözü vatandaşlarımız o gün söyleyecek. Herkes, her şeyi görüyor ve izliyor. Zannetmeyin ki kimse farkında değil, zannetmeyin ki olandan bitenden insanların haberi yok. Herkes her şeyi görüyor.

Ama aynı zamanda güveneceği bir yer arıyor. Gerçekten bu ülkeyi yönetebilecek, ülkeyi içinde bulunduğu bu krizlerden çekip çıkarabilecek bir kadro arıyor.

*****
Değerli arkadaşlar,
İlk gün demiştik ki “biz sıradan, alışılageldik siyasi partilerden olmayacağız.” O yüzden Türkiye siyasetinde bir ilke imza attık.

Tam 20 ayrı alanda detaylı eylem planları hazırlamaya başladık. Bu ilk defa oluyor bakın. Türkiye’de daha önce hiçbir siyasi parti seçimlerden çok önce seçimlerden sonra yapacaklarının böyle detaylı bir çalışmasını yapmamıştı. Yoktu böyle bir şey.

İktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde yapacaklarımızı adım adım açıklamaya başladık.

Bugün itibarıyla, beş ayrı alanda eylem planlarımız hazır.

Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi için güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizi hazırladık.

“Tam demokrasiye geçiş eylem planı” adını verdiğimiz bu hazırlığı, parlamenter sistem istediğini söyleyen diğer siyasi partilerle de oturduk, konuştuk. Ve anayasa değişikliği gerektiren bir çalışma olduğu için bugünden Mecliste nitelikli çoğunluğu sağlayacak, o 360-400 milletvekilini sağlayacak bir hazırlığı bugünden yapmak gerektiği için biz diğer siyasi partilerle de beraber çalıştık. Ve çalışma önemli bir noktaya geldi. Son rötuşlardan sonra birkaç haftaya artık tamamlanacak.

Parlamenter sistem haricinde başka neler çalıştık? Tarım alanındaki çözüm önerilerimizi tarım eylem planımızda belirledik. İlk adımı toprağa attık.

İklim değişikliğinden şehirciliğe kadar uzanan geniş bir alanda hazırladığımız “afet yönetimi eylem planımız”ı kamuoyuyla paylaştık.

Sosyal devlet anlayışımızı ete kemiğe büründürerek “sosyal politikalar eylem planımız”ı açıklayarak, yoksullukla mücadelede ne kadar kararlı olduğumuzu bir bakıma dünya aleme ilan etmiş olduk.

“Dijital dönüşüm ve teknoloji” alanında politika başkanlığı olan tek siyasi parti olarak; ülkemizin dünyayla bütünleşerek zenginleşmesini hedefleyen, “yarına atılım eylem planımız”ı kamuoyuna duyurduk.

Bu arada metaverse evreninde yer alan ilk siyasi parti olduk. Taklitler gelecektir arkadan. Ama hep taklitlerden sakının diyoruz. Onlar arkadan gelecektir.

“Doğa hakları ve çevre” konusundaki eylem planımızı plandık. Aslında çok yakınız açıklamaya ama her şeyi de hazır, bir tek uygun gün ve tarihi bekliyoruz.

“Makro ekonomi, finans ve istihdam” alanlarındaki eylem planımızı bitirmek üzereyiz. Tam 130 maddelik geniş bir çalışma. Bununla ilgili kamuoyuyla birkaç haftaya kadar nihai çalışmamızı paylaşmış olacağız.

Hiçbiri kolay değil. Ama inanın bugüne dek yapmayanların da mazereti yok, o kadar da zor değil. Yeter ki o azim olsun, yeter ki o bilen kadroyu siz bir araya getirip bütün bu çalışmaları gerçekleştirebilin.

Ve değerli arkadaşlar bu eylem planlarımızın her bir maddesinin bütçesi hesap ediliyor. Bütçesini hesap edemediğimiz ya da devlet bütçesine sığmayacağına inandığımız bir konuda bir açıklama yapmıyoruz. Boş atıp tutmuyoruz. Çünkü siyasetin sadece laf üretmekten ibaret bir alan olmadığını iyi biliyoruz.

Çoğu öyle zannediyor siyaseti. Ağzı laf yapar, laf üretir, konuşur... Bundan ibarettir zannediyor. Öyle değil, siyaset aynı zamanda iş üretmek iş. Biz işte o işi üretiyoruz ve bunu bu kadar tutarlı, kapsamlı ve detaylı bir şekilde yapan tek siyasi partiyiz. Sadece şu anda değil Türkiye'nin yakın tarihinde de tek siyasi partiyiz.

Değerli arkadaşlar bakın biz daha ikinci yaşımıza gelmeden, bütün siyasi hayatı tersyüz ettik. Ben buradan konuşuyorum ya bakıyoruz inanın birkaç gün sonra en geç 1-2 hafta sonra yankı gibi kurduğumuz cümleler, ele aldığımız konular tekrar tekrar başka yerlerde aynısını duyuyorsunuz, izliyorsunuz. Önden gitmek iyidir, taklit edilmek de çok kötü bir şey değildir çünkü iyisini yaparsanız taklit edilir. Sorun yok ama biz hep önden gideceğiz, hep önden koşup taklit edilen olabiliriz. Ama biz hep ‘taklitlerden sakının, siz DEVA Partisi’ne bakın’ diyoruz, ‘bizi izlemeye devam edin’ diyoruz.

İlk gün, ilk kuruluş günümüzde dediğimiz gibi: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, çünküartık DEVA Partisi var Türkiye’de.

Bunu İnşallah tarih kitapları yazacak, göreceğiz hep beraber şöyle bir 5-10 sene sonra geldiğinde hep beraber diyeceğiz ki ‘DEVA Partisiz bir Türkiye nasıl olmuş, nasıl böyle bir ülke böylesine güçlü, aklı başında, bilen, işin ehli ve dürüst kadrolara sahip olan, bu şekilde çalışan bir parti nasıl oldu da yıllarca olmadı bu ülkede’ diye hep beraber hayret edeceğiz belki de. Eksikliğimizin farkına şimdi herkes varıyor ve İnşallah önümüzdeki her hafta her ay üzerine ekleye ekleye gideceğiz. Burada bunu İstanbul'da görüyoruz, Anadolu'nun Trakya'nın her köşesinde de görüyoruz çok şükür.

*****
Değerli arkadaşlar,

Şu anda ülkeyi, yokuş aşağı tam gaz sürükleyen bir iktidar var.

Ülkenin herhangi bir sorununa çözüm getirmek, halkın refahını ve mutluluğunu artırmak gibi bir gündemleri kalmadı.

Bırakın sorun çözmeyi, iktidar bizzat sorunun kendisi oldu. Kendisi sorun. ‘Bu ülkenin en büyük sorunu ne?’ diye soruyorlar vatandaşlara. İşsizlik, hayat pahalılığı, göç sorunu, hukuk, adalet, özgürlük... Doğru ama bütün bunları toplayın şu anda bu ülkenin bir numaralı en büyük sorunu: Bu ülkeyi yönetenler, şu andaki iktidar. Birinci sırada bu var. Bir iktidar değişsin göreceksiniz korkulu rüyadan uyanır gibi, bir kabustan uyanıp da şöyle bir yudum su içip oh çekmek gibi o kadar inanın hızlı düzelecek. Bu iklim o kadar hızlı düzelecek. Birden karanlıktan aydınlığa birden gecenin zifiri karanlığından sabahın ışıklarına ulaşacağız ve bu çok hızlı olacak.

Kendilerini iyice Beştepe’ye hapsettiler. Sokağın derdini görmüyorlar, duymuyorlar, bilmiyorlar. Onun için paralel bir evrenden konuşuyor artık. Ülkenin sorunlarını inkâr ediyor. Vatandaşlarımız ‘açız, eve ekmek götüremiyoruz’ diyor. ‘Al, keyif çayı iç’ diyor. ‘Nankör’ diyor insanlara ya. Bir ülkenin başındaki kişi kendi vatandaşına nankör der mi? Böyle bir şey olabilir mi?

Koskoca ülkenin kaderi, Beştepe’nin etrafında kümelenen dar bir grubun gündelik çıkarlarına endekslendi. Çünkü onlar kuvvetli bir lobi. Ülkenin Cumhurbaşkanı sadece artık onların sözünü duyuyor, onların sesini duyuyor. Niye? Onlar işte Beştepe'de, sağda solda, etrafta. Onlar telefonun ucunda ‘alo’ deyince konuştuğu o tip insanlar artık.

Hatırlayın geçen sene bir parti kongresi yaptılar. Konsepte şöyle bir bakın, görsel olarak bir DEVA Partisi'nin kongresine, videolarına bakın bir de iktidar partisininkine bakın ki onlar bizden sonra yaptı. Taklit. Renkler, konsept tamamen taklit.

Biz Türkiye'nin en yeni kurulan siyasi partilerinden birisiyiz ta 20 yıllık iktidar partisi bizim kongremizden çok özelmiş herhalde benzerini yapmışlar. Zarar yok, biz önden koşacağız. Taklit eden olabilir ama hep diyoruz taklitlerden sakının diye. O kongrede duvara ne yazmışlardı? ‘Güven ve istikrar’. Ya şimdi güler misin, ağlar mısın? Hangi güvenden bahsediyorsunuz, hangi istikrardan bahsediyorsunuz? O eskidendi eskiden. Eskiden vardı güven ve istikrar, dürüst ve ehil kadrolar varken istişare ile ortak akıl ile bu memleket yönetilirken güven de vardı istikrar da vardı. Siz ne zaman ki düzgün kadroları tasfiye ettiniz ne zaman ki ortak aklı, istişareyi terk ettiniz ne zaman ki ‘ben tek başıma yöneteceğim, tek imza ile her türlü kararı vereceğim’ dediniz işte o günden itibaren ülke yokuş aşağı yuvarlanıyor.

İstikrardan anladıkları, sadece kendi koltukları.

Güvenden anladıkları da sadece kendi iktidarlarının güvenliği.

Başka hiçbir dertleri yok.

Ama arkadaşlar,

Biz istikrarı onların anladığı gibi anlamıyoruz:

İstikrar adalette olur. Ekonomide istikrar olur. Özgürlükte istikrar olur. Eğitimde, teknolojide olur. Gelişmekte ve büyümekte istikrar olur.

Refahta istikrar olur refahta.

İstikrarın nasıl sağlandığını da gayet iyi biliyoruz. Geçmişte bunu başardık.

Ama büyüğüyle, küçüğüyle bugünkü iktidar ortaklarının bunları yapmak gibi ne niyetleri var ne yetenekleri. İsteseler de artık yapamazlar. Ağızlarıyla kuş tutsalar olmaz.

O yüzden de ülkemizde güven de yok istikrar da.

Eğer siz anayasa mahkemesi kararlarına saygı duymazsanız, uygulamazsanız, o ülkede güven, istikrar falan olmaz.

Kendi ülkenizde imzalanmış, adı dahi İstanbul olan uluslararası sözleşmeden bir gece yarısı keyfiniz istedi diye çıkarsanız, güven de olmaz istikrar da olmaz.

AİHM kararlarına uymazsanız istikrar olmaz. Altını imzaladığınız, taahhütte bulunduğunuz, dünya aleme ‘ben söz veriyorum, buna uyacağım’ dediğiniz sözlerinizden cayarsanız güven de olmaz istikrar da olmaz.

Mevsimlik işçi gibi durmadan Merkez Bankası başkanını değiştirerek istikrar sağlanmaz.

Bilime, akla dayanmayan tuhaf ekonomik deneylerle, istikrar da güven de sağlanmaz.

İpe sapa gelmez ekonomi teorileri deneyerek, halkımızın tertemiz dini duygularını istismar ederek güven sağlanmaz.

Dış politikada itibar yitirerek, zikzaklar çizerek, dünyada yalnızlaşarak, güven olmaz, istikrar sağlanmaz.

İçeride bu milleti kutuplaştırarak, bölerek, tehdit ederek istikrar sağlanmaz.

*****

Çünkü arkadaşlar, İstikrarın parolası hukuktur, özgürlüktür.

Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, hukukun üstünlüğüne dayanan bir sistemdir.

Kararların ortak akıl ve istişareyle alındığı, sadakatin değil liyakatin işlediği bir yönetim anlayışıdır.

Bizler görevdeyken, hatırlayın, ülkemize 2023 hedefleri koymuştuk, değil mi? Ne demiştik?

İhracatımızı 2023 yılında 500 milyar dolara yükselteceğiz, demiştik. Ve bunu ne zaman yaptık? İhracatı 36 milyar dolardan sadece 6 yılda 132 milyar dolara çıkarınca dedik ki 6 yıl da bu oluyorsa, 6 yılda biz bunu 3'e 4'e katlayabiliyorsak 2023'e kadar bu hızla gidersek rahatlıkla 500 milyar doları yakalarız dedik.

İşte cumhurbaşkanı çıktı, önceki gün 2021 yılında 220 milyar dolarlık ihracatla övündü.

Biz, ülkemizi dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına sokacağız, demiştik. 20. sıradan aldık kademe kademe 16. sıraya kadar yükseltmiştik.

Şimdi ise ülkemiz 21. sıraya geriledi. İlk 10 diyor. 2023'te artık ulaşmak mümkün değil. Yapamaz, yapamayacaklar, hayal bile edemezler çünkü o hedeflere ulaşmak bilgi ile olur akıl ile olur, Allah'ın verdiği aklı iyi kullanmakla olur. Siz her gün akıl dışı bilim dışı işler yaparsanız, her gün kendi kafanızda uydurduğumuz teorileri test ederek bu koskoca ülkenin ekonomisine yön etmeye çalışırsanız sonu büyük bir hezimet olur. Şu anda İçinde bulunduğumuz durum tam da bu.

Biz başka neyi hedeflemiştik? Kişi başı milli geliri 2023’de 25 bin dolar seviyesine yükseltmeyi hedeflemiştik. Şu anda milli geliri, 8 bin dolarlara kadar gerilettiler. Geçen eylül ayında açıkladıkları orta vadeli programda 2023 hedefi ne biliyor musunuz? 10.700 dolar. Nereden nereye... Biz 25 bin dolar dedik şimdi 10.700 koydular ama bu kafayla, bu yanlış uygulamalarla onu bile tutturamayacaklar. 10 bin dolar bile artık bunlar için hayal. Bu yanlışlarla, bu inatla, bu yanlışta ısrarla artık Türkiye için bu yönetim, bu iktidar iş başında olduğu sürece 10 bin dolar bile hayal. Bırakın 25 bin doları... Gerçekten çok üzülüyoruz. Bu ülke buna layık değil. Bu ülke böyle kötü yönetime layık değil.

Bizler tüm dünyanın hayranlıkla seyrettiği bir Türkiye modeli oluşturmuştuk. Ve bu Türkiye modeli bizim söylediğimiz bir kavram değil, yanlış anlaşılmasın. O dönemde tüm dünyanın saygın ekonomistleri, dünya liderleri böyle demişti.

Ama arkadaşlar, ortak aklı ve istişareyi bıraktıktan sonra her şey tepetaklak gitti.

O tarihlerde biz “hukuk” diyorduk, “eğitim” diyorduk “milletin parasını demire betona gömmeyin” diyorduk. Onlar ne diyorlardı bana “fren Ali” diyorlardı. ‘Biz yapmak istiyoruz, bu engelliyor’ diyorlardı.

Alın işte, o günlerden sonra ülke bir krizden başka bir krize savrulup duruyor.

2023 hedeflerine ulaşmak için neler yapmamız gerektiğini eğer bazı konularda adım atmazsak o hedeflere ulaşmanın ancak hayal olacağını anlatmıştım. Defalarca anlatmıştım. Arkadaşlarımız eski arşivlerden bir örnek bulmuşlar, hep beraber izleyelim.

Tarih 16 Mart 2012. Yer Uludağ Ekonomi Zirvesi. Yani bizim yerli Davos’umuz.

İlk başladığı tarihten itibaren 5 yıl arka arkaya katıldım. Şu anda artık yapılmıyor bu toplantı.

Video-1 Ali Babacan

“Böyle bir işgücü yapısıyla bizim 25 bin dolarlık milli gelire ulaşmamız bir hayal. Bu kadar düşük bir eğitim seviyesiyle o kadar yüksek bir kişi başı düşen milli gelir mümkün değil. İşte bunu artırabilmek için eğitim konusunda çok köklü reformlar yapmamız gerekiyor. Her türlü klişeyi, tabuyu, yasağı, ideolojik çatışmaları bir kenara bırakıp Türkiye için en iyisini bulmamız gerekiyor. Türkiye gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadıkça birinci sınıf ekonomi olamaz. Gerçek anlamda hukuk devleti olmayan bir Türkiye’nin dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birisi olması da yine hayal.”

Tam 10 sene olmuş. Hani bazıları diyor ya ‘zamanında niye konuşmadınız kardeşim’ diye bunun gibi 50 tane, 100 tane örnek var. Ben diyorum ki tembellik etmeyin, arşivleri karıştırın. Biz neler neler söyledik, bugünlerde öyle bir bakan çıksın da konuşsun bakayım, bir tanesi çıksın konuşsun. Ben o gün ülkenin başbakan yardımcısı olarak konuşuyorum, özeleştiri yapıyorum. Hani diyorlar ya ‘özeleştiri, özeleştiri’ biz işin içindeyken yapmışız, hepsini söylemişiz. Söylemediğimiz hiçbir şey yok. Hukuk diyoruz, eğitim diyoruz, bunlar olmazsa olmayacak diyoruz. İlk 10 ekonomiden birisi olmamız hukuk ve eğitime yeteri kadar önem vermezsek hayal diyorum.

Ama benim o gün sorumluluk alanım ekonomi. Ülkenin başbakanı bazı şeyleri engelleyebiliyor. Mesela Meclisten kanun çıkacaksa durdurabiliyor. Çünkü onun imzası ile gidiyor, engelleyebiliyor. Biz ‘betona, demire yığmayın bu parayı, ülkenin büyümesini, dengesini bozuyorsunuz, kaynakları verimsiz alanlara ayırıyorsunuz’ derken emsal değişikliğiyle imar rantlarının çılgınca oluştuğunu ve bu imar rantlarının herkesin gözünü döndürdüğünü, ekonominin dengesini bozduğunu, haksız kazanç sağlandığını söylediğimizde bize ne diyordu? ‘Bu dediklerini yaparsam ben il başkanı, ilçe başkanı bulamam’ diyordu.

Şu anda elhamdülillah bizim 81 il başkanımız var, 700 tane ilçe başkanımız var. Bulunuyormuşdemek ki. Burada bizim hangi il başkanımız imar rantları için DEVA Partisi’nde? Bizim bir tane belediyemiz yok. 700 ilçe başkanımızın hangisi imar rantı var diye ben DEVA Partisi’nde ilçe başkanı olayım diyor. Ama kafa bu kafa. Ve değerli arkadaşlar bu kötü alışkanlıklar var ya Allah korusun bir girince bağımlılık oluşturuyor, aynı madde bağımlılığı gibi. O yanlışı bir kere yapınca oradan geri çıkış çok zor oluyor. İşte onun için biz DEVA Partisi olarak ne yaptık? Kendi etik yönetmeliğimizi hazırladık ve duyurduk.

İlk defa oluyor Türkiye'de. Bu altılı masa var ya parlamenter sistemin konuşulduğu masa... Masanın gündeminde etik kuralların, siyasi ahlakla ilgili kuralların da konulması ve mutabık kalınması gerektiğini söyledik. Sağ olsun diğer partilerde destek verdiler ve o konuda da mutabakat sağladık. Bunlar çok önemli. İleriye doğru çok önemli tohumlar ekiyoruz ve bu tohumlar İnşallah bire 20 verecek, bire 40 verecek tohumlar. Bugünden siyasi etik, siyasi ahlak konusunda taahhüt verip yola çıkan bir siyasi partinin ileride yapacakları hep belli sınırlar içinde olacaktır. Arkadaşlarımız birbirlerini uyaracaktır. Şu anda Türkiye'de bir ilk. Türkiye'nin şu anda bir siyasi ahlak kanunu yok. Oysa altına imza attığımız, üyesi olduğumuz pek çok kuruluşun siyasi etik, siyasi ahlak kuralları var. Avrupa Konseyi'nin var. Biz tam üyeyiz oraya, Avrupa Birliği ile karışmasın.

Birleşmiş Milletler'in siyasi etik kuralları var. OECD’nin var. Türkiye tam üye buralara. Avrupa Birliği'ne tam üye değiliz ama Avrupa Birliği sürecinde bir ülkeyiz, onların da kuralları var. Biz ne yaptık? Bütün bunlara baktık ve bu iş evrensel nitelikte bir iş yani siyasi etik ülkeye özel değil. ‘Ya bizim kendi bazı şartlarımız var, bizim burada siyaset böyle’. Hayır, değil. Bu konuda doğru bir, diğer her şey eğri. Onun için biz böyle yola çıktık ve bunun için çalıştık, çalışıyoruz. Zamanında gerçekten biz arkadaşlarımızla beraber gidişatı değiştirmek için çok şey yaptık fakat her defasında yapmak istediğimiz düzgün işleri maalesef engellemeye çalıştılar. Direkt kendi alanınızda kimsenin karışmadığı bir alan ise yaptık ama onay gereken, imza gereken konularda da maalesef bazı çok istediğimiz, arzu ettiğimiz konularda adım atamadık. Sonuçta geldiğimiz noktada ne oldu? Bunlar hukuku hiçe saydılar, eğitimi dar bir ideolojik bakışın içine sığdırmaya çalıştılar, çalışıyorlar. Maalesef sonuç ortada.

Peki, hükümet şimdi ne yapıyor?

Önce, ucuz iş gücü üzerinden ihracat politikası uydurdular. Başımıza yüksek enflasyonu ve yüksek kuru sardılar.

Sonra ekonomiyi tamamen dolarize edecek hataların içine yuvarlandılar.

Bu dövize çevrilebilir mevduat hesabı eski adıyla ta 1970'lerde uygulanan bir iş. Rahmetli Özal'ın ‘kendini uyanık zannedenlerin dalaveresi’ dediği bir uygulamayı getirdiler yeni bir şeymiş gibi dövize endeksli mevduat diye tekrar ülkede uygulamaya başladılar. Rahmetli Özal’ın ‘enflasyonun ana sebebi bu, bu ülke onlarca yıl enflasyon altında ezildi ise bunun en önemli sebeplerinden birisi de bu dövize çevrilebilir mevduat’ dediği uygulamayı getirdiler 40 yıl sonra yine Türkiye'nin başına sardılar bunlar. İnşallah iş başına gelir gelmez ilk yapacağımız işlerden birisi bu uygulamayı anında durdurmak. Tabii ki devlette devamlılık esastır. Ne olursa olsun devletin sözü sözdür, önceki hükümetler döneminde de olsa özellikle ekonomik alanda bazı şeylerin altına imza atıldıysa, taahhütlerde bulunulduysa o taahhütlerde devamlılık esastır. Yargı yolu tabii ki açıktır, tabii ki idari denetim yapılacaktır. Tabii ki yargı denetimi yapılacaktır, tabii ki Meclis denetimi yapılacaktır. Ama yanlışların uygulanmasına, yeni yanlışlara izin vermeyiz. İş başına geldiğimiz gün yanlışları o noktada durdururuz.

Değerli arkadaşlar başka ne yaptı bunlar? Eğitim ve hukuk alanında adeta katliam yaptılar. Ekonomiyi geçtim, özellikle bu iki alanda tel tel dökülüyoruz.

Eğitime de hukuka da ideolojik ve dar kalıplarla yaklaştılar. Sorun bu. Ve sonuçta 2023 hedefleri hayal oldu.

Hani bizim dönemimizde, ortak akıl ve istişarenin yönetimde olduğu günlerde, bir slogan vardı “hayaldi, gerçek oldu” denirdi ya... şimdi, “gerçekti, hayal oldu”. Bizim gerçek yaptığımız her şeyi döndüler dolaştılar, 5 sene sonra ulaşılması hayal olacak konular haline getirdiler.

Bu arada bizim dönemimiz demişken...

Sayın Erdoğan bir de ne yapıyor? Müflis tüccar gibi eski defterleri karıştırıyor. Sanki kendisi yapmış gibi, ortak akıl ve istişare döneminin başarılarını istismar ediyor.

Bakın ne diyor?

Video-2 Erdoğan enflasyon

“Türkiye tarihinde enflasyonla en büyük mücadeleyi veren, enflasyonu en düşük seviyelere indiren yönetim biziz. Ülkemizde yüzde 6’lara kadar indirdiğimiz enflasyonun boynunu kırarak en kısa sürede tekrar tek haneli rakamlara geriletmekte kararlıyız.”

Ben şimdi buradan bir kendisine sesleniyorum, bir dakika demek istiyorum. One minute ayrıca gelecek. Onu hep beraber sandıkta söyleyeceğiz. Ben kendisine diyorum ki ‘bu eskinin başarılarıyla övünmeyi bırakın da şu anda tek yetkilisiniz, elini tutan yok, istediğin şeyin altına imza atıp kararname hazırlamıyor musun, Merkez Bankası başkanının birini alıp birini koymuyor musun, bakanların birini gönderip öbürüne görev vermiyor musun? Hiçbir mazeretin yok’ diyorum. Tek yetkilisin çünkü tek yetkiliysen bütün sorumluluk da senin üzerinde. Kaçış yok, aması yok, fakatı yok. Tek yetkilisin çünkü.

Diyoruz ki; öncelikle, ortak aklın işletildiği, Avrupa Birliği uyum yasalarıyla hukukun geliştiği dönemde; bizlerin liyakatle, istişareyle ilmek ilmek inşa ettiği başarılardan elinizi çekin.

Çünkü gerçekten o başarılar sana ait olsaydı bugün yine yapabilirdin. Niye yapamıyorsun? Hadi yap, hadi düşür enflasyonu. Artık 4. yılına girdi değil mi? Tek yetkili, partili taraflı cumhurbaşkanlığının 4. yılına girdi. Hadi yap tekrar, niye sen tek yetkili olduğun günlerden bu yana enflasyon sürekli yükseliyor, niye kur durmadan artıyor, niye Hazinenin borçlanma faizi durmadan artıyor, niye piyasa faizi durmadan artıyor? İşte siz dönün bu tek yetkili olduğunuz döneme bakın diyorum. Enflasyonu da faizi de tek haneli rakamlara indiren bizdik, biz.

Niye? Çünkü o günkü Merkez Bankası bağımsız. Hükmedemiyordu, nüfus edemiyordu. Biliyorum, çıldırıyordu ama hükmedemiyordu. Ama başarıların hepsi de o dönemde olmuştu. Bir ülkenin Merkez Bankası'nın asli görevi nedir? O ülkedeki fiyat istikrarını sağlamaktır yani enflasyonla mücadeledir ama onu bağımsız kaldığında ve iyi bir ekibi görevlendirdiğinde başarabilir. Laf dinlemiyor diye bir başkanı gönderip bir başkanı getirin, ne oldu? Enflasyonu da faizi de kuru da çift hanelere yükselten ise sizsiniz, siz.

Değerli arkadaşlar,

Hani basketbolda bir tabir var ya: Triple-double.

Sayın Erdoğan, kurda da enflasyonda da faizde de çift haneleri gösterdi. Resmen triple-double yaptı.

Üç alanda da ikili sayı. Siyasete de bunu sokmayı başardı. Literatüre tüm olumsuz örnekleri güzelce yerleştiriyor.

Hayırlı göstergelerde ise hak getire... Oralarda esamemiz okunmuyor. Neymiş, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmekte kararlıymış.

4 yıldır aynı terane. 4 yıldır aynı masal.

Her defasında “enflasyonu düşüreceğiz” diyor, her defasında enflasyon daha da artıyor.

Söylediklerine şöyle bir bakalım: Video-3 Erdoğan

“2 Mayıs 2017: Enflasyonu Allah’ın izniyle daha da düşüreceğiz.
24 Mayıs 2018: Enflasyon sorununu ülkemizin gündeminden çıkartmakta kararlıyız.
9 Aralık 2019 2020’de tek haneli enflasyon rakamına ulaşacağız.
5 Ocak 2020: 2020’de tek haneli rakamda faiz de enflasyon da gelecek.
13 Kasım 2020: Önceliğimiz şüphesiz ki enflasyonu süratle tek haneli rakamlara ardından da orta vadeli programımızdaki seviyelere çekmektir.
7 Nisan 2021: Son dönemde bir miktar artış gösteren enflasyonu yeniden tek haneli rakamlara düşürmekte kararlıyız.
1 Ekim 2021: Enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmekte kararlıyız.”

Maşallah yahu, çok kararlı gerçekten. Ama öyle ben kararlıyım demekle olmuyor bu iş. Yap bakalım, niye olmuyor?

Diyorum ya, 4 yıldır aynı terane. 4 yıldır aynı masal.

Buyurun, her şey ortada.

Sürekli hayal satıyor.

Yapamaz. Asla yapamayacak.

Çünkü, güven olmadan olmaz!

Ben haftada bir bu güven meselesini tekrar edeceğim. Güven nasıl kazanılır anlatmak zorundayım. Sık sık tekrar edelim ki birine gelmezse öbürüne denk gelsin. Çünkü ihtiyacı var, bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor, biliyorum zannediyor. Onun için tekrar bir hatırlatalım, biz zamanında güven ve istikrarı nasıl sağlamışız, ekonomiyi nasıl bataklıktan çıkarmışız. Bunu tekrar etmemiz gerekiyor. 1 dakika 8 madde. Bizim için kolay onlar için kolay mı bilmem.

Güveni nasıl oluşturursunuz? 1 dakikada 8 madde. Bir; konuşunca doğruyu söyleyeceksin.

İki; söz verince tutacaksın.
Üç; emanete hıyanet etmeyeceksin.
Dört; her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin.
Beş; dürüst, ehil, işini bilen insanlarla çalışacaksın.
Altı; her zaman ortak akıl arayacaksın, işini istişare ile yapacaksın.
Yedi; şeffaf olacaksın, hesap verebilir olacaksın. Merkez Bankası'nın arka kapısından 130 milyar dolar satmayacaksın. Yapacaksan açıkça yapacaksın, dürüstçe yapacaksın.
Sekiz; her zaman planlı programlı çalışacaksın.

Plan-program açıklayacaksın ki insanlar devletin ne yapacağını anlasın. Herkes de kendi planını programını ona göre yapsın. Sen daha eylül ayında orta vadeli program açıklayıp 2022’nin dolar kuruna 9.30 dersen, 2023 9.80 dersen 2024'e 10.30 dersen daha 2022’nin başında kuru 13 buçuk 14 lira yaparsan buna plan program denmez. Buna hesapsızlık, kitapsızlık denir, başka bir şey denmez.

Ama hiç merak etmeyin arkadaşlar.

Nasıl olsa yine biz gelip, enflasyonu da faizi de kuru da tek haneli düşük seviyelere biz getireceğiz. Yapacağız. Bu iş bizde.

Krizlerin ortağı Bahçeli’nin yine ortak olduğu, bir gecede yirmi bankayı batıran, gecelik faizlerin %7500’leri gördüğü, o 2001 krizinden ülkemizi nasıl çıkardıysak, bu krizden de yine biz çıkaracağız. Nasıl 2008-2009 krizinde bütün dünya kasılıp kavrulurken, komşumuz Yunanistan iflas etmişken, İtalya'dan, İspanya'dan, Portekiz'den, İrlanda'ya kadar bütün ülkeler ekonomik krizle boğuşurken biz 6 ayda ülkeyi o krizden nasıl tutup çıkardıysak yine bunu yapan biz olacağız, hep beraber yapacağız.

Daha önce yaptık, şimdi daha iyisini yapacağız.

Hem de çok daha güçlü bir ekiple, DEVA Partisi kadrolarıyla yapacağız.

Biz daha asıl eserimizi yazmadık. DEVA Partisi’yle bu ülkenin kaderine damga vuracağız arkadaşlar.

Özellikle son 5 senedir, Türkiye’ye yaşatılan bu korku filmini, kabusu, bu karabasanı bitireceğiz.

Türkiye’nin sahipsiz olmadığını dünya aleme göstereceğiz.

Tek bir vatandaşımızı bile geride bırakmadan yürüyeceğimizi herkese göstereceğiz.

Ülkemizi barış, özgürlük ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız. Artık Türkiye’de kimsenin kimseye haksızlık yapmasına izin vermeyeceğiz. Hakkı yenenin hakkını iade edeceğiz.
Yasakları kaldıracağız.

‘3Y ile mücadele edeceğim’ diye gelen yasaklarla, yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele edeceğim diye gelip ülkeyi yeniden o 3Y’nin içine düşüren, yeniden yasakların, yolsuzluğun ve yoksulluğun ülkesi haline getiren bu iktidarı müsait bir yerde indireceğiz.

Ekonomi yönetiminde ortak akıldan ve bilimden asla şaşmayacağız.

Ülkemizde köklü bir eğitim ve hukuk reformu yaparak ekonomimizi büyüteceğiz. Ekonomini eğer büyütmek istiyorsan bunun yolu sadece ekonomi politikalarından geçmez. Ekonomi dediğimiz alan bir temele oturur, o temelde adalet vardır, hukuk vardır, demokrasi vardır. Eğer siz adaleti, hukuku yerle bir ettiyseniz, demokrasiniz işlemiyorsa o ülkede sağlam bir ekonomi asla inşa edemezsiniz. İşte buna kafaları basmıyor, bunu bir türlü öğrenemediler. ‘Ben aklıma gelen her şeyi yaparım, anayasayı çiğnerim, arkadan da bir talimat veririm ekonomim düzelir’ zannediyor. Olmayacak. Onun için iddialı bir şekilde söylüyorum: Yapamayacaklar, ağızlarıyla kuş tutsalar beceremeyecekler.

Üç-beş kişinin parasına para kattığı devri sona erdireceğiz, topyekûn zenginleşeceğiz. Bizim zenginlikten anladığımız bu.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Şimdi sizleri, yepyeni bir birlikteliğe davet ediyorum. Beşiktaş’a soruyorum şimdi.

Hazır mısın Beşiktaş?

Sizleri; farklı fikirlerden kaçmayan, konuşmaktan korkmayan hür bir ülkeye davet ediyorum.

Var mısınız?

Sizleri; hukuku, adaleti, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri esas alan, yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyorum.

Var mısınız?

Sizleri; üreten, zenginleşen, yüksek katma değerli ürünlerini dünyaya ihraç eden, yıldızlaşan bir Türkiye’ye davet ediyorum.

Var mısınız?

Sizleri; uluslararası toplumda saygın, güven oluşturan, sözüne tüm cihanın itibar ettiği bir Türkiye’ye davet ediyorum.

Var mısınız?

Davetimizi il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı herkese ulaştıracağız.

Var mısınız?

Siz varsanız biz de varız.

Demokrasi ve atılım için durmadan, yorulmadan koşacağız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.

29 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Ankara İl Kongresindeki Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ANKARA İL KONGRESİ KONUŞMASI

Merhaba Ankara. Binlerce yıllık tarihe sahip kadim şehrimiz. Merhaba. Ahilik kültürünün doğduğu toprakların, İç Anadolu'nun ticaret merkezi merhaba. Yüz yaşına merdiven dayamışCumhuriyetimizin başkenti merhaba. Türkiye'nin dört bir yanından gençlerimizin akın akın geldiği köklü üniversitelerin kenti merhaba.

Geniş tarım alanlarıyla çiftçilerimizin diyarı merhaba. Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım güzel şehir merhaba. Merhaba yol arkadaşlarım. Kalbi bugün Ankara'da atan ve bizleri ilgiyle izleyen saygıdeğer yurttaşlarım hepinize merhaba. Bu salonda bizlerle beraber olan siyasi partilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın değerli başkanları, değerli temsilcileri, kıymetli basın mensuplarımız, kıymetli muhtarlarımız merhaba.

Bugün memleketimden Ankara'dan sizlere sesleniyorum. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Hoş geldiniz arkadaşlar hoş geldiniz. Ankara İl Teşkilatımızın 1. Olağan Kongresine Hoş geldiniz. Sağ olun, var olun.

Değerli dostlarım, bundan tam bir sene önce bu salonda büyük bir coşkuyla bir aradaydık. Demokrasi ve Atılım Partimizin 1. Olağan Büyük Kongresi vesilesiyle yine bu salonda buluşmuştuk. O gün seçimlere girme hakkını elde ederek, hep beraber bir tarihi rekora imza atmıştık.

Biliyorsunuz kuruluşundan 41 ili tamamlayıp büyük kongresini yapana kadar geçen süre açısından baktığımızda, Deva Partisi teşkilatlanmasını en hızlı tamamlayan ve seçime girme hakkını yakın tarihimizde en hızlı elde eden siyasi parti oldu. Gerçekten bu bir rekor. Aradan geçen bu bir yıllık süre içerisinde hep beraber damla damla büyüdük, damla damla ülkemizin topraklarına can suyu olduk. Bu bir senede neler, neler yaptık...

365 güne çok büyük işler sığdırdık. 81 ilde il başkanlarımızı görevlendirdik. 700 ilçede ilçe başkanlarımız görevine başladı. Kadınların, gençlerin yüksek oranda temsil edildiği ve siyasete ilk defa DEVA Partisi ile adım atan on binlerce arkadaşımızın yöneticisi ve mensubu olduğu bir teşkilat inşa ettik. Bunu hep beraber gerçekleştirdik. Türkiye siyasetinde bir ilke imza attık. Tam 20 alanda detaylı eylem planları hazırladık, hazırlıyoruz. Bu bir ilk. Türkiye'de daha önce böyle bir şey yapılmadı. Çok detaylı bir şekilde iktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağımızı adım adım ortaya koyduk. Bugün itibarıyla tam 5 aynı alanda eylem planımız açıklamış durumdayız.

Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi için güçlendirilmiş parlamenter sistem eylem planımızı açıkladık. Demokrasiye Geçiş Eylem Planı adını verdik buna. Ve bu hazırlığı ''parlamenter sistem istiyorum'' diyen diğer 6 siyasi parti ile beraber aynı masaya koyduk. Artan maliyetlerle boğuşan fedakar çiftçimize, tarım eylem planımızla kapsamlı çözümler sunduk.

İklim değişikliğinden şehirciliğe kadar uzanan çok geniş bir alanda hazırladığımız Afet Yönetim Eylem Planımızı kamuoyuyla paylaştık. Dijital dönüşüm ve teknoloji konusunda politika başkanlığı olan tek siyasi parti olarak ülkemizin dünyayla bütünleşerek zenginleşmesini hedefleyen Yarına Atılım Eylem Planımızı kamuoyuna duyurduk.

Sosyal devlet anlayışımızı ete kemiğe büründürdük. Sosyal politikalar eylem planımızı açıklayarak, yoksullukla mücadelede ne kadar kararlı olduğumuzu dünya aleme ilan ettik, ortaya koyduk. Bizler Deva kadroları olarak geçtiğimiz bir yıl boyunca her gün her an vatandaşlarımızla beraber olduk. “Evime ekmek götüremiyorum” diyen insanlarımızın sesi olduk.

Bunca yıl çalışmasına rağmen yoksulluğa, yokluğa ve haksızlığa mahkûm edilen emeklilerimize kulak verdik. Her gün değişen piyasa koşulları altında ayakta kalmaya çalışan esnafımızın derdine ortak olduk. Artan maliyetler karşısında çaresizce ezilen çiftçimizin sesini duyduk, duyurduk. Her gün ölüm korkusuyla yaşayan, çığlığını tüm aleme duyurmaya çalışan kadınların yanından ayrılmadık.

Ülkemizin gece yarısı kararnameleriyle karanlığa sürüklenmesine sessiz kalmadık. Mülakatlarda haksızlığa uğrayan, ''iş bulamıyorum'' diyen, ''ümidim kalmadı'' diyen gençlerimizin, zulme uğrayan binlerce KHK'lının yanından ayrılmadık. Her anlamda çok yoğun, çok dolu bir yılı bitirdik ve inşallah 3 gün sonra yeni yıla adımımızı atıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, işte bu birikim ve tecrübeyle bir yıl sonra yeniden bu salonda sizlerle birlikte olmak, yeniden bu kürsüden tüm ülkeme hitap etmek gerçekten çok güzel. Bir sene sonra aynı gün, aynı yerde daha büyük bir coşkuyla sizlerle beraber olmaktan gerçekten hem mutluluk duyuyorum hem de gurur duyuyorum. Gözlerinizdeki kararlılığı ve yüreğinizdeki inancı gördükçe “iyi ki bu yola çıkmışız" diyorum. "İyi ki Deva Partisi'ni kurmuşuz" diyorum.

"İyi ki sizlerle tanışmışız" ve "iyi ki hep beraber yol arkadaşlığı yapıyoruz" diyorum.

Bu arada, ülkemizin özgürlükle ilgili sorunları da adaletle ilgili sorunları da hukukla ilgili sorunları da demokrasi ile ilgili sorunları da ve ekonomiyle ilgili sorunları da çok çabuk düzelir. Çok çabuk. Hiç endişeniz olmasın. Çok kolay, çok hızlı bir kabustan uyanırcasına hızla düzelecek, korkulu bir rüyadan kalkıp, şöyle bir yudum su alıp rahatlarcasına bu ülkemiz rahata erecek. Hiç endişeniz olmasın.

Değerli arkadaşlarım, bunca zorluğa rağmen, bunca tehdite, bunca uğraşmaya rağmen dün itibarıyla üye sayımız tam yüz bini geçti. Her şeye rağmen geçti. Neler neler geldi arkadaşlarımızın başına? Neler neler. Çok sayıda bize üye olmak isteyen vatandaşımız, bize üye olmak için başvurduğunda farkına vardı ki, kendi iradesinin dışında, kendi bilgisinin dışında iktidar partilerine üye yapılmıştır.

İlçe başkanlarımız, bizim ilçe başkanımız ya; Deva Partisi'nin ilçe başkanı istifa ediyorlar, bizim ilçe başkanımız oluyorlar. İki gün sonra yine iktidar partilerine üye kaydediyorlar ya. İnanın böylesine bir vurdumduymazlık, böylesine bir aymazlıkla iş yapmaya alıştı bunlar. Devlet-parti böyle iç içe geçince, orada ne hukuk kalıyor ne adalet. Ne de insanların tek tek şahsi iradesi kalıyor. Bu sistemin ne kadar yanlış bir sistem olduğunu görüyoruz.

İlçelerde belediye başkanı, ilçe başkanı, kaymakam artık birlikte çalışıyor. İllerde de benzer durumlar var. Ne kadar yanlış bir sistemin ne kadar büyük bir çukurun içine düştüğümüzü gayet iyi görüyoruz. Onun için diyoruz ki; bu sistem devam ettiği sürece ülkeyi yöneten bu zihniyet iş başında olduğu sürece bu ülkenin sorunları çözülemeyecek. Üzülerek söylüyorum. Asla çözülemeyecek. Sistem de değişmeli, ülkeyi yöneten zihniyet de değişmeli, topyekûn iktidar değişmeli, başka çaresi yok.

Değerli arkadaşlarım, biz bu yolu yürürken, teşkilatımızla, üyelerimizle, gönüllülerimizde, hep beraber yürüyoruz. İşte değerli arkadaşlarım sizlerle, işini bilen insanlarla, iyi insanlarla emaneti teslim almaya kararlı adımlarla hep beraber yürüyoruz. Geliyoruz, geliyoruz. Sağ olun, var olun.

Değerli arkadaşlarım, 9 Mart 2020 tarihinde hep beraber yola çıktık. Bir sene dokuz ay oldu. Üç ay sonra şurada inşallah yine hep beraber ikinci yaşımızı kutlayacağız. Ankara'daki kongre maratonumuza Mamak'ta başlamıştık.

Kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla hep beraber çıktığımız bu yolculuğumuzda başkentin dört bir tarafına yayıldık. Bugün itibarıyla 25 ilçemizin tamamında ilçe başkanlarımız görevinin başında. Eşitlik için, adalet için, özgürlük için çıktığımız bu yolda çözümün sözcüsü olarak yolumuza devam ediyoruz. Ayrışmıyoruz, ayrıştırmıyoruz, toplumu kutuplara ayırmıyoruz, siyasete yepyeni bir dil kazandırıyoruz. Türkiye'nin hep beraber söyleyeceği yeni şarkıları sizlerle beraber , Deva kadrolarıyla beraber yazıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bakın bizler gücümüzü kökümüzden alıyoruz. Bizim kökümüz bu ülkenin mayasındadır. Mazimiz bu toprakların ezelden beridir hür yaşayan, sağlam bir demokrasi bilinci biriktiren köklerindedir. Toplumsal ve siyasi tarihimizdeki tüm demokrasi mücadelelerinden aldığımız mirastır bizi biz yapan. Demokrasi öyle kolay kazanılmıyor. Demokrasi, hassas, demokrasiye gözümüz gibi bakmak gerekiyor. Demokrasinin düşmanları çok. Gücü eline geçirenler dinlemiyor, tınmıyor. Demokrasiye hep beraber sahip olmamız gerekiyor, hep beraber. Ve demokrasinin değerli arkadaşlar, ancak ve ancak hukuk içerisinde iyi işleyeceğini de unutmamamız gerekiyor.

Eğer hukuk yoksa, demokratik yollarla seçilenler kendilerini hukukla bağlı kılmıyorsa, ''Anayasayı tanımam, uymam'' diyorsa bu ülkede demokrasi eliyle kaos gelebilir. Demokratik yollarla seçilenler ülkenin başına otokratik rejimleri ağa gibi örebilirler. Onun için demokrasi önemli. Ama bir o kadar da hukuk önemli. Hukuk çerçevesinde çalışan bir demokrasi ancak bir ülkeyi yükseltebilir. İşte bu nedenle bizler siyasi tarihimizi istismar edenlerden asla olmadık, olmayız. Ama ne yaparız? Demokrasi tarihimize adını yazdıran büyüklerimizin ismini istismar edenlerle de mücadele ettik, ederiz. Öyle ucuz değil. Bugünkü ülkeyi yönetenlerin kendi keyiflerine göre tarihin eğilip bükülmesine, hakikatin çarpıtılmasını da izin vermeyiz, veremeyiz.

Bakın arkadaşlar biliyorsunuz şu andaki Cumhurbaşkanı geçen hafta yine çarpıtma yaptı. ''Rahmetli Özal, Türk lirasının onurunu kurtarmıştı, şimdi biz de aynısını yapıyoruz'' dedi. İfadeye bak ya. Hep diyorum ya arkadaşlar bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor. Rahmetli Özal'ın yaptıklarını bile bilmiyor. Özal'ın arkadaşlarının önemli bir kısmı hala hayatta ya. Şöyle bir üçünü beşini bir çağır, bir dinle. Turgut Özal nasıl yapmıştı bunu bir sor. O teşebbüs hürriyetini, ifade hürriyetini vicdan hürriyetini bu ülkede nasıl savunmuştu? Neler yapmıştı? Ülkeyi dünyaya nasıl açmıştı? Nasıl entegre etmişti? O daralmış, dar kalıplara sığınmış ekonomiyi nasıl kendi potansiyeli ile yükseltmişti? Üç, beş kişi çağırıp, sorsan anlatırlar ya. Yapmıyor.

Ne yapıyor? Bol bol istismar ediyor bol bol. Özal'ın adını dilinden düşürmüyor ama yaptıklarının tam zıttını yapıyor. Bakın arkadaşlar şu habere bir göz atalım. Tarih 17 Eylül 1989. Bu haber Turgut Özal'ın bir gün önce yaptığı basın toplantısının haberi. Şu anda biliyorsunuz geçen hafta açıklanan yeni bir uygulama var. Bu dövize endeksli mevduat uygulaması, onun benzeri 1970'lerde Türkiye'de yoğun bir şekilde uygulamışlar. 80'lerde Özal'la beraber bundan kurtulmanın yollarını aramışlar ve en son 89'da son taksiti de ödemişler. Özel basın toplantısında diyor ki ''Çok şükür ya'' diyor, ''Kurtulduk şu işten'' diyor. Bakın burada var, satır satır var. Özetle diyor ki; ''Dövize çevrilebilir mevduat hesaplarının son taksitini ödedik ve uygulamayı artık kaldırdık çok şükür'' diyor.

Bakın, şu ifadesine bakın, bu hesaplarla ilgili hangi ifadeleri kullanıyor dikkat edin. ''Acı tecrübe'' diyor. ''Bilgisizliğin vesikası'' diyor. ''Kendilerini uyanık sananların dalaveresi'' diyor, ifadelere bakın. İşte arkadaşlar bakın Erdoğan'ın geçen hafta açıkladığı bu kur garantili TL mevduat hesabı uygulaması rahmetli Özal'ın "ders alın" dediği gelecek nesillere yük altına sokmasın diye uyardığı sistemin hemen hemen tamamen aynısı, gerçek bu. Erdoğan, 20 Aralık Pazartesi günü açıkladığı bu programla, bu mevduat uygulamasıyla Özal'ın seneler evvel acı tecrübe dediği sistemi diriltti ya. 30 sene önce bilgisizliğin vesikası dediği bir modeli tekrar çıkardı, yeni bir şeymiş gibi vatandaşın önüne sundu.

Erdoğan'ın şapkadan çıkardığı bu 1970 model tavşanı rahmetli Özal kendilerini uyanık sananların dalaveresi diye tanımlamıştı. Olaya bakın ya. Bakın arkadaşlar dövize çevrilebilir mevduatın yükü ile buluşan Özal başka neler demiş; ne diyor? ''Dövize çevrilebilir mevduat uygulaması enflasyona sebep oldu'' diyor. ''Enflasyonun nedeni bu oldu'' diyor. O yıllarda hatırlayın, enflasyon iki hane 3 hane. Çünkü bu işler başlarken böyle allaya pulluya, süslüpüslü sunuluyor ama bedeli sonra ödeniyor. Erdoğan bunların hiçbirinin farkında değil ya. Bu işin enflasyonun ana sebebi olduğunu, olacağını. 30 sene önce rahmetli söylemiş. Ama derler ya tarih tekerrür eder diye. Tarih değerli arkadaşlar, ders almayanlar için tekerrür eder. Tarihten ders alırsanız aynı hatayı tekrar etmezsiniz. Ama bilmiyor ya. Özal'dan da bilmiyor. Yazık gerçekten çok yazık.

Bakın bunun bedelini hem bizler ödeyeceğiz, hem de gelecek nesiller ödeyecek. Bu söylentilerin hepsi kayıtta diyecekler ki kaç yıl sonra ya Deva Partisi’nin Ankara İl Kongresi'nde Babacan bunları açıklamıştı, uyarmıştı. ''Bu yanlış yollara girmeyin, ülkenin başına büyük dert açıyorsunuz, büyük külfet gelecek, maliyet gelecek, enflasyon gelecek'' demişti diye. Birkaçsene sonra bunların hepsi kayıtlarda hepsi konuşulacak. Fakat biliyorsunuz değerli arkadaşlar şu son eylülden bu yana olan ekonomi ile ilgili uygulamalar gerçekten akıl alır gibi değil. Ya akıl alır gibi değil evine ne yaptı bir hatırlayalım. Nass dedi. Merkez Bankası'nın Para Politikası Kurulu üyesi olan 3 kişiyi bir gecede görevinden aldı, talimatını aynen yerine getireceğini düşündüğü3 kişiyi göreve getirdi. Ve başladı Merkez Bankası'na talimatlar yağdırmaya ben faizle savaşacağım dedi. Evet talimatla Merkez Bankası kendi politika faizini eylülden aralığa kadar yüzde 19'dan yüzde 14'e indirdi.

Şimdi ne diyor? Diyor ki “ben faizi indirdim”. İyi de aynı dönemde eylülden aralığa kadar Hazine'nin borçlanma faizin yüzde 17'den yüzde 25'a çıkarttığını niye söylemiyorsun ya? Onu çıkaran başkası mı? Bu Hazine başka bir ülkenin Hazinesi mi? Hazine acaba senden talimat almıyor da başkasından mı talimat alıyor? Hazineye de bir talimat veriver bakalım arkadaş niye bu kadar yüksek faiz ödüyorsunuz piyasaya? Hazine'nin faizini de talimatla düşürsün de görelim. Takmış kafayı Merkez Bankasına, Merkez Bankası'na talimat verdin düşürdü. Ee? Hazine sana bağlı değil mi? Bakanların biri geliyor, biri gidiyor . Hiç o bakan şöyle yaptı böyle yaptı diye anlattı. Anlatmasın. Son birkaç yıldır bakanlar eski bakan değil. Neyse harfiyen yapıyorlar. Zaten çok mutlular ya yani ömürlerinde göremedikleri hayal dahi etmedikleri noktaya gelmişler.

Bakın, bakın değerli arkadaşlar, bundan tam bir sene önce aynı Hazine yüzde kaçla borçlanıyor biliyor musunuz? Yüzde 13. Bugün yüzde 25. Soruyorum acaba Merkez Bankasının faizi ile ilgili Nass var da Hazine'nin faizi ile ilgili bir Nass yok mu acaba? Son üç ayda mevduat faizleri fırladı gitti. KOBİ'lerin, küçük esnafın kredi kullanırken aldığı borcun faizleri fırladı gitti. Aynı dönemde oldu. Bunlarla ilgili Nass yok mu?

Değerli arkadaşlar, bakın bu yanlış uygulamalar, bu akıl dışı, bilim dışı rasyonalite dışı ekonomi uygulamaları maalesef bu ülkeye çok büyük bedeller ödetti, ödetiyor üzgünüm. Fakat maalesef seçim gününe kadar bu bedeller ödenmeye devam edecek. Çünkü ders almıyorlar. Paralel bir evrende yaşıyorlar. Anlattığı Türkiye sanki bugünün Türkiye'si değil ya. Bakın rahmetli Özal'a dönelim. Çünkü Erdoğan lafa gelince dilinden düşürmüyor ya, onun için anlatmamız gerekiyor. Çünkü rahmetli Özal'ın milletimizin gönlündeki yerini çok iyi biliyor ve habire kullanıyor, istismar ediyor. Ama biz işin özüne bakıyoruz, özüne. Lafta böyle ama icraata bakıyoruz. Erdoğan lafta Özal diyor, icraata gelince tam tersini yapıyor. Hani bir deyim vardır ya Özal gitmiş Mersin'e, Erdoğan gidiyor tam tersine, inanın öyle. Yani arkadaşlar eğer rahmetli bu olanları görse 2021 yılının Erdoğan'ını herhalde sopayla kovalardı, ne yapıyorsun derdi ya ne yapıyorsun? Hiç ders almadın mı derdi. Hem benim adımı anıp duruyorsun hem de yaptıklarımın tam tersini yapıyorsun derdi herhalde. Bakın birkaç örnek daha verelim. Özal deyince herkesin aklına bir ifade gelir değil mi? "Orta direk" önemli ifadedir, önemli kavramdır. Yani ortalama vatandaşın refahı demektir. Ortalama vatandaşın yüzünün gülmesi demektir ortadirek. Ekrana o günlerden bir kesit getirelim şöyle, ne diyor? Hedefimiz, orta direğin güçlenmesidir diyor. İşte değerli arkadaşlar son yıllarda Erdoğan orta direği yıktı biliyor musunuz? Yıktı.

Özal'ın inşa ettiği orta direği son yıllarda çökertti. Tarihe böyle geçecek çünkü hepsi kayıtlarda. Esnaf, memur, işçi, çiftçi, emekli derken ülkede geliriyle geçinebilen çok azaldı, kalmadı. Son yıllarda gelir dağılımı iyice bozuldu. Zengin daha zengin, fakir daha fakir oldu. Bunu TÜİK bile saklayamıyor, TÜİK bile artık minareyi kılıfa sığdıramıyor. En son açıkladıkları gelir dağılımı raporu, en zengin yüzde 5'de en fakir yüzde 5'lik kesim arasındaki gelir farkı daha bir sene önce 22 katmış. Son yıl 26 kata çıkmış. Bir yılda 22’den 26 ya arkadaşlar. Zenginle fakir arasındaki uçurumun hızla büyüdüğü bir ülkede orta direkten bahsedilebilir mi ya? Sen çık daha iki hafta önce de ki; "asgari ücreti biz Türk lirası olarak belirliyoruz burası Türkiye", "asgari ücret dolara endekslenir mi?" de. Milyonlarca sabit gelirli, dar gelirli vatandaşımızın gelirinin dolarla mukayese edilemeyeceğini, dövizle karşılaştırılamayacağını söyle.

İş çok az sayıda mevduat sahibinin bankadaki parasına gelince "aman kaygılanmayın biz sizin mevduatınızı dolara endeksleyeceğiz, Euro’ya endeksleyeceğiz. Merak etmeyin, döviz ne kadar kazandırırsa biz de size aynısını kazandıracağız" de. Böyle bir ülkede orta direk kalır mı ya? Geniş kitlelere gelince "burası Türkiye, Türk lirası", az sayıda mevduat sahibine gelince, parası bankada olana gelince "kaygılanmayın aman, biz sizin varlığınızı, paranızı döviz olarak koruyacağız". Bu ülkede, değerli arkadaşlar gelir dağılımı bozulur, ortadirek kalmaz.

Bir arkadaşımız bir ifade kullandı. Faizci kelimesi kullandı biraz önce bakın. Bu ifadeyi Erdoğan gelişigüzel çok kullanmıştır. Merkez Bankası'nın politika faizi yüzde 7 iken, 8 iken oradaki tertemiz bürokrat arkadaşlarımıza, faizci diyordu, faiz lobisinin adamları diyordu. Meydanlarda yuhalatıyordu. "Yüksek faizi savunmak, vatana ihanet etmektir" diyordu. Bunu ne zaman söylüyordu? Faiz yüzde 7 iken 8 iken söylüyor. Peki ben buradan şimdi kendisine soruyorum. Merkez Bankası'nın Hazine'nin faizleri yüzde 7 iken 8 iken bu faize, bu faizi belirleyen ekiplere, faizci diyorsun, vatana ihanet diyorsun. Peki bugünkü yüzde 25 Hazine faizini belirleyen, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni Hazinesinin yüzde 25 faizle borçlanmasına göz yuman kişiye acaba nasıl hitap etmemiz lazım? Nasıl bir ifade kullanmamız lazım? Yüzde 7-8'lik faizi savunmak faizcilik iken Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin yüzde 25 faizle borçlanmasına göz yumanlara ne demek lazım? Ben kendisine soruyorum. İfadeyi kendi söylesin. Sıfatı kendisi eklesin. Hiçbir tutarlık yok arkadaşlar hiçbir tutarlık yok. Ve üstelik bu Hazine'nin faizi var ya 5 yıllık 5! Hazine yüz lira borçlanıyor bugün 5 sene boyunca 25, 25, 25, 25, 25 faiz ödeyeceğim diyor ya, sabit faizden kendini kilitliyor ileriye doğru.

Bu Hazinenin başında kim var? Erdoğan var. Sadece Merkez Bankası'na talimat verdim, düşürdüm diye övünmesin. Asıl piyasaya baksın ya, piyasada bu insanların ödemek zorunda kaldığı faize baksın. Kendine direkt bağlı Hazinenin ödediği faize baksın biraz da. Bilmiyor, bilmiyor, görmüyor, görse de görmemezlikten geliyor. Ama saklayamaz o saklasa biz ortaya çıkarırız. Bakın değerli arkadaşlar bir başka konu, rahmetli Özal basını sorardı, gazetecileri sorardı, o günlerdeki ifadesine bakın ne diyor, "hakaret etsinler, kızmam" diyor. "Basın özgürlüğünü savunurken yanlış haber de yapsalar, hakarette etseler kızmam" diyen bir güleç insandan bahsediyoruz. Ben Erdoğan'a sesleniyorum, Özal nerede, siz neredesiniz ya? Hiç mukayese etmeyin, hiç adını anmayın kendisi ne yaptı? Türkiye'yi basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 153 sıraya geriledi ya. Yaptığı bu. Hani ifade özgürlüğü? Özal'ın üç önemli özgürlüğü değil mi? "ifade özgürlüğü" diyor "ifade hürriyeti" diyor, nerede? Gazetecilere davalar, cezalar, mobbingler. İşten kovdurtmalar. Gazeteci arkadaşlardan aldığım rakam bu.

Tam 10 bin gazeteci Türkiye'de işten kovdurtulmuş durumda arkadaşlar. Hafif eleştiri yazdı diye televizyonda olumsuz birkaç kelime yaptı diye başka bir şey değil. Konuşan yazan, çizen aleyhte kim var kim yoksa hemen patron telefon. Ya işten kovarsın ya da senin canına okuruz. Patronlardan dik duranlar var, boynu bükük olanlar var. Patronlardan korkmadan, kardeşim bu benim mesleğim, ben bunu yapacağım diyenler var, tehditle ya da teşvikle emir altında olanlar var, hepsini biliyoruz hepsini. Ama bunların da hepsini not ediyoruz. Kim dik durdu, kim eğildi büküldü. Hepsini not ediyoruz, yazıyoruz bir kenara. Gerçekten değerli arkadaşlar, son yıllarda bu saydıklarımın hepsi çok yapılıyor. Yanlışın bini bin para gerçekten.

Bakın özgürlükler demişken, bir başka konu (diğer kupür) bakın o gün farkında değil basın. Çünkü küçük haber yapmış gazetenin iç sayfasına küçük haber. Önemini bile tam anlayamamışlar. Ama bu haber ne biliyor musunuz? Bu haber, rahmetli Özal tarafından vatandaşlarımızın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru yapmasının yolunun açıldığı ile ilgili bir haber bu. Çok önemli bir adım. Yani iç hukukta, hukuk yolunu tüketen vatandaşlarımız gidip kendi kurucusu olduğumuz, tam üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi'nin bir yapısı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bizim vatandaşlarımız gidip hakkını arayabilsin diye bir yol açmış. Bakın, vizyona bakın, ileri görüşüne bakın. 1980'lerde ya bu. 30 sene önceki ileri görüşlülüğe bakın, 40 sene önce.

Hatta bizde biliyorsunuz 2010 yılında Sayın Sadullah Ergin'in Adalet Bakanı olduğu dönemde bu toplumun yüzde 58'inin onayıyla kendi ülkemizdeki Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurunun da yolunu açtık biliyorsunuz. Onu da yaptık, olur da hakkını mahkemelerimiz de alamayan, hakkı yendiğini düşünen vatandaşlarımız gitsin kendi anayasa mahkememize bireysel orta başvursun dedik ve sonuçlara bakın. Anayasa Mahkemesinin web sitesinde bu istatistikler açıklandı. Bakın rakam vereceğim. Bizim kendi anayasa mahkememiz diyor ki; bana gelen bireysel başvurulardan esastan incelediklerinde yüzde 95 oranında hak ihlaline hükmettim diyor. Rakama bakın ya! Bizim vatandaşlarımız gidiyor, kendi mahkemelerimizde kapı kapı dolaşıyor, yargı yolunu tüketiyor. Yine de ben hakkımı alamadım diyor. Hakkım yendi diyor. Kendi Anayasa Mahkememize gidiyor. Anayasa Mahkemesi o hala, hala ele geçiremedikleri, sık sık saldırdıkları Anayasa Mahkemesi ne diyor? "vatandaş haklı" diyor. Yüzde 95 oranda kendi vatandaşımızı haklı buluyor Anayasa Mahkememiz.

Ülkemizde değerli arkadaşlar, bakın ilk kez tarihte böyle bir durumla karşı karşıya kaldık. Bu AİHM kararlarına uymuyor ya, ne diyor? "Kendi Anayasa Mahkememizin kararına uymuyorum" diyor, "Saygı duymuyorum" diyor. Uluslararası sözleşmeye imza atmışız, kurucusu olmuşuz. Avrupa Konseyi bakın Avrupa Birliği değil bu. Aradaki farkı da bazen karıştırıyor. Yani Erdoğan'ın dediklerine çok dikkat etmeyin. Avrupa deyince karıştırıyor ya, bazen Haç diyor, Hilal diyor, Konsey diyor birlikte hepsini karıştırıyor. Bilmiyor ya, Avrupa Konseyi yani bizim tam üyesi olduğumuz bir yapı ve onun bir kuruluşu bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar alıyor bizim vatandaşlarımıza ilgili, bizim mahkemeler uymayın diyor yapmayın diyor. Ve bu yüzden Türkiye ilk defa, tarihinde ilk defa bir yaptırım sürecine girdi şu anda. Bu neyin yaptırımı değerli arkadaşlar? Sen Türkiye Cumhuriyeti olarak attığın imzaya uymuyorsun, verdiği söze tutmuyorsun. Akitleşmişsin, akdinin arkasında durmuyorsun.

Şimdi istediği kadar faizle uğraşsın, istediği kadar gitsin, bilmem şu ülkeden bu ülkeden swap anlaşma falan hikâye. Ya sen sözünde durmuyorsun bu devletin imza attığı belgelerin gereğini yerine getirmiyorsun ondan sonra ekonomiyi düzelteceğim diye uğraşıp duruyorsun. Beyhude olmaz, yapamayacak, olmayacak.

Ekonominin temelinde değerli arkadaşlarım güven var güven! Güven olmayınca ekonomi düzelmez. Ağzıyla kuş tutsa beceremez. Peki diyorlar ki ya sen ara ara hatırlat çünkü bilmiyor unutmuş da olabilir 2002-2007 arası. Özellikle o Türkiye'nin en parlak dönemlerinde Türkiye güveni nasıl sağlamıştı? Türkiye nasıl ayağa kalkmıştı? Türkiye ağır borç yükünden nasıl kurtulmuştu? Türkiye enflasyonu tek haneye nasıl düşürmüştü? Bunu diyorlar ki bana, sen Erdoğan'a tek tek hatırlat yoksa bilmiyor, unutuyor. Farkında olmamış olabilir o gün, o güven nasıl oluştu? Bakın değerli arkadaşlarım güven nasıl kazanılır? Bir dakika 8 madde. Çok kolay tabii anlayana, çok kolay tabii ki yapana.

1- Konuşunca doğruyu söyleyeceksin
2- Söz verince tutacaksın.
3- Emanete hıyanet etmeyeceksin.
4. Her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin.
5- Dürüst ve işin ehli kadrolarla çalışacaksın.
6-Hiçbir zaman istişareden vazgeçmeyeceksin
"Ya ben bu işi öğrendim artık herkesten daha iyi biliyorum kimseye sormaya ihtiyacım yok" demeyeceksin. Her daim istişare edeceksin.

7-Şeffaf olacaksın, hesap verebilir olacaksın.

Merkez Bankası'nın rezervlerinin hesabı mı sorulur? demeyeceksin. Arka kapıdan 130 milyar doları sattığı yetmiyormuş gibi geçen hafta bir 9 milyar doları daha arka kapıdan gizli saklı satmayacaksın, şeffaf olacaksın. Ve değerli arkadaşlarım,

8- Planlı programlı hareket edeceksin. Geleceğe doğru hep hesabını kitabını yapacaksın. Plan program yapacaksın, açıklayacaksın ve o plan program çerçevesinde hareket edeceksin.

Bakın değerli arkadaşlar. Erdoğan, bu rahmetli Özal'ın yaptıklarının farkında mı? Belli ki inanın ne yaptığını bilmiyor. İki de bir Özal'dan bahsediyor ama yaptığının gidiyor tam tersini yapıyor. Özal'ı bilmiyor arkadaşlar. Özal'ı bilmiyor ama Özal'ı kim biliyor biliyor musunuz? Bakın dikkat edin. Şimdi Özal'ı tanıyan bir başka isim vereceğim size. İktidarın rotasını çizdiğini söyleyen Perinçek, Gayet iyi biliyor Özal'ı. Bakın ne diyor? Perinçek'in ifadesi: "Turgut Özal ne dediyse, tersini yapacağız. Onların hepsi çöplük" diyor. Halkın desteğiyle siyaset yapamayan Ankara'nın karanlık dehlizlerinde iktidara rota çizen birisi çıkmış Rahmetli Özal'a "çöplük" muamelesi yapıyor ya sizin haddinize mi? Bu ülkenin hayrına bir iş yapmamış, bir çakıl taşı kadar faydası olmamış insanlar kalkmışlar Özal'a böyle ifadelerle saldırıyorlar. Zerre kadar kıymeti yok bunları biliyor musunuz? Yok.

Fakat işin garip tarafı ne biliyor musunuz arkadaşlar? Ben buradan şimdi Sayın Erdoğan'a seslenmek istiyorum: Siz şu ortaklarınıza bir dönün iyice bakın ya, sizin kiminle ortak olduğunuzun farkında mısınız acaba? Bakın farkında mı bilmem ama Erdoğan'a sesleniyorum, siz 28 Şubatçılarla mafya, çete dostlarıyla aynı gemidesiniz bunun farkına varın. Biz o geminin ülkemize hayır getirmediğini de getirmeyeceğini de çok iyi biliyoruz. Sizin de bilmeniz lazım. 28 Şubat'ın mağdurlarının desteği ile siz işbaşına gelmediniz mi ya? Nasıl onlarla kanka olursunuz tekrar? Bir yanınız da krizlerin ortağı Bahçeli, diğer yanınızda Çin muhibbi Perinçek varken siyasetinize Özal'ı falan alet etmeyin. Anlayın adını! Bu kadar isim var yeter ya.

Bakın değerli arkadaşlarım hiç şüpheniz olmasın. Biz bu karanlığı hep beraber el ele verip sonlandıracağız. Erdoğan, Bahçeli, Perinçek Troykasını ülkemizin içine soktuğu bu bunalımdan da inşallah kurtaracağız. Bunu yapacağız. Bu kriz sarmalından çıkacağız. Biz bu doğrultuda DEVA Partisi olarak Türkiye'deki dönüşümün asli unsuru olacağız. Bu dönüşümü gerçekleştirirken gücümüzü halkımızdan alacağız. Hiçbir zaman halkımıza sırtımızı dönmeyeceğiz. İşi bilen ehil, dürüst kadrolarla çalışacağız. Halkımıza kulağını tıkayan, yalnızca etrafındaki 3-5 kişiyi zenginleştiren aymazlardan olmayacağız.

Değerli arkadaşlarım bakın artık Cumhurbaşkanı halkla arasına uzun ve yüksek bir duvar ördü. Halkı unuttu. Eskiden "Ankara'da Keçiören'de bir dairede oturuyor" derlerdi değil mi? Şimdi kendisini Beştepe'ye hapsetti bir tek komşusu yok ya, bir tek komşusu yok. Hal böyle olunca sorunları görmüyor. Es kaza duysa da hemen inkar ediyor. Bakın kendi yalnızlığa mahkum olduğu, Türkiye’yi artık görmediği, Türkiye'nin gerçeklerinden koptuğu, Beştepe'den Türkiye nasıl görünüyor, halk nasıl aşağılanıyor şöyle bir izleyelim. Kendi ifadelerinden şöyle kısa kısa video klipleri var. Şunu izleyelim.

Vatandaş: Evimize ekmek götüremiyoruz. Erdoğan: Çok abartı bak keyif çayı iç.

Erdoğan: Neymiş, millet açmış. Aç olanları buyurun siz doyuruverin.

Erdoğan: Amerika'nın halini görüyorsunuz değil mi? İngiltere'nin halini görüyorsunuz değil mi? Benzin yok benzin. Aynı şekilde Almanya'da kuyruklar, Fransa’da kuyruklar, yiyeceklerini bulamıyorlar Elhamdülillah. Türkiye'de böyle bir sorun yok. Evine götürecek ekmeği yok ya böyle bir yalan olur mu? Bunlarda edep, haya yok. Ne ar kaldı ne namus kaldı.

Bakın arkadaşlar ekmek bulamayan kimse yok diyor. Biz her gün sokaklardayız Deva kadroları olarak. Evime götüremiyorum diyen yüzlerce vatandaşımızla her gün her şehirde karşılaşıyoruz. Bu Türkiye'nin gerçeği. Ama kendi çıkıp artık halkın arasına karışamıyor görmüyor, duymuyor. Bir de ne diyor? İngiltere'de Amerika'da şu var bu var, Almanya'da kuyruklar var. Bizim Genel Başkan yardımcımız Mustafa Yeneroğlu... Almanya'da dün bir video konferansta toplantımız vardı. Sordum ya Mustafa Bey dedim orada kuyruk falan var mı diye “Ben görmedim öyle bir şey” diyor. Şimdi, kimse kimseyi kandırmasın.

Bakın değerli arkadaşlar ben zamanında Erdoğan’la beraber 3 Y ile yani yasaklarla, yoksullukla ve yolsuzluklarla mücadelenin içinde olmuş bir arkadaşınızım. Ülkeme ve milletime hizmet için gece gündüz çalıştım. Zaman zaman anlaşmazlıklar yaşasam da benim o ilk yıllarda birlikte çalıştığım kişi böyle birisi değildi ya inanın değildi. Açım diyene, işsizim diyene nankör denir mi ya? Halkın içinden gelen bir insan bu ifadeyi kullanabilir mi? Hala Keçiören'de apartman dairesinde oturuyor olsa bu ifadeleri kullanabilir mi? Ama işte değerli arkadaşlar, siyaset tarihinde, devlet yönetimi tarihinde büyük bir gerçek var. Bu gerçek ne? Uzun süre devlet yönetiminde gücü kullanmak insanları bozuyor, güç yozlaştırıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Bunun içindir ki; devleti yönetme gücünü eline alan, yürütmenin başında olan, içinde olan insanların hem hukukla hem de süreyle, bu gücünün sınırlanması gerekiyor. Bunun yolu bu.

Biz ne yaptık? İlk AK Parti'nin kuruluşunda 3 dönem kuralı getirdik. Dedik ki; 3 dönem, nokta. Virgül falan yok. Üç dönem. Üç dönem bitince emekli olacak herkes dedik ama yapmadı. 2014, 2015 gibi o üç dönem dolmuş gibi. Ondan sonra ben burada olacağım, bırakmayacağım deyince işler sarpa sarmaya başladı. Tabii etrafındakiler de ne diyordu “Ama siz giderseniz ülke mahvolur”. Diyemediler ki “Siz giderseniz ben mahvolurum, sizin gücünüzden istifade ederek ben gayet güzel işler yapıyorum”. “Halim vaktim yerinde nemalanıyorum, siz giderseniz ben mahvolurum” diyemediler. “Siz giderseniz ülke mahvolur” dediler. Belki de inandı.

Ama değerli arkadaşlar sonuçta geldiğimiz noktada olan ülkeye oluyor. Olan bu millete oluyor. Olan bu ülkenin yarınlarına oluyor, belediye başkanı olmak istedi bu millet ona bu yetkiyi verdi değil mi? Başbakan olmak istedi, millet yetkiyi yine verdi, hem de muhtar bile olamazsın diyen vesayetçilere inat bu millet oy verdi, onu iktidara taşıdı. Cumhurbaşkanı olmak istedi, millet yine yetki verdi. Tüm yetkiyi eline almak istedi millet de ya madem çok istiyorsun tamam al bakalım yetki de tam yetkiyle ne yapabileceksin onu da bir görelim dedi. Ama bugün arkadaşlar kalkmışne diyor? Bulunduğu makamı borçlu olduğu, bu millete yoksulluktan şikayet ettiği zaman nankör diyor. İfade bu.

Ben buradan kendisine sadece şu kadarını söylemek istiyorum. Yazık, gerçekten çok yazık. Değerli arkadaşlar, bakın bu millete nankör diyecek kadar ileri giden Erdoğan'ın siyasi hayatının finalinde tercih ettiği bu yalnızlığa, bu çaresizliğe gerçekten üzülüyorum ama kendisinin bu ülkeyi düşürdüğü duruma daha çok üzülüyorum. 84 milyon var, 84 milyonun kaderi bu. Başka bir şey değil. Bu ülkenin vatandaşlarının çektiği sıkıntılara, yokluğa, yoksulluğa, adaletsizliğe, hukuksuzluğa daha da çok üzülüyorum. Ama aynı zaman da kızıyorum. Hiç kimsenin hakkı yok ve merak etmeyin. Sayın Erdoğan'ın bu siyasi hayatının finali 84 milyon için umuda açılan yeni bir başlangıç olacak. Bunu göreceğiz.

İşte bizler Türkiye'deki bu dönüşümün asli parçası olacağız. Deva Partisi kadroları olarak bu dönüşümün temel aktörler olacağız. Özgürlüklerin Türkiye'si bizlerin elinde yükselecek. İşte bugün Ankara’da sizlerin huzurunda çok açık ifade etmek istiyorum. Buradan, Ankara'dan, başkentten tüm yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum. Bu topraklarda var olduğumuz müddetçe rövanşist tutumlara asla izin vermeyeceğiz. Asla. Bizim lügatimizde nasıl yuh kelimesi yoksa bizim lügatimizde rövanş anlayışı yoktur. Bizim lügatimizde devr-i sabık ifadesi de yok. Biz Deva Partisi olarak Türkiye'yi bu nöbetleşe zorbalık sarmalından çekip kurtaracağız. Gücü ele geçirenin bir diğerini ezdiği bir döneme de asla müsaade etmeyeceğiz. Artık o dönemler tarihte kalmalı. Çünkü bizler tarihten ders alan kadrolarız. Tarihten ders almazsak tekerrür ediyor. Ülkece gerçekten bu kavgadan, gürültüden bıktık, bu zorbalıktan bıktık.

Bizler herkesin eşit, özgür ve adil yaşayacağı bir ülke inşa edeceğiz. Bunu hep beraber gerçekleştireceğiz. Türkiye, hür düşüncenin adresi olacak, ifade özgürlüğünün cenneti olacak. Hiç kimsenin örgütlenme özgürlüğünü elinden almayacağız. Kamuda çalışan hiç kimse haksızca işini kaybetmeyecek. Öyle, eğitimde katsayı uygulamasıymış, öyle dolambaçlı engelleme yollarıymış şuymuş buymuş. Bunlar tarihin utanç sayfalarında yerini almışuygulamalar olacak ve raflardan indirmeye çalışanların da bizler karşına dikileceğiz. Yok diyeceğiz, bu eski hatalara dönmek yok. Türkiye'de hiçbir kadın bir daha asla giyimi sebebiyle baskıya, ayrımcılığa, haksızlığa maruz kalmayacak. Çünkü artık Deva Partisi var arkadaşlar ya! Artık biz varız, korkmasın kimse.

Kadınların sokaklarda, meydanlarda, üniversite kapılarında mücadele ederek kazandığı haklara kimse göz koyamayacak. Bizler bunu öyle kimsenin inisiyatifine bırakmadan, hukuku garanti altına alacağız. Ne devlet, ne başka güç sahipleri, Türkiye'de yaşayan hiçbir kadının yaşam tarzına müdahale edemez. Devletin böyle bir görevi yok. Kimsenin bunu yapmaya da haddi yok. Kadınların ne giyeceğine, kılığına kıyafetine kimse karışamaz. Onun için biz burayı özgürlüklerin ülkesi yapacağız diyoruz. Bizim vatandaşlarımız özgürlüklerde, temel haklarda, en yüksek standartlara layık ve onu gerçekleştireceğiz diyoruz. Kısacası bizler DEVA Partisi olarak tüm hak ve özgürlükleri koruyacağız. Çünkü ne dedim artık Deva Partisi burada. Artık Deva Partisi var.

Deva Partisi öncesi Türkiye ayrı bir Türkiye, Deva Partisi sonrası ayrı bir Türkiye. Bunu inşallah tarih kitapları yazacak, tarih kitapları ileride diyecek ki; ya öyle bir siyasi parti kuruldu ki, tüm Türkiye'yi temsil ediyor. Öyle bir siyasi parti kuruldu ki, 81 ilçe şu anda 700 Ama inşallah 973 ilçede o ilin, o ilçenin sosyal dokusu neyse aynen o partinin kadrolarında görüldü diyecek. Ne diyecekler? Türkiye tarihinde görülmemiş bir oranda, kadınların ve gençlerin var olduğu, sadece temsil edilmediği, karar mekanizmalarında var olduğu asli unsur olduğu bir parti kuruldu diyecek. Siyasete daha önce hiç girmemiş ancak işini iyi bilen, düzgün insanların akın akın adres bildiği bir siyasi parti kuruldu. Demokrasi ve Atılım Partisi kuruldu diye inşallah tarih kitapları bunları yazacak, göreceğiz.

Bakın değerli arkadaşlarım, burada bir noktanın daha altını çizmek istiyorum ki sosyal haklar, sosyal destekler, sosyal yardımlar. Bakın bunun altını çizmek istiyorum. İktidarın istismar ettiği bir alan. Geçenlerde Sultanbeyli'deyiz. İlçe başkanımız çıkarttı bir rakam gösterdi dedi ki ya sayın genel başkanım bizim nüfus dedi 360 bin. Ama öğrendik ki tam 114.000 vatandaşımız sosyal yardım, sosyal destek alıyormuş Sultanbeyli'de dedi. Rakama bakın ya nüfus 365bin, sosyal yardım, sosyal destek alan 114.000 insan. Bir; hani başarı? Hani ekonomi? Hani refah? Bu kadar çok sayıda vatandaşını sosyal yardım, sosyal destek almaya muhtaç etmek, ekonomide başarı mı? Hani orta direk? İşte biz vatandaşlarımızı, o sosyal yardım, sosyal destek almaya ihtiyacı olan vatandaşlar olmaktan çıkıp çalışan, hak eden ve çalıştığıyla yüksek bir refah seviyesine ulaşan vatandaşlar olarak görmek istiyoruz. Birincisi bu. Ama ikinci konu; ne diyor hükümet? "İktidar partisine üye değilsen, üyelik kartı göstermezsen bu yardımları alamazsın" diyor. Kaç tane ilçede bunu gördük, bunu yaşadık. Sırf o yüzden, o yüzden iktidar partisinin üyeliğinden çıkıp Deva Partisi'ne üye olamayan yüz binlerce vatandaşımız var. Diyorlar ki "Ya az çok işte bir yardım kolisi geliyor, ayda üç beş para. Ama ben ayrıldığım anda bunu keserler" diyor. Vatandaşımız korkuyor, şu hale bakın! İstismar, istismar, istismar. İşte biz bu sosyal yardımları hak haline getireceğiz, hak. Lütuf değil. Kendi cebinden mi veriyor? Kendi kesesinden mi veriyor? Bu milletten topladığı vergilerden ödeniyor bu sosyal destekler. Kimse kimseye lütuf yapmıyor ve bunu yaparken de sağ elin verdiğinin sol elin haberi olmadığı bir sistemle yapacağız.

Kazanılmış hakları sonuna kadar koruyacağız. Güçlü bir ekonomi ile sosyal yardımların miktarını ve çeşidini de artıracağız. Ekonomimiz güçlü olursa daha çok sosyal yardım destek verirsiniz. Böyle batmış, krizden krize savrulan bir ekonominin, bir devletin vereceği sosyal yardım destek sınırlı olur. İşte gördük. Hayat ne kadar pahalandı. Sosyal yardımlar, sosyal destekler yetiyor mu yetmeyecek de. Biz hiçbir vatandaşımızın yokluk çekmesine razı olmayacağız. Daha güçlü bir ekonomi ile daha çok sosyal destek, sosyal yardım vereceğiz. Özgür ve zengin bir ülke olacağız.

Değerli arkadaşlarım bakın; hep söylüyorum, biz yapamayacağımız bir şeyin sözünü vermedik, vermeyiz ama bir söz veriyorsak onu da inşallah Allah'ın izniyle yerine getiririz. Hiçbir hakkın çiğnenmesine göz yummayız. Ama bir yerde ayrıcalık, torpil vesaire görürsek bunun hesabını soruyoruz ve soracağız. İşte bu kapsamda bazıları için bugün kötü haberlerim var. DEVA iktidarında huzurunu kaçıracaklarımızın şöyle kısa bir listesini sayacağım hazır mıyız?

Bakın; devlet ihalelerini peşkeş çekenlere, haksız rekabet ortamında zenginleşenlere bizden huzur yok. Hukuk işleyecek hukuk. 5 yerden maaş alanlara 1 liralık malı devlete 10 liraya satanlara, milletin vergilerinden haksız kazanç elde edenlere huzur yok. Onlara kötü haber. Devletin valisini, kaymakamını, polisini, memurunu baskı altına alan, yerelde ki derebeylerine bizden huzur yok. Bu kayırmacılığı, adaletsizliği, haksızlığı, hukuksuzluğu, yağmacılığı yapanlara huzur yok. Onlar şimdiden kendine bir emeklilik planı falan yapsınlar. Özellikle son 5 senedir Türkiye’ye yaşatılan bu korku filmi bitiyor arkadaşlar. Artık o günleri hep beraber unutacağız inşallah. Artık Türkiye'de kimsenin kimseye haksızlık yapmasına izin vermeyeceğiz. Bu iktidarın ötekileştirme zihniyetinin sonucu olarak siyasi fikri yüzünden etnik ya da dini kimliği sebebiyle veya yaşam tarzı bahanesiyle dışlanmış, yok sayılmış, herkesin maruz kaldığı bu ayrımcılığı da derhal sona erdireceğiz. Bu ülkenin bütün vatandaşları bu ülkenin eşit ve birinci sınıf vatandaşı olacak. Hakkı yenenin hakkını iade edeceğiz. Türkiye'nin sahipsiz olmadığını da dünya aleme göstereceğiz. Tek bir vatandaşımızı bile geride bırakmadan yürüyeceğimizi herkese göstereceğiz. Ülkemizi barış, özgürlük ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin umut yolculuğu 9 Mart 2020 günü Deva ile başladı. Hiçkimsenin bunu engellemeye gücü yetmeyecek. Şimdi sizleri, tüm ülkemizi yepyeni bir o birlikteliğe davet ediyorum. Hazır mıyız arkadaşlar? Sizleri farklı fikirlerden kaçmayan, konuşmaktan korkmayan hür bir Türkiye'ye davet ediyorum. Var mısınız? Sizleri hukuku, adaleti, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri esas alan yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyorum. Var mısınız?

Sizleri üreten, zenginleşen, yüksek katma değerli ürünlerini tüm dünyaya ihraç eden, dünyanın yıldızı olacak bir Türkiye'ye davet ediyorum var mısınız? Sizleri uluslararası toplumda saygın, güven oluşturan, sözüne tüm cihanın itibar ettiği bir Türkiye'ye davet ediyorum var mısınız? Davetimizi il il, ilçe ilçe, mahalle, mahalle, sokak sokak, kapı kapı ulaştıracağız var mısınız? Siz varsanız bizde varız, tüm Deva kadroları var. Korkmadan, yılmadan, usanmadan çalışacağız. Ülkemizi daha iyi yarınlara taşımak için gecemizi gündüzümüzü katmaya devam edeceğiz. Demokrasi için atılım için durmadan, yorulmadan koşacağız. Ankara İl Kongremiz tekrar hayırlı olsun. Hepinize çok çok teşekkür ederim. Sağ olun, var olun diyorum.

25 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Osmaniye İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN OSMANİYE İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi'nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Değerli Osmaniye il başkanımız,
Siyasi partilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın çok değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Osmaniye il teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün Osmaniye’deyiz, bugün şehitler diyarındayız. Bugün Hitit, Pers ve Roma medeniyetine beşiklik yapmış Osmaniye’deyiz. Millî parkları, yaylaları, şelaleleri, kuş cenneti ile doğa harikası olan, antik kentleri ile camileri ile tarihi mirası olan Osmaniye’deyiz. Dünkü Kilis’teydik. Kilis'teki coşku dolu merkez ilçe kongremizin ardından bugün Osmaniye'ye, bu güzel şehrimize Kilis'in selamıyla geldik. İl kongremiz için Osmaniye'de böyle büyük bir kalabalığı görmek, böyle bir heyecanı görmek gerçekten çok müthiş. Ben görüyorum ki Osmaniye'de demokrasi meydanı kurulmuş. Osmaniye'de atılımın adresi artık belli olmuş. Bunu burada, bu salonda gördük çok şükür. Sağ olun, var olun diyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugünkü iktidarın irili ufaklı ortakları Türkiye'yi karanlık bir tünelin içine sokmuş durumdalar. Bu tünelde hukuksuzluk var, adaletsizlik var. Bu tünelde yolsuzluk var, yasaklar var. Bu tünelde yoksulluk var, işsizlik var, hayat pahalılığı var. Koca bir ülke bugün bu kötü yönetimin elinde adeta can çekişiyor. Ülkemiz varlık içerisinde yokluk çekiyor şu anda. Kriz üstüne kriz üreten şu andaki iktidar, uzun süredir artık ülkeyi yönetemiyor. Ekonomiden hukuka, dış politikadan tarıma, eğitimden sağlığa kadar her alanda krizler büyüyor. Daha evvel de söylediğim gibi aynı hastalarda görülen çoklu organ yetmezliği gibi çoklu bir sistem krizinin şu anda içindeyiz.

Ne yaptılar? Geçen hafta asgari ücreti artırdılar değil mi? Halkımız açlık sınırının altında bir asgari ücretle nefes almaya çalışıyordu. Kuşkusuz asgari ücretin artması olumludur ama o asgari ücret yüksek enflasyon karşısında bugünden erimeye başladı bile. Ocak sonunda ödeneceğini müjdeledikleri asgari ücret, enflasyon karşısında adeta güneşin altındaki kar gibi her gün eriyor. Hele hele 2022 yılına şöyle bir girelim İnşallah, mart, nisan, mayıs, haziran, temmuz, aralık falan derken göreceğiz ki asgari ücret yine sembolik kalmış. Asıl sorun değerli arkadaşlar, enflasyon sorununu çözmekti. Sorunun özünde enflasyon vardır. Siz bu hayat pahalılığını, fiyat artışlarını durduramazsanız asgari ücreti pahalılığın ardından koşa koşa yetiştiremezsiniz. Ne oldu, 2021’de her şey pahalılaştı ta yıl sonunda asgari ücret gelecek sene için açıklandı. Gelecek sene aynısını yaşayacağız. Yine fiyatlar önden koşacak asgari ücret yerinde duracak ta ki sene sonunda 2022 aralığında asgari ücret o fiyatları arkadan tekrar yakalamaya çalışana kadar. Burada sorunun özünde enflasyon vardır, hayat pahalılığı vardır.

Zaten Türkiye, ta 1970’ten 2004’e kadar 34 yıl iki haneli, üç haneli enflasyonla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Kur artınca ne oluyor arkadaşlar? A'dan Z'ye her şeye zam geliyor. İğneden ipliğe her şey pahalılaşıyor. Pazara çıkıp rahatça alışveriş edebileniniz var mı? Yok. Alışverişe gittiğinde etiketleri toplaya çıkara vatandaşlarımızın hepsi hesap uzmanı oldu ya. Ne yapıyorlar? Markete gidiyorlar şöyle fişi eline alıyor hemen bir herkes okuyor fişi. Hangisi kaç paraymış? Çünkü görüyor ki daha 3 ay, 6 ay önce doldurduğu alışveriş sepeti, filesi artık çok daha pahalıya doluyor. Bir alışveriş sepetini, filesini doldurmak zorlaştı. İnsanlar yokluğu, yoksulluğu iliklerine kadar şu anda hissediyorlar Türkiye'de.

Çarşıda, pazarda adımımızı attığımız an bakıyoruz, paramız pul olmuş. Evde otururken artık insanlar doğalgazı açmak istemiyor. Biraz daha kalın giyineyim ama soğukta oturayım diyor. Elektrikli aletler, ışık... Herkes ışığını azaltıyor. Esnafımız, bakıyorsunuz dükkana 10 tane ampul varsa birini, ikisini yakıyor o da hava kararınca. Gündüz çoğu esnafımız artık elektriği açmıyor. Elektrik faturalarının altından kalkamıyor. Ay sonunda gelen faturaların altında tüm vatandaşlarımızın beli bükülüyor ve doğrulamıyor. Her an fakirleşiyoruz, nefes alamıyoruz. Bir taraftan da bakıyoruz iktidar ne yapıyor, ne yapacak, nasıl çözüm bulacak diye. Öyle ya memleketin ekonomisini düzeltme görevi şu andaki iktidarda. ‘Tek yetkili olayım, bana bu yetkiyi verin faiz de enflasyon da nasıl düşürülür gösteririm’ diyen o değil miydi? 2018 seçimlerinden önce çok istediği tam yetkili, taraflı partili cumhurbaşkanı olduktan sonra enflasyon da faiz de düşüreceğim, nasıl düşürülür göstereceğim diyen o değil miydi?

Sürekli şikayet ediyordu. ‘Bana engel oluyorlar. Şu karşı çıkıyor bu karşı çıkıyor’. Şimdi eli rahat, elini tutan yok. Düşürsün, faizi de enflasyonu da düşürsün görelim. Ama maalesef arkadaşlar bakınca görüyoruz ki şu anda sadece yaptıkları bu ülkeyi batırmak. Sadece bunu biliyorlar. Sadece şu son  birkaç aya bakınca bile inanın ne yaptıkları belli değil ya, ne söyledikleri belli değil. Hiçbir şey bildikleri yok. Dolar kuru artarken ne diyorlardı, biz zaten rekabetçi kur istiyoruz diyorlardı. Rekabetçi kur ne demek, kurun yüksek olması demek. Hepsi kayıtlarda hepsi. Rekabetçi kur diyorlardı. Çin modeli uygulayacağız diyorlardı. Kur yükselince adeta Nasrettin Hocanın attan düşüp de şöyle üstünü başına çırpıp ‘ben zaten inecektim’ demesi gibi ‘biz zaten yüksek kur istiyorduk’ diyorlardı. Yazıp çizmediler mi, televizyonlarda kanal kanal saatlerce yorumcular bunu anlatmadılar mı? Ne diyorlardı? Yüksek faiz, düşük kur döneminden artık düşük faiz, yüksek kur, rekabetçi kur dönemine geçtik diyorlardı. Çin gibi olacağız diyorlardı. Peki bu hafta kur biraz düştü, hepsi başladı zil takıp oynamaya, başardık kuru düşürdük diye. Ya yüksek kuru, rekabetçi kuru isteyen siz değil miydiniz? Bu böyle olması lazım diyen siz değil miydiniz? Bunu yeni bir ekonomik model olarak sunan siz değil miydiniz? Şimdi dönüp ‘kur düştü, Erdoğan konuştu, dolar düştü’ diye şimdi bunun reklamını yapıyorlar. Ya bir karar verin ya. Siz yüksek kur mu istiyorsunuz düşük kur mu?

Bir karar verin ona göre milletimize açıklayın. Ta bu hafta başına kadar adeta yerli ve milli paramızı yok edercesine çalıştılar. Her fırsatta yerli ve milli diyen iktidar, yerli ve milli neyimiz varsa aslında dibe batırdı. Arkadaşlar pazartesi günü de ne açıkladılar? Kur korumalı Türk lirası mevduat hesabı. Büyük bir icat. Baktık ki şapkadan 1970 model bir tavşan çıktı. Olan o. Yani banka hesabında parası olanlara diyorlar ki ‘sen Türk arası al, bankada tut. Ben sana dolar, euro, sterlin artışına göre faiz vereceğim’ diyorlar. Hani faize karşı ya. Faizi dövize bağladı ya. Faiz ödemelerini direkt döviz kuruna bağladı. Ve bu arkadaşlar, ta yetmişlerin hatalı uygulaması. Bu uygulamayı Rahmetli Turgut Özal hayatımızdan çıkartmıştı. 1989'da son ödemeleri de yapıp hayatımızdan çıkartmıştı. Çıkartırken demişti ki ‘İnşallah bundan ders alınır da bir daha böyle hesapsız, kitapsız hatalar yapılarak gelecek nesiller zor taşınan böyle yükün altına sokulmaz’ demişti. Kendi ifadesi, hepsi basın arşivlerinde.

Hatırlarsak daha bu sene Nisan ayında Erdoğan ne yaptı? Rahmetli Özal'ın mezarının başına gidip Kur'an-ı Kerim okudu. Ben buradan şimdi Sayın Erdoğan'a seslenmek istiyorum. Bu hafta başında yaptığınız açıklamalar işte o Özal'ın kemiklerini sızlattı. Yaptığınız bu. Özal'ın büyük hata dediği inşallah bir daha olmaz diyerek uyardığı 1970'lerin berbat bir ekonomi modelini aldınız 2021’in Türkiye’sinde yeni bir şey gibi sunuyorsunuz. Yaptığınız bu. Millet uzaya gidiyor, Mars'a gidiyor, bizimki 1970'lere dönüyor, yeni bir icatmış gibi şunu yapacağım, bunu yapacağım diye anlatıyor.

Ve arkadaşlar bakın, bu hatalı kararla yarınlarımıza ne denli büyük bir yük bırakılacağını, şu anda hesap dahi edemiyoruz. Bu millet, bu devlet, bu 1970’lerde ve 80’lerde o kadar büyük bedel ödemiş ki, ileriye doğru ne kadar büyük bir yükün, borcun, bedelin altına sokulduğunun şu anda hesabını bile yapamıyoruz. Kur ne kadar artarsa o kadar zarar görecek bundan sonra bu devlet, bu millet. Peki bu model ne demek? Mevduat sahibi olan, servet sahibi olan bir kesime diyor ki ‘Siz kaygılanmayın, paranızı Türk lirasında tutun, dolar ne kadar artarsa o farkı size vereceğiz’ diyor. Bakın daha geçen hafta asgari ücreti açıklarken ne dedi? ‘Asgari ücret dolarla mı hesap edilir ya burası Türkiye’ dedi. Milyonlarca çalışan, asgari ücret alan vatandaşlarımıza döndü dedi ki ‘dolar hesap yapmayın, Türk Lirası'na razı olun’ dedi. Aynı kişi çıkıyor, 1 hafta sonra Türk Lirası mevduat sahibine kaygılanmayın diyor. Merak etmeyin paranızı dolara bağlayacağım, dolar neyse onu kazandıracağım size diyor. Bu kadar tutarsızlık olur mu?

Bu uygulamalar ancak Türkiye'de zenginle fakir arasındaki uçurumu artırır. Yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapar. Peki o aradaki fark ödeyeceğim diyor değil mi? Peki nereden ödeyecek bu farkı? O parayı nereden bulacak? Hazineden veya Merkez Bankası'nın kasasından. Yani bu milletten topladığı vergilerden o fark ödenecek. Diyor ki ‘aynı döviz almışsınız gibi olacak, hiçbir şey değişmeyecek; kur ne kadar artarsa artsın aradaki farkı size aktaracağız.’ Bankalar da zaten biliyorsunuz mevduatın yaklaşık üçte ikisi döviz, üçte biri Türk lirasıydı. Geri kalan üçte bir Türk lirasını da ‘ben onu da döviz endeksleyeceğim’ dedi. Yani mevzuat dediğiniz de artık Türkiye'de sadece yabancı para birimi. Türk lirası kalmayacak bunların kafayla. Bakın artık Türk lirasının bir güven unsuru olmadığını itiraf eden bir yönetimle karşı karşıyayız. Kendi ekonomisine güvenini Amerikan parasıyla sağlamaya çalışan bir yönetim zihniyetinden burada bahsediyoruz arkadaşlar. Bir ülkenin Hazinesini, Merkez Bankası'nı kendi vatandaşına döviz kuruna bağlı bir biçimde borçlandırarak, yarınlara ipotek koyan bir gözü dönmüşlük bu. Başka bir şey değil.

Hazine, Merkez Bankası ne demek? Hepimizin ödediği vergiler demek. Çocuklarımızın, torunlarımızın bile alın teri demek, gelecek nesillerin ödeyeceği borç demek. Buradaki gençlerimizin daha ilkokula giden yavrularımızın ödeyeceği borç demek. Sonuç itibarıyla arkadaşlar, devletin vatandaşlarından topladığı vergiler kurdaki yükselişi karşılamak üzere mevduat sahiplerine aktarılacak. Yaptıkları bu. Mevduat sahiplerini kur artışı karşısında korumak için bunun tüm maliyetini vergisini ödeyen, halka yüklüyorlar. Yaptıkları işin özeti bu. Ne anlatırlarsa anlatsınlar ne kadar hikaye yazarlarsa yazsınlar özü dediğim bu. Zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapma planından ibaret. Bu başka bir şey değil. İnanın akıl alır gibi değil.

Değerli arkadaşlar peki bu şapkadan çıkan bu 1970 model tavşanın bir faydası oldu mu? Çarşıda pazarda fiyatlar düştü mü? Mevduat sahibi kişiler gidip dövizini Türk lirasına çevirdi mi? Hani maksat neydi? Türk lirasıydı ya. Bakınız BDDK verilerine baktığımızda o ilk iki gün pazartesi, salı sonraki rakamlar gelecek. Çarşamba, Perşembe, Cuma. Biraz geç açıklanıyor. BDDK verilerine göre o iki günde gitmiş bizim vatandaşımız 1 milyar 700 milyon dolar daha döviz almış, banka hesabına yatırmış. Yani bahsettiğim zaten o üçte ikilik döviz mevduat hesapları var ya 1 milyar 700 milyon daha artmış. Sırf Sayın Erdoğan'a sahte zafer yaratmak için de birde ne yaptı arkadaşlar? Merkez Bankası'na arka kapıdan döviz sattırdılar. Hani doları 11’e düşürdüdiye övünüyorlar ya onun da sebebi Merkez Bankası'nın arka kapıdan piyasaya sattığı rezervler. Rakam ne kadar? 7 milyar dolar. Sadece pazartesi ve salı. Ve bunu açıklamıyorlar bakın gizli yapıyorlar. Amaç ne? ‘Erdoğan konuştu, kur düştü.’ Kurun düşmesi için arka kapıdan iki günde 7 milyar dolara cayır cayır sattığınızı niye açıklamıyorsunuz ya? İllaki biz mi bulup çıkarıp da açıklayacağız bunu. Bu dürüstlük mü?

Hala rezerv yakarak doları baskılamaya çalışıyorlar. Daha evvel bunu denediniz. Bu yolun sonunun fakirlik olduğunu, bu yolun sonunun enflasyon olduğunu bir daha bir daha yaparak anlamıyor musunuz? 130 milyar dolar sattılar ya 1 Ocak 2019'da o akraba bakanın bakan olduğu dönemde, gizli saklı, arka kapıdan. Sonra biz bunu mesele yapıp açıklayınca, genel başkan olarak ilk ben açıkladım biliyorsunuz. Bunu mesele yapınca durdurdular onu. 130 milyar doları böyle sattılar. Bu hafta başında da yine aynı iki günde 7 milyar dolar daha satılır. Bir yandan Merkez Bankası arka kapıdan müdahale ediyor, kuru düşürmeye çalışıyor, diğer yandan da vatandaşlarımız gidip dolar alıyor, bankalardaki dolar mevduatı artıyor. Olan bu. Doların düştü dedikleri seviyede 11, 12.

Oysa daha Eylül başında yani Erdoğan nass diye diye finansal sisteme baltayla, kazmayla dalmadan önce dolar kuru 8,30’du. Bu aralar Türk lirasının da esamesi okunmuyor. Türk lirası kazanıp Türk lirası harcayan vatandaş olarak ne oluyor? Her gün kaybediyoruz. Her gün batıyoruz. Daha evvel de söylemiştim. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, Sayın Erdoğan'ın yanlıştezlerinin deneme tahtası değil. Burası bir deney laboratuvarı değil. Bu ülkenin haysiyetli vatandaşları da Erdoğan'ın deney kobayları değil. Ben buradan vatandaşlarımızı uyarmak istiyorum. Bugünkü iktidara aldanmayın, bugünkü iktidarın hiçbir alanda planlı programda tek bir politikası yok. Varsa yoksa günü kurtarmak, günü kurtarmaya çalışan müflis bir tüccar gibi hareket ediyorlar.

Bir de ne var? ‘Rotayı ben çiziyorum’ diyen Çin muhibi Doğu Perinçek'in ve Beştepe'deki kerameti kendilerinden menkul üç beş danışmanın aklıyla anlık kararlarla ülkemizin şu anda yarınlarını karartıyorlar. Bu nedenle ülkenin ekonomisini 11 yıl yönetmiş bir arkadaşınız olarak ben vatandaşlarımızı uyarmak istiyorum. Aman diyorum temkinli olun, bunların her söylediğine inanmayın, mutlaka bilenlere sorun. Bunların söylediğine inanıp da herhangi bir konuda karar vermeyin. Bilenlerle konuşun, ondan sonra ne yapacaksanız yapın değerli arkadaşlar. 2015 yılında ben ve ekibimizin ayrılmasından sonra yani ortak akıl ve istişarenin terk edilmesinden sonra Türk lirası değer kaybediyor. Satın alma gücümüz sürekli düşüyor. Hani dolar düşüyor diye şimdi halaylar çekiyor halkımız doğal olarak seviniyorlar ya bakın şimdi ben size bir grafik göstereceğim. Gerçekten ne zaman sevinmişiz gerçekten ne zaman refahımız artmış şu grafikte görünüyor.

Bakın tablo bu. 2002’nin sonunda biz ekonomi yönetimi devraldık. Bunlar ortalama döviz kuru arkadaşlar dolar kuru ortalama. Yıl ortalaması. 1,50 ile devralmışız. 2003’te 1.49, sonra 1.42, 1.34 1.43 1.31, 1.29... Rakamları görüyorsunuz ve şu 1.50’den 1.30'a gelirken dolar kuru, ihracat 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıktı. Dolar kuru sabit gidiyor, ihracat 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıkıyor. Güven var güven. Ortak akıl ve istişarenin işbaşında olduğu, bizlerin yönetimde olduğu tarihlerdeki ortalama dolar kuruna baktığımızda işte nedir kabaca 1.60’lar falan. Daha sonra küresel kriz geliyor ardından bizim anlaşmazlıklarımız başlıyor. Ben orta gelir tuzağı diyorum. Bak hukuk ve eğitimde gereğini yapmazsak orta gelir tuzağına düşeceğiz diyorum. Ekonominin dengesi bozuluyor, sanayi yatırım yapılmıyor diyorum ve sonuçta bakıyoruz kur belli seviyelerde. Üstelik biz bu başarıyı arka kapıdan rezerv satıp bu ülkenin doğmamış çocuklarını borçlandırarak da yapmadık.

13 yıl boyunca yani 2002’den 2015’e Merkez Bankası'nın toplam piyasa müdahalesi arkadaşlar 8 milyar dolar biliyor musunuz? 13 yılın toplamı 8 milyar dolarlık piyasa müdahalesi var ve hepsi internette ilan ediliyor. Merkez Bankası müdahale ettiği gün hemen bugün müdahil oluşum şu kadar diye açıklanıyor. Öyle bir dönem, şeffaf, açık. Doğru hesaptan kaçar mı? Bu çok önemli bir atasözü, doğru hesaptan kaçmaz. Hemen hesap verebilir şekilde çalışır. 13 yılda 8 milyar dolarlık müdahale var. Sadece pazartesi, salı 7 milyar dolar, 2 günde müdahale. Daha çarşamba, perşembe rakamları gelecek. Ama biz ne yaptık? Akıllı, rasyonel, doğru politikalarla ve hukukla, demokrasi ile yapacağımızı yaptık. Güvenle yaptık güvenle. O sayede rezerv satmak bir yana o dönemde Merkez Bankası rezerv biriktirdi. Bağımsız bir şekilde biriktirdi. 130 milyar dolarlık rezerv, bizim dönemimizde Merkez Bankası'nın bağımsız olduğu dönemde biriktirildi.

Şimdi Merkez Bankası'nın bağımsızlığının niye önemli olduğunu anlıyoruz değil mi? Merkez Bankası bağımsız olunca gerçekten oraya da ülkeyi seven bir ekibi koyduğunuzda ne diyorlar? Ak akçe kara gün içinde diyorlar. Açık, şeffaf çalışıyorlar. Kötü günler için Merkez Bankasına rezerv biriktiriyorlar ama bağımlı hale gelince ne oluyor? Merkez Bankası emir kulu haline gelince ne oluyor? 13 yılda biriktirileni, iki yılda 130 milyar doları satıp geçiyor. Acımadan hiç acımadan ve açıklamadan, gizli saklı yapıyor. Bugünkü iktidar ne yaptı? Bağımsız Merkez Bankası'nın biriktirdiği döviz rezervini alsa bir kibriti çakıp küle çevirdi. Bakın arkadaşlar, dün akşam Cumhurbaşkanı bir laf etmiş. Laf şu: ‘Yüksek faiz isteyenler Sorosçulardır’ diyor. Burada iki konu var. Birisi; yüksek faiz. Faizci kim söyle bakalım. Bu grafik neyi gösteriyor? Sadece eylülden bu yana Hazinenin ödediği faizin grafiği bu. Hazine'nin borçlanma faizi eylül başında yüzde 17 iken şu anda yüzde 25.16. Bakın arkadaşlar, artış 8 puan.

Erdoğan, habire Merkez Bankası'nın talimatla indirdiği Merkez Bankası'nın gecelik, haftalık kısa vadeli aldığı faizden bahsediyor. Yüzde 19’dan 14’e indirdik diyor, 5 puan düşürdük diyor. Nass diyor. Aynı dönemde sen Merkez Bankası'nın faizini 5 puan düşürmüşsün ama Hazine'nin borçlanma faizi de 8 puan artmış. Acaba bu Hazinenin borçlanma faizi ile ilgili bir nass yok mu? Bunu sormak lazım kendisine. Ve bakın arkadaşlar, bu 5 yıl vadeli Merkez Bankası faizi, gecelik, haftalık, kısa. Veriyor, alıyor, veriyor, alıyor. Bu 5 yıllık yani Türkiye Cumhuriyeti'nin Hazinesi yüzde 25'ten borçlandığı anda bu yüzde 25’i 5 sene boyunca ölecek. Bugün yüz lira borçlanıyor, her sene 25, 25, 25, 25 25 ödeyecek. Sorosçulardır diyor. Şu fotoğrafa bakalım. Karşısında oturduğu kim? Arkadaşlar, mesela Soros falan değil mesele ne biliyor musunuz? Mesele haftanın düşmanı paneli, haftanın düşmanı panosu. Ben daha önce söyledim, bir tane pano asmış oraya üzerinde haftanın düşmanı yazıyor o panoya kimi isterse onu yazıyor. Bu hafta düşmanı demek ki Sorosmuş. Fakat çok enteresan. Eğer Soros çıkıp dese ki ‘ya ben bir 5, 10 milyar dolar para getirsem’ dese hemen dost olur ha. Gördük, gördük.

Soros ile defalarca görüşen de kendisi Hazine'nin borçlanma faizini sadece eylülden bu yana 17’den 25’e çıkartan da kendisi. Bakın Hazine bağımlı kuruluştur, Merkez Bankası gibi bağımsız da değildir. Direk talimatla hareket eder Hazine. Biz hep Merkez Bankası bağımsız diyoruz. Hazine hep bağımlı kuruluş olmuştur. Kendine direk bağlı kuruluşun faizini 17’den 25'e çıkarmış. Daha önce yaşadık değil mi? Birleşik Arap Emirlikleri için düşman demiyor muydu? Bunlar 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün destekçisi demiyorlar mıydı? 5 yıl boyunca bunu anlatmadılar mı vatandaşlarımıza? Sonra ne oldu? Geçen geldi veliahtı devlet töreniyle karşıladı ya. Ben sordum ya sen 5 yıl boyunca herhalde gene düşmana ihtiyacın vardı da onun için mi bu ülkeyi düşman ilan ediyordun? Para getireceğim diye mi döndün? Yani eğer denize düşen yılana sarılır diyorsan onun için devlet töreni yaptım diyorsan onu da açıkla. Paraya çok ihtiyacın varsa açıkla. Yok, ya yanlışmış bu iş, bu ülkenin de öyle bir suçu, günahı yokmuş diyorsan o zaman çık bu milletten özür dile.

Çünkü 5 yıl boyunca 84 milyon insanı bu ülkeye düşman bellettin. Bu ülke düşmandır dedin. İzah borcun var ya. Bu kadar ucuz mu bu kadar kolay mı böyle zikzak yapmak, U dönüşüyapmak. Onun için diyorum. Nasıl Birleşik Arap Emirlikleri para getireceğim deyince devlet töreni düzenlediyse hiç şaşırmam; bu Soros, ben bir miktar para getiririm desin, onu da güzel bir törenle karşılar. Geldiğimiz nokta bu. Çünkü değerli arkadaşlar, işte siz ülkenin ekonomisini zayıflatırsanız böyle boynunuz bükük olur, ekonominiz zayıflarsa başka ülkelerden para gelsin diye çırpınıp durursunuz. Bizim dönemimizde öyle miydi ya? Yatırımcılar kuyruğa giriyordu. Türkiye'de hangi imkan var diyorlardı, nereye yatırım yapabilirim diyorlardı. Onlar geliyorlardı, fellik fellik dolaşıyorlardı etrafta. Nerede imkan var diye. Milyarlarca dolar yatırım geldi ama niye geldi? Türkiye güven ve istikrar ülkesi olduğu için geldi.

Bakın değerli arkadaşlar, Erdoğan böyle akraba bakanın ortadan kaybolmasını sağlayarak, ‘rezervler eksilirken ben yoktum, Cumhurbaşkanı’ydım’ falan diyerek sorumluktan kaçamaz. Öyle mevsimlik işçi gibi bakanları, Merkez Bankası başkanlarını da getir götür yaparak üzerindeki sorumluluğu yok edemez. Tüm bu olanların sorumlusu Erdoğan'ın kendisidir. Tek yetkili olmayı isteyen kendisiydi. ‘Bana bu yetkiyi verin, faiz de enflasyon da nasıl düşürülür göstereceğim’ demişti. Eğer faiz de enflasyon da bu ülkede artmaya devam ediyorsa o tek yetkili kişinin aynı zamanda tek sorumlu olduğu konudur. Tek sorumlu kendisidir. Kaçamaz.

Değerli arkadaşlar, içiniz rahat olsun. Hiç merak etmeyin, gözünüz arkada kalmayacak. Niye? Çünkü daha evvel bu ülkeyi ekibimizle beraber iki kez hem 2002’de hem de 2009'da nasıl krizlerden çıkartıysak yine biz çıkaracağız. Yine biz yapacağız. Daha evvel nasıl ki ortak akıl ve istişare ile ülkemizi yoksulluktan kurtardıysak, mutlak yoksulluğu sıfırladıysak yine biz kurtaracağız. Böyle küçük küçük adımlarla değil. Bunu büyük atılımlarla yapacağız. Daha güzel, daha mutlu, daha özgür, daha zengin ve daha demokratik bir Türkiye'yi hep beraber inşa edeceğiz. Çok değil, ilk seçimde yetkiyi alacağız ve şu hükümetin devredeceği enkazı önce hızlı bir şekilde ortadan kaldıracağız. Ve yepyeni bir ekonomi inşa edeceğiz. Hukuku, adaleti yeniden inşa edeceğiz. Hep beraber emaneti teslim almaya geliyoruz.

Sevgili Osmaniyeli arkadaşlarım, şimdi sizlere sormak istiyorum. Bu yoksulluğa hep beraber son verecek miyiz? Önümüzdeki ilk seçimde bu iktidarın ortaklarını müsait bir yerde indirecek miyiz? Özgürlük ve zenginlik için iş başına geçecek miyiz? Evet arkadaşlar, çok az kaldı çok. Hiç kaygınız olmasın. Biz bu karanlık günleri sona erdireceğiz. Ülkemiz gerçekten şu anda fırtınalı bir dönemden geçiyor. Türkiye keyfi ve kuralsız bir yönetim döneminde içinde bulunduğu bu durumdan çıkış için bir yol arıyor. İşte bizler ülkemizi barış, refah ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız. Ülkemizin tüm sorunlarını meşru demokratik siyaset zemininde çözeceğiz. Bir noktanın altını özellikle çizmek istiyorum; hiç kimse ama hiç kimse bu ülkenin sorunlarının çözümünü, kaba kuvvetle falan aramasın. Hiç kimse halkın iradesi ile inatlaşmasın. Hele vesayet odaklarından medet umanlar var ya onlar hiç heveslenmesinler. Biz vesayetçilerin yönetimine de bir daha asla geçit vermeyeceğiz.

Geçti o günler. Bu ülkenin çaresi değerli arkadaşlar, ne bugünkü kötü yönetimdir ne de geçmişin vesayetçi anlayışıdır. Türkiye'nin sorunlarını demokrasi zemininde konuşarak çözeceğiz. Bunu yapacak güce sahibiz, hep beraber yapacağız. Bunu yapmak için değerli arkadaşlar, önce güveni oluşturmamız gerekiyor. Güven nasıl sağlanır? Şu andaki hükümet bilmiyor. Zamanında biz güveni nasıl oluşturmuşuz onu da anlamamış. Çünkü ders almıyor. Geçenlerde çıktı ne dedi. Beni kast ederek ‘Bir de kalkmış bana ders vermeye çalışıyor’ dedi ama derse ihtiyacı var. Bu dersi vermek zorundayız. Bakın çok basit arkadaşlar. Önce niyetleneceksiniz ama niyetiniz iyi olacak.

Güven nasıl oluşturulur? Bir dakikada 8 madde ile sıralayacağım. Nasıl güveni sağlayacaksınız? Hükümete de duyuruyorum biz gelince zaten yapacağız. Dünyanın neresine giderseniz gidin, güveni oluşturmanın yolu yöntemi aynı. Güven, evrensel bir kavram. Güveni sağlamak için ne yapacağız ne yapmaları lazım?

Bir; konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
İki; söz verince tutacaksın.
Üç; emanete ihanet etmeyeceksin.
Dört; her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin. Beş; ehliyetli, liyakatli, dürüst kadrolarla çalışacaksın.

Altı; her aldığın kararı istişare ile alacaksın, ortak akıl arayacaksın. Yedi; şeffaf olacaksın, hesap verebilir olacaksın.
Sekiz; planlı, programlı çalışacaksınız. Ne yapacağını açıklayacaksın.

Bir dakika, hap. Her derde deva. Güven oluşturmak isteyen herkese hazır. Ama yapamazlar. Niye yapamazlar? Çünkü konuşunca doğruyu söyleyeceksin diyoruz. Zaten birinci maddede takılıyorlar. Eskisi gibi değil. Yeni ekonomik model açıklıyorum diyorsun, pazartesi akşamı kabine toplantısı sonrasında niye aynı anda Merkez Bankasının harıl harıl döviz satmaya başladığını açıklamıyorsun? Niye onu gizliyorsun? İlla biz mi açıklayacağız? Yapamaz.

İki; söz verince tutacaksın. Nerede söz? ‘Bu yetkiyi bana verin, faiz de enflasyonda nasıl düşürülür göstereceğim’ demedi mi? Ne oldu? 2018’in Haziranından bu yana faiz de artıyor, enflasyon da artıyor. Mümkün değil, yapamaz. 8’ini de sıralarım 8’ini de yapamazlar. Ama biz yaparız, yaptık, yine yaparız, yaptık. Çok daha iyisini yaparız inşallah.

Değerli Osmaniyeli arkadaşlarım, Osmaniye'ye gelip de tarımdan bahsetmemek olmaz. İçimiz yana yana tarımdaki çöküşe şahit oluyoruz arkadaşlar. İnanın içimiz yanıyor. Bu kötü yönetim, üreticimizi, çiftçimizi mahvetti, perişan etti. Çukurova'nın şu bereketli topraklarında emekçilerimiz, çiftçilerimiz üretemez oldular. Osmaniye ekonomisi; yer fıstığıyla, buğdayıyla, soyasıyla, mısırıyla, pamuğuyla, narenciyesi ile gerçekten tarımın çok önemli olduğu bir ekonomik yapı. Ve bu şehrimiz Osmaniye, tarım üretimine dönüyor, daha doğrusu tarım üretimine dönüyor idi. Şimdi her bölgede çarkların yavaş yavaş durduğuna maalesef tanık oluyoruz. Çiftçilerimiz artan maliyetlerin altında eziliyor. Hesabını kitabını herkes şaşırmışdurumda. Gübre sebebiyle, gübredeki artış sebebiyle ve pek çok girdi maliyetindeki artışsebebiyle bazıları artık ekmekten dikmekten vazgeçiyor ya da gübre kullanmadan ekim dikim yapıyor. Çiftçimiz, 2,3 sene önce 50,60 bin liraya aldığı makine ekipmanlarını bu yıl 100 bin liraya ile 150 bin liraya alamıyor. Yedek parça dünyanın parası, mazot, dünyanın parası. Bu artışla neyi, nasıl üretecek? Sadece makine fiyatları değil işte gübreden bahsediyorsunuz.

Zaten Türkiye'nin her yerinde ne zaman bir çiftçimiz önümüzü kesse, ilk kelimesi gübre diye başlıyor. Gübre hiç kullanamayan var. 10 kilo gerekiyorsa ancak bir kilo, iki kilo kullanan var. Ama bu ne demek? Bir sonraki hasat dönemi geldiğinde verimin, üretimin düşmesi demek. Her gittiğim şehirde çiftçilerimizle konuşuyorum. ‘Ben vazgeçtim artık, gübre almaktan vazgeçtim, mümkün değil. Param yetmez’ diyor. Dün Kilis'te bir çiftçimiz vadeli gübre aldım diyor.

18000 liraya, vadeli almış altı ay. ‘Fakat o gün gelecek hasadı elde edeceğim, satacağım da onun borcunu geri ödeyeceğim. Muhtemelen ben şimdiden batmış durumdayım’ diyor. Gübre kullanmadan üretim yapmaya çalışan çiftçimiz de çok. Kimi zaten ekmekten dikmekten vazgeçmiş. Komşularımdan, köydeki komşulardan utandığım için diyor hala ben çiftçilik yapıyorum. Üretim maliyeti ürün fiyatlarına yansıyamıyor.

İktidarın verdiği gübre desteği ise gübre maliyetinin şu anda sadece yüzde 5'i civarında. Bakın değerli arkadaşlar, öyle çarpıcı rakamlar var ki diyor ya ben hani faizle mücadele edeceğim diyor, yüksek faizciler diyor, yüksek faiz isteyenler Sorosçulardır diyor. Gelecek senenin bütçesinde bütün tarımsal destek ödemesi ne kadar? 25 milyar lira. 25 milyar eski parayla 25 katrilyon. Peki aynı bütçedeki faiz için koydukları ödenek ne kadar dersiniz? Bir tahmin edin. Tam 240 milyon bakın. Tarımsal desteğin, tarıma verilen desteğin tamamı 25 milyar, sadece faiz için koydukları rakam 240 milyar. Yıllar boyu bu rakam bunu çok daha altında seyretti. Hızlı artış şu son yıllarda oldu.

Orta vadeli program açıkladılar. 2023 için koydukları bütçe ne kadar diyorsunuz? 290 milyar. Bugünden orta vadeli programa yazdılar bunu. Şu hale bakın ya bir de faizle mücadeleymiş. Külahımıza anlatsınlar, yapamazlar mümkün değil. Çünkü faizle mücadele ancak güvenle olur. Güveni oluşturun bakın faiz nasıl düşüyor. Çünkü gördük, yaptık. Yüzde 66’dan aldık biz faizi. Ben Hazineden sorumlu bakan olduğum gün Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi yüzde 66 faiz ödüyordu. Bunu ta yüzde 4,5'a kadar indirdik. Bu nasıl oldu? Sorsa, ‘ya arkadaşlar zamanında siz nasıl yapmıştınız bunu bir anlatsanız’ dese seve seve gideriz, anlatırız. Yani mesele yok ama artık kulaklar kapalı. Zihin kapalı.

Niye yapamazlar? Biraz önce saydığım 8 madde var ya, 8’inin 8’ini de yapamazlar artık. Güveni oluşturamazlar. Bunun için başaramayacaklar, bunun için beceremeyecekler. Bugünkü yönetim ne yapıyor arkadaşlar? Tarımda Rusya'dan aldığı ürünlere verdiği desteği yani Rus çiftçilerine verdiği desteği ülkemizde üretim yapan kendi çiftçilerimize vermiyor. Gıda gibi stratejik bir alanda dışarıya bağımlı olduk. Her sene daha fazla ithalat yapıyoruz. İçeride üretim düştükçe daha fazla ithalat. Çünkü niye? Çünkü çiftçimizin sesi Külliye'ye ulaşmıyor ama o ithalatçılar var ya ithalat lobileri onlar oraya çok kolay ulaşıyor. Büyük miktarda alıp satıyorlar. Büyük miktarda ithalat yapıyorlar. Çok büyük rant var, rant ve üstelik herkese izin verilmiyor. Biliyorsunuz. ‘Ben gideyim şuradan buradan ithal edeyim...’, ‘Yok yapamazsın.’ Önceden belli kişilere kapıyı açıyorlar, ithalat yapıyorlar, geri kapatıyorlar.

Kimin ithal edeceği belli kaç tane ithal edeceği belli. Kuvvetli bir lobi yani tarımda bugün çok kuvvetli bir ithalat lobisi var. Ama gidip de bizim çiftçimizin derdini anlatacak çiftçimizin derdiyle dertlenen Külliye’ye ulaşabilen kişi sayısı az. Duymuyorlar, bilmiyorlar. Sorun oradan kaynaklanıyor zaten. Bilmiyorlar ama ithalat lobisi kendisini duyuyor. Onun için her sene üretim azalıyor; her sene ithalat çoğalıyor. Şimdi ne olacak? Artan maliyetler karşısında çiftçimiz üretimden vazgeçiyor mu geçiyor. Gübresiz üretimle daha az üretecek mi daha az üretecek. Sonuçta gelecek yıl hasat dönemi geldiğinde bakacağız ki pek çok üründe üretim düşmüş. İçeride ihtiyaç var. 84 milyon nüfus, bir de üzerine en az 8 milyon yabancı ekle, Suriyelisini, şunu bunu. 92 milyonu doyurmak zorundasınız değil mi bu ülkede? İthalat, ithalat daha fazla ithalat.

Geldikleri nokta bu. Bu iktidar hem kendimize yeten bir ülke olmamıza mani oluyor, hem de kıt kanaat geçinmeye çalışan çiftimizi yokluğa mahkum ediyor. Geldiğimiz noktada durum bu. Biz biliyorsunuz arkadaşlar haziran ayında ne yaptık? Tarım eylem planımızı bu topraklarda, Çukurova'da açıkladık. Tarım konusunda ne yapacağımızın detaylı bir sunumunu yaptık. Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağını detaylı bir şekilde ortaya koyduk. Hepsinin bütçesini hesap ettik ve hepsine de bir takvim verdik. Her bir maddesi çok önemli olan planımızdan sadece birkaç maddeyi burada altını çizerek sizlere anlatmak istiyorum. Çok kısa özet.

Çiftçimize verilen gübre desteğinin artması gerekiyor arkadaşlar. Gübre maliyetinin tam yarısını, yüzde 50’sini devlet olarak biz karşılayacağız. Çiftçilerimizin şu zor günlerini atlatabilmesi için Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin kredilerinin faizlerini sıfırlayacağız. Hep beraber yapacağız arkadaşlar. Hep beraber çiftçimizin de tarımımızın da devası olacağız. Kadro olarak yapacağız inşallah. Bakın bu Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatif borçlarını mutlaka hallolması gerekiyor. 2002’de devraldığımızda durum daha da kötüydü ya. Ziraat Bankası'nın tarımsal kredilerinin tam yüzde 4’ı batık durumdaydı. Ödeyemiyordu çiftimiz; kolları sıvadık, yeni bir ödeme planı yaptık. Uzun vadeye yaydık, çiftçimiz işini döndürebilsin diye ilave kredi imkanlarını açtık ve bir yılda toparladık. İkinci yıl geldiğinde çiftimiz borcunun yüzde 99’unu tam ve gününde öder hale geldi. Çiftçimiz güçlendi, ekonomimiz güçlendi ve çarklar dönmeye başladı.

Şimdi ne yapacağız? Bu birikmiş borçların önce bir faizini sileceğiz. Borçları güncelleyip iki yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız ve bunu yaparken de faiz eklemeyeceğiz. Hani yeniden yapılandırırken faiz ekliyorlar ya bizde faiz maiz olmayacak yok. Ve ihtiyacı olana da yeni kredi açacağız. Eski borcunu yapılandır yeni ihtiyacın varsa gel kredi kullan diyeceğiz. Traktöre haciz, tarlaya haciz... Yok öyle bir şey. Ben tam 11 yıl Ziraat Bankası'ndan sorumlu bakan oldum, örneği yok. Traktöre haciz diye bir şey yok yapmadık hiç. Tarlasına, traktörüne haciz gelmişçiftçimiz o moralle nasıl iş yapacak ya o moralle nasıl üretim yapacak. Anlamıyorlar ama bilmiyorlar ya. Başka ne yapacağız? Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimize yüzde elliye varan oranlarda yem desteği vereceğiz. Tarımsal destekleri ekim döneminden önce açıklayacağız. Hasat döneminde de hemen ödemesini yapacağız. Şu anda biliyorsunuz bir yıl geriden geliyor hepsi. Daha çiftçimiz ekip dikmeden daha henüz kararını vermeden hangi ürüne ne destek alacağını önceden bilecek. Ona göre karar verecek. Hasatı aldığı anda da destek parası eline geçecek. Bir başka konu sulama. Sulamadaki zorlukların da acilen çözülmesi gerekiyor. Hiç vakit kaybetmeden sulama yatırımlarını tamamlayacağız. Eylem planımızı açıkladık. Dedik ki hükümetimizin ilk döneminde yani 5 yılda Türkiye'deki bütün sulama projelerini tamamlayacağız. Barajlar, göletler, irsale hatları, basınçlı, damlama sulama sistemleri, yağmurlama sistemi... Ne var ne yoksa 5 yılda bunların tamamını bitireceğiz, hesap ettik arkadaşlar. Topla topla Türkiye'deki bütün sulama projelerinin toplamı bir Kanal İstanbul parası etmiyor. Bu öncelik meselesi. Önceliğin rantta mı yoksa önceliğin toprakta mı? Benim önceliğim rant diyorsan inadına yapacağım diyorsan, Kanal İstanbul’u yapacağım diyorsan ayrı. Ama bizim önceliğimiz tarım olacak, toprak olacak. Bizim önceliğimiz çiftçimiz olacak. Böyle hareket edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, tarım bu ülke için bir aşk meselesi. Özellikle küresel ısınma, iklim değişikliğiyle beraber Türkiye'nin çok çok dikkat etmesi gereken bir alan. Avrupa'nın en geniştarım arazisine sahip olan bu ülkenin dışa bağımlı olması, çiftçilerimizin masraflardan gözünüaçamaması kabul edilebilir bir şey değil. Şu anda bilim dışı, akıl dışı kötü bir yönetimin ağır sonuçlarını her yerde olduğu gibi tarımda da maalesef yaşıyoruz. Maalesef görüyoruz ama bunların hepsi çözülür arkadaşlar. Hepsinin çaresi var. Şu anda zor günlerden geçiyoruz ama biz Türkiye'nin yüzünü umuda çevireceğiz. Ülkemiz için gecemizi gündüzümüze katmaya devam edeceğiz. Demokrasi ve atılım için durmadan, yorulmadan çalışacağız. Bunu hep beraber yapacağız.

Şimdi ben Osmaniye'ye soruyorum. Eşitlik için özgürlük için çalışmaya var mıyız? Refah için zenginlik için çalışmaya var mıyız? Adaleti, hukukun Türkiye’sini kurmaya var mıyız? Siz varsanız bizde varız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Osmaniye il kongremizin ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sağ olun, var olun.

24 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kilis İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN KİLİS MERKEZ İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Kilis il teşkilatımızın değerli başkanı, merkez ilçe teşkilatımızın değerli başkanı,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kilis merkez ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Kilis’teki bu ilk buluşmamızın böylesi bir coşkuyla gerçekleşmesinden çok mutluyum.

Sağ olun var olun.

*****
Kilis bir medeniyet şehri, Kilis bir kardeşlik şehri. Kilis'te çok değerli insanlar yetişmiş, ülkemize bu topraklara büyük katkıları olmuş. İşte bunlardan birisini çok kıymetli sanatçımız Alâeddin Yavaşça’yı dün kaybettik.

Devlete bağlı ilk konservatuarın kurucularından, musiki hayatımıza eşsiz katkıları olmuş değerli sanatçı Alâeddin Yavaşça’yı doğduğu topraklardan saygıyla anıyorum.

Mekânı cennet olsun, başımız sağ olsun.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz her alanda, pek çok krizi eş zamanlı yaşıyor.

Bugünkü iktidar durmadan sorunları büyütüyor.

Durmadan ülkeyi kötüleştirecek adımlar atıyor.

Durmadan yarınlarımızı karartacak hatalar yapıyor.

İstisnasız her alanda alınan yanlış kararlarla ülkemiz uçurumdan aşağı yuvarlanıyor.

Her fırsatta “ne yaptığımızı biliyoruz” diyorlar, ama, hiçbir şey bildikleri falan yok. Hiçbir şey bilmiyorlar.

O eskidendi. İşin ehli, düzgün insanların kadroda olduğu, herkesin kendi üstüne düşen görevi yaptığı ve memleketi topyekûn kalkındırdığı dönemler değil artık.

Başarılardan bahsetmek istediklerinde de hep eskilere gidiyorlar. Bizlerin ekonomi yönetiminin başında olduğumuz yılları anlatıyorlar.

Çünkü, biz ve bizim gibi arkadaşlarımız ayrıldıktan sonraki dönemlere ait anlatabilecekleri bir başarı yok. Bugüne dair ortaya koydukları bir başarı yok.

Hele hele, 2018’de tam ve tek yetkili cumhurbaşkanı olarak göreve başladıktan sonra, Erdoğan’ın şurada şunu başardım diyebileceği hiçbir şey yok.

İşte, iki gün önce Sayın Erdoğan çıkmış, enflasyonun ve faizin düşük olduğu yıllardan bahsediyor.

Bakın ne diyor?

Video-1 Erdoğan: “yüzde 7’ye enflasyonu düşüren kimdi? Biz düşürdük biz.

Faizi yüzde 4 buçuklara düşüren kimdi? Bizdik biz.”

Aynı müflis tüccar gibi alıyor eline defterleri karıştırıyor. Biz nerede, ne yapmıştık onları anlatıyor. ‘Yok, paradan 6 sıfırı attık.’ ‘Yok, faizi düşürdük.’ ‘Yok, enflasyonu düşürdük.’

Korkuyorum yakında ‘Orta gelir tuzağından ilk bahseden ben oldum’ diyecek. Korkuyorum ‘2012’de hukuk, eğitim gerekiyor, yoksa ekonomimiz kötüye gidecek diye ben anlatıyordum’ diyecek. Ben önce sakinleşmesini tavsiye ediyorum.

Hatırlatayım şimdi:

Paradan altı sıfırı; ehil kadroların, ortak aklın ve istişarenin yönetimde olduğu dönemde biz attık.

O günlerde bağımsız olan kurumumuz Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı ile ortak bir operasyonla gerçekleştirdik. Türkiye ilk benden duydu bunu, kendisi gazetelerden okudu.

Biz duyurduk, kendisi gazetelerden okudu.

Enflasyonu tek haneye, yüzde 6’ya, ehil kadroların, ortak aklın ve istişarenin yönetimde olduğu dönemde biz düşürdük.

Faizi yüzde 4,5’lara, ehil kadroların, ortak aklın ve istişarenin yönetimde olduğu dönemde biz düşürdük.

Ekonomi yönetiminin başında liyakatli, dirayetli, dürüst, aklı selim insanlar vardı.

Ha kendisi ne yaptı, faiz tek hanelerdeyken, bu ülkenin tertemiz bürokratlarına faizci dedi, faiz lobisinin adamları dedi, dış güçlerin maşası dediler. Hatta ve hatta onları vatana ihanetle suçladılar.

Niye? ‘Merkez Bankası benim sözümü dinlemiyor’ diyor ya. Tabii ki dinlemeyecek ya. Bağımsız kurum tabii ki sözünü dinlemeyecek çünkü bağımsız, adı üstünde. Yargı, tabii ki senin sözünüdinlemeyecek. Bağımsız. TÜİK, tabii ki senin sözünü dinlemeyecek, bağımsız. Senin sözünüdinleyen TÜİK'in ne yaptığını görüyoruz. Sözünü dinleyen TÜİK enflasyonu yüzde 21 açıklıyor. Şu salonda çarşıya pazara çıkıp alışveriş eden vatandaşlarımız, gerçekten enflasyon yüzde 21 diyebileniniz var mı? Öyle bir şey var mı? Ama sözünü dinleyen TÜİK gidiyor enflasyonu yüzde 21 açıklıyor. Onun için bağımsız çalışması gerekiyor. Hükümetler çuvallayınca bağımsız kurumlara talimatla iş yaptırması bütün dünya tarihinde sabit. Onun için bu kurumların bağımsız olması gerekiyor. Onun için bu ülke için doğrusu neyse bu kurumların onu yapması gerekiyor. Bakın ben buradan kendisine söylüyorum.

Sayın Erdoğan, enflasyonu, faizi biz düşürdük. Ama hepsini artıran sizsiniz. Faizi de siz artırdınız.

Arkadaşlar, şimdi tek tek bakalım. Kim ne yapmış, ülke ekonomisi kimlerin zamanında şaha kalkmış, kimlerin zamanında çuvallamış rakamlar çok açık.

Grafik-1 TCMB-politika faizi

Bahsettiği faiz, Merkez Bankası’nın politika faizi. Ne zaman 4 buçuğa düşmüş? 2013’ün mayıs ayında.

Sonra küresel krizle dalgalanmalar oluyor. Bu tür inişler çıkışlar olur Merkez Bankası faizlerinde. 5 sene 10 senelik periyotlarda. Bunu Avrupa Merkez Bankası da Japon Merkez Bankası da Amerika Merkez Bankası da indirir çıkarır. Herkes yapar. Şu inişler çıkışlar normal kabul edilebilir inişler çıkışlardır. Ama bakın dikkatinizi çekiyorum; geliyor, geliyor Merkez Bankasının faizi 2015 yılına 2016 yılına yani partili taraflı cumhurbaşkanının göreve başladığı döneme bakıyoruz. Merkez Bankasının faizi tek hane.

‘Ben tek yetkili Cumhurbaşkanı olacağım, bana destek verin. Faiz de enflasyon da nasıl düşürülürmüş görün’ dedi. 2018 seçimlerinde tek yetkili başkan olarak seçildi, iş başına geldi. O gün Merkez Bankasının faizi tek hane. Bunu unutmayalım. Bütün yetkiyi elinde toplayıp tek yetkili cumhurbaşkanı olarak göreve başladığı gün faiz tek hane. İyi dönemlerde değerli arkadaşlar.

Peki ekonomi yönetiminde kim var? İşini bilen, ortak akıl ve istişareyle karar alan bir kadro var. Bu arkadaşınız o kadronun başında oldu.

O yıllarda Merkez Bankası bağımsız çalışıyor. Para politikası kurulu bağımsız çalışıyor.

Evet, talimat vermeye kalkanlar oluyor, ama, biz önüne geçiyoruz. Yapamazsınız diyoruz. Bütün o baskılardan yorulan ekibimize de “siz işinizi layıkıyla yapın, doğru yoldan, haktan şaşmayın” diyoruz.

İşte bu sayede Merkez Bankası faizi %4,5 seviyesine kadar düştü.

Biz düşürdük diyor ya deminki videoda. O gün Merkez Bankası bağımsız ya talimatla düşmüyor ki. Ekonomi iyi olduğu için genel dengeler düzgün olduğu için enflasyon düştüğü için bütün faizler ile beraber Merkez Bankası'nın da faizi düşüyor. Düşürdük dediği 4,5 Merkez Bankası'nın bağımsız kendi düşürdüğü faiz dikkat edin. Hani dört buçuğa indi diye övünüyor ya sağ olsun bizim dönemin reklamını yapıyor; ondan memnunuz o ayrı. Ekonomi, ehliyetli ve liyakatli kadroların elindeyken güzel rakamları açıklıyor. Keşke ders alsa ama almıyor işte. O dönemde başarıları nasıl elde ettik bir baksa bir çağırsa o dönemin bürokratlarını ‘ya arkadaş bir anlatın enflasyonu nasıl tek haneye indirmiştik’ diye sorsa biraz öğrenir ama olmuyor.

Ben de şimdi biraz onun yaptıklarını anlatayım.
Erdoğan’ın “kitabını yazdım” dediği ekonomideki karnesini ortaya dökelim.

O çok istediği, uğruna ülkeyi ateşlere attığı, taraflı ve partili cumhurbaşkanlığı sistemi geldiğinde faiz kaç arkadaşlar? Yüzde 8.

Sonra Haziran 2018 geliyor. Eylül 2018. O zaman kim görevde, ekonomide kim var? Partili taraflı Cumhurbaşkanı var, akraba bakan var. El ele verip ekonomiye yön etmeye başlıyorlar ve faiz hızla artmaya başlıyor.

Bakın tam 6 yıl. Tek yetkili göreve geliyor, akrabasını bakan yapıyor. Merkez Bankasının faizi tam yüzde 24’e sıçrıyor. Önce 16 buçuk, sonra 17,75. 2018 Eylül’de yüzde 24. O gün Merkez Bankası artık laf dinleyen Merkez Bankası. ‘Laf dinlemiyordu başkan, onun yerine başkasını koydum’ diyor. Yani Merkez Bankasının laf dinlemeye başladığı dönemden bahsediyorum. Peki ne oluyor? Faiz iniyor, iniyor, iniyor tekrar yüzde 19. Bunların hepsi 3 yılda gerçekleşiyor. Bütün bu inişçıkışlar 3 yıllık partili taraflı cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde oluyor. O kadar iniyor çıkıyor ki yerinde durmuyor hiçbir şey. İstikrar yok.

Şimdi Erdoğan’a sesleniyorum.

Kim düşürdü diye sormuştunuz ya: Ben söyleyeyim: faiz bizim zamanımızda düştü, sizin tek yetkili olduğunuz dönemde yükseldi. Tablo açık.

Bir de arkadaşlar bütün bu grafik var ya Merkez Bankası'nın politika faizi. En son yüzde 14’teymiş. Eylülde başlıyor yüzde 19’dan yüzde 14’e. Hazinenin borçlanma faizini ağzına bile almıyor dikkat edin. Talimatla düşürdüğü faizden bahsediyor. Merkez Bankası'na sen talimat verip iş yaptırıyorsun da sana bağlı, bir de piyasadan her gün borç alan Hazine diye bir kurum yok mu? O sana direkt bağlı Hazinenin piyasa borçlanma faizlerinden niye bahsetmiyorsun? Bundan niye bahsetmiyorsun? Yok öyle. Hazinenin borçlanırken ödediği faiz, eylül’den bu yana %17’den %25’e çıktı.

Aynı dönemde bakın. Aldığı yüzde 19'dan yüzde 14’e talimatla indirdi ya. Faizi indirdim dediği Merkez Bankasının faizi. Gecelik, haftalık. Aynı dönemde bu ülkenin hazinesinin piyasadan borçalırken ödediği faiz tam yüzde 17'den yüzde 25'e çıktı. Üstelik bu bahsettiğim 5 yıl vadeli faiz. Hazine bugün borçlanıyor 5 yıl vade ile kendisini 5 sene bağlıyor. Bugün 100 lira borçlanıyor 25,25,25,25,25 ödüyor. Böyle bir faizden bahsediyoruz. Ben buradan soruyorum Erdoğan'a: Nass, acaba sadece senin talimatla indirdiğin Merkez Bankası faizi için mi geçerli? Acaba sana bağlı Hazinenin borçlanırken ödediği, bütün bu milletten vergi olarak toplayarak ödediği faizle ilgili bir nass yok muymuş diyorum. Varsa yoksa istismar. Bu milletin tertemiz dini duygularını istismar ediyorlar, bu milletin tertemiz milli duygularını istismar ediyorlar. Batırınca tek sarıldıkları ip o. Bu milletimizin inancı vardır, milli duyguları vardır hiç olmazsa ona sarılayım diyerek sadece bunlarla mı şu anda iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar? Çıkıp da Merkez Bankasının faizini düşürdüm diyor, ancak Hazine’nin borçlanma faizinden bahsetmiyor.

Hazinenin borçlanma faizi yüzde yirmi beş. Peki KOBİ’miz, küçük işletmemiz, ihracatçımız borçlanmak istediğinde bankalar kredi veriyor mu? Bu hafta yok. Niye? Dönüyorlar bankalara talimatla şundan fazla kredi faizi uygulamayacaksın diyorlar. Bankalarda ‘ya tamam ben o zaman vermeyeyim KOBİ’ye, nasıl olsa Hazine kuzu kuzu geliyor benden yüzde yirmi beş ile borç alıyor. Ben de Hazineye vereyim o zaman parayı’ diyor. Şu anda piyasada yaşanan bu. Rotatif krediler de bile yüzde 35'ler duyuyoruz. En sıkışık dönemde en çok ihtiyacı olan KOBİ’lerimiz gidiyor bugün yüzde %30,35 ile borçlanmak zorunda kalıyorlar.

Sayın Erdoğan niye bunlardan bahsetmiyor. Bildiği faiz sadece Merkez Bankası'nın gecelik, haftalık şu kısa vadeli faizi mi? Bir dönsün piyasaya baksın.

Yanlış uygulamaların, yanlış kararların piyasa faizlerini, Hazine faizlerini ne kadar yükselttiğinin farkında değil. Gerçekten ya habersiz ya da ondan bahsetmiyor. Ama ondan bahsetmemek şeffaflık değil ondan bahsetmemek doğruyu söylemek değil.

Her faizi indirdik dediği günde ne oluyor? Merkez Bankası'nın daha önceki dönemlerinde yaşadık. Hemen enflasyon artıyor. Eylül'den bu yana fiyatlar aldı başını gitti. Çarşıda, pazarda, markette ne var ne yok hepsine zam geliyor. Ve nihayetinde vatandaşımız kendi paramıza güvenmemeye başlıyor. Ne olur ne olmaz diyor.

Şimdi bir sonraki grafiğe geçelim.

Grafik-2 enflasyon

Bunlar her yılın sonundaki yıllık enflasyon. Mesela 2002’nin sonunda yüzde 29.75’miş. Sonra 18.36. Yıllar boyunca her yılın sonundaki enflasyon rakamını burada görüyorsunuz.

Ne diyor? “Enflasyonu yüzde 7 buçuğa indirdik” diyor.

Halbuki burada yüzde 6 var. Yani enflasyonun kaça indiğinden de habersiz. O ayrı bir şey ama ne yapıyor? Önüne koyuyorlar ‘ya efendim sizin zamanınızda enflasyon yediye, altıya düşmüştüonu bari söyleyin’. Dönüyor 2012'nin enflasyonundan bahsediyor, 2013'ün enflasyonundan bahsediyor. Bir de şu son yılların enflasyonundan bahsetsene. Tek yetkili, tek imzayla her türlükararı alabileceğin dönemdeki enflasyondan bahset biraz. Ama ne demişler işte... Müflis tüccar yine buluyor eskilerden bir şeyler onları anlatıyor.

Krizlerin ortağı Bahçeli'nin hükümette olduğu dönemde yani 2002 seçimlerinde Bahçeli'nin bıraktığı ekonomide enflasyon yüzde 29.75. Biz ise ta yüzde altılara düşürmüşüz. Hatta tek haneye 2004'te indirmişiz. Bakın 9.32. Tek hane.

Kararların ortak akılla, istişareyle alındığı, işini bilen ve liyakat sahibi kadroların ekonomi yönetiminde bulunduğu dönemlerde enflasyon düşüyor.

Ama belli ki dediğim gibi anlamıyor nasıl olduğunu da bilmiyor. Biz düşürmüştük diyor. Hadi tekrar düşür elini tutan yok ki. Kendisinin haberi yok, bilgisi yok. Yüzde 7 diyor aslında 6 rakam. Zaten bilmediği buralardan da anlaşılıyor çünkü işi yapan bir ekip var orada. Asıl burada alın teri olan bir ekip var, akıl teri olan bir ekip var. Bu başarının arkasında mimarlar var. Biz enflasyonu yüzde 7’ye değil, yüzde 6’lara düşürdük.

Tekrar sesleniyorum. Sayın Erdoğan eğer bu başarılar sizin eserinizse, buyurun tekrar yapın. Elinizi tutan mı var? Hadi düşürün enflasyonu, hadi düşürün Hazinenin borçlanma faizini. Bakın 2017,2018 partili taraflı cumhurbaşkanı başlamış yüzde 21. Sonra iniyor 11, 14 yine 21. Bu sene kaçla kapatacağımızı da bilmiyoruz.

Siz tek yetkili olarak ülkeyi yönetmeye başladığınızdan bu yana enflasyon çift haneye çıktı. Ve bir türlü tek haneye inmiyor. Bu kafayla da inmez. Asla inmez.

Rakamları ayarlama enstitüsünün, ayarlamak için çırpındığı, didindiği haliyle bile enflasyon iki hane. İnmiyor tek haneye.

Madem alanınız ekonomi, hadi buyurun yapın. Makyajlı verilerde bile enflasyon yüzde yirminin üzerinde.

Değerli arkadaşlar;
İşte görüyorsunuz. Böyle bir zihniyetin enflasyonu düşürme diye bir şansı yok.

Tam 34 yıl boyunca iki, üç haneli seyreden enflasyonu biz tek haneye düşürdük, biz. İki yılda tek haneye indirdik. Sonra paradan altı sıfır attık.

Hak yemeyin hak. Artık başkalarının hakkına girmeyin.

Kusura bakmayın da dünya alem, bu enflasyonla mücadele başarısının şeref madalyasını o günkü kadrolara takmış. Boşuna uğraşmayın.

Kötü yönetiminiz yüzünden bu seneyi makyajlı rakamlara göre bile yüzde 25- 30 enflasyonla kapatacaksınız.

Çarşıda sokakta ise yüzde 40, 50, 100 enflasyon var; herkes görüyor.

Gerçek enflasyonun ne olduğunu bizim çiftçimiz, esnafımız, emeklimiz, işçimiz, işsizimiz çok iyi biliyor.

Alışverişe çıkan vatandaşlarımız gayet iyi biliyor.

Önümüzdeki senenin enflasyonunu tahmin bile etmek istemiyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Karne bu. Faizde de enflasyonda da karne bu. Nedir bu karnenin özeti? Faizi tek haneye indirdik diyor, enflasyonu tek haneye indirdik diyor. Yanlış. Onu indiren ekip o günkü başarılı bir ekip. Kendi döneminde de çift haneye çıkmış. Hem enflasyon hem de faiz çift haneden de aşağıya inmiyor. Sonuç bu. Pazartesi akşamı ne yaptı? Şapkadan 1970 model bir tavşan çıkardı. Yaptığı bu. Hani faize karşıyım diyor ya şimdi artık faiz yerine kur farkını dolarla faiz verecek.

Ekonomiyi tepetaklak altüst edecek.
Birkaç gündür dolardaki hızlı düşüşten bahsediyorlar değil mi? Gerçekten inanılır gibi değil.

Bakın bunu açıkladı pazartesi günü yeni uygulamamız diye. O gecede kur aşağıya inmeye başladı. Benim de salı sabahı Polatlı Ticaret Odası'nda bir toplantım vardı. Açılışta da konuşmam vardı. Dedim ki “Akşamdan beri piyasadan, bankacılardan duyuyoruz. ‘Erdoğan konuştu, kur düştü’ densin diye yeni model daha uygulanmaya başlamadan Merkez Bankası, kamu bankaları yoğun bir döviz satışına başladı. Eğer böyleyse çıkın bunu açıklayın.” Salı sabahı konuşmamdaki ifadelerim bu.

Eğer doğruysa bunu çıkın açıklayın. Böyle aldatmaca olur mu ya? Devlet eliyle döviz kuruna manipülasyon yapılacak bir iş midir? Sen kararını açıklarsın o kararın etkisini piyasada görürsün. Ama kararı açıklarken gizli saklı, arka kapıdan sen milyarlarca döviz milyarlarca dolar satarak eğer sırf o havayı, algıyı oluşturmak için ‘Erdoğan konuştu, kur düştü’ dedirtmek için bunu yapıyorsan bu manipülasyondur. Açıkça söyle. Merkez Bankası niye ilan etmiyor, niye sattım demiyor? Daha sonra biz rakamları karıştıra karıştıra görüyoruz. Tutarlılık yok.

Daha geçtiğimiz hafta yeni modele geçtik, Çin modeli diyorlardı. Düşük faiz, rekabetçi kur diyorlardı. Düşük faiz, yüksek kur diyorlardı. Bu ihracata iyi gelecek oradan büyüyeceğiz diyorlardı. Ne oldu sizin modelinize ya? Şimdi de kur düştü diye seviniyorlar, işte başardık diyorlar. Bir önceki hafta kurun  yükselmesini, yüksek kuru model olarak Çin modeli diye anlatıyorlar ertesi hafta bak kuru düşürdük diye seviniyorlar. İnanın ne yaptıklarını bilmiyorlar ya. Şu arşivleri çıkarıp göstermesek, bunları anlatmasak bu vatandaşı aldatabileceklerini, kandırabileceklerini zannediyorlar.

Tabii kurdaki düşüş derken 11, 12'ye düşünce seviniyorlar. Hala 11’in üzerinde. Daha Eylül ayının başında 8 lira 30 kuruştu o kur. Eylülde bir süreç başlattılar hani Merkez Bankası'nın para politikası kurulunda 3 kişiyi daha attılar. Tamamen laf dinleyen, söz dinleyen, yüzde yüz itaat edeceklerini düşündükleri insanları koydular. O günlerde kur 8.30. Daha 3 ay önce 8.30. Bugün 11, 12'ye düşürdük diye büyük bir başarı gibi sunuyorlar. Neyse bunu geçelim de nasıl bunu nasıl yaptılar? Sonuçta bu hafta Merkez Bankası'nı daha da borca batırdılar. Yaptıkları bu. Hani vaktiyle keşfetmişlerdi ya doları düşürmek için gizli saklı yollarla Merkez Bankası'nın tam 130 milyar dolarını cayır cayır yakmışlardı. Sonuçta rezerv bitmişti de Merkez Bankası 50 milyar dolarla borca batmıştı. Aynı yaptıklarını bu haftanın başında pazartesi, salı günü de yaptılar. Şu anda Merkez Bankası kendisinin değil zaten borç aldığı dövizi satıyor. Kendi dövizini bile satmıyor. Bu borç kimin cebinden çıkıyor? Bu salondaki arkadaşlarımızın, ekranları başında bizi izleyen tüm vatandaşlarımızdan çıkıyor. Toplanan bütün bu vergileri cayır cayır yakıyorlar.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz pazartesi günü Sayın Erdoğan, mevduat hesabında Türk lirası bulunanlara dövize endeksli faiz ödeyeceğini açıkladı.

Daha doğrusu, bu milleti torunlarına kadar borca batırma planını açıkladı. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapma planını açıkladı.

Baktık, Erdoğan konuşurken dolar düşüyor. Normalde biliyorsunuz tersi olur, ağzını açsa yükseliyordu kur.

Hemen sorduk, soruşturduk. Zaten telefonlar yağıyor. Gizleyebildiklerini zannediyorlar. Ya milyarlarca dolarlık iş, sen neyi gizleyebilirsin? Gizleyebileceğini mi zannediyorsun?

Meğer Sayın Erdoğan konuşurken Merkez Bankası o dakikalarda arka kapıyı açmış, piyasaya rezerv satıyor.
Merkez Bankasının net döviz pozisyonu, iki günde 7 milyar dolar daha aşağıya düşmüş. Zaten eksiydi, 7 milyar dolar daha eksiye düşmüş. Baktık rakamlara, 7 milyar dolar kaybolmuş.

130 milyar doları cayır cayır sattıkları gibi pazartesi, salı günü 7 milyar dolar daha satmışlar. Bunu niye açıklamıyorsunuz? diye ben buradan soruyorum. Bu kurun düşmesi sizin açıkladığınız o 1970 model uygulama mı? Yoksa cayır cayır arkadan döviz satmanın sonucu mu? Bunu açıklayın da millet görsün, öğrensin. Çarşamba, perşembe neler yaptılar, hepsi ortaya çıkıyor. İstedikleri kadar gizli saklı yapmaya çalışsınlar. Çünkü rakamlar büyük. Minare kılıfa sığmıyor. Hatırlarsanız bu gizli saklı döviz satma işlerini ilk 2019'da başlattı bunlar. 2019 marttaki o yerel seçimlere giderken akraba bakan döneminde cayır cayır satmaya başladılar. Seçimlere gelirken sıfıra indirdiler Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonunu. Tabii o güne kadar her şey şeffaf olduğu için kimsenin aklına gelmiyor böyle bir cin fikir. Devletin Merkez Bankasının döviz rezervlerinin gizli kapaklı yollarla piyasaya el altından düşük kurla satılacağı akla gelecek bir şey değil. Bu kadar vurdumduymazlığı bir ülkenin cumhurbaşkanının ve akraba bakanın yapabileceği mümkün değil. Böyle bir şey yapmışlar, yaptılar. 130 milyar doları böyle yaktılar. Onu da düşürmek için milletin alın terini gözünün yaşına bakmadan arka kapıdan işlemleri o tarihte yaptılar. Alıştılar. Meydan meydan gezerek de milletimizle alay da ettiler. Hepsinin videoları var.

O seçimlere giderken açıklamıyorlar döviz sattıklarını. ‘Bak, çok iyi yönetiyoruz; görüyor musun kur düştü’ diyorlar. Böyle bir şey olamaz ya.

Sırf üç beş tane belediyeyi kazanmak uğruna, 84 milyonun alın terini, akıl terini, emeğini yaktılar da yaktılar.

Bizim dirhem dirhem biriktirdiğimiz, kuruş kuruş biriktirdiğimiz rezervleri yok ettiler.

O rezervleri tam da kötü günler için, ak akçe kara gün için lazım olur diye biz biriktirmiştik onları. Bağımsız Merkez Bankası'nın döneminde birikmişti o rezervler. Merkez Bankası bağımsız olmayınca cumhurbaşkanın emrine girince işte ne oluyor. Bir seçim uğruna cayır cayır o rezervleri yakabiliyor. Onun için Merkez Bankası'nın bağımsız olması gerekiyor. ‘Kusura bakma, elini süremezsin. Bu milletindir’ demesi gerekiyor. ‘Sen bir seçim uğruna bu dövizleri yakamazsın’ demesi gerekiyor Merkez Bankası'nın. Tam 130 milyar doları sattılar. Ne oldu kuru o günlerde 5, 6 seviyesinde bir süre tuttular bugün 11'lere düştü diye seviniyoruz.

Hem eldeki milletin parasını yaktılar hem kuru yükselttiler hem de ekonomiyi batırdıkça batırdılar.

Hem de yerel seçimlerde en önemli şehirleri kaybettiler.

Allah razı olmaz. Aldanan da olmayacaksın, aldatan da olmayacaksın. Dosdoğru olacaksın.

Seçime giderken kuru düşük göstermek için bu milletin alın teri olan o dövizleri cayır cayır yakarsan bir de büyük hesap var. Bu kadar ucuz değil bu işler. Olmaz. Doğruluktan ayrılmayacaksın. Şeffaf, açık bir şekilde söyleyeceksin. Ne yapacaksan söyleyeceksin.

Yani resmen dünya başarısızlık rekorunu kırmayı denediler.

Hani basketbolda vardır ya “triple-double”, peş peşe performans rekoru kırdılar. Yani her alanda çiftli çiftli. Enflasyon çift hane kurdaki artış çift hane ve faiz çift tane. Yaptıkları bu.

Bakın arkadaşlar, cumhuriyet tarihinde böyle bir şey yok.

İşte şimdi sadece 2 günde pazartesi, salı 7 milyar doları sattıkları Merkez Bankası'nın, piyasanın bilançolarından tak diye ortaya çıktı. Gizleyemezler hem de olmayan parayı satıyorlar ya. Merkez Bankası'nın zaten -50 milyar dolara inmiş rezervini. 120 milyar dolar para var diye gösteriyor ama aynı Merkez Bankası'nın dönüyorsunuz, bakıyorsunuz 160-170 milyar dolar borcu var. Kasadaki parayı gösteriyor ama defterde yazan borcu göstermiyor. Zaten borç aldığı dövizi satıyor. Ne uğruna? ‘Erdoğan konuştu, döviz indi’ desinler diye yapıyor bunu. Ve büyük başarı gibi sunuyorlar. Maalesef bu arka kapı döviz satışları madde bağımlılığı gibi bir şey. Kötü alışkanlıklar hani bağımlılık yapar ya. Yani her kötü alışkanlık böyle bağımlılık yapabiliyor tabii. Tam bağımlı oldular. Niye şeffaf, niye açık yapmıyorsunuz? Bu sizin babanızdan kalan miras değil. Bu devletin, milletin dövizi.

Bakım bizim dönemde, o başarılı dönemlerde 2015'e kadar, yani benim bakanlıktan ayrıldığım döneme kadar 13 yıl, Merkez Bankası’nın piyasa müdahalesinin hepsi web sitesinde ilan edilmiştir. Merkez Bankası piyasaya müdahale etti diye. 2002'den 2015'e kadar satış yönündeki müdahalelerin toplamı 8 milyar dolardır. Arkadaşlar 13 senede 8 milyar dolar topu topu. 13 senedir açık bir şekilde, şeffaf bir şekilde yaptığımız 8 milyar dolarlık müdahaleye bakın; iki günde gizli saklı 7 milyar dolarlık müdahale yapıyorlar. Rakamların büyüklüğüne, işin vahametine bakın.

Daha cumhuriyet tarihinin en büyük finansal skandalı olan 130 milyar doların akıbeti aydınlatılmamışken, bu sefer de 7 milyar doları gizli saklı sattılar.

Çarşamba, perşembeyi daha araştırıyoruz. Onların hepsinin rakamları gelecek, hepsi ortaya çıkacak. Gizleyebiliriz, saklayabiliriz sanıyorlar. Saklayamazlar.

Arkadaşlar, şahsi siyasi hesapları uğruna milletin parasıyla kumar oynayanlar kaybedecektir.

Bütün partiler içerisinde, genel başkan seviyesinde ilk kez biz DEVA Partisi olarak 130 milyar doları gündeme getirdik. Teknik çalışmalar yapılıyordu, bazı makaleler yazılmıştı ama bir partinin genel başkanı olarak ilk bu konuyu dillendiren ben oldum. Neredeyse 2 senedir soruyoruz ya bu döviz rezervini ne yaptınız diyoruz, kime sattınız, kaçtan sattınız, ne zaman sattınız, hangi usulle sattınız diyoruz. Bu 130 milyar dolar kayıp nerede diyoruz.

Erdoğan da çıkmış bir gün “pandemide kullandık” diyor, öbür gün “para yerinde duruyor”, bir başka gün “deprem oldu, kullandık” diye eveliyor geveliyor.

Son olarak, geçen gün ne demiş? “Rezervler düşerken ben yoktum, Cumhurbaşkanı’ydım” demiş.

Rezervleri 122 milyar dolara çıkarttık diyor. Merkez Bankası bağımsızken ‘rezervi ben çıkarttım’ diyor ama rezerv düşerken ‘ben yoktum, Cumhurbaşkanı’ydım diyor. Gerçekten nereden nereye geldiğini görüyorsunuz değil mi? İnsan hem kızıyor hem üzülüyor. Kendi diyordu ya nereden nereye diye gerçekten kendisi de nereden nereye geldi. Haberi yokmuş gibi yapıyor tabii yerseniz. Ama kimse yemiyor ya. Herkes dinlerken bu doğru mu değil mi diye ihtiyatlı dinliyor.

Sırf haberim yokken kuş dahi uçamasın diye tek yetkiyi eline almışsın, ne demek “ben yoktum.”

Oradaydınız, Beştepe’deydiniz, o koltukta oturuyordunuz.

Ufak tefek bir şeyden bahsetmiyoruz ya, tam 130 milyar dolar. Ne oldu diye merak da mı etmediniz?

Kabile devleti mantığıyla akraba bakan atandı ya çağırıp “ya oğlum, döviz rezervleri ne oldu, nereye gitti, yerinde duruyor mu?” diye insan hiç sormadınız mı?

Bilmemesi mümkün değil. Bilmemesi mümkün mü? İki sene sürüyor bu iş ya. 1 Ocak 2019'da başlıyor 2020'nin Eylül’üne kadar, biz bu işi mesele yapana kadar devam ediyor. Ne zaman ki biz çıktık mesele yaptık durdular. Ama bir baktık pazartesi tekrar başlamışlar. İşte diyorum ya madde bağımlılığı. Dürtüler tekrar bu alışkanlığı getiriyor.

Ben diyorum ki kendisine hiç böyle konuşmayın Sayın Erdoğan. Ben size doğrusunu söyleyeyim.

Asıl, biz rezervleri biriktirirken sizin haberiniz yoktu.

Çünkü siz başbakandınız. Bakanlar kurulundaki her bir bakan kendi işini yapıyordu. Merkez Bankası da bağımsızdı.

Rezervlerin yakılması ise, sizin tam yetkili olduğunuz, taraflı ve partili bir cumhurbaşkanı olduğunuz günlerde gerçekleşti.

Bu rezervleri siz yaktınız, oradaydınız. Hiç kimse sorumluluğu başkasına yıkmaya, kaçmaya kalkmasın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şu son günlerde gerçekten çok fazla üzülüyoruz. Yaptıklarında hiçbir tutarlılık yok. Üstelik artık bir millet kaygısı da yok. Geçen hafta asgari ücret açıklandı. Asgari ücret ilk defa Külliye’de açıklandı. Niye? %50 zam müjdesi verecek ya ‘ben yaptım, ben müjde vereyim’ diye. Olabilir, orada hükümetin arabuluculuk görevi var. Büyük bir müjde açıkladı ve açıklarken ne dedi? ‘Asgari ücretle doları mukayese ediyorlar, dolarla asgari ücret mukayese edilir mi? Burası Türkiye. Asgari ücret, Türk lirası cinsinden belirlenir’ dedi. Yani milyonlarca çalışan asgari ücretlimizi ve asgari ücrete endeksli biçimde maaş alacak milyonlarca işçimizin alın terini, bilek gücünü, emeğini ben dolara bağlayamam dedi. Bu hafta başında çıktı ne dedi? ‘Türk lirası mevduat sahibi olan vatandaşlarımızın kaygılarını anlıyorum ama merak etmesinler, biz onların mevduatını dolara bağlayacağız’ dedi. Nereden nereye... Siz o asgari ücretli işçilerimizin oylarıyla seçildiniz. Türk lirasıyla maaş alan, maaşı dolara, dövize bağlı olmayan emeklilerimizin oylarıyla seçildiniz. Bir iktidar bu kadar kendi tabanından kopabilir mi? Desteğiyle işbaşına gelmiş o sabit gelirli, dar gelirli vatandaşlardan bu kadar kopabilir mi? Bu kadar tutarsızlık olabilir mi? ‘Asgari ücrete gelince burası Türkiye, mevduat sahiplerine gelince kaygınızı anlıyorum; merak etmeyin, birikimlerinizi koruyacağız. Aradaki farkı ödeyeceğiz’. Yazık çok yazık. Büyük bir tutarsızlık aynı zamanda. Ama milletimiz bunların hepsini not ediyor. Bakmayın şu anda insanlarımızın sabırlı olduğuna, bakmayın sessiz bir şekilde olanı biteni izlediğine. Herkes seçim gününü bekliyor. Bütün bu olan biten, bütün bu saçmalıkların cevabını milletimiz İnşallah seçim günü sandıkta verecek. O 1970'lerde uygulanmış, ülkeyi batırmış, döviz kurunun 6 liradan 1 milyon 700 bin liraya çıkmasına sebep olmuş en önemli hatalardan birisi bu DÇM’ler. Dövize çevrilebilir mevzuat. Onu tekrar gündeme getiriyor. Rahmetli Özal, ‘Gençlere tavsiyemdir. Bir daha sakın memleketin başına böyle işler açılmasın, büyük bedel ödedik bu dövize çevrilebilir mevduat hesapları yüzünden’ diyor. ‘1970'lerde, 80'lerde ödediğimiz parayla 4000 kilometre otoyol yapabilirdik, binlerce fabrika açabilirdik, binlerce okul yapabilirdik. Çok büyük zarar etti milletimiz bu işten’ diyor. ‘Gençlere vasiyetimdir, aman bu ülkede bir daha böyle bir şey yapmasınlar’ diyor. Yazı 89. 2021 yılında Erdoğan çıkıyor yeni bir tedbirmiş gibi bunu uygulamaya başlıyor. Şu hale bakın. Hiç tarihten ders almıyorlar. Gerçekten bilmiyorlar, sorun o. Ama bilmediklerinin farkında değiller. Biliyoruz zannediyorlar. Onun için memleketin başı bir türlü bu sorunlardan çıkamıyor. Bütün bu sorun, problem birikecek, birikecek daha yüksek enflasyon ve nihayetinde daha yüksek döviz kuru olarak bu ülkenin başına büyük bir problem olarak gelecek. Maalesef üzülerek söylüyorum. Yalancı baharlar oluşturup arkasından bu millete, bu devlete büyük bedeller ödetecekler maalesef.

Bugün, sınır ilimiz Kilis’te değinmek istediğim bir konu da ülkemizdeki göçmen meselesi.

Sınırımızda yaşanan iç savaş nedeniyle çok sayıda Suriyeli şu anda ülkemizde.

Kilis özellikle kendi nüfusuna oranla en yüksek sayıda Suriyeliyi misafir eden bir ilimiz. Hatta kendi nüfusundan daha fazla sayıda Suriyeliyi misafir eden bir ilimiz. Gerçekten tarihte bunun örneği çok azdır. O insani reflekslerin ne kadar güçlü olduğu, o ekmeğini bölüşmek, eşyasını bölüşmek, sınır ötesindeki kardeşlerimiz sorunu yaşarken biz kayıtsız kalamayız demek ve bu yüzden atılan roketlerin hedefi olmak... Buna rağmen biz buradayız, gitmeyeceğiz diye bir duruş ortaya koymak... Gerçekten tarihe geçecek bir konu. Başka ülkelerin de ibret alması, ders alması gereken bir olay. Kolay bir iş değil. Takdir edilmesi gereken bir iş.

Fakat şunu da tespit etmek gerekiyor ki şu anda Türkiye’nin bir göç politikası yok.

Maalesef iktidar, bu meselede de yönetme sorumluluğunu taşımıyor.

Ne plan ne organizasyon ne uyum ne birlikte yaşamın gereklilikleri... Hiçbir konuda çalışma yok.

Ekonomik krizin derinleşmesiyle, göç ile gelmek zorunda kalanlarla vatandaşlarımız arasında gerilimlerin olduğuna şahit oluyoruz.

İnanın çok üzülüyoruz.

Bizim kültürümüzde evi yıkılana, kavgadan savaştan kaçana, düşmanlık olmaz. Bizim kültürümüzde sığınanı kovmak diye bir şey yok.
Üstelik uluslararası hukukta da böyle bir şey yok. Ne insanlığa ne hukuka sığar.

Ama bugünkü iktidar planlamayı yapmıyor. Avrupa’dan, Birleşmiş Milletlerden gelen parayı alıyor; gerekli o zihni emeği vermiyorlar. Geçenlerde bir göç çalıştayı yaptık. Her meseleyi masaya yatırdık ve yakında güzel bir eylem planı açıklayacağız.

Bu insanlar nerede kalacak, nasıl çalışacak, kayıt dışı çalışmalarının, haksız rekabet yapmalarının önüne nasıl geçilecek, vatandaşlarımızla uyumlarını sağlamak için neler yapılacak; hiç plan program yok.

Ülkemiz için öncelikle derhal bir ulusal göç politikasına ihtiyaç vardır. Şu anda öyle bir politika yok. İnsan odaklı ve ülkemizin menfaatine dayalı bir program uygulanmalıdır. Gerçekçi, insani, bütüncül, kapsayıcı ve katılımcı bir politika izlenmelidir.

Çözüme öncelikle Suriye’den başlamak gerekiyor. Türkiye, Suriye’de artık sorunun değil, hızla çözümün parçası olmalıdır. Suriye’de barışın ve istikrarın sağlanması için Türkiye’nin gayret göstermesi gerekiyor.

Can güvenliği riskini ortadan kaldıracak adımlar atılmalı ve ardından Suriyelilerin ülkelerine güvenli ve gönüllü dönüşünün zemininin hazırlanması gerekiyor. Zorlamayla bu iş zor. Geri dönüşü zorlayamazsınız ama teşvik edebilirsiniz.

Toplumsal gerilimlerin artmaması için önemle bu konunun altını çiziyorum.

Ülkemiz zengin ve özgür bir ülke olmak için her türlü alt yapıya, akla, insan gücüne sahip.

Kimse bu kötü yönetimin faturasını ülkemizde yaşayan Suriyelilere veya yabancılara yıkmaya kalkmasın. Ortadaki tüm sorunların sebebi de sorumlusu da bellidir.

Ve bu meselenin çözümü için öncelikle Suriye’de barışın sağlanmasına katkı sağlayan, itibar sahibi bir dış politika anlayışının yerleşmesi kaçınılmazdır.

Bunun için de Türkiye’de topyekûn bir yenilenme lazım. Hem yönetenlerin hem de yöneten zihniyetin değişmesi şart.

Ve inanın o günler çok yakın. Sayılı gün çabuk geçer. Seçim günü geldiğinde bu millet iradesini ortaya koyacak. Artık iktidara ayrılan sürenin artık sonuna geldik. Müsait bir yerde inecekler.

Uluslararası itibarımızı güçlendireceğimiz, tüm dünyanın gıptayla baktığı Türkiye çok yakın arkadaşlar, çok yakın. Yaptık yine yaparız demiyorum. Yaptık çok daha iyisini yaparız diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi;

Kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, Eşitlik için adalet için yola çıktı.
Şimdi Kilis’e soruyorum:

Eşitlik için, adalet için çalışmaya var mısınız arkadaşlar?

Hak ve özgürlüklerin, doyasıya yaşandığı bir Türkiye için var mısınız?

Adaletin, hukukun Türkiye’sini kurmaya var mısınız?

Siz varsanız, biz de varız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin deva’sı var, Kilis’in deva’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Sağ olun var olun.

 

 

 

 

 

 

22 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 5. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Hatırlarsanız, geçen hafta bugün, burada, bu kürsüde bir hususa işaret etmiştim. İnatla, ısrarla hatalı kararlar alan iktidarı önceden uyarma vazifemizi yerine getirmiştim.

Ne demiştim? “Hükümetin, iç piyasada dövize endeksli borçlanmak için hazırlandıklarını duyuyoruz” demiştim.

“Bir ülkenin hazinesi, kendi vatandaşına el alemin para birimiyle borçlanır mı?” demiştim. Yerlilik, millîlik bu değildir demiştim.

Ama gördük ki Beştepe’nin kulakları tüm ikazlarımıza sağır. Maşallah akılla, bilimle hiç vakit kaybetmiyor.

İnanın ne yaptıklarını da bilmiyorlar.

Sisli, puslu bir havada direksiyonu sürekli sağa sola çeviren bir otobüs şoförü gibi ülkemizi uçuruma sürüklüyor.

Önceki gün, akşam akşam başımıza sözüm ona yeni bir icat çıkarttılar. Adına da “kur korumalı TL vadeli mevduat” dediler. Tabii ki döviz kurunun daha düşük seviyelerde olması iyi bir şeydir. Ancak bu uygulamanın önce adını da doğru koymak gerekir. Öyle teknik tabirlerle falan değil sonuçları itibarıyla bu uygulamanın adını doğru koymak gerekir.

Bu yeni uygulamanın adı, “Bu milleti torunlarına kadar borca batırma planı”dır.

Peki bu plan ne anlama geliyor?

Şu anda iktidar, mevduat sahibi olan, servet sahibi olan bir kesime diyor ki, “Gidip dolar almayın, parayı Türk lirasında tutun. Dolar ne kadar artarsa, o farkı size vereceğiz.”

Peki, o farkı nereden verecekler? Hazine’nin veya Merkez Bankasının kasasından. Yani bu milletin vergilerinden o kur farkını ödeyecekler.

Diyor ki “Aynı döviz almışsınız gibi olacak. Hiçbir şey değişmeyecek. Kur ne kadar artarsa artsın, aradaki farkı size aktaracağız.”

Türk lirasının, artık bir güven unsuru olmadığını itiraf eden bir yönetimle karşı karşıyayız.

Kendi ekonomisine güveni, Amerikan parasıyla sağlamaya çalışan bir yönetim zihniyeti bu. Her şeyi dolara, dövize bağlıyor.

Bu ülkenin Hazine’sini, Merkez Bankası’nı, kendi vatandaşına “döviz kuruna bağlı” bir biçimde borçlandırarak, yarınlara ipotek koyan bir gözü dönmüşlüktür. Aynı zamanda bir çaresizliktir.

Hazine, Merkez Bankası ne demek? Sizin, bizim hepimizin vergisi demek.

Hazine, Merkez Bankası ne demek? Çocuklarımızın, torunlarımızın bile alın teri demek, gelecek nesillerin ödeyeceği borç demek.

Sonuç itibarıyla, devletin vatandaşlarından topladığı vergiler, kurdaki yükselişi karşılamak üzere mevduat sahiplerine aktarılacak diyorlar. Model bu.

Mevduat sahiplerini kur artışı karşısında korumak için, bunun tüm maliyetini, vergisini ödeyen halka yüklüyorlar.

Yaptıkları işin tanımı özetle bu. Akıl alır gibi değil. Bakın arkadaşlar,

Mevcut durumu, böyle teknik detaylar üzerinden değil de basitçe anlatmak gerekirse, şunu söyleyebiliriz:

Önceki akşam ne olmuştur, biliyor musunuz? Sayın Erdoğan, aslında bir faiz artırımı kararı almıştır.

Ve aldığı artırım kararının herhangi bir limiti yok. Döviz ne kadar artarsa o kadar vereceğim diyor. Dipsiz bir kuyu.

Niye? Çünkü Türk lirası faizine, kur farkını eklerseniz, nihayetinde ödeyeceğiniz faiz, bunların toplamından oluşur. Banka mevduatının faizi 20 mi diyor, kur eğer 40 artarsa ben sana 40 faiz vereceğim, yüzde 50 artarsa kur, 50 faiz vereceğim diyor.

Geldiğimiz noktada ekonomik tablo apaçık ortadadır. Kur riski olduğu gibi milletimizin sırtına yıkılmıştır. Bu milletin alın terine yıkılmıştır.

Bunun adı da kendi tabirleriyle tam da faiz lobisine çalışmaktır. Bunun adı, kendi tabiriyle dış güçlerin maşası olmaktır.

*****

Huzurunuzda Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum.

Buradan sesleniyorum, çünkü çevresinde doğru ile yanlışı ayırt edebilecek kimsenin kalmadığını görüyorum.

Kendisinin doğru ile yanlış arasında muhakeme yapamadığını da ülkem adına üzülerek gözlemliyorum.

Buradan kendisini tekrar uyarmayı bir görev addediyorum.

Sayın Erdoğan, bu girdiğiniz yol, yol değil. Sizler gelip geçicisiniz ama bu ülke kalıcıdır. Bu ülkenin vatandaşları kalıcı. Bunu öğrenin artık.

Siz ve ortaklarınız zaten yolun sonuna geldiniz diye “bizden sonra tufan” diyerek sorumsuzca hareket edemezsiniz.

“Nasıl olsa gidiciyim, şöyle bir denerim, olmazsa da gelecek yönetime enkaz devrederim” diyerek, ülkeye böylesine bir kötülük yapma hakkınız yok sizin.

Türkiye’ye yeni bir hikâye sunamıyorsunuz artık. Tek yapabildiğiniz şey, ülkemizi 40 sene, 50 sene geriye götürmek. Başka bir şey değil.

Bu ülkeye dayattığınız politikalar, o eski istikrarsız Türkiye’nin, yoksul Türkiye’nin politikalarıdır.

*****
Değerli arkadaşlar,

Niye bunu söylüyorum bakın.

Hani 1970’li yıllarda “dövize çevrilebilir mevduat”, yani “DÇM hesapları” vardı ya. Bu yeni icat da hemen hemen aynısı. Şapkadan çıkarta çıkarta sonunda 1970 model bir tavşan çıkarttılar.

Millet uzaya gidiyor, Mars’a uzay aracı gönderiyor. Her konuda teknoloji hızla ilerliyor. İktisat ilmi de ilerliyor. Bizimki 1970’e gidiyor. Kafa bu kafa. Zihin bu zihin.

Geçmişten ders almayı da bilmiyorlar. Bakın şimdi size eski tarihli bir haber göstereceğim.

  1. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal, 1989 yılında bu DÇM’ler hakkında ne demiş?

Görsel 1 - Özal küpuru

Turgut Özal: “İnşallah gençlerimiz bundan ders alır. Bir daha böyle hesapsız kitapsız hatalar yaparak, gelecek nesilleri zor taşınan yük altına sokmaz. 84- 89 arasında bu ödemeleri yapmasaydık aile başına herkese 1 milyon TL para ödeyebilirdik. 9 bin ilave okul, 900 orta boy fabrika, 500 hastane ve 4 bin km otoyol daha yapardık. 100 bin insan iş sahibi olabilirdi. İşte geçmişin hatalarının bir topluma ne kadara mal olduğunun basit bir bilançosu budur.”

Özal’ın sözleri bunlar. Rahmetli Özal, “Hesapsız kitapsız hatalar yapmayın” diye uyarmış. Hatalardan ders alınması gerektiğini söylemiş. Demiş ki “İnşallah gençlerimiz bundan ders alır.”

Demiş ki “84-89 arasında bu ödemeleri yapmasaydık aile başına herkese 1 milyon TL para ödeyebilirdik. 9 bin ilave okul, 900 orta boy fabrika, 500 hastane ve 4 bin km otoyol daha yapardık. 100 bin insan iş sahibi olabilirdi.”

Bunu ta 1989’da söylüyor bakın. 1989’da söylediği o 1970’lerin hatalı uygulamalarının bu ülkeye ödettiği bedele işaret ediyor. Bunlar da Sayın Erdoğan da aynı o 1970’lerde yapılan rahmetli Özal’ın şikâyet ettiği, bu ülkeyi batırdı dediği uygulamaları 2021 yılında bu ülkeye tekrar getiriyor. Olay inanın bundan ibaret.

Ders almıyorlar, bilmiyorlar. Bilmediklerini de bilmiyorlar. Bilene de sormuyorlar. DÇM yıllarını bilen çok sayıda iktisatçı var Türkiye’de. Çağır öyle 10 tane iktisatçıyı, çağır 20 tane iktisatçıyı, saçlarına ak düşen insanlar bunlar. Her şeyi görmüş geçirmiş insanlar. Ya bir sor. Eskiden DÇM diye bir uygulama vardı, bunun sonuçları ne oldu, fayda mı zarar mı getirdi diye bir sor. Yıllarca bu ülkenin bedel ödediği bir uygulamayı getiriyorsun, 50 sene sonra bu ülkeye tekrar dayatıyorsun. Yeni model diye sunuyorsun. Ülkeyi uçuracak diye bu milleti aldatmaya çalışıyorsun. Gerçekten yazık.

Ders almak ne kelime, bunlar belli ki, rahmetli Özal’ın “hesapsız kitapsız hata” dediği yola girmiş durumdalar.

Arkadaşlar, 40 sene önce, 50 sene önce denenmiş ve büyük bir fiyaskoyla sonuçlanmış bir uygulamayı Türkiye’ye tekrar getirdi bunlar.

İnanın akıl alacak gibi değil.

Zaten, hep söylüyoruz, bunlar ülkeyi, akılla, bilimle yönetmiyorlar diyoruz. Allah’ın verdiği aklı kullanmıyorlar diyoruz.

1967’de DÇM uygulaması başladığında kur 9 lira. Sadece DÇM ile kalmıyor, bir sürü yanlışlar. Enflasyonu azdırıcı bir sürü yanlış uygulamalar var. 2002’de kur 1 milyon 700 bin liraya dayanıyor. 9 liralık dolar kuru geliyor 1 milyon 700 bin liraya dayanıyor. Bu yolun sonu o. Bu yolun sonu hiper enflasyon ve döviz kurunu tutamamak. 1970’ten 2004’e kadar bu ülke tam 34 yıl boyunca iki, üç haneli enflasyon dönemi yaşadı. Enflasyon yılda yüzde 80, yüzde 120, yüzde 150... Bunları yaşadık ve 34 yıl boyunca böyle gitti. Aynı o DÇM uygulamalarının olduğu yıllar bunlar işte. Farklı yıllar değil. DÇM ve bir sürü yanlış işlerin uygulandığı yıllar. Türkiye’nin bataklıktan bir türlü çıkamadığı yıllar. Yeni model diye getirdikleri bundan ibarettir.

Ne olacak biliyor musunuz? İleride Erdoğan’ın ve ortaklarının bu yaptıklarını inceleyenler de değerlendirenler de rahmetli Özal’ın aynı sorularını soracaklar.

Diyecekler ki: “Kur farkı ödemeleri için Hazine’den transfer edilecek parayla kaç milyon işsiz Türkiye’de iş sahibi olurdu?”

“Kaç bin tane fabrika kurar, kaç okul, kaç hastane yapardık” diyecekler. Bugünkü bu yanlışuygulamanın sonucu birkaç sene sonra bu devlet, bu millet ağır bedeller ödeyecek. Ve geçmişe doğru muhasebe yaparken 2021 yılının aralık ayında Erdoğan ve ortağı Bahçeli, öyle bir adım attı, öyle bir yanlış karar aldı ki bu millet çok büyük bedeller ödedi diyecekler. Bu söylediklerim kayıtlarda. Arşivler hiç yanıltmıyor. Hepsi kayda giriyor. Üzülerek söylüyorum ki 2021 yılının aralık ayının arşivlerine bakıldığında hem Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin bu yanlış kararları görülecek hem de bizim buradan DEVA Partisi olarak yaptığımız bu değerlendirme ve uyarılar görülecek. Diyecekler ki, ‘Ya keşke Erdoğan o gün Demokrasi ve Atılım Partisi’nin, Ali Babacan’ın dediklerini yapsaydık da büyük bir batağa keşke girmeseydik diyecekler. Tarih bunu inanın yazacak. Hep beraber göreceğiz.

Tüyü bitmemiş yetimin sırtına bindirdiği bu yük, inanın umurunda değil. *****
Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz gerçekten her alanda büyük zorluklar yaşıyor. Şu düştü dedikleri döviz kuru 14, 13’e düşünce biliyorsunuz yandaş medya bayram yapıyor. Erdoğan bir konuştu kur düştü diyorlar ya düştü dediğiniz kur hala 13-14’lerde geziyor. Eylül ayının başında dolar kuru 8 lira 30 kuruştu. 8 lira 30 kuruştan 13-14’lere artış ne demek? %50, 60 artış demek. Sadece 3 ayda dolar kurunun %50-60 artmış olmasına mı siz seviniyorsunuz? Bunu mu vatandaşa başarı diye sunuyorsunuz ya? Son bir haftada evet kurdaki düşüş olumludur bunu kabul etmek gerekir ama bu düşüşün çok ağır bir maliyet olarak vatandaşımızın sırtına bineceğini bugünden biz söylüyoruz, uyarıyoruz.

Bir başka önemli konuya geleceğim arkadaşlar. Gerçekten bu hükümet çok büyük tutarsızlıklar içinde. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Attıkları adımların toplumsal dengeleri nasıl bozduğunun, zengin ve fakir arasındaki uçurumu nasıl artırdığının ya farkında değiller ya da artık gideceklerini anladıkları için bambaşka işlerin derdindeler.

Şu anda ülkemizin neredeyse yarısı yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşıyor. Ülkemizdeki asgari ücretli çalışan sayısı, toplam çalışan nüfusun yarısı civarında.

Avrupa’nın en düşük asgari ücreti bizde. Bakın Erdoğan daha bir hafta önce diyor:

Video 1- Erdoğan “Yani yok "geçmişte dolar şuydu ve doların o olduğu dönemden hesabı dolar üzerinden yaparak şu anda asgari ücreti tespit etmek gerekir" gibi yaklaşımlar, bir defa, bu ülkenin şu andaki çalışan-işveren, bu noktadaki istismarından başka bir şey değildir. Bunlara sormak lazım: sizin geçmişinizde, acaba siz Türk lirasının olduğu bu ülkede dolarla mı çalıştırıyordunuz bu insanları? Veya avroyla mı çalıştırıyordunuz bu insanları? Bu tür spekülatörlüğe gerek yok.”

Bunu ne zaman söylüyor, bakın asgari ücretin açıklandığı gün söylüyor. Hem de Külliye’de söylüyor. Normalde asgari ücret, işçi işveren arasındaki pazarlıkla biter; hükümet kararını alır. İlk defa Külliye’de büyük bir müjde gibi sunuyor. Asgari ücreti net 4 bin 250 lira yaptık diyor. Asgari ücret dolara mı bağlandı, bizim paramız Türk lirası diyor. Ne diyor? “Asgari ücreti neden dolarla, euroyla kıyaslıyorsun” diyor, değil mi?

Bir hafta sonra pazartesi akşamı ne diyor? Derler ya hani mürekkebi kurumadan ne söylüyor dinleyelim.

Erdoğan: “Tasarruflarını değerlendirirken kurdaki yükselişten kaynaklanan kaygılarını gidermek isteyen vatandaşlarımıza yeni bir finansal alternatif sunuyoruz. Dövizin muhtemel getirisine, Türk lirası varlıklarda kalarak ulaşılabilmesini sağlayacak bu yeni araç şöyle işleyecektir: insanlarımızın bankadaki Türk lirası varlığının mevduat kazancı, kur artışından yüksekse bu getiriyi elde edecek. Ama kur getirisi mevduat kazancının üstünde kalırsa, aradaki fark doğrudan vatandaşımıza ödenecek...”

Asgari ücretliye gelince “dolarla mı çalıştırıyorsunuz bu insanları” diyor. Varlıklı insanların parası söz konusu olduğunda “mevduatı dolara, euroya, sterline bağlayacağız” diyor.

Kurdaki yükselişten kaynaklanan kaygılarını gidermek isteyen vatandaşlarımız için güzellikler yapacağız diyor. Ya bu ülkede kurdaki yükselişten kaygılanan sadece mevduat sahibi mi? Kur yükselince A'dan Z'ye her şey zam geldiğini, iğneden ipliğe her şeyin fiyatının arttığını bilmiyor musunuz? Kaygınız sadece bankada parası olanın kaygısı mı?

Asgari ücretliye gelince dolarla mı çalışıyorsunuz diyor; varlıklı insanların parası söz konusu olunca da mevduatı olanları dolara, euro'ya, sterline bağlayacağız diyor. Yaptığı bu. İnanın bunlar artık siyasi açıdan da ne yaptığını bilmiyor. Ya siz iktidara geldiyseniz öncelikle bu ülkedeki asgari ücretlinin, emeklinin, sabit gelirlinin, dar gelirlinin desteğiyle iktidara geldiniz. Bankada yüksek mevduatı olan insanların desteği sizi iktidara getirmeye yetmez.

Asgari ücretliye gelince “doları karıştırma” diyor, bankadaki milyonluk Türk lirası mevduatına gelince, “tamam ben sana dolara göre faiz vereceğim” diyor.

Bu mu yerlilik bu mu millilik? Bu mu yoksuldan yana olma, bu mu gelir dağılımını düzeltmek? Adalet mi ya, ben soruyorum bu mu adalet?

İnsanları kandırmaya gelince “nass” diyor, “faize karşıyım” diyor, varlıklı insanlara gelince “dolarla faiz veriyoruz” diyor. Dolar ne kadar artarsa o kadar faiz vereceğim aman kaygılanma diyor.

Bakın toplu sözleşmeler daha geçtiğimiz ay yapıldı.

Ne yaptılar? Memurların, kamu çalışanlarının maaşlarını TÜİK’in o makyajlanmış Türk lirası enflasyonuna bağladılar.

Emeklilerimizin maaş artışları, yine Türk lirası enflasyonuna bağlı.
Geçen hafta asgari ücret belirlenirken ne dediler? “Dolara hiç bakılır mı” dediler.

Şimdi de tuttular, “mevduat sahiplerinin bankalardaki Türk lirası hesaplarını dolara, avroya bağlayacağız” dediler.

Aylardır tekrar ediyorum:

Bugünkü iktidarın planı, projesi, ekonomi modeli: Yoksulu daha yoksul, varlıklıyı ise daha varlıklı yapmaktan ibaret.

Bugünkü ekonomik model, dar gelirlilere “aç kalın, açlığa razı” olun demek. Varlıklılara da dönüp ”sizin servetinizi döviz olarak koruyacağız” demek.

Bu kadar net.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın sizlerle bir veri paylaşmak istiyorum. Daha iki gün önce açıklanan Hazinenin borç rakamını paylaşacağım.

Biz yönetimden ayrıldığımızdan beri, 2015’ten bu yana, Hazinenin borcu tam dört kat arttı.

Görsel-2 hazine borç stoku

2015'te biz ayrıldığımızda Hazinenin borcu 678 milyar. Son açıklanan, iki gün önce açıklanan rakam 2 trilyon 708 milyar. Eski parayla 2 kentilyon 708 katrilyon. Düşünebiliyor musunuz? Grafiğe bakalım. Bu borç üzerinde faiz olan borç. Buna Hazine faiz ödüyor, Hazinenin borcu. Şuna dikkat çekiyorum bakın. Bu 2.708 olan rakam var ya daha bir ay önce bu 440 milyar daha azdı. Üzerine 440 daha eklendi ve Kasım sonu itibarıyla Hazinenin borcu tam 2 trilyon 708 milyara çıktı. Henüz gelecek sene ödenecek faiz, o faizi ödemek için piyasadan borçlanacak rakam da üzerine binmemiş durumda.

Sayın Erdoğan bunlardan hiç bahsetmiyor. Görmezden geliyor. Saklamaya çalışıyor. Neymiş? Faizle mücadele ediyormuş.

Hep diyorum ya, “mış gibi” yapmak, bu iktidarın bir düsturu haline geldi. Yine mış gibi yapıyor.

Bu nasıl mücadele ya? Mücadele dediğiniz, Merkez Bankasının politika faizini piyasaya borç verip de aldığı faizi yüzde 19’dan 14’ indirirken, Hazinenin borçlanma faizini %17’den %25’e fırlatmak mı?

Şu anda yaptıkları bu. Eylül başında Türkiye Cumhuriyeti'nin Hazinesi yüzde 17 ile borçlanıyordu şu anda yüzde 25 ile borçlanıyor. Üstelik bu 5 yıl vadeli borç. 5 yıl. Merkez Bankası'nın piyasaya borç verip de aldığı faiz gecelik, haftalık ama Hazinenin ödediği faiz bir kere borçlandı mı borçlanma vadesine göre. Bu bahsettiğim yüzde 25, 5 yıl borçlanma vadeli faiz. Yani Hazine bugün 100 lira borçlanıyorsa tam 5 yıl boyunca 25,25,25,25,25 faiz ödeyecek demek. Bugünden bu ülkenin beş yılını yüksek faize mahkûm etmek demek. Nass yok mu acaba? Nass, Merkez Bankasının faizi için nass da Hazinenin borçlanma faizi için nass yok mu acaba?

Bunu herhalde çıkıp kendisinin anlatması lazım çünkü bu ifadeleri kullanan biz değiliz. Biz dinimizin kutsallarını asla günlük siyasete malzeme yapmayacağız diyerek bu yola çıktık. Dinimizin kutsallarını her Allah'ın günü kendi siyasetine malzeme yapan Erdoğan'ın kendisi. Onun için bu konuyu açıyorum, onun için soruyorum. Merkez Bankası'nın faizi ile ilgili nass var da Hazinenin faizi ile ilgili nass yok mu diye soruyorum. Faizle mücadele edeceğim diyor. Haberiniz var mıdır ki; şu anda KOBİ'lerin piyasadan, bankalardan kullandıkları kredinin faizi %30,35'lere çıktı. Bugün eş dost, ahbap, tanıdık varsa bir sorun. Küçük çaplı, orta boyutlu işletme sahibi olan insanlara sorun. Sen bugün bankaya gitsen kredi alsan yüzde kaç faiz ödeyeceksin diye sorun. %30 35’lerde ve bunların hepsi son 3 ayda oldu. Son 3 ayda fırladı gitti böyle. Yüzde 20 mertebesinden %30,35’lere fırladı. Merkez Bankasının faizini yüzde 19'dan 14'e düşürdüğü dönemde KOBİ’lerin bankalardan, piyasalardan borç aldığı kredinin faizi aynı dönemde %30,35 lira çıktı. Bizim esnafımızın, çiftçimizin, küçük işletmelerimizin ödediği faiz ile ilgili acaba bir nass yok mu ben burada Erdoğan'a sormak istiyorum.

Mücadele dediniz, TL mevduat hesaplarını Amerikan dolarına bağlayıp, kur farkını üstleniyorsunuz.

Allah aşkına siz mücadele falan etmeyin.

Her “faizle mücadele ediyorum” dediğinizde daha da fazla faizci oluyorsunuz. Farkında değil misiniz?

İşte hesap ortada. Merkez Bankası bankalara borç verirken %14 faiz uygulayacak, ama Hazine, aynı bankalardan borç alırken tam %25 faiz ödeyecek.

Sırf Merkez Bankasına inatla yaptırdığınız faiz indirimi yüzünden ülke battıkça batıyor. Tabii ki biz faizlerin düşmesinden yanayız ama faizlerin topyekûn düşmesinden yanayız.

Hep söylüyoruz, faiz talimatla düşmez. Faiz ancak güvenle düşer, güvenle.

Piyasaya güvenle, hukukla rota çizmek yerine, hiçbir gerçekliği olmayan tezinizi dayattığınız için ülke batıyor.

1960'larda 70'lerde uygulanmış büyük bir fiyaskoyla, hezimetle sonuçlanan modelleri tekrar yeni bir model gibi bu ülkeye getirdiğiniz için bu ülkenin ekonomisi düzelmiyor.

Değerli arkadaşlar, bir rakam daha vereceğim. Çok enteresan. Mecliste görüşülüp tamamlanan bütçeye bakın. Tarımsal desteklerin toplamı 25 milyar TL. Tarıma hükümetin ayırdığı bütçenin tamamı 25 milyar lira. Aynı bütçedeki faize ayrılan rakam tam 240 milyar TL. Orta vadeli programda 290 milyar koymuş durumdalar. Peki gelecek senenin bütçesi olan 240 milyar neye göre hesap edildi? Hazine'nin faizi %17 iken o bütçe meclise gönderildi, döviz kuru 8,30 iken o bütçe meclise gönderildi. O bütçenin faiz hesabının tutması mümkün mü? Hazinenin faizi %17'den %25'e sıçramış. Döviz kuru 8,30’dan 13,14’e çıkmış, 240 milyarlık faiz ödeneğinin yetmesi mümkün değil. Muhtemelen 300 milyara doğru gidecek o rakam. Faizin ve dövizin seyrine bağlı olarak muhtemelen en az 300 milyara doğru gidecek.

Siz halkın ödediği vergilerden, 2022 yılında tam 240 milyar TL faiz ödeyeceğim diye bütçe yapın, ondan sonra halka dönüp “faizle mücadele ediyorum, nass var” deyin.

Siz bunu ancak külahımıza anlatırsınız.

Varsa yoksa milletimizin tertemiz dini duygularını, milli duygularını istismar etmek.

Başka bir şey yaptıkları yok.

*****

Değerli arkadaşlar,

Hastalığı kabul etmezseniz ve doğru teşhis koyamazsanız, doğru tedavi de uygulayamazsınız. Önce sorunu tespit etmek, sorunun adını bir koymak gerekiyor.

Türkiye ekonomisinin uzun vadeli en önemli sorunu yüksek enflasyondur.

Bunu, Türkiye’de enflasyon oranlarını, tam 34 yıl sonra, tek haneye düşüren ekibin başındaki bir arkadaşınız olarak söylüyorum. 1970’ten 2004’e kadar bu ülkede enflasyon iki, üç haneli oldu. Biz aldık bunu 2004 sonunda kendi yönetimimizin hakim olduğu iki yılda bunu tek haneye indirdik.

Ehliyetle, liyakatle, istişareyle, akılla yazdığımız bir başarı hikayesinden aldığım güçle bunu söylüyorum.

Enflasyon sorunu çözülmeden, Türkiye ekonomisi düzlüğe çıkamaz, çıkamaz.

Bunu anlamıyorlar.

Enflasyon ne demek? Şişirmekten geliyor. Balonun şişmesi gibi. Enflasyon her şeyin sürekli rakamların şiştiği bir dönem demek. Fiyatlar şişiyor, arkadan maaşlar şişiyor. Ne oluyor daha sonra? Fiyatlar tekrar şişiyor, arkadan maaşlar tekrar şişiyor. Bitmiyor. Bu iş, kötü yönetimin, aklın ve bilim dışı yönetimin, Allah'ın verdiği aklı kullanmamanın sonuçları. Bunu yaşadı bu ülke. Tekrar tekrar aynısını mı yaşatmaya çalışıyorsunuz.

Pazartesi günkü kabine toplantısı ardından yapılan açıklama ile, kurda belli bir miktarda düşüşsağlasa da şu anda yaşanan ve gösterilmeye çalışılan tam bir yalancı bahar. Başka bir şey değil.

Yapısal ve kalıcı adımlar atılmadıktan sonra, güven sağlanmadıkça, ekonomik göstergelerin iyiye gitmesi, enflasyonun düşmesi, Türk liramızın istikrara kavuşması mümkün değil.

İlgili taze bakan dün akşam “herkes rahat dursun” demiş ama vatandaş rahat duramıyor. Bir de gıdıklama kelimesi mi ne kullanmış. Ya Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanı, Maliye’nin, Hazine’nin başında. Seviyeye bakın.

Kusura bakmasın, sabit gelirli bir vatandaşımıza “sen en fazla enflasyon altında ezilirsin” diyen, pazardan taneyle sebze almanın ne demek olduğunu bilmeyen birinin lafına kimse bakacak değil.

Kendi servetini, bu ülkenin alın teriyle geçinmeye çalışan insanlarının enflasyon karşısında ezilmesinden daha büyük bir mesele zanneden kişinin “rahat durun” demesiyle vatandaşlarımız rahat duramıyor.

*****
Değerli arkadaşlar,

Türk lirasına güvenceyi Amerikan dolarıyla vermek o ülke ekonomisine güven duymayı sağlamaz.

Tek bir gerçek var: Vatandaşımızın satın alım gücünü artırmadan ekonomi düzeldi diyemeyiz.

2021 yılında biz büyük bir enflasyon yaşadık mı? Bunu bir yaşadık, maaşlar bir eridi. Arkadan maaşları şimdi enflasyona yaklaştırmaya çalışıyorlar. Asgari ücret belirlendi, ilk açıklandığı gün söyledim; bugünden bu eriyecek dedim. 2022 yılı boyunca maaşlar sürekli eriyecek, satın alma gücü sürekli düşecek. Ondan sonra 2022 yılının sonunda tekrar o eriyen maaşı telafi etmeye çalışacaklar ama her an maaşlar fiyat artışlarının arkasından gelecek. Yani fiyatlar önden koşacak maaşlar arkadan yakalamaya çalışacak ama sürekli fiyat artışı önden maaş geriden gelecek. Öyle bir dönem yaşıyoruz şu anda. Bu ne demek? Sürekli olarak satın alma gücünün düşmesi demek.

Şu anda artık tencereler boş, tencereler. Buzdolapları boş. Bu durumdayken, yalancı bahara aldanmak, Allah korusun daha büyük felaketlere sebep olabilir. Gerçeği görmek zorundayız biz. Onlar gerçeği anlatmasalar da biz burada anlatacağız.

Bu yaşadığımız ülke, bizim birkaç sene evvel mutlak yoksulluğu bitirdiğimiz ülke. Aklımız almıyor. 6 senede batırdılar bu ülkeyi.

Fiyat istikrarının hiçbir öneminin kalmadığını, dünya aleme ilan ettiler. Ülkemizi göz göre göre kronik yüksek enflasyon dönemine soktular.

Allah korusun; yanlışta ısrar, yanlışta inat, güzel göstermeye çalışıp arkadan ülkeye yıllarca, on yıllarca sürecek bir yük yüklemek, daha doğmamış bebeklere yazık etmek demek.

Gerçekten çok üzülüyoruz. Ama çaresiz olmadığımızı da biliyoruz. Tek bir çaremiz olduğunu da biliyoruz.

Türkiye ekonomisinin içine düştüğü hastalığın tek tedavisi nedir biliyor musunuz?

Hukuktur, hukuk.

Yapılacak şey çok basittir: Siz hukuka uyun, insanların hak ve özgürlüklerini sınırlandırmayı bırakın, bakın ülke nasıl düzelmeye başlıyor.

“Anayasa manayasa tanımam” mantığını yok edin, bakın neler oluyor ülkede. İşini iyi yapan ve liyakatli insanları göreve getirin. Merkez bankası, TÜİK gibi

kurumları bağımsız bırakın, sonra izleyin ekonomi nasıl toparlanıyor.

Hukuka uymadan, adaletle, akılla hareket etmeden, liyakate önem vermeden, anlık alınan kararlarla, değil ülke ekonomisi, bir bakkal dükkânı dahi yönetemezsiniz.

En küçük işletmede dahi, hukuku çiğnerseniz zararlı çıkarsınız. En köklü kuruluşlarda bile aklı selimi bırakırsanız, batarsınız.

Ama bu iktidarın hukuku uygulamak gibi bir kapasitesi kalmadı. Artık o sınırı çoktan aştılar.

İktidarlarını hukukla sınırlandırmayanlar, hukukun kendilerine çizdiği sınırları aştılar.

Geçenlerde kabile devleti gibi yönetiyorlar dedim. Baktık internette hukuk devletinin en çok kullanılan karşıtı kabile devleti. Eğer hukuk devleti değilse karşılığı olarak kullanılan ifade kabile devleti. Eş dost, akrabaları devlet kadrolarına doldurmak, hukuku hiçe saymak, Anayasayı tanımam, uyumam demek... İşte bütün bunlar bu ülkeyi maalesef kabile devleti haline getirdi.

Evrensel değerleri, temel hukuk ilkelerini eğer siz yok sayarsanız ülkeyi içinde bulunduğu bu durumdan kurtaramazsınız asla.

Kendilerini tüm yasalardan üstün görüyorlar. Düşünün ki, anayasada tanımlandığı şekliyle, göre devletin en üst kademesinde yer alan kişi rahat rahat “Anayasa mahkemesi kararına uymuyorum, saygı duymuyorum” diyor.

Tepeden tırnağa hukuku çiğnemeyi bir huy haline getirdiler.

Türkiye’yi hukuksuzluk diyarına çevirip, ekonomimizi batırdıktan sonra, yeni hayal satmaya çalışanlara bu milletin tahammülü yok.

Sayın Erdoğan’ın hikâyesinin sonu geldi arkadaşlar. Bu şarkının nakaratı bitti.

*****

Yeni bir başlangıcı da DEVA partisi ile başlattık, devam ediyoruz.

Gür ve çok sesli bir şekilde söyleyeceğimiz yeni şarkıları DEVA Partisi kadroları yazacak.

Ben buna canı gönülden inanıyorum. Bu yolculuğumuzda yalnız olmadığımızı çok iyi biliyorum.

Bizler, bu ülkenin haysiyetli insanlarıyla beraber el ele verip, mevcut iktidarın yıktığı her şeyi en kısa sürede onaracağız.

Tüm hukuksuzlukları, adaletsizlikleri tek tek gidereceğiz.

Akılcı politikalarla, adil yöntemlerle, liyakatli kadrolarla bu ülkenin ekonomisini zamanında nasıl iki kere kurtardıysak, bir kere daha ayağa kaldıracağız.

2001 krizinden, Bahçeli faiz sarmalından, otoriter günlerden nasıl çıktıysak, yine halkımızın desteği ve Allah’ın izniyle bu kötü günleri de atlatacağız.

2008-2009 krizini nasıl atlattıysak bunu da yine aşacağız.

Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum. Katılımlarınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

 

21 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Polatlı Ticaret Odası Ekonomk İstşare Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
POLATLI TİCARET ODASI EKONOMİK İSTİŞARE TOPLANTISI KONUŞMASI

Polatlı Ticaret Odası’nın çok değerli başkanı, Organize Sanayi Bölgelerimizin değerli başkanları,

Ticaret Odamızın ve Organize Sanayi Odamızın çok değerli yönetim kurulu üyeleri,

Değerli meclis üyelerimiz,

Değerli çiftçilerimiz, esnafımız, sanayicilerimiz,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Ve Polatlı Ticaret Odamızın düzenlemiş olduğu bu ekonomik istişare toplantısına hoş geldiniz diyorum.

Bugün Polatlı Ticaret Odası’nda, ekonomi gündeminin en sıcak olduğu bu günde kıymetli bir toplantı gerçekleştiriyoruz.

Özellikle son 3 aydır, ekonomide can yakan hatalar nedeniyle büyük bir krizin içinden geçerken, dün akşamki açıklamalarla bambaşka bir gündem oluştu Türkiye’de.

Sayın Erdoğan’ın dün akşamki açıklaması ile vatandaşlarımızın -çok doğal olarak- kafası epey bir karıştı.

Çünkü açıklamayla eş zamanlı olarak döviz kurlarındaki yükseliş duruldu ve döviz kuru bir miktar aşağıya indi.

Tabii herkes soruyor. ‘Ya ne oldu, niye oldu, ne olacak?’. Gerçekten dün akşamdan bu yana bütün Türkiye ciddi bir merak ve kafa karışıklığı içerisinde.

Burada öncelikle birkaç tespit yapmamız gerekiyor.

Birincisi, doların düşmesi vatandaşlarımızı sevindirdiyse de unutmayalım ki, şu anda dolar kurunun düşmüş hali dahi, eylül ayının başındaki kur seviyesine göre çok daha yüksek. Yani bir bakıma ölümü gösterip sıtmaya razı olma gibi bir durumla karşı karşıya kaldık. Onu bir tespit etmek lazım.

Daha eylül ayının başında dolar kuru 8,30 idi. 12,13’e düştü diye şu an seviniyoruz. Düşmesi iyi mi iyi. Ama daha söyleyeceklerimiz var.

Birinci bu tespit; yani eylül başına göre hala en az yüzde 50 artmış. Daha yüksek seviyede döviz kuru.

İkincisi, cumhurbaşkanının açıklamalarıyla eş zamanlı olarak, kamu bankalarının yoğun bir şekilde döviz sattığı konuşuluyor. Yani, “Bak işte Erdoğan konuştu, kur düştü” algısının yaratılmaya çalışıldığıyla ilgili çok kuvvetli iddialar var. Bankacılar bunu daha iyi biliyor, izliyor.

Eğer, bu doğruysa, ‘Bak cumhurbaşkanı bir konuştu, döviz düştü’ dedirtmek için kamu bankaları cayır cayır bu dönemde döviz satıyorsa bunu da birilerinin çıkıp açıklaması gerekir. Bankacılar arasından yoğun bir şekilde dün gece ve bu sabah bunlar konuşuluyor.

Üçüncüsü, açıklanan yeni kararlar, döviz kurunu kısa vadede, bir nebze olumlu etkilese de ileriye doğru Hazinenin ve Merkez Bankasının yükümlülüklerini olağanüstü artıracak.

Açıklanan mevduat garantisi metodu, kamu yükünü artıracak, Hazinenin borcunu artıracak.

Vatandaşlarımızın kafası karıştı biliyorum. Ekonomi ile içli dışlı olmayan herkesin kafası karıştı. Çünkü ortada oldukça tehlikeli bir oyun var. Ben çok basit bir dille anlatayım:

Biliyorsunuz, son haftalarda, bankalardaki toplam mevduatın %60’dan fazlası döviz cinsinden mevduat olmuştu. Yani bankada vatandaşımızın toplam yüz lira parası varsa bunun yüzde 61,62, ta 65’e kadar çıktı döviz cinsinden.

Dün gece açıklanan bu kararla, geri kalan mevduatın, yani Türk lirası mevduatın da getirisinin, dövizdeki artışa eşitlenmesinin önü açılmış oldu.

Yani vatandaşlarımıza diyorlar ki, sen paranı Türk lirasında tutsan da sanki döviz tutuyormuşsun gibi biz seni kazandıracağız diyorlar. Eğer Türk lirasına aldığın faiz döviz kurundaki artışın altında kalırsa aradaki farkı biz kapatacağız diyorlar. Kur ne kadar artarsa artsın, kur farkını sana ödeyeceğiz diyorlar. Dünkü açıklamanın özü bu.

Sonuçta, bugünkü döviz kurunu düşük gösterirken, ilerideki kur artışının bedelini de şimdiden Hazineye ödetmenin hazırlığını yapmış durumdalar.

Peki bu kur farkını bu ülkenin Hazinesi nereden ödeyecek? Vatandaşlardan toplanan vergilerle ödeyecek.

Bu nedir, biliyor musunuz, bu ülke ekonomisini tam bir dolarizasyona götürmektir. Bu uygulama, nihayetinde, para politikasının etkisini sıfırlar. Zaten yüzde 35’e,40’a düşmüş Türk lirası mevduatını da dövize endeksleyerek artık bankadaki paraların tamamının Türk lirası değil döviz ya da dövize endeksli para birimlerine dönmesi demek.

Bakın, önemli bir nokta daha var:

Sayın Erdoğan ‘Ben talimat verdim faizi düşürdüm’ diyor. Nas diyor. Sayın Erdoğan, Merkez Bankasının politika faizini %19’dan %14’e düşürmekle, yani 5 puan düşürmekle övünüyor değil mi?

Ancak aynı dönemde, Hazinenin borçlanma faizi tam 8 puan arttı ve %17’den %25’e çıktı. Ülkedeki riskler yükselince enflasyon beklentisi yükselince Hazinenin borçlanma faizi yükseldi. Merkez Bankasının faizi 5 puan düştü, Hazinenin borçlanma faizi 8 puan yükseldi.

Yani bu ne demek? Merkez Bankası bankalara borç verirken %14 faiz uyguluyor şu anda, ama aynı devletin Hazinesi, aynı bankalardan borç alırken şu anda %25 faiz ödüyor. Yani düşünün devletin iki kurumu değil mi? Biri Merkez Bankası biri Hazine. Merkez Bankası borç verdiği paradan aldığı faizi 19’dan 14’e düşürdü. Bankalara yüzde 14 ile borç veriyor; aynı devletin Hazinesi aynı bankalardan yüzde 25 ile borç alıyor.

Bu salondakilerin çoğu bir şekilde iş hayatının içinde. Ya çiftçi üretiyor ya sanayici üretiyor ya esnaf alıyor, satıyor. Bu mantıkla, bu kafayla gelsinler şurada Polatlı’da bir bakkal dükkânı açsınlar; inanın 3 ayda batırırlar, beceremezler. Böyle devlet yönetilir mi? Madem yüzde 14 ile borç veriyorsun  Merkez Bankası olarak senin Hazinenin niye yüzde 25 ile borç almasına izin veriyorsun? Hadi onu da bir talimatla düşürsün de görelim. Hiç bahsetmiyor dikkat edin. Hazinenin borçlanma faiziyle ilgili tek kelime ağzından çıkmıyor. Faizle mücadeleyi sadece Merkez Bankasının faiziyle mücadele diye sunuyor insanlara.

Sayın Erdoğan nas diyor ama, ben merak ediyorum, Merkez Bankası faizi için nas var da Hazinenin ödediği faiz için nas yok mu acaba?

Değerli arkadaşlar,

Tekrar etmek gerekirse, dünkü açıklama ile vatandaşa şunu diyorlar: “Gidip dolar alma, paranı Türk lirasında tut, ben sana garanti veriyorum, dolar ne kadar artarsa sana o farkı vereceğim.”

Öte yandan, hatırlarsanız, geçen hafta çarşamba günü ben bunları öngörerek bir açıklama yapmıştım.

İç piyasada dövize endeksli borçlanma için bunlar hazırlanıyorlar demiştim.

Bir ülkenin Hazinesi, kendi vatandaşına borçlanırken, başka bir ülkenin para birimiyle borçlanır mı? Böyle bir şey olabilir mi? Bununla ilgili uyarmıştım.

Biz kendi ekonomi yönetimimiz döneminde bu tür borçlanmayı sıfırlamıştık. Önceki dönemden kalan borçlar vardı; onları ödedik ve sıfırladık. Dedik ki; bir ülkenin Hazinesi kendi vatandaşından borç alırken başka bir ülkenin para birimini kullanmamalı dedik. Hani hep millîlik, yerlilik diyorlar ya bu nasıl millîlik, yerlilik ben anlamıyorum. Bankalarda zaten yüzde 60,65’e çıkmış döviz mevduatı, öte yandan Türk lirası mevduatını da sen dövize endeksleyeceğim diyorsun e ne oldu? Bu senin millî ve yerli bankacılık sisteminin tamamıyla dövize endeksli bir mevduatla çalışması hangi millîlik, hangi yerlilik anlayışına sığıyor. Bunu çıkıp da anlatmaları lazım. Üstelik en önemli ekonomi yönetimi aracı olan para politikasının etkisini de sıfırlayacak bir yola sokuyorlar maalesef Türkiye’yi.

Böyle onur kırıcı bir şey olamaz.
Peki, böyle işlemlerle ekonomi iyileşir mi? Mümkün değil.

Kendi parasını değersiz gören, yabancı para ile güven vermeye çalışan bir yönetim ayakta kalamaz.

Kalamaz. Kalamayacak.

Çünkü devletin kasasını, Hazineyi, kendi vatandaşına dövize endeksli bir biçimde borçlandırmak, bu ülkenin yarınlarını ipotek altına almaktır.

Biz liyakatli ve dürüst kadrolarla işin başındayken, ortak akıl ve istişare ile yönetirken, Hazinenin iç piyasadaki dövize endeksli borçlanmasını sıfırlamıştık.

Hele hele böyle mevduat döviz garantisi vermek falan aklımızın ucundan bile geçmezdi. Yoktu böyle şeyler.

Ama hükûmet, 70li, 80li yılların bu kötü uygulamasını geri getirdi. O yıllarda vardı bunlar.

O yılları hatırlayanlar bilir; “Çoklu kur uygulamaları”, “Dövize çevrilebilir mevduat hesapları” yani “DÇM” hesapları şunlar bunlar vardı. Bunlar ama 70,80’li yıllar.

Dün akşam açıklananlar, tam da o yılların uygulamaları.

Arkadaşlar bunlar, eskinin istikrarsız Türkiye’sinin, yoksul Türkiye’sinin politikalarıdır.

Hatırlayın, 1970’lerde yollarda bol bol “Hacı muratlar” dolaşırdı. 1980’lerde “Doğanlar”, “Şahinler” gezerdi yollarda. Ve sıraya girilirdi, sonra alırdın arabayı.

Dün açıklanan kararlar, Türkiye’yi Hacı Muratların, Şahinlerin, Doğanların dönemine geri döndürmüştür.

Özü budur.
Bunu da ambalajlayıp, iyi bir şey gibi sunuyorlar.

Aslında bu açıklananlar bir bakıma “doğan görünümlü şahin” satışından başka bir şey değildir.

Değerli arkadaşlar,

Açıklanan bu kararlar, örtülü bir faiz artırımıdır. Adını koymadan faiz artırımı. TL faiz oranlarını talimatla düşürüp, vatandaşın TL faizinin çok üstündeki kur artışı beklentisinin, garanti yoluyla karşılanacağını söylemek, örtülü bir faiz artırımından başka bir şey değildir. Sen Türk lirası faizini al garanti bu cebinde üzerine ben sana döviz farkını ödeyeceğim diyor. Döviz farkı, Türk lirası faizine eklendiğine ne oluyor? Gerçek Türk lirası faizi, nihai faiz, o Türk lirası mevduatının üzerindeki faizin kur farkının eklenmiş şekliyle toplamıyla oluşan gerçek, nihai faiz haline geliyor.

Zaten algı operasyonu yapmak, yapıyor muş, ediyor muş gibi yapmak bu iktidarın sıradan bir uygulaması haline gelmiştir.

İşin özünü düzeltmiyorlar. Bir yanlışı bir başka yanlışla düzeltmeye çalışıyorlar. Bir yanlış varsa bunu bir başka yanlışa düzeltemezsiniz. Döneceksiniz o yaptığınız yanlış ne ise onun doğrusunu yapmaya çalışacaksınız.

Özetle yapılan şudur:
- Merkez Bankasının aldığı faiz talimatla indirilmiş,
- Hazinenin ödediği faiz 8 puan artırılmış,
- Mevduata kur artışı garantisi vererek örtülü faiz artırımına gidilmiş ve - Ortaya çıkacak kur riski Hazinenin sırtına yıkılmıştır. Olan budur.
Bu kendi tabirleriyle “Faiz lobisine çalışma”nın en açık halidir.
Bu kararlar gelir dağılımını bozan, eşitsizliği artıran kararlardır.

Bundan faydalanacak olan, bankada mevduatı olanlar, geliri ve serveti yüksek olan insanlardır.

Bu kararların faturasını, çalışanlarımız, çiftçilerimiz, esnafımız başta olmak üzere dar ve sabit gelirliler öderken, kararların getirisinden az sayıda yüksek gelir ve servet sahipleri yararlanacaktır.

Öngörülebilir ve güvenilir bir yönetim olup, piyasaların kendi içinde düzgün çalışmasını sağlamak yerine, piyasayı bozup, bozduğu piyasada oluşan riskleri Hazineye transfer etmenin acı tecrübelerini hem Türkiye kendi geçmişinde yaşamıştır hem de dünyada pek çok ülke yaşamıştır.

Şu anda olan ve önümüze gelecek olan da maalesef bunun yeni bir örneğidir.

Zaten bu hükûmet, hep benden sonrası tufan anlayışıyla hareket ediyor. Nasıl olsa ilk seçimlerden sonra ben olmayabilirim. Öyleyse faturayı benden sonra gelen iktidara bırakayım, şu anda bir olumlu rüzgâr estireyim, bunun faturasını da gelecek nesiller ödesin... Kalan dönemimizde nasıl yalancı bir cennet/ferahlama havası oluşturabilirim zihniyetiyle adımlar atıyor.

Sayın Erdoğan’nın son dönemlerde sık sık bahsettiği“ düşük faiz-yüksek kur”, “rekabetçi kur” söylemi, yani övünerek gündeme getirdiği yeni ekonomik model daha bugünden iflas etmiştir.

Bu söylemin “düşük faiz” bacağı yapılan örülü faiz artırımıyla çökmüştür. Garanti yoluyla kuru düşürmek, sabit tutmaya çalışmak ise “yüksek kur”

bacağından da vazgeçildiği anlamını taşımaktadır.

Değerli arkadaşlar,

Şunu hiçbir zaman unutmayalım:

Hukuka uymadan, akılla bilimle hareket etmeden, liyakate önem vermeden anlık kararlarla, değil ülke ekonomisi, bakkal dükkânı dahi yönetilmez.

En küçük işletmede dahi, hukuku çiğnerseniz zararlı çıkarsınız. En köklü kuruluşlarda bile rasyonaliteyi bırakırsanız, aklı selimi bırakırsanız, batarsınız.

Sayın Erdoğan’ın yaptıkları bu ülkenin ekonomisini tam bir bataklığa sürüklüyor.

Neyse ki bizler, doğruyu işaret etmekten vazgeçmeyeceğiz. Vatandaşlarımızın aldatılmasına müsaade etmeyeceğiz. Her daim olanı biteni vatandaşlarımıza bütün açıklığıyla paylaşacağız. Çünkü bizler ne aldanan ne de aldatan olamayız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Son birkaç senedir ülkemizde yaşadıklarımız güçlü bir devlette görülecek şeyler değil.

Hele hele son dönemde bize müjde diye söylenenler, bu iktidarın siyasetinin artık tükenmekte olduğunun göstergesi.

Bir ülkede asgari ücret bir anda eriyip bitti ya.

%50 zam yapıldı ama o bile işe yaramayacak. Asgari ücretin açıklandığı anda itibaren o asgari ücret erimeye başladı. Aralık ortasında açıklandı; ocak sonunda ödenecek. Alım gücü hızla eriyor. Ülkemizde öyle bir enflasyon var ki, asgari ücrete %50 gibi ciddi oranda yapılan bir zam dahi kurtarmıyor. Bu asgari ücrete yapılan zam geçmiş enflasyonun telafisi. Geçmiş enflasyonla ilgili bir telafi çabası. O da TÜİK’in açıkladığı makyajlanmış enflasyonun telafisi. Gelecekle ilgili asgari ücret hiçbir şey söylemiyor. Aralıktan itibaren önümüzdeki aylarda ocak, şubat, mart; bu ayların yüksek enflasyonu gelecek asgari ücretten bir parça koparacak. Her ayın enflasyonu bir parça koparıp gidecek. Mart sonu geldiğinden bir bakacağız ki bu yüksek asgari ücret artışının en az yarısı erimiş gitmiş.

Vatandaşımızın cebindeki para eriyor. O yüzden bir anda yüzde 50 zam yaptılar, ama yetmedi, yetmeyecek. Alım gücümüz gittikçe düştüğü için bu zam da yetmeyecek.

Bunlar hep o yüksek enflasyonlu dönemlerin hastalıkları. Yıllarca yaşadık. Bu ülkede 34 yıl enflasyon iki haneli, üç haneli oldu. 1970’ten 2004 yılına kadar, 34 sene bu ülkenin vatandaşları sürekli yüksek enflasyon altında ezildiler. Bunların hepsini yaşadık. O dönemlerde ne olurdu? Enflasyon yüksek maaş artışları yüksek. Enflasyon çıkar yüzde 60,70 maaş artışı gelir 60,70,80. Kur her sene katlaya katlaya gider; bunların hepsini yaşadık. Zaten enflasyon terimi nereden geliyor? Şişirmek anlamına gelir. Yani enflasyon dönemi her şeyin, fiyatların da maaşların da şiştiği ama işin özünde satın alma gücünün de düştüğü dönemdir. Ülkenin sürekli yoksullaştığı bir dönemdir. İşte şu anda Türkiye yeniden kronik yüksek enflasyon dönemine girmiştir.

Bir ülkede dolar kuru, sekiz yukarı, beş aşağı zikzaklar çizer mi? Şu son bir ayda yaşadıklarımız... Dünyada örneği yok, böyle bir şey yok. Kurun bir gecede 18’e çıkıp ertesi sabah 11,12 olması tekrar 13,14’ü görmesi... Böyle bir şey yok. İstikrar diye bir şey bırakmadılar ülkede. Gerçekten kendi paranız güçlü ise, ekonominiz güçlü ise bu olmaz. Dengesiz bir artış da olmaz, dengesiz bir piyasa da olmaz.

İnanın bu memleketi çalkalaya çalkalaya yayık ayranına döndürdüler.

Biz yönetimdeyken senelerce 1 lira 2 lira bandında gezdi dolar. 2002’de devraldık, 2002’nin ortalama döviz kuru 1 buçuk. 2008’e geldik, ortalama döviz kuru 1,30. Altı sene geçmiş, 1 buçuktan başlamış, 1,30’a. Diyorlar ki ama ihracat. Aynı dönemde de ihracat 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıkmış. Rekabetçi kur diyorlar, o dönemdeki ihracat artışını sağlasınlar da görelim bakalım. İhracatçı aynı zamanda bu ülkede döviz borçlusu. İhracatçı aynı zamanda yatırımcı. Bu kadar belirsizliğin olduğu, kurun bu kadar çalkalandığı, Hazine faizlerinin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede yeni yatırım olur mu? Yeni yatırım olmayınca üretim, ihracat artar mı? Mümkün mü? Tam 6 yıl boyunca 2002’den 2008’e ben Dışişleri Bakanı olana kadar o dönem de dolar kuru 1 buçuktan yavaş yavaş iniyor çıkıyor 1,30’a. Aynı dönemde 2002’deki 36 milyar dolarlık ihracat 2008’de çıkıyor 132 milyar dolara. Nasıl oldu bu? Bunların model model diye dayattıkları geleceğe dair sadece bir hayal. Benim anlattığım olmuş bir gerçek. Bu ülkede yatırım da üretim de ihracat da ancak güvenle artar. Güven olmayınca ağızlarıyla kuş tutsalar olmaz mümkün değil. Dolar kuru, bizim işin başında olduğumuz dönemlerde bu kadar büyük çalkantılar yaşadı mı? Mümkün değil olmaz. İzin vermedik. İnşallah yine vermeyiz. Merkez Bankasının bağımsız olması gerekiyor. Hükûmetin emir kuru olan bir Merkez Bankasının olduğu ülkede istikrarı sağlayamazsınız. Çünkü rasyonel bir yönetimde bunlar olmaz. Merkez Bankasının bağımsız olduğu bir ülkede böyle zikzaklar yaşanmaz.

İstikrarlı bir ülke olsak, Hazinenin borcu sadece son bir ayda 440 milyar artar mı? Eski parayla 400 katrilyon. Daha dün akşam saat beşte açıklandı. Kasım sonu itibarıyla Hazinenin borcu tam 2 trilyon 708 milyar. Eski parayla 2 kentilyon 708 katrilyon. Son bir aydaki artış 440 milyar. Sadece artış. 2300’den çıkmış 2700’e. Bir ayda ya. İstikrarlı bir ülkede bunlar yaşanmaz.

Biz yönetimden ayrıldığımızdan beri, 2015’ten beri Hazinenin borcu tam dört kat arttı. 2015’ten 2021’e Hazinenin borcu tam dörde katlamış durumda.

Hazine ne demek? Sizin, bizim hepimizin verdiği vergilerle borç ödeyen bir kurum demek. Çocuklarınızın, torunlarınızın bile alın teri demek.

Daha doğmamış çocuklarımız bile çalışıp bu borcu ödemek zorunda kalacak. Daha doğmamışçocukların şu anda borçlandırıldığı bir dönem yaşıyoruz.

Değerli arkadaşlar, buradaki üzücü olan gerçek ne biliyor musunuz: Bunların olması için hiçbir geçerli sebep yok. Bunların hiçbiri olmayabilirdi. Bütün bunların sebebi sadece kötü yönetim başka bir şey değil.

Biz, güçlü, sapasağlam bir ekonomi teslim etmiştik. Bu ülkenin kamu borcunun millî gelire oranını yüzde 74’ten aldık ta yüzde 27’ye indirdik. Merkez Bankasının rezervlerini aldık 28 milyar dolardan tam 132 milyar dolara çıkarttık. Bunları yaptık. Hepsi oldu. Bunlar ne yaptılar? 1 Ocak 2019’dan bu yana Merkez Bankasının tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır sattılar. Şu anda eksi 40 milyar dolara inmiş durumda. İmkansızı başardılar, ülkeyi bu hale getirdiler.

Oysa yapacakları çok basitti: Hukuka uymaları yetecekti. İşini iyi yapan ve liyakatli insanları göreve getirmeleri yetecekti.

Ama bunun yerine kabile devleti gibi tanıdık, eş dost ve akrabaları devlet kadrolarına doldurdular. Hukuku çiğnemeyi alışkanlık haline getirdiler. Kendilerini tüm yasalardan üstün gördüler. Anayasaya, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymuyorum, saygı duymuyorum dediler. Hukukun olmadığı bir ülkede güven olmaz. Güvenin olmadığı bir ülkede yatırım, üretim, ihracat artmaz.

Bu kabile ifadesi bir hakaret değildir, bu bir tespittir: Ülkeyi kabile devleti gibi yönetip, kabile reisi gibi karar alanlar yüzünden tam gaz uçurumdan sürükleniyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Şartlar zor. Ülkemizin genel tablosu maalesef iyi değil ve kötüleşiyor. Gelelim Polatlı’ya.

Polatlı üretimiyle, tarımıyla Ankara’mızın, başkentimizin gözdesi bir ilçemiz. Hem tarım var hem sanayi var. Ekonomi için çok önemli bir yer Polatlı.

Ama maalesef başta çiftçilerimiz olmak üzere bu kötü yönetimin sonuçlarını burada da görüyoruz. Artan maliyetlerin altında yapayalnız mücadele eden çiftçilerimizi Polatlı’nın her köşesinde görüyoruz.

Bazı çiftçilerimiz ben ekmekten, dikmekten vazgeçiyorum diyor. Ne kadar çok üretsem o kadar zarar ediyorum diyor.

Çiftçimizin 2-3 sene önce 50-60 bin liraya aldığı makine, ekipmanı bu yıl 100- 150 bin lira. Traktör deseniz fiyatlar aynı.

Bu artışla, neyi nasıl üreteceksiniz? Sadece makine, ekipman, traktör fiyatları mı? Değil. Gübre fiyatları çeşidine göre değişiyor, sizler işin içindesiniz 4-5 kat arttı. Bir yılda 4,5 kat arttı.

Her gittiğim şehirde çiftçilerimizle konuşuyorum. “Ben vazgeçtim gübre almaktan, kullanmaktan artık” diyorlar. Geçen sene 100 kilo aldıysam bu sene anca 10 kiloya yetiyor diyor.

Ve üretimdeki toplam maliyetin neredeyse yarısı gübre maliyeti olmuş durumda. İktidarın verdiği gübre desteğine bakıyoruz, bu destek maliyetin %5’i bile etmiyor.

Genel bütçeden Tarım Bakanlığının aldığı pay 2021’de %3,54 iken, 2022’de %3,41’e düşürüldü. Şu son iki gün önce Meclisten geçen rakamlara bakın ibretlik. Tarımsal desteğin tamamı 25 milyar lira. Sadece faiz ödemesi için ayrılan rakam 240 milyar lira. Rakama bakın. Daha geçen sene bu 180’di. Orta vadeli programda 2022 için şimdiden 290 milyar lira faiz ödemesi koymuşlar. Rakamlara bakın.

Bu senenin bütçesi zaten artan kur ve faiz ödemelerinden sonra hiçbir şeye yaramayacak. Bütçe şimdiden kadük oldu, çöp oldu adeta. Koydukları 240 milyar faiz ödemesinin yetmesi mümkün değil. Çünkü eylülün başından hazırlanan bir bütçe bu. O günden bugüne Hazinenin faizi çıkmış yüzde 17’den 25’e. 17 lira faiz ödeyecek Hazine şimdi 25 lira ödüyor. 240 milyar faiz ödemesi yeter mi? Mümkün değil. Dövize endeksli borçlar var, döviz kuru almış başını gitmiş. Döviz borcu var. Döviz borcunun faiz ödemesini yine aynı bütçeden yapacaksınız. Yetmesi mümkün mü? İmkânsız. O 240 milyar da kalmayacak, çok daha yüksek bir faizi önümüzdeki yıl bu ülkenin Hazinesi, devleti ödeyecek. Faizle mücadele edeceğim diyenlerin ülkeyi getirdiği duru m maalesef bu. Çünkü şunu anlamıyorlar: Faizle mücadele ancak güvenle olur. Topyekûn faizin düşmesi güvenle olur. Ehil ve liyakatli kadrolarla, akıllı ve istişareli bir yönetimle olur. Ama şu yüzde 3 buçuk falan bu oranlar bile çok hazin. Koskoca Türkiye’nin gıdasına, tarımına ayrılan pay yüzde 4.

Bugünkü yönetim, Rusya’dan aldığı ürünlere verdiği desteği, yani Rus çiftçilere verdiği desteği, ülkemizde üreten kendi çiftçilerimize vermiyor. Buğdayda rakamlar ortada. Rusya’dan buğday ithalatı için ödenen para ortada. Gerçekten çok acı.

Hem kendi kendimize yeten bir ülke olmamıza mâni oluyorlar hem de bizi daha fazla dışarıya bağımlı kılıyorlar. Hem de kıt kanaat geçinmeye çalışan çiftçimizi yokluğa, yoksulluğa mahkûm ediyorlar.

Biz, biliyorsunuz, haziran ayında kendi tarım eylem planımızı açıkladık. Tam 56 madde. Çiftçilerimizle ilgili neler yapacağız, hangi adımları atacağız, bunun detaylı bir açıklamasını yaptık. Çukurova’da yaptığımız bir lansman programıyla da bütün Türkiye’ye duyurduk. Her bir maddesi çok önemli olan planımızdan birkaç hususun altını çizmek isterim.

Öncelikle çiftçimize verilen gübre desteği artırılmalıdır. Biz, devlet olarak, gübre maliyetinin tam yarısını, yüzde 50’sini karşılayacağız.

Çiftçilerimizin şu zor günleri atlatabilmesi için Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldığı kredilerin faizleri sıfırlanmalıdır. Borçlar en az iki yıl ertelenmelidir ve faizsiz olarak taksitlere bağlanmalıdır. Hatırlayanlar bilir biz bunu 2003’te yaptık. Hem de çok başarılı bir şekilde yaptık. Birikmişti çiftçimizin borçlarının yarısı ödenemiyordu. Kilitlenmişti sistem. Hem eski borçları hallettik hem de yeni açtığımız kredilerle çiftçimizin çarklarını döndürmesine yardımcı olduk. Eylem planımızda bunu yapacağımızı ilan etmiş durumdayız.

Sulamadaki zorlukların da acilen çözülmesi gerekiyor. Hiç vakit kaybetmeden sulama yatırımlarını Türkiye’de tamamlamak gerekiyor. Biz eylem planında açıkladık. Türkiye’deki bütün tarımsal sulama projelerini ilk beş yılda, yani hükûmetimizin ilk döneminde tamamlayacağız. Hesap yaptık arkadaşlar, Türkiye’deki bütün baraj projeleri, bütün göletler, irsale hatları, basınçlı, kapalı sistem, damlama, yağmurlama, sulama sistemleri... Toplayın toplayın bir Kanal İstanbul parası etmiyor. Biz önceliği toprağa, tarıma, çiftçilerimize vereceğiz dedik. Ve Türkiye’deki bu bütün tarımsal sulama projelerini tamamlayacağız dedik.

*****

Değerli arkadaşlar,

Tarım, bu ülke için bir aş meselesi. Avrupa’nın en geniş tarım arazisine sahip bu ülkenin dışa bağımlı olması, çiftçilerinin masraflardan gözünü açamaması kabul edilebilir değildir. Her üründe ithalat başladı. Üstelik o ithalatçıların hükûmete ulaşması çok kolay. Onlar hemen dertlerini anlatabiliyorlar. Hemen sıkıştıkları zaman ithalat kapısını açıyorlar. Önceden anlaşmalı firmalara o üründen yüksek miktarda getiriyorlar. Tabii ki alışverişi de az sayıda insan çok kazanıyor. Ama olan bizim çiftçimize oluyor.

Bilim dışı, akıl dışı, kötü bir yönetimin ağır sonuçlarını maalesef hep beraber yaşıyoruz.

Vakit kaybetmeksizin tüm sorunların çözümü için adımlar atılmalıdır. Mesela yem konusunda yine yüzde 50’ye varan destekler vereceğiz. Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız da çok zor dönemler geçiriyor şu anda. Süt üreticilerimiz... Mümkün değil şu son açıklanan fiyat dahi zaten yem fiyatlarındaki artışla eridi gitti. Aynı asgari ücret artıyor, hayat pahalılaşıyor nasıl eriyorsa bu süt fiyatlarına verilen zam da yem fiyatlarındaki artış da şimdiden eridi gitti. Çok yerde görüyorum. Süt üreten besicilerimiz diyorlar ki ‘Ben artık hayvanlarımı kesiyorum, kurtarmıyor. Masrafım sattığım sütün tutarından daha fazla.’ Dolayısıyla kesim yapıp hayvanımı satıyorum ve bu şekilde üretimi azaltıyorum diyorlar. Kaç yerde bununla karşılaştık. Eminim Polatlı’da da durum çok farklı değildir. Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum. Bugünkütoplantı için Polatlı Ticaret Odasına, meclis üyelerine, organize sanayi bölgesi yöneticileri ve üyelerine çok teşekkür ediyorum.

18 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kadıköy İlçe Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KADIKÖY İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

Değerli yol arkadaşlarım,
Saygıdeğer konuklar,
Çok değerli il başkanımız,
Değerli ilçe başkanımız,
Kadıköy'ün demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli insanları, Siyasi partilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, Kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor; Kadıköy ilçe teşkilatımızın 1. Olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün Kadıköy'deyiz binlerce yıllık kadim şehrimizde Kadıköy’deyiz. Boğaza Marmara Denizi'nin kavuştuğu, Anadolu'nun sesi Kadıköy... Tiyatrolarıyla sinemaları ile kitapçıları ile müzisyenleri ile kültür merkezi Kadıköy... Kafelerinde, sokaklarında günün her saati yaşamın attığı Kadıköy...

Çok mutluyuz. Bugün Kadıköy'ün orta yerinde bu coşkunun bir parçası olmaktan, hep beraber genel merkezden gelen arkadaşlarımızla beraber mutluyuz. Bu coşku değerli arkadaşlarım, tam demokrasinin sedasıdır. Bu coşku atılımın sesidir. Sağ olun var olun.

Değerli arkadaşlarım, Kadıköy, İstanbul'umuzun en eski ticaret merkezlerinden birisi. 100 yılı aşkın süredir üreten, ürettiği ile de ışıldayan şehrimiz Kadıköy... Fakat şimdi bakıyoruz ışıltısını biraz kaybetmiş. Sabahleyin şöyle biraz bu tarafa yürüyerek geldik o eski canlılık o eski hareketliliği maalesef bugün Kadıköy'de biraz zayıflamış gördük. Çünkü değerli arkadaşlar, artık bütün ülkede bir umutsuzluk var, bir karamsarlık var. Ticaret işlemiyor, üretim zorlaşmaya başladı. ‘Ben hammadde bulamıyorum, ürünüme fiyat koyamıyorum’ diye üretimden vazgeçen çok vatandaşlarımızla karşılaşıyorum. Çok sayıda sanayicimiz ile karşılaşıyorum. ‘Gübre fiyatları aldı başını gitti. Toprakta, tarımda, ekimde gübre kullanamıyorum. Gübresiz tarıma başladım’ diyen çok çiftçilerimizle karşılaşıyorum. Bakıyoruz esnafımıza fiyat etiketlerinde yabancı para birimlerini artık yeniden görmeye başladık. O günleri silmiştik ya o günler yoktu artık Türkiye'de. O etiketlere dolar-euro yazmak bitmişti. Fakat esnafımız ne yapsın? Kura yetişemeyince, sattığı ürünler de eğer böyle bir kura bağlı ürünlerse çareyi fiyat etiketlerine dolar-euro yazmakta buluyor artık esnafımız. Ülkeyi yönetenler tamamen paralel bir evrende yaşıyorlar. Ayrı bir evrende yaşıyorlar. Uydurulmuş gerçeklik dünyasında yaşıyorlar. Gerçekten memleketin ne halde olduğunun farkında değiller arkadaşlar değiller. Biraz önce değerli ilçe başkanımız -Boğaziçi'nde iktisat okurken şu anda uygulanan ekonomi politikalarına benzer bir şeyi hiç öğrettiler mi size bilmiyorum- dünyada yok arkadaşlar böyle bir şey yok.

Şu anda Türkiye'de uyguladıkları model diye dayattıkları dünyada böyle bir şey yok. İktisat biliminin tüm ilkelerini yok sayıp ülkeyi tam gaz bir felakete götürüyorlar. Aynı freni patlamış bir otobüsü yokuş aşağı bir de gaza basarak sürmek gibi bir şey bu. Yaptıkları bu. Onlar uydurulmuş gerçeklik dünyasında yaşıyor ama Türkiye gerçek bir ülke. Bu ülkenin insanları gerçek insanlar. Vatandaşlarımız gerçek vatandaşlar. Bunlar gerçek hayatı yaşıyor. Uygulanan bu politikalar ayrı bir evrende değil burada, Türkiye'de, İstanbul'da, Kadıköy'de hepimizin hayatına mal oluyor hepimizin.

Değerli arkadaşlar gerçekten ülkemizi mahvediyor bunlar ya perişan ediyorlar. Batıyoruz ülkece batıyoruz ancak Beştepe'de bu görünmüyor. Beştepe onların paralel evreni. Bilmiyorlar. Artık sokağa çıkmıyorlar. Vatandaşlarımızla buluşamıyorlar. Bizler gibi başı dik, alnı açık yürüyemiyorlar artık sokaklarda. Problem bu. Bakın daha geçtiğimiz perşembe günü tek bir günde arka arkaya iki tane açıklama geldi. Ben de Ankara'dan İstanbul'a karayolunda gelirken arka arkaya bu açıklamaları duydum. Yanlış kararlar silsilesinin duraklarından birisi o ilk açıklamaydı. Haberlerde ne izledik? Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplandı, politika faizini 100 baz puan düşürdü. Haber bu. Ne Merkez Bankası ya? Ne Para Politikası Kurulu? Desenize Cumhurbaşkanı talimat verdi, Merkez Bankası faiz düşürdü deyin. Şunun adını koyun.

Merkez Bankası faiz düşürdü diyorlar ya arkadaşlar faizi Merkez Bankası düşürmedi. Çünküülkemizde artık bağımsız bir Merkez Bankası olmadığı gibi bağımsız bir Para Politikası Kurulu da yok. Erdoğan talimat veriyor, Merkez Bankası da harfiyen uyguluyor. Eğer uygulamazsa da hemen görevden alıyor. Bu eylül ayında en son faiz kararlarını vermeye başlamadan önce ne yaptı Merkez Bankası'na? Tam 3 tane para politikası kurulu üyesini bir gecede görevden aldı. 3 tane yeni isim koydu. Ondan sonra da yokuş aşağı tam gaz ülkeyi götürmeye başladı. Devlet kadroları artık Erdoğan'ın oyuncağı oldu.

Gençlerin oynadığı Sims isimli bir oyun var. Oyun şöyle: Kurgusal bir mahallede sanal insanları yönetiyorsunuz. Oradaki karakterlerin tüm aktivitelerine karar veriyorsunuz. Kariyerlerinde, kıyafetlerine kadar hepsini de kendiniz tanımlıyorsunuz. Bilgisayar tuşunda hepsi. İşte Erdoğan koskoca Türkiye'yi Sims oyunu sanıyor. Zannediyor ki her şey parmağının ucunda. Merkez Bankası da çalışanları da Hazine’de çalışanları da artık Erdoğan’ın oyun alanı. O tek imza diyor ya imzayı atıyor işi bitiriyor. Beğenmediği an hop gece yarısı kararnamesi birini görevden alıyor, yerine koyuyor bir başkasını. Yenisini beğenmedi mi hop bir kararname daha. Hep de gece yarısı kararnamesi. Gündüzün aydınlığında çıkmıyor bunlar. Eskiden muhtıra günleri olurdu, muhtıralar hep gece yarısı yayınlanırdı. Muhtıra yönetimleri hep gece yarısı karar alır, aynen öyle. Niyeyse bu otoriterlik hep gece yarısı işleyen bir şey demek yani. Bu ülkenin ekonomisinden hayır gelmez artık. Böyle yönetilen bir ülkenin ekonomisinden artık siz bir şey beklemeyin olmaz.

Perşembe günü faizi düşürdüler değil mi? Ne oldu? Döviz kurunda artış daha da hızlanarak devam etti. Öte yandan dün baktık Merkez Bankası ne yapıyor? Habire döviz satıyor hala döviz satıyor. Kur etkilendi mi? Yok. Yani önce yangını körüklüyor sonra da sözüm ona yangını söndürmek için müdahale ediyor. Yangını çıkaran talimatla Erdoğan söndürmek için cayır cayır dövizleri harcayan Merkez Bankası. Üstelik bu döviz satışının da piyasa hiçbir faydası yok. Hiç etkisi yok. Aynı kızgın bir tavaya şöyle damlattığınızda nasıl anında buharlaşır... Böyle piyasa şartlarında döviz satışının hiçbir faydası olmaz. Anında buharlaşır. Harcadığınız dövizle de kalırsınız. Bu akıl dışı, saçma sapan müdahalelere harcanan para ne kadar biliyor musunuz? Şu son sadece aralık başından itibaren yaklaşık 6 milyar doların üzerinde. Tam açıklamıyorlar ama piyasa oyuncuları şöyle hesap ediyor bunlar aşağı yukarı görünüyor. 6 milyar doların üzerinde bir döviz satışı söz konusu. Peki bu döviz hangi döviz? Merkez Bankası'nın zaten borç aldığı dolar bunlar borç. Ne kadar dolar satarsa rezerv de o kadar daha eksiye iniyor.

En son 10 Aralık'ta açıklanan rezerv rakamı net döviz pozisyonu Merkez Bankası’nın 52 milyar dolar. 10 Aralık'tan bu yana. 10 Aralık'tan sonra sattığı her milyar dolar zaten eksi olan net döviz pozisyonunu daha da yerin dibine batırıyor, daha da eksiye iniyor. Sattığı döviz kendi dövizi değil arkadaşlar. Borç aldığı döviz borç. Kendi dövizini ta Mart 2019'da sıfırladı. Yerel seçimlere giderken sıfırladı. Yerel seçime giderken o akraba bakan ile partili taraflı Cumhurbaşkanı el ele verdi gizli saklı Merkez Bankası'nın dövizini arka kapı işlemleriyle satmaya başladılar. Mart 2019 yerel seçimi geldiğinde zaten sıfırı bulmuştu. Ondan sonra da eksi eksi aşağıya doğru iniyor. Gerçekten paramız pula döndü ya. Sosyal medyada görüyorsunuz değil mi? O elli kuruşları, bir liraları hurdaya veriyorlar. Ve hurdada daha çok para ediyor. Şu hale bakın ya rezil bir durumun ortasında kaldık. Bir devlet bunu yapmaz ya bunun hesabı, kitabı vardır. Darphane taa Osmanlı döneminden gelen darphane bu metal paraları basarken bunu hesap eder. Eğer o paranın maden değeri üzerinde yazan değerin üzerine çıkarsa bunun piyasadan toplanıp hurdaya satılacağını bilmiyor musunuz? Şu anda madeni para kalmaz bu piyasada kalmaz. Hepsi eritilir metale çevrilir. Bu kadar dengesini bozdular ülkenin. Millî paramız, yerli paramız dolar karşısında sadece şu son bir buçuk ayda 1 Kasım'dan bu yana yüzde altmış değer kaybetti. Yani dövizin kuru, dolar kuru yüzde altmış arttı. Bütün bunlar oldu da Hazine’nin borçlanma faizi ne oldu?

Bakın Erdoğan akşam yatıyor sabah kalkıyor ‘Ben faizle mücadele edeceğim. Bu nas’ diyor. Merkez Bankası'nın faizini de1 Eylül'den bu yana yüzde 19'dan aldı yüzde 14'e indirdi. Tam 5 puan indirdi. Ama aynı dönemde ne oldu biliyor musunuz? Bu belirsizlik, piyasalarda artan risk, enflasyonun ileriye doğru yükseleceği beklentisi Hazine’nin borçlanma faizini tam yüzde 23,9’a çıkarttı. 1 Eylül'de kaçtı? Yüzde 17. Şu işe bakın ya... Yani Merkez Bankası’nın faizine kafayı takıp, onu düşürüp kuru patlatınca, enflasyonu patlatınca Hazine’nin borçlanma faizleri yüzde 17’den yüzde 23,9'a çıktı. Yani yaklaşık 7 puan arttı. Merkez Bankası'nın faizini 5 puan talimatla indirdi yine kendisine bağlı hazinenin borçlanma faizi sonuç olarak 7 puan arttı. Sonuç bu. Peki ben buradan kendisine soruyorum: Ya Merkez Bankası'nın faizi ile ilgili nas var da acaba Hazine’nin borçlanma faizi ile ilgili nas yok mu? Bunu bir açıklasın. Üstelik Merkez Bankası'nın faizi kısa vadeli faiz. Gecelik, haftalıktır. Merkez Bankası’nın faizi böyle çalışır. Ve Merkez Bankası piyasaya fonlar, piyasadan faiz alır. Yani Merkez Bankası'nın aldığı faizdir o. Oysaki Hazine’nin faizi bu devletin bütçesinden ödediği faizdir. Ben diyorum; bunlar var ya gitsinler bir bakkal dükkanına iki ayda batırırlar ya.

Merkez Bankası’nın geçen yaptığı şu. Aynı gün. Gidiyor bankalara borç para veriyor, gecelik, haftalık yüzde 15, 16 ile neyse. O gün itibarıyla söylüyorum faizi. Geçen hafta salı oluyor bu. Aynı gün ülkenin hazinesi aynı bankalardan yüzde yirmi üç ile borçlanıyor. Hesaba bakın ya. Yüzde 16 ile Merkez Bankası piyasaya borç para veriyor. Aynı gün piyasadan hazine yüzde yirmi üç ile borçlanıyor. Üstelik 5 yıllık borçlanmak ne demek? 5 yıl arka arkaya bu faizi ödemek demek. Yani 100 lira borçlanıyorsa 5 yıl arka arkaya 23,23,23,23,23 ödeyecek demek. Böyle devlet yönetilir mi ya? Hesap bu kadar açık. Bir de model diyorlar. Batsın modeliniz ya. Ülkeyi batırıyor şu anda. Bu hazinenin ödediği faiz var ya bütçeden ödeniyor. Yani vatandaşlardan toplanan vergilerden ödeniyor.

Bütçenin görüşmeleri dün tamamlandı. Bu bütçedeki gelecek senenin bütçesine koydukları faiz ödeneği ne kadar biliyor musunuz? 240 milyar lira. Aynı bütçede tarımsal destek ne kadar? 25 milyar lira. Çiftçimize yapılan bütün desteği topluyorsunuz topluyorsunuz 25 milyar. Aynı bütçede sadece faize ayrılan ödenek 240 milyar. Ben buradan Erdoğan'a soruyorum: Faizle mücadele bu mu ya? Üstelik o da yetmeyecek çünkü 240 milyar lira ödeneği koyarken hazinenin borçlanma faizi yüzde 17, döviz kuru 8. Çok eski gibi geliyor değil mi? Daha eylülün başında dolar kuru 8.30 arkadaşlar. Aralık’tayız 16’lardan, 17’lerden bahsediyoruz.

Dün meclisten geçmiş olan bütçe bugünden artık kadük kalan bir bütçe. Kesinlikle uygulanmayacak bir bütçe. Bütçenin ne gelir tarafı artık tutar ne de gider tarafı tutar. Zaten ne yapacaklar? Bu bütçe geçti ya arkadan birkaç maddelik kanunla ya biz bunları bütçede yazdık ama gene de başka şeyler de yapmalıyız diye bir sürü yetki maddesi geçirmek zorunda kalacaklar. Çünkü bu bütçeyi uygulayamayacaklar. Koydukları 240 milyar lira eski parayla 240 katrilyonluk faiz ödeneği yetmeyecek yetiştirmeyecekler. Birde ne diyorlar? Bütün dünyada kriz var diyorlar. Başka bir söylem de o. Sadece biz yaşamıyoruz ki bütün dünyada kriz var.

Arkadaşlar bakın Avrupa'da bizim yaşadığımız türden bir kriz yaşayan bir ülke yok. G20 ülkeleri arasında buna benzer bir krizi yaşayan yok. Biz Beştepe yapımı bir kriz yaşıyoruz şu anda. Ülkenin cumhurbaşkanının bizzat ateşe körükle gittiği bir kriz yaşıyoruz. Bir yangını yaşıyoruz şu an. Altında Erdoğan'ın imzası olduğu bir kriz yaşıyoruz. Kimse başka yerde aramasın. Kimse vatandaşı aldatmasın dünyada kriz var diye yok öyle bir şey. Çok sevdikleri bir tanımla bu krizin adı millî ve yerli bir kriz. Sık sık kullanıyorlar ya millî ve yerli bir kriz, bunu başardılar.

Değerli arkadaşlarım, bakın aynı gün ne yaptılar? Yeni asgari ücreti açıkladılar. Ve ne zaman bir müjdeli haber verecek olsa Sayın Erdoğan bu haberi Külliye’de vermeyi tercih ediyor. Normalde işveren kesimle oturuyor anlaşıyor hükûmet temsilcisi başka mekanlarda. Ama niye müjdeli haber ya %50 zam verecek ya Külliye’de yapıyor toplantıyı ve kendi bizzat açıklıyor. Birkaç ay sonra ‘Keşke ben bunu açıklamasaydım’ diyecek. ‘Nereden de açıkladık biz onu’ diyecek. Onu ben biliyorum. Çünkü biz o videoları göstereceğiz. Çok değil birkaç ay sonra 4 bin 250 lira yaptık videosunu göstereceğiz. Bir de o günden sonra enflasyon  nasıl seyretmiş kur nereden nereye gelmiş onu da göstereceğiz. Pişman olacak bunu kendi açıkladığına.

Değerli arkadaşlarım, olup bitenden sonra döviz kurundaki patlama ve enflasyondaki bu olağanüstü artıştan sonra çalışanlarımızın kayıplarının kısmen de telafi edilmesi iyi bir şey. Asgari ücretin zaten artması gerekiyordu ancak dünyanın gelişmiş ekonomilerine bir bakın ya. Şöyle bir tarayın. Hiçbirinde böyle bir şey görmezsiniz. Ülkemiz ekonomisinin düştüğü rezilliği daha iyi gösteren çok az şey var arkadaşlar. Kurdaki, enflasyondaki, asgari ücretteki artışlara baktığımızda artık Türkiye'nin kronik yüksek enflasyon dönemine girdiğini görüyoruz. Döviz kuru bir yılda artıyor.

Değerli arkadaşlarım, hiç endişeniz olmasın. Hep beraber bu ülkenin tüm sorunlarına çözüm bulacağız hep beraber. Bu ülkenin dertlerine deva olacağız. Hiç endişeniz olmasın.

Değerli arkadaşlar, ülkemiz gerçekten o 1970'lerin, 80'lerin, 90'ların 2 haneli 3 haneli enflasyon dönemine tekrar döndü. Böylesine bir dengesizliğin olduğu ülkede zenginlik olmaz, topyekûn zenginleşme olmaz. Tek tek zenginler türer ama topyekûn zenginleşme olmaz. Sadece yoksulluk olur. Asgari ücreti %50 artırdılar ama yine de asgari ücretle alınabilecek temel gıda ürünlerine bir bakın. Bu yılın başındakinden daha azını alabiliyorsunuz.

Bu yılın başındaki asgari ücretle şu son açıklanan asgari ücreti karşılaştırdığımızda ekmek, yumurta, süt, un gibi temel ürünlere baktığınızda neredeyse yarı yarıya satın alma gücü düşmüş durumda. Yani ocak ayındaki eski asgari ücretin satın alma gücü şu anda yeni belirlenen asgari ücretin bugünkü satın alma gücünden çok daha fazla. Temel gıda ürünleri açısından baktığımızda. Asgari ücret artık mutlak yoksulluk sınırının altında. Çünkü değerli arkadaşlarım, ekonomi kötü çünkü alım gücü dibinde dibinde. Çünkü artık enflasyon uçtu gidiyor. Bugünkü iktidar yüksek kur istiyor değil mi? Rekabetçi kur diyor, benim modelim bu diyor. Düşük faiz, yüksek kur modeline geçtik diyor. Yüksek kurun enflasyonu azdıracağını hala görmüyorlar mı ben hayret ediyorum Döviz kuru artınca bu ülkeden a'dan z'ye her şeye zam geldiğini, geleceğini görmüyorlar mı?

Ülkeyi tam gaz batırıyorlar. Başka bir izahı yok bunun. Geçen sene bugün tam bugün dolar kuru 7,70 iken bugün 16 liranın üzerinde arkadaşlar. Yani tam 12 ayda yaklaşık yüzde 110 bir artış var kurda. İlkokul çocukları bile dolar artınca her şeyin fiyatının artacağını biliyor. İşte geçen gün sosyal medyada sizde karşılaşmışsınızdır. İlkokul çocukları ya minik bir arkadaşımız bir çikolata alsam 5 lira, çitos 10 lira diye çocuklar isyan ediyor. Bunlar 10-11-12 yaşındaki çocuklar. Bunlar bile biliyor dolar arttığında her şeye zam geldiğini, geleceğini bunlar bile biliyor. Ama Sayın Erdoğan bir türlü öğrenemedi. Varsa yoksa algıları yönetmeye çalışıyor. Varsa yoksa o. Ne yapıyor? Asgari ücrete %50 zam verdik diye kendi çıkıyor açıklıyor. Niye hazine faizlerinin %17'den %24'e çıktığını acaba kendisi açıklamıyor? Bir tane konuşma metninde var mı? Asgari ücretle ilgili bir önemli konu da şu; daha aralık ortasındayız değil mi? Açıklanan asgari ücret vatandaşlarımızın, işçilerimizin eline ne zaman geçecek? Aralık’ın sonunda geçecek, daha 45 gün var.

Zammı ocak sonunda ödenecek asgari ücret için yaptılar. Ocak sonunda doların kaç para olacağını, enflasyonun ne olacağını tahmin edene aşk olsun. Öyle hızlı artıyor ki ve 1 Kasım'dan bugüne kadar son 45 gündür bu yüzde altmışlık dolar artışının ocak-şubat-mart-nisan ayında çok yüksek enflasyon olarak piyasaya yansıyacağı kesin. Çünkü ne oluyor? Kur artınca hemen bir, iki, üç, dört aya bütün fiyatlar artıyor. Yani bugün zam yaptıkları asgari ücret, yeni asgari ücret ilk günden itibaren zaten erimeye başladı. Unutmayalım bu asgari ücret artışı değerli arkadaşlar, geçmiş enflasyonu telafi etme çabası. Aralık, ocak, şubat derken bundan sonra her ay yükselecek enflasyon bu yeni asgari ücret içinden de parçaları koparıp götürecek. Öte yandan bugünkü kurla söyleyelim bu açıklanan asgari ücret dahi Avrupa'nın en düşük asgari. Dün avro yaklaşık 18 buçuk ile kapattı. Bir kere daha asgari ücreti komşumuz Bulgaristan ile yani Avrupa'nın nispeten küçük ekonomilerinden birisiyle bir mukayese edelim. (mukayese grafiği)

Bakın bu yükselmiş asgari ücret bugünkü kurla. 230 avro. Şu anda tespit edilen asgari ücret dünkü kurla 18 buçuk ile hesap ettiğimizde 230 Euro. Bizler ekibimizle beraber ekonomi yönetiminden ayrıldığımızda 425 euro’ymuş. 425 euro'dan 230 Euro'ya düşmüş. Diyorlar ki; ‘Bizim paramız Türk lirası.’ İyi de Bulgaristan'ın parası da leva değil mi? Bulgaristan'ın asgari ücreti ne olmuş aynı dönemde bakın. 2015'te 194 levaymış. Türkiye'deki asgari ücretin yarısının altındaymış. Bugün 332 euro. Hesap ortada. Bulgaristan'ın da kendi parasını Türkiye'nin de kendi parası var. Cumhurbaşkanı asgari ücreti açıklarken ‘Bizde dolar-euro hesabı olmaz’ diyor. İyi de fakirleşiyoruz arkadaşlar.

Niye Bulgarlar akın akın gelip bizim sınır illerimizden, Trakya'dan alışveriş ediyorlar. ‘Batan Türkiye'nin malları bunlar’ diyorlar. Kapış kapış alıyorlar. Geldiğimiz nokta bu Ocak'ta muhtemelen düşecek bu 230 ya. Euro kuru arttıkça 18 buçuğun üstüne çıktıkça bu 230 aşağıya doğru inecek. Yıl sonu kaçla bitirir bilmek mümkün değil. Bu hayat pahalılığı ile bu zamlar ile bu kur ile sen asgari ücreti artırınca fazla bir işe yaramıyor. Önemli olan asgari ücreti artırmak değil enflasyonu düşürmek. Enflasyonu düşürerek bu satın alma gücünü artırmak. Sen aynı gün yanlış bir karar alıyorsun; kuru da enflasyonu da tekrar patlatıyorsun, arkadan asgari ücreti artırıyorsun. Ne anladık?

Bizim dönemimizde bu artışlar arkadaşlar enflasyon zaten tek haneye inmişti, faizler tek haneye inmişti, maaş artışları bazen tek hane oluyordu bazen refah payı olarak çift haneye çıkardı ama makul rakamlardı ya. Şimdiki rakamlardan bahsediyoruz kur artışı yüzde 60 bir buçuk ayda, yüzde 110 bir yılda. Asgari ücret artıyor %50. Bunlar aynı o 1970'lerin, 90'ların fotoğrafı. Aynı o günlere geri döndük. Tek başına asgari ücreti yükselterek hiçbir şey düzelmiyor. Asıl olan enflasyonla mücadele. Bu enflasyon tam 34 yıl boyunca Türkiye'de 2 haneli oldu, 3 haneli oldu. 2004'e kadar. Yani 1970'ten 2004'e kadar Türkiye tek haneli enflasyon görmedi.

Hükûmetler geldi geçti, biri geldi biri gitti. Hiç kimse yapamadı çünkü enflasyonla mücadele zor bir mücadeledir. Bütün iktisat politikaları alanlarını eş zamanlı ve doğru kullanmamız gerekir. Akılla, bilimle ülkeyi yönetmeniz gerekir. Bize diyorlardı ki ya hiç kimse düzeltemez, hiçuğraşmayın. Hatta biraz enflasyon iyi gelir, enflasyon büyüme için iyidir diyorlardı. Biz dedik ki yok öyle bir şey ya. Bunun bu ülkenin artık kaderi olmadığını göstereceğiz dedik ve yaptık. Kimse düşünemedi biz iki yılda 2003-2004’de enflasyonu tek haneye indirdik. Paradan 6 sıfırı da o zaman attık.

Ne diyor Erdoğan? ‘Paradan 6 sıfırı attınız da onun altında kimin imzası var, ben imzalamazsam atabilir miydiniz’ diyor. Ya iş başına geldi geleli bu ülkede enflasyon 2 hane ve gittikçe yükseliyor. İmza aynı atsın bir imzayı da tekrar tek haneye düşürsün görelim. Madem hikmet imzada ‘ben imzaladım da enflasyon düştü, ben imza attım da 6 sıfır attık’ diyorsa atsın ve düşürsün. Üç buçuk yıl oldu ya üç buçuk. 2018'in Haziran'ında tek yetkili cumhurbaşkanı olarak göreve başladı, bütün yetkiyi elinde topladı, üç buçuk yıldır aklına gelen ne varsa yapıyor. Ama ülke de kötüye gitmeye devam ediyor.

Enflasyonu düşürmek, tek haneye indirmek böyle her babayiğidin harcı değil. Yapamazlar. Asgari ücreti %50 artırsan da bir işe yarıyor mu? Sokakta, çarşıda, pazarda özellikle de gıdada enflasyon %100’ün üzerinde ya. Vatandaşlarımız sayı ile biber alıyor bu ülkede. 50 kuruş ucuz ekmek almak için yağmur altında saatlerce bekliyor. Gerçekten 1970'lerde gördüğümüz görüntüler bunlar. Abartı değil arkadaşlar eski arşivlerden birkaç gazete haberi göstereceğim. 27 Eylül 1973'de ekmek kuyruğu. Fotoğraf Amasya Merzifon. İşte bu kuyruklar şimdi her mahallede karşımıza çıkıyor. Bir ekmek 3 lira oldu ya. Ne satan memnun ne alan. Satan diyor ki un fiyatı arttı ben zarar ediyorum diyor, hükûmette yok yok daha fazla fiyat artıramazsın diyor. Alan 1 liralık ekmeği 3 liraya alıyorum diyor, yetişmiyor param diyor.

Ülkenin tarihinde ne kadar yoksulluk fotoğrafı varsa hepsini dirilttiler. Yoksulluğu, enflasyonu, hayat pahalılığını, açlığı tekrar bu ülkede maalesef fotoğraf haline getirdiler. Başka bir tarihe geçelim. Devalüasyon. Tarih 10 Ağustos 1970. Rakamlara bakın. Şeker, benzin, gaz ve mazot fiyatlarına ani zam yapıldı. Biz o dönemi kapatmıştık ya. 50 sene önce (gazete). 50 sene önce Türkiye bunları yaşıyordu ama biz bugünkü Türkiye'ye, bugünkü gençlerimize bunları yaşatmak istemiyoruz. Gençlerimiz, çocuklarımız bunları görsün istemiyoruz. Bakanlar Kurulu diyor değil mi? Ha şimdi adı değişti kabine oldu ama kabine ne demek? Cumhurbaşkanı tek imza ama yanında, sağında solunda talimatını yerine getiren emir erleri başka bir şey değil. O da boş. Aslında kabine kelimesi yerine kabile kelimesi daha doğru arkadaşlar. Bakıyoruz Merkez Bankası'nın alacağı kararı ilgili bakanın abisi bir gün önce açıklıyor. Bunlar işte hep kabilelerde olan şeyler. Hep akraba, tanıdık kabile işi. Reis reis dedikleri de şu anda maalesef bir kabile devletinin reisi şu anda. Geldikleri nokta bu. Her şeyin altında imzası var her şeye o karar veriyor.

Değerli arkadaşlar, bakın 70'li yıllardaki paramızın değerinin yüzde 66 düştüğünün haberi değil mi? Bakın ne dedik işte 1 Kasım'dan 15 Aralık’a kadar da yine yüzde 60 civarında kurda artış var. Ne kadar benziyor ne kadar. 50 yılın öncesinin haberini bugün tekrar yaşatıyorlar bize. Diyecek söz yok gerçekten. Berbat bir manzara ile karşı karşıyayız. Biraz daha yakın tarihlere gelelim 1990'lı yıllara. 17 Ağustos 1995'te ne diyor? Ücretli kiraya çalışıyor. “Beş buçuk milyon lira olan yeni asgari ücret en yüksek semtlerdeki gecekondu kirasına bile yetmiyor” Ben Kadıköy'e şimdi soruyorum? Arkadaşlar siz neye çalışıyorsunuz? Şu anda Caferağa Mahallesi'ndeyiz değil mi? Dün internetten arkadaşlarımız şöyle bir baktılar tek göz odalı dairenin kirası 4000 lira. Asgari ücrette 4250 lira. Aynı hikâye aynı. Kiralar uçuyor. 6, 8, 10 bin limiti yok. Bir de ne diyor? “Ne olacak ekonomide kriz çıkarsa olsa olsa siz enflasyonun altında edilirsiniz ama ben her şeyimi kaybederim” diyor. Zihnin gerisine bakın. Yani bu ne demek? Ekonomi yönetiminin zihninin gerisinde varlıklıların varlığını koruma çabası. O gözle baktığımızda doğru. Herhalde şu anda en mutlu olanlar kıyıda köşede dövizi, altını olanlar, yani varlıklı olanların çok şikâyeti olmasa gerek. Ama sabit gelirle geçinmeye çalışanlar, asgari ücretle geçinmeye çalışanlar, emeklilerimiz, işçilerimiz, memurlarımız değerli arkadaşlar işte onlar enflasyon altında eziliyor. Ezilen bunun ancak ne olduğunu biliyor.

Bugün tek maaş giren bir ailenin artık kira ödemesi neredeyse hayal haline geldi. Eğer bir haneye bir maaş giriyorsa o maaş o zaman kiraya dahi yetmiyor. Ne kadar kötü manzara varsa hayatımıza maalesef tekrar soktular bunlar. Ama size bir fotoğraf daha göstereceğim. Tanıdık birisi. Arşivi karıştırırken arkadaşlar karşılaşmışlar. Bakın ne diyor? Faiz artı Bahçeli eşittir gerilim. Değişmiyor aynı tarih tekerrür ediyor çünkü tarih tekerrür eder ifadesi doğrudur ama tarih ders almayanlar için tekerrür eder siz tarihten ders alıp doğruları yaparsanız işte o zaman bu ülkenin kaderini değiştirirsiniz. Tarihten ders almazsanız aynı hataları tekrar tekrar işlerseniz. Formülü söylemişler. Gerilimin formülü çok açık çok belli. Sayın Erdoğan da bu işi biliyor. Faizi de aldı Bahçeli'yi de aldı yanına ülkede alın size bir gerilim ortamı tekrar dirildi. Kaç sene sonra tam 20 sene sonra. 20 sene sonra aynı şey tekrar ediyor.

Tabii ben böyle Bahçeli'nin ismini krizlerle beraber andığımda kızıyor ama Bahçeli gerçekten krizlerin ortağı. Arşivlere bakıyoruz kriz arşivine her kriz arşivinde ismi çıkıyor karşınızda. Çeyrek 100 yıllık genel başkanlık kariyerine ülkenin en büyük krizlerini sığdırmayı da başardı yani. Çözümlerin, refahın, özgürlüğün hiçbirisinde adını görmüyoruz. Bir yerde bir sorun mu çözülüyor ülkede bir refah mı var, bir başarı mı var? Yok. Nerede kriz orada Bahçeli. Hani mağazaların üzerinde yazar ya ‘şu tarihten beri bilmem neyin adresi’ diye Sayın Bahçeli de bu konuda gerçekten marka: 99'dan beri krizlerin adresi Bahçeli.

Değerli arkadaşlarım bakın çok kötü bir dönemde olduğumuzu biliyorum. Bu iktidar yönetimde kalmaya devam ettikçe üzülerek söylüyorum iyi günleri göremeyeceğimizi de biliyorum. Hatta şunu üzülerek söylüyorum ki bu iktidarla devam ettikçe Allah korusun daha kötüsünü de görürüz, görebiliriz. Bugün her alanda eşitsizlik var, her alanda adaletsizlik var. Dört bir yanımızda hukuksuzluk var. Fakat bir yandan da asla ümidimizi kaybetmeyeceğiz. Bu ülkeye olan güvenimizi asla yitirmeyeceğiz. Halkımız müsterih olsun çünkü artık biz buradayız artık DEVA Partisi var. Rahat olsun herkes. Ben şimdi Kadıköy'de arkadaşlarıma sormak istiyorum: Bu yoksulluğa bu yüksek enflasyona bu yüksek kur artışlarına hep beraber son verecek miyiz arkadaşlar?

Önümüzdeki ilk seçimde bu iktidarın ortaklarını müsait bir yerde indirecek miyiz? Özgürlük ve zenginlik için iş başına geçecek miyiz? Evet arkadaşlar çok az kaldı çok. Sayılı gün çabuk geçer. Seçim gelecek ilkbaharda da olsa gelecek sonbaharda da olsa en geç 2023'ün Mayıs'ında, Haziran'ında da olsa artık günler sayılı. Hiç kaygınız olmasın. Biz bu karanlık günleri sona erdireceğiz. Türkiye'nin şu anda çok önemli bir eşiğin önünde duruyor. DEVA Partisi Türkiye'deki değişimin ve atılımın öncüsü olacak.

Bu toplum değerli arkadaşlar, çok büyük bir değişimi gerçekleştirecek. Ve DEVA Partisi bu yeni düzeni seçimlerden sonraki düzenin asli bir aktörü olacak. İşte bizler ülkemizi barış, refah ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız İnşallah. Ülkemizin tüm sorunlarını meşru demokratik siyaset zemininde çözeceğiz. Ülkemizi özgürlük ve zenginliğe kavuşturacağımızı çok iyi biliyoruz. Nasıl ki 2002 sonrasında ortak akılla, istişare ile dürüst ve kadrolarla hızla demokratikleşme hamlelerini yapıp ekonomimizi nasıl ayağa kaldırdıysak yine yapacağız. Zamanında nasıl hak ve özgürlüklerden taviz vermeden özgürlüklerin alanını daha da genişleterek zenginleştiysek yine zenginleşeceğiz. Ülkemize yüzü gülenlerin memleketi yaptıysak, mutlu insanların ülkesi yaptıysak yine İnşallah hepimizin yüzü gülecek. Kadın-erkek, genç-yaşlı bu ülkenin her bir vatandaşını eşit ve onurlu vatandaş yapana dek çalışacağız. Ülkemizi merkezinde insan olan kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü tam demokrasiye ulaştırmak için var gücümüzle çalışacağız.

Değerli arkadaşlarım, bunların anlamadığı şu. Bunlar ekonomide başarının sırrını çözememişler. Anlamamışlar. Yıllardır bizi izlemişler öğrenememişler. Ekonomide başarının temelinde hukuk var, adalet var, demokrasi var, özgürlükler var, insan hakları var. Siz hukuku, adaleti yok sayarsanız insan haklarını yerlerde süründürürseniz, ülkenin demokrasisini üçüncü lig demokrasi haline getirirseniz ekonomiyi asla düzeltemezsiniz. Bu hayal olur. Türkiye gibi bir ülkenin ekonomisini düzeltmenin tek yolu güvendir güven. Güven oluşturmadan ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz. Bana ne diyor? ‘Bir de kalkmış bana ders vermeye çalışıyor’ diyor. Kusura bakmasın o dersi tekrar tekrar vereceğim.

Değerli arkadaşlar, güven nasıl kazanılır, bir ülkede güven ortamı nasıl oluşturulur duysunlar, öğrensinler. Bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar. Biliyoruz zannediyorlar onun için olmuyor. Bir; konuşunca doğruyu söyleyeceksin. İki; söz verince tutacaksın. Üç; emanete hıyanet etmeyeceksin. Dört; her daim hukukla, adaletle hareket edeceksin. Beş; kararını ortak akıl arayışıyla istişare ile alacaksın. Altı; dürüst ve liyakatli kadrolarla çalışacaksın. Yedi; her işini planlı, programlı yapacaksın. Planını, programını açıklayacaksın ki insanlar senin ne yapacağını bilsin. Gece 2'de kararnamelere imza atıp ülkeyi yönetmeyeceksin.

Eylül ayında orta vadeli program açıklayıp dolar kurunu 2022 için 9.30 açıklayıp 2023 için 9,80 açıklayıp ertesi ay 16 lirayı 17 lirayı bulmayacaksın. Planlı programlı çalışacaksın. Sekiz; şeffaf olacaksın. Her an hesap verebilir halde çalışacaksın, denetime açık olacaksın. Doğru hesaptan kaçmaz. Şeffaf olacaksın, hesap verebilir olacaksın. Bir dakika 8 madde. Bunu sık sık söyleyeceğiz belki öğrenirler, belki duyarlar, belki televizyonu karıştırırken denk gelirler. Ama tabii hep kendi yandaş kanallarını, hep devletin sahip olduğu kanalları gece gündüz onları izliyorlarsa hiçbir şey öğrenemezler. Çünkü o kanallar sadece kendileri hoşuna gitsin diye yayın yapıyor. O kanallara kendilerinin hoşuna gidecek yayınları yaptırıyorlar. Paralel evren dediğimiz o. Uydurulmuş gerçeklik oralarda zaten. Onun için anlamıyorlar.

Değerli arkadaşlarım bakın işte biz tüm ülkemizi bu birlikteliğe davet ediyoruz. Davetimiz, Türkiye'nin tüm demokrat seslerinedir. Kimliği, inancı, ideolojisi her ne olursa olsun vatandaşlarımızı DEVA çatısı altına davet ediyoruz. Fikirlerden kaçmayan, konuşmaktan korkmayan bir ülkeye davet ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, değerli gençlerimiz, buradan biz tüm Türkiye'yi tüm vatandaşlarımızı cesur, özgür ve zengin bir ülkeye davet ediyoruz. Buraya davet ediyoruz. Tüm vatandaşlarımızı hukuku, adaleti, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri esas alan yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyoruz. Davetimizi il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı ulaştıracağız. Ülkemizin dört bir yanında herkesle buluşacağız. Vatandaşlarımızla birebir temas edeceğiz. Çalışmalarımızı korkmadan, yılmadan, usanmadan sürdüreceğiz. Ülkemiz için gecemizi, gündüzümüze katmaya devam edeceğiz. Demokrasi ve atılım için durmadan yorulmadan hep beraber çalışacağız.

Şimdi ben Kadıköy’e tekrar sormak istiyorum. Değerli arkadaşlar, bugün eşitlik için barış için çalışmaya var mısınız? Hak ve özgürlüklerin doyasıya yaşandığı bir Türkiye için var mısınız? Adaletin, hukukun Türkiye'sini kurmaya, inşa etmeye var mısınız? Siz varsanız biz de varız. Hadi hayırlı olsun.

Değerli arkadaşlarım, hep beraber yapacağız bunu hep beraber. Ve inanın çok ama çok kısa zamanda yapacağız. Öyle uzun zamana ihtiyaç yok. Bu kriz ev yapımı, el yapımı bir kriz. Kötüyönetimin sonucu çıkmış bir kriz. Düzgün yönetildiğinde kriz çok hızlı bir şekilde çözülecektir. Kimsenin endişesi olmasın.

Hep beraber ekip olarak yönetim kuruluyla, üyelerimizle, gönüllülerimiz ile koşacağız arkadaşlar. Artık zaman yürüme zamanı değil. Artık zaman koşma zamanı. Kaybedecek bir günümüz yok, bir saatimiz yok, bir dakikamız yok. Gün sayılı aman ha boşluk vermeyelim iyi çalışalım. Bu hükûmet zaten müsait bir yerde inecek ama bizim o bayrağı ülkeyi yönetme bayrağını teslim almamız için çok çalışmamız gerekiyor. Vatandaşlarımıza ulaşmamız gerekiyor. Yarın bir gün İstanbul'da ya keşke 3 kapı daha çalsaydık bir milletvekili daha fazla çıkarırdık diye sonra üzülmeyelim. Çok çalışalım ve hep beraber inşallah ülkemizin hak ettiği, ülkemizin layık olduğu o düzgün yönetim için iyi yönetim için kol kola omuz omuza yarınlara doğru koşalım. Hepinize tekrar teşekkür ediyorum. Kadıköy İlçe kongremizin İstanbul'a ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Sağ olun, var olun.

15 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 4. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
4. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Dünkü il başkanları toplantımız vesilesiyle aramızda olan çok değerli il başkanlarımız, değerli teşkilat mensuplarımız

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

***
Değerli basın mensupları,

Biliyorsunuz bugün 15 Aralık Dünya Çay Günü. Bu vesileyle Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki tüm çay üreticilerimize buradan özellikle muhabbetlerimi iletmek istiyorum.

Dünyada üzerine kar yağdığı için ilaçlama yapılmayan, herhangi bir böcek, haşere içermeyen tek çay olan Doğu Karadeniz bölgemizin çayının aynı zamanda tiryakilerini de buradan kutluyorum.

Türkiye’nin gündemi yoğun.

Biz, DEVA Partisi olarak ülkemizin gündeminin de ötesinde bir yoğunlukla çalışmaya devam ediyoruz.

Hem günlük gelişmeleri çok takip ediyoruz, analiz ediyoruz, doğru bir perspektif ortaya koyuyoruz;

Hem de ülkemizin yarınlarıyla ilgili detaylı hazırlıklar yapıyoruz.

Bugünden seçim sonrasıyla ilgili her şeyi hazırlıyoruz. Kadrolarla, planlarla, programlarla her şeyi hazırlıyoruz.

Her an ülkemizin bir başka caddesindeyiz.
Her mahallede bu kötü yönetimin acısını görüyoruz.

Her sokakta kötü yönetimin ödettiği bedel altında ezilen vatandaşlarımızla karşılaşıyoruz.

Şu son dönemde, Türkiye’nin dört bir yanından ekmek kuyruğu fotoğrafları paylaşılıyor. Ülkenin düştüğü durum bu.

Milyonlarca vatandaşımız açlıkla sınanıyor.

Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz gün bir ayet okuyarak, yokluk, yoksulluk, açlık konusunda halkımıza sabır tavsiye etti.

Bu ekonomik krizi, bir imtihan gibi sunmaya çalıştı.

Değerli arkadaşlar, bu açlık, bu yoksulluk, bu enflasyon bir doğal afet değil.

Bir deprem, bir sel felaketi, bir tsunami yaşamadık.

Bu kriz, Erdoğan’ın kötü yönetiminin sonucu çıkmış bir kriz.

Erdoğan ve yanındaki krizlerin ortağı Bahçeli, sürekli olarak halkımızın milli ve dini duygularını istismar ederek iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar.

Ne zaman bir sorundan bahsetseler; hakikati ve çözümü konuşmak yerine hemen bir ayet okuyorlar. Hemen meseleyi İstiklal Savaşı’na getiriyorlar.

Bakın, bu milleti kandırabileceğinizi zannetmeyin. Halkı bu yalanlara inandırabileceğinizi zannetmeyin.

Biz bu aldatmacalara, bu oyunlara, geçit vermeyeceğiz. Gerçekleri sürekli olarak yüzlerine çarpacağız.

Bugün elektrik faturamıza, ekmek fiyatlarına, ayçiçek yağına, A’dan Z’ye her şeye gelen zam, o yağ tenekelerine vurulan kilit Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin imzasını taşıyan sonuçlar.

Arkadaşlar,

Dolar 14’ün üstüne çıktı. Merkez Bankası 1 Aralık’tan bu yana tam 4 kere, zaten borçlanarak topladığı döviz rezervlerini satarak piyasaya müdahale etti. Sözüm ona müdahale etti.

Sadece iki gün önce, piyasa tahminlerine göre tam 2,5 milyar doları birkaç saat içinde cayır cayır yaktılar.

Ay başından bu yana, 4 milyar doları bu müdahalelerle yaktılar.

“Yaktılar” diyorum, çünkü Merkez Bankası döviz sattığında, piyasaya müdahale ettiğinde bir işe yaraması lazım. Zaten borç aldığınız dövizi satıyorsanız bunun bir sonuç getirmesi lazım. Sonuçgetirmiyorsa bu dövizi yakmaktan başka bir şey değildir.

Döviz müdahalelerinin piyasaya yön verebilmesi lazım. Piyasadaki oynaklığı azaltabilmesi lazım.

Bunların hiçbirisi olmadı.

Bu müdahalelerin etkisi ne? Sıfır. Koca bir sıfır. Hiçbir işe yaramadı.

Faydası Yok, küçücük bir faydası yok.

Sonuçta zaten ekside olan Merkez Bankası net döviz pozisyonu daha da eksi seviyelere düştü. Devletin döviz borcu daha da arttı.

İşte daha dün, kur 14 lirayı geçince başladılar döviz satmaya.

2,5 milyar doları sattılar. Kur kısa bir süre sonra tekrar 14’ün üzerine çıktı. Biraz 13 küsurlarda dolaştı, tekrar nerede olacaksa oraya vardı.

Bir saat önce baktığımda 14,60’tı. Tarihi rekor seviyelerde dolaşıyor.

Yani milli paramız şu an, bu toplantıyı yaptığımız anda tarihin en değersiz anını yaşıyor.

Bir tanesi de demiyor, diyemiyor ki: “Biz bu borç aldığımız dövizleri niye yakıyoruz arkadaş ya? Niye bunu yapıyoruz?”

Yahu arkadaşlar bu kadar bilmemezlik olmaz. Bu kadar inat olamaz.

Hadi tamam, anlıyoruz ki ekonomi ilmine dair basit bir bilginiz dahi yok. Ama kaç kere aynı deneyi yaptınız. Kaç kere denediniz.

Bu denemelerden bari bir şey öğrenseydiniz.
Bu kadar öğrenmeye kapalı bir zihin olabilir mi ya?

Sen öğrenmek için okuma, öğrenmek için ilme bakma, öğrenmek için düzgün iktisatçıları dinleme; ardından, büyük bir deneme-yanılma süreci başlat ve her seferinde de batır. Şu anda olan bu.

Yine ders almıyorlar.
Yarın Para Politikası Kurulu’nun ne yapacağını göreceğiz.

Niye bir şey öğrenemiyorlar biliyor musunuz arkadaşlar? Bu bir zihniyet meselesi.

Eğer yeni bir şeyler öğrenmeye zihin kaplıysa ne anlatsak boş.

Geçenlerde beni kastederek ne dedi? ‘Bana ders vermeye kalkıyor’ dedi. Derse ihtiyacı var. Bilmiyor; bildiğini zannediyor.

Ne oldu? İktisat ilminde olmayan bir tezi son aylarda inat ve ısrarla gittikçe dayatıyorlar. İnatla ve ısrarla bunun peşinden koşuyorlar.

Ve her seferinde yanılsalar da hatada ısrar ediyorlar. Aylardır tekrar ediyorum, etmeye devam edeceğim:

Sayın Erdoğan; Türkiye Cumhuriyeti sizin yanlış tezlerinizin deneme tahtası değil!

Bu koskoca ülke bir deney laboratuvarı değil. Bu ülkenin vatandaşları da sizin deney kobayınız değil!

Yazık, günah!

Bakın ne oldu? Son üç ay...

Eylül ayında Merkez Bankası faiz indirince, kur arttı, enflasyon arttı. Hep beraber gördük mü?

Ekim ayında Merkez Bankası faiz indirince, kur yine arttı, enflasyon arttı.

Kasımda üçüncü kez Merkez Bankası yine faiz indirdi, yine kur arttı, yine enflasyon arttı.

Üç kere denediniz ya. Faiz talimatla düşmez.

Bunlar ne yapıyor? Benzine kibrit çakıyor, patlayarak yanıyor. ‘Allah Allah, böyle olmaması lazımdı’ diyor. İkinci ay yine benzine kibrit çakıyor, yine patlıyor, yine ‘Allah Allah, niye böyle oluyor’ diyorlar. Üçüncü kere yine kibrit çakıyor, benzin yanıyor, patlıyor, ‘Niye oluyor bu?’ diyorlar.

İnanın bu kadar basit ya.

Allah aşkına anlamıyor musunuz? Görmüyor musunuz? Anlamadınız mı? Öğrenmiyor musunuz?

Haydi bilmiyorsunuz, yaptığınız deneylerden de en ufak bir fikir almadınız mı? En ufak bir şey öğrenmediniz mi?

Niçin tekrar tekrar bu ülkeye zarar veriyorsunuz?
***
Cumhurbaşkanı iki de bir ne diyor? “Ben faize karşıyım”. Bir de ‘nas’ diyor. Bakın arkadaşlar, burada tam ibretlik bir sonuçla karşı karşıyayız.

Eylül ayından bu yana merkez bankasının kısa vadeli faizi yüzde 19’dan yüzde 15’e düştü.

Ancak aynı dönemde Hazine’nin 5 yıllık borçlanma faizi yüzde 17’den yüzde 23’e çıktı.

Merkez Bankası’nın faizini talimatla 4 puan indiren Erdoğan, hazinenin borçlanma faizinin tam 6 puan artmasına sebep oldu.

Bunu göremiyorlarsa gerçekten yazık ve gerçekten ayıp.

Ya madem nas diyorsun, sen Merkez Bankası’nın faizine karşısın da Hazine’nin ödediği faizine karşı değil misin?

Senin anladığın şekliyle nas, sadece Merkez Bankası faizi için mi geçerli?

Hazine ödüyor bu faizi, Hazine...

Eylülden bu yana Hazinenin ödediği faiz tam 6 puan arttı. Senin yanlışların yüzünden bu ülkenin hazinesi tam 6 puan daha fazla faiz ödemeye başladı.

Üstelik bu faizler milletten toplanan vergilerle ödeniyor. Merkez Bankası’nın aldığı faiz hazinenin verdiği faiz. Bütçeden ödediği faizi.

Bakın, bu yılki 2021 yılındaki bütçede, faiz ödemesi 180 milyar idi. 180 katrilyon. Zaten arta arta geliyor. Bizim dönemimizde her sene sabit 50 milyar civarındaydı. Ekonomi büyüyor şu var bu var ama 50 milyar dolar ortalama ödeniyordu. Bu sene 180’e çıktı. Gelecek yılın bütçesinde tam 240 milyar, 240 katrilyon eski parayla faiz ödemesi koydular. Bu tabii eski kur ve eski faize göre. Kur çıktı 8’den, 14’e 15’e 16’ya. Faiz çıktı mı, hazinenin ödediği faiz yüzde 17’den yüzde 23’e. Ne olacak? 240 milyarın da çok üzerine faiz ödemesi olacak gelecek sene.

Bütçeden ödenen bu faiz, hazinenin borçlanma faizi. Erdoğan’ın bundan bahsettiği yok. Varsa yoksa kafayı takmış Merkez Bankası’na, ’bağımsız bağımsız ’ deyip duruyordu ya... ne oldu? Ele geçirdi. Tamam. Talimatla her şeyi yaptırıyor mu Merkez Bankasına? Yaptırıyor, faizi indirtiliyor. Hazinenin faizi ne oluyor? Hazinenin ödediği faiz şu anda gerçekten çok yüksek bir faiz. Gerçekten anlamıyorlar.

Merkez bankası faizini düşürdük diyorsunuz da hazinenin faizlerini patlattığınızdan neden bahsetmiyorsunuz? Bir de ondan bahsedin. ‘Ben faize karşıyım.’ Ee ne oldu. Sonuca bakın sonuca. Karşıyım diye mücadele etmeye çalıştığın faiz hazinenin borçlanma faizi olarak patladı. Geldiğimiz nokta bu.

Ne diyordu? ‘Benim alanım ekonomi’ diyordu. ‘Ben ekonomistim’ diyordu. ‘Bu işin kitabını yazdık’ diyordu.

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Sonuca bakacaksın sonuca. Karne ortada. Karne: Yüksek kur, yüksek enflasyon ve daha yüksek borçlanma faizi. Sonuç bu.

Erdoğan yüzünden bu ülkenin hazinesi, 5 yıl vadeli borçlanırken, yani tam 5 yıl boyunca yüzde 17 yerine, yüzde 23 faiz ödeyecek demek. Geçen hafta salı günü 5 yıl vadeli hazine borçlanma yaptı. Bu ne demek? 5 yıl boyunca sabit bu faizi ödeyeceğim demek. Bu ne demek? Bugün borçlandığın zaman ileriye doğru 5 yıl boyunda yüzde 23, 23, 23 ödeyeceğim demek. Kısa vadeli de değil. Merkez bankası kısa vadeli, gecelik ya da bir hafta. Ama hazinenin 5 yıl vadeli faizden bahsediyoruz.

Gecelik haftalık faizlerle oynarken, aynı bilmeyen birisisinin elektronik bir cihaza keserle, baltayla müdahale ettiği gibi belli bir alana müdahale ederken asıl öbür tarafta bu milletin tam 5 yıl boyunca 6 puan daha faiz ödemesine sebep oluyor. Sonuç bu.

Arkadaşlar, gerçekten ekonomimizi mahvettiler! Berbat ettiler!

Bunların saçmalıkları sebebiyle, 70 yaşındaki emeklilerimiz yağmur altında ekmek kuyruğunda bekliyor.

Bu kötü yönetim sebebiyle, esnafımız ışıklarını açmadan dükkânda müşteri bekliyor. Elektrik fiyatları aldı gitti. ‘Yakamıyorum’ diyor. Gündüz saatlerinde sıfır. Ha akşama doğru hava kararınca 10 tane ampul varsa dükkânda birini yakıyor onunda idare ediyor.

Vatandaşların evine bakıyoruz buzdolapları boş.

Hani Erdoğan övünüyordu ya, Avrupalılar arabalarının depolarını doldurmaya buraya geliyor diye,

Kendi vatandaşımız dolduramıyor deposunu artık.
Ne deposu ne arabası. Tencereyi dolduramıyor vatandaşımız.

Bu yanlışlarınız sebebiyle, pazara giden kadınlar Çanakkale’de şahit oldum bir torbaya 3 adet biber alıp evine dönebiliyor.

Ve ısrarla, inatla devam ettiğiniz bu hatalar sebebiyle kendi vatandaşlarımız ülkemizi terk ediyor. Çok üzülüyoruz.

Gençlerin yüzde 70’inin, yüzde 80’inin terk etmek istediği bir ülke oldu burası. Görmüyor musunuz bunu, bilmiyor musunuz, duymuyor musunuz?

*****
Değerli arkadaşlar,

Dün bir de haberlere ne yansıdı, dövize endeksli iç piyasa için tahvil çıkartacaklarmış.

Biliyorsunuz, bazen vatandaşlarımız ellerindeki üç kuruşluk para erimesin diye döviz alabiliyor.

Çünkü Türk lirasına güvenin yerlerde süründüğü bir dönemdeyiz.

Dolayısıyla, banka hesaplarında döviz cinsinden birikim tarihi yüksek seviyede. 2001,2002 krizinde bile bankalardaki döviz mevzuatı bu kadar yüksek olmamıştı oran olarak. Şu anda yaklaşık yüzde 65.

Bankalarda vatandaşlarımızın yüz lirası varsa bunun tam 65 lirası döviz cinsinden tutulan mevduat. Bu paramıza güvenin ne kadar azaldığının en önemli göstergelerinden birisi.

Kendi vatandaşımız kendi paramıza güvenmiyor. Haklı olarak. Hükümet de çözüm bulmuş: Dövize endeksli tahvil.

Yani vatandaşa diyecek ki “Sen döviz alma, bu tahvili al, tahvili dövize göre değerlendireceğiz, sonra sana ödeyeceğiz.”

Yani, Merkez Bankasını döviz borcuna batırdıkları yetmiyormuş gibi, bir de ülkenin Hazinesini, kendi vatandaşına, dövize endeksli bir şekilde borçlandırmaya başlıyorlar.

Biz bunu sıfırlamıştık. Bizden önceki dönemde, 90’larda bunu yapıyorlardı.

Yani, Hazine iç piyasa için dövize endeksli veya döviz cinsinden borçlanma yapıyordu. Biz bunu kaldırdık, eski borçları ödeyip sıfırladık. Sıfırladıktan sonra bir daha asla böyle bir şey yapmadık.

Şimdi o eski döneme yeniden sürüklüyorlar ülkeyi.

Bir ülkenin Hazinesi, milli Hazinesi kendi vatandaşına borçlanırken, başka bir ülkenin para birimiyle borçlanır mı?

Hani millilik? Hani yerlilik?

Hâlâ akılları nerede inanılır gibi değil.

“Hukuka uyalım, hukuk devletini tesis edelim. Güveni oluşturalım. Ülkeyi düzgünce yönetelim de ekonomi düzelsin” diyeceklerine, her türlü cambazlığı deniyorlar.

Boş çabalar bunlar değerli arkadaşlar boş.

Kaybedecek bir dakika bile yokken, bu tür işlerle oyalanan bir iktidar, ciddiyetini tamamen yitirdiğini ilan etmiş demektir.

Karşımızda hukuksuzluğu içselleştirmiş, ciddiyetsiz bir kötü yönetim var.

Her alanda krizin içindeyiz. Sadece şu anda bir ekonomik krizden bahsetmiyoruz.

Yargıda adalet kalmadı.

Mecliste, milli iradenin esamesi yok.

Ekonomide, kaynak kalmadı.

Hastanelerde sağlık kalmadı.

*****

Bugün biliyorsunuz Türk Tabipleri Birliği çağrısıyla sağlık çalışanlarımız grevde. Ameliyatlar yapılamıyor.

Evet, ameliyatların dahi yapılamadığı günlerden geçiyoruz. İlaçlar bulunamıyor.

Sağlık çalışanlarımız gün yüzü görmüyor. Avrupa’nın en düşük sağlık çalışan ücretleri bizim ülkemizde.

En yoğun çalışma şartları da en ağır çalışma şartları da bizim ülkemizde. 36 saatlik nöbetlerle, oldukça zor şartlarda hem kendileri hayatta kalmaya çalışıyorlar hem hastaları hayatta tutmaya çalışıyorlar.

Bir de ne yaptılar geçtiğimiz günlerde? Sayın Erdoğan ve ilgili Bakan gazetecilerin önünde müjdeyi kim verecek yarışıyla adeta hekim ücretlerine zam yapılacağını duyurdular.

Üstelik bu açıklamada, diğer sağlık personelinin ücretlerine dair de tek laf edilmedi.

Hemşireler, teknisyenler, sağlık hizmetinin diğer bileşenleri dışlanmış oldu. Sağlık camiasını da itinayla adeta birbirine düşürdüler.

Sonra ne çıktı? Zam müjdesi fos çıktı. Balon çıktı.

Meğer zam dedikleri zaten döner sermayeden gelen ek ödemenin maaşlarına yansıtılmasından ibaretmiş.

Ama herkesi önce birbirine düşürdüler, sonra da bu saçmalığın içinden çıkamayacaklarını da anlayınca, Meclis’te ilgili yasa maddesini geri çektiler. Döndüler sıfır noktasına, başlangıç noktasına.

Özetle bu konuyu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

İşte şimdi, zor şartlarda çalışan sağlık çalışanlarımız sesini en azından duyurabilmek için bugün grev yapıyor.

Temennimiz, en kısa sürede bu adaletsizliğin sona ermesi ve sağlık personelimizin huzurlu çalışma ortamının tesis edilmesi.

Ancak, bu iktidarın bunu yapma kapasitesi de kalmamış durumda. Bunu çok iyi görüyoruz.

Bizim hedefimiz, bizim planlamamız çok açık: Sağlık çalışanları mesleklerinden soğutan koşullarla karşı karşıya. İşte o koşulları düzelteceğiz.

Tedaviyi alanın da verenin de memnun olduğu bir sistemi hızlı bir şekilde oluşturacağız.

Bunu yapmak zorunda olduğumuzu ve yapacak kadrolara sahip olduğumuzu çok iyi biliyoruz.

Biliyorsunuz biz her alanda 90 ve 360 günlük acil eylem planlarımızı açıklıyoruz.

En kısa zamanda da sağlığın DEVA’sı eylem planımızı kamuoyuyla paylaşmayı planlıyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bu krizden çıkışın yolu belli. Hem maliyetleri hem de fiyatları aşağı çekmenin yolu belli: Hem sistem hem de iktidar değişikliği.

Bugünkü iktidara ayrılan sürenin artık sonuna geldik.
Bunun için önce Sayın Erdoğan’la ve krizlerin ortağı Bahçeli’yle vedalaşacağız.

Bakın görün o zaman bu ülkenin ekonomisi nasıl rahatlıyor. İnanın seçimlerden sonra bu ülkeyi düzgün yönetecek bir kadronun iş başına geleceği şöyle bir belli olsun. Seçimlerden sonra nasıl bir ekonomi politikası uygulanacağıyla ilgili net bir tablo ortaya konsun. Anında ekonomik göstergeler düzelmeye başlar.

Bu hükûmetin gitmekte olduğu çok daha güçlü ve düzgün yönetecek bir kadronun iş başına geleceği belli olsun hemen ekonomik göstergeler düzelmeye başlayacaktır.

Biz kuşkusuz bir iktidar değişikliği, bir yönetim değişikliğinin şart olduğunu düşünüyoruz ama bir yandan da sistemi değiştireceğiz. Sistem değişikliği de önemli. Ülkeyi gece yarısı kararnameleriyle fakirleştiren partili taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminden inşallah ilk fırsatta kurtulacağız. Milletimizin her kademede belirleyici olduğu güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz.

Bu ucube sistemin tüm enkazını, kısa sürede temizleyip, hukukun üstünlüğüne ve güçler ayrımına dayanan yepyeni bir sistemi inşa edeceğiz.

Taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin önemsizleştirdiği Gazi Meclisimizi ayağa kaldıracağız.

Türk, Kürt, Sünni, Alevi... Hiç fark etmez.

Yaşam tarzı, cinsiyeti, sosyal statüsü hiç fark etmez.

Temel hak ve özgürlükleri, herkes için güvenceye kavuşturacağız.

Demokrasiyi, bütün kurum ve kurallarıyla güçlendireceğiz.

Yasama, yürütme ve yargı her biri ayrı ayrı güçlü olacak. Yargının yürütme üzerinde etkin bir denetim fonksiyonu olacak.

Meclis’in yasama organının yürütme üzerinde etkin bir denetim gücü olacak. Ekonomiyle ilgili bağımsız kurumlarımızın güvencesi olacağız.
Tüm sorunlarımızı, demokrasimizi ayağa kaldırarak çözeceğiz.
Değerli basın mensupları, Bugünkü basın buluşmamıza katıldığınız için tekrar teşekkür ediyorum, sorularınız var ise şimdi onları cevaplamak üzere sözü size bırakıyorum.

Soru-Cevap Bölümü

Soru: İktidarın mevcut ekonomik şartları ortaya sunarak olağanüstü hâl ilan edebileceğine dair iddialar var. Bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zaman zaman sekteye uğrasa da demokrasimiz her girdiği çatışmadan galip çıkmıştır. Demokrasiye kast edenler, halk iradesini tanımayanlar ise her seferinde kaybetmiştir. Tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Yerli yersiz OHAL uygulamaları da demokrasimize zarar veren uygulamalardır. OHAL’in özü Anayasa’nın temel haklarla ilgili maddelerinin bir süre için askıya alınması demektir. Yani benim başka önceliklerim var arkadaş, hak hukuk tanımam, insan haklarını, mülkiyet hakkını, sözleşme hakkını tanımam demektir. Hukuki karşılığı budur. Bu nedenle OHAL gibi ihtimallerin konuşulur hale gelmesi dahi hükûmetin ekonomiyi hangi noktaya getirdiğini açık bir şekilde göstermektedir. Bu tür düşünceler ve olası uygulamalar ekonomik krizi derinleştirip tam bir çöküşe dönüştürür. Hükûmetin acilen bu tür dedikoduları kesin bir dille reddetmesi gerekir.

Soru: Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, yeni ekonomi modeli olarak sunulan ekonomi politikalarının 'Çin modeli' olarak gösterilmesine karşı çıktı, bunun Türkiye'ye özgü bir model olduğunu savundu. Ayrıca bu modelin başarılı olamaması halinde üzüleceğini söyledi. Bu konuya ilişkin bir değerlendirmeniz olur mu?

Ben hep söylüyorum. Bu hükûmet aynı Nasrettin Hoca’nın hikayesi gibi... Attan düştü, “Ben zaten inmeyi planlıyordum” diyor. Bir planım, bir bildiğim var diyor. Ne yaptığımızı biliyoruz diyor. İyi de senin attan düştüğünü herkes gördü. Mahallenin meydanında attan düştün. Üzerini başını çırpıp ben zaten inmeyi planlıyordum diyor. Yaptıkları bu. Daha bir hafta, on gün önce ‘Çin modeli’ diyorlardı; şimdi dönüyorlar ‘Bizim yerli modelimiz’ diyorlar. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Üstelik szi kendinize hangi modelin adınıu koyarsanız koyun. Bir zamanlar dünyada bir Türkiye modeli vardı. Özellikle bizim o 12500 dolarlık milli gelire ulaştığımız yıllarda; 2011, 2012, 2013’te herkes Türkiye modelinden bahsediyordu. 2014’te Dünya Bankası bir kitap yayınladı. Türkiye’nin reformlarını fasikül fasikül içeren bir kitap. Bu kitabı bütün gelişmekte olan ülkelere dağıttı. Bizden heyetler istediler. 20’den fazla ülkeye heyet gönderdik. Eğitimde, sağlıkta, Merkez Bankası yönetiminde aklınıza gelen her alanda biz gittik başka ülkelere kendi reformlarımızı anlattık. Gerçek Türkiye modeli o dönemde yaşandı. Hatırlayın, Davos’ta o en büyük salonda ben konuşmacıyım. Bugün hala aynı görevi yapan Financial Times Gazetesi’nin baş yazarı, moderatör bana dedi ki; “Bizim Avrupa olarak sizden öğreneceğiniz çok şey var. Bize ne ders verirsiniz” dedi. Avrupa ne yapsın, ne tavsiye edersiniz dedi. Ertesi gün dünya basınının manşetindeydi. Türkiye modeli o. Şu anda bir modelden bahsediyorsak, illa bir model adı vereceksek, herhalde ‘Erdoğan’ın gerileme dönemi modeli’ diyebiliriz. Dolayısıyla şu anda ne yaptığını bilen bir hükûmet yok. Gerçekten çok üzülüyoruz. 84 milyonluk bir ülke. Avrupa’nın en büyük topraklarına, Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahip, Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip bir ülkeden bahsediyoruz. Bu koskoca ülkenin bu kadar beceriksiz bir şekilde yönetilmesi, bu kadar temel hataların tekrar tekrar yapılması yazık. Ama tabii bedelini kendileri ödemiyor. Hatta ifadelere bakın. “Benim kaybedecek çok şeyim var” diyor. Senin bir maaşın var diyor. Olsa olsa enflasyon altında ezilirsin, benim varlığım çok, çok kaybedecek olan benim diyor. Kafaya bakın ya. Yani bu kafayla bir ülke yönetilebilir mi? Bir ülkenin yöneticileri sadece ve sadece varlıklı insanların varlığını koruma üzerinden bir ekonomik model oluşturabilir mi? Kafa bu. Demek ki zihinlerinin gerisinde zaten zengin olanın varlığını korumak var. Ha işe de yarıyor ha. Dövizi olanın işine yarıyor. Döviz katlaya katlaya gidiyor. Varlığı olanın işine yarıyor bakın. Diyelim ki Türk lirası mevduatı mı var, öde, mevduat faizleri yükseldi. Türk lirası mevduatı olanın yüksek faizden daha çok getirisi var. Elinde Hazine tahvili, Hazine bonosu tutanlar daha üç ay önce yüzde 17 faiz alırken şimdi yüzde 23 faiz alıyor. Toplumdan koptular ya. Bu ülkenin insanlarıyla oturup dertleşemiyorlar. Bizim yaptığımız gibi, buradaki il başkanlarımızın, teşkilat mensuplarımızın yaptığı gibi alınları açık, başları dik yürüyemiyorlar. Çarşı Pazar gezemiyorlar. Bunun için toplumdan tamamen koptukları için sadece kendi etrafındaki varlıklı insanlarla konuşa konuşa bu ülkenin hem ekonomisine büyük zarar veriyorlar hem de çok geniş kitlelerin daha da yoksullaşmasına sebep oluyorlar. İşin özü ve sonucu bu maalesef.

Soru: CHP eski milletvekili gazeteci Barış Yarkadaş, millet ittifakına Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin de dahil edileceğini, yeni ittifak isminin de Büyük Millet İttifakı olacağını iddia etti. Siz bu iddiayı nasıl değerlendiriyorsunuz, Büyük Millet İttifakı kurulur mu? Siz de dahil olur musunuz?

İttifaklar ve cumhurbaşkanlığı meselesinde biz bugün itibarıyla hiçbir şey söylemiyoruz. İttifak meselesi bir seçim ittifakıdır ve seçim tarihi yaklaşınca konuşulacak, gerekirse yapılacak bir iştir. O günkü şartlarda bu kararın verilmesi lazım. Biz siyasi partilerle yakın bir diyalog içindeyiz. Cumhur ittifakında olmayız. Mevcut AK Parti ve MHP’nin tarafında olmayız. Onlarla beraber hareket etmeyiz onu açıkladık. Ama bu seçimlere giderken DEVA Partisi, tek başına mı hareket edecek veya bir ittifak içinde mi olacak onla ilgili kararı günü gelince vereceğiz. Bugünden herhangi bir şey söylemiyoruz. Parlamenter sistem konusunda altılı bir masa kuruldu. Biz oraya eşit aktör olarak oturduk. Konsensüsle çalışan bir masa oldu. O masanın konsensüs masası olmasını teklif ettik ve o şekilde kabul edildi. Ve o masada çalışıyoruz. Ama o masa bir ittifak masası değil.

Soru: Kılıçdaroğlu aday olup olmayacağı yönündeki soruya karşılık, “İttifak kabul ederse bir sorun yok. Bir araya gelip, oturup konuşmamız ve ondansonra karar vermemiz gerekiyor” diye yanıtladı. Bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz, Kılıçdaroğlu'nun adaylığını 'uygun' görüyor musunuz?

Bugünden partimizin verilmiş hiçbir kararı yok. Günü geldiğinde bu konular değerlendirilir. Partimizin yetkili organlarında bu kararlar alınır.

14 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 8. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ Lİ BABACAN’IN
8. İL BAŞKANLARI TOPLANTISI KONUŞMASI

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez başkanlık kurulu üyeleri, Değerli bölge koordinatörlerimiz,
Çok değerli il başkanlarımız,
Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

Partimizin sekizinci il başkanları toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında dünkü trafik kazasında yaralanan Edirne il başkanımız Kerem Arda’ya geçmiş olsun dileklerimi huzurlarınızda tekrar iletmek istiyorum.

Yine dün dedesini kaybeden Yozgat il başkanımız İsmail Yılmaz’a ve ailesine de başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Bugünkü toplantımıza kendilerinin veya yakınlarının rahatsızlığı sebebiyle katılamayan il başkanlarımıza da acil şifalar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Son il başkanları toplantımızdan bu yana tam dört hafta geçti.

Bu dört hafta içinde genel merkezden görevli arkadaşlarımız 81 ilde programlar yaptı.

Çok sayıda kongreler yaptık, açılışlar yaptık.
Sivil toplumla buluştuk, meslek örgütleriyle istişareler yaptık.

Muhtarlarımızla sohbet ettik, çarşıda pazarda kahvelerde vatandaşlarımızın dertlerini dinledik.

Bu geçtiğimiz dört hafta içinde, Çorum’daydım, İskilip’teydim, Yozgat’ta Sorgun’daydım, Akdağmadeni’ndeydim.

Sivas’taydım, Tokat’taydım, Turhal’daydım, Zile’deydim.

Keçiören’deydim, İstanbul’daydım, Büyükçekmece’deydim, Kâğıthane’deydim, Sultangazi’deydim, Esenyurt’daydım.

Bursa’daydım, Kestel’deydim, Gürsu’daydım, Yıldırım’daydım.

Çanakkale’deydim, Yenice’deydim, Çan’daydım, Biga’daydım.

İzmir’deydim, Gaziemir’deydim, Torbalı’daydım.

Çok şükür, her geçen ay, partimize olan ilgi, sevgi ve destek artıyor.

Kurumuş toprağın, hasret kaldığı suyla buluştuğu gibi, vatandaşlarımızla buluşuyoruz.

Hem dertlerini dinliyoruz hem de teveccühlerine mazhar oluyoruz.

Ülkemiz için hedeflerimizi, planlarımızı, programlarımızı vatandaşlarımızla paylaşıyoruz.

Öte yandan, ziyaret ettiğimiz her yerde vatandaşlarımızın feryadıyla karşılaşıyoruz.

Emeklilerimiz hayat pahalılığı karşısında tamamen çaresiz durumda. Maaşlarıyla ay sonunu getirmeleri artık mümkün değil.

İşçilerimiz, sabit gelirli vatandaşlarımız büyük sıkıntılarla karşı karşıya. Maaşlarını alıyorlar ayın onuncu, on beşinci gün bitiyor. Kredi kartlarının limitleri çoğu vatandaşımız için hızla dolmakta.

Ülkemizde işsizlik almış başını gitmiş. Adım başı işsiz vatandaşlarımızın dertlerini dinliyoruz.

Gençlerimiz hem işsiz hem de umutsuz. Bırakın bugünkü durumu daha lisede okuyan, üniversite bire başlayan talebeler ben hayata atıldığım zaman bu ülkede artık işbulamayacağım artık diye dertleniyor. Bugünü yarını değil, ülkenin dört sene sonrası beş sene sonrasıyla ilgili gençlerimiz büyük bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı içerisinde.

Esnafımız malını kaça satacağını şaşırmış durumda. Maliyetler almış başını gitmiş.

Bir yandan vergi borcu, bir yandan banka borcu, bir yandan piyasa borcu derken, esnafımız çok ağır yüklerin altında sürekli eziliyor.

Çiftçimiz çaresiz. Artan maliyetlerle baş edemiyor artık. Ya gübresiz ekim yapıyor ya da artık ben bu işten vazgeçtim diyor.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız, üreticilerimiz artık ben baş edemiyorum diyor. Harcadığım yem parasına maalesef ne et satışından ne de süt satışından bu masraflarımı artık karşılayamıyorum diyor.

Kaç tane üreticimizden ben artık hayvanlarımı kesmeye başladım ifadesini duydum. Özellikle süt üreticilerinden.

Gerçekten yakın tarihimizin en kötü krizlerinden birisinin tam ortasındayız şu anda.

Ve değerli arkadaşlarım,

Ülkemizi karış karış gezerken, her gün diyoruz ki, iyi ki DEVA Partisi’ni kurmuşuz. İyi ki bu yola çıkmışız.

DEVA Partisi, ülkemizde, çok büyük bir siyasi boşluğu doldurmuş durumda.

Partimize ne kadar büyük ihtiyaç olduğunu, bizzat her gün sahada görmekteyiz, her an hissetmekteyiz.

Gerçekten tarihi bir sorumluluğu üstlenmiş bulunmaktayız.

DEVA Partisi’yle birlikte artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yepyeni bir döneme girdi bu ülke.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz, sınır komşularımızın ucuz pazar yeri oldu.

Nasıl olmasın ki, paramızın, karşısında değer kaybetmediği para birimi dünyada neredeyse kalmadı.

Ha şöyle sınır ülkeler baktığımızda bir tek Suriye. On yıldan fazladır bir iç savaşla boğuşan Suriye’nin para birimi Türk lirasıyla belki mukayese edilebilir durumda.

Onun haricindeki komşularımızın tamamının parası şu anda bizden çok daha kıymetli.

Azerbaycan, Gürcistan, Yunanistan, Bulgaristan için adeta bedava bir ülkeye döndük.

Biz elbette ülkemizin komşularımızla olan ticaretinin artmasını isteriz. Komşularımız Türkiye’ye rahat gelip gitsin isteriz. Bizim vatandaşlarımız da komşularımıza rahat gitsin gelsin isteriz.

Elbette ticaretimizle, sanayimizle, kültürümüzle, turizmimizle bir cazibe merkezi olmak isteriz.

Ama değerli arkadaşlar bu o değil, şu anda yaşadığımız öyle bir şey değil.

Koskoca Türkiye, komşu ülkelerin “her şey bir lira” mağazasına döndü neredeyse.

Hani pazarlarda kullanılan bir tabir vardır, “batan geminin malları bunlar” diye.

Şu anda Türkiye’ye alışverişe gelenler, “batan Türkiye’nin malları bunlar” diye diye kapış kapışalışveriş yapıyorlar ya. Çok üzülüyoruz. Ülkemiz buna layık değil.

Emeğin sömürüldüğü, alın terinin değersizleştiği bir ülke olduk. Bunun için yabancılar için ucuz ürünlerin cennetine döndük.

Kur attığında bütün ham madde fiyatları artıyor. Sanayideki üretimin bütün hammadde girdilerinin fiyatı artıyor. Artmayan bir ne var? İşçilik var işçilik.

Hani rekabetçi kur dedikleri, Çin modeli dedikleri, döviz kurunu artıralım daha çok ihracat yapalım dedikleri özünde baktığımızda bu ülkenin işçisinin, çalışanının alın terini, bilek gücünü daha ucuza yurtdışına pazarlamaktan ibaret. Başka bir şey değil.

Yeni model diye ortaya koydukları bundan başka bir şey değil. Bu ülke 7’den 77’ye, hiçbir ferdiyle bu değersizliği hak etmiyor. Hani meşhur bir lafları vardı değil mi? “Değerli yalnızlık” diye.

Değer meğer kalmadı, sadece yalnızlık kaldı. Dünyadan kopmuş, dünyada itibarsızlaşmış, güvenini yitirmiş, ne yapacağı belli olmayan, aklını yitirmiş bir ülke görüntüsü var şimdi.

*****
Bakın arkadaşlar,

Bir ay evvel yine il başkanları toplantısı yaptığımızda doların paramız karşısında 10 lira olduğundan bahsetmiştik. Dün ise 14’ü geçti.

Satın alma gücümüz, son bir ay öncesine göre daha da zayıfladı.

Şundan 10 sene, önce takvim aralık sonunu gösterdiğinde, yeni yıl heyecanı sarardı bu ülkeyi. O günleri hatırlayalım. Türkiye’nin parlak günlerini. 2011,2012,2013. Yılbaşı geliyor diye insanlar böyle tatlı bir heyecana

kapılırlardı. Alışveriş iyi olurdu ülkede. Şimdi ise ülkenin tümünü sarmış bir geçim kaygısı var.

İnsanlar yarınlarından korkuyor. Önümüzdeki haftasından korkuyor. Ertesi gününden korkuyor.

Maaşlar yetmiyor, cebimizdeki para, durduğu yerde eriyor.

1,5 ay önce demiştim ki, 200 liralık banknotun değeri 23 dolara düştü. Şu anda 14 dolar.

İlk çıktığında 123 dolar eden banknotumuz bugün 14 dolara düşmüş durumda.

Biz altı sıfır attık bunlar geldiler en az bir sıfır eklediler şu anda. Nereye kadar gider onu da bilmeyiz. Şu farka bakın.

Yeri gelmişken şimdi bir video izleyelim. Yatırım danışmanı edasında bir cumhurbaşkanının engin öngörüsüne bakalım.

Çünkü bu hafızadakileri, basın kayıtlarını göstermediğimiz zaman unutulabiliyor. Geçmiş hiçyok gibi davranabiliyorlar. Her güne kilometreyi sıfırlayıp başlayabileceklerini düşünüyorlar. Öyle değil.

Alanı ekonomi ya hani. Ekonomistim diyor. Döviz kuruyla ilgili neler demiş onu izleyelim.

Video kolaj - Erdoğan dolar

6 mart 2015: Dolara aşırı derecede yatırım yapanlar, yaya kalabilirler.

02.12.2016: Yastığının altında döviz olanlar gelsin parasını TL'ye dönüştürsün.

03.12.2016: Benim de alanım ekonomi biraz bilirim. Dem bu dem, zaman bu zaman. 'Efendim zarar edersek ne olur?' bak, bu millidir, bunda bereket vardır. Bundan zarar etmezsin merak etme. Milli diyor, bereket diyor. İstismar...

26.05.2018: Yastığının altında doları olan, avrosu olan kardeşlerim, TL’ye yatırın. Şurada fazla bir zaman yok, 28 gün. 28 gün sonra ülkemizin kaderi çok daha farklı şekilde değişecek.

10.08.2018: Dolar, molar bizim yollarımızı kesmez. Hiç endişe etmeyin. Ama buradan yine söylüyorum, yastığının altında doları, eurosu, altını olan varsa gitsin bozdursun.

14.09.2018: Türk lirasına ve kendi paramızla değer biçilen finans araçlarına yönlendirilmesi gerekli.

24.03.2021: Sadece kendilerini güvende hissetmek amacıyla evlerinde döviz ve altın tutan vatandaşlarıma buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum.

29.03.2021: Evlerinden tuttukları altınları, dövizleri ekonomimize kazandırmaları çağrılarımı tekrar etmek istiyorum. Win-Win esasına göre hem ülkeye hem kendilerine kazanmanın yolunu gösteriyorum.

8.12.2021: Döviz, altın ve Türk lirası cinsinden tasarrufu bulunanlarında bu büyük atılıma katılmaları halinde dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında girebilecek seviyeye ulaşacaktır. Ya bırakın onu, biz bıraktığımızda 16. büyük ekonomiydik. Şu anda 21.liğe düştük. İlk 20’nin altına düştük.

Değerli arkadaşlar,

Kaç yıldır aynı şeyleri tekrar edip duruyor ya. Takılmış plak gibi. Ancak Erdoğan’a güvenip de yatırım kararı alan vatandaşlar şu anda bin pişman. Onlar yaya kalıyor.

“Bozdurun” diyor ya hani... Ya elinde üç kuruşu olan, yarına yok olmasın diye, sırf parasının değerini korumak için mecburen gidiyor döviz alıyor. Gidiyor 100,200 dolar alıyor ay sonuna kadar maaşım erimesin diyor. Her şeyin fiyatı hızla artıyor diyor. Bu da ne yapıyor? Hemen sat, bozdur diyor.

Daha kur 3 lira iken başlamış sat demeye. Bugün geldi 14 liraya dayandı. 14 lirayı geçti.

Bankalarımızda tarihin en yüksek yabancı para mevduatı oranı var. En son baktığımızda yüzde 65 civarındaydı. Böyle bir şey yok bakın. 2002’de bile biz ilk ekonomi yönetiminin başına geldiğimizde bu oran yüzde 55 civarındaydı. 2001 krizi yaşamış bir ülke. Kur fırlamış gitmiş. 20 tane banka batmış. O günlerde yüzde 55’ti. Biz bunu yüzde 35’e kadar indirdik. Yani bankalardaki toplam mevduatın yüzde 35’i döviz, yüzde 65’i Türk lirası oldu.

Niye? Milli paramıza güven geldi de onun için. Bugün banka mevduatının yüzde 65’i döviz. İşte diyordu ya kendisi ‘Para bir milletin itibarıdır’ diyordu. İşte itibarımızı maalesef beş paralık ettiler.

Yani vatandaşlarımız ilk kez bu denli güvenini yitirdi kendi paramıza.

Fakirleşiyoruz, yoksullaşıyoruz. Unu, yağı, ekmeği, yumurtayı alırken gramaj hesabını yapıyoruz.

Dün akşam şöyle bir istişare toplantısındaydık. Benim oturduğum semtte dedi katılanlardan bir tanesi ilk defa ben ekmek kuyruğu gördüm dedi. Bizim semtte olmazdı dedi. Bizim semtte giderler insanlar nerede ekmeği bulurlarsa alırlardı dedi. İlk defa bizim semtte baktım vatandaşlar ekmek kuyruğuna girmiş. Nispeten hali vakti yerinde olan bir semtten bahsediyoruz.

Kasa önünde parası çıkışmadığı için aldıklarını iade eden vatandaşlarımızı, pazarda taneyle meyve alan, sebzeleri yarım yarım alan emeklilerimizi her gün görüyoruz.

Çanakkale’de karşılaştık yolda vatandaşımızla bir torbaya üç tane biber koymuş. Pazardan geliyor. Yaptığı alışveriş o kadar. Bu biber de Çanakkale’nin meşhur biberi. Kapya.

Ama iktidarın büyük ortağına bakıyoruz. Genel başkanları da Beştepe’dekiler de inanın şaşkınlık veren bir kopukluk içerisindeler. Sanki bu ülkede yaşamıyorlar yani. Öyle şeyler anlatıyorlar ki sanki tarif ettikleri başka bir ülke.

Hayret ediyorum, bir zamanların en güçlü halk hareketlerinden birisinin başında olan bir insan, nasıl olur da böyle bir aymazlık içinde olabilir? Gerçekten ibretlik.

Çevreyi, merkeze taşımayı başaran bir ekibin başındaki kişi, nasıl olur da çevreden tamamen kopabilir? Hani kitabını yazdım bu işin diyor ya aslında bu Türkiye’nin çöküşünün bir kitabını bir gün birilerinin yazması lazım.

Kötü yönetimin, ehliyet ve liyakati bırakmanın, istişareyi bırakmanın nasıl bir ülkeyi çökerttiğinin kitabını birinin yazması lazım.

Çevresindekiler halkın derdini tasasını anlamıyor. Öyle bir çevre oluşturdu kendisine. Bazen diyorlar ya çevresi şöyle böyle. Ya çevreyi oluşturan kendisi. Tek imzayla her şeyi yaparım diyen, etrafındaki insanların organizasyonunu yapamıyor mu? kardeşim sen yanaşma yanıma diyemiyor mu? Kendisine doğruyu söyleyecek insanları çağıramıyor mu?

Ne diyorlar? “Türk lirasını gidip dövize çevirmek ahlaksızlık” diyorlar. İsmi lazım değil daha geçenlerde birisi söyledi. Bu seviyeye iniyorlar?

Hiç kimse, kendi kötü yönetiminin bedeli altında ezilen bu ülkenin haysiyetli vatandaşlarına hakaret etmeye kalkmasın.

Dün yine apar topar ne yaptılar “Stokçuluk cezasını artırıyoruz” diye bunu da büyük haberler yaparak kendi medyalarında faturayı yine başkalarına kesme çalışıyorlar. Yani öyle bir algı oluşturmaya çalışıyorlar ki bu hükûmetin, cumhurbaşkanının hiç suçu günahı yok, hiçbir hatası yok, hayat pahalılığının tek sebebi, tek suçlusu stokçular. Sabah stokçu akşam stokçu. Hedef gösteriyorlar.

Ya sizin o stokçu dediğiniz insanlar var ya bugün sattığını yarın yerine koyamayan, sattığı malın fiyatını öğrenmek için telefonda çırpınan gariban esnaf ya. Ayakta kalmaya çalışan esnafa siz stokçu diyorsunuz.

Piyasadaki tüm bu sorunların faturasını üretene, tacire, esnafa kesemezsiniz.

Bu cezalarla vatandaşa dönüp, “Fiyat artışların sebebi şunlardır, stokçulardır” diyerek başka failler uyduramazsınız. Bu dürüst bir yönetim anlayışı değil.

İktidardakilere seslenmek istiyorum: Bu eser, sizin eseriniz. Fail de sizin yönetiminiz. Başkası değil.

Hiç sağı solu işaret etmeyin. Haksız yere cezalar yağdırmayın insanlara. Fail Beştep’de, Beştepe’de. Başka bir yerde değil.

*****

Biliyorsunuz bakanların biri gidiyor biri geliyor. Bir bakan daha görevlendirdiler. Yeni bakan ne demiş, “Bize güvenseler bu iş biter” demiş. Ben de ha şunu anlasaydınız dedim ya. Ama mesele şu ki, güven nasıl kazanılır bilmiyorlar. Biz zamanında güveni nasıl inşa ettik anlamamışlar, anlamıyorlar. Bunu kendilerine defalarca anlatmamız gerekiyor.

Tekrar tekrar anlatmamız gerekiyor ki belki kulaklarına girer, kafalarına girer. Basit arkadaşlar bir dakikada özetleyeceğim size. Bir dakika 8 madde. Güveni nasıl kazanırsınız? Dünyanın her yerinde sadece Türkiye’de değil.

Gidin herhangi bir ülkede ya bu ülkede ben nasıl güven kazanırım, nasıl ekonomiyi düzeltirim, bir dakikada sekiz madde de özetleyeyim.

Bir; konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
İki; söz verince tutacaksın.
Üç; emanete hıyanet etmeyeceksin.
Dört; her daim adalet ve hukukla hareket edeceksin. Beş; dürüst ve ehil kadrolarla çalışacaksın.

Altı; istişareyi asla bırakmayacaksın.
Yedi; şeffaf olacaksın, hesap verebilir olacaksın. Sekiz; planlı, programlı çalışacaksın.

Ne yapacağını önceden açıklayacaksın. Açıkladığın programa da uyacaksın. Bu kadar basit.

Bunlar yapmazlar, artık yapamazlar. O eşiği çoktan geçtiler.

40 yıl doğruyu söyleyen birisi, ilk yalanını söylediğinde herkes inanır. Bu adam hep doğruyu söylüyor diye. İkinci yalana da herkes inanır. Ama üçüncü, dördüncüm derken bakarsınız ya bu bozuluyor herhalde ya bu artık yoldan çıktı olmuyor derler. İnandıramazsınız. Güveni bir kere yitirdiniz mi bir daha güveni kazanmak çok zor. Çok zor. Olmaz. Ağızlarıyla kuş tutsalar yapamayacaklar. Yapamazlar.

Bu kafayla gittikleri sürece bu ülkenin ekonomisini düzeltemezler. Ekonomiyi düzeltmek için önce hukuk ve adalet zeminini güçlendireceksiniz ya. Kaç kere söyledik. Başka çaresi yok bunun.

İnsan hakları, demokrasi, özgürlükler diyeceksiniz. Ekonomi o zemine oturur. Siz her türlühaksızlığı, hukuksuzluğu yapın. Bu kadar insana zulmedin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına saygı duymuyorum, uymuyorum deyin. Altına imza attığınız sözleşmelere sadık kalmayın... Tanımıyorum deyin. Ondan sonra da güveni oluşturmaya çalışın. Beyhude...

Hiç uğraşmasınlar... Yapamayacaklar. Ama biz dersimizi vermeye devam edeceğiz. Çünkü bir sınıfta en tembel öğrenci de olsa öğretmen öğretmeye çalışır değil mi? Biz de sonuna kadar anlatacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

İl başkanlarımızla bir arada olduğumuz bugün, vatandaşlarımıza da bir çağrıda bulunmak istiyorum.

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımız üzerinden bizleri izleyen saygıdeğer vatandaşlarımıza da özellikle seslenmek istiyorum.

Lütfen E-Devletten bir parti üyeliğinizi sorgulayın. Çünkü biz Türkiye’nin dört bir yanında aynı manzarayla karşılaşıyoruz.

Kongrelerimizi yaptıkça, ilçe teşkilatlarımız üye kaydetmeye başladıkça hayretlere düşüyoruz ya. Şunu gördük ki binlerce vatandaşımız, rızasına aykırı olarak iktidar partisine üye yapılmış. Haberi yok. Birkaç örnek vereceğim. Niğde il başkanımız burada. Üye olmak üzere gelenlerin yarısı üyelik işlemi sırasında şaşkınlıkla iktidar partisine üye olduğunu öğreniyor. Öyle bir şey yok diyor, gidiyor apar topar üyeliğini sildiriyor.

Hakkari’de partimize üye olmak isteyen 130 arkadaşımızdan 40’ının habersizce iktidar partisine üye yapıldığı ortaya çıktı. Kahramanmaraş İl Başkanımız burada. Her ilçenin üçte birinde benzer bir durum olduğunu tespit ediyor. Vatandaşlarımız beni üye yapmışlar diyor. Gidiyor istifa ediyor, bizim parti binamıza gelene kadar tekrar üye yapılıyor. İzmir’de ben bunu iki tane ilçe başkanımızdan duydum. İlçe başkanı ya bakıyor ki iktidar partisinin üyesi.

Gidiyor E-Devlet’ten istifa ediyor. İşlemlerini yapacak bakıyor ki tekrar üye yapılmış. Yapışıyorlar, bırakmıyorlar. Böyle parti üyeliğiyle, böyle siyaset anlayışıyla bu ülkeyi yönetmeye çalışanların artık gitme zamanı geldi.

Bir başka örnek; İstanbul’un Arnavutköy ilçesinde partimize üye olmaya gelip de iktidar partisi üyeliğiyle karşılaşan kişilerin oranı yüzde 40. Olacak şey mi bu ya? Urfa’nın Viranşehir ilçesinde 1775 üyelik başvurusundan tam 760 kişi partimize geldiğinde şaşkınlıkla bir başka partinin üyesi olduğunu öğreniyor.

Bilginiz olmadan, habersizce iktidar partisine üye yapılmış olabilirsiniz. Bir vatandaş olarak sizleri uyarıyorum. Ne olur E-Devletten gidin bakın. İradeniz, bilginiz dışında bir parti üyeliğiniz var mı yok mu diye. Eğer gönlünüz yoksa rızanız yoksa E-Devlet’ten bir tuşa basarak çıkmak mümkün. Ama bir gün sonra yine kontrol edin ha. Çünkü geri gelebilir üyelik. Bir daha çıkın. Üye yapıyorlar bir daha çıkın. Ve baktınız ki olmuyor yargı yolu açık. Suç. Böyle bir şey yok.

Bir siyasi parti vatandaşın rızası, iradesi, imzası olmadan kimseyi üye kaydedemez. Böyle bir şey yok. Bunların artık hak, hukuk böyle bir dertleri yok. Biz iktidarız aklımıza geleni yaparız diyorlar. Kim bize hesap sorabilir ki diyorlar. Ama bakın gün gelir bütün bunların denetim süreçleri işler. Bütün bu yanlışların idari denetimi yapılır. Yargı, Meclis denetimi yapılır.

Hiç kimse ilelebet bu iktidar devam edecek deyip bir pervasızlık, vurdumduymazlık içinde olmasın. Herkes hukuk içinde hareket etsin.

*****
Değerli arkadaşlar,

İktidar partisi ile devletin iç içe geçtiği, işlerin daha da kötüye gittiği günlerden geçiyoruz.

Demokratik gerileme dönemindeyiz ve her alanda bunun sonucunu ağır şekilde ödüyoruz.

Yönetimdeki keyfiyet yüzünden, doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırıldığımız bugünlerin hepinize bir karabasan gibi geldiğini biliyorum.

Kötü yönetimin elinde, bugünlerin hiç geçmeyecek gibi göründüğünü biliyorum.

Ama bunlar, geçecek. Hepsi geçecek.

Biz bu demokratik gerilemeyi durduracağız.

Biz bu baskı günlerini sona erdireceğiz.

Bu karabasandan, bu kabustan hızla refaha geçeceğiz.

Hiç şüpheniz olmasın arkadaşlar, emin adımlarla, kararlı adımlarla, emaneti teslim almaya geliyoruz.

Nasıl ki kötü bir rüyadan, kabustan uyandığımızda bir bardak su içip “Oh” diyerek rahatlıyorsak, işte DEVA iktidarı o huzur dolu nefes olacak arkadaşlar.

Önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız. Güveni tesis edeceğiz.

Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız.

Kimseyi ezdirmeyeceğiz.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir türkiye için çalışacağız.

Çünkü biz, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla,

Eşitlik için, adalet için yola çıktık. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyor, il başkanları toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

11 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Torbalı İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN TORBALI İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi'nin değerli genel merkez kurulu üyeleri,
Çok değerli İzmir il başkanımız,
Değerli Torbalı ilçe başkanımız,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri, Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız hepinize en içten duygularımla selamlıyor, Torbalı ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Yaklaşık iki aylık bir ayrılıktan sonra yeniden İzmir’de olmaktan, sizlerle beraber olmaktan gerçekten çok büyük mutluluk duyuyorum. Bir yandan mutluyum diyorum ama gönlümde de bir burukluk var. En son birlikteyken, buradayken dertlerden ve bunların nasıl çözüleceğinden bahsetmiştik. İşler iyi gitmiyor demiştik. Maalesef bugün iki ay öncesiyle dahi kıyasladığımızda ülkemizde işler daha da kötüye gidiyor. O gün Bayraklı ilçe kongremiz vesilesiyle buluştuğumuzda hatırlayın. Döviz kuru 9,30 civarındaydı. Acaba 10 olur mu, olmasın, olmasa bari diye herkes kaygısını dillendiriyordu. Daha bundan iki ay önce.

Bugün döviz kuru geldi, 14 liraya dayandı. Yarın ne olacağı konusunda hiç kimsenin fikri yok ve en kötüsü arkadaşlar bu ne demek biliyor musunuz? Kimsenin paramıza güveni kalmadı. Kendi vatandaşımızın da paramıza güveni yok. Uluslararası yatırımcıların da paramıza güveni yok. Kimsenin ekonomimize güveni kalmadı. Kimsenin demokrasimize güveni kalmadı. İşte bu yüzden kalbim buruk diyorum. Çünkü değerli arkadaşlarım, bizler ekonomi yönetiminin başındayken ülke istişare ve ortak akılla yönetilirken, güven yıkılmasın diye biz sağlam bariyerler inşa etmiştik.

Tam da bu yüzden demokrasimizi güçlendirmiştik. Tam da bu yüzden Merkez Bankası’nın rezervlerini de yedek akçelerini de güçlendirmiştik. Ama değerli arkadaşlar, bu kötü yönetim önce bir demokrasimizi ezdi, hakkı, hukuku çiğnemeye başladı. Partili taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminde de devlet idaresindeki iştişare mekanizmaları tamamen yok edildi. Bakın değerli arkadaşlarım, bu topraklarda istişare kültürü ta Osmanlı döneminden kalan bir kültürdür. Yüz yılı aşkın süredir bu ülkede bir Meclis olmuştur. Ama geldiler, Özellikle bu 2017 referandumu ve 2018 seçimlerinden sonra da Meclis’imizi maalesef adeta yok ettiler. Bugün Meclis'i kapatsanız ülke devam eder. Meclis’e ihtiyaç çok çok azalmış durumda. Bütçe görüşülüyor değil mi? Diyelim ki bu bütçe Meclis'ten geçmedi, varsayın ki reddedildi. Hiçbir şey olmuyor. Bir önceki senenin bütçesine enflasyon ekliyor hükûmet aynen devam ediyor yoluna. Hatta bütçe ödeneklerini aşsa bile kimse bir şey demiyor, diyemiyor. Bütçeden daha fazla para harcıyor, çıkıp; sen yanlış yapıyorsun diyebilen kimse kalmadı ülkede.

Peşinden ne yaptılar? Biriktirdiğimiz ne varsa mirasyedi gibi hepsini sattılar. Merkez Bankası'nın yedek akçelerini tek bir günde yok ettiler. Yetmedi, kesmedi. 2019 yerel seçimlerinden önce 1 Ocak 2019’dan itibaren bu milletin alın terini yok ettiler. Tam 130 milyar dolarlık Merkez Bankası rezervlerini Mart 2019 seçimlerinden önce çarçur etmeye başladılar. Neyimiz varsa harcadılar, bitirdiler. Bir ülkenin ekonomisine gerçekten ancak böyle büyük zarar verilir. Yani birileri kast etse, bu ülkenin ekonomisini nasıl batırırım dese ancak bu kadar yapılır. Bir ülkenin ekonomisi değerli arkadaşlar, bu kadar kırılgan hale getirilir mi? Şimdi son dönemde ne oluyor? Merkez Bankası tekrar döviz satmaya başladı değil mi?

Gizli saklı yaptılar. 130 milyar sattılar, çarçur ettiler. Biz çıkıp da nerede bu para diye sorduk en sonunda artık Merkez Bankası bunu ilan ede ede yapmaya başladı. İki haftadır piyasaya doğrudan müdahale ediyor. Ne yapıyor? Kuru aşağıya çekebilmek için döviz satıyor. Dün yine yaptılar. Daha bundan bir iki hafta önce ne diyorlardı? Kur yükselince biz zaten rekabetçi kur istiyoruz diyorlardı. Yeni modele geçtik diyorlardı. Çin modeli diyorlardı, ne yaptığımızı biliyoruz diyorlardı. Ya kur artınca ihracat artacak diyen siz değil miydiniz? Madem kurun artması iyi bir şey, Merkez bankası niye tekrar döviz satarak kuru düşürmeye çalışıyor? Bunda bir tutarlılık var mı? Hangi seviyedeki kur rekabetçi kur? Çıkın şunu açıklayın ya.

Eğer aklınızda bir kur seviyesi varsa bunu çıkın açıklayın deyin ki ben şu kuru hedefliyorum. Kur fırlayıp gidince aynı Nasrettin Hoca'nın attan düşüp de ben zaten inecektim dediği gibi biz zaten ekonomi modelimiz değiştiriyorduk zaten yüksek kur istiyorduk, yüksek kur ihracatı artıracak gibi bir sürü saçma sapan gerekçeler uydurup duruyorlar. Ondan sonra enflasyon yükselince, Türkiye'nin her yerinde fiyatlar alıp başını gidince de ne yapıyor Merkez Bankası bari döviz satıp şu kuru biraz kontrol etmeye çalışayım diyor. İnanın bunlar bu işi ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Arkadaşlar bilmiyorlar gerçekten bu ülkenin ekonomisini mahvettiler, perişan ettiler. Peki şuna gelelim. Bu Merkez Bankası’nın müdahaleleri ile kur düşüyor mu? Düşmüyor. Hiçbir işe yaramıyor. Havuzun dibi delik. Havuzun dibi delik olduktan sonra ne kadar su dökerseniz dökün mümkün değil onu dolduramazsınız. Dibi delik olan havuza su dökerek bu havuzu doldurmaya çalışıyorlar. Mümkün değil, yapamazlar. Üstelik bu Merkez Bankası'nın sattığı döviz borçlanılmış bir diyoruz arkadaşlar. Merkez Bankası’nın kendi dövizi yok, net döviz rezervi zaten eksi. Her müdahale ile Merkez Bankası'nın net rezervi daha da eksiye düşüyor. Her müdahale ile yarınlarımıza daha da büyük bir borç yükü bırakıyorlar. Yazık değil mi ya siz bu ülkenin gençlerine borca batık bir ülke bırakmak istiyorsunuz? Yapmak istediğiniz bu mu?

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında, 2023 yılında yeni nesle vaadiniz borç içinde yüzen bir ülke mi? Bunu mu vaat ediyorsunuz? Ama değerli arkadaşlar, biz buna izin vermeyeceğiz ve milletimizin gözünün içine baka baka ‘Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Yok ekonomik model yok şu yok bu’ diyerek bu ülkenin insanlarını aldatmalarına da izin vermiyoruz, vermeyeceğiz. Yani arkadaşlar bakın, biz ülkemizin ne bugününü ne de yarınlarını yoksulluğa mahkûm etmemek üzere bu yola çıktık, hazırlanıyoruz, kadrolarımızı hazırlıyoruz. Planlarımızı, programlarımızı hazırlıyoruz. Bakın arkadaşlar, ülkenin nereden nereye geldiğini göstermek için size sadece şu son 6 aylık, bir senelik fiyat değişimlerini gösterecek birkaç grafik sunacağım. Bunu arkadaşlarımız nereden aldılar? Bir web sitesi var. Bu web sitesi ne yapıyor? Bütün internette yapılan satışları tarıyor, tarıyor tarıyor, oradaki fiyatların en ucuzunu yakalıyor ve bu ürünlerin de o gün itibarıyla fiyatlarının en ucuzunu böyle grafik halinde çiziyor. Burada markaları özellikle kapağı kapattık, reklama girmesin diye. 32’li rulo tuvalet kağıdı 29,90 fiyat. Ne zaman? Bundan bir sene önce. Şu anda fiyat 92 lira 91 kuruş, 29 liradan 92 liraya çıkmış. Bir yılda arkadaşlar bir yılda.

Bunları zaten sizler alışverişe çıktığınız zaman görüyorsunuz ama biz buradan özellikle gösteriyoruz ki belki merak edip de bizim youtube kanallarımızı izlerlerse ülkenin gerçeklerinden buradan bari haberleri olsun diye onun için gösteriyoruz. Bu akraba bakan ne diyordu ben kura bakmıyorum diyordu değil mi? İşte döviz kuru artınca nasıl bütün fiyatlar artıyormuş burada görüyoruz. İşte kur bu fiyat bu. Gelelim bir başka ürüne. Yumurta, 30’lu yumurta. Son bir yıllık fiyat değişimine bakın. Yaz aylarında 25, 26 lira civarında olan yumurtanın şu anda fiyatı yine belli bir markanın bütün web sitelerindeki fiyatlarını tarayarak en düşüğünü buluyor bu program oradan alınmış. Yaz aylarında daha 26 lira olan 30 yumurtalık bir kutu bugün neredeyse elli liraya yaklaşmış. Tek bir yumurtanın fiyatı 1 lira 60 kuruşu geçmiş durumda. 1 litrelik süt. Fiyat ne kadarmış, 4 lira 75 kuruşmuş. En son 11 lira. Dikkat ediyorsanız fiyatlar geliyor geliyor hepsi en son birkaç ayda artıyor. Bakın başlangıç fiyatları dahi bizim dönemlerle kıyaslanamayacak kadar yüksek. Yani bir sene önceye gidiyor. Bunu biraz daha geri alalım. Hele bizlerin işin başında olduğu döneme. 2015, 2010 dönemine bakalım o fiyatları artık gerçek fiyat sanmazsınız. Ya gerçekten bu kadar ucuza mıymış dersiniz.

Geçtik artık 10 sene önceki refah seviyesini değerli arkadaşlar, bir sene öncesini bile mumla arar hale geldik. Şu anda devam ediyoruz. 12 kiloluk toz deterjan bakın fiyat geliyor geliyor 68 lira, 98 kuruşmuş bu dönemdeki en ucuz fiyat şimdi çıkmış neredeyse 140 lira olmuş. Ne zaman olmuş? Hemen şu son 1, 2 ay içerisinde olmuş. Fiyatlardaki şiddetli artış son birkaç ay içerisinde. Kahve yüz gramlık paket fiyata bakın. Yıl başında 6 lira civarındayken şu anda 12 lira 68 kuruş. Bu da internetteki en ucuz fiyat, çarşıya pazara gitseniz bundan muhtemelen biraz daha yüksek fiyatlarla karşı karşıya kalacaksınız. Adı üstünde bizim kahvemiz yüz gram kahve 12 lira 68 kuruş olmuş. Kilosu ne kadar 1 kilo kahve 126 lira. Çıkıp çarşıya baksanız muhtemelen dediğim gibi bunlardan da daha yüksek fiyatları göreceksiniz.

Bir kahve keyfimiz vardı değerli arkadaşlar, o da artık maalesef yalan oldu, yalan oldu. Bir fincanın 40 yıl hatırı vardır derdik ama şimdi artık o hatırı hesap edemiyoruz. Ayçiçek yağı. Fiyata bakın. 55, 60 lira civarında dolaşıyorken çıkmış 128 liraya. Çarşıya pazara çıktığınızda bundan biraz daha yüksek ama bu dediğim gibi internetteki en ucuz fiyatları yakalanıp onun grafiği yani olabilecek en ucuz fiyatın grafiği. Her evin ihtiyacı ayçiçek yağı. Trakya'da, Ege'de her yerde ayçiçek tarlalarımız var. Türkiye ayçiçeğin önemli üreticisi. Son bir yıllık fiyat değişimine bakın. 55 liradan 128 liraya.

Daha dün değil evvelsi gün Çan’daydık, Çanakkale’deydik. Bir kadın vatandaşımız otobüsün önünü kesti durdurdu ‘perişanım’ dedi. ‘Bir emekli maaşım var yetmiyor’ dedi. ‘Ben bir hafta 10 gündür artık evime artık ayçiçek yağı alamıyorum’ dediği anda gözleri yaşardı ve ondan sonra konuşamadı. İnanın çok üzücü. Türkiye'de şu anda büyük bir yıkım yaşanıyor. Türkiye'de orta direk çöküyor. Şu anda çöküyor. Çok büyük bir yoksulluk ve Allah korusun açlıkla karşı karşıya kalıyor memleket.

Fiyatlar böyle olunca ne oluyor vatandaşımız gidiyor pazara yarım lahana alıyor, çeyrek lahana alıyor, ülkeyi bu hale getirdiler ya. Avrupa'nın en büyük topraklarına sahip olan Avrupa'nın en büyük nüfusuna sahip olan Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip olan ülkeyi bu koskoca tarım ülkesini kendi kendine artık yeterli olamayan, kendi ürettiğini, kendi vatandaşına çok fahiş fiyatlarla satmak zorunda kalan bir ülkeye çevirdiler. Ve değerli arkadaşlar biz bu ülkede bir dönem o bolluk dönemini yaşamasak belki içimiz yanmayacak ama bakın şu anda gerçekten onun travmasını yaşıyor ülke.

Türkiye sürekli fakir gelse böyle çok aşırı fakirlikten yavaş yavaş toparlayan bir ülke olsa belki vatandaşımız bu kadar etkilenmez. Ama 12500 dolarlık milli geliri yaşamış bir ülkenin milli geliri geçen sene 8000 dolara düşünce, hele hele şu son dönemde kur artışlarıyla ve buna bağlı fiyat artışlarıyla ülkede satın alma gücü düşünce vatandaşlarımızın bunu kabul etmesi mümkün değil. Çin modeli diyorlar ya hedef olarak kendine Avrupa'yı seçmiş yüksek gelir gruplu ülkeler içerisine girmeye ahdetmiş, 25000 dolarlık milli geliri hedeflemiş bir ülkeye siz Çin modeli dayatamazsınız bu millet bunu kabul etmez. Böyle bir şey yok.

30’lu yaşlarda olan bir gencimiz bizim youtube videolarımızdan bir tanesinin altına bir yorum yazmış demiş ki ‘Sayın Babacan'ın ekonomi yönetiminin başında olduğu dönemde evdeki buzdolabımızı açtığımızda böyle yere hep bir şeyler düşerdi. Çünkü buzdolabı almazdı aldığımız yiyecekleri şimdi aynı buzdolabını açıyorum bakıyorum 2 rafın sadece yarısı dolu. Artık gücümüz yetmiyor’ demiş. İşte bir dua vardır Allah gördüğünden geri koymasın diye, o belli bir refah seviyesini yaşayıp ondan sonra gerisine düşmek gerçekten vatandaşlarımızı, tüm halkımızı çok çok olumsuz etkiliyor. Çok olumsuz. Nereden nereye? Yarım lahana, çeyrek lahana dönemine geldik. Mutfaklar yanıyor. Arkadaşlar gerçekten yanıyor. Peki sadece bu mu değil? Bakın bu ekonomik felaketin bir başka korkutucu yanını da şimdi sizlere göstermek istiyorum. Sadece gıda da değil temel ihtiyaç gıda ama mesele sadece o kadar da değil.

Medikal kriz tüm Türkiye’ye, tüm yurda yayılıyor. 81 ilde ameliyatlar durdu, haber bu. Gerçekten şu anda sağlıkta da değerli arkadaşlar, büyük bir kriz içindeyiz. Türk Tabipler Birliği, Sağlık Bakanlığı'na bağlı hastanelerde bazı ameliyatların artık durduğunu açıkladı. İlaçlar bulunamıyor, ameliyat yapılamıyor. Daha bir ay önce Sosyal Güvenlik Kurumu tam 53 tane ilacı geri ödeme listesinden çıkarttı. Bu ne demek? Vatandaş eğer bu ilacı alacaksa gitsin, cebinde para varsa onunla tedavi olsun demek. Paran yoksa ilaç da yok demek. Bakın bazı ilaçlar da para da kar etmiyor. Türk Eczacılar Birliği geçen gün açıkladı, 650 tane ilacın artık piyasada bulunamadığını söyledi. Paramla ilaç alıyorum deseniz de bulunamıyor bu 650 tane ilaç. Gelmiyor yok. Ve değerli arkadaşlar, medikal ürünlerde de durum içler acısı. Devlet neredeyse iki yıldır medikal cihaz şirketlerinin alacaklarını doğru düzgün ödemiyor. Siz kredi alın, idare edin biz size sonra öderiz diyor, oyalıyor. Devlette gerçekten ciddiyet bırakmadılar. Ya yaz tahtaya al haftaya diyen bir devlet olabilir mi? Böyle bir şey olur mu? Bunların çoğu KOBİ statüsünde binlerce firma. Vadesi geçmiş, tam 9 milyar eski parayla 9 katrilyon liralık bunların şu anda devletten alacağı var. Paralarını alamadıkları için yeni cihaz getiremiyorlar, yeni tıbbi alet getiremiyorlar. Pek çoğu zaten KOBİ, küçük işletmeler bunlar ve batma noktasında.

Sonuç olarak değerli arkadaşlar artık malzeme tedariki olmadığı için beyin, kalp damar gibi çok ciddi ameliyatların bazıları artık devlet hastanelerinde yapılamaz hale geldi. Bırakın böyle ciddi ameliyatları dün yine Çanakkale'de karşılaştık. Otobüsümüzü bir başka vatandaşımız yine önünü kesti dedi ki ‘Ya ben ameliyat olacağım dizimden fakat platin gerekiyormuş, o yok piyasada bulamıyorum’ dedi. Platin dediğimiz paslanmaz çelikten küçük böyle parçalar biliyorsunuz eklemlerde işte protezlerde kullanılan parçalar. Bunu bulamıyorum dedi. Bu yüzden ameliyat olamıyorum aylardır dedi. Cebinde parası olan özel hastaneye gittiğinde bile bunların kıtlığını çekiyor. Bırakın ihtiyacı olan vatandaşımızı bırakın Sosyal Güvenlik Kurumundan sağlık sigortasıyla tedavi hizmet alan vatandaşlarımızı, ülkeyi bu hale getirdiler.

Sağlıkta da artık değerli arkadaşlar sosyal devlet diye bir şey kalmadı. Bitti. Ve değerli arkadaşlarım bakın doktorlarımız bu ülkeden kaçıyor biliyor musunuz? Fazla mesaiden, ucuz işgücünden yıldılar. Uzun uzun nöbetlerden ve sağlıkta şiddetten yoruldular. Bin bir zorlukla biriktirdikleri bilgi ve tecrübenin değersizleştirilmesinden, popülist sağlık politikalarından bıktılar. Şu sayılara bakın, bir grafik daha göstereceğim. Bu ne biliyor musunuz? Bu Türk Tabipler Birliği verilerine göre kasım ayına kadar yani ocakla kasım arasında tam 1246 doktorumuzun ülkemizi terk etmek için gereken bir belgenin başvurusunda bulunduğunu gösteriyor. Ülkeden çıkmak ve başka bir ülkede doktorluk yapmak için Tabipler Birliği’nden bir belge almanız gerekiyor. Tabipler Birliği o belgeyi veriyor ki o belgeyle başka bir ülkede doktorluk yapmak için işe başlayabiliyorsunuz.

Rakamlara bakın, çok çarpıcı değil mi? Bakın işin ehli düzgün bir kadro varken, ülke istişareyle, ortak akılla yönetilirken ülkeden ayrılmak isteyen doktorların sayısına bakın. 90, 100, 150. 2016’da bir artmaya başlıyor. 2017’de ne oluyor?

Referandumda başkanlık sistemi kabul ediliyor. 2018’de ne oluyor? Partili taraflı cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verip ülkeyi yönetmeye başlıyor. Kaçan doktorların sayısına bakın. 100,150’den hemen 800’e çıkıyor. Bin. Pandemide tabii herkes evinde fazla trafik yok, uçaklar çalışmıyor, biraz düşüyor. Bu sene sadece kasım sonuna kadar 1246 tane doktorumuz bu ülkeden kaçıp gidip başka ülkelerde doktorluk yapmak için hazırlık içerisinde.

Çalışma koşullarındaki bu orantısız yük sebebiyle, aldıkları ücretlerin değersizliği sebebiyle ve belki de en önemlisi hekimlik mesleğinin itibarsızlaştırılması sebebiyle Avrupa'ya gidiyorlar, Amerika'ya gidiyorlar. Bakın bir başka taraftan da şu 18 ayda değerli arkadaşlar, son 18 ayda tam 8000 tane doktorumuz devlet hastanelerinden istifa etti, ayrılıyorlar. Bugün gidişle gerçekten yakında pek çok branşta uzman doktor bulmakta zorluk çekeceğiz. Daha da bitmedi. Bakın tıpta son sınıftaki öğrenciler artık TUS’a çalışmıyor. Yurtdışı denklik sınavlarına ve İngilizce, Almanca derslerine çalışıyorlar. Daha yeni mezun olacak öğrenciler, tıp fakültesini bitirecek öğrenciler bile yavaş yavaş başka ülkelere doğru gitmeye hazırlanıyor. Ülkeyi bu hale düşürdüler ya gerçekten çok üzülüyoruz.

Tıp alanında insanlar çok zor yetişiyor ve şimdi bu kötü yönetim sebebiyle de onca emekle yetiştirilmiş insan gücümüzü göz göre göre başka ülkelere maalesef hediye ediyoruz. Kendi vatandaşlarımızı bu tükenmişlik ve bu çaresizlik yüzünden maalesef kaybediyoruz. Çok yazık gerçekten çok yazık. Hem kaçanlar için üzülüyorum hem de 84 milyon vatandaşımızın artık sağlık hizmetlerinde daha büyük zorluklarla karşılaşacağı için üzülüyorum.

Sadece doktorlar değil arkadaşlar. Bakın bunlar sadece sağlık çalışanlarıyla ilgili rakamlar, teknikerler, mühendisler, hemşireler hepsi gitmek istiyor. Gençler, üniversite gençleri soruyorum yüzde 70,80’i üniversite bittikten sonra kendi hayatlarını başka ülkelerde kurmak istiyorlar. Ülkemizde yarınlarının çöktüğünü gören, imkanını bulan herkes gitmenin yolunu arıyor. Değerli arkadaşlar bu arada biliyorsunuz Sayın Erdoğan ile bu işlere bakan kabine üyesinin, bakanın geçen hafta gururla açıkladıkları bir şey vardı. Hekim ücretlerine zam dediler. Döndük dolaştık onun da balon olduğu ortaya çıktı. Meğer ki sadece döner sermayeden gelen o ek ödemeyle ilgili bir konu ve bir de ne oldu bu balon müjdeyi sadece hekimlere zam diye açıkladıklarında diğer sağlık çalışanları doğal olarak isyan ettiler. Ya sadece hekimler mi yoruluyor dediler. Hemşireler de yoruluyor. Teknisyenler de yoruluyor, hasta bakıcıları da yoruluyor.

Sadece hekimleri mi bu artışı vereceksiniz dediler. Hekimlerle diğer sağlık çalışanlarını böyle itinayla da birbirlerine düşürmeyi becerdiler. Sonunda bu saçmalığın içinden çıkamayacaklarını anlayınca da Meclis’te ilgili yasa maddesini geri çektiler. Son bir hafta 10 gündür yaptıkları bu. Yine ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Değerli arkadaşlar, biz sağlık çalışanlarını mesleklerinden soğutan bu koşulları işte ortadan kaldıracağız. Tedavi alanın da, vatandaşlarımızın da, tedavi sağlayanın da memnun olduğu bir sistem oluşturacağız. Bunu yapmak zorunda olduğumuzu ve yapabilecek bir kadroya sahip olduğumuzu çok iyi biliyoruz.

Çünkü arkadaşlar taraflı partili cumhurbaşkanı sistemine geçtiğimiz günden bu yana ülkemiz maalesef uçurumdan aşağıya yuvarlanıyor. İyiye giden hiçbir şey yok. Çözülen hiçbir sorun yok. Eski sorunlara yenisi ekleniyor. Mevcut sorunlar daha da derinleşiyor. Her şeyimizi kaybediyoruz. Bu kötü yönetim yüzünden önümüzü göremiyoruz. Aynı sisli bir havada araba kullanmaya benziyor. Şu anda Türkiye'nin hali göz gözü görmüyor. Her şey belirsiz. Sisli havada nasıl herkes yavaşlarsa işte ekonomik aktörler de yavaşlıyor. Yatırımcılar da yavaşlıyor. Sis var önümü göremiyorum diyor. Ben bu ülkeye yatırım yapmam diyor.

Kendi insanımız gidiyor, başka ülkelere yatırım yapıyor. Başka ülkelerin vatandaşlarına istihdam sağlıyor. Peki bütün bu olan bitene ülkenin yaşadığı bütün bu zorluklar karşısında Sayın Erdoğan ne diyor? Daha dün, evvelsi gün yaptığı konuşmayı dinleyelim.

Erdoğan: “Bizler Müslümanlar olarak dünya hayatını bir imtihan vesilesi olarak gören insanlarız. Rabbimiz Kuran-ı Kerim'de muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz sabredenlere müjdele bu şekilde buyurmaktadır.”

Ya artık gerçekten yeter diyoruz. Yeter. Yani bu milletin hassasiyetlerini istismar etmeyi bırakın artık ya. Halkımızın tertemiz dini duygularını, milli duygularını, şu şahsi siyasetinize alet etmeyin diyoruz. Bu ülkedeki korku iklimini siz ürettiniz. Bu ülkedeki yoksulluk, açlık sizin yanlışkararlarınız yüzünden meydana geldi. Ürünlerin eksilmesine sebep olan sizin yönetiminiz. Bütün bunlara siz sebep oluyorsunuz. Tüm bu açlığın, korkunun, yokluğun, yoksulluğun kaynağı Beştepe'de. Başka yerde aramayın.

Evet bizim inancımızda zorluk karşısında sabır vardır. Ama ben Sayın Erdoğan'a buradan sesleniyorum. Sebepler alemine bir bakın orada siz kendinizi göreceksiniz, başkasını görmeyeceksiniz. Değerli arkadaşlarım, tüm bu yoksulluk var ya tüm bu hayat pahalılığı, ilaçsızlık ucuz işgücü, göç burası tüm bu kötü tabloyu terse çevirmek, işini düzgün yapan bir yönetim kadrosuyla inanın mümkün. Çok kolay inanın çok kolay. Evet zor günlerdeyiz ve ben bazen böyle söylediğimde özellikle gençlerimiz diyor ki böyle lise, üniversite çağı ‘ya acaba düzelir mi’ diyor. Durum çok kötü diyor. Herhalde bu ülke bu durumdan kurtulamaz diyor. Gerçekten gençlerde çok karamsarlık var çünkü o yaştakilere ne oldu? Kendilerini bildik bileli ülke yokuş aşağı gidiyor değil mi? Son 6,7 yıldır ülkenin durumunu fark etmeye başladıktan bu yana o çağlardan başlayıp işte lise, üniversite yıllarında hep yokuş aşağı yuvarlanmayı görüyorlar yaşıyorlar.

Ülkenin bir gün gelip de toparlanacağı dönemi yaşları yetmiyor hatırlamıyorlar ama biz bunu daha evvel yaptık. Bakın ekonomimiz 1994 ve 2001 krizlerinde mahvolmuştu. Demokrasimiz de tamamen çökmüştü. Ekonomi yönetimini kadrolarımızla beraber devraldık. Çok sürmedi o kadar batık bir durumdan Türkiye’yi iki senede çıkarttık. O büyük krizi çözdük. Tüm dünya 2008-2009 krizi ile mücadele ederken biz o krizi ustalıkla yönettik ve 6 ayda durumu toparladık. Hatırlayalım o günleri. Ya IMF, uluslarası para fonu geldi, bizden borç para istedi. Sizin durumunuz iyi ama başka ülkelerin paraya ihtiyacı var. Bir destek havuzu oluşturuyoruz. Bu havuza siz de kaynak sağlar mısınız dedi bize. Biz de tamam dedik. IMF ile borç sözleşmesi imzaladık. Onlara bir kredi hattı açtık. İhtiyacınız olursa size şu kadar yardım edebiliriz dedik. Bunları Türkiye Cumhuriyeti yaptı. Başka bir ülke yapmadı ya bunları yaşadık.

Komşumuz Yunanistan’a bile destek teklifinde bulunduk. O dönemden size bir karikatür gösteriyorum. Bu karikatürü biraz sonra biraz anlatacağım. Türkiye'nin gücünü çok net gösteren bir konu bu. Bu nerede yer alıyor? Bir Alman gazetesi hem de en çok okunan ve en itibarlı gazetelerden birisi. Kısaltılmış adı FAZ. Komşumuz krizin tam ortasında büyük bir buhran içerisinde; Almanya'da, Avrupa Birliği’de Yunanistan'ın durumundan endişe ediyor. O günlerde Yunanistan, Avrupa'dan destek bekliyor ancak Almanlar başta olmak üzere Avrupalılar destek verme konusunda biraz tereddütteler.

Ben o gün Atina’dayım. Zaten ben o gün Atina'da olduğum için Alman gazetesi bu haberi yapıyor, bu karikatürü yayınlıyor. Biz ne yaptık o gün? Yunanistan hükûmetine dedik ki bu kriz zor iştir bizim de başımıza geldi. Ama bizim durumumuz iyi. Zor dönemlerde komşu dayanışması önemlidir. Eğer bizden bir desteği kabul ederseniz rakam da önemli değil biz destek vermeye hazırız. Bunu bilin. Ben size bunu tebliğ etmek için geldim Atina'ya dedim. O günün hükümetine. Başbakanlığa 4 tane bakanla görüştük. İşte bu karikatür bu Alman gazetesinde benim Yunanistan ziyaretimin olduğu gün yayınlandı. Ne yazıyor söyleyeyim. Bu balonun içine söyleyeyim önce diyor ki Gertrud diyor yanındaki adamın adı öyle mutluyum ki Türkler Yunanistan'ı kurtardı ve böylelikle bizim paramız elimde kaldı diyor. Karikatürün altındaki yazıda diyor ki iyi haber Yunanistan'ın iflası önlendi. Ortadaki kulübede de herhalde benim ismime nazire olsun diye Ali’nin bir a döneri diyor. Bir a demek 10 numara demek Alman kültüründe. Ve Atina'nın merkezindeki Akropol'ün tepesine de bizim bayrağımızı koymuşlar. Çünkü niye Alman gazetesi ya Yunanistan'a da çok kızıyor ya o kızgınlıkla bu karikatürüyapmışlar. Tabii komşumuzu bir miktar rencide eden bir karikatür bu. Yani bizim gönlümüz razı gelmez. Ne kadar da zor duruma düşse böyle bir karikatür bizim gönlümüz razı gelmez. Ama bunu gösteriyorum çünkü bu böyle başka bir ülke değil Türkiye. Çok eskiden de değil. Bundan yaklaşık işte 10, 12 sene önce olan olay bu.

Ama arkadaşlar bakın biz bunları başardık. Bunları başaran ekip biziz, biziz. Bazıları ne diyor, ‘Ben imza atmasaydım yapabilir miydi’ diyor. Ben de diyorum ki ya keramet imzadaysa şöyle at bir imza da şu krizi çöz diyorum ya. Bakın değerli arkadaşlarım, koskoca ülke yönetiyorsunuz, 84 milyonluk ülke. Avrupa’nın en büyük toprakları, Avrupa'nın en büyük nüfusu ve Avrupa'nın en genç nüfusu. Bu kadar büyük bir ülkede hiç kimse ama hiç kimse tek başına bir şey yapamaz. Tek başına hiç kimsenin gücü yetmez. Hiç kimse kerameti kendinden ya da imzasından aramasın. Başarının formülü belli. Bakın işin ehli kişilerle, çalışkan insanlarla dürüst bir ekiple, ortak akılla ve istişare ile oldu bunlar. Başka bir şeyle değil.

O kadar başarılı olduğumuz günlerde Erdoğan'dan hiç dış güçler hikayesi duyuyor musunuz? Dış güçlerden şikâyeti var mıydı? Neredeydi o dış güçler? Türkiye bu kadar başarılıyken, bütün Avrupa'da, bütün dünyada başarı öyküsü olarak herkes birbirine Türkiye'yi anlatırken dışgüçler var, düşmanlar var duyuyor muydunuz? Dış güçler hep var, Türkiye aleyhine çalışanlar hep var. Önemli olan sizin ne yaptığınız ya siz ne yapıyorsunuz? Siz bu ülkenin en önemli finansal savunma hattı olan, bu ülkenin kalesi olan, suru olan 130 milyar dolarlık döviz rezervlerini cayır cayır yakın bütün savunma hattını yerle bir edin kendi elinizle döviz rezervini eksi 50 milyar dolara yerin dibine indirin ondan sonra deyin ki ekonomimiz bozuldu, dış güçler, saldırı altındayız. Ne diyor, ekonomik istiklal savaşı veriyoruz diyor. Sen kime karşı veriyorsun bu savaşı ya? Karşındakini bir söyle, kime karşı bu savaşı veriyorsun?

Kendileri düşürdü bu hale. Kendi yanlışları yüzünden ülkemiz bu halde. Öyle ekonomik kurtuluş savaşı deyip de milleti açlığa razı olacaksın, yokluğa sabredeceksin, savaş halindeyiz diye kandırmayın kimseyi. Böyle bir şey yok değerli arkadaşlarım. Bakın işte biz yine yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Her alanda ama her alanda 90 günlük 360 günlük eylem planları hazırlıyoruz. Her alanda ne yapacağımızı planlıyoruz. Demokrasiyle, hukuk bazlı yönetimle ülkemizi hızla toparlayacağız. Ülkemiz vatandaşlarının hakkını çiğnemeyen bir devlet yapısına kavuşacak, ülkemiz yatırımcıların koşa koşa geldiği bir yer olacak. Ülkemiz göç eden doktorların, gençlerin yeniden evine döndüğü bir ülke olacak. Başka ülkelerde yaşayan gençlerin ya keşke şöyle 3 ay, 6 ay bir Türkiye'de yaşayabilsem dediği bir ülke olacak. Gençlerimiz bu günleri hatırlayamıyor olabilir. Bunu yaşadık. Avrupalı Amerikalı gençler ya şöyle bir 3 ay 6 ay bir Türkiye’de yaşasam, Türkiye'nin bir suyunu içsem, havasını solusam diyordu. Böyle bir ülkeydi burası. Daha evvel yaptık yine yapacağız. Paramıza yeniden itibar kazandıracağız. Güven gelecek arkadaşlar. Güven gelecek.

Faizler güvenle ve itibarla düşecek. Faizler talimatla değil doğru politikalarla düşecek. Bu kötümuameleyi insan onuruna aykırı hayatı bu ülkeden sileceğiz. Hayat pahalılığını gündemden çıkaracağız arkadaşlar. Daha evvel mutlak yoksulluğu ülkemizde nasıl yok ettiysek yine yok edeceğiz. Değerli arkadaşlarım hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu kabustan hızla uyanacağız ve derin bir nefes alacağız. Hep beraber hiç merak etmeyin. Emanet emin ellere kavuşacak. Önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız. Güveni tesis edeceğiz. Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız. Kimseyi ezdirmeyeceğiz. Güçlü, sürdürebilir ve kapsayıcı bir büyüme ile topyekûn zenginleşeceğiz. Gençlerimizin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

DEVA Partisi,

Kadınlarla gençlerle çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için adalet için yola çıktı. Adalet. Biraz önce emeklilikte yaşa takılan arkadaşlarımız vardı. İzmir derneği. Çalışıyoruz. Adalete dayanan, finansal sürdürülebilirliğe dayanan bir çözüm için çalışıyoruz. Türkiye Platformuyla da istişare içerisindeyiz. Her konuda değerli arkadaşlar ama her konuda bizim çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız ayrıştırmayacağız, toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye'nin yaralarını saracağız. Biz Türkiye'nin haysiyetli insanları için buradayız.

Hiç endişeniz olmasın. Artık Türkiye'nin devası var. İzmir'in devası var, Torbalı’nın devası var ve biz hazırız. Hepinize çok çok teşekkür ederim.

9 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Yenice İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN YENİCE İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi'nin değerli genel merkez kurulu üyeleri,
Değerli Çanakkale il başkanımız,
Değerli Yenice ilçe başkanımız,
Siyasi partilerimizin ve sivil toplum kuruşlarımızın, meslek örgütlerimizin, odalarımızın çok değerli başkanları, temsilcileri,

Çok değerli muhtarlarımız,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Yenice ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

Değerli arkadaşlar Çanakkale il kongremizi yapalı aşağı yukarı tam bir yıl oldu. 25 kasımda yapmıştık. O zaman çok hızlı gidiyorduk. 41 ili bir an önce tamamlayalım şu seçime girme hakkını elde edelim diye. Ve çok şükür geçen yıl kasım ayında o 41 il sınırını geçtik. Aralıkta büyük kongremizi yaptık. Seçime girme ruhsatımızı cebimize koyduk ve bir yıldır DEVA Partisi, seçimlere girmeye hak kazanmış bir siyasi parti olarak yoluna devam ediyor.

Ama tabii teşkilatlanmamızı orada durdurmadık çok hızlı bir şekilde devam ediyoruz. Bugün itibarıyla 81 ilin tamamında il başkanlarını görevlendirmiş durumdayız. 973 ilçemizin de 680 tanesinde ilçe başkanımız şu anda görevinin başında. Tabii arayı biraz açtık bir yıl oldu en son geleli ama Çanakkale'de tekrar olmak gerçekten benim için çok büyük bir mutluluk. İl başkanımızın sıkı takibi sonucu Yenice kongremiz vesilesiyle burada sizlerle beraber olmak gerçekten bizler için çok güzel. Bu güzel ilimizde, Çanakkale’mizde, bu şehitler diyarında, merkezde Çan'da, Biga’da yoğun bir programı gerçekleştireceğiz. Çanakkale programımızın ilk adımını bu kongremizle başlatmış olduk ve Yenice'de bu güzel ilçemizde, bu yeşilin merkezinde bu coşkuyu, bu heyecanı salonda görmek bizleri de çok mutlu etti. Sağ olun var olun diyorum.

Değerli arkadaşlar, yarın 10 aralık İnsan Hakları Günü. 10 Aralık 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin de tam 73. Yılı. Bu bildiri İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda oylamaya açıldığında Türkiye de buna destek veren, evet diyen, oy veren ülkelerden birisi oldu. Hemen ardından iki yıl sonra, 1950’de de Avrupa Konseyi üyesi olan devletler arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hazırlandı. Bakın ta 70 sene önceden bahsediyoruz. Ve Türkiye ilk imzacılar arasında yerini aldı. İnsan hakları meselelerinin dünyada ve Avrupa'da ilk imzacıları arasında bu ülke. Böylesine demokrasi ve insan hakkı kavramını bilen bir ülke burası. İnsan hakkının aynı zamanda kul hakkı olduğunu bilen bir toprak burası. Fakat bu girişi niye yaptım biliyor musunuz? Arkadaşlar bakın bugün Türkiye, kuruluşundan beri içinde yer aldığımız Avrupa Konseyi'nin yaptırımlarıyla karşı karşıya.

Avrupa Birliği ayrı, Avrupa Konseyi ayrı. İlk önce bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Hükümet bunu sık sık karıştırıyor. Avrupa Birliği bizim henüz üye olmadığımız, üyelik yolunda zaman içerisinde çaba gösterdiğimiz bir konu. Ama Avrupa Konseyi, Türkiye'nin kurucu üyesi olduğu bir yapı. Kuruluşunda imzamız var. Avrupa Konseyi'nin öncülüğünde hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de imzamız var. Niçin arkadaşlar niçin gündeme getiriyoruz? Bakın ilk imzacılarından biri olduğumuz sözleşmeye tam 71 sene sonra Türkiye uymadığı için biz bunu bugün gündeme getiriyoruz. Peki Türkiye bu sözleşmeye niye uymuyor? İnsan haklarıyla ilgili sözleşmeye niye uymuyor?

Sadece ve sadece Sayın Erdoğan'ın keyfi yüzünden. ‘Uymuyorum’ diyor. Dinlemiyorum diyor, uygulamayacağım diyor. Kendi vatandaşımızın haklarını ihlal ettiğimiz yetmiyormuş gibi bir de bu ihlal tespit edildiğinde bağlı olan sözleşmeyi uygulamamaya, o sözleşmeye uymamaya inat eden bir yönetim zihniyeti var şu anda. Ya siz ta 71 sene önce bütün Avrupa’nın altına imza attığı, Türkiye'nin de ilk imzacılarından birisi olduğu sözleşmeye bugün uymuyorum derseniz güveni nasıl elde edeceksiniz?

Güven olmayınca bu ülkenin ekonomisi düzelmez. Bunu anlamıyorlar hala anlamıyorlar. Dün ne demiş bir de dünkü ifadesi, ‘Avrupa Birliği'nin şu isimlerle ilgili kararları tanımıyoruz, yok farz ediyoruz.’ Diyor. Karıştırıyor. Avrupa Birliği dediği aslında Avrupa Konseyi. Neyse kurumun adını yanlış söylüyor, onu geçelim. Ama Türkiye Cumhuriyeti dediğim gibi o konseyin kurulduğu günden beri üyesi. Sırf sizin hukuk tanımazlığınızın yüzünden sırf sizin yasaları vatandaşlarınıza baskı aracına çevirmeniz yüzünden şu anda Türkiye ile ilgili uluslararası toplum önünde Türkiye’yi küçük düşürecek bir ihlal süreci başlatıldı.

Bakın bu tarihimizde bir ilk arkadaşlar. Avrupa Konseyi kuruldu kurulalı ilk defa bir yaptırım süreciyle karşı karşıyayız. Ha bir ülke daha var benzer bir süreç yaşayan o da bir başka komşumuz Azerbaycan. Bir de darbe döneminde o askeri cunta döneminde Türkiye’nin üyeliği, askeri darbe süresinde bu ihtilal darbe süresinde askıya alınmış, üyelik askıya alınmış sonra demokrasiye Türkiye döndüğünde tekrar Türkiye üyeliğine devam etmiş ama sözleşmeye uymama sebebiyle. Sözleşmeye uymamakta ısrar ve inat sebebiyle ilk defa Türkiye’nin bir yaptırım süreci ile şu anda karşı karşıyayız. Değerli arkadaşlar, bakın Sayın Erdoğan'ın bu dürtülerine bağlı, şahsileşmiş dış ilişkiler uygulamasının maalesef sonuçlarını sürekli yaşıyoruz. Pek çok alanda yaşıyoruz. Onun bedelini haksız, hukuksuz yere cezaevinde kalan vatandaşlarımız ödüyor. Onun bedelini baskı iklimi içerisinde adeta açık hava cezaevine dönüşmüş ülkede nefes almaya çalışan 84 milyon ödüyor.

Ve üstelik tutarsızlığı da caba. Daha senenin başında, bu yılın başında ‘Türkiye'nin geleceğini Avrupa'da görüyoruz’ diyordu. Hemen peşinden ne yaptı? İnsan hakları eylem planı açıkladı. Mart ayında. Ya dedik hayırdır ne oldu, başlarına taş mı düştü bir şey oldu yani. Meğer öğrendik ki Avrupa Birliği’nden gelecek bir para varmış. O da o insan hakları eylem planına şart olarak bağlanmış. İşte o parayı kaçırmayalım diye o gün apar topar açıklamışlar. İnsan hakları eylem planı sözde. Şu anda da uygulamıyorlar. İnsan hakları eylem planının içinde pek çok madde var. Tarih verilmiş. Pek çok madde uygulanmıyor.

Bugün de ne yapıyor? Hak çiğnemekte ısrarcı olacağını açık açık söylüyor. Neredeyse övünüyor. İşin daha da vahim tarafı arkadaşlar, hiçbir muhatabı da Sayın Erdoğan'ın bu çalkantılı ruh haline artık şaşırmıyor biliyor musunuz? ‘Erdoğan bu yapıyor’ diyorlar. ‘Tamam bugün böyle, yarın öyle.’ İnanın dünyada bu hale düştük ya. Bu ülkenin cumhurbaşkanının uluslararası toplum karşısında böyle artık ciddiye alınmayan, bugün böyle konuşur, yarın başka türlü konuşur diye nitelenen bir cumhurbaşkanı olması bizi bu ülkenin vatandaşı olarak üzülüyor. Kim olursa olsun.

Bakın bir başka örnek daha göstereceğim. Bugünlerde biliyorsunuz Birleşik Arap Emirlikleri sürekli gündemimizde. Birleşik Arap Emirlikleri ile ilgili Sayın Erdoğan'ın şu son yıllarda ne söylediklerini beraberce videolardan izleyelim. Yalnız sağ üst köşedeki tarihlere özellikle dikkatinizi çekiyorum. Tarihlerle beraber dinlemenizde büyük fayda var.

Erdoğan: “Türkiye'de darbe girişimi olduğu zaman Körfez'de kimlerin buna sevindiğini biz çok iyi biliyoruz.”

“Medine korumasını yaparken Fahrettin Paşa, ey bize bühtanda bulunan zavallı senin ceddin neredeydi?”

Süleyman Soylu: “Bugün cumhurbaşkanımıza anti semi anti-semitist diye saldıranlar 15 Temmuz'un failini kendi ülkelerinde tutuyor. Ortakları da Birleşik Arap Emirlikleri.”

Bakın, son açıklama 16 Mayıs 2021. Ne zaman? Bundan daha 6 ay önce. Ne diyorlar? Bu ülkeyi açık açık 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünü desteklemekle suçluyorlar. Ağır bir suç değil mi? Suçladıkları ülke hangi ülke? Birleşik Arap Emirlikleri. Öyle affedilebilecek bir şey değil ha. Yani 15 Temmuz darbe teşebbüsünde bizzat yer alan, rol alan insanlara verilen cezayı biliyoruz. Elli defa, yüz defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları söz konusu şu anda. İtham ne? Bu ülke, bu darbecilere destek verdi diye itham ediyorlar. Bunlar gösteriyoruz çünkü arkadaşlar unutturmaya çalışıyorlar.

Bugün söylediklerini yarın ters düz edip eski söylediğini unutturmaya çalışıyorlar ve bu suçlamaya bakın. Tarihlere özellikle koydum. Tam 5 yıl boyunca sürdürüyorlar. Darbe teşebbüsü ne zaman? 2016. En son video 2021. 5 sene boyunca diyorlar ki bu ülke 15 Temmuz’un destekçisi. Bu ülke düşman. Ancak daha sonra bir baktık Sayın Erdoğan tam bir u dönüşü yaptı. Tam bir u dönüşü.

Erdoğan: “Birleşik Arap Emirlikleri’nin Türkiye’ye yönelik yatırımlar noktasında ciddi bir görüşme yaptık. Bizim Abudabi yönetimi ile attığımız bu adım, tarihi bir adım. Çatlasanız da patlasanız da biz hepsi ile de münasebetlerimizi çok daha iyi bir konumu inşallah getireceğiz. Çünkü bizim en önemli özelliğimiz bu.”

Evet, en önemli özellikleri u dönüşü yapmak, zikzak yapmak, yalpa yapmak. En önemli özellikleri bu. Ya ne diyor bir de ‘çatlasanız da patlasanız da’. Ya ilişkiyi bozan sizsiniz. Onları itham eden sizsiniz. 5 yıl boyunca 15 Temmuz’un bu ülke destekçisi diyen sizsiniz. Kim çatlıyor, patlıyor, tekrar ilişki düzeltiyorsunuz diye ya? Acaba şunu mu demek istiyor yyani 6 ay önceki Erdoğan çatlasa da patlasa da bugünkü Erdoğan, ben bu işi düzelteceğim mi demek istiyor? Ne demek istiyor anlamıyorum.

Biz Sayın Erdoğan'ın da etrafındaki pek çok insanın da tutarsız olduğunu biliyoruz. Bir sağa bir sola yalpaladığını, keskin dönüşler yaptığını, dün söylediklerini bugün unutturmaya çalıştığını da çok iyi biliyoruz. Tüm dünya bunu öğrendi artık ama biz unutturmayacağız. Arkadaşlar böyle göstereceğiz.

Hatırlatacağız ki insanlar olayın tümünü görsün. Bakın burada çok büyük bir vahamet var arkadaşlar ve buna bir cevap vermek zorundalar.

Birleşik Arap Emirlikleri ile ilgili sözlerinden hangisi doğru? Eğer bu ülke yakın tarihimizin en kanlı gecesinin 251 insanımızın şehit olmasıyla, binlerce insanımızın gazi olmasıyla sonuçlanan darbe teşebbüsünün arkasında olan bir ülke ise siz hangi hakla bu ülkeyi resmi törenle karşılıyorsunuz? Ya resmi tören bakın görüyorsunuz, siz 15 Temmuz darbe girişimini destekleyenleri böyle devlet töreniyle mi karşılayacaksınız? Yok eğer değilse o zaman da bunu çıkın bir açıklayın ya açık açık. “Biz doğruyu söylemedik ya da yanılmışız. Bu ülkenin Birleşik Arap Emirlikleri’nin 15 Temmuz’da hiçbir dahli yokmuş.”

‘Hem itham ettiğimiz o ülkeden hem de yanılttığımız milletimizden özür dileriz’ deyin. Yok eğer mesele paraysa onu da çıkın açıklayın. Eğer bu kadar ucuzsa darbe teşebbüsünü destekleyen bir ülkeden 3, 5 milyar, 10 milyar dolar para gelecek diye o ülkeyle birden ilişkileri sıfırlayıp hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorsanız, onu da çıkın söyleyin. Deyin ki ‘Öyle bir çaresiz duruma düştük ki denize düşen yılana sarılır. Bu ülkeden gelecek paralara o kadar çok ihtiyacımız var ki artık 15 Temmuz falan onu sünger çekiyoruz ve devam ediyoruz yolumuza.’ Bir şey deyin ya. Bu kadar büyük tutarsızlık yapıp bu kadar büyük yalpa yapıp hiçbir izahatta bulunmayıp, halkımıza hiçbir şey söylemeyip devam edemezsiniz. Bu millete bir cevap vermek zorundasınız. Bunu bilmek bu milletin hakkı ya. Yenice'deki vatandaşlarımızın hakkı.

Bakın değerli arkadaşlarım, 15 Temmuz, tüm halkımızın sokaklarda kazandığı bir demokrasi zaferidir. Bunu siz daha sonra yanardöner ilişkilerinizde kullanın diye çıkmadı o gece bu insanlar sokağa, siz bunu istismar edin diye o millet o gece sokağa dökülmedi. Bunun için canlarını feda etmedi 251 şehidimiz. Canı pahasına kurtardıkları demokrasimizi böylesine küçük düşürmeye sizin hakkınız yok ya.

Değerli arkadaşlar bakın bilmiyorum farkında mısınız? Bu Katarla da ilişkiler Birleşik Arap Emirlikleri ile olan ilişkiler hep dolar. Herhalde bu ülkelere bakınca Sayın Erdoğan’ın gözlerinde önce bir dolar işaretleri oluşuyor, öyle bakıyor bu ülkeye. Başka da gözü hiçbir şey görmüyor. Varsa yoksa para ya. Bu ülkenin onuru, haysiyeti var. Her şey para değil arkadaşlar. Buradan gelecek 15 milyar, 30 milyar dolar parayla bu ülkenin ekonomisi düzelmez asla düzelmez. Havuzun dibi delik, ne kadar para dökseniz delikten, çatlaktan kaçıyor gidiyor zaten. Havuz su tutmuyor. Buradan gelecek paralarla bu ülkenin ekonomisi asla düzelmez.

Kaldı ki defalarca açıklamalar yapıyorlar değil mi? Katar'dan para gelecek, Birleşik Arap Emirlikleri’nden para gelecek diye. Piyasa üzerinde en ufak bir etkisi var mı? Dolar kuru üzerinde en ufak bir etkisi var mı? Normalde insanlar inansa ha evet bu ülkelerden para gelecek ve ekonomimiz düzelecek dese anında dolar kuru düşer, anında faiz düşmeye başlar. Hiçbir etkisi yok. Çünkü biliyorlar ki havuzun dibi delikken getireceğiniz doldurulan suyun hiçbir kıymeti harbiyesi yok.

Bir de ben şuna üzülüyorum arkadaşlar, koskoca Türkiye Cumhuriyeti sağdan soldan para dilenir duruma düştü ya. Bakın daha üç beş gün önce bu ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanının ve sonrasında Cumhurbaşkanının yapacağı ziyaretten önce bir gazeteci, bir basın toplantısında ne söylüyor, dinleyin.

Gazeteci: “Türkiye'nin yaşadığı ekonomik kaosu aşması için acaba siz Katar'a bir mali destek mi talep etmeye geldiniz?”

TRT dikkat edin TRT. Aslında kem küm ve TRT yayını kesiyor. Dikkat edin, bakın ne diye soruyor, kaos diyor, Türkiye diyor, ekonomik kaos diyor. Ya bunu Katar’daki, oradaki bir gazeteci bu iki ülkenin dışişleri bakanlarına soruyor? Gazeteci ne diyor? ‘Acaba siz Katar’a mali destek talep etmeye mi geldiniz?’ diye soruyor. Daha cevap gelmeden tercüman kem küm derken TRT yayını kesiyor, işi bitiriyor. Çünkü ne söyleyeceğinden emin değiller.

Koskoca Türkiye’yi ya 84 milyonluk ülke. Katar'ın arkadaşlar bir ucundan bir ucuna arabayla yarım saatte varıyorsunuz. Biz Çanakkale’den çıktık. Yenice'ye bir saat 15 dakikada geldik. Katar'ın bir ucundan bir ucuna arabayla 30 dakika sürüyor. Bu kadar. Nüfusu 1 milyon yok. Koskoca Türkiye’yi bu hale düşürüyorlar ya yazıktır günahtır ya gerçekten yazık. Bakın bu arada hiç somut yatırım planı falan duymuyorsunuz. Bakın yeni yatırım, sıfırdan yatırım falan yok. Geçen hafta biliyorsunuz Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri'ne cumhurbaşkanının ziyaretinde ne yaptı? 80 tane uçak satacağız dedi ve 7000 kişilik bu yeni bir istihdam oluşturacaktır dedi. Yüksek teknoloji satıyor bakın.

Yüksek teknolojiyi, Birleşik Arap Emirlikleri'ne satmak için Fransa’ya gidiyor. Peki Sayın Erdoğan'dan bunları duyuyor muyuz? Sadece swap anlaşması, dolar, para ver diyor. ‘Bir an önce para ver.’ Veya ne diyor? ‘Kanal İstanbul yapacağız, oraya para getirin’ diyor. İmar rantı, imar rantı başka bir şey değil. Katma değeri olmayan ülkemize kalıcı zenginlik getirmeyecek, vatandaşlarımıza refah sunmayacak konulardan bahsediyoruz. Veya daha tehlikelisi en stratejik tesislerimize küçük bedeller karşılığında bu ülkeleri ortak etme niyetinden bahsediyoruz. Gerçekten yazık ediyorlar çok yazık. Dış politikadaki saygınlığımızı gün geçtikçe yitiriyoruz. Hak çiğneyen, kendi vatandaşının hukukunu tanımayan, içeriye, dışarıya sözünü tutmayan, tamamen günlük dürtülerle hareket eden, her alanda tavizler veren bir iktidar var şu anda bu ülkenin başında.

Bakmayın siz anlattıkları masallara arkadaşlar. Sözüm ona tüm dünyaya meydan okuyorlar. ‘Hikâye’. Yok öyle bir şey. Sen tüm dünyaya meydan okuyacaksan öncelikle ekonomin güçlü olacak ekonomin. Gidip de başka ülkelerin önünde boynunu eğerek, para isteyerek bu ülkede, bu dünyada itibar sahibi olamazsın. Mümkün değil. Dün 15 Temmuz’un faili dediklerine bugün devlet töreni yapıyorlar ya. Kafa bu.

Bakın arkadaşlar biliyorsunuz ben ülkemizin ilk Avrupa Birliği Bakanıyım. İlk Başmüzakereciyim, daha sonra Dışişleri Bakanlığı yaptım. Ama o dönemde ekibimizle birlikte neler neler yaptık. Tüm Ortadoğu ülkeleriyle, Avrupa ülkeleriyle, Asya’yla, Afrika ile Amerika ülkeleri ile eşitler seviyesinde ilişki geliştirdik. Pek çok ülke için ilham kaynağı olduk. O günlerin uluslararası basını Türkiye’yi başarı örneği olarak sunuyordu. Türkiye'den öğreneceğimiz çok şey var diye sunuyordu.

Oturduğumuz her masada vatandaşlarımızın, ülkemizin çıkarlarını sonuna kadar savunuyorduk. Halkımızın çıkarlarından asla taviz vermiyorduk asla. İddialı ve itibarlı bir ülkeydik. Sözümüzün gücü vardı. Sözün gücü nedir? Sözün gücü; güvenilir olursunuz, itibarlı olursunuz, güçlü olursunuz. Ne ekonomik gücünüzü ne de askeri gücünüzü kullanmaya gerek kalmadan bu gücün ve itibarın etkisi ile sadece konuşarak etkili olursunuz. Sözün gücü budur.

Bakın bir örnek... Ben başbakan yardımcısı iken yani Dışişleri Bakanlığı’ndan tekrar o ekonomik kriz sonrası ekonomiye döndüğümde, 2008 krizinden sonra biliyorsunuz komşumuz Yunanistan iflasın eşiğine gelmişti. Hatta daha sonra da gerçekten borçlarını ödeyemedi. O dönem ise bizim ekonomik gücümüz yerinde. IMF geldi bizden borç para istedi hatırlıyorsanız. ‘Ya sizin durumunuz iyi, paraya ihtiyacı olan ülkeler var. Böyle bir havuz oluşturuyoruz. Eğer durumunuz uygunsa biz uygun olduğunu biliyoruz. Güçlü olduğunu biliyoruz. Bu havuza para verin.’ Yani bize, IMF’in havuzuna borç para verin diye bizden para istedi. Tamam dedik. Ne kadar ihtiyacınız? Dediler ki; işte sizin hani IMF’teki hisseniz yüzde 1. Bunun karşılığında da o yüzde 1'in karşılığında bir borç. Hani o nispette bir havuz oluşturuyoruz ama tabii her ülkede katılamıyor. Dolayısıyla hissenizden de daha fazla miktarda katkıda bulunmanız gerekebilir. Ama şunu istiyoruz, biz size bir sözleşme imzalayalım siz kredi hattını açın gerektiğinde biz acil olarak bu parayı sizden istiyoruz. Tamam dedik anlaşma imzaladık. Biz IMF’e kredi hattı açtık bakın arkadaşlar.

Ve o günlerde benim bir Atina ziyaretim oldu. Sayın Papa, o günlerde başbakan. Eski tanıdığımız, bildiğimiz bir arkadaş. Ben Atina'ya indim. İndiğim gün Alman gazetelerinde büyük haberler çıktı. Türkiye Yunanistan'a yardım etmeye geldi diye. Yazan, Alman. Boy boy, çarşaf çarşaf. Biliyorsunuz o ara Almanya ile Yunanistan gergin. Yunanistan diyor ki ‘Ya ben Avrupa Birliği’ne üyeyim. Zor duruma düştüm. Bana yardım edin’ diyor. Almanya'da o günün ekonomisi güçlü ama bir sürü şart ileri sürüyor. Şunları şunları yaparsanız ancak destek veririz diyor. Biz gittik dedik ki ya bizim de başımıza geldi. 2001-2002 krizini yaşadık. Bu konu zor. Eğer ihtiyacınız varsa yani iç siyasette de hani yönetebilirseniz bizim imkanlarımız da var, rakam da hiç önemli değil ama konuşalım. Biz komşumuza yardım etmeye hazırız dedik.

Aynı gün bir önemli bir Alman gazetesinde koca bir karikatür. Benim Atina'yı ziyaret ettiğim gün. O gün karikatürde ne yapmışlar? Atina şeyi var, elle çizilmiş resim Akropol. Akropol'ün tepesine de Türk bayrağını çizmişler. Demişler ki; Türkiye, Yunanistan’a yardım etmeye geldi. İyi ki geldi yoksa Almanlar olarak biz para ödeyecektik. İyi ki Türkler yardım ediyor diye. Arkadaşlar bakın bunlar daha bundan 10 sene önce olmuş işler. Şimdi hayal gibi geliyor değil mi? Bugünküşartlara baktığımızda gidip işte hangi ülkelerden para isteklerine baktığında bu anlattıklarım hayal gibi geliyor. Bunların hepsini yaşadık ya hepsini yaşadık. Ben şimdi buradan Sayın Erdoğan'a sesleniyorum. Nereden nereye diyorum, nereden nereye?

İşler iyiye giderken, bizler işin içindeyken, liyakatli kadrolar işin başındayken ortak akıl ve istişare varken, Türkiye başarı üretirken çıkıp diyordu kendisi değil mi? ‘Nereden nereye’ diye. Onun ifadesi. Ehliyetli, liyakatli kadroları, düzgün kadroları siz saf dışı bırakın, ortak aklı, istişareyi bırakın. Ben tek imza ile aklıma gelen her şey yapacağım deyin, ülkeyi bu duruma düşün. Ben de şimdi buradan tekrar kendisine söylüyorum. Nereden nereye diyorum. Bir zamanlar Yunanistan’a finansal destek verecek denilen Türkiye şimdi başka ülkelerden gidip destek isteyecek hale düştü. Bunu bunlar yaptı arkadaşlar.

Değerli arkadaşlarım bakın, biz DEVA Partisi olarak çok net bir vaatte bulunuyoruz. Çok net. Bu milletin haklarının, hukukunun birilerinin dürtüleriyle  çarçur edildiği günleri sona erdireceğiz inşallah. Bu günler bitecek. Yeniden eskiye göre o başarılı yıllara göre çok daha iddialı ve çok daha itibarlı bir ülke olacağız. Biz ne yaptık? Milli geliri aldık, 3500 dolardan 12500 dolara çıkarttık mı? Çıkarttık. 2023 hedefi olarak ne koyduk? 25000 dolar koyduk. Şimdi bunların hedefi ne biliyor musunuz? 2023 hedefi. 10700 dolar ya. Eylülde kendi imzaladığı orta vadeli programda bunu açıkladı. O da daha dolar kuru 9,30 iken 8,30 iken bunu açıkladı. Mümkün değil şu anda bu dolar kuruyla 10000 dolar falan hikâye. 2023’te yılında 10000’i bile bulamazlar, mümkün değil.

Ama biz ne diyoruz. Bakın 25000 dolarlık hedefimiz bizim sapasağlam duruyor. Çok kısa zamanda biz o 25000 doları geçeriz inşallah bunu yaparız. Bunu DEVA kadroları olarak gerçekleştireceğiz. Değerli arkadaşlarım, biraz önce Mehmet Emin Bey'in söylediği gibi pasaportumuz yeniden değerlenecek. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak öyle 250000 dolara satılan bir belge olmayacak. Şu anda bunu yapıyorlar ya, bu kadar düştü mesele. Parayı bas vatandaşlık al. Olur mu öyle bir şey. Biz ne iddiamızdan vazgeçeceğiz ne de itibarımızdan vazgeçeceğiz. Türkiye böyle Bulgarların, şunların bunların ucuz tatil için geldiği bir ülke değil. Gelişmiş bir ülke olarak, kalkınmış bir ülke olarak, bir sanayi merkezi, tarım merkezi, kültür ve turizm merkezi olacak.

Bunu nasıl yapacağını bilen deneyimli bir kadroyla beraber olmaktan beraberce çalışmaktan gerçekten ben gurur duyuyorum. Az kaldı inşallah bunu hep beraber gerçekleştireceğiz. Bunu en çok da değerli arkadaşlar gençlerimiz için gerçekleştireceğiz. Gençlerimiz... Gerçekten en çok da gençlerimize şu anda üzülüyorum. Buraya gelirken baktım gençler kaldırımda yürüyorlar, sordum Berkan Bey’e, il başkanımıza dedim, bu gençler yürüyorlar ise herhalde evet dedi bunlar lise öğrencisi. Pırıl pırıl gençler. Fakat içim burkuldu, kim bilir iç dünyalarında neler yaşıyorlar. Ne kadar ümitsizler.

Bakın geçtiğimiz gün arkadaşlarımız bana bir başvuru formu gösterdi. Başvuru formunu şöyle bir yansıtalım arkadaşlar. Bakın dikkatinizi çekiyorum. Çalışma durumunu soruyor. Başvuru formunda bilgisayar ekranında böyle bu birkaç sayfalık bir form. Çalışma durumunda seçenekler öğrenci, yeni mezun çalışıyor, çalışmıyor, ev genci. Görüyor musunuz? Yanlış duymuyorsunuz, yanlış görmüyorsunuz. Bu bir kurumun hem de çok bilinen bir kurumun başvuru formu. Bizim literatürümüze, bizim sözlüğümüze maalesef bunu da eklediler. Ev genci ifadesini eklediler. Literatüre bu kavramı sokmak da işte bu iktidara nasip oldu. Çünkü gerçekten arkadaşlar, böyle bir kitle var.

Ülkemizde şu an evde yaşayan, gündüz genelde dinlenen, gece ayakta olan, daha çok sosyal medyada takılan, gündüz başkalarıyla da çok da muhatap olmayan, anne babasıyla da fazla muhatap olmak istemeyen gençler var. Okulda değiller, iş yok çalışamıyorlar da. Sokağa çıkıldığı an zaten her şey ateş pahası.

Şöyle arkadaşlarla buluşup bir kahve içseler, dünyanın parası. Cepler boş. Hele sokağa çıkıp ta bir sokak röportajına falan denk gelirlerse eyvah. Hemen çıkar telefonunu göster diyen birileri oluyor etrafında. Hiç şikâyet etme diyorlar. Çıkar telefonunu göster... Onlar da ne yapıyor, evlerine kapanıyor. Bizim zamanımızda değerli arkadaşlar, bakın biriktirdikleri harçlıkla Avrupa turuna çıkan gençlerimiz vardı. Bu KYK’lar var ya KYK bursları, 5, 6 aylık KYK bursunu biriktirip 15 gün Avrupa'da gençler tatil yapabiliyordu. Türkiye’ydi burası başka bir ülke değil.

Bakın bizim youtube sayfamızda youtube kanalımızda yorumlar var her bir videonun altında. Geçen oraya bir gencimiz yazmış diyor ki; 30 yaşındayım, sizin döneminizde diyor bizi kast ederek size ekonominin başındayken diyor, 1 ay mısır tarlasında çalıştım, yevmiyemi biriktirdim ve en son model 1 oyun konsolu aldım diyor. Mısır tarlasında çalışarak bir ay biriktirdiği yevmiyeyle. Şimdi diyor bir doktorun bir aylık maaşı yetmiyor diyor. Refahtaki düşüşü görüyorsunuz değil mi? İnsanların satın alma gücü ne kadar düştü görüyorsunuz değil mi?

Hani bir dua vardır Allah gördüğünden geri koymasın diye. O refaha yükselip sonra onun altına düşmek çok yıkıcı oluyor. Ülke hep fakir olsa o çok derin, fakirlikten böyle yavaş yavaş kurtulan bir ülke olsa insanlara belki çok dokunmuyor. Ne diyorlar? Çin modeli diyorlar değil mi? Ülkeyi batırdılar, Çin modeli diyorlar. Ya Bangladeş, Çin bunlar çok fakirlikten böyle kademe kademe refahın arttığı ülkeler. Siz 12500 dolarlık milli gelire ulaşmış bir ülkeyi bu ülkenin vatandaşlarını bu ülkenin gençlerini tekrar 5000 dolara razı ol diye ikna edemezsiniz. Ya ekonomimiz büyüyecek, siz fakirliğe razı olun diyemezsiniz. Böyle bir şey yok. Demokratik bir ülkede böyle bir şey yok. Ha eğer Çin min derken başka bir rejimden bahsediyorlarsa o ayrı bir şey.

Demokrasinin olmadığı, insan haklarının yok sayıldığı, sendikaların olmadığı, çalışanların haklarının sayılmadığı, ayaklar altına alındığı bir yönetim modelinden bir rejimden bahsederek ona da uygun bir ekonomik modelden bahsediyorsanız o ayrı. Ama Türkiye kusura bakmayın demokrasisiyle güçlü bir ülke. Halkımızın demokrasi bilinci çok yüksek. O insan hakkını, demokrasi hakkını bir kere yaşamış bu toplumu tekrar siz öyle sürünmeye razı edemezsiniz. Böyle bir şey yok. Gençlerimiz ne diyor? ‘Hele bir Avrupa’ya kapağı atayım’ da diyerek kasiyerlik, kuryelik yapmaya razı bir şekilde gidiyorlar. İlk buldukları imkanla uçak, otobüs neyse gidiyorlar. Kurucularımızdan Gülay Göktürk Hanım'ın 28 Şubat'ta kullandığı bir ifade var. O dönemin atmosferinde diyor ki ülke diyor, gidemeyenlerin ülkesi oldu diyor. Şu anda maalesef Türkiye’de adeta gençler için gidemeyenlerin ülkesi. Giden gidene mühendislerimiz gidiyor, işçilerimiz gidiyor, doktorlarımız gidiyor.

İnanın ülkeyi kuruttular ya. Emeğimizin böyle heba edilmesine gerçekten çok üzülüyoruz. Ama değerli arkadaşlar bir o kadar da bu ülkenin çabuk toparlayacağına inanıyoruz. Bir o kadar da bu ülkede işlerin çabuk düzeleceğine biz inanıyoruz. Ben yurtdışına giden arkadaşlarımıza şunu söylüyorum, bazıları ne diyor ya gitmeyin kalın diyor. Biz öyle demiyoruz, gitmeyi tercih edenlerin fikirlerine saygı duyuyoruz diyoruz. Karar sizin arkadaşlar ama zaten merak etmeyin. İlk seçimlerden sonra işleri yoluna koymaya başladığımızda hemen geri gelmeye başlayacaksınız. Bunu biz biliyoruz diyoruz. İnşallah olacak bu ülkede olacak.

Değerli arkadaşlarım hiç endişeniz olmasın. Biz ülkemizde gidenlerin geri geleceği bir iklimi yeniden oluşturacağız. Bunu yapacağız. Rant yatırımlarıyla 3-5 kişinin zengin olduğu değil, üreterek topyekûn zenginleşmiş bir ülke olacağız. Topyekûn. Öteki beriki demeden, kimseyi ayrıştırmadan, fikirleri sansürlemeden özgürleşen bir ülke olacağız. Nitelikli eğitimle çağın ötesine geçeceğiz. Dijital dönüşümle ülkenin uzun süredir beklediği o atılımı gerçekleştireceğiz. Emeklilerimizi, sabit gelirlilerimizi insan onuruna yaraşır bir ücretle gelir seviyesine buluşturacağız. Sağlıkta sadece plansızlık ve programsız nedeniyle yaşanan ve gittikçe artan bu krizleri sona erdireceğiz. Sağlık çalışanlarımızın çalışma standartlarını yükselteceğiz. Bilimin özgürce yapılabilmesi için üniversiteleri iktidarın baskısından kurtulacağız. YÖK'ü kapatacağız. Başka çaresi yok.

Şeffaflığa aykırı tüm iş ve işlemleri derhal sonlandıracağız. Çıkar amacıyla yapboza dönen ihale mevzuatını sıfırdan yeniden yazacağız. Karadeliğe dönen bu Varlık Fonunu da kapatacağız. Hani Cumhurbaşkanının kendi kendini atadığı başkan olarak atadığı bir fon var ya ondan bahsediyoruz. Bir kararname yayınladı, diyor ki ben diyor Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Varlık Fonu Başkanı olarak görevlendirdim diyor altına imza atıyor. Bu Resmi Gazetede. Sonuç ne? Varlık Fonu şu anda tam 70 katrilyon lira borca batmış durumda. Ayrıca yurtdışından 1 milyar 250 milyon avro borçlanmış durumda. Döviz. Onu da çarptığınızda 20 katrilyon da o ediyor. Tablo bu; kara delik, batak. Başkanı kim? Cumhurbaşkanı. Değerli arkadaşlar, bakın bizim hedefimiz vatandaşın devlete ulaşabilmek için uğraşacağı değil devletin her daim vatandaşına amade olacağı bir ülke. İşte bu nedenle biz sosyal yardımları, sosyal destekleri hak temelli yapacağız. Devletin lütfu değil, vatandaşın hakkı. En önemlisi de vatandaşlarımızı işte bu sosyal destek, sosyal yardım almak, istemek durumundan kurtaracağız. Mutlak yoksulluğu, sıfırlayacağız. Sıfırlamıştık tekrar geldi. Yine sıfırlayacağız.

Çiftçilerimizin, sanayicilerimizin, esnafımızın üreten ve emeğinin gücüyle geçinen herkesin yanında olacağız. Hepsini güçlendireceğiz. Çiftçilerimizin sorunlarını iyi biliyoruz. Eylem planımızı 6 ay önce açıkladık. İlk 90 günde ilk 360 günde neler yapacağımızı ortaya koyduk. Çiftçimizin yanında olacağız. Borçları iki yıl ödemesiz, sıfır faizle zamana yayacağız. Borçları donduracağız. 2 yıl ödemesiz dönem ve ondan sonra uzun vadeye yayacağız. İhtiyacı olan çiftçimize yeni kredi açacağız. Gübre maliyetinin tam yarısını devlet olarak biz destekleyeceğiz. Yeme yüzde elliye yakın destek vereceğiz. Elektrik, çiftçimiz için özel düşük bir tarife olacak ve sulama yatırımları tamamlayacağız.

Bir Kanal İstanbul parasına değerli arkadaşlar, Türkiye'deki bütün sulama yatırımlarını bitirebiliyorsunuz. Artıyor bile. Yani Türkiye'deki bütün sulama yatırımlarını toplayın, toplayın, toplayın, barajlar, göletler, irsale hatları, basınçlı sistem, kapalı sistem, yağmurlama, damlama sulama ne kadar yatırım varsa bütün Türkiye’de toplayın bir Kanal İstanbul parası etmiyor. Biz önceliği tarıma vereceğiz, suyla toprağı buluşturacağız. Suyun ulaştığı her yerde biliyoruz ki bizim çiftçimizin geliri iki katına üç katına çıkıyor. Bu gerçek ve bunu yapacağız. Önceliğimiz bu olacak. Önceliğimiz imar rantı olmayacak. Bunların yaptığı gibi.

Ve değerli arkadaşlarım, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz. Kim olursa olsun, kim olursa olsun. Tek kişinin keyfi yönetiminin eseri artık olmayacağız. Milletimizin meclisini güçlendirip söz sahibi yapacağız. Hukuk devletini inşa edeceğiz. Yargı sadece milletimize hizmet edecek. Önce vatandaş diyecek, önce hak diyecek, hukuk diyecek. Yargı önce anayasa, yasa diyecek, vicdan diyecek. Yargıyı hükümetin baskısından, talimatından kurtaracağız. Bu ilk 90 dakikada yapılacak bir iş. Çok basit. Döneceksiniz hakimlere, savcılara diyeceksiniz ki artık size bundan sonra hükümetten baskı yok, teşvik de yok, tehdit de yok. Ya siz şu adaletin gereği neyse onu yapın, başka bir şey istemiyoruz. O kadar.

Ne diyor cumhurbaşkanı inadına diyor, bıraktım bırakacağım diyor, bırakmam diyor. Ya hapisteki insanlar için söylüyor bunu. Bağımsız yargının yapması gereken konularda olur olmaz diyor, yaparız, yapmayız diyor. Yürütme; yani hükümet milletin meclisine hesap verecek. Gizli kapaklı işler olmayacak. Böyle 130 milyar dolarlık merkez bankası rezervlerini cayır cayır satıp hiçbir şey yokmuş gibi kimseye hesap vermeden bir hükümet yoluna devam edemeyecek. Parlamenter sistem bu demek.

Değerli arkadaşlar, bakın biz öyle eksik gedik değil, yarım yamalak değil tam demokrasi ile ülkemizi buluşturacağız. Bizim demokrasi hayalimiz herkesin eşit vatandaş olduğu bir ülke. İnsanın hepsine, vatandaşlarımızın hepsine eşit vatandaş olarak bakan bir ülke. İnansın ya da inanmasın, mezhebi ne olursa olsun, etnik kimliği ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun hiç fark etmez. Bu ülkenin vatandaşı ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ise eşit vatandaştır. Birinci sınıf vatandaştır. Biz böyle bakıyoruz. Ülkemizi merkezinde insan olan kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir demokrasiye ulaştırmak için var gücümüzle çalışacağız. Özgür zengin ve tam demokratik bir ülke için çalışacağız. Çünkü değerli arkadaşlar, biz bu ülkenin haysiyetli insanları için buradayız. Biz buradayız, hiç korkmayın, hiç endişe etmeyin. Çünkü artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Artık Çanakkale’nin DEVA’sı var. Artık Yenice’nin DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.

8 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 3. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ÜÇÜNCÜ HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli basın mensupları,

Şu anda ülkemiz, her birimizi anbean yoksullaştıran bir zihniyet tarafından yönetiliyor.

Hükümet, son günlerde ekonomide “Çin modeli” diye bir şey uydurdu. Bir de anlasalar içim yanmayacak da. Bir ucundan tutturmuşlar kısmen bakıyorlar “Bu biraz Çin’e benziyor şurası” diye. Bunu anlatıp duruyorlar.

Ortada planlanmış, üzerinde çalışılmış bir model falan yok arkadaşlar. Bugünkü iktidar bindi bir alamete, gidiyor kıyamete.

Yalnız kendini sürüklese neyse, koskoca 84 milyonluk ülkenin her bir ferdini, hatta doğmamışçocuklarımızı dahi sürüklüyor.

Ortada, adını “model” olarak koydukları, sadece bir başarısızlık hikayesi var. Maliyetinin çok ağır olduğu, çok acı olduğu bir başarısızlık hikayesi bu. Bakmayın şimdi şu modeli, bu modeli diye konuşmalarına.

Aslında Nasrettin Hoca misali attan düştüler “zaten inecektik” diyorlar ve başlıyor masal anlatmaya.

Ne dediklerinin farkında değiller.

Model diye anlattıkları, ucuz iş gücü demek, emek istismarı demek. Bunun adını koymak lazım.

Çalışanlarına toplu sözleşme hakkı tanımayan, sendika hakları falan tanımayan bir modele gıptayla bakıyorlar herhalde.

Ya bu ülkede yarım asırdan fazladır sendikalar var, çalışan hakkı var, işçi hakkı var. Bunların olmadığı bir modele nasıl imreniyorlar, nasıl bakıyorlar? Demokratik yöntemlerle halkın desteğiyle işbaşına gelen bir iktidar nasıl böyle yoldan çıkıp da halka rağmen böylesine şeyleri konuşabiliyor?

Gerçekten büyük bir hayretle izliyoruz. Kendi vatandaşına konuşma hakkı vermeyen temel insan haklarını yok sayan bir model. Hayranlık besleyecek duruma düşeceklerine inanın ihtimal vermezdik. Üstelik madem bir Çin modelinden bahsediyorlar önce şu Uygur Türklerine uygulanan insan hakları ihlallerinden niçin bahsetmiyorlar? Bunu da sormak lazım kendilerine.

Eğer bir modelden bahsedeceksek, bu sadece ekonomi politikalarından ibaret değildir.

Bu bir rejim tercihidir arkadaşlar.

Böyle bir büyüme modelinde, hiçbir hak hukuk tanımadan çalıştırılan işçilerin acısı vardır.

Bu arada; lafa gelince “Ezilenlerin gür sesi, suskun dünyanın hür sesi” Sayın Erdoğan’dan, Uygur Türklerine yapılan zulme dair bir cümle duydunuz mu son yıllarda?

Ben merak ediyorum ben duymadım, duyan var mı onu da bilmiyorum. Her konuda kendini ortaya atan, her konuda herkese laf yetiştiren Sayın Erdoğan mesele Uygur Türklerine geldiği zaman bir suskunluk içerisinde dünyadaki en ağır insan hakları ihlallerinden birine karşı Erdoğan şu anda görmüyor, duymuyor ve konuşmuyor. Oysa ekonomide senelerce dünyada hangi model konuşuldu biliyor musunuz arkadaşlar? Bütün Avrupa'da, bütün Kuzey Afrika'da, Ortadoğu'da, Asya'da ne konuşuldu? Türkiye modeli konuşuldu.

Gerçek anlamda herkesin öykünerek baktığı, imrendiği, “bize ders verin” dediği modeli biz yazmıştık ya biz.

Bize ilham kaynağı ülke diyorlardı. Model ülke Türkiye diyorlardı. Her bir vatandaşımızın refah seviyesini artırdığımız, demokratik standartları yükselttiğimiz Avrupa Birliği hedefine ilerlediğimiz ve bununla beraber büyüttüğümüz ekonomi modelini biz yazmıştık.

Tüm dünyanın gıpta ettiği demokratik standartları geliştirip, ekonomiyi büyütmesi ve vatandaşlarının refahını yükseltmesi ile uluslararası toplumun hayran kaldığı bir modeldi bu. Hem demokrasiyi hem ekonomiyi aynı anda yükselttik. Ekonomik büyümenin nimetlerinden bütün vatandaşlarımız yararlandı. Türkiye'de gelir dağılımı düzeldi. Yoksun mutlak yoksulluğu bu ülkeden sıfırladık hepsini yaptık zamanında. Bunun tamamını tersine çevirdiler. Tamamında Türkiye geri geri gidiyor şu anda.

İşte bunların Türkiye'yi bu başarılı yoldan saptırmaları ayrı bir ibretlik konudur. Arkadaşlar şu anda bakıyoruz hükümete, ‘rotayı ben çiziyorum’ diyen Perinçek'in hayallerinin iktidarı oldular. Model dediğiniz buysa inan batsın bu model. Biz istemiyoruz. Sayın Erdoğan bakın Türkiye'ye Çin malı bir ekonomi giydiremezsiniz. Bu ülke sizin dar kalıplarımızın esiri olmayacak kadar köklü bir demokrasi bilincine sahip. Hiç boşuna heveslenme, biz buradayız. Biz bu Çin modelini giymeyiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz geçen hafta Siirt’te yaptığı konuşmada Sayın Erdoğan bana “birilerinin arkasına takılmış boş teneke” dedi.

Bana dedi. Kendisiyle bunca yıldır çalışmış, en uzun süre bakanlık yapmış, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve ekonomisinin güçlenmesine katkısı olan bir ekibin başında olan Ali Babacan’a diyor.

bir kere bakın şunu iyi anlaması lazım. Ben de Deva Partisi'nin tüm teşkilatı da hiç kimsenin arkasından gitmez. Hiç kimse. Ama bir kendisi açıklasın. Kendisi

kimin arkasından gidiyor, kimlerin arkasından gidiyor. Kendisi, krizlerin ortağı, kavgadan başka bir şey bilmeyen ülkeye bir tek çakıl taşı kadar faydası dokunmamış Bahçeli’nin peşinden gidiyor şu anda. Başka kimin arkasından gidiyor? ‘Hükümetin rotasını ben çiziyorum’ diyen 28 Şubatçı Perinçek'in arkasından gidiyor. Onca sene hak diye adalet diye vatandaşın karşısına çıkan Sayın Erdoğan, siyasi kariyerinin finalinde 28 Şubatçı Perinçek'in dergisine konuşmalarıyla başyazı olarak konuk oldu. Arkadaşlar bakın dergi burada, dergi burada başyazı.

Erdoğan nerede, kimin arkasında görün işte, ibretlik. (fotoğraf - dergi kapağı gir)

Ne yazmışlar paylaşırken üstüne de biliyor musunuz: “Vatan Partisi önderliğinde bilmem ne sürecine girdik...”

Girişte bunu derginin editörleri yazıyor. Arkasından da Erdoğan'ın makalesi var. Bu önderlikten acaba AK Parti'ye oy vermiş vatandaşlarımızın haberi var mı? Buna zamanında AK Parti'ye gönül vermiş vatandaşlarımızın rızası var mı? Siz gidin bunların önderliğinde bunların peşine düşün diye mi bu halk size destek verdi? Onun için mi oy verdi size zamanında? Girdiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sadece 98 bin vatandaşımızdan oy alan Perinçek’e yönetimin teslim edilmesine acaba geri kalan 84 milyonun onayı var mı ya? Bunu sormak lazım.

Değerli arkadaşlar bakın gerçekten akıl alacak gibi değil. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Artık tamamen rasyonaliteyi ve aklını kaybetmiş bir yönetim zihniyetiyle şu anda biz karşı karşıyayız. Şu anda biliyorsunuz Meclis’te 2022 yılı bütçe tartışmalarının sürdürüldüğü bir dönemdeyiz. Partili, cumhurbaşkanlığı taraflı cumhurbaşkanlığı sistemiyle biliyorsunuz bütçe neredeyse göstermelik bir mesele haline geldi. Şu görüşülen bütçe var ya Meclis’ten hiç geçmese, reddedilse bile hiçbir şey olmuyor. Aynen bunlar yönetmeye devam edebiliyor. Anayasaya bir madde koydular, Meclis’ten geçmese bile yine de Cumhurbaşkanının kafasına göre yönetim maddesi var Anayasada. Dolayısıyla bütçenin Meclis’e gelmesinin, görüşmesinin sadece basit, göstermelik bir konu olduğunu da burada özellikle ifade etmek istiyorum.

Bunu söylerken de tam on bir tane bütçenin planlanmasını, hazırlanmasını koordine eden bir arkadaşınız olarak bunu söylüyorum. Tam 11 yılın bütçesi.

Ve yine bu birikim ile bütün bu 11 yıllık bütçe hazırlığı tecrübesi ile şunu öncelikle söylemek istiyorum ki; bir bütçenin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütçesinin Meclis'e Cumhurbaşkanı yardımcısı tarafından sunulması her türlü demokratik ilkeye aykırı bir tutumdur. Halkın bütçesini yani vatandaşın ödediği vergileri nasıl harcanacağına milletimiz tarafından seçilmeyen atanmış bir kişinin sunması, halka hesap verme sorumluluğu olmayan bir kişinin sunması demokrasinin temel ilkelerine aykırıdır.

Bu durum, taraflı cumhurbaşkanlığı yönetiminin çarpıklığının önemli göstergelerinden biridir.

İki senedir bu uygulamayı görüyoruz ama alışmayacağız, bizi alıştıramayacaklar. Gelecek sene aynen böyle sorarlarsa bütçe gelirse çıkacağız yine eleştireceğiz. Halkın seçtiği halka karşı sorumlu insanların gidip o bütçeyi sunması lazım. Yardımcısını gönderip de ‘sen şu bütçeyi sun bakalım Meclis’e’ böyle yok. Niye kendisi sunmuyor, niye kendisi anlatmıyor? Bakın değerli arkadaşlar, bütçenin iki önemli amacı vardır: Birincisi; ekonomi politikalarına duyulan güveni artırarak makroekonomik istikrarı sağlamaya çalışmak, ikinci önemli amaçta; ülkenin kaynaklarını doğru ve ihtiyaç duyulan alanlara ayırarak ülkenin kalkınmasına, yoksulluğun giderilmesine ve gelir dağılımının iyileştirilmesine katkıda bulunmaktır.

Şu son 2022 bütçesinde bunların ikisi de yok arkadaşlar. Neden yok, izah edeyim.

Bir kere bütçenin dayandığı varsayımlar, daha Meclis’e sunulmadan hükümsüz hale geldi.

(grafik 1 - dolar kuru gir)

Bütçedeki dolar kuru 2022 için 9,30 2023 için 9,80 2024 için 10,30 lira.

Bu sabah baktığımda 13,60’tı şu anda kaç bilmiyorum. İniyor çıkıyor genelde çıkıyor da bazen dalgalandığı da oluyor aşağı yukarı. İşte ta 2024 için dolar kurunu 10,30 olarak öngören bu iktidar, bugünden 14'lere yaklaşmış döviz kuruyla Meclis’te bütçeyi görüşüyor ve bütçenin bütün varsayımı gelecek yılki kurun 9,30 olduğuna dayanıyor. Şu anda bütçedeki varsayım, gelecek yıl kur 9,30. E şimdiden olmuş, 14’e yaklaşmış. Bu bütçe tutar mı? Bu bütçenin gider tarafını tutturabilir misiniz? Bu kadar döviz bazlı harcamaları var devletin. Bu bütçeyi arkadaşlar kimse ciddiye almaz.

Bakın cumhurbaşkanı uçakta gazetecilere ne demiş.

Kur manipülasyonu demiş.

“Devlet denetleme kurulu bu işin arkasında kimlerin olduğu konusunda araştırma yapıyor, yapacak. Buralardan kimler çıkacak onları da görme fırsatımız olacak” demiş.

Ben şimdiden söyleyeyim. Bu işin arkasında siz varsınız.

Siz çıkacaksınız. Devlet Denetleme Kurulu istediği kadar baksın arkadaşlar. Araştıracaklar bakacaklar Cumhurbaşkanı konuştukça kur yükseliyor, yanlış bir karar alıyor, kur yükseliyor. Tabii patronlarına, amirlerine böyle bir rapor hazırlayıp sunabilirler mi bilmiyorum ama bağımsız tarafsız bir rapor hazırlansa, dışarıdan gerçekten hakkı, hukuku bilen, işin tekniğini bilen insanlar bir rapor hazırlasa derler ki “efendim kur artışının arkasında siz varmışsınız.”

Bakın döviz kurunun da enflasyonun da Hazine borçlanma faizlerinin de artmasının arkasında Sayın Erdoğan var. Hiç kimseyi aramasın, aynaya baksın görecek kimin olduğunu bakın. Aynı şekilde gerçekleşecek enflasyon bütçede öngörülen enflasyon seviyesinin en az iki katı olacak. Bu bütçe hazırlarken bir enflasyon varsayımı var arkasında. Bunun en az iki katı bir enflasyon olarak gelecek. Döviz kurlarındaki şok artışlar ise daha tam olarak enflasyona yansımış değil.

En son 3 Aralık'ta açıklanan enflasyon rakamlarına bir bakın. TÜFE 21 küsur ama ÜFE’ye bakıyorsunuz 56. Ve aradaki fark hiçbir zaman bu kadar açılmamıştı. Bu özellikle üretici fiyatlarındaki artış bu yüzde 50 küsurluk artış son 20 yılın rekoru. Üretici fiyatlarındaki şok artışdaha tüketici fiyatlarına yansımadı. İnsanlar hala ellerindeki ürünleri satıyorlar. Ellerindeki ürünleri satmakla meşguller. Ellerindeki ürün bitip de yeni fiyattan mal aldıkları anda bu üretici fiyatlarındaki artış aynen tüketici fiyatlarına yansıyacak. Bütün bunların hiç birisi şu andaki bütçede yok.

Bir başka önemli husus: faiz.

Hani Sayın Erdoğan’ın lafta çok karşı olduğu faiz.

Lafta çok kararlı şekilde indireceğiz savaşacağız dediği faiz. Şöyle faiz ödemelerine de bir bakalım. Bakın arkadaşlar bu 5 Eylül’de açıklanan orta vadeli programda ve Meclis’e sunulan bütçedeki faiz ödenekleri. Görüyorsunuz yıllarca 50 milyar TL mertebesinde giden faiz ödemeleri bu yılki bütçede 180 milyar, 2022 bütçesinde de 240 milyar olarak şimdiden yazılmışdurumda. Ve hangi varsayıma göre daha Hazine borçlanma faizleri yüzde 16,17 iken o dönemde bu bütçe hazırlandı. Ona göre gelecek senenin bütçesine 240 milyar kondu. Bunun da tutturulması mümkün değil. Gerçekleşecek faiz ödemesi bundan da fazla olacak. Çünkü sözde düşük faiz politikası izleyen bu kötü yönetim, basiretsiz ve yanlış adımlar sonucunda Hazine borçlanma faizlerini daha geçtiğimiz eylül ayına göre tam 5 puandan fazla artırmış durumda.

Aynı anda bakın Merkez Bankası faizleri 4 puan indiriyor. Hazine'nin borçlanma faizleri tam 5 puan artıyor. Geçen haftaki toplantımızda onun grafiğini de göstermiştim. Ekranlar önünde Merkez Bankası faizi indiriyoruz diye şov yapanlar Hazine faizinden hiç konuşmuyor dikkat edin. Bakın daha dün daha dün yaşanan garabete bakın. Merkez Bankası dün bankalara ortalama yüzde 16 faizle borç para verdi. Aynı gün, aynı ülkenin Hazinesi bankalardan yine 3 milyar 300 milyonluk borçlanma ihalesi yaptı ve Hazine bu ihaleye katılan bankalara borçlanırken tam yüzde 22,7 faiz ödedi. Rakama bakın ya işte zihni sinir projesinin sonucu bu. Model dedikleri bu. Sözüm ona yeni model değil mi? Görüyoruz sonuçlarını. Ya senin ülkenin Merkez Bankası bankalara yüzde 16 ile borç veriyor. Aynı ülkenin Hazinesi aynı bankalardan yüzde 22,70’le borç alıyor. Bu mu yönetmek ya?

Bu kadar hesabını kitabını şaşırmış, bu kadar yanlış yönetip bir de vatandaşın gözünün içine baka baka faizle savaşacağım deyip de bunun inandırıcı olabileceğini düşünen bir hükümet olabilir mi? Daha dün olanlar bize gösteriyor ki arkadaşlar Hazine faizlerindeki artış bu bütçede şu ekranda hala görmüş olduğunuz bütçedeki 240 milyar liranın da çok çok üzerine çıkacak maalesef. İşte o yüzden bu bütçenin adı faiz bütçesidir arkadaşlar faiz. Başka bir şey değil. Biz 2002’de ekonomi yönetimini devraldığımızda her yüz liralık vergi gelirlerinin tam 85 lirası faize gidiyordu. Yüz liralık vergi geliri topluyorsa devlet bunun 85’ini sadece faiz ödüyordu. Biz bunu aldık ta 13’e düşürdük. Yani yüz liralık vergilerin sadece 13 lirası faize ödeniyordu bizim bıraktığımız dönemlerde. Ama şu anda arkadaşlar bu rakam tekrar 20’nin üzerine çıkmış durumda.

Yani şu andaki Meclis’te görüşülen bütçeye baktığımızda 2022 yılında vatandaşımızın ödediği her yüz liralık verginin en az 20 lirası faize gidecek. Bu artan faizlerle daha da fazlası gidecek. Bu faizi Hazine, devlet ödüyor diyoruz ama devlet parayı nereden buluyor? Gidiyor vatandaştan vergi olarak topluyor. Bu ödenen yüksek faiz, vatandaşın ödediği vergi, bebek mamasından alınan KDV, bebek bezinden alınan KDV ve her türlü temel ihtiyaç maddesinden alınan KDV ve ÖTV. Okula giden çocuklarımızın kullandığı defterden, kalemden, temel kırtasiye ihtiyaçlarından alınan KDV. Asgari ücretlinin ödediği gelir vergisi buralardan toplanıyor. Yüz lira toplanırsa sadece 20’si önce bir faize ödeniyor. Getirdikleri nokta bu. Durmadan faiz ödüyoruz. Gerçekten bu bütçeye, 2022 Bütçesi'ne bir isim vermemiz gerekirse tek bir isimle anmak istiyorsak: Bu bir faiz bütçesi.

Bakıyoruz, yine bütçeye kamu özel iş birliği projelerine ne ayrılmış? Hani Sayın Erdoğan anlatırken bunları cebimizden tek kuruş çıkmadı diyor ya. Ya bu bütçeyi herhalde kendisine göstermemişler çünkü kendi imzasıyla geldi Meclis’e değil mi? Bütçeyi göstermemişler. Bakın işte şu andaki bütçede tam tersini söylüyor. Bu projelerin garanti ödemeleri için tam 42 buçuk milyar lira. Yani eski parayla 42 buçuk katrilyon lira ayrılmış durumda. Üstelik bunun çoğu döviz bazı ödeme ve kur varsayımı 9,30. Bu ne demek? En az bunun yüzde 40 üzerinde bir ödeme olacak demek. Yani değerli arkadaşlar toplamda bütçe açığı bu öngörülen 278 milyarın çok çok üzerine çıkacak. Biz bıraktığımızda bu ülkenin bütçesinin açığı 24 milyarlara düşmüştü. Sadece 24 milyar. 10 mislinden fazla artış var. Faizlerde ve kurdaki artışı da dikkate aldığınızda bu belki 15 misliye doğru gidecek.

Değerli arkadaşlar, şu da çok önemli. Bütün bu yanlış politikalar sonucunda Hazinenin borcu ne olmuş? Hazine'nin borcu 2018 yılının haziranında yani partili taraflı Cumhurbaşkanı göreve başladığında sadece 970 milyarmış şu anda 2 trilyon 269 milyara çıkmış durumda. 970 milyar liradan 2 trilyon 269 milyar liraya çıkan bir Hazine borcu var. Eylül sonu itibarıyla. Bu bile bu partili taraflı cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin nasıl büyük bir hasara yol açtığını, nasıl büyük bir sıkıntıya yol açtığını bizlere şu anda gösteriyor.

Değerli arkadaşlar, bu bütçenin en önemli sorunu bütçedeki kaynak dağılımı. Kaynak dağılımına şöyle bakıyoruz. Kamu özel iş birliğinin şu andaki bütçedeki ödeneğine bakıyoruz. 42,5 milyar ama en az yüzde 50 üzerine çıkacak bu. Çünkü kurdaki artış çoğu bunların döviz bazında ve kurdaki artış sebebiyle bu 60 küsurlara çıkacak. Bakıyoruz tarıma ayrılan para, bütün tarım destekleri, 25 milyar lira. Çiftçinin aldığı desteğin tümü.

Yani yap-işlet-devretlere ödenecek rakamın yarısı dahi değil. Sanayinin geliştirilmesi için destek teşvik bütçesi 20 milyar. Araştırma geliştirme 8 milyar. Milli kültür programı, 4 milyar. Şehircilik ve risk odaklı bütünleşik afet yönetimi yani bütün bu reklam hazırlığı, afet yönetimi, hepsi 4 milyar. Kadının güçlendirmesi artık milyarın altına iniyoruz, 943 milyon. Gençlik programı 876 milyon. Evet en son, insan hakları bütçesi 83 milyon. Rakam bu. Yani şu kaynak dağılımı bile hükümetin meselelere verdiği önemi bize çok iyi gösteriyor. Tabi buraya faiz ödemesini sığdıramadı bu 240 milyar olduğu için herhalde oraya koysak tavanı deler geçer o grafik.

40 binler oysa altıyla çarpın tavanı geçer bir üst kata çıkar faiz ödemesinin grafiği. 240 milyar o. Ama şöyle baktığınızda gerçekten buradaki kaynak dağılımındaki yanlışlığı görüyoruz. Özellikle bu bütçede ekonomi modeli görüyorsunuz. Çiftçi yok, sanayici yok, kültür yok, afet yönetimi yok, kadın yok, gençlik yok, hiçbir şey yok, hiçbir şey yok. Bütçe bundan ibaret.

Değerli arkadaşlar, güven olmadan, kredibilite olmadan bir ülkenin ekonomisini düzeltmek imkânsız. Ülkemizin kredi notunun geldiği hali de şöyle bir grafikle size göstermek istiyorum. Grafik ne zaman başlıyor? 2015'te başlıyor. Yani 2015'te biz ekibimizle beraber ayrıldık. Çok istiyorlardı, siz doğru yapmıyorsunuz diyorlardı. Bir sürü aramızda anlaşmazlık vardı. Ona anlatmaya şu anda gerek yok. Hepsini özellikle gazeteci arkadaşlarımız gayet iyi bilirler. Basın arşivlerinde hepsi var. Ama biz ayrılıktan sonra ortak akıl ve istişare terk edildikten sonra ehliyet ve liyakat terk edildikten sonra ülkenin kredi notunu ne olmuş?

Merdiven basamağı gibi gidiyor. Şu sıfır noktası var ya bu yatırım yapılabilir seviye. Yani dünyadaki belli başlı büyük yatırımcıların, büyük çapta bir ülkeye yatırım yapabilecek insanların bir ülkeye girmek için giriş katı, zemin katı yani. Bunu öyle kabul etmek lazım. Kredi yapılabilir, yatırım yapılabilir notu ile giriş oradan. Ülke geliştikçe kademe kademe yükseliyor tabii ama biz ta 90’lardan sonra buraya gelmiştik. Giriş kattan, zemin kattan bol bol yatırımcı Türkiye’ye geliyordu. Kendi insanımız bize daha çok güveniyordu, daha çok yatırım yapıyordu. Ama ehliyet, liyakat terk edilince ortak akıl istişare bırakılınca merdiven basamağı gibi bodrum katlara iniyor Türkiye. Birinci bodrum, ikinci bodrum, üçüncü bodrum şu anda dördüncü bodrumdayız. Yerin dibinde yani Türkiye’nin kredi notu.

Şimdi Sayın Erdoğan ne diyor? Bizim dönemle alakalı ‘Başbakan imza atmasaydı olur muydu?’ diyor. Hadi şimdi Sayın Erdoğan imza atsın düzelsin ya. Şöyle tekrar bir çıkalım. Madem keramet imzada hadi şimdi Başbakan imzası değil tek yetkili Cumhurbaşkanı imzasını atsın. Ülkeyi şu eksi 4. kattan gün yüzüne çıkarsın bakalım. Niye yapmıyor, niye yapamıyor? Keramet imzada ise yapsın. Engel olan mı var? Şu anda diyebilir mi? ‘Ya bana engel oluyorlar, yargı bana engel oluyor. Meclis’ten şunu geçiremem. Arkadaşlara kabul ettiremiyorum.’ Öyle bir şey diyebilir mi? Mümkün değil. O imzayı atsın ve Türkiye'yi 4. bodrumdan bir an önce gün yüzüne çıkarsın.

Güven olmadan, kredibilite olmadan ekonomik sorunlar asla çözülemez. Ağızlarıyla kuş tutsalar yapamazlar, yapamayacaklar. İşte öğrenemedikleri, anlayamadıkları bu. Türkiye'nin gerçekten değerli arkadaşlar, bu kötü durumdan çıkmasının tek yolu güven, güven, güven. Başka bir yolu yok. Güvenin nasıl elde edileceğini, güvenin nasıl sağlanacağını buradan biz tekrar tekrar anlatmak zorundayız. Çünkü ‘ben senden ders almam’ diyor. ‘Senden ders alacak halim yok’ diyor bana hitaben. Ama ihtiyacı var derse.

Buradan ben tekrar anlatıyorum çünkü ders verenlerin bazen tekrar etmesi lazım ki mesaj ulaşsın gitsin. Güveni oluşturmak mı istiyorsunuz? Dünyanın neresinde olursa olsun. Bir; konuşunca doğruyu söyleyeceksin. İki; söz verince tutacaksın. Üç; emanete ihanet etmeyeceksin. Dört; ülkeyi her zaman adaletle hukuka bağlı kalarak yöneteceksiniz. Ehliyetli, liyakatli, dürüst insanları iş başına getireceksin. Altı; istişare ile ortak akıl arayışıyla ülke yöneteceksin. Yedi; şeffaf olacaksın, her an hesap vermeye hazır olacaksın. Böyle ‘Merkez Bankasının rezervi mi sorulur ya’ demeyeceksin. 130 milyar doları kime, nasıl, ne zaman sattın açıklayacaksın. Sekiz; planlı program hareket edeceksin.

Başka türlü güven oluşturamaz. Bunu tekrar tekrar söyleyeceğiz. Mesaj ulaşana kadar. Alırlar mı, almazlar mı, yapabilirler mi, yapamazlar mı? Tabi onu göreceğiz. Değerli arkadaşlar, tam 11 yıl bu ülke ekonomisinin yönetiminin başında olmuş bir arkadaşınız olarak söylüyorum ki bu bütçe bir yoksulluk bütçesidir, bir haksızlık bütçesidir. Bu ülkenin kalkınmasına, zenginleşmesine, özgürleşmesine gram faydası bulunmayacak bilakis sorunları derinleştirecek bir bütçedir. Bu akıl dışı yönetimin vatandaşlarımıza maliyeti nedir biliyor musunuz? Sosyal medyada görüyoruz inanın çok üzülüyoruz. Ülke buna layık değil. Böyle bir kampanya başladı biliyorsunuz. Etiket fotoğrafı çekip sosyal medyada paylaşma kampanyası. Bunların hepsi vatandaşlarımızın, marketlerde, çarşıda pazarda çektiği fotoğraflar.

24'lü tuvalet kâğıdı daha 18 Kasım'da 66 lira 90 kuruş, dün 90 lira 25 kuruş, 15 günde yüzde 50 artmış ya. 10 kiloluk buğday unu, 20 Kasım'da 57 lira 25 kuruş, aralık başında 74 lira 90 kuruş olmuş. Biz sadece numune seçtik bunları ya bir sürü, sosyal medyada binlercesini görürsünüz. 1 kilo kaşar peyniri 6 Aralık'ta 30 ila 32 lira 95 kuruş, 7 Aralık’ta 49 lira 95 kuruş. Yani bir gün önce gitseniz 32 lira bir gün sonra gittiğinizde 49 liraya görebiliyorsunuz aynı ürünü. TÜİK ne açıklıyor? Enflasyon yüzde 25 imiş. 460 gramlık bal, 28 Ocak'ta 43 lira imiş. Aralık'ta 64 lira 90 kuruş olmuş. Şimdi arkadaşlar bu fotoğrafları gösteriyoruz ama bu etiketler de güncel olmayabilir. Gidip aynı ürüne bugün baksanız belki daha da yüksek.

Gerçekten marketlerde, bakkallarda, esnaftan hep duyuyoruz. Bir; eski etiketleri kazıyıp yenisini yapıştırmaktan tırnaklarımız yara oluyor diyorlar. İki; etiket masrafı bile artık başlı başına bir masraf kalemi oluyor. Etikete para yetiştiremiyoruz diyorlar. Esnafın dediği bu. Ona bile zam geldi. Kâğıdı döviz, arkasındaki tutkal döviz, üzerindeki mürekkep döviz. Kur ne kadar arttı ise etikete bile zam geliyor. İşte böyle kötü bir demokrasimiz olursa, hukuk tanımaz bir yönetimimiz olursa güven oluşturamazsınız arkadaşlar ve sonuçta işte böyle hayat pahalılığı olarak tüm vatandaşları gelir yıkar, sonuç yoksulluk olur.

Bakın bir de yine uçakta gazetecilere ne demiş. Stokçular demiş. Daha yeni. Bugün sabah öğlen saatlerinde haberler düştü. Stokçulara hitaben söylüyor: “Hem ellerindekine el koyacağız hem de cezai müeyyideleri yüksek tutacağız” demiş. “Her alanda stokçuluk yapanın tepesindeyiz” demiş. Sayın Erdoğan, stokçu dediğiniz sizin hatalı politikalarınız, kötü yönetiminiz yüzünden fiyat istikrarının kalmadığı bir ülkede neyi kaçtan satacağını bilemeyen gariban esnaf ya budur. Sizin stokçu dedikleriniz bugün sattığı malı yarın sattığından daha pahalıya alan, yerine koyamayan, her gün zarar eden bakkal, manav, kırtasiyeci, çamaşırcı, çorapçı ya. Gerçekten yeter artık bu ülkenin vatandaşlarını birbirine düşürmeyin.

Alışveriş yapan vatandaşla esnafı karşı karşıya getirmeyin. Çatışmayla, ayrıştırmayla, kutuplaştırmayla koltuğunuza sarılmayı da artık bırakın. Bu işte bu sizin tutumunuz var ya, sorunu çıkarıp koskoca bir ekonomik krizi çıkarıp aradan sıyrılıp vatandaşla esnafı baş başa bırakmak. Birbiriyle kavga ettirmek. Çok alıştı buna ya. Sürekli ötekileştirme, sürekli ayrıştırma, sürekli bir düşman. Herhalde bu haftanın düşman panosuna yine stokçuyu yazdı.

Ama artık düşmanda fazla bulamıyor ki tekrar etmeye başladı düşmanlar. Bu stokçu herhalde en az 5., 6. defa haftanın düşman panosuna yazılıyor. Biz inanın bu çatışmacı zihniyetten bıktık usandık. O yüzden DEVA ile rahat bir nefes almaya tüm vatandaşlarımızı davet ediyoruz. Artık yeter diyoruz artık inanın bu ülkenin çektiği yeter. İçinde bulunduğumuz bu karanlık tünelin her köşesindeki sorunların farkındayız ama tüm bu sorunları çözecek gerçekten bu sorunları çözmeye, kadrosuyla, planlarıyla, programlarıyla hazır olan tek bir adres olduğunu bu adresin de DEVA Partisi olduğunun da gayet iyi bilincindeyiz.

Bu demokrasi krizinin de hukuk krizinin de ekonomik krizinin de çözümü için biz buradayız. DEVA kadroları olarak buradayız ve hazırız. Vatandaşlarımıza bir kere daha şunu hatırlatmak istiyorum. 2001 krizinden ve 2008, 2009 krizinden ülkemizi hızla çıkarmış, özgürlüğe ve zenginliğe imza atmış bir ekipte olan arkadaşınız olarak ifade etmek istiyorum ki bu krizden de çok hızlı çıkarız. Korkulu bir rüyadan uyanma hızında, bir kabustan uyanma hızında bu krizden çıkarız. Biz her alanda eylem planları hazırlıyoruz. Bugüne dek tam 5 tane eylem planımızı kamuoyuyla paylaştık. Altıncısı hazır, çok yakın bir zamanda açıklayacağız. 7.sini dün son şeklini çalıştık birkaç haftaya onu da açıklayacağız. Türkiye tarihinde ilk kez bir siyasi parti henüz muhalefetteyken tüm eylem planlarının sözünü verdi. Arkadaşlar bu bir ilk. Biz kaç tane hükümet programı yazdık, kaç tane seçim beyannamesi hazırladık? Hiçbir zaman Türkiye'de bu kadar detaylı bir hazırlık yapılmamıştı.

Avrupa Birliği uyum süreciyle ilgili plan, program hazırlayan ekibin başında ben vardım. 3 tane 5 yıllık kalkınma planı hazırlayan ekibin başında ben vardım. Sayısız orta vadeli programlar hazırlayan ekibin başında ben vardım. Evet, biz söz veriyoruz çünkü sözümüzün gücüne inanıyoruz. Bu hazırladığımız planlar Türkiye'de hiçbir zaman bu kadar detaylı bir şekilde yapılmamıştır. Her bir maddenin bütçesini hesap ediyoruz ve her bir adımın da tarihini koyuyoruz.

Bütçesini hesap etmediğimiz, takvimini hesap etmeniz hiçbir söz de vermiyoruz. Biz söz veriyoruz çünkü o sözü yerine getirmek için gece gündüz çalışıyoruz ve ne yapacağımızı da çok çok iyi biliyoruz. İnşallah seçimlerden sonraki kurulacak ilk hükümette ne yapılacağını şimdiden tarif edecek kadar kendimize güveniyoruz. Bunun alışılmadık bir siyaset olduğunu biliyorum. Genelde ne yapılır? Yuvarlak laflar söylenir, çok fazla muhalefet partileri kendini bağlamak istemez ya hele görelim derler. Acaba hazırlığımız yeter mi yetmez mi derler. Biz öyle değiliz. Biz ne yaptığımızı gayet iyi biliyoruz. Kadrolarımıza güveniyoruz, planlarımıza, programlarımıza güveniyoruz. Biz yola çıkarken zaten alışılmadık bir siyasi parti olacağımızı söylemiştik.

Hiç endişeniz olmasın, hiç kuşkunuz olmasın. Bu iktidarın büyüklü, küçüklü ortaklarına inşallah ilk seçimde veda edeceğiz. Müsait bir yerde onları indireceğiz. DEVA Partisi’nin liyakatli ve ehliyet sahibi kadroları inşallah her alanda ülkemizi rahata, huzura, refaha ulaştırmak için hazır.

Değerli basın mensupları, bugünkü basın buluşmamıza katıldığınız için tekrar sizlere tek tek teşekkür ediyorum. Hepinize saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.

5 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Esenyurt İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ESENYURT İLÇE KONGRESİ

Saygıdeğer konuklar,

Değerli yol arkadaşlarım,

Esenyurt’un demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli insanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kurumlarımızın değerli temsilcileri,

Kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Esenyurt ilçe kongremize hoş geldiniz diyorum.

*****

Esenyurt’a ilçe binamızı açmak için ilk geldiğimizde Esenyurt meydanlara sığmamıştı, bugün de bakıyorum salonlara sığmıyor.

Bu coşku, Türkiye’nin demokrasiye hasret kalmış sesi.

Bu coşku, atılımın, refahın, zenginliğin umudu.

Bu coşku, bugünden iktidara yürüyen özgür adımların ayak sesi.

Hep beraber iktidara gidiyoruz inşallah. Milletimizle yan yana, omuz omuza yürüyeceğiz.

Şimdi şöyle bir bakalım mı, hazır mıyız diye. Demokrasi için hazır mıyız Esenyurt?

Atılım için, özgürlük için hazır mıyız Esenyurt?

Maşallah. Esenyurt hazır.

Türkiye’nin bugününün de yarınının da devası işte burada, bu salonda!

Sağ olun, var olun arkadaşlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün, ülkemizde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasının 87. Yıl dönümü.

Kadınların siyasette yer almak için verdiği mücadele, 5 Aralık 1934’te hakkın iadesiyle taçlanmıştı.

Biz en yüksek cinsiyet kotası olan parti olarak, kadınların siyasette güçlendirilmesi için elimizden geleni yaptık, yapıyoruz.

Ve inşallah bu yola kadınlarla beraber yürüyeceğiz.

Gençlerimizle beraber yürüyeceğiz.

DEVA Partisi kadınların her seviyede çok güçlü bir biçimde temsil edildiği bir parti. Bizim biliyorsunuz kadınlar, gençlik kolumuz yok. Çünkü kadınlar da gençler de partimizin ana gövdesinde. Karar alma mekanizmalarında. Bunun için.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İki ay evvel buraya geldiğimiz de ülkemizde işlerin nasıl kötüye gittiğini teker teker anlatmıştık. Aradan iki ay geçti ama durum daha da kötü. Her geçen ay bir öncekini aratıyor. Her geçen gün bir öncekini aratıyor.

Ama bu gidişle, bu iktidar işbaşında kaldığı sürece yarın daha da kötü olacak. Öyle görünüyor. Tüm halkımız diyor ki “dibi gördük, bundan kötüsü olmaz herhalde”, iktidar hemen hamlesini yapıyor, durum daha da kötüleşiyor. Tam dip derken herhalde bundan kötüsü olmaz derken cumhurbaşkanı çıkıyor bir konuşma yapıyor daha da kötüsünü görüyoruz.

Adeta, ülkeyi sürekli olarak kötünün de kötüsüne sürükleyen bir iktidar var şu anda işi başında.

Bu kötüye gidişin, bu bozulmanın en önemli sebeplerinden birisi ne biliyor musunuz?

Bunlar hukuku da adaleti de ayaklar altına aldılar. Hukuk ve adalet bugün ayaklar altında.

21 sene önce yola çıkarken hak için, adalet için yola çıkanlar, partinin adını koyarken önce adalet kelimesini kullananlar ülkeden adeta adaleti sildi şu an.

Bakın, uzun süre iktidar gücünü kullanmak yönetenleri yozlaştırıyor. Güç yozlaştırıyor. Mutlak güç, mutlaka yozlaştırıyor.

Ülkeyi yönetenlerin gücünün hem hukukla hem de süreyle sınırlanması gerekiyor. Başka bir çıkış yok.

Bakın, geçtiğimiz gün Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplandı.

Tarihimizde ilk kez, Avrupa Konseyi, Türkiye’ye karşı ihlal prosedürü başlattı. Yaptırım uygulayabileceğini söylemeye başladı.

Bunu söylerken üzülüyorum inanın. Vaktiyle, ülkemizin itibarının en yüksek olduğu dönemlerde, ülkemizin ekonomik gücünün en zirvede olduğu günlerde o masalarda oturan, ülkenin itibar kazanmasında katkısı olan bir arkadaşınız olarak ülkenin düştüğü bu duruma çok üzülüyorum.

Peki, bu neden oldu arkadaşlar? Sebep ne? Bir vatandaşımızı haksız, delilsiz cezaevinde tutma inadı yüzünden oldu. Sebep bu. Başka bir şey değil. İnat, inat.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Hukuku çiğniyorsunuz” diyor, iktidar umursamıyor, çiğnemeye devam ediyor.

İktidar, altında Türkiye’nin imzası olan sözleşmeyi ihlal ediyor.

Şimdi arkadaşlar, söz verip de yapmayan bir ülkenin, altına imza atıp da uygulamayan bir ülkenin güvenirliliği olur mu? Böyle bir ülkede adalet olur mu? Hukuk kalır mı?

Böyle bir ülkenin sözüne güven olur mu?

Sonra da “ekonomik kurtuluş savaşı” diyor.

Sen sözünü tutma, yasalara uyma, kendi Anayasa Mahkemenin kararlarını uygulamıyorum de, saygı duymuyorum de, uymuyorum de, sonra da ekonomi batınca istiklal savaşındayız de. Ya batıran sizsiniz siz.

Yatırım, üretim, istihdam ancak hukukla olur. Güvenle olur.

Her türlü hukuksuzluğu yapıp, yatırımcıyı korkutup, ekonomiyi batırınca; başlıyorlar masal anlatmaya, yok dış güçler, yok ekonomik istiklal savaşı. Sürekli hamaset sürekli.

İtibarımızı iki paralık ettiniz ya.

Ve ne yapıyorlar? Bu ekonomik krizin vatandaşlarımıza sunumunu yaparken bazen nas diyorlar bazen istiklal diyorlar. Nas deyip dini inancı istismar ediyorlar, istiklal deyip milli duyguları istismar ediyorlar. Ya madem nas, şu faizi indirsene sıfıra. Kötü kötüdür. Kötünün azı çoğu olur mu? Ben faizle savaşacağım diyor elinde değil mi? 19’dan 15’e indirdi değil mi Merkez Bankası faizini? İndir sıfıra. Niye indirmiyorsun? Elini tutan mı var? Bunlar işi bilmiyor arkadaşlar bilmiyor.

Bilmiyorlar, batırıyorlar sonra da milletimizin o tertemiz dini inancına ve milli duygularına hitap ederek oralar sığınmaya çalışıyorlar. Böyle yağma yok. Biz bu yanlışları açığa çıkaracağız. Her yerde doğruyu konuşacağız.

Biz ekonominin veya dış politikanın başındayken, oturduğumuz her masada önce Türkiye dinlenirdi. Herkes kulak kabartırdı acaba Türkiye ne diyecek diye.

Yatırımcılar, Türkiye’ye yatırım yapmak için yarış içindeydi ya. Bütün uluslararası iş insanları Türkiye Cumhuriyeti’nin pasaportunu almak için kuyruğa giriyorlardı. Bu ülke bunları yaşadı. “Yükselen yıldız” diye Türkiye örnek gösterilirdi.

Benim yüzüme karşı uluslararası toplantılarda “bize verecek çok dersleriniz var” derlerdi. Sizden ders almamız gerekiyor derlerdi.

Neden? Çünkü hiçbir zaman ülkemizin ve milletimizin menfaatlerinden vazgeçmedik, kimseye de boyun eğmedik.

Ancak, sözümüzden de dönmedik. Siz sözünüzden dönersiniz, attığınız imzayı tanımazsanız itibarınız böyle yerle bir olur.

Hem iddialı olduk hem itibarlı olduk. Hem de başarılı olduk.

Ama bugünkü iktidar, uluslararası toplumda Türkiye’yi zayıflattı, iddiamızı kaybettik.

Sözümüzün kıymeti kalmadı, itibarımızı kaybettik. Sayın Erdoğan; bırakın uydurduğunuz o hikayeleri.

Belki beş yüzüncü kez tekrar ediyorum, masalarınıza, odalarınıza büyük harflerle şunu yazın:

Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer. Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer. Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer.

Bunun başka çaresi yok.

Günde on kere tekrar edin bunu ki zihninize işlesin. Ağzınızda kuş tutsanız başaramazsınız, başaramayacaksınız. Hukuka ve adalete bağlı olmadıktan sonra bir ülkenin ekonomisi ayağa kalkmaz, mümkün olmaz. İstediğiniz kara uğraşın.

Daha önce de söyledim. 10 tane Nobel ödüllü iktisatçıyı getirin koyun bu ülkenin ekonomisinin başına, desin ki cumhurbaşkanı ‘vallahi ben artık hatamı anladım artık siz yönetin şu ekonomiyi’ onlar bile düzeltemezler. Çünkü o iktisatçıların gidip de ülkenin hukuk ve adaletini düzeltecek halleri yok. Onlar iktisatçı. İktisatçıların gidip ülkenin dış politikasını, dış ilişkilerini düzeltecek halleri yok.

Topyekûn bir revizyon gerekiyor arkadaşlar topyekûn. Topyekûn bir zihniyet değişikliği, topyekûn bir iktidar değişikliği gerekiyor. Artık bu ülkenin başka çaresi yok.

*****

Değerli arkadaşlar

Dün Sayın Erdoğan Siirt’teydi. Cumhurbaşkanı şapkasıyla mı, parti genel başkanı şapkasıyla mı artık orasını bilemiyorum. Daha evvel söylemiştim, kendisi şu ülkede her şey oldu, ancak, ülkenin ihtiyaç duyduğu bir anlamda cumhurbaşkanı olamadı.

Cumhurbaşkanı, ülkenin başı demektir. Siyasi kavgaları çözmesi beklenen kişi demektir. Siyasi kavgayı çıkaran kişi cumhurbaşkanı olamaz. Tarafsız olmalıdır. Bütünleştirici olmalıdır. Bu ülkenin bütün vatandaşlarına eşit vatandaş olarak sahip çıkmalıdır. Bu anlamda bir Cumhurbaşkanı olamadı, bunların hiçbirisi yok. Öte yandan biliyorsunuz Sayın Erdoğan bu aralar gittikçe artan oranda bize de sataşmaya başladı. Ne zaman konuşma metninin dışına çıksa galiba aklına ben geliyorum.

Bakın şimdi bir video izletmek istiyorum. Sayın Erdoğan'ın dünkü Siirt konuşmasıyla ilgili ama affınıza sığınarak bu videoyu izletmek istiyorum. İzletmek istiyorum çünkü içinde maalesef nahoşşeyler var ama bunu izleyeceğiz ki dün Siirt'te konuştuklarına bir cevap hakkımız var.

(video-Erdoğan)

"Fakat bu CHP yanına taktığı bazı tiplerle adeta arkasında boş teneke. Ne diyorlar? İşte biz şuraya çıkarmıştık. Şunu bir defa bilmeniz lazım. Benim başbakan olduğum yerde ya senin sesin çıkabilir mi?”

Burada benden bahsediyor...

Erdoğan: “Utanmadan, sıkılmadan ben şunu yaptım ben bunu yaptım. Başbakan benim, imzayı ben atıyorum, ben şunu yaptım, ben bunu yaptım diyorsun. İnsan utanır utanır. Ama bunlarda ne aru namus ne ırzu haya, gelen geçti, gelen geçti, gelen geçti.”

Bakın o Türkçe olmayan sondaki ifadeler bakın bu lafları nasıl oluyor da yüzü kızarmadan söyleyebiliyor gerçekten dün akşam şaşkınlıkla videodan izledim. Her fırsatta edep yahu diyen kendisi değil miydi? Gerçekten çok üzücü ama tek tek cevap vereceğim tek tek. Bakın bir kere biz DEVA Partisi olarak kimsenin arkasından gitmiyoruz kimsenin. Bizim alnımız açık, başımız dik, hiç kimsenin önünde eğilmeyiz. Hiç endişeniz olmasın. Kendisiyle çalıştığımız yıllarda arkasından gitmedim. Biz yan yana yürüdük, yanlış yollara girdiğinde dedim: Ben yokum, siz buyurun.

En sonunda baktık ki sürekli yanlış yollarda dolaşmaya başladı. Artık kusura bakmayın dedik, bize müsaade dedik. Bakın tam 13 sene ülkemizin ekonomisinde Avrupa Birliği müzakere sürecinde ve dış politikada ekibimizle birlikte büyük başarılar elde ettik. Ne diyor? ‘Boş teneke’ diyor değil mi? Ya siz 13 yıl boş tenekeyle mi çalıştınız? Cumhuriyet tarihinin en uzun süre bakanlık yapmış kişilerinden biriyim ben.

Bizim lügatimizde vur kelimesi yok onu çıkaralım. Bakın arkadaşlar buradan sormak lazım kendisine. Herhalde bu millete de bir anlatması lazım. 13 yıl, bunca yıl ne için boş tenekeyle çalıştınız diye millet herhalde sorar değil mi?

İnsanlar merak ediyor, soruyor. “Ey Erdoğan, madem Ali Babacan bir iş yapmıyordu da neden bunca uzun seneler beraber çalıştın onla” diye soruyor insanlar. Buna cevap vermesi lazım.

Yine merak edip soruyorlar. Son iki yılda üç tane hazine bakanı değiştirdiniz. Yine aynı dönemde dört tane merkez bankası başkanı değiştirdiniz. Demek ki işinize gelmiyorsa, beraber çalışmaya sizi kimse zorlamıyor diyorlar.

Üstelik, Ali Babacan 2009’da istifa mektubunu verdiğinde, 2011’de ayrılmak istediğinde, 2019’da istifa ettiğinde niçin kalması için ısrar ettiniz, diye soruyorlar kendisine.

Bir de ne diyor? “Başbakan benim. İmzayı ben atıyorum” diyor.

E şimdi de cumhurbaşkanı. Üstelik tek imzayla aklına gelen her şeyi yapabiliyor.

Ben buradan diyorum ki madem o kadar basit, ne diyor? “İmzayı ben atıyorum” diyordu değil mi? Hadi at imzayı enflasyonu tek haneye düşür. 4 yıldır diyorsun, 4 yıldır enflasyonu tek haneye indireceğiz, inmiyor işte. At imzayı düşsün, hadi at imzayı şu döviz kurunu düşür, niye düşmüyor, niye yapamıyorsun? Elinden tutan mı var, engel olan mı var? Madem keramet imzada hadi bakalım.

****

Üstelik başbakan imzası da değil ya cumhurbaşkanı imzası. İmza ile oluyorsa bu iş düzelt ekonomiyi. Niye yapamıyorsun? Sayın Erdoğan bakın kaçmak yok. Son üç buçuk yıldır ülke her alanda kötüye gidiyor. Partili taraflı cumhurbaşkanı olarak göreve başladığınızdan bu yana ülke kötüye gidiyor ve bunların hepsinin altında tek bir imza var. Sizin imzanız var. Bu kötüye gidişin altında sizin imzanız var. Bir de bakın şunu tekrar ifade etmek isterim ki bizler, partimiz hiç kimsenin kuyruğunda veya arkasında değiliz. Hiç kimsenin.

Biz sapasağlam yürüyoruz. Ne yaptığımızı gayet iyi biliyoruz. Sıfırdan kurduğumuz kadrolarla yepyeni bir heyecanla biz bu hareketi başlattık. Deva partisi olarak, tüm kadrolarımızla anlımız açık, başımız dik emin adımlarla yürüyoruz. Esas mesele birilerinin arkasına düşmekse, birilerine kuyruk olmaksa şimdi asıl meseleye geleceğiz. Bizim bir ortağımız yok, sizin iki tane ortağınız var. Bizim ortamız yok, bir büyük ortak var; kendisi. Küçük ortak var; Bahçeli. Bir de küçüğün de küçüğü Perinçek var biliyorsunuz.

O hani Çin muhibi var ya ondan bahsediyoruz. Ne diyor Perinçek? Hükümetin rotasını ben çiziyorum diyor. Sizlerin de dümen Çin’e dönmüş. Ne diyorlar? 2, 3 gündür Çin tipi ekonomik model diyorlar. Ekonomide Perinçek modelini anlatıyorsunuz insanlara. Siz kimin peşinden gittiğinizin farkında mısınız? Zamanında 28 Şubat'ı destekleyenlerin şimdi peşine mi düşeceksiniz? İş gücünü ucuzlatmaya dayalı, emeği, alın terini istismara dayalı bir modelden bahsediyorsunuz. Siz ne konuştuğunuzun farkında mısınız? Ya şu anda iktidarınızın anahtarı kimin elinde? Onun farkında mısınız?

Peki daha düne kadar size ve size oy verenlere etmediği, hakareti bırakmayan krizlerin ortağı Sayın Bahçeli değil miydi? Geçen hafta çarşamba tek tek gösterdim kayıtlarını basın arşivlerinden tek tek ne kadar ağır hakaretler yapmış ya ne kadar. Bunların hepsini yemişyutmuş şimdi kol kola yürüyor. Sizi zamanında tehdit eden mafya ve çete liderlerini makamında ağırlayan Bahçelide değil mi şu anda iktidarınızın anahtarı? Bahçeli desteği çektim dediğinde sürdürebilir misiniz? Mümkün değil. Asıl siz kimlerin arkasına takıldınız, asıl kim iktidarın anahtarını başkalarına verdi? Siz bunu konuşun.

Ama hepsinden önemlisi ne biliyor musunuz?

Sayın Erdoğan gerçekten değmez ya, yani şu üç günlük dünyada dilinizi, ruhunuzu, zihninizi bu kadar kirletmenize değmez. Bu neyin hırsıdır ya? Bu neyin hırsıdır gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum. Böyle çirkin bir dil kullanacak kadar neyin öfkesine esir olduğunuzu da anlamaya çalışıyoruz gerçekten. Bakın arkadaşlar özellikle burada, bu şehirde 1994'te daha sonra tüm Türkiye'de 2002’de size oy veren vatandaşlarımız bu dile oy vermedi. Siz kirli bir siyaset dilinin esiri olun diye bu insanlar size bu desteği vermedi. 2007’de askeri vesayete karşı yanınızda yer alan milyonlar 2011’de demokratikleşme umudunu sizde görenler bu çirkin üslup için size destek olmadı.

Hadi bizi geçtik de vaktiyle size inanıp, temiz siyaset hayaliyle size oy vermiş vatandaşlarımıza bir özür borcunuz olmalı.

Ülke yönetimi hakkındaki bilgisizliğinizi ise başka zaman konuşuruz. Sayın Erdoğan, ben sizi bu ülkenin temiz insanlarına havale ediyorum.

Bu kirli, hakaret içeren, küfür içeren sözlerinizi de milletimizin irfanına havale ediyorum.

*****

Bakın arkadaşlar,
Sayın Erdoğan eğer ülkenin sorunlarını çözmek istiyorsa,
Faizi, enflasyonu düşürmek istiyorsa, önce güven ortamını sağlaması gerekir. Peki güveni nasıl oluşturacaksın?
Bakın burayı iyi dinlesin. Ders alsın.
Beni kastederek ne diyor? “Bir de kalkmış bana ders vermeye çalışıyor” diyor.

Ama, derse ihtiyacı var.
Onun için, biz ders vermeye devam edeceğiz.
Şimdi burayı iyi dinlesin.
Enflasyon nasıl düşer? Faiz nasıl düşer?
Güven nasıl kazanılır?
Hazır mıyız? Başlıyorum.
Bir! Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.
İki! Söz verince tutacaksın.
Üç! Emanete ihanet etmeyeceksin.
Dört! Her daim adaletle hareket edeceksin. Hukuka bağlı kalacaksın. Beş! Karar alırken istişareyle, ortak akılla alacaksın.
Altı! Dürüst ve liyakatli kadrolarla çalışacaksın.
Yedi! Şeffaf olacaksın, her an hesap vermeye hazır olacaksın.
Sekiz! Planlı, programlı çalışacaksın.
Bunları yap, faiz de enflasyon da kendiliğinden nasıl düşer göreceksin.

İlk sekizi saydım, daha da sayarım ama, bunların hiçbirini yapma niyetleri yok artık. Daha uzatabilirim listeyi. Hele bunları yapsın. Reçete çok bizde verecek ders çok.

Bunları yap, faiz de enflasyonda nasıl düşüyor göreceksin. Çünkü biz zamanında böyle yaptık. Onun için başarılı olduk. Şu anda bunların hiçbirisi yok. Onun için ülke bir krizden diğer krize savruluyor maalesef. Bunların bakın hiçbirini de yapmaya niyetleri yok. Artık paralel bir evrende geziyor bunlar. Türkiye'nin gerçeklerinden kopmuşlar. Bu milletin, vatandaşın halini artık görmüyorlar, bilmiyorlar. Bakın plandan programdan bahsetmişken, daha iki ay önce Eylül ayında Resmi Gazete'de Sayın Erdoğan'ın imzasıyla bir orta vadeli ekonomik program açıklandı.

5 Eylül 2021. Yani bundan tam 3 ay önce. Resmi Gazete'de. Altında kimin imzası var? Cumhurbaşkanının imzası var. Bu programda burayı iyi dinleyin arkadaşlar. Bu programda 2022’nin dolar kuru hedefi 9 lira 30 kuruş, 2023’ün dolar kuru 9 lira 80 kuruş, 2024’ün dolar kuru 10 lira 30 kuruş, taa 2024’e 10 lira 30 kuruşluk dolar kuru koymuş. Bunun altını imzalamış. Ya bırak 2024’ü bırak 23’ü bırak 22’yi daha 2021 bitmeden dolar 14 liraya yaklaştı. Bu nasıl bir plandır, nasıl bir programdır?

Bir de “Yeni ekonomik model” diyor. Bu mu sizin modeliniz ya? Daha 3 ay önce dediğinizi 3 ay sonra tamamen bozuyorsanız size kim inanır? Değerli arkadaşlarım bakın bu ülkenin çıkışı DEVA ekonomisinde DEVA. Güçlü, sürdürebilir, kapsayıcı bir ekonomik büyüme modeli ile bu ülkenin ekonomisini düzlüğe çıkaracak inşallah bizler olacağız. Bu DEVA kadroları olacak. Bunun hepsini yapacağız ve beraberce yapacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bakın, bu hukuk tanımaz iktidar yüzünden, bugün ülkemizde milyonlarca insan, açlık sınırının altında kalan bir asgari ücretle geçinmeye çalışıyor.

Asgari ücret, artan kur karşısında pula döndü. Şu anda asgari ücret aylık 180 euro civarında. (grafik : bulgaristan-türkiye asgari ücret gir) 2015 türkiye 425 euro

Bulgaristan: 194 euro

Bugün türkiye 182 euro Bulgaristan: 332 euro

Bakın burada Bulgaristan'daki asgari ücretle Türkiye'deki asgari ücretin karşılaştırmasını yapıyoruz. Kırmızı Türkiye, mavi Bulgaristan. Yıl 2015. Bulgaristan'daki asgari ücret aylık 194 avro, Türkiye'de 425 avro. 2015 bizlerin hükümetten ayrıldığı yıl. Bugün bakıyoruz. Bulgaristan'daki asgari ücret 194'ten 332 euro’ya çıkmış Türkiye'deki asgari ücret 425 avro'dan inmiş 182 avro’ya. Tablo bu. Hemen komşumuz Bulgaristan; şundan daha 8, 10 sene önce her ay on binlerce kişinin işsiz kaldığı, ekonomik krizin nefes aldırmadığı Bulgaristan'dan bahsediyoruz.

Biz 400 eurolardan, 180’lere gerilerken komşumuz iyi olmayan ekonomisiyle bile, bize neredeyse iki kat fark atmış.

İktidara sorsanız tüm dünyanın ekonomisi kötü. Her yerde kriz var diyorlar. Her yerde enflasyon var diyorlar. Öyle bir şey yok. Bizim yaşadığımız nitelikte bir kriz başka bir ülkede yok. Çünkübizdeki akıl tutulması, akıl dışı, bilim dışı ekonomi uygulamaları başka bir ülkede yok. Buyurun bakın kıyaslamayı nispeten zayıf bir ekonomi ile yaptık. Ve değerli arkadaşlar, bakın, Edirne'nin girişinde, Bulgaristan sınırında çarşıda pazarda bugün Bulgar vatandaşlarının kuyruğunu görüyoruz. Şöyle arkadaşlar o kuyruklardan birkaç görüntüyü paylaşalım. Bu Türkiye’ye giriş. Bulgarlar giriş kuyruğunda ucuz pazar için geliyorlar. Çünkü bizim üreticimizin, bizim çalışanımızın alın teri çok ucuzladı.

(grafik : Bulgaristan Türkiye asgari ücret)

Bakın arkadaşlar, Edirne girişinde, çarşıda pazarda Bulgar vatandaşların kuyruğunu görüyoruz.

(fotoğraf – Edirne görüntüleri)

Bulgarlara bu fiyatlar sudan ucuz geliyor. Elbette ki Bulgar vatandaşların başımızın üstünde yeri var. Elbette ki turizmi de komşuluk ilişkilerini de önemsiyoruz. Bu konu tartışmasız.

Ama hududun bu tarafında yoksulluğun resmi var. Bakın gece gündüz kuyruklar. Kapış kapışlevaları bozdurup bozdurup harcıyorlar ya Türkiye çok ucuz diyorlar. Aynı ürünleri Bulgaristan'dan çok daha ucuza Türkiye'de buluyorlar. Ya haftalık mutfak alışverişini bile buradan yapmak kendileri için daha avantajlı oluyor biliyor musunuz? Böyle bir anormallik olabilir mi? Bu ülkemiz bunu hak etmiyor ya. Sen kendi sabit gelirli vatandaşının, kendi emeklinin, kendi askeri ücretlinin gelirini, maaşını erit, maaşı durduğu yerde erisin sonra gelsin Bulgar komşular, Türkiye ne ucuzmuş diye adeta saldırırcasına alışveriş etsinler.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugünkü iktidar orta sınıfı yok etti.

Ülkeyi dar gelirliler ve kendi etraflarındaki zenginler olarak ikiye ayırdı.

İş gücünü, alın terini, akıl terini, emeği ucuzlatınca, marketlerdeki fiyatları patlatınca, vatandaşlarımız daha da yoksullaştı.

Bir; büyük milyonlar, kitleler; dar gelirli. Bir de 3-5 tane kendi etrafındaki zenginler. Orta sınıf, orta gelir diye bir şey kalmadı artık Türkiye'de. İş gücünü, alın terini, akıl terini, emeği ucuzlatınca, marketlerdeki fiyatları patlatınca vatandaşlarımız her geçen gün yoksullaşıyor. Her geçen gün bu yanlış politikalar nedeniyle ülkemizde yoksulluk ve açlık sınırı altında yaşayan artık milyonlarca vatandaşımız var. Milyonlarca aile var. İşte biz bu açlığı ve mutlak yoksulluğu sona erdirmek üzere yola çıktık.

Daha evvel bu ülkeden mutlak yoksulluğu silmiştik arkadaşlar. Dünya Bankası'nın raporlarında mutlak yoksul sayısı Türkiye’de sıfırlanmıştır. Bugün bakıyoruz. Aynı kurumların raporlarında tekrar Türkiye'deki yoksul sayısının arttığını görüyoruz. Biz zamanında bu mutlak yoksulluğu silmiştik. İnşallah yine sileriz yine yaparız. Hep beraber, hep beraber yürüyeceğiz arkadaşlar. Gençlerimizle kadınlarla hep beraber yürüyeceğiz.

Biz emeklilikte yaşa takılan vatandaşlarımızın da durumunu gayet iyi biliyoruz, takip ediyoruz, derneklerle, platformlarla temas içindeyiz ve bir yandan adaleti gözeten bir yandan da finansal sürdürülebilirliği gözeten bir çözüm için çalışıyoruz. En kısa zamanda da EYT’liler için nihai çözümü inşallah açıklayacağız.

Esas olan nedir biliyor musunuz? Esas olan vatandaşlarımızın sosyal yardımlara ihtiyaçduymadan geçimlerini sağlayacağı bir ortamı sağlamak. Biz bunun için var gücümüzle çalışacağız. Tek tek, hane hane çalışacağız. Aynı aile hekimleri gibi görevlendireceğimiz sosyal destek uzmanlarıyla her aileyi bir sosyal destek uzmanına zimmetleyeceğiz. Her ailenin kapısını çalacak, cep telefonunu verecek bir sorumlu kişi olacak.

Bugünkü iktidar, kendi partilerinin lütfuymuş gibi, halkımızın onurunu, haysiyetini yok sayarak enflasyon karşısından gittikçe eriyen yardımlar dağıtıyor. Biz bunu kabul etmiyoruz.

Öyle parti üyelik kartları, parti binalarından talepte bulunmalar falan; bunların hiçbiri olmayacak arkadaşlar.

Sosyal yardım, sosyal destek arkadaşlar bir haktır. Devletin lütfu değildir. Vatandaşlarımızın ödediği vergilerle bu sosyal destekler dağıtılıyor. Sosyal desteklerin finansal kaynağı yine tüm vatandaşların ödediği vergilerdir. Kimse kendi cebinden yapmıyor. Kimse lütuf da dağıtmıyor. Biz sosyal destekleri, sosyal yardımları hak temelli olarak görüyoruz. Vatandaşımızın hakkıdır diyoruz. Biz ne yapacağız, sosyal destek uzmanlarımızla kapı kapı dolaşacağız.

Esenyurt'un sokaklarındaki her bir evin durumunu analiz edeceğiz. Diyeceğiz ki evde kaç kişi yaşıyor? Bu evin, bu hanenin gerçekten aylık asgari geçimi için ne kadar para gerekir? Bunların hepsinin analizini yapacağız. Bir de ne yapacağız? O haneye ne kadar gelir giriyor, aylık toplam ne kadar geliri var? Eğer o evdekilerin ihtiyaç duyduğu asgari gelir seviyesinin altında ise işte biz o aradaki farkı telafi edeceğiz. O aradaki farkı devlet olarak ödeyeceğiz.

Hiçbir evi açlığa, yokluğa terk etmeyeceğiz. İşte biz buna asgari geçim desteği diyoruz. Tekrar ediyorum bakın bunu yaparken vatandaşlarımızı devlet kapılarında bekletmeyeceğiz, parti binalarında süründürmeyeceğiz, parti üyelik kartı sormayacağız, bizim vatandaşımızsa eşit vatandaşlık ilkesinde bunu gerçekleştireceğiz. Sağ elin verdiğini sol ele göstermeden, kimsenin gururunu incitmeden yapacağız. Bu ülke hiç kimsenin kimsesiz yaşamadığı bir ülke olacak. Devleti kimsesizlerin kimsesi haline getireceğiz.

Halihazırdaki doğal gaz desteği, kömür yardımı gibi uygulamaları da güçlendirerek devam ettireceğiz.

Yeni doğan bebeklerin sağlıklı yetişmesini sağlamak amacıyla, bir yıl boyunca süt ve bebek maması başta olmak üzere gıda desteği sağlayacağız.

Biliyorum, bunlar, yeni anne baba olanlar için çok büyük bir yük. Destek olacağız.

Bunun yanında, kimsenin sosyal yardıma bağımlı bir hayat sürmesine de razı olmayacağız.

Bu doğrultuda, sosyal yardım alan vatandaşlarımız için özel istihdam programları uygulayacağız.

Bir de aile büyüklerimiz var. Yaşça büyüklerimiz. Onlar için de güvenli yaşam sağlayacağız.

Bu amaçla yaşlı bakım ve çocuk koruma merkezlerinin bir arada bulunduğu tesisler kuracağız.

Emekli maaşlarında insan onuruna yaraşır iyileştirmeler yapacağız.

Biz bu yoksulluğu bu ülkenin lügatinden silmekte kararlıyız, sileceğiz!

Türkiye bunu yapar Türkiye bunu başarır. Yani arkadaşlar bizim hedefimiz çok net. Biz bu topraklarda eşit vatandaşlığı hayata geçirmeyi hedefliyoruz. Eşit vatandaşlık... Biz hiç kimsenin etnik kimliği, yaşam tarzı, inancı, ana dili, cinsiyeti nedeniyle ötekileştirilmediği bir Türkiye hedefliyoruz.

Toplumun adalete, hukuka, eşitliğe susamış bütün kesimlerinin eşit söz hakkına sahip olacağı bir Türkiye hedefliyoruz. Çünkü bu ülkenin insanları, eğitimde, sosyal yardımlarda, işhayatında, hukukta eşit vatandaşlık ilkesini görmek istiyor. Şu anda bu uygulanmıyor. Çünkü bu ülkenin insanları hangi ailede, hangi gelir grubunda, hangi dilde, hangi dinde doğarsa doğsun, hayatın her alanında eşit fırsatlara sahip olmayı hak ediyor.

Bizim vatandaşımızsa, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysa herkes eşittir. Başka türlü bir yönetim zihniyetini biz reddediyoruz. Bakın arkadaşlar bugün özellikle eğitimde fırsat eşitliği maalesef tamamen yitirilmiş durumda. Hele Esenyurt'ta okul sayısında ciddi bir eksiklik olduğunu biliyoruz. Sınıfların çok yoğun ve dolu olduğunu biliyoruz. Derslikler yetersiz, okullar arasındaki fark da çok ciddi boyutlara ulaştı. Maddi imkanları olan ailelerin çocuklarıyla dar gelirli vatandaşların çocukları arasında eğitim makası iyice açıldı, açılıyor.

Pandemi döneminde bu adaletsizlik daha da arttı.

Teknolojiye erişim imkânı olan aileler ve çocuklar daha kolay eğitime ulaşabilirken, imkânı yetersiz olanlar ulaşamadı. Fark açıldı.

Oysa, kaliteli eğitim herkesin hakkı. Nitelikli eğitim her çocuğun hakkı.

Gençler mutsuz, yarınlarından endişeliler.

Aileler mutsuz, çocuklarının yarınlarından endişeliler.

Bu ülkenin birbirinden renkli, güzel insanları bu mutsuzluğu hak etmiyor.

Hele hele ülkemizdeki gençler, kötü yönetimin, kötü uygulamaların sonuçlarını en ağır şekliyle gerçekleri yaşıyorlar.

Elin Batılısı, Asyalısı, bizim gençlerimizden daha zeki, daha kabiliyetli de onun için mi daha iyi hayatlar yaşayabiliyor?

Elin Batılısı, Asyalısı, daha çalışkanlar da bu nedenle mi insan onuruna yaraşır hayatlar yaşayabiliyorlar?

Hayır arkadaşlar, oralarda gençlere sunulan imkanlar daha fazla, imkanlar! Bu imkan meselesi.

Aradaki fark, nitelikli eğitime erişimdir. Aradaki fark teknolojiye erişimdir. Aradaki fark, özgürce düşünme ve düşündüğünü ifade edebilmektir.

Aradaki fark, bu ülkedeki gençlere katma değer üretme fırsatını vermeyen zihniyettir.

Teknolojiye, dil eğitimine, nitelikli eğitime önem vermeyen bu iktidar, maalesef gençlerimizin yarınlarını, umutlarını karartıyor.

*****
Ama değerli arkadaşlarım,
Bu bir kader değil. Biz tüm bu kötü tabloyu çok çabuk değiştireceğiz.

Dert, tasa dolu gözler umut dolana kadar, boş kaynayan tencereler aş dolana kadar, makamlar liyakatli kadrolara kavuşana kadar, vatandaşın yüzüne kapanan kapılar açılana kadar buradayız, hep beraberiz.

Gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği bir Türkiye’yi inşa edene dek yan yanayız, hep beraberiz.

Çünkü biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Esenyurt’un DEVA’sı var, İstanbul’un DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı var. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

4 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bursa İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Bursa il teşkilatımızın değerli başkanı,
Çok değerli il başkan adaylarımız,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruşlarımızın kıymetli temsilcileri, Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,
Bursa teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Maşallah... Bursa coşkulu, Bursa heyecanlı. Artık DEVA mayası Bursa'da tutmuş durumda. Çok şükür... DEVA damlaları, Bursa'nın her köşesine her caddesine her sokağına yayılıyor. Suyun toprakla buluşması gibi tüm Bursa çok şükür artık DEVA, DEVA diyor ve hep beraber bizi bekliyorlar.

Bunu bugünkü saha çalışmamızda gördük. İnsanların sorunu çok derdi çok ve hadi diyorlar, bir an önce diyorlar, acele edin diyorlar. Sabır kalmamış. Özellikle ekranları başından bizleri izleyenler için gerçekten burada bu kadim şehirde olmak bizim için büyük mutluluk.

Bugün sizlere işte Selçuklu'nun Osmanlı'nın başkentliğini yapmış, 8500 yıllık medeniyet topraklarından sesleniyorum. Bugün sizlere camileri, türbeleri, tarihi çarşıları, hanları, hamamları, 3400 metrelik surları, kalesi ile müzeleri ile buram buram tarihin ortasından sesleniyorum. Bugün sizlere Uludağ’ıyla, deniziyle, gölleriyle, zeytin bahçeleriyle doğa harikası yeşil Bursa’mızdan dünya mirası Bursa’mızdan sesleniyorum. Bugün sizlere Osman Gazi'nin, Celal Bayar'ın, Zeki Müren'in, Müzeyyen Senar'ın memleketi Bursa'dan sesleniyorum. Merhaba Bursa merhaba...

Merhaba, tabiat şehri. Merhaba, tarım şehri. Merhaba, sanayi şehri. Merhaba, turizm şehri. Merhaba, tarih ve kültür şehri... Bursa gerçekten çok çok istisna bir şehrimiz, bütün bu saydığımız bu tarihi değerlerin, bu kültür mirasının, bu  tabiat güzelliğinin bir arada bulunduğu şehir arkadaşlar dünyada çok azdır. Bu arkadaşınız yaklaşık yüz kadar ülkeye gitti. Gerçekten Bursa gibi bir şehir dünyada eşine benzerine rastlanan bir şehir çok azdır.

Öyle bir şehirdeyiz ki; tarihini,doğasını, soframıza kattıklarını, kültürümüze kattıklarını herhalde burada akşama kadar otursak, tek tek saysak, konuşsak bitiremeyiz öyle bir şehir Bursa. Hani Orhan Veli diyor ya, ‘Gemlik’e doğru denizi göreceksin sakın şaşırma’ diyor. Bu şehirde ne yana baksak şaşırıyoruz ne yana baksak hayran kalıyoruz. Biz Bursa'ya hoş geldik. Bursa'da bize hoş geldi. Tekrar merhaba arkadaşlar diyerek sözlerime başlamak istiyorum. Merhaba...

Değerli arkadaşlarım,

Biz Bursa'yla gurur diyoruz. Bu güzel şehrimizle gurur duyuyoruz. Bugün değerli arkadaşlarım, evet Bursa’dayız. Ekonomimizin aynı zamanda can damarı olan şehirlerinden birindeyiz. Bursa yaklaşık 1 milyon civarındaki çalışan nüfusuyla ülkemizin en önemli üretim şehirlerinden birisi. Bu nedenle çok iyi biliyorum ki şu salondaki herkes bugün ülke yönetiminde yaşanan akıl tutulmasının sonuçlarını derinden görüyor, yaşıyor. Ülkemizin her sokağı bu olanları hissediyor. Sadece şu son bir ayda Çorum, Yozgat, Sivas, Ankara, Tokat, İstanbul gibi pek çok şehrimizde binlerce vatandaşımızı dinledim. Sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek odalarıyla bir araya geldik. Arkadaşlarımızla beraber herkes aynı şeyleri konuşuyor. Herkes çok dertli. ‘Döviz kuru arttıkça artıyor, enflasyon arttıkça artıyor, alım gücü ezildikçe eziliyor bu ülkede. Ama ülkenin yöneticisine bakıyoruz bambaşka bir masal anlatıyor.’ diyorlar.

‘Büyüyoruz’ diyor, ‘Güçleniyoruz’ diyor. Diyor da diyor. O konuştukça kur artıyor. Kuru tekrar aşağıya çekmek için Merkez Bankası artık 8 yıl aradan sonra açıkça ilan ederek doğrudan kendisi piyasaya döviz satmaya başladı. Kuru sakinleştirebilmek için ama mümkün değil. Sayın Erdoğan bu masalından vazgeçmedikçe, gerçekliğe uygun hareket etmedikçe ekonominin de finansal piyasaların da toparlaması mümkün olmayacak.

Toparlanmaz... İşte dün yine Merkez Bankası'nın müdahalesi var değil mi? 5 dakika, 10 dakika, yarım saatliğine bakıyorsunuz ekranlarda kur biraz gevşiyor gibi. Ondan sonra ne biliyorsa onu okuyor kur. Çünkü artık devletin, Merkez Bankası'nın, hükûmetin bir ekonomi politikasının olmadığını herkes anlamış durumda, herkes. Ve bu müdahalelerin, Merkez Bankası müdahalelerinin de döviz kuruna en ufak bir faydası yok.

Aynı dibi delik olan çatlak olan havuz gibi su döküyor, döküyor, havuz dolmuyor. Ne döküyorsa çatlaklardan, deliklerden akıyor, gidiyor. Üstelik değerli arkadaşlar bakın, Merkez Bankası'nın müdahale ettiği yani sattığı döviz var ya kendi dövizi de değil borç aldığı döviz, borç. Eksi 50 milyar doları görmüş olan net rezervler, Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonu, Merkez Bankası döviz sattıkça daha da eksiye daha da dibe gidiyor. Böyle bir mirasyedilik bu ülkede görülmedi. Hazırdaki bütün dövizi sata sata tüketin. Ne zaman? Partili taraflı Cumhurbaşkanı akraba bakan göreve başlıyor, 2018’in ortasında. Hemen 5,6 ay sonra Ocak 2019’da bu işe başlıyorlar ve gizli saklı yapıyorlar.

Şu son hafta Merkez Bankası açıktan müdahale ettiğini söyledi. Ondan önceki 130 milyar dolarlık döviz satışının hiçbir yerde açıklaması yok. Gizli gizli yaptılar. Arka kapıdan yaptılar bu işlemleri. Türk Lirası yerin dibine girmiş. Merkez Bankası'nın tek yapabildiği; milletin alın teriyle biriktirilmiş dövizleri çarçur ettiği yetmiyormuş gibi bir de piyasadan borç aldığı dövizi de satarak borcunu daha da artırarak yoluna kendi bildiği yöntemlerle bilip bilmediğinden emin olmadığımız yöntemlerle devam ediyor.

Sayın Erdoğan bakıyoruz hiç oralı değil ya hiç tınmıyor yani. Hatta bakın ne diyor daha sonra grup toplantısında ne demiş. Şu videodan izleyelim.

Erdoğan: ‘Kur dediğin bugün artar, yarın düşer. Enflasyon dediğin bugün artar, yarın düşer’.

Ya böyle bir vurdumduymazlık olabilir mi? Ya gelsin şu Bursa'nın caddelerinde, sokaklarında bir dolaşsın Vatandaşla oturup sohbet etsin. Vatandaş öyle mi söylüyor acaba? Vatandaş kendisi kadar umursamaz mı? Ben kimseden bunu duymuyorum. Kaç ile kaç ilçeye gidiyorum böyle diyen yok.

Gelip de bir kişi bana demiyor ki ‘ya kur bugün çıkar, yarın iner’ ya da ‘enflasyon bugün çıkar, yarın iner.’ Vatandaşta böyle diyen yok. Vatandaş durumun vahametini Cumhurbaşkanı'ndan daha iyi anlamış durumda. Gerçekten de arkadaşlar bakın böyle akıl dışı bir bakış olamaz. Böyle bilim dışı bir yaklaşım olamaz. İvme arşa doğru gidiyor ama durumun farkında değil. Önemsemiyor.

Ne demek ya? ‘Bugün artar, yarın düşer. Kendi kendine mi oluyor bu? Hava durumu mu, yağmur mu? Tabiat olayı mı bu? Ya işte iner, çıkar, hava sıcaklığı iner çıkar, yağmur yağar, durur. Sen yapıyorsun sen. Kuru patlatan sensin ya. ‘Bugün çıkar, yarın iner’ ne demek?

Yanlış işler yaparsanız, ekonomiyi bilmeyenlerin eline bırakırsanız, kendiniz de anlamazsanız sonucu bu. Bu kadar açık. Sayın Erdoğan, bakın; kurun artışı yani Türk lirası’nın yerin dibine girmesinin tek nedeni sizin kötü yönetiminiz. Eğer düzgün yönetseydiniz böyle bir şey olmazdı. Bunu yaşadık; enflasyon artışının yani bu milletin artık evindeki buzdolabına yeteri kadar yiyecek koyamamasının, eti sıyrılmış kemik satılmasının, bu ülkenin vatandaşının gidip kasaplardan kuru kemik almasının sorumlusu sizsiniz. Kaçamazsınız, kaçamazsınız.

Değerli arkadaşlar,

Tek yetkili olmayı isteyen kendisi değil miydi? 2017 referandumunda o referandumda evet çıksın diye kampanya yapan kendisi değil miydi? 2018 seçimlerinde ‘bana yetki verin enflasyon da faiz de nasıl düşürülmüş göstereceğim’ diyen kendisi değil miydi? Şu anda tek imzayla aklına gelen gelmeyen her şeyi yapabiliyor mu? Engel olan var mı? Madem tek yetkili aynı zamanda tek sorumlu olduğunu kabul etmek zorunda. Kuru patlatıp da çıkıp ‘ya iner, çıkar’ diye böyle izleyici gibi seyirci gibi kenardan yorum yapması doğru değil. Bu dürüst bir hareket değil. Kendiliğinden inip çıkmıyor bu?

Sizin yaptığınız yanlışlar yüzünden oluyor. Sizin aldığınız yanlış kararlar yüzünden oluyor. Bakın arkadaşlar dün TÜİK, yani biz ona rakamları ayarlama enstitüsü diyoruz artık geçen ayın enflasyon rakamını açıkladı. Makyajlanmış rakamlar... Bu makyajlanmış rakamlar TÜFE'nin son üç yıldır en yüksek noktaya ulaştığını gösteriyor. Rakam ne kadar? Yüzde 21,31. Peki üretici fiyat endeksi? Ürünlerin maliyeti TÜFE biliyorsunuz; tüketici fiyat endeksi yani vatandaşın alışverişe gittiği anda karşılaştığı fiyatlar. Birde işin maliyet tarafı var. Yani üreticinin bakkala, kasaba, manava sattığı fiyat var.

Daha dün TÜİK’in açıkladığı üretici fiyat endeksindeki artış yüzde 54’ün üzerinde. Son 20 yılın rekoru biliyor musunuz? Son 20 yıldır üretici fiyat endeksi hiçbir zaman bu kadar atmamıştı. Böyle bir rakam görmedik 20 yıldır yani. Rekabetçi kur diyorlar değil mi? Kur yüksek olunca rekabetçi olur diyorlar. İyi de yüksek kurun dönüp dolaşıp bu ülkedeki enflasyonu vuracağını bilmiyor musunuz? Dönüp dolaşıp a'dan z'ye, iğneden ipliğe ülkede her şeye zam geleceğini bilmiyor musunuz? Bu ülkenin vatandaşlarının hayat pahalılığı altında ezileceğini hiç mi düşünemiyorsunuz? Gerçekten çok ayıp. Tabii bahsettiğim deminki rakamlar resmi.

TÜİK’in makyajlanmış resmi rakamları. Gerçek enflasyon bunun çok çok üstünde. Alışverişe çıkan herkes bunu biliyor. O yüzde 21 dediği, TÜİK'in  açıkladığı enflasyonun, bağımsız bir enflasyon araştırma grubu var, fena değil bakıyoruz çalışmalarına yüzde 50’nin üzerinde açıkladı. Sadece son bir aylık enflasyonu o bağımsız araştırma grubu yüzde 9 olarak açıkladı. Çarşıya pazara gidip etiketlere bakan herkes gerçek enflasyonu görüyor. Alışveriş eden herkes gerçek enflasyonu yaşıyor. Bakın arkadaşlar Sayın Erdoğan senelerdir ne diyor? Şu son 4 yıldır yani o başkanlık sistemini çok istediği 2017 referandumu, 2018 seçimleri, 2018 seçimlerinden sonra da sürekli tek yetkili kişi olarak ne söyleyip duruyor. Şöyle bir izleyelim.

Video

Erdoğan: ‘Enflasyonu Allah’ın izniyle daha da düşüreceğiz.’

Tarihe bakın.

Erdoğan: ‘Enflasyon sorununu ülkemizin gündeminden çıkartmakta kararlıyız.’

Erdoğan: ‘2020’de tek haneli enflasyon rakamına ulaşacağız. 2020’de tek haneli rakama faiz de enflasyon da gelecek.

Erdoğan: ‘Önceliğimiz enflasyonu süratle tek haneli rakamlara ardından da orta vadeli programımızdaki seviyelere çekmektir.’

13 Kasım 2020. Diyor ya; ‘2020’de tek haneye indireceğiz’ diye. Enflasyon sağ üst köşede yüzde 14.

Erdoğan: ‘Son dönemde bir miktar artış gösteren enflasyonu yeniden tek haneli rakamlara düşürmekte kararlıyız.’

Nisan 2021’de hala tek hane, tek hane diyor ama enflasyon yüzde 17. Makyajlanmış TÜİK enflasyonu ha. Mızrak çuvala sığmayınca TÜİK’te böyle küçük küçük artırmak zorunda kalıyor. İyice rezil olmayalım diye. 

1 Ekim 2021 sağ üst köşeye bakın. 19, 89.

Erdoğan: ‘Rakamları düşürmekte kararlıyız.’

Hâlâ tek rakam diyor. Bakın arkadaşlar, bu daha dün açıklanan enflasyon o da TÜİK’in yüzde 21,31. Bu son üç yılın rekoru. ÜFE’yi gösterelim. Üretici fiyat endeksi. Bunlar yine TÜİK'in rakamları, devletin resmi rakamları. Mızrak çuvala sığmıyor ya. Yüzde 54,62. Bakın nereden başlıyor ya. Daha 2018 Kasım'ın da yüzde 4'ten başlıyor görüyorsunuz değil mi? Tek haneye düşüreceğiz dedikçe artıyor 54,62.

Sayın Erdoğan, ‘enflasyonu düşürmekte kararlıyız, kararlıyız, kararlıyız’ diye tekrar edip duruyor ama ne kadar kararlı burada belli. Senelerdir aynı masalla milletin karşısına çıkıyor. Artık bu masalları geçmemiz gerekiyor, geçmemiz. Bakın ben kendilerine buradan sesleniyorum. Laf üretmeyin diyorum, biraz da iş üretin. Konuşmaktan kolay bir şey yok. Biraz da iş üretin. Gün be gün yoksullaşıyoruz arkadaşlar gün be gün fakirleşiyoruz. Gerçekten yazık oluyor ülkemize. Vatandaşımız kendi paramıza güvenmiyor. Haftanın başında eline geçen para Türk Lirası olarak kalsa hafta sonuna beşte biri buharlaşıyor. Gerçekten böyle bir ekonomi yönetimi olmaz. Böyle bir ekonomi olmaz.

Elindeki avucundaki 3-5 kuruş ertesi gün erimesin diye insanlar gidip bakıyorum döviz alıyorlar, niye aybaşında alırsam ay sonuna kadar bozdurup bozdurup harcarsam daha kârlı çıkarım diyor. Ama bakıyoruz kendi gazetelerine hani partili gazeteler var ya o yandaş gazeteler bakın ne demişler, şöyle bir manşeti görelim. ‘Çin'de böyle büyüdü’ diyor bakın. ‘Çin tipi büyüme.’ Aklındaki büyüme modeli buymuş. Bakın hatırlarsanız bu ‘faizi indireceğim, kur artacak, rekabet gücü artacak’ diye açıkladığında ben demiştim ki, ya siz o zaman bu halkı fakirleştirerek mi büyümek istiyorsunuz, halkı gerçekten yoksullaştırarak mı büyümek istiyorsunuz? Batsın böyle büyüme demiştim.

Siz bu insanların alın terini ucuza satarak mı büyümek istiyorsunuz? Bu mu büyüme modeliniz? Biz bunu tahmin ettik öngörüyorduk ama böyle rahat rahat telaffuz edeceklerine hiç ihtimal vermiyorduk. Bir de biliyorsunuz bir üçüncü ortak var, Perinçek. 28 Şubat'ın o zaman da destekleyenlerinden. Şimdi baktık onlar çok seviniyor, hah diyorlar ‘işte tam bu bizim modelimiz’ diyorlar. Bakıyoruz onları destekleyen basın çok beğenmiş bu büyüme modelini. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu tür büyüme ne demek? Bir kere demokrasiyi tamamen rafa kaldırmak demek, tamamen rafa kaldırmak. Çalışanın hakkıymış, hukukuymuş geç onları demek.

Bu büyüme modeli o demek. İş gücünü ucuzlatıp, çalışanın alın terini değersizleştirmek demek, milleti başını kaldıramayacağı maaşlarla çalıştırıp gün yüzü göstermemek demek. Büyüme modeli bu. Sayın Erdoğan, hedefinin bu model bir büyüme olduğunu açıklayarak daha da zor şartlarda yaşayacağımızı aslında itiraf ediyor, dayanın diyor, sabredin diyor.

Biz ülkemizi vatandaşlarının en mutlu olduğu ülkelerden biri olsun diye çalışırken, Erdoğan vatandaşların nefes almakta zorlandığı ekonomik modellere özeniyor herhalde. Ben bunu anlıyorum burada yazık. Biz ülkemiz topyekûn zenginleşsin derken Erdoğan belli zümreleri zenginleştirirken alt kesimlerin yoksulluğunu ucuz iş gücüne çeviren ülkelere özeniyor. Büyüme modeli bu. Halkı fakirleştirerek büyüme model bu.

Biz ülkemizde kimse konuşmaktan korkmasın derken Erdoğan ifade özgürlüğünü yok sayan ülkelere özeniyor. Bakın işte Avrupa Konseyi ne yaptı? Bizim tam üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi. Türkiye ile ilgili bir süreç başlattı. Niye? Türkiye altına imza attığı uluslararası sözleşmelere uymuyor diye. Türkiye gitmiş, Avrupa Konseyi'nin tam üyesi olmuş. Avrupa Konseyi'nin bütün anlaşmalarına taraf olmuş, hepsinin altına ülke olarak imzayı koymuş. Geçen hafta biliyorsunuz süreç başladı ve Türkiye sözünde durmuyor dediler. Türkiye taahhütlerine uymuyor diyorlar.

Ya sözünde durmazsan, taahhüdüne uymazsan, uluslararası attığın imzanın arkasında durmazsan sen bu ülkede nasıl güven oluşturacaksın ya? Güven oluşturmak için önce sözünü tutacaksın. Sözünü tutacaksın ki güven olsun. Fakat inanın bunların hedefi, rotası bambaşka bir yer. Ben buradan kendisine sesleniyorum. Diyorum ki; Türkiye o sizin hedeflerinizden çok daha büyük bir ülke. Çok daha büyük. Bunu anlamadınız mı 20 yıldır diyorum. Bu ülkenin ekonomik büyüme modeli kendi vatandaşını fakirleştiren bir büyüme modeli olamaz. Böyle bir büyüme modeliniz biz reddediyoruz, reddediyoruz.

Siz eğer beceremeyip elinize yüzünüze bulaştırıp bu beceriksizliğin ekonominin içine düştüğübu durumun daha sonradan uydurulmuş bir model olduğunu iddia ediyorsanız onu da açık açık söyleyin. Biz beceremedik, Nasrettin Hoca gibi binekten düştük zaten inecektik diyorsanız onu da çıkın söyleyin. Böyle uydurma modellerle yaptığınız saçmalıkların arkasını doldurmaya çalışmayın. Böyle bir model olamaz. Bu millet sizin dar kalıplarınıza sığmayacak kadar güçlü bir millet. Ve inşallah iktidara geldiğimizde işte o dar kalıpların hepsini kırıp atacağız hepsini.

Değerli arkadaşlarım, gerçek ekonomik büyüme nedir biliyor musunuz? Dar gelirli vatandaşları sosyal yardımlara muhtaç etmeden büyüyebilmek demek. Gerçekten ihtiyacı olan vatandaşlara her türlü desteği verebilecek bir güçte devlet olmak. O güçlü bir ekonomi olmak demek. Vatandaşı 50 kuruş ucuz diye yağmur altında ekmek kuyruğunda bekletmek bir ekonomik model olamaz, olamaz. Gerçek büyüme ülkedeki maaşların açlık sınırının altına düşmemesidir.

Gerçek büyüme vatandaşların yarınlarından kaygı duymadığı bir ülkeyi inşa etmektir. Gerçek büyüme budur.

Arkadaşlar bakın bizim hedefimiz vatandaşlarımızın tek tek güçlü olduğu, tek tek özgür olduğu ve tek tek zengin olduğu bir ülke. Özgür ve zengin bir ülke hedefliyoruz. Türkiye ucuz işgücünün adresi olamaz. Ne diyor? Rekabetçi kur diyor, ihracat artacak diyor, ihracat müşterilerine sesleniyor. Diyor ki; Avrupa'ya, Amerika’ya ‘Ey Avrupa, Ey Amerika’ diyor ‘Bakın çok ucuzladık, bizim iş gücü çok ucuz. Gelin bizden daha çok mal alın’ diyor. Böyle büyüme batsın ya yazık gerçekten yazık. Bu ülkenin insanına yazık. Hiç endişeniz olmasın arkadaşlar. Türkiye refah ülkesi olacak, özgür ve zengin bir ülke olacağız. Başımız dik yürüyeceğiz. Öyle Çin modeliymiş, şuymuş, buymuş yok öyle bir şey ya.

Hem büyüyeceğiz hem vatandaşlarımızın refah artacak. Hem büyüyeceğiz hem özgür olacağız. Hem büyüyeceğiz hem gençlerimiz gidecek en iyi bilgisayarı, en iyi oyun konsolunu rahatlıkla alabilecek. Büyüme böyle büyüme olur. Büyüme vatandaşına yüksek refah olarak yansıyan bir büyümedir. Başka türlü büyüme modeli olamaz. Gerisi hikâye. Yok öyle ucuz işgücüyle vatandaşı mutsuzluğa mahkûm etmek falan. Özgür ve zengin bir ülke olmak zorundayız. Bu kadar net, bu kadar basit arkadaşlar. Özgür olacağız, zengin olacağız çünküTürkiye bunu hak ediyor. Gençlerimiz bunu hak ediyor.

Gençlerimiz Çin’den daha ucuz, daha düşük bir asgari ücretle çalışmayı hak etmiyor. İnşallah bunların hepsini gerçekleştireceğiz. Değerli arkadaşlarım, Sayın Erdoğan, ekonomik kurtuluşsavaşı falan diyor ya bunlar tamamen gerçek dışı, külliyen asılsız. Bugün yaşadığımız kriz tamamen ev yapımı bir kriz. Ve nerede biliyor musunuz? Bu krizin yapıldığı, üretildiği pişirildiği yer Beştepe'de, adres orası. Olan biten her şey Beştepe'de atılan yanlış adımların sebebiyle oluyor. Hukuku yok ettiler, adaleti ayaklar altına aldılar. Ekonomi yönetimini de oyuncağa çevirdiler.

Sadece şu son iki senede 3 tane Hazine ve Maliye akanı değişmiş bu ülkede. 4 tane Merkez Bankası Başkanı değişmiş, 4 tane Merkez Bankası Başkan Yardımcısı değişmiş. İki tane Borsa İstanbul Genel Müdürü değişmiş, iki tane TÜİK Başkanı değişmiş. İki yılda sadece. Şu son iki seneden bahsediyorum. Böyle bir şey olabilir mi?

Daha siz yönetim kadrolarında istikrar sağlayamıyorsanız ekonomide finansal piyasalarda istikrarı nasıl sağlayacaksınız? Yöneticiler şamar oğlanına döndü.

Ülkenin kurumları yolgeçen hanına döndü. Bu kafayla bunlar ne ekonomiyi düzeltebilir ne de bu ülkede refah artabilir. Sakın ola bakın dış güçler diye kimse bu halkı kandırmaya çalışmasın. Sizin yanlış yönetiminiz, akıl dışı, bilim dışı yönetiminiz bütün bunların sebebi. Başka bir şey değil. Kimse artık size kanmıyor. Artık o günler geçti. İşte o yüzden biz DEVA Partisi olarak gece gündüz çalışıyoruz ve inşallah hep beraber emaneti teslim almaya geliyoruz. Hep beraber.

Değerli arkadaşlar, değerli Bursalı dostlarım, konuşmamın başında Bursa'nın ne kadar özel bir şehir olduğunu sizlerle paylaşmıştım. Bursa hâlâ doğasıyla insanları kendine hayran bıraksa da maalesef Bursa'da bu betonlaşma yeşilliği boğmuş durumda. Ranta bağlı yapılaşma sebebiyle yaşam kalitesi gittikçe düşüyor ve o Bursa'nın yeşili kayboluyor maalesef. Ulaşımdan, kentleşmeye, afet yönetimden, altyapıya pek çok alanda Bursa'nın sorularını görüyoruz, izliyoruz ve çözüm için de hazırlıklarını yapıyoruz.

Tarım ve hayvancılıkta da üreticilerimizin ne kadar zor günlerden geçtiğini maalesef hep beraber görüyoruz. Biliyoruz değerli dostlarım, ülkemizin her köşesinde gördüğümüz bu kötü yönetimin maalesef vatandaşa kestiği faturayı, özellikle de çiftçilerimize kestiği faturayı buradan gayet iyi görüyoruz. Bakın sabah Kestel’deydik. Şöyle bir dolaştık. Kahveler, vatandaşlar hemen gübre fiyatlarını karşımıza koydular hemen. Dediler; ‘Gübre fiyatları katlandı, gitti, çiftçiyiz, yeterince gübre alıp toprağa veremiyoruz.’ Ben dedim ki evet dedim, tarım üretimi maalesef azalıyor dedim.

Çiftçilerimizin biri çıktı dedi ki; ‘Azalmıyor Sayın Başkanım bitti’ dedi. ‘Çiftçimiz de bitti, tarımda bitti artık bu ülkede’ dedi. Kötü yönetimin maliyetler karşısında üreticiyi yalnız bırakmasına, kaynakların sorunları çözmek için değil de rant ağları oluşturmak için harcandığına da maalesef hep beraber tanık oluyoruz. Hele hele böylesine bereketli topraklara sahip olan Bursa'nın tüm ülkemizin tarımda ithalata bağlı kılınmasını da asla kabul etmiyoruz. Edemiyoruz. Her tarım ürününde neredeyse her tarım üründe Türkiye artık ithalata bağımlı bir ülke haline geldi.

Bizler değerli arkadaşlarım bütün bunları görüyoruz ama sadece eleştirmiyoruz. Çözümlerimizi de ortaya koyuyoruz. Biliyorsunuz eylem planları hazırlıyoruz. Her konuda eylem planı hazırlıyoruz. Seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 günde ve 360 günde neler yapacağını açık açık sıralıyoruz. İlk eylem planınızı tarım konusunda açıkladık. 6 ay önce açıkladığımız tarım eylem planımızda yapacaklarımızı taahhüt etmiştik.

Şimdi bugün açıkladığımız eylem planından sadece birkaç başlığı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunları sık sık tekrar etmemiz gerekiyor ki daha çok vatandaşımız daha çok çiftçimiz bunları duysun. DEVA iktidarında ilk işimiz çiftçimizin birikmiş borçlarını en az iki yıl ödemesiz olmak üzere uzun vadeye yayacağız, donduracağız önce. Yani borçları önce bir donduracağız sonra faizsiz olarak iki yıl hiç ödemesiz ödemeler daha sonra başlayacak.

Ve çiftçimiz işini yapabilsin diye ilave yeni kredi aktaracağız. Ziraat Bankası'nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız. Çiftçimizin gübre maliyetinin yarısını yani tam yüzde 50’sini devlet olarak biz karşılayacağız. Bakın bu gübre krizi çok ciddi bir safhada şu anda ve iktidarın verdiği destekler gerçekten çok düşük ve çok daha fazla destek gerekiyor. Biz maliyet neyse yüzde 50’sini devlet olarak biz karşılayacağız dedik. Dekar başına gerçekten çok daha fazla destek vermek gerekiyor. Az kaldı inşallah. Biz gübre sanayinin hammaddesini uygun fiyat ve koşullarda tedarik etmenin altyapısını da şu anda hazırlıyoruz ve bu konuda da iyi düşünülmüş teşvik planımız, programımız inşallah olacak.

Çiftçimizin kullandığı elektriğe daha düşük fiyatlı ayrı bir tarife uygulayacağız. Tüm tarım desteklerini, üretimin yapılacağı dönemin başında açıklayacağız ki çiftçimiz ne ekeceğine, dikeceğine karar versin ve ödemeleri de üretimin yapıldığı yıl yapacağız. Şu anda bir yıl geriden geliyor biliyorsunuz. İktidarımızın ilk beş yılında sulama yatırımlarının tamamını bitireceğiz. Toprağı suyla buluşturacağız. Kaynakları, Kanal İstanbul gibi rant projeleri değil öncelikle sulama kanallarına ayıracağız. Hem çiftçimizin üzerindeki maliyeti azaltacağız hem de su tasarrufu sağlayacağız. Sulamada kapalı sistem, yağmurlama sistemine öncelik vereceğiz. Böylece çiftçimizin üretimini de gelirini de en az 2, 3 kat artıracak sulama yatırımını yapacağız.

Ve biz değerli arkadaşlar, bakın hiç boş konuşmuyoruz. Atacağımız her adımın mutlaka bütçesini hesap ediyoruz ve bir takvime bağlıyoruz. Bütün bunların kolaylıkla yapacağımız ve ülkemizi hızla rahata erdirecek çözümler olduğunu da buradan ben tekrar altını çizerek vurgulamak istiyorum. Bursa büyük bir sanayi şehrimiz. Sanayi bölgeleriyle limanlar arasındaki bağlantının zayıf olmasının da maliyetleri artırdığının gayet iyi farkındayız. Bizler DEVA iktidarında teşvik ve destekler ile net katma değer, tedarik zincirindeki rol, büyüme, karlılık ve performans ve kayıtlılığa özen göstermek gibi kriterlerle de teşvik sistemimizi yeniden gözden geçireceğiz. Yenilik ve ürün geliştiren firmalarımıza sadece araştırma evresinde değil, seri üretim, ticarileştirme, markalaşma, sertifikasyon ve standardizasyon gibi aşamalarda da destekleri vereceğiz ve bunların etkilerini artıracağız. Tarımla sanayiyi entegre ederek yüksek katma değer oluşturacak bir modeli uygulayacağız. Bütün sanayi bölgelerimizde demiryollarıyla limanlara bağlayarak bu lojistik sorununu da kökünden kesip çözmüş olacağız.

Değerli arkadaşlar bakın biz daima üretimin yanında olacağız. Yatırımın, üretimin ve ihracatın büyüdüğü bir ekonomik modelle büyüyeceğiz. Ama bunun için öncelikle değerli arkadaşlar güven lazım. Güven olmayınca mümkün değil. Biz hep beraber el ele vererek yapacağımız atılımla Türkiye'nin ekonomisini ayağa kaldıracağız. Yine Bursa’mız tüm bu tarihi dokusuyla ve doğal güzellikleriyle bir turizm şehri. Fakat maalesef turizmden de hak ettiği payı Bursa henüz alamıyor. Biz bu güçlü potansiyelin desteklenmesinin tüm ülkemiz için yararlı olacağını düşünüyoruz. Ama özellikle Bursa içinde bu mevsimsel bağımlılığın azaltılması, dört mevsim turizmin iyi işlemesi ile ilgili de tedbirler alması gerektiğini düşünüyoruz ve bu kapsamda da termal sağlık, kültür turizmi gibi alanlar söz konusu olduğunda bunların gelişmesi için de her türlü desteği sağlayacağız.

Ayrıca turizmde yaşanan nitelikli iş gücü sorununu da biliyoruz ve bu nedenle turizm sektör bileşenleriyle beraber çalışarak turizm liselerini de güçlendireceğiz. İnsan kaynağı son derece önemli, nitelikli elemanların 12 ay boyunca istihdamı için de özel programlar ve teşvik mekanizmaları oluşturacağız. Çok iyi biliyorum. Bugün üreten kim varsa çiftçi, sanayici, turizmci, esnaf, işçi her biri artan döviz kurları karşısında son derece endişeli.

Çok iyi biliyorum ki bu yanlış politikalarla her alanda vatandaşlarımızın beli bükülüyor ama bizim bir hayalimiz var. Bizim hedefimiz var. Usta yazar Tanpınar'ın dediği gibi ‘Bu hayale uyur Bursa her gece, her şafak onunla uyanır, güler.’ Biz bu hayale uyanacağız. İnşallah biz o hayale uyanacağız.

O hayal ile güçleneceğiz. Ve inanın korkulu bir rüyadan kalkma hızında, bir kabustan uyanma hızında, korkulu rüyadan uyanıp bir nefes alıp bir bardak su içme hızında ülkemizin sorunlarının çözülmeye başlandığını göreceksiniz. Şimdi ben burada Bursa'ya sormak istiyorum ve güçlü bir cevap bekliyorum. Atılım için hazır mıyız arkadaşlar? Demokrasi maratonunu koşmaya hazır mıyız?

Maraton için nefes lazım, azim lazım ama hep beraber koşacağız bunu hep beraber. DEVA Partisi Türkiye'nin artık dört bir yanında hazır. Hep beraber inşallah hazırız. Değerli arkadaşlarım hiçkuşkunuz olmasın. Türkiye artık bir yol ayrımına geldi. Bu karanlık tünelden çıkışın ayrımına geldi. DEVA Partisi’nin emaneti teslim alma zamanı geldi. Çok az kaldı. Sayılı gün çabuk geçer, acısıyla tatlısıyla, iyisiyle kötüsüyle bugünkü iktidarla en kısa sürede vedalaşacağız.

Müsait bir yerde onlar inecekler. İşte o gün değerli arkadaşlar bizler iş başına geleceğiz. Türkiye'yi hızla huzura, barışa ve adalete götüreceğiz. Kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye'de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, Eski günlerdeki gibi makbul vatandaş,öteki beriki böyle bir şey olmayacak artık ülkemizde. Ayrımcılık olmayacak. Sokak ortasında nerede bu devlet diye kendini sahipsiz hisseden vatandaşlarımız artık olmayacak. Askerin parmak salladığı, bürokrasinin kendini siyasetin üzerinde gölge irade ilan ettiği, yargının yürütmenin yerine geçerek hareket ettiği günlere de asla dönmeyeceğiz. Bunlara izin vermeyiz.

Gücü ele geçirenin zayıfı ezdiği, nöbetleşe zorbalığın hüküm sürdüğü bir Türkiye’ye biz bir daha asla izin vermeyeceğiz. Türkiye’yi öfkeye de teslim etmeyeceğiz. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki kutuplaşmadan, bağırış çağırıştan kimseye bir hayır gelmez. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki adaletsiz bir hesaplaşma, ülkeye huzur getirmez.

İşte biz bu nöbetleşe zorbalık dediğimiz yola, bu kısır döngüye de girmeyeceğiz. Bizim yolumuz belli, ilkelerimiz net, bizim masamızda, hayalimizde, bizim mayamızda karşılıklı sevgi var, saygı var. Bununla hareket edeceğiz. Bizim hayalimizde herkesin kendisini özgür ve eşit hissettiği bir Türkiye var. Bu karanlık tünelden hızla çıkacağız ve güçlü, sürdürülebilir, kapsayıcı bir ekonomik büyüme ile topyekûn zenginleşeceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız. Hep beraber bunu yapacağız inşallah hep beraber. Çünkü değerli arkadaşlarım DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla, eşitlik için adalet için yola çıktı. Ayrışmayacağız ayrıştırmayacağız, ülkeyi kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye için çalışacağız. Biz Türkiye'nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye'nin devası var. Bursa'nın devası var. Biz hazırız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Programımızın hayırlı olmasın diliyorum. Sağ olun, var olun.

1 Aralık 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 2. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,
Demokrasi ve Atılım Partisi'nin kıymetli yöneticileri,
Değerli konuklarımız, ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantılarımızın ikincisine hoş geldiniz diyorum.

Değerli basın mensupları, değerli konuklar,
Hareketli ve zor günlerden geçiyoruz. Bugün huzurunuza çıkmadan evvel sabah saatlerinde baktığımda 1 dolar 14 liraya yaklaşmıştı. Arkasından Merkez Bankası müdahalesi, cumhurbaşkanı konuşması derken çalkalana çalkalana kur devam ediyordu. Yakalayabilene, tespit edebilene aşk olsun.

Geçen hafta bugün yine karşınızdaydım ve o zaman daha bir hafta önce yine çarşamba günüyine böyle saat 14.00’te dolar kuru 12 civarında seyrediyordu, Euro 14 civarında seyrediyordu.

Ülkedeki istikrarsızlığı ülkedeki finansal piyasalardaki çalkantının boyutunu herhalde sadece 1 dolar kuruna bakarak anlamak çok zor değil. Öyle bir dönemdeyiz ki hani ne diyorlar dalgalı kur diyorlar bunun adı değerli arkadaşlar öyle dalga falan değil. Dalgalı kur dediğiniz, iner, çıkar aşağı yukarı dalgalanır. Oysa son üç aydır dolar kuru sürekli artıyor. Kimse şu andaki döviz kuruna dalgalı kur diyerek bu milletle dalgasını geçmesin. Böyle bir şey yok.

Bakın, kur artınca değerli arkadaşlarım ne oluyor? Hepimiz haftalardır içinde bulunduğumuz korkunç bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz. Kur artınca da A'dan Z'ye her şeye zam geliyor. Hayat pahalanıyor halkımız fakirleşiyor. Bakın daha dün sosyal medyada çok dolaşan bir görsel vardı. Hemen izleyelim. Burada fotoğrafta ne kadar net bilmiyorum ama ayçiçek teneke yağkutuları var ve birbirlerine zincirlenmiş ve kilit takılmış arkadaşlar. Bakın marketlerde yağ, teneke kutularda zincirli ve kilitli artık tutuluyor. O kadar pahalılaşmış ki bir alıp götürmesin diye neredeyse bankanın kasası zannedersiniz.

Tüketicilerin alım gücü yok. Esnafta çalınmasından korkuyor, bebek mamalarını biliyorsunuz, zincirliyorlar kilitliyorlar, bebek bezinizin zincirliyorlar, kilitliyorlar çalınmasın diye.

Esnaf satsa yerine koyacak gücü de yok çünkü aldığının sattığının fiyatına bakıyor satıyor ama tekrar yerine koyacağı zaman fiyat uçmuş gitmiş. 5 Ekim ile 26 Kasım arasında baktığımızda değerli arkadaşlar sadece şu son dönemde 1 buçuk ayda ayçiçeği tam yüzde 45 zamlanmış. Aynı dönemde bir paket unun fiyatı yüzde 80 artmış. Bakın her bir buçuk ayda oluyor, bir buçuk ayda.

Temel gıdalar bunlar, en ucuza karın doyurması gereken gıdalar bunlar. Arkadaşlar gerçekten gerçekten durum kötü bakın dün bir haber izledim gerçekten arkadaşlar bakın kasaplarda eti alınmış kemikler artık satışa sunulmuş durumda. Vatandaşlarımız et alamadığı için et almaya parası yetmediği için eti sıyrılmış kemik bugün pazarda vatandaşlarımıza satılıyor.

Onun da şöyle kısa bir videosu var. İzleyelim. Video

Evet, insanın boğazı düğümleniyor değil mi? Arkadaşlar gerçekten diyecek laf bulamıyorum. Bu ülkenin senelerce ekonomisini yönetmiş, üstelik tüm krizlerden de başarıyla çıkarmış bir ekibin başında olan arkadaşınız olarak bunları gördükçe gerçekten yüreğimiz parçalanıyor. 50 kuruşdaha ucuz diye yağmur çamur içinde ekmek kuyruklarında saatler geçiren vatandaşlarımızı görünce kahroluyoruz. Benzin kuyruklarını görünce inanın çok üzülüyoruz. Bu ülke buna layık değil diyoruz. Bir ülke ancak bu kadar kötü yönetilir diyoruz. Bir ekonomi ancak böyle batırılabilir diyoruz. Bu ülkenin insanları ancak böyle hızlı bir yoksulluğa itilebilir diyoruz.

Gerçekten değerli arkadaşlar ülkemizin ekonomisini mahvettiler, berbat ettiler. Ve şu gördüğünüz karnabaharın çeyrek satılması, eti sıyrılmış kemiğin vatandaşa satılıp onun hiçolmazsa bir çorbanın içerisine kemik suyu çorba yapabileyim diye evine kemik alıp götürmesi bu ülkeye yakışmıyor.

Bir zamanların 12.500 dolar milli gelire ulaşmış, orta gelirden üst gelir grubuna girmeye yaklaşmış bir ülkeye yakışmıyor. Ama bakıyorum dün akşam Sayın Erdoğan bir canlı yayındaymış yine bir sürü masal anlatmış. Ekonomimiz şöyle iyi böyle iyi demiş. En hazin ne biliyor musunuz arkadaşlar? Bakın sokaktan gelmiş, halkın arasından çıkmış bir siyasetçinin artık bu geldiği sokaklardan bir haber olması, toplumdan kopması, ülkenin gerçeklerinden kopması.

İnanın bilmiyor arkadaşlar. İnsanlar neler neler yaşıyor, görmüyor, yoksulluk nasıl aldı başını gitti farkında bile değil. Sonra da adeta bir paralel evrenden canlı yayın yapıyor. Konuşurken de dolar hoplayıp duruyor, her konuştuğu saniye memleket fakirleşiyor.

Biraz önce partisinin grup toplantısında bir konuşma yapmış, eş zamanlı olarak da Merkez Bankası döviz sattığını açıklamış. Çünkü artık Merkez Bankası da öğrendi ki Erdoğan konuşuyor, dolar yükseliyor. Bari hiç olmazsa döviz satıp durdurayım şunu demiş.

Halbuki Merkez Bankası döviz piyasasına müdahale edeceğine, şöyle biraz cumhurbaşkanına müdahale etse. Ya biraz susun lütfen dese siz sussanız, biz belki işi iyi yönetmeye başlayacağız dese iş hızlı çözülecek, inanın hızlı çözülecek. Böyle bir şey mi olur ya böyle bir şey mi olur? Bir de Merkez bankası dövize müdahale ediyorum, döviz satıyorum diyor. Sanki çok döviz varmışgibi.

Ya eksi 50 milyar dolara düşmüş döviz rezervi var. Merkez Bankası'nın rezervim var diye gösterdiği o rezerv kendi parası değil artık dışarıdan borç alınmış para. Dışarıdan borç aldığı döviz rezervini satarak Erdoğan'ın fırlattığı kuru durdurmaya çalışıyor. Gerçekten içler acısı bir haldeyiz.

İnanın bu işi bilenler bakıyorlar, bir yandan üzülüyorlar bir yandan kızıyorlar çok kötü durumdayız çok. Birde dün akşam ki canlı yayında bir ara benden de bahsetmiş, güya paradan 6 sıfır atılmasının talimatını o vermiş hatta itiraz ediliyormuş kendisine ‘yok talimat verdim yapın’ demiş.

Arkadaşlar bakın 6 sıfırın atılması, benim sorumluluğum altında o gün bağımsız olan Merkez Bankası ile Hazine Müsteşarlığı'nın ortak çalışması sonucu gerçekleştirilen bir reformdur. Bu çok önemli bir adımdır.

Paradan 6 sıfırın atılacağını Türkiye benden duydu. Talimat Erdoğan'dan gelse bunu duyurma fırsatını bu büyük müjdeyi halkına verme fırsatını hiç kaçırır mı ya? Açın o gün ki basın arşivlerine bakın. Arşivler ortada, dünkü yayından sonra demiştim arkadaşlara şöyle o günün manşetlerini bir tarayın diye bakın. Açıklayan kim?

Liradan 6 sıfır Ocak 2005'te atılıyor. Tarih neymiş? 31.10.2003. TL Ocak 2005'te tek haneli olacak. TL'den sıfır atılması için taslak hazır. 4 Aralık 2003. Devam ediyor. Sadece hatırlatmak için çünkü söz uçuyor da yazı kalıyor. Onun için bu hatırlatmamız önemli söz uçuyor yazı kalıyor.

Değerli arkadaşlar bakın, inanın eğer biz yanlış talimatlara boyun eğseydik eğer ülkeyi batıracak, uçurumdan yuvarlayacak zihni sinir projelerine geçit verseydik, bu ülke çok daha erken bir zamanda batardı.

Biz dik durduk, yanlış hiçbir talimatı yerine getirmedik. Benim ağzımdan 13 yıl boyunca olur. Olur efendim peki efendim kelimesi geçmedi. Talimat defterinde bir şey duyduğumuz zaman bir bakalım, inceleyelim dedik. Yapılacak bir işse yaptık yanlış bir işse asla yapmadık.

Onun için tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisini yöneten ekibin başında oldum, ekip olarak yaptık bunu. Liyakatli ekiplerle yaptık. Ortak akılla yaptık, istişareyle yaptık. Sonra ne yaptık? Yeni paraları tanıtma törenini de Merkez Bankası'nda yaptık. Sayın Erdoğan’ı da o törene davet ettik. O günün basın kayıtları da ortada. Mekân Merkez Bankası’dır tören Merkez Bankası'nda yapılmıştır.

Bugün böyle bir operasyon olsa paradan altı sıfır atma operasyonu olsa bunun yeri neresi olur? Külliye. Siz söylüyorsunuz, kaçırılır mı böyle bir fırsat. Çünkü her şeyi ben yaptım, ben ettim. Neyse bunlar geçti. Bakın kendisi dün akşam konuyu açtığı için ben bunu gündeme getiriyorum. Hangi konuyu açarsa açsın bizim cevabımız hazır. Bir konu açsın on cevap veririz. Alnımız ak, başımız dik, çok şükür.

Bir de ‘ekonomik kararların altında benim imzam var’ diyor. ‘Karar mercii benim’ diyor. Ya o günkü Merkez Bankası bağımsız arkadaş bağımsız. Merkez Bankası'nın açın bakın kararlarının altına hiç birisinde Başbakanın imzası olmaz. Merkez Bankası bağımsız.

Merkez Bankası'nın bağımlı olması son birkaç yıllık bir süreç. Yani ondan önce öyle bir şey yok. Merkez Bankası'nın hiçbir kararın altında Başbakan'ın imzası olmaz. Ama işte anlamadı. Zaten o günlerde bunu anlasaydı, bu başarı nasıl elde edildi, Türkiye'nin milli geliri nasıl 3.500 dolardan 12.500 dolara çıktı, nasıl ihracatımız 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıktı? Bunu gerçekten anlasalardı. Bugün bu vahim hataları yapmazlardı.

Bakın bir de şu var ki her şeye ‘ben talimat verdim, ben imza attım, böyle oldu’ diyor ya şunu da sormak lazım, neden bizler ayrıldıktan sonra ekonomi tepetaklak yuvarlanıyor? Neden şimdi bu millet Avrupa'nın en yoksullarından birisi? Neden bu faiz bu kadar yüksek? Neden enflasyon zirvede, neden döviz kuru her gün bir rekor dan bir rekora koşuyor.?

Şu anda Sayın Erdoğan tek yetkili. Engel olan var mı? Hani benim imzam vardı diyor ya şu anda yine kendi imzası var. Kalem aynı kalem imza aynı. Atsın o imzayı. Tam üç buçuk yıldır tek yetkili olarak tek imza ile ülkeyi yöneten siz değil misiniz? Ya üç buçuk yıl oldu, öbür seçim geliyor şurada.

Bizim dönemde tek haneye düşen enflasyonu yine çift haneye çıkaran siz olmadınız mı? Bizim dönemde düşen kuru siz patlattınız. Bizim senelerce dirhem dirhem biriktirdiğimiz Merkez Bankasının rezervlerini cayır cayır satan da sizsiniz. Bunların hepsi şu son taraflı partili cumhurbaşkanlığı döneminde oldu. Merkez Bankası'nın yedek akçelerini siz sıfırladınız. 2019’un ocağında 2020’nin ocağında yıllardır birikmiş yedek akçelerini bir günde sıfıra indiren sizsiniz.

İnat edip Varlık Fonunu kurdunuz, onu borca batıran da sizsiniz. Bakın Varlık Fonu altında kendi imzası var. Çünkü başkanı kendisi biliyorsunuz. Hem atama imzası var çünkü ilk defa bir şey yaşadık, Resmî Gazete'de yayımlandı. Kararname şöyle, ‘ben Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Varlık Fonu'nun başkanı olarak atadım’ diyor. Altına imza atıyor. Varlık Fonu’na aldığı bütün kararlarda da Varlık Fonu Başkanı olarak orada kendi imzası var. Kendi imzasını attığı Varlık Fonu bugün sadece Türk lirası olarak 70 milyar TL civarında eski parayla 70 katrilyon borca batmış durumda. Artı birde 1 milyar 250 milyon avro yeni kurla çarpınca 20 katrilyon ilave borca batmış durumda.

Sizin tek imza atıp yaptığınız işlerin sonucu bu. Madem eski başarılara sahip çıkıyorsunuz, o zaman buyurun yeniden yapın. Hiç eskiye de suç atmayın. Biz ayrılalı 6 yıl oldu ya. Üç buçuk yıldır da tek imzayla tek yetkili bu ülkeyi yönetiyorsunuz. Elinize tutan mı var? Tek yetkilisiniz. Avrupa'da şu anda bakın tek başına her istediğini yapabilen başka bir devlet başkanı yok arkadaşlar. Böyle bir sistem yok, böyle bir şey yok. Bakın hiçbir şeyden hiçbir şekilde hiçbir şekilde savunacak durumu yok. Siz neden bahsediyorsunuz? Durmadan düşüreceğiz dediniz enflasyon var değil mi?

Bakın yıllardır son 3, 4 yıldır sürekli ne diyor enflasyonu düşüreceğiz diyor. Hatta bugünkü grup toplantısında demiş ki: ‘Faiz bugün yükselir yarın iner, enflasyon bugün yükselir yarın iner.’ Bilmiyor ya bakın enflasyon ne olmuş şu videoda izleyelim. Son 4 yıldır enflasyon ne olmuş?

2 Mayıs 2017 

Yüzde 11, 72 ile başlıyor enflasyon dikkat edin.

Erdoğan: “Enflasyon sorununu ülkemizin gündeminden çıkartmakta kararlıyız.”

2018 

Erdoğan: “2020’de tek haneli enflasyon rakamına ulaşacağız.”

Ulaşmadık.

Erdoğan: “2020’de tek haneli rakama faiz de enflasyon da gelecek.”

Gelmedi, olmuyor yani.

Erdoğan: “Önceliğimiz şüphesiz ki enflasyonu süratle tek haneli rakamlara, ardından da orta vadeli programımızdaki seviyelere çekmektir.”

Enflasyon bu arada yüzde 14. Artıyor dikkat edin. Köşedeki rakamlara dikkat edin.

Erdoğan: “Bir miktar artış gösteren enflasyonu yeniden tek haneli rakamlara düşürmekte kararlıyız.”

Hala olmuyor.

Erdoğan: “Enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmekte kararlıyız.”

Bakın yüzde 19,89. Bu TÜİK’in makyajlı enflasyonu. Nasıl olduysa öyle 19,89. Fiyat etiketi gibi yani fiyat 20 olmasın diye etiketlere 1999 yazarlar ya. Herhalde TÜİK’de 20 olmasın diye 19,89 yazmış.

Ya bu TÜİK'in dediği gerçekten enflasyon falan bunların hepsi TÜİK’te. Köşedeki bütün rakamlar TÜİK, gerçek enflasyon değerli arkadaşlar. En az şu anda yüzde 50 civarında TÜFE. Bağımsız bir enflasyon araştırma grubu var biliyorsunuz biz böyle uzaktan takip ediyoruz fena işçıkartmıyorlar. Onların açıklanan rakamı 50 civarında. Ama bu ortalama gıda enflasyonuna bakın.

Yani özellikle dar gelirli vatandaşımızın en çok tükettiği gıda fiyatlarına, gıda enflasyonuna bakın ortalamanın çok çok üzerinde.

Onun için de bu yanlış politikalar şu anda Türkiye'yi en çok dar gelirli vatandaşlarımızı vuruyor. En yoksul en büyük ıstırabı çekiyor şu anda. Bu yanlış politikalar yüzünden. Kararlıyız, kararlıyız diyor değil mi? Arka arkaya tek hane tek hane 2017’de başlamış 2020 bitiyor neredeyse 4 yıl geçmiş ama inmiyor. Bugün konuşmasında demiş. Bugün çıkar yarın iner.

Bilmiyor, döviz de inmiyor, enflasyon da inmiyor ve faiz de inmiyor. Piyasa faizinden bahsediyorum. Ben buradan şöyle seslenmek istiyorum ki, Sayın Erdoğan acaba bu kadar kararlı olmasa mı bu işlerde. Her kararlıyız deyişinde enflasyon artmış. Makyajlanmış oynanmış aşağı çekilmiş haliyle bile enflasyon şu anda tarihi zirvelerde dolaşıyor. Ve bu videonun başladığı tarihte 11,72 TÜİK. Bittiği tarihte 19,89.

Daha önce de söyledim bunlar TÜİK'in enflasyonu, vatandaşın enflasyonu bunun çok çok üstünde. İşte bu tablo değerli arkadaşlar ülkemizin yoksullaşması demek. Şimdi ben bunları söylüyorum ya değerli arkadaşlar sayın Erdoğan ne diyor yine beni kastederek bir de kalkmış diyor. Bana ders vermeye çalışıyor’ diyor.

Kusura bakmasın ama biz ders vermeye devam edeceğiz, devam edeceğiz. Biz bilgimizi, emeğimizi, birikimimizi bu memleket için durmadan paylaşacağız. Birkaç grafik göstermek istiyorum arkadaşlar. Bakın daha yeni açıklandı. Birkaç gün önce TÜİK yine aynı TÜİK ha. Mevsimsel etkilerden arındırılmış tüketici güven endeksi 71,1. Bu 71,1 var ya tarihi düşük bir seviye. 3 aydaki şu düşüşe bakın. 3 ayda ne oldu?

‘Ben modelimi değiştirdim’ diyor. ‘Artık diye başkalarını dinlemeyeceğim, aklıma geleni yapacağım’ diyor değil mi? Bunları söylüyor. 3 ayda tüketici güven endeksi nereye düşmüş? Tüketici güven endeksi nedir? TÜİK'in anket yoluyla, saha araştırması yoluyla vatandaşlarımızın bu ülkenin geleceğine güvenini gösteren endekstir. Demek ki 3 aydır Sayın Erdoğan yeni ekonomik model diye dayattığı sistemi uyguluyor. 3 aydır da muntazam olarak vatandaşlarımızın bu ülkenin geleceğine olan güveni düşüyor. Bunu da teşhir eden kim? TÜİK.

Bir başka konu. Bakın bu sabah bankalar müşterilerine bir bilgi notu gönderdi. Dediler ki; 1 Aralık itibarıyla kredi kartı faizi aylık 1,80, gecikme faizi

2,10’dur. Yıllık bileşiklerine bakın arkadaşlar. Yıllık bileşik faiz normal kredi kartında eğer gününde yani asgari ödeme yapıp da diğerini de gününde öderseniz yüzde 23,87 faiz işliyor; yok son ödeme gününü kaçırırsanız yüzde 28 faiz işliyor. Hani nerede düşük faiz, hani nerede faizle savaşma? Merkez Bankası'nın faizi yüzde 15’e düşürmeniz piyasadaki faizin düşmesini sağlamıyor. İşte örneği ortada. Bugün daha 1 Aralık'ta bankalar bunu müşterilerine gönderiyor. Bankalar müşterilerine uygulayacağım kredi kartı faizi budur diye gönderiyor.

Bir sonraki grafiğe geçelim. Bu da Hazinenin borçlanma faizleri. 5 yıl vadeli tahvilin borçlanma faizi. Başlangıç saatine dikkat edin. Bu sene eylül ha eylül, daha eylülde Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi borçlanırken yüzde 17 faiz öderken şu anda yüzde 22’nin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi faiz ödüyor bu ülkede.

Aynı dönemde dikkatinizi çekiyorum. Aynı üç aylık dönemde Merkez Bankası 4 puan faiz düşürdü, yüzde 19’dan 15'e indirdi. Aynı ülkenin Hazinesi yüzde 17’den, yüzde 22'ye çıkan faiz ödemesi ile ancak borçlanabiliyor.

Sayın Erdoğan'a soruyorum bu mu politikanız, faizle mücadele bu mu? Siz Merkez Bankası'nın faizini talimatla düşürmüşsünüz. Aynı anda sizin ihaleyle piyasadan borçlanmak zorunda kalan Hazineniz yüzde 17 yerine şu anda yüzde 22 faiz ödüyor. Bu mu faizle mücadele, bunu niye anlatmıyorsunuz?

‘Talimat verdim, faizi düşürdüm’ derken size doğrudan bağlı olan, üstelik bağımsız dahi olmayan Hazine yüzde 17’de borçlanırken şu anda yüzde 22 ile borçlanmasına yol açtın diye bunu niye söylemiyorsunuz, bunu niye açıklamıyorsunuz? Rakamlar ortada. Bunun hepsi açık, şeffaf veriler hepsi ortada.

Bakın değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım, Sayın Erdoğan'ın durum bu. Yani büyük ortağın durumu bu. Baktık, dün bir yandan da krizlerin ortağı Sayın Bahçeli konuşmuş. Sayın Bahçeli de vatandaşlarımızın halini gösterdiğimiz videolara biraz alınmış olacak ve tabii hayırdır inşallah diyoruz. Böyle aynı gün birdenbire büyüğüyle küçüğüyle iktidar ortakları aynı gün bizi hedef alarak konuşmaya başlamış. Bu tesadüf müdür bilemiyoruz ama ben buradan Sayın Bahçeli'ye önemli bir bilgi vermek istiyorum. Sayın Bahçeli bilmiyorum farkında mısınız? Ama o hafta sonu kongrelerinizde gösterdiğiniz videolar var ya. Oradaki tablo sizin eseriniz. O görüntülerin hepsinde sizin de imzanız var. Çünkü ortaksınız, ortaksınız kaçamazsınız.

Nasıl ki 2001 yılında Başbakanlık önüne yazarkasa fırlatıldığında iktidarın ortağı idiyseniz bugünkü krizi çıkaran, ekmek kuyruklarının, akaryakıt kuyruklarının müsebbibi olan iktidarın da yine ortağısınız. Onun için biz size krizlerin ortağı diyoruz. 2001 krizinde de ortaktınız bu krizde de ortaksınız.

Marketlerdeki tek un alma, tek yağ alma gibi yetmişli yıllardan çıkıp gelmiş uygulamalar da yine sizin ortağı olduğunuz bu iktidarın eseri. Varlık ülkesini yokluk ülkesine çevirdiniz ya. İktidara siz yine ortaksınız ve ülke yine batıyor. Kaçamazsınız. Ona buna hakaret ederek, ona buna saldırarak kendi hatalarınızı kendi yanlışlarınızı ve ortak olduğunuz krizin üzerini örtemezsiniz.

Biz ülkemizin düştüğü hali, tüm o görüntüleri, sokaklarda yaşadıklarımızı, bugünkü iktidara göstermeye devam edeceğiz. Çünkü onların halkın içine çıkacak artık yüzü yok. Bunun için sokakta olup bitenden haberleri de yok. Biz ısrarla kendilerine göstereceğiz. Hiçbir yere kaçamazlar. Biz gösterdikçe de Sayın Bahçeli hakaretlerine devam edecek biliyoruz. Çünkü kendisi hakaret etmeden konuşamıyor. Bakın şöyle birkaç örnek izleyelim.

Yani bu hakaretin muhatabı sadece biz değiliz ha. Başka kime hakaret etmiş bir hatırlayalım. Hatırlatmadıkça unutuyorlar, milletin de unutacağını zannediyorlar.

Bahçeli: “Başbakan Erdoğan teröre teslim olmuş ve terörün bölücü emellerinin sözcülüğüne soyunmuş bir başbakan olarak tarihe geçmeyi içine sindirmekte.”

Bahçeli: “Başbakan Erdoğan, küresel bir senaryonun figürasyonu, kanlı bir oyunun ve planın ileri karakolu olmayı benimsemiş ve isimleştirmiştir.”

Bahçeli: “Başbakan Erdoğan'ın uzun zaman öncesinden kaportası delinmiş, şanzımanı dağılmış, vidaları gevşemiş, aküsü bitmiş ve dümeni parçalanmıştır.”

Bahçeli: “Başbakan Erdoğan, bal gibi gün gibi belgeli ve şahitli biçimde bir gün söylediklerini ertesi gün inkâr eden, güvenilmez, itibar edilmez bir siyaset cambazı.”

Bahçeli: “Erdoğan israf, itham, inkâr ve iftiradır. Hezeyana batmış, zıvanadan çıkmıştır. Erdoğan aklıyla arasını açmış, klinik bir vaka haline gelmiştir.”  

Şimdi arkadaşlar bunları niye gösteriyoruz biliyorsunuz. Çünkü Sayın Bahçeli dün hakaret ettikleri ile bugün kol kola. İşte bunun için ciddiye almıyoruz. Şimdi bize edep sınırlarının çok ötesinde laflar ediyor ama haberi olsun biz o hakaret ettiği, başkalarına benzemeyiz. Bu kadar hakareti işitip yutup, sonra da kendisiyle kol kola girenlerden olmayız.

Sayın Bahçeli'nin tutarsızlıkları meşhur. Sadece o tutarsızlıklarla ilgili şöyle kısa 1, 2 kayıt daha var.

Bahçeli: “Recep Tayyip Erdoğan aslında Türk tipi değil Tayyip tipi başkanlık hayalleri kurmaktadır. Bütün yetkilerin kendisinde toplandığı, yargının kendisine bağlandığı, yasama organı Meclis'in kendi kontrolüne sokulduğu denge, denetim ve fren sistemi olmayan tek adam diktatörlüğün tahtsız ve taçsız sultanlık peşinde koşmaktadır. Beştepe'nin başkanlık sisteminin faziletleri konusunda söylediklerinin tümü yalandır ve aldatmacadır.”

Bahçeli: “20 yüzyılın ilk çeyreğinde Cumhuriyet rejimini kuran Büyük Türk milleti, 21 yüzyılın ilk çeyreğinde de milli ve tarihi emanetlerle uyumlu Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmiştir.”

Bahçeli: “Sizler bir öğün aç, diğer öğün tok kal derken Ankara'ya 1 milyar 370 milyon liraya kaçak ve karanlık saray diken Erdoğan'dır. Sizler geleceğinizi borçlanırken, devletin kasasını boşaltan, Hazineyi yağmalayan soyguncuları koruyan ve kollayan yine Erdoğan'dır. Bu Erdoğan çıkmış maneviyat üzerinde başkanlık propagandası yapıyor.”

Bahçeli: “2023’te Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır.”

Görüyorsunuz tutarsızlık konusunda baya istikrarlı. Değişmeyen ne var? Tutarsızlık var. Sayın Bahçeli'nin çeyrek asırlık parti genel başkanlığı döneminde bunları hiç kimse yüzüne söylememiş olabilir. Arkadaşları korkuyor, çekiniyor olabilir ama kusura bakmayın bizim için çizgi önemlidir. Tutarlılık önemlidir, güven önemlidir güven arkadaşlar... Ve bu ülke Sayın Bahçeli'ye güvenmiyor. Sonuç bu.

Bizler bu ülkenin çok acılı günlerinde ekonomi yönetiminin başında olduk, ülkemizin itibarının dünyada yerle bir olduğu, paramızın değersizleştiği, alım gücünün kalmadığı, hukukun üstünlüğünün kalmadığı günlerdi o günler. Ama 2002’den 2015’e dek ne yaptık? Liyakatli kadrolarla, ortak akıl ve istişare ile hızlı bir demokratikleşme süreci ile hukukumuzu da kurumlarımızda ayağa kaldırdık.

2001 krizi ile dip seviyeleri görmüş ülkemizi krizden çıkarmak iki yılımızı aldı. 20 tane banka batmıştı borcun milli gelire oranı, kamu borcunun yüzde 74’e çıkmıştı. 34 sene boyunca iki haneli ya da üç haneli olan enflasyonu aldık tek haneye indirdik ve 34 yıl boyunca hiçbir hükümetin başaramadığı enflasyonla mücadeleyi evet biz başardık. Enflasyonu tek haneye indirdik. 6 sıfırı attık, tekrar ediyoruz attık. Bunu yaptık.

Peşinden tüm dünya 2008, 2009 krizini gördü. Türkiye’yi de etkiledi. Ben Dışişleri bakanıydım dediler, ya gene bu tarafta çalışmak gerekiyor ekonomi yine krizde tamam dedik. Ekibimizi topladık. 6 ay sürdü. Yunanistan battığı, İspanya'nın, İtalya'nın, Portekiz'in, İrlanda'nın borcunu ödeyememe noktasına geldi. Avrupa’nın kasıp kavrulduğu krizden Türkiye'yi alıp çıkartmamız 6 ay sürdü. Çünkü kurumlarımız artık güçlüydü. Demokrasimiz güçlüydü, kamu borcu azdı. Uluslararası toplum nezdinde itibarlıydık. Oturduğunuz her masada ülkemizin çıkarlarını koruduk. Tezlerimizi diğer ülkelere kabul ettirdik. İhracatımız büyüdü, sanayi yatırımlarımız arttı. Bunların her birini yapmıştık.

Şimdi değerli arkadaşlar bakın içinde bulunduğumuz bu tablodan çıkışımızda krizin bugünküseviyesini dikkate aldığımızda moraller çok bozuk değil mi? Yoksulluk almış başını gitmiş, gençler bu ülke düzelmez artık ben başka ülkede yaşayayım diyor. Bu ortamda dahi ben açık söylüyorum. Bugünkü krizin içinde bulunduğu evreye baktığımızda bunu çözmemiz de bizim en fazla 6 ay, en fazla daha erken bile olabilir.

İnşallah halkımızdan o yetkiyi bir alalım, iktidarda olalım, en geç altı ayda bu ülkeyi düzlüğe çıkarız. Bunu size uluslararası platformlarda dünyanın yüzüne karşı sizden ders almamız lazım denmiş bir arkadaşınız olarak aynı zamanda söylüyorum. Bunu size bu ülkenin iyi günlerinde imzası bulunan sağlam bir kadronun ekonomi ekibinin başında olan bir arkadaşınız olarak söylüyorum.

Daha evvel yaptık, yine yaparız. Ülkemizi bu derin demokrasi ve ekonomi krizinden de derin hukuk krizinden de çıkaracağız. Gençler nefes alamıyor biliyorum ama inanın sadece ilk 90 dakikada alacağımız huzurlu bir nefesle özgürlük ve zenginliği hissedeceğiz. İnanın ilk 90 dakika bir açıklama meselesi. Bu kadar basit bir iktidar değişikliği, bir zihniyet değişikliği ve artık özgürsünüz ya rahat bir nefes alın. İnanın kabustan uyanma hızında, korkulu bir rüyadan kalkma hızında ülkenin toplumun toplumsal psikolojisi değişecektir. Derhal değişecektir.

Biz ne yapıyoruz? 20’den fazla politika alanında hazırladığımız eylem planlarımızı arka arkaya açıklıyoruz. Türkiye'de ilk defa bir siyasi parti iktidarda değilken seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 ve ilk 360 günlük eylem planlarını hazırlıyor ve açıklıyor. Çünkü mazbatamızı aldıktan sonra halkımızın verdiği yetki ile ülkemize hizmet için bir dakikayı dahi israf edemeyiz. Vakit kaybedemeyiz. Biliyorum, zor günlerden geçiyoruz, açlıkla, yoklukla sınanıyoruz. Ama bu kötü yönetimin enkazını hızla kaldırıp güçlü bir atılımla hak ettiğimiz yeri alacağımızı da çok iyi biliyorum.

Dün bizim aylık olağan Genel Merkez Yönetim Kurulu toplantımız vardı. Bu toplantımızda kurucu üyemiz Metin Gürcan'la ilgili son gelişmeleri de kapsamlı olarak ele aldık. Meseleye üç açıdan bakıp değerlendirmeyi ve üç başlık altında toplamayı uygun görüyorum. Birincisi; hukuki açı. Masumiyet karinesi esastır. Evrensel bir hukuk ilkesidir. Suç ve ceza şahsidir. Bu da evrensel bir hukuk ilkesidir. Kişinin lekelenmeme hakkı esastır. Bu da evrensel bir hukuk ilkesidir. Hukukçu arkadaşlarımızın ulaşabildikleri bilgiler çerçevesinde hazırlayıp bizlere ilettiği dosyada Metin Gürcan hakkında isnat edilen suçlamanın yasal unsurlarının oluşmadığı çok açıktır.

Yasada tanımlandığı şekliyle bir suç oluştuğuna dair somut bir delil de ortaya konamamıştır. Biz ilk saatlerden itibaren bu sürecin hukuki olarak takipçisi olduk ve bundan sonraki adli süreçiçerisinde de arkadaşımızın sonuna kadar yanında olacağız. Bu dosyanın takibini sonuna kadar bizim hukukçu arkadaşlarımız sürdürecek. Hakikat er ya da geç ortaya çıkacak.

İkinci değerlendirme değerli arkadaşlar, ikinci bakış açısı; siyasi açı. Arkadaşımızın gözaltına alındığı ilk saatten itibaren gerek kollukta gerek savcılık aşamasında ve gerekse sorgu sürecinde dosyada gizlilik kararı bulunmasına rağmen Metin Gürcan hakkındaki ifadeler ve görüntülerin basın yayın organlarına servis ederek gizlilik kararı ihlal edilmiştir ve bir propaganda başlatılmıştır. Her ne hikmetse Sayın Bahçeli'nin Sayın Erdoğan'ın aynı gün bizleri hedef alması ve Metin Gürcan’la ilgili propaganda kampanyası aynı gün başlamıştır. Bakın dikkatinizi çekiyorum. Aynı gün.

Avukatlarla bile paylaşılmayan teknik takip görsellerinin basına sızdırılmasıyla, partimize yönelik sözde bir itibar suikastına kalkışılmıştır. Buradan yeniden hatırlatmak istiyorum. Suç ve cezada şahsilik ilkesini hatırlatarak söylemek istiyorum. Partimize yönelik yapılacak her türlü komploya karşı DEVA Partisi kadroları olarak dimdik ayakta olacağımızı ve asla ve asla bu komployu karşılıksız bırakmayacağımızı vurgulamak istiyorum.

Ya kusura bakmayın da 8 aydır uyuyan dosyayı DEVA Partisi'nin ilgisi, desteği görünürlüğü artınca mı hatırladınız? Bugün mü aklınıza geliyor? Bunların niyeti şu: Son dönemlerin popüler suç tipi, casusluk kavramıyla muhalefete gözdağı vermek. Çünkü bir kişi yetiyor. Bir kişiyi gözdağı verirsek ha DEVA Partisi de yola gelir bütün muhalefet yola gelir zannediyorlar.

Başka nedir niyetleri? Böylece iktidarın dış politikada, dış güvenlikte ve iç siyasette yaptığı hataların üzerini örteriz kimse konuşmazsa rahat at oynatırız. Hiç heveslenmesinler hiç. Buradan Metin Gürcan üzerinden bir algı yaratıp da aba altından sopa gösterenlere ve partimiz dahil tüm muhalefete gözdağı verenlere seslenmek istiyorum. Buradan size ekmek çıkmaz. Her türlü baskı ve tehdide rağmen demokratik hukuk devletini inşa edinceye kadar DEVA kadroları olarak hiçbir şeyden korkmayacağımızı ve yılmadan, bıkmadan, usanmadan hedefimize doğru yürüyeceğimize bir kez daha herkese hatırlatmak istiyorum. Korkutamazsınız, sindiremezsiniz bizi bu yoldan vazgeçiremezsiniz. Ne yaparsanız yapın ne yaparsanız.

Üçüncü değerlendirme açımız ise; siyasi etik. Metin Gürcan'ın açık kaynaklardan elde ettiği bilgileri raporlara dönüştürüp bunu geçim kaynağı haline dönüştürmesiyle ilgili izlediği yol ve yöntemde siyasi etik ilkelerimiz açısından Genel Merkez Yönetim Kurulu tarafından değerlendirilmiştir. Bu konu bazı kurul üyelerimizin parti içinde bağımsız bir değerlendirme süreci işletilmesi yolundaki görüşleri de dikkate alınarak çalışılacaktır. Sonuç olarak geldiğimiz noktada önceliğimiz Metin Bey'in haksız yere hürriyetinin kısıtlanmasına karşı hukuk mücadelemize devam etmek, partimize yönelik siyasi saldırıları da kararlılıkla bir sürmektir. Diğeri bizim kendi iç siyasi etik meselemiz. Kendi kurallarımız açık bunla ilgili bir süreç mutlaka işler. Değerli basın mensupları, bugünkü basın buluşmamıza katıldığınız için bizlerle beraber olduğunuz için tekrar teşekkür ediyorum. Hepinize saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.

28 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Sultangazi İlçe Kongresı̇ Konuşması

Sultangazi İlçe kongresi

DEVA Partisi!nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Biz bu yolda kadınlarla yan yana yürüyoruz hep beraber bu yoldayız.

Biz gençlerimizin arkasından yürüyoruz. Gençler önden gidiyor biz takip ediyoruz. Hep beraber çok çalışacağız hep beraber Türkiye’nin DEVA’sı olacağız.

Çok değerli İstanbul il başkanımız, değerli Sultangazi ilçe başkanımız Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri, Değerli muhtarlarımız,
Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Sultangazi ilçe teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün Sultangazi ile ilk defa buluşuyoruz...

Bu ne güzel bir coşku ne güzel bir heyecan...

Bu coşkuyu Sultangazi’nin her mahallesinde, her sokağında, her köşesinde yankılandıracağız arkadaşlar.

Sultangazi, kapı kapı, cadde cadde, sokak sokak gezmeye var mıyız? DEVA kadrolarını Sultangazinin dört bir köşesine yaymaya var mıyız? Vatandaşlarımızı hem dinleyip hem partimizi bu güzel ülke için hazırlıklarını, çalışmalarını bol bol anlatmaya var mıyız?

Sultangazi hazır. Ben sözümü aldım. Hep beraber çok çalışacağız. Artık günler sayılı. Seçim önümüzdeki ilkbahar mı olur, gelecek yılın sonbaharımı olur, 2023 Haziran’ı mı olur bilmeyiz. Ama sayılı gün çabuk geçiyor. Her geçen günün her geçen saatin kıymetin bilmek gerekiyor. Hep beraber çok çalışmak zorundayız.  Şu ülkenin haline bakın. Şu ülkenin düştüğü duruma bakın. Gerçekten çok üzülüyoruz arkadaşları.

*****

Değerli arkadaşlar,

Neden her kapıya ulaşmamız lâzım biliyor musunuz?

Çünkü şu anda ülkemiz, hiç hak etmediği kara günlerden geçiyor.

Çünkü şu an hiçbirimiz, bir gün sonrasından emin değiliz.

Yarınlarımızı göremiyoruz. Yarın sabah hangi kötü haberle uyanacağımızı bilmiyoruz.

Sayın Erdoğan ve krizlerin ortağı bahçeli ele ele verdiler; ülkeyi bilinmez bir karanlığın doğru süreklediler, sürüklüyorlar.

Üstelik, bu kötüye gidiş, uçurumdan yuvarlanırcasına da hızlı seyrediyor.

Bakın, geçtiğimiz hafta ülkemizde dört ayrı şehre gittim. Çorum’a gittim, Yozgat’a gittim, Sivas’a gittim, Tokat’a gittim.

Her yerde aynı mutsuzluk, her yerde aynı umutsuzuk, her yerde yarınlar ilgili aynı kaygı...

Değerli arkadaşlarım

Sokakta yüzü gülen insan ara ki bulasın. Çarşıya pazara çıkan o fiyat etiketlerini gören herkesin yüzü asılıyor. Gençler, umudunu kaybetmiş. Gençler, imkân olsa yarınlarını başka bir ülkede planlamak istiyorlar. Bu ülkede yaşamak istemiyorlar.

Kimse yarın sabah neye uyanacağını bilmiyor.

Sabahı bırakın bir saat sonra memleketin başına ne iş geleceğini bilemiyoruz, göremiyoruz.

Bugünkü iktidarın akıl dışı, bilim dışı uygulamaları yüzünden son bir ayda olanları görüyorsunuz demi... Saatler içinde fakirleşiyoruz. Bakıyorsunuz televizyonun altındaki döviz kurunun olduğu köşeye saat başı fakirleşiyoruz artık.

Değerli arkadaşlar, sorun şu ki, her konuda tek başına karar alma yetkisini eline alan kişi, meseleyi bilmiyor.

Ben, kendisiyle 13 sene birlikte çalışmış bir arkadaşı olarak, Cumhurbaşkanının bu ülkeyi yoksullaştırmak istediğini hiç inanmıyorum.

Bu ülkenin gençlerin işsiz kalsın diye çalıştığına da inanmıyorum. Düşünemiyorum böyle bir şeyi.

Bu ülkede kriz çıksın diye uğraşacağını da zannetmiyorum. Bu kadarını yapmaz. Ama arkadaşlar, bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor. Sorununda tamda özünde bu var.

Hem doğruyu bilmiyor hem nerede hata yaptığını bilmiyor. Bilenlerle de çalışmıyor.

Etrafındakiler maalesef artık liyakatli kişiler değil. Eskiden kadrola dürüst ve ehil insanlardan oluşurdu. Şimdi mumla ara ki bulasın. Sayları çok azaldı çok. Yanlış insanlar yanıltıyorlar. Bilmeyenler yanlış yollara sürüklüyorlar.

Kendisine anlatılan abuk subuk teorilerle ülkeyi yönetmeye çalışıyor.

Hukuktan ekonomiye her alanda, Erdoğan’ın sağındaki solundaki kıymeti kendinden menkul bazı insanların hatalarının bedelini de tüm ülke ödüyor Hepimiz bunu bedelini ödüyoruz.

Bakın, sayın Erdoğan, iktidarının anahtarını, krizlerin ortağı Bahçeli’ye teslim etmiş durumda. Bugün Bahçeli ‘ben çekiliyorum’ dese ülke paldır küldür seçime gitmek zorunda kalır. Niye? Çünkü AK Parti’nin şu anda mecliste çoğunluğu yok. Tek başına çoğunluğu sağlayamıyor. Ancak küçük ortağın takviyesi ile mecliste çoğunluğu sağlamış durumda.

Niye bu oldu? Niye iktidarın anahtarını küçük ortağa teslim etmek zorunda kaldı? Sebep, 2017 yılında değiştirilen sistem. Çok istedi ‘bütün yetkiyi bana verin, faizde enflasyon da nasıl düşürülürmüş göstereceğim’ dedi. Ne oldu? Koca bir hiç. Sonuç kötü.

Partili taraflı cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile artık erdoğan’ın çizgisini, kendisine oy veren vatandaşlarımız belirlemiyor, küçük ortak Bahçeli belirliyor.

Küçük ortak ne derse o. Küçük ortak ne yapacak, ne talep edecek, nerede arıza çıkaracak herkes küçük orta bakıyor.

Sayın bahçeli, kayyum gibi iktidarın başında. Yetkiyi milletten almadan, Erdoğan’dan yetkiyi alıp ülkeyi yönetme gayretine girmiş durumda.

Hâl böyle olunca da, ülkede her alanda kriz yaşıyoru. Alın işte, bir haftadır ülkede yaşananlara bir bakın.

Benzin kuyrukları başladı. Benzini 50 kuruş, 1 liradan alayım diye insanlar gece yarısı benzin kuyrukların giriyor. Ekmeği 50 kuruş, 1 lira ucuz alayım diye ekmek kuyruklarına giriyor insanlar. Bayat ekmek kuyrukları oluşuyor bu ülkede. Marketlerde şeker bir paket alabilirsin diyor. Un bir paket alabilirsin diyor. Gerçekten ülke çok kötü duruma düştü.

Görseller

Bakın burası Esenyurt Halk ekmek önündeki kuyruk. Sincan da bir vatandaşımız çekmiş yağmurun altında elinde şemsiye vatandaş ekmek kuyruğunda bekliyor. Yazık değil mi bu ülkeye? Türkiye bunu hakkediyor mu? Varlık ülkesi oldu yokluk ülkesi.

1970'lerde benim çocukluk yıllarımda, biz benzin karnesi diye bir şey gördük. Arabamızın torpido gözünde benzin karnesi vardı ve her hafta alabileceğim benzerin bir limiti vardı. Yaklaşık yarım depo olan. O yarım depo benzin alınca karnı hemen işareti koyarlardı, o hafta artık başka benzin alamazsın, giderdin 'yok' derlerdi. 'Senin karnen de yarım depon var. Bunu almışsın hakkın yok. Gelecek haftayı bekle.' Ben bunu yaşadım ama arkadan 80'li yıllar geldi. Rahmetli Özal ülkeye gerçekten kapalı bir ekonomiden aldığı açık bir ekonomi haline getirdi. O gün bugündür ülke benzin kuyruğu bilmezdi ya. Özal dönemin öncesinin gerçeğidir benzin kuyruğu.

Bakın değerli arkadaşlar, burası Türkiye başka bir ülke değil. Şuna bakın ya insanlar benzini 50 kuruş 1 lira ucuz alayım diye gecenin yarısında kuyruğa giriyor bu ülkede. Yazık değil mi? Niye bu hale düşürüyorsunuz? Niye yanlışta ısrar ediyorsunuz? Niye yanlışlar da inat diyorsunuz? Bu kafayla giderlerse Arkadaşlar bu ülke parayla benzin bulamaz. Bu kafayla giderlerse bu ülke doğalgaz olamaz. Bu kafayla giderlerse o 1970'lerin elektrik kesintilerine döner bu ülke. Yazık ya. Yanlışta inat etmeyin, yanlışta ısrar etmeyin.

Yine benim çocukluk yıllarında ben zeytinyağı kuyruğunda bekledim. Şeker kurulunda bekledim. Çünkü kuyrukta bekleyen herkesin bir paket hakkı var. Kuyrukta bekliyorduk, zeytinyağı hakkımız gelince alıyorduk eve onu götürüyordu. İkinci teneke istesen yok, bir hakkım var. Bakın Türkiye'ye ta 50 sene öncesine ta 70'lere nasıl gönderdiler. Ne diyor? ‘Değerli müşterimiz un satışlarımız bir adetle sınırlıdır. Tüm müşterilerimizin faydalanması için stokçunun önüne geçilmesi için.’ Stokçunun önüne geçilmesi derken ne diyor? bunu diyen kim? Tarım Kredi Kooperatifi. Cumhurbaşkanının törenle açtığı, bin tane şube açacağım dediği market, Tarım Kredi Kooperatifi. Ya cumhurbaşkanın açtığı market ne diyor? Halkı stokçulukla suçluyor. 'Stokçuluğun önüne geçilmesi için bir adetle sınırlıyorum' diyor. Ayıp ya böyle bir şey olur mu? Sen bu ülkede üretimi bollaştıracaksın, ülkeye bolluk ülkesi yapacaksın ondan sonra ne kuyruk kalır ne böyle bir adet sınırı falan kalır. Yazık günah. Bir başka örnek Ayçiçek yağı, 'bir adetle sınırlı' diyor. 'Bir taneden fazla olamazsın' diyor. Burası Türkiye arkadaşlar. Bir zamanların bolluk ülkesi, bir zamanların refah ülkesi, bir zamanlar 12500 dolar milli gelire ulaşmış bir ülkeden bahsediyoruz. Şeker, Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde bu ülke şeker fabrikaları kurmuş. O dönemde bu ülke şeker üreticisi olmuş. Şeker üretimi tüketiminden çok daha fazla olmuş bir ülke burası. Hatta o kadar çok şeker üretimi vardı ki biliyorsunuz bir dönem böyle kotalar, kısıtlamalar falan getirdi çok şeker pancar ekiliyor, çok üretiliyor biz bunu tüketemiyoruz içeride diye. Cumhuriyetin ilk yıllarında şeker üretiminin merkezi olmuş bir ülke bugün kendi vatandaşına şekeri satarken bir torbayla sınırlayarak satıyor. Olur mu böyle bir şey? Sadece sebebi arkadaşlar kötü yönetim kötü başka bir şey değil. Kötü yönetim. Ülke kötü yönetiliyor. Bu yokluğun başka hiçbir sebebi yok. Geçelim, bu da bir bakkal kardeşimizin rafının yanına yazdığı ilan. Diyor ki 'lütfen zamlarla ilgili benimle tartışmayın zammı ben yapmıyorum' diyor. Ama bunu niye diyor biliyor musunuz? Niye böyle diyor? Niye vatandaş zamlarla ilgili bakkallar, mahallenin manavıyla tartışıyor? Niye? Şöyle bandı geri saralım, ne diyordu Cumhurbaşkanı, 'Ben bu fahiş etiketler ile mücadele edeceğim' diyordu. 'Ben bu marketlerle mücadele edeceğim' diyordu. ‘Fahiş etiketlerle ve marketlerle mücadele edeceğimi' diyordu. Kendi sözleri bunlar. Niye? Çünkü kur yükseliyor.

Kurun yükselmesinin sebebi sadece Sayın Erdoğan'ın bilim dışı, akıl dışı talimatlarıyla Merkez Bankasının yaptığı işler. Kur bunun için yükseliyor? Kur yükselince fiyatlar artıyor. A'dan Z'ye her şeye zam geliyor. İğneden ipliğe her şeye zam geliyor ama bu enflasyonun bir suçlusun lazım değil mi? 'Bu enflasyona ben sebep oluyorum, suçlusu benim' diyemiyor fahiş fiyat etiketlerini düşman ilan ediyor, marketleri düşman ilan ediyor. Buna inanan bazı vatandaşlarımız da geliyor alışverişe bakkalla, manavla 'ya niye bunu pahalı satıyorsun.' Ya esnaf ne yapsın, bakkal manav ne yapsın. A'dan Z'ye bu ülkede bütün maliyetler artmışken bakkalın, manavın, kasabın alış fiyatı maliyetler artmışken, esnaf ne yapsın. Bu değerli arkadaşlar doğru bir tutum değil. Kuru patlatıp fiyatları sıçratıp A'dan Z'ye bütün her şeye zam gelmesine sebep olup, ondan sonra hiçbir şey yokmuş gibi aradan çekil, vatandaşlar esnafın baş başa bırak fahiş etiketle, markette onları düşman ilan et, aradan kaç öyle bir şey yok.

Değerli arkadaşlarım, değerli gençler hep beraber bu ülkeye can olacağız. Hep beraber bu ülkenin hukukuna da ekonomisine de can olacağız. Hep beraber inşallah yapacağız bunu.

Değerli arkadaşlarım, tablo bu tabloyu izledik.

Biz bu ülkenin refah seviyesini zamanında arttırmamış mıydık? 3500 dolardan alıp milli geliri 12500 dolara çıkartmamışmıydık.

Bizim ekonomi yönetiminin başında olduğumuz, ülkenin ortak akıl ve istişareyle yönetildiği günlerde enflasyonu tek haneye indirip, paradan altı sıfırı atmamış mıydık?

Paramızın itibarını arttırmamış mıydık? Enflasyonu tek haneye düşürmemiş miydik?

Merkez bankasının rezervlerini doldurmamış mıydık? Merkez bankasını yedek akçelerini üst üste istiflememişiydik.

Hepsini yapmıştık, hepsini.

Ama bu iktidarın büyüklü küçüklü ortakları, tam bir mirasyedi gibi ülkenin birikiminin üstüne çöktü ve elde avuçta ne varsa, neyimiz varsa tükettiler.

Merkez Bankası'nın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini gizli saklı, arka kapı operasyonlarıyla cayır cayır sattılar. Merkez Bankası'nın yıllarca biriktirdiğimiz Türk Lirası cinsinden yedek akçelerini bir günde dağıttılar, sıfırladılar bir günde. Hiç acımadılar. Taraflı Partili Cumhurbaşkanı, akraba bakan da el ele verip 2018 de Ekonomi yönetimini akıl dışı, bilim dışı yöntemlerle üstlendiklerinden sonra ülkede artık hiçbir konuda dikiş tutmuyor.

  1. Yüzyılda, 2021 yılında, ülkemizi hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, dışa kapalı, gittikçe fakirleşen bir ülkeye çevirdiler.

Dahası, uluslararası ilişkilerde de itibarımızı iki paralık ettiler.

Lafa gelince “dünyaya meydan okuyan lider” deniyor, ama meydan falan kalmadı arkadaşlar. Kimse Türkiye’yi dikkate almıyor.

Şu geçen hafta olanlara bakın. Ciddiye alınacak bir ülke mi? Daha dün hain ilan ettiği, düşman ilan ettiği ülkeyi buraya davet etti, devlet töreniyle karşıladı ‘dostum’ diye kucakladı. Hani 15 Temmuz'un bunlar finanse etmişti? Hani 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün arkasında bunlar var diyordunuz. Sizin bakanlarınız çıktı bunu söylemedi mi? Yandaş gazeteleriniz, televizyon kanallarınız sürekli bunu haber yapmadı mı? 15 Temmuz gibi hain darbe teşebbüsüne destek vermekle suçladığınız bir ülkeyi nasıl oluyor da 5 sene gelip burada Türkiye'de kucaklıyorsunuz? Ben bunu anlamıyorum. Ya doğruyu söylemediniz ya zamanında suçlu ararken o ülkeyi de suçladınız şimdi o manevranın derdindesiniz. Ya da memleket öyle bir hale düştü ki oradan gelecek 3- 5 milyar doların uğruna düşman ilan ettiğinizi bugün dostum diye sarılıyorsunuz. Hangisi söyleyin? Çok mu paraya ihtiyacınız var? Bunun için mi yapıyorsunuz? Ya da zamanında bir düşmana ihtiyacınız vardı da onun için o ülkeyi itham ettiniz. Anlatın ya bizde anlayalım. Bu ülkenin vatandaşlarının hakkıdır bunu bilmek.

Sen aklana esiyor düşman, ertesi gün sarıl dostum. Böyle bir ülkenin itibarı olmaz arkadaşlar. Hiç kimse sizin bağırıp çağırmanızı ve hiç kimse sizin eyyy nidalarınızı bundan sonra artık dikkate almaz. 'Ya bunlar bağırıyor, çağırıyor ondan sonra kucaklıyor' derler. 'Ne yaptıkları belli değil bunların’ derler.

Ülkemizin sözünün gücü kalmadı. Bakın, uluslararası ilişkilerde diplomasi de bir sözün gücüdenen bir güç vardır. Bu arkadaşınız tam 3 yıl Avrupa Birliği Bakanlığı yaptı. İki yıl Dışişleri Bakanlığı yaptı. Uluslararası ilişkilerde sözün gücü vardır. Sözün gücü, askeri gücün de ekonomik gücünün de üstünde daha fazla size başarılar elde eder. Çünkü sözün gücü demek itibar demektir. Sözün gücü demek güvenilir olmak demektir. Sözün gücü demek bütün dünyanın size itimat etmesi demektir. Böyle zikzaklar çizen, böyle bir uçtan bir uca savrulan bir hükümete, bir yönetime dünya güvenir mi? Dünya size itibar edip de iş yapar mı? Sizinle işyapması için ancak çok büyük bir şeyler vermeniz lazım. Çok büyük şeyleri ödemeniz lazım. Ancak ondan sonra gelirler.

Dünyanın en büyük 21. Ekonomisine sahip, Avrupa’nın en geniş topraklarına sahip, Avrupa’nın en büyük ve en genç nüfusuna sahip bir ülke bunu hak etmiyor arkadaşlar.

İşte bizler, DEVA kadroları olarak ülkemizi istikrara ve refaha kavuşturma amacıyla yola çıktık.

DEVA Partimizin attığı her bir adım, ülkemizi hukuka bir adım daha yaklaştırıyor. Attığımız her bir adım ülkeyi adalete bir adım daha yaklaştırıyor. Attığımız her bir adım, temel haklar ve özgürlüklerin en üst standartlara çıkması konusunda ülkeyi bir adım daha ileriye taşıyor. Attığımız her adım ülkeyi bir adım daha refaha yaklaştırıyor.

Bizim hedefimiz net, bizim yolumuz belli.

Biz özgür ve zengin bir Türkiye için yürüyoruz. Özgür ve zengin bir Türkiye için.

Buna hepimizin ihtiyacı var. Gençlerimizin ihtiyacı var. Hem özgürlüğe hem de refaha ihtiyacımız var.

Hem bugünün hem yarının DEVA’ya ihtiyacı var. DEVA kadrolarına ihtiyacı var.

İşte bu yüzden tüm üyelerimizle, tüm gönüllülerimizle birlikte, damla damla ülkemizin her köşesinde büyüyoruz. Ve inşallah başaracağız. Bu ülkeyi kötü yönetimden kurtaracağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bugünkü iktidar dar gelirli vatandaşlarımızı korkuyla kendilerine bağlamaya çalışıyor.

Kulaktan kulağa, fısıltı gazetesiyle “biz gidersek bu sosyal yardımlar, sosyal destekler kesilir. Bunu biz veriyoruz. Biz gidersek size yapılan bu yardımlar, destekler verilmez” diyerek fısıltı gazetesini çalıştırarak vatandaşlarımıza, özellikle de dar gelirli vatandaşlarımıza el altından bir mesaj vermeye çalışıyorlar.

Ben buradan sayın Erdoğan’a şu güzel haberi vermek istiyorum:

Siz gidince asıl bu ülkeye zenginlik getireceğiz. Siz gidince bu ülkeye refah gelecek. İhtiyacı olan vatandaşlarımız zengin ve güçlü devletin daha büyük imkanlarından faydalanacak. Bugün ülkenin kaynaklarını çarçur ettiler. Devlet ne kadar güçlü olursa, devletin hazinesi ne kadar dolu olursa, Merkez Bankasının rezervleri ne kadar güçlü olursa ihtiyacı olan vatandaşına o kadar yardım verecektir, destek verecektir. Yardım ve destek diye verdikleri rakamların artık hiçbir şeye yetmediğini de biliyoruz.

Biz ne yapacağız? Önce sizi ilk seçimlerde, müsait bir durakta indireceğiz ardından ülkemizi bu karanlık tünelden çıkaracağız.

İnanın yüzler gülecek, inanın hukuk devletini kuracağız. Güveni inşa edeceğiz. Ekonomiyi ayağa kaldıracağız ve bunu çok hızlı yapacağız.

Bugün; toplumun en zengin %5’lik kesimi ile en yoksul %5’lik kesimi arasında tam 26 kat gelir farkı var. Bunu söyleyen kim TÜİK. Rakamları ayarlama endüstrisi. Ama artık mızrak çuvala sığmadığı için bunları yayınlamak zorunda kalıyorlar

Daha bir önceki sene bu fark 22 kat idi. Gelir dağılımı hızla bozuluyor.

Gını katsayısı yükselmeye başladı. Bunu TÜİK yayınlıyor her sene. TÜİK açıkladığı, gelir dağılımının bozukluğunu ölçen rakam da artık hızla artmaya başladı.

TÜİK bile bu gerçeği gizleyemiyor.
Siz hangi sosyal yardımdan, hangi sosyal politikadan bahsediyorsunuz? Yürüttüğünüz tek politika halkı yoksullaştırmak.

Üstelik bakın politikanın ucuz iş gücünü istismar etmek olduğunun da Cumhurbaşkanı geçen açıkladı dedi ki: Biz ekonomik modeli değiştiriyoruz. Ne yapıyorsunuz? Rekabetçi kur. Rekabetçi kur ne demek? Kur yükselsin döviz cinsinden asgari ücret düşsün, o düşük aşkın ücretli ülkeye büyütelim. Ne diyor? 'Eskiden farklı bir ekonomik model uyguluyorduk şimdi yeni modele geçiyoruz' diyor. 'Yüksek kur modeline geçiyoruz' diyor. Niye? Kur yükselince bizim bu a şu anda asgari ücretinde 220 dolara. 220 dolar 1 aylık asgari ücret. Ne diyor? 'Ben Türkiye'de işgücünün ucuzlatacağım, işgücünün daha ucuz hale getireceğim. Böylece ucuz iş gücüne dayanan bir ihracat yapacağım' diyor. Bu ülke refahı bir kere yaşadı. 12500 dolarlık milli gelir gördü bu ülke. Bir dua vardır, Allah gördüğünden geri koymasın diye. Sayın Erdoğan'ın söylediği ekonomik model insanları gördüğünden geri koyacak. Bugünleri aratacak bir model. Kendi söylüyor, ‘Rekabetçi, yüksek kur’ diyor, ‘yüksek kurla ihracatı artıracağız’ diyor.

Yüksek kur artınca, kur yükselince A'dan Z'ye her şeye zam gelmiyor mu ya? Kur yükselince insanlar fakirleşmiyor mu? Kur yükselince bu gençler bilgisayar alırken, akıllı telefon alırken, tablet alırken daha fazla para ödemek zorunda kalmıyor mu. Gençlerin gücü artık telefona yetmiyor. Ne diyor ‘yüksek kurula büyüyeceğim’ diyor. Ne demek? ‘Ben ülkeyi fakirleştirecek öyle ekonomi büyüteceğim, diyor. Böyle bilmem olur ya. Böyle bir şey yok arkadaşlar yok. Eğer Cumhurbaşkanı bu modelle büyümek istiyorsa gelsin bunu Sultangazi de Sultangazi'nin sokaklarına caddelerine anlatsın, vatandaşa bir izah etsin. Gitsin bizim yaptığımız gibi Çorum'a, Tokat'ta, Yozgat'a, Sivas'a gitsin oradaki üniversite gençlerine bir anlatsın. ‘Üniversiteden mezun olduğunuzda dolar olarak sizin elinize az para geçecek. Az para geçince ucuza mal edeceğiz. Çok ihracat yapacağız. Biz böyle büyüyeceğiz’ diye üniversitede okuyan gençlerin de bir anlatsın da görüyorum. Kimse inanmaz buna, böyle büyüme olmaz. Vatandaşını fakirleştirerek yoksullaştırarak bir ülkenin ekonomisi büyümez. Böyle bir şey yok.

Değerli arkadaşlar, biz, tek bir ailenin bile yoksulluğun pençesinde yaşamaması için çalışacağız.

Bu nedenle, yoksul yurttaşlarımıza asgari gelir desteği sağlama sözünü şimdiden veriyoruz.

Bu ne demek?

Asgari gelir desteği ne demek? Diyelim ki Sultangazi'nin Habipler mahallesinde bir aile var. Bizim görevlendirdiğimiz sosyal destek uzmanları tüm Türkiye genelinde her aileyi, zimmetlediğimiz sosyal destek uzmanları ne yapacak? O ailenin kapısını çalacak, aynı aile hekimleri gibi. Her bir aileyi bir sosyal güvenlik, sosyal destek uzmanın zimmetleyeceğiz. Her sosyal güvenlik, sosyal destek uzmanının elinde sorumlu olduğu ailelerin adı soyadı, adresi, telefon olacak. Ailelere muntazam ziyaret edecekler. Kapıları çalacaklar. Durumunuz nasıl, bir ihtiyacınız var mı? Devletten bir beklentiniz var mı diye soracaklar. Bu ailenin işsiz genci varsa hemen İŞKUR’a kaydedecekler. O ailede engelli bir vatandaş varsa engellilerle ilgili desteği alıyor mu almıyor bunu kontrol edecekler. Bu ailenin okula başlayacak çocuğu varsa yokluk sebebiyle okul masraflarını ödeyemiyorsa onu hemen not alacaklar.

Her ailenin bu ailede kaç kişi yaşıyorsa gerçekten ihtiyacı ne aylık ne kadar bir gelirle o aile geçirebilir bunu tespit edecekler o ailenin şu anda ki gelir seviyesi nedir buna bakacaklar ve aradaki farkı devlet asgari gelir desteği olarak o hale ödeyecek. Model bu. Hiçbir vatandaşımız devletten destek almak için sosyal destek, sosyal yardım almak için kapı kapı dolaşmak zorunda kalmayacak.

Şu anda değerli arkadaşlar 40'tan fazla kapı var. Sosyal yardım sosyal destek veren 40'tan fazla kamu kuruluşu var. Ya biliyoruz ki bazı ailelerimizin otobüse dolmuşa binipte bu sosyal destek, sosyal yardım nereden alınır, nasıl alınır, nasıl o destek alınır bunu bilecek durumu yok. Yol parası yok gidecek o desteği talep edecek. Devlet desteği, sosyal destek, sosyal yardım bir haktır arkadaşlar, hak. Hak temelli bir iştir. Devletin verdiği bir lütuf değildir.

Bu ülkenin vatandaşı olan bu ülkede vergi ödeyen ekmek alırken bile KDV'sini ödeyen, ayçiçek yağı alırken KDV'sini ödeyen, şeker alırken, un alırken, KDV'sini ödeyen her vatandaşımız ihtiyaç duyduğunda devlet desteğini alma hakkına sahiptir. Hiç kimse bunu kendi cebinden ödemiyor. Hiç kimse bunu kendi kesesinden edemiyor. Öyle bir hava oluştururlar ki yardım kolisi, yardım paketi geliyor ‘İşte bu şu partiden geliyor. Bu falanca kişiden geliyor’ öyle bir şey yok. Bunların hepsinin kaynağı sizlerin ödediği vergiler. Madem ki bu paranın kaynağı vergiler herkesin hakkı.

İşte biz bu vatandaşımızın hakkını devletin bir lütfu olarak değerlendirmiyoruz. Bu nedenle iktidar değişirse sosyal yardımlar biter yalanını da kimse ciddiye almasın. Sosyal yardımlar, sosyal destekler bunlar bir gitsin nasıl daha çok artıyormuş nasıl daha vatandaşımızın yüzügörüyormuş inşallah herkes görecek.

Kimsenin endişesi olmasın. Bakın, başka neler yapacağız?

Dar gelirli vatandaşlarımıza; yeni doğan bebeklerin sağlıklı yetişmesini sağlamak amacıyla, bir yıl boyunca süt ve bebek maması başta olmak üzere ihtiyaçlarını biz devlet olarak karşılayacağız.

Sosyal yardımların, hızlı, adil ve insan onurunu zedelemeyecek şekilde sunulmasını sağlayacak kurumsal yapısal dönüşümleri gerçekleştireceğiz.

Yani, sağ elin verdiğinden, sol elin haberi olmayacak. Bizim kültürümüz bunu söylüyor. ‘Göstere göstere yardım etme’ diyor. İlan ede ede destek verme diyor. Sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmasın diyor. Biz insan onuruna yakışır bir yöntemle devlet desteklerini sağlayacağız.

Bu yapısal dönüşüm sayesinde,

Sosyal yardımları tek merkezde toplayacağız. Bir ‘ALO’ uzaklığında olacak sosyal destek uzmanı.

Vatandaşlarımızın sosyal yardım talep etmelerini beklemeyeceğiz, merkezi sistemle biz ihtiyaçsahiplerini tespit edeceğiz.

Sosyal yardımların partizanca dağıtıldığı ve yoksulluğun istismar edildiği çarkı sona erdireceğiz.

Sosyal yardımlara, hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın toplumun ihtiyaç sahibi tüm kesimleri erişebilecek.

Bir adım da sosyal konutlarda atacağız.

Dar gelirli ailelere, uygun şartlarda sosyal konut temin etmeyi hızlandırarak devam ettireceğiz.

Sosyal konutlara bir rant perspektifiyle değil, barınma hakkını ve insan yaşamını merkeze alan bir bakış açısıyla çalışacağız.

Ancak, değerli arkadaşlarım, belki de en önemlisi, halkımızı yardımlarla yaşamaya mecbur olmaktan en kısa sürede kurtaracağız.

Tek bir vatandaşımızın bile sosyal yardıma bağımlı bir hayat sürmesine de razı değiliz.

Bu doğrultuda, sosyal yardım alan vatandaşlarımız için özel tasarlanmış istihdam programları uygulayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sosyal hizmetler alanında da yeniliğe gideceğiz.

Çocukların ve yaşlıların en iyi koşullarda güvenli yaşam sürmeleri önceliğimiz olacak.

Bu doğrultuda, yaşlı bakım ve çocuk koruma merkezlerinin bir arada bulunduğu tesisler kuracağız. Bakın burası çok önemli. Aynı tesiste hem bakıma muhtaç yaşlılar hem de koruma ihtiyacı olan, koruma altındaki çocuklar hizmet alacak. Bu çok farklı bir sosyal model. Çünkü biz istiyoruz ki hiçbir yaşlımız kendini garip hissetmesin. Kendini yalnız hissetmesin. Bu sosyal bakış açısını kuracağımız yeni tesislerde gerçekleştireceğiz, hayata geçireceğiz.

Engelli vatandaşlarımızın önündeki engelleri kaldırmak için hem gerekli düzenlemeleri yapacağız hem de son yıllarda hızla artan enflasyon sebebiyle, hatalı politikalar nedeniyle, alım gücü gittikçe azalan engelli maaşlarını her kademede iyileştireceğiz.

Evde bakım aylığı alanların, genel sağlık sigortası primlerini biz ödeyeceğiz ve geçmişe yönelik borçlarını da sileceğiz.

Başka neler yapacağız?

Gittiğimiz her yerde emekli vatandaşlarımızın feryadını duyuyoruz.

Emekliye reva görülen koşullar, utanç verici.

DEVA Türkiye’sinde, emeklilerimizi enflasyon karşısında ezdirmeyeceğiz.

Emeklilerimizin satın alma gücünü kademe kademe artıracak bir ekonomi politikası uygulayacağız.

Biz zamanında yaptık emeklerimiz 3 5 aylık maaşından artırdıklarıyla gidiyorlar da bir hafta İtalya’da tatil yapıyorlardı. Bu ülkede yaşandı, Türkiye'de yaşandı. Belki 30 yaşın altındaki gençlerimiz o günleri hatırlayamıyor olabilir. Bu ülkede bu oldu. Gençlerimiz KYK burslarını şöyle birkaç ay biriktirip bir hafta iki hafta Avrupa'da tatil yapıyorlardı. Böylesine güçlü bir ekonomimiz vardı. Böylesine güçlü bir paramız vardı o dönemde.

Hepsini berbat ettiler. İnanın çok yazık ettiler bu ülkeye. Mahvettiler. A'dan Z'yi A'dan ülkenin hukuk yapısını da ekonomi yapısında berbat ettiler.

Seneler boyu çalıştıktan sonra, insan onuruna aykırı maaşla yaşamaya mahkûm edilen emeklilerimizin, iyi koşullarda yaşaması sağlayacak bir ortam sağlayacağız. Bu tamamen devletin gücü ile alakalı bir şey. Devlet zengin olunca ekonomik olarak güçlü olunca herkes bundan istifade ediyor.

Siz devletin Merkez Bankası rezervlerinin eksi 50 milyara düşünürseniz, sıfırın altında indirilseniz, yedek akçelerin sıfırlarsanız, bu ülkenin biriken her şeyin çarçur ederseniz işte bunun bedelini emekliler ödüyor. Bunun bedelini engelli vatandaşlarımız ödüyor. Bunun bedelini KYK rakamlarıyla okuyamayan gençlerimiz ölüyor. Biz düşük emekli maaş alan emeklilerimize de daha yüksek tutarlarda bayram ikramiyesi vererek o eskiden gelen dengesizlikleri önlemenin bir yöntemi olarak da bunu uygulayacağız. Tek yöntem değil ama bir yöntem bu.

Ayrıca, emeklilikte yaşa takılanlar sorununun da farkındayız.

EYT ile ilgili meselenin taraflarıyla detaylı bir görüşme trafiği şu anda sürdürüyoruz.

Arkadaşlarımız, birden fazla çözüm seçeneği üzerinde çalışıyor.

EYT sorununu da adalet bazında ve finansal sürdürülebilirlik bazında çözerek bu konuda da eskiye ait ne kadar hata, yanlış, adaletsizlik varsa bunları gidereceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz, biz iktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde yapacaklarımızı eylem planlarımızla açıklıyoruz.

Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyoruz. Çünkü vatandaşlarımız kaliteli bir siyaseti hak ediyor.

İşte az evvel sosyal politikalar eylem planımızdan küçük bir kısmı anlattım. Çok uzun bir eylem planımız var. Her konuda eylem planımız var. Tarımdan tutun afet yönetimine kadar. Eğitimden sağlığa kadar her alanda. Her aladan ilk 90 gün ve ilk 360 gün çalışıyoruz.

Ama bir de ilk 90 dakikamız var.

Fakat ülkenin öyle sorunlar var ki ilk 90 dakikada dahi çözebilirsiniz. Hükümetin ilk 90 dakikası. Nasıl? İlk 90 dakika da bu ülkede bazı konularda hemen nefes aldırmak mümkün vatandaşlarımıza. Nedir? Bir, yargı bağımsızlığını ilk 90 dakikada sağlarsınız. Yargıya giden şu talimat yollarını yok ettiğiniz anda iş biter. Dönüp hakimlere savcılara dersiniz ki 'hukuka, vicdana göre hareket edin, hukuka uyun. Anayasaya, yasalara, uyun vicdanınızın sesini dinleyin, ona göre karar verin' dersiniz yargı o anda bağımsız olur. Ama yargı tarafsız çalıştırmak için reformlara ihtiyaç var. Yargı reformunu ayrıca açıklayacağız. O biraz daha zaman alır.

Bir başka konu, ilk 90 dakikada çözülecek bir başka konu. 'Ey gençler artık özgürsünüz sosyal medyada istediğiniz yazın çizin, istediğiniz like’layın. Bundan sonra hiç kimse hiç kimse; Face’de şunu paylaştın, Twitter’da bunu like’ladın diye hiç kimsenin kapısında polis belirmeyecek. Hiçkimsenin sabah polis kapısını çalmayacak. Özgürsünüz. Sosyal medyada paylaştıklarınız için hiç kimse sizi KPSS'den sonraki mülakatta eleyemeyecek. Çünkü biz mülakatı kaldıracağız, topyekûn kaldıracağız. Bakın bunlar ilk 90 dakikaya çok beklemeye gerek yok. İlk 90 dakika, yani o kadar.

Basın özgürlüğü, gazetecilere dönüp diyeceğiz ki; arkadaşlar bu devlet size zulmetti, siz boğdular, işiniz yaptırmazlar farkındayız ama bundan sonra artık özgürsünüz. Özgür olarak düşündüğünüzü yazın, düşündüklerinizi çıkın televizyonlarda anlatın. Hiç kimse sizin yazıp çizdiğiniz sebebiyle, hiç kimse konuştuklarınız sebebiyle artık işten kovduramayacak. Hiç kimse sizi hapse attıramayacak. Artık basın özgürdür diyeceğiz. İş orada bitecek. İlk 90 dakika, o kadar. Şunu çok iyi biliyoruz, özgür basın demokrasinin can damarıdır arkadaşlar. Özgür basın hayat kurtarır. Çünkü özgür basın doğru haberi vatandaşlara aktarır. Özgür basın, dürüst yorumları vatandaşlara anlatır. Hükümetin propagandası karşısında, hükümetin yalan yanlış söyledikleri karşısında özgür basın olduğu sürece hiç kimse böyle ortalarda rahat at oynatamaz. Onun için özgür basın çok önemli.

Yine ilk 90 dakika, Merkez bankasıymış, BDDK’ymış, RTÜK’müş hiç fark etmez bütün bağımsız kurumlar döneceğiz diyeceğiz ki; arkadaşlar siz bağımsızsınız. Zaten kanunda yazıyor ama biz fiili durumda oluşturmayacağız. Kimseyi tehdit etmeyeceğiz. Kimseyi tehdit ya da teşvikle, havuçla ya da sopayla yönlendirmeyeceğiz. Bağımsız kurunsanız artık bağımsız çalışacaksınız. Bunların hiçbirisi zor değil. Çok zor değil, “işinizi yapın” diyeceğiz. İktidara göre değil hakka, hakikate, hukuka rasyonaliteye göre hareket edin diyeceğiz. Bu kadar kolay inanın bu kadar kolay.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz, DEVA partisi olarak emin adımlarla emaneti teslim almaya geliyoruz inşallah.

Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız.

Kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Çünkü DEVA partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, İstanbul’un DEVA’sı var, Sultangazi’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

27 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Büyükçekmece İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN BÜYÜKÇEKMECE İLÇE KONGRESİ KONUŞMA METNİ

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

İstanbul il teşkilatımızın ve Büyükçekmece ilçe teşkilatımızın değerli başkanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Büyükçekmece ilçe teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

Türkiye’yi il il ilçe ilçe geziyoruz. Sadece ben değil genel başkan yardımcılarımız, genel merkezde görevli tüm arkadaşlarımız, yönetim kurulu üyelerimiz, kurucularımız. Ülkemizi bir nakış dokuma hassasiyetiyle damla damla kuşatıyoruz.

Daha geçen hafta Çorum’daydım, Yozgat’taydım, Sivas’taydım, Tokat’taydım. Gittiğimiz her ilde ve ilçede çarşı, pazar esnafımızla, çiftçilerimizle buluştuk. Genç arkadaşlarımızla, öğrencilerimizle oturduk, dertleştik. Vatandaşlarımızı dinledik. Dertlerini anlamaya çalıştık. Bir yandan da ülkemizdeki bütün bu sıkıntıları, sorunları vatandaşlarımızdan dinledik. Kendi çözüm önerilerimizi de onlara aktardık.

Bugün de Büyükçekmece’deyiz. Büyükçekmece’de aslında 12 Eylül tarihinde hep beraber ilçe binamızın açılışı vesilesiyle çok güzel bir programda buluşmuştuk. Bugün Büyükçekmece ilçemizde yaptığımız ikinci program. Bu kongre vesilesiyle sizlerle beraber olmak büyük bir mutluluk. Bu organizasyondan emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Yarın da Sultangazi ilçemizdeki benim katılacağım ilk programı gerçekleştirmiş olacağız. Önümüzdeki hafta yine İstanbul’dayız. Aralık’ta yine İstanbul’dayız. Artık İstanbul’da yoğun bir şekilde sahadayız.

Şunu görüyoruz ki; İstanbul DEVA’nın damlalarına aslında hasret kalmış. Biz de gerçekten İstanbul’u özlemişiz. Karşılıklı bir hasret giderme süreci yaşıyoruz aynı zamanda. İstanbul en büyük ilimiz. Aynı zamanda dünyada Türkiye’nin en çok tanınan, en çok ziyaret edilen ili. İşte bu güzel ilimizde, 39 ilçesiyle Türkiye’nin en büyük ilinde. Artık DEVA Partisi her yerde var. Her caddede sokakta varız. İnşallah bütün ilçe teşkilatlarımızın mahalle görevlilerini tespit etmesiyle beraber her mahallede olacağız.

Sandık bölgesi görevlerimizi belirlememizle beraber her sandık çevresinde olacağız. Mutlaka dokunacağız. Hem dinleyeceğim hem de bol bol vatandaşlarımıza anlatacağız.

Bizim medya imkanlarımız sınırlı ama teşkilatlarımız aracılığıyla bu aracıya yani medyaya çok da bağımlı kalmadan birebir vatandaşlarımıza dokunarak yolumuza devam edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bizler hükûmetteyken, liyakatli kadrolar varken, istişare ve ortak akıl varken, Türkiye bir özgürleşme dönemi yaşadı. Bir zenginleşme dönemi yaşadı. Bir yandan demokratikleştik bir yandan da kalkındık. İki sütuna dayanan bir reform süreci yaşadık hep beraber Türkiye’de.

Gerçekten bir dönem bizlerin de içinde olduğu bir ekip Türkiye’de bir tarih yazdı. Bunu gerçekleştirdik. 3500 dolardan aldık milli gelirimizi 12500 dolara ulaştırdık. İhracatımızı 36 milyar dolardan aldık 132 milyar dolara ulaştırdık. Bunu bu ülkede Türkiye’de gerçekleştirdik.

Ardından özellikle bizler ayrıldıktan sonra, ortak akıl ve istişare bir kenara bırakıldıktan sonra ülkemizde keyfi yönetim egemen oldu.

2018’de partili ve taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile hak ve özgürlüklerimiz birer birer elimizden alınmaya başladı.

Bu kötü yönetimle; ülkemiz, ekonomiden dış politikaya, tarımdan hukuka kadar her alanda geriledi, geriliyor.

Hani bu ucube sistemin oylanacağı günlerde Türkiye’nin uçacağı söyleniyordu ya...

Türkiye bir yere uçmadı. Ama Türkiye, bu ülkenin gençlerinin ilk buldukları uçakla başka ülkelere uçmak istediği bir ülke oldu.

Türkiye adeta uçurumdan aşağı itildi.
“İstikrar getireceğiz” vaatleriyle sunulan bir sistem, ülkemizi yoksullaştırdı. Bu sistem ülkemizi dünyada yalnızlaştırdı, demokrasiden uzaklaştırdı.

Başka bir ülke düşünüyor musunuz ya? Dış politikanın olmadığı bir ülkede nelerin yaşandığını hep beraber şahit oluyoruz. Daha bundan beş sene önce 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğu söylenilen, bu hükûmetin bakanlarının kontrol ettiği medyanın hain diye ilan ettiği, 15 Temmuz’a destek verdi diye itham ettiği bir ülkenin veliaht prensini geçen hafta devlet töreniylekarşıladılar.

Ben bu geçen süre içerisinde bir özür duymadım. Burada birilerinin çıkıp bu milletten, bu halktan özür dilemesi lazım. Değil mi? Ya o ülkenin yetkilileri çıkıp diyecek ki, “Evet ya biz hata ettik. Kusura bakmayın çok büyük hata ettik. Bir darbeye destek verdik. Özür diliyoruz.” diyecek.

Ya da bizim ülkemizin hükûmeti, cumhurbaşkanı diyecek ki, “Ya biz sizi haksız yere itham etmişiz kusura bakmayın” diyecek. Özür dileyecek. Ama bir ülkenin diğerinden bir şekilde özür dilemesi lazım böyle bir buluşma için. Bu kadar yüzsüzlük olabilir mi ya? Bu millet bu kadar kandırılabilir mi?

Ne oldu? Bu hükûmetin cumhurbaşkanının kendi kabinesinde bakanlar itham ederken, gazetelerin birinci sayfasında, televizyon haberlerinin birinci sırasında bu ülke düşmen ilan edilirken ne oldu da döndünüz dolaştınız bugün dost oldunuz. Ben bunu bu ülkenin vatandaşı olarak merak ediyorum.

Aynı zamanda bu ülkede üç sene Avrupa Birliği Bakanlığı, iki sene Dışişleri Bakanlığı yapmış bir tecrübem olması itibarıyla da merak ediyorum. Bu ülke,

bu millet, 84 milyonluk ülke sizin sürekli aldatmacalarınıza, kandırmacalarınıza maruz kalmak zorunda değil ki. Hangisi doğru, hangisi?

Daha son aylara kadar bu ülkeyi itham etmeniz mi doğru bunlar haindi, düşmandı diye? Yoksa dostum diye kucaklayıp bize çok para getirin diye yalvarmanız mı doğru? Bunlardan birini açıklamanız lazım.

Ama değerli arkadaşlarım, biz adına sistem denen, ama tam bir sistemsizlik olan bu süreci artık tarihe gömeceğiz.

Bugünün ve yarının Türkiye’sinden silip atacağız.

Tabii sorun sistem sistem diyoruz ama sadece sistemle de ilgili değil. Ülkeyi yöneten zihniyetle ilgili. Hep diyoruz sadece sistemin düzelmesiyle bu ülkede işler düzelmez. Topyekûn bir zihniyet değişikliği lazım. Topyekûn bir iktidar değişikliği lazım diyoruz. Ancak öyle bu ülke toparlayacak diyoruz.

Hiç endişeniz olmasın bakın. Bu partili taraflı cumhurbaşkanlığı sistemi, tarih kitaplarında kısa bir bölüm olarak yer alacak. Yarım sayfa bir sayfa. Türkiye’nin uzun tarihinde yarım sayfa bir sayfa yer alacak. Ne diyecekler o bölüme? Türkiye’nin gerileme dönemi diyecekler. Nasıl ülkelerin bir yükselme dönemi vardır, duraklama bir de gerileme dönemi vardır. İşte bu da bizim yakıntarihimizin o sürecin bizim gerileme dönemimiz olarak tarih kitaplarında yazacak.

Tarih kitapları, bu taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin uygulandığı dönemi, bu sistemi “bir kişinin duyguları ve dürtüleriyle koskoca ülke hızla fakirleşti, yoksullaştı, geriledi” diye anlatacak.

Gelin, şöyle bir muhasebe yapalım:

Çok da fazla detaya girmeden sadece bizlerin ekonomi yönetiminin başında olduğumuz dönemde ortak aklın ve istişarenin ve liyakatli kadronun olduğu dönemde Türkiye’de ne oluyordu? Son üç yıldır taraflı partili cumhurbaşkanlığı döneminin yani Sayın Erdoğan’ın tek imzayla aklına geleni yaptığı dönemde memleketimizde neler yaşandı kısa birkaç grafikle görelim.

Biliyorsunuz, biz Türkiye ekonomisinin yönetimini iki defa teslim aldık. Bir;2002. Krizden hemen sonra. İki;2009. Küresel krizden hemen sonra. İkisinde de kriz vardı. Çok şükür ikisini de çözdük ekonomiyi ayağa kaldırdık.

Çok karanlık günlerden ülkemizi aydınlığa, refaha ulaştırdık. Ama şu tek kişilik sistemin muhasebesini bir yapmamız lazım.

Büyüme hızıyla başlayalım.

Hani rakamları eğip bükerek “şu kadar büyüdük, bu kadar büyüdük” diye övünüyorlar ya... Bakalım büyüme bizim dönemde nasılmış, son üç yıldır nasıl? Grafikle görelim.

Grafik-1 (büyüme hızı-mukayeseli)

Arkadaşlar, bu yıllık büyüme oranı. Bu şu demek? Yüzde 7,3 ne demek biliyor musunuz? Her sene ortalama arka arkaya 7,3 büyüme demek. Yani ekonomimizin büyüklüğü 100 ise bunu 107,3 yapıyorsunuz. 107,3’ün de 7,3’ünü alıyorsunuz. Yani katmerliye katmerliye çarpan etkisiylebüyütüyorsunuz ekonomiyi.

Bu biraz teknik bir tabir ama geometrik ortalama. Aritmetik ortalama değil yani. Yüzde 7,3’leri çarpa çarpa büyüyorsunuz. Bir yıl yüzde 7 büyüyorsunuz, oraya geliyorsunuz, bir daha onun yüzde 7’si.

Tam 11 yıl boyunca yani ekonomi yönetiminde ehil kadroların, liyakatli kadroların, istişarenin ve ortak aklın olduğu dönemde ortalama büyüme hızı bu. Bu teşhir edilmiş, tarihe geçmiş.

Gelelim partili staraflı cumhurbaşkanlığı sistemine. Ortalama kaç? Yüzde 3,6.

Tabii bu eski rakamlar güvenilir, sağlam rakamlar. TÜİK’in bağımsız bir şekilde hesap edip açıkladığı rakamlar. Oysa şu son 3,6 TÜİK’in, değişen TÜİK’in, bağımsızlığını kaybeden TÜİK’in, hükûmetin tamamen emri altına giren TÜİK’in makyajlanmış rakamları. Bu rakama inanıyorsak, 3,6’ya inanıyorsak bu kendi açıkladıkları.

Bunlar büyüyoruz diyorlar ama, büyümeyi hisseden bu ülkede kimse var mı?

Çıkıyor cumhurbaşkanı, ben hayret ediyorum. İki lafın başı “Şu kadar büyüdüki bu kadar büyüdük.”

Her gün sokaklardayız. Ertesi gün ben vatandaşlarımıza soruyorum. Ekonomimiz büyümüş haberiniz oldu mu diyorum.

Diyorlar ki bana “Bizim cüzdanımız küçüldü, biz bunu biliyoruz” diyorlar. “Her birimiz cüzdanımızın küçüldüğünü hissediyoruz.”

Her şey çok açık, ülke ekonomisi ne zaman şaha kalkmış ne zaman ilerlemiş. Vatandaşımızın mutfağı ne zaman huzurla dolmuş, hepsi çok açık, çok net.

Bir başka veri: dolar cinsinden kişi başı milli gelire bakalım.

Grafik-2 (dolar cinsinden mg-mukayeseli)

Dolar cinsinden önemli çünkü bu dünyaya göre satın alma gücümüzü gösteriyor. Teknoloji ürünlerine, özellikle maliyeti döviz bazında olan ürünlere ne kadar kolay erişiyoruz ne kadar zor erişiyoruz. Onu gösteriyor bu.

Diğer ülkelere göre ne kadar zenginiz ne kadar fakiriz bunu gösteriyor. Onun için dolar bazından kişi başına düşen milli gelir önemli. Ne olmuş? Liyakatli kadroların, istişarenin, ortak aklın devrede olduğu dönemde Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir yılda ortalama yüzde 12,2 büyümüş. Bu da geometrik ortalama. Yani katlaya katlaya gidiyor.

Yüzde 12 büyüyorsunuz, büyüdüğünüz noktanın da yüzde 12’sini alıp bir daha büyüyorsunuz. Öyle bir büyüme.

Peki, gelelim son üç yıla. Partili taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi başlamış. Tek yetkiyi istiyorum diyen tek yetkiyi eline almış. Aklına eseni yapmaya başlamış. Ne olmuş? Yıllık ortalama yüzde 2,9 milli gelirimiz düşmüş. Hesap ortada.

Bakın, biz artırmışız onlar düşürmüş. Biz bu milleti zenginleştirmişiz, onlar yoksullaştırmış. Muhasebe burada. Hesap çok açık.

İşte bunun için gerileme dönemi diyorum.

Görünen köy kılavuz istemez. Her şey ortada.

Bakın, bizim ekonomide en başarılı olduğumuz dönemde, dış politikada en başarılı olduğumuz dönemlerde ki o 2002-2009 arası her alanda ne diyorlardı?

O ehliyetli, liyakatli kadrolar çalışırken, istişareyle iş yapılırken ne diyorlardı? Çok güçlü bir liderlik var, güçlü lider bu başarıyı elde etti diyorlardı değil mi?

O dönemi hatırlayalım. Güçlü lider. Güçlü lider geldi başarı elde etti. Peki şu son üç yıldır ülkede güçlü lider yok mu? Üstelik bütün gücü tek elinde toplayan bir lider yok mu? Yargıyı tamamen kontrol altına alan, Meclisi tamamen kontrol altına alan, sivil toplumu susturan, özel sektörü sindiren, aklına geleni yapan bir lider yok mu şu an? Böyle bir cumhurbaşkanı yok mu?

Peki niye başaramıyor? Demek ki neymiş? Öyle güçlü lider tek başına her şeyi başarırmış, süper kahraman falan yok öyle bir şey ya. Yok öyle bir şey. Onlar filmlerde, hikaye kitaplarında... Yok öyle bir şey.

Bir ülkenin gücü güçlü kurumlarında olur. Bir ülkenin gücü hukukla yönetilmesiyle olur. Bir ülkenin gücü kurallara bağlı bir yönetim anlayışıyla olur. Bir ülkenim gücü iyi yetişmiş, iyi eğitim almış, genç bir nüfusuyla olur.

Bütün bunlar olacak ama tabii ki bir koordinasyon lazım. Tabii ki bir eşgüdüm lazım. Tabii ki bir yönetim kadrosu lazım. Ama siz önce temelleri sağlam tutacaksınız.

Siz liyakatli kadroları devre dışı bırakın, yanlış insanları etrafınızda toplayın, istişareyi bir kenara bırakın, benim alanım ekonomi deyin, ben ekonomistim deyin, ekonominin kitabını yazdım deyin ondan sonra memleketin ekonomisini böyle batırın. Geldiğimiz nokta bu.

Bu tutarsızlığı herhalde fark etmek lazım değil mi? Daha iki hafta önce biz ekonominin kitabını yazdık diyor. İki hafta sonra şimdiye kadar yaptığımız şeyler yanlıştı bize engel oluyorlardı artık biz modelimizi değiştireceğiz diyor. Ya bir karar ver hangisi. Yani gerçekten başarılı oldun, ekonominin kitabını mı yazdın zamanında yoksa geçmişte bir sürü yanlışlar yapıldı artık ben aklıma gelen doğruları mı yapıyorum diyorsun? Bir karar ver. Bu kadar tutarsızlık olmaz ki ya.

İnanın bu milleti cahil yerine koyuyorlar. Bu milleti anlamaz zannediyorlar. Hiç öyle zannetmesinler. Millet her şeyim farkında. Daha yeni bakın Sivas’ta, geçen hafta yolda yürüyoruz akşamüstü arkadaşlarımızla esnaf ziyareti yapıyoruz. Baktık kaldırımın üstünde bir hacı amca tabii Sivas soğuk akşamüstü yün beresini takmış, uzun sakalı var, bir taburenin üzerine oturmuş yolunda kenarında kağıt mendil satıyor.-

Yaşı zannederim 74,75. Selam verdik, selamünaleyküm aleykümselam. Nasılsınız dedim, sağlık sıhhat nasıl... Döndü, iyiyim evlat ya dedi. Sonra ayağa kalktı biraz zorlanarak, dedi ki “Ben seni iyi tanıyorum, sizin zamanınızda bu ülkede işler çok iyi gitti. Çok hizmetiniz dokundu. Ama bunlar şu anda mahvettiler. Gönlüm de desteğim de sizinle” dedi. Oturdu kenarda kağıt mendil satmaya devam etti.

Bu Anadolu’nun bağrında oluyor. Onlar zannediyorlar ki anlamazlar ya ne anlatsak yutarlar ne anlatsak doğru kabul ederler. Öyle değil.

Yalanı bir söyle iki söyle üç söyle bir süre sonra adamlar “ya dur ya bu doğru mu değil mi, bir dakika.” der. Eskiden gelen güvenle söylenmiş birinci yalan zemin bulabilir. Eskiden gelen güvenle söylenmiş ikinci yalan da belki inandırabilir. Ama siz üçüncü, dördüncü yalanı söylüyorsanız biter. Yılların biriktirdiği güven sıfır olur.

Ama bunların ülkemize verdiği zarar, keşke bu kadarla sınırlı kalsaydı. Gerçekten arkadaşlar farkı görüyorsunuz.

Bu milletin alın terini, bilek gücünü, akıl gücünü nasıl küçülttüler görüyorsunuz. Rakamlar ortada.

Biz gördükçe kahroluyoruz.

Bir bizim dönemimizdeki hayat standardına bakın, bir de şimdikine. Daha dün gece birkaç gençle sohbet ediyoruz. Bir tanesi “Ben üniversite birdeyken dört beş aylık KYK bursumu biriktirdiğimde tam 15 gün Avrupa’da tatil yaptım ve iyi otellerde kaldım. İyi restoranlara gidip yemek yedim” dedi. Şu anda 25,26 yaşında. Ne zaman olmuş? 7,8 sene önce. Bakın daha 7,8 sene önce. KYK bursu için verilen para bir gencimizin 15 gün Avrupa’da tatil yapmasına yetecek bir para. Bugün böyle bir şey mümkün mü?

Euro ile çarpın bakalım. Bir şişe su Almanya’da kaça bir çarpın. Bir kutu meyve suyu İtalya’da kaça. 13,14’le çarpınca acayip rakamlar ortaya çıkıyor. Bildiğiniz gibi değil yani. Bunların hepsi hayal oldu. Bir zamanlar bu kendine güvenen, bütün dünyayı ben giderim görürüm ama memleketimi de severim diyen gençler artık kendi geleceklerini başka ülkelerde kurgulamak istiyorlar. Kendi yarınlarını başka ülkelerde planlıyorlar. Yazıktır. Çok yazık.

Bir konu daha var. Sayın Erdoğan Davos’ta “One minute” demişti. O zaman ekonomiye bir şey oldu mu? Hatırlayalım o günleri. Piyasalar karıştı mı kur sıçradı mı? Niye hiçbir şey olmadı? Çünkü temellerimiz sağlamdı. Çünkü Merkez Bankasının rezervleri yüksekti. Merkez Bankasının yedek akçelerini istiflemiştik duruyordu yedek. Merkez Bankasının rezervlerini hazırlamıştık.

Merkez Bankasının rezervleri kendi tabirleriyle söyleyeyim, ekonomik savunma cephanesidir. Yoksa niye biriktiriyorsunuz rezervi? Rezerv ne işe yarar? Rezerv kötü günler içindir. İçeride ya da dışarıda olabilecek riskli, kötü gelişmelere karşı ya da pandemi yaşadık, bu tür gelişmelere karşı ülkenin koruma kalkanıdır.

One minute dedi bakın hiçbir şey olmadı. Sonra bizler ayrıldık. Ortak akıl bir kenara atıldı. İstişare bir kenara atıldı. Bir önceki Amerikan başkanı Trump’tan bir mektup geldi hatırlıyor musunuz? “Aptal olma” mektubu.

O günler de piyasadaki çalkantıyı hatırlıyorsunuzdur değil mi? Yok, Papa ziyaret edildi, edilmedi, şu serbest bırakıldı, bırakılmadı. Devamlı piyasalar çalkalandı durdu. Siz işte o ekonominin temelini zayıflatırsanız, ülkenin Merkez Bankası rezervlerini cayır cayır satarsanız eksi 50 milyar dolara düşürürseniz, yedek akçeleri sıfırlarsanız işte elin adamı gelir size bu ağır lafları da söyler. Tek bir kelimeyle karşılık veremezsiniz çünkü korkarsınız. Ya galiba piyasalara bir şey oluyor, galiba ülkeye zarar verecek bunlar diye.

Siz sağlam tutun ülkenizi, ekonominizi sağlam tutun. Ondan sonra da rahat rahat göğsünüzü gere gere bütün dünyada doğrular konuşun. Hiç merak etmeyin bakın, nasıl ülke içerisinde hakkı, adaleti konuşan itibar görürse dünyada da öyle. Siz dünyada hakkı konuşun, adaleti konuşun, tutarlı olun; itibar, saygı görürsünüz. Sözünüzün gücüyle pek çok işi yaparsınız.

O sözün gücü, itibar; paranın da askeri gücün de çok daha üstünde çıkar sağlar ülkeye. Çok daha büyük başarılar elde edersiniz. Bunlar hem ülkemizin itibarını iki paralık ettiler, hem ekonomimizi.

Hem sözümüzün gücünü yok ettiler hem cebimizdeki parayı.
Hem iddialı bir ülke olma vasfımızı sıfırladılar, hem gençlerin hayallerini. Bu kadar hızlı bir kötüye gidiş olamaz.

Ama gittik geldik ne oldu? Bir yandan “nas” bir yandan “kurtuluş savaşı”. Bu nidalara hapsolduk. Bir yandan vatandaşlarımızın en temiz dini duygularını istismar edecek bir yandan da en temiz milli duygularını istismar edecek. Ne olacak? Bu bütün ekonomik sorunların üzerini kapatmaya çalışacak. Bu kadar ucuz değil. Artık biz varız. Biz sizin yanlışlarınızı gösteriyoruz, işaret ediyoruz. İzin vermiyoruz. Halkımızı aldatmanıza izin vermiyoruz, vermeyeceğiz. Doğruları anlatacağız.

Ama çok rahatsız oluyorlar. Ne oldu? Sayın Erdoğan kendine bağlı medyasıyla bir “ekonomik kurtuluş savaşı” diye bir şey uydurdu. Biz de çıktık hemen birkaç saat sonra öyle bir yok dedik ya. Ekonomik kurtuluş savaşı falan yok dedik. Siz ne diyorsunuz dedik. Yani milletimize açlığa razı olur, fakirliğe, yokluğa razı ol çünkü savaştayız mı demek istiyorsunuz dedik.

Bu millet her türlü fedakarlığa, her türlü cefakarlığa hazır olur, razıdır ama ülkemiz gerçekten bir savaşın içindeyse razıdır. Sizin kendi kendinize çıkarttığınız ekonomik krizin bedelini bu millet ödemek zorunda değil ya. Kimse kusura bakmasın.

Sözüm ona, halkımıza vatan diyerek, bayrak diyerek, toprak diyerek nas diyerek; yoksulluğa, açlığa göz yummasını sağlayacak. Bu kadar ucuz değil artık. Biz varız biz. Hiç.

Sözüm ona milleti “krizin sebebi dış güçler” diyerek kandıracaklar. Yok artık. Hangi kurtuluş savaşı, hangi dış güç ya?

Olan biten, sadece, hükümetin yanlışlarının bedelini bu milletin ödemek zorunda kalmasıdır.

Yanlışı hükümet yapıyor, hesabı millete kesiyor. Hiç kimseyi kandıramazlar.

Ha bu bir itirafsa bilelim. “Biz ülke ekonomisini 100 sene öncesine, işgal günlerindeki ekonomik seviyeye döndürdük” diyorlarsa o ayrı mesele.

Maşallah çöküşte çok başarılılar ama, biz bu kandırmacaya müsaade etmeyeceğiz.

Biz zamanında bu ülkenin önce demokrasisini ve hukukunu ayağa kaldırdık. Eş zamanlı olarak ekonomisini canlandırdık. Bir yandan Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamak için sürekli anayasal ve yasal reformlar yaparken bir yandan da ekonomide aklın ve rasyonalitenin gereğini yaptık. Vatandaşımızın refah seviyesini arttırdık.

Bunları, bugünkü iktidar har vurup harman savursun diye yapmadık.

Merkez bankasında yedek akçe biriktirdik, döviz rezervleri biriktirdik. Biz yaptık bunları, biz.

Ve taraflı, partili cumhurbaşkanı, akraba bakanla el ele verip hepsini çarçur etti.

Neredeyse 3 yıl oldu, 2019’un başında cayır cayır satmaya başladıkları 130 milyar dolarlık döviz rezervini, nereye, ne zaman, nasıl sattıklarını hala açıklamadılar. Soruyoruz nerede bu para diyoruz. İlk açıklaması; “pandemi için harcadık.” İkinci açıklaması; “yerinde duruyor.” Üçüncü açıklaması; “deprem oldu şuraya buraya.” Bir dediği bir dediğini tutmuyor. Ama bu milletin alın teriyle, helal kazancıyla kuruş kuruş biriktirilen her şeyi hiç ettiler.

Bu iktidar her sıkıştığında vatandaşlarımızın ya tertemiz milli duygularını ya da dini duygularını istismar ediyor.

Yeter artık, gerçekten yeter.

Bu iş bilmezlik, bu kötü yönetim, doğmamış çocuklarımızın yarınlarından çalıyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Şu an ülkemizin tüm sokaklarında endişe hakim. Özellikle şu son bir hafta on gündür izliyoruz. Herkes bu iş nereye gidiyor, bu ülkenin hali ne olacak, benim halim ne olacak diyor. Tüm ev hanelerinde yarınlara yönelik kaygı hakim.

Bir gün sonrasının nasıl olacağına dair korku hakim. Paramızın değeri tarihin en düşük en dip noktasında.

Biraz teknik bir ifade ama nominal olarak da reel olarak da en dip noktada.

Anlık gelen zamların altında nefes almaya çalışıyoruz.

Sayın Erdoğan, senelerce meydanlarda yağ kuyruklarından bahsetti. Hani o ülkemizin o eski günleriyle ülkenin o parlak günlerini mukayese ederken 1990’larla 1970’lerle ülkemizin o zirveye çıktığı 2009,2010,2011,2012,2013 yıllarını mukayese ederken hep eski kuyruklardan bahsediyordu. Haklı tabii. Bu ülkede 30-40 sene evvel bunlar yaşandı. Gençler bunu bilmezdi.

Ama bu kötü yönetimin sayesinde, artık yeni nesil de kuyrukları görmeye başladı.

Bakın Sayın Erdoğan vaktiyle ne demiş?

Video - Erdoğan zam

Artık var. Maalesef yine var. Bunları Meclis kürsüsünde söylerken 2009 bütçesi diyor. O dönemlerde söylüyor. Ülkede işlerin iyi gittiği dönemde 1970’lerdeki, 1990’lardaki kötü günleri hatırlatıyor. Ama artık bu memlekette tekrar bayat ekmek kuyruğu var. Sık sık gelen zamlardan önce depolarını doldurmak isteyenlerin oluşturduğu benzin kuyrukları var. Marketlerde miktar sınırı uyarılarıyla satılan ürünler var. Ya un, kahve... Asmışlar, ‘Bir paketten fazla alamazsın’ diyor. Bolluk ülkesini yokluk ülkesine çevirdiler. Ülkeyi o eski karne günlerine döndürüyorlar hızla.

Karne şu demek... Belki gençler bilmeyebilir. Vatandaşa şöyle yazılı bir çizelge veriyorsunuz. Bir dönem ekmek karnesi uygulanmış bu ülkede yani günlük bir kişinin bir ekmek hakkı var, iki derse alamıyorsun. Ve karneye de yazıyorlar. Bir ekmek hakkın vardı aldın diye kenarına işaretliyorlar. O gün ikinci bir ekmek alamıyorsun, bunu yaşadı bu ülke.

Ben kendi çocukluğumda gayet iyi biliyorum. Bizim arabamızda benzin karnesi duruyordu torpidonun gözünde. Çünkü haftalık benzin alma limiti vardı. Gidip öyle haftada iki üç defa depo doldurmak yok. Yaklaşık haftada yarım depoluk hakkı vardı herkesin. Ben bunu özellikle gençlere anlatıyorum. Ancak o yarım depo benzini alırsan bir hafta idare edeceksin onla. Arabaya fazlabinmeyeceksin. Toplu ulaşımla gideceksiniz. Bunları yaşadı bu ülke.

Sayıyla un alıyoruz, zam korkusuyla kuyruklara giriyoruz. 50 kuruş civarında ucuza almak için bu ülkenin vatandaşları bayat ekmek kuyruğunda beklemeye başladı. O 2009’da bizlerin işin içinde olduğu, ortak aklın, istişarenin içinde olduğu dönemde 1970’leri, 1990’ları hatırlatıp o günün başarılarıyla övünen Sayın Erdoğan, bugün ülkeyi 2009’lardan ta alıyor götürüyor 1970’lerin 1990’ların ülkesi haline çeviriyor. Şu anda yaşadığımız bu.

Dünyanın en büyük 21. Ekonomisine sahip, Avrupa’nın en geniş topraklarına sahip, Avrupa’nın en büyük ve en genç nüfusuna sahip bu ülke bu hale düşürülemez. Bunu ancak kötü yönetim yapar ya.

İşte bizler, ülkemizi istikrara ve refaha kavuşturma amacıyla bir yola çıktık. Demiyoruz ki 2013’teki o zirveye tekrar döneceğiz. Hayır. Çok daha ilerisine gideceğiz.

Biz milli geliri 3500 dolardan alıp 12500 dolara çıkarttığımızda dedik ki; ya bunu 2002,2013 arası 11 yılda milli geliri neredeyse 4’e katlayan bir akıl, bir ekonomi politikası, bir istişare zemini bundan sonraki 10 yılda 2013’ten 2023’e rahatlıkla 25000 dolar ulaştırır dedik. Hesap ortada bakın.

2002’de 3500 dolardan almışsınız, 2013’te yani 10 yıl sonra 12500 dolara çıkmış milli gelir. Neredeyse 4’e katlamış. E, 11 yılda 4’e katlanan bir milli gelir 2013’ten 2023’e yani geriye kalan 10 yılda 2’ye katlamaz mı?

Ne dedik o gün? 25000 dolar hedefledik dedik. 25000 dolarlık bir milli gelir hedefimiz var bizim dedik. 2023 ile alakalı. Eylül ayında Sayın Erdoğan’ın imzasıyla orta vadeli program açıklandı. 2023 hedefi ne biliyor musunuz? O da daha dolar kuru 8 iken. Şimdi 12,13. Bütün hesap alt üstü oldu ama varsayalım ki 8 liralık dolarla 2023 hedefi 10700 dolar.

Biz koymuşuz 25000 dolar hedef zamanında, Sayın Erdoğan indirmiş bunu 10700’e. Muhasebe bu. Biz 2008’de 11000 dolardık ya. 2002’de 3500. Ve ta 2023’e yazdığı hedef:10700. Tabii bu yeni kurla böyle 12,13 liralık dolarla o da bir hayal artık bitti. Mümkün değil. Çünkü şu anda aynı Nasreddin Hoca’nın bineğinden düşüp de zaten inecektim dediği gibi. Kuru patlatınca, enflasyon hızla artınca ne diyor? Biz yeni bir politikaya geçtik diyor. Bir bildiğimiz var diyor. Yok ya hiçbir bildiğiniz yok ya. Bilmiyorsunuz. Olay bu.

DEVA Partisi’nin her bir adımı, Türkiye’yi zenginliğe yaklaştırıyor.

Bizim hedefimiz net, bizim yolumuz belli.

Özgür ve zengin bir Türkiye için yola çıktık. Bunu hepimizin ihtiyacı var. Hem bugünün hem yarının artık DEVA’ya ihtiyacı var. İşte bu yüzden tüm üyelerimiz, tüm gönüllülerimizle birlikte damla damla ülkemizin her köşesinde büyüyoruz.

Bu iktidarın ortakları, bir de “tüm dünyada kriz var” diyerek, yaşadığımız krizi sıradan göstermeye çalışıyor.

Yok arkadaşlar. Dünyada bizdekine benzer nitelikte bir kriz falan yok. Bazı temel hammadde fiyatlarında dolar bazında artışlar oldu. Pandemiyle beraber tedarik zincirindeki aksamalar fiyatları bazı ürünlerdeki fiyatları dolar bazında artırdı. Ancak bizde fiyatlar hem o dolar bazındaki artış kadar bir de kurdaki artış kadar artıyor. Katmerli, çarpanlı artıyor bizde fiyatlar.

Hiçbir ülkede bizdeki kadar büyük bir paranın değer kaybı olmadı. Hiçbir ülkede bu kadar yüksek bir devalüasyon yaşanmadı. Bu kendi tabirleriyle yerli ve milli bir kriz. Ev yapımı, el yapımı bir kriz. Dünyayla mukayese edecek bir durum yok burada.

Bizim yaşadığımız bambaşka bir şey.

Olan biten burada, Türkiye’de. Çünkü Türkiye’de işi bilmezler iş başında.

Az kaldı az. Bu ülkenin bugününün ve yarınının üstüne karabulut gibi çöken bu iktidardan ve zihniyetinden kurtulmamıza az kaldı. Sayılı gün çabuk geçer. Seçim ilkbaharmış, sonbaharmış, bilemediniz en geç 2023 haziranmış. Sayılı gün çabuk geçer. Biz bunu biliriz.

Kimsenin şüphesi olmasın, endişesi olmasın, biz, DEVA Partisi olarak emaneti teslim almaya geliyoruz inşallah.

Önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız. Güveni tesis edeceğiz. Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız.
Kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz.
Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, İstanbul’un DEVA’sı var, Büyükçekmece’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

26 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kadın ve Adalet Eylem Planı Toplantı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KADIN VE ADALET EYLEM PLANI TOPLANTI KONUŞMASI

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, partimizin kadın ve adalet eylem planını açıklayacağımız basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

Bugün konumuz kadın ve hukuk. Ancak sabah saatlerinde aldığımız bir haber üzerine kısaca birkaç hususa değindikten sonra asıl konumuza gelmek istiyorum.

Biliyorsunuz partimizin kurucularından Metin Gürcan’ın bugün sabah saatlerinde ikametine Bakırköy Sulh Ceza Hakimliğinin kararı üzerine bir ev araması yapıldı. Aynı zamanda kendisi şu anda gözaltında. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2020 yılındaki bir soruşturmasına dayanarak bu işlemin yapıldığı bilgisini almış durumdayız. Ve söz konusu soruşturmayla ilgili bizim hukukçu arkadaşlarımız konuyu çok yakından takip ediyor.

Ben eşiyle Senem Hanım’la telefonda görüştüm. Geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Hem ailesine olan desteğimiz hem de Metin Bey’e olan hukuki desteğimiz şu anda yoğun bir şekilde devam ediyor. Bu sürecin tamamen hukuki bir mecrada ilerlemesi gerektiğinin son derece önemli olduğunu burada özellikle altını çizerek vurgulamak istiyorum. Ve bu hukuki süreçte de partimizinhukukçu arkadaşlarının Metin Bey’e sonuna kadar en güçlü desteği vereceğini de özellikle ifade etmek istiyorum.

Konuyla, dosyayla ilgili daha detaylı bilgilere sahip olduktan sonra kuşkusuz kamuoyuna bu konuyla ilgili daha detaylı bilgileri vereceğiz. Ama şu anda elimizdeki bilgiler son derece sınırlı. Konu çok yeni olduğu için henüz detaylı bilgiye sahip değiliz ama hukukçu arkadaşlarımız meselenin üzerinde.

Şunu özellikle vurgulamak istiyorum. Bugünkü bu gelişme eğer siyasi bir nitelikteyse eğer hedef partimize yönelik bir tutumsa veya hedef ülkenin bu ağır ekonomik kriz gündeminin üzerini örtmekse şunu ifade etmek istiyorum ki; bu tür olaylar bu tür girişimler DEVA kadrolarını asla yıldıramaz, DEVA kadrolarını asla yolundan alıkoyamaz. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Eğer bunun arkasında bir siyasi niyet varsa siyasi motivasyonla yapılan bir işse ki bu tür gelişmeler de olabiliyor biliyorsunuz. Buradan o mesajı da açık açık vermek istiyorum. Biz yolumuza devam ediyoruz. DEVA kadrolarını asla yıldıramazlar. Metin Gürcan Bey’in de sonuna kadar hukuki desteğimizle beraber yanında olacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz bizim uzunca bir süredir Kadın Politikaları Başkanlığımızla, Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığımızın ortaklaşa yürüttüğü bir çalışma vardı. Bu konuyla ilgili çalıştay yapıldı, uzmanların görüşleri alındı. Ve nihayetinde bir raporla beraber bir eylem planı hazırlandı. Bugün işte size bu Kadın ve Adalet Eylem Planımızı açıklamak üzere bu basın toplantımız düzenlemiş oluyoruz.

Biliyorsunuz siyasi tarihimizde bir ilk olarak DEVA Partisi her konuda detaylı eylem planları hazırlıyor. Eylem planı şu demek? Seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 gününde ilk 360 gününde takvime bağlanmış bir şekilde neler yapılacağının açıklanması demek.

Bugüne kadar tarım konusunda eylem planı açıkladık biliyorsunuz. Afet yönetimiyle ilgili eylem planı açıkladık. Sosyal politikalarla ilgili eylem planımızı açıkladık. Dijital dönüşüm ve teknolojiyle ilgili eylem planımızı açıkladık. Yakında doğa hakları ve çevreyle ilgili eylem planımızı açıklayacağız. Ayrıca parlamenter sistemle ilgili güçlendirilmiş eylem planımızı açıkladık.

Ve bu eylem planlarında atacağımız her adımın mutlaka bütçesini hesap ediyoruz. Atacağımız her adımı da bir takvime bağlıyoruz. Yani bütçesi hesaplanmamış ve takvime bağlanmamış hiçbir taahhüde girmiyoruz.

Her eylem planımız ortalama 50 eylemden oluşuyor. Az ya da çok olabiliyor duruma göre. Ve topladığımızda bunların nihayetinde 20 ayrı alanda yaklaşık bin tane eylemden oluşan bir külliyat oluşacak. Bu siyasi tarihimizde bir ilk. Hiç kimse bu kadar detaylı bir çalışmayı böyle seçimlerden çok önce bugüne kadar yapamamıştı. Ben kaç tane hükûmet programının yazılışını koordine eden ekibin başında oldum. Hiçbir hükûmet programı da bugüne kadar Türkiye’de bu kadar detaylı hazırlanmamıştı. Böylesine güzel, detaylı bir hazırlık yapıyoruz.

Yani eski alışkanlıklar gibi, “yaparız”, “bakarız”, “ya söyleyelim de sonra günü gelince bakarız” türü bir yaklaşım bizde asla yok.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizdeki mevcut yönetim krizinin belki de en ağır maliyetini şu anda kadınlar ödüyor, bunu çok iyi biliyoruz. Her hanenin geçim yükünü üstlenenler; kadınlar. Yokluğu, yoksulluğu en derinden fiilen yaşayan yine kadınlar. Demokrasi kriziyle, eşitliğe aykırı muameleyle en çok muhatap olan, maruz kalan kadınlar. Hukuk kriziyle, her alanda hukuksuzluğu iliklerine kadar yaşayanlar yine onlar. Hakkını ararken dahi ‘başında örtü var’, ‘kılığına kıyafetine bak’, ‘o saatte ne işi varmış’ gibi her türlü haksız ve hadsiz müdahaleyle karşı karşıya olanlar yine kadınlar. Tüm bu krizlerin bedelini bazen maalesef canlarıyla ödeyenler yine kadınlar.

Kadınların yaşadığı sorunun derinliğini bilen bizler, tüm politika alanlarında, kadınlar için çözümü belirleyecek çalıştaylar düzenliyoruz.

Bildiğiniz gibi daha önce Şehircilik ve Yerel Yönetimler Politika Başkanlığımızla Kadın Politikaları Başkanlığımızın beraberce çalıştığı bir eylem planını açıklamıştık. Kadın Politika Başkanlığımız diğer politika başkanlıklarımızla da kesişen konuları, kadın konusunu yatay kesen ne var ne yoksa bütün politika başkanlıklarımızla beraber çalışıyor. Ve bugün de işte sizlere bu çalışmalardan bir yenisini açıklamak üzere bu basın toplantısını düzenledik.

Peki niye bugün? Çünkü biliyorsunuz dün kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günüydü. Bütün dünyada bu konunun farkındalığını artırmak ve hükûmetlere bu konuda ilave tedbirler, ilave kararlar aldırtmak üzere düzenlenmiş bir gün biliyorsunuz. İşte bu vesileyle de karşınızdayız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Partimizin programında da açıkça yazdık. Toplumsal cinsiyet eşitliğine çok önem veren bir siyasi partiyiz. Kadınların her alanda eşit hak ve şartlarda olması gerektiğine ve bunun için de birlikte çalışmanın zorunluluk olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle; partimizde ayrı bir kadın örgütü yok. Bizim partimizde kadınlar ana gövdenin bir parçası.

Her türlü karar mekanizmasında asli unsur. Ve biz kadınları siyasette ‘yardımcı güç’ ya da ‘yedek kuvvet’ olarak görmüyoruz. Fiilen ana gövdede hep beraber yan yana çalışıyoruz. Çünkü biz tüm karar mercilerinde kadınların söz sahibi olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunu sağlamak için de biliyorsunuz partimiz Türkiye’de en yüksek cinsiyet kotasına sahip olan bir parti. Pariteyi hedefliyoruz. Ama en az yüzde 35 diyoruz. Ve biz kadın erkek yan yana yürümedikten sonra siyasetin başarı üretemeyeceğini, siyasetin bu ülkenin sorunlarına çözüm getiremeyeceğine inanıyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Birazdan arkadaşlarım detaylarını paylaşacaklar, o nedenle ben sadece kısa başlıkları belirtmekle yetineceğim. Sonra sözü Elif Hanım’a bırakacağım.

Öncelikle bizim ülkemizde, hatta bu şehirde imzalanmış, adını vererek imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına, yürürlüğünün durdurulmasına biz şiddetle karşıyız. Çok yanlış bir adım olduğuna inanıyoruz. Bu sözleşmeyi savunmaya devam edeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya devam edeceğiz.

Çünkü kadına yönelik şiddetin öncelikle bir zihniyet sorunu olduğunu biliyoruz, hukuk kuşkusuz önemli. Yasalar, kurallar kuşkusuz önemli. Ama şu da var ki ülkedeki genel siyasi iklim, ülkeyi yöneten zihniyet bu meseleye nasıl bakıyor? Hükûmetin kadroları bu meseleye nasıl bakıyor? Bunlar da çok önemli.

Çünkü hükûmetteki bu toleranslı davranış, problemli bakış aşağıda uygulamayı çok çok olumsuz etkiliyor ve fiilen sahada, sokakta her türlü yanlışı görebiliyoruz.

Şunu özellikle vurgulamak istiyoruz ki; kadına şiddet konusunda bu eğilimde olanları, bu psikolojide olanları yüreklendirecek, cesaretlendirecek ne var ne

yoksa önüne set çekmek lazım. Sağlam bir siyasi irade ortaya koymak lazım. Ve topyekûn bir zihniyet değişikliği lazım. Bu konunun çözüme ulaşması için.

Ayrıca, kadına yönelik şiddetle mücadele amacıyla pek çok yasal düzenleme var Türkiye’de. Zamanında iyi niyetle yapılmış, kısmen doğru olduğunu düşündüğümüz yasal düzenlemeler de var. Bir; bu yasal düzenlemelerin daha da kuvvetlendirilmesi gerekiyor. İçindeki yanlışların, eksiklerin giderilmesi gerekiyor. Ama her şeyden önce yasanın uygulanması gerekiyor. Çünkü fiiliyat,uygulama yasasın kendisi kadar çok çok önemli.

İşte bu nedenle bu sorunları ortadan kaldırmak üzere gerekli biz her türlü tedbiri alacağız, yasal düzenlemeleri gerçekleştireceğiz.

Yasaların önleyici gücünü ortaya çıkaracağız. Çünkü aslolan şiddet olaylarının gerçekleşmesini önlemek. Yasanın caydırıcılığıyla, fiili uygulamanın caydırıcılığıyla olayların olmasını önlemek. Olaylar olduktan sonra ceza kuşkusu önemli ama cezanın amacı biliyorsunuz asıl caydırıcılık. Dolayısıyla yasaların ve düzenlemelerin caydırıcı gücünü de son derece önemsiyoruz. Caydırıcı gücün de siyasi zihniyet ve meselelere hükûmetin bakışıyla da son derece yakından ilgili olduğunu düşünüyoruz.

Uygulamada haksız sonuçlara yol açan “iyi hal indirimi” gibi düzenlemelerinin de mutlaka gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Bir kez daha buradan, senelerdir yılmadan, baskılara aldırmadan mücadelesine devam eden kadın hareketine, bu ülkenin bir vatandaşı olarak teşekkür ediyorum.

Şimdi sözü eylem planının bir miktar detayını açıklamak üzere arkadaşlarıma devredeceğim ama son olarak bir teşekkür etmek de vazifemiz. Bu süreçte çok yoğun bir emek ortaya koyan Kadın Politikaları Başkanımız Sayın Elif Esen’e ve Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu’na teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Büyük bir emekle çok geniş bir istişare ve katılımla bu çalışmayı hazırladılar. Bugün Mustafa Bey, Ankara’daki Meclis çalışmaları sebebiyle aramızda değil. Ancak aramızda İstanbul Hukuk ve Adalet Çalışmaları Başkanımız Avukat Sayın Zerrin Baysal var. Mustafa Bey’i temsilen. Planımızı anlatmak üzere sözü şimdi Elif Hanım’a bırakıyorum.

24 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
BİRİNCİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Değerli konuklarımız,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Bugünden itibaren her çarşamba yapacağımız haftalık değerlendirme toplantılarımızın birincisine hoş geldiniz diyorum.

Sözlerimin hemen başında, 24 Kasım öğretmenler günü vesilesiyle, başta kendi öğretmenlerim olmak üzere tüm öğretmenlerimizin, gününü kutluyorum.

*****
Değerli basın mensupları,

Bugünkü iktidar özellikle şu son günlere baktığınızda tam bir akıl tutulması yaşıyor.

Ülkemizi hızla, içe kapalı, baskıcı, otoriter rejimlere benzetmeye başladılar. Aklımız almıyor, havsalamız almıyor.

Tüm ülkeyi topyekûn yoksullaştırmak pahasına, akıl dışı bir ekonomik deneye kalkışmış durumdalar.

Kimsenin önünü göremediği, güvenin kaybolduğu, ağır bir ekonomik kriz ile ülkemizi karşı karşıya bıraktılar.

Kurdaki sıçrama ile gençler sosyal medyada, twitterda yorumlar yapıyorlar.

“Dolar 12 TL” başlığı var. Daha onlar 12 olacak mı derken piyasa ekranına bir bakıyorlar dolar 13’ü geçmiş. Gerçekten piyasalardaki öngörülemezliğin, oynaklığın bu kadar yüksek olduğu dönemleri Türkiye çok az yaşamıştır tarihinde.

İstatistiklerin yayınlanmaya başladığı ilk günden, 1994 yılından bu yana, Türk lirası nominal olarak da reel olarak da, en değersiz günlerini yaşıyor.

Paramız pul olmuş vaziyette.

Orta direk yıkılıyor.

Ülkedeki gelir adaletsizliği hızla artıyor.

Şu an geliri en iyi olan kesim ile, en yoksul kesim arasında tam 28 kat fark oluşmuş durumda.

Anlaşılan iktidar, ülkeyi “mutlak yoksullar” ve “kendi etraflarındaki zenginler” olarak iki gruba ayırmaya kararlı.

Kuru ekmek 4 lira olma yolunda ilerliyor.

Esnaf akşam sattığını, sabah sattığı fiyata dahi yerine koyamıyor. Göz açıp kapayana dek elindeki parası değersizleşiyor.

Zarar eden çiftçiler ürününü ekmekten vazgeçiyor. Asgari maliyetlerini bile karşılayamayacak hale geldiler.

Ülkede yoksulluk derinleşiyor ve yoksulluk intiharları gittikçe yaygınlaşıyor.

Ben şu an karşınıza, içi yanan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak çıkmış vaziyetteyim.

Aynı zamanda karşınıza, bu ülkenin ekonomisinin güçlü olduğu günlerde, ekonomi takımının başında olan bir arkadaşınız olarak çıktım.

Girilen bu yolun, ülke yararına olacağını iddia eden Sayın Erdoğan, ülkemize tarihi bir zarar veriyor.

Bunun ne kadar farkında, emin değilim. Yaptığının bedelini görmüyor, hesap etmiyor.

*****
Değerli arkadaşlar,

Yaşı 30 civarında ve üstünde olan arkadaşlarım hatırlar. Bizim ekonominin başında olduğumuz dönemde gençler, harçlıklarıyla akıllı telefon alıyorlardı. En iyisinden oyun konsolu alıyorlardı.

Burslarını biriktirip, trenle yurtdışına gezmeye gidiyorlardı.

Emeklilerimiz birkaç aylık maaşını biriktirip, yurt dışında tatile gidiyorlardı. Bunlar bu ülkede yaşandı. Türkiye’de yaşandı.

Şimdi sizlerle birkaç tweet paylaşmak istiyorum. Son dönemde gençlerin 5-10 sene öncesindeki gelir durumlarına dair anlattıklarına şöyle bir bakın:

Tweet kolajı

“Eskiden cüzdanda 200-300 tl taşıyınca kaybetme gerginliği olurdu artık o yok teşekkürler yeni Türkiye”

“Laptop eskiden 5 bindi para biriktirip alabilirdik. Şimdi 15 bin olmuş. Tebrikler ülke bitmiş. Bittik olmuşuz biz. Yakında ekmek bile satın alamayacağız bu gidişle”

“Eskiden para biriktirip bir yurtdışı seyahat hayalimiz vardı. Dolar olmuş 9 lira euro olmuş 11 lira. Maaş olmuş çıtır çerez. Artık kredi kartı limiti dolmadan bakkala gitsek kâfi. Dolar 10.”

Hep eskiden yapılan şeyler. Eskiden olan bugün olmayanlar. Birkaç tane daha var, şöyle gösterelim.

Bunlar hep örnek. Geçenlerde bizim Youtube kanalımızın altındaki yorumlara bakarken birkaç tane yorum daha dikkatimizi çekti.

Bir gencimiz diyor ki ‘Ya çok değil bundan 7-8 sene önce bizim buzdolabımızı açtığımız zaman yere mutlaka bir şeyler dökülürdü” diyor. Doluydu almazdı diyor. Şimdi açıyorum buzdolabımızın iki rafı yarım dolu diyor.

Bunu gençlerimiz o günleri hatırlayarak ifade ediyor.

Hepsi bizim ekonomi yönetiminde olduğumuz günlerle mukayese.

Kahroluyoruz işte bunları gördükçe.

O günlerdeki emeklilere bakıyoruz, gençlere bakıyoruz, bir de bugüne bakıyoruz.

Şimdi emekliler eve hapsoldu. Gençler de evdeki odalarına hapsoldu. Ev gençleri oluştu Türkiye’de.

Böyle bir tabir yoktu bizim günlük hayatımızda. Ev gençleri var ve büyük bir kitle bunlar.

Bırakın yurtdışını, bırakın tatili, mahalle kahvesine gidip çay içmenin maliyetini hesaplıyor herkes.

Bu kadar hızlı bir kötüye gidiş olamaz.
Ama gittik geldik “kurtuluş savaşı” nidalarına hapsolduk.

Kendisine bağlı medyasıyla Sayın Erdoğan “ekonomik kurtuluş savaşı” diye bir şey uydurdu.

Sözüm ona, halkımıza vatan diyerek, ülke diyerek, toprak diyerek; yoksulluğa, açlığa göz yumun demek istiyor.

‘Savaştayız yokluğa razı olacaksınız, savaştayız açlığa mahkûm olacaksınız.’

Hangi kurtuluş savaşı?

Olan biten, sadece, hükümetin ekonomideki, dış politikadaki, hukuktaki, adaletlerin yanlışlarının bedelini bu millete ödettirmekten ibarettir. Başka bir şey değildir.

Yanlışı hükümet yapıyor ama hesabı millete kesiyor.

Kimseyi kandıramazlar.

Ha bu bir itirafsa bilelim. “Biz ülke ekonomisini 100 sene öncesine, işgal günlerindeki ekonomik seviyeye düşüreceğiz” diyorlarsa onu da açık açık söylesinler.

Maşallah çöküşte çok başarılılar ama, biz buna müsaade etmeyiz. Vatandaşlarımızın aldatılmasına göz yummayız. Ne aldanan ne de aldatan olacağız.

Biz bu ülkenin hukukunu ayağa kaldırdık. Ekonomisini canlandırdık. Vatandaşımızın refah seviyesini artırdık.

Bunları, bugünkü iktidar har vurup harman savursun diye yapmadık. Bunlar mirasyedilik yapsın diye yapmadık.

Merkez Bankasında yedek akçe biriktirdik, döviz rezervleri biriktirdik. Biz yaptık bunları ve hepsini kara günler için yaptık.

Ne oldu sonra?

Ve taraflı, partili cumhurbaşkanı, akraba bakanla el ele verip hepsini çarçur ettiler.

Neredeyse 3 yıl oldu, 130 milyar dolarlık döviz rezervini hala, nereye, ne zaman, nasıl sattıklarını hala açıklamadılar. Şeffaf değiller. Niye açıklamıyorsunuz? Niye korkuyorsunuz?

130 milyar dolar rezervini siz ne yaptınız? Bunu da söyleyin. 2021’in martında cumhurbaşkanı “pandemi için gerekiyordu kullandık” diyordu. Hemen arkasından birkaç hafta sonra “yerinde duruyor” dedi. Keçiören açılışımızda gösterim bunları. Sonra da “deprem oldu acil ihtiyaçlarımız için kullandık” diyor.

Ya pandemi bu ülkeye 2021’in martında geldi. Siz döviz rezervlerini ocak 2019’da satmaya başladınız. Pandemiden tam 15 ay önce satmaya başladınız. Kaça sattınız, niye sattınız? Niye gizli gizli yaptınız bunu?

Bunu öğrenmek bizim vatandaş olarak hakkımız. Çünkü o rezervler u ülkenin ekonomisinin ve finansal sisteminin en önemli koruma kalkanıydı. En önemli koruma aracıydı.

Bu milletin alnının teriyle, helal kazancıyla kuruş kuruş biriktirdiğimiz her şeyi hiç ettiler.

Bir hafta önce de Merkez Bankasına faizi indirsin talimatını “nas” ile verdi. Buna nas dedi ya.

Kutsal kitabın sayfalarını, mızrak ucuna takıp savaşanlar gibi mi anılmak istiyoruz?

Madem faize karşılar, madem faiz kötü, sıfırlasınlar faizi. Niye öyle bir iki puanla uğraşıyorlar. Madem nas kötü faizi sıfırla.

Kötü kötüdür. Kötünün azı çoğu olmaz. Hemen derhal sıfırlasınlar.

Ama maksatları, sık sık yaptıkları gibi, dinimizin kutsallarını günlük siyasete alet etmek. Bunu artık herkes anladı, anlıyor.

Bu iktidar her sıkıştığında ya milli duyguları ya dini duyguları istismar ediyor.

Bir gün çıkıyor nas diyor bir gün çıkıyor kurtuluş savaşı diyor. Milletimizin vicdanının, kalbinin en hassas noktalarına dokunup kaçıp gitmek. Öyle yok.

Bunu açıklayacaksınız, kaçamazsınız. Yeter artık, gerçekten yeter.

Bu iş bilmezlik, bu kötü yönetim, doğmamış çocuklarımızın yarınlarından çalıyor.

*****
Değerli arkadaşlar

Sayın Erdoğan bir de “tüm dünyada kriz var” diyerek, yaşadığımız krizi maruz göstermeye çalışıyor. Öyle bir şey yok.

Dünyada bizdekine benzer nitelikte bir kriz falan yok. Bizim yaşadığımız bambaşka bir şey.

Olan biten burada, sadece Türkiye’de biz bunu yaşıyoruz. Çünkü olan bitenin faili Beştepe’de. Ben daha önce de söyledim. Yine söylüyorum. Bu kriz ev yapımı bir kriz. El yapımı bir kriz. Bu kriz kendi kullandıkları tabirler yerli ve millî bir kriz.

Bakın çok basit istatistikler, ilkokul çocukları bile interneti açınca görüyor:

Grafik 1 : Dünyada en yüksek faizlerden birisi Türkiye’de

Türkiye şu anda politika faizinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi dünyada.

Grafik 2: parası en fazla değer kaybeden ülkelerden birisiyiz.

Kendi içinde dolar kuru bizdeki kadar hızlı artan bir ülke yok. Dünyada kriz var bizde yaşıyoruz. Yok öyle. Hangi ülkede dolar kuru bu kadar hızla artmış? Var mı bunun bir örneği? Bunu sadece biz yaşıyoruz. Türkiye’de yaşıyoruz.

3. Makyajlanmış rakamlarla bile, tüketici fiyat endeksinin en çok arttığı, yanı enflasyonun en fazla olduğu ülkelerden birisiyiz.

Dünyayla mukayeselerde en yüksek enflasyona sahip ülkelerden birisiyiz. 

4. Gıda enflasyonunda da durum aynı.

Bu da yine TÜİK’in makyajlanmış rakamı. İnansanız dahi yüzde 27 dünyadaki en yüksek enflasyon rakamlarından birisi. Avrupa’nın da en yükseği.

5. Elektrik fiyatlarının en çok arttığı ülkeyiz. 

Türkiye açık ara dünya birincisi. Bizden çok fiyatların arttığı ülke yok.

6. Doğal gaz fiyatlarının en çok arttığı ülkeyiz. 

Açık ara birinciyiz.

7. Bu yılın ikinci çeyreğinde, bizden daha hızlı büyüyen onlarca ülke var.

Dünyayla mukayese baktığımızda ortalamanın altındayız. Bu da rakamlar doğruysa. Ondan da biz emin değiliz. TÜİK’in açıkladığı hiçbir veriden emin değiliz. Bağımsız MB’ye talimatla iş yaptıran hükûmetin TÜİK’in bağımsızlığına saygı duyacağı konusunda bizim derin şüphelerimiz var.

8. İstihdam oranı bizden çok daha yüksek onlarca ülke var.

Rakamlar ortada. Türkiye istihdam oranının en düşük olduğu ülkelerden birisi.

 *****
Sevgili arkadaşlar,

Bu yaşadıklarımız bir afetten, bir felaketten kaynaklansaydı, elbette “sabır gösterelim, fedakarlıkta bulunalım ve beraberce bu zor bugünleri aşalım” derdik.

Ama değil. Tüm bu yaşananlar tek bir kişinin keyfi bir biçimde ve inatla attığı adımların sonucu yaşanıyor.

Tüm bu yaşananlar tek bir kişinin ve etrafındaki danışman takımının hiçbir bilimsel veriye dayanmayan ucube ekonomi teorilerinin sonucu.

Tüm bunların bedelini milletimiz alın teriyle ödedi, ödemeye devam ediyor.

2018 yılında “bu kardeşinize yetkiyi verin” dedi, enflasyon da faiz de nasıl düşürülür göstereceğim dedi. Tek yetkili oldu, hemen ardından ülkemizin 130 milyar dolarlık döviz rezervi çarçur edildi.

Temmuzda hükûmet kuruldu. 5 ay sonra dövizleri cayır cayır satmaya başladılar. Gizli saklı yaptılar. “Benim alanım ekonomi” dedi, MB’nin yıllarca biriktirdiği yedek akçesini ocak 2019’da sıfırladılar.

2019 içinde biriken yedek akçeyi 2020 ocak ayında yine sıfırladılar. Tam 52 milyar lira. Eski parayla 52 katrilyon. Bir anda sıfırladılar ya. Bir kalemde sıfırladılar.

Sonuçta ülkede enflasyon yeninden dirildi.

Kur sıçradı. Korkarım ki; bizim paradan attığımız altı sıfırı bunlar eğer uzarsa iş tek tek sıfırları eklemeye başlayacaklar ki bir sıfır eklediler bile.

Dolar 10 lira geçince ne demek? Al sana bir sıfır eklemek demek. Yıllarca bir küsurlarda gitti dolar kuru. Şu anda 10’u geçmiş artık her gün çalkalanıp duruyor.

Ve değerli arkadaşlar, Hazinemizi yani ülkenin gelecek nesillerini de şimdiden ipotek altına soktular. Bu ülkenin Hazinesinin ve özel sektörünün yüksek miktarda dış borcu var. Kur attığında aynı oranda o borç artıyor.

Siz hangi ekonomik modelden bahsediyorsunuz? Hangi denemeden bahsediyorsunuz? İlkokul çocuklarına sorun bunu söyler. Döviz borcu çok olan bir özel sektöre sahip olan, döviz borcu çok olan bir Hazineye sahip olan ülkede kur çok artarsa o ülkenin borcunun artacağı, o ülkenin borcunun ödemesinin zorlaşacağını herkes bilir. Çok basit matematik bu. Ama maalesef bunu da yaptılar ve kurdaki artış ülkenin dış borç ödemeleri üzerinde çok ağır bir ilave yük oluşturmak durumunda.

Buradan Sayın Erdoğan’a sormak gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten bütün bunlara değdi mi? Çok istediğiniz tek yetki sahibi olmak ve üç buçuk yıllık ortaya koyduğunuz performans ortada. Değdi mi gerçekten?

*****
Değerli arkadaşlar,

Dün ülkemizin çeşitli şehirlerinde bazı küçük eylemler yapıldığını basından gördüm.

Hemen peşinden ne oldu; iktidar medyası ve vekilleri, bazı dar çevrelerin düzenlediği bu eylemi, sanki büyük bir saldırı varmış gibi, ülke güvenliği tehdit altındaymış gibi abarttı da abarttı.

Ya Allah aşkına kendinize gelin. Savaş mavaş yok, ayaklanma yok, şiddet yok, saldırı yok.

Propaganda aygıtından sorumlu kişileri var bunların biliyorsunuz. Bunlar maaşlı devlet memuru. Maaşlarını alıyorlar propaganda aygıtlarını çalıştırıyorlar.

Kendileri devlet memuru ama halka değil, sadece bir kişiye hizmet ediyorlar. Bir ucundan tutmuşlar, parti-devlet el ele hep birlikte “vazgeçmeyeceğiz” demeye başlamışlar.

Yahu sakin olun, size kimse bu hamaset oyununu oynatmaz. Kimse bu “yalandan mağdur” pozlarına girmenize müsaade etmeyecek. Bu oyunu defalarca yaşadık, çok gördük. Kimse inanmaz.

“Bağımsızlık mücadelesi” falan diyerek halkımızı kandırmaya çalışmayın. Geçti o günler. Artık bu millet uyanıyor. Bu millet gerçeklerin farkında gayet iyi varıyor. Siz ne derseniz deyin.

Alışverişe çıkan, çarşıya pazara, markete bakkala uğrayan her vatandaşımız bu ülkenin gerçeklerini apaçık görüyor. Siz ne derseniz deyin. Konuşun. Boş konuşuyorsunuz konuşmaya da devam edin.

Biraz da artık sakinleyin ya, biraz yavaşlayın. Çünkü artık ineceğiniz durağa gelmek üzereyiz. Artık müsait bir yerde inmeye de yavaş yavaş hazırlanın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu ülkenin bir ferdi olarak, ülkemiz için, hepimiz için biz hazırız.

Tüm bilgimizle, birikimimizle, ekibimizle, arkadaşlarımızla biz hazırız.

Tüm çalışmalarıyla ve güçlü kadrolarıyla DEVA Partisi hazır.

Topyekûn bir değişim ile bu kabustan uyanacağız.

Bizim bir davetimiz var. Tüm Türkiye’ye bir davetimiz var:

Biz, vatandaşlarımızı, tam demokratik, özgür ve zengin bir Türkiye’ye davet ediyoruz.

Önce bu tek kişilik yönetime ve zihniyetine son vereceğiz. Ortak akıl ve istişare ile güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz.

Hukuk devletini inşa edeceğiz. Yargıçların tehditle korkuyla yaşamasına son vereceğiz.

Siyasal iktidarın sopasını yargıçların üzerinden kaldıracağız. Yargının da vatandaşlarımıza sopa olarak kullanılmasına son vereceğiz.

Hak ve özgürlüklerden bir adım dahi geri atmayacağız. Gasp edilmiş tüm hakları da aynen iade edeceğiz.

Kurallar egemen olacak. Hukuk çalışacak. Kurumlarda liyakat ve ehliyet geçerli olacak.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyüme stratejisi ile hızla atılım yapacağız.

Bu strateji ne demek biliyor musunuz; ranta dayalı büyümeden katma değeri yüksek ve uluslararası rekabet gücü yüksek olan sektörlere geçmek demek.

Büyüme yatırım ve ihracatla olacak.
Ekonomi büyürken halkımız fakirleşmeyecek.
Ve bu büyümeden tüm vatandaşlarımız adil bir şekilde yararlanacak. Eğitim bütçesini artıracağız.

3 yaşından itibaren başlatacağımız eğitim sürecinde, en doğudan en batıya, en güneyden en kuzeye; fırsat eşitliğini sağlamak üzere yoğun bir şekilde çalışacağız.

Bu kapsamda fiber ağlarla internet erişimini yurdun her köşesine sağlayacağız. Çağdışı yavaş ve pahalı internet hizmetini sileceğiz.

Eğitimin en önemli unsuru olan öğretmenlerimiz için öğretmenlik meslek kanunu çıkaracağız.

Öğretmenlik mesleğini hak ettiği gibi itibarlı bir meslek haline getireceğiz.

Çünkü iyi biliyoruz ki nitelikli eğitimin yolu nitelikli öğretmenlerden geçer. Meslek içi eğitimlerle sürdüreceğimiz öğretmen politikamız ile eğitimde geri kalmışlık ile mücadele edeceğiz. Öğretmenler günü vesilesiyle de vurgu yapmak istiyorum. En önemli meselemiz.

Bakın, yıl ta 2012, 2013. Açın basın arşivlerini bir tarayın. Defalarca söyledim. Defalarca uyardım. Millî gelirimizin zirve yaptığı 12.500 dolara ulaştığı yıllarda söyledim. Dedim ki; eğitimde ve hukukta bu ülke gerekeni yapmazsa Türkiye Cumhuriyeti orta gelir tuzağına düşecek dedim. Hepsi basın arşivlerinde hepsi kayıtlarda. Ve eğitimde de gereken yapılmadı, hukukta da gereken yapılmadı. Ve ülkemiz 12.500 dolarlık zirveden düştü geçen sene 8 bin dolarlara. Merdiven basamağı gibi iniyoruz.

Bu iktidar bu kafayla giderse bu basamaklardan daha aşağı doğru basamak basamak inmeye devam edeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Şu salondaki herkes, ekranları başındaki herkes, kaygıyla ülkemizdeki gelişmeleri takip ediyor biliyoruz.

Duygularınızı paylaşıyorum ama, çözümün çok kolay olduğunu, ülkemizi defalarca krizden çıkarmış bir takımın başındaki arkadaşınız olarak açık yüreklilikle söylüyorum.

Asla karamsarlığa yer yok. Asla olumsuzluğa yer yok. Bakın bizim 2001-2002 krizini çözmemiz iki yıl sürdü. Ağır bir krizdi. 20 tane banka batmıştı. Ülke millî gelirin üçte birini kaybetmişti. Hazine faizleri yüzde 66’ydı. O kadar derin bir krizden iki senede ülkeyi çıkarttık hep beraber.

2008,2009 krizi küresel krizdi, büyüktü. Avrupa’da kaç tane ülke battı iflas etti. Ard arda çözdük. Çözdük yine çözeriz.

Bu kriz bugün itibarıyla dahi henüz 2008 krizine göre de 2001 krizine göre de daha kolay çözülebilecek bir kriz. Ama bugün itibarıyla. Yarın ne olacağını bilemeyiz. Bir ay iki ay sonra daha da kötüye gitmiş işler bilemeyiz. Ama bugün itibarıyla dahi 2001 krizinden de 2008 krizinden de daha kolay çözülebilecek bir nitelikte şu anda. Sebebi de bu krizin el yapımı, ev yapımı olması. Bu krizin kötü yönetim sonucunda oluşması.

Kötü yönetim sonucunda oluşan bir krizi düzgün bir yönetimle çözersiniz. Sebep sonuç ilişkisi çok açık. Onun için bunu gönül rahatlığıyla ifade ediyoruz.

Tabii ki krizi çözmek için sadece ekonomi politikası yetmez. Biz özgür bir Türkiye hedefliyoruz. Biz zengin bir Türkiye hedefliyoruz. Kimsenin kaygısı, kimsenin endişesi olmasın. Bu yokluk günleri de sona erecektir.

Her alanda, kapsamlı şekilde hazırlanmış ve seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 ve 360 gününde yapacaklarımızı anlattığımız eylem planları sürekli olarak yayınlanıyor, kamuoyuyla paylaşılıyor. Bugüne kadar tam dört tane açıkladık. Önümüzdeki hafta beşincisini açıklayacağız. 20 alanda bu eylem planlarını ortaya koyduk, koyuyoruz.

Her bir eylem planında ortalama 50 madde var. Her maddenin bütçesini hesap ediyoruz. Her maddeyi de takvime bağlıyoruz. Çok ciddi bir hazırlık yapıyoruz. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş derinlikte, detayda ve kapsamda bir hazırlık yapıyoruz seçim sonrası için.

Ülkemizi, merkezinde insan olan; kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü demokrasiye ulaştırmak için var gücümüzle çalışacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şu anda yaşadığımız sorunların kaynağı tamamen siyasi niteliktedir. Kötü yönetim sonucudur. Çözüm de bu siyasi anlayışın ve bunu besleyen sistemin değişmesindedir.

Halkımız bu ucube yönetim sisteminden ve bu kötü yönetimden kurtulmadıkça sorunların kalıcı olarak çözülmesi mümkün değildir.

DEVA Partisi olarak, ekonomide yaşanan sorunların kalıcı bir biçimde çözülebilmesinin, ancak topyekûn bir değişim ile mümkün olabileceğine inanıyoruz.

Bu kapsamda, ekonomide kalıcı bir iyileşme sağlayabilmek için, aşağıdaki yapısal adımların atılmasını çok önemli görüyoruz. Bu açıklayacaklarım hemen bugünden yapılabilecek işler. Hükûmetin hemen bugün alıp uygulayabileceği işler. Yapmazlarsa da seçimden sonra bizim hemen uygulamaya başlayacağımız işler. O nitelikte adımlar.

1.Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmelidir.
2. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı tam olarak tesis edilmelidir.

Hukuk, adalet zemini sağlam olmazsa üzerinde sağlam bir ekonomi inşa edemezsiniz. Bir hayal.

3. Kuralların, kurumsal yönetim anlayışının, ehliyet ve liyakatin hakim olduğu bir kamu yönetimi hayata geçirilmelidir.

4. Parti programımızda yer alan “güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme” stratejisine hızla geçilmelidir.

Ekonomik büyümenin yapısı imar rantlarına dayalı bir yapıdan, katma değeri ve uluslararası rekabet gücü yüksek sektörlere (tarım, sanayi, hizmetler) kaydırılmalıdır.

Büyüme, tüketim ve kamu harcamaları yerine, yatırımlara ve ihracata dayalı hale getirilmelidir.

Büyüme sürekli kredi pompalanmasına bağlı olmaktan çıkarılmalı, büyümenin nimetlerinden tüm vatandaşlarımızın adil bir biçimde faydalanması sağlanmalıdır.

Bir yandan bu yapısal dönüşüm gerçekleştirilirken, hızla atılması gereken adımlar da ayrıca bulunmaktadır.

1. Türkiye’nin başarılı olduğu dönemde ekonomide alınan karar ve uygulamalara yön veren şeffaflık, kurala dayalı bir yönetim anlayışı, öngörülebilirlik, sorunların yapısal nedenlerine odaklanma, veri ve analize dayalı yaklaşım gibi temel ilkelere mutlaka dönülmeli ve mutlakauygulanmalıdır.

2. Merkez Bankası yasası derhal değiştirilerek banka tam bağımsız hale getirilmelidir.

3. Merkez bankası üst yönetimi, TBMM plan ve bütçe komisyonu tarafından kamuya açık biçimde değerlendirmeye tabi tutularak, liyakat ve ehliyet sahibi kişilerden seçilmelidir.

4. TÜİK yasası derhal değiştirilerek kurum tam bağımsız hale getirilmelidir.

5. TÜİK üst yönetimi, TBMM plan ve bütçe komisyonu tarafından kamuya açık biçimde değerlendirmeye tabi tutularak liyakat ve ehliyet sahibi kişilerden seçilmelidir.

Madem bağımsızlar, insanların tanıması, değerlendirmesi gerekiyor ki Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir kurumunun başına bu insanlar görevlendirilsin.

6. TÜİK istatistikleri akademisyen ve uzmanlardan oluşan komisyonlar tarafından düzenli bir biçimde kalite ve güvenilirlik testine tabi tutulmalıdır.

7. Bir kara delik haline gelen varlık fonu ve ne işlev gördüğü belli olmayan kurullar (cumhurbaşkanlığı politika kurulları gibi) derhal kapatılmalıdır.

8. Stratejik planlama ve koordinasyondan sorumlu yeni bir kurum kurulmalıdır.

Şu anda yok böyle bir şey. Hepsi ortadan kaldırıldı. Plan, program yok böyle bir şey. Sabah uyandığımda aklıma geleni yapıyorum sistemi şu andaki. Sistem diyoruz ama aslında tam bir sistemsizlik içindeyiz.

9. Kamuda yeni bina, araç, temsil, ağırlama gibi giderler acilen durdurulmalıdır.

10. Kamu-özel iş birliği projeleri eksiksiz bir biçimde Sayıştay denetimine açılmalıdır.

11. Kaynaklar rant projelerinde değil, ülkemizin rekabet gücünü artıracak alanlarda kullanılmalıdır. Bu çerçevede, Kanal İstanbul projesi gündemden düşürülmelidir.

12. Yeniden birer arpalık haline getirilen ve sürekli zarar ettirilen kit’lerdeki kan kaybı da acilen durdurulmalıdır.

Bunlar sadece Merkez Bankasının rezervlerini eksi 50 milyar dolara düşürmediler. Sadece yedek akçeleri sıfırlamadılar. Her bir kit, devletin, Hazinenin ortak olduğu her bir kurum şu anda kan kaybediyor. Çoğu zararda.

Görünmeyen, saklanan bir sürü yanlış var. Bir sürü zarar var. Bunlara acilen son vermek gerekiyor.

13. Kamu ihale kanunu sil baştan yeniden yazılmalı, kamu alımlarında adil rekabet ve fırsat eşitliği sağlanmalıdır.

14. Kamu bankalarının siyasi mülahazalarla kredi vermelerine operasyonları artık durdurulmalıdır.

Bunlardan çok çekti bu ülke ya. Çok görev zararı ödedi bu ülkenin Hazinesi. Bu milletin alın teriyle toplanan vergiler bu görev zararlarına yıllarca ödendi. Hepsini bitirmiştik. Hepsini durdurmuştuk. Hepsi yeniden başlamış durumda şu an.

15. Kamu görevine alımlarda mülakat uygulamasına son verilerek kamudaki tüm atamalar yazılı sınavlar sonucunda ehliyet ve liyakate dayalı hale getirilmelidir.

16. İmar değişikliklerinden kaynaklanan rantlar etkin bir biçimde vergilendirilmelidir ki sanayi ile gayrimenkul sektörü arasında denge kurabilsin. Sanayi yeniden cazip olabilsin.

17. Asgari ücret, memur, işçi ve emekli maaşları, geçmiş kayıplar, gıda enflasyonu ve dar gelirli kesimlerin tükettiği mal sepetindeki fiyat artışları dikkate alınarak yükseltilmelidir. Yeniden belirlenmelidir.

Birikmiş bir gerçek enflasyon var. TÜİK’in makyajlanmış enflasyonu var bir de gerçek enflasyon var. Bu gerçek enflasyon, özellikle dar gelirli vatandaşlarımızın harcadığı tüketim sepeti ki gıdanın ağırlığı çok burada bunu dikkate alacaksınız. Birikmiş farkı da ödeyeceksiniz. Ve üzerine de büyümeden mutlaka bir refah payı koyacaksınız.

18. Gübre, tohum, ilaç, mazot, yem başta olmak üzere girdilerdeki artışları dengeleyecek ve çiftçilerimizi koruyacak özel bir destek programı oluşturulmalıdır.

19. Dar gelirli kesimleri gıda, elektrik, doğalgaz, kömür ve benzeri temel ihtiyaç maddelerindeki enflasyona karşı koruyacak özel bir destek programı oluşturulmalıdır.

20. Esnafımız için de özel bir doğrudan destek, kredi ve garanti programı oluşturulmalıdır.

21. Orta vadeli program ve bütçe, yukarıda yer alan hususları yansıtacak şekilde derhal revize edilmelidir.

Ne Eylül ayında açıklanan orta vadeli programın bir hükmü kalmıştır ne de şu anda Meclis’te görüşülen bütçenin hükmü kalmıştır. Dolar kuru alıp başını gidince bütçede dövize bağlı pek çok gider kalemleri artık anlamsızlaşmıştır. Özellikle de bütçenin faiz giderlerini buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum, derhal hükûmet güncellemelidir.

Bugünkü döviz kuruyla ve bugünkü yükselmiş Hazine faizleriyle bir çarpsınlar bölsünler 2022 yılında, bu devletin Hazinesinden, bütçesinden ne kadar faiz ödemek zorunda kaldıklarını, kalacaklarını görsünler; ondan sonra Sayın Erdoğan dönsün desin ki ben faizle mücadele ediyorum. Bir görsünler, 2021’de ne faiz ödedik bütçeden. 2022’de ne kadar faiz ödeyeceğiz bir görsünler. Ondan sonra 2022’nin faiz mücadelesini de şu milletimize bir anlatsınlar.

*****
Değerli basın mensupları,

Bu adımlar, temel ekonomik kurumlara olan güveni tesis etmek ve basiretli politikalara dönüleceğini göstermek açısından önemlidir.

Hem parti programımızda hem de açıkladığımız ve önümüzdeki dönemde açıklamaya devam edeceğimiz eylem planlarında ülkemizin yapısal ve konjonktürel sorunları için çok daha kapsamlı çözümleri ortaya koyuyoruz.

Bunları ülkemizin sorunlarının bir an önce çözüme kavuşturulması için şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşıyoruz. Açıklarken diyoruz ki; biz seçimlerden sonra kurulacak hükümetle beraber düğmeye basıp bunları hemen uygulamaya başlayacağız diyoruz. Açıklıyoruz. Keşke hükümette gelip bunların içerisinden birkaç tanesini alıp bugün uygulamaya başlasa. Biz bundan mutlu oluruz. Kıskanmayız.

Memleketimizde hemen üç beş konuda düzelme başlar. Onun için kamuoyuna açıklıyor, kendimize saklamıyoruz. İyilik yapıyoruz, denize atıyoruz. Balık bilmezse günü gelince inşallah biz bunları uygulamaya başlayacağız.

Ülkemizin daha fazla fakirleşmemesi, halkımızın daha fazla yoksullaşmaması için, iktidarı, ortaya koyduğumuz çözüm önerilerini dikkate almaya davet ediyoruz.

4 tane ana yapısal reform çerçevesi ortaya koydum. 21 tane de somut daha detaylı adımları bugün açıklamış olduk. Bunlar ağırlıklı ekonomi ile ilgili konular. Ama hep söylüyorum; Türkiye’nin ekonomik sorunları artık sadece ekonomi politikalarıyla düzelmez. Türkiye’nin dış politikasının olmaması geliyor ekonomiyi vuruyor. Türkiye’nin bir hukuk ve adalet politikasının olmaması geliyor ekonomiyi vuruyor. Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin yerle bir edilmesi, Türkiye’de yargının tarafsız ve bağımsız çalışamaması geliyor ekonomiyi vuruyor. Öncelikle bütün bu diğer alanlarda yapılması gerekenleri yapmak gerekiyor. Eş zamanlı olarak ekonomide bu tedbirleri almak gerekiyor. Ancak ondan sonra biz bu sorunları çözebiliriz. Ondan sonra hep beraberülkemizin yarınlarına daha güvenle bakabiliriz.

Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyor, çok çok teşekkür ediyorum.

23 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Keçiören İlçe Binası Açılış Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KEÇİÖREN İLÇE BİNASI AÇILIŞ KONUŞMASI

Merhaba Ankara!

Merhaba Keçiören!

Ankara’nın en büyük ilçelerinden, Keçiören’den,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza, tüm Türkiye’ye merhaba!

*****

Bugün Keçiören ilçe binamızın açılışı diye geldik ama maşallah Ankara’nın ortasına demokrasi meydanı kurmuşsunuz.

Hoş geldiniz arkadaşlar, hoş geldiniz. Siyasi partilerin temsilcileri,
Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, Değerli muhtarlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri, Hepiniz hoş geldiniz.
*****
Değerli arkadaşlar,

Biz bugün Keçiören’de demokrasinin merkezini açıyoruz. Biz bugün Keçiören’de atılımın merkezini açıyoruz. Şimdi size soruyorum Ankara!

Çok güçlü bir cevap vermenizi bekliyorum, ona göre. Demokrasi için hazır mıyız?
Atılım için hazır mıyız?
Adalet için, özgürlük için, zenginlik için hazır mıyız? Ankara hazır, müthiş.

Türkiye’nin yarınlarını, işte bu demokrasi meydanı kuracak. Hiç endişeniz olmasın.

Şuradan, 15-20 kilometre ötedeki millet meclisimize giden adımlar, işte bu meydandan atılacak.

Sağ olun, var olun.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Zor zamanlardan geçtiğimizi biliyoruz.

Ekonomik krizin sebep olduğu boğulma hissini hep beraber iliklerimize kadar yaşıyoruz.

Son bir haftada Çorum, Yozgat, Sivas ve Tokat’ı gezdim. Yoksulluk ülkemizin dört bir yanına sirayet etmiş durumda. Ülkece fakirleşiyoruz.
Bunun tek bir sebebi var arkadaşlar: Kötü yönetim.

Bakın, bir süredir, AK Parti’ye gönül vermiş vatandaşlarımızı bir hayal dünyası ile kandırmaya çalışan iktidar, WhatsApp gruplarıyla, fısıltı gazeteleriyle el altından yalan yanlış şeyler yayıyor.

Dün de gördük; iktidar, bu döviz kurlarındaki bu artışı adeta bir kurtuluş savaşı kimliğine büründürmeye çalışıyor.

Değerli arkadaşlar, bu tam bir aldatmaca, bir masal.

Elinde kuru ekmeği ile kalmış insanları, vatan savunmasındaymış gibi kandırmaya çalışıyorlar.

Bu kurtuluş savaşı meselesi, nasıl bir his uyandırmaya çalışıyorlar biliyor musunuz?

Vatandaşımıza ‘sen fakirliğe razı ol, sen yokluğa razı ol, yoksulluğa razı ol çünkü savaştayız’ diyorlar.

Ya siz kimi kandırıyorsunuz ya? Başka ne diyorlar?

“Suriye’deki, Libya’daki, Doğu Akdeniz’deki haklarımızdan vazgeçersek dolar düşer” diyorlar.

Ya bu arkadaşınız 3 yıl Avrupa Birliği Bakanlığı yaptı. 2 yıl Dış İşleri Bakanlığı yaptı. Dünyanın her yerinde ülkemizin gücü, itibarı arttı.

Biz bunları yaşadık. Hem dünyadaki itibarımızı artırdık hem de kendi paramızın itibarını artırdık. Biz bunu beraberce yaptık.

Birini istiyorsan öbüründen vazgeçecekmişsin. Ne demek böyle bir şey ya?

‘İstikrar istiyorsan paradan vazgeç. Eğer ülkenin dışarıya karşı dik durmasını istiyorsan fakirliğe razı ol’. Ne demek bu? Nereden çıkıyor bu denklem?

Hem başımız dik olacak hem de ekonomimiz sağlam olacak. Dünyada güçlü olacağız. İçeride de zengin olacağız.

Bunun ikisini de yaptık. Bunu yaşadık. Dışarıda güçlü olduk içeride de zengin olduk. Hani bunları hiç yaşamasak bunların masallarına belki inanan olur ama bunları yaşadık.

Ben hamdolsun bu ülkenin itibarlı günlerinde bu ülkenin hem Ekonomi hem de Dış İşleri Bakanı olmanın gururunu yaşadım.

O başı dik, alnı ak gezmek nasıl oluyor biliyorum. Bunu yaşadık.

Tüm dünyanın “Türkiye ne diyor ne yapacak” diye ağzımızın içine baktığı günlerde bu ülkenin onurlu bir şekilde Dış İşleri Bakanlığını yaptım.

Enflasyonu tek haneye indirirken, hakkımızdan bir gram taviz vermedik ya. Onu istiyorsan ondan vazgeçeceksin. Yok öyle bir şey. İkisini de istiyoruz.

Uluslararası alanda çok güçlü olduk. Tüm dünyanın saygısını kazandık. Ve ülkemizi de topyekûn zenginleştirdik.

Ne iddialarımızdan vazgeçtik ne itibarımızdan, zenginliğimizden vazgeçtik.

Biz milli geliri 3.500 dolardan alıp, 12.500 dolara çıkarttığımız dönemde hiç mi dış düşman yoktu?

Her ülkenin dışarıdan çekemeyeni olabilir. He ülkenin dışarıdan açık veya gizli düşmanı olabilir. Siz kendiniz ne yapacaksınız ona bakın. Kendi evinizi derli toplu tutun. Kendi savunma mekanizmalarınızı kurun.

Bir ülkenin savunma mekanizması sadece güçlü orduyla olmaz. Bir ülkenin savunma mekanizması aynı zamanda güçlü ekonomiyle olur.

Sen ekonomiyi güçlü tutma, ekonomiyi zayıflat. Ondan sonra dışarıdan saldırıyorlar de. Yok öyle bir şey.

Niye zayıflatıyorsun ekonomiyi?

Birkaç gün önce, yandaş birileri çıkmış bir binaya pankart astırmış. “Emredersin Biden dersek dolar düşer, ama bizi dolarla deviremezsiniz, büyük bedeller ödedik, ödeyeceğiz.”

Yahu siz kimi kandırıyorsunuz?

Arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, başka bir ülkenin devlet başkanının, bizim devlet başkanına karşı en ağır ifadelerinin kullanıldığı dönem şu son birkaç yıl oldu.

Çok affedersiniz “Aptal olma” diye mektup yazdı gönderdi ya. Yaşamadık mı bunu?

Cevabı ne oldu? Ayağına gitti ayağına.

Ya bu mektup olmamış. Size geri vereyim dedi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanına yakışan bu mudur ya?

Adam sana aptal olma diye mektup yazıyor gönderiyor. Böylesine ağır bir hakaretin altında bu ülkenin ezilmesine izin verilir mi?

Niye ilişkileri o hale getiriyorsun? Niye kendine laf söyletiyorsun? Keskin sirke küpüne zarar.

Türkiye’nin Batı karşısında da Asya karşısında da sözünün gücü son yirmi yılın en dip seviyelerinde.

Halkımız yoksullaştıkça, hükümet, “Ülkemizi ayakta tutmak için buna razı olun” diyor.

Ya siz yoksullaşın ki ülke ayakta dursun. Ya, halkı yoksullaşan, ekonomisi zayıflayan bir ülke nasıl ayakta duracak? Sen önce dön bir ekonomide gereğini yap.

Yoksulluğa böyle bir kılıf uydurmaya çalışıyorlar.

Bakın, bugünkü fakirleşmenin, bugünkü yoksulluğun tek bir sebebi var. Sağa sola bakmasın kimse.

Öyle başka ülkeleri ya da iş dünyasını falan suçlamasın kimse.

İçeride de dışarıda da kötü niyetler olabilir. Ama sen bunları mazeret olarak ileri süremezsin.

Başarılı dönemde kitabımı yazdım de. Bugün gel ‘Olmadı galiba, biz başka şeyler deneyeceğiz’ de. Bir dakika... Sen olmadı diyorsan, neyin kitabını yazıyorsun?

Geçmişte bir başarı var, onun kitabını yazdım diyorsun. Dün de olmadı, biz başka şeyler deneyeceğiz diyorsun.

Yok şu lobisi, yok bu lobisi...

Bugünkü yoksullaşmanın lobisi Beştepe’dir. Kimse uzaklara gitmesin.

Bakın, dün, kabine toplantısının ardından Sayın Erdoğan bir açıklama yaptı.

Açıklamanın neresinden tutsanız dökülüyor. Elinizde kalıyor. Hiçbir tutarlılık yok. Mantıksal bütünlük yok.

Akıl dışı tezlerine yenilerini eklediği yetmemiş bir de “Ekonomik kurtuluş savaşı” diyor. Whatsapp grupları, yandaşlar yetmemiş, kendisi de yüksek sesle bunu dillendiriyor.

Bakın ne dedi dün:

Video – 1 “Ülkemizi bunca tuzaktan, badireden nasıl çıkardıysak Allah'ın yardımı ve milletimizin desteğiyle bu ekonomik kurtuluş savaşından da zaferle çıkartacağız. (...) Uyguladığımız bu politikayla küresel finans çevrelerinin, ülkemizi bunca zamandır ekonomik boyundurukları altında tutanların ve onların içerideki tetikçilerinin şimşeklerini üzerimize çektiğimizin farkındayız. Ama ülkemizin ve milletimizin ekonomik kurtuluşu için böyle davranmamız, bu mücadeleyi vermemiz gerekiyor.”

Arkadaşlar, ortada bir ekonomik kurtuluş savaşı falan yok.

Çok şükür işgal altında değiliz. Yahu 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü olduğunda bizim ekonomimiz bu kadar batmamıştı.

Düşmanı uzakta aramaya gerek yok. Bu nasıl bir uydurmadır ya?

Buradan AK Parti’ye gönül vermiş, zamanında oy vermiş vatandaşlarımıza sesleniyorum.

Bunların propaganda aygıtının söylediklerine artık inanmayın.

Şu an dolar aldı başını gittiyse bunun tek sorumlusu kötü yönetimdir. Kendi paramız değerini kaybettiyse bunun tek sorumlusu kötü yönetimdir.

Eğer halkımız enflasyon altında eziliyorsa bunun tek sorumlusu kötü yönetimdir.

Şu an pazarda, markette taneyle domates soğan alan vatandaşlarımız varsa bunun tek sorumlusu kötü yönetimdir.

Bu kötü yönetimin altında da Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası vardır. Başkasının değil.

Bu kriz, kendi sık sık kullandıkları tabirle, yerli ve milli bir krizdir. Ev yapımıdır, el yapımıdır...


*****

Bakın arkadaşlar, dünkü açıklamasında başka ne diyor:

Video-2: “Kurdaki yükselişi bahane ederek, hiçbir mantıklı izahı olmayan fahiş fiyat artışları yapan fırsatçılara da göz açtırmayacağız, hepsinin de tepesine tepesine bineceğiz.”

Ayıp ya ayıp.

Bu ülkede döviz kuru artınca, A’dan Z’ye tüm üretim maliyetleri artmıyor mu? Artıyor.

Bilmiyorsanız bunu çiftçimize sorun, döviz fiyatı artınca gübrenin, ilacın, mazotun fiyatı artmıyor mu diye sorun.

Esnafımıza sorun, sanayicimize sorun. Kur artınca maliyeti artan çiftçi, esnaf ne yapsın?

Mecburen, satış fiyatını artırıyor. Esnaf çok mu mutlu bu artışlardan?

Esnaflara gidin sorun. Fiyat artışından memnun musunuz diye sorun esnafımıza.

Ama ne yapıyor? Siz döviz kurlarını patlatın, bu yüzden maliyetler artsın, ardından tutun, fahiş fiyata mal satıyorsun diye esnafın, sanayicinin tepesine tepesine bineceğim diyor. Yazık değil mi ya?

Bakın arkadaşlar, enflasyonun suçlusu olarak esnafı işaret edip, fahiş etiketleri işaret edip, aradan sıyrılıp kaçmaya çalışıyorlar. Öyle yok.

Kur artınca fiyatlar artıyor. Kur artmasını bahane ederek fiyatları artıranın tepesine bineceğiz diyor. Mantığa bakın. Bütünlük var mı ya? Ne yapsın esnaf? Zaten pandemi döneminde esnafın canına okudunuz. Tüm dünya esnafına destek verirken siz vermediniz. Şimdi de maliyet artıyor ama fiyatını artırırsam tepene bineceğim diyor.

Yazık günah. Kur artışının da maliyet artışının da enflasyonun da sebebi sizsiniz, siz!

Bakın arkadaşlar dün hala ne diyor?

Video -3 “Faiz sebeptir enflasyon neticedir.”

İnada devam... Tam gaz inat.

Ya on yıldır öğrenemedin, anladık da şu son 3 ayda da anlamadınız mı ya?

Görmüyor musunuz son üç ayda olanları?

Ne oldu?

Son 3 aydır, Merkez Bankasının üç kere faiz indirdi. Merkez Bankasının her faiz indiriminde döviz kuru artmadı mı?

Dolar kuru artınca, iğneden ipliğe her şeye zam gelmiyor mu? Enflasyon artmıyor mu?

Yanlışı görmek için, doğruyu öğrenmek için daha kaç kere dene-yanıl olacak? Kaç kere bu deneyi yapacaksınız?

Son üç ayda Merkez Bankası üç kere faiz indirdi, üçünde de kur arttı, enflasyon arttı.

Demek ki ne oluyormuş, sen talimatla faiz indirirsen, döviz kuru da enflasyon da artıyormuş.

Bu kadar basit.
Yahu bunu ilkokul çocukları bile öğrendi.

Erdoğan sebep, yüksek faiz, yüksek kur, yüksek enflasyon sonuç. Bunu 10 yıldır öğrenemediniz de şu son 3 aydır anlamadınız mı daha ya?

Ama artık yeter yahu. 84 milyonluk bu ülke sizin deneme tahtanız değil ki. Bu ülkenin vatandaşları da laboratuvar kobayı değil.
Bırakın şu inadı.
Faiz de enflasyon da talimatla düşmez.

‘Ben bütün yetkiyi alayım. Tek imzayla aklıma eseni yapayım. Faizi düşüreyim, enflasyonu düşüreyim.’ Ya 3 buçuk yıl oldu ya.

Öbür seçim yaklaşıyor. Demek ki olmuyormuş.

Kendisi biliyorsunuz benim için söyledi ‘Bir de kalkıp bana ders vermeye çalışıyor’ diye ama ne yapalım ihtiyacı var. Çünkü bilmeyene öğretmek, anlatmak en azından vatandaş olarak görevimiz.

En azından 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir arkadaşınız olarak bu benim görevim. Anlatmak zorundayım.

Sayın Erdoğan! Faizi de enflasyonu da düşürecek olan güvendir, güven!

Ülkede güven ortamını oluşturun, faiz de enflasyon da nasıl düşermiş bir görün.

Defalarca yaşadık ya.

Hazinenin borçlanma faizini %66’dan aldık, %4 küsurlara düşürdük. Tam 34 yıl boyunca iki hane, üç hane olan enflasyonu aldık, 2 yılda tek haneye indirdik, paradan 6 sıfır attık.

Ama bunları ne yaptılar şimdi geldiler parayı bir sıfır eklediler. Dolar onu geçince parayı bir sıfır ekleyelim dedik. Yaptılar.

Biz nerede, ne kadar başarı sağladıysak bunun hepsi güven ortamının sağlanmasıyla oldu.

Peki güveni nasıl oluşturacaksın?

Sen ekonominin başındayken bu güven nasıl oluşmuştu? Bir hatırlat hele değil mi?

Basit! Çok basit!

Bilmiyorsa, dinlesinler öğrensinler.

Güveni nasıl oluşturacağınızın dersini veriyoruz.

Bir! Konuşunca doğruyu söyleyeceksin.

İki! Söz verince tutacaksın.

Üç! Emanete ihanet etmeyeceksin.

Bunlar dünyanın her yerinde geçerli, Türkiye’ye özel değil. Her yerde geçerli bir formülden bahsediyorum.

Git Afrika’ya uygula, git Kanada’ya uygula. Dünyanın her yerinde geçerli bu formül.

Devam...
4! Her daim adaletle hareket edeceksin. Hukuka bağlı kalacaksın.

Anayasa’ya uymuyorum, Anayasa Mahkemesi’ne saygı duymuyorum demeyeceksin.

5! Karar alırken istişareyle, ortak akılla alacaksın. Ben her şeyi herkesten iyi bilirim, aklıma eseni yaparım demeyeceksin.

6! Dürüst ve liyakatli kadrolarla çalışacaksın. İşi ehline teslim edeceksin.

Liste uzuyor ama bu altısını yapsın zaten işin çoğu düzeler. Altısını yapsın memleket toparlamaya başlar.

Bunları yap, faiz de enflasyon da kendiliğinden nasıl düşecek göreceksin. Çünkü biz zamanında öyle yaptık.

Liste uzun... planlı programlı çalışacaksın. Ne yapacağını önceden açıklayacaksın.

Daha sayarım ama, bunların çoğunu yapma niyetleri yok artık.

Biz bunu anladık. Biz bunu anladığımız için zaten yeni bir yola çıktık. Biz bunu anladığımız için bu DEVA hareketini başlattık.

Bakın, plandan programdan bahsetmişken, iki ay önce, eylül ayında, Resmi Gazete’de 3 yıllık bir orta vadeli ekonomik program açıkladılar. 2022,2003,2004.

Altında kimin imzası var? Cumhurbaşkanın imzası var.

Tarih 5 Eylül 2021. Daha üç ay önce kendi imzasıyla açıkladı ekonomik programda.

Bu programda;

2022 dolar kuru: 9,30 2023 dolar kuru: 9,80 2024 dolar kuru: 10,30

Yahu dolar bugün 13’ü geçti ya.
Bu nasıl bir plandır, bu nasıl bir programdır?

Çocuk oyuncağı değil. Basit bir şey de değil. Ülkenin üç yıllık ekonomik programını ilan ediyorsun. Altına kendi imzanı atarak ilan ediyorsun değil mi?

*****

Bakın bir de çıkmış dün diyor?

Vıdeo-4: “Bu politikayla biz, ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, nasıl yaptığımızı, hangi risklerle karşı karşıya bulunduğumuzu, sonunda ne elde edeceğimizi gayet iyi biliyoruz”

Yahu ne yaptığınızı bilmiyorsunuz işte.

Daha geçtiğimiz eylül ayında 2024 yılı için, tam üç yıl sonrası için, dolar kurunu 10,30 olarak açıklamışsın üzerinden üç ay geçmeden dolar kuru 13’ü geçmiş.

Ne yaptığını bilmek bu mu?

Nasrettin Hoca misali. Bineklerinden düşüyorlar, “Biz zaten inecektik” diyorlar. Formülü bulmuşlar.

Değerli arkadaşlar,

Bu dünkü kabine toplantısı sonrasındaki açıklamaları tam bir facia. Yazık. Yakışmıyor.

O metni hazırlayanlara da yakışmıyor, o metni prompterdan okuyana da yakışmıyor.

Bakın başka ne demiş?

Vıdeo-5: “Sadece kurdaki yükselişe bağlı olarak kimi ürünlerde ortaya çıkan fiyat artışı ise yatırımı, üretimi ve istihdamı etkilemez. Tam tersine kurdaki rekabet gücü yatırımda, üretimde ve istihdamda artışa yol açar. Ülkemizde yaşanan durum tam da budur. Yani fiyat artışıdır.”

Allah Allah. Yeni bir şey öğreniyoruz bakın.
Yahu arkadaş, fiyat artışı demek, hayat pahalılığı demektir.

Fiyat artışı demek, vatandaşımızın satın alma gücünün düşmesi demek değil mi? Halkın yoksullaşması değil mi?

Resmen diyor ki; fiyatlar artsa da istihdamı ve yatırımı etkilemez diyor.

Sen onu gel de Keçiören’deki amcalarımıza, teyzelerimize sor bakalım. Bir yağın tenekesi kaç para olmuş, onlara bir sor.

Alın size müthiş bir iktisat teorisi daha.

Bu sadece bir fiyat artışıdır diyor. Önemsemeyin diyor. Ya sen önemsemiyor olabilirsin de bu ülkenin vatandaşları önemsiyor çünkü onlar çarşıya, pazara çıkıyor.

Evlerine pazardan, marketten, manavdan alışveriş yapıyor. Fiyat artışının ne kadar önemli olduğunu biliyor. Hayat pahalılığının can yaktığını cep yaktığını biliyor, hissediyor.

Gülelim mi, ağlayalım mı bilmiyorum. Bu ülkeye yazık. Gerçekten çok yazık.

Bu ülkenin vatandaşları bunu hak etmiyor. Böyle kötü bir yönetimi hak etmiyor.

Pandemiyle beraber, bazı temel ürünlerin fiyatları uluslararası piyasada arttı. Bu doğru.

Ancak, Türkiye’deki döviz kur artışı, bu fiyat artışlarını iç piyasamıza bunu katmerleyerek getiriyor. Dışarıdaki yüzde 10 yüzde 20 fiyat artışı Türkiye’deki kur artışıyla çarptığın zaman buraya yüzde 50 olarak yansıyor. Yüzde 100 olarak yansıyor.

Gübrede 3,4 kat olarak yansıyor. Bir teneke yağ 110 lira. Geçen sene 29,30 lira. Dünyada bu kadar büyük artış var mı ya?

Evet bazı ürünlerde dünyada da dolar cinsinden fiyatlar arttı ama sizin döviz kurunuz arttığında dolardaki artış çarpı kur artışı katmerlenerek, katlanarak bizim fiyatlarımıza yansıyor.

Yani demek istiyor ki bütün dünyada enflasyon var siz de idare edin artık. Yok öyle bir şey.

Türkiye, tüm dünyada, döviz kurunun en çok arttığı ülkelerden birisi oldu.

Yarın 14.00’te bir basın toplantısıyla bunları daha fazla grafiklerle, tablolarla kamuoyumuza anlatacağız. Anlatacağız ki doğruları vatandaşlarımız dinlesin.

Bunların propaganda makinasına, bunların anlattığı masallara inanmasın kimse.

Son üç yıldır, partili, taraflı cumhurbaşkanı yanına akraba bakanı alıp göreve başladığından bu yana, dolar kuru üçe katladı bu ülkede. 3 buçuk yılda dolar kuru 3’e katladı.

Türkiye’deki, kur kaynaklı fiyat artışları, tam bir enflasyondur. Enflasyonun kendisidir. Bunu da anlatmamız bunu da öğretmemiz gerekiyor.

Hiç kimse, iş bilmezliğinin üzerini, kendine ait saçma teorilerle örtmeye, kapatmaya çalışmasın.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Şunu bir kere daha söylemek istiyorum.

Ülkemizi, 2002 krizinden de 2009 krizinden de çıkaran takımın başındaki arkadaşınız olarak çok net söylüyorum:

Ülkemizi bu krizden de yine biz çıkaracağız.

Ortada bir savaş yok, bir saldırı yok. Allah korusun gerçekten bir saldırı, savaş olsa demek ki bunlar memleketi ne hale sokacak düşünmek bile istemiyorum.

Yok yere kendi çıkarttıkları krizle şu anda boğuşup duruyorlar ya. Sadece ve sadece bu memlekette kötü bir yönetimin sonuçları var.

İnanın, biz bu sorunları yok edeceğiz. Ülkemizin gücünü artıracağız.
Türkiye’yi iddialı ve itibarlı bir ülke yapacağız.

Mutlak yoksulluğu bu ülkeden silmiştik, yine ülkenin gündeminden çıkaracağız.

O yalanlara aldanmayın. İktidarın uydurduğu, hakikatten kopmuş Söylemlere aldanmayın.

Biz hiç kimseye boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Vatandaşımızın da boyun eğmesine müsaade etmeyeceğiz. Endişeniz olmasın.

Artan kurun ve enflasyonun altında beli bükülen vatandaşımızı, çok daha yüksek refah seviyesine inşallah ulaştıracağız.

Az kaldı, bunu yapacağız.
Umudunuzu asla kaybetmeyin, biz hazırız, DEVA Partisi hazır ve buradayız.

*****
Değerli arkadaşlar;

Şu anda işsizlik ülkenin bir numaralı meselesi. Gençlerimiz artık bu ülkede kendi yarınlarını göremiyorlar. Sivas’ta üniversite öğrencilerinin yoğun şekilde gittiği bir bölgeye gittik. Akşamüstü il başkanımızla yola çıktık, bir uğrayalım dedik.

Sivas’ta üniversite okuyan öğrencilerden şöyle etrafımızda biriken kalabalığa bir sordum. Bir anket yaptım orada sahada. Arkadaşlar dedim, imkanı olduğu durumda yurtdışında yaşamak isteyenler şöyle bir elinizi kaldırın dedim. Tam yüzde 90’ı el kaldırdı.

İnanın, içim parçalandı ya. Bu ülkenin gençlerinin yarınlarını bu ülkede görmemesi, bu ülkenin gençlerinin kendilerine başka ülkelere hayat kurmak istemesi gerçekten çok üzücü bir durum. Yazıktır.

Ama inanın çok çabuk çözülür. Bir korkulu rüyadan uyanma hızında, bir kabustan uyanma hızında bu iş çözülür. Çünkü sorunun temelinde kötü yönetim var.

Kötü yönetim bütün bunlara sebep oluyor. Düzgün bir yönetim iş başına geldiğinde hepsi çözülür. Asla umudunuzu kaybetmeyin. Bu ülkeye güvenin. Bu ülkenin insanına güvenin.

Biliyorsunuz, zamanında bu milletin, ihracat için çalışan işçilerimizin, turizmde çalışan gençlerimizin alın terini biriktire biriktire Merkez Bankası’nın döviz rezervini oluşturmuştuk. Tam 136 milyar dolara çıkartmıştık MB’nin döviz rezervini. 23 milyardan aldık, 136 milyar dolara çıkardık. Ak akçe kara gün içindir dedik. Olur da memleketin başına bir hal gelir bu döviz, altın rezervleri ülkenin ekonomik sistemini koruma kalesi olur dedik.

Sonra ne oldu? Geçen sene 2020’nin sonlarında bir baktık; arkadaşlarımız hesap kitap yaptılar dediler ‘Ya Sayın Başkan Merkez Bankasının döviz rezervi uçmuş gitmiş’. 130 milyar dolarlık rezerv yerinde yok dediler. Bu nasıl olur dedik. Baktık hesap kitap, giriş çıkış doğru.

Sonra ne oldu? Diğer partilerde bunu 128 milyar dolar diye anlatmaya başladılar. Ama genel başkan olarak herhalde ilk dillendiren ben oldum. Biz sorduk ya siz bunu ne yaptınız dedik. Az bir para değil bu. 130 milyar doları ne yaptınız, nasıl sattınız, kime sattınız? Niye bunu gizli yaptınız, nerede bu para dedik. Ne yaptılar? Birbiriyle çelişkili açıklama yapmaya başladılar.

Önce, Sayın Erdoğan “Pandemi döneminde gerekiyordu” dedi. Sonra, “Yerinde duruyor” dedi.
Ardından, “Yok vatandaşımıza yardımda kullandık” dedi.

Hafıza bazen çabuk silinebiliyor. Onun için Merkez Bankasının döviz rezervleriyle ilgili biz bunu mesele yaptıktan sonra cumhurbaşkanı neler söylemiş. Onu da şöyle kısaca izleyelim.

Video-6: kolaj – Erdoğan

24 Şubat 2021: Salgın bahanesı ile yenı bir finansal dalgalanma oluşturmak isteyenlere elimizdeki tüm araçları kullanarak fırsat vermedik. Sürekli sorup durduğu dövizlerin önemli bir bölümü, işte bu mücadelede kullanılmıştır.

10 Mart 2021 Tutturmuşlar; 'Şu kadar para nerede?' o kadar para, hepsi bu milletin hazinesinde ve merkez bankasında.

1 Haziran 2021 Bu süreçte bir Van depremini geçirdik değil mi? Bir Bingöl depremini geçirdik. Hiç, 'Ya bunları, nereden bu harcamaları yaptınız?' diye sorun oldu mu? Merkez Bankasının parasının nereye gittiği sorulur mu?

Elbette sorulur. Elbette soracağız. O para kimsenin şahsi parası değil. Bu milletin parası. Sayın Erdoğan, Merkez Bankası rezervleri bu milletin size emaneti. Bu milletin parasının her kuruşunun hesabını tabii ki soracağız.

Ama değerli arkadaşlar görüyorsunuz, cevap veremiyor. Biz bunu mesele yapmasak kimsenin haberi olmayacaktı ya. Sorunca da çelişkili.

Hiçbiri gerçek değil arkadaşlar. Döviz rezervlerinin, gizli saklı bir biçimde, satılmaya başlandığı tarih 2019’un başı.

Yahu, pandemi Türkiye’ye 2020’nin martında geldi ya. 2019’un başında MB’nin arka kapılarından, Hazine ve kamu bankaları üzerinden sen bu dövizi satmaya başladın.

İlk pandemi vakası ondan tam 15 ay sonra geldi Türkiye’ye. Niye hemen pandemi diyorsun. İlk cevap hemen pandemi değil mi?

Pandemiden önceki 15 ay içinde nereye sattın, niye yaptın bunu? Pandemiden tam 15 ay önce siz cayır cayır rezervleri satmaya başlamıştınız. Sonunda net rezervi eksi 50 milyar dolara düşürdüler. Bu ne demek? Merkez Bankasının elindeki dövizden 50 milyar dolar daha fazla Merkez Bankasının piyasaya döviz borcu var demek.

Elindeki döviz varlığından 50 milyar dolar daha fazla Merkez Bankası borca batmış demek. 50 milyar dolar eksi rezerv bu demek.

Peki yine şöyle bir hafızamızı yoklayalım. Niye 2019’un ocak ayının başında bu dövizi sattılar? Çünkü Mart 2019’un sonunda yerel seçimler vardı. Hatırlayın. O zaman akraba bakan ne diyordu?

Döviz artacak diyorlardı bak artmadı diyordu. Bak 5 küsurda döviz diyor. Seçime bir hafta, on beş gün kala bunu söylüyorlar. Bakın o kadar güzel yönetiyoruz ki ekonomiyi hiç karışmıyoruz ve döviz kurları 5’lerde diyor.

İyi de arkadaş, sen aynı günlerde cayır cayır zaten arka kapıdan döviz sattığını niye söylemiyorsun? Niye bunu açıklamıyorsun? Biz ekonominin başındayken açın bakın hepsi MB’nin web sitesinde duruyor, MB bir milyon dolarlık piyasa müdahalesi yapsa o MB tarafından hemen açıklanırdı. MB’nin kendisi yapardı müdahaleyi. Şeffaf ve açık yapardı.

Ve 2002’den alın ta 2015’e kadar. MB’nin toplam piyasa müdahalesi 8 milyar dolardır. 13 yılda 8 milyar dolarlık bir müdahale yapmıştır MB. Her biri de müdahalenin olduğu gün açıklanmış, web sitesine konmuştur. Biz bu kadarlık müdahale ettik diye.

Peki, niye bunu gizli yapıyorlar? Niye açıklamıyorlar? Bunu bilmek vatandaşın hakkı değil mi ya? O bir gerekçe olabilir evet, ihalesini mi yaptı acaba diye bilmiyoruz, soruyoruz. Henüz cevabını alamıyoruz. Onu günü gelince defterli alıp bakacağız mesele değil. Zamanı gelince öğreneceğiz.

Ama bakın o günkü döviz kuru diyelim ki 5 buçuk, kurun 5 buçuk olduğu bir gün. Mart yerel seçimleri öncesinde o 5 buçukluk kur, piyasada kendiliğinden mi oluşuyor yoksa MB’nin cayır cayır milyarlarca döviz satarak ancak tutabildiği bir kur mu? Bunu bilmek vatandaşın hakkı. Bunu bilmek herkesin hakkı.

Ama bunu gizlediler. Gizli saklı yaptılar. İlk açıklamayı bakın ta 2021’in Şubat’ında yapıyor. Daha önce bir kelime etmiyor bununla ilgili. İki yıl susuyorlar. 2019’un başından 2021’in Şubat’ına kadar susuyorlar, tek bir açıklama yok. 130 milyar dolar ya az para değil ki...

Sırf bir yerel seçim uğruna, sırf bir parti yerel seçimde 3-5 puan fazla oy alsın diye, pandemiden çok önce, yerel seçimlerden de önce 84 milyonun alın terini adeta kibrit çakıp yaktılar. Olan bu.

Bir ülkenin döviz rezervleri, ekonomik ve finansal sistemin en önemli savunma hattıdır. Yoksa sen bu döviz rezervini niye biriktiriyorsun değil mi? niye lazım bu?

Dışarıdan ve içeriden gelebilecek her türlü sarsıntıya karşı, deprem olur sel olur, başka sorunlar olur, Allah korusun savaş olur, şu olur bu olur ama bu ülke petrol ithal etmek için dövize ihtiyacı olan bir ülke. Bu ülke doğal gaz ithal etmek için dövize ihtiyacı olan bir ülke.

Ak akçeyi kara gün için biriktirirsin. Döviz rezervleri koruma kalkanıdır. Sen tut bu 136 milyar dolara çıkarttığımız döviz rezervini, koruma kalkanını eksi

50 milyar dolara indir, yerin dibine sok. Ondan sonra kur fırlayıp gidince de bu bir istiklal savaşı.

Madem savaştayız diyorsun, niye bu ülkenin koruma kalkanını indiriyorsun? Niye en önemli savunma mekanizmasını yok ediyorsun? Ve bunu açıklamadan, gizli saklı yapıyorsun.

Şimdi tutmuşlar, yok lobilermiş, yok dış güçlermiş hikâye yazmaya devam. Hiçbiri doğru değil arkadaşlar.

Kusura bakmayın da sizin 130 milyarlık döviz rezervinizi, gizli saklı, arka kapı operasyonlarıyla dış güçler mi sattı? Haberiniz yokken lobiler mi götürdü o dövizleri? Siz yaptınız. Kendi ellerinizle yaptınız.

İçeride dışarıda kendinize düşman arayacağınıza, ekonomi niye bu hale düştü, bu ülke niye bu durumda, yoksulluk niye arttı, bunun sebebi nedir, kimdir diye soracağınıza gidin şöyle bir aynaya bakın, cevabı görün. Aynada o cevabı göreceksiniz.

Bu krizin sebebi kötü yönetiminiz. Bu krizin sebebi sizsiniz, siz. Başka uzak yerlerde aramayın.*****

Ama ben buradan tüm vatandaşlarımıza sesleniyorum.

Müsterih olun. İlk seçimde, ilk seçimde bu tabloyu tersyüz edeceğiz. Çünkü biz bu ülkenin hangi yoldan gitmesi gerektiğini çok iyi biliyoruz.

Sevginin, saygının, eşitliğin, adaletin egemen olduğu bir refah devleti için, hakikatin yolundan bir an bile ayrılmamamız gerektiğini çok iyi biliyoruz.

Hepsinden önemlisi, biz bu ülkenin iyi bir yönetimi, demokrasiyi, adaleti ve zenginliği hak ettiğini çok iyi biliyoruz.

Bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi adaletsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu hak etmediğine inandığımız için buradayız.

Biz bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi bu yolda yalnız yürümemesi ve geride kalmaması için buradayız.

Bakın ben her gün sokaktayım.

Binlerce, on binlerce insanla sohbet ettim, ediyorum.

Herkes “Yeter artık” diyor.

Herkes “Kurtarın bizi!” diyor.

Tüm Türkiye “Yeter artık!” diyor.

Şimdi sıra Keçiören’de, Ankara’da

Soruyorum:

Önümüzdeki ilk seçimde, bu iktidarın ortaklarını, küçüğüyle büyüğüyle müsait bir yerde indirecek miyiz?

İktidar ortaklarına “güle güle” diyecek miyiz? Özgürlük ve zenginlik için iş başına geçecek miyiz?

Evet yapacağız arkadaşlar, ülkemizi hep beraber demokrasi ve atılımla buluşturacağız.

Bizim bir Türkiye hedefimiz, bir Türkiye hayalimiz var.

Tek bir ailenin bile yoksulluğun pençesinde yaşamadığı bir Türkiye’yi hedefliyoruz.

İnsanların mutlu olduğu, insan onuruna yaraşır gelir elde ettiği bir Türkiye’yi hedefliyoruz.

Eşitlik ve adaletin esas olduğu bir Türkiye hayal ediyoruz. DEVA iktidarında, bolluk akacak, refah akacak.

O kuru toprağın nasıl suya hasret kaldığı durumu bilirsiniz aynı onun gibi tüm ülkemiz deva damlalarıyla buluşacak.

Biz, asla adaletten şaşmayacağız.

Kimseyi aç, kimseyi açıkta bırakmayacağız.

Şimdi Ankara’dan bir söz almak istiyorum.

Bu yokluğu, bu yoksulluğu, Ankara sokaklarından silmek için çalışacağız. Söz mü?

Gece gündüz koşacağız söz mü?
Çalmadık kapı, dinlemedik vatandaş bırakmayacağız söz mü? Ben Keçiören’den, Ankara’dan sözümü aldım.
Ben bu gayreti, bu iradeyi sizlerin gözünde okuyorum. Keçiören demokrasi ve atılım için hazır.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız ve biz hazırız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun var olun.

21 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Tokat Merkez İlçe Kongresı̇ Konuşması

Tokat Merkez ilçe kongresi

DEVA Partisi!nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Tokat il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Tokat merkez ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri, Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Türkiye!nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber çok değerli il başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Tokat merkez ilçe teşkilatımızın kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Kaleleriyle, medreseleriyle, komana antik kentiyle tarihin buram buram yaşadığı,

Pek çok milletin, pek çok kültürün mirası,

Cahit Külebi’nin,
“Tokat’a girerken bir derin Vadi var her taraf yeşil (...) alın beni bırakın o vadiye Belki yüzyıllarca yaşarım”

Mısralarındaki vadileriyle, yaylalarıyla, gölleriyle, Doğa harikası,
Tokat’tan sesleniyorum bugün.

*****

Değerli arkadaşlar,

Buraya Sivas’tan geldim. Evvelsi gün Çorumdaydık, Ondan önceki gün Yozgat’taydım,

DEVA partisi olarak kurulduğumuz ilk günden beri ülkemizin her şehrini, her mahallesini ziyaret ediyoruz. Toplumun bütün kesimleriyle bir araya geliyoruz.

Ülkemizin her yerine gidiyoruz, her köşesini dinliyoruz.

Evet biz, bu buluşmalarda, sadece politikalarımızı, neler yapacaklarımızı anlatmıyoruz.

Biz bol bol dinliyoruz arkadaşlar.
Her bir vatandaşımızın talebini, derdini, yüreğinde yaşadığı acıyı dinliyoruz.

Bu ziyaretlerden sonra dönüyoruz genel merkezimize masamıza harıl harıl çalışıyoruz.

Her bir acıya, derde, talebe en gerçekçi şekilde çözüm bulmak için çabalıyoruz.

İktidarımızın ilk 90 gününde ve 360 gününde uygulayacağımız politikaları, eylem planlarımızı açıklıyoruz.

Bizim siyaset tarzımız bu. Sadece sorunlara işaret etmiyoruz. Biz çözüm üretiyoruz, çözüm.

Belki de DEVA Partisinin Türkiye’deki siyasete kattığı en önemli konu bu. Muhalefetin eski alışkanlığı ‘durmadan eleştirmek, şu yanlış bu yanlış’ olmuyor. İyi de sen ne yapacaksın? Biraz bunu anlat. İşte biz DEVA Partisi olarak Türkiye’de muhalefete bu yeniliği getirdik. Ve memnuiyetle izliyoruz ki bu yaygınlaşıyor. Diğer partilerde de çözüm üretme gayretlerini son günlerde memnuiyetle izlemeye başladık.

Biliyorsunuz, bazıları siyaset yaparken, toplumdaki mevcut fay hatlarını tepe tepe kullanıyor. Kutuplaştırıyor, ötekileştiriyor.

Bazıları ise, gerçekleştirilemeyecek vaatler verip, günü kurtaran bir siyaset tarzı izliyor.

Ancak, bu kadar derdi taşıyan, bu kadar acıyı yaşayan bir toplum böyle bir siyaseti hak etmiyor. Ne bol keseden dağıtılan vaatler ne de farklılıkları istismar edip, farklılıkları, fay hatlarını kaşıyıp, kutuplaşma, ötekileştirme üzerine siyaset. Biz bunların ikisini de reddediyoruz. Bu millet bu iki tarz siyaseti de hakketmiyor.

Eşitlik ve adalet talebini yüksek sesle haykıran vatandaşlarımız, bu eski siyaset anlayışını topyekûn reddediyor.

Yanlış politikalar nedeniyle her gün fakirleşen halkımız, artık boş vaatlere prim vermesi gibi bir durum yok. Duymak istemiyor bunları.

Halkımız sadece ve sadece gerçekleri duymak istiyor. Ortak aklı temel alan, dürüst bir siyaseti talep ediyor şu anda halkımız.

İşte değerli arkadaşlar, DEVA Partisi, tam da bu talebin karşılığıdır. DEVA Partisi tam da bu siyasi tercihin artık Türkiye’deki adresidir.

Hamaseti reddeden, aklı selimle çözüm üreten siyasetin adresi artık DEVA Partisidir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün, Tokat’taki ilk buluşmamız.

Ama biz Tokat’a uzak değiliz. Yakından izliyoruz, takip ediyoruz.

Gençlerin işsizlikten nasıl mağdur olduğunu, nasıl perişan olduğunu çok iyi biliyoruz.

Pek çok genç arkadaşım, ilçelerinden büyük şehirlere göç etmek istiyor. Fırsatı bulan da göç ediyor.

Tokatlı gençler “iş bulurum” umuduyla memleketlerini harıl harıl terk ediyor.

Gittiğim her yerde gençlerle sohbet ediyorum. Sosyal medyada yazdıklarını da arkadaşlarım sürekli bana raporluyor.

Gerçekten içimiz parçalanıyor. Bu ülkenin evlatları artık kendi ülkesinden umudunu kesmiş durumda.

İlçelerden illere, illerden de başka ülkelere göç etmek isteyen bir genç nüfusumuz var bu ülkede artık.

Gerçekten gençlerimiz ne yapsınlar? Ülkemiz bu kötü yönetim sarmalıyla, gençlerine, çocuklarına iyi bir hayat sunamıyorsa onlar ne yapsın?

Aileler de mutsuz.

Gerçekten bu tabloyu görünce içimiz parçalanıyor. Koskoca ülke “tükenmişlik” hissini yaşıyor. Koskoca ülke “depresyon”da.

Bu ülkenin birbirinden renkli, güzel insanları bu mutsuzluğu hak etmiyor.

Gerçekten geldiğimiz nokta çok can sıkıcı bir nokta. Umutsuzluğun yoğun olduğu bir nokta. Bakıyoruz son günlerde özellikle bu döviz kurlarındaki artış öyle bir noktaya geldi ki, gençlerimiz, gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarının imkanlarının artık yanından bile geçemiyor.

Kur artınca A’dan Z’ye her şeye zam geliyor bu ülkede.

Bilgisayar fiyatlarını, telefon, tablet fiyatlarını herhalde görüyorsunuz. Yetişebilende aşk olsun.

Elalemin ülkesinde gençlerin harçlık biriktirerek aldığı ürünler ülkemizde ateş pahası.

Bakın, geçen gün bir çarşı Pazar ziyaretinde bir genç arkadaşım dedi ki “eskiden gelecek kaygısı derlerdi, şimdi bir hafta sonrasından değil yarınımdan emin olamıyorum” dedi.

Ülkede kimse bir gün sonrasından emin değil. Resmî gazete internet sitesinin başında milyonların beklediği başka ülke var mı? Cuma gecesi baktık herkes kilitlenmiş resmî gazetede ne çıkacak diye. Hep bu yüzden işte, “yarın ne olacak” endişesi.

Eskiden çocuklar, topladığı harçlıkları biriktirirdi, ufak tefek bir şeyler alırdı değil mi? Haşlıklar günlük ihtiyacın biraz üzerinde olurdu, biriktirdiklerini de arzu ettikleri bir şeyleri alırlardı. Bugün öyle bir imkan kalmadı artık.

Geçen bir genç arkadaşım dedi ki “üç aydır basit bir elektronik cihaz için para biriktiriyorum. Fakat ben para biriktiriyorum alacağım ürünün fiyat yükseliyor. Ertesi ay biraz daha para biriktiriyorum fiyat daha da yükseliyor. Yetişemiyorum. Bu enflasyon falan değil, bu başka bir şey. Ben bunu alamıyorum” diyor. Aynı artı delik bir kovayı doldurmaya çalışmak gibi bir şey.

Para birikmiyor. Bugünün bir lirası ertesi güne kalmadan 90 kuruşa dönüşüyor. Maalesef bunu da şu anda yaşıyoruz bu ülkede.

Bir gün sonrasını öngöremeyen, bir hafta sonrasını bilemeyen gençler ne yapıyor? ‘Ya artık ben başka bir ülkede geleceğimi tasarlayım’ diyor. Gerçekten şu anda Türkiye’nin tablosu bu.

Peki gelelim iktidara.

Elinde her türlü yetkisi olan, elinde her türlü karar imkânı olan, tek imzayla aklına gelen gelmeyen her şeyi yapabilme yetkisini bu millete alan iktidar ne yapıyor? Bu iktidar önünü görüyor mu? Bu iktidar plan, program yapabiliyor mı?

Bakın daha bundan 2 ay önce Cumhurbaşkanı imzasıyla, resmî gazetede orta vadeli bir ekonomik program açıklandı. Tarih 5 Eylül 2021. 2 ay önce. Kalın bir doküman. Taratılmış aceleyle ve o taratılmış haliyle de resmî gazete web siteye koyulmuş. Burada bakıyorsunuz geleceğe doğru dolar kuru ile ilgili hedefler var.

Daha iki ay önce 3 yıl orta vadeli ekonomik programa yazdıkları kur hedefleri şöyle

2022 dolar kuru hedefi ne kadardı biliyor musunuz? 9 lira 30 kuruş. 2 ay önce yazıyorlar bunu, 2 ay önce açıklıyorlar resmî gazetede. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı imzasıyla kendisi açıklıyor. ‘Bu benim orta vadeli ekonomi programımdır ‘diyor. 2022 için kur hedefi 9,30.

2023, 9 lira 80 kuruş.
2024, 10 lira 30 kuruş. Ne zaman için? 2024 için.

Daha 2021’deyiz. İki ay önceki açıkladığı ekonomik programda 3 yıl sonrası için koyduğu kur hedefi 10,30 bugün kur 11’i geçmiş durumda. Bakın, Eylül’de koyduğu hedefi zaten ekimde geçmiş, 2022 hedefini. Bugün geldiğimizde de kur zaten 11’i geçmiş durumda. 10,30 bırakın, 3 yıl sonrasını bırakın, bugün 11 lirayı geçmiş durumda.

Şimdi bu hedeflerin hangisine kim inanır? Bu iktidarın projeksiyonuna kim inanır?

Ekonomi güvenle yürür, güven. Güven olmadan siz ekonomiyi düzeltemezsiniz. Güven de nasıl oluşur? Söz verirseniz tutarsınız. Plan program yaparsanız gerçekten uygularsanız, konuşunca doğruyu konuşuyorsunuz, doğruyu söylersin. Güven böyle oluşur. Bunları yapmazsanız güven asla oluşmaz. Mümkün değil.

İşte böyle olunca da çok doğal olarak gençlerimiz ne diyor “ben yarınımdan emin değilim. Yarın ne olacak bilemiyorum” diyor.

Batılı gençler, Japon, Koreli, Singapur da yaşayan gençler, yeni dünyanın, yarınların tasarımlarını yaparken, bizim ülkemizin gençleri “bu harçlığımla nasıl geçineceğim” diyor. “Aldığım haşlıkla karnımı nasıl doyuracağım” diye düşünüyor.

Bakın arkadaşlar,

Amerika’daki, Avrupa’daki, Asya’daki gençlerle, bizim ülkemizdeki gençler arasındaki fark ne biliyor musunuz?

Bizim gençlerimiz, kötü yönetimin, kötü uygulamaların sonuçlarını yaşıyorlar.

Elin batılısı, Asyalısı, bizim gençlerimizden daha zeki, daha kabiliyetli değil, yok böyle bir şey. Aradaki fark ne biliyor musunuz? İmkân imkân. Bizim gençlerimiz daha az imkana sahip.

Batıdaki, Asya’daki genceler daha çalışkanlar da, bu nedenle mi insan onuruna yaraşır hayatlar yaşayabiliyorlar?

Hayır arkadaşlar.
Oralarda gençlere sunulan imkanlar daha fazla, aradaki fark bu.

Aradaki fark, nitelikli eğitime erişim. Bizim gençlerimiz daha az kabiliyetli değil. Bizim gençlerimiz daha az zeki değil. Sadece bizim gençlerimize sunulan imkanları sınırlı, diğer ülkelerdeki gençlere sunulan imkanlar daha geniş. Aradaki fark eğitimin niteliği.

Aradaki fark teknolojiye erişimdir.
Aradaki fark, özgürce düşünme ve düşündüğünü ifade edebilmektir.

Aradaki fark, bu ülkedeki gençlere katma değer üretme fırsatını vermeyen zihniyettir.

Teknolojiye, dil eğitimine, nitelikli eğitime önem vermeyen bu iktidar, gençlerin yarınlarını karartıyor.

Her sene 1 milyon gencimiz eğitim sistemine katılıyor. Her sene 1 milyon çocuğumuz eğitim sistemine giriyor. Her sene 1 milyon gencimiz de şöyle ya da böyle hayata atılıyor. Yıllık 1 milyon kişiden bahsediyoruz. Gerçekten çok büyük bir sayı, çok büyük bir potansiyel ama bu potansiyel yeteri kadar değerlendirilemediği için yeteri kadar önem verilmediği için maalesef Türkiye gidemeyenlerin ülkesi haline geldi. Gitmek isteyip de kalanların ülkesi haline geldi. Çok üzülüyoruz, çok üzülüyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz 2015’te ekonomi yönetimini bıraktığımda, merkez bankasının rezervleri doluydu, Merkez Bankamızın yıllarca birikmiş yedek akçesi vardı, Türk lirası cinsinden yedek akçesi. Döviz cinsinde de rezervleri vardı.

Biz bıraktığımızda, yerli yabancı hiç kimsenin yatırımdan endişe etmediği bir Türkiye vardı. Kimsenin gözünün arkada kalmadığı bir ülke vardı.

Neredeyse sıfırdan aldığımız doğrudan yatırım rakamını 22 milyar dolara çıkarttık.

Şimdi ne oldu biliyor musunuz? Tarihimizde ilk defa uluslararası doğrudan yatırım akımları Türkiye de eksiye düştü.

Eksi ne demek? Türkiye’den dışarı giden yatırım Türkiye’ye gelen yatırımdan daha fazla oldu demek. Yani bizim yatırım imkânı olan insanlarımız gittiler başka ülkelere yatırım yaptılar, başka ülkelerin gençlerine iş imkânı sağladılar, istihdam sağladı demek. İlk defa yaşadık. Tarihimizde böyle bir şey yoktu. Doğrudan sermaye yatırımlarının eksiye düştüğü bir dönem yaşamdı bu ülke. Maalesef bunu da gösterdiler bu ülkeye. Niye güven yok güven. Güven olmayınca yatırım olmuyor. Güven olmayınca yeni iş sahaları açılmıyor. Güven olmayınca istihdam oluşmuyor.

Bir başka örnek:

Biz ekonomi yönetimini bıraktığımızda Varlık Fonu yoktu. Niye yoktu? Çünkü kurulmasına izin vermemiştik. Niyetlerini biliyorduk. Siz bir varlık fonu kuracaksınız, peki cari fazlanız var mı? Yok. Bütçe fazlanız var mı? Yok. Varlık Fonu, cari fazlası veya bütçe fazlası olan ülkelerde kuruluyor. Fazla akımların biriktirip, ak akçeyi biriktirip kara günde kullanmak için kuruluyor Varlık Fonu. Ne yaptılar. Biz ayrıldıktan hemen sonra varlık fonunu kurdular. Öyle bir yasa çıkardılar ki yasa da şunu diyor “Bu fon aklına gelen her şeyi yapar. Hiç kimse de bu fonu denetleyemez. Kamu ihale yasasından falan da muaftır.” Maddelerde bunlar yazıyor aynen. “Sayıştay bile denetleyemez” diyor. “Kamu ihale yasasına tabi değildir” diyor ve aklına gelen her şeyi yapabilecekleri bir fonu kurdular.

Kanunen fon kuruldu arkasından bir ilk daha yaşadık. Bir resmî gazete yayınlandı. Şunu yazıyor kararnameyle diyor ki “Ben Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Varlık Fonu'nun başkanı olarak görevlendirdim” diyor, altına imza atıyor ve resmî gazetede yayınlanıyor. Bu da ilk, daha önce hiç olmamıştı. İşte tek imza ya bütün yetkiyi topladı, “aklıma geleni yaparım” diyor.

Biz de diyoruz ki: Merkez Bankası'nda başına kendini görevlendirir. Getir görürle uğraşma hiç. Laf dinlemiyor diye Merkez Bankası başkanlarını değiştiriyor, duruyor. Hiç gerek yok kendini ata, otur Para Politikası Kurulu başına. Zaten son dönemdeki başkanlar ne dersen onu yapıyor. Hiç olmasa aracıyla uğraşma otur kendin yap. “Faizi şöyle belirledim” de. “Ben para politikası kurulu başkanı olarak, Merkez bankası başkanı olarak, Recep Tayyip Erdoğan olarak faizi indirdim, bindirim” de. Hiç uğraşma getir görürle. Mümkün, şu andaki sistemde mümkün. Varlık Fonuna nasıl atadıysa oraya da atayabilir kendisini, yapabilir. Önünde bir engel yok, elini tutan hiçbir şey yok.

Fakat ne oldu biliyor musunuz arkadaşlar? O Varlık Fonu kurulduğu günden bugüne kadar tam 65 milyar TL yani eski parayla 65 katrilyon borca batmış durumda. Sadece iç borç. Bu Hazine'nin aylık yayınladığı Kamu Borç Raporu'nda yazılı bir rakam. 65 milyarlık varlık fonu borcu var şu anda iç borç. Dış borcu 1 milyar 250 milyon avro. İşte çarpım kurla tabi kuru yakalayabilirsen, yetişebilirsen. Yaklaşık bir işte 15 milyarda oradan geliyor toplu etkisini 80 milyar. Yani eski para ile 80 katrilyon toplam borcu var Varlık Fonu’nun. Varlık Fonu oldu yokluk fonu. Yokluğu da bize varlık diye yutturmaya çalışıyorlar hala o da ayrı hikâye.

Bir başka rakam arkadaşlar bakın biz ekonomi yönetimden ayrıldığımız gün döviz kuru, dolar kuru 2 lira 90 konuştu. 2 lira, 90 kuş. Ve son dönemlerde ki o tartışmalara rağmen, son dönemlerde biz diyorduk ki “Merkez Bankası bağımsız olmalı.” Sayın Erdoğan o zaman karşıydı bu işe “yok diyordu niye bağımsız olacakmış” diyordu. Bütün o tartışmalar da kur biraz artmaya başlamıştı. İşte o artmış haliyle bizim ayrıldığımız gün 2 lira 90 konuştu. Bugün dolar 11 lirayı geçti ERUO 12,5 gördü. Geldiğimiz nokta bu. Ne kadar hızlı bozuluyor.

Şimdi bakıyoruz kur artınca fiyatlardaki artış kaçınılmaz. A'dan Z'ye her şeye zam gelecek. Bu kaçınılmaz. Bunu inanın ilkokul çocukları biliyor, ilkokul çocukların ne ediyor? Bakıyor, cips fiyatı arttı diyor 'Döviz zamlandı, dolara zam geldi onun için cips fiyat arttı' diyor.

A'dan Z'ye her şeye iğneden ipliğe her şeye zam geldiğini artık ilkokul çocukları biliyor.

*****
Ama değerli arkadaşlarım,

Bu kötü yönetim, bu kötü durum, bu kriz Türkiye için bir kader değil. Bu kötü yönetim bu güzel ülkenin kaderi değil.

Biz tüm bu kötü tabloyu değiştirmek için yola çıktık.

Bugün Tokattayız. Tabii tarihiyle, kültürüyle çok önemli bir şehrimiz. Ama şu anda Tokat ekonomisi dediğimizde ilk sırada tarımdan bahsetmek lazım. Sıkıntıları da biliyoruz. Bir yandan artan maliyetler, diğer yanda da artamayan satış fiyatları. Arada ezilip kalan çiftçimiz.

Fakat, hiç merak etmeyin tarımın da DEVAsı olacağız.

Maliyetler aldı başını gitti biliyorum. İktidara gelir gelmez önce çiftçimizin üzerindeki ağır yükü azaltmak için adımlar atmaya başlayacağız. Ne yapacağız? Geçmiş kredi borçlarını faizsiz olarak, iki yıl ödemezsiz uzun vadeye yayacağız. Şu eski borçlarla ilgili önce çiftçimiz kafasını rahatlatmamız lazım. Sen borç takılma diyeceğiz. Borç zaten defterde yazıyor. Dondurduk mu? Dondurduk. Faizi sildik mi? Sildik. Sıfır faiz mi sıfır faiz. İki yılda ödemesiz. Bunu da iki yıl sonradan başlayacak şekilde uzun vadeye yayacağız.

Ama ne yapacağız?

Ziraat bankasını, yeniden çiftçimizin bankası yapacağız. Çiftçimizin işinin döndürmesi için uygun şartlarda eski borcuna dokunmadan yeni kredi hattı açacağız.

En önemlisi sulama yatırımlarında şöyle bir gaza basacağız.

Biliyorsunuz hükümetteyken bize çok isim taktılar ama taktıkları isimlerden bir tanesi neydi? ‘Fren Ali’ idi. Niye? Niye? Savurganlık, yanlış harcama varsa ya da ülkenin genelinde böyle tasarruf düşüyor da tüketim arıtıyorsa biz hemen o israfla ilgili tedbirler alıyorduk. İsrafa engel olduğumuz için bu lakabı ifade ediyorlardı. Biz israfa gelince fren olmaya devam edeceğiz. Ama memleketimiz için gerekli olan her konuda ayağımız gaz pedalında olacak.”

Bakın, burada da Tokatta da pek çok yöremizde de Zile ovasında örneğin su sorununun yaşandığını biliyoruz. Biz, Tarım Eylem Planımızla ne dedik? İlk beş yılımızda, hükümetimizin ilk beş yılında Türkiye’deki bütün sulama yatırımlarını tamamlayacağız dedik. Hesap ettik.

Biliyorsunuz tam 11 yıl bu ülkenin bütçesini yapan heyetin başkanı ben oldum. 11 yıl, 11 yılın bütçesini yaptık. Yani az çok anladığımız bir iş. Bütün sulama projelerini toplayın, toplayın, toplayın, toplayın bir Kanal İstanbul parası yetmeye biliyor musunuz? Bir Kanal İstanbul parasına Türkiye'de bitirilmemiş bir sulama projesi kalmıyor arkadaşlar. Barajlar, göletler, izale hatları, basınçlı kapalı sulama dağıtım sistemleri, damlama, yağmurlama sistemleri tamamı tamam ya toplayın toplayın toplayın bir Kanal İstanbul parası etmiyor. İşte biz ne yapacağız o Kanal İstanbul’u şöyle bir öteleyeceğiz. Acelesi yok ya durun. Şöyle bir rant gözlüklerinizi çıkarın bir sakin olun. “İnadına yapacağım” diyor ya “inadına yapacağım.” Acelesi ne? Bu ülkenin, bu milletin gerçekten en öncelikli yatırım şu anda Kanal İstanbul mu? Böyle bir şey var mı?

Biz tabii ki İstanbul önemsiyoruz ama Anadolu'nun, Trakya'nın tümüne bakacağız. Önceliğimiz tarım diyeceğiz. Bakın bizim ilk eylem planımızı, haziran ayında Çukurova'da tarım konusunda açıklamamızın değerli arkadaşlar çok önemli bir sembolik değeri var. Tarımı önemsediğimiz için ilk Tarım Eylem Planını açıkladık. İlk adımı onun için toprağı attık.

Sulama en önemli konulardan bir tanesi. Sulamada kullanılan elektriğin de tarifesini düşüreceğiz. Elektriğe daha uygun özel şartlı bir tarife uygulayacağız ki o sulama kanalları ulaşana kadar çiftçimizin pompaj da kullanmak zorunda olduğu suyun maliyetini, enerji maliyetini düşünelim diye.

Akıllı teknoloji ile sulama maliyetini de düşüneceğiz? Çünkü sulama projelerini akıllıca yaptığınız zaman, teknolojiyi kullandığı zaman çok daha az su kullanımıyla çok daha yüksek ürünü elde edebiliyorsunuz.

Çiftçimizin tohum, gübre, yem gibi maliyetlerinde iyi biliyoruz ve bunlara yüzde 50'ye varan oranlarda destek vereceğiz. Gübre fiyatlarını artık yakalayabilen yakalayabilene. Mümkün değil. Kaç çiftçimizden duydum. Kimisi diyor ki: "ben artık vazgeçtim gübre kullanmayacağım" diyor. "Biliyorum, verim çok düşecek ama yapacak bir işim yok, yapamam" diyor. "Utanma belasına ben tarım yapıyorum, konudan komşudan utandım için yapıyorum. Yoksa bırakmam lazım, zarar ediyorum" diyor. "Ne kadar çok üretsem o kadar çok zarar ediyorum" diyor. Diyelim ki 100 kilo gübre gerekirken 10 kilo 20 kilo gübre atabiliyor toprağı. Yetmiyor, imkanları yok. Ya da o kadar gübre kullansa zarar edecek baştan biliyor.

Biz ne yapacağız? İşte bu gübre konusunda tam yüzde 50 desteği çiftçimize vereceğiz. Bütün maliyetler hep dövize bağlı ya. Döviz kur artınca gübrenin fiyatı artıyor. Döviz kuru artınca ilacın fiyatı artıyor. Döviz kuru artınca mazotun fiyatını artıyor. Bunu çocuklar biliyor çocuklar. Makro ekonomik istikrarla kur, faiz, enflasyon dengesini yeniden kurduğumuzda zaten bu başlı başına maliyetlerin düşmesi için en önemli etken olacak, bir numaralı etken. Makro dengeleri kurun zaten her şey normalleşmeye başlar.

Şimdi tabii burada yeri gelmişken şu 2018’de o taraflı Partili Cumhurbaşkanıyla, araba bakanın el ele verip ülkenin ekonomisini yönetmeye başladığı tarihlerde hatırlayacak olursanız, bu iktidar bir soğan patates depolarını basma operasyonu yapmıştı. Kurdaki artışın, enflasyondaki artışın, hayat bağlarının tümünün yükünü kuru soğan depolarını yıkmaya çalıştılar.

Pazarcı esnafına "terörist" dediler. Bunu dediler inanın dediler. Niye? İşte suç bizde de enfes sorumlusu biz değiliz. Kim? Bakalım sağa sola kuru soğan depocusu, pazarcılar, fahiş etiketler: İşte 5 tane market. Bu enflasyonun da hayat pahalılığının sebebi sizsiniz ya bunu kabul edin.

Şimdi ne oldu bu yıl ne oldu? İşte geliyoruz 4 gündür Çorum'dan başladık. Çorum, Yozgat, Sivas, Tokat soğan üretimi vardır buralarda. Şimdi de soğan tarlalarda. Daha soğan dururken artık sürmeye başladı çiftçimiz tarlasında. Soğanı tarladan toplama maliyeti, satış fiyatını bulmuyor. Öyle bir kötü yönetimle karşı karşıyız ki değerli arkadaşlar, çiftçimiz üretse de mağdur oluyor, düşman gösteriliyor, üretmese gene mağdur oluyor. Mağduriyetlerden birini seçmek zorunda çiftçimiz. Bu hale getirdiler maalesef Türkiye’yi.

Ama değerli arkadaşlarım biz tarımı da hayvancılığı da bu kötü yönetimin çizdiği kara tabloya terk etmeyeceğiz inşallah ve çok kısa zamanda ülkeyi bu kabustan çıkaracağız. Kabustan uyanma hızında bu işi yapacağız. Nasıl korkulu bir rüya görürsünüz. Şöyle uyanıp birkaç yudum su içerseniz “ya iyi ki rüyaymış” dersiniz. İnanın bu hızda ülke düzelmeye başlar.

Çünkü bütün bu sorunların kökünde sebebi nedir? Kötü yönetim. Sebep sonuç ilişkisi. Krizin sebebi kötü yönetim. Düzgün bir yönetim olduğunda bu iş çözülecek. Şu anda ülkenin yaşadığı kriz, Türkiye’deki kötü yönetimin kendi kendi ürettiği bir kriz. Kimse sebebini şurada burada aramasın. Ev yapımı, el yapımı bir kriz. Millî ve yerli bir kriz. Hükûmet dilinden düşürmüyor ya. İki lafın başı millik, yerlilik. İki değerli kavramı da istismar ede ede yıprattılar. Nasıl din istismarıyla pek çok kutsal kavramı yıprattılarsa, millî ve yerli kavramlarını da yıprattılar. Bu kriz kendi tabirleriyle millî ve yerli bir kriz.

Bakın değerli arkadaşlarım,

Biz dert, tasa dolu gözler umut dolana kadar, boş kaynayan kazanlar aş dolana kadar, makamlar liyakatli kadrolara kavuşana kadar, vatandaşın yüzüne kapanan kapılar açılana kadar buradayız, hep beraberiz.

Gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği bir Türkiye’yi inşa edene dek yan yanayız, hep beraberiz. Bu yolda yürüyoruz.

Çünkü biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Tokat’ın DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Merkez ilçe kongremizin hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sağ olun var olun.

20 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Sivas Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN SİVAS İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Sivas il teşkilatımızın çok değerli başkanı,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli milletvekilimiz, muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başından ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Sivas teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Selçuklu’nun “Dâru’l Alâ, Dâru’l Ulemâ” dediği âlimler şehri,

Gök medrese, çifte minareli medrese, mavi medresesiyle ilim yuvası,

102 sene önce kurtuluş mücadelemizin önemli duraklarından olan Sivas kongresine ev sahipliği yapmış,

Genç cumhuriyetin ilk girişimcilerinden Nuri Demirağ’ın ve elim bir kazada kaybettiğimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehri Sivas’tan;

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

*****

Bu vesileyle dün hayatını kaybeden Sivas Gazeteciler Cemiyeti Başkanı duayen gazeteci Sayın Fikret Ünsal’a da rahmet diliyor, sevenlerine ve Sivas’a başsağlığı diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugün aynı zamanda biliyorsunuz Dünya Çocuk Hakları Günü, bu vesileyle çocuklarımızın hakları için eşit, adil, mutlu, sağlıklı bir hayat sağlamak için çalıştığımızı özellikle ifade etmek istiyorum.

Ve Dünya Çocuk Hakları Günü’nün de kutlu olmasını diliyorum.

Bugün burada, partimiz kurulduktan sonra, Sivas’taki ilk programımız vesilesiyle beraberiz.

Gelişimiz biraz gecikti, ama görüyorum ki, DEVA damlaları, Sivas’ın her köşesine kararlılıkla yayılıyor.

Adeta toprağın suya hasret kalması gibi Sivas’ın DEVA damlalarıyla buluştuğunu ve çok hızlı bir şekilde bu kaynaşmanın olduğunu yerinde gördük. Gerçekten arkadaşlarımızla beraber çok mutlu olduk.

İşte tam da böyle, ülkemizin her köşesine, emin ve kararlı adımlarla, güçlü kadrolarla mahalle mahalle yayılıyoruz.

Son 1,5 yılda ülkemizin yaklaşık 70 şehrine, 100’den fazla ilçesine bizzat kendim gittim.

Genel Merkezimizden ekiplerimiz sürekli Türkiye’nin 81 vilayetini ziyaret ediyor.

İl başkanlarımız birbirlerini ziyaret ediyorlar.
Her şehirde, her ilçede, her mahallede aynı umudu gördüm.

Evet, ülkemiz uzun zamandır karanlık bir tünelin içinde, ama umudumuz güçlü, umudumuz diri.

Hiç vakit kaybetmeden çalışıyoruz.

Biliyorsunuz iktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı eylem planlarımızla açıklıyoruz.

Bugüne dek böyle bir şey görülmedi. İlk defa bir siyasi parti böyle bir çalışma yapıyor.

Bugüne dek Türkiye’de hiçbir parti henüz iktidar olmadan böyle detaylı eylem planlarını hazırlamamıştı.

Ama biz ne yapacağımızı çok iyi biliyoruz. Nasıl yapacağımızı da çok iyi biliyoruz ve halkımıza taahhüt ediyoruz.

Her bir eylemimizi kuruşu kuruşuna bütçelendirerek bu ülkeye hızla nasıl atılım sürecine sokacağımıza çalışıyoruz.

İlk eylem planımızı, haziran ayında açıkladık. Tarım eylem planı. İlk adımı toprağa attık.

Çiftçimizin yaşadığı günlük sorunlardan, tarımın yapısal sorunlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede çözümlerimizi sunduk.

Biliyorum, Sivas’taki çiftçilerimiz de dertli. Sivas’taki çiftçilerimiz de kan ağlıyor. Hepsinin farkındayız.

Türkiye’nin en nitelikli şekerpancarına sahip şehirlerinden biri olmasına rağmen, çiftçimizin mahsulü elinde kalıyor.

Kur fırlayınca, paramız değersizleşince, çiftçimizin maliyetleri de katlayarak artıyor.

Zaten borç içinde kıvranırken, katmerlenen maliyetlerin altında eziliyor.

Çok sorun var, biliyoruz, ama biz tarım eylem planımızda açık açık taahhüt ettik:

Tarım Eylem Planımız 56 madde. Detaylarını anlatmaya başlasam gece 12’ye kadar konuşabiliriz ama sadece başlıklarını şöyle bir hatırlatmak istiyorum.

Hatırlatmak istiyorum çünkü gerçekten Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahip olan, 84 milyonluk nüfusuyla, Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip olan bir ülke.

Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olan bir ülke tarım konusunda bu hale düşmemeliydi.

Türkiye’nin şu anda hiçbir konuda bir politikası yok. Türkiye’nin bir tarım politikası da yok.

Tamamen rastgele. Kimden ne bilgi gelirse. Kim nereye doğru ne söylerse oraya doğru evrilen kararlar var.

Çiftçimizin sorunu bir türlü karar vericilere ulaşmıyor, ulaşamıyor.

İlgili bakanlık yetkisiz. Bilgisiz. Bilmiyorlar. Bu ülkeyi anlamıyorlar.

Konuların hep Külliye’ye gidiyor. E, Külliye’de 1200 tane oda var. Dön dolaş bir odaya girecek ki o konu, o bir kişinin önüne gelecek. O da o andaki bilgi dağarcığıyla, o anda ne duyduysa sağdan soldan ona göre hadi yapın diyecekte iş olacak.

Şu anda koskoca memleket böyle yönetiliyor arkadaşlar.

84 milyonluk bir ülke böyle yönetilemez.

Her alanda sorunlar sadece büyür.

Bakın, biz her konuda olduğu gibi tarımda da dersimizi çalıştık.

Tarım eylem planımızda seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 ve ilk 360 gününde neler yapacağını madde madde sıraladık.

Ne dedik? Dedik ki:

Tarım desteklerini, yani çiftçinin üreteceği ürüne vereceğimiz destekleri ekim zamanımdan önce açıklayıp, aynı yıl içinde ödeyeceğiz.

Bu yıl verilen tarım destekleri aslında bir önceki yılın üretim desteği. O takvimi de eşitleyeceğiz.

Çiftçimize kullandığı gübrenin maliyetinin yüzde 50’sini, tam yarısını destek olarak vereceğiz.

Biliyoruz, gübre fiyatları katlaya katlaya gidiyor. Tutabilene aşk olsun. Kaç tane çiftçimizden duyduk.

Daha son iki gün içerisinde, bu hafta Çorum’dan başladık, dün Yozgat’taydık.

Toprağıma geçen sene 10 kilo gübre koyduysam bu sene ancak 2 kiloya param yetti diyor. Bu ne demek?

Gelecek sene hasat, verim düşecek demek. Bazı çiftçilerimiz üretimden tamamen vazgeçiyor.

Kaç tane çiftçimizden şunu duyduk: “Ben konu komşudan utanma belasına bu tarımı yapmaya devam ediyorum. Zarar ediyorum ama yapıyorum. Artık yapamayacağım, vazgeçiyorum.” diyor.

Gerçekten maliyetler aldı başını gitti. En önemli maliyet kalemlerinden birisi de bu gübre meselesi. Biz dedik bunun yarısını devlet olarak biz karşılayacağız.

Çiftçilerimizin birikmiş kredi borçları var. Bu kredi borçlarını önce bir donduracağız.

Faizi sıfırlayacağız. 2 yıl ödemesiz uzun vadeye yayacağız. Eski borçlarla ilgili çiftçimizin önce bir kafasının rahat olması gerekiyor. Önce bunu yapmamız gerekiyor.

Arkasından işini döndürebilmesi için tarım yapmaya, üretime devam etmesi için tabii ki yine bir finansmana ihtiyacı var.

Eski borçlarını dondurduk iki yıl ödemesiz uzun vadeye yaydık. İş yapması için yeni kredi açacağız.

Deva iktidarında; Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız.

Şu anda öyle değil. Bakıyorsunuz, bütün bu Yap-İşlet’ler, büyük projeler, o belli firmaların yaptığı büyük projeler; kamu bankaları tamamen bu işlerin içerisinde.

Buralara sürülmüş durumda. Buralarda kullanılıyor. Oysa adı üstünde kuruluş amacı nedir Ziraat Bankasının? Ziraattir.

Öncelikle bu ülkenin çiftçisinin, tarımının ihtiyacını tam karşılayacak. Eğer kaynakları artıyorsa başka işlere bakacak. Kuruluş amacı bu.

Cumhuriyetin ilk kurumlarından biliyorsunuz. Kuruluş amacı bu.

Ve artık çiftçimizin traktörüne haciz gelmeyecek. Bu arkadaşınız tam 11 yıl pek çok kurumdan olduğu gibi Ziraat Bankasından da sorumlu Bakan oldu.

Bizim dönemimizde tek bir çiftçimizin traktörünün haczi diye bir şey yoktu.

Yapmadık böyle bir şey ya. Maalesef bu da oldu. Bu ülkede bunu da yaptılar.

Sulama meselesi en önemli konu. Kuraklık yılındayız değil mi?

Şimdi hükümet el altından whatsaap mesajlarıyla, şunla bunla fısıltı gazetesiyle ne yayıyor? Propaganda makinesini nasıl çalıştırıyor?

‘Allah yağmur vermedi, kuraklık oldu. Ne yapalım katlanacağız.’ Ya öyle de, siz zamanında sulama yatırımlarını yapsaydınız, zamanında bu barajları, göletleri tamamlasaydınız, irsale hatlarını yapsaydınız; benim önceliğim tarımsal sulama deseydiniz sizin barajlarınızda bugün su olacaktı.

Evet, kuraklığın olduğu yıllar olabilir. Ama barajlar ne için var? Suyun azaldığı dönemlerde oradaki rezervi kullanmak için var.

Siz bu yatırımı yapmıyorsunuz. Bırakın bugüne kadar yapmamayı, ileriye doğru da bir bütçeye bakın. Tarımsal sulama bütçesi çok küçük.

Şu anda Meclisten geçiyor ya bütçe. Küçük küçük rakamlar. Ve biz hesap ettik arkadaşlar.

İktidarımızın ilk 5 yılında, Türkiye’nin tümünde ne kadar sulama yatırımı varsa tamamını bitireceğiz ve toprağı suyla buluşturacağız. Bunun sözünü verdim. Bu hesap kitap işi.

Bütün barajlar, bütün göletler, bütün irsale hatları, bütün kapalı sistem, basınçlı sistem, yağmurlama, damlama sistemi; hepsini al alta yazın toplayın bir Kanal İstanbul parası etmiyor.

Ama ne diyor Cumhurbaşkanı? Ben inadına Kanal İstanbul’u yapacağım diyor.

Biz de şu inadından vazgeç diyoruz. Türkiye’de tarımın hali ortada. En basit ürünleri bile ithal eder hale geldik.

Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip olup, en temel gıda ihtiyaçlarını git sağdan soldan ithal etmek zorunda kal. Bu mu tarım politikası ya?

Şu anda geldiğimiz durum bu. Biz ne yapacağız?

Suyu toprakla buluşturarak hem çiftçinin üzerindeki maliyeti azaltacağız hem su tasarrufu sağlayacağız. Bu açık kanal sistemlerinde çok su zayi oluyor.

Kilometrelerce kanal bir yeri bir kırılsa gitti. Su akıyor. Buharlaşıyor.

Sisteme bir ton su veriyorsunuz, toprağa giden ya 200 litre ya 100 litre. Daha fazlası değil. Kapalı sisteme taşınması gerekiyor bunun.

Tarımsal sulamada bu elektrik maliyetleri çok büyük. Bundan on sene önce 50 metreden su çıkarken şimdi 100, 200 metreden su çıkıyor.

Hem yer altı sularımızı çok hoyratça kullanıyoruz. Tabiatın bütün dengesini bozuyoruz. Hem de o derinlerden elektrik pompaj sistemiyle suyu çekip tarlayı sulamak çok çok maliyetli.

İşte biz bu geçiş sürecinde de tarımsal sulamada kullanılan elektriğin tarifesini düşük fiyatlı tarife olarak uygulayacağız. Çünkü eğer o su tarlaya ulaşmadıysa çiftçi bunun bedelini 100, 200, 300 metre derinden suyu elektrikli pompayla çekerek bu elektrik faturasını ödeyerek yapmak zorunda değil.

Bunun suçu; o tarlaya suyu götürmeyen o yatırımı yapmayan devletin suçu.

Bu öncelik meselesi ama. Niye Kanal İstanbul diyorlar? Çünkü rant var rant.

Ne diyor? 500 bin kişilik şehir kuracağız oraya diyor.

Ya 16 milyonluk İstanbul var ya. Sen daha ne 500 bin kişilik şehir kuracaksın.

Oradaki şehri kurup ne yapacaksın? Ama bu gayrimenkul projeleri var ya o imar planlarıyla yapılan, imar değişikliğiyle yapılan hepsi rant rant.

Rant gözlerini kör ediyor inanın. Bütün ilgi alakayı bu lüks gayrimenkuller çekiyor.

Ve ülkenin tarımı, ülkenin çiftçisi yıllardır bu şekilde ihmal ediliyor maalesef.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın durumu aynı. Hem ziraai ilaçlar hem de hayvancılıkta kullanılan ilaçların maliyetleri çok yüksek.

Yem çok yüksek maliyet. Biz ne dedik?

Yem maliyetlerinin cinsine göre %50’ye varan kısmını biz devlet karşılayacağız.

Arkadaşlar kısacası; toprağın da suyun da devası biz olacağız.
Deva Partisi’nin damlalarını Türkiye’nin verimli topraklarıyla buluşturacağız.

Çünkü biz, her alanda olduğu gibi tarımda da atılımın öncüsü olmak için yola çıkmış bir hareketiz.

Tarımda atılımın öncüsü her alanda olduğu gibi DEVA Partisi olacak. *****
Bakın değerli arkadaşlarım,

Yıl 2002. O günkü seçimlerden sonra hükümet kuruldu. Ben de Ekonominden Sorumlu Bakan olarak göreve başladım. O gün itibarıyla Ziraat Bankasının tarımsal alacaklarının tam yüzde 40’ı donmuş alacaktı. Çiftçimiz ödeyemiyordu. Tıkanmıştı sistem.

Ne yaptık? Hemen kollarımızı sıvadık. İlk bir ay içerisinde ne kadar birikmiş borç varsa bunları önce bir yapılandırdık. Aynı seçimlerden sonra yapacağımız gibi o seçimlerden sonra ne yaptık? Çiftçimize yeni kredi açtık.

Çiftçimizin çarkı dönmeye başladı. Ve hemen birinci yılın sonunda çiftçimiz Ziraat Bankasına olan borçlarının yüzde 99’unu tam ve gününde ödemeye başladı.

Bakın, yüzde 40’ı tıkanmış bir sistemden aldık bir yılda çiftçimiz borcunu tam ve gününde öder hale geldi. Niçin? Çünkü bütüncül politikalarla çiftçimiz iş yapmaya başladı. Akılcı desteklerle çiftçimizin üretimi arttı. Çiftçimiz güçlendi.

Ve borcunu daha rahat öder hale geldi. Ödediyse daha fazla kredi kullandı. Faizleri sübvanse ettik. Faizler zaten düştü.

Ve gerçekten o dönemde Ziraat Bankasının kredi sistemiyle tarımsal destek sisteminin bir arada akılcı bir şekilde tasarlanmasıyla ülkemizin birden çehresi değişti.

Hep diyoruz; yaptık yine yaparız. Bunların hepsi kolay işler. Yeter ki dürüst ve ehil kişileri işin başında olsun.

Yeter ki bir plan program olsun. Yeter ki kararlar istişareyle alınsın. Maalesef şu anda bunların hiçbirisi yok. Onun için de ülkemiz bir sorundan öbürüne savrulup gidiyor.

Ülkemizde hem tarımda hem de A’dan Z’ye her türlü üretimde, maliyetin en önemli belirleyicisi döviz kurudur.

Türkiye’de kur arttığında iğneden ipliğe her şeye zam gelir. Bu ülkemizin gerçeği, ilkokul çocuklarının bile bildiği bir gerçek.

Bakın döviz kurlarıyla ilgili bu hükümet nasıl bir beceriksizlik içinde, size anlatayım.

Grafik - dolar kuru

Evet, tarih 5 Eylül 2021. Yani bundan 2 buçuk ay önce. Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanının imzasıyla bir orta vadeli ekonomi programı açıklandı. Resmi Gazete’nin kapak sayfası şu. Altında cumhurbaşkanının imzası var.

Bundan iki buçuk ay önce cumhurbaşkanının imzasıyla açıklanan orta vadeli ekonomik programda yani bırakın öyle iki üç ayı üç yıllık bir ekonomi programı, 2022, 2023 ve 2024’ü içeren bir ekonomi programı.

2 buçuk ay önce. Resmi Gazete’de yayımlandı. Bu yayımlanan programda 2002 için dolar kuru hedefi 9,30. 2022. 2023 için 9,80. 2024 için 10,30. Şaka gibi değil mi?

Hani 3 sene 5 sene önce program yaparsınız da program güncelliğini yitirir. Ya siz daha iki buçuk ay önce Resmi Gazete’de bir ekonomik program açıklıyorsunuz ve bunu bu ülkenin tek yetkili tek sorumlu cumhurbaşkanı olarak açıklıyorsunuz. Ve bizim dolar kuru hedefimiz 2022’de 9,30, 2023’te 9,80, 2024’te 10,30 diyorsunuz.

Daha 2021 yılı bitmeden kur 11’i geçti. Bu nasıl bir plansızlık ya. Bu nasıl bir hesapsızlık. Bu nasıl bir iş bilmezlik. Böyle bir ülkede insanları önünü görebilir mi?

Böyle bir ülkede yatırım yapılır mı? böyle bir ülkede insanların iş yapma arzusu olur mu? İnsanlar neye güvenecek? Ekonomi güvenle yürür güvenle.

Güven olmayınca ekonomi olmaz. Siz daha iki ay önce iki buçuk ay önce 2023, 2024 hedefi olarak koyduğunuz kur hedefini daha 2021 bitmeden geçiyorsunuz ya.

Böyle bir şey olabilir mi? İnsanlar güvenmeyince ekonomi asla düzelmez asla. Faiz talimatla düşmez, faiz güvenle düşer. Zannediyor ki bütün yetkiyi elimde topladım, tek imzayla aklıma gelen her şeyi yaparım. Bu ülkenin ekonomisini düzeltirim.

Düzeltemezsin. Mümkün değil. Çünkü anlamıyorsun. Bilmiyorsun.

Bir dönem bu ülkenin ekonomisi bir başarıdan bir başarıya koşarken bu başarının altında ne vardı? Bu başarının sebebi neydi?

Bunu kusura bakmayın da inanın anlamamış. Çünkü bilse yine yapar. Niye yapmasın?

Ya bu ülkenin cumhurbaşkanı ülkenin ekonomisi kötüye gitsin ister mi?

Seçim geliyor. Bozulmuş bir ekonomiyle, bir krizle ülkenin seçime gitmesini ister mi?

Ama yapamıyor. Düzeltemiyor. Bilmiyor. Bilenlerle de çalışmıyor.

Bakın, şu son 20 yıllık siyasi tarihimize bakın. Ekonominin en başarılı olduğu dönemlere bakın. Bir de başka alana bakın. Herhangi bir alanda hasbelkader düzgün, işini bilen bir bakan göreve geldiyse o alanda başarılı olur. Ama yanlış bir isim geldiyse Türkiye tıkandı.

Örneğin eğitim. Hiçbir şey olmadı. Yıllar geçti hiçbir şey olmadı bu ülkede. Dolayısıyla bir ülkenin cumhurbaşkanının bir ülkenin devlet başkanının başarı üretmesi için öncelikle kadrosunu dürüst ve işinin ehli insanlardan oluşturması lazım.

İstişareyle, ortak akılla iş yapması lazım. Hukuku, adaleti öncelemesi lazım. Şeffaf olması lazım. Şeffaf.

Siz Merkez Bankasının 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır satarken, arka kapılardan, gizli kapaklı yöntemlerle bunu yaparken niye bu millete haber vermediniz? Niye açıklamadınız? Niye şeffaf olmadınız?

Hadi hata yaptınız, şimdi soruyoruz. Ne oldu o paraya diyoruz. Bu ülkenin 130 milyar dolarlık döviz rezervine ne oldu diye soruyoruz.

İlk önce inkar ettiler. ‘Yok, öyle bir şey yok, satmadık’. Sonra pandemi için lazımdı dediler. Biz de bir dakika dedik. Siz bu döviz rezervini 2019’da satmaya başladınız.

Pandemi Mart 2020’de geldi Türkiye’ye. Pandemiden 15 ay önce cayır cayır satmaya başladınız. Bu dövizi niye sattınız? Kaça sattınız?

Açıklamak zorundasınız. Bu kimsenin kendi parası değil. Kimsenin babasından miras kalmadı. Merkez Bankasının döviz rezervi bu ülkenin ihracatı için çalışan işçinin alın teri. Bu ülkenin döviz rezervi turizmde hizmet veren, çalışan gençlerimizin bilek gücü, alın teri.

Biz niye biriktirdik o rezervleri. Kara gün geldiğinde lazım olacağı için. Ak akçe kara gün içindir dedik. bunun için biriktirdik.

Siz ülkenin ekonomik ve finansal sisteminin en önemli savunma hattı olan döviz rezervini sıfırlayın. Ondan sonra ekonomi bozuldu deyin bunu da dış güçlere bağlayın. Kusura bakmayın ya kimse inanmıyor artık.

Bu hikayelere kimse aldanmıyor. Dış güçler mi size 130 milyar dövizi sattırdı? Yabancı lobiler mi gizli saklı, şeffaf olmayan yöntemlerle bitirin şu dövizi dedi?

Bunu kendiniz yaptınız. Kimse birbirini aldatmasın. Her şey apaçık ortada. *****
Değerli arkadaşlarım,

Vatandaşımızın hangi konuda sorunu varsa, bizler yurttaş olarak hangi konuda sorun yaşıyorsak hepsini tek tek çözmek için yapacaklarımızı çalışıyoruz.

Hiç kuşkunuz olmasın, Türkiye artık bir yol ayrımına geldi.

Bu karanlık tünelden çıkışın ayrımına geldi.

DEVA Partisi’nin emaneti teslim alma zamanı geldi, çok az kaldı.

Sayılı gün çabuk geçer. Yakın bir zamanda acısıyla tatlısıyla; iyisiyle kötüsüyle bugünkü iktidarla vedalaşacağız. Müsait bir yerde inecekler.

İşte o gün değerli arkadaşlar, biz iş başına geçeceğiz.

Türkiye’yi hızla huzura, barışa ve adalete götüreceğiz.

Kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

O eski günlerdeki gibi birilerinin makbul vatandaşlarıymış, ötekilermiş, berikilermiş, ayrımcılık falan olmayacak.

Sokak ortasında “nerede bu devlet” diye kendini sahipsiz hisseden vatandaşlarımız olmayacak.

Askerin parmak salladığı, bürokrasinin kendini, siyasetin üzerinde gölge irade ilan ettiği, yargının yürütmenin yerine geçtiği günler olmayacak.

Gücü ele geçirenin zayıfı ezdiği, nöbetleşe zorbalığın hüküm sürdüğü, üste çıkanın alttakine baskı yaptığı bir Türkiye’ye, bir daha asla izin vermeyeceğiz.

Bu konuda herkes müsterih olsun.

Türkiye’yi asla öfkeye teslim etmeyeceğiz.

Çünkü çok iyi biliyoruz ki;

Her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı ve her kavganın bir barışı vardır.

Çünkü çok iyi biliyoruz ki;

Kutuplaşmadan, bağırış çağırıştan kimseye bir hayır gelmez.

Çünkü çok iyi biliyoruz ki,

Adaletsiz hesaplaşma huzur getirmez.

İşte biz bu nöbetleşe zorbalık dediğimiz yola, bu kısır döngüye girmeyeceğiz.

Bizim yolumuz belli. İlkelerimiz çok net.

Bizim mayamızda, karşılıklı sevgi var ve saygı var. Biz buyuz.

Bizim hayalimizde, herkesin kendisini özgür ve eşit hissettiği bir Türkiye var.

Hiç kimsenin kendini ikinci sınıf vatandaş hissetmediği, herkesin eşit, birinci sınıf hissettiği bir Türkiye var.

*****
Değerli arkadaşlar,
İşte biz yepyeni bir sayfa açıyoruz.

19 yıldır yıpranmış, yönetme kapasitesini yitirmiş, günübirlik hesapların içinde kaybolmuş bu iktidarı, önümüzdeki ilk seçimde değiştireceğiz.

Yola çıkarken yazdığı hedeflerin, ideallerin, sözlerin hepsini yolda kaybetmiş bu iktidarı, ilk seçimde değiştireceğiz.

Ancak; ülkemizi bir intikam, bir rövanş sarmalına, bir devr-i sabık dönemine girmesine de izin vermeyeceğiz.

Bugünkü iktidara, AK Parti’ye destek vermiş, destek veren tüm vatandaşlarımıza sesleniyorum:

Hiç kaygınız olmasın. Hiç korkunuz, endişeniz olmasın.

Kazanılmış haklarınızın, helal lokmalarınızın hepsinin güvencesiyiz.

Tüm haklarınız, hukukla teminat altında olacak.

Ha bugünkü iktidar tarafından iade edilmemiş, gasp edilmiş tüm hakları da derhal tanıyacağız.

Ha şunun da farkındayız. Şu anda küçük, marjinal bir grup var. Daha muhalefetteyken, iktidarında gidici olduğunu anlayınca parmak sallıyorlar. Bunları görüyoruz.

Hiç merak etmeyin bitti o devirler, bitti.

Biz o parmak sallayan zihniyete de pabuç bırakmayız. Kimse boşuna heveslenmesin.

Bu ülke, bu sığ kavgalardan çok çekti artık.

21. Yüzyılın dünyasına yakışmayan, her seferinde patinaj yaptıran bu kavgaları tarihin çöplüğüne atacağız.

Ve kimsenin bir başkasına büyüklük taslamasına müsaade etmeyeceğiz.

Baskıcı zihniyetin ürünü, bu çağdışı bakışa karşı hep beraber dimdik ayakta duracağız.

Türkiye’de hiç kimse kendisini üvey evlat olarak hissetmeyecek. Bıkmadan usanmadan tekrar edeceğiz:

Bu ülke bizim, bu ülke hepimizin diyeceğiz.

Ayrıştırmaya, ötekileştirmeye asla geçit vermeyeceğiz.

Herkes bu ülkenin eşit vatandaşı olacak.

Kimse inancından, dilinden, kimliğinden dolayı hor görülmeyecek.

Hiçbir vatandaşımız, devlet kapısının önünde korku ve endişe yaşamayacak.

Devletin her kademesini, her kimlikten vatandaşımıza açacağız.

Liyakati esas alacağız. Tek tipçi zihniyete son vereceğiz.

Ve bütün bunların sağlamak için kamuda işe alımlarda, mülakatı kaldıracağız.

Yazılı sınav neyse o. Gerekirse alan sınavı yaparsınız. Ama mülakat demek kayırmacılık demek. Mülakat demek torpil demek.

Mülakat demek iktidar partilerinin teşkilatları önünde kuyruk beklemek, onların teşkilatlarından minnet beklemek demek. Bunu kaldıracağız.

Vatandaşımız hak ediyorsa kamuda işe girecek. Herkes hak ettiğini alacak. Herkese fırsat eşitliğini tanıyacağız.

Ayrıca şunu da çok açık ve net olarak söylemek istiyorum:

Bugünkü sosyal yardım, sosyal destek mekanizmalarından asla tek bir adım geri düşmeyeceğiz.

Kimse, kimseyi kandırmasın.

Tüm o sosyal yardımlar devletin kasasından yani bu milletin alın teriyle ödediği vergilerden ödeniyor.

Bir yardım, destek veriliyorsa bir aileye yine bu milletin ödediği vergilerden o veriliyor. Kimse cebinden vermiyor onu.

Bugünkü iktidar o kasayı boşalttığı için, ülkenin rezervlerini tükettiği için, ülkenin yedek akçelerini sıfırladığı için artık yapılan yardımlar, destekler de yeterli değil. Yapılan yardım, destekler geçime yetmiyor. Asgari ihtiyaçları karşılamıyor.

Kötü yönetimle, paramızı pul ettikleri için, verdikleri yardım pazara, markete gitmeden eriyor.

Ama hiç merak etmeyin; dürüst, işinin ehli, çalışkan kadrolar iş başına geldiğinde önce o boşalmış kasalar dolacak.

Zaten siz havuzun dibindeki çatlağı kapatın. Şu yolsuzluğu, hırsızlığı bir durdurun zaten devletin kaynağı anında bollaşıyor. Biz biliyoruz.

Bu arkadaşınız tam 11 yıl devletin bütçesini yapan heyetin başkanlığını yaptı. Bu devletin, bu milletin kaynakları geniş yeter ki siz israf etmeyin. Yeter ki siz yerinde harcayın.

Üstelik kaynak bol. Yeter ki insanların morali düzgün olsun. Yeter ki insanlar güvensin. İşte biz ne diyoruz?

Ülkenin kaynağı bollaştığında, kasa dolduğunda bu sosyal yardımlar, sosyal destekler de çok daha yüksek miktarlarda olacaktır. Çok daha insan onuruna yaraşır miktarlarda bu destekler yapılacaktır.

Biz ne diyoruz; vatandaşımızı sosyal yardımlar için devlet kapısında süründürmeyeceğiz.

Hiç kimseyi parti teşkilatlarının önünde üyelik kartı alayım da ona göre sosyal destek alayım durumuna düşürmeyeceğiz.

İhtiyaç sahibi vatandaşlarımızı biz devlet olarak gidip kendimiz tespit edeceğiz.

Aynı aile hekimliği sistemindeki gibi. Her bir sosyal destek uzmanımıza aileleri zimmetleyeceğiz.

Her ailenin sosyal destek uzmanı belli olacak. Cep telefonlarımızı aramasına gerek kalmadan yaptığımız ziyaretlerde o ailenin ihtiyaçlarını bizzat yerinde tespit edecek. Ve o ihtiyaç ne ise karşılanacak.

Bir hanenin aylık geliri neymiş, o eve ayda ne kadar para giriyormuş. Bunlara bakılacak.

Asgari bir geçim için, insan onuruna yaraşır bir hayat için ne gerekiyorsa işte o aradaki farkı da devlet kapatacak.

Bütün bunları devlet tespit edecek. O evde kaç kişi yaşıyormuş. Hepsine devlet bakacak.

Ha baktık ki dengesizlik var. İşte o asgari yaşam şartlarını sağlayacak rakam ne ise biz buna asgari gelir desteği diyoruz. Onu devlet olarak biz ödeyeceğiz.

Ve hiçbir ev açlığa, yokluğa terk edilmeyecek.

Bunu yaparken, vatandaşlarımızı devlet kapılarında bekletmeyeceğiz. Parti binalarında süründürmeyeceğiz.

Çünkü sosyal yardımlar, sosyal destekler bir haktır hak. Vatandaş olmanın hakkıdır.

Durumu iyiyken vergi ödeyen, devlet bütçesine katkı sağlayan 84 milyon vatandaşımızın her birinin ihtiyaç olduğunda sosyal yardım, sosyal destek alması bir haktır.

Şu anda yapılanlar bir lütuf gibi sunuluyor. Biz yapıyoruz diyorlar. Biz ödüyoruz. Sen kimin parasını kime veriyorsun?

Verdiğin para bu ülkenin zaten bütçesinde yine vatandaşların alın teriyle ödenen vergilerin parası. Hak. Sen hakkın gereğini yerine getiriyorsun.

Sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmayacak. Bütün bu yardım, destek mekanizması da vatandaşımızın haysiyetini, onurunu koruyacak yöntemlerle verilecek.

Bu ülkede hiç kimse, kimsesiz kalmayacak. Devleti kimsesizlerin kimsesi yapacağız.

Halihazırdaki doğal gaz desteği, kömür yardımı gibi uygulamaları da güçlendirerek devam ettireceğiz

Yeni doğan bebeklerin sağlıklı yetişmesini sağlamak amacıyla, bir yıl boyunca süt ve bebek maması başta olmak üzere gıda desteği sağlayacağız.

Hiçbir yeni evli gencimiz, bebeği doğduktan sonraki o ilk bir yılın endişelerini, mali külfetini düşünmeyecek.

Biz zaten doğan her çocuğun rızkıyla doğduğuna inanırız. Ama bunun sağlanacağı mekanizmaları da devletin oluşturması lazım.

Bunların yanında, kimsenin sosyal yardıma bağımlı bir hayat sürmesine de razı olmayacağız.

Yani şu andaki hükümet gibi yoksulluğu adeta kader haline getirip ondan sonra sürekli olarak bu desteklerle yaşayan ve o desteklerle kendine siyasi bağımlılık oluşturmaya çalışılan bir tabloyu da bu ülkenin gündeminden çıkaracağız.

Bu doğrultuda, sosyal yardım alan vatandaşlarımız için özel istihdam programları uygulayacağız.

Hedefimiz belli: Özgür ve zengin Türkiye. Topyekûn zenginleşen bir Türkiye. *****
İşte değerli arkadaşlarım,
Bu hedefe ilerlerken, tek bir vatandaşımızı dahi geride bırakmayacağız. Ülkemize çağın önüne geçecek atılımlarla yöneteceğiz.

Belli alanlarda çağı yakalamayı bırakın, belirlenmiş alanlarda çağın önüne nasıl atlarız, o sıçramayı nasıl gerçekleştiririz, bunların hepsini yapacağız.

Konuşmamın başında Sivas’ın evladı Nuri Demirağ’ı anmıştım. Vaktiyle boğaz köprüsü gibi fikirleri nedeniyle kendisine “hayalperest” tanımları da yapılmıştı ama.

İşte biz Nuri Demirağ’ın hayalperest evlatlarıyız.

Hayalleriniz büyük olacak. Hedefleriniz büyük olacak. Ancak büyük hayaller ve büyük hedefler bir ülkeyi sıçratır, kalkındırır.

Bu vesileyle belirteyim; Sivas’taki, değerli sil başkanımızın da bahsettiği bu hızlı tren sorununun, bu fiyaskonun, skandalın farkındayız.

Memleketin her tarafına demirağlar ören Nuri Bey’in memleketine hızlı tren gelmemiş olmasını da bir ayıp olarak görüyoruz. Bunu da kısa zaman içinde telafi ederiz. Bunlar kolay.

İnanın kaynak bol. Türkiye’nin kaynak sorunu olmaz. Yaşadık ya. 2001, 2002 krizinden sonra kaynak nerede kaynak diye sorup duruyorlardı bize. 2 yılda enflasyonu tek haneye indirdik. 2 yılda paradan 6 sıfır attık.

3.500 dolarlık millî geliri aldık 12.500 dolara çıkarttık. Kaynak nerede diye soranlara ben hep söylüyordum. Ya kaynak Türkiye, siz korkmayın diyordum.

Bu ülke ehil insanlar tarafından yönetildiğinde, bu ülke ayağa kalkıyor. Koşuyor. Gerçekten büyük potansiyelimiz var. Hiç endişeniz olmasın.

Ama yetmez arkadaşlar,

Biz tüm Türkiye’ye eğitimde, tarımda, teknolojide, sağlıkta, her alanda atılım yaptıracağız. Zaten partimizin adı biliyorsunuz Demokrasi ve Atılım. DEVA kısaltılmış ismimiz. Asıl partimizin ismi ne? Demokrasi ve Atılım.

Niye? Sağlam bir demokrasi zemini kuracaksınız. O zemine sağlam basıp ileriye doğru atılım yapacaksınız. İşin özü bu.

Can çekişen ekonomimizi yeniden dirilteceğiz. Yeniden büyüyeceğiz.

Bu karanlık günler hızla sona erecek. Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn, çok daha yüksek bir refah seviyesine ulaşacağız.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Dün akşam Sivas’a vardıktan sonra herkes kendi işiyle meşguldü. İl başkanımızı aradım dedim ki; ben üniversiteli gençlerin takıldığı mekanlar varsa, fazla sayıya gerek yok, birkaç kişi gidelim gençlerle sohbet edelim diye.

Güzel bir sohbet yaptık ve sordum. İmkanınız olsa Türkiye’de mi yaşamak istersiniz, başka bir ülkede mi yaşamak istersiniz diye. İnanın yüzde 90’ı elini kaldırdı, başka bir ülkede yaşamak isterim diye.

İçim parçalandı içim. Gencecik çocuklar. Hepsinin bir hayali var. Üniversite okuyorlar. Büyük bir üniversite. 60 bin öğrenci var. Çok bölüm var.

Ve 60 bin öğrencinin her birisinin bir umudur var. Yaşamak istediği bir hayat var.

İşte bu karamsarlığı onlarda görmek, ülkeden bu kadar çok gencimizin ayrılmak arzusunda olması gerçekten içimizi parçalayan bir gerçek.

Çok çalışacağız. Gerçekten DEVA Partisi’nin kadrolarının üzerinde çok büyük sorumluluk var. Çok büyük.

Milyonlarca gencin sorumluluğu üzerimizde. Milyonlarca çiftçimizin, esnafımızın, işsizimizin sorumluluğu üzerimizde.

Sorunlar çok büyük. Ama bir o kadar da bu işi becerecek, bu işi yapacak güçte kadrolarımız var. Bilgimiz var, tecrübemiz var. Hiç korkmayın diyoruz.

Asla ümidinizi yitirmeyin diyoruz. Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Sivas’ın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.
19 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Akdağmadeni İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZI ALİ BABACAN’IN AKDAĞMADENİ İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Yozgat il teşkilatımızın değerli başkanı, Akdağmadeni ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Akdağmadeni ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Burada Anadolu’nun bağrında bu güzel ilçemizde sizlerle beraber olmak, bu kongre coşkusunu sizlerle paylaşmak benim için gerçekten büyük bir mutluluk.

Burada, bizlerle olduğunuz için hepinize tek tek teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.

Değerli arkadaşlarım,
Gönül isterdi ki bu kavuşmayı daha fazla coşkuyla kutlayalım.

Gönül isterdi ki seçimlerden sonraki ilk 90 ve 360 gününde yapmak üzere hazırladığımız eylem planlarını konuşalım.

Ama gerçekten ülkenin gündemi bizi maalesef uzun vadeli hazırlıklardan hemen bugünkü konulara bugünkü gündeme çekiyor.

Taraflı partili cumhurbaşkanı sistemi başladıktan bu yana, yani taraflı partili cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana ülkemiz adeta böyle yokuş aşağı yuvarlanıyor.

Bu kötü yönetim yüzünden gerçekten önümüzü göremiyoruz.

Aynı sisli bir havada araba kullanır gibi. Nasıl sis basınca göz gözü görmez, kimse yerinden hareket edemez, yavaş yavaş gider ne olur ne olmaz bir anda karşıma uçurum çıkar, başka bir araba çıkar, duran bir kamyon çıkar diye aynen öyle.

Büyük bir belirsizliğin içinde şu anda ülke.

Ve böyle sisli havada nasıl herkes duruyorsa, yavaşlıyorsa yatırımcılar da yeni iş sahası açmak için çalışabilecek iş insanları da aynı durur, yavaşlar.

Yatırım olmaz, istihdam olmaz, iş olmaz.

Ne olur? Ancak ülkede işsizlik çoğalır. Fakat ülkenin gerçekleri böyle de bugünkü iktidarın söylediklerine bir bakıyoruz eğer onları izleyecek olursak ekonomi uçuyor, kaçıyor. Türkiye şahlanıyor.

Bu partili kanalları izlediğimizde sanki Türkiye’yi değil başka bir ülkeyi anlatıyorlar. Sabah akşam uçuyoruz. Her şey çok güzel.

Almanya bizi kıskanıyor deyip duruyorlar ya. İnanan inanıyor, inanmayan inanamıyor.

Varlık Fonu, adına Varlık Fonu dedikleri fiilen yokluk fonuna dönen eski parayla 80 katrilyon, yeni parayla 80 milyar borca batmış.

Merkez Bankası rezervleri erimiş bitmiş, eksi 50 milyar dolara düşmüş. Koskoca Merkez Bankası bu ülkenin borca batmış. Ama sabah akşam “Şunlar bunlar bizi kıskanıyor. Bunlar bizi kıskanıyor.”

İnanana... İşleri güçleri algı yönetmeye çalışmak.

İş üretemiyorlar, bol bol laf üretmeye çalışıyorlar. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki az kaldı az.

Emaneti hayırlısıyla teslim alacağız. Ve ülkemizi hızla hak ettiği seviyeye ulaştıracağız. Bunu hep beraber yapacağız inşallah.

Şu son beş senelik sisli havayı silip atacağız ülkemizin üzerinden.

Hep beraber özgür ve zengin bir ülkenin yurttaşı olmanın; iddialı ve itibarlı bir ülkenin yurttaşı olmanın huzurunu yaşayacağız.

İnanın az kaldı. Enseyi karartmaya hiç gerek yok.

Özellikle gençlerimize bazen bakıyorum. Tabii kötü günleri pek görmemişler, bilmiyorlar. Türkiye’nin o iyi günlerini yaşamışlar. Bir de bugününe bakıyorlar ‘Ya bu iş düzelir mi’ diyorlar.

‘Yaşamak için başka bir ülke mi arasak’ diyorlar. Fırsat bulan zaten kaçıp gidiyor. Fırsat bulamayan da bir gün kaçıp gitmenin hayaliyle yaşıyor.

Gerçekten gidemeyenlerin ülkesi olduk ya. Yazık, günah...

Ama değerli arkadaşlar ne yapacağız? O iktidarın değişim günü gelene kadar moralimizi bozmadan, sebatla, azimle çalışmaya devam edeceğiz.

Ha gerekirse böyle moraliniz çok bozulduğunda belki o A Habermiş şuymuş buymuş o kanallar var ya, onları 5-10 dakika izlersiniz. Bir sanal dünyayı görürsünüz oradan.

Ama çok da kaptırmayın kendinizi çünkü bağımlılık etkisi yapıyor. Gerçek hayat mutsuz edince insanları dönüyorlar bari işte ATV, A haber... Onları izleyerek bari moral bulalım diyorlar.

Gerçek olmadığını bilseler de bunu yapıyorlar ama dediğim gibi aman alışkanlık haline getirmeyin. Gerçeklerle ayağımız hep bassın.

Hayal aleminden bahsetmişken... Çok değil daha geçtiğimiz pazar günü Cumhurbaşkanı bakın neler dedi.

İzleyelim bakalım:

“Ekonominin kitabını yazdım” diyor. Hangi kitap o sormak lazım ya.

Eğer bizlerin ekonomiyi yönettiği dönemden, ortak akıl ve istişarenin egemen olduğu dönemden bahsediyorsa o kitabı yazanlar başkaları.

Hiç kusura bakmasın. Ve o kitabı bizler kendisine rağmen yazdık. Hepsi basın arşivlerinde, kayıtlarda.

Ne kadar mücadele verdiğimiz, doğrular için canla başla çalıştığımızın hepsinin kayıtları ortada.

O günlerde, bizler ekonominin başındayken dolar 1 lira, 2 liraydı. Yıllarca 1 küsurlarda gitti kur. Ama nasıl oldu o iş?

Bu ülke bir zamanlar ekonomide nasıl dünyanın, Avrupa’nın yıldızı olarak anılıyordu da niye bu hale düştü? Bunun sebeplerini iyi çalışmak lazım.

Eğer Türkiye ekonomide bir dönem başarılı olduysa bu dürüst ve liyakatli kadrolarla, ortak akıl ve istişareyle, rasyonel politikalarla;
bilimle, hukukla, adaletle oldu.

Ekonomideki başarının sırrı burada. Temeller burada.

Ben diyorum ki kendisine; artık eski dönemin başarılarıyla övünmeyi bırakın. Zaten o dönemin nasıl bir dönem olduğunu, o dönemde başarının arkasında kimler olduğunu herkes biliyor.

Ama ben Sayın Erdoğan’a şunu tavsiye ediyorum: Bizler ayrıldıktan sonra tam 6 yıl oldu bakın bizler ayrılalı, biraz son beş altı yılı anlatın diyorum.

Kitabını yazdım falan diyor ya... Ben diyorum ki kendisine: Tek yetkili olduğunuz günden itibaren yaptıklarınızı anlatın.

Video-1 “Biz bu noktada ekonominin kitabını Evel Allah yazdık, yazmaya devam ediyoruz”

Bütün yetkiyi tek elinde topladı değil mi? 2017 referandumu, 2018 haziran seçimlerinden bu yana bütün yetki kendisinde. Tek imzayla aklına geleni yapabiliyor. Ben diyorum ki biraz da onları anlatın.

Ayni müflis tüccarın eski defterleri karıştırdığı gibi eski defterleri karıştırıp oradaki başarıların kitabını yazdım diyor. O ayrı bir şey. Onu bilen bilir

Ama siz üç buçuk yılı geçti. 2018 haziranından bu yana bu ülke için ne yaptınız? Ekonomide hangi başarıyı ürettiniz? Elinizi tutan yok ya. Elini tutan mı var? Engel olan mı var?

Yargı bana engel oluyor diyebilir mi? Ne talimat verirse yargı onu yapıyor. Ben istiyorum ama Meclisten geçmiyor diyebilir mi?
Ne istiyorsa Meclis onu yapıyor, derhal. Üzerinde hiçbir denetim, kontrol yok.

Aklına geleni ertesi dakika uygulayabiliyor. Elini tutan yok. Eğer bir şeylerin kitabını yazdım diyorsanız şu son üç buçuk yıllık dönemin bir kitabını yazın, onu görelim.

Bu ülkenin ekonomisi mahvoldu ya. Berbat oldu ya. Bunu herkes biliyor.

Şuradan çıkın merkeze inin. On kişiyi, yirmi kişiye bu ülkenin ekonomisi nasıl diye sorun. Hangi ülke bizi kıskanıyormuş onlar size anlatsın.

Kahroluyoruz çok üzülüyoruz. Çünkü bu ülke bu sıkıntıları yok yere çekiyor.

Bakın Sayın Erdoğan 2017 referandumuyla o çok istediği tek yetkili olacağı sisteme geçti değil mi? 9 Temmuz 2018’den beri de bu şekilde ülkeyi yönetiyor.

9 temmuzda kabineyi kurdu. Tam üç buçuk yıl olmuş. Öbür seçim geliyor. Bir buçuk yıl kaldı. 5 yılın 3 buçuğu gitmiş, 1 buçuk kalmış.

Bakın tarih 10 Ağustos 2018.

Yani iş başına geldikten, tek yetkili olduktan tam bir ay sonra neler söylemiş:

Video-2 (dolar: 5,95)“Dolar molar bizim yollarımızı kesmez. Dolar molar bizim yollarımızı kesmez. Hiç endişe etmeyin, buradan yine söylüyorum. Yastığının altında doları, eurosu, altını olan varsa bunu gitsin Türk lirası ile bankalarımıza bozdursun."

Bakın tarih ne? 10 ağustos. 9 temmuzda kabineyi kuruyor, akraba bakanı ekonominin başına getiriyor. O gün kur 4,53. Bir ay sonra 5,95 olmuş.

4,53’ten 5,95’e fırlıyor bir ayda. Çünkü herkes görüyor. Ne kadar saçmaladıklarını bütün dünya görüyor.

Kur 4,53’ten 5,95’e çıkıyor. Vatandaşlara dövizinizi bozdurun diyor. Bu arada vatandaşın cebindeki Türk lirası sürekli eriyor.

Bu arada ülkede herkes yüksek kuru ve enflasyonu konuşuyor o tarihlerde. Tarihlere özellikle dikkatinizi çekiyorum bakın.

Neden? Çünkü senelerce biz doğru ekonomi politikalarıyla enflasyonu tek haneye indirmiştik, kuru da belli seviyelerde tutmayı başarmıştık.

Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verdiği anda bir ay zaten ilk kur krizini yaşadık. İlk dalga o zaman geldi.

4,53’lerden 5,95’lere o zaman sıçradı. Çünkü kayıtları hatırlatmadıkça unutabiliyoruz. Onun için ben tekrar ediyorum.

Ama arkadaşlar, bakın bir püf noktası daha var. O tarihlerde 31 mart yerel seçimleri geliyor. 31 Mart 2019’daki yerel seçimler.

Kabine kurulmuş, bir anda kur fırlamış çünkü saçmalamaya başlıyorlar. Akıl dışı, bilim dışı şeyler söylüyorlar, yapıyorlar. Bir yandan da 31 mart yerel seçimleri yaklaşıyor.

Tam bu esnada, 2019’un başında, akıllarına Merkez Bankası rezervleri geliyor.

Bu 130 milyar dolar var ya, cayır cayır yakılan, satılan, onun yakılmaya başlandığı tarih 1 Ocak 20 19. Yani yerel seçimlerden tam üç ay önce diyorlar ‘Ya kur patladı gidiyor’.

Bir yandan vatandaşa çağrı yapıyor ‘Doları bozdurun’ diye. Vatandaşın dolarını bozduracak da kur düşecek hesabı.

Ama bir yandan da seçim yaklaşıyor. İşte o seçimlerden üç ay önce şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde, gizli saklı, arka kapıdan Merkez Bankasının dövizlerini cayır cayır satmaya başlıyorlar. Ve gizli yapıyorlar.

Bizim senelerce bu milletin helal lokmalarından, vergilerinden biriktirdiğimiz o döviz rezervleri cayır cayır satılıyor. Arka kapıdan satılıyor bakın arka kapıdan.

Gizli kapaklı yollardan satıyorlar. Niye? Çünkü seçim öncesi oyun şu: Bak biz ekonomiyi o kadar düzgün yönetiyoruz ki kur belli bir noktada duruyor ve seçime de gidiyoruz her şey kontrolümüzde. Sırf bu havayı oluşturmak için.

2002’den 2015’e kadar, yani bizlerin hükümette olduğu dönemde. Merkez Bankasının toplam müdahaleyle döviz satışı 8 milyar dolar.

13 yılın toplamında 8 milyar dolar. Ve bunun hepsi şeffaftır. Merkez Bankası döviz sattığı anda ilan eder. Ben bugün şu kadar döviz sattım diye. Açın bakın web sitesine hala onlar durur. Açık, şeffaf... Merkez Bankası kendisi yapar.

Bunlar ne yapıyor? Başlıyorlar 1 Ocak 2019’da yerel seçimlerden üç ay önce gizli kapaklı şekilde döviz satmaya. Yerel seçimler uğruna, bu ülkenin alın teriyle birikmiş milyarlarca doları hiç edilmeye başlanıyor.

Bir de utanmadan meydanlara çıkıp milletle alay ediyorlardı o tarihlerde bakın.

İzleyelim bakalım:

Video- 3: Berat Albayrak 19 mart 2019: (dolar: 5.47) ağustos, eylül, ekim

aylarında bol bol döviz alıp, ‘6 liradan, 7 liradan niye, dolar 10 lira, 15 lira

olacak ya 6-7 liradan toplayalım dolarları, 10-15’e satarız.’ Sonra ne oldu?

Dolar düştü 5 liraya. Bunlar şimdi kara kara düşünüyor. Şöyle bir kriz çıksa da

füzeyi atsa da şu olsa da bu olsa da dolar yükselse de bir satsak da bir kâr

etsek. Çok beklersiniz.

1 Ocak 2019’da arka kapıdan cayır cayır döviz satmaya başlıyorlar. Milyarlarca dolar. Ama onu açıklamıyorlar. Ya dolar 5,47’ye düştü diye övünüyorsun da arka kapıdan Merkez Bankasının döviz rezervini cayır cayır sattığını niye açıklamıyorsun ya? Bu dürüstlük mü, ben soruyorum şimdi. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı bilmiyor mu acaba? Çağırıp sormuyor mu ‘Ya oğlum ne yapıyorsun sen’ demiyor mu?

13 yılda 8 milyar doları satan bu devlet her gün açık açık ortaya koymuş, bugün 3 milyar dolar sattım, bugün 10 milyar dolar sattım diye, açık açık, şeffaf, doğru hesaptan kaçar mı ya?

Devlet yönetiyorsunuz devlet. Kimsenin kendi mülkü değil. Kimsenin babasından da miras kalmamış. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı bu döviz rezervi. Olur mu öyle bir şey?

13 yılda 8 milyar dolar Merkez Bankası satarken açık, şeffaf yapmış da sen niye gizli, kapaklı bu ülkenin rezervini satıyorsun oğlum diye niye sormuyor?

Haberi olmadan böyle bir şey yapılması mümkün mü?

Bakın, o gün bugündür soruyoruz: Bu 130 milyar dolar nerede?

Hala çıkıp cevap veremiyor biliyor musunuz?

Önce ne yaptılar? Öyle bir şey yok dediler. Sonra döndü dolaştı, pandemi ile mücadele ediyoruz dedi.

Belki onların da videolarını bulup sonra göstermemiz lazım. Pandemi için gerekiyordu dedi. Ya bu ülkenin pandemiye 1 Mart 2020’de girdiğini bilmiyor mu insanlar?

Tarih 1 Ocak 2019. Döviz rezervini siz satmaya 1 Ocak 2019’da başladınız. Pandemi tam 15 ay sonra başladı ya. Kim kimi kandırıyor?

Bilmiyor muyuz? Halkı bilmiyor mu zannediyor bunlar? Ne oldu? Bunu yaşadık ettik.

Şimdi ne oldu işte döndü dolaştı dolar bugün 11 lirayı geçti. 1 Amerikan doları 11 Türk lirasını geçti.

Tarihin en değersiz noktasında. Millî, yerli paramız tarihin en değersiz noktasında.

Kendileri diyordu. Para milletin itibarıdır, paranın değeri itibardır, paranın itibarı milletin itibarıdır diyorlardı. Ne oldu?

Paramızı da itibarımızı da beş paralık ettiler. Ve zannediyorlar ki bu akraba bakanı ortadan kaybedince, olanları unutturacaklarını sanıyorlar.

Biz unutmayacağız ve unutturmayacağız. Sık sık hatırlatacağız.

Akraba bakanı ortadan kaybettiler ama; akıl dışı, bilim dışı, kıymeti kendinden menkul ekonomi teorileri hâlâ uygulanıyor.

İktidar tarafında “Önce hukuk, önce adalet” artık hiç kimse kalmadı. “Kurallar önemli. Kurumların bağımsızlığı önemli.” diyen biri yok.

Biri de demiyor ki “Ülkenin iç güvenliğinden sorumlu bakanı sağı solu tehdit etmeyi bıraksın.”

Biri de demiyor ki “Küçük ortak cezaevinden çıkan mafya liderlerini makamında ağırlamaktan vazgeçsin.”

Sen hukuku yok et, ülkenin, iktidarın rotasını 28 Şubatçı Perinçek gibi adamlar çizsin, mafya-çete liderleri siyaseti dizayn etsin;

Sonra da git, sağda solda düşman ara.

Olan bu ülkenin insanlarına oluyor. Olan bize oluyor bize.

Kimse kimseyi kandırmasın.

Biz ekonomi yönetiminden ayrıldığımızda, ayçiçek yağının litresi 7 liraydı. Şimdi 20 liraya dayandı.

Daha dün İskilip’te bir emekli vatandaşımız geldi. ‘Ya bizim halimiz ne olacak’ dedi. Ben, 1800 lira emekli maaşı alıyorum. Bir ayçiçek yağı 18 liradan 75-80 liraya, bizim halimiz ne olacak’ dedi.

O demek ki alışverişi o fiyattan yapmış. Anlık değişiyor ya artık fiyatlar. Evine son aldığı fiyattır o. Ben dediğini aynen aktarıyorum: ‘Bizim halimiz ne olacak’.

Ve gözleri yaşardı. Yıllarca çalışmış, sigorta primini yatırmış, emekli olmuş artık hayatının şöyle rahat bir dönemi olması lazım. Gerçekten içimiz parçalanıyor.

Marketlerde sütün litresi 2 lira 80 kuruş civarıydı. Şimdi 7 liraya geldi. Bugün belki daha da artmış olabilir. 8 buçuk bak. Zaten bir hafta alışverişe gitmiyorsanız fiyatları kaçırıyorsunuz artık. Etiket dayanmıyor.

Esnaf ‘etiketi kazıyıp yenisini yapıştırmaktan tırnaklarımız yara oldu’ diyor.

Bebek mamasının fiyatları ortada. Etiket de koyulmuyor, yüksek fiyatı yazmaktan utanıyor esnaf. Sorarsa söylerim diyor. O da var. Esnafın vatandaşa etiket yazmaya yüzü yok. Bu hale getirdiler milleti ya.

Bebek maması 60 küsurlardan aldı başını 150-200 liraya... Bunlar çok temel ihtiyaçlar çok.

Fiyatlar cep yakıyor can yakıyor.

Geçen sene 10 kilo gübre kullanan bu sene 2 kilo kullanıyor. Geçen sene 100 kilo kullanan bu sene 20 kiloyla ekim-dikim yapmaya çalışıyor. Hepsinin farkındayız.

Peki çiftçimiz ne yapıyor? Avrupa’nın tarımdan en çok üretim yapabilecek ülkesi, Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip ülkesi burası ya. En büyük toprakları bizde Avrupa’nın.

Geniş arazilerimiz var. Fakat üretemiyoruz. Gittikçe ithalata bağımlı hale geliyoruz.

Çiftçimiz ben ürettikçe zarar ediyorum diyor. Ne kadar çok üretirsem o kadar çok zarar ediyorum diyor. Elin yüzüne bakabilmek için ben buna devam ediyorum diyor. Yoksa zarar ediyorum diyor.

Ve gübrede zorluk çekiyor çiftimiz biliyoruz. İlaç fiyatları, mazot fiyatları aldı başını gitti. Eğer elektrikle, pompajla suluyorsa elektrik fiyatına milletin gücü yetmiyor.

Tarım Kredi Kooperatifi de çiftçiye destek olacağına gidip marketçiliğe soyunuyor. Kimin talimatıyla? Yine Cumhurbaşkanının talimatıyla.

Ya diyor bu piyasada fiyat yüksek ben kendim açarım market, indiririm fiyatları diyor. Sonra ne oluyor?

Daha ucuz mu? Değil.

Bir de üstelik gidiyorsun bir paketten fazla alamazsın diyor. Aynı o yokluk günleri var ya yokluk, kuyruk günleri var ya ben çocukluğumda yaşadım.

Giderdim, zeytinyağı alacaksan bir teneke alabilirsin, ikinci tenekeyi alamazsın dediler. Kuyrukta beklerdim. Bunların yaşadık. Aynı o yokluk günlerine döndürüyorlar memleketi.

Bunun adını koymak lazım. Bunun adı artık cehalet arkadaşlar. İnanın bilmiyorlar ya. Bilenlerle de çalışmıyorlar.

Sorunu çözmek yerine sürekli şov. İşte bütün bu konuştuklarımız Sayın Erdoğan’ın yazdığı ekonomi kitabı.

Oturup tek başına, tek yetki kendindeyken yazdığı kitap bu. Yazdığı kitapta yokluk var yoksulluk var.

3y ile; yoksullukla, yasaklarla ve yolsuzlukla mücadele diye yola çıkan bu iktidar; şu anda 3y’nin adresi olmuştur. Sayın Erdoğan’ın yazdığı ekonomi kitabı da bundan ibarettir.

Grafik – CHS dolar kuru

Arkamdaki grafiği görüyor musunuz arkadaşlar.

Taraflı partili cumhurbaşkanı ve akraba bakan göreve geliyor dolar kuru 4,53- TL.

Her an değişiyor ama bugün saat iki buçukta kongreye gelmeden önce baktığımızda 11,12 idi.

Benim tavsiyem şu: Sayın Erdoğan o yazdığı ekonomi kitabının kapağına bu grafiği koyabilir. Bu grafik özetliyor hepsini.

Tam yetkiyle tek imzayla bütün yetkiyi üzerime topladım. Aklıma gelen her şeyi yapabileceğim şekilde yetkiyi aldım. Ve ekonominin kitabını yazdım. Kapağı da budur diye koyabilir.

*****
Değerli arkadaşlar;
Evet, zor zamanlardan geçiyoruz.
Ama biz nasıl yürüyeceğimizi çok iyi biliyoruz.

Yola çıktığımız, DEVA Partisi’ni kurduğumuz 9 Mart 2020 tarihinde söz vermiştik: Biz alışılagelmiş sıradan muhalefet partileri gibi olmayacağız demiştik.

Onlardan çok gördü mu millet. Çok gördü.

Biz her an iktidardaymış gibi çözüm çalışacağız dedik. Sadece yanlışlara işaret etmeyeceğiz, sadece eksikleri söylemeyeceğiz. Çözüm üreteceğiz. Tavsiyelerde bulunacağız, önerilerde bulunacağız.

Ve işte bunların hepsini yapıyoruz şu anda. Planlarımızı hazırlıyoruz, açıklıyoruz.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü göreve geldiğimizde hemen kolları sıvayacağız.

İlk gün ne yapacağımızın şu anda hazırlığını yapıyoruz. İlk 90 günde neler yapacağımızın hazırlığını yapıyoruz açıklıyoruz. İlk 360 gün ilk 1 yıl neler yapacağımızı hazırlıyoruz, açıklıyoruz.

Neler yapacağımızın hepsinin bütçesini hesap ediyoruz. Hepsini takvime bağlıyoruz.

Söz uçuyor ama yazı kalıyor. Yapacağımız her şeyi yazılı taahhüt ediyoruz.

Şunu yapacağız dediysek bilin ki onun bütçesi hesap edilmiştir. Şunu yapacağız diyorsak bilin ki mutlaka onun takvimi, tarihi de açıklanmıştır.

Çünkü kaybedecek bir günümüz. Çünkü bizim Türkiye olarak boşa geçecek bir dakikamız bile yok.

Çünkü paramız anbean değer kaybediyor, her dakika fakirleşiyoruz; bunu çok iyi biliyoruz.

Önce hukuku tesis edeceğiz. Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer. Hukuk yoksa adalet yoksa ekonomi düzelmez. Ne yapsalar nafile. Mümkün değil.

Önce hukuk önce adalet.
Ardından yatırımlarla, yeni iş alanlarıyla zenginleşeceğiz.

Çiftçilerimizin, üreticilerimizin üzerindeki borç yükünün de farkındayız, biliyoruz.

O nedenle borçlarını en az iki yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz. Hele bir nefes alsınlar... iki yıl ödemesiz sıfır faiz. Uzun zamana yayacağız borçları.

Ama çiftçimiz işini çevirebilsin diye de yine krediye mutlaka Ziraat Bankası üzerinden sağlayacağız. Uygun şartlı yeni kredi. Ki eski borcu kafaya takmasın kimse. Yeni işini yapmaya çalışabilsin.

Çiftçinin toprağına, traktörüne haciz gelmeyecek.

Ben 11 yıl Ziraat Bankasından sorumluydum. Bir tek çiftçimizin bir traktörüne haciz konmadı ya. Böyle bir şey yok. Buna başladılar.

Tarla, traktör haczine başladılar. Derhal kalkacak onlar.

Çiftçimizin içine düştüğü bu zor durum kendi suçu değil. Hükümetin suçu. Yanlış kararların sonucu bu.

Gübrenin fiyatı 2’ye, 3’e, 4’e katladıysa gübrenin fiyatını çiftçi mi belirliyor?

Biraz fiyatlar yükseldi diye sen ithalat kapısını açıp da ithalat yoluyla iç fiyatları baskılıyorsan bunu çiftçi mi yapıyor?

Çiftçimizin burada bir suçu, kabahati yok.

Geldiğimiz nokta tamamen kötü yönetimin sonucu.

Biz ne yapacağız?

Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini çiftçimize iade edeceğiz.

Hepsinin bütçesini hesap ettik.

Çiftçimizin kullandığı gübrenin maliyetinin yarısını, yüzde 50’sini, devlet olarak biz karşılayacağız.

Tüm sulama projelerini ilk 5 yıl içerisinde tamamlayacağız. Ne var ne yoksa barajlar, irsale hatları, kapalı sistem, damlama sulama sistemleri ne varsa.

İnanın, Türkiye’deki bütün sulama projelerini toplayın bir tane Kanal İstanbul parası etmiyor.

İnadına yapacağım diyor Kanal İstanbul’u. Niye? Rant var orada rant. Onun peşinde.

Halbuki biz diyoruz ki, kanal deyince su deyince aklı hemen İstanbul’a gitmesin. Koskoca bir Türkiye var. Bir Yozgat var bir Akdağmadeni var.

Ama kafa orada. 500 binlik yeni şehir yapacağım diyor. 16 milyonluk İstanbul küçük geliyor ya. Daha da çok adam yığacaklar.

Hepsini hesap ettik. Bütün sulama projelerinin tamamı bir Kanal İstanbul parası yapmıyor.

Biraz öteleyin ya aceleniz ne?

Şu anda Türkiye’de tarım alarm sinyalleri veriyor. Üretim azalıyor, ithalat çoğalıyor.

Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip ülkesi A’dan Z’ye her türlü tarım ürününü ithal eder hale geldi. Yazık.

Biz maliyetleri biliyoruz. Yüzde 50’ye varan yem desteği sağlayacağız. Tarımda kullanılan elektrikte özel düşük tarife uygulayacağız.

Ama en önemlisi; demokrasi ile, hukuk bazlı yönetimle, işini bilen, ehil ve çalışkan kadroların iş başına geçmesiyle ekonomimizi hızla toparlayacağız.

Kilit orada. Üst düzey bürokrasi ve siyaset kadrolarının hem dürüst hem de işi bilen insanlar olması lazım.

Bu iki vasıf bir kişide toplanacak.

Üst düzeyde görevlendirdiğimiz herkes tek tek hem dürüst olacak hem de işini bilecek.

Dürüst ama işi bilmiyor, yapamaz.

İşi biliyor ama dürüst değil, o tiplerden de uzak duracaksın. Nereden çarptığı belli olmaz.

Dolayısıyla dürüst olacak ve işini bilecek. Kadroyu öyle kuracaksın başka türlü düzelmez mümkün değil.

Ağızlarıyla kuş tutsalar düzeltemezler bu ekonomiyi de başka alanları da yapamazlar.

Ülkemiz, yatırımcıların koşarak geldiği bir yer olacak inşallah. Çok hızlı olur. Bunu yaşadık, gördük.

Daha evvel yaptık, yine yapacağız.

Bu ülke 2001 krizinin dibindeyken çok şükür çektik çıkarttık. Yaptık bunu. 2008-2009’da bütün dünya krizle boğuşurken yanımızdaki Yunanistan iflas etmişken, İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda tamamı borçlarla boğuşurken biz hamdolsun ülkemizin ekonomisini hızlı bir şekilde yola soktuk. Yaptık.

Millî, yerli paramıza iade-i itibar yapacağız. Paramız yeniden itibar kazanacak.

Faizler düşecek. Ama güvenle düşecek. Talimatla faiz düşmez arkadaşlar. Bunu anlamadı. Anlamıyor, bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor.

Zannediyor ki ben Merkez Bankasına talimatı vereyim, indir faizi, faizi düşecek.

Merkez Bankası faizi, faizlerden sadece bir tanesi. Hazinenin borçlanma faizi var.

Ne oldu? Merkez Bankasının faizini üç puan düşürdüler. Hazinenin borçlanma faizi üç puan arttı. Ne anladık?

Aynı süre içerisinde şu anda Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi daha fazla faiz öder hale geldi.

Faizler doğru politikalar sayesinde düşer. Güvenle düşer.

Ve bu enflasyonu, hayat pahalılığını defterden sileceğiz arkadaşlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

DEVA ekonomisi ile güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Bunlar etrafında üç beş zengini görünce işler iyi zannediyor.
Bizim zenginlikten anladığımız topyekûn zenginleşme.
Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Yozgat’ın DEVA’sı var, Akdağmadeni’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

18 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan İskilip İlçe Kongresı̇ Konuşması

 

page1image1064591760

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN İSKİLİP İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çorum il teşkilatımızın ve İskilip ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, İskilip ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün Türkiye’ye buradan, İskilip’ten bu alimler şehrinden hitap ediyorum. Gerçekten burada olduğum için bu coşkulu ortamda sizlerle beraber olduğumuz için çok mutluyum.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye bir yol ayrımına geldi dayandı. Dönülmez akşamın ufkundayız artık. Nereden mi anlıyoruz?
İktidar ortaklarının dilindeki aritmetik hesaplamalarından anlıyoruz.

Ülkenin meselelerini düşünmek yerine “50+1 yanlış oldu” diyerek seçim hesaplamalarına gömülmelerinden anlıyoruz.

page2image979094368

Şunu dikkatle takip etmemiz lazım. Ne zaman ki bir iktidar, vatandaşına oy gözüyle bakar;

Ne zaman ki bir iktidar, sorunların çözümüne değil de Koltuğu garantileyecek hesaplamalara kafayı takar;

İşte o zaman artık o iktidarın vakit dolmuştur.

Ne diyorlar? 50+1 olmadı diyorlar. Ne olacak? Oylar düştükçe 40+1’e mi indirelim.

Gelecek sene daha da düşerse 30+1’e mi indirelim? Ne yapalım? Ne istiyorlar? 50+1 olmamış.

Seçilirken iyi, seçilemeyecek duruma düştüğü anda 50+1 olmadı. Ama hiç endişeniz olmasın.

Acısıyla tatlısıyla; iyisiyle kötüsüyle, bugünkü iktidarla en kısa sürede vedalaşacağız.

Müsait bir yerde inecekler.

İşte o gün değerli arkadaşlar, halkımızın teveccühüyle inşallah hemen biz işin başına geçeceğiz.

Türkiye’yi hızla huzura, barışa ve adalete götüreceğiz.

Biz, DEVA Partisi kadroları olarak bu sorumluluğu omzumuzda bugünden hissediyoruz. Ve bunun için çalışıyoruz.

Ve her adımımızı bu sorumluluk bilinciyle atıyoruz. *****
Değerli arkadaşlar,

Türkiye’nin yoğun bir gündemi var. Fakat biraz önce, beş dakika önce arkadaşlarım mesaj gönderdiler, dediler ki; şu anda sosyal medyada birinci sırada tartışılan konu Dolar 11 ve Merkez Bankasının Para Politikası Kurulu.

page3image1062291488

Koskoca ülke kilitlenmiş. Normalde teknik bir çalışması olması gereken bir kurumun açıklayacağı rakamlara.

Bugün biliyorsunuz Merkez Bankası, Para Politikası Kuruluyla her ay yaptığı gibi toplanıp bu ayki faiz kararını açıklayacak.

Normal bir ülkede, günlük yaşama pek de etkisi olmayan teknik bir işlemdir bu. Dünyada böyle bir şey yok.

Bütün ülke kilitleniyor Merkez Bankamız ne yapacak diye bakıyor. Böyle bir şey yok. Bu bize özel.

Ama biz tüm ülke, 84 milyon, 7’den 70’e ekran başına kilitlenip bu kararı bekliyoruz.

Neden? Çünkü bu işi oyuncağa çevirdiler.

Bu kardeşiniz 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldu. Hiç kimse farkında olmazdı Merkez Bankası en yapar ne eder.

Herkes işini yapardı ama işini iyi yapardı. Herkes işini iyi yaptığı için faizler düşmüştü.

Herkes işini iyi yaptığı için enflasyon düşmüştü.

Ortak akıl, istişare olduğu için, liyakatli kadrolar işin başında olduğu için enflasyon da faiz de düşmüştü.

Gerçekten şu anda Merkez Bankası, cumhurbaşkanının elinde adeta bir oyuncağa dönüştü.

Ekonominin gereklilikleriymiş, ülkenin gerçekleriymiş, bu kurulun bağımsız olması gerekiyormuş, hiçbirinin şu anda esamesi yok. Umurunda değil.

Zaten Merkez Bankası başkanları, mevsimlik işçiye döndü. Biri geliyor biri gidiyor. Takip edebilene aşk olsun.

Görev süresi falan Sayın Erdoğan’ın hiç umurunda değil. Talimatına uymayanı görevden alıyor. Ben demiyorum bunu. Kendisi söylüyor.

page4image1064879200

Tarih 5 Kasım 2019. İzleyelim:

Video-1 tabii bu sistemi değişince merkez bankasını görevden alma yetkisini de aldık. Böylece önceki merkez bankasını görevden aldık çünkü laf dinlemiyor adam. Görevden aldık. Ve yeni arkadaşımızla yola devam ettik. Ve dedik ki bak böyle böyle. Faiz oranlarını düşüreceğiz.

Açık açık söyledi. Bir kere de değil arkadaşlar, sürekli tekrar ediyor. Öncelikle mevzuatı değiştirdik diyor, eskiden Merkez Bankası başkanları bu kadar kolay görevden alınamıyordu.

Önce mevzuatı değiştirdik diyor arkasından da adamı değiştirdik diyor.

Daha dün partisinin grup toplantısında yine Merkez Bankasının faiziyle ilgili konuştu.

Dün toplantıda ne dedi bir de onu izleyelim.

Video-2 “Hâlâ kalkıp da bu yolda, bu mücadelede beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar kusura bakmasın da, bu yolda ben faizi savunanla beraber olamam olmam. Bu görevde olduğum sürece değerli arkadaşlar kusura bakmayın faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Bu konuda nas ortada. Nas ortada olduğuna göre sana bana ne oluyor.”

Bu sözlerle söylüyor yine aynı saatlerde çalkantı. Kur iniyor çıkıyor. Herhalde o anda kendilerini uyardılar ki, o grup toplantısının çıkışında ne demiş bir de onu izleyelim.

Video-3: Merkez Bankası bağımsız değil mi? Yani hem bağımsızlığını konuşuyorsunuz, bırakın da bağımsız olarak kararını o versin.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demişler değil mi?

Laf dinlemiyor diye Merkez Bankası başkanı değiştiren cumhurbaşkanı, herhalde uyardılar, bir konuştunuz kur fırladı falan dediler, dışarıda ne diyor? “Merkez Bankası bağımsız” diyor.

Yarım saat önce konuştuğunu kendisi yalanlıyor. Buna kim inanır ya?

Ha bu arada bakın çok önemli bir konu arada “nas” diyor ya... Şimdi bunu biraz konuşmamız gerekiyor. Bu o kadar kolay mesele değil.

Biliyorsunuz Merkez Bankası 2 ay önce ne yaptı? Sayın Erdoğan’ın talimatıyla faizi %19’dan 18’e indirdi.

Geçen ay 18’den 16’ya düşürdü. Bugün ne yapacak göreceğiz. Saat ikide açıklayacaklar.

Ancak buradan ben şimdi soru sormak istiyorum: %19 kötü bir faizdi de şimdiki %16 iyi bir faiz mi?

Madem faiz kötü bir şey, neden sıfırlamıyorsunuz? Neden faizi sıfıra indirmiyorsunuz.

Öyle nas deyip de insanların gönlüne, kalbine bir dokunup kaçıp gitmek yok. Öyle yok.

İşte Amerika’da faiz sıfır. Avrupa’da eksi...

Madem nas diyorsunuz, indirin faizi sıfıra. Ne bekliyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz?

Kötü kötüdür. Kötünün azı çoğu olmaz.

Faiz kötüyse ve faizin talimatla düşeceğine inanıyorsanız indirin sıfıra.

Benim Sayın Erdoğan’a ayrıca bir tavsiyem de var biliyorsunuz.

Gerçekten şu Merkez Bankası başkanlarını getir-götür ile, gece yarısı kararnameleri ile imzaları ile hiç uğraşmayın diyorum.

Kendinizi Merkez Bankasının başına atayın olsun bitsin.

Diyeceksiniz ki olur mu? Oldu. Varlık Fonunda yaptı biliyorsunuz. Meşhur bir Varlık Fonu kurdular ya kararname imzaladı.

Dedi ki; “Varlık Fonu başkanı olarak ben Recep Tayyip Erdoğan’ı atıyorum” dedi. Altına da cumhurbaşkanı olarak imzayı attı. Merkez Bankasına da yapabilir.

En son baktığımda varlık fonu, 65 milyar lira eski parayla 65 katrilyon borca batmış durumda.

Ayrıca yurtdışından da bulduğu 1 milyar 250 milyon avroluk ki bugünkü kurla çarpsanız 14-15 katrilyon da o eder. Yani toplamda yaklaşık Varlık Fonu 80 katrilyon borca batmış durumda.

Kendisinin bizzat başkanı olduğu Varlık Fonu oldu “Yokluk fonu”. Geldiğimiz nokta bu.

Arkadaşlar, bakın burada, Cumhurbaşkanının bilmediği çok önemli bir konu var. Ben hep söylüyorum.

Bakın, bilmiyorlar. Bilen insanlarla da çalışmıyor. Sorun burada. Bildiğini zannediyor.

Evet, yüksek faizi hiç kimse istemez.

Ancak, faiz de talimatla düşmez.

Faiz güven ortamının sağlanmasıyla düşer.

Faiz öngörülebilirlikle düşer.

Faiz hukukla düşer, adaletle düşer.

Faiz liyakatli kadrolarla, istişareyle düşer.

Madem Sayın Erdoğan “nas” diyor, önce, devletin en temel varlık sebebi olan adaletin gereğini yerine getirsin. Önce adalet.

Hukuka bağlı bir yönetim uygulasın.
Şeffaf olsun. Vatandaşlar arasında fırsat eşitliğini sağlasın. İşi ehline versin, kararları istişareyle alsın.

Bunları yapın; bakın işte o zaman faizler düşer. Çünkü yaptık. Bunları yapınca faiz kendiliğinden düşüyor zaten. Ama öncelikle bunu yapmak lazım.

İşte cumhurbaşkanı bunu anlayamadı. Hala da anlayamıyor.

Hep söylüyorum; ekonomiyi düzeltmek istiyorsanız, önce hukuku düzelteceksiniz, adaleti sağlayacaksınız.

Tekraren; ekonomiyi düzeltmek istiyorsanız, önce hukuku düzelteceksiniz, adaleti sağlayacaksınız.

Geçenlerde de söyledim. Ya şunu on kere yazın. Şöyle duvarlarınıza asın. Sık sık tekrar edin. Çünkü bu olmayacak.

Ne kadar çabalasanız da olmayacak.

Bir ülkede adalet yoksa hukuk yoksa o ülkede ekonomi düzelmez.

Bir ülkede hukuki güvenlik yoksa o ülkede yeterince yatırım olmaz.

İnsanlar varlıklarını ortaya çıkartmaz. Önce adalet.

Yoksa işte böyle, yüksek faizle, yüksek kurla, yüksek enflasyonla boğuşur durursunuz.

Daha bu günler iyi günler bakın, söylüyorum. Beterin beteri ver Allah korusun.

Yanlışta inat etmenin bu ülkeye maliyeti çok büyük olur çok. Yanlışta inat ediyorlar. Çözümü yanlış yerde arıyorlar.

Ben bütün gücü elimde topladım, bütün kurumlar emrimde talimatı veririm faizi düşürürüm. Al işte düşmüyor.

Merkez Bankasının faizi düşünce piyasadaki faiz düşüyor mu zannediyorsunuz.

Merkez Bankası faizi yüzde 19’dan yüzde 16’ya indirdi. Hazinenin borçlanmaz faizi aynı dönemde yüzde 17’den çıktı yüzde 20’ye yakın rakama geldi.

Merkez Bankasının faizi üç puan düştü. Hazinenin borçlanma faizi üç puan arttı. Onu söylemiyor.

Çünkü Hazinenin faizi piyasada oluşuyor. Hazine o faizi vermeden piyasadan borç para alamıyor. Borç para bulamıyor. Bunu niye konuşmuyor. Bunu niye söylemiyor.

Gerçekten çok üzülüyorum.

İçim parçalanıyor.

Bir inat uruna, bu iş bilmezler, ekonomimizi mahvettiler. Berbat ettiler.

Yazık günah ya. Çiftçisinden emeklisine, esnafından öğrencisine, gencine toplum olarak kan ağlıyoruz.

Ve bunun tek sebebi kötü yönetim başka bir şey değil. Ülke kötü yönetiliyor, başka bir sebebi yok.

Sebep kötü yönetildiği için, kötü yönetim olduğu için biz de diyoruz ki; düzgün yönetin de bu ülke çabuk ayağa kalkar diyoruz.

Hiç kimsenin endişesi olmasın diyoruz.
Bu ülke bunu hak etmiyor.
Bu ülkenin haysiyetli insanları böyle kötü bir yönetimi hak etmiyor.

*****
Değerli arkadaşlar,
Şu an ağır bir ekonomik krizin içindeyiz.
Sokaktaki herkesten duyduğumuz gibi “Önümüzü göremiyoruz.” Ne olacak belli değil.

Bir tahmin yapmak, öngörülebilirlik mümkün değil.

Dünkü konuşmasında, baktım ki Sayın Erdoğan bu krizin faturasını yine başkalarına kesme derdinde.

Başka ülkelerde bahsediyor. Her yerde kriz var diyor. Bizden daha çok kriz yaşayan ülkeler var diyor.

Yok, öyle bir şey yok.

Hiç sağa sola bakmasın. Ben söyleyeyim. Bugünkü ekonomik tablonun, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun tek suçlusu var tek. Tek sorumlusu var.

Sayın Erdoğan diyor ki “Gelişmiş ülkeler en büyük krizi yaşıyor”. Hangi ülkeler bir göstersin ya.

Hangi ülkede asgari ücretin satın alma gücü bu kadar düştü? Hangi ülkede emekliler bu kadar perişan?
Hangi ülkede çiftçi, esnaf bu kadar zor duruma düştü? Arkadaşlar Avrupa’da eksi faiz var, eksi faiz.

Amerika’da faiz sıfır.

Bu ne demek? Dünyada paranın en bol olduğu dönemlerden birinden geçiyoruz demek.

O gelişmiş ülkeler dediği ülkeler, vatandaşlarına pandemi döneminde karşılıksız destek verdi.

Bizde gördünüz mü öyle bir şey? Anca faizli kredi verildi vatandaşlarımıza. Vatandaşlarımıza kredi üstüne kredi verildi, faiz üstüne faiz eklendi.

Lafa gelince faize tabii karşı.
Bütün ülkeler karşılıksız destek vererek vatandaşlar bu sorunu aştı.

Türkiye, tüm ülkeler içerisinde bu pandemi döneminde vatandaşına en az destek veren ülke oldu. Doğrudan destek anlamında. Desteğin çoğu hep kredi oldu.

Faiz kredi, faiz kredi.

Dün bir de ne diyor? “Her yerde kriz var, biz başarıyla atlatıyoruz” falan... Yani hiçbir tutarlılığı yok. Söylediklerini dinleseniz artık gerçeklerden kopmuş.

Kimse bu milleti cahil yerine koymasın.
Arkadaşlar, bunlar sadece ülke içine uydurulan masallar.

Sayın Erdoğan ekonomiyi yönetmek yerine, ülkeyi yönetmek yerine, algıyı yönetebilir miyim derdinde.

Çünkü biliyorum onun etrafındakileri. Diyorlar ki efendim, moral düzelsin moral düzelince ekonomi düzelir.

Siz insanların moralini düzeltin, güzel şeyler söyleyin. Moral düzelince de ekonomi düzelir.

Ama nafile. Vatandaş gerçekleri görüyor.

Lafla peynir gemisi yürümüyor.

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bunlar hep ortada

Avrupa’nın en düşük asgari ücretinin Türkiye’de olduğunu bu millet bilmiyor mu? Siz bunu gizleyebilir misiniz? Saklayabilir misiniz?

Şu anda Türkiye’deki asgari ücret Çin’in altında düştü arkadaşlar Çin’in.

Ucuz iş gücüyle dünyaya ihracat yapan ucuz iş gücüne dayanan bir ekonomik modelle yürüyen bir ülkenin asgari ücretinin altına düştü bugün bizim asgari ücretimiz.

Diyor ki “Doğal gazı uygun fiyata sunuyoruz.” Alım gücü mü kaldı millette?

Mutlak yoksulluğu biz bu ülkeden silmiştik, sıfırlamıştık ama bu ülkede tekrar mutlak yoksulluk oluştu. Bunu siz geri getirdiniz, adeta halkımıza bu yoksulluğu kader gibi dayatıyorsunuz.

Hiçbir şey ucuz değil. Eğer doğal gaz uygun olsaydı bu ülkenin Enerji Bakanı çıkar da insanlara “Kombiyi daha az açın, evi biraz daha az ısıtın” diye tavsiyede bulunur muydu?

Doğal gaz ucuz olsa Enerji Bakanı bunu söyler miydi?

Bakın dün Erdoğan ayrıca ne diyor?

Kamu işçilerine ve memurlarına verdiği yüksek oranlı zamlardan bahsediyor.

Yüksek oranlı zam dediği zaten enflasyonun altında eriyor bitiyor.

Zam veriyor enflasyon eziyor, zam veriyor enflasyon eziyor.

Bu iktidar çay kaşığı ile veriyor, kepçeyle geri alıyor, kepçeyle. Şu anda yaşadığımız bu.

Sonra da dün bir de iş insanlarına fırça atıyor. “Yatırım yapın diyorum, niye yapmıyorsunuz” diyor.

Yatırım yapmak da talimatla olmaz. Bunu da öğrenmesi gerek. Ama bilmiyor, sorun o.

Bilmiyor, bilenlerle çalışmıyor, bilenleri dinlemiyor. Talimat veriyorum, yapmıyorlar diyor. Yatırım yapın diyorum kaçıyorlar diyor.

Çok çarpık bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Talimatla yatırım geleceğini zanneden bir zihniyetle karşı karşıyayız. Koskoca ülkeyi, kadınıyla, genciyle, iş insanıyla birlikte; adeta partisinin il teşkilatı zannediyor.

Partisine verdiği talimatlar gibi bu koskoca ülkeyi yöneteceğini sanıyorb. Arkadaş, bu ülkede yatırım talimatla olmaz.

Yatırım; güven ile olur.
Siz güveni sağlayın yatırım olur.
Yatırım hukuk ile olur, demokrasi ile olur.

Bugün ülkede iş insanları arasında “çökmek” tabiri konuşuluyor. “Aman harcamalarımıza dikkat edelim, öyle pahalı şeyler almayalım, giymeyelim sonra çökerler. Aman fabrikama, malıma çökmesinler.”

Bu ülkede iş insanları, yatırımcılar her an varlıklarına çökülme hissini, bu riski duyuyorlarsa yatırım yapmazlar.

Ne yaparlar? Varlıklarını gider başka ülkelerde değerlendirirler. Şu an oluyor.

Kendi ülkemizin sermayedarı başka ülkelerde yatırım yapıyor. Başka ülkelerin gençlerine istihdam sağlıyor.

Gerçekten çok üzülüyoruz, yazık. Türkiye böyle bir yönetimi hak etmiyor.

Ha bir de dün yine o bilim dışı teorisini tekrarlamış. Faiz sebep enflasyon sonuç demiş.

Arkadaşlar gerçek durum şu: “Erdoğan sebep, yüksek faiz, yüksek kur, yüksek enflasyon, sonuç.” İki kere iki dört kadar net bu, net.

Ülkede hukuku ayaklar altına alırsanız, demokrasiyi sadece araç olarak kullanırsanız ne yatırım gelir ne zenginleşme olur.

Hukuk olmadan, ekonomiyi düzeltemezsiniz.

Arkadaşlar, 2002’de ekonomi yönetimini devraldığımızda, ülkenin hali perişandı. Ülke tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşıyorduk.

Ama ne oldu? %66 ile devraldığımız hazine borçlanma faizlerini %4,6’ya indirdik

Bugün geldiğimiz noktada ise Türkiye tekrar Avrupa’nın en yüksek faizini ödüyor.

Ben şimdi buradan soruyorum: Bu mu faizle mücadele? Bu mu faize geçit vermeme?

Tek lafta, tek lafta. Tabii ki gönül ister düşsün. Tabii ki faizin düşük olması ülke için iyidir ama nasıl yapacağını bilmiyor. Yanlış yollardan kendisine çözüm arıyor.

Biliyorsunuz, o dönemde daha Merkez Bankasının faizleri yüzde 6-7 iken pırıl pırıl bürokratları meydanlarda yuhalatıyordu.

Faizci diyordu onlara. Peki ben şimdi soruyorum: Yüzde 6-7, kendi ifadesi, vatana ihanetti, bugün Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi yüzde 19, yüzde 20 ile borçlanıyorsa bu nedir?

Yüzde 6-7 faiz vatana ihanet ise Türkiye Cumhuriyeti Hazinesine yüzde 20 faiz ödetmek nedir? Ben soruyorum bunu tanımlaması lazım bizlere. Kendi ifadesi bunların hepsi.

2018 haziran seçimlerinden sonra, taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verip ülkeyi yönetmeye başladıktan sonra hiçbir şey dikiş tutmuyor.

Bakın kendisinden dinleyelim, işine gelince nasıl konuşuyor, kendisinden dinleyelim.

Video-4: Türkiye’nin ekonomisinin sorumlusu benim, ben.

Evet arkadaşlar, dışarıda hiç düşman aramaya gerek yok. Çünkü tek yetkili olmayı isteyen kendisiydi. 2017 referandumu, 2018 seçimlerini hatırlayın. Ne diyordu?

“Bana engel oluyorlar, beni tutuyorlar. Başkanlık sistemi gelsin. Yetkiyi elimde toplayacağım ve faiz de nasıl düşer enflasyon da nasıl düşer göstereceğim” diyordu değil mi?

Üç buçuk yıl oldu ya. Seçimlerin üzerinden üç buçuk yıl oldu. Öbür seçime eğer zamanında olursa bir buçuk yıl var. Erken seçim olursa daha erken.

Ama şundan kaçamaz. Tek yetkili olayım tek imzayla aklıma geleni yapayım ama problemler çıktığı zaman da sorumluluğu başkalarına yıkayım. Böyle yağma yok.

Tek yetkili olmak isteyen tek sorumludur. Günahıyla sevabıyla tek sorumludur.

Sağda solda düşman aramaya gerek yok. Sağda solda lobi aramaya da gerek yok. Bilmen ne lobisi var da bu faizi şöyle yapıyor böyle yapıyor.

Bugünkü ekonomik dibe batışımızın sebebi, bu kötü yönetimdir. Sayın Erdoğan’dır.

Bugünkü ekonomik tablonun, yoksulluğun, yokluğun lobisi Beştepe’dedir. Ama değerli arkadaşlar;

Hiç merak etmeyin, tıpkı 2002’de olduğu gibi, biz ülkemizi bu krizden de çıkarırız. 2008-2009’da da çıkarttık biliyorsunuz küresel krizden. Bu krizden çıkaracak olan da yine bizler olacağız.

Yine biz bu ülkeyi ayağa kaldıracağız. Hep beraber başaracağız bunu inşallah.

Demokrasi ile, hukuk bazlı yönetimle, işini bilen, ehil ve çalışkan kadroların iş başına geçmesiyle, ekonomimizi hızla toparlayacağız.

Ülkemiz, yatırımcıların koşarak geldiği bir yer olacak.
Daha evvel yaptık yine yapacağız.
Paramıza itibar kazandıracağız.
Güven gelecek. Faizler güvenle, itibarla düşecek.
Faizler talimatla değil, doğru politikalar sayesinde düşecek.
Ve bu enflasyonu, hayat pahalılığını gündemden çıkaracağız arkadaşlar.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İskilip her zaman alimleriyle anılan bir ilçemiz. Ama aynı zamanda bir tarım yeri. Tarımla ilgili sorunların da ne kadar büyük olduğunu görüyoruz. Bizzat şahidiz.

İskilip’e giderken şöyle bir oto sanayi sitesinde sanayi esnafımızı şöyle bir selamlayalım dedik. Hemen etrafımızı sardılar. Bir kısmı tarım da yapıyor. Bir yandan kendi işlerindeki zorluklardan bahsettiler bir yandan da tarımla ilgili zorluklardan bahsettiler.

Gerçekten gübre fiyatları şu anda aldı başını gitti. 2,3,4’e katladı. Sulama büyük sorun. İlaç fiyatları aldı başını gitti. Mazot fiyatları aldı başını gitti.

Bütün bu tabloda belki de en büyük sıkıntıyı çeken çiftçilerimiz oldu. Ama çiftçilerimiz sattığı malın fiyatını maliyetleri kadar artıramadı.

İşte ekim-dikim zamanı geldi. Kimse yeterince gübre koyamadan ekim yapıyor. Kimisi de vazgeçiyor ben çok zarar ettim, çok zarar edeceğim diyor.

Gerçekten Türkiye’de tarımsal üretimin düştüğü, düşeceği bir döneme giriyoruz.

İçeride üretim düştükçe dışarıdan ithal ediyoruz.

Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip ülkesi, pek çok tarım ürününü de dışarıdan ithalatçı ülke haline geldi. Çünkü bir tarım politikası yok. Gerçekten kötü yönetim.

Biz ne yapacağız? Tarımla ilgili eylem planımızı açıkladık. Dedik ki, bir; Kanal İstanbul’u erteleyelim acelesi yok. Kanal İstanbul parasına Türkiye’deki bütün sulama projelerini tamamlayacağız dedik.

İnanın Kanal İstanbul parası etmiyor ya. A’dan Z’ye bütün projeleri toplayın, bir Kanal İstanbul etmiyor.

Ne dedik? Gübre parasının yarısını, yüzde 50’sini devlet olarak biz karşılarız dedik. Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimize yem de destek vereceğiz dedik. Yüzde 50’ye yakın destekler vereceğiz dedik.

Mazottaki ÖTV’yi çiftçimize aynen geri iade edeceğiz dedik. Bütün bunların yanında tam 56 maddelik bir tarım eylem planı açıkladık. A’dan Z’ye aklınıza ne geliyorsa hepsi var.

En son taslağı bitirdik. Ziraat odaları birliğine gönderdik, bir de siz bakın dedik, diyecek bir şeyiniz var mı diye.

Gittiğimiz her il de ve ilçe de çiftçilerimizle ayak üstü sohbet ettik. Onların önerilerini aldık ve eylem planımızı açıkladık.

Ve beş ay oldu eylem planımızı açıklayalı çok şükür bugüne kadar hiç kimse şurası yanlış demedi. Atacağımız her adımın bütçesini hesap ettik. Atacağımız her adımı takvime bağladık.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 ve ilk 360 gününde neler yapacağımızı bütün detaylarıyla ortaya koyduk.

Ve hazırız...

İnşallah vatandaşlarımızdan yetkiyi aldığımız gün, dakika düğmeye basıp yola çıkmaya ve icraata hazırız.

Kimsenin şüphesi olmasın.
Bu kabustan hızla uyanacağız. Derin bir nefes alacağız.
Hiç merak etmeyin. Emanet, emin ellere kavuşacak.
Önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız. Güveni tesis edeceğiz. Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız.
Kimseyi ezdirmeyeceğiz.
Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz. Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Çorum’un DEVA’sı var, İskilip‘in DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.
Ülkemiz için hayırlara vesile olacak başarılı bir kongre temenni ediyorum.

6 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Maltepe İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN MALTEPE İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
İstanbul il teşkilatımızın değerli başkanı, Maltepe ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Maltepe ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugün size yokluktan bahsedeceğim.

Yokluk derken, sadece içinde olduğumuz bu yoksullaşma sürecini kastetmiyorum.

Bu derin yoksulluğa da sebep olan “politika yokluğundan” bahsedeceğim. “Çözüm yokluğundan” bahsedeceğim.

Evet, bugünkü iktidarın artık hiçbir alanda politikası yok. Hiçbir alanda çözüm önerisi yok.

İlk olarak, geçtiğimiz haftaya damgasını vuran dış ilişkiler krizlerinden başlayayım.

Bugünkü iktidarın hiçbir alanda olmadığı gibi bir dış işleri politikası yok.

10 büyükelçi konusunda yaşanan krizin sonunda neler olduğunu hep beraber izledik.

Partili medya “büyükelçilerden, on ülkeden geri adım” başlığı atarken uluslararası medya “Erdoğan geri adım attı” dedi.

Sadece bu olay dahi, “kim nereye adım attı” diye kayıkçı kavgasıyla geçiştirilemeyecek derin bir hakikati gözler önüne serdi.

Dış politika alanında bugünkü iktidarın hiçbir çözüm önerisi yok.

Uzunca bir süredir, Sayın Erdoğan’ın günlük psikolojisine bağlı olarak yürüyen, şahsileştirilmiş dış ilişkilerin ağır bir yansımasıyla karşı karşıyayız.

Bildiğiniz gibi, geçen hafta, sınır ötesi operasyon ile ilgili mecliste oylanan bir tezkere gündemdeydi.

Ne büyük ortak ne de küçük ortak sınır ötesi operasyona gerekçe olan tehditleri açık açık saymadı.

Sınır ötesi operasyon yetkisinin, hangi gerekçe ile, 2 yıllık bir süre için, yani önümüzdeki seçimleri de kapsayacak şekilde alındığının açıklaması yapılmadı.

Bundan önceki operasyonlarla, hangi başarıların kazanıldığı veya hangi eksiklerin kaldığı izah edilmedi.

Bu hükûmetin artık bir hesap verme, verebilme kaygısı yok. Ben yaptım oldu, atı alan Üsküdar’ı geçti diyor.

Elbette ülkemizin güvenliği önemli.
Elbette bu topraklarda yaşayan milyonların can ve mal güvenliği korunmalı.

Ancak, iktidar, özellikle son yıllarda, dış politika ve dış güvenlik meselelerini kendi iç siyasi çıkarları için kendi bekası için kullanıyor. Sorun burada.

Evet, bu iktidarın bir dış politikası yok.

Ve dış politikasızlığın bedelini, ülkemizin gerilemesiyle ve itibar kaybetmesiyle ödüyoruz.

*****

Şu anda Türkiye dünyada artık itibarlı bir ülke olarak anılmıyor. Akşamda sabaha duruş değiştiren, ne yapacağı belli olmayan, her an her şeyin beklendiği bir ülke haline geldik.

Hiçbir tutarlılığı olmayan, neye niçin karar verdiği belli olmayan bir ülke haline geldik.

Biz şu anda dünyanın en ileri hava savunma sistemlerinden biri olan F35 projesinin 4 ana ortağından birisi olarak işe başladık. 4 ana ortak vardı. Birisi de Türkiye’ydi.

İtibarlı, güvenilen bir ülkeye böyle dünya çapında önemli olan bir projenin ortaklığı layık görüldü. Bu çok önemliydi.

Ve Sayın Erdoğan’ın ifadesi ‘tam 1 milyar 400 milyon dolar para verdik bu işe’. Uçaklar üretimden çıkmaya başladı. Uçakların tescil belgesini aldık. Tapusunu aldık. Parasını ödediğimiz, tescilini yaptırdığımız, tapusunu aldığımız uçakları bu hükûmet teslim alamadı.

Böyle eyy naraları atmakla, ona buna kafa takmakla bu iş olmuyor. Keskin sirke küpüne zarar.

Ne oldu? Gittiler Rusya’dan S-400’leri aldılar mı?

Yine Sayın Erdoğan’ın ifadesi, 2 buçuk milyar dolar da ona para verdiler mi? Sistemler geldi, kapakları açıldı, Türkiye ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. Hemen geri kapağını kapattılar.
Bakın, bugün depolarda kapağı kapalı duruyor bu sistemler. Bu nasıl dış politika ya? Bu nasıl dış güvenlik politikası?

1 milyar 400 milyon dolar sen F35 projesine ver, uçakları alama. 2 buçuk milyar dolar S-400’e ver, kullanama. Ne anladık?

Bu ülkenin bu kaynaklarına yazık değil mi? Üstelik bu F35 projesi Türkiye’nin çok önemli bir ihracat projesiydi. Binlerce şirketimiz bu uçakların parçalarını üretecekti. Bu uçakların kritik pek çok sistemi burada, Türkiye’de üretilecek.

Şimdi neyin pazarlığı dönüyor? Ya madem F35’i vermiyorsunuz bari siz biraz da bize F16 verin. Para vermiştik ya hani onu ona sayın. Böyle dış politika mı olur ya?

Hakkımızla isteyeceksin, alacaksın. Niye en son nesil uçağın zaten hakkın varken tapusu varken alamıyorsun da taa 25-30 sene öncenin teknolojisine tekrar müşteri oluyorsun? Niye?

Herhalde bu beceriksizlik. İş bilmezlik. Politikasızlık. Gerçekten akıl duruyor. Sürekli zarar ediyoruz. Sürekli itibar kaybediyoruz.
Evet arkadaşlar, dış politikası yok dedik.
Şu andaki hükümetin başka nesi yok? Devam edelim.

Hukuk ve adalet politikası yok.
Yargının, iktidarın güdümüne girdiği bir dönemden geçiyoruz.

Hem iktidarın büyük ortağı Sayın Erdoğan’ın, hem de küçük ortak Bahçeli’nin, hukukun temel ilkelerini umursamadığı, hukuk güvenliğinin olmadığı bir dönemi hep beraber yaşıyoruz bu ülkede.

Hukuk devleti kalmadı. Hak ve özgürlükler büyük bir sorun alanı haline geldi.

Kendi Anayasa Mahkememizin aldığı kararlara uyulmuyo. Uyulmamasının en büyük destekçisi de Sayın Erdoğan.

Alt mahkeme Anayasa Mahkemesinin kararına uymuyorum diyor, bu ülkenin cumhurbaşkanı da uymayabilirim diyor. Uymuyorum, saygı duymuyorum dersen bu ülkede adaletten, hukuktan bahsedebilir misin?

Daha da korkuncu, Anayasa Mahkemesi, iktidar ortakları tarafından, bakanlar tarafından tehdit ediliyor.

Anayasa Mahkemesinin başkanı bizzat hedef gösteriliyor. Ayıptır ya.

Hatta ve hatta, krizlerin ortağı Sayın Bahçeli, defalarca bu Anayasa Mahkemesini kapatmak lazım dedi. Kusura bakmayın bu sizin haddinize değil.

Bu ülkenin bir anayasası varsa bu anayasaya hep beraber uyacağız. Yok, anayasa değişikliğine, yeni bir anayasaya ihtiyacımız varsa bunun meşru demokratik yolları var. Bu yoldan yürüyeceksiniz.

Gayri meşru, kayıt dışı yollardan hukuka uymamakla, anayasaya uymamakla, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymamakla siz bu ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz. Hayal hayal.

Hukuk olmadan adalet olmadan ekonomi düzelmez. Hukuk ve adalet olmadan bu ülke yatırım almaz. Bu ülkenin insanları bu ülkeye yatırım yapmaz.

Ne olur? İşsizlik çoğalmaya devam eder. Bu ülkenin gençleri iş bulamaz. İnanılır gibi değil, akıl alır gibi değil.
Bu hoyrat söylemlerin ucu bucağı kaçtı arkadaşlar.
İşte bugünkü yönetimin zihniyeti bu.

Kendileri gibi düşünmeyen her kurum kapatılsın, kendileri gibi olmayan herkes susturulsun istiyorlar. Ama o devir bitiyor artık ya. Artık etkisi yok bunların.

Hukuk ve adalet zeminine ayağını sağlam basmayan hiçbir iktidar kalıcı olmaz. Gidici olur. Tezden gidici olur.

Bakın son dönemde, bir Osman Kavala krizi yaşandı. Ülkeyi yönetenler, Türkiye’nin altına imza attığı sözleşmelere uymuyor. E sen altına imza atmışsın. Altına imza attığın akdin, sözleşmenin gereğini yapmazsan güvenilir bir ülke olabilir misin? Kendi vatandaşların sana güvenir mi? böyle bir ülkeye ve yönetime güvenir mi?

Ne oluyor işte gençlerimiz, bir an önce kendilerine başka bir ülkede hayat kurmak istiyorlar. Yazık değil mi? bu ülkenin pırıl pırıl gençleri kendi yarınlarını bu ülkede görmüyorlar.

Bu Kavala dosyasında, inadına sürdürülen bu hukuksuzluk yüzünden ülkemiz, Avrupa Konseyi bakanlar komitesinin bazı kararlarıyla karşı karşıya bırakılabilir.

Avrupa Konseyi ile bu denli büyük kriz en son ne zaman olmuştu biliyor musunuz arkadaşlar?

En 12 Eylül darbesinin ardından yaşanmıştı. Askeri darbe döneminde oldu bu ya.

Sadece bu bile içinde bulunduğumuz hukuksuzluğun en çarpıcı örneği.

Ülkeyi neredeyse bir askeri darbe döneminin hukuksuzluk dönemine döndürdüler. O seviyeye getirdiler.

Yazık, çok yazık.

Tam 19 sene önce, 12 Eylül anayasasının izlerini silme vaadiyle iş başına gelen bu iktidar, şu anda, 12 Eylül dönemine benzer hukuksuzlukların içinde.

Zamanında asker vesayetine karşı çıkanlar, şu anda, kendileri yeni bir vesayet anlayışının odağı oldu.

Ben varım başka hiçbir şey önemli değil diyor. Anayasa 50+1, ben de 50+1’im diyor. Anayasaya uymama hakkını görüyor kendisinde.

Bakın, bir demokraside eğer hukuk yoksa, demokratik yollarla seçilenler kendilerini hukukla bağlı görmezse o ülke kaosa gider. O ülke otokrasiye gider. Demokrasi eğer hukuk yoksa bir süre sonra otokrasiyi getirebilir. Demokrasi ancak sağlam bir hukuk çerçevesiyle kıymetlenir.

Halkın iradesi btabii ki önemlidir ama hukukta halkın seçtiği TBMM tarafından oluşturulur. Yine hukuk Meclisin komisyonlarında Meclisin genel kurulunda oluşturulur. Hukuk demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Şu anda ne oluyor?

Elin adamı bu ülkeyi yönetenlere ne diyor? Sen kendi vatandaşının temel haklarını yok sayıyorsun. Bunu elin adamı söylüyor. Sen niye konuşturuyorsun ki onları? Onların haddine mi düşmüş.

Bir hükümetin, kendi vatandaşlarının haklarını ihlal etmekte olduğunu, elin adamlarından duyması kadar kötü bir durum olabilir mi?

Siz bunları niye konuşturuyorsunuz? Niye Türkiye’yi dünyada bu hale düşürüyorsun?

Hukukun üstünlüğü endeksinde dünyada 117. sıradayız. O listede yan yana olduğumuz ülkeleri görseniz, inanın insan utanıyor, üzülüyor. Türkiye buraya mı layık diyorsunuz.

Bugünkü iktidara soruyorum: Siz niye kendi evinizin içini derli toplu tutmaya çalışmıyorsunuz da elin adamın konuşmasına izin veriyorsunuz? Yapmayın bunu. Gerek yok.

Diyorum ki onlara; bırakın şu yargının yakasını da adalet neyse o yerine gelsin.

Bu tür davalarda hiçbir şey normal akmıyor. Eğer Sayın Erdoğan bizzat bir davayı takip ediyorsa onun talimatı olmadan mahkemeler hiçbir adım atamıyor. Adaletmiş, hukukmuş, yasalarmış, insan haklarıymış hep bir kenara. Hepsi bakıyor ya acaba başımıza bir iş gelir mi. Savcılar, hakimler korkuyor. Ya ben bunu hapiste tutacağım ya da ben hapse gireceğim diyor.

Bu ülkenin mahkemeleri bu duruma düştü. Yazık, çok yazık. *****
Peki değerli arkadaşlarım, gelelim ekonomiye.
Şu anki hükümetin bir ekonomi politikası var mı?

Para politikası, maliye politikası, makro ekonomi perspektifi, mikro hedefleme... bunların hiç birisi yok arkadaşlar.

Az evvel 12 Eylül dedim ya, Sayın Erdoğan’ın her konuda ben karar vereceğim demesi ve liyakatli kadroların tamamen devre dışı kalması yüzünden, ekonomi politikası diye bir şey yok.

Sayın Erdoğan, âdeta muhtıra döneminde olduğu gibi gece yarısı tek imzalık kararnamelerle bu ülkenin ekonomisiyle ilgili adımlar atıyor.

Ama adımlar nasıl? Bir sağ bir sol. Bir ileri bir geri. Bir strateji yok, plan yok, program yok. O gün canı nasıl istiyorsa.

Merkez Bankası’nın internet sitesine baktığımızda, yönetici kadro olarak bir başkan, başkan yardımcıları ve para politikası kurulu gibi isimler görüyorsunuz.

Orada ismi geçenlerin gerçekten o kurumu önettiğine inanan var mı? Yok. Kaç tane iktisatçı görevlendirirse görevlendirsinler, başkanın adı hiç önemli değil. Biri geliyor biri gidiyor zaten. Mevsimlik işçiye döndü Merkez Bankası başkanları.

Merkez Bankası bağımsız çalışması gereken bir kurum. Tek görevi var. En önemli görevi; fiyat istikrarı. Fiyat istikrarı ne demek? Paramızın değerine sahip çıkmak demek. Fiyat istikrarı ne demek? Bu ülkedeki enflasyonun düşük ve kontrol altında seyretmesi demek.

Merkez Bankasının görevi bu. Bunu bağımsız olarak yapmayınca hükümetin talimatıyla iş yapmaya başlıyor Merkez Bankaları. Enflasyonu önlemenin yolu yok. Merkez Bankası bağımsız değilse hükümetin talimatıyla iş yapmaya başlamışsa o ülkede enflasyon asla düşmez. Düşüremeyecekler. Olmayacak.

1990’lı yıllarda yaşadık, 80’li yıllarda yaşadık. Bu ülkede tam 34 yıl 2-3 haneli rakamlarda seyretti. Ne zaman tek haneye düştü? Merkez Bankası bağımsız oldu, biz o bağımsızlığa dikkat ettik. İki yılda sadece iki yılda 2003-2004’te enflasyon tek haneye düştü. Şu anda Merkez Bankasının bağımsızlığı diye bir şey kalmadı.

Bunlar, işte o yüzden de kurdaki artışa engel olamıyorlar. O yüzden satın alma gücümüz kalmadı.
O yüzden vatandaşlarımız kendi paramıza güvenmiyor.
O yüzden yerli de yabancı da yatırım yapmaya korkuyor. Yeri gelmişken arkadaşlar,

Rekabet kurumu tarafından bazı zincir marketlere de cezalar kesildi biliyorsunuz.

Rekabet kurumu da Merkez Bankası gibi, bağımsız çalışması gereken bir kurum. Bu kurumları biz niye bağımsız yaptık? Niye bağımsız kurumları güçlendirdik? Çünkü günlük siyasi rüzgarlarla bu kurumlar iş yapmaya başlarsa artık görevlerini değil hükümetin günlük ihtiyaçlarını gidermek için hükümetin günlük hesaplaşmalarının aleti olmak için kullanılacaktı da o yüzden bağımsız olmalarını istedik.

Rekabet kurumu da hükümetin elinde oyuncak olmaması gereken bir kurum.

Sayın Erdoğan ne yaptı? “Fahiş fiyat etiketi” diye bir şey uydurdu. Diyemiyor ki ben yanlış yapıyorum, o yüzden kur artıyor, o da gidiyor fiyatları artırıyor diyemiyor. Bu fahiş fiyatların sorumlusu marketler diyor. Bazı marketleri hedef gösterdi, rekabet kurumu da peşinden bu marketlere cezayı kesti.

Peki marketlerde fiyatlar fahiş de; bakkalda, manavda, pazarda fiyatlar çok mu uygun? Bir bu beş market çok pahalı mal satıyor diğer çok ucuz. Fahiş fiyat cezası değil mi? Peki, pazardaki yüksek fiyatı ne yapacaksın? Bakkaldaki, kasaptaki, manavdaki yüksek fiyatları ne yapacaksın?

Fiyatlar her yerde yüksek.

Arkadaşlar, evet, ortada bir fahiş fiyat problemi var. Kesinlikle var.

Ancak, fahiş fiyatların en önemli sebebi “fahiş döviz kurları”dır.

Türkiye’de döviz kuru arttığında, A’dan Z’ye her şeyin maliyeti artar, A’dan Z’ye her şeye zam gelir. Bilmiyor musunuz bunu.

Bunu ilkokul çocukları bilir siz kimi kandırıyorsunuz? Kur arttığında her şeye zam geliyor.

Evet, fahiş fiyatların en önemli sebebi, fahiş döviz kurlarıdır,
Fahiş döviz kurların sebebi de ekonominin kötü yönetilmesidir. Suçu hiç oraya buraya atmasınlar. Fahiş fiyatların sorumlusu belli.

Bunun tek bir sorumlusu var. Bu fahiş fiyatların altında tek bir imza var.

Fahiş fiyatların altında, partili taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin imzası var. Sayın Erdoğan’ın imzası var.

Siz Rekabet Kurumuna talimat vereceksiniz, gidin şunların üzerine diyeceksiniz, arada başka neler görüşülüyor onları da bilmeyiz. Gidin Rekabet Kurumuna canlarına okuyun şunların diyeceksiniz. Enflasyonun sorumlusu ben değilim bunlar diyeceksiniz. Kimseyi kandıramazsınız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Ekonomideki politikasızlığın bedelini, yüksek enflasyon olarak gördük, görüyoruz.

Makyajlanmış rakamlar dahi, tüketici enflasyonunu %20 civarında, üretici enflasyonunu ise %46’nın üstünde gösteriyor. Bunlar TÜİK’in makyajlanmış rakamları.

Artık mızrak çuvala sığmadığı için TÜİK bile üreteci fiyatlarındaki enflasyonu taa 2002’nin üzerinde gösteriyor. 19 yıl önce Sayın Erdoğan’ın o ilk seçildiği dönemin üzerinde gösteriyor.

TÜİK bile son bir yılda patlıcana yüzde 67, domatese yüzde 62, bibere yüzde 51 zam geldiğini söylüyor.

Doğal gaz ve elektik zamları birbiriyle yarışıyor.
Bakın, iki gün evvel, twitter’da bir anket yapalım dedim.

Vatandaşlarımıza, son bir yılda gerçek enflasyon oranını yüzde kaç hissettiklerini sordum.

Video-1 twıtter yorumları

Yorumlara bakın arkadaşlar. Seçeneklere yazdığım oranlar bile düşük kalmış.

%70 diyen, 100 diyen, 300 diyen... Daha acısı tek tek ürünleri yazanlar... “Geçen sene tonunu 800 liraya aldığım kömürü, 1800 TL’ye yarım ton aldım” diyen...

İşte gerçek tablo bu. Vatandaşın hissettiği enflasyon bu. TÜİK ne derse desin. TÜİK diyor Sayın Erdoğan’da tekrar ediyor biliyorsunuz. Enflasyon yüzde 19 mertebesinde diyor. Halbuki biraz çarşıya, pazara çıksa, alışverişe çıksa görecek öyle olmadığını. Bizim vatandaşımız her şeyi biliyor.

Video-1 çıkış

Değerli arkadaşlarım,

Bunlar ekonomiyi mahvetti.

Bu ülkenin ekonomisini berbat ettiler.

Gerçekten çok üzülüyorum.

Yazık değil mi? Bu ülkenin haysiyetli insanlarına yazık değil mi?

Bu hükümetin bir ekonomi politikası yok.

Bu hükümetin hiçbir konuda çözümü yok.

Ne var, Sayın Erdoğan’ın, “benim alanım ekonomi”, “ben ekonomistim” diye diye aklına her geleni yapması var.

İyi de, bu ülke sizin deney laboratuvarınız değil ki.

Aklınıza her geleni “hadi bir de bunu yapalım” diye bu ülkeye dayatırsanız, sonuçları böyle felaket olur işte.

*****

Ha bu arada, çözüm önerileri yok diyoruz ya ama şu partili medyanın çözüm önerileri var.

Şöyle bir göz atalım:

Video-2 partili medyanın çözüm önerileri kolaj Video-2 çıkış

Alışverişe tek başına ve tok karnına çık, çocuklar olmasın diyor.

Cazip kokular yoldan çıkarmasın evde hiçbiri kalmaz diyor.

İkramları geri çevirin diyor. Olur da hoşunuza gider alırsınız sakın uzak durun diyor.

Gurme reyonunda zemin titrer, yavaşlar, daha çok alırsınız diyor. Öneriler bunlar.

Bir başka taraflı medya. 4 lezzetli bayat ekmek tarifi. Bayat ekmekten yemek tarifi.

En son öneri de Enerji Bakanından geldi. Doğal gaz pahalılaştı ya daha az ısıtın evi diyor. Çözüm basit.

Evet, bunlar vatandaşlarımızla iyiden iyiye dalga geçiyorlar artık.

Bu ne demek? İşi tam yüzsüzlüğe vurmak demek.

*****

Yeri gelmişken, şikâyet eden bir vatandaşımıza, Sayın Erdoğan’ın önerdiği bir çözümü de hatırlatmamız gerekiyor.

video-3 iktidarın çözüm önerileri “al keyif çayı iç” Video-3 çıkış

Bunlar sadece ülkenin gerçeklerinden ne kadar koptuklarını gösteriyor. Evime ekmek götüremiyor diyen vatandaşın derdini dinlemek yerine ‘Ya abartma, keyif çayını iç’ diyor. Bu ülkenin gerçeklerinden kopma.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Yokluktan bahsediyorduk ya, devam edelim.

Bir başka husus, 2013 yılından beri sürekli işaret ettiğim bir konu...

Bugünkü iktidarın bir eğitim politikası yok.

Kaliteli, nitelikli eğitime erişimde fırsat eşitliği yok.

Varlıklı ailelerin çocuklarıyla, maddi durumu zayıf olan ailelerin çocukları arasında cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir zaman makas bu kadar açılmamıştı.

Anne-babalar çocuklarının yarınlarından hiçbir zaman bugünkü kadar endişe etmemişlerdi.

Sözde bedava kitap dağıtıyorlar değil mi?

İçinizde çocuğu okula giden çoktur. Bedava verilen kitaplar yeterli oluyor mu? Takviye kitap denen sektör oluştu. Ve bedava kitap yetmiyor. Verilen kitaplar yeterli olmuyor.

Olmuyor, bunu herkes biliyor.

Bir öğrencinin senelik masrafı sadece bu takviye kitaplar, ilave kurs derken 4 bin lirayı, 5 bin lirayı buluyor.

Hele liselere giriş sınavına ve üniversite sınavına girecek olan arkadaşlarımızın bir aylık masrafı asgari ücretin altında değil.

Gücü yetemeyen ise, bu yarışta en geriden başlayıp yetişmeye çalışıyor.

Bu hak da değil reva da değil.

Bu ülkenin tertemiz çocuklarının hak ettiği bu olamaz. Yetenekli çocuklar sadece ailesinin imkanları sınırlı olduğu için hak ettikleri eğitimi alamıyor. Hayata hak ettikleri gibi bir donanımla başlayamıyorlar. İçimiz yanıyor.

Eskiden bu ülkenin güçlü anadolu liseleri, güçlü fen liseleri vardı. Yoksul ailelerin çocukları oralardan bir şekilde sisteme girerlerdi. İyi üniversitelere girme yolları vardı. Bunların hepsi kapandı şimdi yok.

Üzülerek söylüyorum ki, artık her alanda yokluk vadeden bu iktidar, gençlere de “size bu ülkede ekmek yok” diyor.

Tablo bu. Onun için gençlerimiz hayatını ekmeğini başka ülkede kurabilir miyim hazırlığı içinde.

Bu arada yeri gelmişken bugün yükseköğretim kurumunun, YÖK’ün kuruluş yıldönümü.

40 yıl oldu.

Muhtemelen bu son yıl dönümlerinden biri olacak.

Çünkü ilk seçimden sonra iktidara geldiğimizde YÖK’ü kapatacağız.

*****

Evet değerli arkadaşlarım,

Şimdi de sizlerle, her alandaki bu politika yokluğunun bizi getirdiği noktayı paylaşmak istiyorum:

Yoksulluk.

Yoksulluk hızla artıyor, her geçen gün fakirleşiyoruz. Satın alım gücü hızla düşüyor.

İşte sizin bir adalet politikanız yoksa, bir dış politikanız yoksa, bir ekonomi politikanız yoksa, bir eğitim politikanız yoksa, varacağınız sonuç yoksulluktur.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Biz DEVA kadroları olarak bu “yok” devrini kapatacağız.

Biz, geçmişin vesayetçi ve katı devletçi aklına da karşıyız, bugünün popülist otokratik uygulamalarına da karşıyız.

Biz, tüm vatandaşlarımızı, yepyeni bir sözleşmeye davet ediyoruz.

Biz, vatandaşlarımızı, tam demokratik, özgür ve zengin bir Türkiye’ye davet ediyoruz.

Önce bu tek kişilik yönetim sistemine ve bu zihniyete son vereceğiz. Ortak akıl ve istişare ile güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz. Hukuk devletini ayağa kaldıracağız. Güçlü kılacağız.
Yargının tehditle, korkuyla yaşamasına son vereceğiz.

İktidarın sopasını yargının üzerinden kaldıracağız.

Yargının da vatandaşlarımıza karşı sopa olarak kullanılmasına son vereceğiz.

Hak ve özgürlüklerden bir adım dahi geri atmayacağız.

Gasp edilmiş bütün hakları iade edeceğiz.

Her türlü hak, ne var ne yoksa KHK’lı vatandaşlarımız dahil ne kadar hak gasp edildiyse iade edeceğiz.

Eğitim bütçesini artıracağız.

Bakın bu hafta milli eğitimin bütçesi belirlenecek. Bu bütçenin ne kadar olacağı önemli ama bir o kadar da bu harcamaların yerinde ve etkili, doğru kullanılması da önemli.

Biz 3 yaşından itibaren başlatacağımız eğitim sürecinde en doğudan en batıya, en güneyden en kuzeye; fırsat eşitliğini sağlamak üzere yoğun bir şekilde çalışacağız.

Adalet sadece yargının hızlı ve doğru çalışmasıyla değil, adalet aynı zamanda sosyal adalet. Adalet aynı zamanda eğitimde fırsat eşitliği. İşe girerken ki fırsat eşitliği. Adalet aynı zamanda kadın erkek fırsat eşitliği. Adalet aynı zamanda üst düzey devlet görevlendirmesinde fırsat eşitliği.

Bu kapsamda, fiber ağlarla yurdun her köşesine internet erişimini sağlayacağız. Yavaş, pahalı ve çağdışı internet dönemini kapatacağız.

Eğitimin en önemli unsuru olan öğretmenlerimiz için öğretmenlik meslek kanunu çıkaracağız.

Çünkü biliyoruz ki, nitelikli eğitimin yolu, yaptığı işten zevk alan, mutlu, nitelikli öğretmenlerden geçer.

Öğretmen eğitimde çok önemli. Bir numaralı faktör. Şunu sormak istiyorum. İlkokulda, küçük yaştaki öğretmenin hayatın boyunca çok büyük etkisi oluyor. Kişiliğin gelişmesinde, düşünme dünyasında hatta zihni becerilerde çok büyük etkisi var.

İlkokul 3. Sınıftaki öğretmeninin ismini bilenler el kaldırsın. Hemen hemen kaldırmayan kimse yok. Peki, ilkokul 3. Sınıftayken o günkü Milli Eğitim Bakanının ismini hatırlayan var mı? Demek ki o günkü hükümet kimmiş, Milli Eğitim Bakanı kimmiş hiç önemli değil. Ama o günkü öğretmeni herkes hatırlıyor.

Demek ki hayatı üzerinde çok önemi var. İşte onun için eğitim öğretmen stratejisi demek.

Deva iktidarında öğretmenler eğitim politikasının kurbanı olmasına izin vermeyeceğiz.

Öğrenciler de öğretmenler de mağdur olmasın diye güzel bir sistem kuracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz, gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye hedefliyoruz.

Kimsenin kendini ikinci sınıf hissetmediği, eşitliğin sağlandığı bir Türkiye hedefliyoruz.

Özgür Türkiye’yi hedefliyoruz, zengin Türkiye’yi hedefliyoruz.

Kimsenin kaygısı, kimsenin endişesi olmasın. Bu günler bitecek. Artık bu iktidar müsait bir yerde inecek.

Biz bu yokluk günlerini sona erdireceğiz.
Ülkemizin tüm sorunlarını, meşru demokratik siyaset zemininde çözeceğiz.

Bu kapsamda; tüm travmaları, korkuları, geride bırakacağımız yeni bir sistemin inşası için çalışıyoruz.

Her alanda, kapsamlı bir şekilde hazırladığımız eylem planlarıyla, iktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde yapacaklarımızı kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Türkiye tarihinde ilk kez, bir siyasi parti seçim öncesi böyle detaylı bir planlama yapıyor. Böyle bir şey hiç yapılmadı bu ülkede.

Bize diyorlar ki ya bunlarla ne uğraşıyorsunuz. Öyle lafla peynir gemisini yürütüyorlar diyorlar. Böyle değil. Biz çalışmaya alışığız.

Biz siyaseti sadece laf üretme alanı görmüyoruz. Biz siyaseti iş üretme alanı görüyoruz.

Çünkü değerli arkadaşlar, bizim için siyaset; bir koltuk sevdası değil, vatandaşlarımıza en gelişmiş ülkelerin standartlarında bir yaşam sunma gayretidir. Siyasetin amacı budur. Günü kurtarmak değildir.

Bu kapsamda tarım, afet, sosyal politikalar ve son olarak dijital dönüşüm ve teknoloji politikalarındaki acil eylem planlarımızı açıkladık. Çalışmaya devam ediyoruz.

Ülkemizi, merkezinde insan olan; kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü demokrasiye ulaştırmak için var gücümüzle çalışıyoruz.

Artık Türkiye’nin devası var, İstanbul’un devası var, Maltepe’nin devası var. Biz hazırız.

Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyor, Maltepe ilçe kongremizin hayırlı olmasını diliyorum.

Çok çok teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun.

31 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Fatih İlçe Kongresı̇ Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın 1. Olağan Fatih İlçe Kongresi Konuşması

DEVA Partisi!nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çok değerli İstanbul İl Başkanımız, Fatih İlçe Başkanımız

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Biz gençlerimizle gurur duyuyoruz, İstanbullumuzla gurur duyuyoruz. Sağolun.

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Fatih ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Tarihi yarımadanın ortasından,

Binlerce yıllık mirastan,

Her dilden, her kültürden, her kimlikten insanın bir arada yaşadığı kadim ilçemiz Fatih’ten,

İstanbul’un orta yerinden, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Dedim ya İstanbul’un orta yeri diye... işte bu orta yerde tam da kitabın ortasından konuşacağım bugün.

Bugün kadınları konuşacağım değerli arkadaşlar.

Çünkü biz dedik ki; kadınların siyasetteki ve toplumdaki yerini, hak ettikleri gibi, güçlendireceğiz.

Çünkü biz dedik ki; hedefimiz her alanda eşitlik.

Çünkü biz kadın-erkek bu mücadelenin içindeyiz.

Ülkemizin içinde olduğu bu çoklu krizden kurtuluşun yolu kadınların aklıdır.

Bu ekonomik dar boğazdan, bu politik sıkışmışlıktan kurtuluşun yolu kadınların fikridir.

Bu hukuksuzluktan, bu şiddetten kurtuluşun yolu kadınların emeğidir.

Biz bunu çok iyi biliyoruz.

Biz, umut dolu yarınları, kadınlarla birlikte, yan yana inşa edeceğiz.

Ama önce ülkemizin dertlerini, kadınların dertlerini şöyle bir konuşmamız lazım.

*****
Değerli arkadaşlar,
Ekonomik kriz her haneyi yangın yerine çevirdi.
Kadınların emeği, daha alınlarındaki ter kurumadan eriyip gidiyor.
Çalışsın çalışmasın, bizim ülkemizin ev ekonomisi aslında kadınların elinde. Mutfağı da evi de kadınlar çekip çeviriyor.

Özellikle de ev kadınları, emeği görülmeyen ev kadınları, yani tüm emeğini hane içine vakfeden kadınlar, belki de şu son 20 yılına en zor zamanlar geçiriyorlar bu günlerde.

Alım gücünün düşmesini iliklerine kadar hissediyorlar. Toplumca günbegün yoksullaşıyoruz.
Günbegün paramız pul oluyor.
Her geçen gün cebimizdeki para eriyor.

Dolar karşısında en çok değer kaybeden değerli arkadaşlarım bizim paramız. Dolar kuru artınca, A’dan Z’ye her şey zamlanıyor, her şeyin maliyeti artıyor.

Bu kötü yönetim yüzünden kadınlar, asgari ihtiyaçlarını bile karşılamakta artık güçlük çekiyorlar.

Bakın gittiğimiz her ilde, ilçelerde mutlaka çarşıları dolaşıyoruz. Pazar yerlerine gidiyoruz. Son dönemde ziyaret ettiğim Pazar yerlerinde alışveriş eden kadınlara soruyorum, bakıyorum ellerinde bir iki küçük torba; ‘kaç para ödedin’ diyorum. Torbanın yarısı dolmuş kaldırıyor ‘100 lira ödedim’ diyor. Öbürüne soruyorum ‘150 lira ödedim’ diyor. Bir başka kadına soruyorum, bakıyorum alışveriş arabasıyla gelmiş küçük bir şey, içi boş ‘Ne yaptın ne aldın ne alacaksın’ diyorum ‘Vallahi her şey o kadar pahalı ki hiçbir şey alamadım. Eve giderken şuradan bir ekmek alıp götüreceğim akşam yemeğinde bir ekmekten başka bir şeyimiz yok’ diyor. Bunlar bizim fiilen sahada gördüğümüz gerçekler. Türkiye’nin, ülkemizin gerçekleri bunlar.

Bu ekonomi dengeler var ya arkadaşalar bir bozulunca, hele hele böyle bir iş bilmez hükümetin bu dengeleri düzeltmesi mümkün değil. Mümkün değil.

Ekonomiye can hep beraber bu DEVA kadroları arkadaşlar. Hep beraber düzelteceğiz. Bakın söylüyorum ya, bu kur arttığı zaman döviz kuruz A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Şu tavandaki balonların fiyatı dövizle. Şu yaktığımız elektriğin maliyeti döviz. Şurada gördüğümü ne kadar elektronik aksan varsa teknik cihaz varsa hepsi döviz. Asılı bayraklar döviz. Döviz kuru artınca A’dan Z’ye her şeye zam geliyor bu ülkede.

Benim ve arkadaşlarımın ekonomi yönetiminde olduğu dönemde, 2003-2015 arasında 12 yılın ortalaması, Türkiye’de döviz kuru ortalama arkadaşlara sadece yıllık yüzde 3,3 arttı, biliyor musunuz? Bu 12 yılın ortalaması yıllık yüzde 3,3.

Peki şu taraflı, partili cumhurbaşkanı göreve başladıktan sonra Ağustos 2018’den bu yana kur yıllık ortalama tam yüzde 22. Yüzde 3,3 nerede yüzde 22 nerede.

İşte hayat pahalılığın enflasyonun sebebinde, kökünde bu var. Akıl alır gibi değil. Dolar kuru bugünlerde 9,5 civarında.

Sayın Erdoğan, çıkarttığı anlık krizlerle, döviz kurunu durmaksızın hoplatıyor. Yazıktır, günahtır ya.

Elektrik parasından, doğalgaza, sudan, süte varana dek her şeye zam üstüne zam geliyor bu ülkede. Mahvettiler, ülkenin ekonomisini mahvettiler. Yazık gerçekten günah

Pazar fileleri boş, tencereler boş.

Koskoca ülke survivor setine döndü.

Üç kuruş parayla hayatta kalmaya çalışanların ülkesi olduk. Geldiğimiz nokta bu.

Bunu da en iyi kadınlar biliyor musunuz? Alışveriş için pazara, manava giden kadınlar biliyor bunu en iyi.

*****
Değerli arkadaşlar,

Yoksulluğun pençesinde can çekişen kadınların sosyal yardımlarla ilgili sorunları var.

Bugünkü iktidar bu yardımları, lütuf gibi dağıtıyor. Parti üyeliği soruyor. ‘Parti üyelik kartın var mı?’ diye soruyor. İktidar partisi üyelik kartın yoksa sosyal yârdim almak çok zor bu memlekette artık.

Kapı önlerine kocaman parti logolarıyla paketler koyuyor. Biz buna son vereceğiz.

Bizim kültürümüzde nedir? Sağ elin verdiğini sol el bilmez. Bizim kültürümüzde bu vardır. Bunlar göstere göstere yapıyor. Üstelik diyorlar ki ‘bak biz gidersek bunlar kesilir ha’ diye tehdit ediyorlar vatandaşı. Ayıptır günahtır.

Bizim dönemimizde sosyal destekler hak temelli olacak, hak temelli.

Vatandaşlarımız devlet kurumlarının kapısında sürünmeyecek.

İhtiyacı olanları hane hane devlet tespit edecek.

Yoksul vatandaşlarımıza, aile bazlı asgari gelir desteği sağlayacağız.

İnsan haysiyetine yaraşır şekilde, bunu verenin, alanın haberi olmadan yapacağız.

Bugün bu ülkede yaşayan, bugün bu ülkede vergi ödeyen her vatandaşın ihtiyaç duyduğunda sosyal yardım, sosyal destek alması bir haktır. Lütuf değildir.

En önemlisi de vatandaşlarımızı, bu sosyal yardım, sosyal destek almaya muhtaç olmaktan kurtaracağız.

Vatandaşlarımızın kendi alın teriyle çalışıp kazanacağı, refahının artacağız zenginleşeceği bir Türkiye için biz yola çıktık. Ülkeyi hızla ayağa kaldıracağız.

Ülkeyi hızla ayağa kaldıracağız, kadınları yoksulluktan, yardım almak zorunda kalmaktan kurtaracağız.

*****

Peki değerli arkadaşlarım, kadınlar sadece ekonomiden mi dertli?

Hayır, en önemlisi hukuk yok hukuk.

Sayın Erdoğan bir gece yarısı kararıyla, tek imzayla Türkiye’yi İstanbul sözleşmesinden çıkarttı.

İstanbul sözleşmesi ne demek? kadına karşı şiddetle mücadelede demek. ‘Kadına kaşı şiddet varsa aması fakatı olmaz’ demek. Sözleşme bundan ibaret. Bütün dünyada da bu konuda bu alanda en çok kıymet verilen sözleşme. Sadece biz değil onlarca ülke atmış altına imzayı.

Kadın derneklerinin raporlarına göre, İstanbul sözleşmesinden çıkıldığı günden bugüne, en az 162 kadın cinayeti, 106’dan fazla şüpheli kadın ölümü var.

Ben demiştim. O sözleşmeden çıkıldığı gün söylemiştim. “Potansiyel katilleri cesaretlendirmeyin. Gelin vazgeçin şu yanlışınızdan” demiştim. Tablo bu.

Ama değerli arkadaşlar, bu iktidar, sırf birkaç oy için, oylarının peşinden koştukları küçük bir gurp için bu koskoca sözleşmeyi çöpe attı.

Bu oldu maalesef, Türkiye’de oldu.

Erdoğan, kendi başbakanlığı döneminde, Türkiye’nin öncülüğünde, İstanbul’da imzaya açılan, adı “İstanbul” olan, tek amacı da kadına şiddeti önlemek olan bir sözleşmeden ansızın çıkıverdi.

Her mahalleden kadın ses çıkardı. Tepki gösterdi. Gösteri düzenledi. Taleplerini her yol ile iletti.

Bakın her mahalle diyorum: dindar, muhafazakâr kadınlar, AK partili kadınlar da tepki gösterdi.

“Kol kırılır yen içinde kalır” demeden, eleştiri oklarını göğüslemek pahasına, sözleşmeyi savundular.

Erdoğan, o birlikte yola çıktığı, 1994, 2002 zaferlerini kendisine kazandıran kadınları dinlemedi, fikirlerine önem vermedi.

Aynı gece, hem Merkez Bankası Başkanı’nı görevden aldı, hem de İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı.

Tek bir imzayla kadınların, sivil toplumun, uluslararası kurumların bütün emeklerini kenara attı. Tek bir imzayla yaptı bunu.

İşte arkadaşlar, kadınların, bu taraflı cumhurbaşkanlığı hükumet sistemiyle derdi var, derdi.

Ülkede hukuk devletinin esamesinin okunmadığı günlerden geçiyoruz.

Tek kişi, günün her saati kafasına ne eserse onu yapıyor. Aklına ne gelirse onu yapıyor.

Ne kurumlar kaldı ne kurallar.

Şu anki iktidarın küçüklü büyüklü ortakları, gün aşırı anayasayı ihlal ediyor.

Kadınların hukuk sorunu var, hukuk.

Senelerce bu ülkede laiklik, kadınların kıyafeti üzerinden tartışıldı. Erkekler rahat tabii.

Kadınların başındaki örtüyle kavga ettiler.

Gün oldu, devran döndü, kadınların kılık kıyafetiyle kavgaya tutuşan bir başka zihniyet peydah oldu.

Kullanılan bu dil, tüm toplumu etkiledi. Erkeklerin kadınlara yönelik baskıları, hadsiz nasihatleri arttı.

Erkeklerin her konuda kadınlara kuracağı bir baskı, her konuda durduk yere vereceği tavsiyeler oldu.

Buradan iktidara ve kadınlara dil uzatan herkese net bir şekilde seslenmek istiyoruz:

Kadınları artık rahat bırakmanın zamanı geldi.

Biz asla, ama asla, kazanılmış haklardan bir adım geri atmayacağız. Gasp edilmiş hakları da iade edeceğiz.

İlkemiz çok net.

Çok netiz. Kıyafeti yüzünden taciz edilen kadınların yanındayız.

Hayat tarzı, dini inancı, etnik kimliği nedeniyle dışlanan, işe alınmayan, daha az ücret alan bütün kadınların yanındayız.

Çok netiz. Şiddet mağduru olan her kadının;
“Kimlerden? Üzerinde ne vardı? Saat kaçta neredeydi” demeden yanındayız.

Çok netiz. Kadına karşı şiddet faillerinin tümü, hukuk önünde hesap verene kadar, kadınların yanındayız.

Çok netiz. Tekrar imzalanana kadar İstanbul Sözleşmesi’nin yanındayız.

Netliğimizi ve cesaretimizi iktidarın baskıcı politikalarına karşı sesini gür çıkaran, çeşitliliğini koruyarak her kesime seslenmeyi başaran, hiçbir şekilde amacından vazgeçmeyen kadın hareketinden alıyoruz.

Bu kürsüden, bir kez daha, bu ülkenin cesur kadınlarına, toplumun bütün kesimlerine umut oldukları için, teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Haksız ve hukuksuz uygulamaların tamamını tarihin çöp tenekesine atacağız, çöp tenekesine.

Değerli arkadaşlar bakın bu ülkede gerçekten hukuktan bahsediyorsak, haktan bahsediyorsak büyük mağduriyetler var. Her gün bu ülkede insan hakları çiğneniyor, her gün hukuk ihlal ediliyor. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı her gün Anayasa'yı dinlemiyor. Anayasa'nın yemin maddesinde ne var? Cumhurbaşkanı yemin maddesi de diyor ki, 'Ben görevimi tarafsız yapacağıma yemin ederim' diye göreve başlıyor. Şu andaki Cumhurbaşkanı'nın görevini tarafsızca yapabildiğinden bahsetmek mümkün mü? Taraf Partili Cumhurbaşkanı, yemin etmiş tarafsızca görev yapacağım diye, yapmıyor.

Bu ülkede büyük mağduriyetler var. Bu KHK zulmüne biz çok sık işaret ediyoruz. Bununla ilgili de detaylı kapsamlı bir çalışma yapıyoruz. Bu çalışmamızı Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız bitirdiğinde tüm Türkiye açıklayacağız. Sadece yanlışa işaret etmiyoruz bakın, çözüm önerimizi, çözüm raporumuz ortaya koyacağız. Ne yapılmasıyla gerek ilgili yol haritamızı ortaya koyacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Geçiyoruz, eğitime. Genç kadınlar bu ülkede artık nitelikli eğitim alamıyor. Anneler de evlatlarının nitelikli eğitim alamamasından çok dertli.

Cumhuriyet tarihinde, belki de ilk kez, varlıklı ailelerin çocuklarıyla, maddi durumu zayıf olan ailelerin çocukları arasında eğitim makası açılmış durumda.

Cumhuriyet tarihinde, hiçbir zaman eğitimde fırsat eşitliği bu kadar bozulmamıştı.

Eskiden maddi durumu zayıf olan anne-babalar, çocuklarını Anadolu lisesini, fen lisesini kazanınca bilirlerdi ki “çocuğum kendini kurtaracak.”

Böyle bir şey kalmadı.

Çocuklar kendini kurtaramıyor. Genç işsizliği de kadın işsizliği de aldı başını gitti.

Çocuklar kendilerini eve kapatıyor. Ev genci oldular. Odalarından çıkamıyorlar. Annelerin yüreğine taş oturuyor.

Maddi imkanları sınırlı iyi bir ailenin çocuklarının, iyi bir üniversiteyi kazanması neredeyse hayal oldu.

Biliyorsunuz, ben sık sık uyarmıştım.

Ekonomimizin zirvede olduğu, 12500 dolarlık milli gelire ulaştığımız dönemde demiştim “eğitimde ve hukukta gerekenler yapılmazsa bu ülkede orta gelir tuzağına düşeceğiz” demiştim.

Maalesef düştük.

2013’den bu yana her sene her sene merdiven basamağı gibi gelirimiz düşüyor. Milli gelirimiz azalıyor. Geçen sene 8 bin dolarla kapattık. Bunu da en iyi kadınlar biliyor. En iyi kadınlar hissediyor.

Şu an öğrenci olanlar kendi yaşamlarından biliyor, Anne olanlar evlatlarından biliyor.

Hem kadın olduğu için hem Türkiye’de yaşadığı için, fırsat eşitliği daha da bozulan, azalan kadınlar biliyor.

Çocuğunun geleceğinden duyduğu kaygıyla, geceleri uykusuz kalan kadınlar biliyor.

Rövanşist hislerle sopa sallayanların dilinden endişe eden kadınlar, kat sayı korkusunu da hâlâ yaşıyor. Bu da ülkenin gerçeği.

Geçmişte o yanlış uygulamadan en çok zarar gören yine kadınlar olmuştu. Eğitim hayatları engellenmişti.

O yüzden mahalle ayrımı yapan, “öteki” ne kızıp hıncını kadınlardan alan, tüm bu rövanşist uygulamaları reddediyoruz.

Kimsenin endişesi olmasın, biz bu çağ dışı uygulamalara geçit vermeyiz, vermeyeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,
Çok yakında eğitim ile ilgili eylem planlarımızı açıklayacağız. Bu konuya bakışımızı da detaylı bir şekilde ortaya koyacağız.

Bakın biz diyoruz ki eğitim 3 yaşında başlamalı, 3. Mutlaka erken yaşlarda dil eğitimi lazım. Çocukların analitik düşünme, algoritmik düşünmeye erken yaşlarda öğrenmesi lazım. Erken yaşlarda dijital becerileri kazanmaları lazım. Sorgulamayı bilmeleri lazım. Öğrenmeyi öğrenmeleri lazım. Esnek bir müfredat lazım, esnek. İsteyen istediği dersi seçerek okusun ve eğitim deyince öğretmen, öğretmen, öğretmen. Özellikle çocuk yaşlarda öğretmenlerimizin iyi yetiştirilmesi, meslek içi eğitimle sürekli güncellenmesi çok çok önemli bir konu.

Özellikle kız çocuklar için değerli arkadaşlar stem denilen alan var. Nedir bunlar? Fen, teknoloji, mühendislik, matematik. Kız çocuklarının bu dört alana daha fazla ilgi duyması için özel çaba gerekiyor. Çünkü bu dört alan maalesef daha çok erkek çocukların ilgi gösterdiği, ailelerin de daha çok erkek çocukların yönettiği alanlar. İşte kız çocuklarımız da bu alana yönetmemiz gerekiyor.

Üniversiteleri hayat boyu öğrenim merkezi yapmamız gerekir. Bunu yapmak için de YÖK’ü kapatmamız gerekiyor. Biz YÖK’ü kapatacağız. Üniversitelere akademik özgürlük, idari özerklik sağlayacağız. Eğitim, siyaset ve ideolojik yaklaşımlardan arındırılmış bir alan olmalı. Eğitim, günlük siyasetin oyun alanı olamaz. Eğitim, iş başına gelenin kendi ideolojisini empoze etmeye çalıştığı bir alan olamaz. Eğitimi kendi içinde evrensel doğrularla götürmemiz gerekiyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Ülkenin her alanında kötüye gidişini, en iyi bilen, en iyi hissedenler kadınlar.

İşte bu yüzden biz, parti tüzüğümüze %35 cinsiyet kotası koyduk. Ama hedefimizin eşitlik olduğunu da parti programımıza açık açık yazdık.

Bugüne kadar ayrı bir “kadın kolları” oluşturmadık.

Bizim partimizin her kademesinde kadınlar karar verici organlarda ana kademe ve karar verme mekanizmalarında olacak dedik.

Kadınların, partinin ana kademelerinden kopuk, izole bir şekilde siyaset yapmalarının karşılığı artık yok.

Çünkü biz, kadınların, siyasette hak ettikleri yeri bulmaları için, daha çok çalışmak zorunda olduğumuzun ve özel bir gayret içinde olmamız gerektiğinin farkındayız.

Çünkü değerli arkadaşlarım, bu ülke, kadın mücadelesini iyi bilir. Halide Edip’i iyi bilir.

“Bize vermeseler de biz alacağız. Hak azmindir, liyakatindir” diyen Nezihe Muhiddin’i iyi bilir.

İşte o yüzden biz, yan yana yürüyoruz. Kadın-erkek bu mücadeleyi yan yana veriyoruz.

Ülkemizi, içinde bulunduğu bu karanlık tünelden, ancak yan yana olursak çıkartabileceğimizi de iyi biliyoruz.

Hem partimizi hem de ülkemizi, ancak kadınlarla birlikte, kadın aklının katkısıyla doğru ve iyi yönetebileceğimizi çok iyi biliyoruz.

DEVA partisi, umut dolu yarınları kadınlarla birlikte inşa edecek.

Bakın 3 hafta önce Esenyurt’ta kurduğumuz meydana terlikleriyle gelen kadınlar vardı.

Terlikli kadın ne demek biliyor musunuz? Maddi durumu iyi olmadığı için kendine değil, önce çocuklarına, torunlarına ayakkabı alınan haneler demek.

Terlikli kadın demek, sokağa çok da çıkmayan, evde olan kadın demek.

Ama Esenyurt’ta, soğuk havaya aldırmadan onlar bizim yanımızdalardı.

Bugün de görüyorum, aramızdalar.

Neden? Çünkü değerli arkadaşlar umut burada DEVA çatısı yeşeriyor.

DEVA Partisi terlikli teyzelerin, terlikli kadınların umudunu büyütüyor.

Ha bu arada yeri gelmişken söyleyelim, bir zamanlar kendisini zirveye taşıyan kadınlar, artık elini Erdoğan’dan çekiyor.

Bunu meydanlarda görüyoruz, araştırmalarda görüyoruz, sokakta görüyoruz. Bunu da kulaktan kulağa Erdoğan’a duyuralım arkadaşlar.

Malum, kendisi artık sokağa pek çıkmadığı içim muhtemelen bu olanlardan da fazla haberdar değil.

Değerli arkadaşlarım,

Bu vesileyle, buradan, Fatih’ten bir kere daha, ülkemizin tüm kadınlarına sesleniyorum:

Bu ülkenin yarınları için, özgürlük için, eşitlik ve adalet için, iyi eğitim için, zengin Türkiye için, çocuklarımızın bugününü kurtarmak için, hepinizi DEVA Partisine davet ediyorum.

Biz sizlerle, gençlerimizin azmiyle gurur duyuyoruz. Ülkemizin tüm kadınlarına sesleniyorum:

Gelin hep birlikte hukuku ayağa kaldıralım.
Hukuk devletini yeniden, daha da güçlü bir şekilde tesis edelim. Nitelikli eğitim için hızlı adımlarla yürüyelim.
Ekonomimizi canlandıralım, üreten zengin bir ülke olalım.
Gelin, kadına şiddeti bu topraklardan silmek için hep beraber çalışalım. Bunu başarabiliriz. Bunu ancak beraber başarabiliriz.

İşte bu yüzden ülkemizin tüm demokrat kadınlarını hakkın, adaletin, özgürlüğün yanına davet ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Kimsenin şüphesi olmasın. Hiç kimsenin.

Bu kabustan hızla uyanacağız. Bir korkulu rüyadan uyanma hızında uyanacağız. Hep beraber derin bir nefes alacağız.

Küçüklü büyüklü ortaklarıyla bugünkü iktidar artık yolun sonuna geldi. Onlar da çok iyi biliyor. Müsait bir yerde inecekler.

Hiç merak etmeyin. Emanet emin ellere kavuşacak.

Önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız. Buradan başlayacağız. Güveni tesis edeceğiz.

Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız.

Kimseyi enflasyona, hayat pahalılığına ezdirmeyeceğiz.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü hep beraber bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, İstanbul’un DEVA’sı var, Fatih’in DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.
Ülkemiz için hayırlara vesile olacak başarılı bir kongre temenni ediyorum.

27 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Yarına Atılım Eylem Planı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN YARINA ATILIM EYLEM PLANI LANSMAN KONUŞMASI

Değerli gençler, değerli katılımcılar,
“Yarına atılım” eylem planımızın lansman programına hoş geldiniz.

Buradan baktığımda şu an da bizimle beraber sivil toplumumuzun çok kıymetli temsilcilerini, başkanlarını görüyorum.

Akademiden çok değerli isimleri görüyorum.

İş dünyasından saygıdeğer isimleri görüyorum.

Dinamik, heyecan dolu çok sayıda genç arkadaşımı görüyorum.

Bu önemli günümüzde bizlerle beraber olduğunuz için, kendim ve arkadaşlarım adına, çok teşekkür ediyorum.

Tekrar hoş geldiniz diyorum.
*****
Değerli konuklar, sevgili arkadaşlar,

Biliyorsunuz DEVA Partisi, daha bir buçuk yaşında bir siyasi parti. Kuruluşumuzun üzerinden bu kadar kısa süre geçmiş olmasına rağmen çok hızlı bir şekilde Türkiye genelinde örgütlendik, örgütleniyoruz.

Kurulmasıyla seçime girme hakkını kazanması arasındaki sürenin en kısa olduğu parti DEVA Partisi oldu. Bunu doğal, organik yollarla gerçekleştirdik.

Ve bugün itibarıyla 81 ilimizin tamamında ve 973 ilçemizin yaklaşık 606’sında bizim partili arkadaşlarımız görevlerinin başında, örgütlerinin başında.

Biz, ülkemiz için gerçekten çok iyi bir hazırlık yapıyoruz. Her alanda hazırlanıyoruz. Yaptığımız hazırlıklardan belki de en önemlisi; Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem.

Biz, partimiz kurulduktan hemen sonra bu konuya eğildik. Geçtiğimiz sene aralık ayında bu çalışmamızı tamamladık. Arkasından da parlamenter sistem istediğini söyleyen diğer siyasi partilerle beraber bir ortak, altı kişilik masa oluşturduk.

Ve şimdi yoğun bir şekilde ülkemizin yarınlarının bir bakıma devlet yönetimini, sistem tasarımını çalışıyoruz. Güçlü bir parlamento olsun istiyoruz. Güçlü bir yürütme, hükûmet erki olsun istiyoruz. Aynı zamanda güçlü bir yargı olsun istiyoruz.

Demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri baz alan özgürlükçü, katılımcı bir anlayışla ülkemizin mevcut sistemini -ki adına sistem bile demeye gerçekten çekiniyorum, adeta sistemsizliği- gerçekten tüm vatandaşlarımızın hak ettiği iyi bir sisteme dönüştürmenin hazırlığı ve çabası içerisindeyiz.

Bu önemli. Sistem değişikliği Türkiye için şart, gerekli ama yeterli değil. Sadece sistemi değiştirmemiz yetmeyecek.

Aynı zamanda ülkeyi yöneten zihniyetin topyekûn bir yönetici kadronun değişmesi gerekecek ki ülkemiz hak ettiği yarınlara ulaşabilsin.

Değerli konuklar, değerli arkadaşlarım,

Bir başka önemli hazırlık alanımızda her alanda eylem planları. Eylem planı ne demek? Seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde yapılacakların detaylı bir listesi demek.

Bugüne kadar üç konuda eylem planı açıkladık. Birincisi; tarım, ikincisi; afet yönetimi, üçüncüsü de sosyal politikalar. Her biri yaklaşık ellişer maddelik çok kapsamlı çalışmalar.

Ben çok sayıda hükûmet programının yazımında yer aldım. Hatta birkaç hükûmet programının yazımını ben koordine ettim. Şu ana kadar cumhuriyet tarihinde kurulmuş hükûmetlerin hiçbirisinin programı bizim şu anda yaptığımız çalışma kadar detaylı bir çalışma değil.

Atacağımız her adımın birbiriyle tutarlılığını test ediyoruz. Bugün açıklayacağımız dijital dönüşümle, teknolojiyle ilgili eylem planıyla eğitim eylem planımızın birbiriyle tutarlı olması lazım.

Tarımda teknolojiden bahsederken atacağımız adımların yine bugün açıklayacağımız eylem planıyla tutarlı olması lazım. Buna çok önem veriyoruz bir. İkincisi de atacağımız her adımın verdiğimiz her taahhüdün bütçesini mutlaka hesap ediyoruz. Yani hesabı kitabı yapılmamış, bol keseden vaat dağıtan bir çalışma değil bizimki.

Ben 11 ayrı bütçenin koordinasyonunu yaptım. Bütçe hazırlanması ve uygulanmasının başındaydım tam 11 ayrı yıl. Dolayısıyla ekibimizle beraber ciddi bir tecrübemiz var.

Ne söylüyorsak hangi adımı atacağımızdan bahsediyorsak bunun mutlaka bütçesini hesap ediyoruz. Gerçekten bu karşılanabilir mi, devletin parası bu işe yeter mi yetmez mi diye bakıyoruz. Ondan sonra eylem planımızı açıklıyoruz. İşte bugün de dördüncü eylem planımızı açıklamak üzere buradayız.

Değerli arkadaşlar,

Gerçekten artık bir dijital çağdayız. Bilgi çağı da diyebileceğimiz ama aynı zamanda dijital çağ da diyebileceğimiz bir çağdayız şu anda.

Dijital dönüşümle birlikte yepyeni bir dünya düzeni kuruluyor.
Bu dönüşüm, gözümüzün önünde ve baş döndürücü bir hızda gelişiyor.

Dijitalleşme, toplumsal ve ekonomik hayatı köklü bir biçimde değiştirdi, değiştiriyor.

Bundan yirmi sene önce akıllı telefon diye bir şey yoktu. Cep telefonu vardı ama sadece tuşlara basıp alo diyebiliyordunuz. Böyle bir şey yoktu. Yirmi sene işte bir nesil bile değil artık. Yirmi senede teknoloji herkesin cebinde ve cepten bütün dünyayla artık bağlı, bütün dünyaya entegre herkes.

Benim üniversiteyi bitirdiğim yıl internet diye bir şey yoktu dünyada. Şu anda internetsiz dünyanın ne kadar zor olacağını hayal etmek kolay. Çok zor.

Tabii insan çabuk alışıyor, alışınca da hayatın vazgeçilmezi oluyor bu teknoloji. Ancak biz Türkiye olarak maalesef bu teknolojide ağırlıklı olarak uygulayıcı, kullanıcı bir ülkeyiz.

Teknoloji geliştirme tarafında çok çok zayıfız. Üretim konusunda da ağırlıklı olarak fason yani başkaları için başka markalar için başkalarının geliştirdiği teknolojiyi üreten konumdayız. Kendi geliştirebildiğimiz teknolojide alanlar oldukça sınırlı. Hele hele yüksek teknoloji dediğimiz alanda Türkiye’nin üretimi de ihracatı da çok sınırlı.

Fakat Türkiye, bu dönüşüme seyirci kalamayacak kadar önemli bir ülke.

Yeni bir dünya kurulurken, ülkemizin içine kapanarak bir yol alamayacağına inanıyoruz.

İşte bu nedenle, biz, partimiz bünyesinde, Türkiye’nin ilk ve tek “Dijital Dönüşüm ve Teknoloji Politikaları Başkanlığı”nı kurduk.

Benden sonra söz alacak arkadaşım, Burak Dalgın, partimizde bu birimin başında. Genel başkan yardımcısı aynı zamanda.

Türkiye’de ilk ve tek. Bunu gerçekleştirdik. Bunu seçimlerden sonra kurulacak hükûmette de sadece buna özel bir bakanlık oluşturacağız. Bu da ilk olacak. Dijital dönüşüm ve teknoloji.

Biz bu günkü eylem planımızı açıklarken “Yarına Atılım” dedik. Çünkü bizim gözümüz ülkenin yarınlarında.

Biliyoruz ki biz eğer arabayı sadece dikiz aynasına bakarak kullanırsak kesin kaza yaparız. Gözümüz hep ileride olacak. Tabii ki geçmişten ders alacağız ama ülkenin yarınlarına kilitleneceğiz.

Açıklayacağımız eylem planımız, bu ülkenin hızla özgürleşmesini ve zenginleşmesini sağlayacak, gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı hızla kapatacak bir program.

Biliyorsunuz, daha evvel benim ve arkadaşlarımın ekonominin başında olduğu günlerde, kişi başı milli gelirimiz 12.500 doları geçmişti.

O günden bugüne her sene düşüyor. Merdiven basamağı gibi iniyor iniyor, geçen sene 8 bin küsurdu.

Yarınlara atılım eylem planımızı, işte bu kötü gidişe bir dur deyip hızla terse çevirmeyi hedefleyen bir program olarak görüyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bizler, Türkiye’yi yeni buluşların ve yaratıcı fikirlerin ülkesi yapmakta kararlıyız. Hiç kimseye “Başımıza icat çıkarma” demeyeceğiz.

“Söz büyüğün” diyerek gençlerden mikrofonu alanlardan olmayacağız.

O yüzden, sevgili gençler, ne olur başımıza icat çıkarın. Başımıza yeni yeni işler açın. Bunu özellikle sizden rica ediyoruz.

Çünkü biz, ülkemize bakınca, fikir ve üretim üssü olan bir Türkiye olmayı hak ediyoruz.

Küçülmüş daralmış haliyle bile şu anda Avrupa’nın hala 21. büyük ekonomisi. Avrupa’nın en geniş topraklarına sahibiz. Avrupa’nın en genç nüfusuna sahibiz. Avrupa’nın en çok sayıda nüfusuna sahibiz.

Gerçekten Türkiye’nin bu potansiyelini kullanamamasıyla ilgili ciddi bir sorun var. Çok ciddi.

Kendi geliştirdiği teknolojileri, kendi geliştirdiği markalarla dünyaya ihraç eden bir Türkiye hayalimiz var bizim.

Yeni teknolojilerin pınarı olmuş bir Türkiye hayal ediyoruz.

Finansın, paranın oluk oluk akacağı, yatırım üssü olmuş bir Türkiye hayal ediyoruz.

Fırsat eşitliği temelinde yükselen, hiçbir vatandaşımızın geride kalmadığı bir Türkiye hayal ediyoruz.

Bizler, hayalleri ve hedefleri peşinden kararlılıkla koşan kadrolarız.

İşte bugün burada, hayallerimizi gerçekleştirmek adına kararlı bir adım daha atıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,
Eylem planımızın içeriği tabii çok geniş.

Şunu bilmemiz lazım ki internet, artık gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Nefes almak gibi bir ihtiyaç.

O yüzden biz bakıyoruz şimdi ülkeyi yönetenlere “Çıkar telefonunu” diyenleri de pek anlamıyoruz.

Hızlı, hesaplı, hür, her yerde ve hizmet odaklı bir internet alt yapısının vatandaşlarımızın en temel haklarından biri olduğuna inanıyoruz. Çünkü ifade özgürlüğü diyoruz.

İnternetten kendimizi ifade ediyoruz. Haber alma özgürlüğü diyoruz, internetten haber alıyoruz. Bu artık çok ciddi bir özgürlük alanı aynı zamanda.

Bakın, burada çok önemli bir konunun altını çizmek istiyorum: İnternet ortamında özgürlükleri garanti altına almadığımız müddetçe, internetteki iyileştirmeler bir işe yaramaz. İşin başı değerli arkadaşlar; özgürlükler.

Bakın bizim parti programımızın birinci sayfası, birinci bölüm özgürlüklerle başlıyor. İfade özgürlüğü. Basın özgürlüğü.

Kendini hür düşünen ama düşündüğünü de ifade eden bir toplumun ancak biz ilerleyebileceğini düşünüyoruz.

Ve şunu da söyleyeyim bakın, bazı konular var ki bize diyorlar ‘Problem çok büyük, nasıl çözeceksiniz’ falan ama özgürlüklerle ilgili kısım var ya bu en hızlı çözüleceklerden bir tanesi.

Partimiz tam kurulduğu dönemde Cüneyt Özdemir ile bir Youtube programı yapmıştık. Kendi kanalında herhalde o gün bugündür en çok izlenen birkaç yayından bir tanesi hala. Bana sormuştu. ‘Ne kadar süre alacak?’ diye. Ben de demiştim ki bazı işler bu kadar hızlı olur. Bu kadar hızlı.

Bırakın ilk 90 günü ilk 360 günü ilk 90 dakikada yapılacak işler var.

Özgürlüklerle ilgili atılacak adımlar sadece bir açıklama meselesi. Hükûmetin bir duruşu.

Yeni kurulacak hükûmetin diyeceği çok basit. Diyecek ki ‘ey gazeteciler korkmayın, bundan sonra hiç kimse yazdınız, çizdiniz ve söyledikleriniz sebebiyle sizleri işlerinizden kovdurmayacak.’ Bitti.

‘Ey gençler rahatlayın, şöyle bir nefes alın. Öyle Silivri soğuktur muhabbetini falan unutun.’ Artık bunlar gündemde olmayacak.

Ve sosyal medyada istediğiniz paylaşımı yapın. İstediğinizi likelayın, korkmayın. Gecenin yarısında polis kapınızda belirmeyecek artık.

Biz, ülkenin yeni idarecileri, yeni yöneticileri olarak talimatı verdik. Artık hiç kimsenin kendi özgürlük alanına ilişmeyeceksiniz, dokunmayacaksınız. Bu kadar basit.

Ben 13 yıl devlet yönetiminde üst düzeylerde bulundum. İyi bir karar alınca, üst düzey kadroda iyi bir ekip kurunca işlerin en kadar hızlı düzeldiğine inanamıyorsunuz.

Çünkü devlet mekanizmasında bir emir komuta zinciri çalışıyor. Tabii ki istişare var, ortak akıl arıyorsunuz ama nihai karar oluştuktan sonra bu karar zemini de iyi bir zeminse söylediğinizde aynen uygulanmaya başlıyor.

Tabii ki dersinizi iyi çalışacaksınız, tabii ki iyi analiz yapacaksınız. Bin biliyorsanız bir bilene danışacaksınız ama nihayetinde ortak akıl ve istişare sonucu alınan kararın uygulanması çok hızlı oluyor.

Biz bu gençlerle kavga eden yönetim zihniyetine bir son vereceğiz. Çağdaş dünyaya uygun yeni bir kamu zihniyetiyle hareket edeceğiz.

Dezenformasyon, sosyal medya, dijital hizmet vergilendirmesi gibi alanlarda Avrupa Birliği müktesebatı ne ise onu aynen uygulayacağız.

28 ülke bunu uyguluyor. Bundan korkmaya gerek yok. Bunu uygulamaya çalıştığınızda bir sürü bahane üretiyorlar. Yaşadık hepsini. Şöyle olmaz, böyle olmaz. Bize özel sebepler var. Milli diyorlar, yerli diyorlar, her şeyi söylüyorlar.

Biz, mesele insan haklarıysa, özgürlüklerse evrensel standartları hedef alıyoruz ve gerçek milli ve yerliliğinde bu olduğunu düşünüyoruz.

Kendi insanının doğuştan gelen hakkını savunmayan, özgürlük alanını açmayan bir hükûmetin ne yerlilikten ne millilikten bahsetmesi mümkün değil.

*****
Değerli arkadaşlar,

Türkiye’nin kanayan bir yarası daha var; eğitim sistemi. Eğitim sistemimizde gerçekten çok önemli değişiklikler gerekiyor. Biz bunu çok iyi çalışıyoruz.

Çok yakın zamanda eğitim politikalarıyla ilgili de muhtemelen iki ayrı eylem planı açıklayacağız. Eğitim Politikaları Başkanımız Mustafa Ergen de bizimle burada. Bir; 3-18 yaş bir de üniversitelerle alakalı. Ve o alan ülkemizin çok zayıf kalmış bir alanı.

Dijital dönüşüm ve teknolojide ilerlemeyi, eğitim sistemimizdeki köklü değişiklikten bağımsız düşünmemizin mümkün olmadığını düşünüyoruz.

Önce eğitimden başlıyor iş. Yakında açıklayacağımız eğitim eylem planlarında, bu konuya bakışımızı da detaylı bir şekilde ortaya koyacağız. Ama ben birkaç tane şöyle başlık vereyim.

Biz mecburi eğitimi 3 yaşında başlatacağız. Çünkü insanların o üç yaşında alacağı, kapacağı bazı şeyler dört yaşındayken iş işten geçmiş oluyor. Üçüncü yaşta mümkün oluyor.

Erken yaşta dil öğretimi. Dünyayla entegre bir toplum, dünyayı bilen, takip eden ve dünyayla yarışan bir toplumun mutlaka dil becerilerinin kuvvetli olması gerekiyor. Ana dili haricinde bir ikinci dil, üçüncü dil, bunlar çok önemli konular.

Algoritmik düşünce yeteneği. Dijital beceriler. Bunların çok küçük yaşta kazanılması gerekiyor. İleri yaşlarda olduğu zaman dünyayla yarışamıyoruz.

Sorgulayan, sorgulamayı öğreten bir eğitim sistemi. Böyle ezberleten, ezberlediğini anlatan değil sürekli sorgulayan, sebeplerini anlamaya çalışan bir formasyonla çocuklarımızın, gençlerimizin yetişmesi.

Öğrenmeyi öğrenme. Bilgi artık her yerde istemediğiniz kadar var. Bu bilginin doğrusunu yanlışını ayırt etme sezgilerini kazanma. Dezenformasyonla doğru bilgi arasındaki farkı anlama kapasitesi oluşturma. Ve tabii ki bir etik anlayış. Bunun küçük yaşlarda mutlaka alınması gerekiyor. Yalanın kötü bir şey olduğunu anlatarak değil de küçük yaşlardan itibaren o şekilde çocukların formasyonla yetişmesi gerçekten çok önemli.

Esnek bir müfredat. Yani mecburi ders sayısının az olması, seçmeli ders sayısının çok olması. Adeta herkesin kendine özel bir elbise diktirirmiş gibi kendi müfredatını kendi oluşturabileceği bir eğitim sistemi.

Ve öğretmen stratejisi. Hele hele bu 3 yaştan başlayıp bu ilköğretim çağları. Öğretmen çok çok belirleyici. Dünyada eğitimde en ileri olan ülkelere baktığınızda mutlaka öğretmen stratejisi konusunda çok iyi şeyler yapıyorlar.

Öğretmenlerini meslek içi eğitimle iyi yetiştiriyorlar. Sürekli performansını ölçüyorlar. Çünkü özellikle küçük yaşlardaki eğitim döneminde öğretmenin çocuklar üzerindeki etkisi çok büyük.

Mesela size bir şey sormak istiyorum. İlkokul üçüncü sınıftaki öğretmeninin ismini bilenler ellerini kaldırsınlar. Hemen hemen salonun tamamı. Peki, ilkokul üçteyken Milli Eğitim Bakanı kimdi, hatırlayan var mı? İki kişi o kadar.

Demek ki öğretmen ne kadar etkili ki bütün hayat boyunca onu hiç unutmuyorsunuz. Ben bunu yaş seviyesi daha ileri gruplara da soruyorum. 60-70 yaş, hepsi biliyor, unutmuyorlar. Sizlerde unutmayacaksınız, o kadar etkili çünkü. Kişiliğinizin şekillenmesinde, zihin dünyanızın şekillenmesinde o kadar etkili.

Daha ileriki yaşlara geçiyoruz. Hayat boyu öğrenim. Her yaşta insanın kendini geliştirebileceği, meslek değiştirebileceği, bu reskilling dediğimiz yani yeniden beceri, yeniden eğitim, 35 yaşına kadar mühendis olup 35 yaşından sonra hukukçu olmanın önünün açık olması gerekiyor.

Ömür uzuyor, dünya hızlı değişiyor. Dolayısıyla meslekten mesleğe alana değişmek çok önemli. Çünkü 18 yaşında meslek seçen bir gencimizin seçtiği

meslek muhtemelen bundan 20 sene sonra geçerliliğini kaybedecek. En geç 20 sene sonra büyük ihtimal kaybedecek. Dolayısıyla kendini yenileme ve meslek değiştirmeye açık bir eğitim sistemi.

YÖK’ü kapatacağız. YÖK bitecek. Akademik özgürlük ve idari özerklik esas olacak. Şu üniversitelerin yakasından bir düşün diyoruz ya. Yazıktır.

Kusura bakmasın şu andaki hükûmet de bu işlerden sorumlu insanlar da ama bizim herhangi bir üniversitemizde herhangi bir iyi yetişmiş akademisyenimiz sizden çok daha iyi bilir yüksek öğretimi. İşlerine fazla karışmayın. Bırakın biraz ya. Yazık. Onun için yürümüyor üniversiteler. Bunun için olmuyor.

Ve son madde eğitimle ilgili. Eğitimi böyle anlık, günlük siyaset rüzgarından ve ideolojik yaklaşımlardan tamamen arındırmamız gerekiyor. Tamamen.

Her gelen iktidar kendi ideolojisini eğitim sistemine bastırmaya çalışırsa her gelen iktidar kendi ideolojisi doğrultusunda böyle tornadan çıkmış nesiller yetiştireceğim iddiasında bulunursa o ülke maalesef eğitimde de teknolojide de ekonomide de geri kalıyor.

Olmuyor. Eğitimi mutlaka çok geniş bir perspektiften ele almamız gerekiyor ve ülkemizin yarınları için iyi hazırlanmamız gerekiyor.

*****
Bir başka önemli konu da kamudaki örgütlenme yapısı.

Kamu mimarisini, bu büyük dönüşüme uyum sağlamak amacıyla yenilememiz gerekiyor.

Dijital dönüşüm ve teknolojiyi çok merkezi bir konuma koyup daha önce de söylediğim gibi mutlaka bununla ilgili ayrı bir bakanlık oluşturmamız gerekiyor.

Girişimcileri desteklemek için elimizden geleni ardımıza koymayacağız. Girişimcilerimizi sonuna kadar destekleyeceğiz.

Listemiz epey uzun.

Bizler değişimden korkmuyoruz. Ne istediğimizi, ülkemizin neye ihtiyacı olduğunu çok iyi bilerek hareket ediyoruz.

Herkesin içi rahat olsun.

İktidardaki zihniyetin, Türkiye’yi dünyadan koparmasına, özgürlüklerimizi ve ekonomimizi geriletmesine izin vermeyeceğiz.

Dünyaya gururla ve onurumuzla bakacağız.
Başka ülkeler için ilham kaynağı olacağız. Bunu yaptık.

Gerçekten belli dönemlerde Türkiye’nin elde ettiği başarılar pek çok ülke için ilham kaynağı oldu.

Pek çok ülke bizi model bir ülke olarak gördü. Bunu yaptık. Tekrar olur. Hiç endişeniz olmasın.

Refah seviyemizi yükseltmek amacıyla çıktığımız bu yolda pusulamız özgürlükler olacak, adalet olacak, hukuk olacak, temel hak ve özgürlükler olacak.

Ben burada sözlerime bir virgül koyuyorum.

Sözü şimdi, yarına atılım eylem planımızın detaylarını paylaşmak üzere, dijital dönüşüm ve teknoloji politikaları başkanımız Burak Dalgın’a bırakıyorum.

24 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Arnavutköy İlçe Kongresı̇ Konuşması

Arnavutköy İlçe kongresi

Saygıdeğer konuklar,

Değerli yol arkadaşlarım,

Arnavutköy ‘ün demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli insanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kurumlarımızın değerli temsilcileri,

Kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, arnavutköy ilçe teşkilatımızın 1. Olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Arnavutköy’de böyle büyük bir kalabalığı görmek, böyle büyük bir coşkuyu görmek, müthiş, müthiş.

İşte biz, tüm Türkiye’ye, bugün bu meydandan, demokrasi umudunu gösteriyoruz.

Bu meydandan, zenginlik umudunu gösteriyoruz.

Bugün Arnavutköy’den baktığımızda, içinde olduğumuz karanlık tünelin artık ucunda ışığı göründüğünü fark ettim.

Çok şükür.
Şimdi sizlere sormak isterim Arnavutköy!
Özgürlükler için hazır mıyız?
Hukuk için, adalet için hazır mıyız?
Demokrasi için hazır mıyız?
Atılım için hazır mıyız?
Evet, Hep beraber hazırız. Arnavutköy hazır bunu gördük.

Türkiye’nin yarınlarını, işte bugün Arnavutköy’de kurduğumuz bu demokrasi meydanı aydınlatacak.

Sağ olun, var olun.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Bugünkü iktidarın ortakları gerçekten ülkemizi karanlık bir tünelin içine soktu. Bu tünelde hukuksuzluk var, adaletsizlik var.

Bu tünelde yolsuzluk var, yasaklar var.

Bu tünelde yoksulluk var, işsizlik var, hayat pahalılığı var. Her şey var bu karanlık tünelin içinde.

Koca bir ülke, bu kötü yönetimin elinde adeta can çekişiyor. Ülkemiz, adeta varlık içinde yokluk çekiyor.

Bütün dünyada pandemi sonrasında tüketimin hızlandığı, insanların yoğun bir şekilde alışveriş ettiği, insanların yüzlerinin güldüğü bir dönemden geçiyoruz. Bütün dünyanın Merkez Bankaları trilyonlarca dolar, trilyonlarca EURO parayı bastılar piyasa sürdüler. O kadar çok para var ki eski faiz var Avrupa’da, eksi. Avrupa Merkez Bankası ‘yeter ki şu parayı alın ben faiz istemiyorum. Hatta üstüne para vereceğim’ diyor. Eski faiz ne demek? ‘Parayı al üstüne de para vereceğim. Faiz istemiyorum’ diyor. Yanıbaşımızda ki Avrupa’da tablo bu. Biz hala varlık içerisinde yokluk çekiyoruz.

Kriz üstüne kriz üreten mevcut iktidar, uzunca bir süredir artık bu ülkeyi yönetemiyor. Yönetme kabiliyetini, becerisini yitirdi.

Ekonomiden hukuka, dış politikadan tarıma, eğitimden sağlığa kadar her alanda ülkemiz kriz üstünde kriz yaşıyor. Kriz içinde kriz yaşıyor.

Daha evvel söylediğim, aynı hastalarda olur ya çoklu organ yetmezliği, şu anada Türkiye bir çoklu kriz ortamının içinde.

Asgari ücret, açlık sınırının dahi altında kalmış durumda.
Yokluğu, yoksulluğu iliklerimize kadar hissediyoruz.
Çarşıya, pazara adımımızı attığımız an, bakıyoruz, paramız pul olmuş.

Hangi ilde ilçede çarşıya pazara gitsek vatandaşlarımıza soruyorum, ellerinde birkaç küçük alışveriş torbası, en küçük torbaya diyorlar ki ‘100 lira verdim, 150 lira verdim, 200 lira verdim’ diyor. Ülkenin tablosu bu.

Evde otururken doğal gaz yaktığımızda, elektriğin ışığı açtığımızda hemen paramız erimeye başlıyor.

Her an fakirleşiyoruz. Ülke olarak nefes alamıyoruz nefes.

Geçtiğimiz hafta sayın Erdoğan, Merkez Bankasının kısa vadeli politika faizini indirilmesini emretti.

Sayın Erdoğan emretti diyorum, çünkü merkez bankası artık bağımsız değil. Yetki bir kişinin elinde, imzasında, iki dudağının arasında. 84 milyonluk ülke bir kişinin iki dudağının arasına sıkıştırılmaya çalışılıyor.

Ülkedeki her karar talimatla veya tek imzayla alınıyor. Değerli arkadaşlar,

Faizlerin düşmesi, normal şartlarda, bir üke için iyidir. Düşük faiz olunca ne olur o ülkenin vatandaşları daha kolay ev alabilir. Daha kolay araba alabilir. O ülkenin sanayicileri yatırımlarını yaparken kredi çekmek istedinde daha az maliyette o krediyi çekerler. Dolayısıyla düşük faiz bir ülke için iyidir. Ama hangi düşük faizden bahsediyoruz ya. Önemli olan piyasa faizidir.

Ancak, sayın Erdoğan’ın bu adımı, halkımızın, yani hepimizin muhatap olduğu orta ve uzun vadeli piyasa faizlerinin artmasına sebep oldu.

Son iki ayda merkez bankasının politika faizi 3 puan düştür. 19’dan önce 18’e sonrada 16’ya düştü. Peki hazinenin borçlanma faizleri ne oldu? Aynı dönem % 17,5 puan olan hazine faizleri % 20,5 oldu. A’dan z’ye tüm piyasa faizleri artmış oldu. Bunlar bilmiyor arkadaşlar bilmiyor. Faizin talimatla düşmeyeceğini bilmiyorlar. Zannediyorlar ki bütün yetkiyi elimizde topladık, emrederiz faiz düşer. Emrederiz enflasyon düşer. Emrederiz kur düşer. Siz rüyanızda görürsünüz rüyanızda. Mümkün değil.

Bakın arkadaşlar bu adım atıldı ne oldu? Son bir ayda dolar kuru 8,30’dan 9,60’a çıktı. Öyle bir adım atıyorlar ki hem piyasa faizi artıyor hem de dolar kuru artıyor. Dolar kuru artınca ne olacak arkadaşlar? Dolar kuru artarsa A’dan Z’ye her şeye zam gelecek.

Kur buralarda durur mu? Onu da bilmiyoruz henüz. Tutabilene aşkolsun.

Sayın Erdoğan bu yanlış kararlarıyla, gelecek ayların enflasyonunu da arttırmış oldu. Kur arttığında fiyatlar yerinde durur mu? İlla A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Her şeye zam geliyor. Çünkü niye? Harcamalarımızın çoğunun maliyetine indiğimizde döviz kuru var. Kur arttığında her şeye zam geliyor.

Aslında, Erdoğan, bir inat uğruna, tüm milletimizi, yoksulluğun daha da derinlerine indirmiş oldu. Olan bu.

Daha evvel de söylemiştim; koskoca Türkiye Cumhuriyeti, sayın Erdoğan’ın yanlış tezlerinin deneyini yapacağı bir laboratuvarı oldu. İndirin bakalım ne olacak? indirin bakalım ne olacak? Kusura bakmayın ya

Bu ülkenin haysiyetli insanları sayın Erdoğan’ın kobayı değil. Yanlış tezlerinin deneme laboratuvarı değil bura.

2015’te ben ve arkadaşlarımın ekonomi yönetiminden ayrıldık sonra öğünden bugüne, ortak akıl ve istişarenin terkedilmesinden bu yana, Türk lirası değer kaybediyor, satın alma gücümüz düşüyor.

Bakın o tarihlerden itibaren sayın Erdoğan ve şimdilerde kayıp olan akraba bakan neler söylemiş şöyle bir hatırlatmak istiyorum ben. Çünkü hatırlatmayınca unutuluyor arkadaşlar.

2018’in haziranında bu ülkede bir seçim oldu. O seçimde taraflı partili cumhurbaşkanı ve akrana bakan el ele kol kola bu ülkenin ekonomisini yönetmeye başladılar.

Değerli arkadaşlarım biz bu güzel ülkemizle gururu duyuyoruz hep beraber. Gençlerimiz önden gidecek biz arkasından gideceğiz hep beraber yürüyeceğiz.

Değerli arkadaşlarım sizlere Sayın Erdoğan’ın ve akraba bakanın döviz kurlarıyla ilgili şu son yıllarda yapmış oldukları beyanatları bir hatırlatmak istiyorum. Çünkü hatırlatmayınca bunlar daha önce hiç bu lafları etmemiş gibi hareket ediyor. Zannediyor ki milletin hafızası zaten kısa süreli, unuturlar, ne anlatsak inanırlar. Olmaz. Biz hatırlatacağız, sık sık hatırlatacağız. Şöyle bir kısa videomuz var:

Video kolaj-1

1- Erdoğan 6 Mart 2015: (dolar: 2,60) "Dolara aşırı derecede yatırım yapanlar yaya kalabilirler."

2- Erdoğan 30 Mart 2018: (dolar: 3,96)"Kur aşağı, kur yukarı. Geçin bu işleri. Türkiye'nin ekonomisi ortadadır."

3- Erdoğan 24 Mayıs 2018: (dolar: 4,71)"ülkemizde kurda yaşanan kısmi dalgalanma kesinlikle Türkiye’nin ekonomik gerçekleriyle uyumlu değildir. Kısa vadede kurdaki dalgalanmanın önünü kesebilecek imkanlara da sahibiz."

4- Erdoğan 10 Ağustos 2018: (dolar: 5,95) "Dolar molar bizim yollarımızı kesmez. Hiç endişe etmeyin, buradan yine söylüyorum. Yastığının altında doları, Euro’su, altını olan varsa bunu gitsin Türk lirası ile bankalarımıza bozdursun."

5- Erdoğan 31 Ağustos 2018: (dolar: 6,56)" Döviz kuru ne olacak diyenler varsa, onlara şunu diyoruz: bu da geçer ya hu! "

Video kolaj-1 bitti

Geçmiyor, o gün Dolar 6,56 ya ‘geçer ya hu!’ diyor geçmiyor.

*****
Şimdi burada bir mola verelim arkadaşlar.

Tarihlere dikkat ettiniz bakın. Tarihler şu açıdan önemli, 2015- 2018 arası. Yani benim ve arkadaşlarımın artık yönetimden ayrıldığı, ortak aklın, istişarenin terkedildiği yıllardan bahsediyoruz

Hukuksuzluk almış başını gitmiş.

Hükümet; içeride, dışarıda kim var kim yoksa herkesle kavgaya tutuşmuş. Öyle bir tarihten bahsediyoruz ama bir yandan da 31 Mart 2019 yerel seçimleri yaklaşıyor. Öyle bir tarih. Seçim geliyor böyle konuşuyorlar ‘bir yandan da biz ne yapacağız diye’ kara kara düşünüyorlar.

İşte bu esnada, 2019’un başında, akıllarına Merkez Bankası rezervleri geliyor. ‘Ha dur ya’ diyorlar. ‘Seçime gidiyoruz burada iyi bir rezerv brikmiş. Şimdi bu rezervi bu seçimde acaba ne yapsak?’ diyorlar.

Bizim yıllarca emek verip biriktirdiğimiz, kara gün için biriktirdiğimiz Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinden bahsediyoruz. Ne yapıyorlar arkadaşalar? 1 Ocak 2019’dan itibaren yani yerler seçimlerden tam 3 ay önce başlıyorlar arka kapıdan tam 130 milyar dolar rezervi cayır cayır satmaya. Bunu 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden 3 ay önce yapmaya başlıyorlar. Ondan önce böyle bir şey yok.

Gizli kapaklı yollardan rezervleri satarak, piyasaya sürerek kuru düşük göstermeye çalışıyorlar. ‘Acaba halkımızın gözünü boyayabilir miyiz, kuru düşük gösterirsek yerel seçimlerde başarılı olabiliriyiz’ diye.

Ha işte siz öyle gizli saklı yerel seçim uğruna bu ülkenin alın teriyle birikmiş, bilek gücü ile birikmiş, sanayide çalışan işçilerimizin, turizmde çalışan gençlerimizin alın teriyle biriken dövizleri, milyarlarca doları hiç ederseniz, değerli arkadaşlar yerel seçimdeki sonuçlar da görürsünüz. Ne oldu ne oldu, yaradı mı? Değer mi ya? Yerel seçimlerde işe yaramadı, ne oldu? İstanbul’a kaybettiler mi? Kaybettiler. Ankara'yı kaybettiler mi? Kaybettiler. Antalya, Adana işe yaramıyor. Siz öyle bu vatandaşın, bu milletin sahip olduğu milyarlarca dolar rezerv bir gizli kapaklı, arka kapıdan satarsanız, yanlış iş yaparsanız doğru sonuç elde edemezsiniz. Niyet iyi olursa sonuç iyi olur. Niye bozulmaya başladı mı? Olmaz. Çünkü biz şuna inanıyoruz: Niyet hayır, akıbet hayır. Biz şuna inanıyoruz, siz dosdoğru olun Allah doğrunun yardımcısıdır. Biz buna inanıyoruz. Böyle hareket ediyoruz.

Biz söylemesek bu 130 milyar dolardan haberi kimsenin ya ilk ben dinlendirdim biliyorsunuz. Köşe yazarların da teknik değerlendirmelerde işaret edenler vardı ama siyasi partiler içerisinde genel başkan olarak ilk ben dillendirdim bunu ondan sonra büyüdü gitti o 128 milyar dolar.

Değerli arkadaşlar yerel seçimleri geçtik şimdi ikinci video ile devam edelim.

Video kolaj-2

6- Berat Albayrak 3 Mart 2019: (dolar: 5.39) Birileri, ‘Türkiye ekonomisi batacak, dolar 7, 8, 10 lira olacak’ diye hayaller kurdu. Takip ettik değil mi?

7- Berat Albayrak 19 Mart 2019: (dolar: 5.47) Ağustos, eylül, ekim aylarında bol bol döviz alıp, ‘6 liradan, 7 liradan niye, dolar 10 lira, 15 lira olacak ya 6-7 liradan toplayalım dolarları, 10-15’e satarız.’ sonra ne oldu? Dolar düştü 5 liraya. Bunlar şimdi kara kara düşünüyor. Şöyle bir kriz çıksa da füzeyi atsa da şu olsa da bu olsa da dolar yükselse de bir satsak da bir kâr etsek. Çok beklersiniz.

8- Berat Albayrak 12 Ağustos 2020: (dolar: 7.30)'dolarla mı maaş alıyorsunuz? Dolar borcunuz var mı? Dolarla bir işiniz var mı? ''

9- Erdoğan 13 Ağustos 2021: (dolar: 8,55) "döviz kurunun ekonominin kuralları içindeki makul seviyesi neyse en kısa zamanda mutlaka oraya da oturacaktır."

Video kolaj-2 bitti

Evet, ama oturmuyor arkadaşlar oturmuyor. Bunu söylerken kur 8,55. Herkesin içine oturuyor. Hepimizin içine oturuyor.

Seçimlere on bir gün kalmış. Cayır cayır dolarları yakıyorlar o günlerde ama söylemiyorlar. ‘Milyarlarca dolar dövizi satarak kuru burada tutuyoruz’ demiyorlar. Gizli saklı yapıyorlar ve seçime kalmış 11 gün. Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu ülkenin vatandaşları bu kadar büyük bir aldatmaca içinde seçime sokuldu. Böyle bir şey olur mu ya?

Arkadaşlar bakın bizim dönemde 2002’den 2014’e kadar, çünkü 2015’de döviz müdahalesi yok, 2002’den 2014’e kadarki sürede Merkez Bankası’nın toplam döviz müdahalesi sadece 8 milyar dolardır. Ve bunun hepsinin olduğu gün Merkez Bankası web sitesinde ilan edilmiştir. Demiştir ki Merkez Bankası ‘ben bugün 100 milyon piyasaya müdahale ettim.’ Ya da demiştir ki ‘ben bugün 1 milyon dolar müdahale ettim’ demiştir Merkez Bankası. Açık, şeffaf. Çünkü şunu bilmek vatandaşın hakki, kur o gün 5,47 ama bu piyasa dengeleriyle mi kendiliğinde duruyor yoksa Merkez Bankası’nın yoğun müdahalesiyle mi ancak 5,47’de tutuluyor. Bunu açıklamıyorlar. Bu milleti aldatmaktan başka bir şey değildir. Ne diyor? ‘Bak kur ne güzel düşük tutuyor’ diyor. Niye döviz sattığını söylemiyorsun? Niye arkada milyarlarca dolar dövizi o günlerde yaktığını o günlerde açıklamıyorsun? Böyle bir şey olur mu? Cumhuriyet tarihinde böyle bir şey yok arkadaşlar. Böyle bir şey yok. Rakamlar çok büyük, olay çok vahim.

Dolar bilmiyoruz ne olacak ama 10 lira doğru gidiyor. Göreceğiz.

Hatalı politika uyguladıkları yetmiyormuş gibi, boş laflarla da yıllarca hepimizi kandırdılar. Şu açıklamalara bakın 2015’den aldık bugüne kadar. Kaç kere çağrıda bulunuyor Sayın Erdoğan ‘dövizinizi, altınızı satın’ diyor. Sayın Erdoğan’ın sözüne uyupta dövizini, altınını satan herkes zarar etti bugün. Siz güveni sağlayın güveni. Siz güven ortamını sağlayın. Vatandaşımız neye ne kadar yatırım yapacağını kendisi çok iyi bilir. Biz yıllarca bu ülkenin ekonomisinin başıdayken bir kere dahi vatandaşımıza ‘döviziniz satın’ çağrısı yaptık mı? Örneği yoktur. 11 yıl ben bu ülkenin ekonomisin başında oldum. Dedim ki ‘vatandaşımız serbesttir. İstediğini yapar.’

Bakın değerli arkadaşlar, en son kayıp akraba bakanın şu cümlesini dikkat çekmek lazım ne diyor? “Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz, sanane” diyor.

Ya arkadaş, bu kadar iş bilmezlik olabilir mi?

Elbette ki Türkiye’de maaşı dolarla alan çok azdır. Ama şunu biliyoruz ki dolar arttığı zaman biz tam da o yüzden fakirleşiyoruz.

Türkiye, sayelerinde, maaşını dolarla alanlar için cennet oldu.

Edirne’de Kırklareli’nde diyorlar ‘Bulgaristan’dan geliyor Bulgarlar levalarını bozdurup bozdurup harcıyorlar. Eskiden bahşiş bıraktıklarında leva, biz onu çöpe atardık çünkü kâğıt kadar değeri yoktu o levanın. Şimdi keşke Bulgarlar gelse biraz döviz bıraksa levayı bozdursa diye dört gözle Bulgar turisti bekliyoruz’ diyorlar. Edirne’de Kırklareli’nde vatandaşlarımızın dediği bu. Yazık değil mi bu ülkeye. İtibarlı ülkenin parası bu hale düşürülür mü? Bir ülkenin parası o ülkenin itibarıdır o ülkenin gücüdür.

Sayelerinde, maaşını dolarla alanlar için bedava ülke oldu Türkiye. Ama vatandaş mahvoldu, vatandaş!

Türk lirası kazanıp Türk lirası ile geçinmeye çalışan, marketten, pazardan alışveriş yapmaya çalışan herkes mahvoldu.

Kayıp bakan ile kayınpeder, gelsinler de Arnavutköy’ün şu sokaklarında, caddelerinde dolaşsınlar bakalım. Bir görsünler bakalım. Diyor ki ‘maaşını dolarlar almıyorsan dolardan sanane’ diyor.

Bir baksınlar doların artmasıyla kim fakirleşmiş, kim zenginleşmiş. Değerli arkadaşlar,

Bakın, ben biradan sayın Erdoğan seslenmek istiyorum, Sayın Erdoğan bakanın ortadan kaybolmasını sağlayarak veya koltuktakileri getir-götür yaparak, üzerindeki sorumluluğu yok edeceğini zannetmesin.

Buradan Arnavutköy’den bir kez daha hatırlatıyorum: Tüm bu olanların sorumlusu evet Sayın Erdoğan sizsiniz.

Tek yetkili olmayı çok isteyen sizdiniz. İşte tam da bu sebeple, tek sorumlu da sizsiniz. Bundan kaçamazsınız. Öyle başarılı olunca ben ekonomistim alanım ekonomi. Sonuçlar kötü olunca Merkez Bankası başkanını değiştir, bakanı ortadan kaybet. Öyle yok. Onları göreve getiren de sizsiniz. Liyakati, ehliyeti olmayan kişileri en önemli göreve getiren sizsiniz. Ortak aklı, istişareyi terk eden sizsiniz. Bunun sorumluğundan da kaçamayacaksınız.

Ama sizin de içiniz rahat olsun. Merak etmeyin. Nasıl olsa bu iktidar müsait bir yerde inecek. Gözleri de arkada kalmayacak.

Çünkü biz daha evvel bu ülkeyi nasıl iki kere krizden çıkardıysak, bu krizden de bu ülkeyi çıkartacak yine bizler olacağız arkadaşlar. Endişeniz olmasın.

Daha önce nasıl ki ortak akıl ve istişare ile ülkemizi yoksulluktan çıkarttıysak yine biz çıkartacağız.

Yine ülkemizi zenginleştireceğiz. Yine biz atılım yapacağız.

Çok değil, ilk seçimde yetkiyi alacağız ve devredeceğiniz enkazı hızla ortadan kaldıracağız. Çok hızlı, hemen. Pırıl pırıl yapacağız tekrar ülkeyi.

Biz, emin adımlarla emaneti teslim almaya geliyoruz!

*****
Sevgili Arnavutköy’ü arkadaşlarım,

Bizim sırtımız artık yere gelmez. Kadınlarla beraber bu yolu yürüdükten sonra DEVA Partisi’nin sırtı yere gelmez, bu ülkenin sırtı yere gelmez. Gençler ve kadınlarla böyle beraber olduktan sonra Türkiye’nin önü açık, yolu açık. Hiç korkmayalım.

Şimdi sizlere değerli kadanalarımıza sormak istiyorum: Bu yoksulluğa hep beraber son verecek miyiz?

Önümüzdeki ilk seçimde, bu iktidarın büyüklü, küçüklü ortaklarını, müsait bir yerde indirecek miyiz?

Özgürlük ve zenginlik için iş başına geçecek miyiz?
Evet arkadaşlar, çok az kaldı çok. Sayılı günler çabuk geçer.

Hiç kaygınız olmasın. Bu karanlık günleri bitirecek olanlar bizleriz hiç endişeniz olmasın.

Ülkemiz şu anda fırtınalı bir dönemden geçiyor.

Türkiye, keyfi ve kuralsız bir yönetim döneminde, bu durumdan çıkış yolu arıyor.

İşte bizler, ülkemizi barış, refah ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız. Ülkemizin tüm sorunlarını, meşru demokratik siyaset zemininde çözeceğiz. Burada, bir noktanın altını çizmek istiyorum.
Hiç kimse, bu ülkenin sorunlarının çözümünü, kaba kuvvette falan aramasın. Hiç kimse halkın iradesiyle inatlaşmasın.

Hele hele vesayet odaklarından medet umanlar varya onlar hiiç heves etmesinler.

Biz vesayetçilerin yönetimine de bir daha asla geçit vermeyeceğiz.
Bu ülkenin çaresi ne bugünkü kötü yönetimdir ne de geçmişin vesayetçi aklıdır.

Türkiye, tüm sorunlarını demokrasi zemininde çözme gücüne sahiptir. Sorunlarını konuşarak çözme gücüne sahiptir.

Evet arkadaşlar,
Ülkemiz, hak etmediği bir noktaya sürüklemeye çalışıyorlar. Evet, yoksullaşıyoruz. Doğru.
İşsiz gençlerimizin sayısı hızla artıyor. Doğru.
Adaleti mumla bile bulamıyoruz. Doğru.

Kurumlar çöktü. Kurallar işlemiyor. Doğru.

Ancak, biz tüm bunları aşıp, hakkı tesis edecek, kuralları işletecek ve kurumları ayağa kaldıracak bir kadro olduğumuzu biliyoruz. Bu kadrolar bizleriz.

Ülkemizi özgürlük ve zenginliğe kavuşturacağımızı iyi biliyoruz.

Nasıl ki 2002 sonrasında ortak akıl ve istişare ile hızla demokratikleşme hamleleri yapıp, ekonomimizi ayağa kaldırdıysak, yine yapacağız. Tekrar yapacağız.

Zamanında, nasıl hak ve özgürlüklerden taviz vermeden, hatta özgürlüklerin alanını daha da genişleterek zenginleştiysek, yine zenginleşeceğiz.

Nasıl ki, ülkemizi yüzü gülen insanları bu memleketin dört bir tarafında bizleri zamanında karşıladıysa yine karşılayacaklar. Yine ülkemizin insanlarının yüzü gülecek.

Bakın arkadaşlar biz bu başarıyı nasıl sağladık? Sadece ekonomide doğru işler yaparak ekonomisi düzelmedi bu ülkenin. Aynı zamanda Türkiye demokraside ilerledi. Aynı zamanda hukukta ve adalette ilerledi. Temel hak ve özgürlükleri ilerletti Türkiye. İki alanda birden ilerleyerek ekonomimiz düzeldi.

Biz, o hikâyeye kaldığımız yerden devam edeceğiz arkadaşlar, devam edeceğiz.

Bu kapsamda; tüm travmaları, korkuları, geride bırakacağımız yeni bir sistem inşa etmeyi hedefliyoruz.

İnsan onuruna yakışır bir siyasal düzen için, akılcı politikalarla harekete geçmek için sabırsızlanıyoruz.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim,

Dindar vatandaşlarımızın kazanılmış haklarından bir adım dahi geri atılmayacak arkadaşlar bir adım dahi. Hiç kimse bundan korkmasın.

Kürt vatandaşlarımızın kazanılmış haklarından bir adım dahi geri atılmayacak. Ama daha önemlisi, gasp edilmiş tüm hakları da biz iade edeceğiz.
İnançlı- inançsız hiç fark etmez;
Sünni- alevi hiç fark etmez;

Türk- Kürt fark etmez; Zengin- fakir hiç fark etmez

Kadın- erkek, genç- yaşlı, bu ülkedeki her bir insanı bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşı yapana dek çalışacağız. Hep beraber.

Ülkemizi, merkezinde insan olan; kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü demokrasiye ulaştırmak için var gücümüzle çalışacağız.

Bir kez daha vurgulamak isterim ki; ülkemizi, üste çıkanın alttakini ezdiği, nöbetleşe zorbalık dönemlerinden de artık kurtaracağız. Bu kısır döngüden de çıkartacağız.

Şurası da önemli ki ne rövanşizme ne de devri sabık zihniyetine de asla geçit vermeyeceğiz.

Biz milletimizin bizimle olduğuna güvenerek bu yola çıktık. Milletimizin yanında olarak yola çıktık. Hep beraber yürüyeceğiz.

Bizi lügatimizde rövanş almak, devri sabık oluşturmak diye bir şey yok.

Ancak DEVA Partisi olarak, elbette ki bu milletin alın terini hiç edenlerin, hakkını hukukunu çiğneyenlerin karşısında da dimdik duracağız. İdari denetim mekanizmaları tabii ki işleyecek. Yargıyla ilgili denetim mekanizmaları tabii ki işleyecek. Meclis denetim fonksiyonunu tabi ki yapacak. Ama biz ne yapacağız? Türkiye’nin yüzünü umuda, yarınlara çevireceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İşte biz, tüm Türkiye’yi bu birlikteliğe davet ediyoruz.

Türkiye’nin tüm demokrat seslerini buraya davet ediyoruz.

Kimliği, inancı, ideolojisi her ne olursa olsun, tüm demokratları DEVA çatısı altına davet ediyoruz.

Fikirlerden kaçmayan, konuşmaktan korkmayan bir ülkeye davet ediyoruz. Cesur, özgür ve zengin bir Türkiye’ye davet ediyoruz.

Tüm vatandaşlarımızı; hukuku, adaleti, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri esas alan, yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyoruz.

Davetimizi il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı ulaştıracağız. Ülkemizin dört bir yanında, herkesle buluşacağız.

Çalışmalarımızı, korkmadan, yılmadan, usanmadan sürdüreceğiz. Ülkemiz için gecemizi gündüzümüze katmaya devam edeceğiz. Demokrasi ve atılım için durmadan, yorulmadan çalışacağız. *****

Şimdi Arnavutköy’e son bir kez sormak istiyorum:

Değerli arkadaşlar eşitlik için, barış için çalışmaya var mısınız arkadaşlar?

Hak ve özgürlüklerin, doyasıya yaşandığı bir Türkiye için var mısınız?

Adaletin, hukukun Türkiye’sini yeniden kurmaya, daha güçlü kurmaya var mısınız?

Siz varsanız, biz de varız. Haydi hayırlı olsun.

Değerli arkadaşlarım, salona giremeyen, dışarıdan bizleri dinleyen vatandaşlarımıza da buradan tekrar kusura bakmayın diyorum. Böylesine yağmurun bol olduğu, rahmetin bol olduğu bir günde, bu sıcak mekânda bizlerle beraber olan tüm yol arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Arnavutköy ilçe kongremizin bu güzel ilçemize, teşkilatımıza, İstanbul’a ve Türkiye’ye hayırlı olmasını diliyorum.

Sağ olun var olun.

22 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Aydın İl Başkanlığı Açılış Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN AYDIN İL BİNASI AÇILIŞ KONUŞMASI

Merhaba Aydın!

Çakırcalı Efe’nin, Demirci Mehmet Efe’nin, Yörük Ali Efe’nin, Ayşe Efe’nin diyarı Aydın! Merhaba!

Merhaba seçilmiş ilk başbakanımızın, Adnan Menderes’in diyarı!

Ülkemizin ilk kadın muhtarı Gül Esin’in diyarı!

Merhaba kıyıları masmavi, dağlarından yağ, ovalarından bal akan Aydın!

Bugün partimizin kuruluşundan bu yana Aydın’la ilk buluşmamız, ilk kavuşmamız.

Bu ne güzel bir ilk buluşma!
Bu ne güzel bir coşku!
***
Sizler buraya sadece bir ilçe binasının açılışına gelmemişsiniz belli. Bugün Aydın’a demokrasi meydanı oluşturmak için gelmişsiniz. Hoş geldiniz arkadaşlar, hoş geldiniz.

Siyasi partilerin temsilcileri,
Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, Değerli muhtarlarımız,
Basınımızın kıymetli temsilcileri,
Hoş geldiniz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz bugün burada sadece bir bina açılışı yapmaya gelmedik.

Biz burada bir siyasi partinin bir tabelasının önünde değiliz.

Biz bugün burada demokrasinin merkezini açıyoruz.

Biz bugün atılımın merkezini açıyoruz.

Şimdi size soruyorum.

Çok güçlü cevap vermenizi bekliyorum.

Demokrasi için hazır mıyız?

Atılım için hazır mıyız?

Adalet için, özgürlük için, zenginlik için hazır mıyız?

Aydın hazır, Aydın müthiş.

Türkiye’nin yarınlarını, işte bu Aydın’da kurduğumuz demokrasi meydanı aydınlatacak.

Sağ olun, var olun.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Zor zamanlardan geçtiğimizi biliyoruz.
Ama biz nasıl yürüyeceğimizi de biliyoruz.
Biz bu ülkenin hangi yoldan gitmesi gerektiğini çok iyi biliyoruz.

Sevginin, saygının, eşitliğin, adaletin egemen olduğu bir refah devleti için, hakikatin yolundan bir an bile ayrılmayacağımızı çok iyi biliyoruz.

Hepsinden önemlisi, biz bu ülkenin iyi bir yönetimi, demokrasiyi, adaleti ve zenginliği hak ettiğini çok iyi biliyoruz.

Bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi adaletsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu hak etmediğine inandığımız için buradayız.

Biz bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi bu yolda yalnız yürümemesi ve geride kalmaması için buradayız.

Biz nerede miyiz? Arayıp bulmak isterseniz bir koordinat verelim. Hani gençler diyor ya, bir konum atalım:

Biz; “borcumu ödeyemiyorum” diyen, “ne yapacağımızı şaşırdık” diyen çaresiz esnafımızın yanındayız.

Artan maliyetlerle boğuşan, yoksulluğa terk edilen, fedakâr çiftçimizin yanındayız.

Bunca yıl çalışmasının sonucunda, yoksulluğa ve haksızlığa mahkûm edilen artık sadece gıda alışverişine bile maaşım yetmiyor diyen emeklimizin yanındayız.

Çocuklarının yarınlarından kaygı duyan annelerin, babaların yanındayız. “Barınamıyoruz” diyen gençlerin yanındayız.

Ayrımcılığa uğrayan, kendisini ikinci sınıf hisseden, hor görülen tüm vatandaşlarımızın yanındayız.

Yargının, beraat kararı vermesine rağmen, hakkı iade edilmeyen, zulme uğrayan, binlerce KHK’lının yanındayız.

Üretim yapan, yatırım yapan, ekonomimize can katan; ama yaşadığı sorunları kısık sesle konuşmak zorunda kalan, her türlü hakkına el konulma endişesiyle yaşayan sanayicimizin yanındayız.

Yeni nesillere, yaşanabilir bir çevre bırakmak için mücadele eden dostlarımızın yanındayız.

Bizim konumumuz budur, koordinatlarımız budur.

Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte bu konuma davet ediyoruz. Bizi başka sağda sola aramasınlar.

Kimlerle beraber olduğumuzu merak edenleri, vatandaşımızın yanına davet ediyoruz. Vatandaşımızın yanında bekliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugünkü iktidarın ortakları, Türkiye’yi karanlık bir tünelin içine soktular.

Bu tünelde hukuksuzluk var, adaletsizlik var.

Bu tünelde yolsuzluk var, yasaklar var.

Bu tünelde yoksulluk var, işsizlik var, hayat pahalılığı var.

Koca bir ülke, bu kötü yönetimin elinde adeta can çekişiyor.

Ülkemiz inanın varlık içinde yokluk çekiyor. Tam bir varlık içinde yokluk.

Asgari ücret, açlık sınırının dahi altındayken, 10-15 yerden maaş alanların keyfine diyecek yok.

Halkımız her türlü zorlukla boğuşurken, ülkenin cumhurbaşkanı bakıyoruz oralı değil.

Başka bir dünyada yaşıyor.

Diyor ki “memur da işçi de halinden memnun.” Geçen bu ifadeleri kullandı biz de hayretle izledik.

Yoksulluktan bahsedene ne diyor? “Abartıyorsun!”

Hayat pahalılığına ne diyor? “Enflasyon yüzde 20’nin altında” diyor.

Arkadaşlar, artık bu ülkenin cumhurbaşkanı adeta başka bir dünyada yaşıyor, başka.

Bakın, ben son bir yılda 60’tan fazla ile gittim. 100’e yakın ilçe gezdim.
Binlerce, on binlerce insanımızla sohbet ettim. Herkes “Yeter artık” diyor.

Herkes “Kurtarın bizi!” diyor.

Bakın bunlar ortak ifadeler. Hangi ile gidersek gidelim duyduğumuz ortak ifadeler bunlar.

Tüm Türkiye “Yeter artık!” diyor.

Şimdi sıra Aydın’da:

Soruyorum:

Önümüzdeki ilk seçimde, bu iktidarın ortaklarını, müsait bir yerde indirecek miyiz?

İktidar ortaklarına artık “Güle güle” diyecek miyiz?

Özgürlük ve zenginlik için hep beraber DEVA kadroları olarak iş başına geçecek miyiz?

Evet yapacağız arkadaşlar, hiç kuşkunuz olmasın. Ülkemizi hep beraber demokrasi ve atılımla buluşturacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz gün Ankara’da gezerken bazı vatandaşlarımız eleştirilerini dile getirdi.

Tabii ki biz gezerken etrafımızda kameralar var. Biz hiç böyle blokaj, ambargo falan uygulamıyoruz. Sarı kartın var mı diye bakmıyoruz.

Herkese serbest. İsteyen herkes bizi takip ediyor, izliyor, videoya çekiyor. Serbest. Tam bir özgürlük alanında biz çalışıyoruz.

Bu vatandaşlarımızla olan bazı diyalogları da partili medya baktık ki büyük bir coşkuyla köpürtüyor, paylaşıyor. Bizi hiç haber yapmayan televizyon kanalları haber yapmış baktım.

İyi dedim hiç olmazsa buraları izleyenler bu vesileyle DEVA Partisi’nin kurulduğundan da haberdar oldu dedim. İyi dedim. Durum bu.

Şimdi ben partili medyaya soruyorum, bir durun ya bu ne coşku?

Bakın, partili basın mensuplarına seslenmek istiyorum, biz sizin partinizin liderine benzemeyiz,

Bize tüm vatandaşlarımız şıp diye ulaşır. Hemen, sözü olan hemen ulaşır. Tokalaşmak isteyen hemen ulaşır.

Çünkü biz sokaktayız sokakta. Pazardayız. Çarşıdayız.

Saraylara, külliyelere kapanıp yüzlerce koruma görevlisinin içinden iş yapmıyoruz biz.

İşte bakın Aydın’ın sokaklarındayız. Biraz sonra da yine sokaklarda Aydın’da gezeceğiz.

Partili medya mensubu arkadaşlar, hadi buyurun Sayın Erdoğan’ı veya Sayın Bahçeli’yi şöyle bir çıkarın bu sokaklara gezsinler.

Çarşı pazara girsinler. Ben Sayın Erdoğan’ı veya Sayın Bahçeli’yi bir Pazar yerinde uzunca süredir görmedim. Niye gitmiyorlar acaba?

Bir gitsinler görsünler. Şöyle bir fiyat etiketini görsünler. Vatandaşlarımızın iki küçük torbayı doldurmak için en azın 100-150-200 lira verdiklerini görsünler, anlasınlar. Vatandaşlarımızın şikayetlerini dinlesinler. Yapamıyorlar. Basın onları çekmiyor. Niye? Çünkü çıkamıyorlar.

Çarşı, pazar gezmiyorlar. Gezemiyorlar.

Artık o dönem kapandı, bitti.

Bizim korkmuyoruz, hiçbir şeyden çekincemiz yok. Bize sevgisini ve desteğini ifade eden vatandaşımızı da bizi eleştiren, tepkisini dile getiren vatandaşlarımızı da her zaman dinlemeye devam edeceğiz.

Ülkemizin her köşesindeki, her söze kulak vereceğiz.

Bunlar alıştı tabii. Hükûmeti azıcık eleştiren gazeteciyi işten kovuyorlar ya. Bugüne kadar 10 bin gazeteci eleştirel yazdığı ya da konuştuğu için işten kovduruldu bu ülkede biliyor musunuz?

Kendilerine bir hayal dünyası oluşturup, bir hayal medyası oluşturup onunla bu toplumdan gerçekleri gizleyebileceklerini zannediyorlar.

Bizlerle ilgili de yaygın olmayan kanaatleri yaygınmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Hiç önemi yok.

Tweet yazanları tutuklattırıyorlar bu ülkede ya. Gençler acaba bir şeyi likelarsak acaba başımıza bir iş gelir mi, kapımızda polis oluşur mu diye korkuyorlar.

Koskoca ülkeyi, açık hava cezaevine adeta çevirdiler. Millet ağzını açamıyor korkudan.

AK Parti genel başkanı kırk yılda bir dışarı çıkıyor. Onda da yanındaki korumaları aşıp yanına yanaşabilen biri ezkaza “Açım” derse, “Abartıyorsun, al keyif çayı iç” diyor.

Bunları gördük değil mi? Milleti azarlıyor ya, milleti. Milleti azarladığı kaç tane görüntü hafızalarımızda. Tabii artık toplumla çok muhatap olmadıkları için ne Sayın Erdoğan ne Sayın Bahçeli, o görüntüleri yakalamak bugünlerde zorlaşıyor. Ama ne zaman toplum içerisine çıksalar hemen elektriklenme hemen sıkıntı başlıyor.

Ama değerli arkadaşlar, kimse merak etmesin.

Biz sokakta, eleştirisini dillendiren vatandaşımızın da söz hakkına sonuna dek sahip çıkacağız.

Biz özgürlük diyorsak, bizi eleştirenlerin eleştirme özgürlüğüne de saygı duymak demektir.

Tabii ki herkesi dinleyeceğiz. Tabii ki yanlışımız varsa düzelteceğiz. Ama her zaman toplumla iç içe, yan yana, kol kola biz bu yolu yürüyeceğiz. Her zaman.

Biz herkesin can, mal ve hak güvenliğini sağlayacağız.

Biz herkesin ekonomik refahını yükselteceğiz.

Ha partili medyaya da bir küçük sözümüz var;

Biz sizin baskıyla susturduğunuz gazetecilerin de basın özgürlüğünü sağlayacağız. Onu bilin.

Hiç merak etmeyin.

*****
Değerli arkadaşlar,
Bu iktidara hep ne dedik?
“Hukuk olmadan, ekonomiyi asla düzeltemezsiniz” dedik.
“Bazı kurumların bağımsızlığını sağlamadan, güven inşa edemezsiniz” dedik. Bakın işte dün Merkez Bankasının faiz kararı açıklandı, değil mi?

Tabii düzeltmek lazım. Bu Merkez Bankasının kararı falan değil Sayın Erdoğan’ın faiz kararı.

Zaten baktık ki, uluslararası basın Türkiye Cumhuriyeti’nin Merkez Bankası değil Erdoğan’ın Merkez Bankası diye haber yapmış. Yani dünkü kararı alan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası diye haber yapılmamış, Erdoğan’ın Merkez Bankası diye haber yapılmış. Ülkenin geldiği durum bu.

Bağımsız bir Merkez Bankası kalmadı arkadaşlar. Gece yarısı kararlarıyla başkanı, başkan yardımcıları mevsimlik işçiye çevrilen bir kurumun artık bağımsızlığı ve itibarı olmaz.

Erdoğan’a rağmen Merkez Bankası’nın karar alması söz konusu olmaz, olamaz.

Bakın dün neler oldu:

Merkez Bankası geçen ay biliyorsunuz, gecelik haftalık politika faizlerini iki puan daha indirdi. Yani geçen ayı ve bu ayı topladığımızda üç puanlık bir faiz indirimini yaptı.

Peki, sonucu ne oldu?

Bakın, bu faiz Merkez Bankası’nın aldığı faizdir. Merkez Bankası piyasaya kredi verir, gecelik, haftalık, onun karşılığında faiz alır. Yani Merkez Bankası aldığı faizi indirdi. Hemen arkasında ne oldu? İlk etapta biliyorsunuz dolar kuru 8,30’dan 9,30’a çıktı son bir ay içerisinde. Dünden bugüne kadar da 9,30, 9,40, 9,50 sabah baktım 9,60 gidiyor.

Nereye kadar gideceğini bilene, tutabilene artık aşkolsun. Artı ne oldu? Bakın, partili medyada, o cumhurbaşkanının bir propaganda medyası var ya, o iletişim merkezi midir başkanlığı mıdır nedir, hiçbir iş yapmıyorlar boyuna oradaki iletişimle uğraşıyorlar. Çünkü iş yapamayınca lafla peynir gemisini yürütüyorlar.

Hiç bahsetmiyorlar ama çok önemli bir gerçek oluştu geçen aydan bu yana. O da ne? Hazinenin borçlanma faizleri bir ay içerisinde yüzde 17 buçuktan yüzde 20 buçuğa çıktı. Hazinenin 10 yıllık borçlanma faizi tam 3 puan arttı. Hem de uzun vadeli 10 yıllık faiz.

Üstelik bu faiz hazinenin verdiği faiz, devletin ödediği faiz. Bakın dikkatinizi çekiyorum. Merkez Bankasının düşürdüğü faiz, Erdoğan’ın düşürdüğü faiz, gecelik haftalık politika faizi ve Merkez Bankasının aldığı faiz. Öbürü bu milletin bu devletin bütçesinden ödediği faiz.

Sonuçta Sayın Erdoğan’ın tabiriyle Merkez Bankası’nın faiz indiriminden herhalde en mutlu olanlar faizi alan insanlar. Yerli yabancı faizi alan kişiler. Tam üç puan arttı. Geçen sene ve evvelki seneye baktığımız zaman bu ülkenin bütçesinden ödenen faiz rakamı yıllarca böyle 50 milyar mertebesinde seyretti. Akraba bakanla, partili taraflı cumhurbaşkanı göreve başladığından sonra hızla artmaya başladı.

Bu yıl bütçede tam 180 milyarlık faiz ödemesi var. Bakın, yıllarca 50 milyar, bu seneki bütçe 180 milyar. Gelecek sene orta vadeli programda açıkladılar; 240 milyar. Daha sonraki sene 290 milyar bu devlet faiz ödeyecek. Eski parayla katrilyon bunlar. Bakın, bu sene 180 katrilyon eski parayla, gelecek sene 240, ondan sonraki sene 290 katrilyon. Bunu orta vadeli programda Sayın Erdoğan’ın açıkladığı programda biz bu faizi ödeyeceğiz diye açıkladı.

Ben buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum. Şu attığınız adımlarla aldığınız kararlarla hem kuru artırdınız hem de bu milletin alın teriyle, bilek gücüyle kazanıp ödediği vergilerden piyasaya ödenen faizleri artırdınız ya. Bunu bir ayda yaptınız. Bir ayda hazinenin borçlanma faizi tam üç puan arttı. Dünkü karardan sonra bir puan daha arttı. Yani bu üç puanın aşağı yukarı bir puanı dünkü karardan sonra oldu. Yazıktır günahtır.

Sayın Erdoğan ne diyordu? Merkez Bankasının faizleri daha yüzde 6-7 iken ‘Yüksek faiz vatanda ihanettir’ diyordu. ‘Yüksek faiz, vatanı satmak’ diyordu. Daha yüzde 6-7 iken faizler bunu söylüyordu. Peki bu ülkenin hazinesi şu anda on yıl vadeli borçlanırken her sene bu faizi ödeyeceğim demek. Yüzde 20 buçuk faiz demek, on yıl vadeli, on yıl boyunca bu faizi ödeyeceğimdemek. Öyle bir faizden bahsediyoruz.

Ben Sayın Erdoğan’a soruyorum. Yüzde 6-7 faiz vatanı satmak ise Türkiye Cumhuriyeti Hazinesine on yıl vadeli borçlanmasına yüzde 20 buçuk faiz ödetmeyi siz tanımlayın diyorum. Adını siz koyun. Yüzde 6-7 vatanı satmaksa bu faize ne diyeceğiz? Adını nasıl koyacağız. Yüzde 6-7 faiz vatana ihanet ise Türkiye Cumhuriyeti Hazinesine yüzde 20 buçuk faiz ödetmek nedir? Bunu nasıl tanımlayacağız, siz söyleyin diyorum.

Kendisine buradan sesleniyorum. Sadece son bir ayda attıkları yanlış adımlarla Hazinenin borçlanma faizlerini patlattılar, kuru patlattılar. Bunun hesabını herkes bilir bakın. Şu salondaki sırayla başlayın bütün esnafımıza sorun, herkese sorun. Dolar kuru 8,30’dan bu sabah itibarıyla bir ay içerisinde 9,60’a çıktı. Bir ay önce 8,30’du şu anda bu sabah itibarıyla 9,60. Nereye gidecek bilmiyoruz.

Dolar 8,30’dan 9,60’a çıkınca Türkiye’de siz enflasyonu tutabilir misiniz ya? Zamlara mâni olabilir misiniz? Kur artınca A’dan Z’ye her şeye zam geldiğini bu millet bilmiyor mu?

Bunlar gerçekten bu kötü yönetimin sonucunda. Kurumları sıfırlamaları sonucunda. Hukuka bağlı kalmamaları sonucunda. Ekonomide rasyonaliteden, akıldan, bilimden uzaklaşmaları sonucunda maalesef ülkeyi bu hale getirdiler. Büyük bedel ödüyoruz büyük. Gerçekten bu ülkeye yazık. Bu ülkenin esnafına, çiftçisine, emeklisine, anne-babalara yazık, herkese yazık.

Değerli arkadaşlar,

Bu tek kişilik yönetimin ceremesini gerçekten nihayetinde vatandaşımız çekiyor.

İnsanlar ay sonunu getiremiyor. Aldığı maaş ayın ortalarında bir yerinde bitiyor.

Geçen hafta Mersin’deydik. Mersin’de emeklilerimizin oturduğu bir parkta biraz ayaküstü sohbet ettik. 8-10 tane emekli vatandaşımız banklarda oturuyor, dinleniyor böyle öğleden sonra bir saatte. Hepsi birden koro gibi dediler ki, ‘Sayın Başkanım gerçekten aldığımız emekli maaşıyla artık geçinmek mümkün değil’. İçlerinden birini gösterdiler, ‘Bakın bu arkadaşımız ay başında emekli maaşını aldı bitti maaş, üç gündür gözümüzün önünde sadece bir simit yiyebiliyor. Bir simitle açlığını giderip öyle yaşamını sürdürüyor bu arkadaşımız’ dediler. Daha canlı Mersin’de geçen hafta yaşadığımız hadise bu.

İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi güçlük çekiyor.

Vatandaş borca batmış durumda. Borcunu ödemek için kredi çekiyor. Borç üstüne borç faiz üstüne faiz ödüyor. Üstelik bu ekonomi yönetimindeki akılsız adımlar piyasa faizlerini yükseltiyor. Esnafımızın, çiftçimizin ödediği borcun faizini yükseltiyor. Vatandaşlarımız borcu borçla bile artık döndüremiyor. Koskoca ülke depresyona girdi.

Dün İzmir’de Kordon’da 25 yaşında bir gencimiz dedi ki ‘Ailem geçinemediği için geri memleketine, Adana’ya döndü’ dedi. ‘Ben burada tek başıma kaldım’ dedi. ‘Bir benzin istasyonunda çalışıyorum’ dedi. Ve ‘Sayın Başkanım, beş tane ayrı hastalığım var benim’ dedi. ‘Çeşit çeşit antidepresan ilaçlar kullanmak zorunda kalıyorum’ dedi. ‘Bu 25 yaşında bir genç olarak bana yazık değil mi?’ dedi. ‘Şöyle İzmir’de Kordon’da yürüyerek biraz stres atmaya çalışıyorum ama artık o da fayda etmiyor. Benim bu baskı, stres altındaki hissiyatımı, ruh halimi artık çözmüyor’ dedi. Yazık günah. Gerçekten bu insanlara yazık günah.

Kimsenin yüzü gülmüyor.

İşsizlik aldı başını gitti.

İnsanlar asgari ücretin bile altında iş bulsalar çalışmaya hazır hale geldiler. Ben bunu bizzat gördüm. Hakkari’de, Yüksekova’da günlük 20 liraya, 30 liraya çalışmaya hazır gençlerimizle oturdum, sohbet ettim. Oralara gitmeyenler bilemez.

Bugün çıksın Sayın Bahçeli, Sayın Erdoğan şöyle bir Şemdinli’nin sokaklarında, caddelerinde otursun bir sohbet etsin oradaki vatandaşlarımızla. Bir hâl hatır sorsunlar. Oradaki gençlerle bir dertleşsinler bakayım. Mümkün değil, yapamazlar.

Çünkü artık Sayın Erdoğan’da Sayın Bahçeli’de böyle toplumun, vatandaşların ama rast gele, çarşıya pazara rast gele gidecek, rast gele vatandaşların önüne çıkacak bir durumda değiller artık. Bu da bize gösteriyor ki artık bu iktidarın ayrılama zamanı geliyor.

Şu anda ülkemizde çok sayıda vatandaşımız kayıt dışı çalışıyor. Çalışanların yevmiyeleri, enflasyon karşısında sürekli eriyor.

Tencereler kaynamıyor, mutfaklar yangın yeri olmuş durumda koskoca ülkede.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizde öyle lafı edip kaçmak yok.

Meydanlarda biz boş slogan asla atmıyoruz, bol keseden vaatleri de sıralamıyoruz.

Bizim bir Türkiye hedefimiz var, bir Türkiye hayalimiz var.

Tek bir ailenin bile yoksulluğun pençesinde yaşamadığı bir Türkiye’yi hedefliyoruz.

İnsanların mutlu olduğu, insan onuruna yaraşır gelir elde ettiği bir Türkiye’yi hedefliyoruz.

Eşitlik ve adaletin esas olduğu bir Türkiye hayal ediyoruz. DEVA iktidarında, bolluk akacak, refah akacak.
Biz, asla adaletten şaşmayacağız.
Kimseyi aç, kimseyi açıkta bırakmayacağız.

Biz biliyoruz ki, ekonominin temelinde adalet var. Ekonominin temelinde hukuk var. Hukuk ve adalet olmadan, demokrasi olmadan, özgürlükler olmadan bir ülkenin ekonomisindeki sorunları çözmek mümkün değildir. Ben onun için tekrar ediyorum bakın. Bu hükûmetin artık bu ülkenin ekonomik sorunlarını çözme imkânı, ihtimali kalmamıştır.

Çünkü bu hükûmetin adaletle, hukukla artık irtibatı kopmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymuyorum diyen, saygı duymuyorum diyen alt mahkeme Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymadığında uymayabilir deyip ona destek atan bir cumhurbaşkanının yönettiği ülkede ekonomi asla düzelmez. Sadece işler kötüye gitmeye devam eder. Bakın, dün bir olumsuz haber daha aldık.

FATF diye bir kurum var biliyorsunuz. Kuruluşunda bizim de emeğimiz var. Bakın, Türkiye paydaş o kuruluşta. Yani uluslararası özellikle bu kara parayla ilgili, terörün finansmanıyla ilgili konularda izleme kurumu. Türkiye’nin de tam üyesi olduğu ve konsensüsle karar alan bir yapının kurulu bu.

Kendi paydaşı olduğumuz konsensüs ile destek vererek kurduğumuz kurum dün Türkiye’yi bu kara para ve terörün finansmanı listesinde gri listeye aldılar. Beyaz listedeydik, gri listeye alındık. Bir sonraki kademe kara liste. Bu gri listeye alınmak gerçekten Türkiye’nin itibarıyla ilgili son derece tehlikeli bir durum.

Gri listeye alınan ülkelerin sermaye akışı yavaşlar. Gri listeye alınan ülkeler ileride daha zor durumlarla karşı karşıya kalabilirler. Kendi vatandaşına şeffaf olmayan kendi vatandaşına hesap vermeyen hükûmet maalesef Türkiye’nin uluslararası alanda da itibarını zedeleyecek çok işler yapıyor çok.

Ve bu da başlı başına ekonomimiz açısından yeni bir risk unsuru olarak geldi listeye girdi. Pek çok risk unsuru var ama bir de bu gri listede olmamızda artık yeni bir risk unsuru. Şu andaki hükûmetin anlamadığı bu.

Güven olmadan ekonomi düzelmez. Hukuk ve adalet olmadan bu ülkenin ekonomik sorunları çözülmez. İki kere iki nasıl dört ederse matematikte, iki çarpı iki eşittir dört, hukuk ve adalet olmadan ekonomi düzelmez. Bu kadar.

Sayın Erdoğan zannediyor ki talimat vereyim Merkez Bankası faizi indirsin, enflasyon da düşsün, piyasa faizleri de düşsün, ekonomi düzelsin. Hayal hayal. Ağızlarıyla kuş tutsalar yapamayacaklar. Merkez Bankası ne yapsın ya elinde zaten bir tane enstrüman kaldı bir tane.

Akraba bakanla beraber Sayın Erdoğan, Merkez Bankasının tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini çarçur etti. Eksi 52 milyar dolara düştü döviz rezervi. Döviz rezerviyle artık kuru kontrol edecek imkân kalmadı.

Geriye bir tek ne kaldı? Gecelik faiz. O da artık, dişli sıyırdı dişli. Hani mekanikçiler, makinadan anlayanlar bilir ya da en azından araba kullananlar bilir, dişli sıyırma diye bir şey vardır. Yani dişli döner de ama sıyırdı mı çevir çevir boşa. Araba gitmez.

Şimdi bizim Merkez Bankası da artık Sayın Erdoğan’ın talimatlarıyla sonunda dişli sıyırmış durumda. Ne yapsalar fayda etmiyor. Faizi indiriyor, piyasa faizi yükseliyor. Faizi indiriyor, kur fırlıyor gidiyor. Artık ellerinde hiçbir kontrol enstrümanı kalmadı.

Bunu üzülerek söylüyorum ki değerli arkadaşlarım, bugünler ülkenin iyi günleri. Allah beterinden saklasın diye de hep dua ediyorum. Hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız. Allah beterinden saklasın. Ama akıl olmayınca, ortak akıl arayışı olmayınca, istişare olmayınca bu ülkenin sorunları çözülmez. Dürüst ve ehil kadrolar iş başında olmadan bu ülkenin sorunları çözülmez. Bu kadar basit.

Değerli arkadaşlarım,
Şimdi Aydın’dan bir söz almak istiyorum.

Bu yokluğu, bu yoksulluğu, Aydın’ın sokaklarından, Türkiye’nin caddelerinden silmek için hep beraber çalışacağız. Söz mü?

Vatandaşımızı dinlemek ve partimizin ülkemiz için yaptığı hazırlıkları, planları, programları anlatmak için çalmadık kapı, dinlemedik vatandaş bırakmayacağız. Söz mü?

Ben Aydın’dan sözümü aldım. Ben bu gayreti, iradeyi Aydınlı arkadaşlarımızdan, Aydın teşkilatımızın gözlerinden bu iradeyi okudum, gördüm.

Aydın demokrasi ve atılım için hazır.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız ve biz hazırız. DEVA Partisi hazır, gençler, kadınlar hazır, Türkiye hazır.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Sağ olun var olun.

21 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bayraklı İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN BAYRAKLI İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
İzmir il teşkilatımızın değerli başkanı, Bayraklı ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Bayraklı ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi olarak kurulduğumuz ilk günden beri ülkemizin her şehrini, her mahallesini ziyaret ediyor; toplumun bütün kesimleriyle bir araya geliyoruz.

Biz, bu buluşmalarda, sadece politikalarımızı anlatmıyoruz.

Biz bol bol vatandaşlarımızı dinliyoruz arkadaşlar. Sadece anlatan değil bol bol izleyen, gözleyen, dinleyen bir siyasi partiyiz.

Her bir vatandaşımızın talebini, derdini, yüreğinde taşıdığı acıyı dinliyoruz, hissediyoruz.

İşte o yüzden biz, bu ziyaretlerden sonra masamıza dönüp harıl harıl çalışıyoruz.

Her bir acıya, derde, talebe en gerçekçi şekilde çözüm bulmak için çabalıyoruz.

Detaylı politika notlarımızı, iktidarımızın ilk 90 gününde ve 360 gününde uygulayacağımız, eylem planlarımızı açıklıyoruz.

Biliyorsunuz, bazıları siyaset yaparken, toplumdaki mevcut fay hatlarını kullanıyor, ötekileştiriyor, ayrıştırıyor. Ve ayrıştırma üzerinden siyaset yapıyor.

Bazıları ise, gerçekleştirilemeyecek vaatler verip günü kurtaran bir siyaset metodu tercih ediyor.

Ama bu kadar derdi taşıyan, bu kadar acıyı yaşayan bir toplum böyle bir siyaseti hak etmiyor.

Eşitlik ve adalet talebini yüksek sesle haykıran vatandaşlarımız, bu eski siyaset anlayışını topyekûn reddediyor.

Yanlış politikalar nedeniyle her gün fakirleşen halkımız, artık boş vaatler değil, gerçekleri ve ortak aklı temel alan, dürüst bir siyaseti talep ediyor.

İşte DEVA Partisi tam da bu talebin karşılamak için yola çıkmış bir siyasi parti. DEVA Partisi tam da bu siyasi tercihin adresidir.

*****
Değerli arkadaşlar,

Yaklaşık bir sene önce İzmir’de yaşanan depremde 117 insanımızı kaybettik.

Bayraklı’daki Rıza Bey ve Emrah Apartmanı’ndaki arama kurtarma çalışmalarını, bütün ülke olarak büyük bir hüzünle takip etmiştik.

Yaşanan depremin hemen ardından, teşkilatımızla birlikte Bayraklı’yı ziyaret etmiş ve vatandaşlarımızın açılarını paylaşmış, taleplerini dinlemiştik.

Hastanede dinlediğim depremzede kardeşlerimizin sözleri hâlâ kulaklarımda, acıları hâlâ yüreğimde.

Kolay değil. Ateş düştüğü yeri yakıyor.

Bu ziyaretimizin ardından, 17 Ağustos 1999 depreminin yıl dönümünde, 17 Ağustos 2021‘de partimizin afet yönetimi eylem planını açıkladık.

İktidara geldiğimizde, ilk 90 günde ve ilk 360 günde neler yapacağımızı madde madde, detaylı ve gerçekçi bir şekilde anlattık.

Öyle atıp tutmak, bol keseden vaat dağıtmak falan değil arkadaşlar; tek tek, somut ve net bir eylem planı açıkladık.

Çünkü değerli arkadaşlar, biz sorumluluğumuzun bilincindeyiz.

Biz, afet yönetiminin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.

Bildiğimiz için hem dinliyoruz hem de çalışıyoruz.

İzmir’e gelip afetin ortasındaki vatandaşlarımızı dinleyip sonra Ankara’ya gidip alışılagelmiş tartışmalarla oyalanmadık.

Bayraklı’da bize yöneltilen talepleri, bizimle paylaşılan acıları geride bırakamazdık.

Geçen yıl Elâzığ’a gittiğimizde, depremden nice süre sonra, hala konteynırlarda yaşayan, kendilerine hiçbir çözüm sunulmayan yüzlerce aileyi görüp, kayıtsız kalamazdık.

Bu sorumluluk ile çok detaylı bir eylem planı hazırladık.

Ve inşallah iş başına geldiğimizde bu eylem planlarının uygulanmasına ilk günden itibaren başlayacağız ve yolumuza devam edeceğiz.

Ne söz verdiysek, aynen yerine getireceğiz.

Afet eylem planımız oldukça kapsamlı. Bu plan kapsamında açıkladığımız adımlardan hepsini burada sizlerle paylaşsam uzunca bir süre bu programın sürmesi gerekecek. Onun için bazılarını, bir kez daha, huzurunuzda kısaca anlatmak istiyorum:

Örneğin; yıkılan veya hasar gören binalarla ilgili mülkiyet hakkı, binada oturmayan kişilerde veya tüzel kişilerde olabiliyor.

İşte biz, mağduriyet yaşayan afetzede vatandaşlarımız için “hak sahipliği” kavramını genişleteceğiz, konut ve işyeri edinebilmeleri için yöntemler geliştireceğiz.

Yaşanan afetlerden sonra yakınlarını, evlerini kaybeden acılı vatandaşlarımızın, hak arama süreçlerinde mağdur olmasına izin vermeyeceğiz.

En adil, hukuka en uygun şekilde afetzede vatandaşlarımızın maddi zararları tazmin edecek mekanizmaları kuracağız.

DASK sigortasının kapsamını, bütün afetleri içerecek şekilde genişleteceğiz.

İklim krizinin de etkisiyle, giderek artan afet türlerine de hazırlıklı olacağız.

Depremle mücadele sorumluluğunu, yerel yönetimlerle paylaşıp, her belediyeye yerel afet tehlikesi ve risk haritası hazırlama yükümlülüğü getireceğiz.

Böylece sadece afet yönetimi değil, afet öncesi hazırlık için de çaba harcayacağız.

Çünkü değerli arkadaşlar, önlem alınmayan afetler yüzünden ülkemizde çok acı çektik, çok kayıp yaşadık.

O yüzden biz etkili tedbirlerle, önlenebilir kayıpları en aza indirmek için çalışacağız.

İşte bu yüzden biz, alışılmış siyaseti elimizin tersiyle itip programlı, sistemli ve gerçekçi çalışmalar yapıyoruz.

Hamasetle, kuru sloganlarla, kavgayla vakit kaybetmeyeceğiz. Biz, yolumuzu da nasıl yürüyeceğimizi de çok iyi biliyoruz.

Dersimizi çalışıyoruz. Bir saniye bile kaybetmeden, çalışmaya ara vermeden, emaneti teslim almaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Buradaki kongremizden hemen önce İzmir’de geçen yılki depremden etkilenen vatandaşlarımızın bir araya gelerek kurduğu derneği ziyaret ettim. Dertlerini dinledik.

Aradan neredeyse bir yıl geçmiş ve hala ortada büyük belirsizlikler var. Hala çözüm üretilememiş hala ne olacağını bilemeyen çok sayıda vatandaşımız var.

Gerçekten bu afet yönetimi konusunda ülkemizin adalet ve eşitlik ülkelerine göre yeniden kurgulanmış bir mevzuata ve kurumsal yapılanmaya ihtiyacı var.

Hiçbir standart yok. Bugün bakıyorsunuz bir ilimizde afet oluyor, bir ilimizde deprem oluyor, başka ilimizde sel oluyor.

Hangi mağdura hangi şartlarda nasıl yardım edileceğiyle, nasıl destek verileceğiyle ilgili elde bir kurallar listesi yok.

Bir ilde deprem oluyor herkes Sayın Erdoğan’a bakıyor. Bakalım ne verecek diye. Bir başka ilde sel felaketi oluyor. Dur bakalım cumhurbaşkanı burada bize ne dağıtacak diye.

Değerli arkadaşlar,

84 milyonluk bir ülke. Dünyanın en büyük 21. ekonomisi olan bir ülke böyle yönetilmez.

Afetlerle ilgili mutlaka açık, şeffaf bir süreç işlemesi lazım. Hasar tespitlerine bakıyorsunuz büyük bir belirsizlik var.

Biraz önce dernekte bir vatandaşımız “benim oturduğum bina az hasarlı olarak tespit edilmişti” dedi. Daha sonra yeniden rapor düzenlendi. Ağır hasarlı olduğu ortaya çıktı dedi.

Ben İzmir’e o ilk depremden sonra geldiğimde de burada basın mensuplarıyla toplandığımızda söyledim. Bu hasar tespit çalışmaları mutlaka tarafsız, bağımsız otoriterler tarafından yapılması gerekiyor.

Siyaset işin içine girdiğinde hasar tespitleri adil, objektif yapılmıyor. Kimin işine ne geliyorsa o yönde raporlar zorlanabiliyor. Bu çok yanlış.

Burada mesele can meselesi. Bir bina ağır hasarlı mı orta hasarlı mı az hasarlı mı bunu gerçekten teknik, tarafsız, bağımsız bir çalışmayla ortaya konması lazım.

Ancak ondan sonra hak sahipliğinin ortaya çıkması lazım. Depremlerden önce hazırlık çok önemli bir konu. Depreme hazırlıklı olmak yani güçlendirme.

Gerçekten zayıf binalarla depreme hazır binaları tespit edip, zayıf binalarla ilgili bir an önce hızlı bir şekilde dönüşüm programlarını başlatabilmek.

Bu işin olmazsa olmazı. Biz şu andaki hükûmete defalarca çağrı yaptık.

Dedik ki, Kanal İstanbul diye tutturuyorsunuz, dünyanın parasını oraya harcayacaksınız, tabi kaynak bulurlarsa, eğer kaynak bulursanız dedik bir an önce önceliği şu depreme hazırlığa ayırın.

Bir an önce önceliğiniz deprem karşısında kırılgan olan en zayıf olan binalardan başlayıp, ülkemizi bir an önce depreme hazır hale getirin dedik.

Fakat öncelikleri başka. Kanal İstanbul deyince büyük bir rant görüyorlar.

Ne diyor Sayın Erdoğan? Oraya 500 bin kişilik şehir yapacağız diyor. 500 bin konutluk proje.

Kanal İstanbul’dan çünkü gördüğü beklentisi o. Kanal İstanbul’un önceliklendirme sebebi de o. Bir an önce imar planları, bir an önce rant.

Oysaki ülkemizin çok daha acil ihtiyaçları var. Kanal İstanbul’un acelesi yok.

Her türlü analizi yapılır her türlü etki analizi yapılır gerektiğinde bütün o analizler, raporlar olumlu çıkarsa düşünülür ama bugünün projesi değil, bugünün işi değil.

Bugün memleketin acil ihtiyaçları var.

Bakıyoruz, deprem yönetimiyle ilgili deprem öncesi hazırlık, deprem sırasındaki çalışmalar ve deprem sonrası hasar tazminatı, telafi çalışmalarının tamamı dönüyor dolaşıyor ülkenin ekonomik gücüyle alakalı.

Ekonomik gücünüz varsa depreme kaynak ayırabiliyorsunuz. Ekonomik gücünüz varsa hasar tespiti ve tazminatı konusunda çok daha rahat hareket edebiliyorsunuz.

Eğer ülkenizde enflasyon düşükse yeni yapılacak yapılar çok daha ucuza mal olabiliyor. Ülkenizde faizler düşükse kredi mekanizmaları çok daha insani biçimde çalışıyor.

İşte biraz önce vatandaşlarımız ne dedi. 200 bin liralık bir kredi için ayda tam 3 bin 500 lira taksit ödememiz gerekecek dedi.

Avrupa’nın en yüksek faizi Türkiye’de. Yüzde 19 olan Merkez Bankası faizini geçen ay yüzde 18’e indirdiler. Yüzde 18’e inmesi hazinenin borçlanma faizlerinin tam 2 buçuk puan artmasına sebep oldu.

On yıllık hazine tahvillerinin faizi yüzde 17 buçuk iken tam yüzde 20’ye çıktı.

Dolar kuru 8,30’dan 9,30’a çıktı. Zannediyorlar ki biz talimat verirsek, MB faizi indirirse bu ülkede faizler inecek.

Siz bu kafayla bunu rüyanızda görürsünüz. Yapamazsınız.

İşte bugün MB saat 14.00’te karar verecek. Faizi sabit mi tutacak, indirecek mi? Faizi sabit tutsa zaten Avrupa’nın en yüksek faizi. Yüzde 18.

Bu ne kadar daha devam edecek? Faizi indirse döviz kuru atakta bekliyor hemen inerse kur artacak.

Sabit tutarsa belki kur bir miktar daha sakin seyredecek. Yani kötülerden birini seçmek zorunda hükûmet şu anda.

Hükûmet diyorum çünkü MB’nin bağımsızlığı falan kalmadı. Hükûmet bakalım yüksek faizi mi tercih edecek, yüksek kuru mu tercih edecek. Bunu bugün saat ikide açılanacak MB’nin kararıyla öğreneceğiz.

Bu iki kötüden birini tercih etmek zorunda kalmak var ya sadece ve sadece kötü yönetimin bir sonucu. Başka bir şey değil. Bilmiyorlar.

İnanın bilmiyorlar. Ya bu ülkede kurun da faizin de enflasyonun düşmesinin, makul seviyelerde seyretmesinin tek yolu var o da güven. Sizin güveni oluşturmanız gerekiyor.

Bunu anlayamadılar. Yani 20 yıldır ülkeyi yönetmeye çalışan bir iktidarın bunu hala anlamamış olması neden biliyor musunuz?

Çünkü işini bilen, ehil ve dürüst kadrolar artım devlet kademesinde çok azaldı. Ortak akıl yok, istişare yok.

Bunlar olmayınca ekonomide çözüm üretemezsiniz. Öncelikle ehil ve dürüst kadronuz olacak.

Her bir üst yönetime koyduğunuz insanların hem işinin ehli olması gerekecek hem de dürüst olması gerekecek.

Ortak akılla istişareyle hareket etmeniz gerekecek. Başka türlü mümkün değil. Yapamazlar. Asla başarılı olamazlar.

Sadece ve sadece ekonomide doğruları yapmak bile bugün artık Türkiye’nin ekonomisini düzeltmez. Kurtarmaz. Mümkün değil.

Çünkü ekonomi dediğiniz alan bir temele oturur. Bunu temelinde hukuk vardır, adalet vardır, demokrasi, özgürlükler vardır.

Siz hukukun üstünlüğü ilkesini yerle bir ettiyseniz siz ülkede hukuki güvenlik bırakmadıysanız, sözleşme hukukuydu, mülkiyet hukukuydu bunların hepsini yerle bir ettiyseniz bunun üzerine bir ekonomi inşa edemezsiniz.

Önce dönüp o zemini sağlamlaştırmanız gerekir. Öyle bir ülke düşünün ki ülkenin cumhurbaşkanı kendisini anayasayla bağlı hissetmiyor. Anayasada yazan bir yemin metni var. Ne diyor yemin metninde?

Görevimi tarafsızca yapacağıma yemin ederim diye göreve başlıyor. Şu anda ülkeyi yöneten Sayın Erdoğan’ın tarafsızca görevini yaptığını kabul etmek mümkün mü?

Böyle bir şey var mı? Uymuyor anayasaya. Anayasa Mahkemesi karar alıyor, ‘Uymuyorum’ diyor, ‘Saygı duymuyorum’ diyor. Anayasa Mahkemesi karar alıyor, alt mahkeme bu karara uymuyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı alt mahkemeye destek atıyor, ‘Uymayabilir’ diyor.

Siz bu hukuksuzlukla, hukuka uymayan bu zihniyetinizle bu ülkenin ekonomisini asla düzeltemezsiniz, düzeltemeyeceksiniz; bu kesin. Ya Merkez Bankası ne yapsın? Merkez Bankası şimdi tek kolu kırılmış, tek kolla mücadele etmeye çalışan yalnız bir kurum.

Tek kolu kırılmış çünkü rezervler düşmüş -52 milyar dolara. Merkez Bankasının en önemli iki aracı biliyorsunuz; bir döviz rezervi vardır bir de faiz politikası vardır, en önemli iki aracı budur. Döviz rezervleri -52’ye düşmüş, bitti. Yani artık döviz satışıyla müdahale ederek kuru kontrol etme imkânı yok, bitti, sıfırlandı. Geriye kaldı bir tek faiz.

Ülkedeki bütün hukuksuzluğun, bütün yanlışların, ekonomiyle ilgili bütün hataların telafisini Merkez Bankasının sadece ve sadece faiz politikasıyla düzeltmesi, toparlaması mümkün değil. Faizi indirse de boş, bindirse de boş, sabit tutsa da boş.

Hiçbiri işe yaramayacak, hiçbirisi. Merkez Bankasının bu ülkede öncelikle bağımsız olması lazım. Sadece ve sadece fiyat istikrarını önceleyen bir tutum elde etmesi lazım. Ve sadece Merkez Bankasının değil diğer bütün ekonomiyle ilgili kurumların aynı program, aynı hedef için çalışıyor olması lazım. Aksi hâlde mümkün değil.

Ekonomi iyi gittiğinde Sayın Erdoğan ne diyor? ‘Ben ekonomistim’ diyor. ‘Benim alanım ekonomi’ diyor. Kötü gittiğinde Merkez Bankası Başkanı’nı değiştiriyor, Para Politikası üyelerini değiştiriyor. Mevsimlik işçiye döndü ya Merkez Bankası Başkanı. Biri geliyor biri gidiyor, biri geliyor biri gidiyor.

Kanunda yazıyor; 4 yıl, 4 yıl. Kanunda ‘4 yıl’ denen, 4 yıllığına atanan bir Merkez Bankası Başkanı’nı siz 3 ayda, 4 ayda görevden alıp başkasını koyarsanız o Merkez Bankası Başkanı’nın söylediğine, lafına hiç kimse itibar etmez. Şimdi Merkez Bankası Başkanı çıkıyor, konuşuyor; ‘Şöyle böyle yapacağız, bunu böyle yapacağız.’

Ya senin yarın görevde olacağının garantisi yok ki. Belki yarın gideceksin. Ne söylesen boş. Sorun orada. Bağımsızlık nasıl oluyor? Atıyorsunuz 4 yıllığına ki bizim dönemde 5 yıldı. Daha sonra bunu 4 yıla indirdiler, bizden sonra. Biz 5 yıl şöyle bir önünü görsün istiyorduk Merkez Bankası başkanlarının. 5 yıldı, şimdi 4 yıla indirdiler ama hiç olmazsa 4 yıl bir sabredin ya.

O göreve gelenler bir söz versinler, bir sözlerini tutsunlar. Biraz itibar kazansınlar. Asla. Buna izin verilmiyor. Ve hele hele göreve gelen kişiler de hükûmetin, Cumhurbaşkanı’nın yanlışlarının peşine düştüklerinde Merkez Bankası Başkanı olan, Para Politikası Kurulu üyesi olan kişiler Cumhurbaşkanı’nın yanlış talimatlarına mazeret üretme, kılıf giydirme, gerekçe uydurma derdine düştüklerinde var ya o kurum bitmiştir arkadaşlar, bitmiştir.

Ya sen konuşmak zorunda değilsin, yanlışı savunmak zorunda hiç değilsin. O temsil ettiğin kurumun hiç olmazsa şu azıcık da kalmış olan, o düşmüş olan, azalmış olan itibarını bari korumaya çalış. Onu da yapmıyorlar, onu da yapmıyorlar. Herkes bir hesap içinde, herkes. Ama hiç kimse vatandaşın hesabının peşinde değil. Herkes kendi hesabının peşinde. Yazıktır günahtır ya.

Bu ülke sürekli fakirleşiyor, sürekli yoksullaşıyor. Emekli maaşıyla bir ailenin sadece ve sadece artık gıda giderlerini bile karşılaması mümkün değil bu ülkede arkadaşlar ya. Böyle bir şey olur mu? Ve bunun tek bir nedeni var; o da kötü yönetim. Başka bir şey değil. İş bilmezlik. Başka hiçbir sebebi yok.

Şu anda ülkeyi yönetenler, değerli arkadaşlar, maalesef işlerini bilmiyor. Biliyorum zannediyorlar. Ve bu iş bilmezlik yüzünden, bu şahsi, siyasi hırslar yüzünden ülke her gün kaybediyor. Maalesef bugün de kaybedecek. Yarın da kaybedecek. Üzülerek söylüyorum, bu ülkenin bir vatandaşı olarak üzülerek söylüyorum.

Bugün ya yüksek faiz olarak kaybedecek ya yüksek kur olarak kaybedecek. Kur arttığı zaman A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Bu ülkenin çiftçisi mazotu daha pahalı alıyor. İşte mazot fiyatları benzin fiyatlarını geçti ya. ÖTV’yi sıfırladıkları hâlde.

Bundan sonra kurda veya petrol fiyatlarında olacak her türlü dalgalanma direkt Türkiye’de mazot fiyatını, benzin fiyatını vuracak. Doğal gaz deseniz öyle. Bu ülkenin elektriğinin en önemli üretim kaynağı doğal gaz. Doğal gaz fiyatı arttığı zaman elektriğe zam kaçınılmaz. Kur arttığı zaman gübre fiyatı artıyor. Kur arttığı zaman yem fiyatı artıyor. Kur arttığı zaman tohum fiyatı artıyor, ilaç fiyatı artıyor, A’dan Z’ye her şeye zam geliyor, her şeye.

Ve gerçekten şu anda ülkemiz çok derin bir ekonomik krizin içinde. Ama değerli arkadaşlar bakın, her ne kadar şu anda bu kriz derin bir krizse de her ne kadar bu hükûmetin ülkeyi bu krizden çıkartma imkânı, ihtimali yoksa da yine de biz şuna güveniyoruz; bu ülke ehil insanlar tarafından yönetildiğinde, dürüst insanlar tarafından yönetildiğinde çok çabuk ayağa kalkar.

Türkiye’nin buna gücü yeter. Bu ülkenin potansiyeli buna müsait. Yeter ki yetki doğru ellerde olsun. Yeter ki hukuk ve adaleti önceleyen bir yönetim zihniyeti olsun. Yeter ki planlı, programlı çalışılsın. Şeffaf olunsun, hesap verebilir bir zihniyetle çalışılsın. Hepsi mümkün. Nasıl 2001-2002 krizini çözdüysek, nasıl 2008-2009 krizini çözdüysek bu krizi de inşallah biz çözeceğiz, biz; başkası değil. Biz çözeceğiz.

Bizim hedefimiz çok net:
Biz bu topraklarda eşit vatandaşlığı hayata geçirmeyi hedefliyoruz.

Biz, hiç kimsenin, yaşam tarzı, inancı, etnik kimliği, dili, cinsiyeti nedeniyle ötekileştirilmediği bir Türkiye hayal ediyoruz, hiç kimsenin.

Her bir vatandaşımızın eşit vatandaş ve birinci sınıf vatandaşı olduğu bilinciyle biz hazırlanıyoruz.

Devletin her bir vatandaşına eşit yakınlıkta olması gerektiğini, fırsat eşitliğinin olması gerektiğini savunuyoruz.

Kamuda işe alımda, yükseltmelerde, üst düzey görevlerde kişilerin ne etnik kökenine ne memleketine ne dinine ne mezhebine asla bakılmaması gerektiğini söylüyoruz, asla. Bu ülkenin vatandaşı mı? Hak ediyor mu? O’na hakkını vereceksin. Devletin varlık sebebi adalet ya. Adalet sadece yargının hızlı ve tarafsız çalışması değil arkadaşlar. Adalet aynı zamanda sosyal adalet, fırsat eşitliği. Öğrencilerimizin okurkenki fırsat eşitliği. Gençlerimizin iş ararken ki fırsat eşitliği. Gençlerimizin çalışırken fırsat eşitliği. Adalet çok geniş bir kavram.

Toplumun adalete, hukuka, eşitliğe susamış bütün kesimlerinin, eşit söz hakkına sahip olacağı bir Türkiye’yi hedefliyoruz şu anda.

Çünkü bu ülkenin insanları, eğitimde, sosyal yardımlarda, iş hayatında, hukukta, eşit vatandaşlık ilkesini görmek istiyor.

Aidiyet hissi böyle oluşuyor. ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıyım’ diye böyle göğsünü gere gere, alnı açık bir şekilde insanlarımızın söylemesi ancak bu aidiyet hissinin güçlü olmasıyla mümkün.

Bu ülkenin insanları, hangi ailede, hangi gelir grubunda, hangi dilde, hangi dinde doğarsa doğsun, hayatın her alanında eşit fırsatlara sahip olmayı hak ediyor.

Bugün, özellikle eğitimde fırsat eşitliği tamamen yitirilmiş durumda.

Maddi durumu iyi olan ailenin çocuklarıyla, maddi durumu zayıf olan ailenin çocukları arasında eğitim makası iyice açılmış durumda.

Herhalde Cumhuriyet tarihinde bu makas hiç bu kadar açılmamıştı, hiç bu kadar açılmamıştı. Eskiden güçlü Anadolu Liseleri vardı, Fen Liseleri vardı. Yoksul ailelerin çocukları da oralara gidip oralardan en iyi üniversiteleri kazanabilirlerdi. En iyi üniversiteleri kazanıp oralarda okuyabilirlerdi. Şimdi öyle bir şey kalmadı. Mümkün değil.

Yani maddi imkânları sınırlı bir ailenin çocuğunun iyi bir üniversiteye hazırlanması ve kazanması artık neredeyse hayal oldu bu ülkede. Yazıktır günahtır. Hatırlayacak olursanız 2013 yılında, yani bizim millî gelirimizin 12.500 dolarlık zirveye ulaştığı yılda ben sık sık orta gelir tuzağından söz etmeye başlamıştım, orta gelir tuzağı.

12.600 dolarlık bir limit vardı Dünya Bankası’nın. O limiti geçince ülkeler yüksek gelir grubuna giriyordu. Biz de 12.500’e geldik. Yani 100 dolar daha artsa millî gelirimiz artık orta gelir değil yüksek gelir grubuna giriyorduk. O gün için. Tabii şimdi o limitler yükseliyor. Ve o günlerde yani yüksek gelire girmemize 100 dolar kala ben sık sık orta gelir tuzağından bahsettim. Dedim ki; ‘Eğer hukukta ve eğitimde gerekenler yapılmazsa bu ülke orta gelir tuzağına düşecek’ dedim.

Ve ben öyle dedikçe ne dediler biliyor musunuz? ‘Ya niye böyle konuşuyorsun? Niye milletin moralini bozuyorsun? Bak, her şey gayet güzel. Gittin IMF’e borcun son taksitini ödedin. 2013’ün Mayıs’ında. Onlarca yıldır 19 tane Stand-By anlaşması yapılmış, hiç kimse IMF’e borcu sıfırlayamamış. Çok şükür 2013’ün Mayıs’ında bunu da yaptık.

12.500 dolarlık millî gelire de ulaştık. Sen niye milletin moralini bozuyorsun?’ diyorlardı bana, Sayın Erdoğan dahil. Ben de diyordum ki; ‘Ya buraya geldik ama bundan ötesi artık hukukla, eğitimle olacak. Yoksa mümkün değil.’ Bir ülkenin potansiyeli vardır, potansiyeli. O potansiyele ulaşırsınız ama onun ötesine geçmek yani potansiyel büyümenin artması için eğitimden başlamanız gerekiyor, yüksek teknolojiden, yüksek katma değerden başlamanız gerekiyor. Bir bilgi toplumu olmanız gerekiyor.

Ancak yüksek katma değerli üreterek, ihraç ederek, kazanarak millî gelirimizi arttırmamız gerekiyor. Bu da yatırımla oluyor. Büyük yatırımların Türkiye’de gerçekleşmesinin tek yolu uzun vadeli öngörülebilirliktir. Ben iş dünyamızı yakından tanıdığımızı düşünüyorum. Kendim de iş dünyasından gelen bir arkadaşınız olarak, aynı zamanda hükûmetteki görevlerim sırasında kendi iş dünyamızı iyi anladığımı düşünüyorum.

Bakın hangi şirket olursa olsun, hangi yatırımcımız olursa olsun; diyelim ki bir yatırımcımız var, 500 milyon dolarlık, 1 milyar dolarlık bir yatırımı var şu anda. Şöyle bir ışık görsün, Türkiye’nin artık düzeleceğine dair bir kanaat getirsin, ‘Artık burada hukuk var, benim hukukum, mülkiyet hukukum sağlam. Haksız rekabete uğramam bu ülkede. Yargıya işim düşerse hızlı ve kolay çözülür’ desin, her bir yatırımcımız, ben yürekten inanıyorum ki 500 milyon dolarlık yatırımına bir 500 milyon dolar daha ekler, 1 milyar dolarlık yatırımına bir 1 milyar dolar daha ekler. Rahat yapar bunu.

Bizim insanımız, bizim girişimcimiz bu cesarete ve özgüvene sahip. Yeter ki memleketine güvensin. İşte ‘İşsizlik’ diyoruz, değil mi? ‘İşsizlik’ diyoruz. Niye işsizlik var? Yeterince yatırım olmuyor da onun için var. Yeterince yatırım olsa, hızlı bir şekilde iş imkânları olsa memlekette işsizlik olmaz. İyi bir eğitimle, iyi bir mesleki eğitimle gerçekten ülkemizin ekonomisinin ihtiyacı olan bir iş gücü yetişse, işsizlik sorunumuz bu kadar büyük olmaz.

Kaç yerde karşılaşıyoruz gençlerimizle. ‘Üniversiteden mezun oldum’ diyor, ‘Ben sağlıkçıyım’ diyor. ‘Üniversite kontenjan açıyor. Ben işaretledim, kazandım, mezun oldum ama bu alanda Sağlık Bakanlığı eleman almıyor’ diyor. Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin yaklaşık dörtte üçü devlet tarafından veriliyor. Madem sizin, devlet olarak, herhangi bir branşta elemana ihtiyacınız yok niye dönüp de üniversitede o kontenjana, hâlâ o bölüme öğrenci alıyorsunuz?

Tamamen plansızlık, programsızlık. Başka bir şey değil. Hukuk ve eğitim. Bakın orta gelir tuzağına düşmüş olmamızın en önemli sebebi, hukukta ve eğitimde gerekenin gerektiği zamanda yapılamaması. Bu iki alan Türkiye’nin âdete ayaklarında şimdi pranga. Türkiye koşmak istiyor, hukuk ve eğitim zayıf olduğu için Türkiye koşamıyor.

Hatta maalesef millî gelir de aşağıya doğru düşüyor. İşte geçen sene millî gelir 8bin küsur dolar. Hükûmetin yeni 2023 hedefi ne kadar biliyor musunuz? Orta vadeli programda açıkladılar, bir ay önce. 2023 hedefi; 10.700 dolar. Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı orta vadeli programda 2023 hedefi 10.700 dolar. Ya biz 2008’de 11.000 doları geçmiştik, 2008’de. Yani bizim 2008’de geçtiğimiz millî gelire 2023’te bile ulaşamayacaklarını kendileri şu anda ilan etmiş durumda. Yazıktır.

Onun için değerli arkadaşlar, bu iki alana çok önem vermemiz gerekecek. Yoksa Türkiye için hayal. Hukukta ve eğitimde gereken yapılmadıkça orta gelirli bir ülke olmaktan Türkiye asla çıkamaz, asla. O yüksek gelirli ülkeler grubuna giremeyiz. Gerçekten eğitim çok önemli arkadaşlar.

Bakın arkadaşlar, gençlerimizin iyi bir dil eğitimine ihtiyacı var. Bırakın devlet okullarını pek çok özel okulda dahi nitelikli ikinci dil eğitimi verilmiyor bu ülkede.

Gençler mutsuz, yarınlarından endişeliler.

Aileler mutsuz, çocuklarının yarınlarından aileler endişeli.

Soruyorsunuz annelere-babalara, %70-80’i ‘Fırsat bulsa da kızım/oğlum bir başka ülkeye gitse orada okusa, orada çalışsa’ diyor. Gençlere sorduğumuzda zaten durmak isteyen kimse yok gibi bir şey, imkânı olan, fırsatı bulan hemen kaçıp gidiyor.

Kalan ise mutsuzluk içinde yaşıyor.

Bu ülkenin birbirinden renkli, güzel insanları gerçekten böyle bir mutsuzluğu hak etmiyor, hak etmiyor.

Geçtiğimiz gün meşhur bu MacBook, bilgisayar fiyatları açıklandı.

Değerli arkadaşlar, 40.000 lira fiyat, bugünkü fiyat, bugünkü kurlarla çarptığında öyle çıkıyor.

Normal ülkelerde bilgisayar gençler için lüks değil. Ama ülkemizdeki fiyatlar öyle pahalı ki, gençler artık hayal ediyorlar, alabilmeyi hayal ediyorlar ancak. Mümkün değil.

Bugün Amerikalı bir gencin, ortalama bir gelir seviyesiyle alabildiği bir bilgisayarı, Türkiye’de 40.000 liraya piyasaya çıkartmak zorunda, tam 40.000 lira.

Düşünebiliyor musunuz, tam 40.000 lira.

Ama değerli arkadaşlarım bakın, gençlerimiz bırakın öyle bilgisayar almayı falan, en önemli dertleri şu an; bir, barınmak; iki; gıda ihtiyacını temin edecek bir harçlık. Türkiye’de gençler en temel iki ihtiyaca şu anda hapsolmuş durumda. Barınacak yer arıyorlar. Ve günlük gıda ihtiyaçlarını karşılayacak bir harçlık derdindeler. Gençler “barınamıyoruz” diyor. “İşsiziz” diyor.

Bakın geçenlerde bizim YouTube videolarımızın birisinin altına bir gencimiz şunu yazmış, 30 küsur yaşlarında, diyor ki; ‘Sayın Babacan’ın Ekonomi Bakanlığı döneminde’ diyor, ‘Ben bir ay mısır tarlasında çalıştım’ diyor, ‘Ve o bir ay mısır tarlasında çalışarak elde ettiğim yevmiyeyle gittim en son model PlayStation aldım’ diyor. Bakın, bir aylık mısır tarlasında çalışarak en son model PlayStation.

Bugün bir doktorun aylık maaşı yetmiyor ya. Bir oyun konsolu, iyisinden bir oyun konsolu almaya bir doktorun bir aylık maaşı yetmiyor. Ülkenin satın alma gücü, vatandaşlarımızın satın alma gücü nerelere düştü, görüyorsunuz.

Batılı, Japon, Koreli, Singapurlu gençler, yeni dünyanın yarınlarının tasarımlarını yaparken, bizim ülkemizin gençleri “Karnımı nasıl doyururum, bu gece nerede yatarım?” derdinde ya, yazık değil mi bu ülkenin insanlarına?

Amerika’daki, Avrupa’daki, Asya’daki gençlerle, ülkemizdeki gençler arasındaki fark ne biliyor musunuz arkadaşlar?

Bizim gençlerimiz, kötü yönetimin, kötü uygulamanın sonucunu yaşıyorlar o kadar .

Elin batılısı, Asyalısı, bizim gençlerimizden daha zeki, daha kabiliyetli de onun için mi daha iyi hayat yaşayabiliyorlar?

Hayır.

Daha çalışkanlar da bu nedenle mi insan onuruna yaraşır hayatlar yaşayabiliyorlar?

Hayır. Bizim gençlerimiz de en az onlar kadar akıllı, en az onlar kadar zeki, en az onlar kadar çalışkan. Ama onlara sunulan imkânlar daha fazla. İmkân meselesi bu.

Aradaki fark, nitelikli eğitime erişim arkadaşlar, nitelikli eğitime erişim. Ve aradaki fark teknolojiye erişim.

Aradaki fark, o ülkenin parasının satın alma gücü. Şu andaki iktidar ikide bir ‘Millî, yerli’, ‘Millî, yerli’ diyor değil mi?

Ağızlarından hiç düşürmüyorlar bu kelimeyi. Ben şimdi onlara soruyorum: Buy ülkenin yerli, millî parasını pul etmek yerlilik midir, millîlik midir diye soruyorum.

Bir ülkenin parasının, o ülkenin itibarı, bağımsızlığı ve gücü olduğunu Sayın Erdoğan paradan altı sıfır attığımız dönemde göğsünü gere gere anlatıyordu.

Diyor du ki, ‘Paranın itibarı ülkenin itibarıdır’. ‘Güçlü para bağımsızlıktır’ diyordu. Evvelsi gün Ankara’da Kahramankazan’daki kongremizde onun videolarını gösterdik. Bunu söylüyor. Peki şimdi ne oldu?

Parası pul olan bir ülkenin artık itibarından söz edilebilir mi? vatandaşlarının satın alma gücü her gün düşen, en temel ihtiyaç maddelerini bile karşılamakta zorluk çeken vatandaşların olduğu bir ülkede itibardan söz edilebilir mi?

Değerli arkadaşlar,

Bakın, bizim gençlerimizle, Batılı, Asyalı gençler arasında bir başka önemli fark daha var. O nedir? Özgürce düşünme ve düşündüğünü ifade edebilme. Bu da çok önemli.

Geçen sene bir uluslararası uçuşta yanıma bir genç oturdu. Dedi ki ‘Benim hem Silikon Vadisi’nde şirketim var hem de İstanbul’da şirketim var.’ ‘Ben teknoloji üretiyorum’ dedi.

Fakat dedi ‘Gidiyorum San Francisco’ya uçaktan iniyorum, indiğim anda zihnime yeni fikirler geliyor, doğru şirketime gidiyorum hemen yeni projelerime başlıyoruz. Geliyorum İstanbul’a, İstanbul’daki işlerimi takip etmek için havaalanından iniyorum, taksiye biniyorum birden sanki zihnim duruyor, aklıma yeni bir şey gelmiyor bu ülkede’ dedi.

Bunu diyen genç bir teknoloji girişimcisi arkadaşımız. Bu ülkenin iklimi beni boğuyor dedi. Ben burada nefes alma zorluğu çekiyorum dedi. İşte değerli arkadaşlar, aradaki fark bu.

Aradaki fark, bu ülkedeki gençlere katma değer üretme fırsatını vermeyen, onların özgürlüklerini kısıtlayan zihniyettir.

Teknolojiye, dil eğitimine, nitelikli eğitime önem vermeyen bu iktidar, gençlerin yarınlarını karartıyor.

*****
Ama değerli arkadaşlarım,
Bu bir kader değil. Biz tüm bu kötü tabloyu değiştireceğiz.

Dert, tasa dolu gözler umut dolana kadar, boş kaynayan kazanlar aş dolana kadar, makamlar liyakatli kadrolara kavuşana kadar, vatandaşın yüzüne kapanan kapılar açılana kadar buradayız, hep beraberiz.

Gençlerin kaçmak istediği değil, yaşamak istediği bir Türkiye’yi inşa edene dek yan yanayız, hep beraberiz.

Çünkü biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Bayraklı’nın DEVA’sı var, İzmir’in DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı var. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

19 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kahramankazan İlçe Kongresı̇ Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın Kahramankazan İlçe Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri,
Ankara il teşkilatımızın ve Kahramankazan ilçe teşkilatımızın çok değerli

başkanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kahramankazan teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün burada, Kahramankazan’da olmanın gerçekten ayrı bir anlamı var.

15 Temmuz 2016 gecesi, FETÖ terör örgütünün hain darbe teşebbüsüne karşı dimdik duran; tankların, zırhlı araçların karşısında göğsünü siper eden siz değerli Kahramankazanlı arkadaşlarımla beraber olmak benim için büyük bir gurur.

15 Temmuz gecesi milletimiz, devleti ayakta tuttu. 15 Temmuz gecesi milletimizin feraseti, sağduyusu ve cesareti demokrasimizi diri tuttu.

15 Temmuz’dan hemen sonra Kazan’a gelmiştim. Şehitlerimizin ailelerini ve yaralılarımızı ziyaret ettim. İlçe meydanında vatandaşlarımızla buluşmuş, onlara hitap edip, milletimiz adına Kahramankazan’a şükranlarımı sundum.

Gerçekten, büyük bir kahramanlık örneğiyle demokrasimize sahip çıkmış tüm Kahramakazanlı vatandaşlarımızı tekrar tebrik ediyor; şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Ruhları şad olsun.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Sözlerimin başında, hepinizin huzurunda, geçtiğimiz hafta yitirdiğimiz, değerli yol arkadaşımız Şerife Türedi’yi anmak istiyorum.

Şerife Hanım, Tekirdağ ilimizin merkez ilçesi Süleymanpaşa ilçesinin kurucu ilçe başkanıydı. Türkiye’nin ilk kadın engelli ilçe başkanıydı.

Biz hep beraber, siyasetteki tüm engelleri yıkmak üzere yola çıkan hareketiz. Şerife Türedi de bu engelleri yıkıp canla başla, gece gündüz bizlerle birlikte çalışan bir yol arkadaşımızdı.

Bu ani ve erken kaybımız nedeniyle bir kez daha kendisine Allah’tan rahmet diliyor, ailesine ve tüm partili yol arkadaşlarıma başımız sağlığı dileklerimi huzurlarınızda tekrar ifade etmek istiyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz salı ve çarşamba günleri TBMM’de grup toplantıları oluyor. Parti genel başkanları grup konuşmaları yapıyor. Az evvel krizlerin ortağı sayın Bahçeli “krizlerin ortağı” dememize çok alınmış olacak ki grup toplantısında bizlere cevap vermiş.

Üslubu malum; daha evvel söylemiştim sayın Bahçeli konuşurken 18 yaşından küçükleri ekranlardan uzak tutmak lazım. Hakaretlerine cevap vermeyeceğiz.

Kendisine sormak istiyorum: Siz krizlerin ortağı değil misiniz?

Bugüne dek, soruyorum bakın tekrar, bugüne dek bu milletin hayrına, bu milletin menfaatine ne iş yaptınız? Türkiye’nin ekonomisine, hukukuna hangi katkıda bulundunuz?

“Ben şu konuda başarılı oldum, 99’da kurulan hükûmete ortaktım ve şu başarıyı ortaya koydum. Bugün hükûmete ortağım, şu başarıyı ortaya koydum” diyeceğiniz ne var? Hafızamı zorluyorum, herkese soruyorum. Bir örnek bulamıyorum.

Ne diyor bugünkü konuşmasında? “Kriz yok” diyor. Ben 60’dan fazla ilimize gittim. Geçen hafta Adana’daydım. Kozanlı vatandaşlarımızla buluşup dertleştik. Arkasından Mersin’deydim, Akdeniz ilçesinde vatandaşlarımızla buluştuk, dertleştik. Arkasından Eyyübiye kongremiz vesilesiyleŞanlıurfa’daydım. Şanlıurfa’nın mahallelerini, cadde ve sokaklarını dolaştık; esnafıyla, çiftçisiyle dertleştik.

Herkes “Böyle bir şey görmedik” diyor. Çiftçimiz ‘Ben hayatımda böyle bir dönem yaşamadım’ diyor. Esnafımız ‘Bu kadar büyük bir krizle karşı karşıya kalmadık’ diyor. Sayın Bahçeli ‘Kriz yok’ diyor.

Gerçekten ülkeden habersiz. Zaten bu hükûmet küçük büyük ortaklarıyla gerçekleri inkâr ettikleri için ülkenin sorunlarına çözüm bulamıyorlar. Ankara’da kapalı kalmasalar, bizim gibi gezseler, esnafla çiftçiyle dertleşseler belki görecekler ama yerlerinden kalkmıyorlar.

Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum: Size ortak olduğunuz krizleri hatırlatmaya devam edeceğiz. Hiç kaçış yok, inkâr etmesin.

Yaşı 30-35’in üzerindeki herkes hatırlar; 2001 yılında bu ülkeyi bu milleti fakirleştirdiğiniz krizi biz unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.

Yazar kasalar başbakanlık binasının önüne atıldığında, sizin çalışma odanız o binadaydı.

Millet açlıktan, yoksulluktan bitapken siz o koltukta oturuyordunuz.

Üstelik Devlet Planlama Teşkilatı size bağlıydı. Ekonomik planlamanın yapıldığı kurum size bağlıydı.

Tek gecede 20’ye yakın banka battığında DPT’den sorumlu başbakan yardımcısıydınız.

Millî gelirin üçte birini kaybettiğimiz dönemde o günkü hükûmetin ortağıydınız. O tarihte gecelik faizler yüzde 7500’ü görmüştü. Yıllık enflasyon yüzde 70’leri geçmişti. Siz o faizlere de ortaktınız.

Bugün ise vatandaşlarımızın boğuştuğu ekonomik ve hukuki krizlerin mimarısınız mimarı. Kaçış yok. Kaçamazsınız.

Cumhur ittifakınız, cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile cumhuru batırdı, haberiniz yok mu?

Hukukta dipteyiz. Ekonomide dipteyiz. Eğitimde dipteyiz.

Ha ama nerede zirvedeyiz biliyor musunuz? Sayenizde işsizlikte zirvedeyiz. Adaletsizlikte zirvedeyiz. Faizlerde zirvedeyiz.

Bugün en zengin ile en yoksul arasındaki fark 26 kata çıktı. TÜİK’in rakamı bu. TÜİK bile gerçeği gizleyemiyor. Mızrak çuvala sığmıyor.

Taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi başladı başlayalı ülkemizde ilave 3 milyon 200 bin kişi mutlak yoksulluk seviyesinin altına düştü.

Sendikaların yayınladığı raporlarda asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığını Sayın Bahçeli görmüyor mu? Türk-İş’e göre açlık sınırı 3 bin 49 TL, asgari ücret 2825 TL. Yoksulluk sınırı daha yüksek, 9 bin küsur. Bahsetmeye bile gerek yok.

Açlık sınırının altında bir asgari ücret var şu anda. Sayın Bahçeli, bunlar sizin eseriniz. Siz bu esere ortaksınız. Öyle başarılı olduğu zaman ‘sahipleneyim’, kriz çıktığı zaman ‘inkâr edeyim’ yok...

Siz ‘Kriz yok’ deyin ve eserinizle övünmeye devam edin...

Değerli arkadaşlar,

Sayın Bahçeli bir de bugün ne demiş? “Sayın Babacan, cumhurbaşkanı adaylığı için Recep Tayyip Erdoğan’a imza attı, sonra gitti Abdullah Gül’ü destekledi” demiş. Sıralamada yalan söylüyor.

Biz o dönemde bir ortak aday çıkmasını, Sayın Gül’ün adaylığını destekledik. O dönemde bu, çoğu insanın bildiği bir gerçekti. O seçenek gerçekleşmeyince, Sayın Gül “Ben aday değilim” dedikten sonra ikinci tercih olarak gidip Sayın Erdoğan’a aday olarak imza verdik.

Kronolojiyi değiştiriyor. Sıralamayı değiştiriyor. “Önce imza attı, sonra destek verdi” diyor. Bu doğru değil. Yakışmıyor. Bir partinin genel başkanına doğruları söylememek yakışmıyor.

Fakat cumhurbaşkanlığı adaylığından söz açılmışken, ben size birkaç tane video göstereceğim.

Sayın Bahçeli bugün kiminle ortak biliyor musunuz? “Cumhurbaşkanı olmaz, olamaz” dediği sayın Erdoğan’la ortak ve onun cumhurbaşkanlığını şu anda destekliyor. Bakın, bir izleyelim.

Devlet Bahçeli: “Vatanı bölme, milleti 36’ya ayırma hedefinde olandan cumhurbaşkanı olmaz. Twitter’ı engelleyen, YouTube’u kapatan, kişisel hak ve hürriyetleri budayandan cumhurbaşkanı olmaz. Hukuka saldırandan, adaletten kaçandan, rüşvetçilere ve hırsızlara kol kanat gerenden cumhurbaşkanı olmaz. Kamu arazilerini zimmetine geçirenden, evdeki parayı sıfırlarken haysiyet ve inandırıcılığını da sıfıra düşürenden cumhurbaşkanı olmaz. Türklüğü reddeden, ‘T.C.’yi silen, milliyetçiliği ayak bir inkârcıdan Türkiye Cumhurbaşkanı olmaz, olamaz, olamayacaktır. Kısacası iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Tekeden süt sağılmaz. Balda tuz bulunmaz. Suda ateş yanmaz. Recep Tayyip Erdoğan’dan cumhurbaşkanı olmaz.”

Olayların sırasını değiştirip doğruyu söylemeyerek beni tutarsızlıkla itham eden Sayın Bahçeli bugün ne söylemiş grup toplantısında, bir de onu izleyelim:

Şu anki durumu biliyorsunuz... ama yetmemiş. O cumhurbaşkanı olmaz dediği kişiye neredeyse kayd-ı hayat ile koltuğu verdi ya, inanılır gibi değil. Bakın sayın bahçeli’nin 2023’teki cumhurbaşkanı adayı kimmiş:

Devlet Bahçeli: “Milliyetçi Hareket Partisi sözünün eridir. 2023’te cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.”

Diyecek söz yok.
Bizim alınız ak, başımız dik. Hiç kimse bizi tutarsızlıkla suçlayamaz.

Getirsinler ta 2001’den bu yana söylediğim, açıkladığım her şeyi ortaya koysunlar. Altına bugün tekrar imza atarım.

Ben hep söylüyorum: Güven güven güven. Siyasette de devlet yönetiminde de adalette de hukukta da ekonomide de başarının temelinde güven var.

Sayın Erdoğan’la ilgili böylesine ağır ithamlarda bulunup, dönüp dolaşıp ‘Bizim adayımız Erdoğan’dır diyen bir zihniyet güven oluşturabilir mi?

Ne dediği belli olmayan, dün kara dediğine bugün ak diyen, bugün ak dediğine yarın ne diyeceği belli olmayanın hiçbir lafına güven olmaz. O nedenle Sayın Bahçeli’nin herhangi bir sözünü güvenilir bulmak mümkün değil.

Sayın Bahçeli, ittifak ortağı olduğunu unutmasın. Krizlerin ortağı olduğunu unutmasın.

Bizlere sataşarak, hakaret ederek sorumluluktan kaçamaz.

Şu anda ülkemiz bu hale düştüyse, Sayın Bahçeli ülkenin bütün sorunlarının sebebine ortaktır.

Ama kendisine iyi bir haberim var: Tıpkı 2001’de onun ortağı olduğu krizden ülkeyi çıkarttığımız gibi; yine ortağı olduğu krizlerden de ülkemizi çıkaracak olan bizleriz.

O 2001 yılında gecelik faizlerin yüzde 7500’e çıktığı, 20 bankanın battığı, millî gelirimizin üçte birini kaybettiğimiz krizde Sayın Bahçeli ortaktı. Biz iş başına geldik, ülkeyi ayağa kaldırdık.

Ülke yine krizde. Yine iş başına geleceğiz. Ve yine ayağa kaldıracağız inşallah. Hep beraber yapacağız bunu.

***
Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz ciddi bir “gerileme” dönemi yaşıyor. Daha önce de söylediğim gibi, Türkiye çoklu bir krizin içerisinde her alanda geriye gidiyor.

Her gün bir önceki günü arar hale geliyoruz.

Ülkemiz ne yazık ki olumlu göstergelerde en alt sıralarda, olumsuz tüm göstergelerde ise en üstte.

İşte daha geçen gün hukukun üstünlüğü endeksi açıklandı: 139 ülkede yapılan araştırma bu. Türkiye tam 117. sırada. Üstten bakıyorsunuz hukukun üstünlüğünün yaşatıldığı ülkelere; 1, 2, 3, 4, 10, yok. 50’ye iniyorsunuz, yok. 100’e iniyorsunuz, yok. Taa 117. sırada.

Hukuk standardımız diplerde.
Olumsuz ekonomik göstergelerde de hep zirvedeyiz.

Gençlerde ne işte ne de eğitimde olanların toplam nüfusa oranının en yüksek olduğu ülke Türkiye.

Tüm Avrupa’da faiz oranlarının en yüksek olduğu ülkeyiz. Merkez Bankası faizi yüzde 19’dan yüzde 18’e indi. 18 bile Avrupa’nın en yüksek faizi.

Üstelik ne oldu? Merkez Bankası’nın faizlerini bir puan indirince Hazine’nin borçlanma faizleri tam 2,5 puan arttı. Hazine’nin on yıllık borçlanma faizleri yüzde 17,5’tan yüzde 20’ye çıktı. Son bir ayda oldu bu.

Son bir ayda döviz kuru 8.30’dan çıktı 9.30’a.

Dolar karşısında parası en çok değer kaybeden ülke şu anda Türkiye. Yazık günah. Kur arttığı zaman A’dan Z’ye her şeye zam geliyor.

Paramız pul oldu. Paramız gün geçtikçe değer kaybediyor.

Arkadaşlar, bu ne anlama geliyor, biliyor musunuz? Bir ülkenin parasının değeri ne anlama geliyor?

İsterseniz bunun da cevabını Sayın Erdoğan’dan dinleyelim, o söylesin:

Recep Tayyip Erdoğan: “Para; tıpkı bayrak gibi, tıpkı milli marş gibi, bir ülkenin gücünü, itibarını, bağımsızlığını simgeler.”

Evet, doğru. Madem para bir ülkenin gücünü, itibarını ve bağımsızlığını simgeliyor; siz niye paramızı yere düşürüyorsunuz? Niye paramızı pul ediyorsunuz?

Gelin, kim bu ülkeye güç katmış, kim itibar kazandırmış; kim zayıflatmış bir bakalım.

Bağımsızlığımıza kim sahip çıkmış; bağımsızlığımızı kim zayıflatmış, bir bakalım.

Ben ve arkadaşlarımın işin başında olduğu dönem ile taraflı cumhurbaşkanlığı dönemi, yani partili-taraflı cumhurbaşkanıyla akraba bakanın el ele verip ülkenin ekonomisini yönettiği dönemde neler olmuş, şöyle bir bakalım.

2003’ten 2015’e kadarki dönemde döviz kurundaki yıllık ortalama artış... 2003- 2015 ne demek?

Benim ve arkadaşlarımın ekonomi yönetiminin başında olduğu, aynı zamanda ortak aklın ve istişarenin işletildiği bir dönemden bahsediyoruz. Aklın ve bilimin ışığında ülkeyi yönettiğimiz dönemden bahsediyoruz.

Artış oranı ne kadar? Yüzde 3,3. Yani 12 yıl boyunca dolar kuru yılda ortalama sadece 3,3 artmış. Gayet makul bir oran.

Bu artıştan ne gücümüze ne itibarımıza ne de bağımsızlığımıza zeval gelir.

Bir de şu son üç yıla bakalım. Yani 2018-2021 arası. Döviz kuru yıllık ortalama tam yüzde 22 artmış.

Bu sabah baktığımda dolar 9,25’in üstünde idi. Gece bir ara 9,30 falan oldu. Yani bizim 1 liramız neredeyse doların onda birine inmiş.
İtibar demişti ya, itibar... Bu mu itibarlı ülke?

Sayın Erdoğan’a soruyorum: Gücümüze, itibarımıza ve bağımsızlığımıza verdiğiniz zararın farkında mısınız? Yılda ortalama yüzde 22 artmış son üç yılda.

Bizim dönemde döviz kurundaki yıllık ortalama artış yüzde 3,3. Sayın Erdoğan’ın tek başına, bütün yetkiyi elinde toplayıp akraba bakanla beraber ülkeyi yönettiği dönemde dolar kurundaki artış yıllık yüzde 22.

Farka bakın ya.

Bu milletin alın terini nasıl ucuzlaştırdığının acaba Sayın Erdoğan farkında mı?

Arkadaşlar, bir de ne diyorlar? “Rekabetçi kur” diyorlar.

Döviz kurunu kontrol edemeyip patlatınca, aynı Nasreddin Hoca’nın eşekten düşüp de “Ben zaten inecektim” demesi gibi döviz kuru patladıktan sonra “Biz zaten rekabetçi kur istiyorduk”.

Bakın, 2003-2015 döneminde, döviz kurunun sadece yüzde 3,3 arttığı dönemde bu ülkenin ihracatı yıllık yüzde 15 artmış.

Kur yılda ortalama 3,3 artıyor; aynı dönemde ihracat yüzde 15 artıyor. Her yıl 15, 15, 15 artıyor.

Peki taraflı partili cumhurbaşkanlığı iş başına geldikten sonra ihracat yüzde kaç artmış yılda? Yüzde 6,4.

Döviz kuru yüzde 22 artıyor, ihracat yüzde 6 artıyor. Bu mu sizin ekonomi yönetiminiz?

İşine gelince “Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi” diyor. İşte ortaya çıkarttığın ekonomik tablo bu. Yönettikleri ekonomi bu.

İhracat ne demek? Üretim demek, ülkenin ürettiğini dünyaya satarak zenginleşmesi demek.

Vaktiyle ben “orta gelir tuzağına” dikkat çekerken işte mücadele ettiğim zihniyet bu zihniyetti.

Türkiye’nin millî gelirinin zirveye ulaştığı, 12 bin 500 dolara çıktığı yıl ben arka arkaya “orta gelir tuzağı” diyordum. “Hukukta ve eğitimde gereğini yapmazsanız, bu ülke orta gelir tuzağına düşecek” diyordum.

Bana ne diyorlar? “Ya niye milletin moralini bozuyorsun? Niye olumsuz konuşuyorsun? İşte ne güzel, günün bir tadına varalım. 12 bin 500 dolara çıkmış millî gelirimiz.”

12 bin 600 dolar o gün itibariyle yüksek gelir sınırıydı. Yani 12 bin 600 olsaydı millî gelirimiz, orta değil yüksek gelirli ülkeler grubuna girecektik.

O gün bugündür ülke tepetaklak gidiyor. 12 bin 500 doları gördük, ondan sonra her sene her sene millî gelirimiz düşüyor.

Geçen sene biliyorsunuz 8 bin küsur dolardı rakam. 2023 hedefi açıkladı Sayın Erdoğan; 10 bin 700 dolar. Ya biz 2008 yılında 11 bin doları gördük. Sayın Erdoğan’ın 2023 hedefi olarak açıkladığı rakam 10 bin 700 dolar.

Orta Vadeli Program’a girip internet sitesinden bakın. 2023 hedefleri var orada.

2023’te ekonomik olarak ulaşmak istedikleri nokta, bizim zaten 2008’de çoktan elde ettiğimiz bir nokta.

Türkiye’yi 15 sene öncesine bile götüremeyecekler 2023’te.

İşte siz hukuku her gün çiğnerseniz, adaleti yok ederseniz, haksızlık hukuksuzluk yaparsanız, bu ülkenin vatandaşlarını mağdur ederseniz, zulmederseniz ülkenin ekonomisi de bu noktaya düşer.

Hep söylüyorum: Biliyorsunuz Nobel İktisat Ödülleri dağıtıldı. Son on yılın bütün Nobel ödüllü iktisatçılarını getirsinler, “Biz vallahi billahi karışmıyoruz, siz yeter ki şu ekonomiyi toparlayın” desinler. İktisatçılar bu ülkenin ekonomisini toparlayamaz.

Çünkü ekonominin temelinde hukuk var. Adalet var. Özgürlükler var.

O temeli sağlamlaştırmadan üzerine sağlam bir ekonomi inşa edemezsiniz. Ağzınızla kuş tutsanız başaramazsınız.

Ama şu anki hükûmet hukukun üstünlüğüne inanan bir hükûmet değil. Kendisini Anayasa’yla, yasalarla bağlı hisseden bir hükûmet değil.

Anayasa Mahkemesi karar alıyor, Sayın Erdoğan “Saygı duymuyorum, uymuyorum” diyor. Alt mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymuyor, Sayın Erdoğan “Uymayabilir” diyor.

Anayasa’ya, kendi koyduğu kurallara uymayan, her gün kuralları çiğneyen, akşamdan sabaha ne yapacağı belli olmayan bir zihniyetin yönettiği ülkenin ekonomisi düzelebilir mi?

Hayal, hayal. Asla düzeltemeyecekler.
Yapamayacaklarını bildiğimiz için DEVA Partisi’ni kurduk. Onun için yola çıktık.

Biliyoruz ki şu anki kadrolar, şu an ülkemizi yöneten zihniyet sorunlara çözüm bulamayacak. Bu kapasitesini artık yitirdi.

Artık yorgun, yorulmuş bir iktidar var.

Biz onun için hazırlanıyoruz. Onun için Türkiye’nin dört bir tarafında örgütleniyoruz. Eylem planları hazırlıyoruz. Seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 ve 360 gününde neler yapılacağını bütün detaylarıyla hazırlıyoruz.

Tam 20 ayrı alanda eylem planları hazırlıyoruz.

İnşallah bu eylem planları tamamlandığında Türkiye’nin her alandaki sorunlarının çözümünün yol haritasını tamamlamış olacağız.

İnşallah vatandaşlarımız, halkımız bize yetkiyi verdiği ilk günden itibaren hemen uygulamaya geçeceğiz. Ülkenin kaybedecek tek bir günü, saati yok.

*****

Peki biz ne diyoruz değerli arkadaşlar. Bizim hedefimiz ne?

Bizim hedefimiz: verimliliğin, yenilikçiliğin arttığı bir Türkiye.

Yeni pazarlara erişerek, yeni ürünlerin geliştirilmesine zemin hazırlayarak, ihracatımızı en yüksek seviyeye ulaştıracağımız bir Türkiye.

Kendisi kayıplarda olan akraba bakan ile taraflı cumhurbaşkanının sebep olduğu enkazı çok kısa sürede temizleyeceğiz.

Bazen vatandaşlarımızdan şunu duyuyorum: “Durum çok kötü, nasıl düzelecek?”. Bazı vatandaşlarımızda böyle bir ümitsizlik hissiyatı görüyorum, hissediyorum.

Hiç korkmayın. Evelallah, çok hızlı düzeltiriz. Çok hızlı toparlarız.

Nasıl korkulu bir kabustan insan uyanınca bir nefes alır... Türkiye de bu kabustan uyanırcasına, o hızla inşallah düzelir. Daha önce yaptık, yine yaparız.

Formül belli: Dürüst ve ehil kadroları iş başına getireceksiniz öncelikle. Siyasi ve bürokratik kadrolar hem dürüst olacak hem işini bilecek.

Ortak akılla yöneteceksiniz. İstişareyle yöneteceksiniz.

Şeffaf olacaksınız. Hesap verebilir olacaksınız.

Her alanda planınız, programınız elinizin altında hazır olacak.

Ve demokrasiye, hukuka bağlı olacaksınız. Temel hak ve özgürlükler konusunda vatandaşımızın hakkı neyse aynen tanıyıp teslim edeceksiniz.

İnanın çok kolay. Çok hızlı düzelir.

Tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir arkadaşınız olarak, 3 yıl Avrupa Birliği, 2 yıl Dışişleri Bakanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak, herhalde Cumhuriyet tarihinin devlet yönetiminde en uzun süre üst düzey siyasi kadrolarda görev almış bir arkadaşınız olarak bunu ben gönül rahatlığıyla söylüyorum.

Hem Türkiye’yi hem de dünyadaki iyi ve kötü örnekleri bildiğimiz için açıkça ifade ediyorum.

Vatandaşımızın, kendi ülkesinde yatırım yapmaktan korkmayacağı bir Türkiye’yi hedefliyoruz.

Eskiden Türk Lirası’yla yurt dışına çıktığınızda hiç kimse dikkate almazdı. Para çıkarttığınızda “Bu ne?” derdi. Şaka gibi bol bol sıfır var arkasında.

Ama bizim dönemimizde vatandaşlarımız Türk Lirası’nı cüzdanlarına koydular, yurt dışına çıktılar ve Türk Lirası’yla alışveriş edebildiler.

188 ülkenin ortak olduğu Dünya Bankası, bizim dönemimizde Türk Lirası cinsinden finansal enstrümanlar çıkartmaya başladı. Türk Lirası cinsinden tahvil ihraç etti.

Bakın Türk Lirası’na o kadar güveniyor ki Türk Lirası cinsinden dünyada işlem yapmaya başladı. Onurlu, itibarlı ülkenin parası işte böyle olur.

Bizim dönemde Türk Lirası’nın itibarı, gücü vardı. Şu andaki gibi değildi. İnşallah o günleri yeniden göreceğiz.
Yerli ya da yabancı fark etmez, ülkemizi bir yatırım merkezi yapacağız.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Yaşadığımız gerileme döneminin en somut göstergelerinden birisi de dünya ekonomileri sıralaması.

Yani cari kurla, bugünkü kurla hesap edilen millî gelir açısından dünyada neredeyiz?

Hatırlarsanız, her gün söylediğim bir cümle vardı: Türkiye ekonomisi için “Küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri” diyordum.

Fakat maalesef en son revize edilmiş rakamlarla ortaya çıktı ki Türkiye ilk 20 liginden de düştü.

2002 yılında ekonomiyi devraldığımızda Türkiye dünyanın 21. büyük ekonomisiydi. Üzerimizde büyük ekonomiler var.

Biz ne yaptık? Kademe kademe sıraları aştık, 2015’te 16. büyük ekonomi haline geldik. 2015’te yönetimden ayrıldık, ortak akıl ve istişare bitti.

2021 yılında bu yılın kurlarıyla hesap ettiğimizde Türkiye yine dünyanın 21. ekonomisi haline düştü.

Şimdi nüfusu Türkiye’nin onda biri kadar olan ülkeler Türkiye’nin üzerinde. Şu tablo iç parçalayıcı bir tablo.

Ülke doğru yönetildiğinde nasıl basamak basamak yükseliyorsunuz, 21. sıradan 16. sıraya yükseliyorsunuz.

Ülke kötü yönetilince, istişare, ortak akıl, bilim ve rasyonalite bir kenara bırakılınca nasıl yeniden küme düşüyorsunuz, gayet güzel gösteriyor.

Bu, hezimetin resmidir. Bu resim, Sayın Erdoğan’ın eseridir. Sayın Bahçeli de buna ortaktır.

Kaçamazlar bir yana.

Kimsenin şüphesi olmasın. Beceriksiz kadroların yere düşürdüğü ekonomimizi ehliyet ve liyakatla yeniden ayağa kaldıracağız. Daha önce yaptık, yine yapacağız.

Kimsenin endişesi olmasın.

*****

Arkadaşlar,

Tüm bu ipe sapa gelmez ekonomi politikaları sonucunda halkımızın satın alım gücü çok ciddi oranda düşmüş durumda.

Örneğin genç arkadaşlarımın kullandığı ürünlere baktığımızda bunu çok açık görüyoruz.

Telefon, tablet ve oyun konsolu gibi ürünlerin fiyatlarında inanılmaz bir artış var.

Play Station’ı, iPhone’u gençlere lüks görmek bize düşmez. Gençlerin hakkıdır. Bunlar lüks değil.

Geçtiğimiz günlerde YouTube’da bir videomuzun altında bir genç arkadaşımız ne yazmış?

Bizim ekonomi yönetiminde olduğumuz dönemde, “Yazları mısır tarlasında günlük 75 lirayla çalışıp, bir ayda en son model oyun konsolunu alabilmiştim” diyor.

“Ama şu anda bir doktor, bir aylık maaşıyla alamaz” diyor. Biz gençlerin dünyadaki akranlarıyla benzer hayatlar yaşayacağı, benzer hayaller kuracağı bir Türkiye istiyoruz.”

İşte biz o yüzden “gençlerin dünyadaki akranlarıyla benzer hayatlar yaşayacağı, benzer hayaller kuracağı bir Türkiye” diyoruz.

Gençlerimiz bunu hak ediyor. İnanın hiç zor değil. Biz o günleri gördük. Gençlerimiz o günleri yaşadı.

Bugün 30’lu yaşlarının ortalarında olan arkadaşlarım çok iyi hatırlar. Gençlerimiz sırt çantasını alıp Interrail’le, tren sistemiyle Avrupa turu yapıyordu. Bunu harçlıklarından biriktirdikleri parayla yapıyorlardı.

Bugün liseye, üniversiteye giden gençlerimize bunu söylediğimiz zaman şöyle bakıyor, doları, euroyu çarpıyor “Ya olur mu öyle şey, mümkün değil” diyorlar.

Şimdi bırakın yurtdışında gezmeyi, kendi ülkelerinde kalacak yurt bulamıyor gençlerimiz. Ev kiralarını ödeyemiyor. “Barınamıyoruz” diyor gençlerimiz.

Sadece gençler değil arkadaşlar, her yaştan insan “Geçinemiyoruz” diyor.

Biraz önce emekli vatandaşımız geldi. “Ne olacak bizim halimiz, geçinemiyoruz, ayın sonunu göremiyoruz” dedi.

Geçen hafta Mersin’de parkta emeklilerimiz oturuyor, selam verdik.

Hepsi birden “Ne olacak bizim halimiz?” dediler. Maaşlar 1600 TL, 1800 TL, 2000 TL. Ağırlık bu aralarda.

Bir arkadaşlarını gösterdiler, “Bu arkadaşımız üç gündür sadece simit alabiliyor, biz şahidiz” dediler.

Emekli maaşlarını biliyorsunuz...

Senelerce kamuya hizmet ederek çalışmış memurlarımıza, emekliliğinde reva görülen hayat, açlık.

Öyle bir hale getirdiler ki “emeklilik hayali” diye bahsedilen sohbetler bile yok oldu. Eskiden bir emeklilik hayali vardı, yok oldu.

Emeklilerin şimdiki hayali; elektrik faturasını ödeyebilmek, doğal gaz faturasının altından kalkabilmek, ay sonunu getirmek... Emeklilerimizin tek hayali bu.

Koskoca ülke koca bir Survivor seti gibi arkadaşlar. Üç kuruşla hayatta kalmaya çalışan insanların ülkesi olduk.

Geldiğimiz içler acısı durum bu. Bu ülkeye çok yazık oldu. Ama artık yeter.

Türkiye’nin gençleri, kadınları, işçileri, memurları, çiftçileri, esnafı, emeklileri her şeyin en iyisini hak ediyor.

Türkiye buna layık.

Bu ülke, alın teriyle, bilek gücüyle, aklıyla çok büyük bir sermayeye sahip. Biz bunun daha fazla heba edilmesine müsaade etmeyeceğiz.

Ülkemizin daha fazla yoksullaşmasına izin vermeyeceğiz.

Bu gerileme dönemini durdurup, ülkemizi zenginleştireceğiz.

Şu andaki iktidarın zenginleşmeden anladığı ne? Etrafında gördüğü, cebinden arayıp konuştuğu birkaç iş adamı zenginleşince zannediyorlar ki bütün ülke zenginleşti.

Öyle değil. Bizim zenginleşmeden anladığımız; Türkiye’nin topyekûn zenginleşmesi. Herkesin gelir seviyesinin artması. Yoksul ile zengin arasındaki farkın kapanması...

DEVA iktidarında ülkemizde yokluk değil, bereket akacak, bolluk akacak, refah akacak.

İnanın, bu olacak.

Bir kabustan uyanır gibi rahat bir nefes alarak ayağa kalkacağız. Bu yoksulluğu, bu yokluğu sona erdireceğiz. Ekonominin çarklarını yeniden döndürmeye başlayacağız.

Şimdi Kahramankazan’dan bir söz almak istiyorum.
Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye için çalışmaya hazır mıyız? Herkesin emeğinin karşılığını alabildiği bir Türkiye için çalışmaya hazır mıyız? Demokrasi ve atılım için çalışmaya hazır mıyız?
Evet, hep beraber hazırız.
Kahramankazan hazır, Ankara hazır, Türkiye hazır.
Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Hiç endişeniz olmasın. “Korkma Türkiye” diyoruz.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.

16 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Eyyübiye İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN EYYÜBİYE İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Şanlıurfa il teşkilatımızın değerli başkanı,
Eyyübiye ilçe teşkilatımızın değerli başkanı, Kıymetli misafirler,

Siyasi partilerin değerli temsilcileri,
Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerimizin değerli temsilcileri, Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Basınımızın değerli temsilcileri;
Yüzlerce yıldır hep beraber olduğumuz;
Karşılıklı anlayışla, saygıyla, barış içinde yaşadığımız bu topraklardan,

Sevgi dolu sokakların,
Tarih kokan eserlerin diyarı,
Gerçek bir kültür başkenti Eyyübiye’den;

Hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Eyyübiye ilçemizin birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum. *****
Değerli arkadaşlar,

Yaklaşık bir sene önce, Urfa’ya il kongremizi yapmak üzere geldiğimde de söylemiştim.

“Kimliği, kökeni, inancı, görüşü ne olursa olsun; bu toprakların insanı birbirini çok seviyor” demiştim.

Aradan geçen bir yılda, 60’tan fazla şehre, 100’den fazla ilçeye gittim. Her yerde, gerçekten ülkemiz adına çok umut verici bir manzara gördüm:

Bu toprakların insanı, başkasının acısını kendi acısı sayıyor. İnsanlar birbirinin sevinciyle neşeleniyor.

Yüzyıllardır sevgiyle, saygıyla, birlikte yaşama iradesine sahip olan insanımız, çok daha iyi bir demokrasiyi ve çok daha yüksek bir refah seviyesini hak ediyor.

Ülkemizin dört bir yanında gördüklerimiz, bütün DEVA kadrolarına çok ciddi bir sorumluluk yüklüyor.

Gerçekten ülkemizin durumu kötü. Adalet bitmiş. Ekonomi yerlerde sürünüyor. Temel hak ve özgürlükler sınırlanmış. Sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz.

Bize düşen, emaneti en kısa sürede teslim almaktır.

Bize düşen sorumluluk, bu toprakların köklü demokrasi tecrübesinden aldığımız güçle, ülkemizde yaşanan demokratik gerilemeye artık bir son vermektir.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün size bir hikâye anlatmak istiyorum.

Hikâyenin konusu bugünkü iktidar partisi ve bir zamanlar bu ülkede yapılanlar.

Bildiğiniz gibi, ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı 1990’lı yılların ardından, ülkemiz 2001 yılında çok derin bir ekonomik kriz yaşamıştı.

Hatırlarsınız, krizlerin ortağı sayın Bahçeli, o dönemki üçlü koalisyonun ortağıydı.

O yıllarda, gecelik faizler yüzde 7500’leri gördü, 20’ye yakın banka batmıştı. İşte AK Parti, ağır bir ekonomik ve siyasi krizin ardından iktidarı devralmıştı.

Yıl 2002. Ben de o yıllarda, ülkemize hizmet için görevler aldım. Benim gibi bu ülkeye hizmet aşkı olan pek çok arkadaşımız çalışmaya başladı.

Hükûmetteki ilk görevim ekonomiyi yoluna sokmaktı. Arkasından AB müzakereleriyle ilgili başmüzakereci oldum. Arkadaşlarımla birlikte çok büyük emek verdik.

Yine o yıllarda, ülkenin tarihi dönüşüm sürecinde arkadaşlarımızla beraber başında olduk.

Bu sürecin arkasından Dışişleri Bakanı oldum. Ve gerçekten onurlu, itibarlı bir ülkenin Dışişleri Bakanı olmanın onurunu yaşadım. Hep beraber çalıştık. Arkadaşlarımla beraber ülkemizin itibarına itibar kattık. Bunun bu ülkenin başarabileceği bir iş olduğunu herkese gösterdik.

Bu ülke isterse başarıyor. Bu ülke isterse ayağa kalkıyor, koşuyor. Bunu gördük.

İşte AK Parti iktidarının ilk yılları, istişare mekanizmalarının işletildiği ve kararların ortak akla dayanarak alındığı yıllardı. O iyi yıllardan bahsediyorum.

Özellikle, Avrupa Birliği istikametinde attığımız adımlar, ülkemizin insan hakları ve demokratikleşme tarihine altın harflerle yazıldı.

Gelin, o yılları kısaca hatırlayalım. Ortak akla dayanan politikalarla neleri başardığımız konusunda hafızamızı bir tazeleyelim.

Avrupa Birliği ile müzakerelere son derece başarılı bir şekilde başladık. 33 faslın, 100.000 sayfalık müktesebatın, iki tur taramasını yaptık.

Açılış kriterlerini tamamlayıp, 10 faslı müzakereye açtık. 3 yılda yaptık bunların hepsini.

Türkiye’nin gündemini mafya ve çetelerin değil, demokratikleşme adımlarının meşgul ettiği günleri başlattık.

Olağanüstü halin kaldırılmasından, basın ve ifade özgürlüğünün güçlendirilmesine kadar, çok önemli alanlarda adımlar attık.

İstişarenin çalıştırıldığı o günlerde, halkımızın protesto hakkına sahip çıktık.

Vatandaşlarımızın, iktidar karşıtı yapılan cumhuriyet mitinglerine katılmasını dahi kolaylaştırdık. Bu vatandaşın hakkıdır dedik.

Protesto mitinglerinin yapıldığı meydanları ambulanslarla çevreleyerek, önce vatandaşımızın sağlığını düşündük. Bunlar Türkiye’de oldu başka ülkede değil.

Çünkü protesto hakkını, farklı düşünme ve eleştiri hakkını vatandaşlarımızın doğal hakkı olarak gördük.

Ortak aklın çalıştırıldığı o günlerde; terör ve terörle mücadeleden doğan zararların karşılanması hakkında kanun çıkarttık.

Anadilde savunma hakkının önündeki engelleri kaldırdık. Vatandaşımız mahkemeye gittiğinde savcıya, hâkime kendi anadilinde derdini anlatabilmeye başladı.

Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünün kurulmasını sağladık.

Bu esnada, Avrupa Birliği ile fasıl üstüne fasıl açtık.

Vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini genişleten sayısız değişiklik yaptık.

Hiç fena gitmiyor, değil mi? Neler neler yapmışız. Başka ülkede değil burada olmuş hepsi.

İktidar biraz dinlesin de ders alsın.

Demokratikleşme sürecinde o adeta sessiz devrim adını verdiğimiz, Teşkilat İşleri Başkanımız Sadullah Ergin Bey’in Adalet Bakanı olduğu süreçte, bir adım da 12 eylül 2010 yılında yapılan anayasa referandumunda attık.

O referandumla; ağır suç işlediği iddia edilen askerlerin, sivil mahkemelerde yargılanması sağlandı.

Hâkim kararı olmadan, yurtdışı çıkış yasağı konamayacağını yasal güvenceye kavuşturduk.

Kişisel verilerin korunmasına, anayasal güvence sağladık. Bunlar çok ileri uygulamalar.

Kamu denetçiliği kurumunu yeni bir hak arama yolu olarak düzenledik.

Sendikal hakları güçlendirdik.

Anayasa mahkemesine bireysel başvurunun yolunu açtık.

Şu anda bile, yargıda pek çok olumsuz karar, anayasa mahkemesi sayesinde adil sonuca ulaşıyor.

Bunları yaptık yine yaparız.

O yıllarda Türkiye; İstanbul Sözleşmesi’ni hazırlayan, kadın haklarının güçlendirilmesi hususunda uluslararası çapta öncü adımlar atan, demokratikleşmeyi önceliklendiren bir ülkeydi.

Ve 2013 yılında Türkiye’nin millî gelir açısından zirvesine ulaştık. 12 bin 500 dolar millî gelire ulaştık 2013’te.

Ben ve arkadaşlarım; her zaman kural bazlı bir yönetim anlayışını savunduk. Kurumları güçlendirdik. Ehliyet ve liyakati temel kriter olarak uyguladık.

Ülkemizin güven ve itibarını artırdık. Halkımızın refah seviyesini yükselttik.

O günlerde elde edilen olağanüstü başarılara katkı vermiş olmak, benim için hep bir onur kaynağı olacaktır.

*****
Şimdi burada bir virgül koyalım. Hikayemizin ikinci bölümüne gelelim.

Hikâye 2002’de başladı, 2013’te zirveye ulaştı. Şimdi ikinci bölümü başlıyor.

Aynı parti, şu anda iktidarın büyük ortağı.

Ama maalesef ortak akıl ortadan kayboldu. İstişare sıfırlandı.

O günlerde, tüm bu icraatın altında imzası olan kişiler -bizler gibi- teker teker ayrıldı.

Yanlış insanlar yönetim kadrolarına girmeye başladı.

Ortak aklın yerini, tek bir kişinin keyfi yönetimi devraldı.

Hukuk, adalet, ayaklar altına alınmaya başlandı.

Peki sonuçta ne oldu?

Olağanüstü hâl sürerken yapılan bir referandumla, tüm yetki tek kişinin elinde toplandı.

Türkiye gece yarısı kararlarıyla yönetilen bir ülke haline geldik.

Merkez Bankası başkanları mevsimlik işçiye döndü.

Bir gecede yoksullaşan bir başka gecede yine yoksullaşan bir ülke olduk.

Bugün artık aileler uykusuz geceler yaşıyor.

Kimisi çocuğunun yurt taksitini, kimisi mutfak alışverişini, kimisi dükkân kirasını nasıl ödeyeceğini kara kara düşünüyor.

Kimisi aldığı dolar borcunu nasıl geri vereceğini hesaplamaya çalışıyor.

İnsanlar, salonda ya da mutfakta oturuyorlar, ellerinde kâğıt kalemle, çocuklarımın geleceğini nasıl kurtarırım diye bunun hesabını yapıyorlar.

Yine bir gece yarısı gördük ki, Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir imzayla çıkmış. Bu geri adımla beraber, kadına şiddete adeta müsamaha gösteren bir ortam oluştu.

Her alanda ama her alanda geriye gidiyor.

Kürt sorunu diriltildi. Ülkemiz bir çözümsüzlük girdabı içine, kuru hamasete hapsedildi.

Bunu hep beraber yaşıyoruz.
Gündemi yeniden mafyalar ve çeteler belirler oldu.

Türkiye, uluslararası uyuşturucu trafiğinin göbeğinde yer alan bir “narko devlet” olarak anılmaya başladı.

Yazık değil mi bu ülkeye?
Tek kişinin çevresinde toplanan rant lobisi devreye girdi.
Defalarca değiştirilen ihale kanunuyla, 84 milyonun sürekli hakkı yeniyor. Her türlü kamu projesi çok pahalıya mal ediliyor.
Başka ne oldu memlekette? Hikayemize devam ediyoruz.

Sayın Erdoğan’a yapılan her eleştiri suç sayılmaya başlandı. Kendisi eleştirdiği zaman sorun yok. Ama biri onu eleştirirse ‘Vay, cumhurbaşkanına nasıl böyle söylersin’ diye dava açılıyor, soruşturma başlatıyor.

Farklı fikirler kolaylıkla düşmanlaştırıldı.
Devlet, kendi vatandaşıyla kavga etmeye başladı.

İktidar ortaya “haftanın düşmanı” panosu koydu. Bir pano açtılar oraya sürekli haftanın düşmanı diye isim yazıyorlar.

İçeride de dışarıda da kim hükûmeti eleştirirse hemen o düşman panosuna asıyorlar.

Bir Anayasa Mahkemesi’ni yazdılar o tahtaya, bir Avrupa’yı.
Bir sağlık çalışanları haftanın düşmanı oldu, bir akademisyenler.

Bir Kanal İstanbul’u istemeyenleri yazdılar tahtaya, bir üniversite öğrencilerini.

Herkes düşmanlaştırıldı, herkes. Eleştiren herkese düşman dediler. Ülkede büyük bir KHK zulmü de yapıldı, yapılıyor.

E tabii ülkede bu kadar sıkıntı bu kadar sorun bu kadar kriz var; düğün böyle olunca, kamber eksik olur mu? O da yerini aldı.

Krizlerin ortağı Bahçeli, yine her zamanki gibi şu andaki krizin de ortağı.

Zaten o ne zaman iktidar ortağı olsa, memlekette kriz oluyor. Onun için kendisine biz krizlerin ortağı diyoruz zaten.

Bakın arkadaşlar,
Şimdi soruyorum sizlere:

Ortak aklın çalıştırıldığı dönemde ilmek ilmek ördüğümüz bu demokratikleşme hikayesinin böyle sona ermesine izin verecek miyiz?

Bu ülke çok büyük başarılara imza attı. Biz o başarılan yerle bir olmasına izin vermeyeceğiz.

Sayın Erdoğan hiç kusura bakmasın. Biz ülkenim demokratik kazanımlarının o eski günlerine dönmesine izin vermeyeceğiz.

Biz bunun için buradayız. Bunun için Demokrasi ve Atılım Partisi’ni kurduk.

Sayın Erdoğan, her fırsatta, ben ve arkadaşlarımın yönetimde olduğu dönemin başarılarıyla övünüyor.

Şu anda bütün yetki elinde. 3 sene 3 aydır ülkeyi tek imzayla yönetiyor.

Ama dikkat edin. Başarılardan bahsederken bu son üç sene üç aydan bahsetmiyor.

Dönüyor dolaşıyor bizim dönemin yani iyi insanların, ortak aklın, istişarenin devrede olduğu dönemin başarılarını anlatıp duruyor.

Şimdiki iktidarın yaptıklarıyla, o günlerde yapılanlar arasında dağlar kadar fark var.

Herkes kendi muhasebesini yapsın. Bizim alnımız açık, başımız dik.

*****
Bakın değerli arkadaşlarım,

Kadrolar değişti. Dürüst ve ehil insanlar sistemden çıktı. Ortak akıl bırakıldı. İstişare bırakıldı. Memlekette ne oldu?

Şu anda Türkiye’de Merkez Bankası’nın uyguladığı faiz, Avrupa’nın en yükseği. Yüzde 18.

Bu ülkenin hazinesi şu anda yüzde 20 faizle borçlanıyor.

Daha bir ay önce hazinenin borçlanma faizi yüzde 17-18’di. Bir ayda iki üç puan daha arttı.

Daha bir ay önce dolar kuru 8,30’du, bugün çıktı 9,30’a. Hem kur arttı hem faiz hem de enflasyon artıyor.

Bütün yetki elinde. Elini tutan mı var? Madem ekonomistim diyorsun, benim alanım ekonomi diyorsun düzelt. Niye düzeltemiyorsun?

3 sene 3 ay olmuş. Bütün yetkiyi elinde toplamışsın. Artık bir mazeretin, bahanen olamaz.

Yapamaz, yapamayacak.

Bugünlerde biliyorsunuz yeni bir askeri operasyonun sesleri geliyor. Ancak burada açıkça ifade ediyorum.

Hükûmete sesleniyorum. Sakın ha, yapılacak veya yapılabilecek askeri operasyonları ekonominin bozulmasına mazeret olarak göstermeyin.

Ekonomi zaten bozuldu, bozuluyor. Böyle bir kolaycılığa kaçmayın.

Bu ülkenin ekonomik gücü iyiyken tabii ki kendini savunur, gerekeni yapar ama sakın ola bir hafta iki hafta sonra çıkıp da “Ne yapalım, askeri operasyon yaptık. Maliyeti büyük onun için ekonomi bozuldu, bozuluyor” demeyin.

Ekonomi şu anda bozuk. Daha bir operasyon yokken bozuk. Daha bir operasyon yokken kur, faiz fırlamış gitmiş. Faizin de kurun da enflasyonun da yükselmesinin sebebi kötü yönetim. Başka bir şey değil.

Şu anda bu ülkenin ekonomisinin bozulmasını en iyi bizim çiftçimiz anlıyor. Şanlıurfa biz kültür şehrimiz. Şanlıurfa bir turizm şehrimiz. Şanlıurfa bir sanayi şehrimiz.

Ama Şanlıurfa her şeyden önce bir tarım şehri. Çiftçimizin durumu ortada. Girdi maliyetleri aldı başını gitti.

Gübrenin fiyatı ikiye katladı. Üçe dörde katladı. Yemin fiyatı ikiye üçe katladı. Tohumun fiyatı ikiye üçe katladı. Bir yılda oldu bu.

Çiftçimizin maliyetleri çok hızlı bir şekilde arttı, artıyor.

Bunun temelinde ne var? Döviz kuru var. Döviz kuru arttığında bu ülkede A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Döviz kurunu kontrol edemeyince hükûmet A’dan Z’ye her şey pahalılaşıyor.

Çiftçimizin ödediği elektrik fiyatı üç sene üç ayda yani partili taraflı cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana tam yüzde 168 artmış.

Arkadaşlar Şanlıurfa’nın girişinde bir pankart açmışlar. “Bizi IMF’den kurtardın, bizi şu elektrik sorunundan da kurtar” diye pankart açmışlar.

İnşallah o sorunu da çözeceğiz.

Tarım eylem planımızı haziran ayında açıkladık. Ne var bu eylem planında?

Biz çiftçimize özel, düşük elektrik fiyatı uygulayacağız dedik.

Çiftçimizin gübre maliyetinin tam yarısını devlet olarak biz karşılayacağız dedik.

Çiftçimizin kredi borçlarını iki yıl ödemesiz sıfır faizle erteleyeceğiz dedik.

Sulama yatırımlarına öncelik vereceğiz dedik.

Şu anda Türkiye’deki bütün sulama yatırımlarının maliyetini toplayın bir Kanal İstanbul parası etmiyor.

Kanal İstanbul’a acele ediyorlar değil mi? Hükûmet kafayı bu Kanal İstanbul’a taktı.

Cumhurbaşkanı ne diyor? İnadına yapacağım diyor. Maliyetler korkunç.

Biz oturduk, Türkiye’deki bütün tarımsal sulama projelerini alt alta yazdık, topladık. Bütün kanallar, kapalı basınçlı sulama sistemleri, irsale hatları, yağmurlama, damlama sistemleri hepsini yazdık topladık Kanal İstanbul parası etmiyor.

Hükûmete Şanlıurfa’dan, bu tarım diyarından tekrar seslenmek istiyorum. Şu inadı bırakın. Kanal İstanbul projesini bir erteleyin ya.

Bu ülkenin tarımının, toprağının acil suya ihtiyacı var suya. Bu toprakların suyla buluşması gerekiyor.

2020 yılı zordu, 2021 yılı bir kuraklık yılı oldu. Diyorlar ki “ne yapalım, yağmur yağmadı, bu kulun elinde değil”.

Evet, yağmur yağdırmak kulun elinde değil ama sulama yatırımlarını yapmak, kanalları, irsale hatlarını yapmak, barajları yapmak, damlama yağmurlama basınçlı sulama sistemlerini yapmak kulun elinde.

Bunu biz yapacağız. Bu olacak.

Bizim yol haritamız hazır. Yol haritamız her konuda hazır.

Hiç endişeniz olmasın. Dersimizi iyi çalışıyoruz.

Her konuda eylem planları hazırlıyoruz. 90 günlük, 360 günlük eylem planları hazırlıyoruz.

Seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 günde ve ilk 360 günde neler yapacağını bütün detaylarıyla hazırlıyoruz.

Bütçesini hazırlıyoruz. Tutamayacağımız hiçbir sözü vermiyoruz.

Açıkladığımız her şeyi yazıyoruz. Söz uçar yazı kalır diyoruz. Ve böyle açıklıyoruz.

Tarım eylem planından sonra afet eylem planımızı açıkladık. Arkasından sosyal politikalarla ilgili eylem planımızı açıkladık.

Türkiye’nin güçlendirilmiş parlamenter sisteme, demokrasiye geçiş eylem planını açıkladık.

20 tane alanda böyle eylem planları açıklayacağız. Dersimizi çalışıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Değerli konuklar,

Hiç kimsenin şüphesi olmasın;

Biz bu demokratik gerileme dönemini sona erdireceğiz.

Demokratikleşme hikayesine kaldığımız yerden, daha da güçlü şekilde devam edeceğiz.

Ülkemizin itibarını yeniden yükselteceğiz.
Türkiye’yi barışın, özgürlüklerin ve zenginliğin memleketi yapacağız.

Bu keyfi yönetim anlayışı önce hukuku çiğnedi. O yüzden biz önce hukuku ayağa kaldıracağız. Hukuk ve adalet zeminini güçlendireceğiz.

Kötü yönetim halkımızı yoksullaştırdı. Biz, yeniden zenginleştireceğiz. Keyfi yönetim anlayışı Kürt meselesini diriltti. Biz bu meseleyi çözeceğiz.

Keyfi yönetim ranta, kayırmacılığa, inşaat ve betona dayalı kendi zenginini oluşturmayı hedefleyen bir büyüme modeli dayattı.

Biz, yatırıma, üretime, sanayiye dayalı; hakkaniyeti esas alan, topyekûn zenginleşmeyi hedefleyen, kapsayıcı bir modele geçeceğiz.

Keyfi yönetim, Merkez Bankası’nı talimatla çalışan bir kurum haline getirdi. Biz, Merkez Bankası’nı kanununda yazdığı gibi tam bağımsız hale getireceğiz.

Keyfi yönetim, ihaleler yoluyla çevresindeki üç-beş kişiyi daha da zenginleştirdi. Biz, kamu ihale yasasını sil baştan yeniden yazıp, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyacağız.

*****
Çok uğraştık arkadaşlar, çok.

Şu Avrupa Birliği’nin kamu alımlarıyla ilgili ihalelerle ilgili mevzuatı neyse şunu aynen uygulayalım Türkiye’de dedik. 28 tane ülke aynı mevzuatı uyguluyor. 28 ülke yatırım yapıyor. Kamu alımı yapıyor.

Almanya’sı, Fransa’sı, İtalya’sı bunların hepsi kamu parası harcıyor. Bu 28 ülke bu ortak mevzuatı uyguluyorsa getirin aynen biz de uygulayalım dedik. bundan niye korkuyorsunuz dedik. Niye çekiniyorsunuz dedik.

Olmaz dediler. Ve mevcut ihale yasasını 194 defa değiştirdiler. Yetmedi, şu andaki yasaya bir istisna maddesi koydular. Bütün büyük ihaleleri o istisna maddesiyle yapıyorlar.

3,5 kişiyi çağırıyorlar, sadece onlardan fiyat alıyorlar. Ya aç bakalım herkese bir şeffaf yap. Çok daha ucuza mal olacak bu işler. Yok.

84 milyonun ödediği vergiyi maalesef 3,5 kişinin zenginleşmesinde kullanıyorlar.

Değerli arkadaşlarım,
İşte o yüzden biz, bugün burada, sadece bir ilçe kongresi yapmıyoruz. Biz bugün burada bir demokrasi hikayesi yazıyoruz hep beraber.

İşte sizler, Türkiye’nin demokrasi yolculuğunu anlatan bu hikâyenin yazarlarısınız.

Bir tarih yazıyoruz şu anda.

Konuşmaktan, fikirlerden, farklı kimliklerden, dünyadan korkmayan Türkiye’nin mimarları sizlersiniz.

Artık Türkiye’nin haysiyetli insanları için biz varız, DEVA Partisi var. Hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Kongremiz Eyyübiye’ye ve ülkemize hayırlı olsun.
Çok çok teşekkür ediyorum.

Sağ olun, var olun.

15 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Mersin İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN MERSİN 1. OLAĞAN İL KONGRESİ KONUŞMASI

Değerli yol arkadaşlarım,

Kıymetli misafirler,

Siyasi partilerin değerli temsilcileri,

Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerimizin değerli temsilcileri,

Kıymetli muhtarlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, Mersin il teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün Türk’üyle, Yörük’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla daha burada sayamayacağım pek çok kesimiyle bir arada yaşamın simgesi olan, bu çok kültürlü şehrimizde, Mersin’imizde olmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

Bugün, demokrasi ve atılım bayrağımızı, Akdeniz’in kıyısından, Toroslar’ın zirvesine ulaştıracak çok değerli bir adım atıyoruz.

Bu vesileyle,

Tarsus’u, Torosları, Yenişehir’i,
Akdeniz’i, Mezitli’yi, Erdemli’yi,
Silifke’yi, Anamur’u, Mut’u,
Bozyazı’yı, Gülnar’ı, Aydıncık’ı ve Çamlıyayla’yı muhabbetle selamlıyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Partimiz kurulduktan sonra benim Mersin’e ilk gelişim Mart ayındaydı. Erdemli’nin, Silifke’nin ve Tarsus’un kongrelerini yaptık.

Arkasından haziran ayında yine buradaydık. Tarım eylem planımızın lansmanının Mersin ayağını gerçekleştirmek üzere geldik.

Bugün partimizin kuruluşundan sonra Mersin’e benim üçüncü gelişim. Bugün de çok şükür Mersin il kongremizi bu güzel salonda, bu coşkulu salonda gerçekleştiriyoruz.

Ülkemizde kurumların çöktüğü, ortak aklın rafa kaldırıldığı, keyfi yönetim anlayışının egemen olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Ne yazık ki, şu anda çok ciddi bir demokratik gerileme sürecindeyiz.

Yönetenlerin yanlış hesapları ve güvenilmez politikaları yüzünden, halkımız sürekli bedel üstüne bedel ödüyor.

Mevcut iktidar, ülkemizi öyle bir kısır döngüye hapsetti ki; iç politikada kutuplaşmadan, dış politikada ise kavgadan medet umar hale geldi.

Artık bir başarı üretemeyince artık Türkiye’nin yarınları için bir hedef bir umut sunamayınca siyaseti karşıtlıklar üzerinden düşmanlıklar üzerinden ötekileştirme ve kutuplaştırma üzerinden yapan bir iktidar var şu anda.

Kendi bir şey üretemeyince artık vatandaşlarımıza bu ülkenin yarınlarıyla ilgili bir umut veremeyince vatandaşlarımızı şöyle ya da böyle daha kötüsüyle korkutarak desteğini devam ettirmeye çalışan bir iktidar var.

Biliyorsunuz, ben ülkemizin ilk Avrupa Birliği Bakanıyım. İlk AB başmüzakerecisiydim.

Daha sonra da bu ülkenin Dışişleri Bakanı olma gururunu yaşadım.

Her iki görevimi de 2009 yılına kadar alnımın akıyla yürüttüm ve emaneti teslim ettim.

Türkiye’nin o en başarılı, en itibarlı yıllarında bir ülkenin itibarının nasıl sonuç aldığını, itibarlı ve güvenilir bir ülke olmanın sadece bölgesine değil dünyada nasıl ses getirdiğini bizzat yaşadım.

Kazanımlarımız ortada. Ülkemizin itibarını nasıl güçlendirdiğimiz malum. O dönem dünyadaki konumumuz kayıtlarda...

Yıl 2008. Türkiye yıllar sonra BM Güvenlik Konseyi üyeliğine aday oldu. BM kuruldu kurulalı Türkiye güvenlik konseyine sadece bir ülkeyle koltuğu paylaşmak üzerine ve bir yıllığına seçilmişti.

O günden 2008’e kadar Türkiye kaç kere aday olmasına rağmen seçilemiyordu. Biz 2008’in ekiminde o seçime girdik. Ekonomik gücümüzün zirvesinde itibarımızın zirvesinde o seçime girdik. Seçim gizli oy.

193 ülkenin temsilcisi bir sandık kuruluyor, oradaki büyükelçiler gizli oylarını yazıyorlar ve sandığa atıyorlar. Seçim yapıldı. Bir baktık tam 151 ülke Türkiye’ye oy vermiş. Oran yüzde 79.

BM’nin o tarih itibarıyla son 10 yılında bu kadar yüksek bir oyu hiçbir ülke alamamıştı.

Afrika’dan Latin Amerika’ya, Asya’dan Pasifik Adaları’na kadar bütün dünyanın gizli oylamadan desteğini aldık. Ve güvenlik konseyine seçildik. 2 yıl güvenlik konseyi üyesi olarak orada oturduk.

Şu andaki hükümetin bir dış politikası falan yok. Hiçbir konuda politika yok. Bunları bir ekonomi, göç politikası yok.

Dış politika ne demektir, biliyor musunuz?
Diplomasi demektir.
Siyasi diyalog demektir.
İnsanlarla konuşmak demektir. Kavga demek değildir. Sorunları barışçıl yollarla çözmek demektir.Düşmanları azaltmak, dostları çoğaltmak demektir.

Dış politika demek, ülkenin uzun vadeli çıkarlarına göre hareket etmek demektir.

İnsani kaygıları asla bırakmamak demektir.

Anlık heveslerin uğruna koşmamak, vatandaşlarınızın onurunu düşünmek demektir.

Dış politikada başarının yolu itibardan geçer.
Yaşadık biz o itibarlı günleri. Bunun ne anlama geldiğini gördük.
O dönemde Türkiye, itibarlı bir ülkeydi.
Sözü dinlenen, güvenilir ve saygın bir ülkeydi.
Pasaportumuzun değeri vardı.
Yurt dışındaki vatandaşlarımız, gençlerimiz akın akın ülkemize dönüyordu.

Yabancı akademisyenler, Türkiye’de üniversitelerde şöyle 6 aylık bir görev alabilir miyim diye on binlerce kişi başvuruyordu bizim üniversitelerimize. 6 ay ülkemizde yaşamak için.

Avrupalı iş insanları gelip bizden pasaport istiyordu. Sizin Avrupa Birliği pasaportunuz var, ne yapacaksınız bizim pasaportu diyorduk.

“Bizim Avrupa olarak Asya’da, Afrika’da sömürgeci geçmişimiz var. Bagajımızla gidiyoruz o ülkelere. Ama Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu masamın üzerine koyduğumda iş kapıları bize açılıyor” diyorlardı. Bunu yaşadık biz. Avrupalıların bizim pasaportumuzu almak için kuyruğa girdiği dönemleri yaşadık.

Ülkeler arasındaki sorunları çözmek için veya ülkelerin iç gerginliklerini sona erdirmek için, arabuluculuk yaptık. Uzlaştırıcı olduk.

BM dedi ki “Siz bu işi çok iyi yapıyorsunuz biz uluslararası arabuluculuk merkezimizi artık İstanbul’da açmak istiyoruz”. Biz de hay hay dedik. Süreci başlattık. Tabii biz ayrıldıktan sonra işler başka yere gitti o ayrı.

Çatışma çözümü için, uluslararası toplumdan defalarca davet aldık. Dediler ki biz size güveniyoruz, siz hakkı savunursunuz siz adil hareket ederiniz, siz hukuk içinde kalırsınız dediler. Bunları yaşadık ya.

Ben bunları anlattıkça acaba bu ülke başka bir ülke miydi diye böyle aranızda bakışları farklı olan arkadaşlarımız var.

Değerli arkadaşlarım,

Bu ülke çok büyük bir ülke. Çok güçlü bir ülke. 84 milyon nüfusuyla küçülmüş, daralmış haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan Türkiye, büyük bir ülke.

Bir de şu son döneme bakın...

Allah aşkına, şu olan biten şeyin adına dış politika denir mi?

Son dönemde Türkiye’nin maalesef dış politikası yok. Bir kişinin dürtülerine göre ya da diğer ülkelerdeki şahsi ilişkilerle yürüyen dış ilişkiler seti var. Sadece bir dış ilişkiler kümesi var.

Ve bu dış ilişkiler seti, ülkemize zarar üstüne zarar getiriyor.

Gerçekten çok yazık. Ülkemizdeki demokratik gerileme, dış politika alanında da bize büyük bedeller ödetti.

Her şeyi bir kişiye endekslediğinizde o kişinin sabah uyandığındaki moduna göre ülkenin dış politikası şekilleniyor. Böyle bir şey olur mu?

Zalim Sisi’ye dönüyor dostum Sisi demenin hazırlığını yapıyor. Bir gün hac hilal diyor bir gün ülkemizin yeri Avrupa’dadır diyor. Hiçbir tutarlılık yok. O gün işine ne geliyorsa, o gün içine ne doğduysa.

Ya burası küçük bir ada ülkesi değil ki. Bir muz cumhuriyeti değil. Burası koskoca bir cumhuriyet. 84 milyonun yaşadığı bir ülke.

Ülkemizin itibarı gün geçtikçe söndü. Uluslararası arenada maalesef yalnızlaştık.

Haklı olduğumuz konularda dahi, bizi destekleyen ülke bulamaz olduk.

Doğu Akdeniz’de başımıza geldi değil mi? ne oldu? “Ben onun elini sıkmam, ben onun masasına oturmam, ben onun katıldığı yemeğe gitmem” dedi.

Zalim Sisi dedi. Sonra bizim aleyhimize baktık Mısır-İsrail, Mısır-Rum, Mısır- Yunanistan Akdeniz’i ikili anlaşmalarla aralarında bölüşmeye başladılar. Ne oldu?

Keskin sirke küpüne zarar. Mavi vatan böyle mi korunur? Eğer doğu Akdeniz’de bizim haklarımız varsa bu haklarımız herkesle kavgalı olarak korunmaz.

Herkesi düşman göstererek herkesi düşman belleyerek bu haklar korunmaz. Bu haklar uluslararası hukukla korunur. Bu haklar bütün komşularla konuşarak, uzlaşarak, medeni bir şekilde görüşerek korunur.

Şu son haftalarda bakıyoruz, mavi vatan gündemden düştü. Ne oldu acaba? Bizim gemiler limanlara çekildi. Ne değişti? İnsanın aklına bin türlü şey geliyor.

Acaba bu başa baş toplantılarda bu gizli toplantılarda devlet kayıtlarına alınmayan toplantılarda bir sözler mi verildi diye aklınıza geliyor.

Biden’la görüşüyor baş başa. Not tutulmuyor, devlet kaydına girmiyor. Putin’le konuşuyor, ülkenin dışişleri bakanı heyette yok. Baş başa.

Üstelik bu görüşmeler diğer ülkelerin mekânlarında yapılıyor. Bizim ülkemizin cumhurbaşkanı tek başına, mekân başka mekân ve bizde kaydı yok. Ben merak ediyorum soruyorum. Mavi vatana ne oldu?

Niye ortalık sessizleşti? Acaba sözler mi verildi birilerine? Bu ülkenin bir vatandaşı olarak soruyorum mavi vatanda hakkı olan bir vatandaş olarak soruyorum.

Bundan üç dört ay önce araştırma gemisi yolluyordunuz, peşinde savaş gemileri yolluyordunuz. Tamam çok gerekirse hakkımızı öyle de korumak olabilir. Asıl hak uluslararası hukuktan kaynaklanan haklardır.

Biz Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı savunmak korumak zorundayız. Bunun yolu kavgayla değil, onu bunu düşmen belleyerek değil medeni bir şekilde konuşarak bu hakkı savunmak zorundayız.

Biliyorsunuz, bunlar vaktiyle “değerli yalnızlık” gibi bir kavram ortaya attılar. Yalnız olmak çok değerliymiş. Böyle bir tezi dayattılar.

Biz değer meğer görmedik. Bilakis itibarımızın nasıl eridiğini, bu ülkenin uluslararası arenada nasıl güven yitirdiğini gördük.

Peki şimdi hangi noktadalar?

Maalesef, bugünkü iktidar hatalarını görmüyor. Ama ders almayı da bilmiyor. İnsan hata yapar da ders alır değil mi? Yok.

Dış ilişkilerde, kavgadan başka kullandıkları bir yöntem kalmadı. Nerede bir kavga görseler kollarını sıvayıp yumruk atmaya hazırlanıyorlar. Biz eskiden ne yapardık?

Bir uzlaşmazlık varsa çatışma varsa bir gerginlik varsa konunun taraflarıyla derhal devreye girerdik ve onları uzlaştırmak için konuşarak, diplomasiyle, müzakereyle uzlaştırmak için arabuluculuk yapardık.

İçerideki bu kutuplaştırıcı tutum var ya, ötekileştirme, taraf tutma, aynı dış politikaya da yansıdı. Bir mesele varsa Türkiye mutlaka taraf oluyor. Ülkenin kendi içinde problem var, içi de taraf oluyor. Gidiyor oraya taraf oluyor. Onun üzerinden içeriye siyaset yapmaya çalışıyor.

Arkadaşlar, bir ülkenin askeri gücü çok önemlidir. Bir ülkenin askeri gücü en önemli caydırıcı güçtür.

Caydırıcı ne demek? Güçlü ordunuz olur başkaları yerli yerine oturur, bunların güçlü ordusu var diye. Güçlü ordunun varlığı caydırıcı güçtür.

Ülkenin ekonomik gücü de önemlidir.

Ancak, uluslararası ilişkilerde, en büyük güç, itibarlı olmanın, güvenilir olmanın verdiği güçtür. Biz bunu yaşadık.

Eğer itibarlıysanız; itibarın gücü, kimi zaman, askeri gücün de ekonomik gücün de sağlayamayacağı başarılar getirir ülkeye.

İtibarlı bir ülke askeri gücünün veya ekonomik gücünün çok daha ötesinde bir etki sahibi olabilir dünyada. Bunun çok örneği var. Biz de bir dönem olduk.

İtibar nasıl kazanılır? Buradan hükümete sesleniyorum. Biz bunları söyledikçe “Sizden ders alacak değilim” diyor Sayın Erdoğan. Ama derse çok ihtiyaçları var. Onun için tekrar buradan hükümete sesleniyorum.

İtibar, uluslararası hukuka saygılı olmakla kazanılır. Önce hukuk çerçevesinde hareket edeceksiniz.

İtibar, hep doğruyu, hep hakkı konuşmakla sağlanır.

İtibar, iyi bir diplomasi ve iyi bir siyasi diyalogla sağlanır.

İtibar, iyi yönetilen bir ekonomiyle sağlanır.

İtibar, kendi içinde bir hukuk devleti olmakla sağlanır.

Kendi vatandaşına hukuksuzluk yapan, haksızlık, adaletsizlik yapan bir ülke dünyada çıkıp da adaletten bahsedemez. Ciddiye almazlar sizi.

Bakın daha dün açıklanan hukukun üstünlüğü endeksi, uluslararası bir endeksi. Türkiye, bu endekste tam 139 ülke arasında tam 117. sırada. Yazık günah.

Bakın arkadaşlar, bugünkü iktidar, yaptığı yanlışları ve ve kötü yönetiminin sonuçlarını örtmek için neyi kullanıyor?

Kendi iş bilmezliğini, kendi kavgacılığını görmeyelim diye ikide bir “beka meselesi” diyor.

İnsanların gözünü bir beka kelimesiyle boyamaya çalışıyor. Beka deyip her tülü yanlışlığı her türlü hukuksuzluğu adeta dayatmaya çalışıyor.

Oysa, ortada ne var biliyor musunuz: tek kişinin dürtülerine ve şahsi ilişkilerine bağlı yürüyen, hatalarla dolu uluslararası ilişkiler var.

Dış politikadaki başarısızlıklarının üstünü, kuru hamasetle örtmeye çalışıyorlar.

Arkadaşlar, dış politika hamasetle yürümez. Neyle yürür? İtibarla yürür, itibarla.

İtibarı olmayan bir devlet güçlü olamaz.

Kendisine güvenilmeyen bir devlet, diplomaside etkili olamaz.

Şu son birkaç aydır yaptıklarına bir bakın, ben hicap duyuyorum.

“F35 uçaklarımızı vermediniz, bari F16 verin” diyor. Açıkladılar da oradan öğrendik. 1 milyar 400 milyon da para vermişler. F35 uçağı şu an yok.

“Yok vermezsen o zaman s-400 alırım Rusya’dan” diyor. Bunların hepsi son birkaç ayda.

“S-400 aldım ama merak etmeyin kullanmam” diyor Amerika’ya. “Kapağını açmam yaptırım geliyor depoda tutarım” diyor.

Gidiyor ikinci S-400’ü alacağım diyor, öbür gün Biden’dan randevu gelir mi acaba diye onu bekletmeye başlıyor falan. Çocuk oyuncağı mı bu ya?

İnanın, memleketimizi gülünç duruma düşürüyor. Yazıktır. Ya arkadaş, böyle sürekli zikzak çizerek itibar kazanılmaz.

Bakın, Afganistan’da ilk önce ne dedi? “Biz Afganistan’da kabil havaalanının savunmasına talibiz” dedi. “Biz orayı korumak istiyoruz” dedi.

Niye? Batının gözüne girme ihtiyacı vardı o günlerde. Peki Kabil Havaalanını kime karşı koruyacak? Taliban’a.

Demek ki Taliban düşman ki, öyle görüyor ki ben Kabil Havaalanını korumak istiyorum diyor.

Aradan iki hafta geçiyor Taliban Afganistan’daki yönetimi ele geçirince “Ben Afganistan’daki kabil havaalanını işletmek istiyorum, buna talibim” diyor. “Çünkü Taliban’a meşruiyet kazandırmak lazım” diyor.

Ya 15 gün önce düşman bellediğin kendisine karşı havaalanını savunmak istediklerine 15 gün sonra meşruiyet kazandırmanın derdine düşüyor. Ben hicap duyuyorum ya böyle bir şey olur mu?

Senin düşmanın mı, yoksa meşruiyet kazandırmak istediğin bir dostun mu bunu bir açıkla. Ondan sonra dış politikanı oluştur.

Yok. O gün aklına ne geliyorsa. O gün ne esiyorsa. O gün işine ne geliyorsa. O gün çevresindekilerin asıl çıkarı hangi tarafaysa. O da var.

Onu hiç göz ardı etmeyin. Dış ilişkilerde olup biten her şeyle ilgili hep aklınızın köşesinde şunu tutun.

Bu işten acaba kimler ne çıkar sağlıyor? İlişkiyi bozmaktan kim çıkar sağlıyor, ilişkiyi düzeltmekten kim çıkar sağlıyor?

Deva gelecek ve ülkemiz tüm dünyada yeniden ayağa kalkacak. Dimdik onurlu bir şekilde yürüyecek. En itibarlı ülke olacak. Hiç endişeniz olmasın.

Böyle zikzaklarla, U dönüşleriyle itibar kazanılmaz. İtibar, istikrarlı bir dış politikayla kazanılır.

Dosdoğru olmakla kazanılır. Her zaman hakkın, hukukun, doğrunun yanında durmakla itibar kazanılır.

Dostlarınıza güven veren uygulamalarla kazanılır.
Kendi vatandaşına güven vererek, ekonomisini güçlü tutarak itibar kazanır.

Bunlar kendilerine ders, ders. Ders almak istemiyorlar ama biz kopya verelim en azından öğrensinler.

Uluslararası toplumda müttefiklik kurabilen, onları ikna edebilen, hatta iş birliği sağlayan, kendi çıkarları için başkalarını da yanına katabilen ülke ancak itibarlı bir ülkedir.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Hani mevcut iktidar, dış politikada gördüğü her kavgaya girmek için kolları sıvıyor ya.

Biz de kolları sıvadık.
Ama biz kollarımızı ne için sıvadık?

Ülkemizin, uluslararası çevrelerdeki itibarını yeniden en üste hatta eskisinden de daha ileriye taşımak için kolları sıvadık.

Türkiye’yi dış politikada barışın sözcüsü yapacağız.

Düşmanları azaltıp, dostlarımızı çoğaltacağız.

Dış politikayı, birilerinin kişisel bekası uğruna heba etmeyeceğiz.

Günübirlik hesaplarla değil, ülkemizin uzun vadeli çıkarlarına göre hareket edeceğiz.

Türkiye; sadece bir askeri güç değil, bir akıllı güç olacak.

Bakın, ülkelerin güç sınıflandırmasında artık yeni bir tabir var. Akıllı güç. Bu ne demek? Hem ekonomik gücünü hem askeri gücünü hem itibarını hem de o itibardan oluşan sözün gücünü akıllıca kullanabilmek demek.

Ülkemizi tekrar güvenilir ve barışa katkı sunan bir uluslararası aktör yapacağız.

Eğer bunları yapmazsak, ülkemiz daha çok çeker. Bizim Mersin’deki limon üreticilerimiz bu yanlış dış politikanın bedelini öder.

Siz herkesle arayı bozarsanız, ihracat pazarlarında kapı bir açık bir kapalı, yazık değil mi bizim çiftçilerimize, üreticilerimize? Böyle bir şey olur mu? İstikrar lazım istikrar.

*****
Değerli arkadaşlar,

İç politikada da barışın, huzurun ve özgürlüklerin sözcüsü yine bizler olacağız.

Biz, tüm hak ve özgürlüklerin garantisi olmak adına yola çıkmış bir hareketiz.

Toplumsal barışımızın üzerine titreyeceğiz.

Türkiye’de yaşayan her bir ferdin, kendisini bu ülkenin haysiyetli ve eşit vatandaşı olarak hissetmesi için ve öyle yaşaması için buradayız.

Daha önce de söyledim. Bir kez daha tekrar etmek istiyorum: Bizler, ülkemizi yepyeni bir toplumsal sözleşmeye davet ediyoruz.

Kurum ve kuralların ayağa kaldırıldığı, özgürlükçü, demokratik ve adil bir Türkiye’yi hep beraber inşa etmek istiyoruz.

Bu kapsamda;

En önemli ilkelerimizden birisinin özgürlükçü laiklik ilkesi olduğunun altını çizmek istiyorum.

Bugün; eski otoriter laiklik anlayışının hiçbir hükmü kalmadı.

Toplumumuzun üstün feraseti, artık bu eski anlayışı tarihe bir kayıt olarak düştü. Vatandaşlarımız bu sorunu da çözmesini bildi.

Milletimiz, kendisini sığdırmaya çalıştıkları o dar gömlekleri, sağduyusu ile yırtıp attı.

Bizim vatandaşlarımız, din ve vicdan özgürlüğünün tam sağlandığı bir ülkede yaşamak istiyor.

İşte o yüzden biz, DEVA Partisi olarak, bir yaşam tarzının, diğerine parmak sallamadığı bir düzenin öncülüğünü yapacağız.

Vatandaşımız, hangi dine veya mezhebe mensup olursa olsun, inansın veya inanmasın, devletin yaşam tarzına müdahalesinin kesinlikle olmaması gerektiğini düşünüyoruz.

Bakın arkadaşlar; devleti yönetenlerin, kendi dar bakış açılarını topluma dayatmak veya insanların yaşam tarzını düzenlemek gibi bir görevi olamaz.

Devlet, vatandaşını olduğu gibi kabul etmek zorundadır. Devlet, millet için vardır. Devlet, insan için vardır.

Devletin temel insan hakları ve özgürlükler açısından görevi, her bir vatandaşının hakkını derhal tanımaktır.

İşte bu nedenle biz “özgürlükçü laiklik” anlayışıyla hareket ediyoruz.

Devletin topluma giydirmeye çalışacağı her gömleğin dar geleceğini biliyoruz.

Herkesin, inanç ve ibadet özgürlüğünü yaşayacağı, hiç kimsenin kendi yaşam tarzı üzerinde, herhangi bir endişe, gölge duymayacağı bir haklar ve özgürlükler sistemi kuracağız.

Endişeli modernmiş, endişeli muhafazakarmış; biz tüm kimliklerin endişelerini silip atacağız.

Ülkemizde tek bir endişeli kişi olmasın diye çalışacağız. Hedefimiz bu.

İnsanlarımızın can güvenliğini, hak güvenliğini ve mal güvenliğini koruyacağız.

Şimdi Mersin’e sormak istiyorum.

Hiç kimsenin, kendisini endişeli hissetmediği bir Türkiye için hazır mısın mersin?

Kimsenin ayrımcılığa uğramadığı, herkesin kendisini birinci sınıf vatandaş hissettiği bir Türkiye için hazır mıyız?

Evet arkadaşlar, hep beraber hazırız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz, Mersin’imizin sorunlarını da görüyoruz, biliyoruz, takip ediyoruz.

Mersin il teşkilatımız mersindeki tüm sivil toplum örgütleriyle çok yakın bir temas içinde. Mersin’in nabzını çok iyi tuttuğumuzu düşünüyoruz.

Mersinli çiftçimiz, artan maliyetler karşısında isyan ediyor. Görüyoruz.

Fiyatlar düştüğü için, ürünlerin toplanmadığı limon bahçelerinde limonların dallarında kaldığını görüyoruz.

Plansızlık yüzünden, yanlış bölgelere verilen kredilerin, fiyatlarda dengesizlik oluşturduğunu görüyoruz.

Tarım arazilerinin, yine bir başka plansızlıkla imara açıldığının farkındayız. Sorun listesi uzun.

Bakın, daha bu kongre salonuna girerken bir üreticimiz dedi ki, üretimde kullandığım ilacın fiyatı geçen sene 480 liraydı, bu sene de 850 lira.

Ama sattığı ürünün fiyatı o kadar artmıyor. Tam tersine bazı ürünlerde geçen seneye göre fiyatı düşmüş durumda.

Artık ekim dönemindeyiz. Çoğu çiftçimiz gübre alamadığından ekim yapmaktan vazgeçiyor ya da gübresiz yapacağım artık tarımı diyor.

Alacak param yok güç yetmiyor diyor. Bazı üreticilerimiz üretimden vazgeçiyor.

Ben korkarım ki, bu 2022 yılı zirai üretimde ve hayvancılıkta üretimin düştüğü, mecburen ithalatın arttığı bir yıl olabilir. Böyle büyük bir risk görüyorum.

Anadolu’nun, Trakya’nın her yerini gezdiğim için, çiftçilerimizle her yerde konuştuğumuz ve çok sayıda çiftçimizden bunu bizzat duyduğum için korkuyorum.

Eğer hükümet bu kafayla giderse tarıma bu kadar ilgisiz kalmaya, hesapsız, kitapsız, plansız, programsız uygulamalarına devam ederse Türkiye’nin daha az üretmesi ve daha çok ithal etmesi mukadder.

Bir dokunuyorsunuz, bin ah işitiyorsunuz.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz haziran ayında, partimizin tarım eylem planını açıkladık.

Lansmana Çukurova’da başladık, Mersin’de devam ettik.

İktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde yapacaklarımızı sıraladık. Bu ilk defa yapılıyor.

Daha önce hiçbir siyasi parti böyle seçimlerden çok önce bu kadar detaylı bir hazırlık yapıp toplumla paylaşmamıştı.

Ben kaç tane hükümet programının yazımında bulundum. Birkaç tane hükümet programının koordinasyonunu yaptım.

Şu anda bizim hazırlığımız bugüne kadarki hiçbir hükümet programında olmayan detayda bir hazırlık.

Açıkladığımız her şeyin bütçesini hesap ediyoruz. İç tutarlılığını kontrol ediyoruz. Çok büyük emek harcıyoruz. Ve bunu büyük bir sorumluluk hissiyle yapıyoruz.

Aklınıza gelen her alanda detaylı ev ödevi. Ki günü geldiğinde düğmeye basıp hemen uygulayabilmek için. Günü geldiğinde vakit kaybetmemek için. Bu ülkenin kaybedecek tek bir ayı, haftası, günü, saati yok.

İnşallah halkımızın desteğiyle Allah’ın yardımıyla Türkiye’yi yönetme yetkisini üstlendiğimizde elimizdeki her şey hazır olacak. Bütün yol haritası. Gün bir, dakika bir icraata başlayacağız.

İlk 90 dakikada bile çok yapacak işler var. Özellikle özgürlükler konusunda. İfade özgürlüğü konusunda, basın özgürlüğü konusunda. İlk 90 dakika.

Açıklama meselesi bu. Açıklarsınız ve o andan itibaren ülke derin bir nefes alır.

Ve korkmayın diyeceğiz. Eleştiriden korkmayın. İstediğinizi yazın çizin. Kimse eleştirel bir köşe yazısı yazdığınız için sizi artık işten kovdurtamayacak diyeceğiz. Bu kadar basit. Bu ilk 90 dakikanın açıklamasıdır bitti. Bu kadar basit.

Tarımla ilgili devam edeyim. Çok detaylı hazırlığımız var. Sadece kısa kısa başlık vereceğim.

Bu kapsamda;
Havza bazlı üretim ve ürün destekleme sistemine geçeceğiz.

Her bölgemizin suyu, toprağı, iklimi bazı ürünler için daha elverişli bazı ürünler için daha az elverişli.

O bölgede o bölgenin iklimi, suyu, toprağı neye uygunsa en çok verim hangi üründen alınıyorsa biz o ürüne daha fazla destek veririz. Havza bazlı destek bu demek.

Tarımsal destekleme sistemini, çiftçilerimize öngörülebilir ve istikrarlı bir gelir sağlamak amacıyla, basit, açık, anlaşılır ve şeffaf bir şekilde yeniden tasarlayacağız.

Tarım desteklerini, yani çiftçinin üreteceği ürüne vereceğimiz destekleri, üretim yapılan yıl açıklayıp, aynı yıl içinde ödeyeceğiz.

Şu anda ürün alınıyor daha desteğin ne olacağı belli değil. Sen önceden söyle ki desteği çiftçimiz ona göre ne ekeceğine karar versin.

Karanlığa, bir bilinmezliğe ekim yapıyor çiftçimiz. Ürün dönemi geldiği zaman destek açıklanıyor. Destek açıklanıyor bir sene sonra ödeniyor. Olmaz.

Çiftçimizin kullandığı mazot ÖTV’sini çiftçimize aynen iade edeceğiz.

Çiftçimize kullandığı gübrenin yüzde 50’sini yani tam yarısını biz devlet olarak karşılayacağız.

Çiftçilerimizin kredi borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz. Bu süre içerisinde de çarklarını döndürebilmeleri için de ilave imkanlar sağlayacağız.

Tarımsal üretimi büyütmek için, büyükşehirlerde büyük ve atıl alanların kullanılmasını sağlayarak, şehir tarımını geliştireceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Mersin’de, “gençleştirme” adı altında çok fazla ağaç kesimi yapılıyor. Bu sadece mersinde değil kaç ilde gördüm bunu.

Kars Sarıkamış’a gittik. Girdiğim her yer konuştuğumuz herkesin içi yanıyor. Ormanlarımızı katlediyorlar. Genç genç fidanları kesiyorlar.

Bir yandan ekonomik zorluk ama bir yandan bu ormanlarla ilgili şu son birkaç yılın bu vahşi uygulaması gerçekten vatandaşlarımızın artık canını acıtıyor.

Sarıkamış’ta bunları konuşurken gözümüzün önünde böyle büyükçe bir kamyon kesim yapılmış ağaçları götürüyor. Çapları 3,5,10 cm. Bu kadar. Yazıktır günahtır. Esnaf, sayın başkanım bizim ormanlarımız gidiyor, ciğerlerimiz gidiyor dedi.

Dünyada ham madde fiyatları arttı, temel girdi fiyatları arttı ya. Bu da maalesef daha vahşi bir bakışın önünü açtı. Fiyat yüksek ve çok cazip. Arada kaçak maçak kes götür iyi para kazanıyorlar.

Ama bu işe dur demesi gereken devlet, devlet. Devlet buna göz yummayacak ya. Devlet bunun için var.

Böyle rant, vahşi kapitalizm, bunu dengeleyecek ancak devletin gücüdür. Ama bu rantı sağlayanlar devlet yetkilileriyle uyumlu çalışamaya başladığında işte olan bu ülkeye oluyor.

Bizler; nesiller arası adalet ilkesiyle hareket ediyoruz. Sadece kendi neslimizi değil gelecek nesilleri de düşünmek zorundayız. Çevre konusunda, ormanlarımız konusunda, su kaynaklarımız konusunda.

Tüm canlı ve cansız varlıkların korunması gerektiğini düşünüyoruz.

İşte bu anlayışımızdan hareketle, orman varlıklarımızı korumayı, temel bir öncelik olarak ele aldığımızı da vurgulamak istiyorum.

Bununla birlikte; ülkemizin en büyük konteyner limanına sahip, ulaştırma ve lojistik sektörü denildiğinde akla ilk gelen öncü şehrimiz mersin’de bir konunun daha altını çizmek istiyorum.

Arkadaşlar, bizler taşımacılık sektörüne önemli yenilikler getireceğiz.

Bir lojistik master planı hazırlayacağız. Bu plan sayesinde; çok araçlı lojistik merkezlerden en üst seviyede faydalanacağız.

Lojistik alanında uzun süredir devam eden, ancak bir türlü sonlandırılamamış çalışmaları, revize edip uygulayacağız.

Liman kapasitesini geliştirerek, liman işletmeciliğini iyileştirerek, deniz taşımacılığında da atılıma imza atacağız.

Gemilerimizin uluslararası standartlara uygunluklarını hassasiyetle takip edecek ve beyaz bayraklı olması için çaba sarf edeceğiz.

Şimdi Mersin’den bir söz duymak istiyorum.
Arkadaşlar, ekonomide, hep beraber, tarihi bir atılım yapmak için hazır mıyız?

Bu milletin refahı için sokak sokak, ev ev, dükkân dükkân çalışmaya hazır mıyız?

Çalışacağız arkadaşlar.
Çünkü biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Bizim çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Hepinize çok teşekkür ediyor, Mersin il kongremizin hayırlı olmasını diliyorum.

14 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kozan İlçe Binası Açılış Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KOZAN İLÇE BİNASI AÇILIŞ KONUŞMASI

Değerli yol arkadaşlarım,

Kıymetli misafirler,

Kozan’ın saygıdeğer insanları,

Basınımızın değerli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, Kozan ilçe binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

İlçe binamızın hayırlı hizmetlere vesile olmasını diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partisi’nin kuruluşundan sonra, Adana’daki ilk programımız, mart ayında yaptığımız Seyhan kongresiydi.

Ardından, partimizin “Tarım eylem planı”nı tanıtmak için haziran ayında yine Çukurova’daydık.

Bugün de sizlerle beraber Kozan’dayız.

Adana’da yaptığım bu üçüncü programda artık gördüm ki, deva damlaları, Çukurova’nın dört bir yanında, bu bereketli topraklarla buluşmuş.

Ben Kozan’a daha önce hiç gelmemiştim.

Bu açılış vesilesiyle, Kozan’da olmaktan, partimizin değerli kurucusu Ramiz Ongun Bey’in memleketinde olmaktan, büyük mutluluk duyuyorum.

Bu programı önerdiği için, bizleri buraya davet ettiği için kendisine huzurlarınızda teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bizler, riyakarlığa karşı dürüstlüğün, yanlışa karşı doğrunun sesini yükseltmek için yollara düştük.

Ben şu son bir yılda 60’tan fazla ile, 100’den fazla ilçeye gittim. Her gün yollarda, sokaklarda vatandaşlarımızla buluştum, kucaklaştım. Dertlerini dinledim. Partimizin hazırlıklarını anlattım.

Her yerde ne görüyorum, biliyor musunuz?

Vatandaşlarımızın yaşadığı gerçekler başka, ülkeyi yönetenlerin konuştukları başka.

Mevcut iktidar kendisini adeta bir “uydurulmuş gerçeklik” odasına hapsetti. Sürekli olarak o odadan konuşuyor.

Türkiye’yi, sadece kendi sesini duyduğu o odadan yönetmeye çalışıyor. Ama olmuyor.

Bakın size küçük bir örnek vereyim. Ayda bir enflasyon rakamları açıklanıyor.

Rakamları ayarlama enstitüsü, diğer adıyla TÜİK, kendine göre enflasyonu ne kadar açıkladı? Yüzde 19.

Ben çarşıda, pazarda hem esnafa hem de alışveriş yapan vatandaşlarımıza soruyorum. Sen enflasyonu ne hissediyorsun? Çünkü cebinden parayı veren sensin. Kredi kartını çektiren sensin.

Esnafımız alıyor, satıyor. Her gün alıp sattığı mal. TÜİK ne yapıyor? İstatistik yapıyor. Öbürü bizzat işi yapıyor. Alıyor, satıyor.

Vatandaşın yaşadığı enflasyon, TÜİK’in açıkladığının en az iki katı.

Açıklanan rakamlar konusunda kimse devletin kurumuna güvenmiyor. Bu hale getirdiler devleti maalesef.

Araştırmalarda da çıkıyor. Vatandaşlarımızın çoğu TÜİK’in rakamlarına inanmıyor.

Hatta iktidar partisine zamanında destek vermiş vatandaşlarımız bile “Onlar bir enflasyon açıklıyor ama bu doğru değil. Benim yaşadığım, hissettiğim farklı bir enflasyon” diyor.

Bu ne demek biliyor musunuz arkadaşlar?

Vatandaş, devletinin söylediğine inanmıyor. Devlet bir şey söylüyor, vatandaş doğru değil diyor.

Arkadaşlar, bu çok vahim bir durumdur.
Devletlerin gücü “itibar”larıyla, güvenilir olmalarıyla ölçülür.

Devletin kendi itibarından alacağı güç, yeri gelir, ekonomik güçten de üstündür. Askeri güçten de üstündür.

Bu arkadaşınız 3 yıl AB Bakanlığı, 2 yıl Dışişleri Bakanlığı yaptı.

Açıkça söylüyorum: Sözüne güven olmayan devlet, güçlü bir devlet olamaz.

Ben zamanında güçlü ve itibarlı bir devletin sözüne güvenilir bir devletin bütün dünyada temsilcisi olmanın, Dışişleri Bakanı olmanın gururunu yaşadım.

Fakat ülkenin şu anda içine düştüğü duruma çok üzülüyorum. Son yıllarda hem dışarıda hem de içeride, maalesef çok büyük bir itibar kaybı yaşandı.

Türkiye, sözüne güvenilmeyen bir ülke haline düştü. İktidar ortakları, ülkenin gerçeklerini konuşmadıkları için, kendisine oy veren insanlarla bile artık aralarına aşılmaz duvarlar ördü.

Halkla aralarında artık kocaman bir duvar var, duvar.

Eskiden her fırsatta “milli irade” diyenler, o milli iradenin gündeminden iyice kopup uzaklaştılar. İş bilmez adımlarla ülkemizi çıkmaz yollara, sokaklara soktular.

Sayın Erdoğan’a sorsanız, her şey gayet iyi gidiyor. Şurada sorun var, problem var dediğini hiç duymuyoruz.

Dedim ya, kendisini bir uydurulmuş gerçeklik odasına hapsetti. Biz doğruları söylediğimizde de inkâr ediyor.

Her gün memleketin hakikatini söylüyoruz. Duymuyor. Duysa da duymazdan geliyor.

Her gün memleketin gerçeğini gösteriyoruz. Görmüyor. Görse de görmezden geliyor.

Vatandaşımız “Evime ekmek götüremiyorum sayın cumhurbaşkanım” diyor. “Abartma, al bir keyif çayı iç” diyor.

Ama Sayın Erdoğan hiç merak etmesin, bu millet kendisine sırtını dönenle, kendisiyle arasına duvarlar inşa edenle yola devam etmez.

Bu millet, kendisine sırtını dönenleri müsait bir yerde indirir. İlk seçimlerde de zaten olacağı budur.

Belli ki, iktidar bugüne kadar, ‘Nasıl olsa benim bir alternatifim yok’ diyordu. Bunun rahatlığıyla hareket ediyordu.

Sayın Erdoğan, artık biz varız biz. Artık DEVA kadroları var. Ve biz geliyoruz. Artık halkımız sahipsiz değil, alternatifsiz değil, çaresiz değil.

Kısır politikaları, eskimiş söylemleri geride bırakıp, özgürlük ve zenginlik için mücadele edecek bir kadro var artık.

Evet DEVA Partisi var...Ve biz hazırız. Şimdi sizlere sormak istiyorum: Kozan hazır mı?

Adana hazır mı?

Evet, Kozan’ının da Adana’nın da devası hazır.

Sağ olun.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın daha iki gün önce Sayın Erdoğan çıktı televizyona iki kelime etti, dolar 9 lirayı geçti.

Daha dün gece merkez bankası yönetiminde gene iki üç kişiyi aldı, iki üç kişiyi attı. Dolar daha da arttı.

Ne yapsa olmuyor. Getirle götürle hiç uğraşma diyorum artık kendisine.

Daha önce de söyledim. Örneği de var. Varlık Fonu diye bir şey kurdu biliyorsunuz. Ben hükûmetteyken tam beş yıl engelledim.

Eskiden biliyorsunuz bakanlar kurulu kararları çıkardı. Bütün bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı imzalardı. Bakanlardan bir tanesi imzalaması o yürümezdi.

Ben pek çok karara öyle engel oldum. Pek çok yanlışa çok şükür dur dedim. Bu varlık fonu da benim engellediğim projelerden bir tanesiydi.

Ben ayrıldıktan hemen sonra apar topar Varlık Fonunu kurdular. Bir yasa yazdılar dediler ki ‘Biz bu fonla aklımıza gelen her şeyi yaparız’

Kamu ihale yasasına falan da tabi olmayız. Üstelik Sayıştay da bu fonu denetleyemez dediler. Bu kanunda açık açık yazıyor. Aklımıza geleni yaparız diyen bir kanun.

Şu anda bu fon tam 65 milyar Türk lirası borca batmış durumda. Varlık fonu borçlu olur mu ya? Adı üstünde varlıklarını koyduğun fon. Bu fon borca batırılır mı?

Yetmedi bir de gittiler bu fonu yurt dışından bir milyar iki yüz elli milyon avro borçlandırdılar. Bu fonun başkanı kim? Recep Tayyip Erdoğan.

İlk defa oldu. Bir cumhurbaşkanı kendi kendini bir göreve atadı. “Ben cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı Varlık Fonu Başkanı olarak görevlendirdim” diyor.

Demiştim ki, Türkiye’de ilk defa bir şey oldu. Bir cumhurbaşkanı kendi kendisini bir kurumun başına atadı.

Dün gece ne yaptı? Yine 2-3 Merkez Bankası yöneticisini görevden aldı. 2-3 kişiyi göreve getirdi.

Ben diyorum ki; hiç getirle götürle uğraşma. Nasıl Varlık Fonunun başına kendini görevlendirdiysen Merkez Bankasının başkanı olarak da kendini görevlendir. Şu işi bitir. Yazık bu insanlara.

Zaten senin talimatının dışından bir iş yapmıyor bunlar. Merkez Bankasının bağımsızlığı mı kaldı? İşler iyiye gidince “Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi”, işler kötüye gidince adamlarının birini al, birini ver. Birini getir, birini götür. Sonuçta ne oldu?

Sayın Erdoğan 2018’de haziran seçimlerinde ne diyordu? “Bana oy verin enflasyon da faiz de nasıl düşürülür göstereceğim” demiyor muydu?

Bu oyu öyle almadı mı? Yüzde elli artı biri cebine böyle koymadı mı?

Üç yıl üç ay oldu. Bu süre içerisinde hem faiz arttı hem kur arttı hem de enflasyon arttı. Düşen bir şey yok.

Talimatla faiz düşmez. Talimatla dövizin kuru düşmez. Dövizin kuru da faiz de ancak güvenle düşer.

Siz güveni oluşturacaksınız. Güveni oluşturacaksınız ki bu ülkeni vatandaşları çok üretsin.

Güveni oluşturacaksınız ki bu ülkenin sanayicisi çok üretsin.

Güveni oluşturacaksınız ki bu ülkenin vatandaşları sermayesini, birikimini Türkiye’ye getirsin.

Güven demek bolluk demek. Bolluk demek fiyatların düşmesi demek. Bolluk demek döviz kurunun düşmesi demek. Bu işin çaresi bu.

Hiç uğraşmasınlar. Ne yaparlarsa yapsınlar bir an önce şu memlekette güveni oluşturmak için çalışsınlar. Güven olmayınca olmaz. İllaki güven.

Ne diyordu? “Faiz sebep enflasyon sonuç” diyordu. Yıllarca bunu söyledi.

Merkez Bankası bağımsızken de bunu söyledi. Merkez Bankası’nda tertemiz, dürüst, işi bilen arkadaşlarımız işi başındayken faiz yüzde 6-7 iken onları vatana ihanetle suçladı. Onları meydanlarda yuhalattı.

Ben şimdi Sayın Erdoğan’a soruyorum. Yüzde 6-7 Merkez Bankası faizi vatana ihanet ise yüzde 19-18 Merkez Bankası faizini nasıl tanımlayacağız? Kendisi söylesin.

“Yüksek faiz yüksek enflasyon vatanı satmaktır” diyordu. Enflasyon yüzde 8-9 iken faizler yüzde 6-7 iken bu vatanı satmaktır derken; şu anda TÜİK’in açıkladığı yüzde 19 TÜFE yüzde 45 ÜFE, yüzde 18 Merkez Bankası faizi, buna nasıl bir tanım getirecek acaba?

Şu andaki hükûmet yerliliği ve millîliği ağzından hiç düşürmüyor değil mi? İki lafın başı yerli millî.

Bu ülkenin artık tarımsal üretimi bu ülkeye yetmiyor. Bu ülke en temel tarım ürünlerini ithal etmek zorunda kalıyor. Bizim çiftçimiz üretmekten vazgeçiyor.

Hani yerlilik hani millîlik? Sizin yerli dediğiniz, millî dediğiniz tarım politikası bu mu?

Bu ülkenin gençleri kendi hayatlarını başka ülkelerde kurmak istiyor. Bu ülkenin gençleri bu ülkeden bir an önce kaçmak istiyor.

Ben soruyorum Sayın Erdoğan’a. Yaşamak istenmeyen ülke, gençlerin kaçmak istediği ülke sizin yerli dediğiniz millî dediğiniz politikaların sonucunda bu hale düştü ya? Bu mu yerlilik bu mu millîlik soruyorum size?

Türk liramız, milli paramız pul oldu pul. Bu mudur yerlilik, bu mudur millilik?

Yerli diyorsanız, milli diyorsanız bunun hakkını verin. Ya da o kelimeleri kusura bakmayın hiç ağzınıza almayın. Çünkü artık yakışmıyor size.

Adını sanını duymadığınız para birimleri, Türk lirasından daha kıymetli oldu.

Bulgarlar, levaları bozdurup bozdurup harcıyorlar. “Ne ucuzmuş bu memleket diyorlar”. Bir leva dünyanın parası ediyor. Böyle bir şey olur mu?

Bizim kendi vatandaşımızın aldığı maaş, emeklimizin, asgari ücretlimizin aldığı maaş daha bankamatikten çekilip de eve gidene kadar eriyor artık.

Vatandaşımız, “Kömür almaya gittim, pahalı geldi” diyor. “Üç gün sonra bir daha gittim, daha da artmış fiyatı” diyor.

Satın alma gücü düşüyor. Ne yazık ki artık çalışanın emeği bu ülkede para etmiyor. Orta direk yıkılıyor.

Rahmetli Özal’ın o çok önem verdiği, “Bu ülkenin taşıyıcısıdır” dediği orta direk yıkılıyor bugün.

İktidarın yanlış politikalarının bedelini tüm vatandaşlarımız ödüyor. Bu yanlışların bedelini Çukurova’nın çiftçisi ödüyor. Emeklisi ödüyor, gençleri ödüyor.

Bakın, Türkiye genelinde çiftçilerimiz hayatlarının en zor dönemini yaşıyor.

Gübre, ilaç, tohum, mazot, elektrik, yem... A’dan Z’ye her türlü girdi maliyeti artmış durumda.

Üreticimiz zarar ediyor. Ne kadar çok üretirse, o kadar çok zarar ediyor.

Korkarım ki, böyle giderse, ekip dikmekten vazgeçen, hayvan beslemekten vazgeçen çok sayıda çiftçimiz olacak. Çok sayıda üreticimiz olacak.

Ekim dikim zamanı geliyor. Geçen sene zarar eden çiftçimiz tohumu nasıl alacak? Gübreye nasıl gücü yetecek? Parasıyla gübre bulabilecek mi?

Gene yokluklar ülkesi olduk ya. Hayret ediyorum yani.
Şöyle 40-50 yaşın üzerindeki vatandaşlarımız bilir, Türkiye bir dönem yokluklar ülkesiydi, kuyruklar ülkesiydi.

Paranızla bir şeyleri bulamazdınız. Ben ilkokula giderken zeytinyağı kuyruğunda beklediğimiz hatırlıyorum. Babam, kuyruğa gir de bir saat falan sürer dedi, kuyrukta bekledim. 20 litre zeytinyağını zor taşıdığımı hatırlıyorum.

Bu memleket bunları yaşadı. Benzinin, mazotun karneyle satıldığı dönemi yaşadı.

Korkarım ki, bu iktidar bu kafayla giderse, aklını başına almazsa ülkemize gene yokluklar ülkesi haline çevirecek.

Bilmiyorlar. İktisadın, ekonominin temellerini bilmiyorlar. Habersizler.

Şuradaki, çarşıdaki manavın, bakkalın yanında 2 aylık çıraklık yapan bir insan bunların yaptığı hatayı yapmaz.

Daha dün akşam, yeni bir genelge yayınladılar. Yeni bir tebliğ. Diyor ki, ‘Döviz bürosunda her işlem için kimlik fotokopisi vereceksin’.

10 dolar bozdursan kimliğinin fotokopisini vereceksin döviz bürosuna. Kafa bu ya. Ya siz bununla mı memleketteki dövizin artacağını zannediyorsunuz?

Bununla mı yastık altındaki dövizin ortaya çıkacağını zannediyorsunuz. Beyhude çaba bunlar. Bunların hayattan haberleri yok. Ticaretten haberleri yok. Ekonomiden haberleri yok.

Buradan, Çukurovalı tüm vatandaşlarıma sesleniyorum.

Bu yaz sizlerle birlikte açıkladığımız tarım eylem planımızda, önümüze koyduğumuz hedeflerin hepsini vatandaşlarımız bize o desteği, ehliyeti, salahiyeti verdiğinde uygulayacağız.

Tarımsal girdilerde dışa bağımlılığı azaltacağız.

Üretim maliyetini kontrol altında tutmak amacıyla, zamanında yaptığımız gibi döviz kurunda istikrarı sağlayacağız.

Bakın, döviz kuru bu memlekette her türlü maliyetin ana sebebidir. Şurada balonlar asılı. Petrol=Döviz.

Şurada üzerinde durduğunuz parke taşları bunun imalatında kullanılan pek çok girdi enerji, döviz.

Şurada gördüğünüz elektronik cihazların tamamı döviz. Bayraklar asılı, polyester ham madde döviz.

Döviz kuru arttığında bu ülkede A’dan Z’ye her şeye zam gelir. Bunu öğrenemediniz mi hala?

Hükûmete sesleniyorum.

Tabii ki zamanında bir yerlere döviz istiflemiş olanlar, zamanında yurt dışında mal varlığı biriktirmiş olanlar, mal varlıkları euro olanlar, döviz olanlar, İsviçre frangı olanlar mutlu olabilir.

Ama Adana’mızın, Çukurova’mızın, çiftçimizin böyle bir şeyi yok.

O döviz artınca biliyor ki, traktörü pahalılaşıyor. Döviz artınca biliyor ki, elektriğe zam geliyor.

Döviz artınca biliyor ki, mazot artıyor. Döviz artınca biliyor ki, gübre artıyor.

Bizim çiftçimiz bunu yaşıyor, biliyor. Onun için bu ülkede döviz kurlarının istikrarı bu ülkedeki fiyat istikrarı açısından olmazsa olmazdır.

Ve bu talimatla düşmez. Talimatla durmaz. İllaki güveni oluşturacaksınız.

Bakın; en önemli girdisi doğal gaz olan gübre sektöründe, bazı firmalar üretimlerini durdurdu. Fiyat verirken fiyatım şu diyor ama iki saat sonra değişebilir diyor. Aynı doksanların ülkesi. Aynı o 2001 krizinde 20 tane bankanın battığı Türkiye’nin resmini bugün görmeye başladık bu ülkede.

Geçen yıl tonu 1.925 lira olan üre gübresi bugün 7.000 lirayı geçmiş durumda. Arşive bakın. TÜİK yüzde 19 desin dursun. TÜİK gelsin, Sayın Cumhurbaşkanı gelsin Çukurovalı çiftçimize sorsun bakalım enflasyon yüzde 19 mu, başka bir şey mi?

Buradaki çiftçimiz onu anlatır. Çünkü yaşıyor onu. Tarım eylem planımızda söz verdik:

Biz, yerli gübre sanayinde atılım yapacağız.

Kimyasal gübrenin yanında, asıl ihtiyacımız olan organik gübre için de teşvikleri artıracağız.

Özellikle BOTAŞ’ın imkânlarını kullanarak, gübre sanayinin hammaddesini uygun fiyat ve koşullarda tedarik edeceğiz.

Başta linyit olmak üzere, yerli kaynakları kullanarak, yerli gübre üretimini artırmak için gerekli teşvikleri vereceğiz.

Ve çiftçimizin gübre maliyetinin yarısını, devlet olarak biz karşılayacağız. Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini aynen iade edeceğiz.
Çiftçimize özel, farklı, düşük bir elektrik tarifesi uygulayacağız.

Son üç yıl üç aydır partili taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan göreve başladığından bu yana çiftçimizin kullandığı elektriğin maliyeti tam yüzde yüz altmış sekiz arttı. Bu ne demek? Yüz lira ödüyorsa şimdi iki yüz altmış sekiz lira ödüyor demek.

Türkiye’nin gerçeği bu. Yem de çiftçimize yüzde 50’ye varan destekler vereceğiz.

Tüm tarımsal kredileri iki yıl ödemesiz olarak uzun vadeli taksitlere yayacağız. Ve ilk iki yıl ödeme sıfır.

Faizi sileceğiz, sıfırlayacağız. Rakamı donduracağız. İki yıl ödemesiz, iki yıldan sonra küçük küçük taksitlerle zamana yayacağız. Bu sürede de çiftçimize yeni kredi açacağız.

Şimdi ne yapıyorlar? Eskiyi ödemezsen yeni kredi yok. Eskiyi ödemezsen yapılandırma yok. Senin vergi borcun var, kredi yok. Böyle bir şey olur mu ya?

Zaten parası olursa vergisini ödeyecek. Parası olamadığı için vergisini ödememiş. Vergini öde ki sana öyle kredi kullandırayım diyor.

Tecrübeyle sabit. Hangi tarım arazisi olursa olsun. Eğer damlama sulama, basınçlı sulama, fıskiye sistemi, yağmurlama bu tür bir sulamayla tarla sulanıyorsa çiftçimizin geliri en az ikiye üçe katlıyor.

Türkiye’de tarımsal sulamayla ilgili yatırımlar çok ağır gidiyor. Biz hesabını yaptık? Türkiye’deki bütün tarımsal sulama yatırımlarının maliyeti bir Kanal İstanbul etmiyor.

Sayın Erdoğan’ın inadına yapacağım dediği o rant projesi Kanal İstanbul var ya, onun parasına Türkiye’de tamamlanmayan bir sulama projesi kalmıyor.

Barajlar, göletler, irsale hatları, basınçlı su kanalları, yağmurlama, damlama sistemlerinin tamamını topla topla bir Kanal İstanbul etmiyor.

Yazıktır. Bakın, Çukurova’da da var. Baraj bitmiş. Su orada. Burada sulamaya ihtiyaç var. İrsale hattı yatırımı yapılmamış. Tarlada su yok.

Bu tamamen öncelik meselesi öncelik. İşte bir hükûmet vatandaşından koparsa artık vatandaşıyla aralarına duvar örülürse memleketin gerçek ihtiyaçlarını tespit edemez. Bilemez.

Vatandaşın öncelikleri başka kendi öncelikleri başka. Kendi öncelikleri şu anda rant. Etrafındaki üç beş zengine daha çok imkân sağlamak. Onları daha da çok zengin etmek.

Bakın, Türkiye’de lüks olan arabalar var ya satışları artıyor. Her türlü lüks tüketim, 2 bin 3 bin dolarlık çantalar şunlar bunlar satışları arttı bu yıl.

Zengin daha zengin oluyor. Ama bu ülkenin yoksulu da daha yoksul oluyor. TÜİK bile bunu gizleyemiyor.

Mızrak çuvala sığmıyor. TÜİK’in rakamlarına bakın. En zengin yüzde 5 ile en fakir yüzde 5 arasındaki gelir farkı tam 26 kata çıkmış.

Geçen sene 22 kattı bu yıl 26 kat olmuş. TÜİK bile bunu gizleyemiyor artık. Biz dersimizi çalışıyoruz. Biz hazırlanıyoruz. Biz hazırlanıyoruz.

Biz günü geldiğinde seçimlerden sonraki hükûmet kurulduğunda ilk 90 ve ilk 360 günde neler yapacağımızın bütün detaylarını hazırlıyoruz.

Dersimizi şimdiden çalışıyoruz ki seçim günü geçtiğinde hemen uygulamaya başlayalım. Biz hazırız.

Şimdi bir kere daha sizlere sormak istiyorum. Adana’ya, Çukurova’ya, Kozan’a soruyorum.Tarımın DEVA’sı olmak için hazır mıyız?
Hep beraber, büyük bir atılıma hazır mıyız?

*****

Değerli arkadaşlar,

Atılımın yolu demokrasiden geçer. Onun için partimizin adı demokrasi ve atılım partisi.

Sanayiden tarıma kadar, her alanda, öncüsü olacağımız atılımı mutlaka demokrasimizi yükselterek gerçekleştireceğiz.

Bizim bir demokrasi hedefimiz var: Üste çıkanın alttakini ezmediği,

Sadece kendine demokrat olanların, diğerlerine zulmetmediği bir demokrasi hedefimiz var.

Eşit vatandaşlığa dayalı, hiçbir hayat tarzının ve inancın ötekine baskı uygulamadığı bir demokrasi hedefimiz var.

Biz bu topraklarda, her türlü zorbalığa son vereceğiz.

Kazanılmış haklardan, tek bir gram dahi eksilmesine müsaade etmeyeceğiz. Gasp edilen tüm hakları da iade edeceğiz.

Çünkü bizler, Türkiye’yi yepyeni bir toplumsal sözleşmeye davet eden deva hareketiyiz.

Üstümüze düşen büyük sorumluluğun farkındayız.

Çünkü DEVA Partisi, özgürlüklerin partisidir.

Demokrasimize karşı yönelen, her türlü kalkışmanın karşısında, dimdik duranların partisidir.

Milletin iradesini, her şeyden ve herkesten üstün tutanların partisidir. DEVA Partisi;

Koşullar ne olursa olsun, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden asla taviz vermeyenlerin partisidir.

DEVA Partisi, hiçbir vesayet odağına, siyasetin üstünde bir güç atfetmeyenlerin partisidir.

*****
Değerli Kozanlı dostlarım, Şimdi sormak isterim sizlere;

DEVA Partisi’nin hedeflerini, hayallerini, adanalı esnafımıza, işçimize, emeklimize, çiftçimize, Çukurova’nın bereketli tarlalarına ulaştırmaya var mısınız?

Deva Partisi’ni il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı anlatmaya var mısınız?

Siz varsanız biz de varız.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun.

12 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 6. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
6. İL BAŞKANLARI TOPLANTISI KONUŞMASI

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez başkanlık kurulu üyeleri,

Değerli bölge koordinatörlerimiz,

Çok değerli il başkanlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

Partimizin altıncı il başkanları toplantısı’na hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Tarihi belli olmasa da adı konmasa da seçim günü yaklaşıyor.

Kriz üstüne kriz üreten mevcut iktidar, uzunca bir süredir artık bu ülkeyi yönetemiyor.

Ekonomiden hukuka, dış politikadan tarıma, eğitimden sağlığa kadar her alanda kriz büyüyor.

Daha evvel söylediğim gibi, ülkemiz çoklu bir sistem krizinin içinden geçiyor. Tıbbi tabirle çoklu organ yetmezliği gibi bir durumla ülkemiz karşı karşıya.

İşte bu sistem krizini aşma fırsatı, bizim önümüzdeki ilk seçimde elimizde olacak.

Biz, önümüzdeki seçimleri, sadece mevcut iktidarın ortaklarını uğurlayacağımız bir tarih olarak görmüyoruz.

Türkiye, aynı zamanda, bu seçimle beraber çok kritik bir karar alacak.

Aslında, önümüzdeki seçimlerde sandıkta, “Taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine tamam mı, devam mı?” kararını vatandaşlarımız vermiş olacak.

Önümüzdeki seçim, bir bakıma, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişin ön seçimi, bir onayı anlamına gelecek.

Bildiğiniz gibi bizler güçlendirilmiş parlamenter sistem hazırlıklarımızı çoktan tamamlamış durumdayız. Daha geçen sene aralık ayından kodifikasyonu tamamlanmış 74 maddelik anayasa değişiklik paketimizi biz tamamladık bitirdik.

Daha sonra siyasi partilerle ikili istişare sürecine başladık. Ve nihayetinde de güçlendirilmiş parlamenter sistem hazırlığımızı, geçtiğimiz hafta genel merkezimizde yaptığımız basın toplantısıyla kamuoyuna duyurmuş olduk.

Kuvvetler ayrılığına dayanan, özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir sistem önerisi sunduk.

Sorunlarımızı, demokrasi temelinde çözmek için atacağımız bu kuvvetli adımın detaylarını halkımızla paylaşmış olduk.

Sistem değişikliği için anayasanın bazı maddelerini değiştirmemiz gerekiyor. Tüm bunları detaylıca çalıştık.

Burada, şunun altını bir kere daha çizmek istiyorum:
Önerdiğimiz sistem değişikliği, demokratik anayasa yolunun ilk adımıdır.

Önerdiğimiz sistem değişikliği, bu ülkedeki herkesin insan onuruna yaraşır bir hayat yaşamasının yolundaki ilk adımdır.

Değerli arkadaşlar,

Parlamenter sistem konusunda irade beyan eden siyasi partilerle çoklu görüşmelere başlamış olduk.

Bu altı siyasi partinin bir araya gelip, aynı masada oturup sistem üzerinde çalışmaya başlaması gerçekten önemli bir adımdı. Yaklaşık dört hafta önce de bu süreci başlatmış olduk.

Bu görüşmelerdeki hedef; anayasa değişikliğiyle ilgili konularda, en azından ilkeler bazında mutabakat sağlayabilmek.

Hangi sistem olursa olsun, hangi anayasa değişikliğinden bahsedersek bahsedelim; toplumumuzun geniş kesimlerini ilgilendiren, ülkemizde yaşayan her bir vatandaşımızı ilgilendiren bir çalışmadan bahsediyoruz.

Böyle bir çalışmanın ancak geniş bir siyasi mutabakatla ve çok geniş bir toplumsal mutabakat arayışıyla yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Ve bu mutabakatın, erken bir aşamada sağlanmasının da önemli olduğunu düşünüyoruz.

“Hele bir seçim olsun, sonrasında bakarız, birkaç senede de parlamenter sisteme geçeriz” gibi işi zamana yayan bir yaklaşımı doğru görmüyoruz.

Bizim kültürümüzde ne vardır? “Hayırlı işte acele ediniz”. Bu bizim için önemli bir ilke.

Eğer, seçimlerden önce iyi bir hazırlık yapılır ve geniş bir mutabakat sağlanırsa, güçlendirilmiş parlamenter sistem için gereken anayasa değişikliğinin, seçimlerden sonraki ilk 6 ay içinde hızlıca tamamlanabileceğine biz inanıyoruz.

Yeter ki seçimlerden önce iyi bir hazırlık olsun. Mümkün olduğunca detaylı çalışılsın ve geniş bir mutabakat sağlansın. Hazırlık iyi olursa, bu işin sahibi çok olursa, toplumsal mutabakat zemini geniş olursa bunun uygulaması çok hızlı olacaktır.

Ama işi sonraya bırakmayacağız. Gün bu gün. Hazırlık ve çalışma için zaman bu zaman.

Bu çalışmaların, yalnızca anayasa değişikliğiyle sınırlı kalmaması gerektiğini de biliyoruz.

Çünkü anayasada ne var? Yasama, yürütme ve yargıyla ilgili maddeler var. Sistemle alakalı o maddeleri değiştirdiğinizde yeni sisteme geçmiş oluyorsunuz ama işi tam bitirmemiş oluyorsunuz.

Anayasa değişikliklerinin yanı sıra, siyasi partiler ve seçim yasalarındaki değişiklikler, meclis iç tüzüğündeki değişiklikler ve özellikle de siyasi etikle ilgili düzenlemelerin de çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu doğrultuda, altı partinin mutabık kaldığı bir metin hayırlısıyla ortaya çıktıktan sonra, geçiş sürecinin yol haritasının da çalışılması gerektiğini hep söylüyoruz.

Bu ne demek?

Mevcut sisteme göre yapılacak ilk seçimlerle, sistemi değiştireceğimiz tarih arasında nelerin yapılacağıyla ilgili, hangi adımların atılmasıyla ilgili bir yol haritasının da ortaya çıkarılması demek.

Biz, ilk günden beri, geçiş süreci yol haritasının ve bununla ilgili çalışmaların taahhütlerin de hep önemli olduğunu ve olacağını vurguladık.

Bu nedenle, seçimlere giderken, sistem değişikliği için hangi aşamalardan geçileceğini ve bunun takvimini kamuoyuyla paylaşmanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Çünkü biz, DEVA Partisi olarak, söylediğimiz her sözün bizi bağladığını biliyoruz.

Ve biz sözümüze güveniyoruz.

Bakın, seçimler şu andaki sisteme göre oldu. Seçimlerden önce de eğer sadece parlamenter sistemi çalışıp hedef olarak ortaya koyarsak biz bunun kâfi olmayacağına inanıyoruz.

O sisteme hangi aşamalarda, nasıl bir takvim içerisinde geçileceğinin de seçimlerden önce çalışılıp ortaya konmasının bu ülkenin istikrarı açısından son derece önemli olacağını düşünüyoruz.

Ülkemizi bu taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden kurtarmaya kararlıyız.

Konuşan, tartışan, sorunlarını istişareyle ve ortak akılla çözen bir Türkiye’yi hep beraber kuracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bir süredir siyasi hayatımıza maalesef yeniden şiddet gölgesi düştü.

İzmir’de, gencecik bir kadın, HDP il binasında siyasi cinayete kurban edildi.

Gelecek Partisi genel başkan yardımcısı sokak ortasında öldüresiye şiddet gördü, hastanelik edildi.

İktidara muhalif gazeteciler şiddete maruz kaldı, kalıyor.

Zaten, iktidarın küçük ortağı, beğenmediği gazetecileri, sosyal medya hesabından hem sıkça hedef gösteriyor hem de açıkça isim göstererek tehdit ediyor.

İyi Parti Genel Başkanının Rize ziyareti sırasında, şiddet görüntülerini hepiniz hatırlıyorsunuz.

Ve daha hazini, bunun ardından, bu ülkedeki herkesin can güvenliğinden sorumlu kişi, yani cumhurbaşkanı çıktı ne dedi? “Bunlar daha iyi günleriniz” dedi. İşin vahametine bakın.

Siyasi şiddetin 80’li yıllar, 90’lı yıllardaki gibi yeniden hayatımıza girmesinden ben ülkem adına hicap duyuyorum. Biz o günler artık geride kaldı diyorduk. Biz bu ülkenin sorunlarını medeni bir şekilde konuşa konuşa çözeriz diyorduk.

Bu tür olayların iktidar ortakları tarafından mazur görülmesini veya masumlaştırılmasını ise son derece vahim buluyoruz.

Ben daha önce de söyledim, şimdi de söylüyorum:

Bu ülkenin şu andaki cumhurbaşkanı, her konuda tek yetkili olmak istedi. Tek imzayla her şeyi yapabilmeliyim dedi.

Ancak bu tüm yetkiyi tek elinde toplayan kişi, aynı zamanda, tüm sorumluluğu da kendi üstüne toplayan kişi oldu.

Yetki bende olsun sorumluluk gördüm mü kaçayım. Böyle bir kolaycılık yok.

Madem tek yetkili olmak istediniz, tek sorumlu da sizsiniz. Suçu başkasına atamazsınız.

Ve ben Sayın Erdoğan’dan, derhal, siyasal şiddete karşı açık bir duruş ortaya koymasını talep ediyorum. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak talep ediyorum.

Olan biteni sadece izleyen, “Bunlar daha iyi günleriniz” diyen, muhalefeti “ülke yönetimine talip olmamaya” davet eden bu tutum, ülkemiz adına son derece tehlikeli bir ortama zemin hazırlamaktır.

Buradan uyarıyorum;

Ülkenin şu andaki cumhurbaşkanı, siyasal şiddete karşı açık bir duruş ortaya koymazsa, bu ortamdan cesaret alacaklar olacaktır.

Ortaya çıkabilecek olayların da bizzat sorumlusu Sayın Erdoğan’ın kendisi olacaktır.

Eğer sorumluluktan uzak durmak istiyorsa, bundan sonra olabileceklerin vebalinden günahından bir miktar da olsa kendini uzaklaştırmak istiyorsa çıksın desin ki “Ben siyasal şiddete karşıyım. Kolluk kuvvetlerime talimat veriyorum.”.

Yargıda da içeriden talimat mı verir ne yapar bilmeyiz ama en azından yargıdan da beklentisini ortaya koysun. Ve desin ki “Biz barış ve huzur içerisinde bir siyaset ortamı istiyoruz Türkiye’de.” Siyasal şiddeti istemiyoruz desin.

Çıksın bunu söylesin. Bakın, söylemezse “sükût ikrardan gelir”. Susmak zımmen desteklemek anlamına gelir.

Her konuda topa giren, en küçük bir köşe yazısına, en küçük bir televizyon yorumuna anından cevap veren ülkenin şu andaki cumhurbaşkanı böylesine önemli bir konuda sessiz kalamaz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Hiç kaygınız olmasın. Biz bu karanlık günleri sona erdireceğiz.

Evet, ülkemiz şu anda gerçekten fırtınalı ve zor bir dönemden geçiyor.

Türkiye, keyfi ve kuralsız bir yönetim anlayışının elinde, bu durumdan bir çıkış yönü arıyor.

Ancak bizler, ülkemizi barış, refah ve adalet limanına sağ salim yanaştıracağız. Hiç kimsenin endişesi olmasın.

Ülkemizin tüm sorunlarını, meşru demokratik siyaset zemininde çözeceğiz. Burada, bir noktanın altını çizmek istiyorum.

Hiç kimse artık bu ülkenin sorunlarının çözümünü, kaba kuvvette falan aramasın. O günler geçti.

Hiç kimse halkın iradesiyle inatlaşmasın.

O dönemler geride kaldı artık.

Türkiye, tüm sorunlarını konuşarak çözme kapasitesine sahip bir ülkedir.

Söyleyecek sözü, yapacak işi olmayanların;

Sıkıştıkça tehdide ve şiddete başvuranların, Türkiye’nin geleceğinde hiçbir yeri yoktur.

*****

Değerli arkadaşlar,
Ülkemizin hak etmediği bir noktaya sürüklendiğinin farkındayız.

Evet, adaleti mumla bile arıyoruz bulamıyoruz.

Kurumlar çöktü. Kurallar işlemiyor.

Ancak, biz tüm bunları aşıp, hakkı tesis edecek, kuralları işletecek ve kurumları ayağa kaldıracak bir ekip olduğumuzu gayet iyi biliyoruz.

Bu kapsamda; tüm travmaları, korkuları, geride bırakacağımız yeni bir sistem inşa etmeyi hedefliyoruz.

İnsan onuruna yakışır bir siyasal düzen için, akılcı politikalarla harekete geçmek için sabırsızlanıyoruz.

Bu ülkede, sadece endişeli modernlerin veya endişeli muhafazakarların değil; tek bir insanın dahi endişeli olmaması için çalışmayı taahhüt ediyoruz.

Ülkemizi, merkezinin tam insan olduğu; kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü demokrasiye ulaştırmak için var gücümüzle çalışacağız.

Bir kez daha vurgulamak isterim ki; ülkemizi, üste çıkanın altta kalanı ezdiği, nöbetleşe zorbalığın yaşandığı bir ülke olmaktan kurtaracağız.

Bir toplumsal kesimin, bir başka kesim üzerinde tahakküm uygulamasına da asla müsaade etmeyeceğiz.

Bu bağlamda,

Siyasetimizde, rövanşist hislere yer vermeyeceğiz.

Bir yanlışın başka bir yanlışla düzeltilemeyeceğini iyi biliyoruz.

Bu nedenle, bir devri sabık üretilmesine de karşı olduğumuzu açık bir şekilde belirtmek istiyorum.

Bizim tek kıstasımız, adil hukuk sistemidir.

Bu nedenle, geçmişe yönelik ne kadar iddia varsa, hukuk çerçevesinde, idari denetime, Meclis denetimine ve bağımsız ve tarafsız bir yargı denetimine tabi tutulması son derece önemlidir.

Gereği neyse bir hukuk devleti anlayışı içinde yapılır, yapılacaktır.

Bizim temel hedefimiz; yeni Türkiye’nin düzenini, ilkeler ve kurallar üzerine inşa etmektir.

Herkesin, hukuk ve kurallar içerisinde hareket etmesini sağlamaktır.

Hiç kimsenin, temel hak ve özgürlüklere bir daha asla dokunamayacağı bir düzeni kurmaktır.

Kazanılmış haklardan, bir adım bile geriye atmamak, gasp edilmiş hakları da derhal iade etmektir.

Adil, özgürlükçü ve şeffaf kuralları, sapasağlam bir şekilde yerli yerine oturtmaktır.

İşte bu kapsamda;

Huzur hakkı adı altında çok yerden maaş alıp, vatandaşlarımızın huzurunu kaçıranlara da geçit vermeyeceğiz.

Gençleri işsiz bırakıp, üçer beşer maaşla kamu kaynaklarını kendilerine bağlayanlara müsaade etmeyeceğiz.

Kamu ihalelerini, özel davet usulüyle yaparak, kayırmacılıkla, yolsuzlukla bu ülkeyi fakirleştirenlere dur diyeceğiz.

KHK gibi ucube bir yolla, binlerce aileyi mağdur edenlerin önünü kapatacağız.

DEVA Partisi olarak, bu milletin alın terini hiç edenlerin, hakkını hukukunu çiğneyenlerin karşısında bizler hep beraber dimdik ayakta duracağız.

Biz, Türkiye’nin yüzünü umuda çevireceğiz.
Bu kapsamda, tüm ülkemizi bu birlikteliğe davet ediyoruz. Davetimiz Türkiye’nin tüm demokrat seslerinedir:

Kimliği, inancı, ideolojisi her ne olursa olsun, tüm demokratları DEVA çatısı altına davet ediyoruz.

Fikirlerden kaçmayan, konuşmaktan korkmayan bir ülkeye davet ediyoruz. Cesur, özgür ve zengin bir Türkiye’ye davet ediyoruz.

Türkiye’yi; özgürlük, hak, adalet ve demokrasi ilkeleri etrafında, yeni bir toplumsal sözleşmeye davet ediyoruz.

Davetimizi il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, sokak sokak, kapı kapı ulaştıracağız.

Ülkemizin dört bir yanında herkesle buluşacağız. İşte 81 ilden il başkanlarımız burada. Bugün bu çatı altında her ay olduğu gibi yeniden buluştuk.

Sizler her biriniz kendi ilinizde büyük bir demokrasi mücadelesi veriyorsunuz. Her biriniz kendi ilinizde büyük bir hak ve özgürlük mücadelesi veriyorsunuz.

Her biriniz kendi ilinizde tüm ekibinizle beraber bütün ilçe başkanlarınızla beraber bütün üyelerinizle beraber bir hak, adalet ve hukuk mücadelesi veriyorsunuz. Bu mücadele çok kutsal bir mücadele.

Ülkemizin yarınları için biz sadece bir nefer olarak çalışmıyoruz. Biz şu anda demokrasimiz akışı içinde yeni bir tarih yazıyoruz.

DEVA Partisi Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi tarihinde en önemli dönüm noktalarından birisi olarak siyasi tarihimize geçecek bir iş yapıyor şu anda.

Ve ben gerçekten Türkiye’nin dört bir tarafında böylesine güçlü bir kadroya sahip olduğumuz için böylesine gözlerinde heyecan olan, ülke aşkı olan il başkanlarımızla, il teşkilatlarımızla beraber olduğum için sizlerle yol arkadaşı olduğum için büyük bir gurur ve onur duyuyorum.

Çalışmalarımızı, korkmadan, yılmadan, usanmadan sürdüreceğiz. Ülkemiz için gecemizi gündüzümüze katmaya devam edeceğiz. Demokrasi ve atılım için durmadan, yorulmadan çalışacağız.

Bu vesileyle altıncı il başkanları toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyor, çok çok teşekkür ediyorum.

10 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Esenyurt İlçe Kongresı̇ Konuşması

           

Esenyurt İlçe binası açılış

Merhaba Esenyurt!

Merhaba İstanbul!

Bu ne güzel bir coşku böyle.

Bu ne güçlü bir demokrasi sevdası.

Sizler buraya sadece bir ilçe binasının açılışına gelmemişsiniz belli. Bu açılıştan öte bir şey.

Bugün Esenyurt’a kocaman bir demokrasi meydanı kurmuşsunuz. Maşallah.

Hoş geldiniz arkadaşlar, hoş geldiniz. Demokrasi hasretini biz bu meydanda şimdi gidermeye başladık inşallah Türkiye’nin tümünde demokrasi ile yeniden buluşarak bu ülke, hiç endişeniz olmasın.

Siyasi partilerin temsilcileri,

Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Hoş geldiniz.

Türkiye’nin umudu, işte bugün Esenyurt’ta kurduğumuz bu demokrasi meydanında yeşeriyor.

Bugün Esenyurt’tan baktığımızda, içinde olduğumuz karanlık tünelin ucundaki ışık artık görünüyor.

Çok şükür.
Şimdi sizlere sormak isterim;
Özgürlükler için hazır mıyız Esenyurt? Hukuk için, adalet için hazır mıyız Esenyurt? Demokrasi için hazır mıyız?

Atılım için hazır mıyız?
Evet maşallah, Esenyurt hazır. Esenyurt müthiş.

Türkiye’nin yarınlarını, işte bugün Esenyurt’ta kurduğunuz bu demokrasi meydanı aydınlatacak. Bu meydandaki demokrasi ışığı tüm Türkiye’ye hızla yayılacak.

Sağ olun, var olun.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Biz gençliğimizin kuşkusuz yanındayız ama gençliğimiz önden yürüyor bir gençliğimizi takip ediyoruz, bunu böyle bilin.

Bugünkü iktidarın ortakları, Türkiye’yi karanlık bir tünelin içine soktuklar. Bu tünelde hukuksuzluk var, adaletsizlik var.
Bu tünelde yolsuzluk var, yasaklar var.
Bu tünelde yoksulluk var, işsizlik var, hayat pahalılığı var.

Koca bir ülke, bu kötü yönetimin elinde şu anda can çekişiyor.

Ülkemiz, varlık içinde yokluk çekiyor. Tam bir varlık içinde yokluk. Şu anda özellikle pandemi sonrasında, bütün dünyada ekonominin çok hızlı bir şekilde canlandığı bir dönemdeyiz. Merkez bankalarının trilyonlarca dolar trilyonlarca Euro parayı basıp dünyaya saçtığı dönemdeyiz. Tam bir varlık üzerinde yokluk çekiyor benim ülkem şu anda. Maalesef.

Asgari ücret, açlık sınırının dahi altındayken, kamu kaynaklarından nemalananların, 10-15 yerden maaş alanların bakıyoruz keyfine diyecek yok. Bilmiyorlar ülkenin halini, görmüyorlar.

Halkımız her türlü zorlukla boğuşurken, bakıyoruz ülkenin cumhurbaşkanı hiç oralı olmuyor.

Başka bir dünyada yaşıyor.
Diyor ki “memur da işçi de halinden memnun.”

Yoksulluktan bahsedene ne diyor? Geçen gördünüz “evime ekmek götüremiyorum” dedi “abartma!” dedi “al keyif çayı iç” dedi. Bunu yaptı.

“Hayat pahalılığı var” diyor vatandaşımız “Fiyatlar el yakıyor” diyor. O diyor ki “enflasyon yüzde 20’nin altında”.

Arkadaşlar, Sayın Erdoğan artık başka bir dünyada yaşıyor. Ben son bir yılda 60’dan fazla ile gittim.
100’e yakın ilçe gezdim.
Binlerce, on binlerce vatandaşımızla sohbet ettim.

Serhat sokaklarında insanları dinledim.

Kars’ın, Ardahan’ın, Ağrı’nın, Iğdır’ın, Van’ın sokaklarında dolaştım.

Herkes “yeter artık” diyor.

Doğu Karadeniz’in çarşılarında, pazarlarında insanları dinledim.

Samsun’un, Ordu’nun, Giresun’un, Trabzon’un caddelerini, sokaklarında dolaştım.

Kırşehir’de, Manisa’da, Edirne’de, Muğla’da, Mersin’de, Gaziantep’te vatandaşlarımızla buluştum.

Herkes, her ilde, gittiğim her ilde önümü kesiyor “kurtarın bizi!” diyor. Tüm Türkiye “yeter artık!” diyor.
Şimdi sıra İstanbul’da...
İstanbul size soruyorum:

Önümüzdeki ilk seçimde, bu iktidarın ortaklarını, müsait bir yerde indirecek miyiz?

İktidar ortaklarına “güle güle” diyecek miyiz? Özgürlük ve zenginlik için iş başına geçecek miyiz?İstanbul bu işi çözecek inşallah.

İstanbul tüm Türkiye’nin özeti. Biz teşkilatlanmamızda biliyorsunuz en büyük ilimizi sırlamada en sona bıraktık. En son kongrelerimizi, açılışlarımızı İstanbul’da başlattık. Bütün saha çalışmamızı, bütün teşkilat çalışmamızı inşallah İstanbul’la taçlandıracağız. Onun için buradayız. Her ay en az iki üç kere buradayız. En az 6 gün, 8 gün buradayız. Ve inşallah partimizin de Türkiye’nin de nihai başarısını belirleyecek tek şehrimiz İstanbul olacak. Ama tabii ki İstanbul’un nüfus açısından en büyük ilçesi olan Esenyurt’ta İstanbul’un başarasının belirleyicisi olacak.

Biz gençlerimizle gurur duyuyoruz bu DEVA kadrolarıyla gurur duyuyoruz. Tüm Türkiye DEVA’yla gurur duyuyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz bu iktidara hep ne dedik?

“Eğer sorunla varsa, bu sorunları inkâr ederek, bu sorunları yok sayarak çözemezsiniz.” Dedik. “Önce şu sorunların varlığını bir kabul edin” dedik.

“Hayat pahalılığını inkâr ederseniz, hayat pahalılığıyla baş edemezsiniz” dedik.

“Önce hastalığı kabul edin “ben hastayım” deyin, “Evet ekonomimiz hasta” deyin, hastalığı teşhis edin ki doğru teşhis edin ki, doğru tedaviyi uygulayın” dedik. Bunlar hastalığı inkâr ediyor. “Problem yok, millet hayatından memnun” diyor.

Sayın Erdoğan’a bakarsak her şey güllük gülistanlık. Sorunu görmüyorsa, inşalarımızın yaşadığı bu işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı sorunlarını inkar ediyorsa, bunları artık çözmesi mümkün değil. Önce diyecek ki: “Evet ya yanlış yaptık. Bu ülkede hem faizi arttırdık hem kuru arttırdık hem enflasyonu arttırdık. Beceremedik, yapamadık bunu görüyoruz.” Ve ondan sonrada “çözmeye çalışacağız” dese belki millet inanacak ama inkâr ediyor. “Sorun yok “diyor.

Dilimizde tüy bitti, ama bir türlü anlamadılar.
Geçen gün sayın Erdoğan markete gitmiş, gördünüz mü o görüntüleri? Market arabasıyla alışveriş ediyor.
Abur cuburları doldurmuş sepete. Bin liralık alışveriş yapmış.
Bir de dönüp diyor ki, “fiyatlar gayet uygun”.

Sayın Erdoğan,

Vatandaşımız markete gidip bin liralık abur cuburla sepet dolduramıyor. Karnını doyuramıyor. Asgari ücret kazanan bir vatandaşımızın hangisi gidip bir defa da bin liralık alışveriş yapabiliyor? Ya var mı böyle bir şey? Yüz lira, iki yüzüne o da ne alabilirse, torbayı ne kadar doldurabilirse.

Evet alışveriş sepetleri yarım yamalak, yarım dolu, dolmuyor. Geçen sene yüz liraya doldurduğu torbayı vatandaşımız bu sene yarısını anca dolduruyor. Hayatın gerçeği bu. Çarşının, pazarın gerçeği bu.

Ama ben dün de söyledim, Sayın Erdoğan artık uydurulmuş bir gerçeklik içinde yaşıyor, uydurulmuş bir gerçeklik. Taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine çok istiyordu. 2018 seçimlerinde ne dedi? "bu yetkiyi bana verin" dedi. "Enflasyonda, faiz de nasıl düşünür göstereceğim" demedim mi? 3 sene 3 ay oldu ya, 3 sene 3 ay. Ne enflasyonun düştüğü var ne faizin düştüğü var ne de döviz kurlarının düştüğü var. Hiçbirisi olmadı, olmuyor. İşte su andaki bu Taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yüzünden, bu yanlış zihniyet yüzünden istişarenin ve ortak aklın terk edilmesi yüzünden A’dan Z’ye ülkemizde her şeye zam geliyor, her şeye.

Bakın rakam veriyorum makarna ya yüzde 88, bunlar TÜİK’in.Makyajlanmış olabilir bu rakamlar TÜİK’in. Ne kadar güveniyorsak ama mızrak çuvala sığmıyor. TÜİK bile kapatamıyor artık.

Rakamlara bakın. Makarnaya yüzde 88, süte yüzde 99, doğal gaza yüzde 89, elektriğe yüzde 99 zam yapıldı.

Bu elektriğe zammı yapan kim? Doğalgaza zammı yapan kim? Hükûmet değil mi? Ya kendi kontrol ettiği fiyata doğalgaza, elektriğe tamamen hükümet belirliyor bunu. Hükûmet ne demek? Cumhurbaşkanı demek. Kendi belirlediği fiyatlara yüzde 80- 90 zam yapıyor. Hatta tarımda kullanılan elektriğin fiyatı yüzde 168 arttı, yüzde 168. Sonra diyor ki “fahiş fiyatlarla mücadele edeceğim” diyor. Peki, senin artırdığını fahiş fiyatlarla kim mücadele edecek? Kim mücadele edecek? Elektriğin doğalgazın fiyatını artıran sensin. Bununla kim mücadele edecek.

Türkiye'de değerli arkadaşlar bu fiyat artışının sebebi, köküne indiğinizde döviz kuru vardır, döviz kuru. Siz ülkenin ekonomisini yönetemezsiniz, elinize yüzünüze bulaştırırsanız hem kur hem faiz artarsa işte çarşı pazarın fiyatları vardır.

Şimdi cumhurbaşkanına, sayın Erdoğan’a sesleniyorum;

Bunları söylemem gerekiyor.

Siz, her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir hayal dünyası anlatıyorsunuz insanlara.

Sizi hakikate davet etmek istiyorum.

Hakikat burada, Esenyurt’ta.

Hakikat çarşıda, pazarda, markette.

Sayın Erdoğan, memleketin hakikatlerimi Esenyurt’tan dinleyin, bizden dinleyin.

Taraflı Cumhurbaşkanı olduğunuz ülkede, bir yandan lüks otomobil satışları rekor kırarken, diğer yandan emekliliğe ayrılmış vatandaşlarımız, emeğiyle çalışanlar işçilerimiz, ikinci bir el otomobil almayı artık hayatı boyunca mümkün olarak görmüyor. Kaç vatandaşımızdan duydum diyorlar ki “artık herhalde ben bir ömür boyu bir arabaya sahip olamam” diyor. “İkinci ele bile gücüm yetmez artık” diyor. Bir yandan lüks otomobil satışları yılların rekorunu kırıyor bir yandan bizim vatandaşlarımızın önemli bir bölümü “ben hayat boyu artık bir arabaya binemem” diyor.

Sizler israf içinde yüzerken, emeğiyle geçinmeye çalışanlar için, aylık kira ödemek dahi büyük bir problem bu ülkede ya. Bunu görmüyor musunuz?

Kirasıydı, elektriğiydi, ısınma gideri, çocuğun okul masrafıydı derken, insanlar ay sonunu getiremiyor.

İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılamakta büyük güçlük çekiyor.

İpe sapa gelmez ekonomi politikaları yüzünden, bazı vatandaşlarımız kişi başı günlük 20 liranın, 30 liranın altında bir gelirle geçinmeye çalışıyor bu ülkede.

Vatandaş borca batmış durumda.
Artık borç, borçla da dönmüyor.
Bütün bir ülke depresyon altında yaşıyor. Kimsenin yüzü gülmüyor.
İşsizlik aldı başını gitti.

İnsanlar asgari ücretin bile altında maaşa razı iş arıyor. Kaç ilde gördüm bunu. Asgari ücreti bir kenara bırakın asgari ücretin 300 lira, 500 lira altında çalışmaya hazır on binlerce gencimizi gördüm ben. “Yeter ki iş olsun” diyor. “Yeter ki çalışayım” diyor.

Çok sayıda vatandaşımız kayıt dışı çalışıyor. Sigorta yok.

Çalışanların yevmiyeleri, enflasyon karşısında eridi.
Tencereler kaynamıyor, mutfaklar yangın yeri. Ülkenin tablosu bu.

*****
Değerli arkadaşlar,

Tüm bunlar Türkiye’nin gerçekleri. Sayın Erdoğan’ın görmediği, konuşmadığı şeyler bunlar. Bizim anlattıklarımız. Hakikat burada.

Bakın bu iktidar, mesaisini yoksulluğu karşı mücadeleye harcamıyor. Yoksulluğu bitirme gibi bir gayret görmüyoruz biz onlardan. Ne yapıyorlar? Yoksulluk üzerinden oy devşirmeye çalışıyor.

Bir fısıltı gazetesi dolaşıma sokmuşlar. Whatsapp gruplarından şundan bundan... Neymiş, biz gidersek sosyal yardımlar kesilir. Haddinize mi ya...

Whatsapp gruplarında bu fısıldı gazetesiyle bu akıl almaz lafları dolaştırıyorlar. İnsanları korkutuyorlar. Ne diyorlar “sen devletin yardımına muhtaçsın ben gidersem devletin yardımı kesilir” diye korkutuyorlar.

Hiiiç öyle atıp tutmasınlar.

Biz, ekonomiyi güçlendireceğiz. Devletin kaynaklarını bollaştıracağız. İhtiyacı olan vatandaşlarımıza da fersah fersah destek vereceğiz, yardım yapacağız. Hiç kimsenin endişesi olmasın, hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Bakın arkadaşlarım;
Sosyal yardımlar, sosyal destekler bunlar vatandaşlık hakkıdır.

Bunlar bu işi yaparken bir lütuf gibi anlatıyorlar. Değil. Bizim vatandaşlarımız bu devlete vergi ödüyor, vergi. Bu devletin de vergiden başka bir geliri yok. Şuraya girip alışveriş yapanlar KDV ödüyor. Asgari ücretten çalışan vatandaşlarımız gelir vergisi ödüyor, sigorta ödüyor. Devlet bütün geliri yine vatandaşımızın ödediği vergi. Bu vergiyi ödeyen vatandaşımızın ihtiyaç duyduğunda devlet yanında olmak zorunda. Bu vatandaşın hakkı devletin bir lütfu değil bu.

Biz, hiçbir vatandaşımızın, tek kuruşluk hakkına bile, göz konulmasına izin vermeyiz.

Hiç merak etmeyin: vatandaşlarımızın, analarının ak sütü kadar helal olan tüm haklarını güçlendireceğiz.

Vatandaşlarımızı, sosyal yardıma muhtaç eden yönetime son vereceğiz son.Bu dönem bitecek.

İktidar günleri çok yakın arkadaşlar hiç merak etmeyin, çok yakın.

*****
Değerli arkadaşlar,
Bizde öyle lafı edip kaçmak yok.
Meydanlarda boş sloganlar atmıyoruz, bol keseden vaat sıralamıyoruz.

Ne yapıyoruz? Eylem planları hazırlıyoruz. İktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde yapacaklarımızı, bir hükümet programı gibi açıklıyoruz. Atacağımız her bir adımın bütçesini hesap ediyoruz ondan sonra açıklıyoruz.

Geçtiğimiz ay sosyal politikalar eylem planımızı kamuoyuyla paylaştık.

İktidara geldiğimizde atacağımız adımların hepsini belge halinde yayınladık.

Çünkü bizim bir Türkiye hedefimiz var.

Tek bir ailenin bile yoksulluğun pençesinde yaşamadığı bir Türkiye’yi hedefliyoruz.

Bu nedenle, yoksul yurttaşlarımıza “asgari gelir desteği” sağlama sözünü şimdiden veriyoruz.

Vatandaşımız, hiçbir partinin binası önünde beklemek zorunda değil. Sosyal yardımlardan, sosyal desteklerden yararlanmak için parti üyelik kartı göstermek zorunda değil.

Parti üyeliklerine bağlı verilen yardımları sona erdireceğiz.

Kimin ihtiyacı varsa biz bulacağız, biz ayağına gideceğiz. Hangi partiye üye olursa olsun bu ülkenin vatandaşıysa sosyal yardımlar alacak hakkı.

Her aileye bir “sosyal destek uzmanı” atayacağız. Sosyal destek uzmanı ne demek arkadaşlar?

Aynı aile hekimleri gibi, her ailenin, o aileden sorumlu bir “sosyal destek uzmanı” olacak. Ne yapacak bu sosyal destek uzmanları? O ailenin bütün ihtiyaçlarını gözetecek. Talep etmeden senin şurada şöyle bir ihtiyacın var, eğitim, sağlık ne ise bunu devletin imkanlarıyla buluşturacak.

“Asgari gelir desteği” sistemini başlatacağız

Önce ailenin “mevcut gelir”ine bakacağız. Sonra “gerçek ihtiyacı”nı tespit edeceğiz.

“Mevcut gelir”le, “gerçek ihtiyaç” arasındaki farkı devlet olarak biz karşılayacağız.

Sistem bu.
Daha çok yardımı, daha adil dağıtacağız.

Sosyal yardımlara, ocu-bucu demeden, hak eden herkes, ihtiyacı olan herkes erişebilecek.

Yoksul ailelere doğal gaz desteği, kömür yardımı gibi uygulamaları güçlendirerek devam ettireceğiz.

Yeni doğan bebeklerin, sağlıklı yetişmesini sağlamak amacıyla, bir yıl boyunca, süt ve bebek maması başta olmak üzere, gerekli tüm gıda desteğini biz devlet olarak karşılayacağız.

Ayrıca, hiç kimsenin, sosyal yardıma bağımlı bir hayat sürmesine de razı olmayacağız.

Bu doğrultuda, sosyal yardım alan vatandaşlarımızın, eğer sağlığı elveriyorsa, iş bulabilmeleri için özel çalışma programları uygulayacağız.

Sosyal yardımların, hızlı, adil ve insan onurunu zedelemeyecek şekilde sunulmasını sağlayacak yapısal dönüşümü de mutlaja gerçekleştireceğiz.

Şu anda, sosyal yardım ve destek programları olan 43 ayrı kuruluş var. Vatandaşlarımızın çoğu bunlardan habersiz. Bilmiyorlar.
Bilen, ulaşan, adamı olan bu yardımları alıyor. Ancak, herkes alamıyor. İşte biz, sosyal yardımları tek merkezde toplayacağız.

Farklı kurumlar tarafından yapılan ayni ve nakdi yardımları tek kapı sisteminde toplayacağız.

Vatandaşımızın kapı kapı dolaşmak zorunda kalmasına bir son vereceğiz Önemli bir adım da sosyal konutlarda atacağız.

Dar gelirli ailelere, daha hızlandırılmış bir programla adil şeffaf bir sistemde konut temin etmeye devam edeceğiz ve bunu hızlandıracağız.

Adaletten şaşmayacağız.

Kimseyi aç, kimseyi açıkta bırakmayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Listemiz uzun.

Her birini çalıştık, çok iyi planladık. Tüm Türkiye’ye de dağıtıyoruz.

Bu yoksulluğu, ülkemizden söküp atmak bizim boynumuzun borcudur.

Türkiye’yi, insanların emeklerinin karşılığını aldığı bir ülke yapmak boynumuzun borcudur.

Fırsat eşitliliğini, adaleti oluşturmak boynumuz borcudur.

Biz, hiç kimseyi geride bırakmayacağız. Hiç kimseyi yoksulluğa terk etmeyeceğiz.

Vaktinde yoksullukla mücadele diye yola çıkan, ama bugün artık yoksulluğun sebebi haline gelen bu iktidarla da ilk seçimde vedalaşacağız.

Şimdi Esenyurt’tan bir söz almak istiyorum.

Bu yokluğu, bu yoksulluğu, Esenyurt sokaklarından silmek için hep beraber çalışacağız. Söz mü?

Gece gündüz koşacağız. Söz mü?

Kapı kapı dolaşacağız. Ziyaret etmedik cadde, sokak bırakmayacağız. Selam vermedik esnaf bırakmayacağız. Söz mü?

Esenyurt söz mü?

Tamamdır.

Ben Esenyurt’tan sözümü aldım. Bundan sonrası bunu uygulamaya.

Biz bu güzel ilçeyle, bu güzel ilçe Esenyurt’un güzel insanlarıyla gurur duyururuz. Sağ olun.

Değerli arkadaşlarım, ben bugün burada sizlerin gözlerinizde bu iradeyi gördüm. Bu kimya mı dersiniz elektrik mi dersiniz onu aldım gözlerinizden.

Yüreklerinizdeki hizmet aşkını, kendi kalbimde hissediyorum. Sağ olun, var olun.
*****
Değerli arkadaşlarım,

Biz, bu toprakları saygının, sevginin ve barışın diyarı yapmakta kararlıyız.

Bu ülkenin tüm insanları eşittir.

Bu ülkenin tüm insanları birinci sınıf vatandaşımızdır.

Biz, tüm hak ve özgürlüklerin garantisi olmak adına yola çıkmış bir siyasi hareketiz.

Biz, eşit vatandaşlık için buradayız.

Türkiye’de yaşayan her bir ferdin, kendisini bu ülkenin haysiyetli ve eşit vatandaşı olarak hissetmesi için, öyle yaşaması için buradayız.

Arkadaşlarım, ülkemizde süren geniş çaplı maalesef gördüğümüz bu ayrımcı uygulamaları gördükce içimiz parçalanıyor.

Bakın geçtiğimiz hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir haber ortaya çıktı. Belki de takip etmişsinizdir. Anlık çeviri hizmeti ile ilgili Mecliste bir çalışma var. Ne konuşuluyorsa anlık çevrilecek. Dört tane dile çevrilecek. Hangi diller biliyor musunuz? İngilizce, Arapça, Rusça ve Fransızca. Bu listede bir eksik var arkadaşlar. Türkiye’de en çok konuşulan ikinci dil yok. Kürtçe yok.

Şimdi, diyebilirler ki; “Kürtçe bir yabancı dil değil, bu toprakların dili”. Böyle diyorlarsa eyvellah, amenna. Ama o zaman Meclis kürsüsünde ya da Meclis’te sandalyede oturan milletvekillerinden Kürtçe konuşan arkadaşlarımız olduğu zaman tutanaklara niçin siz ‘bilinmeyen dil’ yazıyorsunuz? Meclis zabıtlarına böyle geçiriyorlar. Kürtçe bu toprakların has diliyse, niçin “bilinmeyen dil” yazıyorsunuz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tutanaklarına, zabıtlarına? Eğer ‘bilinmeyen dil’ ise, hiç olmazsa bir tercümesini yapıverin de insanlar ne olduğunu anlasınlar.

Arkadaş,

Kürtçe milyonlarca Kürt’ün dilidir.

Şunun adını koyun artık.

Şu dili bir tanıyın.

Sonra da diyorlar ki “Kürt sorunu falan yok.” Sayın Erdoğan diyor mu? Diyor. Sayın Bahçeli diyor mu? Diyor.

Daha geçen hafta meclis uygulamasında gördük, kürt meselesi neymiş, ne değilmiş.

Değerli arkadaşlar,

Biz, bu ırkçı, ayrımcı zihniyetin mutlaka değişmesi gerektiğini söylüyoruz.

Bunun için de önce meselenin adını doğru koymak gerekir.

Eğer bu ülkede, ana dili hakkı hâlâ tartışılıyorsa, burada bir mesele var demektir.

Koskoca bir ülkede, yılda ancak birkaç Kürtçe öğretmeni atanıyorsa, kadına karşı şiddetle mücadele için ilgili bakanın hazırladığı uygulamada, bir projede dahi, Türkiye’de en çok konuşulan ikinci dil yoksa, kadına şiddet için kadınların şikâyet edeceği cep telefonunu uygulamasına siz 5 tane dili koyupta Kürtçeyi koymuyorsanız ortada bir mesele var.

Ülkenin Meclis’inde, ülkenin en çok konuşulan ikinci diline “bilinmeyen dil” muamelesi yapılıyorsa, bir mesele var demektir.

Yoğunlukla Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı şehirlerde, belediyelere kayyumlar atanıyorsa, burada bir mesele var demektir.

Altı milyon vatandaşımızın oyları yok sayılıyorsa bir mesele var demektir.

Eğer bu ülkede, çocukların oynadığı alanlarda, panzerler geziyorsa, burada bir mesele var demektir.

Van’da, iki masum vatandaş, hayvanlarını otlatırken gözaltına alınıp, terörist ilan ediliyor ve işkence sonucu biri vefat ediyor diğeri sakat kalıyorsa ortada bir mesele var demektir.

Evet, bu meselenin adı da Kürt meselesidir.

*****

İşte biz, Kürt meselesini mutlaka ama mutlaka çözüme kavuşturacağız.

Vatandaşlarımızın tüm haklarını koşulsuz, şartsız, pazarlıksız derhal tanıyacağız.

Hak talep edilmez, hak pazarlık konusu edilmez. Devletin görevi bütün bu hakları olduğu gibi tanımaktır. Pazarlıksız, müzakeresiz olduğu gibi tanımaktır. Mesele temel insan hakkı ise bunu oylamaya dahi tabii tutamazsınız. 84 milyon ülkede tek bir vatandaşın dahi hakkını olduğu gibi korumak devletin görevidir. O tek kişinin hakkı var mıdır yok mudur diye geri kalan milyonlara onun hakkını oylatamazsınız. Onun hakkını korumak devletin görevidir. Onun hakkını tanımak devletin görevidir.

Biz Kürt meselesini görüyoruz, biliyoruz. Reddenlerden değiliz.

Kürt meselesinin çözümünün meşru, demokratik siyasetten geçtiğini gayet iyi biliyoruz. Meşru, demokratik siyaset çözüm burada.

Çözümü Meclis olarak gösterenler de var. Olabilir ama keşke Meclis çalışsa. Bugünkü Meclis’ten neyi çözmesini bekleyeceksiniz? El kaldır el indir. El kaldır el indir. Ona göre oluşmuş bir profil var orada.

Asıl bu milleti temsi eden, temsil gücü çok yüksek bir Meclis çözümlerin iyi bir adresi olacaktır. Ortada bir mesele var ise, ilgili herkesle görüşülmesi gerektiğini ve görüşüleceğini de herkesin bilmesi lazım.

Sorun varsa konuşa konuşa çözeceğiz. Onunla konuşma, bununla konuşma, onu dinleme, bunu tanıma... Böyle olmaz. Sorunlarımızı oturacağız konuşa konuşa çözeceğiz.

Bu mesele, herkesi ilgilendiren bir meseledir. Tüm vatandaşlarımızı ilgilendiren bir meseledir. Biz açıkça şunu ifade edeyim kandan, gözyaşından beslenen hiç kimseye geçit vermedik, vermeyeceğiz.

Bu meselede biz devleti sorunun bir parçası olmaktan çıkaracağız.

Devleti çözümün bir parçası haline getireceğiz. Şu anda devlet burada sorunun bir parçası. Sorunun kaynağı. Devletin bu sorunu çözümü için çalışması lazım. Çözümün parçası olması lazım.

*****

Şimdi Esenyurt’a soruyorum:

Eşitlik için, barış için çalışmaya var mıyız arkadaşlar?

Hak ve özgürlüklerin doyasıya yaşandığı bir Türkiye için var mısınız?

Adaletin, hukukun Türkiye’sini kurmaya var mısınız arkadaşlar?

Siz varsanız, biz de varız. Hep beraber varız.

Haydi hayırlı olsun.

Değerli Arkadaşlarım, özgürlüğü de adalete de can olacak işte bizim DEVA kadrolarımız, bizim gençlerimiz.

Değerli Arkadaşlarım, ben tekrar Esenyurt ilçe binamızın hayırlı olmasını diliyorum. Bu hizmet binamızda bu güzel ilçemize Esenyurt’a tüm teşkilatımızın hayırlı hizmetler vermesini temenni ediyorum.

Tabii bu hizmet binamızın açılışını yapıyoruz ama çalışma sahada arkadaşlar. Biz hizmet binasını açtık akın akın herkes bize gelecek diye bekleyemeyeceğiz. Bizler akın akın Esenyurt’a ulaşacağız. Tabii ki nöbetçi arkadaşlarımız olacak. Tabii ki koordinasyon toplantılarımız ilçe binamızda yapacağız ama çalışma alanımız tüm satı. Tüm ilçe sattı. Her cadde, her sokak, her mahalle, her Pazar yeri bizim çalışma alanımız.

İşte bu duygu ve düşüncelerle tekrar Esenyurt ilçe binamızın hayırlı olmasını diliyorum. Değerli ilçe başkanımıza ve tüm ekibine başarılar diliyorum. Ve İstanbul’da en son başladığımız ilimiz olmasına rağmen çok hızlı bir şekilde kongre açılış sürecini koordine eden değerli il başkanımıza da huzurlarınızda özellikle teşekküllerimi sunmak istiyorum. Hepinize sağlıklı, hayırlı günler diliyorum.

Sağ olun var olun.

9 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Küçükçekmece İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KÜÇÜKÇEKMECE İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

Saygıdeğer konuklar,

Değerli yol arkadaşlarım,

Küçükçekmece’nin demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli insanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kurumlarımızın değerli temsilcileri,

Kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

*****

Bugün bu salonda, Türkiye’nin huzura kavuşacağı günlerin hasretiyle yanıp tutuşanları görüyorum.

Adil bir Türkiye’nin, eşitlikçi bir Türkiye’nin, özgürlükçü bir Türkiye’nin mimarlarını görüyorum.

Yoksulluğun kader olmadığını haykıran, haysiyetli insanları görüyorum. Bugün burada, heyecanı gözlerinden okunan DEVA kadrolarını görüyorum. Hepiniz Küçükçekmece birinci olağan ilçe kongremize hoş geldiniz.


*****

Değerli arkadaşlar,

Şu anda ülkemizde hayal ile gerçeği artık ayırt edemeyen, yönetme kabiliyetini neredeyse tamamen yitirmiş bir iktidarla karşı karşıyayız.

Güzel söz, yerini tehdide bırakmış...

Bu hükûmette artık, insanları ikna etme diye bir çaba görmüyoruz. Varsa yoksa kötü söz, tehdit. Başka bir şey bilmiyorlar.

Uyarıları, ikazları ciddiye almayıp, sadece inat etmekte ısrar eden bir yönetim anlayışı var.

Biliyorsunuz, bir rant projesi var. Hükûmet Kanal İstanbul diyorlar. Taa 2011 yılında biliyorsunuz gündeme geldi. Kanal İstanbul “Çılgın Proje” diye takdim edildi.

Gerekçe neydi? İstanbul Boğazı özellikle Karadeniz Havzası’nın yanıcı maddelerinin sevkiyatı için bir rota, petrol kimya ürünlerinin sevkiyatı için bir rota. İstanbul için bu bir risk. Dolayısıyla buna çözüm bulalım. Alternatif bir kanal açalım. Gemilerin Rotasını oraya iletelim diye.

Proje ilk açıklandığında biz dedik ki bu gerekçeyle baz alırsak Boğaziçi’nin çevresini ve İstanbul’un kalbini bu tehlikeden korumayı gerekçe olarak alırsak bu proje değerlendirmeye değer bir proje dedik.

Bir sakınca görmüyoruz dedik. Ama hangi şartla? Çok detaylı etki analizlerinin yapılması şartıyla. Yani böyle üstünkörü değil. Şu anda bu proje nasıl yürüyor?

Cumhurbaşkanı “Ben projeyi istiyorum arkadaş” diyor. İnadına yapacağım diyor. Siz getirin bakalım şu çevre etki analizlerini, getirin raporları bir göreyim diyor.

Bürokrasinin eli ayağı dolaşıyor. Cumhurbaşkanı talimat vermiş. Ben yapacağım, bana çevre raporu getirin diyor. Bürokrasinin nasıl çalışacağını kestirmek o kadar zor değil.

Ne yapacaklar? O rapora Sayın Erdoğan’ın istediği türden bir değerlendirme yazıp verip baskıdan kurtulacaklar. Sistem böyle çalışıyor. Fakat zaman içerisinde biz gördük ki tam 10 yıl geçmiş.

10 yıl boyunca eğer doğru düzgün bilimsel değerlendirmeler yapılmadıysa bu projeyle ilgili akıllı çalışmalar ortaya konmadıysa buna rağmen bu projede bir acele ve inat varsa hele hele seçimde geliyor ya... Gider ayak bu projenin adı varsa artık bizim bu projenin gerekçesini sadece ve sadece rant olarak görmemiz lazım. Onun için biz bunun adına “Rant İstanbul” diyoruz.

Her ne kadar Sayın Erdoğan bu projenin maliyetiyle ilgili böyle bir rakamdan bahsettiyse de tahminler 20 milyar dolardan başlayıp 60 milyar doların üstüne kadar çıkıyor.

Mevcut iktidarın görev süresinde asla tamamlanamayacak bir projeden bahsediyoruz. Şurada seçime en fazla 18-19 ay var. Bilemediniz 20 ay. Haziran 2023 son tarih.

Bu iktidarın görev süresinde bitmemesine rağmen ve seçim günü ortada sadece bir sürü hafriyatın oluşacağı bir tablo olmasına rağmen acele ediyorlar. Alelacele başlatma hevesindeler.

Bir kere gözlerine “rant gözlüklerini” taktılar mı, durdurabilene aşkolsun. Rant, rant, rant.

Sayın Erdoğan “500 bin kişilik şehir kuracağız” diyor. Yine bağımsız değerlendirmeler, bu TOKİ, ilgili bakanlık bu alana bakar. 2,5 milyon kişilik şehri bu alana yığar diyorlar.

Bağımsız gözlemciler 2 milyondan da bahsediyor. Sayın Erdoğan’ın ifadesi 500 bin ama İstanbul’a şu anki nüfus yetmiyor mu ya? Hani amaç İstanbul Boğazı’nı ve İstanbul’u korumaktı? 500 bin kişilik şehirden bahsediyor ve bu rant gerçekten gözlerini kör etmiş durumda.

Bakın, Küçükçekmece, bizim için İstanbul’un yaşatılması gereken göz bebeği.

Ama iktidar nasıl bakıyor? Sadece üç beş kişinin zenginleşeceği bir projenin geçiş güzergahı olarak bakıyor.

Bakın, uzmanlar senelerdir “İstanbul depremi” diye uyarıyor. İstanbul kaç tane fay hattının geçtiği ve tarih boyunca da defalarca depreme maruz kalmış bir şehrimiz.

Uzmanlar depremin vaktini bilmek zor diyor. Ama er geç gelecek diyorlar. Uzmanlar uyarıyor.

İktidar ne yapıyor? 3 adet canlı fay hattının bulunduğu bir bölgeyi, yerleşime açmaktan söz ediyor.

Partimizin ilgili politika başkanlıkları geçtiğimiz aylarda bir rapor yayınladılar. “Rant İstanbul” projesini her açıdan irdelediler.

Bu proje;
Ekonomik yıkım demek.

Mülklerin, milletin, milyonlarca dolar kaynağını hem de kıt kaynağını bu projeye yığması ülke için bir yıkım. Çünkü döviz üretmeyecek. Kaç tane gemi geçecek?

Bir gemiden siz kaç dolar alacaksınız da bu Erdoğan’ın ifadesi 15 milyar dolar, bağımsız değerlendirmeler 20 ile 60 milyar. 20 ile 60 milyar doları siz kaç tane gemiden kaç lira para isteyerek alacaksınız ya? Bir hesabını ortaya koyun. Mümkün mü bu para? Mümkün değil.

Kafalarındaki hesap, öyle bir rant oluşacak ki oradan oluşacak rant herkese yeter bu projeyi de karşılar. Böyle bir hesapla girdiler işin içine. Hesap bu.

Bu proje,

Afet riskini göz ardı etmek demek.

Kültür mirasımızı tehdit etmek demek. Kaç tane tarihi yer var o güzel yerde.

Doğayı tahrip demek.

İstanbul’un çok kıymetli olan temiz su kaynaklarının bir kısmını kalıcı olarak yok etmek demek.

Uluslararası hukuku yok saymak demek.
Arkadaşlar, İstanbul’un şu anda “Rant İstanbul” diye bir projeye ihtiyacı yok.

Bütün etki analizleri yapılır, bütün analizler bağımsız, tarafsız bir şekilde yapılır; bilim insanları der ki “bu proje gerçekten gerekli, şu şu mahsurları da böyle çözeriz” diye ortaya raporları koyarlar. O zaman bakılır.

Ama alelacele bir rant kaygısıyla hele hele seçimlere bu kadar kısa bir süre kala bu proje üzerinde ısrar varsa inat varsa biz burada iyi net görmüyoruz.

İstanbul’un bu projeye acil ihtiyacı yok. Ama İstanbul’un çok çok acil ihtiyaç duyduğu bir yatırım alanı var.

Kısaca izah edeyim:

Bakın, bazı çalışmalara göre Küçükçekmece’de 13 bine yakın orta, ağır ve çok ağır hasarlı bina var.

Keza ilgili bakanın kendisi, tüm İstanbul için açıkladığı rakam 300 bini acil 1 buçuk milyon konutun yenilenmesi gerektiğini söylüyor. Bu hükûmette bakan unvanı almış birinin söylediği rakamlar bunlar. Sayıya bakın.

Buradan iktidara çağrı yapıyorum.

Milyarlarca dolar kaynağı bu rant projesine ayıracağınıza bir an önce İstanbul’u bir sonraki depreme hazırlayın. Binaları güçlendirmeye ayırın.

İnsanların güvenli konutlarda yaşamasını sağlayın.

Kentsel yenilenmeyi yerinde uygulayın.

Yeter artık.

Hükûmet sıkışınca ne yapıyor? “Biz İstanbul’a ihanet ettik” diyor değil mi? bu Sayın Erdoğan’ın kendi ifadesi. “Biz bu şehre, İstanbul’a ihanet ettik” diyor.

Madem bunun farkında, biz de diyoruz. İstanbul’a ihanet etmeyi bırakın. Yazıktır, günahtır bu şehre diyoruz.

Devletin vazifesi, afet olduğu gün acıyı paylaşmak değildir. Tabii iki acı paylaşılır ama şu anda bakıyoruz afette sonra devletin apar topar yapmaya çalıştığı acıyı paylaşmak zararı kısmen karşılamaya çalışmak.

Asıl önemli olan o acının yaşanmaması için tedbir almaktır, vatandaşını korumaktır. Doğal afet olur ama hükûmete düşen una karşı hazırlanmaktır, tedbir almaktır.

Devletin görevi, halkın her türlü can ve mal güvenliğini temin etmektir. Anayasal görevidir bu devletin.

Devletin görevi hükûmetin etrafındaki 3-5 kişiyi daha da zenginleştirmek değildir. Bir rant lobisi oluşturup o rant lobisinin kendi aralarında paylaşacağı az sayıda kişinin paylaşacağı bir zenginlik üretmek değildir.

Sizin göreviniz; bu ülkede yaşayan insanların, onurlu, haysiyetli ve güvenli bir şekilde yaşamasını sağlamaktır.

*****
Değerli arkadaşlar,

Maalesef, Türkiye gün geçtikçe yoksullaşan bir ülke olduk. Hangi rakama hangi göstergeye bakarsak bakalım Türkiye zemin kaybediyor.

Ülkemizde gelir dağılımı gittikçe bozuluyor.
Dar gelirli vatandaşlarımızın satın alma gücü hızla düşüyor.

Ama Sayın Erdoğan “uydurulmuş bir gerçeklik” dünyasında yaşamaya ve konuşmaya devam ediyor. Bütün milletin de o uydurulmuş gerçekliğe inanmasını bekliyor.

Bakın ne diyor?

Video-1 Erdoğan
“Memurumuz da işçimiz de toplu sözleşmelerden sonra halden memnun. Enflasyonun yüzde 20’nin altında olduğu bir dönemde ortalama yüzde 30’luk artışlarla çalışanın, üretenin, sabit gelirlinin yanında olduğumuzu çok açıkça ortaya koyduk.”

Bunu daha 3 gün önce söylüyor. 3 tane cümle var 3 tane faul var. “İşçiler, memurlar halinden memnun” diyor.

“Enflasyon yüzde 20’nin altında” diyor. “Yüzde 30’a varan artışlar yaptık” diyor.

Şöyle bir masaya yatıralım. Çünkü konuşan şöyle ya da böyle ülkenin hala cumhurbaşkanı. Aynı zamanda hükûmet başkanı. Bütün yetkiyi tek elinde toplamış insan değil mi?

Memur dediği, işçi dediği kesim çok geniş bir kesim. Bu ülkenin emeklileri var. Mamur emeklileri var. Sabit gelirli milyonlarca vatandaşımız var. Onlar hakkında kullanıyor bu ifadeleri.

Rakamlar çok açık:
Temmuz 2018’den, Eylül 2021’e kadarki 3 yıl 3 aylık süre içinde;

En düşük emekli maaşı toplam kümülatif %52 artmış, en düşük memur maaşı toplam %56 artmış.

Aynı dönemde; TÜFE’deki artış %59, gıda enflasyonu ise %73!

Rakamlar ortada o günden bugüne hepsinin endeksi var. 3 yıl 3 aylık cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yürürlükte olduğu döneme bakıyoruz.

Partili cumhurbaşkanının göreve gelmesinden bu yana geçen toplam 3 yıl 3 aylık süredeki gerçek tablo bu.

Tekrar edelim; maaş artışı %52, %56; TÜİK’in enflasyonu, makyajlı haliyle bile, %59, %73.

Yani ne demek? Hükûmetin kendi açıkladığı TÜİK’in kendi açıkladığı rakamlara göre dahi makyajlanmış enflasyona dahi baktığımızda hem memurumuzun hem de işçimizin reel anlamda geliri düşmüş.

Ama ne diyor? Onlar memnun diyor. Enflasyon 20 biz yüzde 30’dan verdik diyor. Bir yandan da rakamlar ortada.

İleriye doğru veriyor rakamları ama ileriye doğru verdiği rakamlarda enflasyonla ilgili bir parametre var. Orada enflasyon parametresini ileriye doğru koyduğu enflasyonu da olabilecek enflasyonun daha altında düşünüyor.

Buna rağmen Sayın Erdoğan “Hem işçiler hem de memurlar hallerinden memnun” diyor.

Arkadaşlar “uydurulmuş gerçeklik” dediğimiz bu. TÜİK’in enflasyonuna göre satın alma gücü düşmüş. Herkes biliyor ki gerçek enflasyon çok daha yüksek.

TÜİK’in enflasyonuna göre bile satın alma gücü düştüyse reel enflasyona göre bu ülkenin hem memuru hem işçisi satın alma gücünü kaybetmiş durumda. Rakamlar çok açık.

Bir de ne diyor? Enflasyon %20’nin altında diyor. Doğru, TÜİK’in açıkladığı rakama bakın yüzde 19 küsur.

Allah aşkına, çarşıya pazara gidip de yüzde 19-20 enflasyon gören var mı aramızda?

Rakamları ayarlama enstitüsü’nün, yani TÜİK’in, makyajlı verilerine göre bile gıdada TÜFE artışı %29. Bunlar makyajlanmış rakamlar. ÜFE ise %43 artmış.

Sayın Erdoğan diyor ki, enflasyondan daha fazla zam verdik biz insanlara. Elle tutulur hiçbir yanı yok söylediklerinin.

Bakın, bu ülkede tam 34 yıl boyunca enflasyon çift haneli seyretti. Hatta ara ara, o 2002’den önceki 34 yıldan bahsediyorum ben üç haneli rakamları gördük. Yüzde yüzün üzerindeki enflasyonu gördük.

Ne yaptık? Ben ve arkadaşlarımın görevde olduğu dönemde -o 2003,2004- aldık bu enflasyonu iki yılda tek haneye düşürdük.

Ufak tefek iniş çıkışlarla birlikte, enflasyonu yıllarca belli bir mertebede tutmayı başardık. Ama bizler ayrıldıktan sonra ipin ucu kaçtı. Yine Türkiye yüksek iki haneli enflasyon dönemine girdi.

Bir de şimdi, cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine bakın. Özellikle şu son 3 yıl 3 aylık döneme bakın.

Resmi rakamlara göre bile enflasyon artık hep çift hanelerde. İnmiyor. Tek hane artık bir hayal.

Enflasyon sürekli yukarı doğru hareket ediyor. Üretici fiyat enflasyonu ise 2002’deki kriz rakamının bile üstünde. 2002’deki ÜFE’nin de üzerinde üretici fiyatlarında bir artış var.

Bir yandan maliyetler artmış, üretici fiyatları artmış ama bizim esnafımız o yüksek maliyeti henüz tam fiyatlarına yansıtamıyor. Çünkü vatandaşın gücü yetmiyor.

ÜFE’nin yüzde olup TÜFE’nin yüzde 19 olması bunu işaret ediyor. Ne diyor? Yani maliyetler yüzde 45 artmış ama tüketici fiyatı yüzde 19 artmış diyor. TÜİK’in makyajlanmış rakamları bile böyle diyor. Maliyet baskısı var ama vatandaşın satın alma gücü yok.

Sayın Erdoğan “maaşlara zam yaptık” diyor. Evet maaşlara artış yapılıyor. Ama açıklanan makyajlı enflasyon rakamları baz alınarak bu artışlar yapılıyor. Zaten sorun da tam burada.

Emekli maaşları enflasyon kadar artırılıyor. Hangi enflasyon? Devletin resmi açıkladığı enflasyon. Gerçek enflasyon o değil ki.

Bu artışlar, halkımızın fiilen yaşadığı enflasyon üzerinden yapılmıyor. TÜİK’in makyajlı enflasyonu üzerinden yapılıyor.

Ayrıca, maaşlara zam yapılırken baz alınan enflasyon tahminleri, yani ileriye doğru yapılan tahminlerde bugüne kadar hiçbir zaman tutmadı, tutmuyor. Çünkü hep olabilecekten daha küçük rakamlar yazıyorlar oraya. Onun için ne diyorlar? Enflasyon daha yüksek çıkarsa farklı veririz sonradan diyorlar.

Defalarca gördük ki TÜİK’in enflasyonuna göre yapılan zamlar, vatandaşın cebine yaramıyor. Türkiye’de satın alma gücü fiilen düşüyor.

Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’yi il il, ilçe ilçe geziyoruz.

İşçi ve memur öyle Sayın Erdoğan’ın biraz önce ekranda söylediği gibi hayatından memnun falan değil.

Sabit gelirli vatandaşlarımız halinden memnun değil.

Gittiğimiz her yerde önümüzü kesiyorlar. Ben geçinemiyorum diyor emeklimiz. Geçen sene bir aylık emekli maaşıyla doldurduğum torbayı bu sene dolduramıyorum diyor.

Fiyatlar arttı, emekli maaşı arttı ama emekli maaşı fiyatlar kadar artmadı. İki kere iki dört. Bir aylık emekli maaşıyla alabildiği sepet küçüldü. Doldurabildiği torba küçüldü.

Her geçen gün mağduriyetler artıyor. Her geçen gün yoksulluk artıyor.

Maaşa yapılan artışlar, büyük zamların karşısında eriyor gidiyor. Aynı güneşin altında karın erimesi gibi eriyip gidiyor.

Bu iktidarın, bütçeyi borç ve faiz sarmalına sokması, işçinin de memurun da refahından sürekli çalıyor. Karşı karşıya kaldığımız tablo maalesef bu.

Peki bu enflasyonun sorumlusu kim?

Sayın Erdoğan’a sorsanız hep başkaları. Mutlaka faturayı kesecek, suçu atacak birilerini buluyor. O akraba bakanla beraber ekonomiyi yönetirlerken ne yaptılar? Patates, soğan depolarını bastılar. Pazarcı esnafına terörist ifadesini kullandılar. Niye? Biz yapmadık, onlar yaptı demek için. Şimdi de hedefte ne var? Zincir marketler var.

Bu kötü tablonun sorumlusu çok açık. Bu kötü tablonun gerçek sorumlusu; hukuku askıya alan, vatandaşı “uydurma gerçeklikle” avutmaya çalışan, halkın refahını düşünmeyen bugünkü iktidar ve ortaklarıdır. Enflasyonun gerçek sorumlusu bugünkü iktidardır.

Sayın Erdoğan hiç sağa sola bakmasın. Niye bu faiz yüksek? Niye bu enflasyon yüksek? Niye bu kur yüksek? Bunun sebebi ne diye başka yerlerde aramasın. Aynaya baksın kâfi. Sebep Erdoğan, yüksek faiz, yüksek enflasyon, yüksek kur sonuç. Denklem çok açık.

Üstelik dikkatle izliyorsunuzdur. Ne Sayın Erdoğan ne de Bahçeli eskisi gibi sokağa çıkamıyor artık. Bütün buluşmalar daha önceden planlanmış. İçeriye girenlerin tek tek kontrol edildiği hatta aşı kontrolünden, PCR kontrolünden geçirildiği insanlarla ancak muhatap oluyorlar.

Daha önceden ayarlanmış insan gruplarıyla buluşuyorlar. Rastgele sokağa çıkıp bir kahvehaneye girip insanlarla çay içemiyorlar. Arabayı durdurup rastgele bir caddeye, pazara gidip insanlarla konuşup ülkenin gerçek halini gerçek tablosunu göremiyorlar.

Geçen yıl Sayın Erdoğan bir iki kere denedi biliyorsunuz. Ne oldu? Vatandaşımız dedi ki “Sayın Cumhurbaşkanı eve ekmek götüremiyoruz”. “Abartıyorsun, al keyif çayı iç” dedi. Sokağa çıktığındaki en son benim hatırladığım tablo bu.

Gerçekten artık göremiyorlar, dinlemiyorlar.
Ama biz hep beraber kadro olarak sürekli halkımızla iç içeyiz. Her gün milletimizin feryadını dinliyoruz.

Koruma ordularından ve konvoylarından vatandaşın sesini duyamayan Sayın Erdoğan’a kolaylık olsun diye, bizim kendi gördüğümüz caddelerdeki sokaklardaki tablodan sadece 40 saniyelik bir derleme hazırladı arkadaşlar. O derlemeyi şöyle bir izleyelim. Vatandaşın gerçek sesini gerçek sözünü izleyelim.

Video-2

Vatandaşın sesi, sözü bu. Şöyle Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli sokağa çıksınlar bir hayatımdan memnunum diyen vatandaşlarımızı bir bulsunlar. Neredeymiş onlar biz de merak ediyoruz. Biz hiç karşılaşmıyoruz. Hayatımdan memnunum diyen insanları biz göremiyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Biz vatandaşımızın sesini duyuyoruz. Halini görüyoruz. Derdini biliyoruz. O yüzden çözüm üretiyoruz. Bunun için çalışıyoruz.

Bakın, hangi konu olursa olsun önce bir sorunun varlığını tespit etmek, önce bir hastalığı teşhis etmek lazım. Önce hastanın kendi hastalığını kabul etmesi lazım. Aksi halde tedavi aşamasına geçemezsiniz. Sorunları çözemezsiniz.

Eğer ülkenin cumhurbaşkanı çıkıp da benim vatandaşım hayatından memnun, enflasyon yüzde 20’nin altında diyorsa artık o cumhurbaşkanının bu ülkenin sorunlarını çözme kabiliyeti bitmiş demektir.

Çünkü sorunu inkâr ediyor, yok diyor. Yok dediği sorunu çözmek için gayret etmesini bekleyebilir misiniz? Böyle bir mantık var mı? Sorun yok diyor. Demek ki bunlar iş başında olduğu sürece bu ülkenin maalesef hiçbir sorunu çözülmeyecek gibi fakat hiç endişeniz olmasın.

Bunlar çabuk çözülür. Bakın, bu arkadaşınız iş başına geldiğinde kendi ekibiyle beraber çalışmaya başladığımızda ve ortak aklın, istişarenin çalıştığı dönemde sadece ve sadece doğruları yapıp eğrilere karşı dimdik durduğumuz dönemde çok büyük başarılar elde ettik.

Hazinenin yüzde 66 olan borçlanma faizini aldık, yüzde 4,6’ya indirdik. Yüzde 66’dan yüzde 4,6’ya. Milli geliri 3.500 dolardan aldık tam 12.500 dolara çıkarttık. Bunu yaptık. Ama nasıl yaptık? Öncelikle düzgün bir ekiple, iyi bir hazırlıkla yaptık. Planla programla yaptık. Şu anda Türkiye Avrupa’nın en yüksek faizini ödüyor biliyor musunuz?

Merkez Bankası ne yaptı? Yüzde 19’dan yüzde 18’e indirdi değil mi faizi? Bu hangi faiz? Merkez Bankası’nın gecelik ya da haftalık piyasaya borç verip aldığı faiz.

Fakat bu karar zamansız olduğu için henüz vakti gelmediği için neye sebep oldu? Bir, dolar kurunun yüzde 8,3’ten taa 9’lara kadar artmasına sebep oldu. Bunun yanına ilave olarak da Hazinenin borçlanma faizlerinin tam 1,5 puan artmasına sebep oldu.

Bakın, bir taşla iki kuş vurdu. Bir yanlış faiz kararını Merkez Bankası’na dayattı. Bir taş hangi iki kuşu vurdu? Bir, doları fırlattı, bir de Hazinenin borçlanma faizini fırlattı. Aynı anda oldu bu.

Bu yanlış karar, zamansız karar sebebiyle Hazine bugün daha fazla borçlanma faizi ödüyor. Ve kurda artış oldu, kur artışı hemen birinci tur, ikinci tur etkilerken enflasyonu biraz daha yükseltecek. İki kere iki dört. Kur artınca A’dan Z’ye bu ülkede her şeye zam geliyor. Her şeyin fiyatı artıyor.

Fakat bilinçsiz yönetince böyle oluyor. Bakın, piyasa faizi talimatla düşmez. Öyle tek yetkiyi elime alayım, emredeyim piyasaya faizi düşür diyeyim düşürsün, böyle bir şey yok. Olmuyor, bakın yapamıyor.

3 yıl 3 ay oldu ya. Ne faiz düşüyor ne enflasyon. Hem faiz artıyor hem enflasyon. Bu ülkede faizleri düşürmenin, enflasyonu düşürmenin yolu güvenden geçer güvenden. Güven olacak. İstikrar olacak. Bolluk olacak.

Enflasyonun düşmesi için bol üretim olacak. Mal bolluğu, ürün bolluğu olacak. Yatırım olacak. Kendi insanımız bu ülkeye güvenecek. Daha çok yatırım yapacak.

Sağda solda korkup da birikimini böyle dövizde tutan, altında tutan, ne olur ne olmaz diye korkan, kiralık kasalarda tutan, yurtdışında tutan vatandaşlarımız ben güveniyorum diyecek, kaynakları sisteme koyacak, Türkiye’ye getirecek ki, işte o zaman hem faiz düşer hem kur sakinleşir hem de enflasyon makul seviyelere iner. Bunun başka çaresi yok.

Ekonomiyi düzeltmenin yolu güvendir. Güven olmayınca mümkün değil. Peki, güveni nasıl kazanacaksınız? Güveni nereden, nasıl sağlayacaksınız? Güveni sağlamanın en önemli adımı hukuktur, hukuk.

Hukuk zemini sağlam olacak. Bir ülkenin yöneticileri kendi anayasayla, hukukla bağlı sayacak. Anayasaya, hukuka, kurallara uyacak. Eğer siz hukuk zeminini yok ettiyseniz, ülkede adaleti ayaklar altına aldıysanız insan hakları konusunda, özgürlükler konusunda, demokrasi konusunda ülkeyi sürekli geriye götürürseniz bu ülkenin ekonomisini ancak rüyanızda düzeltirsiniz, rüyanızda. Düzeltemezsiniz. Yapamazsınız. Olmaz.

Ancak uydurulmuş gerçeklikle vatandaşlarımızı aldatmaya çalışırsınız. Ama artık kimse yutmuyor. Herkes kendi yaşadığını biliyor. Sayın Erdoğan, enflasyon yüzde 20’nin altında desin. Vatandaşımız gülüp geçiyor artık. Gittiğimiz her yerde konuşuyoruz.

Her yerde ben vatandaşlarımıza soruyorum. Devlet enflasyonu yüzde 19 açıkladı, ne diyorsunuz diyorum. Doğru mudur diyorum. Herkes gülüyor geçiyor. “Yok, bırak ya, böyle bir şey yok” diyorlar. İnanmıyor insanlar.

İnsanların inanmadığını ısrarla, inatla uydurulmuş gerçek olarak sunmaya çalışıyor. O da yürümüyor, olmuyor.

Ben bugün soruyorum tekrar Sayın Erdoğan’a:

Merkez Bankası’nın faizi yüzde 18. Niçin hala Avrupa’nın en yüksek faizi bizim Merkez Bankası faizi. Niye indirmiyorsun diyorum. “Faiz sebep enflasyon sonuç” diyordu. E faiz sebep enflasyon sonuçsa, faizi indirince enflasyonun da inmesi lazım. Bu tez doğruysa öyle değil mi?

Niye bir puan indiriyor? Niye şöyle bir 5 puan indirmiyor? 19 faiz yüksek de 18 düşük mü? Hadi yarın 17’ye indirdiniz. 17 düşük bir faiz mi?

Faiz sebep, enflasyon sonuç ise sebebi indir aşağıya enflasyon da düşsün. Yok, eğer yanılmışım bu doğru değilmiş diyorsa o zaman bu millete bir özür borcu var. Bir özür dilemesi lazım. Ben yıllarca yanlış bir tezi bastırmışım, o yüzden bu ülkenin ekonomisi böyle dibe battıkça batıyor, yanıldım desin.

Yok, iddiası doğruysa o zaman Merkez Bankası’nın öyle bir puan falan faiz puanı indirmesi yetmez. Sayın Erdoğan’ın tezi doğruysa şöyle indirsin bir yüzde 5’e. İndirsin 3’e. Yok, eğer bunu itikadî bir mesele olarak istemiyorsa o zaman sıfıra indirsin, yok etsin.

Kötü bir şeyin azı çoğu yok. Eğer kötüyse 19’da kötü 15’te kötü 10’da kötü. Hepsi kötü. İndirsin sıfıra, kurtulalım şundan.

Arkadaşlar bakın, ekonomi yönetimi demek rasyonalite demek. Ekonomi yönetimi demek akıl demek. Ortak akıl demek. İstişare demek, bilim demek.

Siz, kendi dürtülerinizle, kendi keyfinizle bu koskoca ülkenin ekonomisini yönetmeye çalışırsanız benim alanım ekonomi, ben ekonomistim deyip de kimseye sormadan, danışmadan, akıl dışı, rasyonalite dışı işler yaparsanız o ülkenin ekonomisi düzelmez.

Bakın, biz yola çıktık. Ve inşallah hazırlanıyoruz. Her alanda hazırlanıyoruz. Çok kısa zamanda ülkemizde “Deva ekonomisi”ni yürürlüğe sokacağız.

Nedir Deva ekonomisi? Deva ekonomisi; adil rekabete, fırsat eşitliğine, özel sektör öncülüğüne ve verimliliğe dayalı bir ekonomik sistem demektir.

Kaliteli bir büyümenin; tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir politikaların adıdır Deva ekonomisi.

Deva ekonomisi; her bir vatandaşımızın insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demektir.

Bu ülkenin insanlarının yatağa aç gitmediği, yarınlarından endişe etmediği bir refah seviyesidir.

Deva ekonomisi;

Esnafın kepenk kapatmadığı, faturalarını ödeyebildiği, emeklilerin saygın bir gelir elde ettiği bir ülkenin anahtarıdır.

İşte biz, umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak diyoruz ki;
Bu milletin daha fazla fakirleşmesine müsaade etmeyeceğiz.
Hem döviz kurlarında hem de faizlerde istikrarı elde edeceğiz.
Hayat pahalılığını önleyeceğiz. Vatandaşın satın alım gücünü yükselteceğiz.

Yaptık. İki tane önemli krizden bu ülkeyi çıkarttık. İyi bir ekiple, ortak akılla, istişareyle bunu gerçekleştirdik. 2001’in o derin krizinden çok şükür ülkemizi çektik, çıkarttık.

2008-2009’un o yüz yılda bir yaşanan büyük krizinden ülkemizi çektik çıkarttık. Yaptık. Yine yaparız evellallah.

Deva ekonomisiyle işçimizin de memurumuzun da emeklimizin de yüzü gülecek.

Hatırlayalım. Bizim emeklimiz, şöyle bir 5-6 aylık maaşıyla Avrupa’da tatil yapabiliyordu ya. O günün basın arşivlerine bakın. O günün gazete ilanlarına bakın. Sayfalar dolusu yurtdışı tatil ilanı veriyordu gazeteler.

Üstelik fiyatını da Türk lirası koyuyorlardı ya. Bir haftalık İtalya turu şu kadar Türk lirası yazıyordu, beş günlük Fransa programı Türk lirası olarak şu kadar diyordu. Bunu yaşadık bu ülkede.

Memurumuz bir yıllık maaşıyla bir otomobil satın alabiliyordu. Geçenlerde bir arkadaşımız 2013 yılındaki bir gazete ilanını gösterdi. Gerçekten çok manidar. Tam sayfa otomobil ilanı. Bolluk var. İstediğiniz marka. Fiyatlarını yazmış. Yıl 2013. Öyle çok basit de değil orta bir otomobilin fiyatını yazmış ilana. Bugün 2021’de bir Iphone fiyatı biliyor musunuz?

2013’te bugünkü bir Iphone fiyatına en iyi otomobillerden birisini alabiliyorsunuz. Bu ülke bunları yaşadı. O 2.500 dolar milli geliri gördüğümüz yıl bu ülke bunları yaşadı. Biz başardık yine başaracağız.

Aileleri kara kara düşünmekten kurtaracağız.

Dünya piyasaları para içinde yüzerken, insanlar parayı koyacak yer bulamazken, Avrupa’da eksi faiz, Amerika’da yüzde 0,25 faiz varken ülkemizi bu döviz kıtlığına, bu yokluğa, bu açlığa göz yumanlara artık siz bir durun, müsait bir yerde inin diyeceğiz.

Halkın geçim sıkıntısını bilen, işinin ehli kadrolarla sorunları çözeceğiz.

Kimsenin şüphesi olmasın; önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

Deva iktidarında bu verimli topraklarda, işsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil;

Bereket akacak. Bolluk akacak. Refah akacak. Deva Partisi kadrolarıyla hazır.
Biz hazırız. Emaneti teslim almaya geliyoruz. Küçükçekmece hazır, İstanbul hazır.

Tekrar bu güzel ilçemize, Küçükçekmece’mize kongremizin hayırlı olmasını diliyorum. Bu kongrede iş başına gelecek, görev alacak tüm arkadaşlarımıza başarılar diliyorum. Yolumuz açık. Bahtımız açık olsun diyorum.

Sağ olun var olun.

8 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Osmangazi İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN OSMANGAZİ İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

Merhaba Osmangazi...

“Ovanın yeşili, göğün mavisi ve mimarilerin en ilahisi”

Güzel şehrimiz Bursa, merhaba.

Bugün Osmangazi’nin asırlık bereketli çarşılarının, tarihi hanlarının,

Türbelerinin, külliyelerinin ve heybetli camiilerinin yanı başında, sizlerle buluşmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Değerli il başkanımız, değerli ilçe başkanımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Değerli basın mensupları,

Hepiniz Osmangazi birinci olağan ilçe kongremize hoş geldiniz.

Sizlerin huzurunda; ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımızı da muhabbetle selamlıyorum.

******

Sözlerime, bu salondaki ve tüm Türkiye’deki DEVA Partili kadrolara seslenerek başlamak istiyorum.

Bizler, hep beraber, riyakarlığa karşı dürüstlüğün, yanlışa karşı doğrunun mücadelesini vermek için yola çıktık.

Bizler “hakikat mücadelesi”nin neferleriyiz.
Bugünkü iktidar kendisini “uydurulmuş gerçeklik” dünyasına hapsetti.

Halkımızı da o hayal alemine davet ediyor.

Ben bu bir yılda 60 kadar şehre gittim. Bundan daha fazla ilçe gördüm. Her gün caddelerde sokaklarda vatandaşlarımızla beraber oldum. Ekip olarak hep beraber sahadayız.

İktidar hayal alemindeyken, halkımızın ne zorluklar çektiğini, hangi sıkıntıları yaşadığını gayet iyi biliyoruz ve bizzat kendilerinden dinliyoruz.

İsrafın içinde yüzenler, “itibardan tasarruf olmaz” diyenler gençlerimizi bu güzel memleketten soğutuyor.

Sokakta yolumuzu çeviren anne babalar feryat ediyor. İş aramaktan yorulmuş çaresiz gençler isyan ediyor.

Çok açık söylüyorum.

Bir ülkeni itibarını farklı farklı tarif edebilirsiniz. İtibar nedir diye sorduğumuzda farklı başlıklardan bahsedebilirsiniz ama bir ülkenin itibarı aynı zamanda o ülkenin gençleridir.

İtibar; gençlerin yarınlarını, kendi doğup büyüdüğü bu güzel topraklarda kurmak istemesiyle ölçülür.

İtibar; sadece memlekette havalimanı sayılarını çoğaltarak elde edilmez.

Sizin gençleriniz o havalimanlarının dış hatlarını, kendileri için bir “umut kapısı” olarak görüyorsa bu ülke için bir itibar değildir.

İtibar, anne-babaların, çocuklarının yarınlarından endişe etmeyeceği bir ülkede yaşamasıyla sağlanır.

Bakın arkadaşlar,
Sizlerle bir veriyi paylaşmak istiyorum.
Genç nüfus için tutulan bir istatistik vardır:
Bu istatistik, “ne eğitimde ne de işte” olanlarla ilgilidir.

Yani, eğitim hayatından ayrılmış, ancak iş hayatına da girememiş gençlerin sayısıdır bu.

Bu sadece Türkiye’de değil bütün OECD ülkelerinde bu istatistik tutuluyor ve karşılaştırma olarak da ülkeler bu konuda hangi aşamada bunu görmek mümkün.

Şöyle baktığımızda bu yılın en son açıklanan verisi, elimizde ikinci çeyrek verisi var. Ne eğitimde ne çalışma hayatında olan kaç genç̧ var, biliyor musunuz?

Tam iki milyon sekiz yüz beş bin kişi. Bu TÜİK’in rakamı. O da inanıyorsak.

Grafik - oecd sıralaması

Bakın arkadaşlar, ekrandaki grafiği görüyor musunuz?

Ne eğitimde ne de istihdamda yer alan gençlerin toplama oranı, OECD ülkelerinde ortalama yüzde 12,8.

Ortalamanın altındaki ülkeler var, ortalamanın üstünde ülkeler var. Ama bu grafiğin en sağındaki ülkeye dikkatinizi çekmek istiyorum bakın.

Yüzde 28,8 orana sahip olan bir ülke var. O ülke maalesef bizim ülkemiz Türkiye.

Dünyadaki halimize bakın. Slovakyalı, Yunanistanlı, Macaristanlı, Polonyalı gençlerle yapılan şu kıyaslamaya bakın. Bizim gençlerimizden daha fazla oranda ya işteler veya okuldalar.

Grafiğin özellikle ortalamanın sonundaki ülkelere bakın. Hepsi var. Bunlar OECD ülkeleri. Çek Cumhuriyeti var, Estonya var, Belçika var, İngiltere var, Letonya var.

Yüzde 12,8 ortalama. Yani 18-25 arasındaki genç nüfusun ortalama yüzde 12,8’i ne eğitimde ne de işte.

Biz neredeyiz? Ortalamanın iki katından fazla: %28,8. Böyle bir ülkeye itibarlı bir ülke denilebilir mi?

Böyle bir ülkeye başarılı bir ülke denilebilir mi?

Ben buradan Sayın Cumhurbaşkanına sormak istiyorum.

3 yıl 3 aydır bütün yetki elinizde. 2017 referandumu ve 2018 seçimlerinden sonra çok istediniz, dediniz ki “bütün yetkiyi bana verin hem enflasyon hem de faiz nasıl düşürülür, göstereceğim” dediniz.

“Ülkenin sorunlarını nasıl çözeceğim” dediniz. Sonuç bu.
OECD şampiyonuyuz. Nerede? Gençlerimizin boşta olması istatistiğinde.

Zaten dikkat edin. Ne zaman bir başarıdan bahsediyorsa hep eskilere gidiyor. Bizim ve arkadaşlarımızın görevde olduğu dönemden bahsediyor. Hep eski defterleri karıştırıyor.

Ortak aklın ve istişarenin olduğu dönemlerde elde edilen başarıları anlatıyor. Ben soruyorum.

Şu son 3 yıl 3 aydır bütün yetkiyi elinizde topladınız. Bu ülke hangi alanda başarılı oldu? Hangi alanda iyileştik?

Hukukun üstünlüğü deseniz sıralamalarda diplerdeyiz. Basın özgürlüğü ilkesinde sıralamalarda diplerdeyiz. Şeffaflık, yolsuzlukla mücadele endekslerinde diplerdeyiz.

Nerede bir kötü değerlendirme, kötü istatistik varsa diplerdeyiz.

Ve iyi değerlendirmelerin hiçbirinde de Türkiye artık yok. Türkiye sürekli kaybeden bir ülke oldu.

Bizim gençlerimiz bu tabloyu hak etmiyor. Bizim gençlerimiz böyle bir ülkede var olma mücadelesini vermeyi hak etmiyor.

Üstelik ülkemizde eğitim durumu yükseldikçe bu oran da yükseliyor. Gençlerimiz ne kadar çok eğitim alırsa o kadar işsiz olma ihtimali yüksek biliyor musunuz? Bir de böyle acı bir gerçek var.

Türkiye’deki eğitim sistemi istihdam oluşturmuyor.

Daha iki gün önce Ankara’nın Haymana ilçesinde yolumuzu bir vatandaşımız kesti. Dedi ki “Benim üç evladım var, büyük olan kızım bundan dört sene önce üniversiteyi birinci olarak bitirdi” dedi. “Dört yıldır işsiz” dedi.

“İkinci kızım ortanca çocuğum şu anda lisede okuyor, üniversiteye girmek için hazırlanmak istiyor, şu anda kendi lisesinin birincisi, fakat ben ona diyorum ki, kızım ablanı görüyorsun boşuna uğraşma, üniversiteyi okuyup da ne yapacaksın diyorum” diyor.

Böylesine parlak öğrencilerin umudunun, hayallerinin yıkılması, anne babaların bu ülkenin yarınlarından umudunu kesmesi gerçekten yazıktır günahtır ya, insanın içi parçalanıyor.

Bizzat yaşayanlarla konuştuğunuz zaman gerçek tabloyu çok iyi görüyorsunuz. Zaten şu anda hükûmetin en büyük sorunu bu. Hükûmet artık sokağa rahat çıkamıyor.

Sayın cumhurbaşkanın kendi açtırdığı marketlerde dolaşmasının haricinde şöyle bir çarşı, sokak, pazarda yürürken gördünüz mü? Şöyle insanlarla oturup dertleştiğini gördünüz mü son dönemde? Yok.

Kendilerine ayrı bir halka çizdiler. Ayrı sanal bir uydurulmuş gerçeklik halkası oluşturdular. Ve memleketin durumunu bilmiyorlar.

Eğer memleketin ne halde olduğunu bilse daha dünkü yaptığı konuşmasında “bizim işçimizde, çiftçimizde hayatından çok memnun” ifadesini kullandı, böyle bir şey diyebilir mi?

Ülkenin gerçeğini bilse böyle bir ifade kullanabilir mi? “İşçimizde, memurumuz da memnun hayatından” diyor.

Bu rakamları görüyoruz ya, %28. Bu %28 ne işte ne eğitimde ortalama sayı. Kadınlarla erkeklerin ortalaması.

Kadınlarda rakam ne biliyor musunuz? %40 seviyesinde. Yani 18-25 yaş arasında olup da ne eğitimde ne işte olan kadınların ortalaması yüzde 40 şu anda.

Tablo bu.

8 milyona yakın kayıtlı üniversite öğrencimiz var. Ama mezun olduklarında iş bulmayla ilgili hiçbir ümitleri yok.

Üniversiteyi kazanıyor, birinci sınıfa başlıyor, diyor ki “Ben o kadar okuyacağım, ailemde bu kadar maddi imkân sağlayacak ama bir şey fark etmeyecek ki, üniversiteyi bitireceğim, diplomamı elime alacağım yine iş bulamayacağım” diyor.

Gençlerimizdeki hissiyat bu. Üniversitelerde okuyan öğrencilerimizin durumu bu.

Peki, çalışan gençlerimize bakıyoruz... Gençler çağrı merkezinde çalışıyor, müşteri temsilcisi oluyor. Mağazalarda satış danışmanı oluyor. Dikiş makinecisi oluyor. Konfeksiyon işçisi oluyor. Çalışanlarda bu işleri yapıyor.

Ben buradan Türkiye’nin tüm gençlerine seslenmek istiyorum. Değerli gençler,

Artık buranıza kadar geldiğinin farkındayız. Bazen hayallerinizin peşinden koşmayı bırakmak istediğinizi çok iyi biliyorum. Artık hayal kurmaktan bile vazgeçtiğinizi biliyorum.

Geçen her yeni yılın, sizi hak ettiğiniz hayata yaklaştırmadığını biliyorum.

Kendinizi kapattığınız o odalarınızda “ev genci” olarak yaş almak istemediğinizi de biliyorum. Biliyorsunuz, gece ayakta olup gündüz daha çok ailesiyle muhatap olmak istemeyen çok gencimiz var artık.

İşsizliğin sebebini, gençlerin sözüm ona kalifikasyonunun olmadığına bağlayan bir yönetim zihniyetiyle hayat geçmez. Bunu da biliyorum.

Ne dedi geçen gençlerle yaptığı sohbette Sayın Erdoğan? “Kalifikasyonu olan iş buluyor” dedi.

İyi de kalifikasyonu olmayan diye tabir ettiğiniz gençlerin kendi suçu mu bu? Siz eğitimde gerekli olanı yapmazsanız, eğitimde gerekli adımları atmazsanız iş hayatında gerekli olan diplomalar ne meslek ne buna göre üniversitelerin bölümlerinin kontenjanlarını ayarlamazsanız, eğitimin topyekûn kalitesini artırmazsanız bunu suçu gençlerde mi yoksa ülkeyi yönetenlerde mi?

Gençlerimize seslenmeye devam ediyorum.

Türkiye’de adalete hiçbir şekilde güvenmemekte de son derece haklısınız.

Ancak sizlerden tek bir şey istiyorum.

Bu mevcut koşullara sakın “kader” demeyin. Bu ülke bu kadar, Türkiye’den bu kadar demeyin. Sakın ümitsizliğe kapılmayın.

Karamsarlığın, sizin parlak yarınlarınızı esir almasına asla izin vermeyin.

Emin olun; tüm bu günler çok kısa sürede geçecek. Türkiye bir kabustan uyanırcasına, korkulu bir rüyadan uyanırcasına bir aydınlığa kalkacak.

Ülkemizdeki istihdam imkanlarını yeniden her alanda yükselteceğiz. Eğitimin her kademesini kaliteyle taçlandıracağız.

Çünkü bizim en büyük amacımız; gençlere hak ettikleri, insani koşullarda çalışma ve yaşama imkânı sağlamaktır.

Onlar zaten hakkı. Bu hakkı sadece bizim teslim etmemiz gerekiyor. Daha önce de söyledim, tekrar ediyorum:
Biz gençlerle yan yana yürümüyoruz. Biz gençlerin arkasından yürüyoruz.

Hiç merak etmeyin. Bu ülke güçlü bir ülke. 84 milyon nüfusuyla, Avrupa’nın en büyük yüz ölçümüne sahip topraklarıyla, küçülmüş daralmış haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olan ekonomik gücüyle bu ülke çok büyük bir ülke.

Hep beraber el ele vererek bu kabustan uyanacağız.

Türkiye’nin önü açık, yolu açık. Yeter ki Türkiye dürüst ve ehil kadrolar tarafından yönetilsin. Yeter ki ortak akıl ve istişareyle yönetilsin. Yeter ki Türkiye plan program içeren bir çalışmayla yönetilsin. Bizim hayalimizdeki Türkiye bu.

Grafik - oecd sıralaması çıkar

*****

Değerli arkadaşlar,

Gençlerin yüzünün güleceği bir ülkenin parolası hukuktur, özgürlüktür.

Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, hukukun üstünlüğüne dayanan yepyeni bir sistemdir.

Sistemden bahsedince, biliyorsunuz 2017 cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilgili anayasa oylandı. 2018’de fiilen sistem yürürlüğe girdi. Ve o günden bugüne sonuçlar ortada.

Sorun sadece sistemde değil. Sorun aynı zamanda bu sistemle ülkeyi yöneten zihniyette. Sorun iktidarın bu ülkeyi yönetme zihniyetinde.

Hangi sistem olursa olsun ister başkanlık sistemi ister parlamenter sistem eğer anayasayı yok sayan, hukuku önemsemeyen, ben aklıma geleni yaparım kimse de bana karışamaz diyen bir zihniyet varsa işin başında o ülkenin herhangi bir konuda başarı elde etmesi mümkün değil.

Biz onun için diyoruz ki hem sistem değişmeli hem de ülkeyi yöneten zihniyet değişmeli. Topyekûn bir iktidar değişikliği gerekiyor. Başka türlü düzelmez bu ülke. Başka türlü bu ülkenin sorunları çözülmez.

Biliyorsunuz biz parlamenter sistemle ilgili çalışmalarımızı belli bir noktaya getirdik. Arkasından diğer siyasi partilerle ikili temas trafiğimizi başlattık.

Ve geçen sene bunu belli bir noktaya getirmiştik. Bu yıldan itibaren de ikili bazda diğer partilerle konuşmaya başladık.

İadeyi ziyaret için CHP Genel Merkezi’ne gittiğimde ve görüşmemiz sonrası Sayın Kılıçdaroğlu ile basın toplantısını yaptığımızda hatırlayacak olursanız orada ilk defa şunu açıkladık. “Güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili biz, ikili bazda diyalog sürecini başlatıyoruz” dedik.

Partiler arası bir sürecin ikili bazda ilk deklarasyonu oradadır. Bundan tam dört gün sonra sayın cumhurbaşkanı “yeni anayasa” demeye başladı.

Bakın daha geçtiğimiz günlerde yeni anayasayla ilgili ne diyor?

“Biz, Türkiye’nin gündemine getirdiğimiz, ülkemizin ilk sivil anayasasını hazırlama teklifimizde gerçekten samimiyiz. AK Parti ve Cumhur İttifakı olarak kendi hazırlıklarımızı yapıyoruz.” (Video)

Samimiyetten söz ediyorsak bir kere de sizin huzurunuzda daha evvel yaptığım çağrımı yenilemek istiyorum:

Sayın Erdoğan, siz önce Anayasa’ya, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyun. Mevcut anayasayı, mevcut hukuku, uluslararası sözleşmeleri uygulayın.

Siz, işinize gelmeyince, mevcut anayasa’ya uymuyorsunuz ki. Söylemedi mi? Daha önce Anayasa Mahkemesi karar aldığında “saygı duymuyorum” demedi mi?

Alt mahkeme Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamadığında, “Uygulamayabilir, daha önce örnekleri var” demedi mi?

Şu andaki anayasada yemin metni var. Sayın Erdoğan görevine başlarken o yemin metnini Meclis kürsüsünde okuyarak görevine başladı. Orada ne diyor? Görevimi tarafsızca yapacağıma ant içerim diyor.

Şu anda Sayın Erdoğan’ın görevini tarafsız bir şekilde yaptığını iddia etmek mümkün mü? Öyle bir şey mümkün mü? Nerede tarafsızlık?

E siz anayasada yemin ettiğiniz tarafsızlık hükmüne uymayın, “Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlara saygı duymuyorum, uymuyorum” deyin. Alt mahkeme muhtemelen sizin verdiğiniz cesaretle uygulamadığında “Uygulamayabilir” deyin. Sonra da yeni anayasadan bahsedin.

Öncelikle şunu bir ortaya koymanız lazım. Sizin için anayasa önemli bir metin mi? Kendinizi bağlı hissettiğiniz bir hukuk metni mi anayasa? Önce bunu bir ilan edin. Evet, anayasa benim için önemli deyin.

Mevcut anayasaya bir uyun görelim ondan sonra yeni anayasadan bahsetmeniz ciddiye alınacak bir iddia olsun.

Siz anayasa’da yazana zaten uymuyorsanız anayasanın eskisinden ne yenisinden ne bahsediyorsunuz?

Eski anayasadan size ne yeni anayasadan size ne?

Eğer anayasa metni önemsizse, zaten uymuyorsanız, uygulamıyorsanız, uygulamaya çalışan anayasa mahkemesinin kararlarına “uymam, saygı göstermem” diyorsanız, uymayanları cesaretlendiriyorsanız sizin yeni bir anayasadan bahsetme hakkınız yok. Hiç boşuna uğraşmayın.

Yeni dediğiniz anayasaya uyacağınızı nereden bileceğiz?

Kendini hukukla, anayasayla bağlı hissedenlerin ancak yeni anayasadan bahsetmesi lazım. Anayasa değişikliğinden bahsetmesi lazım.

Arkadaşlar,

Bunların yeni anayasa dedikleri de ne, biliyor musunuz? Asıl zihinlerinin gerisinde ne?

İlk önce ne dediler “gelin bütün partiler beraber çalışalım” dediler. Sonra Sayın Bahçeli çıktı hemen “yok, bir dakika yeni anayasa olacaksa yine mevcut sistem olacak” dedi. Ne yaptı? Bir çerçeveyi çizdi.

Daha sonra Sayın Erdoğan’a sordular. “Tabii dedi başkanlık sistemin devamı olacak” dedi.

Yeni anayasa dedikleri ne biliyor musunuz? Bu ucube, taraflı cumhurbaşkanlığı sistemini iyice derinleştirmek.

Keyfi yönetim sistemini memleketimize iyice yapışmasını sağlamak. Başka bir şey yok.

Göreceğiz. Bakın biz açıkladık. Anayasa değişikliğinden neyi kastettiğimizi, parlamenter sistemden neyi kastettiğimizi biz ortaya koyduk. Bizim gibi başka siyasi partilerde ortaya koydu.

Şimdi ne yapıyoruz? Anayasayı değiştirelim ve parlamenter sistem getirelim diyen siyasi partilerle oturup bunları çalışmaya başladık. Bunu da hatırlayacak olursanız yaklaşık bir ay kadar önce ben canlı yayında söylemiştim ‘artık bunun da zamanı geldi’ demiştim.

Çünkü vatandaşımızın karşısında 5-6 ayrı farklı parlamenter sistemle çıkamayız ki. Parlamenter sistem demek aynı zamanda bir toplumsal mutabakat arayışı demek. Bir siyasi mutabakat arayışı demek.

Nihayetinde bu Meclise gelecek. Seçimlerden sonra kurulacak Meclise. Ve Mecliste en az 360 oy gerekecek ki referanduma gitsin. Veya en az 400 oy gerekecek ki Mecliste bu değişiklikler yapılabilsin.

Dolayısıyla burada ne lazım? Geniş bir toplumsal mutabakat arayışı. Geniş bir siyasi mutabakat arayışı.

Biz de şu anda tam bunu yapmaya başladık. 6 partinin temsilcileri geçtiğimiz salı günü üçüncü kez bir araya geldiler. Bundan sonra her hafta bir araya gelerek hızlı bir şekilde ilerleyecekler.

Umudumuz; vatandaşlarımızın karşısına çıkarken siyasi mutabakat zemini kuvvetlenmiş tek bir parlamenter sistem önerisiyle çıkabilmek.

Biz bunu ülkemiz için çok önemli görüyoruz.

Türkiye’nin şu aşamada bir yönetim sistemi değişikliğine ve topyekûn bir yönetim zihniyeti değişikliğine ihtiyacı var. Sistem mutlaka değişmeli ama ülkeyi de artık bambaşka bir zihniyet yönetmeli.

Hukuka bağlı, anayasaya bağlı bir yönetim zihniyetiyle yönetilmeli Türkiye.

Ha, günü geldiğinde toplumsal mutabakat sağlanır, ortam oluşur ve gerçekten sivil bir dönemde sıfırdan yazılmış yeni bir anayasa konuşabiliriz kuşkusuz. O günlerde gelir elbet.

Ama şu anda aciliyet kazanan konu sistemin bir an önce değişmesi ve yönetim sisteminin güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmesi.

Biz de o gün geldiğinde, yeni bir anayasayı gerçekten çalışacak bir ortam olduğunda kendi özgürlükçü, demokrat ve barışçıl ilkelerimizi masaya koyarız.

Nasıl bugün koyduk masaya, o gün geldiğinde de fikirlerimizi ortaya koyarız ama şu andaki hükûmetin yeni anayasadan kastı bizim sistem değişikliği değil. Bambaşka bir şey. Getirdikleri zaman göreceğiz.

Dikkat edin ortaya da bir şey çıkarmış değiller. Üç sene üç ay oldu. Niye hala ortada bir şey yok? Bakın biz çalıştık.

Aralık ayında kodifikasyon tamamlanmış, 74 maddelik anayasa değişiklik paketimizi hazırladık. Biz bunu yeni kurulmuş bir siyasi parti olarak hazırladık.

Kuruluşumuzdan 9 ay sonra hazırladık, bitirdik. Kaç yıllık hükûmetsiniz, üç sene üç aydır da tek imzayla ülkeyi yönetiyorsunuz. Bugüne kadar niye yapmadınız?

Niye bizim gerimizde kaldınız? Aklınız bu iş ciddiye binince yani parlamenter sistemle ilgili partiler arası çalışma başlayınca mı acaba aklınız başınıza geldi.

Acaba vatandaşlarımızın yarıdan fazlası her türlü araştırmada parlamenter sistemi destekliyorum dedikten sonra mı aklınıza geldi yeni anayasa çalışması?

Artık bugün bu iktidar ülkenin gündemini oluşturma gücünü kaybetti. Şu anda gündemin peşinden sürüklenen bir iktidar görüyoruz.

Bu kadar devlet gücünü kullanma imkânı, devletin sahip olduğu basın yayın organlarını tek bir partinin lehine kullanmanın verdiği avantaj sopayla ya da havuçla istedikleri haberi yaptırdıkları bu kadar medya mekanizması, sınırsız para gücü ama ne oldu?

Artık ülkenin gündemini oluşturma imkanları kalmadı. Artık gündemi biz oluşturuyoruz. DEVA Partisi. Bizim gündemimizin peşinden koşmaya onu yakalamaya çalışıyorlar.

Demek ki bu işte artık dengeler değişti. Artık terazinin dengesi bu tarafa doğru bastı. Bu çok açık görülüyor. Her yerde görülüyor.

Bizim tabii ki yeni anayasaya günü geldiğinde iyi niyetli gerçekten demokrat bakış açısı olan insanlarla yeni anayasa çalışılır. Ancak bizim bunun için önce şu cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yükünü sırtımızdan atmamız gerekiyor. Acil konu bu.

Ülke bu sistemin altında eziliyor. Bu yükün altında eziliyor. Gençlerimiz bu iktidarın bu yükün altında eziliyor.

Ülkemizin ekonomisi eziliyor. Paramız eziliyor.

Bugün bir yandan otobüsle Bursa’nın bazı caddelerinden geçtik, baktım otobüsün arkasındaki arkadaşlar dolar ne oldu euro ne oldu diye bakıyor.

Tabii ihracatı var imalatı var, ticareti var. Kolay değil ki. Eskiden bu döviz bürolarının önünde trafik tıkanırdı. Çünkü arabayla geçenler şöyle bakıp -o zaman akıllı telefon yok- herkes döviz bürosunun önünden geçerken arabasını yavaşlatırdı.

1990’lı yılların, o krizlerin döneminden bahsediyorum. Oralarda trafik tıkanırdı. Döviz bürosunu geçince trafik tekrar açılırdı. Şimdi insanların gözü haber kanallarının alttaki kur köşesine kilitleniyor.

Arada bir akıllı telefondan ne oldu diye bakıyor. İşte ülkenin geldiği durum bu. Paramızın geldiği durum bu. Faizler yüzde 18.

Şu anda Avrupa’nın hala en yüksek Merkez Bankası faizi bizde %18. Üstelik faizi Merkez Bankası yüzde 19’dan 18’e indirince Hazinenin borçlanma faizi bir buçuk puan arttı.

Faiz kararının öncesine göre bugün T.C Hazinesi bir buçuk puan daha fazla faiz vererek borçlanmak zorunda kalıyor. Ne anladık?

Bakın, Merkez Bankası’na talimatla bir karar aldırtıyor. Ertesi gün hem kur 8,3’lerden 8,9’lara çıkıyor. Hem de Hazinenin borçlanma faizi çıkıyor.

İşte ben ekonomistim, benim alanım ekonomi diyen ancak istişareden, ortak akıldan sapmış düzgün kadrolarla çalışmayan bir cumhurbaşkanının ülkeyi getirdiği noktayı görüyorsunuz.

Dürüst ve ehil kadrolar olmadan olmaz. Ortak akıl ve istişare olmadan olmaz. İki kere iki dört. Bu kadar basit bu iş.

Ne oldu? Hadi düzeltsin. Diyor ki “O başarılı dönemde de ben yaptım”. O zaman yine yap. Meydan açık. Elini tutan yok. “Ben onay vermesem yapabilir miydi o” diyor beni kastederek.

Bir dakika. O günün Merkez Bankası bağımsız. Başbakanının onayına falan ihtiyacı yok. Ama temiz sağlam bir kadro var. Para politikasını biz ne yapmışız? Temiz sağlam bir kadroya emanet etmişiz. İşlerini de gayet iyi yapmışlar.

34 yıllık enflasyonu 2-3 haneli enflasyonu tek haneye indirmişiz, paradan da altı sıfır atmışız. Hadi yine yapın. Korkarım ki bu biraz daha devam ederse paramıza yine sıfırlar eklenmeye başlayacak.

200 liralık banknotun satın alma gücü belli. 200 liralık banknot bugün değeri 20 küsur dolarlarda. 22-23 dolar.

E ne olacak yarın bu yetmeyecek 500-1000 çıkartacağız diyecekler. Korkarım ki sonra gelip bunların eklediği sıfırları atmak yine bize düşecek.

Değerli arkadaşlarım,

Önce anayasanın bazı maddelerinde değişiklik yaparak, “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e geçmemiz gerekiyor.

Geçtiğimiz pazartesi günü, genel merkezimizde, güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizin detaylarını paylaştık. Hukuk ve adalet politikaları başkanımız Mustafa Bey ve diğer ilgili arkadaşlarla birlikte.

Orada ne dedik? Soru cevap bölümünde bana sordular. Peki “Ne zaman ne kadar sürer” dediler. Ben dedim ki, eğer seçim öncesi iyi bir hazırlık yapılırsa hem siyasi mutabakat zemini hem de toplumsal mutabakat zemini sağlanırsa seçimlerden sonra bu sisteme geçmek en fazla altı aydır dedim.

Bizim kültürümüzde ne vardır? Hayırlı işte acele edin. Niye bekleyeceğiz? Neyi bekleyeceğiz? Kuşkusuz bir Meclis süreci olur. Anayasa değiştirmenin bir usulü vardır. Bunun bir süreci var. Ciddi bir iş yapıyoruz. Öyle tek imzayla gece yarısı kararnamelerine benzemez bu. Anayasayı değiştiriyorsunuz.

Ama bunun da 6 ay gibi bir sürede biz rahatlıkla yapılacağına inanıyoruz. Ama hangi şartla? Seçim öncesi tam bir mutabakat şartıyla. Seçim öncesi mümkün olduğunca birkaç kademe daha detaylarıyla çalışarak ve detaylar üzerinde de mutabakatta kalmak şartıyla.

Yok, bekleyelim seçim gelsin ondan sonra düşünürüz dersek işte seçim gelir geçer ama ondan sonra bu iş vakit alabilir.

Şimdi önümüzde bir zaman dilimi var. Artık seçim ne zaman olur bilmeyiz. Ama ne de olsa bir süre var önümüzde. İşte biz bu süreyi çok iyi değerlendirmeliyiz.

Bu parlamenter sistemle ilgili, anayasa değişikliğiyle ilgili dersimizi iyi çalışmamız lazım. Tek tek pek çok hususta mutabakatı sağlamamız lazım ki seçim sonrası zaten mutabakat sağlanmış bir metni hemen uygulamaya geçirelim. Bu da dediğim gibi en fazla altı aydır.

Peki arkadaşlar, güçlendirilmiş parlamenter sistem ne demektir?

Bizim önerdiğimiz güçlendirilmiş parlamenter sistem;

Ülkemizin tek bir kişinin keyfine göre yönetilmesine son vermek demektir.

Temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması; ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kaldırılması demektir.

Medyadaki tekelleşmenin sona ermesi demektir.

Tüm vatandaşların ödediği vergiyle finanse edilen Anadolu Ajansı ve TRT gibi kurumların tek ses haline, hükûmetin propaganda makinesi haline gelmesine son vermek demektir.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem;
Yürütmenin, yasama ve yargı üzerindeki vesayetine nokta koymak demektir.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem; güçlü meclis, güçlü hükümet ve güçlü yargı demektir.

Meclis’in denetim mekanizmalarının çalıştığı, hükümetin istikrar kazandığı ve yargının bağımsızlaştığı sistemin adıdır.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem, cumhurbaşkanının tarafsız olması demektir.

Anayasa Mahkemesi’nin etkinliğinin artması demektir.

Yargı üst kurullarının, yargı bağımsızlığını teminat altına alacak şekilde yapılandırıldığı sistemdir. Yani hükûmetin kendi görevlendirdiği kurullar vasıtasıyla yargının üzerinde hegemonya artık kuramaz demektir.

Ekonomide ve diğer alanlarda bağımsız kurumların rahat işlediği, liyakat esaslı şeffaf bir yönetim anlayışıdır.

Kısacası, güçlendirilmiş parlamenter sistem, sorunlarımızı demokrasi temelinde çözmek için hazırlayacağımız kuvvetli zeminin adıdır.

Arkadaşlar, şimdi Bursa’dan, Osmangazi’den bir söz almak istiyorum. Mevcut sisteme son verip, çiğnenen demokrasimizi ayağa kaldıracak mıyız?

Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizi kapı kapı dolaşarak anlatacak mıyız?

Demokrasi ve atılım bayrağını Osmangazi’nin her yerinde dalgalandıracak mıyız?

Osmangazi hazır maşallah.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu ülkede hiç kimse, bir daha asla, yalnız yürümeyecek. Çünkü artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

Türkiye’yi, gençlerin hayatlarını kurmak istedikleri özgür, zengin ve adil bir ülke yapacağız.

Ülkemizi bu karanlık tünelden hızlıca çıkartacağız.

İşte bu yolculuğumuzun önemli adımlarından birisini bugün Osmangazi’de atıyoruz.

Bursa’ya, Osmangazi’ye ve tüm Türkiye’ye deva olmak için biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

6 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Haymana İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN HAYMANA 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Ankara il teşkilatımızın değerli başkanı, Haymana ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Haymana ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli hemşehrilerim,

DEVA Partisi olarak, siyasete kısa sürede çok önemli yenilikler getirmenin mutluluğunu yaşıyoruz.

Bildiğiniz gibi, teşkilatlanmamızı rekor bir sürede tamamlayarak, dokuz ay gibi çok kısa bir sürede, seçimlere girmeye hak kazandık. Teşkilatlanma çalışmalarımızı tüm hızıyla sürdürüyoruz.

Sıfırdan bir teşkilat kuruyoruz. DEVA Partisi daha önce kapatılan bir siyasi partinin hazır teşkilatlarının üzerine konuşlanıp yola devam etmedi. Y da bir siyasi partinin bölünüp, teşkilatlarının bir kısmını yanına alıp da devam etmedi.

Her bir ilçe teşkilatımız her bir il teşkilatımız sıfırdan inşa ediliyor. Siyasete yeni başlayan ilk defa DEVA Partisi ile başlayan çok sayıda arkadaşımız

olduğu gibi, siyasette tecrübeli arkadaşlarımızın da beraberce omuz omuza çalışmasıyla teşkilatlarımız kuruluyor.

İlk defa siyaset deneyimini bu çatı altında kazanan arkadaşlarımız da, siyasette olmuş ama siyasetin kirletmediği, siyaseti kirletmeyen, kendini muhafaza etmiş, ilkeleri ve değerleriyle sapasağlam tecrübeli arkadaşlarımız yeni arkadaşlarımızla beraber omuz omuza vererek bu teşkilatlarımızı kuruyor. Türkiye’nin dört bir yanında bu şekilde çalışıyoruz.

Ayrıca, bir ilki daha gerçekleştiriyoruz. İktidarımızın ilk 90 gününde ve 360 gününde gerçekleştireceklerimizi halkımıza şimdiden taahhüt ediyoruz.

Böylece, herhangi bir hükûmet programından çok daha detaylı bir çalışmayı, şimdiden yapıp kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bunu da daha önce yapan hiçbir siyasi parti olmadı.

Düşünün ki, seçimden çok önce seçimden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 günü ve ilk 360 gününde yapacaklarını bugünden detaylı bir listesini çalışıp kamuoyuna açıklamak öyle kolay bir çalışma değil. Herkesin yapabileceği bir iş değil. Ama biz bunu yaptık, yapıyoruz.

Ben çok sayıda hükûmet programını yazan ekibin içinde bulundum. Çok sayıda hükûmet programını koordine ettim. Ama şu ana kadar hiçbir hükûmet programı bizim bu eylem planlarımız kadar detaylı bir çalışma değildi.

Takvim veriyoruz. Atacağımız her adımın bütçesini hesap ediyoruz. Boşa atıp tutmuyoruz. Yaparız diye bol keseden vaat dağıtmıyoruz. Hesabımızı kitabımızı yapıyoruz.

Bütün bu eylemlerin birbirleriyle uyumunu, tutarlı olup olmadığını kontrol ediyoruz. Takvime bağlıyoruz ve ondan sonra açıklıyoruz. Bu da bir ilk.

Bizler daima çözümlerin adresi olduğumuzun bilinciyle, detaylı şekilde hazırladığımız eylem planlarımızı ortaya koyuyoruz.

Haziran ayında tarım eylem planımızı açıkladık.

Çiftçimizin yaşadığı güncel sorunlardan, tarımın yapısal sorunlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede çözümlerimizi sunduk.

Malum, hükûmete soracak olursanız, tarımda her şey güllük gülistanlık. Ne diyorlar? “Toplumda eğer kayırılan bir kesim varsa çiftçi kesimidir.” diyorlar. Bu hükûmetin bir bakanının ettiği laf bakın.

“Çiftçimizin ‘biz zarar ediyoruz’ dediği herhangi bir ürün yok” diyorlar. Hükûmetten en yetkili pozisyonda olan bir kişi bunları söylüyorsa bu hükûmetin artık tarımla, çiftçiyle alakası kopmuş demektir. Bu ülkenin gerçeklerini bilmiyor demektir.

Aklımızla alay eder gibi... Bakın ben 4 Ekim 2020 tarihinden beri yaklaşık 60 şehre gittim. Her an sokaklarda, caddelerde çiftçimizle, esnafımızla buluşuyoruz. Tarım alanlarına gidiyoruz bizzat çiftçimizin yaşadığı sorunları tarlada görüyoruz ve tespit ediyoruz.

İktidar bir “uydurulmuş gerçeklik” dünyasına girmiş durumda. Bir gerçek var bir de bunların uydurduğu ayrı bir Türkiye var. Herkesi de buna inandırabileceklerini zannediyorlar.

Zannediyorlar ki biz bunu anlatırsak millet de bunu böyle doğru kabul edecek. Sen çık da bir konuş bakalım... Şöyle 15-20 tane çiftçiyi topla ama öyle kadrolu parti üye listelerinden, teşkilatlarından çiftçiler değil, rastgele.

Herhangi bir ilçemizin, kazamızın, çiftçilerimizin çok gittiği bir kahveye git, otur bir dinle bakalım. Sana gelen hazır raporlardan değil, çiftçimizin derdini tarlada öğreneceksin. Ekip biçtiği alanda, arazide çiftçimizi dinleyeceksin. Biz bunu yapıyoruz.

Çiftçimiz kan ağlıyor kan...

Soralım şimdi, neymiş bu çiftçilerimizin “kayırılma”sıyla ilgili tablo, hükûmet çıksın anlatsın diyoruz. Kayırma nasıl? Biz böyle bir şey görmüyoruz.

Çiftçimiz, çok sayıda ürünün ithalatında gümrük vergisinin sıfırlanmasıyla mı kayırılıyor? Siz ithalattaki vergiyi düşürün, ürünler girsin ülkeye fiyatlar düşsün. Çiftçiyi böyle mi kayırıyorsunuz?

Bazı müteahhitlerin borç faizleri, vergi borçları silinirken, çiftçinin borcu 6 ay süreyle ve faiz eklenerek ertelenince mi çiftçi kayırılıyor?

Soruyorum: 2019 yılında ödenmesi gereken desteklerin 2020’de ödenmesi midir çiftçiyi kayırma?

Yoksa kayırma, 2021-2022 sezonu yaklaşırken üreticinin hala alacağı desteklerini bilmemesi, bu belirsizliği oluşturmak mı çiftçiyi kayırmak?

Hükûmet diyor ya kayırıyoruz diye, biz bir şey göremiyoruz. Eğer kayırıldığını gören çiftçimiz varsa da çıksın anlatsın. Evet, ben özel kayırılıyorum, bana şöyle güzellikler yapıyor hükûmet diye çıksın anlatsın. Yok böyle bir şey.

Üreticinin, ürününü maliyetinin altında satmak zorunda kalması mı kayırmak oluyor? Ya da pek çok ürünün tarlada kalması. Tarladan toplama maliyetinin satış fiyatının üzerinde olması mı, çiftçiyi kayırma oluyor?

Değerli arkadaşlar,

Tarımsal sulamada kullanılan elektriğin fiyatının son üç yılda yüzde 168 artması mı çiftçiyi kayırmak?

Zirai ilaçların fiyatları yüzde 75 civarında arttı.
Yem fiyatı, cinsten cinse değişiyor ama son bir yılda en az yüzde 60 arttı.

Döviz yükseldikçe yem fiyatları daha çok artıyor. Saman gibi kaba yemlerde artış yüzde 100 seviyesinde.

Çiftçinin bu maliyetler karşısında beli büküldü, beli! Çiftçimiz adeta nefes alamaz oldu.

Kaç tane ilçemizde ve kazamızda ziyaret ettiğimiz yerlerde çiftçimizden şunları duydum: “Ben evladıma diyorum aman sen bu işi yapma” diyor. “Sen git şehre hayatını kurtar” diyor çiftçimiz kendi çocuklarına. Bir daha ekip dikmeyeceğim diyor. Ürettikçe daha çok zarar ediyorum, ben niye uğraşayım diyor.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız, üreticilerimiz, “Bu hayvana bakacağım, besleyeceğim, ilacı, maliyetiydi derken elde ettiğim sütün piyasa fiyatı bunu kurtarmıyor” diyor. “Ben keseceğim hayvanlarımı, bırakacağım bu işi” diyor. Büyükbaş hayvanın satış fiyatı daha cazip gelebiliyor üreticimize.

Bütün girdi maliyetleri arttı, ama şu andaki çiğ süt destekleme primleri düşmüş durumda.

Sütün litresini 3 liradan düşük paraya satmak zorunda kalıyor insanlar. Çiftçimizin traktörüne toprağına haciz geliyor.
Çiftçimiz borçların, döviz artışının, maliyetin ve kuraklığın altında eziliyor.

Bakın, bu arkadaşınız tam 11 yıl Ziraat Bankası’ndan sorumlu bakan oldu. Bir 2002-2007 arası bir de 2009-2015 arası. 11 yıl boyunca çiftçimizin, traktörünün, tarlasını haczedilmesi vaki değildir. Böyle bir şey yapmadık.

Çünkü çiftçimizi güçlü tutmaya çalıştık. Ziraat Bankası’nı gerçekten çiftçinin bankası yapmaya çalıştık. Ve bunun güzel sonuçlarını aldık. Hacizdi, şuydu buydu yoktu.

Ve bakın, 2002 sonunda gerçekten zor bir tablo devraldık. Zirai kredilerin yaklaşık yüzde 40’ı artık tahsil edilemiyordu. Çiftçimiz ödeyemiyordu. Yıl 2002. O krizden sonra.

Bu tüm borçları çok uzun vadede ve faizsiz olarak yıllara yaydık. Küçük küçük ödemeler. Faizi sıfırladık. Ve tam bir sene sonra bütün çiftçimizin borcu yüzde 99 oranında tam ve gününde ödenir hale geldi.

Bir yılda bütün Türkiye’de de tarımın çehresi değişti. Yıl 2004 olduğunda bütün çiftçimizin yüzde 99’u borcunu tam ve gününde ödeyecek güce ulaştı. Biz bunu yaptık.

Fakat maalesef şu anda Türkiye kötü yönetiliyor. Çiftçinin hâli, çiftçinin durumu bu.

Birileri sokağa çıkamıyor, tarlalara gidemiyor diye, halkla arasına uzun bir mesafe çekti diye, Türkiye’nin kendilerine göre uydurdukları bir gerçekle bu vatandaşları avutmaları mümkün değil.

Biz halkın arasındayız. Israrla da hakikati söylemeye devam edeceğiz. Değerli arkadaşlar,

Biz tarım eylem planımızda açık açık ortaya koyduk:

Tarım desteklerini, yani çiftçinin üreteceği ürüne vereceğimiz destekleri üretim yapılan yıl açıklayıp, aynı yıl içinde ödeyeceğiz.

Çiftçimiz daha ekip dikmeden hangi ürünün ne kadar destek alacağını bilecek ve hasılatını yaptığı dönemde de devletten desteğini alacak.

Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini çiftçimize aynen iade edeceğiz. Çiftçimize kullandığı gübrenin yüzde 50’sini destek olarak vereceğiz. Yem bitkilerinin kullanımına yüzde 50’ye kadar destek vereceğiz.

Tarımsal kredilerin geri ödeme zamanını ve taksitlerini hasat dönemine göre belirleyeceğiz. Hangi ürünün hasadı hangi ayda ise hangi ayda bunun tahsilatı yapılacaksa geri ödeme takvimini buna göre belirleyeceğiz.

Çiftçilerimizin mevcut kredi borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz. 2 yıl boyunca çiftçimiz eski borcunu düşünmeyecek. Geri kalan borcunu da Türk lirası olarak sabitleyip yıllara sari rahat bir ödeme planına çevireceğiz.

DEVA iktidarında; çiftçimizin traktörüne toprağına haciz gelmeyecek. Bu tablo sona erecek.

Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız.

İktidarımızın ilk 5 yılında, sulama yatırımlarını tüm Türkiye’de tamamlayacağız. Toprağı suyla buluşturacağız.

Kanal İstanbul diye tutturdu değil mi bu hükûmet? Niye acele diyorlar bu kadar? Çünkü rant var.

İstanbul’un büyüklüğü yetmiyor, bir beş yüz bin kişilik şehir daha kuracağım diyor. İstanbul’a 16 milyon nüfus yetmiyor, 500.000 kişilik şehir daha kuracağım diyor.

Paylaşılan rant olduğu için Kanal İstanbul’a çok acele ediyorlar. Halbuki bakın, Kanal İstanbul parasına şu anda Türkiye’de yatırım programına alınan bütün tarımsal sulama projelerini bitirebiliyorsunuz. Para yetiyor da artıyor bile.

Planlanan ne kadar tarımsal sulama projesi varsa Türkiye genelinde, kapalı, basınçlı, damlama, yağmurlama, barajlardan isale hatları, barajdaki suyu toprakla buluşturma, yeni göletler, barajlar... Bütün bu projeleri toplayın, bunun maliyeti Kanal İstanbul kadar tutmuyor.

Biz ne diyoruz? Bu öncelik meselesi. Bizim önceliğimiz rant değil. Bizim önceliğimiz bu ülkenin tarımı. Bizim önceliğimiz bu ülkenin çiftçisi. Böyle hareket ediyoruz ve kararlarımızı buna göre aldık, buna göre alıyoruz.

Vahşi sulama yerine, damlama sulama yöntemine geçişi hızlandıracağız. Böylece çiftçinin üzerindeki maliyeti azaltırken, su tasarrufu da sağlayacağız.

Tarımda suyun etkin kullanımı için yeni teknolojileri mutlaka destekleyeceğiz. Kullanılabilir su kapasitemizi artırmamız gerekiyor ki kuraklığın esiri olmayalım.

Ülkemiz bu iklim değişikliği sebebiyle, küresel ısınma sebebiyle tam da o en çok etkilenecek kuşakta yer alıyor. Yani ülkemizde tek bir damla suyun kıymetini bilmemiz gerekiyor.

Ülkemizde tatlı su ihtiyacı, tarımsal sulamada kullanılan suyun ihtiyacı, diğer ihtiyaçlar için gereken su miktarı yüksek ama suyun tedariki gittikçe zorlaşacak. Tam da bu sebeple bugünden tedbir alınmaz ve bu yatırımlar yapılmazsa yarın günü geldiğinde gerçekten Türkiye’de tarımda çok ciddi bir su sorunuyla karşı karşıya kalabilir.

Geçtiğimiz bir yıllık dönem bunun önemli bir göstergesi oldu. Bütün Türkiye genelinde kuraklık yaşadık. Ve el altından fısıltı gazetesiyle bile hükûmet ne yapıyor? “Ne yapalım, Allah yağmur vermedi” diyor.

Doğru. Yağmuru yağdırmak insanın iradesinde değil ama tarımsal sulamalarla ilgili yatırım yapmak bir hükûmetin iradesinde. Tedbir almak senin iraden. Sen ondan bahset, niye bunları tamamlayamadın?

Niye durmadan lüks gayrimenkul projelerine bu ülkenin kaynaklarını yöneltiyorsun? Eğer çiftçimiz, tarım önemliyse, bu ülkenin gıda tedariki bir stratejik konuysa burada gereken önem mutlaka verilmeli ve bu yatırımlara öncelik verilmeli.

Arkadaşlar kısacası; toprağın da suyun da devası bizler olacağız.

Deva Partisi’nin damlalarını Türkiye’nin verimli topraklarıyla buluşturacağız.

Çünkü biz, tarımda atılımın öncüsü olmak için yola çıkmış bir hareketiz.

Bakın, 20 kadar eylem planından ilk sırada açıkladığımız eylem planı: Tarım. 1 nolu eylem planımız: Tarım. Tarımdan başladık. İlk adımı toprağa attık.

Tarımda atılımın öncüsü DEVA Partisi olacak.
Biz hazırız. Şimdi Haymana’ya sormak istiyorum.
Tarımın Deva’sı olmak için hazır mısın haymana?
Hep beraber büyük bir atılıma imza atmaya hazır mısın Haymana? *****
Değerli arkadaşlar,
Sayın Erdoğan sorunlarla mücadelede evlere şenlik bir formül geliştirdi.

“Suçu, günahı hep başkalarına yıkma” formülü. Olumlu bir şey bulduğunda ben yaptım diyor. Olumsuz bir şey olduysa da bir suçlu buluyor. Son dönemlerde tabi olumlu bir şey olmadığı için olumlu bir şey ararken de hep eski defterleri karıştırmak zorunda kalıyor.

Dikkat edin konuşmalarına, “19 yılda şunu yaptık bunu yaptık” diyor. İyi de bu 19 yılın bir kısmında ortak akıl, istişare, dürüst ve ehil insanlar vardı.

Ben diyorum ki ona, şu son 3 sene 3 aydan bahset. Çünkü son 3 sene 3 aylık dönem nedir? Partili taraflı cumhurbaşkanının bütün yetkiyi tek elinde topladığı dönemdir.

2018 seçimlerinde ne dedi? “Bana bir yetkiyi verin, bu sorunlar nasıl çözülecek ben göstereceğim” dedi. Şu anda elini tutan yok. Tek imzayla her şeyi yapabiliyor. Her türlü kararı alabiliyor. Ben de diyorum ki, buyurun o zaman bu ülkenin sorunlarını çözün.

Şu son 3 sene 3 aydır, 2018 Haziran seçimlerinden bu yana ülkede hangi başarıyı, hangi olumlu sonucu elde ettiniz? Bunu bir anlatın diyorum.

Eski defterlere gittiğinizde orada ekip başka. O zaman istişare daha çok, ortak akıl var.

Eski defterleri karıştırıp eskinin başarısını bugün anlatmaya devam etmeyin. Çünkü tek kişi olarak bütün yetkiyi topladığınız dönem 3 sene 3 aydır.

Artık bakan diye bir şey kalmadı. Bakanlar kurulu yok. Ne var? Kabine var.

Bütün yürütme sorumluluğu tek kişide, yani eskinin cumhurbaşkanı, artı başbakan, artı 25 tane bakanın yetkisi derlenmiş toplanmış bir kişiye verilmiş.

Elini tutan yok. Hadi çözün diyoruz. Niye çözemiyorsunuz?

Sorunları çözemeyince hemen suçu başkasına atıyor.

Hangi sorun olursa olsun, hiç fark etmiyor. Bir şekilde bir suçlu ilan ediyor.

Şimdi de ne yapıyor? “Hayat pahalı mı? Pahalı. Enflasyon yüksek mi? Yüksek. Bu fahiş etiketlerle mücadele edeceğiz” diyor.

Ya o fahiş etiketi yazan bizim esnafımız, pazarcımız, kasabımız, manavımız. Sen onlarla mı mücadele edeceksin?

Bizim esnafımız, kasabımız, manavımız, pazarcımız etiketleri niye öyle yazıyor? Alış fiyatları arttı da onun için yazıyor.

Hatta alış fiyatı yüzde 50 arttıysa kendi satış fiyatını ancak yüzde 30 artırabildi. “Ne yapayım, vatandaş alamıyor, benim maliyet artışımın aynısını vatandaşa yansıtamıyorum” diyor.

Bunu TÜİK’in rakamları da söylüyor. İşte daha dün açıkladığı rakam ne diyor? Tüketici fiyatındaki artış yüzde 19, üretici fiyatındaki artış yüzde 43 diyor. TÜİK’in makyajlanmış rakamları bile bu.

Ama artık mızrak çuvala sığmadığı için bir de bunu itiraf ediyor. Yani maliyetler yüzde 43 arttı diyor ama etiket fiyatları yüzde 19 arttı diyor. TÜİK bile bunu ortaya koyuyor, itiraf ediyor.

Bütün bu gerçeklik açıkça ortadayken Sayın Erdoğan ne diyor? “Ben bu fahiş etiketlerle mücadele edeceğim” diyor.

Oysa bu fahiş fiyatların sorumlusunu görmek için şöyle bir aynaya baksa yetecek. Gerçek sorumlu orada.

Fiyatlar niye arttı? Maliyet niye arttı? Kur niye arttı?

Maliyetin aşağısına indiğinizde döviz kuru var. Döviz kuru arttığında illaki mazot artıyor, elektrik artıyor, ilaç artıyor, gübre artıyor. Bunu herkes biliyor.

Şu 13-14 yaşında hemen Haymana’nın köylerinde çobanlık yapan bir kardeşimize sor, döviz kuru arttığında elektrik fiyatı artar mı diye sor. Evet artar diyecek. Sebebi belli.

E sen bu ülkenin bütün makro ekonomik dengelerini boz, faizi, kuru, enflasyonu, hepsini birden yükselt, ondan sonra da dön fahiş etiketlerle mücadele edeceğim de. Bu yanlış. Bu doğruyu söylemek değil.

Taraflı cumhurbaşkanı’nın ve akraba bakanın göreve başladığı günden bugüne döviz kurlarında, faizlerde, enflasyonda çok ciddi artış var.

Ve TÜİK diğer adı Rakamları ayarlama enstitüsü’ne göre yıllık gıda enflasyonu yüzde 29’a dayanmış durumda. Genel enflasyon yüzde 19 ama gıda enflasyonu yüzde 29 diyor.

Demek ki ortalamanın çok daha üzerinde bir gıda fiyatlarında artış var. Özellikle dar gelirli vatandaşlarımızın en çok tükettiği, harcama sepetindeki en önemli kalem gıda. Ve gıda fiyatlarındaki artış gerçekten son derece yüksek.

Bağımsız araştırmalara göre yıllık enflasyon en az yüzde 45 civarında. TÜİK’ten bağımsız araştırmaların rakamı da bu.

Bağımsız hesaplamalar ve pazardaki fiili enflasyon TÜİK’in açıkladığı oranların iki katından fazla. Düşük gösterilen her 1 puan işçinin, memurun ve emeklinin kesesinden, gelirinden çalınan rakamlar.

Eğer gerçek enflasyon yüzde 45 ise açıkladıkları yüzde 19 üzerinden bizim emeklimize, sabit gelirlimize zam yapıyorlarsa o aradaki fark maalesef vatandaşımızın cebinden çıkan fark.

Peki enflasyonla mücadelede Sayın Erdoğan’ın aklına şimdi ne esmiş? Geçen hafta zincir marketleri hedefe koyan Sayın Erdoğan şimdi de zincir market işine el atmış.

Marketleri çoğaltacağım ve ben satacağım dedi. Meyve, sebze ne var ne yoksa. 500 tane 1000 tane yeni market açacağını söyledi.

Bu kadar piyasaya müdahale edilirse, bu ülkede girişimci, yatırımcı olur mu arkadaşlar?

84 milyonluk bir ülkede fiyatları 500-1000 tane market açmakla kontrol edebilir misiniz? Türkiye’de 973 tane ilçe var, 81 il var, 10 binlerce mahalle var. Hangi birine kaç tane market açacaksın da bunların fiyatını kontrol edeceksin? Mümkün mü?

Görüyoruz işte olmuyor. Kendi vatandaşımız bile parasını ülke dışına çıkarıyor. Böyle bir ülkede ben yatırım yapmam, paramı tutmam diyor.

Biraz imkânı olan kim varsa birikimini hemen başka bir ülkeye taşımaya çalışıyor.

Üstelik Sayın Erdoğan’a göre ortada ekonomik kriz de yok. Ekonomik kriz yok da peki niye zincir marketçiliğe soyunuyorsun?

Arkadaşlar,

Daha önce akraba bakan’ın bir fikri vardı, hatırlıyorsunuz değil mi? 2019 yılında, seçimlere yakın, tanzim satış noktaları yapmışlardı. Belli ki akraba bakanının fikirleri hala ortalarda.

O tanzim satış mağazalarının üstüne de koca koca “enflasyonla topyekûn mücadele” yazmışlardı. 2019 seçimlerine giderken bunu yaptılar. Nerede o tanzim satış mağazaları, göreniniz var mı? seçim atraksiyonu, bir ara yapıyorlar sonra geri çekiliyorlar.

Acaba seçime giderken vatandaşın kafasını şöyle bir karıştırabilir miyiz, ikna edebilir miyiz diye. Sonuç: kocaman bir sıfır. Şu anda açmaya çalıştıklarının da sonu sıfır olacak.

Sayın Cumhurbaşkanı açtığı marketlerden birine gitti, evine alışveriş etti. Ve hemen sosyal medyada gençlerimiz hesap etmişler. Aynı alışveriş sepetini başka marketlerden alsaydık kaça mal ederdik diye. Aşağı yukarı aynı. Hatta daha ucuza satanlar var.

Sosyal medyada bunların hepsinin hesabı yapıldı. Hepsinin incelemesi yapıldı. Ne oldu? Artık eskisi gibi halkın içine çıkmadığı için, gerçek pazardan, bakkaldan, manavdan alışveriş etmediği için kendi açtırdığı marketlere gidip de oradan görüntü verdiği için bilmiyor.

Memleketin gerçeklerini tanımıyor.

İşte kendi açıkladıkları tüketici enflasyon rakamı ortada. Yüzde 19,58.

Enflasyonla nasıl bir mücadeleyse artık biz bunu anlamıyoruz. Anlayan varsa gelsin anlatsın. Böyle enflasyonun asla çözülemeyeceğini de hep söylüyoruz.

Üretici enflasyonu ile tüketici enflasyonu arasındaki fark şu an yüzde 24’ten fazla.

Üretimin maliyeti ortalama yüzde 43 artıyor, ancak bunun anca yüzde 19 küsuru vitrindeki etiket fiyatlarına yansıyor. Arada birikmiş maliyet var o bekliyor. Henüz etiketlere yansımıyor.

TÜİK’in açıkladığı veriler bile tüm dengelerin bozulduğunu gösteriyor.

Sayın Erdoğan’ın ekonomi yönetimi tüm dengeleri bozduğu için de her şey zamlanıyor. Maliyetten etiket fiyatına kadar her şey artıyor.

Halkımız temel mutfak ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Değerli arkadaşlar,

Bu krizden çıkışın yolu belli. Hem maliyetleri hem de fiyatları aşağı çekmenin yolu belli. Çözüm hem sistemin hem de iktidarın değişmesinde.

Bu iktidar değişmedikçe bu sorunlar çözülmeyecek. Bu sorunların çözülmesi için öncelikle Sayın Erdoğan’ ve krizlerin ortağı Sayın Bahçeli müsait bir yerde inecekler .

Bakın görün o zaman ekonomi nasıl da rahatlıyor. Ardından hızlıca bir toparlanma sürecine gireceğiz.

Artık kabul etmek lazım. 19 yıldan sonra bu iktidar yorgun bir iktidar. Bunu daha fazla zorlamaya, daha fazla inat etmeye gerek yok. Olmuyor.

Zorlamamın uzatmanın alemi yok. Topyekûn ülke olarak kaybediyoruz.

Biz ne yapacağız? Öncelikle seçimler beraber bir iktidar değişikliğini gerçekleştireceğiz. Ardından ülkedeki yönetim sistemini değiştireceğiz. Ülkeyi gece yarısı kararnameleriyle fakirleştiren cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini sona erdireceğiz.

Milletimizin her kademede belirleyici olduğu güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz. Asıl söz sahibi millet olacak.

Bu ucube sistemin tüm enkazını, kısa sürede temizleyip, hukukun üstünlüğüne dayalı yepyeni bir sistem inşa edeceğiz.

Dün partimizin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisini genel merkezimizde bir lansman programıyla açıkladık.

Taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin önemsizleştirdiği Gazi Meclisimizi yeniden güçlendireceğimizi ortaya koyduk.

Mecliste kimler var? Milletin vekilleri olması lazım değil mi? Tek bir kişinin hazırladığı listede adı olanlar o Meclisteyse o Meclis artık halkı temsil etmiyor demektir. O Meclis artık güçlü değildir.

Oradaki milletvekilleri kendilerini halka, vatandaşa karşı sorumlu hissetmezler. Oradaki milletvekilleri sadece ismini o listeye yazana karşı sorumlu hissederler.

Derler ki, beni seçen bir kişi var. Ya öyle değil. 55 milyon oy kullanıyor. 55 milyon sandığa gidiyor, seçiyor sizi. Yok. Beni listeye o yazdı beni seçen o. Ben ona karşı sorumluyum. Şu andaki milletvekillerinin hissiyatı bu.

Böyle bir Meclisten de gerçekten bu ülkenin derdine çare üretecek bir çalışma ortamı bekleyemezsiniz.

Bakın, biz çok açık bir sistem ortaya koyuyoruz. Öncelikle şunu bilmemiz lazım.

Türk, Kürt, sünni, alevi... hiç fark etmez.

Yaşam tarzı, cinsiyeti, sosyal statüsü hiç fark etmez.

Temel hak ve özgürlükleri herkes için güvenceye kavuşturacağız.

Demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla yaşatacağız.

İstikrarlı bir yönetim sağlamak amacıyla, cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlardan oluşan bir yürütme organı oluşturacağız.

Yasama, yürütme ve yargı her biri ayrı ayrı güçlenecek.

Ekonomik kurumlarımızın bağımsızlığının güvencesi olacağız.

Tüm sorunlarımızı demokrasimizi ayağa kaldırarak çözeceğiz.

*****

Saygıdeğer arkadaşlar,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla; Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Haymana’nın DEVA’sı var. Biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

4 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Basın Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM BASIN TOPLANTISI KONUŞMASI

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, partimizin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisini açıklayacağımız basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Bildiğiniz gibi, biz yola ilk çıktığımız gün, partimizin kuruluşunu ilan ettiğimiz ilk gün, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”i parti programımızla beraber en önemli hedeflerimizden birisi olarak ilan etmiştik.

Bugün ise uzunca bir süredir titizlikle detayları üzerinde çalıştığımız önerimizi, yani “Demokrasiye Geçiş Eylem Planımızı” kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Güçlendirilmiş parlamenter sistemin, ülkemizi içinde bulunduğu çoklu kriz ortamından çıkartacak en önemli araçlardan birisi olduğunu biliyoruz. Bu şekilde çalışmalarımıza devam ediyoruz.

*****

Saygıdeğer basın mensupları,

2017’de halkoylamasında kabul edilip, 2018 seçimleriyle yürürlüğe konulan ve üç yıl üç aydır uygulamada olan, “Taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” maalesef ülkemizde çok büyük zararlara yol açtı, açıyor.

Türkiye, tıpkı muhtıra dönemlerinde olduğu gibi, gece yarısı alınan kararlarla yönetilen karanlık bir girdabın içine sürüklenmiş durumda.

Aslında adına “Sistem” bile diyemeyeceğimiz bu “Sistemsizlik” sürecinin bilançosu, her alanda çok ağır oldu.

Bir kişinin iki dudağı arasına sıkışan Türkiye; hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı, uluslararası arenada yalnızlaşan ve gün geçtikçe yoksullaşan bir ülke haline gelmiş durumda.

Kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kaldırılması, ortak akıl ve istişarenin terk edilmesi, ülkemize her alanda büyük maliyetler getirdi.

Türkiye’nin şeffaf ve hesap verebilir bir anlayıştan daha da uzaklaşması, kamu kurumlarının yozlaşmasını hızlandırdı.

Liyakat ilkesi tamamen göz ardı edildi.

Şu anda, yürütmenin, yasama ve yargı organları üzerinde fiilen vesayet kurduğu bir dönemi yaşıyoruz.

Gazi Meclis’imizin yetkilerinin budandığı, yargı bağımsızlığının neredeyse yok edildiği bir sürecin sonuçlarını yaşıyoruz.

Geldiğimiz aşamada; ülkemizin adının, dünyada otokrasi ile yönetilen ülkeler liginde anıldığını üzülerek gözlemliyoruz.

Daha önce de söylediğim gibi, taraflı cumhurbaşkanlığı sistemi tarihimize bir “Gerileme dönemi” olarak geçti.

Evet, ciddi bir “Demokratik gerileme” yaşıyoruz şu anda.

Bu topraklarda 100 yılı aşkın süredir devam eden bir demokrasi anlayışı, bilinci var.

Köklü demokrasi tarihimiz, sayısal açıdan baktığımızda çok badireler atlattı. Defalarca sıkıntılar yaşadık.

Darbeler... Muhtıralar... Baskı dönemleri... Bunların hepsini yaşadık. Bugün ise farklı bir demokratik gerileme sürecinin içindeyiz.

Bizler, DEVA partisi kadroları olarak, ülkemizin bu “gerileme” döneminin ardından bir “çöküş” dönemine girmesine müsaade etmemek için yola çıktık.

Yüzüncü yaşına yaklaşan cumhuriyetimiz için önerdiğimiz bu yeni sistemde; bize güç veren, milletimizin, her daim, demokrasiden yana duran bir ferasetle hareket etmesidir.

*****

Değerli basın mensupları, saygıdeğer vatandaşlarım,

DEVA partisi olarak, Türkiye’nin “gerileme dönemi” dediğimiz bu sistem krizini aşmak amacıyla yasama, yürütme ve yargıyı ayrı ayrı güçlendirmek gerektiğine inanıyoruz.

Yani güçlü yasama, güçlü yürütme ve güçlü yargı.

Sistemi; özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi anlayışıyla yenilemek gerektiğini düşünüyoruz.

Türkiye’yi, vatandaşlarımızın yönetimin her aşamasında ve her kademesinde; etkin ve güçlü olduğu yeni bir sisteme davet ediyoruz.

Türkiye’yi özetle güçlendirilmiş parlamenter sisteme davet ediyoruz. Bu davetimiz; özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi içindir.

Davetimiz; demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla yaşatan, kuvvetler ayrılığını tesis ederek, etkin denge ve denetleme mekanizmalarını güçlendiren yepyeni bir model içindir.

Davetimiz; ağır-aksak, ya da eksik-gedik değil, tam demokrasi içindir.

Davetimiz; yepyeni bir toplumsal mutabakat sağlayarak, demokrasimizi ayağa kaldırmak içindir.

Burada bir noktanın daha altını çizmek istiyorum:

Amacımız asla geçmişte uygulanan tekçi, merkeziyetçi, çoğunlukçu ve vesayetçi sistemlere geri dönmek değildir.

Asla, eski sistemin, eksik demokrasisiyle yetinmeyeceğiz.

Bizler, kâğıt üstünde parlamenter sistem olan, ancak uygulamada, hak ve özgürlüklerimizi gasp eden, yönetimde sürekli krizlere yol açan eski sistemi de elimizin tersiyle itiyoruz.

İşte bu nedenle güçlendirilmiş parlamenter sistem ile yepyeni bir dönemin temellerini atıyoruz.

Bu temelin sağlam olması, hak ve özgürlüklerin güçlenerek korunmasına bağlıdır.

Bu amaçla,

Temel hak ve özgürlükleri; etnik köken, dil, din, mezhep, cinsiyet, yaşam tarzı, siyasi ve sosyal aidiyet farkı gözetmeksizin tüm insanlar için güvenceye alacağız.

Ötekileştirme hissi doğuran tüm uygulamalara son vereceğiz.

İfade, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin önündeki bütün engelleri kaldıracağız.

Basın özgürlüğünü evrensel ölçülerde güvence altına alacağız.

Sivil toplumun önündeki yasal ve yapısal engelleri kaldıracak, sivil toplumun etkinliğini ve verimliliğini artıracak düzenlemeler yapacağız.

Kadınları; toplumsal ve ekonomik açıdan güçlendirici tedbirler alacak, siyaset ve devlet yönetimindeki temsilini artıracağız.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararların derhal yerine getirilmesini güvence altına alacağız.

*****
Değerli basın mensupları,

Hep söylüyorum... Demokrasi sadece beş yıldan beş yıla seçimlere gidip vatandaşlarımızın oyunu talep edip desteği cebine koyup arkaya bakmadan yürüyüp gitmek değildir.

Demokrasi ancak güçlü bir basınla mümkündür. Güçlü ve özgür sivil toplumla mümkündür.

Demokrasi vatandaşlarımızla sürekli olarak interaktif bir şekilde iletişimde olarak ülkeyi yönetmenin yoludur.

Demokrasi aynı zamanda vatandaşlarımızın taleplerini, önerilerini örgütlenmeler yani sivil toplum yoluyla dinleyip, anlayıp, istişare edip daha sonra karar alma sistemidir.

Eğer özgürlükçü demokrasi diyorsak, katılımcı demokrasi diyorsak mutlaka ve mutlaka özgür bir basın, özgür ve güçlü bir sivil toplum bu işin olmazsa olmazıdır.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem ile, sistemin tam merkezinde olan, Gazi Meclisimizi ayağa kaldıracağız.

Taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin önemsizleştirdiği Meclisimize, itibarını iade edeceğiz. Eskisinden de güçlü hale getireceğiz.

Yürütmenin yasama üzerinde kurduğu tahakkümü kıracağız.

Meclisin yasama ve denetleme fonksiyonlarını etkin bir şekilde yerine getirmesini sağlayacağız.

Mecliste kanun yapım sürecini demokratikleştirecek, Meclisin yürütmeyi denetleme yetkisini güçlendireceğiz.

Meclisin bütçe hakkını teminat altına alacağız.

Meclisteki demokratik temsili güçlendireceğiz.

Yürütme ergine gelecek olursak;

Güçlendirilmiş parlamenter sistemde yasamayı güçlendirirken, yürütmeyi zayıflatmayacağız. Yürütmenin de güçlü olmasını sağlayacağız.

Bu doğrultuda;

İstikrarlı bir yönetim sağlamak amacıyla, cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlardan oluşan bir yürütme organı oluşturacağız.

Yürütmeye dair icrai yetkilerin bakanlar kurulu tarafından kullanılmasını sağlayacağız.

Cumhurbaşkanını temsili yetkilerle donatacağız.

Cumhurbaşkanının toplumun her kesimine eşit yakınlıkta olmasını sağlamak amacıyla, partili cumhurbaşkanı uygulamasına son vereceğiz.

Cumhurbaşkanının, görevini yerini getirirken her açıdan siyasi açıdan da hukuki açıdan da tarafsız olmasını temin edeceğiz.

Ocu-bucu demeden, beriki-öteki demeden halkın her kesimine eşit yakınlıkta bir cumhurbaşkanlığı makamı olmasını hedefleyeceğiz.

Hükûmet istikrarını sağlayacak tedbirler alacağız.

Kamu yönetimini; hukuka bağlı, liyakata dayanan, şeffaf ve hesap verebilir bir yapıya kavuşturacağız.

Siyasi etikle ilgili yasal düzenlemeyi yapacağız.

Yürütmeyi, nitelikli bir şekilde güçlendirirken, yerel yönetimleri de güçlendireceğiz.

Merkezî idarenin, yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkisinin kullanımını, hukuka uygunluk denetimi ile sınırlandıracağız.

Değerli arkadaşlar,

Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizin çok önemli bir diğer ayağından birisi de yargı.

Yeni sistemle birlikte, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını teminat altına alacağız. Hukuk devleti ilkesini sadece anayasada yazan, ancak uygulanmayan bir ibare olmaktan çıkartıp, ete kemiğe büründüreceğiz.

Bu kapsamda, yüksek yargı kurullarının demokratik meşruiyetini güçlendireceğiz.

Yargının da gücünü gerçek anlamda milletten almasını sağlayacağız. Siyasi iktidarın yargıya müdahale kapılarını derhal kapatacağız.

Demokratik siyasal sistemin merkezinde yer alan Anayasa Mahkemesinin etkinliğini artırmak ve bağımsızlığını güçlendirmek amacıyla da gerekli her tür düzenlemeleri yapacağız.

Mahkemeye bireysel başvuru hakkının kapsamını genişleterek temel hak ve özgürlükleri daha güçlü bir şekilde teminat altına alacağız.

*****

Saygıdeğer izleyiciler, Kıymetli basın mensupları,

Güçlendirilmiş parlamenter sistem davetimiz toplumun tüm kesimlerinedir. Tüm vatandaşlarımızı, bu demokratik gerilemeyi durdurmaya davet ediyoruz.

Halkımızı; adil, özgürlükçü, eşitlikçi bir Türkiye’yi hep birlikte inşa etmeye davet ediyoruz.

Ülkemizin girdiği bu çoklu kriz ortamını çözmek için tüm kadrolarımızla hazırız.

Önce sistemi değiştireceğiz ardından hızlı, güçlü ve rasyonel adımlarla demokrasimizi güçlendireceğiz.

Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş için anayasada, siyasi partiler ve seçim mevzuatında ve Meclis iç tüzüğünde değişiklikler gerekmektedir.

Konuyu sadece bazı anayasa maddelerinde değişiklik olarak görmemeniz gerekiyor. Çerçeve biraz daha geniş bir çerçeve. Siyasi partiler yasası, seçimle ilgili mevzuat ve Meclis iç tüzüğünde de düzenlemeler gerekmekte.

Ülkemizin yarınlarıyla ilgili böylesine kapsamlı bir çalışmayı yürütürken, mutlaka katılımcı bir süreç işletmek zorundayız.

Çok geniş çevrelerle istişare etmek zorundayız.

Siyasi ve toplumsal mutabakat arayışını samimi bir şekilde sürdürmek zorundayız.

Biz kendi çalışmamızı yaparken, tabii ki partimizin içinde çok güçlü bir hukuk ekibiyle çalıştık. Ama daha dış halkalarla da beraber çalıştık. Onların da görüşlerini, çalışmalarını kendi çalışmalarımıza entegre ettik.

Bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün anayasa çalışmalarını, bütün anayasa değişikliği ve bütün yeni anayasa çalışmalarının hepsini masaya yatırdık. Hepsini ele aldık.

Aslında baktığımızda, geçtiğimiz sene aralık ayı itibarıyla bizim çalışmalarımız tamamlanmış idi. Kodifikasyonu tamamlanmış 74 maddelik bir anayasa çalışmamız bitmişti.

Sonra ne yaptık? Diğer siyasi partilerle ve anayasa çalışmış diğer kurumlarla istişarelerimizi devam ettirdik. Bir süre ikili bazda bir diyalog süreci başlattık.

İlkini Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu ile yaptığımız ikili basın toplantısında kamuoyuna duyurmuştuk. Artık ikili bir süreç başlatıyoruz demiştik.

Daha sonra yine Sayın Akşener ile yaptığımız toplantıyla bunu teyit ettik. Arkasından da Sayın Davutoğlu ve Sayın Karamollaoğlu’yla yaptığımız basın toplantılarında bütün bu çalışmaların ikili bazda gideceğini teyit etmiştik.

Biliyorsunuz; bir süredir devam eden özellikle son bir ayda yüz yüze devam eden ayrıca altı siyasi partinin temsilcilerinin bir masaya oturduğu çoklu istişare sürecini de başlatmış durumdayız.

Arkadaşlarımız ilk önce dijital ortamda tanışma turlarını yaptılar. Arkasından iki tur yüz yüze görüşmeleri gerçekleştirdiler. Yüz yüze görüşmelerin üçüncüsünü de yarın TBMM’de altı siyasi partinin katılımıyla gerçekleştirecekler .

Artık ikili istişare sürecini tamamlamış durumdayız. Artık çoklu diyalog, istişare ve nihayetinde de iş birliği sürecini başlatmış bulunmaktayız.

Mesele ülkemizin anayasasıysa, anayasa değişikliğiyse, sistem değişikliğiyse bunun mutlaka geniş bir siyasi mutabakat arayışıyla ve çok geniş bir toplumsal mutabakat arayışıyla sürdürülmesi gerekiyor.

Bu ülke hepimizin, anayasa hepimizin, sistem hepimizin. Dolayısıyla bu konuda istişare ve iletişime açık bir tutumla sürecin çalışılmasını çok önemsiyoruz. Bu konuda da DEVA Partisi olarak her türlü katkıyı veriyoruz.

Değerli basın mensupları,

Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizin amaçlarını, ilkelerini ve referans noktalarını sizlerle paylaştım.

Şimdi ise, güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizin detaylarını, bir bakıma “nasıllarını” sizlere ve kamuoyuna aktarmak üzere sözü, Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu’na bırakıyorum.

30 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Denizli İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ BABACAN’IN DENİZLİ İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Denizli il teşkilatımızın çok değerli başkanı,

Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Denizlili gönüldaşlarımız,

Saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Denizli teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Tarihiyle, travertenleriyle, bereketli ovalarıyla ülkemizin göz bebeği Pamukkale’yi muhabbetle selamlıyorum.

Merkezefendi’de, alın teriyle çalışarak sanayimize güç katan emekçilerimizi selamlıyorum.

Baklan’ın, Çivril’in bereketli ovalarında;
Çal’ın, Bekilli’nin, Güney’in üzüm bağlarında; Toprağa değer katan çiftçilerimizi selamlıyorum.

Tavas’ın ayçiçek,
Kale’nin biber,
Beyağaç’ın tütün,
Honaz’ın kiraz,
Çardak’ın ve Bozkurt’un buğday üreticilerini selamlıyorum.

Buldan’ın ve Babadağ’ın dokumacılarını; Serinhisar’ın leblebi imalatçılarını selamlıyorum.

Çameli’nin yemyeşil doğasını,
Sarayköy’ün toprağını,
Yareniyle gönlümüzde taht kuran, halk müziği üstadımız Özay Gönlüm’ün Acıpayam’ını, en içten duygularımla selamlıyorum!

Efelerin efesi Denizli, merhaba!

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler, ülkemizi istikrara ve refaha kavuşturma amacıyla bir yola çıktık. Biz adım attıkça, ülkemiz mutluluğa bir adım daha yaklaşıyor.

DEVA Partisi’nin her bir adımı, Türkiye’yi refaha, zenginliğe yaklaştırıyor.

Bizim hedefimiz net, bizim yolumuz belli.

Özgür ve zengin bir Türkiye için yürüyoruz.

Tüm üyelerimizle, tüm gönüllülerimizle birlikte, damla damla ülkemizin her köşesinde büyüyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

3 yıl 3 ay önce ülkemizin başına kötü bir iş geldi.

3 yıl 3 ay önce uygulanmaya başlayan taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Türkiye’ye her alanda zarar verdi, veriyor.

Bu keyfi yönetim zihniyeti, hak ve özgürlüklerimizi birer birer geriletti, geriletiyor.

Ülkemiz, ekonomiden dış politikaya, tarımdan hukuka kadar her alanda geriledi, her alanda.

Şu son 3 yıl 3 aylık süreçte yani Haziran 2018 seçimlerinden bugüne ülkemizde düzelen, iyiye giden, ilerleyen hiçbir şey yok.

Hani bu ucube sistemin oylanacağı günlerde Türkiye’nin uçacağı söyleniyordu ya... Türkiye bir yere uçmadı. Ama Türkiye, gençlerin ilk buldukları uçakla kaçmak istediği bir ülke haline geldi.

“İstikrar getireceğiz” vaatleriyle sunulan bir sistem, istikrarlı bir şekilde ülkemizi yoksullaştırdı.

Bu sistem ülkemizi istikrarlı bir şekilde yalnızlaştırdı, istikrarlı bir şekilde demokrasiden uzaklaştırdı, uzaklaştırıyor.

Ama değerli arkadaşlarım, biz bu sistemi tarihin derinliklerine gömeceğiz. Bugünün ve yarının dünyasından bu sistemi silip atacağız.

Taraflı cumhurbaşkanlığı sistemi tarih kitaplarında kısa bir bölüm olarak geçecek.

O bölümün adı ne olacak biliyor musunuz arkadaşlar? “Gerileme dönemi” olacak.

Tarih kitapları, taraflı cumhurbaşkanlığı sistemini, bir kişinin duyguları ve dürtüleriyle koskoca ülke yönetildiğinde nasıl oluyor, herhalde bunun örneği olarak kayıtlara geçecek.

*****
Değerli arkadaşlar,

Neden böyle söylüyorum, biliyor musunuz?
Çünkü gerileme ortada. Rakamlar ortada. Kriz ortada. Her şey ortada.

Koskoca Türkiye ekonomisini taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçerek adeta yerlerde sürünür hale getirdiler.

Ekonomiyi öyle kötü yönettiler ki, kendilerine dolu teslim edilen kasaya rağmen, hiçbir alanda başarı sağlayamadılar.

Hem kuru hem faizi hem de enflasyonu aynı anda artırdılar.

Geçen her dakika, her an, vatandaşın cebindeki parayı erittiler, eritiyorlar.

Faizi de enflasyonu da kuru da çift haneli rakamlara kilitlediler.

Gelin, şöyle bir muhasebe yapalım:

Ben ve ekibimin yönetimde olduğu, ortak aklın ve istişarenin gözetildiği dönem ile; taraflı cumhurbaşkanlığı dönemini kıyaslayalım.

Biliyorsunuz, bu arkadaşınız Türkiye ekonomisini iki defa teslim aldık. 2002 yılında tam krizin ortasında teslim aldık, 5 yıl yönettik. Belli bir noktaya getirdik, bıraktık.

Daha sonra Dışişleri Bakanlığım dönemimde küresel kriz sebebiyle bizim de ekonomimizde çok ciddi sıkıntılar oluşmaya başlamıştı. Arkasından da 2009 yılında tekrar devraldık. 2015 yılında bıraktık.

Her iki devralmamızda da kriz yaşıyordu bu ülke. Çok şükür ikisinde de ülkeyi kısa süre içerisinde ayağa kaldırdık.

Şimdi gelelim şu tek kişilik sistemin muhasebesine: Büyüme hızıyla başlayalım.

Hani rakamları eğip bükerek “Şu kadar büyüdük, bu kadar büyüdük” diye övünüyorlar ya... Bakalım ne büyümüş? Kim büyümüş? Nasıl büyümüş?

Grafik-1 (büyüme hızı-mukayeseli)

Arkadaşlar,

Hesap ortada. Bizim dönemimizde, Türkiye’nin yıllık ortalama büyüme hızı tam %7,3. Bu her yılın geometrik ortalaması, aritmetik değil.

Farkı şu: Aritmetik ortalama toplayıp bölüyorsunuz. Bu şu demek, %7,3 büyüyorsunuz onun üzerine bir %7,3 daha, bir %7,3 daha... 10 yıllık büyüme %70 olmuyor yani kat kat fazlası oluyor.

Peki, taraflı cumhurbaşkanlığı döneminde kaç? %3,6.

%3,6’yı kim hissediyor, bilmiyorum. Esas ülke ekonomisi ne zaman şaha kalkmış ne zaman ilerlemiş? Vatandaşımızın mutfağı ne zaman huzurla dolmuş? Rakamlar çok açık.

Bir başka veri: Dolar cinsinden kişi başı milli gelire bakalım.

Grafik-2 (dolar cinsinden mg-mukayeseli)

Ben ve ekibimin, işin başında olduğumuz dönemde, ortak aklın ve istişarenin çalıştırıldığı dönemde, kişi başı milli geliri, yıllık ortalama %12,2 artırdık.

Son 3 yılda ne olmuş? Eksi %2,9.

Bakın tekrar ediyorum; biz kişi başına düşen milli geliri artırmışız. 11 yıl işin başında durdum. 11 yıl %12, %12. Ortalaması bu. Biz artırmışız, onlar ne yapmış?

Her yıl %2,9, %2,9. Ülkeyi fakirleştirmişler.

Biz bu milleti zenginleştirdik, onlar yoksullaştırdı.

İşte bunun için gerileme dönemi diyorum.

Görünen köy kılavuz istemez. Her şey ortada.

Ama bunların ülkemize verdiği zarar, keşke bu kadarla sınırlı kalsaydı. Zarar büyük.

Bakın başka ne oldu?

Grafik-3 (asgari ücret-mukayeseli)

Arkadaşlar, bizim dönemimizde dolar cinsinden asgari ücret, yıllık ortalama %10,9 artmış.

Son dönemde 3 yıl 3 ayda, taraflı cumhurbaşkanı bütün yetkiyi elinde toplamış. Asgari ücret yıllık ortalama %3 düşmüş. Muhasebe ortada.

Taraflı cumhurbaşkanlığı döneminde, asgari ücrette, Avrupa birliği ülkeleri arasında son sıralara düştük. Hatta Çin’in bile gerisinde kaldık.

İşçi sendikalarının açıkladığı rakamlara göre, asgari ücret açlık sınırının altında.

Hani Sayın Erdoğan arada bir “Asgari ücreti artırdık” diyor ya... Ta 2002’den başlıyor muhasebeye, bugüne kadar getiriyor.

İyi de o dönemden bugüne kadar baktığınızda bizim dönemde artmış, kendi tek yetkiyi elinde topladığı dönemde düşmüş. Bunu paçal muhasebeyle kapatmaya çalışıyor.

Hadi yine büyütsün. Desin ki, şu son 3 sene 3 ayda ben asgari ücrette dolar bazında artış sağladım. Hadi desin.

Madem o eski dönemlerin başarısını ben yaptım diye sahipleniyor, buyursun tekrar yapsın. Elini tutan mı var?

Bütün yetkiyi tek elde toplamadı mı? Tek imzayla şu anda Türkiye’de yapamayacağı bir şey yok. Hadi düzeltsin.

Yıllarca söylemedi mi? “Bu yetkiyi bana verin, bir başkan olayım, faiz de enflasyon da nasıl düşürülür göstereceğim” demedi mi? Hadi düşürsün.

Düşmüş haliyle şu anda Merkez Bankası’nın faizi, Avrupa’nın en yükseği. Hala en yüksek. O da %19’dan %18’e düşünce ne oldu biliyorsunuz. Dolar kuru 8,3’lerden çıktı 8,8’lere.

Bir puanlık faiz düşürmenin bedelini bu sefer yüksek kur ve yüksek enflasyon olarak bu memleket ödeyecek. Bir puan faiz düşürdü ne oldu? Hazine’nin uzun vadeli borçlanma faizi arttı. Hazine’nin bütün vadelerdeki borçlanma faizi Merkez Bankası’nın faizi düşürmesinden sonra arttı.

Bakın çok ilginçtir, Merkez Bankası’nın faizi %1 düşüyor, Hazine’nin borçlanma faizleri aynı gün bütün vadelerde artıyor. Niye? Çünkü diyorlar ki, bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Yine Merkez Bankası rahat hareket etmiyor. Cumhurbaşkanının dürtüleriyle, talimatlarıyla hareket ediyor Merkez Bankası.

Bu güveni sarsıyor. Güven sarsılınca da bu ülkenin Hazine’si daha fazla risk primi ödemek zorunda kalıyor. Bütün grafikler ortada. Bütün rakamlar ortada.

Merkez Bankası 1 puan faiz düşürüyor, Hazinenin borçlanma faizi artıyor, piyasa faizi artıyor. Geldiğimiz nokta bu.

Yapamazlar arkadaşlar.

İşinde uzman, işini iyi yapan, dürüst kadrolar olmadıkça bu ülkenin ekonomisini düzeltemezler.

Bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar. Biliyoruz zannediyorlar, onun için düzelmiyor bir türlü.

Bilmedikleri için, yapamadıkları için de sadece bizim dönemin başarılarını anlatıp duruyorlar.

Hani müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış ya, tam o hesap. Ülkeyi adeta iflas noktasına getirdiler.

Şimdi eski dönemin başarılarını ikide bir anlata anlata bu peynir gemisini yüzdürmeye çalışıyorlar.

Ama lafla yüzmüyor arkadaşlar. Üretimle yüzüyor, iş üretmekle yüzüyor. Koskoca ülkeyi fakirleştirdiler.

Vatandaşı açlığa mahkûm ettiler,

Vatandaşı yardımlara muhtaç ettiler.

Ama değerli arkadaşlarım,

Biz daha evvel yaptık, yine yaparız. Hiç korkmayın. Hiç kimsenin endişesi olmasın.

Ülkemizi, küçük ortağın 2001’de ortağı olduğu krizden nasıl çıkardıysak, şimdi de çıkarırız.

Kimsenin şüphesi, endişesi, korkusu olmasın.

DEVA ekonomisi ile güçleneceğiz.

DEVA ekonomisi ile topyekûn zenginleşeceğiz.

Bunlar zenginleşmeyi ne zannediyor? Etrafındaki 3-5 kişi zenginleşince ülke zenginleşti zannediyor. Öyle değil.

Ülkemiz yoksullaştı, yoksullaşıyor. Zenginle fakir arasında gelir uçurumu artıyor.

Daha yeni açıklanan TÜİK rakamına göre en zengin %5’le en fakir %5 arasındaki gelir farkı sadece 1 yılda 22 kattan 26 kata çıkmış durumda.

O da makyajlanmış rakamlar, ne kadar güveniriz bilmem ama onun rakamlarına göre dahi baktığımızda 26 kata ulaştı.

Ve biz arkadaşlar hazırlanıyoruz, biz geliyoruz. Kadrolarımızla, planlarımızla, projelerimizle geliyoruz.

Arka arkaya açıkladığımız eylem planlarımızla geliyoruz. Bunları vatandaşlarımıza bol bol anlatmamız gerekiyor.

Anlatmayınca, duymayınca vatandaşlarımız haklı. Ben duymadım, bilmiyorum diyor. Ama bilmemesi duymaması onun sorumluluğu değil, bizim sorumluluğumuz.

Ne yapacağız? Hep beraber vatandaşlarımızı dinleyeceğiz. Sürekli nabız tutacağız. Partimizi, planlarımızı, projelerimizi, ülkemiz için yaptığımız hazırlıkları tanıtacağız. Kadrolarımızı tanıtacağız.

Soruyorum şimdi, DEVA ekonomisini kapı kapı anlatmaya hazır mıyız Denizli?

Ülkemiz için yılmadan yorulmadan çalışmaya hazır mıyız? Denizli hazır, ülkemizin devası hazır maşallah.

*****
Değerli arkadaşlar,

Anlata anlata dilimizde tüy bitti. Defalarca söyledim: “Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer” dedim. Hukuku düzeltmezseniz ekonomi düzelmez. İki kere iki nasıl dört ise bu da o kadar kati bir şey.

Ben kaç kere şu anda ülkeyi yönetenlere söyledim. Masanızın üstüne büyük puntolarla yazın, çalışma odanıza, arabanıza yazın, deyin ki “Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer” dedim. Ve bunu günde 10 defa tekrarlayın dedim.

“Ben hukuksuzluk yapayım, anayasayı yasayı hiçe sayayım, gece yarısı kararlarıyla tek imzayla ülkeyi yöneteyim; ama ekonomi iyiye gitsin, Türkiye zenginleşsin.” Böyle bir şey yok. Böyle bir dünya yok.

Önce hukuka sahip çıkacaksınız, anayasaya saygı duyacaksınız.

Yargıyı bağımsız çalıştıracaksınız.

Bu ülkeyi siz böyle keyfi yönetirseniz, ekonomiyi de dip yaptırırsınız dip.

Hukuku sağlayacaksınız ki, güven vereceksiniz.

Bugünden yarına ne yaptığınız belli olacak.

Hukuk nedir? Kurallar nedir? Aynı demiryolunun rayları gibidir. O rayları önce döşersiniz, kuralları koyarsınız ki o trenin nereye gideceği belli olsun.

Hukuk yoksa, kural yoksa o tren yürümez. Yürüse bile nereye gideceği belli olmaz. Kısa sürede de zaten devrilir.

Tutarlı, dürüst bir yönetim sergileyeceksiniz.

Bakıyorum, Sayın Erdoğan Amerikalara kadar gidip, bir yerlerde yine güven dolu kendine göre açıklamalar yapmış.

Bakın ne diyor?

Video: İngilizce altyazılı soru: “İnsan hakları örgütleri yüz bin kadar vatandaşın sadece size hakaret etmekten soruşturma geçirdiğini söylüyor. | Erdoğan: Benim hakkımda açılmış böyle davalar falan yok. Bakın, sizi de aldatıyorlar. Siz de bunlara inanıyorsunuz. Siz bunları kaynağında araştırıyor musunuz?”

Mülakatın olduğu yer Amerika Birleşik Devletleri. Ümit etmek isteriz ki bu benzer formatta mülakatlar Türkiye’de de olsun.

Sorular önceden ayarlanmamış, cevaplar önceden hazırlanmamış. Gerçek bir mülakat.

Diyor ya bunları önceden kaynağını araştırıyor musunuz diye. Biz ne yaptık? Bunları kaynağında araştırdık.

Kaynak neresi? Adalet Bakanlığı.

4.grafik (TCK 299 grafiği)

Bu nedir? Cumhurbaşkanlığı hakaret suçu.

Mavi çizgiler her yıl açılan soruşturma sayısını gösteriyor. 2014’te başlıyor ilk seçildiği yıl. 2015, 2016 ,2017, 2018, 2019, 2020... Rakamlar.

2016’da 38.254, ertesi yıl 20.539, ertesi yıl 26.115. Devam ediyor, 36.046, 31.297. Kaynak Adalet Bakanlığının verileri.

Toplam rakam 160 bin soruşturma. Cumhurbaşkanına hakaret suçunda açılan soruşturma sayısı. Toplam 35.500 tane de dava açılıyor.

Doğrusunu duymak istiyorsanız rakamlar burada.
Hakikati duymak istiyorsanız DEVA Partisi’ne kulak verin diyoruz.

Çünkü biz ödevimizi iyi yapıyoruz, iyi araştırıyoruz. Sağlam veri olmadan konuşmuyoruz.

“Dava falan yok” diyor ya. İşte olmayan dava sayıları:

Bakın arkadaşlar; kendisinin cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılından 2020 yılına kadar TCK 299. Maddesine istinaden tam 160 bin adet soruşturma açılmış! 35 bin 500 adet dava açılmış!

Sayın Erdoğan uluslararası kuruluşları beğenmiyor ya hani. Siz uluslararası kuruluşlardan bakıyorsunuz, bizim rakamlardan bakın diyor ya. Bu kendi Adalet Bakanlığının rakamı. Başka rakam değil yani.

Bakın, tablo çok açık arkadaşlar.

Bakın, bu tabloda ne var?

Bu tabloda; vatandaşıyla kavgaya tutuşan bir cumhurbaşkanı var.

Bu tabloda, yürütmenin etkisi altına girmiş bir yargı var.

Bu tabloda, paspas edilen ifade özgürlüğü var.

Bu tabloda, bütün bir ülkeyi ceza tehdidiyle susturacağını zanneden bir kişi var.

Bu tabloda, kanunların sadece tek bir siyasi partinin genel başkanını korumak amacıyla kullanılması var.

Bu tabloda, parti-devlet var. Parti-devlet.

Sizin, kanunlar karşısında, Dersimli Kemal’den, İzmitli Meral’den, Mardinli Mithat’tan, Osmaniyeli Devlet’ten ne farkınız var? Bakkal Ahmet amcadan, üniversite öğrencisi Levent’ten yasalar önünde nasıl bir ayrıcalığınız olabilir ki?

Aynı anda hem cumhurbaşkanı hem de parti genel başkanı olmayı çok isteyen sizdiniz. 2017 anayasa değişikliğinin özü budur. Hem cumhurbaşkanı hem de genel başkan olabilmektir. Özü budur, hedefi budur.

Ancak, genel başkan şapkanızı takıp, taraflı davrandığınız anda, diğer genel başkanlarla mevzuat önünde eşitlenmeniz gerekir.

İstediğine istediğin gibi konuş, aynı şeyi bir başkası sana söylerse hemen hakaret davası aç. Böyle bir şey var mı?

Adalet bu değil, hakkaniyet bu değil.

Bu tablo utanç tablosu. Taraflı ve partili bir cumhurbaşkanının kanunları, vatandaşlarına karşı sopa olarak kullanmasının tablosudur.

Aynı muamele bir partinin genel başkanına yapıldığında derler ki, “Ya bu eleştiridir, dozu fazla eleştiridir, ufak çaplı hakarettir, bunu idare edeceksiniz”.

Aynı ifadeler Sayın Erdoğan’a yönlendirildiğinde “Dur bakalım, cumhurbaşkanına sen böyle konuşamazsın”.

Eğer cumhurbaşkanına böyle konuşulmasını istemiyorsa, bu eleştirilerin yapılmasını istemiyorsa o zaman genel başkanlığı istemeyecekti.

Hem cumhurbaşkanı hem genel başkan olduktan sonra vatandaşımızın eleştirileri, diğer siyasi parti genel başkanlarına yapılan eleştiriler neyse kendisi de buna katlanmak zorunda. Başka türlü adaleti sağlayamazsınız.

Aynı eleştiriyi kendisi yapabiliyor, kendisi diğer genel başkanlarla ilgili her şeyi söyleyebiliyor hareket eden yok.

Benzer ifadeler kendisiyle ilgili kullanıldığı anda hemen dava açıyor “Dur bakalım ben cumhurbaşkanıyım bana bunu diyemezsin”.

İyi de genel başkana söylüyor bunu, nereden ayırt edeceksin? İki sıfat birbirine karışmış, iki şapka birbirine karışmış. Bu adalet değil. Adaletin yerine gelmesi gerekiyor.

4.grafik (TCK 299 grafiği) çıksın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Siyasette eleştiri olur. Ağır eleştiri de olur. Çok ağır eleştiri de olur.

Daha önceki cumhurbaşkanları eleştirilmedi mi? gençlerimiz çok bilmeyebilir o dönemleri ama şöyle basın arşivlerinden bakın, Googlelayınca hepsi çıkıyor.

Daha önceki cumhurbaşkanlarına ağır şakalar yapıldı, sert ifadeler kullanıldı. Hem de neler neler söylendi. Parti genel başkanı olmamalarına rağmen neler neler yapıldı.

Ne karikatürler yayınlandı. Ne yorumlar yapıldı. Ama böyle son dönem kadar 160 bin tane soruşturma, 35.500 dava görmedik.

Üstelik soruşturma ve dava falan açmakla da yetinmiyorlar. Ek yaptırımlar geliyor.

Bakın, eğer bir öğrenciyi, cumhurbaşkanına hakaret suçundan cezalandırırlarsa, o öğrenciye artık yurtlar da yer verilmiyor.

Öğrenci, eğer yurtta kalırken, bu suçlamadan dolayı ceza alırsa, ilişiğini kesiyorlar.

Bu nasıl bir zihniyet? Anlamak mümkün değil.
Kendi vatandaşına düşman hukuku uygulayan bir zihniyet olur mu?

Hakaret diye tanımladıkları da bir genel başkan yapılacak eleştiriler, onun ötesinde şeyler değil.

Ve 17-18 yaşında Cumhurbaşkanı’na muhalif ise bir genç, devletin yurdunda barınamıyor. Geldiğimiz nokta bu.

Gençler üniversiteyi kazanmışlar, yurt bakıyorlar. Başlarını sokacak yuva arıyorlar.

Ama bu zihniyet, çocuklara bile “Sen bana muhalifsen, senin devletin yurduna yatacak yerin yok” diyor.

Üniversite kazanmış, okul okuyacak. Hepimizin vergisiyle, muhalefet partilerine oy veren vatandaşlarımızın da ödediği vergilerle o yurtlar yapılıyor.

Her birimizin parasını ödediği yurda “Giremezsin” diyor. Vatandaşlar arasında ayrımcılık yapıyor.

Bu sadece bir örnek. Neymiş? Cumhurbaşkanına hakaretmiş. Olmaz arkadaşlar.

DEVA Partisi olarak yola çıktık. Bütün bu çarpıklıkları düzeltmek için yola çıktık.

Bakın, biz korkmadık. Korkmuyoruz. Korkmayacağız.

Özgürlükleri doyasıya yaşamak amacıyla çıktığımız bu yoldan asla dönmeyeceğiz.

Demokrasi ve atılım bayrağını mutlaka yükselteceğiz.

Bu ülkeye konuşma özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü yeniden getireceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Denizli’mizin sorunlarını görüyoruz, izliyoruz, duyuyoruz.

Denizlili çiftçimizin borçlarını ödemekte zorluklar yaşadığını biliyoruz.

Kötü yönetimin, maliyetler karşısında ezilen Tavaslı ayçiçeği üreticisini, ithalatla terbiye etmeye çalışmasını hayretle izliyoruz.

Kaynakların “su” sorununu çözmek için değil, rant sahaları oluşturmak için harcandığına tanık oluyoruz.

Rant, rant, rant. Her meseleye baktıkları bu. Her yatırıma baktıkları bu.

Böylesine bereketli topraklara sahip ülkemizin, tarımda ithalata bağımlı kılınmasını asla kabul etmiyoruz.

Yaşadığımız 2020 yılı var ya, bu tarımsal girdilerin tamamının maliyeti 2’ye 3’e katladı.

Kuraklık sebebiyle çiftçimizin gerçekten çok büyük sorunlar yaşadığı bu yılı yaşayan çiftçilerimizin, üreticilerimizin bir kısmı artık 2021 yılında üretimden vazgeçecek.

Yapamıyorum diyecek. “Ürettikçe daha çok zarar ediyorum, niye üreteyim ki?” diyecek.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın durumu farklı değil. Eğer tedbir alınmazsa 2022 yılı gerçekten Türkiye’de hayvancılıkla ilgili zirai üretimin ciddi anlamda düştüğü bir yıl olabilir.

Zaten artan ithalat bağımlılığımızın daha da arttığı bir yıl olabilir. Acilen ama acilen çiftçilerimizin, üreticilerimizin sorunlarına çözüm üretmek gerekiyor.

Biz, sorunları sadece eleştirip geçmiyoruz. Çözümlerimizi ve eylem planlarımızı da ortaya koyuyoruz.

Bildiğiniz gibi, “İlk adımı toprağa atıyoruz” diyerek tam üç ay önce, 8 haziran günü, tarım eylem planımızı duyurmuştuk. 56 madde.

Seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 ve 360 gününde yapacaklarını açıklıyoruz. Bütçesi hesap edilmiş, iç tutarlılığı sağlanmış çalışmalar bunlar.

Tarım eylem planımızda yapacaklarımızı taahhüt etmiştik.

Şimdi bir de Denizlili çiftçimizin huzurunda tekrar edelim.

DEVA iktidarında;

Çiftçinin borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz. İlk taksit iki sene sonra başlayacak.

Mazottaki ÖTV’yi çiftçimize aynen iade edeceğiz.
Gübre maliyetinin yarısını, tam yüzde 50’sini devlet olarak biz karşılayacağız. Çiftçimizin kullandığı elektriğe daha düşük fiyatlı ayrı bir tarife uygulayacağız.

Tüm tarım desteklerini, üretimin yapılacağı dönemin başında açıklayacağız. Ödemeleri, aynı yıl içinde gerçekleştireceğiz.

Sulama projelerini hızlandıracağız. Kaynakları Kanal İstanbul gibi projelere değil, sulama kanallarına ayıracağız.

Damlama sulama, kapalı sulama sistemlerine kaynak ayıracağız. Yağmurlama sulama sistemini yaygınlaştıracağız.

Böylece çiftçimizin üretimini de gelirini de doğru sulama ve doğru yatırım politikalarıyla en az 2-3 kat artıracağız.

Arkadaşlar, biz boş konuşmuyoruz. Her şeyi takvimlendiriyoruz. Bütçelendiriyoruz.

Denizli’de de çiftçimize bunları taahhüt ediyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Denizli aynı zamanda büyük bir sanayi şehri. Sektörel teşvikler nedeniyle bazı sıkıntıların yaşandığını gözlemliyoruz.

Sanayi bölgeleri ile limanlar arasındaki bağlantının zayıf olmasının, maliyetleri artırdığını ve rekabet gücünü de düşürdüğünün farkındayız.

Bizler, DEVA iktidarında, teşvik ve desteklerde; net katma değer, tedarik zincirindeki rol, büyüme, karlılık performansı ve kayıtlılığa özen gösterme gibi kriterlere öncelik vereceğiz.

Yenilik ve ürün geliştiren firmalarımıza sağlanan desteklerin etkinliğini artıracağız.

Tarım ile sanayiyi entegre ederek, yüksek katma değer için destek vereceğiz. Sanayi bölgelerimizi, demiryollarıyla limanlara bağlayacağız.

Denizli’yi, daha da fazla ihracat yapması için destekleyeceğiz. Daima alın terinin, bilek gücünün, üretimin, üreticinin yanında yer alacağız.

Bizler, hep beraber el ele vererek, yapacağımız atılımla Türkiye ekonomisini ayağa kaldıracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Denizli ekonomisinin en önemli unsurlarından birisi de turizm.

Pamukkale; bembeyaz travertenleriyle eşsiz bir doğa harikası. Hierapolis ve Laodikya tarihimizden günümüze uzanan antik kentler.

Denizli’nin turizmde ne kadar önemli bir şehir olduğunun bilincindeyiz.

Turizmde yaşanan nitelikli insan kaynağı sorununu biliyoruz bunun farkındayız.

Bu nedenle turizm meslek liselerine önem vereceğiz.
Turizm sektöründeki paydaşlarla birlikte bu liseleri güçlendireceğiz.

Bütüncül bir bakışla; termal, sağlık, kültür turizmi gibi alanlarda her türlü desteği sağlayacağız.

Değerli arkadaşlarım, şimdi sormak istiyorum.
Atılım için hazır mısın Denizli?
Demokrasi maratonunu koşmaya hazır mısın Denizli? Güzel. Hep beraber hazırız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Denizli’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

26 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Çekmeköy İlçe Kongresı̇ Konuşması

Çekmeköy İlçe kongresi

DEVA Partisi!nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

İstanbul il teşkilatımızın değerli başkanı, Çekmeköy ilçe teşkilatımızın değerli başkanı,

Siyasi partilerin çok kıymetli temsilcileri,

Bugün bizlerle beraber olan Çekmeköy’deki pek çok sivil toplum kuruluşlarımızın, derneklerimizin, vakıflarımızın değerli temsilcileri, değerli muhtarlarımız

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çekmeköy ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Türkiye’nin tüm şehirlerinde, tüm sokaklarında, tüm caddelerinde vatandaşlarımızla buluşuyoruz.

İstanbul’dan Diyarbakır’a, Şemdinli’den Çerkezköy’e, Şehitkâmil’den Posof’a, Defne’den Samsun’a, Alanya’dan Kars’a kadar tüm Türkiye’yi karış karış geziyoruz.

Bir süredir de İstanbul sokaklarındayız. Dün Eyüp Sultan’da İstanbul’daki ilk ilçe kongremizi gerçekleştirdik.

İstanbul’da ne görüyoruz, biliyor musunuz?
Heyecan görüyoruz. Coşku görüyoruz. Umut görüyoruz. DEVA heyecanının İstanbul’u sardığına tanıklık ediyoruz.

Otobüsümüzde geçtiğimiz bütün caddelerden, durup selam verdiğimiz bütün kahvenelerden artık İstanbul o heyecanı coşkuyu görüyoruz.

Aslında bizler, değerli arkadaşlarım, hep beraber, bir tarihe tanıklık ediyoruz.

Baskının, yasakların, kahrın, zulmün ve adaletsizliğin sona ereceği bir sürece tanıklık ediyoruz.

Demokrasinin ve atılımın dirildiği bir döneme tanıklık ediyoruz.

Aslında bizler, her birimiz, bu tarihin sadece tanıkları değiliz.

Bizler, bu tarihi bizzat yazan kadrolarız.

Ben bu salona baktığımda, adil bir Türkiye’nin, eşitlikçi bir Türkiye’nin, özgürlükçü bir Türkiye’nin mimarlarını görüyorum.

Bu salona baktığımda, kendine yeten, ürettiklerini dünyaya satan, üreterek zenginleşen bir Türkiye’nin mimarlarını görüyorum.

İnşallah, hep beraber, demokrasi ve atılım bayrağını en yukarılara taşıyacağız.

Şimdi sizlere sormak istiyorum:

Çekmeköy’de gidilmedik mahalle, ayak basmadık sokak, çalınmadık kapı bırakmayacağız. Var mısınız?

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin fikirlerini, projelerini, ilkelerini, değerlerini Çekkeköy’ün, İstanbul’un, Türkiye’nin dört bir yanına yazacağız. Var mısınız?

Arkadaşlar sokak sokak, cadde cadde, kapı kapı, dolaşıp Türkiye’yi hakkettiği en yüksek refah seviyesine en yüksek demokrasi seviyesine ulaştırmaya var mısın?

Şimdi tamam. Bu iş olacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Dünkü Eyüpsultan konuşmamda da söyledim. Türkiye’de herkes adalet arıyor.

Gelir dağılımında adalet kalmadı. Toplumun en zengin ve en yoksul kesimleri arasındaki gelir uçurumu tam 26 katı aştı. En fakir yüzde 5 ile en zengin yüzde 5 arasındaki gelir uçurumundan bahsediyoruz. Bu TÜİK’in makyajlanmış rakamı. Gerçek rakamların daha da kötü olduğundan emin olun. Geçen sene bu fark 22 katmış şu anda 26 kata çıkmış durumda. Zengin ile fakir arasındaki gelir dağılımı bozuluyor.

Kötü yönetimin yoksullaştırdığı halkımız adalet arıyor.

Maliyetlerle mücadele ederken, nefes alamayan, para kazanamayan çiftçimiz adalet arıyor.

“Barınamıyoruz” diyen gençler, “yaşamak istiyoruz” diyen kadınlar, “geçinmek istiyoruz” diyen işçiler...

“Ben kredi almak değil, ürünümü satmak istiyorum” diyen esnaf adalet arıyor.

Kimliğinden yoksun bırakılanlar, eşit vatandaşlık isteyenler, ayrımcılıkla mücadele edenler adalet arıyor.

Mülakatlarda elenen, twit atarken 10 kere düşünmek zorunda bırakılan, işsizliğe ve umutsuzluğa terk edilen gençler adalet arıyor.

Herkes adalet arıyor, herkes.

Arkadaşlar,

Artık bu adalet arayışının bir adresi var.

Artık DEVA partisi var.

Çünkü DEVA partisi; adalete susamış insanların sesidir.

DEVA partisi haksızlığın karşısında dimdik ayakta duranların partisidir.

Bizler; zulme sessiz kalmanın, zulme ortak olmak anlamına geldiğini çok iyi biliyoruz.

O yüzden susmuyoruz, susmayacağız. Korkmuyoruz kokmayacağız. O yüzden buradayız, hakkın ve hakikatin yanındayız.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Ülkemizde her alanda sorunlar derinleşerek büyüyor.

Ekonomiden sağlığa, eğitimden turizme, nereye baksak sorunların arttığını görüyoruz.

Neden biliyor musunuz?

Tüm bu meselelerin en ortasında, çok temel bir sorunumuz var da ondan: adalet yok arkadaşlar. Adalet yok.

Hukuk devleti olmayınca, adaleti sadece tabelalarda bırakınca, haktan vazgeçince hiçbir alanda çözüm sağlanamıyor.

Hiçbir alanda ilerleme olmuyor.

Bakın, ülkenin temelini adalet oluşturur.

Az önce adalet arayanları saymıştım ya, başka kim arıyor biliyor musunuz?

Haksız bir şekilde terörle suçlanan insanlar adalet arıyor.

Hukuk ve adalet politikaları başkanımız Mustafa Yeneroğlu, geçtiğimiz hafta bu konuda bir rapor yayınladı.

Çok kıymetli, çok değerli bir rapor. Huzurlarınızda kendisini tebrik ediyorum.

Bu rapora göre, memlekette 2016-2020 yılları arasında silahlı terör örgütü suçundan en az 1 milyon 576 bin 566 adet soruşturma başlatılmış.

Bakın, burada 1,5 milyondan fazla bir sayıdan bahsediyoruz. Böyle bir şey olabilir mi?

Bu nasıl bir sayı ya?
Böyle bir şey olabilir mi?
1,5 milyon ne demek?
Çekmeköy’deyiz değil mi? İlçemizin nüfusu geçen sene 273.658 imiş.
1,5 milyon demek, tam beş tane Çekmeköy demek.
Hele bir de bu 1,5 milyonun 4 kişilik ailesi olduğunu varsayalım. Etti 6 milyon.

Yani, Ankara’nın nüfusundan fazla sayıda vatandaşımızı doğrudan etkileyen bir konu bu.

Böyle bir sayı akla, hayale, mantığa, herhangi bir şeye sığıyor mu Allah aşkına?

Bir ülkede, bu kadar insan terör örgütü suçundan yargılanıyorsa, o devletin işleyişinde bir sorun var demektir.

Değerli arkadaşlarım

Terör istisnai bir suçtur. Böyle milyonlarca insanın olduğu bir terör eylemi olmaz, böyle bir şey yok. Dünyada örneği yok.

Ama görüyoruz ki, Türkiye’de birileri, terörle mücadele ediyoruz diye diye, vatandaşıyla kavgaya tutuşmuş.

Elbette ki, terör örgütleriyle mücadele etmek, her devletin en tabii ve en öncelikli görevidir.

Elbette ki, bu ülkenin vatandaşlarının terör gölgesi altında yaşamaması için her türlü çaba sarf edilmelidir.

Ama arkadaşlar, 1,5 milyondan fazla insanı terör suçundan yargılayınca, kimse sizin hukukunuza da yargılamalarınıza da güvenmez.

Maalesef FETÖ’ye, PKK’ya karşı verilen haklı mücadelede, bakıyoruz ki kurunun yanında yaşta yanıyor. 1,5 kişinin bu suçtan soruşturma altında olması terörle mücadeleyi sulandıran bir tablo gösteriyor bize. Bu işin ciddiyetten uzaklaştığını gösteriyor.

Temel ceza hukuku prensiplerinin görmezden gelindiğine şahit oluyoruz.

Birtakım anayasal haklarını kullanan vatandaşlarımızın terörle suçlandığını görüyoruz.

Ne olmuş, biliyor musunuz?

Devlet kurumlarında dahi, bir örgütün “terör örgütü” olarak kabul edilmediği dönemi bile bu yargılamalara sebep olarak ele almışlar.

Elbette ki, bu ülkenin demokrasisine haince darbe yapmaya çalışanlar, gençlerin geleceğini karartıp, üniversite sınavı sorularını çalanlar, terörü güçlendirmek için bilerek ve isteyerek eylemde bulunanlarla mücadele edilir.

Bu devletin görevidir.

Ama hukuku bırakıp, yüzbinlerce insanı mağdur etmek olmaz arkadaşlar olmaz.

Sayın Erdoğan’a gelince:

Tüm istihbarat birimleri kendisine bağlı olduğu halde; doğru veya yanlış, eksik veya fazla, istihbarat bilgisinin her türlüsü önünde olduğu halde; kendisine soranlara ne diyor? “Kandırıldım” diyor, konuyu kapatıyor.

Peki, konu vatandaşa gelince durum ne? Vatandaş yargılansın. Hiiiç umurunda değil.

Sayın Erdoğan’a soracak olursanız; Türkiye’de 1,5 milyondan fazla kişi, terör örgütü şüphelisi.

Hatırlayın; bu sürecin başında, sayın Erdoğan’ın idareye, kolluk kuvvetlerine ve yargıya verdiği bir çerçeve vardı. Artık bütün gücün tek elden toplandığı süreçten bahsediyoruz. Ve sisteme bir çerçeve çizdim. İdareye, kolluk kuvvetlerinde ve yargıya.

Ne dedi?
Bir: “kurunun yanında yaş da yanacak”
İki: “acımayın, acınacak duruma düşersiniz” Sayın Erdoğan’a sesleniyorum.
1,5 milyon teröristin olduğu bir ülke olabilir mi? Siz insanların aklıyla dalga mı geçiyorsunuz?

Sizin gücünüz postacı Ömer’e, öğretmen Ayşe’ye, esnaf Mehmet’e, akademisyen Şebnem’e mi yetiyor? Bu mu sizin gücünüz? Bu mu sizin adaletiniz? Bütün yetkiyi tek elde topladığınızda yapacağınız bu muydu bu ülkeye?

Siz, mazlumların ahını alan bir iktidar oldunuz.

Korkmayacağız arkadaşalar. Biz bu ülkede bu sorunları çözmek için yola çıktık. Bu yola baş koyduk kim ne derse desin.

Arkadaşlar,

Biz hukukun, adaletin peşindeyiz.

1,5 milyondan fazla insanın terörle suçlandığı bir ülkede, ciddi bir adalet problemi olduğunu söylüyoruz.

Biz, bu hukuksuz düzene son vereceğiz.

Türkiye’nin, gücü ele geçirenin zayıfı ezdiği bir ülke olmasına, bir daha asla müsaade etmeyeceğiz.

Zayıfların, mazlumların, garibanın tepesinde, yargının kılıcını sallayanların ellerinden o kılıçları alacağız.

O kılıçları kırıp atacağız.

Nöbetleşe zorbalığa son vereceğiz.

Her zaman, adalet için en önde biz mücadele edeceğiz.

DEVA iktidarında hak yerini bulacak.

DEVA iktidarında adalet ayağa kalkacak.

*****

Bu noktada KHK meselesine de değinmek istiyorum.

Ortada gerçekten çok ağır bir sorun var. Uygulanan yargısız infaz yöntemiyle çok sayıda vatandaşımız, çok büyük zorluklar çekiyor.

Soruyorum size; bir devletin, idari bir kararla, sorgusuz sualsiz, vatandaşını işsizliğe, açlığa, yokluğa mahkûm etmesi hangi kitapta yazar?

Bağımsız ve tarafsız yargı kararı olmadan, kimin nasıl hazırladığı belli olmayan listelerle, yüzbinlerce insanın kamudan ömür boyu menedilmesi, sosyal güvencelerinin ellerinden alınması, hangi kitapta yazar?

Yargı kararı olmadan, vatan haini olarak fişlenip dışlanmaları, özel sektörde dahi iş bulamamaları hangi vicdana sığar.

KHK’lılar kimseden merhamet dilemiyor. Sadece adalet istiyorlar. Sayın Erdoğan ne diyor? “KHK meselesi yargının konusudur” diyor.

Yargının konusuysa, yargıdan beraat eden ya da takipsizlik kararı verilenlerin hakları niçin iade edilmiyor?

Madem yargının konusu KHK dan ihraç edilmiş. Soruşturma açılmış takipsizlik kararı verirmiş. Dava süreci var berat etmiş. Hiçbir adım atılmıyor. Madem yargını konusu niye yargının konusunda gereğini yapmıyorsun? Niye gereğini yerine getirmiyorsunuz?

Biz, KHK’lar yoluyla haksızlığa uğrayan vatandaşlarımızın feryadını duyuyoruz. Mutlaka gereğini yapacağız.

Yargının bağımsız ve tarafsız çalışmasını sağlayarak adaleti sağlayacağız.

DEVA iktidarında hak ve özgürlükleri teminat altına alacağız. Hukukun üstünlüğünü tesis edeceğiz.

Çünkü biz biliyoruz; birinci meclisimizin mebusu Hüseyin Avni Bey’in çok önemli bir sözü var, diyor ki “cepheleri tutacak olan adalettir, hukuktur.”

Bunu ne zaman diyor? Mecliste tartışılıyor. Deniliyor ki “Savaşın ortasındayız. Bir kurtuluş savaşı var orada. Her gün şehit veriyoruz. Biz bu mecliste niye uğraşıyoruz, biz bu meclisi niye çalışılıyoruz” diyorlar. “Bu işin yöneten kadrosu var, komutanları var bu meclis niye çalışıyor” diyorlar. O da diyor ki “Bu cepheler’ tutacak hukuktur adalettir” diyor.

Bu toprakların mayasından, bu cumhuriyetin temellerinde ne var savaşın ortasında dahi çalışan ve işleyen bir meclis var. Bu meclis niye işliyor? Atılan her adım mutlaka hukuk çerçevesinde olsun diye işliyor. Alınan her karar kayıtlara geçsin diye işliyor. Alınana her karar istişare edilsin konuşulursun ondan sonra alınsın diye işliyor. Yıl 1920. Bir istikrar mücadelesinin ortasında. Hukuk kaygısı var istişare var.

Son yaşadığımız dönem. Evet 15 Temmuz da gerçekten demokrasimize büyük bir saldırı düzenlendi. Hain terör örgütü, FETÖ demokrasimize kastetti. 251 tane şehit verdik. Binlerce yararımız vardır. Ancak böyle bir önemli mücadelede ancak hukuk zemininde yapılır. Hukuk ve adalet zemini dışında yapılan hiçbir mücadele başarıya ulaşamaz. Ancak daha fazla adaletsizlik görebiliriz. Şu anda yaşananların tam göbeğinde işte bu sorun var.

Biz, hukuk devletinin gereklerinden hiçbir koşulda vazgeçmeyeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Hukuksuzluk olunca ne oluyor?

Ekonomi iyi gidiyor mu? Gitmiyor.

Güven kayboluyor, kriz çıkıyor. Kriz arkasına kriz çıkıyor. Defalarca söyledim, defalarca...

Ne yaparsanız yapın, hukuk yoksa güven olmaz. Güven olmazsa ekonomi iyiye gitmez.

Ancak, sayın Erdoğan’ın ekonomik krizle mücadele yöntemine bakıyorum... evlere şenlik.

Hukuku uygulamak işlerine gelmediği için, krizle mücadelede bir formül geliştirdiler.

“Suçu, günahı hep başkalarına atma” formülü.
Hangi sorun olursa olsun, hiç fark etmiyor.
Her soruna “suçu başkasına at” formülüyle yaklaşıyorlar.
Şimdi de neymiş, fiyat artışlarının sorumlusu zincir marketlermiş. Allah akıl fikir versin.
Bu aklı kimden alıyorsa, gerçeklerle bağı tamamen kopmuş durumda.

Belli ki birileri kulağına bir şeyler fısıldamış. Artık küçük ortak bakmış “bisküvi fiyatları arttı şu marketleri suçlayın mı?” demiş orasını bilmiyoruz ama dönmüş dolaşmış şimdi de “haftanın düşmanı panosuna oturttular zincir marketlerin fiyatı.”

Sayın Erdoğan’a sormak lazım: fiyatlar düşükken başarı hükümetin değil miydi? Fiyatlar yükselince niye sorumlusu marketler oluyor?

Arkadaşlar, konuşuyor ama tamamen boş konuşuyor. Bomboş.

Şimdi memlekette ne oldu? Kur yyükseldi. Döviz kuru yükselince ki dalga dalga kur yükseldi. Şu son 3 yıl 3 aya bakın yani taraflı partili cumhurbaşkanın ve akraba bakanın göreve başladığı ilk dönemde bugüne kadar bir bakın döviz kurlarında korkunç artış var. Faizlerde korkunç artış var. Enflasyonda korkunç artış var.

Fahiş fiyatların suçunu zincir marketlere yıkacaklar akılları sıra.

Ben gittiğim her ilde, her ilçede çarşıyı pazarı dolaşıyorum. Esnafımızla sohbet ediyorum.

Evet, küçük esnafımız bu zincir marketlerden şikayetçi.

Ancak ne diyor esnafımız? “Zincir marketler az sayıda çeşidi çok ucuz satıp piyasayı bozuyorlar, bizi zora sokuyorlar” diye şikâyet ediyor.

Yani esnafımızın zincir marketlerden şikâyeti, fiyatların yüksek olması değil. Fiyatların düşük olması. Küçük esnafımızdan bahsediyorum. Kasabımızdan, bakkalımızdan, manavımızdan bahsediyorum. Hatta başka ürünler satan esnafımızdan bahsediyorum.

Hükümet burada uyanıklık yapmaya çalışıyor. Hesap şu:

“Esnaf zaten zincir marketlerden şöyle veya böyle şikayetçi... vatandaşa da yüksek fiyatların sorumlusu olarak marketleri gösterirsem, bir taşla iki kuş vururum. Hem esnafın gözüne girerim hem de vatandaşın gözüne girer, yüksek fiyatların suçunu marketlere yıkarım. Ben de hükümet olarak elimi yıkar, aradan sıyrılır çıkarım.”

Varsın, vatandaşla marketler karşı karşıya gelsin. Bu dürüst bir yönetim şekli değil. Bu ülkede fiyatlar niye arttı? Fiyatların artışının kökünde kur artışı var. Kurt arttı fiyatlar ondan arttı.

Arkadaşlar, bakın;

2018’de taraflı, partili cumhurbaşkanının göreve başlamasından bu yana; Köprü geçiş ücretleri %309, 4’e katlamış 4’e. Otoban geçiş ücretleri %76 arttı.

Elektrik tarifelerindeki artış %168’e, doğal gaz tarifelerindeki artış %196’ya ulaştı.

Eğer fahiş etiketler arıyorsanız, asıl fahiş etiketler buralarda, köprü ve otoyol ücretlerinde.

Eğer fahiş fiyatlar arıyorsanız, asıl fahiş fiyatlar, elektrik ve doğalgaz faturalarında.

Peki, köprü ve otoyol ücretlerine zammı yapan kim? sayın Erdoğan’ın başında bulunduğu hükümet değil mi?

Elektrik ve doğal gaza zammı yapan kim? sayın Erdoğan’ın kendisi değil mi? Siz herhangi bir bakanın cumhurbaşkanının haberi veya talimatı olmadan bu zamları yapabileceğine inanıyor musunuz?

Ben de şimdi sayın Erdoğan’a soruyorum: kendi belirlediğiniz fahiş köprü ve otoyol fiyatlarıyla mücadele etmek için, kimi görevlendireceksiniz? Hadi marketlere ticaret baknalığının müfettişlerini saldınız tamam. Faiş etiketler diye. Peki fahiş köprü ve otoyol köprü fiyatları için kimi görevlendireceksiniz?

Kendi belirlediğiniz fahiş elektrik ve doğalgaz tarifeleriyle mücadele etmek için, hangi müfettişleri görevlendireceksiniz? Bu işin kolayı. Bizim esnafımız çiftimiz ne yapsın. Maliyet yüzde 50 artıysa bunun sadece yüzde 30nu yansıtabiliyor. Çoğu zaman zarar ediyor. Marjı daralıyoru.

Ben buradan cumhurbaşkanına terkar söylemek sitiyorum.
Sayın Erdoğan, hiiiç öyle sorumluluğu sağa sola yıkmayın.

HİÇBİR YERE KAÇAMAZSINIZ. ENFLASYONUN DA, HAYAT PAHALILIĞININ DA SEBEBİ, SİZİN KÖTÜ YÖNETİMİNİZ.

Çok istiyordu “bana yetkiyi verin faizde enflasyonda nasıl düşecek ben göstereceğim” demiyor muydu? “Faizle enflasyonla mücadele edeceğim” demiyor muydu? Ne oldu?

Fahiş fiyatların sebebi; Sayın Erdoğan’ın ipe sapa gelmez ekonomi yönetiminiz. O kadar. Başka yerde aramayın.

Çok istiyordu demiyor muydu bana yetkiyi verin

Fahiş etiketlerin sebebi, sizin aynı anda hem kuru, hem enflasyonu, hem de faizi patlatan politikalarınız. Her ne kadar benim alanım ekonomi derseniz deyin, ben ekonimistim derseniz deyin buyurun yapın o zaman niye yapamıyorsunuz. Elinizi tutan mı var. Bütün yetkiyi tek elinizde toplanıldınız. Bütün yetki tek kişideyse arkadaşlar bütün sorumlulukta aynı kişidedir. Bundan kaçamaz.

Vatandaş nasıl olsa bilmez, anlamaz demeyin.

Herkes, her şeyi gayet iyi biliyor, gayet iyi anlıyor.

Durun, daha bitmedi...

Olmayan tarım politikanız yüzünden, bu güzel ve bereketli topraklara sahip ülkemiz, artık ithalata bağımlı hale geldi.

2020!de tam 15 milyar dolarlık tarım ürünü ithal ettik.

Son bir yılda, gübre fiyatları yüzde 150, yem fiyatları en az yüzde 50, tarımsal ilaçlar ise yüzde 75 civarında arttı.

Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi!nden bu yana, çiftçinin kullandığı elektriğe yüzde 168 oranında zam yaptınız.

Girdi fiyatları artınca, tarım ürünlerinin fiyatları da, temel gıda maddelerinin fiyatları da artar. Maliyetler artınca çiftçimzi ne yapsınç

Bunu yayladaki çoban da bilir, tarladaki çiftçi de bilir.

Makro ekonomik politikalardaki beceriksizliğinizin sonunda hem faiz, hem kur, hem de enflasyon arttı.

Sanayicimizi de, tarım ve hayvancılık yapan üreticilerimizi de de, yatırımcılarımızı da, artan maliyetler karşısında çaresiz bıraktınız.

Sözün kısası, anlatacak çok şey var.

Sayın Erdoğan 3 yıl 3 ay geçti. Karne kötü, olmuyor. Artık bunda fazla ısrar etmenin, inat etmenin anlamı yok.

Ama merak etmeyin. İktidar döneminizin sonuna geliyorsunuz artık. Siz ve ortağınız müsait bir yerde ineceksiniz.

Sayın Bahçeli’nin 2001’de ortak olduğu kriz tablosunu, bu ülke yeniden yaşamadan, emaneti teslim alacağız.

Aynı 2002 ve 2009’da olduğu gibi, ülkemizi bu krizden de çıkartmak hayırlısıyla yine bize nasip olacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şimdi sizden hep beraber bir söz vermenizi istiyorum.

Ülkemizi içinde bulunduğu bu ekonomik krizden çıkartmak için hep beraber, sabah akşam gece gündüz çalışacağız.

Söz mü?

Hukuku düştüğü yerden kaldırıp, ülkemizi yeniden hukuk zeminine oturtacağız?

Söz mü?
Söz arkadaşlar söz. Hep beraber başaracağız.

Hep beraber Türkiye’nin sesiyiz. Biz DEVA kadroları olarak hep beraber bir araya geldiğimizde Türkiye’yiz.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Artık İstanbul’un devası var ve bugün itibariyle Çekmeköy’ün DEVA’sı var. Hayırlı uğurlu olsun diyorum.
Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

25 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Eyüpsultan İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN EYÜPSULTAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

Merhaba İstanbul!

Merhaba Eyüp!

Tüm Eyüpsultanlı arkadaşlarım, merhaba!

Farklı kültürleri bir arada tutan Balat’ıyla,

Kim bilir kaç milyonun anısını, sandalyelerine işlemiş Pierre Loti tepesiyle,

Şiir gibi Haliç’iyle,

Büyük usta, Mimar Sinan’ın şaheseri, Zal Mahmut Paşa Külliyesiyle,

Mihmandar-ı Nebevî, Ebu Eyyüp El-Ensari’nin, Eyüp Sultan hazretlerinin mekânı, güzeller güzeli ilçemiz Eyüpsultan’dan herkese merhaba!

Bugün İstanbul’daki ilk kongremizi, burada, Eyüpsultan’da gerçekleştiriyoruz.

İstanbul’un bu özel manevi havasından istifade edelim, böyle başlayalım istedik.

Ayrıca İstanbul’da ilk kadın ilçe başkanımızın ilçesinden kongrelerimize başlayalım istedik.

Kongremizin, demokrasi mücadelemiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum. Bugün Feshane’de bizimle beraber olan demokrasi ve atılım sevdalılarını, Bizleri ekranları ve sosyal medya hesaplarından izleyen tüm vatandaşlarımızı, En içten duygularımla, muhabbetle selamlıyorum.

*****

Bugün biliyorsunuz büyük usta Neşet Ertaş’ın yorulmasının yıl dönümü. Bu büyük ozanımız ne demişti?

“Aşk biterse yorulur insan, ben ne zaman ölürsem Neşet yoruldu desinler” demişti. Neşet yoruldu ama biz onu unutmadık. Aramızdan ayrılışının 9. Yıl dönümünde kendisini rahmetle, şükranla anıyorum.

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi nedir biliyor musunuz?

DEVA Partisi; adalete susamış bu toplumun, hiç kesilmeyecek sesidir.

DEVA Partisi; hakkın ve hakikatin yolundan asla sapmayanların, eşitlik ve özgürlük için mücadele edenlerin partisidir.

Her koşulda “adalet” diyenlerin partisidir.

DEVA Partisi; kutuplaşmaya, şiddete, nefrete ve öfkeye karşı dimdik ayakta duranların partisidir.

Şiddetten ve ayrımcılıktan beslenenlere karşı, “Bu ülke bizimdir, hepimizindir” diyen, yürekli insanların partisidir.

Bizim yolumuz belli. İlkelerimiz net. Umudumuz diri. Başımız dik. Bizim mayamızda;
Karşılıklı sevgi ve saygı var.
Bizim hayalimizde;

Herkesin kendisini özgür ve eşit hissettiği bir Türkiye var.
Eyüp, şimdi size soruyorum:
Hayalimizdeki, hedefimizdeki Türkiye için mücadele etmeye hazır mısınız? Demokrasi ve atılımın bayrağını yükseltmeye hazır mısınız?

Eyüpsultan’ın her bir caddesinde, her bir sokağında damla damla büyümeye hazır mısınız?

Emaneti teslim almaya hazır mısınız? Maşallah, Eyüp hazır.
*****
Değerli arkadaşlar,

Ülkemizi yönetenler sorunları öyle bir noktaya taşıdılar ki, memlekette adalet aramayan hiç kimse kalmadı.

Herkes adalet arıyor, herkes.

Gelir dağılımında adalet var mı? Yok. Kötü yönetimin yoksullaştırdığı halkımız adalet arıyor.

“Barınamıyoruz” diyen gençler, “Yaşamak istiyoruz” diyen kadınlar, “Geçinmek istiyoruz” diyen işçiler, umutsuzluğa sevk edilen gençler...

Herkes adalet arıyor, herkes.

**

Başka kim adalet arıyor biliyor musunuz? Öğretmenler adalet arıyor.

Öğretmen atamalarının son halini gördünüz mü?

Bu iktidar KPSS’lerin girildiği seneleri birbirine harmanladılar. İlk defa böyle bir şey yaptılar.

2020’deki sınav sonuçlarıyla 2021’deki sınav sonuçlarını aynı sepete attılar. Her iki seneyi tek atama için değerlendirmeye karar verdiler.

Bu daha önce kendilerinin yayınladıkları kararnamelere de aykırı üstelik. Kendi koydukları hukuku çiğneyerek bunu yaptılar.

Farklı şartlarda giren yarışa girenleri aynı listede beraberce sıraya soktular.

Mesela, 2020’de KPSS’de kendi alanında Türkiye birincisi olan bir öğretmen yerine, ertesi sene kendisinden az daha yüksek puan alıp yirminci olan bir öğretmen atanabilecek.

Tabii o da atanabilirse... Bu engelli koşu yarışında bir de mülakat engeli var. Torpil morpil olmadan atanmak da kolay değil.

Şimdi buradan ilgili bakanlığa ve taraflı partili cumhurbaşkanına çağrı yapıyorum:

Hem üniversitelerdeki kontenjanları artırıp hem de bu bölümlerden mezun olanların atamasını yapmamak kabul edilebilir bir şey değil. Gençlerin umudu sizin oyuncağınız değil.

Öğretmenlerimizin atamasını 2020 ve 2021 KPSS sınavlarına göre ayrı bir takvim oluşturarak yapmak durumundasınız.

Bu adaletsizliğe derhal bir son verin.

Atamaları adil ihtiyaca göre dağıtın ve ücretli öğretmenlik ile yan yolları istismar etmekten vazgeçin.

Değerli arkadaşlar,
Biz elbette DEVA iktidarında biz bu sistemsizliğe de son vereceğiz.

Hele hele mülakat denen kayırmacılık sistemini hepten çöpe atacağız. Yazılı sınav sonucu ne ise o sınav sonucundan devam edeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bugünkü iktidarın çok kötü bir huyu var. Kendilerine bir türlü sorun beğendiremiyoruz. Sorunları reddetme gibi bir alışkanlık içindeler.

Vatandaş “Evime ekmek götüremiyorum” diyor; “Abartma, al keyif çayı iç” diyor.

Halk “Kiralar yüksek” diyor; “Abartılacak bir sorun yok” diyor. Öğrenciler “Barınamıyoruz” diyor; “Algı operasyonu” diyor.

“Burs parası yetmiyor” diyor, “Neyinize yetmiyor, elinize dizinize dursun” diyor.

Döviz alıp başını gitmiş, enflasyon fırlamış. Ne yapıyorlar? Sorumluluğu üstlerine alıyorlar mı? Almıyorlar.

“Fahiş fiyatlarla mücadele edeceğim” diyor. Fahiş fiyat dediği kim? Esnaf.

Dış güçler, iç güçler, kandırıldık falan derken kendilerinde hiç suç bulmuyorlar.

Daha evvel de söylemiştim, bu iktidarın bir “Haftanın düşmanı” panosu var.

Oraya bir hafta Anayasa Mahkemesi’ni yazıyorlar, bir başka hafta “Ey Avrupa” diyorlar. Bir başka hafta haç, hilal oluyor

Bir sağlık çalışanları haftanın düşmanı oluyor, bazen akademisyenler. Bazen patates soğan depoları düşman oluyor, bazen pazarcı esnafı.

Bir Kanal İstanbul’u istemeyenleri yazıyorlar tahtaya, bir üniversite öğrencilerini.

Ama bakın, Sayın Erdoğan geçen gün çok ilginç bir şey yapmış. Önceden haftanın düşmanı panosunu teker teker dolduruyordu ya.

Bu defa da listeye topluca bazı zincir marketleri, kasapları hepsini toplamış, fahiş fiyat etiketi diye panonun tamamını bu etiketlerle doldurmuş.

Haftanın düşmanı fahiş fiyat etiketleri.

Esnafın maliyeti artmış, çiftçinin maliyeti artmış, elektrik parası %168 artmış, gübre ikiye içe katlamış, yemek fiyatları artmış. A’dan Z’ye her şeye zam gelmiş.

Bu zamların temelinde de yüksek döviz kurları var. Döviz kurunun kontrolünü sen kaybet, A’dan Z’ye bütün maliyetler artsın. Ondan sonra hiçbir şey olmamış gibi kenara çekil. Vatandaşla esnafı karşı karşıya bırak, suçluyu esnaf olarak göster.

Bu dürüst bir devlet yönetimi değil. Bu ülkedeki fiyatların, maliyetlerin artışının sebebi belli: Döviz kuru.

Ne oldu geçen gün? Yanlış bir adım attılar. Kur tekrar sıçradı değil mi?

Ne olacak, bu kurdaki sıçrayış dönüp dolaşacak A’dan Z’ye her şeye zam olarak gelecek.

Etiketi yazan esnafımız mı kuru sıçrattı. Merkez Bankası’nın para politikasını bizim manavımız, kasabımız, pazarcı esnafımız mı yönetiyor ya?

Bütün yetkiyi tek elinde toplayan cumhurbaşkanının kendisi değil mi? 3 yıl 3 ay oldu. Bana yetkiyi verin, enflasyonla da faizle de nasıl mücadele edilir göstereceğim demedi mi?

İşte aldı yetkiyi eline. Ne yapacaksın görelim. Çok istiyordun. Bana engel olanlar var diyordun. Yetkiyi bana verin, ben her şeyi çözeceğim diyordun. Al yetkiyi dedi vatandaşımız, ne oldu?

Faizi %19’dan %18’e indirdi. Madem faiz sebep, enflasyon sonuç, niye daha da indirmiyorsun aşağıya? Niye %19’dan 18’e?

%18’e inmiş faiz bile Avrupa’nın en yüksek faizi. Faizi şöyle %10’a %5’e indir, enflasyon da insin değil mi? Bu tezi.

Yıllarca bu ülkenin tertemiz bürokratlarını, faizler %6-7’yken vatan haini diyen, onları meydanlarda yuhalatan cumhurbaşkanının kendisi değil miydi?

Faiz %6-7’yken yapmadı mı bunu? Faiz sebep, enflasyon sonuç diyerek yanlış bir tezi bu ülkeye yıllarca empoze etmedi mi?

Bütün yetkiyi eline aldı değil mi? niye faiz hala %18. Niye daha aşağı düşürmüyor?

Avrupa’da faiz eksiyken, Amerika’da %0-%0.25 arasındayken niye hala %18? Eğer bu tez doğruysa indirsin faizi %10’a %5’e. Enflasyon da düşsün değil mi?

Yok, bu tez yanlışsa o zaman çıksın bir özür dilesin. Ben yanlış yapmışım desin. Bazen %18 faiz gerekiyormuş desin. Bunu söylesin. Ama yapmıyor.

Çünkü her suçun bir sorumlusu lazım. Ve asla bu kendisi değil. Başka birisi, başka birileri.

Bu hafta panoda da göreceğiz fahiş etiketler için müfettişler sokağa, pazara, çarşıya çıkacaklar. Esnafın etiketlerini denetleyecekler.

Vatandaşta da şöyle bir algı oluşturacaklar. Biz hiçbir şey yapmadık, hiçbir suçumuz yok. Esnaf, market fiyat artırıyor diyecekler. Gerçekten ayıp. Bu ülkeye yazık. Kimse kimseyi kandırmasın.

Vatandaşımız enflasyonun sebebinin ne olduğunu gayet iyi biliyor. Çiftçimiz gayet iyi biliyor. Esnafımız gayet iyi biliyor. Hiç yormayın kendinizi.

Haftanın düşmanı panosunda yer kalmadı, yer! Düşman aramayı bırakın da biraz kendinize bakın.

Sizin hiç mi kabahatiniz yok?

Siz ne iş yapıyorsunuz?

Biliyorsunuz ben ticaretten geliyorum. Bilen bilir “Basiretli tacir” diye bir tabir vardır. Hatta kamu yönetimi mevzuatında da bunun yeri vardır. Basiretli tacir gibi müdebbir tüccar gibi hareket etmekle ilgili de şöyle cumhuriyet tarihine baktığımızda mevzuatımızda bunun yeri olmuştur.

Ne demek bu? Ne yapacağını bilen, geleceği öngören, dikkatli, yaptığı işin sorumluluğunu taşıması gereken kişi demektir.

Bakkal dükkânı bile yönetiyor olsanız basiret aranır. Basiret. Koskoca Türkiye’yi yönetiyorsunuz yahu, ayıptır ayıp.

Bu ülkede enflasyonun, faizin, kurun yükselmesinin bir tek sebebi var. Hani diyor ya “Faiz sebep, enflasyon sonuç” diye, biz hep söyledik tekrar söylüyorum: Erdoğan sebep yüksek faiz, yüksek enflasyon, yüksek kur sonuç. Formül bu kadar basit.

Yeter artık. Bırakın ailesini geçindirmeye çalışan esnafın yakasını. Bırakın sorumluluğu marketlere atmayı.

Yaptığınız hataların sorumluluğunu üstlenin.

Bu ülke, 84 milyonluk pırıl pırıl insanlarla dolu.

Bu ülke, bu kötü yönetimi hak etmiyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Diyorum ya, bu hükûmet hiçbir konuda sorumluluğu üstlenmediği gibi, sorunların varlığını da inkâr ediyor.

Bugüne kadar 10 bin tane gazeteci işten kovdurdu 10 bin. Sırf eleştirel yazıp çizdikleri için. Sırf bu ülkenin gerçeklerini dillendirdikleri için.

Sorundan bahsedeni hemen düşman ilan ediyorlar. Bazen terörist diyorlar. Kim sorunları dillendiriyorsa terörist oluyor. Yaşadık bunu yıllarca.

Bunu sağlık çalışanları için de yaptılar. Tabipler Birliği için de yaptılar.

Bu hükûmeti şu anda yöneten büyük küçük iki ortak şimdi de peş peşe “Türkiye’de Kürt meselesi yoktur” diyorlar. Arka arkaya şu son birkaç günün nakaratı.

Kürt meselesi var mı, yok mu diye papatya falı açmaya gerek yok.

Daha önce de dediğim gibi; Kürt meselesinin olup olmadığını merak edenler, bu soruyu bu ülkede yaşayan Kürtlere sorabilirler dedim. Siz onlara sorun dedim.

Krizlerin ortağı Bahçeli iki de bir bu lafı ediyor. Şöyle bir çıksın Şemdinli’nin caddelerinde sokaklarında bir dolaşsın. Diyarbakır’da esnafların yoğun olduğu caddede yürüsün. Cizre’nin çarşısında pazarında şöyle bir yürüsün. Ondan sonra gelsin Ankara’ya. Bunu tekrar etsin de göreyim bakayım. Böyle bir sorun yoktur diyor.

Sayın Bahçeli,

Türkiye sizin öfke dolu dilinizden bıktı. Bağırıp çağırıp durmanızdan bıktı. Biraz sakin olun ya.

Oturduğunuz yerden ahkâm kesmekten kolay bir şey yok. Şu ülkeyi biraz gezin görün. Bu ülke sadece bizim vatanımız değil sizin de vatanınız. Ama Ankara’da oturmakla olmuyor.

Geleceksin, il il ilçe ilçe göreceksin. Gideceksin Ağrı’da Doğubayazıt’ta gençlerle kahvede bir çay içeceksin. İşsiz gençlerin derdini dinleyeceksin. Ondan sonra Kürt sorunu var mıdır yok mudur konuşacaksın.

Merak etmeyin, biz ülkemizi çok seviyoruz. Ülkemizi sizin zihniyetinize bırakacak göz yok bizde. Onun için yola çıktık.

Biz bu ülkeyi sizin nefretinizden korumaya kararlıyız.
Biz bu ülkeyi sizin ayrıştırıcı, ötekileştirici dilinizden korumaya kararlıyız...

Küçük ortak böyle de büyük ortak ne yapıyor? Büyük ortak bir yandan küçük ortağı memnun mu edecek, bir yandan daha önceki söyledikleriyle çelişmemek için bir arada bir derede mi duracak?

Büyük ortak da ne yapıyor, mecburen yalpalayıp duruyor. Zikzak çizip duruyor. Bir öyle, bir böyle.

Daha evvel ülkeyi yayık ayranına çevirdi demiştim. Her konuda kendisi bir tutarsızlık abidesi olarak ortada duruyor. Bir gün ak dediğine ertesi gün kara diyor. Bir gün zalim dediğine düşman dediğine öteki gün hemen dostum diyebiliyor. Herkes alıştı artık.

Bakın, yıl 2005.

Kürt sorunuyla ilgili ne demiş, hep birlikte izleyelim: Video-1

“Kürt sorunu da bu milletin bir parçasının değil hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur.”

Sonra dönmüş, dolaşmış, yıl 2015, 10 yıl sonra. Tabii o 2013’ü 2014’ü geçiyoruz, ilerleme siyaseti bitmiş, korku siyaseti başlamış, ayrıştırıcı siyaset başlamış. 2015’te ne söylemiş, onu da izleyelim:

Video-2

“Bakıyorsun varsa yoksa Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Artık böyle bir şey yok.”

Hadi burada bitse defteri kapatsa anladık ama bitmiyor.
2021 yılına geldik. 2 buçuk 3 seneden sonra Diyarbakır’a gitti.

Geçtiğimiz temmuz ayında Diyarbakır’da ne demiş, izleyelim arkadaşlar onu da.
Video-3

“Biz Diyarbakır’da 2005 yılında size ne demişsek dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz. Yarın da aynı yerde olacağız.”

Aradaki 2015 kaynadı gitti. Hani sorun yoktur diyordu ya. O nereye gitti bilmiyoruz.

Ne diyor, “2005’teki sözümün arkasındayım” diyor.

Sadece oradakilerin anlayacağı şekilde, adeta şifreli bir şekilde, eski konuşmasına referans veriyor.

Artık kimden korkup çekiniyorsa onu anlamak zor değil. Biz de şaşırdık ne oldu da Diyarbakır’a gitti, Kürt sorununu hatırladı, 2005 konuşmasını hatırladı dedik.

Ben o temmuz ayındaki Diyarbakır konuşmasının ardından Gaziantep merkez ilçelerin beraberce yaptığımız kongresinde, Sayın Erdoğan’dan birkaç gün sonra bu konuşmasına referans vermiştim. Demiştim ki:

“Diyarbakır’da, Dicle’nin kenarındaki kuzuyu hatırlıyor. Ankara’da kurdun yanı başında bunların hepsi buharlaşıyor.”

Ve tam da dediğim gibi oldu.
Üç gün önce New York’ta gazetecilere ne diyor?

Temmuzdan eylüle aradan sadece iki ay geçmiş. Artık Dicle’nin kenarındaki kuzuların yanında değil, Ankara’da kurtların yanına gelmiş. New York’a gitmiş.

Bakın ne diyor gazetecilere:

“Yok Kürt sorunu çözmektir, yok şudur, yok budur... Türkiye’de böyle bir sorun yok.”

Üç gün önce gazetecilere dediği bu.

Alın işte üç gün önce konuştuğuna baktığımızda diyorum ya kurdun yanına gittiğinde farklı kuzunun yanında durum farklı.

Tekrar edelim:

Tarih 2005: Kürt sorunu vardır diyor
Tarih 2015: Kürt sorunu yoktur diyor
Tarih 2021 Temmuz: Kürt sorunu vardır diyor Tarih 2021 Eylül: tekrar Kürt sorunu yoktur diyor

Dikkat ederseniz zikzakların frekansları hızlanıyor. Birincide 10 senede yön değiştirirken şimdi 2 ayda yön değiştiriyor.

Değerli arkadaşlar,

Biz hakikatin yolundan asla şaşmayan insanlarız. Doğrusu neyse, biz onu söyleriz.

Dilimizde tüy bitti tekrar ede ede:

Bu iktidar, Kürt meselesini diriltti, diriltti. Asıl konunun özü bu.

Eğer bu ülkede çocukların oynadığı alanlarda, panzerler geziyorsa, bir mesele var burada bir sorun var.

Yoğunlukla Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı şehirlerde, seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp yerine kayyumlar atanıyorsa, burada bir sorun var ya bir mesele var.

Türkiye’de 2021 yılında anadili hakkı hâlâ tartışılıyorsa burada bir mesele var.

Koskoca bir ülkede, yılda ancak birkaç Kürtçe öğretmeni atanıyorsa, bildiğim kadarıyla 2020’da 1 bu yıl 2. Sayı o yani.

Türkiye’de kadına karşı şiddetle mücadelede İçişleri Bakanlığı bir uygulama geliştiriyor da bu uygulamada 5 tane yabancı dil varken Türkiye’de en çok konuşulan ikinci dil yoksa burada bir mesele var, bir sorun var.

Siz bu meselenin bu sorunun adını koymazsanız, çözemezsiniz. Bu meselenin adı da Kürt meselesidir. Bunu görmek lazım.

Kürt meselesinin çözüm adresi de meşru demokratik siyasettir. Kimse çözümü başka yerlerde aramasın. Biz onun için yola çıktık.

Ve inşallah meşru zeminden asla sapmadan, bildiğimiz hedeflerden geri durmadan kararlılıkla bu yolda yürüyeceğiz. Biz bu konuda çok netiz. Zerre kadar tereddüt yok. Biz de öyle ikircikli duruş yok. Bizim zihnimiz net hedefimiz net.

Vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan bütün haklarını koşulsuz, pazarlıksız, müzakeresiz derhal tanımak zorundasınız. Bunun çözümü buradadır.

Tüm ayrımcı uygulamalarla mücadele edeceğiz. Eşit vatandaşlık hedefimizden asla sapmayacağız.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes birinci sınıf vatandaşımızdır. Başka bir sınıf yoktur. Ve bunu her bir vatandaşımız hissetmelidir, yaşamalıdır. Bunu devlet yönetiminde siz yaşatmalısınız.

Devlet kadrolarında işe alırken önemli görevlere insanları yerleştirirken terfide asla ama asla ayrımcılık yapamazsınız. Böyle bir şey yok.

Bakın geçenlerde yine burada İstanbul’da bir Cemevini ziyaret ettik. O vakfı, derneği yönetenler öyle bir şey söylediler ki içim burkuldu inanın. Gerçekten bu devlet nasıl böyle bir şey yapıyor dedim.

Dediler ki “Bu ülkede 922 ilçe var, 1 tane Alevi kaymakam olmaz mı?” dediler. “Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?” dediler. “Bu ayrımcılık bu ötekileştirme niye?” dediler.

Siz eğer bütün vatandaşlarınıza eşit vatandaş diye bakmıyorsanız ve devlet yönetiminde tüm ülkenin vatandaşlarının hak ettikleri temsili sağlamıyorsanız, bu ülkenin vatandaşlarıyla aidiyet bağını kuramazsınız. İşte bu tam da beka meselesidir beka.

Akşam yatıyorlar sabah kalkıyorlar beka beka. Asıl bu zihniyet var ya ayrıştırıcı zihniyet bu ülkenin beka sorunu o. Başka bir şey değil.

Kurulduğumuz günden bu yana, Türkiye’de adalet arayan hiç kimseyi yalnız bırakmayacağımızı söyledik ve bırakmayacağız.

Toplumsal barışımız için gereken her türlü adımı atacağız.

Biz her zaman çözümün adresi olacağız. Hiçbir sorundan korkmayacağız, hiçbir sorunu inkâr etmeyeceğiz.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız. Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız Artık Türkiye’nin DEVA’sı var
Eyüp’ün DEVA’sı var. Biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

24 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan İnegöl İlçe Kongresı̇ Konuşması

 

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN İNEGÖL İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Bursa il teşkilatımızın değerli başkanı, İnegöl ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, İnegöl ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Yaklaşık 3 ay sonra yeniden Bursa’da olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

3 ay önce partimizin il binasının açılışı için aranızdaydım. Şimdi ise İnegöl kongremizi yapmanın heyecanını yaşıyoruz.

Kongremizin İnegöl için Bursa için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bugün sanayiden tarıma, turizmden ticarete, denizcilikten eğitime kadar her alanda bayrak şehirlerimizden birisindeyiz.

Bu vesileyle; yemyeşil, bembeyaz, masmavi Bursa’mızda yaşayan tüm vatandaşlarımızı İnegöl’den muhabbetle selamlıyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Biz bugün, Bursa’ya, özgürlüğün sesini, demokrasinin sesini yükseltmeye geldik.

Zenginliğin, mutluluğun sesini yükseltmek için geldik.

Yargının bağımsızlığının, kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün sesini yükseltmek için geldik.

Özgürlükçü bir Türkiye’nin umudunu yükseltmek için geldik.

Biz bu yola; toplumumuzu girdiği bu bunalımdan, bu şartlardan çıkartmak için baş koyduk.

Bu yola; Türkiye’de kimseyi aç ve açıkta bırakmamak için çıktık.

Çiftçi; borcunu faizsiz olarak 2 yıl öteleyebilsin, mazota ödediği ÖTV’sini aynen geri alsın, gübre masrafının yarısını devlet karşılasın diye bu yola çıktık.

Esnaf; maliyetler karşısında ezilmesin, dükkanını kapatmasın, Türkiye’nin tüm çarşıları ve caddeleri canlansın diye yola çıktık.

Üretimi ve verimliliği artırmak, sanayimizin küresel rekabet gücünü en üst seviyeye taşımak için yola çıktık.

Emekli; maaşını aldığı hafta parası yok olmasın, daha ayın başında ay sonunun kahrını düşünmesin diye yola çıktık.

Öğretmen adaylarımız, gelecek kaygısı yaşamasın diye çıktık.

Yeri gelmişken, bu konuya kısaca değinmek istiyorum:

Bugünkü iktidarın iş bilmezliği sadece ve sadece adaletsizlik üretiyor.

Öğretmen atamalarının son halini gördünüz mü? KPSS’ler harmanlanmış. Hepsi birbirine karıştırılmış.

2020’deki sınav sonuçlarıyla, 2021’deki sınav sonuçları aynı sepete atılmış.

Adeta, farklı gruptaki yarışmacıların tek bir sıraya, tek bir listeye dizilmesi çalışması yapılmış.

Bu nedenle, 2020’de KPSS’de kendi alanında Türkiye birincisi olan bir öğretmen yerine, ertesi sene kendisinden az daha yüksek puan alıp yirminci olan bir öğretmenin ataması yapılabiliyor şu anda.

Buradan ben bu kararı verenlere, başta cumhurbaşkanına ve ilgili bakanlığa seslenmek istiyorum:

Gençlerin umudu sizin oyuncağınız değildir. Yeni icatlar çıkarıp yıllardır belli bir sınav geleneği varken bu geleneği bozup farklı yöntemler uygulamayın.

2020 ve 2021 KPSS’ye göre ayrı bir takvim oluşturarak öğretmenlerimizin atamasını yapın.

Hem üniversitelerdeki kontenjanları arttırıp hem de atama yapmamak kabul edilebilir bir şey değil.

Baştan sona adaletsizlik. İşte biz tüm bu adaletsizlikleri sona erdirmek için yola çıktık.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bu iktidarın büyüklü küçüklü iş bilmez ortakları ekonomimizi batırdıkça batırıyor.

Kongre salonlarına kocaman harflerle “Güven ve istikrar” yazanlar, ortada ne güven var ne de istikrar.

Devletin köklü kurumlarını madara ettiler. Bağımsız çalışması gereken kurumlar talimatsız iş yapamaz hale gelmiş durumda.

Fakat talimatla yürüttükleri kurumlarda bile işler yürümüyor.

Zannettiler ki bu kurumların bağımsızlıklarını ellerinden alalım, tepelerine çökelim, istediğimizi yaptıralım sonuç alalım. Olmuyor olmuyor.

Rakamları ayarlama enstitüsüne dönüşen TÜİK’in açıkladığı veriler bile hayat pahalılığının ülkemizde hangi noktaya geldiğini gösteriyor. Makyajladıkları rakamlarla bile enflasyonu gizleyemiyorlar.

Otomotiv sanayiinden mobilyacılığa, tekstilden gıda üretimine kadar her alanda maliyetler arttı.

Özellikle geçtiğimiz yıllarda, sanayi ile inşaat sektörü arasındaki dengenin bozulması, ekonomimizi darmadağın etti.

30 senelik sanayiciler “30 senede sanayiden kazanamadığımı üç senede inşaattan kazanabilirdim” diye şikâyet eder hale geldi.

Bildiğiniz gibi, benim bakanlık yaptığım günlerde defalarca uyardım. Hepsi basın arşivlerinde kayıtlı.

Ben ve ekibim, daima, kaynakların adil bir şekilde dağıtılmasını savunduk. Sanayiye, üretime daha çok kaynak ayrılmasından yana hep tavır koyduk.

Biz bunları yaptıkça, denge bozuluyor, bu tarafı biraz dengelemeliyiz, kaynaklar öbür tarafa aktarılsın dedikçe bana “Fren Ali” diyenler bile vardı.

Kolay rant oluşumunu, kontrolsüz harcamaları, engellemeye çalıştıkça laf arkasına laf saydılar.

Ele geçirdikleri medya kuruluşları benim ve arkadaşlarımın aleyhinde yayın yapıyordu o günlerde. Düşünebiliyor musunuz?

Yüze yüz hükûmet ele geçirmiş yayın kuruluşunu, tamamen yayın politikasını kendisi izliyor. Ama bakıyorsunuz manşetten beni ve arkadaşlarımı eleştiren yayınlar yapıyorlardı. Bunları da yaşadık.

Bir yandan bilmiyorlardı, beceremiyorlardı ama bir yandan meyveli ağaçları taşlayıp duruyorlardı.

Ben bu milletin parasını hesapsızca, kitapsızca harcamak isteyenlerden olmadım. Onlara hep karşı çıktım.

Başım dik. Alnım açık. Biz rahatız.

Ama arkadaşlar, bugünkü tablo, o hesapsız harcamacıların “Gaza basalım” demelerinin eseri. Bugün fiilen yaşıyoruz.

Peki, sanayimize önem vermeyenler, yıllar sonra ne yaptılar? Bir itirafta bulundular.

Sayın Erdoğan’ın imzaladığı bir belge bir itirafname niteliğinde. Belgenin adı 11. Kalkınma planı.

Bakın ne yazıyor:

“Kaynakların, sanayi sektöründen ziyade, dış ticarete konu olmayan sektörlere yönelmesiyle; üretkenlik arz eden alanların yatırım kompozisyonu içindeki payı görece azalmıştır.”

Aynen böyle yazıyor.
Yani diyor ki “Üretime yeterince yatırım yapmadık.” Ben de onlara diyorum ki:
Günaydın!

Biz bunu yıllar önce söyledik ya denge bozuluyor dedik. İmar rantlarını ölçülü hale getirecek, değer artış vergisi gibi, emsal artış harcı gibi hazırlıklar yaptık. Bunların hepsini engellediler.

Çünkü gayrimenkulde oluşan o hızlı rant var ya özellikle emsal değişikliğiyle oluşan herkesin o dönemde başını döndürdü. O rant mıknatıs gibi çekti oraya. Kayıt dışı, haksız, adaletsiz ve bölüşülen rant.

Yoksa tabii ki her sektörün belli kârlılık oranı olur. Gayrimenkulde de inşaatta da makul kârlılıklar olabilir ama siz bilmeyenlerin elinden diyelim ki metre karesi bin liraya araziyi toplayıp daha sonra arazinin imar planını değiştirip o arazinin değerini artırıyorsanız hem o elinden ucuz aldıklarınıza haksızlık ediyorsunuz hem de o imar planı değişikliğiyle elde edilen haksız ve hızlı kazanç geliyor yıllar sonra bu ülkenin makro ekonomik dengelerini bozacak bir boyuta gelebiliyor.

Yıllar sonra “Sanayiyi ihmal ettik, Ali Babacan haklıymış” demeye getirdiler. 11. Kalkınma Planında yazmışlar bunu. Ben mealini söylüyorum.

Ancak yine de hiçbir işi düzeltemediler, düzeltmiyorlar. Daha da kötüsünü yapıyorlar.

Rant çok tatlı, vazgeçemiyorlar. Hele de kayıt dışı bölüşme var ya, vergisi yok, kaydı yok. Kazan kazan sonuçları elde ediyorlar. Her kalem oynatan kazanıyor. Ama haksız kazanıyor. Helal bir kazanç değil bu.

İnşaata bu kadar kaynak aktarıldı, ama günün sonunda, geldiğimiz noktada, Marmara bölgesi depreme hazırlanmış değil.

Deseler ki, bu kadar kaynak aktı, bu kadar proje yapıldı ama en azından şehirlerimiz depreme karşı güçlü hale geldi. O da değil.

Kiralar aldı başını gitti. Şimdi de öğrenciler “Barınamıyoruz” diyor.

Son haftalarda, kaç anne babayla, kaç gencimizle karşılaştım: “Üniversiteyi kazandım ama kaydımı yaptıramadım” diyor gençlerimiz.

Anne babalar, “Kızım, oğlum üniversiteyi kazandı ama gönderemiyorum, kalacak yer, yurt yok, kiralara gücüm yetmiyor” diyor. Ülkenin düştüğü durum böyle.

Herhalde bu ülkenin gençleri hiçbir yıl şu anda yaşadığımız kadar büyük bir barınma sorunu yaşamamıştı.

Bir yandan artan kiralar, bir yandan artan hayat pahalılığı, biliyorsunuz gıda fiyatları çok yükseldi ve öğrenci harçlarının da asıl özü gıda. Öğrenci karnını doyuracak ki okuyabilsin. Ama o gıda alışverişi var ya gıda için ailenin verdiği harçlık var ya en yüksek enflasyon orada.

Kimsenin yüzü gülmedi, gülmüyor.
Peki üreticiler ne durumda? Üreticinin durumu da içler acısı hâlde.
Üretici enflasyonu tam %45 seviyesinde. Bu da TÜİK’in makyajlanmış rakamı.

İki basit örnek vereyim.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden bu yana sanayi, ticarethane ve tarımsal sulama tarifelerindeki elektrik zammı %168 artmış durumda.

Doğal gazda 2018’den bu yana elektrik üretici tarifesindeki artış %196’ya, sanayi tarifesindeki artış %156’ya yükseldi.

Peki, üreticinin ortalama %45 daha pahalıya ürettiği ürün vitrinlerde nasıl satılıyor.

TÜİK’e göre %19!

Esnafa sorduğumuzda en az %30, %40, %50...

İthal ürünlerde %100.

Ne üretici kâr edebiliyor ne de tüketici rahat alışveriş yapabiliyor. Kaybet kaybet kaybet. Kazanan yok.

Satın alma gücümüz yerlerde sürünüyor. Paramızın değeri gün geçtikçe azalıyor. Paramız pul oldu pul.

Kendi paramızın döviz karşısında hızla erimesi tepeden tırnağa tüm vatandaşlarımızı yoksullaştırıyor.

Bakın arkadaşlar,

Taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin oylandığı gün 1 dolar, 3,68’di. 1 euro, 3,90 liraydı.

Sayın Erdoğan, seçimden önce “Faizi düşüreceğim” demişti, değil mi?

Bütün yetkiyi elinde topladı. 3 sene 3 ay geçti. Ne enflasyonun düştüğü var ne faizin.

Dün düşürdü, gördük. Ama nasıl düşürdü?

Sayın Erdoğan’ın yanlış bir tezi, yıllarca sisteme dayatması sonucunda, Merkez Bankası faizi tam yüzde 19’a yükselmişti.

Sonra dün faizi yüzde 18’e düşürdü. Ancak, unutmayalım hâlâ yüksek. %18’le dahi, Türkiye hâlâ Avrupa’da en yüksek faiz uygulayan ülke.

Peki indirimin sonucunda ne oldu? Dolar kuru arttı. Ben öğlen üstü baktığımda rakam 8,80’i geçmişti.

Kurdaki bu artış hemen enflasyona yansıyacak. Kur artınca her şeye A’dan Z’ye zam gelmeyecek mi?

Ne oldu? Ne faydası oldu? Faizi indireyim derken kuru ve enflasyonu şimdi sıçratıyorlar.

Sonra Sayın Erdoğan ne diyecek? Etiketlerle savaşacağım diyecek. Demeye de başladı.

Gerçekten akla ziyan bir durum.

Dürüst bir yaklaşım değil bu.

Kendi yanlış politikaları sebebiyle oluşan enflasyonun suçlusunu dönüp dolaşıp da esnaf olarak göstermek, vatandaşla esnafı karşı karşıya getirmek, en hafif tabiriyle ayıp. Gerçekten ayıp!

Siz etiketlerin nesiyle savaşacaksınız? Esnafa, pazarcıya, küçük üreticiye sorduğunuzda bunların çoğu zarar ediyor bugün. Maliyet artışlarının tamamını fiyatlarına yansıtamamışlar bile.

Türkiye’deki hayat pahalılığının temel sebebi döviz kurunun yükselmesidir. Döviz kuru yükseldiğinde A’dan Z’ye her şeye zam gelir bu ülkede.

Ve enflasyonun sebebi yüksek döviz kurudur. Yüksek döviz kurunun sebebi de cumhurbaşkanın kendisidir. Başka bir yerde sebebi hiç aramayalım.

Hep söylüyorum,
Erdoğan sebep; yüksek kur, yüksek enflasyon, yüksek faiz sonuç. Ne diyordu? “Faiz sebep, enflasyon sonuç” demiyor muydu?

Faiz %19, eğer faiz gerçekten enflasyonun sebebiyse niye 1 puan düşürüyorsun? İndir bir 5 puan. Bir 10 puan indir ki enflasyon da düşsün. Eğer teziniz doğruysa bunu yapın. Niye yapamıyorsunuz? Niye sadece 1 puan indiriyorsunuz?

O 1 puan indirmenin kurdaki artışının dönüp dolaşıp enflasyonu vurmasını izliyorsunuz ama arkadan da enflasyonun suçlusu ben değilim esnaf diyorsunuz. Vatandaşa beni suçlama diyorsunuz. “Ben yapmadım bunu esnaf yapıyor, git etiketlere bak, esnaf artırıyor bu fiyatı” diyorsunuz.

Ayıp. Gerçekten yazık. Bu ülkenin tüketicisiyle, vatandaşlarımızla, üreticiyi, esnafı, pazarcıyı karşı karşıya getirmek çok yanlış bir iş. Bir cumhurbaşkanının yapacağı iş değil bu.

Siz rekabet ortamını sağlayın, üretimi bollaştırın zaten fiyatlar düşer. Fiyatların düşmesinin asıl metodu bolluktur, üretimdir. Ülke harıl harıl üretecek, bolluk olacak ki bolluğun olduğu yerde fiyatlar makulleşir. Çözüm burada.

Ama üretim için yatırım lazım, yatırım için güven lazım. Akşamdan sabaha ne yapacağı belli olmayan bir ülkenin yatırımcılar için bir yatırım yeri olabileceğini düşünüyor musunuz?

Yarın ne yapılacağı belli değil. Bu gece hangi kararnamenin çıkacağı belli değil. Kararname çıkmış, kanun çıkmış takan yok. Kanunlar uygulanamıyor, uygulanmıyor. Bağımsız kurumlar var. Kanunda yazıyor kurumlar bağımsızdır diye. Takıyorlar mı? Hiç takmıyorlar.

Ama siz hukuku her gün çiğnerseniz, anayasayı her gün ihlal ederseniz bu ülkeye yatırım gelmez. Bu ülkenin imkânı olan vatandaşları gider başka ülkeye yatırım yapar. Başka ülkelerin gençlerine istihdam sağlar. Şu anda yaşadığımız bu.

Bakın, ilk defa Türkiye’den çıkan doğrudan sermaye Türkiye’ye giren doğrudan sermayeden daha fazla. Bizim kendi sermayedarımız, kendi sanayicimizin dışarı yaptığı yatırım başkalarının Türkiye’ye yaptığı yatırım miktarını geçti.

Niye? Güven yok da ondan. Faizin enflasyonun ne olacağının belli olmadığı bir ülkeye siz nasıl yatırım beklersiniz?

Bakın, bu yılki enflasyonla ilgili yapılan açıklamaları hızlıca bir gözden geçirelim.

Bu yılki enflasyonla ilgili yıl sonu enflasyonuyla ilgili bugünkü hükûmet ne demiş? İlk açıklanan hedef %6. Bu yıl sonuyla ilgili. Arkasından %8’e çıkıyor. Sonra Merkez Bankası temmuz sonunda %14,1 diyor. En son açıklanan orta vadeli programda %16,7 diyor. Arada bir ay gibi kısa bir zaman var.

Merkez Bankası yıl sonu için %14,1 diyor hemen yaklaşık bir ay sonra orta vadeli programda hükûmet yıl sonu enflasyonu %16,7 diyor. Böyle ekonomi yönetimi mi olur?

Ama ne diyor? “Benim alanım ekonomi” diyor. “Ben ekonomistim” diyor. İşte siz böyle tek başınıza tek imzayla bütün yetkiyi elime alayım, aklıma gelen her şeyi yapayım, hiç kimse beni frenlemesin derseniz ülkenin düşeceği durum bu olur.

Bakın arkadaşlar; ülke yanlış yönetilince, kötü yönetilince ne oluyor? Öngörülebilirlik azalıyor.
Öngörülebilirlik azalınca ne oluyor? Yatırımlar hemen kendini çekiyor. Yatırımlar azalınca ne oluyor? İşsizlik artıyor.

Hesap çok basit. Anlaması anlatması çok kolay. İşsizliğin artmasının en önemli sebebi yatırım olmaması, yatırımın olmamasının en önemli sebebi öngörülebilirliğin, güvenin olmaması.

İşte bunlar Türkiye’yi bu kısır döngüye hapsettiler.

Biliyorsunuz, ben ve arkadaşlarım seneler evvel Türk lirasından 6 sıfırı atmıştık. 34 yıl iki haneli üç haneli giden enflasyonu sadece iki yılda tek haneye indirmiştik ve paradan altı sıfır atmıştık. Anlaşılan Sayın Erdoğan ve her krizin ortağı olan Sayın Bahçeli bu gidişle paramıza yeni sıfırlar eklemeye başlayacaklar.

Sayın Bahçeli bunlara alışık tabii. Biliyorsunuz, ben ve arkadaşlarım 2002’de göreve geldiğimizde onun da ortağı olduğu koalisyon hükûmeti büyük bir krize sokmuştu ülkeyi.

20 banka batmıştı. Millî gelirimizin tam 3’te 1’i sadece batık bankalara gitti. O hükûmette Bahçeli ortaktı. Faizler gecelik %7500’ü görmüştü.

Biz hızlıca çözdük o krizi.
Bahçeli ise şu andaki krize de ortak.
Şunu ifade etmek isterim ki, vatandaşlarımız rahat olsunlar.

Biz bu ülkeyi, bu krizden de inşallah çıkartacağız. Müsterih olalım. Biraz sabredelim. Sadece seçimi beklememiz gerekiyor. Seçim artık gelecek yıl mı olur vaktinde mi olur, bunu biz bilemeyiz.

Ama ilk seçimden sonra kurulacak hükûmette dürüst ve ehil bir kadro kurulduktan sonra iyi bir hazırlık, plan, program yapıldıktan sonra Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yok.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın, bunca sene bu ülkenin ekonomisini yönettim. Başka ülkeleri de izliyorum inanın hayatımda bu kadar akıl dışı, bilim dışı bir ekonomi yönetimi görmedim. Böyle bir şey yok.

Türkiye daha evvel krizlere girmedi mi? Girdi.

Daha kötü durumlar, daha yoksul günler yaşamadık mı? Yaşadık.

Az evvel söyledim, çok şükür, ülkemizi o krizlerden çıkartmak, beraber çalıştığım ehil ve dürüst kadrolarla birlikte bize nasip oldu.

Ama arkadaşlar,

Şimdiki zihniyet hem kuru hem faizi hem de enflasyonu aynı anda artırmayı becerdi. Böyle bir şey yok. Normalde bunlar birbirlerini dengeleyici unsurlardır. Biri yükselirken öbürü düşer, öbürü yükselirken diğeri artar ve dengeleri kurmakla ilgilidir biraz da ekonomi yönetimi.

Hepsi birden arttı. Hem enflasyon hem faiz hem kur.

Bakıyoruz, kendilerine teslim ettiğimiz o yüksek rezervlere, o dolu kasaya rağmen yaptılar bunu.

Biz devletin hazinesinin ön cebini arka cebini yedek akçesini her yerini doldurmuştuk. Merkez Bankası’nın rezervlerini uluslararası standartlara yükseltmiştik.

Bizim yıllarca biriktirdiğimiz Merkez Bankası’nın rezervi bugün net olarak eksi 52 milyar dolara düştü. Böyle bir şey yok. 20 senedir görmemişti bu ülke.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi başladı. Taraflı cumhurbaşkanı akraba bakan el ele verdi, gizli örtülü yöntemlerle Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır satıp tükettiler. Eksi 52 milyara düşürdüler.

Şimdi Merkez Bankası’nın rezervi eksi olunca Merkez Bankası’nın döviz kurunu yönetebileceği tek enstrüman faiz. Ancak yüksek faizi sürdürdüğü sürece kuru kontrol edebiliyor. Ne oldu dünkü gibi, faizi biraz indirdi hemen kur sıçradı.

Halbuki Merkez Bankası rezervleri sağlam olsa topyekûn ekonomi politikaları rasyonalite ile götürülse, para politikası, maliye politikası, makro ihtiyati tedbirler, yapısal reformlar hepsi eş güdümlü bir şekilde yönetilse böyle bir şey olmaz.

Ve ilk defa ülkenin Merkez Bankası’nı borca batırdılar. Bunla da yetinmediler.

Merkez Bankası’nın bir yedek akçe hesabı vardır. Yıllarca kara günler için yedek akçe biriktirmiştir. Pandemi gibi, deprem gibi.

Bir anda bakın, 2019’un Ocak’ında akraba bakan taraflı cumhurbaşkanı yıllarca biriktirilen tam 40 milyar liralık eski parayla 40 katrilyonluk yedek akçeyi bir günde sıfırladılar.

Sıfır. Pandemiye bu ülke sıfır rezerv ve sıfır yedek akçeyle girdi. Onun için pandemide hükûmet vatandaşlarına yeterince destek veremedi. Millî gelire oran olarak doğrudan desteklerde diğer ülkelere baktığımızda Türkiye listenin en sonlarında.

Bizden sonra bir de Varlık Fonu kurdular. Ben beş sene engellemiştim. Çünkü eski sistemde bakanlar kurulu kararı var, tek bir bakan imzalamasa karar çıkmıyor. İzin vermedim. Ben gittikten hemen sonra apar topar kurdular.

Ve ilk defa bir şey oldu. Bir kararnameyle cumhurbaşkanı kendisini Varlık Fonu’nun başkanı olarak görevlendirdi. Bunu daha önce devlet yönetimi tarihinde görmemiştik. Kararname çıktı, diyor ki, “Ben cumhurbaşkanı olarak, Recep Tayyip Erdoğan’ı Varlık Fonu başkanı olarak görevlendirdim” Bunu da gördük.

Peki ne oldu? O Varlık Fonu bugün tam 65 milyar lira eski parayla 65 katrilyon borca batmış durumda. Hani adı Varlık Fonu’ydu? Çünkü biliyorduk. Ben niye engelledim onu? Niyetlerini seziyorum. İlla Varlık Fonu kuralım, peki ne yapacağız?

Her türlü denetimden uzak olsun. Sayıştay buraya giremesin. Kimse denetleyemesin. Başka? İhale kanununa da tabi olmasın. Ve bunları madde madde yazdılar. Dediler ki, “Bu fon ihale kanunundan dışarıdadır, istediğimizi istediğimiz fiyattan alır satarız. İki, “Hiç kimse de denetleyemesin, Sayıştay dahi denetleyemez.”

Neredeyse alta maddeleri şöyle sıralayabilirlerdi. Satır aralarında okumak mümkün. “Aklıma ne eserse yaparım fonu”. Kimse de bana karışamaz, hesap soramaz fonu”. Varlık Fonu dediğimiz bu aslında.

Sonuç, eski parayla 65 katrilyon borç. Bir de yurtdışına borçlanma tahvili ihraç ettiler. O da 1 milyar 250 milyon euro. Bugünkü kurla çarptığınızda aşağı yukarı 10 milyar, eski parayla 10 katrilyon da oradan. Nereden baksanız 77-78 milyarlık borca batmış bir Varlık Fonumuz var şu anda. Memleket için hayırlı olsun. Geldiğimiz nokta bu.

Her şey ortada, her şey çok açık. Arkadaşlar,
Yaşadığımız krizin adını koymamız gerekiyor.

Şu anda, enflasyon hedeflerinde, Merkez Bankası ile hükûmet programının birbiriyle uyuşmadığı, devlet kurumları arasındaki bağlantının koptuğu, aklı, bilimi reddeden çoklu bir krizin içindeyiz.

Hani tıbbi bir terim vardır, çoklu organ yetmezliği gibi, memleketin içinde bulunduğu durumda bu. Çoklu kriz.

Ve o krizin yaşandığı ülkenin ekonominin direksiyonunda da Sayın Erdoğan oturuyor.

Zaten ne diyor “Benim alanım ekonomi” diyor. Görüyoruz, maşallah sonuçlar oldukça harika.

Direksiyona geçti, bütün bir ülke kelle koltukta gidiyoruz.

Bakın, Merkez Bankası’nın dünkü kararı hiçbir rasyonel analize hiçbir bilimsel gerekçeye dayanmıyor. Merkez Bankası zaten iyice yıpranmış olan kredibilitesini bir o kadar daha yok etti.

Yanlışı savunmak çok zor bir şey. Yanlış bir işin arkasında durmaya çalışmak, yanlış bir işin arkasına gerekçe koymak çok zor. Olmuyor. Ama bütün ülke olarak millet olarak kaybediyoruz. Ve dünkü karar tamamen siyasi talimatla alınmış bir karar.

Değerli arkadaşlar,

Buradan huzurlarınızda Sayın Erdoğan’a bir çağrıda bulunmak istiyorum. Daha evvel de söylemiştim. Tekrar ediyorum:

Sayın Erdoğan, hiç boşuna getir-götürle uğraşmayın. Merkez Bankası başkanlarının adını mevsimlik başkana çıkardınız. Mevsimsel işçi gibi geliyor gidiyor.

Daha evvel de söylemiştim: Kendi kendinizi atayın şu Merkez Bankası’nın başına. Ki bunu Varlık Fonu’nda yaptınız. Kendinizi atayın ve artık başkasına mazeret üretmeyin. Yine yapın olsun bitsin. Gölgenizle yönetmek yerine kendiniz bizzat oturun bizzat kendiniz yapın. Zaten talimatınız neyse onu yapmak zorunda kalıyorlar.

Ama arkadaşlar, bunu yapmıyor.
Neden? İşler kötüye gidince faturayı keseceği birisi lazım, onun için yapmıyor.

Olan bu millete oluyor. Olan esnafa, işçiye oluyor. Olan çocuklarımızın yarınlarına oluyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Tablo kötü farkındayız, özellikle gençlerimiz umutsuz.

Kimsenin şüphesi olmasın.

Tüm bu kabustan rahatlıkla uyanacağız. Bu korkulu rüya çok çabuk sona erer. Hep beraber derin bir nefes alırız.

Artık yolun sonuna geldiler. Onlar da çok iyi biliyorlar.

Onun için bu seçim yasalarıyla şimdi oynamaya başlıyorlar. Yok baraj yok şu. 20 yıldır aklınız neredeydi. Birdenbire demokrasiyi çok sever halde mi geldiniz de barajlarla şunlarla bunlarla oynuyorsunuz.

Amaç ne? Mevcut kurala göre ben seçimi kazanamam, kuralları değiştirerek acaba seçimi nasıl kazanabilirim? Bir hükûmet zaten bunun peşine düştüyse o hükûmetin gitme vakti çoktan gelmiş geçmiştir.

Hiç merak etmeyin. İlk seçimlerde emanet emin ellere geçecek.

Önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız. Güveni tesis edeceğiz.

Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız.

Kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var
İnegöl’ün DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

23 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Polatlı İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN POLATLI İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Ankara il teşkilatımızın değerli başkanı, Polatlı ilçe teşkilatımızın değerli başkanı,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Polatlı ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli hemşehrilerim,

Partimizi kuralı bir buçuk yıl oldu.

O günden bu yana, bir yandan teşkilatlanma çalışmalarımızı tüm hızıyla sürdürüyoruz;

Bir yandan da tüm vatandaşlarımızın; esnafın, emeklinin, memurun, çiftçinin dertlerine çözüm üretiyoruz.

Bir yandan ilçe ilçe, sokak sokak deva damlalarını büyütüyoruz;

Bir yandan da iktidarımızın ilk 90 gününde ve 360 gününde gerçekleştireceklerimizi halkımıza taahhüt ediyoruz.

Ülkemizin tüm sorunlarına aynı ciddiyetle ve derinlikle yaklaşıyoruz.

Çözümlerimizi, hükûmet programlarından bile daha detaylı şekilde işlediğimiz eylem planlarımızla ortaya koyuyoruz.

Ben çok fazla hükûmet programının yazımında yer aldım. Çok sayıda hüûmet programının yazılışını koordine ettim.

Ancak şu ana kadarki hiçbir hükûmetlerde, şu anda bizim açıklamakta olduğumuz eylem planları kadar detaylı bir çalışma yoktu.

Hükûmet programı ne zaman açıklanır? Hükûmet kurulduktan sonra açıklanır.

Biz daha 2023 veya 2022 seçim ne zaman yapılırsa yapılsın, bu seçimlerden çok daha önce seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin yapacaklarını hükûmet programından daha detaylı bir şekilde açıklıyoruz.

Üstelik bu açıklamalarımızda her bir maddenin bütçesini hesap ediyoruz. Bütçesi hesaplanmamış hiçbir konuda taahhüde girmiyoruz.

Ve takvim veriyoruz takvim. Şunu yapacağız bunu edeceğiz öyle yok.

Ne zaman yapacağız? Hükûmet kurulduktan sonraki ilk 90 günde veya en geç bir yılda yapılacakları takvime bağlanmış şekilde açıklıyoruz. Bu bir ilk.

Daha önce hiçbir siyasi parti böyle bir şey yapmamıştı bugüne kadar. Çünkü biz ülke yönetmenin çok ciddi bir iş olduğunu biliyoruz.

Lafla bu peynir gemisinin yürümeyeceğini biliyoruz. Biz iş üretmeye alıştık. Onun için çok çalışıyoruz.

Haziran ayında ilk eylem planımızı olan tarım eylem planımızı açıkladık.

Çiftçimizin yaşadığı güncel sorunlardan, tarımın yapısal sorunlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede çözümlerimizi sunduk.

Çiftçimiz borçların, döviz artışının ve kuraklığın altında eziliyor.

Kuraklık hem çiftçinin gelir gider dengesini bozuyor hem de gıda üretimini ve güvenliğini etkiliyor.

Artan su sorunu, ekosistemin dengesini bozuyor. Orman alanlarımız, toprak kalitemiz, hayvanların doğal yaşam alanları tahrip oluyor.

Su krizi, küresel iklim değişikliğinin sonucu olarak önümüzdeki başlıca sorunlardan birisi. Her damla suyun kıymetini bilmek zorundayız bu ülkede.

Küresel ısınma ve iklim değişikliği özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu kuşakta çölleşmeye giden bir süreci başlattı.

Eğer tedbir almazsak, bugünden çalışmazsak günü geldiğinde vah tüh demek kurtarmaz ülkemizi.

Biliyorsunuz, kuraklık nedeniyle geçtiğimiz günlerde Polatlı’da da bir obruk ortaya çıktı.

Obrukların ilçemizin farklı noktalarında görülme ihtimali de belirdi.

Elbette, yağmur yağdırmak bizim elimizde değil. Fakat kuraklığın olumsuz karşı hazırlanmak, tedbir almak bizim elimizde.

Biraz önce gördünüz, baraj projeleri işlemiyor, yavaş. Sulama projeleri geriden geliyor.

Şunu bilmemiz gerekiyor ki suyun en çok kullanıldığı sektör olan tarımda, esaslı yeniliklere gitmemiz şart.

Etkin su yönetimini bir an evvel hayata geçirmemiz gerekiyor. Biz bunu tarım eylem planımızda bütün detaylarıyla açıkladık.

Bu kapsamda,

Vahşi sulama yerine damlama sulama yöntemine geçmeyi hızlandırmamız gerekiyor. Bu işler çok yavaş gidiyor.

Tarımda suyun etkin kullanımı için yeni teknolojileri destekleme sözünü şimdiden veriyoruz. Teknoloji bu işi çok değiştiriyor. Teknolojiyle her bir damla suyun tam da hedefine ulaşabileceği sistemleri kurabiliyorsunuz.

Türkiye’nin kullanılabilir su kapasitesini artırarak, kuraklığa esir edilmemesi için bugünden çalışmak gerekiyor.

Toprağa düşen yağışın yeraltına sızdırılması ve kaynakların kirletilmeden sürekli kullanılmasının esas alınması gerekiyor.

Kurak koşullara uygun, iyi tarım uygulamalarının geliştirilmesi için her türlü adımın atılması gerekiyor.

Kısacası; biz toprağın da suyun da devası olacağız.

DEVA Partisi’nin damlalarını Türkiye’nin verimli topraklarıyla buluşturacağız.

Çünkü biz, tarımda atılımın öncüsü olmak için yola çıkmış bir hareketiz.

Çünkü biz yarınlarımıza kurak bir ülke bırakmamak için, bugünden çalışmanın gerektiğini biliyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Şu su dönem gösterdi ki gıda güvenliği Türkiye’nin de dünyanın da en önemli meselelerinden bir tanesi. Tarım artık stratejik bir sektör. Çok çalışmak gerekiyor.

Hükûmetin önceliklerinin buna göre belirlenmesi gerekiyor. Şu andaki hükûmetin kafası başka yerlerde. Nerede rant, bütün gayretleri o rant alanına gidiyor.

Bu ülkenin sulama yatırımına ihtiyacı var, üstelik bu sulama yatırımlarıyla ilgili bütün rakamları toplayın bir Kanal İstanbul etmiyor.

Sabah akşam Kanal İstanbul. Çünkü niye? 500 bin kişilik şehir yapacağız diyor Cumhurbaşkanı? 500 bin kişilik şehir deyince imar, rant. Bu rant öyle bir mıknatıs ki bunlar kafalarını gözlerini başka yere çeviremiyorlar.

Halbuki bu ülkenin en acil ihtiyacı tarımda sulama yatırımlarının bir an önce tamamlanmasıdır. Her üründe ithalatımız artıyor. Yazık değil mi?

Koskoca bir toprağa sahip olalım, Avrupa’nın en büyük toprakları bizim arkadaşlar. Avrupa’da Türkiye’den daha geniş bir toprağa sahip olan ülke yok.

Ama her şeyi ithal hale geldik. Çiftçimiz zarar ediyor. Ne kadar çok üretirse o kadar çok zarar ediyor. Ve üretimden vazgeçen çok sayıda çiftçimiz var.

Çiftçilerimiz kendi çocuklarının, torunlarının tarımla uğraşmasını istemiyor. Ben çektim onlar çekmesin diyor. Yazık. Herkes böyle düşünürse bu ülkenin geleceği ne olacak?

Biz eylem planımızda bazı konuları açık açık ortaya koyduk. Acil atılması gereken tedbirleri ortaya koyduk. Ne dedik?

Tarımsal kredilerin bir an önce 2 yıl ödemesiz olmak üzere sıfır faizle taksitlendirilmesi lazım dedik. Siz yapmazsanız biz bunu gelir gelmez yapacağız dedik.

2001 krizinden sonra biz bunu yaptık. Ben tam 11 yıl Ziraat Bankası’nın da içinde olduğu pek çok kurumdan sorumluydum. İnanın çok basit işler bunlar.

Ama işi ehline teslim etmeyince, ehil olan o insanlar işin başında olmayınca bunlar fikir üretemiyorlar.

Bütün yetkiyi de siz tek bir kişinin elinde topladığınızda o tek kişinin önünde geldiğinde ancak bir karar alınıyor. O kararların çoğu da yanlış kararlar oluyor. Çünkü istişare yok, ortak akıl arayışı yok. Bunlar çok basit işler. Fakat yapmıyorlar, yapamıyorlar, yapamayacaklar.

Tarım eylem planımıza yazdık. Gübre maliyeti 2-3 katına çıktı. Biraz önce gelirken bir çiftçimiz kulağıma eğildi, ‘Gübre alamıyoruz, tohum alamıyoruz, biz nasıl çiftçilik yapacağız?’ dedi.

Biz ne dedik? Çiftçimizin gübre maliyetinin tam yarısını biz karşılayacağız dedik. Bunun taahhüdünü verdik. Mazotun ÖTV’sini çiftçimize aynen iade edeceğiz dedik.

Çiftçimizin kullandığı mazota ÖTV uygulanmayacak dedik. Özellikle sulamada elektrik kullanan vatandaşlarımız için çiftçilerimiz için ayrı bir elektrik tarifesi, daha düşük fiyattan bir tarifenin uygulanmasının şart olduğunu söyledik.

Siz yapmazsanız bugün biz yapacağız dedik. Bunların hepsini açıkladık. Yem konusunda yüzde 50’ye varan desteklerin çiftçiye acilen verilmesi lazım dedik.

Başka türlü çok zor. Tarımsal üretimde, hayvancılıkla ilgili üretimde bu gidişle Türkiye’de düşer.
Bu koca toprakları, bu verimli araziyi Türkiye kullanamazsa daha çok ithalat daha çok ithalata mahkûm olur. Zaten enerjide ithalata mahkûmuz. Petrol, doğal gaz hepsini ithal etmek durumunda kalıyoruz. Bir de günlük tükettiğimiz gıdayı mı ithal edeceğiz. Yazıktır.

Değerli arkadaşlar,

Türkiye’nin demokrasiye ve atılıma kavuşmasının önündeki en büyük engel Türkiye’nin yönetildiği sistemdir. Yani bu taraflı partili cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemidir. Aynı zamanda ülkeyi yöneten zihniyettir. Ortak aklın, istişarenin çalıştırılmamasıdır.

Bu sistem üç yılda yoksulluk, işsizlik ve hayat pahalılığından başka hiçbir şey getirmemiştir.

Taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine geçtik ve şöyle bir bakın o gün bugündür gıda fiyatları, tarım ürünlerinin fiyatları aldı başını gitti. Maliyetler aldı başını gitti.

Özellikle salgın döneminde hayat pahalandı. Ama devlet zor gününde vatandaşın yanında durmadı.

Vatandaşlarına destek vermek yerine hatırlayın salgının ilk çıktığı günleri alelacele vatandaşa IBAN verdiler, siz bize para verin diye. Böyle bir şeyin dünyada örneği yok.

Bütün ülkeler vatandaşına pandemi döneminde doğrudan destek, karşılıksız destek verirken, pandemi başlar başlamaz vatandaşına IBAN numarası verip de bana para ver diyen devlet yok. Böyle bir şey yok.

Bu kadar bu ülkenin gerçeklerinden kopmuş bir iktidarla baş başayız şu an.

Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda konuşan Sayın Erdoğan nihayet galiba bu hatasını gördü. En azından söyledikleri buna işaret ediyor.

Gelin, yeni itirafını hep beraber izleyelim.

Video “Yoksul toplum kesimleri salgın karşısında kaderlerine terk edildi.”

Ne yaptığını anlamış.

Sayın Erdoğan nihayet günün sonunda aynaya bakmış. Bizim ülkemizde de yoksul toplum kesimlerinin salgın karşısında kaderlerine terk edildiğinin itirafında bulunmuş.

Bu neyin itirafıdır, biliyor musunuz?

Türkiye’nin salgın döneminde vatandaşına milli gelire oranla en az destek sağlayan ülkelerden birisi olduğunun itirafıdır.

Bütün ülkeler içerisinde doğrudan destek açısından vatandaşına en az desteği veren ülkelerden birisi Türkiye. Türkiye’deki destek ağırlıklı olarak kredi oldu. Faizli kredi oldu. Borç üstüne borç, faiz üstüne faiz bindi.

Salgın döneminde vatandaşı borçlandırmakla övünülmeyeceğinin itirafını dinlemiş olduk.

Vatandaşa doğrudan destek, hibe vermeyip, borcu faiziyle geri almanın ayıp bir şey olduğunun itirafı olarak da bunu görmemiz lazım.

Peki, salgın dönemi boyunca biz ne dedik?

“Çiftçiyi, esnafı, işçiyi borçlandırmayın. Gelirini kaybeden veya geliri ciddi anlamda düşen vatandaşlara doğrudan hibe desteği verin” dedik. Defalarca söyledik bunu.

“Gündelik kazanıp geçinen vatandaşlarımıza destek olun” dedik. Yevmiyeyle, bahşişle geçinen vatandaşlarımıza destek olun, esnafımıza destek olun’ dedik.

Ama mesele zihniyet ve öncelikler meselesi.

Pandeminin ortasında dahi şu Kanal İstanbul’u kaç kere gündeme getirdiler. Şöyle bir gözlerinizin önüne getirin. Alelacele pandeminin ortasında olmayan kanalın üzerinden geçecek köprünün ayağının temelini attılar.

Ne aceleniz var? Ben anlamıyorum. Bu ne acele, niye acele? Acaba paçalar mı tutuştu, acaba gitmekte olduklarını anlayıp da gitmeden önce bir an önce büyük ne kadar ihale varsa bunların hepsini verelim, bu ihalelerle ilgili rantları bir an önce dağıtalım, bu rantlar bir an önce paylaşılsın mı diyorlar?

Bunlar aklımıza geliyor. Fakat hiç kimse endişe etmesin. Bütün bunların hepsi idari denetimine ve yargı denetime tabi tutulur. Yangından mal kaçırırcasına büyük proje, ihale derdine girmek bir şeylerin işareti. Anlıyorlar artık müsait bir yerde inmeleri gerekeceğinin farkındalar.

Bu kötü yönetim vatandaşa destek vermedi. Peki ne yaptılar? Borç üstüne borç.

Şu an geldiğimiz aşamada bütün bir ülke, kötü yönetimin yakıcı bedelini ödüyor.

Çünkü bütün bütçeyi faiz ve rant transferine çevirdiler. İşi öyle bir noktaya getirdiler ki, artık borç, borçla da dönmüyor.

Grafik - takibe düşen kredi artışı –

Vatandaşlarımız artık borçluluk noktasında tıkanmış durumda. Sadece şu son 3 ayda yeni takibe düşen kredilerin rakamı tam 2 milyar 246 milyona çıkmış durumda. Patlamayı görüyorsunuz.

Borcu alırken sorun yok. Alan veren memnun gibi görünüyor ama ödeme günü geldiğinde asıl iş patlıyor. Bunu da bu grafikten görüyoruz.

Bakın, takibe düşen bireysel krediler bu yılın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde kaç artmış? 18 kattan fazla. Demek ki kredilerde artık yolun sonuna geliniyor.

İnanılır gibi değil.

Bireysel kredisini ödeyemeyenlerin sayısındaki artış tam 6 kat. Tam 6 kat vatandaşımız geçen seneye mukayeseyle kredisini ödeyememiş, süresi geçmiş ve artık takibe alınmış. Takip ne demek? Bankalar artık alacağını tahsil etmek için harekete geçiyor demek.

İşte kredi pompalamasının yansıması bu. Ekonomideki çarpık zihniyetin sonucu bu.

Arkadaşlar,

Vatandaşlarımız geçinmek için borçlanıyor. Normalde borçlanma, bir ev alırsınız, araba alırsınız borçlanırsınız ama borcunuzun karşısında bir varlık olur. Ama sürekli tüketmek için harcamak için borçlanıyorsa bizim vatandaşlarımız bu yolun sonu yok.

Pandemi döneminde vatandaşlarımıza al, harca, tüket diye borç verdi. Varlık sahibi ol diye borç vermedi. Bunun ödeme günü gelince ne olacak? İşte gün geldi çattı ne olacak?

Esnafımız, çiftçimiz ağır bir borç yükünün altında. Şu son aylarda pandemi sınırlamalarının azalmasıyla beraber piyasada bir miktar hareketlilik var ama hangi esnafa sorsan ‘İşlerimiz biraz açıldı ama öyle bir borcumuz var ki, öyle bir faiz biniyor ki, biz bunu nasıl ödeyeceğiz bilmiyoruz’ diyorlar.

Elektrik faturalarına gelen zam %168 arkadaşlar. 100 liralık elektrik faturası olmuş 268 lira. Esnafın ödediği elektrik faturasından bahsediyoruz. Şu zamma bakın. Çiftçimiz ağır maliyetlerle karşı karşıya.

Tablo bu.
Grafik - takibe düşen kredi artışı - kaldır

Ancak değerli arkadaşlar bizim, DEVA Partisi’nin de bu millete bir borcu var. Bütün bu tabloda bunu gösteriyor. Ve bu ağır sorumluluğun, borcun farkında olmamız gerekiyor.

Nedir bu borç?

Yoksulluğun, işsizliğin ve enflasyonun üstesinden gelmek de bizim boynumuzun borcudur.

Türkiye’de aç ve açıkta kimseyi bırakmamak için gece gündüz çalışmak bizim boynumuzun borcudur.

Haysiyetli bir yaşam, insan onuruna yaraşır bir hayatı bu topraklardaki insanlarımız hak eder.

Biz hiçbir vatandaşımızın açlığa ve sefalete layık olmadığını biliyoruz.

Bu nedenle, DEVA iktidarında olan ihtiyaç artıyor.
Biz ihtiyacı olan ailelere asgari gelir desteği sağlayacağız. O ailenin ihtiyacı neyse hesap edip geliri neyse hesap edip aradaki farkı devlet olarak verip biz karşılayacağız. Bunun sözünü veriyoruz.

Yoksul vatandaşlarımızı koruma altına alacağız.
Güçlü sosyal yardımın, ancak güçlü ekonomiyle mümkün olduğunu biliyoruz.

Bunlar ne diyor fısıltı gazetesiyle? ‘Biz gidersek yardımlarınız kesilir’ diyor. Hiçbir şey olmaz. Daha fazlası olur, daha eksiği olmaz. İnanmayın.

Türkiye ekonomisi ne kadar güçlüyse Türkiye o kadar yardıma ihtiyacı olan vatandaşa sahip çıkar. Daha da fazla sahip çıkar. Hiç kimsenin endişesi olmasın.

DEVA ekonomisi, yatırımları Türkiye’ye çeken bir mıknatıs işlevi görür. Büyüme hızını ve istihdamı artıracağız. Ve hiç kimseyi yardıma bağımlı hale gelmesin diye koruyacağız kollayacağız. İşinin gücünün olmasını, mesleğinin olmasını sağlayacağız.

Önemli olan bir devletin çok sayıda vatandaşına yardım etmesiyle övünmesi değildir. Önemli olan bir devletin yardıma ihtiyacı olan vatandaşının sayısını azaltabilmesidir. Hedef bu olmalıdır.

Üreten ve büyüyen bir Türkiye olmak için çalışacağız.

Vatandaşın parasını ipe sapa gelmez harcamalarla sağa sola dağıtmayacağız. Tasarruflu olacağız.

Tabii, kamu kaynaklarını kendilerine bağlayan, on yerden, on beş yerden huzur hakkı alanlara kötü bir haberim var:

O on yerden on beş yerden maaş alan huzur hakkı alanların huzurlarını kaçıracağız. Ondan emin olsunlar. Çünkü biz 84 milyonun hepsi için çalışacağız.

Biz ülkenin zenginleşmesini iktidara yakın 3-5 kişinin zenginleşmesi olarak anlamıyoruz. Biz bu ülkenin zenginleşmesini topyekûn bir zenginleşme olarak görmek istiyoruz. Bunun için çalışıyoruz.

84 milyon vatandaşımızın tamamının yaşamını güvencesine, geçim güvencesine kavuşturacağız.

Bizim hayalimizdeki Türkiye, yoksulluğun pençesinde bir ülke değildir. Bizim hedefimiz net.
Yarınlara eşit, adil, zengin ve özgür bir ülke bırakmak için çalışacağız. *****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizi yönetenler, istedikleri kadar geçmişin başarılarıyla avunsunlar dursunlar.

İstedikleri kadar ben ve arkadaşlarımın yönetimde olduğu ortak aklın ve istişarenin işlediği dönemin başarılarıyla övünmeye çalışsınlar.

Her şey ayan beyan ortada. Kriz sokakta. Çarşıda, pazarda, her evde. Yangın mutfakta.

Artık yolun sonuna geldiler. Onlar da çok iyi biliyorlar. Onun için panik yapıyorlar.

Mevcut iktidar panik halinde çekmeceleri karıştırıp, dosyalara bakıp, ‘zamanında biz iyi şeyler yaptık galiba onlar neydi?’ diye bulup çıkarıp eski defterlerle, eski başarılarla övünüyorlar. Bizim başarılarımızla göz boyamaya çalışıyorlar.

Siz cumhurbaşkanının ağzından şöyle şeyler duydunuz mu?

‘3 yıl 3 ay oldu. Bütün yetkiyi ben tek elimde topladım. Bakın, ülkede enflasyon düştü. Bakın, ülkede faiz düştü. Bakın, Türkiye kalkındı. Bakın, Türkiye zenginleşiyor.’

Böyle bir şey duydunuz mu?

Başarılardan bahsederken hiç şu son 3 yıl 3 aydan bahsediyor mu? Bütün yetkiyi topladı elinde değil mi? Sonuç ne sonuç.

En sonunda gençlerimize yurt bulamayan öğrencilerimize, üniversiteyi kazanmış, harçlık parası olmadığı için, kalacak yeri olmadığı için kayıt yaptıramayan gençlerimize ne diyor? ‘Elinize dizinize dursun’ diyor.

Bir ülkenin cumhurbaşkanı, o ülkenin toplumundan, halkından, gençlerinden bu kadar kopabilir mi? bu kadar koptuysa da zaten artık görevinden ayrılma zamanı geldi demek. Artık yorgun bir iktidar var.

Ne kadar başarıdan bahsediyorsa, o başarılar; dürüst, çalışkan, işin ehli, tertemiz kadroların başarısıydı. Ortak aklın ve istişarenin başarısıydı.

Şimdi ise, biz DEVA Partisi olarak yepyeni bir hikâye yazıyoruz.

Geçmiş başarılarımızın üstüne yepyeni başarılar ekleyerek gideceğiz.

Türkiye’yi en kısa sürede hak ettiği refah seviyesine kavuşturacağız.

Halkımızı bu ağır enflasyon, bu ağır hayat pahalılığı karşısında ezdirmeyeceğiz.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz. Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız. Yürekten inanıyorum ki;
Bu yolculuğumuzun sonunda Türkiye’nin tüm çocuklarının yüzü gülecek. Kadınların, çiftçilerin, emeklilerin, emekçilerin yüzü gülecek.

Bir hafta on gündür yeni bir kampanya başlattılar. Fahiş etiketlerle mücadele diye bir kampanya. İşyerlerine baskın yapıyorlar. Niye bu kadar pahalı satıyorsun malı diyorlar. Bunu da yandaş gazeteler ve televizyonlar sürekli haber olarak veriyor dikkat ediyorsunuzdur. Manşetler.

Bu fahiş fiyatların sorumlusu kim? Bizim esnafımız, mal alıp satan herkes bilmiyor mu? Kaç esnafımızdan duydum ben. Maliyetim %50 arttıysa ben bunun ancak %20’sini %30’unu fiyatlarıma yansıtabiliyorum. Aradaki fark kadar zarar ediyorum diyor esnafımız.

Esnafın maliyetleri artmış, çiftçinin maliyetleri artmış. Bu maliyet artışının sebebi ne? Kurdaki artık değil mi? döviz kuru arttığında A’dan Z’ye her şeyin maliyeti artmıyor mu? Bu döviz kurunun kontrolünü elinden kaçırıp defalarca bu ülkeye döviz krizi yaşatan kim?

Merkez Bankası başkanlarının birini alıp ötekini atayan, laf dinlemiyordu diye laf dinleyen Merkez Bankası başkanını görevlendiren kim? Niye faizleri düşürmüyor? Niye kuru kontrol edemiyor?

Yanlış kararlar al, aklın bilimin dışında işler yap, akraba damatla beraber Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır sat. MB’nin rezervlerini eksi 52 milyar dolara düşür. Dövizin kontrolünü elinden kaçır. Ondan sonra fiyatlarla etiketlerle mücadele edeceğiz de. Esnafla vatandaşı böyle karşı karşıya getir. Bu dürüst bir yaklaşım değil.

Aldatan olmayacaksın. Böyle bir şey yok. Maliyet artışlarının da fahiş fiyatların da sebebi yüksek kurdur. Kurun kontrolünü elinden kaçıran hükûmettir. Ve bu hükûmetin başındaki kişidir. Bu belli.

DEVA Partisi’nin iktidarıyla birlikte herkesin yüzü gülecek. Bu kâbus sona erecek. Bu korkulu rüyadan uyanırcasına hızlı bir şekilde ülkemiz düzelecek.

İşte bu yolculuğumuzda el ele verdiğimiz Polatlı ilçe teşkilatımıza, Ankara il teşkilatımıza başarılar diliyorum.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun, var olun.

16 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Yomra İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN YOMRA İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Trabzon il teşkilatımızın değerli başkanı, Yomra ilçe teşkilatımızın değerli başkanı,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Yomra ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Geçtiğimiz mart ayında Akçaabat ve Ortahisar ilçe kongrelerimiz için Trabzon’daydık.

Aranın açılmasına fırsat tanımadık, bugün tekrar buradayız.

Bir kez daha Karadeniz’in göz bebeği Trabzon’da sizlerle buluşmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Bu vesileyle, Yomra teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm arkadaşlarıma da çalışmalarında başarılar diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,
Biliyorsunuz, geçtiğimiz haftalarda Sayın Erdoğan’a bir çağrı yapmıştım.

“Artık yeter” demiştim.

“Ben ve arkadaşlarımın işin içinde olduğu, ortak aklın hâkim olduğu dönemin başarılarıyla övünmeyi bırakın” demiştim.

Siz şu son 3 yıl 3 ayda ne yaptınız? Onu anlatın demiştim.
Niye son 3 yıl 3 ay. Çünkü taraflı partili cumhurbaşkanı göreve başladı.

Yeni sistemle beraber partili, taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle beraber cumhurbaşkanı görevine başladı.

Bütün yetkiyi elinde topladı. Tek imzayla aklına gelip de yapamayacağı bir şey yok.

Yargı kontrolünde, meclis emrinde, bütün güç elinde.

Geçmişi anlatıp durmayın ya dedim. Siz tek başınıza bütün yetkiyi elinizde toplayıp ondan sonra bu ülke için neler yaptınız? Bunu anlatın dedim.

Bugünkü iktidar, kendi başarı hikayesi tükendiği için, durmadan geçmişi anlatıyor.

Varsa yoksa biz 2002’den beri şunu bunu yaptık. İyi de o gün kadro farklıydı. Bugün farklı bir kadro var ve bütün yetkide kendisinin elinde.

Bizden sonraki özellikle ben ve arkadaşlarımın ayrıldığı döneme dair ağızlarını bıçak açmıyor. O dönemle ilgili siz şöyle ifadeler duyuyor musunuz?

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistem başladı, ben bütün yetkiyi tek elimde topladım. Ve işsizliği düşürdüm. Böyle bir şey duyuyor musunuz?

Yok, çünkü artıyor.

Bir kere bile cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi başladı, ben bütün yetkiyi elimde topladım. Ve bak ülkede yoksulluk azalıyor. Böyle bir şey duydunuz mu?

Yok. Ne yapıyor? Muhasebeyi ta 2002’den başlatıyor, bugüne getiriyor.

Bizim ve arkadaşlarımızın işin başında olduğu, ortak aklın, istişarenin çalıştırıldığı dönemin artılarıyla son dönemin eksilerini harmanlıyor. Muhasebeyi öyle açıklıyor.

Ya 19-20 sene çok uzun bir süre.
Şu son dönemi biraz anlatın hele değil mi?

Biz sistemi değiştirdik. Bütün yetkiyi elimde topladım. Ve ülke zenginleşti. Diyebilir mi? Diyemezler.

Çünkü bu sistemin sonuçlarıyla övünmek mümkün değil. Sonuç yok.
Sabah akşam, eski dönemin başarılarıyla övünüp duruyor. Huylu huyundan vazgeçmiyor.

Sayın Erdoğan iki gün evvel yine bizim dönemle övünmüş.

Artan ne azalan ne? Doğru muhasebesini yapmak lazım. İstihdamdan bahsedir değil mi? Şu kadar istihdam artırdık diye.

Bir dönelim, istihdamın ne kadarı ben ve arkadaşlarımın işin başında olduğu dönemde oluşmuş, ne kadar biz ayrıldıktan sonra oluşmuş.

Bakın 2002-2021 döneminde istihdama katılan, yani iş sahibi olan her 100 kişiden en az 75’i biz işin içinde olduğumuz dönemde oluşmuş. Önce bunu görmek lazım.

Peki, 2018’de taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtik mi? Geçtik. Sayın Erdoğan bütün ipleri eline aldı mı? Aldı.

O günden bugüne istihdama ne oldu? Son 3 yıl 3 ayda, 2018’in Haziran’ından bu yana istihdama ne oldu?
1 milyon azaldı arkadaşlar, 1 milyon.

Her sene işgücü piyasasına bir milyon tane gencin girdiği bir ülkede, normalde işsizliği sabit tutmak için sizin 3 milyon istihdamı artırmanız lazım.

İşsiz var mı? Var.
Her sene 1 milyon kişi işgücü piyasasına giriyor mu? Giriyor.

Her sene 1 milyon kişi istihdam artsa bizim işsizlik oranını sabitliyor. Düşmüyor.

Bırakın artmayı, bu son dönemde 1 milyon kişi istihdamı düştü bu ülkede. Milyonlarca işsiz var.

Ve şu anki geniş tanımlı işsizlik oranı ki biz bastıra bastıra en sonda TÜİK, bu yıl başından itibaren geniş işsizlik diye açıklamaya başladı.

Diyorduk, ya iş aramaktan vazgeçenler, bu ülkeden umudunu kesenler var. Siz onları niye hesap etmiyorsunuz.

İlla ben iş arıyorum, bulamıyorum diyecek. O işsiz. Peki ev gençleri ne olacak? Onları saymıyor TÜİK.

Nihayetinde makyajlıda olsa bunu açıklamaya başladılar. Ve %23 olarak açıklanan geniş tanımlı işsizlik var.

Ve değerli arkadaşlar, bu yüzde kaçtı biliyor musunuz? 13’tü 13. %13’ten %23’e sıçrayan bir geniş tanımlı işsizlik var.

Bizim dönemde oluşan istihdam da bahsediyor da bütün yetkiyi kendi elinde topladığı dönemde bu istihdam kaybından, bu geniş tanımlı işsizlik artışından niye bahsetmiyor? Sormak lazım.

Lafla peynir gemisi yürümüyor.

Yani bu taraflı cumhurbaşkanlığı sistemi ne gençlere iş buldu ne de çalışanların işini korudu. İstihdamı değil, işsizliği artırdılar.

Bu kadarla bitti mi? Hayır bitmedi.

Sayın Erdoğan, çalışanların gelir seviyesinin yükseldiğini söylüyor. Çalışanların gelir seviyesi yükseldi diyor.

Ona, yine şu son 3 yıl 3 aya bakmasını tavsiye ediyorum. Çünkü kendi döneminde bütün yetkiyi kendi elinde topladığı dönemde çalışanların geliri düştü.

Emeklinin maaşı eridi. Emeklilerimiz çarşıya pazara gittiği zaman geçen sene bir aylık emekli maaşıyla aldığını bu yıl artık alamıyor.

Üstelik bu sadece son bir yılda değil. Üç yıldır arka arkaya emeklimizin de sabit gelirli vatandaşımızın da satın alma gücü düşüyor.

Gelin, kişi başı düşen milli gelire bakalım. En önemli refah göstergesidir. Diğer ülkelerle de mukayese edebileceğimiz bir göstergedir.

Bakın, şöyle bir 2002-2008 arasına baktığınızda burada çok nitelikli bir artış var. Görüyorsunuz değil mi? Milli gelir nasıl yükseliyor.

2002’de devralmışız 3 bin 500 dolarlarda. Ben ve ekibim iş başına geldik. Ortak akıl ve istişareyi çalıştırdık. Saçma talimatları asla yerine getirmedik. Doğru olan neyse onu yaptık. Ve ülke zenginleşti. Basamak basamak yükseldi ve 11 bin doları bulduk.

Yıl 2011. Ve 2011 yılında biz ne yaptık? 2023 hedeflerini açıkladık. Dedik ki 2023 yılı için hedefimiz 25 bin dolar.

Şunu düşündük ve hesapladık. 3 bin 500 dolardan 11 bin dolara altı yılda çıktıysak geri kalan 15 yılda herhalde bu rakamı da 25 bin dolara ulaştırırız dedik. Bu çok zor olmasa lazım.

Şu basamak basamak yükselen performansı eğer aynen devam ettirirsek 25 bin doları yakalarız dedik.

Sonra ne oldu? Küresel kriz geldi. Ben o zaman Dışişleri Bakanı oldum. Ve milli gelirimizde iki yıllık bir duraksama yaşadık. Arkasından da tekrar ekonomiye döndüm ve yeniden yükselme dönemi başladı.

Basamak basamak yükseldi. Ve tekrar 12 bin 500 doları yakaladı. Zirve, 2013 yılı zirve.

Daha sonra Merkez Bankası bağımsız olsun mu, olmasın mı tartışması. Faizler %6-7’yken Merkez Bankası’na tüm o dönemin pırıl pırıl bürokratlarına siz vatana ihanet ediyorsunuz demeler.

Merkez Bankası bağımsız olmamalı kavgası.

Tabii ki ne oldu? O kavgaların sonucunda hemen refahtaki gerilemeyi gördük.

Ben 2015’te ayrıldım. Arkasından milli gelir sürekli düştü düştü.

Asıl keskin düşüş bakın ne zaman başladı.

2018’de taraflı partili cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele veriyor. Ve bakın o yıl milli gelir nasıl düşüyor.

Ertesi yıl, bir yıl daha ve şu anda geldiğimiz noktada 8 bin dolarlardayız.

Ve şu anda yenir bir orta vadeli program var. Bunu Sayın Erdoğan kendi açıkladı. O orta vadeli programda 2023 içinde bir hedef açıkladılar.

O açıklanan 2023 hedefine dikkatinizi çekiyorum. 10 bin 700.

Bakın şu basamaklar var ya artışlar, bunlar orta vadeli programda açıklanan sadece tahmin. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmiyoruz. Bu sadece bir tahmin.

Biz neyi biliyoruz? Şu 8 bin 500’e düşmüş ya onu biliyoruz. Onu yaşadık çünkü. Geçen sene 2020’de onu yaşadık. Onu biliyoruz.

Geri kalan artışlar sadece bir tahmin. Olacak mı olmayacak mı göreceğiz. Ama tahmin de olsa hedefte olsa geldiğimiz nokta belli.

Sayın Cumhurbaşkanının açıkladığı orta vadeli programda 2023 hedefi 10 bin 700 dolar.

Biz 2008’de 11 bin doları yakalamışız zaten ya. Bakın 2008, 11 bin dolar. 2023 hedefi 10 bin 700 dolar.

Kaybı görüyor musunuz ya? Fakirleşmeyi görüyor musunuz?

2011’de o yüksek rakamları yakalayınca 25 bin dolarlık hedef belirledik. Bugün Sayın Erdoğan’ın hedefi 10 bin 700. Bu kadar. Hesap ortada. Bütün açıklığıyla ortada.

Ülkenin nasıl fakirleştiği ortada. Ben geçtiğimiz günlerde bir başka örnek verdim. Dedim ki, şu 200 liralık banknot var ya tedavüle girdiği gün, 2009’da tedavüle girmiş, değeri 123 dolar.

Bugün aynı 200 dolarlık banknotun değeri 23 dolar. 100 dolar yok. 100 dolar kayıp.

Hepinizin cüzdanındaki, bazılarının cüzdanında artık 200 lira taşımak da zor onun da farkındayım, şöyle vatandaşı sokaktan çevirsen cüzdanına baksan kaç tanesinin içinden 200 lira çıkar o da ayrı mesele.

Bakın, 200 liralık banknot. Altı sıfır atıldı biliyorsunuz. 123 dolar ediyor bugün 23 dolar.

Vatandaşımızın her bir 200 lirasından bir 100 dolar uçup gitmiş. Bu 100 dolar nereye uçup gitti ya, bunu bir açıklayın. Nerede?

Her 200 liralık banknotun içindeki 100 dolar nereye uçup gitti. Bir açıklayın bunu.

Kötü yönetim arkadaşlar, kötü yönetim.

Ve gerçekten kötü yönetimin bir ülkeye verebileceği zararı başka hiçbir şey veremez.

Şöyle bir bakıyoruz değerli arkadaşlar, hesap ortada.

Şöyle toplumun arasına birazcık çıksa, biraz çarşı Pazar dolaşsa inanın bu söylediklerini de söyleyemez.

Ya bu millete ayıp olur herhalde der. Vatandaşın durumu perişan. Yoksulluk almış başını gitmiş.

Çiftçi, maliyetlerini artık karşılayıp da üretim yapıp da para kazanamıyor. Çoğu çiftçimiz zarar ediyor.

Esnafımız zaten belki de meslek hayatının en zor günlerini yaşıyor şu anda.

Cumhurbaşkanı çıkıyor, ekonomimiz şöyle iyi böyle iyi diyor. Şöyle büyüdük böyle büyüdük diyor.

Gerçekten vatandaşla irtibatın kesilmesinin de bir sonucu bu. Normal bir şey değil.

Şöyle haftada bir gün bir saat toplum içine karışan bir cumhurbaşkanı ekonomimiz iyiye gidiyor diyemez. Her konuşmasında halkla arasındaki uçurum büyüyor. Bunun da farkında değil artık.

Bakın, başka ne diyor.

2023 hedeflerinden bahsediyor. Burada bir durmak lazım. Neymiş? Türkiye’yi her alanda olduğu gibi çalışanlarımızın gelir seviyeleri konusunda da en üst sıralara çıkarmayı planlamışlar.

Arkadaşlar, laf oyunları yaparak bizim ısrarla hatırlattığımız bu kişi başı milli gelir hesabından kaçıyor. Tablo açık ortada. İşte az önce biz doğrusunu anlattık.

Biz senelerce çalıştık. Alın teri döktük ve onlara düzgün bir ekonomiyi teslim ettik.

Getirdiler, götürdüler derken kişi başı milli gelir ta 2008 seviyesine kadar geriliyor. 2023’te 2008’e anca, tutturamıyor bile.

Sayın Erdoğan’ın ve akraba bakanın ekonominin başına geçmesinin ardından halkımızın yoksullaştığı bütün göstergelerde fiilen, çarşıda, sokakta, pazarda belli.

Ha bir de çalışanların gelir seviyesini o makyajladıkları gerçek dışı enflasyona göre ayarlıyorlar değil mi? Zaten sorunlardan birisi de orada.

Ne yapıyorlar? Resmi enflasyon neyse resmi enflasyon kadar emekli maaşı artıyor. Resmi enflasyon neyse o kadar memur maaşı artıyor.

Ama gerçek hayat öyle değil. Gerçek hayat çok daha hızlı pahalılaşıyor. Gerçek enflasyon çok daha yüksek.

Peki nasıl oluyor da ‘çalışanların gelir seviyesini artırıyoruz, artıracağız’ diyorlar? Gerçekten anlamak mümkün değil.

Arttığı falan yok arkadaşlar. Artık ekonomiyle ilgili bazı konuları Sayın Erdoğan bir hayal aleminden aktarıp konuşuyor. Bir hayal alemi.

Başarılarından bahsederken ‘her alanda olduğu gibi’ diyor. Ve 2023 hedeflerinden tekrar tekrar bahsediyor.

Şimdi sadece 3-4 kalemde, “2023’te bizim hedefimiz neydi, Sayın Erdoğan’ın orta vadeli programla açıkladığı 2023 hedefleri nedir” diye bir mukayeseyle bakalım.

Biz; kişi başı düşen milli geliri 25 bin dolara yükseltme hedefi koymuşuz.

Şu andaki hükûmetin, cumhurbaşkanının hedefi 10 bin 708. Rakam bu.

Bir başka göstergeye bakalım.

Toplam gayrisafi yurtiçi hasıla, toplam ekonomi büyüklüğünde 2023 için koyduğumuz hedef 2 trilyon 200 milyar dolar.

Son açıklanan hedef: 0.9. Bakın 925 milyar dolarlık bir ekonomik büyüklük hedefliyorlar. Ne zaman? 2023.

Biz ne hedeflemişiz? 2 trilyon 200 milyar dolar.

Çok övündükleri ihracat değil mi? Bugünlerde sık sık ihracat şöyle ihracat böyle diyorlar. Doğru.

Son aylarda pandeminin bitmesiyle beraber gelişmiş ülkelerin iç piyasası çok canlı. Türkiye gibi değil. Çok ciddi bir alışveriş var. İnsanlar evlerinden çıktı, ceplerinde para var ve alışveriş yapıyorlar. O ülkelerde mal çok satıldığı için biz o ülkelere ihracat yapıyoruz.

Bizim 2023 için koyduğumuz ihracat hedefi tam 500 milyar dolar.

Bunu sadece hükûmet olarak biz koymadık o zaman. Türkiye İhracatçılar Meclisi ile de çalıştık. Onlara da sorduk. Bu sadece bir devlet hedefi olursa zor.

Siz ihracatçılar olarak kendinize bir hedef koyun dedik. Siz çalışın dedik. Sektör sektör, kalem kalem. Bu 500 milyar doların altında pek çok kalem var. Her bir ürünle ilgili hedefler var.

Ve her bir ürünle her bir sektörle ilgili hedefler o sektörün kendi koyduğu hedefler. Böyle hazırladık. Ve hem hükûmet olarak hem de tüm bu ülkenin ihracatçıları olarak ortak hedefi 500 milyar dolar olarak açıkladık.

Şu andaki orta vadeli programda 2023 hedefi de 242 milyar dolar.

Hesap ortada. Bu ülkenin hedefleri nasıl küçültüldü? Bu ülkenin vatandaşının cebindeki para nasıl pul oldu? O paranın değeri nasıl buharlaştı? Hepsi ortada.

Son bir karşılaştırma daha yapalım. Bakın bu da işsizlikle ilgili hedefler. Bizim 2023 için hedefimiz %5 işsizlik oranıydı.
Son açıklanan orta vadeli programda ta 2023 için hedef %11,4
Yani 2023’te dahi işsizliği tek haneye indirme gibi hedefleri artık yok.
Bu gerçeği artık görüyorlar ki, bunu orta vadeli programa yazıp açıklamışlar. Gerçekten yazık. Bu ülkeye yazık.

Değerli arkadaşlar,

Şöyle bir baktığımızda, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Ne güzel atasözü değil mi?

Ne konuşurlarsa konuşsunlar. Artık bu millet sonuca bakıyor sonuca.

Ne üretiyorsunuz? Ne katıyorsunuz? Bu ülkeye ne faydanız var? Artık millet buna bakıyor.

Arkadaşlar, o yanlışı konuşsa da biz ısrarla hakikati savunacağız. Halkımızın kandırılmasına izin vermeyeceğiz.

Bakın, son bir video daha var ona bakalım.

“Eğer bu ülkenin kazancından 84 milyonun tamamının faydalanmasını temin etmeyeceksek, bunca gayrete, bunca mücadeleye, bunca kavgaya ne gerek var?”

Doğru vallahi.

Şimdi bu ifade var ya arkadaşlar, artık bir iç sezişin herhalde dışa yansıması diyorum ben.

Anlaşılan Sayın Erdoğan, bu sözleriyle, artık siyasete devam etmekle ülkeye fazla bir şey kazandıramayacağını yavaş yavaş anlıyor herhalde diye ümitle dinledim bu ifadeleri doğrusu.

“Ülkenin kazancından 84 milyonun tamamı faydalanamayacaksa, bunu görüyorsa, artık çok uğraşmaya gerek yok ya. Tadında bırakmayı da bilmek lazım.

Bakın, bir grafik de ülkemizdeki yoksul sayısıyla ilgili. Bu da çarpıcı bir grafik.

Ve bu yoksul sayısının tanımı nedir arkadaşlar? Dünya Bankası’nın kademe kademe yoksulluk sınırları var ama. Bu yoksulluk tanımını biz bir gün için 5 buçuk veya altı bir milli gelirden bahsediyoruz.

Bir kişi bir gün beş buçuk dolar veya altı bir gelirden bahsediyoruz. Yani yaklaşık bir kişi bir gün 50 lira.

Yani bir kişinin bir günlük geliri eğer 50 liranın altında ise onu yoksul varsayarak bir hesap bu. Tabii diyeceksiniz ki ya 50 lira nedir ki? Bu öyle varsayımlı bir hesap.

Şimdi bu Dünya Bankası’nın uluslararası bu 5 buçuk dolar olarak koyduğu bu hesabı ele aldığımız için bunu gösteriyorum. Şimdi bir kişi bir gün 5 buçuk doların altında geliri olan yani bugünkü parayla 50 Türk lirası geliri olan vatandaşlarımızın sayısı bakın, 2002 yılına bakın, 24 buçuk milyon vatandaşımız.

Ama o günkü 5 buçuk dolar bugünkü de 5 buçuk dolar. Onun altında yaşamış. Arkasından biz kolları sıvayıp çalışmaya başlamışız. Ortak akıl ve istişare çalışmış.

Yoksulluk sayısı bakın nasıl hızlı düşüyor. Şelaleden su akar gibi. Grafiği görüyorsunuz. Arkasından ben Dışişleri Bakanı oluyorum. Küresel kriz geliyor ve yoksul sayısı durgunlaşıyor. Düşüş duruyor. Farkındasınız.

Sonra ekonomi kötü, kriz var diyorlar. Beni tekrar çağırıyorlar. Ben diyorum ki gelirim ama kendi ekibimi kurmazsam bu iş olmaz. Bana karışmayacaksanız, kendi ekibimi kuracaksam gelirim diyorum.

Başlıyoruz. 2009’da kolları sıvıyoruz başlıyoruz.

Bakın, yoksul sayısı düşüyor, düşüyor. Yine inişler çıkışlar var. Asıl çarpıcı olan burada taraflı partili cumhurbaşkanı göreve başlıyor, akraba bakanı yanına alıyor. Bütün yetkiyi elinde topluyor. Yıl 2018.

Ondan sonraki yoksul sayısına bakın. Görüyorsunuz değil mi? Bunlar hem bizim TÜİK’in yayınladığı hem de uluslararası kuruluşların alıp kendi yayınlarında gösterdiği rakamlar.

Bunlar bizim kendi hesabımız değil. TÜİK makyajlayarak bunları gösteriyor olabilir onu da bilemiyoruz. Gerçek rakamlar bunların dahi üstünde olabilir. Onu bilemiyoruz.

Ama mızrak çuvala sığmadığı için TÜİK’in bile artık gizleyemediği, saklayamadığı bir yoksulluk artışı var bu ülkede.

Onun için ben diyorum ki Sayın Erdoğan’a, geçmişten bahsedecekseniz öncelikle bütün yetkiyi üzerinizde topladığınız alanın ekonomik sonuçlarını söyleyin.

Ekonomistim diyor. Benim alanım ekonomi diyor değil mi? Bütün yetki de elinde mi? E, o dönemi bir anlatın ya ne oldu? Niye bu ülkede yoksul sayısı artıyor?

Niye bu ülkede yoksulluk intiharları var? Böyle bir şey duyar mıydık?

Yoksulluk intiharlı tabirini biz duymazdık. Son birkaç yılda yoksulluk intiharı literatüre girdi.

Ve RTÜK yasak getirdi. Televizyonlara bunu duyamazsınız. Bunla ilgili haber de duyamazsınız.

Yani burada bizi canlı yayınlar mecburen veriyor ama akşam haberlerinde bu ifadeleri duyamazsınız çünkü RTÜK ceza keser. Yoksulluk intiharından bahsedilemez televizyonda.

Ama bu bir gerçek. Türkiye’nin gerçeği. İnsanlar çaresizlikten canına kıyıyor. Yazık değil mi bu ülkeye? Bu ısrar bu inat niye?
İşi tadında bırakmak lazım. Gerçekten yazık.
Yoksul sayısı tırmandı.

Enflasyon vatandaşı ezdi.
Hal bu. Tablo bu.
Ama bakın bir de ne diyor?
“Büyük ve güçlü Türkiye silueti ufukta gözükmüştür.” Ben kendisine sormak istiyorum:

Acaba ne tarafa bakıyor, hangi ufka bakıyor?

Külliye Ankara’da değil mi? O külliyeden çıkıp Kızılay’da Ulus’ta şöyle 5-10 vatandaşımıza bir sorsa, ben ufukta bir şey görüyorum sen de görüyor musun dese, anlayacak öyle bir şey olmadığını. Ama işte artık halk içine çıkmıyor.

Vatandaş böyle bir şey görmüyor. Ama biz değerli arkadaşlar, biz sokağa bakıyoruz. Çarşıya pazara bakıyoruz. Gençlerimizle konuşuyoruz. Çiftçilerimizle konuşuyoruz. Emeklilerimizle konuşuyoruz.

Biz ekonomide gerileme ve zayıflama görüyoruz. Bizim gördüğümüz bu.

O ufukta ne görüyor, bilmiyoruz. İnsanlarımızın umudunun tükendiğini görüyoruz. Gencecik çocukların, lisedeki çocukların.

Ben üniversiteye girsem dahi bu ülkede iş bulamam ki diye daha üniversite sınavına girmeden üniversite sonrası için ümitsizliğe, karamsarlığa kapıldığını biz görüyoruz.

O çocuklar ufukta bir şey görmüyor. Bu ülkenin gençleri şu anda ufka baktığı zaman derin bir karanlık görüyor. Başka bir şey görmüyor. Yazık günah.

Bu ülkenin pırıl pırıl, tertemiz gençlerinin, çocuklarının bu ülkenin geleceğiyle ilgili beklentilerini bu kadar karartmaya hakkınız yok ya. Yazıktır.

Bakın ne diyor, “büyük ve güçlü” Türkiye diyor.

Büyük ve güçlü ülke nasıl olur? Önce itibarını olur. Bakın ekonomiden önemlidir itibar. Çünkü itibar olunca arkasından ekonomik güç gelir. Önce itibarınız olacak.

İtibarlı olmak için de dünyada yalpa yapmayacaksınız. Zikzak yapmayacaksınız. U dönüşleri yapmayacaksınız.

Dün zalim dediğinize bugün dostum demeyeceksiniz. Dün elini sıkmam denilenle bugün kucaklaşmayacaksınız. Tutarlı olacaksınız.

İtibar böyle olur. Aynı zamanda bir ülkenin gücü ekonomik güçtür. O ekonomik güçle kendi güvenliğinizi sağlayabiliyor musunuz? O ekonomik güçle vatandaşlarımızın refahını artırabiliyor musunuz? Ülkenin gücü böyle ölçülür.

Pandemi en önemli güç testi oldu. Bu ülkenin devleti güçlü mü değil mi? En önemli testi pandemide yaşadık.

Ne oldu? Daha dün yayınlanan bankacılık verisi 15-16 milyonluk İstanbul’da 13 milyon borçlu var ya. Nüfus 15-16 milyon. Bireysel kredi borçlu sayısı 13 milyon İstanbul’da. Rakama bakın. Borç, kredi. Hani faize karşıydı ya.

Faiz %6-7’yken o dönemin bürokratlarına faizci diyordu ya. %19 faiz uygulamak necilik onu bilmiyoruz. Onu kendisinin tanımlaması lazım.

Şimdi borç üstüne borç, kredi üstüne kredi. Asıl destek nedir? Devletin pandemi döneminde vatandaşına doğrudan verdiği destek. Karşılıksız destek.

Kira desteği, aylık gelir desteği, öğrencilere, ev hanımlarına, sanatçılara, dükkânı kapanan esnafa destek.

Doğrudan desteklere baktığımızda bakın Türkiye nerede, lig nerede?

Şu küçücük kırmızı yer Türkiye. Sıralamaya bakın ya. Bakın Amerika’dan başlıyor. Arkasından İngiltere. Bakın vatandaşlarına bu desteği veren ülkeler nasıl verdi?

Bu ülkelerin hepsinin de Merkez Bankası bağımsız. Bu ülkelerin hepsi de para bastı. Para bastı ve bastığı parayı vatandaşına dağıttı.

Ama bütün finansal piyasalar bildi ki bu Merkez Bankası bağımsız. Böyle olağanüstü bir şartta para basılır, vatandaş rahatlatılır ama şartlar normale döndüğünde de derhal herkes bilir ki Merkez Bankası da normale döner.

Ama bizim Merkez Bankamız taraflı olduğu için, bizim Merkez Bankamız bağımsızlığını kaybettiği için ve hükûmetin de bu para basma alışkanlığı böyle dürtüler var.

Elinizin altında para basma makinası var, nasıl paraya sıkışırsınız değil mi? Para basıyorsun, bir de para yok diyorsun. Nasıl olabilir yani?

Bas parayı dağıt değil mi? Denediler, pandemi dönemindeki ilk kur atağı o zaman geldi. Kur bir sıçradı hemen frene basmak zorunda kaldılar.

Niye? Çünkü Merkez Bankası’nın kredibilitesini pul ettiler. Merkez Bankası’na artık finansal piyasalar güvenemiyor. Çünkü Merkez Bankası’nın söylediğini yapıp yapmayacağını kimse bilmiyor.

Merkez Bankası başkanı çıkıyor: ‘Şunu şöyle yapacağım, şunu hedefliyoruz.’ İyi de belki bu gece sen değişeceksin ya. Senin dediğinin bir kıymeti yok ki.

Eskiden niye Merkez Bankası başkanının dediği önemliydi? Çünkü kanun gereği 5 yıllığın atanır ve 5 yıl kimse dokunamazdı. Bağımsızlık oradan geliyordu.

Merkez Bankası başkanı olan kişi bilirdi ki 5 sene yeri garanti. O rahatlıkla hareket ederdi. Onun bilinciyle söz verirdi. Tabi ki oraya atadığınız kişinin de dürüst, ehil, o işi yapan kişi olması lazım. Kadronun öyle kurulması lazım.

Merkez Bankası başkanlarına mevsimlik işçi muamelesi yapmayan ülkeler başarıyla pandemide kendi vatandaşlarına ciddi destek verdiler.

Gece yarısı kararnameleriyle tek kişinin imzasına göre hareket edilmeyen ülkeler, vatandaşına hakkını verebildi.

Bu önemli arkadaşlar.
Vatandaşa verilen destek bir lütuf değil, vatandaşın hakkı.

Herkes vergi ödüyor mu? Bu çarkla bu ödenen vergiyle dönüyor mu? Bu ne demek?

Vergi ödeyen herkes zor durumda devleti yanında görmek ister. Devletin yanında olması da onun hakkı. Lütuf değil, hak.

Ve dağıtılanlar da aslında hepimizden toplanan vergiler. Başka bir şey değil.

Şimdi ben sormak istiyorum Sayın Cumhurbaşkanına,

“Büyük ve güçlü Türkiye silüeti ufukta gözükmüştür.” diyorsunuz ya...

Baktığınız ufukta hiç “Demokratik, özgür ve adil bir Türkiye” silüeti de görüyor musunuz?

Öyle bir hedef var mı? Hukukun üstünlüğünün olduğu, hukuk devletinin gerçekten çalıştırıldığı, yargının tarafsız ve bağımsız olduğu, özgürlüklerin olduğu, demokrasinin iyi işlediği bir Türkiye acaba sizin baktığınız ufukta görüyor musunuz diye ben sormak istiyorum.

Üzülerek söylüyorum: Göremez.

Çünkü demokrasiyle ilgili hiçbir yere başlarını çevirip bakmıyorlar artık. Özgürlüklerle ve adaletle ilgili her konuda başlarını başka yerlere çeviriyorlar. Baktıkları yönlerde bunları görmeleri mümkün değil.

İstedikleri kadar geçmişin başarılarıyla avutsunlar kendilerini; istedikleri kadar bizim başarılarımızla övünsünler. Nafile.

O başarılar; dürüst, çalışkan, işin ehli, tertemiz kadroların başarısıydı. Ortak aklın ve istişarenin başarısıydı onların hepsi.

Değerli arkadaşlarım, bakın, biz o hikâyeyi kapattık. Biz yepyeni bir hikâye yazmak için kolları sıvadık.

Çünkü biz daha asıl eserimizi yapmadık. Daha asıl hikâyemizi yazmadık. Emin olun, Türkiye’nin en başarılı olduğu dönemler var ya, o günlerdeki başarının çok daha iyisini yakalarız. En ufak şüpheniz olmasın.

Çünkü bu ülke 84 milyon nüfusuyla küçülmüş ekonomisiyle dahi en büyük 20 ekonomiden birisi olan bir ülke. Genç bir nüfusa sahip olan bir ülke. Ülkemizin potansiyeli çok büyük.

Yeter ki bu potansiyeli açığa çıkaralım. Yeter ki bu ülkenin insan kaynağını iyi yetiştirelim. Yeter ki Türkiye iyi yönetilsin.

Türkiye’yi en kısa sürede refah ve özgürlük rotasına sokacağız.

Herkesin can güvenliğinin, hak güvenliğinin ve mal güvenliğinin garantisi bizler olacağız.

Önce hukuku tesis edeceğiz, ardından ekonomimizi ayağa kaldıracağız. Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye’yi hep beraber inşa edeceğiz.

Yürekten inanıyorum ki;

DEVA Partisi’nin damlalarını tüm Türkiye’yle mutlaka buluşturacağız.

*****

Bu yolculuğumuzda el ele verdiğimiz Yomra ilçe teşkilatımıza, Trabzon il teşkilatımıza başarılar diliyorum.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun, var olun.

15 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Giresun İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN GİRESUN İL BİNASI AÇILIŞ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Giresun il teşkilatımızın çok değerli başkanı,

Teşkilat mensuplarımız,

Giresun’un dört bir yanından gelerek açılışımıza katılan kıymetli gönüldaşlarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Giresun il teşkilatımızın hizmet binası açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün sizlerle bereketli bir günde beraberiz.

Bu güzel teşkilatlanma ve hazırlık sebebiyle il başkanımıza teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Merhaba Giresun!

Merhaba Karadeniz!

Karadeniz’in bizi bu bereketli yağmurlu havada karşılaması da gayet manidar.

İnşallah, bereketli, hayırlı çalışmaları il teşkilatımız bu güzel şehir Giresun’umuz için yapsın diyorum.

Bugün bizle beraber olan sanatçılarımız vardı. Ben ayrıldıktan sonra yine çok kıymetli sanatçılarımız burada sizlerle olacak. Onlara gönül dolusu

teşekkürlerimi sunuyorum. Sizlerden sanatçılarımız için kuvvetli bir alkış istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz, DEVA Partisi olarak bir ilke imza attık.

İktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağımızı tıpkı bir hükûmet programı gibi şimdiden açıklıyoruz.

Sorunları sadece eleştirip geçmiyoruz. Çözümlerimizi de ortaya koyuyoruz. Bildiğiniz gibi,

“İlk adımı toprağa atıyoruz” diyerek tam üç ay önce, Çukurova’da Adana’da tarım eylem planımızı duyurmuştuk.

Tarım eylem planımızda pek çok şeyi taahhüt ettik.
Ne demiştik?
Çiftçinin borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz. Mazottaki ÖTV’yi çiftçimize aynen iade edeceğiz.

Gübre maliyetinin yarısını, tam yüzde 50’sini biz karşılayacağız.

Çiftçimizin kullandığı elektriğe daha düşük fiyatlı ayrı bir tarife uygulayacağız.

Gerçekten geniş bir paketi açıkladık.

Tüm tarım desteklerini, henüz ekip biçe başlamadan önce açıklayacağımızı ve ürünle beraber çiftçimizin alnının teri kurumadan ödeyeceğimizi söyledik.

Arkadaşlar, biz boş konuşmuyoruz.
Bu adımların hepsini takvimlendirdik. Takvimiyle birlikte açıkladık.

17 Ağustos’ta da afet eylem planımızı açıklamıştık.
Dün ise sosyal politikalarla ilgili olan eylem planımızı açıkladık.

İktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde sosyal politikalar alanında ne yapacağımızı kamuoyuyla paylaştık.

Sosyal yardımlardan sosyal güvenliğe, emeklilerden engellilere, sosyal hizmetten çalışma hayatına kadar her alanı kapsayan paketimizi sunduk.

Çünkü artık,

Bırakalım insan onuruna yaraşır bir yaşamayı, en temel ihtiyaçların karşılanması bile külfet halini aldı.

İktidar büyüme masalları anlatıyor. ‘Ekonomimiz büyüdü, şahlandık’ diyor ama sokakta manzara bambaşka.

Bazı vatandaşlarımız pazarlarda akşam saatlerinde yere dökülen meyve ve sebzeleri toplayarak evine götürüyor.

Emeklilerimiz maaşlarıyla ay sonunu artık göremiyor. Yemeden, içmeden, hayattan kısmak zorunda kaldılar.

Memur, esnaf, çiftçi, işçi, işsiz, öğrenci, dar gelirli vatandaşlarımız, herkes büyük sıkıntı çekiyor.

Hayatımdan memnunum diyeni Türkiye’de mumla arayasın.

İktidar ise, yoksulluğu maalesef bir yaşam tarzı olarak benimsemiş durumda.

Yoksulluğu yönetmenin çabasında.

Kendisine bağımlı bir seçmen kitlesi oluşturmak isteyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Hükûmetin sosyal yardımları, bir bağımlılık aracı olarak kullanmak istemesi son derece yanlış.

Ancak değerli arkadaşlarım, bu sonsuza kadar sürmeyecek.

Sürmeyecek arkadaşlar.

Çünkü biz, çözümsüzmüş gibi görünen pek çok sorunu çözmek için yola çıktık.

Ve inanın hepsinin çaresi var.

Görünen sorunları doğru bir yaklaşım ve güçlü bir siyasi iradeyle hızla çözmek mümkün.

Ve biz bunu yapacağız.
Bunun için hazırlanıyoruz.
Zamanı geldiğinde emaneti teslim almanın hazırlığı içindeyiz. Demokrasi ve atılım bayrağını göndere çekmeye geliyoruz.
Şimdi sizlere soruyorum;
Demokrasi için hazır mısın Giresun?
Atılım için hazır mısın Giresun?
Giresun’un devası hazır.

*****
Değerli arkadaşlar,
Sosyal politikalar alanına pek çok yenilik getireceğiz.
Sosyal güvenlik hizmetlerinde köklü bir değişime gideceğiz.
Bu kapsamda,
Yoksul yurttaşlarımıza aile bazlı “Asgari gelir desteği” sağlayacağız.

Bu ne demek? Bir ailenin toplam gelirine bakacağız. O ailenin geçimi için asgari ne kadar rakama ihtiyaç var? O aradaki farkı devlet olarak biz ödeyeceğiz.

Adil olarak çalışacağız.

Şu anda yoksul vatandaşlarımız tam 42 ayrı kapı dolaşmak zorunda kalıyorlar. O da bu adresleri biliyorlarsa.

Kimisi 42 kapıdan bir tanesinin bile adresini bilmiyor. 42 ayrı kapıdan bu hizmetler verilmeye çalışılıyor.

İşte biz bunu tek çatı altında toplayacağız.
Vatandaşlarımızı 42 kapı dolaşmak zorunda bırakmayacağız.
Üstelik, sosyal yardım sistemini güçlendireceğiz.
O uydurulan dedikodulara sakın inanmayın.
“İktidar değişirse sosyal yardımlar kesilir” diyorlar. Hiç kimse kulak asmasın. Kimse bu vatandaşın hakkına göz dikemez.
Ve sosyal yardımlar bir haktır, hak. Devletin verdiği bir lütuf değil.
Bu ülkenin vatandaşı olmanın verdiği doğal bir haktır.

Vergisini ödeyen, eve gelen elektrik faturasının altındaki vergiyi ödeyen, su faturasının altındaki vergiyi ödeyen, bütün alışverişinde ÖTV’yi KDV’yi ödeyen vatandaşlarımızın doğal hakkıdır.

İşte, önümüzdeki seçimde iktidar değişikliğinde sosyal yardımlar azalmaz.

Tam tersine. Vatandaşımızın hakkı neyse o hak aynen teslim edilir. Fazlasıyla teslim edilir.

Hatta şunu açık açık söyleyeyim:

DEVA iktidarında daha adil ve daha yaygın bir biçimde, ihtiyaç sahibi tüm vatandaşlarımıza ulaşacağız.

Ne yapacağız? Aynı aile hekimliği sistemi gibi her bir vatandaşımızı takip eden bir sosyal yardım uzmanı olacak.

Daha vatandaşımız talep etmeden, onun ihtiyacını gidip evinde teslim edecek. Talep bazlı değil hak bazlı bir uygulamaya başlayacağız.
Önümüz kış, biliyoruz dar gelirli aileler ısınma masrafını düşünüyor.
Kömür fiyatları almış başını gitmiş. Doğalgaz öyle.

Biz ihtiyacı olan ailelere ısınma desteğini arttırarak devam ettireceğiz.

İhtiyacı olan ailelerin, yeni doğan bebeklerinin, bir yıl boyunca süt ve bebek maması başta olmak üzere, her türlü ihtiyacına destek olacağız.

Kimse bu çocuğun hali ne olacak diye düşünmeyecek.
Bebek bakımında anne ve babaların yanında olacağız.
Hiçbir bebeğin yoksulluğun pençesinde büyümesine izin vermeyeceğiz.

Ayrıca, yaşlılık nedeniyle kendine bakamayan, kendisine bakacak yakını olmayan vatandaşlarımızın, yaşadıkları problemleri aşmak için 'Yaşlı bakım sigortası'nı da hayata geçireceğiz.

Son yıllarda, izlenen hatalı politikalar nedeniyle, alım gücü gittikçe azalan engelli vatandaşlarımızın maaşlarını da mutlaka satın alma gücünü koruyacak seviyede tutacağız. Onun da üstüne taşıyacağız. Her kademe için iyileştireceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Sizden bir söz istiyorum şimdi:

Partimizin hazırladığı bu eylem planlarını; tarım, afet yönetimi, sosyal politikalar, bundan sonraki aylarda açıklanacak eylem planlarını, kapı kapı gezip bütün Giresun’a anlatmaya var mısınız?

Sokak sokak dolaşmaya, girilmedik cadde bırakmamaya var mısınız? Yoksulluğun bu ülkenin kaderi olmadığını halkımıza anlatmaya var mısınız?

Çok çalışmak zorundayız arkadaşlar.

Çünkü biz laf değil, iş üretiyoruz arkadaşlar, iş. Laf üretmek işin en kolay kısmı. Proje, çözüm üretmek gerekiyor.

Mazeret değil, çözüm üretiyoruz.

Bu ülke için, bu memleket için daha fazla çalışacağız. Çalışmak zorundayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün Türkiye’yi yöneten zihniyette ne eksik ne fazla diye şöyle bir muhasebesini yapalım.

Bugün Türkiye’yi yöneten zihniyette neler eksik?

Liyakat eksik, tevazu eksik, akıl eksik, planlama eksik, kapasite eksik.

Herhalde sizin de fikirleriniz vardır? Nedir?

Evet, adalet eksik, kalkınma eksik.

Ama haksızlık etmeyelim, fazlalıkları da var:

Torpil fazla. Yalan fazla. Kibir fazla. Ego fazla. İsraf fazla. Keyfilik fazla. Kayırmacılık fazla.

Say say bitmez.
Zararlı ne varsa, bu iktidarda fazlasıyla var.
Ama Türkiye’yi tüm bu fazlalıklardan arındıracağız.
Devlet yönetiminden,
Torpili, kibri, egoyu, israfı, baskıyı ve keyfiliği söküp atacağız. DEVA Partisi’yle birlikte;

Zenginlik ülkemizde ete kemiğe bürünecek.

İnsanca bir yaşam, ete kemiğe bürünecek.

Ben bu toprakların bereketine, bu toprakların insanına güveniyorum.

Üstelik, ülkemizin genç bir nüfusu var. Küçülmüş haliyle bile Türkiye dünyanın hala en büyük 20 ekonomisinden birisi.

Ülkemizin üstüne çöken tüm kara bulutları hep beraber dağıtacağız. Gençlerimizle beraber dağıtacağız. Ben buna yürekten inanıyorum.

Yolumuz açık önümüz açık. Bu duygu ve düşüncelerle,

Giresun il hizmet binamızın tekrar hayırlı olmasını diliyor, hepinizi muhabbetle selamlıyorum.

14 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Sosyal Politikalar Eylem Planı Basın Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
SOSYAL POLİTİKALAR EYLEM PLANI BASIN TOPLANTISI KONUŞMASI

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, partimizin Sosyal Politikalar Eylem Planını açıklayacağımız basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****

Bir süredir, DEVA Partisi olarak, iktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde uygulamaya koyacağımız politikaları, atacağımız adımları eylem planları adı altında en somut biçimiyle halkımızla paylaşıyoruz.

Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Henüz iş başına geçmeden, her alanda ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı ve nasıl bir süre içinde yapacağımızı, bütün detaylarıyla ortaya koyuyoruz.

Bu kapsamda “İlk adımı toprağa atıyoruz” diyerek ilk eylem planımızı tarım alanında duyurmuştuk.

Çukurova’da Adana’da açıkladığımız Tarım Eylem Planı’yla birlikte yol haritamızı sunmuştuk.

Ardından 17 Ağustos Depreminin yıl dönümünde açıkladığımız Afet Eylem Planı’yla devam ettik.

Afet öncesine, afet anına ve afet sonrasına ilişkin yapılması gerekenlerle ilgili hazırlıklarımızı kapsamlı bir şekilde anlattık.

Bugün eylem planlarımızın üçüncüsünü, Sosyal Politikalar Eylem Planımızı paylaşmak üzere bir aradayız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şu anda ülkemizde hâkim olan kötü yönetim ülkemizde yoksulluğu hızla yaygınlaştırdı, yaygınlaştırıyor.

Ülkemizin en temel sorunlarının başında işsizlik, yoksulluk ve hayat pahalılığı geliyor.

Toplumumuzun en zengin %5’lik kesimi ile en yoksul %5’lik kesimi arasında 26 kat gelir farkı var. Son bir yılda dahi artış 22 katta 26 kata çıkmış.

Ülkemiz sadece yoksullaşmıyor aynı zamanda gelir dağılımı da hızla bozuluyor.

Markete, pazara gitmek insanları ürkütüyor artık.
Öyle ki; Türkiye’nin dört bir yanından yoksulluk intiharları haberleri geliyor.

RTÜK, bunlara yayın yasağı getirdiği için belki televizyonlarda vatandaşlarımız bunu takip edemiyor ama gittiğimiz her il ve ilçede bunlarla karşı karşıya kalıyoruz.

İnsanımız sadece yoksullaşmıyor. Kendisine “Benim alanım ekonomi” diyenlerin hatalı kararları neticesinde, yarınlara dair umutlarını yitiriyor.

Sadece bugünün yoksulluğu değil vatandaşlarımız yarınlardan da umudunu yitirmiş durumda.

Emekali, memur, esnaf, çiftçi, işçi, işsiz, öğrenci, dar gelirli vatandaşlarımız gelecekleriyle ilgili ciddi bir karamsarlığa kapılmış durumda.

Bir yandan lüks otomobil satışlarının rekor kırdığı ülkemizde, diğer yandan emeğiyle çalışanlar için, ikinci el otomobil almak bile artık bir hayal haline geldi.

Ülkeyi yönetenler israfın, lüksün ve şatafatın içinde yaşarken, emeğiyle geçinmeye çalışanlar için aylık kirasını ödemek dahi büyük bir sorun haline geldi.

İşte tüm bu sebeplerle; doğru sosyal politikaları, vatandaşlarımızın geleceği açısından için hayati önemde görüyoruz.

*****
Değerli basın mensupları,

Türkiye, sahip olduğu imkanlarla bu yoksulluk girdabını hızla tersine çevirebilecek güce sahiptir.

Ben ve arkadaşlarımın işin başında olduğu yakın geçmişimizde, ortak aklın işletildiği yakın geçmişimizde bunun somut örnekleri var.

İnanın, bugün de doğru politikalarla parlak yarınlara ulaşmamızın önünde hiçbir engel yok.

Bizler, DEVA Partisi kadroları olarak, üstümüze düşen sorumluluğun gayet iyi farkındayız.

43 maddelik Sosyal Politikalar Eylem Planımızı da bu bilinçle hazırladık. Hedefimiz; devleti, gerçekten kimsesizlerin kimsesi haline getirmek.

Sosyal yardımdan sosyal hizmete, çalışma hayatından sosyal güvenliğe, emeklilerden engelli vatandaşlarımıza uzanan çok geniş bir alanda uygulanabilir ve sürdürülebilir bir çözüm paketi hazırladık.

*****
Değerli arkadaşlar,

Hedeflediğimiz Türkiye’de, tek bir ailenin bile yoksulluğun pençesinde yaşamaması asıl ilkedir.

Bu nedenle, yoksul yurttaşlarımıza asgari gelir desteği sağlama sözünü şimdiden veriyoruz.

Asgari gelir desteği ne demektir? Parti programımızda da yer aldığı gibi aile bazlı, vatandaşlarımızın gelir ve geçim durumunu baz alıp bu geliri asgari bir seviyeye tamamlayacak farkın devlet tarafından ödenmesidir.

Bir aileye ihtiyaç bazında ne kadarlık bir gelir giriyor şu anda? Bu ailede kaç kişi yaşıyor? Gerçek ihtiyacı ne? Geliri ne?

İşte o ihtiyaçla bugünkü gelir arasındaki farkı devletin ödeyeceği bir asgari gelir desteği sistemini hazırladık. Ve seçimlerden sonra derhal düğmeye basıp uygulamaya başlayacağız.

Burada, çok kritik bir hususu özellikle vurgulamak istiyorum.

Mevcut sosyal politikalar, iktidarın elinde, tüm toplumu rehin almaya yarayan adeta bir şantaj mekanizması haline dönüştü.

Yardımlar, çoğu yerde, parti üyeliğine bağlanmış durumda. Biz bu uygulamaya son vereceğiz. Yardımları adil bir şekilde dağıtacağız.

Halkımızı yardımlarla yaşamaya mecbur olmaktan da en kısa sürede kurtaracağız.

Bugünkü iktidarın, toplumumuza verdiği en büyük zararlardan biri, yoksulluğu ve yardıma muhtaç hâli adeta bir kader haline getirmesi.

Hiçbir vatandaşımız endişe etmesin. Herkes müsterih olsun.

DEVA Partisi’nin ülkeyi yönettiği bir Türkiye’de tek bir vatandaşımız bile hak kaybı yaşamayacak.

Fısıltı gazetesiyle dolaşıma sokulan, “İktidar değişirse yardımlardan mahrum kalırsınız” dedikodusu asılsız bir şaiyadan başka bir şey olmadığını açıkça vurgulamak istiyorum.

Bunu fısıltı gazetesiyle şu andaki iktidar sürekli yayıyor. “Biz gidersek yardımlar gider” diye. Asla.

Tam tersine daha adil ve daha güçlü sosyal destek ve yardımlar programını biz uygularız.

Bundan en ufak bir şüphesi olmasın hiç kimsenin.

Bizim yönetimde olduğumuz dönemde topyekûn kalkınmayla topyekûn zenginleşmeyle beraber tüm vatandaşlarımız sosyal yardımlardan ve desteklerden adil bir şekilde istifade eder. Ve mevcutta ne alıyorsa satın alma gücünün altına asla düşmez.

Bu dedikodulara hiç prim vermeyin.
Zaten başlı başına şu israfı, yolsuzluğu durdurmak var ya büyük bir kaynak.

Başlı başına faizleri düşürerek, güven ortamını sağlayarak oluşacak kaynak bu ülkeyi kanatlandırır, uçurur.

Hiç kimsenin endişesi olmasın. Şu anda kaynaklar faize gidiyor. Yazık, günah.

Bakın, yıllarca 50 milyar mertebesinde olan faiz ödemesi bu yıl 180 milyar. Gelecek senenin orta vadeli programına 240 milyar, bir sonraki sene 290 milyar faiz ödemesi koymuş bugünkü hükûmet.

O paraya neler neler yapılır. İşte kötü yönetimin sonucu. Bu yüksek faizin bedelini tüm millet olarak herkes ödüyor şu anda.

Biz tasarrufu, yolsuzluğu önleyerek elde edeceğimiz kaynakları özellikle de sosyal destek ve sosyal yardımlara ayıracağız. Herkesin yüzü güler.

Sosyal yardımlar hak bazlı olmalıdır. Bu devletin bir lütfu değildir. Bu ülkenin vatandaşı olmanın tüm vatandaşlarımıza verdiği bir haktır.

Şu anda yapılan sosyal yardımların tamamı yine bu vatandaşlardan toplanan vergilerle yapılıyor. Başka bir yerden gelmiyor bu para.

Bu ne demek? Bu ülkenin vatandaşı olmanın verdiği doğal bir hak bu. Lütuf değil. Kimse kimseyi kandırmasın.

DEVA Türkiyesi’nde tek bir vatandaşımız bile hak kaybı yaşamaz.

Sözgelimi, yoksul ailelere doğal gaz desteği, kömür yardımı gibi uygulamaları güçlendirilerek devam ettireceğiz.

Yeni doğan bebeklerin sağlıklı yetişmesini sağlamak amacıyla, bir yıl boyunca süt ve bebek maması başta olmak üzere her türlü ihtiyaç destek olarak ailelere verilir.

Ayrıca, kimsenin sosyal yardıma bağımlı bir hayat sürmesine de razı olmayacağız.

Bu doğrultuda, sosyal yardım alan vatandaşlarımız için özel istihdam programları da uygulamaya başlayacağız.

Sosyal yardımların, hızlı, adil ve insan onurunu zedelemeyecek şekilde sunulmasını sağlayacak yapısal dönüşümleri gerçekleştireceğiz.

Bu yapısal dönüşüm sayesinde,

Sosyal yardımları tek bir merkezde, tek bir kurum çatısı alında toplayacağız. Vatandaşlarımız kapı kapı gezmeyecek. Bir kapıya gidiyor, sen öbür kapıya git deniyor. Öyle bir şey yok.

Vatandaşlarımızın sosyal yardım talep etmelerini dahi beklemeyeceğiz, merkezi sistemle ihtiyaç sahiplerini devlet olarak biz belirleyeceğiz.

Aynı aile hekimliği sistemi gibi oluşturacağımız networkle her bir aileden sorumlu bir sosyal destek uzmanı olacak. Her bir ailenin alo diyeceği, hemen başvuracağı bir sosyal destek uzmanı olacak.

O “Alo” demeden sosyal destek uzmanı gidecek, ailenin eksiklerini yerinde tespit edecek. Okula giden çocuğu var mı, bir ihtiyacı var mı, o ailede engelli bir vatandaş var mı, ihtiyaçları nedir diye.

Devlet vatandaşın ayağına gidip eksikleri tespit edip bu zaten senin hakkındır biz senin hakkını teslim etmeye geldik diyecek.

Hiçbir insanımız sosyal yardım alabilmek için siyasi partilerin ilçe başkanlarıyla görüşmek zorunda kalmayacak.

Sosyal yardımların partizanca dağıtıldığı ve yoksulluğun istismar edildiği çarkı sona erdireceğiz.

Sosyal yardımlara, hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın toplumun ihtiyaç sahibi tüm kesimleri rahatça erişebilecek.

Onlar ulaşma, erişme gayretine girmeden devlet olarak biz erişeceğiz.

Bir adım da sosyal konutlarda atacağız.

Dar gelirli ailelere, uygun şartlarda sosyal konut temin etmeyi hızlandıracağız.

Sosyal konutları bir rant projesi olarak görmeyecek, barınma hakkını ve insan yaşamını merkeze alan bir bakış açısıyla yaklaşacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Sosyal hizmetler alanında da yeniliğe gideceğiz. Biliyorsunuz sosyal hizmetler ayrı sosyal yardımlar ayrı bir alan.

Çocukların ve yaşlıların en iyi koşullarda güvenli yaşam sürmeleri önceliğimiz olacak.

Bu doğrultuda, yaşlı bakım ve çocuk koruma merkezlerinin bir arada bulunduğu tesisler kuracağız.

Engelli vatandaşlarımızın önündeki engelleri kaldırmak amacıyla, son yıllarda izlenen hatalı politikalar nedeniyle, alım gücü gittikçe azalan engelli vatandaşlarımızın engelli maaşlarını her kademede iyileştireceğiz.

Satın alma gücünü artırıcı tedbirleri alacağız.

Evde bakım aylığı alanların, genel sağlık sigortası primlerini ödeyeceğiz ve geçmişe yönelik borçlarını defterlerden sileceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Gittiğimiz her yerde emekli vatandaşlarımızın feryadını duyuyoruz. Çok dertliler ve haklılar.

Emekliye reva görülen koşulların, bu tablonun mimarı olan herkes için bir utanç vesikası olduğunu düşünüyoruz.

DEVA Türkiye’sinde, emeklileri enflasyon karşısında ezdirmeyeceğiz.

Şu anda emekli maaşları açıklanan resmi enflasyondan oranında artıyor. Ancak herkes biliyor ki gerçek hayat açıklanan enflasyondan çok daha hızlı pahalılaşıyor.

Evine en küçük alışveriş yapan, 100-200 liralık bir alışveriş yapan her vatandaşımız biliyor ki açıklanan enflasyondan çok daha farklı bir gerçek piyasa enflasyonu var ortada.

Hele hele gıda ürünlerindeki son dönemdeki artış gerçekten çok yüksek.

TÜİK’in açıkladığı makyajlı rakamlarda dahi artık mızrak çuvala sığmadığı için gıda enflasyonun ortalama enflasyonun çok daha üzerinde olduğunu görüyoruz. TÜİK bile gerçeği saklayamadı.

Dar gelirli vatandaşlarımızın, emeklilerimizin harcama sepetindeki en önemli kalem gıda. Hali vakti yerinde olan vatandaşlarımız için öyle değil. Onların harcama sepetindeki gıdanın payı çok düşük.

İşte bunun için yüksek gıda enflasyonu en çok emeklilerimizi, asgari ücretlilerimizi ve sabit gelirli vatandaşlarımızı vuruyor.

Son üç yıldır özellikle partili taraflı cumhurbaşkanının hele hele akraba bakanla el ele verip de ülkenin ekonomisini yönettiği dönemde artık devletin açıkladığı rakamlar gerçek tabloyu göstermiyor. Hayat çok daha hızlı pahalılaşıyor.

Aradaki fark kadar emeklilerimiz yoksullaşmış oluyor. Emekli maaşı artık yetmiyor.

Bizim dönemimizde emeklilerimiz, şöyle bir beş altı aylık maaşını biriktirdiğinde kısa da olsa bir Avrupa turu yapıyordu.

Gençlerimiz harçlıklarını biriktirip trenle Avrupa turu yapıp geliyordu. Bunlar artık hayal oldu.

200 liralık banknot çıktığı gün 2009 yılında 123 dolar değerindeyken bugün 23 dolara düşmüş. Cebinde

200 liralık banknot taşıyan tüm vatandaşlarımız bu süre içerisinde tam 100 dolar kaybetmişler.

Paramız pul olmuş ve bunu halkımız derinlemesine hissediyor.
Biz, emeklilerimizin satın alma gücünü artırarak rahat bir nefes aldıracağız.

Seneler boyu çalıştıktan sonra insan onuruna aykırı maaşla yaşamaya mahkûm edilen emeklilerin iyi koşullarda yaşaması için gerekli tedbirleri alacağız.

Düşük emekli maaşı alan emeklilerimize daha yüksek tutarlarda bayram ikramiyesi vereceğiz.

Ayrıca, emeklilikte yaşa takılanlar sorununun da farkındayız.

EYT ile ilgili meselenin taraflarıyla detaylı bir görüşme trafiği başlatıyoruz.

Arkadaşlarımız, birden fazla çözüm seçeneği üzerinde çalışıyor.

EYT sorununu da DEVA Türkiye’sinde çözerek, adaletsizliği ve finansal sürdürülebilirlik ilkesini gözeterek yola devam edeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Emekli olmadan önce, uzun yıllar boyunca süren çalışma hayatı da önemli bir sorun alanı.

DEVA Türkiye’sinde çalışma hayatının sorunlarını,
İşçi, işveren ve devlet temsilcilerinin bir araya geldiği katılımcı süreçlerle çözeceğiz.

Biliyorsunuz Ekonomik ve Sosyal Konsey diye bir yapı var. Anayasal gerek ve bu çalıştırılmıyor.

Toplumun çok farklı kesimlerini hükûmetle bir araya getiren bu mekanizma tamamen körleştirilmiş durumda.

Anayasa maddesi olarak derc edildiği halde çalıştırılmıyor.

Çünkü istişare kültürü yok, ortak akıl kültürü yok. Ben her şeyi bilirim diyen hükûmet ülkeyi yönetme çalışıyor.

Kayıt dışı istihdamın önüne geçerek, çalışanların alın terinin her bir damlasının karşılığını vereceğiz.

Hiçbir çalışan, sosyal haklarından vazgeçmek zorunda kalmayacak.

“Bir iş bulayım da sigorta falan önemli değil”. Hayır. Biz bu ülkenin vatandaşlarının böyle bir çalışma ortamını hak etmediğini düşünüyoruz.

Sendikalaşmayı ve toplu iş sözleşmesi yapılmasını destekleyeceğiz.

Tüm çalışanların sendikal hak ve özgürlüklerden uluslararası çalışma örgütü (yani İLO) ve Avrupa birliği standartlarında faydalanmalarını sağlayacağız.

Sendikalaşma oranı Türkiye’de çok düşük. Bunun hızla artması için gerekli ne kadar tedbir varsa alacağız.

İş kazalarını önlemek amacıyla iş sağlığı ve güvenliğini İLO standartlarına getireceğiz.

Bizim işçilerimizin canı en az Avrupa’da çalışan işçilerin canı kadar kıymetli. Bu konuda asla taviz olmaz.

Çalışanların hak kaybı yaşadığı bir diğer alanın da esnek, yarı zamanlı çalışma olduğunu görüyoruz.

Gerekli yasal düzenlemeleri yaparak, esnek çalışma modellerini sosyal güvenlik sistemiyle uyumlu hale getireceğiz.

Çalışma koşulları, ücret, izin, tazminat, iş sağlığı ve güvenliği gibi alanlarda hak kaybı yaşatmayacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sosyal politikalar eylem planımızda ifade ettiğimiz bütün bu sorunların kalıcı çözümü, güçlü bir sosyal güvenlik sistemiyle mümkün.

DEVA Türkiye’sinde, sosyal güvenlik sisteminde köklü bir değişime gideceğiz.

Tüm yurttaşlarımızı sosyal koruma ve sosyal güvenlik şemsiyesi altına alan bir sistemi hayata geçireceğiz.

Sistemimizin adı; ‘Sosyal Koruma ve Güvenlik Sistemi’.

Bu sistem sayesinde, şu anda her biri ayrı telden çalan farklı kurumların altında yürütülen sosyal yardım ve hizmetleri tek bir çatı altında toplayacağız.

Biz sosyal yardım ve hizmetleri aynı çatıda altında yürütmede vatandaşlarımızın mağduriyetini görüyoruz.

Tek kapı tek durak sistemiyle vatandaşlarımızın sorununu çözmekte önemli bir adımı atmış olacağız.

Böylece kimse mağduriyetini ispat etmek zorunda kalmayacak. Mağduriyeti zaten devlet kayıtlarında görünecek.

Kimse kapı kapı dolaşmayacak.

Çünkü biz, sosyal yardım ve hizmetlerde talep odaklı sistemden arz odaklı sisteme geçeceğiz.

Bu ne demek? Vatandaşlarımızın talep etmesini beklemeden sistemin mümkün olduğunca kendi kendine devreye girmesi ve ihtiyacı olan vatandaşlarımızla buluşmanın hızlanması demek.

*****
Değerli arkadaşlar,

Pandemi dönemi, bildiğiniz gibi, “İşsizlik ödeneği sisteminin” yetersizliğini de gözler önüne serdi.

Bizler; işsizlik ödeneğinden yararlanan insan sayısını, yararlanma süresini ve ödeme miktarını artıracağız. Zaten işsizlik sigortasının ruhu bu.

Her ay çalışanlarımızın maaşından işsizlik sigortası kesiliyor. Ne için kesiliyor? İşsiz kaldığında devlet yeni iş bulana kadar yanında olsun diye kesiliyor.

Ama burada maalesef rakamlar düşük süreler kısa. Bu sistemi güçlendirmek gerekiyor.

Öte yandan, çalışma hayatından emekliliğe geçişin, insanların gelir ve yaşam kalitelerinin düştüğü bir kırılma anı olmasına son vereceğiz.

Çünkü DEVA Türkiye’sinde uzun süre çalışmak; emeklilikten kaçmanın bir yolu değil, daha parlak bir emeklilik hayatının vesilesi olacak.

Bu doğrultuda; vatandaşlarımızın ne kadar uzun süre çalışırsa, emekli aylıklarının da o kadar yüksek olacağı bir dengeyi kurmuş olacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Kısacası vatandaşların yoksulluğa, sefalete terk edildiği bir Türkiye’ye razı olmayacağız.

Hiçbir vatandaşımızı geride bırakmayacağız. Kimsenin toplumun dışına itilmesine izin vermeyeceğiz.

Yardıma muhtaç tek bir vatandaşımızı bile kaderine terk etmeyeceğiz. “Sosyal Devlet”i anayasada unutulmuş bir kavram olmaktan çıkaracağız.

Biz, çözümü ciddiyet ve derinlik içerisinde hayata geçirmek için, tüm kadrolarımızla hazırız.

Başta Sosyal Politikalar Başkanımız Sayın Selma Aliye Kavaf olmak üzere, Ekonomi ve Finans Politikaları Başkanımız Sayın İbrahim Çanakcı’ya, Sektörel Politikalar Başkanımız Birol Aydemir’e, önceki dönemde Sosyal Politikalar

Başkanlığımızı yapan Elif Esen’e ve eylem planımızın hazırlanmasında emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

12 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Büyükçekmece İlçe Kongresı̇ Konuşması

Büyükçekmece İlçe açılış

Kıymetli DEVAlı yol arkadaşlarım,

Değerli gönüldaşlarımız,

Çok sevgili Büyükçekmeceler dostlarımız,

İstanbullu tüm hemşerilerim;

Çok değerli Belediye Başkanımız, siyasi partilerin değerli temsilcileri, değerli konuklarımız

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.
Merhaba İstanbul!
Merhaba Büyükçekmece!
Büyükçekmece ilçe binamızın açılış törenine hepiniz hoş geldiniz.

*****

Türkiye’nin demokrasiye açılan yüzü bugün bu alanda.

Türkiye’nin atılım sevdalıları bugün burada.

Türkiye’nin adalete, refaha kavuşacağı günleri iple çekenler bugün burada.

Ülkemizin kaynaklarının, israfla, yolsuzlukla çarçur edilmesine itiraz edenler bugün burada.

Şimdi sizlere sormak istiyorum;

Demokrasi ve Atılım için, hazır mıyız arkadaşlar?

Adalet ve zenginlik için, hazır mıyız arkadaşlar?

Büyükçekmece’de dinlenmedik dert, anlatılmadık DEVA bırakmamak için hazır mıyız?

Emaneti teslim alıp, yoksulluğa, yolsuzluğa ve yasaklara son vermeye hazır mıyız?

Maşallah. Büyükçekmece hazır, hazır.

*****

Değerli arkadaşlar,

Türkiye, şu anda keyfi bir yönetim zihniyetinin elinde adeta can çekişiyor.

Hukuksuzluk dizboyu.

Hesapsızlık dizboyu.

Biz, yapılan yanlışları söylüyoruz sık sık şurada yanlışınız var diyoruz. Ama, bir kulaklarından girip, öbüründen çıkıyor.

İşi inada bindirdiler. Laftan anlamıyorlar.

Biliyorsunuz, bir rant projesi var. Kanal İstanbul diyoruz ama aslında buna “Rant İstanbul” demek lazım.

Neymiş? “inadına yapacağayız” diyorlar.

Artık iktidardan ayrılacaklarının gideceklerinin farkına vardıkları için bir telaş da sarmış. Bu rantı nasıl hızlı bir şekilde sağlayıp, nasıl sağa sola dağıtırız, nasıl bu rantı bir an önce alırız diye baya bir acele içindeler. Görüyorsunuz hissediyorsunuz.

Geçenlerde resmî gazetede bir karar yayınlamışlar.

Büyükçekmece’nin, Arnavutköy’ün, Avcılar’ın, Başakşehir’in ve Çatalca’nın bazı mahallelerine acele kamulaştırma yapmışlar.

Arkadaşlar,

Acele kamulaştırma, ancak olağanüstü durumlarda uygulanabilir bir yöntemdir.

Allah göstermesin; deprem, sel gibi felaket olur, zararı azaltmak için kullanabilirsiniz.

Hatta afetler olmadan önce kullanırsınız ki, örneğin bir sel yatağındaki binaları oradaki yapıları kamulaştırışınız afete önlem olarak tedbir alırsınız.

Kamu yararı ilkesini gözetirsiniz. Şimdi soruyorum onlara;

Kanal İstanbul için neden acele kamulaştırma yapıyorsunuz? Nedir bu aceleniz?

Üstelik arkadaşlar,
Seçimlere 2 yıldan az bir zaman kaldı.

Ve Kanal İstanbul projesini 2 yılda bitmez. Uzun zaman alacak bir proje. Şimdi iktidara sesleniyorum;

Bu seçimlerden önce tamamlanması imkânsız olan bir proje, niye bu kadar ağırlık veriyorsunuz, niye acele ediyorsunuz?

Halkın size desteğinin giderek düştüğü bir dönemde, İstanbul’un kaderine büyük etkisi olabilecek bir proje için ve üstelik görev sürenizin de yetmesi mümkün değilken; niçin bu acele kamulaştırma sürecini başlatırsınız?

Bakın, bu proje, İstanbul’un geleceğini geri dönülmez bir şekilde etkileyecek. Baştan beri hep söyledik:

İstanbul’da ne yapılacaksa, önce “işi bilenlerle bir konuşun” dedik. “Bilim insanlarına sorun, bilim insanlarının fikirleri alın” dedik. Ve “deprem konusunda, deprem yönetimi konusunda bu projenin etkisi ne olacak?” bir araştırın dedik.

“Güvenlik konusunda, Türkiye ve İstanbul’un güvenliği konusunda bu projenin etkisi ne olacak bir araştırın” dedik. “Çevre konusunda, tatlı su kaynakları konusunda, Karadeniz, Marmara, Ege dengesini sağlayan su akıntılar konusunda bu projenin etkisi ne olacak? Bir araştırın” dedik. Bir çevre etki raporu çıkarttılar talimat geliyor, “bir an önce çıkartın ben bu projeyi yapacağım, inadına yapacağım bu raporu getirin” diyor. O raporun nasıl çıkacağı belli. Elleri titriyor o raporu yazanların. Talimatla rapor yazanların haddine mi “bu proje yanlış” demek.

Yandaş-candaş falan demeden konuyla ilgili çalışan tüm uzmanların fikri alınsın.

Ve “uzmanların fikrini alarak akıl ışığında, bilim ışında karar verin” dedik. Bu iş böyle yapılır.

Bakın arkadaşlar, daha evvel ne demiştim, iktidara demiştim ki şu kanal İstanbul inadından vazgeçin.

Neredeyse bir sene evvel dedim ki, kaynakları böyle rant projelerine harcayacağınıza, kentsel dönüşüme ayırın.

Ama biz ne dersek diyelim, onların gözü sadece rantta.

Uzmanlar senelerdir İstanbul depremi diyor değil mi? İstanbul depremi bir gerçek, yaklaşan böyle bir tehlike var. Bunu herkes biliyor. Zamanını bilemeyebiliz ama bu depremin önümüzdeki süreçte olacağı bütün bilim insanların ortak kanaati.

Yaklaşan böyle bir tehlike var değil mi?

Öyleyse;

Kaynakları niçin deprem için alınacak tedbirlere ayırmıyorsunuz?

Kaynakları niçin çarpık yapılaşma ile mücadeleye ayırmıyorsunuz?

Kaynakları niçin binaları güçlendirmeye ayırmıyorsunuz da milyarca doları rant projesine harcamaya çalışıyorsunuz? diye soruyoruz.

Bakın Büyükçekmece’deyiz.
Özellikle tepecik ve Muratçeşme mahallelerinde imar sorunları var.

Ranta ayrılan paralar bu imar sorunlarının çözümünde bununla ilgili projelerde rahatlıkla kullanılabilir.

Son olarak çağrımı yapıyorum; Ülkeyi yönetenler sesleniyorum:

“Varsa paranız ranta değil, cana hayata yatırın” diyorum. “Cana, hayata harcayın” diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün, herhangi bir gün değil. Bugün 12 Eylül.

Tabii genç arkadaşlarımız belki o günleri hatırlamaz ama yakın tarihimizin en karanlık günlerinden birisinin yıl dönümü bugün.

12 Eylül 1980 askeri darbesi herhalde belli bir yaşın üstündeki herkesin bildiği yada yakın tarihe meraklı olan herkesin bildiği bir olay.

Ben buradan bu vesileyle,

12 Eylül 1980 darbesi döneminde, darbecilerin canına kıydığı tüm vatandaşlara Allahtan rahmetle anıyorum.

Biliyorsunuz; Türkiye, 12 Eylül darbesinin baskısı altında korkunç bir dönem yaşadı.

O dönemde 18 yaşına henüz gelmemiş çocukların kâğıt üzerinde yaşı yükseltilerek idam sehpasına gönderildiğini gördük. Bunu bu ülke yaşadı.

Metris’te, Ulucanlar ‘da, Diyarbakır’da ağır işkencelerle insan onurunun çiğnendiği,

İnsanların zorla kaybettirildiği,
Milyonlarca vatandaşımızın fişlendiği acı bir dönemi yaşadık. 12 Eylül;

“Kitapların sobada yandığı,
Sazların duvarda kaldığı,
Güzelim şarkıların yağmalandığı” bir dönemdi.

Dipsiz bir karanlıktı.

12 Eylül darbesinin hedefinde tek bir siyasi grup yoktu.

Peki ne vardı?

Bu toplumun tamamı vardı.

12 Eylül darbesi, toplumun tüm kesimlerine yönelikti.

Halka karşıydı. Demokrasiye karşıydı.

Kendisini bu toplumunun üstünde gören vesayetçi zihniyet, ülkede derin yaralar açtı.

Darbecilerin hedefi;

Herkesi hizaya çekmek, herkesi itaat ettirmekti.

Darbeci zihniyet ve güvenlikçi ideoloji, hak ve özgürlükleri istisna haline getirdi.

Tabii, bu 40 yılda köprünün altından çok sular aktı.

Darbe anayasasının bazı maddelerinde değişikliklere de gidildi.

Özellikle,

12 Eylül Darbesi’nin 30. Yılında, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla bazı adımlar atıldı.

Darbeciler anayasaya, kendilerinin yargılanmalarını yasaklayan hükümler koymuştu.

İşte o hükümler kaldırıldı.

Belki yargılama tam anlamıyla amacına ulaşamadı, ama bu sayede 12 Eylül darbecileri sanık sandalyesine oturdu.

Bu sadece o insanlar için değil, bundan sonra aklının kıyısında köşesinden darbeyi geçiren herkes için bir derstir. Bunların sembolik değeri vardır. Bu tür yargılamalar sadece o 3- 5 kişinin sanık sandalyesine oturmasından ibaret değildir. Bu tür yargılamalar tüm topluma mesajdır darbeci zihniyete mesajdır. Aklının kıyısından, köşesinde bir daha bu ülkeye darbeyi geçirenlere karşı da en önemli mesajdır.

Aynı referandumla, 12 Eylül 2010 referandumuyla, ağır suç işlediği iddia edilen askerlerin, sivil mahkemelerde yargılanması sağlandı.

Üstelik anayasa mahkemesine bireysel başvurunun da yolu açıldı.

12 Eylül’ün otuzuncu yılında yapılan, 26 maddenin değiştirildiği referandumun 25 maddesi demokrasi mücadelesinin bir kazanımıydı.

Biliyorsunuz geriye kalan o bir madde de yargıdaki vesayetin ürünüydü.

Maalesef, o günkü şartlarda, o günün anayasa mahkemesi, meclis iradesinin üstüne çıkıp, HSYK ile ilgili maddeyi değiştirdi.

Bu durum, mecliste oluşan iradenin dışında sonuçlara sebep oldu. Nitekim bunun olumsuz sonuçlarını da daha sonra hep beraber yaşadık.

Geriye dönüp baktığımızda şunu görüyoruz.

12 Eylül referandumuna giden süreçte, Meclis ‘ten geçen ve geçmeyen değişiklik önerileri baz alındığında,

Bu maddelerin, tarihimizin demokrasi mücadelesi hanesine yazıldığını görüyoruz.

Ülkenin neredeyse %60’ı, net olarak %57,88’inin ortak kararıyla adımlar atıldı.

Biz de hayırlı olsun dedik.
Ancak demokrasi mücadelesi bitmedi arkadaşlar.

Çünkü, 12 Eylül darbesinden bu yana aradan 41 yıl da geçse, şunu görüyoruz:

Ülke yönetimini ele geçirenlerin, baskıcı bir zihniyeti dayatma alışkanlıkları ortadan kalkmadı.

Özellikle 2018 yılında yürürlüğe giren yeni yönetim sistemi, zaten fiilen devam eden farklı bir baskıcı anlayışı, iyice perçinledi.

Taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin bilançosu bu ülkeyeö bu millete ağır oldu. Milletin kalbi olan meclis fiilen yürütmeye bağlandı.
Başka ne oldu?
Bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı yürütmenin kontrolüne girdi.

Her türden muhalif ses, keyfi tutuklamalarla karşı karşıya bırakıldı.10 bin tane gazeteci işinden kovduruldu. Bunların hepsini yaşadık.

Sivil toplum bastırıldı.

KHK’larla insanlar hukuksuzca işlerinden atıldı.

Çok sayıda insan Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı.

Bir zamanlar darbelerle mücadele edeceğini söyleyenlerin şu anda neler yaptıklarını görüyorsunuz, değil mi?

Her 27 Mayıs’ta esip gürleyenlerin halini görüyorsunuz.

27 Mayıs demişken;

Yassıada’nın acı hafızasını yok edip, o yaslı adaya otel diktiler ya otel. Geçen reklamını da yapıyorlar. Turizm yeri haline getiridiler.

Adnan Menderes’in,
Hasan Polatkan’ın,
Fatin Rüştü Zorlu’nun hatıralarını imar projelerine yatırmadılar.

Daha bitmedi...

28 Şubat karanlığıyla mücadele edeceğini söyleyenler, 28 Şubatçılarla yol yürüyorlar.

O küçüğünden küçük ortak, “geminin rotasını biz çiziyoruz” diyor.

Yaniö28 Şubat’ın karanlık zihniyeti gelmiş bugün, 28 şubatla mücadele edeceğini söyleyen, 28 Şubat zihniyetiyle mücadele et diye bu vatandaştan destek alan, oy alan hükümet, gidiyor 28 Şubatçıların yanına ortak ediyor.

Bunların hepsini yaptılar arkadaşlar.

Ancak şunu bilmenizi istiyorum ki,

Demokrasi tarihimizin bize verdiği bir mesaj var.

Türkiye, çook badireler atlattı.

Ama, bu millet her türlü zorluğun üstesinden gelmeyi bildi.

Daha 5 yıl evvel, 15 Temmuz 2016 gecesi, demokrasimize karşı hain bir darbe girişimi yaşadık.

Tarihimizin en kanlı gecesinde 251 şehit verdik. Halkımız o gece devleti ayakta tuttu. Halkın iradesi, halkın darbelere karşı uyanık oluşu ve sağlam bir duruş ortaya koyması darbeye teşebbüs edenleri başarısız kıldı.

Neden, biliyor musunuz?

Çünkü gücünü tankların paletinden alanlar, gücünü haktan ve meşruiyetten alanları asla geçemezler. Siz haklıysanız, meşru bir zemindeyseniz karşı tarafın elinde istediği kadar tank olsun, tüfek olsun, istediği kadar F-16 uçağı olsun işe yaramıyor.

Hukuku çiğneyenler,

Siyaseti dizayn etmek isteyenler,

Halkın feraseti karşısında asla başarılı olamazlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

İçeriden veya dışarıdan gelsin, hiç fark etmez;

Demokrasimize kalkan hiçbir ele fırsat tanımayacağız.

Koşullar ne olursa olsun,

Halkın oylarıyla seçilenleri silahla, baskıyla sindirmeye çalışanlara karşı hep beraber dimdik ayakta duracağız.

Türkiye'nin, bir daha asla, sabah erken kalkanın, gece geç yatanın darbe yaptığı bir ülke olmasına izin vermeyeceğiz.

27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın, 27 Nisan’ın ve 15 Temmuz’un tüm mağdurlarının anılarını, DEVA Partisi’nde yaşatacağız. Bugünleri unutturmayacağız.

Şimdi hep beraber bu meydandan haykıralım:
Büyükçekmece! Hadi hep beraber!
Darbelerin her türüne “bir daha asla” diyor muyuz?
Her türlü darbeci zihni karşı “biz buradayız, geçit vermeyiz” diyor muyuz? Darbelere, hukuksuzluklara, baskılara bir daha asla!

*****

Yakın tarihimizdeki onca darbenin ve darbe teşebbüsünün bu ülkenin demokrasisine yüklediği ağır yükünün farkındayız, arkadaşlar.

Ancak yarınları, hepimizin ortak yarınını yapmak bizim elimizde. Biz bunu yaparız.

Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarına çevirmek bizim elimizde.

Bizim bir davetimiz var.
Davetimiz Türkiye’nin tüm demokrat seslerinedir:

Kimliği, inancı, ideolojisi her ne olursa olsun, onları bu çatı altına davet ediyoruz.

Özgürlük, hak, adalet ve demokrasi ilkeleri etrafında, yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyoruz.

Fikirlerden kaçmayan, konuşmaktan korkmayan bir Türkiye’ye davet ediyoruz.

Türkiye’nin gerçek demokratlarını;
Cesur, özgür ve zengin bir Türkiye’ye davet ediyoruz.
İstiklal Marşı’nın girişinde söylendiği gibi; “korkma Türkiye!” Diyoruz. Korkma. Ve şimdi sizlere soruyorum;
Bu daveti, Büyükçekmece’deki tüm vatandaşlarımıza iletmeye var mısınız?
Bu daveti, İstanbul’daki tüm vatandaşlarımıza ulaştırmaya var mısınız?
Hep beraber varız.
Çok çalışacağız ve tam demokrasi hedefimize mutlaka ulaşacağız.

Büyükçekmece’de sokak sokak, kapı kapı dolaşacağız. Hep beraber DEVA damlalarını Büyükçekmece’yle buluşturacağız.

Değerli arkadaşlar,

Büyükçekmece ilçe binamızın Büyükçekmece için bu güzel ilçemiz için hayırlı hizmetlere vesile olmasını diliyorum. Burada görev yapacak bütün arkadaşlarıma bütün yol arkadaşlarıma başarılar diliyorum.

Sokak soka, cadde cadde geziyoruz. Kapı kapı dolaşıyoruz. Hem vatandaşlarımızın dertlerini dinliyoruz, hem de bu memleket için, İstanbul için Büyükçekmece için hazırlıklarımızı, planlarımızı, projelermizi anlatıyoruz.

İlçe binamız hayırlı olsun, hayırlı hizmetlere vesile olsun.

Sağ olun, var olun arkadaşlar.

11 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Sancaktepe İlçe Kongresı̇ Konuşması

 

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN SANCAKTEPE İLÇE BİNASI AÇILIŞ KONUŞMASI

Kıymetli DEVA’lı yol arkadaşlarım,

Değerli gönüldaşlarımız,

Çok sevgili Sancaktepeli dostlarımız,

Bu program vesilesiyle aramızda olan saygıdeğer konuklarımız, Kıymetli basın emekçileri,

*****
Geçen hafta bir söz vermiştim.

Her mahallede, her sokakta DEVA rüzgarını estireceğiz demiştim. Geçen hafta İstanbul’a ilk adımı Sultanbeyli’de attık.
Ertesi gün Avcılar’da coşkuyu büyüttük.
Şimdi sizlere bakıyorum.

Bu bir haftada İstanbul coşkusunu katlamış.
Demokrasi ve Atılım rüzgârı, Sancaktepe’de bu meydanı sarmış.

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Sancaktepe ilçe binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.
Demiştim ki; hem ben, hem de genel merkez ekibimiz artık bol bol İstanbul sokaklarında olacağız.

Sağ olun, var olun.

Arkadaşlar, size bir soru soracağım. Sizden bir söz almam lazım.

Bu rüzgârı, Sancaktepe’nin tüm mahallelerinde estirecek miyiz? Ben sözümü aldım inşallah, Sancaktepe hazır!
*****
Değerli arkadaşlar,

Buradan Ankara’ya bir selam gönderelim.
Bugün aile sağlık çalışanları, Ankara’da haklarını arıyor.
Biliyorsunuz, geçen ay sağlık çalışanlarına bir ‘Ceza yönetmeliği’ dayatıldı.
Bu mesele gündeme geldiğinden beri tekrar edip duruyoruz.
Yapılan düzenleme haksızlıktır, hukuksuzluktur diyoruz.
Bu yönetmelikle, sağlık çalışanlarının çalışma koşulları kötüleştiriliyor diyoruz. Bakın; sözleşmelerinin feshi kolaylaştırıldı.
Çalışanların iş güvenceleri ortadan kaldırıldı.
Hani sürekli “Sağlık çalışanlarımızın hakkı ödenmez” diyoruz ya...
Hükûmet herhalde yanlış anladı.

Bu meydandaki, bu rüzgârı, Sancaktepe’nin tüm sokaklarına ulaştıracak. mıyız?

Bugün bizler buradayız, İstanbul’dayız ama; Ankara’da çok önemli bir buluşma yaşanıyor.

Sağlık çalışanlarımızın haklarını gerçekten “Ödememeye” karar verdi. Sağlık çalışanlarımıza yeni cezalar reva görülüyor.
Keyfiliğin önü açılıyor.

Mevcut iktidar yine en iyi bildiği şeyi yapıyor; yasaklıyor. Değerli arkadaşlarım,

Soruyorum size;

Sağlık çalışanlarının basına demeç vermesi ve düşüncesini sosyal medya hesabından ifade etmesi neredeyse fiilen yasaklanıyor.

Siz, pandeminin başından bu yana, bu iktidarın şeffaf davrandığını hiç gördünüz mü?
page3image3204401296

Daha geçen sene, DEVA Partisi ortaya çıkartana kadar, vaka sayılarını çarpıtmadılar mı?

Biz ısrarlar arka arkaya açıklama yapıyorduk. Bu vaka sayısı doğru değil diyorduk.
Bir şehir için açıklanan rakam o gün Türkiye’nin tümü için açıklanan rakamdan fazla çıkıyordu.
Bu ne biçim matematik ne biçim hesap diyorduk. Hakikati gizlediler.

İki katına çıkarttılar vaka sayısını. Biz en az iki katı diyorduk.

Hakikati gizlemek için her yolu deniyorlar.

En sonunda da bizim dediğimize geldiler. Bir süre sonra doğru rakamı açıklamaya başladılar.

Hal böyle olunca, bir ceza yönetmeliğiyle, sağlık çalışanlarımızın sesini kesmek istiyorlar.

Aile hekimliğinin kapasitesini, yetkinliğini ve hizmet çeşitliliğini güçlendirmek akıllarına bile gelmiyor.

Ben buradan, bir kere daha, iktidara sesleniyorum.

Siz onu bunu bırakın. Daha evvel de sordum, yine soruyorum. Ve sizden cevap bekliyorum:

Aile hekimi başına düşen insan sayısını azaltmak için, hekimlerin iş yükünü hafifletmek için, aile sağlığı merkezlerine yeterli kaynak ayırmak için, bir planınız var mı? Onu söyleyin.
 
Aile sağlık merkezlerinin fiziki ve teknik ekipman koşullarını iyileştirmeyi düşünüyor musunuz?
Aile hekimlerimizin uzmanlık programlarına erişimlerini kolaylaştıracak mısınız?
 
Önce bunlara cevap verin.

Sizin işiniz, sağlık çalışanlarının çalışma koşullarını iyileştirmek. İşinizi yapın.
Ve sakın unutmayın;

Hekim, işçi, memur, esnaf, çiftçi, avukat, mühendis... Hiç fark etmez. DEVA Partisi, hakkını arayan herkesin yanında olacak.
İşte bu nedenle,

Sağlık çalışanlarımıza minnettarız. Canla başla çalışıyorlar.

Hangi meslekten olursa olsun, siz eğer vatandaşın haklarına göz dikerseniz, karşınıza ilk dikilecek olan DEVA Partisi’dir.page4image3336448048

Bugün Ankara sokaklarında, beyaz önlüklerini giyerek hakkını arayan sağlık çalışanlarımızı, İstanbul’dan, Sancaktepe’den selamlıyorum.

Kendi canlarını riske atıp başka canları kurtarmak için uğraşıyorlar.

*****
Değerli arkadaşlar,
Cumhuriyetimizin 100. Yılına yaklaşıyoruz.

Bizim onlara yapmamız gereken tek iş, işlerini kolaylaştırmak ve yaptıkları işe saygımızı ortaya koymak.

Biz, DEVA Partisi olarak; acısıyla, tatlısıyla geçen bu yüzyıldan esaslı bir ders çıkarıyoruz.
Ülkemizde, bir daha asla, gücü ele geçirenlerin zayıfı ezdiği bir dönemi yaşamak istemiyoruz.
Nasıl ki bir zamanlar, devlet eliyle, vatandaşlarımızın yaşam tarzına müdahale edildiyse; belli bir yaşam tarzı dayatılmak istendiyse,
 
Şimdi de birilerinin, kamusal hayatta, dinimizin kutsallarını istismar edecek bazı uygulamalara kalkıştıklarını görüyoruz.
Biz, bu nöbetleşe zorbalığa artık bir son vereceğiz.

Üste çıkanın alttakini ezdiği dönemleri bir daha açılmayacak şekilde kapatacağız.

Türkiye’nin, öfkeyle, rövanş anlayışıyla yönetildiği dönemlerin artık bitmesi gerekiyor.
Biz, DEVA Partisi olarak, bir toplum kesiminin, bir başka kesim üzerinde tahakküm uygulamasına asla göz yummayacağız.
 
Biz, diğerkâm olacağız dedik.

Biz, bu ülkenin hakiki demokrat sesi olacağız dedik. Bu ne demek?

Herkesin kendisini eşit, özgür ve onurlu hissedeceği bir ortam sağlayacağız demek.

Sorunları karşılıklı konuşarak, tartışarak çözeceğiz demek.

Başkalarının dertlerini duyabilmek demek.

Farklı düşünceleri, farklı kaygıları, farklı hayat tarzlarını anlayabilmek demek. Halkın sesini kesmek değil, tüm vatandaşlarımızın sesini duyurmak demek. Tüm haksızlıklar karşısında, ilkelerimizle dimdik durabilmek demek.

Gerekmez.

İşte biz de bir haksızlığa karşı çıkarken, mağdur kimmiş diye bakmayız. Kimliğine bakmadan, bu ülkenin her bir ferdinin onuruna sahip çıkarız. Çünkü bizim yolumuz belli.

İlkelerimiz net.

Umudumuz diri.

Başımız dik.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Soruyorum size; bir haksızlığa karşı çıkmak için, illaki, o haksızlığın mağduru olmanız gerekir mi?

Türkiye; bir grubun tek başına, kendi doğrularını dayatarak yönetebileceği kadar küçük bir ülke değildir.
 
84 milyon nüfusuyla küçülmüş haliyle bile dünyanın ilk yirmi ekonomisinden biri olan bir ülke burası.

Biliyorsunuz,
Bugüne kadar, birileri sürekli, bu toplumu tek tipleştirmeyi denedi. Soruyorum size; hep bunu denemediler mi?

At gözlükleriyle bakıp, sırf kendi doğrularını bu millete dayatmadılar mı? Bunların hepsini yaptılar.
Peki biz, “Böyle gelmiş, böyle gider” diyecek miyiz?
Demeyeceğiz.

Bunu kabul edecek miyiz?
Etmeyeceğiz.
Peki, çaresizlik hissedecek miyiz?
Asla.
Kendimizi bir an bile çaresiz hissetmeyeceğiz.
Yılmadan, usanmadan şunu tekrar edeceğiz.
Bu ülke bizim, bu ülke hepimizin...
Bu ülke bizim, bu ülke hepimizin...
Biz, bu ülkenin çok sesliliğiyle, çeşitliliğiyle gurur duyanların partisiyiz. Bu ülkenin farklılıkları bizim zenginliğimizdir.
İşte bu nedenle,

Keyfi uygulamalarla, yasaklarla, bu milletin özgürlüğünü ve refahını çalmadılar mı?

Kimseye, öteki-beriki demeyen, kimseyi ayrıştırmayan bir Türkiye’yi mutlaka inşa edeceğiz.

Hiçbir evladına üvey muamelesi yapmayan bir Türkiye’yi mutlaka inşamedeceğiz.
 
Evet;

Ancak;
Türkiye asla, 1990’lı yılların kodlarına geri dönmeyecek.
Ülkemiz bir yanlıştan, başka bir yanlışa gitmeyecek.
Bizim gözümüz hep ileride olacak.
Bizim gözümüz hep “Tam demokrasi”de olacak.
Bizler, devlet yönetimine hâkim olan çarpık zihniyeti topyekûn değiştireceğiz. Devlet yönetiminde;
Her türlü tek tipçiliğe,
Her türlü vesayete,
Her türlü çete faaliyetine son vereceğiz.
Çünkü biz, yepyeni bir sentezle yola çıktık.
Ve biz, bir karar verdik arkadaşlar. Bir karar verdik.
Türkiye’yi, toplumun tüm kesimlerinin ortak iradesiyle yöneteceğiz. Sorunlarımızı, karşılıklı diyalog ve uzlaşıyla çözeceğiz.
Bu amaçla, ülkemize musallat olan bu parti-devlet modeline son vereceğiz.

Önümüzdeki ilk seçimde, iktidarın büyüklü küçüklü ortaklarına ayrılan sürenin sonuna geleceğiz.

Siyasi partiler ayrıdır devlet ayrıdır. Bunu iç içe geçirmeye meraklı çok. Buna son vereceğiz.
Yeni bir parlamenter demokratik sisteme geçeceğiz.

Üste çıkıp, alttakini ezenlerden asla, ama asla olmayacağız.
Ülkemiz için herkesle el ele vereceğiz.
İçi boş kavgalarla, zamanımızı hiç kaybetmeyeceğiz.
Meclis’in üstünde vesayet kurmak isteyenlere hiç göz açtırmayacağız.

Ve yargıyı, yürütmenin bir parçası olmaktan çıkaracağız.

Peki ne yapacağız?
Biz o sopaları kırıp atacağız arkadaşlar, kırıp atacağız.

Devleti aile şirketi olmaktan çıkartacağız.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizim bir hayalimiz var.

Milletin kalbi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, toplumun taleplerinin dillendirildiği açıkça rahatça dillendirildiği bir adres yapacağız.

Orası milli iradenin tecelli ettiği bir kurumdur ve bütün milletin desteğiyle seçimlerde ortaya koyduğu iradeyle oluşmuş bir kurumdur

Kendisi gibi düşünmeyenlere, “Yargı sopası”yla saldıranların, o sopalarını sadece ellerinden almayacağız...

Kırıp atacağız ki bundan sonra hiç kimse yargı sopasıyla bu memleketi yönetmeye çalışmasın.

“Tam demokratik” bir Türkiye hayali!
Ama biliyorsunuz, demokrasi yolculuğu uzun soluklu bir maraton.

Bu maratonu azimle, sebatla, kararlılıkla, inatla koşmak gerekir.
Öyle 100 metrede nefesi kesilen 1000 metrede nefesi kesilenlerden olamayız. Biz uzun soluklu bir yola çıktık. İyi günü var kötü günü var.
Havanın güzle olduğu günler var, yağışın, karın, soğuğun olduğu günler var. Biz bunlara aldırmayacağız. Hedefimiz belli.

Yaptığımızdan eminsek korkmadan bu yolu koşmaya devam edeceğiz.
Şimdi sizlere sormak istiyorum:
İstanbul! Sancaktepe! Sizlere soruyorum:
İşte bu demokrasi maratonunu, hep beraber, emin adımlarla, koşacak mıyız? Karşımıza çıkan engelleri kararlılıkla aşacak mıyız?

İşte demokrasinin sesi bugün İstanbul’da! Sağduyunun sesi bugün Sancaktepe’de!
Bu sesi kesmeye kimsenin gücü yetmeyecek! Yeter ki biz kararlı olalım.

Aramızda sporcu arkadaşlarımız var, Iron-manler var. Onlar ne dediğimi dahaniyi anlıyor.

Hedefimizden hiç kimse bizi saptıramaz. O şöyle demiş bu şöyle demiş, tabii ki dinleyeceğiz.

Farklılıklarımızı husumet meselesi olmaktan çıkartıp, Türkiye’yi hep beraber tam demokrasiye kavuşturacak mıyız?page10image3335824096

Ne diyorlardı? Korkmuyor musunuz diyorlardı.
Siz bu işe kalkışmayın, başınıza iş gelebilir diyorlardı.
Korkarsanız karşıdakilerin oyuncağı olursunuz.
Korkmadan biz buradayız diyorsanız onlar korkar.
Bizim korkacak hiçbir şeyimiz yok.
Ama korkacak çok şeyleri olanlar var. Onlar kendilerini biliyor. Onlar korksun. Bizim, hepimizin alnı açık, başı dik. Korkacaklar kendi işine baksın.

Ben bugün bu umudu, bu kararlılığı gördüm. Gençlerimizin gözünde gördüm. Sancaktepe!
Demokrasi için hazır mıyız?

Atılım için hazır mıyız?
Evet, Sancaktepe’nin DEVA’sı hazır.
Yeri gelmişken; Sancaktepe, biz sizi duyuyoruz.

Bu konuyu çalışıyoruz, değerlendiriyoruz.
Sancaktepe’nin, yatırımlardan mahrum bırakıldığını da çok çok iyi biliyoruz. Sancaktepeli gençlerin işsizlik sorunun farkındayız.

Bu ses; önce Sancaktepe’nin tüm sokaklarında, sonra tüm İstanbul’da ve ardından da tüm Türkiye’de yankılanacak.

Biz, Veysel Karani’de ve Hilal Mahallesinde yaşanan tapu ve imar sorunlarını biliyoruz.

İşte tüm bunların çaresi, bu DEVA kadrolarıdır... Burada gördüğüm çalışkan kadrolardır!
Artık vakit demokrasi vaktidir!
Artık vakit atılım vaktidir!

Artık vakit DEVA vaktidir!
Hepinize çok çok teşekkür ediyorum, Sizleri muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun, var olun.

10 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Akçakoca İlçe Kongresı̇ Konuşması

Akçakoca İlçe kongresi

DEVA Partisi!nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Düzce il teşkilatımızın çok kıymetli başkanı, Akçakoca ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanı, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız, Sevgili hemşehrilerim,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,

Akçakoca ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Yaklaşık dokuz ay sonra yeniden Düzce’deyiz.

O günden beri Türkiye’yi kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına adım adım gezmeye devam ediyoruz.

Ülkemizin her bir köşesine DEVA damlalarını yayıyoruz.

Her kesimden vatandaşımızın bizlere derdini can kulağıyla dinliyoruz. Kongremizi biraz gecikmeyle başlattık. Çünkü Akçakoca merkezde dertli vatandaşlarımızla karşılaştık. Onları dinledik. Memleketimizin resmini detayıyla anlamaya çalışıyoruz. Vatandaşlarımızla buluşuyoruz.

Gençlere, kadınlara, işçiye, esnafa, çiftçiye, emekliye, memura kulak veriyoruz. Bir dokunuyoruz, bin ah işitiyoruz.
Ne görüyoruz, biliyor musunuz arkadaşlar?

Türkiye’de adaletsizliğin büyüdüğünü görüyoruz.

Hayat pahalılığını görüyoruz. Geçim sıkıntısını görüyoruz.

İşte bu nedenle,

Ülkemizin üstüne çöken kara bulutları dağıtmak için, DEVA Partisi’ni her geçen gün daha fazla büyütüyoruz.

Çünkü bizim bir iddiamız var, arkadaşlar. Biz iddialı bir hareketiz. İddia ediyoruz;
Gençleri kaygılandıran tüm sıkıntıları en kısa sürede ortadan kaldırırız. İddia ediyoruz;

Eğitimden sağlığa, dış politikadan hukuka kadar her alanda yapacağımız reformlarla, Türkiye’yi imrenilen bir ülke haline getiririz.

İddia ediyoruz;

Ekonomik darboğaza son veririz. Bu milletin hayat standardını yeniden yükseltiriz.

Ve bunların hepsini kısa zamanda yaparız. Ve yapacağız.

Akçakoca’dan Şemdinli’ye, Kars’tan Edirne’ye, Antakya’dan Çerkezköy’e, İzmir’den Çankırı’ya kadar, ülkemizin dört bir yanındaki deva kadroları bunu yapacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Geçen gün biliyorsunuz orta vadeli program açıklandı. Yani önümüzdeki 2021 2022 2023 yılını kapsayan ekonomik programını ilan etti. Hem de bunu Sayın Cumhurbaşkanı kendisi kamuoyuna açıkladı.

Tabii baktık program çok süslü püslü laflarla açıklanıyor.
Progrogramda ne var? Neler açıklanmış şöyle bir dinleyelim. Bakın ne diyor?

Video-1 “Istikrarlı, dengeli, gelir dağılımı adaletini gözeten bir büyüme yapısını tesis edeceğiz.”

Herhalde bu bir itiraf.

Yani “şimdiki büyüme yapımız istikrarsız ve dengesiz” diyor.
“Şu an gelir dağılımı adaletini gözetmeyen bir büyüme yapısındayız.” Diyor.

“Millet değil, ülke değil, sadece çevremdeki üç-beş kişi büyüyor” diyor. Bu açıklanan program adeta şu anda yaşananlar itirafı niteliğinde.

“İnsanları yoksullaştırdım” diyor.

Tüm ülkeyi yoksullaştırdığını, istikrarın olmadığını, dengesizliği itiraf ediyor. Bakın, başka ne diyor?

Video-2 “Program dönemi boyunca para ve maliye politikalarının eş güdümünü güçlendirmek, mal ve hizmet piyasalarında verimliliği artırmak suretiyle enflasyonun kalıcı olarak tek haneli seviyelere inmesini hedefliyoruz”

Şimdi enflasyonu tek haneye biliyorsunuz, biz düşürdük. Hem de iki yılda düşürdük. 34 sene iki haneli, üç haneli giden enflasyonu tek haneye indirdik ve paradan 6 sıfır attık. Ne zaman gerçekleştirdik bunu? 2004 yılında gerçekleştirdik. 2004 yılında tek haneye indirdiğimiz enflasyonu taa 2024 yılı hedefini yine tek hane olarak gösteriyor. Ya biz 20 sene önce onu yaptık. 20 sene önce bunu gerçekleştirdi. Ama anlamadılar arkadaşlar sorun orada. Bu enflasyon nasıl düştü, nasıl oldu da tek haneye indi? inanın anlamadım. Çünkü işi bilen ve dürüst bir ekip işin başında bütün kadroları öyle oluşturduk. Aklın, bilimin gereğini yaptık. Akıl dışı tezlerle hareket etmedik. “Benim iddiam budur” diye bir şey söylemedik. Akıl ne diyorsa bilim ne diyorsa onu yaptık. Onun için başarılı olduk.

E, Sayın Erdoğan,
Enflasyon hedefi zaten yıllardır yüzde 5’ti.
Bu hedefleri tutturamadınız.
Kötü yönettiğiniz için sürekli enflasyon beklentinizi çift hanelere artırdınız. Şimdi de bu programla beraber enflasyon hedefini yüzde 8’e çıkarttınız.

“Enflasyonun tek haneli seviyelere inmesini hedefliyoruz” diyorsunuz da siz hedefinizi yükseltmişsiniz. Ancak daha yüksek bir enflasyona ulaşabileceğinizi söylüyorsunuz.

Ben ve arkadaşlarımın iş başında olduğu yıllarda, çift hanede seyreden enflasyonu iki yılda tek haneye düşürdük.

Siz aldınız; hem faizi, hem kuru, hem de enflasyonu patlattınız.

Kelimeleri değiştirebilirsiniz ama gerçekleri değiştiremezsiniz. Ekonominin gerçeğini bu millet görüyor. Siz ne açıklarsanız açıklayın ne söylerseniz söyleyin. “Ekonomi şahlandı” diyorlar. “Yüzde 21 büyüdük” diyorlar. Türkiye birkaç şehir merkezinde çarşıda şöyle 10 esnafa sorsun. Düzce’de 10 esnafa sorsun. Gitsin İzmir’de 3 tane esnafa sorsun, Şanlıurfa’da 3 tane esnafa sorsun. Gerçekleri görecekler ama görmek istemiyorlar.

Allı pullu sözlerle kimseyi kandıramazsınız. Hele hele ekonomi gibi herkesin içinde yaşadığı hissettiği eline çantasını alıp da alışverişe çıkan tüm vatandaşlarımızın bildiği gerçekleri ekonomik programla değiştiremezsiniz.

Şundan birkaç sene öncesine dek ben ve arkadaşlarımın çabalarıyla yaşadığımız refahı unutturamazsınız.

O Gençlerimizin harçlık biriktirerek Avrupa Turu yapabildiği döneme herkes hatırlıyor. Emeklerimizin 6 aylık maaşını biriktirip bir haftalığa farklı Avrupa ülkelerine tatile gidebildiğini herkes hatırlıyor.

1 yıllık maaşının toplamıyla bir otomobil alabildiğini herkes hatırlıyor, bunu unutturamazsınız. Şu anda güç kuvvet yetiyor mu? Vatandaşlarımızın büyük bir ekseriyet için artık bu fiyatlara ve bu gelir seviyesine ömür boyu bir araba almak, sifir araba almak artık hayal. Satın alma gücü çok düştü memlekette, fiyatlar çok hızlı artıyor ama gelir o kadar artmıyor.

Devletin açıkladığı resmi enflasyon yüzde 19, değil mi? Biz esnafa soruyoruz. “Geçen sene kaça alıyordun, bu sene kaça alıyorsun? Geçen sene kaça satıyorsun, bu sene kaça satıyorsun?” diye soruyoruz. En az yüzde 30, 40, 50, %100. Çiftçimiz tarımla uğraşan herkes biliyor.

Burada, Cumayeri'ne uğradık. Akçakoca'da, Düzce'nin farklı ilçelerinde fındık üreten bütün çiftçimiz, “Gübre geçen sene kaç aydı bu sene kaça” gayet iyi biliyor. çünkü parayı veriyor hem de cebinden veriyor. Çünkü bunlar alıştılar artık cepten fazla bir harcama yok.

Geçen Ankara'da Perdeciler Çarşısı'nı gezdik. “Geçen sene 5 bin liraya bir evin perdesi yaparken bu sene aynı evin perdesini 11 binden aşağı yapamıyoruz” diyorlar. Şu anda Türkiye'de devleti yönetenlerin kaç tanesi evine mesela bir perde yaptırdı, son 10 yıldır bilmiyorum. Muhtemelen hiç ellerini ceplerine atmalıdır, lojmanlar, imkanlar, saraylar onlara artık saymıyoruz, böyle gidiyor.

Ve değerli arkadaşlar bakın şu anda Merkez Bankası'nın faizi yüzde 19. Yüzde 19, Avrupa'nın en yüksek faiz, dünyadaki 7. yüksek faiz. Biz yıllarca faiz ödemelerinin bütçede 50 milyar lira civarında seyrettik, 50 milyar.

Bu sene devletin bütçesindeki faiz ödemesi 180 milyar lira, program açıkladılar. Gelecek yıl için ne kadar faiz ödemesi koymuşlar biliyor musunuz bütçeye? 240 milyar lira faiz ödemesi koymuşlar, gelecek sene 2022’ye. Bir sonraki sene 2904 milyar koymuşlar. Yazık günah. Çünkü bu yılki yüksek faizin bedeli bütçede gelecek sene deniyor.

2018 seçimlerinden önce Sayın Erdoğan ne diyordu “bana yetki verin, bu enflasyonda faizde nasıl düşürür? ben göstereceğim” demiyor muydu? Faizler yüzde 6 -7 iken o dönemin tertemiz bürokratlarına faizcilikle suçlamıyoruz. Bunlar faiz lobisinin adamı diye Sayın Erdoğan'ın kontrolündeki gazeteler, televizyonlar yazıp çizmiyor muyuz? Faiz yüzde 6-7 iken, yıllık faiz ödemesi bütçede 50 milyar lirayken, eski parayla 50 katrilyon yeni para 50 milyardan bahsediyoruz. Bu yıl 180 milyar, 180 katrilyon eski parayla. Bu ne biliyor musunuz? Nasıl büyük güzel para. 180 milyara değerli arkadaşlar, bugün tam 5 bin tane yangın söndürme uçağı alıyorsunuz. Bakın 5 tane değil 5 bin tane olacak. Tanesi 200 bin liradan tam 800 bin tane otomobil alabiliyorsunuz. Ayağınızı yerden kesecek sıfır bir arabayı bugün alabiliyorsunuz o paraya, bundan 800 bin tane. Paraya bak.

180 miller yetmiyor gelecek senenin bütçesine 240 milyar lira koymuşlar. Ödenek. Bir sonraki sene 290 milyar.

Ben buradan Sayın Erdoğan'a sormak istiyorum, “bu faizler yüzde 6 7 iken sizin kontrolündeki gazeteler, köşe yazarları, o dönemin tertemiz bürokratların da siz faizi binada mısınız?” diyorlardı. Peki ben şimdi bu faizi yüzde 19'da tutanlara soruyorum siz kimin adamısınız?

Faizler yüzde 6 -7 iken “yüksek faiz vatanı satmaktır” diyordu Sayın Erdoğan. Yüzde 6 -7 faiz yüksek faiz ise bu faiz vatanı satmaksa, yüzde 19 faiz nedir? Buyurun bunun tanımını siz koyun şimdi diyorum.

Bakın arkadaşlar bugün Merkez Bankası'nın faizi yüzde 19 ise bunu o noktada tutan Cumhurbaşkanı'nın kendisi başkası değil.

Merkez Bankası başkanlarının birini alıp ötekisini değiştirmiyor mu? “Bu laf dinlemiyordu, söz dinlemiyor” diye kaç tane Merkez Bankası başkanı değiştirmedi mi? şu andaki Merkez Bankası Başkanı madem lafı sözü dinleyen bir Merkez Bankası, Niye talimat vermiyorsunuz, niye düşürtmüyorsunuz faizi? Niye faiz yüzde 19?

Değerli arkadaşlar, bir ülkenin kötü yönetiminin faturasını nerede görürsünüz biliyor musunuz? Yüksek enflasyonda ve yüksek faiz de görüşürüz. Yüksek enflasyon alışverişe giden bütün vatandaşlarımızın hissettiği bizzat yaşadığı bir sorundur. Kötü yönetimin bedelini maalesef vatandaşlarımız işte alışverişte görür, enflasyon olarak görür. Yine kötü yönetimin sonucu yüksek faizdir. Faiz bir sonuç. Sayın Erdoğan yıllarca ne dedi? “Faiz sebep enflasyon sonuç” dedi. Faiz sebep ise indirsin faizi enflasyonda insin. Niye indirmiyor?

Faiz, yüksek faiz, kötü yönetimin bir sonucu ve bu kötü yönetimi sonucunu biz millet olarak ayrıca ödüyoruz. Alışverişe çıktığınız zaman sadece yüksek fiyatlar olarak enflasyona maliyet ödemekte O ağır maliyeti yüklenmekle kalmıyorsunuz birde sizden toplanan bütün vergiler, içtiğimiz sudan, yaktığımız

elektrikten tüm alışverişten de devletin topladığı vergilerden. Bu yıl 180 milyar da gelecek sene 240 milyon, sonraki sene 290 milyar lira faiz ödeyecek olan şu andaki hükümet. Şu andaki hükümette tek yetkili kim? Tek sorunlu kim? Sayın Erdoğan. Bu faizi ödüyor. Milletten topladığı vergilerle bunu ödüyor. Beğenmiyorsa düşürsen faizi, düşürsün faiz ödediklerini, 3 sene 3 ay oldu. 2018 seçimlerinden bugüne kadar 3 sene 3 ay geçti. Siz ne yaptınız bugüne kadar? Ne yaptınız?

Bakın değerli arkadaşlar,

Yine bu orta vadeli programda kişi başına düşen milli gelir hesapları var ve önümüzdeki yıllar için hedeflerini yazmışlar. Şimdi geçmişten bugüne şöyle milli gelir, kişi başına düşen milli gelir tablosunda beraberce bir ekranda görelim.

Bakın 2002’den başlıyor 2023'e kadar geliyor. 2022 de rakam ne kadar? 3608 dolardan biz devralmamışız, 3608 dolar. Bunu almışız 2008’de 11 bin doların üzerine taşımışız, 11 bin doların üzerine. Daha sonra küresel kriz geliyor ve küresel krizde bir miktar düşüş yaşanıyor.

O dönemde ben Dışişleri bakanıyım Avrupa Birliği işleri ile uğraşıyorum. Ekonomiye başka bir ekip o zaman getirdiler ve küresel krizle ilgili ciddi sorunlar yaşandı.

Daha sonra bana dediler ki “Tekrar ekonomide ihtiyaç var, sen tekrar gel ekonominin başına geç.” “Ama bir şartla” dedim. “Ben kendi ekibi kuralım ve öyle devralırım bunu. Yok istemiyorsanız da zaten yolumuz bu kadarmış, ayrılırım” derim. Ve 2009'da ben istifa dilekçemi verdim. Sonuçta konuştuk anlaştık. Kendi ekibimi kurdum ve hızlı bir şekilde çalışmaya başladık.

Bakın rakamlara, merdiven gibi yükseliyor, yükseliyor. 2013'te milli gelirimiz zirveye ulaşıyor. Kaça çıkıyor? 12.582 dolara çıkıyor, Yıl 2013. Daha sonra 2014, 2015 bizim artık ihtilaflı yıllarımız. Yani biz doğruların mücadelesini verirken maalesef o dönem başbakan olan Sayın Erdoğan'ın bize mâni olmasıyla uğraştığımız yıllar. Siyasi etik yasasını çıkartmak için mücadele ettiğimiz yıllar. Bakin 2014, dikkat edin artık içeride kavga var, 2014. Kavganın sonucu milli gelir biraz düşüyor. 2015'te zaten ben biliyorsunuz ayrıldım, ikimizde beraber ayrıldık. 2015'te rakamı görüyorsunuz ondan sonra ne oluyor izliyorsunuz değil mi? Şu anda buradayız. Şu anda bulunduğumuz nokta bakan bu ortada, 8599 dolar. 8599 rakam bu.

Şimdi yeni açıkladıkları orta vadeli programa bakıyoruz. Meşhur 2023 hedefi var,2023. 2023 için ne hedefliyorlar biliyor musunuz? 10700 Dolar. Bu niye önemli, 10700? Daha 2, 3 gün açık önce açıkladıkları orta vadeli program arkadaşlar 2023 hedef,10700.

Biz o 12500 dolar yakaladığımız yıl yani 2013 yılında dedik ki “ya biz bunu yakaladığımıza göre 2023 yılında da rahat 25000 doları yakalarız” dedik ve hedefi koyduk. Bizim iş başında olduğumuz dönemin 2023 hedefi 25000 dolar arkadaş. Şu andaki hükümetin hedefi kaç 10700. Farklı görüyorsunuz değil mi? kötü yönetimin bir ülke ne kadar büyük bir maliyet oluşturduğunu görüyorsunuz.

Ben iddialı konuşuyorum. Bakın Türkiye nasıl 2002-2007 döneminde doğru düzgün yönetildiği ise nasıl 2009-2013 döneminde düzgün yönetildiğiyse, düzgün yönetildiği dönemde merdiven basamağı gibi tık tık tık tık tık Milli gelir yükselirken, tablo da yükseliş hızına bakın. Düzgün yönetim zenginleşiyoruz, düzgün yönetin zenginleşiyoruz, kötü yönetim fakirleşiyoruz bu kadar basit. Hesap ortada, çok basit.

2023 yılı için 10700 dolar hedef koyuyoruz diye övünüyorlar, biz 2008’de 11000 dolar yakalamışız. 2008’de 11000 dolar. 2008’de 11000 dolarlık milli gerilim yaşayan bu ülke 2023'te ancak 10700 dolarlık milli gelir sözü veriyorlar. Programları bu, ufukları bu, hedefleri bu. 2023 yılında 2008 yılında bile yiyeceklerini itiraf etmiş durumdalar. Şu en son açıkladıkları orta vadeli programın özü bu. Diyorlar ki biz 2020 3'te Türkiye 15 sene öncesine bile götüremeyeceğiz diyorlar. Bunu ekonomi yönetimi.

Sayın Erdoğan ne diyor “ben ekonomistim, benim alanım ekonomi” diyor, değil mi? Sonuç bu, gerçekten yazık. Değerli arkadaşlar ülke maalesef bu koskoca ülkenin hedefleri artık küçültüldü.

Bu program neyin itirafı biliyor musunuz aynı zamanda, arkadaşlar? “Ali Babacan ve arkadaşlarının işin başında olduğu ortak aklın çalıştığı dönemdeki başarılara belki ancak yakalarız bir kısmını 2023’te.” Bu onu demenin itirafı başka bir şey değil.

Ben açıkça söyleyeyim, bakın bunların hepsi hedef. Tabloda ki şu son üç tane basamak bunlar hedef. Ulaşıp ulaşamayacakları daha belli değil. Hedef olarak açıklıyorlar. Her yıl her yıl şu rakamlar düşüyor ya her yıl bunun çok daha üstünde rakamları hedefler hiçbirisine tutturamadılar. Enflasyon da çok küçük rakamlar hedefledir hiçbirisini tutturamadılar, milli gelirde yüksek rakamlar hedeflediler hiçbirisini tutturamadılar.

Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi başladığı günden bugüne, yani partili Cumhurbaşkanı, akraba Bakan el ele verip ülke yönetimini ele geçirdiklerinden bu yana ülkenin bilançosu ortada, zarar zarar zarar. Devamlı eksideyiz.

Değerli arkadaşlarım, o bizim dönemin vefa seviyesini bizim dönemin güzel sonuçlarını bir daha elde edemezler. Çünkü o dönemde o dönemde sadece iyi bir ekonomi yönetimi yoktu. Aynı zamanda hukuk ve adalet konusunda ciddi bir kaygı vardı. Türkiye'nin bir Avrupa Birliği süreci vardı. Bu arkadaşınız aynı zamanda Türkiye'nin ilk Avrupa Birliği Bakanı biliyorsunuz. İlk Avrupa Birliği baş müzakereciyim Türkiye'nin. O dönemde her alanda ama başta da hukuk adalet alanında biz Türkiye'yi Avrupa Birliği standartlarına yükseltmenin mücadelesini verdik ve önemli başarılar elde ettik. Bir yandan ekonomide doğruları yaparken bir yandan da her alanda ülkemizi Avrupa Birliği standartlarına yükseltmenin mücadelesini verdik. Onun için bu başarı elde ettik. Şu anda ki ülke yönetenlerin zihninde hukukmuş, adaletmiş böyle bir şey yok. Hukukun üstünlüğü diye bir şey yok akıllarında. Anayasanın, yasaların kendileri için bağlayıcı olduğuyla ilgili en ufak bir hissiyatları yok. Her gün siz hukuku çiğnerseniz. Her gün memlekette ki adaleti ayaklar altına alacak şekilde bir tarzda bu ülke yönetirseniz ekonomide ancak hayal görürsünüz, hayal.

Ve Sayın Erdoğan o dönemin başarıları sizin için bir hayalden öteye geçemez. Vaktiyle meşhur bir laf vardı biliyor musunuz? Ne diyordu, “hayaldi gerçek oldu” diyordu değil mi? Gerçekten ancak hayal ederler böyle şeyleri. Ama düzgün bir ekip, işi bilen bir ekip, ortak akıl, o hayaller gerçek oldu doğru. Ama su anda sizin bu kötü yönetimiz yüzünden ancak şunu diyebilirsiniz “gerçekti hayal oldu. Diyeceğiniz bu. Bunun dışında başka bir şey söylemezsiniz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın, eylül ayına geldik.

Önümüz kış. Havalar soğuyor.

İnsanlar kış aylarını nasıl geçireceklerini düşünüyorlar.

Asgari ücretli bir aile için maaşın en az dörtte biri doğal gaza ve elektriğe gidecek.

Millet kara kara düşünüyor.

Gençler, “hoşça kal kavun karpuz ayları, hoş geldin şemsiye. Sana da selam doğal gaz faturası” diye kara mizah yapıyor.

Ev kirası, okul masrafları, mutfak giderleri derken pahalılık milletin omzuna çökmüş durumda.

Tablo bu.
İşte bugün Akçakoca’dayız.

Daha geçen sene, şurada, Karadeniz açıklarında tarihin en büyük doğal gaz keşfini yaptıklarını söylemişlerdi, değil mi?

Yandaş medyada manşetler atmışlardı.
Gazetelerine büyük puntolarla “Türkiye’nin enerji çağı” yazmışlardı.

“130 yıllık hayal gerçek oldu” yazmışlardı.

Ama bakıyoruz;

130 yıllık hayal 130 gün geçmeden unutuldu.

Ama doğal gaza gelen zam hiç unutulmadı.

Sözde doğal gaz keşfinden bu yana zam üstüne zam, zam üstüne zam.

Bir yandan “en büyük keşif” diye göz boyadılar, diğer yandan doğal gaz zamlarıyla insanların cebini boşalttılar.

Bir de şu milletin alın teriyle, emekleriyle biriken devlet parasını o keşfin PR faaliyetlerine harcadılar.

Akraba bakan ile canlı yayında şov yaptılar. Millet açlıktan kırılırken milletin parasını ne olduğu belli olmayan bir şova harcadılar.

Sonuç; sıfır.
Sonuç; elektriğe de, doğal gaza da zam.

*****
Değerli arkadaşlar,
Sayın Erdoğan önceki gün bir tweet atmış.
Bakın ne diyor:
“Enerjide ülkemizi inşallah daha da ileri götüreceğiz. Bize güvenin.” “Bize güvenin” diyor.
Kuru kuruya “güvenin” demekle güven olur mu arkadaşlar?
Bir bakalım nasıl güveneceğiz?

Taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimizden beri elektriğe tam yüzde 168 zam yapıldı.

Son bir yılda yapılan zam oranı yüzde 29.

Sırf bu yıl sanayi, ticarethane ve tarımsal sulama tarifelerinde yapılan zam yüzde 22.

Şimdi “bize güvenin” diyor.

Bu tabloda neyin güveni var? Pahalı enerji kullanacağımıza mı güvenelim? Zam üstüne zam yapacaklarına mı güvenelim?

Madem yerli elektrik üretimine geçildiyse, neden hâlâ zam üstüne zam yapılıyor?

Şahlanıyormuş hani ekonomi, bu şahlanış neden milletin üzerindeki yükü hafifletmiyor?

Daha geçen gün adanalı bir çiftçi kardeşimiz isyan etti. Duydunuz mu? Kaç para elektrik gelmiş biliyor musunuz? 155 bin lira. Akıl alır gibi değil.

Ama değerli arkadaşlar yaşadıkları şatafatın, israfın içinde halkın sesini duyamıyorlar.

Onlar duyamıyor ama biz duyuralım.

Video-3 “Ben fabrika mı çalıştırıyorum? Ankara’yı mı yönetiyorum? İstanbul’u mu yönetiyorum? Ben 7 çocuk babasıyım. Gece gündüz tarlada yatıyorum. Hakkımı istiyorum, hakkımı!”

Buradan iktidarın büyüklü küçüklü ortaklarına sesleniyorum. Duydunuz mu vatandaşımızın feryadını?

Halkın içine çıkamıyorsunuz, bari sayemizde görün bu milleti düşürdüğünüz hâli.

Ama değerli arkadaşlar,

Biz; tüm bu yoksulluğa, hayat pahalılığına, israfa, milletin alın terini çar çur etmeye son vereceğiz.

İktidardaki büyük ortakla da, krizlerin ortağı küçüğüyle de,

Geminin dümeninde olan 28 Şubatçı küçüğün küçüğüyle de, Yolun sonuna geldik.

Önümüze gelecek ilk sandıkta hepsiyle vedalaşacağız ve Emaneti teslim alacağız.

DEVA partisi kadroları olarak en kısa zamanda özgür ve zengin bir Türkiye’ye kavuşacağız.

İsrafı, şatafatı ve verimsiz kamu harcamalarını sonlandıracağız.

Bütçede öngörülebilirliği ve şeffaflığı artıracağız.
Ayakları yere sağlam basan, tutarlı ve güven veren adımlarla ilerleyeceğiz.
Bu sayede ülkemizi, layık olduğu o refah dolu günlere yeniden kavuşturacağız. İşsizliği azaltıp, istihdamı artıracağız.
Kimse yarınlarını kara kara düşünmek zorunda kalmayacak.
Gençler ülkeden kaçmanın yollarını aramayacak.
Tüm bunları hep beraber yapacağız.
Buna yürekten inanıyorum.
Ben buna inanıyorum,

Çünkü artık Türkiye’nin DEVAsı var! Düzce’nin DEVAsı var!
Çünkü artık Akçakoca’nın DEVAsı var! Ve biz,

Demokrasi ve Atılım için hazırız. Hepinize tek tek teşekkür ediyor, Sağ olun, var olun diyorum.

8 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Etimesgut İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ETİMESGUT 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Ankara il teşkilatımızın ve Etimesgut ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili hemşehrilerim,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,
Etimesgut ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum. *****
Bugün Ankara’daki 10. İlçe kongremizi gerçekleştiriyoruz.
Başkentimizdeki bu güçlü ilerleyişimizin benim için özel bir anlamı var.

Doğduğum, büyüdüğüm, çalıştığım, ülkeme hizmet ettiğim bu şehirde, Ankara’da, teşkilatımızın emin adımlarla ilerlemesinden mutluluk duyduğumu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu vesileyle, başta il başkanımız olmak üzere, teşkilatlanma sürecimizde emeği geçen tüm yol arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Elinize, emeğinize sağlık arkadaşlar.

*****
Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partisi’ni kuralı henüz bir buçuk sene oldu.

Ama kısa süre içerisinde siyasete yepyeni bir anlayış kazandırdık. Bugüne dek ne söylediysek, hiçbirisini laf olsun diye söylemedik. Her bir sorunu çözümüyle birlikte dillendirdik.
Hiçbir sorunu eleştirip geçmedik.

Çözümün ne olduğunu da açık açık söyledik.
Ülkemizdeki tüm sorunların ısrarla ve inatla takipçisi olduk.

Biliyorsunuz, ülkemiz ne yazık ki pek çok olumlu göstergede, dünya sıralamasında listenin diplerinde yer alıyor.

Bakın; Türkiye, hukukun üstünlüğü sıralamasında dünyada 128 ülke arasında 107. Sırada.

Hukuk standardımız Madagaskar’la, Mali’yle, Nijerya’yla aynı ligde. Ve şu an geldiğimiz aşamada;

Bizim kendi Anayasa Mahkememiz dahi, esastan incelediği her 100 davanın 95’inde, devletin vatandaşın hakkını ihlal ettiğine karar veriyor.

Vatandaşımız haksızlığa uğruyor, kapı kapı dolaşıyor.

Henüz bağımsızlığını, tarafsızlığını koruma mücadelesini veren neredeyse son yüksek yargı olan Anayasa Mahkemesi’ne gittiğinde ancak gerçek hakkını bulup “Sen haklısın, devlet haksız” deniyor.

Ve oran %95 bakın. Böyle hukuk devleti, böyle hukukun üstünlüğü olur mu?

Tablo maalesef bu.

Bakın arkadaşlarım,

Hatırlarsınız, Sayın Erdoğan, bundan altı ay önce bir “İnsan Hakları Eylem Planı” açıklamıştı.a

Biz de şaşırmıştık. Bu akıllarına nereden geldi demiştik.

Avrupa Birliği’nden fon alabilmek için, hibe ödemesinin son günü alelacele açıklamışlardı bu eylem planını. Onu da sonradan öğrendik.

Çünkü birden gündeme geldi. Önceden planlanan, hükümetin dert ettiği ve dillendirdiği bir mesele değil ki hukukun üstünlüğü.

Acaba dedik, ekonomik kriz var, ekonomik krizden çıkış için birileri önerdi: “Siz hukukun üstünlüğünü önemsemezseniz bu ekonomiyi düzeltemezsiniz” dedi de onun üzerine mi bunu gündeme getirdiler diye aklımızdan geçmedi değil doğrusu.

Hatırladınız mı bu 6 ay önceki eylem planını?
Eğer görürseniz lütfen Sayın Erdoğan’a da hatırlatın.

“Sizin açıkladığınız bir insan hakları eylem planı vardı, o ne oldu?” diye bir sorun.

Bu plan açıklanır açıklanmaz biz “Takipçisi olacağız” demiştik. O yüzden şimdi hep beraber hatırlayalım.

İnsan Hakları Eylem Planı’nda ne yapmışlardı?

Belli tarihler verip, hedefler koymuşlardı. Vaatler vermişlerdi.

Tam 130 tane söz verdiler.

Peki ne oldu?

İlk ay için belirledikleri hedeflerin hiçbirisini yapmadılar. İlk 6 ay boşa geçti.

Gerçekleştirdikleri eylem sayısı: Sıfır, sıfır.

Üç ay içerisinde 40 hedef belirlemişlerdi. Yalnızca 16’sı yapılmış.

Altı ay için 84 hedef belirlemişlerdi, sadece 20’sini yapılmış.

Sonuçta, geldiğimiz noktada, İnsan Hakları Eylem Planı’nda yer alan 130 hedeften sadece 36 tanesini uygulanmış.

Bu oran niye bu kadar düşük?
Çünkü mevcut iktidarın insan hakları diye bir gündemi yok da ondan.

Bırakın hak ihlallerini gidermek, bugünkü iktidarın kendisi bir hak ve özgürlük sorunu haline geldi.

Hâkim ve savcıların özlük haklarını iyileştirmeyi vaat etmişlerdi, değil mi?

Hiçbir şey yok.

Hâkim ve savcılara coğrafi teminat sağlanacaktı. Bir adım yok.

Coğrafi teminat ne demek biliyor musunuz? Verdiği kararlar yüzünden hiçbir yere sürülmeyeceksin, görevde olduğun yerde çalışmaya devam edeceksin demek.

Yoksa maalesef pek çok siyasi içerikli davada eğer hakimler, siyasi iradeleri dışında kararlar alırlarsa hemen sürülüyorlar bir yere.

Coğrafi teminat, hakimlerimizin bulundukları ilden başka illere cebren gönderilmesini önlemenin bir teminatı.

Bunun sözünü verdi hükûmet, ama bir adım atıldı mı?

Finans, sendika, imar, kamulaştırma, vergi, bilişim suçlarında ihtisas mahkemeleri kurulacaktı.

Bu ihtisas mahkemeleri bizim 10 sene 15 sene önce bizim ısrarla vurguladığımız bir konu. Mutlaka ihtisas mahkemeleri kurulması lazım diye.

O alanda uzmanlaşan savcılar ve hakimler o alanda derinleştikleri için daha hızlı ve hata payı daha düşük kararlar alabilsinler diye.

Bunu da yapmadılar.

Cezaevi koşulları düzelecekti.

Yaptıkları bir adım yok.

Yaptıkları boyuna yeni bir cezaevi. Sürekli yeni inşaat. Bunu da yapamadılar.

Sayın Erdoğan tüm vaatleri unuttu. Oysa o gün önündeki prompterdan hukukun temel ilkelerini tek tek okumuştu.

Bugünlerde bir söz var “Allah Erdoğan’ı prompterından ayırmasın” diyorlar.

Gördüğünüz gibi prompterdan ayrılınca; hukukmuş, temel ilkeymiş hepsi kayboluyor.

Oysa o gün kendisinden birdenbire “Suç ve cezaların şahsiliği” ilkesini duymuştuk.

Hayırdır dedik. Bir fiili uygulamaya bakıyoruz toplu cezalandırma zihniyeti her yerde hâkim.

Ama Sayın Erdoğan, “Suç ve ceza şahsidir” dedi. Ne güzel dedik. “Masumiyet karinesi” ilkesini duymuştuk.

Nedir masumiyet karinesi? Aksi ispat edilmedikçe hiç kimse suçlanamaz. İllaki ispat lazım.

Kimse bir zanla bir iddiayla bir kişiyi suçlu ilan edemez. Masumiyet karinesinin özü bu.

Bu konularda da hiçbir adım atılmadı. Ben o gün de söylemiştim.

6 ay önce, insan hakları eylem planını açıkladıktan hemen sonra, il başkanları toplantımızda demiştim ki:

“Bunları insanlık bin sene önce halletti. Bin sene önce zaten bunlar insanlığın ortak ilkeleri olarak kabul edildi. Yeni mi aklınıza geliyor? Yeni mi görüyorsunuz?” demiştim.

Ayrıca demiştim ki, “Bu ilkeler 2021’in mart ayında yeni aklınıza geliyor, ancak bunlar bizim imzamız olan Türkiye Cumhuriyeti olarak altına imza attığımız uluslararası sözleşmelerde yazıyor. Anayasamızda da yazıyor. Bugün mü aklınıza geliyor?” demiştim.

Değerli arkadaşlar,
Devletin tek bir varlık sebebi varsa o da adalettir.

Fakat biz o açıklamaları duyunca biraz da ümitlenerek “İyi ki aklına geldi bunlar” demiştik.

Fakat bin sene sonra bile akıllarına falan gelmemiş. Sadece lafmış. Planda başka ne vardı, devam edelim.

Soruşturma aşamasında sanıkla görüşme hakkını engelleyen hükümler düzenlenecekti, değil mi?

O da olmadı.

Avukatlık mesleğine ilişkin hedeflerin hiçbirisi gerçekleştirilemedi.

Çünkü yargı sisteminde avukatların statüsüyle savcıların statüsünün anayasa karşısında da yasalar karşısında da eşit olması lazım. Çok temel bir konu.

Biz zamanında Avrupa Birliği müzakereleriyle uğraşırken mahkeme salonlarında avukatların oturduğu yerler savcıların oturduğu yer arasında büyük bir tartışma çıkmıştı.

Çünkü Avrupa Birliği normları eşit pozisyonda olacak diyor. Eşit noktalarda oturacaklar, aynı seviyede olacaklar diyor.

İkisi de ayaktaysa ikisi de ayakta, ikisi de oturuyorsa ikisi de otursun. Biri daha yüksekte biri daha alçakta olmasın. Bu bir baskı oluşturuyor.

Bütün bunların biz tartışmasını yapmıştık. Ve avukatlık mesleğiyle ilgili bu İnsan Hakları Eylem Planında bir sürü söz vardı, taahhüt vardı.

Var mı yapılan? Yok, hiçbiri yapılmadı. Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum.

Daha bu sene partinizin kongresinde duvarlara kocaman harflerle güven ve istikrar yazdınız.

Siz daha kendi açıkladığınız plana uymuyorsunuz, kendi verdiğiniz sözleri tutmuyorsunuz, taahhüt ettiğiniz hedefleri yerine getirmiyorsunuz.

Takvim açıkladınız ya. Bu basit bir mesele değil ki; insan hakları.

Memleketin en önemli meselesi şu an: Hukuk, adalet, hak, insan hakkı. En önemli mesele.

Siz temel insan haklarıyla ilgili eylem planı açıklayıp, tarih verip, gün verip bunu uymazsanız hangi güvenden bahsediyorsunuz?

Ben iddialı konuşuyorum. Bakın bizim partimizin çatısı altında hiçbir partide olmayacak kadar çok sayıda hukukçu arkadaşımız var. Tüm illerimizde ilçe teşkilatımızda.

Çünkü tüm Türkiye genelinde hukukçular, bizim verdiğimiz mesajı aldı.

Dediler ki, “Yeni bir parti kuruluyor, Demokrasi ve Atılım Partisi. Bu parti bu işi dert edecek, hukuku önceleyecek, benim yerim bu partidir” dedi.

Binlerce insan bizim teşkilat yapımız içinde hepsi görev aldı.

Güven nasıl oluşacak?

Çok temel esasları var bunun. Hani Erdoğan kongresinden partisinin duvarlarına yazdırmıştı ya onun için vurguluyorum.

Güven nasıl oluşur?
Söz verince tutacaksınız.

Bir şey konuşacaksanız doğruyu konuşacaksınız. Kimseyi yanıltmayacaksınız.

Size bir emanet verildiyse o emanete kendinizin olanlardan daha fazla dikkat edecek ve sahip çıkacaksınız.

Güvenin temeli, esasları bu.
İnsan Hakları dedi, 130 tane madde açıkladı. Daha 30 küsurunu yapmışlar.

Daha güven sınavından geçmemiş bir iktidarın istikrardan bahsetmesi mümkün değil. İstikrar için önce güveni sağlayacaksınız.

Şu sözlerinizi bir tutun hele. Üzerinden 3 sene 5 sene 10 sene geçmedi ki. Daha 6 ay önce söz vermişsiniz. Yapın şu söz verdiklerinizi.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz biliyoruz. İnsan Hakları Eylem Planını açıklarken akıllarında insan hakları falan yoktu.

“Göz boyarsak belki ekonomiyi düzeltiriz” mantığı vardı. Arkadaki dürtü buydu.

Programı da uygulayamadılar, ekonomiyi de düzeltemediler. Ama göz boyama çabaları bitmiyor ki.

Şimdi “Yüzde 21 büyüdük” diye ortalarda dolaşıyorlar.

Ben Türkiye’yi dolaşıyorum. Bürün arkadaşlarımız il il, ilçe ilçe dolaşıyor. Çarşı pazar dolaşıyoruz. Sürekli nabız tutuyoruz.

Kaç kişiye sorduk. Türkiye ekonomisi %21 büyümüş haberin var mı, sen bunu hissettin mi dedik.

Hepsi gülüyor. Kime sorsanız gülüyor.

Nerede diyorlar?

Cumhurbaşkanı söyledi diyoruz. Boş ver diyor vatandaş.

Sözüm Sayın Erdoğan’a:

Etrafınızdaki 3-5 kişi daha zengin olduysa,

Ülkede lüks araç satışı rekorlar kırıyorsa,

Ama aynı anda bu milletin tertemiz aileleri, pazarın son saatlerinde yere dökülmüş sebze meyveleri toplayarak karnını doyurmaya çalışıyorsa,

Alın o büyüme sizin olsun.

Bu zaten hükümetin ve etrafını saran 3-5 zenginin büyümesi.

Bu zaten milletin büyümesi değil.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz, hükûmet önceki gün orta vadeli ekonomik programı açıkladı.

Neymiş, önümüzde üç yıllık dönemde büyümeyi yüzde 5,5’e yükselteceklermiş.

Kim diyor bunu?

Hâlâ ben ve arkadaşlarımın ekonomi yönetiminde olduğu dönemin başarılarıyla övünenler diyor.

Türkiye'nin büyüme hızını bizden sonra yarı yarıya indirenler diyor.

Bu işler kağıtlara yazmakla düzelmez. Gördük işte mart ayında insan hakları eylem planını yazdılar, beceremediler.

Hadi şimdi çıkıp bu ekonomi programını anlatsınlar, nasıl yapacaklarını bir izah etsinler.

Önümüzdeki üç yıllık dönemde istihdamı 3,5 milyon kişi artıracaklarını söylüyorlar.

Ya siz, 3 yıl 3 ay geçmiş istihdamı düşürmüşsünüz aşağıya. 3 yılda bunu yükselteceğiz diyorlar.

Kim diyor bunu?

Taraflı cumhurbaşkanlığı sistemiyle beraber 1 milyon insanın işsiz kalmasına neden olanlar diyor.

Bunu da çıkıp bir anlatsınlar. Nasıl yapacaklarını bir izah etsinler.

Programda açıklanan büyüme, cari açık, enflasyon bunları birbiriyle alakasız.

Değerli arkadaşlar,

Hesap kitap tutmuyor. Matematik tutmuyor. Denklem tutmuyor.

Hayallerini ardı ardına yazmışlar ve bunu program diye açıklıyorlar.

İş bilenler de diyor ki, bu programın iç tutarlılığı yok.

Önemli bir noktaya vurgu yapacağım.

Sayın Erdoğan değil miydi bu ülkenin pırıl pırıl bürokratlarını faiz lobisinin adamı olmakla suçlayan?

O değil miydi faiz yüzde 6-7 iken ekonomi kadrolarını vatana ihanetle suçlayan?

Türkiye’nin devlet bütçesindeki faiz ödemesi 2003-2015 döneminde 50 milyar lira mertebesindeydi.

Bu yıl 180 milyar. Eski parayla 180 katrilyon.

Yeni açıklanan orta vadeli programda gelecek yıl için ne kadar bütçe koymuşlar biliyor musunuz faize? Tam 240 milyar. Bakın bu yıl 180, gelecek sene 240. Ondan sonra 290 milyar.

Daha iki gün önce açıkladığı programda ben bu kadar faiz ödeyeceğim diye yazmış.

Yıllarca aşağı yukarı ortalama 50 milyar lira mertebesinde seyreden faiz ödemesi varken o dönemin tertemiz bürokratlarına faiz lobisinin adamı diyenler, bugün 180, sonra 240, ondan sonra 290 milyar lira faiz ödeyeceğim diye ilan ediyor.

Peki yüzde 6-7 faiz varken, 50 milyar lira faiz ödeneği bütçede varken; 180 milyar, 240 milyar, 290 milyar faiz ödeyeceğim diyenlere soruyorum. Siz kimin adamısınız?

Yıllık 50 milyar lira faiz ödeyenler faiz lobisinin adamı oluyor da 180 milyar, 240 milyar, 290 milyar faiz ödeyenler kimin adamı oluyor?

Ben bunun cevabını duymak istiyorum.

Faiz ödemesi 5, 6, 7’ye çıkmış ya.

Gelecek yılları bırakın. Sadece bu senenin 180 milyar lira faiz ödemesi var ya.

Bu parayla tam 5 bin tane yangın söndürme uçağı alabiliyorsunuz. Rakama bakın ya.

Ayağınızı kesecek sıfır bir otomobili bugün 200 bine rahat alır mısınız?

İndir faizi düşsün hadi enflasyon aşağıya? Niye indirmiyorsun?

Elini tutan mı var? Tüm yetkiyi tek elde toplamadı mı?

Merkez Bankası başkanlarını laf dinlemiyor diye göndermedi mi? Bu laf dinlemiyor diye görevlendirdiği 4. Merkez Bankası başkanı değil mi?

Hadi laf dinlet o zaman. Laf dinlemiyorsa kendini görevlendir Merkez Bankası başkanı olarak indir. Yapmadığı şey değil ki.

Biliyorsunuz ne zaman yaptı bunu? Varlık Fonu’nda yaptı.

Cumhuriyet tarihinde ilk. Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kendisini Varlık Fonu’nun başına atadı.

Ben “Cumhurbaşkanı olarak, Recep Tayyip Erdoğan’ı Varlık Fonu’nun başına görevlendiriyorum” dedi. Bunu Resmî Gazete’de gördük.

Merkez Bankası için de yapabilir bunu. Elini tutan da yok.

Bu da laf dinlemiyorsa kendini hemen görevlendir Merkez Bankası’nın başkanı da ol aynı zamanda. Faizi yarın indir. Niye indirmiyorsun?

Ben vatandaş olarak soruyorum.

Şu içtiğimiz sudan vergi ödüyoruz. Yaktığımız elektrikten vergi ödüyoruz. Doğalgazda vergi ödüyoruz.

Evimize yaptığımız bütün gıda alışverişinden vergi ödüyoruz.

Çocuğumuzu okula gönderiyoruz vergi ödüyoruz. Kırtasiye için vergi ödüyoruz.

Bütün vatandaşların vergisiyle ödeniyor bu faizler.

Bu faiz niye bu kadar yüksek diye sormak benim vatandaş olarak hakkım ve soruyorum.

Faiz niye %19 hâlâ? Niye indirmiyorsun?

Yüzde 6-7 faiz vatanı satmaksa yüzde 19 faiz nedir, bunun adını koyun diyorum.

Ses yok. Es geçiyorlar es.

Dikkat edin, ağzından hiç faiz kelimesi çıkıyor mu? Çıkmıyor.

Konuşamaz çünkü biliyor. Bu ülke maalesef iş bilmezlik sebebiyle hale geldi.

Bu iktidar yoruldu artık. Bu yorgun bir iktidar. Bunu kabul etmek lazım.

Yine iki gün önce açıklanan orta vadeli programa baktım. 2023 hedefi, Cumhuriyetin 100. Yılı hedefleri.

2023 yılında kişi başına mili gelir hedefi 10 bin 700 dolar. Ya biz, 2008 yılında, biz 11.000 doları görmüştük.

15 sene önceyi hedefliyorlar. 2023’ün hedefleri Türkiye’nin zaten 15 sene önce aştığı bir rakam.

15 sene önce 11.000 doları geçmişiz. Bu mu ya sizin 2023 hedefiniz?

Biz, 2008’de bu rakamı yakalayınca hatta 12.600 dolara çıkarınca dedik ki 2023 hedeflerimiz artık 25.000 dolardır dedik.

Ve Türkiye o 25.000 doları yakalayamıyorsa 2023’te bugünkü iktidarın açıkladığı ancak 11.000 dolarda kaldıysa bunun yegâne sebebi kötü yönetimdir. Başka bir şey değil.

Ülke kötü yönetiliyor.

Arkadaşlar bakın 2002’de milli gelir 3.600 dolar, 2008’de 11.000 dolara çıkmış.

Biz dedik ki, 2002’den 2008’de 6 yılda bu üçe katladıysa herhalde geriye kalan 15 yılda rahat ikiye katlarız.

6 yılda 3’e katladığınız bir rakam; düzgün ve doğru bir yönetimle, iyi bir ekiple, dürüst ve işin ehli bir kadroyla 6 yılda milli geliri 3’e katlayabiliyorsanız daha sonraki 15 yılda da 2’ye katlarız dedik. Bu kadar zor olmasa bu hedef dedik.

Hesabımızı kitabımızı yaptık ve 25.000 dolar olarak açıkladık. Bugün ülkeyi düşürdükleri durum bu. Yazık.
Bu ülke bunu hak etmiyor.
Değerli arkadaşlar,

25.000 dolar Türkiye’nin rahat ulaşacağı bir hedef. Hiç endişeniz olmasın.

Yeter ki dürüst ve ehil kadrolar işin başında olsun. Bu kadar basit.

İyi bir program, iyi bir hazırlık ve Türkiye kanatlanır uçar.

Ekonomi iki kanatlı kuştur bakın. Bir kanadında insan gücü vardır, bir kanadında da sermaye vardır. Ve Türkiye’de ikisi de var.

Sadece banka şubelerinin bodrum katında kiralık kasalardaki değerler bir kat üstteki, 3 metre yukarıdaki banka veznesine mevduat olarak yazsa, yatırım olarak girse bu ülke için büyük kaynaktır.

Ama vatandaşlarımız korkuyor. Bugün memlekette kiralık kasada kuyruk var.

Banka şubesine yatırmıyor, alttaki kiralık kasaya koyuyor. Niye? Güven yok onun için.

Bu ülkenin kaynağı var. İnsan kaynağı da var sermayesi de. Yeter ki bunu harekete geçirelim.

Yeter ki çok çalışalım, dosdoğru çalışalım.
Demek ki bu hükûmet, ülkeyi tam 15 yıl geriye götürdü.

Ve bunları orta vadeli programda açıklayarak da yaptıkları ne biliyor musunuz?

Tam bir “İtiraf”. Rakamlarla itiraf ettiler.
Memleketi ne hale getirdiklerini rakamlarla ortaya koydular.

2008’de 11.000 dolar olan rakamı biz 2023’te ancak 10.700 olarak yakalayacağız dediler.

Yıllarca 50 milyar dolar civarında seyreden faiz ödemesini bu sene 180 milyar ödüyoruz, gelecek sene 240, sonraki sene 290 milyar ödeyeceğiz dediler.

Kendileri itiraf ettiler.

Ama inşallah ilk seçimden sonra iş başına gelecek dürüst ve ehil kadrolarla Türkiye’yi daha fazla geriye götürmelerine izin vermeyeceğiz.

Hep ileri diyeceğiz, hep ileri.
Çünkü biz bu israf düzenini kabul etmiyoruz.
Çünkü biz bu yoksulluğu, yolsuzluğu kabul etmiyoruz.

Ben şuna da kuvvetle inanıyorum. Bir zamanlar AK Parti’ye gönül vermiş, bir zamanlar Sayın Erdoğan’ı desteklemiş vatandaşlarımızın şu anda hâkim olan israf ve yolsuzluk kültüründen son derece rahatsız olduklarını biliyorum.

Bu ağır yükü taşımak zorunda olduklarını da görüyorum. Hiç kimsenin içi rahat değil. Herkes rahatsız.

Biz, israfı, şatafatı ve verimsiz kamu harcamalarını sonlandıracağız.

Bütçede öngörülebilirliği ve şeffaflığı artıracağız.

Ayakları yere sağlam basan, tutarlı ve güven veren adımlarla ilerleyeceğiz.

Bu sayede ülkemizi, layık olduğu o refah dolu günlere yeniden kavuşturacağız.

İşsizliği azaltıp, istihdamı artıracağız.
Kimse yarınlarını kara kara düşünmek zorunda kalmayacak. Tüm bunları hep beraber yapacağız.

*****
Ben buna yürekten inanıyorum.
Çünkü artık Türkiye’nin DEVA’sı var! Ankara’nın DEVA’sı var!
Çünkü artık Etimesgut’un DEVA’sı var! Ve biz, demokrasi ve atılım için hazırız. Hepinize tek tek teşekkür ediyor,
Sağ olun, var olun diyorum.

7 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 5. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN 5. İL BAŞKANLARI TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI

page1image3218728208

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez başkanlık kurulu üyeleri,

Değerli bölge koordinatörlerimiz,

Çok değerli il başkanlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,

Partimizin 5. İl Başkanları Toplantısı’na hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Teşkilatlanma çalışmalarımız hızla devam ediyor.

Sizler bu çalışmaların en asli aktörlerisiniz.

DEVA Partisi’nin Türkiye’nin dört bir yanındaki yüzü sizlersiniz.

Ben sözlerime, siz değerli il başkanlarımızı tebrik ederek başlamak istiyorum.

Bugün itibarıyla DEVA Partisi,

51.237 resmi üyesiyle, Nisan-Ağustos ayları arasında üye sayısını en çok arttıran ikinci siyasi parti oldu.

Bu başarıda emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarımı ve tüm teşkilatımızı içtenlikle kutluyorum.

Önümüzdeki dönemde çalışma tempomuzu artırarak yolumuza devam edeceğiz.

Özellikle büyükşehirlerde teşkilatımıza çok büyük iş düşecek.

Tüm Türkiye çapında üye sayımızı en kısa zamanda üç katına, beş katına çıkarma hedefiyle çalışacağız.

Seçim maratonu yaklaşıyor. Türkiye’nin her köşesinde teşkilatımızın hızla hazır hale gelmesi gerekiyor.

Bir kere daha tekrar edelim:

DEVA Partisi’nin damlaları karşısında hiçbir baraj duramayacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi 9 Mart 2020 tarihinde Türkiye’de siyasete yepyeni bir anlayış getirdi.

Neydi bu?

Merkezinde insan olan; kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi, özgürlükçü demokrasiyi hedefleyen bir parti olduğumuzu, açıkça, programımızla ilan ettik.

Bir toplumsal kesimin, bir başka kesim üzerinde tahakküm uygulamasına karşıyız dedik.

Ezen-ezilen döngüsünü bitireceğiz dedik.

Üste geçenin, altta olanı ezmesine göz yummayacağız dedik.

O nedenle, bir kere daha açıkça ifade etmek istiyorum:

DEVA Partisi olarak biz; tek tek her bireyin, kendisini eşit ve onurlu vatandaş hissettiği bir Türkiye için yola çıktık.

Ocu-bucu, öteki-beriki demeden, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden, toplumu kutuplara ayırmayan bir siyaset için yola çıktık.

Yankı odalarında, sadece kendi mahallesinin sesini duyanlara, diğerlerini de duyurmak için yola çıktık.

Çünkü biz, Türkiye’nin sesiyiz.

Çünkü biz, toplumsal kesimlerin arasına çekilmiş duvarları indirmek için geliyoruz.

Biz, toplumumuzun tüm değerlerinin teminatıyız.

Biz, elbette, cumhuriyet değerlerinin, kurucu değerlerimizin de teminatıyız.

Arkadaşlarım, biz, devletin, herhangi bir yaşam tarzını, topluma dayatmasının da karşısındayız.

Devletin görevi, her bir vatandaşımızın yaşam tarzını, olduğu gibi kabul etmek ve bir temel hak olarak korumaktır.

Bu nedenle, iktidarı ele geçirenin, kendinden olmayana uyguladığı zulme geçit vermeyeceğiz.

Bu ülkede hiç kimse bir daha üvey evlat muamelesi görmeyecek.

Türk-Kürt hiç fark etmez,

Sünni-Alevi hiç fark etmez;

Hedefimiz, bu ülkenin her vatandaşının, eşit ve makbul vatandaş olana dek çalışmak.

Tek bir kişiyi dahi geride bırakmadan mücadelemize devam edeceğiz.

Biz artık, geçmişin travmalarının, geleceği esir almasına müsaade etmeyeceğiz.

Kimsenin kuşkusu, korkusu şüphesi olmasın. Bundan sonra her şeyin daha da iyi olacağı bir Türkiye’de yaşayacağız.

Onun için yola çıktık. DEVA Partisi artık hazır.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bir konuya da açıklamak getirmek isterim:
Biz yanlışa ve zulme karşı ilkesel bir tutum içindeyiz.

Nasıl ki bugün, insanların siyasi görüşleri veya yaşam tarzları nedeniyle, haksızlığa maruz kalmasını eleştiriyorsak; yarın da başkalarının haksızlığa maruz kalmasını engelleyeceğiz.

Bizim tutumumuz, iktidarın veya mağdurun kim olduğundan bağımsız, ilkesel bir tutumdur.

Bugün, haksızlığa maruz kalan kim varsa, onun hakkını savunmaya hazırız ve savunuyoruz.

Yarın da kim haksızlığa maruz kalırsa, onun hakkını savunacağız ve haksızlığı engellemek için mücadele edeceğiz.

Allah nasip eder, milletimiz de takdir ederse, biz iktidar olarak tüm bu haksızlıklara bizzat son vereceğiz.

Ülkemizi herkes için özgür, herkes için güvenli bir ülke yapacağız. Burada şunu da söylemek zorundayım:

18 ayrı yerden huzur hakkı adı altında maaş alıp vatandaşın huzurunu çalanlara tabi ki geçit vermeyeceğiz.

Gençleri işsiz bırakıp, üçer beşer maaşla kamu kaynaklarını kendilerine bağlayanlara izin vermeyeceğiz.

Kamu ihalelerini, özel davet usulüyle yaparak, kayırmacılıkla, yolsuzlukla bu ülkeyi fakirleştirenlere elbette dur diyeceğiz.

KHK gibi ucube bir yolla, binlerce aileyi mağdur edenlerin önünü kapatacağız.

Şu bilinsin ki, DEVA Partisi, bu milletin alın terini hiç edenlere, hakkını hukukunu çiğneyenlere karşı dimdik duracaktır.

Hiç şüpheniz olmasın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi, mevcut iktidarın büyük ve küçük ortakları seçim matematiği hesaplarına girdiler.

Halktan aldıkları destek gerileyince, çareyi seçim mühendisliği yapmakta buldular.

Belli ki artık korku bacayı sarmış.

Neredeyse, baraj yüzde 5 mi olsun, yüzde 7 mi olsun diye papatya falı açacaklar.

Hiç merak etmesinler;

Bu halk, tarihimiz boyunca, sistem değişikliği yaparak, seçim mühendisliği yaparak iktidarda kalmak isteyenlerin hevesini kursağında bırakmıştır. Bu sefer de bırakacaktır.

Yine aynısının olacağına hiç şüphemiz yok. Hiç kuşkumuz yok.

Değerli arkadaşlarım,

Bu hesaplara girenlerin niyetleri belli.

“Muhalefetin aleyhine nasıl bir düzenleme yaparız? İktidarımızı bu yolla acaba nasıl uzatırız?” Diye düşünüyorlar.

Ne yaparlarsa yapsınlar.

Ellerinden geleni, artlarına** koymasınlar.

Biz şuna inanıyoruz;

Bu milletin iradesi her türlü barajı yıkar.

Biz, doğru bildiğimiz yolda, kararlılıkla çalışmaya devam ediyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakıyoruz; iktidarın büyük ortağı, seçim propagandasına başladı.

Bir yandan seçim yok 2023 Haziran diyorlar ama bir yandan da bakıyoruz yaptıkları, söyledikleri her şey seçim propagandası haline gelmiş durumda.

Belli ki; mevcut iktidarın seçim bildirgesine, ben ve arkadaşlarımın işin başında olduğu, ortak aklın çalıştığı dönemin başarılarını yazacaklar.

Yapacakları fazla bir şey de yok. Ne yapsınlar? Krizlerin ortağı, küçük ortaklarının geçmişini mi yazsınlar?

Küçük ortaklarının koalisyonda olduğu dönemde, 20’den fazla bankanın battığını mı yazsınlar? Yıllık enflasyonun yüzde 70'leri geçtiğini mi yazsınlar?

O dönemde gecelik faizlerin %7500’ü bulduğunu mu yazsınlar seçim beyannamelerine?

Bizler ayrıldıktan sonra da ortak akıl kalmadı. Ehliyet, liyakat bir kenara bırakıldı.

Tek bir konuda bile artık başarı sağlayamıyorlar.

Mecburen dönüp dolaşıp eski defterleri karıştırıp ‘biz eskiden ne yapmıştık, nerede başarı sağlamıştık?’ diye milletimize anlatmaya çalışıyorlar.

Mecburen bizim iş başında olduğumuz dönemle övünmek zorunda kalıyorlar.

“Bir zamanlar başarılıydık” diye gösterdikleri tablolarla, ortak aklın hâkim olduğu dönemin başarılarıyla övünmeye çalışıyorlar.

Getirdikleri ucube sistemle, üç yıldır ülke ekonomisini tepetaklak aşağı çektiler. İşsizliği, yoksulluğu ve enflasyonu büyüttüler.

3 yıl 3 ay oldu. “Bütün yetkiyi bana verin, bütün yetki bende olsun. Bu ülkenin sorunlarını çözeceğim, enflasyonla da faizle de nasıl mücadele edilir göstereceğim” diyen Sayın Erdoğan’ın kendisi değil miydi?

Bu millet ne yaptı? Madem çok istiyorsun al bakalım bir de böyle deneyelim dedi. Bütün yetki sende görelim ne yapacağını dedi.

Ne oldu? Şu 3 yıl 3 aydır memleketin içine düştüğü durumu görmüyor musunuz?

Daha pandemi gelmeden 2019 yılı Türkiye ekonomisinin kriz arkasına kriz yaşadığı yıl oldu.

Daha pandemi gelmeden Merkez Bankası rezervleri sıfırlandı.
Daha pandemi gelmeden Merkez Bankası’nın rezervleri bitirildi, tüketildi. Daha pandemi gelmeden enflasyon rekorlar kırmaya başladı.

Bir de arkasından pandemiyle ilgili sürecin özellikle ekonomiyle ilgili sürecin kötü yönetilmesi maalesef şu anda ülkede yoksulluğun, yolsuzluğun ve üzülerek söylüyorum açlığın, hayat pahalılığının ve zenginle fakir arasındaki uçurumun en yüksek noktaya geldiği bir tabloyla bizi karşı karşıya bıraktı.

*****
Değerli arkadaşlar,

Sayın Erdoğan’a geçen hafta açık bir çağrı yapmıştım. Bu çağrımı bir kez daha tekrarlamak istiyorum.

Sayın Erdoğan,
Yeter artık, eski dönemlerin başarılarıyla övünmeyi bırakın.
Tek başına sorumlu olduğunuz şu 3 yıl 3 ayı anlatın. Ne yaptınız?
O başarıları, kendi bildiğimiz doğrulardan şaşmayarak elde ettik. Demokratik haklardan, vatandaşımızın refahından ödün vermeyerek yaptık. Özgürlükleri savunarak yaptık.
Bizden sonra bu milleti fakirleştirdiniz.
Bizden sonra bu milletin hakkını hukukunu çiğnediniz.

Artık çevrenizdekiler de belli ki etkili olamıyor. Söz geçiremiyorlar. Belki durumdan memnunlar, orasını bilmem ama bizden sonra siz bu millete gün yüzü göstermediniz.

Başarının esas mimarlarını gizleyerek, sadece kendinizi kandırırsınız. Bu milleti kandıramazsınız.

Ekonomiyi kimlerin yükselttiğini, kimlerin batırdığını herkes çok iyi biliyor.

Çarşıya pazara çıkan, evine 100,200,300 liralık alışveriş yapan tüm vatandaşlarımızın ekonominin gerçeklerinin gayet farkında.

Siz ne kadar masal anlatırsanız anlatın. Kimse inanmıyor artık.

Çünkü bir yanda masal var, bir yanda insanların yaşadıkları gerçekler var.

Bir yanda masal var, bir yanda elektrik, doğalgaz faturaları var.

Bir yanda masal var, bir yanda artan kiralar var.

Rekor seviyeye ulaşmış gıda fiyatları var. Halkımız her şeyi biliyor.

Biz zamanında bu milletin yüzünü güldüren ekibin başında olduk. O gün bugündür maalesef bu milletin yüzü gülmüyor.

Kimse alışverişe sizin gerçekleri eğip büken rakamlarınızla çıkmıyor.

Daha geçen hafta açıklanan makyajlı enflasyon rakamları bile hayat pahalılığının geldiği vahim durumu gösteriyor.

Bakın arkadaşlar,
Eylül ayındayız. Sonbahara geldik.

Soğuk havalara doğru yaklaşıyoruz. İnsanlar bu kışı nasıl geçireceklerini şimdiden kara kara düşünüyorlar.

Asgari ücretli bir aile için maaşının en az dörtte biri doğalgaza, elektriğe gidecek.

Ev kirası, mutfak alışverişi, çocuğun okul masrafı derken yine kimsenin yüzü gülmüyor.

Gerçek tablo bu.
Ancak buradan tüm halkımıza seslenmek istiyorum.

Elbette seçim gelecek ve işte ondan sonra halkımız gün yüzü görmeye başlayacak.

Akla, bilime ve güvene dayalı ekonomi politikalarıyla ülkemizi en kısa zamanda düzlüğe çıkaracağız.

Hayat pahalılığını azaltıp, işsizliği azaltıp istihdamı yükselteceğiz.

Ekonomi yönetiminin hiçbir safhasında, ipe sapa gelmez teorilere ve tezlere müsamaha göstermeyeceğiz.

Nasıl zamanında akılla bilimle hareket ederek bu ülkeyi bir başarıdan diğerine ulaştırdıysak yine akılla, bilimle, rasyonaliteyle ve en önemlisi ehliyet ve liyakat sahibi kadroyla ortak akılla ve istişareyle biz başarıları elde edeceğiz.

Halkımızın daha fazla yoksullaşmasına müsaade etmeyeceğiz.

İşte bu amaçla,

Önce ülkemizi ayağa kaldıracak sapasağlam zemini inşa edeceğiz.

Ülkemizin ayağa kalkabileceği tek zemin; tüm hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı hukuk devletidir.

İlk adımı hukukla atacağız.

Ardından, ekonomi yönetimine öngörülebilirlik kazandıracağız. Şeffaf olacağız.
Hesap verebilir olacağız.
Liyakatten şaşmayacağız.

Merkez Bankası, TÜİK, SPK, BDDK, EPDK gibi kurumların tam bağımsızlığını tesis edeceğiz.

Ekonomi yönetiminde kurumsal kapasiteyi güçlendireceğiz.

Merkez Bankası’nı siyasi baskılara göre değil; fiyat istikrarını hedefleyen, nesnel kriterlere göre karar veren bir üst yönetime kavuşturacağız.

Bütçede öngörülebilirliği ve şeffaflığı artıracağız.
İsrafı, lüksü, şatafatı ve verimsiz kamu harcamalarını sonlandıracağız.

Kural bazlı hareket edeceğiz. Uzun vadeli, istikrarı önceleyen bir ekonomi yönetimine kavuşacağız.

Kimsenin aklına eseni yapamayacağı bir sistem kuracağız.

Büyümede güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir modeli esas alacağız.

Verimliliği kalıcı bir şekilde artıracağız.

Sürdürülebilir bir büyümeyi yakalayacağız. Bir anda saman alevi gibi yanıp sonradan sönen bir büyümeyi değil.

Enflasyonu tek haneye indirip, kamu maliyesinde ve dış dengede sürdürülebilirliği sağlayacağız.

Ve kapsayıcı büyümeyi elde edeceğiz.
Yoksul ile zengin arasındaki gelir dağılımı uçurumunu yok edeceğiz. Büyümenin nimetlerinden tüm vatandaşlarımız adil bir şekilde faydalanacak. Bunlar ne yapıyor? Yüzde 21 büyüdük diyor, onunla övünüyor.

Etrafınızdaki 3-5 kişi daha zengin olduysa ülkede lüks araç satışı rekorlar kırıyorsa ama eş zamanlı olarak bu milletin tertemiz aileleri pazarın son saatlerinde yere dökülmüş sebzeleri meyveleri toplayarak ailesinin karnını doyurmaya çalışıyorsa o büyüme alın sizin olsun.

Zaten sizin büyümeniz. Milletin büyümesi değil. Bu yüzde 21 büyüme 3-5 kişinin büyümesi, toplumun büyümesi değil. Toplumun topyekûn zenginleşmesi değil.

Kısacası arkadaşlar,
Bizler; en kısa zamanda DEVA ekonomisini hayata geçireceğiz.

Çünkü Türkiye’yi içine düştüğü bu dar boğazdan kurtaracak olan model DEVA ekonomisidir.

Rahat bir nefes almamızı sağlayacak olan DEVA iktidarıdır. DEVA Partisi’nin işinin ehli ve dürüst kadroları;

Ülkemizi topyekûn zenginleştirmek, halkımızı hak ettiği refah ve mutluluğa kavuşturmak için hazır.

Biz, emaneti teslim almaya hazırız.

Hepinizi, tekrar sevgiyle selamlıyor, bugünkü toplantımızın başarılı, verimli olmasını diliyorum.

5 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Avcılar İlçe Kongresı̇ Konuşması

Avcılar İlçe Açılış

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

İstanbul il teşkilatımızın ve avcılar ilçe teşkilatımızın değerli başkanları, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Avcılarlı gönüldaşlarımız,

Bu program vesilesiyle komşu illerden, ilçelerden gelip bizlerle beraber olan kıymetli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Avcılar ilçe binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****

Dün İstanbul’a ilk adımımızı Sultanbeyli’de attık. Bugün de ayağımızın tozuyla Avcılar’a geldik.

Bu açılış vesilesiyle bizi izleyen, balkonlarından, camlarından bizim açılışımıza iştirak eden tüm komşularımızı da ayrıca selamlamak istiyorum. Sağ olun.

DEVA Partisi’ni anlatmak için,
Türkiye’nin yarınlarını sizlerle paylaşmak için geldik.
Şu iki gündür bakıyorum;
İstanbul, DEVA’ya hasretmiş. Biz mi geç kaldık, düşünüyorum.

Dün Sultanbeyli’de açılış törenimizden sonra çarşı pazar turu yaptık, vatandaşlarımızla sohbet ettik. Sağ olsun Sultanbeyli dün bizi bağrına bastı. Bugün Avcılardaydık, merkezdeydik trafiğe kapalı çarşıda dolaştık esnafımız, Avcılarda oturan vatandaşlarımız bize gönlünü açtı kucağını açtı. Gerçekten iki gündür şunu anladık ki üzerimizde büyük sorumluluk var.

İstanbul DEVA’yı bekliyor. Avcılar Sultanbeyli DEVA’yı bekliyor.

Bu vesileyle, şimdiden sözümüzü verelim. Biz kararımızı verdik;

Hem ben hem de tüm arkadaşlarım bol bol İstanbul sokaklarında olacağız artık.

Bu coşkuyu İstanbul’un her ilçesinde yaşatacağız. DEVA bayrağını her mahallede zirveye yükselteceğiz.

Değerli arkadaşlarıma ve teşkilat mensuplarına sormak istiyorum. Önümüzdeki aylarda çok yoğun bir çalışma dönemine gireceğiz.

Böyle yoğun bir çalışma dönemine hazır mıyız arkadaşlar?

İstanbul’un her sokağında demokrasi rüzgârı, atılım rüzgârı estirmeye hazır mıyız?

DEVA rüzgarını estirmeye hazır mıyız?


*****

Değerli arkadaşlar,
Biz bugün burada sadece bir ilçe binasının açılışı için toplanmadık. Niçin toplandık, biliyor musunuz?

Türkiye’nin önümüzdeki yıllarına damga vuracak bir hareketin, iktidar yürüyüşünün İstanbul adımları için toplandık.

Karamsarlığa gömülen bir ülkenin yeniden umudunu yeşertmek,

Yoksulluğa itilen bir halkı refaha kavuşturmak,

Sesi kısılan insanların sesi olmak için burada toplandık.

İşte ben bugün, burada, karşımda DEVA Partisi’nin pırıl pırıl kadrolarını görüyorum. Gözlerinizdeki heyecanı okuyorum.

Ve sizden bir söz vermenizi istiyorum:
Açılışını yaptığımız bu bina, Avcılar’da bu heyecanın ev sahibi olacak.

Bu bina, demokrasinin, atılımın, refahın, özgürlüğün adresi olacak. Söz mü arkadaşlar?
Ben sözümü aldım.
Sağ olun, var olun.

Değerli arkadaşlarım, Değerli gençler Türkiye’nin umudu bu heyecan dolu DEVA kadroları. Biz hep beraber Türkiye’nin umuduyuz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye bir yol ayrımına geldi dayandı. Dönülmez akşamın ufkundayız artık.

Nereden mi anlıyoruz?

İktidar ortaklarının seçim matematiği, secim aritmetiği, seçim mühendisliği işine başladı.

Yok “baraj yüzde 5 mi olsun”, yok “yüzde 7 mi olsun” bunun derdine düştüler. Ben daha öncede söyledim bugünde de söylüyorum.

Ne zaman ki ülkeyi yönetenler bu hesapları yapmaya başlar, ne zaman ki ülkeyi yönetenler ancak oyunun kuralını, kanunları değiştirerek tekrar iktidar olabileceklerine inanmaya başlarlar, ne zaman ki mevcut kurallarla seçimi kazanamayacaklarını anlarlar işte o zaman başlarlar bu kanunlarla oynamaya. Çok gördük bunu siyasi tarihte çok.

Kim olursa olsun hangi iktidar bu seçim matematiğine seçim mühendisliğine başladıysa halkımızın bunun çarpmasını da, bölmesini de, toplamasını da sandıkta onlara öğretti. Halkımız yine öğretir hiç endişe etmeyin. Ama diyoruz ki bunlarla uğraşmaya başladıklarına göre artık iktidarın gitme vakti geldi.

Bu iktidar yorgun, yoruldu. Bunu kendilerinin de kabul etmesi lazım. Vatandaşımız zaten bunu görüyor, anlıyor ama işi tadında bırakmayı da bilmek lazım

En kısa zamanda bu iktidarın büyük ve küçük ortaklarıyla vedalaşacağız. Onlar müsait bir yerde inecekler.
Peki, işimiz bitecek mi?
Hayır arkadaşlar, asıl işimiz o zaman başlayacak.

Bugün Avcılarda yürürken çok sayıda vatandaşımız geldi, derdini anlattı bizlerden olan beklentilerini ifade etti. Dediler ki ‘ya bir an önce şunlardan kurtulalım.’ Bu zaten olacak ama bizim asıl ondan sorasına hazırlanmamız gerekiyor. Asıl bu iktidardan sonrasına Türkiye’nin kadrolarıyla, planlarıyla, projeleriyle hazır olması lazım.

Direksiyona geçip, Türkiye’yi hızla huzura, barışa ve adalete götüreceğiz.

Biz, DEVA Partisi kadroları olarak bu sorumluluğu omzumuzda hissediyoruz.

Emin olun, her adımımızı bu sorumluluk bilinciyle atıyoruz.

Kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Gücü ele geçirenin zayıfı ezdiği, nöbetleşe zorbalığın hüküm sürdüğü bir Türkiye’ye, bir daha asla izin vermeyeceğiz.

Türkiye’yi, öfkeye teslim etmeyeceğiz.
Çünkü çok iyi biliyoruz ki;
Her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı ve her kavganın bir barışı vardır. Çünkü çok iyi biliyoruz ki;
Kutuplaşmadan, bağırış çağırıştan kimseye bir hayır gelmez.
Çünkü çok iyi biliyoruz ki,
Adaletsiz hesaplaşma huzur getirmez.
İşte biz bu lanetli yola girmeyeceğiz.
Bizim yolumuz belli. İlkelerimiz net.
Umudumuz diri. Başımız dik.
Bizim mayamızda;

Karşılıklı sevgi ve saygı var.

Bizim mayamızda; barış var huzur var. Biz kavgadan beslenen bir siyasi hareket değiliz. Biz öfkeyi hitabet sanatı olarak sunanlardan da değiliz. Biz gerçeğiz gerçek. Neysek oyuz.

Bizim hayalimizde;

Herkesin kendisini özgür ve eşit hissettiği bir Türkiye var.

Şimdi sizlere soruyorum;

Hayalimizdeki, hedefimizdeki Türkiye için mücadele etmeye var mısınız?

Demokrasi ve atılımın bayrağını göndere çekmeye var mısınız?

Emaneti teslim almaya hazır mısınız?

Evet, Avcılar hazır.

*****

Değerli arkadaşlar,

Türkiye 19 yıl sonra yepyeni bir sayfa açıyor.

19 yıldır yıpranmış, yönetme kapasitesini yitirmiş, günübirlik hesapların içinde kaybolmuş bu iktidarı, önümüzdeki ilk seçimde değiştireceğiz.

Ancak; ülkemizi intikamdan, rövanştan beslenen azgın azınlığa bırakmamakta da kararlıyız.

Bakıyoruz, neredeyse her millî bayramımızda Türkiye’nin dindar insanları adeta bir sınava çekiliyor.

Gözümüzden kaçmıyor. Biliyorsunuz;

Laiklik ilkesini yıllarca çarpıtan zihniyet, hak ve özgürlükler üzerinde kurduğu baskıyla, laiklik kavramını lekeledi.

Temel hak ve özgürlükleri kısıtlayanlar, yanlış anladıkları laiklik kavramının arkasına yıllarca saklandılar.

Şimdi görüyoruz ki aynı zihniyet, arada sırada inançlı vatandaşlarımıza da göndermeler yapıyor.

Biz bunu asla kabul etmiyoruz. Kimse kusura bakmasın;

Millî günlerimiz üzerinden, bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılmasına izin vermeyiz.

Biz bu zihniyete pabuç bırakmayız. Kimse boşuna heveslenmesin. Bu ülke, bu sığ kavgalardan çok çekti.

21. yüzyılın dünyasına yakışmayan, her seferinde ülkemize patinaj yaptıran bu kavgaları tarihin çöplüğüne atacağız.

Ve kimsenin bir başkasına büyüklük taslamasına müsaade etmeyeceğiz.

Kurucu değerlerimizin, hiçbir grubun aleyhine kullanılmasına geçit vermeyeceğiz. Bu değerler hepimizin, kimsenin tapulu mülkü değil.

Baskıya dayalı bu çağdışı bakışa dimdik hep beraber ayakta duracağız, karşı duracağız.

Türkiye’de hiç kimse kendisini üvey evlat hissetmeyecek.

Bıkmadan usanmadan tekrar edeceğiz:

Bu memleket bizim, bu memleket hepimizin diyeceğiz.

Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle “bu memleket hepimizin” diyeceğiz.

Ayrıştırmaya, ötekileştirmeye asla geçit vermeyeceğiz.
Herkes bu ülkenin eşit vatandaşı olacak.
Kimse inancından, dilinden, kimliğinden dolayı hor görülmeyecek.
Hiçbir vatandaşımız, devlet kapısının önünde korku ve endişe yaşamayacak. Devletin her kademesini, her kimlikten vatandaşımıza açacağız.

Bugün sabah alevi vatandaşlarımızın derneklerine, federasyonuna uğradık. Gayet iyi niyette dediler ki “Türkiye’de 900’den fazla kaymakam var. Bir tane alevi kaymakam olmaz mı sayın başkanım” dediler. “Bu ülke bizim ülkemiz değil mi?” dediler. Bu yanlış yönetimi ayrıştırıcı zihniyeti tarihe gömeceğiz biz.

Eşit vatandaşlık, fırsat eşitliği. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her gencimiz eğitimde fırsat eşitliğine kavuşacak. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her gencimiz işe girerken fırsat eşitliğine kavuşacak. Vatandaşlarımız, hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, hangi mezhebe mensup olurlarsa olsunlar eşit vatandaş olacaklar ve fırsat eşitliği içinde bu ülkede yaşayacaklar.

Liyakatı esas alacağız. Tek tipçi zihniyete son vereceğiz.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’nin tek bir çıkış yolu var.

Bu çıkışın adı; DEVA Partisi’nin kadrolarıyla beraber inşa edeceği hukuk devletidir.

Bu yolculukta hiç kimseyi kimliğinden ve hürriyetinden mahrum bırakmayacağız.

Hiç kimseyi kendi kimliğini saklamak mecburiyetine hissettirmeyeceğiz. Herkes kendisi olarak, birey olarak, özgür, onurlu bir vatandaş olarak “ben buradayım” diyecek. “Beka beka” diyorsanız bu ülkenin bekası böyle sağlanır. Bu ülkenin birliği beraberliği böyle korunur. Ayrıştırarak, ötekileştirilerek, toplumu bazı kesimlerini yok sayarak bu ülkeyi yönetenler bu ülkenin bekasına en çok zarar verenledir.

Bu vesileyle,

Buradan, İstanbul’dan, bir zamanlar Sayın Erdoğan’a güvenip oylarını esirgemeyen vatandaşlarımıza sesleniyorum.

Değerli kardeşlerim;

AK Parti’nin, Sayın Erdoğan’ın artık yazacak yeni bir hikayesinin kalmadığını en iyi sizler biliyorsunuz.

Bir zamanlar Sayın Erdoğan’ı destekleyenler, bir zamanlar AK Partiye gönül veren vatandaşlarımıza özellikle seslenmek istiyorum.

Ben de sizlerin tertemiz duygularınızın eksilmediğini, hiçbir zaman eksilmeyeceğini biliyorum.

Sizler bu ülkede yapılan haksızlıklara göğüs germiş insanlarsınız.
Sizler, verdiğiniz haysiyet mücadelesini zaferle taçlandırmış̧ insanlarsınız. Biliyorum;
Bir kez daha bu ülkede

Herkes için hak,
Herkes için özgürlük,
Herkes için adalet, herkes refah diye ortaya çıkacak insanların içinde yine sizler de olacaksınız.

Çünkü ben sizin haktan, hukuktan asla vazgeçmediğinizi biliyorum.

Bir zamanlar Sayın Erdoğan’a ve AK Partiye gönül vermiş vatandaşlarımızın, ülkemizde yaşanan adaletsizlikleri sineye çekmediğinizi biliyorum.

“28 Şubat karanlığını üstümüzden alsın” dediğiniz insanların, 28 Şubatçılarla beraber yol yürümesinden rahatsız olduğunuzu biliyorum.

Sizlerin, ülkemizdeki bu yoksulluğa, bu yolsuzluğa, bu yasaklara layık olmadığınızı da biliyorum.

Her köşede karşınıza çıkan israftan ve yolsuzluktan son derece rahatsızlık duyduğunuzu biliyorum.

İktidarın bu ağır yükünü sineye çekmekten usandığınızı da biliyorum.

Allah göstermesin yanlışı savunmak çok zor bir iş. Yapılan onca yanlışların, onca haksızlığın, bir zamanlar destek vermiş insanlar olarak arkasından durmanın ne kadar zor olduğunu da biliyorum.

Sizlerden, bu çaresizliğe mahkûm olmadığınızı bilmenizi istiyorum. Gelin hakkı, adaleti, huzuru herkes için hep birlikte isteyelim.

Hep beraber çalışacağız. Sadece iktidardan kurtulmak amaç değil, ondan sonrasına hazır olmamız lazım. Nasıl olsa onlar ü müsait bir yerden inecekler, biliyoruz.

Gelin yepyeni bir birliktelikle umut olalım, gelin Türkiye’ye DEVA olalım. Unutmayın;
DEVA Partisi varken kimse sizin hakkınıza göz koyamaz.
Helal tek bir lokmanızı kimse elinizden alamaz.

Çünkü DEVA Partisi herkesin can güvenliğinin, hak güvenliğinin ve mal güvenliğinin garantisidir.

Senelerce mücadele ederek kazandığımız hakların hepsinin teminatı biziz. Biz bunun garantisiyiz, bunun kefiliyiz.

Kazanmış haklardan asla tek bir gram bile eksilmesine müsaade etmeyiz. Ancak gasp edilen hakların iadesi içinde sonuna kadar çalışırız.

Unutmayın;
Kimse artık bu ülkede bir başkasına üstünlük taslayamaz.
Kimse kendi yaşam tarzını bir başkası üzerinde dayatamaz.
Çünkü artık Demokrasi ve Atılım Partisi var.
Çünkü artık DEVA partisi var.
İşte ben, bu yolda gönül gönüle yürüyeceğimize canı gönülden inanıyorum. Bu yolda beraber yürümeye var mısınız arkadaşlar?
Bu yolu beraberce yürüyecek miyiz arkadaşlar?
İnşallah. Hep beraber.

*****
Değerli arkadaşlar;
Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan bir şeyi itiraf etmişti:
İstanbul’a ihanet ettiğini söylemişti.

Ne demişti “biz İstanbul’a ihanet ettik” demişti. Bunu söyledi açık açık söyledi. 94'te Büyükşehir Belediye Başkanı oldu değil mi? Daha sonra Başbakan oldu Cumhurbaşkanı oldu ama belediye başkanlığını kimseye bırakmadı. Zannetmeyin ki o koltuktan kalktı, orada oturmaya devam etti. İstanbul’da şöyle gözünüze takılan ne kadar büyük proje varsa ne kadar dikey yapılaşma varsa hepsi bilgisi dahilinde.

Arabadan giderken camdan görüyor mu yüksek bir şey. Bilgisi dahilinde olmadan o binanın yapılması mümkün değil. Bir de diyor ki “biz yatay yapılaşmadan yanayız.” Madem öyle İstanbul’un hali ne? Şunu açıkça söyleyin ya “bu dikey yapılaşmadan büyük rant var. Bu rantın da cazibesi büyük, etrafta da bu ranttan pay alan çok insan var. Dolayısıyla çok baskı geliyor. Bu rant paylaşılıyor. Her balı tutan parmağını yalıyor. Onun için bu yüksek binadan oluşuyor.” Açık açık söyleyin. Kimi kime şikâyet ediyorsunuz? 1994, 2019 değil mi? 25 yıl 25 yıl. Hala büyükşehir belediye meclisinde AK Parti çoğunlukta biliyorsunuz ve bütün bir imar değişiklikleri mecliste yapılan işler, başka yerde yapılmıyor.

Bakın bu dikey yapılaşma bir yana, asıl İstanbul deyince değerli arkadaşlar hep depremi aklımızın hemen hemen kıyısında tutmamız lazım. Çok uzağında değil, hemen yakınında.

Çok yakın zamanda ülke genelinde çok büyük kayıplar yaşadık. Sel ve yangın felaketleriyle canlarımızı, hayvanlarımızı, ormanlarımızı, yaşam alanlarımızı kaybettik.

Maalesef afet yönetiminde verdikleri sınav, olası bir İstanbul depreminin altından kalkamayacaklarını gösterdi.

Bilim insanları senelerdir uyarıyor. İstanbul’un depreme hazırlanması için dillerinde tüy bitti.

Peki, İstanbul’u depreme hazırladılar mı?

Ülkeyi yönetenler şu İstanbul’a, Avcılar’a bakarken bir kere rant gözlüklerini çıkardı mı?

Arkadaşlar,
Biz İstanbul depremi sorununu, bir Türkiye meselesi olarak görüyoruz.

Bildiğiniz gibi, iktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde uygulamaya koyacağımız politikalarımızı açıklıyoruz.

Bu kapsamda geçtiğimiz ay Afet Eylem Planımızı açıkladık.

İstanbul’a ilişkin bir projemizi de ortaya koyduk.
İstanbul için kanal manal değil, “Hayat İstanbul” projesini hazırlıyoruz.

İstanbul’da kentsel yenilenmeyi, deprem ve sel gibi afet risklerini bertaraf etmek üzere “Hayat İstanbul” projesini uygulamayı planlıyoruz.

Peki, bunu nasıl yapacağız?

Kentsel yenilenme faaliyetlerinde şeffaflık, hesap verebilirlik, tarafsızlık, bilimsellik, verimlilik ve çevreye uyum ilkelerini baz alacağız.

Kentsel yenilenmede afet tehlikesi, nüfus ve finansal gereksinim ölçülerini esas alacağız.

Ve en önemlisi; uygun şehir planlama, mühendislik ve finans imkanlarını İstanbul’a sağlayacağız.

Çünkü biz, güvenli konutta yaşama hakkını, temel bir insan hakkı olarak görüyoruz.

Hep söylüyorum; bizim çözüm önerilerimiz hazır.
Biz alışıldık muhalefet partileri gibi şikâyet eden siyaset yapmıyoruz. Neyin, nasıl, ne kadar sürede yapılacağına kadar çalışıyoruz.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 ve 360 günlerindeki acil eylem planlarımızı satır satır hesaplıyoruz. Ve bunların hepsinin bütçesini hesap ediyoruz. Açıkladığımı her adımın hesabını kitabını yapıyoruz. Bütçeye sığacağından emin olduğumuz şeyleri açıklıyoruz. Yarın yüz yüze bakacağız. “Bugün söyledik geçti” bunu söyleyemeyiz. Biz diyemeyiz başkaları söyleyebilir.

Çünkü değerli arkadaşlar, bu ülkenin kaybedecek bir dakikası bile yok.

İşte bu yüzden DEVA Partisi, ülkemizin yarınları için, özgürlük için, zenginlik için, demokrasi için, atılım için hazır.

*****

Dürüst ve ehil kadrolar işbaşına gelmedikçe bu ülkenin sorunlarının çözülmesi asla mümkün olmadı, olmaz, olmayacak. Onun için ise “kadro kadro kadro” diyoruz. Bakın yanlış kadrolar elinde ülke ne hale düşüyor, ülkenin başına neler geliyor görüyoruz ya yaşıyoruz. Şu anda Türkiye de makyajlanmış, üstü örtülmüş, ayarlanmış enflasyon rakamı, devletin açıkladığı rakam ile yüzde 19 geçti. Şuradan girelim sırayla şu dükkân sahiplerine soralım “aldığınız sattığınız malı geçen sene kaça alıyordunuz, bu sene kaça alıp satıyorsunuz?” diye. Zamlar en az yüzde 30,40,50. Yüzde 100. TÜİK açıklıyor yüzde 19 ama TÜIK'in açıkladığı 19 bile çok yüksek bir rakam. Bakın hepsini biliyoruz, rakamların doğru olmadığını biliyoruz ama minare kılıfa sığmadığı için, mızrak çuvala girmediği için onu açıklamak zorunda kalıyorlar. Tek rakam açıkladılar herhalde iyice komik duruma düşecekler.

Biz ne yaptık? Biz 34 yıl boyunca iki hane olan, 3 hane olan enflasyonu aldık 2 yılda tek haneye girdik. 2003, 2004 iki yılda. Ve paradan altı sıfır attık. İki yılda bunu yaptık, yapamazsınız diyorlardı, beceremezsiniz diyorlardı.

Bu yüksek faizlerle borçların ödenmesi çok zor, çok zor. Dengeler bozuldu. Ekonominin bütün dengeleri bozuldu.

Bakın şu anda resmi enflasyon TÜFE'de yüzde 19, ÜFE'de resmi enflasyon yüzde 45. Üretici fiyatlarında aradaki rakam, ÜFE ile TÜFE arasındaki fark tam yüzde 26. Hiçbir zaman bu kadar yükselmişti. Maliyetler artıyor ama esnafımız o artan maliyetleri fiyatlarına tam yansıtamıyor, vatandaş alamıyor. Çiftçimizin karı düştü hatta zarara geçti. Esnafımızın karı düştü, zarara geçti. Bu yüksek enflasyon tamamen kötü yönetimin sonucu.

Faizler, Merkez Bankası'nın politika faizi yüzde 19. Avrupa'nın en yüksek, dünyadaki 7 yüksek faizden bahsediyoruz. Dünyadaki 7 yüksek faiz. Bizim dönemimizde devletin faiz ödemesi bütçede 50 milyar civarındaydı arkadaşla. Ne zaman ki taraflı partili cumhurbaşkanı göreve başladı, Ne zaman ki akraba Bakan’ı yanına aldı, el ele verdiler ve bu yıl faiz ödemesi tam 180 milyar lira. Yeni parayla. 50 milyardan çıktı 180 milyara. Eski parayla 180 katrilyon.

Sadece bütçeden faize ödenen parayla tam 5 bin tane yangın söndürme uçağı alınıyor. Rakamın büyüklüğüne ölçü olsun diye söylüyorum.

Bakın, tanesi 200 bin liradan -ki ayağınızı yerden kesecek sıfır bir araba 200 bin liraya alınıyor, iyi ya da kötü- faize ödenen parayla tam 800 bin tane otomobil alabiliyorsunuz.

Rakama bakın rakama.

Bir zamanlar Merkez Bankası’nın faizi yüzde 6-7 iken o dönemin pırıl pırıl ekonomi bürokratlarını ‘vatan hainliğiyle’ suçlayan Sayın Erdoğan değil miydi?

Onlara ‘Faizci’ diyen Sayın Erdoğan değil miydi?

Peki, yüzde 6-7 faiz ödenirken bürokratları vatan hainliğiyle suçladı da bugün faizi yüzde 19’da tutanlara ne demeli?

Bu faizi yüzde 19’da tutan kim? Elini tutan mı var ya?

Merkez Bankası başkanlarının biri gidiyor, biri geliyor. Kendisi demedi mi ‘Laf dinlemiyor, değiştirdim’ dedi.

Laf dinleyeni koydun oraya.

Demek ki laf dinleyen Merkez Bankası başkanı faizi yüzde 19’da tutuyor. Niye indirmiyor?

Sayın Erdoğan’a sormak istiyorum:

Niye faiz yüzde 19? Niye düşürmüyorsun? Niye düşüremiyorsun? Bunu bir çık anlat.

“Yüksek faiz vatanı satmaktır” diyordun, hepsi kayıtlarda. Yüzde 6-7 faiz vatanı satmaksa, yüzde 19 faizin bir tanımını yapmak lazım. Bu nedir?

Ya da niye yüzde 19’da tutmak zorunda olduğunu çık bir izah et memlekete. Bu milletin hakkı bunu bilmek.

Ödediğiniz vergilerden, yaktığınız elektrikten, doğal gazdan, bütün alışverişinizden ödediğiniz vergiler faize gidiyor, faize. 180 milyar; 180 katrilyon faize gidiyor.

“Bu niye böyle Sayın Cumhurbaşkanı? Niye yüzde 19, niye düşmüyor bu faiz?” diye sormak sizin hakkınız.

Onun da sorumluluğu.

Tek yetkili olmayı çok istedi. “Bütün yetkiyi bana verin faiz de enflasyon da nasıl düşürülür, ben göstereceğim” dedi.

2018’in haziranında tek yetkiyi aldı; üç yıl üç ay oldu. Niye düşmüyor bu faizler?

Ne zaman ekonomiden bahsetse bizim dönemin başarılarını anlatıyor. Ya onları biz yaptık.

Diyor ki “Ben başındaydım ya”. Başındaysan, şimdi yap. Gene yap. Elini tutan mı var? Haydi, yap.

Biz iki yılda 34 yıllık iki-üç haneli enflasyonu almışız tek haneye indirmişiz. Paradan altı sıfırı atmışız. Biz bunu yapmışız.

Ama biz işin başındaydık. Karıştırtmadık. Yanlış talimatları asla yerine getirmedik. Doğru bildiğimizden şaşmadık; onun için bu ülke başarılı oldu.

Yok, “Ben başardım” diyorsa gelsin yapsın. Düzeltsin ekonomiyi. “Ekonomistim, benim alanım ekonomi” diyor. Düzeltsin o zaman.

Bilmiyor.

Değerli arkadaşlarım,

Bu işin özünde güven var, güven. Güveni sağlayamazsanız asla mümkün değil. Önce güveni sağlayacaksınız, arkasından ekonomi çabuk düzelir.

Güven oluşturmayan, güvenilmeyen bir hükûmet bu ülkenin sorunlarını çözemez. Ekonomiyi de asla ayağa kaldıramaz.

Değerli arkadaşlarım,

Avcılar.

Artık binamızın resmî açılışını yapıyoruz. Bundan sonra çok çalışacağız.

Hiçbir haftamız, hiçbir günümüz, hiçbir saatimiz boş kalmayacak.

Gezilmedik sokak bırakmayacağız, söz mü?

Çalınmadık kapı kalmayacak, söz mü?

Uğranmadık, hali hatırı sorulmadık esnafımız kalmayacak, söz mü?

Çayı içilmedik muhtarımız kalmayacak, söz mü?

Ziyaret edilmedik sivil toplum kuruluşumuz, meslek kuruluşumuz, hemşehri derneğimiz kalmayacak, söz mü?

Tamam.
Demokrasi ve Atılım Partisi burada ve hazır. Hepinizi tekrar muhabbetle selamlıyorum.

Yolunuz açık olsun.

Ülkemizin güzel, onurlu insanları için hep beraber çalışalım.

Sağ olun, var olun.

*****

4 Eylül 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Sultanbeyli İlçe Kongresı̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN SULTANBEYLİ İLÇE HİZMET BİNASI AÇILIŞ KONUŞMASI

Merhaba İstanbul! Necip Fazıl’ın,

“Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur” diye sevgisini anlattığı...

Yahya Kemal’in,
“Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” dediği aziz İstanbul. Merhaba Evliyalar Şehri.
Merhaba Sultanbeyli.

*****
Bugün burada İstanbul’daki il adımımızı sizlerle beraber atıyoruz. Sultanbeyli ilçe teşkilatımızın hizmet binasının açılışı vesilesiyle buradayız. İstanbul’u karış karış gezmeye buradan, Sultanbeyli’den başlıyoruz.
Yolun başında sizlere, yol arkadaşlarıma sormak isterim:
Demokrasi için hazır mıyız?
Atılım için hazır mıyız?
İstanbul için ilk adımı atmaya hazır mıyız?
Evet, Sultanbeyli’nin devası hazır!

*****
Değerli arkadaşlar,

Görüyorum. DEVA Partisi’nin pırıl pırıl kadroları olarak heyecan dolu gözlerle karşımda duruyorsunuz.

Şimdi soruyorum sizlere:

İstanbul’da girilmeyen sokak bırakmayacağız! Var mısınız?

Çalınmayan kapı bırakmayacağız! Var mısınız?

Dinlenmeyen dert, anlatılmayan deva bırakmayacağız! Var mısınız?

Ben sözümü aldım. Genel Merkez olarak sözümüzü aldık.

Sağ olun.

Var olun.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İşte İstanbul’da ilk saha çalışmamızı yaptığımız bu tarihi günde aramızda bulunan herkesi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Açılış törenimize hoş geldiniz diyorum.
Genel Merkezimiz adına da İstanbul’a “hoş bulduk” diyorum.

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarında bizi izleyen tüm vatandaşlarımızı da muhabbetle selamlıyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Partimizin kurulduğu ilk günden beri yoğun bir teşkilatlanma döneminden geçiyoruz.

Bu sayede;

Ülkemizi karış karış gezdik, geziyoruz.
İşçiye, memura, emekliye, esnafa, çiftçiye, gençlere, kadınlara kulak verdik.

Doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle tüm Anadolu’nun, Trakya’nın dertlerini can kulağıyla dinledik.

Sadece dinlemekle yetinmedik. DEVA iktidarındaki çözüm önerilerimizi her yerde anlattık.

Bütün bu programlarımızda, saha çalışmalarımızda ne gördük, biliyor musunuz?

Türkiye’nin huzura ihtiyacı var.
Türkiye’nin refaha, zenginliğe ihtiyacı var.
Belki de en önemlisi Türkiye’nin adalete ihtiyacı var, adalete. Türkiye’nin demokrasiye ihtiyacı var. Türkiye, demokrasiye susadı. Türkiye’nin atılıma ihtiyacı var.

Kısacası, Türkiye’nin DEVA Partisi’ne ihtiyacı var.

Biliyorsunuz, rekor bir sürede seçime girmeye hak kazandık. Hem de bunu öyle dolaylı yollardan değil; organik yollardan, teşkilatlanma yoluyla hakkı kazandık.

Şu anda seçimlere girmeye hak kazanmış yaklaşık 20 tane siyasi parti var. Ve bunlardan birisi de çok şükür DEVA Partisi.

Hızlı bir şekilde, damla damla ülkenin dört bir köşesine yayıldık, yayılıyoruz.

Hani sandık günü geldiğinde önümüze konulacak olan oy pusulaları var ya; biz oraya DEVA Partisi’nin adını ve damlasını yazdırdık.

Şimdi artık sıra İstanbul’da.

O pusulada, DEVA Partisi’nin altına “evet” mührünü vurma, vurdurma görevi de hepimizin görevi.

Biliyorsunuz, son günlerde bir de bu baraj meselesini gündeme getirdiler.

20 yıldır iktidarsınız aklınıza bugün mü geldi demokrasi? Aklınıza bugün mü geldi katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi?

Şimdi barajı 7’ye mi indirelim, 5’e mi indirelim diyorlar. Yok 7 olsun diyorlar. Hep hesap.

İster yüzde 5 yapsınlar, ister yüzde 7 yapsınlar, DEVA damlalarının karşısında hiçbir baraj duramayacak. O barajları biz yıkacağız. Hiç uğraşmasınlar.

Siyaseti bir hesap alanı zannediyorlar. Böyle hesapla, kitapla mühendislikle bir sonraki seçimi hâlâ kazanabilmenin derdindeler.

Siyaset bir mühendislik alanı değildir. Siyaset bir gönül alanıdır, gönül. Siz gönülleri kazanın ondan sonra seçimi zaten kazanırsınız.

Bizim DEVA Partisi olarak; mühendislikle, hesapla kitapla siyaset için işimiz yok.

Biz hesabı kitabı ekonomide yaparız onu herkesten iyi yaparız.

Ama ‘Mevcut kanunla seçimi galiba kazanamayacağız’ deyip de rakamlarla oynayıp barajla, seçimle bölgesiyle falan oynayıp acaba seçimi kazanabilir miyiz derdine düştü bu iktidar.

Tarihimizde çok örneği var çok. Hangi iktidar olursa olsun. Oyunun kurallarını değiştirmeye başladığı zaman, seçim kanunlarını değiştirerek tekrar seçilebilme hesabını yapmaya başladığı zaman artık o iktidarın gitme zamanı gelmiştir.

Hiç boşa uğraşmasınlar. Yolun sonu göründü artık.

*****

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi bir kadro hareketidir, kadro.

DEVA kadrolarına bakan vatandaşlarımız, DEVA kadrolarının gözlerinde o pırıl pırıl ışıldayan gözlerde, sizlerin gözlerinizde o umudu görmesi lazım.

Biz tek başımıza bütün Türkiye’ye yetişemeyiz. Genel Merkezimiz yaklaşık 100 kadar arkadaşımız, kurucu, genel merkez yönetim kurulu üyesi, başdanışmanımız bütün Türkiye’ye yetişemezler.

Ama işte bu DEVA teşkilatı, bu kadrolar bütün Türkiye’ye yetişecek. Ve DEVA kadroları hep beraber Türkiye’nin umudu olacak. Biz bunun için çalışıyoruz, bunun için yola çıktık.

Biliyorsunuz, mevcut iktidar artık bir hayal aleminde yaşıyor. Gerçeklerden koptular, toplumdan koptular.

Son birkaç haftadır ne diyorlar? “Ekonomimiz şahlandı diyorlar”.

Yahu bu şahlanan ekonomiyi hükümet görüyor da bizim vatandaşlarımız niye görmüyor?

Gençlerimiz görüyor mu?

Emeklilerimiz görüyor mu şahlanan ekonomiyi?

Çiftçimiz görüyor mu?

Esnafımız görüyor mu?

Demek ki bunlar hayal görüyor.

Bizim vatandaşımız ekonomideki şahlanmayı görmüyorsa sadece hükûmet görüyorsa bunların gördüğü bir hayal.

Saraydan bakınca zaten her şey güllük gülistanlık. Oradan bakınca dert yok.

Geçen hafta Ankara’da Perdeciler Çarşısı’na girdik. Perdeci kardeşimiz diyor ki “Geçen sene 5 bin liraya perde yaptığım bir eve bugün 10 bin liraya yapıyorum. Fiyat söylemeye utanıyorum” diyor. Ama diyor, “Saraydakilerin bundan haberi yok”.

Ben de dedim ki sarayda oturanlar kendi ellerini cebine atıp da ödeyerek perde falan yaptırmıyorlar ki. Nerden bilsinler perdenin fiyatlarını?

Ekonominin şahlandığını söyleyenler kimler?

Biz ekonomi yönetiminden ayrıldıktan sonra, büyüme hızını yarıdan aşağıya düşürenler bunu söylüyor.

Bunu kimler diyor?

Hiç sıkılmadan, yüzü kızarmadan bizim iş başında olduğumuz dönemin başarılarıyla övünüp duranlar, bugün “Ekonomi şahlandı” diyor.

Ben buradan Sayın Cumhurbaşkanına seslenmek istiyorum.
Sayın Erdoğan, yeter gerçekten artık yeter.
Benim ve arkadaşlarımın zamanında elde ettiği başarılarla övünmeyi bırakın. Biz yaptık onları biz. Hem de çoğu zaman size rağmen yaptık.
İşte tablo ortada. Tablo çarşıda, pazarda. Hadi yeniden yapın.
Bizden sonra bu milleti fakirleştirdiniz.
Bizden sonra bu milletin hakkını hukukunu çiğnediniz.
Bizden sonra bu millete gün yüzü göstermediniz.
O yüzden artık yeter, bizim başarılarımızla övünmeyi bırakın.
Sayın Cumhurbaşkanına sesleniyorum.
Eğer “Ben yaptım, ben başardım” diyorsanız, hadi tekrar başarın da görelim.

3 yıl oldu ya, 3 yıl. Bakın, bu kardeşiniz ekonominin başına geçtiğinde enflasyon %29’du. Bugünkü gibi makyajlanmış enflasyon değil, gerçek enflasyon.

Tam 2 yılda bunu aldık; tek haneye indirdik, paradan da altı sıfır attık. 2 yılda yaptık bunu.

Ben soruyorum Sayın Erdoğan’a, niye bugün yapamıyorsunuz? Elinizi tutan mı var?

Bütün yetkiyi tek elinizde toplayan siz değil misiniz?

2017’de de referandumda, ‘Evet’ kampanyasında, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gelecek, bu ülkenin sorunları çözülecek” diyen siz değil misiniz?

O günkü Bakanlarınıza açıklama yaptıran, “Başkanlık sistemi gelecek, milli gelir 30 bin dolara çıkacak, 60 bin dolara çıkacak” diyen siz değil misiniz?

2017’de referandum yapıldı. 2018’de ilk defa taraflı partili Cumhurbaşkanı 2018’in Haziran’ında iş başına geldi.

Bakın, geldik 2021 Eylül’e. 3 yıl 3 ay olmuş.
3 yıl 3 ay sonra niçin siz Avrupa’nın en yüksek faizini uyguluyorsunuz?

Niçin bizim dönemimizde s50 milyar lira civarında seyreden devletin faiz ödemesi tam 180 milyar liraya çıktı?

Hani siz faize karşı değil miydiniz?

“Bu kardeşinize yetkiyi verin, faizle de enflasyonla da nasıl mücadele edilir görün” diyen siz değil miydiniz?

Ne oldu? 3 yıl 3 aydır yetki elinizde. Hem de tek başınıza yetkilisiniz.

Zamanında Merkez Bankası’nın faizi %6-7’yken o dönemin bürokratlarına vatan haini diyen siz değil miydiniz?

Ben şimdi soruyorum. Bugün Merkez Bankası’nın faizi %19.

%6-7 faiz eğer vatana ihanetse %19 faizi nasıl tanımlayacaksınız? Buna bir isim koymak lazım değil mi?

Bakın, bu ifadeyi kullanan ben değilim. Sayın Cumhurbaşkanı defalarca kürsü konuşmalarında bunu söyledi.

Faizler %6-7’yken “Bu faiz yüksek” dedi. “Bu vatanı satmaktır” dedi. Bu ifadeler kendi ifadeleri ve hepsi kayıtlarda.

Peki, bugünkü %19 faiz ne oluyor o zaman?

Niye düşürmüyorsunuz?

Merkez Bankası Başkanı talimatınızı yerine getirmiyorsa değiştirin. Dört defa değiştirdiniz değil mi? Hatta ne dedi değiştirirken “Laf dinlemiyor, onun için değiştirdim” dedi. Dördüncüsü bu. Bu da mı laf dinlemiyor acaba?

Şöyle bir yöntem de var, ben öneriyorum. Sayın Erdoğan ne yaptı? Varlık Fonu’nu kurdu değil mi?

Şu anda 65 milyar lira borca batan Varlık Fonu’ndan bahsediyoruz.

Varlık Fonu’nu kurdu, başına da kendisini atadı. Kararnameyi görünce biz şaşırdık, ilk defa devlette böyle bir şey oldu.

“Ben, Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı Varlık Fonu Başkanı olarak atadım” diyor.

Tamam böyle bir şey de oldu. Merkez Bankası’nda da bu mümkün. Bu da lafınızı dinlemiyorsa hemen bu gece kararnameyle; gece 2’de 3’te çıkıyor ya gece yarısı kararnameleri, atayın kendinizi, faizi yarın düşürün.

Niye bu millete bu bedeli ödetiyorsunuz? 180 milyar lira bu senenin bütçe ödemesi arkadaşlar. Bütçedeki faiz ödemesi 180 milyar lira. Yeni parayla ha eski parayla 180 katrilyon.

Bu parayla ne alınabiliyor biliyor musunuz? 5 bin tane yangın söndürme uçağı alınıyor. En ucuz otomobil bugün kaça? 150-200 bine alınır mı? Ayağınız yerden keser mi? Keser.

Faize ödenen parayla tam 800 bin tane otomobil alabiliyorsunuz. 800 bin tane sıfır otomobil. Zaten Türkiye’de satılan yıllık otomobil sayısı o kadar. Bir yılda ne kadar araba satılıyorsa tamamını devlet olarak alabiliyorsunuz. Paraya bakın ya?

Ne oldu sizin faiz karşıtlığınız?

Zamanın tertemiz bürokratlarını faizcilikle suçlarken, faizlerin yüzde 6-7 olduğu dönemde devletin sadece 50 milyarlık faiz bütçesi olduğu dönemde siz onlara faizci diyorsunuz, faizcilikle suçluyorsunuz. Peki, %19 faiz, 180 milyar lira faiz ödemesi ne oluyor?

50 milyar faiz ödemesi faizcilik oluyor da 180 milyarlık faiz ödemesi ne oluyor? Bunun adını bir koymak lazım herhalde.

Bizim bu sorularımızdan kaçamazsınız. Çünkü verecek bir cevabınız yok.

Değerli arkadaşlar,

Bu iktidar artık yorgun bir iktidar. Ve üstelik bilmiyor. Fakat sorun şu ki; bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor. Bilenlerle çalışmıyor.

Hangi konu olursa olsun, hangi alan olursa olsun. O alanda başarıyı elde etmek sadece ve sadece dürüst ve ehil kadrolarla mümkün.

Yani göreve getirdiğiniz insanlar hem dürüst hem de işin ehli insanlar olması lazım. Yoksa başarılı olamazsınız.

“Her şeyi ben biliyorum, bütün yetki bizde olsun; ben yaparım, benim alanım ekonomi” demiyor mu? “Ben ekonomistim” demedi mi? Dedi.

3 yıl 3 ay oldu. Hadi düzelt şu ekonomiyi. Neyi bekliyorsun, kimi bekliyorsun? Değerli arkadaşlarım,
Onların akılları fikirleri rakamları eğip bükmekte.
Rakamlarla oynayabilirler ama gerçekleri asla değiştiremezler.

Gerçek nerede? Gerçek işte burada, bu meydanda.

Hakikatin sesi bugün Sultanbeyli’nde, yarın Avcılar’da.

Bunlar “%21 ekonomiyi büyüttük” diyorlar değil mi?

%21 büyüme ne?

Geçen senenin nisan, mayıs, haziran ayına bakıyorlar, bu senenin nisan, mayıs, haziran ayına bakıyorlar ve ekonomik aktivite %20 arttı diyorlar.

Geçen sene nisan, mayıs, haziranda her yer kapalıydı ya. Fabrikalar kapalıydı, dükkanlar kapalıydı. Sokağa çıkma yasağı vardı.

Kapanan bir ülke bu yıl nisan, mayıs, haziranda biraz açıldı. Açılınca tabii ki ekonomik aktivite artacak.

%20 civarında büyümeyi İngiltere’de yaptı. Meksika’da yaptı. İsveç’te yaptı. İspanya’da yaptı.

%20 büyüdük diye övünüyorlar da bu büyüme öyle halkın cebine yansıyan bir büyüme değil.

Şimdi soruyorum sizlere arkadaşlar,

Kendi hanenizin ekonomisi büyüdü mü?

Ekonomide büyüme var mı? Yok.

Cüzdan da büyüme var mı? Yok.

Çarşıya, pazara, markete gittiğinizde, alışverişinizi daha rahat yapabiliyor musunuz?

Büyüyen hangi ekonomi ya?
Bakın, daha dün enflasyon rakamlarını açıkladılar.
Açıklanan rakam TÜFE’de %19’un üzerinde, ÜFE’de de %45’’in üzerinde.

Biliyorsunuz, ben Ankaralıyım. Bizim Ankara’da, Eskişehir yoluna çıkmadan evvel yolun sağında bir kurum var.

Bu binanın adı TÜİK, nam-ı diğer “Rakamları ayarlama enstitüsü”.

Bu kurum biliyorsunuz, bir güven abidesi oldu. Zamanında onca emek harcadığımız, özel kanun çıkarttığımız, tam bağımsız yaptığımız TÜİK, bugün maalesef güven noktasında bambaşka yere geldi.

Herkes ne diyor? “TÜİK ne açıklıyorsa, doğrusu onun iki üç kat fazlasıdır” diyor.

TÜİK rakam açıklayınca vatandaş bazen 2 ile çarpıyor bazen 3 ile çarpıyor. Vatandaşlarımız baya çarpma uzmanı, matematik uzmanı oldu. Çarpa, çarpa, çarpa...

Enflasyon açıklıyorlarsa 2 ile çarp 3 ile çarp. Maalesef o kurum bu hale geldi.

Çünkü herkes biliyor ki, rakamları makyajlayıp makyajlayıp yayınlıyorlar.

TÜFE’yi %19 açıkladılar. Ben esnafa gittiğim her il ve ilçede soruyorum. Bir yıllık enflasyon ne diyorum. Alıp sattığın mal diyorum. Çeşidine göre %30 diyen var, 40 diyen var, 50 diyen var, ikiye katladı diyen var. İthal ürünse çarpı 2, 2 buçuk. Gerçek enflasyon bu.

Üretici fiyatlarını da %45 diye açıkladılar. Makyajla sakla ama artık minare kılıfa sığmıyor. Üretim maliyetleri o kadar arttı ki %45’lik de bir üretim fiyat endeksindeki artışı açıkladılar.

Bu şu demek: Maliyetler arttı ama bu artan maliyet henüz satış fiyatlarına, tüketici fiyatlarına yansıtılamadı. %45 maliyet artmış, tüketici fiyatına bunun sadece %19’u yansımış. Aradaki fark %26.

Tarihte hiçbir zaman bu kadar büyük fark oluşmamıştı. Bu ne demek? Maliyetler hızla artıyor ama vatandaşın satın alma gücü artmıyor. Bütün açıklığıyla ortada.

Üstünde oynanmış bu rakamlar bile, üretici ile tüketici enflasyonu arasındaki farkın tarihi rekor kırdığını gösteriyor.

Ve değerli arkadaşlar,

Önümüzdeki aylarda bu hayat pahalılığı maalesef devam edecek.

Maliyetlerin arttığını görüyoruz ama vatandaş alamadığı için çiftçimiz eziliyor, esnafımız eziliyor.

Esnafımız, “Benim alış maliyetim %50 arttı ama satarken bunun ancak %25,30,35’ini vatandaşa yansıtabiliyorum” diyor.

Çiftçimizin durumu aynı. Tarımsal üretim maliyetleri arttı ama vatandaşımızın satın alım gücü o kadar artmadığı için ürün fiyatları o kadar artamadı.
Peki arkadaşlar, siz enflasyonu kaç hissediyorsunuz?

Yüzde 30? Yüzde 40? Yüzde 50?

Hatta bazı ürünlerde yüzde 100.

Bakın, gerçekler burada. TÜİK ne açıklarsa açıklasın. Çünkü buradaki herkes kendi cebinden alışveriş ediyor.

Ülkeyi yönetenler artık çarşıya, pazara çıkmıyor. Evine alışveriş diye bir şey yok. Onun için bilmiyor. Vatandaştan koptular.

Sayın Erdoğan,

Bu sese bir kulak verin.

Gelin gerçek enflasyonu buradan öğrenin. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. 10 tane dükkâna girin sorun, 5 tane pazarcı esnafına sorun. Gerçek enflasyonu oradan anlayın. Bunu saklayamazsınız.

Gerçekler TÜİK’in makyaj odasında değil. Gerçekler işte burada. Kimse sizin talimatınızla çalışan kurumlara güvenmiyor.

Siz bırakın yatırımcıları, daha kendi vatandaşımız ekonomi yönetimine güvenmiyor.

Şatafatlı hayattan, fildişi kulelerinden çıkın da sokağın enflasyonunu bir görün.

*****
Değerli arkadaşlar,

Dün enflasyon rakamları açıklandığında ilk aklıma ne geldi, biliyor musunuz? Eğitim masrafları.

Biliyorsunuz, bu hafta yüz yüze eğitim nihayet başlıyor. Ve çocuklarımız bu hafta okullarına dönüyorlar.

Bizler de DEVA Partisi olarak bir hafta boyunca yurdun her köşesinde eğitim için sahada olacağız.

Okullarda, öğretmenlerimizle, velilerle, öğrencilerle buluşacağız.

Kırtasiye, servis, kantin esnafıyla bir arada olacağız. Köy okullarından, eğitim sendikalarına varana dek kapı kapı dolaşacağız.

Ama gönül isterdi ki, “okula dönüş”ü, neşeyle, şenlikle, bir şölen havasında karşılasaydık.

Çocuklarımız bunca zaman evlerinde bunalmışken hem onların hem de ailelerinin yüzünü gülmüyor. Ailelerin yüzünü güldürecek adımlar atılsaydı keşke diyoruz.

Ancak aileler, çocuklarını okula gönderirken kara kara düşünüyor.

Bir çocuğu okula yazdırmanın, bir okul çantasını doldurmanın masrafı aldı başını gitti.

Anne babalar, bu yükselen fiyatların, bu ağır masrafın yükünü nasıl karşılayacağım diyor.

Soruyorum şimdi Allah aşkına, bu şartlarda anne babalar geceleri yastığa başını rahatça koyabilir mi?

Daha dün enflasyon rakamlarında gördük; gıdadaki artış ortalama enflasyonun da çok üstünde.

Bir yandan insanların satın alma gücü düşüyor, bir yandan da işsizlik yüksek seyrediyor.

Hâl böyleyken insanlar ne yaptı?

Üst baş alışverişinden, yemeden içmeden tasarruf etti, çocuğunun okuluna para ayırmak zorunda kaldı.

Şimdi kayıt parası, kırtasiye, servis, yemekhane derken masraflar derken ailelerin bütçeleri çok zorlanıyor.

Bakın, bir okul çantasını doldurmanın maliyeti bugün 300 liradan başlıyor, 2 bin liraya kadar çıkıyor. Rakama bakın.

En ucuz kalem bile 2-3 lira olmuş. Tek bir kalem.

Enflasyon artmaya devam ediyor.

Doğalgaz, elektrik faturası artıyor. Doğalgaza zam yaptılar, bu doğalgazdaki artış hemen elektriğe yansıyacak çünkü Türkiye’deki doğalgazın önemli bir kısmı elektrik üretiminde kullanılıyor. Elektrik üretiminin temel girdisi doğalgaz. Doğalgaz maliyeti artınca elektrik illaki artacak.

İstanbul’da kiralar aldı başını gidiyor.

Üstelik, her geçen gün daha fazla insan işsiz kalıyor.

Şimdi buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum;

Yaşadığınız o şatafatlı hayattan, bu tabloyu görebiliyor musunuz?

Ailelerin eğitim masraflarını nasıl karşılayacaklarını hiç düşünüyor musunuz?

Sizin hani “Markete giderken çocuklarınızı götürmeyin” diye manşet atan bir gazeteniz vardı.

Manşet attılar gazeteye. Vatandaşa hayat pahalılığına karşı ne yapması gerektiğine dair sözüm ona akıl veriyor. Kendi gazeteleri manşet atıyor.

“Gıda alışverişine giderken çocuğunuzu götürmeyin” Niye? Çocuk bir şey görür, imrenir daha fazla masraf ettirir diye. Devlet yönetiminden anladığınız bu mu?

Şimdi ben bugünlerde bekliyorum ya Sayın Erdoğan çıkıp söyleyebilir ya da gazetesine manşet attırabilir “Kırtasiyeye giderken çocukları götürmeyin” mi diyeceksiniz? Gerçekten yazık.

Sayın Erdoğan,
Bu millet yıllardır sizin kötü ekonomi yönetiminizin bedelini ödüyor.

Etrafınızdaki üç beş zengin parasına para katarken, vatandaşın halini görmüyorsunuz.

O üç beş kişi zenginleştikçe zannediyorsunuz ki ülke zenginleşiyor. Ülke zenginleşmiyor.

Her türlü gelir göstergesi ülkenin fakirleştiğini gösteriyor. Gelir dağılımının bozulduğunu gösteriyor. Zenginle fakir arasındaki uçurumun arttığını gösteriyor .

TÜİK’in kendi rakamına bakın. Sadece 1 yılda, en zengin %5 ile en fakir %5 arasındaki gelir farkı 22 kattan 26 kata çıkmış.

Bu mu ekonomi yönetimi? Bu TÜİK’in makyajlanmış rakamı, sadece oraya bakarak söylüyorum.

Minareyi kılıfa sığdıramıyorlar, TÜİK bunu bir şekilde ortaya koymak zorunda kalıyor. Gerçek rakamların ne olduğunu hala bilmiyoruz.

Esnaf bize gittiğimiz her yerde sizi şikâyet ediyor.
Pandemi döneminde iş yapamayan kırtasiyeciye soruyorum; “Satış yok, borcumuzu ödeyemiyoruz” diyor.

“Döviz yükselince, kâğıdın, plastiğin, lojistiğin fiyatı artınca her şeyin fiyatı artıyor” diyor.

En çok zam gelen ürünlerden bir tanesi de kırtasiye. Sayın Erdoğan’a sesleniyorum.

Bırakın, bizim dönemimizdeki başarıları anlatmayı. Herkes biliyor zaten ekonomiyi kimin dibe vurdurduğunu, kimin şahlandırdığını.

Siz paramızı nasıl pul ettiniz. Döviz kurunun tarihi yüksek seviyelerde dolaşıyor. Bunu herkes görüyor.

Siz anne babalara yaşattığınız bu uykusuz gecelerin, bu korkuların cevabını verin.

*****
Değerli arkadaşlar,

Okul açılıyor ama sorun sadece işin ekonomi, bütçe boyutu değil. Bir de bu yıl sağlık boyutu var.

Bu ülke iktidarın deneme tahtası değil, öğrencilerimiz de kobay değil. Vaka sayılarındaki artışın yeniden tırmandığı bir dönemde okullar yeniden açılıyor.

Biz DEVA Partisi olarak hep şunu söyledik.

İlk açılan okullar olmalı, son kapanan da okullar olmalı dedik. Eğer bir yeri açacaksanız ilk okulları açın, bir yerleri kapatacaksanız da en son okulları kapatın dedik. Okulların açık olması ve yüz yüze eğitim çok önemli.

Vaka sayılarının yeniden tırmanmasını asla istemiyoruz. Ama her gün açıklanan tablo dehşet verici...

Bu nedenle, başta gençler olmak üzere Covid salgınına karşı tüm sağlık önlemlerinin eksiksiz bir şekilde alınması gerekiyor.

Bu doğrultuda, bilimsel veriler dikkate alınıp, mutlaka aşı kampanyaları düzenlenmeli. Aşıyı kolay ulaşılır hale getirmek gerekiyor.

Altyapısı yetersiz okullar da baktınız sınıflar dar; o okullarda yüz yüze eğitimin belki biraz ertelenmesi gerekiyor.

Eğer fiziki ortam hazırlanmadıysa, zorla küçük sınıflarda çok sayıda öğrenciyle derse başlamak yanlış. Mutlaka sınıf başına ders alan öğrencinin az olması gerekiyor.

Mesafelerin rahat olması gerekiyor. Hijyene, temizliğe çok dikkat edilmesi gerekiyor. Öğrencilerimizin mutlaka maske takması konusunda okul yönetimlerinin çok dikkatli olması gerekiyor.

Biliyorsunuz, bu virüsün özellikle delta versiyonu çocuklar üzerinde de etkili. İlk önce çocuklar az etkileniyor, hafif atlatıyor diyorduk, değil mi? Ama bu delta versiyonu çocuklar üzerinde de etkili. Dolayısıyla çok dikkat etmek gerekiyor.

Değerli arkadaşlar,

Okula dönüş döneminin en öncelikli meselesi çocuklarımız.

Biliyorsunuz;

Aylarca evlerinde oturdular, sabrettiler, sıkıldılar. Anne babalar da kolay bir süreç yaşamadılar, bunu da biliyoruz.

Bu hafta nihayet okullarında arkadaşlarıyla buluşacaklar, sosyalleşecekler. Bunun için ailelerinden harçlık almaları gerekiyor. Ailelerin cebine bir de harçlık yükü bindi.

Bu yükün en azından bir hafta hükûmet tarafından karşılanması gerektiğini düşünüyoruz. Ailelerin çocuklarını okula gönderdiği ilk hafta en azından bir defalık bir harçlık desteğinin şart olduğunu düşünüyoruz.

Hiç olmazsa okula başlama maliyeti, kırtasiye, harçlık derken ailelerin yükünü bir nebze hafifletmek gerekiyor.

Bakın, bütün bu pandemi dönemine vatandaşına doğrudan destek vermede Türkiye sonuncu sıralarda. Türkiye’nin vatandaşına verdiği destek, ağırlıklı olarak kredi, borç. Borç üstüne borç, faiz üstüne faiz.

Doğrudan destekte Türkiye listenin sonlarında. Niye? Pandemi öncesi Merkez Bankası’nın rezervlerini tükettiler. Eksiye düşürdüler. Pandemi öncesi yedek akçeleri sıfırladılar. Pandemi gelip vurduğunda da boş bütçeyle karşı karşıya kaldılar.

Bugünkü iktidar ne var ne yoksa, har vurup harman savurdu.

Benim ve arkadaşlarımın, bu milletin alın terinden arttıra arttıra biriktirdiğimiz ne varsa kül ettiler.

Biz onlara kasayı dolu teslim ettik. Onlar hayırsız evlat misali mirasyedilik yaptılar ve varımızı yok ettiler.

Ama değerli arkadaşlar,

Biz bu irili ufaklı ortaklarıyla iktidardaki kötü yönetime mahkûm değiliz.

Bu millet bu kötü yönetimi hak etmiyor.

Bu ülkenin artık DEVA’sı var ve biz emaneti teslim almaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Okullarda daha çok dersliğin bulunması, daha çok öğretmen istihdamı demek.

Peki. Dün bir öğretmen atama töreni yaptılar. Son 17 yılın en düşük sayıdaki ataması. KPSS’ye giren 100 öğretmenden yaklaşık 4’ü atandı.

Sayın Erdoğan bunu neşeli neşeli anlatıyor. Ama bakıyorum, sosyal medyada, atanamayan öğretmenler, aldıkları yüksek puanların ekran görüntüsünü paylaşıp isyan ediyor.

Daha fenası ne, biliyor musunuz?
KPSS’de çok yüksek puan alan hatta ilk 100’e girenlerin bile bazılarının ataması yapılmıyor.

Biraz önce bu alana yürürken İrfan kardeşimle tanıştık. KPSS’de Türkiye 59. su oldu. Hacette Üniversitesi mezunu. Atanamıyor.

Adalet, adalet. Devletin var oluş sebebi adalet arkadaşlar.

Biz parti programımıza yazdık. Biz kamuya işe alımlarda mülakatı kaldırıyoruz. Adaleti, eşitliği böyle sağlarsınız. Ehliyet ve liyakati baz almayan bir devlet iyi yönetilemez.

Devletin en önemli görevi, hakkı hak edene teslim etmektir.
Devletin en önemli görevi, adaleti sağlamaktır, fırsat eşitliğini sağlamaktır. Şu anda bu yapılmıyor.

Bakın, dünkü yerleştirmede yine sosyal medyada baktık, KPSS 1.si o da yerleştirilememiş. Onu da almıyorlar. Peki, illa iktidar partisi üyelerinden bir referans mı gerekiyor acaba? İlla bir dayısı, akrabası, torpili mi olması gerekiyor?

Yazık değil mi bu ülkeye, bu ülkenin gençlerine?

Gençlerimiz, gecelerini gündüzüne katıp hazırlanıyor o sınavlara. Madem öyle, bu sınavı niye yapıyorsunuz?

En sonunda zaten kendi istediklerinizi alıp kendi istemediklerinizi almıyorsanız. Bu sınavı niye yapıyorsunuz?

Madem öyle, yapmayın sınav mınav. “Keyfimin istediğini atarım” deyin olsun bitsin.

Sınavın ne anlamı var. Sınavı spor olsun diye mi yapıyorsunuz Allah aşkına? *****
Arkadaşlar,
Biz, eğitim sistemini bu zihniyete teslim etmeyeceğiz.

Öğretmenlerimize, eğitimcilerimize de mesleklerinin itibarını iade edeceğiz.

Eğitim sistemimizin her alanında, kaliteyi artırmak amacıyla kapsamlı değişikliklere gideceğiz.

Vatandaş zordayken, vatandaşa dönüp bakmayan devlet anlayışına son vereceğiz.

Vatandaşın karnı açken, ona İBAN gönderen devlet anlayışına son vereceğiz.

Sel baskını oluyor İBAN gönderiyor. AFAD’ın herhalde en önemli görevlerinden birisi o. Kurtarma ekibi göndereceğine önce bir İBAN gönderiyor. Para peşin diyor.

Afetle mücadele ederken, vatandaşın başına çay fırlatan devlet anlayışına son vereceğiz. Millet can derdinde, ‘al keyif çayı iç’ diyor. Bu kadar mı vatandaştan, halktan kopulur?

Aileleri kara kara düşünmekten inşallah kurtaracağız.

Eğitim alanını siyasi ve ideolojik çatışmalardan uzak tutacağız.

Tornadan çıkan tek tip gençler istemiyoruz. Bunlar tek tip gençlik istiyor. Biz bu anlayışa son vereceğiz. Biz her bir gencimizin özgür bireyler olarak yetişmesini istiyoruz. Her bir gencimiz kendi kişiliğiyle kıymetli.

Herkes birbirinden farkı, herkesi kendi farklılığıyla seveceğiz. Herkesin kendi istediği alanda, başarılı olacağını düşündüğü alanda ilerlemesini sağlayacağız.

Çocuklarımıza ezberlemeyi değil, sorgulamayı öğreteceğiz. Bunlar düşünen vatandaş istemiyor. Sorgulayan vatandaş işine gelmiyor.

Soru soran gençlerden ve gençlerin eleştirisinden korkmayacağız. Bu eleştirileri dinleyeceğiz.

Eğitimde fırsat eşitliğini, adaleti ve en önemlisi insanı merkeze alacağız. Sadece parası olanın değil, herkesin iyi eğitim alması için çalışacağız. İyi eğitimi lüks olmaktan çıkartacağız.

Çok eskiye gitmeyelim. Bizim neslimizde Anadolu’dan Trakya’dan aileler, çocukları giderlerdi başarılıysa bir Anadolu Lisesine, Fen Lisesine girerlerdi. Maddi durumu kısıtlı olan ailelerin çocukları da iyi üniversitelere girerlerdir. Şu anda böyle bir imkân kalmadı.

Eğer ailelerinin maddi durumu zayıfsa çocuklarının iyi üniversitelere, iyi liselere girmesi bir hayal.

Cumhuriyet tarihinde ilk defa varlıklı ailelerin çocuklarıyla maddi durumu zayıf olan ailelerin çocukları arasında ilk defa bu kadar büyük bir fırsat eşitsizliği oluşmuş durumda. Yazık. Hani nerde adalet?

Adalet sadece yargıda değil, adalet fırsat eşitliğinde, adaleti aynı zamanda sosyal adalette arayacaksın. Maalesef. Dert çok, problem çok. Ama bütün bu konuştuklarımızın çözümü de bir o kadar kolay. İnanın değerli arkadaşlarım çok çabuk düzelir.

Siz dürüst ve ehil kadroyu işin başına getirin, iyi bir plan program yapın. Biz hepsini hazırlıyoruz. Bu memleket çok kısa sürede ayağa kalkar. Daha önce yaptık yine yaparız. Hiç kuşkunuz olmasın.

Hep beraber deriz ki, bu korkulu rüyayı niye yıllarca gördük ki, niye bu kabusa mahkûm olduk yıllarca deriz.

Korkulu bir rüyadan, kabustan uyanma hızında inşallah memleketi toparlayacağız.

Yarın Avcılar’dayız. Önümüzdeki hafta cumartesi ve pazar yine açılışlarımız var. Cumartesi Sancaktepe’de, gelecek pazar günü Küçükçekmece’deyiz. İnşallah yine birlikte olacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle,
Okullarına kavuşacak öğrencilerimize, eğitim hayatlarında başarılar diliyorum. İstanbul’u ve Sultanbeyli’yi tekrar muhabbetle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.

28 Ağustos 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Yenimahalle İlçe Kongresi̇ Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN ANKARA YENİMAHALLE İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Ankara il teşkilatımızın değerli başkanı, Yenimahalle ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili hemşehrilerim,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Yenimahalle ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında; Malazgirt Zaferi’yle, Anadolu’yu yurdumuz yapmanın önünü açan Sultan Alparslan’ı ve silah arkadaşlarını saygıyla, rahmetle, minnetle anıyorum.

Yine bu hafta biliyorsunuz; 30 Ağustos Zafer Bayramı. Büyük taarruzun yıl dönümünü yeni kutladık. Ülkemizi işgalden kurtaran, Kurtuluş Savaşı’nın komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını da buradan rahmetle ve minnetle anmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Gerçekten bu vatan, bu topraklar; çok büyük emekle kazanıldı, çok büyük emekle savunuldu, işgalden kurtuldu.

Çok şehit verdik. Gazilerimize minnettarız. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.

Ve biz bu 30 Ağustos Pazartesi Günü, Zafer Bayramı’nda; DEVA Partisi olarak tüm Türkiye genelinde şehit ve gazi ailelerimizi ziyaret edeceğiz.

Parti olarak çok kapsamlı bir program hazırladık. Tüm Türkiye sathında böyle bir faaliyeti ilk defa parti olarak gerçekleştireceğiz.

Şehitlerimize ve gazilerimize olan minnet borcumuzu aileleri nezdinde bu ziyaretlerimizle, çok cüzi miktarda da olsa belki karşılamış olacağız.

Değerleri arkadaşlar,

Şu anda Partimiz, Türkiye’nin 81 ilinde, 600’den fazla ilçesinde yoğun bir çalışma içerisinde her gün vatandaşlarımızla birebir temaslar kuruyor.

Yaptığımız saha çalışmalarıyla, DEVA damlaları her gün yeni mahallelere, yeni köylere ulaşıyor.

Her hafta, yeni görevlendirilen ilçe başkanlarımız kendi bölgelerinde hızla çalışmaya başlıyor.

Partimizle ilgili farkındalık, ülkemiz genelinde hızla yaygınlaşıyor.

Eylül ayının başından itibaren ülkemizin siyasi takvimi hareketlenirken, biz de hep beraber yoğun bir kongre ve açılış dönemine giriyoruz.

Bu dönemde, büyükşehirlerde yapacağımız saha çalışmaları, partimizin nihai başarısı açısından son derece belirleyici olacak.

Unutmayalım ki, nüfus sıralamasındaki ilk beş ilimiz, ülke nüfusunun yaklaşık %38’ini oluşturuyor.

Önümüzdeki hafta sonu itibarıyla, İstanbul programlarına başlıyoruz.

İstanbul’da çok sayıda ilçemiz açılış ve kongre planlamalarına başlamış durumda.

Başkentimiz Ankara’da, nisan ayında başlayan ilçe kongrelerimiz, başarılı bir tempoyla devam ediyor.

İzmir’de, haziran ayında başlayan ilçe kongrelerimiz olanca hızla devam ediyor.

Bursa’da, ilk ilçe kongremizi eylül ayında yapacağız ve bundan sonraki süreç seri bir şekilde ilerleyecek.

Antalya’da, haziran ayında başlayan ilçe kongrelerimiz de seri bir şekilde devam ediyor.

Böylece, nüfus büyüklüğü açısından ilk 5 ilimizde vatandaşlarımızla temasımız geometrik bir hızla artacak.

Tabii ki diğer illerimize, ilçelerimize ziyaretlerimiz devam edecek. Eylül ayıyla beraber yoğun bir açılış ve kongre programı hep beraber bizi bekliyor.

Ben mümkün olduğunca bu programlara iştirak etmeye çalışacağım, yetişemediğim yerlerde genel merkezden arkadaşlarımız, genel başkan yardımcılarımız, genel merkez yönetim kurulu üyelerimiz, kurucularımız, Türkiye’nin dört bir tarafında bu etkinliklerde görev alacaklar.

Ayrıca biliyorsunuz, 15 Ağustos-15 Eylül arası açıkladığımız bir ziyaret takvimi içerisinde de genel merkezimizden görevlendirdiğimiz arkadaşlarımız, tüm Türkiye’de tüm illerimizde eş zamanlı programlar yapacaklar. Böylece hep beraber yoğun bir saha çalışmasının içinde olacağız.

DEVA Partisi olarak özellikle medyayla ilgili kısıtlamaları da dikkate aldığımızda vatandaşlarımıza birebir dokunma, partimizin nihai başarısı açısından en belirleyici çalışma olacaktır.

Nihayetinde medya bir aracı. Bizim söylediklerimizi vatandaşlarımıza ileten bir araç. İşte teşkilatlarımızla biz, o aracıya ihtiyaç olmadan vatandaşlarımıza birebir dokunup partimizi anlatmak ve vatandaşlarımızı dinleme imkanını sonuna kadar kullanmak zorundayız.

Yıl sonuna geldiğimizde hem teşkilat boyutumuz hem de üye sayımız açışından çok farklı bir noktaya gelmiş olacağız.

Türkiye genelinde, böylesine yoğun bir çalışmanın içinde olan tüm il ve ilçe başkanlarımıza, yönetim kurulu üyesi arkadaşlarıma, üyelerimize ve gönüllülerimize teşekkürlerimi sunuyorum.

Türkiye’de her türlü sorunun hızla arttığı böyle bir dönemde; cesaretle, kararlılıkla, azimle, sebatla beraberce yol yürüdüğümüz tüm arkadaşlarıma buradan, Ankara’dan Yenimahalle’den gönül dolusu sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,
Bugün Ankara’da bir anlamlı buluşma daha gerçekleşecekti.

Sağlık çalışanları, Ankara’da gerçekleştirecekleri bir mitingle feryatlarını, seslerini duyuracaklardı.

Neden biliyor musunuz?

Bugünkü iktidar, sağlık emekçilerimizin çalışma koşullarını kötüleştirdiği için, sözleşmelerinin feshini kolaylaştırdığı için, iş güvencelerini ortadan kaldırdığı için seslerini, feryatlarını duyurmak için bir miting yapacaklardı.

İfade özgürlüklerine maalesef ciddi bir engellemenin olduğu bir dönemdeyiz. Ve kendilerine dayatılan “Ceza yönetmeliğine” itiraz edeceklerdi.

Ama ne oldu?

İktidar, her zaman en iyi bildiği işi yaptı, bunu da engelledi. Anayasada güvence altında olan toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı, sudan sebeplerle engellendi.

Değerli arkadaşlar,
Sağlık çalışanlarımızın bir kısmı ülkeyi terk ediyor artık.

Mevcut koşullarda dahi çalışmak çok zor iken, hâlâ yeni zorluklar getirmeye çalışan bir zihniyet var yönetimde.

Ve kaçmak isteyen çok.
Ülkeden kaçan “Kurtuldum” diye seviniyor.

Oysa halkımızın kaliteli bir sağlık hizmetine ulaşması için tüm sağlık çalışanlarının çalışma koşullarının iyileştirilmesi gerekiyor.

Ve değerli arkadaşlarım,

Bugünkü iktidar yine yasaklıyor, engelliyor.

Bu zihniyet her alanda bize kötü yönetimin sonuçlarını yaşatıyor.

Biliyorsunuz, şimdi de gerekli önlemler alındı mı, alınmadı mı, belli olmadan 6 Eylül’de okulların açılacağını duyurdular.

Biz, DEVA Partisi olarak, yüz yüze eğitime çok önem veriyoruz.

Eğer bir yerler açılacaksa, bu yerin önce okullar olmasını düşünüyoruz. Bir yerler kapanacaksa da son kapanan yerlerin okullar olması gerektiğine inanıyoruz.

Ancak, alınan önlemler yüz yüze eğitim için yeterli mi? Yoksa yine “Oldu bitti” ye mi getiriliyor?

Milyonlarca insan; çocuk, genç, ebeveyn, öğretmen belirsizlik içinde şu anda.

Yaklaşık 350 bin öğretmenin ve personelin aşısız olduğunu duyuyoruz. “Aşısız olanlara iki günde bir test yapacağız” diyorlar.

Biz DEVA Partisi olarak, öğrencilerin etrafında virüse karşı çok ciddi koruma kalkanları oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu milletin hayatı iktidarın deneme tahtası değil. Bu ülkenin insanları da kobay değil.

Buradan iktidara sesleniyorum;

10 gün sonra başlayacak yüz yüze eğitim için, gereken tüm sağlık önlemleri derhal alınmalı ve açıklanmalıdır. Son dakikaya bırakılmamalıdır.

Bilimsel verilere dayalı olarak bu çalışmalar yapılmalıdır. Aşı kampanyaları düzenlenmelidir.

Okulların fiziki durumu pandemiye uygun hale getirilmelidir. Derslik sayısı mutlaka artırılmalıdır. Dersliklerdeki öğrenci sayısı azaltılmalıdır.

Okullar güvenli hale getirilmelidir.
Altyapısı yetersiz okullar geçici olarak EBA’ya yönlendirilmelidir.

Çocuklarımızın sağlığını ve eğitim hayatını güvence altına almak, bir hükümetin en önemli görevidir.

Buradan hükümete sesleniyorum: Görevinizi yapın!

Vatandaşın sağlığını korumak hükümetin en öncelikli görevidir. Hükümetin de bunu yapması gerekir.

Bakın, özellikle bu Covid-19’un bazı versiyonlarının çocuklar üzerinde daha etkili olduğunu da görüyoruz. Eskiden küçük yaştakiler, çocuklar bu hastalığı daha hafif atlatırken, yeni versiyonları maalesef çocuklar üzerinde daha etkili olabiliyor.

Bunu da unutmamamız gerekiyor. Her türlü tedbiri alıp ondan sonra okulların yüz yüze eğitime açılması gerekiyor.

Yüz yüze eğitim derken illa herkes yüz yüze eğitim alacak diye bir şey yok. Bunlar gruplara ayrılabilir. Risk grupları oluşturulabilir.

Ve özellikle hazır olmayan okulların alelacele yüz yüze eğitime geçirilmemesi gerekir. Eğer okul hazır değilse o okulda acele etmenin anlamı yok. O okul hazır olana kadar EBA ile devam edilebilir.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bu iktidarın hakla ve hakikatle gerçekten hiçbir ilgisi kalmadı. İşleri güçleri, hemen her konuda “Hakikati nasıl saklarım” oldu.

Gerçekleri olduğundan farklı nasıl sunarım, nasıl anlatırım? Acaba bir hayal dünyası anlatırsam vatandaşlarımızın bir kısmı da olsa inanır mı? Tamamen dertleri bu.

Gerçekleri eğip büküyorlar. Sürekli algı operasyonu yapıyorlar. Böylece de milleti kandırabileceklerini zannediyorlar.

Çünkü bunları başarı hikayeleri tükendi.

Ne yapıyorlar? Sabah akşam, bizlerin iş başında olduğumuz dönemlerin başarısıyla övünüyorlar. Kendilerinin bir şey ürettiği yok.

Hele hele şu 2018 genel seçimlerinden sonra, partili ve taraflı Cumhurbaşkanıyla, akraba Bakan el ele verdikten sonra ülkenin neler çektiğini, ne hale düştüğünü görebiliyoruz, yaşıyoruz.

Nerede esnafımızla buluşsak, nerede emeklimizle dertleşsek, nerede çiftçilerimizle konuşsak bir dokunuyorsunuz bir ah işitiyorsunuz.

Bakın, bugün metroya bindik, birkaç durak arasında metrodaki vatandaşlarımız bize uzun uzun dertlerini anlattılar.

Metro durağının etrafındaki sekiz on esnafa uğradık; inanın zor ayrıldık, buraya zor yetiştik. Çünkü esnafımız çok dertli.

Hükümetin, Sayın Erdoğan’ın sunduğu ekonomik fotoğraf ayrı, vatandaşın yaşadığı, hissettiği ekonomik fotoğraf apayrı.

Bunlar gerçeklerden kopmuşlar.
Şu anda açıklanan verilerin çoğuna artık vatandaşlarımız güvenmiyor.

Bu sekiz on esnafın hepsine, aldığın malı geçen sene kaça alıp satıyordun, bu sene kaça alıp satıyorsun diye sordum.

Yüzde 30 diyen var, 40 diyen var, 50 diyen var, %100 diyen var. Rakamlar böyle. Ama devletin açıkladığı resmi enflasyon rakamı kaç? %16, 17 bilemedin 19.

Siz dalga mı geçiyorsunuz bu milletle? Çarşıya, pazara çıkan, evine en ufak alışverişi yapan tüm vatandaşlarımız gerçek enflasyonu görüyor, yaşıyor.

Siz ne açıklarsanız açıklayın. Ne kadar gerçekleri farklı sunmaya çalışırsanız çalışın.

Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan bu hafta çıktı yine uzun uzun ekonomi masalları anlattı. Dün de “Nereden nereye geldik” diye kampanya başlattılar.

Biz esnafımıza, çiftçimize, emeklimize, dar gelirlimize, işsiz gençlerimize sorduğumuzda, nereden nereye geldiğimizi onlar iyi anlatıyorlar bize. Siz ne derseniz deyin.

Ve Sayın Erdoğan çıktı, bazı veriler sundu. Neredeyse tüm ekonomik verileri çarpıttı. Gerçek ekonomik tablo iç karartınca, çareyi rakamları farklı sunmakta buldu.

O yanlışı konuşsa da biz ısrarla hakikati savunacağız.

Biz halkımıza doğruları olanca açıklığıyla söyleyeceğiz.

Bakın Sayın Erdoğan videoda ne diyor:

“Türkiye’nin yıllık ortalama büyüme oranını yüzde 1’in altından aldık; yüzde 5,1 seviyesine getirdik.”

Sayın Erdoğan,
Önce gelin, bir konuda anlaşalım.

Ben ve arkadaşlarımın iş başında olduğu dönemin başarılarıyla artık övünmeyi bırakın.

Sorumluluğu tümüyle üstünüze aldığınız şu son dönemi bir anlatın. Bu milletin ne bedeller ödediğini, ortaya bir koyun.
Bakın arkadaşlar, rakamlar çok açık.

Bakın bu, Türkiye’nin büyüme hızını gösteren grafik.

2002-2007 arası, bu arkadaşınız ekibiyle beraber işin başına geldi. 2001 krizinden sonra aldık, bu 5 yıllık dönemde Türkiye’nin ortalama büyüme hızını tam yüzde 7’ye çıkarttık.

Daha sonra biz Dışişlerine, Avrupa Birliği işlerine bakmaya başladık. Küresel kriz geldi ve tabloyu görüyorsunuz.

2009’da “Ekonomi çok kötü sen tekrar gel ekonomiye bak” dediler. Tamam dedik. Ama biz istediğimiz ekibi kurarız dedik.

İstediğimiz insanlarla çalışırız. Yetkin, dürüst bir ekip kurarız ondan sonra tekrar bu ülkeyi ayağa kaldırırız dedik. Ve hamdolsun oldu.

Bakın, 2009’dan benim Bakanlığı bıraktığım 2015 yılına kadar ortalama büyüme hızı yüzde 7,3.

Peki, 2018 Haziran’ından sonra ne olmuş? Sayın Erdoğan, “Bu yetkiyi bana verin, ben her şeyi çözeceğim” dedi.

Yetkiyi aldı, yanına da akraba Bakanı aldı. Ne olmuş? Türkiye’nin ortalama büyüme hızı yüzde 2,9.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin karnesi bu.

Üstelik 2018’den bu yana özellikle o akraba Bakanın başladığı dönemden sonraki dönemde bu rakamların makyajlı olduğuna dair de yaygın bir kanaat var.

Çoğu bağımsız analist, bu rakamların gerçeği yansıtmadığını, asıl durumun bu açıklananlardan daha kötü olduğunu gösteriyor.

2018 sonrası her türlü istatistik bozuldu. Büyüme, işsizlik, enflasyon... Rakamlara güven yok artık.

Biz bunu sadece açıklanan resmi rakamlara dayanarak söylüyoruz. Gerçekler muhtemelen bunlardan daha kötü.

İşte siz, bu ucube yönetim sistemiyle beraber, ülkemizi düşük büyümeye mahkûm ettiniz.

Hatta, kendine has ekonomi tezleriyle, kendine has ucube fikirlerle gelir dağılımındaki uçurumu da büyüttünüz.

Zengin daha da zenginleşti. Yoksul daha da yoksullaştı. Aradaki fark 26 katı aştı.

Bir yandan bakıyorsunuz, pazarın kapanma saatlerinde vatandaşlar o tezgahların aralarına düşmüş, satılmamış, çürük sebze meyveyi topluyor.

Bir yandan da otomobil satış istatistiklerine bir bakın. Lüks arabaların, milyonluk arabaların en çok satıldığı dönemdeyiz şu anda.

Fakirin daha fakir, zenginin daha zengin olduğunu bundan daha iyi gösteren bir şey olmaz bize.

Ama rakamlarla ilgili çarpıtmalar keşke bu kadarla sınırlı olsaydı. Bakın arkadaşlar, Sayın Erdoğan başka ne diyor:
“Merkez Bankası rezervlerimiz şu an itibarıyla milyar seviyesindedir.” Arkadaşlar, rezerv hesabı öyle yapılmaz.

Merkez Bankasının net rezervine bakılır, net.

Kendi sahip olduğu dövizin miktarına bakılır. Başkasından emanet aldığı borç aldığı dövizlerin yığıp da siz bu döviz benim diyemezsiniz.

Bakın rakamlar ortada.

Ekrandaki grafik, Merkez Bankası’nın net rezervlerini gösteriyor.

2002’de biz devraldık. Bu arkadaşınız iyi bir ekiple çalışmaya başladı. Net rezervi 10 milyar dolardan aldık tam 60 milyar doların üzerine çıkarttık. Bu net ama.

Net ne demek? Merkez Bankası’nın elindeki dövizden Merkez Bankası’nın borcunu çıkartınca geriye kalan demek.

Bakın, ne zaman ki taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan göreve başlıyor, tarihte ilk defa Merkez Bankası’nın rezervleri hızla gerileyip eksiye düşüyor.

Ben daha önce kullanmıştım ya adeta kibrit çalıp yaktılar diye. Olan bu. Şu anda Merkez Bankası’nın döviz rezervi eksi 55 milyar dolar

Çıkıyor bir de artırdık diyor, 109 milyar dolar diyor. Gidiyor daha çok borç alıyor. Biliyorsunuz, SWAP Anlaşmalarıyla borç alıyor. 109 milyar dolar döviz rezervi var diyor.

İyi de, niye o rezervin borç para olduğundan bahsetmiyorsun?
Niye zamanında 60 milyar dolara çıkmış net rezervi eksi 55 milyar dolara düşürdük demiyorsun?

Ülkeyi yönetenlerin doğruyu söylemesi lazım arkadaşlar.

Merkez Bankası’nın 109 milyar dolarlık elinde dövizi var doğru ama aynı Merkez Bankası’nın 164 milyar dolar borcu birikti. Onun için net rezervi eksi 55’e düşüyor.

109 milyar dövize karşı 164 milyar dolar döviz borcu var Merkez Bankası’nın.

Bir ülkenin Hazine’sinin borcu olur da Merkez Bankası’nın borcu olur mu ya? Para basan kurumu borca batırdılar.

Öyle bir kişi düşünün ki cüzdanında 100 lira parası var, diyor ki bakın benim param var. Ya iyi de aynı cüzdanındaki kredi kartına da sen 164 lira borç yapmışsın.

O kredi kartındaki 160 lira borçtan bahsetmiyorsun. O 100 lirayla millete param var diye övünüyorsun.

Bu dürüstlük mü ya? Bu millete doğruyu söylemek mi?

Cüzdanındaki parayı gösterip borcunu gizleyen, ortada ben zenginim diye dolaşan insan, çevresine doğruyu mu söylüyor, yoksa çevresini aldatıyor mu?

Hesap bu kadar basit. Önemli olan net rezervdir, net. Ve değerli arkadaşlar,

Biz bu milletin emanetine gözümüz gibi baktık. Tek bir kuruşuna, tek bir dolarına zarar gelmesin diye çalıştık.

Ve Merkez Bankası’nın döviz rezervini gerçekten kendi sahip olduğu rezerv olarak artırdık. Onun için ülke güçlendi. Onun için ülke zenginleşti. Onun için memleket topyekûn bir refah artışı yaşadı.

Ve şu anda ülkemiz maalesef çok sıkıntılı bir durumda. Ve bunlar bu milletin alın teriyle biriktirdiği rezervleri, akraba bakanla el ele verip, arka kapıdan çarçur ettiler.

Rezervlerimizi eriterek, Türk liramızı korumasız bıraktılar. Onun için şu anda kuru takip edemiyorlar. Onun için döviz kuru fırladı gitti. Onun için alışveriş pahalılaştı.

Neye el atsanız, el yakıyor. Döviz kurundaki artış A’dan Z’ye bütün ürünlerin fiyatını artırdı.

Paramız maalesef pul oldu.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomiyle ilgili çarpıtmalar bununla sınırlı değil.

Bakın Sayın Erdoğan başka ne diyor:

“Türkiye, son 19 yılda 9 milyon vatandaşına iş bulmuş; bir başka ifadeyle, istihdamını 9 milyon artırmış bir ülkedir.”

Bakın, o son 19 yılın ilk 13 yılında bizler vardık. Başarı başarı diye anlattığı her şey o dönem.

Niye istihdamla ilgili kendi son dönemini anlatmıyor?

Çünkü 2018 seçimlerinde ne dedi: “Bütün yetkiyi bana verin, ben bütün sorunları çözeceğim” dedi. “Faizi de düşüreceğim, enflasyonu da düşüreceğim” dedi. Ve kimseyi dinlemedi.

Bütün yetkiyi eline aldıktan sonraki istihdam durumuna grafikte görelim.

Bakın, 2018 Haziran, partili taraflı Cumhurbaşkanı, akraba Bakan beraberce çalışmaya başlıyorlar ve diyorlar ki, “Kimseyi biz karıştırtmayacağız ve bu işi biz yapacağız.”

İstihdam düşmeye başlıyor. 2019’da daha pandemiye gelmemişken. Pandemiyi mazeret olarak gösteriyorlar.

Pandemi ne zaman geldi? 2020’nin Mart’ında. İstihdam ne zaman düşmeye başlıyor? 2019’un başında.

Çalışan sayısı 2018 seçimlerinde 28 milyon 700 bin iken düşmeye başlıyor.

Evvelsi günkü konuşmasında ne diyor? 19 yılda istihdamı 9 milyon artırdık diyor. Bunu biz artırdık biz. Siz istihdamı düşürdünüz. Sonuç ortada.

Hangi iş olursa olsun bakın, ehil bir kadro olmadıktan sonra, dürüst ve işini bilen bir kadro işin başında olmadıktan sonra başarı elde edemezsiniz.

Bu iki vasıf tek kişide buluşacak ve her elemanınız, görevlendirdiğiniz her insan; tek tek dürüst ve işinin ehli olacak.

Başka türlü sorunları çözemezsiniz. Bu ülkeyi bu yükün altından kaldıramazsınız.

Üstelik istihdamla ilgili rakamlar da makyajlı rakamlar. İstihdam ve işsizlikle ilgili açıklanan rakamlara da artık güvenilmiyor.

Bakın bir başka veriyi paylaşayım sizinle:

2018’in Haziran’ında, partili taraflı Cumhurbaşkanıyla akraba Bakan el ele veriyor ve geniş tanımlı işsizlik oranı hemen yükselmeye başlıyor.

O zaman da daha pandemi yok. Ve işsizlik artıyor Türkiye’de.

Güveni kaybettiler. Güven olmayınca yatırım olmuyor, yatırım olmayınca yeni istihdam oluşmuyor ve işte böyle işsizlik artıyor.

İşte değerli arkadaşlar,

Bakın yüzde 17’den şu anda yüzde 27’ye çıkmış bir atıl iş gücü var. Son 3 yılda oldu.

Hükümetin de Sayın Erdoğan’ın da karnesi bu.

Öyle dönüp de bizlerin iş başında olduğumuz ve açıkça söyleyeyim, doğru bildiğimizden şaşmadan çalıştığımız, yanlış talimatları asla yerine getirmediğimiz bir dönemde elde edilen başarılarla ta yıllar sonra bugün övünüyor.

Yine taraflı cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte;

3 yılda 3 milyon insan, günde 50 liranın altında yaşamaya mahkûm oldu. Ülkemiz yoksullaştı.

Çarpıtmalar keşke bu kadarla sınırlı olsaydı. Arkadaşlar, bakın Sayın Erdoğan ne diyor:

“Ülkemizde yapılan yatırımların tutarını yıllık 70 milyar lira seviyesinden 1,4 trilyon liraya çıkarttık.”

Yahu, yatırımları eksiye düşürdünüz, eksiye. Tarihte ilk defa oluyor böyle bir şey.

Şu net doğrudan yatırımlara bir bakın.

Biz neredeyse sıfırdan aldık, 22 milyar dolara çıkarttık.

Ve 2018’den sonra ne olmuş? İniyor ve eksiye düşüyor. Bu tarihte bir ilk.

Yani Türkiye’den dışarı çıkan doğrudan yatırım, Türkiye’ye gelen yatırımdan daha fazla.

Türkiye’ye ne kendi insanımız ne uluslararası yatırımcılar artık yatırım yapmayı tercih etmiyor. Bu rakam onun için ekside.

Bu Merkez Bankası’nın web sitesinden alınmış rakamlar. Bunlar Merkez Bankası’nın ödemeler dengesi hesabında her ay yayınladığı istatistikler.

Resmi rakamlar neyse onları koyuyoruz. Resmi rakamlar dahi yatırımın eksiye düştüğünü gösteriyor.

Kendi insanımız, kendi sermayedarımız gidiyor; başka ülkede yatırım yapıyor, başka ülkenin insanlarına iş sağlıyor.

Bu mu ekonomi yönetimi, övündüğünüz tablo bu mu?

*****

Ben tekrar buradan Cumhurbaşkanına seslenmek istiyorum:

Siz, o 2018 Haziran seçim kampanyasında “Bana yetkiyi verin, faizle nasıl uğraşılır görün” dememiş miydiniz? Bu söylemle milletten oy istemediniz mi?

Şimdi ne oldu? Merkez Bankası’nın politika faizi tam %19. Laf dinlemiyor diye kaç tana MB Başkanı değiştirdi. Demek ki bu laf dinliyor ki kalıyor. Ama faiz hala %19.

Avrupa’nın en yüksek faizi. Dünya sıralamasında yedinci yüksek faiz. Hani faizle mücadele edecektin ne oldu?

Bu ülkenin bütçesinden faize ödenen rakam gelmiş geçmiş en yüksek seviyeye çıktı.

Şu grafiğe bir bakalım.

Taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine kadar 50 milyar lira civarında olan yıllık faiz ödemesi, 2021 yılında 180 milyar liraya çıkmış.

Faiz ödemeleri son üç yılda 3 buçuk kat artmış.

Sayın Erdoğan,
Faizle uğraşmak bu mu ya?
Niçin bu faizi indiremiyorsunuz? Ne oldu?

Merkez Bankası faizlerinin %6-7 olduğu dönemde, bu ülkenin tertemiz bürokratlarını vatan hainliğiyle suçlayan siz değil miydiniz? Bu insanları meydanlarda yuhalatan siz değil miydiniz?

Yüzde 6-7 yüksek diye o dönemin ekonomi bürokratlarının meydanlarda yuhalatıldığını gördük, vatan hainliğiyle suçlandığını gördük.

O dönem Merkez Bankası bağımsızdı, karışamıyorlardı. Nasıl burayı da ele geçiririz diye kıvranıyorlardı.

Biz teslim etmedik ve başarıları öyle elde ettik.

Ne oldu? Merkez Bankası’nı teslim aldık da ne oldu? Tablo ortada.

“Faiz sebeptir, enflasyon sonuç” diye bir tez tutturan siz değil miydiniz?

Yüksek faiz, yüksek enflasyonun sebebiyse, niçin bu faizleri indirmiyorsunuz? Niçin indiremiyorsunuz?

84 milyonun yaşadığı bir ülke. Küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi Türkiye.

Böylesine vurdumduymazlıkla, hesap vermez bir zihniyetle bu ülke yönetilemez. Hesap vermek zorundalar.

Bu millete en azından bir açıklama borcunuz var.
Bu milletin aklıyla alay etmeyin. Bu millet söylenen her şey inanıyor sanmayın.

Bu millet bekliyor, o seçim günü gelsin. Bütün bunların hesabını seçim gününde milletimiz görecek ve gerekeni yapacak. Hiç kuşkunuz olmasın.

Yazık değil mi şu ödenen faize? 180 milyar lira arkadaşlar.
180 milyar lira. Dile kolay.
Eski parayla 180 katrilyon.
Bugünkü kurlarla 20 milyar doların üzerinde bir paradan bahsediyoruz.

Bu nasıl bir para biliyor musunuz?

Mesela, bu parayla tam 3.000 tane yangın söndürme uçağı alabilirsiniz.

Mesela, bu parayla tanesi 200.000 liradan tam 800.000 otomobil alabilirsiniz.

800.000 otomobil... bu para, böyle bir para. Paranın büyüklüğüne bakın.

Türkiye, son 20 yılda böyle bir faiz ödemedi. Faizle savaşacağım diyen Sayın Erdoğan, bugün niye Türkiye’nin son 20 yılının en yüksek faizini ödüyor.

Ben sadece DEVA Partisi’nin genel başkanı olarak değil, bir vatandaş olarak bunu soruyorum ve cevabını bekliyorum.

Bu cevap benim hakkım. Çünkü bu salondaki herkes gibi ben de vergi ödeyen bir vatandaşım. Ve bunu öğrenmek istiyorum.

Bizlerin ödediği vergilerden niye bu kadar yüksek faiz ödeniyor, ben bunu bilmek istiyorum.

Cevabını onlar veremez ama ben söyleyeyim: Bilmiyorlar. İşi bilmiyorlar. Ekonomi nasıl yönetilir bilmiyorlar, biliyoruz zannediyorlar. Bilmediklerinin bile farkında değiller.

Bizim dönemimizde sonuçlar iyiydi. Zannettiler ki, “Biz geldik ortalık toparlandı.” Öyle değil, o kadar kolay mı?

Yüzde 66 faizle teslim aldık biz. Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi teslim aldığımız gün yüzde 66 faiz ödüyordu.

Bu ta yüzde 4,6’ya düşürdük. Dile kolay.
Niye şimdi düzeltilmiyor, bütün yetki elinde, elini tutan mı var?

Yargı mı engelliyor, Anayasa mı engelliyor? Tek imzayla yapamadığı şey yok, düzeltsin hadi ekonomiyi, indirsin faizleri.

İşsizliği düzeltsin. Yok ama ekip yok. Bugünkü iktidar artık yorgun bir iktidar. Olmuyor.

Daha fazla bunu uzatmanın da anlamı yok. Yazık, bu ülkeye de yazık, bu millete de yazık.

Biz diyoruz ki artık bir an önce bu emaneti devretmek gerekiyor. Daha fazla bu ülkeye bu zulmü yapmamak gerekiyor.

Artık genç, yeni, pırıl pırıl bu kadroların bu ülkenin yönetimini devralması gerekiyor. Çözüm buradan geçiyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Özet bu.

Ekonomide çarpıttıkları tablo böyle.

Peki hak ve özgürlüklerde durum nasıl? Zaten ekonominin temelinde hak var, hukuk var, adalet var.

Siz o temeli sağlam tutmazsanız üzerine sağlam bir ekonomiyi asla inşa edemezsiniz.

Bakıyoruz, Sayın Erdoğan hak ve özgürlüklerde nereden nereye geldiğimizi hiç açıklamıyor.

Bu konulardan hiç bahsetmiyor.

Çünkü orada karneyi uluslararası kuruluşlar veriyor. Orada karne kötü.

Türkiye, basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 153. Sıraya geriledi.

Hukukun üstünlüğü sıralamasında 128 ülke arasında 107. Sırada.

Teşkilat İşleri Başkanımız Sayın Sadullah Ergin’in Adalet Bakanı olduğu dönemde, tutuklu yargılama %45’ten %14’lere kadar geriletilmişti.

Şimdi tutuklu yargılama esas, tutuksuz yargılama istisnai oldu.

Nereden nereye?

Bizler, hükûmetteyken devraldığımız olağanüstü hali kaldırdık.

Şimdiki iktidar ise koskoca Türkiye’yi yeniden OHAL’le yönetmeyi alışkanlık haline getirdi. 3 ay diye başladılar 2 yıl sürdü.

OHAL’i kaldırdık dediler, öyle yasal düzenlemeler yapıldı ki, o yasal düzenlemelerle OHAL, öyle olağanüstü hâl değil normal hâl uygulamasıyla devam etti.

Daha geçenlerde 1 sene 3 sene daha uzattılar OHAL’i. Nereden nereye, değil mi?

Sosyal medya paylaşımları nedeniyle insanlar emniyet kapılarında, adliye koridorlarında sürünüyor.

Bir de mahkeme sayısını arttırarak, adalet teşkilatını güçlendirdiklerini söylüyorlar

Bununla övünüyor. Değerli arkadaşlar,

Adaleti güçlendirmenin yolu sadece mahkeme sayısını arttırmak, hakim-savcı sayısını arttırmakla olmaz.

Adaleti güçlendirmek için önce güçler ayrılığını sağlayacaksınız.

Adaleti güçlendirmek için en başta o ülkenin Cumhurbaşkanı, Anayasayı çiğnemeyecek.

Adaleti güçlendirmek için; yargıya talimatlar verilmesine engel olacaksınız. Adaleti güçlendirmek için; insan haklarına saygı duyacaksınız.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Sayın Erdoğan hani “Nereye geldik?” diye soruyor ya. Kendisi hiç zahmet etmesin, biz yanıt verelim.

Yolun sonuna geldiniz, yolun sonuna.

3Y ile mücadele için; yasaklara, yolsuzluklara, yoksulluğa karşı mücadele etmek vaadiyle, bu milletten destek isteyerek iş başına gelmiştiniz.

Ben buradan AK Parti’ye bir dönem gönül vermiş vatandaşlarımıza da seslenmek istiyorum. İddia bu değil miydi arkadaşlar?

Yasaklarla, yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele edeceğiz iddiasıyla iş başına gelmedi mi?

Şimdi yasaklar yok mu bu memlekette? Hem de nasıl.

Yolsuzluk yok mu? Hem de nasıl.
Yoksulluk yok mu? Hem de nasıl.
Korkarım ki, yine aynı 3Y ile gideceksiniz.
Çok acı bakın. Bu işi tadında bırakmayı bilmek lazım.
Siz müsait bir yerde ineceksiniz, biz de emaneti teslim alacağız. Hiç kimsenin şüphesi olmasın!

Türkiye’yi en kısa sürede refah ve özgürlük rotasına sokacağız.

Herkesin can güvenliğinin, hak güvenliğinin, mal güvenliğinin garantisi bizler olacağız.

Önce hukuku tesis edeceğiz, ardından ekonomimizi ayağa kaldıracağız.

Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.

Sağlıkta “Önce can” diyeceğiz.

Dış politikada “Önce barış” diyeceğiz.

Tarımda “Önce bolluk” diyeceğiz.

Eğitimde “Önce kalite” diyeceğiz.

Kutuplaşmaya artık bir son vereceğiz.

Türkiye’nin yaralarını hızla saracağız.

Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.

Yürekten inanıyorum ki;

DEVA Partisi’nin damlalarını Türkiye’yle mutlaka buluşturacağız.

Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki: yoksulluk, işsizlik, umutsuzluk, hukuksuzluk kaderimiz değil.

Başka bir Türkiye mümkün!

Memleketimiz için, çocuklarımız için, gelecek nesiller için bu önemli yolculukta DEVA Partisi’nin tüm üyelerini, tüm gönüllülerini buradan bir kez daha selamlıyorum.

DEVA Partisi çatısı altında yaptığımız çalışmalar, şu anda ülkemizin en büyük ihtiyacı. Çünkü biz sadece bugünün yanlışlarına işaret etmiyoruz.

Biz yarınların doğruları içinde çalışıyoruz. 90 günlük 360 günlük eylem planlarımızla her alanda hazırlanıyoruz. Tüm planlarımızı, programlarımızı, kadromuzu hazırlıyoruz.

Türkiye’de muhalefetin maalesef bir geleneksel alışkanlığı var. Yanlışı konuşmak.

Ama biz sadece yanlışı konuşmakla sorumlu değiliz. Biz zamanı geldiği zaman doğruyu yapmak zorundayız ve doğruların hazırlığını da bugünden yapmak zorundayız.

Bu duygu ve düşüncelerle;

Bu yolculuğumuzda el ele verdiğimiz Yenimahalle ilçe teşkilatımıza, Ankara il teşkilatımıza tekrar başarılar diliyor;

Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun, var olun.

17 Ağustos 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın “Afet Eylem Planı” Projesı̇ Basın Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
“AFET EYLEM PLANI” PROJESİ BASIN TOPLANTISI KONUŞMASI

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, partimizin Afet Eylem Planı’nın açıklanacağı bu basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

*****
Bugün buraya dün ziyaret ettiğimiz Kastamonu’daki yasla, acıyla geldik.

Bildiğiniz gibi dün genel merkezimizden, Kastamonu ve komşu teşkilatlarımızdan bir heyetle beraber sel felaketinin yaşandığı bölgedeydik.

Vatandaşlarımızla yan yana, omuz omuza acıları paylaştık.
Yaşanan büyük afeti ve kurtarma çabalarında yerinde bizzat, izledik.

Maalesef, son aylarda sıkça yaşanan afetlerde verdiğimiz kayıpların acısını yaşıyoruz.

Akdeniz ve Ege bölgelerindeki orman yangınları, Van’da ve Doğu Karadeniz’de Batı Karadeniz’de yaşanan bu sel felaketi ülkemizi yasa boğdu, boğuyor.

Sözlerime başlamadan önce, bu afetlerde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, vatandaşlarımızın yakınlarına da sabır diliyorum, baş sağlığı diliyorum. Gerçekten ateş düştüğü yeri yakıyor.

Dün özellikle Bozkurt ilçesinde izlediğimiz tablo, vatandaşlarımızla bire bir yaptığımız temas, görüşmeler felâketin boyutlarını bir kez daha gözlerimizin önüne sermiş oldu.

*****
Değerli basın mensupları,

Bildiğiniz gibi, bu ayın başında da, Antalya’daydık ve Antalya’daki orman yangınını, orman yangınının etkilediği köylerimizi bizzat yerlerinde ziyaret ettik ve oradaki felaketin boyutunu bizzat arkadaşlarımızla beraber gözlemledik.

1 Ağustos’ta, orman yangınlarıyla mücadele eden Antalya’da vatandaşlarımıza kulak verdik. Bütün bu saha gözlemlerimizde vatandaşlarımızla kurduğumuz temasta, edindiğimiz bilgide bizi en çok üzen konu aslında bu yaşanan sıkıntıların kısmen de olsa önlenebilir olması ve zararın da çok daha az olabileceği.

Tedbirler alınsa baştan uzun vadeli planlamalar yapılsa, doğal afetler konusunda hazırlıklar tam olarak iyi bir tedbir anlayışıyla yapılsa, bu yaşanan acılar bu kadar yüksek olmayacak.

Hayatını kaybeden vatandaşlarımız, yitip giden hayvanlarımız, yanan on binlerce hektar ormanlarımız, küle dönüşen evler, iş yeri balçık altında, çamur altında kalan yıkılan evler, iş yerleri. İnanın bunların birçoğu afete hazırlıksız yakalanmanın sonucunda olan şeyler.

Afet öncesi önleyici tedbirler yeterince alınmadığı için, öncelikler, ülkeyi yönetenlerin öncelikleri maalesef başka yerlerde olduğu için, afetle mücadelede, hızlı ve etkin müdahale konusunda da maalesef iyi bir sonuç alınamadığını görüyoruz.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, kötü yönetim sebebiyle maalesef kapasitesini yitiren bir devlete dönüşüyor hızla.

Vatandaşlarımız ise selin ve ateşin karşısında çaresizlik içinde kalıyor.

*****

Değerli konuklar, değerli basın mensupları,

Türkiye, hakikaten çok ağır, çok zor günlerden geçiyor. Ülkemizin kuzeyi de güneyi de doğusu da batısı da aslında aynı göz yaşını döküyor.

İklim krizi uzun yıllardır tüm dünyanın baş etmeye çalıştığı büyük bir sorun ve aynı zamanda çok yakın bir tehlike, gittikçe de yaklaşan bir tehlike.

Bunu aynı zamanda bu alanda çalışması olan bir arkadaşınız olarak söylüyorum.

Bildiğiniz gibi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin daveti üzerine, küresel sürdürülebilirlik çalışmaları yapan 20 kişilik bir heyetin içine ben de davet edilmiştim. Yaklaşık 1,5 yıllık bir çalışmadan sonra raporumuzu hazırladık ve Birleşmiş Milletlere sunduk.

Bu çalışmamız RİO+20 toplantılarında ana girdi belgesi oldu ve bu rapordaki önerilerimizin pek çoğu daha sonra Birleşmiş Milletlerin 2030 sürdürülebilirlik kalkınma hedefleri şekline dönüştü. Yani bugün sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden bahsedebiliyorsak o hedeflerinin oluşturulmasının hazırlık aşaması anlamında yapılan çalışmalarda benim de şahsen büyük emeğim var.

Bu çalışmadaki ana hedefimiz değerli arkadaşlar; mutlak yoksulluğu sona erdirmek, küresel adaletsizliğin ve eşitsizliğin önüne geçmek ve iklim değişikliği ile ilgili tedbirlerin alınmasını sağlamaktı. Biz bu çalışmaları o amaçla yaptık.

Ve yine bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler’in, iklim değişikliği paneli güncellenmiş bir rapor daha yayınladı. Pek çok bilimsel çalışmanın özeti olan bir rapor bu. Bu raporda da iklim değişikliğinin sebep olacağı tehlikeler kapsamlı bir biçimde dünya kamuoyuyla paylaşıldı.

Sürecin hızlandığı, eğer tedbir alınmazsa iklim değişikliğiyle ilgili tehlikelerin çok daha yakın bir zaman içerisinde ve çok daha büyük bir boyutta gerçekleşeceği, geçen hafta tüm dünya kamuoyunun belki de en çok ilgilendiği konu oldu.

Bilim bizi senelerdir uyarıyor. Tüm dünya yangınlar, seller, buzul erimeleri ve bütün bu olumsuz gelişmeler, afetler bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşiyor.

Ve maalesef hükümetler bu sorunu henüz ciddiye almış değil.

Özellikle iklim değişikliğini büyük ölçüde etkileyen ülkeler, dünyanın diyelim ki bir numaralı ekonomisi, iki numaralı ekonomisi. Burada Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’nden bahsediyoruz.

Ve aynı zamanda dünyayı en çok kirleten, karbon emisyonu en yüksek olan ve iklim değişikliğini en çok tetikleyen ülkeler aynı zamanda.

İşte bu ülkelerin de adım atması gerekiyor.
Biz daha önce de söyledik, bugün de ben tekrar ediyorum.
Biden yönetiminin Paris Antlaşması’na dönmesi yeterli değil.
Mutlaka bu konuda Amerikan yönetiminin ciddi kaynaklar ayırması gerekiyor.

Paris Antlaşması’nın uygulanmasıyla ilgili çok ciddi kaynaklar lazım. Ve bu kaynağın öncülüğünü de hala dünyanın bir numaralı ekonomisi olan Amerika Birleşik Devletleri’nin yapması lazım.

Dolayısıyla bizim buradan Biden yönetimine çağrımız, sadece anlaşmaya dönmeyin, bu işe ciddi miktarda kaynağı da hemen ayırın.

Üstelik Amerikan Merkez Bankası’nın bilançosunun 8 trilyon dolara çıktığı bir dönemde herhalde bir kaynak sorunundan söz etmeleri mümkün değil diye düşünüyorum.

Bakın, Avrupa Merkez Bankası, şu andaki yeni başkan Lagarde’ın gelişiyle ilk defa bir Merkez Bankası, çevre meselelerinde MB’nin para politikası uygulamalarını öncelikleri arasına aldı.

Bunlar çok önemli ve yeni gelişmeler.

Hükümetlerden yeterli kadar hareket gelmeyince, hükümetler eli kolu bağlı adeta oturunca bu tür meselelerde merkez bankaları öncü rol oynuyor.

Bunun uzun vadede doğruluğu veya yanlışlığı tartışılır ama en azından bir çaba var.

Bu çabayı biz bütün Avrupa Birliği hükümetlerinden bekliyoruz. Amerika’nın yeni yönetiminden bekliyoruz. Çin yönetiminden bekliyoruz.

Ve küresel iklim değişikliğiyle ilgili sorunların çözümü ancak küresel iş birliğiyle mümkün.

Değerli arkadaşlar,

Biz daha önce de açıkladık. Bununla ilgili Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanlığımızla açıkladık. Biz Paris Antlaşması’na direkt de belki birkaç işaret var, özellikle Türkiye’nin hangi ekonomi grubunda yer almasıyla ilgili, onunla beraber Paris Antlaşması’nı derhal yürürlüğü sokacağımızı daha önce açıkladık.

Bunun da bir an önce yapılmasını düşünüyoruz. Çünkü imzalamasına rağmen onaylamayan 7 ülke var.

Bunlar; Eritre, Irak, İran, Libya, Güney Sudan ve Yemen.

Türkiye’nin bu konudaki duyarlılığını ve bilincini biz bu ligde görmek istemiyoruz. Başka bir ligde görmek istiyoruz.

Biz iklim kriziyle ilgili tedbirleri temel bir öncelik olarak görüyoruz. Çünkü işin ucunda insan var, can var, doğa var, yaşam var ve nesiller arası adalet var.

Nesiller arası adalet, çok önemsediğimiz bir konu. Bugün ‘Ne olursa olsun, biz aklımıza geleni yaparız, bir an önce menfaat elde ederiz, geri kalan meselelere de sonraki meselelere de onlar nasıl bir yerde yaşarsa yaşasın.’, böyle bir şey diyemeyiz.

Biz bugün ne kadar kendi önceliklerimizi düşünürsek, bizden sonraki nesillerin de daha yaşanabilir bir dünyada olmasını savunmalıyız. Bunun için bir ortam hazırlamalıyız.

Onun için nesiller arası adaleti çok çok önemsiyoruz.

Biz DEVA Partisi olarak, ister iklim değişikliği kaynaklı olsun, ister deprem veya orman yangını olsun, sel olsun, her türlü doğal afetin yönetimiyle ilgili bir eylem planı hazırladık.

Daha önce ilk kapsamlı eylem planımızı tarım alanında açıklamıştık. Bugün de afet yönetimiyle ilgili kapsamlı bir eylem planını şimdi sizlerle paylaşıyoruz.

Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları Başkanlığımız ile Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanlığımızın ortak çalışması sonucunda oluşturduğumuz 54 maddelik eylem planımız tamamlandı.
İktidarımızın ilk 90 ve 360 gününde uygulamaya koymak üzere hazırladığımız planının detaylarını, birazdan Sayın Candan Karlıtekin ve Sayın Evrim Rızvanoğlu açıklayacak.

Ben sadece Afet Eylem Planımız çerçevesinde atacağımız adımlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Afet Eylem Planımızda felaketlerin etkisini en aza indirmeyi amaçladık. Ancak bununla sınırlı kalmadık.

İklim değişikliğiyle ilgili, doğa hakları ve çevrenin geneliyle ilgili ayrı bir eylem planımız olacak.

Bugün sadece odaklandığımız konu: Afet yönetimi.

Afet öncesi, afet anında ve afet sonrasında yapılması gerekenlerle ilgili bugünden hazırlıkları nasıl yapmalıyız. Ve seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde hangi adımları atacağımızı sizlerle paylaşacağız.

Bu detaylı bir çalışma. Bunun uygulanması için seçimleri beklemek gerekmiyor. Biz arzu ederiz ki bugünkü yönetim içinden hemen kopya çeksin ve bir an önce uygulasın, ülkemiz için faydalı işler olsun.

Hükümete çağrımız; biz bunu seçimlerden sonra uygulayacağız diye açıklıyoruz ama bunu hükümetin alıp hemen uygulamasının önünde hiçbir engel yok.

Memleketin, milletin faydasına olacak her şeyin biz bugünden yapılması için her şeyi söylüyoruz ve kamuoyuyla detaylı olarak paylaşıyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Afet yönetim politikalarını, ekonomik atılım yönünde yapacağımız hamlelerin ön adımı ve ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz. Bunu önce öyle görmek gerekiyor. Ekonomi politikalarının bütününde bunu görmek gerekiyor.

Bu sayede afet riskini azaltmaya yönelik eylemlerimizi, şehirlerimizin nitelikli bir altyapıya kavuşması için de bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Yetkiyi tek merkezde toplayan taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin afet yönetiminde başarısız olduğunu geçtiğimiz birkaç ay içerisinde bütün açıklığıyla gördük.

Bütün kararların tek elde toplanması adeta koskoca sistemi, merkezi hükümetle, yerel yönetimlerle kilitliyor.

En basit konularda, en tepeden talimat alınmadan hareket edilemediği için koskoca ülke kilitlenip kalıyor.

Kimi belediye başkanlarının da afet sonrası çalışmalarda uzakta, kenarda tutulduğunu görüyoruz.

Particilik yapıldığını da maalesef görüyoruz. Ortada bir başarı varsa o başarı merkezi hükümetindir, bir başarısızlık varsa da diğer partilere mensup belediyelerindir.

Maalesef böylesine düz bir yaklaşımla bu acıların büyük olduğu bir dönemde, günlük siyasi popülist eylemleri sıkça görüyoruz bugünlerde ve bu bizi çok üzüyor.

Vatandaşlarımız can derdindeyken, afetlerin bir siyasi rekabet konusu haline gelmesi asla kabul edilir bir şey değil.

Ve biz; merkezi hükümetin Türkiye’nin sorunlarına vakıf olamayacağını ve her sorunun merkezden asla çözülemeyeceğini düşünüyoruz.

Türkiye, büyük bir ülke. 84 milyonluk. Ve içinde bulunduğumuz coğrafyanın en büyük topraklarına sahip olan bir ülke.

Dolayısıyla bu kadar büyük bir ülkenin tek bir merkezden tek bir kişinin imzasıyla yönetilmesinin mümkün olmadığını düşünüyoruz.

Bunun içindir ki, merkezi hükümetin afet yönetimiyle ilgili yetkilerinin mutlaka ‘Yerinden Yönetim’ yaklaşımıyla tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Böylece tüm yükü AFAD ve Valiliklere bırakmayacağız. Bu işin sorumluluğunu da yetkisini de yerel yönetimlerle paylaşacağız.

Bununla ilgili ne kadar düzenleme gerekiyorsa hepsini yapacağız.

Bu doğrultuda; afetin türü, büyüklüğü ve etki alanına göre ‘Bölgesel ve yerel’ bazlı yeni görevlendirmeler yapacağız.

Her kademedeki yönetim birimlerinin ve yerel yönetimlerin rollerini yeniden tanımlayacağız.

Belediyelere yerel afet tehlikesi ve risk haritaları hazırlama sorumluluğu getireceğiz.

İmar planlarının, belediyelerin yapacağı bu çalışmalarla uyumlu olmasını yasal zorunluluk haline getireceğiz.

Dün Bozkurt’ta gördük. Binlerce yıldır o coğrafyanın bir su akış hattı var. Dağlık coğrafyada su geliyor ve bir şekilde denize ulaşıyor.

Ve bu denize ulaşma hattının üzerinde siz imar planları yaparsanız, yapılaşmaya hem de çok katlı yapılaşmaya izin verirseniz, bugün olmaz yarın olmaz, on sene, yirmi sene sonra olmaz ama elli sene sonra yüz sene sonra öyle bir felaket gelir ki; işte geçen hafta yaşadığımız gibi büyük acılara sebep olur.

Bunun içindir ki, bu risk haritalarını hazırlamak gerekiyor, bunları uzun vadeli hazırlamak gerekiyor. Ve doğal afetlere göre uyumlu bir imar planı ve yapılaşma sistemi mutlaka gerekiyor.

Yine muhtarlıkların yetkilerini ve sorumluluklarını artırmayı düşünüyoruz.

Erken uyarı, erken müdahale, erken insan tahliyesi gibi ihtiyaçlarda muhtarlarımız etkin roller üstleneceği ve bu konuda iyi bir eğitim sonrası yetkiye sahip olacağı bir yapıyı da mutlaka uygulamaya geçireceğiz.

Bu amaçla afet esnasında kullanılacak araç ve gereçleri de tüm yerele dağıtmak gerekiyor.

Ülkemizin en ücra yerlerine kadar alet, edevat, donanım konusunda hazır edilmesi gerekiyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Afete müdahale konusunda envanterdeki araçlar çok önemli bir konu.

Özellikle orman yangınları gösterdi ki, devletin yangınlara erken ve havadan müdahale etme kapasitesi neredeyse yok.

Olan kapasite de çürümüş, terk edilmiş.

İşte bu nedenle orman yangınları ile mücadelede, havadan erken müdahale ve kurtarma amacıyla milli bir filo kurulmalı.

Daha önce de söyledik. Bunlar büyük paralar değil. Atalar demiş, “iş bilenin, kılıç kuşananın.”

Bu ülkenin kaynakları var, yeter ki doğru kullanılsın, doğru yere harcansın.

Bu ülkenin 20 uçaklık, 50 uçaklık bir yangın söndürme filosunun olması işten değil.

Ama yönetim kötü olunca, pek çok konuda bir türlü karar alınamayınca, ülke böyle hazırlıksız yakalanabiliyor.

Bu filoya katacağımız helikopter ve uçaklarla hem ateşi büyümeden söndürecek hem de afet sırasında vatandaşlarımızın güvenle tahliye edebileceği bir sistemi kurmamız gerekiyor.

Arama kurtarma faaliyetlerinin daha etkin ve hızlı olması amacıyla bir “İtfaiye Genel Müdürlüğü”nün kurulması gerektiğini düşünüyoruz.

AFAD bünyesindeki arama kurtarma ekiplerini itfaiye teşkilatına katacağız.

Bu arada, itfaiye ve arama kurtarma ekiplerimizin de çalışmalarını sahada kahramanca sürdürürken gördüğümüz bir manzaranın da bizi üzdüğünü buradan ifade etmek istiyorum.

Bir yandan gerçekten vatandaşlarımız büyük bir çaba içerisinde, arama kurtarma çalışması var. Bunu hem Antalya’da gördük hem Kastamonu’da Bozkurt’ta gördük.

Fakat afet sırasında manipülasyon maksadıyla yapılan bazı haberlerin de hızla yayıldığını gördük.

Hem manipülasyon olabiliyor hem resmi makamlardan açıklanan verilere bir güvensizlik var. Bakın bu da çok acı.

Dün Bozkurt’ta en az 50 ayrı vatandaşımızla oturduk, kısa veya uzun sohbet ettik.

Resmi makamların açıkladığı rakamlara hiç kimse inanmıyor. Yok diyor, mümkün değil diyorlar. Rakamlar çok daha yüksek diyorlar.

Bunu biz bilemiyoruz. Belki de resmi rakamlar doğru olabilir ama böyle büyük bir sel felaketi yaşayan ilçemizde eğer o ilçede yaşayan vatandaşlarımız, resmi rakamlara güvenmiyorsa, ölü sayısına ve kayıp sayısına güvenmiyorsa herhalde şu andaki hükümetin başını iki elinin arasına alıp şöyle bir düşünmesi lazım.

Ben nerede hata yaptım, nasıl oldu da böyle büyük bir güvensizliği oluşturdum diye düşünmeleri lazım.

Bir devletin, bir hükümetin resmi rakamlarına vatandaşın güvenmemesi gibi bir şey söz konusu olabilir mi?

Nasıl oldu da koskoca ülkeyi bu hale getirdiler, inanına çok üzülüyoruz.

Uzaktan izleyenler tamam ama bizzat Bozkurt’ta yaşayan vatandaşlarımızın bu rakamlara inanmaması, güvenmemesi beni bu ülkeye, en azından 13 yıl bakanlık hizmeti yapmış, bu ülkenin devlet yönetiminde üst düzey görevler almış bir insan olarak çok çok üzdü.

Koskoca ülke bu koskoca devlet bu hale düşmemeliydi. İşte veriye güven, rakama güven, güvenli haber gerçekten çok çok önemli.

Dolayısıyla eğer mesele afet yönetimiyse halkımızın doğru ve güvenilir bilgiye erişme hakkını korumak amacıyla, bu tür yanlış bilgilerin çabuk yayılabilmesi veya verilere olan güvensizliğin önlenmesiyle ilgili de mutlaka ciddi adımlar atmak gerekiyor.

AFAD ile medya kuruluşlarını, sivil toplumu ve yerel yönetimleri beraberce işin içine alacak doğru bir enformasyon, bir bilgilendirme, güvenilir bir bilgilendirme, bilgi toplama ve kamuoyunu bilgilendirme sisteminin de mutlaka kurulması gerekiyor.

Vatandaşlarımızın doğru bilgiye en hızlı şekilde ulaşmasını sağlayacak altyapının mutlaka kurulması lazım.

Tabii ki ülkeyi yönetenlerin şu andaki ülkeyi yöneten ortaklığında bu güvensizliği önlemek için bir an önce ne yapılması gerekiyorsa yapması gerekecek.

Pandemiyle ilgili sayılar açıklanıyor, vatandaşlarımız güvenmiyor. Tabipler Birliği en az iki mislidir bu rakamlar diyor.
İlk defa Türkiye’de ölüm istatistikleri yayınlanmadı.

TÜİK, 2020 ölüm istatistiklerini yayınlamadı. Nüfusu yayınlıyor. Dönem başı dönem sonu nüfus sayılarından dolambaçlı hesaplardan ölüm sayısını hesap edebiliyorsunuz ama yıllardır düzenli olarak yayınlanan ölüm istatistiğini 2020 yılı için TÜİK açıklamadı.

Niye açıklamadınız diye ben şimdi buradan soruyorum.

Acaba gizlediğiniz bir şeyler ortaya çıkacak diye mi korktunuz, onun için mi açıklamadınız diye soruyorum şu an.

Enflasyon rakamları açıklanıyor hiç kimse inanmıyor. Sayın Erdoğan işsizlik rakamlarını düşürmekle övünüyor.

Biz il il, ilçe ilçe dolaşıyoruz. Vatandaşlarımız bu açıklanan işsizlik rakamlarına güvenmiyor.

Bizim gördüğümüz tablo o değil diyor. Benim komşumun, arkadaşımın çocukları, üniversite mezunları işsiz diyor. Onlardan iş bulan olmadı ki nasıl işsizlik düşsün diyor.

Vatandaşlarımızın tepkisi bu. Vatandaşımızın ortaya koyduğu tablo bu.

Dolayısıyla hele hele afet sırasında açıklanan veriye güvenilmemesi gerçekten bir başka afet bir başka felaket.

Bununla ilgili mutlaka sağlam bir altyapının oluşturulması gerekiyor ve devletin güvenini ve itibarını yeniden oluşturmak gerekiyor.

Biz, daima hakikatin yanında yer alanların partisi olarak, RTÜK’ün haberciliği sansürleyen yasakçı anlayışına da son vereceğiz.

RTÜK’ün görevi vatandaşın doğru haber almasını sağlamak. Hükümetin işine gelmeyen haberleri sansürlemek değil. Şu anda RTÜK bunu yapıyor.

Hükümet işine gelmediği ya da başarısızlığının ortaya çıktığı konularda hemen yayın yasağı getirmeye çalışıyor.

RTÜK’ün görevi vatandaşı doğru bilgilendirmesi, vatandaşın doğru bilgiye ulaşması.

RTÜK’ün mevcut hükümetin ayıplarını kapatmak, yanlışlarını saklamak ve o yönde basın kuruluşlarını zorlamak gibi görevi olamaz.

İşte bunların hepsini biz olması gerektiği şekilde yeniden kuracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizdeki afet mevzuatının da yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.

Bir ‘Afet Çerçeve Kanunu’ çıkaracağız. Bununla ilgili genel çerçeveyi oluşturduk ve eylem planımız içerisinde bunu ana hatlarını görüyorsunuz.

Afet eylem planımızla afet bölgesindeki vatandaşlarımızın da haklarını koruma altına alacak yeni bir perspektif ortaya koyacağız.

Hak sahibi tanımını yeniden yapacağız.

Şu anda yıkılan ve ağır hasar gören binada mülkiyet hakkı afetzede vatandaşlarımızın olmayabiliyor veya tüzel kişiliğe sahip olduğu için sahibi kabul edilemeyebiliyor.

İşte bu tanımları bir engel olmaktan çıkartmamız gerekiyor. Ve afetzedelerin illa mal mülk sahiplerinin olması gerektiği anlayışını da değiştirmemiz gerekiyor.

Konut veya işyeri edinebilmeleri için de alternatif çözümleri üretmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz bugün 17 Ağustos, aslında biz bugün basın açıklamamızı, Afet Eylem Planı’mızı 17 Ağustos’un yıl dönümünde yapmayı çok önceden planlamıştık.

Daha sonra Batı Karadeniz’deki sel felaketleri meydana geldi. Ancak biz bu tarihi değiştirmedik. Dünkü Bozkurt ziyaretimiz sonrasında önceden planladığımız gibi yapmaya karar vermiştik. Şu anda gerçekleştiriyoruz.

Tabii 17 Ağustos depremi deyince aradan tam 22 yıl geçti. Dile kolay ama 22 yıldır bakıyoruz İstanbul başta olmak üzere bir sonraki büyük depreme hazırlığın son derece zayıf ve son derece kısıtlı bir hazırlık olduğunu görüyoruz.

Son haftalarda yaşadığımız yangın ve sel afetleri şunu çok açık gösterdi ki, Allah korusun, olası bir İstanbul depreminde şu andaki yönetim zihniyeti gerçekten bunun altından kalkamaz.

Şu anda ülkeyi yöneten ortakların böylesi bir felaketin altından kalkması mümkün değil.

Bilim insanlarının senelerdir uyardığı İstanbul depremi için afet eylem planımızda özel bir proje hazırladık.

Bu projenin adı: “Hayat İstanbul”
"Hayat İstanbul” projesinin amacı, İstanbul’da kentsel yenilenmeyi deprem ve sel gibi afet risklerini bertaraf etmek üzere uygulamaktır.

“Hayat İstanbul” projesi ile uygun şehir planlama, mühendislik ve finans ortamını İstanbul’a sağlayacağız.

Bu süreçteki tüm kentsel yenilenme faaliyetlerinde şeffaflık, hesap verebilirlik, tarafsızlık, bilimsellik, verimlilik ve çevreye uyum ilkelerine bağlı kalacağız.

Kentsel yenilenmede, meselenin sosyo ekonomik ve sosyo kültürel boyutlarının farkındayız.

Bu konuda afet tehlikesi, nüfus ve finansal gereksinim ölçülerini esas alarak hareket edeceğiz.

Çünkü değerli arkadaşlar, biz, deva partisi olarak, “Önce insan” diyenlerin partisiyiz ve güvenli konutta yaşama hakkını en temel insan hakkı olarak görüyoruz.

Gerçekleştiğimiz tüm eylem programlarıyla ekonomimizi topyekûn güçlendirerek, güvenli bir konutta yaşamayı hayal olmaktan çıkartmak için çalışacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bir diğer önemli konu da DASK, deprem sigortası.

Bu deprem sigortasının kapsamını başka doğal afetleri de kapsayacak şekilde genişletecek bir çalışmayı da yapacağız.

Afet riskinin hangi bölgede, hangi konuda nasıl olduğunu dikkate alan bir çalışmayla sadece depreme değil, başka doğal afetleri de içine alan bir perspektifle DASK düzenlemelerini yeniden gözden geçireceğiz.

Öte yandan, binaların afete dirençli hale getirilmesiyle ilgili de hem mühendislik hem de finansman açısından özendirici teşvikler mutlaka hazırlayacağız.

Bu işi finansal olarak rahatlatacak çözümleri de bu çalışmanın bir parçası olarak ortaya koyacağız.

54 maddelik ‘Afet Eylem Planı’mızın ana çerçevesi böyle. Ben ana çerçevesini sizlerle paylaştım ama konu çok kapsamlı.

Şimdi sözü, detayları sizlerle paylaşması için DEVA Partisi Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı Evrim Rızvanoğlu ve Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları Başkanı Candan Karlıtekin’e bırakıyorum.

10 Ağustos 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın “Eşı̇tlı̇kçı̇ Kentler” Projesı̇ Basın Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
“EŞİTLİKÇİ KENTLER” PROJESİ BASIN TOPLANTISI KONUŞMASI

Saygı değer basın mensupları, öncelikle genel merkezimize hoş geldiniz.

Bugün bu salonda beraber olduğumuz değerli basın mensupları olduğu gibi dijital ortamdan da bizi izleyen basın mensuplarımız var.

Bugün, DEVA Partisi Kadın Politikaları Başkanlığı ile partimizin Yerel Yönetimler ve Şehircilik Başkanlığı!nın ortaklaşa çalışarak ürettiği bir çalışma üzerine sizlere bilgi vermek için bir araya gelmiş bulunmaktayız.

Toplantımızın başlığı ”Eşitlikçi Kentler”

Öncelikle Kadın Politikaları Başkanı Sayın Elif Esen!e, Yerel Yönetimler ve Şehircilik Başkanımız Sayın Candan Karlıtekin!e ve bu görevi Candan Bey’e geçtiğimiz haftalar içerisinde devreden bir önceki başkanımız, Sayın Mehmet Emin Ekmen’e yaptıkları bu çalışma için teşekkür etmek istiyorum.

Partimiz, biliyorsunuz her alanda çözüm odaklı çalışmalar yapıyor. Sadece bugünkü sorunları tespit etmekle kalmıyoruz, bu sorunların nasıl çözüleceği ile ilgili de açık yol haritasını pek çok konuda ortaya koyuyoruz.

*****
Politika başkanlıklarımız, son derece yaşamsal bir sorunu meydana getiren ve bu sorunlara çözüm üreten bir çalışmayı geçtiğimiz aylarda yoğun bir şekilde gerçekleştirdi.

Şehirlerimizi eşitlikçi, adil, kapsayıcı bir anlayışla yeniden inşa etmek hedefiyle titizlikle çalıştılar.

Çünkü biz, DEVA Partisi olarak, siyaseti her alanda insanların hayatının kolaylaştırılması için çalışan bir alan olarak görüyoruz. Sadece laf üretmeyen, aynı zamanda iş üreten bir alan olarak görüyoruz siyaseti ve tüm çalışmalarımızda da bu çözüm perspektifimizi koruyoruz.

Bu nedenle, yerel yönetimler eliyle şehirlerimizi sadece çöplerden değil, cinsiyet temelli ayrımcılıktan da temizlememiz gerektiğini düşünüyoruz. Sosyal hayatı paylaşan insanlar arasındaki ayrımcılığın her türlüsünü de reddediyoruz.

Bu kapsamda, yerel yönetimlere düşen sorumluluğun farkındayız. Ve yerel yönetim denilince aklına hemen imar rantı düşenlerin zihniyetini en kısa zamanda tarihin tozlu raflarına kaldırmakta kararlıyız.

*****
Değerli basın mensupları,

Eşitlikçi kentler kurma umuduyla tasarladığımız planımız; tüm bireylerine karşı eşit ve adil yaklaşan bir şehir yaşamını öngörüyor.

Bu kapsamda atacağımız bazı adımları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ben sadece kısa bir başlangıç yapacağım, arkasından Candan Bey ve Elif Hanım sizlerle çalışmanın detaylarını paylaşacak.

Yaşanabilir şehirlerden konuşmaya yaşam hakkından başlamak gerekiyor.

“Önce İnsan” diyen DEVA Partisi olarak "Eşitlikçi Kentler’ projesi sayesinde, yerel yönetimlerin kapasitesini de etkin kullanarak, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi, kararlıkla sürdüreceğiz.

Bu hususta #tek kapı” sistemine geçeceğiz. Böylece merkezi hükümet; belediyeler, sivil toplum, İŞKUR, şiddet önleme ve izleme merkezleri, barolar ve ilgili diğer kurumların eşgüdüm halinde çalışmalarını sağlayacağız.

Biliyorsunuz, pek çok kurumun bu konuyla ilgili devrede olması bazen ciddi koordinasyon problemine sebep oluyor ve şiddet gören kadınların nereye, nasıl müracaat edeceğini, kendilerini nasıl koruyacağını bilmekte bazen güçlük çektiklerini görüyoruz. Dolayısıyla tek kapı sistemini uygulamaya başlayacağız.

Şiddet anında, yerel yönetimlerin hizmetlerine hızla ulaşılmasını sağlayacağız. Bakanlıklarla koordineli yürütülecek 7/24 yardım merkeziyle, çok dilli destek faaliyeti sürdüreceğiz. Böylece şiddetle mücadelede ana dili engelini kaldıracağız.

Şiddetin yaygın yaşandığı bölgelerde panik butonu, mobil güvenlik uygulamaları, etkin kamera sistemleri gibi teknolojik önlemler alacağız.

Şiddet mağduru kadınlara istihdam kolaylığı sağlayacak tedbirleri de gerçekleştireceğiz.

Bu amaçla, yerel yönetimlerde ‘mor bayrak’ politikasını hayata geçireceğiz. $%&' ()*')+ politikasıyla şiddet mağduru kadınları, çalışma hayatına dahil ederek, ayakta durmalarına destek olacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Tasarladığımız eşitlikçi kentler, özgürlük ve güvenliği garanti altına alan şehirlerdir. Kadınların hak ve özgürlüklerini kullanırken, kendilerini rahat ve güvende hissedeceği kentlerdir.

Şehirlerimizde güçlü aydınlatma sistemleri oluşturarak, kadınların güven içinde özgür olmalarını destek olacağız.

Yine bu bağlamda, toplu taşıma hizmetinde de bir uygulama başlatacağız: kadının güvenliğini sağlamak amacıyla, gecenin belirli saatlerinde durak dışında da yolcu indirme hizmetini hayata geçireceğiz.

Kadının yaşamını kolaylaştırma yönünde atacağımız adımlar bunlarla sınırlı değil.

Kadınların ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını, öncelikle yerel yönetimler aracılığıyla temin edeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Kadınların ekonomik durumlarını ve sosyal konumlarını güçlendirmek amacıyla;

Kamu kaynaklarının kullanımında hakkaniyetli davranacağız. Bütçelemeyi (parti programımızda da belirttiğimiz gibi) kadına duyarlı bir anlayışla yeniden yapılandıracağız.

Kent yoksulluğunu, kısa vadede sosyal yardımlar, orta ve uzun vadede ise istihdam ve girişimcilik uygulamalarıyla asgariye indireceğiz.

Yerel yönetimlerin satın alma işlemlerinde, kadın girişimcilere destek olacak modeller uygulayacağız.

Kadının ürettiklerini satabileceği pazar alanlarını, kooperatifçilik çalışmalarını ve ilgili dijital platformları yaygınlaştırmak için gerekli her türlü desteği vereceğiz.

Ayrıca; halk eğitim merkezleri gibi eğitim destek mekanizmalarıyla, kadınların çağımızın ihtiyaçlarına yönelik beceri ve bilgilerini de artıracağız.

#15 dakikalık kent” adını verdiğimiz #kendi kendine yeten mahalle” modelini çalışacağız. Parka ve sağlık ocağına, kültürel ve ticari ihtiyaçların karşılanacağı mekanlara yürüme mesafesini 15 dakikaya indirecek projeleri uygulamaya başlayacağız.

Kentin yaya alt yapısı ve ulaşım araçlarında bebekli, yaşlı ve engellilerin hayatını kolaylaştıracağız.

Mahallelere çocuk, engelli ve yaşlı bakım merkezleri açacağız.

Her mahalleye nitelikli, güvenilir ve uygun fiyatlı kreş açarak, kadına ve aileye nefes aldıracağız.

*****
Değerli arkadaşlar;

Ben, her alanda, demokratik ve özgürlükçü Türkiye!ye kadınların aklıyla, düşünceleriyle ve emeğiyle varacağımızdan şüphe duymuyorum.

Bildiğiniz gibi, karar süreçlerinde de kadınların temsiliyetini yükseltmek çok önemli bir husus. Ve yerel yönetimlerde de kadınların temsilinin yükselmesiyle ilgili yoğun bir çalışmamız var şu anda.

Daha sonra güçlenmiş parlamenter sistem açıklamamızla birlikte yerel yönetimlerde kadın temsilinin nasıl yükseltileceği ile ilgili nihai planımızı ortaya koymuş olacağız.

******

Değerli basın mensupları,

Biz, özgür ve zengin bir ülke için çalışıyoruz. Cinsiyet eşitliği ve güçlü yerel yönetimler ile eşit, adil ve zengin bir ülke hayalimize kavuşabileceğimizi gayet iyi biliyoruz.

Bu nedenle Kadın Politikaları Başkanlığımızın bir süredir gerçekleştirdiği çalıştayların ilk basın toplantısını yerel yönetimlerle başlatmış olduk.

Kadın Politikaları Başkanlığımız, Yerel Yönetimlerin dışında ayrıca Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığımızda bir çalıştay yaptı. Kültür ve Sanat Politikaları Başkanlığımızla ayrı bir çalışma yaptı. Bütün bu çalışmaların sonuçları şu anda derleniyor toparlanıyor.

Bu çalışmaları da sizlere ayrı ayrı önümüzdeki haftalar içerisinde duyuruyor olacağız.

Kadın Politikalarıyla, Hukuk ve Adalet Politikalarının kesiştiği alanları yine Kadın Politikalarıyla, Kültür ve Sanat Politikalarının kesiştiği alanları arkadaşlarımız yoğun bir şekilde çalışıyorlar.

Önümüzdeki haftalarda bu çalışmalar son noktası konulunca yine sizlerle bu çalışmalarımızı da paylaşmış olacağız.

Değerli arkadaşlar,

Biz iş başına gelelim de ondan sonra ne yapacağımızı düşünürüz diyen bir anlayışa sahip değiliz.

Türkiye’de siyasete gerçekten yeni bir kültür ve yeni bir çalışma alışkanlığı kazandırıyoruz.

Daha muhalefetteyken iktidar için her türlü hazırlığını yapmış, daha muhalefetteyken iş başına geldiği anda uygulayacağı bütün planları projeleri detaylı bir şekilde çalışan bir siyasi partiyiz.

Her alanda çalışıyor ve çözüm önerilerimizi geliştiriyoruz. Vatandaşlarımıza gerçekçi projelerin sözünü veriyoruz.

Ben tekrar bu toplantımıza iştirak ettiğiniz, bizlerle beraber olduğunuz için her birinize, tüm basın mensuplarımıza tek tek teşekkür ediyorum.

3 Ağustos 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 3. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 3. İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşma

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli Genel Merkez Başkanlık kurulu üyeleri, Değerli bölge koordinatörlerimiz,
Çok değerli il başkanlarımız,
Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, Partimizin 3. İl Başkanları Toplantısı’na hoşgeldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Çok acılı günlerden geçiyoruz.

Çok büyük bir afetin ortasındayız.

Ege ve Akdeniz bölgemizdeki yangınlar hâlâ devam ediyor.

Huzurlarınızda bir kez daha bu yangınlarda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ülkemize başsağlığı diliyorum.

Yaralı vatandaşlarımızın ise en kısa sürede sağlığına kavuşmasını temenni ediyorum.

Yine yaralı hayvanlarımıza da şifa diliyorum.

Hem yangın söndürme çalışmalarında, hem de kurtarma ekiplerinde görevli veya gönüllü çalışan tüm vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum, kolaylıklar diliyorum.

Temennim, en kısa sürede bu afetin son bulmasıdır.

*****

Geçtiğimiz pazar günü, arkadaşlarımla beraber Antalya’daydım. Ağırlık olarak Manavgat bölgesini kapsayan bir program düzenledik.

Heyetimizle birlikte afet alanlarına gittik.

Afet Yardımlaşma Merkezi’nde ve Yangın Dayanışma Merkezi’nde incelemelerde bulunduk.

Ardından yangından etkilenen köylerimizi, vatandaşlarımızı ziyaret ettik. Bakın bizlere ne dediler, ne anlattılar?

Yaşlı bir amca, “beni oğlum kurtardı, oğlumun her tarafı yandı” diyerek gözyaşları içinde bize olanları anlattı.

Genç bir arkadaşımız, “112’yi 5 defa aradım, gelip de bizi kurtarmadılar” diye sitem etti.

Bir başka genç arkadaşımız, “yangının başladığı günden itibaren burada devlet yoktu” dedi.

“Cennetti, cehennem oldu” dediler.

Değerli arkadaşlar,

“Devlet yoktu” ne kadar ağır bir söz hissedebiliyor musunuz?

Vatandaşımızın evi yanarken, ülkenin ormanları, hayvanları yanarken “devlet yoktu.”

O anda aklıma 1999 depremi geldi. O gün de o bölgede yaşayan vatandaşlarımız “nerede bu devlet” diye feryat ediyordu.

O gün de yine büyük bir afet karşısında, devlet yoktu.

O gün de halkımız zaten ekonomik krizin içinde tek başına can mücadelesi verirken, göçük altında da yalnız bırakılmıştı.

Şimdiki tablo da ne yazık ki farklı değil değerli arkadaşlar.

Aradan geçmiş 22 yıl. Türkiye dönmüş dolaşmış aynı yönetim beceriksizliğine, benzer sorunların içine düşmüş durumda.

Biliyorsunuz; bazı Bakanlar olay yeri inceleme ekipleri gibi izleyici olarak yangın bölgesine gittiler.

Orada, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın envanterinde yangın söndürme uçağı ve helikopteri olmadığını açıkladılar.

Vatandaşlarımız, günlerce korku dolu ve belirsiz bir afet süreciyle baş başa bırakıldı.

Afet kontrol altına alınamadığı için hâlâ da gidişat belli değil.

Üstelik hem yangınları söndüremiyorlar hem de dışarıdan gelecek desteklere burun kıvırıyorlar.

Bakın, bu yangınlar komşumuz Yunanistan’da da çıktı.

İstanbul’un nüfusunun yarısı kadar olan, 10 yıl önce iflasın eşiğine gelen, üç yıl önce orman yangınlarında 100’den fazla insanını kaybeden Yunanistan’dan söz ediyorum.

Son yangınlarda Yunanistan 8 uçağıyla yangına hızlıca müdahale etti ve yangını kontrol altına alabildi.

Hani nerede bizim uçaklarımız? Yok.
Hani nerede bizim yerli ve milli helikopterlerimiz? Yok.
İki lafın başında millilikten, yerlilikten söz eden hükümete soruyoruz.

Türkiye şu anda yerel yönetimlerle koordinasyon dahi yürütmeyen, ormanları korumayan, vatandaşı korumayan bir yönetimle karşı karşıya.

Bugün 130 milyar dolarlık döviz rezervimizi cayır cayır satanlar, har vurup harman savurarak kendilerine yazlık-kışlık külliyeler inşa edenler, 8 uçakla yurtdışı seyahatine gidenler, böylesine bir felakette milletimizi yalnız bıraktı.

Ülkemiz ne yazık ki ‘itibardan tasarruf olmaz’ deyip de 'tedbirden tasarruf' eden bir yönetim anlayışının elinde adeta işkence görüyor.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin, dört yanında ormanları, ormanlarında çeşit çeşit hayvanları olan cennet ülkemizin, bir tane bile çalışan yangın söndürme uçağının olmaması kabul edilebilecek, affedilecek bir ihmal değildir arkadaşlar.

Bu büyük bir yönetim zafiyetinin tezahürlerinden bir tanesidir.

Böyle bir akıl dışı yönetim olamaz.

Cumhurbaşkanlığı envanterine kayıtlı tam 8 makam uçağı var arkadaşlar.

Bunlar sadece Cumhurbaşkanlığı, diğerlerini saymıyorum bile. Ama yangın söndürmek için bir tane bile uçağımız yok.

Üstelik hangi uçağı hangi uçakla karşılaştırıyoruz bakın.

Cumhurbaşkanlığı filosundaki 16 kişilik, en küçük uçağın fiyatına en az 10 tane yangın söndürme uçağı alabilirsiniz.

Aynı filo için özel yaptırılan bir geniş gövdeli uçağın fiyatına, en az 50 tane yangın söndürme uçağı alabilirsiniz.

Mesele zihniyet, mesele öncelik.
Akıllarında artık vatandaş yok, orman yok, ormanda yaşayan canlılar yok.

Akıllarında afetle mücadele yok. Akıllarında vatandaşı korumak için önlem yok.

Bugünkü iktidara soruyorum:

Bir zamanlar diğer ülkelerin orman yangınlarına uçak göndererek yardım eden koskoca Türkiye’yi, son yıllarda nasıl oldu da yardıma muhtaç hale düşürdünüz?

Bu ülkeyi bu hale nasıl getirdiniz diye soruyorum.

Bir de tuttular “ülke dışından yardım alalım - almayalım” polemiği başlattılar.

Bir yandan Cumhurbaşkanı telefonu alıyor eline, başka ülkelerin liderlerinden yangın söndürme uçağı talep ediyor, yardım gönderenlere teşekkür ediyor.

Öte yandan kendisine bağlı propaganda aygıtı, dışarıdan yardım talep eden vatandaşlarımızı devleti aciz göstermekle suçluyor.

Gerçekten büyük bir ayıp!

Bırakın şu laf cambazlığını da, memleketin sorunlarını çözmek için çalışın ya!

*****

Bakın arkadaşlar, orman yangınlarını, tabiat koşulları tetikleyebilir, kaza olabilir, kasıt olabilir.

Ancak, hükûmetin görevi, sebebi ne olursa olsun yangına karşı hazır olmaktır, tedbir almaktır!

Yangının sebeplerine doğru kamuoyunun ilgisini yöneltip kendi hazırlıksızlığının, kendi suçlarının üzerini örtmeye çalışıyor. Onu da ima yoluyla yapıyorlar. Gene propaganda aygıtı yoluyla yapıyorlar.

Çok açık söylüyorum; tedbirden tasarruf olmaz.

Hani vatandaşlarımız şatafatlarına işaret edince “itibardan tasarruf olmaz” diyorlar ya; hayır, esas tedbirden tasarruf olmaz.

Bir ülkenin itibarı, o ülkenin vatandaşının hayat kalitesidir.
Bir ülkenin itibarı, o ülkedeki insanların güven ve sağlık içinde yaşamasıdır. Bir ülkenin itibarı, o ülkedeki canlı cansız tüm varlıkların korunmasıdır.

İtibar öyle konvoylar dolusu arabalarla, lüks seyahat uçaklarıyla falan olmaz.

Hele hele yokluğun, yoksulluğun, açlığın böylesine derinleştiği bir ülkede şatafatla itibar olmaz.

İtibar; vatandaşın evinin yanmasına engel olmaktır, ormanlarımızın, hayvanlarımızın ölümüne engel olmaktır.

Tedbirden tasarruf edemezsiniz.

Tedbirden tasarruf ederseniz işte böyle doğal afetlere karşı da gafil avlanırsınız, hazırlıksız yakalanırsınız.

Onun için önce tedbir alacaksınız.

*****

Değerli arkadaşlar;

Bu hükûmet, ne koruyucu tedbirlerde başarılı olabildi, ne de yangına hızlıca müdahale edebildi.

Ne ormanlarımızı koruyabildiler, ne de ateşi söndürebildiler.

İktidarın ‘yükseliş’ masalı yangın karşısındaki çaresizliğiyle beraber küle döndü.

Hani dedim ya, “devlet yoktu” diyen vatandaşlarımızla birlikte 99 depremini hatırladım diye:

Bakın arkadaşlar, o gün de bir ortaklık vardı iktidarda, bugün de. Krizlerin ortağı Sayın Bahçeli o gün de kriz ortağıydı, bugün de.

İrili, ufaklı ortaklarıyla bugünkü iktidar, ülkemizin yangın yerine dönmesine neden oldu.

Bakın biz, ülkemizin gücüne inanıyoruz. Evet doğru: Türkiye çok güçlü, ama hükûmet zayıf.

Türkiye halkı çok güçlü ama bugünkü yönetim zayıf. Türkiye kötü yönetiliyor.

Şu son bir hafta yaşadıklarımız bize tekrar gösterdi ki, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi artık çökmüştür.

Bu ülke artık yönetilememektedir.

Tüm yetkiyi tek elde toplamak, sorunları sadece büyütmüştür. Devlet, millet sahipsiz kalmıştır.

İşte bu nedenle değerli arkadaşlarım,

İktidarın yangın yerine çevirdiği ülkemizi, DEVA Partisi’nin damlalarıyla buluşturmamızın vakti geldi.

Kaybedecek bir günümüz, boş geçirecek bir dakikamız bile yok.

Bu kötü yönetime bir an evvel son verip artık biz emaneti teslim almaya geliyoruz.

******

Artık yeter!

Vatandaşının canını önemsemeyen bu kötü yönetime artık yeter.

Ormanları, hayvanları, ülkenin doğasını hiçe sayan bu kötü yönetime artık yeter.

Kendi keyfi dışında kimseyi umursamayan bu kötü yönetime artık yeter.

Biz geliyoruz. Ülkemizi layık olduğu gibi yöneteceğiz. Ülkemizi her kademede ehil ve liyakatlı kadrolara teslim edeceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bir devleti ayakta tutan şey kurumlarıdır.

Bunlar; alanında yetkin insanların yönettiği, iyi işleyen kurumlar olmak zorundadır.

Ancak son günlerde yaşadığımız acı tablo, devletin kurumsal kapasitesinin nasıl yok edildiğini, nasıl ayaklar altına alındığını da apaçık gösteriyor.

Bu ülke böylesine kötü bir yönetime layık değil. Değerli arkadaşlar,

Afet döneminde, merkezi hükümetle belediyelerin beraber çalışması gerekiyor değil mi?

Vatandaşlarımız bir araya geliyorlar, vatandaşlarımız dayanışma içerisinde.

İş belediyelere gelince öteki beriki diye ayrım yaptığını da maalesef duyuyoruz.

Bir afetin ortasında dahi, ayrımcılık iddialarının ortada dolaşması dahi vahim bir durum.

Ne yazık ki gittiğim yerlerde bunu gözlemledim. İktidar partilerinin belediyeleri, muhalefet partilerinin belediyeleri.

Ülke yanıyor. Başarıyı kime yazacaksanız yazın. Kim bu işi daha iyi yapacaksa bırakın yapsın.

Bir ülkenin cumhurbaşkanı, anayasa gereği bir ülkenin birliğini temsil eder.

Ülkenin birliği ne demektir? Hele hele afet durumunda, yangın durumunda, bütün doğal afetlerde hep beraber olmaktır.

Merkez hükümetiyle, belediyeleriyle, parti ayırmadan beraber olabilmektir. Afet döneminde belediyelere öteki beriki diye bakılmaz.

Vatandaşlarımızdaki dayanışma ruhunu maalesef ülkeyi yönetenlerde görmüyoruz.

Tablo çok açık arkadaşlar:
Bu kötü yönetim, ülkeyi yönetebilecek bir kapasiteye sahip değil.

Türk Hava Kurumu’nun başkanı yok. Orayı da kayyumla yönetiyorlar.

Ehliyet, liyakat neden mi önemli? İşte bunun için önemli.

Diyalogu görmüşsünüzdür. Sosyal medyada döndü dolaştı. Bu kurumun başındaki kişiyle bir haber kurumunda olan kişinin diyalogunu.

“Bu kurumun başkanı siz misiniz?” diyor. “Evet” diyor. “Peki, niye bu uçaklara bakım yapılmadı?” diye soruyor. “Ben kayyum heyeti başkanıyım” diyor, ve hiçbir sorumluluk üstlenmiyor.

Hani “elçiye zeval olmaz” diye bir söz vardır ya, bunların yeni mottosu: “kayyuma zeval olmaz”. Öyle anlaşılıyor.

***** Soruyorum:

Niye yıllardır kayyum var, niye el atmıyorsunuz?

Niye bu kurumu ayağa kaldırmıyorsunuz?

Sebebiniz varsa, kapatacaksanız kapatın.

Yok, o kurum duruyorsa da, onu amaçlarına uygun şekilde iyi yönetin, ayağa kaldırın. Bu ne vurdumduymazlık ya.

Ama işte sistem, sistem. Bütün yetki tek elde toplanınca Cumhurbaşkanının önüne gitmeyen meselelerle ilgili hiçbir şey yürümüyor memlekette.

Herkes dönüyor, acaba Cumhurbaşkanı ne diyecek? 3 milyon 5 milyon para gerekiyor, acaba parayı alabilir miyim, harcayabilir miyim?

84 milyonluk ülke böyle yönetilemez.

84 milyonluk ülkenin yönetilmesi için yetkinin devletin üst kademelerinden alt kademelerine doğru devredilmesi lazım.

Bir kişi her şeye yetişemez. Burası küçük bir ada ülkesi değil. Büyük bir ülke. Küçülmüş haliyle dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi hala bu ülke.

Yetkinin mutlaka aşağıya doğru devredilmesi gerekiyor. Yine yetkinin merkezden yerele doğru devredilmesi gerekiyor.

Tabii ki merkezin koordinasyonu önemli. Ama yerinden yönetim anlayışı, bu tür doğal afetlerde çok daha önemli bir şekilde ortaya çıkıyor.

Yangın söndürme faaliyetlerinin başlaması için cumhurbaşkanının talimatı beklenmez arkadaşlar.

Sistemin otomatik yürümesi lazım. Ona ulaşıncaya kadar, soruncaya kadar, talimat alıncaya kadar, yurtdışına telefon edip cumhurbaşkanı uçak bulana kadar milletin ciğerleri yandı ya, yazıktır.

Değerli arkadaşlarım,
Sağda solda “bu tedbirsizliğin sorumlusu kim?” diye aramaya hiç gerek yok.

Yaşadığımız bu felakete hazırlıksız yakalanmamızın tek sorumlusu vardır. O da tüm yetkiyi tek elde toplayan insandır.

Türkiye’de sistemi tek bir kişinin duygu ve dürtülerine bağlayan, kurumsal kapasiteyi çökerten, kurumları birer kuklaya çeviren, Sayın Cumhurbaşkanı olmuştur.

Gittiği yangın yerinde acılı insanlara çay fırlatması Sayın Erdoğan’ın adeta bir akıl tutulmasının içine düştüğünü göstermektedir.

Şu anda devletin kriz masasını yönetenler, krizin ta kendisidir.

Biz söz veriyoruz, ülkemizi bu kötü yönetimin elinde oyuncak olmaktan çıkartacağız.

Yangınlarla mücadele etmek amacıyla;
Havadan yangın söndürme filosunu oluşturacağız.

İddialı konuşuyorum. Aklınıza hangi siyasi parti gelirse gelsin, hepsinden çok daha iyi yönetecek kadro bu çatının altında, bunu bilin.

İnanın çok zor değil; milli bir filo için gereken kaynak, Cumhurbaşkanı’nın bir uçağının maliyeti kadar değil.

Hesap ortada.

Yangın söndürme uçaklarının, ilgili Bakanlığın envanterinde ve hazır durumda olmasını sağlayacağız.

Afet yönetimindeki kopukluğu gidereceğiz. Bu kapsamda;

Aklı sonradan başına gelenlerden olmayacağız. Afet mevzuatını, riskin önceden önlenmesi temelinde düzenleyeceğiz.

Bir adım da Türk Hava Yolları’nda atacağız.

Bayrak taşıyıcı havayolumuzun, Türkiye’nin ihtiyaçlarını görecek sayıdaki yangın söndürme uçağını, masrafları ilgili Bakanlık tarafından ödenmek kaydıyla, işletmesini acil ve yakın bir çözüm olarak hayata geçireceğiz.

En güncel teknolojik imkânlara sahip gözetleme ve erken uyarı sistemleri, yangınla mücadelede en önemli araçlarımız olacak.

İnanın artık teknoloji çok ucuz. Bir kameranın, bir dronenun fiyatı belli. Bu tamamen bir yönetim ve akıl meselesi. Teknoloji bu konuda çok ilerledi.

Bizim kendi yerli ve milli gözetlemem uydumuz bu yangın dönemlerinde de mutlaka aktif olmalı.

İyi optik sistemlerle donatılmış uydu sistemleriyle ülkemizi sürekli izlemeliyiz. Bunlar çok kolay işler. Bir uydunun fiyatı belli.

İş bunu organize edebilme, ülkeyi yönetebilme becerisi.

Orman yangınları ile mücadele ederken vefat eden şehitlerimizi unutmamamız gerekiyor ve her biri adına hatıra ormanları oluşturmamız gerekiyor.

Ayrıca yerelle işbirliği yapmayan, yerel yönetimlerle koordineli çalışmayan, merkezi yönetimi de birilerinin mutlaka elden geçirmesi gerekiyor.

Bir önemli husus da mevzuat. Yangının başladığı günlerde Resmi Gazete’de yeni bir düzenleme yayınlandı.

Bu düzenleme ne diyor? Orman alanları, Turizm Bakanlığı tarafından imar planına alınabilir diyor.

Ve Turizm Bakanlığı’na geniş yetkiler veriyor. Halbuki anayasa çok açık. Biz o düzenlemenin anayasaya uygun olmadığını düşünüyoruz.

Hukukçu arkadaşlarımız bunu kuşkusuz çalışacaklar. Burada ciddi bir anayasa ihlali var.

Üstelik yanan orman alanlarıyla ilgili, o alanların tekrar başka amaçla kullanıma açılmamasını da çok sağlam düzenlemelere bağlamak gerekiyor.

Hiç kimsenin şöyle bir niyeti olmaması lazım: burada yangın var, burada kupon arazi oluşuyor, buraya bir rant projesi yaparız. Hiç kimsenin aklının ucundan bunun geçmemesi gerekiyor.

Anayasanın ilgili hükümleri şöyle bir inceledik, fena değil yeter ki onun ruhunu yaşatalım. Yeter ki düzenlemeler buna uygun olsun.

Gerçekten bıraksanız bunlar yangından mal kaçıracaklar, külleri kara çevirecekler.

Orman ve kıyı alanlarında imar planı yapma yetkisinin Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan alınıp, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verilmesi kadar tehlikeli bir adım yok.

Biz bunları çok yakından takip ediyoruz ve bu süreçte elimizden ne gelirse yapacağız.

Değerli arkadaşlarım,

Geçtiğimiz pazar günü Manavgat’ta afet mağduru vatandaşlarımızı dinledikten sonra bir başka acı ocağına gittik.

Konya’nın Meram ilçesinde 7 ferdi katledilen Dedeoğlu Ailesi’ne taziyede bulunduk. Çok ağır, çok üzücü bir katliamdan bahsediyoruz. Bir kez daha hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, acılı yakınlarına da bol sabır diliyorum.

Bu konunun her yönüyle titizlikle araştırılması gerekiyor. Hakikatin açığa çıkarılması için bizler de adli ve idari olarak tüm sürecin yakın takipçisi olacağız.

Biz, Dedeoğlu Ailesi için adaletin izini süreceğiz.

İster orman yangınlarından bahsedelim, ister Konya’da yaşanan vahşetten bahsedelim. Mesele ne olursa olsun. Ülkedeki siyasi iklim şu an kötü bir iklim.

Siyasetin diline dikkat etmesi gerekiyor. Nefreti körükleyen zehirli dil, artık siyasetten temizlenmeli bu ülkede.

Ayrıştıran, ötekileştiren dil, siyasetin lügatından sökülüp atılmalı.
Ben herkesi itidalli olmaya davet ediyorum. Toplumun fay hatlarını kaşımaktan uzak durmalıyız.

Etnik, dini herhangi bir provokasyona da asla müsaade etmemeliyiz.

Tüm provokasyon girişimlerine karşı uyanık olmalı ve hiçbir yangına odun taşımamalıyız.

Taşıyanlara da engel olmalıyız.
Bugün biliyorsunuz, ayın 3’ü. Her ayın 3’ü enflasyon rakamı açıklanır. TÜİK de sabah saatlerinde enflasyon rakamlarını açıkladı.

Tüketici fiyat endeksi %19, yani vatandaşımızın gittiği zaman maruz kaldığı fiyattır bu.

Üretici fiyat endeksi %45.

Gıdaya bakıyorsunuz alt kademe, %25.

Bu açıklanan rakamlar, TÜİK’in makyajlı rakamları.

Vatandaşımızın hissettiği rakam bunun en az iki katı.

ÜFE ile TÜFE arasındaki fark %26. Tarihimizde hiçbir dönemde fark bu kadar yüksek olmamıştı.

Bu %26 fark, esnafımızın karından ne kadar fedakarlık ettiğini bize gösteriyor. Maliyetler artmış ama esnaf fiyatlara yansıtamıyor.

İkincisi de bundan sonraki dönemde artan üretici fiyatlarının nihai tüketiciye daha ne kadar yansıyacağının da göstergesi.

Bu %45’lik ÜFE, aylar boyunca TÜFE üzerinde baskı oluşturmaya devam edecek. Makyajlanmış rakamlar bile yakın tarihimizin en yüksek enflasyon oranı.

Aynı günlerde işçi ve memur toplu sözleşmeleri yapılıyor biliyorsunuz. Buradan sözleşmelerde hükümete çağrımız ülkenin gerçeklerini sözleşmelerde yapılan müzakerelerde mutlaka dikkate almak ve yansıtmak.

Geçtiğimiz ay Samsun’daydık. Atakum’da bir emekli çift bizi evlerine davet etti, çıktık yukarı. Eşi emekli diğer eş de bir haftaya kadar emekli olacak. İkimizin toplam emekli maaşıyla acaba gıda giderlerimizi karşılayabilir miyiz diye hesap yapıyoruz dediler.

Memleketin düştüğü durum bu. Yangın herkesin mutfağında. Yoksulluk yangını, işsizlik yangını herkesi etkiliyor.

İnanın bu ülke buna layık değil. Bütün bu sorunların yegane sebebi yönetim. Dürüst değiller, adil değiller, ayrıştırıyorlar, ötekileştiriyorlar.

Bu hükümet artık yorgun.
DEVA Partisi şu anda bu ülkenin çok büyük ihtiyacı.

Biz her an seçim kararı alınacakmış gibi çalışmalıyız. Tek bir günümüzün boş geçmemesi gerekiyor.

Artık siyasette bir sayfa kapanıyor, yerine tertemiz bir sayfa açılıyor.

Adı bolluk olan, huzur olan, barış olan yepyeni bir hikaye yazılıyor şu an.

Tüm DEVA kadroları bu hikayenin okuyucusu değil yazarlarısınız.

Biz DEVA Partisi olarak tüm siyasi partiler için temsil gücü en yüksek olan siyasi partiyiz.

Hep beraber ülkemizi çok daha güzel yarınlara taşıyacağız.

Geçtiğimiz pazar günü Antalya’daki afet mağduru vatandaşlarımızı dinledikten sonra bir başka acı ocağına gittik.

Konya’nın Meram ilçesinde, 7 ferdi vahşice katledilen Dedeoğlu Ailesi’ne taziyede bulunduk.

Çok ağır, çok üzücü bir katliamdan bahsediyoruz.

Bir kez daha vefat edenlere Allah’tan rahmet, acılı yakınlarına bol sabır diliyorum.

Konunun her yönüyle titizlikle araştırılması gerekiyor.

Hakikatin açığa çıkartılması için; bizler de adli ve idari tüm sürecin yakın takipçisi olacağız.

Dedeoğlu Ailesi için adaletin izini süreceğiz.
Değerli arkadaşlarım, siyasetin de diline dikkat etmesi gerekiyor.

Nefreti körükleyen zehirli dil, siyasetten artık temizlenmeli. Ayrıştıran, ötekileştiren dil siyasetin lügatinden sökülüp atılmalı.

Ben herkesi itidalli olmaya davet ediyorum.

Toplumun fay hatlarını kaşımaktan uzak durulmalı. Etnik, dini, mezhebi herhangi bir provokasyona asla müsaade edilmemeli.

Türkiye’nin haysiyetli insanları; eşitlik, adalet ve barış arayışından bir an olsun bile sapmamalı.

Ülkemizde iç gerginliğin tırmandırılmasına hizmet eden sorumsuz açıklamalara itibar edilmemeli.

Bu konuların şakası olmaz.

Bu konuların çözümü; her zaman ve her yerde adaletin tesis etmesi için çalışmaktır. Toplumsal barışımıza sıkı sıkıya sarılmaktır.

Bu bağlamda;

Dil, din, etnisite farklılıkları ile bir arada ve özgürce yaşamak ülkemizin en büyük zenginliğidir.

Buna kast edenlere, ayrıştıranlara, ötekileştirenlere müsamaha göstermeyeceğiz.

Bu nedenle tüm provokasyon girişimlerine karşı uyanık olacağız. Hiçbir yangına odun taşımayacağız.

*****
Partimizin değerli il başkanları,

Sizlere de ülkemizin içinden geçtiği bu zor dönemde her zamankinden daha fazla sorumluluk düşüyor.

Sandık bu pazar konulacakmış gibi gece gündüz çalışarak tüm bu zorlukların üstesinden hep beraber geleceğiz.

Artık siyaset tarihimizde, bir sayfa kapanıyor. Yerine yepyeni, tertemiz bir sayfa açılıyor.

Adı bolluk olan,
Adı huzur olan,
Adı eşitlik olan,
Adı barış olan yepyeni bir hikâye yazılıyor.

İşte sizler, tüm DEVA kadroları gibi bu hikâyenin yazarısınız. Kimsenin şüphesi olmasın;
Umut, bizim ellerimizde yükselecek.
Güven, bizim ellerimizde yükselecek.

Hepinize çok teşekkür ediyorum. Üç gün sürecek toplantımızın faydalı olmasını diliyorum.

14 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Antakya ve Defne İlçe Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ANTAKYA ve DEFNE 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi'nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Hatay il teşkilatımızın, Antakya ve Defne ilçe teşkilatımızın çok değerli

başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Hataylı gönüldaşlarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Antakya ve Defne ilçe teşkilatlarımızın birinci olağan kongrelerine hoş geldiniz diyorum.

*****
Bugün kadim topraklardayız.

Bugün onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış, çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere kutsallığını korumuş Hatay’dayız.

Ezan, çan, hazzan seslerinin birbirine karıştığı Habib-ün Neccar’ın kentindeyiz bugün.

Gazi Mustafa Kemal’in “şahsi meselem” dediği, sınırlarımıza katılan son yurt parçasında, Hatay’dayız.

14 Temmuz günü Hatay’da olmaktan çok mutluyum. Çünkü bugün binlerce yıllık kadim bayram, “Evvel Temmuz” bayramı.

Evvel Temmuz bayramının başta bu yöremiz olmak üzere, tüm insanlığa kardeşlik ve bereket getirmesini diliyorum.

Bizleri Hatay’da büyük bir coşkuyla karşıladığınız için hepinize çok teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.

*****

Bugün burada Antakya’nın kıymetli evladı, yol arkadaşım Sayın Sadullah Ergin de elbette aramızda.

Sözde değil özde reformlar döneminin Adalet Bakanıydı, sağ olsun hem şehrimize hem ülkemize çok emeği geçti.

Şimdi de DEVA Partisi çatısı altında ülkemiz için beraberce mücadele ediyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugün bu salonda Antakya ile Defne ilçelerimizin kongrelerini yapmak üzere buluştuk.

Hatay gibi çok kültürlü, çok kimlikli, çok inançlı bir şehirde, iki kadim ilçemizin kongresini yan yana ve bir arada yapmak bizim için çok anlamlı.

Hatay’ın genlerini oluşturan bu birliktelik, bir aradalık, karşılıklı saygı kültürü, bizim de yolumuzu çiziyor değerli arkadaşlar.

Ülkemizdeki tüm sorunların, tüm krizlerin çözümü, işte bu birliktelikte yatıyor.

İşte bu bir arada yaşama iradesiyle, bu birliktelikten aldığımız güçle, Hatay’daki bu kadim kültürle Türkiye’ye deva olacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz, bu ülkede yaşayan tüm kimliklerin, bizim zenginliğimiz olduğunu biliyoruz. Bunun bilinciyle yol yürüyoruz.

Sünni, Alevi; hiç fark etmez, Musevi, Hristiyan; hiç fark etmez,
Türk, Kürt, Arap; hiç fark etmez.

Bu ülkedeki her bireyin, bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşı olduğunu çok iyi biliyoruz.

İşte biz bu büyük zenginliğimizle yürüyoruz.

Biz; toplumumuzu asla kutuplara ayırmayacağız. Ayrışmayacağız. Ayrıştırmacağız.

Kutuplaştırma siyasetinden beslenenlere karşı bizler dimdik ayakta duracağız.

Etnik, dini, mezhebi farklılıkları siyasetlerine araç edenleri ifşa edeceğiz. İstismarlarını her gün yüzlerine vuracağız.

******
Değerli arkadaşlarım,

Daha önce karanlık ve derin eller; ülkemizde iç huzursuzluk oluşturmak için defalarca birliğimize ve çok kimlikli hayatımıza kast ettiler.

Toplumu kutuplara ayırmak isteyenler, fırsatını buldukça ülkemize kâbuslar yaşattılar.

Dün Maraş’taydık. Biliyorsunuz; 12 Eylül karanlığına giden yolda, Maraş’ta ve Çorum’da, karanlık ellerin organize ettiği acı dolu olaylar oldu.

90’lı yıllarda laik ile dindar, Türk ile Kürt, Sünni ile Alevi kimlikleri arasında kavga çıkarmak isteyen derin eller işbaşındaydı.

Karanlık eller; sürekli toplumun sinir uçlarıyla oynadılar.

Daha önceki bu tür olaylarla sağlıklı bir şekilde yüzleşilemediği için, bu acılar 90’lı yıllarda da tekrar etti.

Ve bu karanlık tünelin ucu 28 Şubat zulmüne çıktı.

Yüz yıllık insanlık tarihinden de, ülkemizin siyasi tarihindeki acı olaylardan da, öğrendiğimiz en büyük bilgi ne biliyor musunuz?

Toplumları bir arada tutan yegâne güç adalettir.
Eşitlik içinde, özgürce yaşamanın tek yolu, adalettir.
Ekonomik olarak güçlenmenin tek yolu adalettir.
Birliğin, dirliğin, düzenin yolu adalettir.
İşte bu nedenle bizim rotamızı adalet çiziyor. Hak çiziyor. Hakkaniyet çiziyor.

Ve biz DEVA Partisi olarak; kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı, herkesin kendi kimliğiyle, olduğu gibi kabul edildiği bir ülkeyi inşa etmek için emin adımlarla ilerliyoruz.

Devletin, kimseye ayrımcılık yapmadığı bir ülke hedefimize doğru hep birlikte yürüyoruz.

Bu doğrultuda; etnik, dini, mezhebi ve kültürel tüm çeşitliliğimizi sahipleniyoruz.

Bir cihan imparatorluğunun ardından kurulan cumhuriyetimizde çok kültürlü, çok kimlikli hayatımıza sahip çıkıyoruz.

Söz veriyoruz.

Toplumdaki tüm farklılıkları kapsayan “eşit vatandaşlık” anlayışından hiçbir zaman sapmayacağız.

Kimseyi dışlamayacağız. Hiçbir vatandaşımız, devlet kapısının önünde korku ve endişe yaşamayacak.

Devletin kademelerini, ayrımcılık yapmaksızın, bu ülkede yaşayan tüm vatandaşlarımıza, liyakatı baz alarak açacağız.

Vatandaşımızın doğuştan sahip olduğu hakları olduğu gibi tanıyacağız. Değerli arkadaşlar,

Haklar tanınır, hakların pazarlığı olmaz.
Temel insan haklarını siz oylamaya dahi götüremezsiniz.

Biz topraklarımızın üzerinde yaşayan herkesin haklarını koruyacağız. Kazanılmış tüm hakların garantisi biz olacağız. Haklarımıza göz diken kimseye geçit vermeyeceğiz.

Ben buradan, sizlerin huzurunda, ülkemizdeki herkese bir davette bulunuyorum:

İnsanımızı yarınların Türkiye’sine davet ediyorum.

Yaşanmış zulümleri kabul eden, ama hesaplaşma peşinde kavgaya girmeyen,

Birbirine saygı duyarak umutta birleşen,

Kimliği, inancı, ideolojisi ne olursa olsun herkesi özgürlük, adalet, ehliyet, fırsat eşitliği ve şeffaflık ilkeleri etrafında, yeni bir birlikteliğe davet ediyorum.

Bu davet; konuşmaktan korkmayan, fikirlerden korkmayan, farklı kimliklerden korkmayan, birbirinden korkmayan cesur bir Türkiye içindir.

Bu davet; kuzunun kurda yem olmadığı bir Türkiye içindir.
Bizim lügatımızda yorulmak yok, bizim lügatımızda korkmak yok.

Biz bu yola emin adım adımlarla çıktık. Alnımız açık, başımız dik. Korkanlar ortada. Korkanların ne yaptığını da görüyoruz.

Bizim korkacak hiçbir şeyimiz yok. Emin adımlarla yürüdük, yürüyeceğiz. Kimsenin şüphesi olmasın;

Sürekli olarak korku pompalayan mevcut hükümete, en kısa zamanda, sandıkta dersini biz vereceğiz.

Hep beraber umutla yaşayacağız.

Özgür ve zengin bir Türkiye’ye hiç kuşkusuz kavuşacağız.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizler çocuklarımıza barış ve eşitlik içinde yaşayan özgür bir ülke bırakmak için yola çıktık.

Bunun için de, tek tipleştirmeye karşıyız.

Gençlerin tornadan çıkmış gibi yetiştirilmeye çalışıldığı bir eğitim sistemine karşıyız.

Deva iktidarında;
Çocuklarımız küçük yaşta karşılıklı saygıyı öğrenerek büyüyecek.

Çocuklarımıza eşitlik, adalet ve barış kültürümüzü öğretmeyi ilke edineceğiz. Bir arada yaşama kültürümüzü, geleceğimize taşıyacağız.

Tüm vatandaşlarımızın, inançlarının gereğini korkusuzca ve huzurla yaşayabilecekleri özgür bir Türkiye’yi oluşturacağız.

Ötekileşme hissi doğuran tüm uygulamalara son vereceğiz.

Bu kapsamda;

Alevi vatandaşlarımızın başta ibadethanelerine ilişkin talepleri olmak üzere inanç, düşünce ve davranış temelindeki sorunlarının çözümü için de gereken her türlü adımı atmaya hazırız.

Değerli arkadaşlar,

Bizler, halkımızın sorunlarını dinleyerek yol yürüyoruz.

Yanlışımız varsa, yanlıştan dönmesini bilecek bir usulle çalışıyoruz. Vatandaşımızın uyarılarını can kulağıyla dinliyoruz.

Bu nedenle, vatandaşlarımızın sorunlarını rahatça dillendirmeleri ve şikayetlerini yöneticilere kolayca ulaştırmaları gerektiğini biliyoruz.

Yönetenler ile halkın arasına sınır çizilmesini doğru bulmuyoruz.

Yine bu doğrultuda, vatandaşlarımızın şiddetten uzak durmak kaydıyla, barışçıl bir şekilde düzenledikleri protestoları anayasal bir hak olarak tanıyoruz. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yönelik, hukuk dışı keyfi sınırlamaların da tamamen karşısındayız.

Bu nedenle hepinizin huzurunda tüm Türkiye’ye söz veriyorum:

Biz milletimizin doğuştan sahip olduğu tüm hakları olduğu gibi tanıyacağız.

Geçmişte yaşanan hiç bir acıya kör, hiç bir feryada sağır kalmayacağız.

Bu acıların bir daha yaşanmaması için elimizden geleni yapacağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bizler, sadece iç politikada değil, dış politikada da barışın sesi, çözümün adresi olacağız.

Türkiye gerçekten zor dönemlerden geçiyor. Vatandaşlarımıza sorduğumuzda en önemli sorun alanı olarak bize işsizliği, yoksulluğu, hayat pahalılığını gösteriyorlar.

Dertler ortak. Şu anda ekonomi can alıyor. Yoksulluk intiharları başladı bu ülkede. Biz böyle şey bilmezdik.

Yoksulluk, çaresizlik sebebiyle canına kıyan vatandaşlarımız var bu ülkede.

Ev gençleri oluştu. Liseyi, üniversiteyi bitirmiş, iş arıyor bulamıyor. Evde oturuyor hatta iş aramaktan bile vazgeçiyor.

Bütün bunların sebebi ne biliyor musunuz? Kötü yönetim.

Bilmiyorlar en kötüsü bilmediklerini de bilmiyorlar. Biliyoruz zannediyorlar.

Türkiye’de döviz kurları tarihin en yüksek rekor seviyesine ulaşmış durumda.

İşsizlik, istatistiklerin tutulduğu ilk günden bu yana, genç işsizlik rakamları tarihin en yüksek seviyelerine ulaşmış durumda.

Hazine’nin borcu iki yılda ikiye katlamış durumda. Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesinde. 95 yılda birikmiş borç kadar iki yılda bir o kadar daha eklendi üzerine.

Merkez Bankası’nın faizi yüzde 19. Avrupa’nın en yüksek faizi, dünyada 7. sıradayız.

Cumhurbaşkanı 2018 seçimlerinde ne diyordu? “Bana oy verin faizle de enflasyonla da nasıl mücadele edilir ben göstereceğim.” diyordu.

Üç yıl geçti. “Ben faize karşıyım.” diyordu. Ben soruyorum kendisine:

Bugün yine MB Para Politikası Kurulu toplandı ve faizleri yüzde 19’da tutmaya karar verdi. Aylarda yüzde 19’da.

Sayın Erdoğan ne diyordu: “Faizi düşürürsen enflasyon da düşer.” diyordu.

Enflasyonun son açıklanan makyajlanmış rakamları bile TÜFE’de %17, ÜFE’de %42 gösteriyor.

ÜFE %42, son 20 yılın en yüksek rekoru arkadaşlar.

Cumhurbaşkanı, “Faiz sebep, enflasyon sonuç.” diyordu. Niye düşürmüyorsun faizi?

Eğer tezin doğruysa, faiz düşünce enflasyon da düşüyorsa, niye hala faiz %19? Faizi düşür ki enflasyon da düşsün o zaman niye düşürmüyorsun?

Eğer bugün faiz hala %19’sa çıkıp, kusura bakmayın, ben yanlış yapmışım de. Yanlış bir tezi bu ülkeye yıllarca dayatmışım de.

Benim hatam yüzünden bu ülkede enflasyon da, faiz de, kur da rekor kırıyor de.

Yanlış yapmışım de ve bu milletten bir helallik iste.

Yok, tezin doğruysa Merkez Bankası’na derhal talimat ver, bu faizi düşürsün.

Ben soruyorum kendisine:

Niye faiz hala %19?

Merkez Bankası yol geçen hanına döndü. MB başkanları şamar oğlanına döndü. Lafımı dinlemiyor diyerek kaç tane başkan değiştirdi.

Peki lafını dinleyen Merkez Bankası başkanı atanalı dört ay geçti. Niye hala faiz %19?

Değerli arkadaşlarım,

Bu ülke kötü yönetiliyor, kötü.

Bütün bu olumsuzların sebebi: kötü yönetim.

2018 Haziran’da tek imza yetkisiyle cumhurbaşkanı seçildi değil mi? Ne oldu?

Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verdiler, bu ülkenin tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır sattılar.

Biz 27 milyardan alıp tam 132 milyar dolara çıkartmıştık o döviz rezervini. Biz yapmıştık onu.

Bu ülkenin sanayicisinin, turizm çalışanının alın teriydi o dövizler.

Ve bunu pandemi öncesinde yapmaya başladılar. Pandemi döneminde sıfırlanmıştı döviz rezervi zaten.

Pandemiden önce Merkez Bankası’nın yedek akçelerini tükettiler. Biz yıllarca ak akçe kara gün içindir diyerek biriktirdik.

Tam 46 milyar liralık Merkez Bankası’nın yedek akçelerini bir günde müteahhitlere dağıtıp bitirdiler.

Pandemi gelip vurduğunda da bizim çiftçimiz, esnafımız sahipsiz kaldı.

Bu ülkenin münferit çalışanı, bahşişle geçineni, yevmiyeyle geçineni, bu ülkenin sanatçısı sahipsiz kaldı.

Bütün G-20 ülkeleri içinde bu pandemi döneminde vatandaşına doğrudan destek anlamında en az desteği veren ülke Türkiye oldu.

Dün Kahramanmaraş’ta evvelsi gün Gaziantep’te esnafımıza, “Devlet size bir destek verdi mi?” diye sorduk.
100 esnafta 3’ü 5’i destek aldım diyor. Destek alanlarda 3 bin tl aldım diyor.

Asgari ücretli bir işçinin işverene bir aylık maliyeti bugün 4200 tl. Sefalet ücretinden bahsediyoruz.

Bütün pandemi döneminde bizim esnafımızın sadece yüzde 3’ü 5’i destek alıyor, aldığı destek de bir defalık ve 3 bin lira.

Bu mu devlet olmak ya?

Esnafımız “Yıllarca ben vergi ödedim bu devlete. Hiç olmazsa şu pandemi döneminde bırak desteği, senden vergi almayacağız niye demedi bu devlet? diyor.

Niye? Çünkü tükettiler. Bu ülkenin kaynaklarını çarçur ettiler.

Taraflı cumhurbaşkanı akraba bakan el ele verip bu ülkenin yedek akçesini de MB rezervlerini de tükettiler.

Devleti zayıflattılar, güçsüzleştirdiler.

Maalesef şu anda Türkiye, itibarını önemli ölçüde yitirmiş bir ülke. Uluslararası saygınlığını önemli ölçüde yitirmiş bir ülke.

Mevcut hükümet, dış politikayı eline yüzüne bulaştırdı.
Hatay; Suriye’de yaşanan iç savaştan en çok etkilenen şehrimiz oldu.

İç savaş hemen yanı başımızda. Reyhanlı’nın Beşaslan Köyü ile Suriye’nin Harim Köyü arası 1000 metre mesafe var sadece.

Bin metre ötedeki kardeşlerimiz, akrabalarımız savaşın ortasında. Ama Türkiye, bu iç savaşın çözümünde gereken rolü üstlenmiyor.

Üzülerek söylüyorum ki hükümet Suriye politikasında ısrarlı yanlışını korudu, koruyor.

Bakın, Suriye’de iç savaş devam ediyor. Milyonlarca insan yuvalarını, ailelerini, yaşamlarını yitirdi.

Peki Suriye iç savaşında Türkiye’nin yapması gereken neydi?
Barışın tesisinde aktör olmaktı. Gerektiğinde arabuluculuk yapmaktı.

Çünkü barış sağlanmadıkça, komşumuzda kan ve gözyaşı akmaya devam ettikçe, bunun acısı bize de yansıyor.

Hele hele komşularımızın iç siyasetine, dar bir ideolojik çerçeveyle müdahale etmek, ülkemize hiçbir çıkar sağlamıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana temel bir ilkesi vardı: başka ülkelerin iç siyasetine karışmamak ilkesi, başka ülkelerin iç meselelerine taraf olmamak ilkesi.

Bunlar ne yaptı?

Bizim ekonomiyi zirveye taşıdığımız dönemde, Türkiye’nin bütün dünyada “yıldız ülke” olarak gösterildiği dönemde, o ekonomik gücü ve itibarı maalesef tepe tepe kullandılar.

Dar bir ideolojiyi tüm dış politika sathında egemen kılmanın peşine düştüler. Geldiğimiz noktada, uluslararası arenada ülkemizi yapayalnız bıraktılar. Üstelik adına, “değerli yalnızlık” diyorlardı, değil mi?
Değere bak değere.

Hani değer? Yalnızlığın değerinin beş para etmediğini anlayınca mı gidip Sisi’nin peşine düşüyorsunuz?

Zalim Sisi oldu birdenbire dostum Sisi.

Hani, “Ben onun elini sıkmam, onun masasına oturmam, onun olduğu salona girmem.” diyordu.

Ne oldu? Heyet arkasına heyet gönderiyor şimdi Suriye’ye. Suriye’ye gidenler biraz daha farklı heyetler belki ama özellikle Mısır’a artık diplomatik heyetler de gönderiliyor. Bakan yardımcısı düzeyinde heyetler gönderiliyor.

Mısır’a heyet arkasına heyet gidiyor. Niye? Acaba barışabilir miyiz diye.
Mısır Dışişleri Bakanı çıktı dedi ki: “Sizinle belki konuşuruz ama önce şartları önce kabul edin. Ondan sonra Kahire’ye gelin.”dedi.

Türkiye Cumhuriyeti bu hale düşürülür mü? Değerli arkadaşlarım,

Yalnızlığın değerinin beş para etmediğini anladılar ama bunun maliyeti ülkemize çok ağır oldu.

Fakat soruyorum şimdi arkadaşlar: siyaset neden var?

Siyaset; hiçbir sorun sonsuza kadar sürmesin, her çatışmanın bir çözümü olsun, acılar son bulsun diye var.

Biz bunun için siyaset yapıyoruz.

Siyaset; huzuru, barışı tesis edecek ki insanların refah seviyesi yükselsin, bölge kalkınsın, özgürlükler doyasıya yaşansın.

Bugün Türkiye, hatalı dış politika tercihlerinin ağır maliyetlerini ödüyor.

Oysa bizim için aslolan, komşularımızla ve müttefiklerimizle birlikte, kazan- kazan sonuçlarını elde edebilmektir.

Dış politikada öyle çözümler bulursunuz ki herkes kazanır. Dış politika böyle küçük bir pastanın paylaşılma yarışı değildir.

Akıllı dış politika pastayı büyütmektir. Herkesin topluca menfaat sağlamasını elde edecek çözümler üretmektir. Diplomasi budur, dış politika budur.

Bizim için aslolan, başka ülkelerin iç siyasetlerine karışmamak, kavganın tarafı olmamak; çözümün parçası olmaktır.

Türkiye şu anda bütün bu coğrafyada sorunları parçası arkadaşlar. Türkiye, çözümün parçası olmak zorunda.

Biz; Suriye’de kalıcı çözümden yanayız. Suriye halkının huzur ve barış içinde, güven içinde yaşamasından yanayız.

Peki, bunun yolu nedir? Siyasi diyalogdur, diplomasidir.

Ülkemizin ulusal güvenliği ve çıkarları için, çözümün bütün taraflarıyla yapıcı ve gerçekçi diyalogların gerçekleştirilmesidir.

İşte biz bunun için buradayız.

Ülkemizin hem iç barışını hem de dış barışını sağlamak için buradayız.

Ülkemizin ve bölgemizin tüm yaralarını sarmak için buradayız.

Hudutlarımızın şiddetle, savaşla, kontrolsüz göçle değil; ticaretle, bollukla, bereketle anılması için buradayız.

*****
Değerli dostlarım,

Bizler matemde birleşmiş insanlarız. Mutlu yarınlarımızı da hep beraber kuracağız. Toplumsal dayanışmamızı güçlendireceğiz.

O mutlu yarınlarımızda; barışın sembolü defne ağaçları yeşerecek.

Bu topraklarda illa gözyaşı akacaksa, o gözyaşları sevinç gözyaşları olacak.

İşte değerli dostlarım,

Bizler; hiçbir acının sonsuza dek sürmemesi için elimizden geleni yapacağız.

Birbirimizin matemini paylaşacağız. Beraber ağlayıp, beraber güleceğiz.

Deva Partisi’nin damlaları, dupduru yarınlarımıza bereket gibi, kardeşlik gibi yağacak.

Ve bugün hem Antakya hem de Defne halkının huzurunda, sizlere “Ali sözü” veriyorum.

Bizim bu toprakların Ayşe’lerine, Fatma'larına, Mehmet'lerine, Emin'lerine, Zeynep’lerine sözümüz var.

Bu kötü yönetimi sona erdirip, kutuplaşmaya nokta koyacağız.
Biz emaneti teslim almak için hazırız. Deva Partisinin pırıl pırıl kadroları hazır. Artık Antakya’nın da Defne’nin de DEVA’sı var.
Türkiye’nin DEVA’sı hazır.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

14 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Defne İlçe Binası’nın Açılış Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN DEFNE İLÇE BİNASI AÇILIŞ KONUŞMASI

Deva Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Hatay il teşkilatımızın ve Defne ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Defneli gönüldaşlarımız,

Bu program vesilesiyle diğer illerimizden ve ilçelerimizden gelip bizlerle beraber olan kıymetli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Defne ilçe binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

Şu saatte burada böyle coşku dolu bir kalabalığı görmek, gözlerinizdeki ışıltıyı görmek umudumuza umut, heyecanımıza heyecan katıyor.

Hepiniz ilçemizin devasına hoş geldiniz: Ehlen ve sehlen.

*****

Öncelikle hepinizin “Evvel Temmuz” bayramını kutluyorum.

Yıllardır; baskıya, zulme, asimilasyona direnerek kutlanan “Evvel Temmuz” bayramının, ülkemizde huzura vesile olmasını temenni ediyorum.

Hatay gibi güzel ve kadim bir şehrin enfes köşelerinden birindeyiz. Defne, 2012 yılında kurulan genç bir ilçemiz.

Doğal güzelliği, yapısı, kimliği ile dimdik duran, hepimiz için özel anlam taşıyan bir ilçe.

Ama ilçemiz yatırımlardan uzak tutuluyor.

Sadece kendi iktidarını ve etrafındaki üç beş yandaşı düşünen yönetim zihniyeti, maalesef şehirlerimizin sorunlarını çözemiyor.

Nerede büyük bir proje var, milyar dolarlık proje var hemen gözlerinde dolar işareti oluşuyor, o projenin peşinden gidiyorlar.

Maalesef bu zihniyet, Defne’nin derdini duymuyor, Defne’nin sorunlarını dinlemiyor.

Defne’yi adeta kendi kaderine terk etmiş durumda... Bakın;

İçinden geçtiğimiz şu pandemi döneminde Defne’nin, 150 bin nüfuslu ilçemizin, ihtiyaç duyduğu hastane eksikliğine bir çözüm buldular mı?

Bakın alelacele İstanbul’da havalimanını yatay kesecek biçimde hastaneler inşa ettiler biliyorsunuz. Amaç hastane değil, başka bir şey ama girmeyelim oraya şimdi.

Fakat bu pandemi döneminde dahi acil ihtiyaçları karşılanmadı bu ilçemizin.

Hastane demek, can demek. Vatandaşlarımızın hayatı demek. Üstelik devletin de en önemli görevlerinden birisi vatandaşlarımıza sağlık hizmeti götürmek.

Bu iktidar vatandaşına sağlık hizmeti sunmak zorunda. Ama maalesef, Defne ilçemizin bir devlet hastanesi yok. Böyle bir anlayış olmaz değerli arkadaşlarım.
Böyle bir zihniyetle ülke yönetilemez.

İşte o yüzden biz bu zihniyeti ve bu adaletsiz yönetimi en kısa zamanda değiştireceğiz.

Saraylardan Defne’nin, Antakya’nın, Hatay’ın sesi duyulmaz. Onun için biz buradayız. Defne’nin sesini duymak için buradayız.

İşte o yüzden biz 84 milyonluk ülkeyi tek kişinin keyfine mahkum eden bu taraflı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini ve ülkeyi yöneten bu zihniyeti ve iktidarı topyekun değiştireceğiz.

Bu kötü yönetimi, tarihin tozlu sayfalarına acı bir hatıra olarak bırakacağız. Değerli arkadaşlarım,

Alevi vatandaşlarımızın, Arap vatandaşlarımızın ayrımcı muameleler karşısında incindiğini biliyoruz.

Kamuda işe alımlarda ayrımcılıklar yaşandığını çok iyi biliyoruz. Liyakatın esas alınmadığını biliyoruz. İşte biz o yüzden bu kamuya işe alımlarda mülakat sistemini sona erdireceğiz.

Hak eden hak ettiğini alacak. Adalet, devletin varlık sebebi.

Liseye, üniversiteye giden gencecik çocuklarımızın hepsinin umudu kırık.

Gençlerimiz “Ben liseyi okuyorum ama üniversiteyi okumamın anlamı var mı? Üniversiteyi bitirsem zaten iş bulamayacağım. Üniversiteyi bitirsem, sınava girsem sınavdan 90 alsam 95 alsam yine beni işe almayacaklar, mülakatta yine beni eleyecekler.” diyor.

Böyle ülke yönetilir mi? Bu ülkenin gencecik insanlarının umudunu karartmaya kimsenin hakkı yok.

Ülkemiz bu kötü yönetimi hak etmiyor.

Binlerce yıldır hep beraber yaşadığımız; karşılıklı anlayışla, saygıyla, barış içinde yaşadığımız bu topraklarda, kutuplaştırma politikaları sosyal dokumuzu örseliyor, ayrışmaya zemin hazırlıyor.

Bu politikalar ülkemizi topyekün fakirleştiriyor.

Bakın Defne ilçemizin nüfusu çok genç değil mi? Bu iktidar gençlere bir gelecek vaat ediyor mu?

Defneli gençlerin bir gelecek hayali var mı?

Yanı başımızdaki savaşın ağırlığına, ülkemizdeki ekonomik krizin derinleşmesini, işsizliğin artmasını da ekleyince, gençlere sadece karamsarlık bıraktılar.

Gençler yarınlarına bakıyor, içleri kararıyor.
Ama kimsenin şüphesi olmasın, biz bu kabustan ülkemizi hızla çıkaracağız.

Nasıl bir korkulu rüyadan, kabustan insan uyanınca rahatlar. Şöyle bir “oh be” der inanın bu kadar hızlı düzelecek pek çok şey.

İşsizliği, yoksulluğu, yolsuzluğu kader gibi milletimize dayatanların yönetimine son vereceğiz.

Ben buradan Defneli tüm arkadaşlarıma sesleniyorum.

Kimliğiniz nedeniyle şimdiye kadar yaşadığınız tüm ayrımcılığı sona erdireceğiz.

Ülkenin batısıyla doğusu, kuzeyiyle güneyi aynı imkanlardan yararlanacak.

Devlet yapısında, işe alımlarda, yükselmelerde, üst düzey yönetimlerde herkese eşit fırsat tanınacak.

Bakın ben 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başındaydım. Benim dönemimde ekonomiyle ilgili personel politikasını bilenlere bir sorun.

Ali Babacan’a bağlı ekonomik birimlerde insan kaynağı açısından hak var mıydı, adalet var mıydı, diye bir sorun.

Hak eden hak ettiğini alıyor muydu diye sorun.

Ali Babacan’a bağlı kurumlarda dinine, mezhebine, etnik kökenine bakmadan herkesin önü açık mıydı, hak eden, başarılı olan hak ettiği pozisyona geliyor muydu diye bir sorun.

Ben başka bir şey söylemiyorum. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Siyaset sadcee laf üretmek değildir arkadaşlar. Siyaset, iş üretmektir iş.

Bugünkü iktidarın dayattığı “makbul vatandaş kimliği”ni yırtıp atacağız.

Acıyı bile kutuplaştıran bu zihniyete; Ali İsmail Korkmaz için de, Ahmet Atakan için de, Abdullah Cömert için de içimizin yandığını göstereceğiz.

Bu vesileyle;

2013 yılında yaşanan Gezi Parkı protestoları sırasında orantısız güç kullanımı sonucu hayatını kaybeden Ali İsmail’in, Abdullah Cömert’in ve Ahmet Atakan’ın ailelerine bir kez daha başsağlığı diliyorum.

Gezi olayları tarihimizde önemli bir dönüm noktasıdır. Gezi olaylarında sadece ve sadece yeşil için, çevre için, ağaç için, bu ülkenin taşı, toprağı, börtü böceği için haklı gerekçelerle sokağa çıkan vatandaşlarımız vardı.

Biz onların hepsinin yanında olduk ve onları anladık.

Tabii ki bu karışık ortamdan, Gezi olayı ortamından istifade edip bunu istismar etmeye çalışanlar da oldu.

İşi şiddete doğru evriltmeye çalışanlar da oldu. Bunların da farkındayız.
Biz şiddetin her türlüsüne karşıyız. Barışçıl gösteriler, protestolar, yürüyüşler anayasal temel haktır. Şiddet içermedikten sonra her vatandaşımızın hakkıdır.

Ancak biz hem bu ortamı istismar edip şiddet üretenlere de karşıyız ama biz devletin ürettiği şiddete de karşıyız.

*****
Değerli arkadaşlar,
Defneli dostlarımın huzurunda; Deva Partisi olarak söz veriyoruz; Yaşayan, yaşamı önceleyen, yaşatan bir ülke inşa edeceğiz.
Her bir vatandaşımızın eşit ve onurlu yaşamını savunacağız.

Hastaneden, okuldan, altyapıdan, istihdamdan, her türlü yatırımdan mahrum bırakılan Defne’yi devlet kaynaklarıyla buluşturacağız.

Çünkü değerli arkadaşlarım,

Deva Partisi, tek kimlik dayatan anlayışa geçit vermeyenlerin; tekçi anlayışı elinin tersiyle itenlerin partisidir.

Çünkü Deva partisi;
Türk, Kürt, Arap demeden;
Sünni, Alevi demeden;
Her türlü ayrımcılığı yok edecek, Türkiye’nin tek partisidir.

Çünkü Deva partisi,

Türkiye gibi çok kimlikli, çok kültürlü olmayı bir zenginlik bir onur addedenlerin partisidir.

İşte o yüzden bu binada çok işimiz var değerli arkadaşlarım.

Bu ilçe binamızın içinde çalışacak arkadaşların gerçekten sorumlulukları çok yüksek.

Tabii ki bu binada kapalı kalmayacağız. Her an bir iki nöbetçi olacak. Hep sahada kalacağız ama koordinasyon buradan olacak.

Bugün burada şu an açtığımız sadece bir ilçe binası değildir.
Biz burada, bir arada yaşama kültürünün kapısını açıyoruz.
Biz bugün burada eşitliğin, adaletin, liyakatin, hakkın merkezini açıyoruz. Bugün burada, demokrasinin ve atılımın merkezini açıyoruz.
Defne’ye ve ülkemize hayırlı olsun.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun, var olun.

13 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kahramanmaraş İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KAHRAMANMARAŞ 1. OLAĞAN İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Kahramanmaraş il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Maraşlı gönüldaşlarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarından bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kahramanmaraş teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün; zengin su kaynaklarıyla, kaplıcalarıyla, florasıyla insanı büyüleyen bir doğa harikasında,

Camileriyle, medreseleriyle, konakları ve türbeleriyle tarih kokan medeniyet beşiğinde,

İstiklal harbimiz sırasında kahramanlığını tüm cihana ispatlayanların şehrinde, Sütçü İmam’ın şehrinde,

Kahramanmaraş’ta sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bizler DEVA Partisi’ni kurarken ilkelerle yola koyulduk.

Demokrasi dedik. Çoğulculuk dedik. Özgürlükler dedik.

Tıpkı milli mücadelemizin karargahı olan birinci meclisimiz gibi; sırtımızı milletin egemenliğine, ortak akıl ve istişare kültürüne dayadık.

Milletimizin sesini egemen kılmak için çıktığımız bu yolda; ülkemizde yaşayan her bir vatandaşımızın hissiyatını korumayı da milletimize bir borç bildik.

Bu anlayışla; vatandaşlarımızın can güvenliğini, hak güvenliğini ve mal güvenliğini koruyan bir yönetim anlayışını benimsedik.

Üstümüze düşen sorumluluğun farkındayız.

Değerli arkadaşlarım,

Demokrasi, milletimizin sesini egemen kılmaktır.

Bu nedenle, hepimizin üzerimize düşen en önemli görev;

Demokrasimize karşı yönelen her türlü kalkışmanın karşısında dimdik durmaktır.

Anayasal düzeni korumak, milletin iradesini her şeyden ve herkesten üstün tutmaktır.

Bizim halkımıza sözümüz;

Koşullar ne olursa olsun, hukuk devletini korumak ve hukukun üstünlüğünden asla vazgeçmemektir.

Bizim halkımıza sözümüz;

Hiçbir vesayet odağına, siyasetin üstünde bir güç atfetmemektir. Darbeci her türlü zihniyeti bu devletin bünyesinden söküp atmaktır.

Türkiye, demokrasi sevdasından bir an bile vazgeçmeyen, tam demokrasiye

kavuşacağı günü “hasretle” bekleyen büyük bir ülkedir.

Demokrasi, 73 sene önce, oy kullandıkları sandıkları korumak için nöbet tutan, mücadele eden Arslanköylü kadınların hasretidir.

Demokrasi, 12 Eylül darbesinden sonraki ilk seçimlerde, askerin gücüyle seçime girenleri değil, sivil siyaseti destekleyen milyonların hasretidir.

Demokrasi, 28 Şubat'ın korku iklimiyle evlere hapsolan gençlerin hasretidir. Demokrasi, 15 Temmuz gecesi tankları durduran cesur milletimizin hasretidir.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bundan 5 yıl evvel, 15 Temmuz 2016 gecesi, demokrasimize karşı hain bir darbe girişimi gerçekleştirildi.

Tam da “21. yüzyılın Türkiye’sinde darbeler dönemi artık kapanmıştır” denilirken, bu sinsi örgüt, FETÖ terör örgütü, demokrasimizi katletmeye çalıştı.

O gece, milletimiz demokrasiye sahip çıktı. Silahlı hainlerin karşısına geçerek direndi.

251 şehidimiz, demokrasiyi savunmak için hayatını kaybetti. Binlerce insanımız yaralandı.

Tabiri caizse halkımız o gece devleti ayakta tuttu.
Tarihimizin en kanlı gecesinde, halkımız, direnerek demokrasiye sahip çıktı.

O gece, kimsenin ne dediğine bakmadan sokağa çıkan binlerce insan sayesinde, darbeciler amaçlarına ulaşamadılar.

Halkımızın sağduyusu, cesareti ve demokrasi sevdası tankların önüne set çekti.

Darbeciler, milletimizin bedeniyle ördüğü o kutlu duvarı aşamadılar.

Biz şunu çok net biliyoruz: Gücünü tankların paletinden alanlar, gücünü haktan ve meşruiyetten alanları asla geçemezler.

15 Temmuz demokrasi direnişi niçin başarılı oldu, biliyor musunuz? Çünkü o direniş haklı bir direnişti.
Çünkü meşruydu.
Ve çünkü sivil bir direnişti.

Ben bu vesileyle, darbeye direnirken şehit düşen tüm vatandaşlarımızı minnetle anıyor, onlara Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun.

Tüm gazilerimize de şükranlarımı sunuyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

15 Temmuz demokrasi direnişinin yıl dönümüne yaklaşıyoruz. İki gün sonra, kaybettiğimiz vatandaşlarımızı bir kere daha saygıyla ve minnetle anacağız.

Ancak, 15 Temmuz sadece senede bir gün anılacak ve sonra unutulacak bir tarih değildir.

Bize düşen; demokrasimize sahip çıkan vatandaşlarımızın emanetine sahip çıkmaktır. 251 şehidimizin bize emaneti var, bizim de o emanete sahip çıkmamız gerekiyor.

O emanet nedir değerli arkadaşlarım?

O emanet, Türkiye'nin bir daha sabah erken kalkanın, gece geç yatanın darbe yapacağı bir ülke olmasına izin vermemektir.

O emanet, tankların gölgesinde, namluların ucunda darbe planları yapanların, bütün heveslerini kursaklarında bırakmaktır.

O emanet, halkın oylarıyla seçilmişleri silahla, baskıyla sindirmeye çalışanlara göz açtırmamaktır.

O emanet, devlet kurumlarına yapılan personel atamalarında sadece ve sadece liyakatı esas almaktır.

Bizler, darbelerin kan, zulüm ve gözyaşı anlamına geldiğini çok iyi biliriz.

Bu millet darbelerin acısını on yıllardır sokakta, okulda, cezaevlerinde, işkence odalarında, gördü. Çok çekti. Biz bu acıyı çok iyi biliriz.

Seçimle gelen ancak seçimle gider! Bunu herkesin zihnine kazıması lazım.

Buradan milletimize verdiğimiz sözü bir kez daha tekrarlamak istiyorum:

Koşullar ne olursa olsun, sivil siyasete gözümüz gibi bakacağız.

27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın, 27 Nisan’ın ve 15 Temmuz’un tüm mağdurlarının anılarını, biz DEVA Partisi’nde yaşatacağız.

Sivil siyaseti tüm güçlerin üstünde göreceğiz. Yarınlara da tertemiz bir demokrasi bırakacağız.

*****
Bu ülkenin sorunlarının çözümü değerli arkadaşlarım, sadece meşru demokratik siyaset zemininde aranmalıdır. Çözümün adresi orasıdır.

Değerli arkadaşlarım,

15 Temmuz gecesi binlerce vatandaşımızın kendi canlarını ortaya koyarak yazdıkları şanlı tarih, bir süre sonra, maalesef, iktidarın kendi gücünü tahkim etmesine alet edildi.

Önce bitmeyen bir OHAL dönemine girdik biliyorsunuz. 3 ay diye başladılar. Hatta bir hükümet üyesi çıktı, “3 ay bile sürmez, zaten o kadar OHAL’lik bir durum da değil.” dedi. Ardından bir üç ay daha, bir üç ay daha derken tam iki sene oldu.

Ardından da adına cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen ucube bir sistem geldi.

KHK’lar dönemi standartlaştı.

Kayırmacılık ve rant düzeni aldı başını gitti.

Mafyaların çetelerin cirit attığı bir ortamda, hukuksuzluk egemen oldu.

Oysa 15 Temmuz demokrasi direnişi; güçlü, demokratik bir hukuk devleti için gerçekten önemli bir fırsat olabilirdi.

Ama hep diyorum, zihniyet bu değil, zihniyet.

Bu hain darbe girişiminin ele başları, bunu planlayanlar, düzenleyenler, gerçekleştirenler, kim var kim yoksa hak ettikleri en ağır cezayla karşı karşıya kalmalılar.

Kalmalılar ki ibret olsun. İbret olsun ki bundan sonra hiç kimse bir daha böyle bir darbe girişimine cüret gösteremesin.

Bir yandan bunları yaşadık ama bir yandan da Sayın Erdoğan’ın o dönemde iki enteresan ifadesi oldu. Bir, bu darbe teşebbüsünün sonrasında “Bu bize Allah’ın bir lütfu oldu.” dedi.

Arkasından 2017’de, darbe teşebbüsünden daha bir yıl bile geçmeden OHAL döneminde bir referandum yapıldı biliyorsunuz. Referandumda da böyle uç uca bir “evet” çıktı.

Referandumdan sonra da “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” ifadesini kullandı.

Bu ifadelere o dönem de anlam verenler oldu, veremeyenler oldu. Arkasında nasıl bir hissiyat var acaba diye sorgulayanlar oldu.

Sapasağlam bir anayasa, sapasağlam bir hukuk sistemi, liyakata dayalı bir devlet personeli rejimi nasıl kurarız ki bir daha devletin içine bu tür yapılar sinsice giremez, bu tür yapılar kendi dar çıkarları için koskoca ülkeyi böyle sıkıntıya sokamaz diye bunların üzerinde çalışmak gerekirken maalesef Sayın Erdoğan ne yaptı?

Bunu tam tersi yönde kullandı. O atmosferi, o iklimi tam tersi yönde kullandı.

84 milyonu tek imzaya mahkum ettiği bir dönem başlattı.

Her türlü krizin vazgeçilmezi olan, krizlerin ortağı Bahçeli’de bu yolda onu yalnız bırakmadı.

251 şehidimizin, binlerce insanımızın direnişi; bu ülke ve millet için değil, ucube bir sistem adeta fırsat olarak göründü.

İşte bu yüzden ben buradan açık yüreklilikle bir çağrıda bulunmak istiyorum.

Bir zamanlar Sayın Erdoğan’a, Ak Parti’ye güvenip onlara destek veren vatandaşlarımıza bir davette bulunmak istiyorum:

Biz sizlerin haktan, hukuktan asla vazgeçmediğinizi iyi biliyoruz.

Ortaya dökülen tüm bu kirli ilişkiler yumağına tepki gösterdiğinizi de biliyoruz.

Mafyanın siyasi gündemi belirlediği, siyasetçilerin çetelerle iş tuttuğu bu günleri içinize sindirmediğinizi de iyi biliyoruz.

15 Temmuz’un ardından OHAL döneminde yaşanan haksızlıkların, sizlerin de içini sızlattığını biliyoruz, farkındayız.

KHK denen ucube bir metotla, binlerce insanımızın sorgusuz sualsiz işten atılmasından rahatsız olduğunuzu biliyoruz.

Gerçekten de bu adaletsizlikler, bu hukuksuzluklar ve bu kirli ilişkiler sineye çekilecek gibi değil.

28 Şubat karanlığını üstümüzden alsın diye seçtiğiniz insanların, neden sonra 28 Şubatçılarla yol yürümeye başlaması hakikaten kabul edilebilir bir şey değil.

Bugün Sayın Erdoğan’ı destekleyenler, bir zamanlar AK Parti’ye gönül verenler, o 28 Şubat’ın karanlığından ülkeyi çıkartmak için bu desteğini gidip sandıktan gösteren vatandaşlarımız, bu desteği verirken siz dönüp dolaşıp 28 Şubatçılarla iş tutun diye vermedi ki bu desteği.

O desteği verenler, o 1990’ların mafyasına, çetesine, suç örgütlerine karşı bir isyan olarak o desteği Sayın Erdoğan’a verenler, neden sonra dönüp bugünkü ülkeyi yönetenlerin çeteyle, mafyayla tekrar iş tutması için oy vermedi ki.

Devleti yönetenlerin, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, 28 Şubat darbecilerine sarılması gerçekten ibretlik bir hadise.

Yanlarına Bahçeli’yi almaları, rotayı Perinçek’e emanet etmeleri gerçekten ibretlik bir hadise.

Bu Perinçek, 28 Şubat’ın karanlığına açık destek veren birisi değil mi? 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra siz nasıl olur da bunlarla bir ortaklık kurarsınız ya?

Üstelik öyle eşit ortaklık da değil. Ne diyor Perinçek? Rotayı ben çiziyorum diyor. Youtube’daki belgeselde kayıtlı. “İktidar gemisinin rotasını ben çiziyorum.” diyor.

AK Parti’ye gönül veren vatandaşlarımıza ben sesleniyorum:

Siz bu desteği verirken acaba Sayın Erdoğan gidip de Sayın Bahçeli’yle, Sayın Perinçek’le iş tutsun diye mi verdiniz?

Bu iyi niyetle zamanında destek veren vatandaşlarımızın görmek istediği bir tablo değil.

Bir zamanlar Ak Parti’ye gönül vermiş vatandaşlarımızın tüm bunlardan son rahatsız olduğunu biliyoruz.

Belki konuşmuyorlar, belki bu aşamada kendilerini ifade etmeye çekiniyorlar olabilirler.

Ama biz sizlerin, bu çaresizliğe mahkum olmadığınızı bilmenizi istiyoruz. Çünkü sizler, bu ülkede yapılan haksızlıklara göğüs germiş insanlarsınız. Sizler, verdiğiniz haysiyet mücadelesini, zaferle taçlandırmış insanlarsınız.

Biliyorum, bir kez daha bu ülkede herkes için hak, herkes için özgürlük, herkes için refah diye ortaya çıkacak insanların içinde yine sizler olacaksınız.

Gelin, hakkı, adaleti herkes için hep birlikte isteyelim.

Gelin, bu mafya-siyaset-bürokrasi-medya dörtgenine bir kez daha son verelim.

Gelin, 15 Temmuz demokrasi direnişine gölge düşürmek isteyenlere, sivil siyasetimizin gücüyle derslerini verelim.

Gelin, yepyeni bir birliktelikle ülkemiz için hep beraber çalışalım. Gelin umut olalım.
Unutmayın;
DEVA Partisi varken kimse sizin hakkınıza göz koyamaz.

Helal tek bir lokmanızı kimse elinizden alamaz.

Çünkü DEVA Partisi; herkesin can güvenliğinin, hak güvenliğinin ve mal güvenliğinin garantisidir.

DEVA Partisi; senelerce mücadele ederek kazandığımız haklarımızın, hepsinin teminatıdır.

Emin olun hiç kimse bu ülkede bir daha bir başkasına üstünlük taslayamaz. Biz bunu sağlarız.
Çünkü artık DEVA Partisi var.
Bizler varız, sizler varsınız.

Hep beraber Türkiye’nin yarınlarına tertemiz bir demokrasi bırakmak için çalışmak zorundayız.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Geçen hafta Cumhurbaşkanı bir konuşmasında enteresan ifadeler kullandı.

O ifadeler ekonomiyle ilgili sorunları başkalarına ciro etmeye çabasıydı.

Bakın, ben o kullandığı ifadeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ne dedi? "Gezi olaylarındaki amaç neyse ekonomimize yönelik saldırılardaki amaç da odur.” dedi.

“Çukur eylemlerindeki niyet neyse, kur, faiz, enflasyon üçgeni üzerinden kurulan oyun da aynıdır.” dedi.

“15 Temmuz darbe girişiminin gerisindeki sinsi gaye ile ekonomimizi sıkıntıya sokma gayesi aynıdır." dedi.

Bakın, neyle neyi karıştırıyor ya.

Ekonomideki bütün sorunların faturasını ta 2013’te Gezi olaylarını yapanlara yıkmaya çalışıyor.

2015 Çukur olaylarının sebebini bugünkü ekonominin durumuna bağlamaya çalışıyor.

15 Temmuz hadisesiyle yine bugünkü ekonomik sıkıntıları yine insanların zihinlerinde birleştirmeye çalışıyor.

Hiç kimse kusura bakmasın. Bu milleti hiç kimse aldatmaya çalışmasın.

Ben şimdi Sayın Erdoğan’a buradan sormak istiyorum:

2018’de partili cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdi. Bu ülkenin Hazine’sinin borcu iki yılda tam ikiye katladı. 970 milyarlık Hazine borcu 2 trilyona çıktı.

95 yılda biriken borç kadar son iki yılda bir o kadar daha borç birikti arkadaşlar.

Ben şimdi Sayın Erdoğan’a soruyorum:
Gezi olaylarına sebep olanlar mı geldiler de bu borcu ikiye katladılar?

Onlar mı yaptı bu borcu? Siz yaptınız.

Aynı dönemde Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır satarak tükettiler.

Taraflı partili cumhurbaşkanı ile akraba bakan el ele gizlice yaptılar, biz sıkıştırınca açıklamak zorunda kaldılar. Biz sıkıştırmasak açıklayacakları yoktu.

Ve bugün Merkez Bankası’nın döviz kuru üzerindeki kontrolünün en önemli aracı olan döviz rezervi eksi 60 milyarda.

Sayın Erdoğan’a diğer sorumu soruyorum:

Çukur eylemlerini yapanlar mı Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarını cayır cayır sattı?

Siz neyle neyi karıştırıyorsunuz?

Bugün Merkez Bankası’nın faizi yüzde 19. Bu Avrupa’nın en yüksek faizi, dünyanın 7. yüksek faizinden bahsediyoruz.

Bakın, bu hafta yine MB para politikası kurulu toplanacak. Göreceğiz bakalım ne yapacaklar?

Bu hafta para politikası kurulunun toplantısında MB’nin ne yapacağını hep birlikte izleyeceğiz.

Dört tane Merkez Bankası başkanı değiştirdi. Sebep olarak da laf dinlemiyorlardı dedi. Laf dinlemeyeni gönderdi, laf dinleyen MB başkanını oraya oturttu.

Peki, madem laf dinleyen bir MB başkanı var, niye şu faizi indir arkadaş demiyorsun? Dört aydır oldu bu MB başkanı geleli niye faiz hala yüzde 19?

Gezi olayları diyor, Çukur eylemleri diyor, 15 Temmuz diyor ve bunların hepsini ekonomiye bağlıyor.

Ben üçüncü sorumu soruyorum:

15 Temmuz hain darbe teşebbüsünü yapanlar mı şu anda MB faizini yüzde 19’da tutuyor? Soruyorum kendisine.

Doğruya doğru diyeceğiz, eğriye eğri. Hiç kimse kusura bakmasın.

Hiç kimse bu milletin gözünün içine baka baka bu milleti aldatmaya kalkmasın.

Bugünkü Türkiye ekonomisinin içine düştüğü durumun yegane sorumlusu kötü yönetimdir. Başka bir şey değil.

Pandemi diyorlar ya, pandemi. Pandemi ne zaman başladı? 2020’nin Mart ayında ilk vaka açıklandı değil mi?

2019’un büyüme oranı sadece yüzde 1 arkadaşlar. O da TÜİK’e inanıyorsak.

Bütün dünya 2019’da hızla büyürken Türkiye ekonomisi çoktan krize girmişti.

MB rezervini pandemi için gerekti, onun için kullandık diyor.

Pandemi vakasının açıklandığı ilk gün MB zaten sıfırı tüketmişti. 2019 yerel seçimlerine giderken satmaya başladılar bu rezervi. Niye?

Meğer ki o günlerde cayır cayır döviz satıyorlarmış el altından.

Bu milleti aldatmak için 2019’un Mart yerel seçimlerinde oy alabilmek için dövizleri satmışlar.

Bunların hepsi sonradan ortaya çıktı. Hepsini biz ortaya çıkarttık bakın.

Hiç kimse kusura bakmasın. Bu ülkenin ekonomisin içine düştüğü durumun ana sebebi kötü yönetimdir.

Çözümü de çok basit arkadaşlar.

Türkiye’yi yürüten kadroların dürüst ve işinin ehli insanlardan oluşması gerekiyor.

Yani üst düzey bürokrasi kadroların tek tek ve dürüst ve işinin ehli insanlardan oluşması gerekiyor.

Başka türlü bu ülkenin sorunlarını çözemezsiniz.

Önce liyakatlı kadrolar olacak. Bunun hemen yanında istişare olacak. Bin biliyorsan bir bilene sorarak ülkeyi yöneteceksin.

Ve tabii ki adalet. Devletin olmazsa olmaz varlık sebebi: adalet.

Ekonomi ancak sağlam bir adalet zemininde, sağlam bir hukuk zemininde yükselir.

Eğer adalet yoksa, hukuk yoksa, demokrasi iyi işlemiyorsa, bir ülkede özgürlüklerle ilgili sorunlar varsa, o ülkenin ekonomisini sağlam tutmanız mümkün değil. Aynı şu binanın temeli gibi. Temeli sağlam tutmazsanız bu binayı ayakta tutamazsınız.

İşte ekonominin de temelinde hukuk var, adalet var, özgürlükler ve demokrasi var.

Değerli Kahramanmaraşlı hemşehrilerim,
Kahramanmaraş’ımızın da tüm Türkiye gibi demokrasiye ihtiyacı var. Atılıma

ihtiyacı var.

Biz Kahramanmaraş’ın sorunlarını görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz.

Kötü yönetim yüzünden işsizlik ve yoksulluk almış başını gitmiş.

Maraş’ın da en önemli sorunu işsizlik, yoksulluk. Türkiye’nin tümünde olduğu gibi.

Bu şehrin bir milletvekili çıkmış ne diyor? “Çiftçinin cebinde Iphone var.” diyor.

Ya siz bir gelin şöyle çarşıyı, pazarı biraz dolaşın. Biraz esnafı dinleyin, çiftçiyle biraz oturun. Ama böyle önceden hazırlanmış, planlanmış programlar değil spontane olacak.

Arabadan inecek şöyle bir on esnafa uğrayacak. Ve görecek ülkenin gerçeklerini.

İki yılda ülkenin borcunu ikiye katlayanlar, çiftçinin 24 ay taksitle aldığı bir telefonu bile ona çok görüyor.

Cebindeki parayı azalttıkları yetmemiş, artık hayatın bir parçası olan o telefona da göz dikmiş. Bugün hayat akıllı telefonlarla yürüyor. En basitinden elektrik, su faturasını ödeyeceksen ya gidecek kuyruk bekleyecek ya da telefondan yapacak ödemeyi.

Bu çiftçinin hakkı değil mi? Sen bunu lük mü görüyorsun?
Bir akıllı telefonu çiftçisine lüks gören bir zihniyetten bahsediyoruz arkadaşlar. “Çiftçime nasıl bir faydam dokunur” diye düşünmüyorlar.
“Tarımsal üretimde nasıl verim artar” diye düşünmüyorlar.
“Sanayi üretimini nasıl artırırım” diye düşünmüyorlar.
“Şu işsizlik sorununu nasıl çözerim” diye düşünmüyorlar.

Hatırlarsınız; ben ve arkadaşlarım işin başındayken, işsizliği üç senede beş puan aşağı düşürdük.

Tüm dünyada 2008-2009 mali krizi yaşanırken, biz o dönem Türkiye’de büyük başarılara imza attık. İşsizliği yüzde 14'lerden yüzde 9'a indirdik.

Bu kolay bir şey değildir arkadaşlar. Hem halihazırda işsiz olan vatandaşlarımıza iş imkanları oluşturacaksınız, hem de yeni mezun olan gençlerimiz iş imkanına ulaşacak.

Biz bunu başardık, yaptık ve yine yaparız.

Bunu bir kere daha yapmamamız için hiçbir sebep yok. Yeter ki önce güven ortamını sağlayalım.

Genç işsizlik oranı tarihi rekor seviyede. Daha kötüsü gençler umudunu yitirmeye başladı.

Yeter ki yatırımları doğru yere yönlendirelim.
Yeter ki ülkemizin kaynaklarını sağa sola çarçur etmeyelim.

*****
Değerli arkadaşlar;

Afşin-Elbistan termik santrali denetimsizliği nedeniyle filtre sorununa bağlı olarak çevreye aşırı bir duman ve kül veriyor.

Bu durum öyle kronik bir hale geldi ki, yörede artık bir halk sağlığı sorunu oluşmuş durumda.

Afşin A santralinin açılışıyla birlikte bölgede kanser vakalarında büyük bir artış yaşanıyor.

Şimdi ben buradan sorumlulara soruyorum.

Yahu sizin havayla, suyla, toprakla, insanların canıyla derdiniz ne?

Maraşlıların sağlığı hiç mi umurunuzda değil?

Ayrıca, bu santraller nedeniyle bölgedeki çiftçimiz mağdur durumda.

Toprakta biriken ağır metaller yüzünden çiftçinin üretim miktarı da, verimi de düşme riskiyle karşı karşıya.

Bakın, aynı zamanda bu fazla miktarda su tüketimi yapan santrallerden çıkan kirli su, arıtılmadan Ceyhan Nehri’ne boşaltılıyor. Yazıktır, günahtır.

Aksu Çayı'na bırakılan fabrika atıkları hem nehri hem de baraj gölünü kirletiyor.

Kahramanmaraş’ımız son yıllarda çevre sorunlarının sık yaşandığı bir kent haline geldi.

Buna rağmen durmuyorlar ve bölgede 6 yeni santral daha yapılması planlanıyor.

Burada bir an önce atık temizleme tesislerinin faaliyete geçmesi gerekiyor. Değerli arkadaşlar,

Türkoğlu ilçesinde de birinci sınıf tarım arazilerine yapılan fabrikalar, çıkardıkları koku ve atıklar nedeniyle bölgeyi yaşanmaz hale getiriyor.

Şu zihniyete bakar mısınız? Fabrika yapmak için bula bula birinci sınıf tarım arazilerini bulmuşlar.

Bizler, Adana’da tarım eylem planımızda açıkladık.

Hükümetin ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağımızı detaylarıyla ortaya koyduk. Ziraat odalarına, çiftçilerimize, kırsal alandaki muhtarlarımıza bu eylem planımızı ulaştırdık.

Çok madde var ama detaylarına girmeyeceğim.

İktidara geldiğimizde, birinci sınıf tarım arazileri üzerinde yapılaşmaya izin vermeyeceğiz. Ne yapılaşma ne sanayi.

Ekilmeyen, boş bırakılan araziler ile ekilmeyen hazine arazilerini hızlıca üretime açacağız.

Değerli Kahramanmaraşlı arkadaşlarım,

Uzmanlar uyarıyor. “Doğu Anadolu Fayı’nın Maraş bölümünde 500 yıldır birikmiş enerji var” diyorlar.

Bölgeyle ilgili bir “deprem acil eylem planı”nın derhal oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu işin şakası yok. Bu işin “sonra bakarız”ı yok. Kahramanmaraş’ın kentsel dönüşüme acil ihtiyacı var.

Maraş’ın birçok ilçesi ve özellikle merkezinin güneyi alüvyonal zemine sahip.

Burada ‘ sıvılaşma denilen ciddi bir tehdit daha var.

Hem konut sorununun çözülmesi için hem de afetlere karşı önlem alabilmek için kentsel dönüşüme ihtiyacı var.

Tabii kentsel dönüşüm dediysek, bu yönetimin yaptığı gibi rantı önceleyen bir dönüşümden bahsetmiyoruz elbette.

Kentsel dönüşümün adil olması gerekiyor, şehrimizin ihtiyacına göre planlanması gerekiyor.

Kentlerimizi, içinde yaşayan insanların güvenliklerini, mutluluklarını

hedefleyerek ve tarihi dokuyu koruyarak dönüştürmek gerektiğine inanıyoruz.

*****

Değerli dostlarım,

Yoksulluğu ve işsizliği çözmek için yatırımın ve üretimin önünü açacağız. Şehirlerimizin yerel dinamiklerini harekete geçireceğiz.
Her il için olduğu gibi Kahramanmaraş için de özel projelerimiz olacak.

Kısacası değerli arkadaşlarım,
Biz Kahramanmaraş’a deva olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Sizlere soruyorum şimdi: Kahramanmaraş hazır mı?
*****
Değerli arkadaşlarım, değerli konuklar;

Biz iktidara geldiğimizde ülkemizin tüm sorunlarını çözmek için canla başla çalışacağız.page17image3710672672

Kahramanmaraş’ın ulaşım ve altyapı projelerinin bir an önce tamamlanmasını sağlayacağız.

Maraş’ın sürekli göç veren değil, her yıl daha fazla turist çeken bir şehir olması için çabalayacağız.page17image3710581744

DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var Kahramanmaraş’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

12 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Şehitkamil ve Şahinbey ilçe Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ŞEHİTKAMİL ve ŞAHİNBEY 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi'nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Gaziantep il teşkilatımızın, Şehitkamil ve Şahinbey ilçe teşkilatlarımızın çok

değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Gaziantepli gönüldaşlarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Şehitkamil ve Şahinbey ilçe teşkilatlarımızın birinci olağan kongreleri vesilesiyle düzenlenen toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında Şehitkamil ve Şahinbey ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Bildiğiniz gibi, DEVA Partisi, ülkemizde rekor sürede teşkilatlanan parti olarak adını tarihe yazdı.

Kuruluşumuzdan 8 ay sonra, rekor bir sürede seçimlere girmeyi doğal yollarla, teşkilatlanma yoluyla, örgütlenme yoluyla elde ettik.

En son Gaziantep il kongresi vesilesiyle buradaydık.

Ve bu seçimlere girmemizi, bu hakkı elde etmemizi sağlayan ilk 41 ilimizden birisi de Gaziantep oldu.

O dönemde, ekonomimizin lokomotif şehirlerinden Antep’te de hep beraber il kongremizi gerçekleştirdik.

Bugün yeniden “dünyanın göz bebeği” bu medeniyet şehrimizde, 8 ay sonra, sizlerle bir arada olmaktan çok mutluyum.

Sağ olun, var olun. *****

Partimiz bir yandan teşkilatlanma çalışmalarını olanca hızla sürdürüyor. Bir yandan da ülkemizin yarınları için çözümler üzerinden çalışıyor.

Biliyorsunuz, partimizin kurulduğu gün parti programımızı açıkladık.

Ama bu parti programı geniş bir çerçeve. Orada ilkeler var, değerler var. Her meseleye farklı bir bakış açısı var.

Ancak daha sonra ne yaptık. Parti programımızdaki çalışmaları daha detaylı ele aldık.

Her konuda eylem planları çalıştık, çalışıyoruz ve bunları kamuoyuyla da paylaşmaya başladık.

İlk eylem planımızı, tarım konusundaki eylem planımızı geçtiğimiz ay Adana’daki yaptığımız lansman programıyla kamuoyuyla paylaştık.
Güzel ve ses getiren bir programdı.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetle ilk 90 ve ilk 360 günde neler yapacağımızı detaylı olarak ortaya koyduk.

O gün bugündür çok şükür eylem planımızla ilgili en ufak bir eleştiri dahi gelmedi. Yanlışlar, kusurlar olabilir ama çok şükür bir eleştiri gelmedi.

Seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 ve ilk 360 gününde tarım konusunda neler yapacağını 56 kalemde madde madde sıraladık.

Çok geniş istişareler yaptık. Sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek birlikleriyle görüştük. Kendi parti bünyemizde tarımla, hayvancılıkla uğraşan kendi çalışma arkadaşlarımızla uzun istişareler yaptık.

Nihayetinde çalışmamızı bitirdik ve açıkladık. 20 ayrı başlıkta bu çalışmaları yapıyoruz.

Şu ana kadar bakın, siyaset tarihimizde hiçbir parti seçimlerden önce bu kadar detaylı bir çalışma ortaya koymamıştı, koyamamıştı.

İşte bu detaylı çalışmalar, çözüm çalışmaları bu nitelikli, donanımla Deva kadrolarının varlığı sebebiyle oldu.

Bizim her konuda yetişmiş insan gücümüz olduğu için biz bu çalışmaları yapabiliyoruz.

Siyaset ağırlıklı olarak Türkiye’de bir algı yönetimi üzerinden yürüyor. Laf üretme üzerinden yürüyor.

Şöyle bir bakın, sadece muhalefet partileri değil iktidar partileri de artık sadece laf üretiyor.

Hiçbir konuda çözüm yok. İş üretme yok.

İşte bizim en önemli farklarımızdan biri bu arkadaşlar. Belki en önemli farkımız nitelikli, donanımlı, her alanda işini iyi bilen ve iyi yetişmiş kadrolarımız.

Bir başka önemli farkımızda her konuda detaylı çalışmalar yapmamız.

Öyle ki seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk dakikadan itibaren yapacaklarını bütün detaylarıyla hazırlıyoruz ki, biliyoruz ülkemizin bir gün bile kaybetmeye tahammülü yok.

Bizim acelemiz var. Bu ülkenin problemleri büyük. Büyük krizler yaşanıyor ve ülkenin krizleri derinleşiyor.

Son yıllarda hiçbir kriz çözülmediği gibi yeni krizler ortaya çıktı. Ve bütün krizler derinleşiyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

DEVA Partisi’ni,
Ülkemizi kötü yöneterek, uçurumun kenarına sürükleyen mevcut iktidara “artık dur” demek amacıyla kurduk.

DEVA Partisi’ni,
Türkiye’yi yeniden dünyanın yükselen yıldızı haline getirmek amacıyla kurduk.

Çünkü ülkemiz, ne yazık ki, hızla irtifa kaybediyor, hızla itibar kaybediyor.

Ülkemiz bu haldeyken, bu ülkenin işsizlik rakamları rekor seviyede dolaşırken, yoksulluk almış başını gitmişken, bu ülkenin esnafı, çiftçisi, emeklisi belki de yakın tarihin en zor günlerinden geçerken bu ülkenin cumhurbaşkanı itibarı yanlış yerlerde arıyor.

“İtibardan tasarruf olmaz” diyor ya...

Ülkemizin itibarını oturduğu yazlıklarda, saraylarda, şatafatta, gösterişte arıyor. İtibarın sağa sola gereksiz yere para harcayarak kazanılacağını düşünüyor.

Yanılıyor, yine yanılıyor.
Bir ülkenin itibarı nasıl sağlanır, biliyor musunuz?

Ülkenin itibarı; gençlerimizin yarınlarını, kendi doğup büyüdüğü bu güzel topraklarda kurmak istemesiyle sağlanır.

İtibar; gençlerimizin hayallerini, Türkiye’nin süslemesiyle sağlanır.

İtibar; sadece memlekette havalimanı sayılarını çoğaltarak değil, gençlerin o havalimanlarının dış hatlarını “umut kapısı” olarak görmemesiyle sağlanır.

Bakıyoruz; gençler gözünü başka ülkelere dikmiş. Ne yapsınlar? Yönetenler, gençlere kendi ülkelerini “zindan” ettiler. Gençler de hayatlarını başka ülkelerde kurmak istiyorlar. Üzülerek söylüyorum ki kendilerini Türkiye’den kurtarmak istiyorlar.

Arkadaşlarımızla beraber son dönemde yaklaşık 60 ilimize gittik.

Gittiğimiz her il ve ilçede gençlerimizi önümü kesiyor.

Liseye giden gencimiz, benim üniversiteye hazırlanmak için çaba göstermeme gerek var mı diyor. Üniversiteyi kazansam da nasıl olsa iş bulamayacağım ki diyor. Benim üniversite okuyan ağabeyim, ablam, arkadaşlarım iş bulamıyor ki diyor.

Bakın, lise öğrencilerinde üniversiteyi bitirince ben iş bulamayacağım kaygısı var bu ülkede.

Üniversite 1. sınıfa geliyor, ben ne kadar çalışsam etsem de mümkün değil iş bulamam diyor.

İş bulan arkadaşlarına bakıyor ki nasıl buluyorlar? Torpil, eş, dost, ahbap kayırma. Başarının bir önemi yok.

Fırsat eşitliği yok, liyakat yok.

Üniversitede ben çok çalışayım, başarılı olup iyi bir işe mi gireyim yoksa gidip bir sağlam arka bulayım, bir kartvizit bulayım, iktidar partisine gidip üye olayım onu göstereyim diyerek iş buluyor.

Bu ülkede adalet şu anda yerlerde sürünüyor.

Ama adalet sadece yargının düzgün işlemesi değildir.

Adalet aynı zamanda fırsat eşitliğidir, sosyal adalettir.

Gençlerimiz okula girerkenki fırsat eşitliğidir, okul bittikten sonra işe girerkenki, işte yükselirkenki fırsat eşitliğidir.

Adalet her anlamda yerlerde sürünüyor.

Bu kötü yönetim, ülkemizin gençlerini çaresizliğe sürükledi. Bu tablo gerçekten içimizi acıtıyor.
Değerli arkadaşlar,
Beyin göçü; sadece gençlerin meselesi değildir.

Aynı zamanda bizim sanayicimizin meselesidir. Teknoloji üretiminin meselesidir. Milletimizin topyekün refahının meselesidir.

Bugün Gaziantep’te 4 No’lu sanayi bölgesinde bir tesisimizi gezdik. Gerçekten hem Türkiye’ye hem dünyaya ihracat yapan ve kendi alanında çok başarılı bir tesis.

Orada çalışanlarla, yöneticilerle bir sohbet ettik. Bugün ziyaret ettiğimiz o tesis gibi Türkiye’deki tesislerin teknolojide daha da ilerlemesi, ARGE, inovasyon konusunda ilerlemesi, akıl teriyle büyümesi ancak ve ancak yetişmiş insan gücüyle mümkün.

Gençlerimizin dışarıya gitmek istemesi, Türkiye’den kaçmak istemesi bu ülkenin sanayisinin eski teknolojisiyle kalması demektir. Bu ülkenin düşük katma değerle üretimi demektir.

Bu ülkenin daha da yoksullaşıp daha da fakirleşmesi demektir.

Çünkü ne kadar katma değeri yüksek üretim yaparsak, o kadar zenginleşiriz. Aksi halde yoksullaşırız.

Şu anda Türkiye mutlak yoksulluğun tekrar ortaya çıktığı bir ülke.

Bakın biz ekonominin başındayken ekibimizle birlikte olduğumuz dönemde Türkiye’de mutlak yoksulluğu sıfırlamıştık.

Dünya Bankası’nın bütün raporlarında Türkiye mutlak yoksulluğu sıfırlamış bir ülke olarak, yıldız bir ülke olarak gösteriliyordu.

Şu anda mutlak yoksulluk yeniden ortaya çıktı.

Geztiğimiz kaç tane ilde çöp konteynırlarından yiyecek toplayan vatandaşlarımızı bizzat gözlerimizle gördük.

Eminim ki sizler burada, Gaziantep’te de bunu görüyorsunuzdur.

Yazıktır, günahtır bu ülkenin insanlarına. Bu ülke bu durumu hak etmiyor.

İşte bu beyin göçü dalgasıyla, önümüzdeki on yılları etkileyen büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Milletimizin refahını ilgilendiren bir sorunla karşı karşıyayız.

Oysa Türkiye, büyük yer altı zenginliklerine sahip değil. Bizim ekonomimizi alıp götürecek petrol kaynağımız yok, doğalgaz kaynaklarımız yok.

Bizim zenginliğimiz yer üstünde. O da beşeri kaynağımız, insan gücümüz.

Bizim en büyük sermayemiz insanımız.
bu insan gücünü ne kadar iyi yetiştirirsek, ne kadar güncel becerilerle donatırsak ve yarınlara hazırlarsak bu ülkenin ekonomisi, refahı o kadar iyileşecektir.

Aksi halde mümkün değil, olmayacaktır.
Bu nedenle hepinizin huzurunda tüm Türkiye’ye söz veriyoruz:

Gençlerin umudunun kalmadığı bugünkü Türkiye’ye asla ama asla alışmayacağız.

Bu bizim kaderimizdir demeyeceğiz. Biz; umudun sesi olacağız.

Bu cennet topraklarda doğan her bir çocuğun yaşatıldığı ve yaşamak istediği Türkiye’yi kuracağız.

Biz gençleri önce nitelikli eğitimle güçlendireceğiz. Gençlerin Doğu-Batı, Kuzey-Güney demeden iyi bir eğitim alması için gereken adımları atacağız.

İstihdamı artıracağız. Fakirlik ve işsizliği bu ülkenin kaderinden sileceğiz.

Gençlerimize kendi ülkesini yeniden sevdireceğiz! Yeniden sevdireceğiz!

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu göç konusunun bir diğer boyutu da ülkemize doğru yönelen göçler.

Biz en nitelikli iş gücümüzü kaybederken başka nitelikte bir insan akışını maalesef ülkemizde son yıllarda artan oranlarda görüyoruz.

Sınırlarımızın hemen ötesinde derin insanlık krizlerinin yaşandığının farkındayız. Bu meselenin insani boyutunu çok önemsiyoruz.

Bu nedenle göçle ilgili sorunların insani boyutunu hassasiyetle değerlendiriyoruz.

Kısa vadeli popülist yaklaşımlardan uzak duruyoruz. Daima insan onuruna yaraşır politikalar öneriyoruz ve geliştiriyoruz.

Uluslararası düzensiz göçe sebep olan olayları da hassasiyetle takip ediyoruz.

Bildiğiniz gibi, şu sıralar Afganistan’dan Türkiye’ye doğru bir göç dalgası var. Bazı haberlere göre binin üzerinde rakamlardan bu gerçekleşiyor.

Afganistan’daki iç savaştan kaçan insanlar, sınırları aşarak Türkiye’ye geliyorlar. Binlerce kilometreyi yürüyerek gelenler var. İnanın görüntüler içimizi acıtıyor.

Suriyelilerden sonra, bir de Afganlar sorunu ülkemizde hızla büyüyor. Peki, mevcut hükümet bu konularda ne yapıyor?

Suriye’yle ilgili ne yapıyor? Suriye’deki iç savaşın durması için, Suriye’de yeniden barış ve istikrarının gelmesi için hükümet ne yapıyor?

Hiçbir şey yapmıyor.
Çünkü şu andaki hükümet, Suriye’de olayların tarafı, sorunların bir parçası.

Tabii ki hudut güvenliği bizim için çok önemlidir, bazen o güvenliği sağlamak için hududun bir miktar ötesinde olmamız gerekebilir. Bu önemli bir konudur.

Ancak bunu geçici bir güvenlik sorunu olarak görüp de Suriye’nin bir an önce barışa, huzura, istikrara ve refaha ulaşması için mutlaka çalışmak gerekiyor.

Bunun için de Türkiye’nin, Suriye’de çözümlerin parçası olması gerekiyor, sorunların değil.

Son dönemde bakıyoruz değerli arkadaşlar, Afganistan’la ilgili ne yapıyor Türkiye?

Afganistan sorunu var ama Türkiye, Afganistan’da ne yapıyor? Türkiye, sürekli olarak başka ülkelerin iç meselelerine taraf oluyor. Yıllardır çıkan her kavganın tarafı oldukları gibi.
Türkiye’de aklı başında bir dış politika bırakmadılar.

Şu anda Türkiye’de sadece bir tek kişinin duygularıyla, dürtüleriyle şekillenen bir dış ilişkileri var, o kadar.

Politika yok. Politika demek dört başı mamur, akıllı, rasyonel bir bakış açısı demek. Böyle bir şey yok.

Ve tamamen iktidarlarının sürmesini barışlarla değil, çatışmayla, kutuplaşmayla arayan bir yönetim anlayışı var.

Ülkemizi de dış ilişkilerde kendi menfaatlerinin oyuncağı ettiler. Biliyorsunuz;

Geçtiğimiz ay bir NATO zirvesi toplandı. Sayın Erdoğan da aylarca telefon kuyruğunda beklediği ABD başkanını anca o gün görebildi.

Peki ne yaptı?
Bu sefer de Amerika’yla arayı düzeltmek için masaya Afganistan’ı koydu.

Hani ABD, askerlerini Afganistan’dan çekiyor ya...

Sayın Erdoğan da baktı, ABD ile bozduğum ilişkileri acaba nasıl düzeltiriz diye, buraya atladı hemen.

ABD Başkanı’na “Gözünüz arkada kalmasın, Kabil Havalimanı’nın tüm güvenliğini biz sağlarız.” diyor.

“Türkiye’nin yanına iki ülke daha verin. Silahları siz verin, masrafları siz karşılayın. Biz, askerlerimizin hayatını riske atarız, merak etmeyin.” diyor.

Geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Bu bir dış politika falan değil.

Bu tamamen rasyonel olmayan, akıl dışı, duygularla, dürtülerle yönetilen bir dış ilişkiler setinin gelip de sıkıştığında bu ülkenin gencinin canını tehlikeye atacak formüllerle günü kurtarmaya çalışması. Başka bir şey değil.

El alem “Afganistan’dan nasıl çekilirim, askerlerimi bu ortamdan nasıl çıkarırım” diye hesap yapıyor. Sayın Erdoğan ise hesapsız kitapsız bir şekilde Türkiye’yi askerini riske atan bir ülke konumuna düşürüyor.

Şimdi ben buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum;

Afganistan’daki askeri varlığımızın ülkemize ne faydası olacak? Buradaki amaç ne? Hedef ne?

Böyle ben istedim oldu, ben yaptım oldu diyerek olmaz.

Bu kararları verirken milletimize sordunuz mu? Diğer siyasi partilerle bir istişare ettiniz mi?

Nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin dışarıda asker bulundurmasının meşruiyeti meclis kararlarıyla sağlanır.

Uluslararası meşruiyeti ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla sağlanır. Ortada böyle kararlar yok.

Sayın Erdoğan’a soruyorum siz neye dayanarak, kime güvenerek bu teklifte bulundunuz? Bunun amacı ne?

Allah korusun, bir ana kuzusu Afganistan’da şehit düşerse, “bunu ben ailesine nasıl anlatırım” diye hiç düşündünüz mü? Bunun hazırlığını yaptı mı?

Peki bunun çıkış planı ne? Afganistan’la ilgili strateji ne? Bir büyük resme bakmak lazım değil mi?

Orada olalım diyorsunuz ama hedef ne? Dış politikada bir stratejik hedef olur. Güvenlik unsurlarınızı başka ülkelerde bulunduruyorsanız bunun bir hedefi olur.

Çıkış planı ne? Hangi şartlar yerine geldiğinde oradan çıkacaksınız? Bir planınız var mı?

*

Bu planı bilmek bizim hakkımız, milletimizin hakkı.

Değerli arkadaşlar,

Dış ilişkilerdeki bu kötü yönetimin sonucunu, ABD ile ilişkilerin bozulmasının sonuçlarını, şimdi Afganistan’la toparlamaya çalışıyorlar.

Çünkü Türkiye’nin itibarını sıfırladılar. Dış politikayı tam bir “kaybet-kaybet” oyununa çevirdiler.

“ABD, S-400’ler konusunda yaptırımları kaldırmadığı halde, belki bir süre bu konunun üstüne gitmez düşüncesiyle, gerekirse Afganistan’da biz ölürüz” teklifini götürdüler.

U dönüşü yapmak için ortaya gençlerimizin canını koyuyorlar. Koskoca dış politikayı, gençlerin canı üzerinden oynanan bir oyuna çevirdiler.

Tabii ki bu ülkenin ordusu olacak, tabii ki güvenlik güçleri olacak, tabii ki çıkarlarımızı koruyacağız.

Ama bizim Türkiye Cumhuriyeti olarak Afganistan’da çıkarımız ne?

Avrupa Birliği Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yapmış olan bir arkadaşınız olarak bunları soruyorum.

Çünkü bunu söylemedi, anlatmadı. Hesap verme gibi bir derdi yok. Bakın, eğer böyle değilse, çıksın Sayın Erdoğan bu millete izah etsin. Bunun bir izah borcu var.

*****

Değerli arkadaşlar;
Bakın, Sayın Erdoğan daha geçen gün Güneydoğu Anadolu’muza geldi.

Şuradan 300 kilometre ötede, Diyarbakır’da sözüm ona yeni bir “göz boyama” çalışmasının içine girdi.

2,5 senedir adım atmadığı Diyarbakır birden bire, ne hikmetse aklına gelmiş. Görüyor tabii sokaklarda ciddi bir DEVA rüzgarı var, telaş başlamış.

Sözüm ona milleti dinlemeye Diyarbakır’a geldiğini söylüyor ama, programa şöyle bir baktım, sürekli kendisi konuşmuş.

Oturup da vatandaşları, sivil toplum kuruluşlarını dinlememiş.

Daha önce Kürt sorunu yoktur dediğinde ben, Kürt sorunu olup olmadığını bizim Kürt vatandaşlarımıza sorun demiştim.

Seçim hazırlığı mıdır, oy peşinde midir bilmiyoruz ama, birden bire çözüm sürecini başlattığıyla ve bitiren taraf olmadığıyla övünmeye de başlamış.

Yanı başındaki küçük ortağı biliyorsunuz, demedik laf bırakmamıştı çözüm süreci için. Şimdi ben bitirmedim ki öbürleri bitirdi diyor.

Küçük ortak “ihanet” demişti ama Erdoğan nasılsa “Diyarbakır’da konuşulan Diyarbakır’da kalır” diye düşündüğünden olsa gerek, rahat rahat konuşmuş.

Merak ettim doğrusu. Sayın Erdoğan Diyarbakır’a küçük ortağını, Sayın Bahçeli’yi niçin götürmemiş, niçin beraber görüntü vermemiş acaba?

Değerli arkadaşlar,

Kürt meselesinin varlığını dahi reddeden bu zihniyetin, Kürt meselesini çözmesi mümkün
değil.

Önce bir sorunu kabul edeceksin, hastalığı teşhis edeceksin, bu vardır diyeceksin ki çözümü başlansın.

Mümkün değil. Bu zihniyetle çözemezsin.

Diyarbakır’a gelince Dicle’nin kenarındaki kuzuyu hatırlıyor, Ankara’ya gidince kurdun yanı başında hepsi buharlaşıyor.

Yeni hiçbir şey de söylemiyor. Tüm bu ziyaret sırasında söylediği tek yeni konu var. O da Diyarbakır Cezaevi’ni kültür merkezi yapmak.

Ne demekmiş kültür merkezi dediği bilmiyoruz. Sergiler, konserler mi olacak içerisinde bilmiyoruz.

Diyarbakır Cezaevi ki, bu ülkenin utanç abidesi.

Diyarbakır Cezaevi ki, gencecik insanlara akla hayale sığmayacak işkencelerin yapıldığı bir yerden bahsediyoruz.

Diyarbakır Cezaevi ki, acının, eziyetin, şiddetin adresi.

İşte bu kadar uzak Diyarbakır’a da, insanına da. Oradaki toplumsal hafızaya da kendisinin ne kadar uzak olduğunu gösteriyor.

Bu utanç abidesinden kültür merkezi çıkar mı arkadaşlar? Çıkmaz.

Olması gereken Diyarbakır işkencehanesini hafıza müzesi yapmak ve orada vatandaşlarımızın yaşadıkları acıyı orada işlemektir.

Ankara Ulucanlar’da yapıldı biliyorsunuz. O doğru bir projedir.

Bunlarla yüzleşmemiz gerekir ki herkes ders alsın. Bu ülkeyi gelecekte yönetecek nesiller ders alsın. Bu ülkede bunlar yaşanmış diye hatırlasınlar ki bir daha aynı acılar çekilmesin bu ülkede. Aynı eziyet yapılmasın.

Ama diyorum ya arkadaşlar, zihniyet diye. Biz Van’da işkence sonucu hayatını kaybeden Servet Turgut’un evini ziyaret ettik.

Buna sebep olan yönetim, işkenceye göz yuman yönetim, Diyarbakır Cezaevini anlayamaz. Orada gereğini de yapamaz.

Mümkün değil arkadaşlar.
Sayın Erdoğan “2005’te ne dediysem arkasındayım” diyor, değil mi?

2005’te ne dediğini hatırlatayım. Ama örneğin 2015’te, 2019’da, 2020’de ne dediğini de hatırlamamız lazım.

2005’te “Kürt sorunu benim de sorunumdur.” demişti. Bundan 16 sene önce.

O zamanlar gerçekten doğru bir tespitti. Ben de o zaman hükümetteydim ve gerçekten iyi niyetli bir çalışma safha safha başlamıştı.

Ancak gel gelelim 2015’te ne demişti:
“Varsa yoksa Kürt sorunu. Kardeşim, ne Kürt sorunu ya?”

2019’da ise ülkemizin vatandaşı olan Kürtlere “Kürdistan’a defolun” demiş.

Daha yeni, 2020’de “Kürt sorunu yok” diye de tekrarladı.

Örnek çok... Ben sadece üçünü hatırlattım.

E ne oldu? Şimdi soruyorum Sayın Erdoğan’a; siz hangi sözünüzün arkasındasınız?

2005 sözünüzün arkasındaysanız, 2015, 2019, 2020’de bunları niye söylediniz?

Yok, 2005 sözünüzün arkasındaysanız gereğini yapın.

Bir de görüyoruz televizyonda, “Biji Serok Erdoğan” diye Kürtçe slogan atılmış. Biliyorsunuz Diyarbakır surlarının duvarlarına kendisi için Kürtçe sevgi metinleri de yazdırılmıştı.

Ona sevgi gösterilecekse Kürtçe serbest, ama başka yerde başka yerlerde “bilinmeyen bir dil” olarak anılıyorsa bu tutarlı bir şey değil.

Bakın, İçişleri Bakanlığı kadına şiddet hattı kuruyor. Tam beş tane dil var Türkçe dışında.

Ama bu ülkede en çok konuşulan ikinci dil Kürtçe yok. Konu şiddet hattı, kadınların canı söz konusu değil mi?

Her türlü dil var ama bu ülkede en çok konuşulan ikinci dil Kürtçe yok.

Kürtçe öğretmen atamalarında da durum ortada.

Bir yandan HDP’li siyasetçilere ağza alınmadık laflar ediyor, belediye başkanı olurlarsa yerine kayyum atıyor, ama kendi partisine geçen belediye başkanları birden bire makbul hale geliyor.

Anlayış bu, zihniyet bu. Adeta “ya bendensin ya teröristsin” diyor.

Diyarbakır’a gelince sahip çıktığı çözüm sürecinin, kendi bilgisi dahilinde yapılan pek çok detayı, bugün bazı davalarda suçlama konusu. Bunu kendisi bilmiyor mu?

Ama artık Sayın Erdoğan bir karar vermeli: Çözüm süreci yargılama konusu olan adli bir vaka mı, yoksa başarısız olduğu için üzüldüğü bir tecrübe mi?

Çözüm sürecini Ankara’da başka, Diyarbakır’da başka değerlendiremezsiniz. Burada net ve açık bir karar gerekir.

Çözüm sürecini biz başlattık sürecin bazı partnerlerini de cezaevine koyduk mu demek istiyor acaba?

Çözüm ortaklarının hapiste olduğu bir dönemde, çözüm süreci sebebiyle bazıları hapse girerken yine çözüm süreci sayesinde şu anda cumhurbaşkanlığı sarayında olduğunu unutmaması gerekiyor.

Varsa yoksa geçmişi anlatıyor. Ekonomide ne zaman bir başarı hikayesi anlatsa hep bizim dönemden bahsediyor.

Enflasyonu şöyle indirmiştik, faizler şöyle düşmüştü. Aradan 6 yıl geçti niye yapamıyor?

2018’de tüm yetkiyi eline aldı. Buyursun yapsın.
Merkez Bankası’nın faizi niye hala yüzde 19? Elini tutan mı var?

Niye Avrupa’nın en yüksek faizi, niye dünyanın 7. yüksek faizi şu anda Merkez Bankası tarafından uygulanıyor.

Bunları sormamız gerekiyor.

Bütün bu sorunların kökünde kötü yönetim var. İstişaresizlik var. “Ben yaptım, oldu.” demek var.

*****
Değerli arkadaşlar,
Biz geçmişten ders çıkarmasını bilen bir siyasi hareketiz.

Çözüm süreci iyi niyetli bir girişimdi. Ancak, Kürtlerin doğuştan sahip oldukları haklarının tanınmasını bir pazarlık konusu yapmak bu sürecin temel bir hatasıydı.

Niye? Çünkü insan hakları tanınır. Aması fakatı olmaz. Bu haklar bir oylama konusu dahi edilemez.

İşte bizler; vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan bütün hakları koşulsuz, pazarlıksız, müzakeresiz bir biçimde derhal tanıyacağız.

İnsan hakları, pazarlık konusu edilemez. Hak tanınmasından, lütuf gibi bahsedilemez.

Biz milletimizin doğuştan sahip olduğu tüm hakları olduğu gibi tanıyacağız. Geçmişte yaşanan hiçbir acıya kör, hiçbir feryada sağır kalmayacağız.
Bu acıların bir daha yaşanmaması için elimizden geleni yapacağız.

İç politikada da, dış politikada da barışın temsilcisi bizler olacağız. Bizler hem iç hem de dış politikada sağduyunun sesi olacağız.

DEVA iktidarında, dış politika üç beş kişinin çıkarları doğrultusunda değil, tüm milletin menfaatleriyle ilerleyeceğiz.

DEVA Partisi iktidarında;

Dostlarımızı çoğaltıp, düşmanlarımızı azaltacağız.

Bölgemizde öncelikle huzur ortamının sağlanmasını hedefleyeceğiz.

Bu amaçla;

Hudutlarımızın şiddetle, uyuşturucu trafiğiyle, insan kaçakçılığıyla falan değil; ticaretle, kazançla, bollukla, bereketle anılmasını amaçlıyoruz.

Daha önce de söyledik ülkemizin hudutları çok önemli. Biz tüm bu bölgeye baktığımızda şöyle bir vizyonla hareket ediyoruz:

Bu hudutları insanların, ürünlerin, fikirlerin ve sermayenin serbestçe hareket ettiği sınırlar olarak hayal ediyoruz.

Böylesine bir coğrafyada Türkiye, nüfusuyla, tarihiyle, kültürüyle zaten doğal olarak bölgenin en gözde ülkesi olacaktır.

Sınırların rahat işliyor oluşu tabii ki diğer ülkelerde de barışla, huzurla ancak sağlanır.

Acilen Türkiye’nin, dış politikasının tüm coğrafya için, tüm komşular için barış odaklı, istikrar odaklı, refah odaklı olarak yeniden kurgulanması gerekiyor.

Kutuplaştırarak değil, taraf olarak değil.

Şu andaki hükümetin politikası ne? Başka ülkelerin iç meselelerine taraf oluyor.

Bakın, Afganistan’da da böyle. Bir iç mesele var ve sürekli taraf oluyorlar.

Halbuki problem varsa orada çözüm için olmak lazım. Çözümlerin parçası olmak lazım.

Sorunu olanları barıştırmak, buluşturmak lazım.

Bakın, benim Avrupa Birliği ve Dışişleri Bakanlığı dönemimde,
Birleşmiş Milletler dünyadaki arabuluculuk merkezini İstanbul’a kurmak istedi biliyor musunuz?

Dediler ki: “Siz hakkaniyetle hareket ediyorsunuz, önce insan diyorsunuz. Sorunlara adil bir perspektiften bakıyorsunuz. Dürüst hakemlik yapıyorsunuz. Gelin Dünya Arabuluculuk Merkezi’ni Birleşmiş Milletler olarak İstanbul’a açalım.”

Bu noktaya getirmiştik işi. Fakat ne zaman ki dış politikaya böyle dar bir ideolojik bakış geldi, şahısların çıkarları üzerinden dış politika şekillenmeye başladı işler bozuldu.

Ne zamanki iç siyasette artık hükümet açısından zemin zayıfladı, gittiler diğer ülkelerde düşman aradılar.

Düşmanlıklar üzerinden beslenen bir dış politika izlendi bu ülkede. Hatırlayın. Ey Batı ey Avrupa demiyor muydu? Hac, hilal demiyor muydu?

Hac, hilal derken baktık ki birden bire Avrupa Birliği ile ilişkileri düzeltme çabası var. ABD’den peşinden koşmak var.

Ne oldu? İlişkileri bozarken aklınız neredeydi?

İçerideki o eriyen desteği konsolide etmek için dışarıda düşman ararken bu ülkenin çıkarlarının zora gireceğini hiç mi hesap etmediniz?

Bakın, bahsettiğim bir vizyondan, tüm bölge için barış ve istikrar vizyonundan bizim en çok da bu hudut illerimiz faydalanır.

Çünkü sınırlar kapalı olduğu zaman, sınırlar ötesinde huzursuzluk olduğu zaman bunu en çok sınır illerimiz hissediyor.

Gaziantep’te bunu en çok hisseden illerimizden birisi oldu. Suriye’deki sorunlardan ve Suriyelilerden oluşan sorunu en yakından gözlemleyen ve bizzat yaşayan illerimizden birisi oldu.

Ve sınır illerimiz, ülkelerde istikrar sağlandıktan sonra, Türkiye istikrar ve barış için çaba gösterdikten sonra, o hudutlar anlamını yitireceği dönem geldikten sonra görün nasıl her şey değişecek.

Ben şunu biliyorum. Bir dönem Gaziantep’teki vatandaşımız gidip öğle yemeğini Halep’te yiyip geliyordu.

Ne oldu da bu hale geldi? İnanın bu sorunların hepsi çözülür arkadaşlar.

Böylesi bir iklimin de tüm bölgemizde
olduğu gibi Gaziantep’in de çehresini hızla değiştireceğini, zaten çalışkan olan Gazianteplinin ufkunu daha da açacağını ben rahatlıkla söyleyebilirim.

Böylesi bir iklimin Gaziantep’imizin kalkınmasına çok güçlü bir katkı sunacağını da iyi biliyoruz.

*****
Ve değerli arkadaşlarım,

Bu kötü yönetimi sona erdirip emaneti teslim almak için biz hazırız. DEVA Partisi’nin pırıl pırıl kadroları buna hazır.

Artık Şahinbey’in de Şehitkamil’in de DEVA’sı var. Gaziantep’in de DEVA’sı var.
Türkiye’nin DEVA’sı var.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

9 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Çarşamba İlçe Binası’nın Açılış Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ÇARŞAMBA 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

Deva Partisi'nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Samsun il teşkilatımızın ve Çarşamba ilçe teşkilatımızın çok değerli

başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Çarşambalı, Samsunlu gönüldaşlarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çarşamba ilçe teşkilatımızın hizmet binasının açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin başında, Çarşamba ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Dün Bafralı, Alaçamlı dostlarımızla buluştuk. Bugün de Çarşamba’dan sonra Tekkeköy ve Atakum’a geçerek çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Önümüzdeki haftalarda tüm teşkilat mensuplarımız Samsun’un her bir köşesinin nabzını tutacak.

Tarihi ilk adımın atıldığı güzel şehrimizde adım atmadık tek bir köşe, kapısını çalmadık tek bir kapı, uğramadığımız tek mahalle, hatırını sormadığımız tek bir esnaf, derdini dinlemediğimiz tek bir çiftçi bile bırakmayacağız.

İl başkanımıza ve tüm teşkilatımıza soruyorum; kapı kapı dolaşmaya, tarla tarla dolaşıp çiftçilerimizle buluşmaya var mıyız?

Esnafımızı dükkan dükkan ziyaret edip, dertleriyle dertlenip çözüm önerilerimizi onlara sunmaya var mıyız?

Çarşamba hazır, DEVA Partisi hazır.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi, ülkemizde bir süredir akıl almaz iddialar havada uçuşuyor. Bir suç örgütünün başındaki şahıs, tüyler ürpertici iddialar ortaya atıyor. Sosyal medyaya videolar yüklüyor, tweetler paylaşıyor.

Millet bir yandan geçim derdinde, bir gözü cebinde, diğer gözü de bu iddialarda. Çünkü öyle şeyler anlatıyor ki milletin cebi delinirken, fakirlik artarken başkaları haksız paralarla zenginleştikçe zenginleşmiş.

Bu iddiaları endişeyle ve üzüntüyle takip ediyoruz.
Ne yazık ki, ülkemizin, suç örgütlerinin oyun alanına çevrildiğini görüyoruz.

Bir menfaat şebekesi kurmuşlar. Suç örgütlerine ayrıcalık tanımışlar. Bu örgütlerin hareket alanını genişletmişler.

Kendilerini hukukla bağlı hissetmeyenler; ülkemizi derin bir bataklığa sürüklemişler.

Bir de bunlar her köşede, her sokakta, her kıraathanede konuşulurken, haklarında iddialar olanlar herhangi bir cevap da vermiyorlar. Susuyorlar.

Millete cevap verecekleri yerde ne yapıyorlar biliyor musunuz?

“Devletin bekası” diyorlar. Yahu tüm bu bataklığı yaratanlar, beka sorununun tam kendisi oldu kendisini oluşturuyor.

Bir ülkenin bekası suç örgütleriyle, mafyayla, çetelerle iş tutarak sağlanmaz. Bu ülkenin, bu milletin bekası ancak hukukla, adaletle sağlanır.

Ülkemizi, uyuşturucu ticaretinin merkezi haline getirmişler. Güzelim ülkemizi dünyanın kara para aklama merkezi haline getirmişler.

Bizim esnafımız geçim derdine düşmüşken, bunların konuştukları rakamlar sürekli milyon dolar, milyon euro.

Yeri gelince yerli ve milli diyenler kendilerine gelince dolarla, euroyla konuşuyorlar.

Bazı devlet görevlilerini de, pis işlerini tutturdukları maşa yapmışlar.

Bu derin pisliğin içinde olanlar beka laflarının arkasına saklanıyorlar.

Ama yetti artık!

Ülkemizin bir avuç menfaat şebekesinin elinde oyuncak edilmesine biz müsaade etmeyeceğiz.

Ülkemizi en kısa zamanda bu bataklıktan kurtaracağız.
O bataklığı da kurutacağız, arkadaşlar. Bataklığı da kurutacağız.

Tertemiz DEVA kadrolarıyla birlikte emaneti teslim alıp, ülkemizi hızlıca temizleyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,
Ortalara saçılan iddialara göre;
Şu kurdukları menfaat şebekesinde kimler var bir bakalım.

Suç örgütlerinin liderleri var. Siyasetçiler var.

Bürokratlar var.
İş insanları var.
Medya mensupları var. Yargı mensupları var.

Biliyorsunuz; tüm bu iddialar kabineden bir ismin etrafında dolanıp duruyor. Şaibelerin ortasında o var.

Kendisi iki kere canlı yayına çıktı. Birinde de aklınca bana da sataştı. “Ali Babacan milletin refahını düşünüyordu. Bu konular bizim derdimiz değildi” diyor.

Kusura bakmayın. Ben bu ülkenin 11 yıl ekonomisinin başında oldum. Tabii ki bu milletin refahını düşüneceğim. Tabi ki gençlerimizin eğitimini düşüneceğim.

E tabii, anlamıyorlar. Ben onlar gibi siyasi ikbalini düşünenlerden olmadım. Kendi menfaatim için bu ülkeyi yoksullaştıran, hukuku katledenlerden olmadım.

Dün olduğu gibi bugün de milletimizin işini, aşını düşünüyorum, hep beraber milletimiz için çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Şaibelerin üstünde toplandığı bu şahıs, geçen gün kendisine “dünyanın en kötü adamı” dedi. Üstüne, bir de gülüyor. Ülkenin bakanlarından birinden bahsediyoruz.

Biz gülmüyoruz. Ülkece acı çekiyoruz. Daha iki gün önce Gerze sokaklarında, 77 yaşındaki ambar memuru emeklisi amca durdurdu beni. Şunu söyledi.

“Madem kötü, gitsin o zaman” dedi.
Yok gitmiyor. Kimse de görevden almıyor. Onunla ilgili iddialar ne biliyor musunuz?

Servet transferi var, Şantaj var,
Uyuşturucu ticareti var,

Akraba kayırmacılığı var,
Şirketinin bakanlığı döneminde ölçüsüz büyümesi var, Arazileri ona buna peşkeş çekmeler var...

İddialar saymakla bitmiyor.

Bir de emniyet bu kişiye bağlı. Emniyet ya, emniyet. Huzur ve güven içinde yaşamamızın güvencesi olması gereken kurumdan bahsediyoruz.

Vatandaşın, toplumun güven içinde olmasını sağlayacak kurum ona teslim edilmiş.

Bakın kendi kurumunda neler oluyor:

Son dönemde ağır çalışma şartları, amirlerin uyguladığı baskı, mobbing, tehdit ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle birçok polisimiz intihar ediyor.

Evet değerli arkadaşlar, emniyet mensupları kendi canına kıyıyor.

Bu yılın sadece ilk 6 ayında 47 polis memurunun intihar ettiği medyaya yansıdı. Bu rakam da sadece medyaya yansıyan rakamlar.

İntihar eden polis memurlarımızın bir kısmı mesleğe daha yeni başlamış tazecik gençler. Canlarına kıyıyorlar.

Biz, polisimizi intiharın eşiğine getiren sebepleri sorguluyoruz.

Açıklamaları, kabahatlerinden beter. İntihar eden polislerimizin ardından, psikolojik sorunlardan bahsediliyor.

İyi de siz polisleri işe başlatırken bununla ilgili bir duruma bakmıyor musunuz? Yoksa sizin saçma sapan yönetiminiz, baskı ikliminiz yüzünden mi polislerimiz bu hale geliyor.

Ben buradan tekrar soruyorum; açıklayın; son 5 yılda kaç polis memurumuz intihar etti?

Polis memurlarımız neden intihar ediyorlar? İntiharın altında yatan gerçek nedenleri araştırıyor musunuz?

Bu nedenleri ortadan kaldırmak için hangi çalışmayı yapıyorsunuz?

Emniyet teşkilatımızda üstler astlarına psikolojik baskı mı uyguluyor? Buna sessiz mi kalıyorsunuz?

Polislere psikolojik destek sunmak için, polis rehabilitasyon merkezleri kurmayı düşünüyor musunuz?

Polislerin ve ailelerinin sosyal güvenlik hakları ve mâli açıdan desteklenmesi için herhangi bir çalışmanız var mı?

Biz gülmüyoruz, bu soruların cevabını bekliyoruz.
Bakın arkadaşlar,
Biliyoruz. Bu bunalım psikolojisi toplumumuzun tümüne yansıyor.

Bunların döneminde millet antidepresana başladı. Gittiğim her il ve ilçede eczacılara soruyorum. Antidepresan satışlarının nasıl arttığını her eczacıdan duyuyoruz.

İnsanları bunalıma soktular. Milletin psikolojisini bozdular. Yazık. Bu millet böyle bir yönetimi hak etmiyor.

*****

Değerli arkadaşlar,

Tüm bunlar karşısında, şu anda her şeyin en tepesinde olan kişi ne diyor? Tüm yetkiyi tek elde toplayan cumhurbaşkanı ne diyor?

Susuyor. Ses yok, cevap yok. Her konuda açıklama yapan cumhurbaşkanı bu konuda suspus.

Tüm bu ağır iddiaların yükünü çekiyor. Bakın, bu iddiaları ortaya koyan gazeteci, iddiaların ortaya konulduğu günün ertesi işinden ayrıldı.

Çünkü çalıştığı medya kuruluşu o gazetecinin yükünü taşıyamadı.

Ben hayret ediyorum Sayın Erdoğan bu yükü nasıl çekiyor? Niye adım atmıyor? Sadece kendisi de değil tüm ülkeye çektiriyor.

Sayın Erdoğan, size soruyorum:

Ülkenin iç güvenliğini sağlamakla görevlendirdiğiniz kişinin, kendisinin bir güvenlik sorunu olmasına ses çıkarmayacak mısınız?

Ülkenin huzurunu sağlamakla görevli bir kurumda huzurun bozulmasına susacak mısınız? Polislerimizin niçin intihar ettiğini merak etmiyor musunuz?

Siz şaibelerin ortasındaki bu ismin yükünü taşımaya daha ne kadar devam edeceksiniz?

Yoksa krizlerin ortağı Sayın Bahçeli’yi hükümet sözcüsü olarak mı atadınız? Bu şahısla ilgili tasarruflarınızı Sayın Bahçeli aracılığıyla mı duyuruyorsunuz?

AK Parti’ye gönül veren vatandaşlarımız o desteği verirken, Sayın Erdoğan’ı başkalarıyla ortaklık yapsın, başkalarıyla iş tutsun diye seçmedi ki.

Sayın Bahçeli’nin peşine düşsün diye seçmedi ki. Doğu Perinçek’in rotasını ben çiziyorum dediği geminin kaptanı olması için seçmedi.

Sayın Erdoğan’ın bu millete, kendisini seçenlere karşı bir sorumluluğu var.

Daha dün Sayın Erdoğan: ekonomiyle ilgili bazı açıklamalar yapmış. Ne diyor: “Gezi olaylarındaki amaç neyse ekonomimize yönelik saldırılardaki amaç da odur.”diyor.

Diyor ki, “Çukur eylemlerindeki niyet neyse, kur, faiz, enflasyon üçgeni üzerinden kurulan oyun da aynıdır.”

“15 Temmuz darbe girişiminin gerisindeki sinsi gaye ile ekonomimizi sıkıntıya sokma gayesi aynıdır." diyor.

Burada ne var? Ekonomimizde yaşanan bütün bu sorunların sebebini yine dışarılarda, başka yerlerde gösterme gayreti var.

Ben buradan açıkça soruyorum:

Bu ülkenin Hazine’sinin borcu 2018 yılından sonra ikiye katladı mı? Katladı.

970 milyar liralık borç 2 trilyonu geçti mi? Geçti.

Bu ne zaman oldu? Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan göreve başladıktan sonra oldu.

Gezi olayları 2013’teydi. Gezi olaylarını çıkaran mı ülkenin borcunu ikiye katladı?

Çukur eylemleri diyor. Biz bu ülkenin Merkez Bankası’nın döviz rezervini biz 27 milyar dolardan aldık 132 milyar dolara çıkarttık.

O dövizler ihracatçımızın, turizm çalışanlarımızın alın teriydi. Damla damla biriktirdik yıllarca. Ak akçe kara gün içindir dedik.

Bunlar ne yaptı? Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele ülkenin 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır sattılar.

Çukur eylemleri 2016, yıl 2021 olmuş. Aradan 5 yıl geçmiş. Çukur eylemlerini yapanlar mı 130 milyar doları cayır cayır sattı?

Bu ülkenin döviz rezervini satan sizsiniz. Hem de gizli kapaklı. Biz ortaya çıkarınca kabul etmek zorunda kaldınız.

2018’de Gezi olayları kalmadı, Çukur olayları bitti. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne kalkanların çoğunun hesabı dürüldü.

2018 Haziran’da siz tek yetkili olarak göreve başladınız. Bütün yetki elinizde.

Üstelik kendinizi tanımlarken, “Benim alanım ekonomi, ben ekonomistim.” diyorsunuz.

O zaman hadi buyurun düzeltin.

Gezi olaylarını çıkaranlar mı geliyor faizi yükseltiyor? Çukur eylemlerini yapanlar mı faizi yükseltiyor?

Dört tane Merkez Bankası başkanı değiştirdi. Laf dinlemiyor diyerek hem de.

Şimdi laf dinleyen bir Merkez Bankası başkanı var. Niye hala faiz %19?

Şu anda Merkez Bankası emrinde mi? Emrinde.

2018’de seçimlere giderken ne diyordu? “Şu kardeşinize yetkiyi verin, faiz de enflasyon da nasıl düşürülür ben göstereceğim.” diyordu.

3 yıl geçmiş hala faiz Avrupa’nın en yüksek faizi. Dünyanın da 7. yüksek faizi.

Kimse kusura bakmasın. Bu millet saf değil. Bu millet bu kadar kolay inanmıyor.

Siz yaptığınız yanlış işlerin faturasını hiç başkalarına kesmeye çalışmayın. Bu faizi %19’da tut diye bu millet mi söylüyor size?

Daha pazartesi günü açıklanan enflasyon TÜFE %17, ÜFE %42 son 20 yılın en yüksek enflasyonu arkadaşlar bu.

O da tabii TÜİK’in açıklandığı rakamlara inanıyorsak. Makyajlanmış rakamlara inanıyorsak.

Ben çiftçimize soruyorum diyor ki, “Gübrenin fiyatı 2’ye 3’e katladı.” Esnafımıza soruyorum “enflasyon %50, 100.” diyor.

Biraz önce bıçak, satır, keser imalatçısına uğradık. “Demirin fiyatı ikiye katladı.”dedi.

TÜİK hadi %42 açıklıyor velev ki doğru, o %42 bile son 20 yılın en yüksek enflasyonu.

Yıllarca faiz sebep, enflasyon sonuç demediniz mi?

Niye %19’u düşürmüyorsun o zaman? Niye yapmıyorsun? Eğer tezin doğruysa indir. Tezin yanlışsa çık bu milletten özür dile.

Ben yanlış bir şey yaptım de. Ben yanlış insanları görevlendirdim. Zaten kendim de pek anlamıyorum bu işten de.

Olabilir, herkes her şeyi bilmek zorunda değil ya. Bir ülkenin cumhurbaşkanı her şeyden anlamak zorunda değil.

Ama ne yapacak? Dürüst ve ehil insanlardan oluşan kadrolar kuracak. Bizim dönemimizde ekonomimizde bunun için başarılı olduk.

Merkez Bankası’na, Hazine’ye pırıl pırıl, tertemiz insanları koyduk. Aynı zamanda dünyaca tanınmış, işini bilen insanları koyduk.

Dünyadaki iktisatçıların ellerine su dökemeyeceği, kaliteli, dürüst ve ehil, kendi vatandaşlarımızı getirdik, kilit görevlere yerleştirdik. Bunun için başarılı olduk.

Ama o dürüst ve ehil insanlar sistemden çıkınca, kovulunca, ayrılınca işte sonucu gördük.

Maalesef şu anda bunun bedelini toplum olarak hep beraber ödüyoruz. Bu ülke bunu hak etmiyor.

Ve inanın çok çabuk düzelir işler. Bir kabustan uyanırcasına işler düzelir. Bir korkulu rüyadan uyanınca nasıl “oh be rüyaymış” dersiniz, işte o hızla düzelir.

Formül ne? Çözüm ne? Birincisi dürüst ve ehil kadro. İkincisi istişare.

Çiftçimizi dinleyeceksin, esnafımızı dinleyeceksin.

Damdan düşenlerle konuşacaksın. Kapalı kapılar ardında, 100 araçlık konvoyların içinde, 1200 odalık kışlık, 300 odalık sarayların içinde çalışmayacaksın.

Vatandaşla iç içe olacaksın. Şurada Çarşamba’da 30-40 tane esnafımızı Sayın Erdoğan bir ziyaret etse, oturup dertleşse, bir çaylarını içse yaptığı hataların en az yarısını yapmaz.

Ama yapmıyor. Öyle bir menfaat şebekesi var ki etrafında adeta kumpas altına almışlar. Kendini de boğuyorlar, bu ülkeyi de boğuyorlar. Şu anda yaşadığımız bu.

Etrafında 3-5 kişi zenginleşince zannediyor ülkenin durumu iyi.

İhracatımız artıyor diyor. Doğru, ihracatta özellikle geçen sene pandemi dönemiyle mukayese ettiğimizde bu yıl artış var.

Ama ihracat ne demek? Başka ülkelerin vatandaşlarının tükettiği mal demek.

Biz Almanya’ya satıyoruz Alman halkı tüketiyor. İtalya’ya satıyoruz İtalyan halkı tüketiyor.

Demek ki başka ülkelerin durumu iyi. Başka ülkelerin ekonomisi düzgün. Onlar tüketiyor ki biz bunları ihracat yapıyoruz.

İhracatla övünelim ama peki bu ülkenin işçisinin, çiftçisinin, esnafının durumu ne olacak?

Dün Samsun Merkez’de yürürken bir apartmanın balkonundan bir karı koca el işareti yaptılar, bir kahveye gelin dediler. Çıktık yukarı.

Beyefendi emekli öğretmen, eşi de bir hafta sonra emekli olacağım dedi. İki memur emeklisi öğretmen. Çok üzüldüm. Dediler ki iki maaşı birleştirdiğimizde herhalde ancak gıda masrafımızı karşılayabileceğiz.

Yazık değil mi bu ülkenin insanına?

Çünkü emekli maaşı resmi enflasyon oranında artırılıyor. Devletin açıkladığı enflasyon neyse emekli maaşı ancak o kadar artıyor.

Ama etrafınıza bir bakın, çarşıya pazara bir bakın.

Bizim dönemimizde emekliler 5-6 maaşını biriktirdiğinde İtalya’da tatile gidiyordu. Öyle yağma yok.

Bizim dönemimizde gençler trenle Avrupa turu yapıyordu. Gördük o günleri, unutmayalım.

Benim dönemimde milli gelir 3600 dolardan 12.600 dolara çıktı. Rakamlar ortada. Şu anda 8500.

Biz 2023 hedefi koyduk, 25.000 dolar. Şu andaki hükümetin 2023 hedefi 10.000 dolar.

Ekonomiden anlıyorsa, alanı ekonomiyse, ekonomistse düzeltsin yapsın. Niye yapamıyor?

Baştan da dedim olabilir, bilmeyebilir. O zaman bilenlerle çalışacak. Zaten en büyük problem bu. Bilmediğini bilmiyor.

Atalar “Bin biliyorsan, bir bilene sor.” demiş. Bunlar hep atasözleri. Devleti yönetenlerin bunları bilmesi lazım.

Ben esnaf bir aileden geliyorum. “Sen dünyayı biliyorsun, ticareti biliyorsun, iyi de yapıyorsun. Gel şu ekonominin başına geç.” dediler.

Üç kere hayır dedim. Dördüncüsünde evet dedik, başladık.

Ve 34 yıldır iki hane üç hane olan enflasyonu tam iki yılda tek haneye indirdik. Paradan altı sıfır 2004’ün sonunda attık.

Bir köşe yazarı, adı lazım değil, biz paradan altı sıfır atacağız dediğimizde dedi ki, “Babacan bunu yapsın, ben de Ankara’da Kızılay Meydanı’nda bazı hayvan sesleri çıkartacağım.”dedi.

6 sıfır attık. Baktım ertesi gün yazmış, özür dilemiş. Ben yapabileceklerini zannetmiyordum demiş.

Bakın, 34 yıl ya dile kolay. Neredeyse iki nesil. 34 yıl enflasyon inmemiş, biz iki yılda aşağıya çekmişiz.

Niye? Dürüst ve ehil kadrolarla yaptık bunu. İstişareyle yaptık. Bin biliyorsak bir bilene sorduk. Ortak akıl arayışıyla yaptık.

84 milyonluk bir ülkeyi yönetiyorsanız, küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetiyorsanız kadrolarınız sağlam olacak.

Soracaksınız, konuşacaksınız. Meslek örgütleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla konuşacaksınız.

Basın susturmayacaksınız. Özgür basın, demokrasinin temelidir. Basını susturursanız o zaman gerçekleri hiçbir yerden duyamazsınız.

Bugün basın özgür olsa, hiç olmazsa sabah gazetelerden biraz gerçekleri görecek. Ama önüne yığılan gazetelerden en üsttekiler akrabaların çıkardığı gazeteler. Onlar da gayet güzel şeyler yazıyor. Onun için görmüyor.

Memleketin durumu bu. İnsanlar rahat konuşmaktan korkmayacak, konuşurken şöyle sağa sola bakmayacak.

Derdini söylemeyen derman bulamaz demişler. Siz bu millete derdini söyletmiyorsunuz, milleti konuşturmuyorsunuz. Sorunları yok sayıyorsunuz. Hastalığı teşhis etmiyorsunuz. O yüzden o hastalara da tedavi bulamıyorsunuz.

Bizler tüyü bitmemiş yetimin hakkını ona buna çetelere, suç örgütlerine peşkeş çektirenlerin önünde duracağız.

Biz bu hukuksuzluğa göz yummayacağız. Biz susmayacağız, biiz susturamayacaklar.

Biz vatandaşımızın derdini dillendirmek için DEVA Partisi’ni kurduk.

Biz korkan, çekinen, konuşamayan çiftçimizin, esnafımızın derdine tercüman olmak için DEVA Partisi’ni kurduk.

Hem dertleri dillendirmek, hem de sorunlara, problemlere çözüm üretmek için kurduk.

Devlet yönetiminde yozlaşmayı, devlet görevlilerinin yasal olmayan işlere bulaşmasını, usulsüzlüklerin ve yolsuzlukların sıradanlaşmasını tarihin çöplüğüne göndereceğiz.

Bakın, 2002’de hükümet kuruldu. 2003, 2004, 2005 en az 8-10 sene bu çeteden, örgütlerden, mafyadan kimse bahsetmiyordu değil mi?

Ne oldu da mafya, çete birden duyulmaya başlandı? Nasıl oldu da bunlar sokaklarda cirit atmaya başladı?

Siz devlet içinde, siyaset kadroları içinde, bürokrasi içinde bunlarla menfaat paylaşan, bunlara alan açan bir kadro oluşturursanız, bu çete, mafya, örgüt tekrar memleketin başına bela olur.

İnşallah DEVA iktidarında bunlar kaçacak delik bulamayacaklar.

Siz sapasağlam, bunlarla asla iş tutmayacak, bunların canına okuyacak sağlam bir Adalet Bakanı görevlendirin, sapasağlam bir İçişleri Bakanı görevlendirin, tabii ki işin başında kendiniz de bir sağlam durun.

Görün bakalım hareket edebiliyorlar mı? Siz devletsiniz ya. Devlet gücünü böyle gösterir.

Devletin kudret yüzü vardır. İşte o yüzü devlet suçsuz vatandaşına göstermez. Devlet şefkat yüzünü, merhamet yüzünü vatandaşlarına gösterir.

Suç örgütüne, mafyaya, çeteye de o kudret yüzünü gösterir, devlet budur. Biz söz veriyoruz:
Hukuku mutlaka tesis edeceğiz. Özgürlükler üzerindeki baskıyı kaldıracağız.

Yaşayan ve yaşatan bir ülke inşa edeceğiz. Gençlerin kaçmak istediği, insanların umutsuz olduğu bir ülke değil. Bu ülkede yaşayan vatandaşların severek, isteyerek yaşadığı bir ülke inşa edeceğiz.

İktidar ve medyası gerçekleri inkar etseler de biz milletimizin gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Bugünkü iktidar ortakları gibi toplumumuzu ayrıştırmayacağız. Bazı kesimleriötekileştirmeyeceğiz. Kucaklayıcı olacağız, birleştirici olacağız.

Kimsenin şüphesi olmasın.

Vakit; demokrasi ve atılım vaktidir.
Artık Çarşamba’nın DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı var. Ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

8 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bafra ilçe Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN BAFRA 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Samsun il teşkilatımızın ve Bafra ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Samsunlu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Bafra ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin başında Bafra ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Biliyorsunuz, bundan tam 8 ay evvel Samsun’da il kongremiz vesilesiyle buluşmuştuk.

Samsun, bizim seçimlere girmeye hak kazanmamızı sağlayan ilk 41 il içerisinde yer aldı. İlçelerinin 3’te 1’inden daha fazlasında kongresini gerçekleştirdi.

Arkasından hemen Kasım ayında kongremizi yaptık ve böylece partimiz kuruluşundan tam 8 ay sonra seçimlere girmeye hak kazandı.

Samsun teşkilatımızın tümüne bu gayretli çalışmaları için ve hızlı bir şekilde gayet güzel bir kadroyla örgütlendikleri için başta başkanımız Kebire Hanım şahsında tüm teşkilatımıza teşekkürlerimi sunuyorum.

Ne mutlu ki bugün de güzel Samsun’umuzun güzel ilçesi Bafra’da tekrar bir araya geldik. Kongremizden sonra ayrıca, Alaçam’ı ziyaret edeceğiz.

Yarın da kısmet olursa hep beraber Çarşamba’dayız, Tekkeköy’deyiz, Atakum’dayız. Böylece beş ilçeyi kapsayan bir Samsun programımızı iki güne sığdırmayı inşallah başarmış olacağız.

*****

Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partisi çok hızlı bir şekilde Türkiye’nin dört bir köşesinde örgütleniyor. Bugün itibarıyla 81 ilimizde de il başkanlarımızı görevlendirmiş durumdayız. 970 ilçemizin 650’sinde de ilçe başkanlarımız görevinin başında.

Gerçekten kuruluşuyla teşkilatlanma sürecinin hızı arasına baktığımızda, özellikle seçime girmeye hak kazanma süresine baktığımızda siyaset tarihimizde bir rekoru gerçekleştirdik.

Daha önce hiçbir siyasi parti doğal yollardan teşkilatlanma yoluyla bu kadar kısa sürede seçime girmeyi hak edememişti. Biz bunu başardık.

Bu süreçte gördük ki aslında çok büyük bir talep var. Türkiye’nin dört bir yanında, bu ülkenin sorunlarını çözmek için benim nasıl bir katkım olabilir, ben bu ülke için, çocuklarım için ne yapabilirim diye kaygılanan ve kendini ortaya koyan on binlerce kişiden oluşan DEVA kadroları var.

Sadece yönetim kurulu üyesi sıfatı alan 12 bin arkadaşımız var. Üyeleri, gönüllüleri saymıyorum.

Bu da ülkemizde yeni bir siyasi harekete, yeni bir siyasi partiye ne kadar şiddetle ihtiyaç olduğunun en önemli göstergelerinden bir tanesi.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’de gerçekten sorunlar büyük ve bu sorunlar gittikçe de büyüyor. Bu ülkenin temel sorunlarından hiçbirisine şu andaki hükümet artık çözüm üretemiyor. Vatandaşımızı anlayamıyor, sorunları teşhis edemiyorlar.

Kendilerini çeviren o dar çemberin dışına çıkıp vatandaşımızı dinleyip anlama zahmetine artık katlanmıyorlar. Ve sürekli yanlış işler yapıyorlar.

Ya sorunları ihmal ediyorlar ya da çözüm adına attıkları adımlar yanlış oluyor.

Ülkemiz yakın tarihinin en derin çoklu krizini yaşıyor. Çoklu kriz, çoklu organ yetmezliği diye tıbbi bir terim vardır biliyorsunuz. Bazen ölümlerin sebebi olarak da gösterilir.

Aynı o şekilde çoklu bir kriz yaşanıyor. Şu anda derin bir hukuk ve adalet krizinin tam ortasındayız. Dış politikada, ekonomide derin bir krizin ortasındayız.

Sadece son birkaç haftadır açıklanan ekonomik verilere baktığınızda hepsi rekor seviyede kötü veriler.

Geçtiğimiz pazartesi günü açıklanan enflasyon rakamına bakın. ÜFE’de %42. Bir yıllık fiyat artışı. O da TÜİK’in makyajlanmış rakamı. Çarşı, sokak, pazarda enflasyonu çok daha yüksek. Biz TÜİK’e rakamları ayarlama enstitüsü de diyoruz artık maalesef.

Zamanında çok emek verdiğimiz, bağımsız hale getirdiğimiz, Türkiye Cumhuriyeti bir rakam açıklıyor ise biz ona güveniriz diyerek bütün dünyanın itibar ettiği o kurumu, TÜİK’i berbat ettiler.

Açıkladıkları rakamlara Türkiye’de de, dünyada da güven yok artık. Makyajlanmış rakamlar bile enflasyonun rekor seviyeye çıktığını gösteriyor. Son 20 yılın en yüksek enflasyon rakamıdır bu. Üretici fiyat endeksi rakamı açısından söylüyorum.

Bir başka rekor, işsizlik. Özellikle genç işsizlik oranı, TÜİK’in istatistikleri tutmaya başladığı günden bu yana en yüksek rakam %25,26.27. O da tabii ki TÜİK’in rakamlarına güveniyorsak. Genç işsizlik oranı Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar yükselmemişti. Artık mızrak çuvala sığmıyor. TÜİK bile kötüye gidişi gizleyemiyor.

Bir başka rekor. Reel efektif kur endeksi. İstatistiklerin yayınlandığı ilk gün olan Ocak 1994’ten bugüne reel efektif kur endeksi tarihin en kötü noktasına düşmüş durumda. Bu oran %59,7.

Bu reel efektif kur endeksi nedir biliyor musunuz? Türkiye’deki enflasyon ile döviz kurunu birbirine orantılayan ve ay ay açıklanan bir rakamdır. Aslında dünya ile mukayese edildiğinde yerli ve milli paramız olan Türk Lirası’nın satın alma gücünü gösteren göstergedir.

Çiller dönemindeki meşhur 5 Nisan krizini hatırlarsınız. Kur 3’e katlamıştı. Arkasından 21 Şubat 2001’de yine döviz kurunun 2’ye katladığı bir kriz.

Şu andaki durum bu yaşanan krizlerin en kötü dönemlerinden daha kötü. Bu ülkede bir döviz krizinden bahsediyorsak şu anda yaşadığımız döviz krizi, 1 Ocak 1994’ten bu yana ülkemizin yaşadığı en kötü döviz krizi.

Bunun için her şey çok pahalı. Bunun için çiftçimiz yanıyor. Bugün Bafra’da arkadaşlarımızla çarşı, Pazar dolaştık. Çayhanelerde vatandaşlarımızla, çiftçilerimizle sohbet ettik.

Herkes feryat ediyor. Bir dokunuyoruz, bin ah işitiyoruz. Gübre ikiye, üçe katladı. Mazot aldı başını gitti, ilaca artık para yetiştiremiyorum diyor bizim çiftçimiz. Hepsinin maliyetinin temelinde döviz kuru var.

Hani o ortadan kaybolan akraba-bakan vardı ya ben döviz kuruna bakmıyorum diyordu. Yahu sen bakmıyorsun da benim çiftçim, üreticim mecbur bakıyor, onun sırtını yanıyor.

Çiftçilerimize peki borçlar nasıl gidiyor dedim. İkiye katladı borçlar, faizler aldı başını gitti dediler. Yazık değil mi bu ülkenin insanına?

Bütün bunlar ben ve arkadaşlarım, hem ekonomi yönetimindeki ekip hem de sağlam bir hukuk ekibimiz var, o ekip ayrıldıktan sonra oldu. Ülkemiz o günden bu yana dikiş tutturamadı.

2018 Haziran’ında partili, taraflı cumhurbaşkanlığı sistemi geldi değil mi? Bakın 2018 Haziran’ından sonraki iki yıl içerisinde akraba-bakan el ele verdikleri dönemde bu ülkenin Hazine’sinin borcu ikiye katladı.

Aynı dönemde Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık rezervini cayır cayır sattılar. Bir ülkenin Merkez Bankası’nın rezervi eksi 60 milyar dolara düşer mi ya? Adı üstünde rezerv bu. Hani bir ilçenin su rezervi vardır, ülkelerin petrol, doğalgaz rezervi vardır. Rezervler hep artıdır, varlıktır. Peki bu rezerv nasıl eksiye düşer?

Merkez Bankası’nı borçlandırdılar. Bu swap anlaşmalarıyla borçlandırdılar, piyasaya, hazineye, bankalara borçlandırdılar. Borçlandırdıkları dövizi bile gidip sattılar. Böyle eksiye düştü.

Cumhurbaşkanı geçenlerde çıkıp 130 milyar dolar rezervimiz var diyor. Bu doğru değil. Merkez Bankası’nın rakamı 90. Hadi diyelim Cumhurbaşkanı her gün bakmıyordur bu verilere, yuvarlıyordur 100’e. Peki, niye Merkez Bankası’nın borcundan bahsetmiyor?

Biz 2002’de 27 milyar dolarlık döviz rezervini alıp, 132 milyar dolara çıkarttık. Haberleri yoktu inanın. Nasıl oluyor bu döviz rezervi artıyor diye bir gün sormadılar bize. O dövizler, bu ülkenin ihracatçısının, turizm işçilerinin alın teriydi.

Bizim yıllarca biriktirdiğimiz o rezervi iki yılda yok ettiler. Üstelik borçlandılar. Borçlandıkları dövizi de sattılar eksiye düştüler.

Şimdi Sayın Erdoğan cüzdanını açıyor gösteriyor, bakın Merkez Bankası’nın döviz rezervi var diyor. İyi de aynı cüzdanın içindeki kredi kartının tam 150 milyar dolar döviz borcuna battığını niye söylemiyor?

90 milyar nakdi var tamam ama onun karşılığında 150 milyar dolar da döviz borcu var bu ülkenin Merkez Bankası’nın. Yazık değil mi bu ülkeye?

Defalarca döviz krizi yaşadık, defalarca döviz atağı yaşadık. Şöyle bir kurlara bakın son birkaç yılda katlana katlana gidiyor. Geçenlerde de diyor ki, “Yabancılar turistler geliyor, benzin, mazot o kadar ucuz ki biz de depolarını fulleyip gidiyorlar.” diyor.

Bu ülkenin parası pul olmuş. Yabancılar Euro’yla geliyor. Euro 10 lira. Harca harca bitiremiyor, tabii fulleyip gider.

Bir ülkenin cumhurbaşkanının baktığı yer, o ülkeyi ziyaret eden yabancıların depolarını fulleyip fullemediği midir? Yoksa bizim kendi vatandaşımızın arabasının, traktörünün, deposunun fullenip fullenmediği midir?

Bizim vatandaşımızın buzdolabı boş, deposu boş. Bakın, kamyonet şoförlerimiz, traktör kullananlar 3-5 litrelik pet şişeyle gidip mazot alıyorlar. Bitince tekrar alıyorlar. Böyle idare ediyorlar. Bu ülkenin vatandaşının düştüğü durum bu.

Çünkü bir yandan milli ve yerli kelimelerini ağızlarından hiç düşürmeyip, bu ülkenin milli ve yerli parasını pul edenler kendileri. Siz işte yerli ve milli paramızı pul ederseniz, çiftçimizin mazota da, gübreye de ilaca da gücü yetmez. Bu ülkenin tarımını böyle çökertirsiniz. Olacağı bu.

Değerli arkadaşlarım,

Bizler gece gündüz demeden ülkemiz için yoğun bir tempoda çalışıyoruz.

Deva Partisi’nin, Türkiye’nin yarınlarını inşa edecek parti olduğunun bilinciyle hareket ediyoruz.

İktidarımızın ilk 90 ve ilk 360 gününde uygulayacağımız, ayağı yere basan, somut eylem planlarımızı şimdiden hazırlıyoruz. Ve açıklamaya başladık.

Bizde mızmızlanmak yok. Sadece şikayet etmek, sadece mevcut sorunları dillendirmek yok. Biz, çözüm paketlerimiz cebimizde iktidara yürüyoruz.

Tabii ki vatandaşımızı dinleyeceğiz. Onların dertleriyle dertleneceğiz. Aynı zamanda o dertlere tercüman olacağız.

Vatandaşlarımız sesini duyuramıyor. Sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri bunların çoğu maalesef baskı altında. Konuşamıyorlar, kendilerini ifade edemiyorlar. Bunu biliyoruz.

Biz tabii ki dertlere tercüman olacağız ama aynı zamanda dertlere deva olmak için hazırlanacağız.

Bu doğrultuda, geçen ay Adana’da tarım eylem planımızı açıkladık.

Çiftçimize, hayvancılıkla uğraşan üreticilerimize, iktidarımızın ilk 90 günü ve ilk 360 günü neler yapacağımızı 56 madde halinde açıkladık.

İşte bu sözümüzü bir de bu verimli topraklardan, Bafra ovamızdan tekrar etmek istiyorum.

Çiftçimize nefes aldırmak için tarımsal kredi borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz.

Nasıl yapacaksınız diyorlar. Biz daha önce bunu 2002’de yaptık. Ziraat Bankası, Halk Bankası kilitlenmişti. Tabi o zamanlar Hazine’nin borçlanma faizi %66 idi.

Bize iflas planı hazırlasanız iyi olur diyorlardı. Hepsini elimizin tersiyle reddettik. Güven olmadan ekonomi olmaz dedik. Biz borcumuzu öderiz dedik ve ödedik çok şükür.

Çiftçi kredileriyle ilgili de yaptık bunu. Önce borcun faizlerinin tamamını sıfırladık. Sonra borcun reel olarak bugünkü değerini aldık, dondurduk ve uzun bir vadeye yaydık.

Çiftçimize dedik ki zaten bu çok uzun bir vade, eğer bu küçük taksitleri ödemeye niyetin varsa gel yapılandırmaya bir imzanı at. Ama şu andaki ihtiyacın için de biz sana hemen yeni kredi açıyoruz dedik.

Bakın burası çok önemli. Eski borcu ileriye doğru yaydık. Bu arkadaşınız ekibiyle birlikte yaptı zamanında. Aradan 20 yıl geçtiği için hatırlatma gereği duyuyorum. Biz yaptık, yine yaparız diyoruz.

Çiftçilerimiz yapılandırmayla birlikte yeni kredileri kullandılar. Bir yandan da ekonomi hızlı bir biçimde toparlandığı için topyekün bir ekonomik büyüme olduğu için hem yeni aldığı krediyle işini çevirmeye başladı hem de eski borcunu faizsiz, dondurulmuş bir şekilde uzun bir vadeye yayarak ödemeye başladı. Böylece hemişini gördük hem de çarkları döndürmeye başladık.

Sadece 2. yılın sonunda Türkiye’deki bütün zirai krediler içerisinde borçların %99’u tam gününde ödenmeye başladı. Çok yüksek bir orandır bu. Ziraat Bankası’nın gününde tahsil edemediği alacak oranı %1’e düştü.

Tabi işler iyi, ekonomi iyi herkesin yüzü gülüyor. İhracat o zaman 32 milyar dolardan 136 milyar dolara çıktı. Türkiye, dünyanın her yerinden sermaye çekmeye başladı. Kendi vatandaşımız yastık altında, kasada tuttuğu, başka ülkelerde değerlendiği birikimlerini harıl harıl Türkiye’ye getirmeye başladı.

2 yıl içinde bolluk ülkesi olduk. Enflasyon 2 yılda tek haneye düştü. Paradan 6 sıfır attık. Bakın bunların hepsi 2 yılda oldu ve inanın hala o 2 yılı hala anlamamışlar.

2 yılda ekonomiyi nasıl ayağa kaldırdığımızı ufacık anlasalardı, biz ayrıldıktan sonraki son 6 yıl ülkenin ekonomisi krizden krize savrulmazdı.

Sayın Erdoğan, ikide bir çıkıp “ben ekonomistim, benim alanım ekonomi” diyor. O zaman düzelt. Ne zaman ekonomiyle ilgili bir konu açılsa bizim dönemin başarılarından bahsediyor. Enflasyonları şöyle yaptık, faizleri indirdik diyor. Hadi yeniden yap o zaman. Şu anda tek yetkili, elinden tutan da yok.

Tek imzayla aklına gelen her şeyi yapıyor. Merkez Bankası’nın bağımsız olmasını zaten istemiyorlardı. Emir kulu yaptı. Laf dinlemiyor diye Merkez Bankası başkanlarını değiştirdi. Merkez Bankası’nı yol geçen hanına çevirdi. Merkez Bankası başkanları şamar oğlanına döndü. Mevsimlik işçi gibi değişiyorlar.

Ben soruyorum, biz ayrılalı 6 yıl oldu. 6 yıldır niye bu ülkenin enflasyonu kontrolden çıktı. Niye bu ülkenin faizleri Avrupa’nın en yüksek faizi? Niye dünyanın 7. yüksek faizi Türkiye’de? Niye ülkemizin parası son 27-28 yılın en düşük değerinde.

Madem alanınız ekonomi, düzeltin o halde. Bazıları diyor ki, o dönemde de Sayın Erdoğan iş başındaydı, yine yapar. E yapsın o zaman. Elinden tutan mı var? Hadi yapsın.

Değerli arkadaşlarım, bilmiyorlar. Asıl sorun bilmediğini de bilmiyor. Biliyorum zannediyor.

İşte siz asıl o ehil kadroyu dağıtırsanız, bizim kurumlarda yıllarca yetiştirdiğimiz, tertemiz, dürüst kadroları dağıtıp yerine yanlış insanları getirirseniz bu ülkenin ekonomisi asla toparlanmaz.

Biz zaten şu andaki hükümetin bu ülkenin sorunlarını asla çözemeyeceklerini bildiğimiz için DEVA Partisi’ni kurduk.

Bu arabanın gittiği yerin uçurum olduğu belli. Onun için partimizi kurduk. Ülkenin şartları üzülerek söylüyorum daha da zorlaşacak. Ve ihtiyaç daha da büyüyecek. Ne zamana kadar? Seçim olana kadar.

Değerli arkadaşlar,

Bütün bu sorunlar, kötü yönetimin bir sonucu. İyi bir yönetimle olursa bunu toparlar diyoruz. Sebep-sonuç ilişkisi. İşin kökteki sebebine inip onu çözdüğünüzde zaten bütün sorunlar çözüm yoluna girer.

Dürüst ve ehil kadroların iş başında olması lazım. Hangi alanda olursa olsun. İster ekonomi ister başka alanlar. Bu iki vasfın insanlarda buluşması lazım. Tek tek görevlendirdiğimiz her kişi hem dürüst hem işinin ehli olacak. Başka türlü düzeltemezsiniz.

İçinde bulunduğumuz coğrafyanın en büyük topraklarına sahip Türkiye. Ama şu anda Türkiye’yi yöneten iktidar, tek bir kişinin zihniyetine ve imza kabiliyetine sıkıştırmış durumda. Bunun için biz parlamenter sistem diyoruz.

Tekrar tarım eylem planımıza dönelim. Çiftçimizin tarımsal kredi borçlarını faizsiz olarak 2 yıl öteleyeceğiz. Küçük küçük taksitlerle uzun vadeye yayacağız.

Çiftçinin toprağına, traktörüne haciz koyma devri sona erecek. Bu arkadaşınız 11 yıl ekonominin başındaydı. Bir tane bile traktör haczedilme örneği yok.

Çünkü toplumdan koptular. Bilmiyorlar ki traktörüne haciz konan çiftçinin hissiyatını. Çiftçiyi nasıl yaraladığını bilmiyorlar. Bilmiyorlar ki bizim çiftçimiz dürüst, borcuna sadık. İmkanı olsa ödeyecek zaten.

Sen şartları zorlaştır, kur patlasın. A’dan Z’ye bütün maliyetler artsın. Çiftçinin suçu mu? Çiftçimiz hangi yanlışı yaptı da gübre, ilaç, mazot fiyatları arttı?

Sen kendi beceriksizliğinin faturasını çiftçinin traktörüne haciz koyarak ödettirmeye çalışıyorsun. Böyle şey olmaz. Bunların hepsine son vereceğiz. Çünkü daha önce yaptık, denedik.

Yeter ki imkanları olsun, yeter ki işleri iyi gitsin bizim çiftçimizin.

Ziraat Bankası yeniden çiftçinin bankası olacak.

Şu anda tüm kamu bankaları iktidarın ağır baskısı altında iş yapıyorlar. O baskı altında büyük büyük kaynaklar yanlış projeler gidiyor. Geri dönüşü olmayacak projelere yönlendirilebiliyor.

Kendi propaganda makinelerini çalıştırabilmek için, kendi elindeki medya kuruluşlarının sayısını çoğaltmak için maalesef bu kurumları hoyratça kullanıyorlar.

Yeter ki basın sadece benim propagandamı yapsın, televizyonlar sadece beni göstersin diye düşünüyorlar. Başkalarını görmeye tahammülleri yok.

84 milyonun payıyla, ödediği vergilerle finanse edilen TRT, nasıl tek bir partinin, tek bir kişin propaganda haline getirilir? Bu adalet mi? Yapıyorlar bunu.

Eylem planımızdaki bir başka önemli konu:

Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini çiftçimize aynen iade edeceğiz.

Bugün Bafra’da bir çiftçimiz diyor ki, “Devlet milyon dolarlık yattan ÖTV almıyor, benim traktörümden ÖTV alıyor. Olur mu böyle şey?” diyor.

Biz de olmaz dedik. Eylem planımızda da bunu açıkladık.

Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini aynen kendisine iade edeceğiz.

Çiftçimizin kullandığı gübrenin maliyetinin yarısını, yüzde 50’sini, destek olarak biz üstleneceğiz.

Çiftçimizin kullandığı elektrik için özel düşük bir tarife uygulayacağız.

Bu da çok önemli bir konu. Tarımsal sulamanın ulaştığı topraklar var, tarımsal sulama yatırımları yapılmadığı için tarlasında su olmayan vatandaşlarımız var.

Bu vatandaşlarımız bu yüzden tarlasında kuyu kazıyor. 300 metre derinliğinde kuyu kazan var. E bunun maliyeti ciddi derecede yüksek. Ama o tarlada suyun olmamasının, sulama kanallarının gitmemesinin suçlusu çiftçimiz değil ki. Niye onun bedelini çiftçiye ödetiyorsun?

Kanal İstanbul’a taktılar değil mi kafayı? Maliyetleri çıkarttık. Kanal İstanbul’un maliyetine Türkiye’deki bütün sulama projeleri tamamlanabiliyor. Türkiye’de suyun ulaşmadığı bir karış arazi kalmıyor.

Türkiye’de tarımsal sulama projelerinin maliyeti 22 milyar dolar tutuyor. Bu paraya bütün projeleri tamamlayabiliyorsunuz.

Kanal İstanbul’un maliyeti ise 20 milyar dolardan başlıyor, 75 milyar dolara kadar gidiyor. Zaten hesap kitap yapan yok. İnadına yapacağım diyor.

Bu ülkede kuraklık varken, tarımsal sulama yatırımlarıyla ilgili bu kadar ihtiyaç varken ne aceleniz var ya?

Acaba acele, bir an önce ihale verme acelesi mi? Acaba oradan oluşacak bir rant mı acelenin sebebi?

İstanbul’da 16 milyon nüfus yetmiyor, trafik çok rahat. İstanbul’da şehircilikle ilgili hiçbir sorun yok. Nüfus gerekiyor sanki İstanbul’a, 500 bin kişilik konut yapacağız diyorlar.

Tek dertleri rant. Kanal İstanbul’a bakınca gözlerinde dolar işaretleri oluşuyor. Onun için acele ediyorlar.

Acele etmelerinin bir sebebi de vakit yaklaşıyor. Onu görüyorlar.

Bir an önce işleri bağlayalım, imzaları atalım, Hazine’yi borçlandıralım nasıl olsa bunlar ödemek zorunda diyor.

Geçen çıkmış söke söke sizden alacaklar bu parayı diyor. Ya siz dediğiniz kim? Siz dediğiniz, bu ülkenin gençleri, bu ülkenin gelecek nesilleri.

Diyor ki, ben bu ülkeyi borçlandıracağım gelecek nesillerde ödeyecekler diyor. Amaç ne? Rant peşin alınıyor, borç gelecek nesillere kalacak.

O kadar üzülüyoruz ki, bu ülke iyi yönetildiğinde nasıl başarılar elde ediyor. Nasıl dünyanın yıldızı oluyor, biz bunu yaşadık. Yaşamamış olsak ülkenin kaderi bu deriz. Ama öyle değil.

Bakın dünyanın 2008-2009 krizinin en derin noktasında ülkemiz dünyanın parlayan yıldızıydı.

O günlerin basın arşivini bir açın da bakın. Dergilerin kapağında Türkiye, uluslar arası basından bahsediyorum, gazetelerin ilk sayfasında manşet “Yıldız Türkiye.”

Biz bunları yaşadık. Komşumuz Yunanistan iflas ettiğinde biz %10 büyüyorduk. Arkasından bir %10 daha büyüdük.

Biz o dönem de finansman teklif ettik. Sıkışan ülkelere o zaman kredi açmayı teklif ediyorduk. Bu noktaya gelmiştik. Döviz rezervlerimiz yerindeydi, itibarımız yerindeydi.

Şu anda ülkeyi öyle bir noktaya getirdiler ki, geçen Merkez Bankası başkanı 3-4 ülkeyle swap anlaşması konuşuyoruz diyor. Ülke isimlerini verdi, gerçekten üzücü.

Normalde Türkiye’den destek isteyecek ülkelerden destek istiyorlar. Ve borç olarak istiyorlar. Sanki bu döviz Merkez Bankası rezervine yarayacakmış gibi. Bunun hesabını da bilmiyorlar. İnanın bilmiyorlar, bu ülkeye yazık.

Değerli arkadaşlarım,

Tarım eylem planımız gerçekten ucu çok geniş bir alanı kapsayan, geniş bir çalışma.

Bir başka önemli konu da tarımsal destekler. Biz tarımsal destekleri ekim, dikim olmadan açıklayacağız. Hangi ürüne ne kadar destek vereceğimizi önceden açıklayacağız. Çiftçimiz ona göre karar versin.

Desteklerin de hemen o yıl içerisinde verilmesi lazım. Şu andaki ödemeler bir yıl sonradan geliyor. Ekim oluyor, biçim oluyor, hasat oluyor. Destekler sonradan açıklanıyor. Ödemesi de bir yıl sonra yapılıyor. Böyle bir tarım politikası olamaz.

Bir diğer konu, bilinçli sulama ve üretim politikası da verimi 3 kat artırıyor.

Toprağı teknolojiyle buluşturmak gerekiyor. Kapalı devre yağmurlama ve damlama sistemlerini ülke genelinde yaygınlaştırmak gerekiyor. Basınçlı sulama sistemini kurmak gerekiyor.

Bunların hepsi yatırım gerektirir. Ama dediğim gibi altı üstü 22 milyar dolarlık bir yatırım. Kanal İstanbul’un parasına rahatlıkla yetiyor, artıyor bile.

Bir de yem konusu var. Biz yem maliyetlerinde de %50’ye varan oranlarda hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımıza yem desteğimizi devlet desteği olarak vereceğimizi eylem planımızda açıklamış durumdayız.

Liste uzun. Tam 56 madde. Ama biz 56 maddeyi açıkladık. Torbanın ağzını da kapattık diye bir şey yok. Yeni gelen görüşler, öneriler olursa biz bunu 60 yaparız 65 yaparız hiç önemli değil. Seçime kadar vaktimiz var.

Biz tarımla ilgili eylem planımızı açıkladık ama yaklaşık 20 ayrı alanda bir eylem planı açıklayacağız. Mesela sosyal destek ve sosyal yardımlar, esnaf ve kobi, sanayi, dijital dönüşüm, teknoloji, sağlık, eğitim gibi pek çok alanda detaylı hazırlıklar yapıyoruz ve bunları yakında açıklayacağız.

Bu bizim vatandaşlarımıza karşı bir sorumluluğumuz. Biz siyaseti sadece laf üretmek olarak görmüyoruz. Siyaset sadece laf üretmek değil siyaset aynı zamanda iş üretmek.

Bizim gibi yeni kurulan ve iktidara doğru yürüyen bir siyasi partinin de vatandaşların karşısına çıktığında detaylı hazırlıklarla çıkması önemli.

Bu yapılacaklar aynı zamanda bir takvime bağlaması da önemli. Ben şunları yapacağım demek değil. Ne zaman yapacağını söylemek de önemli.

İşte biz tarih de veriyoruz, takvim de. İlk 90 gün bunlar ilk 360 gün bunlar diyoruz. Zaten ilk bir yılı geçtikten sonra işler zorlaşıyor.

İlk 90 gün çok önemli. O dönemi kaçırdığınızda hız yavaşlıyor. Hele hele ilk bir yılı geçirdiğinizde artık yeni bir şey yapmak zorlaşıyor.

Zaten memleketin bu kadar çok derdi varken niye zamana yayalım ki diyoruz. Ne yapacaksak ilk bir yıla yayıp geçelim.

İyi hazırlık olursa her şeyiyle kadroyla, plan, program ve projeyle iyi hazırlanırsanız bir yılda çok şey yaparsınız.

Değerli arkadaşlarım işte biz partimizi anlatmak amacıyla ülkemizi il il, ilçe ilçe dolaşıyoruz. Sandık sanki bu pazar günü halkımızın önüne konacakmış gibi çalışıyoruz.

İktidara gelince yapacaklarımızı tek tek ortaya koyuyoruz. Çünkü bu ülkenin kaybedecek tek bir dakikası bile yok.

Gece gündüz demeden çalışan, bu mücadeleye omuz veren tüm yol arkadaşlarıma ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak özellikle teşekkür etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar,

Bizler; hem ülkemizin kaynaklarını doğru kullanmak, hem de hak ve özgürlüklerimizi zirveye taşımak için bu yola çıktık.

Halkımız geçim sıkıntısı çekerken kamu kaynaklarının çarçur edilmesinden rahatsızız.

Milletimizin cebi boşken, buzdolabı boşken, başkalarının üçer, beşer, onar maaş almasından rahatsızız.

Bakın değerli arkadaşlar,

Cumhurbaşkanlığının bütçesini bu yıl yüzde 28 artırdılar. Bu sene tam 4 milyar 39 milyona yükseldi.

Ama iş çiftçiye gelince, vatandaşa gelince kaynak yok diyorlar. Kendilerine bol, vatandaşa yok.

İşte bu ayın başında, emekli ve memurlarımıza verilecek maaş artışı belli oldu: %8,45. Bu artış oranı, makyajlanmış TÜİK enflasyonuna bakarak hesap ediliyor.

Oysa, vatandaşımızın yaşadığı, bizzat hissettiği enflasyon oranı bundan çok daha yüksek.

Aynı günlerde, elektriğe %15, doğalgaza %12 zam yapıldı.

Hükümet, kepçeyle almasını biliyor, ancak verirken çay kaşığı kullanmak istiyor.

Kamu kurumları için genelge yayınlıyor. Tasarruf genelgesi. Hemen yazmışlar oraya “Cumhurbaşkanlığı hariç.”

“Siz tasarruf edin ama ben etmeyeceğim” diyor Sayın Erdoğan. Niye? Keyfi öyle istiyor.

Peki kamuda hangi harcamalardan kısılacakmış?

Basın yayın organlarına ilan ve reklam verilmeyecekmiş. Kamu kurumları günlük gazete satın almayacakmış. Yerel gazetelerden bahsediyorum.

Dün Sinop’ta yerel basın mensuplarıyla toplandığımızda konu buydu. Samsun’daki yerel basın mensubu arkadaşlarımız da, eminim ki onlar da, konuyu çok iyi bilir.

Bu yerel medya için yokluk demek, yerelin sesini yok etmek demek.

Genelge yayınlanalı daha bir hafta olmadı; bazı yerel gazetelerin kapandığı haberleri geliyor. Bazı günlük gazetelerin ise masrafları

azaltmak için yayın periyotlarını haftalığa döndürdükleri haberleri geliyor.

Sayın Erdoğan’ın harcamalarına gelince “itibardan tasarruf olmaz” deniyor, iş yerel basının sesine gelince tüm kaynaklar kuruyor.

Ben buradan kendisine sesleniyorum: Sayın Erdoğan;

İtibardan tasarruf olur, hem de bal gibi olur. Çünkü bir ülkenin itibarı saraylarla, şatafatla olmaz.

Bir ülkenin itibarı, vatandaşının huzuruyla olur. Vatandaşlarının topyekün zenginleşmesiyle olur.

Basınının güçlü olmasıyla olur. Hakla, hukukla olur. Adaletle olur.

Tasarruf diye, yerelde alnının teriyle parasını kazanan insanların rızkına göz dikeceğinize, şu iletişim başkanlığınıza bir bakın. Ankara’da Konya Yolu’ndan geçerken gözünüzden kaçması mümkün olmayan bir bina.

Ne iş yaptığı belli olmayan iletişim başkanlığının, yüz milyonlarca liralık ödeneğiyle çalıştırdığınız propaganda makinesini bir sorgulasanıza.

Bu devletin kaynakları tek bir partinin propagandasına harcanıyor. Bu adalet mi?

Ama değerli arkadaşlar, onlar anca yerel basını zayıflatmakla meşgul. Dertleri inanın tasarruf değil.

Bakın, yerel basının ekonomik yönden zayıflaması ne demek?

Bu kuruluşların kapısına kilit vurulması demek.

Binlerce gazetecinin işsiz kalması demek.

Yerel demokrasinin sesinin kısılması demek.

Zaten ulusal medyanın hâli ortada, bir de yerel basın üzerindeki baskıyı artırıyorlar.

Yerel basın, demokrasimiz için su gibi önemlidir. İşte bu nedenle biz, yerel basına değer veriyoruz.

Her gittiğimiz ilde mutlaka yerel basının temsilcileriyle bir araya geliyoruz. Dertleşiyoruz, dinliyoruz. Eleştiriniz var mı diye soruyoruz. Hatamız varsa kendimize çeki düzen verelim diyoruz.

Şu andaki iktidar, yereli de susturursa, bu ülkenin vatandaşları tamamen hayal alemine mahkum edilecek.

Propaganda aygıtlarını kullanarak, yandaş kanallarını kullanarak, farklı bir ülke göstermeye çalışacaklar. Çünkü akılları fikirleri gerçekleri çarpıtmada.

Gerçekleri inkar ediyorlar. Görmüyorlar.

Gerçek tabloda ne var? Zam var. Enflasyon var. Hayat pahalılığı var. İsraf ve yozlaşma var. İşsizlik, hukuksuzluk, mafya var, çete var. Hepsi var.

Ama bu gerçekler yandaş kanallarda gösterilmiyor. Oralara bakacak olursanız hiçbir sorunumuz yok.

İktidar ve medyası, milletin yaşadığı sıkıntıları inkâr ediyorlar.

Gerçeği inkâr ediyorlar.

Bunun için, kamu kuruluşları üzerinde, yandaş medyaya destek vermeleri için yoğun baskı var.

Bunun için kamu kuruluşları, iktidarı eleştiren gazetelere reklam bile vermiyor.

Bunun için kamu kaynakları, krizlerin ortağının, Bahçeli’nin parti bültenlerine aktarılıyor.

Bunun için musluk, bir akraba bakanın abisinin kanalına doğru da açılmış durumda.

Bu paralar; ekonomik kriz, enflasyon ve hayat pahalılığı konuşulmasın diye akıtılıyor.

Şatafat harcamaları tartışılmasın, usulsüzlük iddialarının üstüne gidilmesin diye akıtılıyor.

Kamuoyunda “bunlar çetelerle, mafyayla ne yapıyor” sorusu konuşulmasın, tartışılmasın diye bu paralar akıtılıyor.

Değerli arkadaşlar,

Bütün bu sorunlar var ve hepsi doğru ama biz umutsuz değiliz. Biz umudun tek adresiyiz.

Karamsar değiliz. Biz, bu ülkenin hızlı çözümünü sağlayacak tek partiyiz.

Mutsuz değiliz. Biz kadın-erkek, genç-yaşlı yüz binlerle, milyonlarla yan yana ülkemiz için mücadele ediyoruz.

Biz hakikatin peşinde kararlılıkla yürümeye devam edeceğiz. Bizim rotamızı hak çizecek. Hakikat çizecek.
Sözümüz söz; Türkiye’yi zengin ve özgür bir ülke yapacağız. İnanın, hiçbir hedefimiz imkansız değil.

El ele, omuz omuza hep birlikte başaracağız.

Biz, herkesin güven içinde yaşadığı bir Türkiye’yi inşa etmek için buradayız.

Kimsenin şüphesi olmasın, bu ülkede özgürlüklerin teminatı biziz. Kazanılmış tüm hakların güvencesi de biziz.

Özgürlükler üzerindeki baskıyı da biz kaldıracağız.

81 ilde, binlerce mahallede, on binlerce kişilik kadromuzla; hep beraber sokakta, çarşıda, pazarda halkımızın sesini dinleyeceğiz.

Her zaman sahada olacağız, her zaman milletimizle birlikte yürüyeceğiz.

Çünkü vakit demokrasi vakti. Vakit atılım vakti.

Artık Bafra’nın DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı var. Ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

7 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Gerze ilçe Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN GERZE 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Sinop il teşkilatımızın ve Gerze ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Sinoplu gönüldaşlarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Gerze ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bu vesileyle, Gerze ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Yaklaşık sekiz ay sonra yeniden ülkemizin en kuzey iline, Sinop’a gelmekten mutluluk duyuyorum. O günden beri de güneyinden, batısına, doğusundan ortasına ülkemizi karış karış gezmeye devam ediyoruz.

Gittiğimiz her ilde ve ilçede, vatandaşlarımızın çığlığını duyduk, dertlerini dinledik.

Bir dokunduk, bin ah işittik. Partimizi anlattık.
Türkiye için hazırlıklarımızı paylaştık.

DEVA Partisi, şu anda tüm siyasi partiler içerisinde ülkemizin yarınlarıyla ilgili en detaylı hazırlığı yapan siyasi parti. Biz her konuda detaylı eylem planları hazırlıyoruz. Eylem planı, seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde yapacaklarımızın detaylı listesi demek.

İlk eylem planımızı bundan yaklaşık 1 ay önce Çukurova Adana’da bir tarım merkezimizde açıkladık. Arkasından Mersin ve Konya programlarımızla da tarım eylem planımızın lansmanını tüm Türkiye genelinde gerçekleştirmiş olduk. Aklınıza gelen pek çok sorunun nasıl çözüleceğini ve ne kadar bir zaman içerisinde çözülebileceğini takvime bağlanmış şekilde açıkladık.

Bu sadece bugünkü siyaset tablosunda bir ilk değil aynı zamanda yakın siyasi tarihimizde de bir ilk. Bu eylem planımızı eş zamanlı olarak Türkiye’nin 81 vilayetinde tarımla, hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımıza, ziraat odalarına ve birliklerine ulaştırdık.

O gün bugündür üzerinden bir ay geçti ve eylem planımıza dair tek bir eleştiri duymadık. Bu çok büyük bir başarıdır. Dersimizi iyi çalıştık. Ama sadece tarım ve hayvancılık da değil her konuda biz dersimize iyi çalışıyoruz. Yaklaşık 20 ayrı başlıkta şu anda üzerinde çalıştığımız ve tamamlamak üzere olduğumuz önümüzdeki aylarda parça parça açıklayacağız. Böyle Türkiye’deki tüm sorunların nasıl bir takvim içerisinde ve hangi adımlarla çözüleceğinin de detaylarını vatandaşlarımızla paylaşacağız.

Bu bizim için önemli bir sorumluluk. Sorumluluk taşıyan bir siyasi partinin bunu zaten yapması gerektiğini biz düşünüyoruz.

Siz bize güvenin, biz yaparız, ederiz, halleriz şeklinde değil. Nasıl yapacağımızı ve ne zaman yapacağımızı ortaya koyuyoruz. Bu çok farklı bir yaklaşım.

Zaman geçtikçe görülecek ki bu ülkenin sorunlarına gerçekçi çözüm üreten, sorunları çözmek için samimi çaba içerisinde olan, yeni kurulmasına rağmen 81 ilde örgütlenen ve 650 ilçede ilçe başkanı olan bir parti DEVA Partisi.

Kuruluşumuzun üzerinden daha yeni 16 ay geçti. Bu kadar kısa süre içerisinde hızlı örgütlenmek, seçime girme hakkını elde etmek ve aynı zamanda da Türkiye’nin bütün sorun alanlarına çözüm üretmenin detaylı bir çalışmasını yapmak o kadar kolay bir iş değil. Ama biz bunu başardık vebaşaracağız.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Ülkemiz uzun zamandır derin bir yönetim krizi yaşıyor.

2017’de getirilen Taraflı Cumhurbaşkanlığı Sisteminin memlekete hiçbir faydası olmadı bugüne kadar. Tam tersi zarar üstüne zarar verdi.

Bakın, hukukun üstünlüğü gibi çok temel bir ilke var. Bir devleti ayakta tutan en önemli ilkelerden birisi. Türkiye’de bu ilke kalmadı. Yok. Hukuk falan yok.

Anayasa mahkemesi, ülkemizin en üst yargı merci, bir karar veriyor. Alt mahkeme uymuyor. Cumhurbaşkanı “Tanımıyorum” diyebiliyor. Kaç sefer yaşandı bu sahne.

Hatırlayın, Milletvekili Enis Berberoğlu’nun başına gelmişti.

Tutuklandı, yargılandı. Ve en sonunda Anayasa Mahkemesi hak ihlali var dedi. Ama alt mahkeme tanımadı. Sonunda yeniden Anayasa Mahkemesi ikinci defa ‘hak ihlali’ deyince Enis Berberoğlu meclise geri dönebildi.

Bir alt mahkemenin haddine mi Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymamak. Ama bu alt mahkeme gücü kimden alıyor. Normalde anında HSK soruşturmasın başlanacak bir konu alt mahkemenin uymaması. Çünkü anayasa ihlali yapıyor. Anayasa ne diyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararı herkes için bağlayıcıdır diyor. İstisna tutmuyor. Herkes buna uyar diyor. Alt mahkemesi de uyar, meclis de uyar, cumhurbaşkanı da uyar diyor.

Maalesef alt mahkemenin hak ihlali kararlarına bile direnildiğini görüyoruz. Bu kararlara uymayanları teşvik eden, destekleyen bir iktidar var Türkiye’de.

Daha yeni Ömer Faruk Gergerlioğlu ile ilgili benzer bir süreç yaşandı.

Gergerlioğlu yaklaşık 100 gündür tutukluydu.

Anayasa mahkemesi hak ihlali kararı verince bu yanlış düzeltildi.

Ama daha alt mahkemeye karar gitmeden iktidarın küçük ortağı başladı konuşmaya.

Krizlerin ortağı Bahçeli dün Anayasa Mahkemesi’ni hedefe koydu ve adeta hakarete varacak ifadeler kullandı.

Kimse kusura bakmasın, bu ülkede çarpık da olsa azıcık işleyen bir adalet varsa, azıcık çalışan yargı mekanizması ve hukuk süreci varsa biz bunu bugünkü iktidara ve ortaklarına kurban edemeyiz.

Krizlerin ortağı Bahçeli’ye sesleniyorum; krizlerin ortağı diyorum çünkü ülkede ne zaman kriz olsa o bir şekilde hükümet ortağı. Güçler ayrılığını yok sayarak ihlal ettiğiniz mevcut anayasada bile “Anayasa Mahkemesi’nin kararları herkes için bağlayıcıdır” diyor Sayın Bahçeli.

İstisnası mistisnası yok. Hele hele anayasada “Bahçeli hariç” diye bir hüküm hiç yok.

Hep beraber artık yeter dememiz gerekiyor. Güç koşullarda görevini yapmaya çalışan hakimleri, meclis kürsülerinden hedef alanlara, “artık yeter” dememiz gerekiyor.

Biz, haksız yere özgürlükleri kısıtlananların, tutuklananların hep yanında olduk, olacağız. Aynı zamanda hak ihlali kararlarının altında imzası olan cesur hakimlerin, yargıçların da yanında olacağız.

Bu vesileyle Sayın Gergerlioğlu’na geçmiş olsun dileklerimi de iletiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Anayasanın her gün apaçık şekilde ihlal edildiği bir ülkede hukukun varlığından söz edemeyiz.

Hukukun olmadığı bir ülkede de iyi giden bir ekonomiden söz edemeyiz.

Sağlam bir ekonomi, sağlam bir hukuk temeline oturur. Siz o temeli her gün kazıyorsanız, o temeli her gün çürütüyorsanız, o çürük temel üzerine sağlam bir ekonomi inşa edemezsiniz. Bu bir hayal.

Zaten yapamıyorlar. Enflasyon yeniden çift hanelere demir attı.

Faizler uçmuş gitmiş.

Döviz kurlarındaki artışların sonucunda paramız pul olmuş.

İşsizlik tarihi rekorlar kırıyor. TÜİK’in işsizlik istatistiği tutmaya başladığı ilk günden bu yana böyle bir oran görmedi Türkiye.

Halkımız pazardan çürük sebze-meyve topluyor.

Marketlerde peynir, yağ, hatta bebek maması bile kilitli satılıyor.

Vatandaşımız gramla alışveriş yapıyor.

Bu yaşadığımız ekonomik kriz var ya değerli arkadaşlar, hepsinin tek bir sebebi var: O da kötü yönetim. Başka hiçbir şey değil.

Bakın; taraflı Cumhurbaşkanı’nın göreve başlamasından bu yana neler oldu:

Hazine’nin borcu son iki yılda ikiye katladı. Yani cumhuriyet tarihi boyunca yapılan borç kadar sadece son iki senede borç yaptılar. Koca ülkenin 95 senede biriktirdiği borç kadar borç yaptılar. Koskoca ülkenin gelecek nesillerinin sırtına bu borç kaldı.

Turizm çalışanlarımızın alın teri olan Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık rezervini adeta bir kibrit çakıp yaktılar. Gizli saklı, dolambaçlı yollardan satıp yok ettiler.

Merkez Bankası’nın yedek akçelerini bir gecede sıfırladılar.

3 yılda 3 milyon insanımız daha yoksullaştı. En zengin ile en yoksul arasındaki fark tam 26 katı aştı.

Bu ülkede biz mutlak yoksulluğu sıfırlamıştık. Tekrar mutlak yoksulluk oluştu bu ülkede.

Kısacası arkadaşlar, bu sistem ülkemizi fakirleştirdi. Çünkü ekonominin temeli hukuktur, adalettir.

Eğer siz hukuku tesis etmezseniz o ülkede ekonomi gelişmez, topyekûn zenginleşme olmaz.

Bakın, bugünkü iktidar başka neler yaptı? Bağımsız işlemesi gereken kurumları şamar oğlanına çevirdi.

Merkez Bankası, BDDK, SPK... Bütün bunlar bağımsız çalışması gereken kurumlar. Bu kurumlar bağımsız çalışmazsa neler oluyor memlekette?

Bir kripto para skandalı yaşadık mı? Milyarlarca dolar, bu vatandaşın birikimi heba oldu daha birkaç ay önce.

Daha yeni, bu ev alma sistemi var biliyorsunuz. İnsanlardan para topluyorlar sonra topladıkları parayla ev dağıtmaya başlıyorlar. Tam 20 tane bu tür çalışan şirket kapatıldı. Peki bunlar para toplarken ben soruyorum devlet neredeydi?

Bu ülkenin gençleri kripto para borsalarına para yatırırken devlet neredeydi?

Bu arkadaşınız 13 yıl ekonominin başında oldu. Bu 13 yıl boyunca bir kere böyle bir skandal duydunuz mu? Bir kere bir mağduriyet duydunuz mu?
Bu ülke tarihinde bir banker krizi yaşadı. 2001-2002 yıllarında tam 19 tane banka battı bu ülkede. Bunların hepsini yaşadı bu ülke.

Ama biz ne yaptık hemen bağımsız kurullar oluşturduk. Ve bunlar çok sıkı bir denetim yaptılar. Siyasi etkinin asla nüfuz edemeyeceği yapılar oluşturduk.

Mağduriyetler var ya bu para batıran insanlar, paranın battığı kuruşlara bakın. Biraz şöyle kazıyın altından mutlaka ve mutlaka siyasi ilişkiler çıkar.

Bu bağımsız olması gereken kurumlar bağımlı olunca onları denetlemekten korkuyor. Gider denetim yaparsam acaba benim başıma bir iş gelir mi, acaba bir iktidar bağlantısı çıkar mı diye. Kovulur muyum diye korku içinde çalışıyor bu kurumlar. Onun için bu kurumları bağımsız olması çok önemli. Hiçbir siyasi etkinin altında kalmadan düzenlemelerini ve denetlemelerini yapmaları çok önemli.

2018’den beri ülkenin durumu belli. 2018 seçim kampanyasında Sayın Erdoğan ne diyordu?

“Bana yetkiyi verin, faizle ve enflasyonla nasıl mücadele edilir, size göstereceğim” diyordu, değil mi?

Üç yıl geçti. Bu arada kimse pandemiyi bahane etmesin. Pandemiden önce bu ülkenin döviz rezervi satıldı. Pandemiden önce yedek akçeler sıfırlandı. Pandemiden önce bu ülke işsizlik rekorları kırdı. Şimdi pandeminin arkasına saklanıyorlar.

Rakamlar ortada. Pandemi 2020’nin Mart ayında açıklandı. Gerçi daha önce gelmiş de onu da sakladılar o da ayrı bir konu. 2020’nin Mart ayından önce siz yedek akçeleri sıfırladınız. 2019’da bu ülkenin büyümesi sadece %1. Kimse pandeminin arkasına saklanmasın.

Faizi düşürecekti, değil mi? Faiz de, enflasyon da iki haneli rakamlara demir attı.

Ne oldu? Merkez bankası politika faizi, yani taban faiz %19.

Bütün dünya pandemiden etkilenirken niçin bizim Merkez Bankası faizi, Avrupa’nın en yüksek faizi. Dünya’da da yedinciyiz.

Merkez bankası reel efektif kur endeksi, istatistiklerin yayınladığı ilk günden bu yana, yani 1994’ten bu yana en düşük noktada. Endeks 59,77. Bu bir rekor!

Çiller döneminde 5 Nisan 1994’te kriz yaşadı bu ülke, para pul oldu. 2001- 2002 krizi yaşadı ülke, kur fırladı gitti. Gecelik faizler 7500’ü buldu. Şu andaki döviz kurunun geldiği nokta bu krizlere göre çok daha kötü bir noktada.

Sadece reel efektif kur endeksi bile bize gösteriyor ki eğer ülkede bir kur krizinden bir döviz krizinden bahsediyorsak şu anda yaşanan krizin boyutu 1994 krizinden de 2001 krizinden de daha kötü. Eksi 60 milyar dolara düşmüş bir döviz rezervi yaşamamıştı bu ülke. Biz döviz rezervlerini 27 milyar dolardan aldık tam 132 milyar dolara çıkarttık. Damla damla biriktirdik. Ak akçe kara gün içindir dedik. Bunlar tam bir mirasyedilik anlayışıyla tam bir vurdumduymazlıkla tam bir har vurup harman savurma çalışması içerisinde bu ülkenin kaynaklarını tükettiler.

Onun için pandemi gelip de vurduğunda bu ülkenin esnafına, çiftçisine, dar gelirlisine bu hükümet gerekli desteği vermedi, veremedi. Pandemi öncesinde gerekli kaynakları tükettikleri için Türkiye bütün G-20 ülkeleri içerisinde kendi vatandaşına doğrudan destek açısından en düşük desteği veren ülkelerden birisi oldu.

Turizm sektörü, turizm çalışanları, restoranlar, kahvehaneler bu süreçten çok olumsuz etkilendiler. Sanatçılarımız çok olumsuz etkilendiler. Ama en zor günde devlet yanlarında duramadı. Ben kaç esnafımızdan duydum. Ben 20-30 yıldır bu ülkeye vergi verdim. Pandemi başladığında devlet bana iban numarası verdi. Böyle bir şey olur mu dediler. 20-30 yıl vergi veren esnafımız 1-1 buçuk yıl zorluk çektiğinde eğer o hükümet o esnafın yanında duramıyorsa bunların artık gitme zamanı gelmiş demektir arkadaşlar. Gerçekten çok yazık.

Enflasyona bakıyoruz; TÜİK’in açıkladığı, üstelik makyajlı enflasyon bu. Gerçek enflasyonun bu olmadığını hepiniz biliyorsunuz. Tüketici fiyatlarındaki artış yıllık yüzde 17,5; yurt içi üretici fiyatlarındaki artış ise yıllık tam yüzde 42,9!

Çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor. Akraba-bakan döneminde ne kadar üstünü kapatmaya çalıştıkları yanlış varsa artık mızrak çuvala sığmadığı için mecburen gerçek rakamlara doğru yavaş yavaş değiştirmek zorunda kalıyorlar. Sağlıkta da aynısını yaptılar, aylarca gizlediler. Gerçek vaka sayılarını açıklamadılar. Biz ısrar edince ve aşı tedariğinde zorluk çıkınca gerçek rakamları açıkladılar. Niye? Çünkü aşıyı tedarik edenler, siz de vaka fazla değil, çok daha fazla vakası olan ülkelere önceliği vereceğiz deyince apar topar aka sayısı günlük 15 binden hemen 30 bine çıktı. Bir anda istatistikleri değiştirdiler. Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış. Devleti yönetiyorsanız dürüst olacaksınız. Vatandaşlarınızla doğruyu paylaşacaksınız.

Değerli arkadaşlarım,
Avrupa’nın en yüksek faizi bizde. Avrupa’nın en yüksek enflasyonu da bizde. Dünyada ise faizde Kongo’yla, enflasyonda Zambiya’yla yarışıyoruz. Lig bu, Türkiye’yi düşürdükleri lig bu.

Halkımızın hissettiği enflasyon, çarşı pazardaki enflasyon çok çok daha yüksek. Resmi rakamlarla ne kadar gizlemeye de çalışsalar halkımız gerçek enflasyonu yaşıyor. Alışverişe giden herkes biliyor enflasyonun ne olduğunu.

Değerli arkadaşlar,
Yapamadılar, yapamazlar ve yapamayacaklar.
Ne bugüne dair söyleyebilecek bir sözleri var, ne de yarına dair.

Bir de pazartesi akşamı Erdoğan kabine toplantısı sonrasında konuştu: “Geçmişte hem enflasyonu aşağıya çekmeyi hem de büyümeyi aynı anda gerçekleştirme başarısını gösterdik” diyor.

Doğru, bu ülke o günleri yaşadı. Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken yaşadı.

Buradan sesleniyorum; hadi yeniden yapsanıza.

Ben ve ekibim ayrıldıktan sonra ülkenin düştüğü durum belli. 6 senedir biz yokuz, 6 senedir ekonomi tepetaklak gidiyor. Madem kendinize, ‘Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi’ diyorsunuz, madem o dönemin başarısı benim diyorsunuz, madem siz yapmıştınız; hadi buyurun düzeltin ekonomiyi. Hadi enflasyonu aşağıya indirin.

Tek yetkili olmayı çok istediniz, tek imzayla ben aklıma gelen her şeyi yapabilmeliyim dediniz ve 2018’den itibaren de bunu yapıyorsunuz. Bağımsız kurum mu kaldı ülkede? Sizin yap deyince itiraz edecek bir ekonomik birim var mı bu ülkede?

Merkez Bankası başkanlarını laf dinlemiyordu diye görevden alan siz değil misiniz? İşte laf dinleyen Merkez Bankası başkanını koydunuz oraya. Ben soruyorum niye faiz %19. Niye talimat verip o faizi düşürmüyorsunuz.

Konuştukları her başarı en az 6 sene öncesine ait. O kurumların başında işin ehli insanlar varken olanları anlatıyorlar. Bugüne kadar tek bir başarı konuşamıyorlar çünkü yok.

Ama Sayın Erdoğan aynı konuşmada bir büyük itirafta da bulundu: paramızın pul olduğunu ilan etti.

Neymiş? “Şu an Avrupa'da benzinin en ucuz olduğu ülkeymişiz. Eskiden Avrupa’dan gelenler ülkemize girmeden önce arabalarının deposunu doldururdu. Şimdi tam tersi oldu. Ülkemizden çıkmadan önce depolarını doldurup çıkıyorlar.”

Ya Sayın Erdoğan, paramız pul oldu. 1 euro 10 lirayı geçti. Euro’ları bozdurup bozdurup harcıyorlar. Elbette depoları fulleyecekler.

Yabancıları bırakın da kendi vatandaşlarımıza bakın. Yabancıların depolarını fullemeleriyle övünmek cumhurbaşkanının tespiti olamaz. Sevinecekse onlar sevinsin. Siz bırakın yabancıları da kendi vatandaşımıza bakın. Bizim vatandaşımız ne depoyu fulleyebiliyor, ne buzdolabını...

Yahu bizim vatandaşımızın deposu da boş, dolabı da boş Sayın Erdoğan. Bu yoksulluktan, bu fakirlikten haberiniz yok mu sizin?
*****
Değerli arkadaşlar,

Vatandaş aç, gençler işsiz. Ama kimi bakan yardımcıları aynı zamanda bazı şirketlerin yönetim kuruluna atanıyor. Bazı üst düzey bürokratlar, birkaç yerde birden çalışıyormuş gibi gösteriliyor.

İktidara yakın kimi isimler, kamu idarelerinin yönetim kurullarındaki görevleri sayesinde her ay 5 yerden, 10 yerden maaş alabiliyor.

Neymiş? Huzur hakkıymış...

Huzur hakkı diyorsunuz da bu millet huzursuz, bu vatandaş aç. Siz yanınızdaki üç beş kişinin huzurunu düşünüyorsunuz da bu 84 milyonun huzurunu niye düşünmüyorsunuz. Ama onlar çifter çifter maaş alıyor. Kendileri yetmiyor, bir de eşlerini farklı kurumlardan maaşa bağlayanlar var.

Bir maaş yetmiyor. İki maaş yetmiyor. Üç yetmiyor. Beş, on maaş birden bağlıyorlar kendilerine. Hem de ne maaşlar.

Asgari ücret açlık sınırının altında kaldı ama onların umurunda değil. Yoksulluk sınırı asgari ücretin üç katından fazla... Takmıyorlar.

Asgari ücretin 50 katından fazla kazananlar ne açlıktan anlar, ne yoksulluktan, ne işsizlikten, ne de umutsuzluktan.

Evet, artık bu iktidar ülkemize huzur vermiyor.

Her yaştan insan buhranda. Hele gençler çok ciddi gelecek kaygısı yaşıyor.

Ama değerli arkadaşlar,

Biz, bu karanlığı yok edecek, ülkemizi huzurlu yarınlarla buluşturacak tek umut olduğumuzu bilerek çalışıyoruz.

Biz üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız.

Sözümüz söz; Türkiye’yi zengin ve özgür bir ülke yapacağız.

İnanın, hiçbir hedefimiz imkânsız değil.

Yıl 2002, bu arkadaşınız Ekonomi ve Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı olarak göreve başladı. O gün faizler %66. 34 yıldır enflasyon iki üç hane olmuş. Bu enflasyon artık düşmez, kader diyorlar. Hatta enflasyon canavarı diye karikatürler çiziliyor. Enflasyon canavarı ne demek, tabiattan gelen bir şey gibi. Kontrolümüzde değil, böyle bir canavar var. Bunla da baş edemiyoruz diyorlar. Ve bize yapamazsınız, olmaz dediler. Bırakın uğraşmayın, bu devletin borcu çok iflas ilan edin dediler. Ama yapmadık. Dedik ki biz ekonomide başarının temelinde güveni görüyoruz. Önce güveni sağlayacağız ondan sonra bu ülke ayağa kalkacak dedik. Ve inanın 34 yıldır iki haneli giden enflasyon sadece iki yılda tek haneye düştü. 2004’ün sonunda biz paradan 6 sıfır attık. En küçük banknot 1 milyondu. Ve ülkemiz yeniden itibarlı bir ülke haline geldi. Paramız yeniden itibarlı bir para birimi hale geldi.

Şu andaki ki hükümet yerli, milli diyor. Bizim paramız Türk Lirası, yerli ve milli değil mi? Siz bizim yerli ve milli paramızı niye pul ediyorsunuz ya? Kars’a, Ardahan’a gidiyoruz diyorlar ki Gürcüler gelip de keşke biraz döviz bıraksalar. Edirne’ye, Kırklareli’ye gidiyoruz, Bulgarlar gelse de biraz döviz bıraksalar diyorlar. Eskiden Bulgaristan’dan gelenlerin bıraktığı leva bahşişi kağıttan daha değersiz diye çöpe atan restoran sahipleri şimdi gelseler de biraz leva bıraksalar diyor. Gürcistan’ın parası bizim paramızdan daha kıymetli hale geldi. Yazık değil mi bu ülkeye? Mukayese edilecek bir durum var mı? Türkiye 84 milyonluk bir nüfus. Küçülmüş haliyle bile dünyanın hala en büyük 20 ekonomisinden birisi.

Şunu da ifade etmek istiyorum ki, bizim hiçbir hedefimiz imkansız değil. El ele, omuz omuza hep birlikte başaracağız. Yaptık, yine yaparız.

Zor zamanlardan geçtiğimizi biliyoruz. Tam da zor zamanlardan geçtiğimiz için buradayız.

Ama biz nasıl yürüyeceğimizi de biliyoruz.
Biz bu ülkenin hangi yoldan gitmesi gerektiğini biliyoruz.

Sevginin, saygının, eşitliğin ve adaletin esas olduğunu, hakikatin yolundan bir an bile ayrılmayacağımızı biliyoruz.

Hepsinden önemlisi, biz bu ülkenin, demokrasiyi, adaleti ve zenginliği hak ettiğini çok iyi biliyoruz. Biz bu ülkenin DEVA iktidarını hak ettiğini çok iyi biliyoruz.

Bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi adaletsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu hak etmediğine inandığımız için buradayız.

Biz, herkesin güven içinde yaşadığı bir Türkiye’yi inşa etmek için buradayız.

Temel amacımız; herkesin insan onuruna yaraşır iş, aş, huzur ve refah sahibi olduğu bir Türkiye’dir.

Hedefimiz; yatırımla, üretimle, ihracatla, bilek gücüyle, alın teriyle, akıl teriyle büyüyen, herkese eşit fırsatlar sunan bir Türkiye’dir.

Kimsenin şüphesi olmasın, bu ülkede özgürlüklerin teminatı biz olacağız. Kazanılmış tüm hakların teminatı da biz olacağız.

Ekonominin, refahın teminatı biz olacağız. Özgürlükler üzerindeki baskıyı da biz kaldıracağız.

81 şehirde, binlerce mahallede, on binlerce kişilik kadromuzla; hep beraber sokakta, çarşıda, pazarda halkımızın derdini dinleyeceğiz.

Her zaman sahada olacağız, her zaman milletimizle birlikte yürüyeceğiz.

Çünkü vakit demokrasi vakti. Vakit atılım vakti.

Artık Gerze’nin DEVA’sı var, Sinop’un DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı var. Ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

2 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Alanya ilçe Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN ALANYA 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Antalya il teşkilatımızın ve Alanya ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Antalyalı gönüldaşlarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Alanya ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin başında Alanya ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Bugün Antalya’da ikinci günümüz. Geçen hafta Antalya’da ilçe kongrelerimizi başlattık. Dün Kepez’de beraberdik. Bugün Alanya’dayız. Bundan sonra da ilçe kongre süreçlerimizi hızla işleteceğiz.

Ve nihayetinde, düzenlenecek Antalya il kongremiz vesilesiyle de kısmet olursa tekrar buluşacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,
Tam 28 yıl önce bugün tarihimize kapkara bir sayfa eklendi.

2 Temmuz 1993 tarihinde hafızalarımızda ağır bir travma oluştu. Yüreğimizde derin bir yara açıldı.

Bugün, Madımak katliamının yıl dönümü.

Madımak’ta katledilen 35 insanımızı saygıyla ve rahmetle anıyorum. Devirleri daim olsun.

Türkiye’nin alnına bu kara lekeyi sürenleri lanetliyorum.

Değerli arkadaşlar,

Ne yazık ki tarihimizde gurur duyduğumuz, haklı olarak övündüğümüz olaylar kadar, bizi hüzne boğan olaylar da var. İşte, Madımak katliamı da bu acı olaylardan birisi.

Evet, değerli dostlarım,

Hiçbirimiz doğarken geçmişten gelen bu olumsuz yüklerle karşılaşmayı tercih etmedik.

Ancak, geçmişten bugüne dek uzanan acıları dindirmek bizim elimizde.

Yaşanan acıları susturarak değil; acıları anlayarak ve birbirimizle paylaşarak yapabiliriz bunu.

Bunlarla cesaretle yüzleşmeli ve bir daha tekrarlanmalarına izin vermemeliyiz. Peki, bunun yolu nereden geçer arkadaşlar?

Adaletten geçer.
Hakikatten geçer.
Ve toplumsal barıştan geçer.

Bu vesileyle, huzurlarınızda, Madımak katliamının ardından adalet ve hakikat mücadelesi veren ailelere ve insan hakları savunucularına saygılarımı, şükranlarımı sunuyorum.

Böylesi felaketlerin bir daha tekrar etmemesi için her an mücadele edeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar,

Bakın, o yıllar, 1990’lı yılların karanlığının bütün bir ülkenin üstüne çöktüğü yıllardı.

Laik ile dindar, Türk ile Kürt, Sünni ile Alevi kimlikleri arasında kavga çıkarmak isteyen derin eller işbaşındaydı.

90’lı yılları hatırlayanlar var bu salonda.

Ülkemiz 1994 yılında ağır bir ekonomik kriz yaşamıştı. Siyasi istikrarsızlık bir türlü sonlanmamıştı. Ve sürekli toplumun sinir uçlarıyla oynanmıştı.

O karanlık tünelin ucu 28 Şubat zulmüne çıktı. Bin yıl sürecek dedikleri zulüm, çok sürmedi.

O günlerde vesayet rejiminin hevesleri kursaklarında kaldı. 28 Şubat paşalarının “bin yıl sürecek” dedikleri o devir tepetaklak oldu.

O günün zorbaları, o günün baskı kuranları kaybetti.

*****

Değerli arkadaşlar,

O günlerden bu yana gün oldu, devran döndü.

Bugün maalesef bambaşka bir baskı dönemindeyiz.

Şimdi; dünün ezilenlerinin onurlu mücadelesiyle iktidar koltuğuna oturanlar, başkalarını ezmeye başladı.

Maalesef Türkiye, kazanımların birer birer yakıldığı, suç örgütlerinin cirit attığı bir ülke haline geldi.

Menfaat çatışmaları başlayınca, bir bir ortaya döküldü tüm pislikler.

Siyasetçilerin, üst düzey bürokrasinin, suç örgütlerinin ve maalesef bazı medya mensuplarının da içinde olduğu şebekeler artık açığa çıkıyor.

Tıpkı 1990’lı yıllardaki gibi... Bunlar tam bir menfaat şebekesi.

Bakın, dikkat edin; aralarında çıkar çatışması olunca, bütün pislikler ortaya dökülmeye başladı.

Kendi aralarında, menfaati paylaşsalar, gül gibi geçinip gitseler, bunlardan kimsenin haberi olmayacaktı belki de.

Görüyoruz ki, meğer, sabah akşam “beka beka” diyenler, hukuk devletini yok etmişler.

‘Devlet için gerekirse hukuk dışına çıkılabilir’ demek istiyorlar. Kimse kusura bakmasın, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası sadece hukukla, adaletle sağlanır.

Çeteyle, örgütlerle iş tutarak, memleketi uyuşturucu ticaretinin ve dünyanın para aklama merkezi haline getirerek sağlanmaz.
 
Bu söylemi sık sık tekrar edenlere dikkat edin; çoğu bu pisliğin içinde. Onu kapatmak için bu söylemi izliyorlar.
Bunlar memleketi bir avuç çeteye peşkeş çekmişler.

Devlet kaynaklarıyla, suç şebekelerinin kaynaklarını buluşturmuşlar.

Bugün BDDK, yaklaşık 20 şirketi kapatma kararı aldı. İktisatta Ponzi oyunu

vardır, topladığınızı verirsiniz. Onu görünce insanlar daha çok para getirir,

arkasından büyük bir çöküş olur ama asıl parayı bu işi kurgulayanlar kazanır.

Yeni tür konut finansmanıyla ilgili ortaya çıkan, birdenbire türeyen şirketlerle

ilgili yeni bir mağduriyet kapısı daha çıktı.

Hukuk devleti olmadığı için, kurumların güçlü olmaması sebebiyle bunlar

oluyor. Bizim ekonomi yönetiminin başında olduğumuz dönemde vatandaşın

alın teriyle biriktirdiklerini çarpıp gidenlerin esamesi okunmuyordu.

Bunlar yeniden türüyor, çünkü bunlara müsamaha gösteriliyor. Hele hükümet içerisinde bağlantısı varsa kimse dokunamıyor.

Türkiye, uyuşturucu trafiğinin yol geçen hanı olmuş. Uluslararası basında Türkiye için “narko devlet” denmeye başlanmış.

Türkiye, başka ülkelerdeki kara paraların aklandığı bir ülke olarak anılıyor. İnanın çok üzülüyoruz.
Ama umudumuz üzüntümüzden yüksek arkadaşlar.
Umutluyuz çünkü kendimize güveniyoruz.

Umutluyuz çünkü milletimizin ferasetine güveniyoruz. Ortaya saçılan tüm bu cerahatı temizleyeceğiz. Milletimizle el ele vererek bu karanlık günleri bitireceğiz.

Ülkemizi demokratikleştirmek için çok çalışacağız. Ben buradan halkımıza söz veriyorum:

Ülkemizi suç örgütleri arasında bölüştürenlerin tüm hevesini kursaklarında bırakacağız.

Türkiye’nin hak ettiği demokratik hukuk düzenini tesis edeceğiz. Adil ve şeffaf olacağız.

Varsın, iktidar ortağının arka bahçesi olan suç örgütlerinin, çetelerin sözcüleri bizi tehdit etsin...

Biz; tüm tehditlere rağmen, yolumuzdan asla dönmeyeceğiz. Hiçbir tehdide pabuç bırakmayız.

Biz hep birlikte demokrasimiz için yola çıktık. Bir kişiyi dahi geride bırakmadan bu yolda devam edeceğiz.

Türkiye’nin büyük demokratik dönüşümüne öncülük edeceğiz.
Buradan özellikle umutsuzluğa kapılan genç arkadaşlarıma sesleniyorum; Hep beraber zengin, özgür ve demokratik Türkiye’yi kuracağız.

Ortaya dökülen tüm bu pislikten,
Gençlere karamsarlık vaat edenlerden,
Tüm kazanımlarımızı geri alanlardan,
Memleketimizi çeteler arasında bölüştürenlerden biz bıktık.

Bıktık arkadaşlar, yepyeni bir birlikteliğe ihtiyacımız var.

Kimsenin hayat tarzının ötelenmediği bir ülkenin inşası için çalışıyoruz, çalışacağız.

Biz; herkesin kendisini ülkenin birinci sınıf ve haysiyetli yurttaşı olarak hissettiği bir Türkiye istiyoruz.

Hakkı, hukuku ayağa kaldıracağız. Üreteceğiz. Ürettiklerimizle zenginleşeceğiz.

Çiftçimizi, memurumuzu, emeklimizi hak ettiği refah seviyesine ulaştırmak için çalışacağız.

Eğitim kalitemizi yükselteceğiz. Özgürlükleri zirveye taşıyacağız.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz deva partisi olarak, bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Alanya’nın DEVA’sı var. Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

1 Temmuz 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kepez ilçe Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KEPEZ 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Antalya il teşkilatımızın çok değerli başkan vekili ve Kepez ilçe teşkilatımızın

çok değerli başkanı,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Antalyalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız; hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kepez ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin hemen başında değerli il başkanımız Özgür Özbek Bey’e acil şifalar diliyorum. Aynı zamanda il hizmet binamızın hazırlık çalışmaları sırasında kaza geçiren Tayfun Ayhan Bey’e geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Bu vesileyle, Kepez ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine başarılar diliyorum.

Geçen hafta Antalya’da ilçe kongrelerimizi başlattık. Bugün ise merkez ilçemiz Kepez’de hep birlikte programımızı gerçekleştiriyoruz. Yarın da, hep birlikte Alanya’da olacağız.

Bundan sonra, hızlı bir biçimde ilçe kongre süreçlerimizi işleteceğiz.

Ve nihayetinde, düzenlenecek Antalya il kongremiz vesilesiyle de tekrar birlikte olacağız.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler ülkemizi il il, ilçe ilçe dolaşıyoruz.

Bakın geçtiğimiz bir ay içerisinde Ankara’daydık, İzmir’deydik, Bursa’daydık, Adana’daydık, Mersin’deydik, Konya’daydık, Yozgat’taydık, Kars’taydık, Ardahan’daydık, Isparta’daydık, Balıkesir’deydik, Kocaeli’deydik, Sakarya’daydık. Evvelsi gün Kocaeli’de dün Sakarya’daydık.

Bugün de sizlerle birlikte Antalya’dayız.

Sadece son bir ayda açılışlar ve kongreler sebebiyle ülkemizin pek çok il ve ilçesini ziyaret ettik.

Bölge bölge, şehir şehir halkımızın arasındayız.

Sokağın derdine kulak veriyoruz. Bir dokunuyoruz bin ah işitiyoruz.

Biz bugünkü iktidarın yaptıklarını, ettiklerini anlatalım diye söze başlamaya niyetlenirken vatandaşımız hemen sözü bizden alıyor, bu kötü yönetimin sebep olduklarını tek tek haykırmaya başlıyor.

Biz de halkımızı dinliyoruz, halkımızın dertleriyle dertleniyoruz.

“Ülkemizin bir numaralı sorunu işsizliktir, yoksulluktur, hayat pahalılığıdır” diyoruz.

Ama iktidar bunları duymuyor, dinlemiyor. İşine gelmiyor.

Gerçek sorunlarla yüzleşmiyorlar. Yüzleşmek istemiyorlar. Sağda solda kendilerine düşman arayıp duruyorlar.

Gözlerinin önünde yoksulluk duruyor, kafalarını çevirip bakmıyorlar.

Gözlerinin önünde işsizlik duruyor, bakmıyorlar.

Gözlerinin önünde hayat pahalılığı duruyor, bakmıyorlar.

Ne zamanki bir yerlerde rant duyuyorlar, o zaman da kilitlenip kalıyorlar ve kafalarını gözlerini başka yöne çeviremiyorlar.

Gözlerindeki rant gözlüğünü bir türlü çıkarmıyorlar.

Öyle bir ortam oluşturdular ki; kimse Türkiye’de yatırım, üretim yapmak istemiyor.

Kendi yatırımcımız, kendi ülkesinde yatırım yapmıyor. Birikimini başka ülkelerde değerlendirmeyi tercih ediyor. Parasını Türkiye’de tutmuyor.

Uluslararası yatırımcılar Türkiye’ye gelmek istemiyor.

Bakın geçen ay bir veri yayınlandı.

Son 20 yılda ilk defa Türkiye’ye bunu da yaşattılar maalesef: Doğrudan sermaye giriş rakamlarına baktığımızda, net sermaye hareketlerine baktığımızda tam 20 yıldan sonra ilk defa Nisan ayı sonu itibarıyla birikimli 12 aylık rakam eksiye düştü. Tam eksi 800 milyon dolarlık sermaye hareketi var.

Bu ne demek?

Türkiye’den çıkan sermaye, doğrudan yatırıma dönen sermayeden bahsediyorum, Türkiye’ye girenden tam 800 milyon dolardan fazla olmuş. Biz böyle bir şey görmemiştik.

Bu ülke 1990’larda dahi net anlamda sermaye cezbetti. Ben ve arkadaşlarım 2002 yılında kurulan hükümette göreve gelmeden önceki son 10 yıl, yani 1992-2002 arasında Türkiye’ye giren yabancı sermayenin toplamı net anlamda 10 yılda 10 milyar dolardı.

Yıllık ortalama 1 milyon dolar sermaye girişi olmuştur Türkiye’ye. Biz bunu aldık bir yılda tam 22 milyar dolara çıkarttık. Doğrudan sermaye olarak yoksa finansal rakamlara baktığımızda yüz milyarlarca dolardan bahsediyoruz.

Fabrika, yatırım, üretim anlamındaki doğrudan sermayeden bahsediyoruz. Üstelik borç veya kredi değil sermaye. Geliyor ve kalıyor burada. Ve bu rakam bizler ayrıldıktan sonra özellikle 2015 sonrasında sürekli düşüşe geçti.

Nihayetinde Nisan ayı sonu itibarıyla eksi 800 milyon dolara düştü. Bunu da gösterdiler bu ülkeye.

Değerli arkadaşlarım,

Biz hukuk güçlensin, yatırım gelsin, gençler işsizlikten kurtulsun dedikçe, bir bakıyoruz, ülke başka insanların kara paralarını aklama yeri olmuş.

Hukuk yok, çete liderleri, mafya liderleri ortada cirit atıyor. Her türlü pislik ortalıkta.

Suç işleyenin kendisi çıkıp da ben bu suçu işledim, bunları yaptım, üstelik bu suçun içinde şu siyasetçiler, bürokratlar da vardı, üzülerek söylüyorum şu yargı mensupları da vardı, şu medya mensupları da vardı deyince tabi bütün ülke ekranları başına kilitlendi.

Adeta Netflix dizisi gibi videoları izlemeye başladı. Ülkem adına utanç duydum. Bu ülke buna layık değil.

Normalde böyle bir durumda o ülkenin yargısı resen harekete geçer. Kimseden talimat beklemez. Bu iddiaların yüzde 1’i bile doğru olsa yargı hemen harekete geçer, soruşturma başlatır ve süreç işler. İki ay geçti, böyle bir süreç yok.

Hükümetin yönlendirme ve talebiyle yargı ne yaptı? Bu açıklamaları yapan suç örgütünün başındaki kişiye karşı süreç başlattı.

Bir de bu videoların yayınlanmasıyla ilgili yayın yasağı getirilsin diye yargı çaba gösterdi. Bakın bu kadar iddia var bunlar doğru mu değil mi arkadaşlar, bunu bir incelemek lazım, yargı susuyor mu, duruyor mu, niye harekete geçmiyor diyeceklerine konuşanı susturmaya dönük, yayınlananları kaldırmaya dönük bir çabaya girdi hükümet.

Bakın arkadaşlar bu işin içerisinde maalesef siyasetçiler var, bürokratlar var, gazeteciler var.

Nereden bakarsanız bakın ülkemizin hak etmediği bir tabloyla karşı karşıyayız.

Üstelik uyuşturucu ticaretiyle ilgili bir sürü iddialar var ortada.

Türkiye artık dünyada, uluslararası basında bir “narko devlet” olarak anılmaya başlandı. Bu ‘narko’, narkotikten geliyor. Narko devlet ne demek.

Uyuşturucu ticareti yapanların, zehir ticaretiyle uğraşanların rahat hareket ettiği, önlerinin açıldığı, onlara iş imkanlarının sağlandığı ve devlet kurumlarının da buna göz yumduğu, alan açtığı devlet demek narko devlet.

Yazık değil mi bu ülkeye? Biz bu ülkeyi hukuk devleti yapmak için yıllarca mücadele ettik ve edeceğiz.

Eğer bu ülke hukuk devleti olma özelliğini kaybederse narko devlet olma yoluna girer. Bunu da görüyoruz, yaşıyoruz. Bütün dünya bunu konuşuyor.

Peki durum böyle olunca sayın Cumhurbaşkanı ne yapıyor? çıkıyor, bizim ekonomi yönetiminde olduğumuz dönemin başarılarını dönüp dolaşıp anlatıp duruyor.

Biz şöyle yapmıştık böyle yapmıştık diyor. Bugünle ilgili anlatacak başka bir şeyleri yok çünkü.

Buradan kendisine sesleniyorum. Bakın Sayın Erdoğan, geçti o günler geçti. Ekonomide altın çağı biz açtık, bizim gidişimizle de yapamıyorsunuz.

Bir de “ben ekonomistim, benim adım ekonomi” diyorsunuz. Niçin bu ülkede faizler yüzde 19?

Niye Türkiye Avrupa’nın en yüksek faizine mahkum? Niye Türkiye dünyanın 7. yüksek faizine mahkum? Niçin enflasyon kontrolden çıktı?
Niçin paramız pul oldu?

Önceki dönem siz başardıysanız hadi yine yapın. Düşürün faizi düşürün enflasyonu.

Değerli arkadaşlar,

Ekonominin temeli, canı hukuktur, adalettir. Sağlam bir hukuk, adalet ve demokrasi üzerine kurulur.

Temeli sağlam atmazsanız sağlam bir ekonomiyi inşa edemezsiniz. Bunu görmüyorlar, bilmiyorlar.

Ülkenin en önemli konusu şu an adalettir. Adalet yoksa refah olmaz, zenginlik olmaz.

Bizim, halkımızın alın terinin değerini son damlasına kadar verdiğimiz dönemin başarılarından başka, bu hükümetin anlatabileceği hiçbir şey yok.

Sürekli o dönemle övünüyorlar.

Anlatacak bir başarı hikayesi kalmayanlara ne olur?

Anlatacak bir başarı hikayesi kalmayanlar kaybetmeye mahkumdur.

Baskıyla, korkuyla, olmayan düşmanları bahane ederek üç beş gün daha yönetmeye çalışsınlar bakalım.

Ama bitiyor arkadaşlar, bitiyor. Çok az kaldı. Artık yolun sonu göründü. Sayılı gün çabuk geçer. Önümüzde ilk seçim sonrası DEVA günleri var.

Hukuk devletinin tesis edildiği, meclisin güçlendiği, halkımızın zenginleştiği DEVA günlerini hep beraber göreceğiz.

Çok az kaldı, DEVA kadroları olarak hazırız ve emaneti teslim almaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugünkü yönetim, milletle arasını iyice açtı.

Vatandaşın buzdolabından haberleri yok. Cüzdanından haberleri yok. Banka borçlarından haberleri yok.

İşsizlerin umutsuzluğundan haberleri yok. Gençlerin kaygısından haberleri yok.

Esnafın borcundan, çiftçiye gelen hacizlerden haberleri yok. Emekli maaşından haberleri yok.

Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar.

Başları sıkışınca ne yapıyorlar? Bir ihale kanunu var ya hani onu değiştiriyorlar.

Hiçbir ihaleleri açık değil, şeffaf değil. Hiçbir ihalelerinde fırsat eşitliği falan yok.

Sayın Erdoğan bir de kalkmış ne diyor? Belediye başkanlarına “ihaleleri şeffaf yapın” diyor.

Siz son yıllarda yaptığınız milyon dolarlık ihaleleri canlı yaptınız mı? Son yıllarda devletin hangi ihalesi canlı yayınlandı?

Bir de dün “kamuda tasarruf” demeye başlamış. Dün resmi gazetede bununla ilgili bir genelge de yayınladı.

Ancak bu tasarruf genelgesinde ne yazıyor?

"Cumhurbaşkanlığı hariç”.

Bu nasıl bir yönetim anlayışıdır? Bu nasıl bir vurdumduymazlıktır?

Kendi yaptıkları ihaleyi gizli saklı yapıyorlar. Belediyelere siz şeffaf yapın, canlı yayınlayın diyorlar.

Tüm kurumlara “tasarruf et” diyorlar ama birisi hariç “Cumhurbaşkanı.”

Sayın Cumhurbaşkanı her şeyden muaf.

Ben de kendisine soruyorum o halde: Niye muaf tutuyorsunuz kendinizi?

Siz, bu ülkenin kamu yönetiminden sorumlu değil misiniz?

Sayın Erdoğan, önden siz buyursanıza...

Devletin ve milletin harcamalarından tasarruf çağrısı yaparken, siz de biraz masraflarınızdan tasarruf etseniz.

Üstelik, kendinize tasarruftan muafiyet getirdiğiniz günün akşamında, bir de tutup, vatandaşın elektriğine yüzde 15 zam yapıyorsunuz.

Bu yetmiyormuş gibi, dün gece bir de konutlardaki doğalgaza %12, sanayide kullanılan doğalgaza %20 zam yaptınız. Yükü yine vatandaşa yıkıyorsunuz.

Sembolik de olsa cumhurbaşkanı olarak der ki insan, “Ben de giderlerimden tasarruf edeyim. 100 araçlı konvoy şart değil. Bunu indiriyorum 80’e 70’e. Yurtdışında bir programa giderken 8 tane devlet uçağıyla gitmeyelim bari bunu 2’ye indireyim” diyebilir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en itibarlı döneminde uluslararası uçuşlarda başbakan, ve cumhurbaşkanı tarafından kullanılan devlet uçağının sayısı 1’dir.

Milli gelirimizin zirvede olduğu, bu ülkenin itibarının sapasağlam olduğu, parmakla gösterildiği dönemde bir uçak yetiyordu.

Bakın Almanya’nın nüfusu bizle aynı, ekonomisi bizden çok daha büyük. Almanya devlet başkanının kullandığı uçak, bizim devlet uçaklarını büyüklük sıralamasına koyduğunuzda 4.,5. sırada bir uçak. Geçen sene bir G-20 zirvesine giderken o uçak arızalandı ve Alman Başbakanı tarifeli bir uçakla gitti o zirveye.

Bize ne oluyor ya, kime neyi ispat etmeye çalışıyorsunuz?

Siz eğer bir şeylerle övünecekseniz bu ülkede mutlak yoksulluğu sıfırlayın. Başarı budur, biz bunu yaptık. Bu ülkede mutlak yoksulluğun sıfırlanması benim ekonominin başında olduğum dönemde oldu. Bu ülke artık tekrar mutlak yoksulluğun yaşandığı bir ülke haline geldi.

Siz bir şeylerle övünmek istiyorsanız gidin yoksullukla, gidin işsizlikle mücadele edin.

Ve değerli arkadaşlar,
Bakın çok önemli bir konu daha var.

Bu zamlar Haziran’ın son günü yapıldı. Haziran’ın son günü yapıldığı için bu zamlar ilk altı aylık enflasyon sepetinin dışında kaldı.

Halbuki 1 Temmuz’la başlayan ikinci altı aydaki bütün emeklilerimizin, memurlarımızın maaşı, ilk altı aydaki enflasyona bakarak artırılıyor.

Ayın son gününde yapılan bu zamlar haziran enflasyon sepetine girmeyeceği için, altı ay boyunca bu zamların getirdiği enflasyon yükünü emeklilerimiz ve memurlarımız kendi ceplerinden, kendi dar imkanlarından karşılamaya çalışacak.

İnanın tam bir şark kurnazlığı.

Artık bundan medet ummaya başladılar bakın, durumu görün.

Değerli arkadaşlarım,

Daha evvel açıkladım, bir kere daha ben bu hükümete tasarrufu da içeren bir reçete yazıyorum:

Kaleminiz kağıdınız hazırsa başlıyorum:
Önce hukuk: Anayasa ve kanunlara bağlı kalın.

Hemen sonra tasarruf. Tasarruftan itibar olmaz diyorlar ya, olur olur, bal gibi olur.

Şu yurtiçi, yurtdışı seyahatlerinizdeki uçak sayılarını hele bir azaltın. Konvoylarınızdaki araç sayısını azaltın.

Ardından şu kamu ihale mevzuatını değiştirin. Üç beş yandaş şirketi zenginleştiren ihale usullerine artık bir son verin.

Şeffaf ve açık bir ihale sistemiyle, kamuya mal ve hizmet alımlarında, yandaşlarınızın değil, halkımızın kâr etmesini sağlayın.

Avrupa Birliği’nin kamu alımları mevzuatını alın, aynen uygulamaya başlayın. 28 ülke bu mevzuatı uyguluyor şu anda. Bu ülkeler hiç mi yatırım yapamıyor? Bu ülkeler mal ve hizmet alımında bir sorun mu yaşıyor? Bu ülkelerin içinde Almanyası, Fransası, İtalyası var. Ekonomisi Türkiye’den daha büyük olan ülkeler var.

Niye yapmıyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz?

Devam ediyorum;

Kanal İstanbul gibi rant projelerine artık bir son verin.

Derhal tüm kurum ve kuruluşları Sayıştay denetimine açın.

Varlık Fonu'nu derhal kapatın. Tam bir kara delik. Bakın 65 milyar TL borca batırmışsınız bu fonu.

Eğer siz kapatmazsanız, biz ilk seçimlerden sonra ilk iş olarak kapatacağız bu fonu zaten.

Bakın işte, bu kadar basit.
Bu reçeteyi uygulayın, bakın nasıl düzelmeye başlıyor işler.

Yandaşları değil, tüm ülkeyi zenginleştirmek için önce niyet lazım. Önce bu niyeti kendilerinde gerçekleştirmeleri lazım.

Bu reçeteyi uygulayın da bir görün, maliyetler nasıl düşüyor. Nasıl milyar dolarlar verilen projeler daha ucuza mal oluyor.

Uygulayın da görün, bu milletin alın teri olan o vergiler nasıl bereketleniyor.

Bunu yapmamanız için hiçbir sebep yok, sizi tutan yok. Dediğim gibi önce niyet lazım.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın daha yeni Meclis’ten geçirdiler.

Biliyorsunuz, dün bir yasayla Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nu, anonim şirkete çevirdiler.

Savunma sanayimizin ihtiyaçlarını karşılayan bir kurum. Kamu sanayi kuruluşları arasında en karlı olanlarından biri.

Bu konu özellikle Kırıkkale ilimizi çok yakından ilgilendiriyor. Binlerce çalışan var ve bu çalışanların ailelerini ilgilendiriyor.

Günlerdir tüm Kırıkkaleliler gibi biz de bu değişikliği sorguluyoruz, anlamaya çalışıyoruz.

Bu konuyu kimseye sormadılar, alt komisyonda bile görüştürmediler. “yahu acaba gene neyin peşinde bunlar?” Diye düşünüyoruz.

Bu acele nedir, “meclis kapanmadan önce, yine kime neyi yetiştirmeye çalışıyorlar” diye araştırıyoruz.

Şimdi, yanıtlanması gereken soruları, sizlerin huzurunda, MKE’yi anonim şirkete çeviren hükümete sormak istiyorum.

Bu kurumu şirkete çevirerek kamu düzenlemelerinden, Maliye’nin ve Hazine’nin kontrolünden çıkarıp ne yapmayı planlıyorsunuz?

Ya da kimin burada rahat rahat daha kolay tasarrufta bulunmasını istiyorsunuz?

Bu kurumla ilgili hangi yatırımı yapmak istediniz de yapamadınız? Niçin böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duydunuz?

Açık açık söyleyin. Çünkü söylemiyorlar. Süslü püslü lafların arkasına saklanmayın.

MKE’yi anonim şirket yaptıktan sonra kimlerle ortaklık yapacaksınız, kimlerle şirketler kuracaksınız?

Yoksa diğer kamu iktisadi teşekküllerde olduğu gibi, MKE’yi de varlık fonu denilen o kara deliğe mi atacaksınız?

Yoksa basında haftalardır konuşulduğu gibi, yolsuz ve dolandırıcı isimlerle iş tutmanın bir hazırlığı mı var burada diye soruyoruz.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bu yönetim, hukuksuzluğu alışkanlık haline getirince, ülkeyi gerçekten kirli işlerin merkezi haline getirdi.

Avusturya’da gözaltında tutulan bir kişi var biliyorsunuz. Kara para aklama suçundan Amerika tarafından da iadesi istenen. Herkesle ilişkisi olduğunu öğrendik. Fotoğrafta kimler yok ki?

Belli ki, ülkemizi başka ülkelerdeki kara paraların aklandığı bir suç cehennemine çevirmişler.

Biz bu gidişe izin vermeyeceğiz. Artık yeter diyoruz.

Daha geçen hafta, Ayvalık’ta bir gencimiz, ismi Baran, yanıma geldi ve dedi ki: “Biz artık bıktık. Bize bir gelecek vaat edin” dedi.

17 yaşında bir gencimiz. Lokantada çalışıyor ve üniversite sınavına hazırlık kursunun parasını çıkartıyor.

Ben buradan Baran’a ve yaşıtı tüm arkadaşlarıma sesleniyorum:

Evet, hepimiz bıktık.

Biz pırıl pırıl bir ülke inşası için yola çıktık.

Tüm pisliklerinden arınmış, temiz bir ülke, bizim boynumuzun borcu.

Emekçi anne babaların gözlerinin yaşlı olmadığı, çocuklarının yarınlarından endişe etmediği bir ülke kuracağız.

Hakkı, hukuku sağlayacağız.

Üreteceğiz. Ürettiklerimizle zenginleşeceğiz.

Vatandaşlarımızı hak ettiği refah seviyesine ulaştıracağız.

Eğitim kalitemizi yükselteceğiz.

Özgürlükleri zirveye taşıyacağız.

Kimsenin şüphesi olmasın, biz bu ülkenin Baranlarına, Ayşelerine, Ozanlarına, Beyzalarına verdiğimiz sözü tutacağız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

30 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Akyazı ilçe Kongresi Konuşması

Akyazı 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Sakarya il teşkilatımızın ve Akyazı ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Sakaryalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Akyazı ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin başında Akyazı ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, DEVA Partisi Türkiye'nin dört bir yanında çok hızlı bir şekilde teşkilatlanıyor. Biliyorsunuz geçtiğimiz yıl Kasım ayı itibarıyla yasalarda belirtilen 41 il sınırını geçerek Türkiye'de seçimlere girmeye hak kazanan siyasi partilerden birisi olduk ve şu anda Türkiye'de yaklaşık 20 siyasi parti bu hakkı elde etmiş durumda. 100’ün üzerinde parti var ama yaklaşık 20 kadar siyasi parti seçimlere girme hakkını kazanacak kadar bir teşkilat yapısına sahip. Mart ayında kurulup kasım ayında bu hakkı elde etmek, yani 8 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde 2020’de üstelik pandemi şartlarında insanların uzunca süreler evinden çıkamadığı bir dönemde bu teşkilatlanma aşamasına gelmek gerçekten çok büyük bir başarı. Daha önce hiçbir siyasi parti bu kadar hızlı bunu gerçekleştirmemişti. Biz bunu yaptık ve o ilk yasanın da gösterdiği 41 ilden birisi Sakarya.

Ben burada huzurlarınızda değerli il başkanımız Mehmet Bey'e özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Gerçekten görevi aldığı ilk günden itibaren Sakarya'da hem niceliksel olarak yani ilçe sayısı ve üye sayısı açısından hem de niteliksel açıdan çok güzel bir teşkilatın kurulmasına ön ayak oldu. İnşallah bu güzel kadroyla beraber Sakarya'da çok çok iyi sonuçlar alacağımıza ben gönülden inanıyorum ve şimdiden hem Akyazı teşkilatımız ki biraz önce hizmet binasını da açtık. Ve Akyazı’nın DEVA kadrolarının Akyazı için Sakarya için hayırlı olmasını diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi, 9 Mart 2020 tarihinde Türkiye’de siyasete yepyeni bir soluk kazandırdık.

Ülkemize DEVA Partisi’nin kuruluşunu müjdeledik. Çünkü Türkiye’nin yepyeni bir vizyona ihtiyacı vardı.

Ülkemiz her alanda kriz yaşıyordu. Ülkemizin her alanda doğru analizlere, iyi çalışılmış planlara, programlara ihtiyacı vardı.

İşte bizler partimizi kurarak tarihsel bir sorumluluk üstlendik.

DEVA Partisi’ni ortak akla dayanarak kurduk. Tek sesliliğe boğulmuş ülkemizin çıkış yolunun, çoğulculuktan geçtiği bilinciyle davrandık.

Halkımızın refahını yükseltme ve Türkiye’yi özgürlükler ülkesi yapma hedefiyle yola koyulduk.

En önemli iki konumuz; özgürlükler ve refah. Ama önce özgürlük. ‘‘İşe özgürlükler ile başlayacağız’’ dedik. Bizim parti programında şöyle, bakın birinci sayfasında birinci bölümü değerli arkadaşlar özgürlükler ile başlıyor. İlk bölüm ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü. Böyle devam ediyor. Tabii ki inanç özgürlüğü, ibadet özgürlüğü, inancı gibi, inandığı gibi yaşama özgürlüğü. Bütün bunlar bizim parti programımızın tam merkezindeki kavramlar. Hukuk, adalet, işin temeli. Bunlar olmazsa olmaz. İşte bu sağlam temel üzerine de inşa edilmiş bir ekonomiden bahsediyoruz. Yani hukuk üzerine, adalet üzerine, temel hak ve özgürlükler üzerine, demokrasi üzerine inşa edilmiş bir ekonomik modelden bahsediyoruz. Temel sağlam olmazsa sağlam bir bina inşa edemezsiniz. Bina çabuk yıkılır, çöker. İşte o zemini sağlam tutmamız gerekiyor. Onun için ‘‘Önce adalet, önce hukuk’’ dedik ve yola çıktık.

“Kucaklayıcı olacağız” dedik.
“Kapsayıcı olacağız” dedik.
“Toplumumuzun farklılıklarını bir zenginlik olarak görüyoruz” dedik. Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi hedefiyle yola çıktık.

İşte bu nedenle;

İstişare kültüründen, özgürlük ve toplumsal barış hedefimizden hiçbir zaman şaşmadık. Bundan sonra da şaşmayacağız.

Toplumu bölenlere, ayrıştıranlara, kutuplaştıranlara çıkacağız.

Şu andaki hükûmet, bu ülkeyi kutuplaştırarak yönetmeye çalışıyor. Farklılıkları kaşıyarak yönetmeye çalışıyor. Bir yandan “Beka beka” diyor, bir yandan “Birlik beraberlik” diyor bir yandan da bu ülke için hiçbir başarı üretilmediğinde de “Öteki, beriki” diyerek siyaset yapmaya çalışıyor. Dikkat edin, sürekli düşman arıyor. Her dönem bir düşman arayışı içerisinde. Dışarıda düşman bulursa ona sarılıyor. Dışarıda düşmanın olmadığı dönemlerde, olmayan düşmanları düşman gibi içeriye gösteriyor. İçeride, toplumun farklı kesimini ötekileştirerek, adeta düşman ilan ederek ilgiyi, alakayı o tarafa yönlendirerek buradaki başarısızlığın üzerini yönetmeye çalışıyor. Bu ülkeyi şu andaki hükûmet böyle yönetmeye çalışıyor. Kendi başarısızlıklarının, kendi ürettiği krizlerin örtmek için, bizim bazı vatandaşlarımızın ötekileştirilmesine adeta bu ülke içerisinde yabancılaştırılmasına da yol açıyor.

Biz her zaman farklılıklarımızla birlikte, birbirimize saygı içerisinde, ortak yaşamı savunacağız.

Bunu önce kendi partimiz içinde yaşayacağız, göstereceğiz; ardından da tüm ülkemizde yaşatacağız.

Çünkü DEVA Partisi;
Toplumu ayrıştıranların değil, birleştirenlerin, Gerginliğin değil, huzurun,
Kavganın değil, barışın,
Diklenmenin değil, anlamanın,

Günlük rüzgârlara kapılmayacağız. Türkiye’de bu ayrıştırıcı dil, üslup, kutuplaştırma devletin kanalıyla, devletin yayın organıyla, hükûmetin sopayla yönettiği kanallarla sürekli ayrıştırıcı bir dil kullanılıyor, ayrıştırıcı bir dil. Hükûmet farklılıklar üzerinden, ayrıştırıcı bir dil üzerinden beslenen bir hükûmet oldu. Biz bunu reddediyoruz. Biz buna karşı bir duruş olarak DEVA Partisi’ni kurduk.

Geçmişte farklı siyasi tercihleri desteklemiş, farklı ideolojileri benimsemiş arkadaşlarımız, bugün DEVA çatısı altında toplandı, toplanıyor. Değerli arkadaşım Bu ülkemiz için çok değerli bir oluşum. Çünkü biz DEVA Partisi kurarken teşkilatlarımızı oluştururken vatandaşlarımızın geçmiş siyasi tercihlerini sorgulamadık. Geçmişte hangi ideolojiyi desteklediklerini de sorgulamadık. İyi insan mı? İşinde iyi insan mı? Biz ona öncelik verdik ve gerçekten evrensel ahlaki standartlarda düzgün insansa “Biz beraber yol yürürüz” dedik. Şu anda da Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Türkiye’nin ayrışmaya, farklılıkları kaşımaya, ayrılıklar üzerinden siyaset yapmaya ihtiyacı yok. Türkiye’nin 84 milyon nüfusuyla aynı yolu yürümeye ihtiyacı var.

Geçmiş üzerinde anlaşmamız her zaman kolay olmaz.
Ancak, ülkemizin yarınları için mutabakata varmak çok daha kolaydır.

İşte biz, ülkemizin yarınları için bir araya gelen, aynı Türkiye vizyonuna sahip, aynı Türkiye hayali ve hedefi etrafında kenetlenenlerin partisiyiz. Bunun için kurduk DEVA Partisi’ni. Çok araştırmalar yaptık, çok incelemeler yaptık, çok istişareler yaptık. Farklı farklı siyasi tercihi olan vatandaşlarımıza sorduk. ‘‘Nasıl bir Türkiye görmek istiyorsun, nasıl bir ülkede yaşamak istiyorsun?’’ diye sorduk. İnanın toplumumuzun kahir ekseriyeti nasıl bir ülkede yaşamak istediğini tarif ederken hep aynı Türkiye'den bahsetti. Bir fark yok. Bu ülkede yaşayan 84 milyonun ileride yaşamak istediği Türkiye aynı Türkiye, aynı ülkeyi tarif ediyorlar. “Benim hakkım, hukukum korunsun” diyor insanlarımız "Ülkede adalet olsun, fırsat eşitliği olsun" diyor. "Benim yaşam tarzıma kimse karışmasın" diyor. "Ben inandığım gibi yaşayayım" diyor. Hele gençlerimiz"Ben birey olarak kıymetliyim" diyor. "Ben fert olarak kıymetliyim. Bu eğitim sistemi beni dar bir kalıba sokmasın" diyor gençlerimiz. Tornadan çıkmış gibi birbirine benzeyen gençlerden oluşan bir toplumu zaten gençlerimiz görmek istemiyor. Bugünün şartlarında bilgi çağında zaten imkânsız, bunu yapamazsınız, boşuna uğraşmayın.

Ve değerli arkadaşlarım; geçmişte bu topraklarda nice acılar yaşandı, nice göz yaşları döküldü.

Kuşkusuz tarihten ders alacağız. Ancak, siyasetçilerin asli görevi ülkenin yarınlarını inşa etmektir.

Tarih diye bir bilim dalı var. Kıymetli tarihçilerimiz, bilin insanlarımız geçmişte olan olayları kuşkusuz irdeleyecektir, bakacaktır. Bu çok uzun zaman önce olan bir geçmiş olabilir, yakın tarih olabilir, yakın geçmiş olabilir. Kuşkusuz her şey irdelenecektir ama bizlerin, siyasetçilerin işi geçmişi bilmek, ancak asıl vakti ve emeği gelecek için harcamaktır.

Her birimizin farklı hassasiyetleri var. Birbirimizi dinleyeceğiz, anlayacağız. İlişkilerimizde her zaman özenli hareket edeceğiz.

Demokrat bir duruş, farklı düşüncelere saygı demektir. Diğerini anlama gayretidir.

Demokrat olmak demek; aynı zamanda saygı demektir, müsamahadır, katlanmaktır, diğerkâmlıktır.

Parti programımızda ortaya koyduğumuz ilke ve değerler hepimizindir. Bu ilke ve değerler DEVA Partisi’nin tüm mensupları için bağlayıcıdır.

******
Değerli arkadaşlarım;

Partimizi kurduğumuz günden bu yana çok sayıda alanda hükûmete yol gösterdik.

Onlar yanlış yaptı, biz doğrusunu söyledik.

Sadece eleştirmekle yetinmedik. Yol haritalarımızı önlerine koyduk. Uyarılarımızı günü gününe yaptık.

Bildiğiniz gibi;

Türkiye’deki ilk Koronavirüs vakası, partimizin kurulduğu gün açıklandı. Artık her ne hikmetse o güne denk geldi.

Biz bunun spekülasyonunu yapmıyoruz. Ancak “Madem vakayı açıkladınız, o halde şunları uygulayın” diye bir reçete yazdık.

Bu reçeteyi daha kuruluşumuzdan bir hafta sonra, Koronavirüs nedeniyle yaşanacak kayıpları önlemek amacıyla yazdık.

Salgının, sağlık yönünden ve ekonomik açıdan etkilerinin en aza indirilmesini amaçladık.

Bir süre sonra çıktı Sayın Erdoğan ne dedi “Ya bir de çıkmış bana ders vermeye çalışıyor” dedi. Ama derse ihtiyacınız var, yapamıyorsunuz, yönetemiyorsunuz. Ülkeyi, bir krizler ülkesi haline çevirdiniz. Ülkede bir hukuk krizi var, adalet krizi var. Bir ekonomik kriz var, bir eğitim krizi var. Bunları yaşıyoruz, görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, ancak bu iktidar salgın yönetiminde uzunca bir süre sınıfta kaldı.

Açık ve şeffaf davranmadılar. Bu milleti çarpıtmalarla oyaladılar.

Biz uyardık. Vaka sayısını gizledikleri günlerde gerçek sayıyı duyurduk; aradan 1-2 hafta geçince kabul etmek zorunda kaldılar.

Doktorlara soruyoruz, hastellere soruyoruz. Bir hastanede ki vaka sayısı o il için açıklanan vaka sayışından fazla. Bir ilden gelen vaka sayısı Türkiye için açıklanan toplam vaka sayısından fazla. Tabii vaka sayısını küçük açıklayınca aşı tedarikinde de zorluk çektiler. Aşı tedariki yapan ülkeler bakıyor “sizde vakalar az niye bu kadar çok aşı istiyorsun?” diyor. Rakamları belki de onun için biraz yükseltmek zorunda kaldılar.

Bu iktidar, sağlık meslek örgütlerine kapısını kapattı. İktidar ortakları sağlık çalışanlarımızı hedef gösterdi.

Biz sağlık çalışanlarımıza kapımızı açtık. Uzmanları, sağlık sendikalarını, sağlık meslek odalarını genel merkezimizde ağırladık.

Sayıların gerçek olmadığını, uygulamadaki hataları tek tek halkımızla paylaştık.

Salgına karşı tedbirlerde, kapanmada geciktiğimiz her gün, aşılamada geciktiğimiz her gün yaşadığımız can kayıpları ‘önlenebilir kayıplar’ dı.

“Bu insanlar ölmeyebilir” dedik, “Bu kayıpların hesabını veremezsiniz” dedik.

Bu iktidar aşı tedarikini bir bilmeceye döndürdü. O gün de çağrımızı yaptık. “Bu milletin en öncelikli ihtiyacı aşıdır” dedik.

Avrupa ve Amerika’da aşılama hızla ilerlerken bizde aşı yapılmıyordu. “Bu milletin aşısı nerede?” dedik.

Şimdi o günlere tekrar dönüp uzun uzun anlatmayacağım... Biz hep hakikati söyledik.
Salgını başından beri ciddiye aldık.
Yapılması gerekenleri günü gününe söyledik.

Başından beri milletimize karşı sorumluluğumuzu layıkıyla yerine getirdik.

Değerli arkadaşlarım; aylarca aşı anlaşmasını beceremedikleri için milletimiz aşı olamadı.

‘‘Kasım’’ dediler, ‘‘Aralık’’ dediler, ocak, şubat, mart...

Binlerce insanımızı kaybettik.

Sonradan anlaşıldı ki, gelişmiş ülkelerin ulaştığı, etkisi kanıtlanmış aşılara biz daha önce ulaşabilirmişiz ama beceriksizlikler nedeniyle geri çevirmişiz.

Bakın bu aşıyı Almanya'da bulan iki bilim insanı, bizim insanımız biliyorsunuz. Burada değil, Almanya'daki laboratuvarlarda bu aşıyı buldular ve o günlerde açıklama yaptılar. Dediler ki "Türkiye'nin bizden bir talebi yok. Türkiye bizden talep etmedi." Baktık, Çin aşısının peşinden koşuyorlar. "Ya burada Almanya’da güvenilir, bizim insanlarımızın üstelik keşfettiği bir aşı var. Bunu niye temin etmiyorlar, bunu niye almıyorlar?" diye sorduk. Aylar geçti, aylar. Çok sonra anlaşma yaptılar. Daha yeni, yeni... Daha yeni anlaşma yaptılar. Yeni o ikinci aşı, BionTech aşısı Türkiye’ye gelmeye başladı. Peki, ben buradan soruyorum: 6 aydır siz bu aşıyı niye temin etmediniz? Tabii bir dedikodu da var, söylentiler var. Doğru mu, yanlış mı bilmem ama hükûmetin çıkıp bunu açıklaması lazım. Söylenti nedir, söylenti? Çin aşısında aracı vardı. Onun için iş hızlı yürüdü. Bu firma aracı kabul etmediği için, "Doğrudan devletle ben çalışırım" dediği için, aracı sokamadıkları için bu anlaşmayı yapmadılar. Aylarca biz burada can kaybı verdik. Böyle bir söylenti var. Bu doğru mu, yanlış mı? Hükûmetin çıkıp açıklaması lazım. Yanlışsa "Böyle bir şey olmadı" demeleri lazım. Yok, eğer böyle bir şey olduysa gerçekten arkadaşlar bunların yatacak yeri yok, böyle bir şey olmaz. Böyle bir şey kabul edilemez. Her alanda oraya ortak sok, oraya aracı sok. Bu can ya aşıdan bahsediyoruz aşıdan.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Tam da bu noktada, çok önemli bir hususun altını çizmek istiyorum.

Koronavirüs ile mücadelede kalıcı başarı sağlamak için gerekenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bakın, ağustos ayına yaklaşıyoruz. Ağustos ayı çok kritik bir tarih.

Risk altındaki 65 yaş üstü vatandaşlarımız ile sağlık çalışanlarımıza mutlaka 3. doz rapel yapılmalıdır.

Rapel nedir? Pekiştirme aşısıdır. Pekiştirme aşısı.

Bu pekiştirme aşıları da mutlaka RNA aşılarından olmalıdır. Yani mesela, gurur kaynağımız olan, bizim insanımız iki doktorun Almanya’da ürettiği aşılardan olmalıdır.

Çünkü bildiğiniz gibi, ilk grup aşılamalar, Sinovac ile yapıldığından, yeni mutantlara karşı koruyucu değil. O nedenle diğer aşıyı olanlara bir an önce RNA aşısı yapılmalı.

Bu çok önemli bir husus.

Bu pekiştirme aşılarına neden en geç ağustos ayında başlanmalı? Çünkü 2. doz aşının ardından 6 ay geçmiş olacak. Aşının etkinliği azalacak.

Altını tekrar tekrar çiziyorum; ağustos ayında risk altındaki vatandaşlarımız ve sağlık çalışanlarımız öncelikli olmak üzere mutlaka pekiştirme aşılamasına başlanmalıdır.

Bunun önemini Sayın Erdoğan’ın da bildiğini gördük.

Biliyorsunuz katıldığı bir televizyon programında 3. doz aşısını olduğunu söylemişti.

Üstelik o dönemde daha halkımızın çoğu birinci doza ulaşamıyordu.
Ülkenin Cumhurbaşkanı, kendine hak gördüğünü, bu milletten esirgememeli.

Bugün için bu millete hizmet demek öncelikle aşı sağlamak demek. Bu, devletin, iktidarın görevi.

*****
Değerli arkadaşlar,

Salgını tam anlamıyla kontrol altına almak istiyorsak, yapılması gerekenler bununla sınırlı değil.

Biliyorsunuz, kapalı mekân kısıtlamaları gevşetildi. Açılma süreci 1 Temmuz’da daha da genişleyecek.

Bu dönemde salgının yayılmasında yeniden bir artış gözlenmesini hiçbirimiz arzu etmiyoruz.

Bu nedenle;

Kapalı mekânlara giriş için aşı zorunluluğunun getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu işin rehaveti olmaz arkadaşlar. İşin ucunda can var, can. Bizler;

Özgürce, serbestçe hareket edebilmeliyiz.

Bu esnada gereken tedbirlerin alındığından da emin olmalıyız.

Böylece kendimizi güvende hissetmeliyiz.

Ancak bizler serbestçe hareket ederken, özellikle uluslararası bazı geliş- gidişlere de dikkat etmek gerekiyor.

Biliyorsunuz; bu virüsün ‘delta’ diye bir varyantı var. Bu varyantın kaynağı Hindistan. Bu varyantın en çok yayıldığı ülkelerden birisi ise Rusya.

Peki, hükûmet ne yaptı?

Rusya’dan girişleri serbestleştirip karantina uygulamasını kaldırdı.

Her gün bir başka genelge çıkıyor.

İşi ciddiye alarak değil, bilime dayanarak değil, anlık kararlarla yönetiyorlar. Çocuk oyuncağına çevirdiler.

Salgını kontrol etme yolunda ilerlerken, bu kararı, turizm gelirlerini önceleyen kararı da rehavet çerçevesinde alınmış bir karar olarak değerlendiriyoruz.

Anlamakta güçlük çekiyoruz.

Aylardır dilimizde tüy bitti, ‘‘Önce can, önce vatandaş, önce halkımız’’ diye diye.

Ama onlar ekonomiyle ilgili konularda, hele hele turizmle ilgili konularda aceleci davrandılar. Pandemi öncesi bu ülkenin kaynaklarını tükettiler. Pandemi öncesi ülkenin Merkez Bankası döviz rezervlerini sıfırladılar. Pandemi öncesi bir günde Merkez Bankası'nın yedek akçelerini de tükettiler, tek bir günde. Pandemi başladığı anda Türkiye'de Merkez Bankası’nın döviz rezervleri de sıfırlanmıştı. Yıllardır biriktirdiğimiz yedek akçeler de sıfırlanmıştı. Onun için vatandaşımıza gerekli desteği veremediler. Çiftçimiz, esnafımız günlük kazanıp günlük harcayanlarımız, yevmiye ile bahşişle geçinenlerimiz hepsi çok çok mağdur oldu Türkiye'de. G-20 ülkeleri içerisinde vatandaşına en düşük desteği veren, en az desteği doğrudan destek olarak veren ülke, Türkiye oldu. Ne demişler "Ak akçe kara gün içindir." Bir Merkez Bankası’nın döviz rezervleri kötü günler içindir. İyi günde biriktirirsiniz kötü günlerde kullanırsınız. Ama siz hovardalık yapıp, har vurup harman savurursanız, mirasyedilik yaparsınız kendiniz kazanmayıp hazırdan harcayıp bu ülkenin kaynaklarını tüketirseniz tam da pandemi gibi felaket gelip ülkeyi vurduğunda böyle çaresiz kalırsınız. Ondan sonra ne diyor? "Pandemi oldu, ne yapalım" diyor. Pandemi olabilir, Allah korusun doğal afet olabilir. Doğal afetlerde takdir Allah'ındır biz buna inanırız ama tedbir almak da insanların görevidir. Tedbir almak, kulun görevidir. Siz önce tedbirinizi alın, ondan sonra takdiri Allah'a bırakın. İşte, ekonomide de tedbirli olmak gerekir. İşler iyiyken, ekonomi hızlı büyürken, gelirleriniz varken kötü günler için birikim yaparsanız, kötü günler geldiğinde de o birikiminizi harcarsınız. Devlet böyle yönetilir.

Hatta bizim ticaretle ilgili mevzuatımız da bir ‘müdebbir tüccar’ kavramı vardır arkadaşlar müdebbir tüccar. Yani bir bakkal dükkânı açan, bir manav açan, bir pazarda sergi açan vatandaşımızdan müdebbir olması beklenir. Siz esnafınızdan, küçük işletmelerinizden tedbirli olmalısınız bekleyin kanunlarınızla, koskoca devleti tedbirsizlikle yönetin, vurdumduymazlıklayönetin. Böyle bir şey kabul edilebilir mi?

Ve değerli arkadaşlarım; bakın biz çalışıyoruz, her konuda hazırlık yapıyoruz. Her konuda eylem planları hazırlıyoruz. Eylem planı bizim için şu demek; seçimlerden sonra kurulacak hükümetin ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağımızı detaylarıyla açıklıyoruz. İlk eylem planımızı tarımla ilgili açıkladık. Tarım ve hayvancılıkla ilgili. Oldukça kapsamlı bir hazırlık. Çok kısa özetini böyle 7-8 sayfalık broşürler haline getirdik ve tüm Türkiye'de çiftçilerimle paylaştık ve ilçe başkanımıza sorduğumda "Geldi mi size tarım broşürlerimiz?" diye, "Geldi ve kırsal alana dağıttık" dedi. Çiftçimize, hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımıza bu broşürlerin dağıtılması çok önemli. Çünkü biz kendimizi duyurmak ve anlatmak zorundayız. Bizim için ve ülkemiz için bunu yapmak zorundayız. Tam 56 madde ve üstelik iç tutarlığı sağlanmış, istişaresi yapılmış Ziraat Odaları Birliği ile ve kendi bünyemizde tarımla, çiftçilikle uğraşan tüm arkadaşlarımızla beraber akademisyenlerin bilim insanların da katkı verdiği bir çalışma bu. Ve üstelik bütçe çalışması dayapılmış bir hazırlık, bütçe. 56 madde tek tek hesap edilmiş durumda.

Bu arkadaşınız tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisini yönetti. 11 yıl ben bu ülkenin tüm bütçesini hazırlayan ekibin başında oldum. Bu işi biliyoruz. Açıkladığımız her şey ayağı yere basan işler. Hesabı kitabı yapılmış, bütçesi hesap edilmiş. Biz öyle boşa atıp tutmuyoruz, bol keseden dağıtmıyoruz. İş yapıyoruz ve bugün de yarın da 3 sene sonra da 5 sene sonra da yinevatandaşlarımızla yüz bakacağımızın bilinciyle hareket ediyoruz. Allah utandırmasın. Biz az sayıda söz veriyoruz ama verdiğimiz sözlerden de asla dönmüyoruz. Üstelik sözler uçuyor, yazı kalıyor. Bunun için biz eylem planlarınızı yazılı hale getirip vatandaşlarımızla paylaşıyoruz. "Alın, saklayın, günü gelince bizden hesap sorun" diye bunları yazı olarak dağıtıyoruz. Bu büyük bir sorumluluğun gereği ama aynı zamanda büyük bir hesap verme hissiyatı gereği.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz deva partisi olarak, bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla; Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Kutuplaştırmadan yana olan siyasetçilerden olmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Akyazı’nın DEVA’sı var.

Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

29 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Gebze İlçe Binası’nın Açılış Konuşması

Gebze ilçe binası açılışı

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Kocaeli il teşkilatımızın ve Gebze ilçe teşkilatımızın değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Gebzeli gönüldaşlarımız,

Bu program vesilesiyle diğer illerimizden gelip bizlerle beraber olan kıymetli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Gebze ilçe binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz DEVA Partisi’ni kurarken çok temel bir ilkeyle yola koyulduk.

Demokrasi için, milletimizin sesini egemen kılmak için yola koyulduk.

Ülkemizde yaşayan her bir bireyin haysiyetini korumak için yola koyulduk.

Vatandaşlarımızın can güvenliğini, hak güvenliğini ve mal güvenliğini koruyan bir yönetim anlayışı için yola koyulduk.

Üstümüze düşen büyük sorumluluğun farkındayız.

DEVA Partisi, tüm hakların güvencesidir.

DEVA Partisi, özgürlüklerin partisidir.

Demokrasimize karşı yönelen her türlü kalkışmanın karşısında dimdik duranların partisidir.

Milletin iradesini her şeyden ve herkesten üstün tutanların partisidir.

Koşullar ne olursa olsun, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden asla taviz vermeyenlerin partisidir.

DEVA Partisi, hiçbir vesayet odağına, siyasetin üstünde bir güç atfetmeyenlerin partisidir.

Halkımızın verdiği yetkinin dışında, meşru siyasetin dışında, başka yerlerde gözü olmayanların partisidir.

İşte bu nedenle,

Hiçbir güç DEVA Partisi’nin yükselişinin önünde duramayacaktır.

Hiçbir engel, hiçbir tehdit, DEVA Partisi’ni yıldıramayacaktır.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugünkü iktidar ülkemizi bir korku tüneline soktu. Bu korku tünelinde neler var biliyor musunuz?

Mafya var, çeteler var, suç örgütleri var.

Karanlık yapılarla iş tutan siyasetçiler, bürokratlar ve medya mensupları var.

Menfaat çatışması çıkınca, ortaya saçılan pisliklerden anlıyoruz ki, şu anda tam bir menfaat şebekesi kurulmuş durumda.

Tıpkı 1990’lı yıllardaki gibi...

Hatırlarsanız 90’lı yıllar da böyleydi.

Bir de 90’lı yılların ağır günlerinin üstüne, 28 Şubat’ın baskı iklimi eklendi.

Asker vesayeti vardı, korku hüküm sürüyordu.

Adaletsizlik; günlük, sıradan devlet uygulaması haline gelmişti.

Demokrasi, hukuk, özgürlükler ayaklar altındaydı ve yine ülkemiz derin bir ekonomik krizin içindeydi.

2001’i hepiniz hatırlıyorsunuzdur. 2001 yılına geldiğimizde döviz kurları patlamış, gecelik faizler yüzde 7500 seviyelerini görmüştü.

Tam 20 tane banka batmıştı. O bankaların hepsinin yükü devletin üzerine kalmıştı.

Esnaf kepenk açamıyordu. Başbakanlık binasının önüne yazar kasalar fırlatılıyordu.

Halkımız fakirlikle baş başaydı. Tıpkı bugünkü gibi...

O günlerde önünde yazar kasa fırlatılan başbakanlık binasında kimin odası vardı biliyor musunuz?

Yine bugünkü gibi her krizin ortağı olan Bahçeli’nin odası da oradaydı. O Başbakanlık binasındaydı.

Mafyaların, çetelerin sokaklarda cirit attığı, toplumun ayrıştırıldığı, insanların ötekileştirildiği ve baskı gördüğü günlerdi o günler.

Siyasi kriz, hukuki kriz, ekonomik kriz... Hepsi bir arada yaşanıyordu, tıpkı bugünler gibi.

Bakın, ne kadar çok bugünlere benziyor... Değil mi?
Ve o günlerde yine, krizlerin ortağı, küçük ortak olarak iktidardaydı.

Her birimiz o dönemde, kendi hayatımızda çok acılar çektik. Bu ızdıraba kendi ailelerimiz de tanıklık etti.

Kadınların eğitim hakları, sırf başlarındaki örtü nedeniyle gasp ediliyordu. Bunları yaşadı bu ülke.

Ama ne oldu? Hiçbir zorluk, umudumuzu kaybetmemize neden olmadı. Hiçbir karanlık da sonsuza dek sürmedi.

Başındaki örtü nedeniyle hakları gasp edilen kadınlar, 2002 seçimleri ve sonrasında bir tarih yazdılar. Analarının ak sütü kadar helal olan haklarını o mücadeleyle kazandılar.

Unutulmaz bir mücadele veren kadınlar, adlarını dünya demokrasi tarihine de yazdırdılar.

Paşaların “Bin yıl sürecek” dedikleri o devir, o 28 Şubat devri tepetaklak oldu.

Kazanan hak mücadelesi oldu, hak.

O günün zorbaları, o günün baskı kuranlar da kaybedenler oldu.

*****
Değerli arkadaşlar,
20 yıl oldu.

O günlerden bu yana gün oldu, devran döndü.
Bugün maalesef bambaşka bir baskı iklimindeyiz arkadaşlar, bambaşka.

Şimdi; dünün ezilenlerinin onurlu mücadelesiyle iktidar koltuğuna oturanlar, başkalarını ezmeye başladı.

Maalesef Türkiye, kazanımların birer birer yakıldığı bir ülke haline getirildi.

Hatırlıyorsunuz, İstanbul Sözleşmesi vardı, değil mi? Türkiye’nin tüm Avrupa’ya öncülük ettiği bir sözleşme.

Adı bile “İstanbul” imza yeri de İstanbul.

Bu sözleşmenin konusu ne biliyor musunuz? Aile içi şiddetin ve kadına şiddetin önlenmesi.

Bunlar bizim için kırmızı çizgi niteliğinde konular. Bu uluslararası sözleşme de onun sözleşmesidir.

Ancak sayın cumhurbaşkanı geçtiğimiz aylarda ne yaptı?

Tıpkı askeri vesayet dönemi gibi, gece yarısı bir imza attı.

Bir gece yarısı kararıyla, kadınların kazanımlarını ellerinden aldı.

Şiddete karşı güvence sağlayan sözleşmeden çekilme kararı aldı.

Biliyorsunuz, uzunca bir süredir bu iktidar, Türkiye’yi karanlıktan yönetilen bir ülke haline getirmişti zaten.

Bunlar Türkiye’yi karanlıkta alınan kararlarla yönetilen bir ülke haline getirdiler.

Değerli arkadaşlarım, Peki biz ne yaptık?

DEVA Partisi olarak kadınların tüm haklarına dün olduğu gibi bugün de sahip çıktık. Kazanımlarını korumak için harekete geçtik.

Kadına yönelik şiddete sessiz kalmanın, şiddete ortak olmak anlamına geldiğini bilerek Danıştay’da iptal davasını açtık.

Çünkü biz, ülkemizde maalesef kadınların hayatını kaybettiğini görüyoruz.

Potansiyel katilleri cesaretlendiren her türlü adıma karşı dik durmamız gerektiğini biliyoruz.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bakın, Cumhurbaşkanı‘nın attığı imza gereği İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğü 1 Temmuz’da sona eriyor. 1 Temmuz’a ne kadar kaldı? İki gün var.

Ancak, Danıştay’ın bunu engelleme yetkisi var. Yürütmeyi durdurma yetkisi var.

Biz başvurumuzu yaptık.
Ben buradan Danıştay üyelerine seslenmek istiyorum:

Danıştay üyelerinin üstüne düşen tarihi sorumluluğun farkına varması lazım.

Yürütmeyi durdurun, potansiyel katilleri yüreklendirmeyin.

Kadınların kazanımlarına zarar vermek isteyenlere ortak olmayın.

Yürütmeyi durdurun ve kadına şiddetin, aile içi şiddetin büyümesine engel olun.

*****
Değerli arkadaşlar,

Eski Türkiye’nin baskıcı uygulamaları ile bugünkü baskıcı uygulamalar arasında ortak bir nokta var.

Tarihimizdeki en şiddetli tartışmalar, ideolojik kutuplaşmalar ve rejim kavgaları maalesef hep kadınlar üzerinden yürüdü.

Çağdaşlık tartışmaları, kadının konumu üzerinden yapıldı. Laiklik, kadının kıyafeti üzerinden tartışıldı. Dindarlık kadının başörtüsüyle anıldı.

Ancak, biz bunları kabul etmiyoruz.

90’lı yılların karanlığında eğitim hakkı için, özgürlük için mücadele eden kadınların nasıl yanında olduysak;

Bugün de onların yanındayız. Bugün de kadınların yanındayız.

Bugün de kadınların haklarına göz koyanların karşısında dimdik duruyoruz, duracağız.

Değerli arkadaşlar;

Ben bugün buradan açıkça, bir zamanlar Sayın Erdoğan’a güvenip oylarını esirgemeyen vatandaşlarımıza sesleniyorum.

Vaktinde AK Partiye gönül vermiş dostlarımıza sesleniyorum. Bu gidişatın sizlerin kalbini kırdığını da gayet iyi biliyorum.

Demokratik kazanımlardan geri adım atılmasına razı olmadığınızı biliyorum.

Çünkü ben sizlerin haktan, hukuktan vazgeçmediğinizi biliyorum.

Ülkemizi 90’lı yılların karanlığına döndüren bu iktidara ve ortaya dökülen tüm kirli ilişkilere tepkili olduğunuzu da biliyorum.

Mafyanın siyasi gündemi belirlediği, siyasetçilerin çetelerle iş tuttuğu bu günleri içinize sindirmediğinizi biliyorum.

“28 Şubat karanlığını üstümüzden alsın” diye desteklediğiniz, oy verdiğiniz insanların, bugün 28 Şubatçılarla beraber yol yürümesinden rahatsız olduğunuzu biliyorum.

“Rotayı ben çiziyorum” diyen Perinçek’e, krizlerin ortağı Bahçeli’ye razı olmadığınızı da biliyorum.

AK Partiye gönül vermiş, 2002’de, 2007’de, 2011’de, 2015’te destek vermiş vatandaşlarımız, siz gidin Bahçeli’yle ortak olun, siz gidin Perinçek’le ortak olun diye vermedi.

Ben sizin vicdanınıza güveniyorum.

Çünkü sizler bu ülkede yapılan haksızlıklara göğüs germiş insanlarsınız. Sizler, verdiğiniz haysiyet mücadelesini zaferle taçlandırmış insanlarsınız.

Biliyorum, bu ülkede “Herkes için hak, herkes için özgürlük, herkes için refah” diyenlerin yine sizler olacağınızdan eminim.

Gelin, eski mağdurların, yeni mağduriyetlere sessiz kalmayacağını gösterelim.

Gelin, tüm menfaat şebekelerine bir kez daha son verelim.

Gelin, kadınlar üzerinden yürütülen bu kutuplaşmaya bir son verelim.

Kadınların haklarını ve kazanımlarını hep beraber koruyalım.

Gelin, yepyeni bir birliktelikle ülkemize hizmet edelim.

Gelin umut olalım, DEVA olalım.

Unutmayın; DEVA Partisi varken kimse kimsenin hakkına göz koyamayacaktır.

DEVA Partisi, herkesin can güvenliğinin, hak güvenliğinin ve mal güvenliğinin garantisi olacaktır.

Senelerce mücadele ederek kazandığınız tüm hakların teminatı biz olacağız.

Çok açık bir şekilde diyoruz ki;

Kimse artık bu ülkede bir başkasına üstünlük taslayamaz. Çünkü artık DEVA Partisi var.

*****
Değerli arkadaşlar,

Menfaat şebekelerinden, ekonomik dar boğazdan ve politik sıkışmışlıktan nasıl kurtuluruz biliyor musunuz?

Kadınların aklı, fikri ve emeğiyle kurtuluruz.

Ben de ülkemizin demokrasiye değer veren tüm kadınlarını DEVA Partisi’ne davet ediyorum.

Gelin hep beraber “Bu devran da bin yıl sürmeyecek” diyelim.

Nasıl ki 28 Şubat zulmünü bu ülkenin utancı olmaktan çıkardıysanız, gelin bugünümüzü de beraber kurtaralım.

Çocuklarımız için, ülkemiz için, gelin hep beraber mücadele edelim.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz her an halkımızın içinde, halkımızla beraber sorunların çözümü olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Bu vesileyle bir kez daha, Gebze ilçe teşkilatımıza çalışmalarında başarılar diliyor, il binamızın hayırlı çalışmalara vesile olmasını temenni ediyorum.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

24 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Narlıdere ilçe Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN NARLIDERE 1. OLAĞAN İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi'nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
İzmir il teşkilatımızın ve Narlıdere ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Çok değerli belediye başkanımız,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili İzmirli gönüldaşlarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Narlıdere ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin başında, Narlıdere ilçe başkanımız Esin Hanım’a ve ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

Ayrıca böylesine güçlü, gençlerin ve kadınların yüksek oranda temsil edildiği bir teşkilat yapısını İzmir’de oluşturduğu için özellikle Seda Hanım’a teşekkürlerimi sunuyorum.

Biz İzmir’e iyi alıştık. Bir ay içindeki ikinci İzmir programımız ama şunu da görüyorum ki İzmir de DEVA’ya alışıyor.

Caddelerden, sokaklardan geçerken bizlere olan ilgi ve alaka İzmir’in her semtinde çok güzel. Sevgi ve coşkuyla karşılanıyoruz. İzmir’de olmaktan çok mutluyuz. Bundan sonraki dönemler de daha sık İzmir’de olacağız.

Geçtiğimiz ay il binamızı açtık. Dün Kiraz’daydık, ardından Ödemiş’te ilçe kongremizi gerçekleştirdik. Ödemiş kongremiz Anadolu’nun başka bir yerinde yaptığımız bir il kongresi coşkusu ve katılımındaydı. Bugün Narlıdere’yle devam ediyoruz.

Güzel İzmir’imizde sizlerle bir arada olmaktan her defasında büyük bir mutluluk duyuyorum.

Sağ olun, var olun.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Bugün 2018 yılında yapılan 24 Haziran seçimlerinin üçüncü yıl dönümü.

Biliyorsunuz, 2017 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle beraber Türkiye’de kuvvetler ayrılığı büyük bir yara almıştı. Devlet yönetiminde tüm yetki tek bir kişinin eline geçmişti. Hem yasama hem de yargı tek kişinin ağır bir etki ve tahakküm alanı haline geldi.

O gün bugündür her türlü keyfilik sıradan hale geldi.
O gün bugündür de ülkemiz belini doğrultamadı.
Bağımsız işlemesi gereken kurumlarımız şamar oğlanına çevrildi.

Denge ve denetleme mekanizmaları tamamen ortadan kaldırıldı. Oysa denge ve kontrol mekanizmaları, iyi işleyen demokrasilerin en önemli özelliklerinden birisidir.

Hatırlayın; bu sistemin mucidi Sayın Erdoğan ne diyordu?

Yeni sistemle beraber sözüm ona istikrar, ekonomik büyüme ve huzur gelecekti, değil mi?

Hepsinin hesabını birazdan söyleyeceğim. Huzur gelmiş mi, gelmemiş mi, anlatacağım.

Sayın Erdoğan o günlerde “Şu kardeşinize yetkiyi verin, faizle ve enflasyonla nasıl mücadele edilir, görün” demişti, değil mi?

Koalisyonlar bitecek diyordu. İşte 2018 yılında milletimiz yetkiyi son defa Sayın Erdoğan’a verdi. Kendisine son bir şans verdi.

“Son bir şans verdi” diyorum, çünkü maçın sonucu belli artık. Bu dönem kapanıyor artık. Kendisi de bunun farkında. Şu anda uzatma dakikalarını oynuyor.

Ama gelin görün ki yeni sistemde bir takımın teknik direktörü aynı zamanda hakem ve düdük de onun elinde. Yenildikçe maçın bitiş düdüğü bir türlü gelmiyor. Uzadıkça uzuyor. Biraz daha uzatalım da acaba maçın kaderini değiştirebilir miyiz diye.

Olmayacak, yapamayacaklar. Çünkü şu anda ülkeyi yöneten zihniyetin bu ülkenin sorunlarını çözebilecek bir zihniyet olmadığını gayet iyi anladık artık.

Zaman içinde değişti kuşkusuz. Artık ülkemizde hukuk, ayaklar altında. İnsan hakları, özgürlükler sürekli baskı altında.

O yasakçı zihniyet dirilmiş durumda. Her şey yasak. Her bahaneyle vatandaşlarımızın hayatına kısıtlama getirmeye çalışan, vatandaşlarımızın hayat tarzına müdahale etmeye çalışan bir zihniyetin tezahürünü her gün farklı farklı alanlarda görüyoruz.

Ne diyordu, “Bu yetkiyi verin, faiz de enflasyon da nasıl düşer ben göstereceğim.” diyordu değil mi?

Şu anda Merkez Bankası politika faizi, yani taban faiz %19. Ve bu %19 faiz, baz bir faiz. Bütün piyasa bunun üzerinde oluşuyor. Vatandaşlarımıza, esnafımıza, çiftçimize, sanayicimize yansıyan faiz %23, 24, 25, 30. 30’un üzerine kadar giden oranlar var. Merkez Bankası’nın taban faizi olan %19 dahi, Avrupa’nın en yüksek faizi. Dünyadaki en yüksek 7. faiz.

Faiz sebep, enflasyon sonuç diyordu. İktisat biliminin tamamen reddettiği, rasyonaliteden uzak, tamamen kendi zihninden ürettiği bir teori.

Yıllarca bu yanlış teoriyi sisteme dayattığı için bu ülkede hem faiz hem enflasyon hem de kur arttı. Normalde para politikasında faiz ve kur, faiz ve enflasyon ters orantılıdır. Merkez Bankaları faizi yüksek tutar ki enflasyon biraz düşün diye. Yüksek tutar ki kur biraz kontrol altında olsun diye. Ama bu yanlış teoriyi ısrar ve inatla sisteme dayattığı için bugün Türkiye’de hem faiz yükseldi hem enflasyon yükseldi hem de kur. Bunun böyle üçlü yaşandığı ülke de dünyada pek yok.

Şöyle bir bakıyoruz. Bir zamanlar faizler %8-9 iken, o mertebedeyken o dönemin tertemiz bürokratlarını vatan hainliğiyle suçlayan, mitinglerde yuhalatan Sayın Erdoğan bugün %19 faizi sadece izliyor.

Ben buradan soruyorum. Bugün faiz niye %19? Eğer sizin teziniz doğruysa, faiz sebep enflasyon sonuçsa hemen Merkez Bankası’na söyleyin indirsin faizi. Enflasyon da düşsün kur da düşsün de görelim.

Merkez bankası bağımsızken, biz Merkez Bankası’nın önüne siper çekmişken, bu kurum bağımsız, dokunamazsınız derken bir şey yapamıyordu. Ancak vatan haini diyordu, yuhalatıyordu. Elinden bir şey gelmiyordu çünkü biz engelliyorduk, durduruyorduk. Ama bizler ayrıldıktan sonra artık alan tamamen kendine kaldı. Ve Merkez Bankası başkanları için bunlar laf dinlemiyor diyordu. Laf dinlemeyenleri de Merkez Bankası’nda özellikle 2018’den sonra bir başkanı aldı ötekini atadı. Yeni atadığını görevden aldı, bir daha atadı. Merkez Bankası, yol geçen hanına döndü. Koskoca kurum şamar oğlanına döndü. Sonuç ortada.

Buradan tekrar sesleniyorum. Teziniz eğer doğruysa söyleyin hemen Merkez Bankası faizi indirsin. Eğer yanlışsa, yanlış bir tezi, inatla, ısrarla sisteme dayattığınız için bu ülkede bu kadar yoksulluk oluştuysa, bu kadar paramız değer kaybettiyse, çıkın bu tezim yanlışmış deyin ve bu milletten bir özür dileyin. Ya da dönün Merkez Bankası’na söyleyin düşsün bu faiz. Böyle yağmayok. Her türlü hatayı yap, her türlü yanlışı yap, problem çıkınca kenara çekil. Böyle ülke yönetme diye bir şey yok.

Madem tek imzayla aklıma gelen her şeyi yapmak istiyorum diyordu. O tek imza, tek yetki sahibi aynı zamanda da sorumluluk sahibidir.

Bugün bu ülkede enflasyon bu kadar yüksekse, faiz bu kadar yüksekse ve kur bu kadar yüksekse bunun sorumluluğu tek bir kişidedir. O da Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’dadır.

Yıllarca faiz sebep, enflasyon sonuç diyordu. Ben buradan açık açık söylüyorum. Erdoğan sebep, yüksek faiz, yüksek enflasyon ve yüksek kur sonuçtur. Başka kimsede aramasın.

Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolar rezervini cayır cayır satarken kimseye sordu mu? Bu milletten gizledi. Taraflı Cumhurbaşkanı, partili Cumhurbaşkanı, akraba-bakan el ele verdiler. İki yılda bu ülkenin tam 130 milyar dolar döviz rezervini erittiler. Damla damla biriktirmiştik biz onu. O döviz rezervi, bu ülkenin ihracatçısının, turizm çalışanının, mutfakta yemek pişiren aşçının, o yemeği servis eden garsonun, o odaları temizleyen işçimizin alın teriydi. Kolayına birikmedi. 27 milyar dolardan aldık 136 milyar dolara çıkarttık biz döviz rezervini. Tam bir mirasyedilik yaptılar. Ve gizli saklı yaptılar.

Ben 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. 11 yıl boyunca Merkez Bankası’nın toplam piyasa müdahalesi sadece 8 buçuk milyar dolardır. Tabi satış yönündeki müdahalelerden bahsediyorum, alım operasyonları yapıldı tabii ki. 27 milyar dolardan 136 milyar dolara nette Merkez Bankası döviz alıcı olduğu için yükseldi. Ama satış yönündeki müdahaleler 8 buçuk milyardolardır. Aşırı oynaklık için müdahale yapılmıştır. Hepsi de aynı gün Merkez Bankası’nın web sitesinde yayınlanmıştır. Ve Merkez Bankası doğrudan kendisi yapmıştır bunu. Açın bakın hala onlar durur. Doğrusu da budur. Bütün dünyada böyle olur.

Bunlar ne yaptı? Gizli yaptı. Merkez Bankası’nın doğrudan değil, hazine ve kamu bankalarını da işin içine sokarak dolambaçlı yollardan yaptılar. Doğru hesaptan kaçar mı, siz niye bunu şeffaf yapmıyorsunuz. Az buz para değil, 130 milyar dolardan bahsediyoruz. Bizim dönemde Merkez Bankası 3 milyon 5 milyon dolar müdahalelerde bulunduğu gün bile hemen yayınladı onu.Piyasanın bilmesi lazım.

Bugün diyelim ki kur 8,60. Bu 8,60’lık kur piyasanın kendi dengesiyle mi oluşuyor, yoksa Merkez Bankası 2 milyar 3 milyar döviz müdahalesi yapmasına rağmen mi oluşuyor. Bunu bilmek halkın hakkı. 3-5 kuruş dövizi, altını olan her vatandaşımızın bunu bilmek hakkı. Siz bunu gizleyemezsiniz.

Pandemi diyorlar, bırakın pandemiyi. 2019’daki yerel seçimlerden önce satmaya başladılar bunu. Yerel seçimlere giderken akraba-bakan gizli saklı döviz satarak, bak ekonomiyi ne güzel yönetiyoruz, hiç müdahalede bulunmuyoruz ama döviz kuru da sakin gidiyor diye bu milleti aldatmak için sattılar o dövizi. Hepsini biliyoruz.

Bu rakamlar açıklanmadığı için ancak en direkt hesaplarla bulunuyor. Aynı havuz hesabı. Havuza giren su belli, çıkan su belli ama havuzda kalan su eksik. Biz, nereye gitti bu döviz diye ısrarla, inatla sorduktan sonra konuşmaya başladılar. Bizim 130 milyar dolar hesabımız şu: 1 Ocak 2019’dan 30 Eylül 2020’ye kadarki 21 aylık sürede giren çıkan havuz hesabında 130 milyar dolar kayıp.

Önce yok böyle bir şey dediler. Sonra pandemi sebebiyle böyle oldu dediler. En son çıktı Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası’nın döviz rezervinin hesabımı sorulur diyor. Tabi sorulur, bal gibi sorulur. Bu milletin alın teri o döviz. Bu ne vurdumduymazlıktır. Bu ne hesapvermezliktir. Yetkiyi tek başına eline alan aynı zamanda tek sorumludur ve tek hesap verme makamıdır. Bunlardankaçamazsınız.

İstikrar getirecekti değil mi? Ülkede istikrar mı kaldı ya. Sadece finansal piyasaları bırakın, ülkede hukuki istikrar mı kaldı. Suç örgütlerinin, hukuk dışı yapıların, çetenin, mafyanın cirit attığı ülke haline geldi. Aralarında öyle bir menfaat paylaşımı var ki artık siyaset, üst düzey bürokrasi, çete, örgüt, mafya ve maalesef medyanın da bazı mensuplarının içinde olduğu tam bir menfaat şebekesi. Aralarında çıkar çatışması olduğu için şimdi tüm pislikler ortaya dökülmüş durumda. Onun için bu on serilik video yayınlandı. Eğer paylaşıma devam etselerdi haberimiz olmayacaktı.

Ama pasta o kadar büyümüş ki, konuşulanlar sürekli euro, dolar. Yeri gelince yerliliği, milliliği hiç kimseye bırakmayanlar kirli işlerin hepsini euroyla, dolarla yapıyormuş. Bu vesileyle onu da öğrenmiş olduk. Yerlilik, millilik bu mu, bir de sıkışınca devlet meselesi, beka diyorlar. Mesele vatansa gerisi teferruat değil mi? Bunu duyuyoruz, öyle tehlikeli ki bu söylem. Gerisi teferruat dediği o gerisi kelimesinin içinde hukuk var, adalet var, ülkenin anayasası var. Sen bu ülkenin anayasasını nasıl teferruat olarak görürsün. Böyle bir şey olur mu? Amaç başka. Bütün bu menfaat şebekesinin, bu güç paylaşımının, bu pisliğin, kirliliğin üzerini örtmek için kullanılan ifadeler bunlar.

Vatan gibi bu kadar kutsal kavramları nasıl böyle ucuza harcarsınız. Bu ülkenin bekası suç örgütleriyle, mafyayla, çeteyle iş tutarak sağlanmaz. Bu ülkenin bekası hukuksuzlukla sağlanmaz.

Bu ülkenin, devletin ve milletin bekası hukukla sağlanır. Yıl 1920, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile 1. Meclis toplandı değil mi 23 Nisan’da? Ve 1. Meclis Kurtuluş Savaşı’nın yönetildiği makamdı aynı zamanda. Anadolu’yla birlikte başka coğrafyalardan –o dönemki coğrafyamız daha farklı- gelen yüksek temsil gücüyle bu meclis toplandı.

O mecliste her şey tartışıldı, istişare oldu, ortak akıl oldu. Savaşın ortasında yaşıyoruz. Kurtuluş Savaşı’nın ortasında istişare, ortak akıl yürütme çabası var. Hukuk var, hukuk. O dönemde de itiraz edenler olmuş. Cephede asker savaşıyor, biz burada Ankara’da neyle uğraşıyoruz diye. O zaman sağduyulu insanlar çıkmış demiş ki “cephede bizi zafere götürecek olan, Ankara’da,mecliste oluşturacağımız hukuktur.” O bilinçle yürümüş işler o zaman.

Bunlar çıkmış diyorlar ki devlet meselesi, hukuk meselesi. Yaptıkları her türlü yanlışın ve yaptıkları o mali, maddi ve siyasi rant paylaşımının üzerini kapatmak için beka diyorlar, devlet diyorlar. Hepsi üçkağıt, hepsi yalan. Böyle bir şey yok.

Huzur tesis edeceğim demişti değil mi?

Bu memlekette sokak ortasında kadınlar, gazeteciler, siyasetçiler dövülüyor. Daha geçen hafta bu şehirde, İzmir’de bir siyasi parti binasına saldırı yapıldı, genç bir vatandaşımız hayatını kaybetti. Bu nasıl huzur, bu nasıl istikrar? Siyasal şiddete alan açan bir dil kullanıyorlar. Bir başka siyasi partinin genel başkanı Rize’de İkizdere’de şiddet girişimiyle karşı karşıya kaldığında bu ülkenin Cumhurbaşkanı kalkıp daha bu günler iyi günlerin diyor. Böyle bir şey olur mu?

Eğer yetkiyi elinde tek olarak topladıysan bu ülkenin tüm siyasi partilerinin ve genel başkanlarının güvenliğini sağlamakla sorumlu olan kişi de Cumhurbaşkanı’nın kendisidir.

Ama taraflı ve partili olunca diğer siyasi partilerin mensuplarını ve genel başkanlarını düşman belleyince ülkenin geldiği durum böyle. Üstelik anayasanın yemin metnine göre görevimi tarafsızca yapacağım diyerek göreve başlıyor. Ne oldu o yemine? 2018’de göreve başlarken meclis kürsüsünden yaptığı yemine bakın. Şu andaki Cumhurbaşkanı’nın tarafsız olduğunu söylemek mümkün mü?

Şahlanış diyordu değil mi?

Ekonomi dip yaptı, dip. Şu anda işsizlik, Türkiye’nin istatistik tutmaya başladığı ilk günden beri rekor seviyede. Özellikle genç işsizlik Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar yükselmemişti. Gençler iş bulamıyor. Ev gençleri diye bir toplum kesimi oluştu. İş arayıp bulamayan ve hatta iş aramaktan bile vazgeçen. Lise öğrencileri ben üniversiteyi bitirince iş bulamayacağım diye bugünden kaygılanmaya başlıyorlar.

Dün Kiraz’da lise, üniversite öğrencileri yolumuzu çok kesti. Hepsi kaygılı, hepsi üzgün. Hepsi bu ülkenin yarınlarından artık umudunu kesmiş. Yazık değil mi? Sizin bu ülkenin pırıl pırıl, gencecik insanlarını böyle karamsarlığa düşürmeye hakkınız yok. Etrafınızdaki üç beş kişiyle rant peşinde koşarken, o üç beş kişiyle zenginleşirken bu ülkenin gençlerinin işsiz kalmasına sebep olmaya hakkınız yok.

Yoksulluk intiharları var bu ülkede artık. İnsanlar çaresizlikten kendine canına kıyıyor. Bu ülkede böyle bir şey yoktu. Gencecik insanlar, sanatçılar... Bu son dönem de ekonomik sebeplerle canına kıyan çok sanatçımız var. Gidip birinden bir şey istemeye de çekiniyor. Öyle bir kültürü yok. Çaresizlikten canına kıyıyor. Bunları yaşattılar bu ülkeye. Yazıktır.

Pandemiden önce ülkenin bütün kaynaklarını tükettikleri için, Merkez Bankası’nın rezervlerini, yedek akçelerini sıfırladıkları için, pandemi öncesinde ülkenin borcunu sadece iki yılda ikiye katladıkları için sonuç ortada. Pandemi döneminde ne sanatçıya, ne esnafa, ne çiftçiye ne ihtiyaç sahibi vatandaşa bir destekte bulunamadılar. Ve tüm G-20 içerisinde kendi vatandaşına doğrudandestek anlamında en düşük desteği veren ülke Türkiye oldu.

Kara gün için biriktirdiğimiz o ak akçeleri daha kara gün gelmeden tükettikleri için bu hale düştü bu ülke. Şimdi Merkez Bankası başkanı açıklıyor. Dört ülkeyle swap anlaşması arayışımız var diyor. Bugün de ülkelerin isimleri yayınlanmış. İnanın çok üzüldüm. Ekonomik güç olarak, kalkınma seviyesi olarak bizimle mukayese edilemeyecek ülkelerden gidip dolar istemeyebaşlamışlar. Yazık. Swap anlaşması demek, borç anlaşması demek. Değiş tokuş yani. Emanet dövizi alıyorsunuz karşılığında o ülkeye başka bir değer veriyorsunuz emanet. Swap anlaşması bir ülkenin yalnızca brüt rezervine destek verir, net rezervini değiştirmez. Net rezervi yine yüksek miktarda eksi olacak bu ülkenin. 90 milyar 100 olacak, 150 milyar 160 olacak. Yine eksi 60 milyarda kalacaklar. Bu ülkenin döviz rezervi sorunu daha fazla borçlanarak çözülmez. Bu ülkenin ekonomik sorunlarının çözümü ancak dürüst ve işinin ehli kadroların işin başında olmasıyla olur.

Ama tabii bakıyoruz bazıları şahlanmış. Vatandaş aç, gençler işsiz ama kimi bakan yardımcıları aynı zamanda bazı şirketlerin yönetim kuruluna atanıyor. Üst düzey bürokratlar, borsaların yönetim kurullarına atanıyor.

İktidara yakın kimi isimler, kamu idarelerinin yönetim kurullarındaki görevleri sayesinde her ay 5 yerden, 10 yerden maaş alabiliyor.

11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum. Bana bağlı 11 tane kurum oldu. İlk gün kural koymuştuk. Bir kişi ancak bir yerden maaş alacak. Özellikle yönetim kurullarında bir kişi birkaç yerde yönetici olabiliyor. Görev alabilir ama ne dedik bir kişi bir yerden maaş alabilir. Yıllarca öyle yönettik. Bizler ayrıldıktan sonra artık geniş bir alan var. Engel olan yok, bu yanlış, hukuksuz diyen yok. Diyenleri de tek tek sistemin dışına attılar. Ya da insanlar ben artık bu yanlışın, hukuksuzluğun içinde olamam diyerek kendileri ayrıldılar.

Neymiş? Huzur hakkıymış...

Huzur hakkı, “Huzur” diyorlar.

Yahu, millet huzursuz, millet aç ama onlar çifter çifter maaş alıyor.

Yazık, günah değil mi?

Kendilerine çoklu maaş hak görenler, milletin huzurunu bozdular.

Milletin cebi delindi. Halkımız yoksullaştı. Ama bu durum onların huzurunu bozmuyor. Umurlarında değil.

Değerli arkadaşlar,

Taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin yoksulluktan başka hiçbir sonucu olmadı bu ülkede. Dünya Bankası raporlarında mutlak yoksulluğun bu ülkenin gündemine tekrar geldiğini görüyoruz. Biz sıfırlamıştık bunu. Mutlak yoksulluk bu ülkede yok olmuştu. Göreli yoksulluk azalmış, mutlak yoksulluk sıfırlanmıştı.

Ve bu yoksulluk hükümetin zarar hanesine yazmamız gereken bir konu. Gelin, üç sene önce yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde piyasalardaki son işlem gününe bir bakalım.

Tarih 24 Haziran 2018
Dolar kuru 4,70.
Euro kuru 5,50.
Dün gece baktığımda ise dolar 8,64. Euro ise 10,31.
Sadece üç senede cebimizdeki para yarı yarıya değer kaybetti. Hani “Şu kardeşinize bir yetki verin” diyordu ya...

Aldı yetkiyi, üç yılda paramızı yarıya indirdi.

Bakın başka neler oldu?

Hazine’nin borcu iki yılda ikiye katladı. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan borç kadar sadece iki senede borç yapmayı başardılar. Koca ülkenin 95 senede biriktirdiği borç kadar borç yaptılar.

Bunu zarar hanesine yazıyoruz.

Çalışanlarımızın alın teri olan Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık rezervi eridi.

Bu da zarar.
Merkez Bankası’nın yedek akçeleri sıfırlandı. Bunu da zarara yazdık.

Faiz de, enflasyon da iki haneli rakamlara ulaştı. Zarar hanesine yazdık.

İşsizlik tarihi yüksek oranlara çıktı. 3 yılda, 3 milyon insanımız daha yoksullaştı.

En zengin ile en yoksul arasındaki fark 26 katı aştı. Vatandaşı uçan kuşa borçlandırdılar.
Zarar, zarar, zarar.
Kısacası, bu sistem ülkemize çok pahalıya patladı. Tablo bu arkadaşlar.

Peki bu sistemin hiç mi kârı yok?

Yok. Sıfır. Sayın Erdoğan’ın ülkemize dayatmalarının bir tane getirisi yok arkadaşlar.

Sabah zarar, akşam zarar.

E durum böyle olunca sayın Erdoğan ne yapsın? O da çıkıyor, bizim ekonomi yönetiminde olduğumuz dönemin başarılarını anlatıp duruyor. Anlatacak başka bir şeyi yok çünkü.

Varsa yoksa bizim başarılarımızla övünmeye çalışıyor.
E ne yapsın? Artık hiçbir başarı hikayesi kalmadı.
Anlatacak bir başarı hikayesi kalmayanlara ne olur?
Anlatacak bir başarı hikayesi kalmayanlar, kaybetmeye mahkûmdur. Milletimize sürekli korku salanlar kaybetmeye mahkumdur.

Değerli arkadaşlarım,

Hiç şüpheniz olmasın.
Bizler tüm bu sorunların çözümlerini çok iyi biliyoruz. Gönül rahatlığıyla diyoruz ki:

Emaneti teslim almaya, bu kabusa bir nokta koymaya, ekonomimizi yeniden ayağa kaldırmaya, Türkiye’yi sapasağlam temeller üzerine oturtmaya geliyoruz.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Bakın Sayın Erdoğan daha dün belediye başkanlarına hitaben ne demiş:

“İmar düzenlemelerinde asla şaibeye yer vermeyecek şekilde adil ve açık çalışma ortaya koymanız gerekiyor. İhaleleri şeffaf şekilde gerçekleştirin, hatta canlı yayınlayın. Tanıtıma önem verin.”

Ya siz önce bunları kendinize doğrudan bağlı kurumlarda, bakanlıklarda uygulasanıza!

İmar plan değişikliklerinin önemli bir kısmını ilgili bakanlıklar yapıyor. Üstelik biz zamanında ‘‘Bu işlere çeki düzen verelim’’ demiştik.

‘‘Parsel bazlı imar değişikliklerini yasaklayalım; emsal artış harcı, değer artış vergisi getirelim’’ demiştik. Bunu engelleyen sizdiniz.

Belediyelere ‘‘Şeffaf ihale yapın, canlı yayınlayın’’ diyorsunuz da kendiniz merkezi hükümette bunları niçin yapmıyorsunuz?

Biz Cumhurbaşkanlığı sarayı inşa edilirken canlı yayınlanan bir ihale görmedik.

Milyarlarca dolarlık onca yatırım yapılırken, bu işler malum şirketlere verilirken, canlı yayınlanan bir ihale görmedik.

Önce bunları siz yapın, ondan sonra da belediyelerden isteyin. Bakın Kanal İstanbul’un temelini atmaya hazırlanıyorlar.
Canlı yayınlanan bir ihale gördünüz mü?
Bunların hepsi boş laf.

Alışkanlıklarından vazgeçmeleri mümkün değil artık.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Uzun vadede ekonomik büyümenin en önemli formülü eğitimden geçiyor.

Ülke ekonomisini güçlendirmenin püf noktası; gençleri yarınların bilgisi ve becerisiyle donatmaktır.

Ekonomi için sapasağlam bir temel atmak istiyorsak, önce ‘‘eğitim’’ dememiz lazım, eğitim.

Bir ülkenin zenginleşmesinin, sürdürülebilir bir başarı hikayesi yazmasının en önemli yolu budur.

Gençler için elimizdeki tüm kaynakları seferber etmek gerekiyor.

Bizim pırıl pırıl gençlerimiz var. Ama ne yazık ki şu anda ülkeyi yönetenlerin planlı bir eğitim politikası yok.

Şimdi bir “telafi eğitimi” diyorlar, değil mi?

Bakın, daha geçen gün, eğitim politikaları başkanlığımız telafinin ötesine geçen bir program açıkladı.

Çünkü biz sadece eleştirmiyoruz. Aynı zamanda çözüm önerilerimizi de günü gününe sunuyoruz.

Çünkü biz ülkemizde “kayıp nesil” görmek istemiyoruz. Bizim parolamız “kazanç nesil”dir.

Bu nedenle öğrenme sürecinde kayıp yaşayan öğrencilerimiz için bir program hazırladık.

Pandemi döneminde mağdur edilen çocuklarımız için yıllara yayılan bir program öneriyoruz.

Çünkü öğrencilerin akademik, bilişsel, sosyal ve psikolojik gelişimlerini çok önemsiyoruz.

Burada iki noktanın altını çizmek istiyorum:

Bir yandan uzman eğitmen kadrolarından oluşan komisyonların mutlaka müfredat ve değerlendirme çalışmaları yapması gerekiyor.

Diğer yandan da öğretmen eğitimine ve ek öğretmen istihdamına ağırlık verilmesi gerekiyor.

Peki bunlar nasıl yapılacak?

Bir telafi bilim kurulu kurulacak ve telafi programına bütçe ayrılacak. Çıkış yolu bu. Çıkış yolunu gösteriyoruz.

Çalışmamızın daha ayrıntılı yanları da var. Eğitim politikaları başkanlığımız, kapsamlı önerilerini hazırladılar. Bunların tamamı internet sitemizde yer alıyor.

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz, bu hafta sonu gençler üniversite sınavlarına girecekler.

Biz anne babalar olarak son iki senedir onların neler çektiğini çok iyi gördük.

Okuldan uzak, öğretmenlerinden uzak sınava hazırlandılar.

Hele hele bazı arkadaşlarımız maddi imkansızlıklardan uzaktan eğitimden bile mahrum kaldı. Buna rağmen büyük emekle çalıştılar.

Her birinin çabalarının, stresinin farkındayım.

Şimdiden YKS’ye girecek olan tüm öğrencilere başarılar diliyorum. Tüm gençlere zihin açıklığı diliyorum.

Ancak bu noktada parti programımıza aldığımız bir hususun da altını çizmek istiyorum.

Sınava girecek arkadaşlarımın en büyük streslerinden biri ne biliyor musunuz? “Ya o gün hastalanırsam ya o gün sınavı kaçırırsam?”

İşte o yüzden biz bu sınavların senede birkaç defa yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

12 yıllık eğitimin ölçülmesinin 1-2 günlük bir sınava bağlanmasını biz doğru bulmuyoruz.

Üniversite hayatına başlamayı sağlayacak sınavı tek bir sınava sıkıştırmayı doğru bulmuyoruz.

Üniversite sınavlarının yılda birkaç defa yapılması gerektiğini, gençlerimize alternatif tarihler sunulmasının şart olduğunu düşünüyoruz.

İşte bu nedenle,

Gençlere hiçbir alanda şans dahi tanımayan zihniyeti de değiştirmeye geliyoruz.

Yolumuza gençlerle ve gençlerin öncülüğünde devam ediyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye'nin yaralarını saracağız.

Biz, Türkiye'nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye'nin DEVA'sı var. Narlıdere’nin DEVA’sı var.

Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

22 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Afyonkarahisar İl Başkanlığı Binası Açılış Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Afyon il teşkilatımızın değerli başkanı,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Afyonlu gönüldaşlarımız,

Bu program vesilesiyle diğer illerimizden gelip bizlerle beraber olan kıymetli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Afyon il binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizler ülkemizi il il, ilçe ilçe dolaşıyoruz.

Geçtiğimiz 1 ay içerisinde Ankara’da, İzmir’de, Bursa’da, Adana’da, Mersin’de, Konya’da, Yozgat’ta, Kars’ta, Ardahan’da, Isparta’da vatandaşlarımızla buluştuk.

Vatandaşlarımızın sorunlarına kulak verdik. Partimizin çözüm önerilerini anlattık.

Farkımızı apaçık ortaya koyduk. Nedir bu fark?

Ülkemizdeki yaygın muhalefet anlayışı, sadece sorunlardan şikâyet etmekle sınırlı.

Ülkenin problemlerini sıralayıp, çözüme gelince “İktidar olunca konuşuruz” demeye alışmışlar.

DEVA Partisi ise sorunları konuşmakla yetinmiyor.

Tek tek çözümleri de üretiyor.

Biliyorsunuz; siyasetin bir laf üretme kısmı var, bir de iş üretme kısmı var.

Biz siyasetin iş üretme kısmında yer alıyoruz.

Neyi, nasıl yapacağımızı, ne kadar sürede yapacağımızı açıkça anlatıyoruz.

Ayağı yere basan sağlam, tutarlı, uygulanabilir eylem planlarını vatandaşlarımızla paylaşıyoruz.

Eylem planlarımızı hem belli bir takvime bağlıyoruz hem de bu planların bütçesini hesap ederek gerçekçi davranıyoruz.

Bu amaçla, partimizin politika başkanlıkları, iktidarımızın ilk 90 günlük ve ilk 360 günlük eylem planlarının hazırlıklarına yoğun bir şekilde devam ediyorlar .

Eylem planlarımızı açıklamaya tarım sektöründen başladık. İlk adımı toprağa attık.

Yaklaşık 20 alanda eylem planları açıklayacağız. Tarım sadece bunların ilkiydi. Sosyal politikalar, sosyal destekler, eğitim, sağlık, dijital dönüşüm, yargı, hukuk. Aklınıza gelen her alanda seçinden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 günü ve ilk 360 gününü hazırlıyoruz.

Tarımın stratejik önemde bir sektör olduğunun farkındayız. Ülkemizi olası su ve gıda krizlerine karşı hazır hale getirmeyi, bir vatandaşlık görevi olarak görüyoruz.

Ülkemizde herkesin sağlıklı, güvenli, yeterli ve dengeli beslenmesini sağlamayı hedefliyoruz. Tarladan sofraya dek daima üreticimizin yanında yer alıyoruz.

Peki, Tarımın DEVA’sı ne demek?

Kısa vadede, yani iktidarımızın ilk 90 günündeki eylem planımız, çiftçimize acilen rahat bir nefes aldıracak.

Bu kapsamda;
Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini çiftçimize geri vereceğiz.

Gübre maliyetinin yüzde 50’si oranında yani tam yarısı kadar destek sağlayacağız.

Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimize %50’ye varan oranlarda yem desteği sağlayacağız.

Elektriği çiftçimize daha ucuza temin edeceğiz.

Çiftçimizin kredi borçlarını faizsiz olarak 2 yıl erteleyeceğiz. İlk taksit 2 yıl sonra başlayacak.

Pandeminin, kur artışının ve bütün bu ekonomik krizin yükü şu anda çitçimizin sırtında. Borç üzerine borç, taksit üzerine taksit, faiz üzerine faiz ödüyor şu anda çiftçimiz. İşte bütün bunlar bizim ilk 90 günde hızlı bir şekilde çözeceğimiz konular.

Bunun yanı sıra, iktidarımızın ilk bir yılında yapacağımız 50’den fazla eylem planımız da hazır.

Bunların içinde neler var?

Atıl arazilerin üretime açılması, yağlı tohumlu bitkilerin üretiminin artırılması var.

Akıllı tarım ve robotik teknolojilerin geliştirilmesi, kuraklıkla etkin mücadele var.

Basınçlı sulama yatırımları, lisanslı depoculuk sisteminin yaygınlaştırılması var.

Tarım meslek liselerinin yeniden açılması var. Kadınlardan oluşan kooperatiflerin desteklenmesi var.

Yani arkadaşlar, toplam 56 adımda tarım eylem planımızı hayata geçirmeyi hedefliyoruz.

Çünkü biz, Türkiye’nin boş polemiklerle kaybedecek bir dakikasının dahi olmadığını biliyoruz.

Bizim farkımız bu.

“Hele bir iktidar olalım da sonra bakarız” deyip koltuk peşine düşen bir parti değiliz.

Biz, halkımız görevi verdiği gün, ilk dakikadan itibaren ne yapacağımızı biliyoruz, bunları açıklıyoruz ve bunların sözünü veriyoruz. Üstelik takvime bağlanmış şekliyle sözünü veriyoruz.

Hamasetle, kuru lafla, boş kavgalarla vakit kaybetmeden görevi teslim almaya hazırlanıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Biz 9 Mart 2020 günü;

Vatandaşlarımızın can güvenliğini, hak güvenliğini ve mal güvenliğini koruyan bir yönetim anlayışıyla yola çıktık.

Ülkemizin geldiği noktada üstümüze düşen sorumluluğun farkındayız. İşte bu yüzden, DEVA Partisi;

Demokrasimize karşı yönelen her türlü kalkışmanın karşısında dimdik duranların partisidir.

Milletin iradesini her şeyden ve herkesten üstün tutanların,

Koşullar ne olursa olsun, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden asla taviz vermeyenlerin partisidir.

DEVA Partisi,

Hiçbir vesayet odağına, siyasetin üstünde bir güç atfetmeyenlerin partisidir.

Halkımızın verdiği yetki dışında, meşru siyaset dışında, hiçbir yerde gözü olmayanların partisidir.

*****
Değerli arkadaşlar,

Şu anki kötü yönetimin en çok mağdur ettiği kesimlerin başında gençler geliyor.

Gençler fırsatını bulduğunda ya büyükşehirlere ya da yurt dışına gitmek, oralara yerleşmek istiyor.

Kendilerine doğdukları şehirde, doğdukları ülkede bir hayat planlayamıyorlar.

Neden?

Çünkü işsizler. Üstelik iş bulma ümitleri gün geçtikçe tükeniyor. Peki, Sayın Cumhurbaşkanı ne yapıyor?

Biliyorsunuz; kendisi fırsatını her bulduğunda gençlere evlilik çağrısı yapıyor.

Sayın Erdoğan,
Lafa gelince gençlere nasihatte bulunuyorsunuz da...

Siz gençlerin geçimini ailesinden aldığı harçlıkla sürdürmeye çalıştığını görmüyor musunuz?

Çalışma hayatına giren gençlerin düşük ücretlere mahkûm edildiğini görmüyor musunuz?

Durum buyken gençler nasıl aile kursunlar?
Siz ekonominin çarklarını bozduğunuz için gençler evlerine hapsoldu.

Her dört gençten biri ne okulda ne de işte; evde, evde. Ev gençleri diye bir toplum kesimi oluştu bu ülkede, ev gençleri. Daha çok gece yaşayan, gündüz uyuyan bir nesil. Niye? Çünkü gündüz annesiyle, babasıyla muhatap da olmak istemiyor. Gece herkes uyurken o ayakta başka şeylerle uğraşıyor. Yönettiğiniz ülkede- Yine Cumhurbaşkanı’na seslenmeye devam ediyorum: Yönettiğini ülkede gençler odalarından çıkamıyor, odalarından. Yönettiğiniz ülkede, gençler işsiz, gençler umutsuz, gençler korkuyor. Sorumluluğu hiç başka yerlerde aramayın. Öyle sağa, sola da sorumluluğu atmaya çalışmayın. Bakanları ortadan kaybederek, gece yarısı kararnameleriyle birilerini görevden alarak siz sorumluluktan kaçamazsınız. Çok istedi, çok. ‘Tek yetkili olayım’ dedi. ‘Tek imzayla her şeyi yapayım’ dedi. Ama siz tek yetkiliyseniz, tek imzayla ülkeyi yönetiyorsanız aynı zamanda tek sorumlu olduğunuzu da kabul etmek zorundasınız. Tek hesap verme makamında olan kişi olduğunuzu da kabul etmek zorundasınız. Öyle yağma yok. Bütün yetkiyi üzerimde toplayayım, problem çıktığı zaman bakanı değiştir, bürokratı görevden al. Öyle bir şey yok. Sorumluluk sizde, sizde.

Değerli arkadaşlarım, bakın daha yakınlarda bir ekonomik veri açıklandı. Son 20 yıldır ilk kez, ilk kez gayrimenkul yatırımları dışında, uluslararası doğrudan yatırımlar Türkiye’de eksiye düştü. Nisan sonu itibarıyla 12 aylık birikimli tutar tam 867 milyon dolar, 12 aylık birikimli tutar. Bu ne demek biliyor musunuz? Ben hükûmete göreve başlamadan önce, 2002’den önce bu ülkeye doğrudan sermaye girişi yıllık ortalama 1 milyon dolardı. Biz bunu aldık, tam 22 milyar dolara çıkardık, 22 milyar dolar. Hem kendi insanımız hem uluslararası yatırımcı geldi, Türkiye’ye harıl harıl sermaye getirdi. Yeni iş alanları açıldı, fabrikalar kuruldu, turizm tesisleri açıldı. Kendi insanlarımız oralarda iş buldu. O dönemde sanayicilerimiz, turizmle uğraşan yatırımcılarımız diyordu ki ‘Eleman arıyorum ama aradığım nitelikte eleman bulamıyorum’ diyordu. Böyle dönemleri yaşadı Türkiye. Ve maalesef, bakın ilk defa, 20 yıldır ilk defa Nisan sonu itibarıyla Türkiye’ye giren sermaye eksiye düştü. Eksi ne demek biliyor musunuz? Çıkan, girenden az demek. Yani bizim, kendi insanımız gidiyor, başka ülkelerde yatırım yapıyor demek. Kendi sermayedarımız gidiyor, başka ülkenin gençlerine iş imkânı sağlıyor demek. Eksi bu demek, eksi. Merkez Bankası rezervleri ekside, Varlık Fonu ekside, yatırımlar ekside, vatandaşın cebi ekside. Artıda hiçbir şey kalmadı memlekette. Gençlerimizin istihdama katılması için güven gerekiyor, güven. Yatırım gerekiyor, istihdam gerekiyor. Her şeyden önce de hukuk gerekiyor, hukuk.

İşte biz, bu kötü yönetime ve bu yanlış zihniyete ‘dur’ demek için geliyoruz. Reçete çok basit arkadaşlar, güven, güven, güven... Bunun için de hukuk devleti.

DEVA iktidarında, bu verimli topraklarda, fakirlik değil, işsizlik değil, yoksulluk değil;

Bereket akacak. Bolluk akacak. Refah akacak.

DEVA iktidarında dürüst ve işin ehli kadrolarla beraber aynı bir kabustan, kötü rüyadan uyanır gibi memleket aydınlığa uyanacak, refaha uyanacak, bolluğa uyanacak.

Biz hazırız.

Türkiye’nin DEVA’sı hazır.

Emaneti teslim almaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz her an halkımızın içinde, halkımızla beraber sorunların çözümü olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Bu vesileyle bir kez daha, Afyon il teşkilatımıza çalışmalarında başarılar diliyor, il binamızın hayırlı çalışmalara vesile olmasını temenni ediyorum.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

21 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Sincan İlçe Binası Açılış Konuşması

Sincan ilçe binası açılışı


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Ankara il teşkilatımızın ve Sincan ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Ankaralı gönüldaşlarımız,

Bu program vesilesiyle diğer illerimizden gelip bizlerle beraber olan kıymetli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Sincan ilçe binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizler ülkemizi il il, ilçe ilçe dolaşıyoruz.

Vatandaşlarımıza kulak veriyoruz. Partimizi anlatıyoruz.

Milletimizin sesi oluyoruz. Sorunlara çözüm, dertlere DEVA olmak için hazırlanıyoruz.


Bakın sadece geçtiğimiz 4 hafta içerisinde neler yaptık, nerelere gittik. Sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.

4 hafta önce programımıza İzmir’de başladık. İzmir il binamızın açılışını yaptık, arkasından Bursa'ya geçtik. Bursa'daki il binamızın açılışını gerçekleştirdik.

Daha sonra tarım lansman programımız için Adana’daydık, Mersindeydik, Konya’daydık. Ereğli ilçemize geçtik.

Daha sonra Yozgat’taydık, Yerköy ilçemizin binasının açılış törenini gerçekleştirdik. Daha sonra Ankara’mızın ilçesi Şereflikoçhisar'da aynı zamanda memleketimiz Şereflikoçhisar'da kongremizi gerçekleştirdik. Daha sonra ülkemizin Serhat illeri Kars'a gittik, Ardahan'a gittik. Bunların hepsi şu son 4 hafta yaptıklarımız.

Bu hafta başı Sarıkamış kongremizi gerçekleştirdik. Sarıkamış şehitlerimizi, şehitlik mekânında ziyaret ettik, ruhlarına Fatiha okuduk. Onlara olan minnetimizi, saygımızı tekrar ifade ettik.

Daha sonra Ardahan'daydık. Posof ilçemizin ilçe kongresini gerçekleştirdik. Ardahan’da ilçe başkanlıklarımızın açılışlarını gerçekleştirdik.

Dün ise güller diyarı Isparta'daydık. Merkez ilçe kongremizi gerçekleştirdik.

Şu anda bu haziran ayı boyunca sadece ben değil, tüm arkadaşlarımız sahada. Değerli arkadaşlarım DEVA Partisi bir kadro hareketi. Bu DEVA kadroları gelecek inşallah memleketimizin çözülmeyecek bir sorunu kalmayacak.

Bu DEVA kadroları her soruna çözüm her derde DEVA olacak. Hep beraber inşallah.

Değerli arkadaşlar, Ankara tabii ki başkentimiz ama aynı zamanda önemli bir tarım ilimiz. Ankara'da çiftçilik yapan tarımla uğraşan çok vatandaşımız var. Biz geçtiğimiz haftanın başında Tarım Eylem Planımızı açıkladık, Tarım Eylem Planı. Bu nedir? İlk seçimden sonra hükûmet kurulduktan hemen sonra ilk 90 günde ve ilk 360 günde tarımla ilgili, çiftçilerimizle ilgili, hayvancılıkla ilgili ne yapacağımızı detaylarıyla ortaya koyduk. Şu anda çiftçimiz büyük bir sorun yaşıyor. Maliyetler arttı, gübre fiyatı ikiye katladı, ilaç ikiye katladı. Mazot fiyatı arttı, yem arttı. Zamlar yüzde 50, yüzde 100, yüzde 200 bu mertebede. Aynı zamanda bu yaz kuraklık maalesef çiftçimizi vurmuş durumda ve bu eylem planımızda 56 tane madde var arkadaşlar, 56. Bunların hepsini tek tek yazdık ve takvime bağladık. 90 gün, 360 gün olarak takvime bağladık. Yani açığa söz söylemiyoruz. ‘Şunu yapacağız’ diyorsak onun tarihini, takvimini ortaya koyuyoruz. Ve bu bizi, DEVA Partisi’ni diğer tüm siyasi partilerden ayıran en önemli özellik. Laf üretmek kolay, biz iş üretiyoruz, iş.

Bu eylem planımızda ne var, eylem planımızda neler var? Dedik ki ‘Gübrenin tam yarısını biz devlet olarak karşılayacağız’ dedik, tam yarısını. Yem ücretinin, yem maliyetinin yarıya yakını yemden yeme değişiyor, biz devlet olarak karşılayacağız dedik. ‘Mazottaki Özel Tüketim Vergisi’ni çiftçimize aynen iade edeceğiz’ dedik. ‘Vergiyi iade edeceğiz’ dedik. Çiftçimizin kredi borcu var. Faiz üzerine faiz ekleniyor şu anda, faiz üstüne faiz. Biz, çiftçimizin borcunu iki yıl faizsiz öteleyeceğiz. İlk taksit 2 sene sonra başlayacak. Kuraklık var, kriz var. Hükûmet kredi üzerine kredi, yeniden yapılandırması yapılıyor. Eski borcun üzerine faiz ekliyor, ‘Yeniden borçlandı’ diyor. Eski borcun üzerine bir faiz daha ekliyor bir daha borçlandırıyor. Böyle bir şey yok. Biz çiftçimizin borçlarını faizsiz olarak iki yıl öteleyeceğiz.

Değerli arkadaşlarım şu anda bizim açıklamış olduğumuz Tarımın DEVA’sı paketi altında açıklamış olduğumuz eylem planı yaklaşık 20 eylem planından sadece bir tanesi. Her alanda hazırlık yapıyoruz. Yaklaşık 20 kadar eylem planı açıklayacağız. Esnaf ve KOBI ile ilgili, eğitimle ilgili, sağlıkla ilgili, hukuk, adalet, yargı meseleleri ile ilgili. Aklınıza gelen her alanda yapacaklarımızı takvime bağlayıp açıklıyoruz. Bu yıl boyunca her ay 2-3 eylem planı açıklayarak vatandaşlarımızın karşısına hazır bir kadroyla, hazır bir plan ve programla çıkmış olacağız.

Değerli arkadaşlarım, biz genç kadrolarımızla işbaşına geleceğiz. Biz kadın kadrolarımızla işbaşına geleceğiz. Biz hem tecrübesi olan hem de siyasete ilk defa DEVA Partisi çatısı altına giren arkadaşlarımıza inşallah işbaşına geleceğiz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz DEVA Partisi’ni kurarken çok temel bir ilkeyle yola koyulduk.

Demokrasi için, milletimizin sesini egemen kılmak için yola koyulduk.

Ülkemizde yaşayan her bir vatandaşımızın haysiyetini korumak için yola koyulduk.

Vatandaşlarımızın can güvenliğini, hak güvenliğini ve mal güvenliğini koruyan bir yönetim anlayışıyla yola koyulduk.

Üstümüze düşen sorumluluğun farkındayız.

DEVA Partisi;

Demokrasimize karşı yönelen her türlü kalkışmanın karşısında dimdik duranların partisidir.

Milletin iradesini her şeyden ve herkesten üstün tutanların,

Koşullar ne olursa olsun, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden asla taviz vermeyenlerin partisidir.

DEVA Partisi,

Hiçbir vesayet odağına, siyasetin üstünde bir güç atfetmeyenlerin partisidir.

Halkımızın verdiği yetki dışında, meşru siyaset dışında, bir yerde gözü olmayanların partisidir.


*****

Değerli arkadaşlar,

Birkaç ay önce, mevcut kötü yönetimin ülkemizi hızla 1990’lı yılların karanlığına sürüklediğini söylemiştim.

İktidarı uyarmıştım, “Bakın böyle giderse memleketimiz o 90'ların karanlığına gidecek” demiştim.

Değerli arkadaşlarım, ne yazık ki ülkemiz şu anda 90'lı yıllardan daha beter duruma düşmüş durumda. 90'lı yılları arayan bir duruma gelmiş durumdayız. O yıllarda hatırlayın bir Susurluk hadisesi olmuştu, Susurluk. Bir trafik kazasında bir arabanın içinden bir siyasetçi, bir bürokrat, bir de suç örgütünün başı çıkmıştı ülkede yer yerinden oynamıştı. Hemen 5 gün sonra İçişleri Bakanı istifa etmişti. Devlet Denetleme Kurulu hemen devreye girmişti. Mecliste komisyonlar kurulmuştu. "Bu nasıl olabilir? Bir arabanın içinden nasıl çıkar bu üç kişi?" diye. Şu anda bakıyoruz mafya, çete, suç örgütleri ortalıkta cirit atıyor. Her yere pislikler saçılıyor. Bu hale geldi ülke. Maalesef değerli arkadaşlarım buna çok çok üzülüyoruz. Hem kızıyoruz hem de üzülüyoruz bu olup bitene.

Bakın şu anda 28 Şubatçılar çıkıp diyor ki "Bu iktidar gemisinin rotasını biz çiziyor biz" diyor, Perinçek. Hatırlayın üçüncü ortağı, iktidarın üçüncü ortağı. Diyor ki "Bunun rotasını biz çiziyoruz” diyor. Mafyayla kol kola girenler gemide oturuyorsa, dümendeki kişi hukuku hiçe sayıyorsa ve 28 Şubatçılar bu geminin rotasını çiziyorsa işte o ne demek? Ülke 1990'lardan da daha kötü bir duruma düştü demek.

Değerli arkadaşlarım,

Bu hükûmet ülkemizi bir korku tüneline hapsetti.

Ülkemizi getirdikleri yerde;

Bir siyasi partinin il binasında, gündüz gözüyle, cinayet işleniyor.

Siyasal şiddet her sokak başında karşımıza çıkıyor.

Gazeteciler ve siyasetçiler tehdit ediliyor. Fiziksel şiddete uğruyor.

Mafyaya özel af çıkarılıyor. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının esamesi dahi okunmuyor.

Milletimiz ekonomik krizi iliklerine kadar hissediyor.

İşsizlik artıyor. Yoksulluk can alıyor. Bu ülkede yoksulluk intiharları başladı. RTÜK televizyonlara yazı gönderdi bu yoksulluk intiharlarını yayınlamayın, diye. Yoksulluktan çaresizlikten kendini canın kıyan insanların ülkesi oldu Türkiye.

Daha birkaç yıl önce, 2018 seçimlerinde ne vadediyorlardı?

‘Ülke büyüyecek’ diyorlardı. ‘Koalisyonlar dönemi bitecek’ diyorlardı. ‘İstikrar sağlanacak’ diyorlardı.

Koalisyona bakalım. Koalisyon dönemi bitti mi?

Krizlerin ortağı Sayın Bahçeli istiyor; mafyaya özel af çıkarılıyor.

Bu mu koalisyonların bitmiş hali?

Değerli arkadaşlar bakın Sincan’dayız. 28 Şubattaki O tankların yürütüldüğü sokaklardayız.

O günlerden kurtulmak için milyonlar Sayın Erdoğan’a destek vermişti değil mi?

Bakın şimdi ne oluyor? 28 Şubat’ın karanlık koridorlarına destek vermiş̧ Perinçek, ‘İktidarın rotasını ben çiziyorum’ diyor.

Bu mu koalisyonların bitmiş hali?

*****

Değerli arkadaşlarım,

Sayın Erdoğan’ın yanında sadece bu iki ortak yok. Üç-beş kişi daha var.

Biliyorsunuz, kendisinin yanında kümelenen üç-beş zengin var.

Hani “ülkemiz büyüyecek” diyorlardı ya.

Büyüyen, zenginleşen sadece bu üç beş zenginin cüzdanı oldu.

Hatta belli ki sadece o cüzdanlar Türkiye’de de dolmuyormuş. Başka ülkelerde de belli ilişiklerle o cüzdanın daha da dolması sağlanıyormuş. O Azerbaycan’da yayınlanan videoları gördük. O beşli firmaların neler yaptıklarını gördük, görüyoruz.

Şu anda baktığımızda değerli arkadaşlar, zenginlerin daha zengin olduğu dönemdeyiz. Onların kasası gün be gün doluyor. İstikrar vadediyorlardı değil mi? Bizim üç yıldır gördüğümüz devlet yönetiminde istikrarlı bir çürüme, başka bir şey değil. Eğer bir istikrardan bahsediyorsak, istikrardan o istikrar sadece çürümede var. Sürekli, istikrarlı bir şekilde çürüme var şu anda memlekette.

Bakın, bir suç örgütü lideri ortaya bazı iddialar atıyor.

İddialara göre; suç örgütlerinin liderleri, siyasetçiler, bürokratlar, iş insanları ve medya mensupları arasında akla hayale sığmayacak bir şebeke kurulmuş.

Televizyonlarda sıkça görünen bir gazeteci, bir iş insanı ile adli makamlar arasında arabuluculuk yapmaya kalkmış.

Devlet içi kliklerden söz ediliyor. Milyon euro‘lar havada uçuşuyor.

Bir yandan vatandaşımız, emeklimiz, sabit gelirlimiz bu zor geçim şartları altında yaşamaya çalışırken, bir yandan da siyaset, bürokrasi, suç örgütleri, medya konuşurken hep milyon euro‘lardan bahsediyor. Ben o aradaki ilişkide Türk lirası duymuyorum. Konuşulan hep milyon euro, milyar dolar.

Peki, bütün bu olanlar karşısında Sayın Erdoğan ne yapıyor?

Kendisi suspus.

Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan’a bazı sorular sormuştuk. Kendisi sorularımızı hâlâ yanıtlamadı.

Ben şimdi bir de Sincan’da, siz değerli hemşehrilerimin huzurunda sormak istiyorum:

Sayın Erdoğan;

Bir televizyon kanalı, bir şirket böyle iddiaların sorumluluğunu taşıyamadı ve yanlarında çalışan gazeteci ayrılmak zorunda kaldı.

Haftalardır tüm iddiaların etrafında dolandığı bir kabine üyesinin yükünü siz nasıl taşıyorsunuz? Bu millet buna mı layık?

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti, bir televizyon kanalı kadar itibar hak etmiyor mu?

Tek bir iddia var, tek bir gazeteci var ayrılmak zorunda kalıyor. Öbür tarafta iddialar ortaya saçılıyor. Burada mesele Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibari. Bu ülkenin iç güvenliğini sağlamakla görevlendirirmiş bir bakanın etrafında dönüp dolaşan onlarca iddia var.

Ben buradan Erdoğan’a soruyorum.

Sizin yönetiminizde bakanlar, yargı mensupları veya bürokratlar, devlet içinde bir çete faaliyeti mi gerçekleştiriyor?

Sizi desteklemek için yapılan haberlerin finansmanı usulsüzlüklerle mi sağlanıyor?

Sizi medyada tetikçiler mi savunuyor?

Sizin yönetiminizde, kamu kaynakları iktidarınıza yakın dar bir zümreye mi aktarılıyor?

Cevap verin.

Değerli arkadaşlar,

Ben bu soruları sadece DEVA Partisi adına sormuyorum. Sayın Erdoğan’a oy veren, onu destekleyen milyonlar adına da soruyorum.

Çünkü bu soruları sormak benim görevim.

Bu soruları sormak bir zamanlar AK Parti’ye gönül vermiş tüm vatandaşların hakkı.

Hatırlarsanız,

20 sene önce, bu millet Sayın Erdoğan’ı yaşanan çürümeye karşı bir umut olarak görmüştü. Bunun için desteklemişti.

İşin ehli kadrolar olarak bizler de o dönemde milletimizin bu beklentisini boşa çıkarmamıştık.

Ne mutlu bize ki hem milletimizin güvenini boşa çıkarmadık, hem de hiçbir zaman gayrimeşru işlerle adımız anılmadı. Bugün Edirne’ye gidiyoruz anlımız açık, başımız dik geziyoruz.

Kars’a, Ardahan’a gidiyoruz anlımız açık, başımız dik geziyoruz.

Hakkâri, Yüksekova, Şemdinli’ye gidiyoruz anlımız ak, başımız dik geziyoruz.
Ege’ye gidiyoruz İç Anadolu’ya gidiyoruz DEVA kadroları, DEVA’nın tertemiz kadroları anlı açık, başı dik yürüyor Türkiye’nin dört bir yanında.

Ancak bugün görüyoruz ki,

Sayın Erdoğan; umudunu AK Parti’ye bağlayan, devlet yönetiminde şeffaflık, dürüstlük ve liyakat isteyen milletimize, verdiği sözü tutmadı.

Bu milletin kendisine verdiği desteği boşa çıkarttı. Halkımızı hayal kırıklığına uğrattı. Kendisine duyulan güveni yok etti.

Değerli arkadaşlarım;

Bakın, 28 Şubat karanlığı toplumsal hafızamızda derin bir travmaya yol açmıştı.

Sincan da o acıyı en yakından hisseden ilçemizdi.

O yıllarda temiz ve güzel insanlar yıllarca üniversite kapılarında, adliye koridorlarında hak ve hukuk mücadelesi verdi.

Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla anılan ülkemizi hak ettiği noktaya çıkarmak istedi.

Ancak o günlerde “3Y ile mücadele edeceğiz” diyenler, ülkemizi giderayak 3Y çukuruna düşürdü.

Çünkü artık ülkeyi yöneten kadrolar dürüst ve işin ehli insanlar değil.

Kim olursa olsun, devleti yönetenler, üst düzey bürokrasi, siyasetçiler, her iki vasfı birden üzerinde taşıyan insanlardan oluşmak zorunda. Tek tek herkesin devlet yönetiminde hem dürüst hem de işin ehli olması lazım. Şu anda Sayın Erdoğan ve çevresine baktığımızda yaptıkları yanlışları durduracak, “Hayır, olmaz öyle” diyecek bir kişi bile kalmadı.

Bakın bizler ben ve arkadaşlarım hükûmetteyken, meclisteyken sadece yaptıklarımıza katkıda bulunmuyorduk. Bir de yanlışları önleyerek katkıda bulunuyorduk. Yanlışları önlemenin mücadelesini veriyorduk.

Bakın bizim çok sayıda siyasete ilk defa DEVA Partisi ile başlayan arkadaşımız var. Kendi işlerinde ehil, düzgün insanlar. Ama bir de başka partilerde bulunmuş, hükûmette bulunmuş, mecliste bulunmuş arkadaşlarımız da var. Bizler doğruların mücadelesini verdik bir de yanlışları önlemenin mücadelesini verdik. Bizim sadece yaptıklarımız değil yanlışlara engel olmak için verdiğimiz mücadele de çok önemli mücadeleydi arkadaşlar. Şu anda böyle bir şey kalmadı, herkes suspus, korkuyor. Zaten kadrolar da ona göre oluşturuluyor. “Sesi çıkmasın, fazla itiraz etmesin. Bir de bunlarla mı uğraşacağım?” diyor. “Bunlarla beni uğraştırmayın” diyor. Yat deyince yat, kalk deyince kalk kadrolar oluşturdu etrafında. Bunun için işler kötü gidiyor, bunun için hizmet üretemiyor. Bunun için sorunlar çözülemiyor.

Sayın Erdoğan’a soruyorum

Yola birlikte çıktığınız arkadaşlarınızdan kaç̧ kişi kaldı yanınızda?

Şöyle bir sağınıza solunuza dönün bakın, arkanıza dönüp
Bakın.

Lafa gelince “yola çıktıklarımızı yolda bulduklarımıza değişmedik” diyorsunuz.

Bu mu değişmeyen hâliniz? Kim kaldı yanınızda?

Kusura bakmayın da daha bundan 3-5 sene önce size ağır hakaretler eden bir parti Genel Başkanı yanınızda ortak. Yine size en ağır hakaretleri eden bir başka partinin genel başkanı şu anda sizin kabinenizde bakan. 28 Şubat’ın karanlığından çıkan, o dönemin destekçisi bir üçüncü partinin Genel Başkanı da yanınızda ortak “Geminin rotasını ben çiziyorum” diyen.
“Nereden nereye?” diyor ya. Bende söylüyorum işte “Nereden nereye?” Bu mu değişmeyen kadro?

Ve değerli arkadaşlarım, gerçekten Türkiye’nin şu anda ihtiyacı yepyeni bir siyasi hareket. Biz eğer mevcut partilerden herhangi birisiyle Türkiye’nin çıkışı olacağına inansaydık hiç gocunmazdık, giderdik bu memleket için, bu ülke için çalışanlara destek verirdik. Böyle bir şey göremedik.

*****

Değerli arkadaşlarım;

Buradan açıkça, bir zamanlar Sayın Erdoğan’a güvenip oylarını esirgemeyen vatandaşlarımıza sesleniyorum. Vaktinde AK Parti‘ye gönül vermiş dostlarımıza sesleniyorum.

Sizlerin haktan, hukuktan vazgeçmediğinizi biliyorum.

Ortaya dökülen tüm kirli ilişkilere tepki gösterdiğinizi biliyorum.

Mafyanın siyasi gündemi belirlediği, siyasetçilerin çetelerle iş tuttuğu bu günleri içinize sindirmediğinizi biliyorum.

Tüm bu adaletsizlikleri, tüm bu baskıyı sineye çekmediğinizi de biliyorum.

“28 Şubat karanlığını üstümüzden alsın” dediğiniz insanların, 28 Şubatçılarla beraber yol yürümesinden rahatsız olduğunuzu biliyorum.

Sizlerin, bu yoksulluğa layık olmadığınızı da biliyorum.

Sizlerin, bu çaresizliğe mahkûm olmadığınızı bilmenizi istiyorum. Türkiye bu krizlere mahkûm değil. Bu olanlar bazen deniyor ki "Ya işte kader" oluyor. Mesela ne diyorlar? Susuzlukla alakalı "Allah yağmur vermedi." Doğru, yağmur Allah'ın takdiri ama o kurak toprakları siz suyla zamanında niye buluşturmadınız? Niye yatırımları yapmıyorsunuz?

Bakın 2019 ve 2020'de sulama yatırımları 2018'e göre tam yarıya yarıya düştü, sulama yatırım bütçesi. Biz arkadaşlarımız hesap ettik, tam 22 milyar dolara Türkiye de sulanma sık bir karış arazi kalmıyor, 22 milyar dolara. Fakat şimdi Sayın Erdoğan tutturmuş ne diyor? "İnadına Kanal İstanbul yapacağım, inadına" diyor. En az 20 milyar dolar maliyeti var. 60 milyar dolara kadar çıkıyor. Biz de diyoruz ki ya bu inada gerek yok, şunu biraz ertele. Bakın kuraklığın olduğu bir yıl yaşıyoruz. Şöyle gitse, Anadolu'da 2- 3 vilayet ziyaret etse, 8-10 tane çiftçiyi dinlese Kanal İstanbul'u erteler. Bunu yapmıyor. Çünkü etrafındaki şebeke diyor ki "Ya burada rant var, rant. 500 bin kişilik şehir kuracağız" diyor. "Sincan kadar aşağı yukarı bir şehir kuracağız" diyor. "Burada çok para var" diyor. "Hepimiz kazanacağız" diyor. Ya 16 milyonluk şehre İstanbul'a 500 bin kişilik bir şehir daha ilave etmenin acelesi ne? Rant, rant. Bir de o etrafındakiler de neyi görüyor, "ya bu iş galiba yavaş yavaş bitiyor. Bu iktidarın sonuna da geliyoruz. Hazır bunlar işbaşında iken hazır hala yönetimdeyken, acaba son birkaç ihale daha alabilir miyiz? Birkaç büyük proje daha başlatıp oralardan bir şeyler elde edebilir miyiz?" Etrafını işte böyle insanlar sarmış durumda. Mesele de tam burada.

Biz buradan bakın, tekrar çağrı yapıyoruz. Bırakın şu inadınızı. O Kanal İstanbul'a ayıracağınız parayı derhal ama derhal bu ülkenin sulama projelerine ayırın. Bir an önce bu ülkenin toprağı suyla buluşsun, çiftçimizin yüzü gülsün. Böyle bir şey olur mu?

Bakın değerli arkadaşlar,

Sizler, hepiniz bu ülkede yapılan haksızlıklara göğüs germiş̧ insanlarsınız.

Sizler, verdiğiniz haysiyet mücadelesini zaferle taçlandırmış̧ insanlarsınız.

Biliyorum, bir kez daha bu ülkede herkes için hak, herkes için özgürlük, herkes için refah diye ortaya çıkacak insanların içinde yine sizler de olacaksınız.

Gelin eski mağdurların, yeni mağduriyetlere sessiz kalmayacağını gösterelim.

Gelin hakkı, adaleti herkes için hep birlikte isteyelim.

Gelin bu mafya-siyaset-bürokrasi-medya dörtgenine bir kez daha son verelim.

Bakın bunu yaptık. 2002 seçimlerinden sonra uzunca bir süre hiç duyuyor muydunuz? Mafya, çete, uyuşturucu ticareti. Ha bunlar hiçbir zaman sıfırlanmaz onu da söyleyeyim. Gerçekçi olmak lazım. Her ülkede bunlardan az ya da çok olur. Ama bazı ülkelerde gerçekten çok zor iş yaparlar, ‘Çok dar bir alana sıkışıp kalırlar’ devletin denetimiyle. Ama bazı ülkelerde de çok rahat iş yaparlar, bunlara geniş alan açılır. İşte biz bunların alanını daraltmıştık. Ama bunların alanını daraltmak için ne gerekiyor biliyor musunuz? Öncelikle o ülkenin, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın sapasağlam durması lazım. “Kardeşim ben bu ülkede mafyaya, çeteye göz açtırmam” deyip masaya yumruğu vurması lazım. Bunu yapmıyor, yapamıyor. Belli ki ilişkiler çok farklı noktalara gelmiş. Bunu da görüyoruz ve üzülerek izliyoruz.

Ama değerli arkadaşlarım bakın,

Korkmayın ve unutmayın;

DEVA Partisi varken kimse sizin hakkınıza göz koyamaz.

Helal tek bir lokmanızı kimse elinizden alamaz.

DEVA Partisi herkesin can güvenliğinin, hak güvenliğinin ve mal güvenliğinin garantisidir.

Senelerce mücadele ederek kazandığınız hakların hepsinin teminatı biziz. Biz bunun garantisiyiz, bunun kefiliyiz. Kimse korkmasın.

Acaba bunlar giderse şimdi elimizdekini de kaybeder miyiz? Acaba daha kötüsü olur mu? Bu hissiyat da var, ben bunu biliyorum. Acaba daha kötüsü olur mu hissiyatı. Hiç korkmayın ya hiç korkmayın, inanın çok daha iyisi olacak. Yeter ki şu ağır gölgeden bir kurtulalım. Yeter ki memleket şu karanlıktan bir çıksın ve inanın bir kâbustan uyanma hızında memleketimizin sorunları çözülmeye başlar arkadaşlar. Nasıl bir kâbus görür bir kötü rüya görür insan, korkulu rüya görür ama uyandığı anda tabi rahatlar. İnanın bu memleketin, bu ülkenin düzelmesinin hızı bu kadar çabuk olacaktır.

Formül belli, dürüst ve işin ehli kadroları işbaşına getireceksiniz. Alacağınız kararlar istişare ile alacaksınız. Bin biliyorsanız bir bilene soracaksınız. Biz böyle yönettik. Yıllarca böyle çalıştık. Onun için başarılı olduk.

Bakın bu ülkenin kişi başına düşen milli geliri 3500 dolardı, ben bakan olduğum gün 3500 dolar. 12600 dolara çıkarttık ve o gün dedik ki ‘2023 için hedefimiz 25 bin dolar’ dedik. Ya dedik ki ‘İlk 10 yılda bu milli geliri dörde katladıysak ikinci 10 yılda da herhalde en az ikiye katlarız’ dedik. Ama ne oldu? Geçen yıl 8500 dolar. 14 sene öncesine döndü milli gelir, 14 sene öncesine. 2023 hedefi koydular, şu anda ne kadar biliyor musunuz? 10 bin dolar. Ya biz 11 sene önce 2023'e 25 bin dolar hedef koymuşuz bunların şu andaki hedef 10 bin dolar. Sebep? Kötü yönetim. İnanın başka hiçbir sebep yoktur. Türkiye ile mukayese edilebilen her türlü ülke hızla kalkınıyor arkadaşlar büyüyorlar. Türkiye ise sürekli geri sayıyor, patinaj yapıyor.

Ama değerli arkadaşlarım şu konuda içiniz rahat olsun

Artık bir dönem kapanıyor.

Ülkemizin hiçbir sorununu çözemeyen, ülkemize korku ve baskıdan başka hiçbir vaat sunamayan iktidarın dönemi artık kapanıyor.

Dönülmez akşamın ufkundayız.

Biz Türkiye’yi içinde olduğu çukurdan en kısa sürede çıkartacağız. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Şu anda bütün siyasi partilere bakın, en güçlü hukuk ekibi bizde arkadaşlar, en güçlü. En güçlü ekonomi ekibi bizde. Zaten memleketin en önemli iki sorunu değil mi? Adalet ve hukuk sorunumuz var özgürlük sorunumuz var bir de ekonomi sorunumuz var.

Bakın ben her konuda bu kadar iddialı konuşmam ama mesele kadro olunca iddialı konuşurum. Her türlüde bahse varım. Şu andaki en güçlü hukuk ekibi de bizde, en güçlü ekonomi ekibi de bizde. Biz çözeriz.

DEVA hareketinin büyük bir değişime önderlik yapacağını çok iyi biliyoruz.

Ülkemizi bir avuç çetenin, mafyanın ve suç örgütlerinin cirit attığı bir ülke olmaktan kurtaracağız.

Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

DEVA Partisi hukukun üstünlüğünü sağlayacak ve ülkemizi topyekûn zenginleştirecek.

Tam 11 yıl bu arkadaşınız bu ülkenin ekonomisinin başında oldu. O dönemde emeklilerimiz 5-6 aylık maaşını biriktirip yurt dışında bir hafta, 10 gün tatil yapabiliyordu. Gençlerimiz, öğrencilerimiz harçlıklarını biriktirip trenle de olsa yurt dışı turu yapabiliyordu. Paramızın satın alma gücü vardı. Paramızın itibarı vardı.

Bunlar ne diyor? İki lafın başı milli-yerli, milli-yerli. Dolar olmuş 8,70 kuruş, Euro 10 lirayı geçmiş. Paramız pul olmuş. Ben soruyorum Sayın Erdoğan’a: Nerede millilik, nerede yerlilik? Hani bizim yerli paramız? Hani bizim milli paramız? Ne oldu? Bir çeyrek altın kaça arkadaşlar, çeyrek altın? Emeklilerimiz geliyor yanımıza, diyor ki “Ben bir emekli maaşımla 6 tane çeyrek altın alıyordum. Şimdi 3 tanesine param yetmiyor” diyor. Ne demekmiş? Para pul olmuş, para pul. Bizim kendi paramızı, yerli paramızı pul etmek millilikte değildir, yerlilikte değildir.

Biz hazırız, Türkiye’nin DEVA’sı hazır. Emaneti teslim almaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz her an halkımızın içinde, halkımızla beraber sorunların çözümü olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Bu vesileyle bir kez daha, Sincan ilçe teşkilatımıza çalışmalarında başarılar diliyor, ilçe binamızın hayırlı çalışmalara vesile olmasını temenni ediyorum.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

18 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Isparta 1. Olağan Merkez İlçe Kongresi Konuşması

Isparta Merkez 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Isparta il teşkilatımızın ve merkez ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Ispartalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Isparta Merkez ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin başında Isparta Merkez ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Dün Isparta’nın çok değerli bir evladının ebediyete intikalinin 6. yıldönümüydü.

Merhum Süleyman Demirel, İslamköy’den başlayan hayat yolculuğunu siyasi tarihimize 40 yıllık bir iz bırakarak tamamladı.

9. Cumhurbaşkanı Demirel, bilimin ve teknolojinin yanında yer alan, içinde yetiştiği Anadolu halkının gönlünde taht kuran değerli bir siyasetçiydi.

Merhum Demirel’i, doğup büyüdüğü bu topraklarda, siz değerli hemşehrilerinin huzurunda bir kez daha saygıyla ve rahmetle anıyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bir süredir ülkemizin gündeminde vahim iddialar var.

Bir suç örgütünün başındaki şahıs tüyler ürpertici iddialar ortaya atıyor.

Bölüm bölüm videolar, tweet’ler paylaşılıyor.

Vatandaşlarımız da biraz merakla, endişeyle ve üzülerek izliyor bütün bunları.

Ne yazık ki, ülkemizin, suç örgütlerinin oyun alanına çevrildiğini görüyoruz.

Dahası, bu ülkeyi yönetenlerin, bir yandan vatandaşlarımızı korku egemenliğine hapsederken, diğer yandan da suç örgütlerine ayrıcalık tanıdıklarını, bu örgütlere geniş bir hareket alanı açtıklarını üzülerek görüyoruz.

Hukuku hiçe sayanların, ülkemizi nasıl bir bataklığa soktuklarını artık daha iyi anlıyoruz.

Hukuka uymamayı güya marifetmiş gibi anlatanların, bizzat ülkenin cumhurbaşkanı tarafından korunup kollanmasının, yakıcı yansımalarıyla karşı karşıyayız.

*****

Değerli arkadaşlarım;

Hangi sorundan bahsedersek edelim, sorunu çözmek için, sorunun kökündeki nedenlere inmek gerekir.

Sorun nedir biliyor musunuz?
Sorun; kirli bir siyaset alışkanlığının varlığıdır.

Sorun; bu kirli siyaset alışkanlığının, hukukun üstünlüğü ilkesini katletmesidir.

Sorun; bu kirli siyaset alışkanlığının, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına kastetmesidir.

Sorun; basın özgürlüğüne ağır bir darbe vurulması, sivil toplumun sindirilmesi ve susturulmasıdır.

Bakın,

Çok sayıda iddia ortaya saçılıyor. Ama yargı suspus.

Üstelik yargı üyelerine yönelik iddialar da dolaşıyor.

Ama herkes suspus.

Çünkü ta işin en başındakiler, ülkeyi yönetenler suspus.

Milletin karşısına çıkıp devlet vakarıyla iddialara cevap verecekleri yerde, ne yapıyorlar?

Devletin bekası söyleminin arkasına sığınarak, insanların aklıyla alay ediyorlar.

Kimse kusura bakmasın;

Bu ülkenin bekası mafyayla, suç örgütleriyle iş birliği yaparak sağlanmaz.

Bu ülkenin, bu milletin bekası hukukla sağlanır, adaletle sağlanır. Hukuk içinde kalarak sağlanır.

Bir söylem var biliyorsunuz ne diyorlar "Mesele vatansa gerisi teferruattır." Hepimiz bu vatanı çok seviyoruz ama vatan sevgisini istismar edip ‘Gerisi teferruat’ diyerek hukuku ayaklar altına almak, hukuk devleti çerçevesi dışına çıkmak, mafyayla, çeteyle, suç örgütleriyle iş birliği yapmak, vatanı sevmek değildir arkadaşlar.

Bakın bizim ilk meclisimiz ne zaman kuruldu? 1920. Bir yandan cephede Kurtuluş Savaşı verilirken bir yandan bizim ilk meclisimiz her gün açıktı. Her gün o mecliste tartışmalar yapılırdı, kararlar alınırdı. Bu kararlar yazılı hale getirilirdi. Hatta ara ara bunu eleştirenler çıkıyordu o dönemde. Ya bir yanda savaş var bir yandan siz burada mecliste kanuna ne ulaşıyorsunuz diye. Hâlbuki o günün sağduyulu insanları ne diyorlardı? "Cephede bizi güçlü kılacak, buradaki hukuktur" diyorlardı. O gün "Mesele vatansa, gerisi teferruat olur. Kapatalım şu meclisi yürüyen gidelim" demiyorlardı.

Değerli arkadaşlarım,

Hukuk devleti çerçevesinden çıkmanın hiçbir mazereti olamaz. Şu anda meclis, hükûmetin elinde değil mi? İsteyip de çıkaramadıkları hangi yasa var? Bugün Cumhurbaşkanı’nın talimat verip de meclisin yapamayacağı ne var? Atılacak her adımın hukuk içerisinde yapılması lazım. Kurallı bir yönetim anlayışının hâkim olması lazım ülkede.

*****
Değerli arkadaşlar;

Şu kulaklarını tıkadıkları, üstüne yattıkları konulara bir bakalım, neler olmuş?

İddialara göre; tabii bunlar iddia, itham. Ama bu iddialarda bulunan da, bu ithamlarda bulunan da suç örgütünün başı ve bizzat bu suçların içindeki kişi. Onun için zaten takip ediliyor, onun için dinleniyor ‘Bakalım ne diyecek?’ diye.

Suç örgütlerinin liderleri, siyasetçiler, bürokratlar, iş insanları ve medya mensupları arasında akla, hayale sığmayacak bir düzen kurulmuş.

Televizyonlarda sıkça görünen, halkımızın her gün ekran başına geçip izlediği bir gazeteci, bir iş insanı ile adli makamlar arasında arabuluculuk yapmış.

Ortada devlet içi kliklerden söz ediliyor. Milyon euro’lar havada uçuşuyor.

Bir yandan gittiğimiz her ilde, her ilçede vatandaşlarımız geliyor ‘Ben işsizim’ diyor. Emeklimiz geliyor ‘Ben 1500 lirayla, 1600 lirayla nasıl geçineyim?’ diye bize soruyor. Bir yandan da hukuk dışında o kirli siyaset anlayışının egemenlik alanında milyon euro’lar havada uçuşuyor.

Deniyor ki; ‘O gazeteci, bu iş insanının yargıdaki meselesini çözmek için 10 milyon euro istemiş.’

Başka ne diyorlar?

Büyük bir medya grubu, siyasi bir talimatla el değiştirmiş. 750 milyon dolar gibi bir rakam. Neredeyse 1 milyar dolara yakın yani. Rakama bakın. Bu işin finansmanı da yine siyasi bir talimatla sağlanmış.

Daha neler, neler...

Ha bu arada milletimiz fakirleşmiş, vatandaşlarımız yatağa aç yatıyor hiç kimsenin umurunda değil. Kirli siyaset anlayışı, bu güç zehirlenmesi bunlarla uğraşıyor, bunlarla.

Değerli arkadaşlarım;
Bu vahim iddialar ne anlama geliyor biliyor musunuz?

Basını susturmuşlar.

Yargıyı susturmuşlar.

İş dünyasını susturmuşlar.

Tüm bu düzen içinde hâlâ mesleğini layıkıyla yapmaya çalışan gazeteci arkadaşlarımı tenzih ederek söylüyorum:

Basının çetelerle iş tuttuğu bir yerde hukuk olmaz.

Basın özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasi işlemez.

Hep söylüyorum; özgür basın hayat kurtarır.

Nitekim değerli arkadaşlar, aylardır bu iddialar karşısında doğru dürüst işlem yapan bir yargı da yok.

Biliyorsunuz; tüm bu çirkin, kokuşmuş, suç örgütleriyle iç içe geçmiş olaylar, kabineden bir ismin etrafında böyle dönüyor dolaşıyor, dönüyor dolaşıyor .

Biliyorsunuz iki kere canlı yayına çıktı. Hatta sonraki iddialarda adı geçen gazetecilerden biri de vardı karşısında.

Bakın, ilişki yapısına bakın, kumpasa bakın. Ama bu kumpas değerli arkadaşlar, tüm halka karşı kuruluyor, tüm halka. Soru soran da iddiaların içinde, soruyu cevaplayan da bu iddiaların içerisinde. Tiyatro, tiyatro düzeneği kurmuşlar. Millete uzun uzun böyle episode’lar halinde, bölümler halinde Netflix serisi gibi izletiyorlar bunlar. Bugün o gazetecinin yükünü çalıştığı medya grubu taşıyamadı, takip etmişsinizdir. Ve en sonunda istifa etmek zorunda kaldı. Bakın bir gazeteci ama bu iddialar karşında onun işvereni ‘Ben bu yükü çekemem’ dedi, ‘Arkadaş’ dedi. Onunla ilgili iddiaların kaç katı iddiaların tam da ortasında adı geçen o bakanın yükünü Sayın Cumhurbaşkanı hâlâ nasıl çekiyor? Ben anlamıyorum. Hâlâ o yükü çekiyor. Ve ben şimdi kendisine sormak istiyorum: Sayın Erdoğan, siz bu yükü taşımaya gerçekten devam edecek misiniz? Ülkenin iç güvenliğini sağlamakla görevlendirdiğiniz bu kişinin kendisinin bir güvenlik sorunuolmasına ses çıkarmayacak mısınız? Yoksa burada da inadınızda ısrar mı edeceksiniz? Yoksa daha henüz duymadığımız, ‘Dizinin daha sonraki bölümlerinde farklı şeyler olabilir’ diye mi harekete geçmiyorsunuz? Biz vatandaş olarak bunları bilmek istiyoruz. Burada ortada dolaşan rakamlar, ortada dolaşan iddialar, ortadaki paralar... Bunlar bu milletin alın teri. Bakın kimse, kimse babasının parasıyla bu işleri yapmıyor. Ortada dönüp dolaşan paranın hepsi bu milletin, bu devletin, bu ülkenin parası.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu millet, bunu hak etmiyor.

Biz bunu kabul etmiyoruz.

Halkımız bu rezilliğe, bu hukuksuzluğa layık değil, bu millet buna layık değil.

Tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını, ona buna, çetelere, suç örgütlerine peşkeş çekemezsiniz.

Biz bu hukuksuzluğa göz yummayacağız. Cumhurbaşkanı susuyor.
Pek çok kişi ve kurum susturuluyor.
Biz susmayacağız!

Bizi susturamayacaklar!

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkede şiddet konuşuyor.

İşte daha dün yaşananı gördük.

Türkiye’yi, bir siyasi partinin il binasında, gündüz gözüyle, cinayet işlenen bir ülke haline getirdiler.

Türkiye’yi öyle bir hale getirdiler ki, krizlerin ortağı Sayın Bahçeli’nin çabalarıyla mafyaya özel af çıkarılıyor.

Bu kişi cezaevinden çıkınca Bahçeli ile beraber poz veriyor. Bu güçle, sağa sola tehditler savuruyor.

Yargı hareket etmiyor, edemiyor.

Siyasal şiddet her sokak başında karşımıza çıkıyor.

Bakın gazetecilere karşı şiddet, siyasetçilere karşı şiddet maalesef ki bunun adı genel ismi siyasal şiddettir. Bu hükûmet siyasal şiddeti de Türkiye'de yeniden dirildi. Daha önce bakın 1990'larda bilirdik bu işleri ama uzunca bir süredir siyasal şiddet ülkenin gündeminden çıkmıştı. Artık kimse görmüyordu, duymuyordu böyle şeyler. Bu hükûmet maalesef bunu da getirdi ülkeye ve buna ortam sağlayan bir dil var, dil. Siyasetin dili siyasal şiddete ortam sağlıyor.

Bakın daha geçenlerde bir siyasi partinin genel başkanı Rize’de İkizdere’de şiddet girişimiyle karşı karşıya kaldığında ülkenin sorumluluğundan sorumlu, ülkenin tüm güvenliğinden sorumlu Cumhurbaşkanı ne dedi? "Daha bunlar iyi günlerin" dedi. Bakın burada şiddete bir hoşgörü var.İçten içe şiddeti olumlayan bir bakış var. Şiddete ön açan, şiddete ortam sağlayan, şiddete iklim sağlayan bir duruş var.

Bir ülkede devletin kodları; yargısıyla, yürütmesiyle, güvenlik birimleriyle yukarıdan aşağıya şekillenir arkadaşlar. En tepede hukuku ve demokrasiyi savunan bir duruş varsa bu ülkenin kurumları ona göre şekillenir. Ama en tepede demokrasiyi hiçe sayan, Cumhurbaşkanlığı makamını sadece ve sadece kendi siyasi partisinin çıkarları için her gün kullanan bir anlayışvarsa, adalet anlayışı bittiyse, hukuk anlayışı bittiyse, Cumhurbaşkanı makamını ve o gücü siyasi rakiplerini bertaraf etmek için, siyasi rakiplerini medya yoluyla ve diğer yollarla güçsüzleştirmek için, zayıflatmak için kullanan bir Cumhurbaşkanı varsa o ülkedeki kurumların hareket alanı daralır. Sorunun tam da özünde bu var.

Ben buradan Sayın Erdoğan'a çağrı yapıyorum: Derhal ama derhal siyasal şiddete karşı sağlam bir duruş ortaya koyun. Sizin naralarınızı çok duyduk. ‘Öfke bir hitabet sanatıdır’ diyerek pek çok konuda net bir duruş ortaya koyduğunuzu da gördük. Bunu isteyince yapabiliyorsunuz. ‘Ey’ naralarıyla ona, buna ayar vermeye de çalışıyorsunuz. Ya ne olur bir ‘Ey’ narası da şu mafyaya, çeteye çekiverin ne olur?

Deyin ki; ‘Ben ülkemde böyle şeyler istemiyorum arkadaş.’ Bakın bu gerçekten etkili olur. Size tavsiyede bulunuyorum. Yine ‘Ders veriyor’ diyebilirsiniz, ‘Ders alacak halimiz yok’ diyebilirsiniz ama maalesef derse ihtiyacınız var. Bir ülke hukuk devleti olacaksa, o ülkedeki en başındaki kişinin masaya yumruğunu vurup ‘Ben hukuk devleti isterim arkadaş başka işe göz yummam’ diyebilmesi lazım, bunu demesi lazım. Bakın demiyor. Sağlam bir duruş ortaya koymuyor.

Ve maalesef bakın memleketimizdeki sonuçlar ortada.
İşsizlik artıyor.
Yoksulluk can alıyor. Yoksulluk intiharları var artık bu ülkede.

2018 seçimlerinde size, milletimizde vadettikleri ülke böyle bir ülke değildi ki.

Sözde ülke büyüyecekti, güçlenecekti. 2018 seçim kampanyasına bir bakın. Ne diyordu? “Yetkiyi bana verin görün ülke nasıl çözülecek. Faiz, enflasyon nasıl düşecek” diyen kendisi değil miydi?

Türkiye büyümedi, Türkiye zayıfladı.

Ama Sayın Erdoğan'ın yanında kümelenen üç-beş zengin daha da büyüdü. Bunu görüyoruz.

Daha iki gün önce Azerbaycan’dan yayılan görüntülerde yine malum şirketlerden ikisinin ismi geçti. Gerçekten ibretlik görüntüler, ibretlik diyaloglar.

2018 seçim kampanyasında taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin istikrar ve huzur sağlayacağını iddia etmişlerdi değil mi?

Ancak, biz üç yıldır tam anlamıyla bir çürüme görüyoruz.

Ben şimdi Cumhurbaşkanı’na bazı sorular sormak istiyorum:

Sayın Erdoğan;

Siz; içinde kliklerin, lobilerin olduğu bir devletin mi başkanısınız?

Sizin yönetiminizde bakanlar, yargı mensupları veya bürokratlar, devlet içinde bir çete faaliyeti mi gerçekleştiriyor?

Sizi desteklemek için yapılan haberlerin finansmanı usulsüzlüklerle mi sağlanıyor?

Sizi medyada tetikçiler mi savunuyor?

Sizin yönetiminizde, kamu kaynakları iktidarınıza yakın dar bir zümreye mi aktarılıyor?

Ben bunların cevabını merak ediyorum. Bu sorularıma çıksın, desin ki tek tek; ‘Hayır, hayır, hayır’ diye cevap versin. Ama yok cevap vermiyorsa bu ne demektir? Sükût ikrardan gelir. Sizin makamınız, suskunluk makamı değildir. Ben bu soruları sadece DEVA Partisi adına sormuyorum. Ben bu soruları Sayın Erdoğan’a kendisine oy veren, kendisini destekleyen aziz milletim adına da soruyorum.

Sayın Erdoğan,
İktidarınız bugün çetelerle ve mafyayla anılıyor. Milyon euro’luk iddialar havada uçuşuyor.

20 sene önce, bu millet sizi, yaşanan çürümeye karşı umut olarak görmüştü. Bunun için desteklemişti.

İşin ehli kadrolar olarak bizler de o dönemde milletimizin bu beklentisini boşa çıkarmamıştık.

Ne mutlu bize ki hem milletimizin güvenini boşa çıkarmadık hem de hiçbir zaman gayrimeşru işlere bulaşmadık.

Bugün hamdolsun, ülkemizin dört bir köşesinde başımız dik, anlımız ak yürüyoruz. Kolay değil, uzun süre önemli sorunlar üstlenip, önemli pozisyonlarda olup, önemli kararlar alıp, devlet gücünü kullanıp yıllar sonra halkın içinde başı dik anlı açık yürüyebilmek kolay değil arkadaşlar. Bu güçle imtihan zor bir imtihan. Bu devlet gücünü kullanmayla ilgili olan imtihan zor bir imtihan.

Ancak bugün görüyoruz ki, ben yine buradan Cumhurbaşkanı’na seslenmek istiyorum;

Siz; umudunu AK Parti’ye bağlayan, devlet yönetiminde şeffaflık, dürüstlük ve liyakat isteyen aziz milletimize verdiğiniz sözü tutmuyorsunuz.

Bu milletin size verdiği desteği boşa çıkarıyorsunuz.

Milletimizin tertemiz hayallerini, gençlerimizin ümidini yıkıyorsunuz.

Size duyulan güveni, size bağlanan umutları yok ediyorsunuz.

Siz; yıllarca üniversite kapılarında, adliye koridorlarında hak ve hukuk mücadelesi veren güzel ve temiz insanların oyuyla iktidara geldiniz.

‘‘3Y ile yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edeceğim’’ diyerek iktidara geldiniz.

Ülkemizi yine 3Y çukurunun içine, yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar çukuruna düşürdünüz.

Ülkemizi böyle bir çukura düşürmeye hakkınız yok. Hukuk, Medya, Bürokrasi,

Ve ne yazık ki devlet işte o çukurda çürüyor şimdi. Ve sistem çürüyor arkadaşlar, çürüyor.

Değerli arkadaşlarım bakın bütün bu anlattıklarım ülkede hukuk devletinin artık bittiğini gösteriyor. Eğer bir ülkede haklı olan yargıya gidip hakkını alamıyorsa, haksız olan, kendine açılan hukuksuzluk alanından elde ettiği maddi güçle ve etki alanı ile istediğini yapan, rahatlıkla hukuku çiğneyen böyle bir insan grubu oluştuysa, çete varsa, mafya varsa bunların yargıyla, bürokrasiyle, iş dünyasıyla medya ile olan hukuksuz ilişkileri artık bu memleketin durumunu tarif ediyorsa gerçekten bu bitmişliğin, tükenmişliğin işaretidir.

Dün değerli arkadaşlarım, Merkez Bankası'nın Para Politikası Kurulu’nun toplanma günüydü biliyorsunuz. İki yılda dördüncü Merkez Bankası Başkanı şu anda ve bu yeni başkan da üçüncü Para Politikası Kurulu toplantı ayda bir yapılıyor. Merkez Bankası'nın politika faizini yüzde 19'datutacağını açıkladı ve bu sıkı duruşun enflasyon düşene kadar devam edeceğini söyledi. Sıkı duruş nedir? Para politikasında sıkı duruş, para miktarının az ve faizin yüksek olmasıdır. ‘Yani bu yüksek faizle’ dedi. ‘Yüzde 19'luk faizi’ dedi. ‘Enflasyon düşene kadar böyle yüzde 19'da tutacağım’ dedi. Dördüncü başkan, üçüncü toplantı ve faiz hala yüzde 19.

Şimdi Sayın Erdoğan ne diyordu? Yıllardır, yıllardır bir tez da dayatıyordu değil mi, "Yüksek faiz sebep, yüksek enflasyon sonuç" diyordu. "Faizi indireceksin ki enflasyon düşsün" diyor. Daha faiz yüzde sekizken, dokuzken o dönemin tertemiz bürokratlarını vatana ihanetle suçluyordu. Odönemin tertemiz siyasi kadrolarını meydanlarda yuhalatıyordu faiz yüzde sekizken, dokuzken. Niye? "Faiz düşsün, arkasından enflasyon düşsün" diyordu. Dünyada bunu söyleyen, bu arada kendini iktisatçı, kendini ekonomist olarak tanımlayan tek kişi ha başka da bir iktisatçı yok. Yani kendine “Ben ekonomistim” deyip de "faiz sebep enflasyon sonuç" diyen başka bir iktisatçı da görmedim. Tabii saygın iktisatçılardan bahsediyoruz bu arada. Böyle bir şey görmedik. Peki, ne oldu? Şu anda yüzde 19 faiz Avrupa'nın en yüksek biliyorsunuz. Avrupa'da bizden daha yüksek faiz uygulayan bir Merkez Bankası yok. Dünyada 7. sıradayız, 7'nci. Orada da lig birinciliğine oynuyoruz.

Peki, ben şimdi buradan Sayın Erdoğan'a soruyorum. Türkiye'de enflasyon yüksek mi? Yüksek. En son açıklanan TÜİK verisi ne? Tüketici fiyat endeksinde yüzde 16, Üretici Fiyat Endeksi'nde yüzde 38, arkadaşlar 38. Üreticide yüzde 38, tüketicide yüzde 16. Oda TÜİK'in makyajlanmış rakamları ama mızrak arttık çuvala sığmıyor. Peki, bu enflasyon, yüksek enflasyon değil mi? Sayın Erdoğan'ın tezi doğruysa derhal Merkez Bankası'na dönüp talimatı verip bu faizi düşürtmesi lazım ki arkasından enflasyon arıyorsun. Peki, niye yapmıyor? Niye dönüp Merkez Bankası'na "Şu faizi düşür" demiyor. Eğer tezi doğruysa hemen talimat verip o faizi düşürtmesi lazım. Tezi doğruysa o faiz düşünce enflasyonun da düşmesi lazım. Yok, bunu yapmıyorsa o zaman yıllarca, yıllarca itham ettiği, vatan haini ilan ettiği, meydanlarda yuhalattığını tertemiz bürokratlardan dönüp bir özür dilemesi lazım. "Ben size haksızlık etmişim" diye. Böyle bir şey yok. Burada kul hakkı var, bunu yapamaz. Kendi yanlış ısrarı, inadı ortaya çıkmış durumda. Yanlışlığı ortaya çıkmış durumda ve hala faiz yüzde 19 bakın.

Şu anda dünya özellikle pandemi sonrası ile ilgili bir faiz artık sürecine giriyor. Likiditenin uluslararası piyasalarda biraz sıkılaşacağı bir döneme doğru gidiyoruz. Bu hafta yapılan FED toplantısı ve Avrupa Merkez Bankası’ndan gelen sinyaller önümüzdeki dönemin para politikaları açısından faizin kademe kademe yükseltileceği bir dönem olarak görünüyor. Tam da bu dönemde Türkiye’nin korunma mekanizmalarına ihtiyacı var. Bur tür durumlarda yani küresel piyasada likiditenin daralacağı dönemlerde en önemli koruma mekanizması ülkenin Merkez Bankası rezervleridir. Nasıl hava savunma sistemiyle ilgili füzeler, savaş uçakları önemliyse, ülkenin ekonomik sisteminin savunmasında da Merkez Bankası’nın rezervleri en önemli kalkandır. Peki, bunlar ne yaptı? 2018’de seçim oldu değil mi? Partili, taraflı Cumhurbaşkanı ve Akraba Bakan ele ele verdiler bu ülkenin tam 130 milyar dolarlık Merkez Bankası rezervini cayır cayır sattılar. Şu an rakam, yuvarlayarak söylüyorum, eksi 60 milyar dolar. Merkez Bankası kendi elindeki parayı sıfırlamakla kalmadı, dışarıdan aldığı, borç aldığı döviz de sattı. Onun için eksiye düştü. Düşünün ki paranızı harcıyorsunuz bir de borç alıp onu da harcıyorsunuz. Cüzdanı açıyorsunuz durum felaket. Merkez Bankası’nın 90 milyar döviz ve altın kasasında gözüküyor ama bunun karşısında tam 150 milyar dolar borcu birikti. Onun için eski 60 a düşmüş durumda, net anlamdaki rezerv.

Ve tam da küresel ekonominin ve küresel finansal sisteminin zorlu bir sürece yavaş yavaş girdiği bir ufuk var önümüzde ülkemizin savunma mekanizmasını sıfırladılar, eksi 60’a düşürdüler. Biz yıllarca “Ak akçe kara gün içindir” diyerek Merkez Bankası’nın rezervlerini biriktirmiştik. 27 milyar dolardan alıp 136 milyar dolara çıkartmıştık. Merkez Bankası’na ayrıca Türk lirası cinsinden tam 46 milyar liralık yedek akçe biriktirmiştik. Yedek akçeleri de sıfırladılar. O Türk lirası yedek akçede sıfır. Ve şu anda küresel piyasaların daha zor bir döneme gireceği bir ufukta Türkiye’nin savunma sistemleri sıfırlanmış durumda. Peki, ne olacak şimdi önümüzdeki dönemde? Olası bütün piyasa hareketlerinde dönün bir kolaycılıkları var “Dış güçler bize saldırıyor.” İşte “Filanca ülke bizedolarıyla, euro’suyla saldırıyor. “Kardeşim sen savunma mekanizmalarını sıfırla, eksiye düşür. O koruma kalkanlarını bitir ondan sonra de ki “Dışarıdan bize saldırıyorlar.” Artık kimse yutmuyor bunları. O iş bitti.

Değerli arkadaşlarım maalesef demokraside de, hukukta da, ekonomide de ülke çok berbat bir duruma düşmüş durumda.

Ve ben buradan tekrar sesleniyorum, Sayın Erdoğan;

Beğenin veya beğenmeyin, bu eser sizin eseriniz. Bu vahim tablonun altında sizin imzanız var.

Yetkiyi tek elde toplamak isteyen sizsiniz. Tek imza, tek elde. Sizin tek yetkili oluşunuz aynı zamanda tek sorumlu olduğunuzu da berberinde getirir. Kaçamazsınız, bunu bize unutturamazsınız. Yetkiyi tek elde topla sorun çıktığı zaman ona buna yık. Yok, öyle yağma. Biz unutmayacağız.

Madem çok istediniz tek yetkili olmayı; tek sorumlusunuz ve tek hesap verme makamındasınız.

Artık yapamıyorsunuz, hiçbir konuda başarı üretemiyorsunuz. Artık bu ülkenin hiçbir sorununa çözüm bulamıyorsunuz.

Kabul edelim ki, artık bu dönem yavaş yavaş kapanıyor. Ve artık DEVA kadroları işte yeni döneme hazırlanıyor.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biz Türkiye’yi bahsettiğim bu çukurdan en kısa sürede çıkartacağız. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Türkiye’nin hak ettiği hukuk düzenini; adil, şeffaf ve demokratik bir yönetim düzenini kuracağız.

Varsın, iktidar ortağının arka bahçesi olan suç örgütlerinin, çetelerin sözcüleri bizi tehdit etsin.

Biz her şeyi göze aldık. Biz bu yola baş koyduk.

Yolumuzdan asla dönmeyeceğiz.

DEVA hareketinin büyük bir değişime önderlik yapacağını çok iyi biliyoruz.

DEVA Partisi’nin tertemiz kadroları bu pisliği temizleyecek.

Aziz milletimizle birlikte, ülkemizi bir avuç çetenin, mafyanın ve suç örgütlerinin cirit attığı bir ülke olmaktan kurtaracağız.

Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Sözlerimi, merhum Süleyman Demirel’in sözleriyle tamamlamak istiyorum.

Sayın Demirel demiş ki;

“Sabahtan akşama kadar kapkara tablolar çizip içinde oturuyoruz. Bugünkü hadiseler günceldir, olur, gelir, geçer. Her ülkenin başından geçmiş şeylerdir. Bunları da aşarız.”

Evet, bunları da aşacağız arkadaşlar, hep birlikte DEVA kadrolarıyla bunları da aşacağız.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA partisi olarak, bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Isparta’nın DEVA’sı var.
Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

15 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Posof İlçe Kongresi Konuşması

Posof 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Ardahan il teşkilatımızın ve Posof ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Posoflu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Posof ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bu vesileyle Posof ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımıza da şimdiden başarılar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Şu anda Ardahan’dayız. Ardahan’ın bu güzel ilçesi Posof’ta sizlerle beraberiz. Gerçekten ülkemiz dünyada eşi, benzeri görülmemiş güzelliklere sahip bir ülke. Bu ülkenin, bu vatanın her bir karışının kıymetini bilmemiz gerekiyor. Ama her bir karışının kıymetini bilmek kuşkusuz iyi bir güvenlikle, iyi bir güvenlik sistemiyle, iyi bir diplomasiyle, iyi bir dış ilişkilerle mümkün. Yine Ardahan’da en önemli geçim kaynağı Posof ve diğer pek çok ilçemizde tarım, hayvancılık. Biraz önce il başkanımız Ardahan ilinin geneliyle ve Posof’la ilgili detaylı sorunlardan bahsetti. Ben onları tekrar etmeyeceğim ama şunu da ifade etmek istiyorum ki geçen hafta biz DEVA Partisi’nin tarım politikalarıyla ilgili eylem planını açıkladık. Yani sadece bir parti programı açıklamaklayetinmedik tarım konusunda. Aynı zamanda seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 ve 360 gününde neler yapacağımızı detaylarla ortaya koyduk. Ve bu açıkladığımız eylem planlarının ilkiydi. Yaklaşık 20 alanda eylem planlarını çalıştık, hazırladık ve önümüzdeki haftalarda peyderpey, peyderpey bunları inşallah açıklayacağız. Vatandaşlarımıza eylem planlarımızı duyuracağız.

Bu değerli arkadaşlarım, siyasi tarihimizde bir ilk. İlk defa bir siyasi parti takvime bağlanmış bir şekilde seçimlerden sonra iş başına geldiğinde ne yapacağını açıklıyor ve gün vererek açıklıyor. İlk 90 günde şunları yapacağız ve daha sonra ilk 1 yıl içerisinde şunları tamamlayacağız diye. Bu yaklaşım gerçekten çok kıymetli ve ülkemize önemli bir kazanım olacak inşallah. Tarımla ilgili sorunlar malum. Gerçekten girdi maliyetleri çok çok yükselmiş durumda. Şu anda gübre deseniz, ilaç deseniz, mazot deseniz, bunların fiyatlarının hepsi öyle devletin açıkladığı %16’lık enflasyonun çok çok üzerinde artmış durumda.

Yem çok çok artmış durumda. Bunların hepsini siz yaşıyorsunuz, görüyorsunuz. Ben tekrar bu sorunları, zaten bildiğiniz sorunları anlatmayayım. Zaten biliyorsunuz. Ama çözüm için ne yapacağız? Çözüm için işte bu tarım eylem planımızda çok detaylı maddeler var. Onlardan sadece birkaç tanesini ben hızlı bir şekilde ele alayım ki tekrarda fayda var.

Sadece birkaç hususa değineceğim. DEVA Partisi iktidarında neler yapacağız? Bakın öncelikle çiftçimizin ödediği mazot var ya mazot. O mazotun içerisinde bir ÖTV var, Özel Tüketim Vergisi. Biz bunun tamamını çiftçilerimize, hayvancılıkla uğraşan üreticilerimize aynen iade edeceğiz. Yani böylece mazot vergisiz bir şekilde çiftçimize ulaşmış olacak. Gübrenin, gübre maliyetinin tam yarısını, %50’sini biz devlet olarak karşılayacağız. Böylelikle gübre maliyeti çiftçimiz için yarı yarıya azalmış olacak.

Yem, yem maliyetinin %50’sine varan oranla destekle yine hayvancılıkla uğraşan üreticilerimizin maliyetlerini düşürmek için biz devlet olarak destekleyeceğiz. Ve tüm üretim desteklerini daha ekim-dikim olmadan ne olacağını açıklayacağız. Ki çiftçimiz, hayvancılıkla uğraşan üreticilerimizdaha karar vermeden, ne ekip dikeceğine karar vermeden, işini nasıl yönlendireceğine karar vermeden önce devlet ona ne destek veriyor bilecek, ona göre karar verecek. Ve ödemeleri de aynı yıl içerisinde yapacağız. Şu anda biliyorsunuz destekler çok geç açıklanıyor, ödemeler de bir sene sonra yapılıyor. Bunların hepsini inşallah düzelteceğiz. Sulama yatırımlarına önem vereceğiz, bakın sulama. Türkiye’nin şu anda neredeyse %80-85’lik bir coğrafyasında bu yıl kuraklık var. Hükûmet ne diyor? ‘Ya ne yapalım?’ diyor. ‘Allah yağmur vermedi’ diyor, “Kuralık oldu “ diyor. Kuşkusuz yağmur Allah’ın takdiri. Ama niye tedbirden siz bahsetmiyorsunuz? Önce tedbiri alacaksın, ondan sonra takdiri Allah’a bırakacaksın. Bu işin tedbiri nedir, kuraklığın tedbiri? Sulama yatırımıdır. Yani özellikle kapalı, basınçlı sulama sistemiyle, damlama, yağmurlamasulama sistemiyle barajlarda biriken suyun tarımla, toprakla buluşmasını sağlayacak buluşmasını sağlayacak tedbiri baştan almaktır. Şu anda hükûmet tutturmuş ‘Kanal İstanbul, Kanal İstanbul’ diye. Maliyeti en az 20 milyar dolar, 60 milyara kadar tahmin ediliyor. Arkadaşlarımız hesap etti.

Türkiye’nin sulama projelerinin tamamının yapılmasının maliyeti ne kadar biliyor musunuz? Şu andaki tasarlanan tarımsal sulama projelerinin tamamı, bütün Türkiye’den bahsediyorum. 22 milyar dolar. Kanal İstanbul’un parasına ki en düşük tahmin rakamı olan 20 milyar dolara sizTürkiye’de suyun ulaşmadığı bir karış toprak bırakmıyorsunuz. Hesap basit. Biz hükûmete sürekli çağrı yapıyoruz. ‘Şu inadınızdan vazgeçin’ diyoruz. Şu Kanal İstanbul’la ilgili araştırmalar biraz daha yapılsın. Marmara Denizi’nin durumu malum. Marmara Denizi ölüyor, müsilaj var biliyorsunuz. Sadece Marmara Denizi mi? Bu ülkenin gölleri, nehirleri, kirleniyor. Bizim en önemli görevimiz nesiller arası adaleti sağlamak. Yani çocuklarımıza, torunlarımıza daha yaşanabilir bir Türkiye bırakmak. Bu bizim en önemli görevimiz. Fakat bu ihmal ediliyor. Dün Kars’taydık, Sarıkamış’taydık. Çok ciddi bir ağaç katliamı var arkadaşlar. Hangi mağazaya girsek esnafımızın elektrikleri tamamen kapalı. Çünkü geçen seneye göre ikiye katladı elektrik fiyatları. Küçük bir ampul takmanın maliyetini bile üstlenemiyor esnafımız ama hangi esnafa girsek ‘Ormanlarımız bitiyor’ diyor bakın. İçi yanıyor. Sarıkamış’taki vatandaşlarımızın içi yanıyor. Merkez’deki taksi durağında oturduk, gözümüzün önünde koca bir kamyon; incecik fidanlar, fidanlar. Kesilmiş, yüklenmiş kamyona gidiyor. Bunları ne için söylüyorum? Çevreyle dost olmak. Bu ülkenin yeşilinin, mavisinin, her bir avuç toprağının kıymetini bilmek bizim en önemli ödevimiz. Ekonomi bugün iner, yarın çıkar. Zaten ekonomiyi çözeriz orası hiç sıkıntı değil. Ama bu çevre katliamı, çevreyle ilgili verilen hasar bazen nesiller boyunca tamir edilemiyor. Onun için biz buradan hükûmete tekrar çağrı yapıyoruz: ‘Şu Kanal İstanbul inadınızı biraz erteleyin. Önce Türkiye’deki sulama kanallarını, sulama yatırımlarını tamamlayın. Bu arada da Kanal İstanbul’un düzgün bir etki analizini yapın. Çevre açısından etkisi ne olacak? Güvenlik açısından etkisi ne olacak? Depremle ilgili etkisi ne olacak?’ Bunların hiçbirisi bilimsel çalışma olmadı şimdiye kadar. Çünkü Cumhurbaşkanı diyor ki ‘Ben bunu inadına yapacağım’ diyor. ‘Getirin bana şu raporları’ diyor. ‘Güvenlikmiş, depremmiş, çevreymiş getirin’ diyor. O raporları yazanların eli, ayağı titriyor. Onun önüne nasıl rapor gelecek? O projenin yapılmasının uygun olduğuyla ilgili rapor gelecek tabii. Halbuki biz diyoruz ki ‘Tarafsız, bağımsız bilimsel çalışmalar yapılması lazım’ diyoruz. Ve şu anda ülkenin acil ihtiyacı Kanal İstanbul değil. Tabii Kanal İstanbul deyince ne yapıyorlar? Hemen rant gözlüklerini takıyorlar, ‘Oo 500 bin kişilik şehir.’ Ne para ya, oradaki elde edilecek rant, imar değişiklikleri gözlerini karartıyor inanın. Ben buradan Cumhurbaşkanı’na, Sayın Erdoğan’a tekrarçağrı yapıyorum: ‘Şu inadınızdan vazgeçin, rant gözlüklerinizi çıkarın ve bu memleketin çiftçisiyle, hayvancılıkla uğraşan üreticileriyle şöyle bir 8-10 kişi çağırıp dinleseniz, memleketin gerçek durumunu anlarsınız. Onlarla konuşun, dertleşin, bir an önce sulama yatırımlarına öncelik verin diye buradan tekrar kendisine çağrı yapıyorum.

Değerli arkadaşlarım, değerli konuklar;

Ülkemiz şu anda derin bir yönetim krizi yaşıyor. Her alanda kriz var bakın, her alanda. Ekonomide kriz var, tarımda kriz var, hayvancılıkta kriz var, dış ilişkilerde kriz var. Hani bazı hastalarda görülür, çoklu organ yetmezliği denir ya. Neredeyse Türkiye’nin krizi de buna benziyor. Çoklu kriz, çoklu kriz. Her alanda kriz var. Ve bunun tek sebebi kötü yönetim, başka bir şey değil.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ndeki tıkanma her alana yansıyor.

Bundan birkaç sene önce elde ettiğimiz bütün kazanımlar dahi teker teker, birer birer şu anda yok oluyor memlekette.

Hukukun üstünlüğü ilkesi maalesef yok artık. Yargı, tamamen siyasetin etkisi altında iş yapıyor.

Ekonomimiz alarm veriyor. Hazine’nin borcu iki yılda ikiye katlamış, iki yılda ikiye. Daha 2018’de 970 milyar TL olan Hazine’nin borcu şu anda iki trilyon TL. O da yeni parayla, yeni. Eski parayla iki kentilyon. Bakın katrilyon demiyorum. Katrilyona üç sıfır daha ekliyorsunuz kentilyon ediyor. Bunu iki yılda yaptılar, iki yılda. Partili Cumhurbaşkanı, Akraba Bakan el ele verdi, Hazine’nin borcunu iki yılda tam ikiye katladı. Hayat pahalılığı almış başını gidiyor. Başını yastığa aç koyan vatandaşlarımızın sayısı artıyor bu memlekette.

İşsizlik rekor üstüne rekor kırıyor.

Bu Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ülkemizde sorunsuz tek bir alan bile bırakmadı arkadaşlar, tek bir alan. Her alanda sorun yaşıyoruz.

Yaşanan bu yönetim krizinin bir diğer boyutunu da dış ilişkilerde görüyoruz. Bakın ben ‘dış politika’ tabirini kullanmıyorum. Şu anda Posof’tayız. Bir serhat ilçemizdeyiz. Serhat ilçelerimiz, serhat illerimiz, hududa yakın iller dış politikanın etkisini anında hissederler. Komşular işin içindedir. Genel ilişkiler işin içindedir.

Ben dış ilişkiler diyorum, dış politika kelimesini kullanmıyorum. Çünkü şu anda Türkiye’nin bir “dış politikası yok. Kötü yönetim yüzünden ülkemiz bütün bu dış ilişkilerde de yalnızlaşmış durumda.

Ne diyorlardı? “Değerli yalnızlık” diyorlardı bakın, değerli yalnızlık. Bu ifadeyi kullanıyorlardı. Yalnız bir ülkeyiz ama bunun değeri var. Nerede değer? Ben bugüne kadar bunun bir değerini göremedim. Yalnızlıktan şunu kazandık, yalnızlaştık, şu kadar kâr ettik, yalnızlaştık, zenginleştik. Böyle bir şey var mı? Yok. Siz yalnızlaşırsanız bunun en çok da etkisini hududa yakın illerimiz, ilçelerimiz yaşar.

Ulusal çıkar diye bir şey kalmadı arkadaşlar bakın. Dış politikada nedir esas? Milli çıkardır. Milletin üstün menfaatidir. Böyle bir şey kalmadı. Sadece bir kişinin duygularına ve dürtülerine bağlı bir dış ilişkiler seti var. Şahsileştirilmiş bir dış ilişkiler kümesi var. Başka bir şey yok.

Paramız her gün değer kaybediyor. Yoksulluk almış başını gidiyor. Ben soruyorum şimdi değerli yalnızlık dediğiniz bu mu?

Hani paranıza milli diyordunuz, yerli diyordunuz? Milli ve yerli paranın hali ne? İçler acısı durumda ya.

Şu anda Avrupa’nın en yüksek faizi bizim paramızın üzerinde. Dünyanın en yüksek 7. faizi Türkiye’de, %19. Niye düşürmüyorsunuz? Tek yetkiyi elinde toplayan Sayın Erdoğan değil mi? 2018 seçimlerinde ne dedi, “Bana yetkiyi verin, faiz de enflasyon da nasıl düşermiş gösteririm” demedi mi? Niye düşmüyor, niye düşüremiyor? Merkez Bankası Başkanlarının birini alıyor birini getiriyor, mevsimlik işçi gibi. Yol geçen hanı oldu Merkez Bankası. Sonuç ne? Sıfır, hiçbir şey yok.

Gerçekten değerli arkadaşlarım şu anda en değersiz günleri yaşıyoruz, en değersiz.

Bakın, benim Dışişleri Bakanlığım döneminde ülkemiz saygınlığı yüksek, diplomasisi güçlü ve sözü geçer bir ülkeydi. Bir cümlelik açıklamamız, bir cümlelik açıklamamız olayların akışını değiştirirdi. Hatırlıyorsanız, 2009’da bir “One minute” olayı vardı, “One minute”, hatırlıyorsunuz değil mi?

“One minute” bakın. Bu “One minute” dendiği yıl 2009, Türkiye’nin uluslararası itibarının en yüksek olduğu dönemdir, en yüksek.

Türkiye’nin ekonomik gücünün olduğu dönemdir. O ekonomik gücü uluslararası itibarı al, üzerine çık ve “One minute” de, evet etkili olursun. Ama bugün durum ne? İtibarını yitirmiş ülke var, ekonomik gücünü yitirmiş ülke var. Ne dersen de, hiçbir etkisi olmuyor, hiçbir etkisi.

Değer nedir bir ülkenin değeri? Aynı zamanda o ülkenin pasaportunun değeridir. Türkiye Cumhuriyeti pasaportu değerli arkadaşlarım, benim Dışişleri Bakanlığı döneminde çok değerli bir evraktı.

Avrupalı iş adamları geliyordu, bizim pasaportumuzu almak için kuyrukta bekliyordu. Ben soruyordum “Ne yapacaksınız pasaportu?” Onlar büyük şirketlerin sahipleri, yöneticileri. “Sizin Avrupa Birliği pasaportunuz var ya, bizim pasaportu ne yapacaksınız” diye soruyordum. Bizim Afrika’da, Asya’da sömürge geçmişimiz var. Avrupalılara ön yargı var ama herhangi bir ülkeye gidip Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu masaya koyunca orada kucağını açarak beni karşılıyorlar. Güler yüzle karşılıyorlar ve o ülkede ben daha rahat iş yapıyorum diyor idi o zaman Avrupalı iş insanları.

Bakın nereden nereye gelmiş memleket.

Komşularımızda yaşanan sorunlarda değerli arkadaşlar gerçekten bakıyoruz Türkiye sürekli olarak sorunun bir parçası. Bugün Suriye’de, Irak’ta eğer problemler varsa Türkiye bu sorunun parçası. Halbuki biz hep çözümün parçası olduk. Çözüm için çalıştık. Kavga edenler varsa aralarını bulmak için çalıştık. Hep insan için çalıştık barış için çalıştık.

Gerçekten şu anda ülkemizin durumu çok çok sıkıntılı. Geçmişe baktığımızda Avrupa’dan Orta Doğu’ya, Balkanlar’dan Kafkasya’ya kadar sözümüzün gücü vardı, sözümüzün gücü.

Bakın hemen yanımızdaki Gürcistan Rusya ile savaşa girdi biliyorsunuz 2018’de. Ben o zaman Dışişleri Bakanı’yım. Ve bir baktık çok hızlı gelişti olaylar, Rus orduları Tiflis’e sadece 20 kilometre mesafeye kadar yaklaşmışlardı. Ve biz o gün Dışişleri Bakanlığı olarak hemen hızlı bir analiz yaptık. Baktık ki komşumuzun değişme ihtimali var. O zaman Sayın Erdoğan’ı aradım kendisi tatildeydi çocuklarıyla, torunlarıyla. Dedim ki “Acil Moskova’ya gitmemiz gerekiyor ve Rus hükümetiyle görüşmemiz gerekiyor. Arkasından hemen Tiflis’e gidip Gürcü hükümetiyle görüşmemiz gerekiyor ki bir an önce aralarını bulalım aksi halde bu gidiş Türkiye için hayırlı bir gidiş değil.” Hemen atladık o telefon ettiğim günün akşamı Moskova’daydık. Ertesi sabah Tiflis’teydik. Hızlı bir diplomasi ve barıştırdık o gün bugündür Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkiler daha sakin seyrediyor. Taraf olmadık bakın, taraf olmadık. Tarafsız bir şekilde barış için müdahale ettik ve etkili olduk. Etkili olmanız için itibarınız olması lazım. Size güvenmeleri lazım. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı konuşunca doğruyu söyler. Niye? Güvenleri lazım. Güvendir bu barışı sağlayan huzuru sağlayan.

Hatırlayın; yine o yıllarda bizim tüm bu coğrafyada savunduğumuz bir değer vardı arkadaşlar, neydi bu?

“İnsanlar ülkeden ülkeye serbestçe dolaşabilmeli. Ürünler ülkeden ülkeye serbestçe dolaşabilmeli. Sermaye serbestçe dolaşabilmeli. Yani bir bakıma ülkeler arasındaki ilişkileri, komşularımızla olan ilişkileri öyle bir noktaya getirmek için çalışıyorduk ki sınırları, hudutları anlamsızlaştırmakistiyorduk. Türkiye zaten nüfusuyla, ekonomik büyüklüğüyle, küçülmüş haliyle bile bakın ilk 20 ekonomisinden biriyiz bakın. Krizdeyiz, ekonomimiz küçüldü, daraldı, buna rağmen ilk 20 içerisindeyiz, hala. Bu kadar üzerinde tepiniyorlar ekonominin, yine de ilk 20’nin altına düşmedikbu güne kadar çok şükür. O zamanda kurduğumuz sağlam temeller koruyor. Şimdi bu böylesine doğal gücü olan bir ülkenin, ekonomik ve nüfus gücü olan bir ülkenin, sınırlar açıldığı zaman bütün o coğrafyanın öncü ülke olması zaten mukadder. Yeter ki siz akıllı hareket edin. Gücünüzün kıymetini bilin. Şimdi ne oldu? Hudutlarımızı bırakın tel örgüleri beton duvar çekiyorlar, beton duvar arkadaşlar. Biz Suriye ile aramızdaki sınırları açmıştık. Gaziantep’te, Kilis’te yaşayan vatandaşlarımız öğlen yemeğini Halep’te yiyip geliyordu. Aynı sınırlara şimdi beton duvarlar örülüyor. Türkiye’yi kapalı duvarlar altına alıyorlar bakın. Bunların hepsi dış ilişkilerdeki hata yüzünden. Kişiselleştirilmiş, şahsileştirilmiş, bir kişininduygusuyla, dürtüsüyle giden bir dış ilişki yüzünden.

Biz değerli arkadaşlarım, sınırlara beton duvarlar örerek değil; tam tersine komşularımıza gönlümüzü ve kapılarımızı açarak bu itibarın sağlanacağını, ülkemizin de kalkınmasının da tüm bu coğrafyanın kalkınmasının da buna bağlı olacağını bilerek hareket ettik.

Bir ülkenin değeri ancak böyle olur. Bu ülke kendisini beton duvarlar arkasına hapsetmiş bir ülke olarak değerli olmaz. Bu ülke komşularıyla dost, çevresiyle dost bir ülke olarak değerli olur.

Ama son yıllarda ülkemiz dış ilişkilerde yerli yersiz, gereksiz pek çok polemik ve kavganın içine maalesef sokuldu.

Bu iş bilmez hükûmet ne zaman ülkenin iç meselelerinde zora düşse, gidip başka ülkelerle ya da başka ülkelerin liderleriyle kavgaya tutuştu. İçeride sorun mu var? Gündemde bir sürü problem. Ne yapıyor? Gidiyor birileriyle kavgaya tutuşuyor. İnanın dış ilişkilerdeki çoğu kavganın sebebi içerideki sorunların üzerini örtmek. Bizim milletimiz tabi ülkesini, vatanını seven bir millet. Dışarıda bir sorun olduğunda ister istemez içeride kenetleniyor. Bu içeride kenetlenme ruhunu maalesef istismar edercesine bir dış politika uyguladı. Yıllarca bunu yaptı.

Hatırlayın, sağa sola “Ey” diye naralar attılar değil mi? Hatta neredeyse bu naraların muhatabı olmayan ülke kalmadı. Şöyle bir bakın son 7-8 seneye, hemen hemen her ülke bu “ey” naralardan nasibini aldı. Bundan nasibini almayan bir ülke yok.

Tek bir kişinin sabah nasıl uyandığıyla bir ülkenin, koskoca bir ülkenin dış ilişkileri şekillendi, şekilleniyor. Bakın biz şu anda maalesef bu partili, taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ve tek bir kişinin zihniyetinin adeta mağduru olmuş bir ülke haline geldik.

Bir bakıyorsunuz dün “Ey” dediği ülkeye veya o ülkenin liderine ertesi gün ‘Müttefikim’ diyebiliyor, ‘Dostum' diyebiliyor, bunu da yapabiliyor yani. Bu kadar hızlı u dönüşleri de yapılabiliyor onu da gördük. Öyle zikzaklar, öyle u dönüşleri var ki dış ilişkiler konusunda koskoca ülke neredeyse yayık ayranına döndü ya çalkala bir o tarafa bir bu tarafa.

Bizim dönemimizde dış politikadaki parola neydi? “kazan-kazan” idi. Kazan-kazan. Bu ne demek? Diplomaside, dış ilişkilerde kazan-kazan nedir? Öyle formüller bulursunuz ki hem siz kazanırsınız hem başkasını kazandırırsınız ama başkası da kazanacağını bildiği için sizin de kazanmanıza razı olur, önünüzü açar. Şimdi bu kazan-kazan kavramıdır.

Fakat şu anda Türkiye dış ilişkilerde sadece kaybet-kaybet noktasına gelmiş durumda. Kaybet-kaybet noktasına.

Bakıyorsunuz, malum ne var? S-400 meselesi var değil mi, S-400?

Bakın Türkiye Cumhuriyeti bu S-400’ler için, S-400 füze sistemleri için tam 2,5 milyar dolar ödemedi mi? 2,5 milyar dolar ödedi, değil mi?

Bunu kim söyledi? Sayın Erdoğan’ın kendisi söyledi. Peki şu anda S-400’ler kullanılabiliyor mu?

Kapağını açtılar, hemen yaptırımlar geldi. Ve daha ağır yaptırımlar gelebilir diye korktuklarından şimdi o S-400’lerin kapağı kapalı tutuluyor. Ortada bir sürü dedikodu var, hangisi doğru bilmem. Dedikodulardan birisi ne? ‘Ya biz bunu İncirlik Hava Üssü’ne koysak da.’ Bunu kime diyorlar?Amerikalılara diyorlar. ‘Bari siz orada izleseniz valla kapağını açmayacağız’ demeye getiriyorlar yani bakın. Ülkenin düştüğü duruma bakın ya. Bir başka dedikodu ne? ‘Ya bunları başka bir ülkeye satsak, kurtulsak’ mı? Bu da başka bir dedikodu. Bunların hangisi doğru, bilemeyiz. Kapalı kapılar ardında görüşüyorlar. Ama bu dedikoduların doğru olma ihtimali bile bizi çok üzüyor arkadaşlar. Bunlar bizim milli onurumuzu yaralayan gelişmeler. Sözüne güvenmiyor, diyorsun ki ‘Ya İncirlik’te tut da bari senin gözünün önünde olsun, ben bunun kapağını açmayacağım’ diyorsunuz. O zaman, o 2,5 milyar doları niye verdin? Yazık değil mi bu ülkenin parasına? 2,5 milyar doları sen nereden topladın? Şurada yanan elektriğin üzerindeki vergiden, şuradaki suyun üzerinden aldığı vergiden, Posof’taki bütün vatandaşlarımızdan, Ardahan’daki bütün vatandaşlarımızdan kazanırken ve harcarken aldığı vergilerden toplanan paradır o. Niye heba ediyorsun?

S-400leri şimdi kullanamıyoruz ha? O zarar yazdı mı, zarar?

Bir de ne oldu? Bu S-400 kavgası yüzünden F-35 savaş uçaklarında şu anda Türkiye alamıyor. Parasını verdiğiniz ve gelişmesine katkıda bulunduğumuz Türkiye 4 ülkeden birisi biliyorsunuz. F-35 savaş uçaklarını ilk planlayan, projesini başlatan yine bizim dönemimiz o. Bizim dönemde başladı o iş F-35. Düzgün bir dış politika sayesinde, sağlam bir ekonomi sayesinde Türkiye o zaman güvenilir bir ortaktı. Onun için davet ettiler gelin bu Dünyanın bu en gelişmiş savaş uçağı sistemini sizinle beraber yapalım dediler. Ve 4 ana ülkeden birisi Türkiye’ydi. Binlerce parça yüksek teknoloji üretimi Türkiye’de yapılıp gönderilecekti ve bunun montajı yapılacaktı. İleriki aşamalarda buradaki üretimi dahi söz konusu idi. Parasını verdiğimiz uçakları değerli arkadaşlarım bunlar getirtemedi biliyor musunuz? Parayı verdik, teknoloji ortağı olduk, uçağın tapusunu aldık tapusunu kayıt belgesini fakat kendi sahibi olduğumuz uçakları Amerika’dan kaldırıp da ülkemize getiremedik. Bu mu milli politika, bu mu millilik, yerlilik? Hamasetle, kavgayla, dövüşle iş yürümez arkadaşlar. Tabi ki bir ordunun, bir ülkenin sağlam ordusu olur, güçlü ordusu olur.

Gereğinde ben bu orduyu kullanırım dersiniz ama böyle boş konuşup boş naralar atıp hiçbir şey yapmadığınızda yapamadığınızda da işte ülkenin onurlarını böyle ayak altında çiğnetirsiniz. Yazık günah. Sonuçta ne oldu? Parasını verdiğimiz S-400leri kullanamıyor muyuz? Kullanamıyoruz. Parasını verdiğimiz F-35’i tescil belgesini, tapusunu aldığımız F-35’i kullanabiliyor muyuz? Kullanamıyoruz.

Parayı kaybet, F35’i kaybet, S400’ü kaybet. Onun için biz ne diyoruz? Bunların dış ilişkileri ‘kaybet-kaybet-kaybet’ üzerine maalesef.

Ortada gerçekten arkadaşlar çok ciddi bir bilgisizlik var biliyor musunuz? Ya bir insan her şeyi bilmeyebilir, her şeyden anlamayabilir ama bilenlerle çalışması lazım. Dürüst ve işin ehli kadrolarla çalışmadan hiçbir konuda başarı elde edilemez hiçbir konuda. Hangi konuda olursa olsun, hele hele koskoca bir devleti yönetiyorsanız, koskoca bir ülkeyi yönetiyorsanız iş başına getirdiğiniz insanların hem dürüst hem de işin ehli insanlar olması lazım. ‘Ben işime kimseyi karıştırmayayım, bütün yetkiyi üzerimde toplayayım tek imzayla ülkeyi yöneteyim artık zaten kaç seneden sonra benden iyi hangi konuyu kim ne bilir ki’ deyin ondan sonra da ülke bu hale düşsün maalesef. Sonuçta bütün ülkelerle ilişkileri bozmayı başardılar.

Ülkemiz yoksullaştı, ihracat düştü, millî gelir düştü, turizm gelirleri düştü, yatırımlar azaldı.

Ve şimdi de kalkmışlar, hiçbir şey yokmuş gibi hareket ediyorlar, hiçbir şey yokmuş gibi.

Sayın Erdoğan, yıllarca Mısır Devlet Başkanı için “Darbeci Sisi” demedi mi? “Zalim Sisi” demedi mi? Daha dün İstanbul seçimlerinde muhalefetin adayına ‘Sisi’ demedi mi? Hepsini dedi, hepsini yaptı. ‘Ben onun masasına oturmam’ dedi, ‘Onun elini sıkmam’ dedi. Şimdi ne oldu? Niye Kahire’ye Mısır’a heyet arkasına heyet gönderiyor? Bakın onlar bize gelmiyor, Mısır’ın heyetleri bize gelmiyor, bizim heyetlerimiz Kahire’ye gidiyor. Neredeyse yalvaracak duruma geldiler ‘Ya şu ilişkileri düzeltelim’ diye. Ne oldu? Bunu hesap edemiyor musun? Sen Mısır ile ilişkiyi bozduğun zaman Doğu Akdeniz’deki haklarının kaybedeceğinin farkında değil misin? O Mısır tutup da Kıbrıslı Rumlarla bakın burada İlçe Başkanımızın babası Kıbrıs Gazisi. Kıbrıs’taki her karış toprağın değerini o bilir. O Mısır sen ilişkiyi bozdun diye, kavga ettin diye gidip Kıbrıs Rum Kesimi’yle görüşmeye başlayınca, Yunanistan’la görüşmeye başlayınca Doğu Akdeniz’i kendi aralarında paylaşmaya başlayınca ne oldu? Etekleri bunların tutuşmaya başladı. ‘Eyvah’ dediler ‘Doğu Akdeniz paylaşılıyor.’ Aklın neredeydi? Bunu hesap edemiyor musun ya? Aklın neredeydi? Mısır ile ilişkileri bozarken aklın neredeydi de bugün Mısırlıların peşine düşüp şu ilişkileri bir düzeltelim diye adeta bu ülkenin onurunu, şerefini böyle farklı bir noktaya getirerek adım atıyorsun? Yazık.

Mısır ile Doğu Akdeniz'den Libya'ya kadar geniş bir alanda ciddi iş birliği imkânlarımız bulunuyor” diyor şimdi. Şu anda Erdoğan bunu söylüyor. Peki, şimdi ben kendisine soruyorum:

“Zulüm kokan Mısır yönetimiyle dost olmamız mümkün değildir” diyen kimdi?

Ne oldu? Mısır yönetiminin siz bu zulüm kokusunu duymaz hale mi geldiniz birden? Hani Korona’nın yan etkisi var bazen koku... Ama bildiğim kadarıyla Korona falan da olmadı, geçirmedi. Allah sağlık, sıhhat versin.

Şimdi Sayın Erdoğan, televizyonlardaki gözyaşlarını da unutuyor, gözyaşlarını Mısır için. Hani ‘Rabia’ diyordu değil mi? Bu Mısır’dan gelen kelimeler. Hepsi unutuldu bakın.

Bir zamanlar karşınızda muhalif olan, şu anki küçük ortağınıza siz şöyle demiştiniz. Kim o? Sayın Bahçeli’ye, Sayın Erdoğan zamanında ne diyor? Şu andaki ortağı ama o zaman değil. “Sayın Bahçeli, diyor ‘Mısır’daki darbe sizin içinize sindi mi? Bu darbeyi kabullenmeyeceğiz” diyor. Benşimdi Sayın Erdoğan’a soruyorum; Ne oldu? Ya belli ki küçük ortak epeydir sizin içinize sindi herhalde öyle görünüyor. Peki bir de darbenin ve darbecilerin, darbeci diye nitelediğiniz Mısır Hükûmeti’nin de mi içinize sineceği mi tuttu? Ne oldu ben soruyorum şimdi. Bu ne tutarsızlıktır, bu ne yalpadır, bu ne zikzaktır?

Değerli arkadaşlar,

Bakın her şeyde olduğu gibi bunlar Mısır’la normalleşmeyi de ellerine, yüzlerine bulaştırdılar, bulaştırıyorlar. Ülkemizin itibarını maalesef alaşağı ediyorlar. Pabuç pahalı tabii. Yalnızlığının değeri, yalnızlığın değerinin beş para etmediğini yeni anlıyorlar, yeni. Peki bu kadar kaybettiğimiz yıllara ne olacak? Bu kadar kaybettiğimiz ekonomiye, bu ülkenin yoksullaşmasıyla ilgili ne diyorsunuz? Çıkın anlatın, bir hesap verin.

Değerli yalnızlık masalını maalesef fakirlik geldikten sonra bir masal olarak anladılar, öğrendiler, gördüler. Ama bu U dönüşleri değerli arkadaşlarım milletimizi yoksullaştırdı. Kimse Türkiye’nin artık sözünü dinlemez hale geldi.

Çıkıp Türkiye’den bir açıklama yapıldığı zaman ne diyorlar? ‘Ya bunlara bakmayın ya’ diyorlar. ‘Bunlar bugün böyle konuşur, yarın başka türlü konuşur.’ Zikzak var, U dönüşü var. Bugün dediğinin tam tersini yarın söyleyebiliyor. E sizi kim dinler? Sözünüze kim itibar eder

Bakın, şu anda aynı, aynı U dönüşleri Amerika ilişkilerinde de yaşanıyor.

Amerika ile ilişkilerinde Sayın Erdoğan ne diyordu şöyle bir kısa bir video ile hatırlayalım.

“Ey Amerika, Ey Trump, ya sen bunları görmüyor musun be? Görmüyor musun bunları? Lafa geldiği zaman bakıyorsunuz ki ‘Biz şöyle, böyle destek veriyoruz.’”

Şimdi burada İsrail’den bahsediyor, destek falan derken. Bir “Ey” nidası da son Amerikan seçimlerinde dönüp dolaşıp yine destek verdiği adaya atıyor burada. ‘Ey Trump’ diyor. Sonra seçimlerde ne oldu? Açık bir şekilde Trump’a destek verdi değil mi? Açık. Şu andaki hükûmet kendi kontrol ettiği medyayla son Amerikan seçimlerinde Trump’a açık destek verdi.

Ne oldu? Sonra Trump kazanamadı Biden kazandı. Bakın hesapsızlığa bakın. Ya biz böyle bir şey yapmazdık bakın. Türkiye Cumhuriyeti başka ülkelerin seçimlerinde taraf olmazdı. Başka ülkelerin iç siyasetine karışmamak gibi bizim Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren gelen bir ilkemiz vardı. Başka ülkelerin iç siyasetine karışmamak. Tabii ki başka ülkelerdeki gelişmeleri izlersiniz. Yani o gelişmelerin kendi ülkenizin menfaatine olmasıyla ilgili de bazı diplomatik çalışmalar yaparsınız. Ancak açıktan destek verilmez ya. Kaç yerde aynı hatayı yaptılar, kaç ülke ilişkileri sırf bu yüzden bozuldu biliyor musunuz? Adaylardan birisine açıktan destek veriyorlar. Hatta kendi partilerinin kampanya elemanlarını gönderiyorlar o ülkeye ‘Aday için kampanya yapın’ diye. Bu ülkeningazetelerinde boy boy haber: ‘Türkiye şu adayı destekliyor’ diye. Bu aday kaybettiği zaman da o ülke ile olan ilişkimiz en az bir seçim dönemi bozuluyor. Çünkü yeni seçilen bilmiyor mu? ‘Ya kardeşim sen benim adayımı destekledin, durdun’ diyor. ‘İşte ben seçildim’ diyor. Şimdi o haldeki bir başbakanla, cumhurbaşkanıyla görüşüp ne konuşacaksınız? Bunlar hep hesapsızlık, hep. Ve taraf olup ülkedeki iç sorunların üzerini kapatma çabası. Oysa, bakın ben buradan yine Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum: Bakın bizim o akılcı, rasyonel dış politikamız sayesindeoluşturduğumuz güçlü ekonomik yapı sayesinde siz bir zamanlar “One minute” diyebiliyordunuz. Şimdi ise kendisinin dediği gibi ancak “Lafa gelince...” konuşmak zorunda kalıyor.

Uluslararası arenada Türkiye’nin sözünün hükmü yok arkadaşlar. Bakın, şu anda Filistin davası var ya, Filistin davası. Hiçbir zaman bu kadar sahipsiz kalmamıştı. Geçenlerde yine yaşadık. İsrail seçimlerinden sonra yüzlerce kadın, çocuk öldü Filistin’de. Artık batı basını bile dayanamıyor bakın, batı basını. Bunları boy boy haber yapıyorlar. Gazetelerin ilk sayfasında ölenlerin fotoğrafları yayınlıyorlar ‘Ya bu zulümdür’ diyorlar. Batı basını, İsrail’in yaptığı zulmü haber yapıyor, birinci sayfadan haber yapıyor. Ama Türkiye bol bol konuşuyor. Konuşmanın bir etkisi var mı? Ne yapmış? Oturmuş masasına, 10 tane lideri aramış, İsrail’i şikâyet etmiş. Sonuç: Ne diyor? Telefon diplomasisi yaptı’ diyor, etkin diplomasi, telefon diplomasisi. Kimi, kime şikâyet ediyorsun ya? Söylediğinin etkisi var mı ya? Bir laf ettiğin zaman İsrail’in davranışını değiştirebiliyor muusn? Ondan haber ver. Diplomasi budur, dış politika budur. Şu anda değerli arkadaşlar bunlar, laf üretmek dışında bir şey yapamıyorlar. Hiçbir sorunu çözemiyorlar. Hiçbir şey. Çözümün parçası olabiliyor mu? Olamıyor.

Çünkü bir o yana, bir bu yana gidip duruyorlar. İstikrarlı ve kararlı bir dış politika istikametiniz olmazsa, sözünüzü kimseye geçiremezsiniz.

Bakın arkadaşlar,

Daha dün “Ey Amerika” diyenler, bugün “En Amerikancı biziz” yarışına girdi ya. Hayretle izliyoruz, hayretle.

Hani o Akraba Bakan’ın abisinin falan başında olduğu yayınlar var ya, televizyon kanalları, gazeteler vesaire. Geçen birkaç hafta önce tam dünkü meşhur görüşme var ya hani haftalar öncesinden 14 Haziran, 14 Haziran. Bütün yandaş medyada 14 Haziran. Neymiş? 14 Haziran’da yüz yüze görüşme imkânı bulacakmış. Ülkemin Cumhurbaşkanı, Amerika’nın Başkanı’yla 48 dakika görüşecek diye kaç hafta öncesinden davul çalmaya başladı yandaş medya. Yine görüşme öncesinde ne yaptılar? Öyle bir yayın politikası izlediler ki aslında ‘En Amerikancı biziz’ diye. Ve geçenlerde bizleri de kapsayan bir haber yapmışlar.

Bakıyoruz, Amerikancılıkla övünüyorlar ya. Amerika’ya diyorlar ki
önden mesaj gönderiyorlar dünkü görüşme öncesinde ‘Biz hep sizi savunduk’ diye. Bakın arkadaşlar, ta 1 Mart Tezkeresi, 2003. 18 sene geçmiş aradan 18 sene. Bunun haberini yapıyorlar. Diyorlar ki, “Erdoğan 1 Mart Tezkeresi’nde Amerika’dan yanaydı. tezkeresinde yanaydı, Irak Savaşı’na Amerika’yla beraber girmek isteyen Erdoğan’dı’ diye haber yapıyorlar ya. Niye? ‘Acaba ortamı biraz ısıtabilir miyiz?’ diye. Açıkta kaldılar ya, açığa düştüler ya şimdi Biden seçilince. Bunun haberini yapıyorlar. İnanın yazık, günah.

Şimdi dün mevcut ABD yönetimiyle, 5 ay sonra, 5 ay sonra ilk kez biliyorsunuz yüz yüze görüştüler ya, buralardan mesaj vermeye çalışıyorlar. Kendilerini sevimli göstermeye çalışıyorlar. Durum gerçekten çok hazin.

Kasım ayında seçim oldu biliyorsunuz, kasım ayında. Ocakta da yeni yönetim işe başladı. Kasım ayında seçimden sonra genelde bir tebrik telefonları başlar. Yani ülkelerin liderleri, yeni seçilen başkanı tebrik etmeye başlar.

Bizimkiler hemen telefon kuyruğuna yazdırdı ismini. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, Amerikan Başkanı’nı tebrik etmek için bir telefon etmek istiyor diye. Aralık geçti, ocak geçti, şubat geçti, mart geçti, nisan ayı geldi 1915 olaylarının yıldönümünden bir gün önce o telefona döndüler. Ve ne için döndüler? Mesaj neydi? ‘Ya haberiniz olsun yarın 1915 olaylarının yıldönümü, biz o olayları biz bir soykırım olarak tanımlayacağız, açıklayacağız, haberiniz olsun’ deyip telefonu kapattılar. Telefon bundan ibaret. Ben ülkem adına üzülüyorum. Türkiye Cumhuriyeti gibi bir ülkenin, NATO üyesi olan, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birine sahip olan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı aradığı zaman en geç o gece saat farkı falan telefonuna dönmeniz lazım. Normali budur. Eğer saygınsanız, itibarlıysanız normali budur. Böyle bir itibarlı ülke olabilir mi? Fakat tabii

Ülkemin Cumhurbaşkanı kasım ayından taa nisan ayına kadar, Amerikan Başkanı’yla onlar arayana kadar 3 dakikalık telefon görüşmesi bile yapamadı.

Size soruyorum, itibarlı ülke böyle mi olur? İtibarlı ülkeyseniz, siz “Alo” dediğinizde en geç o akşama telefon görüşmesi yapılır.

Fakat tabii dış ilişkileri yıllarca istismar ederseniz, naralar atarak dış ilişkileri yürütürseniz, içerideki sorunların üstünü örtmek için kullanırsanız itibarlı ülke olamazsınız. Dış ilişkileri; ‘Ey Batı’, ‘Ey Amerika’, ‘Ey Avrupa’, ‘Haç-Hilal’ deyip içerideki sorunların üzerini örtmek için kullandılar.

Sayın Erdoğan, hayali bir dış düşman üretmek uğruna Türkiye’nin dış ilişkilerine büyük zarar verdi.

Şimdi dün NATO Zirvesi’nde ilk defa yüz yüze ve 48 dakikalık bir görüşme, 48.

Bu ne demek? Tercümeli bir görüşme. Ya ben, kendim binlerce o tür görüşme yaptım. Avrupa Birliği Bakanlığım döneminde, Dışişleri Bakanlığım döneminde, diğer Başbakan Yardımcılığım döneminde. Eğer ardıl tercüme varsa zaten ardıl tercüme ne demek? Siz Türkçe söylüyorsunuz, sizin söylediğinizi bir tercüman öbür tarafa aktarıyor değil mi? Onun söylediğini de bir tercüman size anlatıyor. Dolayısıyla ne oluyor? Tam iki katı sürüyor görüşme.

48 dakikalık görüşmenin aslında özü nedir? 24 dakikadır. Çünkü 24 dakika konuşulur, 24 dakika da tercüme edilir. Hesap basit. Peki 24 dakika konuşuluyorsa ‘Yarı yarıya konuştuk’ deseniz, 12 dakika siz konuşmuşsunuzdur, 12 dakika da karşısı. Yani haftalardır ‘Şu tarihte görüşülecek, yüz yüze görüşülecek.’ Çok sevindiler randevu alabildik diye yani. NATO’nun toplantı salonunun yanındaki küçük bir odada görüşebileceğiz diye çok sevindiler. Ve sonuçta 12 dakika. Kaba hesapla 12 dakika dertlerini ne kadar anlatabilirlerse anlattılar, o kadar. Hale bakın ya. ‘48 dakika’ diyorlar ama yarısı tercüme at 24, 12 dakika sen konuştun 12 dakika karşısı. Hesap basit yani. dış ilişkileri yıllarca istismar ederseniz, yıllarca naralar atarak, herkesi kendinize düşman yaparak dış ilişkileri yönetirseniz işte bu hale düşersiniz. (48.24.24.25)

 

12 dakika yüz yüze derdini anlatabilmek için aylardır bekliyor ülkemin Cumhurbaşkanı ya. Bu ülke buna layık değil arkadaşlar, olmaz böyle bir şey.

Ondan sonra da ne diyor? ‘Herhalde dil sürçmesidir’ diyorum yani. ‘Bu Ermeni meselesini, 1915 olayları hamdolsun açmadılar’ diyor. Ya kafa karışıklığı olabilir yani. Dil sürçmesi de olabilir ama normalde yani konuyu senin açman lazım ve onların baskı altına girmesi lazım değil mi? YaniBiden’ın demesi lazım ‘İyi ki, çok şükür açmadılar o konuyu’ demesi lazım. Biden’ın açması lazım. Diyeceğim maalesef durum çok çok acı. Bakın bir mukayese yapalım. Benim Dışişleri Bakanlığım döneminde, o gün seçilen Amerikan Başkanı Obama, seçimlerden sonra kıtalar arası ilk ziyaretiniTürkiye’ye yaptı biliyor musunuz? Bırakın telefonu, melefonu ya. Çıktı Türkiye’ye geldi. Normalde hayırlı olsuna gidilir. Şimdi mesela hayırlı olsuna kim gidecek? Merkel gidecek değil mi? Onu açıkladılar. Avrupa’dan ilk Merkel’i ağırlayacak. Merkel gidecek, bir hayırlı olsun ziyareti yapacak. Normali budur, seçilene bir hayırlı olsuna gidilir. Ama Obama çıktı, Türkiye’ye geldi. Biz bunun zeminini hazırladık. Obama, Obama. Benim Dışişleri Bakanlığım dönemini diyorum. Yıl; 2009. 2008’de seçim oldu, 2009’un hemen ilkbaharında çıktı, geldi. Çünkü niye? Türkiye güçlü ülke, Türkiye itibarlı ülke. Ben Türkiye ile beraber dünyada neler yapabilirim’i konuşmak için geldi buraya adam. Biz bunu yaşadık. Maalesef değerli arkadaşlar, nereden nereye? Ülkeyi kötü yönetiyorsanız her anlamda sıkıntınız büyür, her anlamda. İtibarınız beş paralık olur, ülke ekonomik açıdan krize girer, tarımda kriz yaşarsınız. Her alanda kriz yaşarsınız. Gerçekten çok çok üzülüyoruz memleketimizin geldiği bu duruma.

Ve değerli arkadaşlar, biz diyoruz ki bakın bir ülkenin değeri nedir? İtibarı nedir? Bizim yaptıklarımıza biraz bakın da diyorum ders alın.

Ama ben ve arkadaşlarımın o yıllardaki başarısı hakkında Sayın Erdoğan ne diyor biliyor musunuz? Biz bunları partimiz kurulduktan sonra anlattık ya. Eskiden bunu yapardık diyoruz. Benim o ifadelerim üzerine Sayın Erdoğan ne demiş? Şu videodan izleyelim:

Bunu bana diyor, beni kastediyor.

Bakın, değerli arkadaşlar; o günlerde Merkez Bankası bağımsız mı? BDDK bağımsız mı? Bizim dönemimizden bahsediyorum, işin başında olduğumuz günlerden bahsediyorum. SPK bağımsız mı? O dönemde bu kurumların tamamen bağımsız çalıştığını unutuyor. ‘Ben onay vermeyeceğim’ diyor. Onaya ihtiyaç yok ki. Bu kurumlar zaten doğrusunu yapıyor, hiç merak etmesin. Kurumlar zaten doğruyu yaptı. Biz onlara siper olduk. Bu kurumların önüne set çekip kendisinin müdahalesine izin vermedik, bunun için başarılı olduk. Bunun için enflasyon düştü. Merkez Bankası

“Bir Başbakan onay vermeyecek, sen kalkacaksın bir bakan olarak adım atacaksın. Bunu kime yutturuyorsunuz?”

bağımsızken enflasyonu biz %29’dan aldık, tek hanelere iki yılda düşürdük. Paradan altı sıfırı o zaman attık. Merkez Bankası bağımsızken yaptık bunu. Hiçbir onay gerekmiyordu. Talimatla da iş yapmıyordu o dönemde Merkez Bankası. Çünkü bir ülkenin gücü kurumlarının gücünden gelir. Bu kurumların bazılarının da bağımsız olması lazım. Bağımsız olması gereken kurumların başında ne vardır? Yargı vardır, yargı. Yargı, evrensel hukuk, anayasa, yasalar ve hakimlerin vicdanıyla karar vermeli. Etki altında kalamaz. Hükûmet şunu yap, bunu yap diyemez yani yargıya. Ancak öyle adalet gelir bu ülkeye. Ekonomideki başarı da ancak bağımsız çalışması gereken kurumların bağımsız çalışmasıyla olur. Ne oldu? ‘Laf dinlemiyordu’ diye Merkez Bankası başkanlarını değiştirdi arka arkaya. İşte ülkenin geldiği durum malum. Enflasyon artık iki haneli. Tek haneli enflasyon hedefi hiç duyuyor musunuz? Hayal, hayal. Bakın milli geliri aldık. 3500 dolardı benim ilk bakan olduğum gün, 12500 dolara çıkarttık, 12500. Geçen sene 8600. 2023 hedefleri ne? 10000. 2023 için milli gelir hedefleri 10000 dolar şu anda. Ya biz 12500 doları bulduğumuz yıl, 2023’e 25000 dolarlık hedef yazdık, 25000. Dedik ki ‘3500’den alıp biz bunu 12500’e getirdiysek 10 yılda, yaklaşık 10 yılda da herhalde ikiye katlarız bunu’ dedik. ‘Çok zor değil yani 3500’den 12500’e neredeyse 10 yılda dörde katlayan, ikinci 10 yılda da ikiye katlar’ dedik. Bırakın ikiyekatlamayı, mevcudu bile kaybettiler. Mevcut milli gelir bile düştü. Ve ben şimdi kendisine soruyorum:

‘Sayın Erdoğan’ diyorum, o gün de siz vardınız, bugün de siz varsınız değil mi? İşin başındaki değişmiyor bakın. Peki ne değişiyor? Ekip değişiyor, ekip. Yanınızda talimatla çalışmayan, sadece milleti önceleyen, işini iyi yapan insanlar vardı. Şu anda öyle insanlar yok yanında. Demek kineymiş? ‘Ben, ben’ diyor ya işte sorunun kaynağı burada. Ve Amerikan Başkanı’nın, seçilen başkanın ilk kıtalararası ziyaretini yaptığı Türkiye’ye varken bir zamanlar, siz vardınız ama bizler de vardık. Ben ve benim gibi bu ülkeyi seven, işini düzgün yapan bir kadro vardı. Ama şimdi seçilen başkan, sizi 5 ay telefon kuyruğunda bekletiyor ve siz oradasınız. Demek ki başarının kaynağı ne? Başarının kaynağı düzgün kadrolar. Sorun tam da bu. Diplomasi kadrosunu zayıflattı, Dışişleri Bakanlığı neredeyse tamamen devre dışı kalmış durumda, işin uzmanlarıyla çalışmıyor artık. Aradaki fark çok açık. Şimdi bu farkın sonucunu görüyoruz. Amerikan Başkanı’nı biruluslararası toplantıda bir odada yakalamanın peşine düşmüş halde bu ülkenin başındaki kişi bakın. Çok yazık. Bakın, üçüncü bir kısa video var. Onu da arkadaşlar kısa bir izletsinler.

“Ben, ben, ben...’ ne ‘ben’i yahu? Nasıl olur?”

Şimdi diyor ki burada, ‘Ben, ben, ben’ demeyeceksin. Ama bunu diyen kendisi. Bunu yapan kendisi. Her şeyi kendinin yaptığını düşündüğü için, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannettiği için maalesef ülke bu hale gelmiş durumda.

Şimdi ben buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum.

Sözünüzün kıymeti olsun, kıymeti. Kıymeti olsun ki sizi birileri dinlesin. Bir gün ‘Ey Amerika’ diyerek, ertesi gün ‘En Amerikancı biziz’ diyerek bu ülkede siz itibar sağlayamazsınız, bu dünyada itibar sağlayamazsınız.

Size bakarlar, “Ne diyor bu adam?” derler. “Daha dün ne diyordu, bugün ne diyor?” derler ve artık dinlemezler.

Hani diyordu ya ‘Bir de kalkmış bana ders vermeye çalışıyor’ diye, ihtiyacı var ne yapalım? Biz ders vermeye devam edeceğiz. Tavsiyelerde bulunmaya devam edeceğiz. Hiç olmazsa biz iktidara gelmeden 100 tavsiyede bulunuruz, belki 10’unu alırlar, yaparlar. Yine de memleketin menfaatidir.

Biz şimdi bir ders daha vermek istiyoruz, bakın. Gerçek dış politika ne demektir, DEVA Partisi’nin vizyonunu çok kısa paylaşacağım. Dış politika nedir?

Dış politika demek, diplomasi demektir.

Dış politika demek, siyasi diyalog kurmak demektir.

Dış politika demek, problemleri konuşarak çözmek, barışçıl yolu izlemek demektir.

Dış politika; düşmanları azaltmak, dostları çoğaltmak demektir. Ülkenin uzun vadeli çıkarlarına göre hareket etmek demektir dış politika.

Biz, DEVA Partisi’nin, işinin ehli ve liyakatli kadrolarıyla Türkiye’yi her yerde çözümün adresi yapacağız.

Bakın o dönemde bunları yaşadık. Birleşmiş milletler arabuluculuğun merkezini İstanbul’a taşımayı ve İstanbul’a bir merkez kurmayı planladı o zaman biliyor musunuz? ‘Siz bu işi çok iyi yapıyorsunuz’ diye. ‘Küsenleri barıştırıyorsunuz, kavga edenleri ayırıyorsunuz, savaşan ülkelerle konuştuğunuz zaman etkili oluyorsunuz, savaşı durdurabiliyorsunuz. Bari bu merkezi İstanbul’a taşıyalım. Sizin birikiminizden istifade edelim’ diye. Daha sonra tabii o projeden anında vazgeçtiler. Dediler ‘Ya Türkiye değişti, bırakın arabuluculuğu, bunlar kavganın tarafı oldu. Sorunun parçası oldu’ dediler. Proje kaçtı, gitti.

Ve değerli arkadaşlar,

Türkiye sağduyunun sesi olması gerekiyor. Barışın temsilcisi olması gerekiyor. Kuşkusuz güçlü ordumuz olacak. Ama güçlü ordu nedir arkadaşlar? Bir caydırıcı güçtür. ‘Bakın gerekirse NATO’nun en büyük ikinci ordusu bende ona göre dikkat edin’ dersiniz. Bunu çoğu zamansöylemenize de gerek kalmaz. Bunu hissettirirsiniz. Ama o gücü kullanmaya başladığınız anda gücünüz ölçülebilir hale gelir. Ne oldu Suriye’de? Hesapsızlık, kitapsızlık. 36 tane şehit verdik ve 36 şehit olayının hemen birkaç gün sonrasında Sayın Erdoğan Moskova’ya gitti. Bu kapıda bekletildiği günleri hatırlıyorsunuz değil mi? Normalde gidince bir ülkeye, bir devlet başkanı, o devlet başkanlığı en kötüsünden giriş katında bir arabasında karşılanır. Diplomasinin gereğidir. Arabada karşılamak yok. Merdivenden çıkıyor, kimse yok. Koridorda kimse yok, kapı kapalı. Kapının önünde bekledi ya. Çok üzüldüm, ülkem adına çok üzüldüm. Şehit veriyorsunuz ve atlayıp Moskova’ya gidiyorsunuz ‘Konuşsak bir bu işi’ diye. Bizim hedeflediğimiz Türkiye bu değil arkadaşlar, bu değil.

Biz dün Sarıkamış’taydık. 78 bin şehit vermişiz. Bu topraklar öyle hazıra konulan topraklar değil. Her bir karışı çok kıymetli. Biz hiçbir gücün önünde eğilmeyiz.

Konuşmanın başında Posoflu bir kardeşimiz geldi. Ne dedi? ‘Cesaretinizden dolayı sizi kutluyorum ama ne yapacaklarınızı anlatın ama benim şimdi işim var’ dedi. İşi, gücü var belli. Ben de dedim ‘Sen YouTube’dan daha sonra izle, biz anlatacağız.’

Hiç kimsenin merakı olmasın. Bakın biz bu yola baş koyduk. Dürüstlerin hukuku öncelikleyenlerin, dosdoğru olanların, aynı zamanda çok cesaretli olduğunda ülkenin sorunlarını çözersiniz. Ve biz doğru olmanın ve doğruları savunmanın, hakkın yanında olmanın gücüne sahibiz, hamdolsun. Ve bu ülkenin dış politikası, dış ilişkileri birilerinin şahsi bekası uğruna heba edilemez. Dış politikanın gerçek millî menfaatler doğrultusunda yürütülmesi gerekir. Rasyonalite ile yürütülmesi lazım.

DEVA dış politikası ile ülkemiz kendi kendine güvenen, güçlü ve uluslararası alanda söz sahibi bir ülke olacak.

Ve kıymetli arkadaşlarım, ülkemiz bundan topyekûn kalkınacak.

DEVA Partisi, tüm kadrolarıyla ülkemizi topyekûn kalkındırmaya hazır. Ve Türkiye’nin DEVA’sı hazır.

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız.

Ben bilmiyordum, gelince arkadaşlar söyledi. Dediler ki; ‘Posof’a gelen ilk genel başkan sizsiniz. Daha önce böyle bir ziyaret olmamıştı’ dediler. Ben bilmiyordum ama il başkanımızla bir ay önce uzunca bir telefon görüşmesi yaptık. Ne yapalım, nereye gelelim? Dedi ki; ‘Sayın Genel Başkanım, sizi Posof’a götürmemiz gerekiyor. Orada güzel bir kongre yapacağız. Orada beraber olalım’ dedi. ‘Tamam’ dedim, bugün buradayız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden de asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Posof‘un DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

14 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Sarıkamış İlçe Kongresi Konuşması

Sarıkamış 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin çok değerli genel merkez kurul üyeleri,
Kars il teşkilatımızın ve Sarıkamış ilçe teşkilatımızın çok değerli

mensupları, değerli başkanlar,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Sarıkamışlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Sarıkamış ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bu vesileyle Sarıkamış ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

Değerli arkadaşlarım Türkiye’nin DEVAsı sizsiniz, gençlersiniz ve bu DEVA kadroları.

Değerli arkadaşlarım,

Sözlerimin hemen başında tam 107 sene önce burada, Sarıkamış’ta hayatını kaybeden, şehit düşen 78 bin askerimize huzurlarınızda rahmet diliyorum. Ve onlara biz minnettarız. Eğer bu güzel diyarlar, bu güzel topraklar şu anda bizim vatanımızsa biz bunları şehitlerimize borçluyuz,hepsini saygıyla, minnetle ve rahmetle anıyorum.

Değerli arkadaşlarım, DEVA Partisi yola çıktığı ilk günden beri siyasete yepyeni bir soluk kazandırdı. Ve geçtiğimiz hafta da yeni bir uygulamaya başladık. Parti programımızı biliyorsunuz, kuruluşumuzda da açıklamıştık ama hükûmet kurulduktan sonraki ilk 90 gün ve ilk 360 günde neler yapacağımızı bütün detaylarıyla açıklamaya başladık.

Bu çok önemli çünkü bunu daha önce Türkiye’de hiçbir siyasi parti yapmadı. Partiler genelde programlarını hazırlıyor, siyasi partiler kanunu

gereği. Bir genel çerçeve ortaya koyuyorlar ama bizim yaptığımız gibi seçimlerden sonra, hükûmet kurulduktan sonra hangi adımları atacaklarını detaylı bir şekilde ortaya koyan bir siyasi parti yok. Gerçekten çok önemli bir başlangıç yaptık.

Türkiye’nin kuru hamasetle kaybedecek tek bir gününün bile olmadığını çok iyi bildiğimiz için bu başlangıcı geçen hafta Adana’da gerçekleştirdik. Ve böylece tarımda kapsamlı bir eylem planını açıklamış olduk. İlk adımı bir bakıma toprağa attık.

Şimdi üzerinde çalıştığımız 20 kadar başlık var ve şu anda tamamlanan 400 kadar eylem var. Bu 20 başlığın her birisi için ayrı ayrı tanıtım programı yapacağız, lansman programı yapacağız. Ve tarımdan sonraki başlıklarımızı da vatandaşlarımızla, kamuoyuyla paylaşacağız. Bu alan oldukça geniş. Örneğin tarımla başladık ama esnaf ve KOBİ’lerimizle ilgili ayrı bir eylem planımız var. Yine sosyal destek, sosyal yardımlarla ayrı bir eylem planımız var. Eğitimle ilgili, sağlıkla ilgili, kültür-sanatla ilgili, dijital dönüşüm ve teknoloji ile ilgili eylem planlarımız var. Hukuk ve adaletle ilgili, yargı reformuyla ilgili eylem planlarımız var. Gerçekten çok kapsamlı bir çalışma. Yani hükûmet iş başına geldiği anda biz bütün bunların hazırlığını tamamlamış olacağız. Vatandaşlarımıza duyurmuş olacağız ve buna uygun da kadrolarımızı oluşturmuş olacağız. Ve değerli arkadaşlarım,bunların hepsi gerçekçi, somut, ince ince çalışılmış planlar. Ve her bir adımın bütçe yükü de hesaplanmış durumda bakın. Öyle bizde boşa atıp tutma yok. Her şey hesaplı, kitaplı, planlı programlı. Gerçekçi, tutarlı.

Biz ‘Günü gelince bakarız’ demiyoruz. Siyasetin eski yanlış alışkanlıklarına karşı çıkıyoruz. Çözüm için çalışıyoruz ve bu çalışmaları da vatandaşlarımızla paylaşıyoruz.

Değerli arkadaşlar gerçekten şu anda Türkiye’nin bu çok büyük bir ihtiyacı. Muhalefet partileri genelde problemleri ortaya koyuyor, sıkıntıları ortaya koyuyor. Ancak dikkat edin şöyle, çözüm üreten, çözüm öneren kim var? Hangi çözümü öneriyorlar? Neyi yapacaklar diye sorduğunuzda orada koskoca bir boşluk var. Siyasetin bir laf üretme kısmı var bir de iş üretme kısmı var. İşte değerli arkadaşlarım, DEVA Partisi siyasetin iş üretme kısmı. Biz önce çalışıyoruz. Hazırlıklarımızı yapıyoruz ve ayağı yere basan, sağlam, tutarlı, uygulanabilir politikaları, uygulanabilir eylem planlarını vatandaşlarımızla paylaşıyoruz. Bu gerçekten, dediğim gibi bizim çok çok önemli bir farkımız.

Peki, tarım eylem planımızla ilgili, içeriğe tabii giremem tek tek, 56 tane madde var. Bizim Adana’da yaptığımız lansman programının YouTube’da uzun bir, bir saatlik, bir buçuk saatlik bir görüntüsü var. Detaylarını merak edenler her zaman girip o sosyal medyadan, YouTube hesaplarımızdan izleyebilir. Benim ve Sektörel Politikalar Başkanımız Birol Aydemir Bey’in sunuşunu şöyle bir vakit bulduğunuzda akşam, sakin bir saatte izlemenizi

ben özellikle tavsiye ediyorum. Asıl tarımla ilgili bakışımızın detayları orada. Ama ben şöyle sizlerle kısa birkaç başlığı da paylaşmak istiyorum. Çünkü çiftçimiz çok dertli, hayvancılıkla uğraşan, üretimle uğraşan vatandaşlarımız çok sıkıntılı. Burada ne var? Hemen kısa zamandaatılabilecek adımlar var, eylem planımız içerisinde. Mesela biz diyoruz ki; ‘Çiftçimizin borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak öteleyeceğiz’ diyoruz. En az 2 yıl. İlk taksit, 2 yıl dolacak ondan sonra başlayacak. Ve bu arada da faiz işlemeyecek. Çiftçinin toprağına, traktörüne haciz uygulamasını kaldıracağız. Bazıları diyor ki; ‘Ya bankacılıkta bu olur tabii ki işte, rehin alırsın, haciz koyarsın.’ Öyle olmaz. Ben tam 11 yıl Ziraat Bankası’ndan sorumlu oldum. Bizim dönemimizde böyle bir şey yoktu. Ve tarımsal kredilerin ödeme oranı yüzde 99’du arkadaşlar. Çiftçimizin yüzde 99’u borcunu gününde ve tam ödüyordu. Bunu biz gerçekleştirdik, bunu yaptık. Genel ekonomik düzen sağlam olunca, yüzler gülünce, ekonominin çarkları dönünce zaten borç ödemek de kolaylaşıyor. Bizim çiftçimiz, dürüst, borcuna sağlam ama ülkenin genel imkânlarının, genel şartlarının iyi olması lazım ki borcunu ödeyebilsin. Biz Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız. Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini, yani Özel Tüketim Vergisi’ni çiftçimize tekrar iade edeceğiz. Çiftçimizin kullandığı gübrenin maliyetinin yarısını, yani yüzde 50’sini, destek olarak çiftçimize vereceğiz.

Elektrik, özellikle kuyudan su çekilerek yapılan sulamada elektrik büyük maliyet tutuyor biliyorsunuz. Bazı bölgelerimizde. Çiftçimizin kullandığı elektriği, çiftçimize özel tarifeyle, daha uygun şartlarda daha ucuza sağlayacağız.

Tarım desteklerini, üretimin yapılacağı dönemin başında açıklayacağız. Yani daha ekim-dikim olmadan biz, hangi ürüne, devletin ne destek vereceğini baştan açıklayacağız ki, çiftçimiz ona göre hesabını kitabını yapabilsin. Karanlıkta yürümesin. Devletten ne alacağını, ekimi-dikimi yapmadan önce bilsin. Arkasından da destek ödemelerini aynı yıl içinde gerçekleştireceğiz. Şu anda biliyorsunuz bir yıl geriden geliyor destek ödemeleri.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız için, ki eylem planımızın içinde hayvancılıkla ilgili maddeler de var.

Et ve süt üreticilerine destek ödemelerini zamanında ve planlı bir şekilde yapacağız.

Yem bitkilerinin kullanılmasında maliyetin yüzde 50’sine varan destekler vereceğiz.

Terk edilen yaylaları yeniden üretime kazandıracağız.

Organize hayvancılık bölgelerini teşvik edeceğiz.

Flora zenginliğine sahip bölgelerde arıcılığa özel teşvik ve destek sağlayacağız.

Ve burada şimdi dediğim gibi fazla vaktinizi almayayım. Çok detaylar var. Bu detayları partimizin YouTube kanalından her zaman, istediğiniz zaman izleyebilirsiniz, dinleyebilirsiniz.

Biz ülkemizin tüm sorunlarının çözümü için çalışıyoruz ve bu çalışmalarımız da halkımızla sürekli paylaşıyoruz.

Çünkü biz milletimize karşı sorumluluğumuzu biliyoruz ve bunun doğal gerekliliğini yerine getiriyoruz.

Çünkü değerli arkadaşlarım, DEVA Partisi artık kadrolarıyla, programıyla, eylem planlarıyla emaneti teslim almaya geliyor, hazırlanıyor.

Değerli arkadaşlarım,
Dedim ya, kaybedecek tek bir saniyemiz bile yok.
İşte bu nedenle çok disiplinli bir şekilde çalışmak zorundayız.

Tarım ve hayvancılıkta özellikle sıkıntılar çok büyük. Burada salonda da eminim, Sarıkamış’ta olsun, Kars merkezde olsun, diğer ilçelerimizde olsun hayvancılıkla, tarımla uğraşan çok sayıda vatandaşımız var. Ve sadece size bakın dört kalemdeki maliyet artışlarını söyleyeceğim, dörtkalemde.

Bir yılda, son bir yıllık süre içerisinde üre gübresindeki fiyat artışı değerli arkadaşlar, tam yüzde 235. Yüzde 235.

Süt yeminde artış bir yılda yüzde 76,

Mazot fiyatında artış yüzde 32,

Saman, saman ya saman fiyatındaki artış yüzde 72.

Ve çiftçimizin borcu da şu an itibarıyla 150 milyarı, eski parayla 150 katrilyonu aşmış durumda.

Bakın sadece son bir seneyi anlatıyorum, bir senede gelen maliyet artışlarından bahsediyorum.

Şimdi, süt üreticisine bakıyoruz, zaten tarımda hangi ürün olursa olsun, hayvancılıkta hangi ürün olursa olsun, bu ürünleri büyük bir kısmı şu anda

zarar ediyor. Maliyetler arttı ama satış fiyatları maliyet kadar artmıyor, artamıyor. Çünkü bunu alacak vatandaşın satın alım gücü o kadar artmıyor. Devlet ne yapıyor? Emekliye, asgari ücretliye açıkladığı resmî enflasyon oranında zam veriyor. Emekli vatandaşlarımız da var bu salonda. Resmî enflasyon kaçsa resmî enflasyon kadar zam veriyor. Halbuki dışarıdaki gerçek enflasyon farklı. Hayat çok pahalı. En son TÜİK’in açıkladığı enflasyon ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 16. Buna kim inanır ya? Yüzde 16. En son ay açıkladığı rakam bu. Bu şu ana kadar 50’den fazla ilimize gittim. Her ilde, tek tek esnafımıza girdim, çıktım. Herkese sordum. Esnafımıza sorduğumda, ‘Alıp sattığın malın fiyatı ne kadar arttı?’ diye sorduğumda ‘Yüzde 30’ diyen var, ‘40’ diyen var, ’50’ diye var. Hele ithal ürünse ‘yüzde 100’ diyen var, fazlasını söyleyen var. Şimdiye kadar böyle ‘Yüzde 10-15 enflasyon’ diye hiçbir esnafımızdan duymadım. Böyle bir şey yok. TÜİK bu rakamları nereden alır, nasıl yayınlar? Buna da akıl erdiremiyoruz doğrusu. Gerçekten devlet demek, güven demek. Devlet güvenilir olmalı, açıkladığı rakamlara insanlar güvenmeli. Bakın şu anda süt üreticilerimizin karşı karşıya kaldığı duruma bakıyoruz. Yem fiyatları arttı. Her türlü maliyet arttı. Ama sütün fiyatı şu anda 2 lira 80 kuruş. Daha da düşüktü eskiden biliyorsunuz. Fakat üreticilerimiz tabii daha yüksek fiyatlar istiyor. Haklı olarak ‘Benim maliyetim arttı’ diyor. ‘Bu 2 lira 80 kuruşla ben karşılayamıyorum maliyeti’ diyor. 4 liraya kadar gelen talepler var. Üreticilerimiz haklı. Ama sorunun kaynağı ne biliyor musunuz, sorunun kaynağı? Sorunun kaynağı değerli arkadaşlar, ülkemizin makroekonomik dengelerinin bozulmuş olması. Döviz kurunun artık bu hükûmet tarafından kontrol edilememesi. Biraz önce saydığım maliyet kalemleri var ya, bunların çoğu dövize bağlı kalemler, dövize. Gübre diyorsunuz, maliyet tamamen döviz. İlaç diyorsunuz, tamamen döviz. Motorin diyorsunuz, tamamen döviz. Ve döviz fiyatlarını, döviz kurunu kontrol edemeyince hükûmet, a’dan z’ye her şeye zam geliyor memlekette. Ama bu çok da çiftçimizi vuruyor, en çok da hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızı olumsuz etkiliyor. Peki, döviz kurunu niye kontrol edemiyorlar? Çünkü biliyorsunuz, Merkez Bankası artık bağımsız bir kurum değil. Merkez Bankası’na sürekli hükûmetin bilinçsiz müdahalesi var, sürekli. Bilmeyerek müdahale ediyorlar, bilmiyorlar. Bilinçsiz müdahale sonucunda da artık Merkez Bankası’nınenflasyonu da, döviz kurlarını da kontrol etme imkânı kalmadı maalesef. Bakın, 2018’in Haziran’ında bu ülkede bir seçim oldu değil mi? Ve ilk defa Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi uygulanmaya başlandı. 2018 Haziran’daki seçimle beraber Cumhurbaşkanı, bütün yetkiyi tek elinde topladı. Ve hemen seçimden sonra bir kabine kurdu. Akrabasını, yakın akrabasını da bakan olarak görevlendirdi. O gün bu gündür, yani taraflı, partili Cumhurbaşkanı göreve başlayıp akraba bakanı da görevlendirdikten sonra Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini cayır cayır satarak şu anda eksi 60 milyar dolara indirdiler. Eksi 60. Merkez Bankası’nın kasalarında 90 milyar dolar civarında döviz ve altın görünüyor ama o döviz ve altın dışarıdan borç alınmış döviz ve altın. Hatta dışarıdan alınanın da 60 milyar dolarlığı da satılmış, onun için eksi 60’a düşümüş durumda. Yani Merkez Bankası’nın şu anda piyasaya tam 150 milyar dolar

borcu var. Bunun karşılığında da elinde sadece 90 milyarlık bir döviz ve altın varlığı var. Bir ülkenin Merkez Bankası bu hâle düşürülür mü ya? Yazık, günah değil mi? E sizin tabii döviz rezerviniz kalmayınca, eksiye düşünce döviz kurlarını kontrol edebilecek herhangi bir güç elinizdekalmıyor. Ve sonunda da işte sürekli kur krizleriyle yaşayan bir ülke hâline geldik. 2018’in Haziran’ından bu yana tam 3 kere ciddi kur krizi yaşadık. Hani diyordu ya Cumhurbaşkanı: ‘Yetkinin hepsini bana verin, faiz de nasıl düşermiş, enflasyon da nasıl düşermiş, ben göstereceğim’ diyordu değil mi? Ne oldu? Tam 3 yıl oldu, 3. 3 yıldır bu faiz niye düşmüyor, bu enflasyon niye düşmüyor, bu kur niye artıyor? Bütün yetki Sayın Erdoğan’ın elinde şu an. Bütün yetki elinde. Ve şu anda Merkez Bankası’nın faizi yüzde 19 arkadaşlar, yüzde 19. Bu Avrupa’nın en yüksek faizi, dünyanın en yüksek 7. faizi. Dünya’da 7. sıradayız. Hani ne oldu faizle mücadele? Niye inmiyor, niye düşürmüyor faizi? Merkez Bankası şu anda emrinde değil mi? Merkez Bankası Başkanı kaç kere değişti? Son 2 yılda şu anda dördüncü Merkez Bankası Başkanı. Daha öncekilere ne diyordu? ‘Laf dinlemiyordu’ diyor, ‘Aldık görevden.’ İşte laf dinleyeni getirdin. O zaman söyle hemen indirsin faizi. Niye yapamıyorsun, niye indiremiyorsun? Ne diyordu? ‘Faiz sebep, enflasyon sonuçtur’ diyordu değil mi? ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç.’ ‘Yani yüksek faiz sebep, yüksek enflasyon sonuçtur’ diyor değil mi? Yıllardır bunu söylüyordu. Madem yüksek faiz sebep, yüksek enflasyon sonuç. Bu yüksek faizi indir, enflasyon da insin. Eğer tezin doğruysa yıllardır, yıllardır. Merkez Bankası’na dayattığın tez eğer doğruysa hemen talimat ver, faizi indirsin Merkez Bankası, enflasyon da düşsün. Niye yapmıyor, niye yapamıyor? Çünkü değerli arkadaşlarım, bilmiyor. Bilmiyor. Eskiden etrafında işi bilen insan çoktu. Dürüst ve işin ehli insanlar çoktu. Zaten Türkiye hangi alanda başarılı oldu ise şu geçtiğimiz 20 yılda o alanlardaki az sayıda düzgün ve işi bilen insanlar sayesinde başarılı oldu.

Türkiye bir dönem Avrupa Birliği sürecinde çok başarılıydı. E Avrupa Birliği işini bilen ve gerçekten Türkiye’yi Avrupa Birliği standartlarına yükseltmeyi hedef edinmiş bir kadro, o başarıyı elde etti. Türkiye bir zamanlar dış politikada da çok başarılıydı değil mi, dış politikada? Saygın ülkeydik, itibarlı ülkeydik. Çünkü o dönemde dış işlerinden anlayan, uluslararası siyaseti bilen, uluslararası ilişkiler uzmanı, düzgün ve işin ehli insanlar iş başındaydı. Bu arkadaşınız, hem Avrupa Birliği Bakanlığı yaptı hem Dışişleri Bakanlığı yaptı. Ve o dönem biz sağlam kadrolarla çalıştık. Birülkenin Başbakanı ya da Cumhurbaşkanı, her şeyden anlaması şart değil. Her şeyi bilmesi de şart değil ama bilmediğini bilmesi lazım. Bilmediğini bilmesi lazım. ‘Ya ben bu işten çok anlamıyorum, demek ki bilenlere emanet edeyim. Ha başka bilenlere de onları kontrol ettireyim’ diyeyönetmesi lazım, bilmediği alanlarda. Ama Sayın Erdoğan ne diyor? ‘Benim alanım ekonomi’ diyor, ‘Ben ekonomistim’ diyor. Daha geçen hafta TRT’de ‘Benim alanım bu’ diyor. Madem alanı bu düzeltsin ekonomiyi, niye yapamıyor? 3 yıl oldu, 3.3 yıldır bütün yetkiyi kendi elinde topladı. Tek imzayla yapamayacağı bir şey yok şu anda Türkiye’de. Bilmiyor ama

bilmediğinin de farkında değil. Bilmediğini bilmiyor. Sorun da tam özünde bu var.

Değerli arkadaşlar, maalesef şu anda her alanı tamamen eline, yüzüne bulaştırmış, kötü bir yönetimle karşı karşıyayız.

Bakın, ekonomimiz bir süredir içinde bulunduğu bu krizden çıkamıyor. Bataklığın içinde şu an ülke.

Ekonominin içine düştüğü durumu, makyajlı veriler yayınlayarak algı yönetiminin bir parçası haline getirilen TÜİK bile artık gizleyemiyor. TÜİK geçen hafta işsizlik rakamlarını açıkladı. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Çalışabilir durumda olan yaklaşık her üç vatandaşımızdan birisi şu andaişsiz, bakın. Atıl iş gücü diyoruz biz buna atıl iş gücü. İş arıyor, bulamıyor ya da iş aramaktan vazgeçmiş artık iş aramıyor. Buna atıl iş gücü diyoruz. Özellikle kadınlarda atıl iş gücü oranı çok çok yükseldi. Genç işsizlik oranı, yakın tarihimizin en yüksek seviyesinde şu anda. TÜİK, istatistik tutmaya başladığı günden bu yana, gençlerdeki işsizlik bu ülkede hiçbir zaman bu kadar yüksek olmamıştı. Rekor seviyede şu anda. O da TÜİK’in makyajlanmış rakamları ha. Yani rakamlara bakıp da çok da güvenmemek lazım. Daha bunlar makyajlı rakamlar. Gerçek muhtemelen daha kötü. Enflasyonda da daha kötü, işsizlikte de muhtemelen daha kötü. Hatırlasınız değerli arkadaşlarım, bakın ben ve arkadaşlarım biliyorsunuz, bir 2002 ve 2007 döneminde ekonominin başında durduk. O dönem Türkiye’nin ekonomisinin hızla büyüdüğü bir dönem oldu, enflasyonun hızla düştüğü bir dönem oldu. 2 yılda, 2 yılda 34 yıldır iki haneli, üç haneli giden enflasyonu biz aldık, 2004 sonunda tek haneye indirdik. Şu andaki hükûmetin enflasyonu tek haneye indirmesi bir hayal, yapamazlar. Çünkü bilmiyorlar. 2002’nin sonunda işe başladık. Ekibimizi kurduk, 2 yılda tek haneye düşürdük ve altı sıfır attık. Yaşı müsait olanlar hatırlar, en küçük para birimimiz bir milyon idi. 1 yanında altı tane sıfır vardı. En küçük para banknot oydu. O altı sıfırı attık. Parayı yükünden kurtardık. Bunu 2 yılda yaptık. Arkasından 3 bin 500 dolarlık millî geliri aldık, 12 bin 500 dolara çıkarttık, 12 bin 500 dolar. Şu anda geçen seneyi 8 bin 600 ile kapattık, biliyor musunuz? O 12 bin 500 dolara çıktığımız yıl, 2023 hedefi koyduk; 25 bin dolar. Dedik ki; 3 bin 500 dolardan alıp biz bunu 12 bin 500 dolara çıkarttıysak 12 bin 500 dolardan 25 bin dolara 10 yılda çıkartmada ne var ki? ‘Bunu bir yaparız’ dedik. ‘Türkiye bunu başarır’ dedik ve 25 bin dolarlık hedef koyduk. Şu andaki hükûmetin 2023 hedefi ne biliyor musunuz? 10 bin dolar, 10 bin. Ta 2023 için hedefleri 10 bin. Ve bunun sebebi arkadaşlarım, sadece ve sadece kötü yönetim, başka bir şey değil. Kötü yönetim, iş bilmeme, bilenlerle çalışmama ve tabii ki yolsuzluklar. Havuzun dibi delik. Ne su koysan akıyor gidiyor, havuz su tutmuyor. İsraf. Ne diyordu Sayın Erdoğan? ‘İtibardan tasarruf olmaz.’ ‘İtibardan tasarruf olmaz’ diyordu. Yani ne diyordu? ‘Ben saraya da para harcarım, sekiz tane devlet uçağına da binerim, yüz arabalık konvoylarda gezerim. Bu itibar meselesidir’ diyordu değil mi? E ne oldu? İsraf, israf, israf. Arkasından da yolsuzluk. Memleket işte bu hale düştü. Şimdi, 3Y ile başladı AK Parti

biliyor musunuz, 3Y. Ben kurucularından birisiydim. 3Y ne diyorduk? Yoksullukla mücadele, yolsuzluk mücadele ve yasaklarla mücadele ediyorduk. 3Y. Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar. AK Parti 3Y ile başladı ama şu anda Sayın Erdoğan ve ekibi öyle bir hâle getirdi ki ülkeyi, o 3Y ilebaşlayan parti herhalde 3Y ile gidecek gibi görünüyor. Şu anda geldiğimiz durum o. Yasaklar var, herkes korkuyor ya. Şu Sarıkamış’ta şu esnafı şöyle bir gezin dolaşın, insanlar korkuyor. Konuşmaktan korkuyor, ‘Ya konuşursam başıma bir iş mi gelir?’ diye. Siyasi tercihlerini ifade etmekten korkuyorlar. Gençler sosyal medyada paylaşım yapmaktan korkuyorlar. Yapılmış paylaşımları like’lamak var şöyle biliyorsunuz, şöyle ‘sevdim bunu, beğendim’ diye dokunmak var, onu yapmaya korkuyorlar gençlerimiz. Meslek örgütleri sus pus, sivil toplum kuruluşları suskun.Baskıyla ve korkuyla yönetilen bir ülke hâline geldi Türkiye, yazık. Bizim insanımız bunu hak etmiyor. Yasakların maalesef geldiği nokta malum. Yoksulluk diz boyu. Bu ülkede artık yoksulluk intiharları var bakın, biz böyle bir şey bilmezdik, duymazdık. Yani yoksulluktan canına kıyma diye bir kültürümüz yok bizim, böyle bir şey yok. Bizim kültürümüzde sabır var, gelecek ümidi var. Ama maalesef bu hükûmet, şu anda Türkiye’ye bunu da yaşatıyor. Ümidini kaybetmiş insanlar, gerçekten çaresizlikten kendi canına kıyabiliyor bu ülkede. Ve RTÜK yayın yasağı getirdi biliyorsunuz, RTÜK. Dedi ki ‘Televizyonlar bu yoksulluk intiharlarını yayınlayamaz dedi, halkın moralini bozuyor’ dedi. Halkın moralini bozan televizyon değil, halkın moralini bozan sizsiniz ya, hükûmetin kendisi. Siz bu hale getirdiniz bu ülkeyi. Bütün yetkiyi tek elde topladım dediniz, tamam. Ama bu aynı zamanda tek sorumluluğu da beraberinde getirir. Ve tek hesap vermemakamı olmayı da beraberinde getirir. ‘Ben bütün yetkiyi üzerimde toplayayım ama sorumluluğu şuna buna atayım.’ Öyle bir şey yok. ‘Bütün yetkiyi elimde toplayayım ama hesap falan da vermem, kimse kusura bakmasın.’ Geçen ne diyor? ‘Merkez Bankası’nın rezervinin ne olduğusorulur mu ya’ diyor. Tabii sorulur. Biz onu damla damla biriktirdik. Bu milletin ihracatçısının alın teriydi o. Tarım üretimi yapıp, ihracatımız fazlaydı eskiden biliyorsunuz. Bugün üretip de ihraç eden çiftçimizin alın teriydi o. Turizm sektöründe çalışan garsonumuzun, aşçımızın, odalarıtemizleyen işçilerimizin alın teriydi o dövizler. 27 milyar dolardan aldık döviz rezervini Merkez Bankası’nın, 136 milyar dolara çıkarttık. Yılların emeğidir o. 2 yılda ya 2 yılda çarçur ettiler. İnanın içimiz cız ediyor, yazıktır günahtır bu ülkeye.

Gerçekten değerli arkadaşlarım, ülkemizi böyle bir baskı ortamına sokan bu kötü yönetim yüzünden gençlerimiz ne diyor biliyor musunuz? ‘Nefes alamıyoruz’ diyorlar. ‘Boğulma hissi yaşıyoruz’ diyorlar. Ve gençlerimiz bakın ilçelerden şehirlere, küçük şehirlerden büyük şehirlere, büyük şehirlerden de başka ülkelere göç ediyor.

Yolda gelirken Değerli İlçe Başkanımız ile konuşuyoruz. ‘Ya Sarıkamış’ın nüfusu azaldı son dönemde’ dedi. Niye? Çünkü gençler durmak istemiyor. Gençler ne yapıyor? ‘Ya bir biraz daha büyük şehre gitsem’ büyük şehre gitmekle yetinmiyor, ‘Başka bir ülkeye gitsem.’ Şu anda bu ülkenin

gençleri, kendi geleceklerinin hayalini kendi memleketlerinde kurmuyor. Fırsat bulan kaçmak istiyor. Kendi vatandaşlarının kaçmak istediği bir ülke hâline getirdiler burayı yazıktır, günahtır.

İşte değerli arkadaşlarım o yüzden; ülkemizin hızlıca toparlanmaya ihtiyacı var. Yani Türkiye’nin gerçekten demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var, DEVA’ya ihtiyacı var.

Ülkemizin bir an önce sağlam bir hukuk zeminine kavuşmasını, hak ve özgürlükleri dolayısıyla tüm insan haklarını, temel hak ve özgürlükleri doyasıya yaşamasını ve ardından “DEVA ekonomisi” ile büyümesini hedefliyoruz.

DEVA ekonomisini şöyle kısaca bir tanımlamam gerekiyor.

Tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir politikalarla ülkemizi hak ettiği zenginliğe kavuşturmaktır DEVA ekonomisi.

DEVA ekonomisi bu ülkedeki herkesin insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demektir.

DEVA ekonomisi, bu ülkenin insanlarının yatağa aç gitmediği, yarınlarından endişe etmediği bir refah seviyesidir.

DEVA ekonomisi çiftçinin, esnafın, yatırımcının, işçinin yüzünün güldüğü bir ülkedir.

DEVA ekonomisi gençlerin yarınlara korkuyla bakmayacağı, umudunu yitirmediği, mutlu günler hayal edeceği bir ülkedir, DEVA ekonomisi.

İşte biz değerli arkadaşlarım, umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak diyoruz ki;

Bu milletin daha fazla fakirleşmesine müsaade etmeyeceğiz. İşsizliği hızla gerileteceğiz. Umutsuzluğu bitireceğiz.
Aileleri kara kara düşünmekten kurtaracağız.
Gençler yarınlarına endişeyle değil, heyecanla, ümitle bakacak.

Gençlerimiz kendi ayakları üzerinde duracaklar. Ailelerine muhtaç bir şekilde yaşamayacak.

Halkının geçim sıkıntısını bilen, dürüst ve işin ehli olan kadrolarla sorunları çözeceğiz. Ve bu ülkeyi, doğasını, yeşilini, mavisini, toprağını, suyunu değerli arkadaşlarım koruyacağız. Her bir damla suyun kıymetini bileceğiz.

Bakın Sarıkamış’taki orman alanları, son dönemde hektar olarak aşağı yukarı üçte birine düşmüş durumda. Ham madde fiyatları arttıkça, ağacın metreküp fiyatı arttıkça kesmek çok cazip hâle geliyor. Bazen düzenli, fazla verilen izinlerle oluyor bu kesim bazen de kaçak oluyor. Amagerçekten çok yazık. Bununla ilgili çok ciddi tedbirler gerekiyor. Tek bir fidanımızın kıymetini bilmemiz gerekiyor. Ve burada nesiller arası adalet, bakın çok önemli bir kavramdır. Nesiller arası adalet. Bu ne demek? ‘Ya bugün bize lâzım, keselim, kullanalım, yarın ne olursa olsun’ ya da ‘Bugün arıtma tesislerine para harcamayalım, çok para kazanalım, fabrikaların, tesislerin atık sularını, kirli atıklarını denize, nehre, göle bırakalım, çünkü arıtma tesis pahalı, buradan çok para kazanalım.’ İyi de oradan çok para kazanalım deyince gelecek nesillere daha yaşanılmaz bir çevre bırakıyorsunuz. Yani bu büyümede ve çevre meselelerinde nesiller arası adalet çok çok önemli. Bakın ben dünyada yaklaşık yüz kadar ülkeye gittim. Kars, Ardahan bu yöremiz, inanın bu cennet vatanın kıymetini bilmemiz lazım. Böyle güzellik dünyada çok az. Ama içinde çok yaşayınca bazen insan yakınındaki güzelliğin farkına varmayabiliyor. Ya da ekonomik gerekçeler, rant bazen insana yanlışlar yaptırabiliyor. Çok çok dikkatli olmamız gerekiyor. Bu ülkenin her bir damla suyunun kıymetini bilmemiz gerekiyor, her bir fidanın, ağacın kıymetini bilmemiz gerekiyor. Nehirlerinin, göllerinin, denizlerinin kıymetini bilmemiz gerekiyor. Allah korusun bakın, kıymet bilmezsek bu yarın başka bir noktaya gider. Bu vatan kolayına bizim olmadı. Çok mücadele verildi. Bu vatanda biz kendi bayrağımızı, kendi cumhuriyetimizi, kendi bağımsızlığımızı oluşturabilmek için çok büyük mücadele verdik. Yüz binlerce şehitler verdik. İşte Sarıkamış belki de bunun en acı hatıralarından birisiyle hâlâ, hâlâ o gün 107 sene olmuş, hâlâ o günün acı hatırasıyla yaşıyor. Dolayısıyla kıymetini bilmemiz lazım. Ama sadece egemenlik yeterli değil. Egemen olduğumuz toprakları da gözümüz gibi sahip çıkmak, korumak, temiz tutmak ve yaşanabilir bir vatanı çocuklarımıza, torunlarımıza bırakmak en önemli işimiz. Bizim biliyorsunuz Doğa Hakları ve Çevre Politikaları birimimiz var. Bu birimimiz her il ve ilçemizde ayrıca temsil ediliyor. Ve en ücra köşede dahi bir doğa hakkı ihlali olduğunda, bir çevre sorunu olduğunda da bu Genel Merkezimize, o ilçemizden bu bilgiler geliyor. Bunu da çok önemsiyoruz. Tabii şu anda hâlâ her ilçede yokuz, yani bugün itibarıyla 640 ilçede bizim ilçe başkanımız var, Türkiye 973 ilçe var. Bu ilçe başkanlıklarının bazılarında da yönetim oluşmadığı için sorumluluk verilmiş arkadaşlarımız bazı ilçelerimizde yok. Ama hızla örgütleniyoruz ve inşallah her bir ilçemizde doğa hakları ve çevreden sorumlu bir arkadaşımız, o ilçemizde ne var ne yoksa ciddi bir sorun olduğunda hemen Genel Merkeze raporlayacak ki biz bunu ülke genelinde mesele yapalım. Ülke genelinde bunu duyuralım. Ve toprağımızın, vatanımızın, yeşilimizin, mavimizin korunması için büyük bir gayret içerisinde, büyük bir hassasiyet içerisinde olalım.

Değerli arkadaşlarım kimsenin şüphesi olmasın. Biz önce ülkemizde güveni tesis edeceğiz, güven. Devlete güven, geleceğe güven. Ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

DEVA iktidarında bu verimli topraklarda, işsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil,

Bereket akacak. Bolluk akacak. Refah akacak.

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hep beraber hakikatin sesi olacağız. Teşkilatlarımızın en önemli görevleri bu bakın. İl il, ilçe ilçe gezip hakikati vatandaşlarımızla paylaşmak. Ve bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti de gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız. Bir propaganda aygıtı var ellerinde, bir algı oluşturarak ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Gerçeklerden kopmuş bir algıyla yönetmeye çalışıyorlar. Dünyanın parasını harcıyorlar bu işe. Binlerce insan istihdam ediyorlar sırf gerçekten kopuk bir algıyı devletin televizyon kanallarıyla ya da hükûmetinkontrol ettiği televizyon kanallarıyla ve gazetelerle bu millete anlatmaya çalışarak.

Biz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya hep beraber devam edeceğiz.

Ve değerli arkadaşlarım DEVA Partisi; kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara asla ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Sarıkamış’ın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.

11 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Şereflikoçhisar İlçe Kongresi Konuşması

Şereflikoçhisar 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Ankara il teşkilatımızın ve Şereflikoçhisar ilçe teşkilatımızın değerli

başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Şereflikoçhisarlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Şereflikoçhisar ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bu vesileyle Şereflikoçhisar ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımıza, tüm hemşerilerime başarılar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partisi kurulalı 1 yılı geçti. Ve kısa bir süre içerisinde Türkiye’nin dört bir yanında örgütlenmeye başladık ve hızlı bir şekilde devam ediyoruz.

Bugün itibariyle 973 ilçemizden 640’ında ilçe başkanlarımızı görevlerinin başında.

Ve DEVA Partisi kurulmasından sonra seçime girme hakkını en hızlı, en kısa sürede elde eden siyasi parti oldu. Hem de bunu doğal yolla, teşkilatlanma yoluyla elde eden bir siyasi parti oldu.

Çok şükür Türkiye’nin dört bir yanından işini iyi bilen hem de işini düzgün yapan arkadaşlarımız DEVA Partisi’nin teşkilatlarında görev alıyorlar.

Tecrübeli arkadaşlarımız var, siyasete yeni DEVA Partisi ile ilk defa adım atan arkadaşlarımız var.

Ve bu yeni kadro Türkiye’nin pek çok sorununa çözüm üretmek için hızlı bir şekilde çalışıyor.

Bu hafta tarihi bir atılımın başlangıcını yaptık. Bir ilkin altına imza attık.

Partimizi kurduğumuz ilk gün söylediğimiz gibi biz, kuru hamasetle ve içi boş sloganlarla vakit kaybetmiyoruz.

Türkiye için kaybedecek tek bir günümüzün bile olmadığını gayet iyi biliyoruz.

İşte bu nedenle DEVA Partisi olarak bir ilki gerçekleştirdik. Nedir bu ilk?

Seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 gün ve ilk 360 gününde tarım politikalarıyla ilgili neler yapacağımızı detaylarıyla paylaştık. Geçtiğimiz Salı günü Adana’da yaptığımız bir lansman programıyla eylem planlarımızın ilkini açıklamış olduk.

Böylece, hükûmet kurulduktan sonraki ilk 90 ve 360 günde atacağımız adımları kapsayan eylem planlarını vatandaşlarımızla paylaşmaya başlamış olduk.

Aslında yaklaşık 20 alanda, bugüne kadar 400 kadar eylemi hazırladık ve bunların hepsi gerçekçi, somut, ince ince çalışılmış planlar.

20 ayrı alanda bunları hazırladık. Bu alanlardan bir tanesi tarımdı. Bunun da açıklamasını Salı günü gerçekleştirdik.

Ve bu çalışmaları yaparken işi hem takvime bağlıyoruz, diyoruz ki bakın hükümetin ilk 90 günü diyoruz, ilk 360 gün diyoruz ve atacağımız her adımın da mutlaka bütçesini hesap ediyoruz ve bütçe yükü açısından rahatlıkla karşılanabilecek, ülkenin imkanları çerçevesinde hesabını, kitabını yaptığımız adımları açıklıyoruz.

Öyle boşa atıp tutmak bizde yok.

Adana’da salı günü gerçekleştirdiğimiz bu tanıtım toplantısıyla gerçekten siyaset tarihimizde bu ilk adımı attık ve ilk adımı topraktan başlattık, tarımdan başlattık.

Hükûmet kurulduktan sonra ilk 90 ve 360 günde çiftçilerimiz için, hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz için, tarım sektörümüz için neler yapacağımı hükümetin, somut adımlara bağlamış olduk.

Bu planın içinde neler var? Şimdi kısaca sizlerle ana başlıklarını paylaşacağım, fazla detaya girmeyeceğim çünkü toplam 58 tane eylem var. Her birinin detayı var. Akşama kadar anlatsak tamamlayamayız. Ben sadece kısa başlıkları sizlerle paylaşıp tamamlayacağım. Detayı da zaten partimizin web sitesinde var.

Kısa süreli tarım eylem planımızda çiftçimizin borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak erteleme var. En az 2 yıl ve faizsiz. Yani ilk taksit ta 2 yıl sonra başlayacak şekilde bir erteleme var. Şimdi bakıyoruz kriz döneminde esnafın borcu erteleniyor, çiftçinin borcu erteleniyor ama nasıl erteleniyor? Faiz eklenerek erteleniyor. Bu sabah muhtarlarımızla ve oda başkanlarıyla yaptığımız toplantıda “Borcumuzu erteliyorlar ama yıllık %18’i bindirip faizi, ondan sonra erteliyorlar” diye bana şikâyet ettiler. Haklılar. Erteliyoruz diyorlar, taksit hemen 2 ay, 3 ay sonra taksit başlıyor. 2-3 ay sonra kriz bitmedi ki. Pandemi geçmedi ki. Tarımın sorunları 2 ay sonra bitti mi ki siz hemen başlatıyorsunuz. Dolayısıyla biz ne diyoruz, ödemesiz en 2 yıl bir süre koyduktan sonra, ödemeler 2 yıl sonra başlayacak ve tekrar uzun bir vadeye yayılacak diyoruz.

Üretim maliyeti artan hele hele bu sene kuralık sorunuyla da karşı karşıya kalan çiftçimizin karşısına “Borcunu öde” diye sarılan devlet sosyal devlet değildir. Halden anlayan bir devlet değildir.

Başka ne var programımızda?
Çiftçinin toprağına, traktörüne haciz koymayı artık kaldırıyoruz. Üretim devam edecek.
Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin bankası yapacağız.

Öncelikle tarım için, çiftçimiz için gerekli kaynağı bi Ziraat Bankası ayıracak, ha fazlası kalırsa başka alanlar olabilir. Ama öncelik, adı üstüne Ziraat Bankası’nın önceliği ziraat olması lazım, tarım olması lazım.

Bir başka adım,

Çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini aynen kuruşuna kadar kendisine iade edeceğiz.

Bir başka adım,

Çiftçimizin kullandığı gübrenin maliyetinin yarısını, yüzde 50’sini destek olarak biz devlet olarak karşılayacağız.

Özellikle sulamada kullanılan elektrik, çiftçimizin bazı bölgelerimizde önemli bir maliyet kalemi.
Sulamada kullanılan elektrik için özel, daha düşük bir tarife uygulayacağız ve sulamada kullanılan elektriğin maliyetini aşağıya çekeceğiz.

Tarım desteklerini, üretimin yapılacağı dönemin başında açıklayacağız. Yani daha ekim olmadan, dikim olmadan hangi ürüne ne kadar destek vereceğimizi açıklayacağız ki çiftçimiz hesabını kitabını yapsın, hangi ürünü ekeceğine, dikeceğine buna göre karar versin.

Ve destek ödemelerini hemen o yıl içerisinde yapacağız.

Şu anda biliyorsunuz destek rakamları çok geç açıklanıyor. Ürün hasat oluyor ondan sonra destek açıklanıyor. Ve destek ödemesi de tam 1 yıl sonra yapılıyor.

Sulu tarım yapan çiftçimizin gelirini, bilinçli sulama ve üretim planlamasıyla en az 3 katına çıkaracağız.

Kuraklıkla mücadele amacıyla toprağı teknolojiyle buluşturmak ve kapalı devre, basıncı yağmurlama ve damlama sulama sistemini hızla ülke geneline yaygınlaştıracağız.

Daha çok detay var dediğim gibi. Onlara bugün girmiyorum. Ama sonuçta planlı, programlı, stratejik bir bakış açısıyla tarıma yaklaşmak durumundayız.

Biz “Günü gelince bakarız, günü gelince açıklarız” demiyoruz. Siyasetin eski yanlış alışkanlıklarına karşı çıkıyoruz.

Biz ülkemizin tüm sorunlarının, tüm sorunlarının çözümü için çalışıyoruz ve bu çalışmaları da halkımızla paylaşıyoruz.

Salı günü tüm Türkiye’de aynı anda çiftçilerimizle bütün teşkilatlarımız buluştu. Daha önce bahsettiğim gibi tarım lansmanımızın ilk adımını Adana’da attık, Çukurova’da attık. Ve aynı gün eş zamanlı olarak
81 ilimizde ve 100lerce ilçemizde de teşkilatımız, özgür ve zengin Türkiye hedefimizi vatandaşlarımıza, çiftçilerimize anlattı.

Ben ve beraberimdeki arkadaşlarımızla, Adana’da tarlalarda çiftçilerimizin beraberdik, tarım işçileriyle. Bu Adana mevsimlik denilen ama yıllarca aynı çadırda yaşayarak tarımda çalışan işçilerle buluştuk, onların dertlerini dinledik. Gün boyu tarlalardaydık. Ertesi gün Mersin Hali’ndeydik, Türkiye’nin en büyük hali. Meyve ve sebze ticaretinin yüksek miktarda yapıldığı, tam 15 kişinin, tam 15 bin kişinin çalıştığı hal. Orada hal esnafıyla dertleştik.

Konya’ya devam ettik. Konya’da hayvancılıkla uğraşan üreticilerimizle buluştuk. Ve Konya Ovası’nın derdi arkadaşlar, o yaşadığı kuraklığı bizzat yerinde gördük. Ki Şereflikoçhisar da dahil olmak üzere pek çok yöremiz ciddi bir kuraklık riskiyle ve kuraklığın kendisiyle karşı karşıya.

Sulama yatırımları maalesef azaltılmış durumda. Bakın 2018’deki devletin sulama bütçesi yaklaşık 6 milyar TL. 2019’da bunu 3 milyara düşürüyorlar. 2020’de de 3 milyar, sulamaya ayrılan para. Sulama yatırımlarına ayrılan para. Rakam düşerek gelmiş 2020’nin sonuna kadar.

Ve arkadaşlarımıza bir hesap edin dedim. “Türkiye’nin ne kadarlık sulama yatırımına ihtiyacı var? Türkiye’de tarımsal sulama projelerini tamamlamak için, her bir tarım arazimize suyu götürmek için ne kadar para lazım?” diye. Yaklaşık bugünün parasıyla arkadaşlar 22 milyar dolar tutuyor. 22 milyar dolar. Türkiye’de tüm tarım arazilerinin suya ulaşması için gerekli yatırım miktarı. 22 milyar dolar.

Şimdi ben buradan hükümete açık çağrı yapıyorum. Şu anda hükümet ne yapıyor? İnadına Kanal İstanbul yapacağım diyor değil mi inadına yapacağım. Henüz çevre etki değerlendirmesi yapılmamış, henüz Marmara Denizi’nin kirliliğini görüyorsunuz, takip ediyorsunuz basından. Marmara Denizi’ne, Karadeniz’e çevre açısından ne etkileri olacak belli olmayan bir projede hükümet açıkça söylüyor, Cumhurbaşkanı ne diyor: “İnadına yapacağım” diyor, değil mi? Dinliyoruz, “inadına yapacağım” diyor.

Ve bu Kanal İstanbul’un maliyeti arkadaşlar, en az 20 milyar dolardan başlayıp, 60 milyar dolara kadar maliyet tahminleri var. Bunlar sadece tahmin. Ama her başlayan projenin maliyeti, tahminin kaç kat üzerinde bitiyor bunu da görüyoruz. En küçük projeye başlıyorlar, bir bitiriyorlar, ilk açıklanan maliyetin 3 katı, 5 katı, 10 katı maliyeti. Kanal İstanbul henüz daha açıklanan rakamlar bunlar. En az 20, 60a kadar varan tahminlerden bahsediliyor. Ben de diyorum ki şu anda çiftçimiz kuraklıkla karşı karşıya mı? Hele hele pandemide de ortaya çıktığı şekilde tarım sektörü, gıda bu memleketin en önemli stratejik önceliklerinden birisi mi? Öyle. Demek ki ne yapmamız lazım? Şu Kanal İstanbul’da, rant projesinde acele edeceğinize şöyle bir 3-4 yıl öteleyin, bu Kanal İstanbul’a harcayacağınız parayı dönün Türkiye’deki tarımsal sulama yatırımlarına harcayın diyorum.

Değerli arkadaşlarım, değerli genç arkadaşlarım Türkiye’nin DEVA’sı bu kadrolar, hep beraber başaracağız inşallah, hep beraber.

Bakın burada hepinizin huzurunda, kendi memleketim Şereflikoçhisar’da susuzluk sorununu yaşadığı bir ilçeden Sayın Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum. Diyorum ki şu inadınızdan vazgeçin, Kanal İstanbul projesini en az 3-4 yıl erteleyin, ülkenin tarımsal sulama için gerekli olan kaynağıbir an önce tarımsal sulama projelerine ayırın. 3-4 yılda inanın biter bunlar. Suyla buluşmamış bir karış toprağımız kalmaz. Bırakın kendi kendimize yeterli olmayı, üretip başka ülkelere ihraç eden, başka ülkeleri

tarım konusunda, gıda konusunda kendine bağlı kılan bir ülke olabiliriz. Bu ülkenin kaynakları var. Bu ülkenin toprağı var, insanı var, suyu var. Ama su kaynaklarımız gittikçe azalıyor. Küresel ısınma, iklim değişikliği her bir damla suyu daha kıymetli hale getiriyor. Dolayısıyla sulama yatırımlarını mutlaka basınçlı ve kapalı sisteme döndürmemiz gerekiyor. Bu açık kanaletlerden kapalı sisteme dönmemiz gerekiyor. Basınçlı yağmurlama ve damlama sistemlerine de geçmemiz gerekiyor tek bir damla su araya gitmesin tek bir damla su ürünün ihtiyacını karşılamakta kullanılsın. Ama bunun için kaynak gerekiyor, yatırım gerekiyor. Şu andaki hükümetin gözümaalesef inanın bu gayrimenkul, inşaat, beton, rant bunlarla kör olmuş durumda görmüyorlar. Bakıyorlar, görmüyorlar. Şu anda memleketin önceliği bu mu Allah aşkına ya? İstanbul gibi zaten 16 milyon nüfusu olan bir şehre 500 binlik nüfusluk bir şehir daha kuracağız diyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendisi değil miydi “Biz bu şehre ihanet ettik” diyen. Arada da bunu söylüyor. Biz de diyoruz ki gelin, bu ihanetten vazgeçin. Hem İstanbul’a yazık hem bu harcanan paraya yazık. Türkiye’nin ekonomisi güçlenir, Türkiye biraz daha ayağa kalkar, şu mutlak yoksulluğu sıfırlarız, tarım arazilerimizi de suyla buluştururuz, bu arada da Kanal İstanbul’un çevre etki değerlendirmesi yapılır, güvenlik değerlendirmesi yapılır, uluslararası hukuk değerlendirmesi yapılır, hepsi yapılı ama objektif bir şekilde, tarafsız bir şekilde. 3-4 sene erteleyelim. O parayı da suya harcayalım, tarıma harcayalım, çiftçimiz için, üreticimiz için ayıralım diyorum. Buradan tekrar açık çağrı yapıyorum Sayın Cumhurbaşkanı’na.

Değerli arkadaşlar, tarımın da DEVA’sı, bütün dertlerin DEVA’sı inşallah bu DEVA kadroları olacak, dürüst ve işinin ehli DEVA kadroları.

Değerli arkadaşlarım, şu anki hükümetin ranttan yana, gayrimenkulden yana, betondan yana, betondan yana, inşaattan yana durduğunu maalesef görüyoruz. Çünkü orada büyük rant var, emsal değişiklikleri var, kanalın nereden geçeceği çok önceden belli. Oralardan zaten arazilerpaylaştırılmış. Boş arazi kapatılmış. Şimdi üzerinden bir imar geçiriyorlar, bir imar planı yapıyorlar birden arsa haline geliyor. Arazi arsa haline geliyor, kıymetleniyor. Hatta geçenlerde Sayın Erdoğan öyle bir ifade kullandı ki “Toprağı vatan yapan şehitlerdir” dedi. Doğru. Ama sonra bir benzetme yaptı, hani aynı arazi arsa var ya dedi hani arazi arsa oluyor kıymetleniyor, onun gibi bir şey dedi. Ya kafa nerelerde ya. Vatandan bahsediyorsun, şehitten bahsediyorsun, hemen cümlenin geri kalan kısmında araziden, arsadan bahsediyorsun. Kafa oralarda. Etrafını çevirmişler, bu gayrimenkulden, arsadan, araziden, inşaattan, betondan rant elde edenler etrafını kuşatmış. Zannediyor ki, o etrafındakiler zenginleşince memleketteki ekonomik durum iyi zannediyor. Öyle değil. Daha Çarşamba günü ne dedi ya. “Açlıktan bile bahsediyorlar” dedi.“Memlekette açlık varmış” dedi. Ve dedi ki “Eğer açlık varsa biraz da siz doyurun” dedi. Muhalefete söylüyor ha. Açlık var diye bunu ifade edenlere söylüyor. Muhalefet bu ülkenin bütçesini mi yönetiyor ya? Muhalefetin

elinde vergi gelirleri mi var? Şu yaktığımız elektrikten, içtiğimiz sudan vergi alıyor bu devlet. Bu toplanan vergilerle sosyal yardımlar yapılacak, sosyal destekler yapılacak. Bakın biz bu memlekette mutlak yoksulluğu sıfırlamıştık arkadaşlar. Dünya Bankası’nın raporlarında mutlak yoksulluğu sıfırlayan bir ülke olarak, yıldız bir ülke olarak gösteriliyorduk. Ve bunu çok kısa bir süre içerisinde yaptık. Bu ülkenin kaynaklarını doğru yönettik. Son 3-4 yıldır Türkiye’de tekrar, yeniden mutlak yoksulluk başladı. Dünya Bankası raporlarına bakıyoruz Türkiye mutlak yoksulluğun yaşandığı ülkeler arasına girdi. Bunu sadece o raporlarda yazdığı için bilmiyoruz.50’nin üzerinde vilayete gittim ben, 100’ün üzerinde ilçeye gittim. Bizzat gördüm, konteynerlerden çöplerden yiyecek artıklarını toplayıp elindeki torbaya doldurup onu evine çocuklarına götüren yüzlerce insan gördüm. Bu ülkede yoksulluktan canına kıyanlar var. Yoksulluk intiharları var bu ülkede. Ama siz artık halkın içine çıkmıyorsanız, esnafla çiftçiyle buluşamıyorsanız, bunları görmüyorsunuz, maalesef.

Değerli arkadaşlarım biz her zaman her zaman vatandaştan yana olduk. Her zaman çiftçimizle, esnafımızla beraber olduk.

Bu arkadaşınız esnaf bir aileden gelme. Rahmetli dedem 1941’de ilk dükkanını açmış Şereflikoçhisar’da. 1928’de seyyar satıcılık, ilk sabit dükkân 1941. 1953’te Ankara’ya gelmiş. 6 metrekarelik bir dükkânda başlamış Ankara’da işine. Çekirdekten ticaretle uğraşan bir aileden gelmeyiz. Halkın halini biliyoruz, anlıyoruz. Şu andaki sıkıntının ne kadar büyük olduğunun da gayet iyi farkındayız.

Sadece esnafımız değil, sadece çiftçimiz değil. Sabit gelirli ne kadar vatandaşımız varsa büyük bir sıkıntı çekiyor. Daha evvelsi gün Ereğli’de bir vatandaşımız diyor ki “Ya ben bir emekli maaşımla 9 çeyrek altın alabiliyordum” diyor. “Bugün,” diyor “bir aylık emekli maaşımla 3 çeyrek altın alabiliyorum.” Hesap çok basit. İşçimizin, asgari ücretlimizin, sabit gelirlimizin hepsinin satın alma gücü düştü bu ülkede, hepsinin.

Niye?

Çünkü maaşlar açıklanan resmi enflasyon oranında arttırılıyor. Halbuki gerçek hayat, gerçek enflasyon resmi enflasyonun çok üstünde. %16 tüketici fiyat endeksi artışı açıklıyorlar %16.

Bir yılda tüketici fiyatları tüm alışveriş ettiğimiz vatandaşlarımızın alışveriş ettiği ürünlerin fiyatı %16 arttı, diyor. Buna kim inanır ya? Ama %16 ya, maaşları ona göre arttırıyorlar. Halbuki çarşıya pazara çıktığınızda zamlar %30, %40, %50, eğer ithal ürün ise %100.

Gerçekten değerli arkadaşlarım, hayat çok zorlaştı ve işsizlik şu anda rekor yüksek seviyede rekor.

Şu anda değerli arkadaşlarım,

Türkiye’nin gerçek gündeminin başında işsizlik var, gerçek gündeminin başında

Bu vahim tablonun en yeni göstergesi TÜİK’in daha dün açıkladığı işsizlik rakamlarında vardı.

Makyajlı veriler yayınlayarak algı yönetiminin bu propaganda makinesinin bir parçası haline gelen TUİK bile ekonominin içine düştüğü durumu artık gizleyemiyor çünkü niye?

Artık mızrak çuvala sığmıyor!

Açıklanan rakamlara şöyle bir bakalım dünkü TUİK’in açıkladığı rakamlar işsizlik rakamları bakın:

Son bir ayda yani son 30 günde toplam 193 bin vatandaşımız işini kaybetmiş, yani işsiz sayısı 1 ayda 193 bin kişi artmış. Günlük ortalama 6 bin 500 kişi ediyor.

Yine 1 ayda, 1 ayda tam 639 bin vatandaşımız, atıl iş gücü tarafına geçmiş. Yani atıl ne demek işsiz, iş arıyor bulamıyor artı iş aramaktan vazgeçmiş artık evinde oturan vatandaşlarımız. Özellikle kadınlarda çok yoğun. İş aramaktan bile vazgeçip artık evinde oturmaya karar vermiş vatandaşlarımız. Bunları topladığımızda da tam 639 bin kişi. Yani günlük 21 bin kişiden bahsediyoruz ya. TUİK’in dün açıklanan o da makyajlanmış rakamları bunlar.

Her dört gençten birisinin şu anda işsiz olduğu yine dünkü TUİK rakamlarında açıklanmak zorunda kalınmış.

Hem insan kaynağı hem de doğal kaynakları son derece zengin olan ülkemizi bu hale getirmek ancak kötü bir yönetimle mümkün olur. Kötü yönetim. Ve maalesef bu kötü yönetim yüzünden ülkemiz işsizlikte rekor üzerine rekor kırıyor. Yatırım yapılmıyor bakın güven yok. Güven olmadığı

için yatırım yapabilecek insanlar yatırım yapmıyor. Yeni iş sahası açılmıyor. E yeni iş sahası açılmayınca da işsizlik rakamları hızla artıyor.

Yoksulluk derinleşiyor ülkemizde derinleşiyor.

Vatandaşlarımız ekonomi zorluklarla başa çıkamadığı için başa çıkamadığı için, maalesef, maalesef canına kıyıyor.

Daha önce bilmezdik bu yoksulluk intiharları diye bir şey yoktu Türkiye’de.

Allah gördüğünden geri koymasın.

Çünkü Türkiye iyi gördü, o 12.500 dolarlık milli gelir seviyesine Türkiye ulaştı. O iyi günlerde hatırlayın bu Şereflikoçhisar’ın bu ana caddesinde yan yana, yan yana banka şubeleri açılmaya başlanmıştı. Bir geldiğimde baktım, ya dedim burada benim bildiğim bir iki tane banka şubesi vardı. En az 7-8 tane şube saydım. Şimdi bu sabah yaptığımız sohbette öğrendim ki onların bir kısmı tekrar kapanmış. Ya sadece banka şubesi sayısı bile ilçenin ekonomisinin gidişinin grafiğini size gösteriyor gösteriyor .

Ev hanımları, şu anda ülkemizde tencerelerinde daha ucuz kaynatabilmek için çürük sebze meyve alıyorlar. O halin, pazarın toplanma saatinde geliyorlar yere dökülenleri topluyorlar.

Gerçekten değerli arkadaşlarım bu tablo çok kötü bir tablo.
Peki bu tablo kimin eseri?
Bu tablo; şu anda ülkeyi yönetenlerin eseri bu kötü yönetimin eseri.

Çevresindeki üç beş kişi zenginleşince, ekonominin iyi gittiğini zanneden Sayın Erdoğan da bu tablonun bu felaket tablonun ressamı. Altında da onun imzası var.

Bir de geçen gün ne diyor daha önce de söyledim: “Açları buyurun siz doyurun” diyor. Nankörlükten bahsediyor, nankörlükten. Ya bu ülkede tek bir vatandaş dahi açsa onu gidip bulmak ve o eksiğini gidermek devletin görevi, devletin. Sen devlet olarak görevini yapma geri çekil, e buyurun siz yapın. Var mı öyle kolaycılık ya? Desin “bu ülkede aç bir vatandaş yok”

desin bunu söylesin de görelim. Öyle bir şey yok. Maalesef bu ülkede açlık da var, yokluk da var, yoksulluk da var.

Cumhurbaşkanı olduğu ülkede “İnsanlar neden aç?” diye sormayı da herhalde hiç aklından geçirmiyor. Bu gerçekleri inkâr etmek. Basını kontrol ederek kötü haber yapmayın, milletin moralini bozmayın diyerek gerçeklerin üzerini kapatmak bu ülkenin gerçeklerini değiştirmiyor.Pislikleri halının altına süpürmek ülkeyi temizlemek değil.

‘‘Nerede hata yaptık da bu millet bu hale düştü” diye şu anda iki ellerinin arasına kafalarını alıp düşünmeleri lazım ‘biz nerede hata yaptık’ diye.

‘‘Bu ülkenin zengin kaynaklarını nerelere harcadık, nasıl çarçur ettik, nasıl har vurup harman savurduk ki ülke bu hale düştü?’’ diye şöyle bir öz eleştiri yapmaları lazım.

Peki ne yapıyorlar?

Daha geçen hafta TRT’de canlı yayında bir cümle sarf etti. Baktık gecenin yarısı döviz kuru yine %3 artmış. Ertesi gün Merkez Bankası çıkıyor Cumhurbaşkanı’nın söylediğinin tersine açıklama yapıyor. Cumhurbaşkanı ne diyor? Ya “aradım diyor Merkez Bankası Başkanını diyor şu faizindüşmesi lazım” diyor. Ertesi gün Merkez Bankası başkanı da çıkıyor. “Yok diyor düşürmeyeceğiz” diyor. Ya bu iki yılda zaten dördüncü Merkez Bankası Başkanı.

Her hata, her hata kur dalgasını getiriyor. Her kur dalgasının ardından, zam üstüne zam yapılıyor. Her şeyin fiyatı artıyor. Her gün hayat daha da pahalı hale geliyor.

İşte tarımdan örnekler verdim, gübre dedim, ilaç dedim, yem dedim. En az ikiye katlamış bunların fiyatları. Bunun asıl sebebi de döviz kurundaki artış.

Bir yandan vatandaşa destek veriyoruz diyorlar esnafa destek, çiftçiye destek ama kaşıkla veriyorlar, kepçeyle bunu geri alıyorlar.

Şimdi sizlere sormak istiyorum: lafa gelince yüksek faize en çok karşı çıkan kişi kimdi zamanında? Sayın Erdoğan değil miydi?

2018’den bu yana bütün yetkiyi de kendi elinde toplamadı mı?

2018 seçimleri öncesindeki kampanyada ne dedi: “Bana oy verin” dedi,
“Beni Cumhurbaşkanı seçin” dedi,
“Yetkiyi bana verin” dedi,

“Enflasyon nasıl düşer, faiz nasıl düşer bakın göreceksiniz” dedi. Ne enflasyon düştü ne faiz düştü. Ne oldu?

Bütün yetkiyi tek elinde toplayan, bütün sorumluluğu da üzerinde toplamıştır arkadaşlar. Bunun kaçamağı yok. Siz bunun suçunu Bakanlara atamazsınız. Bürokrasiye suç atamazsınız. Bugün tek imzayla Kanun Gücünde Kararname eski adıyla, yeni adıyla Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi düzenleyemiyor mu? Tek imzayla kanun hükmünde düzenleme yapıyor. Ancak meclis aynı konuda ileride bir kanun geçirirse işte onun hangisi geçerli olacak, ona bakılacak. Tek imzayla yapıyor bunu. Elinden tutan mı var?

2 yıldaki 4. Merkez Bankası Başkanı. Yol geçen hanına döndü ya. Mevsimlik işçiler gibi, tarım işçileri gibi. Biri geliyor biri gidiyor. Biri gidiyor, biri geliyor. Daha önceleri görevden alırken ne diyordu, hepsi kayıtlarda: “Laf dinlemiyor, söylüyorduk laf dinlemiyordu” diyor, “Onun için aldım görevden” diyor. Bu kaçıncı Merkez Bankası Başkanı? Madem öyle lafınızı dinleyecek birini görevlendirin. Baktınız olmuyor, aynı Varlık Fonu’na yaptığı gibi kendisini de Merkez Bankası Başkanı olarak ataması mümkün. Varlık Fonu’nda yaptı. Tarihte bunu da gördük yani. Kararnamede şu yazıyor: “Ben” diyor “Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı Varlık Fonu Başkanı olarak görevlendirdim” diyor. Resmî Gazete ’de yayınlandı bu, bunu da gördük yani. Ya o zaman Merkez Bankası Başkanı da kendisi olabilir.
Zaten geçen haftaki TRT’de canlı yayında “Ben ekonomistim” diyor. “Benim alanım ekonomi” diyor. Niye başkasına bırakıyor ki?

En çok şikâyet ettiği şey faiz değil miydi Allah aşkına arkadaşlar ya?

Şu anda %19 Merkez Bankası’nın faizi %19.

Piyasa faizi 22, 23, 24. Yukarısı serbest. En düşük Merkez Bankası faizi, o ülkenin taban faizidir, en düşüğüdür, %19. Avrupa’da birinciyiz, dünyada yedinciyiz. Avrupa’nın en yüksek faizi bizde. Dünyanın yedinci yüksek faizi bizde. Yazık değil mi bu millete? Ne diyordu? “Yüksek faiz sebep, yüksek enflasyon sonuç” diyordu değil mi?

Bu tezi yıllarca dayattı. Bu ülkenin tertemiz bürokratlarına, tertemiz Merkez Bankası Başkanları’na “Vatan hainleri” dedi. “Faizler %8 iken vatana ihanet ediyorsunuz” dedi.

Meydanlarda bizim arkadaşlarımızı yuhalattı.

Niye şu anda %19 faiz? Niye indirmiyor? Niye indirtmiyor? İki dakikalık telefon talimatı arkadaşlar. Kaldıracak telefonu, Merkez Bankası Başkanı’na “Topla Para Politikası Kurulu’nu bu akşam faizi düşür” diyecek.

Bu akşam düşer. Bu akşam düşer. Niye düşürmüyor? Eğer faiz %19’sa, bu faiz inmiyorsa bunun sebebi Sayın Erdoğan’dır. Bunun sebebi Cumhurbaşkanı’nın kendisidir, başkası değildir.

Elinde, tek yetki. Çok istiyordu, al işte yetki elinde düşür, düşürt. Niye indirmiyorsun? Eğer o tezin doğruysa, “Yüksek faiz, yüksek enflasyonun sebebidir” diyorsan faizi indir, düşük faiz olsun enflasyon da düşsün. Niye indirmiyorsun, niye yapmıyorsun?

Arkadaşlar bilmiyor, bilmiyor. Ama sorun şu ki bilmediğini de bilmiyor.

Biliyorum zannediyor. Ama bir kişinin hatasını 84 milyon ödemek zorunda değil. Niye benim buradaki hemşehrim bunun cezasını çeksin? Niye şu karşıdaki esnaf kardeşim cezasını çeksin? Niye Şereflikoçhisarlı çiftçilerimiz bir kişinin bilmemesinin cezasını çeksin?

Ya atasözü “Bin biliyorsan, bir bilene sor” diyor değil mi?

Bin biliyorsan, bir bilene sor.

Bir manavın, bir bakkalın yanında iki ay çıraklık yapmış birisi gelsin anlatsın yapılacakları, inanın şu hataların yarısı yapılmaz ya. Bu kadar ülkenin gerçeklerinden kopmuş bir iktidar düşünülemez. Böyle bir şey olmaz.

Diyordu ya “Yüksek faiz sebep, yüksek enflasyon sonuçtur” diyordu ya.

Ben size işi özetleyeyim: “Sebep Erdoğan, yüksek faiz, yüksek enflasyon ve yüksek kur sonuç.” Sebep-sonuç ilişkisi öyle.

Bakın, ben Hazine Bakanı olduğum gün, 2002’nin Kasım ayı, bu ülkenin hazinesi tam %66 faizle borçlanıyordu arkadaşlar, %66 faiz. Biz bunu ta indirdik %4,6’ya. Bunu biz yaptık. Benim ekonomi yönetiminin başında olduğum dönemde biz bunu yaptık. Merkez Bankası’nın bağımsız olduğu, Merkez Bankası’na kimsenin karışamadığı, müdahale edemediği dönemde biz bunu yaptık. Karıştırtmıyorduk. “Bağımsızdır, talimatla çalışan bir kurum değildir bu kusura bakmayın” diyorduk. Bu ülkede enflasyon böyle

düştü. 34 yıl boyunca enflasyon 2 hane, 3 hane oldu bu ülkede. 34 yıl. 2002’de devraldık, 2002 Kasım’da. 2004’ün Aralık’ında tam 2 senede enflasyonu tek haneye düşürdük. Paradan 6 sıfır attık. İnanın çoğu gelişmelerden basından takip ediyordu. Öyle haberleri oluyordu. Dinlemiyorduk, yapıp geçiyorduk, yapıp geçiyorduk. Çünkü bilmeyenin müdahalesi çok tehlikeli. Bilmeyenin müdahalesi. İşi ehline teslim etmek lazım. Bizim kültürümüzde, dinimizde bakın devlet yönetimiyle ilgili bir model yok, ama 3 tane önemli ilke var arkadaşlar, 3 tane önemli ilke var. Birincisi adalet. Devlet adalet için var. İkincisi liyakat. Yani ehli, liyakatli kişilerle devleti yönetmek var. Üçüncüsü de istişare. Bin biliyorsan, bir bilene sorarak ilerle. Devlet böyle yönetilir. Biz bunun için başarılı olduk. Türkiye geçtiğimiz dönemde hangi alanlarda başarılı olduysa, o başarılı alanların başında mutlaka dürüst ve işinin ehli insanlar vardı. Başka çaresi yok bunun. Şimdi yapsın bakalım. Düşürsün enflasyonu. Hadi düşürsün faizleri. Niye yapamıyor? Çünkü yanlış insanlar etrafını sardı. Ve bu akraba kayırmacılığı, eş-dost kayırmacılığı, bunlar çok tehlikeli işler devlet yönetiminde. 2018’in Haziran’ında yeni bir hükümet kuruldu değil mi? Hükümet bile değil artık “kabine.” Ne diyor Cumhurbaşkanlığı Kabinesi diyor. Açıyoruz bir bakıyoruz, hiçbir kanunda kabine ifadesi yok, hiçbir kararnamede yok. Kabine diye hukuki bir terim bizim sistemimizde yok. Ama ne diyor, “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ni topladım, kabine şunu yaptı bunu yaptı.” Bakanlar Kurulu değil eski, kabine. Fakat böyle bir yönetime, arkadaşın akrabasını atamak, akrabanın akrabasını atamak, tanıdığının tanıdığını göreve getirmek, buna kabine ile yönetmek değil, “Bir kabile devleti oluşturmak” denir.

Tarih Haziran 2018, taraflı, partili Cumhurbaşkanı göreve başladı. İlk defa Cumhurbaşkanı taraflı Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. Bütün yetkiyi elinde topladı. Akraba Bakanı da ne yaptı, hemen yanına aldı, hazine, ekonomi falan hepsini de ona bağladı. Ve bu taraflı Cumhurbaşkanı ile akraba Bakan el ele verdi arkadaşlar, tam 2 yılda bu Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık döviz rezervini eritti. 2 yılda 130 milyar. Ve bu hiçbir yerde açıklanmadı bakın. Hiçbir yerde açıklanmadı. Bizim döneminizde tam 13 yıl, Merkez Bankası’nın toplam piyasaya müdahalesi değerli arkadaşlarım, 8,5 milyar dolardır. 12 kere müdahale vardır, toplam 8,5 milyar dolarlık müdahale olmuştur. Alım yönünde ya da satım yönünde, tamamını söylüyorum. 13 yılın tamamında. Ve bunun yapıldığı gün Merkez Bankası’nın web sitesinde açıklanmıştır, o gün. Denmiştir ki “Bugün Merkez Bankası 300 milyon dolarlık döviz müdahalesi yapmıştır” diye.

Ya siz 2 yıl boyunca tam 130 milyar doları cayır cayır cayır satın, üstelik şeffaf olmayan yöntemlerle, kamu bankaları üzerinden, dolambaçlı yollardan satın, hiçbir şey açıklamayın, bunu gizli gizli yapın, ta ki biz ortaya çıkardıktan sonra kem küm deyin açıklamaya çalışın.

Bir devlet böyle yönetilemez ya. İnanın bir kabile böyle yönetilmez ya, bırakın devleti. Yazık günah. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri bugün -

60 milyar dolara düşmüş durumda. -60 milyar dolar. Yazık değil mi? 93 milyar brüt rezerv görünüyor ama Merkez Bankası’nın bugün piyasaya 150 milyar dolar borcu birikmiş durumda. -60’a iniyor, 90 varlığa karşı 150 borç oldu mu, düşün -60. Böyle bir şey yaşamamıştı Türkiye. Merkez Bankası’nda bir de ayrı Türk lirası cinsinden yedek akçe biriktirirdik bakın. Biz ne yaptık? Bir döviz biriktirdik, 27 milyar dolar rezervini 136 milyar dolara çıkardık, damla damla biriktirdik bunu. Bizim işçimizin, ihracat yapan vatandaşlarımızın alın teriydi. Alın teriydi bu. Biriktirdik, 2 yılda tükettiler. Ayrıca yedek akçe biriktirdik. Tam 46 milyar lira, o TL cinsinden. Kara gün parası tam da bu pandemide gereken para, gerekecek para. Daha pandemi olmadan, 2009 Ocak’ında ve 2020 Ocak’ında 46 milyar lirayı 1 günde harcadılar, bitirdiler. İnanın 1 günde. Ne yaptılar? Müteahhitlere dağıttılar, işte altyapı yatırımlarıydı, şuydu, buydu, birikmiş borçlar, 1 günde dağıtıp bitirdiler. Hiç acımadılar. Ondan sonra pandemi gelip vurunca da kasa bomboş, tüm G-20 içerisinde vatandaşına en az yardım yapan ülke Türkiye oldu. Doğrudan yardım, doğrudan destekanlamında söylüyorum. En dipteyiz, listenin en dibindeyiz G-20 içerisinde. Niye? Kaynak yok. Ama kaynaklar pandemiden önce tüketilmiş bakın, önce. “Pandemi sebebiyle tükettik” diyorlar. Öyle değil. Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin sıfırlanması pandemi ayında oldu. Pandemibaşladığı gün zaten sıfırlanmıştı. 46 milyarlık yedek akçe zaten sıfırlanmıştı. Varlık Fonu kurdular değil mi? Hani Cumhurbaşkanı’nın kendisini, kendi başına atadığı Varlık Fonu. Adı üstünde Varlık Fonu, varlık. Şu anda hazinen web sitesinde bilançosu açık. Girip hemen bakabilirsiniz. Şu an itibariyle Varlık Fonu’nun tam 65 milyar lira yani eski parayla 65 katrilyon borcu var, Türk Lirası cinsinden, artı bir de 1 milyar 250 milyon Euro dışarıya borcu var, oda 13 milyar TL ediyor. Varlık Fonu diye kurdukları fonu daha birkaç yıl içerisinde onu da borca batırdılar. Bu kadar kötü mü yönetilir ya? Nerede varlık, nerede varlık? Hazinenin borcunu 2 yılda 2’ye katladılar, bakın bunların hepsi son 2 yılda oluyor, hepsi, anlattığım hepsi 2 yılda. Hazineyi tükettikleri gibi bir de hazinenin borcunu 2’ye katladılar. 970 milyar TL’ydi hazinenin borcu değerli arkadaşlar, 2018’de. Şu anda tam 2 trilyon TL, yeni para. Eski parayla 970 katrilyon olmuş 2 kentrilyon. Kentrilyon diye bir şey duymadınız değil mi? Kentrilyon demek 15 tane sıfır demek eski parayla. 6 sıfır atsanız bile hala 9 sıfır duruyor yani. Öyle bir para. Şimdi... Düzeltiyorum ya 18 sıfır, 6 sıfırını atın 12 sıfır duruyor hala. Sıfırlar çoğalınca biz bile karıştırabiliyoruz. 2 kentrilyon hazinenin borcu eski parayla. Şu andaki parayla 2 trilyon. Yani 18 sıfır 6’sını atın 12 sıfır kalıyor hala. Bu kadar memleketi borca saplamış durumdalar. Bu kadar batırmış durumdalar. Yani kasten yapsa bir ülkenin, bir düşman Allah korusun, bir ülkeye bu kadar zarar verir, bu kadar büyük zarar verir ekonomik açıdan.

Değerli arkadaşlarım, bakın.

Açım diyene “Abartıyorsun” diyenler, muhalefet partilerine “Açları siz doyurun” diyenler, bu ülkenin artık hiçbir sorununu çözemez.

Bitti.
Ülke kaynaklarını heba edenler, bu ülkenin sorununu çözemez. 2015’te görevden ayrılırken bıraktığımız ne var ne yok her şeyi çarçur ettiler. Ve daha durumun vahametini, ülke ekonomisinin nasıl batık bir durumda olduğunu bile görmekten de acizler şu anda.

Ama Sayın Erdoğan hiç merak etmesin. Dedi ya “Açları doyurun” diye... Biz doyuracağız, hiç merak etmesin.

Bunun için tabii bir iktidar değişikliği gerekiyor. Bir iktidar değişikliği, bir seçim gerekiyor. Ama DEVA iktidarı inşallah bu açlık utancını, bu mutlak yoksulluk utancını temizleyecek. Hep beraber zenginleşeceğiz. Öyle 3-5 kişinin zengin olması ülkenin kalkınması değildir. Ülkenin topyekûn zenginleşmesi bir ülkenin kalkınmasıdır. Kendi insanımız birikimini yastık altında tutarken, yatırımcılarımız başka ülkelerde iş kurup istihdam sağlarken, dünya piyasaları para içinde yüzerken, biz ülkemizin açlığa mahkûm edilmesine göz yumamayız.

Bakın aynı darı ambarında aç gezen tavuk misali, şu anda bunlar bu memlekete varlık içerisinde yokluk çektiriyorlar arkadaşlar. Varlık içerisinde yokluk. Şu andaki durumumuz bu.

Biz bu ülkede mutlak yoksulluğu sıfırlamıştık, yine yaparız inşallah. Şimdi bu mutlak yoksulluğu yeniden görür olduk ve gerçekten bu büyük bir yazık, aynı zamanda büyük bir günah memlekete.

Biz bu ekonomik sıkışmışlığı çok iyi görüyoruz. İşte o yüzden ülkemizin önce sağlam bir hukuk zeminine kavuşmasını ve ardından DEVA ekonomisiyle büyümesini hedefliyoruz.

Tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan şeffaf ve hesap verebilir politikalarla ülkemizi hak ettiği refah seviyesine ve zenginliğe inşallah hep beraber ulaştıracağız.

Biz bu ülkedeki herkesin insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içerisinde olması için çalışacağız.

Biz bu ülkenin insanlarının yatağa aç gitmediği, yarınlarından endişe etmediği bir refah seviyesini hedefliyoruz.

Esnafın kepenk kapatmadığı, faturalarını rahatça ödeyebildiği, emeklerimizin saygın insan onuruna yaraşır bir gelir elde edeceği bir ülke hedefliyoruz.

Çiftçimizin, esnafımızın, yatırımcımızın, işçimizin yüzünün güldüğü bir ülke hedefliyoruz.

İşte biz umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak, DEVA Partisi olarak diyoruz ki:
“Bu milletin daha fazla fakirleşmesine artık müsaade etmeyeceğiz. İşsizliği hızla düşüreceğiz. Umutsuzluğu bitireceğiz. Ailelerimizi kara kara düşünmekten kurtaracağız. Başka ülkeler zenginleşirken ülkemizde bu hızlı fakirleşme bizim kaderimiz değil arkadaşlar. Kaderimiz değil. Halkının geçin sıkıntısını bilen, dürüst ve işinin ehli olan kadrolarla sorunlarımızı çözeceğiz. Kimsenin şüphesi olmasın. Önce güveni tesis edeceğiz. Ardından topyekûn zenginleşeceğiz. DEVA iktidarında bu verimli topraklarda işsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil bereket akacak. Bolluk akacak. Refah akacak.

DEVA Partisi kadrolarıyla hazırız ve emaneti teslim almaya geliyoruz inşallah. Hep beraber geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip hakikatin sesi olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya da devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Şereflikoçhisar‘ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.

8 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın “Tarım Eylem Planı” Projesı̇ Basın Toplantısı Konuşması

Tarımın Eylem Planı Tanıtım Toplantısı

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, İl ve ilçe teşkilatlarımızın çok değerli başkanları, Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili gönüldaşlarımız,

Kıymetli konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ülkemizin dört bir yanından bu programı takip eden çok kıymetli çiftçilerimiz, üreticilerimiz,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri takip eden tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, partimizin tarım politikalarıyla ilgili eylem planını açıklayacağımız bu lansman programına hoş geldiniz diyorum.

*****
Bugün ülkemizin siyasi hayatında çok önemli bir gün.

Biz 9 Mart 2020 günü demokrasi ve atılım yolculuğuna çıkarken milletimize söz vermiştik:

Ülkemizin yaralarını saracağımıza söylemiştik.

Ülkemizde her bir vatandaşımızın haysiyetli, başı dik, müreffeh ve özgür bir yaşamı hak ettiği bilinciyle yola koyulmuştuk.

Biz yola çıkarken “Yepyeni bir siyaset” demiştik.
Yola çıkarken “Yepyeni bir siyaset dili” demiştik.
“Sadece eleştirmeyeceğiz, çözümün merkezi olacağız” demiştik.

İşte bu yüzden, yola çıktığımız ilk günden beri, her adımda her sorunun nasıl çözüleceğini tek tek, madde madde anlattık.

Şimdi de burada, Adana’da, Yüreğir’de, Çukurova’nın bu bereketli topraklarında sizlerle beraber bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Yakın siyasi tarihimizde ilk kez bir parti, şu anda bir süre daha muhalefette olan bir parti, iktidarının ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde neler yapacağını detaylarıyla açıklıyor.

Bakın, genelde muhalefetin kültürü nedir? Eleştirmek, yanlışları işaret etmek.

İşte biz Türkiye’de bu muhalefet kültürünü de değiştirmeye başlıyoruz bugünden itibaren.

Tabi ki yanlışları işaret edeceğiz. Tabi ki problemleri ortaya koyacağız. Tabi ki eleştirilerimizi açıkça söyleyeceğiz. Ama sorunlara çözümlerimizi de açık açık detaylı bir şekilde ortaya koyacağız.

İktidardaki küçük-büyük ortakları biliyorsunuz, onların zaten ne zaman ne yapacağını bilen yok, planları yok, programları yok. Gece yarısı attıkları imzalarla, rastgele attıkları imzalarla bu ülkeyi idare ettiklerini zannediyorlar.

İşte bugün biz, 90 günlük ve 360 günlük eylem planlarımızın açıklamasına, değerli arkadaşlarım, ilk olarak tarımla başlıyoruz.

Tarımda çiftçimizin, üreticimizin yaşadıkları dertlerin hızlı bir şekilde çözecek, çözümlerimizi detaylı bir şekilde ortaya koyuyoruz.

*****
Değerli konuklar, değerli çalışma arkadaşlarım; Sözlerime çok sevdiğim bir alıntıyla başlıyorum.“Sorunu yaratan zihin, o sorunu çözemez.”

Ülkemizi ekonomiden sağlığa, eğitimden tarıma, teknolojiden hukuka, çevreden dış politikaya kadar her alanda sorun yumağının içine sokanlar, güzel günlerin müjdecisi veya çözümlerin bir parçası olamazlar.

Evet değerli arkadaşlarım, bugünkü iktidar kendisini küçük ve dar alanlara hapsettiği için, milletimizin gerçek gündeminden bihaber.

Sokakta insanlarımız neler yaşıyor; çiftçimiz, üreticimiz tarlada ne yaşıyor? Bilmiyorlar, haberleri yok. Halktan tamamen kopuklar.

Sayın Cumhurbaşkanı geçenlerde “2023” diyor. 2071’den bahsediyor. 2053’ten bahsediyor. Ya bugün memleketin sorunu var.

Çiftçi “su yok, kuraklık var” diyor. “Maliyetim benim artık yükseldi, satış fiyatından bu maliyetimi karşılayamıyorum, zarar ediyorum, borcum birikti” diyor.

Sayın Erdoğan çıkıyor, “Ben 3. aşımı oldum” diyor.

Gerçekten ülkenin problemlerinden, sorunlarından kopmuş bir iktidar var bugün.

Ve bu iktidar sadece sorun üretiyor arkadaşlar, sadece sorun üretiyor.

Geçtiğimiz hafta açıkladıkları “Çiftçiye müjde” vardı biliyorsunuz. Bir müjde paketi. Ve sadra şifa öneriler de içermediğini hep beraber gördük.

Bu iktidar sadece sorun üretmiyor, gün geçtikçe sorunun bizzat kendisi haline geliyor.

İşte biz tüm bu sorunlara artık bir nokta koymak için buradayız.

“Özgür ve zengin” bir Türkiye için hazırladığımız eylem planımızı hızlıca hayata geçirmek için neyi, nasıl yapacağımızı çok iyi biliyoruz ve değerli arkadaşlarım, biz artık emaneti teslim almaya hazırlanıyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gün, çözümleri konuşmanın günüdür.

Gün, müreffeh Türkiye hedefimize ulaşmak için, adım adım ne yapacağımızı halkımızla paylaşmanın günüdür.

Gün, milletimizin öncelikli sorunlarını çözecek politikaları tek tek anlatmanın günüdür.

Gün, kuru hamasetin, içi boş sloganların arkasına saklananlara, ülkenin gerçek gündemini ve sorunların, problemlerin, dertlerin DEVA’sını anlatma günüdür.

*****

Çok değerli konuklar, değerli çalışma arkadaşlarım; iktidarımızın 90 günlük ve 360 günlük eylem planını açıklamaya dediğim gibi topraktan başlıyoruz. İlk adımımızı tarım politikalarımızla atıyoruz.

Güzel ülkemizin her bir köşesinden bolluk aksın, bereket aksın, refah aksın diye buradayız.

Ekonomimiz tarımla güçlensin, verimli topraklarımız en yüksek teknolojiye kavuşsun, çiftçimizin yüzü gülsün diye buradayız.

Yıllardır feryadı duyulmayan çiftçimizin sesi olmak için,
DEVA damlalarını kuru toprakla buluşturmak için, buradayız, bir araya geldik.

Biz, Türkiye’yi tarımda kendi kendine yeter bir ülke haline getireceğiz.

Tekrar getireceğiz, üzülerek söylüyorum. Bir zamanlar öyleydik. Ama bu yanlış yönetim, kötü yönetim ülkeyi temel tarım ürünlerinde dahi ithalata mecbur bıraktı arkadaşlar.

Yediğimiz içtiğimiz her şeyde ithalat bağımlılığı oluştu. İşte biz onu kıracağız.

Yerli üreticimizi güçlendirip, çiftçimizin emeğinin ve alın terinin karşılığını kuruşu kuruşuna ve günü gününe almasını sağlayacağız.

Sadece kendi kendimize yeterli olmakla kalmayacağız, artan üretimimizle, pek çok üründe net anlamda ihracatçı hale geleceğiz.

Tarıma, bu önemli sektöre, çiftçimize, köylümüze iade-i itibar yapacağız. Çünkü bizim politikalarımızın uygulanması sonucunda;

Tarım denilince akla şu anda ne geliyor, bu iktidarın yanlış politikaları sonucunda? Tarım deyince, çiftçi deyince akla haciz geliyor, borç geliyor, maliyet artışı geliyor, zarar geliyor. Biraz önce gördünüz videoda, çöpe dökülen, tarlalara dökülen ürünler geliyor, kuraklık geliyor. Şu andakiyönetimin ülkeyi getirdiği durum bu. Ve inanın bunlar daha iyi günler. Tarım alanında nereye baksak, bu plansızlık, programsızlık, bu kötü yönetim ülkeyi çok daha kötü bir yere götürüyor. Göz göre göre, maalesef bunun şahidiyiz hep beraber.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biraz sonra Sektörel Politikalar Başkanımız Sayın Birol Aydemir, tarım eylem planımızı sizlerle detaylı olarak paylaşacak.

Ancak ben bunlardan bazılarını şöyle kısaca, özet olarak sizlere aktarmak istiyorum:

Burada değerli arkadaşlar, “öncelikle çiftçimizin ana sorunları, temel sorunları nedir?” buradan başlamak gerekiyor.

Asıl büyük sorunların çözümünden, hızlı çözümlerden başlayıp, yapısal konulara doğru hareket etmemiz gerekiyor.

Çiftçimizin borçlarını değerli arkadaşlarım, en az 2 yıl, en az 2 yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz. En az 2 yıl. Altını çiziyorum; faizsiz olarak erteleyeceğiz.

Borç birikti pandemi şartlarında. Bunların öyle hemen taksitini hemen 1 ay sonra, 3 ay sonra başlatırsanız olmaz.

Ben hep söylüyorum: “Bir bakkalın yanında 2 ay çıraklık yapan bunların ekonomi yönetiminde, tarım yönetiminde yaptığı hatayı yapmaz.”

Bu biriken borçların çok uzun vadeye yayılması gerekiyor. Ve faizsiz ertelenmesi gerekiyor.

Çiftçinin toprağına, traktörüne haciz artık gelmeyecek.

Bakın ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisini yönettim. Bizim dönemimizde baki değildi böyle bir şey.

Çiftçimizden borçlarını ödeyemeyen tabi ki çıkardı. %3-5 o kadar, fazla da değil.

Ama haciz uygulamasına asla, asla izin vermezdik. Böyle bir şey olmaz. Bunun başka yöntemleri vardır. Ödeme alışkanlığıyla ilgili başka yöntemler vardır. Ama diyorum ya “2 ay çıraklık, 2 ay çıraklık.” Bunu yapmadıkları için böyle oluyor.

Ve değerli arkadaşlarım, çiftçimizin kullandığı mazotun ÖTV’sini aynen çiftçimize iade edeceğiz.

Şu anda mazotun içinde çok ciddi Özel Tüketim Vergisi var. Özel Tüketim Vergisi’nin aynen çiftçimize iade etmemiz gerekiyor.

3. madde: Çiftçimizin kullandığı gübrenin maliyetinin tam yarısını, yüzde 50’sini, destek olarak kendisine vereceğiz. %50.

Gübre arttı. Niye arttı? Çünkü bu gübrenin fiyatı dövize bağlı, dövize. Döviz fiyatlarının artması çiftçinin suçu mu? Ben hep söylüyorum, ne diyorum: “Erdoğan sebep, yüksek kur, yüksek faiz, yüksek enflasyon sonuç” diyorum.

Daha geçen, geçen gün TRT’de 2 laf etti Merkez Bankası’yla ilgili, hemen dolar kuru tık tık yükseldi.

Ertesi gün Merkez Bankası Başkanı düzeltmeye çalışıyor.

Cumhurbaşkanı diyor ki “Faiz insin diye söyledim Merkez Bankası Başkanı” diyor. Ertesi gün Merkez Bankası Başkanı çıkıyor, baktı piyasa karışacak, “Yok daha indirmeyeceğiz faizi” diyor.

Zaten Cumhurbaşkanı bir sussun, şu ekonomiye bir karışmasın, inanın bugünkünden daha iyi olur. Daha iyi sonuçlar alırız.

Bu ülke kendi dinamizmiyle, kendi dinamizmiyle çok daha iyi ekonomik performans gösterir. Yeter ki gölge etmesinler.

Bugün gübrenin fiyatı arttıysa, ilacın fiyatı arttıysa, bunlar dövize bağlı arkadaşlar, döviz kuruna bağlı bunların fiyatı. Bunların fiyatı arttıysa bunun sebebi döviz kurunun artışıdır. Döviz kurundaki artışın da tek sebebi Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendisidir.

Eskiden bir de akraba Bakan vardı biliyorsunuz, şimdi ayrıldığı için artık. Eskiden el ele verip yapıyorlardı bu işi. Şimdi sadece kendi yapıyor.

Dolayısıyla biz ne yapacağız? Bu gübrenin, gübre maliyetinin tam yarısını, %50’sini çiftçimize destek olarak vereceğiz.

4. madde: Çiftçimizin kullandığı elektriğe ayrı bir tarife, daha düşük fiyatlı bir tarife uygulayacağız.

Çiftçimizin kullandığı elektriğin fiyatını düşüreceğiz.

Devlet sulama yatırımı yapmadıysa, tarlaya su götürmediyse, çiftçimiz de mecburen o kuyudan bazen 100 metre, 200 metredeki kuyudan su çıkarıp, tarlasını sulamak zorunda kalıyorsa bunun suçlusu çiftçi değil ki.

Yüksek elektrik fiyatlarıyla siz nasıl onu cezalandırırsınız? Devletin kıt kaynaklarını siz gidin sağa sola harcayın, Kanal İstanbul diye inadına, inadına Kanal İstanbul diye tutturun, bu kadar su kanalına ihtiyaç varken, tarımın suyla buluşmasına ihtiyaç varken kıt kaynakları gidin başka yerlere harcayın, ondan sonra çiftçimiz “Su yok, ne yapayım, kuyu kazıyorum oradan da su çıkarıyorum” desin, elektrik fiyatlarıyla, yüksek elektrik fiyatlarıyla siz çiftçiyi cezalandırın. Böyle bir şey yok. Böyle bir şey yok.

Değerli arkadaşlarım, tarım desteklerini, üretimin yapılacağı dönemin başında açıklayacağız ve aynı yıl içerisinde de destek ödemelerini gerçekleştireceğiz.

Niçin?

Çünkü çiftçimiz ekmeden, dikmeden o ürün için ne kadar destek alacağını önceden bilmek zorunda. Ona göre karar versin.

Çiftçimiz ekiyor, dikiyor, hasat zamanı geliyor, ürün çıkıyor, ondan sonra devletin ne destek vereceği ortaya çıkıyor. Ve destekler tam 1 sene sonra ödeniyor. 1 sene sonra ödeniyor.

Biz bu çarpık yapıyı değiştireceğiz.

Çiftçimiz önceden bilecek ne destek alacağını ve üretimin yapıldığı yılda hemen o desteğini alacak. Nakit alacak ve iş bitecek.

Çiftçimizin kalkınması için; tarımda ithalatı değil, içeride üretimi destekleyeceğiz.

Sözleşmeli tarımın yasal altyapısını güçlendirip, üretici sanayici iş birliğini etkin hale getireceğiz. Bu sözleşmeli tarımda çok önemli arkadaşlar. Baştan üretimin yaklaşık miktarını, fiyatını konuşup, sözleşmeyi yapıp önünü görerek çiftçimizin ekmesi, dikmesi çok çok önemli.

Tarım liselerini tekrar açacağız. Tarım liselerini.

Gençlerimizin toprağına, memleketine ve tarım üretimine bilerek ve bilinçli bir şekilde, o ilme sahip olarak devam etmesini sağlayacağız.

Küçük üreticinin pazarlama sorunlarında yardımcı olacağız.

Özellikle ihtiyaç fazlası ürünlerde ihracatı destekleyip, keyfi ihracat yasaklarına son vereceğiz.

Bunlar bir gecede alınan kararlar, bakın dikkat edin. Bir gecede ihracat yasaklanıyor. Bir gecede kota konuyor. Bir gecede ithalat kapısı açılıyor. Bu ülkenin tarım sektörünü şamar oğlanına çevirdiler. U Dönüşü yapıyorlar, zikzak yapıyorlar. Bu ülkenin tarım politikalarını neredeyseçalkalaya çalkalaya yayık ayranına çevirdiler, değerli arkadaşlar ya. Böyle bir şey olur mu, kabul edilir mi?

Başta tohum olmak üzere, dışa bağımlılığı azaltacağız.

Tarım sigortası kapsamını genişleterek çiftçilerimizi risklere karşı koruyacağız.

Kuraklığın neden olduğu tahribatı önlemek amacıyla;

Tarımsal sulama yatırımlarını hızla bir şekilde tamamlayacağız. Bu bizim önceliğimiz olacak. Bu mesele stratejik bir mesele.

Küresel ısınmanın olduğu, iklim değişikliğinin olduğu dönemdeyiz dünyada. Suyun çok çok kıymetli olduğu bir dönemdeyiz.

Sulama yatırımlarının acilen tamamlanması gerekiyor. Özellikle kapalı sistem, basınçlı sulama, damlama sulama yatırımlarının bir an önce tamamlanması gerekiyor bu ülkede. Aksi halde bakın, üretim düşüyor. Üretim düşünce fiyatlar çok hızlı artıyor. Hem çiftçimize yazık hem çok pahalı gıda satın almak, satın almak zorunda kalan vatandaşımıza yazık.

Tarım, gıda sadece üreticinin meselesi değil. Tüketicimizin de meselesi, vatandaşımızın tümünün meselesi. Bol ve uygun fiyatlı tarım ürünlerine, gıda ürünlerine vatandaşlarımız ulaşmak zorunda. Ama bunun için verimin yükselmesi gerekiyor.

Toprağı su ve teknoloji ile buluşturarak, sulamada israfı önleyecek son teknolojileri teşvik edeceğiz.

Sulu tarım yapan çiftçimizin gelirini, bilinçli sulama ve üretim planlamasıyla en az 3 katına, en az 3 katına çıkaracağız.

Bilinçli sulama, yeterli miktarda sulama, bilinçli tarım, bunlar verimi arttırıyor ve çiftçimizin geliri en az 3 katına çıkacak.

Peki tarımda finansman, çiftçimizin finansmanında ne yapacağız DEVA iktidarında Ziraat Bankası yeniden, çiftçinin bankası olacak. Arkadaşlar bu öncelik meselesi, öncelik.
Hükümetin önceliği nerelerde?

Adı üstünde Ziraat Bankası diye kurulmuş bir banka. 1. önceliği tarımın finansmanı olması lazım, çiftçimizin finansmanı olması lazım. Önce oraya yeteri kadar finansmanı sağlayacak, sonra dönüp eğer fazla kaynağı varsa başka alanlara bakacak. Ama önce tarım. Önce üretim. Ziraat Bankası’nın bununla uğraşması gerekiyor.

Çiftçimizin teminat problemini çözeceğiz. Tarımsal kredileri, gerçek çiftçilere vereceğiz.

Kredilerin geri ödeme zamanını ve özellikle kredi zamanını ve taksitlerini hasat dönemine göre belirleyeceğiz. Öyle standart 6 ay, 12 ay değil. Hangi ürünün hasatı ne zaman, çiftçimizin eline ne zaman para geçiyor, kredi ödemelerinin ona endekslenmesi gerekiyor.

*****

Değerli arkadaşlarım;

DEVA Partisi’yle birlikte; hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarıma da desteğimizi hızlı bir şekilde devam ettireceğiz.

Özellikle meralar, yaylalar. Bu konudaki sorunlar artık geride kalacak.

Et ve süt üreticilerine destek ödemelerini zamanında ve planlı bir şekilde yapacağız.

Üreticimizi belirsizliklere mecbur kılmayacağız.

Yerli üretimi destekleyerek, yem bitkilerini ithalata bağımlı olmaktan kurtaracağız.

Yem bitkilerinin kullanımına %50’ye varan destekler vereceğiz.

Terk edilen yaylaları yeniden üretime kazandıracağız.

Organize hayvancılık bölgelerini teşvik edeceğiz ve hızla yenilerini kuracağız.

Doğa dostu hayvancılığı destekleyeceğiz.

Ülkemizin flora zenginliğine sahip bölgelerinde arıcılığa özel teşvik ve destek sağlayacağız.

Çevreye duyarlı balık üretme çiftliklerini yaygınlaştıracağız.

Üniversiteler ile iş birliği halinde çalışarak, yeni balık türlerinin geliştirilmesini ve üretimini sağlayacağız.

*****
Değerli konuklar, değerli Teşkilat mensuplarımız;

Tüm bu politikalarımızı, biraz sonra detaylarıyla, Genel Başkan Yardımcımızdan dinleyeceğiz. Birazdan daha detaylı bir şekilde paylaşacak.

Ama şunu da ifade etmek istiyorum ki tarım artık tüm dünya için stratejik öneme sahip bir sektördür. Özellikle pandemi döneminde bu çok daha açık bir şekilde ortaya çıktı. Ve gıda güvenliğinin, gıdaya erişimin önemini herkes bir kere daha anladı. Bakın 2050 yılında, dünya nüfusu yaklaşık 10 milyara gelecek. Yaklaşık 10 milyarı bulacak 2050’de. Ve buna bağlı olarakgıda ihtiyacı da %70 oranında artacak. Ama toprağın büyüklüğü artmıyor dünyada. Su miktarı değişmiyor. Devir daim, okyanustan buharlaşıyor, yağmur oluyor, yağıyor. Su devir daim ediyor, su miktarı değişmiyor.

Hatta tatlı su kaynakları gittikçe azalıyor. Akıllı ve verimli politikalar üretilmezse gıdasızlık en büyük sorun haline gelecek. İşte tam da bu yüzden ülkemizin DEVA Partisi’nin bu 56 maddelik tarım eylem planına şiddetle ihtiyacı var.

DEVA Partisi’nin tarım politikasında insana, toprağa ve çevreye saygıyı görüyorsunuz.

İnsana saygı, Toprağa saygı, Çevreye saygı.

Üretici ve tüketicinin tüm haklarına sahip bir anlayışa, tüm haklarına sahip çıkan bir anlayışa vakıf olduğumuzu görüyorsunuz. Yapısal sorunlara yapısal çözümler görüyorsunuz.

Tarımın DEVA’sında;

Sağlıklı ve sürdürülebilir bir üretim görüyorsunuz.

Veriye ve bilime dayalı; yüksek katma değer üreten, rekabetçi, yenilikçi bir tarım sektörü görüyorsunuz, göreceksiniz.

Bizim hedefimiz; bu ülkedeki herkesin sağlıklı, güvenli, yeterli ve dengeli beslenmesini sağlayabilmek.

Bizim hedefimiz, üreterek zenginleşen bir ülke inşa etmek.

Bizim eğitimli, bilgili, donanımlı çiftçilerimizle, doğru tarım politikalarıyla, suyumuzla, toprağımızla büyümemiz gerekiyor.

*****
Ve değerli arkadaşlarım,
Bugün sadece Yüreğir’de değiliz, sadece Adana’da değiliz.

Bugün aynı anda, tüm DEVA Partili arkadaşlarımız, tüm teşkilat mensuplarımız, 81 ilde, yüzlerce ilçede tarımla uğraşan her bir vatandaşımızı ziyaret etmeye başlayacak.

Çiftçimize, hayvancılıkla uğraşan vatandaşımıza, üreticimize tek tek ulaşacağız.

Bugün Çukurova’da tarım işçileriyle burada Yüreğir Ovası’nda buluşacağız. Tarlaları ziyaret edeceğiz.

Tarım sektörünün tüm aşamalarıyla istişarelerimizi sürdürerek yarın, Mersin ve Konya’da programımıza devam edeceğiz.

Çiftçilerimizle, üreticilerimizle buluşacağız.
Ve Mersin’de hal esnafıyla bir araya geleceğiz.

Konya Ereğlisi’nde bir süt üretim çiftliğini ziyaret edeceğiz ve Meke Gölü’nü, Meke Gölü’nü ziyaret edeceğiz.

Biliyorsunuz Konya Ovası’nda bu sene kuraklık çok ciddi bir sorun ve orada durumu yerinde arkadaşlarımızla birlikte tespit edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, tüm teşkilatlarımız bu günden itibaren, önümüzdeki en az 1 hafta, 10 gün boyunca bugünkü programı Türkiye genelinde tüm çiftçilerimize, tarımla uğraşan üreticilerimize, hayvancılıkla uğraşan üreticilerimize birebir gidip anlatacak.

Basit, anlaması, okuması kolay dokümanlar hazırladık. Hep beraber bunları ülke sathında dağıtacağız. Hem anlatacağız hem de yazılı olarak o dokümanlarımızı çiftçilerimize bırakacağız. Köy, kahve, kıraathane her yere girip çıkacağız. Kırsal bölgelerimizdeki esnafımızla oturacağız, sohbet edeceğiz.

Tüm DEVA kadroları bugünden itibaren en az 1 hafta 10 gün, kendi bölgelerindeki herkese ulaşıncaya kadar inşallah bu çabayı beraberce gösterecek ki çiftçimiz, üreticimiz DEVA’nın çözümlerini, çözümün DEVA’sını, tarımın DEVA’sını görsünler, bilsinler, duysunlar.

Evet şimdi, iktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde gerçekleştireceğimiz tarımla ilgili adımlarımızı paylaşmak üzere ben sözü Birol Bey’e bırakıyorum ve hepinize tekrardan saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.

Sağ olun.

4 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Yerköy İlçe Binası Açılış Konuşması

Yerköy
İlçe Binası Açılış Konuşması

DEVA Partisi’nin Değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri,
Yozgat İl Teşkilatımızın ve Yerköy İlçe Teşkilatımızın Çok Değerli

Başkanları,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,

Bugün burada bu açılış töreni vesilesiyle bizlerle beraber olan çok değerli Milletvekilimiz, Değerli Belediye Başkanımız, siyasi partilerin çok değerli yöneticileri,

Çok değerli Yerköylü, Yozgatlı gönüldaşlarımız, Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan şu anda bizleri izlemekte olan çok değerli vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Yerköy ilçe binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****
Bugün açılışını yaptığımız sadece bir ilçe binası değil Değerli Arkadaşlar,

Şu anda biz Yerköy için bir demokrasi merkezinin açılışını gerçekleştiriyoruz.

Bir atılım merkezinin açılışını gerçekleştiriyoruz. Bir çözüm adresinin açılışını gerçekleştiriyoruz.Yerköy’e ve Yozgat’a hayırlı olsun diyorum.

*****

Değerli Konuklar,
Değerli Teşkilat Mensuplarımız,
Şu anda Yerköy’deyiz. Yozgat’tayız.
Yozgat gerçekten Anadolu’muzun en önemli şehirlerinden birisi.

Ve siyasetin kalbinin attığı şehir aynı zamanda burası.

Siyasetin Türkiye’deki nabzını tutmak istiyorsanız, Yozgat’ta, Yerköy’de tutacaksınız.

İşte biz bunu bilerek buradayız, Değerli Yerköylülerle, Yozgatlılarla beraberiz.

Değerli arkadaşlar,
Türkiye gerçekten çok zor bir dönemden geçiyor.

Her alanda sorunlar gittikçe büyüyor.

Ve hiçbir soruna maalesef şu ana kadar köklü bir çözüm üretilebilmiş değil.

Vatandaşlarımıza soruyoruz: “En önemli problem nedir?” diyoruz. “İşsizlik” diyorlar. “Hayat pahalılığı” diyorlar. “Yoksulluk” diyorlar.

Şu anda işsizlik, değerli arkadaşlar, TÜİK’in istatistik tutmaya başladığı günden bugüne kadar en yüksek seviyede.

Gençlerde %27 işsizlik var.

Ev gençleri oluştu Türkiye’de. Ev gençleri. Okulunu bitirmiş, iş bulamayan veya iş arayıp artık aramaktan vazgeçen ev gençleri oluştu.

Hayat pahalılığı aldı başını gidiyor. Şöyle camiden buraya doğru yürürken, Cuma sonrası, yol üstündeki esnafımıza bir girdik, çıktık.

Dedim, “Aldığınız, sattığınız malların fiyatı ne kadar arttı ne oldu?” %87 diyen var, %100 diyen var.

Dün TÜİK enflasyonu açıklıyor, %16,5. Bu hangi enflasyonsa biz anlamıyoruz. Şöyle bir çarşıya, pazara çıkan, evine biraz gıda alışverişi yapan, çocuğuna ufak tefek giyecek bir şey, ayakkabı alan vatandaşımız, o %16,5 enflasyonu görmüyor. Onlar %30’u, %50’yi görüyor, %100’ü görüyor.

Biz devraldığımızda, 2002’de değerli arkadaşlar, enflasyon tam 34 yıl boyunca 2 haneli olmuştu, 3 haneli olmuştu.

%100’ün üstünde enflasyon gördü bu memleket.
Ve dedik ki “ İnşallah bir gün biz bunu tek haneye indireceğiz..” 2003, 2004. 2 yıl sonunda tek haneye indirdik.

Ve paradan 6 sıfırı attık. Bugünleri yaşadı bu ülke.

Enflasyonla mücadele öyle zor bir mücadele değil, imkansız bir mücadele de değil. Bunu yaptık, başardık. Bu ülke bunu başardı. Ama bu sorunları çözmek için ne gerekiyor? Öncelikle ülkeyi yönetenlerin dürüst ve işinin ehli insanlar olması gerekiyor.

Biraz önce bir esnaf kardeşime sordum. “Ya” dedim, “ülkeyi yönetenler gelse” dedim, “Senin bu dükkânını çevirebilir mi?” “Mümkün değil” dedi ya. “1 ay yönetemezler, batarlar. Biz ayaktayız, pandemiye rağmen, krize rağmen ayaktayız. Zorluk çekiyoruz ama ayaktayız. 1 ayda bitirirler,batırırlar, beceremezler” dedi.

Şurada 15 m2 dükkânı yönetme bilgisinden, becerisinden uzak olan insanlar maalesef koskoca ülkenin ekonomisini yönetmeye çalışıyorlar.

Ben hep diyorum ya, bir bakkalın yanında, bakkalın yanında, 2 ay çıraklık yapan bunların yaptığı hataları yapmaz. O kadar bariz hatalar yapıyorlar. O kadar büyük yanlışlar yapıyorlar.

Ve maalesef ülkeyi yönetenler sadece iş bilmemezlik de değil arkadaşlar, kadrolarda ağırlıklı oranda artık niyeti iyi olmayan insanlar var. Kendisi için çalışan insanlar var. Düzgün insanların sayısı çok çok azaldı. Devleti yönetenler, üst düzey siyasi kadroya baktığını zaman maalesef düzgün insan sayısı çok azaldı.

Bakın, şu andaki ülkedeki yoksulluk sorunu gerçekten çok ileri bir aşamaya geçmiş durumda.

Vatandaşlarımız çöplerden, konteynırlardan yiyecek arıyorlar. Kendi gözümle kaç ilde ben bunu gördüm.

Partimiz kuruldu kurulalı 50’den fazla vilayete gittim. Gittiğim her yerde çöp karıştıran, konteynır karıştıran vatandaşlarımızı gördüm.

Böyle bir şey yoktu Türkiye’de.
Yoksulluk intiharları var.
Yoksulluktan, fakirlikten kendi canına kıyan vatandaşlarımız var bu ülkede. Biz böyle bir şey bilmezdik.
Bakın mutlak yoksulluğu biz sıfırladık, sıfırladık.

Dünya Bankası’nın raporlarında Türkiye, mutlak yoksulluğu sıfırlayan bir ülke olarak en başarılı ülkeler arasında ilan edildi.

Fakat şu anda baktık Türkiye’ye, yine o uluslararası raporlarda, mutlak yoksulluk yine var. Mutlak yoksulluk tekrar dirildi.

Marketlere gidiyorsunuz ambalajlar küçüldü.

Dün manavın önünden geçiyoruz, fiyatlar yazmışlar, Gölbaşı’nda Ankara’da, yarım kilonun fiyatını yazıyor, yarım kilonun.

Çünkü “1 kilonun fiyatı ürkütücü görüyor” diyor manav, yarım kilonun etiketini koca koca yazmış, altına yarım kilonun fiyatı diye.

Marketlerde ambalajlar küçüldü, taneyle, gramla satılır hale geldi. Memleketi maalesef bu yokluk haline düşürdüler.

Bakın bizim çiftçimiz gerçekten perişan.
Traktörüne haciz geliyor haciz, böyle bir şey yoktu Türkiye’de.
Bizim dönemimizde traktöre haciz diye bir şey duydunuz mu arkadaşlar? Yoktu böyle bir şey.

Biz inşallah Salı günü Adana’da tarımla ilgili eylem planımızı açıklıyoruz. Bütün hazırlıklarımızı tamamladık. Ve Adana, Mersin, Konya’yı içeren 3 ayaklı bir programla DEVA Partisi’nin tarımla ilgili detaylı çözümlerini açıklıyoruz.

Hükümet kurulduktan sonra ilk 90 gün içerisinde ne yapacağız ve ilk 1 yıl içerisinde ne yapacağız bunu takvimiyle beraber açıklayacağız.

Öyle, yüzeysel, genel laf üretme değil bizimki.

Siyasette bir laf üretme vardır biliyorsunuz, bol bol yapıyorlar.

Biz iş üreten bir siyasi partiyiz.

Biz iş üretmeye alıştık.

Yıllarca öyle çalıştık.

Bakıyoruz, çiftimizle konuştuğumuzda her türlü maliyet en az 2’ye katladı diyorlar, en az 2’ye katladı.

Gübre tam çarpı 2, 1 yılda.

İlaç tam çarpı 2.
Hayvancılıkla uğraşan kardeşlerimiz biliyor, yem fiyatları tam 2’ye katladı.

Fakat çiftçimizin hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın ürününü kaça sattığına baktığımızda, 2 katına falan çıkmış değil fiyatlar. Zaten vatandaşın alım gücü yok. Çiftçimiz maliyetlerdeki artışı satış fiyatına yansıtamıyor. Karın azaldığı çoğu üründe de zarara geçti. Zarar ediyor. Ne kadar çok üretse o kadar çok zarar ediyor. Üretmekten vazgeçen çiftçimiz çok şu anda.

Türkiye tekrardan tarım ürünleri ithal eden ülke oldu. En temel ürünleri ithal ediyoruz ya en temel.

Bir zamanlar ne derdik: Türkiye tarımda, gıdada kendine yeterli ülke derdik değil mi?

Şimdi o bitti, öyle bir şey yok. İthal ediyoruz.

Hani milli diyorlar, yerli diyorlar. Millik ve yerlilik kavramını ağızlarından düşürmüyorlar değil mi şu andaki hükümete baktığınızda. İki lafın başı yerli ve milli.

Bizim paramız, Türk lirası milli paramız değil mi? Bu parayı pul etmek mi millilik ya, ben soruyorum onlara.

Para pul oldu.

Türkiye’yi temel gıda ürünlerini ithal etmeye mecbur bıraktılar. Yerlilik bu mu?

Noldu bizim yerli tarımımıza?

Bunların neresi milli, neresi yerli, ben anlamıyorum artık.

Sırf laf, laf. Laf üretiyorlar.

Çözüm yok, sonuç yok.

Değerli arkadaşlar,

Esnafımız, küçük işletmelerimiz gerçekten çok büyük zorluklar içerisinde.

Hemen sıradan şöyle 10 tane esnafımıza uğrayalım ki biraz sonra selamlaşacağız inşallah.

Devletin verdiği destekler bu pandemi döneminde çok çok sınırlı kaldı. Bazı esnafımız hiç alamadı.

Biz pandeminin ilk haftasında dedik ki bakın bütün vergi ödemelerini dedik, sosyal güvenlik, vergi bunları pandemi bitene kadar öteleyin dedik.

Esnafımızın boğazına vergi diye sarılmayın. Dükkân kapalı, iş yok, ailesini geçindiremiyor.

Öteleyin şu vergiyi dedik.

Kira için destek verin dedik. Ama doğrudan destek, kredi değil, borç değil. Doğrudan destek verin dedik. Şu anda Türkiye vatandaşına doğrudan destek veren ülkelerin sıralamasında G-20’de en altlarda, en altlarda. Niye biliyor musunuz? Çünkü pandemi başlamadan bunlar sıfır tüketti. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri pandeminin başladığı ay zaten sıfır noktasındaydı sıfır. Merkez Bankası’nın yedek akçelerini sıfırlamışlardı.

2018 seçimi sonrası, Partili Cumhurbaşkanı, akraba Bakan el ele verdiler ve bizim yıllarca, ihracatımızın, ihracat çalışanlarımızın alın teri olan o döviz rezervlerini başladılar gizli kapaklı, harıl harıl, el altından satmaya.

Gizli yaptılar bunu.

Soruyoruz, halen açıklamıyorlar.

Bakın 130 milyar doları biz söyledik, ya dedik hesap tutmuyor. “Merkez Bankası’nın rezervlerinden 130 milyar dolar kayıp” dedik, “nerede bu?” dedik.

Aylar sonra tek tek açıklamaya başladılar. En son Sayın Erdoğan ne diyor “Merkez Bankası’nın rezervi mi sorulur” diyor. Tabi ki sorulur. Kimsenin babasının malı değil kusura bakmasın kimse. Bu ülkenin, bu milletin rezervleriydi onlar. Şu anda tam -60 milyara düşmüş durumda arkadaşlarMerkez Bankası’nın rezervleri. -60 milyar dolar.

Biz Cumhuriyet tarihinde böyle bir şey görmedik, görmedik. Yazıktır günahtır.

Ve pandemi döneminde, salgın hastalık döneminde tam da devletin vatandaşına en çok destek vermesi gereken dönemde sıfırı tüketmiş bu hükümet hiçbir şey yapamadı.

Esnafa büyük paket diye en son açıkladıkları nedir?

3 bin lira ya da 5 bin lira destek vereceğiz diyor, bir de 1 defalık. Ya 3bin lira 5 bin lira neye yetsin?

Yanında 1 kişi çalıştırıyorsa asgari ücretle çalışan 1 kişinin işverene maliyeti 4200 lira bugün 4200.

Bir defalık veriyor 3 bin veya 5bin. O da alabilirsen. Başvurmak da kolay değil o şartları yakalamak da kolay değil. Hep yokuş. Başvurduğu halde destek alamayan çok esnafımız var.

Gerçekten arkadaşlar ülke şu anda Cumhuriyet tarihinin en zor dönemlerinden birisini yaşıyor. Bu sadece ekonomide değil arkadaşlar, sadece ekonomide değil. Türkiye uluslararası alanda da çok itibar yitirdi. Türkiye’nin artık sözü geçmiyor.

Son yıllarda ülkemiz dış ilişkilerde yerli yersiz, gereksiz pek çok polemiğin ve kavganın içinde oldu. Çünkü bunlar kavgayı seviyor. Ne diyor Cumhurbaşkanı: “Bir taraf olan bertaraf olur” diyor. Yani “mutlaka taraf tut” diyor. İyi de uluslararası ilişkilerde başka ülkelerin iç meselelerinde sen taraf tutarsan hain diye zalim diye diktatör ilan ettiğin Sisi’nin yarın peşine sen düşersin. Heyet ardına heyet gönderiyor bugün Mısır’a. Ne oldu? İlişkileri niye bozdun? Zamanında Mısır’ın özellikle Doğu Akdeniz’deki haklarımız açısından önemli bir ülke olduğunu bilmiyor muydun? Niyearayı bozuyorsun? Arayı bozduğun, zalim ilan ettiğin, onun masasına oturmam, elini sıkmam, selam vermem dediğin Sisi’nin olduğu yere niye kendi adamlarını gönderiyorsun?

Normalde değerli arkadaşlar, güçlüyseniz, saygınsanız onlar size gelir, onlar.

Onlar gelir.

Bakın, Amerika Birleşik Devletleri’nde seçim oldu değil mi?
Aradan geçmiş 5 ay, bir kere kısa bir telefon görüşmesi yapabildiler. Aylarca telefon kuyruğunda beklediler ya.

Ben ülkem adına hicap duyuyorum ya. Benim ülkemin Cumhurbaşkanı nasıl olur da 5 ay telefon kuyruğunda bekler? Böyle bir şey olur mu, kabul edilir mi?

Şimdi önümüzdeki hafta, NATO Zirvesi’nin yanında, o da özel bir görüşme değil. NATO Zirvesi’nde zaten bütün NATO ülkelerinin devlet başkanları orada, o zirvenin yapılacağı salonun yanındaki bir odada ki o odalar küçük küçük odalardır, biz hepsini gördük zamanında, Dışişleri Bakanlığı dayaptım ben biliyorsunuz. İşte oralarda bir yüz yüze görüşebilir miyiz? Ben Dışişleri Bakanı’yken o dönemki seçilen Amerika’nın Başkanı ilk Türkiye’ye çıktı geldi bak, Türkiye’ye. Seçiliyor, ilk ziyaret ettiği ülke Türkiye. İtibarlı, onurlu ülke böyle olur.

Sisi’nin peşine düşmezsin. “Ya ne olur barışalım” diye, her türlü hakareti yaptıktan sonra.

Her türlü “Ey Amerika, Ey Batı, hac hilal deyip de ondan sonra ülkeye zarar verip benim milletime zarar verip, sonra ya galiba bu ilişkileri düzeltmek gerekecek diye aklı başına gelip ondan sonra gidip milletin peşine düşmez. Onurlu bir ülke bunu yapmaz.

Ülkenin itibarı çok önemlidir arkadaşlar.

Ben hamdolsun bunu yaşadım. Türkiye’nin ilk Avrupa Birliği Bakanı’yım biliyorsunuz. İlk Dışişleri Bakanı’yım daha doğrusu Avrupa Birliği Bakanlığı’ndan sonra Dışişleri Bakanlığı yaptım.

Onurlu, itibarlı, ekonomik gücü yerinde olan bir ülkenin uluslararası sahnede sözü nasıl geçiyor, onu yaşadım.

Bir cümlemiz yeterdi, bir cümlemiz olayların akışını değiştirmeye. İşte en son yaşamadık mı?
İsrail- Filistin arasında yine savaş olmadı mı geçtiğimiz aylarda? Yüzlerce Filistinli kardeşimizi kaybetmedik mi?

Bunların hepsini gördük. Ve Türkiye ne yaptı? Türkiye ne yaptı? Soruyorum, Türkiye’nin neye gücü yetti?

Allah rahmet eylesin.
Değerli arkadaşlarım, şu anda Filistin davası sahipsiz biliyor musunuz? Sahipsiz.

Filistin davasına sahip çıkan bir hükümet yok. Dikkat edin yaptıkları ne? Telefon diplomasisi diyorlar. Al telefonu eline 10’ar dakika Orta Doğu’daki Başbakanları, Cumhurbaşkanları ara. E sonuç?

Sen konuştuğun zaman İsrail üzerinde etkili olabiliyor musun ya, ondan haber ver.

“One minute” vardı değil mi “One minute.” Hatırlıyor musunuz? O “one minute” ne zamandı? Benim Dışişleri Bakanlığı dönemimdeydi. Türkiye’nin ekonomisi sapasağlamdı. İtibarı güçlüydü. O zaman “one minute” dediğinizde insanlar susuyordu. Saygı gösteriyordu, şimdi ne oldu?

İstersen “one minute” de, istersen 1 dakika, 5 saat, 1 gün... Hiç kimsenin umurunda değil. Çünkü Türkiye’nin dışarıdaki algısı nasıl biliyor musunuz arkadaşlar?

Bağırıp çağıran, ona buna sataşan, kavga oldu mu hemen kollarını sıvayıp yumruk atmaya başlayan bir ülke.

Şu andaki durumumuz bu.
Bu bize ekonomik açıdan da kaybettiriyor.

Kavgalı bir ülkenin, tüm komşularıyla düşman olmuş bir ülkenin ekonomisi iyiye gitmez. Yatırım olmaz. Bunlar iç siyasette sıkışınca dışarıda düşman üretmeye başladılar.

Dolar yükseliyor dış düşman. Borsa düşüyor dış düşman.

Hatırlayın yıllarca dış düşman hikâyesi ürettiler. Dışarıya bağırıp çağırdılar, doğru yanlış. Ama sonuçta ne oldu? Kaybeden ülke oldu. Kaybeden bizim milletimiz oldu.

Değerli arkadaşlarımız biz önce kendimiz güçlü olacağız.

Kendi içimizde birlik, beraberlik halinde olacağız.

Türkiye çok güçlü bir ülke.

Küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi.

O kadar sağlam bir altyapı kurduk ki tepiniyorlar, tepiniyorlar üzerinde hala ekonomide yavaş da olsa çarklar dönüyor.

Bankalar açık...
Ben ekonomiyi devraldığımda 20 tane banka batmıştı memlekette, 20.

Bütün onun yükü hazinenin sırtındaydı.
Hazine %66 faiz ödüyordu, %66. Şu anda ve bu 66 faizi biz aldık %4,6’ya kadar düşürdük, 4,6.

Sonra ne oldu?

Sonra ne oldu?

2018 seçimlerinde Sayın Erdoğan ne dedi?

“Bana yetkiyi verin, şöyle bir Cumhurbaşkanı olayım, faiz de enflasyon da nasıl düşermiş, ben size göstereceğim” dedi değil mi?

Ne oldu?

Niye düşmüyor?

Şu son 2 yılda, 4. Merkez Bankası Başkanı görevde. Yolgeçen hanı oldu. 4 yılını atıyor, 4 ay sonra görevden alıyor.

Ben de dedim ki geçenlerde “Ya niye uğraşıyorsunuz ki?” Varlık Fonu kurdular biliyorsunuz, 65 milyar borca batık şu anda Varlık Fonu. Hazine’nin Raporlarına girin bakın web sitesine, 65 milyar Varlık Fonu batık şu anda. Varlık Fonu diye kurdukları fon.

Başkanı kim? Erdoğan.

Tarihimizde ilk defa bir şey oldu. Fon kuruldu, kararname çıktı diyor ki “ Ben Cumhurbaşkanı olarak, Recep Tayyip Erdoğan’ı Varlık Fonu’nun Başkanı olarak atadım.” Resmi Gazetede bu.

Ben de diyorum ki “Madem Varlık Fonu’nun Başkanı oldun, 65 milyar borca batırdık Varlık Fonu’nu tamam. Merkez Bankası’ndan da şikayet edip duracağına Merkez Bankası Başkanı olarak da kendini ata. Bu mümkün. Daha önce örneği var. Böylece hiç kimseye suç atma. Hemen ver talimatı düşsün.”

Şu anda Merkez Bankası’nın faizi %19 değil mi? %19 değil mi Merkez Bankası’nın faizi. Niye düşürmüyor? Şu anda Cumhurbaşkanı’nın 2 dudağı arasında, açacak telefonu Merkez Bankası Başkanı’nı diyecek düşür. Düşürmüyor mu? Tamam, kendimi atıyorum başkan olarak diyecek, inecek aşağı düşürecek, tekrar devam etsin Cumhurbaşkanlığı’na.

Niye düşürmüyor?
%19 faiz yüksek faiz değil mi arkadaşlar? Niye düşürmüyor?

Demiyor muydu “faiz sebep enflasyon sonuçtur” diyordu.
Bizim tertemiz bürokratlarına, tertemiz, tertemiz bürokratlarına Türkiye’nin, bizim dönemimizdeki o bürokratlara vatan haini diyordu, meydanlarda yuhalatıyordu ya. Faiz %8’ken yapıyordu bunu. Şimdi niye 19, ne oldu?

Değerli arkadaşlar,

Bilmiyor, geçen TRT’de iktisatçıyım diyor. Böyle iktisatçılardan Allah memleketi korusun valla. Olmaz.

Niye indirmiyor faizi, niye indirmiyor bunu?

%19 faiz ya.

Şikâyet ediyordu.

Ben bugün buradan Yerköy’den soruyorum. “Faiz niye hala%19, niye indirmiyorsun?”

Yazık değil mi bu esnafa, vatandaşa, çiftçiye.

Bu ağır faiz altında eziliyor millet, niye indirmiyorsun?

“Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyordu.

Aslında arkadaşlar, “Erdoğan sebep, yüksek enflasyon, yüksek kur bir sonuç.” Tez bu.

Bakın bir ülkenin Cumhurbaşkanı her şeyi bilemiyor olabilir. Önce onu bilecek. Zaten bilmediğini bilmek erdemdir. Ben bu işten anlamıyorum. O zaman ne yapacak, bilenlerle çalışacak, bilenleri dinleyecek. Dürüst ve işinin ehli kadrolar kuracak, onu da yapmıyor. Dürüst ve işinin ehli kadrolar ya kendileri ayrıldı gitti ya da onların ayrılmaları istendi. O yanlış insanlar, iktidar mıknatıs gibi her türlü çer, çöp, hurdayı şu anda o iktidar gücü etrafına toplamış durumda. Kafasını kaldırıp başkasını görecek durumu yok. Ülkenin gerçeklerini anlayacak durumu yok. O eskidendi.

Onun için de diyoruz ki artık Sayın Erdoğan için yavaş yavaş görevinden ayrılma zamanı geliyor. Artık yönetemiyor, yapamıyor. Vakitlice, vakitlice yapamadığını bilip görevini yavaş yavaş teslim etmeye hazırlanmalı diyorum. Aksi halde bu iktidarın devam ettiği her gün ülke zarar görüyor. Bu millet her gün kaybediyor. Yazık, günah.

Değerli arkadaşlarım,
Çok konudan bahsettik ama sizi de güneşin altında tutmak istemiyorum.

Son olarak, devleti ayakta tutan, devletin var olma sebebi en önemli varlık sebebi adaletten de çok kısa bahsedip sözlerime son vereceğim.

Devletin varlık sebebi bu arkadaşlar, devlet varsa ne için varsa, ne için var diye sorduğunuzda, 1 numaralı sebebi adalet.

Adaleti tesis etmek devletin görevi.

Adalet tabi ki bağımsız bir yargıyla olur. Bağımsız ve tarafsız çalışan, dürüst çalışan bir yargıyla olur, ama aynı zamanda adalet fırsat eşitliğidir. Gençlerimizin iş ararken fırsat eşitliğidir. Gençlerimizin okula girerken ki fırsat eşitliğidir. Tüm toplumda fırsat eşitliğidir. Adalet hak edenin hak ettiğini almasıdır. Adalet alın terinin, bilek gücünün kazandığı bir ülkedir. Şu anda bakıyoruz gerçekten memleketteki en önemli sorunlarından birisi, adalet. Ve o perspektiften baktığımızda da özellikle bu 15 Temmuz’daki hain darbe girişiminden sonra, bu FETÖ terör örgütünün bu hain girişiminden sonra ülkemiz ciddi bir travma yaşadı. Zor bir döneme girdik. 2017, 2018 gerçekten sıkıntılı yıllar oldu ülke için. O darbe teşebbüsünün tortularını atmak için büyük bir mücadele gerekiyordu. O mücadele belli ölçülerde verildi. Daha iyisi yapılabilir miydi, yapılırdı. Ancak o dönemdebiliyorsunuz, olağanüstü hâl uygulamasına geçildi. Olağanüstü hâl uygulaması şu demek, Türkçesi: “Anayasayı askıya alıyorsunuz ve Anayasanın insan hakları ile ilgili maddelerini ben uygulamayacağım” diyorsunuz. 3 aylığına ilan edildi, tam 2 sene sürdü. Bir KHK dönemi yaşadık. Gerçekten bu KHK uygulamalarından çok sayıda mağdur olan vatandaşlarımız oluştu, tüm Türkiye genelinde. Ve biz parti programımızda açık açık yazdık. Mutlaka tarafsız ve bağımsız bir yargı sürecinden geçmedikten sonra tek bir imzayla, tek bir idari tedbirle insanların işine son verilmesi, doğru bir uygulama değil. Her bir vatandaşımızla ilgili yargı süreçleri mutlaka işlemeli. Ve yargı süreci sonuçlanıp, beraat eden vatandaşlarımızın da mutlaka özlük hakları aynen iade edilmeli. Yargıya gitmiş yargı sürecinden geçmiş, mahkeme “Tamam beraat” demiş, “hiçbir suçu yok” demiş, o KHK ile uzaklaştırılan vatandaşlarımız hala aynı mağduriyeti yaşamaya devam ediyorlar. Ellerinde mahkeme kararı olduğu halde. Gerçekten bu büyük bir hukuksuzluk. Ve bunun da en kısa zaman da düzeltilmesi gerekiyor. Biz de bunu parti programımızda çok açık birşekilde yazmış durumdayız ve bunun kuşkusuz önümüzdeki dönemde de takipçisi olacağız.

Evet, Değerli arkadaşlarım,

Biz, DEVA Partisi’nin, işinin ehli ve liyakatli kadrolarla Türkiye’nin her yerinde çözümün adresi yapacağız.

Öyle 5 yerden maaştı, şuydu buydu...

Bakın bizim dönemimizde, benim kurumlarımda asla izin vermedim ona, asla.

Bazen oluyor, özellikle bankalarda, şirketlerde, KİT’lerde 1 kişinin birkaç kuruma birden göz kulak olması gerekebiliyor yöneticilerin.

Ama ne yaptık, iç bir düzenleme ile dedik ki “3-4 görevi olabilir bir arkadaşımızın fakat maaşını tek yerden alacak.”

Diğer yerlerde fahri çalışacak ve bunu tüm, ekonomiyle ilgili bana bağlı olan tüm kurumlarda tavizsiz uyguladık.

Şimdi ipin ucu kaçmış, 4 yerden, 5 yerden maaşlar, kendi yetmiyor bir de eşini 3-4 yere koyuyorlar ya. Çünkü bunu derleyip toparlayacak, bu işi kontrol edecek, işin başında duracak kimse yok. Devlet sahipsiz. Yetki tek kişide toplandı ya tek kişide o tek kişinin altından kalkacağı bir iş değil ya. 84 milyonluk bir ülkeden bahsediyoruz. 84 milyonluk bir ülke. Dünyanın en büyük 20 ülkesinden birisi. Yapamaz. Zannetti ki “Ben şu tek yetkiyi toplayayım, tek imzayla her şeyi yapayım.”

Ama ne oldu?

Beceremedi, olmuyor. Problemler gittikçe büyüyor. Sorunlardan da çoğu zaman haberi yok. Haberi olsa çözecek kadro, beceri zaten yok. Bir de baştan söyledim ya bilmiyor, bilmiyor.

Ama ülkeyi yöneten insanların koskoca bir ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı’nın neyi bildiğinin, neyi bilmediğinin de farkında olması lazım. Bir insan her şeyi bilemez ya. Mümkün değil yani.

Ve atasözü var, ne diyor: “Bin biliyorsan, bir bilene sor” diyor değil mi?

“Bin biliyorsan, bir bilene sor”

Ama öyle bir yönetim anlayışı artık Türkiye’de yok. Maalesef bunun için de her alanda sıkıntılar büyüyor, ülkemiz gittikçe büyük bir bataklığın içinde yavaş yavaş gömülüyor. Çok üzülerek söylüyorum bunu.

Ama değerli arkadaşlarım,

Bu problemler her ne kadar büyükse de çözümü de bir o kadar kolay.

Bakın formülü söylüyorum: “Dürüst ve işinin ehli kadrolar bu ülkenin yönetimine gelecek.” Başka çaresi yok.

“Planlı, programlı çalışacaksınız. Plan, program çok önemli bunlar.” Ne yapacağınızı iyi bileceksiniz.

Hazırlığınızı iyi yapacaksınız. Biz şu anda tam da onu yapıyoruz işte. Hem kadromuzu hazırlıyoruz hem her konuda detaylı planlar hazırlıyoruz, eylem planları. Tarımla başlıyoruz inşallah, arkasından sosyal politikalar var, parlamenter sistem var, sanayi var esnaf var, sağlık var, eğitim var, yüzlerce maddelik eylem planı.

İlk 90 günde şunları yapacağız, ilk 1 yılda da şunları yapacağız diye bunları bölüm bölüm bölüm başlıklar altında vatandaşlarımızla paylaşacağız.

Biz sadece “Bize güvenin, destek verin, çözeriz” demiyoruz. Tabi ki bize güvenin, destek verin ama biz şöyle çözeceğiz diye nasıl çözeceğimizi de detaylı bir şekilde anlatıyoruz.

Bu bizim vatandaşlarımıza bir borcumuz. Vatandaşlarımız bunu bilmek hakkı. Sadece bir algıyla, lafla olmaz.

Sadece lafla peynir gemisi yürümez. Önce iş üretmek gerekiyor. İş.

İşte biz onu da yapıyoruz çok şükür. Zaten DEVA Partisi’ni diğer tüm partilerden ayıran en önemli konu da bu.

Biz her an halkımızın içinde, halkımızla beraber sorunların çözümü olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla dalga geçen, alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde anlatacağız.

%16,5 enflasyon açıklıyorlar dün ya, böyle bir şey olabilir mi? Kim inanacak size.

Adeta alay ediyorlar, dalga geçiyorlar.

Gidip çarşıya pazara giden herkes evine şöyle 2 torba alışveriş eden herkes enflasyonun ne olduğunu görüyor, biliyor.

Onun için biz bu yanlış zihniyeti her yerde anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz, DEVA Partisi, olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya da devam edeceğiz.

Bu vesileyle ben bir kez daha, Yerköy İlçe Başkanlığımızın hizmet binasının ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum. Bu binanın ve İlçe Teşkilatımızdaki görevli arkadaşlarımızın başta İlçe Başkanımız olmak üzere tüm ekibiyle beraber, Yerköy için hayırlı hizmetler yapmalarını Allah’tan temenni ediyorum.

Tekrar hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun.

2 Haziran 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Gölbaşı İlçe Binası Açılış Konuşması

Gölbaşı İlçe Binası Açılış Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Ankara il teşkilatımızın ve Gölbaşı ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Kıymetli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Ankaralı gönüldaşlarımız,

Bu program vesilesiyle diğer illerimizden gelip bizlerle beraber olan kıymetli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, gölbaşı ilçe binamızın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün maviyle yeşili başkentimizde buluşturan Gölbaşı’nın, yeni ilçe başkanlığının açılışı vesilesiyle sizlerle beraberiz.

Bugün açtığımız sadece bir ilçe binası değil arkadaşlar. Bugün açtığımız bir demokrasi merkezi, bugün açılışını yaptığımız bir atılım merkezi, bir çözüm çözüm merkezi. İşte bu demokrasi merkezimizin, atılım merkezimizin, çözüm merkezimizin Gölbaşı’mıza ve Ankara’mıza hayırlı olmasını temenni ediyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz uzun zamandır derin bir karanlığın içinde.

Çok uzun zamandır çete liderleri, meydanda... Gazeteciler tehdit ediliyor, siyasetçiler tehdit ediliyor.

Sokaklara siyasal şiddet yeniden geliyor.
Videolar aracılığıyla ortaya vahim iddialar saçılıyor. Suç ihbarı niteliğinde, birçok olay konuşuluyor.

Bırakın Türkiye’yi, dünya bunları konuşuyor.

Uluslararası basında da Türkiye konuşuluyor. Ama Türkiye çeteyle mafyayla beraber anılıyor.

Ancak, anayasasında “hukuk devleti” yazan ülkemize şöyle bir bakıyoruz... Yargı sus pus. Yargı harekete geçmiyor geçemiyor. Savcıların sesi kısık.

İddialar hakiki mi değil mi, soruşturulamıyor bile.

Peki, bu karanlığın suretinde bu karanlığın suretinde değerli arkadaşlar ne görünüyor, biliyor musunuz?

Bu karanlığın suretinde;

Çiğnenen bir anayasa, kişiye göre muamele yapan bir hukuk düzeni ve tek kişinin keyfi yönetimi görünüyor.

Bu karanlığın suretinde;

Yarınlarına umutsuzluk, utanç ve fakirlikten başka bir şey veremeyen bir iktidar görünüyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Böyle karanlık bir ortamda ne olur?

Böyle bir ortamda tüm özgürlükler birer birer boğulur.

Böyle karanlık bir ortamda adalet yok olur.

Bu ortamda kurumlara güven kalmaz. Kurumlar tek kişinin ağzından çıkan sözlere bakmaya başlar. Tüm sistem felç olur, paralize olur, durur.

Ülkede yaşayanlar mutsuz, gençler umutsuz olur.

Yoksulluk bitmez, yatırımlar artmaz, işsizlik azalmaz, ekonomi toparlanmaz, toparlanamaz.

Böyle bir ortamda açlık olur, yokluk olur, yoksulluk olur.

Maalesef bunların hepsi de tek tek oluyor değerli arkadaşlarım. Tek tek oluyor.

İşte biz bu karanlığa bir fener tutmak için yola çıktık.

DEVA Partisi, tuğlaları çekmek için değil, tertemiz bir binayı yeniden inşa etmek için yola çıktı.

Çünkü değerli arkadaşlarım, ortaya saçılan bu pisliğin soruşturulması ve aydınlatılması için tertemiz bir düzen gerekiyor. Başka bir çaresi yok.

Ama önce temiz insanlar gerekiyor. Dürüst ve işinin ehli olan kadrolar gerekiyor.

İşte bu şaibelerin ortadan kaldırılması için DEVA kadroları gerekiyor, DEVA.

Demokrasi ve atılım gerekiyor.
DEVA partisi, ülkenin bugünlerini ve yarınlarını aydınlatmak için yola çıktı.

Biz, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleriyle, güçler ayrılığını tesis etmek için yola çıktık.

Bu yolda, sizlerle, Gölbaşılı hemşehrilerimle beraber yürümek bizlere güç veriyor. Azmimize azim katıyor.

Sağ olun, var olun diyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Biz bu yolda karanlıkla mücadele için yola çıktık. Bu yolda biz kararlılıkla, korkmadan yürüyoruz. Geçmişimizden eminiz. Yarınların, bizlerin elinde yükseleceğini bilerek var gücümüzle çalışıyoruz.

Ülkenin kanayan yaralarına çözümler üretiyoruz. Tüm politika önerilerimizi hemen paylaşıyoruz. Çünkü ülkemizin kaybedecek tek bir dakikası bile olmadığını biliyoruz.

Bakın Parlamenter Sistem ile ilgili çalışmamız hazır, çözümümüz hazır. Ta aralık ayında biz bunu bitirdik. İnşallah yakın bir zamanda vatandaşlarımızla, kamuoyuyla paylaşacağız.

Tarım politikalarımızla ilgili acil eylem planımız hazır. Kısmet olursa önümüzdeki salı günü Adana’da inşallah hükümetin kurulmasından sonraki ilk 90 gün ve ilk 360 gün ne yapacağız bunların detayını vatandaşlarımızla paylaşacağız. Adana’da başladığımız programımızı Mersin ve Konya’da devam ettirerek çiftçilerimizle buluşacağız. Gıda üreten vatandaşlarımızla buluşacağız. Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızla buluşacağız. Ve tarım konusundaki çözümlerimizi tüm Türkiye ile paylaşacağız.

Fakat biz önerilerimizi sıralıyoruz ama iktidar ısrarla kulaklarını kapatıyor.

Hatta hatırlayın, biz yine tavsiyelerimizi sıraladığımızda sayın cumhurbaşkanı beni kast ederek ne dedi? “ bir de kalkıyor bize ders veriyor” dedi.

Evet, sayın Erdoğan, ders veriyoruz çünkü derse ihtiyacınız var. Yapamıyorsunuz!
Bilmiyorsunuz! Bilmiyorsunuz’
Kötü yönetiyorsunuz.

Ve biz de size iyi yönetimin reçetesini veriyoruz.

Milletimizin refahı için, milletimizin huzura ermesi için tavsiyelerimizi açıklıyoruz. Açıklamaya da devam edeceğiz. Belki hemen uygulamaya başlayacağınız şeyler olur oradan. Umarız ki yaparsınız. Yapmazsanız biz iş başına gelir gelmez zaten hemen onları uygulamaya başlayacağız. Onun için vatandaşlarımızla bu taahhütlerimizi, çözüm çalışmalarımızı paylaşıyoruz. Bugünden paylaşıyoruz ki DEVA yönetimi, DEVA iktidarı ne yapacak herkes bilsin açık şeffaf bir şekilde detaylı bir şekilde çözümlerimizi ortaya koyuyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım uzunca bir süreden sonra dün akşam Sayın Cumhurbaşkanını TRT ekranlarında gördük.

Tabii kendisi biliyorsunuz TRT ekranına çıkabilen tek genel başkan. Başka bir genel başkan görmüyoruz TRT’de.

Ya bu TRT devletin değil mi? TRT bütün bu milletin değil mi? Bakın şurada içerde yanan ışıklar var ya, şuradaki markette yanan ışıklar var ya. Yukarıda oturan evlerde vatandaşlarımızın kullandığı elektrik var ya. O elektrikten TRT’ye pay gidiyor. Faturanın altına dikkat edin TRT payı var orada. Bütün vatandaşlarımızdan toplanan vergilerle TRT payıyla o TRT finanse ediliyor.

Fakat son yıllarda bakıyoruz bu milletin bu devletin kanalı sadece tek bir Parti’nin propaganda aracı gibi çalışmaya başladı. Türkiye’de tek bir parti var başka parti yokmuş gibi TRT çalışıyor.

Bu adalet değil. Bizim kültürümüzde, bizim inancımızda devleti yönetmenin bir numaralı ilkesi adalettir adalet. Hani nerede adalet? Devlet gücünü eline geçirince devlet gücünü tamamen kendi şahsına ve kendi partisine kullanmak adalet değildir arkadaşlarım. Ama nasıl olsa bir hesap günü gelir.

Biz bir de ilahi adalete inanıyoruz. Hak yerini bulur. Hakkın yerini bulduğunu en iyi bilmesi gerekenlerden birisi de Sayın Erdoğan’ın kendisidir.

Kendisi de AK Parti’nin kuruluşunda bu zorlukları yaşamadı mı? Blokaj uygulanmadı mı? Kendi memleketine sokulmamak için önüne vinçler, greyderler, kamyonlar dizilmedi mi? Şimdi aynısını kendi yapıyor ya. Aynısını kendi yapıyor. İşte güç zehirlenmesi böyle bir şey arkadaşlar. Bu devlet gücünü çok uzun süre kullanmak var ya yozlaştırıyor, zehirliyor. Devlet gücünü kullananların mutlaka hukukla ve süreyle sınırlandırılması gerekiyor. Hukukla ve süreyle. Aksi halde o güç zehirlenmesini o güç yozlaşmasını maalesef görüyoruz. Ve bütün ülke şu anda bunun bedeliniödüyor.

Yine dünkü bu TRT yayınında Sayın Erdoğan ne dedi? ‘merkez bankası başkanını çağırdım şu faizlerin inmesi gerekiyor dedim,’ dedi. Anında baktık dolar Euro artmaya başlamış anında. Ekranların altında dikkat ederseniz. Erdoğan konuşuyor dolar artıyor tablo bu. Peki, niye böyleoluyor? Bakın, Sayın Erdoğan şunu yaptı. Bir varlık fonu kurdular biliyorsunuz. Varlık fonu. Şu anda tam 65 milyar lira borca batmış varlık fonundan bahsediyorum. Eski parayla 65 katrilyon. Onu kurdu. Varlık fonunun başkanı olarak da kendini görevlendirdi. Tarihimizde bir ilk ha.Cumhurbaşkanlığı kararnamesini okuyun. Diyor ki: ‘ben cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı varlık fonunun başına görevlendirdim,’ diyor altına da imza atıyor. Ben de diyorum ki kendisine merkez bankası için de aynısını yapabilirsiniz. Bakın örneği de var. Niye uğraşıyorsunuz ki? Yazık değil mi bu insanlara? 2 yılda 4. Merkez bankası başkanı. 4 yıllığını atıyor 4 ay sonra görevden alıyor. Şamar oğlanına çevrildi başkanlar. Yolgeçen hanı oldu. Mevsimlik işçi oldu merkez bankası başkanları.

Ben diyorum ki hemen hemen şu anda kendinizi görevlendirin. Bizzat oturun faizle de mücadeleyi kendiniz yapın. Öyle uzaktan kumanda yapmayın. Madem yüksek faize düşmansınız yeni merkez bankası başkanını görevlendirdiniz. Şu anda faizler niye hala %19? Bir önceki başkanı beğenmediğiniz için görevden almadınız mı? Laf dinlemiyor söz dinlemiyor deyip de görevden almadınız mı merkez bankası başkanını? Bu başkanı atadınız niye faiz hala %19?

Hemen talimatı verin indirsin. Ya da kendiniz merkez bankası başkanı olun varlık fonunun başkanı gibi merkez bankası başkanı olun. Hemen indirin. Niye yapmıyorsunuz? Siz 2018 seçimlerinde bu milletin önüne çıkarken demediniz mi ‘bana destek verin oy verin faizle enflasyonla nasıl mücadele edilecek göstereceğim,’ demediniz mi? Ne oldu? 3 yıl geçti ya. 3 yıl. Bütün yetkiyi bana verin ben faizle de enflasyonla da mücadele edeceğim demediniz mi? 3 yıl geçti niye yapamadınız?

Arkadaşlar bir kişinin kendi şahsi dürtüleriyle, kendi şahsi tezleriyle iktisat bilimine aykırı uygulamaları maalesef ülkeyi bu hale düşürdü.

Ne diyor Sayın Erdoğan? ‘Faiz sebep enflasyon sonuç,’ diyor değil mi? Eğer bu tezi doğruysa indirsin faizi hemen enflasyonda düşer değil mi tezi doğruysa. Niye yapmıyor? Niye hala Merkez Bankası’nın faizi %19?
Çünkü arkadaşlar o sebep- sonuç ilişkisi var ya o sebep- sonuç ilişkisi yanlış. Faiz sebep enflasyon sonuç diyor ya yanlış. Ama ben doğru tezi size söyleyeyim. Bunun doğrusu ne

Erdoğan sebep yüksek faiz yüksek enflasyon sonuç.

3 yılda defalarca yaşıyoruz ya 3 yılda 3 kere kur krizi oldu memlekette ya. 3 yılda 3 defa kur patlaması oldu. Hani tek yetkiyi elinde toplayınca bütün bu sorunları çözecekti? Ne oldu?

Değerli arkadaşlarım,

Bir ülkenin bir devletin gücü, kurumlarının güçlü olmasıyla olur. Bir kişinin gücü tek elinde toplamasıyla olmaz olmuyor. ‘bütün gücü tek elimde toplarım sorunları çözerim,’ dedi. Çözemiyor. Yapamaz, yapamayacak. Biz bunun içindir ki Parlamenter Sistem diyoruz. Bunun içindir ki denge ve kontrol sistemi diyoruz. Bunun içindir ki güçler ayrımı diyoruz. Yargının bağımsızlığı diyoruz. Güçlü parlamento diyoruz. Ülkenin sorunlarının çözümü ancak güçlü bir demokrasiyle olur. Hukuk devletiyle olur hukuk. Şu anda hukuk devletini bırakın kamu devleti bile yok ya.

Bakın yaşadık esnafımız burada. Tutuyorlar Mayıs ayının başında bir maddelik bir kanun çıkarıyorlar bir maddelik. Çeklerle ilgili. Uygulanması imkânsız. Gece yarısı yayınlamışlar. Bir baktım güldüm. Ya dedim şu bakkalda, bir bakkalda 2 aylık çıraklık yapan bir insan bu kanun metninin yanlış olduğunu görür dedim ya. Bu kadar mı ekonomiden uzak olunur, bu kadar mı iktisattan uzak olunur, bu kadar mı ticaretten uzak olunur? Ve ertesi gün ticaret bakanlığı ne yaptı? Bir açıklama yaptı. Açıklamanın özü nedir? ‘Ya bu kanun yanlış oldu uygulamayın.’ Bir de tebligat yayınladı tebliğ yayınladı. Tebliğ’de diyor ki: ya Kanunda öyle yazıyor ama siz bunu başka uygulayın. Böyle devlet mi yönetilir? Sonra da ne oldu? Dün 1 Haziran’da esnafımızın 1 Mayıstan 31 Mayısa kadarki bütün çekleri 1 Haziran’da birdenbire işleme konuldu, çeklerin arkası yazıldı. Ya inanın bunlar bilmiyor ya bilmiyor. Ya kendiniz bilmiyor olabilirsiniz Sayın Erdoğan bakın bilmiyor olabilirsiniz. Dünkü yayında yine diyor: ‘Benim alanım ekonomi diyor ben iktisatçıyım,’ diyor. E iktisatçıysan durum belli.

Ülkenin ekonomisinin düştüğü durum belli. Bilmiyor. Bilmiyorsan bilene sor. Ya ömründe çek imzalamış 3 kişiyi çağır ‘ya bu işi ne yapalım’ diye sor inanın daha iyisini yaparlar bunu. Yazık değil mi şimdi? Dün 1 Haziran gecesi takasta on binlerce esnafımızın çekinin arkası yazıldı. Kredi sicili bozuldu. Yanlış yapıyorlar yanlış. 1 ay erteletiyorlar. 1 ay erteleme öyle mi olur ya? 1 ay erteleme ne demektir? 10 Mayıs tarihli çek 10 Haziran’a ertelenir. 15 Mayıs tarihli çek 15 Haziran’a ertelenir. 1 ay erteleme budur. 1 Mayıs’tan 31 Mayıs’a kadar olan çeklerin 1 Haziran’da hemen karşılığının sorulması arkasının yazılması 1 ay ertelemek midir ya? 2 aylık çırak 2 aylık çırak inanın şu etraftan çağıralım anlatalım soralım ne yapmak lazım diye size anlatacaktır bunu. Gerçekten yazıktır günahtır. 84 milyon ülke böyle yönetilmeyi hak etmiyor arkadaşlar. Burası büyük bir ülke. Küçülmüş haliyle bile şu anda Dünya’nın en büyük 20 ekonomisinden birisi Türkiye. O kadar sağlam bir yapı kurduk ki zamanında üzerinde tepiniyorlar, tepiniyorlar, tepiniyorlar hala ayakta. Sıkıntılar var sistem örselendi ama hala ayakta ülke. Zamanında aldığımız tedbirler, zamanında kurduğumuz sağlam yapı sayesinde.

Bir de dün ne diyor ‘Merkez Bankası’nın rezervlerinin hesabı mı sorulur ya,’ diyor ‘Merkez Bankası’nın rezervlerinin nereye gittiği mi sorulur,’ diyor. Tabii ki sorulacak. Siz tek yetkili tek sorumlu aynı zamanda tek hesap verme makamındasınız. Biz bu milletin alın teriyle o dövizrezervlerini topladık. 28 milyar dolardan aldık 136 milyar dolara çıkarttık bu ülkenin döviz rezervlerini. 2 yılda tükettiniz ya 2 yılda. Partili Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdi 2 yılda tüketti. Şimdi de ‘nereye harcadığın mı sorulur’ diyor. Hani halk içeresinde tabir vardır ya ‘kadının yaşı erkeğin maaşı sorulmaz’ Erdoğan’ında rezervleri sorulmuyor herhalde. Fakat fark şu fark şu o rezervler kimsenin şahsi malı değil. O rezervler bu milletin.

Düşük rezervlerle pandemiye girdik ne oldu? Bütün G-20 ülkeleri içerisinde esnafa en az destek veren ülke Türkiye oldu.

Merkez bankası rezervlerini tükettiler.

Yedek akçe vardı, yedek akçe. Tam 46 milyar TL. Eski parayla 46 katrilyon. Yıllarca biriktirdik o yedek akçeyi. Bir günde tükettiler. Bir günde harcadılar .

Sonra esnafa gelince ya pandemi, dünya sarsılıyor, şöyle böyle. Yazık günah.

Değerli arkadaşlarım, bugün gerçeklerle bağını tamamen koparmış hayal âleminde yaşayan bir iktidar var.

İşte bakın, pazartesi günü ekonominin büyümesiyle ilgili rakamlar açıkladılar değil mi?

“%7 büyüdük” diyorlar, %7. Hem de reel. Yani “enflasyonun üzerinde %7 büyüdük” diyorlar.

Gayrisafi yurt içi hâsıla beklentilerin de üzerine geçerek geçen yıla göre çok artmış. Bununla da övünüyorlar.

Şimdi arkadaşlar, açıklanan enflasyon şu çarşı pazarın enflasyonu değil. Şurada girelim birkaç yere soralım, ara sokaklara soralım. Gerçek enflasyon ne?

Kendi açıkladıkları düşük enflasyona göre maaşları arttırıyorlar. Değerli arkadaşlarım;
Size soruyorum: %7 büyümeye inanıyor musunuz?
Böyle bir şey gerçek olabilir mi?

Her gün çarşıda, pazarda, markette, sokakta ekonomimizin büyüdüğünü görüyor musunuz?

İşsiz vatandaş iş mi buldu? Vatandaşın geliri ve refahı mı arttı? Madem büyüdük, nasıl oluyor da her üç kişiden biri işsiz?

Madem büyüdük, nasıl oluyor da genç kadının işgücü neredeyse yarı yarıya atıl?

Madem büyüdük, gençler neden odalarına kapalı yaşıyor? Niye ev gençleri var memlekette?

Kimse vatandaşı boyalı rakamlarla kandırmaya kalkmasın.

İstihdam seviyesi, toplam çalışanların sayısı, üç yıl öncesinin bile altında. İşsizlik rekor yüksek seviyelerde.

Yoksulluk derinleşiyor. Ülkemiz dört bir yanında yoksulluk intiharları haberleri ile çalkalanıyor.

Ama hepsi lokalde kalıyor. Çünkü niye?

Çünkü haberlere yasak getirdiler. Televizyonlar yoksulluk intiharları haberlerini yayınlayamıyor. RTÜK yasakladı.

Sanki o yasakları getirince sokağın sesini kıstıklarını zannediyorlar.

Bu açıkladıkları büyüme oranları var ya değerli arkadaşlarım, suni ve çarpık bir ekonomik yapının resmi.

Şimdi ben iktidara soruyorum, bu büyümeyi hele gelin bize bir kere izah edin diyorum, nasıl bir büyümeymiş bu:

Tablo bu haldeyken, vatandaş işsizken, ucuz ekmek kuyrukları uzuyorken, kim büyüdü bu Türkiye’de?

Vatandaşımız pazarın toplanmasına yakın, akşam saatlerinde gidip yerlerden sebze meyve toparken, bu ülkede kimin geliri arttı? Nasıl büyüme bu?

Bizim insanlarımız çöplerden, konteynerlerden yiyecek atıkları toplayarak karnını doyurmaya çalışırken, hangi ekonomik büyümeden bahsediyorsunuz siz?

Halkımız daha fazla yoksullaşırken, kim büyüdü?

Marketlerde temel gıdalar bile kilit altında satılmaya başlamışken, kim büyüdü?

Gençlerin hayalleri sönerken, işsiz vatandaşlarımızın umutları tükenirken, esnafın işi küçülürken, kepenk kapatırken, kim büyüdü?

Ülkemizin hedefleri küçülürken, kim büyüyor?

Bakın arkadaşlarım, on yıl önce bugünler için biz kişi başına 20 bin doların üzerinde bir milli gelir hedeflemiştik. Yıl tam 2011, 2011. 2011’de 2023 yılı için 25 bin dolarlık mili gelir hedefi koyduk biz. 25 bin dolar.

Şu anda hükümetin programında 2023 yılı için hedef ne biliyor musunuz? 10 bin dolar.

Açın, bakın 3 yıllık ekonomi programına.
2023 hedefi 10 bin dolar.
2011’de 25 bin dolar hedef koymuşuz, onu çekmişler 10 bine. Ya biz 2013 yılında 12 bin 600 dolarlık milli gelir yakalamıştık. 2013’te. 8 sene önce.
2023 için koydukları hedef 2013’ün bile altında.

Bu mu ekonomik büyüme?

Bu mu iktisatçılık?

Bu mu “benim alanım ekonomi” diyerek ürettiğin sonuç?

Arkadaşlarım, bakın bizim dönemimizde, bu arkadaşınız tam 11 yıl bu ülkenin ekonomi yönetiminin başında oldu.

Bizim dönemimizde, on yıl önce gençler harçlıklarını biriktirerek Avrupa’da tatil yapabiliyordu.

Emekliler birkaç aylık emekli maaşını biriktirip üç beş günlük yurt dışı tatillerine gidebiliyorlardı.

Emekli maaşıyla çocuk okutuluyordu bu ülkede.

Bugün ay sonunu getiremeyen gözü yaşlı anne babaların ülkesi olduk.

Tozpembe tablolar anlatarak, siyasi hayatının artık son dönemlerini yaşayan Sayın Erdoğan’a ben buradan soruyorum:

Siz kendiniz bu rakamlara inanıyor musunuz?
Belki sizin çevrenizi saran insanlar zenginleşiyor olabilir?

Sizin yakınlarınız sizden güç devşirerek, etki kullanarak iş yapanlar, zenginleşiyor olabilir.

Ama değerli arkadaşlarım, 3-5 kişinin zenginleşmesi o ülkenin büyümesi anlamına gelmez. Kalkınması anlamına gelmez.

Bu ülkede ne büyüdü biliyor musunuz? Ne büyüdü? Ben size söyleyeyim

Enflasyon büyüdü.
Etiketteki fiyatlar büyüdü.
Hazine’nin borcu büyüdü. 2 yılda 2’ye katladı 2’ye katladı hazinenin borcu. Bütçe açığı büyüdü.
Gelir dağılımındaki uçurum büyüdü.
İşsizlik büyüdü.
Yoksulluk büyüdü.
Mutsuzluk büyüdü.
Umutsuzluk büyüdü.

Büyüyen bunlar.

“Kurumların bağımsızlığını bitirdiğini için sizin emriniz altındaki kurumlara sorun” diyorum Sayın Erdoğan’a. Bir sorun.

Ülkemizde zengin daha da zenginleşti, fakir daha da fakirleşti.

Siz büyümeyi, üç beş kişinin zenginliğine zenginlik katmak olduğunu zannetmeyin.

Bu suni ve çarpık ekonomiye mi güveniyorsunuz?

Bu suni ve çarpık ekonomik resimle mi övünüyorsunuz?

Sayın Erdoğan,

Bu soruları sadece DEVA Partisi’nin başı dik, alnı ak kadroları olarak sormuyoruz.

Bugüne kadar size oy veren milyonlarca insan adına da soruyoruz.

Şu anda iktidar partisine gönül vermiş vatandaşlarımız adına da soruyoruz.

Yasaklarla, yolsuzlukla, yoksullukla mücadele için iktidara geldiniz, değil mi?

3Y dediniz, 3Y.
Yasaklar, yoksulluk, yolsuzluk.

Fakat öyle görünüyor ki, iktidarınızın son yıllarında geride ne bırakacağınızı herhalde görüyorsunuz?

3Y diye yola çıktınız, memleket yine o 3Y ile yasaklarla, yolsuzlukla, yoksullukla bırakıp gideceksiniz. Öyle görünüyor.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizim klasik geleneksel medya, geleneksel mecra imkânlarımız kısıtlı olduğu için sosyal medyada aktif olmaya çalışıyoruz, biliyorsunuz.

Epey youtube yayınımız da oldu.

Youtube’da o benim yayınlarımdan bir tanesinin altına bir gencimiz şunu yazmış, on binlerce yorum yazılıyor biliyorsunuz, onları özellikle okumanızı rica ediyorum. Hepsini okumasanız bile şöyle göz atın.

Gençlerimiz neler neler yazıyor o yorumlara. Bakın bir gencimiz yazmış diyor ki:

“Bu videoyu izledikten sonra bir umut geldi. Avrupa birliğine girmişiz. Ekonomi üretime bağlı güçlenmiş. Kendi markamızı yapmışız. İnsan hakları, basın özgürlüğü, güçlendirilmiş parlamenter sistem... Yargı, yürütme, denetim ayrılmış. Siyasi baskı yok, dolayısı ile güven gelmiş. Bunların hepsi iyi niyetli bir iradeye bağlı, çoğu kısa zamanda hayata geçebilecek şeyler.”

Bakın bunu bir gencimiz yazıyor yorumlara, ne diyor? Her şey bir iradeye bağlı, iradeye.
Ben ne diyorum, “ülke kötü yönetiliyor” diyorum.
“Şu andaki sorunların sebebi kötü yönetim” diyorum. Çözüm de nereden geçiyor?

İyi yönetimden geçiyor.

Dürüst ve işinin ehli insanların işin başında olmasından geçiyor.

Çözüm çok uzak değil.

İnanın çok yakın, çok kolay.

Bu değerli yorumu yazan genç arkadaşımızın söylediği gibi inanın çok kolay.

Bir kâbustan uyanıp, su içip rahatlamak kadar kolay.

Biz bu kâbusa son vereceğiz. Ülkemizi huzura, mutluluğa ve refaha uyandıracağız.

DEVA Partisi, liyakatli ve dürüst kadrolarıyla emaneti teslim almaya hazır.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Sözlerimin sonuna gelirken, bu Ayasofya Cami’nin açılmasından bu yana ara ara gündeme gelen bazı sorumsuzca ifadeler var.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e imayla ya da doğrudan hakaretler var. Laf uzatmalar var.

Bakın Ayasofya Cami bizim değerimiz. Fatih Sultan Mehmet’in bizlere mirası. Aynı zamanda bir insanlık mirası.

Ve Fatih Sultan Mehmet’in o hazırladığı, hazırlattığı Vakıfname ’de de yazıldığı gibi Ayasofya cami ilelebet, kıyamete dek bir ibadethane olacaktır. Bundan en ufak şüphemiz yok.

Ancak bunu vesile bilip de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e laf uzatan, dil uzatanlara da mutlaka haddinin bildirilmesi lazım.

Eğer sessiz kalınırsa, eğer bunlar geçiştirilirse, bu haksızlık olur, doğru olmaz.

Bunu da ben özellikle buradan ifade etmek istiyorum.

Ve değerli arkadaşlarım,

Bakın, biz her an halkımızın içinde, halkımızla beraber sorunların çözümü olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Bizler anlatacağız ki o medya propaganda aleti, hükümetin elinde olan o propaganda aygıtı bir sürü yalanla, gerçek olmayan, hayali bir algı yönetimiyle şu anda vatandaşlarımızı etkilemeye çalışıyor.

Biz anlatacağız, birebir gideceğiz, kapı kapı dolaşacağız, Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Bu vesileyle bir kez daha, Gölbaşı ilçe teşkilatımıza çalışmalarında başarılar diliyorum, hizmet binamızın hayırlı çalışmalara vesile olmasını temenni ediyorum.

Ve pandemi şartlarında mümkün olduğu kadar pandemi kısıtlamalarına da uygun olarak yapmış olduğumuz bu açılış törenine iştirak eden tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Hepinize çok çok şükranlarımı sunuyorum, Hayırlı, uğurlu olsun diyorum.

28 Mayıs 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bursa İl Başkanlığı Açılış Konuşması

Bursa İl Binası Açılış Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Bursa il teşkilatımızın çok değerli başkanı,

Teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Bursalı gönüldaşlarımız,

Bu program vesilesiyle diğer illerimizden gelip bizlerle beraber olan kıymetli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Bursa il teşkilatımızın hizmet binası açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti,
İpek yolu gibi tarihi birçok ticaret yolunun güzergahı olan yeşil Bursamıza hizmet edecek, bu yeni il başkanlığımızın açılışını sizlerle beraber gerçekleştiriyoruz.

Biz bugün Bursa’da bir parti binası değil, şehrimiz için bir hizmet noktası açılışını gerçekleştiriyoruz.

Bugün burada bir demokrasi merkezinin açılışını gerçekleştiriyoruz. Bugün burada, atılımın ve çözümün adresini açıyoruz.
Bursamıza ve ülkemize hayırlı olsun diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Birçok temel gerçekten partimiz sayesinde atılıyor bu ülkede. Çok temel bir ilkelerle yola çıktık.

Demokrasi için, milletimizin sesini egemen kılmak için yola koyulduk. Üstümüze düşen sorumluluğun farkındayız.

Demokrasimize karşı yönelen her türlü kalkışmanın karşısında dimdik duracağız.

Milletin iradesini her şeyden, herkesten üstün tutacağız.

Koşullar ne olursa olsun, hukuk devletinden ve hukukun üstünlüğünden asla vaz geçmeyeceğiz

Hiçbir vesayet odağına, siyasetin üstünde bir güç atfetmeyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugünkü iktidar oluşturduğu hukuksuzluğu, güvensizliği artık inkâr bile etmiyor .

Daha iki gün önce AK Parti Genel Başkanı şapkasıyla Sayın Erdoğan grup toplantısında bir parti liderini alenen tehdit etti. Rize’de yaşanan provokatif olaylar için “ders verdiler” dedi.

Daha da ileri gitti. “Bunlar iyi günler” dedi.
Bir ülkenin asli vazifesi nedir arkadaşlar?
O ülkenin vatandaşlarının güvenliğini sağlamak değil mi? Devlet niye var?
Devlet vatandaşlarının güvenliğini sağlamakla sorumlu.

Fakat öyle bir hale geldi ki memleket, o devletin başındaki kişi, yani devlet başkanı, yani Cumhurbaşkanı siyasi rakibi gördüğü bir genel başkanı tehdit ediyor. “Bunlar daha iyi günler” diyor. “Daha kötüsü gelecek” demeye getiriyor.

Ben buradan huzurlarınızda şunu çok açık bir şekilde ifade etmek istiyorum.

Sayın Erdoğan’ın çarşamba günkü ifadelerinden sonra Türkiye’de eğer siyasi şiddet olursa, sokak şiddeti olursa, eğer herhangi bir partinin üst düzey yöneticisine, herhangi bir partinin genel başkanına sokak ortasında saldırı olursa bunun sorumlusu bizzat Sayın Erdoğan’ın kendisidir. Cumhurbaşkanı’nın kendisidir.

Yuh yok arkadaşlar.
DEVA Partisi’nin lügatında “Yuh” yok.
Dün değerli arkadaşlarım, İzmir’de benzer bir olayla karşılaştık.

Adnan Menderes Havalimanı’na indiğimiz andan itibaren otobüsümüzle geçtiğimiz bütün güzergahta, çarşı pazar dolaştığımız her mekânda, İzmirli vatandaşlarımız bize gönlünü açtı, kucağını açtı, kalbini açtı.

Çok şükür, çok çok olumlu bir tutumla karşıladı bizi İzmir.

İzmir DEVA Partisi’ni bağrına basmış. Ben bunu gördüm, bizzat şahitlik yaptım.

Fakat bütün bir buçuk günlük programımız içinde, aynı İkizdere’de olduğu gibi, muhtemelen görevli birisi, görevlendirilmiş birisi çıktı, toplam on saniye süren dört beş kelimelik cümleler kurdu, yanımızdan geçti gitti.

Bir baktık, yandaş medya haber yarışına girmiş. Aynı İkizdere’deki gibi baktık yandaş medya, yandaş medyanın internet sitesinde, internet haberlerinde 1. sırada hemen haber. Nasıl olduysa, en hızlı haberi de onlar yetiştirmiş. Aynı İkizdere’deki nasıl bakıyorum o mikrofon var mı yok mu onun için rahat söyleyeyim. İkizdere’de o provokasyon ifadeleri kullanan bir hanımefendi vardı, onun yanında da uzanan bir mikrofon vardı. O mikrofonda hangi kanalın yazdığını siz biliyorsunuz, şimdi ben buradan ifade etmeyeyim. Benzer bir şeyi dün biz İzmir’de yaşadık. Daha fazlasını da yaşayabiliriz. Biz bunların hepsini göze aldık.

Fakat, iktidar iktidar partileri maalesef öyle bir duruma düştüler ki, artık bunlardan medet umuyorlar. Çünkü ülkenin artık doğal akışı bambaşka bir yere doğru gidiyor, iktidar her gün zemin kaybediyor.

Hele hele şu son olaylardan sonra Cumhurbaşkanı’nın önünde 2 tane seçenek vardı: Ben bunu çarşamba günkü konuşmasından sonra söyledim. Dedim, “Önünde 2 tercih var. Ya yanlış kişilerin arkasında durmayacak, yargı gereğini yapacak diyecek böylelikle küçük ortağı kaybedecek, ülke seçime gidecek ya da bütün bu yanlışlıkların bütün bu hukuksuzlukların bütün bu yanlış insanların arkasında duracak” demiştim. 2 tercihi var demiştim. Daha önceki tercihlerinde olduğu gibi gitti yanlış tercihi işaret etti. Merkez Bankası’nda da yaşamıştık biliyorsunuz. Demiştim ki “Ya şu yanlış tezini kabul etsin, gitsin bir milletten helallik istesin, ya ben yanlış yaptım, yanlış tezi yıllarca bastırdım, ülke 130 milyar dolar rezervini kaybetti bu yüzden desin, hatasını kabul etsin.

Ya da Merkez Bankası’na dönsün, gereğini yapsın” dedim. Gitti yanlış tercihi işaretledi, Merkez Bankası Başkanı’nı görevden aldı, o gün bugündür de dikiş tutmuyor. Yanlış bir kadro, işi bilmeyen kadro, bağımsız çalışmayan kurum. Bugün herhalde sabah bakmadım ama döviz kuru Türkiye’de tarihi rekorlarından birisi bugünlerde galiba. Görüyorsunuz sadece yanlış yaptığı o imza yüzünden ülke 531 milyar lira kaybetti arkadaşlar. 531 milyar lira. Bir yanlış imza. Ben yanıldım demedi, gitti bürokratları suçladı, onların görevini değiştirdi, kur artışı, faiz artışı derken tam 531 milyarlık ilave maliyetle bu ülke karşı karşıya kaldı.

Ben buradan tekrardan kendisine soruyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’na soruyorum.

Ne demişti? “Bunlar daha iyi günler.” demişti değil mi? Bu günleri iyi günler diye tanımlamıştı.

Sayın Erdoğan, bugünlerin nesi iyi ya Allah aşkına? Bugünleri siz nasıl iyi günler diye tanımlıyorsunuz ki? Daha neler gelecek bu ülkenin başına? Daha neler getireceksiniz bu ülkenin başına?

Biz bugünün tablosunu şöyle bir açıklayalım, gün sonunu şöyle bir Z raporunu açıklayalım.

Çete liderleri özel afla serbest bırakılıyor mu bu ülkede? Bırakılıyor. O çete liderleri tüm muhalefet liderlerini, gazetecileri, aydınları alenen tehdit ediyor mu? Ediyor.

Krizlerin ortağı Bahçeli çete liderini koruyup kolluyor. “Dava arkadaşım” diyor mu?

Mafyalar, illegal örgütlenmeler âdeta bölge bölge ülkedeki suç alanlarını, rantı paylaşıyor mu? Paylaşıyor.

Yurt dışına giden suç örgütü lideri,

Hani geçmişte Erdoğan’ın posterleriyle Rize’de miting yapan var ya ondan bahsediyoruz çok uzakta birileri değil. Yakın olduğu, mitin yapması için alan açtığı.

Aynı kişi gidiyor şimdi dışarıdan, yurt dışından videolar yayınlıyor.

Siyasetçilerin, bürokratların ve gazetecilerin içinde olduğu vahim iddialarda bulunuyor.

Bütün bunlar yaşanırken, vatandaşımız ne yapıyor? Vatandaşımız bir ekmek parasına muhtaç.

Çiftçimiz kuraklıkla ve hayat pahalılığıyla tek başına mücadele vermeye çalışıyor. Traktörlere haciz geliyor.

Esnafımız siftah yapamıyor. Kirasını ödeyemiyor, evde tencere kaynamıyor.

Artık aşısı olan bir hastalık hala Türkiye’de etkili ve kötü yönetim yüzünden aşıyı zamanlıca tedarik edemediği için vatandaşlarımız ölüyor.

Şimdi Biontech ile imza attılar değil mi? Niye bugüne kadar beklediniz?

Biontech’in kurucusu 2 tane bizim insanımız, bizim vatandaşımız, onlar buldu bu aşıyı.

İlk başlarda, pandeminin o ilk aşısının bulunduğu zamanlarda ne dediler: “Türkiye’nin bizden bir talebi yok, bizden” dediler.

Bunu söyleyen o bilim insanları, başka kişiler değil ki.

Ben buradan soruyorum?

Siz o ikinci Biontech imzasını atmak için bugüne kadar ne beklediniz?

Niye beklediniz?

Niye aylarca oradan tedarik etmediniz de bugünü beklediniz?

Niye bu arada binlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine göz yummuş oldunuz?

Ülkenin durumu bu.

Hani “bunlar iyi günler” diyor ya Erdoğan. Onun için anlatıyorum bunları. “Bunlar iyi günler” diyor.

Anneler babalar bugün çocuklarının geleceğinden korkuyor. Gençler bu ülkeden kaçma yollarını arıyor.

Belediyeler özel yurtdışı seyahatler, gri pasaport kampanyaları düzenliyor. Ülkeden kaçmak isteyenler için yol vermek için, yön vermek için.

Gece yarısı kararnamesiyle her an her şey yapılabildiği için bu ülkede yatırımcılar korkuyor, ürküyor.

Bu ülkenin insanı bu ülkeye yatırım yapmıyor.

İşsizlik niye yüksek zannediyorsunuz.

Genç işsizlik niye tarihi rekor seviyede, %27’de. O da TÜİK’i açıklıyorsak. TÜİK’e güveniyorsak. TÜİK’in açıkladığı rakamlara güveniyorsak.

Niye işsizlik yüksek bu ülkede?

Bu ülkedeki herkesin cumhurbaşkanı olması gereken Sayın Erdoğan, yemin metninde öyle yazıyor, o yeminle başlıyor, tarafsızca görevimi yapacağım diye yemin ediyor, öyle başlıyor görevine.

Anayasada Cumhurbaşkanı’nın yemin metni değişmedi.

Bu ülkenin tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı muhalefet liderlerini, açıkça tehdit ediyor.

Kadınlar can güvenliğinden endişe ediyor.

Yargı talimat almadan harekete geçemeyecek duruma düşürüldü, maalesef.

Paramız tarihinin en kıymetsiz günlerini yaşıyor.

Bir de lafa gelince “Milli” demekten, “Yerli” demekten hiç kaçmıyorlar, biliyorsunuz.

“Milliği ve yerliliği” başkasına bırakmıyorlar. Bu mu millilik yerlilik?

Bu ülkenin yerli parasını pul mu etmek, bu mu millilik, yerlilik? Soruyorum ben onlara

Ev gençleri var, arkadaşlar artık ev gençleri. İşsizler, iş bulamıyorlar. Ülkemizin dört yanından yoksulluk intiharları haberleri alıyoruz. Yoksulluk intiharları diye bir tabir girdi literatürümüze.
Biz böyle bir şey bilmezdik.

Türkiye çok krizler yaşadı, Türkiye çok zor dönemler geçirdi ama yoksulluktan, fakirlikten canına kıyan vatandaşımız olmazdı Türkiye’de.

Şu anda bunu yaşıyoruz.

Sayın Erdoğan, soruyorum size, bu mu “iyi günler” bunlar mı iyi günler dediğiniz, bunlar mı? Daha ne getireceksiniz başımıza?

Artık bir soluklanın yeter.

Ülkemiz hukuk devleti olma vasfını yitirdi. Her konuda, her alanda başınıza buyruk davrandığınız için, hukuk, kural tanımadığınız için bu güzel ülke günbegün kaybediyor.

Cumhurbaşkanlığı görevini neredeyse tamamen bir kenara bırakıp, devlet gücünü kullanarak “Ben siyasi rakiplerimi, diğer genel başkanları nasıl korkuturum diye bunlarla uğraşıyorsunuz.”

Ya bu ülkenin en büyük düşmanı işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı. Siz düşman arıyorsanız, bu sorunlarla uğraşın.
Unutmayın, siz bu ülkenin şu anda Cumhurbaşkanı’sınız.
Bir süre daha öyle.

Ama bu görevdeyken görevinizin gereğini yerine getirin.

Değerli arkadaşlarım, ben Anayasa’yı açıyorum, bakıyorum.

Cumhurbaşkanı’nın yemin metnini okuyorum.

Cumhurbaşkanı’nın yemin metnine bir bakın, bir de Sayın Erdoğan’ın bugünkü yaptıklarına bakın.

Bugün Sayın Erdoğan her şeyi yapıyor ama bu ülkenin gerçek anlamda Cumhurbaşkanlığı’nı yapmıyor.

Koltuğunun derdine düşmüş bir partinin genel başkanı neyse o reflekslerle hareket ediyor.

Unutmasın, bu millet onu Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı olarak 2018’de seçti, görevinin son gününe kadar da Anayasa yemin metnine de bağlı kalmak zorunda.

O yemin metninin arkasında mı değil mi bugün açıklasın, söylesin.

Yemin metninin arkasındaysa, görevine başlarken ettiği yemin metninin arkasındaysa o metnin gereğini yerine getirsin.

Evet değerli arkadaşlarım,

Zor zamanlardan geçtiğimizi biliyorum. Tam da zor zamanlardan geçtiğimiz için buradayız.

Biz, DEVA Partililer olarak nasıl yol yürüyeceğimizi de gayet iyi biliyoruz. Biz bu ülkenin hangi yoldan gitmesi gerektiğini de iyi biliyoruz.

Sevginin, saygının, eşitliğin ve adaletin esas olduğu bir yoldan, hakikatin yolundan, bir an bile ayrılmayacağımızı biliyoruz.

Hepsinden önemlisi, biz bu ülkenin daha iyi bir yönetimi, demokrasiyi, adaleti ve refahı hak ettiğini çok iyi biliyoruz.

Bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi adaletsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu hak etmediğine inandığımız için buradayız.

Biz bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi yalnız kalmaması ve geride olmaması için buradayız.

Biz genciyle, yaşlısıyla, çalışanıyla, kadınıyla, erkeğiyle, emeklisiyle, çiftçisiyle vatandaşlarımızın arasındayız.

Ve işte o yüzden çok iyi biliyoruz ki vatandaşlarımızla da yaptığımız temaslardan da çok iyi anlıyoruz ki bu iktidarın artık gitme zamanı yaklaşıyor.

*****

Ve değerli arkadaşlar, işte Türkiye’nin çaresi, Türkiye’nin çözümü, Türkiye’nin DEVA’sı da burada.

Ve biz hazırız.

Biz ülkemizin önce sağlam bir hukuk zeminine kavuşmasını ve ardından “DEVA ekonomisi” ile büyümesini hedefliyoruz.

Peki DEVA ekonomisi ne demek?

DEVA ekonomisi; adil rekabete, fırsat eşitliğine, özel sektör öncülüğüne ve verimliliğe dayalı bir ekonomik sistem demek.

DEVA ekonomisi; kaliteli bir büyüme demek.

DEVA ekonomisi; tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir bir ekonomi anlayışı demek.

DEVA ekonomisi; her bir vatandaşımızın insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demek.

Biz, bu ülkenin insanlarının yatağa aç gitmediği, yarınlarından endişe etmediği bir refah seviyesini hedefliyoruz.

Biz bu ülkede değerli arkadaşlarım, mutlak yoksulluğu sıfırlamıştık.

Uluslararası bütün finans kuruluşlarının, Dünya Bankası’nın raporlarında artık Türkiye mutlak yoksulluğun sıfırlandığı bir ülke olmuştu, bunu yaşadık, gördük.

Şu andaki hükümet maalesef o mutlak yoksulluğu tekrardan diriltti, tekrar hortlattı.

Bütün uluslararası raporlarda şimdi Türkiye mutlak yoksulluğun olduğu bir ülke olarak anılıyor.

Esnafın kepenk kapatmadığı, faturalarını ödeyebildiği, emeklilerin saygın bir gelir elde ettiği bir ülke olmak istiyoruz biz, bunun için çalışıyoruz.

İşte biz, umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak, DEVA Partisi olarak diyoruz ki;

Bu milletin daha da fakirleşmesine izin vermeyeceğiz. Aileleri kara kara düşünmekten kurtaracağız.

Piyasalarda dünya tarihinde görülmemiş miktarda likidite varken, kendi insanımızın imkanları varken, bu ülkede kiralık kasalar doluyken, yastık altı birikim varken, bu ülkenin insanı kendi birikimlerini başka ülkelerde daha güvenli limanlarda park etmeye çalışırken, bu varlık varken, bu ülkenin yokluk içerisinde yaşamasına artık izin vermeyeceğiz.

Varlık içinde yokluğa müsaade etmeyeceğiz.

Halkımızın geçim sıkıntısını bilen, işinin ehli kadrolarla, dürüst ve işini bilen kadrolarla sorunları çözeceğiz.

Kimsenin şüphesi olmasın; önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

DEVA iktidarında, bu verimli topraklarda, işsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil,

Bereket akacak.
Bolluk akacak.
Refah akacak.
DEVA kadrolarıyla hazırız, emaneti teslim almaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Hani şu şaibelerin ortasındaki kişi şu anda hükümet üyesi olarak kalan kişi, çıktığı televizyon programında, herhalde hedef şaşırtmak için, herhalde “çok üzerime geldiler, başka isimleri de anayım da gitsinler biraz da o isimlerle uğraşsınlar” diye düşündüğü için geçenlerde benim de ismimi telaffuz ederek dedi ki “2015 seçimlerinden sonra, Ali Babacan o günkü MKYK’da ekonomiyi düşünüyor” dedi. Ben ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak, neyidüşüneceğim? Sizler gibi, biz, sizler gibi şahsi siyasi ikbalini düşünenlerden değiliz. Kendi menfaati için bu ülkeyi fakirleştiren, yoksullaştıran, bu ülkede hukukun devletini sıfırlandıranlardan değiliz. Onların düşünemediği, halkın derdini umursamadığı çok belli. O yüzden ben buradan bir kere daha acilen acilen vatandaşlarımıza destek olacak hızlı bir reçeteyi hatırlatmak istiyorum.

Ben o günde milletin aşını, işini düşündüm.
Bu milletin refahını düşündüm.
Kendi koltuğumun derdinde değildim.
Ama bazıları ne kadar seviyormuş o koltukları ya. Yapışıyorlar, bırakmıyorlar. Bir gün zorla kalkacaklar, o ayrı.

Seçim sonucu, ilk seçim ne zaman bilemiyoruz ama ilk seçim geldiğinde, vatandaşlarımız diyecek ki “Süre doldu kardeşim ya, artık kalkın gidin Dürüst ve işinin ehli kadrolara ben güveniyorum. Onları destekliyorum, onlar yönetsin bu ülkeyi” diyecek vatandaşlarımız, bir gün bırakıp gidecekler. Ama bırakıp gittiklerinde vatandaşın yüzüne nasıl bakacaklar? Caddede, sokakta, pazarda nasıl yürüyecekler, onu göreceğiz. Onu göreceğiz. İbretlik çok şeyler oldu bu memlekette gene olacak.

Ama değerli arkadaşlarım, buradan tekrar sözlerimin sonuna gelirken hap gibi bir reçeteyi tekrar etmek istiyorum. Hap, hap.

Hükümete de tavsiye ediyorum, bakın, hemen bu ilacı kullanın, çok hızlı çözülecek bazı sorunlar var, vatandaşlarımızla ilgili, esnafla ilgili.

Bakın onların tüm bu pandemi döneminde, vatandaşlarına doğrudan destek için bütçeden ayırdıkları para ne kadar biliyor musunuz?

Pandemi başlayalı 15 ay oldu. 15 ay. 15 ayın toplamında 15 milyar lira para ayırdılar pandemi için.
Bu yılın bütçesinde sadece sadece geçilmeyen köprüler, kullanılmayan otoyollar, uçakların inmediği havaalanları için ödedikleri para ne kadar biliyor musunz? Sadece bu yılın, bir yılın bütçesinde 31 milyar lira.

Pandeminin tümünde 15 aylık süre içerisinde vatandaşa verdikleri desteğin toplamı 15 milyar, sadece bir yıl için, bu yıl için bütçeye koydukları garanti ödemeleri 31 milyar o da eski kurla. Bugünün kuruyla çarpsanız o çok daha fazla tutacak. Yıl sonu geldiğinde o 31 milyar bütçe de yetmeyecek.

Ben 11 tane bütçe yapmış kardeşiniz olarak az çok bütçenin nereye gideceğini görebiliyorum.

Kendilerine ve etraflarındaki üç beş kişiye zenginlik ve şatafatı layık görenler maalesef bu pandemi döneminde vatandaşlarımıza açlığı, perişanlığı reva gördü.

Buradan bir kere daha aylardır söylediklerimizi tekrar etmek istiyorum.

Vatandaşlarımıza karşılıksız destek verin ama geçinebilecekleri kadar ve düzenli yapın bu desteği. Bir defalık destekler bir defalık. İşte en son büyük paket açıkladı Cumhurbaşkanı değil mi?

“Esnafımıza,” dedi “3 bin lirayla 5 bin lira destek vereceğiz.” diye.

Ya bugün küçük bir işletmenin tek bir çalışanı varsa asgari ücretle çalışan tek bir kişinin işverene maliyeti bir ayda 4200 lira aylık, aylık.

Bir çalışanın, asgari ücretle çalışanın bir aylık maliyeti işverene 4200 lira, esnafa büyük paket diye açıkladığı rakam bir defalık işte 3 bin 5 bin onun da şartı şurtu var.

Daha alabilen de yok ha. Hep yokuş yapıyorlar. Başvuran esnafımız iyi biliyor. O yardımı almak o kadar kolay değil. 'Yardım vereceğiz', diyorlar arkadan şartları sayıyorlar sayıyorlar sayıyorlar sayıyorlar. Zaten o şartları tutturabilene aşk olsun.

Diyoruz ki bakın şu SGK prim ödemelerini, vergi borçlarını, elektrik, su, doğal gaz ödemelerini pandemi bitene kadar faizsiz olarak erteleyin ya.

Adamın dükkanını kapattırıyorsunuz zorla. Kira ödemeye devam ediyor, kira çalışıyor, stopaj ödüyor.

Bunları kira desteğiyle destekleyin. Kredi borçlarını pandemi bitene kadar erteleyin, stopajdan tamamen vazgeçin.

Biz dersimizi çalıştık. Ve reçeteyi yaklaşık 15 ay önce pandemi ilk çıktığında açıkladık.

Hükümete de verdik bakın bu işin sağlık yönünü şöyle yönetin. Ekonomi yönünü de şöyle yönetin diye hükümete reçeteyi verdik.

O günlerde sayın Erdoğan çıktı ne dedi? Beni kastederek? 'Bir de', dedi 'kalkmış bana ders vermeye çalışıyor,' dedi.

E derse ihtiyacınız var, bilmiyorsunuz. Bilmiyorsanız hiç olmazsa öğrenin. Öğrenin.

Bilmemek bir devlet yöneticisi için doğru değil. Bilmiyorsa bilenlere danışması lazım. Ama atadığı kadrolar da o işten anlamayan kadrolarsa dışarıdan gelen önerileri dinleyin.

Bakın biz sadece eleştirmiyoruz, sadece yanlışları işaret etmiyoruz. Ne yapılması gerektiğiyle ilgili önerilerimizi de söylüyoruz, çözümleri de ortaya koyuyoruz. DEVA Partisi'nin farkı zaten bu.

Biz tüm önerilerimizi gerçekliğe uygun olarak günü gününe yapıyoruz.

Uygulanması mümkün olanı öneriyoruz. Hesabını kitabını yaptığımız önerilerle geliyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Biz her an halkımızın içinde, halkımızla beraber sorunların çözümü olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden bu zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Bu vesileyle bir kez daha, Bursa il teşkilatımıza çalışmalarında başarılar diliyorum, il binamızın tüm ilçelerimiz için il merkezimizdeki tüm çalışmalarımız için hayırlı olmasını hayırlı çalışmalara vesile olmasını temenni ediyorum.

Hep beraber arkadaşlar, çok çalışacağız.

Cadde cadde, sokak sokak gezeceğiz.

Her kapıyı çalacağız.

Girmediğimiz işyeri, kapısını çalmadığımız mesken kalmayacak.

Vatandaşlarımızı dinleyeceğiz ve ülkemiz için hedeflerimizi hazırlıklarımızı vatandaşlarımıza paylaşacağız.

Teşkilatlarımızın artık bundan sonra her bir ayı çok kıymetli. Her bir haftası çok kıymetli. Her bir gün çok kıymetli. Her bir saat değerli. Her bir dakika değerli. Tek bir dakikamız bile arkadaşlar boş geçmemeli. Bakın sonra çok pişman oluruz. Ya deriz ki öyle seçim sonuçları alırız ki ‘Ya 3 kapı daha çalsaydık, 3 vatandaşımızın daha desteğini alsaydık daha farklı bir sonuç alırdık,’ deriz günü gelir. Onun için zamanın kıymetini bilelim. Zaman çok hızlı akıp gidiyor. Zaman şu anda bizim için en değerli varlık.

Bakın seçimin ne zaman olacağı belli olmaz. 2018 seçimlerinin açıklanmasıyla, seçimin gerçekleşmesi arasındaki süre 2 ay 6 gün. Açıklanmasıyla seçimin tarihi. 2 ay 6 gün. Yani çok hızlı gelebilir bu iş. Ha 2023’ün yazına kadar da bekleyebilirler ama bu bizim kararımız olmayacak. Kararı meclis ya da Cumhurbaşkanı verecek, anayasa öyle diyor. Ama biz her an seçim kararı alınabilirmiş gibi hazır olmamız lazım.

Ama seçim kararı alındığında da ya şunu yapamadık, şurada geciktik, keşke şunu da yapsaydık dememeliyiz. Hazır olmalıyız. Ben tekrar Bursa il başkanımıza, yönetim kurulu üyelerimize, tüm ilçe başkanlarımıza, ilçe yönetim kurulu üyelerimize, tüm ilçe başkanlarımıza, ilçe yönetim kuruluüyelerimize, tüm parti mensuplarımıza başarılar diliyorum.

Bu vesileyle aramızda olan İstanbul gibi, Kocaeli gibi bildiğim kadarıyla başka illerden gelen il başkanlarımıza, ilçe başkanlarımıza buradan tekrar selamlarımı, iyi dileklerimi sunmak istiyorum. Hayırlı uğurlu olsun diyorum. Hepinize başarılar diliyorum. Sağ olun, var olun.

Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.

27 Mayıs 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İzmir İl Başkanlığı Binası Açılışı Konuşması

İzmir
İl Binası Açılış Konuşması

DEVA Partisi’nin Değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, İzmir il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Teşkilat mensuplarımız,
Sevgili İzmirli, Egeli gönüldaşlarımız,

Bu program vesilesiyle çevre illerden ve hatta uzaklardan gelip bizlerle beraber olan çok değerli konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan şu anda bizleri izlemekte olan tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum ve İzmir İl Teşkilatımızın Hizmet Binası’nın açılış törenine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün güzel İzmirimize hizmet edecek, İzmirlilerin buluşma noktası olacak yeni il başkanlığımızın açılış töreni vesilesiyle birlikteyiz.

Bugün burada, sadece bir bina açılışı yapmıyoruz değerli arkadaşlar, bugün İzmir için çok önemli bir hizmet noktası açıyoruz.

Bugün burada bir demokrasi merkezi açılışını gerçekleştiriyoruz.

Bugün burada, atılımın ve çözümün merkezinin açılışını gerçekleştiriyoruz hep beraber.

Her İzmirlinin, her Egelinin başı sıkıştığında geleceği,

Derdini anlatacağı bir mekan olacak burası.

Hem problemleri dillendireceği hem de çözüm önerilerini DEVA Partisi teşkilatımıza anlatacağı bir yer burası.

Güzel İzmirimize hayırlı olsun diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün tarihimizde acı bir günün yıl dönümü.

Bugün, demokrasimizin utanç sayfalarında yer alan 27 Mayıs darbesinin 61. senesi.

61 sene önce bugün, cumhuriyet tarihimiz boyunca, o güne kadar demokrasimize karşı gerçekleştirilen en büyük saldırılardan birisi gerçekleşti.

Ülkemizin seçilmiş başbakanı, istiklal madalyası sahibi Adnan Menderes ve Demokrat Partili arkadaşlarının yönetimine askeri cunta el koydu.

Ve devamında Yassıada yargılamalarında ne acı ki; Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edildi.

Değerli arkadaşlarım,

Bugün geldiğimiz noktada, 27 Mayıs darbecileri, hak ettikleri yere, tarihin utanç sayfalarına yazıldılar.

Bugün kimse tarihimizi cuntanın ayak izleriyle lekeleyenleri hayırla yad etmiyor.

Kimse o cuntacıların ismini gururla anmıyor.

Ancak milletimiz, darbecilerin katlettiği o aziz vatan evlatlarını hiçbir zaman da unutmuyor.

Onların isimlerini milletimiz gönlünde, vicdanında, aklında saklıyor.

Onların isimlerini caddelerde, sokaklarda, okullarda yaşatıyor.

Bugün İzmir’deyiz.

Dün bu güzel şehrimize uçaktan inip de adımımızı attığımız anda Adnan Menderes Havaalanı’ndayız.

Cuntacıların adını hatırlayan var mı?

Tarihin o kötü sayfalarına onlar yazıldılar ve toplum vicdanında çoktan mahkûm edildiler.

Komşu il Manisa’da gençler Celal Bayar Üniversitesi’nde okuyor.

Demek ki neymiş, demokrasi kahramanları hep hayırla yad edilecek, hep iyi hatırlanacak.

Halkımız, demokrasi kahramanlarının isimlerini, hatıralarını hep yaşayacak hep yaşatacak.

Ben bu vesileyle, güzel İzmir’imize geldiğimizde ismiyle bizleri hüzne boğan merhum Adnan Menderes’i, Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Hasan Polatkan’ı bir kez daha rahmetle ve minnetle huzurlarınızda anmak istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Demokrasi, milletimizin sesini egemen kılmaktır.

Demokrasi halkın iradesinin, halkın egemenliğinin varlığıdır.

Ve bu konuda Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü de mutlaka burada hayırla yad etmek istiyorum.

Kurtuluş Savaşı’nın başladığı, Millî Mücadele’nin verildiği o günlerde, o savaş değerli arkadaşlar meclis binasından yönetiliyordu.

Orada, meclis binasında, ilk kurucu meclis binasında hukuk işliyordu. Her şey kayıt altına alınıyordu.
Cephede ülkeyi tutacak hukuktur diyordu, o gün o mecliste konuşanlar. İşte bu ülkenin temel taşında demokrasi vardır.

Bu ülkenin temel taşlarında hukuk vardır.

Bu ülkenin kurucu iradesinde özgürlükler vardır, insan hakları vardır, demokrasi vardır, hukuk vardır, adalet vardır.

Bugün ülkeyi yönetenler bunların hepsini unutmuş durumda. Kendilerinden zannediyorlar her şeyi.
Öyle değil.

Siz o temeli sağlam tutmazsanız, o temele zarar verirseniz ülkeye büyük zarar vermiş olursunuz.

O temeli, demokrasi temelini, hukuk temelini sağlam tutmazsanız bu ülkenin ekonomisini bir krizden başka krize savurursunuz.

Zaten şu anda maalesef yaşadığımız bu.

Bu nedenle değerli arkadaşlarım, hepimizin üzerimize düşen en önemli görev;

Demokrasimize karşı yöneltilen her türlü kalkışmanın karşısında dimdik durmaktır.

Demokrasiye karşı hareketler sadece askeri darbe ile olmaz.

Demokrasiyi sulandıran yönetim tarzıyla, yönetim zihniyetiyle halkın iradesini yok sayan bir yönetim de bu ülkenin demokrasisine zarar verir.

Anayasal düzeni korumak, millet iradesini her şeyden, herkesten üstün tutmaktır .

Bu ülke hukukla ayakta durur. Bizim halkımıza sözümüz;

Koşullar ne olursa olsun, hukuk devletini korumak ve hukukun üstünlüğünden asla vazgeçmemektir.

Biz hiçbir vesayet odağına, siyasetin üstünde bir güç atfetmeyiz.
Bu ülkenin sorunlarının çözümü meşru demokratik siyaset yoluyla olacaktır.

Bu ülkede halkın iradesiyle, halkın desteğiyle artık yönetmeyi zor görenler, halkın iradesinin zayıfladığını görenler hukuksuzlukla, çeteyle, mafyayla, suç örgütleriyle bu ülkeyi idare etmeye çalışıyorlar.

Bu ülkeyi parsel parsel suç örgütleri arasında paylaştırıyorlar.

Herhalde şu son 1 aydır ortaya saçılan şu pislik, her yerden adeta irin fışkırıyor.

Bu gerçekleri maalesef göz önüne koyuyor.

*****

İşte değerli arkadaşlarım İzmir, bu anlamda demokrasiye olan bağlılığını tarihimizin her döneminde göstermiştir.

Ve İzmir, cunta anayasasının, oylandığı dönemde, “hayır” oyu veren bir şehrimizdir.

Ve bu yüksek demokrasi bilinci, demokrasiye sahip çıkma iradesi İzmir’de çok güçlüdür.

Tarihin her döneminde de böyle olmuştur.

Ben bugün medyamız ve sosyal medya hesaplarımız vasıtasıyla tüm ülkeme de seslenmek istiyorum.

Ve tüm ülkeme buradan, İzmir’den seslenmek istiyorum.

Bugün Yassıada’da diğer adıyla Yaslıada’da toplanıp adeta bir tiyatro oyunu hazırlayanlara da sesleniyorum:

Bugün biliyorsunuz, Yassıada’da bir program var.

O adadaki beton yığınını, adadaki gayrimenkul projesini herhalde görmüşsünüzdür, tanımışınızdır.

Siz, buradan ben oradakilere sesleniyorum.
Yassıada’da, sözüm ona, demokrasi nutku atacaklara sesleniyorum şimdiden.

Siz hafızalarımıza kazınan 61 yıllık zulmün yaşandığı o “yaslı” ada’ya bir gayrimenkul projesi kondurdunuz.

O Yaslıada adeta beton yığını haline geldi.

Üstelik hukuk devletini yok ederek, demokrasimizi yaraladığınız bir dönemde bunu yapıyorsunuz.

Bugün demokrasimiz iyi işlemiyorsa, bunun sebebi sizsiniz siz, başka yerde aramayın suçluyu.

Siz ülkeyi yönetilmesi gerektiği gibi yönetin, gerçek anlamda demokrasiyle, hukukun üstünlüğü ilkesiyle yönetin bu ülkenin karşısına hiçbir güç duramaz.

Hiç kimse bu ülkeye zarar vermeye cüret edemez.

Şimdi kalkıp, bugün ne yapacaklar Yassıada’da bu tarihsel olaylarla bir yandan kendilerini meşrulaştırmaya çalışacaklar, biraz da mağduriyet oyunu oynayacaklar, işte zamanında rahmetli Menderes’i idam ettiler. Bakın bana da saldırıyorlar, saldıracaklar gibi hikayeleri duyacağız bugün.

Ben programın nasıl olacağını bilmiyorum ama gayet iyi tahmin ediyorum. Oradaki tiyatro düzeninin ne olacağını gayet iyi tahmin ediyorum.
*****
Değerli arkadaşlar;

Hiç kimsenin şüphesi olmasın,

Bugün ülkemizi karamsarlığa itenler,

Gençlere umutsuzluktan başka hiçbir şey vaat edemeyenler,

Bu milleti geçmişin yaşanan acılarıyla tehdit etmeye çalışıyorlar.

“İşte zamanında darbe yapılmıştı, o dönemin Başbakanı idam edilmişti ya” diyecekler, diyorlar.

Öncelikle siz yönetim olarak hukuka bağlı kalın, hukuk içerisinde kalın, çeteyle mafyayla, illegal yapılarla gerektiği kadar mücadeleyi ortaya koyun, ondan sonra korkmayın.

Böyle yapmıyorlar.
Ben hepinizin huzurunda açıkça söylüyorum;

Kimse geçmişin travmalarıyla bu milletten oy toplamak gibi ucuz hesaplara kalkışmasın.

Kimse o eski Türkiye’nin karanlığını bugünün Türkiye’sine bir sopa gibi kullanmaya da kalkmasın.

Çünkü artık, değerleri arkadaşlarım, umudun bir adresi var. Çünkü artık, demokrasinin bir adresi var.
Atılımın bir adresi var.
Çünkü artık, DEVA Partisi var.

DEVA Partisi; milletimizin tüm demokratik kazanımlarının güvencesi olduğunu bilerek çalışıyor.

DEVA Partisi; demokrasimizi yeniden ayağa kaldırmanın, yeniden diriltmenin hazırlığını yapıyor şu anda.

Ülkemizin tüm demokrat insanlarıyla birlikte, tertemiz bir sayfa açacağımızı bilerek her gün, her saat, her dakika çalışıyoruz.

Bakın burada İzmir Teşkilatımız var, 20 ilçemizden gelen İlçe Başkanlarımız var.

Pırıl pırıl bir ekip.
Bu ülke sevgisiyle kalbi atan bir ekip.

Bu ülke için, yarınlar için, çocuklarımız için, gençlerimizin için her türlü riski ve fedakârlığı göze alarak çalışan bir ekip.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugün ülkemiz çok derin bir yönetim krizi yaşıyor.

Son birkaç haftadır, yasa dışı faaliyetlerin, siyasetin merkezine oturduğuna dair iddialara tanık oluyoruz.

Bakanları, siyasetçileri, bürokratları ve hatta kendilerini gazeteci diye tanıtıp şahsi çıkar peşinde koşanları da kapsayacak çerçevede vahim iddialar ithamlar duyuyoruz her gün.

Ülke gündemini işgal eden bu iddialardan, bu mafya-siyaset-bürokrasi üçgeninden ben ülkem adına utanç duyuyorum.

Daha kötüsü, tüm ülke bu iddialarla çalkalanıyor fakat tek bir savcı dahi bir süreç başlatmıyor, başlatamıyor.

Şu hususun altını özellikle çizmek istiyorum ki:

Bugün karşı karşıya olduğumuz mesele, sadece gündeme düşen bazı iddialardan ibaret değil.

Sorun, ülkeyi yönetenlerin çarpık zihniyetinin ve bu kötü siyaset anlayışının varlığı aslında.

Sorun, hukuk devletinin katledilmiş olması.

Sorun, sivil toplumun, özgür basının ve ifade özgürlüğünün önemli bir ölçüde yok edilmiş olması.

Sorun, tarafsız ve bağımsız yargının neredeyse ortadan kaldırılmış olması.

Bakın, tüm bu olanlar bir diğer vahameti daha ortaya koyuyor: tüm bunlar, bugünkü iktidarın halkımızın gerçek gündeminden tamamen uzaklaştığını gösteriyor .

Bugün İzmir bir sanayi ilimiz. Aynı zamanda bir tarım ilimiz.

Çiftçilerimiz kan ağlıyor. Hiç yaşanmayan olaylar yaşıyoruz. Traktörler haczediliyor bugün.

Vatandaşlarımız pazarda, yere düşen sebzeleri meyveleri toplayıp evine götürüyor .

Esnaf siftah yapamıyor. Hele hele kapanma döneminde sadra şifa destek de verilmeyen esnafımız aç biilaç ortada bırakılıyor.

Emeklilerimiz, sabit gelirlilerimiz, enflasyon karşısında, hayat pahalılığı karşısında her gün satın alma güçlerinin düştüğünü görüyorlar. Her gün yoksullaştığını görüyor insanlarımız.

Bu ülkede artık yoksulluk intiharları var. Yoksulluk intiharı diye bir şey yoktu arkadaşlar bu ülkede. Böyle bir şey biz bilmezdik.

Açlıktan, fakirlikten, yokluktan canına kıyan vatandaşımız yoktu bu ülkede. İlk defa bu hükümet maalesef bunları da gösteriyor.

Ve geçenlerde, bu iddiaların ortasındakilerden birisi de, ne yaptı, bu ortaya saçılan iddiaların tam da ortasındaki, merkezindeki bir siyasetçi, ne yaptı, televizyon programına çıktı, anlatıyor anlatıyor. Ya sen önce sorulanlara cevap versen. Bir sürü iddia var, onlara cevap versene. Ne yapıyor, konuyu hedefinden saptırıp, başka kişilerin isimlerini telaffuz ediyor. Arada benim deadımı geçiriyor, geçtiğimiz günkü televizyon programında, bana da laf etti.

Ne diyor, “kritik bir dönemde Ali Babacan diyor, vatandaşın işini, aşını ekonomisini düşünüyor” diyor.

Ne yapacaktım?

Sizin aklınız başka yerlerde olabilir.

Sizin aklınız şahsi çıkar hesapların da olabilir, siyasi çıkar hesaplarında olabilir.

Alaverede dalaverede, kumpaslarda olabilir.

Biz tabi ki vatandaşı düşüneceğiz.

Ben o gün, Başbakan Yardımcısıyım. Ekonomini Koordinasyonundan sorumlu Başbakan Yardımcısıyım. Tabi ki ekonomiyi düşüneceğim. Tabi ki bu vatandaşımın refahını düşüneceğim, aşını işini düşüneceğim.

Atalarımız ne demiş, kişi kendinden bilir işi, devamını konuşmayalım.
Siz herkesi kendiniz gibi şahsi ikbal peşinde koşanlardan görüyor olabilirsiniz.

Biz öyle değiliz.
Alnımız açık, başımız dik.

Zerre kadar korkumuz yok.
İstediğiniz kadar iftira atın, istediğiniz kadar karalayın.
Bunların hiçbirisi tutmaz. Hiçbirisi işlemez.
Bizim geçmişimizden zerre kadar şüphemiz olsa bu yola baş koymazdık. Siz kendinize bakın.
Siz kendinize bakın.

İktidarın büyük ortağının, küçük ortağına mahkum olduğunu bilip, küçük ortak üzerinden kendinize güç devşirip, şurada bir süre daha, çok değil birkaç gün daha Bakanlık yapmak bu kadar kıymetli bir şey değil.

Nasıl olsa bu görevlerin hepsi bitiyor.

Bu görevler bittikten sonra, siz bu ülkenin vatandaşının karşısına mertçe çıkabiliyor musunuz?

Alnınız ak, başını dik çıkabiliyor musunuz? Mesele budur.

Siz bunları düşünün.

Bırakın başka işleri.

Ben her an, çalıştığım her dönem, bu ülke için hizmet ettiğim her dönem önce bu milletimi düşündüm, milletimi de düşünmeye devam edeceğim.

DEVA Partisi kadroları olarak böyle çalışıyoruz.

Biz yolsuzlukla mücadele, şeffaflık, imar rantları konusunu çalışıp da sunduğumuzda, ne diyordu bize: “Bunları yaparsak il başkanı, ilçe başkanı bulamayız” diyordu.

Bu basına da yansıdığı için burada tekrar etmekte bir yanlışlık görmüyorum.

Bizim şu anda 81 ilde, 81 il başkanımız görevinin başında.

973 ilçenin 600’ünde ilçe başkanımız görevinin başında.

Şu anda DEVA Partisi’nde il başkanı, ilçe başkanı olmanın getirisi mi var?

Hükümetin rantından, ülkeyi yönetmenin gücünden istifa etmek diye bir şey mi var?

Tam tersine, her türlü risk var.

Bu işin maddi külfeti var, manevi külfeti var.

Bizim bütün ilçe başkanlarımız, il başkanlarımız bizim, böyle çalışıyor.

Bu ülke için çalışıyor, bu vatan için çalışıyor.

Biz nasıl bulduk, Sayın Erdoğan’a soruyorum. İl başkanı, ilçe başkanı bulamam diyor, biz nasıl bulduk?

Dürüst ve işinin ehli insanlarla çalışırsanız, kadronuzu rahat kurarsınız, hiç korkmayın.

Yanlı insanları etrafınıza toplarsanız, o zaman dürüst adam bulamıyorum, dürüst adamlar benimle çalışmıyor diyebilirsiniz.

Sonucu da budur, bugünkü iktidarın geldiği nokta budur.

Tabi ki değerli arkadaşlar her şeyden önce insan diyeceğiz.
Çünkü biz şu anda ülkeyi yönetenler gibi ikbalimizi bir koltuğa bağlamış değiliz.

Ben 13 yıl bakanlık yaptım. 13 dakikada masamı toplayıp, ceketimi alıp çıkacakmış gibi çalıştım. Onu bir emanet olarak gördüm. Milletimin bir emaneti olarak gördüm. Ve öyle çalıştım. Böyle çalışarak da Cumhuriyet tarihinin en uzun süre bakan olarak bu ülkeye hizmet eden kişisi olmanın da şerefini yaşadım, çok şükür. Ama her an bırakabilecekmiş gibi çalışmanız lazım. Her an rahat olmanız lazım. Eğer birileri oturdukları koltuklara yapışıyorsa arkadaşlar, bilin ki orada bir sorun var. Bilin ki problem var. Kalkmaya bırakmaya korkuyorlar. Ya büyük menfaat var ya da kalktıkları zaman ortaya saçılacak bir sürü yanlışlıklar var. Onun için ısrarla, inatla koltuğa yapışanların olduğunu görüyoruz bu ülkede.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Hani diyorlardı ya Ali Babacan ekonomiyi düşünüyor diye, onlar ne yaptı? Şimdi şu son dönemde ne yaptı?

Esnafa destek paketi açıkladılar; En son paket 3 bin lira, 5 bin lira. O da alabilene. Şu an bir asgari ücretli çalışanın işverene maliyeti 4200 lira, arkadaşlar. Bir asgari ücretle çalışanın işverene maliyeti. 1 kişinin 1 aylık maliyeti. Bunlar ne diyor? Bir defalık 3 bin lira 5 bin lira destek vereceğiz, işte esnafa desteğimiz bu.

Kopmuşlar, bu ülkenin gerçeklerini bilmiyorlar.
Bu ülkenin çiftçisinin, esnafının yaşadığı sorunları bilmiyorlar.

O 100 araçlık konvoylar, o 8 uçaklı yurtdışı seyahatleri, saraylar, bunları milletten koparttı.

Gelsinler şöyle İzmir’de ana caddelerde bir yürüsünler.

Ben Sayın Erdoğan’a sesleniyorum. Şöyle biraz koruma sayısını azaltsın, tamam sıfırlamasın azaltsın, şöyle bir İzmir’in ana caddesinde kalabalık çarşılarında bir yürüsün. 10 dakika rica ediyorum, 10 dakika. Daha uzun süre değil. O 10 dakikada duyacakları, izleyecekleri zaten ülkenin özetini ona verecektir. Ama yapmıyor, yapamıyor, başına gelecekleri biliyor.

Bir de ya bir de dün üstelik çıkmış ne diyor? Bir muhalefet partisinin Genel Başkanı’na yapılan bir siyasi şiddeti destekliyor ve daha fazlasını teşvik ediyor.

Dünkü açıklamalarını duydunuz mu arkadaşlar?

Akıl alır gibi değil ya?

Bir devletin varlık sebeplerinden biri vatandaşının güvenliğini sağlamaktır.

O devletin başındaki kişinin yani Devlet Başkanı’nın yani Cumhurbaşkanı’nın 1 numaralı işi de tüm vatandaşlarını olduğu gibi siyasi partilerin Genel Başkanlarının da güvenliğini sağlamaktır, güvenliğinden sorumlu olmaktır.

Başına gelen iyi oldu diyor. Daha da fazlası olacak diyor.

Böylesine artık gözleri körleşmiş, böylesine bu ülkenin gerçeklerinden kopmuş.

O iktidarı kaybetme korkusu iliklerine kadar işlemiş. Benim dünkü konuşmadan gördüğüm tablo bu.

Artık Cumhurbaşkanlığı görevini falan neredeyse bir kenara bırakmış bir siyasi rakip olarak bu devlet gücünü kullanarak ben rakiplerimi nasıl yıldırırım nasıl korkuturum bunun derdine düşmüş.

Demek ki neymiş arkadaşlar artık bu iktidarın gitme zamanı hızla yaklaşıyor, hızla yaklaşıyor.

Değerli arkadaşlar gerçekten ülkemizin durumu çok çok kötü.

Ekonomiyle ilgili konuşacak çok şey var. Bugün zaten esnafımızla buluşacağız.

Esnafımızı daha çok desteklememiz gerekiyor.

Dar gelirli vatandaşlarımıza daha çok destek vermemiz gerekiyor.

Çiftçimize daha çok destek vermemiz gerekiyor.

Ama öncelikle de bu makroekonomiyi düzgün yönetmek gerekiyor.

Her kur sıçraması dönüyor hayat pahalılığı olarak vatandaşımızı vuruyor.

Kur niye artıyor?

E siz bu ülkenin Merkez Bankası rezervlerini tüketirseniz, o rezervlerdir ülkenin döviz istikrarını sağlayan önemli konulardan bir tanesi.

Taraflı cumhurbaşkanı, partili cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verip bu ülkenin rezervlerini eritirseniz işte karşılaşacağınız ekonomik tablo da budur.

Ve o makroekonomik dengeler bozulduktan sonra zaten onu telafi etmek için dağıtacağınız destekler de küçük miktarlarda olur.

Ne demişler, ‘Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz’ diye.

Şu anda devletin vermeye çalıştığı destekler hem çok küçük, yetersiz ve üstelik çok geç.

Onun için de bir işe yaramıyor zaten.

İşte değerli arkadaşlarım, işte bu yüzden biz her an halkımızın içinde halkımızla beraber sorunların çözümü için çalışacağız.

Aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri maalesef tutuk, baskı altında korku altında yeterince bunu yapamıyor.

Basınımızın medyamızın bir kısmı etki altına alınmış baskı altına alınmış yeteri kadar gerçekleri dillendiremiyor.

Dolayısıyla tam da bu yüzden bize çok görev düşüyor.

Milletimizin aklıyla onuruyla gururuyla alay eden zihniyeti her yerde anlatacağız.

Ve aziz milletimize kulak vereceğiz. Onları dinleyeceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya da devam edeceğiz.

Ben bu vesileyle bir kez daha İzmir il teşkilatımıza, değerli başkanı Seda Hanım’a ve tüm çalışma arkadaşlarına bu vesileyle başarılar diliyorum.

İzmir il teşkilatımızın, tüm ilçe teşkilatlarımızın bu güzel şehrimize iyi hizmetler vermesini gönülden arzu ediyorum.

Ve il hizmet binamızın gayet güzel merkezi bir yerde, havadar ve İzmir’e hakim bir konumdaki bu güzel hizmet binasının da tekrar hayırlı olmasını diliyorum.

Hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun.

25 Mayıs 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Gündem Konuşması

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 25 Mayıs 2021 tarihli konuşması

Sevgili vatandaşlarım,
Çok üzgün olduğunuzu, endişelendiğinizi biliyorum.

Koskoca ülkenin itibarının nasıl iki paralık edildiğini gördükçe içinizin acıdığını ve tüm bu olan bitenleri kızgınlıkla karşıladığınızı biliyorum.

İsyan ettiğinizi, “Artık yeter!” dediğinizi duyuyorum.

Anne babaların, çocuklarının yarınlarından kaygı duyduğuna şahit oluyorum.

Gençlerimizin umutlarının nasıl karardığını görüyorum.

Haklısınız.

Bu ülkeyi suç örgütlerinin oyun alanına çeviren yöneticileri hak etmiyoruz.

Suç örgütlerinin üzerine gitmek şöyle dursun, onlara her türlü ayrıcalığı tanıyıp ülkeyi korku egemenliğine hapseden yöneticileri hak etmiyoruz.

Hukuku hiçe sayıp, tüm yargı mekanizmasını baskı altına alıp sonra da utanmadan, sıkılmadan, yüzü dahi kızarmadan ‘yargı gereğini yapsın’ diyerek adeta milletle dalga geçen zihniyeti hak etmiyoruz.

Hukukun dışına çıkan ve bunun toplumsal sonuçlarını hesap edemeyen ferasetsiz insanların yönettiği bir ülke olmayı hak etmiyoruz. Suç örgütleriyle aynı çuvala girmiş olanların yönettiği bir ülke olmayı hak etmiyoruz.

Suç örgütlerinden, mafyadan medet uman ve toplumu baskı altına almak için bu hukuk dışı yapılara alan açan, adaletten nasibini almamış insanların yönettiği bir ülke olmayı hak etmiyoruz.

Kızmakta, isyan etmekte sonuna kadar haklısınız.

Bugün gerçeği cesurca konuşma zamanıdır. Yaklaşık bir aydır tüm toplumun gündemini meşgul eden iddialar hepimizin malumu.

Anne babalar olarak bu video yayınları izleyen çocuklarımızdan, gençlerimizden utanır hale geldik.

Bu milletin bağlı olduğu değerlere halel getirmeye çalışanlara hadlerini bildirme zamanı geldi artık.

Ortalama bir demokraside sadece bir tanesi bile hükümetleri sallamaya yetecek kadar vahim olan iddialar toplumun önüne saçılıyor. Fakat ülkeyi yönetenler ya sessiz kalmayı tercih ediyorlar ya da her zamanki gibi birtakım ezberlere sığınıp konuyu sulandırmaya çalışıyorlar.

Milletin karşısına çıkıp devlet vakarıyla iddialara cevap vermek yerine, devletin bekası söyleminin arkasına sığınarak insanların aklıyla alay ediyorlar.

Hiç kimse kusura bakmasın;
Bu devletin bekası mafyayla, suç örgütleriyle iş birliği yaparak sağlanmaz!

Bu devletin, bu ülkenin bekası hukukla, adaletle sağlanır! Hukuk sınırlarında kalarak sağlanır.

Her başları sıkıştığında ‘dış mihraklar’ masalı anlatmanın kâr etmediğini göremeyecek kadar da milletten kopmuş durumdalar.

Her evde, her sokakta, her köşe başında bu vahim iddialar konuşuluyor fakat her konuda açıklama yapma gereği duyan, en küçük topa bile giren, köşe yazarlarına laf yetiştiren, yandaş tetikçilerin kulaklarına ‘şunu yazın, söyleyin’ diyen sayın Cumhurbaşkanı bu konuda tek bir kelime dahi etmiyor.

Daha kötüsü; tüm ülke bu iddialarla çalkalanıyor. Ama tek bir savcı dahi soruşturma başlatmıyor.

Daha evvel ‘Ülkemizi 90’ların karanlığına son sürat götürüyorsunuz’ demiştim. Ama siz maalesef 90’lara bile rahmet okutuyorsunuz.

Bugün karşı karşıya olduğumuz mesele sadece gündeme düşen bu iddialardan ibaret değildir.

Sorun bu sonucu doğuran zihniyetin ve siyaset anlayışının varlığıdır. Sorun, hukuk devletinin katledilmiş olmasıdır.

Sorun, sivil toplumun, özgür basının ve ifade özgürlüğünün yok edilmiş olmasıdır.

Sorun, Tarafsız ve bağımsız yargının ortadan kaldırılmış olmasıdır. Sevgili vatandaşlarım;
Adalet mülkün temelidir.

Adaletin olmadığı, hukukun ayaklar altına alındığı, tüm kurum ve kuruluşların liyakatsiz insanlarla doldurulduğu, bir grup insanın kendini hukukun üstünde gördüğü bir ülkede elbette mafya da olur çete de olur suç örgütleri de cirit atar.

Öyle bir an gelir ki, yönetenlerin de bunları engellemeye gücü yetmez.

Ağzını açıp tek kelime edemezler, yorum dahi yapamazlar. Çünkü kurdukları bu çarpık düzenin gün gelir esiri olurlar.

Sevgili vatandaşlarım;

Devletler ancak adaletle ayakta durur.

Toplumsal barışın ve huzurun kaynağı her şeyden önce adalettir.

Adaletin olmadığı toplumlar çürümeye, adaleti yaşatmayan devletler yıkılmaya mahkumdur.

Buradan bir çağrı yapıyorum:

Vicdan sahibi, ülkesini seven her yurttaşımızı ülkesine sahip çıkmaya çağırıyorum.

Tüm hukuk ve yargı temsilcilerini ülkemize hep birlikte sahip çıkmak için göreve çağırıyorum. Savcılarımızı göreve çağırıyorum!

Ondan bundan sinyal beklemenize gerek yok. Bu ülkenin savcısıysanız, bu ülkede bağımsız yargı adalet için esassa durmayın; harekete geçin.

“Vicdan sahibi, hukuka, adalete bağlı hiç mi savcı yok bu ülkede?” diye bazen düşünüyorum. Anlıyorum; baskı büyük.

Anlıyorum; hükümet sizi baskı ve korku iklimi altında işinizi yapmaya zorluyor.

Ama bu ülke, öyle anlar gelir ki her şeyi göze almayı gerektirecek dönemler yaşar.

Bu ülke öyle dönemler yaşar ki hiç kimsenin artık kendinden korkmadığı, bu ülke için mücadele etmesi gereken dönemler yaşar.

Şu anda da o dönemlerden birini yaşıyoruz.

Bu ülke hakikatleri, bir organize suç örgütü liderinin ağzından çıkan sözlerde aramamalı.

İnanın üzülüyorum. İlk üç dakikasından sonra dinlemeye dayanamadım. Bu ülke buna layık değil.

Bu ülke nereye bakmalı, hakikati nerede aramalı?

Bu ülke hakikati, yürekli bir cumhuriyet savcısının kaleminden çıkan iddianamede aramalı.

Milletin seçip vekil olarak Meclis’e gönderdiği milletvekillerine ve Meclis’te grubu bulunan tüm siyasi partilere sesleniyorum.

Derhal bir soruşturma komisyonu kurun ve bu korkunç iddiaların açığa kavuşması için çalışmalara başlayın.

Sadece şuradan buradan yayınlanan videolar değil, daha büyük resme bakın. Bu ülkenin hukuksuzluklarına, mafya, çete ve her türlü yapılanmalarına bakın.

Tam da bugün halk iradesinin temsilcisi olmak, milletin emanetine sahip çıkma günüdür.

Halkımız sizleri adalete sahip çıkın diye seçmiştir. Unutmayın siz öncelikle milletin vekilisiniz.

Bunu vicdanlarınıza sorun.

Demokrasimizde en yüksek temsil gücüne sahip olan organ olan Meclisimizin tam da görev zamanıdır.

Sayın Cumhurbaşkanına sesleniyorum;

Her konuda tek yetkili olmayı çok istediniz.

Tek bir imzayla ülkeyi yönetmeye siz talip oldunuz.

Bakanları adeta sekreterya seviyesine düşürüp, “kabine” tabirini siz kullanmaya başladınız.

Ancak unutmayın;

Tek yetkili olmak, tek sorumlu olmayı da beraberinde getirir. Sistem eski sistem değil. Eski sistemde siyasi sorumluluk Bakanlar Kurulu’nun kolektif, müşterek sorumluluğuydu.

Şimdi öyle değil. Siz artık tek sorumlusunuz. Yeni sistem, kendi isteğinizle, kendi istediğiniz yönde sizi tek yetkili ama aynı zamanda tek sorumlu yaptı.

Tek yetkili makamda olmak, tek “hesap verme” makamında olmaktır. Böyle değilmiş gibi davranamazsınız.

Ortaya çıkan bu vahim tablonun tek bir siyasi sorumlusu vardır, o da sizsiniz!

Derhal sizi o makama getiren milletin karşısına çıkın ve tutumunuzu ortaya koyun. Sessiz kalarak, görmezden gelerek bu sorunların kendiliğinden yok olmasını beklemeyin. Çıkın bu iddialar karşısındaki görüşlerinizi açıkça ortaya koyun.

Ya atadığınız bakanınıza, görev verdiğiniz parti yöneticilerinize sahip çıkın ya da bu insanları görevden alıp yargının işini rahat yapmasını sağlayın.

Sevgili vatandaşlarım;

Türkiye bu hukuksuzluğa, suskunluğa, bu çaresizliğe ve umutsuzluğa mahkûm değil.

Gerçek bir hukuk devletinde, demokratik bir ülkede huzur ve refah içinde yaşamak, yarınlara umutla bakmak hepimizin hakkı. Özellikle çocuklarımızın, gençlerimizin hakkı.

Biz bu liyakatsiz ve basiretsiz insanlara mecbur değiliz.

Biz bu keyfî yönetime mecbur değiliz.

Biz bu kötü yönetime mecbur değiliz.

Hakkı, hukuku hiçe sayan, vatandaşın alın teriyle kazandıklarını üç beş kişiye yedirenlere mecbur değiliz.

Bu topraklar çok karanlık günler gördü, çok sancılı günler geçirdi. Ama her zaman karanlıklardan dimdik çıktı.

Korkmayın, çoğunluk bizleriz. Bu kötü insanlar azınlık. Önce gençlere bir şeyi söylemek istiyorum.

Sizler için bu rezillikleri anlamanın zor olduğunu biliyorum. Ama şunu ifade etmek istiyorum:

Ülkelerin inişli çıkışlı demokratikleşme evrelerinde böyle acı verici şeyler maalesef olabiliyor. Ancak bunlar yeniden doğuş öncesi sancılardır.

Bu büyük millet, bu iktidarın işkencesine biraz daha sabredecek ama ilk seçimde milletimiz gereken cevabı verecek ve bu iktidarı tarihin çöplüğüne atacaktır.

Geleceğin tam olarak nasıl olacağını kimse söyleyemez. Geleceği yalnız Allah bilir.

Şunu söyleyebilirim ki ülkemizin yarınları bugünlerinden daha iyi olacaktır. Daha iyi günler göreceğiz.
Yarınlar korkaklara ait değildir.
Daha güzel yarınları dürüst, işi bilen ve cesur insanlar inşa edecektir.

Tüm yaptıkları rezilliklere, iftiralarına, çetelerine rağmen bu yoldan vazgeçmeyeceğiz.

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak, Ali Babacan olarak söz veriyorum.

DEVA kadroları olarak söz veriyoruz.

Hep birlikte bu günleri aşacağız. Bu kabustan elbette uyanacağız.

Hukuksuzluğun ve mutlak otorite ile keyfi yönetimin sonsuz olacağını zannedenlere sesleniyorum:

Biz o günleri daha evvel bitirdik; bu millet bitirdi. Yine bitirecek.

Bu ülkeyi hızla demokratikleştirmek ve geliştirmek için çok çalıştık; yine çalışacağız.

Ülkemizi suç örgütleri arasında bölüştürenlerin tüm hevesini kursaklarında bırakacağız.

Türkiye’nin hak ettiği hukuk düzenini; adil, şeffaf, demokratik bir yönetim düzenini kuracağız.

Varsın, iktidar ortağının arka bahçesi olan suç örgütlerinin, çetelerin sözcüleri bizi tehdit etsin...

Biz; tüm tehditlere rağmen, yolumuzdan asla dönmeyeceğiz.

Hep beraber, bir kişiyi dahi geride bırakmadan demokrasimiz için yola çıktık. Her şeyi göze aldık.

Enseyi karartmaya gerek yok. Herkes haysiyetli bir yaşamı, huzuru, özgür ve müreffeh Türkiye’yi hak ediyor.

Biz buradayız.

DEVA bir harekettir. DEVA, popülizm yapmaz.

Biz bu büyük değişime önderlik edecek hareket olduğumuzu biliyoruz.

Daha büyük bir şeye inanıyoruz, sizlere. Vatandaşlarımıza, tüm milletimize, gençlerimize inanıyoruz.

Siz de inanmak zorundasınız.

Çünkü DEVA Partisi ve tertemiz kadroları bu ülkeye güveniyor.

Vatandaşlarımızın engin sağduyusuna ve gençlerimize güveniyoruz.

DEVA Partisinin tertemiz kadroları bu ülkenin tüm pisliklerini halkımızla beraber temizleyecek.

Devlet yönetiminde ehliyeti ve liyakati tesis edeceğiz.
Hukukun ve demokrasinin bayrağını hep beraber göndere çekeceğiz. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Biz buradayız; kadrolarımızla, programımızla, projelerimizle, eylem planlarımızla hazırız.

Aziz milletimizle birlikte, bir avuç çetenin, mafyanın ve suç örgütlerinin çürümüş düzeninden hep birlikte bu ülkeyi kurtaracağız.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

12 Nisan 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Çankaya İlçe Kongresi Konuşması

Çankaya 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Ankara il teşkilatımızın ve Çankaya ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Ankaralı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çankaya ilçe teşkilatımızın Birinci Olağan Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

*****

Çankaya ilçe teşkilatımızda görev alan ve görev alacak tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi bugün başkentimizdeki ikinci ilçe kongremizi yapıyoruz. Geçtiğimiz hafta Mamak’taydık. “Mamak’ın DEVA’sı hazır” dedik. Ve bugün Çankaya’dayız.

Tabii Çankaya, benim için çok özel bir ilçe. Ankara’da doğup büyümüş bir arkadaşınız olarak, okul hayatımı Çankaya’da geçirdim. Hem liseyi hem de üniversiteyi Çankaya’da okudum. O yüzden Çankaya’nın yeri ayrı...

Ama Çankaya’nın yeri tüm ülkemiz için de ayrı. Çankaya, aynı zamanda tüm Türkiye’nin de kalbi. Çünkü gazi meclisimizin ev sahibi.

Çankaya denilince hepimizin aklına, güçler ayrılığı gelir. Yasamanın, yürütmenin ve yargının birbirinden bağımsız çalışması gelir.

Ne yazık ki bugün güçler ayrılığından söz etmek bile mümkün değil.

2017 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle beraber tüm yetki tek bir kişinin eline geçti.

Her türlü keyfilik sıradan hale geldi.
Bağımsız işlemesi gereken kurumlarımız şamar oğlanına döndü. Denge ve denetleme mekanizmaları tamamen ortadan kaldırıldı.

Bakın Çankaya’dayız. Çankaya aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin de olduğu yer. İktidar ortakları, onun da işlevini yok etmek için elinden geleni yapıyor.

Hatırlayın; Erdoğan, yeni sistemle beraber istikrar, ekonomik büyüme ve huzur getireceğini vaat etmişti, öyle değil mi?

Dedi ki: “Şu kardeşinize yetkiyi verin, faizle ve enflasyonla nasıl mücadele edilir, görün” demişti.

“Siz yeter ki şu sisteme oy verin, görün koalisyonlar devri bitecek” demişti.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçmeden önce sisteme güzellemeler yapıldı. Her derde çare olacağı anlatıldı ve 2017 Anayasa Referandumu kampanyasında ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında defalarca bu milletin gözünün içine baka baka doğru olmayan ifadeler söylendi. Ve bunların hiçbirisi tutmuyor şu anda. Bakın Sayın Erdoğan ne demiş?

“Türkiye koalisyon tartışmaları olmadan, istikrar ve güven ortamı tehdit edilmeden yönetileceği bir döneme girecek. Buna karşı çıkacağım derken dünyanızı da ahiretinizi de tehlikeye atmayın”

Şimdi gelin değerli arkadaşlarım, şu işin bir muhasebesini bir yapalım...

Ha, ahiret muhasebesi bize düşmez. Aslında Sayın Erdoğan’a da düşmez de... Neyse.

Peki, Sayın Erdoğan’ın taraflı cumhurbaşkanlığı ihtirasının sonucunda, günün sonunda kâr mı ettik, zarar mı ettik?

İşin muhasebesine bakalım:

“Koalisyon tartışmaları olmayacak” demişti, değil mi?

Şu anda bırakın “koalisyon”u, önce “ittifak” kurup, sonra secime girmek, bu sistemin ürettiği bir sonuç oldu. Ne oldu? Hani siz milletten oy isterken koalisyonlar dönemi bitecek demediniz mi? Defalarca bunu kürsü konuşmalarında mitinglerde söylemediniz mi? Çıkıp o yanınızdaki sözdehukukçu arkadaşlar, milletin gözünün içine baka baka "Sistem değişecek, koalisyonlar bitecek" demedi mi? Peki şimdi sizin şu küçük ortakla, o krizlerin ortağıyla yaptığınız ne? İttifak arkadaşlar seçim öncesi, seçim öncesinde seçim ittifakı. Seçim bittikten sonra mevcut yasal düzenlemede ittifakın hiçbir hukuki kıymeti yok. Seçim sonrası devam eden bir gönüllü birliktelikler o kadar. Peki, şimdi siz bu milletin gözünün içine bakarak defalarca "Koalisyonlar bitecek" deyip bu sistem için oy isteyip oy isteyip, o oyu alıp da cebinize koyduktan sonra, bu kurduğunuz nedir? Bu ortaklık nedir? Bunu bir açıklayın. Hepsi kayıtlarda hepsi, hepsi. Unutturmaya çalışmasınlar, hepsikayıtlarda.

Bakın “Bu sistemin muhasebesini yapalım” dedik ya, bu sistemin muhasebesini. Muhasebe ne demek? Nihayetinde muhasebedeki biraz önce Çankaya ilçe Başkan yardımcımız da kendisi de mali müşavir anladığım kadarıyla, hesaplı döktü değil mi? Çankaya ilçesinin hesabını artı veren bir bütçe açıkladı, tebrik ediyoruz bu sebeple. Bütçe artı veriyor, hazırda da nakit var ideal bütçe ama bu muhasebenin sonucu.

Şimdi şu sistemin, yani partili taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin bir muhasebesini yapmak gerekiyor. Şimdi ne oldu? Koalisyonlar bitecek demişlerdi. Sistem geldi kendilerinde koskoca ülkeyi de krizlerin ortağı Sayın Bahçeli'ye bağımlı hale getirdiler.

Evet, muhasebenin zarar hanesine bunu yazdık. Şimdi ekonomiye bakıyoruz:
Ne diyordu? “Güven ve istikrar.”

Bu Taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nden sonra güven ve istikrar geldi mi? Gelmedi. Mevcut olan güven de bitti, gitti... Şu anda Türkiye’den güvenden bahsetmek mümkün mü? İstikrardan bahsetmek mümkün mü? Tek bir imza ile uluslararası bir sözleşmenin iptaline varacak kadar hukuku çiğneyen bir ülkede istikrardan söz etmek mümkün mü?

Hazine’nin borcu iki yılda ikiye katladı. Yani Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan borç kadar sadece bu iki senede Hazine borçlandı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi geldi, akraba Bakan göreve getirildi o gün bugündür bu hazinenin borcu tam ikiye katladı. Bunun da muhasebesini nereye yazacağız? Herhalde kâr hanesine yazacak halimiz yok. Onu da gidip zarar hanesine yazacağız.

Çalışanlarımızın alın teri olan, bütün ihracatımızın, turizm geliri getirin vatandaşımızın alın teri olan, Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık rezervi eridi.

Onu da yazdık zarar hanesine.

Başka ne oldu? Merkez Bankası’nın yedek akçeleri sıfırlandı. Yıllardır damla damla biriktirilen kara gün parası bir günde sıfırlandı, 2019’un Ocak ayında.

Yazdık zarar hanesine.

Faiz de enflasyon da iki haneli rakamlara ulaştı. Yazdık zarar hanesine.

İşsizlik tarihi yüksek oranlara çıktı. Daha bugün açıklanan işsizlik oranı, gençlerde %26,9. Genç işsizlikte tarihi yüksek seviye. O da TÜİK’in açıklamalarına güveniyorsak. Ben piyasaya baktığımda %27 işsiz, %73’ü genç olan bir işsiz görmüyorum. Öyle bir şey yok. Çünkü ne yapıyor TÜİK? İş aramaktan vazgeçen gençlerimizi işsiz saymıyor. Eğer iş arıyorsa, bulamıyorsa işsiz diye sayıyor. Tabii o saydıklarını da nasıl topluyor, nasıl çıkarıyor, rakamları nasıl açıklıyor onların hepsi muamma. Ama açıklanan artık gizleyemedikleri genç işsizlik rakamı dahi bu sabah %26,9. Bunu muhasebenin hangi hanesine yazacağız? Artan işsizliği de gidip zarar hanesine yazacağız.

Yoksulluk tırmandı. Türkiye’nin dört bir yanından yoksulluk intiharı haberleri gelmeye başladı ve RTÜK bütün televizyon kanallarına yazı gönderdi dedi ki “Yoksulluk intiharlarını haber yapmayacaksınız” dedi. Onun için az duyuyoruz ama şu anda toplumun bir gerçeği. Yoksulluğu muhasebenin neresine yazacağız? Gideceğiz onu da zarar hanesine yazacağız.

Dolar kuru aldı başını gitti. Esnafın, çiftçinin maliyeti yükseldi. Zarar.
Tüm ülkede hayat pahalılığı arttı. Vatandaşın satın alma gücü düştü. Zarar.

Yine en son bir gecede hem İstanbul Sözleşmesi’ni sözde feshiyle, hem de 4 yıllığına atanan Merkez Bankası başkanının 4 ay sonra değiştirilmesiyle, yine bu millet zarar gördü.

Bu karar da ülkeye pahalıya patladı. Bir gecede atılan imza! Faiz arttı mı? Kur da arttı mı? İkisi birlikte arttı. Faiz ve kur artışının devlete ve özel sektöre getirdiği ilave yük bir gecede tam 531 milyar lira. Eski parayla 531 katrilyon.

Zarar, zarar, zarar...

Tablo bu arkadaşlar.

Peki, bu sistemin hiç mi kârı yok? Biz çalıştık baktık, inanın zerre kadar faydası yok. Bu sistem geldi geleli Türkiye’nin elde ettiği zerre kadar bir kazanç yok ve Sayın Erdoğan’ın bu dayatmalarının, tek imzayla tek karar verici olarak aldığı kararların bugüne kadar memlekete kazandırdığı hiçbir şey yok.

Sabah zarar, akşam zarar.

Bakın değerli arkadaşlar;

2018’in Haziran ayından bu yana, yani partili Cumhurbaşkanı, taraflı Cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana ülkenin elde ettiği tek bir başarı yok.

E durum böyle olunca Sayın Erdoğan ne yapsın? O da çıkıyor, bizim ekonomi yönetiminde olduğumuz dönemin başarılarını takılmış plak gibi tekrar tekrar anlatmak zorunda kalıyor. Niye? Anlatacak başka bir şeyi yok çünkü.

Varsa yoksa bizim dönemimizin başarılarılarıyla övünmeye çalışıyor. Tabii başarı ancak dürüst ve işin ehli kadrolarla oluyor. Hazır yemeği servis etmekten kolay bir şey yok. Siyasette bir iş üretmek vardır bir de laf üretmek vardır. Biz yıllarca hep iş üretme tarafında olduk. İşin nasıl üreteceğini biz ve ekibimiz biliyor. Bizler sistemden ayırdıktan sonra iş üretecek doğru düzgünkadro kalmadı yanlarında. Ve sadece laf üretmekle götürmeye çalışıyorlar. Ama lafla peynir gemisi yürümüyor.

Siyasi tarihimize geçen meşhur sözü hatırlatalım:

Sayın Erdoğan, dünkü güneşle, bugünkü çamaşır kurutulmaz. Geçmiş başarılarla bugünkü sorunların üstü örtülemez. Siz önce bugünkü sorunları konuşmaya başlayın, önce insanları bir konuşturun, bir dinleyin. Basını susturmayın, sivil toplum kuruluşlarını, meslek örgütlerini sindirmeyin, konuşsunlar da size bugünkü sorunları anlatsınlar. Şu anki sorunlar sadece bir sistem sorunu değil. Sistem, yanlış bir sistem. Mutlaka düzeltilmesi lazım, mutlaka parlamenter sisteme geçilmesi lazım ama aynı zamanda şu anki sorunların tam da odağında, kaynağında, kökünde Türkiye’yi yöneten zihniyet yatıyor, zihniyet. Bu zihniyet değişmeden, topyekûn iktidar değişimi olmadan bu ülkenin hiçbir sorunu çözülmedi ve çözülmeyecek.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Ülkeyi yönetenler, şimdi de halkımızın sırtına Kanal İstanbul gibi bir rant projesinin yükünü yıkma çabası içindeler.

Hükûmet bu projenin maliyeti ile ilgili sağlıklı bir veriyi halkımızla paylaşmış değil. Tahminler en az 20 milyar dolardan başlayıp, 60 milyar doların üzerine çıkıyor.

Hangi rakam esas alınırsa alınsın, halkımız altında yıllarca ezileceği ağır bir borç yükünün altına sokulmak isteniyor. Eğer bu ısrarlarında, inatlarında devam ederlerse hazırda para var mı? Sıfırı tüketmiş bir hükûmet. Kasa bomboş, rezerv erimiş eskiye düşmüş, yedek akçeler tüketilmiş, bütçe açık veriyor, borç ikiye katlamış. Nasıl yapacaklar projeyi? Gidip daha çok borçlanacaklar. Daha çok borç ne demek? Bu ülkenin gelecek nesillerinin sırtına yük demek.

Bu proje hazine kaynaklarından finanse edilirse, zaten sürdürülemez boyuta çıkmış olan bütçe açığı ve kamu borç yükü daha da artacaktır.

Bu hükûmetin ülkemizi içine soktuğu borç-faiz sarmalı daha da derinleşecek ve kamu maliyesinde tam bir çöküşün içine girilecektir.

Bu proje yap-işlet-devret modeli ile finanse edilmeye kalkılsa da yine ne olacak? Bu sefer özel sektörü borçlanacak. Üstelik bu kadar yüksek tutardaki bu projenin finanse edilmesi için ne olacak, gidilecek yine hazineden garanti istenecek.

Bu kadar yüksek tutardaki bir dış kaynağın bu projeye tahsis edilmesi durumunda, özel sektörümüzün verimli yatırımlar için kaynak temini ciddi biçimde zorlaşacak ve çok daha pahalı hale gelecektir. Niye? Kreditörler diyecek ki “Türkiye’nin limit doldu, doluyor. Özel sektörün kredi limiti doldu, doluyor. Kanal İstanbul’a bir sürü kredi verdik. Türkiye bununla biraz yetinsin” diyecekler. Özel sektörümüz gidip kredi bulmaya çalışsa daha yüksek maliyetlerle karşım karşıya kalacak.

Eğer bu proje hayata geçirilirse; ülkemizin rekabet gücünü ve ihracatı artıracak, dolayısıyla istihdama büyük katkı sağlayacak yatırımların önü kesilecektir. Bu ülkenin şu anda yatırıma ihtiyacı var. Ama nasıl yatırıma? Sanayi yatırımına ihtiyacı var. Sanayi yatırımı yoluyla istihdam oluşturmaya ihtiyacı var bu ülkenin. Bunlar anlamadılar, anlamıyorlar. Bakanlık dönemimin son yıllarında ısrarla bunu ifade ettim. “Bakın bu inşaat projelerindeki ölçüsüz rant, özellikle imar değişikliği ile yapılan rant...” Şu anda Kanal İstanbul’un imar planı askıda değil mi? Peki, bu imar planı ne zaman yapıldı? Daha yeni son aylarda yapıldı. Peki, bu imar planı yapılmadan önce oraya nasıl bir imar planının yapılacağını, hangi arazinin kaç para edeceğini, hangi arazinin ne kadar değerleneceğini kim biliyordu? Bizler biliyor muyduk, bu salonda bilen bir kişi var mı? Rant, rant, rant...

Bu projenin "rantı” dar bir gruba gidecek, “yükü” ise vatandaşımızın ve gelecek nesillerin sırtına yüklenecektir. Kâr eden 3-5 kişi, zarar eden 84 milyon. Bu projenin muhasebesi bu.

Arkadaşlar bakın, bütçe yapmak... Ben 13 tane bütçe yaptım, ekibimizle beraber bu devletin 13 tane bütçesini yaptım. Bütçe yapmak demek önce önceliklendirme yapmak demektir. Bu iktidar önceliği üretimden, yatırımdan, ihracattan, istihdamdan yana değil, rant dağıtmadan yana kullanmaktadır.

Türkiye’nin şu anda acil ihtiyaçlarından birisi, mesela, ülkenin dört bir yanındaki sulama kanallarını tamamlamaktır.

Bakın tarım üretiminiz eksiye düştü, geriliyor. Pek çok üründe Türkiye daha önceki yıllara göre daha az üretiyor. Bu ülkenin tarımının bir su sorunu var. Sulama sorunu var. Biz "Su kanalı lazım" diyoruz, "Sulama projeleri lazım" diyoruz "Öncelik burada" diyoruz, "Artık gıdada kendi kendimize yeterli olmayan duruma düşüyoruz" diyoruz, bunlar kanal suyu deyince hemen "Kanal İstanbul" kafaları hemen mıknatıs gibi, nasıl mıknatıs çekiyorsa, bu rantta bunların zihinlerini kafalarını o tarafa doğru çekiyor. Başka tarafa bakamıyorlar. Zaten başlarını başka yöne çevirip baksalar, başka taraflara bakabilseler, bu ülkenin gerçek sorunları ve gerçek önceliklerini görecekler ama rant başlarını döndürüyor.

Ürettiği her üründe zarar eden çiftçimizin, hayat pahalılığı baskısı altında ezilen vatandaşlarımızın derdine Kanal İstanbul ile değil, toprağı suyla buluşturarak derman olabiliriz.

Kanal İstanbul için harcanacak kaynak, Türkiye’deki tüm tarımsal sulama projelerinin toplam tutarından kat be kat fazladır.

İnşallah DEVA iktidarında bu çarpık rant düzenine son verecek ve bu sulama projelerini en kısa sürede tamamlayacağız.

Tüm pandemi sürecinde 2 milyon esnafımıza toplam 5 milyar lira destek sağlamakta bile zorlanan iktidar, toplam tutarı bunun neredeyse 100 katı olan bir tutarı bu rant projesine tahsis ediyor.

Bu tablo, tam bir gerçeklikten kopuş, halkın dertlerinden uzaklaşma ve basiretsizlik örneği değilse nedir?

Kaynak yok diye işçilerin kısa çalışma ödeneğini sonlandıran bunlar değil mi? Mart ayında bitti. Pandemi döneminde kısa çalışma ödeneği vardı değil mi? Türkiye’de ekonomi düzeldi mi? Pandemi ile ilgili ekonomik sorunlar ortadan kalktı da mı siz kaynak yok diye kısa çalışma ödeneğini bitiriyorsunuz? Peki, kaynak yok da esnafa verilen desteğin 100 misli kadar bir projeyi nasıl inatla “Yapacağız” diyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, şu andaki bizim sabit gelirli vatandaşlarımızı sefalet ücreti ile geçinmeye mahkûm eden iktidar, bugüne kadar işçilerimize verilen desteğin 50 katından fazlasını, başlıca işlevi dar bir gruba rant aktarmadan öte olmayan bir projeye tahsis edebiliyor.

Memur ve emeklilerimize bu hükûmetin bu yılın ilk yarısı için reva gördüğü %3-4’lük zam, resmi enflasyon rakamlarına güvensek bile, daha ilk üç ayda eridi, gitti.

Memurlarımız ve emeklilerimiz gelirlerinde iyileştirme beklerken, gelecekte elde edecekleri gelirlere bugünden ket vuran bir rant projesi için, hükûmet yangından mal kaçırma çabası içine girmiştir. Niye diyorum çünkü ne yapacaklar? İlerde bu proje eğer yapılırsa bunun borcunu ödemek için daha çok vergi sağlamak zorunda kalacaklar. Yapmadılar mı? Özel İletişim Vergisi’ni %33 arttırmadılar mı bu yılbaşında? Kurumlar Vergisi’ni bu yıla ait Kurumlar Vergisi’ni yıl başladıktan sonra %20'den, %25'e çıkartmadılar mı? Otomobillerdeki ÖTV'yi artırmadılar mı? Borç ödemeyince dönüp ne yapıyorlar? Hemen vergi arttırıyorlar. Eğer bunlar devam ederse ileride de vergi artırmaya mecbur kalacaklar. Yani bugün Kanal İstanbul'a harcadıkları harcayacakları parayı daha çok vergi olarak yine bu vatandaştan ve gelecek nesillerden alacaklar.

Bu proje Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’ne, bütçesine ipotek koyma projesidir. Adını açık koymak lazım.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Kanal İstanbul deyince, Montrö Anlaşması’ndan da bahsetmeden geçmek doğru olmaz.

Bakın, Montrö Anlaşması, 1936 yılında imzalanan ve Karadeniz’in jeopolitik dengelerinin garantisidir.

Karadeniz bugün eğer bir barış deniziyse, bunda Montrö’nün rolü büyüktür.

Ülkemizin İkinci Dünya Savaşı ve soğuk savaş sırasında zarar görmesini önlemekte de yine Montrö anlaşması etkili olmuştur.

Ben buradan hükûmete bir kez daha seslenmek ve uyarmak istiyorum: Dışişleri Bakanlığı yapmış, Avrupa Birliği Bakanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak da bu uyarmaya kendime mecbur hissediyorum. Çünkü riskler görüyorum.

Bugünlerde gittikçe artan Rusya ve Ukrayna arasındaki gerilim dikkate alındığında, Karadeniz’deki dengeleri ve ülkemizin uzun vadeli çıkarlarını korumak için, Montrö Anlaşmasının tavizsiz bir şekilde uygulanması gerekmektedir.

Ben buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum, hükûmeti uyarmak istiyorum. “Sakın ola, kısa vadeli hevesler peşine düşüp, bölgenin jeopolitik dengelerini bozmayın” diyorum.

*****

Değerli arkadaşlar;

Bütün bu olanlara rağmen, yandaş televizyon kanallarına ve gazetelere bakarsanız;

Yükselen döviz kuru çiftçiyi vurmuyor.

Emekli zaten her gün bir müjdeye uyanıyor.

Hükûmet salgını da ekonomiyi de çok iyi yönetiyor.

Esnaf halinden memnun.

Biliyorsunuz, Anadolu Ajansı da sıkıntılı Japonya esnafının sesi olup Türkiye’ye bakmıyor bile.

Bu kurguladıkları tozpembe senaryoda gençler de mutlu... Oysa, bakın geçen gün çok ilginç bir tabloyla karşılaştık.

Ülkemizi olumsuz göstergelerde zirveye taşıyan, olumlu göstergelerde de diplere sürükleyen hükûmetin bir marifetiyle daha karşılaştık.

Dünyadaki ülkeler “mutluluk” ölçüsüyle listelenmiş. Türkiye 104. sırada yer alıyor.

Yani vatandaşlarımız, Ganalı, Nijerli, Gambiyalı insanlardan daha mutsuz yaşıyor.

Çünkü bu iktidar yüzünden ülkemiz neşesini kaybetti, neşesini.

Biz sokakta, çarşıda, pazarda, markette bunu görüyoruz. Kimsenin yüzü gülmüyor.

Ben buradan yine sayın Erdoğan’a sesleniyorum:

Bakın üç gün önce YouTube’da yayınlanan bir belgesel var. Altında da gençlerimizin yorumları var. Binlerce, on binlerce yorum. Bunları bir okuyun.

Gerçekten bu yorumlar benim içim parçalandı. Gençlerimiz umutsuz, karamsar. Ne hayat hikâyeleri var, neler neler var. Okudukça bir roman gibi insanın içine çekiyor ama hepsi gerçek, hepsi gerçek hayatlar.

Evet, ben buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum, hükûmete sesleniyorum, evet artık sokağa çıkamıyorsunuz. Esnafımızla, vatandaşımızlar yüz yüze gelmeniz mümkün değil. Bizim yaptığımız gibi Cizre’de bir kıraathanede oturup gençlerle çay içemezsiniz de mümkün değil. Ama diyorum ki hiç olmazsa belgesin altındaki yorumları okuyun. Ve bunu okuyun da ülkeyi ne hale getirdiğinizi bir görün. Gençlerimizin hayallerini nasıl kararttığınızı görün.

Ha, bu dönemde hiç mi mutlu bir kesim yok? Çok küçük de olsa var. Onlar da nerede? Sayın Erdoğan’ın etrafında. Nerede? Hemen yakın çevresinde. Sağa dönse mutlu sola dönse mutlu zannediyor ki ülke mutlu. Öyle değil.

Onların da yüzü, gözleri rant görünce gülüyor.

Biliyorsunuz, bir de bunlar ne yapıyorlar? Bu yönetim ve propaganda aparatları almışlar ellerine bir düşman etiketleme makinesi...

Gerçekleri söyleyenlere de “terörist”, “hain”, “düşman” diye diye dolaşıyorlar.

En son, İstanbul’a yapacakları bu rant projesine, kanal İstanbul’a itiraz edenlere Sayın Erdoğan ne dedi? “Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı” dedi.

Hainmiş, düşmanmış, şuymuş, buymuş... Bunlar ne kadar ağır kelimeler ya.

Ama biz artık bu lafları ciddiye almıyoruz. Bu laflara herkes gibi gülüp geçiyoruz.

Çünkü bakın daha üç yıl önce İstanbul’u konuşurken sayın Erdoğan ne demiş?

“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniliği

bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul, bu

açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik. Biz bu şehre ihanet ettik. Hâlâ da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum.”

Ona düşman, buna hain diye diye sonunda o da İstanbul’a yapılan ihanetin sorumlusunu da bulmuş.

Ama vazgeçmiyor. Huylu huyundan vazgeçmiyor.

*****
Değerli arkadaşlar,

Şu anda ülkeyi yönetenler, en ufak bir eleştiriyi görünce, etiketleme huylarını bir türlü bırakmadılar. Ya hain deyip duruyorlar ya da hemen bir dava açıyorlar.

Ülkemizi öyle kötü bir kâbusa sürüklediler ki;

Gençler, sosyal medyada bir şey paylaşmak istediğinde, “Sabaha karşı evimizi polis basar mı?” diye düşünüyor.

Liseli, üniversiteli gençler “Fikrimi yazarsam ileride işe girmemde, para kazanmamda, yuvamı kurmamda sorun olur mu?” diye düşünüyor. Ülkemizin her şehrinde, her sokağında gençlerden bunu duyuyorum.

Biliyorsunuz, ceza kanununda bir madde var: “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu” maddesi.

Hani küçük çocuklar “Önümüze gelene bir tekme” oyunu oynar ya... Tam o hesaba dönmüş durumda... Vermiş avukatlarına talimatı, o da önüne gelene hakaret davası açıyor.

Bakın, Sayın Erdoğan ne demişti?

“Ben alışılmış Cumhurbaşkanı değilim. Olmadım, olmayacağım”.

Doğru. Gerçekten de olmadı.

Kendisinden önceki üç Cumhurbaşkanımıza bakalım. Rahmetli Demirel, Sayın Sezer ve Sayın Gül toplam 21 yıl görev yaptılar.

1993 yılından 2014 yılına kadar, bu 21 yıl boyunca açılan hakaret davaları sayısını topluyoruz.

Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’nın daha ilk yılında açtığı dava sayısı, 21 yılda üç Cumhurbaşkanının açtığı dava sayısından daha fazla, biliyor musunuz?

Onlara hiç eleştiri yapılmadı mı? Hakaret edilmedi mi? Hem de neler neler söylendi. Ne karikatürler yayınlandı ama böyle davalar görmedik.

Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları, ağırlıklı olarak, muhalif sesleri susturmanın aracı haline geldi artık.

Ama Erdoğan, sahiden alışıldık Cumhurbaşkanlarına hiç benzemiyor. Böyle ülke mi yönetilir ya? Gençleri cezalandırarak ülke mi yönetilir?

Üstelik sadece mahkemelerin verdiği cezalarla da yetinmiyorlar. Öyle nefretle bakıyorlar ki, hukuku çiğnemekten de hiç çekinmiyorlar. Yüzleri hiç kızarmıyor.

Bakın geçtiğimiz gün ne oldu?

İlgili bakanlık, öğrenci yurtlarıyla ilgili bir yönetmelik yazmış. Yurtta kalmak isteyen öğrencilere “Cumhurbaşkanı’na hakaret etmeme” şartı getirmişler.

Öğrenci eğer yurtta kalırken, bu suçlamadan dolayı ceza alırsa, bakanlık yurtlarından hiçbirisine alınmamak üzere ilişiği kesilecekmiş.

Bu nasıl bir zihniyettir ya?
Arkadaşlar; burada 18-22 yaşlarındaki gençlerden bahsediyoruz.

Hakaret dediklerinin çoğu da ufak eleştiriler ha... 16, 17, 18 yaşında gençler Cumhurbaşkanı’na muhalif olabilir. Ne var bunda?

Bakın gençler üniversiteyi kazanmışlar, yurt bakıyorlar. Başlarını sokacak yuva arıyorlar.

Ama bu zihniyet, gençlere bile “Sana yatacak yatak yok” diyor.

Üniversite kazanmış, okul okuyacak, vergilerimizle her birimizin parasını ödediği yurda “Giremezsin” diyor.

Gençleri baskıyla, ayrımcılıkla karşı karşıya bırakıyor. Kamu hizmetlerinden faydalanmalarını engelliyor.

Çünkü zihniyet şu: “Bu yurtlar benim yurtlarım, yurtlarımda bana muhalif olanlar kalamaz.”

Sayın Erdoğan, o yurtlar sizin şahsınızın değil, o yurtlar tüm milletin. Size oy veren veya vermeyen tüm milletin vergileriyle yapılmış yurtlar o yurtlar. Tabii ki muhalif görüşlü gençler de kalacak o yurtlarda. Ve siz de buna tahammül etmekle mükellefsiniz.

Değerli arkadaşlar, işte bu yanlış uygulamaların içinde olanlar, en tepeden aldıkları güçle, anayasayı ihlal ediyorlar. Gençlere kanunda yazmayan cezaları uyguluyorlar. Gençleri aynı suçtan iki kez cezalandırıyorlar.
Tamam, tabii ki kimse kimseye hakaret etmesin. Ama bunu düzenleyen bir yasamız zaten var.

Üstelik bu koruma kalkanı olarak kullanılan yasa da tek bir siyasi partinin genel başkanına özel bir yasaya döndü artık.

Sayın Erdoğan’ın derdi gerçekten kötü söz, iftira, hakaret falan değil.

Derdi bu olsaydı, önce kendi kullandığı dili ve üslubu bir kenara bırakırdı.

Sonra da kendisinden destek alan, krizlerin ortağı Bahçeli’nin, her gün küfür kıyamet konuşmasına karşı çıkardı. Eğer dert hakaretse o zaman hep beraber buna dikkat edelim. Ama konu kendisi olunca, Cumhurbaşkanı’na hakaret mekanizmasını çalıştırıp, kendi ortağının her gün bu milletin gözünün içine baka baka hakaret etmesine göz yummasına biz açıkçası uyumlu görmüyoruz. Öyle açıklamalar yapıyor ki krizlerin ortağı herhalde RTÜK’ün +18 yasağı getirmesi gerekecek. Çocukların televizyonda o ifadeleri duyması doğru değil.

Hatta ve hatta bu krizlerin ortağı yüzünden yeniden hayatımıza giren bir siyasal şiddete kavramı var. Bugün siyasi partilerin üst düzey yöneticileri için şiddet görebiliyor, muhalif gazeteciler şiddet görebiliyor. Her gün o krizlerin ortağı bir düşman listesi yayınlıyor. İsimler, ad-soyad, ad-soyad, ad-soyad... Hedef gösteriyor, hedef. Peki madem hakaret konusunda, şiddet konusunda bu kadar hassassınız “Biraz şu küçük ortağa göz kulak olun” diyorum.

Ama yok... Anca gençlere dava aç, ceza ver, sonra da haklarından mahrum bırak.

Değerli arkadaşlarım;

Biz kanun önünde eşitliğe inanan bir siyasi partiyiz. Kimsenin kanun önünde kayırılmasına asla göz yumamayız.

Hem taraflı Cumhurbaşkanı ol, hem de taraflı uygulamalarını beğenmeyenleri, eleştirenleri cezalandır.

Biz bunu değiştireceğiz!

Kendi egosunu şişirerek, gençlere yüklenenlerden olmayacağız. Bizim önceliğimiz gençlerin sorunlarını çözmek olacak.

Onlar, tornadan çıkmış, tek tipleşmiş gençler yetiştirmeye çalışıyor.

Biz, gençlerin hayatına ve hayallerine değer veriyoruz.

Onlar, gençlere ezberleri dayatıyor.

Biz, gençlerin sorgulamasını, eleştirmesini, düşüncesini ifade etmesini istiyoruz.

Onlar gençlerin sesini kısıyor. Biz en önce gençleri dinliyoruz.
Çünkü çağdaş dünyanın temelinde, eleştirel düşüncenin yattığını biliyoruz.

Çünkü Türkiye’yi eleştiriyi bastıran değil, eleştiriyi teşvik eden, sorgulayan bir ülke olarak görmek istiyoruz.

Biz konuştukça, birbirimizi dinledikçe, ülkemizin yarınlarının daha yaşanabilir olacağını biliyoruz.

O yüzden de gönül rahatlığıyla diyoruz ki: konuş Türkiye! Gönül rahatıyla diyoruz ki korkma Türkiye.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizde her üç gençten biri işsiz. “Ev gençleri” var artık “Ev gençleri”

Gençlerin sesini kısanlar, onlar için istihdam da yaratamıyor.

İşte biz, gençler için istihdamın önünü açacağız. Böylece gençlerin başından işsizlik belasını da defedeceğiz.

Bunun için yatırım gerekiyor. Yatırımların önünü açacağız.

Peki, yatırım için ne gerekiyor? Güven gerekiyor. Güveni sağlayacağız.

Biliyorsunuz; güven nasıl sağlanır? Uzun bir liste oluşturabiliriz ama size en önemli üç maddeyi sayayım.

Birincisi, konuşunca doğruyu söyleyeceksiniz.

İkincisi, söz verince yapacaksınız.

Üçüncüsü, size bir şey emanet edildiği zaman o emaneti gözünüz gibi koruyacaksınız, emanete ihanet etmeyeceksiniz.

Bu hükûmette bunların hiçbirisi var mı? Kimseye güven veriyorlar mı?

Kim, nasıl güvensin ki?

Emaneti gözü gibi korumayana kim, nasıl güvensin? Yetkiyi tek elde toplayıp, hiçbir şeyin hesabını vermeyene kim, nasıl güvensin?

Bakın; aylardır hükûmete sorular soruyoruz. Ama kulaklarının üstüne yatıyorlar.

Biz gerçeklerin peşindeyiz. Sormaya ısrarla devam edeceğiz.
Biliyorsunuz Türkiye, Merkez Bankası’nın kaybolan rezervlerini bizden duydu. Diyoruz ki hadi çıkın söyleyin;
Merkez Bankası’nın döviz rezervine ve yedek akçelerine ne oldu?
130 milyar dolar para nereye gitti?
Bakın tam 130 milyar dolar diyorum. Nereye gitti.

Bakın geçenlerde ne dedi:

"Geliyorum bir başka yere. Bunlar sahtekâr, 'Şu anda Merkez Bankası’nın döviz rezervi sıfırlandı. Hatta daha da ileri gittiler, sıfırın altına düştü.' diyorlar.”

Önüne gelene hakaret davası açanlara bir bakın, ağzından güzel kelime duyamıyoruz.

Ben hakikati söyleyeyim size, evet Merkez Bankası rezervleri sıfırın altına düştü. Evet borçlandı.

Evet, şu anda rezervler eksi 60 milyar dolar. Yahu Sayın Erdoğan cebindeki parayı gösteriyorsun da kredi kartın borçtan bloke olmuş bloke. Onu niye söylemiyorsun?

Merkez Bankası'nın web sitesini açıp baktığınızda 90 milyar dolarlık bir rezerv görünüyor, 90 milyar dolarlık. 90 milyar dolar rezerv görünüyor ama bu rezerve karşı da tam 150 milyar dolarlık borç var. 150 milyar dolarlık borç

90'a karşı. Bu borç kime? Bir, bankalara. Çünkü bankalardan borç almış, emanet almış. İki, SWAP anlaşmalarıyla dışarıdan borç almış. Üç, benim dediği rezerv aslında Hazine’nin borç ödemesi için tuttuğu para. Yarın günü gelince dış borç ödemesinde kullanacak. Merkez Bankası'nın kendi parası değil. Yıllarca bu işi yönetmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum. Onun içinde Hazine'nin parası da var ve yarın borç ödemesine gidecek o para. Merkez Bankası kendi rezervi değil ve bütün bunları düştüğümüzde, 90 milyar dolardan 150 milyar dolar borcu düştüğümüzde rezerv iniyor eksi 60 milyar dolara.

Bakın sonra ne diyor:

“Bu zorlu dönemde ödemeler dengesi tarafında bir sıkıntıyla karşılaşmamak için planlı ve kontrollü döviz işlemleri yapıldı. Yapılan bu döviz işlemlerinin tamamı da piyasa kuralları çerçevesindedir ve hukuka uygundur. Ne dövizin buharlaşması ne de herhangi bir istismar, haksız kazanç, hukuka ve ahlaka aykırı işlem söz konusudur.” diyor Sayın Erdoğan.

Tamam, o zaman niye korkuyorsunuz? O zaman bu dövize ne yaptığınızı açıklayın. Madem bu kadar kendinizden eminsiniz.

Merkez Bankası’nın döviz müdahalelerini kamuoyundan neden gizlediniz?

Açın bakın internet sitesini. Merkez Bankası’nın en son döviz müdahalesi 23 Ocak 2014’te gözüküyor. Bu nasıl oluyor?

Hani, nerede bu kayıtlar? Bu satılan dövizleri ne zaman, kime, hangi kurdan, hangi yöntemle sattınız?

Madem hukuka uygun, çıkın açıklayın hele. Neden susuyorsunuz?
Doğru, hesaptan kaçmaz.
Bu paralar size babanızdan miras kalmadı.

Biz onları bu milletin alın teriyle biriktirdik. 28 milyar dolardan aldık rezervleri, tam 136 milyar dolara çıkarttık. Biz yaptık onu anlamamışlar, öğrenmemişler. Şöyle gözlerinin ucuyla bir bakıp ne yaptığımıza dikkat etselerdi, nasıl bu ülkenin ekonomisini ayağa kaldırdığımızı görselerdi bugün bu hatalara düşmezlerdi, bugün çuvallamazlardı. Dedim ya “Hazır yemek önlerine kondu, servisini yaptılar. Mutfağa girmediler, bakmadılar başarının sırrını anlayamadılar.” Zaten anlasalar son 2,5 yılda ülke bu hale düşmezdi. Bu ülke bu kadar derin bir krizin içerisinde savrulmazdı. Bir de ne diyorlar? Arada “Ya pandemi pandemi.” Bırakın onu ya. Pandemiden önce bu ülke krize girdi.

Pandemiden önce 2019'da bu ülkenin ekonomisi ancak %1 zor büyüdü o da rakamlar doğruysa, rakamlara da güven yok. Pandemiden önce siz bu rezervleri eritmeye başladınız. Pandemiden önce iki defa bu ülkede siz döviz krizi çıkartınız. Pandemiyi hiç gerekçe olarak söylemeyin. Pandemiyi çok iyi yöneten ülkeler var. Görüyoruz o ülkelerin ne yaptığını.

Ayrıca Merkez Bankası’nın yedek akçelerini de sıfırladınız. Bunu da soruyoruz. Neden böyle bir şey yaptınız?

Bizim yıllarca biriktirdiğimiz yedek akçelerdi onlar.

Tam da şimdi içinde olduğumuz salgın gibi kara günlerde vatandaşlara destek vermek için yıllarca biriktirdik.

Kârın belli bir kısmını her sene kenara koyduk. O yedek akçeler bir gün lazım olur diye bir kuruşuna dokunmadık.

Bunları Sayın Erdoğan’a soruyorum.
Akraba bakanınızla el ele verip, ak akçeleri har vurup harman savurdunuz. Bunu neden yaptınız?
Bunun da hesabını vermek, yanıtını çıkıp açıklamak zorundasınız.

Çünkü sizin yüzünüzden kasa boş. Sizin yüzünüzden salgın döneminde vatandaşa destek verilemiyor. Sizin yüzünüzden salgında yeterli önlem alınamıyor.

Sizin yüzünüzden esnaf perişan. Çiftçi perişan. Emekli perişan. İşçi perişan. Vatandaş perişan. Sanatçılar perişan.

Bir de dün ne dedi biliyor musunuz “Bu dönemde 157 ülkeye ve 12 uluslararası örgüte yardım yaptık” dedi.

Arkadaşlar dünyada 195 ülke var. Neredeyse tüm dünyaya yardım yapmışlar.

Şimdi soruyorum Sayın Erdoğan’a: madem dışarıya yardım edecek kadar para bol, siz öncelikle kendi vatandaşınıza neden yardım etmiyorsunuz? Esnaf borca battı, kepenkler kapalı. Çiftçilerin traktörleri hacizli.

Vatandaş pazara akşam vakti gidip çürük sebzeleri satın alıyor. Bayat ekmek kuyrukları metrelerce uzuyor.

İcra ve iflas dosyalarında milyonluk artış yaşandı. Türkiye’nin sosyoekonomik gelişmişlik açısından oldukça iyi olan illerde dahi çöpleri karıştıran, “Çöplerin dibinden hala yiyecek durumda bir şey bulabilir miyim?” diye elinde torbayla dolaşan vatandaşlarımız var. Biz bunları yaşıyoruz ve ne yapıyor dün?

Tüm dünyaya yardım etmekle övünüyorsunuz madem, vatandaşınıza niye yardım yapmıyorsunuz?

Bunların hepsini açıklamak zorundasınız. O zaman açıklayın hangi ülkeye ne kadar, ne yardımı yaptınız? Bunları açıklayın. Kaç para dağıttınız. Esas yardım nedir? Sağ elin verdiğini sol el bilmez. Bizim kültürümüzde budur. Madem dünyaya yaptığınız yardımla övünüyorsunuz o zaman size sorarlar. “Bu vatandaşa niye yardım yapmıyorsunuz? Kendi vatandaşının eksikliğini niyegidermiyorsunuz?” diye sorarlar.

Eğer tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kaynakların nereye gittiğini siz açıklamazsanız, biz zaten iktidara geldiğimizde o kayıtları açıp vatandaşlarımıza göstereceğiz. “Merkez Bankası döviz rezervleri şuraya gitmiş, yedek akçeler şuraya harcanmış. Şu ülkeye, şu kadar yardımda bulunulmuş ve milletin durumu da bu” diye biz izah edeceğiz.

Halkımız bize yetkiyi verdiğinde, devletin tüm kayıtlarını inceleyip ne zaman ne yaptığınızı tespit edip tek tek anlatacağız, Onun için en iyisi bunu siz yapın. Bunun doğrusu bu. Siz yetki elinizdeyken, sorumluluklar üzerinizdeyken siz bunları açıklayın daha sonra gelip de başkalarının açıklamasına mahal bırakmayın.

Çünkü DEVA Partisi, ehil kadrolarıyla, hukukun üstünlüğünü sağlamaya, dürüst bir yönetim kurmaya ve emaneti teslim almaya geliyor.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Hükûmetin anlattığı artık hakikat değil. Yandaş medyanın anlattığı da başka bir sanal alem, o da hakikat değil. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Çankaya’nın DEVAS’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

7 Nisan 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kozluk İlçe Kongresi Konuşması

Kozluk 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Batman il teşkilatımızın ve Kozluk ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Batmanlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kozluk teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Sözlerimin başında Kozluk ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

***
Değerli arkadaşlarım,

6 aylık bir aradan sonra yeniden buluştuk. Batman’da olmaktan, sizlerle yeniden bir araya gelmekten dolayı çok mutluyum.

Biz bu 6 ayda tüm ülkemizi karış karış dolaşmaya devam ettik. Sizler de Batman’da ‘Demokrasi ve Atılım’ın sesi oldunuz.

Bu sesi Hazo Kalesi’nin burçlarına, binlerce yıllık Erzen Antik Kenti’ne dek ulaştırdınız. Sağ olun, var olun.

*****

Değerli arkadaşlar;

6 ay önce Batman’a geldiğimizde ne demiştik? Memleketin başına musallat olmuş, iş bilmez ortakların kötü bir huyunu paylaşmıştık.

Biliyorsunuz, bunlar iki ortak. Ha bir de... Üçüncü ortak var. “Rotayı çiziyorum” diyor ama dursun bir şimdi. Şimdilik onu kenara alalım.

İkinci ortağa ben krizler ortağı diyorum. Biliyorsunuz nerede bir kriz varsa ona ortak. Artık ufukta kriz görünce ortak olası mı geliyor, yoksa krizler o ortak olunca mı çıkıyor? Onu da sizin takdirinize bırakıyorum.

Ne demiştik; bunlar el ele veriyor, beğenmedikleri herkese “Hain, düşman” damgası yapıştırıyorlar.

Aylarca söyledik bunu, peki bu kötü huylarından vazgeçtiler mi? Yok... Akılları başlarına hâlâ gelmedi.

Aynı tas, aynı hamam...

O günlerde de ülkenin başarı hanesine tek kelime yazamadıkları için, haftanın düşmanı panosuyla oynuyorlardı. Şimdi de aynisini yapıyorlar.

Hatırlayın; 6 ay önce, korona döneminde canla başla çalışan, fedakâr sağlık emekçilerimize “Hain” diyorlardı. Tabipler Birliği ısrarla, inatla pandemi ile ilgili gerçek rakamların farklı olduğunu söylüyordu. Hükûmetin açıkladığı rakamlar gerçeği yansıtmıyordu gerçekler işlerine gelmediği zamanda ne diyorlardı tabipler birliği hakkında? “Bunlar hain.” Hatta “terörist” ifadesini kullandılar, meslek örgütüne “terörist” dediler.

Sonra bir baktık, Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri düşman panosuna yazıldı.

Küçük ortak geçenlerde hızını alamadı. Beğenmediği bir karar verdi diye Anayasa Mahkemesi’ni de damgaladı. “Kapatılsın” dedi.

Şimdi de çıkmışlar Kanal İstanbul’a karşı çıkanları damgalıyorlar. “Bu işe bilim insanları ne diyor?”

“Bu işin kapsamlı bir çevre analizi yapıldı mı? Deprem, güvenlik gibi konularda tehlike yaratır mı?”

“Uluslararası hukuktan kaynaklanan riskler var mı?” diye hiç düşünmüyorlar.

Bugün Sayın Erdoğan grup toplantısında yine Kanal İstanbul’u öve öve bitiremiyor. “500 bin kişilik kent kuracağız” diyor. Gayrimenkul, bakın proje yine rant projesi ve bahsettiğim bu konulardaki riskler, yani çevre riski, deprem riski, dış güvenlik riski, uluslararası hukuk riski, bunların hiçbirisiyle ilgili henüz kamuoyuyla paylaşılmış, tatmin edici bir çalışma, bir analiz yok. Kafalarına koymuşlar, inatla ve ısrarla "Bu projeyi yapacağız" diyorlar ve kendi istedikleri türden raporlar hazırlansın, yazılsın diye de sürekli olarak bürokrasiye baskı yapıyorlar. Sonra ne oluyor? Çıkıyor 126 tane emekli büyükelçi, Montrö açısından sakıncalı olduğuyla ilgili bir açıklama yapmak durumunda kalıyor. Niye? Çünkü Dışişleri Bakanlığı baskı altında. Üretemiyor, analiz yapıp da hükûmetin önüne koymaktan korkuyor, çekiniyor. İş emeklilere kalıyor. Arkasından bakıyoruz 104 amiral meselesi. Evet, bu ülkede ifade özgürlüğü var, anayasal bir hak. Ama bu söylenenlerin, yazılanların, açıklananların, işin ucunun nereye gideceğini ve hükûmetin bunu alıp da nasıl Kanal İstanbul lehine kullanacağını az çok hesap etmeleri gerekirdi. Biz bunu en hafifinden bir basiretsizlik olarak değerlendiriyoruz.

Değerli arkadaşlar bu hükûmet nerede bir arazi görse, nerede bir boş yer görse, hemen rant gözlüklerini takıyor.

Bakın bu ülkenin tarım üretimi yetersiz. Bu ülkenin topraklarının suyla buluşması gerekiyor. Su kanalları gerekiyor. Çatlamış, kurumuş toprakların suyla buluşması gerekiyor. Ama biz su dedikçe, kanal dedikçe onlar dönüyor dolaşıyor "Kanal İstanbul" diyor. Niye? Gayrimenkul projesi, rant projesi ve o proje böyle mıknatıs gibi ilgilenen kim var kim yoksa içine doğru çekiyor.

Bakın, böyle büyük projeler değerli arkadaşlar, kuşkusuz çok iyi teknik analizlerle yapılır, sağlam hukuki analizlerle yapılır, çevre analizleri ile yapılır. Önce teknik analizler yapılır, projenin fizibilitesi ortaya konulur, ondan sonra siyasi karar alınır. Bunlar tam tersinden çalışıyorlar. Önce bir kafayı takıyorlar, hele rant varsa zaten vazgeçirmek mümkün değil. Ondan sonra o kafaya taktıkları projenin olması için ne var ne yoksa, ne tür rapor gerekiyorsa “Getirin şu raporları altına koyalım, gönderelim” diyorlar. Bakın baskıyla iş yaptırma var ya, baskıyla iş yaptırma geçenlerde gördük işte bir siyasi partinin kapatılmasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulunuldu biliyorsunuz. Savcılık bir başvuruda bulundu. Belli ki nasıl bir baskı geldiyse, nasıl elleri ayaklarına dolaşıp, bir dosya hazırlatıp gönderdilerse Anayasa Mahkemesi daha birkaç gün içerisinde hazırlanan dosyanın usule uygun olmadığını, alelacele hazırlanmış olduğuna karar verdi, hemen dosyayı geri gönderdi. Niye? Siyasi baskıyla yapılıyor da onun için.

Bakın kuşkusuz demokratik sistemlerde, siyasetin nihai karar verici olması çok önemlidir. Nihai kararı seçilmiş siyasetçiler verir ama o kararın şekillenme süreci, o kararın oluşma süreci sağlam teknik analizlerle olmalıdır. Hukuki analiz, çevre analizi, deprem analizi, güvenlik analizi bunlar yapılır. Raporların hepsi temiz ve düzgün rapor olarak çıkar. Bağımsız ve tarafsız raporlar olarak ortaya konur. Ondan sonra nihai siyasi karar verilir. "Ben istiyorum olsun" demekle inatla bu memleketin, yarınlarını siz riske atamazsınız. Hele hele rant gözümüzü kararttı diye kendinizi ve bu ülkeyi riske atamazsınız. Bu ülkenin milletini, bu ülkenin vatandaşlarını riske atamazsınız. İstanbul gibi en büyük nüfusun yaşadığı ve toplam ekonomik faaliyet olarak çok kritik bir önemi haiz bir şehrin bir ada haline getirilip sadece köprülerle bağlı bir ada haline getirilip, bundan sonraki süreçte risk yönetiminin nasıl yapacağınızı ortaya koymazsanız, biz sesimizi yükseltiriz. Biz "Sağlam analiz, sağlam çalışma istiyoruz" deriz. Bu millet olarak bizim hakkımız, vatandaşlarımızın hakkıdır.

Fakat değerli arkadaşlar maalesef iş tutuş tarzları çok çok yanlış. Onun için bu ülke hiçbir sorunu çözemiyor. Onun için bu ülkede hem hukuk hem adalet hem özgürlük sorunu var. Onun için bu ülkede hem işsizlik sorunu var, hem yoksulluk sorunu var, hem hayat pahalılığı var. Ve değerli arkadaşlar hiçbir soruna çözüm üretemedikleri zaman sırf kendilerine olan destek azalıyor ama daha hızlı azalmaması için ne yapıyorlar bunlar? Ellerine almışlar bir etiket makinesi, o etiket makinesini ayarlıyorlar. Kimine hain, kimine terörist, kimine de düşman etiketi yapıştırıyorlar.

Niye böyle yapıyorlar? Çünkü anlatacak tek kelimeleri kalmadı. Bu millete sunacakları tek bir tane başarı hikâyesi bile kalmadı.

Gündemi sürekli olumsuzluklarla dolduruyorlar, vatandaşlarla sürekli bir şeylerle korkutuyorlar bir karşı taraf gösteriyorlar. Birilerini ötekileştiriyorlar, birilerini düşman, hain, terörist ilan ediyorlar. Ve değerli arkadaşlar tabii bir de şu var ki şunu da anlıyorlar. Artık destek düşüyor, artık bundan sonra bu iktidarın devamı çok zor görünüyor.

Hazırda bekleyen bu büyük ihaleleri “Çabucak birilerine versem” diye uğraşıyorlar, acele ediyorlar. Çünkü vaktin daraldığını, gitme zamanlarının yaklaştığını onlar da biliyorlar artık.

İtiraz eden olunca da ellerindeki iktidar gücünü kullanıyorlar. Aykırı her fikri susturmaya çalışıyorlar.

Çünkü sadece kendileri konuşsun istiyorlar. Kendileri çalıp, kendileri oynamak istiyorlar.

Gazeteler onların istediğini yazsın. Televizyona onları beğenenler çıksın. O tek kişi gecenin bir yarısı kafasına göre karar alsın, kimse de sesini çıkarmasın istiyorlar.

Ama arkadaşlar, lafla peynir gemisi yürümüyor. Ağızlarından hiç bu ülkenin sorunlarının çözümüyle ilgili bir şey çıktığını duydunuz mu?

Ne yaptılar? 1 Mart tarihinde alelacele bir insan hakları belgesi açıkladılar, İnsan Hakları Eylem Planı açıkladılar. Ve bu açıkladıkları İnsan Hakları Eylem Planı'na bakın bir de. O gün bu gündür memleketin yaşadıklarına bakın. Arkasından bir ekonomi paketi açıkladılar. Bu ekonomi paketinden ne çıktı? Şöyle bakın, vergi artışları çıktı. Özel Tüketim Vergisi'ni değerli arkadaşlar %33 artırdılar. Bu iletişim vergisi var ya, diğer adıyla Özel İletişim Vergisi, %33 oranında artırılarak kurumlar vergisini yıl başladıktan sonra gelmişiz mart ayına, nisan ayına bu yılın kurumlar vergisini artırdılar. Hukukta böyle bir şey yok. Vergi hukukunda böyle bir şey yok. Yıl başladıktan sonra siz o yıla ait vergi oranları değiştiremezsiniz. O zaman kimse bu ülkeye güvenip de yatırım yapmaz. Siz oyunun kuralını, oyunun ortasında değiştiremezsiniz. “Kurumlar vergisini 2021 yılı için %25'e çıkarıyoruz” dediler. “Ben yaptım oldu.” Ondan sonra diyorlar ki “Yatırım gelsin, yatırım olsun.” Oyun başladıktan sonra, takvim çalışmaya başladıktan sonra o yıla ait vergi oranı değiştirilir mi?

Tabii biz yıllarca, yıllarca arkadaşlarımızla beraber bu ülkenin ekonomisini yönettik. Bunlara çok dikkat ettik. Asla geriye dönük vergi uygulamaları yapmadık, asla. Her zaman öngörülebilir olduk. Fakat inanın yıllarca, yıllarca bizim yaptığımızı izlemişler ama hiçbir şey öğrenmemişler ya ben ona üzülüyorum yani. Hani insan bir işi bilmez de bilenin yanında durarak, izleyerek öğrenir. Bunu öğrenememişler. Bu ülkenin ekonomisi nasıl olmuş da milli geliri 3500 dolardan, 12500 dolara çıkmış, zerre kadar anlamamışlar ya. Zaten anlasalar geçen yıl 8600 dolara düşürmezlerdi bunu. Düşünün aradan geçmiş 2013'ten 2020'e 8 sene ve bu 8 sene sonunda milli gelir ancak 12500'den inmiş 8600. Bir dolar üzerine ekleyememişler. Çünkü anlamamışlar, öğrenememişler ve bunun için değerli arkadaşlar işte ekonomiyi krize soktular. Hukuku krize soktular. Demokrasimizi krize soktular. Yetmedi çözülmek üzere olan meseleleri bile dirilttiler. Biz “Artık bu sorun ortadan kalktı, bu sorun Türkiye’nin gündeminden çıktı” dediğimiz ne var ne yoksa tekrar diriliyor. Tekrar o sorunlar canlanıyor.

Daha evvel de söylemiştim; Bugünkü iktidar, Kürt meselesini diriltti. Ayrımcı, baskıcı, hukuksuz uygulamalarla Kürt meselesini diriltti.

Daha birkaç ay evvel, Diyarbakır’da “Kürt meselesini dirilten bu hükûmeti kimse hayırla anmayacak” demiştim.

Biz bunu söyledikten sonra sayın Erdoğan çıktı ne dedi? İzleyelim ne demiş:

“Bir kez daha tekrarlıyorum. Bu ülkede kürt sorunu yoktur.” (25 Kasım 2020)

Bakın, bir kez daha tekrarlıyormuş.

Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan yanlış tezlerinde hep ısrar ediyor. Ekonomide olduğu gibi, bu konuda da yanlış tezini sürdürüyor.

Bakın, daha evvel de aynısını söylemiş. Tekrar ettiği açıklamaya bakalım, bakalım ne demişti:

“Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Böyle bir şey yok. Kardeşim, neyin eksik senin?” (15 Mart 2015)

Ben buradan Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum:

Sürekli ayni nakaratı tekrar edeceğinize, şöyle gelin hele bir Batman’a, Kozluk’a...

Yahu gelin hele bir Şirnak’a. Gelin hele bir Diyarbakır’a. Gelin hele bir Hakkâri’ye.

Vatandaşlarımıza sorun da anlatsınlar size, Kürt meselesi var mıymış, yok muymuş?

Vatandaşlarımız size Kürt meselesini nasıl dirilttiğinizi anlatsın. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kürt sorununun olup olmadığını bizim Kürt vatandaşlarımıza sorun. Cevabı onlardan alacaksınız ama onun için buralara daha sık geliyor olmanız lazım. Biraz çarşı, pazar dolaşıyor olmanız lazım. Kürt gençlerimizle şöyle oturup bir çay içiyor olmanız lazım. Bizim yaptığımızı yapmanız lazım ki bu ülkenin gerçeklerini yerinde görün tespit edin. Ama tabii öyle yalnız da gelmeyin. Buradan tavsiye ediyoruz, krizlerin ortağı var ya küçük ortak, onu da yanınıza alın gelin. Yer varsa üçüncü ortağınızı getirin. Ama öyle koruma ordularıyla değil. Başka şehirlerden otobüsle yandaştaşımacılığı yapmak da yok.

Halkın arasına bir çıkın. Anlatsınlar size Kürt vatandaşlarımıza sorun var mıymış, yok muymuş?

İşte biz değerli arkadaşlar,

Biz buraya sadece sorunu konuşmaya gelmedik. Bu ülkedeki tüm sorunları görüyoruz, çözümleriyle geliyoruz.

Bakın daha pazartesi günü akşam Şırnak'ta sivil toplum temsilcilerimizle oturduk. Çok geniş katılımlı bir toplantı yaptık. Herkes vardı, muhtarlardan tutun, bütün meslek örgütleri vardı. Bugün sabah Batman'da Tabipler Odası Başkanı’ndan tutun da Mimarlar-Mühendisler Odası’na kadar, Ticaret Sanayii Odası’ndan tutun borsaya kadar, baro başkanımıza kadar. Batman'ın tüm kesimlerini temsil eden meslek örgütü başkanlarımız hepsi sabahleyin bizlerleydi. Ben onlara “Sorun, bakın biz konuşuruz, anlatırız ama biz sizi buraya dinlemeye geldik, anlamaya geldik. Sadece sorunları söylemeyin, çözüm öneriniz varsa onları da anlatın ki biz dersimizi iyi çalışalım ve bunu bir defa oturarak bir defalık bir buluşma olarak da yapmayalım. Bir sürekli periyodik bir çalışma haline getirelim. Ancak bu ülkenin sorunlarını böyle çözebiliriz. Ortak akıl arayışıyla çözebiliriz. İstişareyle çözebiliriz.”

Ankara'da bir gece yarısı atılan tek imzalarla, bir kişinin attığı imzalarla bu ülkenin sorunları çözülmez. Bu ülke, büyük bir ülke. 84 milyonluk bir ülke. Değerli arkadaşlarım 84 milyon, 1’den büyüktür.

İktidarın Kürt meselesini yeniden dirilten tüm politikalarını çöpe atacağız.

Bu ülkenin tüm vatandaşlarının eşit ve onurlu vatandaş olmasını sağlamaktan başka bir çözüm yolu yok bu işin. Bu ülkede yaşayan bütün vatandaşlarımız, kendisini birinci sınıf eşit vatandaş hissetmek zorunda. Devletin görevi bu, devlet kendi uygulamalarıyla bunu sağlamak zorunda.

Etnik, dinsel, bölgesel her türlü ayrımcılığa son vereceğiz. Biliyorsunuz, bunlar Kürtçeyi sadece partili Cumhurbaşkanı’na ilan-ı aşk ederken hatırlıyorlar. Diyarbakır’da Sur’a astılar. Ama sonra kadına şiddeti önlemeye yönelik bir uygulama yapıyorlar. İçinde Türkçe dışında 5 tane dil var, Fransızca bile var fakat Kürtçe yok. Asıl kadının can güvenliği söz konusu iken, bununla ilgili bir uygulama ki uygulama önemlidir, yerindedir ama Kürtçe’yi her zaman hatırlayın. Vatandaşlarımıza hizmet söz konusu iken, hele hele kadının canı söz konusu iken, kadına şiddet söz konusu iken bunu hatırlayın.

Biz, bu topraklarda konuşulan ana dilleri çatışma konusu olmaktan çıkartacağız.

Arkadaşlarım, biz, iktidarın seçimi kazanamadığı yerlerde kayyum atayarak yerel yönetimleri ele geçirmelerini reddediyoruz.

Milyonlarca seçmenin oyunu yok sayan, gasp eden haksız kayyum politikasını sona erdireceğiz.

Çünkü seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz.

Yerelin sorunlarını en iyi yerelin bileceği bilinciyle, yerel yönetimleri güçlendireceğiz. Demokrasimizin asli unsuru olan sivil toplumu kalkındıracağız.

İfade hürriyeti başta olmak üzere, vatandaşlarımızın bütün temel hak ve özgürlüklerini olduğu gibi tanıyacağız. Hiçbir hakkı pazarlık konusu etmeyeceğiz.

Biz bu halkın, yöneticilerin hukuksuz baskı politikaları ile terör örgütünün tehdidi arasında sıkışmasına karşı olduğumuz için buradayız.

Kalbinin sıcaklığı sesine yansıyan, her defasında yüreğimizi titreten ve 22 yaşında terör örgütünün katlettiği müzik öğretmenimiz Aybüke Yalçın için buradayız.

Biz bu topraklara ölümü layık görenlere karşı buradayız.

Biz, siyasetin önünü açmak için, Kürt meselesini siyaset kanallarıyla çözmek için buradayız.

Ülkemizin sorunlarını çözmeninim yegâne yolu, “meşru demokratik siyaset” zeminidir. Kimse çözümü başka yollarda aramasın.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bakın, işte sayın Erdoğan bu sorunu, Kürt meselesini yok sayarken, inkâr ederken başka ne demişti:

“Türk’ün de sorunu var. Laz’ın da sorunu var. Abhazın da sorunu var. Boşnak’ın da sorunu var. Laz’ın da sorunu var. Hepsinin sorunu var.” (15 Mart 2015)

Doğru... Doğru...

Tüm vatandaşlarımızın sorunu var.

Ama bu sorunları üreten siz siziniz, siz... Eğer siz “Bütün yetki bende olsun, tek yetkili ben olayım” dediyseniz o zaman da bütün olanların da tek sorumlusu olduğunuzu kabul etmek zorundasınız. Başka çaresi yok bunun. Bundan kaçış yok. “Bütün yeki benden olsun, tek imzayla her şeyi yapayım ama olumsuzlukların problemlerin sorumlusunu da üstlenmeyeyim.” Böyle birşey yok. Tek yetkili aynı zamanda tek sorumludur.

Bunlar, ülkeyi sorunlarda eşitlediler. Eşitlikten anladıkları bu. Çözümden anladıkları bu: demokratik standartları yok etmek. Ekonomik refahı yok etmek.

Koskoca ülkeye sorun üstüne sorun yüklediler.

Değerli arkadaşlarım,
Ülkede dert sahibi olmayan kimseyi bırakmadılar.

Sizler yakından biliyorsunuz; yaklaşık iki ay önce Kozluk’a gencecik iki insanın cenazesi geldi.

20’li yaşlarındaki Elvan ve Enver Demir çifti, bir buçuk yaşlarındaki çocuklarını komşularına bırakıp, canlarına kıydılar.

Bunun nasıl bir şey olduğunu hayal edebilmek bile mümkün değil. Çocuklarına rağmen, kendi canlarına kıydılar...

Niye? Çünkü yoksulluk yayıldı gitti. Bu iktidar yüzünden memlekette yoksulluk intiharı diye yeni bir kategori oluştu. Yazıktır, günahtır.

İnanın çok üzülüyoruz.

Bu ülkede yaşayan insanlar, bu ülkede yaşadıkları için yaşamaktan vazgeçiyor.

Bunun ne kadar acı olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Yaşatan bir ülke değil, yaşamdan vazgeçiren bir ülke...

Hani diyordu ya, “Türk’ün de, Laz’ın da, Boşnak’ın da sorunu var” diyordu ya...

Doğru söylüyor. Var.

Yoksulluk intiharları;

Batman, Erzincan, Samsun, Kocaeli, İstanbul, Hatay, Çorum falan dinlemiyor.

Yoksulluk hızla artıyor.

Peki niçin?

Ekonomi yönetiminde yanlış bir tezin ısrarla, inatla dayatıldığı için.

Tek bir kişinin “İlla taraflı olacağım, hem bir partinin Genel Başkanı olacağım, hem Cumhurbaşkanı olacağım” diye ısrar ettiği için...

Gecenin bir vakti kafasına esen kararları almakta ısrar ettiği için.

Şu yoklukta, şu yoksullukta milyarlarca doları Kanal İstanbul için harcayacağız diye inat ediyorlar.

Yazık, günah.

Ülke bu durumdayken, bir ekonomik krizin dibindeyken milyarlarca dolar projeye para harcayacağız diye inat ediyorlar, ısrar ediyorlar.

Anlatmaktan dilimizde tüy bitti. Bu ülkenin bir numaralı sorunu işsizliktir, yoksulluktur, hayat pahalılığıdır. Bunlara sebep olan adaletsizliktir, hukuksuzluktur. Özgürlüğün olmayışıdır, demokrasinin işlememesidir.

Şimdi buradan iktidar ortaklarına sesleniyorum;

Düşman arıyorsanız, önce yoksulluğa bakacaksınız.

Düşman arıyorsanız, önce işsizliğe bakacaksınız.

Düşman arıyorsanız, hayat pahalılığına bakacaksınız.

Düşman arıyorsanız, gece yarısı, kararların altına tek imza atarak bu ülkeyi yönetme usulüne bakacaksınız.

Elinizdeki düşman etiketleme makinesini birikip, marketlerdeki fiyat etiketlerine bakacaksınız.

Geçer esnafımızın diyor ki “Tırnağım yara oldu, eski etiketleri söküp yeni etiketler yapıştıracağım diye” diyor. Bugün Batman merkezde bir balıkçıya baktık fiyat yazmamış. Dün Şırnak merkezde bir ayakkabıcıya uğradık, fiyat yazmamış. Niye? Çünkü esnafımız artık o fiyatı yazmaya çekiniyor, hicap duyuyor. Vatandaşlarımızın alım gücü bu kadar düşmüşken etiket yazmaktan çekiniyor artık esnafımızın.

Bu millet sizin kötü yönetiminizin bedelini ödemek zorunda değil.

Bir gece kafanıza göre bir imza atıyorsunuz. Bu tek imza memlekete tam 531 milyar lira zarar veriyor. Bir yılda esnafa verilen pandemi desteği 5 milyar, bir yılda çiftçimize verilen toplam destek 23 milyar, bu yılın bütçesinde. O yanlış imzanın bedeli 531 milyar lira.

Bir bakkal çırağının yapmayacağı hatalarla ülkemizi yoksullaştırıyorsunuz.

Gelir dağılımını bozuyorsunuz. Zengin ile fakir arasındaki farkı büyütüyorsunuz.

Gençlerin ümitlerini tüketiyorsunuz. Sizin yüzünüzden gençler yarınlarını başka ülkelerde kurmak istiyor. Bir de ‘ev gençleri’ oluştu biliyorsunuz. Bunlar literatüre yeni kelimeler kazandırdı, ev gençleri. Üniversiteyi bitirmiş, iş arayan, iş bulamayan gençler. İş aramaktan vazgeçtiği için evde oturan gençler, ev gençleri.

Artık bu saatten sonra, bu millete yapacağınız en büyük iyilik, bu emaneti devretmeye hazırlanmaktır.

Biz kalkınma deyince 3-5 kişinin zenginleşmesini kastetmiyoruz. Biz ülkenin topyekûn zenginleşmesinden bahsediyoruz. Bizim anladığımız ekonomik büyüme vatandaşımıza daha iyi bir eğitim, daha iyi sağlık olarak dönen bir ekonomik büyümedir. Ve büyüme, ekonomik kalkınma ancak güvenle olur, güvenle.

Siz güveni zedelediniz. Siz bu ülkenin ıstırarına zarar verdiniz.

*****

Değerli arkadaşlar,
Özetlemek gerekirse, herkes en iyi bildiği işi yapacak.

Onlar ayrıştıracak, onlar kutuplaştıracak, DEVA Partisi birleştirecek. Onlar ötekileştirecek, onlar susturacak, DEVA Partisi dinleyecek.

Onlar sorunları çözemeyecek, onlar bahane uyduracak, DEVA Partisi çözümü anlatacak.

Onlar halkı yoksullaştıracak, onlar 3-5 kişiyi zenginleştirecek, DEVA Partisi vatandaşlarımızın topyekûn zenginleştirecek.

İşte bu yüzden biz durmuyoruz. Durmayacağız, çalışıyoruz, çalışacağız.

Önce güveni sağlayacağız, hukuku tesis edeceğiz, eğitim sistemini düzelteceğiz.

Ardından işsizliği, adaletsizliği, yoksulluğu ve geçim sıkıntısını ülkemizden defedeceğiz.

Herkes kendisini bu ülkenin özgür ve eşit vatandaşı hissedecek. Ayrımcılık ve haksızlık son bulacak.

İşte DEVA Partisi tüm kadrolarıyla, genel merkezinden ilçe teşkilatına kadar tüm kadrolarıyla, bunun için hazır.

Çünkü biz emaneti teslim almaya, en güçlü şekilde demokrasi ve atılım demeye, ülkemizi ayağa kaldırmaya geliyoruz.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Pazartesi günü enflasyonu açıkladılar %16. Bugüne kadar binlerce esnafı ziyaret ettim. Bir kişiden enflasyonun %15-16 olduğunu duymadım. Böyle bir şey yok. Ama ne diyorlar “Enflasyon %16” diyorlar. Emeklinin maaşını o kadar artırıyorlar. İşçinin maaşını ona göre ayarlıyorlar. Sabit gelirlileri açıkladıkları enflasyon oranında maaşlarını ayarlıyorlar. Ama gerçek enflasyon başka çarşı, pazar enflasyonu başka. Onun için satın alma gücü düşüyor. Onun için vatandaşımız yoksullaşıyor.

Ve biz hakikati anlatacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Çünkü DEVA Partisi; kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Kozluk’un DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

6 Nisan 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Şırnak İl Kongresi Konuşması

Şırnak 1. Olağan İl Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Şırnak il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Şırnaklı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Şırnak teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***
Bugün sizleri;
El Cezire’nin,
Âşıklar diyarı Mem û Zîn ’in şehrinden,
Cudi dağının yamacından,
Saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

***

Değerli arkadaşlar,
Geçtiğimiz mart ayı boyunca ülkemizin dört bir yanını arşınladık. Bir uçtan bir uca binlerce kilometre yol yaptık.
Ege’nin baharından Karadeniz’in kıyılarına uzandık.

Bağlar’ın bağrından, Trabzon’un ilçelerine, mahallelerine;
Silifke, Erdemli, Tarsus’tan hemen Seyhan’a ulaştık.
Hakkâri’den Kırklareli’ne;
Şemdinli’nin sokaklarından, Çerkezköy’ün sokaklarına uzandık.
Her yerde vatandaşlarımızın sorunlarını dinledik. Çözümlerimizi paylaştık. Bu 1 ayda;

Muğla’da, Diyarbakır’da, Trabzon’da, Aksaray’da, Amasya’da, Mersin’de, Adana’da, Hakkâri’de, Tekirdağ’da, Kırklareli’nde ve Ankara’da il ve ilçe kongrelerimizi gerçekleştirdik.

Dün Cizre’deydik, bugün Şırnak il kongremizi gerçekleştiriyoruz. Yarın inşallah Batman programımızdan sonra Kozluk ilçe kongremizi gerçekleştireceğiz.

Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partisi olarak tüm ekibimizle beraber, Genel Merkez ve teşkilatımızla beraber ülkemizin her yerinde aynı sıcaklığı hissediyoruz. Aynı heyecanı görüyoruz. Türkiye’nin her bir köşesinde umutla, güler yüzle, mutlulukla karşılanıyoruz.

Bunun anlamı çok açık. Bunun anlamı çok güçlü. Bunun anlamı çok derin.

Çünkü Türkiye’nin demokrasi ve atılıma ihtiyacı var. Çünkü Türkiye’nin DEVA Partisi’ne ihtiyacı var.

Görüyoruz ki şu anki kötü yönetim, ülkemizi kutuplaştırmaktan başka hiçbir iş yapmıyor.

Bakın, sokağa bile çıkamıyorlar. Bizim gezdiğimiz, dolaştığımız gibi onlar rahat dolaşamıyor.

Onlar ayrıştırıyor, kutuplaştırıyor; DEVA Partisi birleştiriyor. Onlar ötekileştiriyor, susturuyor; DEVA Partisi soruyor, dinliyor.

Onlar sorunları çözmemek için bahane uyduruyor; DEVA Partisi çözümü anlatıyor.

İşte bu yüzden biz durmuyoruz, durmayacağız. Çalışıyoruz, çalışacağız.

Çünkü biz emaneti teslim almaya, en güçlü şekilde demokrasi ve atılım demeye, ülkemizi ayağa kaldırmaya geliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partimizi oldukça zorlu bir dönemde kurduk.

Biz bu yola, demokrasimiz tehdit altındayken, öncelikle demokrasimize sahip çıkmak adına koyulduk.

Biliyorsunuz, 15 Temmuz 2016’da demokrasimize kastedildi.

Meclisimiz bombalandı ve bu darbe girişiminde 251 şehit verdik.

Tüm şehitlerimizi bir kez daha minnetle, saygıyla ve rahmetle anıyorum.

Bu darbe girişiminin üstüne yoğun bir olağanüstü hâl dönemi yaşadık. Ohal döneminde de maalesef çok sayıda insan hakkı ihlaline şahit olduk.

Ve adaletin terazisi şaştı. KHK marifetiyle, çok sayıda suçsuz insanın açlıkla sınandığını gördük. Çok sayıda insanın mağduriyeti, yargıdan aldıkları beraat kararlarına rağmen giderilmedi.

Peşinden önemli bir değişiklik de 2017 yılında yaşandı. Yapılan anayasa değişikliğiyle beraber, Sayın Erdoğan, tüm yetkiyi tek başına elinde topladı.

Zaten çok istiyordu, milletimiz de “Al bakalım, ne yapacaksın, görelim” dedi. Biliyorsunuz, bu sistemde bir kişi kafasına eseni yapabiliyor.
İstişare var mı? Yok.
Ortak akıl var mı? Yok.

Müzakere var mı? Yok.

Hatırlayın; yeni sistemle beraber istikrar, ekonomik büyüme ve huzur getireceklerini vadetmişlerdi, değil mi?

Peki ne yaptılar? Ekonomiyi dibe batırdılar. Hukuku dibe batırdılar.

Demokrasiyi dibe batırdılar. Hepsini son 3 yılda yaşadık. Gerçekten Türkiye’yi tam bir kuralsızlık ülkesi yaptılar.

Öyle ki, daha iki hafta önce, tek bir gecede, o tek kişinin imzaladığı bir kararname, biliyorsunuz Merkez Bankası başkanı değişikliği kararnamesi ve hemen aynı gece aynı anda imzalanan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili kararname ile beraber ülke 531 milyar lira fakirleşti.

Kur arttı, faiz arttı. Bu ülkenin hazinesinin ve özel sektörün sadece bu kur ve faiz artışından yüklenmek zorunda kaldığı ilave maliyet arkadaşlarım 531 milyar. Şöyle bir mukayese etmek için bu yılın bütçesinde çiftçiye verilen destek ne kadar biliyor musunuz? Çiftçiye verilen desteğin tamamı 23 milyar lira. Pandemi döneminde bütün Türkiye'deki esnafa verilen destek 5 milyar lira. O yanlış bir imzada bir gece alınan yanlış kararların sonucunda bu ülkenin maliyeti 531 milyar lira. Düşünebiliyor musunuz, her şeyi ben yapacağım, tek başına karar vereceğim diyen kişinin tek bir imza ile bu ülkeye ne kadar büyük maliyetlere yol açtığını görebiliyor musunuz?

Biliyorum, bu sayılar çok yüksek, hayal etmesi kolay değil. Ama özetle şöyle söyleyeyim arkadaşlar: batırdılar, batırdılar, maalesef bu ülkenin bir zamanlar güçlenmiş hazinesini, Merkez Bankası’nı bu hala düşürdüler.

Tüm ülkeyi tek kişinin keyfine göre şekillendirdikleri için usulsüzlük artık kural oldu.

Bakın geçtiğimiz hafta ne oldu? Meclis Genel Kurulu’na bir kanun teklifi geldi. Mecliste yapılan oylamada teklif reddedildi.

Ha, kanun teklifini getiren parti de iktidar partisi.

Tabii insan önce bir şaşırıyor. “Allah Allah, iktidar partisi kendi sunduğu paketi mi reddetti?” diyor. Pek görülmüş bir şey değil.

Meğer yeteri kadar milletvekilleri o gün Melis’te değilmiş. El kaldırıp indirememiş.

Tabii, meclisin artık yolunu mu unuttular?

Ya da “Nasıl olsa meclisin bir anlamı kalmadı” diye işleri iyice mi boşladılar? Bilemiyoruz. Sistemde artık değersizleşince, meclisin değeri kalmayınca durum böyle.

Hâlbuki tek bir işleri var, onu da... Neyse.

Bu teklif reddedildikten sonra ne olması gerekiyordu? İlgili teklifin bir yıl süreyle askıya alınması gerekiyordu.

İçtüzük böyle diyor. “Bir sene boyunca yeniden gündem edemezsin” diyor

Değil bir yıl değil, bir gün sonra meclise yeniden getirdiler. Ağzımız açık bakıyoruz.

Açık bir tüzük ihlali, açık bir yasa ihlali, açık bir hukuksuzluk, kuralsızlık. Ve maalesef meclisin hukukuna sahip çıkması gereken Meclis Başkanı ve meclis yönetimi bu hukuksuzlukların önünü açıyor arkadaşlar. Niye? Çünkü o bir kişi var ya bir kişi dertleri o bir kişinin gözüne girmek. O bir kişi ne diyorsa onu yapmak. İyi de o zaman meclis niye var Allah aşkına ya. Bir karar alın meclisin kapısına kilidi vurun, herkes evine gitsin. Madem öyle meclisi çalıştırmayın hiç. Eğer meclisi çalıştıracaksınız, meclis içtüzüğünü ihlal edeceksiniz, meclisin yetkisinde olan bir uluslararası sözleşmeyi Cumhurbaşkanı’nın tek bir imzayla ortadan kaldırmasına göz yumacaksanız, hatta bunun önünü açacaksınız, destekleyecekseniz o zaman bu işi hiç yapmayın.

E tabii, anayasayı her gün çiğneyen kişiler, meclisi de iç tüzüğünü de çiğnemekten kaçınmıyor.

Bir kuralı daha ihlal ettiler. Bir kere daha meclisimizi hukuksuzluğun adresi yaptılar.

Peki konu ne? Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kanunu teklifi.

Hani şu, kamuda işe alımlarda reddederken “Senin şu akrabanın, şu akrabası terörle iltisaklıymış” gibi gerekçeler öne sürdükleri güvenlik soruşturması.

Biliyorsunuz, “İrtibat ve iltisak” diye bir şey uydurdular. İşe almayacaklar mı? Hop, o sepete at. Hop, bu sepete at.

Vatandaşlarımız güvenlik soruşturmalarında böyle mağduriyetler yaşadı, yaşıyor.

Bu bahaneyle ayrımcılık yapıldı. Hak etmesine rağmen memur olarak atanamayan çok sayıda vatandaşımız oldu.

Keyfiyet, şeffaf olmayan raporlar ve geniş takdir yetkisi bu sorunlara yol açtı.

Ne yazık ki, işte şu an konuştuğumuz teklif hazırlanırken, bu sorunların da dikkate alınmadığını görüyoruz.

Bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin de kararları var. Onlar da dikkate alınmıyor .

Değerli arkadaşlar,

Elbette devletin güvenliği ile doğrudan ilişkili olan ve gizlilik gerektiren mesleklerde güvenlik soruşturmasından geçilmesi gereklidir. Buna kimsenin bir itirazı yok.

Bu meslek gruplarının açıkça ifade edilmesi gerekir. Keyfiyetin önlenmesi gerekir.

Arşiv araştırmasında aranan verilerin kötüye kullanılmasına karşı koruyucu düzenlemeler gerekir.

En önemlisi; her şey net olmalıdır. Hukuk devletinde gri alan bırakılmaz. Hukuk devletinde keyfiliğe yol açılmaz, keyfiliğe alan açılmaz.

Biz diyoruz ki, hangi suçlar kamu görevine girmeye engel oluşturur? Bunu açık açık yazın.

Mesela, vatandaş yargılanmış, beraat almış, takipsizlik kararı almış. Bu kişiler hakkında keyfi uygulamalardan vazgeçilecek mi? Açık açık yazın.

Ayrıca suçlar arasında bir ayrım veya derecelendirme de kesinlikle yapılmalı.

Biz suçların şahsiliği ilkesi ve masumiyet karinesi gereğince, bu teklifin sorunlu olduğunu düşünüyoruz.

Ayrıca raporları değerlendiren komisyon için şeffaf kriterlerin belirlenmesi gerektiğine inanıyoruz.

Kamuda işe alımlarda önemli gördüğümüz bir diğer nokta ise mülakat sistemi arkadaşlar.

Mülakat sistemi birilerini kayırma aracı olmuş.

Gençler sınava giriyor, derece yapıyor. 90 alıyor, 95 alıyor. Ama mülakatta eleniyor. Nedeni de belli değil ha, “Elendin” deniyor bitti gitti.

Bakın daha dün Cizre'deyiz. Çarşının içinde yürüyoruz. Birinci kattaki bir kıraathaneden gençlerimiz şöyle caddeye doğru eğildiler bize selam verdiler ve dediler ki "Ya yukarı gelsenize şöyle bir çay içsek beraber." “Olur” dedik, çıktık oturduk. Bir, iki tanesi lise mezunu ama çoğu da üniversite mezunu. Dediler ki “Bizim ortak özelliğimiz var, buradaki gençler olarak hepimiz işsiziz.” Uzunca bir sohbet ettik, kuşkusuz ekonomiden dert yanıyorlar, iş bulamamaktan dert yanıyorlar ama biraz daha konuşunca asıl şikâyetlerinin bu memleketteki özgürlüklerle ilgili konulardan olduğunu gördük. “Sosyal medyada rahatça paylaşım yapamıyoruz” diyorlar. “Korkuyoruz” diyorlar. “Kendimizi ifade edemiyoruz” diyorlar ve “İş bulmak için mutlaka bir tanıdığın olacak, bir akraban olacak, sırtında birileri seni destekleyecek ki ancak iş bulasın” diyorlar. Gençlerin hepsinin ortak kanaati bu. Tanıdığın olmazsa, torpilin olmazsa bu memlekette iş bulamazsın. Ama bu adalet değil. Bu eşitlik değil. Bu ülkenin gençleri bunu hak etmiyor. Adaletin olmadığı, fırsat eşitliğinin olmadığı bir ülkede gençlerimiz gelecekleri ile ilgili bir umut sahibi olamazlar. Kendi yarınlarını başka yerlerde aramaya başlarlar. İşte Türkiye'nin tablosu bu arkadaşlar Türkiye'nin tablosu bu. İstediğin kadar çalış, KPSS’de yüksek not al “Ben nasılsa mülakatta elenirim, eğer tanıdığım kimse olmazsa.” Ha iktidar partisine yakın olacak, üyelik kartı olacak “Belki o zaman diyorlar işler kolaylaşabilir, belki.” Ama bu adalet değil. Adalet nedir? Hak edene hak ettiğini vermektir. Adalet nedir? Fırsatta eşitliği sağlamak demektir .

Değerli arkadaşlar, biz parti programında çok açık yazdık, biz kesinlikle bu mülakat sistemini kaldıracağız. Çünkü “Önce adalet” diyoruz. “Önce liyakat” diyoruz.

Onun yakınıymış, bunun yakınıymış olmaz! İş dediğiniz ehline teslim edilir, dürüst insanlar göreve getirilir.

Devletin partisi olmaz arkadaşlar, devletin partisi olmaz. Zaten şu andaki bu Cumhurbaşkanı Hükûmet Sistemi’nin yani taraflı, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin en büyük sorunu devleti, parti devleti, partili bir devlet haline getiriyor bu iş. Aşama aşama bunu görüyoruz. Ne zaman ki Cumhurbaşkanlığı Forsu’yla bir partinin flaması yan yana konmaya başladı, ne zaman ki parti genel başkanıyla, Cumhurbaşkanlığı tek bir kişiyle buluştu artık devlet vatandaşına karşı tarafsız bir devlet olmakta zorlanıyor. Hâlbuki Cumhuriyetimizin bir geleneği vardır. Siyasi partiler olur ama devlet vatandaşına karşı tarafsızdır. Vatandaşının hangi partiden olduğuna bakmaz, hangi partiye desteklediğine bakmaz, hangi partiye üyeymiş diye bakmaz. Devlet tüm vatandaşlarına hizmet için vardır. Tüm vatandaşlarını bu ülkenin birinci sınıf ve eşit vatandaşı görür devlet. Ama devletin başı yani Cumhurbaşkanlığı makamı taraflı ve partili olduktan sonra siz sistemi aşağı doğru tarafsız tutamıyorsunuz. Bugün bu ülkenin bazı mülki idare amirleri kendilerine taraflı görüyorlar, taraflı davranmak mecburiyetinde hissediyorlar. Çünkü amirleri aynı zamanda bir partinin Genel Başkanı. Sistemin en kötü noktası bu ve ülkenin sistemini bundan sonra da eğer devam ederse bozacak püf noktası bu. Biz onun için ne diyoruz “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diyoruz ve bu sistemin mutlaka değiştirilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Bakın değerli arkadaşlar gerçekten şu andaki sistem var ya şu andaki sistemi, her gün zemin kaybına yol açıyor, her gün. Bu sistem ne zaman başladı? 2018’in Haziran ayında başladı. 2018’in Haziran ayından bu yana şöyle bir ülkede neler oldu bir bakın? Hiçbir konuda başarı yok. Hiçbir konuda çözülmüş bir sorun yok. Bunu adalette görüyoruz, hukukta görüyoruz, özgürlüklerin kısıtlanmasında görüyoruz ama çok açık rakamlarla da ölçülmesi biraz daha kolay olduğu için ekonomide de görüyoruz. Partili Cumhurbaşkanı ve akraba Bakan göreve başladılar. Ne zaman? Haziran 2018 seçimlerinden hemen sonra Partili, taraflı Cumhurbaşkanı ve akraba Bakan. İkisi el ele verdi, 2 yıldan bu ülkenin Merkez Bankası'nın tam 130 milyar dolarlık rezervini erittiler. En son açıklanan rakamlar arkadaşlar, Merkez Bankası'nın rezervleri şu anda eksi 60 milyar dolarda, eksi 60. Düşünebiliyor musunuz? Merkez Bankası'nın yıllarca biriktirdiği yedek akçelerin bir günde sıfırladılar, bir günde yaptılar. Bu daha pandemi gelmeden önce oldu bu. Son iki yılda bu ülkenin hazinesinin borcu tam ikiye katladı, iki yılda ikiye katladı. 970 milyardan 1 trilyon 935 milyara çıkarttılar, bu ülkenin hazinesinin borcunu. İki yılda oldu hepsi, iki yılda bakın. Bizim bir dönemler 12.500 dolara çıkarttığımız milli gelir, şu anda geçen sene açıklanan resmi rakamlara güveniyorsak o da 8600 dolara düşmüş durumda. Düşünün, Türkiye 10 sene öncesine döndü milli gelir açısından. Geriye sayıyor, her şey geriye sayıyor. Çünkü bu partili, taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi bu ülkenin yarınlarıyla ilgili hiçbir şey kazandırmıyor. Elimizdekini bile kaybettiriyor arkadaşlar.

Bakın söylüyorum bu ülkenin değerli arkadaşlarım, bu ülkenin devletinin partisi olamaz. Buradan bütün valilerimize, kaymakamlarımıza sesleniyorum. Sizin göreviniz tüm vatandaşlarımıza hangi partiden olursa olsun, adil davranmak, eşit davranmak. Bu ülkenin devlet başkanı aynı zamanda partili olabilir ama o sizi bağlamaz. Siz vatandaşlarımıza adil davranmak zorundasınız. Birinci sınıf ve eşit vatandaş muamelesi yapmak zorundasınız. Bu sizin göreviniz.

Bakın arkadaşlar, devlet yapısının kendisini şu anda korumaya alması lazım. Bu partililikten, taraflılıktan korunması lazım. Anayasada mesela Cumhurbaşkanı’nın yemin metni ne diyor? Göreve başlarken Cumhurbaşkanı bir yemin metni var değil mi? Ne diyor? "Görevimi tarafsızca yapacağıma yemin ederim" diye başlıyor Cumhurbaşkanı görevine “Tarafsızca yapacağım” diye. Peki, şimdi soruyorum, bir partinin Genel Başkanı, Cumhurbaşkanlığı görevini tarafsızca yapabilir mi? Yapabiliyor mu? Ama bu devlet yönetimindeki yetki sahibi olan kişileri asla etkileyemez. Seçimden seçime gider, bir partiye oyunu verebilir. Ama mülki idare amiri görevini yaparken tarafsızlığını korumakla yükümlüdür. Anayasanın gereğidir, yasaların gereğidir ama ha şapkalar karışmasın.

Bakın değerli arkadaşlarım, biz diyoruz ki devletin partisi olmaz. A partisiymiş, B partisiymiş... Devlet buna bakmaz, bakamaz.

Devlet; vatandaşına bakarken hangi görüştenmiş, hangi kimliktenmiş, hangi inançtanmış diye bakmaz, bakamaz.

Devlet kurumlarında, toplumun tüm çeşitliliği temsil edilir.

Bu da çok önemli bir yarasıdır bu ülkenin. Bakıyoruz toplumumuzun bazı kesimleri devlet yönetimde temsil edilmiyor, üst düzey görevler de göremiyorsunuz. Ta başta mülakatlarda eleniyor. Hâlbuki devlete bakan vatandaşlarımız kendisi mutlaka görmesi lazım. En küçük bir toplum kesiminin dahi, azınlıkların dahi kendilerine devlette görebilmeleri lazım. Bu ülkeye aidiyet ancak böyle sağlanır. Bu ülkenin vatandaşlarının vatandaşlık bağı anca böyle güçlü olur.

Çünkü değerli arkadaşlar,

Bu ülkenin her bir vatandaşı değerlidir.

Her bir vatandaşı eşittir.

Bu ülkenin her vatandaşı kamuda, devlette eşit haklara sahip olmak zorundadır.

Fırsatlara adil bir şekilde erişmek her vatandaşımızın hakkıdır.

Aksi halde vatandaşlarımızın aidiyet hissini güçlendiremezsiniz. Birliği, beraberliği, kardeşliği sağlayamazsınız.

DEVA Partisi, tüm bu ayrımcılığa, tüm bu kayırmacılığa bir son verecek. DEVA Partisi, devleti halka açacak.

DEVA Partisi, kamu haklarından sadece belli kesimlerin değil, herkesin yararlanmasını sağlayacak.

*****
Değerli arkadaşlar,
Bildiğiniz gibi, ülkemizin darbe hafızası çok taze.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz... Takvim yapraklarındaki bu tarihlerin her biri acıyı gösterir.

Bu tarihlerin her biri haksızlığı gösterir.

Bu tarihlerin her biri demokrasimize karşı yönelen tehditleri gösterir.

Bedelini çok ağır ödediğimiz tüm bu süreçlerin yeri bellidir: Bunların yeri tarihin utanç sayfalarıdır.

Siyasetin önünü kesmeye çalışan ve her seferinde ülkemizi onlarca yıl geriye götüren bu “Kötü alışkanlıklar” hiçbir koşulda kabul edilemez.

Hiçbir koşulda mazur gösterilemez.

Ben buradan, darbelerden çok çekmiş bir şehrimizden bir kez daha vurgulamak istiyorum:

Biz, vatandaşlarımızın verdiği yetkiyi kötüye kullanarak oluşturulacak, tüm bürokratik vesayet odaklarının karşısındayız. Bu vesayet ortağı yeri geldi askerler oldu. Bu vesayet ortağı yeri geldi üst düzey yargı oldu. O yargıda yerleşen yapılar oldu. Bunların hepsini yaşadı bu ülke.

Peki bugün geldiğimiz noktaya bir bakalım arkadaşlar. Bunca darbe yaşadık, darbe girişimleri atlattık.

Peki sizlere şimdi soruyorum: Tam bir demokrasi kurabildik mi?

Bir yandan darbelerle yüzleşirken, bir yandan da demokrasimizi güçlendirebildik mi?

Hayır. Olmadı.

Eğer tam demokrasiyi tesis edebilmiş olsaydık;

İktidar partisi her gün anayasayı ihlal etmezdi.

Krizlerin ortağı Bahçeli, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını önermezdi. Öneremezdi.

Eğer tam demokrasiyi tesis edebilmiş olsaydık;
Aykırı fikir beyan eden sivil toplum kuruluşları düşman panosuna yazılmazdı; Mecliste oluşan seçmen iradesi gasp edilmezdi;
Kimse “Ben yüzde 50+1’i aldım, istediğimi yaparım” demezdi.

Değerli arkadaşlarım,
Bakın, geçtiğimiz günlerde bazı emekli askerler bir bildiri yazmışlar.

Anayasal sınırlar içerisinde düşüncesini ifade etmesi tabii ki herkesin en temel hakkı.

Elbette ifade sahipleri, sözlerinin nereye varacağını hesaplamak, bunları ölçmekle de sorumludur. Bunlar tecrübesiz insanlar değil. Bu insanların rasgele, hesapsız kitapsız konuşması, açıklama yapması, hareket etmesi de düşünülemez.

Ama değerli arkadaşlar, bakın dikkat edin, bugünkü iktidar ülkeyi tamamen sessizliğe mahkûm etmek istiyor.

Fikirlerden, düşüncelerden, ifadelerden korkuyor. Ağzını açanın kapısına polis gidiyor, vatandaşlarımız gözünü mahkemede açıyor. Bunu yaşıyoruz, her gün görüyoruz. İşte daha dün o gençlerden birisi, arkadaşlarımızdan biri dedi ki ya “Tik Tok kullanan var mı?” Birisi de “Var” dedi. “Hadi şuradan bir canlı yap” dedi. Arkadaşımız baktı “Ya dedi şimdi dedi ben bir muhalefet partisinin Genel Başkanıyla burada çay içiyorum. Bunu Tik Tok'tan yayınlasam acaba polis alır beni götürür mü?” dedi. Bakın hissiyat bu. Diyorum ya özgürlük diyorum ya adalet. Memleketteki iklim bu. Bu korku iklimi, korku iklimi var. Hükûmet bunu oluşturuyor. Propaganda makinesi zaten bunun için çalışıyor.

Durum böyle olup da emekli askerler açıklama yapınca da iktidar şaşırıyor, “Acaba darbe tehdidi mi?” diyor.

Öyle bir susturdular ki herkesi, kimse sesini çıkartamaz oldu. Şunu kural olarak ortaya koyalım:
Siyasetin üstünde bir el, bir vesayet olamaz.
Ama siyaset de “Ben 50+1’i aldım, istediğimi yaparım” diyemez.

Çünkü demokrasi böyle seçimden seçime, sandıktan sandığa işleyen bir mekanizma değildir ki. Tabii ki seçim, sandık demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ama demokrasi sadece sandık demek değildir. Demokrasi sadece “50+1'i cebime koydum anayasada 50+1 ile geçmiyor mu Referandumda? Dolayısıyla ben anayasa istersem çiğnerim” demek değildir. Demokrasi Cumhurbaşkanı dâhil her seçilmiş insanın anayasayla, yasayla, hukukla kendini bağlanmışhissetmesidir aynı zamanda. Hukukun olmadığı bir demokrasi ülkeyi kaosa götürür. Hukukun olmadığı bir demokrasi o ülkeyi tek elden yönetilen bir hale, hatta nihayetinde demokrasinin bile bittiği bir noktaya götürebilir. Bakın buraya dikkatinizi çekmek istiyorum. Hukuk çerçevesini tanımayan bir demokrasi düşünülemez. Hukuk çerçevesini tanımayan bir demokrasi, ülkeyi demokrasinin bittiği bir yere götürebilir. Onun için seçilmiş insanların kendilerini hukukla ve seçildikleri süre ile bağlı hissetmeleri demokrasinin temelidir .

Kurumlar çalışmalı, bireyler sözünü söylemeli. Devlet de çalışmalarında sivil toplumla, meslek örgütleriyle istişare içinde olmalı.

Ama ne yapıyorlar? Her konuda sadece tek bir kişi konuşuyor ve tek başına karar veriyor.

Böyle bir ülkede tabii ekonomik kriz olur. Tabii hukuk krizi olur. Tabii siyasi krizi olur.

84 milyonluk ülke, tek bir kişinin iki dudağına sıkıştırılamaz.

Şimdi ne yapıyor büyüklü küçüklü ortaklar? Hemen acı darbe hafızamızı suiistimal etmeye, ülkemizi kutuplaştırmaya çalışıyorlar.

Bakın arkadaşlar, şu andaki iktidar partisinin ilk yıllarında, generallere mektup yazıp “İktidarı uyarın” diyen krizler ortağı bahçeli değil miydi? Hatırlayın o günleri. Hepsi kayıtlarda.

Şimdi o da hemen bu kutuplaştırmaya geçmiş.

Zaten kendisinin de en tutarlı olduğu konu tutarsızlığı. Bir de krizlerin ortağı olması. Bu iki konuda çok tutarlı, takdir ediyoruz.

Şimdi değerli arkadaşlarım soruyorum size,
Sürekli olarak “Düşman” belirlemenin demokrasimize bir faydası var mı?

Yapmışlar bir “Haftanın düşmanı panosu”, sıkıştıklarında birilerinin adını yazıyorlar.

Ülkenin meseleleriyle ilgilenmek falan yok ha, varsa yoksa o hafta panoya yazdıkları düşmanla didişiyorlar.

Bunun bu memlekete ne faydası var? Yok. Hep eksi. Hep zarar veriyor. Ülke batıyor bunlar suni gündem peşinde koşuyor.

Peki oluşturdukları mağduriyet kampanyasına devlet kurumlarını katmanın demokrasimize bir faydası var mı?

Tapu kadastro müdürlükleri bile açıklama yapıyor! “Biz demokrasinin yanındayız” diye.

Az evvel baktım emekli sandığı sessiz kalmış. Umarım bu sessizlik, işlerinin başında oldukları içindir de emeklilerimize müjdeli haberler gelir belki...

*****
Değerli arkadaşlar,

Milletimizin daha fazla acı çekmemesi, halkımızın daha fazla bedel ödememesi için çözüm çok açık.

Biz; devletin hiçbir kurumunun siyasallaşmasına izin vermeyeceğiz. A partisine göre, B ideolojisine göre tutum almasına izin vermeyeceğiz.

Devlet kurumlarının tamamını işini düzgün yapan, iyi insanlara emanet edeceğiz.

Tek kişinin dürtülerine göre koskoca devletin bir sağa bir sola gitmesine müsaade etmeyeceğiz.

Geçenlerde demiştim ya...

Sayın Erdoğan ülkeyi sallaya sallaya yayık ayranına çevirdi. Biz buna son vereceğiz.

Bu arada dün sabah bir televizyon programında dedim ki “Kanal İstanbul’a karşı çıkanlara darbeci diyecekler.”

Üzerinden bir gün geçmedi ya bir gün. 8 saat sonra Sayın Erdoğan açıklama yaptı “Kanal İstanbul’a karşı çıkanlar en büyük Atatürk ve Cumhuriyet düşmanıdır.” 8 saat sonra...

Lafların ağırlığına bakar mısınız? Kanal İstanbul dediğiniz sonuçta bir rant projesi ya rant projesi. Her konuya rant gözüyle bakıyorlar. Orada gayrimenkuller geliştirilecek, şu olacak, bu olacak. Biz diyoruz ki "Bakın henüz çevre, etki araştırması ile ilgili tarafsız, bağımsız, düzgün bir teknik rapor çıkmadı ortaya" diyoruz. “Bu Kanal İstanbul’un deprem yönetimi ve güvenilirlikle alakalı, dış güvenlikle alakalı özellikle etkileriyle ilgili daha düzgün, tarafsız, bağımsız bir teknik değerlendirme raporu çıkmadı ortaya” diyoruz. “Kanal İstanbul’un uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk açısından tarafsız, bağımsız teknik bir incelemesini yapan bir rapor ortaya çıkmadı hala” diyoruz. “Önce bunlara bir çalışın diyoruz” ya. Karar verip de "Ben bunu inadına yapacağım" deyip de bir dayatmayla böyle proje yapılmaz arkadaşlar.

Bakın bütün bu problem, bütün problem maalesef yönetim tarzıyla, üslubuyla alakalı. Önce bir analiz, önce bir değerlendirme, iyi bir değerlendirme, ondan sonra siyasi karar. Ve bakın bu ülkenin yatırıma ihtiyacı var. Şırnak'ın, düşünün ne kadar yatırıma ihtiyacı olduğunu. Sulama yatırımları ihtiyacımız var. Kanal yatırımlara ihtiyacımız var, yol yatırımlarına ihtiyacımız var. Ülkenin dört bir yanı kaynak bekliyor, yatırım beklerken milyarlarca dolar milyarlarca euro kaynağı o Kanal İstanbul’a akıtacaklar. Çünkü rant var, rant ama dönüp dolaşıp da bu konuyu gerçekten böyle bir kutuplaştırma haline getirmesi ve bakın tekrar ediyorum ifadeyi "Kanal İstanbul’a karşı çıkanlar, en büyük Atatürk ve Cumhuriyet düşmandır" diyor. Böyle bir şey olabilir mi? Şu lafın ağırlığına bakın. Ama biz bildik. Maalesef o bildiriyi yayınlayanlar da böyle bir fırsatı altın tepsi içerisinde bu hükümete sundular. Kaş yapalım derken göz çıkarma en hafifinden, en hafifinden. Belki de başka şey var mıdır, yok mudur? Orasını bilmeyiz.

Bu ülkenin yarınlarını, istikbalini düşünenler de var. Biz varız biz. DEVA Partisi var.

Biz bu düşman dile de rant peşindeki heveslere de müsaade etmeyeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım;

Sorunlarımızı derinleştiren, siyasal kutuplaşmayı ve toplumsal bölünmeyi körükleyen bu sisteme DEVA Partisi son verecek.

İnanın, bu millet bu kısır döngülerden sıkıldı artık. “Yeter” diyor artık insanlar memlekette işsizlik var, yoksulluk var, hayat pahalılığı var. Bu temel sorunlar var. Bunlar gerçekten toplumumuzu yakıyor, can alıyor, can yakıyor. Bugün bu ülkede yoksulluk intiharları var arkadaşlar. Karartma gelmiş, basının yayınlamasına izin vermiyorlar. "Yayınlamayacaksınız" diyorlar, yasak getiriyorlar yoksulluk intiharlarına ve ekmek kuyruklarında bekleyen vatandaşlarımız var. Çöpten ekmek toplayan, çöpten yiyecek arayan vatandaşlarımız var. Bu ülkenin temel sorunları bunlar. Ama bunları çözmedikleri için, çözemedikleri için suni gündem peşindeler.

Ortakların her defasında ortaya çıkıp, önüne gelene terörist, hain, darbeci gibi etiketler yapıştırmasından da bu millet sıkıldı.

Çıkış yolu belli. Zaten tek yön.
Bu yolun adı birinci sınıf demokrasidir.
Birinci sınıf demokrasi; ileri, geri, aksak, eksik değil; tam demokrasidir.

Bu yolun adı birinci sınıf hukuk devletidir.

Birinci sınıf hukuk devleti; insan haklarına dayalı, vatandaşının özgürlüklerini koruyan, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemiyle işleyen bir hukuk devletidir.

Birinci sınıf demokraside ve birinci sınıf hukuk devletinde siyasete kimse müdahale edemez. Siz önceliği buraya verin. Birinci sınıf hukuk devletini, birinci sınıf bir demokrasiyi kurun ondan sonra bu ülke nasıl refaha ulaşıyor, nasıl zenginleşiyor hep beraber görelim.

******
Değerli arkadaşlarım;

Bizler karşımıza çıkan sorunları çivi olarak görüp eline çekici alanlardan değiliz.

Bu coğrafyanın ne acılardan geçtiğini, adaleti nasıl aradığını çok iyi biliyoruz.

1994 yılında Şırnak’ta, koçağımı ve kuş konar köylerinde ne olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Sevgili Tahir Elçi’nin ısrarlı hukuk mücadelesinin sonucunda; 26 yıl sonra Anayasa Mahkemesi 1994 yılında yaşanan acının aydınlanmasına katkı sundu.

Ve dedi ki: “Askeri uçaklar bombaladı, 38 vatandaşın yaşam hakkı ihlal edildi.”

Ne acı ki rahmetli Tahir Elçi, Anayasa Mahkemesi kararını göremedi.
Ama Şırnak hâlâ adalet bekliyor.
Uludere’de Roboski’de hayatını kaybeden 34 vatandaşımız için adalet bekliyor. Etkili bir hukuk soruşturması yapılmadı.

Kimse bu katliamın hesabını vermedi. Sorumlular açığa çıkmadı.
Kimse çıkıp bir özür bile dilemedi. Değerli arkadaşlar,

Biz artık anaları, gözü yaşlı görmek istemiyoruz.

Biz çocuklarımızın sokağa çıktıklarında can korkusu yaşamalarını istemiyoruz.

Biz, vatandaşlarımızın, terör örgütünün tehditiyle, devletin hukuksuz uygulamaları arasında sıkışmasına razı değiliz.

Gençleri mahkeme kapılarında adalet ararken görmek istemiyoruz. Size söz veriyoruz.
Biz bu coğrafyanın çığlığına sağır kalmayacağız.

Bu topraklarda yakılan Kürtçe ağıtların yankısını Ankara’da yüreğimizde taşıyacağız. O ağıtları, acıları dindirmek için elimizden gelen tüm çabayı sarf edeceğiz.

*****

Değerli Şırnaklı hemşehrilerim,
Şırnak’ın sorunlarını görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz.

Şırnak ekonomik sorunlardan ulaşıma, sağlıktan eğitime, tarımdan madenciliğe kadar çok sayıda sorunla boğuşuyor.

Şırnak’ta üretime dayalı bir fabrika bile yok. İş imkanları kısıtlı.

Şırnaklı kardeşlerimiz mevsimlik işçi olarak başka yerlere çalışmaya gidiyor. Hem de çok ağır şartlarda...

Biz DEVA Partisi olarak bölgeler arasındaki kalkınma farkını en aza indirmek için çalışacağız.

Bu amaçla;
Önce yereli güçlendireceğiz.

Yerel düzeydeki kurumların, inisiyatiflerin, kalkınma platformlarının, iş örgütlerinin ve STK’ların aktif bir rol oynamasını sağlayacağız.

Bölgemizin ihtiyaçlarını belirleyip, kısa sürede eğitim ve istihdam olanaklarını Şırnak’a kazandıracağız.

Öte yandan, hem şehrimize yapılacak yatırımların önünü açması, hem de Şırnaklı dostlarımızın hayatını kolaylaştırması adına ulaşımın da geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bu amaçla;

Mevcut karayollarının iyileştirilmesi, yarım kalan yolların tamamlanması, ihtiyaç duyulan yolların da bir an önce yapımına başlanması gerektiğine inanıyoruz.

Hem Habur sınır kapımıza bağlanan İpek Yolu’nun iyileştirilmesi, hem de çevre illerle aramızdaki mesafeyi kısaltmak hayatımızı kolaylaştıracak.

Bu noktada, sağlık ihtiyaçlarının da farkındayız.

Şırnaklı vatandaşlarımızın Şırnak’ta tedavi edilememesinin de maalesef çok sıkıntılı olduğunu biliyoruz.

Mevcut hastanelerde teçhizat ve doktor yetersizliği yaşanıyor.

Şırnak‘taki bir hastanın ameliyat için çevre illere sevk edilmesinin ciddi bir sorun olduğunu görüyoruz.

Halkımızın sağlığının yollarda tükenmesine yol açan “taşımalı hasta” diye bir sistemi de kabul etmiyoruz.

Değerli arkadaşlar;
Hane başına düşen çocuk sayısının en yüksek olduğu ilimiz Şırnak.

Bizler çocuklarımızın en iyi şekilde büyümesi amacıyla okul öncesi eğitime yapacağımız yatırımlardan sakınmayacağız.

Çünkü sosyal adaletin ve fırsat eşitliğinin mutlaka tesis edilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bu amaçla;

Okul öncesi eğitimi kademeli olarak 3 yaşına indireceğiz ve ücretsiz hale getireceğiz. Çocuklarımızın her türlü gelişimini sağlamak önceliğimiz olacak.

Çünkü bir ülkenin atılımı, çocukların eğitimine verilen önemden geçer. Bölge, şehir ayrımı yapmadan tüm çocukların eşit eğitim fırsatlarından yararlanmaları için çalışmalar yürüteceğiz.

Değerli arkadaşlarım,
Şırnak aynı zamanda bir maden şehri.

Ancak madenciliğin iş güvenliği kurallarına uygun ve çevre kurallarına uygun bir şekilde yürütülmesi gerekiyor.

Dere yataklarımızın kirletilmesine karşı önlemler alınması gerektiğini de düşünüyoruz.

Öte yandan, Silopi’siyle ve İdil’iyle bereketli topraklara sahip güzel şehrimizin tarımdaki potansiyelinin de farkındayız.

Fakat güvenlik, sulama ve plansız tarım nedeniyle, verim arzu ettiğimiz düzeyde olamıyor.

Çiftçimizin gübre, ilaç, tohum, yem, mazot maliyetlerinde çok ciddi artışlar oldu. Çiftçi borçları artıyor, traktör hacizleri yaygınlaşıyor.

Üstelik sulamada kullanılan elektriğin maliyeti de çiftçimiz üzerinde büyük bir yük olarak kalmaya devam ediyor.

Biz çiftçiliği, yoksulluğun diğer adı olmaktan çıkaracağız. Destekleri zamanında ve artırarak açıklayacağız.

Sulama kanallarını da en iyi seviyeye taşıyarak, çiftçimizin yükünü hafifleteceğiz. Bakın biz burada “kanal” diyoruz, “su” diyoruz hükümet hemen “Kanal İstanbul” diyor. Niye? Orada bir mıknatıs var, mıknatıs. Rant mıknatısı, hepsini çekiyor. Öncelikler değişiyor, yatıp kalkıp “Kanal İstanbul” diyorlar. Hâlbuki bu ülkenin çiftçisinin, tarımının su kanalına ihtiyacı var. Kapalı sulama sistemlerine, damlama sulama sistemlerine ihtiyacı var.

Mezopotamya Ovası’nı DEVA Partisi’nin damlalarıyla buluşturacağız. Kısacası değerli arkadaşlarım,
Yoksulluğun Şırnak için kader olmadığını biliyoruz.
Biz DEVA Partisi olarak Şırnak için hazırız.

Çünkü Şırnak’ın demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Ve biz hazırız.

*****
Saygıdeğer arkadaşlar,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Şırnak‘ın DEVA’sı var.

Ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

2 Nisan 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Mamak İlçe Kongresi Konuşması

Mamak 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Ankara il teşkilatımızın ve Mamak ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Mamaklı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Mamak ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Mamak ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bugün 2 Nisan, Dünya Otizm Farkındalık Günü. Bu özel gün sebebiyle şunu ifade etmek istiyorum ki; biz otizmli vatandaşlarımızın ve otizmli vatandaşlarımızın ailelerinin yanındayız. Otizm, değerli arkadaşlarım bir hastalık değil sadece bir farklılık. Biz biliyoruz ki her bir vatandaşımızın kendi özel, iyi oldukları alanlar var. Ve her bir vatandaşımız kendi iyi oldukları alanda daha da ileri gitmeleri, yetiştirilmeleri, desteklenmeleri gerçekten hem kendileri için hem de ülkemiz için çok çok önemli. Ve bugünü dünyada Birleşmiş Milletler tarafından belirlenmiş bugünü de çok önemsediğimizi ve farkındalık açısından bu konuyu daha çok dile getirmemizi ve otizmli vatandaşlarımızın ve ailelerinin yanında olduğumuzu ben tekrar sözlerimin başında ifade etmek istiyorum.

Bugün Ankara’dayız başkentteyiz.

Sadece mart ayında nerelere gittik biliyor musunuz?

Muğla’ya gittik; Bodrum ve Milas ilçe kongrelerimizi gerçekleştirdik.

Amasya’ya gittik; il kongremizi gerçekleştirdik.

Diyarbakır’a gittik; Bağlar ilçe kongremizi gerçekleştirdik.

Trabzon’a gittik; Ortahisar ve Akçaabat ilçe kongrelerimizi gerçekleştirdik.

Sonra İç Anadolu'ya, Aksaray’a gittik, merkez ilçe kongremizi gerçekleştirdik.

Oradan güneye indik, Akdeniz’e. Mersin’de Silifke, Erdemli ve Tarsus ilçe kongrelerimizi gerçekleştirdik.

Mersin’den Adana’ya geçtik, Seyhan ilçe kongremizi gerçekleştirdik.

Ardından ülkemizin güney doğu ucuna, Hakkari’ye gittik. Hem il kongremizi gerçekleştirdik hem de Şemdinli ve Yüksekova’yı ziyaret ettik.

Oradan kuzey batı sınırımıza, Kırklareli’ne geçtik. İl kongremizi gerçekleştirdik.

Ve dün Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesindeki kongremizin ardından bugün başkentteyiz. Başkentimizin büyük ilçelerinden Mamak’ta aranızdayız.

Ve Ankara’daki ilk ilçe kongremizi sizlerle beraber gerçekleştiriyoruz.

DEVA Partisi’ne emek vermiş, gönül vermiş yol arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Bütün bu güçlü ekip sayesinde, çok kısa bir sürede, ülkemizin her bir yanında damla damla, umut olarak yayılıyoruz. Adeta kuruyan toprağın, çatlayan toprağın suyla buluşması gibi vatandaşlarımız DEVA damlalarıyla ülkemizin dört bir tarafında buluşuyor. Hızlı bir şekilde teşkilatlanmamızda emeği geçen, bu başarıyı gerçekleştiren, rekor bir sürede, kuruluşundan itibaren rekor bir sürede seçime girmeyi, teşkilatlanma yoluyla hak etmiş bir siyasi parti olmamızda emeği geçen tüm arkadaşlarıma hem bir Genel Başkan olarak hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olarak özellikle teşekkür etmek istiyorum. Sağ olun, var olun.

Ayrıca gönüllülerimize de teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz partimize üye olmayan fakat gönüllü şekilde desteğini sunan çok sayıda arkadaşımız var.

Bu mutluluğu bizlere yaşattığınız için,

Bu ülkeye hızla demokrasi ve atılıma hazır olduğumuzu gösterdiğiniz için, bir vatandaş olarak her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Sağ olun, var olun.
*****
Değerli arkadaşlar;
Ülkemiz her alanda derin bir kriz içinde.

Gösteremezsiniz ki “Ya şu alanda da işler iyiye gidiyor” diye. Böyle bir alan yok, böyle bir saha kalmamış. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor artık sistem. Nasıl bir kumaşa asit dökülür de şöyle tuttuğunuz zaman parça parça elinize gelir, inanın koskoca ülkeyi, bu gelenekleri olan devleti, bu hala dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olan, küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan ülkeyi, maalesef bir krizden diğerine savuruyorlar arkadaşlar. Kriz çeşit çeşit. Ekonomik kriz her birimizin bildiği, derin bir şekilde hissettiğimiz bir kriz.

Aynı zamanda, derin bir yönetim krizinin içindeyiz.

Taraflı Cumhurbaşkanlığıyla beraber, meclisin ve kurumların baskı altına alındığı bir yönetim krizinde demokrasimiz eziliyor.

Ve değerli arkadaşlar, hukuk krizi.

Yargı, hukuk ilkeleriyle değil talimatlarla hareket eden bir hale geldi. O yüzden de vatandaşlarımız haklarını önce Anayasa Mahkemesi’nde, olmazsa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aramaya başladı.

AİHM’de en çok dosyası bulunan ikinci ülkeyiz. Olumsuz bir göstergede yine en tepedeyiz.

47 ülke arasında birinci Rusya, üçüncü Ukrayna geliyor. 11 bin 750 dava şu an mahkemenin önünde, 11 bin 750.

Bakın geçtiğimiz yıl, sadece 2020 yılını söylüyorum. Türkiye’nin davalı olduğu 97 tane dosyayı karara bağlamışlar.

Bunların 85’inde en az bir maddeden ihlal saptanmış. 31 kez ifade özgürlüğü, 21 kez adil yargılanma hakkı, 14 kez de mülkiyet hakkından ihlal saptanmış.

Şimdi kendi Anayasa Mahkememize bakalım.

Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurularda esastan incelediği her 100 dosyanın 95’inde ihlal kararı vermiş. Ne yapsın bu ülkenin vatandaşları? Zaten mahkemeye giderekken “Hakkım yendi diye” gidiyor. Mahkeme diyor ki “Yok sen haksızsın, bir şey yok dunda diyor” diyor. Kendi Anayasa Mahkemesi’ne gittiğimizde de bakıyorsunuz ki yüzde 95 Anayasa Mahkemesi vatandaşı haklı buluyor. Tabii birileri de çıkıp ne diyor? İşine gelmeyince “Kapansın bu” diyor. Bazıların hukuk işine gelmiyor. Bazıların insan hakları deyince elleri, ayakları dolaşıyor. Hepsini biliyoruz.

İlk üç sırada yine adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı ve ifade özgürlüğü geliyor.

Bu rakamın ne kadar korkunç bir oran olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Bir de değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymayan alt mahkemeler görüyoruz. Anayasa Mahkemesi karar veriyor, alt mahkeme “Ben uymuyorum” diyor. Tabi biz bunu görünce bunlar kimden cesaret alıyor, nasıl oluyor? Haddine mi? HSYK diye bir kurum var, hemen soruşturma başlar. Anayasada açık hüküm var “Anayasa Mahkemesi kararları herkes için bağlayıcıdır.” Alt mahkemeler içinde, kurumlar içinde bağlayıcıdır. Anayasanın açık hükmü. Kimden cesaret alıyor da “Uymuyorum” diye bakıyoruz ama görüyoruz ki her defasında cesaret aldıkları kişi aynı kişi. Ve üzülerek söylüyorum ki taraflı Cumhurbaşkanı işaret verdiği zaman “Alt mahkemelerde uymayabilir” dediği anda işte o zaman işin akışı değişiyor.

Anayasaya uymamanın alışkanlık haline geldiği bir ülkede güveni oluşturamazsınız arkadaşlar, böyle bir şey yok. “Ben her gün anayasayı çiğneyeyim ondan sonra bu ülkede işsizlik bitsin, bu ülkeye yatırım gelsin.” Bu kadar ucuz değil bu iş. Kimse parasını sokakta bulmadı. Siz bu ülkede işsizlik sorununu çözecekseniz önce hukuk altyapısını güçlendireceksiniz. Hukuka uymayı bir alışkanlık haline getireceksiniz. Hukukla kendinizi bağlı hissedeceksiniz. Ancak o güveni oluşturacaktır, güveni ancak o şekilde sağlayacaksınız. Güven olmadan yatırımcı gelmez, güven olmadan istihdam oluşmaz, güven olmadan bu ülkenin işsizlik sorunu çözülemez. Bunu anlayın, öğrenin.

Yargı kararıymış, Anayasaymış, hakmış, hukukmuş... Hiç umurlarında değil.

Biliyorsunuz iktidarın küçük ortağı da geçtiğimiz gün Anayasa Mahkemesi’nin kapanması gerektiğini buyurdu.

Ortağın birisi Anayasa Mahkemesi kararına saygı duymuyor, anayasayı yok sayıyor, küçük ortak da “Kapatalım gitsin” diyor.

Güler misin, ağlar mısın?

İnanın bu ülke adına, bu ülkenin bir vatandaşı olarak içimiz yanıyor. Gerçekten bir ülkeyi yönetenler tarafından, bir ülkeyi yöneten ortaklar tarafından herhalde ancak böyle büyük bir zarar verilir ya. Böyle bir şey olabilir mi ya?

“Kıymeti kendinden menkul” diye bir laf vardır biliyorsunuz. Kıymeti kendinden menkul Bahçeli “Anayasa Mahkemesi kapansın” istiyormuş. Niye? Bir kararını beğenmemiş, bir hareketine kızmış.

Ülkenin düştüğü her krizde hükümetin ortağı olan Bahçeli, kalkmış şimdi de vatandaşlarımızın yargıya verdiği yetkiyi de gasp etmeyi düşlüyor.

Yahu Sayın Bahçeli, siz meclisteki milletvekili sayısı sıralamasında 4. parti olarak, memleketin başına kayyum gibi geldiniz zaten.

Vatandaşın desteğiyle değil, ortağınızın lütfuyla ona buna ahkâm kesiyorsunuz.

Çete liderlerine övgü düzüp, beğendiğiniz suçluları affettiriyorsunuz zaten.

Her seferinde yeni bir liste yayınlayıp gazetecileri, düşünürleri tehdit ediyorsunuz.

Her türlü hukuksuzluğu yaptırdığınız yetmiyormuş gibi, bir de Anayasa Mahkemesi’ne göz dikiyorsunuz

Bakın, siz her türlü krizin ortağısınız. Bundan kaçamazsınız. Biliyoruz ki hesap şu; ben kara ortak olayım ama zarar varsa geri durayım. Öyle ucuz değil bu iş, biz bunu hatırlatacağız. Siz iktidar olmanın, iktidara ortak olmanın bazı nimetlerinden istifade ediyorsanız, bu ülkenin girdiği krizlerden de sorumlu olduğunuzu kabul etmek zorundasınız.

Siyasi tarihimize adınızı “krizlerin ortağı” olarak yazdırdınız, krizlerin ortağı. Tıpkı 2001 krizinin ortağı olduğunuz gibi.

Hatırlayın o zaman tek gecede 20’ye yakın banka batmıştı. Milli gelirin üçte biri kaybedilmişti. Gecelik faizler %7500’ü görmüştü. Yıllık enflasyon %70’leri geçmişti.

Siz o günleri hatırlamak istemeseniz de, biz hatırlatacağız. Tekrar tekrar hatırlatacağız.

Bakın değerli arkadaşlar,

Bu küçük ortağın bir tane çözüm önerisi var mı?

Ona buna hakaret etmek dışında, sağı solu tehdit etmek dışında tek lafı var mı?

Ekonomik kriz olur, gider meydana ekmek asar.

İstediği olmayınca, “Anayasa Mahkemesi’ni kapatalım” der.

Akıl alır gibi değil.

Mikrofon başına geçip bağırıp çağırmak, hakaret etmek dışında bir şey yaptığını gördünüz mü?

Önünde zaten mikrofon var, yine de bağırmadan konuşamıyor. Başka bildikleri bir şey olmadığı için bildiklerini yapıyorlar. Her şey en iyi bildiği şey yapıyor. Herhalde Sayın Bahçeli’de iyi bildiği şeyi yapıyor diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, biz, bu ülkenin yarınlarını;

Hukuku tanımayan, gece yarısı kararlarıyla ülkeyi yöneten, meclisi yok sayan bu irili ufaklı iktidar ortaklarına bırakmayacağız.

Emaneti teslim alacağız, DEVA Partisi bu ülkenin iktidarına taliptir bütün bu krizlerden ülkeyi çok kısa bir zaman içeresinde çıkarmaya ve düz yola, selamete erdirmeye hazırdır.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Bu iktidarın ortakları ekonomimizi dibe batırdı. Daha geçen hafta kongre duvarlarına yazdıkları “güven ve istikrar” lafı, bir duvar süsü olmaktan öte gidemiyor. İnandırıcı da değil. Hangi güvenden bahsediyorlar? Hangi istikrardan bahsediyorlar? O eskidendi, onu biz diyorduk. Bu ülkeyi 2001 krizinden alıp, 3500 dolarlık milli gelirden alıp 12500 dolara çıkaran ekip olarak bizler diyorduk. Bunu “Güven ve istikrarla yaptık” diyorduk. Bunlar ne güven bıraktı memlekette ne de istikrar.

Paramızın değeri gün geçtikçe azalıyor. Paramız pul oluyor, pul.

Milli paramız, yerli paramız pul oluyor. Sabah akşam yerlilikten bahsediyorlar, sabah akşam millilikten bahsediyorlar. Değerli arkadaşlarım, milliyetçilik, paramızı pul etmek değildir. Milliyetçilik, bu ülkenin hazinesinin borcunu iki yılda, ikiye katlamak değildir. Milliyetçilik, bu ülkenin milli Merkez Bankası'nın 130 milyar dolarını çarçur etmek değildir, yedek akçelerini sıfırlamak değildir.

Bakın, büyük ortak geçtiğimiz aylarda ne diyordu?

(20 Haziran 2020) “Türk Lirasını dünya çapında işlem gören, istikrarlı ve itibarlı bir para birimi haline getiriyoruz.”

Nasıl getiriyorsunuz Sayın Erdoğan? Daha 2 hafta önce gece yarısı karanlıkta aldığınız kararla ülkeyi daha da fakirleştirdiniz.

Dört ay önce dört yıllığına atadığınız Merkez Bankası başkanını görevden aldınız. Bu kararınız, hem devlete hem de vatandaşa külfet oldu.

Siz bu kararı almadan evvel de zaten paramızı yeterince değersizleştirmiştiniz. Dolar kuru 7,20 seviyelerindeydi. Bir karar aldınız, yine 8’i aştı.

Türk lirası faizlerinin 4 puan artması, dış borçlanma faizlerinin 2-3 puan artması, bütün bunların bu ülkeye maliyeti ne kadar biliyor musunuz? Ben hemen dünkü Çerkezköy Kongremizde de rakamı ifade ettim, bakın özel sektörün ve kamunun kur artışı ve faiz artışı sebebiyle maliyeti, üstlenmek zorunda kaldığı maliyet, borç stokundaki artış, artı faiz ödemelerindeki artış olarak topladığınızda 531 milyar lira ediyor arkadaşlar. Eski parayla 531 katrilyon. Bunun dökümünü dünkü Çerkezköy kongremizde ifade ettiğimi için tekrar rakamlarla sizi yormayayım. 531 milyar, bir gecede, gecenin karanlığında atılan bir yanlış imzanın bu ülkeye getirdiği maliyet. Bakın çiftçiye bir yılda verilen desteğin tamamı arkadaşlar 22 milyar. “Esnafa destek verdik, destek verdik” diyorlar ya şu korona döneminde, pandemi döneminde, topla topla topla 5 milyar ediyor. O yanlış imzanın maliyeti 531 milyar. Rakamı düşünebiliyor musunuz? Kötü yönetimin bir ülkeye vereceği zararın ne kadar büyük olduğunu düşünebiliyor musunuz? Gerçekten yazık günah.

Bakın bir haftada tam 8,5 milyar dolarlık finansman çıkışı olmuş ülkeden. Siz “Faizle mücadele edeceğim” dediniz, faizi artırdınız.
Siz “Enflasyonla mücadele edeceğim” dediniz, enflasyonu artırdınız.

Ne demişti hatırlayın bu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen önce, 2018 Haziran'ından hemen önce "Siz bana yetkiyi verin görün, faiz de nasıl inermiş, enflasyon da nasıl düşermiş görürsünüz." Bu millet de dedi ki “Hadi görelim bakalım, al yetkiyi de görelim bakalım.” Madem çok istiyorsun, “Bütün yetkiyi bana verin görün sorunları nasıl çözeceğim” dediniz, millet de bu etkiyi size verdi. Ve hem faiz yükseldi arkadaşlar hem enflasyon yükseldi, yüksek kuru da getirdiniz memleketin orta yerine bıraktınız.

Yüksek kuru da ülkenin orta yerine bıraktınız.
Nasıl başardıysanız, hem kuru, hem faizi, hem de enflasyonu patlattınız.

Peki, bu berbat tablonun sorumlusu kim arkadaşlar? Durun ona da Sayın Erdoğan yanıt versin.

(28 Mart 2019) “Türkiye’nin ekonomisinin sorumlusu benim, ben.”

Doğru, çok doğru...

Kurun yükselmesinin, fiyatların artmasının sorumlusunun kim olduğu belli.

Çiftçinin, esnafın her türlü maliyeti arttı. Milletimizin satın alım gücü düştü. Vatandaş pazara markete gidemiyor.

Şimdi de vatandaşa “Elinizdeki dövizi altını getirin” diyor. Böylesine ağır krizlerde vatandaşa destek vermesi gerekenler, yine vatandaştan destek istiyor.

Bu millet, bu hükûmetin yanlışlarının peşini toplamaktan bıktı, bıktı. Ne zaman hata yapsalar, vatandaşa dönüp yardım istiyorlar.

Bu millet, bu yanlış yönetimin, bu kötü yönetimin bedelini ödemek zorunda mı?

Bir de bakın, lafa gelince ne diyor?

(25 Aralık 2020) “Değerli arkadaşlar, ben tabii bir tıp mensubu değilim. Benim alanım ekonomi.”

Evet, “Benim alanım ekonomi” diyor.

Görüyoruz uzmanlık alanındaki sonuçları... Allah'tan tek bir uzmanlık alanı var, yoksa diğer alanlar ne hale gelirdi bilemiyoruz.

Bir de ne diyorlar? “Türkiye ekonomisi yüzde 1,8 büyüdü” diyorlar.

Bu nasıl bir büyüme arkadaşlar? TÜİK’in, hani şu “rakamları ayarlama enstitüsü”nün kendi açıkladığı rakamlara göre Türkiye’de hem çalışan kişi sayısı hem de çalışılan saat süresi azaldı.

Hal böyleyken büyüme nasıl oldu, anlayan varsa anlatsın bana.

Yani diyorlar ki “Milli gelir reel anlamda yüzde 1,8 arttı.” Yani milli gelir enflasyon oranına göre yüzde 1,8 daha fazla arttı.

Esnafa soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye, “Hayır” diyor, “Düştü” diyor. Çiftçiye soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye, “Hayır” diyor, “Düştü” diyor. Emekliye soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye, “Hayır” diyor, “Düştü” diyor. İşçiye soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye, “Hayır” diyor, “Füştü” diyor.

Bu geniş kesimlerin geliri düştü de, milli gelir nasıl arttı? Bunu da anlayan varsa, gelsin bana anlatsın.

Yahu arkadaş, madem hayali bir tablo çizecekseniz, bari rakamları tutarlı hale getirin ki inandırıcılığı olsun.

Ama biz artık rakamların doğrusunu arkadaşlar sokaktan, çarşıdan, caddeden öğreniyoruz. Vatandaşımız zaten biliyor, vatandaşımız enflasyonun ne olduğunu da biliyor, esnafımız da biliyor çiftçimiz de biliyor, herkes biliyor. Herkes bu ülkenin ekonomisi büyüyor mu küçülüyor mu bunun gayet iyi farkında siz ne açıklarsanız açıklayın. Ama şunu bilin ki açıkladığınız her yanlış rakam sizin zaten dibe vurmuş olan güveninizi daha da aşağılara çekiyor, bunu bilin. Güven öncelikle doğruyu konuşmakla olur, doğruyu söylemekle olur, söz verdiğini tutmakla olur. Güven böyle sağlanır. Bir devletin, bir hükûmetin açıkladığı rakamlara artık o ülkenin insanları güvenmiyorsa, dünya finans piyasaları güvenmiyorsa siz hangi güvenden bahsediyorsunuz ya? Hangi istikrardan bahsediyorsunuz?

Türkiye’de ne büyüdü, biliyor musunuz arkadaşlar? İşsizlik büyüdü.
Yoksulluk büyüdü.
Çarşı pazar enflasyonu büyüdü.

Gelir dağılımı arasındaki uçurum büyüdü. Vatandaşın borcu büyüdü.
Hazine’nin borcu büyüdü.
Cari açık büyüdü.

Bir de yetmedi, pandemi döneminde vatandaşa doğrudan destek değil, borç verildi. Üstüne bir de faiz eklendi.

Hani siz faize karşıydınız? Hani faize karşı savaş açmıştınız? Hani tek yetkiyi elinize aldığınızda bunlara karşı mücadele edecektiniz? Ne oldu? Merkez Bankası başkanı değiştirildi değil mi? Sebep ne? Faizi yükseltti. E yeni başkan göreve geldi, hafta sonu apar topar açıklama yaptı, "Ya biz Para Politikası Kurulu'nu toplamayacağız, gelecek ay bir bakarız ne olacağına" diye. İki gün sonra gene bir açıklama yaptı, dedi ki, "Biz enflasyonu hep faizin üzerinde tutacağız" dedi. Bak bak, yeni atadığı başkan söylüyor bunu ya. Merkez Bankası'nın genel kurulunda diyor ki; “Faizi” diyor, “Ben enflasyonun üzerinde tutacağım” diyor. Peki, aynı Merkez Bankası başkanı yandaş gazetenin köşesinde yazarken demiyor muydu “Faiz yüksek, düşmesi gerekiyor” diye. Ne oldu? Ne oldu? Eski Merkez Bankası başkanını görevden alan, yeni başkanı göreve getiren Sayın Erdoğan'a soruyorum: Madem memnun değildiniz, madem faizin düşmesi gerekiyordu. Niye dönüp bu yeni başkana talimatı vermiyorsunuz, düşür demiyorsunuz? Madem faize düşmansınız, madem faiz düştükten sonra arkasından enflasyon düşecek teziniz bu değil mi? Yıllardır bu yanlış tezi dayata dayata sisteme zaten bu ülkeyi bu hale düşürdünüz, ekonomiyi bu hale getirdiniz. Madem teziniz doğru yeni başkana talimatı verin, hemen düşürsün faizi. Teziniz doğruysa faiz düşünce hemen arkasından enflasyon düşecektir. Ne oldu? Yapmıyorlar, yapamıyorlar. Değerli arkadaşlar artık sorunun kaynağı çok açık belli.

Şimdi burada iki önemli soru var arkadaşlar:

Birincisi, fiyat istikrarını sağlamada, döviz kurlarındaki aşırı dalgalanmaları önlemede, en etkin araçlardan birisi nedir?

Merkez Bankası’nın elindeki döviz rezervleridir.

İkincisi, korona gibi kara günler olursa diye vatandaşı desteklemek için elinizde ne vardır? Merkez Bankası’nın yedek akçe hesabı vardır. Bu milletin alın teri orada biriktirilir.

Partili Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdi, öncelikle bir döviz rezervlerini hızlı bir şekilde erittiler. Arkasından 2019'un Ocak'ında daha sistem 6 ay olmuştu kurulalı, bu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, akraba bakan göreve geldi, aynı anda oldu zaten biliyorsunuz. 2019'un Ocak'ında yedek akçeyi bir günde sıfırladılar, dağıttılar gittiler. 2019 içinde biriken yedek akçeyi de 2020'nin Ocak'ında bir anda harcayıp bitirdiler. 2020'nin Ocak'ı bakın tarihe dikkat edin, pandemiden önce. Ve pandemi başladığında Türkiye sıfırı tüketmiş bir ekonomik yapıyla maalesef bu döneme girdi. Onun için vatandaşlarımıza destek verilemiyor, onun için esnaf perişan, onun için çiftçi perişan, onun için emekli perişan, onun için gündelik kazanıp günlük harcayan vatandaşlarımız perişan. Sanatçılarımız, müzisyenlerimiz perişan. Siz o ak akçeleri har vurup harman savurursanız ülkenin içine düşeceği durum işte bu olur. Kara gün geldiğinde, 100 yılda bir yaşanan böyle bir pandemi gibi bir vaka yaşandığında döner bakarsınız ki kasa boş. Rezervler tükenmiş, yedek akçeler bitmiş.

Peki, ne oldu bu döviz rezervlerine? Ne oldu bu yedek akçelere?

Niye soruyoruz, çünkü madem bütün yetki tek elde toplandı, bütün sorumluluk da tek kişide toplandı diyoruz. Defalarca soruyoruz, 130 milyar dolarlık döviz rezervi ne oldu, yedek akçeler ne oldu? Biz Merkez Bankası'nın döviz müdahalelerini hep açıklardık. Web sitesinde, anında gününde şu kadar şöyle bir döviz alışı yapılmıştır, şu kadar döviz satışı yapılmıştır diye. Şeffaf, açık, alnımız ak, korkacak bir şeyimiz yoktu. Girin bakın bugün Merkez Bankası'nın web sitesinde hala açıklanmış şekilde duruyordur, tek tek, tek tek, hangi gün Merkez Bankası'nın rezervleri ne kadar arttı, ne kadar azaldı? Ne kadar döviz alındı, ne kadar döviz satıldı? Hepsi belli, rakam belli, kur belli. Açık, şeffaf, korkacak hiçbir şey yok. Şimdi soruyoruz, tekrar tekrar soruyoruz sormaya da devam edeceğiz. Merkez Bankası'nın rezervlerine ne oldu, yedek akçelere ne oldu diye soruyoruz.

Onun da cevabını da ondan duyalım:

(26 Kasım 2019) “Hu, hu... Oğlun geldi mi? Geldi mi? Geldi. Ne getirdi? İncik boncuk. Kime, kime? Sana, bana. Başka kime? Kara kediye. Kara kedi nerede? Ağaca çıktı. Ağaç nerede? Balta kesti. Balta nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı, bitti, kül oldu.”


Arkadaşlar, gülüyoruz da bunun adı kara mizah.

Rezervler ve yedek akçe yandı, bitti, kül oldu. Siz devlet yönetiyorsunuz ya. Bu yönettiğiniz devlet. Bunlar size emanet, kimsenin babasının malı değil. Miras da değil, hani bir mirasyedilik vardır onu da yapamazsınız öyle bir şey de değil. Bunlar sadece bir emanet. Bu emanetin hesabını vermek zorundasınız. Bu bizim kültürümüz çok temelinde vardır. Emanete sahip çıkmak, emaneti korumak ve emanetin hesabını vermek. Bu bizim kültürümüz.

Peki soruyoruz:
Bu satılan dövizleri kime, ne zaman, hangi kurdan ve hangi yöntemle sattınız?

Bu milletin alın terini, dişinden tırnağından arttırdığı yedek akçeleri nerelere çarçur ettiniz?

Siz tek yetkili olmak istediniz. Tek yetkili olmak, tek sorumlu olmayı da beraberinde getirir.

“Tek yetki bendedir, sorumluluk başkalarındadır” diyemezsiniz.

Siz hesap verme makamındasınız. Sorumluluk sizde.

Tek imzayla yaptıklarınızın sonuçlarını, milletimizle paylaşmak zorundasınız.

Bu milletin yıllarca biriktirdiği, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı olan kaynakların nereye gittiğini açıklamak zorundasınız.

Açıklamazsanız, günü geldiğinde biz zaten bütün o kayıtları açacağız, bakacağız vatandaşlarımıza göstereceğiz. En iyisi mi en iyisi mi siz kendiniz yapın şimdiden, kendiniz yapın da sonradan yanlış anlaşılacak başka şeyler ortaya çıkmasın. Benim devlette öğrendiğim bir şey var ki hiçbir kayıt yok olmuyor. Şöyle küçücük bir peçeteye kurşun kalemle bir not alın, bunun on defa fotokopisi çekiliyor. Deyin ki “Ya arşivler çok birikti, bunlar 30 yıllık arşiv, o arşivleri artık imha edelim” deyin. O arşivlerin önce üç kopyası çekilir kenara koyulur, ondan sonra arşivler imha edilir, üç kopya da yine durur yani. Dolayısıyla bunlar nasıl olsa kayıtta kuyutta, hepsi ortaya çıkar bir gün.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biz tüm milletimize söz veriyoruz. İktidara geldiğimizde öncelikle ülkemizin içine girdiği her çeşit krizi çözeceğiz.

Biraz önce bir taksi durağına uğradık buraya gelirken, baktım taksi şoförlerimiz çok ümitsiz. “Ya Sayın Başkan’ım çok zor artık ya nasıl düzelecek bu iş” diyorlar. O kadar kötü ki memleketin hali. Böyle bir ümitsizlik var, anlıyorum ama bu arkadaşınız güçlü bir ekiple beraber bu ülkenin en derin krizlerinden birisini, 2001 ekonomik krizini hamdolsun çözdü. 2008-2009'da dünya, tüm dünya 100 yılda bir yaşanan bir büyüklükte bir kriz yaşanırken biz çok şükür hep beraber çalıştık, Türkiye'yi ayakta tuttuk, hatta fark attık diğer ülkelere. Biz şuna inanıyoruz, bir ülkenin başında eğer dürüst ve işin ehli kadrolar varsa çözüm kolay. Ayrıca şuna da inanıyoruz ki Allah doğrunun yardımcısıdır. “Siz doğru olun, kem belasını bulur” diye de atasözümüz var biliyorsunuz. Biz buna inanıyoruz.

Bu enkazı ortadan kaldıracağız. Yıktıkları her şeyi daha güçlü bir şekilde inşa edeceğiz.

Ülkemizi birinci sınıf hukuk devletine, birinci sınıf demokrasiye ve birinci sınıf ekonomiye kavuşturacağız.

Değerli arkadaşlar; birinci sınıf demokrasi; ileri, geri, aksak, eksik değil; tam demokrasidir.

Öyle 5 yılda bir vatandaşa gidip de 50 artı 1'i alıp cebine koyup, “Atı alan Üsküdar'ı geçti” deyip, 5 yıl bir daha dönüp vatandaşa bakmak değildir demokrasi. Demokrasi bunun çok ötesindedir, demokrasi sadece 5 yılda bir yapılan seçim değildir. Demokrasi STK'larla, sivil toplumla, meslek örgütleriyle sürekli beraber çalışabilme kültürüdür, eleştiriye tahammül demektir. Demokrasi özgür basındır. Bunların anladığı gibi 50 artı 1 bende, atı alan Üsküdar'ı geçer. Öyle değil. Bu demokrasi değil. Onun için biz diyoruz ki birinci sınıf demokrasi diyoruz, tam demokrasi diyoruz.

Birinci sınıf hukuk devleti; insan haklarına dayalı, vatandaşının özgürlüklerini koruyan, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemiyle işleyen bir hukuk devletidir.

Peki, birinci sınıf ekonomi nedir arkadaşlar?

Birinci sınıf ekonominin diğer adı “DEVA Ekonomisi”dir, Deva Ekonomisi.

Peki, DEVA Ekonomisi ne demek?

DEVA Ekonomisi; adil rekabete, fırsat eşitliğine, özel sektör öncülüğüne ve verimliliğe dayalı bir ekonomik sistem demek.

DEVA Ekonomisi; kaliteli bir büyüme demek.

DEVA Ekonomisi; ekonomik büyümenin vatandaşa daha iyi eğitim ve daha iyi sağlık hizmeti olarak geri dönmesi demek.

DEVA Ekonomisi; tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir politikalar demek.

DEVA Ekonomisi; her bir vatandaşımızın insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demek.

DEVA Ekonomisi; bu ülkenin insanlarının yatağa aç girmemesi demek.

DEVA Ekonomisi; anne babaların çocuklarının yarınlarından endişe etmemesi demek.

DEVA Ekonomisi; esnafın kepenk kapatmaması, faturalarını rahatça ödeyebilmesi, emeklilerin saygın bir gelir elde etmesi demek.

Kimsenin şüphesi olmasın;

Önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

DEVA Ekonomisi’yle birlikte bu verimli topraklarda, İşsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil,

Bereket akacak, Bolluk akacak, Refah akacak.

Biz DEVA Partisi olarak tüm Türkiye için hazırız.

Çünkü ülkemizin demokrasiye ihtiyacı var, ülkemizin atılıma ihtiyacı var ve biz hazırız.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti, gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Mamak’ın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

1 Nisan 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Çerkezköy İlçe Kongresi Konuşması

Çerkezköy 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Tekirdağ il teşkilatımızın ve Çerkezköy ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Çerkezköylü ve Tekirdağlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çerkezköy ilçe teşkilatımızın Birinci Olağan Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

***
Çerkezköy ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

***
Değerli arkadaşlar;

9 Mart tarihinde partimizin birinci yılını doldurduk.
Bir senedir il il, köy köy, mahalle mahalle, sokak sokak büyüyoruz.
Bir senedir ülkemizin dört bir köşesine umut olan DEVA filizlerini büyütüyoruz. Yorulmadan, durmadan çalışıyoruz.
Çünkü biliyoruz ki artık Türkiye’nin kaybedecek bir dakikası bile yok.
Çünkü biliyoruz ki DEVA Partisi dışında bir umut yok.

Evet, biz DEVA Partisi’nin bu ülkenin tek umudu olduğunu bilmenin sorumluluğuyla durmadan ve yorulmadan çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Biz DEVA Partisi’ni ülkemizin her kesiminden gelen insanlarla birlikte yol yürümek için kurduk.

Öteki-beriki demeden, ocu-bucu ayırmadan, 84 milyonun tamamının sesi olmak için, aynı masanın etrafında
Buluştuk.

DEVA Partisi, kapatılan bir partinin var olan yapısı üzerine konuşlanmış bir parti değildir.

DEVA Partisi, bölünmüş bir partinin kısmen hazır olan yapısı üzerine kurulmuş bir parti de değildir.

DEVA Partisi sıfırdan, yeni bir kadroyla, siyasete ilk defa bu çatı altında giren çok sayıda arkadaşımızla ve yepyeni bir teşkilat yapısıyla kurulan bir siyasi partidir. Adeta tırnağımızla kazıya kazıya yepyeni bir yapı kuruyoruz burada. Eskiyi hiçbir şekilde anımsatmadan, hiçbir şeyin devamı olmadan yepyeni bir siyasi kültür inşa ediyoruz bu çatı altında.

DEVA Partisi, ülkemizin tümünü kucaklayan, yepyeni bir Türkiye tasavvuru ile yola çıkmış, ilkeleri ve değerleri üzerinde yükselen bir siyasi partidir.

DEVA Partisi, merkezinde sadece insan ve insan onuru olan bir partidir.

İşte o yüzden partimiz, teşkilatlanmasını rekor denecek kadar bir sürede kritik eşiği aşacak boyuta getirdi. Kritik eşiği geçmiş durumdayız.

Geçtiğimiz gün yüksek seçim kurulu bir liste yayınladı. DEVA Partisi artık seçimlere girmeye hak kazanan 19 siyasi partiden birisi oldu.

Türkiye’nin dört bir yanında hızla büyüyen partimiz, milletimizin gücüyle seçimlere girmeye hak kazandı.

Ben buradan ülkemizin dört bir yanındaki partili arkadaşlarıma, yol arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Ayrıca gönüllülerimize de teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz partimize üye olmayan fakat gönüllü şekilde desteğini sunan çok sayıda arkadaşımız var.

Bu mutluluğu bizlere yaşattığınız için, bu ülkeye hızla demokrasi ve atılım için hazır olduğumuzu gösterdiğiniz için, bir vatandaş olarak her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Sağ olun, var olun.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biliyorsunuz son iki haftadır şöyle bir kongresini yaptığımız illere, ilçelere baktığımızda Türkiye'nin nasıl bir ucundan diğer ucuna hareket ettiğimize baktığımızda gerçekten, DEVA Partisi'nin gerçek bir Türkiye partisi olduğunu görüyoruz.

Bundan çok değil iki hafta önce, pazartesi günü Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde kongremizi yaptık. Hemen ertesinde Trabzon'un merkez, Ortahisar ilçesinde ve Akçaabat ilçelerinde kongrelerimizi yaptık. Güneydoğu Anadolu bölgemizden Doğu Karadeniz bölgemize, arkasından İç Anadolu'da Aksaray kongremizi yaptık, merkez ilçe. Sonra güney sahillerine indik. Mersin'de Silifke, Erdemli ve nihayetinde Tarsus kongrelerimizi yaptık. Hemen bir başka Akdeniz ilimiz Adana'da merkez ilçe Seyhan kongremizi yaptık. Daha sonra Türkiye'nin bir başka köşesine uzandık, Hakkari’de pazartesi günü il kongremizi gerçekleştirdik. Arkasından Yüksekova ve Şemdinli ilçelerimizi ziyaret ettik. Türkiye'mizin en güney doğu noktasındaki ilçemizdir Şemdinli. Hemen ertesi gün Kırklareli'ndeydik. Kırklareli İl Kongremizi gerçekleştirdik. Türkiye'nin bir başka serhat ili ve bir başka ilimiz ki o da kuzeybatıda. Kuzeybatı noktasındaki ilimiz. Bugün de buradayız, Çerkezköy'deyiz. Ve şunu büyük bir mutlulukla söylüyorum ki gerçekten DEVA Partisi, Türkiye'nin tüm coğrafyasında bu kadar farklı sosyal dokunun olmasına rağmen, farklı bölgesel özelikler göstermesine rağmen Türkiye'nin tüm coğrafyasında aynı ilgiyle, aynı sevgiyle kucaklanan, karşılanan bir siyasi parti oldu. Bunun kıymetini bilmemiz lazım, bu gerçekten ayrıcalıklı bir durum ve başka bir siyasi parti yok şu anda bunu yapabilen.

Biz Şemdinli sokaklarında ne kadar rahat yürüyebiliyorsak Kırklareli merkez sokaklarında da diğer ilçelerimizin, Lüleburgaz'ın sokaklarında da Babaeski'nin sokaklarında da aynı rahatlıkla yürüyoruz, aynı samimi ilgiyi görüyoruz. İşte kucaklayıcı olmak, ötekileştirmemek, bu ülkenin gerçekten birliği, beraberliği, bütünlüğü için çalışmak ancak böyle bir siyasi anlayışla olabilir.

Ve değerli arkadaşlarım, eğer ülkemizde şu anda şöyle bir baktığımızda tabloya, bu kötü tablonun, bu sıkıntıların da Türkiye'nin dört bir yanında artık aynı sıkıntılar haline geldiğini bugünkü hükûmet görmüyorsa gerçekten çok yazık. Bizim Trabzon'da da önümüzü kesen gençlerimiz işsizlikten yakınıyor, EBA'ya girememekten yakınıyor, Mersin'de önümüzü kesen gençlerimizin de sorunu aynı, Kırklareli'nde de sorun aynı Hakkari’de de sorun aynı. Türkiye'nin dört bir yanında artık işsizlik, hele hele gençlerimizdeki işsizlik artık ülkenin bir numaralı sorunu haline gelmiş durumda. Pandemi var değil mi? Ve şu anda Avrupa birincisi olduk gene, dünya dördüncüsü olduk vaka sayısında. Ama vatandaşımıza sorduğumuzda “En önemli sorun nedir?” diye. “İşsizlik” diyorlar, “Yoksulluk” diyorlar, “Hayat pahalılığı” diyorlar. Esnaf dükkânı kapatmak zorunda kalıyor, çiftçi ağır borç altında eziliyor. Çiftçinin üretim maliyeti çok çok yükselmiş durumda, gübre fiyatları neredeyse ikiye katlamış, ilaç fiyatları ikiye katlamış, mazot artmış. Hayvancılıkla uğraşan çiftçilerimiz yem fiyatlarının arttığını görüyor, biliyor ve bir yandan artan maliyetler ve bir yandan artamayan satış fiyatları arasında çiftçimiz sıkışıp kalmış.

Gerçekten değerli arkadaşlarım, son dönemin, yakın tarihimizin şu anda en derin ekonomik krizlerinden birisini yaşıyor bu ülke. Ve çözüm için, bu sorunları aşmak için hükûmetin elinde ne bir kadro var ne de bir plan, program var. Üzülerek söylüyorum ki olmayacak, yapamazlar, yapamayacaklar. Çünkü bu ülkenin ekonomisini düzeltmek önce sağlam bir adalet temelini atmakla başlar, sağlam bir adalet. Önce “Hukuk” diyeceksiniz, “İnsan hakları” diyeceksiniz, özgürlükleri tesis edeceksiniz, hukukun üstünlüğü ilkesini tesis edeceksiniz, tam demokrasi diyeceksiniz, tam. Ancak o sağlam temel üzerine siz ekonomiyi inşa edebilirsiniz. Ve sağlam ekonomiyi inşa ederken de önce ne lazım? İyi bir kadro. Yani dürüst ve işin ehli insanlardan oluşan bir kadro lazım. Düzgün bir ekonomik program lazım ve sağlam eylem planları, iç tutarlılığı olan uygulamalar lazım. Ama şu anda bakıyoruz bunların hiçbirisi yok bu ülkede.

Değerli arkadaşlarım,

Bundan 10 gün önce Sayın Erdoğan bir gece yarısı işlemi ile ve tek imza ile daha dört ay önce, ama dört yıllığına atadığı merkez bankası başkanını görevden aldı.

Beklendiği gibi bu keyfi karar ekonomideki öngörülebilirliği ve güveni ciddi biçimde sarstı.

Peki, bu karardan sonra ne oldu?

Dolar, Türk lirası karşısında 1 liradan fazla arttı. (7,21’den dün akşam itibariyle 8,26’ya çıktı)

Hazinenin iç borçlanma faizleri 4 puan civarında arttı.
Türkiye’nin dış borçlanma maliyetleri 1,5-2 puan civarında artış gösterdi.

Tabii ki bu artışlar hem hazinenin hem de özel sektörümüzün üzerine ciddi bir yük getirdi. Bakın çok değil sadece 10 gün içerisinde oldu bu ve tek bir imza yüzünden, tek bir karar yüzünden oldu. Düşünün şu anki sistemin memlekete ne kadar büyük bir zarar verdiğini.

Şimdi sizinle bazı rakamları paylaşmak istiyorum:

Döviz kurlarındaki ve borçlanma faizlerindeki artış hazinenin borcunda ve faiz giderlerinde toplam 194 milyar lira artışa yol açtı. Mukayese etmek için çitçiye verilen bir yıldaki toplam destek 23 milyardır. En son “Esnafa destek” dedikleri rakamlarım toplayın 4 milyardır.

Sadece tek bir imzanın sadece hazinenin, kamunun borç yüküne ve faiz ödemelerine getirdiği maliyet 194 milyar. Bu rakamı düşünebiliyor musunuz?

Bakın hazine dışındaki kamu kuruluşlarının borcu ve finansman giderlerindeki artış 105 milyar TL oldu.

Özel sektörün dış borcunun TL karşılığı tutarıyla, faiz maliyetlerinde toplam 278 milyar TL artış meydana geldi. Eski parayla katrilyon bunlar. Yeni parayla düşük gibi geliyor ama eski parayla katrilyon.

Toplamda bakıldığında kamu ve özel sektörün dış borç tutarı ile iç ve dış borçlanma faiz maliyetindeki artış 531 milyar liraya ulaştı.

Bu hesapların içinde özel sektörümüzün ve vatandaşlarımızın yurt içi kredileri üzerindeki faiz yükü de dâhil değil.

Bunları da eklersek maliyetin boyutu daha da artacaktır. Şimdi altını çizerek vurgulamak istiyorum:

Pandemi döneminde esnafa ancak 5 milyar TL, fakir ailelere 6 milyar TL yardımda bulunan, tüm çiftçilerimize yılda ancak 23 milyar TL destek sağlayan hükûmet, bir keyfi imza ile bu yardım ve desteklerin 50 katı, 100 katı kadar yükü esnafımızın, çiftçimizin, sanayicimizin, vatandaşlarımızın sırtına yüklemiş oldu.

Bu durum keyfi ve yanlış kararların bir ülkeyi nasıl bir kısır döngü ve açmazın içine soktuğunun açık bir göstergesidir.

*****
Değerli arkadaşlar,

Maalesef değerli arkadaşlar maalesef, çok istiyordu değil mi? Cumhurbaşkanı tek yetkili olmayı çok istiyordu. Bütün yetkiyi bana verin bak nasıl enflasyonu da çözeceğim, faizi de çözeceğim diyordu. Ama sonuç ortada. Yalnız bakın şunu yapmıyor; tek yetkiyi elinde topladı ama bütün bu olanların da tek sorumlusu olduğunu kabul etmiyor. Hâlbuki böyle bir şey olmaz. Eğer imza tek yetkiliyse bunun bütün sonuçları da yine tek bir sorumlunun sırtındadır. Bundan kaçamaz, böyle bir şey yok.

Ve değerli arkadaşlarım maalesef üzülerek söylüyorum ki şu son 2 buçuk, 3 yıla baktığımızda yani partili, taraflı Cumhurbaşkanı görevine başladığından sonraki güne bugüne baktığımızda, bir ara akraba bakanla da el ele verdiler biliyorsunuz, beraber yürüttüler bu işi, ülkenin borcu, Hazine'nin borcu tam ikiye katlamış durumda. İki yılda ikiye katladı. Bu kadar hızlı borç artışı hiçbir dönemde yaşanmamıştı, hiçbir dönemde. Kötü yönetimin, keyfi yönetimin, bütün yetkiyi tek elde toplamanın, istişaresiz yönetmenin, yanlış bir kadroyla yönetmenin ülkeye maliyetini herhalde bu rakamlar çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. İnanın içimiz yanıyor, yazıktır, günahtır. Bütün bu olanların tek sebebi kötü yönetim ama şöyle de baktığımızda demek ki düzgün, dürüst, işi bilen bir kadro işin başına geçtiğinde de bu sorunların ne kadar hızlı çözülebileceğini de bu bize gösteriyor. Neden-sonuç ilişkisi çok açık. Kötü yönetimin sonucu kötü, düzgün yönetimin sonucunda da ülkemiz çok daha güçlü yarınlara hep beraber ulaşacak.

Bugün iktidarda, halkı değersizleştiren, vatandaşa kötü söz söyleyen, elindeki yetkiyi sopa olarak kullanan bir zihniyet var.

Tepedeki zihniyet böyle olunca, Çerkezköy’de de geçenlerde yaşandığı gibi, bazı mülki idare amirlerinin davranış kalıpları da olumsuz yönde etkileniyor.

Yukarıdaki zihniyet, aşağı doğru bir yönetim üslubu olarak yansıyor. Bunun pek çok örneğini ülke sathında görüyoruz.

Arkadaşlar, eminim hatırlıyorsunuz, bunlar salgının ilk günlerinde millete IBAN numarası atmışlardı.

Akılları fikirleri vatandaştan para toplamada.
Vatandaşa destek vereceklerine, vatandaştan para istiyorlar.

Pandemiyle mücadele için aldıkları tedbirlerin başında da vatandaştan ceza tahsilatı yapmak var.

Merkez Bankası’nı boşalt, borca sok, kara gün akçelerini harca; sonra gel vatandaştan topladığın ceza ile bütçe açığını kapatmaya çalış.

Vatandaşa karşılıksız destek sunacaklarına, yaptıkları daha çok ceza ve daha çok borçlandırma. Borç üstüne borç, taksit üstüne taksit, faiz üstüne faiz. Şu anda yapılan bu.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bu dönemde esnafla, işçiyle kavga edip, dükkân kapatmakla tehdit edenleri gördük. Bir değil, iki değil...

Sorumluluğu öyle üç-beş valiye, kaymakama falan yıkmayın. Asıl sorumluluk en tepede. Bu arkadaşınız 13 yıl bakanlık görevi yaptı. Bürokrasi yukarıdan aşağıya şekillenir. Eğer mülki idari amirlerinden davranış sorunları varsa valilerde, kaymakamlarda bunun asıl sebebi ülkenin en tepesindeki tutumdur, zihniyettir.

Siz hiç şu son yıllarda, Sayın Erdoğan’ın ağzından bir kere güzel söz çıktığını duydunuz mu? Bir kere tatlı dille konuştuğuna şahit oldunuz mu? Bir insanı ikna ettiğini gördünüz mü?

Görmediniz, göremezsiniz.
Bizim siyasi kültürümüzde ne vardır arkadaşlar? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı vardır.

Vatandaşa sadece ama sadece hizmetkâr olan devlet anlayışı vardır. Bu yüzlerce yıllık devlet yönetme geleneğimizin ana ilkeleridir. Bunlar önce insan demeyi bıraktılar önce devlet demeye başladırlar. “Beka beka” deyip duruyorlar. Siz önce vatandaşın bekasını düşünün. Önce vatandaşa saygı duyun. Siz onlara hizmet için buradasınız. “Beka beka” deyip “Önce devlet” dediğinizde bu ülkenin halkı bundan istifade etmez. Yoksulluk artar, perişanlık artar. Garibanın eğer derdini duymazsanız, vatandaşın sıkıntısını bilmezseniz o saraylardaki 50 araçlık, 100 araçlık konvoylarınızdaki hayatın dışına şöyle başınızı uzatıp bakamazsanız bu ülkeye artık siz hizmet edemezsiniz. Artık yavaş yavaş gitme zamanınız geldi demektir.

“Ekmek alamıyorum” diyene “Abartıyorsun, al keyif çayı iç” diyecek kadar uzaklar bu millete. Hâlbuki biraz sokağa çıksalar, biraz vatandaşla haşır neşir olsalar bu ülkenin gerçeklerini görecekler. Problemleri kabul edecekler ve belki de çözüm için bir şeyler yapmaya başlayacaklar. Ama artık yapamıyorlar.

Çünkü sokaklardaki tepki belli bir eşiği geçmiş, yürüyemiyoruz arkadaşlar. Vatandaşlar gelip bize derdini anlatıyor ve her bir cadde, sokak, çarşı programımız beklediğimizin en az 2 katı, 3 katı vakit alıyor. Çünkü önümüzü kesiyorlar, herkes dertli. Dün Kırklareli'nde bir gencimiz yaklaşıp da "Gülen insanlar diyarına hoş geldiniz" deyince, tabii bir tezatı da gördüm ki gülen insanlar diyarı olmuş yüzü asık insanlar diyarı. Dedim ya “Yazık, Kırklareli'ni bile eğer siz bu gülen insanlar diyarını bile bu hale getirdiyseniz gerçekten çok yazık” dedim kendi kendime.

Değerli arkadaşlar;
Koronavirüs ile mücadeledeki zihni sinir projelerini anladık:
Kurala uymadığını gördüğün vatandaşı fırçala, ceza yaz, işlem yap. Peki devleti yönetenler kurallara uyuyor mu?

Artık lebalep kongreleri bir kenara bırakalım, bütün Türkiye'de meşhur oldu. Gittiğimiz her restoran sahibi, her lokanta, her kahvehane sahibi diyor ki “Ya” diyor, “Bize kural getiriyorlar yarısı dolu olacak, işte hafta sonu şöyle, 7'de kapatacaksın, şu-bu, bakıyoruz” diyorlar, “Kongreler dolu.” Hem de sıkışık, bizim bu kongre salonumuz gibi tedbirli değil, iç içe. Ve bununla da övünüyor bakın, övünüyor. Ne diyor Cumhurbaşkanı; “Maşallah” diyor, “Ya pandemiye rağmen gelmişsiniz, doldurmuşsunuz bu salonu ne güzel” diyor. Niye bunu diyor? Çünkü korkuyor. “Acaba bizim kongrelere hala bizim arkadaşlar gelir mi ki?” diye içten içe korkusu var. İç dünyasında korku var. “Acaba bizim teşkilatlarımız, bırakın hani vatandaşı bizim teşkilatlarımız hanidolduramayabilir mi salonları?” diye içten içe korkuyor ki o tabloyu görünce çok seviniyor ve onu açığa vuruyor. Demek ki korku dağları sarmış. Ve değerli arkadaşlar şu anda Türkiye'yi yöneten zihniyetin öyle bir kuralla falan alakası yok, kural tanıma alışkanlığı yok.

Mesela ekonomi kural işidir. Kuralına uyuyorlar mı? Uymuyorlar.

Uysalardı, fakirleşmezdik. Uysalardı; korona dönemi için biriktirdiğimiz, Merkez Bankası’nın yedek akçelerini bir gecede tüketmezlerdi.

Uysalardı; kafalarına esince Merkez ankası başkanını değiştirmezlerdi. 20 ayda 4 başkan değişti, 4.

Mesela hukuk kural işidir. Kuralına uyuyorlar mı? Uymuyorlar. Uysalardı, adaletsizlik büyümezdi. Uysalardı, rahat rahat anayasayı çiğnemezlerdi.

Çünkü zihniyet keyfilik zihniyeti. “Ben anayasaya da yasayla da kendimi niye bağlayayım ki?” diyor. “Ne olacak?” diyor. “Ben 50 artı 1'i aldım cebime koydum, atı alan Üsküdar'ı geçti” diyor. Bunlar hep ifadeler, kendi ifadeleri bakın. ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ kendi ifadeleri. “E ne olacak ki anayasada 50 artı 1, referandumda 50 artı 1, ama ben kendim, şahsım ben de 50 artı 1'im”

diyor. Dolayısıyla anayasaya uymama hakkını görüyor kendisinde. Bakın arkadaşlar bir ülkeyi yönetenler, bir ülkenin yönetiminin iradesini elinde tutanlar mutlaka ve mutlaka hukukla ve süreyle sınırlandırılmalıdır. Hem hukukla hem de süreyle. Süre uzayınca o emanet diye teslim alınan görev var ya, o emanet diye oturulan koltuklar, o emanet diye binilen araçlar, uçaklar süre uzayınca benim hissi geliyor yavaş yavaş. Ya bunlar benim galiba hissi oluşuyor. Ondan sonra da bırakmak çok zor oluyor. O koltuğa yapışılıyor. Ya kalkarsam sonrası ne olacak endişesi daha çok hâkim olmaya başlıyor. Hâlbuki değerli arkadaşlar, bir ülkeyi yücelten, bir ülkeyi zenginleştiren hukuktur, kurallı bir yönetim anlayışıdır.

Mesela salgın yönetimi kural işidir. Uyuyorlar mı? Bunu hiç anlatmayayım, siz anlayın.

Uysalardı, ilgili bakan çıkıp “bu konuyu gündemde tutmanın kimseye faydası yok” demezdi.

Lebalep kongreleri soruyorlar ilgili bakana, ya artık geçelim bunu diyor. Verecek cevabı yok, konuşamıyor. Diyemiyor ki “Ya bizim Cumhurbaşkanı kendi koyduğu kurala kendi uymuyor ben ne yapayım, gücüm yetmiyor bakan olarak.” Çıkıp söyle de gerçeği biraz insanlar duysun. O konuyu geçelim, gündemde tutmayalım ne demek ya? Çünkü sorumluluk makamıdır, bakanlık sorumluluk makamıdır. Bundan kaçamazsınız ki.

Ama vatandaş oturduğu yerde beş dakika kurala uymadı diye azar işitiyor. Hiçbir konuda kural tanımayan yönetim zihniyeti, kural diye diye vatandaşın peşine düşüyor.

Değerli arkadaşlar;

Vatandaşlarımız tabii ki kurala uysunlar. İnsanlar bu kurala kendileri için, aileleri için, anne babaları için, aynı ortamı paylaştıkları diğer insanların hayatı için uysunlar. Buna kimse itiraz etmiyor.

Elbette maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyulacak.

Fakat bunlar tabii böyle maske deyince, mesafe deyince, temizlik deyince başka şeyler de anlıyorlar. Bunlar hâlbuki “Önce halk sağlığı, önce halk sağlığı” diyeceklerine, bakıyoruz vatandaşlarımıza salgın bahanesiyle ceza arkasına ceza düzenliyorlar.

Ama tüm bu kuralların bir mantığı olur, bir düzeni olur.

Öncelik halk sağlığı olur. Vatandaştan salgın bahanesiyle ceza toplamak öncelik olmaz arkadaşlar olamaz.

Peki, kendileri hiç mi kurala uymuyorlar? Bakın maske, mesafe, temizlik kuralını nasıl anlıyorlar, nasıl uyguluyorlar?

Şöyle bir anlatayım:

Yüzlerinden akan sorumsuzluğu “maskeyle” kapatıyorlar.

Maskeyi böyle anlıyorlar.

Milletin geçim derdiyle ve hakikatle aralarına “mesafe” koyuyorlar.

Mesafeden anladıkları da bu.

Olumsuz bir şey varsa, ihaleyi vatandaşa yıkarak kendilerini “temize” çıkarıyorlar.

Temizlik dedikleri de bu.

Enflasyon değil mi? Tamamen kötü yönetimin sonucu, başka hiçbir sebebi yok, kötü yönetiyorlar. Kur artıyor, kur gidiyor enflasyona vuruyor. Sonra hemen gidiyorlar vay bu enflasyona kim sebep oldu? İlk dalgada kuru soğan depolarıydı değil mi enflasyonun sebebi? Bir dönem pazarcı esnafını suçladılar, “Terörist” dediler ya, pazarcı esnafına “Terörist” dediler. Pazarcı esnafı fiyatları artırıyormuş, bunların hiç suçu yok. Kendilerini temize çıkartmaya alışıklar ya. Daha sonra marketlere saldırmaya başladılar, dediler “Bu zincir marketler bu enflasyona sebep oluyor.”

Ya şunu açıkça çıkın söyleyin ve inanın bakın çıkıp söyleseler, çıkıp söyleseler “Ya biz hata yaptık, gerçekten bu işin sorumlusu biziz, hatamızı da anladık, artık bu yanlışta ısrar etmeyeceğiz, hukuka uyacağız, ekonomiyi de kurallı bir anlayışla yöneteceğiz, Merkez Bankası'nı bağımsız yapacağız” deseler, çıkıp bunu açıklasalar inanın ülke hemen rahatlayacak ya. Bakın buradan formülü söylüyoruz, kopyayı veriyoruz, çözümü söylüyoruz. Bu kadar basit. Ama yanlışta ısrar edince, yanlışı doğru gibi savununca o zaman işte memlekette ümitsizlik artıyor. O zaman insanlarda o boğulma hissi çoğalıyor. Ülkedeki o karanlık derinleşiyor, karanlık, zifiri karanlık haline geliyor.

*****
Değerli arkadaşlar;
Ben buradan tüm milletimize de seslenmek istiyorum.
Bakın, tedbirler zamanında alınmadığı için pandemi kötüye gidiyor. Test sayısı azalıyor ama buna rağmen bilinen vaka sayısı artıyor.

Verilen sözler yerine getirilmiyor. Aşı ile ilgili son 3-4 aydır yapılan açıklamaları bir alt alta yazın bir tane tutarlı bir şey var mı? Şu miktar geliyor, şu zaman geliyor. Bir bakan açıklıyor, bir Cumhurbaşkanı açıklıyor fakat dediklerinin hiçbirisi bugüne kadar tutmadı. Ne miktar tuttu ne de zaman tuttu. Sözlerinde durmuyorlar, duramıyorlar. Hesap kitap yok, plan program yok. Mayıs’ta tamamlanacağı söylenen aşılama sonbahara sarkıyor. Neden ertelendiğinin açıklamasına zahmet bile edilmiyor.

Şeffaf olunmadığı için, hatalardan ders çıkarılmadığı için harita kızarıyor. Harita kızarıyor, ancak hükûmetin yüzü kızarmıyor.

İnanıyorum ki milletimiz utanmayanlara, yüzü kızarmayanlara, sandık günü geldiğinde kırmızı kartı gösterecektir.

Korona haritasının rengi, sandık günü vatandaşlarımızın hükûmete göstereceği kartın rengidir.

Bu kuralsızlığa karşı, bu keyfi yönetime karşı, bu iş bilmezliğe karşı halkımız, sandık günü DEVA Partisi’ni iktidara taşıyacaktır.

Çünkü DEVA Partisi, “Önce insan” diyen, sadece hizmet için yola çıkmış, haktan yana olanların partisidir.

Çünkü DEVA Partisi, milletimizin hak ettiği birinci sınıf demokrasi, birinci sınıf hukuk, birinci sınıf ekonomik refahı getirecek olan partidir.

Biz DEVA Partisi olarak tüm Türkiye için hazırız.

Çünkü ülkemizin demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Ve biz hazırız.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Çünkü bu ‘algıları ayarlama kurumu’ var ya, “İletişim Merkezi” diyorlar, biz ona da “Algıları ayarlama kurumu” diyoruz. Ellerindeki devlet kanallarıyla bu ülkenin vatandaşlarından toplanan vergilerle, bu ülkenin gerçeklerini karartıp başka bir sanal ortam sunmaya çalışıyorlar. İşte biz hakikati anlatmamız lazım. Hem hakikati anlatacağız hem de milletimize kulak vereceğiz. Dinleyeceğiz, sorunları dinleyeceğiz. Çözüm önerilerini dinleyeceğiz vatandaşlarımızın ve toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz, DEVA Partisi olarak, bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Çerkezköy‘ün DEVA’sı var, Ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

31 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kırklareli İl Kongresi Konuşması

Kırklareli 1. Olağan İl Kongresi

DEVA Partisi'nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Kırklareli İl Teşkilatı’mızın çok değerli Başkanı, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Kırklarelili gönüldaşlarımız,

Türkiye'nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kırklareli il teşkilatımızın Birinci Olağan Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

*****
Sizi bugün;
8 bin yıl önceye uzanan tarihiyle,
Kaleleriyle, höyükleriyle, camileriyle, Aya Nikola Manastırı’yla, İğneada Longozu, Dupnisa Mağarası’yla,
Sırtını Istranca Dağları’na yaslamış,
Trakya’nın güzel şehri Kırklareli’nden
Saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Dün, ülkemizin bir diğer ucundaydık.

Bugün sizlere, Trakya’ya; Hakkari’deki, Şemdinli ve Yüksekova’daki dostlarımızın selamlarını getirdim.

Ülkemizin dört bir yanını ziyaret ediyoruz.

İki hafta önce Diyarbakır’daydık, hemen peşinden Trabzon’daydık. Oradan Aksaray’a, Mersin’e, Adana’ya gittik. Ve Hakkâri’den Kırklareli’ne geldik.

Ülkemizin her yerinde aynı sıcaklığı hissediyoruz. Aynı heyecanı görüyoruz. Türkiye’nin her bir köşesinde umutla, güler yüzle, mutlulukla karşılanıyoruz.

Biraz önce Kırklareli spordan buraya doğru yürürken bazı vatandaşlarımız balkonlardan bize seslendi ve beraber yürüyen bir arkadaşımız, yerel medya mensubu arkadaşımız dedi ki “Balkon konuşmasında roller değişiyor galiba” dedi. “Şimdi vatandaş balkon konuşmasına başlıyor artık memlekette” dedi.

Değerli dostlarım;
Bunun anlamı çok açık. Bunun anlamı çok güçlü. Bunun anlamı çok derin.

Şu andaki yönetim zihniyetinin ülkeyi ne hale getirdiğini görüyorsunuz. Ülkenin birleşmeye, kucaklaşmaya ne kadar çok ihtiyacı olduğunu, Türkiye’nin dört bir yanında hissediyoruz. Bugün ülkeyi yöneten zihniyet maalesef kutuplaşmayla, ayrıştırmayla siyaset yapıyor. Sürekli düşman üretmekle, vatandaşımızın bir kısmını, sivil toplum kuruluşlarını, meslek örgütlerini ötekileştirmekle kendine olan ilgiyi, desteği sağlamaya çalışıyor. Ama bu tutum memlekete büyük zarar veriyor. Ve ülkemiz adeta birlikte olmaya, kardeşliğe susamış, hasret kalmış.

DEVA Partisi’ni, bu ülkenin dört bir yanında yaşayan, her köşesinden milyonlar kurdu.

Partimizi kuralı bir yıl oldu. 9 Mart günü birinci yılımızı kutladık.
Bu 1 yılda milletimizin gündeminden asla sapmadık.
Bu 1 yılda halkımızın arasından bir an bile ayrılmadık.
Bu 1 yılda gece-gündüz, üzerimizdeki sorumluluğun bilinciyle çalıştık. Peki bu 1 yılda neler mi yaptık?

Her şeyden önce siyasetin dilini değiştirdik.

Bağıran, küfreden, hakaret edenlere karşı DEVA Partisi’nin nezaketini ve bilgisini konuşturduk.

İstişare ve ortak akla önem verdik.

Çok ve boş konuşarak değil, dinleyerek;

Laf üreterek değil, çalışarak siyaset yapılacağını herkese gösterdik.

Milletin cebi yanarken, devletin Bankası’nın, Merkez Bankası’nın durumunu biz gündem ettik.

Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin nasıl eritildiğini halkımızla paylaştık. Merkez Bankası’nı nasıl borca batırdıklarını biz anlattık.

Özellikle korona gibi kara gün dönemleri için biriktirdiğimiz yedek akçeleri tüketen mirasyedilerin zihniyetini milletimizle paylaştık.

“Rakamları ayarlama enstitüsü”nde, yani TÜİK’in de açıkladığı enflasyon rakamlarının doğru olmadığını ve gerçek enflasyon rakamlarının çarşıda, pazarda öğrenilmesi gerektiğini vatandaşımızla paylaştık.

Çarşıdan, pazardan, esnaftan, bakkaldan, manavdan, tezgâhtan öğrendik. Değerli arkadaşlarım;

Devlet yönetiminden ekonomiye, hukuktan sağlığa, tarımdan dış politikaya kadar her alanda,

Partimizin işin ehli kadrolarıyla politikalar ürettik.

Biz Türkiye için, tüm halkımız için politikalar üretmeye de devam edeceğiz. Sadece problemlere işaret etmiyoruz, sadece “Sorun şuradadır” demiyoruz. Nasıl çözüleceği konusunda da sürekli fikir üretiyoruz. Sürekli öneri geliştiriyoruz. Ve hükûmete diyoruz ki “Bakın bunların uygulanması için belki de bizi beklemenize gerek yok, alın uygulayın” diyoruz. “Yeter ki işler bir an önce düzelsin” diyoruz. Ama olmuyor, yapmıyorlar, yapamazlar, yapamayacaklar. DEVA Partisi de zaten bunun için kuruldu. Şu anki yöneten zihniyetin bu ülkenin problemlerine asla asla çözüm üretemeyeceğini çok iyi bildiğimiz için biz DEVA Partisi’ni kurduk.

İşte bu DEVA Partisi damlalarının karşısında hiçbir baraj duramayacak, Hiçbir engel iktidar yürüyüşümüzü durduramayacak.

İstedikleri kadar uğraşsınlar, istedikleri kadar çabalasınlar. Vatandaş çoktan görmüş, duymuş. Bu iş bitmiş. Ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, ne kadar yandaş kanallarda DEVA Partisi’nin adını anmamaya çalışırlarsa çalışsınlar, vatandaşlarımız her şeyin gayet iyi farkına varıyor. Gerçekleri ancak geciktirebiliyorlar. Gerçekleri vatandaşlarımıza engellemeleri mümkün değil. Belki biraz zaman alacak, çok gayret gerekecek ama vatandaşlarımızla er ya da geç buluştuk, buluşuyoruz inşallah.

DEVA Partisi hazır, DEVA Partisi emaneti teslim almaya hazır geliyor. ***

Değerli arkadaşlarım;

Kırklareli, ülkemizin Avrupa’ya açılan kapılarından birisi...

Şu an ülkeyi yönetenlerin, öngörülmez, güvenilmez ve kavgacı üslupla yürüttüğü dış ilişkilerin sonucunu en çok gören şehirlerimizden biri.

Son yıllarda maalesef ülkemiz yerli yersiz, gereksiz polemik ve kavgaların içine sokuldu. Ne zaman içeride işleri zora düşse, gidip başka ülkelerle veya liderleriyle kavgaya tutuştular. “Ey” diye naralar attılar. Bu naraların muhatabı olmayan bir ülke kalmadı herhalde. Kimin olduğu da fark etmiyor. Dışarıda mı? Dışarıda. Düşman ilan edilebilirler mi? Edilebilirler. Tamam. Zaten biliyoruz haftanın düşman panosu var ya oraya bir ülkenin adını yazmak bunlar için en kolay, aynı zamanda en kötü alışkanlık haline geldi. Bu hükümetin bir “dış politikası” yok. Dikkat ederseniz ben dış politika eleştirisi yapmıyorum burada. Politika adını vereceğimiz bir şey yok ortada. Sadece ne var “dış ilişkiler” var. Çünkü şu anki hükûmetin hiçbir konuda bütüncül bir politikası yok. Tek bir kişinin sabah nasıl uyandığıyla ülkenin dış ilişkileri şekilleniyor. 84 milyonluk ülke, küçülmüş haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan bir ülke böyle keyfilikle yönetilemez. Böyle bir şey olmaz. Böyle bir ülke kalkınamaz. Böyle bir ülkenin dostları çoğalmaz.

Biliyorsunuz; ben Avrupa birliği Başmüzakerecisi’ydim 3 sene. 2 sene de Dışişleri Bakanlığı yaptım.

Hatırlayın o yılları. Türkiye, itibarlı bir ülkeydi. Sözü dinlenen, güvenilir ve saygın bir ülkeydi.

Pasaportumuzun değeri vardı, değeri.

Artık paramızın değeri vardı Henüz Kırklareli'nde çarşı, pazar dolaşmadık. İnşallah öğleden sonra yapacağız ama Edirne ziyaretimizde şöyle bir restoran işletmecileri ile konuşurken bize dediler ki "Eskiden Bulgar komşularımız geliyordu, bahşiş bırakıyorlardı ama paralarının o fiş yazıyoruz ya, fatura yazıyoruz ya o kâğıt kadar değeri yoktu. Dolayısıyla biz atıyorduk çöpe. Fakat şu anda ‘Keşke Bulgarlar gelse de şöyle 3, 5 leva bahşiş bıraksa’ diye bizim çalışanlarımız dört gözle bekliyor" dedikleri bize bu. Bakın ülkenin pasaportu değersizleşti, ülkenin parası pul oldu.

Ben şimdi buradan hükûmete sesleniyorum. Sabah akşam, yatıp kalkıp yerli ve milli kavramlarını kullanan vatandaşlarımızın dini ve milli hassasiyetlerini istismar eden hükûmete sesleniyorum. “Milliyetçilik bu mu?” diyorum. Milliyetçilik bu ülkenin pasaportunu değersizleştirmek değildir. Milliyetçilik bu ülkenin parasını, pul etmek değildir. Bunları öğrenmeniz lazım. Bu ülkenin itibarını korumaktır. Bu ülkenin her bir vatandaşının kendisini güçlü hissetmesidir. Vatandaşının anlı açık, başı dik gezebilmesidir. Komşuların gelip buraya kendi ekonomileriyle hava atması değildir milliyetçilik.

Değerli arkadaşlarım bakın, biz o dönemde bir ilke belirledik dedik ki: sadece o dönemi değil, Cumhuriyet tarihinin bir ilkesidir. Dış politika ilkesi neydi? Başka ülkelerin iç siyasetine karışmamak. Bu çok önemli bir ilkedir ve çok acı tecrübeler sonucunda bu ilkeler belirlenmiştir. Ben Dışişleri Bakanlığı’ndan ayrılıktan sonra bir baktık ki ağır bir ideoloji hâkim olmaya başladı. Başka ülkelerin iç meselelerinde taraf olmaya başladık. Eskiden nasıldı? Bir ülkenin kendi içinde sorun varsa hemen Türkiye arabulucu olarak devreye giriyordu. Türkiye barıştan yana oluyordu. Türkiye hep insandan yana oluyordu. Tabii ki ulusal çıkarlarımızı koruyorduk. Tabii ki çıkarlarımıza zerre kadar göz dikenin hemen haddini bildiriyorduk. Ancak başka ülkeler söz konusu olduğunda bu ülkelerin kendi içinde huzur ve barış için çalışıyorum. İki ülke arasında sorun varsa hemen o iki ülke arasında arabulucu, barıştıran taraf oluyorduk. Şu anda tamamen işler değişti.

Bir de şu son döneme bakın. Allah aşkına, şu olan biten şeyin adına dış politika denir mi?

Biz buna “Dış politika” demiyoruz, “Dış ilişkiler” diyoruz, dış ilişkiler.

Bir kişinin duygularıyla ve dürtüleriyle ilerleyen dış ilişkiler. Tamamen şahsileştirilmiş dış ilişkiler...

“Ben onun elini sıkmam. Onun olduğu salona girmem. Onun masasına oturmam.” Sen oturmazsan başkası oturur ve Türkiye’nin aleyhine pek çok şey gelişir. Ondan sonra da uğraşır durursunuz. “Bunun neresini, nasıl toparlayalım?” diye.

Bu dış ilişkileri de Dışişleri Bakanlığı’nın oradaki diplomatların çabasıyla yürütülemiyor. Pek çok arka kapı kanalları oluşmuş durumda. Sıfır sorumluluk ama yetki kullanan bir sürü insan türemiş durumda sağda, solda. Bu koskoca ülkeye yakışmıyor, bu ülkenin ciddiyetine yakışmıyor. Bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışmıyor.

Peki arkadaşlar, gerçek dış politika ne demektir?

Dış politika demek; diplomasi demektir.

Dış politika demek; siyasi diyalog kurmak demektir.

Dış politika demek; problemleri konuşarak çözmek, barışçıl yolu bulmak demektir .

Dış politika demek; düşmanları azaltmak, dostları çoğaltmak demektir.

Dış politika demek ülkenin uzun vadeli çıkarlarına göre hareket etmek demektir .

Şimdi ne diyorlar? “Türkiye hiç mi diğer ülkelerde söz sahibi olmayacak?” Olacak tabii.

Tabii ki söz sahibi olacak ama Türkiye sorunların parçası olmayacak. Türkiye çözümlerin parçası olacak. Tabii ki yakın coğrafyamız önemlidir. Biz tabii ki yakın coğrafyada barış isteriz, istikrar isteriz, huzur isteriz. Tüm bu coğrafyada kazan-kazan ilişkileri oluşturmak isteriz. Dış politika böyle küçük bir pasta dilimini paylaşma kavgası değildir. Dış politika pastayı büyütmektir. Herkesin istifade etmesini sağlamaktır. Pastayı büyüterek tüm tarafların ortak ve münferit çıkarlarını oluşturma gayretidir. Buna dış politika denir, buna diplomasi denir. Ama bunlar alışmış. Nerede kavga olsa hemen kolları sıvayıp yumruk atmaya hazır bir yerde bekliyorlar. "Ya bir kavga çıksa da şöyle birkaç yumruk atsak. Birkaç yumurta yeriz ama nasıl onun da hesabını tutan yok. Dışarıda kavga çıkınca da içeride de iyi işe yarıyor. “Vay dışarıda düşmanlar var” deyip içeride böyle bir hükûmet etrafında iktidar partisi etrafında biraz da olsa bir miktar kenetlenmeye sebep oluyor." Adeta kavga çıksa da şöyle bir yumruklasak diye bekleyen bir dış ilişkiler anlayışı var şu anda Türkiye’de.

Ve değerli arkadaşlarım bakın Türkiye'de dış politika, böyle birilerinin şahsi bekası uğruna heba edilmeyecek kadar önemli bir alandır. Dış politika gerçek anlamda değerler ve milli menfaatler üzerine yürütülen bir alandır.

Değerli arkadaşlar, bakın askeri güç çok önemli bir askeri güç ama askeri gücün en kıymetli olduğu an onun güçlü bir caydırıcı güç olarak beklettiğiniz, kenarda tuttuğunuz "Bak gerekirse kullanabilirim" diye yakınınızda güçlü bir şekilde tuttuğunuz bir güçtür. Askeri gücü kullanmaya başladığınız anda o güç ölçülebilir hale gelir. Evet, Türkiye'nin askeri gücü yüksektir ancak bunun ölçülebilir hale gelmesi hele hele son yıllarda defalarca, çok içim yanarak bunu söylüyorum, defalarca sınırlarının başka ülkeler tarafından çizilmiş olması demek, Türkiye'ye çok şey kaybettiriyor çok üzücü. Ve maalesef bu hükümet uyguladığı bu kişiselleştirilmiş, fevrileşmiş dış ilişkiler seti yüzünden Türkiye'nin askeri gücünün caydırıcılığına da büyük zarar vermiştir. Yazıktır, günahtır.

Haftanın düşmanı panosuna her hafta yeni birilerini yazarak dış politika yapamazsınız.

Olmadık maceralara atılarak, yalnızlık masalları anlatarak, mağdur edebiyatı yaparak, dış politika yürütülmez.

Dar ideolojik kalıplara sıkışarak dış politika yapamazsınız.

Bir de biliyorsunuz Türkiye yalnız kalınca, yapayalnız kalınca demişlerdi ki "Bu değerli bir yalnızlıktır" neresindeymiş bu değer anlayamadık. Bugüne kadar bir faydasını görmedik.

Bunlar arkadaşlar Türkiye maalesef değersizleştirirler, itibarını sıfırladılar. Bir zamanların güçlü ülkesi, itibarlı ülkesi söz söylediği zaman etkili olan sözünün gücü olan ülke, bugün maalesef “Yine buralardan bir gürültü geliyor. Gene bunlar bağırıp çağırıyor ama ne diyorlar acaba” diye şöyle yan gözle bakılan bir ülke haline geldi. Her gün bağırırsanız, her gün “Ey” nidalarıyla seslenirseniz bir süre sonra insanlar sizi dinlemez. “Ya çok gürültü yapıyor bunlar” deyip başlarını başka tarafa çevirir. İçine düşürdükleri ülkenin durum maalesef bu.

Değerli arkadaşlar;

Bu yalnızlaşmanın bedeli, terörle mücadelede de yalnız kalmaktır. Terörle mücadelede en önemli strateji örgütü yalnızlaştırmaktır ve örgüte karşı olan birlikteliği sağlamaktır.

Günün sonunda yalnızlaşan terör örgütleri değil de Türkiye olduysa, bunun hesabını vermek zorundasınız. Bu kadar kolay değil. “Ben yaptım oldu” deyip ilerleyip, bu kadar ülkeye zarar verip daha sonrada hiçbir hesap verme duygusu olmadan yürüyüp gitmek, böyle bir şey yok.

Bu yalnızlaşmanın bedelini bu ülke ağır ödedi, ödüyor. Düşen ihracat olarak ödüyor. Düşen milli gelir olarak ödüyor. Turizm gelirleriyle bunu ödüyor, dış yatırımların azalmasıyla bunu ödüyor Türkiye.

Çalışan, üreten vatandaşlarımızın fakirleştirdiğini görüyorsak, insanların işlerinin kaybettiğini görüyorsak bunun sebeplerinden birisi de bu yanlış dış ilişkiler setidir. Ve bunun hesabını vermek zorundalar, hiçbir şey yokmuş gibi davranamazlar.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Yalnızlaşmak yetmedi, bir de Türkiye’yi uluslararası arenada küçük düşürdüler.

Bakın, şu son 2-3 haftaya...

Öyle yanlış bir diplomasi yürüttüler ki, sanki Türkiye Mısır’a muhtaçmış gibi bir algı oluştu.

Bakın, Mısır adeta “kazanan taraf” olduğunu hissetti. Şartlar öne sürdü.

Hatta ve hatta öyle bir 180 derece dönüş ki, bugünkü iktidar Türkiye’deki Mısırlı muhalif medyayı da susturmak için uyarıda bulunmuş...

Alışıklar tabii basını susturmaya.

Dış ilişkileri, iç politikayı dizayn etme uğruna kullandıkları için, bu konuyu da ellerine, yüzlerine bulaştırdılar.

Şimdi bir o yana, bir bu yana savrulup duruyorlar. Bakın, bu savrulmalarına birkaç örnek verelim.

Ne oldu? Sayın Erdoğan “Darbeci Sisi” diye meydanlarda sesleniyordu değil mi? “Onun olduğu salona girmem” diyordu. Hatırlayalım mı neler demişti?

“İşte Sisi denilen kişi şu anda Mısır’da böyle bir yöneticidir. Ve ben kendisi için her zaman onu söylüyorum. Bir zalimdir.”

Peki şimdi bakın bugüne bakalım, bugün ne diyor?

“Çok çok farklı gelişmeler var. Mısır’la istihbarı görüşmelerin yapılması farklıdır, yaparız. Hiçbir bizim açımızdan engel yoktur”

Evet, arkadaşlar, bu açıklamayla beraber, son günlerde bir anda kaç yetkili Mısır övgüsüyle karşımıza çıktı ben sayamadım.

Biliyorsunuz, önce kutuplaştırdılar. Hatta daha 2019’daki yerel seçimlerde Sisi’yi şeytanlaştırdılar.

Sonra da baktılar ki doğu Akdeniz’de ciddi bir hak kaybı olacak, hemen U dönüşü yaptılar.

Yahu başımız dönüyor, başımız. Biraz yavaş, biraz normal hızla alın şu virajları Sayın Erdoğan. Bu keskin U dönüşlerinize yetişemiyoruz!

Arkadaşlar, ne demişler “Keskin sirke küpüne zarar.”

Peki şimdi hükûmete soruyorum: aklınız neredeydi? Doğu Akdeniz’deki ülkelerin hemen hemen hepsiyle ilişkileri bozarken aklınız neredeydi?

Mısır dış işleri bakanı da çıktı ne dedi? “Siz önce bizim şartlarımızı kabul edip, bizim şartlarımıza uygun adımlar atmazsanız, ilişkileri normalleştirmeyiz” dedi.

Ülkenin içine düştüğü durum işte bu arkadaşlar. Durum bu.

Şimdi Mısır’la normalleşmeyi bile beceremiyorlar. Normalleşmeyi bile ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar.

Ülkemizin itibarı işte böyle yok ediliyor.

Yazık, bu ülkeye çok yazık. Bu ülke bunu hakketmiyor.

*****

Değerli arkadaşlarım;

Türkiye’nin dış politikadaki parolası kazan-kazan olmak zorundadır.

Kavga etmek dünyanın kolay işi... Çatışmak kolay... Küçücük bir bahaneye bakar.

Asıl zor olan, komşularımızla ve müttefiklerimizle birlikte kazan-kazan sonuçlarını elde edebilmektir.

Fakat son yıllarda bakıyorsunuz, bu hükûmet ülkemizi “kaybet-kaybet”e alıştırdı.

Bunun bir örneğini de şu S-400 meselesinde gördük. Bu konu öyle bir hal aldı ki, hani “bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz” derler ya... Kuyuya taş atıldı, şimdi kırk akıllı çıkarmaya uğraşıyor.

Öncelikle şunu herkes bilmelidir ki;

Türkiye’nin güvenliği, her şeyden önce Türkiye’nin kendi sorumluluğundadır. Kendi egemenlik alanıdır.

Türkiye’nin kendi egemenlik alanındaki bir konuda hiçbir ülke Türkiye’ye “Şunu yap, bunu yap” diyemez! Bu kimsenin haddine değildir.

Bu konuda, hava savunma sistemleri konusunda, füze sistemleri konusunda özellikle Suriye rejiminden Türkiye’ye karşı bir tehdit oluştuğu dönemde Türkiye ne yaptı? NATO’dan üç patriot bataryası istedi ve bunlar kuruldu o dönemde sınırlarımıza. Sonra biz dedik ki “ya niye biz bunları emanet alıyoruz ki. NATO ülkesiyiz paramız da var, biz bunları alalım kendi malımız olsun yine NATO ile entegre kullanalım. Fakat o dönemki Amerikan yönetimi çok büyük bir hata yaptı, müttefikliğin ruhuna yakışmayacak bir iş yaptı ve bu sistemleri bize vermediler. Orada o dönemki yönetimin büyük hatası var. İkili ilişkilerde de güveni zedeleyen, ittifakın ruhuna uymayan bir durum oluştu.

Peki, dış politikası olmayan, dış ilişkilerini de eline yüzüne bulaştıranlar yüzünden ne oldu?

Aldıkları kararların sonuçlarını hesap edemediler.

2,5 milyar dolar para ödeyip S-400 alıyorsun, sonra bu sistemleri kullanamıyorsun.

Kapağını şöyle hafif bir araladığınızda ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalıyorsun.

Bu, hesapsızlık değil de nedir?

Biliyorsunuz; bununla da kalmadı Türkiye F-35 projesinden de çıkartıldı. Ve Türkiye F-35 savaş uçağı projesinin dört ana ortağından birisiydi.

Öyle sadece “Al parasını, ver F-35’i” değil ha... Projeyi geliştiren, teknolojisine hâkim olan, kritik parçaların bir kısmını Türkiye’de üreten, projenin bütün detaylarına hâkim olan dört ülkeden biriydik.

Yani NATO’nun en önemli savunma projelerinin birinde Türkiye dört ana ortaktan biriydi.

Peki ne oldu? Türkiye F-35 projesinden de çıkarıldı.

Ya bu hesapsızlık değil de nedir?

Hiç mi düşünmediniz, hiç mi hesap etmediniz? İlkokul İkinci sınıfta şöyle satranç oynamayı bilen bir çocuk, ilkokul ikiye giden, satranç bilen çocuk birkaç hamle ötesini hesap eder. Bu kadar mı bilmiyorsunuz? Bu kadar mı stratejik bakıştan yoksunsunuz? Tam bir kaybet-kaybet meselesidir budur.

Yani herhalde dış ilişkiler tarihine, yakın tarihe bu nasıl kötü yönetilir, nasıl bir ülke kendi ayağını vurur, nasıl kaybet-kaybet sonucuna karşı karşıya kalır tam bir vaka yani. Okullarda herhalde ilerde okuturlar nasıl kötü yönetilir diye okuturlar okullarda. Ne oldu?

Sonuçta S-400 için harcadığımız 2,5 milyar dolar parayı kaybettik, F-35 için harcadığımız kaynakları kaybettik.

Sonuçta parasını verdiğiniz S-400’ü kullanabiliyor musunuz? Kullanamıyorsunuz. Parasını verdiğiniz F-35 uçaklardan geldi mi? Gelmedi. Bakın Türkiye tapusunu aldığı uçağı getiremedi. Parasını verip de uçağın sahiplik belgesi elimize ulaşan uçakları çıkartıp buraya getiremedi bunlar.

Bu nasıl bilgisizliktir, inanın anlamak güç. Bu hesapsız kitapsız işleri biz asla kabul etmiyoruz.

Bakın; bu konuda bir ara Çin’le de görüştüler. Ama ne görüşme...

Koskoca bir ülkenin savunma sistemiyle ilgili bir konuyu görüşmek için oturuyorlar; ama daha neyi görüştüklerini bile bilmiyorlar.

Sonra anladılar ki Türkiye’nin istediği başka, konuştukları sistemin özellikleri başka... E ne oldu? Bundan dolayı Çin ile ilişkiler de bozuldu o dönemde. Böyle güven oluşur mu? “O zaman niye bizi aylarca oyaladınız” dediler. “Madem bu aradığınız özellikler değildi bunu bilmiyor muydunuz? Aklınız yeni mi başınıza geliyor?” dediler. Böyle gidip de çarşıdan, pazardan alınacak kadar basit bir şey değil. Bu işin uzmanları var bu ülkede. Yetişmiş bir askeri bürokrasi ekip var Türkiye’de. Tekniği çok iyi bilen bir ekip var Türkiye’de. Ama niye? Bunlar öyle bilenlerle çalışmıyorlar ki. “Hatta bu çokbilmiş, çok konuşuyor” diyorlar. Kafalarına bir şey takıyorlar onun peşinden gidiyorlar. İşi bilenle konuşmadıkları için, bilenleri sürece katmadıkları için de bu ülke zarar görüyor .

Bunlar ekonomide bir bakkal çırağının yapmayacağı hataları yaptılar... Dış politikada da uluslararası ilişkiler bölümü birinci sınıftaki üniversite öğrencisinin yapmayacağı hataları yaptılar.

Şimdi bu kadar basit ve düz bir hata yaparsanız güveni nasıl sağlayacaksınız? Sonradan uyandılar. Ama Çin-Türkiye ilişkileri de bundan zarar gördü. Kusura bakmayın. O zaman işinizi, bilenlerle konuşarak yapın.

Değerli arkadaşlarım, böylesine oyalayıp daha sonra bu hale getirmek ilişkileri tam bir becerisizlik örneği. Biz diyoruz ki “Madem beceremiyorsunuz, madem işi bilmiyorsunuz işi bilenlere bırakın artık” diyoruz. Yapacakları bu. “Bu ülkeye daha fazla yazık etmeyin. Öyle bir kişinin duygusuyla, dürtüsüyle koskoca ülkenin ekonomisi yönetilmez” diyoruz. Dış ilişkileri yönetilmez diyoruz.

Şimdi biliyorsunuz, Çin’e karşı Doğu Türkistan’da gıklarını çıkaramıyorlar.

Ne Sayın Erdoğan’dan ne de Sayın Bahçeli’den tek kelime itiraz duydunuz mu? İbretle izliyoruz.

Küçüğün de küçüğü ortağı saymıyorum, o zaten neredeyse karşı takımın oyuncusu, cümle alem biliyor... Hani rotayı çizen üçüncü ortak...

Ama lafa gelince sağa sola “yerli ve milli” dersleri verirler.
Lafa gelince “Tüm dünya mazlumlarının sesi” olduklarını iddia ederler.

Lafa gelince dinimizin kutsallarını da siyasete alet ederek, din kardeşliğinden bahsederler .

Bütün dünya, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde çok ciddi insan hakları ihlalleri olduğunu konuşuyor.

Çeşitli ülkeler tarafından “soykırım” tanımları yapılıyor.

Yahu, bir dönem Müslümanlara karşı tavrı nedeniyle “Mallarını boykot ediyoruz” dedikleri Fransa var ya Fransa, onlar bile Çin’e haykırdı, sert şekilde Çin’i kınadı.

Çok üzücü... Türkçe bilenlerin ülkesi Türkiye, Uygur Türklerine sessiz. Bu duruma düşürdüler ülkeyi.
Ama bakın, bakın lafa gelince ne diyor?

“Dünyanın neresinde bir mazlum, mağdur, garip, hakkı hukuku ihlal edilen insan varsa tüm gücümüzle biz onların yanında yer aldık, alıyoruz ve alacağız. Suriye’den Filistin’e, Somali’den Arakan’a kadar her yerde bu onurlu duruşumuzla insanlığa örnek oluyoruz”

Hani nerede, sözüm ona “Ezilenlerin gür sesi”,

Hani nerede, sözüm ona “Suskun dünyanın hür sesi” Lafa gelince, nutuk atmaya gelince tamam, bol bol konuşuyorlar. Uygulamaya gelince niye susuyorsunuz? Diye soruyorum.

Bir “Ey” de doğu Türkistan’da zulüm gören kardeşlerimiz için çekemiyor musunuz?

Sizin gücünüz, bir mikrofon bulunca sizi eleştiren yaşlı başlı insanları hapse atmaya mı yetiyor ancak?

Sizin gücünüz tweet atan gençlere mi yetiyor?

Sizin gücünüz gazetecilere, aydınlara ve onları işten kovdurduğunuz patronlarına mı yetiyor, onları hapse atmaya mı yetiyor?

Dünyanın dört bir yanından ses yükselirken, Uygurlar için neden tek kelime etmiyorsunuz?

Hadi, Perinçek’i anladık. Anlaşılan o zaten memnun. Peki, Sayın Erdoğan, sayın Bahçeli... Sizlere ne oluyor? Hiç zahmet etmeyin; biz söyleyelim:
Olanlar karşısında lâl oldunuz, lâl!

Doğu Türkistan’da yaşanan zulüm karşısında lâl oldunuz.
*****
Değerli arkadaşlar;

Biliyorsunuz; bu hükûmet durmadan zikzak çiziyor. Bir duruşu kalmadı. Erdoğan’ın 180 derecelik dönüşlerini en çok Avrupa Birliği’nde görüyoruz. Bakın daha geçen senelerde ne diyorlardı?

“Diyorum ki; Şanghay İş Birliği Teşkilatı’na gelin Türkiye’yi alın. Bizi de bu sıkıntıdan kurtarın.”

Kendilerini Şanghay Beşlisi içinde görüyorlardı di mi? Peki şimdi bakın bugüne bakalım, bugün ne diyor?

“Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor; geleceğimizi Avrupa’yla birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz.”

Durum bu: bir sabah kalkıyorlar haçla hilali çakıştırıyorlar, bir gün “Şangay Beşlisi’nde olmak istiyorlar, bir başka sabah da kalkıp “Avrupa Birliği güzeldir” diyorlar.

Sayın Erdoğan, biraz yavaş. Bunu artık sizin klasik u dönüşlerinizle falan da açıklayamıyoruz. Ülkeyi yayık ayranına çevirdiniz. Çalkalayıp duruyorsunuz.

Hayır sizin yandaşlarınız, peşinizdeki kuş sürüleri, pelikanlar melikanlar helak oldular. Siz böyle manevra yaptıkça, sağa sola savruldukça, onlar da hızını alamayıp devriliyor. Biraz yavaş, biraz yavaş. Bu koskoca ülkeye bu kadar zikzak çizdirilmez. U dönüşünü bırakın artık bir o tarafa, bir bu tarafa yazıktır, günahtır. Bir ülkenin stratejik bir hedefi olur. Bir ülkenin uzun vadeli bir siyasi hedef seti olur, buna göre yönetirsiniz. Büyük ülkeler böyle yönetilir.

*****

Değerli arkadaşlar;

Tam da bu noktada milletimiz adına Sayın Erdoğan’a bir soru soralım.

Türkiye sizin yüzünüzden yalnızlaştı, sizin yüzünüzden yoksullaştı.

Türkiye sizin yüzünüzden saygınlığını yitirdi. Bunun açıklamasını siz yapmayacaksınız da kim yapacak?

Bu milletin parasıyla, bu millete korku saçtınız. İletişim Merkezi’nin, diğer adıyla “algıları ayarlama merkezi”nin eliyle korku pompaladınız. İkinci Dünya Savaşı öncesinden o döneme bile dahi görülmedi nerdeyse böylesine propaganda makinasının bir algı operasyonu oluşturarak koskoca ülkenin vatandaşlarını gerçeklerden uzak bambaşka yerlere götürmeye çalışmak. Böyle bir şey olmaz.

Yok “Düşman çok”, yok “Risk çok”, yok “Beka sorunu var” diye diye halkımızın milli ve dini duygularını istismar ettiniz.

Diğer ülkelerle Türkiye’nin arası bozulunca, ihracatımız sınırlandı, yatırımcımız, üreticimiz, fabrikalarda çalışan işçilerimiz zarar gördüler işlerini kaybettiler.

Sizin bunca zamandır Avrupa’yla, Avrupa Birliği’yle, NATO’yla, batıyla, mısırla, körfez ülkeleriyle, komşularımızla yaptığınız kavgaların bu milletin sırtına yüklediği maliyet ne olacak?

Ne oldu son iki haftada?

Hem ekonomideki kötü yönetim hem dış politikadaki kötü yönetimin sonucunda tekrar kur aldı başını gitti, ülkede yatırım yapan insan bırakmadınız.

Bu milletin sırtına yüklediğiniz bu maliyet ne olacak?

Soruyorum size. Niye Sayın Erdoğan’a soruyorum çünkü çok istedi ve bütün yetkiyi tek elde, tek imzada toplamak isteyen kendisi. 2017 yılındaki referandumda,2018 seçimlerinde ne dedi? “Bana bir yetkiyi verin bakın nasıl bu sorunlar çözülmüş, nasıl faiz düşermiş, nasıl enflasyon düşermiş bir göstereyim” dedi. Ve tek imzayla tek yetkili kişi olmak isteyen kendisi. Ama siz eğer tek imza atan tek yetkili olursanız bütün bu olanların da tek sorumlusu siz olursunuz. Başka bir yere gitmeyin.

*****
Değerli arkadaşlar;

Bizim DEVA Partisi olarak duruşumuz çok net, çok açık. Bizde yalpa yok, zikzak yok, U dönüşü yok, açık, net. Ben diyorum siyasete girdiğim ilk günden itibaren söylediklerime, savunduklarıma şöyle bakın. Tek tek hepsi basın kayıtlarında, televizyon yayınları, kürsü konuşmaları hepsi kayıtlarda. Gazete mülakatları hepsi kayıtlarda. “Eğer bugün söylediklerimle, bugün savunduklarımla çelişen bir konu görürseniz getirin” diyorum. Çok şükür zordur. Ha şu var, söylediklerimizin hepsinin arkasındayız. Ha "Zamanında keşke şunu da yapsaydık, keşke şunu da söyleseydik" diyeceğimiz belki konular vardır, onları da kabul etmek lazım. Ama en azından ne konuştuysak, neyi savunduysak, o ilkelerin, değerlerin biz bugün de arkasındayız.

DEVA Partisi’nin rotası, Avrupa Birliği’ne tam üyelik kriterleridir.

Yönü hedefi sağda solda aramaya gerek yok. İnsanlık tarihi binlerce yıldır büyük acılar yaşadı. Yanı başımızdaki Avrupa'da 50 milyon insan daha İkinci Dünya Savaşı'nda hayatını kaybetti. 50 milyon kişi. Bütün bu acılardan da ders olarak bir medeniyet projesi oluştu orada. Şu anda 28'di 27'ye düştü İngiltere çıkınca, 27 ülkenin en azından hedef olarak ortaya koydukları bazı kriterler var ama hedefleri tutturan var, tutturamayan var. Uyan var, uymayan var ama o ideal konan hedef var ya ideal hedef, bu çok çok önemli arkadaşlar. Günün birinde biz üye oluruz, olmayız o ayrı. Çok önemli de değil ama bu hedefler önemli.

Alırlar-almazlar, isteriz-istemeyiz hiç önemli değil. Biz o gün geldiğinde girmek isteyelim, istemeyelim ayrı ama Avrupa Birliği kriterleri, siyasi kriterler, ekonomik kriterler Türkiye için önemli bir istikamettir.

Bizler bu sürecin tekrar canlandırılabileceğine inanıyoruz. Avrupa Birliği’nin anahtarını sağ cebimizde tutuyoruz.

Bu istikamete doğru ilerledikçe biz biliyoruz ki bu ülkedeki standartlar yükselecek. Türkiye daha öngörülebilir bir ülke olacak. Türkiye daha yaşanabilir bir ülke olacak. Vatandaşımız her alanda en yüksek standarda ulaşacak.

Bu kriterleri hedef olarak önümüze koyup oraya doğru ülkemizi değiştirmek, dönüştürmekten topyekûn istifade edeceğiz. Kaybedecek hiçbir şey yok. Üç yıl Avrupa Birliği müzakerelerinin başında olan arkadaşınız olarak ben bunu söylüyorum. 100 bin sayfalık müktesebatı, 33 fazlıda 2 tur tarayan binlerce kişilik ekibin zamanında başında olan bir arkadaşınız olarak bunu söylüyorum. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Ama kazanacak çok şeyimiz var. Bundan korkmayalım ve kimsenin bu konudaki popülizminde esir olmayalım. Hemen sorun oldu mu “Ey batı” bunlar bizim hayrımız istemez. Velev ki öyle ama demokrasi kriterleri, insan hakları kriterleri var ya bunlar bizim halkımızın faydasına.

Bu istikametle beraber, ülkemiz demokrasi, hukuk ve ekonomide birinci lige yükselmesinin en büyük amacı işte Avrupa Birliği’ne kriterlerini önümüze koyup oraya doğru yürümek.

Bu kapsamda;

Bizler, Avrupa Birliği’yle Gümrük Birliği’nin kapsamının genişletilmesini ve güncellenmesini hep savunduk. Bundan nihayetinde “Türkiye kazanacak” dedik. Bu ülkenin insanları kazanacak dedik. Trakya’daki çiftçilerimiz, Trakya’daki fabrikada çalışan işçilerimiz bundan kazanacak dedik. Bunun kaybedeni yok.

Göç politikaları, yenilikçilik, terörle mücadele ve savunma ve güvenlik alanında iş birliği sağlayacağız.

Avrupa’daki yabancı düşmanlığına ve islamofobiye karşı da etkin bir mücadelenin Avrupa’yla daha yakın temasla olacağını biliyoruz, inanıyoruz. Bunu yaptık. Bu konulardaki mücadelede en etkili dönemde ilişkilerin en yakın olduğu dönemler olmuştur. Bunu yaşadık.

Gurbetçilerimizi korumak için AB Komisyonu ve ab ülkelerindeki siyasi, sivil ve kültürel aktörlerle çalışacağız.

Bizim önceliğimiz kendi vatandaşımızın hakları olacak. Sadece ve sadece kendi ülkemizin menfaatine uygun olarak hareket edeceğiz. Ama ülkeminiz menfaati şu anda Avrupa Birliği kriterlerini önümüze hedef koyup, ülkemizi reformlarla o seviyeye her alanda yükseltmekle geçiyor. Milli menfaatlerimiz bize bunu söylüyor, bunu gerektiriyor. İşin doğrusu bu. Ha bu konuyu sağa sola çekenler olabilir, zikzaklar yapanlar olabilir, bir o tarafa bir bu tarafa yalpa yapanlar olabilir, hiç önemli değil. Biz 2001-2002’de ne söylüyorsak Avrupa Birliği konusunda çizgimiz hiç değişmedi. Aynı noktada duruyoruz, ısrarla ve inatla ülkenin menfaatleri bunu gerektiriyor diyoruz.

Yolumuzdan eminiz, niyetimizden eminiz!

***

Değerli Kırklarelili hemşerilerim,

Kırklareli ekonomik krizden kentleşmeye, tarımdan çevreye kadar sorunlarla boğuşan bir şehrimiz.

Bizler, DEVA Partisi olarak;
Kırklareli’nden ihracatımıza büyük katkılar bekliyoruz.

Bu amaçla hem Hamzabeyli hem de Dereköy Sınır Kapımızın en verimli şekilde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Kırklareli’ne yapılacak yatırımları teşvik etmek amacıyla, organize sanayi bölgemizi geliştirmeyi ve üretimin çevre dostu bir şekilde büyütülmesini hedefliyoruz.

Değerli arkadaşlar;

Kırklareli; bir tarım ve hayvancılık şehri. Bir kez de sizlerle birlikte dile getirelim.

Ayçiçeği destekleme primi gibi tarım desteklerinin zamanında ve öngörülebilir şekilde yapılması büyük önem taşıyor. Şu anda ekim yapılıyor, hasat yapılıyor, destek çok sonradan geliyor. Desteğin ne zaman ve ne kadar olacağı da önceden belli olmuyor. Çitçimiz “Hangi ürünü ekeceğim? diye karar verirken önden bilmesi lazım ve desteği de hemen o yıl alması lazım. Çiftçinin daha fazla mağdur edilmesine izin vermeyeceğiz.

Üretici birliklerini ve kooperatifleri güçlendireceğiz. İşletme ortaklığı modelleri geliştirip, sözleşmeli çiftçiliği destekleyeceğiz.

Tarım sektöründekilere yönelik esnek çalışma ve sigorta destek modelini uygulamaya koyacağız.

Ayrıca yüksek katma değerli alanlarda, organik tarımı güçlendireceğiz. Bu amaçla hem altyapı hem de eğitim desteği sağlayacağız.

Keza yem bitkisi yetiştirilmesini de destekleyeceğiz. Değerli arkadaşlar,

Kırklareli’miz okullarıyla, hastaneleriyle, kültür merkeziyle refah dolu bir yaşamı hak ediyor.

Şehir merkezimizin yanı sıra,

Istranca Dağları ve ormanları, Karadeniz kıyıları, ören yerleri, tarihi askeri tabyaları gibi yerler çok önemli!

Şehrimizin bu doğa harikası özelliklerini hem komşularımıza hem de tüm Türkiye’mize tanıtarak, Kırklareli’nin turizmden de en iyi şekilde faydalanması gerektiğini düşünüyoruz.

Biz DEVA Partisi olarak Kırklareli için hazırız. Çünkü Kırklareli’nin demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Ve biz hazırız.

****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla; Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Kırklareli’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

29 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Hakkâri İl Kongresi Konuşması

Hakkari 1. Olağan İl Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Hakkari il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri, Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Hakkarili gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Hakkâri il teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün sizleri; bu güzel dağın Sümbül Dağı’nın eteklerinden selamlıyorum. Tüm Türkiye’ye buradan selam olsun diyorum.

Sizleri Cilo’dan, Sümbül’den, Mere’den, Sat Dağları’ndan; Heybetini dünyaya duyuran Mezopotamya’nın zirvesinden;

Dil, din, köken, mezhep demeden binlerce yıldır bağrında kardeşliği taşıyan Çölemerik’ten;

Medreselerin, âlimlerin şehrinden;
Nehri Köyü’nün diyarından;
DEVA Partisi’nin damlalarına hasret kalmış Zap Suyu’nun yamacından; Hakkari’den,

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Buradan, Hakkari İl Kongremizden;

Derecik’e, Çukurca’ya, yarın inşallah ziyaret edeceğimiz Şemdinli’ye, Yüksekova’ya en içten selamlarımı gönderiyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,
Bir selam da Ankara’ya gönderelim.

Biliyorsunuz bugün sabah saatlerinde Ankara’da Kadın Politikaları Başkanımız Elif Esen ve beraberindeki DEVA Partili kadınlar, Genel Merkezimizden Danıştay’a yürüdü.

Bir gece yarısı, yetki gaspıyla gerçekleşen İstanbul Sözleşmesi’nin sözde feshi kararının, yargı yoluyla iptal edilmesi için elini taşın altına koyan DEVA Partili kadınlar dilekçelerini verdiler. Buradan ben kendilerine selamlarımızı göndermek istiyorum.

*****

Değerli yol arkadaşlarım;

Bildiğiniz gibi taraflı, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle beraber, keyfi yönetim zihniyeti, ülkemizi gün geçtikçe istikrarsızlaştırıyor.

Bir türlü aşılamayan sistem krizi yüzünden ülkemiz güven kaybı üstüne güven kaybı yaşıyor.

Bunun sonucunda,
Gençler yarınlara güvenle bakamıyor. Kadınlar yarınlara güvenle bakamıyor. Esnaf güvenle bakamıyor.
Çiftçi güvenle bakamıyor.
İşçi güvenle bakamıyor.
Emekli güvenle bakamıyor.

Nasıl güvenle bakabilsin ki arkadaşlar?

Bu işler öyle Ankara’daki kongre salonlarının duvarlarına iki kelime yazmakla olmuyor .

Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı’nın konuştuğu kongre salonuna koca harflerle “güven ve istikrar” yazmışlardı.

Güven güven diye içi boş slogan atanlar, daha kendi kendilerine bile güvenmiyorlar. Birbirlerine güvenmiyorlar. Bu halk nasıl güvensiz. Biz onlara nasıl güvenelim?

Hükûmetin bir bakanı çıkmış, ortadan kaybolan bakanının televizyonunu eleştiriyor. Kaybolan bakanının trolleri de diğer bakana saldırıyor.

Bir bakan çıkıyor, “Şu zaman, şu kadar aşı gelecek” diyor. Ama söylediği kadar aşı, söylediği tarihlerde gelmiyor. Sürekli erteleniyor.

Her gün sosyal medya hesabından “Maske, mesafe, temizlik” diyen bakanlara karşın, cumhurbaşkanı lebalep kongre yapmakla övünüyor.

Güven yazıyorlar da bu millet nasıl güvensin?

Bir dedikleri, bir başka dediklerini tutmuyor, neye inansın insanlar?

Birinin söylediği başka, diğerinin yaptığı başka. Hangisine güvenilecek?

Ha bir de... Tarımı bitiren, istikrarlı bir şekilde tarımı tüketmeye çalışan bir bakan daha var biliyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, aslında şu bakan, bu bakan diyoruz da bu bakanların hepsinin tek bir kişinin söylediğine baktığını da gayet iyi biliyoruz. Cumhurbaşkanı’nın iki dudağının arasından çıkacak ne var ne yoksa işte ona bakacak şekilde hepsi sıraya dizilmiş bekliyor.

Tabii Cumhurbaşkanı’nın da artık bu aralar sürekli vakti kendi dediğiyle çelişmekle geçiyor. Bir gün söylediğini, bir başka gün reddediyor. Birkaç sene önce söylediğinin tam tersini söylüyor.

Bu halk kime güvensin, niçin güvensin insanlar?
Böyle bir ortamda kalkmışlar bir de istikrar yazmışlar duvarlara. Türkiye’de istikrarlı giden yerlere şöyle bir bakalım arkadaşlar.

Sayın Erdoğan’ın bu memlekete hangi alanda istikrar kazandırdığına bir bakalım.

Hukuk. İstikrar var mı? Hakkını yemeyelim var. Sayın Erdoğan anayasayı istikrarlı bir şekilde çiğniyor. Getir-götür talimatlarla alınan kararlar, hukuksuzluğu istikrarlı bir şekilde büyütüyor.

Refah seviyesi. İstikrar var mı? Var ama nerede var? Gün geçtikçe yoksullaşıyoruz. Paramız, pula dönüyor. Halkımız bayat ekmek kuyruklarına giriyor. Çöplerden sebze meyve topluyor. İstikrarlı bir şekilde fakirleşiyoruz. Fakirleşmede istikrar var.

İstihdam. İstikrar var mı? Var. İşsizlik istikrarlı bir şekilde artıyor. Her üç gencimizden birisi işsiz, ev genci olmuş durumda. Ne okula gidiyorlar ne de çalışıyorlar .

Bugün Van’da uçaktan indik. Yolda Van’ın Başkale ilçesine selam verelim dedik. Önümüzü kesen her 3 kişiden birisi “İşsizim, çaresizim, ben ne yapayım?” diye bize soruyor. Gerçekten durum çok çok kötü. Türkiye’de işsizlik sorunu hiç bu kadar yoğun olmamıştı. Türkiye’de genç işsizlik oranı hiçbir zaman bu kadar yüksek olmamıştı.

Enflasyon. İstikrar var mı? Var. Rakamlarla oynaya oynaya düşük göstermeye çalışsalar da enflasyon istikrarlı şekilde artıyor. Hayat pahalılığı arttıkça artıyor.

İşte “İstikrar” diye diye oluşturdukları istikrar bu.

Bu tablo bu işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı Sayın Erdoğan’ın eseri. Kimse sağa sola bakmasın, suçu ona, buna yıkmasın. Bu tablonun altında onun tek başına attığı imza var.

Unutmayın, her şeyin altına tek başına imza atmak isteyen kendisiydi. 2017 referandumda, 2018’de “Şu yetkiyi bana verin bu ülkenin sorunları nasıl çözülüyor?” diyen kendisi. O, tek imzayı çok istiyordu.

Sayın Erdoğan;

Bu tablo sizin eseriniz. Bu eseri siz istediniz. Sonunda ülkemizi bu duruma da siz düşürdünüz. “Altına da imzayı attınız” diyorum.

Şimdi soruyorum; bu eserinizle gurur duyuyor musunuz?

*****
Değerli arkadaşlarım,

Seçilmiş belediye başkanlarının indirildiği, yerlerine atanmış kişilerin oturtulduğu bir ülkede demokrasi olur mu? O zaman siz niye halkın oyuna başvuruyorsunuz? Halk neden sandığa gidiyor?

Güven olur mu, istikrar olur mu?
Demokrasinin en temel ilkesi bu ya, en temel ilkesi.

Halkımız oy verecek, seçecek. Seçtiği kişiler de halk adına, bu millet adına yönetecek. Yetkiyi sadece seçmen, seçilmişlere verecek. Demokrasi bu demek, değil mi?

Ama bakıyoruz; halkın iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında.

Seçimler adeta bir aldatmaca haline getirilmiş. İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi, hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Hukuksuzca seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor.

Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışamaz hale getiriliyor.

Vatandaş oy vermiş, birilerini Belediye Başkanı seçmiş, birilerini meclise seçmiş, birilerini başkan seçmiş; kimin umrunda! “Ben yaptım oldu” diyor, ben yaptım oldu.

Şunu açıkça görüyoruz: iktidarın kayyum politikası, seçimlerde kazanamadığı yönetimleri başka yollarla ele geçirmenin aracına döndü.

Peki, bu kayyumlar yerelin dinamiğine uygun hareket ediyor mu? Hayır, etmiyorlar. Başka illerden insanları alıp istihdam ediyorlar.

Kayyumlar iş başına geldiğinde bakıyoruz ne yapıyorlar, diye. Kadrolarını oluştururken yerelden insanlar seçmek yerine bakıyoruz uzak yerlerden bazı görevler getiriyorlar. Üst düzey yöneticilerini başka illerden getirip görevlendiriyorlar. Hâlbuki her ilin kendi potansiyeli var. Her ilin kendi yetiştirdiği insanları var. O ilde insan kaynağı var. Yeter ki siz biraz çaba gösterin arayın bulun ki vatandaş sahiplensin bu işi.

Milletin oy verdiği kişiler görevden alınıp, yerine atanan da denetlenmeyince, şeffaflık olmayınca ne güven olur ne istikrar.

İstedikleri kadar bu iki kelimeyi yazsınlar kongre duvarlarına. İstedikleri kadar “istikrar” yazsınlar, güven yazsınlar.

Şimdi arkadaşlar, buradan bir kere daha tekrar edeceğim.

Hükûmete bir tavsiyem var. Kötüye gidişi durdurmanın yolunu gösteriyorum.

Duvarlara, pankartlara, panolara büyük harflerle “güven ve istikrar” yazmasınlar. Millet zaten buna inanmıyor. İstediğiniz kadar yazın, yazmakla, söylemekle olmuyor, yapmakla oluyor. Şimdi onlara tavsiye ediyorum şu iki kelimeyi yazın:

“Özür diliyoruz” yazın. Bu yeter.

Değerli arkadaşlar bu ülkenin sorunlarını çözmeye başlamak istiyorlarsa, bu ülke için gider ayakta olsa hayırlı bir şeyler yapmak ihtiyarlarlarsa

Bu milletten önce özür dileyerek başlasınlar.

İnanın çok etkili olacak! İnanın yanlışların farkında vardıklarını ve belki de yanlışlardan vazgeçeceklerini şu millete bir anlatsınlar biraz ülke nefes alır.

Gerçekten nefes alır. Hiç olmazsa derler ki “Bunlar artık hatasını anladı. Bunlar artık görüyor gerçekleri ve belki de düzeltmeye başlarlar” diye insanlar ümitlenmeye başlar.

Mesela; seçme ve seçilme hakkını gasp ettiğiniz halkımızdan özür dileyin.

Kürtçeyi yeniden “bilinmeyen bir dil” yaptığınız için, bu milleti yarı yolda bırakıp, Kürt meselesini yeniden dirilttiğiniz için özür dileyin.

KHK’larla işlerine son verdiğiniz ve yargı kararına rağmen işine iade etmediğiniz vatandaşlarımızdan özür dileyin.

Keyfi kararlarınız yüzünden her gün daha da fakirleşen milletimizden özür dileyin.

Önce siz hele bir özür dileyin.

Sonra da bu milletin karşısına çıkın, yanlış politikalarınızı kabul edin. Bakın özür dileyip, “Hata yaptım” derseniz belki bu millet tekrar yavaş yavaş güvenmeye başlar. Ama hatada ısrar ederseniz, yanlışta ısrar ederseniz güveni sağlayamazsınız.

Son 10 güne bir bakın. Cumhurbaşkanı ne yaptı? Tek bir imzayla Merkez Bankası başkanını görevden aldı. Yine tek bir imzayla Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekti. Ne oldu o gün bugündür? Bu kararı aldığı cuma gecesi dolar kuru 7.20. Bugün ne kadar? 8,10, 8,15 civarı devam ediyor. Bunun bu millete maliyetini düşünebiliyor musunuz? Türk lirası faizleri 4-5 puan arttı, o günden bugüne. Hazineden borçlanma faizi arttı. Bütün bunların sebebi o tek imza, tek imza.

Sayın Erdoğan;

Siz şu anda Türkiye’ye güven değil, güvensizlik veriyorsunuz. Yaptığınız yanlışlarla ve ısrarla, inatla bu hataları yaparak bu millete bedel ödetiyorsunuz.

Halkımızın kendisini ekonomik ve sosyal anlamda güvende hissetmemesinin sebebi sadece ve sadece bu kötü yönetim.

Ama artık bu değişecek. Bu kötü yönetim gidecek. İlk seçimde inşallah gidecek.

İstikrar ve refah için, atılım için, demokrasi için, özgürlükler için ve gerçekten güven için DEVA Partisi emaneti teslim almaya hazır.

***
Değerli arkadaşlar,

Bakın bunlar halkın güvenini kaybettikçe ne yaptılar? Yeniden neyi gündem ettiler?

6 milyon oy almış, meclisimizde en çok milletvekili bulunan ikinci sıradaki muhalefet partisini kapatmayı gündem ettiler.

Gerginlik artsın, huzur kalmasın diye yapmayacakları şey yok. Çünkü başarı üretemiyorlar başarı. Bu ülkenin sorunlarına çözüm üretemiyorlar. Bütün bu sorunların üstünü kapatmak için durmadan gündem oluşturuyorlar. Durmadan ona buna sardırıyorlar. Biz açıkça kendilerine buradan sesleniyoruz;

Yahu defalarca kendileri söyledi “Parti kapatmak olmaz” dediler.

“Suç varsa şahıslar yargılanır, kurumların tüzel kişiliğine ceza vermek yanlış” demediniz mi?

“Bir yasa olacaksa, o da parti kapatılması teklif dahi edilemez olmalı” demediniz mi? Bunların hepsini Sayın Erdoğan demedi mi vaktinde?

Hatta ve hatta o tarihte şimdiki küçük ortak, Bahçeli’ye laf yetiştiriyorlardı.

Zamanında da kapatılmaya çalışılan bir parti vardı ya;

Onun kapatılmasını istediği için Sayın Erdoğan çıktı, Sayın Bahçeli’yi kastederek “ülkenin huzursuzluğunda bunların yeri vardır” dedi. Demedi mi? Bunların hepsini yaşadık. Başta dedim ya, bunların bir dedikleri birini tutmuyor. Nasıl güveneceksiniz? Bugün siyah dediklerine yarın beyaz diyorlar. Bugün “Doğru” dediklerine yarın “Yanlış” diyorlar. Nasıl güven oluşturacaklar, nasıl istikrar oluşturacaklar?

Şimdi ne oldu? Bunlar küçük ortağın gemisine bindiler, rotayı da Perinçek’in eline verdiler.

Değerli arkadaşlar,
Biz;
Demokrasiyi yok sayan,
Şahsi bekalarını bu milletin çıkarlarının üstünde gören, Ülkeyi şiddet sarmalına sokan,

Çetelerle iş tutan,
Sokak ortasında siyasetçileri, gazetecileri döven,

Vesayet odaklarıyla, 28 Şubatçılarla hiçbir zaman aynı gemiye binmedik. Binmeyeceğiz. Bunu herkes böyle bilsin.

Bizim rotamız; insan haklarından, özgürlüklerden, demokrasi ve atılımdan şaşmayacak.

Bizim rotamızı Hakkari belirliyor. Bizim rotamızı İzmir belirliyor. Zonguldak, Diyarbakır belirliyor. Uşak, Antalya belirliyor. Bizim rotamızı milletimiz belirliyor arkadaşlar, milletimiz.

İşte bunun için güçlüyüz.
Bu nedenle alnımız açık, başımız dik geziyoruz.

İşte bu nedenledir ki; sadece son iki hafta içinde bile, Diyarbakır’da da, Trabzon’da da, Aksaray’da da, Mersin’de de, Adana’da da ve bugün Hakkari’de de vatandaşlarımızın güler yüzüyle karşılanıyoruz.

Umutla karşılanıyoruz!

Dualarla karşılanıyoruz!

İşte bugün Hakkari’ye girişte, özgürlük meydanında Hakkarili gönüldaşlarımız çok güzel bir karşılamayla bizi karşıladı. Gerçekten Hakkari’ye, DEVA Partisi’ne yakışır bir başlangıç yaptık buradaki programımıza. Hatta baktılar ki kalabalık çok konvoyda araç çok “Hakkari’ye girene kadar rotayı mı değiştirtsek? Araç sayısını mı azaltsak, otobüs sesli mi geçse, sesiz mi geçse?” durmadan bunlar konuşuldu durdu. Ya merak etmeyin. DEVA Partisi geliyor, öyle de gelecek böyle de gelecek. Halkın iradesini arkasında almış bir siyasi parti engellenemez. Bir yola çıktık. Bu yola başımızı koyduk. Türkiye’nin dört bir yanında böylesine güzel kadrolarla hareket ediyoruz. Hep beraber yürüyoruz. Bizim niyetimiz temiz. Bizim yolumuzu belli, rotamız belli. Kendimize güveniyoruz. Kadrolarımıza güveniyoruz. Ve şunu biliyoruz ki Allah doğrunun yardımcısı. Bizim desturumuz bu.

***

Sevgili arkadaşlar;

Bakın bu hükûmet ne yapıyor?

Halkımızı önce yoksulluğa mahkûm ediyor, sonra da yaptığı cılız sosyal yardımları bir lütufmuş gibi sunuyor.

Bizim buna tahammülümüz kalmadı artık.

Bakın bizim çok somut bir projemiz var; asgari gelir desteği.

Nedir bu asgari gelir desteği?

Bir ailenin, farklı kanallardan oluşan aylık gelirine bakacağız. Bir de o ailenin aylık asgari ihtiyacına bakacağız.

Mevcut geliri ile asgari ihtiyacı arasındaki farkı da biz devlet olarak ödeyeceğiz. Buna biz asgari gelir desteği diyoruz. Nedir mesela? Diyelim ki bir hanede 7-8 kişi var. 7-8 kişilik aileye örnek veriyorum aylık 2500 gelir geliyor. O ailenin gerçekçi ihtiyacı ne kadar? Tamamen rakamlar farazi. 5 bin diyelim o aradaki farkı 2500 devlet gelip kapatıyor. Biz buna “Asgari gelir desteği” diyoruz.

Çünkü bunun vatandaşlarımızın hakkı, devletin de bir görevi olduğuna inanıyoruz.

Tıpkı aile hekimlerinde olduğu gibi, her bir aile için görevlendirilecek sosyal destek uzmanları olacak.

Aile-aile, fert-fert vatandaşlarımızı takip edecek ve tüm eksiklikleri tespit edecek.

Sosyal destek uzmanları, sadece maddi ihtiyaçları değil; ailenin iş, eğitim, sağlık gibi diğer ihtiyaçlarını da yerinde tespit edecekler.

Eksik gedik ne varsa, tamamlansın diye çalışacaklar.

Üstelik biz, halkımız sosyal yardımlara muhtaç hale gelmesin diye çalışacağız. Halkımız sosyal yardım almadan, kendi üreterek, kazanarak rahat bir hayat sürsün diye ekonomimiz düzeltmek için çalışacağız.

Biz, kalkınma demenin, öyle üç beş kişinin zenginleşmesi anlamına gelmediğini biliyoruz.

Kalkınma, ülkemizin topyekûn zenginleşmesidir. Kalında demek hep beraber büyümektir. Refah içinde yarınlara güven içinde bakabilmektir.

Bizim anladığımız ekonomik büyüme; vatandaşımıza daha iyi eğitim ve daha iyi sağlık hizmeti demektir.

Bizim anladığımız ekonomik büyüme; büyümenin nimetlerinden tüm halkımızın faydalanmasıdır.

Değerli arkadaşlar,

Bunlar; ekonomik sorunları, hayat pahalılığını, işsizliği örtmek için bir kılıf bulmuşlar.

O kılıfın adı da dış ilişkiler. İçeride bir sorun olduğu zaman hemen dışarıda bir düşman buluyorlar. Gündemi değiştirmeye çalışıyorlar.

Biliyorsunuz ben buna dış politika bile demiyorum. Çünkü politika falan yok ortada.

İçeride işler kötüleşince, hemen başlıyorlar birbirleriyle kavgaya. “Ey ey” nidalarına başlıyorlar hemen.

Ülkenin itibarıymış, vatandaşın gördüğü zararmış; hiç umurlarında değil. Dış ilişkiler, bir kişinin duygularıyla, dürtüleriyle şekilleniyor.
Ve bundan da ne yazık ki Hakkâri gibi sınır illerimiz büyük zarar görüyor. Ticaret zarar görüyor. Yatırım zarar görüyor. İstihdam zarar görüyor.

Bakın değerli arkadaşlarım, bu kardeşiniz 3 yıl Avrupa Birliği Bakanlığı yaptı, iki yıl Dışişleri Bakanlığı yaptı.

Dış politika demek? “Diplomasi, siyasi diyalog” demek, “Konuşmak” demek. “Problemleri barışçıl yöntemlerle çözmeye gayret etmek” demek.

Dış politika demek: “Dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmak” demek. Fakat bizler ayrıldıktan sonra baktık dış politika tamamen dar bir ideolojik perspektifle yürütülüyor. Ve bizim Cumhuriyet tarihimizin bir ilkesi vardı. Nedir bu ilke? Başka ülkelerin iç siyasetine karışmama ilkesi. Bunlar o ilkeyi de çiğnedi ve başka ülkede sorun olduğu zaman “Ya bu ülkenin taraflarını barıştırılalım, uzlaştıralım, aralarını bulalım” demek yerine bir kavga mı var? Hemen kollarını sıvıyorlar, başlıyorlar yumruk atmaya. Kime denk gelirse. Dikkat etin şu anda Türkiye birçok ülkenin kendi iç mesellerinde taraf. Hâlbuki biz yıllarca komşularda sorun varsa, aralarında sıkıntılar yaşıyorlarsa arabulucu olduk. “Ya siz kardeşsiniz nedir derdiniz?” dedik. Uzlaştırdık, barıştırdık, kaynaştırdık. Böyle yürüttük biz dış politikayı. Şu an Türkiye sorunların parçası, sorunların. Çözümlerin parçası değil. Biz yıllarca çözümlerin parçası olduk, sorunların parçası olmadık. Çözüm ürettik. Gerçekten kavgayı seviyorlar. Gerçekten çatışmayı seviyorlar. İçeride kavga et, ayrıştır, içeride ötekileştir. Dışarıda kavga et. Ver gerçekten bu ülke büyük zara görüyor.

Bakın hemen yanılasımızdaki komşumuz Irak, çok önemli bir ülke. Bağdat, biliyorsunuz yüzyıllarca kitabın en çok okunduğu şehir olmuş. Bir kültür şehri, medeniyet şehri. Mezopotamya uygarlığı diye bir uygarlık var bu topraklarda ve çok büyük doğal kaynaklar var. Ve Irak’ta artık yepyeni bir gerçek var karşımızda. Öncelikle Irak’ın yeni gerçeklerini kabul etmek gerekiyor. Irak ile her türlü ilişkiyi geliştirmek lazım.

Ve biz bütün bu coğrafya için, benim Dışişleri Bakanı olduğum dönemde bir ilkeyi savunduk ve bir dönemde gerçekleştirildik. Dedik ki “Bütün bu coğrafyada insanlar ülkeden ülkeye serbestçe dolaşabilmeli.” Nasıl bugün Avrupa Birliği’nde Almanya’dan Fransa’ya geçerken hudut mu var? Gümrük kontrolü mü var? Küçücük tabela o da dikkat ederseniz. Almanya’dan Fransa’ya geçerken “Fransa’ya hoş geldiniz” diyor. Öbür taraftan Hollanda’dan geçerken “Hollanda’ya hoş geldiniz” diyor. Arabayla basıp gidiyorsunuz, durmuyorsunuz, otoban akıyor. İşte bizim bütün bu coğrafya için hayalimiz bu. Hedefimiz de bu. İnsanlar rahat hareket edebilecek. Ürünler, ticaret serbest olacak. Rahat gelecek çıkacak. Sermaye, rahat hareket edecek ve fikirler rahat hareket edecek. Âdeta bütün bu hudutların, sınırların anlamsızlaştığı bir coğrafya hayalimiz var bizim. İşte gerçek refah, gerçek barış, gerçek huzur ancak böyle sağlanır. Öyle duvarlara dayalı sınırlar değil. Sınırlara duvarlar çekerek beton duvarlar örerek değil. Tam tersine açarak. Komşularımıza gönlümüzü açarak, kapılarımızı açarak, insanların ürünlerinin sermayelerin rahat hareket ettiği bir coğrafya topyekûn bir kalkınmayı beraberinde getirecek.

Bakın yanı başımızda İran var. İran’dan turist gelmiyor. Esendere kapısını açtılar değil mi? Ama tırlar geçiyor, insan geçişi yok. Eskiden bu hareketlilikle canlanan sokaklar sessiz, esnaf fakirliğe terk edilmiş durumda.

Biliyorum, Şemdinli’den de sınır geçişi olsun diye bekliyor halkımız. Biraz önce Rojhat kardeşimiz ne dedi: “Hakkari kapalı olduğu için ancak gelenler Hakkari için geliyor” dedi. Oysaki düşünün bu sınırların bir açıldığını, İran sınırını, Irak sınırınınım hareketli olduğunu bir düşünün. O zaman değerli arkadaşlar, Hakkari bir çıkmaz sokak olmaz, bir hareket yeri olur, bir geçiş yeri olur. Siz o zaman hareketlenmeyi görün o zaman kalkınmayı görün.

Biz bunları görüyoruz. Sınırdan giriş-çıkışların nasıl önemli olduğunu biliyoruz.

Merak etmeyin, DEVA Partisi’yle beraber ticaret, helal ticaret olacak, kanuni ticaret olacak. Kaçağa köçeğe gerek kalmayacak.

*****
Değerli Hakkârili vatandaşlarım;

Anadolu, İran ve Mezopotamya medeniyetlerinin buluştuğu şehrimizdeyiz bugün.

Ama maalesef Hakkâri denilince akıllara bazı olumsuzluklar da gelebiliyor. Güvenlikmiş, terörmüş... Bunlar da akla geliyor.

Hakkâri şehir merkezi, özellikle ilçelerimizden yoğun bir göç alıyor. İşsizlik ve yoksulluğu Hakkâri çok derinden hissediyor.

Gençler yarınlarından ümidini kesiyor, doğup büyüdüğü topraklarda kalmak istemiyor.

Bakın bu kardeşiniz dünyada 100’den fazla ülkeye gitti. İnanın Hakkari coğrafyası başka yerde yok. Böyle güzellikler zor bulursunuz başka yerlerde. Çok büyük potansiyel var buralarda.

Hayvancılıkla uğraşan kardeşlerimiz borç içinde ve devletten yeteri kadar destek alamıyor.

Bir yandan aracılarla ilgili sorunlar, bir yandan borç yükü derken, hayvancılıkla uğraşan kardeşlerimizin beli bükülüyor.

Hakkâri, bu doğa harikası şehrimiz hak ettiği turistik ilgiyi de ne yazık ki göremiyor.

Fakat bunların hiçbiri çözümsüz değil arkadaşlar.

Biz Hakkari’mize baktığımızda, bu köklü tarihine yaraşır bir kent görmek istiyoruz.

Biz Hakkari’ye güvenlik gözlükleriyle bakmıyoruz. Hakkari adını duyduğumuzda, gözümüzde refah canlanıyor. İnsan hakları, özgürlükler canlanıyor.

Biz, yatırımların önünü açacağız. Gençlerimizi meslekleriyle buluşturacağız.

1990’lı yıllarda boşaltılan köylere geri dönüşler sağlandı, ancak köyler kaderine terk edilmiş durumda.

Buraların yeniden inşa edilmesi, köylerin canlandırılması, hayvancılıkla buluşması için gereken ne varsa biz bunu yapacağız.

*****

Değerli arkadaşlar;

Hayvancılığı geliştirmek de en öncelikli hedeflerimizden birisidir.

Hayvancılığı yem üretiminden başlayarak destekleyeceğiz.

Yem üretimini arttırmak amacıyla, sulama oranının düşük olduğu alanlarda yem bitkisi yetiştirilmesini destekleyeceğiz.

Meraların ve yaylaların en üst düzeyde kullanılmasını sağlayacağız. Yaylaların sınırlarını belirleyerek gerekli etüt çalışmalarını yapacağız.

Yaylaların gelişme planlarını hazırlayarak; ulaşım, elektrik, barınma gibi ihtiyaçlarını karşılayacağız.

Hayvancılıkla uğraşan, ancak ekonomik gücü yeterli olmayan ailelere doğrudan destek ve uygun kredi sağlayacağız.

Bu amaçla örgütlü üretim, sözleşmeli üretim, elektronik kontrol, kayıt tutma, izleme, sigorta gibi araçları destekleyeceğiz.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızı asla yalnız bırakmayacağız.

Şehrimizdeki sanayi yatırımlarını, hayvancılığa uygun bir şekilde büyüteceğiz.

*****
Değerli arkadaşlarım;
Hakkari aynı zamanda turizm potansiyeline sahip bir ilimiz.

Dağlarıyla, ovalarıyla, şelaleleriyle, köprüleriyle insanlık için büyük zenginliklere sahip bir yöremiz.

Burada kültür turizmi için çok ciddi bir potansiyel var. Tarih turizmi için potansiyel var.
Doğa turizmi için potansiyel var.
İnanç turizmi için potansiyel var.

Tüm bunların değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu yaklaşımla;

Hakkari’nin tüm bu ayrıcalıklarına yakışan bir şekilde devletten destek almasına da öncülük edeceğiz.

Hakkâri’mize sunacağımız desteklerle turizm gelirlerini en üst seviyeye taşıyacağız.

Çünkü Hakkari’nin demokrasiye ihtiyacı var. Hakkari’nin atılıma ihtiyacı var. Ve biz hazırız.

Demokrasi ve Atılım Partisi, DEVA Partisi, Hakkari için hazır.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Hakkari’nin DEVA’sı var.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

26 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Seyhan İlçe Kongresi Konuşması

Seyhan 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Adana il teşkilatımızın ve Seyhan ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili adanalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Seyhan ilçe teşkilatımızın Birinci Olağan Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

*****

Seyhan ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlar;

Haftaya Aksaray’da başladık. Peşinden üç gündür Mersin’deydik. Silifke, erdemli ve Tarsus kongrelerimizi gerçekleştirdik.

Bugün Adana’da, Seyhan kongremiz vesilesiyle sizlerle buluşmaktan dolayı çok mutluyum.

Akdeniz’e ayak bastığımızdan beri ne görüyoruz biliyor musunuz?

DEVA damlalarının Çukurova’nın bereketli topraklarıyla buluşmasını görüyoruz.

Yaşar kemal ustamız edebiyata ilk adımını bu topraklarda atmıştı. Ve ne demişti?

“Ey Seyhan, karışarak beyaz köpüklerine; Suyundan bir damlacık gönlüm almak istiyor; Ruhumda çağlayanlar yaratıyorsun Seyhan!” Sağ olun, var olun!

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biliyorsunuz ülkemiz çok derin bir sistem krizi yaşıyor. Biz de ülkemizi içine girdiği bu derin sistem krizinden kurtarmak için çalışıyoruz.

Türkiye’nin keyfi uygulamalarla yönetilemeyecek kadar büyük bir ülke olduğunu her gittiğimiz yerde haykırıyoruz.

Çünkü Türkiye, her şeyin en iyisine layık bir ülke.
Çünkü Türkiye güçlü, istikrarlı bir hukuk devletini hak ediyor.

Ancak, ülkemizde kuvvetler ayrılığı kalmadı. Ne yazık ki kuvvetler ayrılığı yerini kuvvetler birliğine bırakmış durumda.

Bütün kuvvetler tek bir kişinin elinde.
Yargı, bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyamıyor.

Yargıçlarımız ve savcılarımızın vicdanları, yasalar, anayasa, evrensel hukuk ilkeleri hükûmetten gönderilen talimatlar bakıyoruz iki arada bir derede kalıyorlar iki konu arasında sıkışıp kalıyorlar. Bir yandan evrensel hukuk ilkeleri, anayasa, yasa, vicdan bir yandan da hükûmet baskısı.

Değerli arkadaşlar sadece yargı değil, Gazi meclisimizin yetkileri gasp ediliyor. Meclisimizin yetkisini gasp edenler, meclisimizi kukla yerine koyuyor.

Merkez Bankası’ndan Türk’e, RTÜK’ten TRT’ye kadar tüm kurumları şamar oğlanına çevirdikleri yetmiyormuş gibi, milletin egemenliğinin simgesi olan meclisimiz de gün geçtikçe aşağılanıyor ve etkisi gücü azalıyor.

100 yılı aşkın süredir ayakta duran meclisimizde komisyonda görüşülen; meclisimizin Genel Kurulu’nda onaylanan ve yürürlüğe giren uluslararası sözleşmelerden, tek bir kişinin keyfine göre çıkılabiliyor.

Tek bir kişi keyfine göre meclisimizin yetkisini gasp edebiliyor. Üstelik bunun gerekçesini dahi açıklamıyor.

Peki, o meclisin başkanı ne diyor?

Yüce meclis ’in onurunu korumakla görevli meclis başkanı ne yapıyor, biliyor musunuz?

“Cumhurbaşkanı isterse Montrö gibi sözleşmelerden de çıkar” diyor. Bakın lafa bakın... Gerçekten hayretler içerisinde izliyoruz.

Ne günlerden geçiyoruz arkadaşlar. Bu sözleri duyunca aklımız almıyor. Hani “Başkası adına utanmak” derler ya, inanın utanıyoruz. Ülkemizi içine düşürdükleri bu durum utanç verici bir durum.

Ama daha kötüsü, bu zihniyet yüzünden bu ülke kaybediyor. Bu ülkenin yarınları kayboluyor. Bu ülkenin gençleri bu ülkeden umudunu kesiyor.

Ben şimdi buradan soruyorum;

Meclisimiz ne zaman kendi tartıştığı, onayladığı sözleşmelerin fesih yetkisini tek kişiye devretti? Böyle bir yetki devri var mı? Bu nerede yazıyor? Böyle bir yetki devri olsa dahi bunun mecliste konuşulması tartışılması lazım. Yetkiyi alan kim bir kararname ile? Cumhurbaşkanı. O yetkiyi kullanan kim? Yine Cumhurbaşkanı. Ve o meclisin başkanı sadece izliyor ve destek veriyor buna.

O yüzden ben geçen hafta alınan o İstanbul Sözleşmesi’ni fesih kararını “Sözde fesih” diye niteliyorum ve hukuku olmadığını biz DEVA Partisi olarak iddia ediyoruz. Bunula ilgilide Danıştay’da yargı sürecimizi başlattık.

Hukuku çiğnediler, meclisi çiğnediler diyorum.

Ama gazi meclisimizi temsil eden kişi ne yapıyor? Bırakın Meclis’in haysiyetini korumayı, Cumhurbaşkanı’na meclisi çiğnemesi için cesaret veriyor.

Kalkmış, Cumhurbaşkanı’na “Anayasayı az çiğnedin, biraz daha çiğne” diye akıl veriyor.

O kadar önemli mi ya bu makamlar? Çok mu kıymetli o koltuk? Ama ne oluyor biliyor musunuz arkadaşlar? Bakın, meclis kendi başkanını seçmezse, meclis başkanını Cumhurbaşkanı seçerse, o işi hallederse o meclisin başkanı da kendisini Cumhurbaşkanı'na karşı sorumlu tutuyor. Halka değil, meclise değil Cumhurbaşkanı'na karşı kendisini sorumlu hissediyor. İşte tam da şu andaki sistemin en önemli sorunu bu işte. Güçler ayrımının kalmaması.

İnanın endişe ediyoruz. Dün İstanbul sözleşmesinden çıktık dendi, bugün Montrö ortaya atılıyor.

Acaba hedefte, tek imzayla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni feshetmek de mi var?

Biliyorsunuz insan hakları denince hemen huzursuz oluyorlar, hemen rahatsız oluyorlar.

Şimdi meclis başkanına sesleniyorum: Sayın başkan, size tek bir soru soracağım:

Bunun yanıtını verin. Siz de kurtulun, biz de çenemizi yormayalım. Bu milletin kafasındaki karışıklığı da giderin.

Hiç öyle Cumhurbaşkanı isterse şunu yapabilir, bunu yapabilir diye kendinizi yormayın. Şuna bir cevap verin:

Bugün Cumhurbaşkanı isterse ne yapamaz? Bugün Cumhurbaşkanı’nın önünde nasıl bir engel olabilir? Bunun cevabını verin.

Cumhurbaşkanı ne yaparsa karşısında duracaksınız? Meclis ne demek? Halkımızın %90’ının-95’nin iradesinin oluştuğu yer demek. Cumhurbaşkanı ne diyor "Ben 50 artı 1'i cebime koydum" diyor. Ama meclis %90-95 oranında, seçimden seçime değişir, bu vatandaşın iradesini temsil eder.

Ben soruyorum şimdi, Cumhurbaşkanı ne yaparsa “Ya bu kadar da olmaz” diyeceksiniz merak ediyorum.

Ne zaman hukuku hatırlayacaksınız diye merak ediyorum?

“Cumhurbaşkanı daha ne yaparsa meclisimizin haysiyetini savunacaksınız?” diye soruyorum kendisine.

Sayın başkan;

Devlet protokolünün tepesindeki iki isimden birisisiniz. 0001 numaralı plakaya biniyorsunuz, kullanıyorsunuz.

Cumhurbaşkanı anayasayı ihlal ediyor, siz de onun önünü açıyorsunuz, destek oluyorsunuz, yol-yöntem gösteriyorsunuz. Daha da fazlasını yap diyorsunuz.

Bir meclis başkanına yakışıyor mu bu?

Anayasayı ihlal etmesi için Cumhurbaşkanı’na cesaret vermek bir meclis başkanına yakışıyor mu?

Hukuku, anayasayı tek kişi için eğip bükmek, gazi meclisin başındaki kişiye yakışmıyor.

Bunu özellikle tekrar ifade ediyorum ve kendisine çağrı yapıyorum. Şu anayasayı alın bir okuyun ve bu meclisin milli iradenin, en yüksek siyasi meşruiyetle temsil edildiği meclisin itibarını, onurunu koruyun. Siz 600 kişilik meclisin itibarını, onurunu korumakla mükellefsiniz. Bu meclisi çiğnetmeyin.

*****
Değerli arkadaşlar;

Tüm milletimize söz veriyoruz. İktidara geldiğimizde öncelikle ülkemizin içine girdiği bu sistem krizini çözeceğiz.

Bu enkazı ortadan kaldıracağız. Bu binanın çatlaklarını tamir edeceğiz. Yıktıkları her şeyi daha güçlü bir şekilde inşa edeceğiz.

Ülkemizi birinci sınıf hukuk devletine, birinci sınıf demokrasiye ve birinci sınıf ekonomiye kavuşturacağız.

1920’den beri ayakta olan, 15 Temmuz darbe girişiminden sağ çıkan meclisimize de itibarını iade edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım;

Birinci sınıf demokrasi; ileri, geri, aksak, eksik değil; tam demokrasidir.

Birinci sınıf hukuk devleti; insan haklarına dayalı, vatandaşının özgürlüklerini koruyan, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemiyle işleyen bir hukuk devletidir.

Peki, birinci sınıf ekonomi nedir arkadaşlar?
Birinci sınıf ekonominin diğer adı “DEVA Ekonomisi”dir, DEVA Ekonomisi. Biliyorsunuz;
Ülkemiz ekonomiden zerre kadar anlamayanlar yüzünden;

Yatırımlar durdu, üretim sıkıntıda, Türk lirası, milli paramız tarihinin en değersiz seviyesine düştü.

Paramız pul oldu, pul.

Lafa gelince milliyetçiliği hiç kimseye kaptırmıyorlar değil mi? Lafa gelince “milli” diyorlar, “yerli” diyorlar. İyi de bizim paramız milli para değil mi? Bizim paramız yerli paramız değil mi? Niye bu parayı korumuyorsunuz? Niye bunun değerini düşürüyorsunuz? Niye parayı pul ediyorsunuz? Milliyetçilik bu mu?

Ülkemizde işsizlik hızla arttı. İşsiz gençlerin sayısı çoğaldı. Genç işsizlik oranı rekor seviyede şu anda. Ev gençleri oluştu. Liseyi bitirmiş, üniversiteyi bitirmiş, iş arayan bulamayan, iş aramaktan vazgeçmiş ev gençlerimiz var bu ülkede.

Kendi şehirlerinden gitmek istiyorlar, kendi ülkelerinden bile gitmek istiyorlar. Kendi yarınlarını başka ülkelerde kurmayı hayal ediyorlar.
Çünkü iş yok, ekmek yok, umut yok.

Tüm ülkeyi açlığa mahkûm ettiler. Gençleri açlığa işsizliğe mahkûm ettiler. Arkadaşlar, bu tablo bir kader değil.
Bu sorunların çözümü çok basit, iki kelime:
DEVA Ekonomisi.

Bakın daha dün akşam geç vakitte bir grup arkadaşla sohbet ediyoruz. Bizim o sohbetteki arkadaşlarımızdan birisi ne dedi biliyor musunuz? Genç bir arkadaşımız, iş güç sahibi. “Dedim baktım olmuyor bütün Türkiye'deki mal varlığımı satıp, başka bir ülkeye taşınıp ailemle beraber başka bir ülkede yarınlarımı kurmanın kararını almıştım. Fakat sonra bir duydum ki siz bir parti kuracakmışsınız ve en sonunda DEVA Partisi kuruldu. Ve ben bundan vazgeçtim. DEVA Partisi bana ışık oldu, umut oldu. Ben artık kendi yarınlarımı, ailemin ve çocuklarımın yarınlarını yeniden bu ülkede görmeye başladım” dedi. Değerli arkadaşlar; Bakın bu işte çok önemli, işte biz bunun için yola çıktık. Bu ülkenin karanlığına yeniden aydınlık getirmek için yola çıktık. Bu ülkenin ümidini kaybeden insanlara yeniden bir umut olmak için, bir ışık olmak için yola çıktık ve çok şükür bu oluyor, gerçekleşiyor.

Peki, DEVA Ekonomisi ne demek?

DEVA Ekonomisi; adil rekabete, fırsat eşitliğine, özel sektör öncülüğüne ve verimliliğe dayalı bir ekonomik sistem demek.

DEVA Ekonomisi; kaliteli bir büyüme demek.

DEVA Ekonomisi; ekonomik büyümenin vatandaşa daha iyi eğitim ve daha iyi sağlık hizmeti olarak geri dönmesi demek.

DEVA Ekonomisi; tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir politikalar demek.

DEVA Ekonomisi; her bir vatandaşımızın insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demek.

DEVA Ekonomisi; bu ülkenin insanlarının yatağa aç girmemesi demek.

DEVA Ekonomisi; anne babaların çocuklarının yarınlarından endişe etmemesi demek.

DEVA Ekonomisi; esnafın kepenk kapatmaması, faturalarını rahatça ödeyebilmesi, emeklilerin saygın bir gelir elde etmesi demek.

Kimsenin şüphesi olmasın;
Önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz. DEVA Ekonomisi’siyle birlikte bu verimli topraklarda,
İşsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil,

Bereket akacak. Bolluk akacak. Refah akacak.

İşte bunun için bizler, DEVA Partisi’nin tüm kadrolarıyla beraber, emaneti teslim almaya geliyoruz.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biliyorsunuz daha 2 gün evvel iktidar partisinin kongresi yapıldı. Sayın Erdoğan orada çıktı uzun uzun anlattı bazı şeyleri durdu. Baktı ki kongre salonunu kocaman bir şeyler yazmışlar, arkaya. Demişler ki "Güven ve istikrar." Şimdi güler misin ağlar mısın? Ülkeyi düşürdükleri duruma bak. Ülkede güven mi kaldı istikrar mı kaldı? Fakat arkaya hala "Güven ve istikrar" yazıyorlar. O eskidendi, artık bunu yapamazsınız. Fakat eğer bir yerlere bir şeyler yazmak istiyorsanız, “Bir yerlere bir şeyleri yazıp çizelim de sabah akşam okuyalım” diyorsanız, bu ülkenin sorunlarına gerçekten çözüm üretmek istiyorsanız aslında yazmanız gereken başka şeyler var. Hatırlamanız gereken başka şeyler var. Eğer "Güven ve istikrar" diyorsanız ona ulaşmak için yapmanız gereken şeyler var. Biz diyoruz ki “Bakın o yazıları indirin, silin hiç gerek yok. Deyin ki ‘Önce hukuk, adalet. Önce hukuk, adalet.’ Bunu demezseniz, bunu tekrara etmezseniz, bunu içselleştirmezseniz bu ülke güvene de ulaşamaz, istikrara da ulaşamaz. Olmaz.”

Bakın durmadan kadro değiştiriyorlar, durmadan bir başkan geliyor, öbür başkan gidiyor. İşte parti yönetimini değiştirdiler. “Şimdi kabine değiştirecek” diyorlar, bilmiyoruz bakalım. Fakat Sayın Erdoğan şunu anlamıyor bakın, problem adamlarda değil, problem insanlarda değil, görevlendirdiğiniz, görevden aldığınız kadınlarda değil. Şunu önce anlayın; problem sizin zihniyetinizde. Hiçbir şey değişmez, hiçbir şey fark etmez. A gider B gelir, C gider D gelir. Değişmesi gereken o bir kişinin zihniyeti. Bunu değiştirmediğiniz sürece bu iş olmaz. Değerli arkadaşlarım tabii bu kadar yıldan sonra o zihniyetin değişmesini de hiç beklememek lazım olmaz. Bu işin tabiatına aykırı. Onun için biz ne diyoruz; topyekûn bir iktidar değişikliği olmadan bu ülkenin sorunları çözülmez, çözülemeyecek diyoruz, onun için hazırlanıyoruz.

Bakın kongrede “2023 hedeflerimize ulaşacağız” diyor, 2023 hedefleri değil mi? Bakın 2023 hedeflerini 2011'de biz koyduk. İşte o gün o hedefleri yazarken beraber çalıştığımız arkadaşlarımız da burada. Beraber yazdık o hedefleri. Ama yıl 2011, Türkiye hızlı kalkınıyor. Türkiye Avrupa Birliği yolunda çok hızlı adımlarla yürüyor, demokrasisini ilerletiyor, ekonomisini ilerletiyor. Milli geliri almışız 3 bin 500 dolardan ta 12 bin 500 dolara çıkartıyoruz, o süreçten bahsediyoruz. Ve biz 2011'de 2023 hedeflerini koyduk. 2023 için bizim koyduğumuz hedef 25 bin dolar milli gelirdi arkadaşlar, 25 bin dolar. 2011'de koyduk o hedefi. Bugünkü hükûmetin hedefi ne biliyor musunuz, 2023 deyip durdukları hedef? 10 bin dolar. Ya biz 2013'te 8 sene önce, 12 bin 500 doları yakalamışız. “2023 hedeflerimize ulaşacağız, tutturacağız” dedikleri 10 bin dolarlık milli hedef. Yaptıkları bu, patinaj, yalpalama, yerinde sayma, geri gitme. Ne diyorlar? “İhracat hedefimiz” diyorlar, 2023 hedeflerine ulaşacağız. Ne hedef? 214 milyar dolar. Ya bizim 2011'de koyduğumuz hedef 500 milyar dolardı, 500. Ve biz o hedefleri inanarak koyduk. Türkiye bunu başarır, yapar dedik. Ama nasıl başaracağını, nasıl ulaşacağını da ortaya koyduk. Dedik ki bu hedefe ulaşmak için hukuk lazım, iyi bir eğitim sistemi lazım. Hukukta ve eğitimde bunları yapmazsanız orta gelir tuzağına düşecek bu ülke dedik. Ve maalesef düştü. Diyorum ya eğer bir yazı istiyorlarsa, bir şeye bakıp böyle sık sık hatırlamak istiyorlarsa, “Önce hukuk, önce adalet” desinler. Bunu öğrensinler, bunu içselleştirsinler. Bu ülkenin sorunları ancak böyle çözülecek.

Ve değerli arkadaşlarım gerçekten pek çok konuda ülke geriye gidiyor ama insan hakları konusunda, özgürlükler konusunda da maalesef büyük bir kayıp var. Bakın siyasi şiddet, siyasal şiddet kavramı tekrar artık Türkiye'nin gündemi. Gazeteciler sokak ortasında şiddet görüyor, siyasi partilerin üst düzey yöneticileri sokak ortasında şiddet görüyor. Ve Cumhurbaşkanı tek bir kelime etti mi bugüne kadar? Tek bir açıklama yaptı mı? Siz çeteyle, mafyayla iş tutan bir çalışma şekline girdiyseniz, bunu yapan otaklarınız varsa işte o sokak şiddetine, siyasal şiddete karşı da tek bir kelime edemezseniz. Yanlış ortaklar seçtiniz, yanlış. Artık kılavuzlarınız yanlış. Ne diyor üçüncü ortak, Sayın Perinçek “Rotayı ben çiziyorum” diyor ben. “Bu gemi” diyor, “Bu iktidar gemisi benim çizdiğim rotada gidiyor.” Ne demişler? Kılavuzu karga olanın, artık. Problem bu, problem bu.

Değerli arkadaşlarım bakın bu ülkede Kürt sorununu tekrar dirilttiler. Gerçekten çok önemli mesafeler almıştı bu ülke. Ama şu anda bakıyoruz o 1990’ların... Değerli arkadaşlarım şimdi İsmail'i dinledik. “Kardeşimiz simitçi, simit satmama izin vermiyorlar” diyorlar. “Tablamı deviriyorlar” diyorlar. “Simitlerimi çiğniyorlar” diyorlar. Derdini geliyor burada dillendirmek zorunda kalıyor. Başka yerde derdini dinleyen, çözüm üreten kimse bilemiyor ki gelmiş bizim kongremizi bulmuş, bizlere derdini anlatmaya çalışıyor. Allah kolaylık versin, gerçekten memleketimizin durumu çok kötü. Her yerde, her ilde, her ilçede benzer tablolarla karşı karşıya kalıyoruz. Bazıları derdini böyle açıktan ifade ediyor, feryat ediyor ama çoğu vatandaşımız da sessiz sedasız o çileyi, o derdi çekiyor. Gerçekten kahroluyoruz. Gördüğümüz her tablo bizi çok çok üzüyor.

Değerli arkadaşlarım bakın memleketin sorunları hızla büyüyor, hızla. Ve hiçbir konuda çözüm yok. Çok üzülerek söylüyoruz bunu, üzülerek görüyoruz. Ve değerli arkadaşlarım bakın son 1 haftada şöyle bandı hızlı bir şekilde gözden geçirelim, son 1 hafta. Ne oldu 1 haftada? Merkez Bankası başkanı görevden alındı, Türkiye tek bir imzayla İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmeye çalışıldı diyelim. Çünkü bize göre kanunsuz, yapamaz. Arkadan bir kongre yapıldı. Fakat şunu görüyoruz ki ısrarla yanlışa devam ediyorlar, inatla yanlışa devam ediyorlar. Son 1 haftadır ülkenin ekonomisi yine karıştı değil mi? Döviz kurları fırladı gitti, hazinenin borçlanma faizi tam 5 puan arttı, 1 haftada ya 1 haftada. İçimiz cız ediyor, cız. Ben bıraktığımda bu devletin bütçesinde 53 milyar liralık faiz ödeneği vardı şu anda 179 milyar koydular bu yılın faiz ödeneğine. Çiftçiye destek 23 milyar, sadece devletin faize ödediği 179 milyar arkadaşlar. Çabalayıp duruyorlar bir yandan da ama yapamayacaklar. Bakın ben buradan Sayın Erdoğan'a çok basit bir tavsiyede bulunacağım. Eğer kurun düşmesini istiyor mu? Faizlerin düşmesini istiyor mu? Şu ülkenin ekonomik sisteminin bir nefes almasını istiyor mu? Çok basit bir tavsiye ya basit. Çıksın desin ki “Ya ben alanım ekonomi diyordum ama galiba hata yaptım, yanlış yaptım. Yanlış bir tezi bu ülkeye dayattım, bu yüzden de ülke zarar etti. Hatamı anladım ama artık bu hatamdan vazgeçiyorum, dönüyorum. Artık Merkez Bankası'na ilişmeyeceğim, TÜİK'in yakasından düşeceğim, yargıya artık karışmayacağım.” İnanın 2-3 dakikalık bir basın toplantısı yapsın, hatasını kabul etsin. O arkaya yazmışlar ya “güven ve istikrar” onun yerine bir şey daha öneriyorum; “özür diliyoruz.” İki kelime ya, özür diliyoruz. “Bu ülkeyi içine düşürdüğümüz durumdan üzülüyoruz ve özür diliyoruz.” İnanın ülke bir rahatlar ya derler ki “Hiç olmazsa bunlar hatalarını anladılar ya. Artık hiç olmazsa aynı hatayı tekrarlamazlar” diye ülke rahatlar. Bakın formül çok basit. 3 dakikalık basın toplantısıyla bunları söyleyin ve ülkeyi şöyle bir rahatlatın, nefes aldırın. Ama yapmıyorlar.

Ben biliyorsunuz bu Merkez Bankası kararından önce, geçtiğimiz hafta tam aynı böyle cuma günü, aynı böyle tam bu saatlerde Sayın Erdoğan'ın önüne 2 tane seçenek sunmuştum. Merkez Bankası faizini %19 çıkarttı ama daha eski Merkez Bankası görevinde o gün. Dedim ki “Ya yıllardır diyordun ki "Yüksek faiz enflasyonun sebebidir, faizi düşür enflasyon da düşer" diyordun değil mi? Eğer bu tezin doğruysa Merkez Bankası tam tersini yapıyor, dön Merkez Bankası'na gereğini yap. Yok, eğer tezin yanlışsa çık bir özür dile, hata yapmışım de ve işi bitir.” İki tane seçenek koydum, iki seçenek de soru. Gitti, yanlış seçeneği işaretledi. Tuttu, Merkez Bankası başkanını değiştirdi. Artık öyle iki seçenek falan da değil, tek seçenek tek cevap tavsiye ediyorum. “Özür dileyin, yanlış yaptım” deyin şu ülke bir rahatlasın. Tek soru tek cevap, kopyası da hazır ya çok zor değil. Bir soru bir cevap kopyası da yazıyor, o kadar basit.

DEVA Ekonomisi’nin en güçlü ayaklarından birisi de tarımdır.
Bugün Seyhan’dayız, Çukurova’dayız. Adana’dayız. Tarımın kalbindeyiz. Burası pamuğun merkeziydi di mi? Ne oldu?
Bitkisel ve hayvansal üretim dengesinde hayvancılık geriledi. Adana’mızda tam yüzde 10 oranında tarım toprağı kaybı yaşandı.
Hal böyleyken çiftçinin yüzü nasıl gülsün?
Destekler geç açıklandıkça, geç ödendikçe çiftçinin yüzü nasıl gülsün?

Bakın dün Adana'ya girişte çiftçilerimiz bizi karşıladı, traktörleriyle gelmişler ve orada bir miktar şöyle ayaküstü konuştuk, dertleştik. Destekler ne zaman ne kadar verilecek belli olmuyor arkadaşlar, o zaten küçücük bir bütçe var ama o bahsettiğim faize 179, tarıma 23 milyar dedim ya onun da ne zaman ne miktarda geleceği belli değil. Hep 1 yıl geriden geliyor. Çiftçimiz ekiyor, biçiyor, ürününü satıyor ondan sonra arkadan destek geliyor. Siz desteğin ne kadar olacağını, ne zaman verileceğini baştan söyleyeceksiniz ki ona göre kararını versin. Ona göre ekip biçsin. Bir yandan bakıyorsunuz hasat dönemi ve öncesinde tarımsal ürün ithalatı yapılıveriyor. Baştan bunların planlanması lazım. Bu ülkenin kendi ihtiyacı ne? Bu ülkenin üretim kapasitesi ne? Bu ülkeye hangi üründen ne kadar açığı kapatmak için ithalat yapmanız lazım? Ne kadar fazlanız olacak? Ne kadar ihracat yapmanız lazım? Bunun önceden 3 yıllık, 5 yıllık hatta 10 yıllık planlarla belirlenmesi lazım. Hiçbir plan yok, hiçbir hesap kitap yok. Bir yandan da bakıyoruz çiftçinin üretim maliyeti arkadaşlar, çiftçinin üretim maliyeti. Çiftçimizin üretim maliyeti artıyor ama enflasyonla mücadele edeceğiz diye ne yapıyorlar? Çiftçimizin satış fiyatını, ürün fiyatlarını baskı altında tutmaya çalışıyorlar.

Bir yandan hasat döneminde ve öncesinde tarımsal ürün ithalatı yapılıyor,

Bir yandan da çiftçinin girdi maliyeti düşürülmeden gıda enflasyonuyla mücadele ediyoruz diye ürün fiyatları baskı altına alınıyor.

Döviz kuru arttıkça, çiftçinin masrafı artıyor. Mazot fiyatı artıyor, gübre fiyatı artıyor, suyun elektriğin fiyatı artıyor.

Çiftçinin borcu artıyor, traktör hacizleri yaygınlaşıyor.

O, ortadan yok olan bakan ne diyordu, akraba bakan? Kuru tutamayınca, 130 milyar dolarlık rezervi eritmelerine rağmen kuru tutamayınca “Biz zaten rekabetçi kur, yüksek kur istiyorduk” diyor. Attan düşüyor, “Ben zaten inecektim” diyor. Şimdi baktı o da olmuyor en son tam gideceği zaman ne dedi "Ben artık kura bakmıyorum" dedi. Ya sen bakıyorsun da bu ülkenin çiftçisi bakıyor, esnafı bakıyor. Öyle bir şey yok “Kura bakmam” ne demek? Tabii hep akraba bakan diyoruz da ona alan açan, onu cesaretlendiren hala bugün yeniden parlatmaya çalışan birisi de var biliyorsunuz. Kayınpeder var, ona da dikkat etmek gerekiyor. Hala parlatmaya çalışıyor. Belli ki bir hazırlığın içindeler, göreceğiz bakalım. Ama hep diyorum ya arkadaşlar bu işte zihniyet meselesi zihniyet. Kendilerine gelince her şeye para buluyorlar, çiftçiye gelince ya kaynak kıt diyorlar.

Bütçeye bakıyoruz, tarımsal destek ödeneği 23 milyar TL. Geçen yıl da zaten 22 milyar TL’ydi. Yani 2020’den 2021’e artış yok gibi.

Bir de Cumhurbaşkanlığı ödeneğine bakıyoruz; 2021 bütçesinde 2020’ye göre tam %28 artış var.

Tarımsal girdi maliyetleri bu kadar artarken çiftçiye verilen destekte hiçbir artış yapmayan hükûmet, Cumhurbaşkanlığı bütçesinde %28 artış yapıyor.

Soruyorum şimdi:

Yahu siz “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek, kendi harcamalarınızı her yıl enflasyonun çok üzerinde artırırken, çiftçimize neden daha fazla destek vermiyorsunuz?

Derin bir krizin ortasından geçerken çiftçimize neden el uzatmıyorsunuz?

Ne diyorlar? “İtibardan tasarruf olmaz” diyorlar.

İtibar sizin şatafatlı makam odalarınız değildir. İtibar nasıl olur biliyor musunuz? İtibar bu milletin her bir ferdinin zenginleşmesiyle olur. Çiftçinin yüzünün gülmesiyle olur.

Değerli arkadaşlar;
DEVA Ekonomisi; tarladan sofraya dek çiftçinin yanındadır.

Biliyorsunuz, ben ve arkadaşlarım işin başındayken, lisanslı depoculuğu başlatmıştık. Sistem nispeten yeni. Ama hâlâ eksikleri çok.

Lisanslı depoculuk sisteminin sorunlarını çözeceğiz ve sistemi yaygınlaştıracağız.

Çiftçiye desteği arttıracağız, destek ödemelerini de aynı yıl içinde yapacağız.

Çiftçinin belini büken kredi borçları için çok uygun şartlarda ödeme kolaylığı sağlayacağız.

Değerli arkadaşlar;

Tarım ve kırsal kalkınma desteğinden bu bölge de faydalanacak. Bölgemizde yetişen birçok ürünün işlenmesi için sanayi yatırımları artacak.

Tarımsal sulamada 1950 model açık sistem kanalet yerine, fizibilite raporu yapılmış olan basınçlı kapalı sistem sulama projelerini yaygınlaştıracağız.

Böylece üretimi ve verimliliği artıracağız, toprakları su ve teknolojiyle buluşturacağız. Aynı zamanda su ve enerji tasarrufu sağlayacağız.

Bundan elbette 170 bin hektarlık aşağı Seyhan Ovası da faydalanacak.

Bitti mi? Bitmedi.

Bu verimli toprakların ülkemizi beslemesiyle yetinmeyeceğiz.

Tarımsal ihracatımızı da artıracağız. Tarım ürünlerini demiryolu ve havayolu taşımacılığı ile ihraç edeceğiz.

Bölgesel hal kompleksleri inşa edeceğiz.

Bu haller, soğuk hava depolarıyla beraber, hava, deniz ve kara ulaşımına yakın yerlerde kurulacak.

Çiftçimizin aracılar tarafından ezilmesine izin vermeyeceğiz.

Yaş meyve ve sebze ürünlerinin gösterge fiyatlarının belirlendiği borsa niteliğinde haller olacak.

Bitti mi? Bitmedi.

Günümüzde tarım alanında genetik araştırmalar gelişiyor. Yeni çeşitlerde patent çalışmaları var.

Bu alandaki çalışmaları yakından takip ediyoruz. Üniversite ve araştırma enstitüleri ile iş birliği halinde araştırma altyapısının güçlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Üniversitelerimizdeki “biyoteknoloji araştırma ve geliştirme” projelerinden desteğimizi esirgemeyeceğiz.

Ekonomik olarak yüksek maliyetli ve uzun zaman alan araştırmalara gerekli bütçeyi ayıracağız.

Her bölgenin, her toprağın, iklimine uygun tarım çeşitliliğini geliştirmenin önünü açacağız.

Bitti mi? Bitmedi.

Mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan kardeşlerimizin başta konaklama, sağlık, umumi ve kişisel temizlik olmak üzere yaşam standartlarının iyileştirilmesi gerekiyor. Çocukların eğitim ihtiyacının karşılanması gerekiyor.

Bu kapsamda yerel yönetimlerle iş birliği ve koordinasyon halinde çalışmalar yapacağız.

Ayrıca;

DEVA Ekonomisi’yle; tarım meslek liselerini yeniden açacağız. Bu liselerden mezun olan gençleri girişimci çiftçi projesi kapsamında değerlendireceğiz.

Hazine arazisi kiralama, girişim sermayesi ve düşük faizli kredi gibi teşvikler başta olmak üzere çeşitli desteklerden öncelikli olarak faydalandıracağız.

Değerli arkadaşlarım,
DEVA Ekonomisi’nin tarım politikasında; İnsana, toprağa, çevreye saygı var.

Üretici ve tüketicinin haklarını korumak var.
Deva ekonomisinin tarım politikasında;
Sağlıklı ve sürdürülebilir üretim var.
Veriye ve bilime dayalı; yüksek katma değer üreten; Rekabetçi, yenilikçi bir tarım sektörü var.

Kısacası değerli arkadaşlarım,

İktidara yürüyüşümüzde, DEVA Partisi’nin damlalarını Adana’mızın, Seyhan’ımızın, tüm ülkemizin verimli topraklarıyla buluşturacağız.

*****

Değerli arkadaşlarımız, değerli teşkilat mensuplarımız, değerli konuklarımız gerçekten ülkemiz çok kritik bir süreçten geçiyor. Bu kritik süreçte her birimizin üzerinde çok ağır bir sorumluluk var, çok ağır bir yük var. Kendimiz için, çocuklarımız için, torunlarımız için, bu ülkenin yarınları için gece gündüz çalışmamız gerekiyor. Hiçbir haftayı, hiçbir günü, hiçbir saati, hiçbir dakikayı heba etmememiz gerekiyor. Kapı kapı dolaşacağız. Girmediğimiz sokak, cadde, mahalle kalmayacak. Her bir hanenin kapısını mutlaka çalacağız. Her esnafımıza uğrayacağız. Her köyümüze uğrayacağız. Her köyün kahvehanesinde çiftçilerimizle sohbet edeceğiz, dinleyeceğiz, anlayacağız ve öğreneceğiz. Ankara'da kapalı odalarda siz günlerce çalışın. Yarın Adana'nın bir köyünde bir çiftçinin size vereceği fikir ve öneri var ya aylarca çalışmadan çok kıymetli olabilir. Ne demiş atalarımız “Bin biliyorum zannetme, bir bilene sor” demiş, atasözü bu. Ve değerli arkadaşlarım, çok çalışacağız. Hem dinleyeceğiz hem de anlatacağız. DEVA Partisi'ni vatandaşlarımıza bol bol izah edeceğiz. DEVA Partisi niye kuruldu, hedefimiz nedir, bu ülkenin yarınlarıyla ilgili hayallerimiz nedir, kadromuz kimlerdir? Sizleri tanısınlar, bilsinler. Vatandaşa dokundukça bunu anlayacaklar. Onun için yarından tezi yok artık Seyhan ilçemiz hazır, diğer ilçelerimiz de ilçe başkanımız göreve başladığı andan itibaren çarşıda, sokakta, caddede olacak ama hele hele yönetim kurulu oluşunca, kongresini yapınca artık 1 dakika bile beklemeye vakit yok, tahammül yok. Hep beraber çalışacağız.

Değerli arkadaşlarım,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Seyhan’ın DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

25 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Tarsus İlçe Kongresi Konuşması

Tarsus 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Mersin il teşkilatımızın ve Tarsus ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Tarsuslu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Tarsus İlçe Teşkilatımızın Birinci Olağan Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

*****
Tarsus ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

*****
Ama biliyor musunuz değerli arkadaşlar, bütün bu coğrafya 2 haftada gördüğümüz, kucaklaştığımız, dertleştiğimiz bütün bu coğrafyanın dertleri, ortak dertler. Nedir? İşsizlik. Nedir? Yoksulluk. Nedir? Hayat pahalılığı. Nereye gidersek gidelim karşımıza bu konular çıkıyor. Biraz daha deşiyoruz, adaletsizlik, hukukun olmayışı, eşitliğin olmayışı, insan hakları ihlalleri. Bütün Türkiye'nin değerli arkadaşlarım, problemleri, sorunları, ortak sorunlar. Ama şunu da büyük bir mutlulukla gözlemledik ki bütün bu farklı coğrafyaların çözümü, bütün bu coğrafyaların Türkiye'nin yarınları için beklediği, umut ettiği, adeta iple çektiği yine ortak bir değer var, ortak bir hedef var. O da nedir? DEVA Partisi'nin günü geldiğinde sorumluluğunu üstlenmesi. Bakın bizim kadar böyle tüm Türkiye sathında, tüm illerde, tüm ilçelerde rahatlıkla gezebilen, alnı açık, başı dik yürüyebilen siyasi parti pek yok. Öyle diyorlar. Bazı siyasi partiler, bazı illere, ilçelere daha rahat gidiyor, diğerlerinde zorlanıyor. Farklı partiler o illerde, ilçelerde daha rahat gidiyorlar, başka yerlerde zorlanabiliyorlar. Ama bizim çok şükür DEVA Partisi olarak Türkiye'nin her yerinde, dört bir köşesinde, tüm illerde, ilçelerde, mahallelerde, köylerde karşılaştığımız ilgi, karşılanma şeklimiz, vatandaşlarımızın o güler yüzü her yerde aynı, değişmeyen bu. Çok şükür, bu büyük bir nimet. Bütün teşkilat mensuplarımıza ben buradan özellikle seslenmek istiyorum, bunun kıymetini bilelim arkadaşlar. Zemin hazır. Şimdi Mersin aynı zamanda tarım coğrafyası. DEVA Partisi için verimli bir toprak hazır. 1 dikip, 1 ekip 10 almaya müsait bir zemin var. Ama ne yapacağız? O 1'i dikmemiz gerekiyor. O 1'i dikeceğiz ki 10'u alalım. İnanın bütün Türkiye şu anda bir arayışta. Bir miktar karamsarlık var. Umutsuzluk var mı? Var. Ülke bir karanlığa girdi mi? Girdi? Ama bir o kadar da bunların çözümü var, bir o kadar da bütün bu sorunların, dertlerin DEVA'sı var. Biz hazırız, geliyoruz inşallah.

*****
Değerli arkadaşlar;

Dün biliyorsunuz Ankara’da “lebaleb” bir kongre daha yapıldı. İktidarın büyük ortağı aldı eline mikrofonu, anlattı da anlattı.

Kongrenin sloganını gördünüz mü? “Güven ve istikrar” yazıyordu.

Şaka mı yapıyorlar, yoksa ciddiler mi anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz artık.

İşte toplumdan bu kadar kopunca, ülkedeki gerçeklerden bu kadar uzaklaşınca bir hayal dünyasında geziyorlar demek ki, güven ve istikrar yazarak.

Bunlar ülkede ne güven bıraktılar ne istikrar...

Bir de kalkıp kongrelerine koca koca harflerle yazmışlar. Hiç utanma sıkılma da yok.

Vatandaşın gecenin ikisinde Resmî Gazete beklediği bir ülkede güven olur mu?

Artık insanlar “Başımıza ne gelecek acaba?” diye Resmî Gazete başında nöbet tutmaya başladılar.

Bir kişinin kafasına esince Merkez Bankası başkanını görevden aldığı bir ülkede istikrar olur mu? Böyle bir ülkede güvenden bahsedilebilir mi?

Hani o muhtıra dönemlerinde, askeri vesayet dönemlerinde de kararlar gece yarısı alınırdı ya.

İşte o günlerdeki gibi yönetmeye başladılar ülkeyi.

Peki dün Sayın Erdoğan, ne anlattı?

Bu millet; kendisinin gece yarısı karanlığında aldığı kararların gerekçesini merak ediyordu.

Etrafındakiler de biliyorsunuz son günlerde kanal kanal gezip bu kararla ilgili “Cumhurbaşkanımızın tasarrufu, kendisi anlatacaktır” dediler. “Nedenini biz de bilmiyoruz” dediler.

Biz 6 gündür bekliyoruz. Sayın Erdoğan, Merkez Bankası başkanını neden görevden aldığını anlattı mı? Anlatmadı.

Keyfi isteyince, kararı alıyor; keyfi istemeyince gerekçesini anlatmıyor. Biliyorsunuz; aynı gecenin aynı karanlığında bir karar daha aldı. Kadınları şiddetten korumayı amaçlayan,
Aile içi şiddeti önlemeyi hedefleyen,

İstanbul’da imzalandığı için adına kısaca “İstanbul Sözleşmesi” denilen, Uluslararası bir insan hakları belgesinden ayrılmak istediğini açıkladı.

Peki bunun gerekçesini anlattı mı? Hayır, onu da anlatmadı. Hatta anlatmaya çıkmıştı ama, kürsüdeyken bir anda vazgeçti.

Şimdi ben buradan soruyorum: aldığınız kararların gerekçelerini neden anlatmıyorsunuz?

“Hem kafama göre karar alırım. Hem de bunun hesabını kimseye vermem” diye mi düşünüyorsunuz?

Acaba yaptığınızın ne kadar vahim olduğunu yeni mi idrak ediyorsunuz?

Eskiden arkadaşlar bu tek imzayla alınan kararlar ya meclisten çıkardı ya Bakanlar Kurulu kararı olurdu. Bakanlar Kurulu kararı demek; 25 tane Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla çıkan karar demekti. Bütün o ortamlarda bunlar görüşülürdü, konuşulurdu, nedeni, niçini tartışılırdı. Herkes görüşünü söylerdi. Şimdi tek bir imzayla bir karar alınıyor. Kimse nedenini, niçinini duymuyor, bilmiyor. İşte bu sistem, şu andaki sistem böylesine kötü bir sistem.

“Bir siyasi partiyi ittifaka katabilmek için tatlandırıcı sunduk, ama çıkıp şimdi bunu kimseye anlatamayız. Kadınlara anlatamayız” diye mi düşündünüz acaba?

Bu yanlış karar yüzünden artacak kadına şiddet vakalarından mı korktunuz bir anda?

Çünkü biz sürekli işliyoruz. “Vebali, günahı boynunuza” diyoruz. “Bu aldığınız karar yüzünden kadına şiddet artarsa, aile içi şiddet artarsa, kadın cinayetleri artarsa, katiller sizden cesaret alırsa bunun vebali, günahı boynunuza” diyoruz. Bunu söylüyoruz. Herhalde biz söyleye söyleye bunun sebebini söylemekten hatta mümkünse bunu hiç gündeme getirmemekten yana olacaklar. Benim tahminim bu. “Bunu unutturalım, bir yandan sözleşmeden çekilelim” deyip mutlu etmek istedikleri her kimse onları da biz henüz tanımadık, tanışamadık. Kimler mutlu oluyorsa bu sözleşmeden çekilmekten? “Bir yandan onları mutlu edelim, bir yandan da asıl geniş kesimleri, özellikle kadınları daha fazla herhalde kızdırmayalım, korkutmayalım” diye akıllarından geçiyor. Ben buradan Sayın Erdoğan'a seslenmek istiyorum. Biliyorsunuz bu konuşmasında enteresan bir ifade var. Diyor ki "Kadın hakları kağıtlarla korunmaz, vicdanla korunur" diyor. Kağıtlar dediği ne biliyor musunuz arkadaşlar? Hukuk. Kağıtlar dediği anayasa, kağıtlar dediği kanunlar, kağıtlar dediği yasalar, kurallar. İşte zihniyet bu. Zihniyet bu olunca hemen açığa çıkıyor. Uluslararası anlaşmalara, anayasaya, yasaya bir kağıt parçası muamelesi yapıyorlar. “Saygı duymam” diyebiliyorlar. “Uymuyorum” diyebiliyorlar. İhlal edebiliyorlar. Böyle bir ülkede istikrar olur mu? Böyle bir ülkede güven olur mu? Siz hukuka kağıt parçası derseniz istediğiniz kadar dönün o kongreye yazın "güven ve istikrar" diye, yapamazsınız, beceremezsiniz. Zaten bunun için olmuyor. Bunun için bu ülkenin sorunlarını çözemiyorlar. Bu ülkenin sorunlarının çözümü hukuktan geçiyor, adaletten geçiyor, eşitlikten geçiyor, insan haklarından geçiyor, demokrasiden geçiyor. Siz bunları halletmezseniz "Hukuk bir kağıt parçasıdır" diye zihninizin gerisindekini açığa çıkarırsanız işte bu memleketi düştüğü bu çukurdan asla çıkaramazsınız.

Yaptığınız tüm o siyasi hesapların, kadınların hayatına mal olacağını mı hatırladınız?

Sayın Erdoğan;

Siz bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı makamında oturuyorsanız, attığınız her adımın hesabını vermek zorundasınız.

Bu ülkenin yaşadığı sorunların asıl sorumlusu da sizsiniz, kaçamazsınız. Öyle ben tek imzayla aklıma geleni yapayım ama problem çıktığında ortadan kaybolayım, böyle bir şey yok. Siz değil miydiniz biz işin içindeyken, bu ülkenin ekonomisini yönetirken ikide bir “Benim alanım ekonomi” deyip kendinizi ortaya atan? Siz değil miydiniz? Niye bugün hiç böyle demiyorsunuz? Niye çıkıp da “Benim alanım ekonomi” diyemiyorsunuz? 20 ayda 4 tane Merkez Bankası başkanı gördük. 20 ayda 4 tane TÜİK başkanı gördük. Bu nasıl istikrar ya? Böyle bir ülkede istikrardan bahsedilebilir mi? Güvenden bahsedilebilir mi?

Seçimde üç beş oy almak uğruna, niçin kadına şiddete karşı imzalanan bir anlaşmadan çekildiğinizi de açıklamak zorundasınız.

Acaba şunu mu demek istiyorlar? Bakın böyle birkaç tane fısıltı argümanı var, fısıltı argümanı. Nedir bunlar? İşte yaşam tarzı olan kadınlar var, farklı olan kadınlar var ve bu anlaşmada onun adı geçiyor, adı geçiyor. Bu anlaşmada diyor ki “Ya kültürel farklılıklar şiddet sebebi olamaz” diyor. Şimdi fısıltı gazetesinde yaydıkları bu. Yani ne demek istiyorlar? Ne demek istiyorlar? “Eğer yaşam tarzı farklı olan, farklı yaşam tarzını tercih etmiş bir kadın varsa şiddet görebilir.” Bunu demek istiyorlar. Ya da ne diyorlar? “Kültürel farklılık” diyorlar. Ne demek istiyorlar? “Ya bizim kültürümüzde kadına dayak vardır” demek istiyorlar herhalde. Böyle bir şey var mı? Böyle bir şeyi kabul edebilir misiniz? Çıkın diyoruz ki açık açık söyleyin, karnınızdan konuşmayın. Böyle fısıldayarak 3-5 oy almaya çalıştığınız çevrelere hitap etmeyin. Çıkın bu millete, bu ülkenin kadınlarına açık açık niyetinizi söyleyin. Gerçek düşüncenizi anlatın. Biz hukuk sürecini başlattık. Usulen de tek bir imzayla böyle bir anlaşmadan geri çekilmenin mümkün olmadığına biz inanıyoruz ve Danıştay nezdinde de davamızı açıyoruz. Usul davası. Ama tabii ki bir de bununla siyasi bir mücadele vermek gerekiyor ve o mücadelemizi de topladığımız imza kampanyasıyla ve farklı etkinliklerle sürdüreceğiz.

Değerli arkadaşlarım;

Bu saydıklarım, dünkü konuşmasında anlatmadıkları... Bu soruların cevaplarını dün anlatmadı.

Peki ne anlattı, o kadar konuştu da ne anlattı? Şimdi oraya gelelim.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 29 Ekim 1923'te kurduğu Cumhuriyet'in 100. yılını inşallah hep beraber 2023 yılında kutlayacağız. Tabii 29 Ekim 2023 biliyorsunuz, seçimler ta 2023'ün Haziran'ında olsa dahi o seçimlerden sonraki bir tarih. Ve inşallah o gün bambaşka bir Türkiye olacak, ben buna gönülden inanıyorum, o ayrı mesele. Ancak 2023 hedeflerinden bahsetti değil mi? 2023. Bakın ben fazla rakamlarla yormayacağım sizi ama, bu kardeşiniz tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldu. Ve çok düzgün, iyi bir ekiple biz bu işi yönettik ve çok şükür çok güzel gelişmelere de şahit olduk. Yıl 2011. Türkiye'nin 2023 hedeflerini açıkladığı ilk yıl değerli arkadaşlarım, 2011. 2011 ne zaman? 2002'de ben göreve başladım. Birinci dönem 2007'ye kadar, ikinci dönem 2011'e kadar ve artık 2011 Türkiye'nin gerçekten Avrupa Birliği sürecinde, ekonomide ciddi mesafeler aldığı bir yıl. Ve 2011 yılında o özgüvenle 2002'yle 2011 arasındaki 9 yıllık performansa da bakarak biz 2023 hedeflerini açıkladık. 2023 hedefleri. 2023 için koyduğumuz hedef değerli arkadaşlar, 25 bin dolarlık milli gelir. Kişi başına düşen milli gelir 25 bin dolar. Geçen sene sonunda açıkladıkları OVP'de, Orta Vadeli Program'da 2023 için koydukları milli gelir ne kadar biliyor musunuz? 2023 için, 10 bin dolar. Belgeler ortada, açın web sitesinden bakın. Geçen sene Eylül, Ekim gibi açıkladıkları Orta Vadeli Program'daki 2023 hedefi 10 bin dolar. Dün Sayın Erdoğan 2023 hedefleri derken ne diyor? 10 bin dolardan bahsediyor. Ya biz 12 bin 500 doları ta 2013'te gördük. 2013'te bu ülke 12 bin 500 doları yakaladı. İşte görüyor musunuz ülke ne hale düştü? Yani 2023'te 10 bin doları yakalarsa ülke, bunlar çok mutlu olacaklar. Diyecekler ki “Bak hedefimizi tutturduk.” İşte dünkü konuşmasında ortaya koyduğu durum bu, tablo bu. İçine düşürdüğü, ülkeyi içine düşürdüğü tablo bu. Bir başka hedef, biz iş başına geldiğimizde bu ülkenin ihracatı 36 milyar dolardı. Çok kısa bir süre içerisinde biz bu ihracatı 132 milyar dolara çıkarttık ve 2023 için bir hedef koyduk, 2023 için. 2023 için koyduğumuz hedef 500 milyar dolardı arkadaşlar, 500. Ve şu andaki yine aynı orta vadeli programa bakıyoruz, hükümetin 2023 ihracat hedefi 214 milyar dolar. Bakın biz iş başındayken 500 milyar dolar hedef koymuşuz bunlar şimdi indirmişler hedefi 214 milyara. Diyorlar ki “2023 hedeflerimize doğru yürüyoruz.” Hedef dediği bizimkinin yarısının altında. Bakın milli gelir 25 bin demişiz biz, indirmişler 10 bine, 10 bini tutturmaya çalışıyorlar. 500 milyar dolar ihracat demişiz, 214'ü tutturmaya çalışıyorlar. Ülkeyi düşürdükleri durum bu. Hani o 2023, 2023 dedikleri hedefler bu. İşsizlik. Biz demişiz ki “2023'te Türkiye'nin işsizliği yüzde 5'e iner. Geçen yılki orta vadeli programda 2023 hedefleri yüzde 11. Yani yüzde 11'e düşerse işsizlik, diyecekler ki “Biz 2023 hedeflerimizi tutturduk.” Tablo bu. Yani gerçekten değerli arkadaşlar nereden bakarsak bakalım Türkiye'nin durumu çok, çok kötü. 2023, 2023 diyip durdukları bizim işin başındayken koyduğumuz hedefler değil. Siz o hedefleri aşağıya düşürün ondan sonra deyin ki “Biz 2023 hedeflerini biz de tutturacağız.” O kadar yağma yok, o kadar basit değil bu iş.

Bakın ne diyor:

“Satın alma gücü paritesine göre milli gelirde Türkiye’yi dünyada 17’den 13’üncü sıraya yükselttik.”

Hesapta bir sorun var da... Hadi, doğru olduğunu varsayalım.
Ne yapıyor, biliyor musunuz? 2014 yılının rakamlarıyla övünüyor!

Doğru, 2014 yılında milli geliri o dediğiniz yere biz yükselttik. Siz de o gün bugündür yerinizde sayıyorsunuz.

Ben ve arkadaşlarım krizde olan ekonomiyi aldık, çalıştık çabaladık, krizden çıkardık. Dünya sıralamalarındaki yerimizi yükselttik.

Biz görevi devrettikten sonra, aldılar ekonomiyi geri götürdüler. Diyorum ya, mirasyediler...

Bakın, başka ne diyor?

“Salgın döneminde, geçtiğimiz yıl yüzde 1,8 büyümeyle, g-20 ülkeleri arasında ikinci sırada yer aldık.”

İstihdam azalıyor, çalışılan toplam saat azalıyor, ekonomi büyüyor. Bu nasıl oluyormuş, anlayan varsa bana anlatsın.

Esnafın, çiftçinin, işçinin, emeklinin geliri reel olarak azalıyor, milli gelir reel olarak çoğalıyor. Anlayan varsa, bunu da biri anlatsın bana.

Bir de kalkmış, “Büyümede ikinci sıradayız” diyorlar. Türkiye nerede ikinci sırada biliyor musunuz?
G-20 ülkelerinde, en yüksek enflasyonda 2. sırada. G-20 ülkeleri arasında en yüksek faizde 2. sırada. Bir göstergede daha ikinci sırada.

Salgın döneminde halkına gelir desteği veren ülkeler arasında ikinci sırada. Ama sondan ikinci sırada, sondan...

Başka ne diyor?
“Borç stokunun milli gelire oranını yüzde 42,6 seviyesinde tuttuk.”

Doğrusunu söyleyelim: Ben ve arkadaşlarım 2015’te görevi devrederken bu oranı yüzde 27,4 olarak bırakmıştık. Bunlar aldılar bu oranı tam yüzde 42,6’ye çıkarttılar. Anlatırken hiç yüzleri de kızarmıyor.

Bitmedi. Bakın, başka ne diyor?
“İhracatımızı 36 milyar dolardan aldık 170 milyar dolar bandına kadar

çıkardık.”

Yahu, 2002’de 36 milyar dolar olan ihracatı benim ekonomi yönetiminde olduğum dönemde, 2014’te 167 milyar dolara kadar zaten çıkartmıştık biz. Yıl 2020, ihracat 170 milyar dolar. 6 yılda 167’den 170’e çıkarmakla mı övünüyorsunuz?

Yerlerinde saymayı da marifet diye yutturacaklar akılları sıra.

İnsanlar inanmıyor, dalga geçiyor. Bu kadar problem varken “Ay'a gideceğiz, Ay'a sert vuruş yapacağız, sert iniş yapacağız.” Ya önce şu milletin tepesine sert iniş yapan enflasyon sorununu bir çözün. Bu milletin tepesine sert iniş yapan faizleri bir çözün. Ay'a sert inişten bahsediyorlar, ya tamam güzel. Biz ülkemizin teknolojide ilerlemesinden gurur duyarız. Gerçekten Türkiye'nin uzay teknolojisine sahip olması iyi bir şeydir, önemlidir. Dünyanın 60-70 yıl gerisinden de gelerek yapıyor olsak da hiç yoktan iyidir. Bununla her vatandaş gurur duymalı ama bu ülkenin çok derin sorunları varken eğer siz tutup da böylesine projelere atılırsanız, “Yok Karadeniz'de gaz buldum ülkenin bütün gaz ihtiyacını çözecek, Karadeniz'de şunu buldum cari açık sorunu bitecek...” Hani nerede çözdü ya? Akraba bakanı parlatmaya çalışıyorlar ama olmuyor, tutmuyor, yapamıyor. Çünkü işin gerçeği düzgün olmadıktan sonra böyle algı operasyonlarıyla bu iş yürümüyor. İnsanlar artık neticeye bakıyor, inanmıyorlar, güvenmiyorlar. “Güven ve istikrar” diyorlar ya insanlar güvenmiyor, istikrar falan da yok arkadaşlar.

Ama biz buradayız, anlatacağız, hatırlatacağız.
Devam ediyorum. Bakın, başka ne diyor?
Vatandaştan döviz ve altınını sisteme katmasını istiyor.

Arkadaşlar; bunlar ekonomiyi batırdı, Merkez Bankası rezervlerini tüketti, yedek akçeyi harcadı, Varlık Fonu’nu borca soktu, hazinenin borcunu iki yılda ikiye katladı.

Şimdi kalkmış yine vatandaştan para istiyorlar. “Vergi vergi” diye vatandaşın yakasına yapıştıkları yetmedi, “evde ne var ne yok onu da getir sisteme yatır” diyorlar.

Kongrelerinin adı “güven” ya... Arkadaşlar, yastık altı parasını istediklerine göre biliyorlar. Bu vatandaşın kendilerine güvenmediğini, o yüzden parasını şurada, burada sakladığını da kabul ediyorlar.

Soruyorum sayın Erdoğan’a;

Devletin 130 milyar dolarlık döviz rezervini eritirken aklınız neredeydi? Döviz borçlanırken aklınız neredeydi?

Merkez Bankası’nın kendisinin sahip olduğu döviz tükendi. Merkez Bankası’nın kasasında, borç aldığı döviz duruyor.

Bir de çıkmış diyor ki, ‘Yastık altında döviz, altın varsa getirin’ diyor. Sen bu milletin alın teri olan dövizi tüket, ondan sonra milletten döviz, altın iste.

Hatırlayın, pandemi ilk çıktığında da, bütün dünya vatandaşına doğrudan destek verirken, bunlar IBAN numarası vermişlerdi.

Bu millet sizin yanlışlarınızın bedelini ödemek zoruna değil. Cefayı, fedakarlığı niçin hep bu milletten bekliyorsunuz siz? Niçin yaptığınız kötü işlerin sorumluluğunu üstlenmiyorsunuz?

“Tasarruf” diyorlar değil mi? Tasarruf. Ya siz önce bir kendiniz tasarruf edin. Öyle 50 arabalık, 100 arabalık konvoylarla gezmeyin. Biraz azaltın sayıyı. Öyle 8 tane uçakla yurt dışı turlarına gitmeyin. Yazlık, kışlık saraylarla uğraşmayın. Bakın Mersin'deyiz, tarım şehrindeyiz. Burada sulama yatırımlarına ihtiyaç var. Tarım su istiyor, su kanalları istiyor, damlama, sulama yatırımları istiyor. Bu ülkenin acil ihtiyacı bu. Biz su diyoruz, kanal diyoruz bunlar hala Kanal İstanbul diyor. Niye? Rant. Tabii araziye, tarlaya su götürmekte bakıyorlar üç aşağıdan yukardan hesap rant yok. Nerede rant var, zaten kıt kaynaklar oralara gidiyor. Gerçekten üzülüyoruz arkadaşlar, gerçekten.

Biz görevi bıraktığımız günden beri yerinde sayıyorsunuz. Bunu da bir başarı olarak sunuyorsunuz.

Dün kongrede ekonomiyle ilgili olumlu ne anlattılarsa, hepsi de bizden devraldıkları mirastan ibaret.

Bu mirası da har vurup harman savurup tükettiler, tüketiyorlar. Bizden sonra bir milim ileri götüremediler bu ülkeyi, bir milim. Değerli arkadaşlar,
Güven bırakmadılar ülkede. İstikrar bırakmadılar.

Tek bir kişinin keyfiyle, gece yarısı kararlarıyla yönetiyorlar ülkeyi.

Kongre salonlarına büyük harflerle “güven ve istikrar” yazmakla ne güven ne de istikrar gerçekleşmez.

Güven ve istikrar iyi ve dürüst yönetimle olur.

Hemen arkasından diyeceksiniz; hukuk, adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik, özgürlük, insan hakları, demokrasi. Bakın buradan tavsiyelerde bulunuyoruz, bunu yapın diyoruz. Bakın ben iddialı konuşuyorum, bugün Sayın Erdoğan çıksın desin ki; "Ya kusura bakmayın. Ben son yıllarda ekonomiyi çok yanlış yönettim. Bir sürü de hata yaptım. Bu hatalar yüzünden bu ülke bu duruma düştü. Yanlış bir tezi her türlü ilme ve akla aykırı bir tezi dayattığım için bu ülkede hem enflasyon arttı hem faiz arttı hem kur arttı, ülkenin borcu ikiye katladı. Yanlış yaptım" desin. "Özür diliyorum" desin. Ve dönsün desin ki Merkez Bankası'na "Ya siz artık arkadaşlar doğru bildiğinizi yapın. İyi iktisatçılarla konuşun. Bu ülkeye ne gerekiyorsa onu yapın" desin. Şöyle bir çekilsin inanın dolar kuru o anda düşer biliyor musunuz? O anda. Şöyle bir piyasa nefes alır. Piyasa der ki “Ya iyi artık Cumhurbaşkanı bu işlere karışmayacak, demek ki işler düzelecek” der. Bakın buradan formülü söylüyorum. Karıştıkça, müdahale ettikçe, tek başına kararlar aldıkça bu ülkenin ekonomisi düzelmeyecek, olmayacak. Yazık oluyor.

İşinin ehli kadroların yönetimiyle olur. Demokrasiyle olur, hukukla olur. Ortak akılla olur.

Gece yarısı kararlarıyla yönetilen bir ülkede, güven de olmaz istikrar da! Lafla peynir gemisi yürümez.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bu olumsuz tablo sakın içinizi karartmasın. Bu kabustan hep beraber uyanacağız. DEVA Partisi bunun için hazır, adım adım emaneti teslim almaya geliyoruz.

Biz; üretimi, yatırımı ve eğitimi buluşturacağız.
Uzun vadede ekonomik büyümenin en önemli formülü eğitimden geçiyor.

DEVA Partisi olarak şimdiden söz veriyoruz:

Gençleri yarınların bilgisi ve becerisiyle donatacağız. Gençleri, çağımızın meslekleri için gereken eğitimle buluşturacağız.

DEVA Partisi olarak biliyoruz ki, eğer eğitimde başarı sağlayamazsak, ekonomide başarı sağlamak mümkün değildir.

Bakın dünyada finansal kaynak sorunu yok.

Dünyada para kıtlığı değil, iyi yetişmiş insan kıtlığı var.

Ülkemizin de en önemli kaynağı çocuklarımız ve gençlerimiz.

Bunun anlamı şudur: gençlerimizi ne kadar iyi eğitirsek, gençlere ne kadar imkân yaratırsak, işte o kadar zengin oluruz.

Ama biz eğitimi sadece ekonomik büyüme için önemsemiyoruz değerli arkadaşlar.

Eğitimde yapacağımız atılımın hayatın her alanında bizi yükselteceğini biliyoruz.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, yüksek özgüven sahibi öğrencilerimiz olurdu, dünya çapında nam salmış girişimcilerimiz olurdu.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, kadına, sağlık çalışanlarımıza ve herkese şiddet azalırdı.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, teknolojiyi yalnızca kullanan değil, daha çok üreten ve ürettiğini dünya çapında kendi markasıyla pazarlayan bir ülke olurduk.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, şirketlerimizin sadece iç pazara sahip olmasından mutlu olmaz, dünya çapında pay kapamadığımızdan rahatsız olurduk.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, doğaya rant gözlükleriyle bakanlar olmazdı.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, çarpık kentleşmenin içinde nefes almaya çalışmazdık.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, savunmamız için yabancı şirketlerin ping-pong topu gibi savrulmazdık.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, uzaya çıkmak bir PowerPoint sunumundan öteye geçer, uzay teknolojilerinde yol alırdık.

Eğer iyi bir eğitim sistemimiz olsaydı, haberleşme altyapımızı kendi şirketlerimiz ile kurardık. İnternet sorunu yaşamaz, EBA’da gençlerimiz eziyet çekmezdi.

Görüyorsunuz, değil mi?
Eğitimde atılım, DEVA Partisi’nin tam kalbindedir.
Çünkü DEVA Partisi;
Eğitimi, toplum mühendisliği yapmanın bir aracı olarak görmez.
DEVA Partisi; eğitimde fırsat eşitliğine, adalete inanır. İnsanı merkeze alır.

DEVA Partisi; çocuklarımızın analitik düşünmelerini geliştirmeyi amaçlar. Sosyal, duygusal, psikolojik gelişimlerini ileri taşımayı hedefler.

DEVA Partisi; gençleri sınav kaygılarıyla boğan bir anlayışla hareket etmez.

İşte bu nedenle, üniversiteye giriş sınavlarını yılda birkaç defa yapacağımızın sözünü şimdiden veriyoruz.

Ve değerli arkadaşlar;

Türkiye’nin, yüksek öğretimde akademik özgürlüğe, idari özerkliğe ve performansa dayalı bir üniversite sistemine ihtiyacı olduğunu bizler çok iyi biliyoruz.

İşte biz yeni dünya, yeni üniversite ve yükselen Türkiye modeliyle hareket ediyoruz.

Bir de biz ne yapacağız biliyor musunuz değerli arkadaşlar.

İktidar olduğumuzda anne-babaların üzerindeki eğitim yükünü hafifleteceğiz. Tüm velilere eğitime destek banka kartı temin edeceğiz.

Böylece aileler, çocuklarının ihtiyaçlarını bu kart ile karşılayacak.

Hanedeki öğrenci sayısı kadar, ihtiyaç duyulan harcama tutarını belirleyeceğiz ve bu karta yükleyeceğiz. Böylece temel eğitim ihtiyaçlarının ailelerin üzerinde ağır bir yüke dönmesine son vereceğiz.

Eğitimde adaleti, eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağız.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla; Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Tarsus’un DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

24 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Erdemli İlçe Kongresi Konuşması

Erdemli 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Mersin il teşkilatımızın ve erdemli ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Erdemlili gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Erdemli ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****
Erdemli ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım;
Memleketin üstüne gecenin zifiri karanlığı çökmüş durumda.
Karanlıkta alınan kararlarla yarınlarımız karartılmaya çalışılıyor.

Biliyorsunuz alışkanlık haline geldi, gece yarısı saat 1'de 2'de kararnameler açıklanıyor. Askeri muhtıra dönemleri gibi. O zaman da gece yapılırdı biliyorsunuz pek çok iş.

Sanki bir kâbusun içindeyiz. Korkunç bir rüya görüyoruz. Bu kâbusta ne oluyor biliyor musunuz?

Bu kâbusta;
Zam üstüne zam var. Doğal gazdan elektriğe, motorlu taşıtlar vergisinden köprü ve otoyollara kadar her yerde zam üstüne zam var.

Bu kâbusta;
Yüksek enflasyon var. Yüksek faiz var. Yüksek kur var. Yüksek borç var.

Bu kâbusta;
İşsizlik var, geçim sıkıntısı var, hayat pahalılığı var. Yoksulluk var. Anne babaların çocuklarının yarınlarından duyduğu endişe var.

Bu kâbusta;
Her üç gençten biri işsiz. Gençler evlerindeki odalarına hapsolmuş, işsizlikten yakınıyor. Gençler “ev genci” olmuş...

Bu kâbusta;
Toplumun yarısını, 42 milyon kadını şiddetten korumayı amaçlayan bir insan hakları belgesi yakılıyor.

Bu kabusta;
Bu milletin alın teriyle biriktirilen, bu milletin, bu devletin bankasına konulan 130 milyar dolar döviz rezervi eritiliyor.

Bu kâbusta;
Esnaf kepenk açamıyor, emekli ay sonunu getiremiyor, işçimiz, memurumuz mutfak alışverişi yapamıyor.

Bu kâbusta;
Büyüklü küçüklü ortaklarıyla iktidar vatandaşlarımıza korku saçıyor. Tüm ülkemize endişe saçıyor.

Ama değerli arkadaşlar;

Kimsenin bir şüphesi olmasın. Bu sadece kötü bir kâbus... Kötü bir kâbustan daha fazlası değil.

O sandık günü var ya o sandık günü... Ertesi sabahında uyandığımızda tüm bunlar geçecek. Sabah uyanıp da yüzümüzü yıkadığımızda çok derin bir nefes alacağız.

“Geçti gitti” diyeceğiz.

Kimsenin şüphesi olmasın; biz bu ateşi yakanların, bu ülkeyi küle döndürmelerine izin vermeyeceğiz.

Biz bu kâbusun daha fazla sürmesine müsaade etmeyeceğiz.

Bu damlalar var ya bu damlalar...
Bu yangını bu damlalar, DEVA Partisi’nin damlaları, söndürecek.

Gerçekten değerli arkadaşlarım bu ülkenin sorunları büyük. Gittikçe de büyüyor. Bir dokunsak bin ah işitiyoruz, herkesten. Esnafından, çiftçisinden, emeklisinden, gencinden, yaşlısından, kadınından, erkeğinden, herkesten. Bu kadar büyük problemler olmasına rağmen inanın bu sorunların çözülmesi bir o kadar da kolay. Aynı kabustan uyanır gibi bu memleketin sorunlarının çok hızlı bir şekilde çözülebileceğini biz tüm ekibimizle iyi biliyoruz. Bunları daha önce yaptık. Ülkeyi içinde bulunduğu çukurdan defalarca çıkarttık. Yine yaparız inşallah.

Bu kâbustan uyandığımızda ne göreceğiz biliyor musunuz? Yatırım göreceğiz. Üretim göreceğiz. İstihdam göreceğiz. Bu kâbustan uyandığımızda;
Huzurlu, mutlu, umutlu kadınlar göreceğiz.

Kadınların hayata geriden başlamadığı, her alanda önde yer aldığı bir Türkiye’ye uyanacağız!

Bu kâbustan uyandığımızda;

Gençlerin eli ekmek tutacak. Gençleri, meslekleriyle buluşturacağız. İş sahibi olacaklar, yarınlar için heyecanlanacaklar.

Gençlerin yarınlarını kurmak istediği bir vatana, bir Türkiye’ye uyanacağız! Bu kâbustan uyandığımızda;

Öyle 3-5 kişi değil... Topyekûn zenginleşeceğiz. Hep beraber refaha kavuşacağız.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Mersin’den Rize’ye, İzmir’den Kars’a, Şırnak’tan Sinop’a, Edirne’den Isparta’ya hep beraber bir oh çekeceğiz.

Bu kâbustan nasıl bir Türkiye’ye uyanacağız, biliyor musunuz? Huzur ve eşitlik içinde, bir arada yaşayan bir Türkiye’ye uyanacağız!

Komşularıyla barış ve iş birliği içinde zenginleşen, çözümün adresi, saygın bir Türkiye’ye uyanacağız!

İşçinin, çiftçinin, emeklinin, sanayicinin, girişimcinin yüzünün güldüğü bir Türkiye’ye uyanacağız!

Ayağa kalkan, konuşan, kalıplardan kurtulan ve çözüme inanan bir Türkiye’ye uyanacağız!

Adalete uyanacağız. İnsan haklarına uyanacağız! Herkesin eşit vatandaş olarak yaşadığı, her inancın koşulsuz saygıyla karşılandığı bir Türkiye’ye uyanacağız!

İnsanını seven bir Türkiye’ye uyanacağız! Yaşayan ve yaşatan bir Türkiye’ye uyanacağız!

Değerli arkadaşlarım,

Çocuklarımızın en iyi eğitimi aldığı, fırsat eşitliğinin sağlandığı, anne babaların huzurla başını yastığa koyduğu Türkiye’ye uyanacağız!

Zamanın ruhuna uyan, kendi teknolojisini üreten bir Türkiye’ye uyanacağız! İnsan onuruna yaraşır yaşamın hüküm sürdüğü bir Türkiye’ye uyanacağız!

Verimli topraklarında üretim yapılan, tarladan sofraya dek çiftçisinin yanında duran bir Türkiye’ye uyanacağız!

Esnafın huzur içinde dükkanını açtığı, yarınından endişe duymadığı, ailesini rahatça geçindirdiği bir Türkiye’ye uyanacağız!

Mavisini yeşilini koruyan, suyu zenginlik kabul eden, nesiller arası adalete inanan bir Türkiye’ye uyanacağız!

Kısacası değerli arkadaşlarım;
Hep birlikte kazanan bir Türkiye’ye uyanacağız!

İşte bu damlalar, yarınların Türkiye’sinin müjdecisidir. Bu damlalar, bu kâbusun ardından alacağımız o rahat nefesin simgesidir!

*****
Değerli arkadaşlarım;

Bu kâbusu yaratanların zihniyetini her gün milletimizle paylaşıyoruz. Ama gün geçmiyor ki bu bozuk zihniyet kendisini göstermesin.

Bakın arkadaşlar, biliyorsunuz geçtiğimiz cumayı cumartesiye bağlayan gece yarısı karanlıkta merkez bankası başkanını değiştirdiler.

Taraflı Cumhurbaşkanı tek imzayla, gece 2’de almış o kararı.

Pervasızlığa bakar mısınız ya? Sanki çok normal bir şeymiş gibi söylüyorlar bir de. Neymiş? “Aldığı kararın nedenini kendisi açıklar”mış.

Bugün baktık bir konuşma yaptı, öyle kararın nedenini filan açıklamıyor. Niye? Çünkü keyfi bir karar. Ama keyfi kararların bir memlekete zararı olur arkadaşlar.

Merkez Bankası başkanını değiştirdi de ne oldu peki? Ciddi bir güven ve belirsizlik sorunu daha oluşturdu.

Taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi‘ne geçildiğinden beri yaşanan 3. Büyük döviz krizine sebep oldu.

Niye oluştu? Çünkü siz Merkez Bankası’na kafanıza göre müdahale ederseniz, işte böyle problem çıkar. Kriz çıkar.

Kafanıza esti diye merkez bankası başkanı değiştirilir mi? Sizin işiniz gücünüz yok mu?

Burası 84 milyonluk bir ülke, 20 ayda 4 Merkez Bankası başkanı değişti ya. Böyle bir şey olabilir mi? Bu kardeşiniz yıllarca ekonomiyi yönetti. Benim dönemimde 3 tane Merkez Bankası başkanı gördük. Her birinin de görev süresi tam 5 yıldır, 5 yıl doluncaya kadar hiçbirine dokunmadık. İstikrar budur, öngörülebilirlik budur. İşler iyiye gidince "Benim alanım ekonomi" de, işler kötüye gidince faturasını kesecek birini bul, kurumları şamar oğlanına çevir, bir başkan gitsin öbür başkan gelsin. Niye? Suçu yıkacak ya birine.

Kafanıza esince yapacağınız işleri ben size söyleyeyim:

Şöyle bir gidin, halkın arasına karışın. İnin şu konvoylardan. Şöyle çarşıya, pazara inin, vatandaşa halini hatırını sorun. Durumunu sorun.

Özellikle esnafa dönüp “destekten ne haber?” Diye sorun. Açıkladığımız desteği alıyor musunuz diye bir sorun bakalım. Kaç esnaf alabilmiş duyun, öğrenin.

Bakın biz il il, ilçe ilçe dolaşıyoruz. Girdiğim her dükkâna soruyorum, destek aldığını söyleyen şu anda değerli arkadaşlarım, 100 dükkândan 1'i bile değil. “Yok” diyorlar, gülüyorlar. “Biz öyle bir şey almadık” diyorlar. Bazıları da diyor ki "Başvurduk, kaç tane form doldurduk, oraya gittik, buraya gittik zaten aylık alacağımız, alamayacağımız 500 lira onu da alamadık, vermediler" diyoresnaf.

Kafanıza hiç esmiyor mu bunlar?

Başka neler esmiyor diye bakıyoruz:

Kafalarına nedense kanal İstanbul’dan vazgeçmek esmiyor.

Kafalarına kaybettiği belediyelerle uğraşmaktan vazgeçmek esmiyor.

Kafalarına nedense “üreticinin, çiftçinin maliyetini düşürüp, kârını nasıl artırırım?” Diye düşünmek esmiyor.

Bu milletin doğmamış çocuklarını bile borca batırdılar. Kafalarına nedense bu milletten özür dilemek esmiyor.

Kadın haklarını koruyan bir sözleşmeden gece saat 2’de çıkmasını biliyorlar; ama kafalarına “Ya şimdi bu potansiyel katiller bundan cesaret alır mı?” diye esmiyor.

Kafalarına nedense “Olumsuz göstergelerde zirvedeyiz, olumlu göstergelerde diplerdeyiz, bu nasıl iştir, bunu bir düzeltelim” diye esmiyor.

Ne esiyor kafalarına? Anca bir Merkez Bankası başkanını görevden alıp, yerine yenisini atamak esiyor.

Sayın Erdoğan, hiç uğraşmayın bunlarla.

Bu bürokrat arkadaşlara da yazık, biri gidiyor biri geliyor, biri gidiyor biri geliyor. Zaten Merkez Bankası'nın Para Politikası Kurulu ayda bir toplanır, 2-3 saatlik bir toplantıdır.

Varlık Fonu’na yaptığınız gibi bir atama da Merkez Bankası’na yapın. Varlık Fonu’na nasıl kendinizi atadıysanız, Merkez Bankası’nın başkanlığına da kendinizi atayın.

Zaten fiilen siz yönetiyorsunuz Merkez Bankası’nı. Tek imzayla, geçin Merkez Bankası’nın başına.

Sonra da atama kararnamesine şöyle bir bakın. “Benim alanım ekonomi” diyen birisini görevlendirdiğiniz için eminim kendi kendinizle gurur duyacaksınız.

Sizi tutan mı var? Çevrenizde “bu kadar da olmaz” diyen mi var? Ya sahiden çevrenizde kim var?

Bir yanınızda, vaktiyle sabah akşam size hakaretler eden, ağza alınmayacak küfürler savuran siyasetçiler var.

Diğer yanınızda, ekonomide işlerin iyi gittiği, demokratikleşme adımlarının atıldığı günlerde size hakaret edenler, aşağılayanlar var.

Şöyle bir çevrenize bakın da o çok sevdiğiniz “kimler kimlerle beraber” cümlenizi tekrar edip gerçek halinizi bi anlayın hele.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bakın, biz Merkez Bankası’nın eritilen 130 milyar dolarlık rezervini gündeme getirdik.

Ardından, yıllarca devlette üst düzey görevler yapmış olan, ana muhalefet partisinin temsilcisi aynı analizi yaptı ve aynı soruyu sordu.

Hemen ardından, yıllarca DPT’de üst düzey görevler yapmış olan, bir başka siyasi partinin yöneticisi yine bizimle aynı analizi yaptı ve yine aynı soruları sordu.

Aklın yolu bir.

Bu konuyu sağa sola çekmek isteyenler, saçma sapan argümanlarla taraflı Cumhurbaşkanı’nı veya akraba bakanı savunmaya çalışmasınlar hiç.

Nereye gitsek bana soruyorlar "Ya sizin haberiniz var mı?" diyorlar, "130 milyar dolar yokmuş ortada" diyorlar. Biz de diyoruz ki “Evet yok ama bir açıklama yapmadılar. Biz her gün soruyoruz, açıklayın, konuşun” diyoruz. Ne yaptınız bunu?

Önce Merkez Bankası’nın internet sitesinden hangi sayfaya ve verilere bakılacağını öğrensinler.

Önce, brüt rezerv ile net döviz pozisyonu arasındaki farkı öğrensinler.

Eğer beceremiyorsanız, Merkez Bankası’nı bir tana genç 25 yaşında uzman yardımcısı size göndersinler. İnanın 5 dakikada kendilerine anlatır.

Bakın, biz bu eriyen, çarçur edilen döviz rezervi konusunu gündeme getirdiğimizde;

Bunlar önce sessiz kaldı, kulaklarını tıkadı, ölü numarası yaptı.

Sonra dediler ki; “Döviz satıldı ama piyasa kurallarına ve hukuka uygun satıldı” dediler.

Şimdi de öyle bir rezerv yok ki nasıl satalım diyerek inkâr moduna girdiler.

Bir başka vahim hata daha yapıyorlar. Bu dövizlerin Türk lirası karşılığı satıldığını söyleyerek, masum bir işlem olarak göstermeye çalışıyorlar.

Bakın arkadaşlar,

Bu rezervler, Merkez Bankası’nın ilan ettiği serbest kur rejimine aykırı bir biçimde eritilmiştir. Burada ciddi bir kural ihlali vardır.

Rezervler, şeffaf olmayan bir biçimde, örtülü ve dolambaçlı yollarla harcanmıştır.

Bakın ben 2015'in Ağustos ayında bakanlıktan ayrıldım. O tarihe kadar yapılan bütün döviz işlemleri Merkez Bankası'nın web sitesinde açık bir şekilde ilan edilmiştir. Açık, şeffaf. Doğru, hesaptan kaçmaz. Niye karartıyorsunuz? O gün bugündür niye hala söylemiyorsunuz?

Rezervlerin ne zaman, kimlere, hangi kurdan, hangi yöntemlerle aktarıldığı açıklanmamaktadır.

Ben anlamıyorum, bunlar neden korkuyorlar?

Yaptıkları iş doğruysa, neden sorularımızı cevaplamıyorlar? Neden bu sorulardan kaçıyorlar?

Bu ülkenin insanı gayet iyi bilir ki, doğru, hesaptan kaçmaz.
Evet arkadaşlarım,
Bunlar doğruyu konuşmuyorlar, gerçekleri inkâr ediyorlar.
Biz de diyoruz ki, gelin bu yalpalamaları bırakın. Kem küm etmeyi bırakın. Çıkın milletimize hakikati açıklayın.

Biz zaten, DEVA Partisi iktidarında bunların hepsini, kuruşuna kadar kamuoyu ile paylaşacağız.

O karanlıkta yapılan işlemlerin hepsini gün yüzüne çıkaracağız.

*****

Değerli arkadaşlarım;

İşte tek bir kişi kafasına esince bu millete zarar vermesin, veremesin diye biz ne diyoruz?

Devletin 130 milyar dolarlık döviz rezervini bunlar sürekli erittiler. Bir yandan da gittiler döviz borçlandılar. Şu anda Merkez Bankası'nın gerçekten kendisinin sahip olduğu döviz tükenmiş durumda, borçlandığı döviz kasasında duruyor. Kasasını açıp gösterdiğinde diyor ki Sayın Erdoğan, "92 milyar dolar döviz rezervimiz var" diyor. İyi ama o döviz rezervinin karşılığında 138 milyar dolar, Merkez Bankası'nın piyasaya borçlandığını niye söylemiyor? Bir ülkenin Merkez Bankası borçlu olabilir mi ya? Böyle bir şey var mı? Ve 92'den 138'i düştüğünüzde tam 46 milyar dolarlık Merkez Bankası'nın şu anda negatif, eksi döviz pozisyonu var arkadaşlar. Şimdi bütün bunları yaptılar. Bu memleketin yıllarca alın teriyle biriktirdiği dövizleri 2 yılda tükettiler. TaraflıCumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdi memleketin dövizini tüketti. Şimdi bugün çıkmış diyor ki vatandaşlarımıza "Ya yastık altında, şurada burada döviziniz, altınınız varsa onları getirin" diyor. Bak, işe bak ya. Sen bu devletin, milletin alın teri olan dövizi tüket, ondan sonra tekrar dön, milletten döviz, altın iste. “Bunları sisteme katın” de. Ne hale getirdiler ülkeyi? Hatırlıyorsanız pandemi çıktığında da ne yapmışlardı? IBAN numarası vermişlerdi. Ya bütün dünya, vatandaşına pandemi döneminde doğrudan destek verdi, doğrudan. Kredi falan değil ha, doğrudan destek. Esnafa, çiftçiye, berbere, kuaföre, kahvehane sahibine, restoran sahibine kredi değil, doğrudan destek. Zararını karşılayacak kadar destek verdi, bizimkiler pandemi başladığı anda vatandaşa IBAN numarası verdi, “Bize para verin” diye. Bak, bak. Ya bunlar hiç iş bilmiyor ya. Tabii sıfırı tükettiler o da ayrı mesele. Sıfırı tükettikleri için her krizde dönüyorlar vatandaştan yardım talep ediyorlar. Kimse kusura bakmasın, bu millet sizin yanlışlarınızın bedelini ödemek zorunda değil. Böyle bir şey yok. İşte değerli arkadaşlarım bakın, bir tek kişi kafasına esince iş yaparsa memleketin durumu bu olur. Bakın hafta sonu kafasına göre 2 tane iş yaptı değil mi? 2 tane. Bakın hafta sonu, geçtiğimiz hafta sonu cumayı cumartesiye bağlayan gece 2 tane karar açıklandı değil mi? Bir tanesi İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili karar, diğeri de Merkez Bankası başkanıyla ilgili karar. Cuma günü bu ülkenin hazinesi borçlanırken Türk lirası bazında %13-14 faiz ödüyordu. Merkez Bankası faizi yüksekti ama uzun vadeli borçlanmada nasıl olsa yavaş yavaş “Herhalde bu kadar sürmez bu iş” beklentisiyle, %13-14 hazine borçlanabiliyordu. Bugünkü göstergelere göre aynı hazine şu anda %19-20'yle borçlanabiliyor. Tam 6 puanlık faiz artışı var hazine borçlanmasında, cuma gününden bugüne. Düşünebiliyor musunuz? Ben görevden ayrıldığımda, 2015 yılında bu ülkenin bütçesindeki faiz ödeneği, faiz harcaması 53 milyar TL'ydi. Bu yılki bütçeye ne kadar koydular biliyor musunuz faiz harcamasını? 179 milyar TL arkadaşlar, 179. O esnafımızın hani ödediği vergi var ya 500 lira, 600 lira, 800 lira vergi, hani o kiradan alınan stopaj var ya 100 lira, 200 lira, 300 lira, şu elektrikten alınan ÖTV, KDV var ya buradan toplananın tam 179 milyar lirası, eski parayla 179 katrilyon, çünkü altı sıfırı attık ama bazen hesap karıştırılabiliyor. Eski parayla 179 katrilyon yeni parayla 179 milyar. Şu anda bu ülkenin devlete sadece faize para ödemek zorunda kalıyor. Bakın döviz bazında borçlanmada daha cuma günü %4,5-5,5 arası hazinenin borçlanma faizi varken şu anda bu %7-8 arasında, vadesine göre. %4,5-5,5’tan %7-8'e çıkmış. Sırf kötü yönetim, keyfi yönetim. Bakın gerçekten, gerçekten çok üzülüyoruz. Yahu bu ülkenin kaynaklarının böylesine heba edilmesi inanın içimizi böyle bir cız ettiriyor. Yazıktır, günahtır.

Bakın hafta sonu alınan bir başka önemli karar, Türkiye'nin bu İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili, yürürlükten kaldırılmasıyla ilgili karar. Sözde karar, çünkü biz dava açtık, böyle bir kararın tek imzayla atılmasının hukuka karşı olduğunu, hukuka aykırı olduğunu düşünüyoruz. Bu, kadına şiddeti önleyen, aile içi şiddeti önleyen ve bu konuda devletleri mecbur tutan bir uluslararası anlaşma. Tek imzayla geri çekilmeye çalışıyorlar. Ve bugün de Sayın Erdoğan diyor ki yine konuşmasında "Kadın hakları öyle kağıtlarla korunmaz vicdanla korunur" diyor. Bakın şimdi kağıtlarla korunmaz, vicdanla korunur. Diyorum ya zihniyet, zihniyet. Kağıtlar dediği ne biliyor musunuz arkadaşlar? Kağıtlar dediği hukuk, kural, anayasa. Siz eğer anayasaya, yasalara, kurallara kâğıt parçası gözüyle bakarsanız o ülkede hukukun üstünlüğü olmaz. O ülkede hukuk devletinden bahsedilemez.

Kadına şiddeti tabii ki hukukla koruyacağız, tabii ki hukukla koruyacağız. Sağlam hukuki teminatlar olacak. Kadına şiddete cüret edenin eli yanacak, hak ettiği cezayla karşılaşacak. Bunu da hukuk devleti sağlayacak. Hukuka kâğıt parçası diyebilecek bir zihniyet arkadaşlar. Böyle bir şey olur mu? Böyle bir ülkede ekonomi düzelebilir mi? Mümkün mü? Hukukun olmadığı ülkeye sermaye gelir mi? Hukukun olmadığı ülkeye kendi vatandaşımız yatırım yapar mı? Zihinlerinin gerisindeki böyle söyledikleri laflarla açığa çıkarıyorlar. Ve ne diyorlar "Kadın hakları vicdanla korunur." Şimdi biz ülkede kadın haklarını katillerin insafına mı bırakacağız? Suçluların insafına mı bırakacağız? Ne demek vicdanla korunur? Tabii ki vicdan sahibi olmak önemlidir ama bu ülkede kadına şiddet var mı? Var. Aile içi şiddet var mı? Var. Kadın cinayetleri bütün ülkeler arasında çok miktarda Türkiye'de oluyor mu? Oluyor. E siz nasıl böylesine önemli bir konuyu suçluların insafına bırakırsınız ya? Böyle bir şey olabilir mi? Devlet niye var? Hukuk niye var? Anayasa niye var? Yasalar niye var? Suçlu, hak ettiği cezayı bulsun diye var. Suçlu, hak ettiği cezayı bulunca diğerleri cüret edemesin, korksun diye hukuk var. Fakat gerçekten değerli arkadaşlarım çok vahim bir tabloyla karşı karşıyayız. İnanın bu zihniyetten bu ülkeye faydalı artık hiçbir icraat çıkmaz, hiçbir icraat çıkmaz. Zaten dikkat edin hiçbir problemi çözemiyorlar. Ülkedeki her türlü sorun hızla artıyor, hızla artıyor.

Bakın dün Silifke'deydik, bugün Erdemli ‘de merkezde esnafımızla buluştuk. Şöyle bir çiftçilerimizle, emeklilerimizle, vatandaşlarımızla oturduk şöyle bir çay içtik, onları dinledik. Bize ne diyorlar bakın, ne diyorlar? Nakliyeci, taşımacı arkadaşlarımız, servis şoförlerimiz ne diyorlar? "Araçlarımızı bir tamirhaneye götürüyoruz, masraflar, tamir, bakım masrafları ikiye katladı, üçe katladı" diyorlar. "İki lastik alıyoruz, 6 bin lira para ödüyoruz” diyorlar. “Eskiden taşımadan aldığımız nakliye ücretiyle masraflarımızı karşılarken şimdi mümkün değil, arabamızın lastiği eskiyecek de değişecek diye korkuyoruz. Bunu yapacak gücümüz yok" diyorlar. Hele hele bu okul servisleri, şehir içi taşımacılık yapan vatandaşlarımız, çok ciddi mağduriyetler var. Bunların faizleri gelmiş, ödeme günleri gelmiş ve bir yandan hala vergi ödüyorlar, bir yandan hala çalıştırdıkları elemanların maaşlarını ödemeye çalışıyorlar, bir yandan büyük bir varlık mücadelesi veriyorlar. Gerçekten çok büyük bir varlık mücadelesi. Çiftçimize bakıyoruz, çiftçimize. Ki Erdemli ‘de biliyorsunuz tarım çok önemli bir sektör. Erdemli ‘de limon üretimi var, sebze var, meyve var, her şey var. Bugün bakıyorsunuz, tohumun, fidenin maliyeti en az ikiye katlamış. Gübre şu son aylarda bile %50, %60 artmış. Bir sera malzemesi satan iş yerine girdik “Naylon” diyordu. “Daha geçen hafta kilosu 16 liraydı, şu anda 35 lira oldu Başkanım” diyor. Bakın, bunlar hayatın gerçeği. Gübre fiyatlarını biliyorsunuz, ilaç fiyatlarını biliyorsunuz, mazot fiyatlarını biliyorsunuz. Gerçekten çok ciddi bir maliyet artışı söz konusu, fakat çiftçimizin sattığı ürünün fiyatları artmıyor, zarar ediyor. Ne kadar çok üretirse o kadar çok zarar ediyor. Ve bugün Erdemli merkezde kaç tane çiftçimizden neyi duyduk biliyor musunuz? “Artık ben üretimi bıraktım” diyor. “Yapamıyorum” diyor. Ve Türkiye'de tarımsal üretim, pek çok üründe arkadaşlar düşmeye başladı. Geçen yıllardaki üretim seviyesini artık yakalayamıyoruz. Pek çok üründe tablo bu. Bir yandan maliyetler yüksek, bir yandan satış fiyatı artmıyor ve gerçekten ülkemiz, çiftçilerimiz büyük zorluklarla karşı karşıya.

Değerli arkadaşlarım bakın biz DEVA Partisi olarak biliyorsunuz tek bir kişi kafasına esince bu millete zarar vermesin, zarar veremesin diye “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diyoruz, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem.

“Yargı bağımsız olmalı ve tarafsız karar almalı” diyoruz. “İşleyen bir denge ve kontrol mekanizması olmalı” diyoruz.

“Güç sınırlandırılmalı” diyoruz. “Yönetenlerin hukuk ve süreyle sınırlandırılması gerekir” diyoruz.

Ülkemiz, senelerdir içinde debelenip durduğu bu yönetim krizinden ancak böyle çıkabilir.

Bu taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’yle bir adım bile ilerleyemeyiz. Görüyorsunuz zaten 90’lı yılların ortasına dönmüş gibiyiz.
Çünkü bu sistemde bir kişi kafasına eseni yapabiliyor.

İstişare var mı? Yok.

Ortak akıl var mı? Yok.

Müzakere var mı? Yok.

Hatırlayın; yeni sistemle beraber istikrar, ekonomik büyüme ve huzur getireceklerini vadettiler, değil mi?

Peki ne yaptılar?

Ekonomiyi dibe batırdılar.

Hukuku dibe batırdılar.

Demokrasiyi dibe batırdılar.

İşte tam da bu yüzden biz parti programımıza açıkça yazdık: biz bu sistemi değiştireceğiz!

Böyle bir sistem olmaz. Bu sistemi buruşturup çöpe atacağız!

İşte biz DEVA Partisi olarak, sorunlarımızı derinleştiren, siyasal kutuplaşmayı ve toplumsal bölünmeyi körükleyen bu sisteme son vereceğiz.

Yerine de güçlendirilmiş parlamenter sistemi koyacağız, değerli arkadaşlar.

Çünkü biz güçlü, uzun vadeli ve istikrarlı bir yönetim sistemi tesis etmeyi amaçlıyoruz.

Bu arada, parlamenter sistem dediğimizde aklınıza eski sistem gelmesin.

Aziz milletimiz müsterih olsun, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimiz, 90’lı yılların sistemi değildir.

DEVA Partisi olarak kuvvetler ayrılığına ve insan haklarına dayanan, güçlü hükûmet, güçlü meclis ve güçlü yargıyı esas alan bir Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’den yanayız.

Biz, diğer siyasi partilerle, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş için, ikili bazda diyalog ve istişare sürecini başlatan partiyiz.

Peki Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ne demek? Gelin hep birlikte sıralayalım. Tek tek anlatalım.

Birincisi; Cumhurbaşkanlığı makamının, halen geçerli olan anayasadaki yemin metninde de vurgulandığı gibi, tarafsız olmasını sağlayacağız.

Hem “Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getireceğim” diye yemin eden, hem de bir partinin genel başkanı olup, diğer partilere her gün saldıran bir Cumhurbaşkanlığı makamı düşünülemez.

İkincisi; bakanlıklara daha çok yetki ve daha çok sorumluluk vereceğiz. Bakanlıkları ve devlet kurumlarını güçlendireceğiz. Yürütme yetkilerini aşağı kademelere doğru delege edeceğiz.

Üçüncüsü; yerel yönetimleri güçlendireceğiz. Yerelin sorunları en iyi yerelden çözülür. Bunu çok iyi biliyoruz. Yerel yönetimlere daha çok yetki vereceğiz.

Erdemlinin sorununu en iyi Erdemli bilir, Erdemli çözer. Bunu biliyoruz.

Dördüncüsü; itibarını yerle bir ettikleri gazi meclisimizin itibarını iade edeceğiz. Gazi meclisimizi güçlendireceğiz.

Meclisimiz, yürütmeyi, yani hükûmeti etkin bir şekilde denetleyebilecek.

Meclisteki muhalefet partilerinin bilgi edinme yollarını işlevsel hale getireceğiz.

Gazi meclisimizi, iktidar partisinin uzantısı olmaktan çıkartacağız.

Beşincisi; sivil toplumu güçlendireceğiz.

İfade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıracağız.

Konuşan, tartışan, soru soran, hakkını arayan bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz.

Sivil toplumu kanun yapım süreçlerine daha etkin bir biçimde dahil edeceğiz. Altıncısı; hukuka ve adalete olan güveni ayağa kaldıracağız.

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan atamalarda, meclisimizin nitelikli çoğunluğunu söz sahibi kılacağız.

Böylece tek bir parti veya ittifak, yüksek mahkeme heyetini tek başına şekillendiremeyecek.

Yargı mensuplarının özlük haklarını güvence altına alacağız.

Nihayetinde; yargının tarafsız ve bağımsız çalışması, yargıya olan güveni artıracak.

Kısacası değerli dostlarım,
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem; demokrasi, hukuk ve adaleti tesis edecek.

Bu sistemde tüm vatandaşlarımız haklarından daha iyi yararlanacak, herkes adil muamele görecek.

Ülkemiz, derinleşen yönetim krizini, güçlendirilmiş parlamenter sistem ve topyekûn zihniyet değişimi ile aşacak.

Çünkü Türkiye; tek bir merciden ibaret değildir! Türkiye; tek bir kişiden ibaret değildir!
Türkiye; kimsenin iki dudağı arasına terk edilemez! Türkiye; kimsenin keyfine göre yönetilemez! Türkiye; birden büyüktür!

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Erdemli’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

23 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Silifke İlçe Kongresi Konuşması

Silifke 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Mersin il teşkilatımızın ve Silifke ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Silifkeli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Silifke ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Silifke ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

Ayrıca, Silifke kongremiz, Akdeniz bölgesinde gerçekleştirdiğimiz ilk kongre.

Bu salondaki coşkuyu tüm Akdeniz’e damla damla yayacağımızı, umudu büyüteceğimizi çok iyi biliyorum. Sağ olun, var olun arkadaşlar.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Ülkemiz uzun zamandır zor ve çalkantılı bir sürecin içinde. Özellikle son 2,5 yıldır yani Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, taraflı cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana ülke kriz arkasına kriz yaşıyor. Çok zor günler geçiriyoruz.

Bir de son dönemde kriz üstüne kriz yaşıyoruz.
Sadece cuma gününden bugüne yaşadıklarımıza bakın, akıl alır gibi değil.

Üzülerek söylüyorum ki bugünkü iktidar, hukuku bir kenara attı.

Hukuk devleti, anayasamızın ikinci maddesinde yazan ama uygulanmayan bir ilke haline geldi.

Haftalardır biliyorsunuz Sayın Erdoğan ne diyordu? “İnsan Hakları Reform Paketimizi açıklayacağız” diyordu. 1 Mart’ta reform paketini açıkladılar. Sonradan öğrendik ki Avrupa Birliği projesiymiş, 1 Mart’ta da süresi doluyormuş, eğer o gün açıklanmazsa parası yanıyormuş, bu ayrı. Ama insan haklarının sadece ve sadece o kasım ayının başındaki, yine dün ve bugün yaşandığı gibi bir kur riski, bir döviz krizi, bir ödemeler dengesi krizi yaşandıktan sonra hükûmetin aklına geliyor olması tabii ki çok üzücü.

İlla zoru görünce, illa ekonomi dip yapınca insan haklarını hatırladılar.

Biz de ısrarla “Reform diyeceğine önce anayasaya uy” dedik. Defalarca da değiştirdiğiniz bir anayasa var. 2017 yılında yine değişti bu anayasa sistem değişikliği ile ilgili. Önce şu anayasaya bir uy.

Çünkü arkadaşlar, iktidardaki zihniyetin en büyük sorunu bu. Kendini hiçbir kanunla, kuralla bağlı görmüyor. Anayasaya, yasaya ilkelere bağlı kalma gayreti yok. Çünkü bu yönetim zihniyetinin esasında ne var biliyor musunuz? Bunun esasında keyfilik var. “Sabah uyandım aklıma geldi, aklıma geleni de yapmalıyım, kimse de bana engel olmamalı.” Bunun adı devlet yönetiminde tam bir keyfiliktir. Oysaki devlet anayasayla yasalarla mevzuat dâhilinde ve kurallara göre yönetilir. Kurallı yönetim bizim DEVA Partisi olarak en temel ilkelerimizden bir tanesidir. Kural varsa öngörülebilirlik vardır. Eğer kural yoksa o zaman, o yönetimin ne zaman, ne yapacağını bilemezsiniz. Ha bir gün kuralı değiştirebilir. Der ki “Bu tarihe kadar bu kuralla gidiyorduk ama artık bundan sonra değiştiriyoruz, bundan sonra da buna uyarak gideceğiz.” Ama her an devlet yönetiminde geçerli olan anayasa vardır, yasalar vardır, mevzuat vardır, ilkeler vardır, kurallar vardır. Devlet böyle yönetilir. Böyle yönetilmezse de ülkenin ne hale düşeceğinin en iyi örneğini Türkiye’de şu anda hepimiz, büyük bir bedelle ve büyük bir acıyla yaşıyoruz.

Dedik ki “Cumhurbaşkanı yemin metninde tarafsızlık sözü vardır. Anayasadaki yemin metni değişmedi ki, Cumhurbaşkanı görevini tarafsızca yapmak zorundadır.”

Soruyorum şimdi size, bugünkü anayasa hala geçerli mi? Geçerli. Anayasa metnindeki tarafsızlık ilkesi duruyor mu? Duruyor. Cumhurbaşkanı’nın yemin metnindeki “Tarafsızca yapacağım görevimi” duruyor mu? Duruyor. Peki, Sayın Erdoğan bu ülkeyi gerçekten tarafsız yönetiyor mu? Yoksa her meselede hemen taraf mı oluyor? İşte size en önemli anayasa ihlallerinden bir tanesi.

Dedik ki “Anayasada açıkça yazıyor, yargıya talimat veremezsiniz, vermeyin.”

Soruyorum şimdi size, bugünkü hükûmet yargının yakasından düşüyor mu? Hele hele siyasi içerikli davalarda nokta atış, nokta atış talimatlarla yürüyor. Yargı rahat bırakılmıyor.

Dedik ki “Anayasa mahkemesi kararları herkes için bağlayıcıdır.”

Soruyorum şimdi size: bugünkü hükûmet, beğenmediği mahkeme kararlarının uygulanmasına müsaade ediyor mu?

İlk kez bu dönemde alt derece mahkeme Anayasa Mahkemesi kararına uymadı. Böyle bir şey olabilir mi? Hâlbuki anayasada ne diyor? “Anayasa Mahkemesi karar verir, hükûmet uyar, diğer alt mahkemeler uyar, vatandaşlar uyar” diyor. Alt mahkeme çıktı “Ben uymuyorum” dedi.

Biz dedik ki “Bunlar bu cesareti nereden alıyor? Kolay mı? Hemen HSYK’nın devreye girmesi gerekiyor. Hemen soruşturma mekanizmasının çalışması lazım. Sen nasıl böyle bir şey yaparsın?” diye.

Birkaç gün sonra mesele anlaşıldı. Ne dedi Sayın Erdoğan “Alt mahkeme uymayabilir” dedi. Alt mahkemenin kimden güç alarak Anayasa Mahkemesi kararına uymadığını da hep beraber öğrenmiş olduk.

Bakın arkadaşlar biz diyoruz ki “Şu anda Türkiye’de yönetim zihniyeti sorunu var. Partili taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi bu ülkeye büyük zarar verdi, veriyor” diyoruz. Ancak şu anda ülkeyi yöneten zihniyette başlı başına bir sorun.

Bugün yaşadığımız ne varsa; kural tanımayan, yasalarla kendini bağlı hissetmeyen, “Ben %50+1 alırım cebime koyarım, istediğimi yaparım. Beş yılda bir de vatandaşın önünde çıkarız vatandaş bir destek daha verirse yine cebime koyarım beş yıl boyunca kimseyi dinlemem. Yasalara da bakmam, anayasaya da bakmam.” Böyle bir yönetim tarzı olamaz. Zihniyet meselesi, zihniyet.

Daha üç gün evvel ne oldu arkadaşlar?

Cumayı cumartesiye bağlayan gece saat 2’de, bir gece yarısı kararıyla, kadın hakları için imzalanmış uluslararası bir sözleşmeden Türkiye’nin çekileceğini açıkladılar.

Bu sözleşmenin uygulanması yürürlükten kaldırırmış. Altına bakıyorsunuz Resmî Gazete’de tek bir imza var, tek bir imza. Ya bu uluslararası bir sözleşme. Bunun tarafı olan 30’dan fazla ülke var. Bu sözleşme madde madde gelmiş, mecliste, komisyonlarda görüşülmüş. Genel kurulda oylanmış. TBMM’nin iradesi oluşmuş orada. O gün için 550 milletvekili, bugün 600 milletvekili. Fakat bir bakıyoruz tek imzayla “Ben bunu çekiyorum.” Böyle bir şey olabilir mi? “Neye istinaden yaptı?” diye sorduğunuzda diyorlar ki “Kararname var ona istinaden yaptık.” O kararname ne kararnamesi? Yine aynı kişinin tek imzasıyla diyor ki “Cumhurbaşkanı çok taraflı sözleşmelerden, uluslararası sözleşmelerden çekilebilir” diyor.

Önce tek bir imzayla kendine yetki alıyor, ondan sonra “O yetkiyi çekiyorum” diye kullanıyor. Hukuk kimsenin oyuncağı değil. Böyle bir şey olmaz. Biz ne yaptık? Dün sabah, İstanbul İl Başkanlığımızda, Kadın Politikaları Başkanlığımız ve diğer başkanlıklarla beraber orada bir basın toplantısıyla arkadaşlarımız ne dediler? “Biz toplu bir dava süreci başlatıyoruz, Danıştay’a dava açıyoruz. Aynı zamanda da tüm Türkiye’de imza topluyoruz.” Usule karşı dava. “Böyle anayasa ihlali olmaz. Böyle tek imzayla uluslararası sözleşmenin birdenbire çekilmesi meclisin yetkisindedir ve burada bir yetki gaspı vardır” diye davayı açıyoruz.

Bakın arkadaşlar, gece yarısı kısmını vurgulamak istiyorum tekrar. Bu karar, cuma gecesi saat 2’de Resmî Gazete‘de yayınlandı.

Ülkeyi zaten uzun süredir karanlığa sokmuşlardı, ama şimdi artık tamamen karanlıktan yönetmeye başladılar.

Tıpkı askeri vesayet günlerindeki gibi, tıpkı askeri muhtıralar gibi gece yarısı yaptılar bunu.

Peki, arkadaşlar, ayrılma kararını açıkladıkları sözleşmenin tam adı ne?

“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.”

Bu sözleşme ne diyor biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Biz çalıştık. İçinde diplomatların olduğu, siyaset bilimcilerin olduğu, hukukçuların olduğu bir komisyon kurduk ve derinlemesine indik, bu sözleşmeyi madde madde, kelime kelime, noktasından virgülüne kadar çalıştık.

Bu sözleşme özel olarak “Kadına şiddetin aması, fakatı olmaz” diyor. “Kadına şiddet varsa buna mazeret üretmeyin” diyor. “Kadına şiddet kırmızı çizgidir” diyor. Sözleşmenin özü bu.

“Kadınları ve aile içindeki bireyleri her türlü şiddetten koruyacaksın” diyor. “Şiddete karşı her türlü önlemi alacaksın” diyor.

Bunun neyinden rahatsız oldunuz, neyinden? Açıklamıyorlar dikkat edin çıkıp açıklamıyorlar.

Son aylarda her gün bir kadın cinayeti yaşanıyor. Türkiye maalesef bu konuda istatistikleri kötü bir ülke. Bu kadar ucuz mu ya bu ülkenin kadınlarının canı?

Tek bir imzayla, gece yarısı oldu bittiye getirip kadınların güvencelerinden birini, temel bir insan hakları sözleşmesini feshetmek bu kadar ucuz mu?

Değil arkadaşlar. Biz DEVA Partisi olarak, Kadın Politikaları Başkanlığımızın öncülüğünde bununla ilgili bir hukuk mücadelesi başlattık. “Mecliste onaylanıp yürürlüğe girmiş bu sözleşmeden öyle tek imzayla, yetki gaspıyla çıkamazsınız” dedik.

Ve arkadaşlarımız münferiden Danıştay’a dava açmaya başladı.

Bu nereye gidiyor Danıştay’a gidiyor. Danıştay’a diyoruz ki “Biz bu sözde feshi kabul etmeyiz” diyoruz.

Biz kadınların bu ülkede huzur içinde yaşama hakkının, gece yarısında tek bir kişinin imzasıyla yok edilmesine müsaade etmeyeceğiz.

Şimdi anlatıyorlar. Kendileri demiyorlar ama sağdan soldan konuşturuyorlar. “Bu sözleşme kültürümüze aykırıdır” diyorlar.

Yahu tüm dünya bu sözleşmeye kısaca “İstanbul Sözleşmesi” diyor. Sözleşmenin hazırlanmasına ve imzalanmasına Türkiye öncülük etti. Tabii ki Türkiye’nin özgüvenini yüksek olduğu yıllardan bahsediyoruz. Türkiye’nin güçlü olduğu yıllardan bahsediyoruz. Yıl 2011. İstanbul’da imzalandı. Uzun bir süre askıda kalıyor. Arkasından bu imzadan sonra yasal düzenlemeler yapılıyor. Bütün bu süreçte sanki uydular, akıllarına bugün geldi “ya bu sözleşme şöyle oldu, böyle oldu”. Sözleşmenin imzalanmasından bugüne kadar bu problemlerde azama mı oldu ki siz bu sözleşmeyi kaldırıyorsunuz? Siz hazırlayan ekiptesiniz, kültürümüze aykırı bir sözleşmeye mi öncülük ettiniz? Niye İstanbul’da bu toplantının ev sahipliği yaptınız? Niye o gün bu sözleşmenin altını imzaladınız? Niye o gün bu sözleşmeyi alkışladınız? Niye o gün meclisten geçti bu? Bugün mü aklınıza geliyor? 10 sene sonra.

Hem ayrıca, ne demek yani “kültürümüze aykırı”?

“Bizim kültürümüzde kadına şiddetin yeri var” mı demek istiyorsunuz?

Ya da şunu mu demek istiyorsunuz? “Kadınların hayat tarzları şiddeti maruz gösterir mi?” diyorsunuz. Biz diyoruz ki, karnınızdan konuşmayın, çıkın açık açık söyleyin. Ne demek istiyorsunuz?

Kadına karşı şiddetin mazereti olabilir mi? Aile içi şiddet mazur gösterilebilir mi?

Açık açık söyleyin, “Biz kadınların uğradığı şiddete karşı, aile içinde yaşanan şiddete karşı, mücadele etmek istemiyoruz” deyin.

Sözleşmenin girişinde “Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa’yı hedef edinmek” diyor. Sadece Türkiye’nin meselesi de değil bu.

Açık açık deyin ki, “biz buna karşıyız.”

“Kadına karşı şiddetten arınmış bir Türkiye falan da istemiyoruz” deyin. Söylemiyorlar, pas geçiyorlar. El altından, farklı dezenformasyon kanallarından, özellikle bazı hassasiyeti olan toplum kesimlerinin üzerine de “Tamam biz hallettik merak etmeyin.” Neyi hallettiniz? Onu açıklayın, bütün toplum duysun. Bütün Türkiye duysun, neyi hallettiniz?

Gidiyorlar bir başka siyasi partiyi, iktidar ittifakına katabilmek için bunu tatlandırıcı olarak sunuyorlar.

Hiç mi düşünmüyorsunuz, “Şimdi bu kararı alırsak, bizden cesaret alanlar rahatlıkla eşine, çocuğuna şiddet uygular” demiyor musunuz?

Tek bir çocuğun, tek bir kadının başını korkuyla yastığa koymasından bile siz sorumlusunuz.

Kimse hatırlatmıyor mu size? Kimse yüzünüze söylemiyor mu? “Şiddeti cesaretlendirmeyin” demiyor mu kimse size?

Eğer size kimse hatırlatmıyorsa biz hatırlatıyoruz ve diyoruz ki;

Şiddeti cesaretlendirmeyin, şiddeti teşvik etmeyin diye etrafınızda hiç konuşan yok mu? Size bunu söyleyen yok mu? Yoksa biz buradan söylüyoruz işte.

Ülkeyi koskoca bir şiddet sarmalına soktunuz. Korkuyla, baskıyla bu ülkeyi yönetemezsiniz.

Mesela siyasal şiddet diye bir şey yoktu artık ülkede. 1990’lı yıllarda siyasal şiddet dönemi vardı biliyorsunuz. O bitmişti, şimdi tekrar başladı. Siyasi partilerin üst düzey yöneticileri gündüz vakti sopayla dövülebiliyor. Biraz eleştirel yazan, gazeteciler, köşe yazarları, televizyon yorumcuları sokak ortasında aleni bir şekilde saldırıya uğrayabiliyor. Ve o çeteyle mafyayla iş tutanlar var ya ülkeye böyle bir iklimi maalesef getiriyorlar.

İşte o yüzden DEVA Partisi var,

DEVA Partisi bu ülkeyi şiddet sarmalından kurtarmak için var. DEVA Partisi bu ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak için var.

***

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz cuma gece yarısında başka hangi kararı aldılar?

Koltuğa oturalı henüz 132 gün olan Merkez Bankası başkanını görevden aldılar.

Yerine başka bir ismi atadılar. 20 ayda 4. Merkez Bankası başkanı bu. Aynı sürede 4. TÜİK başkanı atandı.

Biz sormuştuk “Merkez Bankası’nın bağımsız çalışmasına müsaade edecek misiniz?” diye.

Hani “Ekonomik reform meform” dediler ya. Merak edip sormuştuk. Yanıt hiç gecikmedi, “Hayır, bağımsız çalışamaz” dediler.

Bir yandan ekonomik reform diyorlar bir yandan tutuyorlar 20 ayda 4 tane Merkez Bankası başkanı görüyoruz bu ülkede.

Aynı karanlıkta yaptılar bunu. Aynı karanlıkta.

Değerli arkadaşlar, bir ülkenin merkez bankası başkanının böyle üste üst değiştirilmesi, böyle siyasi hesapların aracı haline gelmesi kabul edilemez. Hükûmetin gerçekten bu ülkenin ekonomisini düzeltmeye niyeti varsa önce bu kurumların güçlendirilmesi gerekiyor. TÜİK’in bağımsız olması gerekiyor. Merkez Bankası’nın bağımsız olması gerekiyor. Bu bağımsızlığı nasıl sağlıyorsunuz? Görevlendirdiğiniz kişiye 4 sene, 5 sene neyse görev süresi o süre içerisinde dokunmayacaksınız. Bağımsızlık böyledir. Bunu da kanuni güvenceyle sağlayacaksınız. Atayacaksınız kanuni güvenceyle “Bak seni görevlendirdim, 5 sene de sana dokunamıyorum. Dolaysıyla bildiğini yapacaksın” diyeceksiniz.

Merkez Bankası’nın kanunu değişmedi ki? TÜİK’in kanunu değişmedi ki? OHAL döneminde yine KYK türü uygulamalarla bir sürü hukuk ihlali yaptılar. Oralardan bir sürü yetki devirleri aldılar. Meclisi önemsizleştirmek için ve kurumların bağımsızlığını yok etmek için. Hep o dönemden gelen uygulamalarla maalesef bunu yapıyorlar.

Bakın benim bakanlık yaptığım dönemde böyle bir şey gördünüz mü? Ben bakan olarak göreve başladım. Önceki dönemden bir Merkez Bankası başkanı görevdeydi ve kuruma zarar gelmesin diye son gününe kadar bekledik. O Merkez Bankası başkanının son günü geldi, doldu arkasından bir başka Merkez Bankası başkanı görevlendirmesi yaptık ve o Merkez Bankası başkanına da tam 5 yıl hiç dokunmadık. 5. yılın sonuna kadar görevini yaptı. Arkasından bir görevlendirme daha yaptık ve tam 5 yıl devam etti, 5. yılın sonuna kadar görevinin başında oldu. Devlet böyle yönetilir.

5 yıl, 5 yıl, 5 yıl geliyor. Arkasından ne oluyor? Taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan bir icraata başlıyorlar 2 sene dolmadan 4 tane değişiklik yapıyorlar. İstikrarsızlığı görüyor musunuz? Hani bu sistem istikrar getirecekti? Hani bu sistem bu ülkenin sorunlarını çözecekti? Ne oldu?

Çünkü işini iyi yapan ehil ve iyi insanlarla çalışırsanız, bu ülkenin sorunları çözülür. Bu ülkeyi yönetenlerin en tepeden tutun bütün karar verici kadrolarının dürüst ve işin ehli insanlar olması lazım.

Nitekim biz ne yaptık? Her konuda bu milletin alın terini damla damla biriktirdik.

Bu milletin alın teriyle döviz rezervini 28 milyar dolardan tam 132 milyar dolara çıkardık.

Merkez Bankası’nın yedek akçesini her yıl biriktire biriktire götürdük. Niçin? Kara günler için. Atasözü var değil mi? “Ak akçe kara gün içindir” diye. Merkez Bankası’nın döviz rezervi kara gün için. Merkez Bankası’nın yedek akçeleri kara gün için. Bunlar ne yaptı? Taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdi Merkez Bankası’nın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini sata sata sata yok ettiler. Bir yandan da piyasadan döviz borçlandılar. Bir yandan sattılar bir yandan da döviz borçlandırdılar. Ve Merkez Bankası’nı borçlu bir kurum haline getirdiler.

Şu anda Cumhurbaşkanı “Merkez Bankası’nın 92 milyar dolar döviz rezervi var” diyor. İyi de aynı Merkez Bankası’nın tam 138 milyar dolar birikmiş borcundan niye bahsetmiyorsunuz? Onu düşünce net rezerv iniyor -46 milyar dolara. Merkez Bankası’nın rezervi eksi olur mu?

Bir ülkenin Merkez Bankası rezervi kara gün için lazımdır. Daha pandemi başlamadan bunu yapmaya başladılar. Açıyor cüzdanındaki 92 lirayı gösteriyor. Aynı cüzdandaki kredi kartının 132 lira borçlu olduğunu söylemiyor Cumhurbaşkanı. Ve o bahsettiğim 130 milyar doların satışı ve eritilmesi sürecini tamamen gizli kapaklı yaptılar. Karanlıkta yaptılar. Hala Merkez Bankası’nın web sitesinde bir açıklama yok. Bizim dönemimizdeki Merkez Bankasının bütün müdahaleleri hepsi şeffaftır, açıktır. Açın, bakın hepsi kayıtlar şimdi. Biz ayırdıktan sonra hiçbir şey açıklamadılar. Doğru hesaptan kaçar mı? Karanlıkta yanlış işler yapılır ama aydınlıkta yanlış işler yapmak zor oluyor. Biz diyoruz ki şu Merkez Bankası’nın hesaplarını aydınlatın. Açıkların ya ne yaptınız? Bugüne kadar tek bir açıklama var mı? Yok.

Bakın bir de ne yaptılar değerli arkadaşlar? Bütün bu döviz rezervleri eriyince piyasalar çalkalanınca Merkez Bankası’nın politika faizini tam %19’a çıkardılar. Faizde Avrupa birincisiyiz. Dünyada da 7. sıradayız ve 7. sırada kiminle yarışıyoruz biliyor musunuz? Afrika’nın Kongo ülkesiyle yan yana 7. sırada. Ülkeyi bu hala düşürdüler. Hani siz faize karşıydınız? Hani yüksek faize karşıydınız? Ne oldu? Merkez Bankası başkanını değiştirdiniz değil mi? Niye %19’da duruyor faiz yüksek faizle karşıysanız?

Hep diyorum nerede kötü bir liste varsa dünya sıralamasında en başlarında Türkiye var. İyi listelerin Türkiye en dibinde maalesef.

Şimdi değerli arkadaşlar,

Konumuz ekonomi, Merkez Bankası olunca şöyle bir geçmişi hatırlamakta fayda var. Çünkü geçmişi unutursak, geçmişi hatırlatmazsak bugünü anlamamız ve bugünü değerlendirmemiz bazen zor olabiliyor.

Lafa gelince Sayın Erdoğan “Benim alanım ekonomi” diye övünüyor. Ne zaman duydunuz bunu? İşlerin iyi gittiği dönemde. Bizlerin işin başında olduğu dönemde. Son dönemlerde duyuyor musunuz? Benim alanım ekonomi diyor mu? Ne yapıyor? Kurumları zaten şamar oğlanına çevirdi. Bakan değiştiriyor, başkan değiştiriyor. Yani diyor ki “Hata onlarda, ben onları değiştiriyorum” ama düzelmiyor. Çünkü sorun kendisinde. Hala lafı dolandıranlar var. “Çevresi yanlış yönlendiriyor” diyenler var. O zaman yanlış yönlenmesin, çevresini kendisini doğru yönlendirecek insanlardan oluştursun. Düzgün insanlarla çalışsın. Çevresini kendi seçiyor. Bakın o akraba bakanı var ya, milletvekili listesine koyarken çok söyledik “Yapma bunu yanlış” dedik. “Partinin bir ilkesi var, kuralı var” dedik. “Yakın akrabalar bu partide aynı zamanda eş zamanlı olarak böyle görevlerde bugüne kadar olmadı olmamalı” dedik. Dinlemedi, ısrar etti, inat etti ve yaptı. Milletvekilliği ile hızını almadı, bakan yaptı. İsterse dünyanın en başarılı kişisi olsun, ne olursa olsun yanlış. Buna nepotizm denir. Siyaset biliminde bunun adı ‘nepotizm’dir. Büyük bir hastalıktır ve hangi ülkede yaşansa o ülkenin başını derde sokar bu.

Dedim ya işler iyiyken “Benim alanım ekonomi” diyordu. Görüyoruz işte Sayın Erdoğan’ın alanını. Enflasyon aldı başını gidiyor, faiz aldı başını gidiyor. Ve ülkenin hızla borcu artıyor, vatandaşın borcu artıyor.

Ama şimdi ben tek tek hatırlatacağım: Bakın 27 Şubat 2015 günü Erdoğan ne dedi:

“ERDOĞAN VİDEO: Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur”

İşler iyiyken söylüyor bunları. Ülkenin birikmiş bütün kaynaklarını heba ettiniz. Bütün rezervlerini erittiniz, yedek akçesini harcadınız, merkez bankasını borca batırdınız. Yeni kurduğunuz varlık fonu bile şu anda gırtlağına kadar borca batmış durumda.

Faizi yakın tarihin zirvesine taşıdınız. Bakın sadece Merkez Bankası’nın gecelik faizi dün hazinenin tam 10 yıllık borçlanma faizleri %19’u gördü. Bu ne demek? Finansal piyasalarda daha 10 sene boyunca bu kafayla giderse bunlar bu faiz düşmeyecek demek. Türkiye Cumhuriyeti hazinesi bugün 10 yıllığına borçlanmak istese 10 yıl boyunca %19, 19, 19 faiz ödemek zorunda demek. Dünkü yaşadığımız bu. Enflasyon çift haneye çıktı. Faiz de, enflasyon da çift haneye kenetlendi.

Enflasyonu çift hanelere park ettiniz.
E bunların hepsini siz yaptınız.
Peki Erdoğan 17 Kasım 2017 günü ne demiş, bir de ona bakalım:

“ERDOĞAN VİDEO: Enflasyon şu bu gibi yani yok hıyarmış, yok salataymış filan falan bunlardan kaynaklanan bir şey değil. Enflasyonu doğuran ana sebep faizdir, faiz. Bunu öğreneceksiniz.”

Yani ne diyor? Faiz enflasyonun sebebidir. Yani “Faizi yükseltirsen enflasyon artar, faizi düşürürsen enflasyon düşer” diyor. Öyle mi? Bu kendi tezi. Israrla inatla kendisinin dayattığı tez. Kaç yıldır Türkiye’ye ağır bedeller ödetiyor.

Madem bu teziniz doğru, madem faiz yüzünden enflasyon artıyor, neden şu yeni Merkez Bankası başkanına dönüp “Derhal faizi düşür” demiyorsunuz? Niçin politika faizi bugün hala yüzde 19? Eğer teziniz doğruysa yeni Merkez Bankası başkanına verin talimatı hemen indirsin faizi. Avrupa’da eksi faiz var. Teziniz doğruysa neyi bekliyorsunuz? Kolaysa yapın, faizi indirin, enflasyon düşüyor mu görelim? Faizi indirin ‘bugün kur ne oluyormuş, kur nereye gidiyormuş arkasından enflasyon nereye gidiyormuş?’ görelim. Teziniz doğruysa, çünkü ısrarla doğru diye dayatıyor, hemen yapın o zaman neyi bekliyorsunuz?

Yeni Merkez Bankası gelir gelemez dedi ki “Ben para politikası kurulunu toplamayacağım gelecek aya kadar” Bu ne demek? “Gelecek aya kadar faize dokunmayacağım” demek. E niye dokunmuyorsun? Eğer Cumhurbaşkanı’nın tezi doğruysa hemen faizi indirmesi lazım ki enflasyon düşsün.

Tekrar ediyorum: Avrupa’daki en yüksek faizi uyguluyorsunuz. Dünyadaki 7. büyük faizi uyguluyorsunuz.

Yok diyorsanız ki, “Yüksek faiz şu anda gerekli, enflasyon düşünce faizi de düşüreceğiz.” Bu durumda tezinizin yanlış olduğunu kabul ediyorsunuz demektir .

Bu durumda da derhal bu millette hesap vermek, özür dilemek zorundasınız. “Kusura bakmayın hata ettim. Yanlış bir tezi dayattım. O yüzden bu ülkenin rezervleri eridi, eksiye düştü. O yüzden yedek akçeleri sıfırladık. O yüzden iki yılda hazineni borcu ikiye katladı” deyin ve bu milletten özür dileyin, başka bir şey istemiyoruz. Diyoruz ki “Madem tek yetkili olmak istediniz, madem bütün yetkiyi üzerinizde toplamak istediniz o zaman bütün sorumluluğu da üzerinizde topladınız. Bundan kaçamazsınız. Sizin makamınız hesap verme makamıdır. Çünkü bu Merkez Bankası’nın dövizi bu milletindir. Yedek akçeler bu milletindir, kimsenin babasının malı değildir. Olmaz”

Bugün iki tane daha seçenek koyuyoruz. Geçen hafta Akçaabat’ta iki seçenek koyduk biliyorsunuz. Merkez Bankası biliyorsunuz geçen hafta perşembe günü faizi %19’a çıkartınca ben iki tane seçenek söyledim. Ya dedim “tezimiz yanlıştı hata yapmışız kusura bakmayın, özür dileyin ya da merkez bankasına gereğini yapın” dedim. İki tane seçenek arasından gitti yanlışı seçti. Hala faiz %19’da duruyor bir de kur fırladı. Borsa iki gündür aşağıya düşüyor. Hala fırsat var ellerinde. Tavsiye ediyoruz bakın buradan duyuyoruz. Bugün cumhurbaşkanı çıksa dese “Ben yanlışmışım, hata yapmışım tezim yanlışmış” dese “Artık ben Merkez Bankası’na dokunmayacağım” dese inanın arkadaşlar, kur hemen aşağıya doğru iner. Piyasa der ki “En azından hatasını kabul etti” der. Ama yapmıyor. Hatasını da kabul etmiyor ama öte yandan Merkez Bankası’na dönüp “%19 faizi de düşür” demiyor. Ciddi bir tutarsızlık var.

Peki, bir başka tarihe gidelim. 31 Mart 2018 günü Erdoğan ne demiş, bakalım:

“ERDOĞAN KONUŞMA: enflasyonun anası da babası da faizdir. Bunun aksini yapmaya kalkanlar da kusura bakmasın karşılarında beni bulurlar. Faiz zengini daha zengin yapar. Fakiri daha fakir yapar. “

Doğru, zaten öyle oldu. Yüksek faiz zengini daha zengin fakiri daha fakir yapıyor. O zaman diyoruz ki, kolaysa düşürün faizi? Değerli arkadaşlar yükse faiz nedir biliyor musunuz? Yüksek faiz uygulamak zorunda kalmak, Merkez Bankasının kur artmasın diye faizi yükseltmek zorunda kalması ne demek biliyor musunuz? Bütün bu kötü yönetimin, bütün bu yanlışların faturasını bu millete ödetmek demektir. %19’u şu anda bu millet bunun için ödüyor. Bu hazine %19’u bunun için ödüyor. Tabii bu Merkez Bankası’nın hazineni faizi, dönün bir de piyasaya sorun bakalım. Piyasadaki ticari faizler ne olmuş? %22, 23, 24... Şu anda sanayici bunu ödüyor. Küçük işletmeler bunu ödüyor. Tüketici kredileri faizlerine bakın. Kredi karlarının geç ödeme faizi sürekli artıyor. Bu ne demek? Yüksek faizin bedelini bütün millet ödüyor ama bu yüksek faizin sebebi kötü yönetim. Ülkedeki bütün riskler, bütün bu yanlışyönetimin bedelini Merkez Bankası ancak yüksek faizle tutup kuru kontrol etmeye çalışarak ama millete de bu bedeli ödeterek götürüyor. Ve bunu son 2,5 yılda Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne 2018’deki Haziran ayındaki seçimle beraber uygulanmaya başlandı bu 2,5 yılda tam 3. döviz krizini yaşadı bu ülke. Yazık günah değil mi?

Buradan reçeteyi söylüyorum ve iddialı konuşuyorum. Yarın sabah çıksın Sayın Erdoğan bir açıklama yapsın desin ki “Ben yanılmışım, özür diliyorum. Bu faizle ilgili tezim yanlışmış. Ben artık Merkez Bankası’nı rahat bırakıyorum. Merkez Bankası enflasyonla mücadeleyle, fiyat istikralıyla ilgili ne yapmak istiyorsa yapsın ben bundan sonra karışmayacağım” desin, kur hemen düşer. Ama bu özrü önce dilemesi lazım, hatasını itiraf etmesi lazım ve bu milletten affını dilmesi lazım. Bunu yapmıyorsa inat ediyorsa bu iş düzelmez. Daha çok krizler yaşarız, daha çok dalgalanmalar yaşarız ve her krizde de zarar eden maalesef bu millet oluyor. Kendilerine dokunmuyor, hayat tarzlarında en ufak bir değişme yok. Elinde döviz olanın döviz fiyatı artığında serveti artmış oluyor. Elinde Türk lirası olanın da faiz arttığında yine elindeki serveti artmışoluyor. Ne oluyor sonuçta bu ülkede zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor.

Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman zenginle fakirin arasındaki uçurum böyle olmamıştı. Şu anda lüks arabaların satışında artık var bu krize rağmen.

Gençler önümüzü kesiyor her gittiğimiz yerde. Silifke’de de kaç tane genç lise öğrencisi, üniversite öğrencisi önümüzü kesiyor fotoğraf çektirmek istiyorlar, biraz dertleşiyoruz ve hiçbir zaman maddi durumu iyi olan ailelerin çocuklarıyla gelir kaynakları sınırlı olan ailelerin çocuklar arasında eğitimde, fırsat eşitliği açısında baktığımızda durum hiçbir zaman bu kadar kötü olmamıştı. Eskiden Anadolu’nun illerinde, ilçelerinde çok iyi sağlam okullar vardı. Devlet okullarında okuyanlar Türkiye’nin en iyi üniversitelerini kazanabilirlerdi. Eğitim sistemi; varlıklı olan aileler, geliri sınırlı olan ailelerin çocukları arasında dengesizliği bir bakıma dengelerdi. O Fırsat eşitliğini sağlardı. Bizim çalışma ekibimizde çok sayıda arkadaşımız var zamanında iyi üniversiteleri bitirmişler ama geçmişine bakıyorsunuz durumu çok da iyi olmayan ailelerin çocukları. Ama o dönmede eğitim sistem bun fırsat veriyormuş ama şu anda böyle bir şey yok. Eğer maddi durumu zayıfsa bir ailenin çocuğunun eğitimde iyi bir fırsata erişmesinin artık imkânı yok. Maalesef ülke bu hale geldi.

*****

Değerli arkadaşlar,

Şunu da bir kere daha hatırlatalım; ben görevi bıraktığımda Merkez Bankası politika faizi %7,5 idi. O günkü Merkez Bankası başkanına söylemediğini bırakmadılar. %7,5 faizi uygulayan Merkez Bankası başkanını ve o dönemin bürokratlarını vatana ihanetle suçladılar. Şimdi Sayın Erdoğan dönüp o arkadaşlarımızdan bir helallik istemesi lazım. Yüzde 7,5’ a yüksek derken geçen biliyorsunuz o dalgalanmada %24’e çıkarttılar faizi. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi başladı, taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdiler o ilk döviz dalgasında %24’e çıkartarak ancak faizi kuru sakinleştirebildiler. Şu anda ise %19.

Bu durum bizi gerçekten çok çok üzüyor. Zamanında uzun bir süre devlet sorumluluğu almış ve çok güzel gelişmelere en azından şahitlik yapmış biri arkadaşınız olarak bu tabloya biz çok üzülüyoruz.

Koskoca ülkeyi, 84 milyonluk ülkeyi, bir kişinin dürtüleri ve duyguları yönetiyor.

Türkiye, 84 milyonluk bir ülke, bu koskoca ülkenin bu büyük ülkenin bir kişinin iki dudağının arasına sıkışması kabul edilebilecek bir durum değil. Mutlaka değiştirmek zorundayız, mutlaka. Sistemi de değiştirmek zorundayız, yönetenin zihniyetini, Türkiye’yi şu anda yönetmekte olan zihniyeti de değiştirmek zorundayız. Ama kafa aynı kafa olduğu için ancak ve ancak topyekûn bir iktidar değişikliğini bu ülkede değiştirmek zorundayız. Başka türlü çözülmeyecek.

Tekrar ediyorum.

Beceremediniz, beceremiyorsunuz, beceremeyeceksiniz, yapamayacaklar, olmayacak. Üzülerek söylüyoruz bunu. Bu işin düzelmesi için dürüst ve işin ehli bir kadro lazım. Düzgün bir ekonomik program lazım. Hukuk, adaleti önceleyen, hukuka kendini bağlı hisseden bir yönetim anlayışı lazım. Demokrasiye inanmak lazım, bu topluma güvenmek lazım.

Bu milleti günbegün fakirleştiriyorsunuz.
Bu milleti günbegün yoksullaştırıyorsunuz.
Bu milleti günbegün açlığa mahkûm ediyorsunuz.

Biraz önce bir taksi durağındaki. Taksi durağındaki şoför arkadaşımız diyor ki “Eve gitmeden önce eşimi arıyorum, sen çocukları yatırda ben ondan sonra eve geliyorum diyorum. Ne yapayım?” diyor. “Yok, yetişmiyor” diyor. Yazık değil mi? Bunlar bu ülkenin onurlu, haysiyetli insanları. Bunlar bu ülkenin çok çalışan insanları, bu ülkenin alın teri. Asıl bu ülkenin haysiyetli, onurlu, çalışan insanların şu anki durumu bu bir de bakıyorsunuz o ihaleleri alan, ihaleleri paylaşan, o lüks harcamaları yapabilen insanlara bakıyorsunuz. Bir ülkede hiçbir zaman ahlaklı insanların maddi durumunun bu kadar zayıfladığı, ahlaki ilkeler konusunda gevşek olan insanların bu kadar zenginleştiği bir dönem yaşanmamıştı. Böyle bir şey olmaz. Bu adalet değil, bu hukuk değil, bu vicdan değil.

Bu milleti, doğmamış çocuklarımıza kadar borca batırdınız. Bakın Varlık Fonu. Adı üstünde varlıktan oluşan fon. Ne yaptılar, ne ettiler orayı bile borca batırdılar.

*****
Değerli arkadaşlar;

Ülkece çalışıyoruz, çabalıyoruz, bunların ülkeyi içine soktukları borcu ödemeye çalışıyoruz. Kaç tane esnafa uğradık. “Zor denkleştirdim 750 lira vergi ödedim” diyor bir tanesi. Öbürü diyor ki “500 lirayı denkleştiremediğim için ödeyemedim” diyor. Bakın esnafımız 500 lira, 700 lira vergiyi ödeyip ödeyememe derdinde. Niye? Sizin bu yanlış yönetiminizin bedelini ödüyor insanlar. Bakın elektrik fiyatları değil mi? Geçtiğimiz 2 yılda esnafın ödediği elektriğin birim fiyatı 2 yılda, 2 katına çıktı. Esnafın dükkanında yaktığı elektriğin birim fiyatı.

Dün Aksaray’dan gelirken benzin istasyonunda çiftçilerin oturduğu, tarımla uğraşan vatandaşlarımızın oturduğu çay ocağında bir çay içelim dedik. Dünkü rakam “Gübreyi aralık ayında 3200’e alıyordum, şu anda mart ayında 4400 lira veriyorum” diyor. Gübre. Mazotun fiyatı belli, ilacın fiyatı belli. Traktör desen, döviz. Traktörün yedek parçası, döviz. Yem desen öyle. Çitçimizin maliyetleri en az döviz kadar arttı, döviz kuru kadar. Ama çitçimizin sattığı ürünün fiyatı o kadar artmıyor. Çünkü niye? Vatandaşımızın alım gücü artmıyor .

Silifke’de bir başka esnafımız diyor ki “Aldığım ham maddenin fiyatı 150 liradan 250 liraya arttı ama bunu satış fiyatına yansıtamıyorum. %10 arttırsam vatandaş almaz, alamaz. Ben biliyorum gücü yetmeyecek” diyor. Ülkeyi düşürdükleri durum bu.

Silifke’de muhtarlarımızla oturduk, konuştuk bana sorunlardan bahsettiler. Problemleri saydılar dediler ki “Elektrik problemi var, sık sık kesiliyor trafo eksiği var, hat eksiği var.” Yol sorunu, kronik sorun ilçe başkanımız da anlattı. Eskiden bir reklam dönerdi biliyorsunuz “Ödediğiniz vergi size yol, su, elektrik olarak geri dönecek” diye. Demek ki Silifke’ye dönmüyor bu. Türkiye’ye dönmüyor arkadaşlar. O toplanan vergiler nereye gidiyor biliyor musunuz? Yol, su, elektrik olarak dönmüyor artık, faize gidiyor.

Benim ayrıldığım yıl, devletin bütçesindeki faiz ödemesi ne kadar biliyor musunuz? 51 milyar TL. Bu yılki bütçede 179 milyar TL. Hani yüksek faize karşıydı? Ne oldu? Yanlış yönetirseniz, kötü yönetirseniz işte bu ülke, bu bedeli öder. Ama maalesef siz ödemiyorsunuz bunu toplum olarak herkes ödüyor.

Ve tasarruf arkadaşlar. Tasarruf ruhu yok. Şu kadar ekonomik krizin ortasındayız. Cumhurbaşkanı bugüne kadar kendisiyle alakalı, saraylarla ilgili, araç konvoylarıyla alakalı, uçak filoları ile alakalı, yurtdışına gidiyorlar 8 uçakla. Biz de Dışişleri Bakanlığı yaptık, biz de daha önce yurt dışı programları yaptık. Bir uçak neyinize yetmiyor? Almanya Başbakanı yurt dışı seyahatine tek bir uçakla gidiyor. Gittiği uçakta şu anki Cumhurbaşkanlığı filosundaki uçakların içinde sıralamaya dizin, büyük sıralamasında 5. ya da 6. sıralamaya denk gelir. G-20 zirvesinden önce o uçak bozulduğu için tarifeli seferle gitti, Alman Başbakanı. Siz Almanya’dan daha mı zenginsiniz, daha mı güçlüsünüz? Almanya’dan teknolojiniz daha mı yüksek? Ne oluyor bu?

Bugüne kadar tek bir tasarruf önlemi duydunuz mı? Önce iğneyi kendinize batıracaklar ondan sonra çuvaldızı başkalarına batıracaklar. Böyle bir şey olur mu?

Tasarruf ruhu olmadan olmaz arkadaşlar. Önce deponun, havuzun deliklerini tıkayacaksınız. Kaçağı önleyeceksiniz. Sonra da akan her bir damla suyun kıymetini bileceksiniz. Devlet böyle yönetilir. Devlet basiretli yönetilir. “İtibardan tasarruf olmaz” deyip har vurup harman savurmakla yönetilmez.

Çıkıp desin “Bizim eskiden konvoyda 100 tane araba oluyordu, bunu 50’ye indirdik” desin mesela, bu milletin hoşuna gider. Desin ki “8 uçakla gitmeyeceğiz yurt dışına.” Ha bir olmasın ama iki uçak olsun. Bugüne kadar böyle bir şey duydunuz mu? Yok. “E şuradaki şu masrafları kısıyoruz” gibi bir şey duydunuz mu? Yok. Vatandaşlar mecburen tasarruf etmek zorunda kalıyor zaten. Geliri olmayınca ne yapsın? Ne kadar geliri varsa o kadar harcamayla yetinmeye çalışıyor. Ama devletin en tepesinde tasarruf ruhu şart.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Biliyorum çok rahatsızlar ama bir şey de diyemiyorlar. Çünkü biz haklıyız. Haklı olmanın gücüyle konuşuyoruz. Ama hakikati de herkese anlatmak zorundayız.

Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Silifke’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

22 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Aksaray Merkez İlçe Kongresi Konuşması

Aksaray 1. Olağan Merkez İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Aksaray il teşkilatımızın ve merkez ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Aksaraylı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Aksaray Merkez ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün Aksaray’da, Merkez İlçe Kongremiz vesilesiyle aranızda olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Merkez ilçemizde görev alan tüm yol arkadaşlarımıza başarılar diliyorum.

Umarım kısa zamanda biraz önce il başkanımızla da konuştuk, ilçelerimizdeki süreci tamamlayıp hep beraber il kongremizi de gerçekleştiririz.

*****
Değerli arkadaşlar;
Biliyorsunuz, geçtiğimiz haftalarda hükûmet üst üste iki paket açıkladı.

Önce insan hakları reformundan, sonra da ekonomi reformundan bahsettiler. Tekrar reform sözünü hatırladılar

Aylardır, senelerdir dilimizde tüy bitti. “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olmadan, bu ülkede hukukun üstünlüğünü tesis etmeden, ne yaparsanız yapın olmaz” dedik. “Olmayacak” dedik ve maalesef değerli arkadaşlarım olmuyor

“Ekonominin de kalkınmanın da zenginleşmenin de temeli hukuktur” dedik.

Duyuyorlar, görüyorlar. Kulaklarında kaldığı kadarıyla da söylediklerimizi ara ara bakıyoruz tekrar etmeye çalışmıyorlar, tekrar ediyorlar.

Ama beceremiyorlar. Biz bunu da ısrarla söylemiştik. “Artık bunlar yapamaz” dedik. “Olmayacak” dedik. Üzülerek söylüyoruz “Beceremeyecekler” dedik

“Lafla peynir gemisi yürümez” dedik, “Uygulamaya bakmak gerekir” dedik.

İsterseniz akşamdan sabaha, sabahtan akşama “Reform, reform” deyip durun. Bal, bal demekle ağız tatlanmaz. Reform, reform demekle de bu ülkede işler düzelmez. Uygulamaya bakmamız lazım arkadaşlar uygulamaya, fiiliyat, fiiliyat. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şimdi hükûmet çıktı 1 Mart'ta apar topar bir insan hakları açıklaması yaptı biliyorsunuz. İnsan Hakları Paketi açıkladı 1 Mart'ta. Sonradan öğrendik ki bu Bir Avrupa Birliği projesiymiş, Avrupa Birliği'nden de fon alıyorlarmış bu iş için. 1 Mart da son kullanma tarihiymiş onun için apar topar 1 Mart'ta bunu açıkladılar. Arkasından bir Ekonomik Reform Paketi açıkladılar. Şimdi bu açıklamalardan sonra ne oldu? “Acaba” dedi insanlar, “Akılları başlarına geliyor mu? Acaba olanlardan bunlar ders aldı mı?” diye şöyle bir memlekette hafif de olsa bir iyimserlik havası esti. Fakat geçtiğimiz haftaya bakalım, şu cuma akşamı alınan kararlara, gecenin bir yarısı açıklanan kararlara bakalım

Dakika 1, gol 1.

Hem insan hakları alanında hem de ekonomi reformunda ihlaller art arda gelmeye başladı.

Reform meform, bir anda buharlaştı gündemden. Diyorduk ya “Ayinesi iştir kişinin...” İnsan haklarıymış, özgürlüklermiş ayaklar altında, çiğnemeye başladılar yine.

Ya bari biraz araya zaman koysaydınız ya. Bunları açıklamanız şöyle birkaç ay gitseydi. Bari açıkladığınız paketlerin bir hevesini alsaydınız. Reform belgelerinin mürekkebinin kurumasını bekleseydiniz biraz.

Tüm kanallar canlı yayında sizi yayınladı. Süslü cümleler kurup sözüm ona reform paketleri açıkladınız.

Ama maç bir başlıyor; dakika 1, ihlal 1.

Anladık, sizin vatandaşlarımız için insan hakları düşündüğünüz yok, ama bari biraz bekleseydiniz.

“Reform” deyip de hiç olmazsa şöyle bunun biraz havasını ülke yaşasaydı. Özde olmayınca, zihniyette bunlar olmayınca, fiiliyatta mümkün değil.

Madem Avrupa Birliği’nin gözüne girmek istiyordunuz, bari bir-iki olumlu adım atsaydınız. Reformları açıkladınız bir de olumlu adım olsaydı fiiliyatta.

“Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da görüyoruz” diyeli kaç ay oldu daha? Bol bol laf, bol bol göz boyama çabası...

Geçen hafta neler oldu arkadaşlar, şöyle bir bakalım...

İnsan hakları paketi açıklandıktan sonra Meclis’in insan hakları komisyonunun bir üyesinin milletvekilliği düşürüldü. Üstelik bu milletvekili, nerede bir insan hakkı ihlali olsa, tek başına koşan bir insan. Hiç çekinmeden mücadele eden bir insan.

Sonra arkadaşlar, 1994 senesinden beri ilk kez Gazi Meclisimize bir utanç daha yaşatıldı. Bir milletvekilini meclis binasının içinde gözaltına aldılar.

Bu gözaltı nasıl oldu? Eminim farkına varmışsınızdır.

Biliyorsunuz daha önce bir başka milletvekilliğiyle ilgili yeni benzer adımlar atılmıştı. Anayasa Mahkemesi de çıktı dedi ki: "Bunu yapamazsınız. Milletvekilliğinin bir koruma alanı vardır, bir dokunulmazlığı vardır. Milletvekilliği bittikten sonra gider hesabını verir ama milletvekiliyken bunu yapamazsınız” dedi Anayasa Mahkemesi ve Enis Berberoğlu biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi "Bir" dedi olmadı da 15'e 15 oyla, o da işte geçtiğimiz ay oldu 15'te 15 oyla "Kesinlikle bu olmaz, bunun itibarı, milletvekilliği iade edilmelidir" diye karar aldı ondan sonra ayaklarını sürüye sürüye ne yaptılar? O milletvekilini tekrar meclise aldılar. Şimdi aynı durum tekrar yaşanıyor. Ya hukukta emsal diye bir kavram vardır. Hukukta içtihat denilen kavramlar vardır. “Aynı hatayı tekrar tekrar yapmayın” diye bu kavramlar hukukun önemli ilkeleridir ve değerli arkadaşlar dikkat edin, bu yaşananlar özellikle bu son gözaltı nasıl yaşandı?

Küçük ortak bir şeyler söyledi, hemen sabahında apar topar gözaltı işlemi yapıldı.

Ve seneler sonra, bu ülkeye yakışmayacak görüntüleri milletimize izlettiler. Peki İnsan Hakları Eylem Planı açıklandıktan sonra başka ne oldu?

Bir gece yarısı kararıyla, kadın hakları için imzalanmış uluslararası bir sözleşmeden Türkiye’nin çekileceğini açıkladılar.

Bakın arkadaşlar, gece yarısı kısmını vurgulamak istiyorum tekrar. Bu karar, cuma gecesi saat 2’de Resmî Gazete’de yayınlandı.

Ülkeyi zaten uzun süredir karanlığa sokmuşlardı, ama şimdi artık tamamen karanlıktan yönetmeye başladılar.

Peki arkadaşlar, ayrılma kararını açıkladıkları sözleşmenin tam adı ne?

“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.”

Tekrar ediyorum:

“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”.

Bu sözleşme ne biliyor musunuz?

Sadece ama sadece şiddetle mücadele sözleşmesi.

Sadece ama sadece şiddetin her türlüsünü reddetme sözleşmesi.

Ayrımcılıkla mücadele sözleşmesi.

Ne diyorlar? “Bizim kültürümüze aykırı” diyorlar.

Ne demek yani? “Bizim kültürümüzde kadına şiddetin yeri var” mı demek istiyorsunuz?

Cumhurbaşkanı'ndan açık bir şey duyuyor musunuz? Yok, niye? Söyleyemiyor. El altından dedikodu mekanizmalarıyla vatandaşlarımıza verdikleri yanlış bilginin açığa çıkmaması için, açıktan bunun ne olduğunu söylemiyorlar. "Kültürümüze aykırı, aile yapımıza aykırı." Ya bizim kültürümüzde kadına şiddet mi var? Bizim aile yapımızda "Kadına şiddet olabilir, yapılabilir" diye bir iddiada siz bulunabiliyor musunuz?

Siz hangi ülkede yaşıyorsunuz? Böyle bir şey olabilir mi?

Kadına karşı şiddetin mazereti olabilir mi? Aile içi şiddet mazur gösterilebilir mi?

Bizim DEVA Partisi olarak tutumumuz bu konuda çok net. Ben şimdi hükûmete sesleniyorum:

Açık açık söyleyin, “Biz kadınların uğradığı şiddete karşı, aile içinde yaşanan şiddete karşı, mücadele etmek istemiyoruz” deyin.

Sözleşmenin girişinde “kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa‘yı hedef edinmek” diyor. E bunu da 3 küsur ülke imzalamış, sözleşmenin görüşmeleri İstanbul'da yapılmış, ilk imzayı Türkiye atmış. Tabii o zaman nasıl bir dönem? Türkiye'nin özgüveni yerinde, Türkiye'nin havası yerinde, ekonomisi güçlü, Avrupa Birliği süreci işliyor. Her alanda hayat standartları yüksek. Ve o gün bu kardeşinizin de aramızda olan bazı arkadaşlarımızın da içinde olduğu hükûmet o gün başarı üretiyor, iş üretiyor. Laf üretmiyor. Zaten ne zaman ki iş üretenler ayrıldı ya da uzaklaştırıldı, sadece laf üretenler kaldı hükûmetin içinde. O gün bugündür zaten memleketin dikişi tutmuyor arkadaşlar. Bunu görmek gerekiyor.

Açık açık deyin ki biz buna karşıyız.

Şiddetten arınmış bir ülke falan da istemiyoruz deyin.

Peki ne istiyorsunuz?

Kadına yönelik şiddetin artmasını mı istiyorsunuz? Aile içi şiddetin artmasını mı istiyorsunuz?

Hiç mi düşünmüyorsunuz, “Şimdi bu kararı alırsak, bizden cesaret alanlar rahatlıkla eşine, çocuğuna şiddet uygular” demiyor musunuz?

Çünkü bu siyasi bir iklimdir. Ülkenin en tepesindeki bu konuya müsamahalı bakıyorsa, o taa toplumun kılcal damarlarına kadar, hücrelerine kadar o bakış yansır.

Kimse hatırlatmıyor mu size? Kimse yüzünüze söylemiyor mu? “Şu potansiyel katillere cesaret vermeyin” demiyorlar mı size?

Üstelik, çete liderlerine övgü düzen ortağınızla beraber, ülkede siyasal şiddetin yeniden ortaya çıkmasına alan açan da sizsiniz. Bu ülkede siyasi partilerin üst düzey yöneticileri sokak ortasında sopayla, yumrukla, tekmeyle şiddet görüyor arkadaşlar. Bu ülkede küçük ortağı eleştirdi diye, hafif dokundurdu diye gazeteciler, köşe yazarları, televizyon yorumcuları sokak ortasında şiddet görmeye başladı. 1990'lara döndürdüler memleketi. Bu konularda Cumhurbaşkanı'ndan tek bir kelime duydunuz mu? İzliyor, bir şey söylemiyor. En küçük konuda topa girer, en düşünmediğiniz, akla hayale getiremeyeceğiniz kişilere sataşır ama bu ükede sokak ortasında siyasi partilerin üst düzey yöneticileri, gazeteciler, düşünürler dayak yer, ses yok.

Bakın bu şiddete müsamaha var ya şiddete, müsamaha, bu affedilebilir bir şey değil. Dün siyasal şiddete, sokak şiddetine müsamaha bugün kadına şiddete müsamaha. Biz bunu reddediyoruz.

Bunu da unutmayacağız.

Tüm dünyada “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen, ülkemizde imzalanmış olan temel bir insan hakları belgesini, yok sayıyorsunuz artık.

Ha bir de arkadaşlar, tek imzayla! Bu iptal kararına tek bir kişi karar vermiş. Gece yarısı yayınladıkları şey, o tek kişinin imzasıyla sözleşmeden çıkma kararı.

Ve bu sabah biliyorsunuz bizim Kadın Politikaları Başkanlığımızın öncülüğünde, İstanbul'da yapılan bir basın toplantısında biz DEVA Partisi olarak arkadaşlarımızın münferiden Danıştay'a açacağı davayla bir hukuk mücadelesini başlatıyoruz. Böyle bir şey olmaz. Tabii diyeceksiniz ki "Hukuk mücadelesi de bu mücadeleyi nerede vereceksiniz?" E bunun şu anda mercii Danıştay. Umarız ki Danıştay'daki nihai kararı vereceklerin şöyle bir vicdanı sızlar. Ben daha önce de dedim, “Bakın bu sözleşmenin iptali sebebiyle bundan cesaret alarak, bu siyasi iklimden istifade ederek, kendini böyle rahat hissederek eğer Türkiye'de tek bir kadının daha canı yanıyorsa, tek bir kadın daha kadın cinayetine kurban gidiyorsa bunun vebali de günahı da sizedir” dedim. Şimdi buradan bir Danıştay'a seslenmek istiyorum: Bakın, bu konuya hem hukuk perspektifinden bakın hem de tüm yargıçların zaten sahip olması gereken bir vicdan perspektifinden bakın. Bu yanlışa ortak olmayın. Bu günaha ortak olmayın. Bu vebale günah olmayın. Kadınların ahını almayın. Buradan bu kararı alan Cumhurbaşkanı'na ben zaten seslenmiştim, şimdi de Danıştay'a sislenmek istiyorum. Hukuk mücadelemizi de başlattık. Ayrıca bugün yine Türkiye genelinde de bir imza kampanyası başlattık. Bütün teşkilatlarımızda bu konuya karşı olduğumuzu ve net bir siyasi duruş ortaya koyduğumuzu ifade edecek şekilde bir imza kampanyasını yine bugün sabah itibarıyla başlattık. İstanbul’da dediğim gibi yapılan bir basın toplantısıyla arkadaşlarımız bunu tüm kamuoyuna bildirdi.

Ortak akıl, istişare, danışmak, konuşmak, analiz falan yok.

İşte arkadaşlar, kapalı odalarda kendi kendilerine çalışınca, makul seslere de kulaklarını kapatınca, sonuç böyle oluyor.

Meclise de gelmiyorlar. Ülkenin sorunlarını mecliste de konuşmuyorlar. O yüzden kimseyi de duymuyorlar.

Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, yüz seneyi aşkın süredir orada duruyor. Meclis niye var? Bu ülkenin sorunlarını, milletin vekilleriyle gündüz gözüyle oturun, konuşun, tartışın ve çözün diye var.

Bakın bu ülkenin İstiklal Harbi boyunca meclis açık kalmıştır. Savaşın ortasında bütün kararlar Meclis'te alınmıştır. O zaman o İstiklal Mücadelesi'ni verenler bilmez miydi, "Ya zaten askeriz bu işi biliriz. Ne olacak, bildiğimizi yapalım" diyemezler miydi? Meclis, atılan bütün adımların siyasi meşruiyet zeminidir. Atılan bütün adımların, alınan bütün kararların toplumsal meşruiyet zeminidir. Bu meşruiyet zemininden kaçarsanız gayrimeşru duruma düşersiniz.

Biz diyoruz ki “Sivil toplumun temsilcilerini karar alma süreçlerine dahil edin.”

Onlar ne yapıyor? Dernekleri, vakıfları geçtik, meclisi bile aradan çıkartıyorlar.

Bu nasıl bir zihniyet, nasıl bir iş yapma tarzı, anlamak çok güç gerçekten.

Ama bütün bu yanlışların bedelini kadınlar ödüyor, gençler ödüyor, bu millet ödüyor.

Yanlış karar alanların bir bedel ödediği yok. İnşallah ilk seçimde o büyük bedeli ödeyecekler. Keyifleri yerinde, hallerinden memnunlar.

Merak etmeyin, bunun bir hesap günü gelecek.
Bu aziz millet, sandık günü geldiğinde bunun hesabını soracak.

Bakmayın şu anda insanların tepkilerini açığa vurmadıklarına. Bakmayın şu anda insanların bu işe alenen karşı koymadıklarına. Toplumumuzun büyük bir kesimi tevazu içerisinde, olgunluk içerisinde o günü bekliyor. Biz bunu biliyoruz. Niye? Çünkü her gün caddelerde, sokaklardayız. Halkımızla buluşuyoruz, esnafımızla, çiftçimizle buluşuyoruz ve olanların hepsinin farkındalar hepsinin. Ama diyorlar ki "Siz devam edin, gönlümüz sizinle beraber, ayağınıza taş değmesin, biz günü geldiğinde gereğini yapacağız merak etmeyin diyorlar" bize.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Gazi Meclisimizi öyle işlevsiz bir hale getirdiler ki, artık Meclis’in onayladığı bir uluslararası sözleşmeden bile yetki gaspıyla ayrılmaya çabalıyorlar.

Bakın, anayasamız ne diyor?

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası sözleşmeler kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi‘ne başvurulamaz”

Yani, meclisten geçen bir uluslararası sözleşmeyi Anayasa Mahkemesi’ne bile götüremezsiniz.

Uluslararası sözleşmelerin, normal bir kanundan daha zor bir iptal yöntemi vardır.

Şimdi, kendi kendilerine, bir kişinin imzasıyla anlaşmaları iptal edebilecekleri bir usul uydurdular. Ama bu uydurdukları usul anayasaya uygun değil!

Zaten uzun zamandır ülkede anayasa var mı, yok mu belli değil. Memleketi, akıllarına estiği gibi yönetilen bir ülkeye çevirdiler.

Yani arkadaşlar, Meclis’e ait olan anayasal bir yetki, gece yarısı, Cumhurbaşkanlığı tarafından gasp edildi. O yüzden ben buna “sözde fesih” diyorum.

Şimdi soruyorum; usul, adap bilmeyen bu zihniyetten siz hangi hukuk reformunu bekleyebilirsiniz? Hangi insan hakları düzenlemesini bekleyebilirsiniz?

Biz beklemiyoruz. O yüzden de arkadaşlar, biz topyekûn bir değişiklik için hazırız ve buradayız!

Bu kararı alanlara sesleniyorum;

Bu attığınız adım sebebiyle kadına şiddette, aile içi şiddette ve kadın cinayetlerinde meydana gelecek her artışın vebali de günahı da size aittir.

Kadınların ahından korkun. Kadınların yakasından düşün. *****
Değerli arkadaşlarım;

Birinci dakikada insan haklarına golü attılar. İkinci dakikada da ekonomiye golü attılar.

Ne yaptılar? Aynı gece yine bir gece yarısı, bir başka kararnameyle Merkez Bankası Başkanı'nın birini aldılar bir başkasını göreve getirdiler.

Biz sorduk; “Merkez Bankası’nın bağımsız çalışmasına müsaade edecek misiniz?” diye sorduk.

Hani “Ekonomik reform meform” dediler diye sorduk: “Bu kurumların bağımsız çalışmasına müsaade edecek misiniz?”

Yanıt hiç gecikmedi, “Hayır, bağımsız çalışamaz” dediler. Yine aynı gece yarısındaki Resmî Gazete’de yayınlanan bir kararla, Merkez Bankası Başkanı’nı da görevinden uzaklaştırıldılar.

Aynı karanlıkta yaptılar bunu. Aynı karanlıkta. Gece yarısı kararlarıyla yapıyorlar bunları. Peki, ne oldu? Hepiniz gördünüz...

Dün geceden itibaren uluslararası finans piyasaları açılmaya başladı. Önce biliyorsunuz Asya'dan başlıyor, Güneş'in doğuşu oralarda başlıyor, arkasından bizim coğrafya, Avrupa. Diyelim ki işte Kuzey Amerika, Güney Amerika'yla bugün gece geç saate kadar piyasalardaki hareketleri takip edeceğiz hep beraber. Ne oldu? Kur arttı mı? Arttı. Türkiye'nin dış borçlanma faizleri arttı mı? Arttı. Türkiye'nin risk primi ciddi şekilde arttı mı? Arttı. Demek ki bu alınan karar, yanlış bir karar. Şimdi diyorlar ki işte bak gene bize karşı bir oyun. İşte yine Türkiye saldırı altında. Dış güçler, şunlar, bunlar, yani ne dış gücü? Siz bunu geçin ya. Gün gibi açık, siz bu kararı karanlıkta alsanız da millet bunu görüyor, gün gibi açık görüyor ne olduğunu. Bu kararı aldınız öyle dış güçlerin oyunu moyunu değil. Bu oyunu ülkeye siz oynuyorsunuz ya siz bunu görün bir. Dışarlarda aramayın bunun sebebini. Yanlış bir karar aldınız onun da bedelini şu anda 84 milyon insan ödüyor, bugün ödüyor. Hem faiz arttı hem kur arttı ve değerli arkadaşlarım bakın bu olanlardan kim mutlu oluyor? Türkiye'de kur artınca ve faiz artınca mutlu olan bir azınlık var değil mi? Bunlar kimler? Faizde parası olanlar ve dövizi olanlar. Her kur artışında, her döviz artışında bu ülkenin zenginiyle yoksulu arasındaki gelir dağılım artıyor. Servet farkı çoğalıyor. Bu aldığınız kararlar, bu yaptığınız yanlışlar, memleket için oynadığınız bu oyun, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor. Yazık değil mi?

Tüm bunların başımıza gelmesinin sebebi çok açık. Bu yoksullaşmanın sebebi çok açık. Gelin hep beraber anlatalım.

Şimdi Sayın Erdoğan’ın bir tezi var.

Biliyorsunuz, kendisinin alanı ekonomi... Son günlerde bunu duymuyoruz. İşler iyiyken asıl başarıyı üreten ekip işin başındayken çıkıp diyordu, ne diyordu "Benim alanım ekonomi" diyordu. Bugünlerde de bir çıkıp söylesin ne olur. “Benim alanım ekonomi” desin de bu işin gerçek sorumlusunun kim olduğunu hep beraber anlayalım. Öyle bir Merkez Bankası başkanını al, birini götür, onu getir. Buna gerek yok. Hatta ben evvelsi gün de ifade ettim “Hiç uğraşmasın bu kurumu da şamar oğlanına çevirmesin, bu insanlara yazık. 20 ayda 4. Merkez Bankası başkanı ya, 20 ayda 4. TÜİK başkanı. Daha önce yaptı. Daha önce ne dedi, “Ben” dedi “Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Varlık Fonu'nun başkanı olarak görevlendiriyorum” dedi. E şimdi de yapsın desin ki “Ben Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Merkez Bankası başkanı olarak görevlendiriyorum” desin. Para Politikası Kurulu'nun başına otursun zaten ayda bir toplanıyor, ayda bir. Çok vaktini de almaz. Ben söyleyeyim yani, 1 saatte, 2 saatte biter. Ama hiç olmazsa memleketi batırıp sonra suçu başkalarına yüklemeye çalışmasın. Madem bu duruma düştü ülke, gerçek sorumlunun kim olduğunu da herkes anlasın.

Sayın Erdoğan nereden baksanız elli kere bu tezini tekrarladı: “Faizi artırırsanız, enflasyon da artar, faizi düşürürseniz, enflasyon da düşer” dedi.

Ekonomi ilminde olmayan ne varsa bunlarda var.

Biz de geçtiğimiz hafta sorduk. “Merkez Bankası faizi sert bir şekilde artırdı. E, enflasyon da yüksek. Siz zaten yüksek olan enflasyonu daha da mı artırmak istiyorsunuz?” diye sorduk.

“Sizin teziniz doğruysa, ortaya bu sonuç çıkar. Enflasyonu yükseltmek mi istiyorsunuz?” dedik.

“Eğer tezinizin hatalı olduğunu anladıysanız, o zaman bu millete bir özür borcunuz var” dedik.

Arkadaşlarım, bakın buraya dikkat edin;

Daha 3 gün önce, cuma günü, öğlen saatlerinde Sayın Erdoğan’ın önüne iki seçenek koyduk:

“Ya yanlışını kabul et, bu millete ödettiğin bedelin hesabını ver, özür dile” dedik;

Ya da Merkez Bankası‘yla ilgili bir adım at dedik.
Geçen hafta dedim ya “Her sınavdan çakıyorlar, sıfır alıyorlar” diye.

Ya cuma günü önlerine sadece iki cevap seçeneği koyduk; gittiler yine yanlış seçeneği işaretlediler.

Sayın Erdoğan bu milletten özür dilemedi, Merkez Bankası başkanını görevden aldı.

Ne oldu? Kur sıçradı mı? Sıçradı. Bu yüksek kur daha yüksek enflasyon olarak vatandaşa yansımayacak mı? Yansıyacak. Zaten pahalı olan hayat daha da pahalanmayacak mı? Ne oldu? Ama bakın sadece iki seçeneğe düşürdüğümüz sınavdan bile siz çakıyorsanız, ondan bile sıfır alıyorsanız bu işi artık bilemediğinizi itiraf edin.

Sınav notu yine; sıfır, sıfır, sıfır.

Bu kadar zor mu bir özür dilemek, bu kadar zor mu yanlış yaptım demek.

İşte Aksaray değil mi? Hem sanayi şehrimiz, küçük işletmemiz çok, çiftçimiz çok. Kur artınca arkadaşlar, kur artınca gübre fiyatı artmıyor mu? Kur artınca ilaç fiyatı artmıyor mu? Kur artınca mazot artmıyor mu? Kur artınca yem fiyatları artmıyor mu? Bunu bilmiyor musunuz ya? Bilmiyorsanız işte gelin iki saat yol gelin Aksaray'da şöyle 10 tane çiftçiye sorun. “Döviz kuru artarsa senin maliyetlerin artar mı?” diye sorun 10 çiftçiden 10'u da size “Artar” diyecektir yani. O iki seçenekten tutup da yanlış seçeneği işaretlediniz de ne oldu şimdi? Faiz zaten yüksek miydi? Yüksekti. Yüksek olan faiz, Merkez Bankası faizini yükseltti şimdi daha da yükseltecek bu yanlış karar sebebiyle. Bir de üstelik kur yükselecek. Ne anladık? Hem kuru patlat hem faizi patlat hem de fiyatları patlat. Yüksek faizin bedelini yine esnafımız ödeyecek daha yüksek faiz olarak. Küçük işletmelerimiz ödeyecek, daha yüksek faiz olarak. Sanayicilerimiz ödeyecek, daha yüksek faiz olarak. Borçlanan, kredi kartı borcu olan, tüketici kredisi borcu olan bütün vatandaşlarımız sizin bu yanlış kararınızın bedelini ödüyor, ödeyecek. Yazık bu millete ya yazık. Ekonomi yönetiminde değerli arkadaşlar bakın rasyonalite gerekir, ortak akıl gerekir, istişare gerekir. Biz yıllarca böyle yönettik. 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan ve çok güzel bir döneme müşahede eden bir kardeşiniz olarak bunları söylüyorum.

Taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçtiğimizden beri dördüncü Merkez Bankası başkanı görevde.

Normalde biliyorsunuz görev süresi beş seneydi, dört seneye indirdiler. Ama koltuğa oturan, daha başını kaldıramadan görevden alınıyor.

Şimdi, böyle bir ortamda çalışan insanlardan, ülkenin ekonomisini korkusuzca, tarafsızca, bağımsızca yönetmesini bekleyebilir misiniz? Bekleyemezsiniz.

Sürekli ya bu gece başıma bir iş gelir mi? Artık gece 12'de de bürokratlar yatamıyor. Ne yapıyorlar gece? 1, 2, 3 çünkü Resmî Gazete'ye bakacak ya uykusuz kalıyor, herkes “Acaba o gece görevden alınır mıyım?” diye. Sabah hani yanlışlıkla işe giderim bakmışım ki görevden alınmış, başıma bir iş gelmesin diye. Siz bu ülkenin bürokratlarını, üst düzey yöneticilerini uykusuz bırakıyorsunuz. Gece 2'de 3'te yatıp sabah 7'de kalkıp işe gidiyorlar. Verimleri düşüyor, yapmayın bunu. Gündüz saatlerinin bir problemi mi var yani? Gündüz yapsanız, insanlarla bunu konuşa konuşa yapsanız. Bir çağırsanız deseniz ki; "Arkadaş şöyle şöyle bir durum var, teşekkür ederiz" diye. İnsanlar Resmî Gazete'den kendi durumlarını öğreniyorlar.

Merkez Bankası da diğer kurumlar da hepsi sadece o tek kişinin iki dudağı arasından yönetiliyor.

Koskoca ülkeyi, 84 milyonluk ülkeyi, bir kişinin dürtüleri ve duyguları yönetiyor.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Her gittiğimiz yerde, üstüne basa basa söylüyoruz: Merkez Bankası’nın 130 milyarlık döviz rezervini çarçur ettiler.

Hatta bir rivayet vardır ki bu ayrılan Merkez Bankası başkanımız, gece görevden alınan, demiş ki "Ya şuna bir bakın ne oldu" diye. Tabii devlet geleneğinden gelen, bu devletin sahip olduğu her şeyin aslında millete ait olduğunu bilen değerli bürokratlarımızda bu kaygı vardır hep “Ya bu 130 milyar dolar yok ama nereye gitmiş” diye. Ve bununla ilgili yapılan bir çalışma neticesinde de bu kararın alınmasıyla ilgili bir rivayet var. Doğru yanlış bilmeyiz ama doğruysa da ben şaşırmam. Kimse, çünkü bakın bu rezervlerin ne zaman, nasıl, hangi yöntemle, hangi kurdan satıldığını bilmiyor arkadaşlar. Bakın bizim dönemimizde Merkez Bankası'nın yaptığı her bir müdahaleyi biz internet sitesinde yayınlattırdık. Şeffaf, açık, korkmazdık ki. Yaptığımız şeyden eminsek gündüz, aydınlıkta yapardık. Çünkü gece karanlığında kötü işler yapılır, yanlışlar yapılır. Karanlık suçun, yanlışların örtülmesi için kullanılır. Bakın internet sitesine Merkez Bankası'nın en son döviz müdahalesinin yapıldığı tarih 2014 olarak görünüyor. 2015 Ağustos'ta biz ayrıldık ama bu arada da zaten hiçbir müdahale olmadı. Merkez Bankası müdahale etmek zorunda kalmadı, işler iyiydi. 2015'ten sonra hiçbir kayıt yok, açıklanan hiçbir şey yok.

Çıkıp anlatmıyorlar da. Bunları da karanlıkta tutuyorlar. Sorunca ne diyorlar? “Kaydı var” diyorlar.

Hani, nerede kaydı? Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın resmî internet sitesini açın bakın, bir şey yok.

Ha, günü gelince o kayıtların hepsine biz bakacağız tabii, o ayrı. Günü gelince hepsine bakacağız. Ve bunu milletimizle de paylaşacağız. Diyeceğiz ki işte bu 130 milyar dolar şu gün, şu tarihte, bunun şu kadarı, şu fiyattan şöyle yapılmış. Şunun şu kadarı şu tarihte şuna satılmış. Kime, kaça, ne zaman bu dövizlerin satıldığı, dağıtıldığı belli değil arkadaşlar 130 milyar dolar ya. Bakın ben ekonomi yönetimini teslim aldığımda bu ülkenin döviz rezervi 28 milyar dolardı. Tam 136 milyar dolara çıkarttık. Bu ülkenin üretimi, ihracatı, bu ülkede çalışanların alın teri, Aksaray'daki fabrikada üretim yapan işçilerimizin ürettiği, ihraç edilen sanayi ürünlerinin, taşıt araçlarının getirdiği dövizdi onlar. Aksaray'daki işçimizin alın teriydi o dövizler. Kara gün için biriktirdik biz onları. Ne bileceğiz ki partili, taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verip iki yılda, sadece iki yılda yılların birikimini, 130 milyar doları çarçur edeceklerdi. Böyle bir şey yok.

Hiçbir şeffaflık yok. Hesap verme kaygısı yok.

Hani Sayın Erdoğan diyor ya, bakın şu kadar rezervimiz var. Hala çıkıyor rezervi söylüyor, en son aklımda kaldığı kadarıyla 12 Mart'ta, 12 Mart itibarıyla döviz rezervi Merkez Bankası'nın açıklanmış durumda. Yaklaşık 92 milyar dolarlık bir döviz rezervi görünüyor brüt, brüt. Yani kasayı açınca döviz ve altını topluyorsunuz 92 milyar dolar görünüyor ama aynı Merkez Bankası'nın tam 138 milyar dolar da borcu birikmiş durumda. 138 milyar dolar. Böyle bir şey olur mu ya? Merkez Bankası borçlandırılır mı? Kime borçlanmış Merkez Bankası? İçerdeki bankalara borçlanmış. Kime borçlanmış? Uluslararası SWAP anlaşmaları yapılmış, oralara döviz borçlanmış. Ve nete baktığınızda da tam 46 milyar dolar şu anda Merkez Bankası batakta, ekside. Şimdi Sayın Erdoğan çıkıyor diyor ki "92 milyar dolar rezervimiz var" diyor. Bu aynı şuna benziyor; cüzdanını gösteriyor, “Bak” diyor “Param var” diyor. İyi de diyoruz “Bak o cüzdanın içinde bir gözde kredi kartı var. O kredi kartı da senin. 138 milyar dolar borcun birikmiş” diyoruz. Niye ondan bahsetmiyor?

Bize cüzdandaki parayı gösteriyor ama bak o gözdeki kredi kartının borcu daha yüksek. Onu niye göstermiyorsun?

Zaten kendisinin söylemesine gerek yok, Merkez Bankası'nın web sitesinde bunlar var, hala bunlar açıklanıyor. Gün gelir bunlar da kapatılırsa şaşmam. Yani “Döviz rezerve kardeşim canımızı sıkıyor, herkes hesap soruyor, bıktım artık kapatın şunu, açıklamayın şu rezervi” derlerse ona da şaşmam. Bir gün olabilir, Allah korusun. O da büyük bir şeffaflık darbesi olarak gelir ülkenin başına ama açıp her biriniz şöyle Google'dan bir bakın “Merkez Bankası rezervi” deyin, tak diye o sayfaya düşersiniz. Benim söylediğim rakamları görürsünüz. Rakamlar açık. Orada 92 milyar dolar kasayı da gösteriyor ama öbür taraftaki 138 milyar dolar borcu da gösteriyor.

Arkadaşlar bakın, ekonomide utanç tablosu bu utanç. Bir ülkenin Merkez Bankası, yani para basan kurum borçlu olur mu ya? Olmaz.

O ülkenin Merkez Bankası'nın yıllardır biriktirilen yedek akçelerini, yedek akçe ayrı, Türk lirası cinsindendir bakın yedek akçe. Bu akraba Bakan, partili Cumhurbaşkanı başladılar 2018'in ortasında 2019'un Ocak'ında yılların birikmiş yedek akçesini 1 günde sıfırladılar, 1 günde. İnanın içimiz cız etti ya.

Çünkü biliyoruz onun ne kadar zor olduğunu, ne kadar zor biriktirildiğini görüyoruz. Ama tabii bu mirasyedi zihniyet farklı bir zihniyet yani. Hazır birikeni harca, bir de açıkla “Merkez Bankası kâr etti” diye. Ya akıllara durgunluk veriyor. Şimdi o akraba Bakan'ı tekrar parlatma çabası var ya diyorlar ki işte onun zamanında Merkez Bankası kâr etti. Ya Merkez Bankası nereden kâr eder? Merkez Bankası çok para basar, karşılıksız para basar oradan kâr eder. Çünkü bir paranın maliyeti 50 kuruş, kâğıt para. Üzerine 200 yazarsanız, 200 ediyor. Çok para basarsanız, karşılıksız para basarsanız o 200 lirayla 50 kuruş arasındaki farkı kâra yazarsınız. Kimin sırtından? Milletin sırtından. E Merkez Bankası'nın faizi yüksek. Elindeki parayla, faizle satıyor piyasaya. E faizi yükseltirse Merkez Bankası çok kar eder. Kimin sırtından? Bu milletin sırtından. Milletin sırtından aldıklarını, Merkez Bankası'na çok kâr ettirdi diye bir de parlatmaya çalışıyorlar. Aklıyla dalga geçiyorlar insanların. Bir başka kâr alanı nedir Merkez Bankası'nın? Döviz satışı. Yani zamanında uygun fiyata alınan ve biriktirilen 130 milyar doları siz çarçur ederseniz o satılan dövizin parasıyla da “Bak çok kâr ettim” diye milletin karşısına çıkarsınız. Ama kimsenin aklıyla dalga geçmeyin. Şuna benziyor; babasından miras kalan iyi bir gayrimenkul vardır. Onu satar, der ki etrafına, arkadaşlarına "Ben çok para çok kazandım. Nasıl kazandın? İşte miras kalan şey vardı, sattım, oradan çok para kazandım. Ya sen onu kazanmadın ki. Bu kazandığın para babanın kazandığı para. Bunu açıkça itiraf et. Ne yaptın da kazandın? Ne yaptın da biriktirdin? Hangi döviz rezervini biriktirdin? Hangi yedek akçeyi biriktirdin? Bizler ayrıldıktan sonra memleketin başına gelen belli işte.

Varlık Fonu kurdular. Adı “varlık, varlık!” O da borca batık. Ama ülkede borcu olmayan kaldı mı?

Esnafı borca soktular, yetmedi. Çiftçiyi borca soktular, yetmedi.

Vatandaşı borca soktular, o da yetmedi.
Merkez Bankası’nı borca soktular ya, Merkez Bankası’nı.
Yeni kurdukları Varlık Fonu’nu bile hemen borca soktular.

*****

Değerli arkadaşlarım;
Bu ülkenin ekonomisini 11 yıl yönetmiş,
Millî Gelirin, 3 bin 500 dolardan 12 bin 500 dolara yükselişine nezaret etmiş,

Merkez Bankası’nın kasasını dolu teslim etmiş,

Devletin sağ, sol, ön, arka tüm ceplerini doldurarak görevini devretmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum.

Sayın Erdoğan çıkıp ekonominin düştüğü bu durumu izah edemez.

Çünkü bilmiyorlar, anlamıyorlar.

Bu nasıl bir bilgisizliktir, akıl alır gibi değil.

“Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini satayım da kuru düşüreyim” dediniz, beceremediniz.

“Bu olmadı, faizi artırayım da bari kur düşsün” dediniz, beceremediniz.

“Faizi ve enflasyonu düşüreceğim” dediniz, ikisini de yükselttiniz. İkisi de çift hanelere demir attı.

Bu ülke sizin deneme tahtanız değil.

Bu ülke sizin zihni sinir deneyleri yapacağınız bir laboratuvar değil.

Bu millet sizin kobayınız hiç değil.

Beceremediniz, beceremiyorsunuz, beceremeyeceksiniz.

Bir arada bunlar ne dediler arkadaşlar? “Biz zaten yüksek kur istiyoruz” dediler.

Kur artınca ne oluyor? Esnafın, çiftçinin, vatandaşın giderleri artıyor.

Kur artınca ne oluyor? Yağın, mazotun, doğal gazın, elektriğin, bebek bezinin, bebek mamasının fiyatı artıyor.

Ama bunlar yüksek kur istiyormuş.

Ya kur bu kadar yüksek olunca vatandaş aç kalıyor. Ekmek parasına muhtaç hale geliyor. Sonra küçük ortağınız meydanlarda askıya ekmeği asıyor.

Anlamıyor musunuz hala?
Ne oldu arkadaşlar bu yanlış politikaların sonucunda?

Faiz oranında Türkiye’yi Avrupa birinciliğine taşıdılar. Hazinenin borç yükünü patlattılar.

Olan bu millete oldu. Bu millet yoksullaştı. Bu millet, doğmamış çocuklarımıza kadar borca battı.

Ülkece çalışıyoruz, çabalıyoruz, bunların ülkeyi içine soktukları borcu ödemeye çalışıyoruz. Daha ne kadar ödeyeceğiz bu bedeli, belli değil.

Şu pandemi döneminde de esnafın yakasına vergi vergi diye yapıştılar. Niye arkadaşlar? E devleti borca soktular, borca batırdılar da o yüzden.

Yazıktır, günahtır. Har vurup harman savurup sonra vatandaşın cüzdanına göz dikemezsiniz.

Şimdi de kalkmışlar bize tasarruftan bahsediyorlar. Tasarrufu da kendileri yapmayacak ha, milletten bekliyorlar.

Sen önce kendin bir tasarruf et de görelim. En tepede siz varsınız. Lüks ofislerden, harcamalardan, mobilya alışverişinden, araçlardan, uçaklardan tasarruf edecek misiniz?

Kalabalık davetlerden, kalabalık gezilerden tasarruf edecek misiniz?

Kamuya alımlardan, üç-beş şirkete özel yaptığınız ihalelerden tasarruf edecek misiniz?

Hatalı sözleşmeler yüzünden zarar ettirdiğiniz kamu özel iş birliği projelerinden tasarruf edecek misiniz?

Önce siz başlayın. Bu vatandaş ne yapacağını çok iyi bilir. Kimsenin sizden akıl almaya ihtiyacı yok.

Biriktirdiğimiz her kuruşu bir çırpıda harcayan, mirasyedi gibi bu milletin parasını bir çırpıda çarçur edenlerden, kimsenin akıl almaya ihtiyacı yok. Siz kendinizi düzeltin kendinizi!

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Bugün yine Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi başladı başlayalı finansal piyasalarda yaşadığımız 3. büyük depremin günü, bir deprem günü bugün. Borsa, sabah baktık yüzde 10 düşmüş, kur yüzde 10 artmış, daha da ne olacağı belli değil dediğim gibi. 1-2 gün geçirmeden bu göstergelerin nereye doğru gideceği, oturacağı belli olmaz. Bir de tabii Merkez Bankası'nın da bundan sonra ne yapacağı belli olmaz. Hafta sonu ne dedi Merkez Bankası'nın yeni başkanı hemen; ben dedi "Para Politikası Kurulu toplantısını zamanında yapacağım" dedi. Bu ne demek? Yani öyle "Apar topar faizi düşürmek için bir toplantı yapmayacağım" demek. Değil mi? Çünkü niye? O sorumluluğu üzerine alan, o ateşten gömleği giyen, aklı başında hareket etmek zorunda kalıyor. Yoksa beklenen nedir? Madem geçen hafta perşembe günkü faiz artışı yanlış bir karardı, e siz Merkez Bankası başkanını görevden aldınız, yeni başkanı göreve getirdiniz. Ne demeniz lazım? "Hemen kardeşim Olağanüstü Para Politikası Kurulu'nu topla, bugün faizi indir" demeniz lazım değil mi? Niye demiyor? Niye yeni Merkez Bankası başkanı, "taa gelecek ayki güne kadar bekleyeceğim, toplantı yapmaycağım" diyor? Korkuyor. Ateşten gömleği giyince korkuyor. İşte biz de diyoruz ki; o ateşten gömleği giymesi gereken Sayın Cumhurbaşkanı'dır. Ve yapması gereken, eğer tezi doğruysa, tezinde hala inat ediyorsa, ısrar ediyorsa -ki yanlış olduğunu hep söylüyoruz- dönüp Merkez Bankası faizi indir kardeşim ne bekliyorsun 1 ay? Bir an önce faizi indir de şu piyasa düzelsin. Şu faizi indir de enflasyon da düşsün demesi lazım değil mi? Böyle bir şey yok. Yanlış olur ayrı. Ama tezinin yanlış olduğunu, bu yanlış tezi dayattığını ve bunun da bedelini bu milletin ödediğini söylemek zorunda. Çıkıp bu milletten özür dilemek zorunda. Bakın arkadaşlar bu çok önemlidir. Cumhurbaşkanı bütün yetkiyi kendinde topladı değil mi? Ama o sadece bir yetki değildir. Aynı zamanda o makamın sorumluluğudur. Eğer bütün yetki kendisindeyse bütün sorumluluk da kendisindedir ve bu sorumluluktan kaçamaz. Fakat şunu da sözlerimin sonuna gelirken arkadaşlarım, şunu da açıkça ifade etmek istiyorum bakın; her ne kadar bugün yine o kara günlerden biriyse, her ne kadar bugün bir kabus günüyse inanın bu ülkenin bu kabustan uyanması an meselesi. İnanın çok çabuk düzelir. 2002 yılında o ülkenin en dibe vurduğu, gecelik faizlerin 7 bin 500'ü bulduğu bakın yüzde 7 bin 500 gecelik faizi bulduğu günlerdeki krizden, biz ekibimizle beraber bu ülkeyi çıkarttık. 2008-2009'da bütün dünya kavrulurken, komşumuz Yunanistan'dan tutun da İtalya'sı, İspanya'sı, Portekiz'i, İrlanda'sı hepsi borcunu ödeyemez duruma düşmüşken Türkiye, o dünya krizinden sıyrılıp çıktı. Dünyanın yıldızı olduk. Bütün uluslararası basın, Türkiye'yi bir başarı öyküsü olarak anlattı. Bugün Türkiye'yi yerden yere vuran, hani dış güçler dedikleri o uluslararası basın var ya o günlerde Türkiye'yi yere göğe sığdıramıyordu. Türkiye'den ders almalıyız diyordu o günkü basın, uluslararası basın. Hepsi kayıtlarda, hepsi açık. Biz bunu yaptık. En az iki defa bu ülkeyi çok kötü durumdan çektik çıkarttık ve çok hızlı yaptık. İnanın bütün bu olanlara rağmen, bütün bu zor duruma rağmen şunu ben iddialı konuşmayı sevmem ama evelallah bu ülkenin bu içine düştüğü çukurdan çok hızlı bir şekilde çıkarırız. Aynı, hani insan gece ateşlenir, hastalanır, kötü rüya görür, kâbus görür ama sonra uyanınca “Ya iyi ki bunlar gerçek değilmiş” der ya, inanın bir kabustan uyanma hızıyla bu ülke düzelir. Biz bunu yaparız. Sebebi çünkü çok basit, bu ülkenin probleminin özünde, kaynağında kötü yönetim var, kötü yönetim. Siz işin ehli ve düzgün bir kadroyu işin başına getirin ve o kadro da düzgün yönetmeye başlasın, inanın çok çabuk toparlar, çok çabuk. Bir yandan işsiz gençlerimizi yarınların meslekleri için çok hızlı bir şekilde biz eğitimden geçiririz, çok hızlı. 1 aylık, 3 aylık, 6 aylık, bilemedin 1 senelik programlarla gençlerimizi yarınların Türkiye'sine hazırlarız. Güven ortamıyla beraber zaten yatırımlar başlar. Gençlerimiz de o biten yatırımlarla en geç 1 sene, 1 buçuk sene sonra buluşur. Bakarsınız ki işsizlik sorunu önemli ölçüde çözülmüş, istihdam tekrar oluşmuş. Bakarsınız ki Türkiye'ye oluk oluk para geliyor. Kendi insanımız bu ülkeye parasını getiriyor, kendi insanımız. Şu anda ne yapıyorlar? İmkânı olan gidiyor, başka ülkeye yatırım yapıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bakın bu elektronik para var biliyosunuz, bitcoin’di şuydu, buydu. Türkiye oralarda Avrupa'nın ilk sıralarında biliyor musunuz? Biz Avrupa'nın en büyük ekonomisi değiliz ama vatandaşımızın dışardaki arayışına bakın, dışardaki arayışına. Buraya güvenmediği için kendi birikimini dışarda tutuyor ağırlıklı olarak. Yatırımcılarımız gidiyor, başka ülkeye yatırım yapıp o ülkede istihdam oluşturuyor. Niye? Buraya güvenmiyorlar, bu yönetime güvenmiyorlar, bu kadar basit. Güvenilen, dürüst, işin ehli bir kadro iş başına gelir, güzel bir program, güvenilir, öngörülebilir bir programı ortaya koyar, hemen icraata başlar ki biz hazırlanıyoruz, hükûmetin ilk 90 gününü, ilk 360 gününü 13 tane politika birimimiz hazırlıyor şu anda ve çok çabuk düzelir. Bugün yaşadığımız karanlık, bugün yaşadığımız kâbus, değerli arkadaşlarım, hiçbirimizin moralini bozmasın. Çok çabuk düzelir inşallah.

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Aksaray’ın DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

19 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Akçaabat İlçe Kongresi Konuşması

Akçaabat 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Trabzon il teşkilatımızın ve Akçaabat ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Trabzonlu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Akçaabat teşkilatımızın 1. Olağan İlçe Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

*****

----
Akçaabat ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

İki gündür Trabzon’dayız. Dün Ortahisar ilçe kongremizi gerçekleştirdik.

Kongremizin ardından sokağa, halkımızın arasına gittik. Önce oto sanayiye gittik arkadaşlar.

Atölyelerde esnafımızı ziyaret ettik. Türkiye öyle bir hale geldi ki kime dokunursanız dokunun bin ah işitiyorsunuz. Memleketimizin durumu bu. Esnafımızın yüzü gülmüyor arkadaşlar. “İşimden memnunum” diyen bir tane vatandaşımızla karşılaşmadık.

Maliyetler artmış, elektrik fiyatları tam iki katına çıkmış, yedek parça fiyatları artmı ama esnafımızın cebine giren para artmamış. Artan maliyetle ve bir türlü artamayan hatta gerileyen ciro ile gelirle sanayide esnafımız işini sürdürmeye çalışıyor.

Çünkü vatandaşımızın alım gücü kalmadı. Esnaf bu maliyet artışını fiyatlarına yansıtamıyor.

Oto sanayinden sonra şehir merkezinde çarşıyı, sokakları gezdik. Bütün esnafımız, bütün vatandaşlarımız “Paramız pul oldu” diyor. Vatandaşın parası, pul oldu. Vatandaşın geliri artık alışverişe yetmiyor. Bakırcılar çarşısında dolaşırken vatandaşımızla sohbet ettik ve biri geldi kulağıma dedi ki “Biraz önce bizim hanım bana cepten sipariş listesi attı. Bir o listeye bakıyorum, bir de cebimdeki paraya bakıyorum. Alamayacağım bunları” dedi. “Şimdi eve gittiğimde onların bir kısmını alıp bir kısmını alamayıp yarım bir alışverişle, çantasıyla, torbayla, fileyle ben eve gideceğim” dedi. Canlı bir örnek bu.

“Fakirleştik” diyor. “Pazara markete gidemez olduk” diyor.

Trabzonlu vatandaşımız hayat pahalılığıyla tek başına mücadeleye terk ediliyor.

Soruyorum ben her konuştuğum esnafa, “Paket açıkladılar ne diyorsun?” diyorum. “Var mı devletin herhangi bir desteği?” diyorum.

Önce yüzlerinde alaycı bir ifadeyle gülerek bakıyorlar “Yok Başkanım, bir şey geldiği yok.” Ama hükümet açıkladı diyorum. “Kim alıyor bilmiyorum ama bize bir şey gelmiyor” diyor.

Vatandaşımız, “Aklımızla alay ediyorlar” diyor.
“Kredi açıklıyorlar, başvuruyoruz bize vermiyorlar” diyor.
“Paketten bize bir şey çıkmadı” diyor.
Çıkmadı arkadaşlar, çıkmadı.
Onlarca, yüzlerce kez söyledik, şimdi bir daha tekrar hükûmete sesleniyorum:

Esnafımıza karşılıksız destek verin. Borç üstüne borç, borç üstüne borç. Bu çark böyle dönmez. Bir gün işler tamamen düzelse dahi bu biriken borç yükü var ya bunun altından kalkması esnafımızın mümkün değil, küçük işletmelerimizin mümkün değil, sanayicilerimizin mümkün değil.

Buraya gelirken kamyon şoförleri önümüzü kesti, otobüsümüzü durdurdu. Dediler ki “Boşuz, iş yapamıyoruz. Elimizden tutan yok. Bize destek veren yok.”

Doğru düzgün evine ekmek götürmesini sağlayacak destekler verin. Doğrudan destek, doğrudan. Borç üretmeyen bütün güçlü ekonomiler bunu yaptı dünyada. Vatandaşına doğrudan destek verdi, borç vermedi, kredi vermedi. Şu anda Türkiye G-20 içerisinde vatandaşına doğrudan destek veren ülkeler sıralamasında en dipte yer alıyor. Böyle bir şey yok. Bir de şu var tabii. Lafa gelince Türkiye’deki en büyük faiz düşmanı bunlar. Defalarca söylüyorlar değil mi? ”Biz faizle karşıyız. Yüksek faiz bu ülkeye zarar veriyor” diyorlar. Ama vatandaşın borcunu ötelerken faiz alıyorlar. Vatandaşın elektrik, su parası ertelenirken faiz alıyorlar. SGK prim, bağ-kur ertelenirken faiz alıyorlar. Esnaf “Durumum kötü” diyor. “Al sana kredi vereyim” diyor, üzerine faiz ekleyip veriyor. Borcun üzerine faiz ekleyip öteliyor. Tam da böyle dönemler devletin devletliğini göstereceği zamanlardı. Böyle dönemlerde devletimize ihtiyaç var. Yoksa normal dönemlerde esnafımız ne der? “Devlet gölge etmesin, başka ihsan istemem” der. Ama bu dönem devletin varlığını göstereceği dönemdir.

Paketin içinden ne çıktı? “Basit usulde” defter tutan 850.000 esnafa vergi muafiyeti getireceğiz dediler.

Bütçeye bakıyoruz, bu 850.000 esnaftan vergi tahsilatı toplam 234 milyon tl. Yani, ortalama olarak bir esnaftan aldıkları vergi yılda 275 tl.

Almayacağız dedikleri vergi bu. Yani esnaftan aldıkları yıllık 275 liradan vazgeçiyorlar, bunu da en önemli reform diye açıklıyorlar. 275 lira bir asgari ücretin onda biri. Sağ olsunlar.

Ya arkadaşlar halkın halini bilmiyorlar. Anlamıyorlar. Görmüyorlar.

Çünkü öncelik başka, niyet başka, zihniyet başka.

Memleket bu duruma düşmüşken, memleketin bu kadar kaynak ihtiyacı varken bunlar Kanal İstanbul’la yatıp kalkıyorlar. Başka hiç mi proje yok ülkede? Başka hiç mi kaynak ihtiyacı yok? Milyarlarca dolar tüketecek, üstelik çevre araştırması daha tamamlanmamış bir proje, alelacele “İhale edeceğiz” diyorlar. Niye? “Ne olur ne olmaz. İktidar elimizden gitmeden bu büyük ihaleyi de verelim de ondan sonra devam edelim” diye. Acelenin sebebi bu. Biz “Tarımda suya ihtiyaç var” diyoruz, “Su kanalı” diyoruz, bunlar hala “Kanal İstanbul” diyor. Biz “Esnafın kaynağa ihtiyacı var” diyoruz. “Bu ülkenin fabrikaya, üretime ihtiyacı var. Bu ülkenin işsiz gençlerinin işe ihtiyacı var” diyoruz. “Bunlara yeni iş sahası lazım. Yeni üretim tesislerinin açılması lazım. Yeni fabrikalar kurulması lazım. Kaynaklar buraya lazım” diyoruz. Onlar “Kanal İstanbul” diyor. Bu ülkenin gerçeklerinden bu kadar kopmuş bir yönetim düşünülemez arkadaşlar, düşünülemez.

*****

Daha dün ekonomi yönetimi bir adım daha attı biliyorsunuz. Ekonomi yönetimi diyoruz ama unutmayalım, bu işin başında kim var? Sayın Erdoğan var. Sayın Erdoğan ne diyor “Benim alanım ekonomi” diyor. “Merkez Bankası bağımsız olmaz” diyor ve sözünü dinlemeyen Merkez Bankası başkanını hemen işten uzaklaştırıyor, yeni bir tanesini koyuyor. Üç kere yaşadık son dönemde. Daha yeni Merkez Bankası başkanını değiştirdi. Daha yeni kendisine itaat edecek, kendi talimatını aynen yapacak bir Merkez Bankası başkanını kendine göre görevinin başına getirdi. Baktık son dört ayda Merkez Bankası üç defa faiz yükseltti

Dünkü artışla beraber %8,25’lik faiz oranı %19’a çıktı. Cumhurbaşkanı’ndan habersiz böyle bir iş olabilir mi? Haberi bırakın, onun izni, talimatı olmadan böyle bir iş olabilir mi? Bugünkü yönetim sisteminden böyle bir şey mümkün değil ama faiz artışını Merkez Bankası açıklıyor, Cumhurbaşkanı da sesiz orada duruyor. Kendi talimatı ve bilgisi dahilinde yapılan böylesine yüksek bir faiz artışı karşısında sessiz bekliyor.

Değerli arkadaşlar, ekonomi bazen faiz artışı gerektirebilir. Ama Merkez Bankası’nın faiz artışları kısa süreliğine hükûmetlere bir fırsat penceresi açar der ki “Tamam ben faizi artırdım, biraz ortalığı sakinleştireyim ama sen önce üzerine düşeni yap” der Merkez Bankaları. Merkez Bankalarının sadece faiz yükseltmesiyle bir ülkenin ekonomik sorunları çözülemez. %19 Merkez Bankası faizi demek, daha yüksek kredi faizi demek. Esnafın, çiftçinin, sanayicinin, yatırımcının, ev alan, araba alan, borcu olan bütün vatandaşımızın daha yüksek faiz ödemesi demektir. Faiz artışı ancak büyük bir ekonomik paketin, büyük bir ekonomik programın, bir küçük- kısa vadeli adımı olarak atılır. Geri kalanı yapılmazsa bu ülkede hem yüksek faiz olur hem de yüksek kur olur. Hem de yüksek enflasyon olur ama bunlar bilmiyorlar sorunda o.

Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası faizi Avrupa birincisi, dünyada yedinci sıradayız. Yedinci sıradaki bir ülke ile baş başayız, yedincilik yarışında o diğer ülkede Kongo. Afrika’nın Kongo ülkesi. Ülkeyi bu hale düşüdürler.

Ben buradan Cumhurbaşkanı’na, Sayın Erdoğan’a sormak istiyorum. Sizin teziniz yok muydu? Yıllarca gidip bu tezi savunmadınız mı? Uluslararası finans merkezlerinde savundunuz, bu tezi dayattınız. Siz ne diyordunuz? “Faizi düşürürsen arkasından enflasyon düşer. Faizi yükseltirsen de arkasından enflasyon yükselir” diyordunuz. Hepsi kayıtlarda. 50 defa, 100 defa söylemiştir bunu, inkâr edemez. “Bu benim tezimdir” demiştir.

Peki, bu ülkede enflasyon yüksek mi? Yüksek. Hayat pahalılığı var mı? Var. Bu kadar enflasyon yüksekken, hayat pahalıyken, eğer sizin teziniz doğruysa, bu faizi niye yükselttiniz? Zaten yüksek olan enflasyonu daha da yükseltmek için mi, bu faizi yükselttiniz? Eğer teziniz doğruysa. Yok, eğer tezinizin yanlış olduğunu anladıysanız, faiz yükselirse enflasyonun düşeceğine artık inanıyorsanız, bunu kabul ettiyseniz bu ülkeye, bu halka özür borcunuz var.

Dünkü açıklamada Merkez Bankası ne diyor? “Enflasyonda kalıcı düşüşe kadar, sıkı para politikası duruşu kararlılıkla uzun bir müddet sürdürülecektir.“

Ne demek? “Faizi artırdık, enflasyon düşene kadar faizi düşürmeyeceğiz” demek.

Sayın Erdoğan’ın söyledikleri bir tarafta Merkez Bankası’nın açıklamaları bir tarafta. İki ayrı uçta. Ya Sayın Erdoğan çıkacak diyecek ki “Bu adamlar benim sözümü dinlemiyor onun için faizi yükseltiler” diyecek. Gereğini yapacak ya da faizin yükselmesi doğru bir iş ise çıkıp bu ülkeye, bu topluma özür dileyecek.

Diyecek ki “Ben son yıllarda büyük hata ettim, bu yanlış tezi bastırdım. Onun için de bu millet, bu memleket büyük bedel ödedi. Son iki yılda bu hazinenin borcu ikiye katladı, ikiye. 2018’den 2020’nin sonuna kadar borç toplamı tam ikiye katladı. Bu yanlış tezi dayattım bu yüzden hazinenin borcu ikiye katladı, bu yüzden 130 milyarlık dolarlık Merkez Bankası rezervleri çöpe gitti. Kusura bakmayın” deyip özür dileyecek. İkisinden birini yapacak. Arkadaşlar bunun hesabını birilerinin vermesi lazım, öyle bir şey yok. Bütün yetkiyi tek elde toplayıp, işler kötüye gidince de ortadan kaybolup, Merkez Bankası’na suçu yıkmak, böyle bir şey yok.

2018 seçimlerinden önce ne diyordu? “Şu kardeşinize bir yetkiyi verin. Beni tek karar verici merci olarak seçin. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçelim. Görün bakın hem enflasyon hem faiz nasıl düşüyor?” demedi mi? Ne dedi; “Bütün yetkiyi bana verin” dedi halkımıza “Ben hem faizi hem enflasyonu düşüreceğim” dedi. 2,5 yıl geçti, niye düşmüyor? Niye hem faiz yüksek hem enflasyon yüksek? Niye bu millet şu an yoksulluk içerisinde. Niye %30’lara çıkmış işsizlik oranı var? Niye gençlerimiz işsiz? Niye ev gençleri diye bir toplum gençleri oluştu. Madem yetki tek kişide, o tek kişinin çıkıp hesap vermesi lazım. Bu millete hesap vermesi lazım. Ya diyecek ki “Merkez Bankası’nın verdiği karar doğru, ben bu kararı verdirdim, faizi yükselttirdim” diyecek. Geçmişe doğru özür diyecek. Ya da Merkez Bankası’na “Yanlış yapıyorsun kardeşim, enflasyonu düşürmek için faizi düşürmen lazım” diyecek. Talimatı verecek ve faizi düşürttürecek. Bu ikisinden birisini yapması lazım eğer yapmazsa bu sorumlu bir davranış değildir. Bu devlet yönetimi ciddiyetine sığmaz. Devleti yönetme sorumluluğuna sahip olan bir kişi böyle problemlerden kaçamaz. Problemi birilerine yıkıp kaçamaz. Öyle akraba damadı ortadan yok edip, bir Merkez Bankası başkanını değiştirmekle bu vatandaşa hesap vermekten kaçamaz. Nihai yetkili belli, nihai sorumlu belli.

Merkez Bankası’nın şiddetle faiz yükseltmesi son 2,5 yılda iki defa oldu. Bunlardan birincisi Eylül 2018. Ne zaman yani Eylül 2018? Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldi, partili Cumhurbaşkanı, akraba bakan çalışmaya başladılar daha üç ay sonra faizi Merkez Bankası %24’ e çıkartmak zorunda kaldı. Aradan iki yıl geçti, üç tane Merkez Bankası başkanı değişti, akraba bakan gitti başka bakan geldi Merkez Bankası yine faizi %19’a çıkartmak zorunda kaldı. Bakın problemler tekrar ediyor, çözülmüyor. Merkez Bankası başkanı değişiyor, bakan değişiyor problem değişmiyor. Problem değişmediğine göre, problem kimde? Değişmeyen problem var, bir de değişmeyen bir kişi var. Problemin kaynağını herhalde anlamak çok zor değil.

Değerli arkadaşlarım biz hep söylüyoruz, “Türkiye’de sistemin değişmesi gerekir” diyoruz ama “Sistem değiştirmekte yetmez” diyoruz. “Yöneten zihniyet yanlış zihniyet” diyoruz. “Kötü yönetiyor” diyoruz. “Türkiye’de hem sistem değişmeli hem de topyekûn bir iktidar değişmeli” diyoruz. Başka türlü olmayacak. Üzülerek söylüyorum, olmayacak. Bu ülkenin sorunları sadece büyüyecek, çözemeyecekler. Çünkü bu ülkenin sorunlarını çözmek için dürüst ve işin ehli bir kadronun işin başında olması lazım. Hem dürüst olacak hem de işin ehli olacak.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Partimizi kurduğumuz günden beri, her şeyden önce Koronavirüs ile mücadele ediyoruz.

Hükûmetin şeffaf olmayışı, verileri halkımızdan aylarca gizlemesi ve hiçbir konuda hesap vermemesi bu mücadelede işleri daha da zorlaştırdı.

Ellerindeki propaganda aygıtıyla, tozpembe bir senaryo kurguluyorlar. Salgına karşı gereken her şey yapılmış gibi bir algı oluşturmaya çalışıyorlar.

Ekonomiyi batırdıkları için salgınla ilgili ekonomik önlemler de çok geç geldi ve çok zayıf kaldı.

Yönetemediler. Varsa yoksa algıları yönetmeye çalışıyorlar.

Bakın arkadaşlar; bu konu, “Tüm dünyada ölümler oldu, ne yapalım” diyerek geçiştirilecek bir konu değildir.

Hepimiz “Acaba daha az kayıp verebilir miydik?” diye sormak zorundayız.

Çünkü bu bizim vatandaşımızın canı, canı... Devlet, tek tek her bireyin yaşamını korumak zorundadır.

Bu konudaki başarısızlıkları artık apaçık ortada. Mızrak çuvala sığmıyor.

Neden başarısız oldular, biliyor musunuz? Salgınla mücadelede gömleğin ilk düğmesini baştan yanlış iliklediler.

Ta en başta “Ölümleri nasıl en aza indiririm?” kaygısıyla hareket etmeleri gerekirken, bu salgına “Elimizde kaç yoğun bakım yatağı var” diyerek yaklaştılar.

Karantina önlemlerini, yoğun bakım yataklarımız belli bir doluluk oranına ulaşınca uygulamaya başladılar. Yani hatayı en başında yaptılar.

Sonra yaz sezonu gelince biliyorsunuz vakalar yeniden tırmandı. Neden? Çünkü esnafa destek olamayınca, ekonomi dibi bulunca, turizm gelirlerine umutlarını bağladılar.

Daha ciddi tedbirlerin alınması için 1 Aralık’a kadar beklediler.
Peki, aradan geçen zamandaki önemsizlik kaç insanımızın hayatına mâl oldu?

Farkında mısınız?

Düşünebiliyor musunuz, bu gecikme yaşanmasaydı kaç vatandaşımız aramızda olacaktı?

Buradan bir kez daha açıkça söylüyoruz:

İnsan sağlığından daha önemli hiçbir şey yoktur, olamaz. Asıl olan vatandaşımızın canının sağlığıdır.

Değerli arkadaşlarım;

Bakın vaka sayıları gene arttı. Kimi sivil toplum kuruluşları 3. dalganın gelmekte olduğunu söylüyor.

8 bine kadar inen vaka sayıları, bugünlerde yeniden 15 bini geçiyor.

Üstelik test sayısı azalıyor ama vaka sayısı artıyor. Bu tehlikeli bir durum. Demek ki daha çok test yapılabilse, tespit edilen vaka rakamların çok daha yüksek olduğunu göreceğiz.

Sadece alınması gereken önlemleri geciktirmediler, aşıyı da geciktirdiler.

Bu hükûmetin etkili bir aşı planı yok. Aşılar ve randevular veriliyor, sağlık üniteleri yalnız bırakılıyor. Etkili bir organizasyon maalesef yapılamıyor.

Bakın, aşılar yeni yıla anca yetişti, 30 Aralık’ta geldi. Ocak ayında da uygulanmaya başladı.

Diğer ülkelere göre aşılamaya geç başlandı. Çin aşısı dahi yeterli miktarda temin edilemedi. Alternatif aşı stoku yapılamadı. Günlük aşılama sayısı gereken seviyeye yükseltilemedi.

Ama hükûmet ne yaptı? Önce kendi partilerinin MKYK üyelerine aşı yaptılar. Hiç yaşa, önceliğe falan bakmadılar. Siyasi parti liderlerine aşı yaptılar. Meclisteki vekillere bile aşı yaptılar.

Buradan soruyorum;

Madem öncelik sırasına uymayacaktınız neden bu sıralamayı hazırladınız? Deyin ki “Parti üyelik kartı olanlara da aşı yapacağız” deyip bitirin bu işi.

Sırasını beklemeden aşı olanların canı, bu ülkedeki 84 milyon vatandaşın canından daha mı kıymetli? Neden yaşa ve diğer kriterlere bakmadan yaptınız bu aşıları?

Aşı gelecek mi? Gelmeyecek mi? Ne zaman gelecek? Hiçbir açıklamaya güven yok. Şöyle bir dikkat edin ne açıklanıyor? Tamamen değişiyor. Bugün dedikleri yarın daha farklı oluyor. İlk önce dediler ki “Biz bahar aylarında 50 milyon doz aşıyı uygulayacağız.” Hemen bir gün, iki gün sonra dediler ki “Sonbahara kadar ancak yapabileceğiz.”

Değerli arkadaşlarım;

Bizim Türkiye olarak ihtiyacımız 1 yıllık koruma için 200 milyon dozluk aşı. Niye nüfusun %60’nın aşılanmayınca koruma sağlamıyorsunuz?

Nüfusun en az yüzde 60’ı ne kadar? 50 milyon insan.

Ülkemizde toplum bağışıklığının oluşabilmesi için en geç 6 ay içerisinde, en az 50 milyon kişinin iki doz aşılanması gerekiyor.

Bu ne demek, biliyor musunuz?

Altı ay içinde en az 100 milyon, bir yıl içinde de en az 200 milyon doz aşıya ihtiyacımız var demek. Peki, bu zaman kadar uygulanan ne kadar? 11 milyonun biraz üzerinde açıklanan rakam. Demek ki %5’i %6’yı ancak buldu bu iş. Eğer bu hızla giderse 2021’de bu iş bitmeyecek, 2022’de bitmeyecek, 2023’te bitmeyecek. Herhalde bütün dünya aşılanacak ondan sonra bizim vatandaşlarımız hala “Sıram ne zaman gelecek?” diye bekleyecek. Böyle görünüyor. Bu hızla giderlerse bu işin sonu bu.

Gerçekten sağlık yönetiminde de ekonomi yönetiminde de bu iktidar büyük hatalar yaptı, yapıyor. Ama bunun bedelini kediler ödemiyor. Kendi hayat standartlarından zerre kadar bir taviz var mı zerre kadar? “Ya şu bizim konvoylar çok büyüyor. 50 araçlık, 100 araçlık konvoylarla gitmeyelim yazık. Biraz azaltalım bunu” diyorlar mı? Daha görmedim. “Bir yurt dışı seyahatine 8 uçakla gidilmez kardeşim. Bari 2, 3 uçakla gidelim” diyorlar mı? Daha görmedik. “Tasarruf” diyorlar. Tasarrufu milletten bekliyorlar. Ya önce sen kendin bir tasarruf etsene.

Geçen gün açıkladıkları paketin içinde tasarruf var, değil mi? “Balık baştan kokar” diye bir deyim var. Önce devlet yöneticilerinin kendilerinin tasarrufla bu vatandaşa örnek olması lazım. Önce iğneyi kendilerine batırıp ondan sonra çuvaldızı vatandaşa batırması lazım. Böyle bir şey olmaz. Tasarruf diyen bir hükûmetin önce kendi bizzat tasarruf tedbirlerini açıklaması lazım. Ofislerden tasarruf, günlük harcamalardan tasarruf, mobilya alışverişinden, durmadan ofislerde mobilya yenilenmelerinden tasarruf, araçlardan tasarruf, uçaklardan tasarruf.

Bugün Almanya’nın mı ekonomisi büyük, Türkiye’nin ekonomisi mi büyük? Nüfus aşağı yukarı aynı ama ekonomik büyüklük olarak baktığımızda Almanya’nın ekonomisi Türkiye’nin kat kat üstünde büyük bir ekonomi, büyük bir sanayi, teknoloji.

Almanya’nın Başbakanı’nın bindiği uçak geçen sene bir zirveden önce arızalandı. Çünkü Almanya Başbakanı’nın bindiği bir tane uçak var. Oda A- 319, dar gövde bizim Anadolu Jet’in, 'Türk Hava Yolları’nın kullandığı uçaklardan. Peki, Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın emrine tahsis edilmişuçaklara şöyle bir bakın. Geniş gövdeli 3 tane uçak var. Almanya Başbakanı’nın bindiği uçaktan birkaç tane var. Almanya Başbakanı’nın bindiği uçak geçen zirvede arıza yaptığı için tarifeli uçakla gitmek zorunda kaldı. Soruyorum size, tasarruf anlayışı nedir? Tasarruf anlayışı, bu milletin alın teriyle, bu milletin vergileriyle toplanan gelirlerinin tek bir kuruşunu dahi dikkatli harcamaktır.

Bakın şu anda elektrik yakıyoruz değil mi? Buradan vergi gidiyor devletin hazinesine. Buradan TRT payı gidiyor TRT’ye. TRT bu salonda var mı? Yok. Niye? Çünkü TRT şu anda iktidar partisinin propaganda makinesi. Hepimiz TRT’ye evlerimizde kullandığımız elektrikten pay ödüyoruz, TRT o paralarla tek bir partinin propaganda aracı gibi çalışıyor. Bu adalet mi? Ne diyorlar “İtibardan tasarruf olmaz” diyorlar, “İtibardan.” Bu ülkenin en büyük itibari nedir biliyor musunuz? Ülkeye nasıl itibar kazandırırsınız? Ülkeye itibarı bindiğiniz arabalarla, bindiğiniz uçaklarla, oturduğunuz saraylarla kazandırmazsınız. Bu ülkeye itibarı vatandaşımızın topyekûn zenginleştirilmesiyle, vatandaşımızın topyekûn daha yüksek refah seviyesine ulaşmasıyla bu ülkeye itibar kazandırırsınız. 3-5 kişinin zenginleşmesiyle bu ülkeye itibar kazandıramazsınız. Ve bunun yolu hukuktan geçer, adaletten geçer. Önce adil olacaksınız, güçler ayrımına inanacaksınız. Yargıya müdahale etmeyeceksiniz. Bu ülkeyi hukuk devleti yapacaksınız. Ekonomiyi düzeltmenin bu ülkeyi zenginleştirmenin başka yolu yok. Beyhude. Bakın arka arkaya paketler açıklıyorlar. 2 değil, 20 paket açıklasınlar, 100 paket açıklasınlar beyhude. Öncelikle zihniyet sorunun çözülmesi gerekiyor, zihniyet sorunu. Tasarruf zihniyeti olacak, tasarruf zihniyeti. O zihniyet olmadan mümkün değil, mümkün değil bu ülkenin sorunlarını çözemeyecekler ve bu ülkenin problemleri sadece ve sadece artmaya devam edecek. Bunu üzülerek söylüyorum. Bu ülkenin vatandaşı olarak, aynı zamanda 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olan bir kardeşiniz olarak söylüyorum. Biz zaten bunun için DEVA Partisi’ni kurduk. Baktık ki olmayacak, baktık ki yapamayacaklar. Öyle bir anlayış yok, öyle bir zihniyet yok. “Bu ülkenin problemlerine çözüm üretelim bir şeyler yapalım” öyle bir kadro yok, bitti. Bunun için yeni bir kadro kurduk. Bunun için yola çıktık. İşi bilen dürüst insanlarla yol çıktık. Bu ülkenin sorunlarına gerçekten çözüm üretecek kadrolarla yola çıktık ve bu yolda hep beraber, sizlerle beraber yürüyoruz.

Bizim alnımız açık, başımız dik. Bizim korkacak bir şeyimiz yok. Biz rahatız ama onların korkacak çok şeyleri var. Biz şerefimizle, onurumuzla alnımız açık bir şekilde görevimizden ayrıldık, emaneti teslim ettik. Görevinden bir türlü ayrılamayanlar, emaneti teslim etmekten korkanlar, bunlara sormak lazım “Niye korkuyorsunuz?” diye.” Verilemeyecek bir hesabınız mı var yoksa?” diye onlara sormak lazım. Biz çok şükür çok rahatız.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biz, ülkemizin her bir yanında; Trabzon’da, Diyarbakır’da, Edirne’de, Kars’ta, Zonguldak’ta, Manisa’da, her gittiğimiz yerde reçetelerimizi açıklıyoruz.

Biz, insan haklarına dayalı, birinci sınıf bir hukuk devletini mutlaka inşa edeceğiz. Kimse kendisini ikinci sınıf vatandaş hissetmeyecek.

Biz, güven ve istikrarla büyüyen refah devletini mutlaka inşa edeceğiz. Kimse yoksullukla boğuşmayacak, hiçbir anne baba, çocuğunu yatağa aç koymayacak.

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Arka arkaya gündem ortaya atıyorlar dikkat edin. Arka arkaya, arka arkaya. Her hafta bir gündem, her hafta bir gündem. Fakat çarşının, pazarının, sokağın, caddenin asıl bir gündemi var. İnsanlar “İşsiziz” diyor. “Hayat pahalılığı var, geçinemiyoruz” diyorlar. Yoksulluk var. Ülkenin gerçek gündemi bunlar, gerçek düşmanlar bunlar. Biz bunları sürekli hatırlatmaya devam edeceğiz. Sürekli bunları işleyeceğiz. Öyle insanların ilgilisini başka yerlere çekerek, yapay gündemler üreterek haftanın düşmanı panosuna sürekli birilerinin ismini yazarak bu ülkenin gündemini saptıramazsınız. Biz buna müsaade etmeyeceğiz.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Akçaabat’ın DEVA’sı var. Ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

18 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Ortahisar İlçe Kongresi Konuşması

Ortahisar 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Trabzon il teşkilatımızın ve Ortahisar ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Trabzonlu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Ortahisar teşkilatımızın 1. Olağan İlçe Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

*****

Ortahisar ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

*****
Değerli arkadaşlarım; Bugün 18 Mart.

Sözlerimin hemen başında, 106 yıl önce Çanakkale’de destan yazan, “Çanakkale geçilmez” diyerek ülkesini savunan, başta gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm kahramanlarımızı minnet ve rahmetle anıyorum.

****
Değerli arkadaşlarım,

Geçtiğimiz hafta partimizin birinci yaşını kutladık. Öyle kapalı salonlarda, biz bize değil; sokakta milletimizin arasında kutladık.

Sizler de Ortahisar’da, Trabzon’da halkımızın arasındaydınız.

Hep beraber aynı anda 81 il, 600 ilçe ve binlerce mahallede vatandaşlarımızla bir araya gelerek birinci yılımızı kutladık.

Bildiğiniz gibi, DEVA Partisi, henüz iktidara gelmeden, bu bir yıl içinde pek çok alanda etkili oldu.

DEVA Partisi;

Öncelikle siyasete yepyeni bir dil getirdi. Bağırınca haklı olduğunu zanneden, dilinden hakareti düşürmeyenlere karşı, nezaketini ve bilgisini konuşturdu.

Değerli arkadaşlarımı DEVA Partisi’ni diğer partilerden ayıran en önemli unsur ve en önemli konulardan bir tanesi dil ve üslup meselesidir. Söylediğiniz şey önemlidir ama nasıl söylediğinizde bir o kadar önemlidir. Buradan bütün teşkilat mensuplarımıza özellikle ifade etmek isterim ki DEVA Partisi nezaketinden, saygısından asla taviz vermeden siyasi iletişimini yapacaktır. DEVA Partisi’nin lügatında hakaret yoktur, kötü söz yoktur, hamaset yoktur. Bunlar bizim kırmızı çizgimizdir. Konuşacağız, söyleyeceğiz, bol bol anlatacağız. Vatandaşlarımızı ikna edeceğiz. Doğrular konusunda bizi destekleyenleri çoğaltacağız ama dilimize, üslubumuza çok dikkat edeceğiz.

DEVA Partisi;

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için siyasi partilerle ikili bazda diyalog ve istişare sürecini başlattı.

Diğer siyasi partiler bize hayırlı olsun ziyaretine geldiğinde, biz onları ziyaret ettiğimizde dedik ki “Hepimiz parlamenter sistem diyoruz ama bunun biraz detayını çalışmamız lazım. Biz hazırız ama siz de hazırlığınızı tamamlayın, oturalım, konuşalım. Parlamenter sistem çalışan bütün siyasi partiler, bütün sivil toplum kuruluşları, parlamenter sisteme kafa yoran akademisyenler, meslek örgütleri kim var kim yoksa bunların tamamıyla biz konuşmaya hazırız” dedik, süreci başlattık.

Biz bunun açıklamasını yaptıktan tam dört gün sonra Cumhurbaşkanı dedi ki “Haydi gelin, yeni anayasayı konuşalım” dedi. İşte DEVA Partisi artık Türkiye’de gündem belirleyen, olayların akışını etkileyen, henüz iktidarda olmadan fikirleriyle, önerileriyle, projeleriyle ülkeye yön vermeye başlayan bir parti.

DEVA Partisi;

Dış politikanın ekseninin kaydığını söyledi. Bugünkü iktidar ne yaptı? Birden Sayın Erdoğan ‘U dönüşü’ yapıp, Şangay beşlisi dilinden dönüp, “Kendimizi Avrupa’da görüyoruz” demeye başladı.

DEVA Partisi;

Koronavirüs verilerini gizledikleri günlerde, daha 15 Kasım 2020 tarihinde, günde en az 30 bin vaka olduğunu söyledi. Dünyada maalesef ilk beşte olduğumuzu açıkladı. Bugünkü iktidar ne yaptı? İki hafta sonra açıklama yaptılar ve rakamları aynen kabul ettiler ve “Türkiye’de 29 bin vaka sayısı var” dediler. Biz 30 bin vaka sayısı dedikten 10-15 gün sonra istatistik ve veripaylaşımını değiştirip gerçeği itiraf etmek zorunda kaldılar.

DEVA Partisi;

Rakamları ayarlama enstitüsünün (TÜİK) senelerdir vekâleten yönetildiğini söyledi. Bugünkü iktidar ne yaptı? Daha yeni, beş sene vekâlet döneminden sonra asaleten atama gerçekleşti.

DEVA Partisi,

“Ekonominin temelinde hukuk vardır. Önce temel sağlam olacak” dedi. Sayemizde, bugünkü iktidarın aklına bir anda hukuk geldi. İnsan hakları paketi açıkladılar. Gerçi ona da uymuyorlar.

Türkiye; Merkez Bankası’nın rezervlerinin başına bir iş geldiğini DEVA’dan öğrendi.

Merkez Bankası’nın rezervlerinin nasıl eksiye düştüğünü DEVA Partisi anlattı.

Taraflı Cumhurbaşkanı ile akraba bakanın el ele verip memleketin 130 milyar dolarlık döviz rezervini nasıl çarçur ettiklerini deva partisi anlattı.

DEVA Partisi;

Bu iktidarın doğmamış çocuklarımıza kadar bizi borçlandırdığını milletimize tek tek anlattı. Sonunda ne oldu? Birden bakan değişti, Merkez Bankası başkanı değişti.

İşte biz Türkiye siyasetinin dönüm noktasıyız arkadaşlar, dönüm noktası! O yüzden buradan açık yüreklilikle söylüyorum:

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

Milletimiz müsterih olsun, bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Artık Türkiye’de DEVA Partisi öncesi siyasetle DEVA Partisi sonrası siyaset birbirinden bambaşka siyaset olacak. Artık Türkiye’de siyaset hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Biliyorsunuz; bu aralar paket açıklamak pek moda oldu.

Önce bir insan hakları eylem planı dediler. “Avrupa Birliği’ni idare edelim” mantığıyla, Avrupa’nın bin yıl önce attığı adımları önümüze koydular.

Sonra bir paket daha açıkladılar. “ekonomide reform” yapacaklarmış. Hani “Pik yapıyor” dedikleri, “Şaha kalkıyor” dedikleri ekonomide reform yapacaklarmış.

Biz defalarca söyledik:

Pik yapıyor dediğiniz ekonomi dip yaptı.

Biraz önce arkadaşlarımızla birlikte sanayideydik. Oldukça da haraketli. Arıza yapan arabalar var, tamiri yapılan kamyonlar, iş makineleri var. Ama tek tek sorduğumuzda yüzü gülen bir tane esnafımız yok. “İşimden memnunum” diyen bir tane tamirci atölyesi yok. Maliyetler artmış, yedek parça fiyatları artmış ama vatandaşın satın alma gücü artmamış. Okul servisleri boş yatıyor. Uluslararası nakliyat çalıştıran araçların bir kısmı boş yatıyor. Bakım gerektiren, onarım gerektiren araç sahipleri o yedek parçaya artık gücünü yetiremiyor ve hükûmet ne diyor “Ekonomi pik yapıyor” diyor. Çok değil, birkaç gün çarşı, pazar gezseler anlayacaklar ama onu da yapamıyorlar, çıkamıyorlar halkın içerisine.

Şimdi de “Reform, reform” diyorlar. Ancak, daha neyin reformunu yapmaları gerektiğini bilmiyorlar.

Bilmiyorlar, çünkü sorunu doğru bir şekilde ortaya koyamıyorlar. Hastalıklarını kabul etmiyorlar. Hasta, hastalığını inkâr ediyor. Bu yüzden de, meseleyi bir türlü anlamıyorlar.
Ama anlamamakta da ısrarcılar ha.

Anlamıyorlar, çünkü inatçılar.

Anlamıyorlar, çünkü yanıldıklarını kabul etmiyorlar.

Sayın Erdoğan çıkmış hâlâ bize taraflı cumhurbaşkanlığı sistemini anlatıyor.

Bakın, ne diyor: “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin sağladığı koordinasyon ve yönetim kapasitesiyle proaktif, esnek ve etkili politikaları hayata geçirdik” diyor.

Böyle proaktifmiş, esnekmiş... Ağdalı lafları bir yana bırakalım. Bunları söyleyerek hakikati gizlemeye çalışmayın. Biz şimdi hakikati konuşalım.

Ne yapmaları gerektiği konusunda sürekli tavsiyelerde bulunuyoruz. Sürekli olarak öneri ortaya koyuyoruz.

Sayın Erdoğan ne diyor? “Kalkmış bir de bana ders vermeye çalışıyor” diyor.

Madem ders almıyorsunuz, çalışmaya niyetiniz yok, buyurun kopya verelim size diyoruz.

O kadar kopya veriyoruz, gene de gidip sıfır alıyorlar.

Gelin hep birlikte bu sınavdan neden sıfır aldıklarını tek tek, tane tane anlatalım. Şu verdikleri cevap kağıdına bir bakalım.

Bir defa; sorunu doğru tespit etmeyi bile beceremiyorlar.

Sayın Erdoğan’a göre korona dönemini başarıyla atlatmışız, bunu da taraflı Cumhurbaşkanlığı sistemine borçluymuşuz.

Başarı neredeymiş? Bilen varsa anlatsın. Bu hükûmet, en büyük ekonomik krizini yaşadı mı? Yaşadı. On binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti mi? Kaybetti. Türkiye, vaka sayısında dünyada ilk beşte miydi? İlk beşteydi. Aşı temininde ne oldu? Dedik ki “Bu ülkenin 200 milyon doz aşıya ihtiyacı var, bir yıl sürede.” Çünkü aşı altı ay etkili oluyor. Altı aylık aşıyı iki doz halindeyapıyorsunuz, altı ay sonra etki bitiyor. Altı ay sonra bir-iki doz daha gerekiyor. Toplam 200 milyon doz aşı gerekiyor. Şu ana kadar rakam ancak 10 milyon dozu yeni geçti. Geri kalan aşı ne zaman gelecek, ne zaman uygulanacak? Bilgi yok. Bir söylenen, bir başka söyleneni tutmuyor. Neresinden tutsanız dökülüyor.

Evet, şimdi notumuzu verelim. Sıfır. Kocaman bir sıfır.

Sayın Erdoğan;

Siz daha salgın yokken de ekonomi yönetiminde başarısızdınız. Daha salgın yokken, 2019 yılında, Türkiye ekonomisi yüzde 1 bile büyüyemedi.

2018’in ortasında Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi başladı, taraflı Cumhurbaşkanı göreve başladı, akraba bakan aynı anda göreve başladı, icraatın 1. yılında 2019 yılında büyüme %1 bile değil.

Salgın döneminde daha da başarısızsınız. Halkımızı günbegün açlığa, fakirliğe götürüyorsunuz.

Bu başarısızlığınızın en önemli sebebi de o çok övündüğünüz taraflı Cumhurbaşkanlığınız.

Ne yapmışlar arkadaşlar, biliyor musunuz? Kağıdı da tam doldurmamışlar, en önemli soruları boş bırakmışlar.

O boş bıraktıkları soruları da söyleyelim, o soruları bir kez daha soralım.

Soru 1: Yaklaşık 190 kez değişiklik yapılan Kamu İhale Kanunu’nu çıkış amacına uygun hale getirecek misiniz? Tüm ihaleleri açık, şeffaf ve fırsat eşitliğine dayalı hale getirecek misiniz? Yoksa yine sadece 3-5 kişiyi zenginleştirmeyi ülkeyi kalkındırmak sanmaya devam mı edeceksiniz?

Soru 2: Tüm kurumları Sayıştay denetimine açacak mısınız?

Soru 3: Harcamalarda önceliklendirme yapacak mısınız? Maliye politikanızda kurallarınız olacak mı? Hani vaktiyle bizim hazırladığım, sizin reddettiğiniz “mali kural” var ya, onu getirecek misiniz? Keyfiliği terk edecek misiniz?

Soru 4: Kara delik haline gelen Varlık Fonu’nu kapatacak mısınız?
Soru 5: Bir diğer kara delik olan Kamu Özel İş Birliği Projeleri ile ilgili ne

yapacaksınız?
Soru 6: Kanal İstanbul gibi rant projelerinden vazgeçecek misiniz?

Soru 7: Merkez Bankası’nı gerçekten bağımsız çalıştıracak mısınız? Yoksa yine canınız sıkıldıkça başkanı görevden almaya devam mı edeceksiniz?

Soru 8: Merkez Bankası bilançosundaki ihtiyat akçesini pervasızca harcamaktan vazgeçecek misiniz?
Bakın biz yıllarca Merkez Bankası’nın döviz rezervini biriktirdik. Bir de yedek akçe hesabını biriktirdik. “Bu memleketin kara gün parasıdır” dedik. Yıllardır biriktirilen yedek akçeyi 2018 yılında hükûmet kuruldu, taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdi ve 2019’ın Ocak ayında yıllarca biriktirilen yedek akçesini bir günde sıfırladırlar. 2019’un birikeni de 2020’nin Ocak ayında harcayıp bitirdiler. Ben şimdi soruyorum “Bu mirasyedilikten vazgeçecek misiniz?”

Soru 9: Döviz ve altın cinsinden iç borçlanmayı durduracak mısınız?

Bakın, bunlar durmadan sabah kalkıp “Milli, yerli” diyorlar. Sabah kalkıyorlar “Milli, yerli” diyorlar. Bizim sona erdirdiğimiz, bitirdiğimiz içeriden döviz ve altın cinsi borçlanmayı bunlar tekrar başlattılar ve bu son iki yılda oldu. Bir ülkenin, devletin kendi vatandaşı başka bir ülkenin parası cinsinden borçlanır mı? Hani millilik, hani yerlilik? Biz dedik ki “Bu iş yanlış. Zamanında kapattık,bitirdik böyle bir şey olmaz” dedik.

Ülkeye dışarıdan finansman sağlandığında illaki döviz olacak ama içeriden olmaz bu. Ne oldu? Vatandaşlardan altın borçlandılar. Altın kötü dışarıda. İki yılda da altın ikiye katladı mı? Devletin yakın tarihte hiçbir zaman ödemediği faizi ve farkını devlet şu anda altın cinsinden borçlanmasıyla ödüyor. Böyle bir şey olur mu? Bunlara hiç cevap yok.

Soru 10: Kamu bankalarını siyasi mülahazalarla kredi vermeye zorlamaktan vazgeçecek misiniz?

Soru 11: TÜİK kanununu değiştirecek misiniz? TÜİK’i tam bağımsız bir kurum haline getirecek misiniz? Kurumlar rakamlarla oynama alışkanlığını bırakacak mı? Yoksa vatandaşlara gerçekleri söylememeye devam mı edecek?

Soru 12: Eş-dost ve partili kayırmacılığına son verecek misiniz? Kamuda işe alımlarda mülakatı kaldıracak mısınız?

Bu soruların cevaplarını boş bırakmışlar arkadaşlar. Yanıt yok.
Sıfır. Sıfır. Sıfır.
Peki, Merkez Bankası’nın rezervleri konusunda bir açıklama yazmışlar mı?

“136 milyar dolar ne oldu?” diyoruz. Bu çok basit bir soru. Benim bakanlığım döneminde, Merkez Bankası’nın yaptığı bütün döviz işlemleri bugün anında web sitesinde ilan edilirdi. Devletseniz şeffaf olacaksınız, hesap vermeye hazır olacaksınız. Bu size miras kalmadı, babanızın malı da değil. Bu ülkenin, bu milletin rezervi bu. Bugün açın bakın Merkez Bankası’nın web sitesine en son döviz müdahale tarihi 2014 olarak görülüyor. Ben 2015 Ağustos’ta ayrıldım. Çünkü 2014’ten 2015 Ağustos ayına kadar Merkez Bankası hiç müdahale etmek zorunda kalmadı. Piyasa tamamen kendi halinde, kendi dengesinde yürüdü. Ama ondan sonra müdahale ettiler. Bunu Sayın Erdoğan’da söyledi. Dedi ki “Pandeminin olumsuz etkisi için bir miktar bir şey yaptık” dedi ama açık açık anlatmadı ne yaptıklarını. Niye anlatmıyorsunuz? Bu 130 milyar doları hangi metotla, hangi kurdan, hangi tarihte kime sattınız? Peki, 130 milyar sattınız da kuru kontrol altına alabildiniz mi? Bir yandan 130 milyar doları cayır cayır yaktınız bir yandan da kuru aşağıya indiremediniz. En son da tuttunuz faizi artırmak zorunda kaldınız. Niye? Çünkü iş biliyor bunlar. Bunlar ekonomi yönetmeyi bilmiyor. Bunlar ülkeyi yönetmeyi bilmiyor.

Rezervleri nasıl harcadıklarını, eksi 46 milyar dolara nasıl düşürdüklerini, bu milletin alın terini nasıl çarçur ettiklerini açıklamışlar mı? Hayır, bunun da yanıtı yok.

Yine sıfır.

Değerli dostlarım;

Diyeceksiniz ki; “Yahu, hiçbir soruyu mu doldurmamışlar?”

Doldurmuşlar, bakın bir tanesinde ne yazıyor:

Hem “Enflasyonu düşüreceğiz” diyorlar, hem de “Fiyat istikrarını bir kenara koyduk” diyorlar.

Ekonomi literatüründe fiyat istikrarları demek düşük ve öngörülebilir enflasyon demektir. Sayın Erdoğan “Fiyat istikrarını bir kenara bırakacağım” diyor, öte yandan da “Enflasyon düşüreceğim” diyor. Bundan anlayan varsa gelsin, bir anlatsın bakalım. Dersine çalışmayan kopya bile çekmeyibeceremeyen öğrenicinin verdiği cevap bu işte.

Verdikleri yanıtta, kuracakları “Fiyat İstikrarı Komitesi”nin Merkez Bankası’na müdahale amaçlı kullanılmaması için bir güvenceden de bahsetmiyorlar.

Buna da sıfır.

Şimdi gelelim puan aldıkları sorulara.

Kâğıda, bazı tasarruf tedbirleri yazmışlar. E siz daha dün diyordunuz ki “İtibardan tasarruf olmaz.” 50 araçlık, 100 araçlık konvoylarla gezen, 8 uçaklık, 10 uçaklık yurt dışı seyahatleri yapan, bunu yapan kim? Bu milletin böyle bir gücü yok. Bunu siz yapıyorsunuz. Kimin parasıyla yapıyorsunuz? Bu ülkenin kıt kaynaklarıyla, bu ülkenin vatandaşlarının şu zor durumda dahi ödediği vergileri topluyorsunuz, onunla yapıyorsunuz bu harcamaları. Ama en azında tasarruf akıllarına gelmiş. Bugünlerde çıkıp Sayın Erdoğan desin bakalım kolaysa “İtibardan tasarruf olmaz” diye. Diyemez. Ekonomi iyiyken, o bizim zamanımızda diyordu. O babayiğitlik ekonomi iyiyken. Vatandaş şimdibu yoksul duruma düşsün, esnaf perişan, çiftçi perişan çıksın “İtibardan tasarruf edemem” desin. Böyle bir şey var mı? Ekonomik programda yazmışlar “Tasarruf edeceğiz.”

Verimsiz yatırımlar, transfer harcama kalemleri, bütçenin gelir tarafıyla ilgili bir şey var mı? Yok. Eksik bırakmışlar.

Haydi, buna sıfır vermeyelim; gidiş yolundan bir, iki puan verelim.

Cari açıkla ilgili, teşvike dayalı bir, iki tedbir akıllarına gelmiş, onları da yazmışlar “Yatırımı teşvik etmek zorundayız.” Demek ki yatırımın gerektiğini biliyorlar. Bu işsizliğin ancak yeni yatırımlarla çözüleceğini biliyorlar ama bu yatırımlar için önce güven gerektiğini, önce hukuk devleti olmak gerektiğini, bunları daha öğrenmeleri gerekiyor. Teşvik diyorlar da “Yatırım için hukuk gerekir, öngörebilir gerekir” demeyi daha öğrenememişler. Demek ki yine on üzerinde bir, iki puan not verebiliriz.

Değerli arkadaşlar,

Maalesef bu hükûmet her alanda olduğu gibi ekonomide de sınıfta kalıyor. Her alanda olduğu gibi ekonomide de sınavdan çaktı, çakıyor. Bunca kopya vermemize rağmen durum bu. Niye? Dökme suyuyla değirmen dönemez de onun için. Dışarıdan gelen önerilerle, dışarıdan gelen verilerle, kopyalarla olmuyor. Öncelikle öğrencinin kendisinin çalışması lazım, çalışkan olması lazım. Öncelikle bu ülkeyi yöneten kadrolarının dürüst ve işin ehli bir kadro olması lazım. Eğer işi yöneten kadro dürüst değilse, işin ehli değilse mümkün değil. Ne yaparsanız yapın başarılı olmazsınız. Bu anlattıklarını da reform olarak kabul etmemiz, bu ülkenin ekonomisine çare olacağını kabul etmemiz mümkün değil. Kaldı ki ne oldu? Tam dört aydır “Reform reform” dediler.Kasımın başında açıkladılar. Ancak martın başında ilan edebildiler. O gün, bugündür piyasa göstergelerinde hiçbir düzelme yok. Reform paketi açıkladılar da kur mu düştü? Reform paketi açıkladılar da faiz mi düştü? Reform paketi açıkladılar da yatırımcılar “Aa çok iyi artık Türkiye düzelecek” diye yatırım mı yapmaya başladı? Hiçbiri yok. O süslenmiş cümlelerle anlattıkları şeyler kurumların olağan işlerin içerisinde zaten olması gereken şeyler. Yeni hiçbir şey yok. Bu söylenenler geçmişte de çok gündeme gelmiştir. Kalkınma planları, orta vadeli programlar, diğer resmi dokümanlar... Bunların hepsi önceden gündeme gelmiştir. Biz de yaptık ama biz arkasındadurduk. Biz uyguladık, bizim açıkladığımız hiçbir program lafta kalmadı. Arkasına güçlü bir irade koyduk. Hatta açıkladığımız programların içinde hemen hemen üç-beş kalem, on kalem hemen uyguladık. Hemen uyguladık ki güven oluşsun. Aksi halde her şey lafta kalır.

Reform diye açıkladıkları dokümanı biraz incelediğimizde 2015’ten önceki dönemde, yani bizim dönemizde “O dönemdeki arkadaşlar acaba ne yapmışlar” diye biraz karıştırmışlar. Çünkü yazdığımız cümlelerin aynen tekrarını görüyoruz. Bizim dönemde yapılması gerekenlerle ilgili altı sene sonra tekrar etmişler, altı sene ve önceki dokümanlardan bir miktar kopya da var cevaplarda. Ama önemli değil. Bir, iki puan verdik oralardan.

Bunlar artık sınıfta kaldı. Artık bu hükûmetin, bu ülkenin problemlerine çözüm üretme imkânı, kapasitesi yok.

Ama diyorum ya arkadaşlar;

O kadar kopya verdik, yine sınıfta kaldılar.

*****

Değerli arkadaşlar;

Bu iktidar ülkemizin yönetim sistemini taraflı Cumhurbaşkanlığı’na çevirdi.

Tek bir kişinin her konuda karar verdiği, hem partisini hem ülkeyi yönettiği bir sisteme çevirdi.

Ekonominin başına da en yakın akrabayı getirdi. Ekonomiyi de içe kapalı, ranta dayalı bir sisteme çevirdi.

Güzelim Trabzon’a şöyle bir bakıyorsunuz dağ, taş toprak 10 kat, 15 kat, 20 kat binalarla doldu. Hepsi rant projesi; 3 katlı binalar, 5 katlı binalar, 2 kat yüksek yapsan gelir belediye ceza yazar, yıktırır. Yanına dikiyorlar 20 kat, 30 kat kimse bir şey demiyor ve ciddi rant oluşuyor. O rant da kayıt dışı bir şekilde paylaşılıyor.

Cumhurbaşkanı ne diyor “Biz yatay mimariden yanayız.” Gelsin, görsün bakalım buraları mimari yatay mı olmuş, dikey mi olmuş? Bu dikey mimari kimin zamanında oldu? Ben soruyorum şimdi Sayın Cumhurbaşkanı’na “Kimi kime şikâyet ediyorsunuz?” Ben yatay mimariden yanayım diyen, siz İstanbul’da 25 yıl vardınız, siz yönettiniz. İstanbul’da yatay mimari, dikey mimariye kimin zamanında döndü? Bu rant projeleri kimin zamanında yapıldı? Kimi kime şikâyet ediyorsunuz? Gerçekten yazık, bu ülkeye de yazık, bu ülkenin tabiatına da yazık ve bu ülkenin ekonomisine de yazık. Çünkü ülkenin gerçek kalkınması üretimle olur, alın teriyle olur, ihracatla olur. Büyüme, kalkınma böyle gerçekleşir. Tabii ki gayrimenkul piyasası önemlidir ama gayrimenkul piyasası refahın bir sonucudur. Önce kazanırsınız, hak edersiniz ondan sonra daha güzel şartlarda daha güzel konutlarda oturursunuz. Kazanırsanız, hak edersiniz ondan sonra daha güzle yerlerde alışveriş edersiniz. Ekonomide öncelik üretimdedir, ihracattadır. Önce bunu yaparsınız, oradan kazandığınızı da gayrimenkul piyasasını geliştirirsiniz. Fakat bu rant var ya rant, gözleri öyle bir kör ediyor ki kısa zamanda bir an önce büyük projeler, bir an önce büyük yatırımlar... Kanal İstanbul’la yatıp, kanal İstanbul’la kalkıyorlar. Niye? Rant, rant, rant...

Bunun sonucunda;

Adil rekabet yerini müdahaleye bıraktı.

Fırsat eşitliği yerini kayırmacılığa bıraktı.

Verimlilik yerini ranta bıraktı.

Kurumlarımız çökertildi, kurumların yerine tek bir kişinin “keyfi” konuldu.

Onların zihniyeti bu işte. “Ben, ben, ben” diyerek ülke yönetmeyi reform zannediyorlar.

Şimdi böyle bir zihniyetten ekonomiyi düzeltmesini bekleyebilir misiniz? Mümkün değil.
****
Değerli arkadaşlarım;

Asıl konu dürüstlük meselesidir, güven meselesidir.

Ekonominin olmazsa olmazı güvendir, dürüstlüktür, şeffaflıktır, hesap verebilirliktir.

Aylardır soruyoruz; Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini ne yaptınız?

"Pandemi döneminde vatandaşımıza destek olduk” diyorlar. Yine en iyi bildikleri işi yapıyorlar, milletimizden gerçekleri saklıyorlar.

Biz doğrusunu söyleyelim:

Rezervler vatandaşlarımıza destek amacıyla kullanılmadı. Üstelik rezervlerin erimesi de pandemiden önce başladı. Diyor ki “Pandemi ile mücadelede harcandı.” Öyle değil, rakamlar ortada. Açın Merkez Bankası’nın rakamlarına bakın. Döviz rezervlerindeki azalma pandemiden önce başlamış.

Hani “G-20 ülkeleri arasında en çok büyüyen ikinci ülkeyiz” diyorlar ya. Türkiye, G-20 ülkeleri içinde vatandaşına doğrudan destek veren sondan ikinci ülke, sondan.

Başından beri söyledik, “Vatandaşa doğrudan destek vermelisiniz” dedik. Ama onlar ne yaptılar? Vatandaşı borçlandırdılar.

Esnafın durumu belli, çitçinin durumu belli. Diyorlar ki “Ekonomi büyüdü” diyorlar. “Milli gelir %1, 8 arttı” diyorlar. Ekonominin ne durumda olduğunu çarşıya, pazara giden bütün vatandaşlarımız görüyor. Esnafımız görüyor, çiftçimiz görüyor, emeklimiz görüyor, gençlerimiz görüyor. İşsiz vatandaşlarımız görüyor ekonominin ne olduğunu. Gelir arttı diyorlar. Ben soruyorum “Gelir arttı mı?” Yok. Emekliye, memura maaş artışından çok daha fazla fiyat artışı olmuş. Reel anlamda geliri düşmüş. Peki, herkesin geliri düşüyor da milli gelir nasıl artıyor?

Bir de ne diyorlar? “Ekonomi büyüdü” diyorlar. Türkiye’de ne büyüdü biliyor musunuz?
Bütçe açığı büyüdü,
Hazinenin borcu büyüdü,

Esnafın borcu büyüdü,

Küçük işletmecinin borcu büyüdü,

Çiftçinin borcu büyüdü.

Cari açık büyüdü,

Gelir dağılımı arasındaki uçurum büyüdü,

Çarşı, pazar enflasyonu büyüdü,

İşsizlik büyüdü.

Peki, bunları hiç duyuyor musunuz onlardan? Yok, duyamazsınız.

Buradan sesleniyorum, Sayın Erdoğan;

"Faizi ve enflasyonu düşüreceğim” dediniz; faizi de enflasyonu da yükselttiniz. Şimdi ikisi de çift hanelere demir attı.

“Bari rezervleri satayım” dediniz, kuru yine dengeleyemediniz.
“Faizi artırayım da bari kuru düşüreyim” dediniz. Kuru da düşüremediniz. Bir ara da "Biz zaten rekabetçi kur, yüksek kur istiyoruz” diye yalpaladınız.

Ne demişti akraba bakan? “Ben kura bakmıyorum” demişti.
Hayatı pahalandıran, vatandaşın alım gücünü yok eden “Kur artışına bakmıyoruz” bile dediniz.

Olan bu millete oldu. Bu milleti fakirleştirdiniz. Bu milleti yoksulluğa mahkûm ettiniz.

Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonunu eksi 46 milyar dolara kadar gerilettiniz. Döviz rezervlerin düştüğünü görüyoruz rakamlardan ama dövizin nereye gittiğini açıklamıyorlar. “Ya bu depo doluydu, şimdi boşalmış. Nereye gitti? Diye soruyoruz. Cevap yok. Merkez Bankası’nın rezervi eksi olabilir mi? Nasıl eksi olur? Merkez Bankası’nın elindeki döviz ve altından çok daha fazla Merkez Bankası’nın şu anda piyasaya döviz borcu oluşmuş durumda. Merkez Bankası’nın dövizi o yüzden eksiye düşüyor. Eskiden Merkez Bankası kasayı açıp gösterirdi “Altınım var, dövizim var ve bu benim malım” derdi. Şimdi siz oradakinden çok daha fazla Merkez Bankası’nı piyasaya borçlandırılmış durumdasınız. Bu ülkenin hazinesinin borcu olabilir ama Merkez Bankası’nın rezervlerini eksiye düşmesi felaket durumdur. Onun için ülke bu durumda. Onun için bir türlü istikrarı sağlamıyorlar.

Hazinenin borç yükünü patlattınız. İki yılda, ikiye katladınız. Bu milletin sırtına büyük bir borç yüklediniz. Bu, gelecek nesillerin sırtına yük. Bunlar sadece bu ülkenin refahını çalmadılar, gelecek nesillerin refahından da çaldılar. Bizim çocuklarımızın, torunlarımızın refahından çaldılar.

Faiz oranında da Avrupa’da birinciliğe, dünyada dokuzunculuğa kadar taşıdınız.

*****

Değerli arkadaşlar,

11 yıl bu ülkenin ekonomisini yönetmiş,

Milli geliri 3 bin 500 dolardan 12 bin 500 dolara çıkartmış,

Merkez Bankası’nın kasasını dolu teslim etmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum:

Sayın Erdoğan çıkmış, hâlâ döviz satışlarını savunuyor.

Bu nasıl bir bilgisizliktir, bu nasıl bir başarısızlıktır, bu nasıl bir bilinçsizliktir. Akıl alır gibi değil.

“Damat kadar taş düşsün başınıza” diyor.
Başımıza yeterince taş düştü zaten. Esnafın, çiftçinin, işçinin, işsizin emeklinin

başına taş düştü.
Bu taş ekonominin başını kırdı.

Unutmayalım arkadaşlar “Damat, damat” diyorlar da ben hiç o ifadeyi kullanmıyorum, ben hep “Akraba” diyorum. Çünkü mesele tek bir kişi meselesi değil. Bugün o akraba olur, yarın başka bir akraba olur. Buradaki yanlışlık yakın bir akrabayı böyle kritik bir devlet görevine getirmek ve ikiyakın akrabanın aynı sistemde beraber çalışıyor olması. İşin özü bu, yanlış burada. Bunun adına “nepotizm” denir. Nepotizm hastalığıdır bu, problem orada.

Bir kişiyi hedef alıyorlar “Damat aşağı, damat yukarı.” İyi de şunu unutmayalım Sayın Erdoğan seçilmeden önce ne demişti? Demişti ki “Bu kardeşinize yetkiyi verin, faiz de enflasyon da nasıl düşer görürsünüz” demişti.

Halk da bu yetkiyi verdi. “Madem çok istiyorsun, al yetkiyi” dedi.

“Hem enflasyonu hem faizi düşüreceğim, yetkiyi verirseniz” dedi. Şimdi ne oldu? Hem enflasyon arttı hem faiz artı hem de kur arttı.

Sevabıyla, günahıyla tek sorumlu şu anda Sayın Erdoğan’dır.

Hiç de öyle sorumluluğu akraba bakana yıkarak kendilerini kurtarmaya çalışmasınlar. Ülke eğer başarılı olursa mükâfatı ona yazılacaktır ama bütün başarısızlıkların sorumlusu da kendisidir. Bu sorumluluktan kaçamaz. Öyle lafı dolandırmaya gerek yok. Etrafını da kendi oluşturdu, bu sistemi de kendi istedi. Çok istedi vatandaşlarımız “Al bakalım görevi ne yapacaksın?” dedi veyapamadı, yapamayacak da.

Sayın Erdoğan;
Bu millet sizden somut adımlar atmanızı bekliyor.

Reform diye sayfalarca doküman hazırlayacağınıza kapatsanıza ya bu varlık fonunu? Doğmamış çocuklarımızı bile borçlandırdınız. Kapatsanıza.

Reform diye sayfalarca doküman hazırlayacağınıza bıraksanıza sağa sola akraba, eş, dost atama yapmayı. Liyakatli kişileri atasınıza.

Reform diye sayfalarca doküman hazırlayacağınıza ihale mevzuatından elinizi çeksenize. Kamu ihalelerini 3-5 kişinin zenginleşmesine alet etmesenize. Avrupa Birliği’nin kamu alım mevzuatını getirin, aynen uygulayın. 28 ülke kamu alınımı böyle yapıyor. İhale alınımı buna göre yapıyor. Bu ülkenin hepsinin milli geliri Türkiye’nin üzerinde. Bu ülkenin hepsi altyapı yatırımı yapıyor. 28 ülke tek bir mevzuat uyguluyor. Alın o mevzuatı, aynen getirin. Uğraşmayın reform yazacağız diye. Reçete belli, kopya veriyoruz. Hemen alın uygulayın.

*****
Değerli arkadaşlarım;

Biz, ülkemizin her bir yanında; Trabzon’da, Diyarbakır’da, Edirne’de, Kars’ta, Zonguldak’ta, Manisa’da, her gittiğimiz yerde reçetelerimizi açıklıyoruz.

Biz, insan haklarına dayalı, birinci sınıf bir hukuk devletini mutlaka inşa edeceğiz. Kimse kendisini ikinci sınıf vatandaş hissetmeyecek.

Biz, güven ve istikrarla büyüyen refah devletini mutlaka inşa edeceğiz. Kimse yoksullukla boğuşmayacak, hiçbir anne baba, çocuğunu yatağa aç koymayacak.

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Ortahisar’ın DEVA’sı var. Ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

15 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bağlar İlçe Kongresi Konuşması

Bağlar
1. Olağan ilçe kongresi


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Diyarbakır il teşkilatımızın ve bağlar ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin çok kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Diyarbakırlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, bağlar teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Beş aylık bir aradan sonra yeniden burada Diyarbakır’da olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Bu mutluluğumu bugün burada sizlerle paylaşmaktan kıvanç duyuyorum. Sağ olun, var olun.

Bağlar ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine üstün başarılar diliyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partisi geçtiğimiz hafta birinci yılını doldurdu.

Gerçekten coşku dolu bir kutlama programı yaptık.

Bu sıradan salonlarda, kapalı yerlerde yapılan bir kutlama değildi.

1. yılımızı 81 ilimizde 600 ilçemizde binlerce mahallede eş zamanlı olarak halkımızla, vatandaşlarımızla buluşarak kutladık.

Bir bakıma partimizin ikinci yılının artık tamamen sahada geçecek esnafımızla, çiftçimizle, öğrencilerimizle, emeklilerimizle, memurlarımızla, işçilerimizle... Tüm vatandaşlarımızla buluşarak omuz omuza yürüyecek bir yıl olduğunu böylece tescil etmiş olduk.

Ben DEVA Partimiz için nice yıllara diyorum ve bu hizmet kervanının tüm ülkemiz satında damla damla yayılıp nehir olmasını ve halkımızla kucaklaşmasını gönülden temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlarım;

Biliyorsunuz, biz Diyarbakır'a gelince başka Diyarbakır'dan dönünce başka konuşanlardan değiliz.

Biz şöyle bir görünüp hemen kaybolup gidenlerden de değiliz.

Bizim özümüz sözümüz bir.

Ülkemizin her bir yanında dört bir köşesinde başımız dik yürüyoruz.

Biz yıllarca bu ülkede yaşayan hiçbir vatandaşımızın dini, kimliği, yaşam tarzı gibi sebeplerle ayrımcılığa uğramaması için mücadele ettik, Bunun için çalıştık.

Beş ay evvel buraya geldiğimizde ne demiştik?

“Bugünkü iktidar Kürt meselesini yeniden diriltti” demiştik.

Gerçekten bugünkü iktidar bütün kazanımlarımızı tüketti, tüketiyor. Türkiye’yi yeniden 90’lı yıllara götürmeye başladılar her açıdan.

Biz “Kürt meselesini dirilttiler” dedikten sonra Sayın Erdoğan ne dedi? “Ne Kürt sorunu ya! Bu ülkede Kürt sorunu yoktur” dedi.

Biliyoruz ki, iktidar ortaklarının halktan kopuk, ayrımcı, baskıcı, hukuksuz uygulamalarıyla ülkemizdeki her sorun maalesef her sorun tek tek dirildi, diriliyor.

Beş ay evvel Diyarbakır’a geldiğimde, gözleriyle hafızalarımıza kazınan, 12 yaşında hayatını kaybeden ceylan Önkol’dan bahsetmiştim.

Değerli arkadaşlarım 5 ay önce Ceylan kızımızdan bahsetmiştim burada.

Bakın, idare mahkemesi ne yaptı? Geçtiğimiz hafta, Ceylan’ın ölümünde ilgili bakanlığı yüzde 90 kusurlu buldu.

Kusurun yüzde 10’unu da evinden ot toplamaya çıkmış, Diyarbakırlı yoksul bir kızımızın üzerine bırakmış oldu.

Peki, o yüzde 90 kusur var da o kusurun bir sorumlusu açıklandı mı? Biz duymadık. Kusur var ama suçlu yok. Kusur var ama kusurlu yok.

Ama daha acısı, Ceylan’ın ailesi tam on iki sene boyunca adliyelerde mücadele etti.

12 sene.

Bu mudur adalet?

Bu mudur insan hakları?

5 ay önce Diyarbakır İl Kongresi vesilesiyle yaptığım konuşmada bu konuyu gündeme getirmezsek acaba yargı süreci böyle işler miydi?

Soruyorum şimdi sizlere.

İlla bizim hatırlatmamız mı gerekiyordu?

İlla bizim gündeme getirmemiz mi gerekiyordu?

Hukuk devleti böylemi olur, hukukun üstünlüğü buna mı denir?

12 sene böyle bir dava sürüncemede bırakılır mı?

Gerçekten arkadaşlarım içimiz cız ediyor, yüreğimiz yanıyor.

Bu ülkede her gün hukuk katlediliyor hukuk, her gün insan hakları ayaklar altına alınıyor.

Türkiye bunu hak etmiyor, bu ülke bunu hak etmiyor.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Hep söylüyorum; bugünkü iktidarın çok ciddi bir zihniyet sorunu var.

Bu öyle tedavisi zor bir hastalık ha, zihniyet sorunu çok ciddi bir hastalık.

Bakın, geçtiğimiz günlerde kadına şiddetle mücadele için kurulmuş bir “kadın destek uygulaması”nın duyurusu yapıldı değil mi? Kadına şiddetle mücadele uygulaması...

Fikir güzel sorun yok.

Daha sonra açıklandı ki farklı dillerde hizmet veriyor. A dedik ne güzel.

Hangi dillerde hizmet verdiği açıklandı.

Bakın arkadaşlar bu uygulamada Türkçe dışında tam beş dil var, Fransızca bile var. Hepsi olsun, güzel.

Bir zararı yok, faydası var.

Ama bu ülkede en çok konuşulan ikinci dil, Kürtçe yok arkadaşlar bu uygulamada.

Böyle bir ayrımcılık yapılabilir mi? Bu işin ucunda yaşam var. Kadınların canı var.

Şiddete uğrayan kadının konuştuğu dille kavga edilir mi ya?

Böyle bir şey olur mu?

Bu nasıl bir pervasızlıktır?

Bu nasıl bir vurdumduymazlıktır?

Kadına karşı şiddetle mücadele, gerçek bir ölüm kalım savaşıdır arkadaşlar ve hafife alınamaz, ayrımcılık yapılamaz.

Üstelik biliyorsunuz, son dönemde bir de ne yaptılar? Sokak ortasında kendi kendilerine ilan-ı aşk ettiler. Biliyorsunuz değil mi? Sağa sola her yere “Erdoğan’ı seviyorum” yazdırdılar.

Diyarbakır surlarına da bunun Kürtçesini yazdırdılar arkadaşlar. Siz biliyorsunuz, Diyarbakır surlarında bunun Kürtçesini gördünüz.

Demek ki neymiş? Bu milletin parasıyla, taraflı Cumhurbaşkanı’na sevgi gösterme kampanyası, sevgi gösterme propagandasına gelince akıllarına Kürtçe düşüyormuş.

Konu kadına şiddet gelince, konu kadına şiddet olunca, Kürtçe bilinmeyen bir dil oluveriyormuş maalesef.

Bu nedir, bu hissiyat nedir bunu en iyi sizler biliyorsunuz.

Bunları zaten burada bu salonda anlatmama gerek yok ama bu vesileyle tüm Türkiye duysun tüm Türkiye bilsin diye ben bunları dile getiriyorum.
Yoksa sizler zaten içinde yaşıyoruz bu durumu.

Bunun adı ayrımcılıktır, bunun adı ayrıştırmaktır.

Buradan iktidarın irili- ufaklı bütün ortaklarına sesleniyorum;

Bu ülkenin insanları birbirini çok seviyor. Bu sevgisini de öyle sağda solda reklam panolarına yazdırmaya gerek yok.

Bu milletin buna ihtiyacı yok. Bu millet birbirini seviyor siz merak etmeyin.

Yeter ki siz ayrıştırmayın, siz ötekileştirmeyin. Yeter ki siz sen ben diye ayırmayın.

Sizin bu ülkeyi ayırmanıza, vatandaşlarımızı ayrıştırmanıza biz müsaade etmeyeceğiz. Biz buna izin vermeyeceğiz.

Siz ne derseniz deyin ne kadar bazı kesimleri ötekileştirmeye çalışırsanız çalışın, nasıl olsa bunlardan oy gelmiyor artık diye ne kadar bazı vatandaşlarımızı düşmanlaştırırsanız düşmanlaştırın size rağmen size inat bu ülkenin insanları bir arada yaşama iradesini koruyacak. Size rağmen koruyacak.

Ülkemizin insanları bir arada olmak istiyor arkadaşlar, bir arada yaşamak istiyor.

Bu ülkenin nimetlerinden bu ülkenin refahından hep beraber herkes istifade etmek istiyor.

Sizin ayrımcılığınızı da bitmeyen kavgalarınızı da milletimizle beraber biz sona erdireceğiz.

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Beş ay evvel bir şey daha demiştim. Hatırlarsanız yine il kongremizde “Kürtçe öğretmeni atanmıyor. Geçtiğimiz sene, sadece 1 kişi 1 öğretmen ataması gerçekleşti” demiştim.

“Demokratik devletler vatandaşlarının anadili ile ilgili ihtiyaçlarına çözüm üretmekle mükelleftir” demiştim. Burada da etkili olmuş arkadaşlar.

Bu konuda da sesimizi duymuşlar. Belli oluyor.

İnanmayacaksınız ama atanan Kürtçe öğretmeni sayısında tam %200’lük artış var. 1’di 2 daha eklemişler şimdi 3 olmuş. 3..

Koskoca Türkiye’de 3 öğretmen atandı, 3!

Şimdi buradan özellikle iktidarın büyük ortağa seslenmek istiyorum.

Gerçekten bu tablo komik bir tablo. Komik duruma düşüyorsunuz. İnsanların anadiliyle kavga edemezsiniz. İnsanların kimliklerini yok sayamazsınız.

Siz, kimliği ezilmiş, yok sayılmış insanların desteğiyle iktidara gelmiş bir partisiniz. Bunu unutmayın.

Sizi bu iktidara getirenler mazlumlardır, mağdurlardır, ezilenlerdir.

Yıllar sonra iktidar gücünü elinize geçirince zulüm edemezsiniz.

Yıllar sonra iktidar gücünü ele geçirince başkalarını ezemezsiniz. Öyle bir hakkınız yok.

Bu çağdışı, bu arkaik, bu köhne zihniyetle 2021 yılında bizlere; hele hele gençlere verebilecek artık hiçbir şeyiniz yok sizin. Bitti.

Artık Gölge etmeyin, başka ihsan istemiyoruz, Gölge etmeyin hiç olmazsa.

Biz bu kötü yönetimi ve bu köhne zihniyeti sona erdireceğiz arkadaşlar. DEVA partisi sona erdirecek.

İşte bu gençlik bu köhne zihniyeti sona erdirecek.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Lafa gelince “milletin iradesinin üstünde irade bilmiyorum” diyorlar değil mi? Fakat başlarını oy alamadıkları yerlere çevirince millet iradesini ezip geçiyor.

Bakın, bağlar’da yerel seçimler yapıldı, değil mi? Yüksek seçim kurulu da aday olmak isteyenlere “seçime girebilirsin” diye onay verdi. Yani adaylar bir bakıma Yüksek Seçim Kurulu’nun onayından geçti. Yani Yüksek Seçim Kurulu dedi ki; ‘Her şey hukuka uygun’

Seçimden sonra, sıra mazbataları vermeye geldi. İş mazbata alma aşamasına gelince, en çok oyu alan adaya “yok sen uygun değilsin” dediler. Mazbatayı seçimden birinci çıkana değil, birinci çıkanın ancak 3’te 1’i kadar oy alan başka birisine verdiler.

Seçimi yinelemek falan da yok, ikinciyle yönetmek diye yeni bir usul icat ettiler.

Durmadan zaten icat ediyorlar, durmadan yeni usuller icat ediyorlar.

Milletin iradesi tecelli etmiş, siz izin vermişsiniz, uygun görmüşsünüz seçimler olmuş, seçim sonucuna bakıp daha sonra tamamen aykırı bir karar almak.

Bu otoriterlik, bu “ben yaptım oldu” usulü böyle devam edemez arkadaşlar.

Demokrasi ile alay edemezsiniz, bu milletin iradesini yok sayamazsınız.

Hukuk ve demokrasi tüm ülke içindir. Diyarbakır içindir de Bağlar içindir de.

Değerli arkadaşlarım biz,

Seçmen kararını yok sayan, milletin iradesini ezip geçen bu yönetimi sona erdirip ülkemizi hukuk devletiyle taçlandıracağız. Hukuk devletiyle.

Kayyum atamalarıymış, seçim sistemini değiştirmekmiş… bunlar nafile.

İstedikleri kadar uğraşsınlar, oyunun kurallarını değiştirmeye çalışsınlar. Nafile. İstedikleri kadar zihni sinir projeleri hazırlasınlar. Nafile.

Biz bu zihni sinir projelerine gülüp geçeceğiz. Demokrasimizi en yüksek seviyeye taşımak için de hep beraber mücadele etmeye devam edeceğiz.

Şu anda ki iktidar değerli arkadaşlar, görüyor ki artık mevcut seçim mevzuatıyla, mevcut siyasi partiler yasasıyla, mevcut seçim yasalarıyla artık bir daha iktidara gelemiyor.

İşleri çok zor bunu görüyorlar.

Diyorlar ki madem oyunun bugünkü kurallarıyla biz bu seçimi kazanamayacağız bari oyunun kurallarını değiştirelim de bir sonraki seçimi öyle kazanalım diyorlar.

Beyhude.

Yakın siyasi tarihimiz göstermiştir ki hangi parti olursa olsun hangi iktidar olursa olsun artık seçim kuralları ile oynamaya başladıysa bilin ki onların gitme zamanı geldi.

Bunu tarihimizde çok gördük. Tarihimizde çok gördük.

Bunlar nafile.

Bakın ben şunu çok açık bir şekilde ifade etmek istiyorum.

DEVA Partisi'nin bu demokrasi sevdası karşısında, halkımızın bu desteği, bu heyecanı karşısında hiç kimse duramaz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bu iktidar, ülkemizi günbegün fakirleştiriyor, günbegün toplum olarak yoksullaşıyoruz.

İşsizlik her geçen gün artıyor ülkede.

Bakın en son açıklanan işsizlik rakamlarını gördünüz. Biz ne diyorduk? TÜİK bu rakamları düzgün açıklamıyor diyorduk, gerçek işsizlik değil diyorduk.

Ve nihayetinde TÜİK ilk defa Genişletilmiş İşsizlik Tanımı diye bir şey ortaya çıkardı ve %30 olarak açıkladı atıl işgücünü.

Yani yaşı, durumu müsait olup çalışabilecekken çalışamayan nüfusumuz şu anda 3’te 1.

Çok yüksek bir oran.

Hükümet tabii çırpınıyor ne yapsak? Ne etsek? Nasıl düzeltsek bunu.

Bakın daha üç gün önce ekonomik reform paketi diye bir şey açıkladılar.

Pakete bakıyoruz;

Bir defa, çözmeleri gereken asıl sorunları ıskalamışlar. Görmezden geliyorlar, sorunları inkâr ediyorlar. Hasta hastalığını kabul etmiyor. Hatalığını kabul etmeyen, tedaviyi reddeden bir hasta nasıl iyileşecek ki.

Sorunun tam da özünde bu var. Sanki ilk defa iktidara geldiler. Tarz, üslup açıklama öyle.

Sayın Erdoğan’a göre korona dönemini başarıyla atlatmışız, bunu da partili cumhurbaşkanlığı sistemine borçluymuşuz.

Açıklamada bu da var biliyorsunuz.

Nasıl başarıysa benim aklım ermedi doğrusu. Bir başarı var diyor başarının sebebi de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diyor.

Zihniyet bu işte. Nereden, Neresinden tutsan dökülüyor.

Biz yine de işin doğrusunu tespit etmek zorundayız, işin doğrusunu söylemek zorundayız: Bakın henüz bu salgın yokken 2019’da. Dünyada da yok, Türkiye’de de yok. Ekonomi yönetiminde başarısızdınız, salgın döneminde de başarısız oldunuz.

Bunu cümle alem biliyor.

Bu millet biliyor.

Bunu başka türlü anlatmaya izaha hiç gerek yok.

Önce bir hastalığı kabul edin ki tedaviye başlayın.

2019 için, salgın daha yokken bile, açıkladığınız büyüme oranı, o da doğruysa tabi, %1.

Yıl 2019.

Eğer buna da inanıyorsak tabii.

Daha salgın yok pandemi yok.

Ne oldu da 2019'da Türkiye sadece yüzde bir büyüyebildi?

Bu da rakam doğruysa. Onu açıklayın.

Bu başarısızlığınızın en önemli sebepleri de işte o çok övündükleri taraflı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile yanlış zihniyet.

Yönetenlerin yanlış zihniyeti.

Değerli arkadaşlarım, bakın açık konuşalım:

Bu hükûmetin sizin bizim anladığımız anlamda reform yapması mümkün değil.

Gördük işte İnsan Hakları Paketini de gördük, Ekonomi paketini de gördük.

Şimdiye kadar gerçekleştirdikleri sözüm ona “reformları” hep berber gördük değil mi?

Reform reform dedikleri, uyguladıklarına bakalım, ne yapmışlar?

Bu hükûmet, ülkemizin hem yönetim sistemini hem de ekonomi anlayışını maalesef değiştirdi.

Ve ne hale düşürdüğünü de hep beraber biliyoruz.

Onların anladığı, hayata geçirdiği sözüm ona reformların aslı bunlar işte.

Yönetim sistemini taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine çevirdiler. Ekonomik sistemi de içe kapalı ve tamamen ranta dayalı bir sisteme çevirdiler.

İşin özü bu.

“Adil rekabet” yerini “müdahale”ye bıraktı.

“Fırsat eşitliği” yerini “kayırmacılık”a bıraktı.

“Verimlilik” yerini “rant”a bıraktı.

Kurumlarımız çökertildi arkadaşlar ve yerine tek bir kişinin keyfi konuldu.

Yaptıkları sözüm ona “reform” bu işte bundan ibaret.

Son açıkladıkları reform paketlerine gelince;

Belli ki eski defterleri şöyle bir karıştırmışlar, “2015 öncesinde bu bizim eski arkadaşlar ne yapmıştı ne yapıyorlardı da işler iyi gidiyordu” diye şöyle bir bakmışlar.

Son bir yıldır söylediklerimizi de satır satır okumuşlar. Onu anlıyoruz. Nereden anlıyoruz? Çünkü epey bir kopya çekmişler. Bizim cümleler bizim ifadeler.

Yahu sizden bakın bu millet bakın yazılı kitabe, dikit falan bekleyen yok. Siz icra makamındasınız, icra makamındasınız. “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” Buyurun artık icraatınızı gösterin artık.

Açıklama, açıklama açıklama.

Zaten bir 4 ay geçti açıklayacağız dediler değil mi?

Ta Kasım ayında reform reform demeye başladılar. Aradan 4 ay geçti açıkladıklarının da ne olduğunu hep beraber gördük.

İnsan hakları reformu açıklıyorsunuz, düşünce suçluları hapiste.

Gazeteciler üzerindeki baskı aynen devam ediyor.

Ekonomi reformu diyorsunuz, hala atamaları eş dost ahbap çavuş ilişkisiyle yapıyorsunuz.

Liyakat yok.

Reform diye sayfalarca doküman hazırlayacağınıza şu varlık fonunu kapatın mesela. Doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırdınız ülkeyi. Sadece bu varlık fonu sebebiyle. Bir kapatın hele.

Reform hazırladık hazırlıyoruz diye bu milleti oyalayacağınıza, şu liyakatli kişileri göreve getirsenize bir an önce.

Bakın reçeteyi sunuyoruz akıl veriyoruz. Akıl almam diyorsanız ders almam diyorsanız hiç olmazsa kopya çekin. Bak kopya veriyoruz.

Reform yapalım diye 4 aydır uğraşacağınıza, Avrupa Birliği’nin, 28 ülkenin uyguladığı kamu alım mevzuatını alın aynen uygulayın! Kamu ihalelerini 3-5 kişinin zenginleşmesine alet etmeyin.

Bunun için de reforma falan ihtiyaç yok. Çok basit.

28 ülkenin uyguladığı ortak bir mevzuat var. Bu ülkeler gelişmiş ülkeler. Durmadan altyapı yatırımı yapıyorlar, refah sağlıyorlar vatandaşlarına.

Bunlar kamu alımlarını ihaleleri nasıl yapıyorlarsa getirin aynı kuralları Türkiye'ye koyun.

Bu kadar basit.

Niye yapmıyorsunuz?

Niye kaçıyorsunuz?

Bunu bir söyleyin önce.

Ne diyorlar? Basit usulde defter tutan 850.000 esnafa vergi muafiyeti getireceğiz diyorlar. Değil mi?

Reformun en büyük bakın manşet bu 850. 000 esnaftan artık vergi almayacağız.

Arkadaşlarımız hemen açtı baktı ya bu 850.000 esnaf kim? Ve ne kadar vergi ödüyorlar diye.

850.000 esnafımız basit usulde defter tutulan esnaf. Bunlardan toplam vergi tahsilatı bütçeden 234 milyon. 234 milyonu 850 bine bölün esnaf başına 275 Lira yılda..

Yılda 275 lira ...

Vergi almayacağız dedikleri var ya zaten bir yılda ortalama alınan vergi bir asgari ücretin onda biri.

275 lira.

Vergi almayacağız dedikleri rakam o rakam ha.

Reform paketinin en büyük manşeti 850.000 esnaftan artık vergi almayacağız.

Yani esnaf başına 275 liralık katkı vereceğiz diye övünüyorlar.

Katkı bu.

Güler misiniz ağlar mısınız?

Bunu esnafa hitap ederek söylüyorlar.

Paket açıklandığı gün biz Amasya’daydık.

Merzifon, Suluova’daydık.

En az 100 tane esnafımıza girdik çıktık. Ben sordum, hayırlı olsun dedim gözünüz aydın dedim. Paket esnafa ya...

İnanın hepsi gülüyor arkadaşlar.

Esnafımız, ‘Ya bunların bizden haberi yok, ne yaptığını bilmiyor bunlar’ diyor. Esnafımız bana bunu söylüyor.

‘Bunlar bizi tanımıyor, bizim derdimizi bilmiyor. Basit usulde defter tutanlar zaten o kadar az bir vergi ödüyor ki, ondan vergi alsalar ne almasalar ne asıl esnafın derdi başka’ diyor.

Esnafın derdi başka diyor.

Esnaf için hazırlanan pakete esnaf gülüyor.

O kadar kopmuşlar ki...

Bu ülkenin gerçeklerinden, bu ülkenin vatandaşlarından o kadar kopmuşlar ki...

Tamamen hayali projeler, hayali paketler, işe yaramayacak reformlar...

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bu ülkenin tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini bunlar çar çur etti.

Ben ekonomiden sorumlu bakan olduğum gün 2002’de, Merkez Bankası'nın 28 milyar dolarlık döviz rezervi vardı.

Bu rakamı tam 136 milyar dolara çıkardık. 136 milyar dolar...

Nasıl çıktı?

Bu ülke üretti, çalıştı, ihraç etti, ihracatın karşılığında döviz elde etti.

Bu ülkedeki çalışanların, üretenlerin, ihraç edenlerin alın teridir o döviz.

Tam 136 milyar dolara çıkardık o rezervi.

Ve bugün itibarıyla Ne oldu arkadaşlar En son 5 Mart tarihli açıklama, brüt rezerv 92 milyar ama net -46 milyar.

- 46…

-46 ne demek?

Merkez Bankası kasasını açıyor, gösteriyor bak dövizim var altınım var diyor, Sayın Erdoğan da diyor bak rezervimiz var diyor ama aynı Merkez Bankası'nı borca batırdıklarını, borcu düştükten sonra- 42 milyar dolar Merkez Bankası'nın açığı olduğundan bunlar bahsetmiyorlar arkadaşlar.

Bu neye benziyor biliyor musunuz? Cüzdanındaki parayı acıyor, gösteriyor ‘Bak param var’ diyor ama aynı cüzdandaki kredi kartının o paradan çok daha fazla borçlu olduğunu bu millete açıklamıyorlar, söylemiyorlar.

Düşünebiliyor musunuz?

O döviz sizin kendi malınız değil ki. Bu milletin.

Ve bu millete hesabını siz vermek zorundasınız.

Bu sizin siyasi sorumluluğunuz.

Bakın arkadaşlar bir de Merkez Bankası'nın yedek akçe hesabı vardır.

Yedek akçe nedir?

Merkez Bankası her sene bilançosundaki karının bir kısmını tutar. Ne olur ne olmaz diye, kara gün parası der.

Yıl 2019'un ocak ayı. Partili Cumhurbaşkanı ve akraba bakan daha göreve başlayalı 6 ay olmuş.

Yılların biriktirilen yedek akçesini 2019'un ocağında bir çırpıda sıfırladılar biliyor musunuz?

Bir gün de dağıttılar, bitirdiler o parayı.

2019 içinde biriken yedek akçeyi de 2020'nin Ocağında yediler bitirdiler.

Tam bir mirasyedilik. Tam bir mirasyedilik.

Ve ne oldu? Pandemide gelince artık millete verecek dağıtacakları para falan kalmadı.

G-20 içerisinde vatandaşına doğrudan destek veren ülkeler içerisinde sonuncu sırada Türkiye.

Böyle bir şey olabilir mi?

Ülkenin bütün kaynaklarını tükettiler.

Pandemi de gelip vurunca işte o kara gün gelince artık destek verecek imkânları kalmadı.

Bir de tuttular 2020 yılı için pandemi yılı için yüzde 1,8’lik büyüme açıkladılar. Büyüdük dediler.

TÜİK yüzde bir onda 8 büyüme açıklıyor, ekonomimiz büyüdü diyor.

Aynı TÜİK diyor ki çalışanların sayısı azaldı.

2020’de aynı TÜİK diyor ki çalışanlar daha az çalıştı. Çalışma süresi kısaldı.

Bir yandan da yine aynı TÜİK ekonomimiz büyüdü diyor.

Bu hesabın içerisinden çıkabilen varsa beri gelsin.

Böyle bir şey yok.

Çalışan sayısı 3 milyon düşecek, çalışanların çalıştığı saat, süre azalacak, ekonomi büyüyecek.

Ne diyorlar? Milli gelir arttı diyorlar değil mi? Yüzde 1, 10’da 8 milli gelir arttı.

Ben esnafa soruyorum gelirin arttı mı? Diyorum. Yok. Azaldı diyor.

Çiftçiye soruyorum gelirin arttı mı? Diyorum. Azaldı diyor.

Memurun reel olarak satın alma gücü düştü, gelir azaldı.

İşçinin öyle, emeklinin öyle.

Peki, bu ülkede yaşayan herkesin geliri düşüyor da hangi milli gelir artıyor?

Burada ciddi tutarsızlık var.

Değerli arkadaşlarım,

Bakın bir sorunu çözmek için kök sebeplere inmeniz lazım, kök sebeplerine.

Ülkenin içine düştüğü bu ekonomik tablonun kökünde hukuksuzluk vardır, kökünde özgürlüklerle ilgili kısıtlamalar vardır.

Kurumların itibarının yok edilmesi vardır.

Kurallardan uzaklaşılması vardır.

Şeffaflıktan uzaklaşılması vardır.

Öngörülebilirlikten uzaklaşılması vardır.

Bu ülkenin sorunlarının kökünde bu sistem vardır.


Taraflı Cumhurbaşkanlığı sistemi vardır ve yanlış zihniyet vardır.

Bu kök sebeplere inip bunları çözmeden bu ülkenin sorunlarına çözüm üretemezsiniz.

Mümkün değil.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bizim en temel önceliklerimizden birisi, ülkemizin her bir bölgesinin kendi potansiyelini gerçekleştirmesini sağlamak ve bölgeler arası gelişmişlik farklarını asgariye indirmektir.

32 OECD ülkesi arasında yapılan bir çalışmaya göre arkadaşlar bölgeler arasındaki sosyo-ekonomik gelişmişlik farkının en büyük olduğu bölgeler sıralamasında Türkiye maalesef sondan 1’inci.

Gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasında tam 4 kat refah farkı var. 4 kat...

Bu 32 OECD ülkesi içinde sondan 2’inciyiz.

Biz bölgesel gelişmenin temeline insanı yerleştireceğiz.

Öncelikle eğitimde fırsat eşitliğine önem vereceğiz.

Bunu altyapı temininde fırsat eşitliğiyle destekleyeceğiz.

Dağıtımda, paylaşımda ve yaşam kalitesinde hakkaniyeti esas alacağız.

Özellikle gençler ve kadınlar için iş, istihdam, eğitim ve finansmana erişim imkanlarını artıracağız.

Üniversitelerin eğitim planlamaları ile, yerel insan gücü talebini uyumlu hale getireceğiz.

Biz, bölgesel kalkınmayı yerel bilgiye, yetkinliklere ve kurumsallaşmaya dayalı hale getireceğiz.

Yerel inisiyatiflerin, kalkınma platformlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve iş örgütlerinin bölgesel kalkınma süreçlerinde daha aktif rol almalarını sağlayacağız.

Yerel idarelerin kalkınma alanındaki yetki, görev ve sorumluluklarını artıracağız.

Kalkınma ajanslarının yerel marka oluşturma konusunda daha fazla destek olmasını sağlayacağız.

Sınır kentlerimizin, başta komşu ülkelerle olmak üzere, uluslararası ticaretin sağlayacağı imkanlardan daha fazla yararlanmalarını temin edeceğiz.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bakın bugün biz Bağlar’dayız. Değil mi? Bağlar’dayız. Bakın onlar buralara gelebiliyor mu? Gelemezler.

Burada hiç toplantı yaptılar mı? Yapamazlar. Sokaklarında gezdiler mi?

Gelemezler, gezemezler.

Halkın arasına çıkacak cesaretleri yok artık arkadaşlar.

Ben buradan sayın Erdoğan ve sayın Bahçeli’ye sesleniyorum;

Buyurun gelin bağlar sokaklarında yoksulluğu görün.

Eğer bir hayal aleminde yaşıyorsanız bulunduğunuz yerde, oturduğunuz saraylarda gelin buraya görün.

Ekonomik kriz ne demekmiş burada görün.

Eserinizi görün, eserinizi! Eserinizi görün.

Bakın buradan çağrı yapıyorum. Geçen 5 ay önce Diyarbakır İl kongresinde yaptığımız konuşmayı takip etmişler ki, gelişmeler oluyor arkadan bunu da izleyeceklerdir, takip edeceklerdir. Buradan sesleniyorum;

Diyorum ki korkmayın, bu millet size, sizin onlara davrandığınız gibi davranmaz. Bu millet sizi de baş göz üstüne ağırlar. Endişeniz olmasın. Korkmayın gelin buraya.

Ama buraya geldikten sonra da öyle “abartıyorsun” deyip keyif çayı atmayın insanların üstüne. İnsanların onuruyla dalga geçmeyin.

Siz kimsede keyif de bırakmadınız, huzur da bırakmadınız.

Değerli dostlarım;

Ülkemizin bu yoksulluğa artık daha fazla tahammül gücü yok.

Bu hükümetin halkımızı önce yoksulluğa mahkûm edip, sonra da yaptıkları cılız sosyal yardımları bir lütufmuş gibi sunmasına tahammülümüz yok artık.

Bakın bizim çok somut bir projemiz var somut bir proje.

Nedir bu asgari gelir desteği?

Bir ailenin farklı kanallardan gelebilecek gelirine bakacağız. Bir de o ailenin kaç kişiyse asgari ihtiyacına bakacağız. Eğer o ailenin geliri asgari ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa aradaki farkı biz devlet olarak ödeyeceğiz. Asgari gelir desteği bu demek.

Bu sosyal yardımlar, destekler arkadaşalar vatandaşlarımızın hakkıdır.

Devletin verdiği bir lütuf değildir.

Devlet bu sosyal destekleri verirken zaten vatandaşlardan topladığı vergilerle yapmaktadır bunu.

Bu devletin görevidir, halkımızın hakkıdır.

Tıpkı aile hekimlerinde olduğu gibi, her bir aile için görevlendirilecek sosyal destek uzmanları; aile-aile, fert-fert vatandaşlarımızı yakından takip edecek ve tüm eksiklikleri telafi edecek. Daha vatandaşlarımız talep etmeden bu yardımı nereden nasıl alırım demeden, iktidar partisinin üyelik kartını alıp göstermek zorunda kalmadan o desteklere vatandaşlarımız artık ulaşacak.

Bu bizim görevimiz.

Ayrıca vatandaşlarımız bu sosyal desteği almasın diye çalışacağız. Sosyal destek almak zorunda olan vatandaşlarımızın sayısını azaltmak onları üreten, iş gücüne katılan vatandaşlar yapmak için çalışacağız.

Biz, kalkınma demenin, ekonomik büyüme demenin öyle üç beş kişinin zenginleşmesi anlamına gelmediğini biliyoruz.

Kalkınma, ülkemizin topyekûn zenginleşmektir. Hep beraber büyümektir. Refah içinde yarınlara güven içinde yarınlara güven içerisinde yürüyebilmektir.

Bizim anladığımız ekonomik büyüme; vatandaşa daha iyi eğitim, daha iyi sağlık hizmetleri sunmaktır.

Bizim anladığımız ekonomik büyüme; büyümenin nimetlerinden tüm halkımızın adil bir şekilde faydalanmasıdır.

*****

Bağlar’da yaşayan değerli vatandaşlarımız,

Sizlerin sorunlarını biliyoruz, yakından da takip ediyoruz.

Kayyum uygulamasının prensipte ne kadar yanlış olduğundan az önce bahsettim.

Ancak, kayyum uygulamasını şöyle biraz kazıyıp baktığımızda başka yanlışları da görüyoruz.

Gerçekten hayret ediyorum gerçekten.

Bakın, şu anda belediyedeki pek çok önemli pozisyona, çok uzak şehirlerden gelen insanların görevlendiriyorlar biliyor musunuz? Ve bunun oluşturduğu rahatsızlığın da gayet iyi farkındayız.

Yahu koskoca Diyarbakır, koskoca bölge.

Buralarda liyakatli hiç mi insan bulamıyorsunuz da Türkiye’nin ücra yerlerinden uzak yerlerinden insanları getirip bu belediyelerde görevlendiriyorsunuz.

Gerçekten değerli arkadaşlar izliyoruz, hayretler içinde izliyoruz.

Kayyum meselesi gerecekten zor bir mesele. Gerçekten vatandaşa sorumlu olmak ayrı, kendini seçmene karşı sorunlu hissetmek ayrı mesele.

Bağlar’ın bir başka sorunu, Kaynartepe mahallesiyle ilgili kentsel dönüşüm hazırlıkları.

Kentsel dönüşüm önemli. Düzgün yapıldığında adil ve şeffaf bir biçimde yapıldığında önemli.

Fakat bunun mağduriyetlere yol açılmadan yapılması lazım.

Diyarbakır’da bir sur örneği var ki vatandaşlarımızı gerçekten korkuttu, ürküttü.

Acaba yine benzer şeyler olacak mı diye haklı olarak vatandaşlarımız çekiniyor, merak ediyor.

Biz ne diyoruz? Şeffaf olun diyoruz, adil olun diyoruz ve öngörülebilir olun diyoruz.

Kentsel dönüşümü bu ilkeler çerçevesinde yapın diyoruz.

Biz Diyarbakır’da, il genelinde, çiftçilerimizin yaşadığı sorunların da gayet iyi farkındayız.

Çiftçimizin maliyetleri çok arttı. Döviz kuru arttı bütün maliyetler arttı. Yem, mazot, gübre, ilaç, tohum. Korkunç artışlar var burada.

Ve çiftçimizin sattığı ürünün fiyatları bu kadar artamadı.

Çiftçimiz artık daha az kazanıyor bazı ürünlerde zarar ediyor. Daha çok ürettikçe daha çok zarar ediyor.

Ve tarımsal üretimler düşüyor arkadaşlar. Bakın, tarımsal üretimler düşüyor.

Bu ülke için büyük bir problemdir bu.

Kendi kendine gıda açısından yeterli olan bir ülkenin tarımsal üretimin düşmesi ve temel pek çok ürünü ithal etmek zorunda kalması büyük bir aciziyet. Büyük bir iş bilmezlik.

Çiftçimizin borçları artıyor. İlk defa hiç görmediğimiz duymadığımız şeyler oluyor.

Çiftçimizin traktörüne biçerdöverine haciz koyuluyor.

Siz döviz kurunu patlatıyorsunuz, çiftçinin maliyetini patlatıyorsunuz, yanlış tarım uygulamalarıyla çiftçiyi mağdur duruma düşürüyorsunuz, borç altında eziyorsunuz arkasından sen borçlusun ödemiyorsun diye elindeki malına mülküne, traktörüne el koyuyorsunuz.

Böyle bir şey olmaz. Buna tarım politikası denilemez.

Üstelik sulamada kullanılan elektriğin maliyeti de çiftçimiz için büyük problem.

Bakın sulama yatırımları çok önemli arkadaşlar. Tarım demek sulama demek, özellikle damlama sulama demek.

Şimdi biz tarımda suya ihtiyaç var diyoruz, sulama kanallarına ihtiyaç var diyoruz onlar yatıyor kalkıyor Kanal İstanbul diyor. Yatıyorlar kalkıyorlar Kanal İstanbul.

Niye?

Çünkü Kanal İstanbul’da rant var rant. O rant gözlerini kör ediyor.

Ülkenin bu kadar sulama yatırımına ihtiyaç varken Kanal İstanbul ile uğraşmanın zaten kıt olan rant projelerine yönlenmesinin bir anlamı yok.

Yanlış yapıyorsunuz diyoruz.

Ve tüm bunlar arkadaşlar maalesef yanlış zihniyetin ve taraflı Cumhurbaşkanlık Sisteminin bir ürünü.

*****

Değerli arkadaşlarım;

Biz, ülkemizin her bir yanında; Diyarbakır’da, Samsun’da, Edirne’de, Kars’ta, Zonguldak’ta, Manisa’da, gittiğimiz her yerde sürekli açıklamalar yapıyoruz, reçetelerimizi açıklıyoruz.

Ders veriyoruz, kopya veriyoruz. Yeter ki alsınlar uygulasınlar diye

Biz, insan haklarına dayalı, birinci sınıf bir hukuk devletini mutlaka inşa edeceğiz. Kimse kendisini ikinci sınıf vatandaş hissetmeyecek bu ülkede.

Biz, güven ve istikrarla büyüyen refah devletini mutlaka inşa edeceğiz. Kimse yoksullukla boğuşmayacak, hiçbir anne baba, çocuğunu yatağa aç koymayacak.

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bütün teşkilatlarımıza bakın buradan seslenmek istiyorum. Diyarbakır İl teşkilatımıza bütün teşkilatlarımıza seslenmek istiyorum.

Kapı kapı çalacağız, cadde cadde, sokak sokak gezeceğiz. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, milletimizi dinleyeceğiz. Toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Çünkü DEVA partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Bağlar’ın DEVA’sı var. Ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

12 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Amasya İl Kongresi Konuşması

Amasya 1. Olağan İl Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Amasya il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Amasyalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Amasya teşkilatımızın 1. Olağan İl Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.

***
Şehzadeler diyarı,

Ferhat’ın şirin uğruna dağlarını deldiği,
Mustafa Kemal Paşa’nın “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı

kurtaracaktır” sözlerini kaleme aldığı,
Amasya Genelgesi’nin yazıldığı bu topraklardan hepinizi selamlıyorum. Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin başında hatırlatmak isterim ki,
Bugün İstiklal Marşımızın 100. yıl dönümü.

“Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet” şiarıyla bağımsızlık ve özgürlük mücadelemizin simgesi olan İstiklal Marşımızın yüzüncü yılını kutluyorum. Bu vesileyle İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif’i rahmetle ve saygıyla anıyorum.

***

Değerli arkadaşlar,

Salı günü partimizin 1. yaşını kutladık.

Eşi benzeri görülmemiş bir kutlama gerçekleştirdik.

On binlerce üyemizle birlikte, 81 şehirde, binlerce mahallede aynı anda halkımızla buluştuk.

Kuzeyiyle güneyiyle, batısıyla doğusuyla Türkiye’nin dört bir köşesinde milletimizin derdini dinledik, milletimize DEVA’yı anlattık.

Çünkü değerli arkadaşlar, DEVA Partisi tam da bunun için kuruldu. Halkımızın derdini dinlemek, anlamak ve çözümlerini gerçekleştirmek için yola çıktı.

Biz DEVA Partisi’ni kurduk;
Çünkü ülkemizin yarınlarına gidecek bir yol kalmamıştı ve biz yeni bir yol açmaya karar verdik.

Klasik muhalefet anlayışının bu kötüye gidişi durduramayacağını gördük.

DEVA Partisi’ni kurduk çünkü mevcut siyasi düzenin tamamından rahatsız olan halkımızın arasındaydık.

Evet, biz DEVA Partisi’ni ülkemizin her kesiminden gelen insanlarla birlikte yol yürümek için kurduk.

Öteki-beriki demeden, ocu-bucu ayırmadan aynı masanın etrafında, 84 milyonun tamamının sesi olmak için buluştuk.

İşte tam bu yüzden, 9 Mart günü, birinci yıl dönümümüzde sokakta, milletimizle beraber bu yürüyüşü kutladık.

Yolumuz zorlu değerli arkadaşlar.

Ama biz yorulmuyoruz. Ama biz yılmıyoruz. Çalışıyoruz. Çok çalışıyoruz.

Sadece eleştiren, sadece şikâyet eden 'muhalefet’ değil, sorunları çözmek için çalışan, çözüm üreten, öneri üreten bir 'muhalefet’ nasıl olur bunu

gösteriyoruz.

Yepyeni bir siyasi dil inşa ediyoruz. “Ben onunla konuşmam, bunun elini sıkmam, şunun masasına oturmam” demiyoruz. Bağırmıyoruz, kavga

etmiyoruz.
Ülkemizin sorunları için aslolanın karşılıklı konuşabilmek olduğunu biliyoruz.

Çünkü biz, herkesin güven içinde yaşadığı bir Türkiye’yi inşa etmek için buradayız.

Temel amacımız, herkesin insan onuruna yaraşır iş, aş, huzur ve refah sahibi olduğu bir Türkiye’dir.

Hedefimiz; yatırımla, üretimle, ihracatla, bilek gücüyle, alın teriyle, akıl teriyle büyüyen, herkese fırsatlar sunan bir Türkiye’dir.

DEVA Partisi bu Türkiye’yi sağlayacak tek siyasi partidir. Ve biz hazırız. Tüm Türkiye sathında 81 ilde, bütün ile başkanlarınız görevinin başında ve emaneti

teslim almaya geliyoruz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Bugün Amasya’da, yüz yıllar öncesinden beri adı eğitimle anılan bir şehirdeyiz.

Şehzadeler yetiştiren, devlet yöneticileri yetiştiren ve tarihinin her bir hücresinde, dokusunda eğitim olan bir şehirdeyiz bugün.

Biliyorsunuz bugünkü iktidar ekonomiden hukuka, sağlıktan dış ilişkilere hiçbir şeyi yönetemediği gibi eğitimi de kötü yönetiyor.

Hele hele pandemi koşulları da eklenince eğitim konusunu içinden çıkılmaz bir hale getirdiler.

Türkiye’nin son 20 yılına baktığımızda, “Ne yaptık, Türkiye hangi alanda başarılı oldu, hangi alanda başarısız oldu?” diye analiz ettiğimizde üzülerek söylüyorum ki eğitim çok geri kaldığımız alanlardan birisi oldu ve pandemi şartları zaten sıkıntılı olan eğitim alanını daha da problemli hale getirdi.

Olan çocuklara, gençlere oluyor. “Sınav var mı, ertelenecek mi, okula gidilecek mi, ne zaman okul kapanacak?” derken tamamen bilinmez bir düzenin içine hapsoldular.

Bildiğiniz gibi en son okulların kademeli açılmasına karar verdiler. Tabii biz okulların açılması konusunda herhangi bir itirazda bulunmuyoruz. Okulların açılması artık gereklidir, zamanı gelmiştir.

Ancak okulların açılmasıyla biz, okulların açılmasının, doğru ve iyi bir yönetimle faydalı olacağını düşünüyoruz.

Peki mesele okulları açmak mı?
Mesele şu an için okulları açmakta değil. Mesele, okulların tekrar

“kapanmamasını” sağlamakta.
Açmak kolay okulları ama ne yapmalıyız ki okullar tekrar kapanmasın. “Okulları açtım” demekle olmuyor, maharet tekrar kapanmamasında.

Bu nedenle, okullarda sağlık önlemleri azami ölçüde alınmalıdır. Dezenfekte çalışmaları, dersliklerde mesafe, öğrencilerimizin mutlaka maskeli olması ve bunlara harfiyen uyulması bu işin olmazsa olmazı. Tabii okul yöneticilerimize, öğretmenlerimize çok iş düşüyor burada.

Ana hedef, tedbirlere uyularak okulların açık tutulmasını sağlamak olmalıdır. Tüm süreçlerde bilgi ve veriler vatandaşlarımızla şeffaf olarak paylaşılmalıdır.

Şu andaki hükûmetin en önemli eksikliği, verileri şeffaf bir şekilde vatandaşlarla paylaşmıyor olmasıdır. Biz aylardır bastırdık hatta “Vaka sayısı 30 bin oldu” dedik. “Bak düşük açıklıyorsunuz” dedik. Bizden 10 gün sonra da “29 bin 800 küsur tane vaka varmış” dediler. Bizim bastırmamızdan sonra ancak gerçek vaka sayısını açıkladılar.

Eğitime cumartesi günleri de devam edilmeli ve öğretmenlere ek ücret ödenmelidir.

Fiziksel şartlar yeniden düzenlenmelidir.

EBA’ya erişim konusundaki sıkıntılar hızla çözülmeli, böylece hem evde hem okulda eğitim faaliyeti devam etmelidir.

Bunun için gereken internet altyapısı kurulmalı, hiçbir çocuğumuz mağduriyet yaşamamalıdır.

Eğitimde fırsat eşitliği çok önemli. Evinde hızlı internet bağlantısı olan eğer birkaç kardeş okula gidiyorsa; her bir okula giden çocuğumuz için ayrı ayrı tablet ya da bilgisayar sahibi olan vatandaşlarımızla bu imkânlara sahip olmayan vatandaşlarımız arasında çok ciddi fırsat adaletsizliği oluştu.

Genel anlamda baktığımızda eğitimde, Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman varlıklı ailelerin çocuklarıyla gelir seviyesi düşük ailelerin çocukları arasında bu kadar büyük bir fırsat adaletsizliği oluşmamıştı. Ülke olarak ilk defa böyle bir şey başımıza geliyor.

Bizim tavsiyelerimiz bunlar. Umarım takip ederler, umarım ders alırlar, umarım uygularlar.

Ama değerli arkadaşlar hep söylüyorum, buradaki temel sorun zihniyet. Eğitim sistemimizdeki tüm aksaklıklar kısa vadeli bakıştan kaynaklanıyor.

Eğitim sürekli olarak ideolojik bir çatışma alanı haline getiriliyor.

Yönetime gelenler kendi fikrine benzeyen, adeta tornadan çıkmış çocuklar ve gençler yetiştirmeye çalışıyor.

Oysa eğitim, çocukları devletin ideolojik görüşüne göre tornadan geçireceği bir araç değildir.

Eğitim, toplum mühendisliği yapmanın bir aracı değildir. Biz bu anlayışı sona erdireceğiz.

Parti programımız çok açık. Şu anda iddialı konuşuyorum, bizim eğitim politikamız, eğitim ile ilgili yaptığımız hazırlıklar diğer tüm benzer hazırlıklar mukayese edildiğinde en ileri en güncel ve günümüzün, yarınlarımızın gereği olan hazırlıklar.

Biz DEVA Partisi olarak eğitimde öncelikle fırsat eşitliğini, adaleti ve insanı merkeze alacağız.

Türkiye’nin doğusu ile batısı, şehirleri ile köyleri arasındaki eğitim farkını azaltmak için çalışacağız.

Sadece parası olanın değil, herkesin iyi eğitim alması için çalışacağız.

Eğitimi üç yaşında başlatacağız. Çocuklarımızın erken yaşlarda, doğuştan sahip oldukları özellikleri dikkate alan bir eğitim sistemi kuracağız.

Çocuklarımızın erken yaşlarda doğuştan sahip olduğu özellikleri dikkate alan bir eğitim sistemi kuracağız. Başarısız öğrenci diye bir şey yok. Her öğrencimizin, her çocuğumuzun, her gencimizin, her evladımızın iyi olduğu alanlar var. Belki biraz daha geriden geldiği alanlar var. Her çocuğumuzun başarılı, iyi olduğu alanları erken yaşlarda kavrayıp o alanda daha ilerlemesine destek verici bir eğitim anlayışını Türkiye’ye getirmek zorundayız.

Dil eğitimini anasınıfından itibaren çocuklarımıza sunacağız. Bu ilkokulda da yoğun şekilde devam edecek.

Dil eğitimi erken yaşlarda verilmesi gereken bir eğitim. Yine o yaşlar kaçırıldığı zaman ileriki zamanlardaki dil eğitimi verimli olmuyor ve çocukların erken yaştaki dil öğrenme fırsatını kaçırdığınız zaman ileriki yaşlarda aynı verimi alamıyorsunuz.

Biz çocuklarımıza ezberlemeyi, ezberleri tekrar etmeyi değil, sorgulamayı öğreteceğiz. Soru soran gençlerden korkmayacağız!

Biliyoruz ki, soru sormak öğrenmenin en etkili yoludur. Sorgulamak, demokratik bir ülkede gençlerimizin sahip olması gereken en önemli özelliklerden birisidir.

Çağdaş dünyanın temelinde eleştirel düşünce yatar. Gelişmiş toplumlar, eleştiriyi bastıran değil, eleştiriyi teşvik eden toplumlardır. Biz, eleştirel düşüncenin önünü açacağız.

Çocuklarımıza, gençlerimize merak etmekten, eleştirmekten korkmamayı öğreteceğiz.

Çocuklarımızın analitik düşünmelerini geliştireceğiz. Sadece öğretime odaklanmayacağız; çocuklarımızın, gençlerimizin sosyal, duygusal ve psikolojik gelişimlerini de eşzamanlı sağlamak için çalışacağız.

Seçmeli ders çeşitliliğini artıracağız. Kişiselleştirilmiş ve esnek bir müfredat anlayışı getireceğiz.

Çocuklarımızın, gençlerimizin hayallerini kalıplara sokmayacağız.

Ezberlerle, sınav kaygılarıyla gençlerimizi korkuya boğmayacağız.

Tam da bu nedenle, gençlerimizin büyük kaygı duyduğu üniversiteye giriş sınavlarını yılda birkaç defa yapacağız. Hastalık veya benzer nedenlerle sınavı kaçıran gençlerimizin farklı tarihlerde sınava yeniden girme hakları olacak.

Aşağı yukarı 12 yıllık eğitim döneminden sonra saatlerle ifade edilen bir sürede hayatının geri kalanını etkileyecek önemde olan üniversite sınavlarını tek bir fırsat, tek bir gün birkaç saatte sınırlı tutmayacağız. Alternatif günleri olacak.

Hayat boyu tek mesleğe zorlayan katı eğitim modellerini terk edeceğiz.

Bunun yerine hayat boyu eğitim ile bireylerin değişmelerine imkân tanıyacak, zaman içinde değişebilecek isteklerine cevap verecek eğitim modelleri oluşturacağız.

İnsan ömrü uzuyor artık. Teknoloji de gelişiyor. Bu yeni dünyada gençleri tek bir mesleki kalıbın içine sıkıştırmak doğru mu? Bu gençleri, bizleri mutlu eder mi? Ülkeyi geliştirir mi?

Gençlerimiz hayatları boyunca belki bir, belki üç meslek değiştirebilecek bundan sonra. 18 yaşında seçtiği meslek, 10 sene sonra geçerliliğini tamamen kaybedecek. İşte o noktada üniversitelerimizi hayat boyu öğrenim merkezi haline getirerek kısa süreli programlarla öğrencilerimizi yeni alanlara, gençlerimizi yeni mesleklere döndürebilecek, yöneltebilecek bir sistemin de altyapısını kurmuş olacağız.

Öğretmenlerimize, eğitimcilerimize de mesleklerinin itibarını yeniden iade edeceğiz.

Eğitimde en önemli konu öğretmen. “Eğitim unsurlarının en önemi konusu nedir?” diye 1’den 10’a kadar sıralayacak olursak birinci sırada öğretmen, ikinci sırada yine öğretmen, üçüncü sırada yine öğretmen. Dördüncü, beşinci sırada başka şeyler sıralayabiliriz ama öğretmen, öğretmen, öğretmen.

Hafife alınacak bir meslekten bahsetmiyoruz arkadaşlar. Öğretmenlerimiz, her birimizin yetişmesinde ailelerimiz gibi etkisi olan kişiler. Öğretmenlik tek tek bireyleri yetiştirerek toplumu dönüştürme kudretine sahip bir meslek.

Bu nedenle öğretmenlerimizin de hayat boyu öğrenmesini merkeze alacağız. Meslek içi eğitimlerle gelişime ve zamanın ruhuna ayak uydurmalarını sağlayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak çocuklarımız için bir tek gün dahi kaybetmememiz gerektiğini biliyoruz. Bu yüzden çalışıyoruz. Tüm bunları, yarınlarımızı şimdiden kurmak için hiç vakit kaybetmeden ele alıyoruz.

Çünkü sevgili dostlarım, çocuklarımızın yarınları şimdiki gibi yanlış eğitim politikalarıyla yok edilemez.

Çocukların ve gençlerin DEVA’sı hazır. Türkiye’nin yarınlarının DEVA’sı hazır.

****

Eğitimden bahsetmişken özellikle Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte gündemimizin ortasında üniversitelerin özerkliği tartışması düştü.

Biz üniversiteler ile ilgili ne diyoruz? “İdari özerklik ve bilimsel özgürlük” diyoruz. Üniversitelerin mutlaka kendi potansiyellerini ortaya koyması için, uluslararası sıralamalarında kendilerini daha yukarıda görebilmeleri için mutlaka bu iki şart yerine getirilmeli: İdari özerklik ve bilimsel özgürlük.

Şu an bakıyoruz ‘Dünyanın En İyi 500 Üniversitesi’ içerisinde, ‘Dünyanın En İyi 1000 Üniversitesi’ içerisinde her sene sıralamalar yapılıyor, Türkiye’deki ki üniversitelerden birkaç tanesi ya girebiliyor ya giremiyor. Bu uluslararası rekabette nerede olduğumuzu maalesef çok acı bir şekilde bize gösteriyor.

Bu özerklik nasıl sağlanacak? Öncelikle bizim parti programımızda açık bir şekilde yazdığımız bir konu var. Nedir? Diyoruz ki “Biz YÖK’ü kapatacağız. Üniversiteleri tek merkezden şablonlarla, tornadan çıkmış kurulu yöneten bir kurumun, tek bir merkezden yöneten bir kurumun bugünün dünyasında, bugünün Türkiye’sinde yeri yok” diyoruz.

Kuşkusuz bir akreditasyon mekanizmasına ihtiyaç var. Kuşkusuz kontenjanlar konusunda bir koordinasyon ihtiyacı var. Bir performans değerlendirme ihtiyacı var ama onun adresi bugünkü YÖK değil arkadaşlar. Yeni mekanizmalarla yeni kurumsal yapılar oluşturmamız gerekiyor.

Bizim üniversitelerimizin dünya sıralamasındaki başarısı demek, gençlerimizin yarının çok çetin geçecek dünya rekabetindeki başarısı demek. Eğer biz bugün üniversitelerimizi dünya ile rekabet eder hale getirmezsek o üniversitelerden mezun olan gençlerimiz dünya yarışında geri kalırlar. Zaten şu anda bunu yaşıyoruz. Bakın maalesef Türkiye yüksek teknolojide, yüksek katmanlı üretimde çok geri kaldı. 2012-2013 yıllarında yakaladığımız 12.500 dolarlık milli gelir bugünkü yönetimle, bugünkü zihniyetle artık bir hayal. 800 küsur dolara düşürdüler tekrar mlii geliri. Biz 3.500 dolardan aldık tam 12.500 dolara yükselttik milli geliri.

Benim bakanlığım döneminde defalarca vurguladığım birkaç konu vardı. Diyordum ki “Türkiye eğer eğitimde, hukukta gerekeni yapmazsa, eğitimde ve hukukta sorunlarını hızlı bir şekilde çözmezse orta gelir tuzağına düşecek” diyordum. Defalarca uyardım. Bu “orta gelir tuzağı” ilk defa benim kullandığım bir terminolojidir. Türkiye bilmiyordu o zaman. 3.500 dolardan 12.500 dolara çıkmanın heyecanını coşkusunu ve nimetini yaşıyordu Türkiye ülke olarak. Ama o günden bu uyarıları yaptık ve maalesef bu yönetim şu andaki yönetimde olan zihniyet hem hukukta ülkeyi dibe vurdurdu hem de eğitimde ülkeyi dibe vurdurdu. Ve geldiğimiz sonuç belli. Artık patinaj yapan büyüyemeyen bir ekonomi ile karşı karşıyayız.

İşte bu yüzden biz diyoruz ki Türkiye’nin ihtiyacı özgür, özerk ve performansa dayalı üniversiteler.

Ve değerli arkadaşlar, tıpkı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizde yaptığımız gibi, toplumu yeni üniversite sistemi üzerinde tartışmaya davet ettik.

İnternet sitemiz üzerinden yazılan önerilerin ardından düzenleyeceğimiz çalıştay ile “Yeni dünya, yeni üniversite, yükselen Türkiye” modelimizin detaylarını kamuoyu ile paylaşacağız.

Çünkü biz sorunları tespit ediyoruz. Çalışıyoruz ve çözüm önerilerimizi ortak akılla, istişare ile geliştiriyoruz.

Slogan atarak, koskoca üniversite sistemi sorununu tek kişiye, tek bir üniversiteye indirgemesini doğru bulmuyoruz. Tabii ki görüşler önemlidir, tabii ki özgür bir şekilde yürüyüşle, toplantıyla eleştiriler tabii ki gündeme gelebilir ama büyük resime de bakmak zorundayız.

Bu bir sistem sorunudur ve DEVA Partisi bu sistemi düzeltecek tek partidir.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Nasıl ki eğitim için istikrarlı ve verimli bir sistem gerekiyorsa, aynısı ekonomi için de geçerli.

Eğitimin reçetesini söyledik. Şimdi bir reçete de ekonomiye yazalım.

Bakalım ekonominin reçetesi yönetenlerin zihniyetine acı mı gelecek, tatlı mı gelecek?

Birincisi; ekonomiyi düzeltmenin yolunun hukuk devletinden geçtiğini büyük puntolarla masalarının üzerine yazıp sabah, akşam günde 10 defa okumaları lazım. Duvarlarına asmaları lazım. Yanlarında çalışan insanlara söylemeleri lazım. “Bak oğlum, kızım bana günde 10 kere hatırlat. Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer, ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer” diye. Bu öğrenmezlerse ne yaparlarsa yapsınlar beyhude, olmaz.

Bir ülkede hukukun üstünlüğü yoksa hukuk devleti yoksa hukuki güvenlik yoksa o ülkede o ülkeye yatırım gelmez. O ülkenin kendi insanı, kendi sermayeleri kendi ülkesine yatırıp yapmaz. Şu anda bu ülkenin en önemli problemi işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı. Bunun çözümü yatırımlardan geçiyor, doğrudan yatırımlardan geçiyor. Yeni sıfırdan yatırımlardan geçiyor. Yeni yatırım olmadan yeni iş sahası açılmadan işsizlik sorunu çözülmez. Yeni yatırım yapacak insan mutlaka hukuki güvenlik ister. Bu kadar basit.

Tekrar ediyorum, ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktur.

Tabii biz hukuk deyince onlara acı reçete gibi gelebilir. Hiç acı gelmesin, hukuku duyunca yüzünüz öyle hiç ekşimesin. Hukuku uygulamak zorundasınız. Bu tedaviyi reddetmeyin.

İkincisi; eksik, gedik, ağır, aksak değil. Tam demokrasi olacak ve güven sağlayacaksınız. Şeffaf olacaksınız. Cebinizdeki cüzdanı gösterip, kredi kartı borcunuzu saklamak gibi ucuz hesaplar yapmayacaksınız. Niyetinizden kimse şüphe duymayacak.

Üçüncüsü; dürüst ve işin ehli bir kadronuz olacak. Bakın; birisi çok dürüst olabilir ama işinin ehli değildir. Bu olmaz. Birisi işini iyi yapar ama dürüst değildir. O da olmaz. Hem dürüst hem de işin ehli kadrolarınız olacak.

Dördüncüsü; ekonomik programınızın bir iç tutarlılığı olacak. Öyle sağdan bakınca bir şey, soldan bakınca başka şey görmeyeceksiniz. Hedefiniz net olacak, bir dediğiniz bir dediğinizi tutacak.

Beşincisi; Merkez Bankası, TÜİK gibi kuruluşlar bağımsız çalışacak. Bunun da pazarlığı yok. Yarı bağımsız değil, tam bağımsız çalışacak. Merkez Bankası, TÜİK, SPK, BDDK, EPDK bağımsız olarak çalışması şart olan kuruluşlar. Bu kuruluşları siz günlük siyasetin mahkûmu haline getirirseniz o ülkede öngörülebilirliği oluşturamazsınız.

Kimsenin aklında gelmemeli ki “Ben şöyle bir adım atarsam, şöyle bir karar alırsam, şöyle bir görüş bildirsem, şöyle bir beyanatta bulunsam acaba

Cumhurbaşkanı telefon açıp beni fırçalar mı?”

Cumhurbaşkanı’nın etrafındaki bir ekip var ya, ekonomiden zerre kadar anlamayan sürekli yanlışlarla, sürekli ekonominin gerçekleriyle ters düşen söyleyen ekip... İşte o ekipte kimi zaman ‘trollvari’ hareketlerle, kimi zaman basın üzerinden düzgün iş yapmaya çalışan kurumları maalesef olumsuz etkiliyor. İşte bağımsız kurumlardaki ve kurullardaki insanların korkmaları lazım. Doğru bildiklerini yapmaları lazım. Doğru bildiklerini yaparken de onlara siyasi bir müdahalenin devletin en tepesinden ya da çevrelerindeki halkalardan gelmemesi lazım.

Altıncısı; kural bazlı olacaksınız. Kuralları açıklayacaksınız ve attığınız her bir adım açıkladığınız kurallar içeresinde yerini bulacak. Ancak böyle öngörülebilir olursunuz. Ben sabah kalktım aklıma bir şey geldi açtım telefonu talimat verdim, “Şunu yapın” dedim. Böyle olmaz. Ya da akşam kulağıma biri bir şeyler fısıldarken “Ya iyi fikir galiba” dedim. Sabah talimat verdim, şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın. Böyle olmaz. Keyfilikle ekonomi yönetilmez. Dürtülerle, duygularla ekonomiyi yönetmezsiniz. Ekonomi rasyonalite üzerinden yönetilir. Ekonomi kurallarla yönetilir, güçlü kurumlarla yönetilir. Kural bazlı yönetim diyoruz, kural bazlı.

En önemli kural, mali kural. Bizim parti programımızda yazan bizim zamanında getirmeye çalıştığımız ve maalesef engelledikleri mali kural. Bu kuralı da koyacaksınız ki ileriye doğru öngörülebilir olun ve kötü zamanlarda eliniz rahat olsun.

Bakın ben iddialı konuşuyorum. Bizim dönemimizde Türkiye o mali kuralı getirseydi, uygulamaya başlasaydı bugünkü pandemi şartlarında 100 milyarca Türk lirası esnafımıza, ihtiyaç duyan vatandaşlarımıza rahatlıkla dağıtabilirdi bu dönemde ve karşılıksız olarak bu destek verilebilirdi. Yapamadılar. Niye? Güven yok. Bugün para basıp dağıtmaya çalışsalar, yarın buradan geri dönmeyeceklerinin hiçbir garantisi yok. Ne oldu? Nisanda, mayısta biraz para basmayı denediler, baktılar bütün dünya bunu yapıyor ama mali kuralı olan ülkeler yapıyor bunu para basıyorlar dağıtıyorlar. Yeter ki bastığınız paranın karşılığı olsun ve yeter ki bastığınız para kurallar içerinde önceden tanımlanmış, kurallar içerisinde yapılmış bir işlem olsun. Euro bölgesi bunu yaptı, Avrupa Birliği yaptı. Amerika Birleşik Devletleri bunu yaptı. Japonya yaptı. Dünyanın en büyük ekonomileri yaptı. Dünyanın küçük de olsa güçlü olan ekonomileri bunu yaptı. Niye Türkiye yapamadı? Siz zamanında kuralla kendinizi bağlamak istemezseniz, hukuka da kendinizi bağlı hissetmezseniz “Aklıma geleni bugün yapayım, kimse bana karışmasın, kimsede beni denetlemesin” gibi bir zihniyetle bu koskoca ülkeyi yönetmeye çalışırsanız işte ülkenin düşeceği durum budur.

Bu reçeteyi uzatabiliriz ama bunlar acil ihtiyaçlar.
Bu reçetenin adı nedir biliyor musunuz? DEVA ekonomisi.

Türkiye’yi içine düştüğü fakirlikten, bu ekonomik dar boğazdan kurtaracak olan DEVA ekonomisidir.

Rahat bir nefes almamızı sağlayacak olan DEVA ekonomisidir.

DEVA ekonomisi; adil rekabete, verimliliğe, özel sektör öncülüğüne ve fırsat eşitliğine dayanır.

Kaliteli büyümenin yoludur.
Büyümenin nimetlerinden halkın adilce faydalanmasının yoludur.

DEVA ekonomisi; büyümenin vatandaşa daha iyi eğitim ve daha iyi sağlık hizmeti olarak geri dönmesidir.

DEVA ekonomisi; gelir adaletsizliğine bir son vermektir. Yoksulluğa yeter artık demektir. Bu iş bilmezliği kabul etmemektir.

Bu reçete ne zaman uygulanacak biliyor musunuz değerli arkadaşlar?

Ekonomi reformları açıklanınca, ekonomi yönetimleri değiştirilince değil; bu iktidar değişince uygulanacak.

İktidara geldiğimizde hem hukuka hem de insan onuruna yaraşır bir yaşama kavuşacağız.

Uzun vadede bir ülkenin ekonomik kalkınmasının, büyümesinin en önemli formülü eğitimden geçiyor. Eğer siz bugünkü çocuklarımızı, gençlerimizi yarınlarının bilgisiyle becerisiyle donatmazsanız ülkenin ekonomisinde başarılı olmak mümkün olmaz, imkânsız. Çünkü bugünün dünyasında para bol. Bugünün dünyasında finansman sorunu yok. Kaynak sorunu yok. Trilyonlarca dolar, trilyonlarca euro kaynak hazır bol bol. Havuz dolu. Denizler dolusu para var, finansman var ve olacak da. Para kıtlığı olmayacak dünyada. Ama dünyada ne kıtlığı olacak? İyi yetişmiş insan kıtlığı olacak. İşte iyi yetişmiş insanın değeri her şeyden fazla olacak.

Dünyanın belki yer altında kaynakları var ama asıl kaynakları biz yer üstünde arayacağız. Hele hele ülkemiz için bu ülkenin kaynağı, bu ülkenin çocukları ve gençleri. Kaynağımız bu. Ne kadar iyi yetiştirirsek, ne kadar iyi eğitirsek o kadar zenginiz. Formül çok basit ama ona da bugün başlamak zorundayız. Bir gün dahi ertelemeyiz. Kaçırdığımız her gün, her ay, her yıl nesillere mal oluyor ve inanın o kayıpları telafi etmek ileride çok zor. Bunun içindir ki eğer ekonomide Türkiye’nin toparlanmasını istiyorsak, eğer ekonomik sorunların hızlı çözülmesini istiyorsak benim bugünkü hükûmete vereceğim en önemli iki tavsiye; hukuk ve eğitim. Bu ikisini önlerine koysunlar, ekonomi arkadan toparlanır gelir. Ha adamları yoksa adam göndeririz. Bilmiyorlarsa öğretiriz.

Bakın biz şunu da demiyoruz “Bekleyelim seçim olsun, DEVA iktidarında işler toparlar.” Biz bugünden düzelmesini isteriz bu ülkenin ama bu ülkeyi yöneten zihniyetin buna açık olması lazım. Hukuka bağlı olması lazım. Kendisini anayasa ile bağlı hissetmesi lazım. Eğitime gerçekten önem vermesi lazım. Eğitimi ideolojik bir çatışma alanı, belli bir siyasi görüşün gençleri kalıba sokma alanı görmemesi lazım. Önce buralarda bir anlaşmak lazım. Önce bu zihniyetlerini değiştirmeleri lazım. Olur mu? Çok zor. Zaten olmayacağını bildiğimiz için biz bu işe başladık.

****
Değerli Amasyalı hemşerilerim,

Amasya’nın sorunlarını da dinliyoruz, görüyoruz, biliyoruz.
Her türlü tarım için verimli topraklara sahip olmasına rağmen Amasya tarımda

hak ettiği yerin çok gerisinde. Pancar, soğan, bamya, kiraz, elma...

Dahası çiftçilerimiz yüksek girdiler nedeniyle büyük ekonomik darboğazda. Traktörleri bile haczedilmiş çiftçilerimiz var.

Böyle bir şey yoktu Türkiye’de. Böyle bir uygulama yoktu. Bakın nereden nereye geldiler. Hem girdi maliyetini arttırarak çiftçiyi zor durumda bırakan kendileri hem de zor durumda kalan çiftçinin elindeki malı, mülkü, traktörü almaya çalışan da kendileri. Böyle bir şey kabul edilebilir mi?

Ve tarımsal girdinin en önemli maliyet kaynağı döviz kuru. Yem, gübre, ilaç, mazot, traktör bunların hepsinin maliyeti döviz.

Hani ortadan kaybolan bir bakan vardı. Ne diyordu “Biz kura bakmıyoruz” diyordu. Hani o partili Cumhurbaşkanı ve akraba bakan ele ele verip de ülkenin 130 milyar dolar döviz rezervini erittiler ya. İşte o dönemde ne diyorlardı, bir yandan dövizi eritiyorlar bir yandan da “Biz kura bakmıyoruz” kontrol edemeyince “Rekabetçi kur istiyoruz” gibi saçma sapan birbirinden tutarsız ifadeler.

“Kura bakmıyoruz” dediler. “Rekabetçi kur” dediler. İyi de o kur geldi çiftçiyi vurdu.

Artan maliyetler de çiftçimizin, üreticimizin belini büktü. Satış fiyatları, ürün fiyatları o kadar artabildi mi? Artamadı. Çünkü vatandaşın alım gücü artmadı ki nereye fiyatı istediğiniz gibi arttırıyorsunuz, mümkün değil. Arada çitçimiz sıkıştı kaldı. Maliyet arttı, satış fiyatını artıramadı pek çok üründe ve arada sıkıştı kaldı. Çoğu üründe de zarar etmeye başladı. Daha çok ürettikçe, daha çok zarar etmeye başladı ve evine ekmek götüremeyen vatandaşlarımızın sayısı hızla çoğaldı.

Bakın arkadaşlar, burada açıkça bir kez daha ifade etmek istiyorum:

Dünya çapında yaşanan pandemi krizi bir kez daha gösterdi ki tarım çok kilit bir sektör. Artık bir ülkenin geleceği, kendi kendine yeten bir tarım sektöründen geçiyor.

Türkiye, bu konuda olağanüstü bir potansiyele sahip. Fakat temel ürünlerin hemen her birinde bu ülkeyi ithalata mahkûm eden tarım politikası anlayışıyla karşı karşıyayız. Pamuğun, buğdayın, mısırın ithal edilmesi. Böyle şeyler bilemedik biz. Böyle bir şey yoktu. Hatta övünürdük “Türkiye kendi kendine yeter” derdik.

Sadece kendi kendine yeten değil, tüm dünyaya tarım ürünlerini, tarıma dayalı sanayi ürünlerini, gıdayı ihraç edebilecek bir potansiyelimiz var. Bizden toprak olarak çok daha küçük ülkeler Türkiye’nin on misli, yirmi misli üretim yapıyorlar, ihracat yapıyorlar, dünya pazarına hâkim oluyorlar. Türkiye niye yapamıyor? Çünkü kötü yönetiliyor. Kötü yönetimin ağır bedelini ödüyoruz maalesef biz. Her alanda olduğu gibi tarımda da bunu ödüyoruz.

Biz;

İnsana, toprağa, çevreye saygılı; üretici ve tüketicinin haklarını koruyan; sağlıklı ve sürdürülebilir bir üretimi esas alıyoruz.

Veriye ve bilime dayalı; yüksek katma değer üreten, rekabetçi, yenilikçi bir tarım sektörü oluşturmak istiyoruz.

Çiftçiyi desteksiz, sahipsiz bırakıp, tarıma da “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra”

diye bakarsanız; çiftçimiz de bu zor duruma düşer. Memlekette kendi ihtiyacı olan gıda ürünlülerini bulamaz dışarıdan döviz verip satın almak zorunda kalır. Ülkenin düşeceği durum budur.

Maalesef memleketimizi, milletimizi aç bıraktılar aç.

O yüzden önce çiftçilerimize sahip çıkmak, onların gelirlerini, yaşam standartlarını düzeltmek zorundayız.

Çözüme buradan başlamamız gerekiyor ve çitçimizin yeniden, köylümüzün yeniden bu milletin efendisi olduğunu, olması gerektiğini biz buradan herkese uygulamalarımızla göstermek zorundayız.

Biz, sulanabilir alanların genişletilmesine yönelik yatırımlara öncelik vereceğiz.

Varsa yoksa Kanal İstanbul’la yatıp kalkıyorlar. Biz “Bakın” diyoruz “Türkiye’de tarımsal sulamada eksikler var, bitmiş barajlar var bunların sulanma yatırımları yapılmamış. Damlama sulama için yatırım gerekiyor. Barajdaki suyun toprakla buluşması için ilave yatırımlar gerekiyor. Su kanalları gerekiyor.” Biz “su” diyoruz, “kanal” diyoruz Cumhurbaşkanı yatıyor kalkıyor “Kanal İstanbul” diyor. Niye? Çünkü öyle bir rant çevresi var ki etrafında “Çiftçiyle, tarımla uğraşacağınıza bakın burada koskoca İstanbul. İkinci bir boğazı yap. Boğazda gayrimenkul pahalı mı? Pahalı. İkinci bir gayrimenkul yapsak ne kadar para kazanır bu işten ya” diyorlar ve o gözlerini kör eden rant o çevrelerin baskısıyla Sayın Erdoğan inatla, ısrarla “Kanal İstanbul, Kanal İstanbul” diyor.

Burada iddialı bir şey söylüyorum; Kanal İstanbul’a harcanan parayla Türkiye’nin sulama yatırımlarının tamamı fazlasıyla yapılır. Eğer siz ülkenin geleceğini daha çok düşünüyorsanız, bu ülkenin gıda güvenliğini düşünüyorsanız, bu ülkenin çiftçisini, köylüsünü düşüyorsanız bırakın şu Kanal İstanbul’u. Belki ülke daha zenginleşir, ileride imkânlar genişler o zaman bakılır bu tür projelere. Bir yandan da çevresel etkilere bir bakın. Daha çevre analizi bile tam yapılmadan apar topar yangından mal kaçırır gibi ne yapıyorlar? “Hemen temel atacağız, hemen ihale yapacağız.”

Galiba artık biraz da yavaş yavaş gidici olduklarını anladılar da onun için bu kadar acele ediyorlar. “Gitmeden önce şu büyük projeleri bir an önce verelim de ondan sonra ne olacağı belli değil” gibi bir hissiyat galiba yavaş yavaş şu andaki hükûmeti sarıyor diye okuyorum, sadece bu konudaki yaklaşımdan.

Kanal İstanbul’u bırakın, siz su kanalı yapın. Sulama projelerini geliştirin. Damla-sulama sistemini Türkiye’nin genelinde yaygınlaştırın. Asıl bu ülkenin geleceği oralarda yatıyor.

Amasya’nın altyapı sorunları hâlâ devam ediyor.
Bununla beraber hava, su ve toprak kirliliği ile de mücadele ediyor Amasya.

Özellikle Yeşilırmak Nehri’nin günbegün artan kirliliğine karşı acilen tedbir alınmalıdır.

Atık su tesislerinin kapasitesi arttırılmalıdır.

Yine aynı şekilde hava kirliliği ile ilgili de tedbirler arttırılmalıdır. Temiz hava, temiz su ve temiz toprak en temel haklardandır.

Doğayı, çevreyi gözümüz gibi korumak zorundayız. Bu, sadece bugünümüze karşı değil, bizden sonraki nesillere karşı da sorumluluğumuzdur.

Amasya, olağanüstü güzelliğiyle büyük bir turizm şehri olabilecekken maalesef yeterli desteği görmüyor.

Tarihi kalesi, Kral Kaya Mağarası, termal kaynakları, doğasıyla adeta kenara itilmiş durumda... Bu potansiyelin layıkıyla değerlendirilmesi ve başta Amasya olmak üzere ülkemiz için bir katma değere çevrilmesi gerekmektedir.

Konumu itibariyle Amasya doğu ile batı arasında bir lojistik noktası olabilecekken maalesef bu da değerlendirilmiyor.

Amasya’da organize sanayi bölgeleri de yetersiz. Böyle olunca değerli arkadaşlar, üretimde geriye düşülüyor, istihdam sağlanamıyor, işsizlik artıyor

ve gençler şehirden göç ediyor.
Amasya’nın sorunu çok, derdi çok. Dinliyoruz, biliyoruz, görüyoruz.

Amasya’nın demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Ama arkadaşlar Amasya’nın DEVA’sı hazır.

Şimdi de size sormak istiyorum: Amasya hazır mı?
*****
Saygıdeğer arkadaşlar,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Gerçekten arkadaşlar, vatandaşlarımızın şu anda yarınları için güvenebileceği, destek verebileceği, kendi yarınlarını gönül rahatlığıyla teslim edebileceği yegâne parti, DEVA Partisi. Bunu görmemiz lazım. 9 Mart’ta eş zamanlı olarak 81 ilde binlerce ilçede sokaklardaydık, çarşıdaydık, pazardaydık. Türkiye’nin dört bir yanında çok güzel kareler geldi. Adeta toprağın suya susadığı gibi şu anda ülkemizin düzgün siyasete ihtiyacı var. Düzgün insanların siyasette olmasına ihtiyacı var. Vatandaşlarımızın gönül rahatlığıyla destekleyeceği kadrolara çok büyük ihtiyaç var. İşte o büyük ihtiyacı karşılayacak yegâne parti DEVA Partisi.

Sorumluluğumuz çok büyük. Omuzlarımızdaki yük çok büyük. Gerçekten bu vatandaşın, bu milletin umudu haline gelmiş bir partinin mutlaka ve mutlaka başarılı olması gerekiyor. DEVA Partisi’nin başarısı, Türkiye’nin başarısıdır. Bunu görmemiz lazım ve bu ruhla gece gündüz çalışmamız lazım. Çalmadığımız kapı bırakmamamız lazım. Ziyaret etmediğimiz işyeri, ev bırakmamamız lazım.

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Amasya’nın DEVA’sı var. Ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

9 Mart 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın partisinin birinci kuruluş yıl dönümünü Konuşması

DEVA 1 Yaşında!

Demokrasi ve Atılım Partisi’ne gönül veren çok değerli yol arkadaşlarım,

Seksen bir şehrimizden çevrim içi toplantımıza katılan DEVA Partisi’nin saygıdeğer il başkanları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarımız,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin,

DEVA Partisi’nin birinci kuruluş yıl dönümü hepimize, tüm ülkemize kutlu olsun, hayırlı olsun.

***
Sevgili yol arkadaşlarım,

Bugün;
Demokrasi ve atılım için,
Adalet için,
Eşitlik için,
Özgürlük için,
Refah dolu bir ülke için,
Yarınlarımız için yola çıkalı tam bir sene oldu.

Önce şöyle bir geriye uzanalım.

Biz neden DEVA Partisi’ni kurduk?

Neydi bizi buna mecbur kılan?

Neydi bütün vatandaşlarımızdan yoğun taleple “Büyük ihtiyaç var. Ne olur bir şeyler yapın?” diye bizi bu yolda teşvik eden. Şöyle bir hatırlayalım.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Biz DEVA Partisi’ni kurduk;
Çünkü ülkemiz vatandaşlarımıza yakışmayan bir şekilde yönetiliyordu. Kötü yönetiliyordu.

DEVA Partisi’ni kurduk; çünkü bu kötü gidişe dur diyecek kimse yoktu.

DEVA Partisi’ni kurduk; çünkü ülkemizin yarınlarına gidecek bir yol yoktu ve biz yeni bir yol açmaya karar verdik.

Klasik muhalefet anlayışının bu kötüye gidişi durduramayacağını gördük.

DEVA Partisi’ni kurduk çünkü mevcut siyasi düzenin tamamından rahatsız olan halkımızın arasındaydık. Halkımızın derdini iyi biliyorduk.

Evet, biz DEVA Partisi’ni ülkemizin her kesiminden gelen insanlarla birlikte yol yürümek için kurduk.

Öteki-beriki demeden, ocu-bucu ayırmadan aynı masanın etrafında, 84 milyonun tamamının sesi olmak için
Buluştuk.

DEVA Partisi, kapatılan bir partinin var olan yapısı üzerine konuşlanmış bir parti değildir.

DEVA Partisi, bölünmüş bir partinin kısmen hazır olan yapısı üzerine kurulmuş bir parti de değildir.

DEVA Partisi; sıfırdan, yeni bir kadroyla, siyasete ilk defa bu çatı altında giren çok sayıda arkadaşımızla ve yepyeni bir teşkilat yapısıyla kurulan bir siyasi partidir.

DEVA Partisi, ülkemizin tümünü kucaklayan, yepyeni bir Türkiye tasavvuru ile yola çıkmış, ilkeleri ve değerleri üzerinde yükselen bir siyasi partidir.

Merkezinde sadece insan ve insan onuru olan bir partidir, DEVA Partisi.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Zor zamanlardan geçtiğimizi biliyoruz. Tam da zor zamanlardan geçtiğimiz için buradayız.

Ama biz nasıl yürüyeceğimizi de biliyoruz.
Biz bu ülkenin hangi yoldan gitmesi gerektiğini biliyoruz.

Sevginin, saygının, eşitliğin ve adaletin esas olduğu, hakikatin yolundan bir an bile ayrılmayacağımızı biliyoruz.

Hepsinden önemlisi, biz bu ülkenin daha iyi bir yönetimi, demokrasiyi, adaleti ve refahı hak ettiğini çok iyi biliyoruz.

Bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi adaletsizliği, yoksulluğu, yoksunluğu hak etmediğine inandığımız için buradayız.

Biz bu ülkede yaşayan tek bir insanın dahi yalnız kalmaması ve geride olmaması için buradayız.

Türküyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla; Sünni’siyle, Alevi’siyle,
İnananıyla, inanmayanıyla, Genciyle, yaşlısıyla,
Çalışanıyla, emeklisiyle bir aradayız.

Biz nerede miyiz? Bir kere daha konumumuzu hatırlatalım:

Biz; “Borcumu ödeyemiyorum” diyen, “Ne yapacağımızı şaşırdık” diyen çaresiz esnafımızın yanındayız.

Artan maliyetlerle boğuşan, kendi haline terk edilen, fedakâr çiftçimizin yanındayız.

Bunca yıl çalışmasına rağmen, yoksulluğa ve haksızlığa mahkûm edilen emeklimizin yanındayız.

Çocuklarının yarınlarından kaygı duyan annelerin, babaların yanındayız.

Her gün ölüm korkusuyla yaşayan, çığlığını tüm dünyaya duyurmaya çalışan kadınların yanındayız.

Anadilini konuştuğu için susturulan vatandaşlarımızın yanındayız. İnançlarının gereğini korkusuzca yaşamak isteyen canların yanındayız.

Ayrımcılığa uğrayan, kendisini ikinci sınıf hisseden, hor görülen tüm insanlarımızın yanındayız.

Senelerce okuyup, yazılı sınavlarda yüksek not almasına rağmen, mülakatlarda haksızlığa uğrayan gençlerin yanındayız.

Yargının beraat kararına rağmen hakkı iade edilmeyen, zulme uğrayan binlerce KHK’lının yanındayız.

“Ölüyoruz” diye feryat eden, zor şartlarda çalıştırılan sağlık çalışanlarımızın yanındayız.

Üretim yapan, yatırım yapan, ekonomimize can katan; ama yaşadığı sorunları kısık sesle konuşmak zorunda kalan, mülküne el konulma endişesiyle yaşayan sanayicimizin, girişimcimizin yanındayız.

Yeni nesillere, yaşanabilir bir çevre bırakmak için mücadele edenlerin yanındayız.

İradesi tanınmayan, kayyumlarla yönetilen, seçimlerde kullandığı oyu gasp edilen vatandaşımızın yanındayız.

Bizim konumumuz budur, koordinatlarımız budur.
Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte bu konuma davet ediyoruz.

Kimlerle beraber olduğumuzu merak edenleri, vatandaşımızın yanına davet ediyoruz.

***

Değerli arkadaşlar,

Sadece bir sene içinde DEVA Partisi neler gerçekleştirdi hatırlayalım mı?

Her şeyden önce siyasetin dilini değiştirdi DEVA Partisi, dilini.

Bağıran, küfreden, hakaret edenlere karşı DEVA Partisi nezaketini ve bilgisini konuşturdu.

Kavgayla değil, diyalogla; “Ben bilirim” diyerek değil, istişare ve ortak akılla; Konuşarak değil, dinleyerek;
Laf üreterek değil, çalışarak
Siyaset yapılacağını herkese gösterdi.

Başka neler yaptı DEVA Partisi?

Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin nasıl eritildiğini halkımızla paylaştık. Merkez Bankası’nı nasıl borca batırdıklarını biz anlattık.

Ve dedik ki “Taraflı Cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verip Merkez Bankamızın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini çarçur etti. Adeta kibrit çakıp yaktılar” dedik.

Türkiye, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin başına bir iş geldiğini DEVA’dan öğrendi.

Peki, şu her gün makyajladıkları enflasyon verilerine ne demeli?

Rakamları ayarlama enstitüsü gerçek enflasyonu açıklamıyor, çarşı pazar enflasyonu yüzde 20, yüzde 30, yüzde 40’larda dedik. Türkiye’nin gerçek gündemi budur dedik.

Varlık Fonu’nu kapatacağız dedik. Orası kara delik dedik. Doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırdılar dedik.

Biz bu ekonomik tabloyu vatandaşımıza anlattık ve ne oldu? Akraba bakan yok oldu. Merkez Bankası başkanı değişti. DEVA Partisi henüz iktidara gelmeden pek çok alanda etkili olmaya başladı. Pek çok alanda bugünkü hükûmeti, bugünkü yönetimi bazı işler yapmaya mecbur bıraktı.

Bakın, bu rakamları ayarlama enstitüsü senelerdir "vekaleten” yönetiliyor, asil atanmıyor dedik. Daha yeni, beş sene sonra ilk kez asaleten atama gerçekleşti.

Diyorlar ya “Sizden ders alacak değiliz.” Ama bakıyoruz baya da kopya çekiyorlar .

Biz dedik ki “Ekonominin temeli hukuktur.” Hemen ne yaptılar? Reform yapacağız diye ortaya çıktılar. Kasımda ekonomi dibe vurunca, döviz kurları tavanı görünce birden bütün konuşmalarına “hukuk” eklemeye başladılar. Ha tabii, hukuka uymamaya devam ediyorlar orası ayrı...

Sokak sokak gezdik. Bizim gezdiğimiz sokakları izlemeye başladılar.

Hatırlayın Malatya’ya gittik, ertesi gün Sayın Erdoğan Malatya’da, vatandaşımız ne dedi? “Eve ekmek parası götüremiyoruz” dedi. Sayın Erdoğan ne dedi “Al, keyif çayı iç” dedi. Sonra baktık o gün bugündür vatandaşla temas yok. Niyesini düşünsün herkes. Kolay mı sokaklara çıkmak? Bizim gibi Türkiye’nin dört bir yanında rahatça gezmek kolay mı?

Dış politikanın ekseni kaydı dedik, hamasetle korkuyla halkımızı kandırmayın dedik. Birden Şangay Beşlisi’ni dilinden düşürmeyen Cumhurbaşkanı ne dedi: “Kendimizi Avrupa’da görüyoruz, geleceğimizi Avrupa Birliği ile kurmayı hedefliyoruz” dedi.

Değerli arkadaşlar,
DEVA Partisi sağlıkta da seviyeyi belirledi.

Biliyorsunuz, Koronavirüs salgınıyla mücadele etmeyi beceremeyen bugünkü iktidar, tüm meslek örgütlerine kapısını kapattı. Hatta ve hatta utanmadan doktorlarımıza hain dediler. Canları pahasına gece gündüz çalışan doktorlarımıza hakaret ettiler.

Biz ne yaptık? Türk Tabipleri Birliği başta olmak üzere tüm sağlık örgütleriyle görüştük. Bütün sağlık örgütlerini genel merkezinde ağırlayan tek partidir DEVA Partisi.

Ne dedik, 15 Kasım 2020 günkü konuşmada “Günde en az 30 bin Covid-19 vakası var ama gizliyorlar” dedik. “Dünyada ilk beşteyiz” dedik. Onlar makyajlı verileri açıklamaya devam ettiler. 27 Kasım’da açıklama yaptılar “29 bin 845 vaka var” dediler. Ve gerçekten de dünyada ilk beşte olduğumuz maalesef ortaya çıktı.

Maalesef haklı çıktık. Ama hakikati hep söyledik, hiç vazgeçmedik. Ve değerli arkadaşlar en önemlisi;

Ülkemizin başındaki en büyük problem, “Taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’dir” dedik. “Yönetimdeki zihniyettir” dedik.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem ve topyekûn bir zihniyet değişimi olmadan, ülkemiz gerçek bir hukuk devleti olamaz dedik.

Ülkemizin gündemini hızla Güçlendirilmiş parlamenter sistemin parametrelerine çevirdik.

Siyasi partilerle bu konuda ikili bazda diyalog ve istişare sürecini başlattık. Bir de dedik ki “Geçiş dönemini çalışmak zorundayız” dedik.

Biz bunları açıkladık, dönün bakın basın arşivlerine biz “İkili bazda diyalog sürecini başlatıyoruz” dedikten tam dört gün sonra Cumhurbaşkanı çıktı dedi ki “Hadi, gelin yeni anayasa konuşalım” dedi. Biz parlamenter sistemi bu kadar önemli bir gündem olarak ortaya koymasaydık, muhalefet partileriyle beraber ikili süreçlerle bu işi “Başlıyoruz, çalışacağız. Türkiye bunu hak ediyor” demeseydik, acaba yeni anayasa akıllarına gelir miydi? Ben şüphe ederim doğrusu.

Tabii yeni anayasa diyor ama içi boş. Ortaklar ayrı ayrı konuşuyor. Yeni anayasadan herkes başka başka şeyler anlıyor. Ne yapacaklar, göreceğiz ama bizim kafamız net. Biz hızlı bir şekilde mevcut sistemin, parlamenter sisteme dönüştürülmesiyle ilgili anayasa değişikliklerinin yapılması gerektiğine inanıyoruz.

Evet arkadaşlar,

Esnafımıza yapılması gereken desteklerden, süt üreticisine varana dek, kadın politikalarından, eğitime varana dek somut çalışmalarımızı yaptık, yapmaya devam ediyoruz.

Yepyeni bir siyaset kültürü inşa ediyoruz.

Sadece eleştiren, sadece şikâyet eden “muhalefet” değil, sorunları çözmek için çalışan, çözüm üreten, öneri üreten bir “muhalefet” nasıl olur bunu gösteriyoruz.

Yepyeni bir siyasi dil inşa ediyoruz. "Ben onunla konuşmam, bunun elini sıkmam, şunun masasına oturmam” demiyoruz.

Çünkü biz; kutuplaştırılarak, ötekileştirerek yapılan siyasetin bu ülkeye zerre kadar fayda getirmeyeceğine inanıyoruz.

Ülkemizin sorunları için aslolanın karşılıklı konuşabilmek olduğunu biliyoruz.

Çünkü biz, herkesin güven içinde yaşadığı bir Türkiye’yi inşa etmek için buradayız.

Temel amacımız, herkesin insan onuruna yaraşır iş, aş, huzur ve refah sahibi olduğu bir Türkiye’dir.

Hedefimiz; yatırımla, üretimle, ihracatla, bilek gücüyle, alın teriyle, akıl teriyle büyüyen, herkese fırsatlar sunan bir Türkiye’dir.

Kimsenin şüphesi olmasın, bu ülkede özgürlüklerin teminatı biziz. Kazanılmış tüm hakların güvencesi de biziz.

Özgürlükler üzerindeki baskıyı da biz kaldıracağız. *****
Değerli arkadaşlarım,

Vatandaşlarımızın kazanmış olduğu her türlü hak sonuna kadar korunacaktır. İhtiyaç duyan vatandaşlarımızın almış olduğu sosyal destekler artacaktır. Vatandaşımız, “devletten talep eden” durumdan kurutulacaktır. Hak bazlı sosyal destek, sosyal yardım uygulaması DEVA Partisi döneminde başlayacaktır. Sosyal yardımlar, sosyal destekler vatandaşımızın hakkıdır. Zaten vatandaşımızdan toplanan vergilerle bu destekler yapılmaktadır. Buralardan asla geri adım olmaz. Tam tersine bugünkü iktidarın bu ülkeyi düşürdüğü yoksulluktan bu ülkeyi biz kurtaracağız. Sosyal yardım, sosyal destek almak zorunda kalan vatandaşlarımızın çalışan ve kazanan, yüksek refah seviyesine ulaşan vatandaşlarımız olmaları için gayret göstereceğiz. Devletin destek vermek, sosyal yardım vermek zorunda olduğu vatandaşlarımızı, kendi çalışan vatandaşlarımız haline getirmek için gayret göstereceğiz, çalışacağız.

Hiç kimse mevcut refah seviyesinden tek bir adım geriye düşmeyecek. Tam tersine, ülkemiz topyekûn zenginleşecek. Biz ekonomik büyümeyi, kalkınmayı 3-5 kişinin zenginleştirmekten bahsetmiyoruz. Büyüme deyince 3-5 kişinin zengin olmasından bahsetmiyoruz. Topyekûn, toplum olarak zenginleşmekten bahsediyoruz.

Ne diyorlar? “Geçen sene %1.8 milli gelir arttı” diyorlar. “Büyüdük” diyorlar. Ben esnafa soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye. “Hayır” diyor. Çiftçiye soruyorum “Gelirin arttı mı?” diye. “Hayır” diyor. İşçiye soruyorum, emekliye soruyorum, sabit gelirliye soruyorum “Gelirin arttı mı?” diyorum. “Hayır” diyor. Peki, nasıl oluyor da bu milli gelir artıyor? Demek ki, eğer açıkladıkları rakamlar doğruysa birilerin geliri artıyor da bu vatandaşın geliri artmıyor.

Açıkladıkları rakamların doğru olmadığını da bütün bağımsız çalışmalar tespit ediyor. Bir ülkede çalışanların sayısı 3 milyon düşmüş. Çalışanların toplam çalıştığı saat sayısı düşmüş. 2020 yılında herkes, 2019 yılına göre daha az çalışmış. Nasıl oluyor da ekonomi büyüyor? Biri bunu izah etsin.

Böyle makyajlamayla, gerçekleri saptırılarak, algıları yönetmeye çalışarak bu ülkenin sorunlarını çözemezsiniz. Bu ülkenin sorunları ancak ve ancak dürüst ve işin ehli kadrolarla olur. Başka türlü mümkün değil.

Değerli arkadaşlarım,

Partimiz kurulalı daha 1 yıl bile olmadan Türkiye’nin dört bir köşesinde çok hızlı bir şekilde teşkilatlandık.

Bugüne kadar 43 ilimizde kongrelerimizi tamamladık. 81 ilimizin tamamında il başkanlarımız görevinin başında, yaklaşık 550 ilçemizde ilçe başkanlarımız görevlerinin başında.

Geçen yılın sonunda 1. Olağan Büyük Kongremizi de tamamlayarak, rekor sayılan bir hızla, seçimlere girmek için gerekli teşkilat kriterlerini yakaladık.

Her birinizin olağanüstü özverili çalışmalarıyla sokak sokak, mahalle mahalle büyümeye devam ediyoruz.

Ülkemizin her köşesine umut taşıyoruz.

Gücümüzü aldığımız halkımızın arasından bir an bile ayrılmadan bunları yapıyoruz.

İşte o yüzden, değerli arkadaşlarım, bugün Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Ve bu ilki gerçekleştirirken de çelik gibi sağlam, birbirimize kenetlenmiş bir ekip olarak topyekûn, tüm teşkilatlarımızla, birbirimize kenetlenip omuz omuza bu yolda hep beraber yürüyoruz.

Birinci yılımızı hep beraber aynı anda, bulunduğumuz şehirlerde sokağa çıkarak halkımızla kutluyoruz.

Evet, bugün otel salonlarında şaşalı kuruluş yıl dönümü kutlamaları yapmıyoruz arkadaşlar.

Hani yeni bir siyasi kültür dedik ya... Kutlamamız da bunun parçası.

Biz tüm gücümüzü halkımızdan, milletimizden alıyoruz. Bu yüzden şimdi hep beraber aynı anda sokağa çıkıyoruz.

Seksen bir şehirde, binlerce mahallede...
On binlerce kişilik kadromuzla hep beraber sokakta, çarşıda, pazarda

halkımızın derdini dinleyeceğiz ve halkımıza DEVA’yı anlatacağız.
Her zaman olduğu gibi yine sahada olacağız, yine milletimizle birlikte

yürüyeceğiz.
Değerli arkadaşlarım,

Demokrasi ve Atlım Partisi; bu halkın içinden doğmuş, bu milletin içinden oluşup yola çıkmış bir siyasi partidir. Demokrasi ve Atılım Partisi, DEVA Partisi halkımızla sürekli iç içedir. Halkımızla Demokrasi ve Atılım Partisi’nin yürüdüğü yol aynı yoldur. Baktığımız yarınlar aynı yarınlardır.

Çünkü vakit demokrasi vakti. Vakit atılım vakti.

Çünkü DEVA Partisi tüm Türkiye’nin partisi ve biz tüm Türkiye ile birlikte, Türkiye için hazırız.

DEVA Partisi bir yaşında, umut bir yaşında.
Demokrasi ve Atılım Partisi’nin, umudun, birinci yılı tüm ülkemize kutlu olsun! Yolumuz açık olsun!

5 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bodrum İlçe Kongresi Konuşması

Bodrum 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Muğla il teşkil atimizin ve bodrum ilçe teşkil atimizin çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Muğlalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başsında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, bodrum teşkil atimizin birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Sözlerimin başsında Bodrum ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

***

Değerli arkadaşlarım dün elim kazada bir helikopter kazasında hayatlarını kaybeden 11 şehidimizi buradan anmak istiyorum.

Allah mekanları cennet eylesin Allah onlara rahmet eylesin ve yakınlarına da sabır versin. Yaralılarımızda acil şifalar diliyorum.

***

Değerli arkadaşlar DEVA Partisi kurucuları önümüzdeki salı günü bir yılı dolduruyoruz ve bu bir yıl içerisinde çok hızlı bir teşkilatlanma sürecini sizlerle beraber gerçekleştirdik.

Bu gerçekten rekor denebilecek bir hızda yapılan bir çalışmaydı ve yıl sonu itibarıyla siyasi partiler ve seçimle ilgili mevzuatta seçime girebilmek için yeterli teşkilatlanma eşiğimizi çok şükür geçmiş olduk, tamamlamış olduk.

Bu yıl da biraz daha büyük illerimize doğru gidiyoruz ve yıl boyu bizim Türkiye’nin dört bir yanında kongrelerimiz devam edeceği bir dönem olacak. Bugüne kadar 81 ilimiz tamamında il başkanlarımızı görevlendirmiş durumdayız, 973 ilçemizden de 436’sında ilçe başkanlarımızı görevlendirmiş durumdayız.

***
Değerli arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi üç gün önce hükümet, aylardır reform reform deyip durduğu, insan hakları eylem planını açıkladı.

Biliyorsunuz geçtiğimiz yılın kasım ayının başında ekonomi allak bullak olunca, finansal piyasalar darmadağın olunca hemen reform kelimesine tekrar sarıldılar. Ekonomide reform lazım dediler, hukukta reform lazım dediler ve reform planını açıkladılar.

Açıklanan paketin, genel yargı düzenlemeleriyle ilgili olumlu sayılabilecek unsurları var.

Hatta bizim verdiğimiz derslere de çalıştıklarını söyleyebiliriz. Yargılamaların hızlandırılması çabasını,
Yargıda belli görevlere atanabilmek için kıdem şartı getirilmesini, Hâkim ve savcılara coğrafi teminat sağlanmasını,

Sadece ifade almaya yönelik gözaltı yapılmamasını,
Verilen kararların gerekçelendirilmesiyle ilgili iyileştirmeleri olumlu buluyoruz.

Planın uygulama aşamasını yakından izleyeceğiz. Olumlu yönde atılan her adimi cesaretlendireceğiz.

Tabi ki, burada uygulama çok önemli. Reformu yazmak bir şey, uygulamak ayrı bir şey.

Burada kilit kelime uygulamadır. Uygulama, uygulama, uygulama.

Üstelik uluslararası ilişkiler sıkışınca, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri sıkışınca, ekonomide sıkışınca tekrar dönüp dolaşıp insan haklarını hatırlamak gerçekten bu ülke adına üzüntü verici.

İlla ekonomini bu kadar sıkışması mı gerekiyor? İlla uluslararası ilişkilerin darmadağın olması mı gerekiyor ki siz dönüp dolaşıp yıllar sonra tekrar insan hakları deyin.

Peki, açıklanan pakette aylardır sıraladığımız hak gasplarına dair tek bir cümle var mi? Yok.

Planın olumlu yanları olmakla birlikte, temel meseleye çözüm getirmiyor. Temel meseleyi görmezden geliyor. Oysa temel adaletsizlikleri halının altına süpürerek reform yapamazsınız. Yargıyı bağımsız kılacak tek düzenleme yok.

Sayın Erdoğan şunu söyledi mi, duydunuz mu: “Yargıya telefon açmaktan, talimat vermekten, vazgeçiyoruz.” cümlesini hükümetten duydunuz mu?

Bunun için reforma, yeni düzenlemeye de gerek yok. Anayasa var, anayasa.

Ancak ülkeyi yöneten zihniyet, kendini anayasayla bağlı görmüyor. Gönül rahatlığıyla hukuk dışına çıkabiliyor.

Açıkladıkları paketin girişinde ilkeler sıralamışlar. Masumiyet karinesi, ayrımcılık yasağı, hukuk güvenliği demişler.

O ilkeleri insanlık bin sene önce halletti.

Bu ilkeler bizim imzamız olan uluslararası sözleşmelerde yazıyor, anayasamızda da yazıyor.

Bakın Türkiye 2002 yılında Avrupa Birliği’yle müzakerelere başlama konusunda çok önemli bir adım attı.

Benim de katıldığım 12 Arlık 2002 Kopenhag zirvesinde Türkiye’nin müzakerelere başlamasıysa ilgili iki yıllık bir reform süreci öngörüldü.

“Eğer iki yılda Türkiye, Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşılarsa tam üyelik müzakereleri başlayabilir” dedi Avrupa Birliği. 2003-2004’te iki yılda Türkiye pek çok anayasal düzenlemeyle ve yasal değişiklikle Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşıladı.

Arkasından müzakerelere başladık. Bakın yıl 2002, bugün gelmişiz 2021’e. Eğer 2021 Türkiye’si o 2002’den de geriye gittiyse işte bu bizi üzüyor.

Bu millet bunu hak etmiyor. Bu ülkenin gençleri böyle bir uygulamayı hak etmiyor. Dönüp dolaşıp Türkiye’yi 2002’nin de gerisine o 1990’lı yıllara döndürmeye kimsenin hakkı yok.

Üstelik sonradan öğrendik ki bu açıklanan reform paketi aslında Avrupa Birliği ile yürütülen bir sürecinde bir parçasıymış, takvim sıkışmış.

Avrupa Birliği destek paketi var, o paketin içerisinde de bu reformların açıklanmasıyla ilgili unsur var. Gerçekten bu açıklama bizim kendi vatandaşlarımız için mi? Yoksa Avrupa Birliğiyle ilişkileri idare etmek için mi? Onu da çok anlayamadık.

Yakında hepsi ortaya çıkar. Biz uygulamaya bakarız.

Adeta aklımızla dalga geçiyorlar.

Bakıyoruz pakete, KHK’larla ilgili en küçük bir adım var mı? Yok.

Pakette, sırf attıkları tweet yüzünden yargılananlar var mı? Yok.

Pakette, gösteri ve toplantı yürüyüşü yaptıkları için tutuklananlar var mı? Yok.

Muhalif oldukları için; hain, terörist, düşman damgası yapıştırıp dava açtıkları kişiler var mi? Yok.

E hani insan hakları düzenlemesi?

Bir de insan hakları tazminat komisyonu kuracaklarmış.

Mantık bu mantık.

“Parasıyla değil mi kardeşim” deyip, hakkı ezip geçebiliriz demektir bu.

“Basarız parasını, öderiz” anlayışıyla insan hakları ihya edilemez.

Zihniyeti görüyorsunuz değil mi?

Ülkeyi yöneten zihniyetin ne kadar çarpık bir zihniyet olduğunu görüyorsunuz değil mi?

İşte o yüzden biz diyoruz ki;

Türkiye’nin ihtiyacı sadece yönetim sisteminin değişmesi değildir. Türkiye’nin ihtiyacı, aynı zamanda, yöneten zihniyetin de değişmesidir.

Türkiye’nin ihtiyacı, topyekûn bir iktidar değişikliğidir.

Türkiye’nin ihtiyacı, kuvvetler ayrılığına dayanan, güçlendirilmiş bir parlamenter sistemdir.

Türkiye’nin, sıkışınca tekrar edilen reform laflarına değil, gerçek bir zihniyet değişimine ihtiyacı vardır.

İşte biz değerli arkadaşlar, her yeri dökülen bu bozuk sistemi değiştireceğiz. İşte biz, ülke yönetiminde gereken zihniyet değişimini de gerçekleştireceğiz.

***
Değerli arkadaşlar,

Zihniyet yanlış olursa, hatalar da çorap söküğü gibi gelmeye başlar. Bu zihniyet sorununa birkaç tane örnek verelim.

Eğitime bakalım.

Bildiğiniz gibi okulların kademeli açılmasına karar verdiler. Oyuncak gibi, bir açacağız bir kapatacağız diyorlar.

Gençler sosyal medyada artık bununla dalga geçmeye başladı. Ağlanacak halimize gülmeye alıştırdılar...

Hani eski bir musluk reklamı vardı, aç-kapa-aç-kapa.

Biz, okulların açılmasının, doğru ve iyi bir yönetimle faydalı olacağını düşünüyoruz.

Peki, mesele okulları açmak mi?

Mesele şu an için okulları açmakta değil. Mesele, okulların tekrar “kapanmamasını” sağlamakta.

“Okulları açtım” demekle olmuyor, maharet tekrar kapanmamasında.

Bu nedenle, okullarda sağlık önlemleri azami ölçüde alınmalıdır.

Ana hedef, tedbirlere uyularak okulların açık tutulmasını sağlamak olmalıdır.

Tüm süreçlerde bilgi ve veriler vatandaşlarımla şeffaf olarak paylaşılmalıdır.

Eğitime cumartesi günleri de devam edilmeli ve öğretmenlere ek ücret ödenmelidir.

Fiziksel şartlar yeniden düzenlenmelidir.

EBA’ya erişim konusundaki sıkıntılar hizala çözülmeli, böylece hem evde hem okulda eğitim faaliyeti devam etmelidir.

Bunun için gereken internet altyapısı kurulmalı, hiçbir çocuğumuz mağduriyet yaşamamalıdır.

Bizim tavsiyelerimiz bunlar. Daha önce açıkladık yine açıklarız. Biliyoruz ki izliyorlar, bakıyorlar. Bazen de kopya çekiyorlar. Bizim için önemli değil, yeter ki bu iyi adımlar atılsın. Bir an önce memleketimizle ilgili güzel şeyler yapılsın.

*****
Değerli arkadaşlar,

Dedim ya, Türkiye’de bir zihniyet problemi var diye... Bu iktidarın çarpık zihniyetini anlatmaya örnek yetiştiremeyiz.

Ama bakın bir örnek de en çok övündükleri alanlardan birisinden verelim. Bugünkü iktidar, en çok yaptığı sosyal yardımlarla övünüyor değil mi?

Hatta birçok yerde şunu görüyoruz ki sosyal yardımlar iktidar partisinin üyelik kartına endekslemiş durumda. Önce üyelik kartını göster bakalım diyorlar. Hani adalet, hani vatandaşa eşit muamele.

Bütün mesailerini algı yönetimine harcadıkları için, gerçekleri de milletimizden saklayan bir zihniyet bu.

Ne yapıyorlar? Dar gelirli vatandaşa yaptıkları sınırlı yardımları abartılı reklamlarla duyuruyorlar.

Oysa Türkiye, milli gelirine oranla, sosyal yardımlarda iyi ülkeler arasında yer almıyor.

Sirk aynası gibi arkadaşlar. Hakikatin hiçbir suretiyle ilgilenmiyorlar. Ama

biz diyoruz ki “asgari gelir desteği” uygulamasını getireceğiz.

DEVA Partisi’nin bir projesidir bu. DEVA Partisi’nin programında açık yazılıdır.

Vatandaşlarımız yatağa aç girmekten, çöplerden yiyecek toplamaktan, ekmek kuyruğunda saatler geçirmekten kurtulacak.

Vatandaşlarımızı sosyal yardım almak için “araya adam koyma” ya da “bir partinin üye kartını gösterme” gibi insan onuruna yaraşmayan muamelelerden kurtaracağız.

Ailelerin ihtiyaçlarını tespit edip, ihtiyaç sahiplerinin kapısına biz gideceğiz.

Ama ayni zamanda, bunu bir yoksulluk döngüsüne de çevirmeyeceğiz. Ekonomiyi büyüterek sosyal yârdim ihtiyacını azaltacağız.

Ben çok sosyal yardım veriyorum diye bu hükûmet övüneceğine sosyal yardım almak zorunda olan vatandaşlarının sayısının azalmasıyla aslında övünmeli.

Bunu beceremiyorlar yoksulluk ülkede çoğalıyor, daha fazla sosyal yardım ihtiyacı ortaya çıkıyor ve diyorlar ki “Bakın biz çok dağıtıyoruz.”

Oysa topla topla, böl milli gelire dünyada iyi bir yerde değiliz.

Günlerce siftah yapamayan ve ağır sorunlar altında beli bükülmüş olan “esnaf” ve “sanatkar”ımızın işlerini büyüterek “tacir” ve “sanayici" aşamasına geçmelerini sağlayacağız.

Bir yandan ürettiği ürünün hakkını alamayan, diğer yandan artan girdi fiyatları nedeniyle büyük sıkıntılar yaşayan çiftçilerimizi ayağa kaldıracağız. Tarladan sofraya dek üreten çiftçimizin yanında duracağız.

Köylümüzü yeniden bu milletin efendisi yapacağız.

*****

Değerli dostlarım,
Bugün değinmek istediğim bir başka konu da çevre.

Bildiğiniz gibi, iklim değişikliğini parti programımıza aldık. Bizim parti yapımızda Genel Merkez yapımızda, il teşkilatlarımızda, ilçe teşkilatlarımızda hepsinde bir doğa hakları ve çevre birimi var.

En küçük yerleşim merkezinde dahi doğa hakları ile ilgili, çevre ile ilgili bir sıkıntı olsa en küçük yerde derhal genel merkezimize iletilmesi ve genel merkezimde de bunun Türkiye genelinde bir mesele yapılmasıyla ilgili bir bakış açısı bu.

Doğaya rant gözlükleriyle değil, gözü gibi bakan bir zihniyetle yola çıktık. Doğaya karşı sorumluluğumuzu nesiller arası adalet şiarıyla ifade ediyoruz.

Nedir bu nesiller arası adalet? Yani biz kendi neslimiz için çevreyi tahrip edelim ve gelecek nesile yaşanamaz bir dünya bırakalım. Bu adalet değil.

Biz tabiatı, bu çevre güzelliklerini, bu mirası sadece bir emanet kabul ediyoruz ve gelecek nesillere daha güzelleştirerek iyileştirerek bırakmanın ancak nesiller arasındaki adaleti sağlayacağını düşünüyoruz.

Çevre konuları son derece önemli.

Muğla’nın bazı ilçelerindeki hava kirliliğini, yaz aylarındaki su sorununu biliyoruz.

Bu nedenle DEVA Partisi olarak diyoruz ki;

Vatandaşlarımızın sağlık ve refahının, çevre ile ilgili risklere karşı korunması bizim önceliğimizdir.

Bu anlamda çevre kirliliğin önlenmesini ve doğal kaynakların ekolojik dengeye zarar vermeyecek biçimde kullanılmasını hedefliyoruz.

Su sorununu, tüm Türkiye’nin içinde sorunu olarak görüyoruz.

Kentlerimizin betonlaşması, aşırı yeraltı suyu çekimi ve yeşil alanların azalması yüzey ve yeraltı sularını tehlikeye sokuyor.

Bir zamanlar biz şöyle bilirdik, Türkiye bol su kaynakları olan bir ülke. Maalesef değil arkadaşlar. Bütün projeksiyonlar gösteriyor ki eğer dikkat edilmezse ülkemizin 10 yıl içinde su fakiri bir ülke olacak ve bunun içinde şimdiden harekete geçmek gerekiyor.

Suyun tek elden ve havza bazında yönetilmesi için kurumsal yapıyı inşa etmek gerektiğini düşünüyoruz. Su yönetiminde bakanlıkların ve yerel yönetimlerin yetkilerinin de netleştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Su kirliliğine karşı gereken tüm tedbirlerin alınmasını, denetimlerin sağlanmasını hedefliyoruz.

DEVA Partisi olarak kent politikamızın mutlaka çevre dostu olacağını, yeşil alanları koruyup genişleteceğimizi, şimdiden vatandaşlarımıza taahhüt ediyoruz.

Sadece temiz siyaset için değil, temiz hava ve temiz su diyerek, toplumumuzun sağlığı için, yaşam alanlarımızın korunması için yola çıktığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Bodrum’un DEVA’sı var. Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

5 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Milas İlçe Kongresi Konuşması

Milas 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Muğla il teşkilatımızın ve Milas ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Muğlalı gönüldeşlerimiz,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Milas teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Sözlerimin başsında Milas ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

*****
Değerli konuklar, değerli katılımcılar, değerli çalışma arkadaşlarım,

Dün gerçekten çok üzücü bir haber aldık ve bir askeri helikopteriniz düştü. Şu ana kadar gelen haberlere göre 11 şehidimiz, 2 yaralımız var. Hayatını kaybeden tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Ailelerine sabır diliyorum, başsağlığı diliyorum. Yararlı askerlerimize de bir an önce Allah’tan acil şifalar diliyorum. Milletçe başımız sağ olsun.

Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partisi önümüzdeki salı günü tam 1. yaş gününü kutlayacak. 9 Mart 2020’de 90 cesur vatansever arkadaşımızla yola çıktık, DEVA Partisi damla damla yurdun tüm sathında hızla büyüyor. Teşkilat yapımız çok hızlı bir şekilde genişliyor. İki gün önce de 2. İl Başkanları Toplantımızı Ankara’da gerçekleştirdik.

Şu anda arkadaşlar 81 ilimizin 81’inde de ilk başkanlarımız görevinin başında. Bu 81 ilin 71’nde yönetim kurulu oluşmuş durumda. 43 ilimizde de il kongrelerimizi tamamlamış durumdayız. Türkiye’de merkez ilçeler dahil 973 ilçemiz var ve 973 ilçemizin şu anda 436’sında ilçe başkanlarımız görevinin başında. 297 ilçemizde de kongrelerimizi tamamlamış bulunmaktayız. DEVA Partisi teşkilatlanma hızı açısından ve büyük kongresini yapma zamanlaması açısından baktığımızda rekor bir hızla bunu Türkiye’de gerçekleştiren bir siyasi parti oldu ve 29 Aralık itibarıyla seçime girmek için gerekli tüm şartları yerine getirmiş bir siyasi parti olduk. Ben bu yoğun çalışmada emeği geçen tüm genel merkez kurul üyelerimize, teşkilat mensuplarımıza özellikle teşekkür etmek istiyorum.

Dün de bir ilki gerçekleştirdik ve DEVA Kadında zirvesinin Ankara’da ev sahipliliğin yaptık. Çok güzel bir katılımla ve çok güzel bir program akışıyla bu zirve düzenlendi. Siyasette kadının önemini vurguladığımız hem teşkilatımız hem de ülke sathında bunun farkındalığını artırma çabasıyla ortaya koyduğumuz bir program oldu.

Biz siyasette kadınların rolünün ve etkinliğinin artırılmasını çok çok önemsiyoruz. Eğer siyasette kadınlar yeterince var olmazsa, yeterince etkin olamazsa o siyaset yarım bir siyaset olur. O siyaset ülkenin tüm sathına ulaşmaz. Üstelik biz siyasette kadınları sadece yan aktivitede bulunan parti çalışanları olarak görmüyoruz. Onun için ‘kadınlar kolu’ kurmadık. Diğer bütünpartilerin kadın kolları vardır, bizde yok. Çünkü bizim partimizde kadınlar ana gövdenin içerisinde ve her türlü karar alma mekanizmasının tam içinde. Böyle önemli bir farkı da Türkiye’de siyasette DEVA Partisi olarak ortaya koymuş durumdayız.

Bir başka önemli konu kadına şiddet, aile içi şiddet. Bu da ülkemizin hala kanayan bir yarası ve çok önemli kültürel dönüşümü sağlamadan devletin en tepesinden, en uçta çalışan kolluk kuvvetlileri mensuplarına kadar bir zihniyet değişimi, bir kültürel değişim olmadan Türkiye’de maalesef bu kadına şiddetin sonunu getiremeyiz.

İstanbul Sözleşmesi tartışılıp duruyor. Biz oturduk bir komisyon kurduk. Hukukçu arkadaşlarımız, siyaset bilimci arkadaşlarımız, uluslararası ilişkiler uzmanlarımız satır satır sözleşmeyi inceledik. Bu sözleşme kadına şiddeti önleyen, aile içi şiddeti önleyen, tedbirler içeren bir sözleşme. Sözleşmenin özü şu, konu kadına şiddetse, konu aile içi şiddetse bunun aması, fakatı olmaz. Kadınlar tercih ettikleri ya da yaşadıkları hayat sebebiyle şiddete maruz kaldıklarında bunun hafifletici bir sebep olarak gösterilmesi söz konusu olamaz. Amasız, fakatsız şiddete karşı mücadele ile ilgili bir sözleşmedir bu.

Kadına şiddetin en yoğun olduğu ülkelerden biri olduğu Türkiye’de, İstanbul Sözleşmesi devletin en tepesinde, hükümette tartışma konusu haline getirilebiliyorsa gerçekten bu ülkenin geleceğine yazık. Kabul edilebilir bir durum değil bu. Bu kültür, bu zihniyet yukarıdan aşağıya yansımalı kiTürkiye’de bu sorunu çözelim. Aksi halde bitmez, bu ikincilik tutumla bitmez. Fakat biliyorlar ki bu konuda Türkiye için bir kutuplaşma aracı. Siz düşman arıyorsanız bu ülkede işsizlik çok. Bu ülkenin en büyük sorunu işsizlik, gidin işsizlikle uğraşın. Kadınların yakasından düşün. Eğer düşman arıyorsanız yoksullukla mücadele edin. Düşman arıyorsanız adaletsizlikle, hukuksuzlukla mücadele edin. Bırakın başka düşmanları. Maalesef arkadaşlar bu, ülkemizin en önemli sorunlarından birisi. Ama topyekûn bir iktidar değişikliği olmadan, topyekûn bir zihniyet değişikliği olmadan üzülerek söylüyorum ki galiba çözülmeyecek bu. İkincilik tutumla olmaz. Kategorik olarak duruş gerekir. Kırmızı çizgileri çekmeniz gerekir ki Türkiye’de kadına şiddet sorununu önleyelim, başka türlü olmaz.

Değerli arkadaşlarım,

Gelelim her gün iliklerimize kadar hissettiğimiz en can sıkıcı gündeme. Ekonomiye gelelim.

Bugünkü iktidar şeffaf değil. Gerçekleri çarptırarak sunuyor. Açıkladıkları rakamlar güven vermiyor.

Bugün devletimizin ne kadar açıkladığı rakam varsa kendi vatandaşımız mesafe ile yaklaşıyor. Devlet enflasyon açıklıyor %15-16. Vatandaşa soruyorlar “Enflasyonu ne hissediyor?” diye. Vatandaşımızın %80’i “%15’in üzerinde” diyor böyle değil diyor. Vatandaşımızın yarısı enflasyonun %30’un üzerinde olduğunu söylüyor. Devlet hala %15 açıklıyor.

Devletin açıkladığı rakamlara güven olmayınca o ülkede siz ekonomiye güven oluşturamazsınız. Ekonomi demek rakam demek. Rakamlarda doğru söyleyeceksiniz ki geri kalan yaptığınız her şeye güven olsun. Dışarıda insanlar diyelim ki hava soğuk, kar yağıyor. Hükûmet açıklıyor; hava güneşli 15 derece. Buna kim inanır? Maalesef ekonomiyi şu anda bu zihniyet yönetiyor.

Bakın, haftalardır Merkez Bankası’nın çok kâr ettiğini, ekonomiyi çok iyi yönettiklerini söyleyip duruyorlar.

Bunu süsleyip püsleyip anlatıyorlar.

Biliyorsunuz, partili Cumhurbaşkanı ve akraba Bakan el ele verip Merkez Bankamızın tam 130 milyar dolarlık döviz rezervini çarçur ettiler. Adeta kibrit çakıp yaktılar.

Bu milletin alın teriyle, üreterek, ihracat yaparak kazandığı döviz rezervlerini tükettiler.

Bu kadar mi? Devamı da var: Merkez Bankası’nın rezervleri 45 milyar dolar eksiye düştü. Eksiye...

Doğmamış çocuklarımıza kadar memleketi borçlandırdılar. Rezervin eksiye düşmesi ne demek? Onu da izah edelim.

En son verilere göre merkez bankasının elinde 95 milyar dolar döviz ve altın var. Cumhurbaşkanı çıkıp diyor ki Merkez Bankası’nın 95 milyar dövizi var diyor. İyide aynı Merkez Bankası’nın 140 milyar dolar borcu olduğunu niye söylemiyor Sayın Cumhurbaşkanı? 95 milyar döviz var dediği rezerv orada duruyor ama bir yandan da devletin başına gelmeyen bir iş geldi. Merkez Bankası, devletin hazinesi değil. Bakın Merkez Bankası, borçlu olur mu? Para basan kurum borçlu olur mu? Bunu da yaptılar ülkeyi bu duruma dadüşürdüler.

Ancak, Merkez Bankasının piyasaya olan borcu da tam 140 milyar dolar.

Merkez Bankası’nın döviz borcunun önemli bir kısmı bankalardan zorunlu karşılık adı altında borç aldığı döviz.

Borcun bir diğer önemli kısmı da swap anlaşmalarıyla piyasadan veya diğer ülkelerden borç aldığı döviz.

Şu anda Merkez Bankası’nın döviz borcu 140 milyar dolar. Fakat bakıyorum Sayın Erdoğan bundan hiç bahsetmiyor, “95 milyar dolar dövizim” var diyor. Bu aynı şuna benziyor, cebinizde diyelim ki 95 lira param var. İyi de o paranın hepsi borç üstelik bir de 45 lira daha borcunuz var. Ondan niye bahsetmiyorsunuz.

Şimdi hükûmete tek tek soruyoruz. Milletimiz adına soruyoruz.

Merkez Bankası’na neden hukuk dişi müdahalede bulundunuz? Kanunda yazıyor “Merkez Bankası bağımsız” diye, talimatla yönetiyorlar.

Merkez Bankası’nın döviz müdahalelerini piyasadan neden gizlediniz? Sayın Erdoğan geçen söyledi. “Evet” dedi. “Müdahale etti” Merkez Bankası.

Açın bakın; Merkez Bankası’nın resmî sitesinde en son döviz müdahalesi 23 Ocak 2014’te gözüküyor? Peki, Cumhurbaşkanı’nın “Evet müdahale edildi” denen rakamlar nerede? Niye açıklamıyorsunuz? Nasıl oluyor bu? Hani kayıt var diyorsunuz ya, nerede bu kayıtlar?

Bakın bizim dönemimizde bu kardeşiniz tam 11 yıl bu ülkenin başında oldu. Her şey açık şeffaf. Müdahalelerin hepsi merkez bankasının web sitesinden açıklandı. Bizim korkacak bir şeyimiz yoktu. Hesap veremeyecek tek bir kuruşumuz yoktu. Onun için açık olduk şeffaf olduk. Her şeyi bu milletin dünyanın gözü önünde açık açık yaptık.

Şimdi ben açık açık soruyorum söyleyin, 130 milyar dövizi çarçur etiniz. Bu satılan dövizleri ne zaman, kime, hangi kurdan, hangi yöntemle sattınız? Bu babanızdan miras kalan şey değil ki. Merkez Bankası’nın döviz rezervi bu milletin alın teriyle, ürettiğiyle ihraç ettiğiyle kazandığı döviz. Biz yıllarca biriktirdik onu, kara günler için biriktirdik, kötü günler için biriktirdik.

Sorularımıza açık ve net şekilde cevap bekliyoruz. Siz hesap verme makamındasınız.

Öyle akraba bakanı ortadan kaybedelim, ekonomi yönetimini değiştirelim, olanları unutturalım diyemezsiniz. Bu millet buna kanmaz.

Biz bunu unutturmadık, unutturmayacağız. Ne kadar başka gündemlerle başka konularda bunların üzerini kapatmaya çalışsanız da biz bunu sık sık hatırlatacağız. Bu soruları sık sık soracağız. 130 milyar dolar nerede? Bunu soracağız.

Üç aydır ekonomide reform, hukukta reform masalları anlattınız ama hâlâ bu hataları savunduğunuza göre sizin ne şeffaflıkla ne hesap verebilirlikle uzaktan yakından alakanız yok!

Arkadaşlar, istedikleri kadar gizlemeye çalışsınlar, DEVA Partisi hiçbir şeyi gizlemelerine müsaade etmeyecek. Sık sık soracağız. Cevabımızı alana kadar soracağız. Bugün alamazsak yarın iktidar olduğumuzda açacağız kayıtları, bakacağız ve açıklayacağız.

Gelin maskelerini bir bir çıkartalım da gerçekler ayan beyan ortaya çıksın...

*****

Bakın birkaç gün evvel yine “Merkez Bankası kâr rekoru kırdı” dediler. Okuyunca insan hayret ediyor. Bu bir başarı olarak sunulabilir mi?

Ziya Paşa’nın dediğini yine tekrar edelim “Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?”

Aslında, Merkez Bankası’nın kârının artması, faizlerin yükseldiğinin ve Türk lirasının daha değersiz hale geldiğinin itirafıdır.

Merkez Bankası’nın kârı nereden gelir? Çünkü Merkez Bankası sıradan bir işletme değil. Bir market değil, bir fabrika değil. Merkez Bankası para basan bir banka, para basıyor. Peki, nereden kâr ediyor? Parayı basıyor, basılan kâğıt paranın maliyeti yaklaşık bugünkü kurlarla 50 kuruş. Üzerine 100 lira yazıyor, 100 liraya veriyor. 200 lira yazıyor, 200 liraya veriyor. O 50 kuruşla 200 lira arasındaki farkı Merkez Bankası’nın kârı. Buna ‘senyoraj gelir’ denir. Bu devletin hakkıdır. Ama ne kadar para basarsa işte o kadar çok kâr eder. Demek ki ne olmuş? Merkez Bankası çok para basmış mı? Basmış. Bundan onu anlıyoruz.

İkincisi, Merkez Bankası ne yapar? Bu parayı piyasaya borç verir. Borç verir ve karşılığında faiz alır, gecelik faiz alır, haftalık faiz alır. Siz Merkez Bankası’nın faizini %8,25‘den %17’ye çıkartırsanız, bu piyasadan daha fazla faiz alırsanız Merkez Bankası kâr eder. Ama Merkez Bankası’nın ettiği kâr nedir? Bu ülkenin çiftçisinin, esnafının, vatandaşının ödediği faizdir. Çok kâr ettik derken diyor ki yani “Biz vatandaştan daha çok faiz aldık” diyor. Onu niye söylemiyorsun? Onu niye anlatmıyorsun?

Asıl bir konu var ki Merkez Bankası’nı kârı, o çok enteresan. Bu da Merkez Bankası’nın elindeki dövizi sattığında muhasebede görülen kardır. “Biz bu milletin alın teriyle, üretimiyle, ihracatıyla damla damla biriktirdiğimiz o rezervi bunlar iki yılda çarçur etti” dedim ya. O dövizin alış fiyatı eski alış fiyatı. Merkez bankası bunu 1,5 liradan aldı, 2 liradan aldı, 2,5 liradan aldı ve kara gün parası olarak biz onu biriktirdik oraya. Bunlar ne yaptılar? Kaça sattıklarını da açıklamıyorlar ama günü geldi 5 liraya sattılar, günü geldi 6 liraya sattılar şimdi de övünüyorlar “Merkez Bankası çok kâr etti” diye. Bu aynı neye benziyor biliyor musunuz? Bir çocuğa babasından miras kalır, değerli bir gayrimenkul vardır o gayrimenkulü de satar. Diyelim ki 5 milyon liraya sattı. Der ki “Ben 5 milyon para kazandım.” Ya sen neyle kazandın? Sen kazanmadın ki onu, baban kazandı sana miras kaldı sen sattın şimdi onu yiyorsun.

Sonuçta değerli arkadaşlar, Merkez Bankası’na kâr ettik diye övündükleri bastıkları paradır, bu vatandaşın sırtından aldıkları faizdir ve mirasyedi parasıdır mirasyedi.

Bakın biz onlara ne yaparlarsa yapsınlar göz açtırmayız. Biz bu işi biliyoruz. Bizi kandıramazsınız ve biz ısrarla inatla sizin işinize gelmese de vatandaşımıza doğruyu anlatmaya devam edeceğiz.

*****

Onlar halka gerçekleri saptırarak anlatmaya devam etsin, biz tek tek izah edelim:

Ne diyorlar? Türkiye ekonomisi büyüdü, G-20 ülkeleri arasında Çin’den sonra ikinci oldu.

Algıları ayarlama Enstitüsü’nün yeni oyuncağı da bu. Diyorlar ki “Geçen yıl yüzde 1,8 büyüdük.”

Yani diyorlar ki, “Milli gelir arttı. Milli gelir reel olarak arttı. Milli gelir enflasyondan fazla arttı” diyorlar.

Diğer söyledikleri rakamlara bakıyoruz:

Bir yılda neredeyse 3 milyon kişi işini kaybetmiş. Üstelik çalışanların çalıştıkları toplam saat miktarı da azalmış.

Yani ülkede hem çalışan sayısı azalıyor, hem çalışanların çalıştığı saat azalıyor aynı kurum bunu açıklıyor yine aynı kurum diyor ki “Büyüdük.” Çalışan sayısı azalıyor, çalışma saati azalıyor ama ekonomi büyüyor. Bari bir hayali tablo çizecekseniz açıkladığınız rakamları tutarlı hale getirin de ondan sonra açıklayın, millet inansın.

Vatandaş gelirini kaybetmiş, vatandaş işini kaybetmiş. Ümidi tükenen insanlar iş aramaktan vazgeçmiş.

Pekiyi, nerede bu büyüme?

Bu nasıl büyüme arkadaşlar?

Çiftçiye sorun, geliri artmış mı?

Esnafa sorun, geliri artmış mı?

Emekliye, memura, işçiye sorun, geliri artmış mı?

Pekiyi, kimsenin geliri artmıyor da milli gelir nasıl artıyor?

Çiftçinin işi büyümüyorsa, esnafın işi büyümüyorsa, izah etsinler bize, ekonomi nasıl büyüyor?

Öyle hayali tablolarla, hayali rakamlarla bu milleti aldatmak mümkün değil. Bunlar zannediyor ki ekonomi gaz vermekten ibaret. Moral verelim gazı verelim ekonomi büyür. Mümkün değil.

Ekonomi önce dürüst olmakla büyür. Güven oluşturmakla büyür. İtibarla büyür. Bunlar güven oluşması mümkün değil. İtibarları yerle bir. Böyle bir iktidarın Türkiye ekonomisini büyütebilecek, Türkiye ekonomisine katkıda bulunabilecek bir sonuç alması mümkün değildir.

*****
Değerli arkadaşlar,

Çarşı, pazar, market fiyatları hepinizin malumu. Pazara da markete de gidince vatandaşımız boş fileyle dönüyor.

Vatandaşımız, pazardan çürük sebze meyve alarak karnini doyuruyor. Çocuklarıyla beraber konteynırdan artık yemek toplayan vatandaşlarımız var artık bu ülkede. Böyle bir şey yoktu. Biz bunu sıfırlamıştır. Mutlak sıfırlığı ve görece yoksulluğu sıfırlamış bir ülke olarak Türkiye’nin itibarını zirveye çıkartmıştık. Bu memleketi yönetenlerin utanç manzarasıdır bu.

Halkımız 50 kuruş ucuz olsun diye bayat ekmek saatin alıyor. Bu milleti kuru ekmek kuyruğunda bekletenlerin sefillik resmidir bu.

Türkiye’de ne büyüdü biliyor musunuz? Bütçe açığı büyüdü,

Hazinenin borcu büyüdü, hazinenin borcu ikiye katladı, ikiye. İki yılda ikiye katladı. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi başladı. Yani partili taraflı Cumhurbaşkanı, akraba bakan göreve geldi o gün hazinemizin borcu 935 milyar TL. En son geçen sene Ekim ayı 1 trilyon 975 milyar TL. İki yılda ikiye katlamışlar. Ekonomi büyüdü diyorlar ya asıl hazinenin borcunun büyüdüğünden neden bahsetmiyorlar.

Esnafın borcu büyüdü,
Küçük işletmecinin borcu büyüdü,
Cari açık büyüdü,
Gelir dağılımı arasındaki uçurum büyüdü,
Çarşı pazar enflasyonu büyüdü,
İşsizlik büyüdü.
Bunları hiç hükümetten duyuyor musunuz peki? Duyamazsınız.

Bunları niçin söylemiyorlar? Çünkü yaptıkları “büyüme” makyajının dökülmesinden korkuyorlar.

G-20 ülkeleriyle karşılaştırıyorlar değil mi?
Türkiye, G-20 ülkeleri arasında enflasyonda kaçıncı?
İşsizlik oranında, hayat pahalılığında kaçıncı? Bunları hiç duyuyor musunuz?

Bugün Muğla’dayız. Türkiye’nin yaz turizminin başkentindeyiz. Bir senedir turizmcimiz neler çekiyor, iktidar partilerinden bir ses var mi? Bir destek var mi? Bunları duyuyor musunuz?

Peki, Türkiye, bu salgın döneminde vatandaşına doğrudan destek verme noktasında kaçıncı? Bunları duyuyor musunuz?

Biz duyuralım arkadaşlar. Onlardan duyamazsınız, biz söyleyelim. Türkiye, vatandaşına doğrudan destek veren sondan ikinci ülke, sondan.

Dünyada pek çok ülke, esnafına, küçük işletmelerine, ihtiyacı olan vatandaşlarına doğrudan destek verdi.

Gelişmiş bütün devletler şu pandemi döneminde vatandaşının önce sağlığına odaklandı, sonra ekonomik yükünü hafifletti.

Bizde ne oldu? Devlet ortadan kayboldu. Şimdi de büyüdük diye övünüyorlar.

Başsından beri söyledik, “Vatandaşa doğrudan destek vermelisiniz” dedik. Ama onlar ne yaptılar? Vatandaşı daha çok borçlandırdılar. Kredi üzerine kredi verdiler. Üstelik üzerine faiz de eklediler.

Siftah yapamayan esnafa kredi vermenin ne faydası var ya? Geliri yok, geliri. Çözümün kredi vermek ve borçlandırmak olmadığını ta en başsından beri söyledik.

Şimdi de borcu daha önceki taksitleri de ekleyerek erteliyorlar. Borç erteleniyor, ancak büyüyerek erteleniyor.

Değerli arkadaşlar, bu pandeminin etkisi tamamen bitse bile, esnafımız normal eski günlerine dönse bile, dükkanını, mağazasını iş yerini açsa bile üzerindeki bu borç yükü var ya bu borç yükü, birikmiş borç yükünü yıllarca üzerinden atamayacak. Bununla ilgili mutlaka başka türlü tedbirler almak lazım. Ama hükûmet bunu yapamaz. Çünkü kaynak yok, çünkü çarçur ettiler.

Sadece Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini çarçur etmediler, bir de Merkez Bankası’nın yedek akçesi vardır, yedek akçe. Merkez Bankası bu yedek akçesinin bir kısmını tutarı kara gün içidir. Kara gün geldiğinde o yedek akçe harcanır. Daha pandemi başlamadan taraflı partili Cumhurbaşkanı, akraba bakan el ele verdiler 2019’un ocağında daha görece geleli 6 ay olmuş 2019 Ocak ayında ilk yaptıkları ne biliyordunuz? Merkez Bankası’nın yedek akçe hesabını bir günde sıfırladılar. Bir günde harcadılar Merkez Bankası’nın yedek akçesini. Bu Türk lirasıdır, döviz değil. Daha pandemi gelmeden 2020’nin Ocak ayında 2019’un yedek akçesinin bir günde sıfırladırlar. Koskoca ülkenin kötü günleri için yedekte bir şey olmaz mı? Ne oldu? O kötü günler geldi, pandemi geldiğinde döviz rezervleri erimiş yedek akçe sıfırlanmış. Ne oldu? Vatandaşımıza tamda doğrudan destek vermemiz gereken dönemde yapamadılar, veremediler.

Değerli arkadaşlar,
Yatırımlar durdu. Üretim sıkıntıda.
Türk lirasını, milli paramızı tarihinin en değersiz seviyesine düşürdüler. Paramız pul oldu, pul.

Soruyorum onlara, milliyetçilik bu mu? Milli paramızı pul haline getirmek mi milliyetçilik?

Vatandaş bir bebek maması, bir ayçiçek yağı alamıyor. Marketlerde peynirlere, mamalara, yağlara kilit vuruluyor çalınmasın diye.

Soruyorum onlara, milliyetçilik bu mu? Milliyetçilik ülkeyi bu hale mi gerdirmek?

Halkımızı düşürdükleri duruma bakar mısınız? Sırf şahsi bekaları uğruna, sırf şahsi hırsları uğruna bu halkın onurunu eziyorlar.

Kimse kusura bakmasın, biz buna müsaade etmeyeceğiz.

Bu kötü yönetime, bu ekonomiden, hukuktan, hiçbir şeyden anlamayan yönetime son vereceğiz.

*****
Değerli arkadaşlar,

Ülkemizde genç işsizlik hızla arttı. Tarihi rekor seviyeye ulaştı. Her dört gençten biri işsiz.

Ülkemizde artık “ev gençleri” var. Üç gençten birisi ne okuyor ne de çalışıyor. Aileleriyle yaşayan, iş bulamayan gençler...

Kendi şehirlerinden gitmek istiyorlar, kendi ülkelerinden bile gitmek istiyorlar. Çünkü iş yok, ekmek yok, umut yok.

Biz gençlerin içinde oldukları bu sıkışmışlığı çok iyi görüyoruz değerli arkadaşlar.

Çünkü DEVA partisi, gençlerin arkasından yürüyenlerin partisi.

Gençlerin derdini, kendi derdi bilenlerin partisi.
İşte bu yüzden hedefimiz, gençlerimize umut olmaktır.

Bu ülkenin önce sağlam bir hukuk zeminine kavuşmasını ve ardından “DEVA ekonomisi” ile büyümesini hedefliyoruz.

DEVA ekonomisi ne demek?

DEVA ekonomisi; adil rekabete, fırsat eşitliğine, özel sektör öncülüğüne ve verimliliğe dayalı bir ekonomik sistem demek.

DEVA ekonomisi; kaliteli bir büyüme demek.

DEVA ekonomisi; tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir politikalar demek.

DEVA ekonomisi; her bir vatandaşımızın insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demek.

Biz, bu ülkenin insanlarının yatağa aç gitmediği, yarınlarından endişe etmediği bir refah seviyesi hedefliyoruz.

Esnafın kepenk kapatmadığı, faturalarını ödeyebildiği, emeklilerin saygın bir gelir elde ettiği bir ülke hedefliyoruz.

İşte biz, umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak diyoruz ki; Bu milletin daha fazla fakirleşmesine müsaade etmeyeceğiz.

Aileleri kara kara düşünmekten kurtaracağız.

Dünya piyasaları para içinde yüzerken, ülkemizin açlığa mahkûm edilmesine göz yummayacağız.

Halkının geçim sıkıntısını bilen, işinin ehli kadrolarla sorunları çözeceğiz.

Kimsenin şüphesi olmasın; önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

DEVA iktidarında bu verimli topraklarda, işsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil,

Bereket akacak.
Bolluk akacak.
Refah akacak.
DEVA Partisi kadrolarıyla hazır, emaneti teslim almaya geliyoruz. ***

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi;

Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Milas’ın DEVA’sı var. Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

4 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. DEVA Kadında Zirvesi Konuşması

DEVA Kadında Zirvesi

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Değerli il başkanlarımız,
Saygıdeğer il kadın çalışmaları başkanlarımız ve teşkilat üyelerimiz, Sivil toplum kuruluşlarının kıymetli temsilcileri,

Basınımızın değerli temsilcileri,

Ekranları başından ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin DEVA Kadında Zirvesi’ne hoş geldiniz. *****

Biraz önce değerli Kadın Politikaları Başkanımız Sayın Elif Esen’in çok kapsamlı konuşmasını dinledik. Gerçekten bugün gün boyu konuşacağımız değerlendireceğimiz hususlar, herkesi ilgilendiren hususlar. Sadece kadınları değil, tüm toplumumuzu yakından ilgilendiren hususlar.

Onun için biz burada şöyle bir şey yaptık: Dün burada bir il başkanları toplantısı düzenledik. Gece yarısına kadar hep beraber bu salondaydık ve bütün il başkanlarımızın ve her ildeki kadın çalışmaları başkanlarımızın gün boyu bu zirveyi kendilerinden özellikle istedik.

Kadınlar ile ilgili meselelerin, kadınlar kadar erkek tarafından takip edilmesi, sahiplenilmesi ve sorunların çözümünün de yan yana yürüyerek, kadınlar ve erkekler yan yana yürüyerek aranması gerçekten metot olarak son derece önemli. Ülkemizdeki kadın meseleleri hepimizin, tüm ülkenin meselesi.

Değerli dostlar,

Önümüzdeki hafta bir 1. yaş günümüzü kutlayacağız. 9 Mart tarihinde DEVA Partisi tam bir yılını doldurmuş olacak.

DEVA Partisi’ni bir sene evvel kurduğumuzda çok iddialı bir söz söyledik:

Biz bu çatı altında sadece yeni bir siyasi parti değil, aynı zamanda yeni bir “siyasi kültür” inşa edeceğiz dedik.

Evet, biz yepyeni bir siyasi kültür, yepyeni bir siyasi kimlik inşa ediyoruz.

Çünkü Türkiye’nin buna ihtiyacı var.

Senelerdir süregelen siyaset dünyasında değiştirmemiz gereken birçok yanlış anlayış ve davranış var.

İşte bu yüzden biz, mevcut siyasi kültürü sorguluyoruz ve dönüştürmek istiyoruz.

Tabii bu kolay değil. Türkiye’de klişelerle metaforlarla insanın zihnine oturmuş bir görünüm var. İnsanların siyasi partileri hemen bir kategoride, bir grupta, bir ittifakta değerlendirme eğilimi var. “Biz yepyeni bir siyasi anlayış geliştiriyoruz. Yepyeni bir siyasi kültür inşa ediyoruz. Yepyeni bir siyasi kimlik ortaya koyuyoruz.” dediğimizde tabii işimiz o kadar kolay olmuyor. Vakit alıyor, emek istiyor ama buna değer.

Biz DEVA Partisi’ni ülkemizdeki mevcut siyaset yapısını bu ülkenin sorunlarını kesinlikle çözemeyeceğine inandığımız için kurduk. Yoksa partimizi kuran arkadaşlarımıza baktığınızda, il başkanlarımıza baktığınızda aslına bu arkadaşlarımız; yetkinlikleriyle, etkinlikleriyle, birikimiyle, etik özellikleriyle hangi siyasi partiye gitseler rahatlıkla kapılar açılırdı ve o siyasi partilere de destek verebilirlerdi. Ama biz gerçekten burada yeni bir harekete ihtiyaç olduğunu düşündüğümüz için DEVA Partisi’ni kurduk.

Ve bu yüzden kadının siyasetteki yerini güçlendirmeyi hedefliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugünkü siyaset sahnesine genel olarak baktığımızda, ağırlıklı olarak erkeklerin egemen olduğunu görüyoruz.

Biraz önce Elif Hanım bize çok çarpıcı rakamlar söyledi. Belediye başkanı ile verdiği rakamlar gerçekten çok çarpıcı. Hepimizin “Bu ülke nereye gidiyor, nasıl oluyor? Belediye başkanlığı yapacak sadece 30 tane kadın mı vardır bu ülkede?” diye düşünmemiz gerekiyor. Ama bu özel bir çaba gerektiriyor. İşleri doğal akışına bıraktığınız zaman olmuyor. Biz bunun için DEVA Partisi’nde %35 cinsiyet kotasını esas aldık ve hedef olarak da parametreyi koyduk. Hedef parametre ama minimum kota %35 dedik.

Tüm siyasi partiler içerisinde bu en yüksek kotadır ve genel kurullarımızda bun gözettik, gözetiyoruz. İl teşkilatlarımızda, ilçe teşkilatlarımızda çok çok ısrarcı oluyoruz, il başkanlarımızın, ilçe başkanlarımızın bu rakamları tutturmaları konusunda.

Kendiliğinden gelen sayılar yeterli olmayabilir, kendiliğinden ilgi gösteren kadın sayısı yeterli olmayabilir ama ne yapacağız? Arayacağız, araştıracağız, bulacağız, cesaretlendireceğiz, motive edeceğiz, yardımcı olacağız, önlerinin açacağız ki kadınlar siyasette hak ettikleri yeri bulsunlar, hak ettikleri etkinliği sağlayabilsinler.

Oysa tarihimize şöyle bir baktığımızda, bu topraklardaki kadın hareketinin çok güçlü olduğunun farkına varıyoruz.

Hatırlayın, daha Cumhuriyet ilan edilmemişken, Nezihe Muhiddin ve on üç kadın arkadaşı, ilk kadın şûrasını toplamıştı.

O günlerde gelen tüm baskılara, itirazlara rağmen kadınlar seslerini yükseltmeye devam etmişti.

Ve kadın hakları için verecekleri mücadeleyi şöyle anlatmıştı:

"Onları bize vermeseler bile biz onları alacağız. Hiç şüphesiz hak; azmin, fiilin ve liyakatindir.”

100 sene önce söyleniyor bu sözler değerli arkadaşlar. “Hak; azmindir, liyakatindir.” Ne demek? “Kimde azim varsa, kimde liyakat varsa kadın erkek ayırmadan hak onun hakkıdır” diyor.

Nezihe Muhiddin ve arkadaşları, kadınlar şûrasında, “kadınlar halk fırkası”nı kurmaya karar vermişti.

Her ne kadar o günün koşullarında parti kurulamasa da “Türk Kadın Birliği” kuruldu ve mücadelesine devam etti.

Her gün gazete sayfalarından cinsiyetçi hakaretlere maruz kalmalarına rağmen, Türk Kadın Birliği üyeleri, kadınların siyasette yer alabilmesi için şehir şehir çalıştı.

*****

Evet değerli arkadaşlar,

Kadın hareketi, 100 yılı aşkın bir süredir bu toprakların en güçlü sesi. Siyasette yer almak için kadınların verdiği mücadeleler aslında hala devam ediyor.

Devam ediyor ama mutlaka o mücadelenin yanında, arkasında olmak gerekiyor ve destek vermek gerekiyor.

Biliyorsunuz; ülkemizde kadınların mücadelesi, başka ülkelere göre çok daha erken bir tarihte, 1934 yılında, seçme ve seçilme hakkini kazanmalarıyla taçlandı.

Böylece, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün teşvikleriyle ülkemiz, dünya kadın hakları mücadelesine altın bir sayfa yazdı.

Peki, seçme ve seçilme hakkı kazanılmasına kazanıldı ama siyasette kadınlara nasıl bir rol biçildi?

Siyasi kültür bir anda değişmiyor.
İşin tam da püf noktası budur arkadaşlar.

Şöyle bir geçmişten bugüne ülkemizde kadının siyasetteki yerine baktığımızda, şunu görüyoruz:

Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadının meclisteki konumu esas olarak sembolik bir anlam taşıyordu.

Yeni Cumhuriyet, 1935 yılında meclisteki 17 kadın milletvekili ile hem ülkemize hem de bütün dünyaya modern bir Türkiye hedeflediğini göstermeyi amaçlıyordu.

Ne var ki, kadınlara bir yandan batılılaşma ve modernleşmenin taşıyıcı rolü verilirken, bir yandan da bu rolün sinirleri yine erkekler tarafından çiziliyordu.

Yani aslında, kadına biçilen siyasi misyon, aile içi rollerin siyaset alanındaki uzantısından başka bir şey değildi maalesef.

Bugüne kadar uzanırsak; partili kadın, kermes yapmak, partiye bağış toplamak, sosyal aktiviteler organize etmek, kurslar açmak, yoksullara yardım etmek gibi faaliyetlerle partinin ana gövdesinin “destek gücü” olarak konumlandırılıyor. “destek gücü”...

Yani ana gövde değil. Biraz önce saydığım aktiviteler kermesler, yardım toplama, sosyal çalışma... Bunlar kuşkusuz siyasetin olmazsa olmazı ama kadınların sadece o alanda olmaları, o alanın sadece kadınlar tarafından yürütülmesinin beklenmesi, işte bu nokta bizim itiraz ettiğimiz bir nokta.

Zaman içinde, özellikle siyasi rekabet sertleştikçe ve kadın seçmenin oyu önem kazandıkça, partili kadının görev alanında bir genişleme görüyoruz:

“Kadın partililer” aracılığıyla kadın seçmene ulaşmak...

Kadınlar bu göreve dört elle sarılıyor. Ellerinde ana kademeler tarafından azilmiş broşürlerle ev ev dolaşıyor, çalmadık kapı bırakmıyor, üzerlerine düşen görevi fedakârca yerine getiriyorlar.

Ve gerçekten bu alanda mucizeler yaratıyorlar!
Ama ikinci sınıf partili muamelesi görmekten de kurtulamıyorlar.

Pek çok parti programında kadının adi, çocuklar, yaşlılar ve engellilerle birlikte anılmaya devam ediyor.

Kadın sorunları çoğunlukla aile bağlamında ele alınıyor. Kadın kimliği sadece aile ile özdeşleştirilmeye çalışılıyor.

Hâlâ, kimse onlara genel parti politikaları hakkında fikirlerini sormuyor. Kimse onlardan kadın ve aile dışı konularda politika geliştirmelerini, proje önermelerini, proje yönetmelerini beklemiyor.

Ve kadınlar hâlâ siyasetin karar mekanizmalarından çok uzaktalar. Tam burada bir parantez açalım;

Kadın, başlangıçtan bu yana genel politikanın bir parçası olamadı ama, ülke politikasının en şiddetli tartışmaları, en keskin ideolojik kutuplaşmalar ve rejim kavgaları kadınlar üzerinden yürüdü.

Çağdaşlık tartışmaları kadının konumu üzerinden yapıldı.

“Geleneksel” olanla “modern” olan, birbirleriyle kadının konumu üzerinden kavga ettiler.

Laiklik, kadının kıyafeti üzerinden tartışıldı. Dindarlık, kadının başörtüsüyle anıldı.

28 Şubat döneminde, başörtüsü bahane edilerek, kadınlar eğitim ve çalışma hayatından uzaklaştırıldı. Kadınlar, uzun yıllar süren ayrımcılığa ve haksızlıklara maruz kaldı.

Kadınlar on yıllar boyunca, siyasi kavgalarda koçbaşı olarak kullanıldı. Bu kavgaların ezileni, kaybedeni, kurbanı oldu. Ama bir türlü siyaseti oluşturan ve uygulayan bir özne olamadı.

*****
Sevgili arkadaşlarım,

İşte biz, partimizin programını yazarken, kadın politikasını belirlerken, bu tarihi geçmişi ve bugünkü manzarayı önümüze serdik.

Ve “Biz kesinlikle böyle yapmayacağız” dedik.

Biz, partimizdeki kadınları ana kademelerin “yardımcı” güçleri, ya da seçimden seçime sahaya sürülecek “yedek kuvvetler” olarak görmeyeceğiz dedik.

Bu yüzden ayrı bir “kadınlar kolu” kurmadık.

“Eğer yeni bir siyasi kültür oluşturmak istiyorsak, partimizdeki kadınlarla, mutlaka her kademede yan yana çalışmaya ihtiyacımız var” dedik.

Bunun için bütün parti organları için yüksek cinsiyet kotaları koyduk. Hedefimizin parite olduğunu da özellikle vurguladık.

Biz kadın-erkek yan yana yürüyeceğiz dedik.

DEVA Partisi’nin kadınlara yaptığı “siyasete katılma çağrısı”, sadece kadın seçmen kitlesine daha rahat ulaşma ihtiyacından kaynaklanmıyor.

Ya da kadın sorunlarını daha iyi anlayıp doğru politikalar üretme gereksiniminden de kaynaklanmıyor.

Partimizin kadınlara ihtiyacı var; çünkü biz bu partiyi ve bu ülkeyi, ancak bir arada olursak doğru bir şekilde yönetebileceğimize inanıyoruz.

Partimizin kadınlara ihtiyacı var; çünkü karar verici mekanizmalarda çeşitliliğin artmasının başarıyı arttırdığını biliyoruz.

Partimizin kadınlara ihtiyacı var; çünkü kadınlar siyasetin kurucu unsuru haline gelmezse, yeni bir siyasi kültür oluşturamayacağız eminiz.

Biz, DEVA Partisi olarak, gücümüzü bu toprakların çeşitliliğinden alıyoruz.

Yeni bir siyasi kültürü, farklı hayat tecrübelerine sahip insanların bir araya gelerek oluşturabileceğini biliyoruz.

Yeni bir siyasi kültürü, farklı bakış açıları kazanmış kesimlerin beraberce inşa edebileceğine inanıyoruz.

Bu perspektifle kadınların siyasete katkısı, yeni bir siyasi kültürün mihenk taşıdır.

Siyasetin neye ihtiyacı var biliyor musunuz?

Siyasetin, kadınların “ötekiyle” “ötekileştirilenlerle” empati kurma yeteneğine ihtiyacı var.

Siyasetin, kadınların nezaket diline, kadınların çatışmayı değil müzakereyi ve uzlaşmayı önceleyen yaklaşımına ihtiyaç var.

Biliyoruz ki, uzlaşmacı bir siyasal kültür yerleşmeden, demokrasinin yerleşip kurumsallaşması çok zor olur.

Biliyoruz ki, demokrat bir kültür olmadan, siyaset baskıdan ve şiddetten kurtulamaz.

Biz bunu önce DEVA içinde, sonra da Türkiye’de, kadın-erkek yan yana çalışarak başaracağız.

Deva Partisi, umut dolu yarınları kadınlarla birlikte inşa edecek.

Bu nedenle bir kere daha ülkemizin demokrat kadınlarına sesleniyorum;

Bu ülkenin yarınları için,

Özgürlük için,

Eşitlik ve adalet için,

Zengin bir Türkiye için,

Çocuklarımızın bugününü kurtarmak için,

Hepinizi DEVA Partisi’ne davet ediyorum.

Çünkü biz, bu ekonomik dar boğazdan ve bu politik sıkışmışlıktan kurtulmanın ancak, kadınlarının aklı, fikri ve emeği ile mümkün olacağını çok iyi biliyoruz.

DEVA Partisi, umut dolu yarınları kadınlarla birlikte inşa edecek.

DEVA Partisi’ni, kız kardeşleriyle birlikte el ele veren kadınlar büyütecek.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimin sonuna gelirken bu önemli günü hazırlayan, bu önemli organizasyonu çalışan, hepimizi davet eden Kadın Politikaları Başkanı Sayın Elif Esen’e teşekkür ediyorum. Bu organizasyonun yine hazırlanmasında büyük katkısı olan Kurumsal İletişim ve Tanıtım Başkanımız Sayın Sanem Oktar’a teşekkür ediyorum. Özellikle bugün bu toplantımız vesilesiyle farklı illerden Ankara’ya gelen gün boyu burada konuşmalar yapacak, panellere katılacak tüm konuklarımıza bugünü bizlerle geçirdiği için ve bu çalışmaya verdikleri katkı için özel şükranlarımı sunmak istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyor, DEVA Kadında Zirvesi’nin, ülkemizde yeni bir siyasi kültürün inşasında bir filiz olmasını temenni ediyorum.

3 Mart 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 2. İl Başkanları Toplantısı Konuşması

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli genel merkez başkanlık kurulu üyeleri,

Çok değerli il başkanlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, partimizin 2. İl Başkanları Toplantısı’na hoş geldiniz diyorum.

****
Değerli yol arkadaşlarım,

Partimiz, kuruluşundan hemen sonra, rekor denilebilecek kadar kısa bir zaman diliminde, ülkemizin tüm sathında hızlı bir şekilde teşkilatlandı.

Türkiye’nin dört bir köşesine damla damla yayıldık, yayılıyoruz. Kadınlarla, gençlerle, hep beraber gerçekleştiriyoruz bu süreci.

Üstelik teşkilatlanma gibi, insan insana temasın çok önemli olduğu bir çalışmayı, biz pandemi koşullarında gerçekleştiriyoruz.

Partimizin karşısına çıkartılan her türlü güçlükle, her türlü engelle mücadele ederek çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Bu zor şartlarda gösterdiğiniz olağanüstü çaba nedeniyle, genel merkez kurul üyelerimize, il başkanlarımıza ve tüm teşkilat mensuplarımıza içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Ben şuna inanıyorum; azim ve kararlılık olduktan sonra hiçbir engel, hiçbir güç bizi durduramaz, durduramayacak.

Sizler, bir siyasi partinin “liyakat” ile yönetilebileceğini ispatladiğiniz için heyecanımıza heyecan katıyorsunuz.

Duymuşsunuzdur, yıllar önce birileri ne demişti? “Şeffaflık ve etik ilkeler gelirse, imar rantları kontrol altına alınırsa, partiye il ve ilçe başkanı bulamayız” demişti.

Bulunur, bulunur. Bal gibi bulunur.

İşte bunun ispatı burada, bu çatı altında. Bunun ispatı tüm Türkiye’de DEVA teşkilatlarında.

Değerli arkadaşlarım,

Sizler, saplanıp kaldıkları “inat”lar uğruna ülkemizi karamsarlığa sürüklemek isteyenlere karşı bu milletin umudunu pekiştiriyorsunuz.

Çünkü sizler, ülkemizin adalete kavuşması, refaha ulaşması ve toplumsal barışin sağlaması için yola koyuldunuz.

Aykırı bir fikrin söylenemediği bir iklimde; aileniz için, çocuklariniz için, dostlarınız için, şehriniz için ve ülkeniz için son derece anlamlı bir duruş sergilediniz.

Biz, DEVA Partisi çatısı altında sadece siyaset yapmıyoruz. Biz siyasetin dilini değiştiriyoruz, yepyeni bir siyasi kültür inşa ediyoruz.

Siyasette kimisi eskiyi temsil ederken;

Kimisi statükonun sözcülüğünü üstlenirken;

Bugün bu salonda bulunan bizler yeni siyaseti ilmek ilmek örüyoruz.

Hem de çete liderlerine paye verenlere, ülkemizi her anlamda 90’lı yılların karanlığına götürmeye çalışanlara rağmen bunu yapıyorusunuz.

*****

Bunca zorluğun arasında demokrasi ve atılım diyerek yola koyulan değerli arkadaşlarım,

Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşırken, şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, bu ülkenin insanlarının her türlü badirenin içinden yüz akıyla çıktığını görüyoruz.

Emin olun; yine başaracağız.
Emin olun; bu başarının altında bu defa bizlerin imzası olacak. Bakın arkadaşlarım,

Şu anda bir yandan teşkilat çalışmalarımız olanca hızıyla yürürken bir yandan da ülkemizin geleceğiyle ilgili yoğun bir hazırlık içindeyiz.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile ilgili hazırlıklarımız önemli bir aşamaya geldi. Diğer siyasi partilerle bu konuda diyalog ve istişare süreci başlattık. Bu aynı zamanda bir toplumsal mutabakat arayışının başlangıcı oldu.

Biz, biliyorsunuz kendimiz çalıştık parlamenter sistem ile ilgili ‘Anayasa Değişikliği Taslağı’ hazırladık. Bunun için de bir vizyon belgesi çıkartarak bu konuda çalışması olan diğer siyasi partilere de “Çalışmalarımızı şöyle yan yana koyalım, biraz istişare edelim” tavsiyesinde ve önerisinde bulunduk ve şimdiye kadar bu öneriyi sunduğumuz bütün siyasi partiler bizim önerimizi kabul etti ve ikili bazda da bu diyalog sürecini en kısa zamanda başlatıyoruz. Bir yandan sistem değişikliği ile çalışmalarımız devam ederken bir yandan da 13 politika başkanlığımız hükûmetin ilk 90 günü ve ilk 360 günüyle ilgili hazırlıklara başladı. Parti programımız ışığında, takvime bağlanmış somut eylem ve projeleri çalışmaya başladık.

Biz DEVA Partisi’ni profesyonel muhalefet yapmak için kurmadık. Biz, DEVA Partisi’ni bu ülkenin yönetimine talip olmak için kurduk. Bunun için çalışıyoruz.

****
Değerli arkadaşlar,

Ülkemizde karamsarlık iklimini yaratan, el attığı her şeyi eline yüzüne bulaştıran bir iktidar zihniyetiyle karşı karşıyayız.

Yönetenlerin beceriksizliği, rasyonal olmayan uygulamalar ve kötü yönetim sonucunda ülkemiz ciddi bir ekonomik krizin içine girdi.

Önce yanlış atılan adımlarla kuru yükselttiler. Sonra da yükselttikleri kuru kontrol etmek için Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini harcadılar.

Bu milletin alın teriyle damla damla birikmiş rezervleri kısa bir sürede çarçur ettiler .

Bu metodla kuru dengeleyemeyince ‘rekabetçi kur’ masalları anlattılar.

Baktılar ki olmuyor. Bu sefer de faizi iki kat artırmak zorunda kaldılar. %8.25 olan politika faizini %17’ye çıkardılar.

Merkez Bankası’nın döviz pozisyonunu bugün itibariyle eksi 45 milyar dolara düşürdüler.

Bu yanlış zihniyet ve kötü yönetim yüzünden olmaz denilen her şey oldu.

Şu anda Merkez Bankası’nın, elindeki dövizden tam 45 milyar dolar daha fazla piyasaya döviz borcu var.

Bir ülkenin Merkez Bankası bu hale düşürülür mü? Sayın Cumhurbaşkanı çıkıyor bir rakam veriyor, 90 küsur milyar. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bak “90 milyar döviz var” diyor. Söylemiyor ki elindeki dövizden 45 milyar dolar daha fazla Merkez Bankası dışarıya döviz borçlanmış. Eksi rezerv bu demek. Bir ülkenin Merkez Bankası bu hale düşürülür mü? Taraflı Cumhurbaşkanı, akraba Bakan el ele verdiler maalesef ülkeyi bu duruma düşürdüler.

Tüm bu süreci de gizli saklı yürüttüler. Şeffaf olmadılar. Sata sata tükettikleri dövizleri ne zaman, hangi kurdan, nasıl bir yöntemle sattıklarını da açıklamadılar, açıklamıyorlar.

Bu kardeşinin yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldu. O dönemde yapılan bütün döviz müdahaleleri, alma ya da satma yönündeki bütün müdahaleler açık olmuştur, şeffaf olmuştur. Merkez Bankası’nın web sitesinde hepsi görülür. Son iki, üç yılda böyle bir şey yok. Şeffaflık yok. Gizli, saklı örtülü, satmıyormuş gibi yapıp kamu bankaları üzerinden yapılan döviz satışoperasyonları.

Hatırlayın, bunları ilk anlattığımda, Sayın Erdoğan bana hitaben ne dedi? “Bir de kalkmış bize ders veriyor” dedi.

Evet ders veriyoruz!
Çünkü ders almaya ihtiyacınız var. O yüzden ders veriyoruz.

Biz o dersi, onlar için değil; üreten, ihraç eden, alın teriyle o döviz rezervlerini biriktiren emekçilerimiz için veriyoruz.

Biz o dersi, doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırdıkları milletimiz için veriyoruz.

Ne derlerse desinler, biz anlatmaya, ısrarla hakikati dillendirmeye devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Bakın geçen hafta ortaya bir iddia attılar. “Ekonomi yönetimi çok başarılı, son yıllarda Merkez Bankası çok kâr etti” dediler.

Arkadaşlar, inanın bir bakkalın yanında iki ay çıraklık yapmış bir insan bunlara güler geçer.

Önce şunu bir anlatmamız lazım:

Merkez Bankası ağırlıklı olarak nereden kâr eder? İki önemli kâr kaynağı vardır.

Bir: para üretir, piyasaya borç verdiği para üzerinden faiz alır. Bu Merkez Bankası’nın kârı olur.

İki: rezervindeki dövizi satar, alış satış fiyat farkından kar eder.

“Merkez Bankası çok kâr etti” diye övündükleri rakam, ağırlıklı olarak bu ikisinin toplamıdır.

Merkez Bankası’nın ettiği kâr aslında nedir? Bizim esnafımızın, çiftçimizin, sanayicimizin, kredi kartı veya tüketici kredisi kullanan tüm vatandaşlarımızın bankalar aracılığıyla ödediği faizdir.

Merkez Bankası çok kâr etmiştir, çünkü bu milletten çok faiz almıştır.

Yine Merkez Bankası, yıllarca rezerv olarak biriktirdiğimiz 130 milyar doları örtülü usullerle satmıştır. Kârının diğer kısmı da buradan gelmiştir.

Tabii hazırdaki dövizi satıp da buradan övünmek hangi akla hizmet o da ayrı bir soru işareti. Ya onu sen mi kazandın? Sen mi biriktirdin de “Sattım da kar ettim” diyorsunuz. Tam bir mirasyedi, tam.

Babasından kalan mirası satıp, eline geçen parayı çevresine “Bak çok para kazandım” diye sağa sola anlatmaya benzer bu. Sen kazanmadın ki bunu, önceki dönemdekiler kazandı bunu. Sattın parasını yiyorsun onunla da çok kâr ettim diye övünüyorsun. İşte arkadaşlar zihniyet bu. Şu anda koskoca Türkiye’nin, ülkenin, 84 milyon ülkenin küçülmüş haliyle dahi dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan Türkiye’nin yönetildiği zihniyet maalesef bu. Biz buna üzülüyoruz işte. “Yazıktır” diyoruz, “Bu ülkeye yazıktır, günahtır” diyoruz.

Özetle, Merkez Bankası’nın kârı, milletin ödediği faiz ve mirasyedilerin sattığı dövizden ibarettir.

*****
Değerli arkadaşlarım,
İşin özü; ekonomi yönetmeyi bilmiyorlar.

Bakın bugün açıklanan enflasyon rakamları, TÜFE rakamı %15,6, ÜFE %27. Bu ne demek? Üretici fiyatları tam %27 artmış ama bizim esnafımız, küçük işletmemiz kendi ürününü satarken bu maliyet artışının ancak %15,6’sını vatandaşa yansıtabilmiş. Aradaki 12 puan da kendi kârından fedakârlık etmiş demektir .

Yine bakıyoruz ilk iki ayın açıklanan enflasyonuna, tabii açıklanan enflasyon konusunda büyük şüpheler var o ayrı mesele. Sadece açıklanan enflasyona baktığımızda, ilk iki ayın enflasyonu %2,6, devletin açıkladığı rakama güveniyorsanız. Fakat memura, emekliye ilk 6 ay için verilen zam ne? Geçen seneki enflasyon farkını düştüğümüzde sadece %3. İlk 6 ay için verilen %3 zam, ilk 2 ayda zaten %2,6’sı eriyip gitmiş durumda. Bundan sonra eksi yazacak. Hele hele gerçek enflasyonun bu rakamların çok daha üzerinde olduğunu da düşündüğümüz zaman ülkenin nasıl bir yoksullukla, nasıl gelir sıkıntısıyla karşı karşıya kaldığını maalesef çok açık ve net bir şekilde görüyoruz.

Bir ara “Aklımız başımıza geldi” görüntüsü verip sözüm ona piyasaların hoşuna gidecek işler yapmaya başladılar.

Her gün hukuku çiğneyerek ekonominin yönetilemeyeceğini anlamış gibi yaptlar.

“Mış gibi yapmak” üzerine bir siyaset yürüttüler.
Hatta ve hatta benim konuşmalarımdaki cümleleri aynen tekrar ettiler:

“Ekonominin temeli hukuktur, hukuku güçlendirmek gerekir” dediler.

Ta o zamanlarda söylemiştim. Hani “Bu ülkenin petrol gibi, doğal gaz gibi kaynağı olsa, hazırdan yeseler akıllarına hak, hukuk hiç gelmeyecek” demiştim.

“Reform reform diyorlar, bu hükûmet insan hakları reformu yapamaz. Her

şeyi yaparlar ama hukuk reformu yapamazlar” demiştim. “Bunlar güçler ayrımına, hukukun üstünlüğüne inanmıyorlar, kendilerini hukukla bağlı görmüyorlar” demiştim.

Maalesef haklı çıktık.
Bakın daha dün yeni bir plan açıkladılar.

Elimizi vicdanımıza koyalım ve hakkını teslim edelim. Planı okuduğunuzda, bazı teknik iyileştirmeler yok mu? Var.

Genel yargı düzenlemelerine yönelik pozitif algılanacak çalışmalar var. Hatta bizim verdiğimiz derslere de çalışmışlar.

Yargılamaların hızlandırılması çabasını,

Yargıda belli görevlere atanabilmek için kıdem şartı getirilmesini,

Hâkim ve savcılara coğrafi teminat sağlanmasını,

Sadece ifade almaya yönelik gözaltı yapılmamasını,

Verilen kararların gerekçelendirilmesiyle ilgili iyileştirmeler, bunlar olumlu yönde yapılan ifadeler.

Tabii biz bu yapılan beyanlar yönünde eğer gerçekten somut adımlar atılırsa biz bunları destekleriz ve daha da gerisi gelsin diye cesaretlendiririz.

Olumlu yönde atılan her adımı cesaretlendireceğiz.
Öte yandan, planın uygulama aşamasını da yakından izleyeceğiz. Çünkü planlama başka bir şey, uygulama başka bir şey.

Çünkü uygulama tarafı tamamen zihniyetle alakalı. Siz oraya ne yazarsanız yazın. Zihniyet eğer yanlış bir zihniyeteyse o planların uygulanması, o planların ruhunun işletilmesi mümkün değildir.

Uygulama, uygulama, uygulama. Biz buna bakacağız. Peki, gelelim planla ilgili diğer bazı hususlara:

Açıklanan pakette aylardır sıraladığımız hak gasplarına dair tek bir cümle var mi? Yok.

Plan, temel meseleye çözüm getirmiyor. Temel meseleyi görmezden geliyor. Oysa temel adaletsizlikleri halının altına süpürerek pisliği temizleyemezsiniz.

Sayın Erdoğan şunu söyledi mi, duydunuz mu? Hükûmet “Yargıya telefon açmaktan, talimat vermekten artık vazgeçiyoruz.” Böyle bir şey dedi mi?

Bunun için reforma, yeni düzenlemeye falan gerek yok. Zaten hâlihazırda bir anayasa var ve bugünkü anayasaya uyun yetiyor zaten.

Ancak, ülkeyi yöneten zihniyet kendisini anayasaya bağli görmüyor. Gönül rahatlığıyla anayasayı ihlal edebiliyor.

Açıklanan paketin girişinde ilkeler sıralanmış. Masumiyet karinesi, ayrımcılık yasağı, hukuk güvenliği demişler.

Yahu bunları insanlık bin sene önce halletti. Bin sene önce zaten bunlar insanlığın ortak ilkeleri olarak kabul edildi. Yeni mi aklınıza geliyor? Yeni mi görüyorsunuz? 2021 Mart ayında yeni aklınıza geldi. Bu ilkeler bizim imzamız olan uluslararası sözleşmelerde yaziyor, anayasamızda da yazıyor. Siz bizimle dalga mi geçiyorsunuz?

Bakın ne diyorlar:

“Mevzuatı ve uygulamayı; ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının en geniş şekilde teminat altına alınması doğrultusunda gözden geçiriyoruz.”

“İfade ve basın özgürlüğüne ilişkin standartları yükseltmek için gazetecilerin mesleki faaliyetlerinin kolaylaştırılmasına yönelik tedbirler geliştiriyoruz.”

Eğer bu ifadelerde samimi iseler, hemen bir açıklama yapsınlar. Desinler ki,

“Biz bundan sonra hiçbir gazeteciyi işten kovdurtmayacağız. Gazeteciler, köşe yazarları artık bizi eleştirebilir.”

Desinler ki;

“Bundan sonra medya patronlarına baskı yapmayacağız. Yakalarından düşeceğiz.”

Desinler ki;

“Artık TRT ve Anadolu Ajansı iktidar partisinin yayın kuruluşu gibi çalışmayacak. 84 milyonun ödediği vergi ile finanse edilen bu kurumlar artık tarafsız yayın yapacak.”

Bunları desinler. Bakın bunlar için çok uzun hazırlıklara gerek yok. Bir talimattır, Cumhurbaşkanı açar TRT Genel Müdürü’nü, Anadolu Ajansı’nın müdürünü “Ya arkadaşlar artık tarafsız olun, hakkaniyetli çalışın ve tüm siyasi partilere adil bir şekilde, eşit mesafede yaklaşın” der ve telefonun kapatır ve bundan sonra da telefon açmaz artık. O kuruluş bağımsız kendi yayın ilkesini izler. Bunlar çok basit işler.

Bakın dün başka ne demişler:

“Devlet, girişim ve çalışma hürriyetini, rekabete dayalı serbest piyasa kuralları ile korur ve geliştirir.”

Eğer bu ifadede samimi iseler, hemen kamu alım ve ihale yasasını değiştirsinler. 28 ülkenin kolayca uyguladığı avrupa birliği kamu alımı mevzuatını hemen uygulasınlar. Şeffaf olsunlar. Kayırmacılığı bıraksınlar.

Bunları yapsınlar ki, samimiyetlerini anlayalım.

Bir de "Her gördüğümüz çiçeğe su vermeyeceğiz. Susuzluktan boynu bükülmüş bir çiçeğe su vermek adaleti yerine getirmek olurken, dikene su

vermek zulüm anlamına gelebiliyor” demişler.

Arkadaşlar, hak su değildir. Hakkı vermek de kimsenin haddine değildir. İnsan hakları her birimizin doğuştan sahip olduğu ve devletin tanımak zorunda olduğu haklardır. Ne demek çiçek, diken?

Üstelik kimin çiçek, kimin diken olduğuna kim karar veriyor? Devlet bu ayrımı yapamaz. Kişiye göre ayrım yapmaya hukuk devleti denilemez.

Buna “düşman hukuku” denilir.
Bir de insan hakları tazminat komisyonu kurulacakmış!

“Parasıyla değil mi kardeşim?” deyip hakkı ezip geçmektir bu.
Mantık bu mantık. “Basarız parasını” anlayışıyla insan haklarına yaklaşılamaz.

Her gün insan onurunu ayaklar altına alıp çiğneyen bir zihniyetin, açıklayacağı plana güvenilmez.

*****
Değerli arkadaşlar;

“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Bakın, bu iktidar büyüğüyle küçükleriyle "reform” dedikten sonra neler yaptı?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin karalarına uymadılar. Hem sözleşmeye aykırı, hem anayasaya aykırı.

Yahu bu ülkenin anayasasının ikinci maddesinde “hukuk devleti” yazıyor, “hukuk devleti.”

Anayasa metinleri laf olsun diye değil, güç zehirlenmesiyle sarhoş olan iktidarları durdurmak için de var.

Araba böyle yoldan çıktığı zaman, sağa sola savrulduğu zaman arabayı yolda tutmak için vardır anayasa.

Ama yok, canları istemeyince “uymuyorum” deyip anayasayı da uluslararası sözleşmeleri de çöpe atıyorlar.

Böyle bir yönetime kim güvenir arkadaşlar? Hukuku tanımayan bir yönetime kim güvenir?

Bu duruma düşürdüler ülkeyi.

Biliyorsunuz, AİHM’de en çok dosyası bulunan ikinci ülkeyiz. Nerede bir olumsuz gösterge var, Türkiye üst sıralarda; sayelerinde. Hayırlı

göstergelerde de sonlardayız malum.

47 ülke arasında birinci Rusya, sonra Türkiye. Tam 11 bin 750 dava şu an mahkemenin önünde, 11 bin 750.

Yani haksızlığa uğradığını söyleyen Türkiye cumhuriyeti vatandaşları tarafından 11 bin 750 tane dava açilmiş.

Bu 47 ülkenin 40 tanesinin davalı olduğu dosyaları topluyorsunuz; bizimkisi kadar etmiyor.

Tablo budur arkadaşlar.

Bakın geçtiğimiz yıl, sadece 2020 yılını söylüyorum, Türkiye’nin davalı olduğu 97 tane dosyayı karara bağlamışlar.

Bunların 85’inde Türkiye’nin en az bir hak ihlali yaptığı saptınmış. 31 kez ifade özgürlüğü, 21 kez adil yargılanma hakkı, 14 kez de mülkiyet hakkından ihlal

kararı verilmiş. Bunlar acı gerçekler.

Bu arada şunu da söyleyelim, bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesi’nde hak ihlali tespit edilenler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuyor.

Hadi şimdi dönüp bir de bizim anayasa mahkememize bakalım:

Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi esastan incelediği 100 dosyanın 95’inde hak ihlali tespit etmiş.

Devletin en yüksek yargı organı, 100 tane dosyayı inceliyor. Bu 100 davanın sadece 5’inde alt mahkemelerin hukuka uyduğunu söylüyor.

İhlal edilen haklarda da ilk üç sirada yine adil yargılanma hakkı, mülkiyet hakkı ve ifade özgürlüğü geliyor.

Bu sayıların ne kadar korkunç olduğunu düşünebiliyor musunuz? Tablo bu arkadaşlar, tablo bu.

Şimdi ben buradan bu felaket tabloyu oluşturanlara, yargıyı çökertenlere, insan haklarını yok sayanlara sesleniyorum:

Siz Türkiye’yi yeniden işkenceyle anılan bir ülke haline getirdiniz.
Siz çıplak arama iddialarına ciddiyetsizlikle yaklaşıp, önce kadınları sonra da

insan haysiyetini aşağıladınız.

90’lı yıllarda olduğu gibi, kaçırılma haberleri yine sizin döneminizde dolaşmaya başladı.

KHK marifetiyle çok sayıda suçsuz insani açlıkla sınadınız, itibarlarını yok ettiniz.

Siz hukuku katlettiniz ya! Hukuku katlettiniz.

Beka diyerek bu milleti açlığa ve hukuksuzluğa alıştırmak istediniz.

*****

Değerli dostlarım;

Devleti çeteden ayıran şey; kullandığı kamu gücünün yasalarla sınırlanmasıdır. Hiçbir şartta, hiçbir koşulda devlet bu sınırın dışına çıkmaz.

Devletin görevi,
Vatandaşına kumpas kurmak değildir. Devlete düşen vatandaşın tüm haklarını tanımak ve korumaktır.

Devletin görevi,
Mağdurları suçlamak değildir. Hak ihlalleri iddiaları karşısında önce bir durup dinlemektir. Sonra da derhal araştırmaktır.

Devletin görevi,
Özgür basını susturmak değildir, sivil toplumu baskılamak değildir. Hür düşüncenin önünü açmaktır. Örgütlenme özgürlüğünü tanımaktır.

Biliyorsunuz; Cumhurbaşkanı, 28 Şubat’ın yıl dönümünde kendi mağduriyetini hatırlattı. “Şiir okuduğum için hapse girdim” dedi.

Kendisi gerçekten bir mağduriyet yaşadı. Peki, Sayın Erdoğan’ı mağdur edenleri, o kararı verenleri hayırla yâd eden var mı arkadaşlar?

O kararları verenler, 28 Şubat’in o baski iklimini yaratanlar, isimlerini tarihin utanç sayfalarına yazdılar.

Ama ne oldu? 28 Şubat bin yıl sürmedi! Bu devran da sürmeyecek!

Hiç şüpheniz olmasın, bugün de ‘tweet‘ attı diye gençleri hapse atanların, ifade hürriyetini kısıtlayanların yeri utanç sayfaları olacak.

Türkiye’yi 90’lı yılların karanlığına döndürmeye çalışanların, çeteleri ve mafyaları piyasaya sürenlerin yeri utanç sayfaları olacak.

Gazi meclisimizden herkese tehditler savuranların, siyasal şiddeti yeniden ülke gündemine sokanların yeri, utanç sayfaları olacak.

Mesnetsiz iddialar, düzmece iddianameler yazanların, hukuk devleti ilkesini çiğneyenlerin, kendisini hukukla bağlı hissetmeyenlerin yerleri de utanç sayfaları olacak.

Kimsenin şüphesi olmasın, hiçbir baskı dönemi ilelebet sürmedi; bugünleri de hep beraber sona erdireceğiz.

****
Değerli dostlarım,
Sizler bu utanç sayfalarını yırtıp atacak kadrolarsınız. Demokrasinin ve özgürlüklerin bayrağı bugün sizin ellerinizde.

Bu bayrağı hedefine mutlaka ulaştıracağız.
Baskının karşısında asla ve asla boyun eğmeyeceğiz.

Yargıyı, hükümetten gelen baskı ve talimatlardan kurtaracağız. Yargıyı tarafsız ve bağımsız hale getireceğiz.

Gazi meclisimizi, yürütmenin noteri olmaktan çıkaracağız.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile birlikte özgürlük, adalet ve barışı egemen kılacağız.

Kutuplaşmaya son vereceğiz. Ayrıştırmayacağız, ötekileştirmeyeceğiz.

Bu ülkede yaşayan herkesin insan onuruna yakışır gelir elde etmesi için çalışacağız.

Evladının yarınlarını düşünüp uyuyamayan anne babaların, başlarını yastığa huzurla koymasını biz sağlayacağız.

Eğitimde, yargıda, sağlıkta, sokakta her alanda adaleti tesis etmek için gecemizi gündüzümüze katacağız.

Gençlerimizin işsizlik sorunuyla mücadele edeceğiz.
DEVA Partisi iktidarında, devlet yönetimini hukukla taçlandırağız.

Ve en önemlisi de değerli arkadaşlarım, bu yolculukta hiç kimse yalnız yürümeyecek.

Çünkü DEVA Partisi bir kadro hareketidir. DEVA Partisi, tüm Türkiye’nin üzerinde uzlaştığı umudun taşıyıcısıdır.

DEVA Partisi gerçekten bu milletin şu anda umutla ve gelecek vaadiyle değerlendirebildiği yegane siyasi partidir.

Vakit demokrasi ve atılım vaktidir.
Kaybedecek bir tek saniyemizin bile olmadığı bilinciyle,
Bu yola birlikte çıktığım siz değerli yol arkadaşlarıma teşekkür ediyor,

Her birinizi yürekten kucaklıyor, cesaretinizi ayakta alkışlıyorum, Sizler aileniz için, bulunduğunuz mahalle için, arkadaşlarınız için, şehriniz için ve Türkiye için bu yola çıktınız. Her türlü riski göze alarak bunu yaptınız. Eliniz değil gövdenizi taşın altına koyarak bu sürecin içine girdiniz. Gerçekten günü galipte Türkiye’nin yakın tarihi yazıldığında DEVA Partisi ayrı bir tarih olarak işlenecektir.

DEVA Partisi öncesiyle DEVA Partisi sonrası Türkiye’de ayrı bir dönem olarak ele alınacaktır. Ve DEVA Partisi’yle beraber Türkiye’de Siyaset eskisi gibi olmayacaktır .

Değerli arkadaşlarım;
Partimizin tüm üye ve gönüllülerini sevgiyle selamlıyorum.

Yarın sabah başlayacak DEVA Kadında zirvesi için tekrar buluşmak üzere diyorum.

27 Şubat 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Necmettin Erbakan’ı anma programı Konuşması

Saadet Partisi’nin çok kıymetli genel başkanı,

Değerli parti mensupları,

Bugün bu anlamlı programı şereflendiren kıymetli davetliler,

Değerli katılımcılar,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, huzurlarınızda rahmetli Erbakan hocamızı sevgiyle, saygıyla ve rahmetle anıyorum.

Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın vefatının 10. sene-i devriyesi vesilesiyle düzelenden “yaşanabilir Türkiye” temalı bu etkinliğin hazırlanmasında emeği geçen herkese ve bizleri davet eden Sayın Genel Başkan Temel Karamollaoğlu’na teşekkürlerimi sunuyorum.

*****
Değerli konuklar, değerli katılımcılar,

“Yaşanabilir Türkiye” başlığı ile Necmettin Erbakan’dan bahsederken, günümüzün en yakıcı ve temel sorun alanlarından birisine, ifade özgürlüğüne, değinerek sözlerime başlamak istiyorum.

Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda, ülkemizin pek çok kez, “üste çıkanın alttakini ezdiği” bir zihniyetle karşı karşıya kaldı.

Yönetenler değişti ancak baskıcı anlayış maalesef sık sık yeniden tezahür ediyor.

Yönetime gelenler; “sen-ben / siz-biz” ayrımı yapmaya başlıyorlar. Kendinden olmayanların, itelediklerinin, ötekileştirdiklerinin haklarını çiğnemeye başlıyorlar.

Tam bu noktada, tarihimizin tozlu raflarına şöyle bir uzanmak istiyorum:

Bildiğiniz gibi, eski ceza kanunumuzda meşhur 141, 142 ve 163. Maddeler vardı. “komünizm propagandası” ve “din propagandası” gibi cezası çok ağır olan suç maddeleriydi bunlar.

1974 yılına geldiğimizde hapishaneler, sadece fikirlerini dile getirdiği için tutuklanan, hüküm giyen düşünce suçlularıyla dolup taşıyordu.

O günlerde iktidarda merhum Necmettin Erbakan’ın başında olduğu Milli Selamet Partisi ile merhum Bülent Ecevit’in başında olduğu CHP’nin kurduğu koalisyon hükümeti vardı.

O günkü iklimde ülke, bir bakıma “iki mahallenin koalisyonu” ile yönetiliyordu.

Üstelik Sayın Erbakan, siyasette ötelenen, dışlanan Anadolu insanının yönetime bir bakıma ortak olmasını da temsil ediyordu o zaman.

İşte bu koalisyonun hedeflerinden birisi, o yıllarda düşünce suçundan hüküm giyenlerin affedilmesini sağlamaktı.

O günkü başbakanın sözleriyle “toplumumuzdaki iç barışı kurmak üzere düşünce ve inanç suçlarını da kapsayan bir genel af” teklif edilmişti.

Bu maddelerin af kapsamına alınmasını istemeyenler tarafından meclis kürsüsünde özellikle Sayın Erbakan hedef alınmıştı; “senin affettiklerin yarın halk mahkemelerinde seni affetmeyecektir” bile denilmişti kendisine.

Bu baskılara bir an bile yenilmeyen Erbakan’ın tarihi konuşmasını bugün de hatırlamamız gerekiyor. Konuşmanın bir kısmını aynen okuyorum sizlere:

“O devir kapanmıştır artık. Anarşik olayları bahane ederek ‘benim istediğim gibi düşüneceksin’ oyunu sökmeyecektir. Bunu mutlaka sağlayacağız. Bu memlekette herkesin ‘ben böyle düşünüyorum’ deme hakkı olacaktır. Bütün batı memleketindeki fikir hürriyeti kadar hürriyet, Türkiye’de de olacaktır. Ancak fikir hürriyeti başka şey anarşi başka şey... Düşünceye düşünceyle karşılık verilecektir. Batıdaki tatbikat tıpı tıpına -ne bir gram fazla, ne bir gram eksik- aynen uygulanacaktır.

Artık ‘komünistleri affediyorlar’ sloganını bırakın. Türkiye’de fikirleri baskı altına aldığınız için bugüne geldiniz. Memlekete iç barış, hürriyet havası ile gelecektir. Kimsenin şiddete başvurmaya ihtiyacı kalmayacaktır. 141 ve 142’inci maddeler bir fikri açıklar; şiddetle, anarşi ile ilgili değildir. Ama tatbikatta başka uygulamalar yapılmıştır, bunun günahı fikirde değildir.”

Değerli katılımcılar,

Bu sözleri duyduğumuzda, zamanının çok ötesine uzanan bir bilgelik görüyoruz. Erbakan hoca, zarif bir şekilde “günah fikirde değildir” demiş.

Aradan yıllar geçti. Demokrasimiz o günlerden sonra 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da ve 15 Temmuz’da büyük yaralar aldı.

Bu arada sayısız nöbet değişimleri yaşandı. Ama günahın fikirlere yüklendiği günler geride kalmadı.

Nöbeti devralanlar ellerindeki damgayı değiştirdiler ama fazla bir süre geçmeden kendilerinden öncekiler gibi fikirle kavga etmeye başladılar.

Gücü ele geçirenler, kendi fikirlerini dayatıp, tek tip insan görmeyi arzu ettiler. Farklı bir görüş dile getirenler kendilerini yine karakolda bulmaya başladılar.

Böylesine bir yönetim zihniyeti, ülkemizi renksizleştiriyor, çoraklaştırıyor, kuraklaştırıyor. Siyasetin tadı tuzu kaçıyor, memleketin tadı tuzu kaçıyor.

Bir zamanlar zalimin karşısında mazlumdan yana duranlar, devlet gücü ellerine geçtiğinde zulmeden olmamalıdır.

Bugün, rahmetli Necmettin Erbakan’ın siyasi nezaketine, diğer partilerle diyalog zemininden kopmayışına, saygı sınırlarını ihlal etmeyen siyasi mücadele üslubuna, her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.

İlkelerden vazgeçmeden; hamasete, popülizme kaçmadan; haktan, hakkaniyetten yana durmaya ihtiyaç var.

Ülkemizin sorunlarının çözümünü sadece “meşru demokratik siyaset” zemininde aramaya ihtiyaç var.

Güçler ayrımını ve hukukun üstünlüğünü tartışmasız bir şekilde yaşatmaya ihtiyaç var.

Hem şiddete karşı, hem de hak ihlallerine karşı; tavizsiz, net bir duruşa ihtiyaç var.

Bugün, meşhur “garson devlet” şiarını yaşatmaya ihtiyaç var.

Bugün uluslararası ilişkilerde “D8” örneğinde gördüğümüz gibi çok taraflılığa önem veren bir stratejiye ihtiyaç var.

Ekonomik büyümede “ağır sanayi hamlesi” gibi teknolojiye ve üretime önem veren bir iktisat perspektifine ihtiyaç var.

İşte bu yüzden, Saadet Partisi’nin düzenlediği bu programı, bahsettiğim ihtiyaçlara yönelik kıymetli bir çaba olarak değerlendiriyorum.

*****
Değerli konuklar, değerli katılımcılar,

Biz de DEVA Partisi olarak, yeni bir siyasi parti olarak farklı seslerin zenginlik olduğuna inanıyoruz. Saygı prensibinden vazgeçmeyeceğiz. Bir arada yaşama arzumuzdan şaşmayacağız.

Biz, demokrasi ve atılım diyoruz.

Bizim “demokrasi” anlayışımız, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasidir.

Biz, güçlendirilmiş parlamenter sistemden yanayız.

Biz; adalet, eşitlik, liyakat, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkelerinden bir an dahi vazgeçmeden; halka hizmet bilinciyle hareket edeceğiz.

Bizim “atılım” anlayışımız güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümedir.

Verimlilik esaslı, teknolojiyi ve dijital dönüşümü önceleyen, adil rekabete dayalı, sosyal programlarla desteklenen bir ekonomik modeli savunuyoruz.

Herkesin insan onuruna yaraşır bir hayat sürmesi için elimizden geleni yapacağız.

*****
Değerli katılımcılar,

Sözlerimin sonuna gelirken tek tipçiliğin adeta dayatıldığı bir dönemde, farklı fikirleri buluşturma amacıyla bizleri bu programa davet eden Saadet Partisi’ne ve değerli genel başkanına tekrar teşekkür ediyor,

Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı bir kez daha saygıyla, sevgiyle ve rahmetle anıyorum.

22 Şubat 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Altınordu İlçe Kongresi Konuşması

Altınordu 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri,

Ordu il teşkilatımızın ve Altınordu ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Ordulu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Altınordu teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Sözlerimin başında Altınordu ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

***
Değerli arkadaşlarım,

Partimiz kurulalı daha 1 yıl bile olmadan Türkiye’nin dört bir köşesinde çok hızlı bir şekilde teşkilatlandık.

Bugüne kadar 43 ilimizde kongrelerimizi tamamladık. 81 ilimizin tamamında il başkanlarımız görevinin başında, yaklaşık 550 ilçemizde ilçe başkanlarımız görevlerinin başında.

Geçen yılın sonunda 1.Olağan Büyük Kongremizi de tamamlayarak, rekor sayılan bir hızla, seçimlere girmek için gerekli teşkilat kriterlerini yakaladık.

Burada özellikle bir hususun altını çizmek isterim:

DEVA Partisi, kapatılan bir partinin var olan yapısı üzerine konuşlanmış bir parti değildir.

DEVA Partisi, bölünmüş bir partinin kısmen hazır olan yapısı üzerine kurulmuş bir parti de değildir.

DEVA Partisi sıfırdan, yeni bir kadroyla, siyasete ilk defa bu çatı altında giren çok sayıda arkadaşımızla ve yepyeni bir teşkilat yapısıyla kurulan bir siyasi partidir.

Bu hususun özellikle altını çizmek istiyorum. Biz adeta tırnaklarımızla kazıya kazıya sıfırdan bir teşkilat inşa ediyoruz arkadaşlar. Türkiye’nin tamda işte ihtiyacı bu. Türkiye yepyeni bir siyasi harekete ihtiyaç duyuyor, vatandaşlarımız da bunu bekliyor, işte DEVA Partisi de tam bu ihtiyaca cevap verecek şekilde Türkiye genelinde yapılanıyor.

DEVA Partisi, ülkemizin tümünü kucaklayan, yepyeni bir Türkiye tasavvuru ile yola çıkmış, ilkeleri ve değerleri üzerinde yükselen bir siyasi partidir.

DEVA Partisi, mevcut siyasi düzenden tümüyle soğumuş vatandaşlarımızın arayışına da bir cevaptır.

Biz özgürlükler, demokrasi, adalet, huzur ve refah için bu yola çıktık. “İnsan varsa devlet vardır” anlayışıyla harekete geçtik.

Tek bir vatandaşımızın dahi bu ülkede kendini garip, dışlanmış, öteki hissetmemesi için kendimizi ortaya koyduk.

Biz, herkesin güven içinde yaşadığı bir Türkiye’yi inşa etmek için buradayız.

Temel amacımız, herkesin insan onuruna yaraşır iş, aş, huzur ve refah sahibi olduğu bir Türkiye’dir.

Hedefimiz; yatırımla, üretimle, ihracatla, bilek gücüyle, alın teriyle, akıl teriyle büyüyen, herkese fırsatlar sunan bir Türkiye’dir.

***

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemiz ne yazık ki karanlık bir tünelin içinden geçiyor, aldığımız haberler canımızı yakıyor, yüreklerimizi dağlıyor.

Bu acı haberlere 14 Şubat günü bir yenisi daha eklendi. Gara’da gerçekleştirilen operasyonda 16 vatandaşımızın şehit olduğu haberleriyle sarsıldık.

Buradan bir kez daha şehit olan askerlerimize, polislerimize ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, tüm milletimize bir kez daha başsağlığı diliyorum.

Şöyle iki hafta önceye dönüp olanları bir hatırlayalım arkadaşlar:

O haftanın başında Cumhurbaşkanı “Çarşamba günü millete sesleniş konuşmamı izlemenizi özellikle tavsiye ediyorum. Sizlere birçok güzellikleri takdim edeceğim” diye açıklama yaptı. Çarşamba sabah oldu, müjde yok. Öğlen oldu, müjde yok. Akşam oldu, müjde yok. Cumhurbaşkanı her fırsatta konuşuyor, ama ortada müjde yok. Ekranlar sus pus.

Sonunda müjde değil, acı bir haber aldık. PKK terör örgütü tarafından kaçırılıp 2015’ten beri alıkonulan vatandaşlarımızın o operasyonlarda görev alan askerlerle şehit olduğunu öğrendik.

Savunma ve güvenlik uzmanlarına sorduğumuzda ne diyorlar, biliyor musunuz? “Böyle kurtarma operasyonu olmaz. Bu iş gayet sessiz, itinalı bir şekilde yürütülür, aniden girilir çıkılır diyorlar. Böyle davul zurna çalarak, erkenden yapılan müjde duyurularıyla kurtarma operasyonu yapılmaz.”

Ortada bir başarısızlık olduğu çok açık. 16 vatandaşımızın canıyla bedelini ödediği bu başarısızlığın hesabını birilerinin vermesi lazım.

Bakıyoruz; hesap vermesi gerekenler, bir şehit annesini, kendi partilerinin güle eğlene kongresini yaptıkları salondan telefonla arıyorlar. Utanmak yok, sıkılmak yok. Kongre ortamı, eğlenceli, labalep dolu Covid’e rağmen, orada herkesin duyacağı şekilde şehit annesine telefon ediliyor, mikrofonlarla ve hoparlörle bağlanılmaya çalışılıyor. Düğün evinden cenaze evine telefon açıp adeta şov yapmaktan hiç çekinmiyorlar.

Değerli arkadaşlar,

Bakın, bunların artık bu toplumun gerçeklerinden, bu ülkenin vatandaşlarının hissiyatından ne kadar kopmuş olduklarının belki de en önemli göstergelerinden bir tanesini daha yeni yaşadık. Böyle bir şey olur mu?

Altınordu’muzdan en güçlü şekilde ifade edelim ki, biz bu lakaytlığa, bu zihniyete son vermeyi boynumuzun borcu olarak görüyoruz.

Bu ülkenin kıymetli gençlerinin, birilerinin siyasi rantı için feda edilmesini reddediyoruz!

Şimdi buradan Cumhurbaşkanı’na soruyorum;

Hepimiz biliyoruz ki operasyon başarılı olsaydı, müjde haberleriyle kameraların karşısına geçecektiniz.

Hepimiz biliyoruz ki, sanki vatandaşlarımız beş seneden fazla bir süredir terör örgütü tarafından alıkonulmamış gibi, bunu bir başarı olarak sunacaktınız.

“Ben başardım” diyecekti, “Ben yaptım” diyecekti.

Ama böyle olmadı. Yapılan hatalar neticesinde 16 vatandaşımızı kaybettik ve siz bu başarısızlıktan dolayı hiçbir sorumluluk üstlenmiyorsunuz.

Sayın Erdoğan;

Aldığınız yanlış kararların faturasını başkalarına kesemezsiniz. Başarı varsa “Ben yaptım” başarısızlık varsa o suçu başkalarına atamazsınız. Çünkü şu andaki sistem bütün yetkiyi bit kişide topladı mı? Bu bir kişi toplanan yetki başarısıyla da başarılılığıyla da o bir kişiye yazar, başkasına yazmaz. Bu sorumluluktan kimse kaçamaz. Aldığınız kararların sorumluluğunu taşımak zorundasınız.

Siz “Nerede hata yaptım” diye hiç mi düşünmüyorsunuz? Gençlerimizin ailelerine sağ salim kavuşması için “Üstüme düşeni yaptım” diyebiliyor musunuz?

Sorumluluğu üstlenip, hesap vereceğiniz yerde kalkmış bir de muhalefetten hesap soruyorsunuz.

Siz siyasete ayar vermeye çalışacağınıza, birilerini hizaya çekmeye kalkışacağınıza, önce şu sorulara cevap verin:

Tekrar ediyorum, cevap verin:
- Terör örgütünün elinde başka vatandaşlarımız var mı? - Eğer varsa bunlar kaç kişiler?

- Acaba ne zaman bu vatandaşlarımızın sağ salim ailelerine kavuşabileceğini düşünüyorsunuz?

- Bu vatandaşlarımızın örgütün elinden kurtarılması için samimi bir çabanız var mı?

- Bu vatandaşlarımızın önümüzdeki Ramazan’ı, bayramı aileleriyle beraber geçirmeleri için, arkadaşlarıyla kucaklaşmaları için, terör örgütünün elinden kurtulmaları için ne yapacaksınız?

Eğer terör örgütünün elinde hala kaçırılmış ve zorla tutulan vatandaşımız yoksa buyurun kamuoyuna açık yüreklilikle “Yok” deyin; biz de rahatlayalım.

Değerli arkadaşlarım,

Terör örgütü tarafından kaçırılan ve zorla tutulan, sadece askerimiz ve polisimiz değil, tüm milletimizin ‘onuru ve gururu’ dur.

Bugünkü iktidar, uluslararası ilişkileri eline yüzüne bulaştırmış durumda. Koskoca ülkenin dış politikası bir kişinin duygularına feda ediliyor.

İşte bunun içindir ki, Türkiye terörle mücadele gibi bir alanda bile haklı taleplerinin karşılığını bulamıyor.

Ülke yalnızlaştı. Bir zamanlar diyorlardı ‘değerli yalnızlık’ diye. Yalnızlığın değerlisi olur mu? Böyle bir şey var mı? Ne kadar çok dostunuz varsa, ne kadar çok arkadaşınız varsa o kadar çok güçlüsünüzdür bu insanlar için. Sosyal insanlar için nasılsa, ülkeler içinde böyledir. Siz bütün dünyayı kendinize düşman ilan edin, iç siyasette halk desteği kayboldukça dışardaki düşmanlarla insanları korkutarak oy toplamaya çalışın, tam da en çok ihtiyacınız olduğu anda, dışarıdan destek alamadığınız için bu konularda yapayalnız kalın ve işte böyle ağır kayıplar versin ülke, yazık.

Ülkenin her alanda güvenilirliği, itibarı ve tutarlılığı sorgulanınca, bir kişinin dürtülerine göre hareket edince, ülkemiz artık maalesef bölgemizde artık ‘değersiz’ görülmeye başlandı.

Bu koskoca ülke, bu 84 milyonluk ülke bu coğrafyanın küçülmüş haliyle de olsa hala en büyük ekonomisi olan ülke şu anda değersiz görülüyor. İtibarsız bir ülke haline düşürdüler maalesef ülkemizi.

Kötü yönetimin bedelini gençlerimiz canıyla, aziz milletimiz de onuruyla ödüyor.

Yazıktır, günahtır. Çok üzülüyoruz arkadaşlar.

Şimdi “Gara ele geçirildi, Gara temizlendi” diyorlar. Soruyorum buradan: Şu an Gara’da kaç askerimiz var?

Ele geçirilen, temizlenen yer ne demek? Oraya hâkim olursunuz değil mi? Kaç askerimiz var? Sıfır.

Onlar cevap veremez. Ben söyleyeyim. Kaç asker biliyor musunuz değerli arkadaşlar: Sıfır.

Operasyona katılan askerlerimiz geri döndü ve Gara yine eski Gara. Değerli arkadaşlarım,

Bugünkü iktidar, halkımızın milli hassasiyetlerini istismar ederek, sadece düşman yaratarak, korkuyla, baskıyla bu ülkeyi yönetebileceğini zannediyor.

Aslında hiçbir şeyi yönetemiyorlar.

Ortaklarıyla birlikte günbegün ülkemizi daha da kötüye götürüyorlar. Şehit haberleri yüreklerimizi yakıyor, ülkemiz yoksullaşıyor, milletimiz kuru ekmek kuyruklarına girmek zorunda kalıyor ve hayat pahalığı, enflasyon bir türlü durdurulamıyor.

Peki, manzara böyleyken küçük ortak ne yapıyor? Bildiği tek işi yapıyor. Meclis kürsüsünden herkese hakaretler, küfürler savuruyor.

Çünkü başka bir iş bilmiyor. Ben merak ediyorum, bugüne kadar bu ülkeye faydalı ne iş yapmış? Küçük ortak derken Bahçeli’yi kastediyoruz. Desin ki “Ben şöyle bir adım attım, ülkenin menfaati oldu. Ben şöyle bir adım attım ve ülkenin ekonomisine katkım oldu.” Bu ne zaman ortaktı bundan önce? O 1999 hükûmetinde koalisyon ortağıydı değil mi? Ülke en büyük ekonomik krizlerinden bir tanesini 2001’de yaşadı. Ülke kriz yaşıyor, o gün ortak. Şimdi 2018’de ortak oldu yine ülke en büyük krizini yaşıyor. Ya sen ona buna saldırmayı bırak da, ona buna hakaret etmeyi bırak da biraz çözüm üret, faydalı proje üret, fikir üret. De ki “Memleketin şöyle bir ihtiyacı var, bizim deşöyle bir fikrimiz var, şöyle bir projemiz var” diye bir koy kendini ortaya ya. Bu kadar olur mu? Sıfır, fayda sıfır. Boyuna hakaret, hamaset. Buradan beslenen bir siyaset olmaz arkadaşlar. Türkiye bunu hak etmiyor. Bu ülkenin gençleri böyle bir siyaseti hak etmiyor.

Biliyorsunuz Bahçeli konuşmaya başlayınca, ülkenin 4’te 3’ünü hain ilan ediyor.

Bir de 28 Şubatçı küçüğün de küçüğü ortak var. Perinçek’ten bahsediyorum. “Hükûmetin rotasını ben çiziyorum” diyor. Ben gerçekten hayret ediyorum. Sayın Erdoğan buna nasıl tahammül ediyor, nasıl böyle 28 Şubatçı bir zihniyetli biriyle ortak oluyor? Her akşam bazı kanalların kadrolu yorumcusu olarak sürekli küçüğünde küçüğü ortağı görüyoruz. “Ben rotayı çiziyorum, Hükûmet benim rotamdaki gemiyi ancak götürüyor” diyor.

Bunların bugüne kadar bu millete en ufak faydası dokunmuş mu acaba? Memleketin hangi sorununu çözmüşler?

Sonuçta üç ortak da sıkıştığı zaman aynı şeyi yapıyor.
Eleştiren, itiraz eden kim varsa, hemen başlıyorlar ezberden aynı nakarata.

Ellerine almışlar damgayı, insanlara vatan haini diyorlar, terörist diyorlar, düşman diyorlar.

Ne kolaymış bu ülkeyi yönetmek ya. Böyle bir şey var mı? Siz önce bir halkı eleştirilere biraz tahammül edin, bu insanları dinleyin. Bu insanların sorunları var. Bu ülkede gerçek bir işsizlik sorunu var mı? Var. Bugün ev gençleri diye bir vatandaş grubu oluştu, ev gençleri. Çoğunlukla gündüz dinlenip gece ayakta olan ve üniversite diploması elinde olan, iş arayıp bulamayan gençleri var bu ülkenin. Şu anda ülkeyi yönetmeye çalışan üç ortak öncelikle bu soruna çare bulsun. Gerçek düşmanı bu ülkenin şu an işsizlik.

Ben şimdi buradan size bir çağrı yapıyorum!
Artık önünüze gelen herkese hain demeyi bırakın.

Bu ülkeyi seviyorum diyorsunuz... Sevin ama seveyim derken ülkeyi de öldürmeyin. Çünkü siz sevmeyi bilmiyorsunuz.

Siz bu ülkenin bugünleri için, yarınları için ne kadar yanlış varsa onu yapıyorsunuz.

Siz kendi şahsi bekanızı korumayı bu ülkeyi sevmek zannediyorsunuz.

Bu nasıl sevgidir ki, ülkeyi sürekli geriyorsunuz, sürekli kutuplaştırıyorsunuz, her hafta bir başka toplum kesimini ötekileştiriyorsunuz.

Topluma nefret tohumları ekerek mi seviyorsunuz bu ülkeyi?
Bakın, biz hepimiz bu ülkeyi ve bu ülkenin vatandaşlarını çok seviyoruz. Bunu sorgulamak kimsenin haddine değildir!
Bizim milletimize bir sözümüz var;

Biz, 84 milyonun refah, huzur ve eşitlik içinde yaşayacağı bir Türkiye sözü verdik.

Sevginin gücüyle nefreti, düşmanlığı, kini, öfkeyi, kutuplaşmayı yenebileceğimizi çok iyi biliyoruz!

Biz, yanlış politikalarla öldüren bir sevgi istemiyoruz!

Biz yaşayan, yaşatan, yaşama değer veren bir Türkiye sevgisiyle yanıp tutuşuyoruz.

***
Değerli arkadaşlarım,
İşte bugün Ordu’da bu sevgiyi büyütüyoruz.

29 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz Büyük Kongremizin ardından ara verdiğimiz kongrelere yeniden başlayarak, ülkemizi karış karış gezmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Ülkemizin kuraklaşan topraklarında damla damla umut oluyoruz.

Biz, Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşırken bu ülkeyi içinde olduğu karanlık tünelden çıkartıp müreffeh, zengin, huzurlu topraklara dönüştüreceğiz.

Kimse bizden hamaset, hakaret beklemesin.

Kimse bizden kavgayı başlatan taraf olmamızı beklemesin.

Kimse bizden sadece laf üretmemizi beklemesin.

Kimse bizden sığ tartışmalarla ülkeyi kutuplaştırmaya çalışanlardan olmamızı beklemesin.

Biz, tüm bu kavgaya inat, tüm bu çatışmacı dile inat; hep birlikte milletimizi dinleyerek, el ele ülkemiz için çalışıyoruz.

Partimizin kurulduğu ilk günden beri sorunları dile getirmekle yetinmiyoruz. Çözümlerimizi de söylüyoruz.

Parti programımızda nasıl bir siyasal düzen istediğimizi, nasıl bir anayasa istediğimizi açıkça yazdık.

İnsan onurunun dokunulmazlığının, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, kuvvetler ayrılığına dayanan, laik, demokratik bir düzeni hedeflediğimizi ilk gün söyledik.

Eşitliği, adaleti, laiklik ilkesini ve hukukun üstünlüğünü anayasal düzenin temel ilkeleri olarak kabul ettik.

Devletin ideolojik tarafsızlığının; yerel yönetimler ile sivil toplumun güçlendirilmesinin temel bir ihtiyaç olduğunu açıkça ifade ettik.

Birileri anlamak istemese de anayasa konusundaki tutumumuzu çok açık bir şekilde ortaya koyduk.

Kuvvetler ayrılığı esasına ve hukukun üstünlüğüne dayanan özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi hedefliyoruz.

Biz, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin Türkiye için doğru bir tercih olmadığına, Cumhurbaşkanı’nın ağırlıklı olarak temsili yetkilere sahip olduğu, tarafsızlığıyla bütünleştirici ve güven verici işlevinin bulunduğu, güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme geçilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Parlamenter sistemin Türkiye’ye getirilmemesini düşünen partiler ile de ikili diyalog sürecini başlattık. Pek çok siyasi parti ile ikili bazda, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hazırlıklarımıza diyalog ve istişare ile başlama kararı aldık ve bunu da kamuoyuna açıkladık. Bizim çok iyi hukukçularımız var. İddialı konuşuyorum Türkiye’de en güçlü hukukçu ekiplerinden bir tanesi DEVA Partisi’ndedir. Ancak biz sadece hukukçularımızla bunu çalışmadık, siyaset bilimcilerimizle de bunu çalıştık ve oldukça yoğun bir istişare ile hazırlıklarımızı tamamladık. Ama bununla da yetinmedik, çünkü önemli olan eğer bir sistem değişikliğinden bahsediyorsak geniş bir toplumsal mutabakat zeminini önce yakalamaktır. Bu toplumsal mutabakatın arayışı çok değerlidir. Ülkemizin tam da ihtiyacı budur. Yoksa hamasetle gerek ülkeyi değil, dinleyerek, düşünerek beraberce çalışarak bir çalışma yönetimin Türkiye için daha iyi olacağına karar verdik.

Değerli arkadaşlarım, şu anda Türkiye’deki 2017 Anayasası ile değiştirilen, 2018’de de fiilen uygulanmaya başlayan Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile artık bu ülkenin bir yere gidemediği çok açık ortaya çıktı. Tabii sorun sadece sistemde değil. Sistemin düzeltilmesi gerekiyor ama ülkeyi yöneten zihniyetin de topyekûn değişmesi gerekiyor. En iyi sistem dahi yanlış bir zihniyet elinde kötüye kullanılabilir. Dolayısıyla biz ne diyoruz? Hem “Sistem değişmeli” diyoruz, “Bu ülkeyi yöneten zihniyet değişmeli” diyoruz ve “Topyekûn bir iktidar değişikliği olmadan bu ülkenin sorunlarını çözülmesi mümkün değil” diyoruz.

***
Değerli arkadaşlar,

“Ekonomi nasıl yönetilir?” bu konuda biz epey bir ders verdik, uyarılarda bulunduk, öneriler geliştirdik biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı çıktı bir gün beni kastederek “Ya çıkmış bir de ders veriyor” dedi. Ama şunu gördük ki söylediklerimiz biraz etkili olmuş, biraz ders almaya başlamışlar.

‘Ekonomi nasıl yönetilir?’ derslerimizi galiba biraz dinlediler; bakın akraba bakan kayboldu. Hatta koltuk boş kaldığı gün Türk lirası son dönemde hiç olmadığı kadar değer kazandı.

Hatırlıyorsunuz sanırım:

Bir rivayete göre, DEVA Partisi olmasaydı Merkez Bankası’nın 130 milyarlık rezervlerinin çarçur edildiğinden kayınpederin haberi bile olmayacaktı.

Hele hele Merkez Bankası rezervlerinin 50 milyar dolar eksiye düştüğünden de hiç haberi olmayacaktı.

Yine bir rivayete göre doların, enflasyonun hâlinden de haberi olmayacaktı.

Tabii gerçekten bunlardan haberi yoksa bu ne kadar vahim bir durum ülke için düşünün. Bütün yetkiyi tek elden toplayın ve o bütün yetkiyi tek elde toplamış insanın ülkenin gerçeklerinden haberi olmasın. Merkez Bankası’nın rezervlerinin eksiye düşürdüğünden haberi olmasın. Çok vahim. Yok, eğer haberi var da kendi talimatıyla bu 130 milyar dolar çarçur edildiyse o zaman bununda yine bir hesabını vermesi lazım. Öyle o kadar kolay değil, bir bakanı ortadan kaybet, bir başka bakan getir Merkez Bankası başkanını değiştir, hiçbir şey yokmuş gibi yoluna devam et. Böyle bir şey var mı?

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca oluşan borç stokunu iki senede ikiye katlandığını da muhtemelen bizden öğrendi.

Bakın 2018’de partili Cumhurbaşkanı göreve başladığında bu ülkenin toplam borcu 970 milyar TL. Ekim 2020’deki ülkenin borcunun toplamı 1 trilyon 935 miyar TL, tam ikiye katlamış iki yılda. Partili, taraflı Cumhurbaşkanı, akraba Bakan el ele verdiler ve sonuç bu.

Çünkü artık gerçeklerle, hakikatle bağlarını koparttılar. Bırakın milletin gündemini, kendi yaptıkları yıkımdan bile haberleri yok.

Nasıl haberleri olsun ki? Bu milletin parasını çarçur edenler, kendilerine yazlığı ayrı, kışlığı ayrı saray hayatları inşa ettiler.

Değerli Altınordulu dostlarıma şimdi sormak istiyorum: Bu aymazlığı kabul edecek miyiz değerli arkadaşlar?

Yoksa hep beraber itirazımızı mı ortaya koyacağız. İşte DEVA Partisi ülkede bütün olup bitenlere “Durun bakalım bizim itirazımız var” diyenlerin partisi aynı zamanda.

Gençlerimiz işsizlikten yakınırken, gurbette yaşamak zorunda kalırken; İnsanlar bayat ekmek kuyruklarına girmişken;

Ev hanımları tencereleri daha ucuza kaynayabilsin diye çürük sebze meyve alırken;

Fındık para etmezken, üreticimiz emeğinin karşılığını alamazken;
Birileri rant elde etsin diye çevreye, yaşam alanlarımıza göz dikilmişken;

Bu milletin sorunlarını görmeyen, gerçekle bağını yitirmiş bu kötü yönetimi kabul edecek miyiz?

Etmeyeceğiz arkadaşlar, etmeyeceğiz.
Biz bu yoksulluğu, işsizliği kabullenmeyeceğiz.

Bakın; daha iki gün önce yoksulluk intiharlarına bir yenisi daha eklendi. Baba- oğul, borçlarını ödeyemedikleri için hayatlarına son verdi.

Böyle şeyler yaşanmazdı bu ülkede arkadaşlar. Tabii “Allah gördüğünden geri koymasın” diye bir duamız var biliyorsunuz. Biraz da Türkiye bunu ıstırabını yaşıyor. Çünkü çok iyi günler gördük. Bu ülkenin millî gelirinin 3500 dolardan 12500 dolara çıktığını gördük. Bu ülkede mutlak yoksulluğun sıfırlandığı yılları yaşadık. Bu ülkenin ihracatının 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıktığı dönemleri yaşadık. Benim ve arkadaşlarımın yönetimde olduğu, karar sahibi olduğu dönemde yaşadık bunları. Fakat gelin görün ki o günleri yaşadıktan sonra işsizlik, yoksulluk hatta üzülerek kullanıyorum bu ifadeyi açlık gerçekten bu ülkeye yakışmıyor. Yoksulluk intiharları ülkenin çok yeni sorun alanı. Daha önce literatürümüzde yoktu böyle bir şey. Bakın ‘ev gençleri’ yoktu literatürümüzde. Bu iktidarın, bu üç ortağın ülkeye sunduğu bir hediyedir ‘ev gençleri’. Yoksulluk intiharları, bu hükümetin bu ülkeye sunduğu bir hediyedir. Biraz şöyle kafalarını iki ellerinin arasına alıp düşünmeleri lazım. “Biz nerede hata yapıyoruz?” diye.

Geçtiğimiz hafta yaşadık. Bizim Genel Merkezimizin hemen yanında yarım kalmış bir inşaat var, kabası bitmiş. O inşaata bir gencimiz çıkmış “Ben artık kendi hayatıma son vermek istiyorum” diyor. Bizim gönüllü arkadaşımız gitmiş “Sen bunu niye yapıyorsun?” demiş. Cevabı şu “Benim 4,5 aylık bebeğim var. Bebeğime mama alamıyorum, bebek bezi alamıyorum eve girip de artık eşimin yüzüne bakacak bir durum yok. “Bizim arkadaşımız da demiş ki “İyi de senin o bebeğin büyüyünce seni suçlamayacak mı? Benim babam niye bu işi yaptı da beni babasız bıraktı?” diye ve gönüllü arkadaşımız ikna ediyor ve indiriyor. Sonra bir durum tespiti, ifadesi alındıktan sonra evine dönüyor.

Bir ülkede bebek maması çalınmasın diye kilitli ambalajda satıldığını düşünebiliyor musunuz? Muhtaç olmasa insanlarımız gider de o bebek maması için onu yapar mı? Maalesef ülkeyi düşürdükleri durum bu. Hiç kimse sorumluyu başka yerde aramasın. Bu işin sorumlusu belli. “Bütün yetkiyi ve sorumluluğu ben üzerimde toplamak istiyorum, verin bana başkanlığı görün nasıl memleketin sorunları çözeceğim” diyen kişi belli. “Bu kardeşinize sorumluluğu verin bakın faizleri nasıl düşürüyorum” diyen kim? Ne oldu. Merkez Bankası’nın faizlerini %8,25’ten %17’ye çıkarttıran kim? Üç yıl önce işte yetkiyi verdik, bu halk daha ne yapsın. 2017’de “Anayasa değişikliği, başkanlık istiyorum” dedin, verdi millet. “Beni başkan seç” dedin, onu da seçti. Ama artık yolun sonu geldi arkadaşlar. Bu sistemin de bu zihniyetin de bu ülkeyi yönetemeyeceği artık tarihin kayıtlarına geçmiş durumda. Biz bundan sonrasına bakacağız artık.

İş bulamayan gençlerimiz kendilerine hayat kuramıyor. Gençlerimiz evlerinin odalarına hapsolmuş bir şekilde yaşıyor.

Evin genç odası böyle. Peki mutfağı nasıl? Mutfakta tencere kaynamıyor. Çarşı pazar enflasyonu ceplerimizi yakıyor.

Elektriğiydi, doğal gazıydı derken geçim sıkıntısı almış başını gidiyor.

İşte Türkiye’nin gerçek manzarası budur.

Biz umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak diyoruz ki;

Bu milletin daha fazla fakirleşmesine müsaade etmeyeceğiz. Aileleri kara kara düşünmekten kurtaracağız.

Tüm dünya para içinde yüzerken ülkemizin açlığa mahkûm edilmesine göz yummayacağız.

Halkının geçim sıkıntısını bilen, işinin ehli kadrolarla sorunları çözeceğiz.

Bakın bu sabah, Ordu’dan farklı meslek gruplarından sivil toplum temsilcileriyle buluştuk. Özellikle küçük esnafımızın sorunları çok büyük. Bütün dünya bu pandemide para basarak ve bastığı parayı da vatandaşına karşılıksız olarak destek olarak vererek bu ekonomik sorunları önemli ölçüde aştı. Normalde para basmaya hepimiz karşıyız. Çünkü karşılıksız para basımında enflasyon ortaya çıkar. Ama böyle durumlarda zaten gelir yok, verdiğiniz para ancak ihtiyaç karşılıyor. İlave bir talep oluşturmadığı için böyle durumlarda para basılması enflasyona yol açmaz normal şartlarda ama Türkiye bunu yapamadı. Nisan’dan, Mayıs’a denediler hemen o dolar kurunun ilk 7 lirayı geçmesi geçen sene Mayıs ayında oluştu. Niye? E siz ülkenin döviz rezervlerini çarçur ederseniz, 130 milyar dolarını bu ülkenin çarçur ederseniz ve eksi 50 milyon dolara net rezervlerini düşürürseniz o zaman işte para basamazsınız. Onun içindir ki Türkiye bütün Avrupa ülkeleri içerisinde ve pek çok dünya ülkesiyle mukayese edildiğinde pandemi döneminde vatandaşına en az destek veren ülkelerden birisi şu anda.

Kimsenin şüphesi olmasın; önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

DEVA iktidarında bu verimli topraklarda fakirlik değil, işsizlik değil, yoksulluk değil;

Bereket akacak. Bolluk akacak. Refah akacak.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomide ‘dur-kalk’ dönemlerini geride bırakıp, verimlilik esaslı büyüme modeline geçiş yapacağız.

Türkiye’yi en hızlı şekilde yüksek gelir ve refah düzeyine sahip ülkeler grubuna yükselteceğiz.

Herkesin, insanca yaşama standartlarına erişmesini sağlayacak bir sosyal adalet sistemini tesis edeceğiz.

Türkiye’yi, OECD ülkeleri arasında, gelir dağılımının en bozuk ve yoksulluğun en kötü olduğu ülkelerden biri olma ayıbından kurtaracağız.

“Asgari Gelir Desteği” uygulamasını getirerek vatandaşlarımızı yatağa aç gitmekten, çöplerden yiyecek toplamaktan, ekmek kuyruğunda saatler geçirmekten kurtaracağız.

Vatandaşlarımızı sosyal yardım almak için ‘araya adam koyma’ ya da ‘bir partinin üye kartını gösterme’ gibi insan onuruna yaraşmayan muamelelerden kurtaracağız.

Günlerce siftah yapamayan ve ağır sorunlar altında beli bükülmüş olan ‘esnaf’ ve ‘sanatkar’ımızın işlerini büyüterek ‘tacir’ ve ‘sanayici’ aşamasına geçmelerini sağlayacağız.

Bir yandan ürettiği ürünün hakkını alamayan, diğer yandan artan girdi fiyatları nedeniyle büyük sıkıntılar yaşayan çiftçilerimizi, köylümüzü yeniden bu milletin efendisi yapacağız.

Ay sonunu getiremeyen emeklilerimizi; asgari ücret ya da altında bir gelirle yaşayan milyonlarca çalışanımızı insan onuruna yaraşır bir gelir ve refah düzeyine kavuşturacağız.

Gençlerimizle ‘Dijital Türkiye’nin, kadınlarla ‘Kadınların Türkiye’sinin hikâyesini yazacağız.

Özetle, Türkiye’yi birinci sınıf hukuk devleti, birinci sınıf demokrasi ve birinci sınıf ekonomi haline getireceğiz.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Ordu ilimiz, Covid-19 salgınının en yoğun olduğu üçüncü il.

Artık kimsenin güvenmediği resmi verilere göre bile bu hastalık yüzünden toplam 28 bin vatandaşımızı kaybettik. Gerçek kaybımızın bu sayının en az iki katı olduğu konusunda da kimsenin tereddütü yok.

Bu sayıyı doğru kabul etsek bile, bu sayının vahametini sorgulamadan geçmek istemiyorum.

Bu, "Tüm dünyada ölümler oldu" diyerek geçiştirilecek bir sayı değildir. "Acaba daha az kayıp verebilir miydik?” diye sormak zorundayız.

Bugünkü iktidar pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da verilerle oynama, gerçekleri gizleme ve hesap vermekten kaçma yolunu seçmiştir.

Bu konudaki başarısızlıkları artık apaçık ortada. Mızrak çuvala sığmıyor. Bakın; salgınla mücadelede gömleğin ilk düğmesini baştan yanlış iliklediler.

Ta en başta “Ölümleri nasıl en aza indiririm?” Kaygısıyla hareket etmeleri gerekirken, bu salgına “Elimizde kaç yoğun bakım yatağı var” diyerek yaklaştılar.

Yoğun bakım yataklarımız doluluk oranına ulaşınca, karantina önlemlerini uygulamak anca o zaman akıllarına geldi. Hatayı en başında yaptılar.

Sonra yaz sezonu gelince biliyorsunuz vakalar yeniden tırmandı. Fakat daha ciddi tedbirlerin alınması için 1 Aralık’a kadar beklediler.

Peki aradan geçen zamandaki önlemsizlik kaç insanımızın hayatına mâl oldu?

Düşünebiliyor musunuz, bu gecikme yaşanmasaydı kaç vatandaşımız aramızda olacaktı?

Sadece alınması gereken önlemleri geciktirmediler, aşıyı da geciktirdiler.

Diğer ülkelere göre aşılamaya geç başladılar. Çin aşısını dahi yeterli miktarda temin edemediler. Alternatif aşı stoku yapamadılar. Günlük aşılama sayısını gereken seviyeye yükseltemediler.

Arkadaşlar, ülkemizin 6 aylık koruma için ihtiyaç duyduğu doz sayısı 100 milyon, bir yılda gerekli olan doz sayısı da 200 milyondur. Şu ana kadar temin edilen doz miktarı ise ancak 13 milyondur.

Aşıyı geciktirdiğimiz her gün önlenebilir vakalara ve ölümlere yenileri ekleniyor.

Ama iktidarın gündemi bu ölümlerle nasıl mücadele edileceği değil.

Ellerindeki propaganda aygıtıyla, tozpembe bir senaryo kurguluyorlar.
Hatta bunda geçen o kadar ileriye gittiler ki Anadolu Ajansı, Tokyo esnafını dolaştı. Esnafın durumu kötü diye. Ya kardeşim önce sen bir Türkiye’ye bak. Şuradaki esnafı şöyle bir dolaş. Sayın Erdoğan bunu niye yapmıyor? Ben merak ediyorum. Şöyle bir girsin çarşıya, pazara. Dolaşsın, görsün gerçekleri. Amaç propaganda ya. Şunu demek istiyorlar “İşte orada da durum böyle, bizde de böyle.” Öyle değil, durumu gayet iyi olan ülkeler var. Aşısını zamanında temin eden, kendi nüfusunun 4-5 katı aşıyı stoklayan, vatandaşlarına 100 milyarlarca euro, dolar destek veren ülkeler var. Kötü ile mukayese etmesinler, iyiye de baksınlar. Değerli arkadaşlar gerçekten he konuda olduğu gibi salgında da durumu olduğundan farklı gösteren bir anlayış var.

Salgına karşı gereken her şey yapılmış gibi bir algı oluşturmaya çalışıyorlar.

Ekonomiyi batırdıkları için salgınla ilgili ekonomik önlemler de çok geç geldi ve çok zayıf kaldı.

Yönetemediler. Varsa yoksa algıları yönetmeye çalışıyorlar.

Buradan hükûmete bir kez daha sesleniyoruz:
Bu milletin tek bir ferdinin canından daha kıymetli bir şey yoktur, olamaz.

Şeffaf olun, insanları artık algı yönetimiyle oyalamaktan vazgeçin, gerçeklere odaklanın.

Ve artık bir an evvel halkımızın adil bir şekilde aşıya erişimini sağlayın.

***

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi; kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Altınordu’nun DEVA’sı var. Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

9 Aralık 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Çankırı İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın
1. Olağan Çankırı İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Çankırı il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının kıymetli temsilcileri, Sevgili Çankırılı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çankırı teşkilatımızın 1. olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Bugün,

Kalesiyle, Hüyük Yeraltı Şehri’yle, medreseleriyle, türbeleriyle, Taş Mescidi ve Sultan Süleyman Camii’yle, Anadolu’muzun tarihten bugüne uzanan en köklü şehirlerinden birinden, Altı tekmil tuz madeni, üstü kavak ağaçlarıyla, söğütlerle bezeli, yarenler diyarı, Çankırı’dan sesleniyorum sizlere.

***

Bugün 43. il kongremizde birlikteyiz. 4 Ekim’den beri ülkemizi karış karış ge- ziyoruz.

Çorum’un selamını Erzurum’a, Diyarbakır’ın selamını Sinop’a, Manisa’nın se- lamını Kars’a taşıyoruz.

Kuzeyden güneye, doğudan batıya ülkemizi birleştirerek, Deva Partisi çatısı altında buluşturarak büyüyoruz.

Damla damla büyüyoruz, umudu yeşertiyoruz.

Bu su hiç durmaz arkadaşlar. Bu su hiç durmayacak.

***

Değerli dostlarım,

Gelin hep beraber, ülkemizin yaşadığı sıkıntıların bir fotoğrafını çekelim.

Gerçekten yüreğimiz acıyor, içimiz parçalanıyor.

Çeteler yeniden devlet yönetiminde söz sahibi olmaya başladı. Toplumsal ku- tuplaşma, ayrışma artıyor iktidar tarafında da adeta teşvik ediliyor.

Yanlış adamlar ve yanlış adımlar yüzünden ekonomimiz dibe vurdu.

Şu anki kötü yönetim ve onun küçük ortağı, ülkemizi iflasın eşiğine getirdi.

2018 yılının haziran ayında partili Cumhurbaşkanının göreve başlamasından ve yakın akrabasını da önemli bir göreve getirmesinden bu yana, hazinenin borcu iki yılda ikiye katlandı, ikiye.

Yani, koskoca cumhuriyet tarihi boyunca birikmiş borç kadar ilave borcu son iki senede yaptılar.

Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda, devletin bütçe açığı 24 milyar lira idi. Bugün açık 247 milyar liraya çıkmış durumda. Tam on misli, on.

Birkaç kişinin kötü yönetiminin bu memlekete maliyetinin ne kadar büyük ol- duğunu hesap edebiliyor musunuz?

Yanlış para ve maliye politikalarıyla ülkemizi derin bir ekonomik krize sürükle- diler.

Aynı dönemde Merkez Bankasının hem yedek akçelerini hem de döviz rezerv- lerini tükettiler.

Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken bu milletin alın teriyle, üretimiyle, lok- masından arttırıp ödediği vergilerle kara gün parası olarak biriktirdiğimiz ye- dek akçeleri bir çırpıda yok ettiler. 3-5 tane müteahhide dağıtıp bitirdiler.

Yetmedi; Merkez Bankasını bir de borca soktular.

130 milyar doların üzerinde gizli döviz satışıyla merkez bankası rezervi şu anda 48 milyar dolar ekside.

Bir ülkenin merkez bankası borçlu olur mu ya?

Bir ülkenin hazinesi borçlu olabilir mi arkadaşlar? Bir ülkenin Merkez Bankası- nın borçlu olması düşünülemez. Yine aynı iki yılda, yani partili Cumhurbaşkanı artı yakın akraba Bakan, aynı dönemde tam 130 milyar dolarlık gizli usullerle bu ülkenin döviz rezervine eritip bitirdiler. Bitirdikleri de yetmedi eksiye dü- şürdüler. Eksi nasıl olacak diyorsunuz? Şöyle oluyor; Merkez Bankası açıyor, gösteriyor kasasını "Bak diyor dövizim, altınım var" diyor ama bu dövizden, altından daha fazla piyasaya Bugün Merkez Bankasının borcu var. Aradaki fark da tam 48 milyar dolar. Biz bir zamanlar 30 milyar dolardan alıp 136 milyar dolara çıkartmıştık bu Merkez Bankasının rezervini. Ve Merkez Bankasının kendi has rezerviydi bu. Sattılar, sattılar, üstü örtülü operasyonlarla sattılar. Gizli gizli yaptılar. Böyle açık, şeffaf da değil ama sonunda tabii hesap ortada. Giren çıkan bakiye bir bakıyorsunuz eksi 48 milyar dolara şu anda Merkez Bankasının rezervi düşmüş durumda. Ama değerli arkadaşlar gerçekten bir trajik durum daha var.

Ama değerli arkadaşlar gerçekten bir trajik durum daha var o da varlık fonu. Ben 5 yıl direndim, izin vermedim. Çünkü niyetlerini iyi biliyordum. Bu fonu niye istediler iyi biliyordum. Ortada varlık yok. Orayı da tam 64 milyar (kat- rilyon) borçlandırdılar. Ve bu fon Sayıştay denetimine tabi değil, düzenlemesi- ni öyle yaptılar. Hiç kimse denetleyemiyor. Kamu ihale yasasına tabi değil. Yani birisinin babasından miras kalsa bu kadar rahat harcayamaz arkadaşlar. Böyle bir fon kurdular.

Bizim ilk işlerimizden biri doğmamış çocuklarımızı bile borca sokan, o borca batırdıkları sözde “varlık” fonunu kapatmak olacak.

Hiç olmaz ise zararı durduracağız zararı. Kara delik, oluk oluk para yiyor kara delik. Tam bir kara delik. Hiç olmazsa orada keseceğiz durduracağız.

Türkiye'yi getirdikleri nokta bu. Her üç kişiden biri işsiz veya atıl durumda. İn- sanlarımız iş aramaktan vazgeçmiş. “Artık iş bulamam bu saatten sonra” di- yorlar.

Çarşı pazar enflasyonu almış başını gitmiş.
Bu tablonun böyle kalmasına izin verecek miyiz arkadaşlar? Sizlere soruyorum;

Doğmamış çocuklarımıza kadar bizi borçlandıran bu kötü yönetime son verme zamanı gelmedi mi?

Bu iş bilmez yönetime son verme zamanı gelmedi mi?

Aziz milletimizden gerçekleri saklayan, köklü kurumlarımızın güvenilirliğini sarsan, insanımıza güven değil korku salan bu düzene son verme zamanı gelmedi mi?

Değerli arkadaşlarım,

Biz; Türkiye’nin yarınları için bu yola çıktık.

Biz; çocuklarımız için, gençlerimiz için yola çıktık.

Biz; bu ülkede damlayan her bir alın terinin hakkı için yola çıktık.

Biz; bu milletin çiğnenen onurunu yeniden ayağa kaldırmak için yola çıktık.

Biz; güven iklimini tesis etmek için, baskıya son vermek için, özgürlüklerimizi doyasıya yaşayacağımız bir Türkiye için yola çıktık.

Değerli konuklar, değerli yol arkadaşlarım,

Bize soruyorlar, “Neyine güveniyorsun?” diyorlar. “Korkmuyor musunuz?” di- yorlar.

Bu soruyu bir kez de Çankırı’dan yanıtlayalım:
Biz; haklı olmanın gücüne güveniyoruz arkadaşlar.
Biz; doğru olmanın gücüne güveniyoruz.
Biz; vatandaşlarımızın sağduyusuna, desteğine güveniyoruz.
Biz; hakikate olan sadakatimize güveniyoruz.
Dikkatinizi çekmek isterim; bizim sadakatimiz “hakikate”dir arkadaşlar.

Bakın, bizim verilmiş bir sözümüz var. Bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, ka- dınlarına, çiftçisine, esnafına, emekçisine, tüm vatandaşlarımıza artık verilmiş sözümüz var. Asla geri dönmeyiz.

Yaptığımız işin ilkeli, düzgün ve dosdoğru olması için çalışırız.

Biz, gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz. Ve emaneti teslim almaya geliyoruz.

Biz, Türkiye’nin erdemli, namuslu insanlarıyla birlikte DEVA Partisi bayrağını en yükseğe taşımak için hazırız.

Biz Türkiye için hazırız.

Değerli arkadaşlar, haklı her zaman güçlüdür. Eğer doğru yaptığınızdan emin- seniz, kalbinizde böyle bir soru işareti yoksa, vicdanen rahatsanız sizden güç- lü kimse olamaz. Tabii ki en güçlü Allah. Diyecek hiçbir şeyimiz yok ama hak- lıysanız dosdoğru çalışıyorsanız biz şuna da inanıyoruz, Allah doğrunun yar- dımcısıdır.

Peki Çankırılı dostlarım, şimdi sizlere sormak istiyorum. Dürüst, ahlaklı ve işinin ehli bir yönetim için,
Çankırı hazır mı?
***

Değerli arkadaşlarım,

Bugünkü iktidarın çok kötü bir huyu var.

Gerçekleri gizlemeyi, halkımızın algılarıyla oynamayı bir huy haline getirdiler.

Durmadan propaganda makinesi çalıştırıyorlar. Durmadan algı çalışılıyorlar. İş üretmedikleri için laf üreterek bu işi götürebileceklerini zannediyorlar.

Onları bu kötü alışkanlarından vazgeçmesi için uğraşıyoruz ama olmuyor. Huy- lu huyundan bir türlü vazgeçmiyor.

Aranızda TÜİK’in açıkladığı rakamlara güvenen var mı? Yok.

Kendileri çalıp, kendileri oynamaya başladılar. Koskoca TÜİK’e kurmuşlar bir tane ayarlama odası, rakamları eğip büktükten sonra kamuoyuna açıklıyorlar.

Bunlar kimi kandırdıklarını zannediyor?

Ben esnaflıktan gelen bir kardeşinizim. Esnafın derdinden anlarım, esnafın di- lini de iyi bilirim.

Esnaf alıp sattığı malın fiyatını bilir. Neydi, ne oldu? Bunu bilir.

Ben hep soruyorum “Şu aldığınız mal geçen sene kaçaydı, bu sene kaçaydı” diye. Esnafımız da biliyor, halkımız da biliyor enflasyonun ne olduğunu ama esnaf sürekli aynı malı alıp sattığı için hafızasında iyi yer tutar. Ben soruyorum “Geçen sene aldığınız malı kaça alıyordunuz, bu sene kaça alıyorsunuz?” diye. Bakkalına, manavına, cep telefonu satanına, gıda işiyle uğraşana, giyim işiyle uğraşana herkese soruyorum. “Enflasyon sizce kaç?” diyorum. “Alıp sattığınız mal son bir yılda yüzde kaç arttı?” diye soruyorum. Kimi diyor %30, kimi di- yor %40, kimi diyor %50. Hele böyle ithal ağırlıklı bir ürünse beyaz eşya gibi %100 diyor. Burada rakamları duyuyorum. Burada esnafımız az ama hepiniz satın alansınız, tüketicisiniz. Siz de verdiğiniz parayı biliyorsunuz fakat hükû- met enflasyonu kaç açıklıyor? %10 küsur...

Peki bunu niye yapıyorlar? Sadece vatandaşa şöyle bir moral olsun diye yap- mıyorlar.

Emekliye, memura, sabit gelirliye maaş zammını o açıkladıkları ayarlanmış enflasyon oranlarına göre yapıyorlar da ondan.

Asgari ücret şimdi gündem değil mi, asgari ücret. Asgari ücreti ne yapacaklar? O TÜİK’teki ayarlama odasından geçmiş enflasyon üzerinden, eğilip bükülmüş enflasyon üzerinden bir miktar da ekleyecekler diyecekler ki “Bakın işte biz asgari ücreti artırdık.” Değerli arkadaşlar bu milletin satın alım gücü çok çok düşmüş durumda. Sabit gelirliler, özellikle esnafımız bunu iyi görüyor. Çünkü satışı niye düşüyor? Vatandaşın satın alım gücü düştüğü için esnafın satış dü- şüyor. Bugün memurumuz emeklimiz, kamu işçimiz hep sabit gelirli ve bunla- rın satın alma gücü çok düştü arkadaşlar.

Oysa gerçek enflasyon almış başını gitmiş. Sokağa çıkan, pazara giden sizler çok iyi biliyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz.

Vatandaşın cüzdanı yanılmaz arkadaşlar. Esnafın hesap kitap defteri yanılmaz.

Diyorum ya, bunlar gerçekleri halkımızdan gizlemeyi bir huy haline getirdiler.

Biz, öncelikle dürüst ve ilkeli bir yönetimi inşa edeceğiz. Halkımızdan gerçek- leri gizlemeyeceğiz.

Bu inanın çok kolay bir günde her şey değişir, bir gün de. Dürüst ve işin ehli kadro iş başına getirin bakın size nasıl gerçekleri olduğu gibi anlatıyorlar. Va- tandaşlarımıza nasıl bu ülkenin gerçeklerini anlatıyorlar, paylaşıyorlar. Biz hal- kımızdan gerçekleri asla gizlemeyeceğiz, şeffaf olacağız. Her an hesap verme- ye hazır olacağız. Niye? Çünkü doğru hesaptan kaçmaz. Bu da önemli bir ata- sözümüzdür. “Doğru hesaptan kaçmaz.” Hemen hesap vermeye hazır çalışır.

Biz, bu yoksulluğa, bu israfa, bu iş bilmezliğe bir son vereceğiz.

Halkımızı hak ettiği refah seviyesine yükselteceğiz.

***
Değerli arkadaşlar

Ekonomi yönetiminde rakamlarla oynadıkları yetmezmiş gibi, sağlık söz konu- su olduğunda bile gerçekleri paylaşmıyorlar.

Biliyorsunuz biz aylarca dedik ya şu rakamlar bakın doğru değil. Doktorları- mız, diğer sağlık çalışanlarımız işin içinde. Tabipler Birliği, bütün doktorlarımı- zın meslek örgütü, eczacılar birliği, hemşireler, diş hekimleri, bütün sektördeki insanlar diyor ki “Bu rakamlar doğru değil. Biz bu işin içindeyiz. Tek bir hasta- nedeki sayı, o ilin sayısından daha fazla biliyoruz” diyorlar. “Tek bir il için açık- lanan rakam Türkiye'nin toplamından daha fazla, bunu görüyoruz” diyorlar. Ama onlar ne yapıyor? Hemen ellerinde bir hain damgası var. Kendi açıklarını ortaya çıkaran, kendi yanlışlarını ortaya çıkaran, doğruyu söyleyen kim varsa hemen o hain damgasını vuruyorlar. Ha bir damga daha var o da terörist damgası. Baktılar olmuyor, bir de terörist damgasını yapıştırıyorlar. Bu kadar kolay değil. Bu kadar ucuz değil.

Tüm dünya pandemiyle boğuşurken, bugünkü iktidarın aklı fikri manipülasyo- na çalışıyor.

Biliyorsunuz, salgına karşı yeteri kadar önlem almadılar, vaka sayılarını bile açıklamadılar.

Hazirana kadar tek tük önlem almışlardı. Hazirandan sonra tamamen bıraktı- lar. Sadece salgının yayılmasını izlediler.

Yüz binlerce insanımızın hastalanmasına adeta göz yumdular.

Şimdi de belli saatlerde ve günlerde sokağa çıkma kısıtlaması getirdiler. Uz- manlara göre bu yapılan kısıtlama salgını engelleyecek nitelikte değil.

Uzmanlar diyor ki “Bir süre tam kapanma şart” ama yapamıyorlar. Kapanma- nın ekonomik yükünü kaldıramayacakları için, hazineyi boşalttıkları için yapa- mıyorlar.

Ama bu kapanmanın tabii ekonomik yükü var, tam kapanmanın. Bu ekonomik yükü kaldıramayacaklarını bildikleri için tam kapanmaya da cesaret edemiyor- lar. Şu anda ekonomik kriz var ama bu ekonomik kriz Türkiye'de pandemi ile başlamadı ki. Geçen sene de vardı. 2019'da pandemi yok. 2019'da Türkiye'nin büyüme oranı sadece %0.9 arkadaşlar, %1 bile büyüyememiş, o da tabii yine TÜIK'in açıkladığı rakama inanıyorsak. O da ayrı bir hikâye. Geçen sene açık- lanan rakam 0.9. Bu yılın ikinci çeyreği için daralma açıkladılar, küçülme 9.9. Rakamlar da enteresan yani 0.9-9.9 Hani fiyat etiketler oluyor 14 lira 99 ku- ruş ona benzer rakamlar açıklıyorlar. Diyorum ya hep algı.

Bununla da yetinmiyorlar bu sokağa çıkma kısıtlamalarının cezalarıyla para toplamaya çalışıyorlar. Adeta bu cezalar bütçeye ilave gelir metodu haline gel- di. E bütçe açık veriyor.

Eskilerin tabiriyle “sadre şifa, derde deva” bir önlem alamıyorlar. Vatandaşımız can derdinde, onlar başka şeylerin derdinde..

Yatıp kalkıp Kanal İstanbul diyorlar ya memleketin sanki şu anda en önemli en acil ihtiyacı gibi. Ama niye? Çünkü orada rant var, rant. İşte o rant gözlerini döndürüyor. Bu ülkenin bu kadar büyük sulama yatırımına ihtiyacı varken, bu ülkenin bu kadar büyük depreme hazırlık yatırım ihtiyacı varken, Kanal İstan- bul’la yatıyorlar, Kanal İstanbul’la kalkıyorlar ve inadına ha inadına. Şimdi İs- tanbul’da kamuoyu yoklamaları yapılıyor. İstanbul’da yaşayanlara soruyorsu- nuz İstanbul “Ben bunu istemiyorum” diyor. Hiçbir kamuoyu yoklaması hiçbir ankette yüzde 50’den daha fazla bir destek yok. Yüzde otuzlar, kırklar o civar- da. Ama inadına. Bir de kutuplaştırmaya da meraklılar ya hani öteki beriki... “Sen Kanal İstanbul’dan yana mısın? Kanal İstanbul’a karşı mısın? diye hemen bir kutu başına parametresi haline de bunu getirmeye hazırlar.

Peki bu salgın döneminde ekonomik tedbir almak için ne yaptılar? Esnafa, küçük işletmelere ancak bir borç yapılandırması önerebiliyorlar.

Esnafa küçük işletmelere yaptıkları bugüne kadar sadece bir borç öteleme. Borç ötelerken de faiz alıyorlar. Hani bir zamanlar bu ülkenin tertemiz işini iyi bilen bürokratlarına faizci diyenler, faiz lobisinin adamı diye suçlayanlar, mi- ting meydanlarında yuhalatanlar bugün bu şartlarda esnaftan faiz almayı ih- mal etmiyorlar, dikkat edin. Merkez Bankası faizlerini %15'e çıkaranlar da kendileri. Üç kere Merkez Bankası başkanı değiştirdiler. Bizim asıl işin ehli ar- kadaşlar ayrıldıktan sonra görevlendirdikleri bir olmadı değiştiler, iki olmadı değiştirdiler, şimdi üçüncüsü... O da gelir gelmez faizi %15'e çıkarttı. Şimdi sormak lazım faizci kim, faiz lobisi kim? Sormak lazım.

Ya esnaf siftah yapamıyor siftah. Esnafımızın dükkânı çalışmıyor, para kazan- mıyor ama sayaç dönüyor. Kira, elektrik, doğal gaz derken sayaç hiç durmu- yor.

Vergi, SGK borcu olan vatandaşlarımız, esnafımız ne kazanacak da hangi bor- cunu ödeyecek?

Günlük geçimini sağlayamıyor; bir de eski borcunun yeni taksitlerini mi öde- yecek? Nasıl ödeyecek?

Geçtiğimiz martta erteledikleri SGK primleri vardı ya, kasımda, aralıkta onla- rın da ödemesi geldi.

Hatırlayın, pandeminin başında bütün ülkeler kendi vatandaşlarına karşılıksız destek veriyor. Bunlar pandemi başlayınca ne yaptılar hatırlayın, IBAN. He- men vatandaşa IBAN verdiler vatandaştan para istediler. Akıllara durgunluk verecek bir şey bu.

Bütün dünya vatandaşa destek destek verirken bunlar vatandaştan destek is- tediler. Niye? Çünkü kasa boş, bütçe açık veriyor. Merkez Bankasının rezervle- ri boş, yedek akçeler tüketilmiş. İşte ellerinde artık kaynak kalmadığı için, çarçur ettikleri için, israf ettikleri için, kötü yönettikleri için bu pandeminin et- kisini ne öteleyecek, etkisini azaltacak bir ekonomik programda bugüne kadar uygulayamadılar uygulayamıyorlar.

Vatandaştan para istediler. E bu milletin senelerdir ödediği vergiler ne oldu? kara gün paralarımız ne oldu?

Salgın nedeniyle canının derdiyle uğraşması gereken vatandaşlarımızın adeta yakasına yapışıyorlar “vergi vergi” diye.

Biz dedik ki o 17 Mart açıklamamızda “Bakın şu elektrikti, doğalgazdı bunların tahsilatını pandemi bitene kadar erteleyin” dedik. “Ve bu dağıtım şirketlerine de bankalardan finansman sağlayın, o şirketlerin de açığı o şekilde olmaz” de- dik. Bunun hepsini söylüyoruz, reçeteyi yazıyoruz ama ders almıyorlar. Hatta ne diyorlar biliyorsunuz. Bizim bu bir, iki, üç deyince Cumhurbaşkanı çıktı beni kastederek “Bir de çıkmış dedi bana ders vermeye çalışıyor.” Tabii ki derse ih- tiyacınız var, bunu vermek zorundayız. Eğer bizden ders almıyorsanız şu olan- lardan ders alın, milletin düştüğü durumdan ders alın.

Böyle olmaz arkadaşlar! Böyle devlet yönetilmez!
Bu milletin ne halde olduğunu bilmeyenler devleti yönetemez!

Hep söylüyorum, iki ay bir bakkalın yanında çıraklık yapmış bir insan bunların yaptığı hataları yapmaz.

Çünkü bilir, hayatı yaşar. O ödemesini denkleştirmek için, kirasını denkleştir- mek için bir bakkal, bir manav nasıl çaba gösteriyor? O ödeme günü geldiğin- de nasıl sırtından inen ter damlalarını hissediyor, bunu bilir. Ama bunların artık toplumla maalesef bağı kalmamış durumda. Etrafındaki yandaş kalabalığı za- ten Türkiye’yi görmelerini engelliyor. Arabada giderken konvoyda kimi zaman 50 araba kimi zaman 100 araba. Arabanın camından da ancak diğer siyah arabaları görüyorlar. Vatandaşı görmeleri de mümkün değil.

Arkadaşlar, yıllarca ekonomiyi yönetmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum; Yapılacak şey çok açık:

Derhal ama derhal küçük işletmelerin tüm vergi ve SGK prim ödemelerini pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin. Hatta stopajı hiç almayın.

Şu pandemi bitene kadar esnafın yakasından düşün. Pandemi sonrasında da bu ödemeleri uzun vadeye yayın.

Vatandaşlarımıza uzun vadeli ve en az bir yılı geri ödemesiz olmak üzere faiz- siz kredi verin. Yeniden yapılandırmalarda da bu metodu izleyin.

Ancak böyle bir yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır.

Esnafımıza, küçük işletmelere, kapalı kaldıkları dönem boyunca kira desteği sağlayın.

Çünkü bu salgının maliyetini tek başına vatandaşın üzerine yıkamazsınız. Bugün esnafımız diyor ki;

“Bu virüs sadece bizim dükkânda mı bulaşıyor? Vatandaşın fabrikaya giderken bindiği otobüste, metroda virüs yok mu?” diyor.

“Virüse karşı önlem dedikleri, meğer bizi bitirmekmiş” diyor.

Cefakâr esnafımız “Tamam, herkes sağlıklı olacaksa biz bitelim” diyor. Ama o da yok.

Bitirdiler arkadaşlar bitirdiler.
Halkımızın nefesini de vergisini de tükettiler.

***
Değerli arkadaşlar,

Doğruları anlatmaktan dilimizde tüy bitti. Ancak biz yılmayacağız, bizi yıldıra- mayacaklar. Doğruları anlatmaya devam edeceğiz.
Çünkü doğruları anlatmayı, toplumsal ve ahlaki sorumluluğumuz olarak görü- yoruz.

Onların rahatları kaçsa da, kulaklarını kapatsalar da, ders almak istemeseler de anlatmaya devam edeceğiz.

Gerçi “Bana ders vermeye kalkıyor” diyorlar ama bakıyoruz gizli gizli bizden kopya çekiyorlar.

Ekonomi dibe vurunca, akraba Bakan da ortadan yok olunca herhalde birileri “Ya bu DEVA Partisi’nden bazı tavsiyeler var. Ali Babacan bazı şeyler söylüyor, arkadaşları bazı şeyler söylüyor” deyip konuşma metinlerine bakıyoruz bizim ifadelerimizden böyle kopyala yapıştır bazen yapıyorlar onu görüyoruz.

Sıkıştıklarında reformdan bahsediyorlar, reformdan bahsettiklerinde de “Deva Partisi ne demiş?” diye bakıyorlar.

Defalarca fiyat istikrarının, Merkez Bankasının bağımsızlığının, mali disiplin ve yapısal reformların altını çizdik.

Kamu ihalelerinin açık ve fırsat eşitliğine dayalı hale getirilmesi gerektiğini söyledik.

Aksi halde “Bu parayı çarçur edersiniz” dedik. “10 liralık işi 20 liraya, 30 liraya mal edersiniz” dedik. “Şu ihaleleri şeffaf yapın, açık yapın” dedik.

Hukukun üstünlüğünün, insan haklarının önemini anlatıp durduk.

Dış politikada diplomasiden ve sözün gücünden bahsettik. “İtibarlı olun itiba- rın gücüyle etkili olun, sorunları böyle çözün” dedik.

Duvara çarpınca akıllarına bizim tavsiyelerimize bakıp onları tekrarlamak gel- di.

Ne diyelim arkadaşlar?

Biz, yaptıkları bunca hatadan sonra, utanıp da geri dönemedikleri o doğru yo- lun yolcularıyız.

Biz doğru yoldan sapmadık. İlkelerimizden, değerlerimizden sapmadık. Değerli arkadaşlar,

Ama bakıyoruz, bugünkü büyük ortağa... Öyle bir prangaları var ki, küçük or- taktan izin almadan tek kelime edemiyor.

Yolda karşılaştıkları küçük ortağın keyfini kaçırmamak için, yola birlikte çıktık- ları 40 yıllık arkadaşlarını terk ediyor.

Bir de bize ne diyor? “Siz gemiden indiniz” diyor.

Yine yanılıyorlar.

Biz, dürüst ve ilkeli seyreden bir gemiden hiçbir zaman inmedik.

Hatırlatalım: iktidarın bir üçüncü ortağı var biliyorsunuz. Daha geçen hafta ne dedi bu ortak?

“Geminin rotasını biz çiziyoruz” dedi.

Biz, 28 Şubat karanlığının destekçisi olan bu ortağın rotasını çizdiği gemiye hiçbir zaman binmedik ki!

Arkadaşlar, müsterih olun.

Biz hiçbir zaman, mafyayla, çetelerle, 28 Şubatçılarla, vesayet kalıntılarıyla aynı gemiye binmeyiz!

***

Değerli dostlarım,

Biz, bu ülkenin dürüst, namuslu, işini iyi yapan insanlarıyla aynı gemideyiz.

Biz, bu ülkede yarınlarını hak ettikleri gibi kurmak isteyen fedakâr gençlerle aynı gemideyiz.

Biz, ülkede adil yargılanma hakkı gaspedilen, haksızlığa uğrayanlarla aynı gemideyiz.

Biz, bu kötü yönetimin yükünü çekmek zorunda kalan esnafımızla, çiftçimizle, işçimizle, emeklimizle aynı gemideyiz.

Bizim rotamızı hakikat ve hakkaniyet çiziyor. 28 Şubatçılar çizmiyor. Bugünkü iktidara soruyorum:
Şimdi siz söyleyin.

Siz hangi gemide olduğunuzun farkında mısınız? Farkında değilseniz, zahmet etmeyin, ben söyleyeyim:

Sizin geminizin dümeninde küçük ortak oturuyor, rotayı da küçüğün küçüğü ortak çiziyor!

İşte sizin reislik yaptığınız gemi bundan ibarettir!

Bu geminin yolu da yol değildir!

***

İzlediğiniz rota memleketi 1990’ların karanlığına götürür. Bu rota toplumu ay- rıştırır, kutuplaştırır. Bu rota ülkeyi yalnızlaştırır. Bu rota halkı yoksullaştırır.

2015 seçimlerinde, 2018 seçimlerinde size destek veren, iktidar partisine des- tek veren, gönül veren vatandaşlarımız;

Tutup da rotayı 28 Şubatçılara çizdirin diye bu desteği size vermedi ki. Gemi- nin dümenine başkasını oturtun diye size oy vermedi ki.

Bu ülkenin sağduyulu insanları rahatsız ve bu ülkenin iktidarda olan ve Cum- hurbaşkanına destek veren arkadaşlarımız, vatandaşlarımız son derece rahat- sız. Emanetlerinin ehil ellerde olmadığının gayet iyi farkındalar. Henüz konu- şamıyorlar, henüz bazen gönül bağından bazen baskı sebebiyle kendilerini ifa- de edemiyorlar ama durumu gayet iyi biliyorlar. Bu geminin nereye gittiğini gayet iyi hissediyor.

Ve günü geldiğinde, sandık önlerine konduğunda gereğini yapacaklar. Hiç en- dişeniz olmasın.

***
Değerli arkadaşlarım,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tarihi boyunca en çok ifade özgürlüğü ihlali kararı verdiği ülke Türkiye.

Hani derler ya, tuz koktu diye. İşte arkadaşlar, yargıda tuz koktu.

Bakın bugüne kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ifade özgürlüğüyle ilgili başvuruda bulunup da ihlal kararı verilen birinci sırada Türkiye, ikinci sı- rada Rusya ve Rusya'daki ihlal, kararda Türkiye'nin dörtte biri, dörtte biri.

Yani açık ara lig birincisiyiz, açık ara. Ama hangi ligin birincisi ifade özgürlü- ğünün kısıtlandığı baskı altına alındığı ülkeler liginde, açık ara birinciyiz.

Biz önce hukuku ayağa kaldıracağız.
Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını tesis edeceğiz.

Yargıçlarımız; anayasaya, evrensel hukuka ve vicdanlarının sesine aykırı ka- rarlar vermek zorunda kalmayacaklar.

Türkiye, mahkemelerinde adaletsizlik yapılan bir ülke olmayacak.

Yargı sistemimiz insan haklarını koruyacak. Öngörülebilir olacak. Tarafsız, ba- ğımsız, adil ve hızlı bir şekilde işleyecek.

Bunları yapmak inanın çok kolay. Yargı ile sorunların yarısı bir anda çözmek kolay bir anda. Ben bunları ilk ifade etmeye başladığımda “İnanın bu kadar kolay” dediğimde bazıları dedi ki “Ya öyle olur mu?” İnanın olur. Yapacağınız bir açıklama, diyeceksiniz ki “Ya artık bizden size telefon gelmeyecek. Artık size pusula göndermeyeceğiz.” Yargıçlara, savcılara hitaben “Bildiğinizi yapın” denecek. Bu kadar basit. Ve daha sonra da tabii bu telefon defterlerinden o telefonları silmeleri gerekecek. Çünkü eski huylar depreşip de yeniden elleri telefona gittiğinde hiç olmazsa hâkimleri, savcıları tekrar arayamasınlar diye.

Adalet sisteminin DEVA’sı olmak için biz hazırız arkadaşlar.

***

Şimdi buradan tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum;

Bizi arayıp bulmak isteyenlere bir koordinat verelim. Hani gençler diyor ya, bir konum atalım.

Biz;

“Borcumu ödeyemiyorum” diyen, “Ne yapacağımızı şaşırdık” diyen çaresiz va- tandaşımızın yanındayız.

Yoksulluğa terk edilen, artan maliyetlerle boğuşan fedakâr çiftçimizin yanın- dayız.

Çocuklarının yarınlarından kaygı duyan annelerin, babaların yanındayız.

Güvenli bir hayat kurmak isteyen gençlerimizin, hakkını arayan öğrencilerimi- zin yanındayız.

Senelerce okuyup yazılı sınavlarda yüksek not almasına rağmen, mülakatlar- da haksızlığa uğrayan gençlerimizin yanındayız.

Yargının beraat kararı verdiği halde hakkı iade edilmeyen, zulme uğrayan KH- K’lıların yanındayız.

Her gün ölüm korkusuyla yaşayan, çığlığını tüm dünyaya duyurmaya çalışan kadınların yanındayız.

“Ölüyoruz” diye feryat eden, zor şartlar altında çalıştırılan sağlık çalışanlarımı- zın yanındayız.

Bunca yıl çalışmasına rağmen, huzurlu bir hayat yaşayamayan emeklilerimizin yanındayız.

Yeni nesillere yaşanabilir bir çevre bırakmak için mücadele edenlerin yanında- yız.

Canlı ve cansız tüm doğa varlıklarının; şiddet gören hayvanların, börtünün, böceğin, ağacın, yeşilin yanındayız.

Bizim konumumuz budur, koordinatlarımız budur.
Nerede olduğumuzu görmek isteyenleri işte bu konuma davet ediyoruz.

Kimlerle beraber olduğumuzu merak edenleri, vatandaşımızın yanına davet ediyoruz.

Fakat bunların konumu belli. Konum atınca bir bakıyorsun yanlarında bir sürü yandaş var. Attıkları konuma bir bakıyorsun yanlarında daha düne kadar ken- dilerine hakaret edenler var. Ortak etmişler. Bunların konumuna bakıyorsun yanlarında 28 Şubat’ın o karanlığında dolaşmış, o zihniyette olmuş, destekle- miş ortakları var. Onların koordinatı, onların konumu belli.

Biz zulmedenlerden değiliz. Zulme göz yumanlardan değiliz. Bizim alnımız açık, başımız dik.

Vatandaşlarımızın yüzünü güldürmek, derdini dinlemek için buradayız.

***
Değerli Çankırılı dostlarım,
Biz Çankırı’nın sorunlarını da görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz.

Çankırılı çiftçimiz perişan olmuş durumda. Giderek yoksullaşıyorlar.

Çünkü gübre, tohum, ilaç fiyatları dövize bağlı olarak artıyor. Ürünler için açık- lanan taban fiyatlar ise ürün maliyetini karşılamıyor. Destek miktarları ya makyajlı enflasyon oranlarına göre artıyor, ya da hiç artmıyor.

Bakın arkadaşlar, burada açıkça bir kez daha ifade etmek istiyorum:

Dünya çapında yaşanan pandemi krizi bir kez daha gösterdi ki tarım çok kilit bir sektör. Artık bir ülkenin geleceği, kendi kendine yeterli bir tarım sektörün- den geçiyor.

Türkiye, bu konuda olağanüstü bir potansiyele sahip. Çankırı olağanüstü bir potansiyele sahip.

Sadece kendi kendine yeten değil, tüm dünyaya tarım ürünlerini, tarıma da- yalı sanayi ürünlerini, gıdayı ihraç edebilecek bir potansiyelimiz var.

Biz;

İnsana, toprağa, çevreye saygılı; üretici ve tüketicinin haklarını koruyan, sağ- lıklı ve sürdürülebilir bir üretimi esas alıyoruz.

Veriye ve bilime dayalı; yüksek katma değer üreten, rekabetçi, yenilikçi bir tarım sektörü oluşturmak istiyoruz.

Çiftçiyi desteksiz, sahipsiz bırakıp, tarıma da “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” diye bakarsanız; çiftçimiz de aç kalır, bütün memleket de aç kalır.

O yüzden önce çiftçilerimize sahip çıkmak, onların gelirlerini, yaşam standart- larını düzeltmek zorundayız.

Biz, sulanabilir alanların genişletilmesine yönelik yatırımlara öncelik vereceğiz.

Biz iktidara geldiğimizde temeli atılan barajlar bitecek.

Barajlar, Devrez Kızlaryolu Barajı gibi kaybolmayacak.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın sorunları da çığ gibi büyüdü. Yem fi- yatlarındaki artış son bir yılda yüzde 65’e dayandı.

Büyük özveriyle ve neredeyse kâr etmeden üretime devam eden besicilerimi- zin, üreticilerimizin yanında olacağız.

Küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde aile işletmelerinin kaliteli üretim yapmaları için teknoloji kullanımlarını destekleyeceğiz.

Çankırı’nın hem kırsal hem de kentsel alanda altyapı sorunları hâlâ devam ediyor.

Projeler arasında koordinasyon yok. Bu projelerin yaygınlaşması için bir çaba da yok.

Arkadaşlar, Çankırı’nın üniversitesinde veterinerlik fakültesi yok. Ziraat fakül- tesi yok. Tıp fakültesi yok.

Bu sorunlar saymakla bitmez...

Oysa Çankırı’ın sorunları çözülemeyecek sorunlar değil. Çankırı’nın Üniversite- si var, Çankırı‘nın çalışkan insanları var.

Çankırı’da tarımın teknolojiyle buluşması, ürün çeşitliliğinin artırılması, bilinçli tarım yapılması, tarımsal destek ve sübvansiyonların tarımsal üretime akta- rılması gerekiyor.

Çankırı’da sanayi de yeterince gelişemiyor.

Oysaki bugün biz Ticaret ve Sanayi Odası’na uğradık. Orada sanayicilerimize de şöyle bir sohbet ettik. Gerçekten Çankırı'da çok farklı sektörlerde çok güzel sanayi tesisleri oluşmuş durumda. Demek ki topraklar nasıl bereketli ise sa- nayi konusunda da Çankırı'nın bereketi hazır bekliyor. Yeter ki güven olsun. Yeter ki siz o güven iklimini oluşturun. Çankırı'da üretilenlerin yine Çankırı'da işlenip satılacağı, katma değerin Çankırı'da kalacağı tarıma ve hayvancılığa dayalı sanayinin yine elimiz için çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Çankırı’da üretilenin Çankırı’da işleneceği sanayi tesisleri kurulması gerekiyor. Ama devletin yatırım yapmadığı yere girişimci niye yatırım yapsın?

Yatırımcımız da sizler gibi, altyapı sorunlarının çözülmesini bekliyor. Kentleşme sorunlarının çözülmesini bekliyor. Hastane sorununun çözülmesini, eğitim so- rununun çözülmesini bekliyor.

Çankırı’yı sosyal olanaklarıyla, spor tesisleriyle, tarihine yaraşır, cazip bir şehir haline getirmemiz gerekiyor.

Çankırı’nın demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Çankırı’nın DEVA’sı hazır.
Şimdi de size sormak istiyorum:

Çankırı hazır mı?

***

Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçi- lerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var,
Çankırı’nın DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

8 Aralık 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Samsun İl Kongresi Konuşması

 

Samsun 1. Olağan İl Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri,
Samsun il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Sevgili Samsunlu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Samsun teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Bugün sizlere,

Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının, tütün iskelesinden attıkları o “ilk adım”la Millî Mücadeleyi başlattıkları Samsun’dan sesleniyorum.

***

Değerli arkadaşlar,
Ülkemiz şu an çok derin bir yönetim krizi içinde.

Biliyorsunuz ülkemiz 2018’den beri, adına Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi denen, ancak aslında tam bir sistemsizlik olan sürecin içinde.

2018 öncesinde başlayan sorunların üstüne, bir de bu sistemsizlik eklenince, her alanda krizlerin derinleştiği günler geçiriyoruz.

Ülkemiz sadece ekonomide değil, adalette, eğitimde, sağlıkta, dış politikada, güvenlikte, tüm bu alanlarda derin bir krizden geçiyor.

Gelinen noktada Türkiye “çoklu bir sistem krizi” yaşıyor.

Bu durum âdeta bazı hastalarda görülen çoklu organ yetmezliğine benziyor.

Partili cumhurbaşkanlığı yönetimindeki tıkanma, hukuk ve kamu yönetim sistemine, oradan da ekonomiye yansıyor.

Dış politikada ülkemiz itibarını, sözünün gücünü önemli ölçüde yitirdi.

Diplomasiyle çözülebilecek pek çok sorunu, kavga ile, şahsileştirilmiş yaklaşımlarla çözmeye çalışan; hatta çatışmadan beslenen, düşmanlıklardan beslenen bir yönetim zihniyeti var.

Ülkemiz dış ilişkilerde gerekli gereksiz pek çok polemik ve kavganın içine sokuldu.

Ne zaman içeride işleri zora düşse, gidip başka ülke liderleriyle kavgaya tutuştular. “Ey!” diye naralar attılar.

İçerdeki sorunları örtmenin, problemleri öğretmenin bir yolu ile aslında bu dışarıda düşman arayışını gerçekleştiriyorlar.

Bakın, özellikle dikkatinizi çekiyorum. Bunların çoğu öyle ülke çıkarları için, vatandaşların hakları için falan yapılmıyor.

Hatta ve hatta çoğu zaman bu olanlar bizim diğer ülkelerde yaşayan vatandaşlarımıza da zarar veriyor.

Ama umurlarında değil. Bakın geçtiğimiz gün Ağrı’nın İran sınırına 81 kilometrelik duvar yaptıklarını söylediler. Zaten Suriye sınırımızdaki 800 küsur kilometrelik duvarı da geçtiğimiz aylarda tamamladılar.

Dış politikayı, diplomasiyi rafa kaldırdıkları için, güvenliği ancak sınırlar boyu duvarlarla sağlamaya çalışıyorlar.

Böyle bir şey olabilir mi? Biz vaktiyle dış ilişkileri yönetirken komşularımızla iyi ilişkileri esas aldık. Bırakın duvar örmeyi, serbest dolaşımı hedefledik.

Dedik ki “Bütün bu coğrafyada, Türkiye’nin bütün komşularıyla insanlar rahat hareket edebilmeli. Ürünler serbestçe hareket edebilmeli. Sermaye serbestçe hareket edebilmeli. Fikirler serbestçe hareket edebilmeli.” Hatta dedik ki “Bu sınırlar gittikçe anlamsızlaşmalı.” Yıllarca “kazan kaza” üzerine bir dış politikayı uyguladık.

Hatırlayın, o günlerde hem üretimimiz hem de ihracatımız hızla arttı. Ülkemizin refahı arttı. En çok da sınır illerimiz istifade etti bundan.

Ama şimdi uygulanan bu yanlış politikalarla ülkemiz daha da içe kapanıyor.

Ülkemiz komşularımızdan da kopuyor, dünyadan da kopuyor. Bunun sonucunda da sürekli fakirleşiyor.

Bakın, geçtiğimiz günlerde sanki senelerdi Avrupa’yla kavga eden kendileri değilmiş gibi, “Kendimizi Avrupa’da görüyoruz” dediler.

Hayırdır!

Siz daha düne kadar, haç-hilal deyip işinize geldiğinde vatandaşlarımızın dini duygularını istismar ederken, nasıl oldu da birden Avrupa hedefi tekrar hayallerinizi süslemeye başladı?

Ne oldu? Haç-hilal derken Türkiye’nin geleceğini hangisinde gördünüz. Bunu bir izah edin bakalım eğer mesele haç-hilal meselesi ise. Tamamen dini duyguları istismar etmek üzere kurgulanmış bir siyaset çizgisinden bu ülke yıllardır çok çekiyor. Yazık, bu ülke bunu hak etmiyor.

Arkadaşlar, dış politikada öyle bir anda bakıyoruz “Bugün canım bunu istiyor” deyip, U dönüşleri yapılıyor, zikzaklar yapılıyor. Dış politika, dış ilişkiler böyle keyfilikle, şahsileştirilmiş yaklaşımlarla yönetilebilecek bir ana değil. Kimse kusura bakmasın.

Bunca senedir yaşananların, bunca senedir yapılan kavgaların bu millete ödettiği ağır bedeller ne olacak?

Buradan bugünkü iktidara sesleniyorum;

Siz iktidara daha dün gelmediniz. Avrupa’yla, NATO’yla, batıyla kavga eden; ülkeyi içe kapatan, tüm ülkeyi kendi şahsınızı merkeze alarak yöneten sizsiniz.

Bu zihniyet nedeniyle, ülkemizi yoksullaştıran da sizsiniz.

Şimdi cevap biz cevap bekliyoruz. Bütün bu yanlış politikalarınızın bedelini bu halk mı ödeyecek yine?

Bu milletin sırtına yüklediğiniz o maliyet ne olacak?

Türkiye Cumhuriyeti sizin deneme tahtanız, sizin deney laboratuvarınız değil. Bir Avrasya’ya gidelim olmadı kafayı duvara çarptık, tekrar Avrupa’ya dönelim. Bir de oraya da kafayı çarpalım dönelim başka yollar arayalım. Kusura bakmayın. Bu ülke deney laboratuvarınız değil. Hele hele, bu ülkenin vatandaşları sizin kobayınız hiç değil.

S-400 füzelerine milyarlarca dolar para verdiniz, kullanamıyorsunuz. F-35 savaş uçaklarına milyarlarca dolar para verdiniz, onları da alamadınız.

Hem milyarlarca doları kaybet, hem F-35’leri kaybet, hem de S-400’leri. Bu mu dış politika?

Bu mu güvenlik politikası? Bu mu millî çıkar?

Biz hep kazan-kazan ilişkilerine alışığız da fakat maalesef bu hükûmet bu millete kaybet-kaybet-kaybet nasıl oluyor onu da gösterdi. Yazık. Bu dış politika değil arkadaşlar, bu güvelik politikası da değil. Bu milli çıkar hiç değil.

Bu millete bir açıklama borcunuz var.

Hukuktaki, ekonomideki, dış ilişkilerdeki, güvenlikteki yanlışların bu millete ödettiği bedelle ilgili bir açıklama borcunuz var.

Sizin yanlışlarınız yüzünden bedel ödeyen bu millete söyleyecek iki çift lafınız yok mu?

Siz eğer bunu açıklamıyorsanız bu millet bunu bir kenara yazıyor hiç merak etmeyin. Bakın bugün Samsun’da cadde, sokak gezdik. Esnafımızı ziyaret ettik. İnanın her şeyi görüyor millet her şeyi. İnsanların konuşmadıklarına bakmayın. Öyle iyi görüyorlar, öyle iyi tespit ediyorlar ki ayna gibi her şey ortada. İstedikleri kadar basını susturmaya çalışsınlar. İstedikleri kadar kendi emirlerindeki basına durmadan farklı gerçek dışı haber yaptırsınlar. Hiç işe yaramıyor. Çünkü gerçekler uzun süre saklanmıyor. İllaki ortaya çıkıyor

Biz bunu kabul etmiyoruz! Doğmamış çocuklarımızı bile borçlandırdınız. Bu ülkenin vatandaşlarının alın teriyle kazandığı ve devletine ödediği vergileri çarçur ettiniz.

Hani eskiden vergiler için reklam yapılırdı, hatırlıyorsunuz değil mi? “Ödediğiniz vergiler yol, su, elektrik olarak size geri dönecek” denirdi.

Şimdi ne oluyor? Bizim o vergilerimiz nereye gidiyor?

Nereye harcanıyor ben küçük bir örnek vereyim. Ben ve arkadaşlarım hükûmetten ayrıldığım günde bu ülkenin toplam faiz ödemesi 53 milyar liraydı. Şu an bütçede yani gelecek yıl için görüşülen bütçede tam 179 milyar lira. Vatandaşımızın ödediği vergi artık yol, su, elektrik olarak dönmüyor. Nereye gidiyor? Faize gidiyor. Hani siz bir zamanların pırıl pırıl, tertemiz işinin bilen bürokratlarına faizci diyordunuz. Hani bunlar faiz lobisinin adamı diyordunuz. Ne oldu? Ne oldu da döndünüz Merkez Bankasına üç kere başkan değiştirdikten sonra faizleri arttırma talimatı verdiniz. Şu anda bizim Merkez Bankamız tüm dünyada en yüksek faizlerden birisini uyguluyor. Ne oldu? Arka arkaya görev yapan ve gerçekten bağımsız duran Merkez Bankası başkanlarını sürekli yıprattınız sürekli. Vatana ihanete kadar suçlamalarla geldiniz. Bazı bakanlarımızı mitinglerde yuhalattınız. Ne oldu? Bütün ipler şimdi sizin elinizde değil mi? Bütün kontrol tek bir kişinin elinde değil mi? Ne oldu da faizi arttırmak zorunda kaldınız. Bunu bir açıklamanız lazım. Bu kadar kolay değil.

Yani yakın akraba Bakan’ı ortadan kaybedelim, birkaç tane adamı değiştirelim

ondan sonra hiçbir şey yokmuş gibi yolumuza devam edelim. Öyle ucuz değil bu iş. Hesap vermek zorundasınız. Bu milletin ödediği bu bedelin hesabının vermek zorundasınız. Bu kadar çarşı, pazar, esnaf kan ağlarken, dükkânlar hem müşteri açısından boş hem de mal açısından boşken böyle hiçbir şey yokmuş gibi yolunuza devam edemezsiniz. Ha ederseniz bu millet bir gün gelir o sandık önüne konduğunda gayet güzel hesaplaşır sizinle, hiç endişeniz olmasın.

Değerli arkadaşlar,

Bugünlerde hükûmetin bizden duyup kopyaladığı bir cümle var biliyorsunuz. Şimdi biz partimizin kurulduktan hemen sonra sadece eleştirmiyoruz, tavsiyelerde de bulunuyoruz. Sadece şu yanlış, bu yanlış demiyoruz. Doğrusu bu diyoruz. Bakın alın bunu uygulayın diyoruz.

Partimiz kurulduktan tam yedi gün sonra ilk tavsiye açıklamamızı yaptık biliyorsunuz. 17 Mart’ta pandeminin ekonomi tarafında ne yapacaksınız, sağlık tarafında ne yapacaksınız madde madde tavsiyeler halinde yayınladık.

Arkasından Merkez Bankası para basınca, karşılığındaki dövizde bunlar yiyip bitirip Merkez Bankasının rezervlerini eksiye düşürünce bu sefer o kurdaki ilk atak geldi. Hemen bir açıklama daha yaptık. “Şunlara şunlara dikkat edin” dedik. “Şu adımları atın yoksa daha kötüye gider iş” dedik.

Cumhurbaşkanı çıkıp ne dedi? Beni de hedef alarak özellikle “Birde kalkmışta bana ders vermeye çalışıyor” dedi.

Demek ki işte ders vermek gerekiyormuş. Ne oldu? Yanlışta inat ettiniz, ısrar ettiniz ve en sonunda bir kur atağı daha geldi. Arkasından da ancak Merkez Bankasının faizini ta %15’e çıkararak şimdilik o da şimdilik göreceli bir durgunluk sağlayabildiniz kurlarda. Ondan sonra baktık ki bu akraba Bakan ortadan kaybolunca, birkaç da isim ekonomide değiştirilince açıklamalar değişti.

Biz partimizi kurulduğunda beri, ilk günden beri neler söylüyorsak baktık benzer cümleleri kurmaya başladılar. O cümlelerden biri de ne değerli arkadaşlar? Şimdi duyuyoruz hükûmetten, “Güven olmadan ekonomi güçlenmez” diyorlar.

Demek ki akılları yeni başlarına geliyor. Ama kopyalı öğrenci gibi işin aslını bilmeyince kopya çekip aynı cümleyi kullanınca ekonomi düzelmiyor.

Anlaşılan kopyasız hiçbir iş yapamayacaklar. Biz ders vermeye devam edelim bari.

Bakın, Türkiye’nin çevresinde istikrarsızlık hakim. Daha geçtiğimiz ay, hemen doğumuzda bir çatışma daha yaşandı. Güneyimizde yıllardır huzur bir türlü sağlanamadı. Batımızdaki Yunanistan ekonomik krizle boğuşuyor.

Türkiye; bu bölgede demokrasinin, özgürlüklerin doyasıya yaşandığı, örnek bir ülke olmak zorunda. Türkiye güven duyulan bir ülke olmak zorunda.

Güven yoksa, dış politikada sağlıklı ilişkiler geliştirilemez. Güven yoksa, sözünüz dinlenmez.
Güven yoksa, yatırımcı gelmez.
Güven yoksa, ekonomi büyümez, vatandaşın yüzü gülmez.

Biz DEVA Partisi olarak, dış politikadaki bu yanlışlara son vereceğiz. Dış politikayı gündelik kavgaların mecrası olmaktan kurtaracağız.

Ülkemizin hem bölgesinde hem de dünyada itibarlı konuma gelmesi için çalışacağız.

Kavgadan beslenmeyeceğiz. Sözümüzün gücünü artıracağız. Konuştuğumuzda tüm dünya Türkiye’nin sözüne kulak kabartacak.

Biz ülkemizin çıkarlarını korumak için öncelikle aklımızı kullanarak mücadele edeceğiz.

Böyle dürtülerle değil, duygularla değil, bir kişinin şahsını merkeze koyup da bütün dış ilişkileri ona göre düzenleyerek değil.

Biz, ülkemizin jeopolitik öneminin ve sorunlarının farkındayız. Bu nedenle düşman değil, dost kazanacağız

Dış ilişkileri iç politika malzemesi yapmayacağız.

İkili ilişkilerimizin gelişmesiyle, Samsun gibi liman şehirlerimizin ihracat merkezi olmasını, ülkemizin zenginleşmesini sağlayacağız.

En önemlisi de komşu halklarla mevcut dostluk ve akrabalık ilişkilerimizi geliştireceğiz.

Siyasi kavgalar yüzünden toplumlar arasındaki ilişkilerin zedelenmesini önlemek için çalışacağız.

Sevgili dostlarım, Demokrasi ve Atılım Partisi bunları yapmak için hazır. İşini bilen kadrolarıyla hazır.
***

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz günbegün daha da fakirleşiyor.

Günbegün yoksullaşıyor.

Halkımız pandemi öncesinde başlayan fakat pandemiyle daha da derinleşen ekonomik kriz nedeniyle açlık sınırında yaşıyor.

Türkiye’yi getirdikleri bu noktada, her üç kişiden biri işsiz veya atıl durumda.

Çarşı pazar enflasyonunu sorduğum zaman esnafa %30 diyen var, %40 diyen var, %50 diyen var. Daha TÜİK ‘in açıkladığı %11-12-13 gibi rakamlarını kimse söylemedi bana. Çarşı pazarda böyle bir enflasyon rakamı yok. Hatta ithal ürünlerde %100’e yakın %100 ü geçen artışlar var.

Vatandaşımız markete, pazara gittiğinde boş poşetlerle eve dönüyor.

Tabii onlara sorsanız enflasyon %10 küsur. Ama gerçek enflasyonu sokağa çıkan, pazara giden sizler çok iyi biliyorsunuz.

Emekliye, memura, sabit gelirliye maaş zammını da o açıkladıkları oynanmış oranlara göre yapıyorlar.

Oysa gerçek enflasyon almış başını gitmiş. Halkımızın satın alma gücü hızla geriliyor.

Değerli arkadaşlar,

Tekrar tekrar yaşanan döviz krizlerinden ve ekonominin dibe çakılmasından sonra bugünlerde hükûmet, “Güven olmadan ekonomi güçlenmez” diyor.

Şimdi diyorum ki, akılları belki de yeni başlarına geliyor, onu daha test edeceğiz ama söylediklerimizden kopya çekiyorlar. Anladılar mı anlamadılar mı? Öğrendiler mi öğrenmediler mi? Ders alıyorlar mı almıyorlar mı? Onu göreceğiz.

Güvenden bahsediyorlar... Evet, güven gerçekten çok önemli bir değer. Ancak, güveni sağlamak için ne yapmaları lazım?
Madem ders almak istemiyoruz diyorlar, haydi biz biraz da kopya verelim bari. Hazırsanız söylüyorum. Bakın size kopya veriyorum. Dikkatle dinleyin:

Enflasyonu olduğundan düşük açıklamak size güven kazandırmaz. Pandemi vaka sayılarını düşük açıklamak, size güven kazandırmaz.

Doğru haber yapan gazetecileri işten attırmak, doğruyu söyleyen sivil toplum kuruluşlarını hain ilan etmek, size güven kazandırmaz.

Suç örgütlerine, yasa dışı yapılara övgüler düzenlerle ortak olmak, onlara sahip çıkmak, size güven kazandırmaz.

Yargıyı siyasi etki altına alıp, mahkemelerin bağımsızlığını yok etmek, size güven kazandırmaz.

Anayasayı ihlal etmek, alt mahkemeye Anayasa Mahkemesinin kararına uymamasını telkin etmek, size güven kazandırmaz.

Bu toplumu kutuplaştırmak, bazı toplum kesimlerini öteki ilan etmek, düşman ilan etmek, size güven kazandırmaz.

Dış ilişkilerde herkesle kavgalı olmak, herkesi düşman ilan edip, sonra da yapayalnız kalmak, size güven kazandırmaz.

Evet, bugünlük bu kadar kopya yeter. Biraz da siz dersinizi çalışın artık.

“Ders almıyoruz” diyorlar ama bari şu olanlardan bir ders alsalar. Memleketin düştüğü durumdan ders alıp hatalarını düzeltseler. Ama bugüne kadar da bakıyoruz ekonominin en son dibe vuruşundan sonra da lafta bir şeyler var ama fiiliyat sıfır. Laf üretmekte fena değiller ama lafla da peynir gemisi yürümüyor. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”

Bakın, geçtiğimiz aylarda dünyanın büyük otomobil firmalarından birisi Türkiye’de fabrika açacakken vazgeçtiğini duyurdu. Bu yatırımla tam 4 bin vatandaşımıza istihdam sağlanması hedefleniyordu.

Neden vazgeçtiklerini de geçtiğimiz hafta şirket yetkilisi açıkladı arkadaşlar; “Türkiye’deki siyasi durumdan endişe duyduk” dediler.

Bu ne demek? Türkiye’nin siyasi durumunda endişe duymak demek ne demek? Tercüme edelim. “Türkiye kötü yönetiliyor” demek. “Biz bugünkü yönetime güvenmiyoruz” demek. “Bunların sağı solu belli olmuyor, hangi gün, hangi kararla uyanacağımızı bilemiyoruz” demek.

Alın işte en taze örnek. Bugünkü iktidar yüzünden yatırımcı güvenmiyor, yatırım yapmıyor. İstihdam imkânı ortadan kalkıyor.

Değerli arkadaşlar,

Ekonominin bu kötü durumda olmasının en önemli sebeplerinden birisi, şu andaki yönetimin hukuku çiğnemeyi bir alışkanlık haline getirmesi.

Gerçekten bir hükûmetin, ülkenin yönetiminin tepesindeki bir insanın kendini önce anayasa ile bağlı hissetmesi lazım. “Kanunlara ben uyacağım” diye hareket etmesi lazım. Aksi halde gerektiğinde anayasa ihlal edilebiliyorsa, kanunlar hiçe sayılabiliyorsa, o ülkede öngörülebilirlik kalmaz. O ülke sağı solu belli olmayan bir ülke haline gelir. O ülkenin yatırımcıları, vatandaşları, gençleri geleceğe güvenle bakamaz. Kural bazlı yönetim gerçekten çok çok önemli bir ilke Türkiye için.

Mafyanın, çetelerin, karanlık güçlerin kol gezdiği,
Cumhurbaşkanının desteğiyle mahkemelerin anayasaya uymadığı bir dönemde, kalkmışlar bir de hukuk reformundan bahsediyorlar.

Gerçekten merak ediyoruz. Ortaya ne çıkacak diye. Ya reform diyeceğinize bir açıklama yapın, bir açıklama. Dönün deyin ki mahkemelere “Biz hatamızı anladık, artık bundan sonra bizden size talimat gitmeyecek.

Yargıçlar, savcılar siz anayasaya bakın, yasalara bakın, vicdanınızın sesini dinleyin, istediğiniz gibi karar verin.

Biz artık size telefon etmeyeceğiz. Şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın demeyeceğiz. Artık hürsünüz, serbestiniz” deyin Zaten yargıdaki sorunların yarısı o anda çözülür. Başka bir şey yapmaya gerek yok, o anda çözülür. Hatta bunu dedikten sonra da dönün şu telefon rehberinizde ne kadar hakim, savcı telefonu varsa onları da silin. Çünkü huylu huyunda vazgeçmiyor. Eski huylar depreşir.

Bakıyoruz maalesef değerli arkadaşlar bütün bu olaylara, her alanda yaptıkları beş adım geri bir adım ileri, beş adım geri bir adım ileri. Onun için Türkiye bir türlü iflah olmuyor. Onun için bugün milli gelirimiz ta 14 sene öncesine dönüyor, 14 sene. Yazık günah. Bu milletin alın teri var, bilek gücü var. Bu milletin bilek gücüyle alın teriyle 12.500 dolara yükseldi bizim milli gelirimiz. Bu yılın milli geliri dönüyor 2006’ya arkadaşlar, 2006’ya. Düşünün, bugün birkaç kişi enteresan bir ifade kullandı. “Size çok güveniyoruz acaba o 2005, 2006, 2007 yılları... O yılları tekrar yakalayabilir miyiz?” dedi.

İnsanlar buna razı. Ben de dedim, geriye döneceksek ne anladık ki. Ondan çok daha iyi olması gerekiyor. Türkiye’nin bugünden sonra gösterdiği performansın çok daha üstünde bir performans yakalaması gerekiyor.

Sadece eskiye dönmek bir şu anda vatandaşlarımız için neredeyse özlenen bir tablo haline gelmiş. Gerçekten yazık. Bu güzel ülkenin, bu güzel insanlarının, bu gençlerin bu kadar bu ülkeden ümitlerinin kaybetmesi inanın içimizi parçalıyor. Yazık günah.

Âdeta konuşmayı yasakladılar ülkede. Ağzını açanı, fikrini söyleyeni susturuyorlar. Almışlar ellerine bir çekiç beğenmedikleri tüm fikirlere de çivi muamelesi yapıyorlar. Hemen tepesine indiriyorlar.

Ve ellerinde böyle hazır birkaç laf var. Bazılarına diyorlar ki “Sen teröristsin” damgayı vur. Öbürüne diyorlar ki “Sen hainsin” damgayı vur.

Meslek örgütleri ne yapıyorlar kendi meslekten aldıkları bilgileri, görüşleri derliyorlar, toparlıyorlar ve bunu toplumla paylaşıyorlar. Hükûmet ile de paylaşıyorlar. Şimdi bakıyoruz meslek örgütlerinin kimisi terörist, kimisi hain. Niye? Çünkü hükûmetin istediği gibi konuşmuyor. Onlara bir türlü dediklerini yaptıramıyorlar. Yaptıramadıklarına da hemen etiketi yapıştırıyorlar.

Arkadaşlar, böyle olmaz. Konuşmadan, gerçekleri ortaya koymadan, tartışmadan sorunlar tespit edilmez. Sorunları tespit edemezseniz, o sorunları çözemezsiniz. İşte o çözülmeyen sorunlar da ülkenin geriye gitmesine sebep olur.

Bakın, şu an ekonomimiz son yirmi yılın en kötü seviyesinde. Konuşmaya müsaade etmezlerse, kulaklarını açıp dinlemezlerse “En doğru benim fikrim” diye inat ederlerse elbette sonuç bu olur.

İşte o yüzden biz diyoruz ki korkma Türkiye. Konuş.
Konuş ki Türkiye kazansın!
***

Değerli arkadaşlar,
DEVA Partisi dürüst ve ehil kadrolarıyla burada ve hazır.

Adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkelerinden bir an bile taviz vermeden, pes etmeden, yorulmadan çalışacağız.

Deva Partisi, tüm bu kötü gidişata son vermek için hazır!

***

Değerli konuklar, değerli yol arkadaşlarım,

Az evvel dış ilişkilerde yapılan hatalarda kaybet-kaybet politikasından bahsettim.

Aynısını sağlıkta da görüyoruz. Çok acı.

Şu an halkımızın açık bir şekilde sağlık hakkına erişimi engelleniyor.

Tüm dünya COVID-19/Koronavirüs salgınıyla boğuşuyor. Kelimenin gerçek anlamıyla can derdindeyiz.

Ama değerli arkadaşlar, bu yönetim sağlık sistemini ciddi bir tıkanıklığa mahkûm etti.

Biliyorsunuz memurdan, emekliden, kayıtlı çalışan herkesin maaşından sağlık sigortası primi kesiliyor. Halkımız bu bedeli ödediği halde sağlık hizmetlerine erişmekte güçlük çekiyor.

Hem sağlık hizmetinden yararlanmak için maaşından kesinti yapılıyor, hem de sağlık hakkına kolay ulaşamıyor.

İşte burada da kaybet-kaybet tablosu görüyoruz.

Geçtiğimiz günlerde hükûmet Samsun’daki vaka sayısının %100 oranda arttığını duyurdu. Türk Tabipleri Odası Samsun İl Başkanı da yaptığı açıklamayla yoğun bakımlarda yatak kalmadığını söyledi.

İl genelinde iki bini aşan vaka sayısı var, ancak filyasyon ekipleri yetersiz. Test sayıları yetersiz.

Böyle sağlık yönetimi olur mu arkadaşlar?

Pandemi diyoruz, salgın diyoruz. Tüm dünyayı esir almış bir hastalık diyoruz. Ama bugünkü yönetim testte de ayrımcılık yapıyor.

Biliyorsunuz Sayın Erdoğan kendisiyle görüşecek kişilerden test istiyor. Ama bakın Samsun’da gerekli test yapılması bile mümkün olamıyor.

Vatandaşımız acil serviste yatak bulamıyor. Buradan tekrar hükûmete sesleniyorum: Artık yeter!

İşin ucunda bu milletin hayatı var. Tekrar ediyorum: insanların salgın hastalık yüzünden hayatlarını kaybetmeleri önlenebilir. Tablonun bu denli ağır olmasının tek sebebi kötü yönetimdir.

Açıklanan düşük vaka sayısıyla bile, pandemide dünya üçüncüsü olmamızın başka bir izahı yok.

On binlerce insanımızı, yüzlerce sağlık çalışanımızı kaybettik.

Biz bu anlayışı reddediyoruz. Ülkemizdeki her bir ferdin hayatı, yaşam hakkı, sağlığı bizim için esastır.

DEVA Partisi, yaşam hakkını ve sağlığa erişim hakkını temel alarak, “önce insan” diyerek yola çıktı. Bu yoldan da asla vazgeçmeyecek.

***
Değerli Samsunlu arkadaşlarım,

Az evvel Koronavirüs’ün Samsun’a etkisini, sağlık altyapısının yetersizliğini ve vatandaşlarımızın sağlık hakkına erişemediğini söyledim.

Ama Samsunlu dostlarımın tek mücadele ettiği Koronavirüs değil maalesef. Samsunlular aynı zamanda geçim sıkıntısıyla da boğuşuyor.

Bu coğrafya, bu topraklar her şeyden önce son derece verimli topraklara sahip. Samsun; Bafra Ovası’yla, Çarşamba Ovası’yla bir tarım şehri.

Fakat ne yazık ki ülkemizde çiftçiliğin adı yoksulluk olmuş durumda. Üreticimiz, artan döviz karşısında çaresiz kalıyor.

Mazotuydu, gübresiydi, ilacıydı derken, çiftçimizin ürettiği ürünün maliyeti karşılayamaz hale geliyor. Çiftçimiz borç içinde yüzüyor.

Tarım politikalarındaki plansızlık yüzünden çiftçimiz önünü göremiyor. Ne zaman, hangi ürünü ekeceğini, ektiği ürünü kaça satacağını öngöremiyor.

Neticede çiftçimiz emeğinin karşılığını alamıyor. Enflasyonun yükü çiftçinin sırtına yüklenmiş durumda. Her türlü maliyet döviz kuruyla beraber artıyor. Ama üreticimizin satış fiyatı döviz kadar artamıyor.

Üreticimiz, artan maliyetler ile artamayan satış fiyatı arasında sıkışıyor. Maliyet artıyor, kâr düşüyor hatta neredeyse hiç kalmıyor.

Çiftçiye verilen destekler, teşvikler seçim takvimine göre belirleniyor. Mesele çiftçiyi desteklemek değil de seçimi kazanmak olunca çiftçilerimiz de maalesef seçimden seçime hatırlanıyor.

Bu da yetmezmiş gibi, böylesine verimli topraklara sahip olan ülkemiz çeltiğin, pirincin ithalatını yapıyor.

Ancak bu olumsuz tablo, Samsunlu fedakâr çiftçimizin kaderi değil arkadaşlar. Ülkemizin kaderi bu değil.

Biz DEVA Partisi olarak;

Tarladan sofraya kadar her aşamada çiftçimizin yanında duracağız.

Samsun’un verimli ovalarında çeltik üretimi yapan, sebze üreten, hububat üreten çiftçimizi destekleyeceğiz.

Samsunlu fındık üreticimizi yalnız bırakmayacağız. Küresel iklim değişikliğinin sektöre etkilerini biliyoruz. Fındık üretiminin sorunlarını araştıran, bilimsel çözümler üreten bir yaklaşımı benimsiyoruz.

Ülkemizin gıda ve tarım alanında ihracat potansiyelini en yüksek seviyeye taşıyacağız. Tarım sektöründe ithalatı teşvik eden politikalara son vereceğiz. Türkiye’yi tarımda kendi kendine yeten bir ülke haline getireceğiz.

Gıda arzı ve güvenliği açısından sorun yaratan politikalara asla müsaade etmeyeceğiz.

Tarımsal üretimi gençlerimiz için cazip kılacağız. Tarım meslek liselerini yeniden açıp, nitelikli iş gücünü artıracağız. Gençlerimizi tarım işletmeciliğine yönlendirmek amacıyla gereken girişim sermayesi desteğini sağlayacağız.

Değerli arkadaşlar,

Samsun, sanayicimiz için oldukça stratejik bir konumda bulunuyor. Bölgemizin deniz yolu, hava yolu, demir yolu ve kara yolu bağlantılarına sahip önemli bir merkezi.

Ancak kurulan organize sanayi bölgelerinde ciddi altyapı eksiklikleri var.

“Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı” büyüme stratejimiz gereği, karmaşık ve dağınık yapıda olan teşvik mekanizmasını sadeleştireceğiz.

Ar-ge desteklerinden yararlanan ve yenilik geliştiren firmalarımızı destekleyeceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Samsun’daki hava kirliliği sorununun da farkındayız.

Her zaman söylüyorum. Sanayileşmenin çevre ile uyumlu bir şekilde gelişmesi gerekiyor. Üretimin mutlaka yaşam alanlarımıza zarar vermeyen bir standartta ilerlemesi gerekiyor.

Bu anlamda Samsun’un bir diğer sorunu da “Biyokütle Enerji Santrali.”

Ülkemizin en verimli ovalarından birisi olan Çarşamba’da kurulan santralin hukuki sürecini de biliyorum sevgili arkadaşlarım.

Buradan sormak istiyorum:
Yahu, santral kurmak için bula bula birinci sınıf tarım arazisini mi buldunuz?

Bu yanlış seçimler, bölgede yetiştirilen ürünleri de olumsuz yönde etkiliyor. Ürünün pazar fiyatını da olumsuz yönde etkiliyor.

Biz halkımızın sağlığından da yediğimiz içtiğimiz gıdanın kalitesinden de asla taviz vermeyeceğiz.

Yeri gelmişken, DEVA Partisi’nin enerji politikalarındaki net tavrının bir kez daha altını çizelim.

Biz çevre dostu, yenilenebilir ve temiz enerjiye öncelik veriyoruz. Çünkü biz çocuklarımıza yaşanabilir bir çevre bırakma sorumluluğuyla hareket ediyoruz.

Bu çevre meselesindeki en önemli konu nesiller arası adalet.

Yani bugün biz hızlı büyüme adına, hızlı sanayileşme adına eğer çevreyi kirletiyorsak, su kaynaklarımızı kirletiyorsak, havayı kirletiyorsak ve bu gelecek nesiller için daha düşük bir yaşam kalitesi daha kötü bir çevre demekse, bu adalet değil.

Bizim hepimizin üzerimize büyük bir ahlaki sorumluluk, büyük bir toplumsal sorumluluk. Mutlaka enerji üretiminde, sanayide de çevreye de dost bir çizgi izlemek zorundayız. Çocuklarımız ve çocuklarımızın çocuklarının Türkiye'si bizden bunu bekliyor.

Değerli arkadaşlar,

Karadeniz gibi bereketli bir denize kıyısı olan Samsun’da ticari balıkçılık da arzu ettiğimiz seviyede değil. Balıkçımız desteklenmiyor.

Artan döviz kuru, pek çok alanda olduğu gibi balıkçımıza da yansıyor. Mazot fiyatı aldı başını gidiyor, ama böyle olunca işler rast gitmiyor.

“Balık hali”nin olmadığı ilçelerimizde balıklar hijyenik olmayan koşullarda satılıyor. Biz balıkçı esnafımızın sesini duyuyoruz. Destek ödemelerinin artırılması gerektiğini düşünüyoruz.

Değerli dostlarım,

Konuşmamın sonuna doğru gelirken, Samsun’un turizm potansiyelinin de altını çizmek istiyorum.

Samsun’un turizm zenginliği maalesef unutuldu.

Oysa Samsun; Bafra Kuş Cenneti’yle, kayak tesisiyle, Tekkeköy Mağaraları’yla, Vezirköprü Kanyonu’yla, Havza termalleriyle, Terme Amazon Parkı’yla oldukça önemli bir turizm kenti.

Kentin tüm bu olanaklarının canlandırılması gerekiyor. Ayrıca yaz turizminde de Samsun’un özellikle komşu illerden daha fazla ziyaretçi çekmesi gerekiyor.

Biz DEVA Partisi olarak, Samsun’un tanıtımı için daha fazla çabaya ihtiyaç olduğunu biliyoruz, ama sadece hatırlatılmasının bile çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Samsun’un hatırlatılmaya ihtiyacı var. Samsun’un demokrasiye ve atılıma ihtiyacı var. Samsun’un DEVA’ya ihtiyacı var.
Samsun'un DEVA’sı hazır, biz hazırız.
Şimdi Samsunlu dostlarıma sormak istiyorum: Samsun hazır mı?

Bugünkü beklediğimizden de uzun süren bu çarşı, pazar, cadde, sokak turumuz gerçekten Samsun'un hazır olduğunu, Samsunlu vatandaşlarımızın gönlünün DEVA'dan yana olduğunu DEVA Partisi’nden yana olduğunu bize çok açık seçik gösterdi.

Camlarından, balkonlarından bizlere iyi dileklerini ileten, sokaklarda, caddelerde, önümüzü kesen, otobüsümüzün önünü kesen çok sayıda vatandaşımız oldu. Beklenti çok çok yüksek, gerçekten çok yüksek. Yani teşkilatımızı çok yoğun bir çalışma dönemi bekliyor. Bu yüksek beklentiyi ve partimizle ilgili bu olumlu ve hazır potansiyeli gerçekten değerlendirmek, vatandaşlarımıza ulaşmak, ulaşamadığımız vatandaşlarımıza da ulaşmaya çalışmak ve partimizin hazırlıklarını, planını, planlarını, projeleri anlatmak çok önemli olacak ve aynı zamanda vatandaşlarımızı dinlemek de bir o kadar önemli olacak.

Evet, biliyorum kongreye kadar yoruldunuz. İlçe kongreleri, il kongresi derken oldukça yoğun bir dönem geçirdi teşkilatımız ama asıl daha da yorucu süreç bundan sonra başlıyor. Asıl teşkilatlarımız kurulduktan sonra teşkilat çalışmaları başladı, başlıyor.

***
Saygıdeğer arkadaşlarım;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Samsun’un DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

7 Aralık 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Muş İl Kongresi Konuşması

 

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN MUŞ İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Muş il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,
Siyasi partilerin sivil toplum kuruluşlarının kıymetli temsilcileri, Sevgili Muşlu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,

Muş teşkilatımızın birinci olağan il kongresine, hoş geldiniz diyorum.

***

Murat Köprüsü’yle, Hamurpet Gölü’yle, Malazgirt Kalesi’yle, camileri ve kiliseleriyle tarihten günümüze ulaşan,

Anadolu’ya açılan kardeşlik kapımızda, bu bereketli ovanın yanı başında sizlerle olmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

Sizlerin huzurunda Bulanıklı, Malazgirtli, Hasköylü, Korkutlu ve Vartolu hemşerilerimize selamlarımı iletiyorum.

***
Değerli arkadaşlarım,
DEVA Partisi’nin 9 Mart günü başladığı yolculuğun 41. durağındayız.

Bugün Muş il kongremizle beraber 41 ilimizde kongre sürecimizi tamamlamış oluyoruz. Dokuz ay bile olmayan bu kısa sürede, hem de pandemi kısıtlarına rağmen hızla büyük kongremiz için gerekli il sayısına ulaştık.

Büyük kongremizin takiben, 6 aylık bir süreden sonra seçimlere hazır hale geleceğiz.

Ülkemizi bu kötü gidişattan bir an evvel çıkarmak için durmayacağız, çalışacağız.

Siz değerli yol arkadaşlarımla birlikte, Türkiye’nin dört bir yanına, damla damla yayılıp, umudu yeşertmeye devam edeceğiz.

Buradan desteğini bizden esirgemeyen tüm vatandaşlarımıza ve siz değerli partili dostlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum.

***
Değerli arkadaşlarım,

DEVA Partisi, Türkiye’de siyasetin yepyeni bir soluk kazandığının göstergesi. Biz herkes için adalet, herkes için eşitlik, herkes için refah diyerek yola çıktık.

Şimdi şu siyasi resme bir bakın... Türkiye’de ayrım yapmadan herkese aynı yakınlıkta olan, herkesi dinleyen, herkesin sesi olan bir başka siyasi anlayış görüyor musunuz?

İşte DEVA Partisi, öteki-beriki diye ayırmadan, senden-benden demeden, kimliğine bakmadan Türkiye için yoluna devam ediyor.

Hak ne ise biz onun yanındayız.

Doğru ne ise biz onun yanındayız.

Hakikat ne ise biz onun yanındayız.

İşte bu yüzden biz belli bölgelere, belli şehirlere, belli alanlara sıkışmıyoruz.

İşte bu yüzden bizim sesimiz ülkemizin her ilinde, her köyünde, her mahallesinde, her sokağında duyuluyor.

Biz çok partili ve çok sesli demokratik hayatımızı tek sesli hale getirmeye çalışan bugünkü iktidarın, bu yönetim zihniyetinin karşısındayız.

Bu zihniyet toplumu parçalara bölmeye çalışıyor, kutuplaştırıyor.

Bugünkü yönetim değerli arkadaşlar ülkeyi bölerek, parçalayarak, beriki-öteki diye ayırarak, toplumun bazı kesimlerini çok uzaklara iterek yönetmeye çalışıyor.

Biz ise DEVA Partisi olarak, Türkiye’yi yeniden birleştirmek istiyoruz. Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit, onurlu vatandaşlarıyız. Bunun refahını

hep birlikte yaşamalıyız.

Etnik kökeni, dili hiç fark etmez;

Dini, mezhebi, inancı hiç fark etmez;

Siyasi fikri, ideolojisi, içinden geldiği toplumsal kesimi hiç fark etmez;

Bu ülkenin her bir vatandaşı, eşit, haysiyetli ve saygın bir muamele görmek zorundadır.

Devlet, herkese eşit davranmak zorundadır.

Biz geçmişte yaşanan olayları da bugünün mağduriyetlerini de çok iyi biliyoruz ve tüm acıları paylaşıyoruz.

Yarınlarımızı bu mağduriyetlerin gölgesinden kurtaracak anlayış ise bu çatının altındadır, DEVA Partisi’nin çatısı altındadır.

Biz yarınlarımızı hep birlikte inşa edeceğiz.

Biz; vatandaşlarımızın doğuştan gelen tüm haklarını tanıyacağız, koruyacağız. Vatandaşlarımızın tüm haklarına sahip çıkacağız.

Biz bu hakları asla pazarlık konusu etmeden, asla talep edilmesini beklemeden, olduğu gibi tanıyacağız.

Hakkın pazarlığı olmaz.
Hakkın aması-fakatı olmaz. Hakkın talep edilmesi beklenmez.

Aslolan insan onurudur.

Biliyorsunuz, ben ve arkadaşlarımın hükûmette olduğumuz dönemlerde, demokratik haklarla ilgili önemli iyileştirmeler yaşanmıştı.

Bugün geldiğimiz noktada bu iyileştirmelerin birer birer geriye götürüldüğünü görüyoruz.

Âdeta filmi geri sarıyorlar. Bizi 90’lı yılların karanlığına götürüyorlar.

Bakıyoruz, çete liderleri tehditler savuruyor. Küçük ortak çete liderlerine methiyeler düzüyor. Büyük ortak ise izliyor, hatta bu anlayışa sahip çıkıyor.

Sadece bu da değil, biliyorsunuz bir de küçüğün de küçüğü bir ortak var. Ne diyor? “Geminin rotasını biz çiziyoruz. Kaptanı orada ama gemi bizim çizdiğimiz rotada ilerliyor” diyor. Hani şu 28 Şubat destekçisi olan.

Ben şimdi değerli arkadaşlar o kadar çok üzülüyorum ki. Düşünün bir 2002 yılını. O 28 Şubat zulmünü düşünün. O 2001 krizini bir düşünün. O 2002 seçimlerinde şu andaki iktidar partisinde, şu andaki iktidarın büyük ortağına destek verenler, oy verenler bugün acaba ne hissediyor. 28 Şubat’ın karanlığına destek verenlerle, bugünkü iktidarın büyük ortağının aynı rotada seyretmesine acaba ne diyor?

Değerli arkadaşlarım; gerçekten halkımız büyük bir hayal kırıklığı içerisinde. Derin bir hayal kırıklığı içerisinde.

Ne diyor biliyor musunuz? “Biz iktidarla aynı gemideyiz, rotayı biz çiziyoruz” diyor.

Değerli arkadaşlarım, biz bu ülkeyi çetecilere, 28 Şubatçılara, vatandaşımızın haklarına göz dikenlere bırakmayacağız.

Kimse Türkiye’yi sahipsiz sanmasın. Türkiye’nin DEVA’sı var, Türkiye’nin DEVA’sı hazır.

Değerli arkadaşlarım,
Biz, bütün vatandaşlarımızın doğuştan sahip oldukları tüm hakları tanıyacağız.

Ana dilinin, vatandaşlarımızın analarının ak sütü kadar helal olduğunu biliyoruz. İnsanımızın anadilini, öz dilini bir çatışma konusu olmaktan çıkaracağız.

Resmi dilimiz Türkçe’nin yanı sıra, vatandaşlarımızın anadillerini korumak, kullanmak ve geliştirmek için adımlar atılması gerektiğini çok iyi biliyoruz.

Ayrıca; biz tüm vatandaşlarımızın, inançlarının gereğini korkusuzca ve huzurla yaşayabilecekleri özgür bir ortamı oluşturacağız.

Biz vatandaşlarımızın inanç, kültür ve referans ekseninde, hak ve özgürlük taleplerini adalet temelinde karşılayacağız.

Bu kapsamda, Alevi vatandaşlarımızın başta cemevlerine ilişkin talepleri olmak üzere inanç, düşünce ve davranış temelinde birikmiş sorunlarının çözümü için de gerekli her türlü adımı atacağız.

Biz tüm din ve inanç gruplarının, kamusal görünürlüklerinin önündeki tüm kanuni ve idari engelleri ortadan kaldıracağız.

Biz, ötekileştirme hissi doğuran tüm uygulamalara son vereceğiz. Çok açık söylüyorum:
DEVA Partisi, kazanılmış tüm hakların güvencesi olacaktır.

DEVA Partisi, kazanılacak haklar için mücadele verecektir.

DEVA Partisi; din, mezhep, köken farkı demeden, hiçbir ayrımı kabul etmeden, her bir vatandaşımızın kendisini özgür hissedeceği bir ülkenin teminatı olacaktır.

İşte bu yaklaşımla, bu birleştirici vizyonla diyoruz ki; Biz hazırız. Emaneti teslim almaya geliyoruz.
***
Değerli dostlarım,

28 Şubat sürecinde gerçekten çok büyük bir zülüm gördük. Büyük mağduriyetler yaşandı. Büyük haksızlıklar yaşandı. Ve gerçekten 2002 yılından itibaren o zulme karşılık çok önemli adımlar atıldı. Mağduriyetle giderildi. Ve vatandaşlarımız çok önemli haklarını tekrar kazandılar. Başörtüsü yasağıydı imam-hatiplilerle ilgili sıkıntılardı. Bunların hepsini biliyorsunuz. Türkiye gerçekten olması gerektiği gibi o sıkıntıları aştı.

Şimdi bugünkü iktidar şöyle bir hava oluşturmaya çalışıyor. Diyor ki; “Bakın ha! Ben gidersem o yasaklar tekrar gelebilir” diye böyle satır altından işlemeye çalışıyor. Değerli arkadaşlar biz bahsettiğim gibi vatandaşlarımızın kazanılmış bütün haklarının garantörüyüz, kefiliyiz.

Kazanılmış hiçbir haktan bir adım geri atılmaz, atılamaz. Üstelik bunu iddia edenler var ya, bunu iddia eden hükümetin büyük ortağı eğer samimi ise şu 28 Şubat zihniyetinde olan o küçüğünde küçüğü ortağı gemiden indirsin hele. Eğer samimi ise...

Halkımız her gün yoksullaşıyor.

Vatandaşımız aylardır ekonomik krizi iliklerine kadar hissediyor.

İşsizlik gittikçe büyüyor.

Açlık her geçen gün artıyor.

Umudunu yitirip canına kıyanlar var. Yazıktır bu millete.

İstanbul’daki halk ekmek büfelerinin önünde sırf 75 kuruş daha ucuz diye uzun kuyruklar oluşuyor.

Sokakta yaşamak zorunda kalan vatandaş sayımız gittikçe artıyor.

Bugünkü asgari ücret, artık açlık sınırının altında kalan bir tutar. Dört kişilik bir ailenin asgari ücretle geçinebilmesi mümkün mü?

Değerli arkadaşlar, bizdeki asgari ücret, tüm dünyanın “ucuz işçilik” gözüyle baktığı Çin’in bile gerisine düştü. Çin’de bile çoğu şehirde asgari ücret bizimkinden daha yüksek.

Bakın kış geldi. Elektrik faturası, doğalgaz faturası kapıda. Vatandaş artan bu pahalılıkta karnını mı doyuracak? Çocuğuna uzaktan eğitim için bilgisayar mı alacak, tablet mi alacak? Kirasını, faturalarını mı ödeyecek?

Çalışanların neredeyse yarısının aldığı ücret bu asgari ücret. Türk-İş’e göre yoksulluk sınırı da 8 bin küsur lira. Soruyorum, kaç ailenin eline aylık 8 bin lira geçiyor? Biliyorsunuz 2021 bütçesi açıklandı.

Bu kadar Türkiye yoksulluk varken, sabit gelirli bu kadar sıkıntı çekerken tuttular Cumhurbaşkanlığının bütçesini tam %28 oranında artırdılar.

Bu ne demek biliyor musunuz? Bu ülkenin artık gerçeklerinden kopmak demek. Bu ülkede bu kadar yoksulluk varken, esnaf kepenkleri kapatmak zorunda kalırken, işsizlik hızla artarken, bu ülkenin gerçeklerinden haberdar olmamak demek. İnsan biraz düşünür, biraz memleketteki durumu görür. Tasarruf edecek hiçbir yer bulamıyor musunuz ya! Ciddi bir israf var biliyorsunuz değil mi? Çok ciddi israf var ve tasarruf edecek çok yer var arkadaşlar çok.

Biz diyorlar ya bazen “Kalkıp bize ders veriyorlar” diye. Ama derse ihtiyaçları var. Hatta eğer tasarrufu nereden, nasıl yapacaklarını bilemiyorlarsa, biz onu da öğretebiliriz istiyorlarsa.

Ülkeyi “çalışan yoksullar topluluğuna” çevirdiler.

Vatandaşımız çalışıyor, çabalıyor, gecesini gündüzüne katıyor. Çalışmaktan çocuğunun yüzünü bile göremiyor. Ama eline geçen para yine yoksulluk sınırının altında.

Bugünkü iktidara bakıyoruz. “Ekonomi yukarı doğru pik yapıyor” diyor. Vatandaş öyle demiyor?

Ziyaret ettiğimiz illerde vatandaşlarımız bana “Ekonomi dip yapıyor, dip” diyorlar. Çok da haklılar.

Ziyaret ettiğimiz her ilde, caddelerde sokaklarda esnafımızla birlikte oluyoruz. Dükkânların içini boş görmek bizi çok üzüyor.

“Elektrik parasını ödeyemiyoruz, kirayı ödeyemiyoruz, zor durumdayız” diyorlar.

Ama bugünkü iktidar sokağa çıkamıyor. Gelip şu Muş’un sokaklarında gezip halkı dinleyecek durumda değiller artık.

Bakın bugün Muş’tan merkezden geçerken, birkaç defa otobüsümüzün önünü kesti ve durdu vatandaşlarımız. Diyorlar ki; “Artık ne olur şu vatandaşın sözüne bir kulak verirsin. Vatandaşın durumu bir anlaşılsın” diyorlar. Ve âdete hasretle bekler gibi DEVA Partisi’ni bekliyorlar.

Etraflarına bakınca da gördüğü insanların hali vakti yerinde maşallah. E epey bir kalabalık yandaş grubu var. Zaten o dar halkanın dışına çıkıp da insanları görme halleri yok. Arabayla giderken de kimi zaman 50 araba kimi zaman 100 araba konvoy etrafı çeviriyor. Oradan yine sokağı çarşıyı görme imkânı yok. Ve zannediyor üç beş kişinin zenginleşince memleketin hali iyi. Öyle değil.

Biliyorsunuz “Hadi bir sokağa çıkalım” dediler. Bir vatandaşımız “Eve ekmek götüremiyoruz” deyince Sayın Erdoğan “Abartma” dedi.

Artık yeter, el insaf artık.
Bu halk bu yoksulluğa müstahak değil, bu yapılanlar bu halka reva değil.

Bakın, pandemi nedeniyle bazı iş yerleri için kapatılma kararı alınıyor. Evet halkımızın sağlığı için kapanma gerekiyor ama bunun tüm ekonomik yükü sadece esnafa, küçük işletme sahiplerine yüklenebilir mi?
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya bir görüntü yansıdı. Esnafımız dükkânın tabelasını parçaladı ve aynen şunları söyledi:

“Burada 70 personel var, hepsinin evde çoluk çocuğu aç. Bunlar çalışmaya mecbur. O zaman bize ekmek verin kardeşim. Personele ekmek verin. Bir genelge de SGK primleri için çıkartın, mal sahipleri için çıkartın, vergi için çıkartın” dedi.

Fakat, bu iktidar artık esnafı görmüyor, esnafı duymuyor, esnafın durumunu kavrayamıyor, anlamıyor.

Biz DEVA Partisi’ni kurar kurmaz, pandeminin ekonomik ağırlığının sadece vatandaşlarımıza yüklenemeyeceğini açık açık söylemiştik. Yeniden tekrar ediyoruz:

Derhal küçük işletmelere, esnafımıza doğrudan nakit destek sağlayın. Hiç olmazsa kira yükünü üzerlerinden alın. Şu süreci atlatmalarını sağlayacak faizsiz kredi verin. Şu an faizsiz kredi var mı? Yok. Yeniden yapılandırırken bile faizi ekliyorlar mı? Ekliyorlar. Bir zamanların tertemiz pırıl pırıl, dürüst bürokratlarına faizci derken, faiz lobisi derken, şu an bakıyoruz esnafın, küçük esnafın sırtında hala faiz tahsis etmek derdinde bunlar. Dedik ki; “Şu borçların geri ödemelerini de pandemi etkisi geçene kadar öteleyin. Pandeminin etkisi gidene kadar kimseden bir tahsilat yapmayın.

Şimdi yeniden yapılandırma göndermişler Meclise ocakta süresi başlıyor, ocakta taksit başlıyor. Ya ocak ayında bu iş bitecek mi? Belli ki bu iş daha aylarca sürecek. Siz nasıl ocakta taksit, taksit diye esnafın boynuna sarılıyorsunuz.

Artık kiradan stopaj almayın. Vergi, SGK gibi ödemeleri de pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin.

Bir de geçen gün bir açıklama yapmışlar. “Salgın nedeniyle sıkıntı yaşayan bazı ülkelere bütçe desteği vermeye çalışıyoruz” demişler.

Anlıyoruz ki artık ne yaptıklarının farkında değiller.

Ekonomi çökmüş, vatandaş aç biilaç yaşıyor. Madem başka ülkelere destek verebilecek kadar paranız var, neden vatandaşlarımıza doğrudan nakit destek vermiyorsunuz, neden yardımcı olmuyorsunuz? Neden “vergi vergi” diye yakasına yapışıyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, biz Deva Partisi olarak; insan haysiyetine yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.

Biz zenginlikten üç-beş zenginin türetmesini değil, bu milletin topyekûn refaha kavuşmasını anlıyoruz.

Bunun için DEVA olmaya geliyoruz.

Bunun için Türkiye’nin demokrasi ve atılıma ihtiyacı olduğunu söylüyoruz.

Biz hazırız. DEVA Partisi hazır!

***

Sevgili Muşlu dostlarım,

Muş, keşfedilmesi gereken bir hazine. Hani şair (Ceyhun Atıf Kansu) demiş ya “Anadolu’nun kapısı... Bereketin kardeş ovası...”

Sonra da eklemiş şair, “O sağlam buğdayın sevinci var mı? Bak bakalım doyuyorlar mı?”

Muş’un bereketli toprakları yeterince işlenmiyor, bu verimli topraklar maalesef yoksulluğa çare olmuyor.

Muş, üzerinde kurulduğu ovası ile bir tarım şehri.

Muş’ta şeker pancarı üretimi önemli bir geçim kaynağı. Şeker pancarı üreticisi çiftçilerimiz bu değerli ürün için yıl boyu çalışıyor.

Ama dostlarım, hasat zamanı geldiğinde bir de bakıyorlar açıklanan taban fiyat

üretim maliyetini bile karşılamıyor.

Çünkü döviz kuru almış başını gitmiş. Mazot, ilaç, gübre fiyatları almış başını gitmiş.

O hani ortadan kaybolan o gün bugün ortadan kaybolan akraba Bakan var ya ne diyordu o dönemde “Biz dövize bakmıyoruz” diyordu. Ama işte çiftçi bakıyor. Maliyet sadece döviz. Fakat sattığı ürünün fiyatı Türk lirası. Ve halkımızın satın alma gücü artmadığı için fiyatları artıramıyor. Artan maliyet, sabit fiyat arada çiftçimiz gerçekten sıkışıp kalıyor.

Biz bu anlayışı kabul etmiyoruz.

Tarım meslek liseleri açacağız. Bu liselerden mezun olan gençlere destekler sunacağız. Böylece mesleğin gençleştirilmesini, gençlerimizin tarımla zenginleşmesini, ülkemizin kaliteli tarım ürünlerine ulaşmasını sağlayacağız. Organik tarımı teşvik edeceğiz.

Muş’ta ürün çeşitliliğinin artmasını, katma değeri yüksek tarım ürünlerinin yetiştirilmesini hedefliyoruz.

Sulama sorununu gayet iyi biliyoruz. Bu kadar Türkiye’nin sulama yatırımına ihtiyacı varken sorunu, “Su diyoruz, kanal diyoruz”, “Ha kalan İstanbul mu?” diyor.

Çünkü aklı fikir Kanal İstanbul’da. Niye? Kanal İstanbul’da rant var, rant. Onun için akılları Kanal İstanbul’da. Onun için Kanal İstanbul ile yatıp kalkıyorlar.

Bir Kanal İstanbul parasında değerli arkadaşlar, Türkiye’nin sulanmayan bir karış toprağı kalmaz. Bir ülkenin kaynakları bu kadar yanlış yönetilebilir mi? Bu kadar yanlış yerlere yönlendirilebilir mi? Gerçekten izliyoruz ve çok üzülüyoruz.

Tütün, Muş için çok önemli bir ürün. Tütün öyle bir konu ki hem üreticisinin hem de tüketicisinin korunması gerekiyor. Çünkü gençlerimizi kötü alışkanlıktan korumamız gerekiyor. Ama tütün değerli arkadaşlar özellikle Türkiye’de; Muş’ta, bazı illerde yetişen tütünümüz kalitesi gerçekten çok özel ve iyi bir strateji ile bu tütün burada üretilip dünya piyasalarına çok rahat satılabilir, ihraç edilebilir.

Değerli arkadaşlar,
Muş’ta hayvancılığın sorunlarını da biliyoruz. Hayvancılıkta da sorunlar benzer. Tek tek saymayacağım.

Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızda gerçekten büyük sıkıntı yaşıyor. Sadece bir rakam vereyim bakın yem yem. Bir yılda tam %65 zam aldı. Yem fiyatlarının %65 arttığı ki hayvancılığını ana girdisidir bu. Bu üreticimiz bu

üretimi nasıl yapacak. Ürününü kaça, nasıl satacak da bu maliyetleri karşılayacak. Gerçekten sıkıntı büyük. Plansızlık, programsızlık, vurdumduymazlık... Oturup strateji yapan bir ekip yok artık.

Türkiye’nin bütün konusu gidiyor Külliye’ye. Külliye’de 1200 oda var biliyorsunuz. Ama o 1200 odada hiçbir sorun çözülemiyor. Eğer hasbelkader o bir odaya girerse, son odaya ve o odadaki kişide o soruna bakarsa ancak orada karar verilebiliyor. Bu koskoca ülkenin sorunları tek bir karar merci tarafından çözülemez, mümkün değil. Bu ülke çok büyük bir ülke. Bu koskoca ülke bir kişinin iki dudağı arasına sıkışamaz. Bu ülke, büyük bir ülke.

Değerli arkadaşlar,

Muş’ta sanayinin de bu üretilen değerli tarım ve hayvancılık ürünlerini işleyecek ve il dışına işlenmiş olarak satacak biçimde geliştirilmesi gerekiyor.

Bunun için tarıma ve hayvancılığa dayalı küçük ve orta ölçekli sanayinin desteklenmesi, teşvik edilmesi gerekiyor.

Hem Muşlu girişimcilerin hem de il dışından gelecek girişimcilerin yapacağı yatırımların desteklenmesi gerekiyor.

Ayrıca Muş’un doğal madenleri olan Muş; bazaltı, liz taşı, Şenyayla bazaltı ve Muş beyazı rezervleri var.

Bunları yapı malzemesi haline getirecek işletme ve tesisler yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar,
Muş’ta plansızlıktan kaynaklanan bir diğer eksiklik de hastanelerin yetersizliği.

Muş’un en yakın tıp fakültesine ve eğitim araştırma hastanesine uzaklığı 250 kilometre.

Yani vatandaşlarımız taşımalı eğitim gibi adeta taşımalı sağlık hizmetiyle maalesef karşı karşıya.

Değerli arkadaşlar,
Muş’un bir de hiç kullanılamayan bir turizm potansiyeli var arkadaşlar.

Muş’un tarihi dokusu, doğal dokusu da onu keşfedilmeyi bekleyen bir hazine haline getiriyor.

Biz Muş’un dağlarıyla, platolarıyla, vadileriyle doğa turizmi meraklıları için bir cazibe merkezi olduğunu biliyoruz.

Muş lalesiyle, bulanık deresiyle, Hamurpet ve Kaz Gölleri ile doğa tutkunlarının uğrak yeri olabilir.

Ayrıca şehrimize bir müzenin de çok yakışacağını biliyoruz.

Değerli arkadaşlar şöyle bir bu alt yapı sorunları halledilsin, bu bahsettiğim konulara biraz eğilsin inananın Muş çehresi değişecektir.

Değerli arkadaşlar biz Muş’a DEVA olmaya hazırız.

DEVA Partisi hazır.

Biz Muş’a deva olmaya, Türkiye’ye deva olmaya hazırız.

Soruyorum şimdi. Muş hazır mı?

***

Saygıdeğer dostlar;

Deva Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Muş‘un DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

4 Aralık 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Düzce İl Kongresi Konuşması

Düzce
1. Olağan il kongresi


DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Düzce il teşkilatımızın çok değerli başkanı,

Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Düzceli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, düzce teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Bugün;

Sinekli, balıklı, kardüz, pürenli, derebalık, topuk, torkul, odayeri gibi güzelyaylalarıyla;

Adını tarihin heybetli sayfalarından alan akçakoca’nın denizi ve kumsalıyla;

Güzeldere, samandere şelaleleriyle;

Yeşil ile mavinin birleştiği bu doğa harikası düzce’de olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

***

Değerli arkadaşlarım,

Deva partisi 9 mart günü yolculuğuna başladı. Türkiye tarihinde bir ilke imza atarak, ilçe ilçe, şehir şehir hızla teşkilatlanıyoruz.

78 il ve 468 ilçede kurucu heyetlerimizi görevlendirdik. Bugünkü düzce il kongremizle beraber 40 ilimizde kongre sürecimizi tamamlamış oluyoruz.

Bakın daha 9 ayımızı doldurmadık. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu kadar kısa sürede, bu kadar hızlı teşkilatlanma ne demek?

Ülkemizin su gibi ihtiyacı varmış deva’ya, işte bu demek.

Biz ülkemizin bu kötü gidişattan kurtulması için deva’ya ihtiyaç olduğunu ve bu nedenle parti kurduğumuzu söylerken işte bunu kast etmiştik. Bu kurak topraklara damla damla yayılıp umudu yeşerteceğiz demiştik.

İşte bugün 40. İl kongremizle umudu büyütüyoruz, ülkemizin doğusunda batısında, güneyinde kuzeyinde, her yerinde filizleniyoruz.

Âdeta rekor kıran bir hızla ülkemizin her tarafına erişen demokrasi ve atılım partisi’nin tüm üyelerine ve gönüllülerine buradan sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkür ediyorum.


9 ay bile dolmadan, hem de pandemi kısıtlamalarında, böylesi bir hızla ülkemizin kılcal damarlarına dek yayılabilmek, sizlerin her birinizin fedakârca çalışması sayesinde oldu.

Sağ olun, var olun.

***

Değerli arkadaşlarım,

Biz en temel ilkemizi “önce insan” diyerek ifade ettik.

Önce insan. Önce sağlık.

İçinde bulunduğumuz günler, kelimenin gerçek anlamıyla “canımızın derdinde” olduğumuz günler…

Evet, tüm dünyayı etkisi altına alan covid-19 / koronavirüs salgını sağlığımızı tehdit eden ve can alan bir hastalık.

Ancak arkadaşlar, ülkeyi yönetenler, bu salgını da kötü yönetti. Önlem alması ve salgını kontrol altında tutması gerekenler neredeyse sadece izlemekle yetindiler.

Geçtiğimiz salı günü partimizin genel merkezinde sağlık meslek örgütlerini ağırladık.

Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği, Türk Hemşireler Derneği, tüm radyoloji teknisyenleri ve teknikerleri derneği ve sağlık ve sosyal hizmet emekçileri sendikasını genel merkezimizde misafir ederek bu süreçte yapılanların ve yapılmayanların neler olduğunu değerlendirdik.

Öncelikle arkadaşlar, bu saydığım meslek örgütleri, sağlık çalışanlarının en geniş temsilini sağlayan oluşumlar. Ancak biliyor musunuz, bugünkü iktidar, bu dernekleri dinlemiyor bile.

Böyle bir şey olabilir mi? Siz mesele bu kadar büyük bir sağlık problemiyken, doktorlarımızı, hemşirelerimizi, eczacılarımızı temsil eden meslek kuruluşlarını nasıl dinlemezsiniz? Bunun bir mantığı olabilir mi?

Kaldı ki değerli arkadaşlar, bu saydığım dernekler aylardır bugünkü iktidarın bizden gerçekleri sakladığını söylüyordu.

Sahada olanlar onlar, halkımızın canını kurtarmaya çalışanlar onlar. Gözlerini kırpmadan kendi sağlıklarını feda edenler onlar.

Ama bu iktidar, bir kez olsun onları dinlemedi.

Bir bilim kurulu oluşturdu. Bilim kuruluna sınırlı bir grubu dahil etti. Yetmedi, onlardan da bilgileri gizledi.

Şaka yapmıyorum arkadaşlar, sözde pandemiyle mücadele için bilim kurulu kurdular. Onlardan da hakikati gizlediler.

Aylardır hepimizden vaka sayılarını gizlediler. Daha yeni yeni açıklamaya başladılar. Ki uzmanlar bu sayıların da gerçek olmadığını söylüyor.

Doğruyu söylemedikleri ortaya çıktı hâlâ da gizlemeye devam ediyorlar.

Siz bu millete hizmet etmek için seçildiniz. Bu millete hizmet edecek kişi halktan hakikati gizleyemez. Böyle bir hakkı olamaz. Göreviniz bu ülkeye, bu millete hizmet etmek olmak zorunda.

Giz-le-ye-mez-si-niz! Bu halktan bilgi gizleyemezsiniz. Şeffaf olmak zorundasınız. Bunun aması fakatı lakini yok. Hiçbir mazereti yok.

“vatandaş önlem alırdı-almazdı” tartışmasından daha net bir tavırdan söz ediyorum.

Şeffaflık temel bir ilkedir.


Arkadaşlar insanlar ölüyor. Halkımız ölüyor. Bundan daha acil daha önemli hiçbir gündem olamaz.

Salgın başladıktan sonra sağlık bakanlığı çeşitli reklamlar/ilanlar yayınladı. Hatırlıyor musunuz? Şöyle yazıyordu: koronavirüs alacağınız tedbirlerden güçlü değildir

Ben de buradan hükümete sesleniyorum: koronavirüs hükümetin alacağı tedbirlerden güçlü değildir.

Aylardır tedbir almayan sizsiniz. Aylardır yapılması gerekenleri söyleyenlere kulaklarını kapatan da sizsiniz.

Bugün eğer bu kadar fazla can kaybediyorsak, bugün eğer hastalık hızla yayılıyorsa, bu sadece iktidarın yanlış politikasından kaynaklanıyor. Kimse suçu başka yerde aramasın.

Salgınla mücadele iyi yönetilmedi.

Başka ülkelere bakıyoruz; ortak akılla halkın sağlığını önceleyen ülkelerde böyle tablolarla karşılaşmıyoruz. Şu yanı başımızda Yunanistan’da bu kadar can almayan, bu kadar yayılmayan koronavirüs nasıl olur da Türkiye’de insanları böyle süründürür?

Çünkü Türkiye kötü yönetiliyor.

Çünkü salgınla mücadelede de kötü yönetiliyor.

Özellikle hazirandan beri, neredeyse hiç önlem alınmıyor. “turizmden biraz para gelsin de ekonomi hareketlensin” zihniyetiyle baktıkları için, önlem almadılar.

Hastalığın yayılmasını umursamadan vatandaşa “maske tak” demekle yetindiler.

Bugünlerde, resmi verilere göre, günde yaklaşık 200 vatandaşımızı kaybediyoruz. Bakın arkadaşlar özellikle “resmî” diyorum. Gerçek sayıdan emin değiliz.

Ama arkadaşlar hiçbir şey olmuyormuş gibi iş hayatı devam ediyor. Alışveriş merkezleri açık. Adliyeler açık. Belediyeler açık. Tüm kalabalık mekanlar açık.

Buradan bir kez daha sesleniyoruz; derhal ama derhal konunun ilgili tüm taraflarıyla görüşün. Gerçekleri öğrenin. Halkımıza karşı şeffaf olun. Ve insan hayatını merkeze alarak acil tedbirler uygulayın.

Bu halk sizin salgını kötü yönetmeniz nedeniyle, yanlış politikalarınız nedeniyle ölüyor. Artık buna bir son verin!

***

Bir de arkadaşlar, geçtiğimiz pazartesi gecesi cumhurbaşkanı salgınla ilgili yeni önlemleri canlı yayında açıkladı. Tüm Türkiye ne olacağını merak ettiği için ekran başındaydı.

Ama arkadaşlar huylu huyundan hiç vazgeçer mi? Vatandaş can derdinde bunlar başka bir şeylerin derdinde. Yine başladı muhalefete saldırmaya.

Sayın Erdoğan, bir kez olsun, mesela söz konusu sağlık iken, aklınıza tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olduğunuz gelmiyor mu?

Bir kez olsun, anayasa gereği tarafsız olmanız gerektiği aklınıza gelmiyor mu?

Olmuyor değerli arkadaşlar,

Kavgasız, hamasetsiz konuşamıyorlar. Ülke bütünlüğünü değil kutuplaştırmayı ilke edinmişler.

Ama biz bu zihniyeti kabul etmiyoruz. O yüzden biz, tüm Türkiye’nin sesi olmak için çalışacağız. Ayrımcılık yapmadan ülkemizin ve halkımızın menfaatleri için çalışacağız.

***

Değerli arkadaşlar,

Salgınla ilgili bir diğer iç yakıcı sorun ise maalesef medya karartması. Ülkemizdeki baskı ortamında, en büyük kayıplarımızdan biri de basın özgürlüğü oldu.

Şu anda hastanelerde yer yok. Yoğun bakımlar doldu. İnsanlar torpil ayarlamaya çalışıp yakınlarına yatak arıyor. Halkımız nefessiz kalıyor, tedavi imkanına ulaşamıyor.

Bunları medyada görebiliyor muyuz?

Buradan bir kez de medyaya sesleniyorum: hayat mücadelesi veriyoruz. Vatandaşlarımız, en temel hakkı olan sağlık hakkına erişemiyor. Yaşam hakkı ihlal ediliyor. Bunları gösterin, paylaşın.

Çünkü özgür basın hayat kurtarır.

 

Bu vesileyle, hâlâ çoğulcu demokrasi adına mesleğini hakkıyla yapan, yapmaya çalışan gazeteci arkadaşlarımızı da anmak isterim.

Bugünkü iktidarın ekonomik yıpratmasının yanı sıra, ideolojik denetim aracına dönüştürdüğü rtük cezalarıyla karşı karşıyalar.

Geçtiğimiz gün Haber Türk Televizyonu RTÜK tarafından cezalandırıldı. Biz halkımızın haber alma hakkının ve basın özgürlüğünün çoğulcu demokrasi için bir zorunluluk olduğunu söylüyoruz.

Basının baskıyla karşılaşması tüm ülke için, demokrasi için bir tehdittir. Özgür basının yanındayız, susturulmaması için elimizden gelen çabayı göstereceğiz.

Son dönemde haber alma hakkını kullanabilmek için elimizde kalan tek yer kısıtlı erişimiyle; sosyal medya.

Ama arkadaşlar bugünkü iktidar orayı da engellemek için çalışıyor.

Biliyorsunuz bir yasa çıkardılar. O yasaya göre yaptırımlar uygulanmaya başlandı.

Yandaş medyada ve devlet kanalında ne yayınlanıyorsa sosyal medyada da sadece onu görmemizi istiyorlar.

Eğer bu inatlaşma devam ederse içe kapalı, dünyadan kopuk, daha da fakir bir ülke olacağız.

Bir de ne yaptıklarının hiç farkında değiller.

Bakın, hazine ve maliye bakanları kayıplara karışmadan evvel, istifasını sosyal medyadan paylaştı. Kendi abisinin başında olduğu gazete ve televizyon bile istifayı yayınlamadı.

Eğer sosyal medya olmasaydı, kayıp bakan istifasını duyuracak mecra bile bulamayacaktı.

Özgürlük herkese ve her zaman lazım. Size bile…

Ama en çok da milletimize lazım. Bu halk bu millet, özgür, dünyayla entegre ve zengin bir ülkeyi hak ediyor.

Kimse Türkiye’yi sahipsiz sanmasın. Türkiye sahipsiz değil arkadaşlar.

Deva partisi, işte bu ülkeyi içe kapatanlara, bu ülkeyi fakirleştirenlere, bu ülkeyi yalnızlaştıranlara, bu ülkeyi susturanlara karşı hazır ve burada!

***

Değerli dostlarım,

Halkımız her gün yoksullaşıyor.

Vatandaşımız aylardır ekonomik krizi iliklerine kadar hissediyor.

İşsizlik gittikçe büyüyor.

Açlık her geçen gün artıyor.

Umudunu yitirip canına kıyanlar var. Yazıktır bu millete.

Bugünkü asgari ücret, açlık sınırının altında bir tutar. Dört kişilik bir ailenin asgari ücretle geçinebilmesi mümkün mü?

Bakın kış geldi. Elektrik faturası, doğalgaz faturası kapıda. Vatandaş artan bu pahalılıkta karnını mı doyuracak, çocuğuna uzaktan eğitim için bilgisayar mı alacak, kirasını, faturalarını mı ödeyecek?

Çalışanların neredeyse yarısının aldığı ücret bu.

Yine TÜRK-İŞ’E göre yoksulluk sınırı da 8 bin lira.

Soruyorum, kaç ailenin eline aylık 8 bin lira geçiyor?

Cumhurbaşkanlığının bütçesini yüzde 28 arttıranlar bunların farkında değil.

Ülkeyi “çalışan yoksullar topluluğuna” çevirdiler.

Vatandaşımız çalışıyor, çabalıyor, gecesini gündüzüne katıyor. Çalışmaktan çocuğunun yüzünü bile göremiyor. Ama, eline geçen para yine yoksulluk sınırının altında.

Bugünkü iktidara bakıyoruz. “ekonomi yukarı doğru pik yapıyor” diyor. Vatandaş öyle demiyor?

Ziyaret ettiğimiz illerde vatandaşlarımız bana “ekonomi dip yapıyor dip” diyorlar. Çok haklılar.

Ziyaret ettiğimiz her ilde, caddelerde sokaklarda esnafımızla birlikte oluyoruz. Dükkanların içini boş görmekten üzülüyorum.

“elektrik parasını ödeyemiyoruz, kirayı ödeyemiyoruz, zor durumdayız” diyorlar.

“çıldırdık artık” diyorlar.

Ama bugünkü iktidar etrafına bakıyor, sağına soluna bakıyor. Gördüğü insanların hali vakti yerinde maşallah. Sadece üç beş kişinin zenginleşmesini zenginlik sanıyorlar.

Halkın arasına çıktıkları da yok. Biliyorsunuz “bir sokağa çıkalım” dediler, Malatya’ya gittiler. Orada bir vatandaşımız “ekmek alamıyoruz” deyince sayın Erdoğan “abartma” dedi.

Yeter artık, el insaf artık.

Değerli arkadaşlar, bizdeki asgari ücret, tüm dünyanın “ucuz işçilik” gözüyle baktığı Çin’in bile gerisine düştü. Çin’de bile çoğu şehirde asgari ücret daha yüksek.

Hak mı, reva mı bu? Vatandaşlarımıza layık gördüğünüz hayat standardı bu mu?

Bakın, pandemi nedeniyle iş yerlerini de kapattılar. Evet halkımızın sağlığı için kapanma gerekiyor ama bunun tüm ekonomik yükü sadece vatandaşa yüklenebilir mi? Bu vatandaş kara günler için vergi vermedi mi size? Nerede o vergiler?

Bakıyoruz, günlük çalışan, günlük kazandığıyla geçinen vatandaşlarımıza destek var mı? Yok. Esnafa tek kuruş hibe var mı? Yok.

O dükkanları kapatmalarını siz söylediniz.

“ekmek kapına kilidi vurdum, para kazanman kazanmaman umrumda değil” diyerek önlem mi olur?

Derhal küçük işletmelere, esnafımıza nakit desteği sağlayın. Şu süreci atlatmalarını sağlayacak faizsiz kredi verin. Geri ödemelerini de pandemi etkisi geçene kadar öteleyin.

Kira desteği sağlayın. Vergi, SGK hepsini pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin. Hele hele stopajı hiç almayın.

Aylar geçti arkadaşlar, halkımız hem sağlığıyla boğuşuyor hem açlık sınırında yaşıyor.

Bunlar hazineyi boşalttılar ama kendi harcamalarına kaynak buluyorlar. Sıra vatandaşa gelince bırakın yardımı, ıban vererek vatandaştan yardım toplamaya çalışıyorlar.

Bir de dün bir açıklama yapmışlar. “salgın nedeniyle sıkıntı yaşayan bazı ülkelere bütçe desteği vermeye çalışıyoruz” demişler.

Anlıyoruz ki artık şuur falan da kalmamış. Ekonomi çökmüş, vatandaş aç biilaç yaşıyor.

Madem paranız var, bu vatandaştan ne istiyorsunuz? Ne diye hâlâ yardım istiyorsun, “vergi vergi” diye yakasına yapışıyorsun?

Gelişmiş ülkeler şu salgın döneminde hemen hızla vatandaşına hibe verirken, “sen evde kal ve yeter ki sağlığınla ilgilen” derken, bu iktidar tüm ekonomik yükü vatandaşa yüklüyor.

Bu halk bu yoksulluğa müstahak değil, bu yapılanlar bu halka reva değil.

Biz deva partisi olarak;

İnsan haysiyetine yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.

Biz zenginlikten üç-beş zengin türetmeyi değil, bu milletin topyekûn refaha kavuşmasını anlıyoruz.

Bunun için deva olmaya geliyoruz.

Bunun için Türkiye’nin demokrasi ve atılıma ihtiyacı olduğunu söylüyoruz.

Biz hazırız. Deva partisi hazır!

***

Değerli Düzceli arkadaşlarım,

Düzce, İstanbul ile Ankara arasında yer alan stratejik konumuyla herkesin bildiği bir yer. Ama aslına baktığımızda, çoğu insan Düzce’yi tam bilmez, çünkü Düzce’den geçip giderler. Oysa düzce bir saklı cennettir.

Bugüne kadar düzce turizmi yeteri kadar tanıtılmadı. Düzce kendi ayakları üstünde durdu.

Düzce; yaylalarıyla, Akçakoca denizi ve kumsalıyla,

Şelaleleriyle, mağaralarıyla, kuş cennetiyle, gölüyle,

Bir turizm merkezi olmayı hak ediyor.

Değerli arkadaşlarım,

Düzce bir tarım şehri. Fındık üretimiyle de bir tarım merkezi.

Düzce’nin ilçeleri, köyleri ağırlıklı olarak fındık üretimi ile geçiniyor.

Ancak fındık üreticisi, bu ülkenin bütün çiftçileri gibi desteksiz ve sahipsiz bırakılıyor.

Biliyorum, fındık üretiminde yapısal sorunlar var. Son yıllarda iklimin farklılaşması nedeniyle sorunlar daha da çoğaldı.

Fındık üretiminin sadece desteklenmeye değil, araştırılmaya, planlanmaya ihtiyacı var sevgili dostlarım.

Fındık üreticisinin sorunlarını bilen, fındık üretiminin sorunlarını araştıran, bilimsel çözümler üreten, çiftçimize ve fındık üretimine sahip çıkmayı hedefleyen bir yaklaşıma ihtiyaç var.

Çevresel etkileri kontrol altına alınmış, ekosistemle barışık bir fındık üretimini hedefliyoruz.

Bütün bunları bütüncül bir bakış açısıyla, çiftçiyle, üniversiteyle, devlet kurumlarıyla iş birliği içinde gerçekleştirmeyi hedefleyen bir vizyonumuz var.

O yüzden müsterih olun sevgili dostlarım. Derdiniz var ama devanız da var.

Çünkü biz gıda sektörünün ve gıda güvenliğinin dünya gündeminin ilk sıralarına yerleştiği bugünlerde; çiftçimizin, tarımsal üretimin ve gıda üretiminin de devası olmayı hedefliyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Düzce’de son yıllarda sanayi tesislerinin sayısı artıyor.

Girişimciler, yatırımcılar düzce’nin potansiyelini, düzce’nin coğrafi avantajlarını görüyor, geliyor yatırım yapıyor.
Bu elbette hepimizi sevindiriyor.

Ama düzce’de sanayi plansız gelişiyor sevgili arkadaşlar.

Hem coğrafi olarak plansız gelişiyor hem de sanayileşme düzce’ye havanın kirlenmesi, suyun kirlenmesi olarak yansıyor maalesef.

Hep söylüyorum.

Bir şehirde sanayi varsa, o şehir bunun mükafatlarını yaşamalı.

Sanayileşmenin bedeli ceza değil, mükafat olmalı. Üretimin çevreye duyarlı bir şekilde ilerlemesi gerekiyor.

Sanayinin daha fazla gelişmesi için gereken destekleri, teşvikleri, altyapı yatırımlarını geliştireceğiz.

İl genelinde nitelikli işgücüne erişim sorunu olduğunu biliyoruz.

Nitelikli iş gücü yetiştirmek için gereken mesleki eğitimin planlanması gerektiğini düşünüyoruz.

Düzce’de ar-ge kapasitesini artıracağız, teknolojik tabanı geliştireceğiz. Düzce; yüksek katma değerli ve küresel pazarda talep edilen ürünlerin merkezi olmayı hak ediyor.

Değerli dostlar,

Düzce'de çok sayıda tır şoförü arkadaşım olduğunu da biliyorum.

Mevcut yönetimin dış politikayı da kavga arenası haline çevirmesi, tır şoförü arkadaşlarımızı da zor durumda bırakıyor.

Vize sorunları yaşanıyor, sınır kapılarında bekletiliyorlar. Avrupalı tır firmalarına uygulanmayan kotalar, bizim tır firmalarımıza uygulanıyor. Bu sebeple de rekabet edemez hale geliyorlar.

Değerli arkadaşlar biz, dış politikadaki bu kötü yönetimi de sona erdireceğiz. İhracatımızın artması için, tır şoförlerimizin bu yaşadıkları mağduriyetin sona ermesi için ülkemizin dış politikadaki gücünü ve etkisini arttıracağız.

Değerli Düzceli arkadaşlarım,

Düzce, deprem denilince aklımıza ilk gelen şehirlerimizden birisi. 17 Ağustos ve 12 kasım 1999 depremlerinin acısını hiçbir zaman unutmuyoruz.

Peki depremle mücadelede neredeyiz?

Tablo iç açıcı değil. Bakın, ilgili bakan iki yıl evvel, Türkiye çapında dönüştürülmesi gereken 6,7 milyon konut bulunduğunu açıklamıştı.

Aradan iki yıl geçti, sayın Erdoğan çıkıp yenilenmesi gereken bina sayısını açıkladı. Kaç dersiniz?

Evet, aynı sayıyı açıkladı. 6,7 milyon dedi.

Yahu bu siz iki yılda ne yaptınız? Kanal İstanbul’la yatıp, kanal İstanbul’la mı kalktınız? Neyse…

Düzce 1. Derecede deprem bölgesinde yer alıyor.

Bizim doğal afetlere tek bir canımızı bile feda etme lüksümüz yok. Devlet, toprakları üzerinde yaşayan insanların her türlü can ve mal güvenliğini almak zorundadır.

Devletin vazifesi, afet olduğu gün acıyı paylaşmak değil, o acı yaşanmadan vatandaşını korumaktır.

Biz deva partisi olarak bu sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini korumak için çalışacağız.


Deva partisi olarak biz bu ülkede vatandaşının ölümüne göz yuman, katil binalara ruhsat veren, denetlemeyen, afetler yüzünden ölümü bu toprakların kaderi gören zihniyete son vereceğiz.

Üç kuruşluk rant uğruna vatandaşımızın hayatını riske atan, önemsemeyen bu zihniyete son vereceğiz.

Kentsel dönüşüm projelerini ranta göre değil, afet risklerini dikkate alarak, vatandaşın yararına göre tesis edeceğiz.

Mevcut yapı stokunu güçlendirmek için gereken sermaye yetersizliğine çözüm üreteceğiz.

Afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden de taviz vermeyeceğiz. Afet tehlikesi ve riskleriyle ilgili verilerin toplandığı ve periyodik olarak değerlendirildiği şeffaf bir afet bilgi sistemi de kuracağız.

İmar barışından yararlanan yapıların ivedilikle takip ve tetkik edilmesini sağlayacağız.

Değerli arkadaşlar,

Düzce’nin altyapı problemleri olduğunu da biliyoruz.

Ankara ile İstanbul arasındaki karayolunun orta yerinde yer alan güzel Düzce’mizde yeni bir atılım yapacağız.

Şehrimizi, kentsel dokusuna uygun sosyal, kültürel, sportif olanakları ile imar edeceğiz.

Kentiçi ulaşımı gelişen sanayiye uygun olarak planlayacağız.

Düşünün sevgili Düzceliler,

Düşünün ki Düzce’nin çiftçisi kaliteli ve verimli bir şekilde fındığını üretiyor,

Düşünün, Düzce’nin sanayi alanları teknolojiye dayalı, katma değeri yüksek ürünler üretiyor.

Düşünün hem Türkiye’den hem de tüm dünyadan alternatif tatil yapmak isteyenler; yaylada kalmak, şelaleri görmek, kuş cennetinde huzur bulup, Melen çayında rafting yapmak isteyenler; Akçakoca’da denizin tadını çıkartmak isteyenler Düzce’ye geliyor.

Düşünün, düzce hastaneleri ile, okulları ile, üniversitesi ile, sineması, tiyatrosu, sosyal ve kültürel olanaklarıyla bir yıldız gibi parlıyor.

İşte biz böyle bir Düzce’yi hedefliyoruz değerli arkadaşlar.

Düzce'nin demokrasiye ve atılıma ihtiyacı var.

Düzce’nin DEVA’ya ihtiyacı var.

Düzce için biz hazırız, DEVA Partisi hazır.

Şimdi Düzceli yol arkadaşlarıma sormak istiyorum:

Düzce hazır mı?

***

Saygıdeğer dostlar;

DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

Düzce’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

3 Aralık 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Iğdır İl Kongresi Konuşması

Iğdır
1. Olağan il kongresi


Deva Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Iğdır il teşkilatımızın çok değerli başkanı,

Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Iğdırlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Iğdır teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Kervansarayların, tepelerin, bağların ve bahçelerin eşsiz kıldığı bu güzel topraklarda,

Tarih boyunca farklı uygarlıkların değerini bildiği bu doğa mucizesinde,

Farklılıklarımızla bir arada yaşadığımız serhat şehrimizde,

Ülkemizin doğuya açılan kapısı Iğdır’da sizlerle birlikte olmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

***

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye siyaseti, 9 Mart 2020 tarihinde DEVA Partisi’nin kurulmasıyla yepyeni bir soluk kazandı.

“Öteki-beriki” ayrımı yapmadan, herkesi dinleyerek, anlayarak; diğerkâm olmaya çalışarak yolumuzda ilerliyoruz.

Ülkemizin dört bir yanında, sizlerle birlikte, damla damla büyüyoruz, umudu yeşertiyoruz.

Biliyorsunuz, bugün 3 aralık dünya engelliler günü.

Deva partisi, engelli kotası olan tek parti. Engelli vatandaşlarımızın toplumsal hayatta ve siyasette olmaları önemli.

Her birinin kendi güçlü yönüyle topluma katkısını sağlamayı ve engelli politikalarının oluşumunda fiilen yer almalarını çok önemsiyoruz.

Biz engelsiz hayat ve engelsiz siyaset için çalışmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Biz, her gün büyüyen ailemizle birlikte çok çalışıyoruz, daha da çok çalışacağız.

Çocuklarımıza daha adil, daha özgür, daha eşit bir türkiye bırakmak için çalışacağız.

Ve biz hazırız.


***

Değerli dostlarım,

Halkımız her gün yoksullaşıyor.

Vatandaşımız aylardır ekonomik krizi iliklerine kadar hissediyor.

İşsizlik gittikçe büyüyor.

Açlık her geçen gün artıyor.

Bu ekonomik tabloya dayanamayıp canına kıyan, kıymaya çalışan vatandaşlarımız var.

Bunlar yaşanırken, ankara’da olanlar rahat rahat hayatına devam ediyor. Sanki bambaşka dünyalarda yaşıyoruz.

Bugünkü asgari ücret, açlık sınırının altında bir tutar. Türk-iş’e göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2.517 lira. Dört kişilik bir ailenin bu ücretle geçinebilmesi mümkün mü?

Çalışanların neredeyse yarısının aldığı ücret bu.

Yine TÜRK-İŞ’E göre yoksulluk sınırı da 8.198 lira.

Soruyorum, kaç ailenin eline aylık 8.000 lira geçiyor?

Cumhurbaşkanlığının bütçesini yüzde 28 arttıranlar bunların farkında değil.

Ülkeyi “çalışan yoksullar topluluğuna” çevirdiler. Vatandaşımız çalışıyor, çabalıyor, gecesini gündüzüne katıyor.

Çalışmaktan çocuğunun yüzünü bile göremiyor ama, eline geçen para ile yine yoksulluk sınırının altında.

Bugünkü iktidara bakıyoruz. “ekonomi yukarı doğru pik yapıyor” diyorlar. Vatandaş öyle demiyor?

Geçtiğimiz gün bir kardeşimiz bana söyledi “ekonomi dip yapıyor dip” dedi. Çok haklı.

Ziyaret ettiğimiz her ilde sokakta esnafımızla birlikte oluyoruz. Dükkanların içini boş görmekten üzülüyorum.

“elektrikleri ödeyemiyoruz, kiraları ödeyemiyoruz, zor durumdayız” diyorlar.

“Çıldırdık artık” diyorlar.

Ama bugünkü iktidar etrafına bakıyor, sağına soluna bakıyor. Gördüğü insanların hali vakti yerinde maşallah. Sadece üç beş kişinin zenginleşmesini zenginlik sanıyorlar.

Bilmiyorlar ki o üç beş kişi zenginleşirken bu halk fakirleşti. Onlar zenginleşirken bu halk sosyal yardımlara muhtaç hale geldi.

Halkın arasına çıktıkları da yok. Etraflarındaki yandaş kalabalığından, konvoylardaki araçlardan halkı göremez oldular.

Biliyorsunuz “bir sokağa çıkalım” dediler, Malatya’ya gittiler. Orada bir vatandaşımız “ekmek alamıyoruz” deyince sayın Erdoğan “abartma” dedi.

Abartmak ne demek? Aşırıya kaçmak demek.

Aslında abartan kendileri. Aşırıya kaçan kendileri.

Ben buradan onlara sesleniyorum:

Adaletsizliği abarttınız. Yoksulluğu abarttınız.
Fakirliği abarttınız. Akraba kayırmacılığını abarttınız. Torpili abarttınız. Çok ama çok abarttınız.


Değerli arkadaşlar, bizdeki asgari ücret, tüm dünyanın “ucuz işçilik” gözüyle baktığı Çin’in bile gerisine düştü. Çin’de bile çoğu şehirde asgari ücret daha yüksek.

Hak mı, reva mı bu? Vatandaşlarımıza layık gördüğünüz hayat bu mu?


Biz değerli arkadaşlar, bu yokluğa, bu yoksulluğa halkımızın mecbur olmadığını biliyoruz.

Sizlerin bunu hak etmediğinizi çok iyi biliyoruz.

Bu yoksulluk bu halka hak değil, reva değil.

İşte o yüzden biz her birinizin, her vatandaşımızın hak ettiği seviyede gelir elde etmesi için buradayız.

Türkiye sahipsiz değil arkadaşlar!

Ben ve arkadaşlarım emaneti teslim almaya hazırız!

***

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz anayasamızda açıkça bu devletin “sosyal bir devlet” olduğu yazıyor. Devletin sosyal yardım programları çok önemli.

Ancak bakıyoruz ki, her gün daha fazla sayıda vatandaşımız bu sosyal yardımlara muhtaç hale geliyor. Bugünkü yönetim vatandaşa yoksulluğu reva görüyor.

Bir de yaptıkları yardımları lütuf gibi, parti bağışı gibi yapıyorlar.

Arkadaşlar, o yardımların hepsi sizlerin ödediği vergiler! Sizin vergilerinizle sosyal yardım yapılıyor. Paketlerin üzerine yapıştırdıkları parti logosu bile sizin vergilerinizle ödeniyor!

Hem yönetemiyorlar hem de halkımızın onuruyla oynuyorlar.

Halkımızın onuruyla oynamayın. Önce yoksulluğa mahkûm edip sonra lütuf gibi yardımlardan bahsetmeyin.

Bir de bu yardımlar dağıtılırken, objektif kriterlere göre değil, siyasi tercihlere göre dağıtılabiliyor.

Sosyal yardımlar; partilerin veya birilerinin reklamını yapacağı şeyler değildir. Sosyal yardımlar, sosyal devlet olmanın zorunluluğudur. Alınan vergilerin hepsinin gerçek sahiplerine paylaştırılmasıdır.


Ama arkadaşlar, üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile daha iyisini görmemiz mümkün değil.

Bir de dostlarım vatandaşı adeta tehdit ediyorlar. Sanki kendileri giderse sosyal yardımlar da kesilecekmiş gibi göstermeye çalışıyorlar.

Halkımıza korku dışında, tehdit dışında hiçbir şey sunamaz oldular. Umut yok, daha iyisi yok, yarınlar yok. Sadece korku.

Ama sevgili arkadaşlarım, bunlar doğru değil.

Biz deva partisini vatandaşlarımızın tüm haklarının güvencesi olmak için kurduk.

Biz, sosyal yardımları “siyasi rant” alanı olarak görmeyiz, görmeyeceğiz. Sosyal yardımları hak temelli bir yaklaşımla ele alacağız.

Biz deva partisi olarak;

İnsan onuruna yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.

Sosyal yardımları objektif kriterlere göre ve hak temelli yapacağız.

İhtiyaç sahiplerini kendimiz gidip bulacağız ve destek olacağız, onların talep etmesini beklemeyeceğiz. Vatandaşımızı, yardım alabilmeleri için devlet kapılarında süründürmeyeceğiz.

Bunu yaparken de aynı aile hekimliği sistemi gibi, her aileden sorumlu sosyal destek uzmanı görevlendireceğiz.


Sosyal yardımları aile bazlı olarak yapacağız. Aile gelirinin belli bir düzeyin altında olduğunu tespit ettiğimizde, ailelere bu düzeye ulaşmalarını temin etmek amacıyla “asgari gelir desteği” sağlayacağız.

Devletin parasını israf etmeyeceğiz, halkımızın hak ettiği refah seviyesine ulaşması için kullanacağız.

Bir de arkadaşlar biz, halkımızı sadece sosyal yardımlarla yönetme gayesinde olanlardan değiliz.

Halkı muhtaç duruma getirip açlık sınırının altındaki paralarla kendilerine bağlı kılmaya çalışanlardan değiliz.

Biz, oluşturacağımız yeni sosyal yardım ve hizmetler sistemiyle, ülkemizi güçlü ve bütüncül bir sosyal güvenlik yapısına kavuşturacağız.

Bu yeni sistemle birlikte; sosyal yardım, sosyal hizmet, sosyal sigorta ve istihdam hizmetlerinde entegrasyonu sağlayacağız.

Böylece bireyi ve aileyi yoksulluk sarmalından kurtaracağız.

Yoksulluğu bu ülkenin kaderiymiş gibi gösterenlere inat halkımızı zenginleştireceğiz.

***

Değerli Iğdırlı arkadaşlarım,

Iğdır’ın yürekli, çalışkan gençleri var. Fakat işsizlik almış başını gitmiş.

Iğdır’a yatırım gelmiyor, Iğdır desteklenmiyor, Iğdırlı gençler işsizlikten yakınıyor, duyuyoruz.

Kalkıp bir de “halkımız iş beğenmiyor ”diyorlar. İşsizlik bu iktidarın kötü yönetiminden, yeni istihdam alanı açılmamasından kaynaklanıyor.

Kamuda işe alımları görüyorsunuz hepiniz. Büyük ortak veya küçük ortağın partisinden bir tanıdık bulamazsanız yazılı sınavdan 98 de alsanız atanamıyorsunuz.

Bir de adını mülakat diye uydurdukları bir sistem var; tanıdık, onun akrabası, bunun torpillisi olmadan bunu aşabilmek çok zor. İşte o yüzden biz kamuda işe alımlarda;

Mülakat sistemine son vereceğiz. Hak eden hak ettiği işi elde edecek.

Özel sektörde de sorun yine ülkenin kötü yönetiminden kaynaklanıyor. Öyle bir hale getirdiler ki ülkeyi, yatırımcı gelmiyor, korkuyor. Kendi vatandaşımız bile bu iktidara güvenip parasını ülkede tutmuyor, götürüyor.

Biz değerli arkadaşlar, önce güveni tesis edeceğiz. Hukuku inşa edeceğiz. Bu ülkeyi yeniden “yatırım yapılabilir” konuma yükselteceğiz. Doğru kadrolarla hareket ederek, işsizlik sorununu çözeceğiz.

Iğdır’ın potansiyelinin farkındayız.

Değerli arkadaşlar,

Iğdır bir tarım şehri.

Iğdır’ın Ağrı Dağı'nın gölgesinde, Aras nehriyle sulanan verimli bir ovası var. Doğu Anadolu’nun Çukurova’sı diye anılmasına neden olan kendine mahsus bir iklimi var.

Bu verimli topraklar ile bu iklim birleşince Iğdır’da muazzam bir potansiyel oluşturuyor. Öyle bir potansiyel ki yılda iki kez ürün alınabilen, hemen hemen her türlü meyvenin yetiştiği bir il Iğdır.

Peki bu potansiyel kullanılabiliyor mu? Bu muazzam potansiyel, Iğdır’ın çiftçisine, ığdır halkına refah getiriyor mu?

Hayır dostlarım. Maalesef hayır.

Iğdır’ın çiftçisi yoksul, Iğdırlı gençler işsiz, işletmeler kapılarına kilit vuruyor.

Çünkü Iğdır’ın çiftçileri sahipsiz, desteksiz…

Planlama yok. Iğdır’a verilen sözler tutulmuyor. Pamuk, çeltik, şekerpancarı üretimi yok denecek kadar azalmış.

Sevgili dostlarım,

Iğdır’ı meyve üretiminin merkezi olarak düşünüyoruz.

Sadece “al alması”yla, kayısısıyla değil, çeşit çeşit meyveleriyle ığdır’a odaklanacağız. Iğdır’ın birbirinden lezzetli meyvelerinin tüm dünyaya ihraç edilmesi için çalışacağız.

Iğdır’ı organik tarımın merkezi yapmak için çalışacağız.

Iğdır’da ürün çeşitliliğinin artmasını, katma değeri yüksek tarım ürünlerinin yetiştirilmesini hedefliyoruz.

Iğdır’ın tarımsal potansiyelini en yüksek seviyeye taşımak için gayret göstereceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Iğdır’ın sulama sorununu biliyoruz. Nasıl çözüleceğini de biliyoruz. Yıllardır size söz verilen ama bir türlü bitirilemeyen baraj projelerinden de haberimiz var.

Biz iş yapacağız. Başladığımız hiçbir işi yarım bırakmayacak, söz verdiğimiz hiçbir şeyi unutmayacağız.

Atılım hamlelerimiz sayesinde hem sulama sorununu hem de kentin içme suyu sorununu çözmek için çalışacağız.

Iğdır’a dair projelerimizin gerçekleşmesi için çiftçimize gereken desteği sağlayacağız. Gençlerimize gereken eğitimi öncelikle ele alacağız.

Üniversite ile birlikte, kalkınma ajanslarıyla birlikte, sivil toplum örgütleri ve çiftçimizle birlikte, el birliği ile Iğdır’ı hak ettiği noktaya getirmek için gayret göstereceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Iğdır tarımda olduğu kadar hayvancılık konusunda da potansiyelinin çok altında üretim yapan bir ilimiz.

Çünkü hayvancılık yapan çiftçimiz de desteklenmiyor. Bu hükümet, enflasyon yükünü çiftçi kardeşlerimizin sırtına yüklüyor.

Mesela süt fiyatını sabit tutuyorlar. Destek priminin sözünü veriyorlar, ama ne zaman ödeneceği belirsiz. Teşvikleri seçim takvimine göre belirliyorlar.

Üreticilerimizin emeği heba edilerek günler geçiyor. Yanlış para politikaları yüzünden oluşan kur artışının faturası fedakâr çiftçilerimize ödetiliyor.

Hayvancılık sektörünün en büyük girdi kalemi olan yem fiyatlarındaki artış son bir yılda yüzde 65’e dayanmışken, döviz kurundaki hızlı artış çiftçilerimizin belini büküyor.

Biz çiftçimizi, hayvan yetiştiricimizi sahipsiz, desteksiz bırakmayacağız.

Çünkü bu ülkede hayvancılığın gelişmesi bizim öncelikli hedeflerimizden birisi.

Biz örgütlü üretim, sözleşmeli üretim, elektronik kontrol, kayıt tutma, izleme, sigorta gibi araçlarla, hayvancılıkla uğraşan ancak mali gücü yeterli olmayan ailelerin hibe ve ucuz kredi gibi desteklerden yararlanması için çabalayacağız.

Biz, hayvan yetiştiriciliğinde aile işletmelerinin kaliteli üretim yapmaları için teknoloji kullanımlarını destekleyeceğiz.

Hayvancılık politikalarını, kayıtlılığı arttırarak doğru veri ve projeksiyonlara dayalı olarak oluşturacağız.

Iğdır için hayvancılık desteklerini bu coğrafyaya uygun hayvan türlerinin geliştirilmesini sağlayacak biçimde uygulayacağız.

Hayvancılığı yem üretiminden başlayarak destekleyeceğiz.

Iğdır’lı hayvan yetiştiricilerinin yayla sorununu biliyoruz.

Yayla için komşu illere gittiğinizi biliyoruz. Yayla kullanımının bölgesel olarak planlanması gerekiyor.

Biz yaylaların; sınırlarını belirleyerek gerekli etüt çalışmalarını yapacak, gelişme planlarını hazırlayacak, ulaşım, elektrik, barınma gibi altyapı ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamayı önceleyeceğiz.

En önemlisi dostlarım, Iğdır’ın ürettiği tarım ve hayvancılık ürünlerinin, Iğdır’da işlenmesi gerekiyor.

Tarım ve hayvancılığa dayalı girişimlere verilecek desteğe, teşvike ihtiyacı olduğunu biliyoruz.

Iğdır’ın tarım ve hayvancılığa dayalı bir organize sanayi bölgesine ihtiyacı olduğunu biliyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Iğdır üç ülkeye birden sınırı olan tek ilimiz.

Iğdır Türkiye’nin doğuya açılan kapısı.

Iğdır’a yapılacak yatırımlar müthiş bir ihracat kapasitesine sahip.

Iğdır’da üretilen ürünleri, Iğdır’da işleyen girişimciler bunları doğu pazarlarına kolaylıkla ihraç edebilir.

Iğdır’da bu yatırımları yapacak girişimciler neyi bekliyor biliyor musunuz?

Onlar da sizler gibi, Iğdır’da altyapı sorunlarının çözülmesini bekliyor. Iğdır’da ulaşım sorunlarının çözülmesini bekliyor. Kentleşme sorunlarının çözülmesini bekliyor.

Ve tabi ki, ülkede adaletin tesisini, insan haklarını, özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü bekliyor.

Değerli arkadaşlar,

Iğdır’ın kanalizasyon sistemi eskidi. Nüfus kent merkezinde biriktikçe yetersiz kaldı. Bu manzaralar Iğdır’a yakışmıyor.

Iğdır’da bir altyapı atılımı yapacağız.

Altyapı yetersizliğinin yanında Iğdır’ın kentleşme sorununun da farkındayız. Iğdır’ın arka mahallelerindeki halkımıza uygun bedel karşılığında tapu vermek için gereken kolaylıkların sağlanması gerektiğini biliyoruz.

Tüm vatandaşlarımızın afete dayanıklı ve estetik binalarda huzur ve güven içinde yaşaması gerektiğine inanıyoruz.

Iğdır’da plansızlıktan kaynaklanan bir diğer eksiklik de hastanelerin yetersizliği.

Bir hastanın ameliyat için çevre illere sevke dilmesi ciddi bir sorundur arkadaşlar.

Taşımalı hasta diye bir sistem olur mu? Halkımızın sağlığı yollarda tükeniyor. Iğdır’da biz böyle bir tablo görmek istemiyoruz.

Halkımızın sağlık hakkına erişimini artıracağız, sağlıktan tasarruf etmeyeceğiz.

Değerli arkadaşlar,

En önemlisi bölgede barışın, huzurun, kardeşliğin ve güvenliğin tesis edilmesi için gece gündüz çalışacağız.

Kardeşlerimizle, komşularımızla bir arada ve barış içinde yaşamak, DEVA Partisi’nin en öncelikli hedefidir. Bu hedefimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

Şehirlerimizi şiddetten, kavgadan, gürültüden uzak tutacağız. Sevgi ve kardeşliğimizi pekiştireceğiz. Devletin olanaklarını vatandaşlarımıza taşırken hiçbir ayrım yapmayacağız. Kimse ayrımcılığa uğramayacak.

İşte biz bütün bu dertlere deva olmak için yola çıktık.

Kısacası Iğdır’ın demokrasiye ve atılıma olan ihtiyacını hep beraber karşılayacağız. Bunun için biz hazırız.

Şimdi, Iğdırlı dostlarıma sormak istiyorum:

Iğdır hazır mı?

***

Saygıdeğer dostlar;

Deva partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

Iğdır’ın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

2 Aralık 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kars İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın
1. Olağan Kars İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Kars il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Karslı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kars teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***
Türk’üyle, Azeri’siyle, Kürt’üyle, Terekeme’siyle,
Sünnisiyle, Şiisiyle,
Din, mezhep, köken farkı demeden,
Her bir canı bağrına basan;
Geçmişinde Sarıkamış’ın hüznünü yaşayıp,
Her yeni gün yurdumuza doğan güneşi karşılayan şehrimizde, Kars’ta olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.
***
Değerli arkadaşlarım,

Ülkemizde hukuk ayaklar altında. Bakın bugün divan başkanımız hukukçu, il başkanımız hukukçu, seçim işlerinden sorumlu genel başkan yardımcımız, gençlik politikalarından sorumlu genel başkan yardımcımız başka atladığım kimse var mı biliyorum ama epeyce hukukçu arkadaşımız var burada. DEVA Partisi’nin geneline baktığımızda il başkanlarımız ve teşkilat mensuplarımız arasında hatırı sayılı miktarda hukukçu arkadaşlarımız var. Bu hukukçu arkadaşlarımız niye şimdi DEVA Partisi çatısı altında? Çünkü ülkemizin en önemli kanayan yaralarından birisinin hukuk olduğunu gayet iyi bildikleri için, hissettikleri için, her gün yaşadıkları için bizlerle beraber bu uzun yola çıkmış durumdalar.

Değerli arkadaşlarım;

Bugün iktidarda olan partiler, senelerdir, hukuku sadece kendilerine hizmet eden bir araç haline getirmeye çalıştılar.

Yargının içinde bulunduğu durum içler acısı. Bugünümüzü, yarınımızı tehdit eden, halimizi ortaya koyan bir istatistiği paylaşacağım sizinle:

2016’dan 2020 Haziran ayına kadar Anayasa Mahkemesine yaklaşık 220.000 bireysel başvuru yapılmış.

Biliyorsunuz bu yeni bir uygulama. Bizim de destek verdiğimiz bir süreçte anayasa ile biz bunu gerçekleştirdik. Yasalar, düzenlemeler yapıldı ve artık vatandaşlarımız yargı yolunu tüketince direkt Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor.

220.000 başvuru olmuş Anayasa Mahkemesine. Bu başvuruların konusu hak ihlali.

Anayasa Mahkemesi, esastan incelediği başvurulardan yaklaşık %92’si için hak ihlali kararı vermiş.

Düşünebiliyor musunuz sayıyı? Esastan girdiği, esastan incelediği dosyaların, başvuruların %92’sinde “İnsan hakları ihlali vardır burada” demiş Anayasa Mahkemesi.

Bu ne demek arkadaşlar biraz izah edeyim.

Yani vatandaşımız mahkemeler önünde, yargıda mağdur ediliyor, son bir umutla Anayasa Mahkemesine gidiyor ve “Hak ihlal edildi” diye karar veriliyor. Anayasa Mahkemesi vatandaşımızı haklı buluyor.

Yani yıllar boyu mahkemelerde yaşadıklarının haksızlık olduğu tescilleniyor.

Peki, bu vatandaşlarımızın yıllarca yargı tarafından böyle mağdur edilmesinin bedeli ne olacak? Şu an bir bedel yok yapanın yanında kalıyor.

Haksız yere cezaevine giren vatandaşlarımızın dört duvar arasındaki günlerinin hesabını kim verecek?

Şimdi bir de biliyorsunuz Anayasa Mahkemesinin bu kararları büyük ortağı da küçük ortağı da rahatsız ediyor.

Bir bakıyorsunuz mahkeme üyeleri açıkça tehdit ediliyor, bir bakıyorsunuz kürsülerden had bildiriyor.

Arkadaşlar, bunlar adalete inanmıyorlar. Yargı sadece onların beklediği, istediği kararı alırsa memnun oluyorlar. Aksi halde derhal iftira, tehdit, her türlü yıpratma ve yıldırma başlıyor. Kendi yandaş gazetelerine manşet attırıyorlar. Yüksek yargı mensuplarımızı töhmet altında bırakacak, neredeyse hakarete varacak manşet attırıyorlar. Adil değiller ve olmak da istemiyorlar.

Onlar için yargı, vatandaşları terbiye etmek için kullanmak istedikleri bir sopa âdeta.

Siz Karslı dostlarım yargının nasıl sopa olarak kullanıldığını çok iyi biliyorsunuz.

Kars’ın seçilmiş belediye başkanını, daha evvel tutuklandığı, hatta bu tutukluluğa Anayasa Mahkemesi tarafından “hak ihlali” kararı verildiği bir dosyadan yeniden tutukladılar.

Bakın, iş Anayasa Mahkemesine gidiyor. Anayasa Mahkemesi “Hak ihlali vardır burada” diyor. Tekrar Anayasa Mahkemesinin bu kararına rağmen o dosyadan tutuklanıyor.

Sadece bu olaya baktığımızda bile, ortada bir hukuk devletinden söz edilebilir mi? Hukuk güvenliğinden söz edilebilir mi?

Seçilmiş belediye başkanını aldılar, tutukladılar, yerine de atama usulüyle bir görevlendirme yaptılar.

Demokrasimiz ayaklar altında. Halkın iradesi, seçme ve seçilme hakkı yok sayılıyor. Seçimler adeta anlamsız hale gelmiş.

Süreçteki hukuksuzluğu bir an için kenara koyup, izlenen yönteme bakacak olsak, orada da yine başka bir hukuksuzluk var.

Diyelim ki zorunlu ve hukuka uygun bir sebeple belediye başkanı işten el çektirildi. Bu durumda, belediye meclisinin kendi içinden seçim yaparak, yeni bir başkan belirlemesi gerekir. Yani, yeni başkanın seçilmişler içinden seçilmesi gerekir.

Burada basit bir demokrasi kuralından söz ediyoruz. Yeni belediye başkanları da kendilerini halka karşı sorumlu hissetmelidir.

Yeni başkanlar kendilerini atayanlara karşı sorumlu hissetmemelidir. Seçilmiş olmanın zaten özelliği budur. Seçilmiş olmak. Seçilmiş olanlar ister belediye başkanı olsun ister meclis üyesi olsun kendilerini kim seçtiyse ona karşı sorumlu hissediyor. Ama atananlardaki hissiyat, kendisini atayana karşı sorumlu hissediyor. Dolayısıyla vatandaş ile olan o bağ zayıflıyor. Bazen kopuyor.

Öte yandan bakıyoruz, işlerine gelen yerlerde, bazı belediyelerde, bu usulü de uyguluyorlar.

Sonuçta, seçimle kazanamadıkları belediyelere kayyum atıyorlar.

Çoğu ilimizde, sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor.

Ankara’dan alıştılar ya! Nasıl artık Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin fonksiyonu önemli derecede azaldı. Meclisin hükümet üzerindeki denetim etkisi nasıl neredeyse sıfırlandıysa aynı illerde de bunun küçük modelini oluşturmaya çalışıyorlar.

Vatandaş oy vermiş, birilerini meclise seçmiş, birilerini başkan seçmiş; umursamıyorlar!

Şunu açıkça görüyoruz: İktidarın kayyum politikası, seçimlerde kazanamadıkları yerlerde belediyeleri başka yollarla ele geçirme aracına döndü.

Arkadaşlar; seçimlere ve seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi, demokrasinin temelidir.

Bir seçilmişin görevden alınma kararını, ancak ve ancak bağımsız ve tarafsız yargı verir.

Bakın biz bunu parti programımızda çok açık yazdık, çok açık yazdık. Aksi halde seçimlerin anlamı yok. Siz o zaman yerel seçimleri niye yaptınız? Madem işinize gelmeyen yerlerde atamayla görevlendirme yapacaksınız, seçimin anlamı yok. Vatandaş bundan sonra sandığa niçin gitsin? Verdiği oyun anlamı kalmıyor ki. Oy veriyor, birisini seçiyor, 6 ay sonra baktı yok yerinde yeller esiyor. Ne olmuş? Hükümetin işine gelmemiş. Bakın bunlar idari kararla... İdari karar ne demek? Hükümet kararı. Hükümet ne demek? İktidar partisi demek. Adeta bir parti kararıyla bu veriliyor. İşte hatanın en büyük, en büyük noktası da tam burası.

Bizim sözünü verdiğimiz Türkiye’de, bağımsız ve tarafsız yargıdan başka hiç kimse, seçilmiş bir insanı görevden alamayacak.

Çünkü seçilmişlerin güvencesi, seçmen iradesinin güvencesidir.

Biz, seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz. Seçmen iradesi gasp edilemez!

Biz, demokratik zemini daraltanlara, meşru siyaset kanallarını tıkayanlara karşı ısrarla siyaseti savunacağız.

Meşru olmayan adımlar atılabilir, bazıları meşru çizginin dışına çıkabilir ama bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilemez. Biz DEVA Partisi olarak her zaman meşru çizgide hareket edeceğiz. Hep haklı olacağız. Çünkü biliyoruz ki haklı olan güçlüdür. Güçlüler haklı değildir. Haklı olan güçlüdür.

Biz çocuklarımızı çatışmasız, şiddetsiz, terörsüz şehirlerde büyütmek için canla başla çalışacağız.

Biz oyunuza, iradenize ve tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız! Biz, seçmen iradesine kayyum atanmaması için buradayız!

Değerli arkadaşlarım, özellikle vurgulamak isterim ki, biz, şiddeti yöntem olarak seçen, ölümden beslenen terör örgütüne de sonuna kadar karşıyız. Bununla da mücadele edeceğiz.

Biz hukuka aykırı bir şekilde siyaset yollarını kapatan herkese karşıyız. Biz demokratik siyaset için hazırız.

Biz hukuku ayağa kaldırmak için, tarafsız ve bağımsız yargıyı tesis etmek için hazırız, buradayız.

***
Değerli arkadaşlar,

Ekonomimiz son yirmi yılın en kötü seviyesinde. Korkuyorum ki bu günler daha iyi günler.

Kişi başına düşen milli gelir 14 sene öncesine döndü. Düşünebiliyor musunuz? Kişi başına düşen milli gelir bu ülkede şu andaki rakam tam 14 sene önceki rakam. Biz zaten 14 sene önce bu rakamı yakalamıştık. Daha da yükselttik fakat son zamanlarda maalesef hızlı bir şekilde Türkiye yoksullaşıyor. Bu yönetim devam ederse daha da gerilere gidecek, görüyoruz.

Her geçen gün yoksullaşıyoruz. Her geçen gün işsizlik büyüyor.

Vatandaşımız kirasını ödeyemiyor, çocuğuna harçlık veremiyor, pazardan alışveriş yapamıyor.

Ama bugünkü iktidar tüm bu olumsuzluklara karşı vatandaşımıza sadece “Sabredeceksin!” diyor.

Vatandaşımıza “sabır” tavsiye edenler, kendilerine gelince Cumhurbaşkanlığı bütçesini tam %28 oranında arttırıyorlar.

Sabit gelirliye, emekliye, memura zam yapılacağı zaman düşük açıklanan resmi enflasyon oranlarının üstüne çıkmıyorlar, ama kendileri için ayrılan bütçeye %28 artış yapıyorlar.

Bakın şimdi pandemi nedeniyle kısıtlamalar getirildi. Biz bunun karşısında değiliz. Aksine vatandaşımızın sağlığı için, canı için gereken her şeyin yapılması için aylardır çağrıda bulunuyoruz.

Ama vatandaşa “İşyerlerini kapat. Sokağa çıkma. Evde otur” diyorsanız, o vatandaşın geçimini nasıl sağlayacağını da açıklamak zorundasınız.

Bunun tedbirini de almak zorundasınız.

Günlük kazandığıyla geçimini sağlayan milyonlarca vatandaşımız aylardır bir gelir elde edemiyor.

Gelişmiş ülkeler “Siz yeter ki evde durun, sağlığınızı koruyun parayı dert etmeyin, alın size şu kadar dolar, euro” diyor.

Bizim esnafımız ise işletmesini açamıyor. Dükkanlar kapalı ama kira işliyor, faturalar işliyor, vergi işliyor, SGK işliyor, sayaç durmuyor.

Bir de devlet “vergi vergi” diye yakasına yapışıyor.

Anladık kasayı, hazineyi boşalttılar ama görüyoruz işte, kendilerine gelince para var. Bilmem kaç uçakla seyahatler yapılabiliyor. Büyük ihaleler alelacele, yangından mal kaçırılırcasına yapılıyor. Oralarda hiç yavaşlama yok. Dikkat edin, hızlı bir şekilde devam ediyor. Kanal İstanbul diye kafaya taktılar biliyorsunuz. Dünyanın parası harcanacak oraya. Bu kadar memleketin yatırma ihtiyacı varken. Ama niye? Orada rant var.

Yine arkadaşlar aynı yere geliyoruz: Çarpık bir yönetim zihniyetiyle karşı karşıyayız. Bugünkü iktidar, halkı önceleyen, vatandaşının canını önceleyen bir yönetim anlayışına sahip değil artık.

Halkımızın sağlığı için gereken her tür kısıtlamaya gidilebilir ama bunu vatandaşımızı yokluğa mahkûm ederek yapamazsınız.

Buradan tekrar sesleniyorum:

Derhal ama derhal esnafımıza uzun süre geri ödemesi olmayan ve faizsiz kredi desteği sağlayın.

Vergi ve SGK borçlarının tamamını pandeminin etkileri bitene kadar öteleyin, faiz de almayın. Hani faize karşıydılar. Zamanında tertemiz bürokratlarımızı “faizci” diye, “faiz lobisi” diye suçladılar. Döndüler şimdi Merkez Bankası’nın faizini %15 e çıkarttılar daha yeni. Arkasından esnaf kredisi gibi bu kadar yaygın ve küçük miktarlarda verilen krediden bile faiz, faiz, faiz istiyorlar.

Hele hele stopajı hiç almayın. Kira için de esnafımıza destek olun.

Bunların hepsi doğru politikalar uygulandığında kaynağı bulunabilecek destekler. Şu andaki hükümet ise, kaynakları başka yerlere sarf edince, halka “acı reçete” diyor.

Değerli arkadaşlarım;

Ekonomisi sağlam olan ülkelerin tamamı bu süreçte vatandaşlarına doğrudan destek verdi, doğrudan. Karşılıksız destek. Küçük işletmelere, esnafa, günlük geçinenlere, geliri birdenbire kesilenlere, örneğin sanatçılara doğrudan destek verdi ve karşılıksız bu. Bunu nasıl verdiler? Ekonomileri, hazineleri güçlü olduğu için verdiler. Ama bunlar ülkenin kaynaklarını özellikle şu son iki yılda çok hızlı bir şekilde tükettiler, çok hızlı.

Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi ve yakın akraba Bakan göreve geldikten sonra Türkiye'nin hazinesinin borcu tam ikiye katlandı. Yıl 2018 Haziran Hazine'nin iç dış borcunun toplamı 970 milyar şu anda 1 trilyon 935 milyar arkadaşlar, tam ikiye katladı. Merkez Bankası'nın rezervleri tükendi. Tam 130 milyar dolarlık rezervi tükettiler.

Şu anda Merkez Bankası eksi 46-47 milyar dolardı. Merkez Bankası'nın döviz rezervinden daha fazla Merkez Bankası'nın piyasaya döviz borcu var şu an. Düşünebiliyor musunuz? Kötü yönetiyorlar, yanlış yönetiyorlar, kaynakları tüketiyorlar... En çok ihtiyacımız olduğu dönemde diyorlar ki “kaynak kalmadı” ve vatandaşa diyor ki “acı reçete.”

Şimdi burada duralım.

Burada bir acı reçete uygulaması gereken varsa, önce hele siz bir uygulayın.

Ne demişler? Önce iğneyi kendine batıracaksın, sonra çuvaldızı başkalarına batıracaksın.

Esas biz size bir acı reçeteyi yazalım. Kaleminiz kağıdınız hazırsa başlıyorum:
Önce hukuk: anayasa ve kanunlara bağlı kalın.

Sonra hemen tasarruf. Hani diyorlar ya “İtibardan tasarruf olmaz” diye. Olur, olur olur bal gibi olur. Şu yurt içi yurt dışı seyahatlerinizdeki uçak sayılarını hele bir azaltın. Konvoylarınızdaki araç sayısını azaltın.

Ardından, kamu ihale mevzuatını değiştirin. Üç beş yandaş şirketi zenginleştiren ihale usulüne bir son verin. Şeffaf ve açık ihale sistemiyle kamuya mal ve hizmet alımlarında yandaşlarınızın değil halkımızın kâr etmesini sağlayın.

Kanal İstanbul gibi rant projelerine artık bir son verin.

Varlık fonunu kapatın.

Ve derhal tüm kurum ve kuruluşları Sayıştay denetimine açın.

Ne demişler? “Doğru hesaptan kaçmaz.” Doğruysanız her an hesap vermeye hazır olmanız lazım. Hiçbir kurumu Sayıştay’ın denetiminden kaçırmayın.

Bu kadar basit.

Bu reçeteyi uygulayın, bakın nasıl düzelmeye başlıyor işler.

Bakın, tekrar hükümete sesleniyorum;

Vatandaşımızın canı risk altındayken, bütün bu salgının ekonomik yükünü vatandaşa yükleyemezsiniz.

Önce siz hele bir’ kendinize “acı reçete” uygulayın, sonra biz de hep beraber keyif çayı içebileceğiz inşallah.

Değerli arkadaşlar, bakın 2021 bütçesi açıklandı. Bunu incelediğimizde önceliklerinin ne olduğunu açık açık görüyoruz.

Kamu özel iş birliği projeleri var biliyorsunuz. Yap, işlet, devret vesaire...

Akılcı, rasyonel ve halkı önceleyen bir tutum alınırsa bu projeler ülkemize bir zenginlik yaratabilir.

Ama arkadaşlar, bu projeler yarışmaya açık ve şeffaf bir biçimde ihale edilmediği için çok yüksek rakamlara mal oldu. Bu projeler bugün artık halkımızın fakirleşme sebeplerinden biri haline geldi.

2021 bütçesinde bu projelerin garantilerine tam 31 milyar lira ayrılmış. Kur yükseldikçe bu rakam daha da artacak.

Bunlara 31 milyar lira ayrılmış da tarıma ne kadar ayrılmış? 22 milyar lira. Geçen senenin aynısı.

Cumhurbaşkanlığının bütçesine %28 artış yapıyorsunuz, tarım geçen seneyle aynı. Enflasyon kadar bile artış yok.

Akılları üretmekte değil, ülkenin topyekûn zenginleşmesinde değil.

Dedim ya kamu özel iş birliği projelerine 31 milyar ayrılmış diye, peki sanayinin geliştirilmesine ne ayrılmış? 15 milyar lira. Kadınların güçlenmesi programına ne ayrılmış? 425 milyon lira. İnsan haklarına da 71 milyon lira.

İşte bu tablo şu andaki yönetimin önceliklerini açıkça ortaya koyuyor. Bütçeye de bakarken hemen rant gözlüklerini takıyorlar.

Üretimin, gelişimin, büyümenin, zenginleşmenin gerektirdiği ne varsa, aksini yapıyorlar.

Sonra da oturup bir odada verilerle oynuyorlar. Makyajlı enflasyon verileri hazırlayıp inanmamızı bekliyorlar.

Enflasyonu kaç açıklıyorlar? %10, 11, 12... Peki siz alışverişe gittiğinizde, çarşı pazara gittiğinizde gerçeği görüyorsunuz. Böyle %10, 11 artan bir tane ürün var mı? Ben esnafa soruyorum “Alış fiyatım %50, 60, 70 arttı. Satış fiyatım %30, 40, 50 arttı” diyor. Bunların enflasyon açıklığı 10-11. Sonra dönüyorlar emekliye, memura, işçiye açıkladıkları düşük enflasyon oranda zam veriyorlar. Ondan sonra satın alma gücü düşüyor tabii. Emeklilerimiz Türkiye'nin her yanında feryat ediyor. “Biz artık geçiremiyoruz ne oldu? Elimize geçen para artık çarşıya, pazara alışverişe yetmiyor” diyor. Çünkü ellerine geçen para makyajlanmış enflasyon oranında artırılıyor. Asıl sebep bu.

Yahu verilerle oynayacağınıza işinizi düzgün yapsanıza. Kamu bütçesini düzgün yönetsenize.

Yazık.

Bu ülkede işsizlik almış başını gidiyor. Gençlerimiz iş bulamıyor. Sokaklarda evsiz insan sayısı her geçen gün artıyor.

Ama çözüm basit arkadaşlar. Çünkü biz buradayız. Biz bu zihniyete son vereceğiz.

Deva Partisi, ülkemize hak ettiği refahı sağlayacak.

Önce şu Partili Cumhurbaşkanlığı sistemini değiştireceğiz. Tek kişilik yönetime son vereceğiz. Hep söylüyoruz, 84 milyon birden büyüktür. Türkiye birden büyüktür.

Devletin, sadece ve sadece halkına hizmet etmesini sağlayacağız. Önce insan, önce vatandaş diyeceğiz.
Hakkı da hukuku da sağlam temellere oturtacağız.
Şeffaf olacağız, denetlenebilir olacağız, hesap verebilir olacağız. Biz ilkelerimizden bir gün bile vazgeçmedik.

Emaneti teslim almaya geliyoruz arkadaşlar!

***

Sevgili Serhatlı arkadaşlarım,

Eşine az rastlanan bir güzelliğe ve zengin bir tarihe sahip olan Kars’ımızın sorunlarını da görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz.

Kars halkına hiç hak etmediği şeyler yaşatılıyor.

Kars halkının sandık iradesinin yok sayıldığı yetmezmiş gibi, şehrin ekonomik ve kentsel sorunları da çözülemiyor.

Kars çok önemli bir hayvancılık şehrimiz. Arıcılık, büyükbaş, küçükbaş ve kanatlı hayvan varlığı açısından son derece zengin bir şehrimiz.

Karslı çiftçi kardeşlerimiz marka üretiyor, marka. Kars balı, Kars kaşarı, Kars gravyeri, Kars kazı, Kağızman uzun elması üretiyor.

Ama ürettikleri bu değerli ürünler, üreticilerimizi geçim sıkıntısından, yoksulluktan kurtaramıyor.

Çünkü bugünkü hükümet, enflasyonun yükünü çiftçi kardeşlerimizin sırtına yüklüyor. Sanki enflasyonun sorumlusu kendileri değilmiş gibi.

Her türlü üretim maliyeti hızla artıyor, çoğu da dövize bağlı artıyor. Döviz kuru ne kadar arttıysa mazot artıyor, gübre artıyor, ilaç artıyor. Yeme gelen zammı biliyorsunuz. %65’e varan zamlar var ama üreticimizin satış fiyatı döviz kadar artamıyor. Çünkü vatandaşımızın alım gücü o kadar artamıyor. Artan maliyetlerle artmayan satış fiyatı arasında bizim üreticilerimiz sıkışmış durumda.

Mesela süt fiyatını sabit tutuyorlar. Destek priminin sözünü veriyorlar, ama ne zaman ödeneceği belirsiz. Teşvikleri seçim takvimine göre belirliyorlar.

Üreticimizin emeği heba ediliyor. Enflasyonun faturası fedakâr çiftçimize ödetiliyor. Hayvancılık sektörünün en büyük girdi kalemi olan yem fiyatlarındaki artış son bir yılda %65’e dayandı. Kurlardaki artış çiftçilerimizi zarara uğratıyor.

Biz buna son vereceğiz. Yanlış para politikalarının bedelini Kars’ın fedakâr çiftçisi ödemeyecek.

DEVA Partisi olarak; tarımın ve hayvancılığın gelişmesi bizim en öncelikli hedeflerimiz arasında yer alıyor.

Bu amaçla Kars’ı modern üretim teknikleriyle destekleyeceğiz. Karslı arıcımızın, kaz yetiştiren çiftçilerimizin yanında duracağız. Hayvan yetiştiricimizi sahipsiz desteksiz bırakmayacağız.

Örgütlü üretim, sözleşmeli üretim, elektronik kontrol, kayıt tutma, izleme, sigorta gibi araçlarla, hayvancılıkla uğraşan ancak mali gücü yeterli olmayan ailelere hibe ve ucuz kredi sağlayacağız.

Hayvan yetiştiriciliğinde aile işletmelerinin kaliteli üretim yapmaları için teknoloji kullanımlarını destekleyeceğiz.

Hayvancılık politikalarını, kayıtlılığı arttırarak doğru veri ve projeksiyonlara dayalı olarak oluşturacağız.

Kars için hayvancılık desteklerini bu coğrafyaya uygun hayvan türlerinin geliştirilmesini sağlayacak biçimde uygulayacağız.

Kars’ın yayla potansiyelinin en üst düzeyde kullanılmasını sağlayacağız.

Yaylaların sınırlarını belirleyerek gerekli etüt çalışmalarını yapacağız. Gelişme planlarını hazırlayacak, ulaşım, elektrik, barınma gibi altyapı ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılayacağız.

Biz Kars’ın çalışkan üreticilerinin oluşturduğu tüm bu markaları hak ettiği seviyeye taşıyacağız.

Değerli arkadaşlar,

Kars’ın sanayisi de büyük ölçüde bu değerli ürünlere, Kars’ta üretilen tarım ve hayvancılık ürünlerine dayanıyor.

Tarım ve hayvancılığa dayalı organize sanayi yatırımlarını geliştireceğiz.

Kars’ta gıda sanayisinin gelişmesi ve üretilen ürünlerin sadece başka illere değil, başka ülkelere de ihraç edilir hale gelmesi gerektiğine inanıyoruz.

Ta Edirne’den Kars’a ulaşan demiryolunun modernize edildiğini düşünün.

Kars’ın ilçelerinin demiryolu bağlantılarının kurulduğunu, hava limanının tam kapasite çalıştığını ve tüm bu ulaşım ağı ile Kars’ın ürettiği ürünlerin doğuya, batıya, kuzeye ve güneye taşındığını bir düşünün.

Karslı üreticimiz ürünlerini Türkiye’nin dört bir yanına kolaylıkla gönderebilecek, ürünlerini tüm dünyaya rahatlıkla ihraç edebilecek.

Kars’a büyük hedefleri hak ediyor sevgili arkadaşlar. Kars’ın zenginlikleri ve Kars’ın üretkenliği; yeni bir vizyonu, yeni amaç ve hedefleri, yepyeni bir yönetim anlayışını hak ediyor.

Değerli arkadaşlar,

Kars’ın merkezine şöyle bir baktığımızda, ne yazık ki, hızlı ve çarpık bir kentleşme olduğunu görüyoruz.

Kentin altyapı sorununun birikmesi, yemyeşil Kars’ın tahrip edilmesi, tarihsel dokunun zedelenmesi hepimizi çok üzüyor.

Kars’ın afete dayanıklı ve tarihsel dokusuna uygun bir şekilde dönüştürülmesi gerektiğine inanıyoruz. Kentin altyapısını güçlendirecek adımları atacağız.

Kars, Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden birisi. Nobel ödüllü değerli edebiyatçımıza ilham kaynağı olmuş bir şehir.

Kars’a gelmenin en güzel yolu Doğu Ekspresi. Biliyorsunuz birkaç senedir gençlerimizin en gözde aktivitelerinden birisi Doğu Ekspresi ile Kars’a gelmek.

Çünkü Kars, gelenleri yazın ayrı büyüler, kışın ayrı...

Kars, turizmde de neredeyse hiçbir tanıtım faaliyeti olmadan, destek alamadan son yıllarda marka haline geldi.

Sarıkamış, dünyada eşine az rastlanan kristal kar kalitesiyle harika bir kayak merkezi.

Ani Antik Kenti, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, farklı kültürlerin izlerini taşıyan çok özel bir yer.

Kars’ın şu tarihi mimarisini görüp de büyülenmemek mümkün mü?

Kışın ağır ağır yağan karın altında kazım Karabekir Caddesi’nden yürüyen, Baltık mimarisinin en güzel örnekleri olan binaları, Fethiye Camii’ni gören; Kars Kalesi’ne çıkıp bembeyaz bir örtü ile kaplanmış Kars’ı, ovaları, dağları seyreden birisi bu gördüklerini bir daha aklından çıkartamaz.

Yakın tarihimizin en hüzün verici kayıplarını, Sarıkamış şehitlerimizi anmak için,

Yazın göz alabildiğine yeşil yaylalara çıkmak, Çıldır Gölü’nün etrafındaki olağanüstü doğayı görmek için,

Kışın donmuş Çıldır Gölü üzerinde yürümek, Cirit Festivali’ne katılmak için,

Kars’ın mutfağını tatmak için gelinir Kars’a...

Biz DEVA Partisi olarak Kars’ın bu güçlü potansiyelinin bilincindeyiz.

Kış turizmini, kültür turizmini, inanç turizmini, alternatif turizmi destekleyeceğiz.

Daha hızlı ulaşıma, daha modern demiryollarına, karayollarına ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Doğu Ekspresi’nin de hizmet kalitesinin, olanaklarının artırılarak, Kars turizminin bir parçası, önemli bir parçası olarak korunması gerektiğini düşünüyoruz.

Biz Kars için hazırız arkadaşlar. Kars’ın devası hazır.
Şimdi soruyorum;
Kars hazır mı?

***
Saygıdeğer arkadaşlar,

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Kars’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

30 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Manisa İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın
1. Olağan Manisa İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Manisa il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Manisalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Manisa teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Bugün;

Antik çağlardan günümüze uzanan,

Üzüm bağlarıyla, zeytin ağaçlarıyla donanmış verimli topraklardan,

Ülke sanayimize can katan çalışkan insanların şehri Manisa’dan sesleniyorum sizlere.

***

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz, siyasi tarihinin oldukça sorunlu zamanlarından geçiyor.

Kimin nereyi yönettiği belli olmayan, nasıl yönetildiği anlaşılamayan bir devlet idaresi, bir hükûmet var.

Şöyle kısaca bir anlatayım;

Geçtiğimiz günlerde hazinenin başındaki akraba, sosyal medya hesabından bir istifa mektubu paylaştı.

Önce 24 saatten fazla sessizlik oldu. Yabancı basında bile haber oldu, Türkiye’deki yandaş basın sus pus. Devleti yönetenler sus pus. Kayınpeder sus pus.

Bu arada Merkez Bankasının başkanı da değişti.

Birden bir baktık, bizim aylardır söylediklerimizi tekrar etmeye başlamışlar. Son iki üç haftadır bakıyoruz tekrar.

“Güven olmadan ekonomi güçlenmez” diyorlar, “Ekonomi hukuk temeli üzerinde olur” diyorlar, “Reform” diyorlar...

Gerçekten bizde şaşırarak dinledik o günlerde. Biz yıllardır ne söylüyorsak, parti programımızda ne ortaya koyduysak şimdi başlamışlar tek tek bizim cümlelerimizden kopyala yapıştır, kopyala yapıştır.

Sonra biliyorsunuz, şu anda iktidarda olan partinin kurucularından bir isim, televizyon programında, hukukla ilgili bazı görüşlerini ifade etti. Muhtemelen bu başkanların, bakanların değişmesinden sonraki ortamda yeni bir iklim olacağı ümidiyle. Bazı sözler ifade etti. İnsan hakları ile ilgili, hukuk ile ilgili. İçten samimi sözler.

Önce küçük ortak saldırdı hemen. Ama ne laflar... Biliyorsunuz iktidarın bu küçük ortağı baya farklı şeyler söylüyor. Konuştuğu kelimeleri biz ağzımıza alamıyoruz; edep ve adabımıza uygun değil. Seviye yerlerde...
Bir de nasıl bağırıyor. Hâlbuki bu mikrofonu icat etmişeler değil mi? Duyuyoruz. Ekranlar başında da duyuluyor, salonda da duyuluyor. Ama o yine de bağırıyor.

Bir gün sonra ise Sayın Erdoğan hiddetle, partisinin kurucusunu, canlı yayında âdeta fırçaladı.

Anlıyoruz ki küçük ortak ne diyorsa o.

Hani diyorlardı ya “dava dava”, işte o “dava” dedikleri şeyin hepsi meğer ki, “şahsi dava”ymış. Buradan onu gördük.

Birlikte yola çıktığı 40 yıllık arkadaşlarını küçük ortağın hakaretleriyle harcadı. Sırf iktidarda kalmak için, yola birlikte çıktıklarını; yolda karşılaştığı, hem de birkaç sene öncesine kadar kendisine de hakaret eden bir kişiye, harcattı.

Sayın Erdoğan’a soruyorum: yola birlikte çıktığınız arkadaşlarınızdan kaç kişi kaldı yanınızda? Şöyle bir sağınıza solunuza dönün bakın, arkanıza dönüp bakın. Lafa gelince “yola çıktıklarımızı yolda bulduklarımıza değişmedik” diyorsunuz. Bu ilkesizlik olmasa bile vefasızlık.

Bu mu değişmeyen hâliniz? 40 yıllık arkadaşınıza önce küçük ortağın hakaret etmesine göz yumdunuz, ardından siz de sert ifadelerle yüklendiniz.

Bu ilkesizlik değil midir? Bu vefasızlık değil midir? “Kutlu dava” denilen şey de meğer sadece “iktidarda kalma davası” imiş. Bunu ayan beyan gösterdiler. İlke falan kalmamış.

Buradan açıkça büyük ortağa, Sayın Erdoğan’a güvenip 18 sene önce gönül veren, oylarını esirgemeyen vatandaşlarıma sesleniyorum:

Bu vatandaşlarımız 28 Şubat sürecini yaşadı. 2001 ekonomik krizini yaşadı. Ve gerçekten büyük bir umutla şu anda yönetimde olan partiye destek verdi. Bu vatandaşlarıma diyorum ki;

Sizlerin haktan, hukuktan vazgeçmediğinizi biliyorum.

Tüm bu adaletsizlikleri, tüm bu baskıyı sineye çekmediğinizi de biliyorum.

Sizlerin bu yoksulluğa layık olmadığınızı biliyorum.

Sizlerin bu çaresizliğe mahkûm olmadığınızı bilmenizi istiyorum.

Sizler bu ülkede yapılan haksızlıklara göğüs germiş insanlarsınız.

Sizler, verdiğiniz haysiyet mücadelesini zaferle taçlandırmış insanlarsınız.

Biliyorum, bir kez daha bu ülkede herkes için hak, herkes için özgürlük, herkes için refah diye ortaya çıkacak insanlarda yine sizlersiniz.

Sizler de çok iyi biliyorsunuz sevgili dostlarım;

Bugün yönetim yüzde onluk genel başkanda. Bir de en küçük ortak var. Yüzde bir bile oyu olmayan. 28 Şubat destekçisi. Bugün devleti de büyük ortağı da bunlar yönlendiriyor.

Biliyorsunuz o en küçük ortak ne diyor, bizim fikirlerimiz iktidarda diyor. 2002’de, 28 Şubat süreci ve 2001 ekonomik krizi sonrasında sizi destekleyenler, oy verenler bugünün geleceğini görseler herhalde şöyle bir farklı düşünürlerdi.

Gün gelip de destekledikleri, gönül verdikleri partinin, %10’luk genel başkana ve yüzde 1 bile alamamış, 28 Şubat’ın karanlık koridorlarına destek vermiş bir başka partinin alanına, bir başka partinin yönlendirmesine gireceğini görseler herhalde çok üzülürlerdi. Ama şu anda iktidardaki partinin içine düştüğü durum bu.

“28 Şubat karanlığını üstümüzden alsın” dedikleriniz, 28 Şubatçılarla beraber yürüyorlar. Nereden nereye... Gerçekten çok üzücü.
Şimdi ben buradan bir kez daha, büyük umutlarla iktidara taşıdığı partisinin icraatlarından artık hicap duyan vatandaşlarımıza sesleniyorum:

Gelin eski mağdurların, yeni mağduriyetlere sessiz kalmayacağını gösterelim.

Gelin eski mazlumların zulüm etmeyeceğini gösterelim.

Gelin hakkı, adaleti herkes için hep birlikte isteyelim.

Gelin yepyeni bir birliktelikle ülkemize hizmet edelim ve tüm dünyaya umut olalım, DEVA olalım.

Unutmayın; DEVA Partisi varken kimse sizin hakkınıza göz koyamaz. Helal tek bir lokmanızı kimse elinizden alamaz. Biz bunun garantisiyiz bunu kefiliyiz.

Senelerce mücadele ederek kazandığınız hakların hepsinin teminatı biziz. Kimse artık bu ülkede bir başkasına üstünlük taslayamaz. Herkes bu ülkenin eşit vatandaşıdır.

***

Değerli arkadaşlar,

Ekonomimiz son yirmi yılın en kötü seviyesinde.

Her geçen gün fakirleşiyoruz.

Vatandaşımız kirasını ödeyemiyor, çocuğuna harçlık veremiyor, pazardan alışveriş yapamıyor. Ama onlara yokluğa karşı “sabredeceksin” diyorlar.

Vatandaşımıza “sabır” tavsiye edip kendilerine gelince Cumhurbaşkanlığı bütçesini tam %28 oranında arttırıyorlar.

Şu anda mecliste görüşülen bütçe de Cumhurbaşkanlığı bütçesindeki artış 2020’ye göre %28.

Sabit gelirliye, emekliye, memura zam yapılacağı zaman enflasyon oranının üstüne çıkmıyorlar. İşte yılbaşında göreceğiz memura, emekliye ne kadar zam verdiklerini. Ama kendileri için ayrılan bütçeye %28 artış yapıyorlar. Yani açıkladıkları enflasyonun yaklaşık 2,5 katı kadar artış yapıyorlar.

TÜİK enflasyon %11-12 olarak açıklıyor. Ama vatandaşa verilecek para olunca “TÜİK’e bakalım” diyorlar

TÜİK’in enflasyonu bu ama kendi harcamalarına gelince %28.

Bu arada TÜİK verilerine ne kadar güveneceğiz. Ne kadar inanacağız? Bugün yine büyüme rakamları açıklandı. Yüzde 7 küsur. Esnafımıza soruyoruz “Türkiye büyüyor mu bu ara?” diyoruz. “Sizin işiniz açıldı mı? İşleriniz çoğaldı mı? Cironuz çoğalıyor mu? Esnaf diyor ki; “İşler berbat. Siftah yapamıyoruz. Kiramı ödeyemiyorum. Borç taksitlerimi ödeyemiyorum. Vergimi ödeyemiyorum. Ailemi geçindirecek ekmek parasını eve götürmeye zorlanıyorum.” diyor esnaf. Bugün TÜİK çıkmış %7 büyüme açıklıyor. Kime inandıracaksınız bunu? Böyle bir şey olabilir mi? Artık rakamları makyajlamayı bırakın. Bakın bu makyajlı rakamlar yüzünden çok ciddi güven kaybediyorsunuz, çok ciddi.

Çünkü biz burada hep iddia ediyoruz ki ekonomide başarının temelinde güven var, güven, güven. Peki güven nasıl oluşur? Güveni nasıl kazanırsınız? Maddeler halinde sıralanabilir ama ben size önemli üç maddeyi sıralayayım. Güveni nasıl kazanacaksınız?

Bir, söz verince tutacaksanız. İki, söylediğiniz her şey doğru olacak. Üç, size bir şey emanet edildiği zaman ona gözünüz gibi bakacaksınız, emanete ihanet etmeyeceksiniz. Güven böyle kazanılır. Şimdi devletin açıkladığı rakamlara artık bu millet inanmıyorsa, bu millet güvenmiyorsa siz beyhude uğraşırsınız, beyhude. Bu ekonomiyi artık siz düzeltemezsiniz. Çünkü temelde güven vardır, güven. Şimdi bu aynı şuna benziyor. Dışarısı soğuk. Ekonomi de düşmüş siz artık eksi 15’e, eksi 20’ye vatandaş üşüyor, donuyor siz rakam açıklıyorsunuz, yok hava dışarıda 20 derece diyorsunuz. Buna inanır mı insanlar? Böyle bir ortamda ekonominin büyüdüğüne kim inanır Allah aşkına. Böyle bir şey var mı? Biz bağımsız bir TUİK kurduk, bağımsız. Niye bağımsız kurduk? Çünkü hükûmetin etkisi altında kalmasın diye, siyasetçilerin günlük dürtüleriyle o rakamlar etkilenmesin diye. Merkez Bankası niye bağımsız? SPK niye bağımsız? BDDK niye bağımsız? Çünkü günlük siyaset bu kurumları esir aldığında maalesef bu kurumlar yoldan çıkıyor. Bunun için bu kurumlar bağımsız.

Halka gelince acı reçete diyorlar. “Acı reçeteye hazırlanın” diyorlar. Ama kendilerine acı reçete yok. %28 bütçe artışı var. Madem “Acı reçete” diyorsunuz vatandaşa, bende size acı reçete önereceğim şimdi. Bu acı reçete ile neler yapabilirsiniz?

Vatandaştan “acı reçete” istemeyin. Önce siz bir “acı reçete” uygulayın ki vatandaştan bunu isteyecek yüzünüz olsun. Hazırsanız başlıyoruz, buradan sesleniyorum şu anki hükûmete acı reçete çağrım;

Önce hukuk. Anayasa ve kanunlara bağlı kalın.

Sonra hemen tasarruf. Hani diyorlar ya “itibardan tasarruf olmaz” olur, olur olur bal gibi olur. Şu yurt içi yurt dışı seyahatlerinizdeki uçak sayılarını hele bir azaltın.

Ardından, kamu ihale mevzuatını değiştirin. Üç beş yandaş şirketi zenginleştiren ihale usulüne bir son verin. Şeffaf, açık ihale sistemiyle kamuya mal ve hizmet alımlarında yandaşlarınızın değil halkımızın kâr etmesini sağlayın.

Çok basit, inanın dünyanın tasarrufu yapılır, dünyanın tasarrufu.

Kanal İstanbul gibi rant projelerine artık bir son verin.

Varlık Fonunu kapatın. Zaten siz kapatmazsanız biz gelince kapatacağız onu.

Ve derhal tüm kurum ve kuruluşları Sayıştay denetimine açın.

Merkez Bankasının rezervlerini eksiye düşüren, bu milletin biriktirdiği ne var ne yok tüketen sizsiniz siz.

“Acı reçete” diyecekseniz siz kendinize uygulayın önce. Halkımıza hızla gelir sağlayacak, refah sağlayacak hizmetiniz ancak böyle olur.

Öyle yakın akrabayı ortadan kaybetmekle, üç beş adamı değiştirmekle enflasyonu düşüremezsiniz. Ülkemizi geliştiremezsiniz. Bu ekonomiyi büyütemezsiniz.

Son dönemlerde hukuk demeye başladılar. İnsan hakları diyorlar, hukuk diyorlar. Hatta ‘insan haklarını ekonomik aktörlerle konuşacağız’ diyorlar. İnsan hakları ekonomik aktörlerle konuşulacak iş midir? Bu ne demek “Ekonomi battı, çuvalladık. Ama şu bize yetecek kadar insan hakları söyleyince bir iki şey, onları yapmış gibi görünelim ekonomi belki düzelir. Yaklaşım bu. Eğer insan hakları konusunda bir şey yapmak istiyorsanız, önce suçsuz yere yıllardır tutuklu yargılanıp ondan sonra beraat eden şöyle üç-beş vatandaşımızı çağırın bir dinleyin. Ne demek suçsuz yere hapis yatmak. Eğer insan hakları konusunda bir şeyler yapmak istiyorsanız, Sadece attığı bir tweet yüzünden evine baskın yapılan karakolda sorgulanan bazen de hapse atılan, şöyle 8-10 tane lise öğrencisini, üniversite öğrencisini çağırın da bir dinleyin. Onlardan öğrenin insan haklarını. Ekonomik aktörlerle insan hakları konuşacaklarmış! Lafa bak...

Değerli arkadaşlar;

Bal bal demekle ağız tatlanmaz, şimdi kalkıp hukuk hukuk demekle de hukuk devleti olunmaz.

Hukuk devleti olmanın ilkeleri belli. Ama olmuyor. Huy edinmişler, yargı emirlerine uygun çalışsın istiyorlar.

Geçtiğimiz günlerde sayın Erdoğan hakim ve savcılara anayasanın bir maddesini hatırlattı. O maddede “yargıya talimat verilmez” yazıyor. Maddenin özü bu. Yargıya talimat verilmez. Yargıya talimat kim verir? Herhalde muhalefet partilerinin yargıya talimat verecek hali yok. Öyle bir güçleri yok. Milletvekillerinin gidip yargıya talimat verme hakları yok. Öyle bir şey de yok. Yargıya talimatı kim verir. Verse verse hükûmetin kendisi verir yargıya talimatı. Şimdi diyor ki o maddeyi hatırlatıyor, “Yargıya talimat verilmez” maddesini hatırlatıyor, onun devamında daha cümle bitmeden, aynı cümlenin devamında da hemen talimat yetiştiriyor yargıya. Gerçekten çok enteresan. Öyle bir alışkanlık haline gelmiş ki artık farkında bile değiller ne yaptıklarının.

Karşımızda derinleşmiş bir sistem krizi var. Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi her anlamda iflas etti.

Keşke sadece sistem iflas etse, keşke şu an bizi yönetenler iflas etse. Memleket iflas ediyor, memleket. Biz ona üzülüyoruz gerçekten. Tabii sadece sistem de değil. Zannetmeyelim ki sistem değişecek, ama bu iktidar başta olacak birden toparlanacak. Öyle değil. Bakın o da büyük bir tuzak. Sistem değiştirelim, değiştirelim diyoruz ama istediğiniz kadar sistemi değiştirin zihniyeti değiştirmedikten sonra bu ülkde değişmez, toparlamaz. Şu anda biz aynı zamanda derin bir zihniyet sorunuyla karşı karşıyayız. En basitinden 2021 bütçesi bu zihniyeti açık açık ortaya koyuyor. Bütçede rakamlar olduğu için kafanın nerde olduğunu bütçeden okuyabiliyoruz. O zihniyetin ne olduğunu görebiliyoruz.

Bakın kamu özel iş birliği projeleri var biliyorsunuz. Akılcı, rasyonel ve halkı önceleyen bir tutum alınırsa bu projeler ülkemize bir zenginlik yaratabilir.

Ama arkadaşlar, bu projeler yarışmaya açık ve şeffaf bir biçimde ihale edilmedi. Onun için çok yüksek bedeller ödeniyor. Onun için bu projeler artık bütçede çok büyük problemler haline geldi. Bu projeler bugün artık halkımızın fakirleşme sebeplerinden biri haline geldi. Çünkü fahiş fiyatlara yapıldı. Çok pahalıya mal oldu. Niye? Yeterince yarışma olmadı. Hep 3-5 kişi arasında bölüşüldü projeler. Onun için pahalıya mal oldu.

Bakın 2021 bütçesinde bu projelerin garantilerine 31 milyar lira ayrılmış. 31 milyar lira yap işlet devret projelerine garanti ödemeleri için. Ki bu biliyorsunuz kura bağlı çoğu rakamlar. Bugünkü 31 milyar kur arttıkça da artacak.

Bunlara 31 milyar lira ayrılmış da diğer kalemler ne olmuş bir bakalım:

Tarımsal desteklemeye ayrılan tutar 22 milyar lira, bu yıl 22 milyar liraydı gelecek sene yine 22 miyar lira ayırmışlar tarımsal desteklere. Şimdi Manisa için tarım çok önemli. Gelirken yolda çiftçilerimizle karşılaştık. Ahmediye’ye uğradık Ziraat Birliği Odası başkanıyla konuştuk. Salihli, Turgutlu pek çok ilçe tarım ilçesi. 2020’deki tarım desteği 22 milyar, 2021’deki tarım desteği 22 milyar. Açıkladıkları %10-11 enflasyon oranında bile artırmıyor tarım desteğini. Ama Cumhurbaşkanlığı bütçesi olduğu zaman %28.

Sanayinin geliştirilmesi, üretim ve yatırımların desteklenmesi programına ayrılan tutar 15 milyar lira.

Araştırma, geliştirme ve yenilik programına ayrılan tutar 7 milyar lira. Rakam düşüyor. Mamelektin en önemli ihtiyacı AR-GE, yenilikçilik asıl oradan bu ekonomi canlanacak. Oradan katma değer üreteceğiz.

Şehircilik ve risk odaklı bütünleşik afet yönetimi programına ayrılan tutar 3,7 milyar lira,

Gençlik programına ayrılan tutar 744 milyon lira,
Kadının güçlenmesi programına ayrılan tutar 425 milyon lira, İnsan hakları programına ayrılan tutar 71 milyon lira.
İşte bu tablo şu andaki yönetimin önceliklerini ortaya koyuyor.

Bütçeye de bakarken hemen rant gözlüklerini takıyorlar arkadaşlar. Böyle olur mu? Aradaki farka bakın, bu ülkenin gençliğine 744 milyon, ama kamu özel iş birliği projelerine 31 milyar. Niye? Çünkü rant orada. İsraf da orada. Sanayiye, tarıma, gençlere, kadınlara, insan haklarına ayrılan bütçeye bakın, bir de projelere ayrılan bütçeye...

Yazık. Bu ülkede işsizlik almış başını gidiyor. Gençlerimiz iş bulamıyor. Sokaklarda evsiz insan sayısı her geçen gün artıyor.

İstanbul’daki halk ekmek büfelerinin önünde sırf 75 kuruş daha ucuz diye uzun kuyruklar oluşuyor.

İşte bu yüzden ben ısrarla şu andaki Türkiye’nin problemini, yönetenlerin bu zihniyet sorunundan kaynaklandığını söylüyorum. Sistem sorunu var ama yönetenlerin zihniyet sorunu da var. Onun için diyoruz ki topyekûn bir siyasi revizyon olmadan topyekûn bir iktidar değişikliği olmadan bu ülkenin sorunlarının çözümü artık imkansızdır. Onun için DEVA Partisini kurduk.

Ama çözüm basit arkadaşlar. Çünkü biz buradayız. Biz bu zihniyete son vereceğiz.

DEVA Partisi, ülkemize hak ettiği refahı sağlayacak.

Önce şu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemini değiştireceğiz. Tek kişinin tüm ülkeyi yönetmesine son vereceğiz. Hep söylüyoruz, 84 milyon birden büyüktür. Türkiye birden büyüktür.

Devletin, sadece ve sadece halkına hizmet etmesini sağlayacağız. Önce insan, önce vatandaş diyeceğiz.
Hakkı da hukuku da sağlam temellere oturtacağız.
Şeffaf olacağız, denetlenebilir olacağız, hesap verebilir olacağız. Biz ilkelerimizden bir gün bile vazgeçmedik.

Biz devlet gücüyle, iktidar gücüyle sınanmış kişileriz. Ben ve pek çok arkadaşım zamanında elinde çok geniş yetkiler olan insanlardık. Ama biz bu yetkilerin hepsini bu millet için, bu vatan için, tüyü bitmemiş yetim çocuklar için kullandık. Ancak bu uzun süre güç kullanımı var ya, uzun süre devlet gücü kullanımının getirdiği bir yozlaşma var. Dünyada bu tecrübe ile sabit. Siyasi gücün, devlet yönetme gücünün mutlaka hukukla ve süreyle sınırlandırması lazım. Süre çok uzun olunca ne olur? Bu vatandaşın bize verdiği emanet hissi ortadan kalkıyor. Ne oluyor? Bu benim hissi ağır basmaya başlıyor. Oturduğum koltuk benim, kullandığım masa beni. Oturduğum binalar benim, kullandığım arabalar benim, bu ülke benim adeta şahsileşmiş bir yönetim tarzına eviriliyor. İşte onun içindir ki artık bunların gitme zamanı geldi. Onun içindir ki biz diyoruz ki sınanmışız. Hem de vakti, zamanı dolduğunda alınımız akıyla, başımız dik görevi teslim etmişiz. Boş aldığımız kasayı, boş aldığımız hazineyi dolu teslim etmişiz. Boş aldığımız Merkez Bankasını dolu teslim etmişiz. Çok büyük borç devir almışız, bu borcu azaltıp teslim etmişiz. Onun için biz bugün caddelerde, sokaklarda başımız dik yürüyebiliyoruz. Onun için Salihli’de Manisa merkezde yürürken balkonlarda, camlardan, arabaların içinden sokaktan vatandaşlarımız bize sevgi gösterisini gösteriyor. Bizi ilgi ile karşılıyor. Çok şükür Allah utandırmasın.

Mevlana’nın dediği gibi “Bizi bilen bilir, bilmeyen de kendi gibi bilir”

***
Değerli arkadaşlar

Şu anda ülkemizde beyan edilen ücretlerin %42’si asgari ücret; asgari ücretin iki katı kadar rakamla geçinen vatandaşlarımız toplam sayısı da asgari ücretin iki katı ve aşağısı %82.

Yani çalışanların kabaca yüzde 80’i, ayda 5 bin lirayı hiçbir zaman göremiyor. Vatandaşımız çalışıyor, çabalıyor, gecesini gündüzüne katıyor. Ama eline 5 bin lira geçmiyor.

Türk-İş’e göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2.517 TL, yoksulluk sınırı ise 8.198 TL.

Yani evine sadece bir asgari ücret giren aileler, açlık sınırının altında yaşıyor. Bunu zaten her ilimizde görüyoruz. Bu ne diye böyle oldu.

Onlar zenginleşme demekten sadece üç beş kişinin zenginleşmesini anlıyorlar. Onlar zenginleşirken bu halk fakirleşti. Onlar zenginleşirken bu halk sosyal yardımlara muhtaç hale geldi.

Bu sosyal adalet anlayışı değil, bu zenginleşen Türkiye de değil.

Bizim zenginleşmekten anladığımız üç beş kişinin zenginleşmesi değil. Ülkenin topyekûn zenginleşmesi. Vatandaşlarımızın topyekûn zenginleşmesi. Üstelik bu asgari ücret, tüm dünyanın “ucuz işçilik” gözüyle baktığı Çin’in bile gerisine düştü. Çin’de bile asgari ücret daha yüksek. Ve Çin’in kişi başına düşen millî geliri de Türkiye’yi geçti. Bir zamanlar kalabalık ama fakir ülke, kalabalık çok insan var ama geri kalmış ülke dediğimiz Çin, bugün kişi başı düşen millî gelirde Türkiye’yi geçti. Asgari ücrette Türkiye’yi geçti. Halkımız açlık sınırında, biraz şanslıysa yoksulluk sınırında yaşıyor. Ötesine geçemiyor.

Bir de büyük ortağın partisine mensup bir vekil kalkmış “ülkede kriz yok, işsizlik yok, bu vatandaş iş beğenmediği için iş yok” diyor. İşsizlikten de vatandaşlarımızın açlığından da haberleri yok.

Yazıktır, günahtır. Yatırımları bitirdiniz. İstihdamı azalttınız. Milleti fakirleştirdiniz, insanlar açlığa mahkûm oldu. Bir de kalkıp halkımızı suçluyorsunuz.

Sokaklara çıkın hele bir. Gelin şu Manisa’nın sokaklarında bir dolaşın.

Ama öyle “eve ekmek götüremiyorum” diyene, “abartma al keyif çayı iç” demeyeceksiniz. Vatandaşı dinleyeceksiniz.

Hele bir halkımızı dinlemeye başlayın. Dinleyin de öğrenin. Dinleyin de ülkeyi düşürdüğünüz durumu bir görün. Vatandaşlarımız tek tek anlatacak. Hangi şehir olursa olsun, hangi cadde, sokak olursa olsun gitsinler şöyle bir saat otursunlar. Yoldan geçeni çağırsınlar konuşsunlar. Gerçek durumu görecekler. Yoksulluğun geldiği noktayı, açlığı görün.

Görmüyorlar değerli arkadaşlar. Göremiyorlar.

Etraflarındaki kalabalık yandaş grubundan, konvoylar dolusu arabalardan halkı göremez oldular artık. Kendi partilerinin kongrelerinde bile halkla aralarına uzun bir mesafe var. Fotoğraflara dikkat edin. Kürsü var, seçilmişler var, seyrek seyrek oturmuş. Arkada koca bir bariyer onun arkasında bir araya gelmiş, toplanmış vatandaşlarımız iç içe programı izliyorlar.

Ama biz görüyoruz, biliyoruz.

Biz, günlük kazandığıyla geçinen vatandaşlarımızın aylardır nasıl bir yokluk çektiğini biliyoruz.

Sanatçılarımızın aylardır nasıl yokluk çektiğini görüyoruz.

Güvencesiz ve günlük kazançla geçinen vatandaşlarımıza derhal destek sağlanmalı. 17 Mart’ta açıkladık biz bunu. 17 Mart’ta Koronavirüs ilk vakası açıkladıktan tam 7 gün sonra, bizim partimizin daha 1 haftası yeni dolmuştu ve iki sayfalık bir açıklama yaptık. Hükûmete tavsiyeler verdik. “Sağlık yönetiminde şunları yapın, ekonomi yönetiminde de şunları yapın” dedik. Partimizin internet sitesinde duruyor. Tarih 17 Mart neredeyse 9 ay geçmiş aradan.

Dedik ki;

Esnafımıza, küçük işletmelerimize derhal destek çıkın. Bakın, bugün ne yapılmalı? Mutlaka faizsiz yeninden yapılanma olmalı. Ve bu eski borçlar yeniden yapılandırılırken pandeminin etkisi bitene kadar olan sürede hiçbir taksit ödemesi olmamalı. Taksitler pandeminin etkisi bittikten sonra zamana yaygın olmalı ve sıfır faiz uygulanmalı. Zaten biz anlamıyoruz bunu. Yıllarca en temiz çalışma arkadaşlarına, en yakın bürokratlarına faizci deyip, faiz lobisi deyip şimdi dönüp bu kadar sıkışıklıkta darlıkta, esnaftan faiz alarak borç yapılandırmalarını ben anlamıyorum. Kopmuşlar gerçekten.

Ayrıca, iş yerlerinden alınan kira stopajlarını almaktan vazgeçilmeli. Vergiymiş, SGK primiymiş devlet tüm bu alacaklarını pandemi etkisi bitene dek faizsiz olarak ötelemeli.

Dükkân kapalı, gelir yok, iş yok, vatandaş ekmek alamıyor. Bir de devlet yakasına yapışıyor vergi vergi diye. Bir de eski borçları şimdi yapılandırmak için getirmişler. Ocakta ilk taksit başlıyor. Bu nasıl yapılandırmaysa. Ocak ayı dediğin geldi. Esnafın işleri düzelmedi ki, işleri açılmadı ki, pandemi bitmedi ki, ne taksiti istiyorsunuz? Şimdi bunlar kasayı boşalttığı için aslında vatandaşımızın yakasına yapışarak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ekonomisi sağlam ülkelere baktığımız zaman, hep şunu görüyorum ki doğrudan destek veriyorlar, doğrudan. Böyle günlük kazanan, günlük harcayana, esnafa küçük işletmelere doğrudan karşılıksız destek veriyorlar. Böyle atlatıyorlar büyük krizi. Ve şu anda Türkiye gelişmekte olan ülkeler içerisinde baktığımız zaman, doğrudan desteği en düşük olan ülke. Millî gelire oranla esnafa, küçük işletmelere doğrudan desteği en az veren ülke. Niye? Boşalttılar. Bütçeyi boşalttılar, kasayı boşalttılar, hazineyi boşalttılar, Merkez Bankasını boşaltılar da ondan. Veremiyorlar. Ama baktığımızda kredi imkânı, kredi uygulamalarında yüksek rakamlarda olduğunu görüyoruz. Yani zaten yüksek borcu var vatandaşımızın daha çok borç yüklüyorlar insanların başına.

Defalarca ülkemizi krizden çıkarmış bir kardeşiniz, arkadaşınız olarak söylüyorum: Bir krizden böyle çıkılmaz. Siz rakamlarla oynayarak, enflasyonu gerçekten küçük göstererek, büyümeyi gerçekten yüksek göstererek sanal bir alem sunuyor olabilirseniz vatandaşa. Ama sunduğunuz o sanal rakamlar arazideki gerçekleri değiştirmiyor. Termometreniz artı 25 derece gösteriyor ama vatandaş eksi 15, eksi 20 derece soğuğu hissediyor. O termometrenin ne gösterdiğine bakmıyor. Sizin yanlışların ne gösterdiğine.

Bu şekilde ancak var olan kriz daha da derinleşir, vatandaşımız fakirleşmeye devam eder.

Değerli arkadaşlar, bu bizim kaderimiz değil. Bu kötü yönetim, bu ülkenin kaderi değil.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdirmek için yola çıktık. Devleti ehil olmayan ellerden kurtarmak için yola çıktık. Bu ülkeye sahip çıkmak için yola çıkık. Bakın daha bir saat önce Manisa’da ana cadde de yürüyoruz geldi bir vatandaş yanımıza dedi ki “Allah aşkına bu ülkeye bir sahip çıkın” dedi. Ülke çok sahipsiz dedi. Ve yapacaksanız bunu da siz yapacaksınız bunu da biliyoruz dedi. Canlı örnek. Sokakta yeni gördük. Yeni yaşadık. Gerçekten ülke sahipsiz. Keşke şu anda yönetenlerin beyinlerini açıp içini bir okuyabilsek. Bir gün boyunca kafadan geçirdikleri konuların, yüzde kaçı memleket meselesi. Yüzde kaçı şahsı meseleler. Keşke açıp bir okumak mümkün olsa. Bir gün belki o da icat edilir ama. İnanın sorunun tam da temelinde bu var. Memleket bekası değil iktidar bekası. Şahsi sürdürülebilirlik bekası. Tamamen kafa buralarda artık.

Biz bu ülkeyi içinde bulunduğu bu durumdan kurtaracağız. Emaneti teslim almaya geliyoruz.

DEVA Partisi olarak biz, devletin imkânlarını iktidar ve yandaşlarına değil; millete, sadece millete hizmet eder hale getireceğiz.

***

Değerli Manisalı dostlarım,

Manisa’nın potansiyelini de sorunlarını da yakından takip ediyoruz.

Manisa bir sanayi kenti. Hem de katma değeri yüksek ürünlerin üretildiği bir sanayi kenti.

Manisa Organize Sanayi Bölgesi hem ülke hem de bölge açısından önemli bir kapasiteye sahip. Türkiye’nin ihracatına katkısı yüksek.

Ama dostlarım, Manisa sanayisi de sahipsiz, desteksiz. Manisa sanayisinin tüm Türkiye’ye örnek olacak biçimde desteklenmeye ihtiyacı var.

Biz DEVA Partisi olarak, Manisa sanayisinin inovasyon kapasitesini yükselteceğiz. Yeni alanlara açılması ve ürün çeşitliliğinin artırılması için gereken teşviği, desteği vereceğiz.

Manisa’ya baktığımızda, geleceğin “dijital sanayi şehri” olarak yıldız gibi parladığını görüyoruz. Silikon vadisi gibi bir inovasyon alanı, bir girişimcilik merkezi kapasitesi görüyoruz.

Bizim bu potansiyeli gerçekleştirecek planlarımız, bu planları hakkıyla uygulayacak, işini iyi bilen, liyakatli kadrolarla Manisa’nın çehresinin değiştirilebileceğine inanıyoruz.

Türkiye’nin, katma değeri yüksek teknolojik ürünlerin sadece tüketicisi değil, aynı zamanda üreticisi, geliştiricisi, ihracatçısı olması için çalışacağız. Bunun yolu Manisa’da yeni teknoloji geliştirmekten geçiyor. Teknoloji hazır alıp kullanmak değil, Yeni teknoloji geliştirmek ve daha yüksek katma değerli, daha da yüksek teknolojili üretim. Hedef bu olmalı.

Manisa’nın var olan ürünlerini küresel rekabete uygun hale getirmek için destekleyeceğiz. Girişimcilerimizin önünü açacağız.

Sanayicimiz desteklenirken, tabii ki işçilerin de sosyal haklarının, iş güvencelerinin ve iş güvenliklerinin kesinlikle iyileştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Sosyal devlet anlayışı gereği kalkınacağız, büyüyeceğiz, daha çok üreteceğiz, ama emekçi arkadaşlarımızın da hem sosyal güvenliğini hem de iş güvenliğini çok daha yüksek standartlara çıkararak bunu gerçekleştireceğiz. Çok yakın zamanda Soma’da yaşanan felakette 301 madencimizi kaybettik. Buradan işverenlerimize de seslenmek istiyorum: İş sağlığı ve güvenliğinden taviz vermek diye bir şey asla olmamalı. Çünkü candan daha kıymetli bir şey yok.

Değerli arkadaşlar,

Pandemi döneminde Manisa’da da bazı işten çıkarmalar oldu. Özellikle bu pandemi gibi özel dönemlerde, devletin işvereni desteklerken, işçiyi de koruması gerekiyor.

Ama bakın bugün bu destek de yok. Bu koruma da yok. Neden?

Çünkü bu yönetim alması gereken önlemleri almıyor. Akılları fikirleri, “var olan kaynakları rant projelerine nasıl yönlendiririz?” derdinde.

Merkez Bankasının yedek akçe hesabını, kara gün parasını bile boşalttılar. Yıllardır biriken yedek akçeyi 2019’da bir çırpıda müteahhitlere dağıtıp bitirdiler. Geçen yılın biriken yedek akçesini de 2020’nin Ocak ayında hemen harcadılar tükettiler.

Bugün pandemi koşullarında işverenlerini destekleyen, işçilerini koruyan ülkeler varsa, bunun en önemli sebebi bu ülkelerin ekonomideki güçleridir. Ve bu ülkelere bakın bu ülkelerin çoğu mali kural uygulayan ülkelerdir. Mali kural.

Sizlerin de hatırlayacağı gibi, biz 2008-2009 krizinden sonra, bir daha öyle bir kriz yaşanmasın diye mali kurar getirdik. Hazırladık. Meclisten, plan bütçe komisyonundan da oy birliğiyle geçti, oy birliğiyle. Muhalefet partilerinin tam desteği ile geçti. Herkes dedi ki “Gerçekten bu Türkiye için büyük bir şans. Bunu uygulayalım ki ülkenin uzun vadeli istikrarının ve uzun vadeli refahının, zenginliğinin temelinde bu olsun. Almanya bunu yaptı. Avrupa Birliği, EURO bölgesi topyekûn EURO bölgesi olarak mali kural yaptı. Üstelik bizden sonra yaptılar. Bizim o girişimimizden sonra yaptılar. Fakat bizim çabamız engellendi. Her işi bitirdik mecliste onaylanmasına 3 saat kala

o günün Başbakanı’ndan, birkaç bakanın da yönlendirmesiyle, meclise telefon geldi ve durdurdular. Niye? Çünkü yeterince ihale yapılmasının önünü engelliyormuş. Yüksek miktarda ihalelerin önüne engel koyuyormuş. Mali kural ne diyordu? “Önce kazan sonra harca” diyordu. “Har vurup harman savurma” diyordu. İsraf etme diyordu. Mali kuralın özü buydu. Fakat engellediler. Ne oldu? Şimdi de ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu dönemde devlet vatandaşına gerekli desteği veremiyor.

O gün bugündür de dikiş tutmuyor ülke.
Biz, işverenimizin de işçimizin de mağdur edilmesinin önüne geçeceğiz. Değerli dostlarım,

Manisa üretim konusunda tek bir kıstasla tanımlanamayacak bir şehrimiz. Manisa bir sanayi şehri olmasının yanında bir tarım şehri.

Manisa’nın tadına doyulmaz üzümünü, incirini, zeytinini, kavununu bilmemek mümkün mü?

Fakat Manisalı çiftçimiz de son yıllarda desteksiz, sahipsiz kaldı.

Biz, Manisa’nın tarım arazilerinin verimliliğini artıracak ıslah ve sulama projelerini hayata geçireceğiz. Manisa tarımının can suyu olan Gediz Nehri’ni ıslah edip, kapalı sulama sistemlerini iyileştireceğiz.

Manisa için önem arz eden beyaz et üretimini ve ihracatını destekleyeceğiz.

Manisalı çiftçimiz, artan girdi fiyatları karşısında şu an çaresiz. Çünkü girdi fiyatlarının hepsi döviz kuruna bağlı. Gübreydi, mazottu hepsi döviz. Hani ortadan yok olan bakan var ya “biz dövize bakmıyoruz” diyorlardı. Ama Manisalı çiftçi bakıyor. Fakat sattığı ürün fiyatı da artamıyor. Niye? Çünkü vatandaşın satın alma gücü o kadar artmıyor. Artan maliyeti vatandaşa yansıtamıyor. Arada kar sıfırlanıyor çoğu zamanda eksiye düşüyor.

Sevgili arkadaşlar;

Günümüzde inovatif üretim, gıda ve tarımsal teknolojilere doğru uzanıyor. Manisa sadece enformasyon teknolojileri üretiminde değil, tarımsal teknolojilerin üretiminde de bir merkez olabilir. Hem tarımda hem de saniyede güçlü olduğu için Manisa, bu ikisinin kesişme alanı Manisa için çok çok önemli. Sadece Türkiye’nin önemli bir merkezi değil, tüm Avrupa’nın, Ortadoğu’nun bir merkezi olabilir.

Bunun gerçekleşmesi için tarım ve hayvancılığa dayalı organize sanayi bölgeleri kuracağız.

Bunlar hiç zor değil sevgili arkadaşlar. Manisa’nın var olan potansiyeli yanında bu bahsettiklerimiz hiç zor değil.

Yeter ki doğru politikalar, doğru destekler, teşvikler yapılsın.

Yeter ki bu politikaları hayata geçirebilecek liyakata, vizyona sahip kadrolar işbaşında olsun.

Yeter ki bu ülkenin insanını, bu ülkenin gelişmesini hedefleyen, rantı değil insan yaşamını önceleyen bir yönetim anlayışı iktidarda olsun.

Biz DEVA Partisi olarak hazırız.

Şimdi Manisalı kardeşlerime sormak istiyorum. Manisa hazır mı?

Başarı için, gençlerimizin dinamizmi ile enerjisi ile mutlaka tecrübeyi harmanlamamız gerekiyor. Tecrübenin de kıymeti büyük ama sırf tecrübe de olmaz. Tecrübe ile heyecan bir araya gelecek harmanlanacak ve başarıya hep beraber koşacağız. Başarının formülü de bu.

Hazırsak devam edelim arkadaşlar. İşler bununla bitmiyor. Manisamız için yapacak çok işimiz var.

Manisa’nın kentsel olarak da gelişmesi gerektiğini, şehrin altyapı sorunları olduğunu biliyoruz. Manisa’nın trafik sorunu var.

Manisa’nın trafik sorununu çözeceğiz. Çalışanların üretim alanlarına ulaşımını kolaylaştıracak adımları atacağız. Bu kapsamda Manisa’yı her yönüyle incelememiz gerekiyor. Raylı sistem Manisa için çok önemli. İlçeler arasındaki bağlantıyı sağlayacak demiryoluyla buluşturmak için çalışmalar yürüteceğiz.

Akhisar, Salihli ve Turgutlu organize sanayi bölgelerinin en kısa sürede demiryoluna bağlanması gerekiyor. Bu çok önemli bir proje.

Değerli arkadaşlar,
Nüfusu hızla artan Manisa’da yeni konut alanlarına ihtiyaç var.

Planlı ve afete karşı dayanıklı bir şekilde kentleşmeyi sağlayacağız. Deprem gibi afetlerde can ve mal kaybı riskini en aza indireceğiz.

Manisa için önümüze koyduğumuz atılım planımızın en önemli noktalarından birisi de kentin doğasını korumak.

Manisa’nın havasının, suyunun, topraklarının kirlenmemesi, enerji ihtiyacının en uygun biçimde ve çevre ile dost bir şekilde karşılamak.

Manisa’yı sürdürülebilir bir gelişme modeliyle, çevreyle uyum içinde büyüteceğiz.

Manisa’nın verimli tarım arazilerini tehdit etmeyen, turizm potansiyelini yok etmeyen, yaşam kalitesini artıran bir kalkınma modeline ihtiyacımız var. Manisa’nın sadece komşu illerden değil, tüm Türkiye’den, dünyadan turist çekmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Çünkü Manisa, Hititlerden bugüne tüm Anadolu uygarlıklarının izlerini taşıyor.

İlk parayı kullanan Lidya krallığının başkenti, Manisa sınırları içinde yer alıyor. Osmanlı döneminde devlet işlerinde tecrübe kazanmak ve eğitim almak için şehzadeler Manisa’ya gönderilmiş, burada şehzade mektebinde eğitim almış.

Manisa böyle bir tarihi mirasa sahip.

Spil Dağı, Ağlayan Kayası, Adala Kanyonu, Manisa Lalesi gibi doğal güzellikleri ile,

Artemis Tapınağı’nın kalıntıları, Aaigai Antik Kenti, Philadelphia Antik Kenti, fosil ayak izleri, Kybele heykeli gibi arkeolojik mirası ile,

Muradiye Medresesi, Sart Harabeleri, Muradiye Camii, Sultan Camii gibi tarihi eserleri ile,

Kula evleri, mesir macunu ve şenlikleri gibi geleneksel özellikleri ile,

Manisa sadece Türkiye için değil Avrupa için bir turizm merkezi olmayı da hak ediyor.

Manisa’yı tarih ve kültür turizminde en yüksek seviyeye taşıyacağız. Değerli arkadaşlar, kısacası,
Manisa’nın da tüm Türkiye gibi demokrasiye ihtiyacı var. Atılıma ihtiyacı var. Manisa’nın DEVA’sı olmak için biz hazırız.

Tekrar soruyorum şimdi, Manisa hazır mı?

***

Saygıdeğer konuklar;

DEVA partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Manisa’nın DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

29 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kütahya İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN KÜTAHYA İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Kütahya il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Sevgili Kütahyalı gönüldaşlarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kütahya teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Dünyanın en iyi çini ustalarını yetiştiren, zanaat ve halk sanatları denilince akla ilk gelen şehirlerimizden,

Evliya Çelebi’nin, Ezop’un memleketi,

Ayzanoy Antik Kenti ile dünya mirasının güzide yerleşimlerinden, “Yeter, söz milletin” diyen merhum Adnan Menderes’e vekâletini veren Kütahya’da olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

***
Değerli arkadaşlar, ülkemiz derin bir yönetim krizinin içinde.

Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen, ancak aslında tam bir sistemsizlik olan bu sürecin, ülkemizi nasıl bir tıkanıklığa soktuğunu görüyoruz.

Henüz bu sisteme geçmeden evvel başlayan sorunlar, sistem değişikliği ile tamamen çıkmaza girdi.

Hani “Şahtı şahbaz oldu” derler ya, 2018’den itibaren her alanda krizin derinleştiği bir döneme girdik. Tek kişinin ağzına bakmak kurumsallaştı.

Bakıyorsunuz Adana İl Kültür Müdürü’nü Cumhurbaşkanı atıyor. Kendi partisinin il başkanını Cumhurbaşkanı atıyor.
Merkez Bankası’na para politikasını o dikte ediyor.
Buğday fiyatlarını da o belirliyor.

Koskoca ülke, 84 milyonluk Türkiye, tek bir karar merci tarafından yönetilmeye çalışılıyor.

Değerli arkadaşlar;

Türkiye birden büyüktür arkadaşlar. Türkiye bir kişiden büyüktür. Şöyle bir bakalım ne oldu diye? Aslında ne oldu?

Bu sistemin adını "Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi” koydular. Ancak bu sistemde aslında olması beklendiği gibi bir Cumhurbaşkanı yok.

Anayasanın emrettiği tarafsız, milletin birliğini temsil eden, kuvvetler ayrılığını temin eden, Anayasanın uygulanmasını gözeten bir Cumhurbaşkanı yok.

Şu an o koltukta oturan kişi, parti genel başkanlığı, belediye başkanlığı hatta genel müdürlük, daire başkanlığı yapıyor; ancak anayasada öngörüldüğü gibi bir cumhurbaşkanlığı yapmıyor. Yapmak istese de yapmaya vakit bulamıyor.

Her şeyin doğrudan veya dolaylı başkanı sayılıyor, ama Anayasada çerçevesi çizilen ve sistemde beklenen Cumhurbaşkanı olamıyor.

Bu sistemle birlikte Sayın Erdoğan her şey oldu, ama Türkiye’nin ihtiyacı olan bir Cumhurbaşkanı olamadı.

Son haftalarda yaşadıklarımız ise bu sistemin tam bir iflasını artık bize işaret ediyor.

Biliyorsunuz, önce yakın akraba Bakan sosyal medyadan açıkladığı istifa mektubuyla ortadan kayboldu. O gün bugündür kendisinden haber yok.

Saatlerce, 24 saatten fazla süre geçti bu istifa paylaşımından sonra. Fakat basın bu haberleri bir türlü veremedi. Hatta yandaş basın böyle bir olay yokmuş gibi davrandı. Kilitlendi kaldı. Niye? “Çünkü haber yap” diye bir talimat gelmedi.

Yabancı basında bile haber oldu, bizimkilerde çıt yok. Niye? Çünkü onlar da yine aynı kişinin işaretini talimatını bekliyorlar. “Bu haberi yapalım mı yapmayalım mı?” diye. Sosyal medyadan bütün dünya duydu ama bizim basın, bizim vatandaşlarımıza “Duyuralım mı, duyurmayalım mı?” diye kilitlendi kaldı.

Sonra kayınpederi bu istifasını açıklayan kişinin af dilediğini ve affını kabul ettiğini söyledi. Bakın devlet geleneğimizde böyle bir telaffuz yok. Böyle bir terim yok. Devlet geleneğinde istifa vardır, istifanın kabulü vardır. Nitekim, daha sonra bir başka kişi biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olan bir kişi istifa etti ve onun istifası kabul oldu. Yeniden devlet terminolojisine dönüldü.

Düşünün yani yakın akraba ile devlet yönetimini böyle birbirine karıştırmanın sonuçlarını düşünün. Doğru düzgün istifada olamıyor, istifanın kabulü de olamıyor. “Af” diye bir tabir uyduruyorlar. Af dilemek, affı kabul etmek. Bunu da kararnameye yazdılar, devlet belgesine bu şekilde yazdılar. Böyle bir şey düşünülebilir mi?

Sonra yeni bir Bakan atandı, devir teslim töreni olacak diye bekliyoruz ama oda olmadı. Bizim Cumhuriyetimizin geleneğidir. Bir devlet görevi bırakılırken ve devir alınırken devir-teslim töreni olur. Bir ilki de orada yaşadık. Kayıp Bakan ortaya çıkmadı. Anlayacağınız makamı devredecek törene iştirak edip de milletin basının yüzüne bakacak cesareti bulamadı.

Nasıl oluyor bunlar? Tam iki senedir devletin maliyesinin,
Hazinesinin başında olan kişi nasıl oluyor da tek bir söz söylemeden bir anda ortadan kayboluyor? Bunun da gayet normalmiş gibi karşılanması, işlenmesi...

İşte akraba kayırmacılığının bizi getirdiği nokta bu. “Nepotizm” dediğimiz bu hastalığın bizi getirdiği nokta bu. Hani dedim ya, her şey tek kişiye bağlı. İşte o kişi, kayınpeder olunca böyle oluyor.

Sırf akrabalık yüzünden devletin en önemli pozisyonlarından birini işgal eden kişi, sorumluluğunun gereğini yerine getirmiyor.

Sorunun tam da odağında bu var. Kendisini millete karşı değil, akrabasına karşı sorumlu hissediyor.

Hâlbuki bu millete çalışanın bu millete, bu devlete sorumluluğu vardır. Ama şu andaki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütün atanan kişiler, kendisini tek bir kişiye karşı sorumlu görüyor. Millete hesap verme sorumluluğu yok. Milletin karşısına çıkıp da olan biteni anlatma zorunluluğu da yok. Bu sistem bu kadar yanlış bir sistem.

Ama biz bunu kabul etmiyoruz? Yaptığınız her hata ülkemizin fakirleşmesine sebep oluyor. Yaptığınız her hata gençlerimizin yarınlarını elinden alıyor. Gençlerimizin bu ülkenin geleceğine dair ümitlerini yok ediyor. İşsizliğe sebep oluyor. Açlığa sebep oluyor.

"O bizi kandırdı, bu bizi kandırdı” diyerek daha ne kadar oy isteyeceksiniz bu milletten? Bu kadar ucuz mu bu ülkenin kaderi?

Değerli arkadaşlar, biz tüm bunların ülkemizi felakete sürüklediğini görüyoruz. Üzülerek söylüyorum ki, buradan iyiye gidiş olmayacağını görüyorduk.

Onun için bundan iki sene önce DEVA Partisi’ni kurmaya karar verdik. Onun için 9 ay önce partimizin kuruluşunu gerçekleştirdik. Üç beş adam değiştirerek düzeltmeleri mümkün değil, düzeltemeyecekler.

Bu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve şu anda yönetimde olan zihniyet değişmeden hiçbir şey düzelmeyecek.

Durmaksızın "yerli ve milli” diyorlar. Yaptıkları her hatayı "milliyetçilik” örtüsü ile kamufle etmeye çalışıyorlar.

Hayır, sizin hatalarınız yerlilik değil. Sizin yaptıklarınız millilik değil, milliyetçilik hiç değil.

Yaptığınız ülkemize ve bu ülkenin insanına zarar vermek. Evet sevgili dostlarım,

Biz onların bu dar, içe kapalı, toplumu ayrıştıran, kendi içinde kutuplaştıran ve belli kesimleri ötekileştiren milliyetçilik tanımını reddediyoruz.

Bu ülkede yaşayanların hak ettikleri özgürlük ve refah seviyesine ulaşmasını sağlayacak hiçbir şey yapmıyorlar.

Gerçek milliyetçilik, her bir vatandaşın kendi hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayabileceği bir ortam oluşturmaktır.

Gerçek milliyetçilik, bu ülkede yaşayan herkesin başını dik tutabilmesini sağlamaktır.

Gerçek milliyetçilik, vatandaşlarımızın, çocuklarının geleceğinden kaygı duymadan başlarını yastığa koymasını sağlamaktır.

Gerçek milliyetçilik, bu milleti ekmek parasına mahkûm etmek değildir.

Maalesef dostlarım, bugün ülkeyi yönetenler uyguladıkları politikaların başına "milli” gibi “yerli” gibi sıfatlar ekliyor ama yaptıklarının millilikle de yerlilikle de alakası yok.

Bugünkü yönetim, kendi seçmen tabanını daha bağımlı hale getirmek için, diğer bütün toplum kesimlerini tamamen öteleyerek devleti yönetiyor.

Biz bu anlayışı kabul etmiyoruz.

Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışır, müreffeh, eşit, adil, özgür bir ülke inşa etmek için geliyoruz.

Biz hazırız, geliyoruz.

***

Değerli arkadaşlar,

Bu kötü yönetim yüzünden orta direk yıkılıyor. Orta direk yıkılıyor ve çadır çökmek üzere.

Biz bu çadır çökmeden yapılacakları sürekli anlatıyoruz. Halkımız için bir an evvel şunları yapın diyoruz.

Bakıyoruz, lafta bizim sözlerimizi tekrar ediyorlar ama icraata gelince yine bildiklerini okuyorlar.

Ne dediler; ekonomi dibe vurunca insan hakları dediler. İnsan hakları konularını ekonomik aktörlerle konuşacağız dediler. Siz insan hakları konusunu niye ekonomik aktörlerle konuşuyorsunuz? Çünkü ekonomiyi kurtarmak için ne yapacağımızı söyleyin de onu yapalım, gerisini boş ver diyorlar zihinlerinin arkasında. Şöyle bir baktığımızda arkadaşlar Reform demeye başladılar. Geleceğimizi Avrupa Birliği ile görüyoruz demeye başladılar. Sanki yıllardır “Ey Avrupa” diyen “Ey Batı” diyen başkasıymış gibi. Tamam bunu ekonomi dibe vurunca söylediler. Ben tam o günlerde dedim ki; “Bu söylenenlerin hepsinin bir samimiyet testinden geçmesi gerekiyor. Çünkü güveni kaybettiniz. Artık güvenmiyor kimse. Bunu lafta söylüyorsunuz ama bir yapında görelim” dedim.

Bakın 2021 bütçesini açıkladılar. 2015 yılında 24 milyar liraya Düşürdüğümüz bütçe açığını 10 kattan fazla artırarak açığı 245 milyar liraya çıkarttılar. Şu an Meclis’te görüşülen bütçe biz bıraktığımızda 24 milyar, şu anda mecliste görüşülen bütçenin açığı 245 milyar...

Merkez Bankası’nın rezervlerini tükettiler, bir de Merkez Bankası’nı borçlandırdılar.

İki yılda Merkez Bankası’nın döviz rezervinden tam 130 milyon dolar dövizi örtülü sistemle, şeffaf olmayan sistemle başka bankalar üzerinden sata sata tükettiler.

Şu an Merkez Bankası eksi 44 milyarda rezerv büyüklüğü olarak. Yani nasıl eksi olur rezerv? Merkez Bankası kasasını açıyor gösteriyor “bak dövizim, altınım var” diyor ama o dövizden ve altından daha fazla miktar piyasaya borçlandı Merkez Bankası. Elindeki altın, döviz emanet, bir üstelik onun dışında 44 Milyar daha piyasaya borcu var.

Devletin, hazinenin borcunu iki yılda tam ikiye katladılar. Bakın partili Cumhurbaşkanı göreve başladı 2018 Haziran, en yakın akrabayı ekonominin başına getirdi, o gün bugündür hazinenin içi borç toplamı 970 milyardan 1 trilyon 935 milyara çıkmış durumda. Tam iki misli, iki yılda. Yanlış bir yönetim sistemi, partili Cumhurbaşkanı, ‘nepozitim’ akraba kayırmacılığı. Bu üçgen ülkeye iki yılda tam iki kat hazine borcu olarak, yük olarak geri döndü.

Varlık Fonu kurup, adını yokluk fonuna, borç batağına çevirdiler. Doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırdılar.

Bakın bu fonun borcun tam 64 milyar TL. Eski parayla 64 katrilyon. Daha yeni kuruldu adına Varlık Fonu dediler. Bu fon şu anda borç batağında. Ve bu Türkiye Cumhuriyeti’nin varlıklarında nerdeyse kendi tapulu mülkleri gibi görmeye başladılar. Varlık fonu her türlü denetimden istisna. Sayıştay bile girip bakamıyor.

Daha yeni Varlık Fonu üzerinde biliyorsunuz Katar’a bir hisse satışı yaptılar. Katar bizim dost ülkemiz. Yatırım yapmasından mutlu oluruz ama bu rakamlarında vatandaşlarımızla paylaşılması lazım. Kimsenin kendi tapulu mülkü değil. Bu alınıp satılan kimsenin şahsı malı da değil. Bu ülkenin vergi ödeyen her bir vatandaşının oralarda hakkı var. Ve gerçekten bu ciddi bir pervasızlık. İsraf aldı başını gitti.

Şöyle bir baktığımızda değerli arkadaşlar,

Merkez Bankası’nın yedek akçelerinide tükettiler biliyorsunuz. Rezerv ayrı, yedek akçe ayrı. Yıllardır biriktirilen yedek akçeler 2019’da bir günde sıfırlandı. Kamuya iş yapan mücahitlere dağıttılar. Bir günde sıfırladırlar 2019’da. 2020’nin daha Ocak ayında 2019 içinde biriken yedek akçeyi de bir anda harcadılar, sıfırladılar. Gerçekten kasa tam takır. Hazinde boşaldı. Merkez bankası boşaldı. O Merkez Bankasının dövizleri bu milletin alın teriydi. Bu millet çalıştı, üretti ihracat yaptı. İhracat gelirlerini Merkez Bankası döviz rezervi olarak yıllardır biriktiriyordu. Bir anda sıfır, eksi. Kötü yönetimin sonu arkadaşlar bunlar. Başka hiçbir sebebi yok.

Pandemi falan diyorlar, pandemi çıkmadan da bu ülkenin zaten ekonomisi krizdeydi. Pandemi öncesi geçen sene Türkiye’nin büyüme hızı sadece yüzde 0,9, yüzde 1 bile büyüyemedi bu ülkenin ekonomisi. Geçen sene pandemi yoktu ki bu sene Mart’tan itibaren başladı.

Değerli arkadaşlar

Şu anda ülkemizde beyan edilen ücretlerin %42’si asgari ücret; yani ben çalışıyorum, işçiyim, sabit gelirliyim diyen vatandaşlarımızın %42’si sadece asgari ücret kadar bir gelirle çalışıyor.

Asgari ücretin iki katına baktığımızda ve onun altında maaşı olan vatandaşlarımız ne kadar diye baktığımızda orada da %82 bir oran var.

Yani bu ülkede, ben çalışıyorum, sabit gelirliyim diyen vatandaşlarımız yaklaşık yüzde 80’i, ayda 5 bin liranın altında gelirle ailesini geçindirmek zorunda.

Vatandaşımız çalışıyor, çabalıyor, gecesini gündüzüne katıyor. Ama eline 5 bin lira geçmiyor.

Niye? Çünkü şu anki hükümetin zenginleşmekten anladığı, refahtan anladığı, üç beş tane zengin türetmek. Onlar o üç beş zengini türetirken bu halk fakirleşti. Onlar zenginleşirken bu halk sosyal yardımlara muhtaç hale geldi. Bu sosyal devlet anlayışı değil. Bu mu sosyal adalet anlayışı hiç değil.

Bir de dün hükümetin büyük ortağın partisine mensup bir vekil kalkmış “kriz yok, bu millet iş beğenmiyorlar” diyor.

Bir de dün büyük ortağın partisine mensup bir vekil kalkmış “Kriz yok, iş beğenmiyorlar” diyor.

Yazıktır, günahtır. Milleti fakirleştirdiniz, millet açlığa mahkûm oldu. Bir de kalkıp halkımızı suçluyorsunuz. Sanki iş çok, iş bolda insanlar iş beğenmiyormuş, çalışmıyormuş. İfade bu. Bu ama neden olur değerli arkadaşlar, toplumdan kopmaktan olur.

Artık hakla kaynaşamıyorlar. Toplumun içine çıkamıyorlar. Şöyle bir çarşı Pazar dolaşsalar, söyle rasgele bir çarşıya gitseler, esnafla oturup bir halleşseler bir dertleşseler böyle hatalar yapmazlar.

Sokaklara çıkın hele bir gelin şu Kütahya’nın sokaklarında bir dolaşın.

Ama öyle "Eve ekmek götüremiyorum” diyene, "Al keyif çayı iç” demeyeceksiniz. Çünkü biz görüyoruz, yaşıyoruz. Hangi ekmek fırınına gitsek ekmek parası olmayan vatandaşlarımızın, ekmek fırını sahibiyle, çalışanlarıyla olan diyaloğunu görüyoruz, yaşıyoruz. Bu Türkiye’nin maalesef gerçeği artık. Vatandaşı dinleyeceksiniz.

Hele bir halkımızı dinlemeye başlayın. Dinleyin de öğrenin.
Dinleyin de ülkeyi düşürdüğünüz durumu bir görün. Yoksulluğun geldiği noktayı, açlığı görün.

Görmüyorlar değerli arkadaşlar.

Etraflarındaki yandaşlardan, konvoylar dolusu arabalardan halkı göremez oldular artık.
Kendi partilerinin kongrelerinde bile halkla aralarına uzun bir bariyer çekiyorlar.

Ama biz görüyoruz, biliyoruz.

O yüzden esnafımıza şu dönemde bari bir nebze destek olunması için acil çağrıda bulunuyorum.

Günlük kazanıp günlük harcayan vatandaşlarımıza destek olun. Pandemi döneminde çalışamayan, işinden olan garsonlarımız, müzisyenlerimiz, sayısız emekçimiz var.

Ayrıca esnafımızın, küçük işletmelerin tüm vergi ve SGK prim ödemelerinin ötelenmesi, ertelenmesi ile ilgili biz çağrı yaptık. Kiradan stopaj alınmaması için çağrı yaptık. Bu çağrıların çoğunu 17 Mart’ta yazılı olarak biz duyurduk.

Tüm Türkiye’ye ilan ettik. Hükümete çağrı yaptık. İlk pandemi vakasından tam 7 gün sonra 2 sayfalık bir yazılı açıklama ile pandemi döneminde ekonomi yönetirken neye dikkat edeceksiniz, işin sağlık tarafını yönetirken neye dikkat edeceksiniz diye biz onlara reçete yazdık ve ilan ettik.

Ertelenen vergilerin geri ödemesini de uzun vadeye yayılması gerektiğini söyledik. Kredi borçları ertelenirken faiz alınmaması gerektiğini ve bunların uzun vadeye yayılması gerektiğini de söyledik.

Esnafımıza, küçük işletmelere, kapalı kaldıkları dönem boyunca derhal kira yardımı sağlanmasını da bugün buradan tekrar ifade ediyorum.

Ancak böyle bir destek, böyle bir yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır: Uzun vadeli ve kesinlikle sıfır faizli yapılandırma.

Bunlar acil... Bunlar hayati...
Bu arada bir başka acil konu da şu varlık fonu...

Derhal kapatın. Derhal kapatın. Siz kapatmazsanız da biz yarın geleceğiz ve kapatacağız.

Ne olduğu bilinmeyen, ne işlem yaptığı belli olmayan, şeffaf olmayan, her türlü denetimden uzak olan bu kara delikle halkımızı fakirleştirmeye de bir son verin.

Değerli arkadaşlar,

Biz yapılması gerekenleri açıkladıkça “Birde kalkmış bize ders veriyor” dediler. Beni kastederek. Ama ders vermediğimizde durum ortada. Dersi dinlemedikleri için sadece kendileri sınavda çakmıyor, ülkeyi de dibe çakıyorlar, dibe vuruyorlar. Bu zararı da bütün millet çekiyor biz ona üzülüyoruz.

Son 10-15 gündür reformdan bahsediyorlar. Yatırımcıda güven oluşturmak istediklerini söylüyorlar. Ama bakıyoruz, yine hem güven diyorlar, şeffaflık diyorlar hem de aynı günlerde varlık fonu üzerinden yine şeffaf olmayan örtülü bir işlem daha yapıyorlar. Çünkü huylu huyundan vazgeçmiyor. Sorunun temelinde bu var.

Madem güven diyorsunuz, madem reform diyorsunuz, yatırımcı gelsin diyorsunuz; derhal ve derhal yandaş şirketlere özel ihale usulünden bir vazgeçin hele. Avrupa Birliği’nin uyguladığı bir kamu ihale mevzuatı var. 28 Ülke bütün yatırımlarını, o gelişmiş ülkelerin hepsi bütün yatırımlarını, devlet alınımlarını o mevzuata göre yapıyor. Siz niye yapmıyorsunuz? Biz o kadar mücadele verdik zamanında. Gelin şunları aynen uygulayalım diye. İhale yasasını 190 defadan fazla değiştirdiler. En sonda da ne yaptılar, bütün ihaleler var ya bir istisna maddesi var oradan yapılıyor. İstisna, acil işler. Her şey acil. O istisna maddesinde ne diyor eğer çok acilse diyor, iki üç tane firmayı çağır hemen işi çabuk bitir diyor, çünkü acil madem diyor.

Bütün büyük projelerin hepsi o maddeden ihale ediliyor. Çoğu şirketin haberi yok. İki üç tane bildikleri şirketi çağırıyorlar diyorlar ki; ”Böyle bir iş var sen hazırlan” ve teklif geliyor, ihale veriliyor iş yürüyüp gidiyor.

Ve bu çok büyük israfa sebep oluyor. Eğer bu ülkenin borcu 2 yılda ikiye katladıysa, eğer bu ülkenin bütçe açığı biz ayrıldıktan sonra ona katladıysa işte bu harcamalar yüzünden ve bu israf yüzünden. Başka sebebi yok.

Biz DEVA Partisi olarak, ihale ve satın alma süreçlerini tüm tarafların ve yurttaşların izleyebilmesine açık tutacağız. Çünkü biz devletin malının gerçek sahiplerinin, hakkıyla emeğiyle kazandıklarından vergisini ödeyen vatandaşlarımız olduğunu biliyoruz.

DEVA Partisi, milletimizin hak ettiği refah seviyesini sağlamak için hazır. Buradayız.

Emaneti teslim almaya geliyoruz.
***
Değerli arkadaşlar,
Biliyorsunuz yine son günlerde Avrupa Birliği’nden bahsetmeye başladılar.

Yıllardır “Ey Batı” diyorlardı değil mi? Hac hilal diyorlardı, hac hilal. Birdenbire Türkiye’nin geleceğine o hac dedikleri yapının içini görmeye başladılar. Bir şekilde nasıl olduysa 180 derece dönüş ve iktidara daha dün gelmiş gibi konuşmaya başladılar. Ama artık bu milletin bunlara kanacak hali yok. Siz iktidara yeni gelmediniz.

Siz iktidara yeni gelmediniz. Avrupa’yla, NATO’yla, Batı ile kavga eden, ülkeyi içe kapatan, tüm ülkeyi kendi şahsınızı merkeze alarak yöneten sizsiniz.

Bu zihniyet nedeniyle ülkemiz fakirleşiyor.

Şimdi ben açık sorular sormak istiyorum ve millet olarak bunun cevabını almaya hakkımız olduğunu düşünüyorum. Bütün bu yanlış politikalarınızın bedelini bu halk mı ödeyecek yine?

Bu milletin sırtına yüklediğiniz o maliyet, bu işsizlik, bu yoksulluk sadece milletin üzerine yük olarak mı kalacak?

Böyle “U dönüşü yap, 180 derece dön”. Türkiye Cumhuriyeti, bu koskoca ülke sizin deneme tahtanız değil ki. Dene yanıl, dene yanıl. Sizin test laboratuvarınız hiç değil. Bir Batı’dan yanayız, bir değiliz. Merkez Bankası’nın faizi şöyle olsun. Yok üç tane başkan değiştir faizi %15’e yükselt. ‘Faiz sebep enflasyon sonuç’ de, üçüncü başkan ilk gün gelsin. Yok öyle değil. Tersini söylesin faizi değiştirsin. Bu ülke sizin deney laboratuvarınız değil, bu ülkenin vatandaşları kobay hiç değil.

Güvenlik ve dış politikada geldiğimiz durumu görüyor musunuz arkadaşlar.

S-400 füzelerine milyarlarca dolar parayı verdiler mi? Verdiler. Kullanabiliyorlar mı? Yok. Yaptırımlardan korkuyorlar. F-35 savaş uçaklarına milyarlarca dolar para ödediler. Bir tane uçak alabildiler mi? Yok. Peki ne anladık?

Hem milyarlarca doları kaybet, hem F-35’leri kaybet hem de S-400’leri kullanama. Bu mu dış politika? Bu mu güvenlik politikası? Biz diplomaside kazan-kazan formüllerini iyi biliriz yaptık. Kazan-kazan ne demek? Herkes kazanır. Küçük pastayı paylaşmazsınız, pastayı büyütürsünüz herkesi kazandırırsınız. Ama ilk defa Kaybet-kaybet-kaybet nasıl oluyor bunlar bu millete gösterdiler maalesef.

Bu ülkenin milli çıkarlarını savunmak bu değil. Bir ülkenin milli çıkarları, ulusal çıkarları böyle savunulmaz. Hem parayı kaybet hem S-400’ü hem F-35’i. Böyle dış politika olmaz. Böyle dış güvenlik politikası olmaz.

Ve sizin bu millete bir açıklama borcunuz var.

Hukuktaki, ekonomideki, dış politikadaki, güvenlik politikalarındaki yanlışların bu millete ödettiği bedelle ilgili bir açıklama borcunuz var.

Öyle ekonomide akrabayı ortadan kaybedip, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmek... Böyle bir şey yok. Bu millet size soruyor; “Biz niye bunun bedelini ödüyoruz? Size 2018 seçimlerinde son bir kredi açtık. Son defada bir destek de verdik. Ve siz gittiniz iki yılda ekonomiyi batırdınız. İki yılda bizim oy verdiğimiz partinin anahtarlarını tuttunuz küçük ortağınıza teslim ettiniz.

Biz size oy vermiştik. Biz size oy vermiştik. %10’luk genel başkana anahtarı teslim ettiniz.”

Bir de %1’lik bir parti daha var biliyorsunuz ortalarda dolaşan. 28 Şubat’ın karanlığını destekleyen bir parti. O partide diyor ki; “Bizim fikirlerimiz, zihniyetimiz şu anda iktidarda” diyor.

E şu anda iktidarın büyük ortağına oy veren vatandaşlarımız, bu %1’lik partinin zihniyeti iktidarda olsun diye mi size oy verdi? Bu millete en azından bir açıklama borcunuz var. Size oy veren halis niyetli sizi destekleyen, son defa “Hadi çok istiyorsun madem başkanlık sistemini al bakalım ne yapacaksın?” diye, son defa kredi açan bu milletimize bir açıklama borcunuz var.

Bu ülkenin çıkarlarını, bu halkın menfaatlerini yok sayıp şahsileşmiş yönetim tarzının ülkeye verdiği zararı görmüyor musunuz? Biz bunu kabul etmiyoruz!

Doğmamış çocuklarımızı bile borçlandıran bu yönetim yapısınız bu zihniyeti reddediyoruz. Bu ülkenin vatandaşlarının alın teriyle kazandığı ve devletine ödediği vergileri çarçur edilmesini kabul etmiyoruz.

Hani eskiden biliyorsunuz kamu reklamları olurdu televizyonlarda derlerdi ki; “Ödediğiniz vergiler yol, su, elektrik olarak size geri dönecek.”

Şimdi o da dönmüyor? Niye? Nereye gidiyor bu?

Ben bir kısmını söyleyeyim: Mesela biz bıraktığımızda 53 milyar lira olan devletin faiz ödemesi önümüzdeki yıl 179 milyar liraya çıkacak. Ödediğimiz vergilerden ciddi bir miktarı artık faiz ödemesinde kullanılıyor.

Yüksek faiz ödemeden finansman da bulamıyorsunuz artık.

Bu milletin bilmeye hakkı var. Vergi gelirlerini nerelere harcadınız, nasıl bu hazineyi borca soktunuz, bunları açıklamanızı bekliyoruz.

***
Saygıdeğer Kütahyalı dostlarım,

Tüm bu anlattığım kötü tablodan Kütahya’da nasibini maalesef aldı. İşsizlik almış başını gidiyor. Gençlerimiz ve yetişmiş insan kaynağımız iş bulma umuduyla başka şehirlere göç ediyor. Kütahya’ya yatırımcı gelmiyor.

Bu şehir bunu hak etmiyor.

Kütahya verimli ovalarıyla tarımda ciddi bir potansiyele sahip ama ülkemizin dört bir yanında olduğu gibi, yine destekten mahrum.

Artan kura bağlı olarak çiftçimizin maliyeti arttı. Mazot, gübre, sulama derken tüm girdi maliyetleri arttı. Ama satış fiyatları artmadı.

Çeşit çeşit tahılıyla, kestanesiyle, kirazıyla, vişnesiyle
Kütahya üretimde zirvede olabilecekken, ürettiklerini ihraç edebilecekken, maalesef çiftçimiz desteklenmiyor. Hatta kötü politikalar nedeniyle adeta köstekleniyor.

Yine hayvancılıkla uğraşan vatandaşımıza da yeterli destek verilmiyor. İthalata bağımlı hale gelen ülke ekonomimiz üreticiyi görmezden geliyor.

Oysa çiftçilerimizin desteklenmesi, tarımın güçlenmesi tüm ülkeyi kalkındırır. Biz bu nedenle tarımda sürdürülebilirlik ve yenilikçilik tabanlı bir üretim modelini esas alacağız.

Çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.

Tarım liseleriyle, mesleğin gençleşmesini ve tarımın gençler için kârlı bir sektör olmasını sağlayacağız.

Biz hayvancılığı da yem üretiminden başlayarak destekleyeceğiz. Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımıza destek vereceğiz.

Küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde aile işletmelerinin kaliteli üretim yapmaları için teknoloji kullanımlarını teşvik edeceğiz.

Kütahya’nın yer altı kaynakları da yeterli miktarda değerlendirilmiyor. Biz bu kaynaklarımızı yenilenebilir temiz enerjiye çevireceğiz.

Kütahya, sanayi yatırımlarında da ülkemizin önemli şehirlerinden biri. Ancak sanayicilerimiz de gerektiği gibi desteklenmiyor.
İstihdam alanları daralıyor.
Biz küçük ve orta boy işletmelerin büyümesini ve rekabet güçlerini artırarak uluslararası iş yapan şirketler haline gelmesini hedefliyoruz.

Böylece şehrimizdeki büyük işsizlik sorununun da önemli ölçüde azalacağını biliyoruz.

Değerli dostlar,

Kütahya’ya söz verilen şehir hastanesi on yıldır tamamlanmıyor. Hem hastane hem de doktor eksiği sebebiyle vatandaşlarımız hastalandığında çevre illere gitmek zorunda kalıyor. Hele hele şu pandemi günlerinde vatandaşımızın sağlığa ulaşımının bu denli zor olması kabul edilebilir değil.

Kütahya merkez ile ilçeler arası karayolu bağlantısı da maalesef yetersiz. Söz verilen hızlı tren ulaşımı da hâlâ yapılmadı.

Bugünkü iktidar, seçim dönemlerinde şehirleri gezerken
söz veriyor da sonra Ankara’ya gidince bunları unutuyor maalesef.

Biz, demiryolu ulaşımına öncelik vereceğiz. Hem yolcu taşımacılığında hem de mal taşımacılığı için demiryolunu kullanacağız.

Şehirdeki hava kirliliğinin yanısıra Emet ve Hisarcık ilçelerimizdeki suyun da sağlık açısından riskli olduğunu biliyoruz. Tüm bunların iyileştirilmesi, vatandaşımızın sağlığının birinci planda tutulması için çalışacağız.

Pandemi döneminde uzaktan eğitimle ilgili maalesef Kütahya’da da büyük bir mağduriyet oldu. İnternet altyapısı olmayan köylerimizde çocuklarımız eğitimden mahrum kaldı.

Eğitimde, çocuklarımız arasında adaletsizliğe sebep olan bu mağduriyete son vereceğiz. İnternet altyapısını yüksek hızlı, kaliteli ve gençlerimiz için ücretsiz hale getireceğiz.

Ve inanın bunlar çok paralar değil. Nerelere neler neler harcanıyor. Tabi onlar diyor ki itibardan tasarruf olmaz. Biz de diyoruz ki bal gibi olur. Yazlık, kışlık saraylar yaptırmak zorunda değilsiniz. Bilmem kaç uçakla en yakın komşuya seyahat etmek zorunda değilsiniz.

Biz isterseniz nereden nasıl tasarruf edilir size hemen reçete yazıp gönderelim, hemen. Ama baktık ki gelecek yılın bütçesine şu anda Meclis’te görüşülen bütçeye tarım ödeneği 2020 yılında neyse bu yıl, 2021 yılında da aynı. Enflasyon kadar bile artırmamışlar tarım desteğini bütçede. Cumhurbaşkanlığı bütçesine bakıyoruz %28 artış var, %28.

Düşünebiliyor musunuz ülkenin geldiği hali. Görmüyorlar. Artık çok da önemsemiyorlar. Nasıl olsa ne anlatırsak bizim yandaş basın onu yazıyor. Zannediyor ki vatandaşta sadece o yandaş basını okuyor, yandaş televizyonları izliyor. Öyle değil.

Artık bu millet uyanıyor. Bu millet sizin her dediğinize artık inanmıyor. Artık güveni üzülerek söylüyorum kaybettiniz. Güveni kaybetmek hızlı olur. Ama geri kazanmak çok zordur. Güveni kazanmak için üç ilke var arkadaşlar. Üç ilke. Daha uzatabiliriz listeyi ama en önemli üç ilke...

Bir, konuştuğunuz zaman doğruyu söyleyeceksiniz. İki, söz verince tutacaksınız. Üç, size bir şey emanet edildiği zaman o emaneti gözünüz gibi koruyacaksınız, emanete ihanet etmeyeceksiniz.

Bunlar evrensel kurallar, bunlar bizim geleneğimizin bizim değerlerimizin zaten bize emrettiği kurallar ama aynı zamanda evrensel kurallar. Dünyanın neresine giderseniz gidin. Güven ne derseniz size bunu söyleyecekler. İster Japonya’da sorun, ister Finlandiya’da sorun, ister Kanada’da sorun, isterseniz Güney Kutbu’nda sorun. Hiç değişmeyen aynı ama ama bu üç ilkenin üçüne de artık uymaları mümkün değil, bitti. Güveni kazanamayacaklar.

Biz bunu öngördüğümüz için zaten DEVA Partisi’ni kurduk. Bu ülkenin yeni bir siyasi harekete şiddetle ihtiyaç duyacağını bildiğimiz için DEVA Partisi’ni kurduk.

Yine maalesef Kütahya turizmde de hak ettiği payeyi alamıyor.
Antik kentleri, kaleleri, mağaraları, dağcılık için uygun bölgelerinin hiçbiri gerekli teşviği ve tanıtımı alamadığı için Kütahya hak ettiği turistle buluşamıyor.

Değerli arkadaşlar biz, Kütahya’nın sorunlarını dinliyoruz, biliyoruz, görüyoruz.

Kütahya’nın da tüm Türkiye gibi demokrasiye ve atılıma ihtiyacı var. Kütahya’nın DEVA’ta ihtiyacı var sevgili arkadaşlar!
DEVA hazır!
Soruyorum şimdi, Kütahya hazır mı?

***
Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla; eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var,

Kütahya’nın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

29 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Eskişehir İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın
1. Olağan Eskişehir İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Eskişehir İl Teşkilatımızın çok değerli Başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Eskişehirli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Eskişehir teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Porsuk Çayı’yla, Odunpazarı Evleriyle, camileriyle, çarşılarıyla, parklarıyla, müzeleriyle Anadolumuzun parlayan kültür ve sanat kentinde,

Gençlerin, öğrencilerin şehrinde, Eskişehir’de olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk şöyle demişti: “Eskişehir’i ve Eskişehirlileri çok iyi tanırım. Milli Mücadele yıllarında büyük vatanseverlik ve üstün bir cesaretle mücadelemizin daima yanında olmuş, bu mücadeleye çok geniş yardımda bulunmuşlardır.”

***
Değerli arkadaşlar,

9 Mart 2020 tarihi, Türkiye siyasetinde bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçti. Ülkemiz, DEVA Partisi’nin kurulmasıyla yepyeni bir soluk kazandı.

Türkiye’nin birbirinden güzel renkleri partimizin çatısı altında bir araya gelmeye başladı.

Türkiye’nin en genç, en yeni, en yenilikçi siyasi partisini hep birlikte kurduk.

Kimsenin şüphesi olmasın, bu sancılı günleri geride bırakıp, ülkemizi her alanda en üst seviyeye taşıyacağız. Gerçek bir hukuk devletiyle, özgürlüklerin doyasıya yaşandığı, milletimizin refahının yükseleceği günler yakın. Hiç kuşkunuz olmasın.

Değerli arkadaşlar,

Ülkemıż şu andaki bu kötü yönetıṁ yüzünden ıḟ ade ve basın özgürlüğü alanındavahıṁ bıṙnoktada.İfadeözgürlüğüönemliçünkühastalığınteşhisi oradan başlıyor.

Onlarcagazetecı̇cezaevıṅde,tam715basınkartııṗtaledıl̇mış̇.Basınkartı iptali ne demek artık emeklilik haklarından bile istifade edemiyorlar demek.

Sınır Tanımayan Gazetecıl̇er Örgütünün 2020 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksı'̇ne göre, Türkıẏ e basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer aldı.

Sonlardayızarkadaşlar.BulıṡtedesonsıradaKuzeyKoreyeralıyor.Bıżıṁ bıṙüstümüzdeBelarus,bıṙaltımızdaıṡeRuandavar.

Ne yazık ki, hayırlı göstergelerde yukarılarda değiliz.
Türkiye’yi bulmak için, listede aramaya sonlardan başlamak daha kolay.

Buutançverıċı̇tabloyuTürkıẏehaketmıẏor.Türkıẏe’nıṅ lıġı̇budeğil. Hayırlı olmayan göstergelerde ise ne yazık ki yukarılardayız arkadaşlar.

Bakın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tarihi boyunca aldığı kararlara. İfade özgürlüğü hakkında en çok ihlal kararı verilen ülke Türkiye.

Mahkemenin kurulduğu günden bu yana, ülkemiz hakkında tam 356 defa ifade özgürlüğü ihlali kararı verildi. İkinci sırada Rusya geliyor. Rusya hakkında ise 72 kez ihlal kararı verilmiş.
En yakın rakibimize bile 5 kat fark atmış durumdayız ne yazık ki.

Bu tablo Türkiye’ye yakışmıyor. Demokrasimizi mutlaka en üst seviyeye taşımak zorundayız. İfade özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmadıkça demokrasimiz ilerlemeyecek. Ekonomimiz düzelmeyecek. İşsizlik azalmayacak. Bunlar o bağlantıyı hala kafalarında kuramıyorlar.

Saygıdeğer dostlarım,

Gittiğimiz şehirlerde gençlerimiz yanımıza geliyor. Liseli gençlerimiz, üniversiteli gençlerimiz “Özgürce tweet atmaktan çekiniyorum” diye şikayet ediyor.

Bu işi öyle bir duruma getirdiler ki, gençlerimiz birbiriyle “Silivri soğuktur şimdi” diye şakalaşıyor.
Ne kadar trajik durumda olduğumuzun göstergesi. “Şimdi ben bu düşüncelerimi yazarsam, başıma iş alırım” diye çekiniyorlar. Bir gece yarısı kapımız çalar, polis gelir diye çekiniyorlar. İleride bu yazdığımı önüme koyarlar, iş vermezler diye çekiniyorlar.

16, 17, bilemediniz 20, 21 yaşlarında gençlerimiz bunları söylüyor. Bırakın gençleri eleştirsinler, mizah yapsınlar.

Daha önce de söylemiştim, bir de Eskişehirli dostlarımın yanında tekrar etmek istiyorum:

Bütün bu sorunların çözümü çok kolay arkadaşlar. Tek bir harekete bakar. İktidara geldiğimizde bir parmak şıklatacağız, “gençler, özgürsünüz” diyeceğiz.

O kadar.

Devletin görevi gençlerimizi korkutmak olamaz, devlet onların haklarını korumakla mükelleftir.

Düşünen, düşüncesini ifade eden, konuşan, tartışan, eleştiren, birbirini dinleyen bir Türkiye için yola çıktık.

Gençlerimiz için, gençlerimizle birlikte yola çıktık.

Gençlerle yan yana yürümüyoruz biz sevgili arkadaşlar. Gençlerin arkasında yürüyoruz, arkasında. Gençler Türkiye’mizin yarını değil bugünü.

Biliyorsunuz, partimizin tüm organlarında gençlik kotası getirdik. Tüzüğümüzde bunu güvence altına aldık. Yüzde 20 gençlik kotamızla birlikte Türkiye siyasetinde değişimin adı olacağımızı ifade ettik. Gençleşmeyi önce kendi partimizden sağladık.

Değerli arkadaşlar,

Gençliğin dinamizmi ve gücü, hayal ettiğimiz özgür, adil ve demokrat ve müreffeh Türkiye’nin güvencesidir.

DEVA Partisi olarak, gençlerimiz için, başta eğitim olmak üzere her alanda fırsat eşitliğini ve özgürlükleri garanti altına alacağız.

Biliyorum, Eskişehir okur yazarlık oranının en yüksek olduğu şehirlerimizden biri. Eskişehir bir eğitim kenti, bir öğrenci kenti.

Fakat maalesef ülkemizin eğitim politikası içler acısı. Biliyorsunuz şu pandemi döneminde uzaktan eğitimi de beceremeyip gençlerimizi mağdur ettiler.

Her gelenin yapboza çevirdiği, sistemle sürekli oynandığı ülkemiz maalesef eğitimde dünya sıralamasında çok gerilerde.

Türkiye, uluslararası öğrenci değerlendirme programı sonuçlarında son sıralarda yer alıyor. Üniversite mezunları iş bulamıyor.

Yaşanan sorunların temelinde, eğitim sistemimize uzun vadeli bakılmaması yatıyor. Eğitim konusu sürekli olarak siyasi ve ideolojik bir çatışma alanı haline getiriliyor.

Yönetime gelenler “kendi fikrine benzeyen”, adeta tornadan çıkmış çocuklar ve gençler yetiştirmeye çalışıyor. Tek dertleri bu. Çocukların hayatı, hayalleri hiçbiri umurlarında değil.

Oysa eğitim, devletin ideolojik görüşüne göre çocukları tornadan geçireceği bir araç değildir.

Eğitim, toplum mühendisliği yapmanın bir aracı hiç değildir. Biz bu anlayışı sona erdireceğiz.

Biz DEVA Partisi olarak eğitimde öncelikle fırsat eşitliğini, adaleti ve insanı merkeze alacağız.

Türkiye’nin doğusu ile batısı, şehirleri ile köyleri arasındaki eğitim farkını azaltmak için çalışacağız.

Sadece parası olanın değil, herkesin iyi eğitim alması için çalışacağız. Zorunlu eğitimi üç yaşında başlatacağız. Çocuklarımızın erken yaşlarda,

doğuştan sahip oldukları özellikleri dikkate alan bir eğitim sistemi kuracağız.

Dil eğitimini anasınıfından itibaren çocuklarımıza sunacağız. Bu ilkokulda da yoğun şekilde devam edecek.

Biz çocuklarımıza ezberlemeyi değil, ezberleri tekrar etmeyi değil, sorgulamayı öğreteceğiz. Soru soran gençlerden korkmayacağız!

Biliyoruz ki, soru sormak öğrenmenin en etkili yoludur. Sorgulamak, demokratik bir ülkede gençlerimizin sahip olması gereken en önemli özelliklerden birisidir.

Gençlere diyeceğiz ki “merak edin, sorun, sorgulayın, eleştirin.” Gençlerin sorularından da eleştirilerinden de fikirlerinden de korkmayacağız.

Çağdaş dünyanın temelinde eleştirel düşünce yatar. Gelişmiş toplumlar, eleştiriyi bastıran değil, eleştiriyi teşvik eden toplumlardır. Biz, eleştirel düşüncenin önünü açacağız.

Çocuklarımıza, gençlerimize de merak etmekten, sorgulamaktan, eleştirmekten korkmamayı öğreteceğiz.

Çocuklarımızın analitik düşünmelerini geliştireceğiz.
Sadece öğretime odaklanmayacağız; çocuklarımızın, gençlerimizin sosyal,

duygusal ve psikolojik gelişimlerini de eş zamanlı sağlamak için çalışacağız.

Seçmeli ders çeşitliliğini artıracağız. Esnek ve adeta kişiselleştirilmiş bir müfredat anlayışı getireceğiz. Çünkü biz biliyoruz ki her bir çocuk farklıdır. İhtiyaçları da farklıdır. Basmakalıp tek bir modele onları mahkum etmeyeceğiz.

Çocuklarımızın, gençlerimizin hayallerini kalıplara sokmayacağız. Ezberlerle, sınav kaygılarıyla gençlerimizi korkuya boğmayacağız.

Tam da bu nedenle, gençlerimizin büyük kaygı duyduğu üniversiteye giriş sınavlarını yılda birkaç defa yapacağız. Hastalık veya benzer nedenlerle sınavı kaçıran gençlerimizin farklı tarihlerde sınava yeniden girme hakları olacak.

Hazır üniversite demişken arkadaşlar, üniversiteleri de özgürleşireceğiz. Yüksek Öğretim Kurulu’nu kapatacağız, kaldıracağız. 12 eylül darbesinin akademideki kalıntılarına son vereceğiz. Üniversitelerde itaatin, biatın değil, aklın, bilimin önünü açacağız.

Herkesi tek mesleğe zorlayan katı eğitim modellerini terk edeceğiz.

İnsan ömrü uzuyor artık. Teknoloji de gelişiyor. İş gücü piyasasının talepleri zaman içinde değişiyor.

Bu yeni dünyada gençleri tek bir mesleki kalıbın içine sıkıştırmak doğru mu?

Bu gençlerimizi mutlu eder mi? Ülkeyi geliştirir mi?
Bunun yerine hayat boyu eğitim ile bireylerin değişmelerine imkan tanıyacak,

yeni ilgi alanlarına cevap verecek eğitim modelini oluşturacağız. iyyi

Biz DEVA Partisi olarak çocuklarımız için bir tek gün dahi vakit kaybetmememiz gerektiğini biliyoruz. Bu yüzden çalışıyoruz. Yarınlarımızı şimdiden kurmak için, hiç vakit kaybetmeden bu konuları ele alıyoruz.

Değerli arkadaşlar, artık dünya eskisi gibi değil, 18 yaşında yapılan bir meslek tercihi ileriki yaşlarda doğru tercih olmaktan çıkabiliyor. Bugünün dünyasında 18 yaşında bir gencimizin seçtiği meslek o gencimiz yaş aldıkça belki de o mesleğe olan ihtiyaç dünyada azalacak. Farklı alanlar ön plana çıkacak. İşte tam da bu sebeple, hayat boyu öğrenim modeliyle insanlarımızın kariyer, meslek, ilgi alanlarını değiştirebilecek bir modeli çok önemli görüyoruz.

Çocuklarımızın ve gençlerimizin DEVA’sı hazır. Türkiye’nin yarınlarının DEVA’sı hazır.
Değerli arkadaşlarım,

Gençlerimiz ülkeyi terk etmek istiyor. Bu ülkenin sorunlarını çözmek istiyorsak, öncelikle gençlerimizin yüzde 76’sının niçin yurtdışında yaşamak istediğini sorgulamak zorundayız.

Bu ülke onlara bir şey yapıyor ki gitmek istiyorlar. Ya da bir şey katmıyor ki gitmek istiyorlar.

Her gün bize yerlilik ve millilik anlatanlara sesleniyorum:
Siz gençlerimizi öyle bir noktaya getirdiniz ki, gençlerimiz yarınlarını artık kendi vatanlarında kurmak istemiyor.

Bu mudur yerlilik? Bu mudur millilik? Bu mudur milliyetçilik?

Bunu kabul etmiyoruz. DEVA Partisi iktidarında gençlerimiz, kendilerine sağlanan özgürlük ortamında, yarınlarına güvenle bakabilecek. Biz gençlerimizin kaygılı değil, huzurlu olmasını, mutlu olmasını hedefliyoruz. Henüz doğmamış çocuklarımıza şimdiden bunun sözünü veriyoruz.

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemizde işsizlik almış başını gitmiş. Gençlerimiz işsizlikten yakınıyor. Tabloya şöyle bir bakalım:

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 26. İstihdam oranı ise yüzde 31’e geriledi arkadaşlar. Yani her 100 gencimizden sadece 31’i çalışıyor şu anda.

Ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı da artışta; yaklaşık yüzde 30 seviyesinde. Yani bu her üç gencimizden biri demek.

Gençler, iş bulamadığı için ailesinden aldığı harçlıkla geçimini sürdürüyor. İşsizlik, gelecek kaygısı can yakıyor, can alıyor. Gençlerimiz “Boşuna mı

okuduk?” diyor. Aileler “boşuna mı okuttuk?” diyor.

Onca yıl okumuş, emek vermiş bir genç, torpili olmadığı için devlette ya da özel sektörde işe giremezken, mevcut hükûmetten referanslı olanlar iyi mevkilere gelebiliyor.

Biz, kamuda işe alımlarda mülakat sistemine son vereceğiz. Gençlerimizin yazılı sınavlardan aldıkları yüksek puanlara rağmen işsiz bırakılmalarına sebep olan mülakat sistemini kaldıracağız. Mülakat olmuş particilik aracı, mülakat olmuş bazı toplum kesimlerini dışlama aracı, mülakat olmuş eş, dost, ahbap kayırma aracı.

Onun adamı, şunun yakını, o partiden, bu fikirden demeyeceğiz. Liyakate, bilgiye değer vereceğiz.

Ben ve arkadaşlarım 2008-2009 küresel krizinde, yoğun emeklerle, işsizliği %9’a kadar düşürmüştük. Bu çalışmalarımızı da diğer siyasi partilerle istişare ederek yaptık. Her bir yasal düzenlemeden önce otururduk, muhalefet partilerinin bu konuda çalışan milletvekilleriyle konuşur, görüşlerini alırdık. Görüşlerini tercih ederek düzenleme yapardık. Onun için başarılı olduk. Ayrıştırmadık. Bir biliyorsak, bir bilene sorduk ve Türkiye başarılı oldu.

Şu anda işsizlik tarihi rekor seviyeyede.
Neyi teslim ettiysek batırdılar.
Ama değerli arkadaşlar, biz işsizliği düşürdük, yine düşürürüz.
İş bulamamak gençlerimizin kabahati de değildir. Kaderi de değildir.

Öncelikle yatırımlar için güven ortamını sağlayacağız. Güvenin olmadığı yerde yatırım olmaz. Bizim geleneğimizde, değerlerimizde güvenin pek çok ölçüsü vardır ama en önemli üçünü hemen sayalım:

Birincisi, konuşunca doğruyu söyleyeceksiniz. İkincisi, söz verince yapacaksınız. Üçüncüsü, size bir şey emanet edildiği zaman o emaneti gözünüz gibi koruyacaksınız, emanete ihanet etmeyeceksiniz.

Mevcut hükûmette bunların hiçbirisi kalmadı arkadaşlar. Yatırımcıya güven veremiyorlar, gençlerimize güven veremiyorlar, işsizlik yükseliyor.

Gençlerimizin hayalleri olduğunu, parlak fikirleri olduğunu biliyorum. Ama bu fikirleri gerçekleştirebilmeleri için özgürlük ortamı şart.

Gençlerin hayallerine vurulan prangaları teker teker söküp atacağız.
Genç girişimcilerimizin önünü açacağız. Yenilikçi fikirlerinin yanında olacağız.

Gençlerimizi aktif iş gücü programlarından daha fazla yararlandırarak niteliklerini ve becerilerini arttıracağız.

Kendi işini kurmak isteyenlere verilen girişimcilik eğitimlerini ve desteklerini, gözden geçireceğiz. Burada da fırsat eşitliğini ve etkinliği sağlayacağız.

Gençlerin çalışma hayatı ile erken yaşta tanışmasını sağlayacak iş modelleri geliştireceğiz.

DEVA Partisi, bu ümitsizliğe, bu çaresizliğe son vermek için hazır. İşsizlikmiş mişsizlikmiş bunları geride bırakacağız.

Gençlerimiz kendi ayakları üstünde duracaklar. Kara kara düşünmeden yuvalarını kuracaklar. Ailelerine muhtaç bir şekilde yaşlanmayacaklar.

***
Değerli arkadaşlar,

Hani konuşmamın başında demiştim ya, hayırlı hiçbir göstergede listenin başında değiliz.

Bakın bir örnek daha.

Dünyada internet hızı endeksinde ülkemiz 221 ülke arasında 117. Sırada. Avrupa’da ise listenin sonundayız.

Milletimize hızlı internet sağlamak için yatırım yapacağız. Gençlerimiz hızlı internetten ücretsiz faydalanacak.

Bu arada, hani A Milli Futbol Takımımız maç kaybedince çatanlar, “küme düşürdünüz” diyenler var ya... şimdi onlara sesleniyorum:

Yahu siz Türkiye’yi her alanda amatör kümeye düşürdünüz. Bundan bahsetsenize biraz. Bu pırlanta gibi sporcularımıza, gümbür gümbür gelen genç jenerasyonumuza devletin tepesinden laf edilir mi?

Sevgili gençler,

Ben ve arkadaşlarımın işin başında olduğu dönemde, işe giren gençlerimiz kısa bir süre içinde eski-yeni bir araç sahibi olabiliyordu. Şimdi ise maalesef bu hayal oldu.

Fiyatları görüyorsunuz. Her şey almış başını gitmiş. Bakıyorum piyasaya, uçmuş. Sanki otomobil yeni icat oldu!

21. yüzyıldayız, 21. yüzyılda. Açıyorsunuz interneti, belgesellere bakıyorsunuz. Haberleri tarıyorsunuz. Elektrikli arabaları, sürücüsüz arabaları görüyosunuz. Bizim bunları konuşmamız gerekirken, mevcut kötü yönetimin çıkardığı sorunlarla vakit kaybediyoruz.

Bakın Özel Tüketim Vergisi var, biliyorsunuz. Bazı ürünlerde ÖTV oranı gerçeklikten kopup gitmiş durumda. İpin ucu kaçmış.

Son derece yüksek oranlardan söz ediyoruz. Otomobilde yüzde 220’ye varan ÖTV’lerden bahsediyoruz.
Üstüne bir de KDV ekleniyor. Bu vergilerin dengelenmesi lazım arkadaşlar.

Vergi gelirlerinin adil ve mantıklı bir şekilde toplanması lazım. Biz tüm bunları rasyonel ve akılcı bir çerçevede yeniden gözden geçireceğiz.

***
Değerli Eskişehirli dostlarım,

Eskişehirli esnafımız da özellikle şu dönemde iş yapamaz hale geldi. Kepenkler kapatılıyor. Yoğun bir öğrenci nüfusu olan bu kentin cıvıl cıvıl sokaklarından, öğrencilerin çekilmesiyle birlikte, ekonomik hayat sekteye uğradı.

Ekonomi yönetiminde çuvalladıkları için pandemi döneminde de son derece başarısız bir sınav verdiler: Zaten canının derdiyle uğraşan vatandaşlarımızın adeta yakasına yapışıyorlar “vergi vergi” diye, “SGK primlerini” öde diye.

Değerli arkadaşlar,

Pandeminin ilk günlerinden bu yana defalarca tavsiyelerde bulunduk. Biz sadece eleştirmiyoruz, çözüm de sunuyoruz. Çözüm önerilerimizi ortaya koyduk. Pandeminin hem sağlık hem de ekonomi üzerindeki etkilerini azaltmak için yapılması gerekenleri açıkladık.

Bize ders vermeyin diyorlar ama derse çok ihtiyaçları var. Bunları söylemek zorundayız. Çünkü esnafı bilmiyorlar, koptular.

Ev ödevlerini ellerine tutuşturuyoruz, daha ne bekliyorlar?

Yıllarca ekonomiyi yönetmiş ve ekibiyle beraber bu ülkeyi krizlerden çıkarmış bir kardeşiniz olarak söylüyorum; yapılacak şey çok açık:

Derhal ama derhal küçük işletmelerin tüm vergi ve SGK prim ödemelerini pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin. Hele hele stopajı hiç almayın.

Dükkan kapalı, esnafın cebine para girmiyor, kirasını bile ödeyemiyor. Bir de devlet esnafın yakasına yapışıyor “stopaj” diye. Stopaj almayın.

Ertelediğiniz vergilerin geri ödemesini de uzun vadeye yayın.

Kredi borçlarını, en az bir yılı ödemesiz olmak üzere, faiz almadan uzun vadeye yayın.

Esnafımıza, küçük işletmelere, kapalı kaldıkları dönem boyunca derhal kira desteği sağlayın.

Ancak böyle destekler ve yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır: uzun vadeli ve kesinlikle sıfır faizli yapılandırma.

Merkez Bankasının faizini %15’e çıkarttınız, “faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” diye. Yanlış bir tezle ülkeyi bu hale düşürdünüz. Üçüncü Merkez Bankası başkanı ilk günden açıkladı, sizin teziniz ne oldu?

Değerli arkadaşlar,

Eskişehir’in en verimli ovasında; 1.sınıf tarım arazilerinin üstünde kurulmasına çalışılan santralin öyküsünü de biliyorum sevgili dostlarım.

Yaklaşık 575 futbol sahası büyüklüğünde bir alandan bahsediyoruz.

Ben buradan sormak istiyorum, bula bula birinci sınıf tarım arazisini mi buldunuz? Bunun kabul edilebilir tarafı yok arkadaşlar.

Yeri gelmişken DEVA Partisinin enerji politikalarındaki net tavrının bir kez daha altını çizmek istiyorum:

Biz çevre dostu, yenilenebilir ve temiz enerjiye öncelik vereceğiz. Çünkü biz çocuklarımıza yaşanabilir bir çevre bırakma sorumluluğuyla hareket etmek zorunda olduğumuzu biliyoruz.

Değerli arkadaşlar,
Eskişehirimizin trafik, altyapı, otopark sorunu var.

Şehir içi trafik probleminin farkındayız. Kuzey ve güney çevreyolları yapımına henüz başlanamadı. Alpu-Eskişehir karayolu bir türlü bitmek bilmedi.

Doğru bir planlamayla şehrimizin ulaşım sorununu hafifleteceğiz.

Eskişehir’in havalimanında tarifeli uçak seferleri yapılmıyor. Bu sorunun da giderilmesi gerekiyor. Acenta desteğinin, uçuş desteğinin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.

Eskişehir, biliyorsunuz sanayimiz için oldukça elverişli bir kent.
Organize sanayi bölgesi ve gelişim alanlarıyla son derece cazip bir sanayi merkezi.

Eğitimli ve nitelikli işgücü, ulaşım ve lojistik açısından sahip olduğu stratejik konum nedeniyle, her türlü sanayi yatırımına da açık bir şehrimiz.

Havacılık, dijital teknolojiler, yazılım, otomotiv gibi katmadeğeri yüksek üretimin olduğu bir şehrimiz eskişehir.

Ülkemizin tek uçak motor fabrikası ile, dizel lokomotif motoru üreten tek fabrikası burada.

Fakat organize sanayi’nin limanlara doğru demiryolu bağlantılarının yapılmaması, yatırımların önünde bir engel olarak duruyor.
Demiryolu iyileştirmeleri, bağlantı projeleri 10 yıllık planlarda bile yer almıyor.

Hani onlar, Kanal İstanbul gibi çevre etkisini bile doğru düzgün ölçmedikleri rant projelerini anlatıp duruyorlar ya, bizim gerçek bir projemiz var:

Biz ülkemizin limanlarını büyüteceğiz. Limanlarla demiryollarının bağlantılarını kuracağız. Böylece doğudan batıya kuzeyden güneye yük taşımacılığını demiryollarıyla sağlayacağız.

Üreticilerimiz için lojistik sorununu yatırımcılarımızın maliyetlerini düşürecek şekilde çözeceğiz.

Sermaye yetersizliği yaşayan müteşebbislerimizin yanında olacağız. Eskişehir’e yapılacak yatırımları en iyi seviyeye taşıyacağız.

Değerli arkadaşlar,

Eskişehir’in toprakları verimli, çiftçileri de çalışkan. Ama çiftçimiz bin türlü sorunla mücadele ediyor.

Çünkü çiftçimiz sahipsiz, çiftçimiz yalnız. Devletten yeterli desteği alamıyor. Ürün taban fiyatları girdi maliyetlerini karşılamıyor. Kullandıkları tohumun, gübrenin, ilacın, yemin fiyatı, mazotun fiyatı her gün artıyor. Çiftçinin beli bükülüyor.

Biliyorsunuz, bu günlerde mecliste gelecek yılın bütçesi görüşülüyor. Bakıyoruz, gelecek yıl için tarımsal destek ödeneği 22 milyar TL. Bu yıl da zaten 22 milyar TL idi. Yani 2020’den 2021’e artış sıfır.

Bir de Cumhurbaşkanlığı ödeneğine bakıyoruz; 2021 bütçesinde 2020’ye göre tam %28 artış var.

Tarımsal girdi maliyetleri bu kadar artarken çiftçiye verilen destekte hiçbir artış yapmayan hükümet, Cumhurbaşkanlığı bütçesinde %28 artış yapıyor.

Bakın, siz “itibardan tasarruf olmaz” diyerek, kendi harcamalarınızı her yıl enflasyonun çok üzerinde artırırken, çiftçimizin en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda gereken desteği vermeyeceğinizi ilan ediyorsunuz.

Ne yaptığınızın farkında mısınız?

Bu tam anlamıyla, ülkenin gerçeklerinden, tarımından, çiftçisinden habersiz olmak demektir. Artık dinlemiyorsunuz, görmüyorsunuz demektir.

Ama bu millet her şeyi gayet iyi biliyor. Önüne sandığın geleceği günü de iple çekiyor.

Biz, Eskişehirli çiftçilerin sorunlarını da biliyoruz, seslerini de duyuyoruz.

Eskişehir’in verimli topraklarında, tarımın teknolojiyle buluşması, ürün çeşitliliğinin arttırılması, bilinçli tarımın özendirilmesi, tarımsal desteklerin tarımsal üretime aktarılması için projelerimiz hazır dostlarım.

Yani arkadaşlar, özetle;

Eskişehir halkı, bu üretkenliğin, bu çalışkanlığın karşılığında, katma değeri daha yüksek ve dış ticarette daha fazla talep edilen ürünleri üretmek için desteklenmeyi hak ediyor.

Üretimin çevreye duyarlı olarak yapılmasını, demiryolu ve havalimanı kapasitesinin arttırılmasını, şehrin imar edilmesini, kentin altyapısının güçlendirilmesini hak ediyor.

Biz Eskişehir’e DEVA olmaya hazırız. Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız.
Soruyorum şimdi:
Demokrasi için, atılım için Eskişehir hazır mı? ***

Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Eskişehir’in DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

28 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kocaeli İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN KOCAELİ İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Kocaeli İl Teşkilatımızın değerli Başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Kocaelili gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kocaeli Teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

***
Asya ile Avrupa arasındaki önemli bağlantı şehirlerimizden, Medeniyetlere başkentlik yapmış,
Ülkemiz sanayisinin göz bebeği,
Serindere Kanyonu, şelaleleri, Kartepe’si, plajları, ormanları, yaylaları ile Körfez’in sırtına inci gibi dizilmiş Kocaeli’den sesleniyorum bugün sizlere. ***
Değerli arkadaşlar,
Türkiye uzun süredir karanlık bir tünelin içinde.

Ekonomi, hukuk, sağlık, dış ilişkiler, eğitim, kısacası her alandaki yanlış politikalar nedeniyle ülkemiz topyekun çöküş yaşıyor.

DEVA Partisi ise 9 Mart günü, ülkemizi her alanda hak ettiği seviyeye kavuşturmak için, topyekun bir atılım için yola çıktı. Biz tünelin ucundaki ışığı görüyoruz.

DEVA Partisi, ülkemizi ışığa, refaha ulaştıracak tek kadro hareketi. Bunu biliyoruz, halkımız da bunu görüyor. Ve biz hazırız.

***

Değerli arkadaşlar,

Önce sağlık.

Biliyorsunuz, aylardır hepimizden gizlenen vaka sayıları birkaç gündür açıklanmaya başlandı.

Geçtiğimiz haftalarda yaptığım pek çok konuşmada ben, vaka sayısı açısından Türkiye’nin dünyada ilk beşte olduğunu söylemiştim. Tahmini vaka sayılarını da söylemiştim.

Tahmilerimiz maalesef isabetliymiş, doğruymuş.

Aylardır önlem alınsın diye çağrı yapıyoruz. Neler yapılması gerektiğine dair açıklamalarda bulunuyoruz. Dinlemediler. Hâlâ dinlemiyorlar.

En baştan beri sayısız hata yapıldı. Maske krizimizi hatırlıyorsunuz. Hele hele 1 haziran’dan sonra doğru dürüst önlem almayı bıraktılar.

Sırf salgınla mücadele için bir Bilim Kurulu oluşturuldu. Ama vaka sayıları, bilim kurulundan da gizlendi. Biliyorsunuz bilim kurulu üyeleri “biz de bilmiyoruz” demişti. Şimdi de “çok şükür öğrendik” diyorlar herhalde...

Demiştim ki “lütfen ‘biz elimizden geleni yaptık, halkımıza söz dinletemedik' demeyin.” Bunu da dediler arkadaşlar. Hatta dün Sayın Erdoğan “sorumluluk bilim kurulunda. Vatandaşlarımız da önlemlere uymuyor” dedi.

Faturayı; rapor bile tutamayan, vaka sayıları kendinden gizlenen, konunun tüm uzmanlarının yeterli oranda temsil edilmediği Bilim Kurulu’na kesti. Peşinden de vatandaşa.

Alışkanlık haline getirdiler. Ne zaman bir sorun olsa “dış güçler, iç güçler” diyorlar.

Ama baksanıza işin ucu epey kaçmış anlaşılan. Salgınla mücadelede gerçekleri gizleyen, yeterli önlem almayan, kendileri değilmiş gibi önce Bİlim Kurulu’nu, peşinden de vatandaşı suçluyorlar. Canıyla uğraşan vatandaşımız, ölürken bile suçlu.

Buradan açıkça şu soruları soruyorum:

Hâlâ yaygın bir şekilde tarama testi yapmıyorsunuz. Bunun kararını bilim kurulu mu verdi, vatandaş mı verdi yoksa siz mi verdiniz?

Hastayla yakın temas edenlerde semptom yoksa test yapmıyorsunuz. Bunun kararını bilim kurulu mu verdi, vatandaş mı verdi, yoksa siz mi verdiniz?

Şehirlerin farklı noktalarına, hastanelerden bağımsız test istasyonları kurun dedik, kurmadınız. Bunun kararını bilim kurulu mu verdi, vatandaş mı verdi, yoksa siz mi verdiniz?

1 Haziran’dan sonra önlemleri iyice gevşettiniz, bunun kararını kim verdi?

Ben cevap vereyim: arkadaşlar bu sistemde ilgili bakan bile karar veremiyor. Bakanlar kendi alanlarındaki konularda konuşurken “sayın cumhurbaşkanının talimatlarıyla” diye söze başlıyor.

Hatırlayın daha ilk zamanlarda sokağa çıkma sınırlandırılması ile ilgili krizi. Bir bakan “sınırlandırma var” dedi, diğeri “yok” dedi. En son yine Cumhurbaşkanının talimatını beklediler.

Şu an ülkemizde Koronavirüse karşı, bu salgına karşı alınmayan tüm önlemlerden, tek bir kişi sorumlu.

Kimse suçu kendilerinden dahi bilgi gizlenen Bilim Kuruluna, hele hele vatandaşımıza atmasın.

Şu an eğer bu yönetimsizliğe rağmen milyonlarca vakadan bahsetmiyorsak, bu yine sadece vatandaşımızın kişisel önlemleri sayesinde gerçekleşiyor. Çünkü tek tek bireyler dışında salgını ciddiye alan yönetim, devlet yok.

Vaka sayıları ve ölümler niçin bu kadar yükseldi arkadaşlar? Haziran ayında öyle ya da böyle kontrol altına alınmıştı. Sonra bir baktık, önlemler turizm için gevşetildi. Beklenen turizm geliri oldu mu? O da olmadı. Bu nasıl bir plansızlık ve öngörüsüzlüktür? Ayrıca hangi gelir, vatandaşımızın canından daha kıymetli? Bu ülkenin insanının canı bu kadar ucuz mu?

Buradan tekrar hükûmete sesleniyorum: Artık yeter!

Önce şeffaf olun. Halkımız hayatını kaybediyor. İşin ucunda bu milletin hayatı var.

Derhal ama derhal etkili önlemler alın. Tarama testlerini yaygınlaştırın.

Vatandaşlarımıza ekonomik destek sağlayın. Sağlayın ki vatandaşımız salgının ekonomik yıkımından korunsun.

Değerli arkadaşlar,

Bu kötü yönetim ekonomiyi batırdıktan sonra, piyasa daha da durgunlaşmasın diye, halkımızın sağlığını da gözden çıkardı. On binlerce insanımızı, yüzlerce sağlık çalışanımızı bu nedenle kaybettik.

Biz bu anlayışı reddediyoruz. Ülkemizdeki her bir ferdin hayatı, yaşam hakkı, sağlığı bizim için esastır.

***
Değerli arkadaşlar,

Pandemiyle ilgili en önemli konulardan biri de aşı. Tüm dünya aşı sırasına girdi. Ama Türkiye önlemler konusunda olduğu gibi aşıda da geç kaldı. Bunun da sebebi hazineyi boşaltmış olmaları.

Kalkınmış ülkeler tarafından şimdiden satın alınan ve rezerve edilen aşılar var. Amerika’da ve Almanya'da aralık sonuna doğru aşılama başlayacak. 55 milyonluk İngiltere toplam 145 milyon doz aşı siparişi verdi bile.

Biz ise henüz risk gruplarına mevsimsel grip aşısını bile yaptıramamış durumdayız arkadaşlar.

Bu hastalığa karşı bağışıklık kazanmamız gerekiyor. Uzmanlar bunun için en az 100 milyon doz aşıya ihtiyacımız olduğunu söylüyor.

Kendi hekimlerimizin geliştirdiği ve tüm dünyanın sipariş listesine giren aşıdan ne kadar sipariş verilmiş biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yalnızca bir milyon. Çin’de daha fazları tamamlanmamış aşıdan ise 10 milyon sipariş etmişiz. Bu aşının etkisi nasıl, belli değil. Daha ne zaman piyasaya sürüleceği bile belli değil. Koskoca 84 milyonluk ülkeye alabildikleri aşı sayısı bu. Aşının ne zaman geleceği de belirsiz.

Ekonomi yönetiminde çuvallayanlar, ülkemizi ilaç ve tıbbi cihaz firmalarına karşı da borca soktular. Ödemelerini yapamadılar. Ülkenin itibarını kaybettiler. Tüm bunlar aşı ihtiyacımızın karşılanmasını olumsuz yönde etkiliyor.

Artık önlenebilir bir hastalıkla karşı karşıyayız. Bugünkü iktidar önlemleri alamadığı gibi aşıdan da adeta feragat ediyor.

Ama biz yeniden hatırlatıyoruz: bu sizin tercihinize bağlı bırakılamaz. Halkımızın sağlığı için güvenli aşı almak zorundasınız.

Son olarak şunu da dile getireyim. Hani diyorlar ya “itibardan tasarruf olmaz” diye.

Olur olur, sizin o şatafatlı yazlık-kışlık külliyelerinizden, bilmem kaç uçaklı gezilerinizden bal gibi tasarruf olur.

Ama asıl sağlıktan tasarruf olmaz. Bu milletin her bir ferdinin canından kıymetli bir itibar olamaz!

***
Değerli arkadaşlarım,

Biliyorsunuz, artık ülkemizi %10 oy almış bir genel başkan yönetiyor. Daha da şaşırtıcı olanı büyük ortağın kendi partisinin iç işlerini de küçük ortak yönetiyor.

Türkiye siyasi tarihinde görmediğimiz manzaralara şahit oluyoruz.

Her gün “milli irade” diyenler, milletin iradesini bir hiç yaptılar. Grup başkan vekilleri ne diyor? Biz bir hiçiz diyor.

%10’luk bir genel başkana hem devleti hem yönetimi hem kendi partilerinin anahtarını verdiler.

Bir de biliyorsunuz, %1 bile oy alamayan, 28 Şubat karanlığının bir destekçisi de bugünkü iktidarın destekçisi olmuş. “fikirlerim iktidarda” diyor.

İnsan utanıyor. Nereden nereye...

Büyük ortağa soruyorum; Bu muydu vaktiyle size destek olmuş mazlumların hayali? Bu muydu size güvenip oy verenlerin görmek istediği?

Gittiler geldiler, başka bir vesayetin altına girdiler.

Koalisyon dönemini bitireceğiz diye çıktıkları yolda, önden ittifaklar kuruyorlar. Sonra da oy oranına bakmaksızın yönetimde söz sahibi olmalarına sebep oluyorlar. Demokrasinin temel ilkeleriyle, ayarlarıyla oynuyorlar.

Bir de biz bunu dillendirince, küçük ortak edep sınırlarının dışında, hakaretamiz ifadelerle bize saldırmaya kalkıyor. Bizim halkımız, onlara oy veren vatandaşlarımız da dâhil olmak üzere, bu seviyesizliği hak etmiyor. Bağırarak, çağırarak, hakaret ederek haklı çıkamazsınız.

Biz bu küçük ortağın ülkeyi soktuğunuz darboğazları biliyoruz. Geçmişte yaptıklarını da unutmuyoruz. İçinde yer aldığı iktidarla ülkemizi 2001’de de tıpkı bugünkü gibi hatta daha derin krize soktuğunu iyi biliyoruz. Gecelik faizlerin %7500’leri bulduğu, bankaların battığı, esnafın başbakanlık önüne yazarkasa fırlattığı krizin de ortağıydı bunlar.

Tıpkı bugünkü krizin de sebebi oldukları gibi.

Bundan kaçamayacaklar. Unutturmaya çalışsalar da biz onlara bunu hatırlatacağız.

Suç örgütü yöneticilerine methiyeler düzüp, hukuksuzluğa hapsettikleri ülkemizi, uçurumdan aşağı yuvarlamalarına göz yummayacağız.

Bağırarak bir yere varamayacaklar. Bağırıp çağırarak haksızlığınızın üzerini örtemezsiniz, başarısızlığınızın üzerini hiç örtemezsiniz.

Çünkü biz haklıyız, hakkın yanındayız.

Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’nin geldiği nokta içler acısı bir nokta.

Sadece birkaç rakam vermek istiyorum;

2018 haziran ayı, Partili Cumhurbaşkanı göreve başladı ve en yakın akrabayı da ekonomik işlere baksın diye göreve getirdi.

2 senenin muhasebesini yapalım ne olmuş?

Haziran 2018’de bu ülkenin hazinesinin iç dış borcunun toplamı 970 milyar lira.
En son açıklanan rakam ne kadar biliyor musunuz? Tam 1 trilyon 935 milyar lira. İki yılda hazinein iç dış borcu ikiye katlamış.

Görüyor musunuz? Yanlış sistem, partili cumhurbaşkanı, yakın akraba ataması ülkeye faturası bu.

Aynı dönemde Merkez Bankası, tam 130 milyar dolarlık rezervini eritmiş, bitirmiş ve eksi 44 milyar dolara düşmüş. Çünkü piyasaya döviz borçlanıyor. Bir ülkenin Merkez Bankası’nın döviz rezervi olur piyasaya döviz borcu olur mu arkadaşlar?

Biz yıllarca bütün sanayi illerimizin alın teriyle, bilek gücüyle ürettiği ihraç ettiği ve ihracatın dövizini kara günler için biriktirdik.

İki yılda hepsini tükettikleri yetmiyor gibi bir de eksi 44 milyar dolar borçlandılar.

Bir başka rakam vereyim, ben ve arkadaşlarım görevden ayrıldığında bu ülkenin toplam bütçe açığı 24 milyar lira. Şu an mecliste görüşülen bütçede açık ne kadar biliyor musunuz? 245 milyar lira. 10 misline çıkmış. İtibardan tasarruf olmaz diyenler, har vurup harman savuranlar şimdi memlekete bu bedeli ödetiyorlar.

Faiz faiz diyorlardı ya, benim ayrıldığım yıl arkadaşlarımızla beraber ülkenin toplamn faiz ödemesi 53 milyar lira, şu andaki görüşülen bütçede ne kadar biliyor musunuz? 179 milyar lira arkadaşlar.

Yanlış bir tezin, bir inadın, bir kötü yönetimin ülkeye yüklediği yükü düşünebiliyor musunuz?

Bakın şöyle bir neler söylendiğini hatırlayın. Cumhurbaşkanı diyordu ki; “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur.” Özellikle biz ayrıldıktan sonra artan bir tonda her yerde bunu konuştu.

Bizim görevlendirdiğimiz Merkez Bankası başkanı görevden ayrıldıktan sonra son dönemde üç kere Merkez Bankası Başkanı değiştirdiler. Üçüncü başkanın ilk hafta açıklama; “Merkez Bankası faizini yükselttik, enflasyon düşene kadar yüksek tutacağız.” Peki Cumhurbaşkanı’nın tezi ne oldu o zaman?

Bir kişisel inat uğruna, bir yanlış tez uğruna bir ülkeye bu kadar ağır bedel ödetilebilir mi?

84 milyonluk ülke arkadaşlar, ortak akılla, ilimle, istişareyle yönetilir. Kişisel inatlarla yönetilmez.

Dış politikada da aynı şeyi görüyoruz. “Ben onun masasına oturmam, ben onun elini sıkmam.”

Sen onun elini sıkmazsan, onların hepsi bir güzel aralarında bir araya gelirler, Doğu Akdeniz’de en haklı olduğumuz davamızda, Türkiye’yi haksız duruma düşürürler işte.

Değerli arkadaşlar, sadece şu faiz farkı var ya, biz ayrıldığımızda 53 milyar şu anda 179 milyar. Aradaki fark ne kadar 126 milyar.

Arkadaşlarımız kaba bir hesap yaptı, tüm öğrencilere bir tablet versek diyerek. En azından bir tablet öğrencilerin derse bağlanmasını kolaylaştırıyor. Basit bir hesap yaptı arkadaşlar, yaklaşık 25 milyar lira. Sadece faize ödedikleri fark 126 milyar lira. Bu faiz farkına Türkiye’deki tüm öğrencilere 5’er tablet dağıtmak mümkün.

Kötü yönetimin, yanlış sistem, partili cumhurbaşkanı ve akraba bakanın bu üçgenin ülkeye verdiği zararın işte büyüklüğü bu.

Değerli arkadaşlar,

Merkez Bankası’nın bir yedek akçe hesabı vardır. Yıllardır biriktirilir. Bu devletin, bu ülkenin kara gün parasıdır. Geçen sene, yıllardır biriktirilen yedek akçeyi, bir günde aldılar ve müteahhitlere dağıttılar. Bu yılın da daha ocağın başında, 2019’un biriken yedek akçesini aldılar, hemen harcadılar.

Devletin en çok kaynağa ihtiyaç duyduğu pandemi döneminde, kaynak olmadığı için ne esnafa destek ne işsizlere destek ne ilaç aşı konusunda yeterince kaynak ayırabiliyorlar. Yazıktır, bütün bu yanlışların bedelini bu millet ödüyor.

Değerli arkadaşlar,

Biz zenginlikten üç-beş zengin türetmeyi değil, bu milletin topyekûn refaha kavuşmasını anlıyoruz.

Bunun için DEVA olmaya geliyoruz.
Bunun için Türkiye’nin demokrasi ve atılıma ihtiyacı olduğunu söylüyoruz. Biz hazırız. DEVA Partisi hazır!
***
Değerli Kocaelili dostlarım,

Şimdi, Türkiye’nin problemleri büyük ama bu EYT konusuna da kısaca değinmemde fayda var. Türkiye’de emeklilik sistemi, farklı dönemlerde emekli olan vatandaşlarımızın farklı mevzuatlara tabii olduğu bir sistem.

EYT konusu ile alakalı dedik ki; Farklı farklı dönemlerde emekli olanların farklı emeklilik hakları oluştu ama bunu mutlaka bir adalet süzgecinden geçmesi gerekiyor. Bunu yaparken de sistemin finansal sürdürülebilirliğine de dikkat etmek gerekiyor.

Bu sorunların istişare ile çözümü mümkün. Bunun için konuşabiliyor olmak lazım. Halkımızı dinlemek lazım.

Değerli konuklarımız;

Ülkemizin farklı yerlerinde yaşadığımız her deprem, 17 Ağustos 1999’daki o büyük acıyı hatırlatıyor.

Siz Kocaelili dostlarımın çok iyi bildiği gibi, deprem ülkemizin gerçeği. Elbette deprem bir doğal afet. Fakat ölüm ve yıkım kaçınılmaz değil.

Deprem gerçeğiyle en ağır yüzleşmeyi yaşadığımız Kocaeli’nde dahi, geçen bunca zamana rağmen, tam 21 yıldır yıkılmayan binlerce ağır ve orta hasarlı bina varlığını sürdürüyor. Üstelik buralarda vatandaşlarımızı hâlâ yaşıyor.

İktidara sormak istiyorum; herhangi bir sarsıntının olmasına gerek dahi kalmadan her an yıkılma tehlikesi bulunan bu binalarda olabilecek kayıpların sorumluluğunu taşıyabilecek misiniz?

Arkadaşlar, deprem ve diğer tüm afetler iyi yönetimle riski azaltılabilecek, hasarı önlenebilecek olaylardır.

Ancak görüyoruz ki, projelerini numaralandırmışlar. Birinci sıraya da Kanal İstanbul’u koymuşlar.

Bir kere daha baştan hatırlatalım: birinci sırada vatandaşımızın sağlığı, hayatı gelir. Bundan daha önemli bir proje yoktur!

Peki bugünkü kötü yönetim ne yapıyor? Deprem gerçeğini göz ardı ediyor. Ülke kaynaklarını kanal İstanbul gibi rant projelerine akıtmayı tercih ediyor.

Kaynaklarımızı Kanal İstanbul gibi dipsiz bir kuyuda, ranta dönüştürmek isteyenler, en azından Kocaeli’ndeki 1500 konutun iyileştirilmesine neden kaynak bulamazlar?

Değerli arkadaşlar,
Durumun vahametini kendileri açıklıyorlar.

İlgili bakan, iki yıl evvel, dönüştürülmesi gereken 6,7 milyon konut bulunduğunu açıklamıştı. Aradan iki yıl geçti, maalesef en son İzmir depremini yaşadık. Ardından Sayın Erdoğan çıkıp yenilenmesi gereken bina sayısını açıkladı. Kaç açıkladı biliyor musunuz?

6,7 milyon. Evet, aynı sayıyı açıkladı. Yahu ne yaptınız siz iki yılda? Kanal İstanbul’la yatıp, Kanal İstanbul’la mı kalktınız?

Bugün burada Kocaeli’nden en güçlü şekilde tekrar ediyorum:

Bizim doğal afetlere tek bir canımızı feda etme lüksümüz yok. Devlet, ülkede yaşayan insanların her türlü can ve mal güvenliğini temin etmek zorundadır. Devletin vazifesi, afet olduğu gün acıyı paylaşmak değil, o acı yaşanmadan vatandaşını korumaktır.

Biz DEVA Partisi olarak bu sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini korumak için çalışacağız.

DEVA Partisi olarak biz bu ülkede vatandaşının ölümüne göz yuman, katil binalara ruhsat veren, denetlemeyen, afetler yüzünden ölümü bu toprakların kaderi gören zihniyete son vereceğiz.

Üç kuruşluk rant uğruna vatandaşımızın hayatını riske atan, önemsemeyen bu zihniyete son vereceğiz.

Kentsel dönüşüm projelerini ranta göre değil, afet risklerini dikkate alarak, vatandaşın yararına göre tesis edeceğiz. Mevcut yapı stokunu güçlendirecek sermaye yetersizliğine de çözüm üreteceğiz.

Afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden taviz vermeyeceğiz. Afet tehlikesi ve riskleriyle ilgili verilerin toplandığı ve periyodik olarak değerlendirildiği şeffaf bir afet bilgi sistemi de kuracağız.
İmar barışından yararlanan yapıların da ivedilikle takip ve tetkik edilmesi gerekecek.

Değerli arkadaşlarım, Kocaeli bir sanayi şehri.

Ülkemizin otomotiv, kimya, metal gibi en önemli sanayi kollarının merkez üslerinden birisi. Stratejik konumu, hem yabancı sermayenin, hem de ülkemizin büyük ölçekli işletmelerinin Kocaeli’yi tercih etmesini sağlıyor.

Türkiye’deki büyük sanayi işletmelerinden %13’ü Kocaeli’nde yer alıyor. Kocaeli’de sanayinin gelişmesini kalkınma için çok önemli buluyoruz ve destekleyeceğiz.

Fakat gelişen sanayi Kocaeli’nde refah yaratmalı arkadaşlar.

Kocaeli halkı, bu sanayideki gelişmenin mükafatlarını, bolluğunu yaşamalı. Sanayileşmenin cezalarını çekmemeli.

Yani dostlarım Kocaeli halkı, sanayi açısından en gelişmiş illerimizden birisi olmanın bedelini böyle ödememeli. Çevre için, Kocaeli halkının sağlığı için acilen önlemler alınmalı.

Bu konuda yazılan raporlara, yapılan araştırmalara kulak verilmeli, eylem planları, projeler yapılmalı.

Değerli yol arkadaşlarım,

Kocaeli’nin ciddi bir internet altyapısı sorunu var. Özellikle pandemi döneminde uzaktan eğitime geçilince, gerekli olan internet altyapısında ciddi sorunlar oluştu.

İnterneti olmayan çocuklarımız cep telefonlarından bağlanıyor. Böylece limit aşımı oluyor ve faturalara yansıyor.

İnternet altyapısı, bir defalık bir yatırım. Ne kadar uzun fiber optik hattı döşerseniz, internet o kadar hızlanır. O kadar kullanıcıya ulaşır. Bu bir defalık yatırımı zamana yaygın bir şekilde karşılığını almak isterseniz, internet de ucuzlar. Çok basit.

Bırakın böyle 3-5 milyar dolarla çözülecek sorunları. Biz çok daha büyüklerini çözdük.

Yine çözeceğiz. Hızlı ve ücretsiz interneti bütün gençlerimize ulaştıracağız.

Değerli arkadaşlar, biz hazırız.
Kocaeli’nin demokrasiye ihtiyacı var. Kocaeli’nin atılıma ihtiyacı var. Kocaeli’nin DEVA ‘ya ihtiyacı var.

Kötü yönetime bir nokta koymaya, emaneti teslim almaya geliyoruz. Biz Kocaeli’ye DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Soruyorum şimdi Kocaeli hazır mı?
***

Sevgili arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi partimiz yoğun bir teşkilatlanma döneminde.

Kocaeli kongremiz belli olduktan sonra, Tunceli için de daha sonra aynı güne tarih verilmiş. Çok arzu etmeme rağmen Tunceli’ye katılamadım. Genel Merkezimizden çok güçlü bir kadro Tuncelili kardeşlerimizle beraber aynı salonda. Arkadaşlarımız Dersim’i yalnız bırakmamış.

1. OLAĞAN TUNCELİ İL KONGRESİNE CANLI BAĞLANTI

DEVA Partisi’nin çok değerli Tunceli İl Başkanı,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Kongremiz vesilesiyle bizlerle beraber olan kıymetli misafirler,

Değerli basın mensupları,

Saygıdeğer Dersimli dostlarım,

Hepinize kucak dolusu sevgilerimi iletiyor, birinci olağan il kongremizin hayırlı olmasını diliyorum.

Genel merkez kurul üyelerimizden bir kısmı bugün aranızda. Biz de can-ı gönülden yanınızdayız.

Önceden programlanmış Kocaeli kongremizle, daha sonra gün alınan Tunceli kongremiz, aynı tarihe denk geldiği için, aranızda olmamanın üzüntüsünü yaşıyorum.

Bu vesileyle, kısa bir süre içerisinde, Tunceli’ye özel bir program yaparak, sizlerle beraber olacağımı belirtmek isterim.

Söz veriyorum, en yakın zamanda geleceğim. Ancak sizden de bir söz istiyorum. Geldiğimde hep beraber şöyle bir Munzur'un gözelerinde birlikte çay içeceğiz. Tamam mı?

Değerli dostlarım,

Biz ülkemizin her ilinde, köyünde, mahallesinde, sokağında halkımızın arasındayız.

DEVA Partisi, ülkemizin her köşesine devletin eşit hizmet sunmasını sağlayacak.

Bugün çok partili ve çok sesli demokratik hayatımızı tek sesli hale getirmeye çalışan bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Bu anlayış yüzünden toplum ayrıştırıldı, kutuplaştırıldı.
Biz DEVA Partisi olarak, Türkiye’yi yeniden birleştirmek istiyoruz.

Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıyız. Bunun refahını hep birlikte yaşamalıyız.

Dili, etnik kökeni hiç fark etmez;

İnanması, inanmaması, dini, mezhebi hiç fark etmez;

Siyasi fikri, ideolojisi, içinden geldiği toplumsal kesimi hiç fark etmez;

Bu ülkenin her bir vatandaşı, eşit, haysiyetli ve saygın muamele görmek zorundadır.

Devlet, herkese eşit davranmak zorundadır.

Bir kez de Dersimli dostlarımın huzurunda sesleniyorum;
Biz geçmişte yaşanan olayları çok iyi biliyoruz ve acıları paylaşıyoruz.

Yarınlarımızı ise birlikte inşa edeceğiz. Yarınlar bizim elimizde.

Biz tüm vatandaşlarımızın, inançlarının gereğini korkusuzca ve huzurla yaşayabilecekleri özgür bir ortamı oluşturacağız.

Biz vatandaşlarımızın inanç, kültür ve referans ekseninde, hak ve özgürlük taleplerini adalet temelinde karşılayacağız.

Biz, ötekileştirme hissi doğuran tüm uygulamalara son vereceğiz.

Vatandaşlarımızın haklarını asla pazarlık konusu etmeyeceğiz, doğuştan sahip oldukları hakları olduğu gibi tanıyacağız.

Bu kapsamda, alevi vatandaşlarımızın başta cem evlerine ilişkin talepleri olmak üzere inanç, düşünce ve davranış temelinde birikmiş sorunlarının çözümü için gerekli her türlü adımı atacağız.

Biz tüm din ve inanç gruplarının kamusal görünürlüklerinin önündeki tüm kanuni ve idari engelleri ortadan kaldıracağız.

DEVA Partisi hazır. Soruyorum şimdi Tunceli’ye: Hazır mısınız?

***

Saygıdeğer Kocaelili ve Tuncelili dostlarım;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla; eşitlik için, adalet için özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

Kocaeli’nin ve Tunceli’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

27 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Konya İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın
1. Olağan Konya İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Konya İl Teşkilatımızın çok değerli Başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Konyalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Konya Teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Mevlanasıyla, Nasreddin Hocasıyla ülkemizin kültür ve felsefe durağı olan,

Çatalhöyük’üyle insanlığın başlangıç noktasını teşkil eden,

Sayısız organize sanayi bölgesine ve uçsuz bucaksız tarım alanlarına, bereketli topraklara sahip,

Devlet geleneğimizin, Selçuklunun başkenti,
Anadolumuzun kadim şehri Konya’da sizlerle bir arada olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

***
Değerli yol arkadaşlarım,

Aylardır ülkemizi karış karış geziyoruz. İl il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, köy köy teşkilatlanıyoruz.

Kadınlarla, gençlerle, esnafımızla, memurumuzla, bu ülkenin güzel, yiğit, cesur insanlarıyla oturup konuşuyoruz. Tek tek sorunlarını dinliyoruz.

Tüm bu sorunların, işini iyi yapan, ehil kadrolar tarafından kolayca çözülebileceğini anlatıyoruz.

Ama ne görüyoruz, biliyor musunuz?
Tünelin sonundaki ışığı görüyoruz arkadaşlar. Tünelin sonundaki ışığı. Bizler Mevlana’nın dediği gibi “gül yaprağına düşen damlalar” olduk. Dertlere deva olarak, damla damla, tüm ülkemizde büyüyoruz.
Umudu büyütüyoruz.
***
Değerli arkadaşlar,
Türkiye DEVA’sını arıyor. Hem de kelimenin tam anlamıyla devasını arıyor.

Biliyorsunuz, aylardır hepimizden gizlenen vaka sayıları iki gün önce ilk kez açıklandı. İlk gün açıklanan vaka sayısı 28 bin 351 idi. Dün açıklanan sayı da 29 bin 132.

Tabii eğer bu sayıya inanacaksak. O da başka bir mesele.

Geçtiğimiz haftalarda yaptığım pek çok konuşmada ben, vaka sayısı açısından Türkiye’nin dünyada ilk beşte olduğunu söylemiştim.

Tahminimiz isabetliymiş, doğruymuş.

Açıklanan sayı, Amerika ve Hindistan’ın hemen peşinden dünyada üçüncü olduğumuzu gösteriyor. Avrupa’da ise birinci sıradayız.

Daha evvel çokça “hayırlı hiçbir göstergede rekor kıramıyoruz” demiştim ya arkadaşlar, maalesef yine böyle kötü bir listede üstteyiz.

Gelgelelim bu konula ilgili açıklamalara bir bakalım arkadaşlar: açıklama yapmak demek, bir şeyi açıklığa kavuşturmak demektir.

Kullanılan ifadeler, bugüne kadar topluma tam olarak neyi açıkladıklarını bile anlaşılmaz kıldı.

Hasta tanımı yeniden yapıldı, bu sefer de “sadece hastanede yatanlar” denildi.

Anlıyoruz ki bugüne dek günlük tabloda açıkladıkları hasta sayıları da doğru değil.

Bir diğer vahim konu ise yapılan test sayısının azlığı...

Dünyada vaka sayısının en yüksek olduğu ilk 10 ülkeye baktığımızda, ülkemiz 17 milyon 733 bin test sayısı ile, en düşük sayıda test yapılan ülke.

Nüfusu bizden az olan İngiltere’de bir milyon kişiye 620 bin test düşerken bizde bir milyon kişiye 209 bin test düşüyor.

Koronavirüs hastalığının başından beri hem uzmanlar hem DEVA Partisi olarak biz, yaygın tarama testleri yapılması gerektiğini söyledik.

Hatta biz seyyar test istasyonları kurulmasını önerdik.

Ama dinlemediler. Şimdi de semptom göstermeyenlere test uygulanmıyor. Yani arkadaşlar, az test yaptıkları için daha az vaka tespit ediliyor.

Açıkladıkları bu 28-29 bin vakanın içinde semptom göstermeyenler yok. Tarama yapılmadan, semptom göstermemesine rağmen pozitif olanlar tespit edilmeden, yayılımı nasıl önleyeceksiniz?

Böyle sağlık yönetimi olur mu arkadaşlar?

Pandemi diyoruz, salgın diyoruz. Tüm dünyayı esir almış bir hastalık diyoruz. Ama bugünkü yönetim testte de ayrcımcılık yapıyor.

Biliyorsunuz sayın Erdoğan kendisiyle görüşecek kişilerden test istiyor. Ama bizler, vatandaşlarımız, hastayla yakın temaslı bile olsak semptom göstermiyorsak devlet hastanelerinde test yaptıramıyoruz.

Test yapmayınca hastalığı gizleyeceklerini sanıyorlar. Hastalık gizlenmez, devlet olmanın sorumluluğu tam tersine gerçeği ortaya koymaktır.

Buradan tekrar hükûmete sesleniyorum: Artık yeter!
Şeffaf olun.
Halkımız ölüyor.

İşin ucunda bu milletin hayatı var. Tekrar ediyorum: insanların salgın hastalık yüzünden hayatlarını kaybetmeleri önlenebilir. Tablonun bu denli ağır olmasının tek sebebi kötü yönetimdir.

Siz insanlarımızın sağlığını aylardır tehlikeye attınız. Özellikle 1 Haziran’dan itibaren neredeyse tek bir önlem almadan hastalığın yayılmasını izlediniz.

Ekonomiyi batırdığınız için, piyasa daha da durgunlaşmasın diye, halkımızın sağlığını gözden çıkardınız. On binlerce insanımızı, yüzlerce sağlık çalışanımızı kaybettik.

Biz bu anlayışı reddediyoruz. Ülkemizdeki her bir ferdin hayatı, yaşam hakkı, sağlığı bizim için esastır.

Tekrar hükûmete soruyorum:

İzah edin. Bugüne dek neden bilgileri gizlediniz?

Bugüne dek neden milletimizi yanılttınız?

Neden şu anda dahi tam şeffaf olamıyorsunuz?

Bu halkın yaşamından daha önemli ne var?

Bu soruların cevaplarını bilmek istiyoruz. Bu bizim hakkımız.

***

Değerli arkadaşlar,

Maalesef önlemler konusunda olduğu gibi aşı konusunda da geç kalındı. Bunun da sebebi hazineyi boşaltmış olmaları.

Kalkınmış batılı ülkeler tarafından şimdiden satın alınan ve rezerve edilen aşılar var. Amerika’da ve Almanya'da aralık sonuna doğru aşılama başlayacak. 55 milyonluk İngiltere toplam 145 milyon doz aşı siparişi verdi bile.

Biz ise henüz risk gruplarına mevsimsel grip aşısını bile yaptıramamış durumdayız arkadaşlar.

Bu hastalığa karşı bağışıklık kazanmamız gerekiyor. Uzmanlar bunun için en az 100 milyon doz aşıya ihtiyacımız olduğunu söylüyor.

Kendi hekimlerimizin geliştirdiği ve tüm dünyanın sipariş listesine girdiği aşıdan ne kadar sipariş verilmiş biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yalnızca bir milyon.

Çin’de daha fazları tamamlanmamış aşıdan ise 10 milyon sipariş etmişiz. Bu aşının etkisi nasıl belli değil. Daha ne zaman piyasaya sürüleceği bile belli değil.

Fakat ekonomi yönetiminde çuvallayanlar, ülkemizi ilaç ve tıbbi cihaz firmalarına karşı da borca soktular. İtibarımız azaldı. Tüm bunlar aşı ihtiyacımızı karşılamamızı olumsuz yönde etkiliyor.

Lütfen “biz elimizden geleni yaptık, halkımıza söz dinletemedik” demeyin. Cevap bekliyoruz:

Soru basit: iki yılda ülkemizi büyük zarara uğrattınız. Merkez Bankası rezervini bir çırpıda yaktınız. İsrafa devam ettiniz. İsrafa ve faize ödediğiniz parayla salgına karşı nasıl bir önlem paketi sunabilirdiniz? Bir düşünün.

Son olarak şunu da dile getireyim. Hani diyorlar ya “itibardan tasarruf olmaz” diye.

Olur olur, sizin o şatafatlı yazlık-kışlık külliyelerinizden, bilmem kaç uçaklı devlet gezilerinizden bal gibi tasarruf olur. Siz şu kamu ihalesiyle ilgili uygulamaları değiştirin, Avrupa Birliği’nin uyguladığı kamu alımları mevzuatını alın Türkiye’ye taşıyın o zaman nasıl tasarruf yapılırmış öğrenirsiniz.

Ama asıl sağlıktan olmaz. Bu milletin her bir ferdinin canından kıymetli bir itibar olamaz!

***

Değerli arkadaşlarım,

Duyuyorsunuzdur, bu günlerde reformlardan bahsediliyor.

Reform ne demek?

İşler yolunda gitmiyorsa onu düzeltirsiniz. Yeniliklere uyum sağlarsınız. Sistemde gereken değişiklikleri yaparsınız ya hani. Ona reform diyoruz.

Yani işlerin kötüye gitmemesi için, sorunları düzeltmek için reform yaparsınız.

Peki bugünkü hükûmet reformdan ne anlıyor? Reformdan ne anladıkları konusunda da bir ipucu verdiler.

Dediler ki, “Cumhuriyet tarihindeki en büyük reform, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemine geçiştir.”

İnanın, olanlardan zerre kadar ders almamışlar!

Yahu biz reformdan çözüm anlıyoruz, meğer onlar reformdan sorunun ta kendisini anlıyormuş.

Bir ara ağızlarında hukuk gibi kelimeler gevelemişlerdi. Yok, anlaşılan hukuku tesis etmek hiç gündemlerine girmiyor, girmeyecek.

E ülkemizin bugün her alanda reforma ihtiyacı olmasının sebebi zaten sizin bu kötü yönetiminiz. Aldığınız yanlış kararlar. Yaptığınız hatalar.

Bunun en önemli sebebi de iki yıl önce getirdiğiniz Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve yanlış zihniyet.

Bu hataları düzeltmeleri gerekirken ne yaptılar? “İşleri daha da kötüleştireceğiz” dediler.

Reformdan anladıkları bu... kötü örneği bize kılavuz diye gösteriyorlar. Sevgili arkadaşlar,

Partili Cumhurbaşkanlığına geçilirken argümanları neydi, hatırlıyorsunuz değil mi? “Siyasetin içinden, becerikli, deneyimli insan yetişemiyor, siyasetin dışından da başarılı kişileri bakan atayalım” dediler. Böylece sistemin hız ve kalite kazanacağını söylediler.

Peki ne yaptılar? Dediklerinin tam tersini yaptılar. Liyakatmış, ehliyetmiş, hiç umursamadılar. Hem de atadıkları kişilere en ufak yetki de vermediler ha.

Külliye’de 1200 oda var, külliyeye giden konulardan hiçbirisi o son odaya gitmeden o bir kişinin tamilatını almadan sonuçlandırılamıyor, böyle bir şey yok.

Sonra işler kötüye gidince yakın akraba bakanı ortadan kaybetmeyi denediler. Birazcık yetkisi var gibi gözüken kişiyi de ortadan kaybediverdiler.

Peki o kişi yetkiyle ne yaptı, ne etti hâlâ halkımıza anlatan da yok. Daha düne kadar “güçlü ekonomi”den bahsediyorlardı.

Bu ülkenin hazinesinin 95 senede yaptığı borç stoğunu, son iki senede iki katına çıkardılar. Bu mudur güçlü ekonomi? Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık rezervi eridi, eksi 44 milyar dolar daha fazla piyasaya borcu var.

Koca Cumhuriyet tarihi boyunca oluşan borçlanma kadar, sadece son iki senede ilave borç oluşturmak mıdır güçlü ekonomi?

Dolarda, euroda, faizde, enflasyonda artışı önleyememek midir güçlü ekonomi?

Merkez Bankasının rezervlerini tüketmek, merkez Bankasını borca sokmak mıdır güçlü ekonomi?

Şimdi çıkıp reform diye övündükleri bu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtiler, ülkeyi mahvettiler.

Adaleti yok ettiler. Özgürlükleri yok ettiler. Baskı iklimini egemen kıldılar. Çete liderlerinin tehditlerine arka çıktılar. Hukuksuzluğu kural haline getirdiler. Sonunda da ülkemizi borca batırdılar.

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz Merkez Bankası geçen hafta politika faizini %10,25’ten %15’e yükseltti. Yani Merkez Bankasının politika faizi son iki ayda %6,75 artmış oldu. Şu anda Türkiye, dünyada en yüksek politika faizi uygulayan ülkelerden birisi oldu.

Merkez Bankası açıklamasında “önümüzdeki dönemde parasal duruşun sıkılığı, enflasyonu etkileyen tüm unsurlar dikkate alınarak, enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar kararlılıkla sürdürülecektir” dedi.

Hadi tercüme edelim; parasal sıkılaştırma demek, faizi artırmak demek.

Merkez bankası diyor ki; “faizi epeyce yükselttim, enflasyon düşene kadar da yüksek tutacağım.” Yani yüksek faiz enflasyonu düşürecek diyor.

Yani Merkez Bankası, Cumhurbaşkanının yıllardır ısrarla dayattığı teorisinin yanlış olduğunu açıkladı.

Daha birkaç gün öncesine kadar “faiz sebep, enflasyon neticedir” diyorlardı.

Daha ben ve arkadaşlarım görevdeyken yandaş gazetecilerine hakkımızda olmadık iftiralarla yazılar yazdırıldı; tüm ekibimize faizci iması yapıldı.

Ben görevden ayrıldığımdaki faiz oranı bugünkünün neredeyse yarısıydı. Ama biliyorsunuz bizlere demedik laf bırakmadılar. Yandaş kanalları, ne uzmanı olduğu bilinmeyen danışmanları coşkuyla karalama kampanyası yürüttüler.

Şimdi soruyorum: Senelerdir haksızca iftira attığınız, suçladığınız, hakkına girdiğiniz, hatta miting meydanlarında yuhalattığınız arkadaşlarımızın hepsinin hakkını teslim etmeniz gerekmiyor mu?

Eğer hak, hukuk, kul hakkı kavramları sizin için önemliyse, itham ettiğiniz, yuhalattığınız, rencide ettiğiniz tüm bu insanlardan helallik dilemelisiniz.

Ben Konyalı gönüldaşlarımın yanında sesleniyorum: Hazreti Mevlana’nın dediği gibi, “Bizi bilen bilir. Bilmeyen de kendi gibi bilir.”

Değerli dostlarım,

Bir de biliyorsunuz baktılar ki ekonomi artık yalanlarla idare edilemiyor. Ufak tefek değişiklikler, yeni atamalar yaptılar.

Bazı ilkelerden bahsetmeye başladılar, mesela “şeffaflık” dediler.

Biliyorsunuz bizim sözlerimizi kendi metinlerine kopyala-yapıştır yapıp okuyorlar. Ama icraatta şeffaflık var mı? Bakın daha dün ne yaptılar:

Varlık Fonu aracılığıyla Katar’a satış mutabakatı anlaşması yapmışlar. İşte size fırsat. Şeffaflık öyle “şeffaf olacağız” demekle olmuyor. Hadi başlayın açıklamaya, bu satıştan başlayarak Varlık Fonu'nun bugüne kadar yaptığı iş ve işlemleri şeffaf bir şekilde paylaşın hadi.

“Doğru hesap vermekten kaçmaz.”

Ama yapamazlar değerli arkadaşlar, devlet yönetimi için gereken tüm bu ilkeleri uzun yıllardır yok ettikleri için, devletin parasını hesapsızca yönettikleri için şeffaf olamazlar.

***
Sevgili arkadaşlarım,

Ben esnafımıza soruyorum. Ülkemizin her köşesinde esnafımızın kapısını çalıyorum. Biliyorsunuz ben de esnaflıktan gelme birisiyim. Soruyorum, alıp sattığı malın fiyatı neydi, ne oldu? Son bir yılda ne kadar zam geldi diye soruyorum. Her biri aldığı ürüne göre cevaplıyor: %30-40-50. Bazı ürünlerde %100’ü bile geçmiş durumda.

Konya’dayız; şu muhacir pazarına gidip soralım arkadaşlar, eski garaja gidelim soralım. Zafer’de şöyle bir yürüyelim.

Ama onların “Rakamları Ayarlama Enstitüsü”ne kalsa enflasyon yüzde 10-12. TÜİK’i düşürdükleri hâle bakın. Makyaj odasına çevirdiler.

Yatırım güvenle olur. Bizim geleneğimizde, değerlerimizde güvenin pek çok ölçüsü vardır ama en önemli üçünü sayayım: Birincisi, konuşunca doğruyu söyleyeceksin. İkincisi, söz verince yapacaksın. Üçüncüsü, size bir şey emanet edildiği zaman o emaneti gözünüz gibi koruyacaksınız. Emanete ihanet etmeyeceksiniz. Bu hükûmet nasıl güven oluşturacak?

Onlar sokağa çıkmayı bıraktıkları için, halkımızın gerçek enflasyonu iliklerine kadar hissettiğini bilmiyorlar.

Ama markete, pazara giden sizler çok iyi biliyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz.

Peki emekliye, memura, sabit gelirliye maaş zammını neye göre yapıyorlar? O açıkladıkları makyajlı enflasyon oranlarına göre maaşları artırıyor. Oysa gerçek enflasyon almış başını gitmiş. Bizim emeklimizin maaşı sadece mutfak masrafıyla tükeniyor. Sizin o küçücük zamlarınızla nasıl geçinecek?

Halkımızın satın alma gücü hızla eriyor.

Bizim zamanımızda yeni mezun gençler araba alıyor, emekli uçağa biniyor Avrupa’yı geziyordu. Yurt dışından tersine beyin göçü vardı. Bilim insanları araştırmalarını Türkiye’de sürdürmek istiyorlardı.

Nasıl bu hale getirdiler, gerçekten akıl sır ermiyor. Hatırlayın öğrenciler harçlıklarını biriktirip yurt dışına gezmeye gidiyordu. Şimdiki öğrenci arkadaşlarımız bunları duyunca çok şaşırıyor. Şimdi ülke içinde gezmenin maliyetini bile karşılamak adeta imkansız...

Bugünkü hükümete sorsanız, aslında zenginlik içinde yüzüyoruz.
Ama değerli arkadaşlar, Rumi’nin dediği gibi, “Gönül hissetmezse kulak

duymuş neylesin!”
Biz tüm bu aklımızla alay eden, ülkeyi günden güne fakirleştiren, gençlerimizi

ümidini yok eden bu kötü yönetime son vereceğiz.

DEVA Partisi tüm bu sorunları düzeltecek. Halkımızla beraber halkımız için müreffeh bir ülke inşa edecek.

***
Değerli arkadaşlar,

Ben ve arkadaşlarım görevdeyken amacımız ülkemizi orta gelir tuzağından çıkarmaktı.

Yıllarca, orta gelirden yüksek gelire atılım yapmak için, bu ülkenin çalışanlarının alın teriyle, üretimiyle, ihracatıyla ve bu ihracattan gelen dövizlerle merkez bankasının kasasını doldurduk.

Ama bazılarının niyeti farklıymış, kasayı dolu görünce, “Bırak biz daha iyi yaparız” dediler.

Sonra ne oldu? “Hazıra dağ dayanmaz” demiştim ya, dayanmadı.

Düşünebiliyor musunuz, kara gün parası olarak biriktirdiğimiz 130 milyar doları iki yılda bitirdiler.
Bir de üstüne Merkez Bankası’nı 44 milyar dolar borca soktular.

Hala durmadan ne diyor hükümet: “milli, yerli” Şimdi soruyorum onlara, bu mu milliyetçilik?

Milliyetçilik öncelikle bu ülkenin her bir vatandaşına devletin aynı samimiyette kucaklayabileceği bir ortamı oluşturmaktı.

Milliyetçilik, kutuplaştırmak, ayrıştırmak değildir.

Milliyetçilik bu ülkede yaşayan her bir vatandaşımızın geleceğe ümitle bakmasını, gençlerimizin geleceğini bu ülkede görmelerini sağllamaktır. Her bir vatandaşımızın topyekun refahını arttırmak zenginleşmeyi elde etmektir. Bu ülkenin tüm dünyadaki haklarını sonuna kadar korumaktır bunu yaparken de dostları çoğaltıp düşmanları azaltarak korumaktır.

Milliyetçilik iki senede Merkez Bankası rezervlerini yiyip, tüketip eksiye düşürmek değildir.

Bu ülkenin parasını pul etmek değildir. Değerli yol arkadaşlarım,
Tüm bunlar bizim kaderimiz değil.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemle, bağımsız ve tarafsız yargıyla, işinin ehli kadrolarla, bağımsız kurumlarımızla, vizyoner politikalarımızla sorunları çözmeye geliyoruz.

Türkiye’nin demokrasi ve atılım ihtiyacını karşılamaya geliyoruz. Kötü yönetime bir nokta koymaya, emaneti teslim almaya geliyoruz.

Biz hazırız arkadaşlar.

Şimdi Konya’ya soruyorum.

Peki Konya hazır mı?

**

Değerli yol arkadaşlarım,

Konya’nın sorunlarını da görüyoruz, dinliyoruz, biliyoruz.

Konya’nın bitmeyen bir metrosu var. Diyorlar ki “metro, Konya'nın hayali. Biz, bu hayalden vazgeçmeyeceğiz.”

Ama Konya’ya hayal değil, şehir içi ulaşım sorununu çözecek gerçek bir metro lazım. Hayale binip gidemiyorsunuz, icraat da lazım.

Arkadaşlar,

Konya bir tarım şehri. Hep denir ya “Konya Türkiye’nin tahıl ambarı” diye. Ne var ki tarım alanlarının genişliğine rağmen üretimin yetersiz ve verimsiz yapılması nedeniyle elde edilen gelir düşük.

Konya’da tarımın en önemli sorununun sulama olduğunu biliyorum arkadaşlar. Su temini projeleri var ama hepsi proje olarak kalmış durumda. Yani yine hayal satıp Ankara’ya gidip arkalarını dönmüşler.

Ne finans kaynakları, ne zamanlaması, ne eylem planı belli olmayan proje mi olur?

Konya’ya modern sulama altyapısı kurulmak zorunda. Su kullanımı ve dağıtımı için hayal değil “gerçek” projeler yapılmak zorunda. Bütün bunlar organizasyon gerektiriyor. Bütün bunlar için işinin ehli yöneticilerin olması gerekiyor. Yani DEVA gerekiyor.

Çiftçimizin tek sorunu sulama değil. Çiftçimiz bin türlü sorunla boğuşuyor, çiftçimiz sahipsiz. Çünkü ürünleri için açıklanan taban fiyatlar ürün maliyetini karşılamıyor.

Topraklarına ekeceği tohumun, atacağı gübrenin fiyatı her geçen gün artıyor. Paramız pul oldukça çiftçimiz perişan oluyor.

Hayvancılık alanında benzer sorunlar yaşanıyor. Tüm girdi maliyetleri yükseldi ama ürün fiyatları sabit...

Değerli arkadaşlar,

Konya’nın sanayisinde de katma değer artmıyor.

Sanayicinin en önemli derdi finansman ve kalifiye eleman.

Orta ölçekli firmaların dünya lideri olması için girişim sermayesine ihtiyacı var. Girişimlerin desteklenmesine ihtiyacı var.

Bu finansman kaynağını biz devreye sokacağız, ihracat şampiyonları çıkaracağız arkadaşlar. İnanın düzgün bir yönetimle, halkını topyekün zenginleştirmeyi amaç edinen bir yönetimle bunları gerçekleştirmek çok kolay.

En önemlisi girişimcilikten anlayan, az çok piyasayı bilen, o rafların tozunu yutmuş insanların görevde olması lazım. Son dönemdeki hatalara bakıyoruz, bir bakkalın yanında iki aylık çıraklık yapan bir gencimiz hükümetin yaptığı yanlışları yapmaz.

Borç yeniden yapılandırıyorlar, ödemesi Ocak’ta başlıyor. Yahu ocak dediğin şurada 1 ay kaldı, pandemi bitti mi, etkisi bitti mi, dükkanlar açıldı mı yok.

Biz açıklamamızda kamusal tüm ödemeleri erteleyin dedik. Pandemi bittikten sonra da yayın bunu. Avrupa’da pek çok ülke esnafına hibe veriyor. Kasayı boşalttıkları için onu yapamıyorsunuz anladık ama alacağınızı almak için dükkanı kapalı olan esnafın boğazına sarılmayın.

Ödemesiz dönem lazım. Pandemi bitene kadar sıfır ödeme, sıfır faiz.

Faiz meraklısı oldular. Merkez Bankası’nın faizini arttır, çiftçimim faizini artır, borç yapılandır faiz. Biz anlamadık.

Değerli arkadaşlar,

Buradan girişimcilerimize de seslenmek istiyorum. Kendi imkanlarıyla çok şey başaran Konyalı girişimcilerimizi izliyoruz. Buradan her birini selamlıyoruz.

Bakın, bugün silikon vadisinde tarım teknolojileri dalgası başladı. Konya niye hazır değil?

Gençleriyle, yeni girişimleriyle, start-up’larıyla, üniversiteleriyle vızır vızır teknoloji üretilen bir girişimci modeli oluşturacağız.

DEVA Partisi iktidarında biz onlara gölge etmeyeceğiz. Yanlarında, yanı başlarında olacağız ve her türlü desteği vereceğiz.

Değerli arkadaşlar,
Konya’nın meşhur Alaaddin Tepesi’nde, 1961 yılından beri beton şemsiyeyle

korunan Selçuklu Köşkü biliyorsunuz Konya’nın simgesiydi.
Ankara’dan şehre girince bizi o karşılardı. Uzay mekiği gibi bir görüntüsü vardı.

Ne yaptılar? Beton şemsiyeyi yıktılar. Bir de tarihi eseri beton ile tekrar yaptılar. Bunlar hep hak ediş.

Ne çekti bizim tarihi eserlerimiz bu hak edişlerden? Ah bir dilleri olsa da konuşsalar...

Değerli arkadaşlar,

Bazıları Konya’yı kendi oy deposu sanıyor. Baksanıza kaç senelik iktidar hâlâ hayata geçmemiş projeleri vaat olarak anlatıyor. Ama Konya kimsenin oy deposu değildir.

Konya mütevazı davransa da yönetimi belirleme gücüne sahip bir ilimiz. Ama derler ya, mütevazı olma gerçek sanırlar. Bizi de öyle sandılar. Hala şaşkınlık içindeler.

Konya’nın yaşantısı, okul sistemi, imkanları ülkemiz için gerçekten ideal bir model. Biz bu modeli biliyoruz ülkemize kattığı, katacağı değerleri görüyoruz.

Değerli arkadaşlar,
Konya kültür ve turizm açısından oldukça zengin bir şehrimiz.

Hem inanç turizmi hem kongre ve fuar turizmi, sağlık, spor, doğa turizmi açısından çok kıymetli.

Tüm bu turizm alanlarının desteklenmesi ve tanıtılması Konya için önem taşıyor.

Ancak bunun yanı sıra özellikle çevre politikalarındaki ısrarlı yanlış nedeniyle Konyamız da olumsuz etkileniyor.

Tuz Gölü’nün kirlenmesi ve gölün zarar görmesinin yanında hatalı sulamaya bağlı olarak Konya ve çevresinde oluşan obruklar, bize iklim krizinin sinyallerini veriyor.

Biz DEVA Partisi olarak başta enerji olmak üzere, sanayi, tarım, ulaştırma gibi diğer politika alanlarını çevre ile daha uyumlu hale getireceğiz.

Suyun sektörler arasında tahsisinde ekonomik verimliliği dikkate alacağız. Tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi için yeni teknolojilerin kullanılmasını destekleyeceğiz. Bu amaçla yoğunlaştırılmış çiftçi eğitim programları Uygulayarak, toprak-su dostu ürün sertifikaları vereceğiz.

Çevre odaklı yatırımlara, teknolojik yeniliklere ve temiz Teknoloji kullanımına daha fazla kaynak ayıracağız.

Değerli arkadaşlar,
Biz Konya’nın dertlerini biliyoruz, görüyoruz.

Konya’nın demokrasiye ihtiyacı var. Konya’nın atılıma ihtiyacı var. Konya’nın DEVA‘ya ihtiyacı var.

Biz Konya’ya DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız.

***
Saygıdeğer konuklar;

Biraz önce bir haber aldık, biliyorsunuz Konyalı siyasetçi Sayın Ahmet Davutoğlu COVID hastalığına yakalanmış ben buradan kendisine özellikle geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum, acil şifalar diliyorum.

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla; eşitlik için, adalet için özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

Konya’nın DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

26 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Adıyaman İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN ADIYAMAN İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Genel Kurul Üyeleri, Adıyaman İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Adıyamanlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli temsilcileri, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Adıyaman Teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Güneşin en güzel doğup en güzel battığı mekanın, Nemrut’un gölgesinden;

Medeniyetin ayak izlerini taşıyan kadim ilim şehrinden,

Ovaları tütün kokan, farklı renklerin kültürlerin bir arada huzur içinde yaşadığı Adıyaman’dan sizlere sesleniyorum bugün.

***
Değerli arkadaşlarım,

Türkiye siyaseti 9 Mart 2020 tarihinde DEVA Partisi’nin kurulmasıyla yepyeni bir soluk kazandı.

9 Martta çıktığımız adalet, özgürlük, eşitlik yolunda, Türkiyemizin dört bir köşesinde teşkilatlanmaya devam ediyoruz.

Ülkemizin dört bir yanında, sizlerle birlikte, damla damla büyüyoruz, umudu yeşertiyoruz.

Biz, her gün büyüyen ailemizle birlikte çok çalışıyoruz, daha da çok çalışacağız.

Çünkü bu ülkenin, bir an önce bu kötü yönetimden kurtulması gerektiğine inanıyoruz. Bu büyük ülkenin ancak işini bilen, liyakat sahibi, ehil insanlarla hak ettiği seviyeye ulaşacağına inanıyoruz.

Biz bunun için hazırız, DEVA Partisi hazır.

***
Değerli dostlarım,
Güncel bir konu var, hepiniz takip ediyorsunuz.

Dün akşam hükümetin ilgili bakanı bir açıklama yaptı. Aylardır hepimizden gizlenen bu pandemiyle ilgili vaka sayılarını açıkladı. Son 24 saatteki vaka sayısının 28.351 olduğunu söyledi.

Tabii eğer bu sayıya inanacaksak. O da başka bir mesele.

Geçtiğimiz haftalarda yaptığım pek çok konuşmada ben, vaka sayısı açısından Türkiye’nin dünyada ilk beşte olduğunu söylemiştim.

Tahminimiz isabetliymiş, doğruymuş.

Dün açıkladıkları rakam, Amerika ve Hindistan’ın hemen peşinden vaka sayısında dünyada üçüncü olduğumuzu gösteriyor.

Dünkü açıklamaya şöyle bir bakalım arkadaşlar: açıklama yapmak demek, bir şeyi açıklığa kavuşturmak demektir.

Dünkü ifadeler, bugüne kadar topluma tam olarak neyi açıkladıklarını bile anlaşılmaz kıldı. Şimdiye kadar açıklanan her şey de bir bakıma anlaşılmaz kılındı.

Dün hasta tanımı yeniden yapıldı, bu sefer de “sadece hastanede yatanlar” denildi.

Anlıyoruz ki günlük tablolarda açıkladıkları hasta sayıları da doğru değil.

Bunların hepsini bize doktorlarımız izah etti. Hangi pandemiyle ilgilenen doktorla konuşursanız konuşun zaten gerçek tablonun bu açıklanan tablodan çok farklı olduğunu biz görüyorduk. Bakıyorduk, tek bir hastanedeki açıklanan rakamlar, o ilin toplamından fazla çıkıyordu. Tek bir il için bazen kazayla yerel yöneticilerin açıkladığı rakamlar Türkiye’nin toplamından fazla çıkıyordu.

Bu da yetmedi, Türk Tabipler Birliği, sağlık çalışanlarımız aylardır feryat ediyor. “Ölüyoruz” diyorlar. Tabipler Birliği gerçek rakamların çok daha yüksek olduğunu söyleyince ne yaptı hükümet? Hazır ellerinde beklettikleri bir damga var, üzerinde de “hain” yazan bir damga, getirdiler, Tabipler Birliği’ne de tak “sen hainsin” dediler, “vatan hainisin” dediler.

Alışkanlık haline geldi. En ufak eleştiri, en ufak yanlışa işaret etmek, artık tahammülleri yok sanki her şeyi mükemmel yapıyorlarmış gibi en küçük eleştiri, en samimi, içten sesler dahi ortaya çıktığında hemen “vatan haini”. Bu kelimeyi de çok ucuzlattılar. Bu ihanet kelimesi o kadar ucuz değil. Günlük, iki kelimede bir geçen bir ifade haline getirdiler bunu.

Gerçeği söylemek, halkımızın sağlığını önemsemek değerli arkadaşlar vatana ihanet falan değildir. Biz doktorlarımızın, sağlık çalışanlarımızın yanındayız. Bir kez daha her birine müteşekkir olduğumuzu ben buradan ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar;

Doktorlarımızın, sağlık çalışanlarımızın fedakarca verdikleri mücadele olmasaydı var ya şu anda ülke çok daha kötü bir durumdaydı.

Her şeye rağmen, itibarlarının her gün ayaklar altına alınmalarına rağmen, her gün feryat etmelerine rağmen “Ya bu problem çok büyük, öyle açıkladığınız gibi değil biz yaşıyoruz, hastanedeyiz,” demelerine rağmen maalesef sürekli rencide edildiler.

Buradan tekrar hükûmete sesleniyorum: Artık yeter!
Şeffaf olun.
Halkımız ölüyor.

İşin ucunda bu milletin hayatı var. Sırf propaganda yapmak için olur olmadık şeylere “Beka meselesi” diyorsunuz. Gerçek beka arkadaşlar, bu milletin canıdır, sağlığıdır.

Siz insanımızın sağlığını aylardır tehlikeye attınız. Özellikle 1 Hazirandan itibaren neredeyse tek bir önlem almadan bu hastalığın yayılmasını izlediniz. Üstelik rakamları da olduğundan küçük açıklayarak sanki problem büyük bir problem değil, az sayıda hasta var dolayısıyla “vatandaşlarımıza şöyle moral verelim.” Ama siz eğer gerçeği olduğu gibi, zamanında açıklasanız belki de vatandaşlarımız çok daha dikkat edecekti.

Her gün 28 bin vaka var diye ki o rakam doğruysa, sadece bunların açıkladıklarına ben dayanarak bunları söylüyorum, 28 bin vaka bir günde olduğunu duyan milletimiz, tedbirler konusunda çok daha dikkat edecekti. Bir bakıma gerçekleri saklayarak, gizleyerek vatandaşlarımızın belki de daha rahat hareket etmesine sebep oldunuz. Bunun vebali var, günahı var.

Ekonomiyi batırdığınız için, pandeminin tedbirleriyle ilgili kararları verirken “biz sadece sağlığa bakmıyoruz, ulusal çıkarlara da bakıyoruz,” dediler. Bu ülkenin kendi vatandaşının canından, sağlığından daha önemli bir çıkarı olabilir mi? Bu nasıl mantık?

Biz bu anlayışı reddediyoruz. Ülkemizdeki her bir ferdin hayatı, yaşam hakkı, sağlığı bizim için esastır.

Tekrar hükûmete soruyorum:
İzah edin. Anlatın. Bugüne dek neden tüm bilgileri gizlediniz? Bugüne dek neden milletimizi yanılttınız?
Neden şu anda dahi tam şeffaf olamıyorsunuz?
Bu halkın yaşamından daha önemli ne var?

Bakın arkadaşlar, Türkiye’deki ilk pandemi vakası, daha sonra anlaşıldı ki aslında ocak şubattan itibaren varmış ama beklemişler, beklemişler ilk pandemi vakasını bizim partimizin kuruluş günü açıkladılar biliyorsunuz. Artık orada bir şey var mı yok mu bilmiyoruz, vebali boyunlarına.

Ama ilk pandemi vakası ne zaman açıklandı, 10 Mart’ta.

Biz hemen 17 Mart’ta, daha yedi günlük siyasi partiyken bir açıklama yaptık. Bu pandemi ile ilgili hükûmetin hem sağlık hem de ekonomi tarafında neler yapması gerektiği ile ilgili reçete yazdık ve onlara açıkladık. Tüm Türkiye ile paylaştık.

Oradaki maddelerden biri neydi biliyor musunuz? “Pandemi ile ilgili gelişmeleri, verileri, istatistikleri zamanında ve şeffaf olarak toplumla paylaşın” dedik. 17 Mart’ta ilk vakanın yedinci günü, biz bunu niye söyledik, çünkü biliyorduk. Huylu huyundan vazgeçmez.

Bugün, esnafın “%30, %40, %50 enflasyon var bu memlekette” dediği bir ülkede siz devlet olarak enflasyonu %11,%12 olarak açıklıyorsanız ve bütün her şeyi olduğundan daha iyi gibi vatandaşlarımıza sürekli anlatmaya çalışıyorsanız, “ekonomi uçuyor, kaçıyor” diyorlardı, daha yeni “pik yapıyor” diyorlardı. Arkasından da hepsini değiştirmek zorunda kaldılar.

Bu kötü bir alışkanlık, mutluluk oyunu. Her şey güzel daha da güzel olacka. Öyle değil. Biz bunu bildiğimiz için o açıklamayı yazdık, bugünlerin geleceğini biliyorduk.

Bizzat Cumhurbaşkanı “Bir de bize ders vermeye çalışıyorlar,” dedi beni de kastederek. E derse ihtiyacınız var. Ne yapalım? Bizden ders almıyorsanız hiç olmazsa şu olanlardan ders alın, başınıza gelenlerden, bu memleketin başına getirdiklerinizden ders alın.

***
Değerli arkadaşlar,
Son birkaç haftadır ülkeyi yönetenler yeniden “hukuk” demeye başladılar. Ekonomi öyle kötü bir noktada ki, hukuk şimdi yeni akıllarına geldi.

Ama onların dilindeki hukukla bizim bildiğimiz gerçek hukukun hiç ilgisi yok anlaşılan. Daha birkaç gün evvel kendi partilerinden birisi hukukun temel ilkelerinden bahsedince hemen yaylım ateşine tuttular. Hem Cumhurbaşkanı hem de küçük ortak birlikte saldırdı. Neticede, bir istifa daha gördük.

Bu kişi yakın akraba olmayınca tabii devlet terminolojisi akıllarına geldi. Biliyorsunuz en yakın akraba ortadan kaybolurken “af” falan gibi kelimeler kullanılmıştı. Neyse.

Hani hukuk reformu diyorlardı?

Bakın arkadaşlar, kendi partilerinin içinde, hukukun dillendirilmesine bile müsaade etmiyorlar.

Muhalifleri susturmayı öyle bir alışkanlık haline getirdiler ki, konuşan kendilerinden de olsa da hemen susturuyorlar.

Hadi anladık; muhalefetle yarışıyorsunuz. Bu yarışın adil bir yarış olmaması için zaten uğraşıyorsunuz. Devletin televizyonunu muhalefete kapatıyorsunuz. Elinizdeki iktidar olanaklarını kullanarak ses çıkaranları bastırıyorsunuz.

Ama demek ki bu da yetmemiş. Kendi partilerindeki az sayıda sağduyulu insanları bile susturuyorlar artık.

Peki bunu ne zaman yaptılar değerli arkadaşlar? Küçük ortak, kendi parti arkadaşlarına hakaret dolu açıklamaları yaptıktan sonra.

%10’luk genel başkan, devleti de büyük ortağı da yönetiyor.

Kendi yapıları içindeki düzenlemelere kadar ne olacağına küçük ortak karar veriyor.

Yahu bu millet size boşuna mı oy verdi? Gidin partinizin anahtarını küçük ortağa teslim edin diye mi oy verdi? Devletin rotasını küçük ortak belirlesin diye mi oy verdi? Demokrasi bu değil, milletin egemenliği bu değil.

Bakıyoruz küçük ortağa, büyük ortak üzerinde neredeyse vesayet oluşturmuş durumda. Büyük ortağın sorunlarının nasıl çözüleceğini de küçük ortak belirliyor.

Büyük ortağın kurucularını, büyük ortağın gözü önünde fırçalıyorlar. Hem de ağza alınmayacak, yakışıksız, seviyesiz ifadeler kullanıyor.

Büyük ortak, kendi mensuplarının itibarını bile savunamaz halde. Bu kadar dümen suyuna girdiler.

Türkiye siyaseti çok sayıda enteresan olaya şahit olmuştur ama, bir siyasi partinin direksiyonuna başka bir partinin genel başkanının geçmesine herhalde ilk defa tanık oluyoruz.

Durum gerçekten vahim sevgili arkadaşlar. Büyük ortağın çalışma arkadaşlarına küçük ortak karar veriyor.

Peki neden böyle oluyor? Çünkü partilerinde sadece tek bir kişinin fikrine önem veriliyor. Çünkü getirdikleri bu partili cumhurbaşkanlığı sistemi ayaklarına dolanıyor.

Hani nereden nereye diyoruz ya... 20 yıl önce adalet için yola çıkanların ümidine bir bakın, bir de şimdi tek kişinin sözüne mutlak itaat hallerine bakın. Yazık gerçekten, çok yazık.

Samimi değiller arkadaşlar. Kaç kere söyledik.

En ufak bir farklı fikre tahammülü olmayanlar hangi demokrasiden, hukuktan, ifade özgürlüğünden söz edilebilir? Bunun samimiyetine kim inanır? Birinin istifasını iste, bir başkasını disiplin kurula sevk et...

En ufak bir farklı fikre, üstelik hukuk gibi adalet gibi konularda dahi farklı bir fikre dahi tahammül edemeyenler, bu ülkeye hukuk da demokrasi de vaat edemezler.

Biz, hukuk reformundan bahsedip sonra saklanmayın dedik. Hemen, hızla, şu anda yapılacak birçok iş var. Hadi başlayın dedik.

Ama onlar, bu konulara karşı ne kadar tahammülsüz olduklarını, yanlışta ne kadar ısrarcı olduklarını bir kez daha gösterdiler.

***

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz bu yönetim yüzünden ifade ve basın özgürlüğü alanında vahim bir noktada.

Onlarca gazeteci cezaevinde, tam 715 basın kartı iptal edilmiş.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2020 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ne göre, Türkiye basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer aldı.

Sonlardayız arkadaşlar. Bu listede son sırada Kuzey Kore yer alıyor. Bizim bir üstümüzde Belarus, bir altımızda ise Ruanda var.

Bu utanç verici tabloyu Türkiye hak etmiyor. Türkiye’nin ligi bu mu olmalı Allah aşkına?

Her eleştireni yargılıyorlar. Beğenmedikleri her görüşe saldırıyorlar.

Dün Sayın Erdoğan yargıya sesleniyor. Bir an için acaba bizim günlerdir kendisine söylediğimiz çağrıyı mı yapacak diye bekledim.

“Ey hakimler savcılar. Bağımsız olun, tarafsız olun, sadece hukuka ve vicdanınıza göre karar verin” diyecek zannettim.

Ama nerede... yine yargıya talimat verdi: “Birileri yargıyı eleştiriyor, gerekeni yapın” dedi.

Bir de bunu yaparken anayasanın 138. maddesini hatırlatıyor. Daha okuduğu maddenin ne dediğinden haberi yok.

Sayın Erdoğan, yargıyı eleştirmek anayasaya aykırı değil. Sizin yaptığınız, yani yargıya talimat vermek anayasaya aykırı.

Değerli arkadaşlar,

Demokratik bir hukuk devletinde eleştiriden korkulmaz. Demokratik bir hukuk devletinde özgür basından korkulmaz.

Peki mevcut iktidar niçin korkuyor? Çünkü hiçbir konuda çözüm üretemiyor artık. Çünkü haksızlar, çünkü başarısızlar. Ve bunu biliyorlar.

Oysa biz haklı olduğumuzu biliyoruz. Biz eleştirilerimizin haklılığından güç alıyoruz.

Biz “haklı olanın güçlü” olduğu bir Türkiye istiyoruz. “Güçlü olanın haklı sayıldığı” bir ülke istemiyoruz.

Hükümete sesleniyorum: ne istiyorsunuz? Her gazete aynı manşetle mi çıksın istiyorsunuz? Kimse farklı bir şey söylemesin, farklı bir haber vermesin mi diyorsunuz?

Kusura bakmayın, bu ülkenin baskıcı yöneticilere değil, özgür gazetecilere ihtiyacı var! Bu ülkenin tek sesliliğe değil, çok sesliliğe ihtiyacı var!

Bu ülkenin hamasete, kavgaya, bağırıp çağırmaya değil, aklı selimle konuşmaya ihtiyacı var.

Bugün yaşananların hiçbirisi kaderimiz değil, kıymetli dostlarım.

Emin olun, hak ve özgürlüklerle ilgili bu sorunları düzelttiğimiz zaman ekonomimiz de düzelmeye başlayacak.

Bakın yakın akraba bakan bir gün ortadan yok oldu, koltuk boş kaldı, dolar kuru %10 düştü. Düşünebiliyor musunuz?

Dış politikayı da eğitimi de sağlığı da düzelteceğiz.

Şu an yaşadığımız sorunların temelinde bir zihniyet problemi vardır. Hakkı, adaleti, dürüstlüğü, liyakati ilke edinirseniz inanın her şey çabuk düzelir.

Biz düzelteceğiz.

Söz veriyoruz!

DEVA Partisi düzeltecek!

Değerli arkadaşlar,

Biz her gittiğimiz şehirde, muhakkak yerel basınla bir araya geliyoruz. Bugün burada da Adıyaman basınımızın güzide temsilcileriyle sohbet ettik.

Biz bir ülkenin demokrasisinin düzelmesi için, o ülkenin medyasının tepeden tırnağa özgürleşmesi gerektiğine inanıyoruz.

Ama bu değişim ta en tepeden başlamalı arkadaşlar. Eğer siyasetin tepesinden medyanın tepesine telefon giderse, “şu yazıyı beğenmedim, onu işten kovun” denilirse olmaz.

Bu uygulamalar otosansüre yol açar. Meslektaşının başına geleni gören gazeteciler özgürce yazamaz, haber yapamaz. Bu iklim, insanların düşüncelerini özgürce ifade etmesini engeller. Bu da medyada tek sesliliğe yol açar.

Değerli arkadaşlar,

Yeni yapılan bir düzenlemeye göre, gazetecilerin yıpranma hakkından faydalanabilmeleri için, basın iş kanunu kapsamında sigorta yaptırmaları ve İletişim Başkanlığı tarafından basın kartı almaları gerekiyor.

İletişim başkanlığı dediğimiz de hani şu propaganda makinesi olarak çalışan kurum var ya, o...

Oysa anayasa mahkemesi, 25 Aralık 2019’da dedi ki, yıpranma hakkında basın kartı olup olmamasının bir önemi yoktur.

Biz, gazeteciliğin çok zor şartlarda yapılan bir meslek olduğunu biliyoruz. Gazeteciler kar kış dinlemeden, sabahtan gece yarılarına kadar haberin peşinde koşarlar. Haberin saati olmaz, haberle yatıp haberle kalkarlar.

Bu ağır ve yıpratıcı koşullar altında çalışan gazetecilerimizin fiili hizmet süresi zammından faydalanabilmesi de basın kartı şartına bağlandı.

Böyle olmaz arkadaşlar. Biz tüm gazetecilerimizin sosyal haklarına mutlaka sahip çıkacağız.

Yerel basınımız da bu kötü yönetimden nasibini fazlasıyla alıyor.

Zaten ağır krizde olan ekonomiye pandemi de eklenince yerel basının ilan ve reklam gelirleri neredeyse durma noktasına geldi.

Tirajlar düştü. Firmalar reklam vermez oldu.

Yerel basının önemli gelirlerinden biri olan basın ilan kurumu ilanlarının da azalmasıyla, basılı yerel gazetelerimiz büyük bir zarara uğradılar.

Biliyorsunuz baskı maliyeti de arttı. Ortadan kaybolan yakın akraba bakanın dolara bakmadığı süreçte, dolar aldı başını gitti, kağıt ve mürekkep masrafları fırladı.

Çalışan maaşları, SGK primleri, kira, stopaj, vergi falan derken, gelirler de azalınca yerel basınımız büyük bir kriz yaşamaya başladı.

Biz yerel basınımıza da derhal destek sağlanmasını istiyoruz.

Bugünkü iktidarın iş bilmezliği ve kötü yönetimi yüzünden yerel basınımız ekonomik krizin sancılarını böyle yoğun yaşamamalı.

Biz yerel basınımıza da faizsiz kredi desteklerinin verilmesini, taksitlerinin en az bir sene geri ödemesiz yapılandırılmasını öneriyoruz.

Yerel basınımızın birikmiş SGK ve vergi borçlarının faizsiz olarak ötelenmesini öneriyoruz.

Ayrıca yerel kanallarımızdan alınan uydu bedellerinde indirim yapılmasını ve yine yerel kanallarımızdan alınan RTÜK payları bir süre alınmamasını öneriyoruz.

Yerel basın, demokrasimiz için su gibi önemli. Yereli de sustururlarsa, hayal alemine mahkum edecekler bizi. Propaganda aygıtlarını kullanarak, yandaş kanallarını kullanarak farklı bir ülke gösterecekler. Biliyorsunuz bunu yapan ülkeler var.

Ama biz buna müsaade etmeyeceğiz. Yerel basınımızın da sesi olacağız.

Biz hem dijital hem de yerel basınımızın desteklenmesi gerektiğini çok iyi biliyoruz.

Medyasına baskı uygulanan bir ülkeye, haberlere engel olunan bir ülkeye yatırımcı gelmez; o ülkenin ekonomisi de düzelmez.

Biz basın özgürlüğü için, demokratik kamuoyu için buradayız.

DEVA Partisi ifade özgürlüğünün, haber alma hakkının ve basın özgürlüğünün yanındadır ve her zaman yanında olacaktır.

***
Değerli Adıyamanlı hemşehrilerim,

Adıyaman’ın da tüm Türkiye gibi demokrasiye ihtiyacı var. Atılıma ihtiyacı var. Adıyaman’ın DEVA’ya ihtiyacı var sevgili arkadaşlar!

Adıyaman’ın sorunlarını görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz. Değerli arkadaşlar,

Kötü yönetim yüzünden işsizlik almış başını gitmiş.

Evet, ülkemiz zor zamanlardan geçiyor. İşsizlik tarihin en yüksek seviyesinde. Hayat pahalılığı herkesin canını yakıyor.

Gençlerde işsizlik oranı çok yüksek seviyelerde. Daha kötüsü gençlerimiz umudunu yitirmeye başladı.

Kamu kurumlarında mülakat sistemi kullanılarak liyakatli kişiler değil, nüfuzlu kişiler işe alınıyor.

Gençlerimiz çaresizliğe mahkum ediliyor. İşe alımlarda liyakatin yerini sadakat almış durumda. Ehliyetin yerini torpil almış durumda.

Adıyaman’ın da en önemli sorunu işsizlik. Sanayi üretiminin artmaması, tarım üretiminden yeterli verim alınamaması, tarımın modernize edilememesi Adıyaman’da işsiz sayısını artırdı.

Ben ve arkadaşlarım işin başındayken, işsizliği üç senede beş puan aşağı düşürdük. Tüm dünyada 2008-2009 mali krizi yaşanırken, ekonominin başına geçmem istendiğinde işsizliği yüzde 14’lerden yüzde 9’a indirdik.

Bu kolay bir şey değildir arkadaşlar.

Hem hâlihazırda işsiz olan vatandaşlarımıza iş imkanları oluşturacaksınız, hem de yeni mezun olan gençlerimiz iş imkanına ulaşacak.

Bunu bir kere daha yapmamamız için hiçbir sebep yok.

Önce güven ortamını sağlayacağız, ardından işin başına ehil insanları getireceğiz.

Yatırımların ancak güven ortamında yapılabileceğini, istihdamın ancak güven ortamında artacağını çok iyi biliyoruz.

***
Sevgili dostlar; Adıyaman bir tarım şehri.

Adıyaman bir ilçesini ve yüzlerce köyünü Atatürk Barajı’na feda etmiş. Ancak buna karşın Atatürk Barajı’ndan yeterli düzeyde faydalanamıyor.

Barajın yanı başındaki tarım arazilerinde sulama sorunu var arkadaşlar. Hep diyorum, bir kez daha diyeceğim bu nasıl bir plansızlık, nasıl bir iş bilmeme halidir.

Elektrik parası sorunu çiftçilerimizin altından kalkamayacağı bir yük halini alan Adıyaman’ın tarım arazilerini daha iyi değerlendirmemiz gerekiyor.

Biz çiftçiliği, yoksulluğun adı olmaktan çıkaracak projeler geliştireceğiz. Çünkü çiftçilik, modern ve kazançlı bir iş olmalı.

İnanın tarımı, teknoloji ve bilimle buluşturmak çok kolay.

Biz DEVA Partisi olarak alternatif ürünler ve üretimler için araştırmalar yapacağız, projeler geliştireceğiz.

Çiftçilerimiz için eğitim ve kurslar düzenleyeceğiz.

Çünkü ülkemizin topyekun kalkınmasını istiyorsak Adıyaman’ı üniversitesi ile meslek liseleri ile modern tarım yapılan bir şehir haline getirmemiz gerekiyor.

Bu sayede Adıyaman’da yaşanan işsizlik sorunu da büyük oranda çözülecek. Biz tüm bu sorunların iç içe olduğunu biliyoruz.

Belediye ve özel idarelerin sürece dahil edilmesiyle, planlama ve işbirliği ile bu sorun çözülür.

Değerli arkadaşlar,
Adıyaman’da çiftçilerin en önemli gelir kaynağı tütün.

Tütün öyle bir konu ki hem üreticisinin hem de tüketicisinin korunması gerekiyor.

Ama bugün bakıyoruz üreticisi de mağdur, tüketicisi de mağdur. Tütün ithalatı almış başını gitmiş. Koskoca tütün sektörü ithalata bağımlı hale gelmiş. Maalesef ülkemizde sigara tüketimi azalmıyor ama tütün üretimi yıldan yıla düşüyor, çiftçilerimiz üretmekten vazgeçiyor. En fazla göç, eskiden tütün ekimi yapılan kırsal alanlardan veriliyor.

Tütün üreticimiz fakirleşiyor ise buradan kimlerin kârlı çıktığı açık değil mi sevgili arkadaşlarım?

Türkiye’nin uluslararası piyasalarda marka değeri taşıyan en önemli tarımsal ürünlerinden birisi tütündü.

Gelinen noktada çiftçimiz sahipsiz, korumasız. Çiftçimizin hakları da emekleri de hiçe sayılıyor.

Biz DEVA Partisi olarak, tütünün önemli bir ihraç ürünü olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak üreticilerin ilçe ilçe üretim alanlarını ele alarak hareket edeceğiz.

Buna göre destekler ve yeni üretim modelleri sunacağız. Yetiştirilen ürünü yok saymak yerine daha iyi seviyeye nasıl getirilebilir bunun için çalışacağız.

Öte yandan, konu açılmışken, özellikle genç arkadaşlarımızdan, bir abileri olarak, sağlığa zararlı alışkanlıklardan uzak durmalarını rica ediyorum.

Değerli arkadaşlar,
Tüm bunları bütüncül bir bakış açısıyla çözmek için DEVA Partisi hazır. Adıyaman’da büyük bir kentleşme ve konut sorunu yaşanıyor dostlarım.

Adıyaman’ın kentsel dönüşüme ihtiyacı var. Hem konut sorununun çözülmesi için hem de afetlere karşı önlem alabilmek için kentsel dönüşüme ihtiyacı var. Ayrıca Adıyaman’ın tarihine yaraşır bir şehir olabilmesi için de kentsel dönüşüme ihtiyaç var.

Arkadaşlar kentsel dönüşüm dediysek, bu yönetimin yaptığı gibi rantı önceleyen bir dönüşümden bahsetmiyoruz elbette.

Kentsel dönüşüm, şehrimizin ihtiyacına göre yapılmalı. Kentlerimizi, içinde yaşayan insanların güvenlikleri, mutlulukları, rahatlıkları hedeflenerek, tarihi dokusunu koruyarak dönüştürmeliyiz.

Ama bununla bitmiyor elbette. Kentsel dönüşüm projelerinin çalışması için genel ekonomik tablonun olumlu olması lazım. Üretilen konutlara müşterilerin bulunabileceği, konutların rahatça satılabileceği bir tablo olması lazım.

Talep yoksa, üretilen konutları satın alacak maddi güç vatandaşlarımızda yoksa, kentsel dönüşüm projeleri de çalışmaz.

Şu an Türkiye’nin her yerinde kentsel dönüşüm projeleri önemli bir şekilde aksamış durumda. Bir sebebi bu projelerin rant amacıyla hareket etmesi, diğer sebebi de ekonomide yaşanan derin kriz.

Yani arkadaşlar, sözün özü, bu ülkenin ekonomisi mutlaka düzeltilmek zorunda...

Bu ülkenin insanları işsizlikten, atıl kalmaktan kurtarılmak zorunda.

Bu ülkenin ekonomisi artık ehil ellere bırakılmak zorunda. Bu ülkenin ekonomisi deneme-yanılma tahtası değil.

Değerli arkadaşlar,

Adıyaman’ın özel bir tarihsel dokusu var. Adıyaman, tarihin bilinen en eski yerleşim yerlerinden birisi.

Adıyaman’da bulunan antik kentler, anıtlar, kaya mezarları, kaleler, köprüler, kiliseler, camiler, bütün bir uygarlık tarihine tanıklık ediyor arkadaşlar.

Ama Adıyaman da ülkeyi yönetenlerin yaptıkları hataların cezasını çekiyor. Adıyaman, tüm dünyadan gelen turistlerin Nemrut’ta gün doğumunu izlediği, Antik kentleri gezdiği,
Müzeleri ziyaret ettiği,

Yöresel yemekleri tattığı,

Gelenin tekrar tekrar gelmek istediği bir kültür turizmi kenti olmayı, bir inanç turizmi kenti olmayı, bir arkeoloji turizmi kenti olmayı hak ediyor.

Hastaneleri, okulları, turizm tesisleri, sinemaları, tiyatroları, kültürel ve sosyal olanaklarıyla müreffeh bir şehir olmayı hak ediyor.

Biz Adıyaman’ın dertlerini biliyoruz, görüyoruz.

Adıyaman’nın demokrasiye ihtiyacı var. Adıyaman’nın atılıma ihtiyacı var. Adıyaman’nın DEVA ‘ya ihtiyacı var.

Biz Adıyaman’a DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Adıyaman hazır mı?

***
Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var Adıyaman’nın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

25 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Çanakkale İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN ÇANAKKALE İL KONGRESİ KONUŞMASI

Çanakkale
1. Olağan il kongresi

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Çanakkale İl Teşkilatımızın çok değerli Başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Çanakkaleli gönüldaşlarımız,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan değerli il başkanlarımız, saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çanakkale Teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

***
Bugün sizlere piri reisin topraklarından;
Bozcaada’sı, Gökçeada’sı, Troya Antik Kentiyle,
Binlerce yıldır dimdik ayakta duran,
Birliğimizin, direncimizin ve bağımsızlığımızın sembolü olan bu topraklardan, Mustafa Kemal Paşa’nın “Geçilemez” dediği,
Çanakkale’den sesleniyorum.
***
Değerli arkadaşlar,

Sözlerimin hemen başında, bugün biliyorsunuz 25 Kasım. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günüyle ilgili birkaç önemli hususa değinmek istiyorum.

Değerli katılımcılar;

Kadına şiddet sadece fiziksel şiddet değil. Ekonomik, psikolojik ve sosyal hiç fark etmez. Kadına yönelik şiddetin her türlüsüne karşı bizim topyekün, toplum olarak mücadele etmemiz gerekiyor. Bunun aması yok, fakatı yok, bir gerekçesi yok, olamaz da. Ve bu kapsamda ulusal ve uluslararası hukuka göre gereken tüm caydırıcı tedbirlerin alınmasını da biz DEVA Partisi olarak şart görüyoruz. Başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere kadına yönelik şiddeti engellemek amacıyla oluşturulan tüm uluslararası sözleşmelerin ve ulusal düzenlemelerin de mutlaka korunması gerektiğini düşünüyoruz.

Ve daha iyileri, daha ilerileri yapılıncaya kadar da bu mevcut düzenlemelerin mutlaka korunması hatta daha da ilerletilmesinin yollarının aranması gerektiğini ısrarla, sürekli vurguluyoruz.

Kadına yönelik şiddetin engellenmesi için tüm kadın dernekleriyle, ilgili STK’larla uyum içinde bir çalışma yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve bu kapsamda, bugünlerde özellikle bazı kadın örgütlerini hedef alan hükûmet üyelerinden gelen açıklamaları, ifadeleri de reddediyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Son dönemde yaşadıklarımız ülkemizin içler acısı durumunu apaçık gözler önüne seriyor.

Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen, ancak aslında tam bir sistemsizlik olan bu sürecin, ülkemizi nasıl bir tıkanıklığa soktuğunu görüyoruz.

2017’deki Anayasa Referandumu ve 2018 seçimleri öncesinde ne demişlerdi, “koalisyonlar dönemi bitiyor”, “hızlı karar alacağız”, “ülkemizi güçlendireceğiz”, “ekonomimizi kalkındıracağız” diyorlardı.

Başkanlık sistemini çalışmış, sözüm ona uzmanlaşmış hukukçuların şu andaki uygulamakta olan bu sistem nasıl sizi desteklediğini, vatandaşlarımızın nasıl bu konuda aldatıldığı apaçık kayıtlarda mevcut.

O gün de inanmamıştık ama, bunların hepsinin boş vaatler olduğunu iki senede çok acı bir şekilde gördük.

“Başkanlık Sistemi gelecek, koalisyon dönemi bitecek” diyorlardı. Bunun nasıl bir aldatmaca olduğunu hep beraber gördük. Şu anda aslında bir koalisyonla yönetiliyor ülke. Çünkü ittifak seçim öncesinde kurulan bir yapı. Seçim sonrasındaki birliktelik ancak siyasi iradeyle, mutabakatla mümkün.

Bakın 2018 seçimlerinde vatandaş oy verdi, ülkeyi yönetsin diye bir cumhurbaşkanı seçti. Ama seçilen cumhurbaşkanı daha sonra tuttu, %10 oy almış bir genel başkana adeta memleketi teslim etti.

Hayretle izliyoruz. Küçük ortak ne söylese, şu anda hükûmetin istikameti o taraf oluyor.

Küçük ortak çete liderlerine methiye düzüyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı tek kelime edemiyor. Sözcüsü de kalkıp küçük ortağa mazeret buluyor.

Böyle bir devlet yönetimi olabilir mi arkadaşlar? Bunlar ülkeyi 1990’lara döndürmek istiyorlar, o yasadışı örgütlerin, suç örgütlerinin, organize çetelerin dönemine döndürmek istiyorlar. Biz bunu reddediyoruz, kabul etmeyeceğiz. Bu millet artık ülkenin 1990’lara dönmesini istemiyor. Anladık siz beş adım geri bir adım ileri gidiyorsunuz ama kusura bakmayın ta 1990’lara kadar da bu ters adımlarla bu ülkeyi götüremezsiniz. Buna bu millet razı olmaz.

Milli irade dediğiniz şey, %10 oy almış bir genel başkanın devleti esir alması mı? Bu mu başkanlık sistemi?

Bu küçük ortak da tam bir uyanık. Kâra ortak, ama zarara ortak değil. Ne zaman bir zarar olsa hiç ortalarda görünmüyor. Hatta askıda ekmek kampanyası başlatıyor sanki muhalefetteymiş gibi, “ekmek parasına muhtaç vatandaşlarımız var” diyor. Siz bu başarısızlığa da ortaksınız, kaçamazsınız.

Bir de bu küçük ortak, ülkede Sayın Erdoğan dışında ne kadar siyasetçi varsa, hepsine bağıra bağıra fırça çekiyor. Zamanında Sayın Erdoğan’a da yapıyordu. Onu da unutmadık. Bantı geri sarın, neler neler söylüyordu, ne kadar ağır ifadeler kullanıyordu. Şimdi döndü, zaten bu aralar sık sık görüyoruz, U dönüşleri, 180 derece dönüşler, şimdi döndü.İktidar partisindenmiş, muhalefet partisindenmiş hiç fark etmiyor.

Çete liderleri siyasetçileri tehdit etsin, siz de ekranlardan hakaret dolu, hiddet dolu açıklamalar yapın... siyasetten anladığınız bu mu?

Çok bağırıyorsunuz ya. Bu kadar bağırmanıza gerek olmasın diye önünüze mikrofon koyuyorlar. Artık teknoloji var. Yani insanlar sizi duyuyor, bu kadar bağırmanıza gerek yok.

Bu toplum bağırış çağırış istemiyor artık. Sizin yüzünüzden dünya kadar sorunu var bu ülkenin. Tıpkı 2001’de olduğu gibi ortaklarınızla beraber ülkeyi yine krize soktunuz. Ülkeyi yine batırdınız.

Unutmayın, 2001 krizinde gecelik faizlerin %7500 olduğu, başbakanlık önünde yazar kasa fırlatıldığı günlerde de siz iktidar ortağıydınız. Geldiğimiz bugün vatandaş “eve ekmek götüremiyoruz” dediğinde de iktidar ortağısınız.

2001’deki krizde de ortaktınız, bugün de ortaksınız. Kaçamazsınız.

Vatandaşlarımız bunların konuşulup, sakin sakin çözülmesini istiyor. Artık bıktı bu millet kavgadan, bağırıştan, çağırıştan. Ortada bir problem var, derin bir toplumsal kriz var bunu siz bağırıp çağırmakla, çok gürültü yapmakla örtemezsiniz kusura bakmayın.

Buradan bir çağrı da RTÜK’e yapmak istiyorum. Pandemi dönemindeyiz. Çocuklarımız evlerde. Küçük ortağın yayınlarına 18 yaş sınırı konulsun lütfen. Çocuklarımızın edep ve ahlakını bozacak hakaretlerin, küfürlerin tüm kanallardan yayınlanmasını çok sakıncalı.

Çocuklarımızın evde bağırış çağırış, küfür dinlemesini, siyasetçilerin topluma kötü örnek olmasını istemiyoruz.

Artık bu devir değişmeli.

...

Değerli arkadaşlarım, şu andaki yönetim sistemini anlatırken, savunurken söyledikleri bir başka argüman da “hızlı karar” alabilmek idi.

Oysa adına sistem bile diyemeyeceğimiz bu süreç, tek bir kişinin imzasıyla ülkenin yönetilmesinden ibaret.

Her meseleyi tek bir kişinin bildiğini ve çözeceğini zannediyorlar. 1200 odalı Külliye yaptılar ama o 1200 odada sadece bir odadaki bir kişi karar veriyor her şeye.

Bu koskoca ülke, bu 84 milyonluk ülke tek bir kişinin adeta iki dudağı arasına sıkıştı.

Sözde bir kabine kurdular, bakan atadılar. Hepsi cümlelerine Sayın“ Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” diye başlıyor.

Ben sayın bakanlara soruyorum: sizin hiç insiyatif alanınız yok mu? Kendiniz herhangi bir konuda karar verebiliyor musunuz? Ne yapıyorsunuz merak ediyoruz?

Türkiye, tek bir kişi tarafından yönetilemez demiştik. Gördüğünüz gibi de şu anda yönetilemiyor.

...

Değerli arkadaşlar,

Daha düne kadar “güçlü ekonomi”den bahsediyorlardı. “Ülkemiz kanatlandı uçuyor” diyorlardı, “Ülkemiz pik yapıyor, tavana pik yapıyor” diyordu.

Bugün Çanakkale sokaklarıdna dolaşırken bir vatandaşımız: “Bunlar pik yapıyor diyorlar ama ülkemiz dip yaptı,” dedi.

Pik yaptı dedikleri ekonominin haline bakın. Madem pik yaptı da siz niye Merkez Merkezi’nin Başkanını apar topar değiştirdiniz, niye bu işin başına koyduğunuz en yakın akrabanız birdenbire yok oldu, hala ortalarda yok, haber alan var mı bilmiyorum. Devir teslime bile gelmedi. Böyle bir devlet adabı, gelenek var mı? Gelirsin onurunla devir teslimini yaparsın ondan sonra nereye gideceksen gidersin.

Ama “arkam sağlam bana nasıl olsa bir şey olmaz, kayınpeder var” diyor.

Bu ülkenin hazinesinin tam 95. yılındaki borç stokunu, son iki senede iki katına çıkardılar. Bu mudur güçlü ekonomi?

Koca Cumhuriyet Tarihi boyunca oluşan borçlanma kadar, sadece son iki senede ilave borç oluşturmak mı güçlü ekonomi?

Biz bıraktığımızda bütçe açığı 24 milyar tl idi bugün 239 milyar tl. Tam 10 misline katlamışlar.

Dolarda, euroda, faizde, enflasyonda artışı önleyememek güçlü ekonomi mi? Güçlü ekonomi, Merkez Bankası’nın rezervlerini tüketmek mi?
Hayır arkadaşlar. Bu yönetim sistemi için ne söyledilerse hiçbiri gerçek değil.

Adaleti yok ettiler. Özgürlükleri yok ettiler. Baskı iklimini egemen kıldılar. Çete liderlerinin tehditlerine arka çıktılar. Hukuksuzluğu kural haline getirdiler. Sonunda da ülkemizi derin bir borca batırdılar.

Biz, bu ülkeyi tepeden tırnağa fakirleştiren, tek adamcılığı merkeze alan ve halkı görmeyen bu yönetim sistemini değiştireceğiz.

DEVA Partisi olarak söz veriyoruz;

Güçlendirilmiş Parlmenter Sistem ile öncelikle gazi meclisimizi sistemin tam ortasına koyacağız, güçlendireceğiz.

Bu ülke, vatandaşımızın oy verdiği kişiler tarafından yönetilecek. Temsilde adaleti sağlanacak.

Yargımızı bağımsız ve tarafsız bir konuma getirmek zorundayız. Hak arayan vatandaşımız korkmadan yargıya başvuracak. “onun adamı, bunun adamı” diye birilerini bulmaya çalışmayacak.

Her konuda olduğu gibi, ekonomi yönetimini de işi bilenlerle yürüteceğiz. İşini en iyi yapacak kişilerle çalışacağız.

Türk lirasını yeniden itibarlı hale getirip, halkımızın refahını yükselteceğiz.

Her birimizi, bugün doğan bebekleri bile borca sokan varlık fonunu kapatacağız.

Merkez bankası, SPK, BDDK, TÜİK gibi tüm kurumları bağımsız kimliklerine kavuşturacağız.

İsrafa sebep olan hiçbir uygulamaya geçit vermeyeceğiz.

Kamu ihale kanununu tümüyle yenileyeceğiz. Şu anda pervasızca uyguladıkları üç beş şirkete özel ihale usulünü yok edeceğiz. İhale ve satın alma süreçlerini tüm tarafların ve yurttaşların izleyebilmesine açık tutacağız.

Biz gençlerimizin özgür bireyler olduğunu kabul ediyoruz. Öğrencilerin ve gençlerin özgürce yaşaması için, kendileri olmaları için, gerekli ortamı oluşturacağız.

Gençlerimizin hakkettiği eğitimi almalarını sağlayacak ortamı oluşturacağız. Türkiye’nin her köşesine kaliteli eğitim sunacağız.
Öğrencilerin ve gençlerin hızlı internete ücretsiz erişimini sağlayacağız. İnternet hizmetini tüm Türkiye için ucuz ve hızlı hale getirmek için çalışacağız. İnternet kullanımındaki haksız yasaklara, engellere son vereceğiz. Öğrencilerin ve gençlerin kullandığı teknolojik cihazlardan vergi almayacağız.

Dış ilişkilerde akılcı ve barışçı politikalarla, halkımızın menfaatlerini önceleyeceğiz. Dar bir ideolojik bakışa ve şahsileştirilmiş yaklaşımlara son vereceğiz. Bölgemizde ve dünyada Türkiye’nin sözünün gücünü arttıracağız.

Gün aşırı başka bir ülkeyle kavga eden yönetim anlayışını tamamen sileceğiz.

Çünkü değerli arkadaşlarım, bu ülke iyi yönetimi hak ediyor. Bu 84 milyonluk ülke zenginleşmeyi hak ediyor.

Bu ülkenin kadınları ve gençleri özgürlüğü hak ediyor.

DEVA Partisi, tam da bunun için burada, tam da bunun için hazır.

***

Değerli arkadaşlar,

Ekonominin bu kötü durumda olmasının en önemli sebebi, şu andaki yönetimin hukuku çiğnemeyi bir alışkanlık haline getirmesi.

Mafyanın, çetelerin, karanlık güçlerin kol gezdiği,
Cumhurbaşkanının desteğiyle alt mahkemelerin anayasaya uymadığı bir dönemde, hukuk reformundan bahsediyorlar.

Beş adım geri, bir adım ileri adım atarak yürümeye başladılar.

Şimdi bakıyorsunuz “insan hakları eylem planı” hazırlığı yaptıklarını söylüyorlar. Ama bal bal demekle ağız tatlanmıyor. Hukuk hukuk deyince, insan hakları ihlalleri durmuyor.

Bakıyoruz açıklamalarına;

İnsan hakları eylem planı hazırlıyorlarmış, bu kapsamda insan haklarını konularını “ekonomik hayatın paydaşlarıyla” tartışacaklarmış. Siz insan haklarını tamam taraflarla konuşunda niye önce ekonomik taraflar? Çünkü ”Ekonomiye iyi gelecek kadar insan hakkı, kurtaracak kadar insan hakkı.” Bunun bir uluslararası standardı var, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler var, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi var.

Üye olmak için uzunca bir süredir Türkiye’nin yolunda olduğu Avrupa Birliği’nin bir sürü standardı var bu konuda. Yapılacak belli. Niye ekonomik aktörlerle konuşuyorsunuz; “Bize söyleyin ne kadar ekonomiyi kurtaracaksa o kadarını yapalım yeter.” Böyle zihniyet, insan hakları anlayışı olamaz.

Ekonomi dibe vurunca akıllarına insan hakları geliyor demek.

Yani bu ülkenin petrol kaynakları, doğal gaz kaynakları olsa, hazırı satıp parasını yiyip dağıtarak yönetseler ekonomiyi, akıllarına insan hakları falan da gelmeyecek.

Laf aramızda, öyle yapan epeyce ülke var etrafımızda. Gıptayla bakıyorlar, “keşke bizde de petrol olsaydı da biz de öyle yapabilseydik” diye.

Peki şu son günlerde ne vaat ediyorlar?

Piyasa mekanizmasında rekabetçiliğin sağlanmasını, mülkiyet hakkının korunmasını ve sözleşme serbestisini vaat ediyorlar.

Arkadaşlar, hani bir söz vardır: “uyan da balığa gidelim”.

Ya, Mülkiyet Hakkı, bundan 800 sene önce yazılan insan hakları belgelerinde yer alıyor. Siz yeni mi keşfettiniz? Sözleşme hukukunu, Mülkiyet Hakkını ayaklarınızın altında çiğnedikten sonra, ekonomi dibe vurunca mı aklınıza geliyor?

21. Yüzyılda Türkiye’yi düşürdükleri durum bu: Mülkiyet hakkı konusunda adımlar atılacağını vaat ediyorlar.

Bu arada bu vaadin de ne olduğu belli değil. Üzerinden günler geçti, yapılan tek bir şey yok.

Yine bol bol laf var, icraat yok. Biliyorsunuz laf üretmeyi çok iyi biliyorlar. Büyük ortak, küçük ortak; ikisinin de tek mahareti bu. Zaten küçük ortağın da bugüne kadar Türkiye’ye faydalı ne yaptığını ben düşünüyorum, arkadaşlara da soruyorum, cevap yok.

Bu arada insanların başına neler geliyor, umurlarında bile değil.

Ülke özgürlüklerini yitirmiş, umurlarında değil. Vatandaş fakirleşmiş, umurlarında değil.

Ama biz görüyoruz, biliyoruz. Çünkü biz her gün sokaktayız. Onlar sokağa çıkamıyor. Bir kere çıktılar, onda da “eve ekmek götüremiyorum” diyen vatandaşla karşılaştılar. Cevap: “Abartma, keyif çayı iç.”

Biz halkımızı dinliyoruz. Halkımızla beraber bu ülkenin sorunlarını çözmek için hazırız!

***
Değerli arkadaşlar,

Şimdi ekonomiyi dibe batırdıklarını anlamaya başlayınca, Avrupa Birliği’nden de söz etmeye başladılar.

Pabuç pahalı tabii. Senelerce “Eyyy batı” diye diye ülkeyi içe kapattılar.

Avrupa Birliği’ne “biz yolumuza, sen yoluna” diye meydan okuyup durdular. Geçen dün de kalkmış, “biz kendimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz,

geleceğimizi Avrupa ile birlikte kuracağız” diyorlar.

Defalarca söyledik; kavga etmeyin, Türkiye’nin “sözünün gücünü” artırın, sorunlarımızı diplomasiyle çözün deyip durduk.

Nihayetinde bu konuda da bizim sözümüzü tekrar etmeye başladılar.

Hani diyoruz ya kopya çekiyorlar diye. Lafta yine kopyaya devam. İcraatta bir şey görmedik tabii henüz.

Diyoruz ki, senelerdir tüm dünyayla kavga eder hale geldiyseniz, problem karşı tarafta mı yoksa sizde mi diye bir düşünmek lazım.

Sanki yıllardır Avrupa düşmanlığı yapan başkalarıymış gibi, hiçbir şey olmamış gibi, Cumhurbaşkanı birden ani bir viraj aldı, U dönüşü yaptı.

Yahu siz iktidara yeni gelmediniz. Batıyla kavga eden, ülkeyi içe kapatan, tüm ülkeyi kendi şahsınızı merkeze alarak yöneten sizsiniz.

Bu zihniyet nedeniyle ülkenin varlıkları tek tek yok oluyor.

Doğruları yaparsanız biz de takdir ederiz. Ama önce milletimize bir cevap verin.

Anlıyoruz, bu U dönüşünü yapacağınızı söylüyorsunuz, 180 derece döneceğinizi söylüyorsunuz da sizin bunca zamandır Avrupa’yla, Avrupa Birliğiyle, NATO’yla, batıyla yaptığınız kavgaların bu milletin sırtına yüklediği maliyet ne olacak?

S400 füzelerine milyarlarca dolar para verdiniz, kullanamıyorsunuz. F35 savaş uçaklarına milyarlarca dolar para verdiniz, onları da alamadınız.

Hem milyarlarca doları kaybet hem F35’leri kaybet hem de S400’leri. Bu mu dış politika. Bu mu güvenlik politikası?

Bu millete bir açıklama borcunuz var.

Hukuktaki, ekonomideki, dış politikadaki, güvenlik politikalarındaki yanlışların bu millete ödettiği bedelle ilgili bir açıklama borcunuz var.

Bu yanlışlarınız yüzünden bedel ödeyen bu millete hiç açıklama yapmayacak mısınız?

Yanlış adımlarınız soncunda yoksullaşan vatandaşlarımıza, umudunu yitiren gençlerimize, ne olduğunu anlatmayacak mısınız?

Biz bunu kabul etmiyoruz! Doğmamış çocuklarımızı borçlandırdınız. Bu ülkenin vatandaşlarının alın teriyle kazandığı ve devletine ödediği vergileri çarçur ettiniz.

Hani eskiden vergiler için reklam yapılırdı, hatırlıyorsunuz değil mi? “Ödediğiniz vergiler yol, su, elektrik olarak size geri dönecek denirdi.”

Şimdi ne oluyor? Bizim o vergilerimiz nereye gidiyor?

Ben bir kısmını söyleyeyim: mesela biz bıraktığımızda 53 milyar lira olan devletin faiz ödemesi önümüzdeki yıl 179 milyar liraya çıkacak. Ödediğimiz vergilerden ciddi bir miktarı artık faiz ödemesinde kullanıyorsunuz. Aradaki fark tam bir Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi, yani faizler bu kadar artmasaydı, yanlış ve kötü yönetim yüzünden artmasaydı, devletin elinde şu andaki Milli Eğitim Bakanlığı’na ayrılan bütçe kadar kaynak olacaktı. Yani öğretmenlerimizin maaşını ikiye katlamak mümkün olacaktı.

Şimdi o para nereye gidiyor? Faize.
Bu yüksek faizi ödemeden finansman bulamıyorsunuz artık.

Bu milletin bilmeye hakkı var. Vergi gelirlerini nerelere harcadınız, nasıl bu hazineyi borca soktunuz, bunları açıklamanızı bekliyoruz.

***

Saygıdeğer yol arkadaşlarım,

Ekonomimiz yirmi yılın en kötü seviyesinde.

İş yok. Gençler işsiz. Yatırımlar durdu.

Birçok sektör pandemi nedeniyle alınan önlemlere uygun olarak kepenklerini indirdi.

Geçen mart ayında esnafımızın erteledikleri ödemeleri vardı ya, kasım’da aralık’ta onların ödemesi geldi.

Şimdi yine eski borçlar için bir yapılandırma çıkardılar. Esnafa diyorlar ki eski SGK ve vergi borçlarını yapılandıralım, ilk taksiti de hemen ocak sonunda öde.

Yahu el insaf. Mart’ta ötelediğiniz borcun taksitleri geldi.

Zaten kira, stopaj, elektrik derken sayaç çalışmaya devam ediyor.

Vatandaşımız günlük geçimini sağlayamıyorken, siz bir de dünün borçlarını şimdi ödesin diye boğazına yapışıyorsunuz.

İşyerlerinin bir kısmı zaten kapalı. Bir kısmı açık, ama günler siftahsız geçiyor.

Esnafımız ne kazanıyor da neyi ödeyecek? Ekmek alamıyor bu millet. Küçük ortağa bir sorun, neden askıda ekmek kampanyası yapmış. Bu millet aç.

Çarşı pazarın fiyatını bilmiyorlar. Etin fiyatını bilmiyorlar.

Arkadaşlar, bunlar artık esnafın halini unuttu, ev hanımlarının halini unuttu, öğrencilerin halini unuttu, öğretmenlerin halini unuttu, açın halini unuttu.

Pandemi nedeniyle birçok işletmeyi kapattılar ya hani. Hiç destek vereceklerini açıkladılar mı? Duydunuz mu? İşletme sahiplerimiz, o işletmelerde çalışanlar ne ile geçinecek?

Geçtiğimiz günlerde bir araştırma şirketi sormuş vatandaşa “mevcut birikiminizle ne kadar süre geçiminizi sağlayabilirsiniz” diye. Vatandaşımızın %39’u “hiç sağlayamam” demiş. 1-2 ay diyenler ise %25.

E siz bu işyerlerini nasıl kapatıyorsunuz? Neye güvenerek kapatıyorsunuz? Vatandaşımız diyor ki “birikimim yok.” Vatandaşımız diyor ki “gelirim olmazsa yaşayamam.”

Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlettir. Devlet, vatandaşı açlığa mahkum edemez, sosyal destek sağlamak, yardım etmek zorundadır.

Toplum tepeden tırnağa yoksullaşıyor, bunlar farkında değiller.
Salgın nedeniyle canının derdiyle uğraşan vatandaşlarımızın adeta yakasına

yapışıyorlar “vergi vergi” diye, “SGK primlerini” öde diye. Değerli arkadaşlar,

Bize ders vermeyin diyorlar ama derse çok ihtiyaçları var. Bunları söylemek zorundayız. Çünkü esnafı bilmiyorlar, koptular.

Ev ödevlerini ellerine tutuşturuyoruz, daha ne bekliyorlar?

Yıllarca ekonomiyi yönetmiş ve bu ülkeyi ekibiyle beraber krizlerden çıkarmış bir kardeşiniz olarak söylüyorum; yapılacak şey çok açık:

Derhal ama derhal küçük işletmelerin tüm vergi, stopaj ve SGK prim ödemelerini pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin.

Pandemi sonrasında da bu ödemeleri uzun vadeye yayın. Kredi borçlarını, en az bir yılı ödemesiz olmak üzere, uzun vadeli olarak yeniden yapılandırın.

Esnafımıza, küçük işletmelere, kapalı kaldıkları dönem boyunca derhal kira desteği sağlayın.

Ancak böyle bir yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır. Uzun vadeli ve kesinlikle sıfır faizli yapılandırma.

Değerli arkadaşlarım,

Bu kötü yönetimin sonu yaklaşıyor.

Bugünkü iktidar, miadını doldurdu.

Artık türkiye’nin bir DEVA’sı var. DEVA Partisi hazır.

Emaneti teslim almaya geliyoruz!

Biz ülkemizi topyekun refaha erdirmeye geliyoruz!

***

Değerli Çanakkaleli hemşerilerim,

Kaz dağları sadece Çanakkale’nin değil, tüm ülkemizin nefesi.

Ormanları, tarım alanları, su varlıkları ve barındırdığı tarihi ve kültürel alanlarla bir doğa harikası.

Dünyada sadece bu bölgede olan 32 bitki türü var. Tema vakfının resmi verilere dayanarak hazırladığı rapora göre, maalesef, kaz dağları yöresinin yüzde 79’u maden arama ve işletme için ruhsatlandırılmış durumda.

Bu yönetim, maalesef çevrenin nasıl bir zenginlik olduğunu bilmiyor. Fakat vatandaşlarımız ve sivil toplum kuruluşlarımız temmuz 2019’dan bu

yana “su ve vicdan nöbeti” gibi eylemlerle kaz dağları’na sahip çıktı.

DEVA Partisi olarak biz de doğa ve tarihin buluştuğu Kaz Dağları’na sahip çıkmaya devam edeceğiz. Ormanlarımızı, tarım alanlarımızı, doğa ve kültürel varlıklarımızı korumak hem bugünümüz hem de yarınımız için, öncelikli olacak.

Onlar doğaya bakarken hemen rant gözlüklerini takıyor, biz doğaya gözümüz gibi bakacağız.

Bölgeye yapılacak yatırımların doğal yaşama zarar vermemesi için gereken tüm planlama ve denetimleri yapacağız.

DEVA Partisi iktidarında ranta ve doğa yıkımına dayalı projelere geçit vermeyeceğiz.

Ormansızlaşmanın ve biyoçeşitliliğin azalmasının ekolojik yıkımın temel sebepleri olduğunu biliyoruz.

Çocuklarımıza yaşanabilir bir çevre bırakma sorumluluğuyla hareket ediyoruz. Canlı ve cansız tüm varlıkları koruyacağız.

Değerli arkadaşlarım,

Tüm ülkemizde olduğu gibi işsizlik Çanakkale’nin de en öncelikli sorunlarından biri. Gençlerimiz iş bulamıyor. Gençlerimiz umutlarını yitiriyor.

Mevcut yönetim, iş sahalarını geliştirebilecek politikalar üretmiyor. Çanakkale’nin özellikle tarım ve hayvancılık alanındaki potansiyeli, büyük bir iş imkanı sağlayabilecekken yanlış politikalar nedeniyle bundan faydalanmak mümkün olmuyor.

Bırakın yeni istihdam alanlarını hali hazırda çiftçimiz bile geçinemiyor. Kura bağlı olarak yem, gübreye, mazota, ilaca devamlı zam yapılıyor ama Çanakkaleli üreticimiz ürünlerini satamıyor.

Bir örnek vereyim. Yenice ilçemizin tarımda geçim kaynaklarından kapya biber, üreticileri hüsrana uğrattı. 2018-2019 yıllarında 2 lira olan kapya biber bu sezon 70 kuruşa satın alındı.

Her şey pahalanıyor, masraflar, maliyetler artıyor ama üreticilerimiz ürettiklerini satamıyor.

Yine Çanakkalemizin meşhur domatesi, bu sene tarlalarda kaldı. Çünkü tarım ilaç maliyeti öyle yüksekti ki çiftçimiz bunu karşılayamadı.

Tüm bunlar doğru ekonomi ve tarım politikalarıyla kolayca çözülecek sorunlar arkadaşlar. Ancak bunlar beceremiyorlar.

Biz deva partisi olarak, çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.

Tarım meslek liseleri açacağız. Bu liselerden mezun olan gençlere destekler sunacağız. Böylece mesleğin gençleştirilmesini, gençlerimizin tarımla zenginleşmesini, ülkemizin kaliteli tarım ürünlerine ulaşmasını sağlayacağız. Gençlerimizin, iş bulmak umuduyla başka yerlere göçmesine gerek kalmayacak.

Bozcaada ve Eceabat bölgesinde yaygın olan üzüm bağlarına yönelik destek ve teşvikleri sağlayacağız. Üreticilerimizin mağdur olmaması için çalışacağız.

Pandemi döneminde esnafımızın mağduriyetinden söz ettim. Bir de Çanakkale’deki 50 bin civarında öğrenci üniversiteye gelemeyince restoranlar, esnaf büyük bir kayba uğradı. İşletme sahiplerine destek ise sağlanmıyor.

Çanakkale’de altyapı sorunları nedeniyle su baskınları da sık sık görülüyor. Bunların hepsi doğru şehirleşme, alt yapı politikaları ve imar kuralları ile hızla

iyileştirilmeli.

O yüzden biz deva partisi olarak afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden taviz vermeyeceğiz.

Çanakkale’nin öncelikli sorunlarından biri de deprem arkadaşlar. Sosyal konutlar’da 13 binaya riskli yapı raporu çıkmasına rağmen adım atılmıyor. Ne bekleniyor? Deprem olması mı bekleniyor? Depreme karşı hazırlık için merkezi yönetim ile yerel yönetimlerin uyum içinde koordineli bir şekilde çalışması gerekir.

Şehirleşme demişken, şehrimizin otopark sorununun da farkındayız. Buna bağlı olarak oluşan şehir içi trafiği de vatandaşlarımızı mağdur ediyor.

Biz, doğru şehirleşme politikalarını hayata geçireceğiz. Her şehrin kendi kimliğine ve yapısına uygun olarak şehirleşmesini ve vatandaşlarımızın günlük hayatının kolaylaşmasını hedefleyeceğiz.

Hastanenin şehirden uzak olması da bir başka sorun.

Çanakkaleli hemşerilerimizin sağlık hizmetine erişimi önündeki engelleri azaltmak için, kaldırmak için de çalışacağız.

Değerli arkadaşlar, bunların derdi vatandaşın sorununu çözmek, hizmetlere kolay ulaşmasını sağlamak değil artık. Ne zaman inşaat yapılacak olsa ilk akıllarına gelen rant.

Güzel Çanakkalemiz, turizm gelirlerinden de yeterli payı alamıyor. Üç tarafı denizlerle çevrili, tarihi Gelibolu Yarımadası, Troas Bölgesi, Troya, Assos, Babakale, Adatepe, Parion, Bozcaada, Gökçeada, Küçükkuyu, Saros, Kazdağları gibi tarihi ve doğal güzelliklere ev sahipliği yapan Çanakkale’de turizmin gelişmesi için teşvik ve yatırımların yapılması gerekiyor.

Bu çerçevede büyük bir yat limanının olmaması da ciddi bir eksikliğe sebep oluyor.

Biz şehrimizin aynı zamanda yaşlı ve engelli dostu olmasına da özen göstereceğiz. Şehrimizin sokaklarının her yaştan insanın kolay yaşayabileceği bir niteliğe bürünmesi için, mahalle aralarında sosyalleşme alanlarının oluşturulması için çalışacağız.

Çanakkale’nin de tüm Türkiye gibi demokrasiye ihtiyacı var. Atılıma ihtiyacı var. Çanakkale’nin DEVA’ya ihtiyacı var sevgili arkadaşlar!

DEVA hazır!
Soruyorum şimdi, Çanakkale hazır mı?

***
Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Çanakkale’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

24 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Tekirdağ İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın
1. Olağan Tekirdağ İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Tekirdağ İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Tekirdağlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Tekirdağ Teşkilatımızın Birinci Olağan İl kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Üç Kemaller diyarında, sizlerle bir arada olmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

Hani eski Tekirdağ mebusumuz, usta edebiyatçımız Yahya Kemal demiş ya, “mektepten memlekete gitmek lazım.” Biz mektebi de biliriz, memleketi de sevgili arkadaşlar.

İşte her gün memleketteyiz. Sizlerin parlayan gözlerinden güç alıyoruz. Merhaba Tekirdağ, merhaba mavi gözlü şehir!

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
***
Sevgili arkadaşlar,
Bugün 24 Kasım. Başımızın tacı, sevgili öğretmenlerimizin günü.

Başta kendi öğretmenlerim olmak üzere, tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü en içten duygularla kutluyorum.

Sıradan bir meslekten bahsetmiyoruz arkadaşlar. Tek tek bireyleri yetiştirerek toplumu geliştirme kudretine sahip çok değerli bir meslek öğretmenlik.

Her birimizin yetişmesinde tıpkı ailelerimiz gibi öğretmenlerimizin de çok önemli bir yeri var.

Bugün de öğretmenlerimiz; pandemi döneminde bu ülkenin yarınları etkilenmesin, çocuklarımız eğitimsiz kalmasın diye canla başla uğraşıyorlar.

Ancak, öğretmenlerimiz normal derslerden çok daha fazla gayret ve zaman harcamalarına rağmen, uzaktan eğitim bahanesiyle almaları gereken ücreti de tam alamıyorlar.

Tabii öğretmenlerimizin emeklerinin karşılığı asla ödenemez.

Arkadaşlar,

Biz öğretmenlerimizin, eğitimcilerimizin mesleklerinin itibarını artıracağız.

Öğretmenlerimizin de hayat boyu öğrenmesini merkeze alacağız.

Meslek içi eğitimlerle gelişime ve zamanın ruhuna uyumu sağlayacağız.

Ülkemizdeki öğretmen açığının farkındayız.

Bu pandemi döneminde özel okullarda çalışan eğitimcilerimizin de sorunlarının da farkındayız.

Bugünkü iktidarı, derhal eğitimcilerimizin sesini duymaya davet ediyoruz.

Ülkemizin bugününü de yarınlarını da belirleyecek yegane araç eğitimdir. Hep söylüyorum; ülkemizin doğal kaynakları, yer altı zenginlikleri yok. Ülkemizin tek sermayesi insanları, gençleri.

İşte bu gençlerin yetiştirilmesi çok değerli eğitimcilerimizin emekleriyle ancak mümkün.

Ve değerli arkadaşlarım, Öğretmenler Günü vesilesiyle, tüm öğretmenlerimizin, eğitimcilerimizin önünde ve sizlerin huzurunuzda saygıyla eğiliyorum.

***

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz şu pandemi döneminde her alanda problemler yaşandı. Eğitimi de beceremediler, sağlığı da beceremediler.

Sağlık çalışanlarımız, ülkemizin COVID-19 salgınını en hafif atlatmak ve can kayıplarını önlemek için canla başla çalışıyorlar. Bu hükümetin kendilerine reva gördüğünü maalesef hepiniz biliyorsunuz.

Doktorlarımızın meslek örgütlerini karalıyorlar, tehdit ediyorlar. Canları pahasına icra ettikleri mesleklerini değersizleştiriyorlar.

Sırf beğenmedikleri sözleri söyledikleri için Türk Tabipler Birliği’ne de “hain” dediler.

Biliyorsunuz bunu da huy edindiler. Ne zaman birinin fikrini beğenmeseler ne zaman birileri onlara “yanlış yapıyorsun” dese, hemen alıyorlar ellerine hazırda beklettikleri damgayı, yapıştırıyorlar “hain” diye.

Buradan şu anki hükûmete sesleniyorum:

Koronavirüs, sağlık çalışanlarımız için mutlaka bir meslek hastalığı olarak sayılmalıdır.

Çalışma koşulları iyileştirilmeli, ek istihdamla çalışma koşulları insanileştirilmelidir.

Değerli arkadaşlar,
Dedim ya, maalesef sağlığı da yönetemediler, eğitimde de yönetemiyorlar.

Uzaktan eğitimi de beceremeyip çocuklarımızı mağdur ettiler. Hele gelir seviyesi düşük aileler ve o ailelerin çocukları bu uzaktan eğitim döneminde büyük bir mağduriyet yaşıyorlar. Kolay değil, her evde internet bağlantısı yok her aile o internet bağlantısını ödeyebilecek güçte değil. Hele üç dört çocuğu olan ailelerde hepsi de öğrenciyse geliri düşük aileler için çok büyük bir mağduriyet oluşturuyor.

Pandemi öncesinde de zaten yapboza çevrilen, eğitim sistemi yüzünden ülkemiz maalesef dünya sıralamasında çok gerilerdeydi.

Türkiye, uluslararası öğrenci değerlendirme programı sonuçlarında son sıralarda yer alıyordu.

Üniversite mezunları iş bulamıyordu.
Engelli çocuklarımızın eğitime erişimi zaten çok sınırlıydı.

Ülkemizde kayıt altında olan her 100 engelli çocuğumuzdan sadece 13’ü özel eğitim alabiliyordu.

İşte bu eğitime erişebilen özel gereksinimleri olan çocuklarımız ve aileleri de mağduriyet yaşıyor.

Ama biz çözeceğiz değerli arkadaşlar.

Eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerini iyileştireceğiz.

Rehabilitasyon merkezlerini güçlendireceğiz.

Çocuklarımızın ‘ne yapamadıklarına’ değil, ‘neler yapabileceklerine’ bakacağız.

Ekonomik imkanları sınırlı ailelerin çocuklarının, akranlarıyla fırsat eşitliği oluşturacak şekilde, haklardan faydalanmalarını sağlayacağız.

Çocuğa ve aileye sosyalleşme imkanları sağlayacak, bakım ve kreş evleri açarak ailelerinin günlük ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olacak, ihtiyaç halinde bakımın devamlılığını sağlayacağız.

Buradan bir kere daha hatırlatmak istiyorum: DEVA Partisi engelli kotası olan tek parti.

Biz engelsiz hayat, engelsiz siyaset için çalışmaktan vazgeçmeyeceğiz!

Bakın bugün bizim Tekirdağ’da Merkez ilçe başkanımız kendi konusunda çok başarılı bir kadın ilçe başkanımız ve biraz önce fotoğrafta hep beraber gördünüz, Türkiye’de bir başka örneğini ben bilmiyorum ki engelli kadın ama kendi konusunda çok başarılı bir başka siyasi partinin böyle bir ilçe başkanı olsun.

Değerli arkadaşlar,

Biz tüm toplumumuza her bir vatandaşımıza fırsat eşitliğini sunmak zorundayız. Ama fırsat eşitliği demek herkesin kendi durumuna göre, kendi iyi olduğu ya da eksik olduğu konulara göre düzenlenmiş bir fırsat eşitliğinden bahsediyoruz.

Toplumumuzun farklı kesimlerinden gelen insanlarını, farklı özelliklere sahip olan insanlarımızın herhangi bir yarışta, devlete işe girmekte, siyasette, terfide, üst düzey görevlendirmelerde mutlaka fırsat açısından baktığımızda eşit konuma getirecek bir sosyal devlet anlayışını bu ülkede hakim kılmamız gerekiyor.

***

Sevgili arkadaşlar,

Pandemi dedik. Eğitim sisteminden bahsettik.

Tüm bu saydıklarımız ekonomimizi de çok etkiliyor.

Eğitim sisteminin bir de görünmeyen, hiç hesaba katılmayan, eğitime bağlı hizmet üreten esnaf kesimi var.

Pandemi bütün esnaf kardeşlerimiz gibi, eğitime bağlı hizmet üreten esnafımızı da perişan etti.

Okulların kapanması ve uzaktan eğitime geçilmesiyle; kırtasiyeciler, kantinciler, özel yurtlar, servis taşımacılığı ve şoförlüğü yapanlar, hepsi etkilendi.

Ama tek sorun pandemi değil arkadaşlar?

Ekonomimiz son yirmi yılın en kötü günlerini yaşıyor. Bizim onlara dolu teslim ettiğimiz Merkez Bankası kasaları boşaldı, hazinenin kasaları boşaldı.

Merkez Bankası’nın rezervlerini tükettiler. Son iki yılda hazinenin borcunu ikiye katladılar.

Geçen sene, ortada pandemi falan yokken, ülkenin büyüme hızı sadece yüzde 0,9. Arkadaşlar, bu koskoca ülke nasıl olur da dünyada kriz yokken yüzde bir bile büyüyemez? Aklınız alıyor mu?

İşte bu ancak kötü yönetimle olur.

Hiç karışmasalar, gölge etmeseler inanın bu ülkenin ekonomisi daha hızlı büyür.

Canlı örneğini de iki hafta önce yaşadık. Bakın, ne oldu 2018’in haziranında partili cumhurbaşkanı görevine başladı, en yakın akrabasını da ekonominin başına getirdi. İki yıldır durum felaket. İlgili bakan ortadan kayboldu. Yok oldu, hala o gün bugündür gören var mı bilmiyorum. Koltuk boş kaldı bir süre.

Birden ekonomik göstergeler düzelmeye başladı. Demek ki gölgeleri bile bu ülkenin ekonomisini bu hale düşürmeye yetiyor. O gölge kalkınca bile nefes alıyor.

Düşünün ki bir de iktidar değişikliği olsa, dürüst ve işin ehli olan insanlar iş başına gelse, bu ülkenin büyük potansiyelini düşünebiliyor musunuz?

Ellerinde vatandaşın, esnafın sıkıntılarını çözecek kaynak da yok, kalmadı.

Esnafa, küçük işletmelere ancak bir borç yapılandırması önerebiliyorlar. Zaten borcunu ödeyen esnafa diyorlar ki; sonra öde. Sonra öde derken de arada faizi çalıştırıyorlar. Zamanında faizci diye, faiz lobisi diye bütün etrafı suçlayanlar şimdi esnafın o kredisini yeniden yapılandırırken faizi çalıştırmaya devam ediyorlar.

Açıkladıkları yapılandırma takvimine göre de son başvuru tarihi 31 Aralık. İlk ödeme günü ise 31 Ocak.

İşyerlerinin bir kısmı zaten kapalı. Bir kısmı açık, ama siftahsız günler geçiriyor. Vergi, SGK borcu olan vatandaşlarımız, esnafımız ne kazanacak da hangi geliri elde edecek de hangi borcunu nasıl ödeyecek?

Esnafımız günlük geçimini sağlayamıyor; bir de yeni bir yapılandırmanın taksitlerini mi ödeyecek? Nasıl ödeyecek? Geçtiğimiz mart’ta erteledikleri SGK primleri vardı ya, kasım’da aralık’ta onların da ödenmesi geldi. Zaten kira, stopaj, elektrik derken sayaç çalışmaya devam ediyor.

Hükûmete el insaf diyoruz! Dükkanlar kapalı, servis araçlarının 13 mart’tan bu yana kontağı kapalı, ekmek kapılarına kilit vuruldu. Hâlâ vatandaştan vergi toplamanın derdindesiniz.

Arkadaşlar, bunlar artık esnafın halini unuttu, ev hanımlarının halini unuttu, öğrencilerin halini unuttu, öğretmenlerin halini unuttu, açın halini unuttu.

Toplum tepeden tırnağa yoksullaşıyor, bunlar farkında değiller.

Sabah, Çorlu’nun cadde ve sokaklarında esnafımızı ziyaret ettik, pazara girdik. Pazarcı esnafımızın en önemli şikâyeti ne biliyor musunuz? Artık diyorlar “vatandaşlarımız alışverişe geldiğinde güçleri yetmiyor. Fiyatlar arttı gitti fakat vatandaşımızın bu fiyatlara meyve sebze alacak gücü kalmadı,” diyor pazarcı esnafımız.

Maliyetlerin hepsi artıyor. Maliyetlerin çoğu döviz kadar artıyor. Ama vatandaşımızın geliri kur kadar artmıyor. Diyorlardı ya “Biz kura bakmıyoruz” diye. Ama vatandaş bakıyor.

Sohbet ettiğimiz her esnaf hemen “bu dövizin hali ne olacak?” diyor. Hükümet bakmıyor ama. Bakmayınca sanki problemin ortadan kaybolacağını zannediyorlar. Ya da ilgili bakanı, akrabayı ortadan yok edince bu milletin iki senede üzerine yüklenen borcun, yükün unutulacağını zannediyorlar. Öyle bir şey yok.

Değerli arkadaşlar,

Pandeminin başında pek çok ülke kendi vatandaşlarına karşılıksız destek verirken, bunlar IBAN numarası verdi. “Siz bize destek olun” diye. Böyle bir şey olur mu? Bu kadar kopmuşlar bu kadar. Bu uzun süre güç kullanımının getirdiği yozlaşma, siyaset tarihinde bu var. Çok uzun süre devlet gücü kullananları o güç bozuyor. Şu anda tam da onu yaşıyor Türkiye. Ama bozulan keşke bir,iki kişi olsa, bütün millet bunun bedelini ödüyor.

Salgın nedeniyle canının derdiyle uğraşan vatandaşlarımızın adeta yakasına yapışıyorlar “vergi vergi” diye, “SGK primlerini” öde diye. Yetmiyor bir de “devlete yardım et” diyorlar.

Siz bu milletin yıllardır ödediği vergileri ne yaptınız, hele bir onu açıklayın. Yakın akraba bakanı ortadan kaybetmekle, üç beş adamı değiştirmekle bu hesabı kapatamazsınız. Bu hesabı kapatmanıza biz izin vermeyiz. Sürekli hatırlatacağız, sürekli konuşacağız. Merkez Bankası’nı nasıl borçlandırdınız, bu ülkenin kaynaklarını nasıl tükettiniz?

Bakın Merkez Bankası’nın rezervlerini biz 23 milyon dolardan aldık, tam 136 milyar dolara çıkarttık. Nasıl çıktı oraya? Bu ülkenin üretimiyle, ihracatıyla, ihracattan gelen dövizlerle o döviz rezervimiz yükseldi. O döviz rezervleri buradaki Çorlu’daki fabrikada çalışan işçilerimizin alın teriydi, bilek gücüydü, onların emeğiydi. Türkiye’nin her yerinde çalışan, uğraşan, alnının teriyle para kazanan ve üreten, ihraç eden insanlarımızın Türkiye’ye getirdiği dövizdi onlar.

Partili, taraflı Cumhurbaşkanı başladı göreve, yakın akrabasını göreve getirdi, iki yılda tam 130 milyar dolarlık Merkez Bankası’nın rezervlerinde erime oldu arkadaşlar. Şu anda eksi 44 milyar Merkez Bankası’nın rezervleri. Nasıl eksi oluyor diyeceksiniz. Merkez Bankası açıyor kasasını bak dövizim var, altınım var diyor ama elindeki dövizden, altından tam 44 milyar dolar daha fazla piyasaya borcu var Merkez Bankası’nın. Oradaki dövizler swap anlaşmalarıyla emanet alınmış dövizler. Oradaki dövizler zorla bankaların elinden alınmış ve emanet olarak konulmuş dövizler. Merkez Bankası’nın kendi dövizi değil. Tamamen örtülü, karanlık operasyonlar. Ne kadar döviz sattıklarını açıklamıyorlar.

Son basın toplantısıyla ben hükümete tavsiyelerde bulundum. Ama ne zaman tavsiyelerde bulunsak bunlar diyor ki “Bize ders vermeye kalkıyor,” ama derse ihtiyacınız var işte. Olan sadece size olmuyor ki, 84 milyon ülke bundan zarar görüyor.

Değerli arkadaşlar,

Böyle olmaz! Böyle devlet yönetilmez! Bu milletin ne halde olduğunu bilmeden devlet yönetilemez!

Değerli arkadaşlar,

Bize ders vermeyin diyorlar ama derse çok ihtiyaçları var. Bunları söylemek zorundayız. Çünkü esnafı bilmiyorlar, koptular.

Ev ödevlerini ellerine tutuşturuyoruz, daha ne bekliyorlar?

Yıllarca ekonomiyi yönetmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum; yapılacak şey çok açık: derhal ama derhal küçük işletmelerin tüm vergi, stopaj ve SGK prim ödemelerinin pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin.

Pandemi sonrasında da bu ödemeleri uzun vadeye yayın. Kredi borçlarını, en az bir yılı ödemesiz olmak üzere, uzun vadeye yayın.

Kasayı boşalttığınız için desem ki daha çok destek vermeniz lazım ama kasayı boşalttınız, bitti. Devletin sağ cebini, sol cebini, ön cebini, arka cebini bitirdiniz.

Merkez Bankası’nın yıllardır biriktirdiği yedek akçeleri, geçen sene bir günde alıp müteahhitlere dağıttınız. Bu yılın yedek akçesini daha ocak ayında biriktiği anda hemen bitirdiniz, tükettiniz.

Esnafımıza, küçük işletmelere, günlük yevmiye ile geçinen bütün çalışanlarımıza, sanatçılarımıza, kayıt dışı çalışanlara dahi doğrudan destek verilmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Şu anda tüm dünya bu krizi böyle atlatıyor.

Değerli arkadaşlar bu kredi borçları var ya böyle ocakta hemen taksit başlatıyorlar. Sayılı gün çabuk geçiyor. Ocak dediğin yarın erteliyoruz diyor ocakta tekrar ödemeyi başlatıyor. Bunlar bilmiyor.

İnanın herhangi bir bakkalın, manavın yanında çok fazla değil iki ay çıraklık yapmış bir insan bu hatayı yapmaz, bunu yapmaz.

Şöyle biraz alışveriş nedir, ödeme nedir, kira günü geldiğinde, elektrik faturası geldiğinde onun kaygısını yaşayan insanlar bu hatayı yapmazlar.

Böylesine sıkıntılı bir dönemde, esnafımızın gerçekten çok zor durumda olduğu bir dönemde bu kredi borçlarının en az 1 yıl, arada taksitlerin olmayacağı şekilde ötelenmesi lazım.

Daha sonra kalanı da çok uzun vadeye yaymak lazım. Parayı tükettiniz anlıyorum da hiç olmazsa alacağınızın peşine bu kadar sarılmayın, bu kadar esnafı sık boğaz etmeyin. Gerçekten sorun çok büyük.

Esnafımıza, küçük işletmelere de kapalı kaldıkları dönem boyunca, en azından talimatla kapattırıyorsunuz ya “restoranlar, kahvehaneler kapalı.” Adamın açma imkanı yok, hiç olmazsa o süre kira yardımı yapın, en azından kirasını karşılayın.

Ancak böyle bir yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır. Uzun vadeli ve kesinlikle sıfır faizli yapılandırma. Başka türlü öde öde bitmiyor, erteleniyor ama büyüyerek erteleniyor.

Değerli arkadaşlar,

Bugün karşılıksız bu kadar hibeyi, desteği verebilen ülkeler varsa, bunun en önemli sebebi mali kurallarının olmasıdır.

Bazı dostlarım hatırlar, biz 2008-2009 krizinden sonra Türkiye’ye mali kuralı getirmeye çalıştık. Meclisten, plan bütçe komisyonundan da oy birliğiyle geçti, bütün muhalefet milletvekilleri, hepsi bizi destekledi “Bu çok iyi bir şey” diye. Tam genel kurula geldi, o günün Başbakanından, birkaç bakanın da yönlendirmesiyle meclise telefon ve dururdular. Egellediler. O gün bugündür de dikiş tutmuyor ülke.

Değerli arkadaşlar,

Bakın eğer bugün Türkiye’nin bir mali kuralı olsaydı şu anda çok rahat bir şekilde Merkez Bankası TL üretirdi. Mali kural çerçevesinde de Merkez Bankası’nın ürettiği likidenin tüm sistemi rahatlatıcı etkisi olurdu. Çünkü mali kural o likidenin nasıl ve ne zaman normale döneceğini de tanımlayan bir kuraldı aynı zamanda.

Bunların hiçbirini yapmadılar ve şu anda bunun ağır bedelini bu ülkenin insanları ödüyor.

Tüm bu salgının maliyetini tek başına vatandaşın üzerine yıkamazsınız. Devlet olmanın da bir sorumluluğu var.

Şu an eğer ekonomimiz kötü durumdaysa, sadece ama sadece sizin kötü yönetiminiz yüzünden bu halde.

Vatandaşlarımızın bir kusuru yok! Vatandaşımız “Suçum bunlara oy vermek miydi?” Diyor. Haklılar.

Anne-babalar gece başlarını yastığa koyduklarında, ertesi gün çocuklarımızın karnını doyurabilecek miyiz diye kaygı duyuyorlar; çocuklarımızın eğitimi ne olacak diye kaygı duyuyorlar!

Değerli arkadaşlarım,
Bu kaygı dolu günlerin sonu yaklaşıyor.
Çünkü bu iş bilmez yönetimin sonu yaklaşıyor. Bu hükümet miadını doldurdu. Artık Türkiye’nin bir DEVA’sı var. DEVA Partisi hazır.
Emaneti teslim almaya yürüyoruz inşallah.
***
Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz Merkez Bankası geçen hafta politika faizini %10,25’ten %15’e yükseltti. Yani Merkez Bankası’nın politika faizi son iki ayda %6,75 artmış oldu. Şu anda Türkiye, dünyada en yüksek politika faizi uygulayan ülkelerden birisi oldu.

Merkez Bankası açıklamasında diyor ki; “Önümüzdeki dönemde parasal duruşun sıkılığı, enflasyonu etkileyen tüm unsurlar dikkate alınarak, enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar kararlılıkla sürdürülecektir”.

Teknik ifadeleri ben size tercüme edeyim:

Parasal sıkılaştırma demek, faizi artırmak demek. Merkez Bankası diyor ki; “faizi epeyce yükselttim, enflasyon düşene kadar da yüksek tutacağım”. Yani yüksek faiz enflasyonu düşürecek diyor.

İyi de daha birkaç gün öncesine kadar Cumhurbaşkanı her konuşmasında nakarat gibi tekrar ediyordu, “faiz sebep, enflasyon neticedir” diyordu!

Sayın Erdoğan; siz “vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur” diyordu bir zamanlar.

Siz “enflasyonun anası da babası da faizdir. Bunu bilmeyenler bilsin” diyordu.

Siz 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinden önce “siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle nasıl uğraşılır göreceksiniz” diyordunuz.

Eğer bugün yıllardır savunduğunuz bu tezin çöktüğünü kabul ediyor, yani %15 faiz artırımını onaylıyorsanız, bu ülkenin insanlarına niçin bugüne dek bu yanlışta ısrar ettiğinizi açıklamak zorundasınız.

Niçin paramızı pul ettiniz?

Bu milletin alın teriyle yıllardır biriktirdiği 130 milyar dolarlık döviz rezervini iki yılda niçin ve ne uğruna heba ettiniz?

Niçin döviz rezervimizi eksi 44 milyar dolara düşürdünüz?

2018 yılında partili cumhurbaşkanı olarak göreve başlayıp, en yakın akrabanızı ekonomi yönetiminin başına getirdiğiniz günden beri hazinenin borcu iki yılda ikiye katladı. 970 milyar liradan, 1 trilyon 935 milyar liraya yükseldi.

Niçin ülkemizde her üç kişiden birisi işsiz ya da atıl?

Senelerdir haksızca iftira attığınız, suçladığınız, hakkına girdiğiniz hatta miting meydanlarında yuhalattığınız arkadaşlarımızın hepsinin hakkını teslim etmeniz gerekmiyor mu?

Eğer hak, hukuk, kul hakkı kavramları sizin için hala önemliyse, itham ettiğiniz, yuhalattığınız, rencide ettiğiniz tüm bu insanlardan en azından bir helallik dilemelisiniz.

Fakirleşmesine sebep olduğunuz milletimize de bir açıklama yapmak zorundasınız.

Bizi, doğmamış çocuklarımıza kadar neden fakirleştirdiniz, neden gençlerimizin umutlarını kararttığınızı açıklamak zorundasınız.

Adeta kibrit çakılıp yakılan 130 milyar dolarlık döviz rezervini, hazinenin 1 trilyon 935 milyar liraya çıkan borcunu, yaşanan tüm kayıpları, mağduriyetleri açıklamak zorundasınız.

Siz bu halkı hatırlamıyor, bilmiyor, görmüyor mu sanıyorsunuz? Ama yanılıyorsunuz!

Oysa hatırlamayan birisi varsa, o da sizsiniz. Siz bu halkı unuttunuz. Sorun orada.

Bir zamanlar hizmetkârı olacağını söylediğiniz halkımıza efendi olmaya kalkışıyorsunuz. Bugün sokaktaki hayatla, insanların şikayetiyle, ekonominin gerçekliğiyle, aranızda bağ kalmadı.

Ama halkımız hatırlıyor sayın Erdoğan. Çünkü hatalarınızın bedelini halkımız ödüyor. Onlar bunu yaşıyor fiilen.

Sokaktaki vatandaşımız, sürekli makyajlayarak açıklanan enflasyon rakamlarının gerçek olmadığını biliyor.

Sizin meydanlarda “vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur” diye konuştuğunuzu da hatırlıyor.

Arkadaşlarımıza olmadık iftiralarla faizci iması yapıldığını da hatırlıyor. Ama bir şeyi daha hatırlıyor halkımız.

Ben ve arkadaşlarımın işin başında olduğumuz dönemdeki rahatlığı, yüksek satın alma gücünü, kurabildiği hayalleri hatırlıyor.

Bizim dönemimizdeki politika faizinin neredeyse iki katını uyguladığınızı herkes görüyor.

Gerçeklerin üstünü örtebileceğinizi, halkın gözünü boyayabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Yapamazsınız. Türkiye TÜİK’in makyajlama odasından yönetilemez.

Yıllarca ekonomiyi yönetmiş bir kardeşiniz olarak ben de bir şey hatırlatmak istiyorum.

Çok değil, iki hafta öncesini hatırlatmak istiyorum.

Bakan olarak görevlendirdiğiniz akrabanızın ortadan kaybolmasıyla, milletimizin ödediği bu ağır bedelin sorumluluğu buharlaşmaz, ortadan kaybolmaz.

Bakın, ben ve arkadaşlarım görevden ayrıldığımız yıl, bu ülkenin toplam faiz ödemesi 53 milyar lira. Bu yılın bütçesinde, 2021 için öngörülen faiz ödeneği 179 milyar lira. Aradaki fark 124 milyar. Şu andaki Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi 125 milyar zaten. Eğer faiz ödemeleri artmasaydı, aradaki farkı Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi kadar bir bütçe daha oluşturabiliyordunuz. 1 milyon öğretmenimizin gelirini ikiye katlayabilirdiniz. Ama siz şimdi onu faiz diye sağa sola dağıtıyorsunuz. Niye dağıtıyorsunuz? Kötü yönetiminizin sonucu olarak dağıtmak zorunda kalıyorsunuz.

Dene yanıl, dene yanıl, U dönüşü yap. Bir bakıyorsunuz Şangay 5’lisi, bir bakıyorsunuz Avrupa Birliği. Takip edenlerin başı dönüyor. Bu kadar hızlı U dönüşleri, 180 derece dönüşler...

Dış politikada deneme yanılmalar, güvenlik politikasında deneme yanılmalar, ekonomide deneme yanılmalar.

Bu ülkeyi bir deneme tahtasına çevirdiniz. Ülkeyi koca bir laboratuvar, bu ülkenin vatandaşlarını da kobay haline getirdiniz.

Kusura bakmayın, Türkiye sizin laboratuvarınız değil! Vatandaşlarımız da kobay değildir.

Deneyleriniz insanları yoksullaştırdı. Bu ülkenin çocuklarının geleceğine mâl oluyor!

Deneyleriniz yüzünden işsizlik artıyor!

Sizin deneyip yanılmalarınız hem ekonomimizi hem de halkımızı bunalıma sokuyor.

Yahu, sizin şu deneyleriniz, yüzünden doğmamış çocuklarımız bile borca giriyor!

Ama biz vatandaşımızın ne halde olduğunu görüyoruz, onların sesini duyuyor, sorunlarını biliyoruz!

Ekonomiyi batırdıklarını anlamaya başlayınca, Avrupa Birliği'nden söz etmeye başladılar.

Pabuç pahalı tabii.
Görüyorsunuz, dün ne diyorlardı, şimdi ne diyorlar.

Sayın Erdoğan’a tekrar sesleniyorum: şu virajı biraz yavaş alın. Peşinize takılan yandaş gazeteciler, troller falan var. Pelikan melikan çeşitli kuş sürüleri var. Siz virajı hızlı alınca onlar sağa sola savruluyorlar. Kaza yapıyorlar, kafa göz yarıyorlar.

Arkadaşlar biz bu düzene son vereceğiz. Çünkü Türkiye birden büyüktür. 84 milyon, birden büyüktür.

***

Sevgili arkadaşlar,
Tekirdağ'ın sorunlarını görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz.

Tarihi, denizi, doğası, tarım alanları, turizmi, sanayisi ile belki de Türkiye’nin en sorunsuz ili olması gereken Tekirdağ’ın sorunları bile almış başını gitmiş. Neden? Çünkü kötü yönetim...

Tekirdağ hem verimli toprakları ile ülke ve bölge sanayisine hammadde sağlayan bir tarım şehri; hem de 14 organize sanayi bölgesi ve bir Avrupa Serbest bölgesi bulunan çok önemli bir sanayi şehri.

Bu güzel şehir doğal kaynakları ve stratejik konumu ile çok önemli bir avantaja sahip. Nitekim bu avantaj hem yerli hem de yabancı yatırımların Tekirdağ’a gelme nedeni.

Tekirdağ’da 1500’den fazla sanayi kuruluşu var. Ar-Ge merkezleri var. Elektrik santralleri var. Tekirdağ Türkiye’nin en çok vergi ödeyen şehirleri arasında ilk 10’da yer alıyor.

Peki, bunca üretim yapan Tekirdağ’da bu üretim refah yaratmış mı sevgili arkadaşlarım. Maalesef bu soruya cevabınızın hayır olduğunu biliyorum.

Çünkü vergi ödemelerinde ilk 10’a giren bu güzel şehir, kamu yatırımları sıralamasında son yıllarda sürekli gerilemekte.

Sağlık yatırımları, eğitim yatırımları yetersiz. Fakat bir yatırım var, cezaevi yatırımı, 400 milyon. Bakın sanayi şehri burası, buranın görmek istediği ne daha çok üretim, daha çok ihracat ama kaynaklar nereye cezaevine.

Biz hep söylüyoruz adalet, yargı sistemi tutuksuz yargılanmayı esas, tutukluluğu istisna olarak uygulamak zorunda. Aksi halde siz daha çok cezaevi inşa edersiniz bu ülkede.

Bunlar çok temel hukuki ilkeler arkadaşlar. Bakın son iki haftadır hükümetin açıklamalarında bir olumlu rüzgar esti değil mi? Herkes dedi ki “bunların galiba akılları başlarına geliyor. Herhalde hatalarından anladılar.”

Ekonomiyi dibe vurdurunca, kur tavana sıçrayınca herhalde artık biraz daha düzgün işler yapılacak. En azından açıklamalara bakıyoruz, bizim sekiz aydır söylediklerimizi de kopyala-yapıştır yapıyorlar, bire bir Cumhurbaşkanı’nın konuşma metnine koyuyorlar.

Ama biz ne dedik, önce ihracata bakmak lazım dedik. Nitekim tutuklu yargılanmayla ilgili konularda şu anda yüksek istişare üyesi olan bir kişinin kendi şahsi görüşleriyle ilgili bir açıklaması oldu.

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi, ne demek? Kafa kafaya verip istişare edeceği tecrübeli bir heyet.

Şahsi görüşleri, elinde uygulama gücü de yok ama bakın o açıklamaya bile dayanamadılar. Bir iki kişinin tutuksuz da yargılanabileceğinden söz etti, o kadar.

Halbuki bütün bu olanlardan, fakirleşmeden, krizden ders alması gereken bir hükümetin şu anda tam tersine “Galiba biz yanlış yaptık, yargıyı biraz rahat bırakalım, yargıya artık talimat vermeyelim, bu siyasi davalardan elimizi ayağımız çekelim,” demesi lazım. Eğer gerçekten reform diyorsanız,

Eğer gerçekten reformdan bahsediyorsanız önce hakimlere, savcılara talimat vermekten vazgeçeceğiz diye açıklayın ve hemen hakimlerin, savcıların telefon numaralarını da rehberinizden silin, eski huylar depreşir, yine telefonlar açılabilir, silin ki bir daha o huylar depreştiğinde aramayın, arayamayın.

Tekirdağ gibi bir ile yeni cezaevi, çok üzücü.

Tekirdağ Türkiye’nin en hızlı büyüyen şehirlerinden birisi arkadaşlar. Altyapı yatırımlarının bu hızlı büyümeye göre planlanması lazım. Kentleşmenin bu hızlı büyümeye göre planlanması lazım.

Biz tüm bunlara uygun planlamalarla Tekirdağ'ın gelişiminin önünü açacağız.

Değerli arkadaşlar,

Sanayi ürünlerinin fiyatları seneler içinde tarım ürünlerinin fiyatlarından fazla yükseldi.

Tekirdağ’ın tarımı olumsuz etkilendi. Köylümüz asgari ücretle fabrikalarda çalışıyor. Tarlalarını ise inşaat rantçıları topluyor.

Köylümüz fakirleştikçe şehre göç artıyor. Köy okulları kapanıyor.

Yeni konut imarlarının verimli topraklar üzerine verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

Verimli toprakların korunması gerektiğine, Ergene’nin temizlenip tarımın tüm Trakya’ya yayılması gerektiğine inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Tekirdağ Türkiye’nin pek çok yeri gibi deprem riski taşıyor. Depreme ilişkin önlemlerin alınması, kentsel dönüşüm yapılması lazım.

Sanayileşmenin bugüne dek plansız bir biçimde sürdürülmesinin yarattığı çevre sorunları var. Bu sorunların tespit edilmesi, ele alınması, çözülmesi lazım.

Çorlu ve Çerkezköy’deki sanayi tesislerinin çevre kirliliği açısından iyileştirilmesi, üretimin çevre hassasiyetiyle devam etmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım,

Tekirdağ, Şarköy’de bulunan mavi bayraklı plajı, Kumbağ Plajı, Kastro Koyu, Istranca Dağları, Karaçam Ormanları, tabiat parkları, camileri, kiliseleri, müzeleri ile,

Marmara Denizi’nde kilometrelerce devam eden kumsalları ve yamaç paraşütü tutkunlarının uğrak yeri Uçmakdere Köyü’yle, çok büyük bir turizm potansiyeli barındırıyor.

Ancak bu potansiyel de yine aynı plansızlık nedeniyle tam olarak kullanılamıyor ve ayrıca, çevre sorunları nedeniyle de sürekli tehdit altında.

Bu plansızlıklar yüzünden, bu altyapı eksiklikleri yüzünden Tekirdağ halkı sanayileşmeyi, neredeyse bir ceza olarak yaşamayı hak etmiyor.

Tekirdağ halkı, bu üretkenliğin, bu çalışkanlığın karşılığında, katma değeri daha yüksek ve dış ticarette daha fazla talep edilen ürünleri üretmek için desteklenmeyi hak ediyor.

Üretimin çevreye duyarlı olarak yapılmasını, demiryolu ve liman kapasitesinin arttırılmasını, şehrin imar edilmiş olmasını hak ediyor.

Tekirdağ halkı okulları, hastaneleri, sinemaları, tiyatroları, kültürel olanakları ile refah içerisinde bir şehri hak ediyor.

Tekirdağ’ın hak ettiği refaha kavuşabilmesi için aslında her şeyi var.

Tek eksik, yeni bir yönetim zihniyeti. Rantı değil, hayatı önceleyen, ayrışmayan, ayrıştırmayan bir yönetim zihniyeti.

O yönetim tarafından liyakata uygun atanmış, işini en iyi biçimde yapabilen bürokratlar ve kurumlar, bölgenin sanayicisiyle, çiftçisiyle, turizm yatırımcısı ve esnafı ile iş birliği içerisinde bütün bunları kolaylıkla hayata geçirebilir.

Tekirdağ’ın da tüm Türkiye gibi demokrasiye ihtiyacı var. Atılıma ihtiyacı var. Tekirdağ’ın DEVA’ya ihtiyacı var sevgili arkadaşlar.

DEVA hazır! Soruyorum şimdi, Tekirdağ hazır mı?

***

Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı. Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Tekirdağ’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

23 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Yalova İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN YALOVA İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Yalova İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Yalovalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Yalova teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

***
Tarihi İpek Yolu’nun enfes duraklarından,
Geleneksel el sanatlarımızı yaşatan sanatkâr ve zanaatkârlarıyla,
Çoban kalesiyle, dipsiz gölüyle, erikli çifte şelalesiyle,
Ormanlarıyla, deniziyle güzel şehrimiz Yalova’dan sesleniyorum bugün sizlere.

***
Değerli arkadaşlarım,
Çok enteresan günlerden geçiyoruz.
Biz konuşuyoruz, bugünkü iktidar sözlerimizi tekrar ediyor. Şaşkınlıkla izliyoruz.

Biz daha evvel söylediğimizde “bize ders vermeye kalkmayın” diyenler şimdi hukuk diyor.

En son örnekten başlayayım: Biz “ekonominin temeli adalettir, hukuktur. Önce temel sağlam olacak ki ekonomi üzerinde sağlam dursun” dedik.

Dün Erdoğan aynısını tekrar etti.

“Biz Türkiye birden büyüktür, tek kişi ile olmaz” dedik. DEVA Partisi bir kadro hareketidir dedik. Senelerdir tek adamcılık oynayanlar birden “kadro” demeye başladı.

Biz hukuk dedik, şimdi hukuk reformundan bahsetmeye başladılar.

Tutuklu yargılamayı esas haline getiren kendileri değilmiş gibi, yargıya talimat veren kendileri değilmiş gibi bağımsız yargıdan, vicdandan, adaletten söz etmeye başladılar.

Avrupa Birliğine, batıya her gün çatan, herkesle kavga eden kendileri değilmiş gibi “kendimizi başka yerde değil Avrupa Birliğinde görüyoruz” dediler.

Daha birkaç sene önce “Bizi Şangay beşlisine alın, Avrupa’yı unutalım” diyen kendileri.

Avrupa Birliğine “biz yolumuza, sen yoluna” diyen kendileri.

Biz ısrarla dış politikada kavgayla, Eyyy nidalarıyla olmaz, ülkenin çıkarları diplomasi ile korunur dedik. Onlar gün aşırı kavga etmeye devam ettiler

Şimdi de çıkmışlar “diplomasiyle, siyasetle çözülemeyecek sorunumuz olmadığını düşünüyoruz” diyorlar.

Arkadaşlar ne oluyor ya? Başımız döndü.
Bu nasıl hızlı bir U dönüşü. Bu nasıl bir hızlı dümen kırma.

Tam da burada milletimizin size bir soru sorma hakkı var. Milletimizin cevabını beklediği konular var. Öyle o kadar kolay değil. Her türlü yanlışı yap, ülkeyi zarara sok ondan sonra U dönüşü yap, yeni dönem başlatıyoruz de. Bu kadar ucuz değil bu iş.

Anlıyoruz, bu U dönüşünü yapacağınızı söylüyorsunuz, 180 derece döneceğinizi söylüyorsunuz da; sizin bunca zamandır Avrupa’yla, Avrupa Birliğiyle, NATO’yla, batıyla yaptığınız kavgalar sebebiyle bu milletin sırtına yüklenen maliyet ne olacak peki? Bu milletin ödediği bedel ne olacak?

S400 füzelerine milyarlarca dolar para verdiniz, kullanamıyorsunuz. F35 savaş uçaklarına milyarlarca dolar para verdiniz, onları da alamadınız.

Hem milyarlarca doları kaybet hem F35’leri kaybet hem de s400’leri. Bu mu dış politika, bu mu güvenlik politikası?

Bu millete bir açıklama borcunuz var.

Ekonomideki, dış politikadaki, güvenlik politikalarındaki yanlışların bu millete ödettiği bedelle ilgili bir açıklama borcunuz var.

Bu büyük ülke, sizin “deneme tahtanız” değil. Hele hele sizin deney laboratuvarınız hiç değil. Bu ülkenin vatandaşları kobay falan değil. Ekonomide akıl dışı bir tez uygulayın iki yılda memleketi batırın, dış politikada bi’ Şangay Beşlisi deyin, tekrar dönün Avrupa Birliği’ne. Bedelini millet ödüyor. Dene yanıl, dış politikada dene yanıl, güvenlik politikalarında.

Peki bu yanlışlarınızın maliyeti konusunda hiç açıklama yapmayacak mısınız?

Yanlış adımlarınız sonucunda yoksullaşan vatandaşlarımıza, umudunu yitiren gençlerimize, en azından bir açıklama borcunuz var.

Bana daha evvel “Bize ders vermeye kalkmayın” demişlerdi ama maşallah kopta çekmeyi biliyorlar. Laflarımızı tekrar ediyorlar.

Ama lafla olmaz, siz icra makamısınız. Siz yönetimdesiniz. Hemen yapmaya başlayın.

Konuşmak kadar kolayı yok ki, al mikrofonu konuş. Zaten devlet medyası var, hükümetin havuçla sopayla kontrol ettiği medya var. Konuşmaktan kolayı yok.

Önce yargıyı rahat bırakmakla başlayın. Bugünlerde bunu konuşuyorlar. Ekonomiye yetecek kadar hukuk diyelim, Avrupa Birliği diyelim göreceğiz ne olacak. Mesela yargıyla başlayın. Telefonla talimat vermeyin artık yargıya.

Sizi eleştiren herkese hakaretten dava açmayın. Madem ifade özgürlüğü önemli. 2018’e dek 17.406 kişiye ceza davası açtırmışsınız ya hani, mesela bu şikayetlerinizi geri alın.

İfade ve basın özgürlüğünü kullandığı için şu an cezaevinde olan kim varsa serbest bırakın.

Avrupa Birliği demeye başladınız ya mesela Avrupa Birliği uygulamasındaki ben baş müzakereci oldum, üç yıl. Şu anda Türkiye’deki ihale kanunundan 190’dan fazla değişiklik yaptığınız, adeta yapboza çevirdiğiniz kamu ihale mevzuatını, Avrupa Birliği standartlarına getirin. En fazla bir iki aylık iştir. Üç beş tanıdığa dağıttığınız ihaleleri terk edip, açık ve fırsat eşitliğine dayanan bir sistem getirin.

Avrupa Birliği’nde 28 ülke bu kamu alım mevzuatını uyguluyor da bu mevzuat Türkiye’ye mi dar geliyor. 28 ülke altyapısını yapıyor hem de insan onuruna yakışır bir şekilde yapıyor. Onlar kendi kamu alımları mevzuatıyla yatırım yapamıyor da siz 190 kere değiştirdiğiniz kamu ihale yasasıyla mı yapıyorsunuz?

Niyet başka, bunların hepsi samimiyet testi. Deyin ki biz yanlış yaptık, artık 3-5 kişiyle yapmayacağız fırsat eşitliğine dayanan kamu politikaları uygulayacağız deyin ama buradaki samimiyeti de hemen Avrupa Birliği’nin kamu alımları mevzuatını uygulayan.

Tüm kurumları Sayıştay denetimine açın. Şeffaf olun. Varlık Fonu neden Sayıştay denetimine açık değil?

“Görevlendiren Cumhurbaşkanı, görev alan Cumhurbaşkanı” ilk defa böyle bir şey gördük devlet sisteminde başkan yardımcısı kim? Ortadan kaybolan zat.

Koskoca devleti inanın Türkiye’nin çok itibarlı olduğu dönemi yaşadığımız için, herkesin saygıyla baktığı dönemi bizzat yaşadığımız için çok üzülüyorum.

Koskoca ülke bir aile şirketi gibi yönetilemez. Şirketler dünyası ayrı bir şeydir. Ülke yönetimi, 84 milyonun size verdiği bir emanettir. Kimsenin tapulu malı değildir, oturduğunuz koltuk, kullandığınız araçlar, oturduğunuz binalar sadece ve sadece emanettir.

Şeffaf olun. Bu milletin parasının her kuruşunun hesabını verin. Aydınlığın olduğu yerde kolay kolay suç işlenmez.

Doğmamış çocuklarımıza kadar her bir vatandaşımızı borca sokan varlık fonunu kapatın. Daha bugünden 63 milyar lira borca batmış bu varlık fonu. Nerede varlık? Kara delik.

Liste uzun arkadaşlar. Diyorum ya kopyaya başladılar diye. Hele bi’ bunlara başlasınlar. Bunları bir yapsınlar. Hukuku lafla değil, özde tesis etsinler de sonra konuşsunlar.

Hatta sonra, önce bize bi’ izah etsinler, bu halkı fakirliğe düşüren tüm bu yanlış politikaları niçin izlediler? Niçin eleştirilere kulak tıkadılar? Niçin iyi niyetle sizi eleştirenleri, köşe yazarlarını, gazetecileri işten kovdurdunuz? Niçin iyi niyetle STK’ları susturdunuz, pasifleştirdiniz?

Hatırlatalım tekrar;

Bu ülke bugün sizin kötü yönetiminiz yüzünden fakirleşti.
Bu ülke bugün sizin hukuku askıya almanız yüzünden fakirleşti.

Halk sokakta gittiğimiz “kurtarın bizi” diye feryat ediyorsa, bunların hepsi sizin yanlış politikalarınız yüzünden oldu.

Sizin kişiselleştirdiğiniz dış politika yüzünden Türkiye bölgesinde çıkarlarını koruyamaz oldu. Ülkemiz saygınlığını yitirdi.

Ehliyeti, liyakatı umursamadığınız için ülke bu hale düştü. Akraba kayırmacılığı yaptığınız için, hakla hakkaniyetle yolunuzu ayırdığınız için işsizlik rekor seviyede.

Hatırlatıyoruz ve hatırlatmaya devam edeceğiz. Bunların hepsini siz yaptınız.

Birkaç bürokrat atamasıyla, en yakın akrabayı ortadan kaybetmekle unutturamazsınız.

Değerli arkadaşlar,
Şu andaki yönetim, sanki iktidara dün gelmiş gibi konuşuyor.

Bir de bizim yönetimde olduğumuz dönemden örnekler veriyorlar. O dönemki ekonomik verilerle övünüyorlar.

Evet övünülecek işler yaptık ama biz yaptık onları, hatta çoğu zaman onlara rağmen yaptık. Doğruların mücadelesini verdik.

İmar rantı ekonomik dengeyi bozuyor, tamamen inşaatla büyümek mümkün değil, buradaki emsal değişikliği, oluşturulan rant artık sanayiye yatırımı neredeyse sıfırladı, bütün para inşaata gidiyor, bu ülkenin ekonomisini bozacak dediğimizde bize karşı çıktılar.

Öyle bir rant var ki orada, o rant sözümüzün dinlenmemesine sebep oldu.

Nitekim ben ve arkadaşlarım ayrıldıktan sonra, tek bir göstergede bile Türkiye iyi bir konuma gelemedi.

Arkadaşlar; bu kötü yönetim ve bu zihniyet değişmeden, ülkemiz maalesef daha iyi bir konuma gelemeyecek.

Diyorlar ki “salgın yüzünden ekonomimiz kötüleşti.” Doğru değil arkadaşlar.

Geçen sene, daha salgın falan yokken ülkenin büyüme oranı yüzde 0,9 idi. Yahu bir ülke nasıl olur da yüzde bir bile büyümez? Böyle genç nüfusa sahip, binlerce yıldır sayısız medeniyeti beslemiş bu topraklara sahip bir ülke nasıl büyüyemez?

İşte ancak bu kötü yönetimle büyüyemez.

Bu hukuksuzluğa, bu yoksulluğa, bu iş bilmezliğe, bu ciddiyetsizliğe artık bir nokta koymanın zamanı geldi.

Biz bu ülkede herkesin hukuk güvenliği içinde, başı dik yürümesi için çalışıyoruz.

Biz halkımızın huzuru, mutluluğu ve refahı için geliyoruz! Biz hukuk için, adalet için geliyoruz.
***
Değerli arkadaşlarım,

Ülkemiz çok karanlık günlerden geçti. Çok acılar yaşadı.

Hatta benim siyasete ilk girdiğim zaman da yine böyle acılı bir dönemdi. 2001 ekonomi krizini hatırlayın. 28 Şubat’ın baskı iklimi vardı. Asker vesayetiyle korku hüküm sürüyordu. Adaletsizlikler devlet politikası haline gelmişti. Demokrasi, hukuk, özgürlükler ayaklar altındaydı. Ve yine ülkemiz derin bir ekonomik krizin içindeydi.

Mafyaların, çetelerin sokakta olduğu, toplumun ayrıştırıldığı, sadece inançları nedeniyle insanların ötekileştirildiği ve baskı gördüğü günlerdi.

Her birimiz kendi hayatımızda çok etkisini gördük tabii. Biz yakın ailemizde de acısını yaşadık bunun.

İnsan bugünden geçmişe bakınca hayret ediyor, gerçek dışı geliyor, ama bunların hepsini acı şekilde yaşadık.

İşte ben, bu nedenle, ülkemizin o dönemde içinde bulunduğu karanlığa karşı siyasete girip, ülkemizi hak ettiği adalet özgürlük ve refah seviyesine taşımak için mücadele ettim.

Askeri vesayet günlerinden, yazar kasaların fırlatıldığı günlerden çıkıp bir an önce demokrasiye, Avrupa standartlarında, özgürlüğe ve refaha ulaşmamız için çalıştık hep beraber.

Ben ve arkadaşlarım, ülkemizin itibarını arttırdık. Hak ve özgürlükler alanında vatandaşlarımızın nefes alanlarını genişlettik.

Fakat değerli dostlarım; bugünkü Türkiye, bizim uğruna gecemizi gündüzümüze katarak çalıştığımız, yorulmadan hizmet ettiğimiz ülke hayalinden çok uzak.

28 Şubat sürecinde askeri vesayetin ülkemizi soktuğu karanlığa benzeyen bir baskı ortamındayız şu an.

Hatta bugün, eleştiren, muhalefet eden hemen cezaevine gönderiliyor. Şu an bakın ülkemiz adeta bir düşünce suçluları ülkesi olmuş durumda.

Bugünkü iktidar, fikrini beğenmediği vatandaşı, haberini beğenmediği gazeteciyi, twitini beğenmediği öğrenciyi cezaevine atıyor.

Evet, 28 Şubat karanlığında inanan insanlara zulmettiler, ama KHK gibi yargı yolunu adeta bertaraf edip çoluk çocuk açlığa mahkum bırakılmayı bu iktidar döneminde gördük.

Evet, 28 Şubat karanlığında asker medyaya baskı yaptı ama, onlara muhalif basın yayınlarına devam etti. Ben iktidar partisinin kuruluş günlerine bakıyorum, basının üzerinde bu kadar baskı yoktu. Basın rahat haber yapıyordu.

Biz onlarca gazetecinin sadece muhalif oldukları için cezaevine atıldığını bu iktidar döneminde gördük.

Bakın partimizin kurucularından sayın Gülay Göktürk 28 Şubat karanlığında askeri vesayete karşı durmuş, yazılar yazmıştı. Ama birkaç sene önce başkanlık sistemini eleştirince, yazılarına son verildi. 28 Şubat’ta korkmadan askeri vesayeti eleştiren düşünürümüz, bizim kurucumuz o dönemde bir şey olmadı, bu dönemde eleştirel yazdığı için yazılarına son verildi.

Adeta hayırda değil, zulümde bir yarış var maalesef.

Biz bu günler için çıkmadık yola. Askeri vesayetten kurtulup bir başka vesayet altında halkımızın sesi kesilsin diye çıkmadık yola.

Bize soruyorlar “ayrılmanız iyi mi oldu kötü mü oldu?” diye. Biz ülkenin bu duruma gelmesine göz yumamayız, bunun büyük vebali var.

Yanlışa karşı sessiz kalmanın vebali var. Elinizde yapacak bir şeyler olup da yapmadığınız zaman bunun bir vebali var. Bu bir ahlaki, vicdani sorumluluk meselesi.

Biz ilkelere ve değerlere sadığız. Bizim gelenek ve kültürümüzde sadakat ilkelere ve değerleredir.

Sadakat demek yanlış işlerin peşinden gitmek, yanlış yapanın yanlışına ortak olmak değildir. Ülkeyi uçuruma sürükleyenlere destek vermek hiç değildir.

Tüm vesayetleri, siyasetin üstündeki tüm karanlık gölgeleri yırtıp atmak için çıktık yola.

İşte o yüzden, bugünkü baskıya, adaletsizliğe karşı meşru bir zeminde mücadele etmek için DEVA Partisi’ni kurduk.

Biz, kimden gelirse gelsin, kime yapılıyorsa yapılsın, zulme de zalime de karşıyız.

Biz mazlumken zalim olamayız. Adaletten, ahlaktan, haktan bir saniye bile şaşmadık.

DEVA Partisi, ülkemizi 90’lı yılların karanlığına götürmeye çalışanlara karşı hakkı ve adaleti savundu, savunacak.

Özgürlük ve toplumsal barış hedefimizden şaşmadık, şaşmayacağız.

Toplumu bölenlere, ayrıştıranlara, kutuplaştıranlara karşı farklılıklarımızla birlikte saygı içerisinde ortak yaşamı savunacağız.

Değerli arkadaşlarım,
Bütün bunları yaparken çok dikkatli olmak zorundayız.

15 Temmuz’daki hain darbe teşebbüsüne kalkışan FETÖ Terör Örgütü’ne karşı, devletin teyakkuzda olması ve her türlü tedbiri alması gerekir.

Biz düşünce hürriyetinden bahsedince, işine gelmeyenler konuyu başka yerlere çekmeye çalışıyorlar. Onlara buradan tekrar hatırlatıyorum.

Devletin görevi hem özgürlükleri yaşatmak hem de terör örgütlerine karşı mücadele etmektir. Terörle mücadele adı altında, işinize geldiğinde ifade özgürlüğünü kısıtlayıp suçsuz vatandaşa zulmedemezsiniz.

Devlet terör örgütüyle mücadele ederken dahi hukuk içinde hareket etmelidir. Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez.

Suç örgütleri, terör örgütleri, tanımları gereği zaten hukuk dışı yapılanmalardır. Ancak devlet bunlarla mücadele adı altında hukukun dışına çıkamaz.

Devlet yapısına sinsice nüfuz etmeye çalışan FETÖ ve benzeri yapılarla mücadelede en etkin yöntem kamuya işe alımlarda ehliyet ve liyakat ilkelerini kararlılıkla uygulamaktır.

***
Değerli yol arkadaşlarım,

Halkımız fakirleşiyor.
Ekmek alamayana “abartıyorsun, keyif çayı iç” diyenler yüzünden ülkemiz fakirleşiyor.

İşte gerçeklerden kopanlar yüzünden ülke bu hallere düştü.

Senelerdir ekonomi yönetimini, talimatla kendilerine bağladıkları için fakirleşiyor.

Bakın ne zaman Merkez Bankası Başkanı, kendi sözlerini dinlemezse değiştiriyor. İşi ehline bırakmamakta ısrarcılar.

Biz yönetimdeyken de baskı kurmaya çalıştılar. Hatta doğrudan çalışma arkadaşlarımızı da hedef alarak “faiz lobisi” dediler.

Ama biliyor musunuz, bizim dönemimizdeki politika faizinin neredeyse iki katını şimdi kendileri uyguluyor.

Kimmiş faiz lobisi? Kimmiş faizci?

Daha ben ve arkadaşlarım görevdeyken yandaş gazetecilerine hakkımızda olmadık iftiralarla yazılar yazdırdılar. Ekibimize faizci dediler. Bugün uyguladıkları politika faizi ben ve arkadaşlarımın görevi bıraktığım tarihe göre neredeyse iki katına çıkmış durumda.

Peki devletin ödediği faize ne oldu biliyor musunuz? Ben ve arkadaşlarım bıraktığımızda yıllık faiz ödemesi 53 milyar lira idi. Bu yıl tam 137 milyara çıkmış. Gelecek yıl ise 179 milyara çıkacağını açıkladılar.

Şimdi soruyorum arkadaşlarım, kim faizci?
Ben ve arkadaşlarım halkımızın topyekûn zenginleşmesi için çalıştık.

Bunlar zenginleşmeyi, üç beş kişiyi zenginleştirmek olarak anladılar. Halkımıza ise yokluğu reva gördüler.

Memlekette işsizlik almış başını gidiyor.
İşsizliğin azalması için bu hükûmet bir şey yapıyor mu?

Yapmıyor. Yapamıyor. Çünkü yatırım olmadan istihdam oluşmaz, işsizlik sorunu çözülemez. Yatırımcı ise güven ortamı ister.

Cumhurbaşkanı anayasaya uymazsa, mahkemeler anayasaya uymazsa, hukuk her gün fütursuzca çiğnenirse yatırımcı bu ülkeye güvenir mi?

Çete liderine övgüler düzen bir iktidar ortağı varken yatırımcı bu ülkeye nasıl güvensin?

Şimdi biliyorsunuz, bizden kopya çekmeyi alışkanlık haline getirip “güçlü ekonomi için güçlü hukuk” dediler ya.

Bir tek icraat gördünüz mü? Şeffaflık, öngörülebilirlik, hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü namına tek bir icraat gördünüz mü?

Laf var ama iş yok.

Üzülerek söylüyorum göremeyeceksiniz çünkü yapamazlar.
Ülkemizde adaleti, özgürlükleri ve güçlü ekonomiyi sağlayacak tek bir parti var:

DEVA Partisi.

Kimse sağa sola bakmasın, Demokrasi ve Atılım Partisi dışında, bu nitelikli kadrolar dışında ülkemizin sorunlarını çözecek kimse yok.

***
Değerli Yalovalı hemşerilerim;

Ülkemiz fay hatları üzerinde. Yalova da 17 Ağustos 1999 günü çok acı bir deprem gerçeği yaşadı.

Üzerinden geçen 21 seneye rağmen Yalova’daki binalarla ilgili gerekli tedbirler alınmadı,

Düzensiz yapılaşma, yüksek riskli binalarla ilgili kentsel dönüşüm projelerinin, afetlere uygun planlanmaması gibi sorunlar nedeniyle Yalova yine olası bir afete karşı zayıf konumda.

Yine altyapı sorunları nedeniyle şehrimizde su baskınları da sık sık görülüyor.

Bunların hepsi doğru şehirleşme, alt yapı politikaları ve imar kuralları ile hızla iyileştirilmeli.

O yüzden biz DEVA Partisi olarak afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden taviz vermeyeceğiz.

Şeffaf bir afet bilgi sistemi kuracağız. Çünkü vatandaşından bilgi gizlemek, vatandaşının ölümüne göz yummak demektir.

Afet eğitimlerini tüm okullarda ve medyada yaygın ve sürekli hale getireceğiz.

Afet sırasında ve afet sonrasında yapılacaklar için ise bir afet yönetim sistemi oluşturacağız.

Yalova’nın bir diğer sorunu şehir içi yollarının plansızlığı. Yalovalı dostlarımız bu plansızlıktan, bitmeyen asfalt çalışmalarından yoruldu.

Göç, tüm şehirlerimizde olduğu gibi Yalova’da da büyük bir sorun. İş imkanları olmayınca, gençlerimiz, yetişmiş insan kaynaklarımız başka şehirlere, hatta başka ülkelere gidiyor.

Biz Yalova’da istihdam alanlarını artıracak politikalarla şehrimizin zenginleşmesini sağlayacağız.

Yeni oluşturulan organize sanayi bölgeleri sanayicimizin sorunlarına çözüm olabilecek nitelikte değil. Bürokratik engeller, su sorunu gibi ihtiyaçlar sanayicimizi zor durumda bırakıyor.

Biz plansız yatırımlarla sanayicimizin zorluk yaşamasına izin vermeyeceğiz. Yine Yalova da programsız göç nedeniyle sorunlar yaşanıyor.

Birçok şehrimizde de tanık olduğumuz gibi göçle gelenlerin sosyal ve ticari hayata katılımında devletin organizasyon zaafiyeti sorunlara sebep olabiliyor.

Biz DEVA Partisi olarak; göçle ilgili sorunların insani boyutunu hassasiyetle değerlendireceğiz. Kısa vadeli popülist yaklaşımlardan uzak duracağız. İnsan onuruna yaraşır politikalar yürüteceğiz.

Yalova, yeşiliyle mavisiyle büyük turizm potansiyeline sahip. Şelaleri, mesire alanları, ormanları, yaylası ve deniziyle yaz-kış turizm geliri elde edebilecek bir şehir. Ancak merkezi hükûmet tanıtım ve destek için yeterli bütçe ayırmıyor.

Biz Yalova’nın deniz kirliliğine karşı ıslah çalışmaları yürüteceğiz. Hem kış hem yaz turizminden hak ettiği payı alabilmesi için tanıtım ve destek çalışmaları gerçekleştireceğiz.

Yalova’nın çarpık kentleşmesi ve şehir merkezinde sosyal alan eksikliğine karşı da mücadele edeceğiz. Şehrimizi insan onuruna yarışır, yeşil, çevreci bir kimliğe kavuşturmak için çalışacağız.

Ülkemizdeki derin ekonomik krizden Yalova esnafı da mağdur. Özellikle şu dönemde kapatılan işletmelerle restoran ve kafe çalışanları, günlük kazançla geçinen müzisyenler ve pek çok vatandaşımız mağdur. Hem işletmelerin hem de çalışanların mağdur olduğu, yokluk çektiği bir dönemden geçiyoruz.

Biz hükûmete sesleniyoruz; esnafımızın, vergi, stopaj ve SGK prim ödemelerini derhal erteleyin. Kredi borçlarını en az 1 sene ödemesiz ve uzun vadeye yayın. Ve tüm bu ertelemeleri muhakkak faizsiz olarak yapın. Kira desteği yapın.

Bir diğer önemli sorun ise, 2008 yılında Yalova’da kurulan üniversitenin yeterli olmaması. Üniversite kampüsümüz hâlâ tamamlanmış değil. Üstelik eğitim programları da şehirle uyumlu hale getirilmiş halde değil.

Biz DEVA Partisi olarak Yalova Üniversitesi’nin şehrimizle uyumlu, üniversite sanayi işbirliğine önem verecek bir şekilde çalışmasını sağlayacağız. Öğrencilerimizin ve eğitimcilerimizin fiziki imkanlarını da iyileştireceğiz.

Yalova’nın derdi çok. Biliyoruz, dinliyoruz.
Yalova’nın demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Yalova’nın DEVA’ya ihtiyacı var.
Biz Yalova için hazırız.
Soruyorum şimdi: Yalova hazır mı?
***
Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Yalova’nın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

22 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Yozgat İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN YOZGAT İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Yozgat İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Yozgatlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,
Yozgat teşkilatımızın 1. Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

Karslıoğlu Konağıyla, Karabıyık Köprüsüyle, Çapanoğlu Camiiyle, Roma Hamamıyla Anadolumuzun tarihten bugüne uzanan en köklü şehirlerinden birinden, kültür dünyamıza çok sayıda değer yetiştirmiş bu güzel şehirden, Yozgat’tan sesleniyorum size.

***
Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’de siyaset 9 Mart 2020 tarihinde, DEVA Partisi’nin kurulmasıyla, yepyeni bir soluk kazandı.

Türkiye’nin birbirinden güzel renkleri, partimizin çatısı altında bir araya gelmeye başladı.

Aylardır il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, köy köy teşkilatlanıyoruz. Ne görüyoruz, biliyor musunuz?

Tünelin sonundaki ışığı görüyoruz arkadaşlar. Tünelin sonundaki ışığı. Gittiğimiz her yerde insanların beklentisini görüyoruz, hissediyoruz. Ülkemiz karanlık zamanlardan geçerken hepimizin DEVA’sını kurduk.

Şu anda ülkemiz, çetelerin yeniden devlet yönetiminde söz sahibi olmaya başladığı, toplumsal kutuplaşmanın hızla tırmandığı, beceriksiz politikalarla ekonominin dibe vurduğu zamanlardan geçiyor.

Gelin hep beraber günümüz Türkiye’sinin bir fotoğrafını çekelim arkadaşlar: Şu anki iktidar partisi ve onun küçük ortağı, ülkemizi iflasın eşiğine getirdiler.

Partili cumhurbaşkanlığı sistemi başlayıp, yakın akrabanın önemli bir göreve getirilmesinden bu yana, hazinenin borcu iki yılda ikiye katlandı, ikiye.

2018 yılında arkadaşlar, genel seçim yapılıp Partili Cumhurbaşkanı göreve başlayıp ilk kabinede en yakın akrabasını görevlendirdiği tarihte Türkiye’nin hazinesinin toplam borcu, 860 milyar TL’ydi. Bakın buraya dikkatinizi özellikle çekmek istiyorum. Gençler bu rakamlar sizin için önemli gelecekte bakacaksınız Türkiye nereden nereye gelmiş. Ve hep beraber bu ülkeyi çok daha güzel günlere götüreceğiz.

Bakın Haziran 2018 Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nin iç dış toplam borcu 970 milyar TL arkadaşlar. Bugün ne kadar biliyor musunuz? Bu yakın akrabanın ortadan kaybolduğu, arkasından da ekonomi yönetimindeki böyle değişikliklerle bir panik halinde toparlanmaya çalışılmaya başlandığı gün bu rakam çıkmış 1 trilyon 860 milyar. Tam ikiye katlayan hazine borcu söz konusu.

Düşünebiliyor musunuz? Birkaç kişinin kötü yönetiminin bu memlekete maliyetinin ne kadar büyük olduğunu hesap edebiliyor musunuz?

Yanlış para ve maliye politikalarıyla ülkemizi derin bir ekonomik krize sürüklediler.

Aynı dönemde Merkez Bankası’nın rezervlerini erittiler. Biz yıllarca, bu ülkenin çalışanlarının alın teriyle, üretimiyle, ihracatıyla ve bu ihracattan gelen dövizlerle, kara gün parası olarak biriktirdiğimiz 130 milyar doları iki yılda bitirdiler. Adeta kibrit çakıp yaktılar. Bir de Merkez Bankası’nı borca soktular. Merkez Bankası’nın döviz rezervi eksi 44 milyar dolar artık.

Bakın, 130 milyar dolarlık rezervi erittiler, bitirdiler. İki yılda.

Ve şu anda Merkez Bankası’nın elindeki dövizden tam 44 milyar dolar daha fazla piyasaya borcu var.

Birkaç kişinin kötü yönetimidir bu, başka bir şey değildir.

Türkiye’yi getirdikleri noktada, her üç kişiden biri işsiz veya atıl durumda. İş aramaktan vazgeçmiş insanlarımız, “artık bulamam bundan sonra” diye.

Çarşı pazar enflasyonunu yüzde 30’lara, 40’lara, 50’lere kadar yükselttiler.

Ben esnafa soruyorum, esnaftan gelme birisiyim. Alıp sattığı malın fiyatı neydi, ne oldu? Bazı ürünlerde %100’ü bile geçmiş durumda.

Tabii onlar yüzde 10-12 açıklıyor ama gerçek enflasyonu sokağa çıkan, pazara giden sizler çok iyi biliyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz. Çünkü halkımız buna bedel ödüyor.

Peki emekliye, memura, sabit gelirliye maaş zammını neye göre yapıyorlar? O açıkladıkları makyajlı enflasyon oranlarına göre maaşları arttırıyor. Oysa gerçek enflasyon almış başını gitmiş. Bunun neticesinde halkımızın satın alma gücü hızla eriyor.

Gerçekleri halkımızdan gizlemeyi bir huy haline getirdiler. Köklü kurumlarımızın güvenilirliğini sarstılar.

TÜİK binasına adeta bir makyaj odası kurdular. Orada rakamları işlerine geldiği gibi boyayıp servis ediyorlar.

İletişim diye anladıkları şey propaganda aygıtından ibaret. Ankara’da Konya yolu üzerindeki “Algıları Ayarlama Enstitüsü’nde” ha bire propaganda makinesini çalıştırıyorlar.

Değerli arkadaşlar,
Partimizi kurduğumuz günden beri uyardık.

Bakın, 17 Mart’ta, 18 Nisan’da, 8 Ağustos’ta pandemi yönetimi ve ekonomiyle ilgili açıklamalar yaptık.

Hem problemleri ortaya koyduk hem de önerilerimizi, tavsiyelerimizi açıkladık. Hatta biz tavsiyeleri açıkladıkça, Cumhurbaşkanı ne dedi “Bir de bana ders vermeye kalkıyorlar” dedi.

Ama şu son iki haftadır görüyoruz ki baya öğrenmişler. Bizim sekiz aydır yaptığımız açıklamalardan neredeyse kopyala-yapıştır olan açıklamalar gelmeye başladı. Çok enteresan.

Fiyat istikrarının, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının, mali disiplin ve yapısal reformların altını çizdik.

Kamu ihalelerinin açık ve fırsat eşitliğine dayalı hale getirilmesi gerektiğini söyledik.

Doğruları anlatmaktan dilimizde tüy bitti.
Ancak biz yılmayacağız. Doğruları anlatmaya devam edeceğiz. Doğruları anlatmak bizim toplumsal ve ahlaki sorumluluğumuzdur.

Onların rahatları kaçsa da kulaklarını kapatsalar da ders almak istemeseler de, biz doğruları söylemeye devam edeceğiz. Tavsiyelerimizi anlatmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Ekonominin bu kötü durumda olmasının en önemli sebebi, şu andaki yönetimin hukuku çiğnemeyi bir alışkanlık haline getirmesi.

Mafyanın, çetelerin, karanlık güçler kol gezdiği, Cumhurbaşkanı’nın desteğiyle mahkemelerin anayasaya uymadığı bir dönemde, hukuk reformundan bahsediyorlar.

Beş adım geri, bir adım ileri adım atarak yürümeye başladılar.

Şimdi bakıyorsunuz “insan hakları eylem planı” hazırlığı yaptıklarını söylüyorlar. Ama “bal bal” demekle ağız tatlanmıyor. “Hukuk hukuk” deyince, insan hakları ihlalleri durmuyor.

Bakıyoruz açıklamalarına;

İnsan hakları eylem planı hazırlıyorlarmış, bu kapsamda insan haklarını konularını “ekonomik hayatın paydaşlarıyla” tartışacaklarmış.

Bu ne demek? Ekonomi dibe vurunca akıllarına insan hakları geliyor demek.

Yani bu ülkenin petrol kaynakları, doğal gaz kaynakları olsa, hazırı satıp parasını yiyip dağıtarak yönetseler ekonomiyi, akıllarına insan hakları falan da gelmeyecek.

Laf aramızda, öyle yapan epeyce de ülke var etrafımızda. Hazır petrolü, gazı sat, parasını ye, vatandaşa birazını dağıt, insan haklarını da unut, git.

Allah Türkiye’yi o duruma düşürmesin arkadaşlar. Peki ne vaat ediyorlar?

Piyasa mekanizmasında rekabetçiliğin sağlanmasını, mülkiyet hakkının korunmasını ve sözleşme serbestisini vaat ediyorlar.

Arkadaşlar, hani bir söz vardır: “Uyan da balığa gidelim”.

Mülkiyet hakkı, bundan 800 sene önce yazılan insan hakları belgelerinde yer alıyor. Siz yeni mi keşfettiniz?

21. Yüzyılda Türkiye’yi düşürdükleri durum bu: Mülkiyet hakkı konusunda adımlar atılacağını vaat ediyorlar. Zaten Türkiye bütün o konularda zirveyi görmüştü, bizim dönemimizde. Mülkiyet hukukuymuş, sözleşme hukukuymuş, insan haklarıymış, biz zirveyi yaşattık Türkiye’ye o dönemde.

Ama sorun bununla sınırlı değil arkadaşlar. Şimdi soruyorum onlara:

Siz “insan hakları eylem planını” çalışırken hangi insan hakları kuruluşunu, hangi sivil toplum kuruluşunu davet ettiniz?

Basit bir suçlamayla yıllarca tutuklu yargılanan, sonra da suçsuzluğu ortaya çıkıp beraat eden bir kimseyle görüştünüz mü hiç?

Gözaltındayken işkence gördüğünü söyleyen tek bir vatandaşımızı çağırıp dinlediniz mi hiç?

Bu dediklerimi korkarım ki yapamazsınız. Genç yaşta özgür yıllarını kaybettirerek, toplumsal itibar katline uğrattığınız, hakkına girdiğiniz bu insanların gözünün içine bakacak durumda değilsiniz artık.

Bugünkü hükümete sesleniyorum:

İnsan hakları ihlalleri; ekonomik aktörlerle konuşularak çözülecek bir sorun değil. Yanlış yerlerde geziyorsunuz. Çözümü yanlış yerlerde arıyorsunuz.

Zaten sırf bu sözlerinizden bile anlıyoruz ki buradaki niyet insan hakları falan değil. Ekonomiyi idare etmeye yetecek bazı adımların arayışı bu. O kadar.

Kendilerince, yatırımcıları kandıracak kadar insan hakkı yani.

Ziya Paşa’nın dizeleriyle soralım “sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?”

Kusura bakmayın, halkımız cahil değil. Bu halk görüyor, biliyor.

Siz bu ülkeye yatırım yapabilecek insanların gerçekleri görmediğini mi sanıyorsunuz?

Samimiyseniz hemen şimdi yapmanız gereken ilk iş şu: Hakimlere ve savcılara sesleneceksiniz ve diyeceksiniz ki:

“Size gelen hiçbir pusulaya veya talimata göre hareket etmeyin. Aracıların tehdit ve teşviklerine kulak asmayın. Evrensel hukuk kurallarına uyun, anayasaya bağlı kalın, yasalara uyun, vatandaşın hakkını devlete karşı da koruyun. Vicdanınız rahat olsun.” Bu kadar.

Ve diyeceksiniz ki, “benden de size artık bir talimat gelmeyecek. Rahat olun. Şöyle rahat bir nefes alın.”

İnanın bu kadar basit. Çok basit.

Sonra da tüm hâkim ve savcılarımızın telefon numaralarını rehberinizden sileceksiniz. Sileceksiniz ki eski huylar depreştiğinde tekrar arayıp “şunu tutukla, şunu bırak” diyemeyin.

Bu kadar basit. “Reform, meform” diyorlar, tamam o da ihtiyaç ama o reformlara gelmeden önce yapılacak çok basit şeyler var. Samimi bir açıklama bu ülkenin sorunlarının yarısını çözer.

Bakın bir bakan kayboldu gitti, boş koltuk, kur düştü. Boş koltuk görüntüsü bile piyasayı rahatlattı.

Demek ki bizler, bu kadro bu işin başına gelse memleket nasıl kanatlanıp uçacak, bu onu gösteriyor bize.

Hemen arkasından da kolluk kuvvetlerine dönün ve şunu söyleyin: “Artık işkence bir ceza yöntemi olarak kullanılmayacak arkadaş. Bundan böyle işkence yapan her kimse en ağır şekilde cezalandırılacak. Hiçbir kişiye en ufak bir tolerans dahi gösterilmeyecek.”

Bu söylediklerinizin ciddiye alınması nasıl sağlanır, siz iyi bilirsiniz.

Önce siz buralardan bir başlayın hele.
Önce hükümet samimi olarak adaletin yakasından bir düşsün.

Sonrasında bakın nasıl sadece ekonomik haklar değil, tüm haklar vatandaşımızın lehine işlemeye başlayacak.

***
Değerli arkadaşlar,

Şimdi ekonomiyi dibe batırdıklarını anlamaya başlayınca, “insan hakkı” dediler bir de dün Avrupa Birliği’nden de söz etmeye başladılar.

Pabuç pahalı tabii. Senelerce “Eyyy Batı” diye diye siz ülkeyi içe kapattınız. Avrupa Birliği’ne “biz yolumuza, sen yoluna” diye meydan okuyup durdular.

Dün de kalkmış, “Biz kendimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kuracağız” diyor. Cumhurbaşkanı’nın açıklaması bu.

Nihayetinde bu konuda da bizim sözümüze geliyorlar arkadaşlar. Memleket adına iyi.

Kavga etmeyin, Türkiye’nin “sözünün gücünü” artırın, “Türkiye’nin itibarını” artırın, sorunlarımızı diplomasiyle çözün deyip durduk. “Çözümlerin parçası olun, sorunların parçası olmayın” dedik.

Hani diyoruz ya kopya çekiyorlar diye. Lafta yine kopyaya devam. İcraatta bir şey görmedik tabii henüz.

Diyoruz ki, senelerdir tüm dünyayla kavga eder hale geldiyseniz, “bütün dünya düşman bize” diyorsanız, düşünün ki bir mahallede oturan bir kişi var “mahallenin hepsi bana düşman” diyor. Ya problem sende mi yoksa o mahallede mi onu bir düşünmek lazım.

Sanki yıllardır Avrupa düşmanlığı yapan başkalarıymış gibi, hiçbir şey olmamış gibi, Cumhurbaşkanı daha dün birden ani bir viraj aldı, U dönüşü yaptı.

Tekrar ediyorum, dün dedi ki; “Biz kendimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kuracağız”.

Bir de maşallah o kadar hızlı bir U dönüşü ki bu, yetişebilene aşk olsun.

Siz düne kadar düşman ilan ettiğinize birden dönüp sarılmaya çalışıyorsunuz. Bütün dünya da böyle izliyor. “Ne yapıyor bunlar?” diyor.

Sayın Erdoğan, biraz yavaş. Bakın sizin peşinizde bol bol yandaş gazeteci, bolca troll, pelikan melikan çeşitli kuş sürüleri de var. Böyle hızlı manevra yaptığınızda virajı alamayıp kaza yapıyorlar. Sağa sola savruluyorlar... Tamam siz on beş gündür böyle hızlı virajlar alıyorsunuz da arkadan gelenler yetişemiyor, kaza yapacak, kafa göz yaracaklar. Dikkat edin.

Tam da burada milletimizin Cumhurbaşkanı’na bir soru sorma hakkı var. Milletimizin cevabını beklediği konular var.

Anlıyoruz, bu U dönüşünü yapacağınızı söylüyorsunuz, 180 derece döneceğinizi söylüyorsunuz da sizin bunca zamandır Avrupa’yla, Avrupa Birliğiyle, NATO’yla, batıyla yaptığınız kavgaların bu milletin sırtına yüklediği maliyet ne olacak peki?

Türkiye’ye yatırım gelmiyor bu kavgacı tutum yüzünden. Turist gelmemeye başladı. Bizim Anadolu’da bir söz vardır; “Kavgalı eve kız verilmez,” diye. Eskiden geçerli bir deyimdir.

Bakın, birkaç tane örnek vereceğim;

S400 füzelerine milyarlarca dolar para verdiniz, kullanamıyorsunuz. F35 savaş uçaklarına milyarlarca dolar para verdiniz, onları da alamadınız. Şimdi bizim para verdiğimiz uçakları başka ülkelere satıyorlar.

Hem milyarlarca doları kaybet hem F35’leri kaybet, hem de S400’leri. Bu mu dış politika? Bu mu güvenlik politikası?

Bu millete bir açıklama borcunuz var.

Biz diplomaside, dış ilişkilerde, dış politikada “kazan kazan” kavramını biliriz. Böyle küçük bir pastayı paylaşmak değil de pastayı büyütürsünüz, işi genişletirsiniz, herkesi kazandırırsınız. Bunların kazan kazandan anladığı yok, memleketi düşürdükleri durum “kaybet kaybet”.

Ekonomideki, dış politikadaki, güvenlik politikalarındaki yanlışların bu millete ödettiği bedelle ilgili bir açıklama borcunuz var.

Bu büyük ülke, sizin “deneme tahtanız” değil. Ekonomide dene yanıl, dış politikada dene yanıl, güvenlik politikalarında dene yanıl. U dönüşü yap, 180 derece dön kusura bakmayın, her bir vatandaşımız bu ağır bedeli şu anda ödüyor. Yoksulluk olarak, gelir dağılımındaki bozulma olarak ödüyor.

Peki bu yanlışlarınızın maliyeti konusunda hiç açıklama yapmayacak mısınız?

Yanlış adımlarınız soncunda yoksullaşan vatandaşlarımıza, umudunu yitiren gençlerimize, en azından bir açıklama borcunuz var.

“Ben şurada hata yaptım” demeyecek misiniz? Hiçbir şey yokmuş gibi.

Merkez Bankası’nın döviz rezervini bitir, Merkez Bankası’nı bile borca sok, hazinenin borcunu ikiye katla, bu memleketi yoksullaştır. Ee? Yakın akraba ortadan kaybolunca millet bütün bunları unutacak, sanki sorumluluk da ortadan buharlaşacak.

Biz bunu vatandaşlarımıza unutturmayacağız, her yerde anlatacağız. Bu millet ödüyor bu bedeli.

Partili Cumhurbaşkanı, en yakın akraba el ele verip iki yılda ülkeyi bu duruma düşürdüler. Öyle bir kişinin ortadan kaybedilmesiyle bu sorunlar ortadan kalkmıyor. Bu milletin ödediği bedel ortadan kalkmıyor.

***
Değerli arkadaşlar,

Hiç merak etmeyin, bu hükûmet miadını doldurdu. İktidar partisine gönül vermiş dostlarımız da hiç merak etmesin, artık DEVA Partisi var.

Bakın şu andaki hükümet aynı zamanda sosyal yardımlarla, sosyal desteklerle, desteğe ihtiyacı olan vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını az da olsa karşılamaya çalışıyor. Ve sanki kendi keselerinden lütuf dağıtıyor gibi yapıyorlar bu işi. Yardım yaparken hemen parti logosu. Halbuki o yardımların hepsi sizlerin ödediği vergilerden toplanan paralarla tekrar bu ihtiyacı olan kesime dağıtılıyor. Şöyle de bir hava oluşturmaya çalışıyorlar, “Bakın, biz gidersek bu yardımlar kesilir.”

Tabii iktidar partisi teşkilatı da bu konuda aktif. Kime yardım verilecek, ne kadar verilecek.

Vatandaşlarımızı bu yardımların kesilmesiyle korkutuyorlar. Halkımız müsterih olsun. Biz bunların yaptığından çok daha fazlasını yaparız. Biz işin başına geldiğimizde ülke topyekûn zenginleşir. Yardıma ihtiyaç duyan vatandaşlarımızın zaten sayısı azalır. Ülkeyi yönetmek vatandaşları önce yardıma muhtaç duruma düşürüp ondan sonra onlara verdiğiniz destekle övünmek değildir.

Önemli olan bu ülkenin bütün insanlarını alnının teriyle, bileğinin gücüyle hayatını kazanmasını sağlamaktır. Ve yardıma ihtiyaç duyan insanların sayısını azaltmaktır.

Herkes çok rahat olsun, ülke topyekûn zenginleştiğinde, bundan en çok da yoksul vatandaşlarımız ve sosyal destek ihtiyacı olan vatandaşlarımız istifade edecektir.

Şu anda kasa boş, tam takır, verecek bir şey yok.

Ezilenlerin umudu olarak çıktıkları yolda, hakka inanan, adalete inanan insanlarımızı da sürekli incitiyorlar. Onlara destek olan halkımızın duygularıyla, umutlarıyla, hatta itibarlarıyla oynadılar.

Ama artık derler ya; “dönülmez akşamın ufkundayız”.

Biz DEVA Partisi olarak tüm hazırlıklarımızı yapıyoruz. Ehliyet ve liyakat sahibi tüm kadrolarımızla beraber emaneti teslim almanın hazırlığındayız.

Biz, hiç kimsenin kendini öteki hissetmediği, devletin vatandaşına hizmetkâr olduğu, herkesin devlete aynı aidiyet duygusuyla sahip çıkacağı, herkesin eşit vatandaş olacağı bir Türkiye için çalışacağız.

Demokrasi için, atılım için çalışacağız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
DEVA Partisi hazır.
Şimdi sizlere soruyorum,

Yozgat hazır mı?
***
Değerli arkadaşlarım,
Ekonomimiz son yirmi yılın en kötü günlerini yaşıyor.

Bizim onlara dolu teslim ettiğimiz kasayı, hazineyi boşalttılar. Merkez Bankası’nın rezervlerini tükettiler. Son iki yılda hazinenin borcunu ikiye katladılar.

Şimdi de vatandaşın sıkıntılarını çözecek kaynak yok ellerinde.

Esnafa, küçük işletmelere ancak bir borç yapılandırması önerebiliyorlar.

Açıkladıkları yapılandırma takvimine göre de son başvuru tarihi 31 Aralık. İlk ödeme günü ise 31 Ocak.

İşyerlerinin bir kısmı zaten kapalı. Bir kısmı açık, ama siftahsız günler geçiriyor.

Vergi, SGK borcu olan vatandaşlarımız, esnafımız ne kazanacak da hangi borcunu ödeyecek? Günlük geçimini sağlayamıyor; bir de eski borcunun yeni taksitlerini mi ödeyecek? Nasıl ödeyecek?

Geçtiğimiz Mart’ta erteledikleri SGK primleri vardı ya, Kasım’da Aralık’ta onların da ödenmesi geldi.

Yahu dükkanlar kapalı, ekmek kapısına kilit vuruldu. Hâlâ vatandaştan vergi toplamanın derdindesiniz.

Arkadaşlar, bunlar artık esnafın halini unuttu, ev hanımlarının halini unuttu, öğrencilerin halini unuttu, açın halini unuttu.

Tepeden tırnağa toplumun pek çok kesimi yoksullaşıyor, bunlar farkında değiller.

Geçenlerde gördük, Malatya kongremizden bir gün sonra, bir esnaf kardeşimiz dedi ki; “Cumhurbaşkanım eve ekmek götüremiyorum,” dedi.

O ne dedi? “Abartma, al şu keyif çayını iç” dedi.

Pandeminin başında bütün ülkeler kendi vatandaşlarına karşılıksız destek verirken, bunlar IBAN numarası verdi. Gerçeklerden kopmuşlar onun için ülkede işler kötü gidiyor.

Salgın nedeniyle canının derdiyle uğraşması gereken vatandaşlarımızın adeta yakasına yapışıyorlar “vergi vergi” diye, “SGK primlerini” öde diye.

Böyle olmaz! Böyle devlet yönetilmez!
Bu milletin ne halde olduğunu bilmeden devlet yönetilemez!

Arkadaşlar, yıllarca ekonomiyi yönetmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum; yapılacak şey çok açık:

Derhal ama derhal küçük işletmelerin tüm vergi, stopaj ve SGK prim ödemelerini pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin. Bize ders vermiyorlar ama derse çok ihtiyaçları var. Bunları söylemek zorundayız. Çünkü esnafı bilmiyorlar, koptular. Şu pandemi bitene kadar esnafın yakasından düşün.

Pandemi sonrasında da bu ödemeleri uzun vadeye yayın.
Kredi borçları en az bir yılı ödemesiz olmak üzere, uzun vadeye yayılmalıdır.

Ancak böyle bir yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır. Uzun vadeli ve sıfır faizli yapılandırma.

Bugün Almanya mali kural uygulayan bir ülke. Biz 2008-2009 krizinden sonra Türkiye’ye mali kuralı getirmeye çalıştık biliyorsunuz, engellediler.

Bugün eğer Almanya karşılıksız bu kadar hibeyi, desteği verebiliyorsa bunun en önemli sebebi mali kuralının olmasıdır. Türkiye’de benim ve arkadaşlarımın getirmeye çalıştığımız mali kuralı bunlar önce reddetti. Ve o gün bugündür de dikiş tutmuyor ülke.

Esnafımıza, küçük işletmelere, kapalı kaldıkları dönem boyunca derhal kira desteği sağlanmalıdır.

Tüm bu salgının maliyetini tek başına vatandaşın üzerine yıkamazsınız. Devlet olmanın da bir sorumluluğu var.

Şu an eğer ekonomimiz kötü durumdaysa, sadece ama sadece sizin kötü yönetiminiz yüzünden bu halde. Vatandaşlarımızın bir kusuru yok!

Vatandaşımız “suçum bunlara oy vermek miydi?” diyor. Haklılar.

Anne-babalar gece başlarını yastığa koyduklarında, ertesi gün çocuklarımızın karnını doyurabilecek miyiz diye kaygı duyuyorlar.

İş bulduklarında çocuklar dahi çalışmak zorunda kalıyor.

Bu milleti nasıl bir yokluğa mahkûm ettiğinizin farkında mısınız? Kayıtlı çalışan çocuk işçi sayısı 720 bin. Kaldı ki kayıt altına alınamayan yüzbinlerce çocuk sokakta, görüyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Bugünkü iktidarın; halkımızın refahı için, zenginleşebilmesi için, yarınlara umutla bakabilmesi için, çocuklarımızın iyi şartlara kavuşabilmesi için bir projesi, bir çözümü yok artık.

Bugünkü iktidardan ve ortaklarından ülkemizi geliştirebilecek tek bir şey dahi beklemiyoruz.

Bu yüzden artık gitme vakitleri yaklaşıyor diyoruz.

Çarşının, pazarın fiyatlarını bilmeyen, esnafın, memurun halini görmeyen, ev kadınlarının, gençlerin umutlarını yok eden bu iktidarın gitme vakti geliyor arkadaşlar.

***
Değerli Yozgatlı dostlarım,
Yozgat’ın sorunlarını da görüyoruz, dinliyoruz, biliyoruz.
Yozgat’ın ilçeleri, köyleri göç veriyor.
Geçtiğimiz 20 yılda 200 binden fazla hemşerimiz Yozgat’tan göç etmiş. Can yakan işsizlik sorununun bir mağduru da Yozgat oldu.

Çünkü Yozgat’ın tarihi, sahip olduğu doğal ve kültürel zenginlikleri, tarım ve hayvancılık alanındaki potansiyeli, termal kaynakları, değerli madenleri yeterince değerlendirilemiyor.

Yozgat bir tarım şehri, bir hayvancılık şehri. Ama çiftçiler topraklarını bırakıp, hayvanlarını bırakıp göç etmek zorunda kalıyorlar.

Çünkü ürünleri için açıklanan taban fiyatlar ürün maliyetini karşılamıyor.

Hayvanlarına yedirecekleri yemin fiyatı her geçen gün artıyor.

Yaşadıkları yerlerde altyapı sorunları hâlâ devam ediyor.

Tarımsal destek mekanizmaları yetersiz, tarımla uğraşanların sosyal güvenceleri yok.

Bu bir kısır döngü halini almış durumda.

Bu sorunları gidermek için zamanında projeler yapılmıştı.
Tarım ve hayvancılık ürünlerini çeşitlendirmeye, tarımsal destek mekanizmalarını arttırmaya, Yozgatlıya istihdam sağlamaya dönük projeler...

Ama bu projeler ya rafa kaldırıldı ya da bazı adımlar atıldıktan sonra durdular. Bu projeler arasında koordinasyon da yok, bu projelerin yaygınlaşması için bir çaba yok, Yozgat’ın sorunlarını çözecek bir akıl, fikir, yönetim zihniyeti yok!

Bizim bunların hepsini çözecek, Yozgatlı çiftçimize deva olacak projelerimiz hazır.

Yönetimdekiler aile içi kavgalarıyla uğraşmaktan Yozgat’ın sesini duymuyorlar.

Mesela Yozgat, Türkiye'nin en fazla şekerpancarı üretimi yapan illeri arasında ikinci sırada yer alıyor. Şekerpancarı üreticilerimiz sıkıntı çekiyor.

Mesela Yozgat’ta hayvan varlığı artırılmaya çalışılıyor. Yozgat’ın üniversitesinde Veterinerlik Fakültesi var. Ama bakıyorsunuz fakültenin hayvan hastanesi yok.

Bu sorunlar saymakla bitmez arkadaşlar...
Oysa Yozgat’ın sorunları çözülemeyecek sorunlar değil.

Yozgat’ın üniversitesi var. Yozgat’ın çalışkan insanları var. Yozgat’ın verimli tarım arazileri var.

Yozgat’ta tarımın teknolojiyle buluşması, ürün çeşitliliğinin arttırılması, bilinçli tarım yapılması, tarımsal destek ve sübvansiyonların, tarımsal üretime aktarılması, meyveciliğin ve jeotermal kaynaklar kullanılarak yapılan seracılığın güçlendirilmesi gerekiyor.

Yozgat, Doğu Anadolu’yu batıya, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan karayollarının kesiştiği noktada.

Biz, bu coğrafi konumu avantaja çevirecek projeler üzerinde çalışacağız.

Yozgat’ın Saat Kulesi, Büyük Camii, Fatih Camii, Hayri İnal Konağı, Başçavuş Camii var.

Antik kentleri var, kiliseleri var.

Büyük Nefes Antik Kenti, Çeşka Yeraltı Şehri, Alişar Höyüğü, Hattuşaş, Kerkenes Harabeleri, Sarıkaya Roma Hamamı var.

Çok sayıda arkeolojik eserin bulunduğu bir müzesi var. Yozgat’ın jeo-termal kaynakları var.

Yozgat, tarihi İpek Yolu’nun üzerinde. İpek Yolu’nun Yozgat’tan geçen bölümünde 4 ayrı han ve kervansaray var.

2011 yılında bir proje yapılıp bu han ve kervansarayların turizme kazandırılması planlanmıştı. Bakıyorsunuz, 5 yılda tamamlanacak proje şimdi rafa kalkmış.

Yozgat’a bırakın yabancı turisti, ülkemizden de çok turist gelmiyor.

Neden arkadaşlar? Çünkü bolca laf üretiliyor ama hiçbir şey yapılmıyor.

Bir şey yapacak kaynak da kalmadı artık. İsraf ettiler, tükettiler.

Yozgat’ın potansiyelini görmüyorlar. Ülkemize kattığı, katacağı değeri görmüyorlar.

Değerli arkadaşlar,

Yozgat’ta sanayi gelişemiyor. Az sayıdaki sanayicinin en önemli derdi kalifiye eleman. Çünkü Yozgat, yetişmiş insan gücünü göçle kaybediyor.

Yozgat’ta tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ve güçlendirilmesi önemli demiştim.

Yozgat’ta turizmin gelişmesi, sanayinin gelişmesi, Yozgat’ta üretilenin Yozgat’ta işleneceği sanayi tesisleri kurulması da çok önemli.

İşte bu yapılabildiği zaman, Yozgat sürekli göç veren, sürekli nüfusu azalan bir şehir olmaktan çıkacak.

Yozgat’ta göç tersine dönecek!

Yeter ki devlet kurumları, üniversite, sanayicilerimiz ve çiftçilerimiz iş birliği içinde çalışsın.

Yeter ki çiftçilerimize, sanayicimize gereken destek verilsin, yeter ki üniversitemiz desteklensin, cesaretlendirilsin.

İşte bunların olabilmesi için rantı değil, hayatı önceleyen bir yönetim anlayışına ihtiyaç var.

O yönetim tarafından liyakata uygun atanmış, işini en iyi biçimde yapabilen bürokratlara ve kurumlara ihtiyaç var.

Yani DEVA’ya ihtiyaç var!

***
Saygıdeğer arkadaşlar;

Deva Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Yozgat’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

21 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Sinop İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN SİNOP İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Sinop İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Sinoplu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Sinop teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

...
Ülkemizin en kuzeyinden,

Kaleleri, mağaraları, bazalt kayalıkları, kaya mezarlarıyla bir doğa harikası olan,

Üç tarafı Karadeniz tarafından kucaklanan Sinop’tan sesleniyorum sizlere. ***

Değerli arkadaşlarım,

Sinop’a gelince tabii, geçmişten kalan acı hatıraları da anımsamak bizim için, özellikle de yarınlarımız için önemli.

Sinop Cezaevi çok acılara şahit oldu.

Usta yazar ve şairimiz Sabahattin Ali’ye “Aldırma Gönül”ü yazdıran Sinop Cezaeviydi.

Bu ülke düşünürlerine, yazarlarına, fikir insanlarına çoğu zaman hiç iyi davranmadı. Birçok şehrimizde bunun acı örneklerini görüyoruz.

Ama bunlar maalesef geçmişte de kalmadı, bugün hâlâ düşünceleri yüzünden, yaptıkları haberler yüzünden cezaevinde olan insanlar var.

Pandemi döneminde çıkartılan kısmi af düzenlemesinden bile onlar faydalanamadı, faydalandırılmadı.

Ama kim faydalandı biliyor musunuz?

Geçtiğimiz günlerde bir siyasi parti liderini açıkça tehdit eden suç örgütü yöneticisi faydalandı. Adrese teslim kanuni düzenlemeyle üstelik, faydalandı.

Bu kişi meclisteki ana muhalefet partisinin liderini hakaret dolu bir mektupla açıkça tehdit etti.

İktidarın küçük ortağından da hemen bu kişiye ve tehdide destek geldi.

Büyük ortak ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı ise sessiz. Her konuda hemen açıklama yapan Cumhurbaşkanı bu tehdide tek bir cevap vermedi.

Sırf iktidarın sürmesi için, şahsi bekaları için artık hukuksuzluklara açıkça karşı duracak bir tabloyu da biz maalesef şu andaki iktidarda görmüyoruz. Çünkü değiştirdikleri bu sistemle o küçük ortağa mecbur kaldılar.

Değerli arkadaşlar, bunlar ülkemizin kaderimiz değil.
Ülkemizi 90’lı yılların karanlığına götürmelerine müsaade etmeyiz. Biliyorsunuz Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı yaklaşıyor.
Türkiye, bu yüz yılda büyük başarılara imza attı.
Büyük badireleri de hep birlikte atlattık.
Savaşlarla yıkılmış bir ülkeden genç bir demokrasi kurduk.
Her alanda ülkemizi ileriye taşıdık.
Ama bu yüzyılda büyük acılar da yaşadık.

Türkiye’de herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes en az bir kere mağdur oldu.

Adeta acılarımızda eşitlendik.
Biz DEVA Partisi olarak açıkça söylüyoruz ki:

Artık hiçbir sorunumuza çare olmayan eski hesaplaşmaları, kavgaları arkada bırakıp, yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi.

Geçmişi, doğruları ve yanlışlarıyla artık değiştiremeyiz.
Ama yarınlar bizim elimizde.
Yarınları, hepimizin ortak yarını yapabiliriz.
Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarına çevirebiliriz.

Kimliği, inancı, ideolojisi her ne olursa olsun herkesi, özgürlük, adalet, fırsat eşitliği, liyakat, hesap verebilirlik ilkeleri etrafında yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyoruz.

Artık, konuşmaktan, fikirlerden, farklı kimliklerden, dünyadan, gelecekten korkmayan cesur ve zengin bir Türkiye istiyoruz.

İstiklal Marşı’nın girişinde de söylendiği gibi; “Korkma Türkiye!”

Daha zor şartlarda, 1923’te Cumhuriyet’i kurduk, 1950’de demokrasiye doğru adım attık.

Bir kere daha bunu Türkiye yapabilir! Bu topraklar bu başarılabilir.
Biz bunu başarabiliriz.
DEVA Partisi bunu başarabilir!

DEVA Partisi hazır!

Biz DEVA Partisi olarak, illegal yapıların siyaseti dizayn etme çabalarına da müsaade etmeyeceğiz.

Ve diyoruz ki; suç örgütlerinden, illegal yapılardan, ülkemizi 90’lı yıllara döndürmek isteyen karanlıktan da korkma Türkiye!

Bu karanlık günlere Türkiye’yi kimse götüremez arkadaşlar. Götürmeye çalışanlara da hep beraber bu millet dimdik ayağa kalkar ve “dur” der.

Bu ülke, tüm bu illegal yapılardan da illegal yapıların arkasına saklanan siyasetçilerden de büyüktür!

***
Değerli arkadaşlar,

Türkiye’de bu yasa dışı yapılar, bu karanlık yapılar dönem dönem şekil şemail değiştirerek maalesef hep oldu.

Bunlarla mücadelenin, en önemli yolu Türkiye’nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olmasıdır. Hukukun üstünlüğünün her an bu ülkede yaşatılmasıdır, fiilen uygulatılmasıdır.

Bu ülke, 1990’larda mafya, çete, suç örgütü bunlardan çok çekti. Arkasından bir FETÖ terör örgütünün hain darbe teşebbüsünü de yaşadı. Fakat bütün bu sorunları şöyle kazıp baktığımızda aslında temel ilkelerden, temel değerlerden sapılmasa bu ülkenin bu ülkenin, bu sorunları kesinlikle yaşamayacağına biz gönülden inanıyoruz.

Nedir bu temel ilkeler, değerler?

Biraz önce bahsettiğim gibi öncelikle hukukun üstünlüğü; hukuk ne diyorsa o. Hukuku eğip bükmek yok, Anayasa neyse o, yasalar neyse o.

Bakın TBMM orada, isterseniz yasaları değiştirebilirsiniz, Meclisin iradesiyle ama bugün geçerli olan yasa neyse, herkes o yasayla kendini bağlı görmek, bağlı kılmak zorunda.

Hukuk devleti budur. Kural bazlı yönetim anlayışı budur.

Ama maalesef bugünkü iktidar arkadaşlar, kendini öyle kurallarla bağlamak istemiyor, yasalarla bağlamak da istemiyor. İşine geldiğinde böyle, işine geldiğinde öbür türlü.

Anayasa dahil şu andaki iktidar için bağlayıcı bir hukuki norm değil. Anayasa rahatlıkla çiğnenebiliyor.

Geçenlerde yaşadık, Anayasa Mahkemesi bir hak ihlaline karar verdi değil mi? Bir milletvekili ile ilgili hak ihlaline. Alt derece mahkeme dedi ki “Ben bunu uygulamıyorum”. Haddine mi? Anında HSK’nın soruşturma başlatması lazım, anında.

Anayasa Mahkemesi kararları herkes için bağlayıcıdır. Sonra düşündük, bu alt mahkeme kimden güç alıyor?

İki gün sonra ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı hemen girdi devreye, kamuya açık bir şekilde “Alt mahkeme bunu yapabilir,” dedi.

Demek ki alt mahkeme kendisini sağlama almış, Anayasa’ya aykırı hareket edebiliyor.

Bakın yaşadığımız tehdit hadisesi, yasalarımıza göre açık suç. Alenen tehdit, öyle sokak arasında, mahalle arasında sadece iki kişinin duyacağı bir tehdit ifadesi de değil.

Sosyal medya üzerinden, toplumun önünde, herkesin gözü önünde bu tehdit yapılıyor, hakaretler ediliyor. Hakaret de suç, tehdit daha da ağır suç. Bunların cezası var.

Ama iktidarın küçük ortağı çıkıyor buna sahibim diyor, ben bunu destekliyorum diyor, üstelik ülkücü camiadandır diyor.

Değerli arkadaşlar;

Bizim partimizin kurucuları, bizim partimizin kadroları içerisinde toplumun her kesiminden arkadaşımız var. Muhafazakar arkadaşlarımız var, liberal arkadaşlarımız var, etnik kökeni farklı arkadaşlarımız var, her etnik kökenden, her dinden mezhepten arkadaşlarımız var.

Ülkücü camia kökenli arkadaşlarımız da var. Bu olay olur olmaz dediler ki; “biz ülkücü camiadan gelen insanlar olarak kendimizi bir suç örgütüyle, suç örgütünün lideriyle özdeşleştirmek istemiyoruz.”

Ve şu anda iktidarın küçük ortağının yaptığı bu. Ve değerli arkadaşlar ülkücü camia bundan çok çok rahatsız.

Rahmetli Türkeş’in dediği gibi; “Mafyadan ülkücü olmaz, ülkücüden de mafya olmaz.”

Bakın, hele bir hukuk devletinde bunların hiçbiri olmaz. Siz hukuk devletinin gereğini bir çalıştırın, haddine mi o tür örgütlerin böyle devlete sızması, devlet içerisine böyle yerleşmesi, devlet gücünü arkaya alarak suç işlemesi mümkün mü?

Siz liyakati çalıştırın, ehliyeti çalıştırın, kamuya işe alımda, yükseltmede, üst düzey görevlendirmede sadece hak edene o görevi verin, görün bakalım FETÖ terör örgütü gibi örgütler devlete nüfus edebiliyor mu, öylesine önemli pozisyonlara gelebiliyor mu? Sonra da devleti ele geçirecek, hele darbeyle ele geçirecek bir cürete kalkışabiliyor mu?

İlke ve değerler arkadaşlar, bunlar devlet yönetiminin esasıdır.

DEVA Partisi işte tam da bu ilkeler ve değerler üzerine kurulmuş bir siyasi partidir. Bu ilke ve değerleri kendi içinde yaşatan ve yarın ülke yönetimine, devlet yönetimine de aynen taşıyacak bir siyasi partidir.

Bakın, bizim teşkilatlanma yapımızı izliyorsunuz. Nasıl teşkilatlandığımızı görüyorsunuz. Herkese açık. Web sitesi açtık. Parti kurulmadan önce ben kendi adıma bir web sitesi açmıştım kuruluş aşamasında, partinin tüzel kişili oluştuğu gün, devapartisi.org isimli web sitemizi açtık.

Herkese açık. Fırsat eşitliği. Herkes oradan giriyor, görüş yazıyor. “Üye olmak istiyorum, görev almak istiyorum, gönüllü olmak istiyorum,” diyor.

Bugün itibariyle bizim, il başkanlarımızın çoğu tamamen web sitesi üzerinden başvuran arkadaşlarımızdan oluşuyor.

Öyle, önceden tanıdık, bilindik, arkadaş, benim adamım, bana sadık. Öyle bir şey yok. Biz kişilere sadakatten bahsetmiyoruz. Bizim partimiz çatısında tek bir sadakat kavramı vardır. O da ilkelere ve değerlere sadakattir.

Bu ilke ve değerleri benimsemiş herkes, bu partimizin çatısı altında görev yapmaktadır. Yarın partimizi iktidara taşıyacak da işte bu ilkeli duruştur. İnşallah hep beraber göreceğiz ki DEVA Partisi iktidarında, devlet yönetiminde sadece ilkeler ve değerler ön planda olacaktır.

Kişiler gelir, geçer. Zaten kişilerin çok uzun süre görevde kalması da doğru değildir. Uzun süreli güç kullanımı yozlaştırır arkadaşlar.

Binlerce yıllık siyaset tarihinde, devlet yönetim tarihinde o kadar çok örneği var ki... Süre uzadıkça, o görevler böyle emanet görevler olarak algılanmıyor. “Benim” demeye başlıyorsunuz, “bu koltuk benim”, “bu masa benim”, “bu makam arabası benim”, “bu saray benim” demeye başlıyorsunuz. Çok tehlikeli bir nokta.

Oysa demokrasilerde, devlet yönetme yetkisi sınırlı bir süre için halk tarafından verilir, bir emanettir sadece. Süresi sınırlı bir emanet. Ama o süre çok uzayınca yozlaşma başlıyor. Güç kullanımı yozlaştırıyor. Mutlak güç kullanımı da mutlaka yozlaştırıyor. Şu anda Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı aslında en önemli yönetim sorunu da burada. Hep “kötü yönetim” diyoruz ya, inanın bir meleği koyun iş başına, “melek gibi insan” deyin, bir süre sonra mümkün değil. İnsanın bu doğasında, tabiatında olan bir durum. Süre uzadıkça, bozuluyor.

Onun için ilkeler ve değerler esas, kişiler böyle tatlı sürelerle, tatlı döngülerle, mutlaka yenilenmesi lazım ki aynı vücudun hücre yenilenmesi gibi sürekli o kurum daha ileriye doğru taşınabilsin.

Değerli arkadaşlar,

Bugünkü iktidar durmadan “yerli ve milli” diyor. Ne dediler? 2018 Haziran Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi başladı, Partili Cumhurbaşkanı da en yakın akrabasını ekonominin başına getirdi. En çok kullandıkları tabir neydi biliyor musunuz? “Milli ve yerli ekonomi politikası”.

Yanlışlara kılıf, her türlü yanlışı yap, her türlü ilkesizliği yap, her türlü kuralı boz, her türlü keyfiliği yap ama üzerine bir kılıf ört, üzerine de “Yerli ve milli” yaz.

Ne oldu sonucu?

İki yılda bir ülkenin hazinesinin borcu, ikiye katlar mı? Haziran 2018’de, hazinenin toplam borcu 970 milyar lira, eski parayla 970 katrilyon lira. Bugün, 1 trilyon 860 milyar liraya çıkmış durumda. Eski parayla 1 kentilyon 860 katrilyon. Tam iki misli.

O ilkelerden saptığınız zaman, nepotizm yaptığınız zaman, akraba kayırmacılığı yaptığınız zaman üstelik de anayasanın ilkelerine uymadan, anayasamız ne diyor? “Tarafsız Cumhurbaşkanı” diyor Anayasamız. Cumhurbaşkanı yemin metni değişmedi, “görevimi tarafsızca yapacağıma” diyor.

Tarafsızca görevini yapmayınca, en yakın akrabasını göreve getirince ülkenin içine düştüğü durum tam da bu işte, iki kat.

Aynı süre içerisinde Merkez Bankası’nın rezervleri tam 130 milyar dolar eritildi.

Merkez Bankası’nın, en son verilere göre şu andaki rezervi eksi 44 milyar dolar.

Merkez Bankası döviz rezervim var diyor ama, kasayı açıyor, gösteriyor bak dövizim var diyor. O elindeki dövizden 44 milyar dolar daha fazla borcu var. O aldığı döviz emanet döviz.

Swap anlaşmalarıyla aldığı süreli, üç aylık altı aylık anlaşmalarla geçici aldığı döviz. Kendi parayı verip de kasasına koyduğu döviz değil. Bankalardan zorunlu karşılık olarak aldığı döviz.

İki yılda bu duruma düşürdüler memleketi, iki yılda.

Bakın, ben ve arkadaşlarım görevden ayrıldığımızda bu ülkenin bütçe açığı 24 milyardı sadece. Bu yıl 239 milyar, bütçe açığını tam 10 misli artırdılar.

Bu kadar kısa zamanda, bir ülkenin ekonomisine bu kadar büyük zarar verilir mi? Böyle bir şey olabilir mi?

Niye ilkelerden ve değerlerden uzaklaşıldığı için. İşi ehline vermedikleri için.

Anayasaya uymadığında, “Görevimi tarafsızca yapacağım” diye yemin edip bir partinin genel başkanı olarak, diğer tüm partileri karşısına aldığında, diğer bütün partili insanları karşısına aldığında, ülke gerildiğinde, kutuplaştığında işte memleketin içine düştüğü durum bu.

Oysaki ilkeler ve değerler yaşatılsa, uygulansa ülke bunları yaşamaz arkadaşlar.

Öngörülebilir bir ülke de zaten ilkeler ve değerler üzerinde yükselir. Hep izliyoruz, bakıyoruz.

Ülkeye ne zaman bir zarar verseler hemen “milliyetçilik” kalkanını çıkarıyorlar, onun arkasına saklanıyorlar.

Biz onların bu dar, içe kapalı, toplumu ayrıştıran, kendi içinde kutuplaştıran ve belli kesimleri ötekileştiren milliyetçilik tanımını reddediyoruz.

Ülkemizi dünyadan koparan, fakirleştiren, düşmanlarla sürekli kendi vatandaşını korkutan bir milliyetçilik anlayışını da reddediyoruz.

Çünkü değerli arkadaşlar, milliyetçilik, rakip siyasi parti liderlerinin illegal örgütler tarafından tehdit edilmesini alkışlamak değildir.

Gerçek milliyetçilik bu ülkede herkesin hukuk güvenliğinin sağlanmasıdır.

Gerçek milliyetçilik, bu ülkedeki herkesin haklarını kanun ve anayasa önünde savunmaktır.

Gerçek milliyetçilik, her bir vatandaşın kendi hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayacağı bir ortam oluşturmaktır.

Gerçek milliyetçilik, bu ülkede yaşayan herkesin başını dik tutmasını sağlamaktır.

Değerli arkadaşlar, gerçek milliyetçilik, vatandaşının çocuğunun geleceğinden kaygı duymadan başını yastığa koymasını sağlayabilmektir.

Gerçek milliyetçilik bu ülkenin vatandaşlarının alın teriyle birikmiş vergilerini lükse, şatafata harcamak değildir.

Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışır, eşit, adil, özgür bir ülke inşa etmek için geliyoruz.

Biz hazırız, geliyoruz. Sinop hazır mı?
***

Değerli yol arkadaşlarım,

Halkımız fakirleşiyor.
Ekmek alamayana “abartıyorsun, keyif çayı iç” diyenler yüzünden ülkemiz fakirleşiyor.

Ülkeyi üretimle zenginleştirmek yerine ithalata bağımlı hale getirdiler. Bugün bakıyoruz Türkiye’nin tam 9 milyar dolarlık tarım ürünü ithalatı var, 5 milyar dolarlık tarım ürünü ihracatı var. 4 milyar dolar dışarıya bağımlı hale gelmiş durumda.

Memlekette işsizlik almış başını gidiyor.
İşsizliğin azalması için bu hükûmetin artık yapabileceği bir şey yok.

Çünkü yatırım olmadan istihdam oluşmaz, işsizlik sorunu çözülemez. Yatırımcı ise güven ortamı ister.

Cumhurbaşkanı anayasayla kendini sınırlandırmazsa, mahkemeler anayasaya uymazsa, hukuk her gün fütursuzca çiğnenirse yatırımcı bu ülkeye güvenir mi?

Çete liderine övgüler düzen bir iktidar ortağı varken ülkede. Bu ülkeye nasıl güvensin yatırımcı?

Şimdi biliyorsunuz Merkez Bankası faizleri %15’e çıkarttı. %15 tüm dünyadaki Merkez Bankası faizleri içerisindeki en yüksek oranlardan birisi. Bizim gibi birkaç ülke var. Diğer bütün ülkelerde çok çok düşük şu anda faizler. Faizleri ne için yükseltti? Kısa vadeli sermaye dışarıda para kazanamazken gelsin Türkiye’de kazansın diye yükseltti.

Ne olacak şimdi, kısa vadeli fonlar, kısa vadeli yatırımcılar Türkiye’ye girecek, bir geceliğine, bir haftalığına o %15’lik politika faizleri üzerinden getirisini sağlayacak, faizi cebine koyacak ve tekrar çıkıp gidecek.

Çünkü hukuk olmadan, hukuki güvenlik olmadan, öngörülebilirlik olmadan ülkeye doğrudan yatırım gelmez. Kendi yatırımcımız bu ülkeye yatırım yapmaz.

Bakın, biraz önce Kastamonu’daydık, Taşköprü’de yerel basınla sohbet ederken yanımızda da Taşköprü’den bir arkadaş vardı. Orada, kendi çapında bir iş yapıyor. Ben gazetecilere dedim ki; “Maalesef üzülüyorum, bizim iş insanlarımız artık birikimlerini yurt dışına götürüyor, orada yatırım yapıyor, bu ülkeye güvenmiyorlar, ben üzülüyorum,” dedim. Orada dinleyen arkadaş, “Ben de öyle yaptım, yurt dışına yatırım yapıyorum.” Dedi.

Bu kadar güvensizlik, bu korku iklimi işte neticesi bu.

Dolayısıyla olacak maalesef bu Merkez Bankası’nın faiz yükseltmesi, bu yüksek faiz gelecek, uluslararası fonlar dövizi getirecek, döviz gelince biraz kur düşecek, tabii biraz da ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye benziyor bu iş. Kur ikiye katladı, sonra %10 geri düştü diye herkes seviniyor. İki de ikiye katladı, iki yılda.

Yine bu memleketin kaynakları heba olacak. Dışarıya çıkacak. Güveni oluşturmak zorundasınız, uzun vadeli güveni.

O da Anayasaya saygıyla olur, hukukla olur, görevlendirmede ehliyet, liyakatla, şeffaflıkla, hesap verilebilirlikle olur.

Bunları uygulamazsanız mümkün değil, yatırımcı yatırım yapmaz, işsizlerimiz de bu ülkede iş bulamaz.

Son iki haftadır bizden kopya çekmeye başladılar “güçlü ekonomi için güçlü hukuk” dedi ya Cumhurbaşkanı. Demek ki bizi dinlemeye başlamışlar. Daha önce de hep tavsiyelerde bulunuyorduk da sonra bir de “bize ders vermeye kalkıyorsunuz” gibi beni de hedefleyerek bazı ifadeleri oldu. Neyse, herhalde ders almaya başlıyorlar.

“Bal, bal” demekle ağız tatlanmıyor ya, “hukuk” demekle de ülkeye hukukun üstünlüğü gelmiyor. Burada icraat önemli, uygulama, samimiyet, fiiliyat önemli.

Biz bekliyoruz şimdi bakalım, icraat ne olacak? Hukuk dediler de bunun somut örneği lazım.

Gerçekten biz artık hukuka bağlıyız diye göstermeleri lazım. Mesela şeffaflık, öngörülebilirlik, hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü namına şu ana kadar bir icraat görmedik.

Sanki iktidara daha yeni gelmiş bir insan gibi konuşuyorlar. 18 yıldır bu ülkeyi yöneten kendileri değil.

Özellikle son 4-5 yıldır çok kötü yöneten sanki kendileri değil gibi, yeni kurulmuş bir hükümet, yeni iktidara gelmiş gibi; “Şunu yapacağız, bunu yapacağız.” İyi de bu dediklerinizi yapmadığınız için zaten memleket bu hale düştü. Artık sizin söylediklerinize inanmaz ki kimse. Ancak yaptığınız zaman görür.

Bugüne dek olan her şey bu kötü yönetimin yüzünden oldu. Niye ekonomi yönetimini değiştirdiler? Daha hemen önce ekonomimiz kanatlandı, uçuyor, pik yapıyor diyorlardı.

O zaman ekonomi yönetimini diye değiştirdiler? Halk bunu gördü, artık gizleyemediniz. Onun için yapmak zorunda kaldınız. Göstermelik iki atama ile neyin düzeleceğini sanıyorsunuz?

Bir de bizim yönetimde olduğumuz dönemden hep örnekler veriyorlar. O dönemki ekonomik verilerle övünüyorlar. Biz ayrıldıktan sonra düzgün işleyen, başarılı olan tek bir alan göstersinler.

Evet övünülecek işler yaptık ama biz yaptık onları, hatta çoğu zaman da onlara rağmen yaptık. Nitekim ben ve arkadaşlarım ayrıldıktan sonra bir daha tek bir göstergede bile Türkiye iyi bir konuma gelemedi.

Türkiye’nin kredi notu, tek bir kuruluş tarafından değil, kredi değerlendirme kuruluşları tarafından veriliyor.

Bunun içerisinde batıdan da doğudan da pek çok ülkeden kuruluşlar var. İstisnasız, bütün kredi derecelendirme kuruluşları teker, teker Türkiye’nin kredi notunu kırdı.

Diyorlar ki, “Batı”, ama Japonya’nın da kredi derecelendirme kuruluşları var, Japonya benim bildiğim kadarıyla batıda değil. Japon kredi derecelendirme kuruluşları da Türkiye’nin notunu aynı şekilde kırdı. Siz önce dersinize çalışın, işinizi iyi yapın. Aynı tembel öğrencinin çalışmayıp, kötü not alınca “hoca notumu kırdı” demesi gibi.

Arkadaşlar bu kötü yönetim ve bu zihniyet değişmeden, ülkemiz maalesef daha iyi şeyler görmeyeceğiz.

Zaten inansak, işlerin düzeleceğine inansak DEVA Partisini kurmazdık.

Bu işlerin kötüye gideceğini gördüğümüz için, Türkiye’nin pek çok alandaki problemlerinin büyüyeceğini gördüğümüz için, bunların bu ülkeyi yönetemeyeceğini gördüğümüz için DEVA Partisini kurduk.

İki yıl önce yeni bir siyasi parti kararı aldık.

Diyorlar ki “salgın yüzünden ekonomimiz kötüleşti.” Doğru değil arkadaşlar.

Geçen sene daha salgın falan yokken ülkenin büyüme oranı yüzde 0,9 idi. Yahu bir ülke nasıl olur da yüzde bir bile büyümez?

Laf üretmekte iyiler, propaganda makinelerini çalıştırıyorlar. Ama iş üretmekte sıfır. Laf üretiyorlar, iş üretemiyorlar.

Geçen seneki büyüme oranı yüzde 0,9, o da tabii rakamlara inanıyorsak. Enflasyonu %11, 12 diye açıklıyorlar. Ben gittiğim her ilde esnafa soruyorum.

Ayakkabı boyacısına soruyorum, perdeciye soruyorum; “bir metre tül perdenin geçen sene fiyatı neydi, bu sene ne diye.”

Kimi diyor %30, kimi diyor %40 zam geldi.

Sen sabit gelirlinin, işçinin, memurun maaşını %11,12 arttır ama gerçek hayat pahalılığı %50, 60, %100.

Açıkladıkları büyüme oranı doğruysa; %0,9 bir ülke nasıl olurda %1 bile büyüyemez.

Böyle genç nüfusa sahip, binlerce yıldır sayısız medeniyeti beslemiş bu topraklara sahip bir ülke nasıl büyüyemez?

İşte ancak bu kötü yönetimle büyüyemez.

Bu hukuksuzluğa, bu yoksulluğa, bu iş bilmezliğe, bu ciddiyetsizliğe son vermenin zamanı geldi.

Biz bu ülkede herkesin hukuk güvenliği içinde, başı dik yürümesi için çalışıyoruz. Biz halkımızın huzuru, mutluluğu ve refahı için geliyoruz!

Biz Sinoplu gençlerin yarınlara dair umutlarını yeşertebilmek istiyoruz. Gençlerimizin gelecek kaygısıyla yaşamalarını değil, hayallerinin peşinde ülkemizi kalkındırmasını istiyoruz.

Çünkü devletin görevi budur. Devlet, gençlerimizi adeta tornadan çıkmış bireylere çevirmeye çalışmak yerine, onlara isteklerini, hayallerini gerçekleştirecek imkanları sunmak zorundadır.

Ülkemizde gençlerimizin çoğu üniversiteden mezun olduğunda iş bulacağına inanmıyor.

Bunun en önemli nedeni ne biliyor musunuz? Liyakatle bir iş edinebileceklerine inanmıyor gençler. Çünkü torpil, kayırmacılık, haksızlık her yerde.

Baksanıza devlet yönetiminde yıllardır akrabalık ilişkilerinin hakim olduğunu görüyoruz.

Özellikle kamuda işe alımlarda yazılı sınavdan yüksek puan alan gençlerin mülakatta elenmesi, gençlerimizin umutsuzluğunu arttırıyor.

Biz, kamuda işe alımlarda mülakatı kaldıracağız. Onun adamı, şunun adamı, o görüşte o bu görüşten diye gençlerimizin işsiz bırakılmasına son vereceğiz. Mülakatı kaldıracağız.

Bizim hedefimiz; çocuklarımızın, gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla benzer seviyede eğitim alabileceği, benzer hayat yaşayacağı, benzer ekonomik koşullara kavuşacağı, ama en önemlisi de benzer hayaller kuracağı bir ülke.

Bizim hedefimiz; gençlerimizin göç ederek dışarıda imkan kovalayacağı değil, devleti onların hizmetine sunacağımız bir ülke.

Biz bunun için hazırız, biz gençlerle birlikte ülkemizin geleceği için hazırız.

***
Değerli Sinoplu dostlarım,

Hani Sinoplu Diyojen demiş ya, “Gölge etme, başka ihsan istemem”. Zaten hükûmetin işi bu değil midir?
Hükûmetin işi, vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırıp, gölge etmemektir. Ama bu hükûmet gölge ediyor sevgili arkadaşlar.

Gölgesini üstümüzden hiç çekmiyor, hayatımızı zorlaştırıyor.

Hani diyorlar ya... yok şunu yapacağız, yok bunu yapacağız. Sanki kendileri iktidarda değilmiş gibi, hâlâ vaat vererek oyalıyorlar.

Gölge etmesinler, başka ihsan istemeyiz.

Değerli arkadaşlar,
Sinop’un sorunlarını biliyoruz, görüyoruz, dinliyoruz.

Sinoplu gençlerimiz kendilerine daha iyi bir hayat kurmak için şehrin dışına göç ediyor.

İstihdam sağlanamıyor, yatırımlar arzu ettiğimiz seviyede değil. Sinoplu girişimcilerimize gereken her türlü desteği sağlayacağız.

Bu hafta girişimcilik haftası.

Sinop’un da çok değerli girişimcileri, özellikle kadın girişimcileri olduğunu biliyorum.

Her birini saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle Sinop’tan tekrar ediyorum:

Girişimcilerimizin her zaman yanında olacağız. Rantın değil, alın terinin ve aklın yanında yer alacağız.

Paranın ölü yatırımlara değil, yeni girişimlere akmasını sağlayacağız.

Yeni yatırımlarla hem çağın ruhunu yakalayacağımıza hem de istihdamı artıracağımıza inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar,
Sinop’un önemli bir ulaşım sorunu var.

Sinop-Ayancık-Türkeli yolu, Sinoplu kardeşlerimiz için adeta çileye dönmüş durumda.

Sadece bu da değil.

Karadeniz sahil otoyolunun İstanbul’a bağlanmasına ilişkin somut adım atılamadı.

Hükümetin kafasında tek bir proje var; Kanal İstanbul. Niye? Rant var.

İstanbul Boğazı’nın etrafındaki gayrimenkul fiyatlarına bakıyorlar, “Ya bu boğazdan bir tane daha yapsak, ne kadar rant oluşur,” diye. Adeta gözleri dönmüş bu rant için.

Halbuki bu ülkenin her bir ilinin, her bir ilçesinin yatırıma ihtiyacı var. Kanal İstanbul’a harcanacak parayla ülkeye neler neler yapılır.

Tarımda sulanmadık bir karış toprak kalmaz. Bu acil ihtiyaçlar, yol, ulaşım giderilebilir. Ülkemiz depreme daha hazırlıklı bir ülke haline getirilebilir. Ama oralarda rant yok, Kanal İstanbul’da rant var.

Köy yollarımız düzeltilemedi.
Bu tablo Sinop’a yakışmıyor.
Yol yapmakla övünenler, yüzünü niçin Sinop’a çevirmiyor?

Değerli dostlar,

Sinop liman sahası da yıllardır terk edilmiş bir halde. Oradaki gümrük işlevsiz durumda bırakılmış. Karadeniz’in hırçın dalgaları arasında, yaz bitince, bizim en güvenilir limanımız Sinop.

Hani derler ya, temmuz-ağustos-Sinop.

Bu nedenle bu limandan aktif bir şekilde yararlanmak çok önemli. Sinop’un üretimini, ürettiğini satabilmesini sağlayacak en değerli nokta bu liman. Ancak maalesef gerektiği gibi kullanılmıyor.

Şehrimizin ekonomik potansiyelinin değerlendirilememesine çok üzülüyoruz. Ama düzelteceğiz.

DEVA Partisi düzeltecek.

Değerli arkadaşlar,

Sinop; buğdaydan çeltiğe, arpadan mısıra kadar en temel tarım ürünlerimizin de yetişebildiği bir coğrafya.

Bu iklimden, bu coğrafyadan dünyaya ihracat yapabilmek mümkünken maalesef yanlış tarım politikalarıyla tüm ülkeyi ithal tarım ürünlerine mahkum ettiler.

Fakat çiftçimiz perişan. Kur arttı; paramız pul, çiftçimiz perişan oldu. Mazotuydu, gübresiydi, ilacıydı derken üretim zorlaştı.

Tüm bu sorunların farkındayız, çiftçimizin de DEVA’sı olmak için geliyoruz arkadaşlar.

Gerçekten tarihi topraklardayız.

Sinop; Boyabat ve Sinop Kaleleri, Boyabat Bazalt Kayaları, Paşa Tabyaları, Bizans döneminden kalma yapıtları, Balatlar Kilisesi ve Pervane Medresesiyle gerçekten tarih ve kültür dolu bir kent.

Sadece bu da değil. Doğal güzellikleriyle de büyüleyici bir şehrimiz.

Erfelek Tatlıca Şelaleleriyle, Ayancık Akgölü’yle, Türkiye’nin tek fiyordu Hamsilosuyla muazzam bir doğa.

Ancak Sinop’un turizm potansiyeli hak ettiği seviyede tanıtılmıyor.
Sinop sadece ülkemizden değil, dünyanın her yerinden turist çekmeyi hak

eden bir şehrimiz.

Sinop’un bu eşsiz kültürüne, doğasına, tarihine yakışacak şekilde turizmini güçlendireceğiz.

Sinop’un derdi çok. Biliyoruz, dinliyoruz, daha çok dinleyeceğiz.

Sinop’un demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Sinop’un DEVA’ya ihtiyacı var.

Biz Sinop için hazırız.
Soruyorum şimdi: Sinop hazır mı?

***
Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Sinop‘un DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

21 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kastamonu İl Kongresi Konuşması

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KASTAMONU 1. OLAĞAN İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Kastamonu İl Teşkilatımızın çok değerli Başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Kastamonulu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kastamonu teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Kurtuluş Savaşı’nda, çocuğunu kucağına alıp kış ortasında kağnıyla mermi taşırken şehit düşen Şerife Bacı’nın şehrinden;

Çocukluğumuzun neşesi Hababam Sınıfı’nın yazarı Rıfat Ilgaz’ı yetiştiren;

Muhteşem dağları, yaylaları ile
Aydos Kanyonu, Ilıca Şelalesi, Mantar Mağarası gibi doğal zenginlikleri ile meşhur Kastamonu’dan sesleniyorum sizlere.

***
Değerli arkadaşlarım,
Bu ülke Cumhuriyet Tarihi boyunca bir kısır döngü yaşadı.

Üste çıkanın altta kalanı ezdiği; ezilenlerin de bir gün üste çıkıp ötekileri ezmeye çalıştığı bir ülke oldu bu Türkiye.

Biliyorsunuz, şu anda iktidarda olan parti, bundan 18 yıl önce, “altta kalanlar” adına yola koyularak geniş bir toplum kesiminin desteğini aldı.

Peki geniş toplum kesiminin gerçekte istediği Türkiye acaba bugünkü Türkiye miydi?

Bugünkü Türkiye’nin hayalini mi kuruyordu iktidar partisini destekleyenler?

Mafyanın, çetelerin, suç örgütlerinin ulu orta tehditler savurduğu bir ülke miydi istedikleri?

Bakın, daha birkaç gün önce, küçük ortağın talebiyle cezaevinden çıkması sağlanan bir suç örgütü yöneticisi, bir siyasetçiyi hedef aldı.

Suçluluğu mahkemelerce sabit bulunmuş bir suç örgütü yöneticisi bir siyasetçiyi tehdit etti. Çok ağır hakaretlerde bulundu.

Ardından ne oldu? Her konuda hemen anında açıklama yapan Cumhurbaşkanından bir ses duydunuz mu?

Duymadınız.

Çünkü iktidarın küçük ortağı hızlı bir şekilde suç örgütü yöneticisine sahip çıktı. Açıkça suç işleyen birine arka çıktı.

Hakkı, hukuku, adaleti unuttuklarını biliyorduk da böyle apaçık şekilde suçtan yana, suçludan yana tavır alacaklarını düşünemezdik.

Bu ülke; mafya babalarıyla, suç örgütleriyle yönetilemez arkadaşlar. Çok açık söylüyoruz:

Meşru siyasi yollarla, halkın oylarıyla seçilmiş kişilerin tehdit edilmesine, hele hele böyle suç örgütü yöneticileri tarafından tehdit edilmelerine göz yummayacağız.

Biz kime, hangi partiye, hangi fikre yönelmiş olursa olsun, hiç fark etmez; siyaseti hedefleyen gayrimeşru müdahalelerin her zaman karşısında olacağız.

Çok değil bundan 7 sene evvel bugünkü Cumhurbaşkanı “çeteler dönemi, mafya dönemi bitmiştir” demişti, hatırlıyorsunuz. Ama ne oldu? Bugün illegal yapıların suça konu sözlerine kendisi tek kelime edemiyor. Niye edemiyor şöyle bir düşünün. Her konuda açıklama yapıyor. Yarın da buraya Kastamonu’ya gelecekmiş, dinleyeceğiz bakalım. O konuda bir açıklaması olacak mı, olmayacak mı?

İttifak bozulur kaygısıyla, ortağının suça sahip çıkmasına da ses çıkaramıyor Cumhurbaşkanı.

İllegal yapıların siyaseti dizayn etme çabalarına müsaade etmeyiz, edemeyiz. DEVA Partisi olarak bir kez daha sesleniyoruz. “Korkma Türkiye.”

Suç örgütlerinden, illegal yapılardan, ülkemizi 90’lı yıllara döndürmek isteyen bu karanlıktan “Korkma Türkiye!” diyoruz.

Bu ülke, tüm bu illegal yapılardan da illegal yapıların arkasına saklanan siyasetçilerden de büyüktür. Unutmasınlar.

Bir de bu kişiler “yerli ve milli” söyleminin arkasına saklanıyor. Yerlilik, millilik bu mudur? Suç örgütü yöneticilerine destek vermek midir? Onların insanları apaçık tehdit etmesine göz mü yummaktır, bu mudur?

Biz onların bu dar, içe kapalı, toplumu ayrıştıran, kendi içinde kutuplaştıran ve belli kesimleri ötekileştiren milliyetçilik tanımını reddediyoruz.

Milliyetçilik, rakip siyasi parti liderlerinin illegal örgütler tarafından tehdit edilmesini alkışlamak değildir.

Gerçek milliyetçilik bu ülkedeki herkesin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır. Gerçek milliyetçilik, bu ülkedeki herkesin haklarını savunmaktır.

Gerçek milliyetçilik, her bir vatandaşın kendi hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayabileceği bir ortam oluşturmaktır.

Gerçek milliyetçilik, bu ülkede yaşayan herkesin başını dik tutmasını sağlamaktır.

“Yerli ve milli” kılıfının altında her türlü yanlışı, her türlü hatayı yapıyorlar. Her türlü hukuksuzluğu bu ülkeye dayatıyorlar.

Gerçek milliyetçilik, vatandaşının çocuğunun geleceğinden kaygı duymadan başını yastığa koymasını sağlamaktır.

Gerçek milliyetçilik, “ulusal çıkar” gibi bahanelerle insanların sağlığıyla, canıyla alay etmek değildir.

Gerçek milliyetçilik, gençlerin hayallerini çalmak değildir.

Maalesef dostlarım, bugün ülkeyi yönetenler uyguladıkları politikaların başına “milli” gibi “yerli” gibi sıfatlar ekliyor ama yaptıklarının ne millilikle ne de yerlilikle alakası yok.

Bugünkü yönetim, kendi seçmen tabanını daha bağımlı hale getirmek için, diğer toplum kesimlerini tamamen öteleyerek devleti yönetiyor.

Sırf bu nedenle açık açık işlenen suçlara arka çıkıyor.

İnsanları siyasi fikrine, mensubu bulundukları toplumsal kesime, etnik kökenine, dinine, diline, cinsiyetine göre ayırıyor, ötekileştiriyor.

Biz bu anlayışı kabul etmiyoruz.

Biz çetelere, suç örgütlerine, mafyaya geçit veren, suça destek olan ve taviz veren bu anlayışı silmek için buradayız.

Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışır, eşit, adil, özgür bir ülke inşa etmek için geliyoruz.

Biz hazırız, geliyoruz. Kastamonu hazır mı? ***

Değerli yol arkadaşlarım,
Ekonomimiz son 20 yılın en kötü döneminde. Milletimiz fakirleşiyor.
Enflasyon durdurulamıyor.

Merkez bankası rezervleri tükendi. Bu memleketin 130 milyar dolardan fazla dövizini, kendi şahsi inatları uğruna çöpe attılar, üstüne bir de 44 milyar dolar borçlandılar.

En son rakamlar arkadaşlar, Merkez Bankası’nın döviz rezervi eksi 44 milyar dolar, düşünün. Merkez Bankası açıyor kasayı gösteriyor “bak dövizim var” diye ama bu dövizden 44 milyar dolar daha fazla piyasaya borcu var.

Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası Başkanını değiştirdiler. Ardından Hazine ve Maliye Bakanı ortadan kayboldu. Şaka değil ha, hâlâ nerede olduğunu kimse bilmiyor. Bakan bir anda buharlaştı.

Tabii Cumhurbaşkanının yakın akrabası olunca, tek soru sorulamadan ne oldu ne bitti anlaşılmadan kaybolma lüksü de var.

Ama biz bunu kabul etmeyiz arkadaşlar. Önce ne oldu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi Türkiye’de yürürlüğe girdi, uygulanmaya başlandı.

Yine aynı günlerde en yakın akraba hazinenin başına getirildi ve iki yılda ülkenin ne halden ne hale geldiğini, esnafımızın nasıl perişan olduğunu, emeklimizin, memurumuzun işçimizin, çalışanlarımızın gelir seviyesinin nasıl kaybolduğunu hep beraber görüyoruz, izliyoruz.

Devletin hazinesinin başında duran kişi, bir anda yok olamaz. Kaybolamaz.

Ekonomiyi batırdılar, şimdi de bir bakanı ortadan kaybedip bu işi unutturalım diyorlar.

“Bak, işte ekip değişti, merak etmeyin.”
Yahu durun! Nereye kayboluyorsunuz? Gitmenin de bir adabı, usûlü vardır.

İki senede ülkeyi iki kat borca soktuğunuzu gizleyip bakanı da gözlerden uzak tutup bu millete olanları unutturamazsınız.

Doğmamış çocuklarımıza kadar bu ülkeyi borca neden soktuğunuzu anlatmak zorundasınız.

Bakın, iki yılda hazinenin borcu 970 milyardan, 1 trilyon 860 milyara çıktı arkadaşlar, iki yılda. İki yılda ikiye katladı.

Partili Cumhurbaşkanı, yakın akraba bakan, ülkeyi düşürdükleri durum bu.

İki personel değişimiyle, bakanı ortadan kaybet, Merkez Bankası Başkanını değiştir. Bu ülkeye, bu millete ödettiğiniz bedel ne olacak? Bunu unutacak mıyız?

İki yılda bu devletin borcunu ikiye katladığını unutacak mıyız? Bunu mu bekliyorsunuz? Biz bunu unutturmayacağız arkadaşlar, sürekli konuşacağız, sürekli işleyeceğiz. Ta ki çıkıp bunun bir hesabını verene kadar, anlatana kadar. O kadar kolay değil.

Bir inat uğruna bu millete bu bedeli ödettiler, ödetiyorlar.

Ama yönetimin başında kayınpeder olunca, vasıf da sadece akrabalık olunca millete karşı bu sorumluluğu biz onlara unutturmayacağız.

Hep hatırlatacağız.

Faizle ilgili sözlerinizi de hatırlatacağız.

Evet arkadaşlar, hepiniz biliyorsunuz, Sayın Erdoğan hep ne diyordu “faiz sebep, enflasyon neticedir”

Ne diyordu, “enflasyonun anası da babası da faizdir” diyordu.

Peki iki gün önce ne yaptılar? Dünyadaki bütün Merkez Bankaları içerisinde en yüksek faizi uygulayan Merkez Bankalarından birisi şu anda bizim Merkez Bankamız arkadaşlar. Faizler sıfır, eksi bilmem ne, Türkiye’de tam %15 ödeniyor şu anda.

E hani faiz enflasyona sebep oluyordu? Ne oldu? Enflasyon düşük mü?

Bakın buraya gelmeden önce, Kastamonu merkezde şöyle bir esnafımızla selamlaştık, dolaştık. Lokanta sahibi, restoran sahibi arkadaşlardan duyduğum ifade şu; “Bir teneke yağ, tam iki katına çıktı fiyatı.” Enflasyon %11, %12 TÜİK öyle açıklıyor. Dalga geçiyorlar inanın. Esnafımız, TÜİK’in açıkladığı %11, %12 enflasyonla dalga geçiyor. “Kimi aldatacaklar?” diyorlar, “kime anlatacaklar?” diyorlar. “Biz yaşıyoruz, ben aldığım malzemenin fiyatını biliyorum, ödediğim parayı biliyorum.”

Onlar kendi evine artık alışveriş etmiyor olabilir ama vatandaşımız kendi evlerinin alışverişini kendileri yapıyor, onun için enflasyonu gayet iyi biliyor.

Kaç tane Merkez Bankası başkanını görevden aldınız, kaç bakana iftiralar attınız. Meydanlarda yuhalattınız. Şimdi neden faizi arttırıyorsunuz?

Enflasyon çok düşüktü de enflasyon daha da yükselsin diye mi faiz arttırdınız? Çünkü ne diyordunuz? Yıllardır inatla, ısrarla “faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur,” diyordunuz. Yani faizi düşür enflasyon da düşer. O zaman niye düşürmediniz faizi?

Bu üçüncü kendi adamları. Bizim ekibimiz ayrıldıktan sonra şu andaki üçüncü Merkez Bankası başkanı koyuyor, bakıyor, olmuyor. Bir de suçu atacak, faturayı kesecek birisi lazım.

Başarılı oldu mu kendileri, başarısızlık olduğu zaman hemen bir bürokrat bul, görevden al, “İşte bak suç ondaydı” de, devam et.

Bu milletin dövizini, sırf faizi arttırmamak için yaktınız, yok ettiniz de şimdi neden faiz arttırdınız?

Değerli arkadaşlar, ekonomi yönetiminde yangın küçükken, bir bardak suyla yangını söndürürsünüz.

Gerektiğinde, piyasa dalgalanmalarında, Merkez Bankası küçük faiz ayarlamalarıyla onu zaten dengeler. Ama siz inat ettiğinizde, bütün dünyanın dalga geçtiği teorinizi bastırdığınızda yangın büyüyor. Yangın büyüyünce de ne oluyor? Bir bardak suyla sönecek yangın, artık tankerler dolusu sularla ancak söndürülüyor, sonunda da arkaya koca bir enkaz kalıyor.

Değerli arkadaşlar, Merkez Bankasındaki döviz rezervlerimizi erittiler. O rezervler bir kişisel inat uğruna harcanacak kadar ucuz muydu?

O rezervler, bu milletin alın teriydi. Bu milletin helal kazancıydı. Bir inat uğruna öylece yakılabilir mi, kül edilebilir mi?

İki yılda, Partili Cumhurbaşkanı, yakın akraba beraberce yaptılar bu işi. Ama yaktılar, yok ettiler, kül ettiler.

“Ekonomimiz uçuyor” diyenlerin bizzat kendileri, ekonomiyi işte böyle şahsi inatları, hırsları uğruna dibe çaktılar.

Değerli arkadaşlar, bir başka önemli problem de israf. Bu devlet kaynaklarının israfı var ya, işte bu ülkeyi bu hale düşürdü.

Bakın ben ve arkadaşlarım bıraktığımızda, toplam bütçe açığı bu devletin 24 milyar liraydı, bu yıl ne kadar biliyor musunuz? 239 milyar lira. 10 kat bütçe açığı var bu ülkenin şu anda. Niye? Beceriksizlik, israf ve kötü yönetim.

Ağrı’dan, Balıkesir’e, Kırşehir’den Siirt’e, Bartın’dan Mardin’e her gittiğimiz yerde insanlar bize aynı şeyi söylüyor:

“Gelin, kurtarın bizi” diyorlar.

Bugün Kastamonu’da merkezde dolaşırken, aynı ifade tekrar etti. Hiç fark etmiyor bakın, bugün 25. İl kongremizi yapıyoruz. 25 ilimizin 25’inde de aynı ifadeyi vatandaşlarımızdan duyuyoruz; “Gelin, kurtarın bizi.”

Esnafımız bakarken gözü yaşlı bakıyor bize artık. Kolay değil.

“Bu çaresizlikten, bu yoksulluktan, bu açlıktan, bu beceriksizlerden artık bizi kurtarın” diyorlar.

Aziz milletimiz müsterih olsun;

Bu kötü yönetim asla kaderimiz değil.

DEVA kadroları hazır, umudun kadroları hazır.

Bu kötü yönetimi sona erdirmek için damla damla tüm Türkiye’de büyüyoruz.

Bu milletin çalışkan ve fedakâr evlatları, DEVA Partisi’nin genç kadroları, ehliyet ve liyakat sahibi kadroları bu ülkeyi layık olduğu şekliyle yönetecek.

Türkiye’de hukukun üstünlüğünü tesis edecek kadroların DEVA Partisi kadroları olduğunu tüm Türkiye biliyor. Bugünkü iktidar da biliyor.

Türkiye’de toplumsal barışı sağlayacak kadroların DEVA Partisi kadroları olduğunu da tüm Türkiye biliyor. Bugünkü iktidar da biliyor.

Türkiye’nin ekonomisini düzeltecek kadroların, DEVA Partisi kadroları olduğunu tüm Türkiye biliyor. Bugünkü iktidar da biliyor.

Bugünkü iktidar, ekonominin ve hukukun iyi dönem örneklerini verirken hep bizim işin başında olduğumuz günlerden bahsediyor.

Kimse merak etmesin, ülkemizin doğru ve iyi yönetimi için, halkımızı refaha erdirmek için, DEVA Partisi hazır!

***
Değerli arkadaşlarım,

Tüm dünya gibi Türkiye de Koronavirüs salgınının şu anda etkisi altında. Partimizin kurulduğu günden beri hükûmete defalarca çağrı yaptık.

Hızla önlem almalarını istedik, gerekli tüm desteklerin esnafımıza, memurlarımıza, çiftçimize, gündelikle geçinen vatandaşlarımıza sağlanmasını açık bir şekilde önerdik.

Biliyorsunuz şimdi bir önlem genelgesi açıkladılar. Sırf önlem aldık demek için sonuç getirmeyecek, salgınla mücadeleyi sağlamayacak bir genelge yayınladılar.

Salgınla mücadele etmek için değil de sanki sadece ceza kesmek için genelge çıkartmışlar. Zaten Kastamonu’da da gördük. Bir haftada tam 60 bin liralık vatandaşa ceza kesmişler.

Biz size önlem alın dediğimizde, milletimize ceza keserek, oradan gelir elde etme gibi bir yöntem önermedik ki. Halkın sağlığı için önlem alın dedik.

Ama maalesef arkadaşlar, bugünkü yönetimde böyle bir zihniyet yok. Hangi kararı, nasıl ve neye göre aldıkları da belli değil.

Bilim Kurulu var diyorlar. Kurulda toplumun ilgili sivil toplum örgütlerinin temsili sağlanmıyor. Sosyolojik ve siyasal boyutuyla ilgili temsiliyet sağlanmıyor.

Daha da garibi arkadaşlar, kurul üyelerinden biri geçen hafta açıkladı: Vaka sayılarını biz de bilmiyoruz.

Sırf bu salgınla mücadele etmek için oluşturduğunuz Bilim Kurulu’na, oradaki bilim insanlarından da mı gerçekleri saklıyorsunuz?

TÜİK’den alıştılar ya, verilerle oynamaya, rakamları gizmeleye aynısını hadi sağlıkta yapıyorlar anladık da. Bilim Kurulu’ndan veriler saklanır mı?

Sırf bu salgınla mücadele etmek için oluşturduğunuz Bilim Kurulu’na, oradaki bilim insanlarından gerçekleri saklayamazsınız.

Çok açık söylüyorum; koronavirüs salgını, pandemi dönemi bu ülkenin her alanda iflas ettiğini çok acı şekilde bize gösteriyor.

Vaka sayısı açıklanmıyor. Kaç kişini her gün bu hastalığa yakalandığı bilgisi kimseyle paylaşılmıyor. Dünyada böyle bir ülke daha yok arkadaşlar.

Üzülerek bir kez daha tekrar ediyorum:
acil ve etkili tedbirler alınmadıkça daha kötü günler bizi bekliyor.

Arkadaşlar; hazineyi boşaltıp, ülkeyi borç batağına soktukları için, pandeminin zararlarını telafi etmek için ekonomik önlem de alamıyorlar.

Gelişmiş ülkeler gibi "siz yeter ki sağlığınızla ilgilenin" diyerek hibeler, destekler veremiyorlar.

Bildikleri sadece borç vermek. Esnafın zaten borcu var, vergi ödemesi var. Vadeler çok kısa, ilave kredi veriliyor faiz var ve vadeler çok kısa.

Bu eski borçların, özellikle küçük işletmeler için eski borçların çok uzun vadeye yayılması lazım. Üstelik ilk 1 yıl, 2 yıl hiç ödeme olmaması lazım.

Madem kasayı boşalttınız, bütçeyi sıfırladınız, paranız yok ki destek veremiyorsunuz. Hiç olmazsa şu alacaklarınızı biraz zamana yayın, esnafımız biraz nefes alsın.

Bakın, bugün çarlşıda dolaşırken esnaflarımızdan bir kısmı durumu anlatırken gözleri yaşardı. Onların gözlerinde ben çaresizliği gördüm. Esnaflık yapmış, ticaretten gelen birisi olarak hallerinden gayet iyi anlıyorum, bakışlarından anlıyorum. Karamsarlık, ümitsizlik, çaresizlik. Bu çok zordur. Ülkenin milyonlarca ailesinin geçim kaynağıdır bu.

Kastamonu’nun en eski berberi dedi ki; “artık hiç müşteri gelmez oldu,” dedi. Boynu bükük, omuzları düşük. Kolay mı aile geçindirmek? Siftah yapmadan hem eski borçları ödeyeceksin, hem elektrik parası ödeyeceksin, sosyal güvenlik ödeyeceksin, kira ödeyeceksin, stopaj ödeyeceksin ve siftah olmadan da aileni geçindirmeye çalışacaksın. Kolay değil ama halden anlayan bir yönetim yok ki şu an Türkiye’de. Toplumdan koptular. Artık başka bir evrende yaşıyorlar. Türkiye’nin gerçeklerden koptular.

Bakın, kongreler yapıyorlar, fotoğrafları görüyorsunuz. Bakalım yarın Kastamonu’daki kongrelerinde izleyeceksiniz nasıl yapıyorlar. Önce bir grup seçkin, aralarında ikişer metre mesafeli, arkada da halk, vatandaş yığılmış, sosyal mesafe sıfır değil eksi çünkü baskıyla birbirlerine sıkışmış duruyorlar.

Tam bir sınıfsal ayrımı şu anda iktidar partisi kongrelerinde açık açık görüyorsunuz.

Yazıktır, günahtır.

Toplumla bu kadar büyük mesafeniz varken, artık siz bu ülkenin sorunlarını çözemezsiniz, çözemeyeceksiniz.

Çünkü daha bu salgın ortada yokken, geçen sene ülke zaten krizdeydi. Salgından önce boşalttılar devletin ceplerini. Sağ cep, sol cep, arka cep hepsini boşalttılar.

Hiç değilse vergi, stopaj elektrik gibi yükümlülükler ötelenebilir, ertelenebilir. Elektrik ödemeleri ertelenir. Muafiyet tanınabilir.

Bakın Giresun’da geçen bir sel felaketi oldu. Hemen alelacele oradaki esnafa 50’şer bin lira hibe dağıtıldı. Esnafımızın hakkıdır ama madem orada bunu yapıyorsunuz, esnaf sadece Giresun’da değil ki, Türkiye’nin her yerinde.

Depremden etkilenen illerimiz var. İzmir daha yeni deprem geçirdi. Elazığ, Van geçen hafta oralardaydık. Bunların hepsi doğal afet geçiren illerimiz. Sordum buralarda bir şeyler var mı, yok. Halbuki devlet bir destek verecekse ilkeler kurallar bazında olmalı, devletin vereceği destek adil olmalı. Herhangi bir konuda kurallı yönetim, ilkeli yönetim artık kalmadığı için olay, olay karar veriliyor. Bir gün bir felaket oluyor, yerel yönetim kilitlenip kalıyor. “Bakalım Külliye’den ne gelecek?” Zaten Külliye dediğin 1200 oda ama Külliye’de bir kişi var, gerisi boş.

Şimdi hangi kararı, neye göre nasıl yöneteceksiniz koskoca ülkede?

“Hep ben karar vereyim, hep her şey bana gelsin” dediğinizde işte yönetemiyorsunuz, memleketi de bu hale düşürüyorsunuz.

Halkı yoksulluğa mahkum ettiler ama "bir şey yapmadık gibi de gözükmesin" diye göstermelik önlemler açıkladılar.

Ülkeyi öyle bir fakirleştirdiler ki, halkın sağlığını kurtarcak önlemleri alamıyorlar.

Merkez Bankasındaki rezervlerimize kadar her şeyi tükettikleri için tek bir önlemin bile maliyetini üstlenemiyorlar.

Biz “insanı yaşat ki devlet yaşasın” kültürüne sahip bir milletiz. Ben buradan sesleniyorum;

Durum çok vahim. Önce gerçekleri bir an önce halkımıza açıklayın. Sağlık bakanlığı elindeki tüm verileri halkımızla şeffaf bir şekilde paylaşsın.

Günlük vaka sayılarının 30-40 binleri geçtiğini halkımıza söyleyin. Şeffaf olun. Sonra da derhal ama derhal, etkili önlemler almaya başlayın.
Önlem diye açıkladıklarınızla halkımızın hayatını zorlaştırmaya çalışmayın. Tüm taraflarla oturun, istişare edin ve kolay anlaşılır, net önlemler açıklayın.

Arkadaşlar öyle önlemler açıklıyorlar ki, oturuyorlar, matematikçiler, bilgisayar programcıları o önlemlerin grafiklerini çiziyorlar, bilgisayar programlarını yazmaya çalışıyorlar ki anlayabilsinler diye. 20 yaş altı, 65 yaş üstü, hafta içi, hafta sonu derken bu alınan önlemlerin vatandaşın anlaması mümkün değil.

Bakın, dün gece vatandaşlarımızın çoğu sokağa çıkma yasağı olduğunu zannediyor. Öyle bir şey yok. Öyle karmaşık, anlaşılması zor bir çerçeve çiziyorlar ki bu önlemlere faydası da kalmıyor.

Çünkü artık halkın dilini unuttular. Halkın hangi konuyu nasıl, daha kolay anlayacağını unuttular.

Bu salgının ekonomik yükünü tek başına vatandaşın omuzuna Yıkmayın.

Salgının daha fazla yayılmasını önlemek için gerekenler her ne ise hemen yapın.

Sizin göreviniz bu ülkede yaşayan insanların yaşam hakkını gözetmek. Yaşam hakkını korumak. Derhal önlem alın!

***
Kıymetli Kastamonulu hemşerilerim,

Kastamonu tarih boyunca bu toprakların en güzide şehirlerinden biri oldu. Ama bugün sahipsiz, kimsesiz.

Kastamonu da bu kötü yönetimi iliklerine kadar hissediyor.

Tosya pirinci, Taşköprü sarımsağı tüm şanına rağmen yanlış politikalar yüzünden ithal ürünlerle mücadele etmek zorunda kalıyor.

Artan maliyetler çiftçimizi eziyor. Üreticilerimiz ve ürünlerimiz korunmuyor.

Döviz kuru arttıkça girdi fiyatları artıyor. Çiftçilerimizin maliyetleri artıyor, ama ülkeyi yönetenler destek yerine çiftçilerimizi daha çok borçlandırarak kredi batağına sokuyor.

Biz DEVA Partisi olarak, çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.

Tarımda kendi kendimize yetebilmeyi sağlayıp ihracat yaparak çiftçimizi refaha erdirebileceğimizi biliyoruz.
Nitelikli tarım faaliyetleri ve verimli meralarda yapılacak hayvancılık ile hem bölgemizin hem de ülkemizin kalkınmasını sağlayacağız.

Biz, öncelikle bu bereketli toprakların endemik bitkilerini, hayvan türlerini, balık türlerini tespit ve ıslah etmeyi hedefleyeceğiz.

Çiftçi, sanayici ve üniversitenin iş birliği ile tarım ve hayvancılığı teknoloji ile buluşturacağız.

Tarımı, hayvancılığı, sebze ve meyve üretimini koruyacağız, destekleyeceğiz, teşvik edeceğiz.

Rasyonel, bilime dayanan ekonomi yönetimiyle ve sizlerin desteğiyle Kastamonu’yu ve Kastamonu ürünlerini sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya tanıtacağız.

Kastamonu, sanayide de merkezi hükumetten gerekli desteği göremiyor. İnebolu Limanı’nın aktif olarak kullanılamaması nedeniyle mal üretiminde ulaşım sorunu yaşanıyor.

Zengin ormanlarına rağmen ormancılıkta da yeterli gelir elde edilemiyor.

Orman endüstrisi, tekstil, makine ve metal sanayisinin üretim yapabilmesi ve ürünlerini pazara ulaştırabilmesi için liman önem taşıyor.

Yine Kastamonu’nun hem tarihi dokusu hem doğası turizm açısından yeterli seviyede değerlendirilmiyor.

İnanç turizmi, deniz turizmi, yayla, kış, kültür turizmi gibi her alanda imkân varken maalesef yeterli destek sağlanmadığından, tanıtım yapılmadığından Kastamonu turizm geliri elde edemiyor.

Yine ülkemizin her köşesinde olduğu gibi, maalesef Kastamonu’daki gençlerimiz de umutsuzluk içerisinde.

Gençler iş bulamıyor ve bu nedenle şehirlerinden göç ediyor.

Biz öncelikle yereli güçlendirmeyi hedefliyoruz. Şehirlerimizde yeni istihdam alanları oluşturarak, gençlerimizin bulundukları yerde gelir elde etmesini, gelişmesini ve ülkemizi kalkındırmasını hedefliyoruz.

Bu nedenle sanayi yatırımlarını arttırmak, organik tarım faaliyetlerini desteklemek, tarım liseleri açmak, turizm alanında teşvikler sağlamak, gelişen dijital dünyaya uygun internet altyapısı sağlamak Kastamonu’daki gençlerimize iş imkanı sağlayacaktır.

Kastamonu’nun derdi çok. Biliyoruz, dinliyoruz.

Kastamonu’nun demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Kastamonu’nun DEVA’ya ihtiyacı var.

Biz Kastamonu için hazırız.
Soruyorum tekrar şimdi: Kastamonu hazır mı?

***
Saygıdeğer arkadaşlar;

Deva partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Kastamonu‘nun DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

20 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Basın Açıklaması

 

BASIN AÇIKLAMASI

DEVA PARTİSİ GENEL BAŞKANI ALİ BABACAN’IN
20 KASIM 2020 TARİHLİ BASIN AÇIKLAMASININ TAM METNİ

Basın kuruluşlarımızın değerli temsilcileri,
Ekranları başında bizi izleyen değerli vatandaşlarımız,
Bugünkü basın toplantımız vesilesiyle aramızda olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla selamlıyor,
Güncel ekonomik ve finansal gelişmeleri değerlendirmek üzere düzenlediğimiz basın toplantısına hoş geldiniz diyorum.

Değerli konuklar,
Ülkemiz son yıllarda her alanda büyüyen sorunlarla karşı karşıya kalmıştır:

Özgürlüklerin alanı daraltılmıştır,
Hak ihlalleri çoğalmıştır,
Adalet ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden uzaklaşılmıştır, Demokrasinin işleyişi bozulmuştur,
Kurumlar itibarını yitirmiştir,
Kurumsal yönetim anlayışı yok edilmiştir,
Şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzaklaşılmıştır,
Ehliyet ve liyakat kaybolmuştur.

Tüm bunların sonucunda ülkemizde;

Ekonomik büyüme oranları düşmekte,
İşsizlik şimdiye kadar hiç görülmediği seviyelere yükselmekte,
Hayat pahalılığı can yakmakta,
Bütçe açığı katlanarak artmakta,
Hazinenin borcu hızla yükselmekte,
Merkez Bankası’nın rezervleri yüksek negatif seviyelere gerilemektedir.

Değerli konuklar,

Politika faizini geçtiğimiz Eylül ayında %8,25’ten 10,25’e çıkaran Merkez Bankası, dün politika faizini %4,75 daha artırarak %10,25’ten %15’e yükseltti. Yani iki ayda Merkez Bankası’nın politika faizi %6,75 oranında artmış oldu.

Şu anda Türkiye, dünyada en yüksek politika faizi uygulayan ülkelerden birisi oldu.

Merkez Bankası dünkü yazılı açıklamasında da şu ifadelere yer verdi: “Para politikası kurulu, enflasyon görünümüne dair risklerin bertaraf edilmesi, enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınması ve dezenflasyon sürecinin en kısa sürede yeniden tesisi için, net ve güçlü bir parasal sıkılaştırma yapılmasına karar vermiştir. Önümüzdeki dönemde parasal duruşun sıkılığı, enflasyonu etkileyen tüm unsurlar dikkate alınarak, enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar kararlılıkla sürdürülecektir.”

Tercüme edelim; parasal sıkılaştırma demek, faizi artırmak demektir. Merkez Bankası diyor ki; “faizi epeyce yükselttim, enflasyon düşene kadar da yüksek tutacağım” diyor. Yani yüksek faiz enflasyonu düşürecek diyor.

Daha birkaç gün öncesine kadar “faiz sebep, enflasyon neticedir” diyen ve dünkü kararla faizin %15’e yükseltilmesine onay veren sayın Cumhurbaşkanına sesleniyorum:

Sayın Erdoğan;

Siz 2015 Şubat’ında “vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur” diyerek o dönemin Merkez Bankası yönetimi için “vatana ihanet” iması yaptınız.

Siz 2017 Aralık’ında, “enflasyonu doğuran ana sebep faizdir” dediniz.

Siz 2018 Mart’ında “enflasyonun anası da babası da faizdir. Bunu bilmeyenler bilsin” dediniz.

Siz, 2018 Mayıs’ında “faiz ne kadar düşük olursa, enflasyon da o kadar düşük olur” dediniz.

Siz, 2018 Eylül’ünde Merkez Bankasının faiz artırım kararının ardından “şu an şahsen benim sabır safhamdır. Bu sabır bir yere kadar” dediniz. Bağımsız olması gereken kurumu ve başkanını adeta tehdit ettiniz.

Siz, 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce vatandaşlarımıza “siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle nasıl uğraşılır göreceksiniz” dediniz.

Şimdi siyasi sorumluluğunuz gereği şu soruları cevaplandırmalısınız:

• Eğer sizin teziniz doğruysa, faiz sebep, enflasyon netice ise, dünkü faiz artışının enflasyonu yükseltmesi beklenir. Oysa Merkez Bankası dünkü açıklamasında tam tersini söylüyor: “Ben faizi yükselttim ki enflasyon düşsün” diyor. Yıllardır savunduğunuz tezinizin yanlış olduğunu anlayıp,

Merkez Bankasına faiz artışı için izin verdiniz mi? Yoksa Merkez Bankası size rağmen mi bu kararı aldı?

  • Eğer bugün bu tezin çöktüğü kabul ediliyorsa -ki faiz artırımı bu anlama gelmektedir- niçin bugüne dek bu yanlışta ısrar ettiniz? Niçin gerekli adımları zamanında atmadınız? Niçin ülkenin bu hale düşmesini beklediniz? Eksi faizlerin olduğu bir dünyada, Türkiye niçin en yüksek faizi ödeyen ülkeler arasına girdi? Bakın dünyaya, Merkez Bankalarının en yüksek faiz ödediği ülkelerin listesine bakın. Türkiye ilk sırada. Niçin ülkemizin yatırım yapılabilir kredi notunu tam beş kademe aşağı düşürdünüz? Yatırım yapılabilir seviyedeydi; yılların emeğiyle biz o noktaya getirmiştik. Şu anda Türkiye’nin kredi notu eksi beşinci katta, bodrum katında. Niçin paramızı pul ettiniz? Bu milletin alın teriyle yıllardır biriktirdiği 130 milyar doların üzerindeki döviz rezervini iki yılda niçin ve ne uğruna heba ettiniz? Niçin döviz rezervimizi “eksi 39 milyar dolara” düşürdünüz? Bu ne demek? Merkez Bankası kendine ait dövizi satmış, satmış, satmış; bir de 39 milyar dolar içeri girmiş demek. Yani piyasaya elindeki dövizden 39 milyar dolar daha fazla döviz borcu var demek.

  • 2018 yılında partili cumhurbaşkanı olarak göreve başlayıp, en yakın akrabanızı ekonomi yönetiminin başına getirdiğiniz günden bu yana, hazinenin iç ve dış borç toplamı 970 milyar liradan 1 trilyon 860 milyar liraya çıktı. Niçin, ne uğruna hazinenin borcu iki yılda neredeyse ikiye katladı? Niçin ülkemizde her üç kişiden birisi işsiz ya da atıl? Niçin bu ülkenin gençleri, girişimcileri, yatırımcıları umudunu kaybedip ülkeden ayrılmak istiyor? Eğer kendinizi, sizi oylarıyla destekleyip bu göreve seçen millete karşı sorumlu hissediyorsanız, bu konuda bir açıklama yapmayı düşünüyor musunuz?

  • Beraberce faiz artışı yaptığınız bugünkü merkez bankası yönetiminden memnun olduğunuzu açıkladığınıza göre, daha evvel maliye bakanlığı yapmış kişilerden, merkez bankası başkanlığı yapmış olanlardan ve geçmiş ekonomi yönetimi bürokrasisinden helallik istemeyi düşünüyor musunuz?

    Bu soruları size soruyorum. Sizin senelerdir haksızca iftira attığınız, suçladığınız, hakkına girdiğiniz hatta miting meydanlarında yuhalattığınız arkadaşlarımızın hepsinin hakkını teslim etmeniz gerekmiyor mu?

    Eğer hak, hukuk, kul hakkı kavramları sizin için önemliyse, itham ettiğiniz, yuhalattığınız, rencide ettiğiniz tüm bu insanlardan helallik dilemelisiniz.

    Fakirleşmesine sebep olduğunuz milletimize de bir açıklama yapmak zorundasınız.

 

Adeta kibrit çakılıp yakılan 130 milyar dolarlık döviz rezervini, hazinenin 1 trilyon 860 milyar liraya çıkan, iki yılda ikiye katlayan borcunu, yaşanan tüm kayıpları, mağduriyetleri açıklamak zorundasınız.

Ülkemizin itibarının niçin kaybolduğunu izah etmelisiniz.

Ve son olarak, bir kez daha hatırlatıyoruz. Bakan olarak görevlendirdiğiniz akrabanızın ortadan kaybolmasıyla, milletimizin ödediği bu ağır bedelin sorumluluğu buharlaşmaz, ortadan kaybolmaz.

Partili bir cumhurbaşkanı olmayı, yani taraflı bir cumhurbaşkanı olmayı tercih eden sizsiniz. Bu sistemde yetki sizdedir, ama sorumluluk da sizdedir. Siyasi sorumluluğunuz gereği olarak vatandaşlarımıza bir açıklama borcunuz var. Bunu tekrar hatırlatmak isteriz.

Değerli basın mensupları,

Dün yapılan toplantıda Merkez Bankası’nın politika faizlerinde sadeleştirmeye gitmesi öngörülebilirlik açısından olumlu bir adımdır.

Bununla birlikte, DEVA Partisi olarak her zaman vurguladığımız gibi asıl önemli olan, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına saygı duyulacağının, Banka’nın kararlarına müdahale edilmeyeceğinin ve Banka’nın elindeki araçları hiçbir baskı altında kalmadan kullanabileceğinin ortaya konulmasıdır.

Bunun da söylemle değil, gerekli yasal ve kurumsal düzenlemeler ile güvence altına alınması gerekmektedir. Bugün Merkez Bankasına talimat verirsiniz, faizi yükseltir ama sürekli talimatla hareket eden bir Merkez Bankası bu ülkede de dünyada da güven ve itibar kazanamaz. Bu sağlanamadığı müddetçe, alınan kararların etkisi de sınırlı kalacaktır.

Bununla birlikte, para politikasının kredibilitesinin tesis edilebilmesi için Merkez Bankası’nın sadece faiz politikasıyla ilgili değil; kur politikası, rezerv birikimi ve kamu bankaları ile ilişkiler konularında da doğru adımları atması gerekmektedir.

Son dönemde BDDK ve diğer kurumlar tarafından uygulamaya konulan aktif rasyosu gibi yanlış ve müdahaleci adımların da süratle ve köklü bir biçimde düzeltilmesi gerekmektedir.

Unutmamak gerekir ki, Merkez Bankası’nın, BDDK’nın ve diğer kurumların atacağı adımlar, ancak bütüncül bir programın parçası olduklarında ve kurumsal bağımsızlığı sağlayacak kalıcı adımlarla desteklendiğinde, kendilerinden beklenen sonucu verirler.

Bu kararlar ekonomi yönetim anlayışında ve kurumsal çerçevede kalıcı bir değişiklik çerçevesinde değil de günü kurtarmaya yönelik olursa, beklenen sonuçları vermezler.

Şeffaflık, hesap verebilirlik, mali disiplin ve güvenin tesis edilmesi bakımından para politikasında atılan adımların, sıralayacağım alanlarda yapılacak değişiklik ve düzenlemelerle desteklenmesi büyük önem taşımaktadır:

1.190 civarında değişiklik yapılan kamu ihale kanunu orijinal çıkış amacına uygun hale getirilmelidir. Bu kapsamda, “pazarlık usulü ile ihale” ya da “doğrudan temin” gibi istisna olması gereken ihale usulleri genel alım usulü gibi kullanılmaktan çıkartılıp, tüm ihaleler açık ve fırsat eşitliğine dayalı hale getirilmelidir.

2.Tüm kurumlar Sayıştay denetimine açılmalıdır. Doğru, hesaptan kaçmaz.

3.Bütçe disiplinini sağlamak için mali kural uygulaması hayata geçirilmelidir.

4.Bir kara delik haline gelmiş olan Varlık Fonu kapatılmalıdır.

5.Bir başka kara delik olan bazı kamu özel işbirliği projeleriyle ilgili gerekli adımlar atılmalı, hatalar tekrar edilmemelidir.

6.Büyük kaynaklar tüketecek olan ve bir rant projesi haline gelen Kanal İstanbul gündemden çıkarılmalıdır.

7.Döviz ve altın cinsinden iç borçlanma durdurulmalıdır.

8.Merkez Bankası Başkanı’nın ancak kendi kanununda yer alan hükümlere göre görevden alınabileceğine dair yasal düzenleme yapılmalıdır. Merkez Bankası Başkanı’nın başında sürekli Demokles’in kılıcı gibi tehdit sallandırırsanız, “dediğimi yapmazsan yarın kapı dışarıya atarım sizi” derseniz, o Merkez Bankası bağımsız değildir.

9. Merkez Bankası, net döviz pozisyonunu şeffaf ve herkes tarafından izlenebilir bir şekilde yayınlamalıdır. Net rezervi hesap etmek için karmaşık yöntemlerin gerekmemelidir. Merkez Bankası bunu açık ve net koymalıdır ki bilmeyenler de öğrensin. Hele hele devletin en tepesindeki kişilerin ve kişinin bunu bilmeme ihtimali de başlı başına vahim bir tablodur.

10.Kamu bankalarını siyasi mülahazalarla kredi vermeye zorlamaktan vazgeçilmelidir.

11.Aktif rasyosu kaldırılmalıdır.

12.TÜİK tam bağımsız bir kurum haline getirilmeli, kurumsal kapasitesi güçlendirilmelidir. Halkımıza ve piyasalara doğru veriler açıklanmalıdır. Halkımızla makyajlı veriler değil, gerçek veriler paylaşılmalıdır.

13.Kural ve kurum bazlı ekonomi yönetimine geçişi sağlayacak ve ekonomi yönetiminin kurumsal kapasitesini güçlendirecek düzenlemeler süratle hayata geçirilmelidir.

Son olarak tekrar altını çizmek isteriz ki, Türkiye ekonomisinde yaşanan sorunlar teknik bir mesele olmaktan çıkmıştır.

Para ve maliye politikalarının iyileştirilmesi gereklidir. Ancak para ve maliye politikaları Türkiye’nin köklü ve yapısal sorunlarını tek başına çözmek için yeterli değildir.

Gelinen noktada Türkiye çoklu bir sistem krizi yaşamaktadır. Bu durum adeta bazı hastalarda görülen çoklu organ yetmezliğine benzemektedir.

Partili cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemindeki tıkanma, hukuk ve kamu yönetim sistemine, oradan da ekonomiye yansımaktadır. Bu sistem krizi ve kötü yönetim anlayışı giderilmeden teknik revizyonlarla bu sıkıntıları aşmak mümkün değildir.

DEVA Partisi olarak ekonomide yaşanan sorunların kalıcı bir biçimde çözülebilmesinin ancak topyekun bir değişim ile mümkün olabileceğine inanıyoruz. Bu kapsamda aşağıdaki adımların atılmasını çok önemli görüyoruz:

1.Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçilmelidir.

2.Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının tam olarak tesis edilmelidir.

3.İfade özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalıdır.

4.İnsan hakkı ihlalleri önlenmelidir.

5.Katılımcı ve çoğulcu demokrasi anlayışı hakim kılınmalıdır.

6.Kuralların, kurumsal yönetim anlayışının, ehliyet ve liyakatin hakim olduğu bir kamu yönetimi hayata geçirilmelidir.

7.Devlet müdahalesi yerini adil rekabete; kayırmacılık yerini fırsat eşitliğine; ranta dayalı büyüme yerini verimliliğe dayalı büyümeye; bırakmalıdır.

8.Parti programımızda da yer alan “güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme” stratejisi uygulamaya konulmalıdır.

9.Basiretli para, kur, maliye, borçlanma ve finans politikaları kurumsal ve kalıcı hale getirilerek makro ekonomik ve finansal istikrar sürdürülebilir kılınmalıdır.

Değerli konuklar,
Değerli basın mensupları,

DEVA Partisi olarak hem yanlışlara işaret ediyor, hem de doğruları öneriler halinde sunuyoruz.

Biz çözümlerimizi, önerilerimizi ısrarla dile getireceğiz. Sayın Erdoğan, geçenlerde “bize ders vermeye kalkmayın” dedi, beni de özellikle hedef alarak. Bize ders veremezsiniz diye kulaklarını kapatsa da, biz ülkemiz için doğru politikaları oluşturup dillendirmeye ısrarla devam edeceğiz.

Bu bizim toplumsal ve ahlaki sorumluluğumuzun gereğidir. Bizi dinlemediklerinde ülkenin ne hale düştüğünü, nasıl perişan olduğunu da hep beraber görüyoruz. Bu ülke hepimizindir.

Ders almayanların ülkeyi ileride de ne hale düşürebileceklerini de güçlü bir uyarıyla ifade etmek istiyorum.

Burada hem ekonomiyle ilgili hem de genel anlamda tavsiyelerimizi, önerilerimizi ya da kendi ifadesiyle derslerimizi anlatıyoruz. Bunlara uyun, bunları yapın. Aksi halde bugünleri mumla ararız.

Zamanında küçük adımlarla, az miktarda suyla söndürülebilecek yangının büyümesiyle ve o yangını söndürmek için büyük bir faiz artışının gerekmesiyle karşı karşıya kaldık. Geride büyük hasar var. Büyük yangının arkasında büyük hasar kalmış durumda.

Yangın büyük. Belki söndürmeye çalışıyorsunuz ama geride bir enkaz var. Tedbir almazsanız, yangın tekrar çıkacaktır. Biz uyarılarımızı ve tavsiyelerimizi, bu ülkede yeniden yangınlar çıkmasın, insanlar yeniden yoksulluğa mahkum olmasın, mevcut kriz daha da derinleşmesin diye açıkça ve samimiyetle söylüyoruz. Daha önceki uyarılarımıza dikkat etmediğinizde ülkeyi ne hale düşürdüğünüzü herhalde artık açık bir şekilde görüyorsunuz.

Sözlerime burada son verirken, sorularınız varsa cevaplamak isterim. Çok teşekkür ediyorum.

17 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Ağrı İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın 1. Olağan Ağrı İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Ağrı İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Ağrılı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Van teşkilatımızın Birinci Olağan Ol Kongresine hoş geldiniz diyorum.

...

Hazreti Nuh’un insanlığı yaydığı kadim topraklardan,

Tarihiyle, heybetiyle dillere destan Ağrı Dağı’nın gölgesinden,

Dengbejlerin diyarından,

Ahmed-i Hani’nin ayak izleriyle örtülü topraklardan sizlere seslenmekten dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

Sizlerin huzurunda Diyadinli, Bazidli, Eleşkirtli, Hamurlu, Patnoslu, Taşlıçaylı, Tutaklı hemşehrilerimizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

...

Değerli arkadaşlarım,
Biz 9 Mart’ta ülkemizin tüm renklerinden kadrolarımızla partimizi kurduk. Eşitlik için, özgürlük için, adalet için, refah için yolculuğumuza başladık.

Usta yazarımız rahmetli Yaşar Kemal, “Ağrıdağı Efsanesi” kitabında ne güzel söylemişti:

“Biz hep böyle, her şeyde birlik olsak, kimse bize diş geçiremez. Bize dağlar, şahlar dayanmaz. Hiç kimse... Yeter ki böyle birlik olalım.”

İşte DEVA Partisi bu birlik için yola çıktı.

Bu birlikteliğe dağlar da şahlar da dayanamayacak arkadaşlar.

***

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomi yönetimindeki becerisizlikler, maalesef ülkemize büyük bedeller ödetti ve hâlâ ödetiyor.

Ülkemizi varlık içinde yokluk çeken bir ülke durumuna maalesef düşürdüler. Halkımızı yoksullaştırdılar, ekmeğe muhtaç hale getirdiler. İl il dolaşıyoruz, çarşı-pazar geziyoruz. En sık duyduğumuz ifadelerden birisi şu:

“Eve ekmek götüremiyoruz.”

A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Kur arttı, kurdaki artış her şeye zam demek. Hayat pahalanıyor. İşlerini kaybeden vatandaşlarımız, işsiz gençlerimiz var. Gelir sıfır.

Devlet biliyorsunuz enflasyon açıklıyor. Yüzde 11, 12 diyor. Esnafa soruyoruz: Alıp sattığın mal ne kadar zamlandı? Yüzde 30, 40, 50 diyen var.

Şu andaki hükûmet ne yapıyor? Memura, emekliye, işçiye zam verirken, sosyal yardımları arttırırken kendi açıkladığı düşük enflasyon oranında, yüzde 11-12 oranında zam veriyor. Ülkemizdeki yoksullaşmanın en önemli kaynaklarından birisi bu.

Enflasyonda doğruyu söylemeyip, düşük maaş artışı yapıp, adeta vatandaşımızın kesesinden yavaş yavaş kayba sebep oluyorlar.

Yoksulluk ülkemizin her yerinde artıyor.

İktidardaki partinin gençlik kolları, Sakarya’da esnafa siftah parası diye 1 Lira dağıtmaya başlamış. Siftah yapamıyor ya esnaf. O 1’er lirayı dağıtınca siftah yapacak. Kafaya bak.

Esnafı siftah yapamaz hale getirdikleri için şimdi 1 Lira bırakıyorlar kapılarına. halkımızı aç bıraktıkları yetmedi, bir de dilenci muamelesi yapıyorlar.

Bu bizim esnafımız. Sizin yüzünüzden işler bozuldu, esnaf siftah yapamıyor. “Ekonomimiz uçuyor” diyenlerin bizzat kendileri, ekonomiyi dibe çaktılar.

Edirne’den Ağrı’ya, Çorum’dan Diyarbakır’a, Sakarya’dan Van’a her gittiğimiz yerde insanlar bize aynı şeyi söylüyor:

“Gelin, kurtarın bizi” diyorlar.
Türkiye’nin her yerinde karşılaşıyoruz bu ifadeyle.
“Bu çaresizlikten, bu yoksulluktan, bu beceriksizlerden bizi kurtarın” diyorlar. Aziz milletimiz müsterih olsun;
Bu kötü yönetim asla kaderimiz değil.

DEVA kadroları hazır, umudun kadroları hazır.
Bu kötü yönetimi sona erdirmek için damla damla sel oluyoruz, tüm Türkiye’de büyüyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz hafta yaşanan Merkez Başkanı Başkanı ve Bakan değişiklikleriyle, kendileri iflas ettiklerini açıkladılar. Beceremediklerini kabul ettiler. Kötü yönettiklerini kabul ettiler.

Biz söylüyorduk zaten.

“Siz başaramazsınız, çünkü bu işi bilmiyorsunuz” dedik. “Tüm yetkiyi tek elde topladınız. Hukuku, Anayasayı ayaklar altına aldınız. Sorunlarımızı siz çözemezsiniz” dedik.

Merkez Bankası Başkanı’nı görevden aldılar. Her dediklerini yapmaktan başka bir iş yapmayan bir bürokrata bütün sorumluluğu yıkmak istediler.

Baktılar, olmuyor. Biz hemen söyledik çünkü bunu. “Kaçamazsınız” dedik.

“Ülkeyi batırıp, dediğiniz talimatı aynen yerine getiren bir bürokratı işten ayırarak, sorumluluğu ona yıkarak kaçamazsınız” dedik.

Kaçamadılar.

Ardından da işin başındaki yakın akraba, sosyal medyadan bir istifa mektubu bırakıp ortadan kayboldu. O gün bugündür de ortada yok.

Düşünün ki devletin hazinesinin, maliyesinin başında iki yılı aşkın süredir görevli olan, millete karşı sorumlu olan kişi ortadan kaybolmuş durumda.

Ekonomiyi hep beraber batırdılar, şimdi içlerinden bir kişiyi ortadan kaybedip, görünmez kılıp yollarına devam etmeye çalışıyorlar.

Hazineyi borçlandırdılar, halkımızın satın alma gücünü düşürdüler, insanları yoksulluğa mahkum ettiler.

Bir iki rakam söylemek istiyorum. Çok uzaklara gitmeye gerek yok.

Yıl 2018’in Haziran ayı. Partili Cumhurbaşkanı göreve geldi. Aynı gün yakın akraba da ekonominin başına getirildi.

O gün Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin iç ve dış borçlarının toplamı 970 Milyar Lira.

Geldiğimiz şu noktada rakam kaça çıktı?

Tam 1 Trilyon 860 Milyara çıktı.

İkiye katladı ya, ikiye katladı.

Bu kötü yönetimin, Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin, akraba kayırmacılığının bir millete maliyeti ancak bu kadar olabilir.

Yazıktır, günahtır.
Tüyü bitmemiş yetimlerin sırtına o borçlar yüklendi. Ne uğruna? Şimdi de bütün bunların sorumluluğundan kaçmaya çalışıyorlar.

Üstelik, daha da ileri giderek, çok değişik bir ifade kullanıldı geçtiğimiz hafta. Cumhurbaşkanı, parti genel başkanı şapkasıyla yapıyor bu konuşmayı, diyor ki: Ülkenin kaderiyle kendi partilerinin kaderi aynı.

Ne demek istiyor diye şöyle bir düşünelim. Bu ifadeyi dikkatle değerlendirmek lazım.

Şöyle anlayabiliriz: “Biz batarsak ülke de batar ha” diye adeta insanımızı korkutuyorlar. Vatandaşa korku salmaya çalışıyorlar: “Bizi destekleyin, yoksa ülke batar”.

Biraz daha analiz ettiğimizde, sadece korkutma değil, altında tehdit de olduğunu görüyoruz. Bu tehdit ne?

“Biz batacaksak ülke de batsın”. Arkasında da böyle bir tehdit var. Gözleri arkada kalmasın. Hiç merak etmesinler.

Bu milletin çalışkan ve fedakar evlatları, DEVA Partisi’nin genç kadroları, ehliyet ve liyakat sahibi kadrolar bu ülkeyi en layık olduğu şekliyle yönetirler.

Hiç korkmasınlar.

Türkiye’de hukukun üstünlüğünü tesis edecek kadroların DEVA Partisi kadroları olduğunu tüm Türkiye biliyor. Onlar da biliyor.

Türkiye’de toplumsal barışı sağlayacak kadroların DEVA Partisi kadroları olduğunu tüm Türkiye biliyor. Onlar da biliyor.

Türkiye’nin ekonomisini düzeltecek kadroların, DEVA Partisi kadroları olduğunu tüm Türkiye görüyor. Onlar da görüyor.

***

Değerli arkadaşlar;

Memlekette işsizlik almış başını gidiyor. Dün Van’daydık, bugün Ağrı’dayız.

Gençlerimiz ne yapacaklarını şaşırmış durumda. Okul bittiği anda ailenin içine ateş düşüyor: “Ben oğluma, kızıma nerede, nasıl iş bulacağım?”

Bu sadece bir ekonomik sorun değil, aynı zamanda bir sosyal bunalım. Ağrılı kardeşlerim de işsizlikten yakınıyor, haklı olarak.

Biliyorsunuz, 2008-2009 küresel krizi zamanında, sorumluluk alanımız Dışişleri idi. Ben Dışişleri Bakanı idim. O iki yıllık dönemde Türkiye’de işsizlik yüzde 9-10 civarından yüzde 14’e çıktı. Ben Dışişleri’ne bakarken, iki yılda.

Sonra dediler ki, “ekonomi kötü, gel tekrar sen ilgilen”.

Oturduk, ekibimizi toparladık, iki sene boyunca kimseyi karıştırmadık yaptığımız işe. Kriz sonrasında, üç yılda işsizliği 3 yılda 5 puan gerilettik. Tekrar 9 puana indi.

Bu kolay bir iş değildir arkadaşlar.

Hem iş bulmaya çalışan mevcut işsizler var, hem de iş aramaya başlayan yeni mezun gençler var.

İşte biz yaptık, işsizliği gerilettik. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Şu andakiler iyi laf üretiyorlar, o konuda uzmanlaşmışlar. Ama iş yok.
Buraya gelirken yeni ve büyük bir yapı gördüm. Belli ki çok para harcanmış. Üzerinde kocaman “Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi”, “İletişim Başkanlığı”.

Ağrı’nın bu kadar işsiz genci varken, Ağrı’nın yatırıma ihtiyacı varken hâlâ kafaları propagandada. Propaganda makinesini çalıştırmak için buraya Cumhurbaşkanlığı İletişim bilmem nesi.

Bu yapılacak iş mi? Bu bize neyi gösteriyor? Laf üretme, laf üretme, laf üretme. Algı yönetme.

Beceremeyince; sırf laf, algı, korkutma, tehdit...

Sağlam bir temel üzerinde, doğru kadrolarla hareket ederseniz, çözülemeyen hiçbir sorun kalmaz.

Bakın, Ağrı’nın doğru dürüst sanayi yatırımı yok. bir büyük yatırım olarak şeker fabrikası var. Onun da kapasitesi düşürüldü. Üretim çok düşük rakamlarda seyrediyor.

Tekstil adı altında yapılan yatırımlar çok yetersiz.

Ağrı’yı boşladılar. Hiç dönüp yüzüne bakmıyorlar Ağrı’nın.

Ağrı’ya yatırım yapılması gerekiyor.

Halkımızı yoksulluğa mahkum eden politikalardan en çok acı çeken illerimizden birisi Ağrı.

Kişi başına düşen milli gelir sıralamasında Ağrı sonlardaki şehirlerimizden birisi.

Biz onlara ekonomi yönetimini bırakırken, kasayı dolu teslim ettik. Merkez Bankasının rezervlerini 26 Milyar Dolardan 136 Milyar Dolara çıkarttık.

Bunlar gerçek rezervler; döviz, altın...

Şimdi ise kasa boş. Borca da batmış durumdalar. Daha hala vaatler söylüyorlar.

On gündür bakın;

“Artık her şeye yeniden başlayacağız”. “Artık hukuk diyeceğiz”.

İnsan hakları önemliymiş ha! Yeni mi hatırlıyorsunuz?

Hukukun önemini, insan haklarının önemini yeni mi hatırlıyorsunuz?

Yerli-milli derken, yabancı düşmanlığı yaparken şimdi “uluslararası yatırımcılar için ülkemizin cazip hale gelmesi gerekiyor” diyorlar.

Yeni mi aklınız başınıza geldi?

Bağırıp, çağırırken kolay. Bütün dünyayı kendinize düşman ederken kolay. Şimdi, bağırıp çağırdıkları, neredeyse hakarete varan ifadeler kullandıkları ülkelerin iş adamlarına “gelin bize yatırım yapın” diyorlar.

Sonucunu göreceğiz.
Kimse kusura bakmasın; bu millet aptal değil.

Ağrı’yı yoksulluğa terk ettiniz, bunca destek aldığınız Ağrı’nın dönüp yüzüne bakmıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar,
Yoksulluk bu ülkenin kaderi değil.

"Açız, ekmek parası götüremiyoruz” diyene, "keyif çayı iç” diyorsunuz. Olacak şey mi?

Toplumdan ne kadar koptuklarını bu ifade bize göstermiyor mu?

Biz çok şükür, hangi ile gitsek, Türkiye’nin batısına, doğusuna, kuzeyine, güneyine, neresine gitsek caddelerde sokaklarda rahat rahat yürüyoruz. Vatandaşımızın sıcak ilgisi, gülümsemesiyle yürüyoruz.

Mizansen değil, tiyatro değil.

Rahmetli Cem Karaca’nın tabiriyle; “Açlıktan verem olana bal ye’ diyorlar.

Sosyal yardımlarla övünüyorlar. Bu milleti önce yoksullaştırıp sosyal yardımlara muhtaç eden politikaları biz kabul etmiyoruz.

O yardımların hepsi sizlerin vergileriniz sevgili dostlar!
Herkes evinde elektrik yakıyor. Faturaya bakın, içinde vergi var. TRT payı var.

Hangi partiye oy verdiğiniz önemli değil, elektrik yakıyorsanız TRT’ye para ödüyorsunuz. O TRT tek bir partinin propaganda aracına geldi.

Her partiye oy veren TRT’ye para veriyor, ama o TRT sabah akşam sadece tek bir partinin propagandasını yapıyor.

Sizin vergilerinizle sosyal yardım yapılıyor. Paketlerin üzerine yapıştırdıkları parti logosu bile sizin vergilerinizle yapıştırılıyor!

Hem yönetemiyorlar, hem de halkımızın onuruyla oynuyorlar. Halkımızın onuruyla oynamayın.

Önce yoksulluğa mahkum edip, sonra da geçinmeye yetmeyecek miktarları lütuf gibi dağıtıyorlar.

Sosyal yardımlar bile objektif kriterlere göre değil, siyasi tercihlere göre dağıtılabiliyor.

Arkadaşlar; sosyal yardımlar; partilerin veya birilerinin kendi reklamlarını yapacakları bir mecra değildir. Reklamın mecrası belli. Bizim kültürümüzde sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmaz.

Sosyal yardımlar, sosyal devlet olmanın bir zorunluluğudur. Anayasanın bir ilkesidir. Alınan vergilerin hepsinin gerçek sahiplerine paylaştırılmasıdır.

Ama arkadaşlar, üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile daha iyisini görmemiz mümkün değil.

Kendileri giderse, bu sosyal yardımlar ortadan kalkacakmış, artık verilmeyecekmiş gibi hava oluşturmaya çalışıyorlar. O parti logolarıyla...

Öyle bir şey yok. Kimse bundan korkmasın. Sosyal yardımım, sosyal desteğim kesilecek diye hiç kimse korkmasın. Biz bunun kefiliyiz, teminatıyız. Hiç kimse endişe etmesin.

Hele bir gitsinler, bakın ülke nasıl zenginleşiyor; hele bir gitsinler, bakın geliri olmayanlara nasıl adil ve insan onuruna yaraşır destekler sağlanıyor; hele bir gitsinler, bakın vatandaşlarımızın sosyal yardımlara olan ihtiyacı nasıl azalıyor.

Hepsini görecekler.

Biz DEVA Partisi olarak onların zihniyetinin tam tersine, sosyal yardımları hak temelli bir sisteme oturtacağız.

Bu yardımlar devletin, iktidar partisinin lütfu değil, vatandaşımızın zaten hakkıdır.

Zora düşen vatandaşımız devletine güvenecek, çocuğunun aç kalmasından korkmayacak.

Bu tablo şu andaki hükûmetin işine geliyor olabilir. “Bizim desteğimizle, kolilerimizle geçinen vatandaş sayısı çok olursa, onlardan garantili oy alırız, iktidarı sürdürürüz” gibi bir hesapları bile olabilir.

Ama biz, sosyal yardımları “siyasi rant” alanı olarak görmüyoruz, görmeyeceğiz. Sosyal yardımları sadece talebe bağlı da vermeyeceğiz. İhtiyacı olanı, devletin tespit edip destek vermesini sağlayacağız. Aile aile...

En önemlisi de, insan onuruna yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.

Sosyal yardımları objektif kriterlere göre ve hak temelli yapacağız.

Devletin parasını israf etmeyeceğiz, halkımızın hak ettiği refah seviyesine ulaşması için kullanacağız.

Biz halkımızı sadece sosyal yardımlarla yönetme gayesinde olanlardan değiliz.

Biz, oluşturacağımız yeni sosyal yardım ve hizmetler sistemiyle ülkemizi güçlü ve bütüncül bir yapıya kavuşturacağız.

Bu yeni sistemle birlikte; sosyal yardım, sosyal hizmet, sosyal sigorta ve istihdam hizmetlerinde entegrasyonu sağlayacağız.

Böylece bireyi ve aileyi yoksulluk sarmalından kurtaracağız. Yoksulluğu bu ülkenin kaderiymiş gibi gösterenlere inat halkımızı zenginleştireceğiz.

Zenginleştirmeden anladıkları üç-beş tane zengin türetmek. Bizim anlayışımız bu değil.

Yardımlarla insanları kendimize itaat ettirelim, oy toplayalım, sonra da yazlık- kışlık saraylar inşa edelim diyenlerin yönetimine son vereceğiz!

***
Değerli arkadaşlarım,

İçinden geçtiğimiz şu pandemi döneminde Ağrı’nın en önemli sorunlarının başında sağlığın geldiğini biliyoruz.

Ağrı Devlet Hastanesi’nin neredeyse sadece bir tabelası var.

Tıp Fakültesi açıldı ama öğrenci Ağrı’da değil. Taşımalı üniversite eğitimi olur mu? Hele de tıp fakültesi... Her ile üniversite projesi bazı illerimizde fiyaskoyla sonuçlandı. Ağrı’ya tıp fakültesi açılıyor ama öğrenci Ağrı’da değil.

Keza hastalar ameliyat için Erzurum’a sevk ediliyor. Yollarda hayatını kaybeden hastalarımız oluyor. Bu da yine çok ciddi bir sorundur.

Taşımalı eğitimi anladık da, taşımalı hasta diye bir sistem olabilir mi? Bu Ağrı’ya reva değil.

Değerli dostlarım,

Ağrı’nın eğitim sorununu biliyoruz.

Maalesef Ağrı eğitimde de çok geride bırakıldı.

Eğitimde fırsat eşitliği yok, derslik sayıları yetersiz. Çocuklarımız 60 kişilik sınıflarda ders işliyor.

Öğretmen eksikliği ile ilgili sorunumuz var.

DEVA Partisi, nitelikli, kaliteli, çağımızın seviyesine uygun eğitimi ülkemizin en ücra köşesine kadar götürecek.

Türkiye’nin doğusu ile batısı, şehirleri ile köyleri arasındaki eğitim farkını azaltmak için çalışacağız.

Sadece parası olanın değil, herkesin iyi eğitim alması için çalışacağız. Çünkü bizim bir eğitim vizyonumuz var.

Eğitimin de DEVA’sı biz olacağız.

Eğitimi üç yaşında başlatacağız. Çocuklarımızın erken yaşlarda, doğuştan sahip oldukları özellikleri dikkate alan bir eğitim sistemi kuracağız.

Dil eğitimini anasınıfından itibaren çocuklarımıza sunacağız. Bu ilkokulda da yoğun şekilde devam edecek.

Biz çocuklarımıza ezberlemeyi, ezberleri tekrar etmeyi değil, sorgulamayı öğreteceğiz. Soru soran gençlerden korkmayacağız!

Biliyoruz ki, soru sormak öğrenmenin en etkili yoludur. Sorgulamak, demokratik bir ülkede gençlerimizin sahip olması gereken en önemli özelliklerden birisidir.

Çağdaş dünyanın temelinde eleştirel düşünce yatar. Gelişmiş toplumlar, eleştiriyi bastıran değil, eleştiriyi teşvik eden toplumlardır.

Biz, eleştirel düşüncenin önünü açacağız. Çocuklarımıza, gençlerimize merak etmekten, eleştirmekten korkmamayı öğreteceğiz.

Çocuklarımızın analitik düşünmelerini geliştireceğiz.

Değerli arkadaşlar, Eleştiri dedik.

Şu andaki hükûmetin eleştiriye tahammülü neredeyse sıfırlanmış durumda.

Şu birkaç gündür gündemde olan son derece garip bir mesele var.

Nasıl bir kavram uydurdular şimdi?

Kanal İstanbul için devlet projesi diye bir kavram uydurdular. Hiç kimse bunu eleştiremezmiş. Böyle bir şey yok arkadaşlar.

Ülkenin bu yokluğunda, bu kıtlığında, ekonominin bu kadar dipte olduğu bir dönemde Kanal İstanbul gibi bir projeye milyarlarca dolar para harcamaya hazırlanıyorsunuz.

Tarım alanlarınızın suya ihtiyaç duyduğu, depreme karşı şehirlerimizin hazırlanması gereken bir dönemde Kanal İstanbul diye bir projeye kafayı taktınız. Niye?

Çünkü orada rant var.

Neymiş “devlet projesi” imiş. O projenin yapılacağı ilin belediye başkanı o projeyi eleştiremezmiş! Böyle bir şey var mı ya?

Tabii ki eleştireceğiz, tabii ki yanlışlarını yüzlerine vuracağız. Bu ülke, tek bir parti ve tek bir kişiden ibaret değil.
Türkiye 1’den büyüktür!
Türkiye tek bir kişiden büyüktür arkadaşlar.

Devlet, bu millet için vardır.

Bu millet size devleti yönetme yetkisini sınırlı bir süreyle emanet etti. Kimsenin tapulu malı değil.

Oturup bunu tartışacaksınız. Tarafsız ve bağımsız kuruluşlarla bu projenin etki analizlerini iyi yapacaksınız.

Devlet ile bir partiyi aynı hamura koyuyorlar. Bu devlet, tek bir partinin devleti olamaz, olmayacak. İzin vermeyeceğiz.

Bu devlet hepimizin, bu milletin.
İş üretemeyince sürekli laf üretiyorlar.

Bazı bölgelerde seçilmiş belediye başkanlarını tek bir bakanlık imzasıyla pat görevden alıp, yerine kayyum atıyorlar.

İstanbul’da bu iş zor. Zaten kaybettiler. Daha küçük illerde faturasını vatandaşa kesiyorlar. Kayyum atayıveriyorlar. Sen ne oy verirsen ver, ben bildiğimi yapacağım, diyorlar.

Büyük illerde kolay değil.

Kimse milyonlarca insanın oyuyla seçilmiş kişilerin eleştirilerine karşı yeni şeyler icat etmesin. Devlet projesiymiş, şuymuş buymuş... Böyle bir şey yok. Böyle bir şey olmaz.

Eleştireceğiz, sonuna kadar eleştireceğiz. Gençlerimize diyoruz ki, eleştirin. Türkiye’ye diyoruz ki, Korkma Türkiye! Değerli arkadaşlar,

Eğitime geri dönelim.

Sadece öğretime odaklanmayacağız; çocuklarımızın, gençlerimizin sosyal, duygusal ve psikolojik gelişimlerini de eşzamanlı sağlamak için çalışacağız. Seçmeli ders çeşitliliğini artıracağız.

Herkese özel, adeta terzinin kişiye özel diktiği elbise gibi, kişiselleştirilmiş ve esnek bir müfredat anlayışı getireceğiz. Çocuklarımızın, gençlerimizin hayallerini kalıplara sokmayacağız.

Ezberlerle, sınav kaygılarıyla gençlerimizi korkuya boğmayacağız.

Eğitim, bu ülkenin gençlerinin yarınları inşa etmesinin aracıdır. Eğitim gençlerimizin hak ettiği yaşama ulaşmasının aracıdır. Biz her bir gencimize, nitelikli, kaliteli eğitim sunabilmek için çalışacağız.

Tarım ve hayvancılıkta da Ağrı’ya destek olunmuyor.

Üretim desteklenmiyor, ürün çeşitliliği az, pazara erişim güç...

Çiftçimizin üzerindeki maliyetlerle tüm bu sorunları aşabilmesi mümkün değil.

Biz DEVA partisi olarak, çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.

Tarım meslek liseleri açacağız. Bu liselerden mezun olan gençlere destekler sunacağız. Böylece mesleğin gençleştirilmesini, gençlerimizin tarımla zenginleşmesini, ülkemizin kaliteli tarım ürünlerine ulaşmasını sağlayacağız. Bu sayede gençlerimize yeni istihdam alanları oluşmasının da önü açılacak.

Hayvancılıkta da yine merkezi yönetim Ağrı’ya destek olmuyor. İmkan olmasına rağmen üretim yetersiz kalıyor.

Hayvancılık Ağrı’nın en önemli gelir kapısı olmasına rağmen, yanlış politikalar ve plansızlık verimsizliğe yol açıyor.

Bütün bu sorunlar et fiyatına yansıyor, çiftçimizin ve besicimizin büyüyememesine neden oluyor.

Ama bunlar Ağrı’nın kaderi değil arkadaşlarım.

Bu kıymetli potansiyelden yararlanabilmek için tarıma ve hayvancılığa dayalı organize sanayi bölgeleri kurulmalı ve özellikle organik tarım desteklenmelidir.

Yem üretimi için etüt çalışmaları yapılmalıdır.

Ağrı, yeterince turizm gelirine de sahip değil.
Her yıl tüm dünyadan on binlerce insanın görmesi gereken bir Ağrı Dağı var.

Oysa hem Ağrı Dağı’nın, hem de İshakpaşa Sarayı, Ahmedi Hâni Türbesi, Bayazıt Camii gibi harikulade eserlerin, kalelerin turizm gelirine dönmesi gerekir.

Yılın yarısını kış mevsimi olarak yaşayan Ağrımızda kış turizminin güçlendirilmesi gerekiyor.

Ağrı’nın sorunları çok. Bugünkü iktidar Ağrı’dan kendisine verilen desteğin kıymetini bilmiyor.

Ama değerli yol arkadaşlarım, biz Ağrı’mızın kalkınması için gereken her türlü desteği sağlayacağız.

Biz Ağrı’nın sorunlarını biliyoruz.

Ağrı’nın demokrasiye ihtiyacı var. Ağrı’nın atılıma ihtiyacı var. biz ağrı için, tüm türkiye için hazırız.

Soruyorum şimdi; Ağrı hazır mı? ...

Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla,

Eşitlik için, adalet için özgürlük için yola çıktı. Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Ağrı’nın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

16 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Van İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın 1. Olağan Van İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Van İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Vanlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Van teşkilatımızın Birinci Olağan Ol Kongresine hoş geldiniz diyorum.

...

Van; deniziyle, tarihiyle, bereketiyle, dünyanın hâlâ yaşanılan en eski şehirlerinden birisi.

Kedisiyle, ters lalesiyle, kaleleriyle, flamingolarıyla, Vanadokyasıyla, otlu peyniriyle, kümbetleriyle, medreseleriyle, Ahtamar’ıyla, daha sayamadığım nice önemli değerleriyle, ünlü Van’dan sesleniyorum size.

***
Değerli dostlarım,

DEVA Partisi Türkiye’nin tüm çeşitliliğini yansıtan kadrolarıyla birlikte 9 Mart’ta yola koyuldu.

Daha adil, daha özgür, daha eşit bir Türkiye için hep beraber yola koyulduk. Bu yolculuğu tamamına erdirmek için çok çalışmamız gerektiğini biliyoruz.

Biz, her gün büyüyen ailemizle, sizlerle birlikte çok çalışıyoruz, daha da çok çalışacağız.

Çünkü bu ülke, bir an önce bu kötü yönetimden kurtulmalı. İşini bilen, liyakat sahibi, ehil insanlarla hak ettiği seviyeye ulaşmalı.

Biz bunun için hazırız, DEVA Partisi bunun için hazır.

***
Değerli arkadaşlar,

Bizler, bir kişiye yapılan zulmü tüm insanlığa yapılmış bir zulüm olarak gören anlayışın sahipleriyiz.

Ancak bugünkü iktidar, işkenceye sıfır tolerans ilkesiyle çıktığı yolda, işkenceciye sıfır ceza noktasına vardı.

Bu da yetmezmiş gibi, yapılan işkencelerin alenen teşhiri ve adeta devlet tarafından sahiplenilmesi söz konusu olabiliyor.

Arkadaşlar,

Bakın, polis karakolunda çekilen işkence fotoğraflarının ayan beyan servis edildiği bir ülke olduk.

Biz soruşturma yapılsın, kötü muamele cezasız bırakılmasın derken bir de fotoğraflarıyla adeta gurur duyarcasına paylaşılıyor.

Ne can sağlığı kaldı, ne yaşam hakkına saygı.
İşkence, adeta bir ceza politikası haline dönüştü. İnsan onurunu çiğneniyor.

Kamu gücünü kullanan hiç kimsenin vatandaşa kötü muamele yapma hakkı yoktur! hele hele işkence yapmak gibi bir hakkı hiç yoktur arkadaşlar, olamaz!

Son yıllarda Van’dan gelen işkence görüntüleri hepimizi derinden yaraladı.

Biliyorsunuz; üç sene önce mantar toplayan köylüler gözaltına alındı, köylülere işkence yapıldı.

İktidar medyası “Vanlı teröristler yakalandı” dedi ve işkence görüntülerini yayınladı.

Bu nasıl bir zihniyettir ya?

Masum insanları soydular, dövdüler, köylümüzün gururunu kırdılar. sonra da kan revan içinde fotoğraflarını çekip tüm Türkiye'ye gösterdiler.

Ama gerçek ortaya çıktı: İşkence yaptıkları insanlar, mantar toplamaya giden köylülermiş.

Peki özür dileyen oldu mu? Bu hatayı yapanlardan hesap soran oldu mu?

Olmadı.

Peki ne oldu? Ne yaptılar?

Açın bakın ilgili kurumun internet sitesine. Açıklama hâlâ duruyor.

Açıklamada “Gevaş ilçemizde iftar vakti gerçekleştirilen roketatarlı saldırının failleri yakalanmıştır” yazıyor. Hâlâ duruyor bu açıklama.

Ne roketatarı, ne saldırısı. Adamlar mantar topluyordu yahu sadece!

Bu gariban insanlara işkence yapanlara göstermelik bir dava açtılar. Birinci derece mahkemesi, yargılanan sanık hakkında beraat kararı verdi.

Yani arkadaşlar, bu ülkede bir mahkeme, “işkence suç değildir” demiş oldu!

Adeta “biz size terörist deyip iftira da atarız, öldüresiye de döveriz. Kimse de bizden hesap soramaz” dediler.

Yazıklar olsun.

Bu kararı veren hakimler kimden güç alıyorlar?

Peki o işkenceyi yapanlar kimden güç alıyorlar?

Nasıl oluyor da bu kadar rahatça halkımızın onuruyla, gururuyla, haysiyetiyle oynuyorlar?

Bu muameleyi yapanlar, evlerine gittiklerinde çocuklarına hangi yüzle bakabiliyorlar?

İşkence yaptıklarında başlarına bir şeyin gelmeyeceğini biliyorlar da ondan yapıyorlar.

Arkadaşlar, bu iktidar 28 Şubat zulmünün mağdurlarının desteğiyle iş başına geldi. Zulme uğrayanların zulme karşı isyanıyla iktidara geldiler.

Ama 18 yıl sonra gitti-geldi 90’lı yılların ceberut devletinin ruhuna büründü. Hakla, adaletle yolları tamamen ayrıldı.
Siz gariban köylüden ne istiyorsunuz?
Ekmek parasını çıkarmaya çalışan köylüden ne istiyorsunuz?

Masum insanların ahını alıyorsunuz. Mazlumların ahını almak kötüdür. Bunun hesabı olacaktır. Bunun hesabını nasıl vereceksiniz?

Türkiye insan haklarının sistematik olarak ihlal edildiği bir ülke haline geldi. Vatandaşın canı, sağlığı, yaşamı onuru neyi varsa devlet elinde oyuncak oldu.

Değerli arkadaşlarım,
Çok yakın bir zamanda, yine Van’da yine ağır bir işkence utancı yaşandı. Biliyorsunuz, helikopterle gözaltına alınıp, işkence uygulanan iki vatandaşımızdan bahsediyorum.

Partimizin yetkili kurulları, iddiaları yakından takip etti.

Sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan iki köylüden Servet Turgut, gördüğü işkenceye dayanamayarak 64 yaşında hayata veda etti.

Kendisine bir kez daha Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

Servet Turgut ile birlikte gözaltına alınan Osman Şiban ise gördüğü işkence ve kötü muameleden ağır yaralı olarak kurtuldu. Osman Bey'e geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Biraz önce arkadaşlarımızla beraber Servet Turgut’un evini ziyaret ettik. Eşini, altı kızını, bir oğlunu gördük. Başsağlığı diledik. Aile gerçekten perişan. Mersin’de bulunan Osman Şiban’ı telefonla aradık, ona ve yakınlarına geçmiş olsun dileklerimizi ilettik. Son derece üzgünüz.

Şimdi buradan hükümete sesleniyorum:

Bugünlerde hukuk reformundan bahsediyorsunuz, “insan hakları eylem planı” diyorsunuz.

Haydi, hukuk devletinin gereğini yapın.

Servet Turgut ve Osman Şiban’a yapılanları açığa çıkarın, sorumluları yargılayın.

64 yaşındaki bir insanın ölümünü her yönüyle açıklığa kavuşturmak zorundasınız.

Gereğini yapmazsanız, bu millet sizi, “ülkeye işkenceyi geri getiren iktidar” olarak hatırlayacaktır, unutmayın.

Bugün arkadaşlarımızla yaptığımız ziyaret hepimizin içini yaraladı. Son derece üzgünüz.

Biz bu ülkenin her köşesine adalet için yola çıktık.

Biz kötü muamele gören, aşağılanan, dayak yiyen, acı çeken insanların sesi olmak için; bu haksızlıklara son vermek için yola çıktık.

Biz arkadaşlar, gözaltında kötü muameleye ve işkenceye sıfır tolerans ilkemizden asla taviz vermeyeceğiz. Biz bunun için çok çalıştık. 2002’de hükumet ilk kurulduğunda berbat bir tablo vardı.

Güçlü bir irade koyduk. İşkenceye sıfır toleransı kısa bir süre de olsa Türkiye’de gerçekleştirdik. Fakat döndü dolaştı, her alanda olduğu gibi, eskiden Türkiye’nin ne kadar hastalıklı alana varsa nüksetmeye başladı.

Yunus Emre’nin dediği gibi;
Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur.

DEVA Partisi; insanın doğuştan gelen tüm haklarını koruyacak. vatandaşlarımızın tüm haklarına sahip çıkacak.

Söz veriyoruz, işkenceyi sıfırlayacağız. Bu uygulamalara asla göz yummayacağız. her kim işkenceye kalkışırsa, en ağır cezayla karşılaşacak.

Ve söz veriyoruz; yaşanan bu acıları hep en yüksek sesle dile getireceğiz, sorumluların hukuk önünde hesap vermesini sağlayacağız.

...

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemizde hukuk ayaklar altında.

Seçilmiş belediye başkanlarını makamlarından indirip yerine atanmış kişileri oturtuyorlar.

Halkın iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında. Seçimler adeta bir aldatmaca haline getirilmiş.

İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor.

Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor.

Vatandaş oy vermiş, birilerini meclise seçmiş, birilerini başkan seçmiş; kimin umrunda!

Şunu açıkça görüyoruz: İktidarın kayyum politikası, seçimlerde kazanamadığı yönetimleri başka yollarla ele geçirme arayışına döndü.

Arkadaşlar; seçimlere ve seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi, demokrasinin temelidir.

Bizim sözünü verdiğimiz Türkiye’de, bağımsız ve tarafsız yargıdan başka hiç kimse, seçilmiş bir insanı görevden alamayacak.

Çünkü seçilmişlerin güvencesi, seçmen iradesinin güvencesidir.

Biz, seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz.

Seçmen iradesi gasp edilemez!

Biz, demokratik zemini daraltanlara, meşru siyaset kanallarını tıkayanlara karşı, ısrarla siyaseti savunacağız.

Biz çocuklarımızı çatışmasız, şiddetsiz, terörsüz şehirlerde büyütmek için canla başla çalışacağız.

Biz oyunuza, iradenize ve tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız!

Biz, seçmen iradesine kayyum atanmaması için buradayız!

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için buradayız!

Biz, bu topraklara ölümü layık görenlere, siyaset yollarını kapatanlara karşı buradayız.

Biz bu bölgeyi onlarca yıldır yoksul bırakan, kalkınmasına engel olan terör örgütüne de sonuna kadar karşıyız.

Biz bu halkı, hukuksuz baskı politikaları ile, terör örgütünün baskısı arasında sıkıştıranlara karşı, mücadele etmek için buradayız.

Biz demokratik siyaset için hazırız. Şimdi Van’a soruyorum:
Van hazır mı?
...

Değerli yol arkadaşlarım ve kıymetli misafirler,

2002-2015 arasındaki reform yıllarında, hukuki iyileştirmelerden birisi de anadil konusunda atılan adımlardı.

Şunu gururla söylemek istiyorum ki; demokratikleşme yönünde atılan tüm adımlar, ben ve arkadaşlarımın döneminde oldu.

Şimdi bizim dönemimizde yapılanlara sahip çıkmaya çalışıyorlar.

Bakın, bizden sonra hem hukuk ve demokrasi göstergelerinde, hem de ekonomik göstergelerde türkiye sürekli geriliyor.

Şimdi de kalkıyorlar, yaptıkları iyi icraatları sıralarken bizim dönemimizde olanları sayıyorlar.

Bizden sonraki dönemde zaten iyi bir şey kalmadığı için, mecburen, önceki dönemden örnek veriyorlar.

Yahu onları biz yaptık, çoğu zaman size rağmen yaptık. Demokratikleşme çalışmalarında da, ekonomi yönetiminde de size rağmen ülkemizi geliştirdik.

Neyse, çok eskilere dönmeyelim.

İşte o dönem arkadaşlar, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin de aralarında olduğu 4 üniversitede Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri açıldı.

Peki şimdi durum ne? Kürtçe öğretmenlerinin atama haberlerini hiç duyuyor musunuz sevgili arkadaşlar?

Milli Eğitim Bakanlığı 2020’de sadece ama sadece 2 Kürtçe öğretmeni atamış. koskoca ülkeye sadece iki Kürtçe öğretmeni.
Bu ülkede Kürtler var, Kürtçe var. anadillerini konuşmak isteyen milyonlarca insan var. Neden sadece iki öğretmen atanıyor?

Buna “mış” gibi yapmak deniyor arkadaşlar. Her şey göstermelik. Küçük ortaklarını rahatsız etmekten de korkuyorlar tabii. İktidarı kaybetmemek için her şeyi yapıyorlar.

Burada ciddi bir zihniyet sorunu olduğunu görüyoruz.

Bugün geldiğimiz noktada anadil haklarına yönelik iyileştirmelerin birer birer geriye götürüldüğünü görüyoruz. Filmi geri sarıyorlar.

Bütün vatandaşlarımızın dilinin analarının ak sütü kadar helal olduğunu biliyoruz. İnsanımızın anadilini, öz dilini bir çatışma konusu haline getiremezsiniz.

Bu tarih öncesinden kalmış, eskimiş, köhne zihniyeti biz kabul etmiyoruz.

Demokratik devletler, vatandaşlarının anadili ihtiyaçlarına yönelik çözüm üretmekle mükelleftir.

DEVA Partisi iktidarında, vatandaşlarımızın anadilinin korunması, kullanılması ve geliştirilmesi amacıyla, gerekli adımları atacağız.

Vatandaşlarımızın anadile ilişkin taleplerini temel bir insan hakkı olarak görüyoruz.

Vatandaşlarımızın tüm haklarını derhal, pazarlıksız, talebe bağlı olmadan tanıyacağız.

****

Değerli konuklar,

Buradan hükümete sesleniyorum:

Bırakın gençlerimiz özgürce twit atsınlar.

Espri yapsınlar.

Öğrenciler, gazeteciler fikirlerini söylesinler.

Fakat bunların espriye de küçücük aykırı bir fikre de tahammülleri yok.

Ellerine almışlar bir çekiç, beğenmedikleri her fikre her söze çivi muamelesi yapıyorlar. çaka çaka yok etmeye çalışıyorlar.

Olmaz, yapamazlar, yok edemezler.

Çünkü arkadaşlar DEVA Partisi burada. DEVA Partisi buna müsaade etmeyecek.

Değerli arkadaşlar, biz o yüzden açıkça söylüyoruz: Konuş Türkiye.
Anlat Türkiye.
Espri yap, eleştir Türkiye. ama doyasıya eleştir Türkiye. Korkma Türkiye!

***
Değerli Vanlı hemşehrilerim,

Biz Van’ın sorunlarını biliyoruz, görüyoruz, dinliyoruz.
İki hafta önce Özalp ilçemizde Rus Çarşısı olarak bilinen Özalp halk pazarında yangın çıktı. Orada bulunan 95 işyerinin tamamı kül oldu.

Öncelikle ekmek kapısı yanan esnafımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Peki bu esnafımız için ne yapıldı?

Afet kapsamına alınması gereken bu yangın sonrasında esnafımıza yardım edilmesi gerekiyor arkadaşlar.

Biliyorsunuz Van'ın trafik sorunu var. 2009 yılında projelendirilerek çalışmalarına başlanan Van çevre yolu halen ortada yok.

Laf var, icraat yok. Olimpiyatlarda laf üretme yarışmaları olursa, bütün altın madalyaları toplar bunlar.

11 yıl geçmiş ya, 11.
O gün doğan çocuklar okula başladı. Orta okula geçtiler ya...

Neyse ki o çocukların üniversiteye gideceği yılları, evlenip çoluk çocuğa karışacağı yılları bunlar göremeyecek.

İnşallah hepsinin yarınlarını biz birlikte güzelleştireceğiz.

***
Değerli arkadaşlar,

Bu ayın başında İzmir’de hepimizi çok üzen bir deprem yaşadık. İzmir’de verdiğimiz kayıplar hepimizi acıya boğdu.

Ben biliyorum ki bu acıyı izmirle beraber en derinden yaşayanlardan birisi de sizlersiniz.

23 Ekim 2011 ve 9 Kasım 2011’de art arda meydana gelen iki deprem, bu güzel şehrimize ağır hasar verdi. Van’ın yapısal sorunları daha da derinleşti.

644 yurttaşımızı kaybetmiştik, onlardan birisi olan küçük Yunus’un enkazdan bize bakan gözlerini kim unutabilir? Biz unutmuyoruz.

Dostlarım, on binlerce konutun ağır hasar gördüğü bu iki depremin üzerinden tam 9 yıl geçti. ama van depreminin yaraları hala sarılabilmiş değil.

Depremzedeler hala mağdur.

Yaşanan ekonomik kriz ve pandemi ile birlikte depremzedelerin mağduriyeti katlanarak devam ediyor.

Vanlı kardeşlerimin huzurunda tüm Türkiye’ye ilan ediyorum:

Biz Yunus’un gözlerini unutmuyoruz. o yüzden de deprem her zaman DEVA Partisi’nin birinci derece gündemidir.

Kaynakları rant projelerine değil, milletin sorunlarını çözmeye harcayacağız.

Sevgili arkadaşlar,
Van’ın gerçekten çok özel bir doğası var.

Sadece Van’da yetişen 25’i aşkın endemik bitki türü, sadece van gölünde yaşayan inci kefali, gölleri yaşam alanı edinen kuşları, doğal güzellikleri ile van, tıpkı nadide bir inciye benziyor.

Bu muazzam şehrin, elbette tarım ve hayvancılık açısından da çok yüksek bir potansiyeli olduğunu biliyoruz.

Peki bu potansiyel kullanılabiliyor mu sevgili arkadaşlarım?

Döviz kurundaki artışın ilaç fiyatı olarak, mazot fiyatı olarak, gübre fiyatı olarak tarıma yansıması Vanlı çiftçimizin belini bükmüş durumda.

Ürün fiyatları artmıyor, ama maliyetler hızla artıyor.

Van’ın en önemli geçim kaynağı olan hayvancılık ise destekten yoksun.

Van, toplam yetiştirilen hayvan sayısı açısından tüm ülkede ikinci sırada, küçükbaş hayvan sayısı açısından da birinci sırada.

Ancak, Van’da güvenlik gerekçesiyle uygulanan yayla ve mera yasakları nedeniyle insanlar hayvan yetiştirmekten vazgeçiyorlar.

Van, zengin bitki örtüsü ile arıcılık için büyük bir potansiyele ve istihdam olanağına sahip. Ancak arıcılığın geliştirilmesi için yine desteğe, yardıma, planlamaya ihtiyaç var.

Değerli dostlarım,

Doğru tarım ve hayvancılık politikaları uygulanmadan tarım ve hayvancılığı değil geliştirmek, mevcudu dahi muhafaza edemezsiniz.

Nitekim de edemiyorlar. varsa yoksa ithalat! Tabii bu ithalatı da kimler yapıyor? O da ayrı bir soru işareti.

Oysa Van’ın bereketli topraklarında yapılacak nitelikli tarım faaliyetleri, meralarında yapılacak hayvancılık, hem bölgemizin, hem de ülkemizin kalkınmasını sağlayacak ölçekte.

Biz, tüm bunların doğru tarım politikaları, doğru destek mekanizmaları ve yerinden yönetimin güçlenmesi ile çözüleceğini biliyoruz.

Biz, öncelikle bu bereketli toprakların endemik bitkilerini, hayvan türlerini, balık türlerini tespit ve ıslah etmeyi hedefleyeceğiz. Coğrafi işaret çalışmalarını hızla tamamlayacağız.

Çiftçi, sanayici ve üniversitenin işbirliği ile tarım ve hayvancılığı teknoloji ile buluşturacağız.

Tarımı, hayvancılığı, arıcılığı, ceviz üretimini, sebze ve meyve üretimini koruyacağız, destekleyeceğiz, teşvik edeceğiz.

Van’daki üniversiteyi ve meslek liselerini de bu doğrultuda cesaretlendirecek ve destekleyeceğiz.

Van, jeotermal sera için oldukça elverişli bir şehrimiz. Bu ısıtmalı seraların ilimizin sebze ve meyve üretimine katkı sağlayacağını biliyoruz.

Teknolojik seralar yapacağız.
Gıda üretiminde kendi kendine yetmekle kalmayacağız.

Van’ın komşu ülkelerle gıda ihracatını güçlendireceğiz.

Rasyonel, bilime dayanan ekonomi yönetimiyle ve sizlerin desteğiyle Van’ı ve Van’ın ürünlerini sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya tanıtacağız.

Değerli arkadaşlar, Van Denizi kirleniyor!

Her gün binlerce metreküp kanalizasyon atığı göle akıtılıyor. Bu atıklar mutlaka engellenmelidir. Mutlaka arıtma çalışmaları yapılmalıdır.

Vanlılar deniz sahillerinden yararlanamıyor.
Sudaki yaşam olumsuz yönde etkileniyor, balıklar ölüyor.

Balıkların neslinin tükenmesi, biyoçeşitliliği azalttığı gibi geçim kaynaklarına da ciddi ölçüde darbe vuruyor.

Van’ın inci kefalinin korunması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar,
Van, Doğu Anadolumuzun en güzide turizm merkezlerinden birisi.

Bütün Türkiye’nin turizm potansiyeli taşıyan özellikleri tek başına Van’da bulunuyor.

Camileri kiliseleriyle, köprüleri kaleleriyle, adaları şelaleleriyle, deniziyle, Ahtamarıyla, plajları travertenleriyle muazzam bir potansiyele sahip.

Tarih burada, tarih bu şehirde arkadaşlar.
Doğa bu şehirde, kültür bu şehirde.
Van, tüm dünyanın uğrak noktası olmak için her şeye sahip. Fakat Türkiye’ye bile yeteri kadar tanıtılmıyor.
Dünya Van’ı Türkiye’den daha iyi biliyor.

Van’ın tarihini kaç kişi biliyor? Ahtamar’ı, buradaki peri bacalarını kaç kişi biliyor?

Van’ın turizm kaynaklarını da tanıtacağız.

Az önce kirliliğinden dem vurduğumuz Van Gölünün, Van Denizinin mutlaka turizme kazandırılması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar,
Van’ın sorunları çok, derdi çok biliyoruz.

Van’ın demokrasiye ihtiyacı var. Van’ın atılıma ihtiyacı var. Van’ın DEVA’ya ihtiyacı var.

Biz hazırız.
Şimdi tekrar bir kez daha soruyorum: Van hazır mı? ***

Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla,

Eşitlik için, adalet için özgürlük için yola çıktı. Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Van’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

15 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bingöl İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın 1. Olağan Bingöl İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Bingöl İl Teşkilatımızın çok değerli Başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Bingöllü gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Bingöl Teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

...
Bugün sizlere;

Urartulardan Medlere, Perslerden Romalılara, Osmanlı’dan günümüze kadar uzanan,

Zazaların, Kürtlerin, Türklerin, bir arada huzurla yaşadığı,
Zağ Mağaraları, Çır Şelalesi, Urartu Yolu, Buban Bacaları, Yüzen Adasıyla Güzel şehrimiz Bingölden sesleniyorum.
...
Değerli dostlarım,

Biliyorsunuz ülkenin durumunu yere göğe sığdıramayanlar, aylardır millete masal anlatanlar geçen hafta iflas ettiklerini açıkladılar.

Ekonomimiz uçuyor diyenler, kendi kendilerini yalanladılar. Ekonomiyi batırdılar, şimdi de ortadan kaybolalım diyorlar.

Yahu durun! Nereye kayboluyorsunuz? gitmenin de bir adabı var, bir usûlü var.

İki senede ülkeyi iki kat borca soktuğunuzu gizleyip kaybolabileceğinizi mi zannediyorsunuz?

Değerli arkadaşlar şu Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi var ya, ne zaman başladı bu iş? Haziran 2018’de.

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle Cumhurbaşkanı göreve geldikten sonra ilk kabinede de yakın akrabasına önemli bir görev verdi.

2018’in ortasından bugüne kadar, pek çok gösterge bozuldu, ekonomimizde ciddi sıkıntılar yaşadık, yaşıyoruz ama sadece tek bir rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bakın, Haziran 2018’de Hazinenin toplam borcu, iç dış toplam 970 Milyar TL. Şu anda ne kadar biliyor musunuz bu rakam? Tam 1 Trilyon 863 Milyar TL. İkiye katlamış, ikiye.

İki yılda devletin borcunu ikiye katlayıp daha sonra ortadan yok oldular.

Arkadaşlar, ilgili kişi sosyal medyada paylaştığı mesajdan sonra bir devir teslim törenine dahi gelemedi.

Bakın devlette gelenektir, bir belediye başkanı seçilir, diğer belediye başkanıyla bir devir teslim töreni yapar. Bir vali gelir eski vali ile bir devir teslim töreni yapar. Bir bakan ayrılır, ayrılırken yeni bakanla bir devir teslim töreni yapar.

Ortada yok. Kime güvenip de devir teslim törenine gelmiyor? Kime güvenip de ortadan hiçbir şey yokmuş gibi kayboluyor? Bunu bir sorgulamak lazım.

Niye ortadan kayboldular arkadaşlar? Çünkü milletin içine çıkacak yüzleri yok. Bu milletin gözünün içine bakacak yüzleri yok.

Türkiye’yi yoksullaştırdılar. Anayasayı askıya aldılar. Hukuku çiğnediler.

Şimdi devlet protokolünü hiçe sayarken de kendilerini o makama, sırf akrabası olduğu için getirenlere güveniyor.

Buna nepotizm deniyor arkadaşlar. Siyaset Biliminde nepotizm. Bu çok eski bir hastalık, yeni değil. İlk defa Türkiye’de de olmuş değil. Ama uzun süre görev yapanlarda bu hastalık biraz ortaya çıkıyor. Uzun süre güç kullanımıyla alakalı bir sıkıntı.

Biz bütün bunların sorumlusunun kim olduğunu biliyoruz arkadaşlar. Bu sistem ile ülkenin kaderinin sadece tek bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştığını çok iyi biliyoruz, görüyoruz.

Milletimiz de her şeyi görüyor artık. Kimseden saklayamazsınız, bitti artık.

O yandaş, sürekli talimatınızla yayın yapan basın kuruluşları olsun, devletin hepimizin verdiği vergilerle gelir sağlayıp da tamamen bir parti propagandası haline getirilen devletin basın kurumlarının yaptıklarına da artık vatandaşlarımız inanmıyor, bitti o.

Kimse bu milleti kandırmaya çalışmasın.

Asıl sorumluluğun kimde olduğunu, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminde kararların tek kişi tarafından alındığını bu millet biliyor.

İstediğiniz kadar siz kadroyu değiştirin. Değişen insanlar nihayetinde tek bir kişinin talimatıyla, hem de detaylı talimatıyla iş yapan insanlardı. Siz birkaç kişiyi değiştirip hiçbir sorumluluğunuz yokmuş gibi yeni kadroyla ve yeni bir programla yola çıkıyorum diyemezsiniz. Bunu bu millet yutmaz.

...
Değerli arkadaşlar,

Bakın, dün Sakarya’da hükümete bir çağrıda bulunduk. Ne dedik? Bizden kopya çektiler demiştik ya. Güçlü ekonomi için güçlü hukuk. Biz bunu 2018’den beri sürekli vurguluyoruz, süreli.

Şimdi bizden kopya çektiklerini lafta söylüyorlar, ama kopya çeken öğrencilerin hali belli olur. Kopya çeker, ondan sonra asıl sınav günü geldiği zaman o sınavdan çakar. Bu iş kopyayla olmuyor.

Ben, dün gerçi Sakarya’da sordum ama bugün Bingöl’de tekrar sormak istiyorum:

Madem “hukuk” diyordunuz, ihale mevzuatını onlarca kez niye değiştirdiniz? Niye en büyük ihaleleri bir istisna maddesiyle acil işler kapsamına alıp yarışmayla yapmadınız?

Kimlerin vergi borçlarını neye göre sildiniz?

Varlık fonunu neden kurdunuz? Varlık fonuna hangi şirketleri kattınız?

Neden bu varlık fonunun denetimsiz kurulmasını istediniz?

Sayıştay'ın bile denetiminin olmayacağı bir yapı kurdunuz.

Niçin bu fonu kurulduktan hemen sonra 63 Milyar lira borca soktunuz?

Ben tabi Milyar diyorum ama bazen eski altı sıfır atılmadan önceki alışkanlıklar da hala var. Eski parayla arkadaşlar 63 Katrilyondan bahsediyoruz.

Böyle bazen 63 Milyar deyince günlük hatta hala kullanılabiliyor. 63 Katrilyon eski parayla, 63 Milyar yeni parayla varlık fonu şu anda borca batmış durumda. Hani varlık fonuydu? Amaç başka, niyet başka.

“Doğmamış çocuklarımıza kadar bizi neden borçlandırdınız?” diye ben bugün tekrar soruyorum. Sanki daha iktidara yeni gelmiş gibi, birkaç göstermelik değişiklikle işlerin düzeleceğini de zannetmeyin. Olmayacak!

Hukuk güvenliğinden bahsetmeye başladılar, “hukuk güvenliği”

Biz sabah akşam “hukuk güvenliği” derken, yeni akıllarına geliyor.

Türkiye bir düşünce suçluları ülkesi olmuş durumda.

Fikrini söyleyenler cezaevine giriyor.

Uydurma iddianamelerle gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler cezaevlerine konuyor.

Gençlerimiz tweet atmaktan korkar hale geldi.
Kanun Hükmünde Kararnamelerle on binlerce insan mağdur edildi. On binlerce insan “terörist” diye damgalandı.

İnsanlar fişlendi.

Değerli arkadaşlar, işkence yaygınlaşıyor, normalleşiyor. Bu çok vahim bir durum.

Geçenlerde biliyorsunuz Van’da bir hadise oldu, helikopter hadisesi. Ya da olduğu iddia ediliyor. Soruşturma gizli ve devam ediyor.

Fakat şunu bir iyi düşünmek lazım. Böyle bir hadisenin olduğu iddia ediliyor değil mi? İddia ne? Vatandaşlarımız helikopterden aşağı atılıyor. İddia bu.

Doğru yanlış, soruşturma süreci var ama vatandaşlarımız diyor ki; “Ya bu devlet bunu yapar mı? Bu hükümet bunu yapar mı? Belki de yapar.”

İşte bu var ya, bu durumun ne kadar kötü bir noktaya geldiğini bize gösteriyor.

Normal bir hukuk devletinde böyle bir iddia ortaya atıldığında milletin demesi lazım ki; “Yok ya öyle bir şey olur mu? Devlet öyle bir şey yapar mı, bizim kolluk kuvvetlerimiz yapar mı öyle bir şey, kendi vatandaşına bunu yapar mı?” diyebilmesi lazım.

Ama böyle bir olayın doğruluğu ihtimalini eğer insanların böyle kafasında döndürebiliyorsa, bu bile ülkenin ne hale düştüğünü bize gösteriyor.

''Hukuk, hukuk'' diyorlar, peki bunca hukuksuzluğu kim yaptı?

Hakimler Savcılar Kurulu 2 gün önce biliyorsunuz, Osman Kavala hakkında AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nde ihlale sebep olanları tespit etmek için yargılandığı mahkemeden kararları istedi.

Şimdi bakacağız iş nereye gidiyor? Biz hep diyoruz ya ''Düşünce suçluları, düşünce suçluları'' partimizin kurulduğu ilk aylarda ben söyledim.

Bana sordular, dediler ki; ''Peki, siz bugün ülkenin yönetiminin başına gelseniz ilk neleri yapardınız?'' diye. Ben dedim ki; ''İlk olarak bu düşünce suçluları, ifade suçlarıyla ilgili önce bir açıklama yapardım.''

Ne derdim? “Artık, değerli vatandaşlarım, serbestsiniz. Gençler, düşünürler, STK'lar, gazetecilerimiz serbestsiniz. İstediğinizi artık yazabilirsiniz.”

Bu bu kadar basit arkadaşlar, bu kadar basit.

Bazıları tabii umutsuzluğu baya ciddi bir mesele olarak bize gösteriyor ama gençlerimiz orada bir pankart kaldırıyor, “Yitirilen umutlardan” bahsediyor gençlerimiz.

Şimdi bu Türkiye’nin gerçeği. Tabii değerli arkadaşlar, biz bir kadro hareketiyiz, gerçekten problemler büyük ama bu problemlerin üstesinden güçlü bir kadroyla geleceğiz. Güçlü kadro da işe burada, bu salonda.

Biz bunları söyledik. Hatta dedik ki; “Eğer hala tutuklu, hükümlü düşünce suçlusu varsa, ki var, Meclisten sonraki ilk gündem maddesi hemen düşünce suçluları ile ilgili, kim ceza yediyse hemen onlara bir af”.

Tabii ki şiddet ayrı, terörizm ayrı. Bunları karıştırmıyoruz. Gerçek anlamda düşünce suçlularından biz burada bahsediyoruz. Sadece yazıp çizdiği için, eleştirdiği için kendini hapiste bulanlardan bahsediyoruz.

Şimdi dönelim bu Osman Kavala meselesine. 1000 günden fazladır bu vatandaşımız cezaevinde. Hukukçu arkadaşlarımıza dosyalarını incelettim.

Osman Kavala’yı, Ahmet Altan’ı ve daha nice kişiyi senelerdir cezaevinde nasıl tutuyorlar bilmiyor muyuz?

Yarın öbür gün yine kopya çekip inşallah hepsini de serbest bırakırlar diye umut ediyorum bu arada, onu da söyleyeyim.

Ama bu bile sizin hukuka uyduğunuzu göstermez. Öyle değil. Talimatla içeri at talimatla serbest bırak. Hukuk bu değil arkadaşlar, hukuk anayasaya, yasalara ve devlet yönetim kurallarına bağlı olmak, bunlarla kendini bağlı hissetmektir.

Devlet yöneticisi açısından baktığımızda hukuk budur.

Şimdi birkaç göstermelik iyileşme ile “Artık her şey değişiyor, akılları başlarına geldi, pragmatizm oldu, U dönüşü oldu”... Artık millet buna inanmaz. Ne yaparsanız yapın.

Yasalarımızda, anayasamızda yer alan hükümleri uygulamadığınızı gayet iyi biliyoruz. Hangi reformlardan bahsediyorsunuz?

Bunların hepsi bu dönemde oldu, özellikle son yıllarda artan oranda oldu ve bizler bunu gayet iyi biliyoruz.

Tekrar ediyorum, bu bir zihniyet meselesi. tek bir kişinin ağzından "hukuk" çıkınca uygulanan şeyin adı hukuk değildir arkadaşlar, “hukuk hukuk” demekle o memlekette “hukukun üstünlüğü var, hukuk devleti var” diyemeyiz.

Biz aylardır tekrar ediyoruz: “O bir kişinin talimatlarını değil, hukuku uygulayın!” diyoruz. Bütün yargı sistemimize bunu söylüyoruz. “Kendinizi serbest hissedin” diyoruz, “evrensel hukuka bakın, anayasanıza bakın, yasalara bakın bir de vicdanınızın sesini dinleyin,” diyoruz ve hep bunu söyleyeceğiz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye 1’den büyüktür.

Buradan açıkça tüm ülkemiz adına sesleniyorum:

“Yeter artık!” diyorum, “Korkma Türkiye” diyorum.

Bu hukuksuzluğa, bu yoksulluğa, bu iş bilmezliğe, bu ciddiyetsizliğe artık bir son vermenin zamanı geldi.

DEVA Partisi bu ülkenin haysiyetli insanlarıyla birlikte, bu ülke için, bu ülkenin gençleri, çocukları için yola çıktı. Bu köhne zihniyet sona erecek.

Biz bu ülkede herkesin hukuk güvenliği içinde, başı dik yürümesi için çalışıyoruz. Biz halkımızın huzuru, mutluluğu ve refahı için geliyoruz!

Değerli arkadaşlarım,
Bu ülkeyi korkuyla yönetmeyi artık bir alışkanlık haline getirdiler.

Bakın daha evvelsi gün, Cumhurbaşkanı kendi partisinin kaderi ile ülkenin kaderinin aynı olduğunu söyledi.

Şimdi ben soruyorum; Bu nasıl bir anlayış?
Bu ülke sizden de partinizden de büyüktür bunu unutmayın.

Bu milletin nice çalışkan, fedakar evlatları var. Bu milletin ehliyet sahibi, liyakat sahibi nice gençleri var. Dürüst ve işini bilen nice insanlarımız var.

Sizden de partinizden de çok daha iyi yönetirler bu ülkeyi. Hiç merak etmeyin. Gözünüz arkada kalmasın.

Tabii bu ifade çok üzerinde durulması gereken bir ifade. Bu ifadeyi şöyle bir analiz etmek gerekiyor. Şu anda Cumhurbaşkanının başında olduğu partiyle ülkenin kaderi aynıymış. Bu ne demek? Aslında ifade şunu kastediyor. “Biz batarsak ülke de batar” diye aslında satır aralarında bir tehdit var, dikkat edin. Ya da daha vahimi yine satır aralarını okuyacak olursak, “Biz batacaksak ülke de batsın” ifadesi.

Artık yetti. Bakın, bu milleti korkutmaktan vazgeçin.

...

Değerli arkadaşlar,

Biz bu ülkeyi korkutarak yönetenlere karşı İstiklal Marşımızın girişinde söylendiği gibi, “Korkma” diyoruz. “Korkma Türkiye” diyoruz.

DEVA Partisi bu ülkenin üzerinden, işte bu korku iklimini kaldıracak. İnanın çok kolay. Bir anda.

Bakın geçen hafta olan, kur almış başını gitmiş, faizler artmış. Sonra birden bir değişim oluyor, daha hiçbir şey yok ortada.

Hafta sonu dolar kuru yüzde 10 düşüyor. Ne oldu? Daha somut bir adım yok, bir şey yok.

Ama piyasa nasıl değerlendiriyor bunu, “yerine kim gelirse gelsin, herhalde ondan çok daha iyi yapar” diye değerlendiriyor.

Ama dikkat ederseniz o eski günlerdeki, bu istikrar günlerindeki ekonomik göstergelerde yok, öyle bir şey yok. Çünkü nihai karar verici yine aynı kişi. O değişmedi ki, alttaki birkaç kişi değişti.

DEVA Partisi, değerli arkadaşlar, bu ülkede yaşayan herkesin hakkının ve hukukunun teminatı olacak. Hiç kimse endişe etmesin.

Bakın şu anda bir başka korkutma aracı da ne biliyor musunuz? Özellikle sosyal yardım, sosyal destek alan vatandaşlarımıza, el altından “Bak biz gidersek, yardımlar da kesilir mesajı veriliyor.” El altından.

Destek, yardım kolileri hazırlanıyor, üzerinde koliden büyük etiketler, parti logoları, forslar.

Vatandaşlarımız müsterih olsun. Anayasamızın gereğidir, Türkiye Cumhuriyeti bir sosyal hukuk devletidir. Hiç kimse endişe etmesin.

Ülkenin ekonomik imkanları ne kadar güçlenirse, öncelikle vatandaşlarımız daha rahat iş sahibi olacaktır, daha rahat çalışma imkanlarına ulaşacaktır, daha rahat iş bulacaktır.

İşsizlik azalacaktır.
Devletin yardımlarına olan ihtiyaç azalacaktır.

Ama yine de her şeye rağmen, desteğe ihtiyacı olan, yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımız daha güçlü bir ekonomide daha çok destek alacaktır. Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın.

Herkesin, A’dan Z’ye, en dar gelirli vatandaşımızdan durumu iyi vatandaşlara kadar herkesin refahı artacaktır. Çünkü bizim politikamız, bizim büyümeden, ekonomiden, ülkenin zenginleşmesinden anladığımız, üç beş kişinin zenginleşmesi değil bu milletin topyekûn zenginleşmesinden biz bahsediyoruz. Topyekûn. Hiç korkmayalım.

DEVA Partisiyle birlikte, hiçbir vatandaşımız düşünmekten, konuşmaktan korkmayacak.

Kimseyi geçmişin karanlık günleriyle, karanlık güçleriyle korkutmaya çalışmasınlar.

...

Değerli konuklar,

Biliyorsunuz tüm dünya Koronavirüs salgını ile boğuşuyor.

Bu virüs sağlığımızı hedef aldığı gibi, ekonomimizi de etkiliyor. Eğitimden turizme hayatın her alanını etkiliyor.

Salgınla mücadelenin şeffaf bir şekilde ilerlemesi gerektiğini söylemekten dilimizde tüy bitti.

Partimiz kurulduktan bir hafta sonra dedik ki; “Açık, şeffaf yürütün şu işi” dedik. “Gizli kapaklı yürütmeyin,” dedik. Gerçekler neyse vatandaşımızla paylaşın dedik, yapmadılar.

Bu mücadelede en ön safta olan doktorlarımızın meslek örgütü olan Türk Tabipler Birliği, açıklanan rakamlarla ilgili problemleri söyledi.

“Biz doktoruz, hastanelerde çalışan biziz, hükümetin açıkladığı rakamlar başka bizim sahada gördüğümüz başka” dediler.

Ama sadece bu şüphelerini dile getirdikleri için topa tutuldular ve hemen ellerinde hazır etiketler var, bastırılmış etiketler, üzerinde hain yazan.

Hemen etiketlerden birini aldılar, Tabipler Birliği’ne yapıştırıverdiler. “Kapatılsın” dediler. Bunların hepsi kayıtlarda.

Doktor arkadaşlarımız vardır nasılsa salonda, iyi biliyorlar.

Sonra ne oldu?

Dediler ki, “Biz aslında size rakamları böyle biraz makyajlayarak söylüyorduk”

Bunu da itiraf ettiler.

Ortada çok basit bir soru var arkadaşlar:

Kaç vaka pozitif çıktı? Yani kaç kişi bulaştırıcı ve taşıyıcı?

Bakıyorsunuz Avrupa’ya, Türkiye kadar nüfusu olan ülkelere: İtalya’ymış, İspanya’ymış, Fransa’ymış, rakamları açıklıyor bu ülkeler.

Bir tek Türkiye mi var? Bir tek Türkiye mi hasta var ama vaka var diye iki ayrı kategoride rakamları açıklayıp “biz işte vaka sayısını değil de hasta sayısını açıklıyorduk” diyen.

Uluslararası standartların tamamen dışında iş yapıyorlar.

Ama bu alışkanlık.

Yani bu rakamlarla oynama, kötü bir alışkanlık.

İlk TÜİK biliyorsunuz başladı. TÜİK’in açıkladığı enflasyon yüzde kaç? %11-12.

Yani bir yılda, son bir yılda bütün Türkiye’deki ortalama fiyatlar %11-12 artmış.

Şimdi biz çarşı pazar dolaşıyoruz. 20 tane şehre gittik. Kaç tane esnafa girdik çıktık.

Hepsine soruyoruz:

“Senin aldığın sattığın mal, geçen seneden bugüne kadar yüzde kaç arttı?” diye.

%20 diyen var, 30 diyen var, 40 diyen var, hele böyle biraz ithal ağırlıklı bir ürünse %100’e yakın artışlar var.

TÜİK kaç açıklıyor? %11-12.

Emekliye zammı, memura zam verirken kendi açıkladığı oranda, %11-12 oranında zam veriyor.

Ama gerçek hayat öyle değil...

Rakamlarla oynuyorlardı ama sağlıkla ilgili rakamlarla oynayacaklarını açıkçası gerçekten tahmin etmek zor.

Biz buna rağmen, 17 Mart’ta yani ilk Koronavirüs vakası ortaya çıktıktan sonraki, hemen bir hafta sonraki yaptığımız açıklamada 2 sayfa hükûmete yapması gerekenleri tavsiye olarak söyledik.

Bu maddelerden bir tanesi de bütün verileri güncel ve şeffaf bir şekilde halkımızla milletimizle paylaşın dedik. Bir şeyi saklamayın dedik.

Fakat korktuğumuz başımıza geldi.

İnsanları bilgilendirmekten niye çekiniyorsunuz?

Niye şeffaf davranmıyorsunuz?

Halkımızın sağlığını niye riske atıyorsunuz?

O açıklamadıkları, bizden gizledikleri vaka sayısı var ya?

Arkadaşlar, her gün tespit edilen vaka sayısına göre ülkemiz dünyada ilk 5’te, ilk 5’te.

Her gün “2-3 bin yeni hastamız var”, diye açıklanıyor vaka sayıları halâ açıklanmıyor.

İşin içindeki insanların tahminleri göre 30-40 bin civarında, vaka sayısı.

Ve bu ortaya çıkınca da demişlerdi ki “Biz 15 Ekim’den itibaren artık vaka sayısını da açıklayacağız.”

Fakat, 15 Ekim geçti, 16 Ekim geçti, 17 geçti; geldik Kasım’ın ortasına. Halâ bir şey yok. Bu sözlerinden acaba niye caydılar? Niçin açıklama yapmıyorlar?

Değerli vatandaşlarım, bakın hastanelerde yer bulunamıyor. İnsanlar uzun kuyruklarda bekliyor. Yoğun bakım yatağı için 112 Acil Çağrı Servisi’nde uzun bekleme listeleri oluşmuş durumda.

Siz eğer baştan, Türkiye’deki gerçek durumun ne kadar vahim olduğunu, ne kadar çok vaka olduğunu eğer açıklasaydınız, bu durumun ciddiyetini gerçek bir şekilde vatandaşlarımızla paylaşsaydınız, ben eminim ki tedbir konusunda halkımız çok daha dikkatli olacaktı.

Siz problemi olduğundan küçük gibi gösterince ister istemez toplumda bir rahatlık oluyor.

Daha rahat davranıyor insanlar. Maskesine dikkat edemeyebiliyor. “Ya zaten topu topu Türkiye’de 2-3 bin kişi, beni mi bulacak?” diye düşünebiliyor.

Ama öyle değil.

Gerçek rakamlar paylaşılsa, bu kadar bu salgının Türkiye’de yoğun bir şekilde bütün illerimizi ilçelerimizi etkileyeceğini biz düşünmüyoruz açıkçası.

Eğer dürüstçe, gerçek durum paylaşılsaydı vatandaşlarımızla vatandaşlarımız da ona göre tedbirde daha çok dikkat ederlerdi.

Dünyada, vaka sayısı-hasta sayısı ayrımı yaparak vatandaşına gerçeği söylemeyen tek ülke de Türkiye, biliyor musunuz?

Artık bizim verileri alıp da uluslararası raporlara koymaktan bile çekiniyorlar. “Ya bu Türkiye’den gelen bir rakam. Doğru mudur yanlış mıdır, bilemeyiz.” diyorlar.

Üstelik tabii ülkede medya karartması da olduğu için basınımız da maalesef bu durumu açıklığıyla ortaya koyamıyor. Herkes korkuyor, çekiniyor.

Bir haber yapan, hükûmetin arzusu isteği dışında ya da öngördüğü çizgi dışında haber yapan yorum yapan kişilerin patronlarına bir telefon gidiyor hemen.

Hem de en tepelerden ha... Tek tek uğraşıyorlar insanlarla, tek tek. “Bunu işten at!” İster özel sektör olsun, ister devlet olsun, artık o medya kuruluşu o kişiyi işte tutamıyor.

E bir kişinin işten çıkarıldığını gören diğer meslektaşları da ister istemez otosansür uygulamak zorunda kalıyor.

Çok açık söylüyorum değerli arkadaşlar; bu Koronavirüs salgını, pandemi dönemi, bu ülkenin her alanda iflas ettiğini bir kez daha tescil etmiş oldu.

Vatandaşlarımız gerçekten zorluk çekiyor. Acil ve etkili tedbirler alınmadıkça, Allah korusun, bir de mevsim de şimdi kış, önümüz kış, tablo daha kötüleşebilir.

Koskoca devletin salgına karşı aldığı tek önlem, dediğim gibi, “maske tak” olamaz.

Daha kapsamlı çalışmalar gerekiyor.

Ama bunun için de sosyal taraflarla beraber çalışmak gerekiyor.

Konunun taraflarıyla oturup aynı masada mesai yapmak gerekiyor.

Bir “Bilim Kurulu” var biliyorsunuz. Biz ta baştan da söyledik, bu Bilim Kurulu güzel ama bunun kompozisyonunun genişletilmesi lazım.

Yani sosyal bilimcinin, siyaset bilimcilerin işin sağlık yönünü hep beraber tartışmaları lazım.

Çok disiplinli bir çalışma haline gelmesi lazım bu işin.
Çok disiplin derken, asker disiplininden bahsetmiyoruz burada.

Farklı disiplinden gelen insanların beraberce çalıştığı gruplardan bahsediyoruz. Dolayısıyla böyle bir çalışma lazım.

Ve hükûmetin, insanları dinlemeye, eleştiriye açık olması lazım. ...
Değerli arkadaşlar;

bu hükûmet; hazineyi boşaltıp, ülkeyi borç batağına sokunca Koronavirüs’le ilgili, bu salgınla ilgili ekonomik tedbir de alamaz hale düştü.

Gelişmiş ülkeler gibi "siz yeter ki sağlığınızla ilgilenin" diyerek karşılıksız destek de vatandaşlara verilemedi.

Şu anda ekonomisi güçlü olan pek çok ülkenin yaptığı bu. Vatandaşlarına karşılıksız destek vermek. Borç vermek değil. Şu anda Türkiye’de esnafa, küçük işletmelere, çiftçilere verilen desteklere bakın, hepsi borç ve faizli borç. Ben daha faizsizini duymadım.

E zaten eski ödemeleri var, eski kredi borçları var, kira işliyor, elektrik yanıyor, bir de üstüne yeni borcunun taksitleri ödeniyor. Bu borç vermekle çözülmez arkadaşlar bu iş. Ama karşılıksız destek verecek de kaynak yok, tükettiler.

Bakın Merkez Bankası’nda bizim yıllardır biriktirdiğimiz bir yedek akçe hesabı vardır.

Merkez Bankası kârının her sene belli bir yüzdesini alır, yedek akçeye koyar. Geçen sene, 2019’da bir günde yedek akçeyi aldılar ve müteahhitlere dağıttılar. Yaptıkları bu.

2019’da biriken yedek akçeyi de 2020’nin Ocak ayında hemen, defaten harcadılar, bitirdiler. Yedek akçe Merkez Bankası’nın bir ihtiyat hesabı ama bir de Merkez Bankası’nın döviz rezervi var. Bakın biz bu döviz rezervini, yaklaşık 23 Milyar dolarlardan aldık tam 135 Milyar dolara çıkarttık.

Sonra ben ve arkadaşlarım ayrıldıktan sonra yavaş yavaş erimeye başladı ama son 2 yılda arkadaşlar eksi 39 milyar dolara düştü bu.

Diyeceksiniz ki Merkez Bankası rezervi nasıl eksi oluyor. Çok kolay. Merkez Bankası açıyor kasasını, bak dövizim var diyor.

Ama o döviz piyasadan borç aldığı döviz, kendi dövizi değil. Bankalardan almış ve süresi sınırlı borçlar günü gelince o dövizler iade edilmek zorunda.

Dolayısıyla nasıl kısa zamanda, nasıl bu memleketin kaynaklarını heba ettiklerini, hangi rakama bakarsanız bakın görüyoruz.

İşte Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldiğinden bugüne kadar iki yılda borç ikiye katlamış. Merkez Bankası rezervi de eksi 39 Milyar dolara düşmüş. Bir de tabii daha vahimi değerli arkadaşlar, çok da öncesine gitmeyelim, daha iki ay önce cumhurbaşkanının bir açıklaması var.

Diyor ki; “Ekonomimiz pik yapıyor, tavanda” diyor, “tavana doğru pik yaptı” diyor. Daha iki ay önce.

Sonra geçtiğimiz hafta sonu Merkez Bankası Başkanı görevden ayrılıyor, ilgili bakan birdenbire ortadan kayboluyor. Bir açıklama koyuyor sosyal medya hesabına ve o gün bugündür yok ortada.

Ve daha da vahimi ne biliyor musunuz? Açıklama da damadın babasından geliyor.

Şimdi bu işte yakın akraba ilişkileriyle devlet ilişkilerini siz bu kadar iç içe sokarsanız, ondan sonra bu millet için atık hayırlı bir hizmet üretemezsiniz, biter. Ülke de tükenir, siz de tükenirsiniz. Gideceği yer bu onun.

Şimdi, açıklamaya dönelim. İki ay önce pik yapıyor açıklaması, ekonomimiz gayet iyi açıklaması.

Hatta küçük ortak biliyorsunuz askıda ekmek kampanyası başlatıyor, “vatandaş artık ekmeğe muhtaç kaldı” diyor, büyük ortak diyor ki “abartmayın, yok öyle bir şey.”

Hem de bizim Malatya programımızdan hemen bir gün sonra oluyor bu ifade. Sonra iki ay sonra da Merkez Bankası başkanı gidiyor, ilgili bakan ortadan kayboluyor, ekip değişiyor. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, iki ay önce devlet sisteminin en başındaki kişi nasıl böyle bir ifade kullanır?

İki tane ihtimal var: Ya artık gerçekleri görmüyor ya da artık samimi değil. İkisinden birisi. Ve nereden bakarsak bakalım her ikisi de memleketimiz için tablonun artık ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor.

...
Değerli arkadaşlar;

Bu Merkez Bankamızın rezervlerine kadar her şeyi tükettikleri için tek bir önlemin bile maliyetini üstlenemiyorlar bu virüs salgını ile ilgili.

Bir de diyorlar ki acı reçeteden kaçınmayız. Ne demek acı reçete? Size keyif çay için halkımıza acı reçete mi?

Kendilerinin, çevrelerinin yaşam standardında küçücük bir değişiklik olmayacak,

ama halkımızın acı reçeteye bağlı olmasını beklemesinler. Hiç kusura bakmasınlar. Böyle bir şey olmaz.

Biz “insanı yaşat ki devlet yaşasın” kültürüne sahip bir milletiz. Ben buradan sesleniyorum;

Sağlıkla ilgili durum vahim. Gerçekleri bir an önce halkımıza açıklayın. Sağlık Bakanlığı elindeki tüm verileri halkımızla şeffaf bir şekilde paylaşsın.

Günlük vaka sayılarının 30-40 binleri geçtiğini halkımıza söyleyin. Şeffaf olun.

Ve derhal ama derhal önlem almaya başlayın. Salgının daha fazla yayılmasını önlemek için gerekenler ne ise, istişare edin, ortak akıl üretin ve hemen yapın.

Sizin göreviniz bu ülkede yaşayan insanların yaşam hakkını gözetmek. Yaşam hakkını korumak. Derhal önlem alın!

***

Değerli arkadaşlar,

Pandemi, esnafımızı olumsuz yönde etkiledi.

Dükkanlar kepenklerini kapattı.

Pandemi döneminde esnafımız siftah yapamadı, cepler boş kaldı ama faturalar gelmeye devam etti.

Elektriği, suyu, doğalgazı, kirası derken cepler boşaldı.

Gelişmiş ülkeler vatandaşlarına karşılıksız destek verirken, bizdeki hükümet esnafımıza borcu reva gördü.

Halkımız kredilerle geçinmeye çalıştı, şimdi taksitler üst üste geliyor. Kazanç yok, ama harcama çok.

Hazineyi borçlandıranlar, pandemi döneminde esnafımıza borçlanarak yaşamayı reva gördüler.

Bizim vatandaşımız bunları hak etmiyor. Bu milleti hem açlığa mahkum edip hem de canını tehlikeye atamazsınız.

***
Değerli arkadaşlarım,

2002-2015 arasındaki reform yıllarında, hukuki iyileştirmelerden birisi de anadil konusunda attığımız adımlardı.

Fakat geldiğimiz noktada Zazaca ve Kürtçe öğretmenlerinin atama haberlerini hiç duyuyor musunuz sevgili arkadaşlar?

Öğretmen ataması olmayınca, seçmeli Zazaca dersi verilemiyor.

İçinde bulunduğumuz eğitim-öğretim döneminde, Zaza dili öğretmenliği için bir tane bile kontenjan açılmadı.

Bingöl Üniversitesi’nde Zaza Dili ve Edebiyatı okuyan gençlerimiz adeta işsizliğe terk ediliyor.

Arkadaşlar, anadil yaşatılmalıdır. Bu topraklarda Zazaca dahil hiçbir dilin, hiçbir lehçenin kaybolmasına izin veremeyiz. Bizim kültürümüzdür, bizim zenginliğimizdir.

Enstitüler kurarak, dil üstündeki baskı ve yasaklamaları kaldırarak ana dilleri yaşatacağız.

Yeni nesillere aktaracağız. Bütün vatandaşlarımızın anadilinin analarının ak sütü kadar helal olduğunu biliyoruz.

Tarih öncesinden kalmış, eskimiş, köhne zihniyeti biz kabul etmiyoruz.

Demokratik devletler, vatandaşlarının anadili ihtiyaçlarına yönelik çözüm üretmekle mükelleftir.

Deva Partisi iktidarında,

Vatandaşlarımızın anadilinin korunması, kullanılması ve geliştirilmesi amacıyla, gerekli adımları atacağız.

Vatandaşlarımızın tüm haklarını derhal, pazarlıksız, talebe bağlı olmadan tanıyacağız.

...
Değerli Bingöllü hemşerilerim,
Bingöl il teşkilatımızın yaş ortalaması 34.

Gerçekten Türkiye’nin dört bir yanında, siyasete yepyeni bir soluk geliyor. Bizim kadromuz değerli arkadaşlar, siyaset tecrübesi olan ama siyaset tecrübesi olmayan arkadaşlardan oluşuyor.

Tecrübesi olan arkadaşlarımız siyasette olan riskli bir alanda siyasetin o kötü alanlarına girmemiş, siyaseti kirletmemiş, siyasetten de kirlenmemiş tertemiz bir siyasi tecrübesi olan kadromuz var, bir.

İkincisi de daha önce hiç siyaset yapmamış ama hangi konuda olursa olsun kendini ispat etmiş, dürüst, düzgün ve yaptığı işte başarılı olan arkadaşlarımız ilk defa DEVA Partisi ile beraber siyasete adım atıyorlar.

Bu DEVA Partisinin gerçekten yepyeni bir siyaset hareketi olmasının en önemli formülü. Biz kendimizi tanıttıkça anlattıkça Türkiye’nin dört bir yanında teşkilatlanmamız hızlı bir şekilde yaygınlaştıkça vatandaşlarımız DEVA Partisinin nasıl bir parti olduğunu, gerçekten yeni ve bu ülkenin problemlerini çözecek, bu ülkenin sorunlarını çözecek bir parti olduğunu daha iyi anlayacaklar.

Tabii siyasette eski kodlar var.

Sağdır, soldur, liberaldir, muhafazakardır falan. Biz bu kategorilerden hiçbirine girmiyoruz.

Biz kendi içinde yeni, ana akım ve kitle partisi hedefiyle yola çıktık. Bizim partimize ilgi gösteren vatandaşlarımıza baktığınızda, web sitemize üye olmak veya gönüllü olmak istiyorum diye başvuran, bilgilerini giren vatandaşlarımıza baktığımızda daha önce her türlü siyasi tercihi görüyoruz.

Çok şükür bizim burada Bingöl’de gördüğümüz ilgi ile Balıkesir’de, Edirne’de gördüğümüz ilgi arasında fark yok. Hem coğrafya olarak tüm Türkiye’ye hitap eden hem de siyasi görüş ideolojik eğilim olarak yine tüm Türkiye’ye hitap eden bir siyasi parti inşa ediyoruz şu anda.

Bu gerçekten çok kıymetli ve ülkenin ihtiyaç duyduğu birleştirici, bütünleştirici, kucaklaştırıcı siyasi hareket de biz DEVA Partisinin çatısı altında oluşturuyoruz.

Bingöl’ün sorunlarını biliyoruz.

Biz Bingöl’ün sorunlarına deva olmak için hazırız.

Bingöl’de çarpık kentleşme çok ciddi bir problem.

Rant gözlüklerini takanlar, şehrin toplumsal yapısını, estetik yapısını, mimarisini hiç umursamamışlar.

Birinci dereceden deprem bölgesi olan Bingöl’de inşaatların denetlenmesiyle ilgili ciddi sıkıntılar var.

Kentsel dönüşüm uygulamaları tüm Türkiye’de olduğu gibi burada da çözüm üretmiyor.

Biliyorsunuz, Bingöllü 923 aileye “1 yılda anahtar teslim” sözü verildi ve oturdukları 295 hane yıkıldı.

Ardından da 2 defa temel atma töreni gerçekleştirdiler ama üç yıldır bir çivi bile çakılmadı.

Kira yardımının sözü verildi ama bu sözde de durulmadı.

Kentsel dönüşüm projelerinin amacı birilerinin rant elde etmesi değildir. Vatandaşların afete dayanıklı hanelerde oturmasını sağlamaktır.

Biz öncelikle afet öncesi riskin en aza indirilmesine yönelik tedbirleri planlayacağız.

Bu kapsamda tüm yapıları denetleyeceğiz. Deprem ve sel açısından en riskli bölgelerden başlayarak bir yeniden kentsel dönüşüm programını derhal uygulayacağız.

Böylece hastane, okullar ve diğer kamu binaları öncelikli olmak üzere tüm yapılarımızı depreme ve diğer afetlere dayanıklı hale getireceğiz.

Bunun için gerekli her türlü tedbir ve gerekli her türlü kaynağı, arsa tahsisini sağlayacağız.

Çünkü arkadaşlar, bizim doğal afetlere bir tek canımızı feda etme lüksümüz yok. Devlet, üzerinde yaşayan insanların her türlü can ve mal güvenliğini almak zorunda. Biz DEVA Partisi olarak bu sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve vatandaşlarımızın can güvenliğini en üst seviyeden korumak için çalışacağız.

O yüzden biz DEVA Partisi olarak afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden de taviz vermeyeceğiz.

Afet tehlikesi ve riskleriyle ilgili verilerin toplandığı ve periyodik olarak değerlendirildiği şeffaf bir afet bilgi sistemi de kuracağız. Çünkü vatandaşından bilgi gizlemek, vatandaşının ölümüne sebep olmaktır.

Afet eğitimlerini tüm okullarda ve medyada yaygın ve sürekli hale getireceğiz.

Afet sırasında ve afet sonrasında yapılacaklar için ise bir afet yönetim sistemi oluşturacağız.

...
Değerli yol arkadaşlarım, kıymetli misafirlerimiz

Az önce koronavirüsten bahsettim. Biliyorsunuz, 2010 yılında ihalesi yapılan 250 yataklı Bingöl Devlet Hastanesi ancak 2017 yılında hizmet vermeye başladı.

Bu zaman diliminde Bingöllü vatandaşlarımız mağdur oldu. Yapılacağı sözü verilen hastaneler için bir tane kazma bile vurulmadı. Mevcut hastanelerde teçhizat ve doktor yetersizliği yaşanıyor.

Bingöl’deki bir hastanın ameliyat için çevre illere sevkedilmesi ciddi bir sorundur.

Taşımalı hasta diye bir sistem olur mu? Bunlar yapıyorlar. Halkımızın sağlığı adeta yollarda tükeniyor.

...
Değerli arkadaşlar,

Bingöl’ün bir diğer sorunu da ulaşım.

2010 yılında ihalesi tamamlanan Bingöl-Erzurum ve Bingöl-Diyarbakır yol inşaatı halen bitirilmedi.

Bu kadar önemli bir yolun

bitirilememesi, Bingöl’e verilen değerin maalesef arzu ettiğimiz gibi olmadığını gösteriyor. Ulaşım yetersizliği olunca ne oluyor arkadaşlar?

Yatırımcının maliyeti artıyor.

Zaten ekonomik öngörülmezlik, hukuki güvensizlik yüzünden yatırımcı korkuyor.

Bir de üstüne yol masrafı olunca yatırımcı Bingöl’e yatırım yapmaktan kaçınıyor.

Yatırım olmadıkça Bingöl’ün ekonomisi de yara alıyor.

İşsizlik rekor seviyede. Bingöl’de istihdam yaratmak adına somut adımlar atılmıyor.

Gençlerimiz işsiz bırakılıyor.
Bakın, Bingöl’de canına kıyan gençlerimiz oldu.

Gençlerimizin yarınlardan umudunu kesmesi, hayatını sona erdirmeyi düşünmesi bile hepimiz adına utanç verici arkadaşlar.

Gelecek kaygısı, işsizlik can yakıyor, can alıyor. DEVA Partisi, bu ümitsizliğe son vermek için hazır.

Biz, kamuda işe alımlarda mülakat sistemine son vereceğiz. Gençlerimizin yazılı sınavlardan aldıkları yüksek puanlara rağmen işsiz bırakılmalarına sebep olan mülakat sistemini kaldıracağız.

Onun adamı, şunun yakını, o partiden, bu fikirden diyerek gençlerimiz arasında liyakate, bilgiye değer vermeyen bu uygulamaları kaldıracağız.

Halkımızın refah seviyesini layık olduğu seviyeye yükselteceğiz.

Bingöllü çiftçilerimize de destek verilmiyor, üreticilerimiz ve ürünlerimiz korunmuyor.

Döviz kuru arttıkça girdi fiyatları artıyor. Çiftçilerimizin maliyetleri artıyor, ama ülkeyi yönetenler destek yerine çiftçilerimizi kredi batağına sokuyor.

Plansız ve programsız hareket edildiği için Bingöl tarımda yeterli üretim sağlayamıyor.

Biz DEVA Partisi olarak, çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.

Tarımda bir strateji yok arkadaşlar. Bakın, 2002’de Türkiye’nin tarımsal ürün ihracatı ve tarımsal ürün ithalatı aşağı yukarı aynı rakam. Yaklaşık 2 Milyar dolar civarında.

Bugün geldiğimiz noktada, tarımsal ürün ithalatımız çıkmış 9 Milyara, ihracat da ancak 5 Milyarda kalmış. Yani Türkiye şu anda tam 4 milyar dolar tarım ürünlerinde, gıdada dışarıya bağımlı bir ülke haline gelmiş. Bu bir strateji, bir uzun vadeli planlama eksikliğinden kaynaklanıyor. Ama baştan da dedim ya böyle stratejiyle, planla, programla, anayasayla, yasalarla, hukukla, kurallarla

kendini bağlamak istemeyen bir yönetim zihniyeti var şu anda. Problemin özünde bu var. Akla gelenin hemen yapılma dürtüsü var. Plansız, programsız bir ülkeyi yönetemezsiniz. Tarımla ilgili elinizde orta ve uzun vadeli ciddi bir hazırlık yoksa bunun en büyük acısını da çiftçilerimiz çeker.

Tarım meslek liseleri açacağız. Bu liselerden mezun olan gençlere destekler sunacağız. Böylece mesleğin gençleştirilmesini, gençlerimizin tarımla zenginleşmesini, ülkemizin kaliteli tarım ürünlerine ulaşmasını sağlayacağız.

Bingöl, hayvancılık alanında potansiyelinin de çok altında kalıyor.

Süt üretiminden küçükbaş ve büyükbaş hayvancılığına varana dek çok ciddi bir potansiyele ve güce sahip olmasına, potansiyele sahip olmasına rağmen değerlendirilmiyor.

Süt üreticilerimiz desteklenmiyor.
Teşvik takviminin belirlenmemesi üreticimizi korumasız bırakıyor.

Bu kıymetli potansiyelden yararlanabilmek için tarıma ve hayvancılığa dayalı organize sanayi bölgeleri kurulmalı ve özellikle organik tarım desteklenmelidir.

Yem üretimi için etüt çalışmaları yapılmalıdır.

Bingölümüzün sorunları çok. Bugünkü iktidar Bingölümüze verilen desteğin, oyların kıymeti bilinmiyor. Sandıkla işleri bitince ortadan kayboluyorlar.

Ama değerli yol arkadaşlarım, biz
Bingölümüzün kalkınması için gereken her türlü desteği sağlayacağız.

Biz Bingöl’ün sorunlarını biliyoruz. Bingöl’ün demokrasiye ihtiyacı var. Bingöl’ün atılıma ihtiyacı var. Biz Bingöl için tüm Türkiye için hazırız.

Soruyorum şimdi; Bingöl hazır mı? ...
Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var,
Bingöl’ün DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

15 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Elazığ İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın Elazığ 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Elazığ il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Elazığlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Elazığ teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün binlerce yıllık antik şehir Harput’ta olmaktan,
sekiz köşeli şapkalarıyla erdem timsali Elazığlı dostlarımın arasında olmaktan,

Balak Gazi’nin, Arap Baba’nın, Beyzade Efendi’nin, şehidimiz Fethi Sekin’in şehrinde olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

...
Kıymetli dostlarım,

Hepinizin bildiği gibi, kısa bir zaman önce, 30 Ekim Cuma günü İzmir’de bir deprem felaketi yaşadık.

Siz Elazığlı vatandaşlarımızın gayet iyi bildiği gibi, deprem bu ülkenin gerçeği.

Çok değil bu senenin başında Elazığ’da da ağır bir deprem yaşadık.

Bugün sabah, konteyner kenti ziyaret ettim. Acı felaketin üzerinden 10 ay geçti ama hâlâ vatandaşlarımızın kalıcı konutlara yerleşme tarihi belli değil.

Birkaç gün önce Mecliste “Depremlere karşı alınabilecek önlemleri araştırma komisyonu” kuruldu. Elazığ’dan hiçbir temsil bu komisyonda yok. Bunu bir eksik olarak görüyoruz.

Deprem elbette bir doğal afet. Fakat ölüm ve yıkım kaçınılmaz değil.

İktidarın küçük ortağı her zamanki gibi kötü bir durumla karşılaştığında sorumluluğunu unutuyor, sanki işin içinde değilmiş gibi açıklamalar yapıyor. İzmir depreminden sonra ne dediler? “Keşke vatandaşlar riskli binalarda oturmasaydı”.

Ölümlerin, yıkımların faturasını vatandaşa kesti.
Küçük ortak yine, kâra ortak, zarara değil. Aynı tavrını sürdürüyor. Ama biz onlara hatırlatıyoruz, hatırlatmaya devam edeceğiz:

Bugün yaşanan her şeyde, yoksullukta, yıkımda, yanlış yönetimde, büyük ortağınız kadar sorumlusunuz. Bundan kaçamayacaksınız. Bunu sürekli hatırlatacağız.

Hem iktidara ortak olup nimetlerinden faydalanmak hem de problem çıktığı zaman kenarda durmak, dışındaymış gibi pozisyon almak doğru bir duruş değil. Her kaçak güreştiğinizde size bunu hatırlatacağız.

Ben de partimizden bir heyetle birlikte, İzmir’e gittim. Gördüklerimizi anlatmaya kelimeler yetmez. İçimiz yanıyor. Yan yana binaların bir kısmı ayakta, bazısı yıkılmış.

Bu bize, denetimsizliği, kötü yapılara göz yumanlar olduğunu gösteriyor.

Aynı tabloyu Elazığ’da da görüyoruz. Şu an hâlâ yaraları sarılamamış. vatandaşlarımız hâlâ sıkıntı yaşıyor.

Değerli arkadaşlar, deprem ve diğer tüm afetler, sadece afet sonrasında müdahale edilecek olaylar değildir.

Zararın önlenmesi mümkündür.

Nitekim pek çok ülkede depremlerde ölüm sayıları bizdeki gibi olmuyor, dikkat edin. Dünyanın başka köşelerinde Elazığ’ın yaşadığından daha şiddetli depremler yaşanıyor ancak böyle büyük zararlar meydana gelmiyor.

Bizde ise her depremde canlarımız gidiyor. Hayat kilitleniyor. Kaos yaşanıyor ve ardından yardım telaşına düşülüyor.

Deprem bu ülkenin gerçeğidir. Devletin, merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin bunu bilerek adımlar atması, kararlar almazı lazım. Bugün atılan her adımda, yapılan her işlemde depremin ve diğer olası afetlerin planlaması yapılmalıdır.

İmar barışlarıyla, denetimsiz binalarla, vatandaşımız adeta katil binalarda oturmaya mahkum edilemez. Tam da bu yüzden devlet var arkadaşlar.

Burada deprem sonrasındaki önlemleri değil, tüm sistemi deprem merkezli ve ön alıcı bir şekilde oluşturmamız gerekiyor.

Çünkü ülkemiz, büyük fay hatlarının üzerinde. İnsanlarımızın canı da, malı da, üretim de, sanayi tesislerimiz de hepsi risk altında. Bunu yönetmek, ülkeyi idare edenlerin görevi.

Mesele deprem vergilerinin nereye harcandığının çok çok ötesinde.

Elbette ödenen her kuruşun nereye harcandığını öğrenmek hakkımız. Ancak sadece deprem vergileriyle geçiştirilecek basitlikte bir vizyonla afet yönetimine yaklaşılmaz.

Bu nedenle biz, ucuz polemiklerle değil gerçekçi politikalarla hareket edeceğiz.

Yoksa bugün Elazığ’a ağlarız, Allah korusun yarın öbür gün başka şehirlere, İstanbul’a.

Ancak kimse bize depremde ölmenin kader olduğunu, depremde ekonominin durmasının normal olduğunu anlatmasın. Biz kadere inanan insanlarız ama tedbir her şeyin başı.

Deprem oluyor “ne kadar hızlı konteyner kent inşa ettik” diye övünüyorlar. Arkadaşlar, bu sabah gördüğümüz tablo iç açıcı bir tablo değil.

Plansızlığın, programsızlığın ve deprem yaşayan illerimiz arasındaki tutarsız yaklaşımların bir örneğini daha Elazığ’da gördük, tespit ettik.

Şöyle bir son on yılda, on beş yılda olan depremlere bir bakın. Hangi ilde, hangi durumda olan vatandaşlarımıza nasıl destek çıkılmış, şöyle bir inceleyin. Hiçbir standart yok; anlık, günlük kararlar...

Daha geçen Giresun’da bir sel felaketi oldu. Esnafımıza 50 bin liralık kayıtsız destek sözü verildi, hemen orada. “Elazığ’da da böyle bir şey oldu mu” diye sordum arkadaşlarıma, yok. Niye? Çünkü kural ve ilke bazlı bir yönetim felsefesi yok.

Hukukla, kurallarla kendini bağlamak istemeyen bir yönetim zihniyeti var. Anayasa, yasalar neredeyse bir vesayet olarak görülüyor artık.

Keyfilik almış başını gidiyor. O gün kim kulağa bir şey fısıldarsa, akşam sohbette hangi konu geçtiyse sabah kararname şeklinde karşımızda görüyoruz.

84 milyonluk bir ülke böyle yönetilemez. 84 milyonluk ülkenin güçlü olması ancak güçlü kurumlarla, kurallarla olur.

Deprem bu ülkenin gerçeğiyse, deprem yaşayan illerimiz arasında ayrım gözetemezsiniz.

Hele hele bir ilde meydana gelen bir depremi bir siyasi partiye fatura edemezsiniz. Hangi parti olursa olsun. İzmir’de yaşadık. Depremin tüm sorumluluğu bir siyasi partiye kesildi, gitti.

Peki soruyorum: Elazığ’da hangi parti iş başındaydı deprem olduğunda?

Böyle bir zihniyet olabilir mi? Deprem gibi insanların hayatını kaybettiği bir felaketin üstüne particilik yapılabilir mi?

İzmir depremi oldu, bir hafta boyunca bütün kongrelerimizde kutlamayı, müzikleri durdurduk. Acı ortak acıdır.

Devletin, hele hele bu devletin en başındaki kişinin görevi acıları sarmaktır. Yaraları onarmaktır. Particilik yapmamaktır.

Ama Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin memleketi ne hale soktuğunu hep beraber açık açık görüyoruz. Deprem gibi bir acıda bile zihniyet; kutuplaştırmak, taraf olmak, başarı varsa sahiplenmek, başarısızlık varsa “bunu kime fatura edelim”...

Yazıktır, günahtır.

Depremlerde hem merkezi hem de yerel yönetimlerin denetim sorumluluğu vardır. Vatandaşlarımızın depremle ilgili bir denetim kadar teknik bir konuyu bilmesini bekleyemeyiz.

Devletin görevi tarafsız bir şekilde denetimleri yapmak, hasar gören binaları tarafsız bir şekilde sınıflara ayırmak, her bir binanın sahibi ve kiracılarla ilgili de adil, ilkeli ve tutarlı çözümler üretmektir.

Ama kural bazlı bir yönetim zihniyeti yok. Problemin özünde bu yatıyor.

İzmir’de de söyledik. Binalarla ilgili tespitlerin, hafif Binalarla ilgili tespitler bağımsız, tarafsız, teknik kuruluşlar tarafından yapılmalı. İnşaat mühendisleri odalarının ve ilgili STK’ların daha çok faal olması sağlanmalı.

Elazığ’da yaşadık; aynı binayla ilgili arka arkaya tutulan raporlarda, ağır hasarlı denilen bina sınıf değiştirip orta hasarlı sınıfa düşüyor. Farklı heyetler, aynı binaya farklı tutanaklar tutuyor. Bunu sadece teknik gerekçelerle izah etmek mümkün değil. Hepsinde siyasi müdahale var.

Deprem gibi insanların canının, hayatın söz konusu olduğu bir meselede siyasi talimatla iş yürümez.

Ne belediyenin ne de merkezi hükûmetin etki edemediği, karışamadığı yapılarla bunun yapılması lazım. Aksi halde daha çok göz yaşı dökeriz, yazıktır.

Fay hatlarının üzerinde, depremde yıkılacak binalar inşa ediyorlar. Marifet vatandaşını konteynır kente muhtaç etmemektir. Marifet vatandaşının canını korumaktır. Marifet doğal afetleri hayatı durduran krizler olmayacak şekilde yönetebilmektir.

İşte tam bu nedenle biz sanayiden okullaşmaya, ticaretten konuta, ulaşımdan sağlığa her alanda depremi ve tüm afetleri hesap ederek hareket edeceğiz.

Kentsel dönüşüm projeleri var biliyorsunuz. Bunlar asla birilerinin rant elde etmesi için düşünülmemeli. Maalesef ülkemizde belediyeyi de merkezi yönetimi de ele geçiren nasıl rant elde edilir hesaplarına başlıyor, rant gözülüklerini takıyor.

Mesele depremse, depreme karşı hazırlıkla ilgili kentsel dönüşüm ihtiyacı varsa, Allah aşkına şu rant gözlüklerini atın.

Kentsel dönüşüm, o şehrimizin, bölgemizin, mahallemizin ihtiyacına göre, bu perspektifle yapılsın.

Oysa kentsel dönüşüm projeleri, şehirlerin afetlere uygun olarak dönüştürülmesi için büyük bir fırsat aynı zamanda. Çünkü büyük kaynaklar ayrılıyor.
Kentsel dönüşüm projelerinin çalışması için genel ekonomik tablonun olumlu olması lazım. Üretilen konutlara müşterilerin bulunabileceği, konutların rahatça satılabileceği bir tablo olması lazım.

Talep yoksa, üretilen konutları satın alacak maddi güç vatandaşlarımızda yoksa kentsel dönüşüm projeleri de çalışmıyor. Şu an Türkiye’nin her yerinde kentsel dönüşüm projeleri önemli bir şekilde aksamış durumda. Sebebi de ekonomide yaşanan derin kriz.

Değerli arkadaşlar, biz DEVA Partisi olarak afet öncesi yapılması gerekenleri biliyoruz.

Afetler, depremler, bu ülkenin kaderi evet. Fakat depremde hayatını kaybetmek, yuvasını kaybetmek “ne yapalım kaderde varmış” diye geçiştirilebilecek bir konu değil. Tedbir almak devletin elinde, belediyenin elinde

DEVA Partisi olarak, biz öncelikle afet öncesi riskin en aza indirilmesine yönelik tedbirleri planlayacağız.

Bu kapsamda tüm yapıları bağımsız ve tarafsız mekanizmalarla denetleyeceğiz. Deprem ve sel açısından en riskli bölgelerden başlayarak bir kentsel dönüşüm programını derhal uygulayacağız. Böylece hastane, okullar ve diğer kamu binaları öncelikli olmak üzere tüm yapılarımızı depreme ve diğer afetlere dayanıklı hale getireceğiz.

Bunun için gerekli her türlü finansmanı, arsa tahsisini sağlayacağız.

Çünkü arkadaşlar, bizim doğal afetlere bir tek canımızı feda etme lüksümüz yok. Devlet, bu ülkede yaşayan insanların can güvenliğiyle ilgili tüm tedbirleri almak zorunda.

Kuşkusuz bu işler büyük kaynaklar gerektiriyor. Bu kaynakların temini ve isabetli harcanması gerekiyor. Şu anda ülkenin ekonomik tablosu ne büyük kaynakları temin etmeye ne de o kaynakları dürüst, isabetli, yerinde harcamaya müsait.

Biz DEVA Partisi olarak bu sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini en üst seviyede korumak için çalışacağız.

Belki hemen, bir yılda veya iki yılda olmayacak ama iyi bir planlamayla, risk önceliklendirmesine tabi tutarak tüm Türkiye genelinde ülkemizi depremlere daha hazırlıklı hale getireceğiz.

O yüzden biz DEVA Partisi olarak afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden taviz vermeyeceğiz.

Afet tehlikesi ve riskleriyle ilgili verilerin toplandığı ve periyodik olarak değerlendirildiği şeffaf bir afet bilgi sistemi kuracağız. Çünkü vatandaşından bilgi gizlemek, vatandaşının ölümüne göz yummak demektir.

Afet eğitimlerini tüm okullarda ve medyada yaygın ve sürekli hale getireceğiz.

Afet sırasında ve afet sonrasında yapılacaklar için ise bir afet yönetim sistemi oluşturacağız. Şu andaki sistemde sorunlar var.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi geldi; kurumlar birleştirildi, bölündü, kapatıldı, açıldı. Bakıyoruz, afet yönetim sistemiyle ilgili düzenlemeler yeni yapıyla uyumlu değil.

İzmir depreminde gördük bunu. Kilitlenmiş kalmış. Sistemde “Şu kurum şu işi yapar” diyor, o kurum artık yok. Veya birleşmiş, adı değişmiş.

O kadar apar topar, o kadar hızlı geçildi ki bu sisteme, bir numaralı öncelik bu sistemi partili bir sistem yapmaktı. Ülkemizi her alanda nasıl aşağıya doğru çektiğini her alanda görüyoruz.

Ve değerli arkadaşlar açıkça tekrar söylüyorum;
DEVA Partisi olarak biz bu ülkede vatandaşının ölümüne göz yuman, katil binalara ruhsat veren, denetlemeyen, afetler yüzünden ölümü bu toprakların kaderi gören zihniyete son vereceğiz.

Üç kuruşluk rant uğruna vatandaşımızın hayatını riske atan, önemsemeyen bu zihniyete son vereceğiz.

***

Değerli arkadaşlar,

Hepinizin bildiği gibi bir başka afet daha aylardır ülkemizi esir almış durumda.

Tüm dünyada olduğu gibi neredeyse bir senedir Covid-19 salgınının içerisindeyiz.

Ancak arkadaşlar salgının ilk aylarında özellikle sağlık boyutuyla ilgili çalışmaların fena gitmediğiyle ilgili bir kanaat hepimizde vardı. Diyorduk ki, “her alan bu kadar yanlış yönetilirken, nasıl oluyor da burada fena görünmüyor”. Ne yapalım, verilere bakıyoruz. O gün için elimizde başka bilgi yok.

Kanaat fena değildi ama maalesef bugün baktığımızda işin sağlık boyutunun aslında son derece yanlış yönetildiğini öğrenmiş olduk.

Bu salgını da kötü yönettiler.
Her şeyi halktan gizlemeyi marifet sanıyorlar.

Şu anda ülkemiz pandemiyle mücadelede en kötü ülkeler arasına girme yolunda hızla ilerliyor.

O açıklamadıkları, bizden gizledikleri vaka sayısı var ya arkadaşlar, her gün tespit edilen vaka sayısına göre ülkemiz dünyada ilk beşte.

Her gün 2-3 bin yeni hastamız var diye açıklama yapılıyor ama vaka sayıları ortada yok. İşin içindeki insanlara göre her gün en az 30-40 bin yeni vakamız var.

Hani “15 Ekim’den itibaren vaka sayılarını da açıklayacağız” diye söz vermişlerdi. İlk defa hasta ile vaka arasındaki farkı da o açıklamalardan duyduk. 15 Ekim geldi, geçti. Daha çıt yok. Bu sözden niçin caydılar? Niçin açıklama yapılmıyor?

Hastanelerde yer bulunamıyor. İnsanlar uzun kuyruklarda bekliyor. Yoğun bakım yatağı için 112 Acil Çağrı Servisinde uzun bekleme listeleri oluşmuş durumda.

Aylar evvel Türk Tabipleri Birliği “sayılar yanlış, eksik söyleniyor” dedi. “Ölüyoruz” dedi doktorlarımız. Ama onlar ne dediler? Onlar ne dedi?

Klasik, klişe: Kim çıt çıkarsa, aykırı bir şey söylese, ellerindeki hain etiketini pat yapıştırıyorlar. Tabipler Birliğini hain ilan ettiler.

İşte ortaya çıktı. Onların söylediği çok daha doğru.

Dünyada, vaka sayısı-hasta sayısı ayrımı yaparak vatandaşını aldatmaya çalışan tek ülke de herhalde Türkiye. Üstelik ülkede medya karartması olduğu için basında da durum açıkça görülmüyor.

Çok az sayıda ana akım televizyon, gazete, ağırlıklı internet medyacılığı, YouTube kanalları... Geçen hafta yaşadık; yakın akraba bakan istifa etti sosyal medya hesabından, 27 saat boyunda devletin medyasından, hükûmetin kontrol ettiği medyadan çıt yok.

Sanki öyle bir olay yok. Bu nasıl bir gazeteciliktir?

Gazetecilik mesleği, gerçek gazeteciler bu tür haberlerde yerlerinde duramaz. Onu anında haberleştirmek zorunda anında. Ama öyle ağır bir baskı iklimi var ki...

Maalesef en ufak aykırı görüşte bulunanları hemen işten attılar. En hafif ceza o. Hemen patrona telefon, “şunu işten at”...

Daha ileri gittiler, tutuklu gazeteciler sayısında ülkemiz dünyada çok kötü bir noktada.

Kolay değil, tek bir meslektaşının işten kovulduğunu gören diğer gazeteciler ister istemez otosansür uyguluyor.

Peki, gerçekleri gizleyebiliyor musunuz?
Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır.
Bir süre belki örtebiliyorsunuz, ama sonra gerçek ortaya çıkıyor.

Esas prensibin doğruluktan ayrılmamak olması lazım. Doğru, hesaptan kaçmaz.

Açıkladığınız rakamların yanlış olduğu ortaya çıkınca, halkı aldattığınız ortaya çıkınca nasıl hiçbir şey olmamış gibi kameraların karşısına geçip konuşmalarına hayret ediyorum.

Koronavirüs salgını, pandemi dönemi bu ülkenin her alanda iflas ettiğini gösteriyor.

Vatandaşlarımız yoğun bakımlarda yer bulmakta güçlük çekiyor. vatandaşlarımız ölüyor. Acil ve etkili tedbirler alınmadıkça, mevsim de malum, daha kötü günler de bizi bekleyebilir Allah korusun.

Koskoca devletin salgına karşı aldığı tek önlem vatandaşına maske tak demek olabilir mi arkadaşlar? Bu kadar basit değil.

Vaka sayılarını gizliyorlar, sadece hasta sayısı açıklıyorlar. Vaka sayısı büyümesin diye testler de öyle kolay yapılmıyor. Kısıtlanıyor ki gerçek ortaya çıkmasın.

Pandemiyle halkı kandırarak mücadele edemezsiniz. Böyle bir zihniyet olamaz. Böyle bir akıl olamaz.

Ama yapıyorlar. Bir kere alışkanlık başladı TÜİK’ten.

Baktılar ki TÜİK verileriyle oynayınca bir süre vatandaş inandı o verilere. “Ne desek inanıyor bu millet” diye “sağlıkta da farklı rakam açıklayalım”...

Artık bu kaybettikleri güveni geri kazanmaları mümkün değil. Hastalığın yayılması için alınacak önlemleri yeterince alamıyorlar.

Neden yapamıyorlar biliyor musunuz? Çünkü ekonomiyi çökerttiler.

Çünkü ülkeyi öyle bir fakirleştirdiler ki, halkın sağlığını kurtaracak önlemleri almakta da sıkıntı çekiyorlar.

Kasa boş.

Merkez Bankasındaki rezervlerimizi tükettikler. Yedek akçeleri tükettiler.

Rezervler eksiye düştü, eksi 39 milyara düştü.

Merkez Bankasının kasadaki rezervinden çok daha fazla piyasaya borcu var.

Bir de diyorlar ki acı reçeteden kaçınmayız. Hem memleketi bu hale düşürüp hem de vatandaşlarımızın acı reçeteye razı olmasını bekliyorlar.

Ne demek acı reçete? Size keyif çayı da halkımıza acı reçete mi?

Dikkat edin; acı reçeteye hazırlanın diyenlerin günlük hayatlarından, kendi konforlarından, kendi yaşantılarından en ufak bir taviz yok. Aynı rahatlık devam ediyor.

Yanlış yönetiyorlar, ülkeyi batırıyorlar, düzeltmek için de vatandaşa dönüp “acı reçeteye hazırlan” diyorlar.

Sizin hatalarınızın bedelini bu millet ödemek zorunda değil. Böyle bir şey olmaz.

Biz “insanı yaşat ki devlet yaşasın” kültürüne sahip bir milletiz.

Ben buradan sesleniyorum: Durum çok vahim. Gerçekleri bir an önce halkımıza açıklayın. Sağlık Bakanlığı elindeki tüm verileri halkımızla şeffaf bir şekilde paylaşsın. Günlük vaka sayılarının 30-40 binleri bulabildiğini halkımıza söyleyin. Gizlemeyin.

Ve derhal ama derhal önlem almaya başlayın.

Salgının daha fazla yayılmasını önlemek için gerekenler her ne ise hemen yapın. Halkımızın hastane önünde kuyruklarda, yoğum bakımlarda yer olmadığı için acı içinde nefessiz kalmasına müsaade edemezsiniz.

Sizin göreviniz bu ülkede yaşayan insanların yaşam hakkını gözetmek. Yaşam hakkını korumak. Derhal önlem alın!

Biliyorsunuz koronavirüs vakası ilk olarak 10 Mart’ta açıklandı. 9 Mart’ta bizim partimizin tüzel kişiliği oluştu. 11 Mart’ta kuruluş etkinliğimiz vardı. Tam 10 Mart’ta açıklandı.

Daha sonra ortaya çıkıyor ki, aslında ilk vaka daha önceden varmış da o gün açıklamışlar. Nasıl olmuş, oralarını bilemiyoruz.

Biz ilk vakadan yedi gün sonra, henüz yedi günlük bir siyasi partiyken hükûmete bir tavsiye açıklaması yaptık. Kısa ve öz.

O maddelerden birisi, sağlıkla ilgili verilerin güncel, açık ve şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmasıydı. 17 Mart’ta web sitemize bunu koyduk.

Bunu boşuna yazmadık, çünkü biliyorduk.

TÜİK’le ilgili verilerle oynayanlar, yarın sağlık verileriyle de oynayabilir diye şüpheleniyorduk.

Onun için 17 Mart’ta açıklık çağrısını 17 Mart’ta yaptık bu hükûmete. Bir kulaklarından girip, öbür kulaklarından çıkıyor.

Yaptık ama huylu huyundan vazgeçmiyor. Allah korusun, kötü alışkanlıklar böyle. Kötü alışkanlıkları bir kazandığınız zaman, tekrar geri toparlamak ve düzgün bir yola girmek çok zor.

Şu an onu yaşıyorlar, o kötü alışkanlıklardan bir türlü çıkamıyorlar. Buradan bir de basınımıza seslenmek istiyorum:

Haber yapın! Kamu yararı, her türlü kişinin yararından önce gelir. Lütfen artık mesleğinizin gereğini yerine getirin. Korkmayın.

Bu karartma politikalarına izin vermeyin. Unutmayın; özgür basın hayat kurtarır.

***
Değerli “Elazizli” dostlarım,

Türkiye gibi Elazığ’ımızın da sorunları her geçen gün arttı, artıyor.

24 Ocak’ta yaşanan deprem felaketiyle Elazığ’ın yapısal sorunları daha da ağırlaştı.

Yıkılmış evler, kapanan yollar. Adeta terk edilmiş bir şehir görüntüsü ortaya çıkardı.

Depremden sonra hasar tespiti, yeni imar planlaması, kentsel dönüşüm ve birçok konuda önemli yanlışlıklar yapıldı.

Yapılan evler bölge halkının sosyal durumu gözardı edilerek yapıldı.

Cumhurbaşkanı’nın deprem sonrası yapılan evlerde yüzde 50 oranına kadar indirim yapma yetkisi bulunmakta iken bu yetki sınırlı tutuldu.

Belirsizlik, kuralsızlık var. Niye? Tek bir karar mercii var ya. Memleketteki en ufak meselelerin bile oraya gitmeden çözümlenemeyeceği bir yapı oluştu. Sebebi bu.

İlgili kurumlar, bakanlıklar, yerel yönetimler kararı alıp geçemiyor. Hep bir tek kişinin ağzına bakıyor.

İmar revizyonu aşamasında kent dokusuna uygun yapılar yapılabilirdi. Ancak, depremi bile rant için fırsat gören anlayışın sonucunda şehir merkezindeki yoğunluk arttırıldı.

Elazığ halkı bu sıkıntıların üzerine bir de DASK mağduriyeti yaşandı. Riskli alanlarda bulunan ve yıkılan az hasarlı ve hasarsız evlere DASK’ın ödeme yapmaması vatandaşlarımızı mağdur etti.

Zorunlu Deprem Sigortasını vatandaşlarınıza yaptırıyorsunuz ve sigortalı evler hasar gördüğünde kim parasını ne zaman, nasıl alacak, belli değil. Siz onu zamanında, tam ödemezseniz bu ülkede sigorta bilincini oluşturabilir misiniz?

İnsanların evlerini depreme karşı sigorta etmelerini sağlayabilir misiniz bundan sonra?

Sigortacılıkta esas: Sigorta yaparsınız; hasar olduğunda tam ve gününde ödersiniz.

Hazine Müsteşarlığı bu işin düzenleyicisi kurumdur. İşte, İbrahim Çanakcı Bey 11 yıl o kurumun başındaydı. Sigortacılık, düzenleme ve denetleme açısından hassas bir sektördür. En önemlisi de güvendir. Bırakın özel sigorta sistemini, devletin kurdurduğu ve vatandaşını mecbur kıldığı bir deprem sigortası sisteminde hasar gören vatandaşlarımızın hasarlarının karşılanmaması, farklı muameleler olması kabul edilemez.

İbrahim Bey bu işi bilen, 11 yıl yönetmiş bir insan olarak bu konuyu Elazığ’da inceledi. Hiçbir kural yok. Adamı olanın sigorta bedelini alıp da olmayanın alamaması gibi bir şey düşünülebilir mi ya?

Burada deprem mi oldu? DASK gelip anında ofisini açacak. Kimin ne kadar hasarı varsa, o gün banka hesabına geçecek. Deprem sigortasına güveni böyle sağlarsınız.

Depremde evi hasar görene sigortalı olduğu halde bedelini ödemezseniz bu ülkede sigortacılık kalmaz.

Özetle arkadaşlar, Elazığ şu an tarihinin en kötü dönemini yaşıyor.

Sorunların temelinde maalesef türkiye gibi Elazığ’ın da iyi yönetilememesi yatıyor.

Bu süreçte yapılan yanlışlar nedeniyle esnafımız da bir çok sıkıntıyla karşı karşıya kaldı.

Biz DEVA Partisi olarak Türkiye genelinde esnafımızın devlete yapacağı vergi ve prim ödemelerinin ertelenmesi yerine, bunlardan belirli bir süre için vazgeçilmesini önerdik.

Ancak, mevcut iktidar bu konularda en küçük bir çaba bile göstermedi. esnafı krediyle faizle borçlandırmayı çözüm diye sundu.

Zor şartlar altında kredi çekmek zorunda kalanların da geri ödemeleri, ertelenen vergi ve prim borçları bugün gelip tekrar kapıya dayandı.

Ancak, esnafımız siftahsız kepenk kapamaya devam ediyor.

DEVA Partisi olarak buradan tekrar bugünkü iktidara sesleniyoruz, Elazığ’daki ve Türkiye’deki esnafımızın çığlığına kulaklarınızı kapatmayın.

Türkiye’nin bu sıkıntıları aşmak için yeterli kaynağı mevcut. kaynakları halkımız için harcayın.

Böylesine ağır bir tablo karşısında bile Kanal İstanbul gibi bir rant projesinin peşinde koşma ısrarından vazgeçin ve kaynakları rant projelerine değil milletin sorunlarını çözmeye harcayın.

Kıymetli Elazığlı dostlarım,
Biliyorum, yaşanan sıkıntılar moralinizi bozuyor, sahipsiz hissetmenize sebep oluyor.

Ama dostlarım, umutsuzluğa, karamsarlığa, kötümserliğe kapılmaya gerek yok. Çünkü
artık Elazığ’ın da DEVA’sı var.

Biz DEVA Partisi olarak;

• Şehrimizin; imar planı, yapılaşma, trafik, ulaşım, yol, kaldırım, otopark, yeşil alan, park bahçe ve benzeri sorunlarını çözerek, rahat yaşanabilir bir şehir haline getireceğiz.

• Tapımına 1987 yılında başlanan ve halen tamamlanamamış olan Uluova ve Kuzova sulama hattını ivedi şekilde bitirip, Kuzova, Uluova ve Bermaz ovalarında tarımı harekete geçirecek ihtisas tarım organize sanayi bölgeleri kuracağız.

• Destek programlarıyla, Elazığ’ı tarım, hayvancılık ve balıkçılık alanlarında önemli bir merkez haline getireceğiz.

  • Bu kapsamda; ipek üretimini, ceviz, badem ve bağcılığı destekleyeceğiz. yöresel ürünlerde ilçe isimleriyle özdeşleşecek şekilde markalaşma adımlarını teşvik edeceğiz.

  • Baskil ilçemizin, kayısı-badem-dut üretiminde öne çıkması için her türlü üretim ve yatırım desteğini sağlayacağız.

  • Başta Palu, Arıcak ve Alacakaya ilçeleri olmak üzere tüm dağ köylerimizde küçük ve büyükbaş hayvan besiciliğini sonuna kadar destekleyeceğiz.

  • Elazığ sularında önemli miktarlarda balık yetiştiriciliği yapılıyor. balıkçılık sektöründe sürdürülebilir gelişmenin sağlanması ve katma değerin şehir içinde kalmasını sağlamak için yavru, yem ve yeter miktarda işleme tesisinin Elazığ’a kazandırılmasını teşvik edeceğiz.

  • Tekstil gibi, emek yoğun sanayi tesislerinin yanısıra yüksek katma değerli sanayi tesisleri kurulmasını destekleyeceğiz.

  • Mermerin işlenerek yüksek değerli ürünlerin fabrikasyon imalatını ve madencilik faaliyetlerini özendireceğiz. Bu alanda özellikle verimlilik artışı sağlayacak ve maliyetleri düşürecek yatırım yapılmasını, kalifiye uzman personel yetiştirilmesini, sertifikalandırmanın yaygınlaşmasını, sanayi kuruluşları ile yüksek meslek okulları ve üniversiteler arasındaki işbirliğini geliştirilmesini ve pazarlama faaliyetlerini destekleyeceğiz.

  • Organize Sanayi Bölgesini geliştirecek, ihracata da hitap edecek stratejik sanayi tesisleri kurulmasını sağlayacağız.

  • Tahsis edilecek uygun alanlarda tüm alt yapısı tamamlanmış ihtiyaca ve amaca yönelik ihtisas sanayi sitelerinin kurulmasını sağlayarak, Elazığ sanayi sitesindeki çalışanlarımızın içine düşürüldüğü kısır döngüyü kıracağız.

  • Elazığ’ın bölgesel yatırım teşviklerden hakkaniyetli bir biçimde yararlanabilmesi için ilin milli gelir hesabının doğru ve gerçekçi bir biçimde yapılmasını sağlayacağız.

  • İletişim ve bilişim alanında istihdam imkanları oluşturma konusunda Fırat Üniversitesinin potansiyelinden en üst düzeyde yararlanılmasını sağlayacağız.

  • Telekom, Türksat, Fırat Edaş, Aksa Gaz vb şirketlere lokal veya bölgesel hizmet verecek bir çağrı merkezinin Elazığ’da da kurulmasını sağlayacağız.

  • Yüksek Öğretim ve sağlık alanlarında marka şehir olunması için gerekli adımlar atacağız. Bu minvalde Hazarbaba kayak tesislerinin, gölcük etrafındaki yazlık konaklama imkanlarının, Harput ve Golan kaplıcalarının potansiyelinden en üst seviyede yararlanacak adımları atacağız.

  • Dört bir tarafı tarih ve Hazar ile Keban baraj gölünün deniz mavisi sularıyla kaplı Elazığ’ın turizm alanında sahip olduğu potansiyeli hayata geçirecek adımları atacağız.

  • Hazar gölündeki kirliliği, göl çevresindeki imar problemlerini ve sivrice ilçesinin doğalgaz sorununu çözüme kavuşturacağız.

  • Elazığ ile Pertek, Çemişgezek, Tunceli ve devamında Kuzey Doğu Anadolu ve Doğu Karadenizi birbirine direkt olarak bağlayıp feribot geçişindeki zaman kaybını önlemesi bakımından Pertek Köprüsünü hayata geçireceğiz.

  • Bir yandan, Elazığ’a komşu illerden gelen göçün oluşturduğu sorunları, diğer yandan ilimizden gelişmiş büyükşehirlere doğru olan göçün ortaya çıkardığı tüm sorunları gidermeye yönelik çözümler üreteceğiz.

    Değerli dostlarım,
    Elazığ’ın derdi çok biliyoruz.
    Elazığ’ın sorunlarını dinliyoruz.
    Elazığ’ın demokrasiye ihtiyacı var. Elazığ’ın atılıma ihtiyacı var. Elazığ’ın DEVA’ya ihtiyacı var.

Biz Elazığ’ın sorunlarını çözmek için hazırız. deva partisi hazır. Soruyorum şimdi; Elazığ hazır mı?

***

Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var Elazığ’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

14 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Sakarya İl Kongresi Konuşması

Sakarya
1. Olağan il kongresi


Deva Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,

Sakarya il teşkilatımızın çok değerli başkanı,

Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Sakaryalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, sakarya teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.


Bugün sizlere;

Hititlerden romaya, selçukludan osmanlıya tarih dolu,

Gölleleriyle, yaylalarıyla, ormanlarıyla, şifalı sularıyla doğa mucizesi şehrimizden,

Sanayisiyle, tarımıyla son derece dinamik bir ilimizden,

Sakarya’dan sesleniyorum.

Kıymetli dostlarım,

Bildiğiniz gibi deva partisi olarak biz 9 mart’ta yola çıktık.

Daha ilk günden bu partili cumhurbaşkanlığı sistemine karşı olduğumuzu açık açık beyan ettik.

Bu yüzden biz, tüm türkiye’ye “güçlendirilmiş parlamenter sistem” vaat ettik.

Çünkü şu ankş sistem, kötü yönetimin kurumsallaşması demek.

Çünkü bu sistem, tüm ülkenin tek bir kişi tarafından yönetilecek olmasının tescili demek.

Biz tüm bunların ülkemizi yönetilemez hale getireceğini söyledik.

Aradan geçen şu kısacık zaman bile bizi haklı çıkarmaya yetti.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta cumhurbaşkanının en yakınındaki kişi görevinden istifa etti.

Bu basit bir istifa değil, sistemin iflas açıklamasıydı.

Ülkenin durumunu yere göğe sığdıramayanlar, aylardır millete masal anlatanlar iflas açıkladı.

Üstelik görevi bırakan bakan ortadan kayboldu. İki senedir hazinenin başında olup sonra bir küçük mesajla ortadan kaybolmak diye bir şey olur mu arkadaşlar?

Bu nasıl bir sorumsuzluktur?

Bir de resmi gazetede “istifa” diye değil de “görevden af” diye yayınlandı. Af ne demek? Cumhurbaşkanı neyi neden affediyor?

Biz bütün bunların açıklamasını bilmek istiyoruz.

Ortadan kaybolmakla kurtulamazsınız.

Sadece o da değil. Birilerinin ortadan kaybolmasıyla bu milletin ödediği bedel ortadan kalkmıyor.

Bu millet size, ülkeyi yönetme yetkisini sınırlı bir süre için emanet etti. Ülkenin tapusunu size vermedi. Yaptığınız her işlemin, imzaladığınız her evrakın bu millete karşı sorumluluğunu taşıyorsunuz.

Birilerini gözden kaçırarak bize bunları unutturamazsınız.

(hazine borç stoku 2018’de 970 milyar tl idi. Bugün 1.863 milyar tl)


***

Değerli arkadaşlar,

Bundan daha iki ay önce, 12 eylül 2020’de sayın cumhurbaşkanı’nın bazı ifadelerine dönüp bir bakalım. Demiş ki: “şu anda türkiye ekonomide pik yapıyor. Dibe değil, tavana.”

Aylarca ekonominin şahlandığını anlatıp durdular.

Bu muydu şahlanan ekonomi?

Madem çok başarılıydınız, madem her şey çok güzeldi de, hem merkez bankası başkanı’nı hem de ilgili bakanı niçin değiştirdiniz?

Ya bu memleketin gerçek durumundan haberdar değilsiniz, ya da bu millete karşı artık samimi değilsiniz.

Nereden baksanız çok çok vahim bir tabloyla karşı karşıyayız.

Aylardır anlatıyoruz, ama anlatmaktan bıkmayacağız değerli dostlarım.

Türkiye kötü yönetiliyor.

Türkiye varlık içinde yokluk çekiyor.

Türkiye, bir kişiden büyüktür. Türkiye dar bir çevrenin çıkarlarından da büyüktür.

Ekonominin düzelmesi öyle üç beş kişinin yerinin değiştirilmesiyle olmaz arkadaşlar.

İyi ekonomi için önce, bir ülkede hukuk olmalı. Adalet olmalı. Özgürlük olmalı. Demokrasi olmalı. Kurumlar güçlü olmalı. Kurumlara güven olmalı. Şeffaflık olmalı. Hesap verebilirlik olmalı.

Sizin demokrasiniz zayıfsa ekonomi güçlenemez.

Sizin kurumlarınız zayıfsa, yatırımcı ülkenizdeki adalete güvenmiyorsa ekonomi güçlenmez.

Ülkedeki her şeye tek bir kişi karar veriyorsa, yönetimde keyfilik varsa, ekonomi güçlenmez.

Nitekim bu yönetim olduğu müddetçe de ekonomide kalıcı bir iyileşme sağlanamayacak.

Dün sayın erdoğan, partisinin genel başkanı şapkası başındayken, “hukuk devleti ilkesi”ni hatırlattı.

Dünkü konuşmaya bir bakın arkadaşlar. Adeta bizim açıklamalarımızdan kopya çekmişler.

Sanki devleti yönetenler kendileri değilmiş gibi.

Sanki hukuku çiğneyen, yok sayan kendileri değilmiş gibi.

Yalnız kopyayı da eksik çekmişler ha. Bizim kağıtta hukuksuzluğu kimin yaptığı açıkça yazıyor.

Bir de yatırım için hukuk gerekir diyorlar.

Evet hukuk gerekir, ancak hukuku siz katletiyosunuz.

Reformlardan bahsediyorlar ya şimdi. Hadi başlayın. Önce bi’ açıklamaya başlayın.

Hukuk dediniz ya hani, hadi hukuka uymaya, şeffaflığa şimdiden başlayın.

İhale mevzuatını, ihalelelerin şartnamelerini defalarca neden değiştirdiniz?

Kimlerin vergi borçlarını neye göre sildiniz?

Varlık fonunu neden kurdunuz, oraya hangi şirketleri kattınız? Neden denetimsiz bıraktınız? Niçin bu fonu 63 milyar tl borca soktunuz?

Sanki daha iktidara yeni gelmiş gibi, birkaç göstermelik değişiklikle işlerin düzeleceğini mi sanıyorsunuz?

Bakın bir de bizim dönemimizin icraatlarını örnek gösteriyorlar. Yahu onları biz yaptık, hatta çoğu zaman size rağmen yaptık.

Bu millet bizden sonra, beş senede neler yaptığınızı görmüyor mu? Nasıl milleti fakirleştirdiğinizi görmüyor mu?

Hukuku yok ettiniz, hukuk güvenliğini yok ettiniz ülkenin ekonomisini batırdınız.

Bu kadar basit. Bu kadar net!


Bakın değerli konuklar,

Adalet yerini bulsun diyen arkadaşlara buradan sesleniyorum:

Madem adaleti sağlamayı bu kadar istiyorsunuz, gelin khk zulmünü ortadan kaldırarak bu işe başlayın.

Yargı kararı olmadan onbinlerce insanı mağdur ettiniz. İşlerine son verdiğiniz yetmediği gibi, evlerine aş götürmelerine de engel oldunuz. Mahkeme kararıyla beraat edenlere bile haklarını iade etmediniz.

Bir kişiye yapılan zulmü insanlığa yapılmış bir zulüm olarak gören bir medeniyetin temsilcileri olarak size sakarya’dan sesleniyorum:

Madem yeni bir sayfa açacağınızı iddia ediyorsunuz, gelin bu haksız uygulamaları kaldırarak işe başlayın.


***

Değerli arkadaşlar,

Dünya hukukun üstünlüğü endeksi’nde türkiye, 126 ülke arasında 109. Sırada.

Listede ülkemizi aramaya çıktığınızda sondan başlayınca daha kolay buluyorsunuz.

Türkiye bir düşünce suçluları ülkesi olmuş durumda.

Fikrini söyleyenler cezaevine giriyor.

Uydurma iddianamelerle gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler cezaevlerine konuyor.

Gençlerimiz twit atmaktan bile korkuyor.

Kanun hükmünde kararnamelerle on binlerce insan mağdur oldu. İnsanların itibarıyla oynadınız, şerefiyle oynadınız, ekmeğiyle oynadınız.

Bunca insan bu ülkede kendisini “yaşayan bir ölü” olarak hissediyor. Adaleti sarstınız, insanların ülkesiyle duygusal bağını kopartıyorsunuz.

On binlerce insanı “terörist” diye damgalamak bu kadar kolay mı zannediyorsunuz?

Bunun neresinde hukuk var, neresinde adalet var?

Almışlar ellerine bir çekiç, her aykırı fikre çivi muamelesi yapıyorlar. Beğenmedikleri her fikri yok etmeye çalışıyorlar.

Anayasaya uymuyorlar. Anayasayı çiğniyorlar.

Alt mahkemeler anayasa mahkemesi kararlarını uygulamıyor. Bunu yaparken de bizzat cumhurbaşkanı’nın desteğini alıyorlar.

Her şey tek bir kişinin iki dudağı arasına sıkışmış.

Onların kalplerindeki adalet endeksi sadece kendileri için. Sadece kendi fikirleri için.

Emin olun, bunlar bitecek arkadaşlar.

Biz hukukun üstünlüğünü tesis etmek için geleceğiz.

***

Değerli arkadaşlarım,

Bu ülkeyi korkuyla yönetmeyi alışkanlık haline getirdiler.

Bakın daha dün, cumhurbaşkanı kendi partisinin kaderi ile ülkenin kaderinin aynı olduğunu söyledi.

Sorarım size: bu nasıl bir anlayıştır

Bu ülke sizden de partinizden de büyüktür sayın erdoğan.

Bu milletin nice çalışkan, fedakar evlatları var. Bu milletin ehliyet sahibi, liyakat sahibi nice gençleri var. Dürüst ve işini bilen nice insanımız var.

Sizden de partinizden de çok daha iyi yönetirler bu ülkeyi. Hiç merak etmeyin. Gözünüz arkada kalmasın.

Adeta, “biz batarsak ülke de batsın” diyerek, bu milleti tehdit ederek, bir yere varamazsınız.

Artık yeter. Bu milleti korkutmaktan vazgeçin.


Değerli arkadaşlar,

Biz bu ülkeyi korkutarak yönetenlere karşı istiklal marşımızın girişinde söylendiği gibi, “korkma” diyoruz. “korkma türkiye” diyoruz.

Deva partisi bu ülkenin üzerinden işte bu korku iklimini kaldıracak.

Deva partisi bu ülkede yaşayan herkesin hakkının ve hukukunun teminatı olacak.

Deva partisiyle birlikte, hiçbir vatandaşımız düşünmekten, konuşmaktan korkmayacak.

Kimseyi geçmişin karanlık günleriyle, karanlık güçleriyle korkutmaya çalışmasınlar.

Deva partisi, her bir vatandaşımızın kendisini eşit ve saygın hissetmesi için çalışacak.

Deva partisi ifade özgürlüğünün de inanç özgürlüğünün de teminatıdır.

Deva partisi hakların pazarlığını kimseyle yapmaz!

Vatandaşlarımızın kazanılmış hakkına kimse göz dikemez!

Biz geçmişin karanlık günlerini tarihin çöp sepetine attık arkadaşlar. Geçmişin zulmünü geçmişe gömdük.

Mazlumken zalim olmadık.

Adaletten, haktan, hukuktan şaşmadık.

Kimsenin kendisini öz vatanında garip, öz yurdunda parya hissetmesine de müsaade etmeyeceğiz.

Saygıdeğer konuklar,

Şu andaki iktidar sabahtan akşama kadar yerlilikten millilikten bahsediyor. Milliyetçilik anlatıyor.

Milliyetçilik ne demektir arkadaşlar?

Milliyetçilik, bu ülkenin her bir vatandaşını aynı samimiyetle kucaklayabilmektir.

Hiçbir ayrım yapmadan her bir vatandaşımızın kendi hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşaması için çalışmaktır.

Milliyetçilik ülkenin topyekûn refah seviyesini arttırmaktır.

Bu ülkeyi ve bu ülkenin her bir insanını sevmektir milliyetçilik.

Bu ülkenin çıkarlarını hem bölgede hem de uluslararası sistemde korumaktır.

Ama bugünkü iktidar ne yapıyor dostlarım?

Hem milliyetçiliği hem dini duyguları siyasi amaçları uğruna kullanıyor.

Halkımızın milli duygularını istismar ediyor.

Biz buna müsaade etmeyeceğiz.

Halkımız sırf daha kötüsünden korktuğu için bugünkü yönetime katlanmak zorunda değil.

Biz bunun için buradayız.


***

Değerli sakaryalı dostlarım,

Biz sakarya’nın sorunlarını biliyoruz, dinliyoruz, görüyoruz.

Sakarya’nın gücünün ve potansiyelinin farkındayız.

Hem tarım ve hayvancılıkta, hem sanayide, hem de ticaret ve turizmde ne kadar önemli bir şehir olduğunun bilincindeyiz.

Sakarya; gıdadan otomotive, tekstilden mobilyaya, çelikten makineye kadar çok sayıda sektörde büyük bir potansiyele sahip.

Sakarya sanayisi, binden fazla firma ile, yüz binlerce insan için ekmek kapısı.

Sakarya otomotiv sektöründe büyük öneme sahip bir ilimiz. 20 binden fazla insanımız otomotiv ve kara taşıtları sanayiinde çalışıyor.

Dünyanın onlarca ülkesine türkiye’de, sakarya’da üretilen araçlar ihraç ediliyor.

Fakat özellikle mikro ölçekli, küçük ölçekli ve orta ölçekli sanayi açısından üretim alanları yeterli değil.

Yüksek teknolojili sanayi üretimine geçişte zorluklar var.

Girişimcilerimizin sermaye yetersizliği olduğunun farkındayız.

Yerel markalar desteklenmiyor. Oysa sakarya’daki kobi’lerimizin kurumsal birer marka haline gelmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlar,

Sakarya’nın milli gelirden aldığı payı yeterli bulmuyoruz. Burada bir adaletsizlik var.

Güzel sakaryamızın neredeyse yarısı tarım alanından oluşuyor. Biz, bu verimli toprakların daha iyisine layık olduğunu biliyoruz.

Sakaryamız, ayva üretiminde türkiye’nin lideri ve fındık üretiminde ikinci sırada. Et tavukçuluğunda ve dış mekan süs bitkisinde yine lider şehrimiz sakarya.

Sakaryalı çiftçilerimizin tarım konusundaki bilinci de gerçekten örnek seviyede.


Fakat tarımsal işletmeler küçük ve çok parçalı arkadaşlar. Tarımsal ürünlerin işlenmesinde yetersizlikler göze çarpıyor. Girdi maliyetleri hızla artıyor.

Çiftçilerimizin tarımsal üretimden elde ettiği geliri yeterli görmüyoruz.

Çiftçilerimiz para kazanamıyor. Çalışıyor, ter döküyor, emek harcıyor ama karşılığını alamıyor.

Çiftçilerimiz, tarım dışı sektörlerde çalışmak zorunda kalıyor.

Biz; tüm bu sorunların farkındayız.

Deva partisi olarak;

Doğru ekonomi politikalarıyla çiftçimizin maliyetlerini azaltmak için çalışacağız.

Sakarya’nın mahallelerinde ve köylerinde kullanılmayan arazilerin tarımda kullanılması için ilgili taraflarla işbirliği yapılması için çalışacağız.

Bu arazilerin köy ortak işletmesi veya köy kooperatifleri modeli ile tarımsal üretime kazandırılabileceğini biliyoruz.

Kooperatifçiliğin desteklenmesi gerekiyor. Bu konuda eğitim çalışmalarının yapılması gerekiyor. Kadınların işgücüne aktif katılımı açısından da bu konu çok önemli.

Ayrıca tarımsal üretimde çevreye zarar vermemek bizim önceliklerimiz arasında yer alıyor. Çünkü biz çevreyi korumanın bir zorunluluk olduğunu biliyoruz.

Sakarya’da tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgeleri kurulması ve yüksek katma değerli ürünler üretilmesi için çalışacağız.

Bu verimli topraklarda yetişen ürünler ile tarımsal ihracat artırılmalıdır. Çiftçimiz hak ettiği zenginliği, refahı kazanmalıdır.

Değerli arkadaşlar,

Sakarya’da ciddi bir ulaşım sorunu da var.

Sakarya için büyük öneme sahip arifiye-karasu demiryolunun bir an önce tamamlanması gerekiyor. Bunun için alt yapı ve üst yapı çalışmaları yapılmalı ve yatırım programı kapsamında gerekli ödeneklerin çıkartılmalıdır.

Ayrıca organize sanayi bölgelerinin demiryoluyla bağlantısının da kurulması gerekiyor.

Sakarya’nın bir acil durum hastanesine ihtiyacı var arkadaşlar. İçinde olduğumuz koronavirüs salgını bunu bize yeniden gösterdi.

250 yatak sayılı bir hastaneye ihtiyacı var şehrimizin.

Çok açık söylüyoruz: sağlıktan tasarruf olmaz.

Bu işin şakası yok, ihmale gelmez.

Sakarya, doğasıyla iklimiyle aynı zamanda ülkemizdeki eşsiz turizm şehirlerimizden.

Kıyıları, sapanca gölü, acarlar longozu, şifalı kaplıcaları, yaylaları, tarihi ipek yolu ile bir doğa cenneti.

Her mevsim turizme açık olmasına rağmen yeterli sayıda tesis bulunmuyor. Büyük bir potansiyele rahip olmasına rağmen fuar ve kongre merkezi bulunmuyor.

Şehrimizde bir şehir müzesi bulunmuyor. Şehir tiyatrosu bulunmuyor.

Hem kültür hem turizm anlamında sakarya’nın desteklenmesi gerekiyor.

Biz sakarya’ya desteklerin verilmesiyle turizmde hızla bir atak yapacağını, ülkemize büyük bir katma değer yaratacağını biliyoruz.

Taraklı evleri,
Harmantepe kalesi,
I. Justinianus’tan kalma yüzlerce yıllık köprü gibi tarih mirasına sahip;
Kuzuluk gibi sağlık turizmi için elverişli bölgeleri bulunan sakarya’nın,
Turizm açısından kalkınmaması için hiçbir neden yok.

Sapanca gölü de şehrin mavi bir boncuğu adeta. Ancak etrafındaki yol ve binalaşma sayısının artması gölün kirlenmesine sebep oluyor. Bir yandan suyunun çekildiği de gözlemleniyor.

Biz deva partisi olarak, sapanca gölünü önemsiyoruz, onu korumak için, doğallığını, güzelliğini sonraki nesillere de aktarabilmek için her türlü çalışmayı yapmaya hazırız.

Biz sakarya’nın doğa, tarih, kültür, sağlık, deniz turizmi açısından desteklendiğinde büyüyeceğini biliyoruz ve bunun için çalışıyoruz.


Değerli arkadaşlar,

Sakaryalı esnafımız da bu kötü yönetim yüzünden senelerdir mağdur. Çok sayıda esnafımız kredilerle geçinmeye çalışıyor. Vadesi geldiğinde ödeyemediği çekler, senetler yüzünden mağdur oluyor.

Biz tüm bu kötü ekonomi yönetiminden sakaryamızı da ülkemizi de kurtaracağız.

Sakarya hem 17 ağustos 1999, hem 12 kasım 1999 depremlerinde ağır yara almıştı. Ama bakıyoruz üzerinden geçen 21 seneye rağmen halen deprem açısından riskli binalar var.

Düzensiz yapılaşma, imar planlarının sürekli değişmesi, kentsel dönüşümlerin afetlere uygun planlanmaması gibi sorunlar nedeniyle şehrimiz olası bir afete karşı zayıf konumda.

Bunların hepsi doğru şehirleşme, alt yapı politikaları ve imar kuralları ile hızla iyileştirilmeli. Biliyorsunuz, geçen hafta izmir’de yüreğimiz yandı. İnsanımızın afetler karşısında aciz kalacağı, acılar yaşayacağı günleri görmek istemiyoruz.


Değerli dostlarım,

Sakarya’nın derdi çok biliyoruz.

Sakarya’nın sorunlarını dinliyoruz.

Sakarya’nın demokrasiye ihtiyacı var. Sakarya’nın atılıma ihtiyacı var. Sakarya’nın deva’ya ihtiyacı var.

Biz sakarya’nın sorunlarını çözmek için hazırız. Deva partisi hazır.

Soruyorum şimdi; sakarya hazır mı?


***
Saygıdeğer konuklar;

Deva partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık türkiye’nin deva’sı var,
Sakarya’nın deva’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

 

13 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kırıkkale İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Kırıkkale 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Kırıkkale il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Sevgili Kırıkkaleli gönüldaşlarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Kırıkkale teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

...

Bu güzel hazırlığı, bu coşkulu topluluğu görünce çok heyecanlandık. Ben Ankaralıyım ama Kırıkkale bizimle aynı toprak.

Hemşehrilerimle beraber olmaktan ayrıca mutluluk duyuyorum.

...

Değerli konuklar,

Son bir haftadır akrabalık ilişkilerinin devletimizin yönetimini esir aldığı bir krizin içindeyiz.

Devlet yönetiminde buna nepotizm deniliyor. Yani yakın akrabaların kilit göreve getirilmesi meselesi...

Çok yakın akraba olunca doğru düzgün bir istifa mektubu bile yazılamıyor. Devletin görev değişikliğiyle ilgili kararnamelerinin diline bile bu işliyor.

Bakıyorsunuz kararnameye, affını dileyen falancanın affını kabul ediyorum. Böyle bir dil yok, devlet yönetiyorsunuz.
Aile içindeki yanlış bir işi affetmiyorsunuz.
Son yaşananlar tekrar gösterdi ki;

Partili cumhurbaşkanlığı sistemi iflas etti, bunun adı budur.

Biliyorsunuz; kabinenin bir üyesi geçen pazar gecesi sosyal medyadan bir açıklama yaptı.

Herhangi bir açıklama da değildi bu. İstifa açıklamasıydı.

Sonra onlar buna “görevden af talebi” gibi devlet literatüründe olmayan tanımlar uydurdular ama açıklama istifa beyanıydı.

Tam 24 saat boyunca pek çok televizyon, gazete ve haber sitesi olaya dair tek bir haber geçemedi.

Sadece o kanallardan Türkiye’yi takip edenlerin bu işten haberi olmadı.

Düşünün, bir bakan görevden ayrılıyor, ama basında çıt yok.

Basın özgürlüğünü mumla aradık ama bulamadık.

Akraba kayırmacılığı iflas etti, basını sansürleme işgüzarlığı iflas etti, halkımıza yoksulluğu dayatan beceriksiz ekonomi politikası iflas etti.

Ve değerli arkadaşlar, partili cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi iflas etti.

İşte bu sebeple biz güçlendirilmiş parlamenter sistem diyoruz.

Yola çıktığımız ilk günden beri güçlendirilmiş parlamenter sistem diyoruz.

Hem bu yönetim sisteminin ve hem de ülkemizi yöneten bu köhne zihniyetin değişmesi gerek diyoruz.

Kabinede birkaç değişiklik, kurumlarda birkaç atama ile düzelecek bir tablo değil bu arkadaşlar.

Bakın 2 yıl oldu. Sonuçlarını yaşıyoruz.

Hani “şahtı, şahbaz oldu” derler ya. Fiili kötü yönetim yetmiyormuş gibi bir de kötü yönetim adeta kurumsallaştırıldı.

Tek kişinin ağzına bakmak kurumsallaştı.

Bakıyorsunuz adana il kültür müdürünü cumhurbaşkanı atıyor.

Kendi partisine gençlik kolları başkanını cumhurbaşkanı atıyor.

Merkez bankasına para politikasını o dikte ediyor.

Çay fiyatlarını da o belirliyor.

Arkadaşlar, koskoca ülke, 84 milyonluk Türkiye, tek bir karar merci tarafından yönetilemez.

Türkiye Bir’den büyüktür arkadaşlar. Türkiye o bir kişiden büyüktür. Şöyle bir bakalım ne oldu arkadaşlar? Aslında ne oldu?

Bu sistemin adını “cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi” koydular ama bu sistemde aslında olması beklenen bir cumhurbaşkanı makamı yok.

Anayasanın emrettiği tarafsız, milletin birliğini temsil eden, kuvvetler ayrılığını temin eden, anayasanın uygulanmasını gözeten bir cumhurbaşkanı yok.

Şu an o koltukta oturan kişi, parti genel başkanlığı, belediye başkanlığı, hatta genel müdürlük, daire başkanlığı yapmaktan cumhurbaşkanlığı yapmaya vakit bulamıyor.

Her şeyin doğrudan veya dolaylı başkanı sayılıyor, ama gerçek anlamda, Anayasanın öngördüğü bir cumhurbaşkanı olamıyor.

Bu yeni sistem aslında cumhurbaşkanlığı makamını yok etti.

Bu sistemde her şey oluyorsunuz ama olması gerektiği gibi bir cumhurbaşkanı olamıyorsunuz.

***

Saygıdeğer arkadaşlar,
Yine son bir haftada enteresan gelişmelere tanık oluyoruz.

Senelerdir para politikasına gelen her eleştiriye “faiz” dediler, eleştirenleri “faiz lobisinin adamı” diye damgalamaya çalıştılar.

Ama şimdi bir bakıyorsunuz, bizim devrettiğimiz zamanın tam üç katından fazla faiz ödemesi var hükümetin. Biz bıraktığımızda, 2015 yılında, 53 Milyar TL iken, gelecek sene 179 milyar faiz ödeyeceklerini kendileri açıkladılar.

53 Milyar mı büyük, 179 Milyar mı?

Merkez Bankasının ağırlıklı ortalama fonlama, piyasaya borç verme faizi Temmuz ayında %7 civarındayken, şu anda tam %14. Dört ayda yeni puan artmış.

Üstelik bunca zaman “enflasyonun sebebi faizdir” dediler. Öyleyse Merkez Bankasının piyasayı fonlama faizini niye yedi puan arttırdınız? Enflasyon zaten yüksek, hayat pahalı.

Bu yetmiyor, enflasyon daha da artsın diye mi faiz yükselttiniz?

Önümüzdeki hafta para politikası kurulu var. Merkez Bankasının faiz politikasının ne olduğunu ayın 19’unda göreceğiz.

Bir açıklasınlar, söyleyeceğimiz çok şey var.

Şimdi de kuru dengeleyebilmek için faizi artırdılar, muhtemelen daha da artıracaklar.

Bir görelim ayın 19’unu. Konuşacağımız çok şey var.

Şimdi de kuru dengeleyebilmek için faizi artırdılar, muhtemelen daha da artıracaklar.

Peki ne pahasına oluyor tüm bunlar?
Bu zaman diliminde ülke fakirleşti, kimse çıkıp tek kelime özür dilemedi.

Devletin borcunu iki yılda ikiye katlayan bir bakan vardı. Devir teslime gelmiyor yahu.

Devlet geleneğinde ayrılan bakan ile göreve yeni gelen bakan devir teslim yapar.

Bu milletin gözünün içine bakacak yüzleri yok. Problem orada.

Devlette bir genel müdür, bir müsteşar, bir bakan yardımcısı değiştiğinde devir teslim olur. Bakan değişir, devir teslim olur.

Kime güvenip de gelmiyor devir teslime?

Kime güvenip?
“Hâlâ arkam sağlam” diyor. Öyle zannediyor.

Bu millet sizin yanlışlarınızın, akraba kayırmacılığınızın bedelini ödemek zoruna değil.

Devlet prensibi, işin ehlini işin başına getirmektir.
Değerli arkadaşlar,
Son iki yıldır ülkemizin güvenliğiyle ilgili bir başka kavga sürüyor. F-35 ve S-400 kavgası devam ediyor.

Milyarlarca dolar para verilen S400’ler kullanılamıyor. Yine milyarlarca dolar harcanan F35’ler de kullanılamıyor. Hem parayı kaybet, hem füzeleri kaybet, hem de stratejik açıdan en çok ihtiyaç duyduğumuz savaş uçaklarını kaybet.

Zamanında diplomaside kazan-kazan formüllerini çok miktarda üretmiştik ama, bu hükümetin tek bildiği kaybet-kaybet...

Çıkıp bu millete bir hesap vermeleri lazım, böyle bir şey olur mu?

Bu milletin kuruş kuruş ödediği vergilerle milyarlarca doları füzelere verdiniz. Türkiye, dünyanın en gelişmiş savaş uçakları sistemlerinden birisinin üretiminde dört ana ortaktan birisiydi.

Ne oldu? Parayı da kaybet, füzeyi de kaybet, uçağı da kaybet. İlgili bakanı “bunu yeniden konuşabiliriz” demiş.

Öte yandan bakıyoruz, senelerdir yargıya talimat veren kendileri değilmiş gibi adalet bakanı da hakimlere “anayasaya bağlı kalın” demiş.

İşin en başındaki, kendisini Anayasayla bağlı hissetmiyor. Hakimlere mi Anayasayla bağlı kalın diye tavsiye ediyorsunuz?

Geçenlerede Anayasa Mahkemesi “hak ihlali”ne karar verdi. Alt mahkeme, “ben tanımıyorum” dedi.

Sırtını kime dayıyor? Birkaç gün sonra ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı dedi ki “Alt mahkeme öyle yapabilir”, bitti.

Kimse gık diyebiliyor mu?
Anayasa çiğneniyor diyebiliyor mu kimse?
Bu yönetim zihniyetle devam ettikçe Allah korusun bugünleri mumla ararız. Mevcut iktidara sesleniyorum:

Ekonomi politikalarına senelerdir siz müdahale ettiniz, F35 ve S400 krizini siz çıkardınız, beğenmediğiniz kararları veren hakimleri siz görevden aldınız, sürdünüz.

Yanlışlarınız yüzünden bu milleti senelerdir yoksullaştırdınız. Şimdi ise hiçbir sorumluluğunuz yokmuş gibi davranamazsınız. Kimi kandırmaya çalışıyorsunuz?
Bu millete aptal muamelesi yapamazsınız.

Bu millet her şeyi görüyor. Biz her şeyi görüyoruz.

Tüm bakanlıklar, tüm kurumlar, en küçük il müdürlüklerine dek herkes Külliyedeki tek kişinin ağzının içine bakıyor. Her şeye tek kişi karar veriyor. Biz bunu görmüyor muyuz sanıyorsunuz?

Her işe karışıp, her detayına kadar her şeyin talimatını verip, başarısızlık olunca alttaki adamları değiştirerek elinizi yıkayarak çekilemezsiniz.

Bu millet her şeyi görüyor.
Kendiniz kriz çıkarıp, ardından millete acı reçeteye razı ol diyemezsiniz.
Bu kriz tamamen kötü yönetimin krizi.
Ekonomi yönetimindeki dört kişiyi değiştirerek bunu kabul ettiler.
Problem 4 kişide bitmiyor.
Problem o 4 kişiye talimat veren, nihai sorumluluğu üstlenen makamdadır. Bu millet sizin hatalarınızın bedelini ödemek zorunda değil.
Bir kez daha söylüyoruz:

Bu bir sistem ve zihniyet sorunudur.

İstediğiniz kadar adamlarınızı değiştirin; adaleti düzeltmedikçe, demokrasiyi iyileştirmedikçe,
Özgürlük ortamını genişletmedikçe,
Bu ülkenin ekonomisi iyileşmez, toparlayamaz.

Ülke ancak sağlam bir hukuk ve demokrasi zemini üzerinde yükselebilir.

Güçlü ekonominin temelinde; Adalet vardır,
Demokrasi vardır, Özgürlükler vardır.

Bu zihniyet, bu iktidar değişmeden bu ekonomi düzelmez.

Kurda inişler-çıkışlar olur; bakmayın. Uluslararası piyasalarda o kadar büyük miktarda likidite var ki...

Pandemi sebebiyle Merkez Bankaları, kendi ülkelerinde vatandaşları güçlük çekmesin diye trilyonlarca dolar, trilyonlarca euro basıp piyasaya sürdüler.

Biz yapamadık. Çünkü Türkiye’nin kaynaklarını tükettiler.

Bir ara Merkez Bankasına dönüp para bastırdılar, kurdaki ilk sıçrama o zaman oldu. Çünkü Merkez Bankasının döviz rezervi ekside. Para bastığınız anda, o karşılıksız basılmış para oluyor.

Hemen kur sıçradı, banknot makinesini durdurmak zorunda kaldılar.

Merkez Bankasının yıllardır biriktirdiği yedek akçeleri bir günde tükettiler. Bu yılın yedek akçesini daha Ocak ayının başında peşinen alıp harcadılar.

Şu anda Avrupa bankalarının kullanamayıp da Avrupa merkez bankasında beklettiği ve eksi faize razı olduğu 3 Trilyon Euro para var.

Bankalar kullandıramamış, avrupa merkez bankasında eksi faize razı kalarak duruyor. “Parayı buraya verdin, paranı korurum ama bunun maliyeti var. Parandan keserim biraz” diyor.

Bu para gidecek yer arıyor. Buna rağmen Türkiye döviz borçlanırken, yüzde 6-7 faiz ödeme zorunda kalıyor.

Yazıktır, günahtır. Varlık içinde yokluk yaşatıyorlar bu ülkeye.

Bir kişinin yanlış politikalarıyla yaşadığımız bu acı tabloyu Türkiye hak etmiyor.

Arkadaşlar, partili cumhurbaşkanlığı sistemi maalesef her birimizi fakirleştirdi. Her birimizin özgürlüklerini elinden aldı.

Değerli arkadaşlarım,
Bu zihniyet değişmeden hiçbir sorunumuzun çözülmesi mümkün değildir.

Özgürlükçü, eşitlikçi, adil bir ülkenin inşası için bu sistemin ve zihniyetin değişmesi gerekir.

Demokrasi ve Atılım Partisi olarak biz bu iktidarı ve baskıcı-tekçi zihniyetini reddediyoruz.

Hak ve özgürlükleri çiğneyen, hukuku hiçe sayan bu zihniyeti elimizin tersiyle itiyoruz.

Bu millete korku salan,
Gerçekleri sürekli çarpıtarak algı oluşturan,

Gençlerimizi kaygılandıran,
Doğmamış çocuklarımızı bile borca sokan,

Bu zihniyete artık bir nokta koymak için geliyoruz.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem ile, güçlü meclis, güçlü kurumlar ile halkımıza hizmet için geliyoruz.

***

Kıymetli dostlarım,
Şu an ekonomimiz ciddi sıkıntılarla karşı karşıya.

Hangi endekse, hangi kritere bakarsanız bakın ülkenin her alanda durumu gerçekten içler acısı.

Basın özgürlüğü kısıtlı, ifade özgürlüğü kısıtlı, anayasa mahkemesinin kararlarına uyulmayabiliyor, hukuk devleti kalmamış.

Ülkenin en tepesindeki kişi anayasayı yok
Varsayabiliyor. Kendisini anayasa ile sınırlandırılmış hissetmiyor.

Böyle olunca ekonomi de tam gaz düşüşe geçiyor elbette. Bu milletin kazandığı, biriktirdiği ne varsa hepsi tükeniyor.

Merkez Bankası’nın tüm birikimlerini, rezervleri, yedek akçeleri bir çırpıda harcadılar.

Ben ve arkadaşlarımın canla başla güçlendirdiği ekonomiyi yerle bir ettiler. Kendileri ve yandaşları dışında herkes fakirleşti.

Evet arkadaşlar, toplum olarak fakirleşiyoruz. Bu yönetim anlayışıyla da ekonominin canlanması mümkün görünmüyor.

Bu anlayış, bu zihniyet, üzülerek ifade ediyorum, bizi daha da fakirleştirecek. Bizi daha da yoksullaştıracak.

Paramızın gözümüzün önünde güneşin altında eriyen kar gibi eridiğini görüyoruz.

Zenginle fakir arasındaki gelir uçurumu büyüdü, büyümeye de devam ediyor. Hayat pahalılığı can yakıyor, can alıyor.
Asgari ücret, sefalet ücretine dönmüş durumda.
Pazara, markete gittiğinizde hangi parayla neyi alabiliyorsunuz?

Daha fenası marketlerde çocuk mamaları, peynirler kilitli ambalajlarda satılmaya başlandı. Çalınmasın diye.

Eskiden halkımızın, ev alma, araba alma hedefleri olurdu. Şimdi aylık mutfak masrafını nasıl karşılayacağım diye kara kara düşünüyor insanlar.

Yazık arkadaşlar. Bunların tek sebebi şu andaki kötü yönetim.

Açıkça söyleyelim bu partili cumhurbaşkanlığı sistemi ve onun ortakları ülkemizi her alanda geriletiyor.

Hayırlı hiçbir göstergede rekor kıramazken gelir adaletsizliği göstergelerinde rekor kırıyoruz.

Ülkemiz son yirmi yılda hiç olmadığı kadar fakirleşti. Cebimizdeki para değersizleşti.

Hep söylüyoruz; özgürlüklerin olmadığı, adaletsizliğin kol gezdiği bir ülkede; ekonomi de iyiye gitmez.

Hukuku askıya alırsanız, meclisi devre dışı bırakırsanız, özgürlükleri kısıtlarsanız, sürekli haksızlık yaparsanız ekonomiyi düzeltemezsiniz.

Bakın, sokak röportajlarında fikirlerini söyleyen insanlar göz altına alınıyor. Sırf cumhurbaşkanını eleştirdikleri için insanlar tutuklanıyor.

Bu ne demek biliyor musunuz dostlarım; fikirlerden, sözlerden, kelimelerden korkuyorlar.

Ama biz korkmuyoruz.

O yüzden bir kez daha söylüyoruz:

Korkma türkiye!

Bunların hepsi geçecek.

Kimsenin şüphesi olmasın;

İnsanlar fikirlerini ifade etmekten çekinmeyecek, korkmayacak.

Türkiye kısık sesle konuşmayacak!

Türkiye’de herkes özgürce fikirlerini ifade edebilecek, birbiriyle rahatça tartışabilecek!

İnsanlar birbiriyle konuşacak arkadaşlar! Çünkü DEVA Partisi hazır.
Çünkü artık korkmak yok, DEVA Partisi var!

Değerli arkadaşlar,

Biz ekonomi yönetimindeki tüm kurumları bir ayda ayağa kaldırırız. Geçmişte işsizliği, üç yılda beş puan indirdik, yine indiririz.

Dış politikanın ve milli çıkarlarımızın güvencesi biziz. Korkma Türkiye. DEVA partisi burada ve hazır!

***

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemizin zenginleşebilmesi ancak topyekun bir değişim ile mümkün.

Neler yapmamız gerektiğini gelin hep beraber sıralayalım:

Tarafsız ve bağımsız yargının tesis edilmesi.

Hukukun üstünlüğünün sağlanması. Hiçbir kişinin kendini hukuktan üstün görmeyeceği bir sistem inşası.

Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş.

Ehliyet ve liyakatin hakim olduğu bir kamu yönetiminin hayata geçirilmesi,

Adil rekabeti, fırsat eşitliğini, verimliliği ve özel sektör öncülüğünü esas alan bir ekonomik program.

Parti programımızda yer alan “güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme” stratejisinin uygulamaya konulması

Ve basiretli para, kur, maliye, borçlanma ve finans politikalarının uygulanması, makro ekonomik ve finansal istikrarın kalıcı hale getirilmesi.

Tüm bunların sağlanması ancak topyekûn bir değişimle mümkün. Deva partisi bu değişimi gerçekleştirebilecek tek siyasi hareket.
Ve o yüzden diyoruz ki: korkma Türkiye; artık Türkiye’nin DEVA’sı var.

bir kez daha söylüyoruz: Özgürlüklerini doyasıya yaşamak için, Hukukun üstünlüğünü tesis etmek için, Güçlendirilmiş parlamenter sistem için,

Refahın yükselmesi,

Yoksulluğun son bulması için,

Korkma Türkiye!

Korkutarak ülkeyi yönetmeye çalışanlardan korkma Türkiye!

Demokrasi ve atılım partisi, her bir vatandaşımızın daha özgür, daha eşit, daha zengin olması için hazır.

***
Kıymetli Kırıkkaleli hemşerilerim,

Biliyorum, sizler de bu kötü yönetimden fazlasıyla nasibinizi aldınız. Yatırımlardan, desteklerden mahrum kaldınız.

Kırıkkale sanayisi ile ayakta kalmaya çalışan bir şehir.

Artan kura bağlı olarak, çarşı-pazardaki enflasyon hızla artarken, çalışan işçilerimizin ve memurlarımızın maaşları açıklanan resmi enflasyona göre artıyor.

Bu nedenle de Kırıkkale’de sanayide çalışan hemşerilerimiz her geçen gün yoksullaşıyor.

Biliyorsunuz TÜİK, enflasyon rakamlarını %11-12 açıklıyor. Oysa kur arttıkça çarşı pazardaki fiyat artışı, %30-40-50lerde geziyor. Vatandaşımızın alım gücü düşüyor.

Vatandaşımızın aldığı aylık ücret markete yetmiyor.

Yine Kırıkkale’deki çiftçilerimizin durumu da içler acısı. Mazot, gübre, ilaç fiyatları artıyor, maliyetler de artıyor.

Fakat tarıma yeteri kadar destek verilmiyor. Üreticilerimiz ve ürünlerimiz korunmuyor.

Döviz kuru arttıkça girdi fiyatları da artıyor.

Hasandede karası ve beyazı üzüm, çerezlik ayçiçeği ve kavun şehrimize özel tarım ürünlerinden...

Fakat plansız ve programsız hareket edildiği için Kırıkkale tarımda hak ettiği seviyeye ulaşamıyor.

Artık tarımda kendi kendine yeterli bir ülke durumunu da kaybettik. İthalata bağımlı hale geldik.

Verimli topraklarımıza, üretken çiftçilerimize rağmen ithalata bağımlı hale geldik.

Biz deva partisi olarak, çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.

Tarım meslek liseleri açacağız. Bu liselerden mezun olan gençlere destekler sunacağız. Böylece mesleğin gençleştirilmesini, gençlerimizin tarımla zenginleşmesini, ülkemizin bol ve kaliteli tarım ürünlerine ulaşmasını sağlayacağız.

Değerli dostlar,

Kırıkkale’deki memurumuzun, işçimizin, esnafımızın sorunlarını dinliyoruz, görüyoruz, biliyoruz.

Şu anki yönetim çiftçimizi, esnafımızı, herkesi adeta kendi kaderlerine terk etti.

Bu şehir, Kırıkkale bunları hak etmiyor. Bunlar şehrimize yakışmıyor.

Biz Kırıkkale’nin dertlerini biliyoruz görüyoruz. Kırıkkale’nin derdi çok ama devası hazır.

Kırıkkale’nin demokrasiye ihtiyacı var. Kırıkkale’nin atılıma ihtiyacı var. Kırıkkale’nin devaya ihtiyacı var.

Biz Kırıkkale’ye DEVA olmaya, Türkiye’ye deva olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Kırıkkale hazır mı?
...
Değerli dostlarım,

Gençlerimiz kendilerini değersiz, önemsiz hissediyor.

Kırıkkale de gençlerimizin göç ederek ayrıldığı bir şehir.

Bu yönetim, gençlere sürekli dikte ediyor. Emirler yağdırıyor. Gençleri zapt etmeye çalışıyor. Kendine göre şekillendirmeye çalışıyor.

Biz bunu asla kabul etmiyoruz!

Gençler, özgür bireylerdir.

Biz onları birilerine benzetmeye çalışamayız. Birileri gibi olsunlar diyemeyiz. Biz onların sadece ama sadece hak ettikleri imkanlara ulaşmasını ve onların kendileri olmasını istiyoruz.

Devletin görevi, gençleri bir şeye veya birine benzetmek değildir. Onlara isteklerini, hayallerini gerçekleştirecek imkanları sunmaktır.

Gençlerimizin çoğu üniversiteden mezun olduğunda iş bulacağına inanmıyor.

Bunun en önemli nedeni ne biliyor musunuz? Liyakatla bir iş edinebileceklerine inanmıyor gençler. Çünkü torpil, kayırmacılık, haksızlık her yerde.

Özellikle kamuda işe alımlarda yazılı sınavdan yüksek puan alan gençlerin mülakatta elenmesi, gençlerimizin umutsuzluğunu arttırıyor.

Biz, kamuda işe alımlarda mülakatı kaldıracağız. Onun adamı, şunun adamı, o görüşten bu görüşten diye gençlerimizin işsiz bırakılmasına son vereceğiz.

Bizim hedefimiz;

Çocuklarımızın, gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla benzer seviyede eğitim alabileceği,
Benzer hayat yaşayacağı,
Benzer ekonomik koşullara kavuşacağı

Ama en önemlisi de benzer hayaller kuracağı, Bir ülke.

Bizim hedefimiz;
Gençlerimizin göç ederek dışarıda imkan kovalayacağı değil, devleti gençlerin hizmetine sunacağımız bir ülke.

Biz bunun için hazırız, biz gençlerle birlikte ülkemizin geleceği için hazırız.

***

Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Kırıkkale’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

9 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bilecik İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Bilecik 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Bilecik İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Bilecikli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Bilecik teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

****

Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş toprakları olan Bilecik’te bugün, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatlarıyla sözlerime başlamak istiyorum.

Bu nasihatlar çok önemli. 600 yıl sürmüş bir devletin altyapısının nasıl atıldığı, hangi ilkelerle ve değerlerle atıldığını göstermek açısından çok önemli.

Devlet yönetmenin bazı temel ilkelerini belirleyen meşhur nasihatta şöyle diyor:

“Öfke bize, uysallık sana; Güceniklik bize, gönül alma sana;

Suçlama bizde, katlanma sende;
Yanılgı bize, hoş görmek sana;
Acz bize, yardım sana;
Geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adâlet sana; Kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana.”

Değerli arkadaşlar,
Bakıyoruz bugünkü iktidara, her birinin tersini anlamışlar.

Öfke onlarda. Çatışma onlarda. Anlaşmazlık onlarda. Kavga onlarda. Suçlama onlarda. Kötü söz, haksızlık onlarda.

Bir devlet yönetiminde olmayacak ne varsa onlarda.

***

Değerli konuklar, değerli katılımcılar,

Biz tam 8 ay önce, 9 Mart’ta yola çıkarken, bu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemine karşı olduğumuzu açık açık beyan ettik.

Bu yüzden biz 9 Mart’ta “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” vaat ettik.

DEVA Partisi olarak biz,
Kuvvetler ayrımına ve insan haklarına dayanan,
Güçlü hükûmet, güçlü meclis ve güçlü yargıyı esas alan Güçlendirilmiş parlamenter sistemden yanayız.

Bu sistemde tüm vatandaşlarımız haklarından daha iyi yararlanacak, herkes adil muamele görecek.

Ülkemiz derinleşen yönetim krizini güçlendirilmiş parlamenter sistem ile aşacak.

Hukuk devleti olmanın ve demokrasinin evrensel standartlarına uygun, temel insan haklarına öncelik veren bir yönetim sistemine hep beraber kavuşacağız.

Devletin vatandaşına hesap verdiği, şeffaf olduğu, öngörülebilir, adil, anayasa ve yasalara bağlı bir yönetim sistemi inşası için biz hazırız.

Bizim için anayasa basit bir metin değil arkadaşlar. Anayasa, bizim için tüm toplumumuzun "bir arada yaşama ilkeleri" demektir.

Bizim için "bir arada yaşama ilkeleri" insan onurunu merkeze almak, hak ve özgürlükleri güvencelemek, kuvvetler ayrılığını tesis etmek, doğayı ve çevreyi korumak, eşitlik, adalet ve laiklik ilkesi ile hukukun üstünlüğüne dayanmak, devletin ideolojik tarafsızlığını sağlamak, yerel yönetimleri ve sivil toplumu güçlendirmektir.

Bizim için bir arada yaşama demek toplumun tüm kesimlerinin yönetime demokratik katılımı demektir.

Bizim için demokratik katılım; devletin tüm kurumlarına, istisna yapmadan, hiçbir ayrım yapmadan, tüm toplum kesimlerinin ön koşulsuz katılımı demektir.

Biz bu ülkeyi hepimizin ülkesi yapmak için hazırız. DEVA Partisi hazır.
***
Kıymetli arkadaşlarım,

Şu an ekonomimiz uçurumdan aşağı doğru adeta yuvarlanıyor.

Hangi endekse, hangi kritere bakarsanız bakın ülkenin her alanda durumu gerçekten içler acısı.

Basın özgürlüğü yok, ifade özgürlüğü yok, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uyma yok, hukuk devleti yok.

E böyle olunca ekonomi de tam gaz düşüşe geçiyor elbette. Bu milletin kazandığı, biriktirdiği ne varsa hepsini tükettiler.

Merkez Bankası’nın tüm birikimlerini, rezervleri, yedek akçeleri bir çırpıda harcadılar.

Ben ve arkadaşlarımın canla başla güçlendirdiği ekonomiyi yerle bir ettiler. Kendileri ve yandaşları dışında herkes fakirleşti.

Evet arkadaşlar, toplum olarak fakirleşiyoruz. Bu yönetim anlayışıyla da ekonominin canlanması mümkün görünmüyor.

Bu anlayış, üzülerek ifade ediyorum, bizi daha da fakirleştirecek. Bizi daha da yoksullaştıracak.

Paramızın gözümüzün önünde güneşin altında eriyen kar gibi eridiğini görüyoruz.

Pazara, markete gittiğinizde hangi parayla neyi alabiliyorsunuz?

Eskiden halkımızın, ev alma, araba alma hedefleri olurdu. Şimdi aylık mutfak masrafını nasıl karşılayacağım diye kara kara düşünüyor.

Anneler babalar, evlatlarını okula harçlıksız gönderiyor. Yazık arkadaşlar.
Bunların tek sebebi şu andaki kötü yönetim.

Açıkça söyleyelim bu Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve onun ortakları ülkemizi her alanda batırıyor.

Hayırlı hiçbir göstergede rekor kıramazken gelir adaletsizliği göstergelerinde rekor kırıyoruz.

Hazır rekor demişken, dün biliyorsunuz akşam saatlerinde sosyal medya hesabında bir istifa mektubu paylaşıldı. Bu istifa mektubu da beğeni rekoru kırdı.

Sosyal medyayı takip eden ekibimizin söylediği rakamlara göre; ilk dakikada 3 bin kişi bu mesajı “like”ladı.

Niye ve nasıl oldu da memleketimiz bu hale düştü? Son derece üzülüyoruz.

Ülkenin bir bakanı kendi sosyal medya hesabından bir istifa mektubu paylaşıyor fakat basından çıt yok. İnsanlar sosyal medyadan bu haberi alıyorlar. Ne devlet basınında ne de hükümetin kontrol ettiği basında bir şey var. Son dakika haberi yok.

Belli ki bir yerlerden talimat bekleniyor.

Sadece ekonominin değil, basın özgürlüğünün de gelmiş olduğu nokta ülkemiz için içler acısı. Basınımız, bir istifa haberini talimat almadan veremiyor, haberleştiremiyor.

Dün gece yapılan açıklama bir istifa açıklaması değil, bir iflas açıklamasıdır.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dün gece sosyal medya üzerinden iflasını açıklamıştır.

Cuma akşamı ansızın, bir gece kararnamesiyle Merkez Bankası Başkanının değiştirilmesi, arkasından bu işlere bakan kişinin ayrılacağını açıklaması ve daha da vahimi bununla ilgili henüz hiçbir netliğin önümüzde olmaması...

Değerli arkadaşlar,
İşte akraba kayırmacılığının, basını sansürleme işgüzarlığının kötü sonuçlarına son 24 saatte tekrar şahit olduk.

Halkımıza adeta yoksulluğu dayatan beceriksiz ekonomi politikalarının iflasını canlı canlı izledik.

Demokrasiyi, hukuku, insan haklarını askıya alanlar; saatlerdir devleti de adeta askıya almış durumdalar.

Arkadaşlar;
Türkiye, bir kabile devleti değil!

Eski sistemde, ki biz eski sistemin eksiklerini bildiğimiz için Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz, her bakanlığın bir müsteşarı vardı.

Siyasette olabilecek iniş-çıkışlarda ya da bu tür türbülanslarda devletin devamlılığını sağlayan müsteşarlar vardı.

Bu müsteşarlık kademesini yok ettiler. Niye? “Bize engel oluyor, pranga oluyor” diye.

Müsteşarlar “hukuk, kural” diyor; onlar “Bu vesayet, biz bunu aşacağız” diyor.

Bakanların altına bakan yardımcıları koydular. İlgili bakan da görevinden ayrıldı mı, ayrılmadı mı, ne olacak belli değilken, bakıyorsunuz devletin bir kurumunun başı boş.

Hazineyi boşalttılar anladık da, şu anda hazinenin başı da boş.
Böyle bir anlayışla devlet yönetilmez. Devlet ciddiyetine bu yakışmaz.

Ta 1299’da bu topraklarda temeli atılan devletin ilkelerini biraz önce okudum. Bu konferans salonuna da adını veren Şeyh Edebali’nin devletin nasıl davranmasıyla ilgili öğütlerini biraz önce sizlerle paylaştım.

Bunlar, sizin zaten çok iyi bildiğiniz öğütler.
Ama maalesef 700 sene sonra bu ülkeyi, bu toprakları böylesine kötü bir yönetime ve zihniyete teslim ettiler.

Hep söylüyoruz; özgürlüklerin olmadığı, adaletsizliğin kol gezdiği bir ülkede ekonomi de iyiye gitmez.

Hukuku askıya alırsanız, meclisi devre dışı bırakırsanız, özgürlükleri kısıtlarsanız, sürekli haksızlık yaparsanız hiçbir şeyi düzeltemezsiniz.

Şu anda yaşanan sorun tek tek kişilerle çözülecek bir sorun değil bu. Çünkü ortada bir sistem sorunu var. Ortada zihniyet sorunu var.

Değerli arkadaşlar,

Bütün bu başarısızlığın, ekonomideki bu çöküşün, bu fakirleşmenin faturasını bir-iki isim değişikliğiyle kapatmaya çalışıyorlar.

Türkiye ekonomisi, içine düştüğü bu çukurdan sadece ekonomi yönetimini değiştirerek çıkamaz.

Anayasanın açıkça ihlal edildiği bir ülke hukuk devleti olamaz. Daha geçenlerde yaşadık; Anayasa Mahkemesi, bir milletvekiliyle alakalı “hak ihlali” kararı verdi. Alt mahkeme “Ben uymuyorum, tanımıyorum” dedi. Cumhurbaşkanı da o alt mahkemeyi destekledi.

Düşünebiliyor musunuz, iş nereden nereye geldi.

Eğer burası hukuk devletiyse, siz Anayasaya bağlılık üzerine yemin ettiyseniz ve buna rağmen Anayasayla kendinizi bağlı hissetmiyorsanız bu ülkenin çivisi çıkmış demektir.

İstediğiniz kadar adamları değiştirin; adaleti düzeltmedikçe, demokrasiyi iyileştirmedikçe, özgürlük ortamını genişletmedikçe ekonomi iyileşmez, toparlayamaz.

Ekonomi ancak sağlam bir zemin, sağlam bir temel üzerine inşa edilir.

Ekonominin temelinde; Adalet vardır,

Demokrasi vardır, Özgürlükler vardır.

Bu zihniyet, bu iktidar değişmeden ekonomi düzelmez.

Kurda inişler-çıkışlar olur; bakmayın. Uluslararası piyasalarda o kadar büyük bir para var ki...

Şu anda Avrupa Bankalarının kullanamayıp da Avrupa Merkez Bankasına park ettiği ve eksi faize razı olduğu 3 Trilyon Euro para var dünyada.

Bankalar kullandıramamış, Avrupa Merkez Bankasına eksi faize razı kalarak park etmiş.

Bu para gidecek yer arıyor. Buna rağmen bu ülke döviz borçlanırken, yüzde 6-7 faiz ödeme zorunda kalıyor.

Yazıktır, günahtır. Varlık içinde yokluk yaşatıyorlar bu ülkeye.

Kurda inişler-çıkışlar, uluslararası para piyasalarında hareketlenmeler, bunların hepsi olur.

Ama şu yaşadığımız son 24 saatteki gelişmeler herhalde yakın tarihe bir not olarak da düşülecektir.

Nepotizmin bir ülkeye ne kadar büyük bir zarar verebileceğini tarih kayıtlarında tekrar hep beraber yaşadık.

Bakın, sadece çok kısa birkaç rakam vereceğim size.
Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda; Türkiye hazinesinin toplam borç stoku 677 Milyar TL. Yıl 2015.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sistemi yürürlüğe girdiğinde 970 Milyara çıkmış.

Biliyorsunuz, Anayasa değişikliğinden önce de bir çok iş, tek bir kişinin iradesiyle yapılmaya başlanmıştı. Başkanlık sisteminden önce de yönetim önemli ölçüde merkezileşmişti.

677 Milyarlık borç stoku 2018 yılında 970 Milyara çıkmış. Üç yılda, kaba bir hesapla, yüzde 45-50’lik bir artış var.

Peki, şu anda ne kadar biliyor musunuz? 2018’den 2020’ye daha iki sene geçmiş.

Hazinenin borç stoku 1 Trilyon 863 Milyar Lira, arkadaşlar!

İki yılda ikiye katlanmış devletin borcu. Düşünebiliyor musunuz?

Kur artışı, ödenen yüksek faizler memleketi bu hale getirdi.

2015’te, bizim ayrıldığımız yıl devletin faiz ödemesi 53 Milyar TL idi.

Gelecek yılki bütçede 179 Milyarlık faiz ödemesi var.

Yazıktır, günahtır.

Bir kişinin bu memlekete maliyetinin ne kadar büyük olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Derin bir bataklığa doğru maalesef ülkemiz iniyor.

Biliyorsunuz, 2018’de sadece Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi fiilen uygulamaya geçmedi, aynı zamanda ilk defa Türkiye’de bir yakın akraba bakan olarak görevlendirildi.

İki yılda memleketin düştüğü durum bu.
Hazinenin borcu 970 Milyardan, 1 Trilyon 863 Milyar’a çıkmış. Bu yeni parayla, yani sıfırlar atılmış hali...
Hâlâ eski parayla hesap edenler için söyleyeyim:

970 Katrilyonluk borç, 1 Kentilyon 863 Katrilyon olmuş.

Paradan altı sıfırı atmasaymışız, böyle kentilyonları konuşmaya başlayacaktık. Tablo bu, maalesef.

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizin potansiyeli bu değil. Biz doğru, akılcı ve işini bilen kadrolarımızla bu ülkeyi çok kısa bir zamanda canlandırırız arkadaşlar.

Beceremeyenler gitsin, hele bir bakın, biz yönetime geldiğimizde nasıl yeniden dünyayla rekabet eden ülke konumuna geleceğiz. Hep beraber görürsünüz.

Çok açık söylüyoruz;

Özgürlüklerini doyasıya yaşamak için,

Hukukun üstünlüğünü tesis etmek için,

Güçlendirilmiş parlamenter sistem için,

Refahın yükselmesi, yoksulluğun son bulması için,

Korkma Türkiye!

Arkadaşlar, artık, ülke olarak korkuları geride bırakmak zorundayız. Bu iktidar, bu yönetim sadece korkuyla yönetmeye başladı bu ülkeyi.

Dikkat edin, kaç yıldır hep daha kötüsüyle, düşmanla korkutuyor.

Halbuki bu ülkeyi iyi yönetmenin yolu, gelecekle ilgili gerçekçi ümitler oluşturmaktır. Yarınların bugünden çok daha iyi olacağına insanların inanmasıdır.

Düzgün yönetim, iyi yönetim böyle olur. Ancak kötü yönetimler korkuyla yönetir.

Demokrasi ve Atılım Partisi ülkemizi her alanda güçlendirmeye hazır. Demokrasi ve Atılım Partisi, ülkemizi bu bataklıktan çıkartmak için hazır.

Demokrasi ve Atılım Partisi, her bir vatandaşımızın daha özgür, daha eşit, daha zengin olması için hazır.

***

Saygıdeğer konuklar,

Ülkemizi yönetenler, büyük bir yoksul kesim yarattı.

Çok üzülüyoruz!

Bugün sabah saatlerinde, finans piyasasından gelme duayen bir iktisatçıyla telefonda konuşuyorduk.

“Nasıl gidiyor işler?” diye sordum.
Telefon görüşmemizin ortasında ağlamaya başladı, biliyor musunuz?

“Bu muydu bizim hayal ettiğimiz Türkiye? Bu muydu bizim hayal ettiğimiz ekonomi? Biz bunun için mi bu yaşa kadar canla başla çalıştık, bu ülkeyi kalkındırmak için bütün emeğimizi ortaya koyduk? Yazık değil mi bu ülkeye sayın Başkanım?” dedi.

Gerçekten çok yazık ettiler, çok.

Şu anda Türkiye OECD ülkeleri arasında yoksulluk sıralamasında gelir dağılımı en bozuk 3 ülkeden birisi.

Her 3 kişiden biri işsiz.

Her 3 gencimizden biri ne işte ne de okulda. Türkiye’deki çocuk yoksulluğu da OECD ülkelerinin yaklaşık iki misli.

Nüfusun %71 gibi yüksek bir oranı borç ve taksit ödüyor. Gelir eşitsizliği alarm veriyor.

Bu ülke, bu çağda, böylesi bir coğrafi konumda, böyle genç bir nüfusla yoksulluğa nasıl mahkum edilir?

Diyorlar ki “Dış güçler yüzünden ekonomimiz iyi değil.”

Bu millet artık bunu yutmuyor.

Bu palavralara inanmıyor.

Bu ülkenin niye bu hale düştüğünü bu ülke gayet iyi görüyor.

Açlığın, sefaletin, enflasyonun tek bir nedeni var: kötü yönetim.

Her yerde anlatıyorum, dünyada büyük bir likidite bolluğu var. Zenginliğin orta yerinde fakirleştiriliyoruz.

Bizi, bu yönetim fakirleştiriyor.
Zenginle fakir arasındaki gelir uçurumu büyüdü, büyümeye de devam ediyor.

Pandemi döneminde 1.000 TL gibi sosyal yardımlarla vatandaşa yoksulluk reva görüldü.

Bir de bu yardımları lütuf gibi yaptılar. Lütfediyorlar... Bir de hiç çekinmeden parti bağışı gibi yaptılar.

O yardımların hepsi sizlerin vergileriniz sevgili dostlar! Sizin vergilerinizle sosyal yardım yapılıyor.
Kimsenin babasının parası değil!

Paketlerin üzerine yapıştırdıkları parti logosu, forslar bile sizin vergilerinizle ödeniyor!

Hem yönetemiyorlar hem halkımızın onuruyla oynuyorlar.

Halkımızın onuruyla oynamayın. Önce yoksulluğa mahkum edip, sonra lütuf gibi yardımlardan söz etmeyin.

Sosyal yardımları bile objektif kriterlere göre değil siyasi tercihlere göre dağıtabiliyorlar.

Sosyal yardımlar; partilerin veya birilerinin reklamını yapacağı bir alan değildir. Sosyal yardımlar, sosyal devlet olmanın gereğidir. Alınan vergilerin hepsinin gerçek sahiplerine paylaştırılmasıdır.

Ama arkadaşlar, üzülerek söylüyorum ki, kendileri giderse ortadan kalkacakmış, yok olacakmış, kesilecekmiş gibi bir hava oluşturmaya çalışıyorlar.

Bu parti logolar, forslar falan onun için.

“Biz gidersek yardımınız kesilir” gibi satır aralarıyla vatandaşımızı korkutuyorlar.

Diyorum ya, artık korku yönetimi. Korkutmak dışında hiçbir yöntem kalmadı ellerinde.

Önce milleti fakirleştiriyorlar. İşsiz bırakıyorlar. Sonra sosyal yardımlara muhtaç ediyorlar. Arkasından da “biz gidersek bu yardımları alamazsınız” diye korkutuyorlar.

Böyle bir şey kabul edilemez.
Vatandaşlarımız müsterih olsun. Hiç korkmasın.

DEVA Partisi tüm haklarınızın güvencesi olmak için kuruldu. Sosyal destek ve yardımların da güvencesi biz olacağız.

Biz, sosyal yardımları “siyasi rant” alanı olarak görmeyiz, görmeyeceğiz.

Biz DEVA Partisi olarak;
Halkımızı sadece sosyal yardımlarla yönetme gayesinde olanlardan değiliz.

Biz insan onuruna yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.

Önemli olan yoksulluğu ortadan kaldırmaktır.

Yoksulluğun, ekmek parasına muhtaç olan insanların arttığı bir ülkede onlara yaptığınız yardımlarla siyasi rant peşinde koşamazsınız.

Sosyal yardımları objektif kriterlere göre ve hak temelli yapacağız.

İhtiyaç sahiplerini kendimiz gidip bulacağız ve destek olacağız. Onların talep etmesini beklemeyeceğiz.

Sosyal yardımları aile odaklı yapacağız.

Devletin kaynaklarını israf etmeyeceğiz. Kaynakları halkımızın hak ettiği refah seviyesine ulaşması için kullanacağız.

Biz, oluşturacağımız yeni sosyal yardım ve hizmetler sistemiyle ülkemizi güçlü bir yapıya kavuşturacağız.

Bu yeni sistemle birlikte; sosyal yardım, sosyal hizmet, sosyal sigorta ve istihdam hizmetlerinde entegrasyonu sağlayacağız.

Böylece bireyi ve aileyi yoksulluk sarmalından kurtaracağız.

Yoksulluğu bu ülkenin kaderiymiş gibi gösterenlere inat, halkımızı zenginleştireceğiz.

Bunlar zenginleşmeden bahsedince, üç-beş kişinin zenginleşmesinden ibaret zannediyorlar bu işi.

DEVA Partisi iktidarında üç-beş zengin üretmeyeceğiz; bu toplumu topyekûn zenginleştireceğiz.

***
Kıymetli Bilecikli hemşerilerim,

Ülkemizin bu dibe gidişi, sizleri de etkiledi, etkiliyor. Tarım, Bilecik için önemli geçim kaynaklarından biri.

İkliminin ve toprağının elverişli olması sayesinde çok çeşitli ürün yetiştirmek mümkün.

Mümkün olmasına mümkün de mevcut yönetimle bu ne kadar mümkün?

Maalesef arkadaşlar. Tarımla ve hayvancılıkla uğraşan çiftçilerimiz zor günler geçiriyor.

“Biz dolara bakmıyoruz” diyorlar ya, işte o durmadan yükselen dolar yüzünden çiftçilerimiz zor günler geçiriyor.

Mazota, gübreye, ilaca, tohuma, zam üstüne zam yapılıyor. Dolar arttıkça girdi fiyatları artıyor. Hani dolara bakmıyorlar ya.. Ama çiftçimiz bakıyor.

Değerli arkadaşlar, doğru tarım politikaları uygulanmadan tarım ve hayvancılığı geliştiremezsiniz. Hatta mevcudu bile koruyamazsınız.

Nitekim de koruyamıyorlar. Varsa yoksa ithalat! Tabii bu ithalatı da kimler yapıyor? O da ayrı bir soru işareti.

Artık tarımda kendi kendine yeterli bir ülke durumunu da kaybettik. İthalata bağımlı hale geldik.

Bilecik’in bu verimli toprakları, bu üretken insanları ile kendimize yetmek, hatta ihracatımızı kuvvetlendirmek mümkünken, biz her şeyi dışarıdan almaya başladık.

Sanayi yatırımları eksik. Şehrin gelişmesi için, istihdam alanlarının

oluşturulması için politikalar üretilmiyor.

Yönetimde şeffaflık ve öngörülebilirlik olmayınca, yatırımcı da ülkeye güven duymuyor. Yabancıları falan da kast etmiyorum. Ülkemizin vatandaşları bile güvenmiyor. Parasını yastık altında tutuyor, yurt dışına götürüyor.

Güven olmayan yerde yatırım olmuyor. İstihdam olmuyor.

Ekonomideki zorluklar, pandemiyle birleşince Bilecikli esnafımız da kaderiyle baş başa bırakıldı.

Siftah yok, kazanç yok. Ama masraflar, borç taksitleri, kiralar aynen işlemeye devam ediyor. Güçlü bir ekonomi olmayınca tabii destek de yok. Varsa yoksa kredi. Ülkede faizli kredi borcu olmayan esnaf, vatandaş neredeyse bırakmadılar.

Şeyh Edebali’nin ahilik kültürü ile yüz yıllar önce güçlendirdiği Bilecikli esnafımız zorda.

Bu şehir, Bilecik bunları hak etmiyor. Bunlar şehrimize yakışmıyor.

Biz Bilecik’in dertlerini biliyoruz görüyoruz. Bilecik’in derdi çok ama devası hazır.

Biz Bilecik’te tarımı ve hayvancılığı geliştireceğiz. Çiftçimize, esnafımıza destek olacağız. Yerli tohumu teşvik edeceğiz. Destekleyeceğiz.

Güven ortamını tesis ederek Bilecik’in sanayi yatırımlarından yararlanmasını, istihdam alanlarının oluşmasını sağlayacağız.

Bugün Bozüyük’ten geçerek geldik. Tam arabamızdan inip, otobüsümüze inerken bir fabrikanın önündeydik. Hemen fabrikada çalışan arkadaşlarımız koşup yanımıza geldiler. İçlerinde sendika başkanı, işçiler var

“Perişanız” dediler. “Şu torba yasaya aman dikkat edin” dediler.

“Bu torba yasada işçilerin haklarını gaspeden, işçileri daha da zor duruma sokacak maddeler var” dediler.

Toplumdan, halktan koparsanız, artık çarşı-pazar dolaşamıyorsanız, sokaklarda bizler gibi rahat yürüyemiyorsanız, ülkenin gerçeklerini göremezsiniz.

Yanlış kararlar alıp, Meclis’e yanlış yasa tasarıları gönderirsiniz. Biz Bilecik’e deva olmaya hazırız. DEVA Partisi hazır. Soruyorum şimdi Bilecik hazır mı?
***

Saygıdeğer konuklar;

Deva Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Korkmayacağız.
Korkutmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var

Bilecik’in DEVA’sı var, ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

8 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bartın İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Bartın 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Bartın İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Bartınlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, bartın teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün, coşku dolu, heyecan dolu teşkilatımızla,

Enfes yaylaları, Güzelcehisar lav sütunları, hanları, kaleleri, şelaleleri, ormanlarıyla,

Antik zamanlardan günümüze uzanan güzel Bartınımızda olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.

***

Kıymetli arkadaşlar,

Biliyorsunuz Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı yaklaşıyor.

Biz yüz yılı taçlandırmaya layık bir siyasi hareket olarak damla damla büyüyoruz.

Damla damla tüm Türkiye’ye umut oluyoruz. Deva partisi, ülkenin her yanında filizleniyor.

Türkiye, geçtiğimiz yüz yılda büyük başarılara imza attı.

Savaşlarla yıkılmış bir ülkeden genç bir demokrasi kurduk.

Her alanda ülkemizi ileriye taşıdık.

Ama bu yüzyılda büyük acılar da yaşadık.

Türkiye’de herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes en az bir kere mağdur oldu.

Adeta acılarımızda eşitlendik.
Biz DEVA Partisi olarak açıkça söylüyoruz ki:

Artık hiçbir sorunumuza çare olmayan eski hesaplaşmaları, eski kavgaları arkada bırakıp, yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi.

Geçmişi doğrularıyla da ve yanlışlarıyla da artık değiştirmeyiz. hiçbirimiz geçmiş üzerinde uzlaşmak zorunda değiliz.

Ama yarınlar bizim elimizde.
Yarınları, hepimizin ortak yarını yapabiliriz.

Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarına çevirebiliriz. Bu bizim elimizde.

Kimliği, inancı, ideolojisi her ne olursa olsun; Türkiye’nin hangi yöresinden gelirse gelsin herkesi, özgürlük, adalet, ehliyet, fırsat eşitliği, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkeleri etrafında yeni bir toplumsal sözleşmede buluşturabiliriz.

Artık, konuşmaktan, fikirlerden, farklı kimliklerden, dünyadan, gelecekten korkmayan cesur, özgür ve zengin bir Türkiye istiyoruz.

İstiklal Marşı’nın girişinde söylendiği gibi; Korkma Türkiye!

Daha zor şartlarda, 1923’te cumhuriyet’i kurduk, 1950’de demokrasiye doğru adım attık.

Bir kere daha yapabiliriz!

Kimsenin korkuyla başını önüne eğmeyeceği, kimsenin korkuyla fikrini söylemekten kaçınmayacağı, kimsenin korkuyla hakkını aramaktan vazgeçmeyeceği bir ülkeyi hep beraber inşa edebiliz!

Her an, her dakika korku pompalayanlara inat biz umudu yaymaya devam edeceğiz.

Umudu güçlendireceğiz.

Çünkü bu topraklar bunu başarabilir.

Biz bunu başarabiliriz.

DEVA Partisi bunu başarabilir!

DEVA Partisi hazır!

***

Kıymetli arkadaşlarım,

Bugünkü iktidar, halkımızı yoksullaştırdı.

Bu ülkenin kazandığı, Hazine’nin ve Merkez Bankası’nın biriktirdiği ne varsa hepsini tüketti.

Ben ve arkadaşlarımın canla başla güçlendirdiği ekonomiyi zayıflattı. Ülkemizi yönetenler, büyük bir yoksul kesim oluşturdu.

Hayırlı hiçbir göstergede rekor kıramazken Türkiye gelir adaletsizliğinde rekor kırıyor. İşsizlikte rekor kırıyor.

Çok üzülüyoruz arkadaşlar!

Türkiye OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı en bozuk 3’üncü ülke oldu.

Her 3 kişiden biri işsiz.

Her 3 gencimizden biri ne işte ne de okulda. Türkiye’deki çocuk yoksulluğu da OECD ülkelerinin yaklaşık iki katı.

Nüfusun %71 gibi yüksek bir oranı borç ve taksit ödüyor.

Avrupa Birliği tanımlarına göre ülkemizde 17 milyon yoksul bulunuyor. Yani nüfusumuzun tam beşte biri yoksul.

Bu ülke, bu çağda, böylesi bir coğrafi konumda, böyle genç bir nüfusla yoksulluğa nasıl mahkum edilir?

Diyorlar ki “dış güçler yüzünden ekonomimiz iyi değil.” Apaçık adını koyalım arkadaşlar.

Hayat pahalılığının, işsizliğin, yatırımların azalmasının tek bir nedeni var: kötü yönetim.

Amerika’daki seçim sürecinde gelişmekte olan ülkelerin paraları değer kazanırken Türk Lirası dolara karşı hâlâ değer kaybediyor.

Asgari maaşla insan onuruna yaraşır şartlarda 1 ay yaşamak mümkün değil.

Dostlarım, bu tutarlar ailelerin geçinemediğini gösteriyor, çocukların bu gelirlerle iyi eğitim alamayacağını gösteriyor, iyi beslenemeyeceğini gösteriyor.

Pandemi döneminde 1.000 tl gibi sosyal yardımlarla vatandaşa yoksulluk reva görüldü.

Bir de bu yardımları lütuf gibi yapıyorlar. Sosyal yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımız varsa, bu onların hakkıdır. Vergi ödüyorlar.

Şu ışıkları yakarak TRT’ye vergi ödüyoruz ama TRT sadece tek bir partinin yayın organı haline geldi. Böylesine bir çarpıklık var.

İktidar partisinden alınan vergilerle olsa anlarım da, hepimiz ödüyoruz.

Hiç utanmıyorlar. o yardımların hepsi sizlerin vergileriniz sevgili dostlar! Sizin vergilerinizle sosyal yardım yapılıyor. Paketlerin üzerine yapıştırdıkları parti logosu bile sizin vergilerinizle ödeniyor!

Hem yönetemiyorlar hem halkımızın onuruyla oynuyorlar.

Halkımızın onuruyla oynamayın. Önce yoksulluğa mahkum edip sonra lütuf gibi yardımlardan söz ediyorlar.

Sosyal yardımlar bile objektif kriterlere göre değil, siyasi tercihlere göre dağıtılabiliyor.

Sosyal yardımlar; partilerin veya birilerinin reklamını yapacağı şeyler değildir. Sosyal yardımlar, sosyal devlet olmanın zorunluluğudur. Alınan vergilerin hepsinin gerçek sahiplerine paylaştırılmasıdır.

Ama arkadaşlar, üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile daha iyisini görmemiz mümkün değil.

Bir de dostlarım, bu sosyal yardımlar kendileri giderse yok olacakmış gibi, artık verilmeyecekmiş gibi hava oluşturmaya çalışıyorlar. Öyle bir şey yok. Kimse bundan korkmasın.

Biz tam tersine sosyal yardımları hak temelli bir sisteme oturtacağız. Bu yardımlar devletin iktidar partisinin lütfu değil, vatandaşımızın zaten hakkıdır ve biz onu yerine getirmek için yardım yapacağız.

En önemlisi vatandaşlarımızı sosyal yardım alma durumundan çıkarıp, iş bulmalarını sağlamak. Kendilerini geçindirecek gelir sağlamalarını temin etmek.

Yani sosyal yardıma muhtaç olan vatandaşlarımızın sayısını azaltıp, toplumun tüm kesimlerinin belli bir refah seviyesine ulaşmasını sağlamak.

Bu tablo şu andaki hükûmetin işine geliyor olabilir. “Bizim desteğimizle, kolilerimizle geçinen vatandaş sayısı çok olursa, onlardan garantili oy alırız, iktidarı sürdürürüz” gibi bir hesapları olabilir.

Düşünmesi bile ürkütücü.

Biz, sosyal yardımları “siyasi rant” alanı olarak görmeyiz, görmeyeceğiz. sosyal yardımları hak temelli bir yaklaşımla ele alacağız.

Biz DEVA Partisi olarak;

İnsan onuruna yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.

Sosyal yardımları objektif kriterlere göre ve hak temelli yapacağız.

İhtiyaç sahiplerini kendimiz gidip bulacağız ve destek olacağız, onların talep etmesini beklemeyeceğiz.

Aile odaklı bir yaklaşımla bu sistemi kuracağız.

Devletin parasını israf etmeyeceğiz, halkımızın hak ettiği refah seviyesine ulaşması için kullanacağız.

Biz halkımızı sadece sosyal yardımlarla yönetme gayesinde olanlardan değiliz.

Biz, oluşturacağımız yeni sosyal yardım ve hizmetler sistemiyle ülkemizi güçlü ve bütüncül bir yapıya kavuşturacağız.

Bu yeni sistemle birlikte; sosyal yardım, sosyal hizmet, sosyal sigorta ve istihdam hizmetlerinde entegrasyonu sağlayacağız.

Böylece bireyi ve aileyi yoksulluk sarmalından kurtaracağız.

Yoksulluğu bu ülkenin kaderiymiş gibi gösterenlere inat halkımızı zenginleştireceğiz.

***

Değerli arkadaşlarım,

Biz Bartın’ın sorunlarını biliyoruz, görüyoruz, dinliyoruz. Az evvel de bahsettim. Ülkemizde işsizlik can alıyor.
Bu sorun ne yazık ki bartın’ı da etkiliyor.

Bartın’ın işsizlik sorunu var. bartın bu nedenle sürekli göç veriyor.

Bartın’da yeni iş sahaları oluşturmamız gerekiyor ki bu soruna bir çözüm bulalım.

Ama bunu yapmamız için öncelikle güven ortamını tesis etmemiz gerekiyor. Güven ikliminin olmadığı yerde yatırım olmaz.

Yatırımın olmadığı yerde de işsizlik artar.

İşsizlik varsa, huzursuzluk vardır. Bunalım vardır. Depresyon vardır. Çaresizlik vardır.

Gençlerinin göç ettiği bir şehir olmak Bartın’ın kaderi değil.

Bakın, ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimindeyken işsizlik oranını üç yılda tam beş puan düşürdük.

Düşünün, hem halihazırda iş arayanlara iş bulduk, hem de her yıl mezun olan milyonlarca gencimize iş imkanı tanıdık.

Ülkemizde yatırımcı var, verimli topraklar var, zeki, çalışkan gençler var. Gerekli her şey var. Ama ülkeyi yönetenler toparlamayı beceremiyor.

Biz, ekonomimizi yeniden ayağa kaldırarak işsizlikle mücadele edeceğiz.

Biz Bartınlı gençlerimizin hayallerini uzak diyarlara götürmemesi için çalışacağız.

...

Değerli konuklar,

Bartın ekonomisinin can damarı turizm.

Bu şehrin turizm potansiyelini layık olduğu en üst seviyeye taşıyacağız.

Küre dağlarıyla çevrili bu nefis coğrafyayı her yıl daha fazla insanın görmesi gerekiyor.

Burada çok ciddi bir kültür turizmi var. Tarih turizmi var.
Doğa turizmi var.
Deniz turizmi var.

Kış turizmi var.

Bartın’ın lezzetli mutfağı var, geleneksel el sanatları var, tarihi evleri var.

Şu Amasra’ya bir bakın.

Fatih Sultan Mehmet, Amasra’ya baktığında dünyanın gözünü görmüştü, değil mi? “Çeşmi cihan” demişti.

Amasra; müzesiyle, kalesiyle, Kuş Kayası yol anıtıyla gerçek bir turizm kenti. Sadece türkiye değil, tüm dünyanın gözdesi olabilecek bir kent Bartın.
...
Değerli arkadaşlar,

Bartınlı esnafımız da zor durumda. Pandemi döneminde siftah yapılmadı, cepler boş kaldı ama su, elektrik, doğalgaz ve kiralar işlemeye devam etti.

Gelişmiş ülkeler vatandaşlarına karşılıksız destekler verirken, bizim esnafımıza borç reva görüldü. Bizim halkımız kredilerle geçinmeye çalıştı. şimdi taksitler üst üste geliyor. Nasıl ödenecek?

“İstesek doları düşürürüz” diyor ya hani birileri, belli ki istemiyorlar. Belli ki halkın fakirleşmesine razılar.

Bartın’da Filyos liman projesi var meşhur... Biliyorsunuz. Sürekli gündemde, sürekli şov yapılıyor ama proje yerinde sayıyor.

Laf var, laf çok, icraat yok.

Olimpiyatlarda laf üretme yarışması yapsalar, epey madalya kazanır şu andaki hükûmet. Laf üretmekte iyiler. Belli bir medya desteği de var yanlarında. Kimisine havuç, kimisine sopa, ne çalışıyorsa... TRT’de olduğu gibi, medyanın gücünü tek bir parti için kullanıyorlar.

Laf üretiyorlar ama icraat var mı? Yok.

Mazeret var. Dış güçler, lobiler, şunlar bunlar... Başarılı bir şey olursa, ki o da çok azaldı, “biz yaptık”. Başarısızlık olunca, falanca lobi, filanca lobi, dış güçler, iç güçler, şu bu...

Hep mazeret, hep laf.

Olmaz arkadaşlar. biz bu düzene son vereceğiz.

.....

Değerli arkadaşlar,

Bartın halkının kentini ne kadar çok sevdiğini, eşsiz doğasına nasıl sahip çıktığını biliyoruz.

Biz çevre politikalarımızı, doğayla uyumlu hareket etmeyi parti programımızda da yazdık.

Canlı ve cansız tüm varlıkların haklarını koruyoruz.
Çevre duyarlılığı aynı zamanda nesiller arası adalet için de çok önemlidir.

Tarihten miras aldığımız değerlerimizi sonraki kuşaklara taşıyabilmenin bilinciyle hareket ediyoruz.

Eğer sadece kendi neslimiz için doğal zenginliklerimizi yok edersek, gelecek nesillerin bu dünyadaki hakkından çalmış oluruz.

Bu nedenle bu eşsiz doğal mirasımıza zarar vermemek zorundayız.

Biz; çocuklarımıza yaşanabilir bir çevre bırakmak zorundayız.

Çünkü bu dünya sadece bizim değil, henüz doğmamış çocuklarımızın da dünyası.

Sadece kendimiz için değil, yarınlar için de yaşam alanlarımıza sahip çıkmak zorundayız.

Doğaya zarar veren her türlü davranışı reddediyoruz.

Üzerinde gemi seferleri yapılan Türkiye’nin tek ırmağı Bartın Irmağının Bartın’a yaraşır şekilde ıslahını ve çevre düzenlemesini yapacağız.

Biz Bartın’ın kadınlarını, gençlerini, her bir bireyini zenginleştirmek için çalışacağız.

Biz, Bartın’ı turizm ile ayağa kaldırmak için çalışmaya hazırız. Bartın’ın demokrasiye ihtiyacı var.
Bartın’ın atılıma ihtiyacı var.
Ama biz hazırız.

DEVA Partisi hazır.
Soruyorum şimdi, Bartın hazır mı?

***

Saygıdeğer konuklar, Sevgili arkadaşlarım,

Biz DEVA Partisi’nin kimliğini oluştururken Türkiye için talep ettiğimiz her şeyi burada uygulamaya başladık.

Yönetim için itiraz ettiğimiz ne varsa biz bunlara göre yapımızı oluşturduk.

Tüzüğümüzle, etik ilkeler ve değerler yönetmeliğimizle farkımızı ortaya koyduk.

Değerli arkadaşlar tüm partiler arasında en demokrat seçim usulü bizim tüzüğümüzde yazıyor.

Çoğulcu, katılımcı, adil, eşit bir yapı oluşturmak için gereken her ne ise tek tek yazdık.

İşte bu yüzden partimiz, kadınlar hayatın her alanında eşit imkanlara sahip olabilsin diye %35 cinsiyet kotasını tüzüğümüze yazdık.

%35 bizim başlangıç seviyemiz. parti programızda “parite” kavramına yer verdik. Yani eşit sayıda temsil.

Türkiye’de ilk kez bir siyasi parti, programına parite hedefine ayan beyan yazdı.

Biz kadınları geride bırakmaya çalışanlara karşı kadınlarla birlikte mücadele ediyoruz.

Biz DEVA Partisi olarak “cinsiyet bazlı” bütçeleme prensipleri ile hareket edeceğiz. çünkü kadınların karar verici noktalarda olması için bunun hayati önem taşıdığını biliyoruz.

Çünkü kadınlar karar verici pozisyonlarda olmak zorunda arkadaşlar. Yine iş hayatına kadın katılımı da bizim için çok önemli.

Bu nedenle kadın ve erkek arasında fırsat eşitliği ilkesini gözeten istihdam politikaları .

Kadınların girişimcilik kapasitelerinin geliştirilmesi için gereken finansal desteği ve danışmanlık hizmetini sunacağız.

İstihdamın önündeki en önemli problemlerden biri olan çocuk ve yaşlı bakımı için kaliteli, erişilebilir ve uygun fiyatlı bakım altyapısını oluşturmayı hedefliyoruz.

Kadınların çocuk bakımı nedeniyle iş hayatından uzak kalmaması için, ücretsiz kreş uygulamasını hayata geçirmeyi hedefliyoruz.

İş hayatındaki tüm ayrımcılıklarla mücadele için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştireceğiz.

Kadına yönelik sadece fiziksel değil, ekonomik, psikolojik ve sosyal her türlü şiddete karşıyız.

Şiddetle amasız, fakatsız, mücadele edeceğiz.

Bir diğer mesele de dostlarım eğitim.

Kadınların eğitime erişiminin öneminin farkındayız ve bu yüzden hayat boyu öğrenme süreçleri ile meslek edindirme ve teknik beceri kazandırma konusunda çalışmalar yapmayı hedefliyoruz.

Türkiye’nin en büyük sermayesi insanı. Petrolü, doğalgazı, yok Türkiye’nin.

Biz her bir insanımızın tek tek kıymetini çok iyi biliyoruz.

Ve kadınların yer aldıkları her yerde değer yarattığını, fark da çok iyi biliyoruz.

Nasıl ki bir kuş tek kanatla uçamazsa toplumun da hak ettiği refah seviyesine ulaşabilmesi için iki kanada ihtiyacı var.

Bir ülke ancak kadın ve erkeklerin eşit fırsatlara ulaşır ve birlikte çalışırsa gelişebilir.

DEVA Partisi’nin bu ülkeyi kalkındırmak için öncelikli hedefi kadınlar ve gençler olacak. kadınların ve gençlerin ekonomik hayata katılımlarını teşvik edeceğiz.

Biz kadınları; güçlü, üretken ve her alanda söz sahibi bir konuma getirmek için çalışacağız.

***
Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Korkmayacağız.

Korkutmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Bartın’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

8 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Zonguldak İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Zonguldak 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Zonguldak İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Zonguldaklı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,
Demokrasi ve Atılım Partisinin, Zonguldak 1. Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün sizlere,
Cehennemağzı mağaraları, Filyos’u,
Binlerce yıllık porsuk ağaçları,
Harmankaya şelalesi,
Şu güzel sonbahar renklerine bürünmüş ormanlarıyla Zonguldak’dan sesleniyorum.

***

Kıymetli dostlarım,

Bildiğiniz gibi Demokrasi ve Atılım Partisi olarak 9 Mart tarihinde farklı kesimlerden, farklı dünya görüşlerinden, farklı kimliklerden 90 kurucu üyemizle yola çıktık. Siz değerli teşkilat mensuplarımız ve gönüllülerimizle binlerce onbinlerce kişilik büyük bir aile olduk.

Bu hızlı büyüme, ülkemizin DEVA Partisi’ne ihtiyacını gözler önüne seriyor. İhtiyaç vardı çünkü uzun süredir ülkemiz kötü yönetiliyor.

İhtiyaç vardı çünkü halkımızın dertlerini dinleyen, anlayan, bu dertlerin çözümüne talip olan kimse yoktu.

İhtiyaç vardı çünkü hukuk yerlerde sürünüyordu, demokrasi can çekişiyordu, ekonomi ağır bir kriz geçiriyordu. Eğitim, sağlık tüm alanlar kötüye gidiyordu.

İşte biz ülkemizin demokrasi ve atılıma şiddetle duyduğu ihtiyaç nedeniyle partimizi kurduk.

DEVA Partisi’ni Zonguldak’tan Antalya’ya, Elazığ’dan Balıkesir’e, Mersin’den Sinop’a varana dek geniş kesimlerin bize seslenmesiyle kurduk.

***

Kıymetli arkadaşlar,

Türkiye ekonomisi adeta uçurumdan aşağı doğru yuvarlanıyor.

Son yirmi senenin en kötü günlerini geçiyoruz.

Günbegün fakirleşiyoruz.

Günbegün cebimizdeki para değer kaybediyor.

Amerika’daki seçim süreci sonrasında, gelişmekte olan ülkelerin paraları dolar karşısında değer kazanırken Türk Lirası hızla değer kaybediyor.

Bunun tek nedeni var. Öyle dış güçlermiş, iç güçlermiş, lobilermiş, bunların hepsi palavra.

Tek nedeni; kötü yönetim.

Paramızı pul ettiler. Yok ettiler.

Sosyal medyada gençler gülüyor ağlanacak halimize.

Geçenlerde bir paylaşım gösterdiler bana. Artık kara mizah var.

Biliyorsunuz metal 2 euro’luk bozuk para var. Bir masanın üstüne bunlardan 5 tane demir koymuşlar üst üste.

100 lira ediyor. Çok acı arkadaşlar.
Paramız gözümüzün önünde eriyor.
Geçen Edirne’deydik, Edirneli esnafla sohbet ettik.

Eskiden Bulgaristan’dan Edirne’ye gelen turist bahşiş olarak Leva bırakırmış. Fakat o dönem Türk Lirası kıymetliyken, garsonlar o bahşişleri doğrudan çöpe atarlarmış.

Bırakın Euro’yu, Bulgaristan’dan gelen turistler Leva harcasın diye esnafımız dört gözle bekliyor.

Bugün 1 Leva, 5 Lirayı aşmış.

Hatırlayın, ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetiminin başındayken alım gücümüz nasıldı, bugün nasıl?

Şimdi Türk Lirasının gözümüzün önünde eridiğini görüyoruz.

Gelişmekte olan ülkelerin paralarına bakıyoruz. Şu an hepsi değer kazanıyor, Türk lirası ise değer kaybediyor.

Hükümetin başını iki elinin arasına alıp “Biz nerede hata yapıyoruz” diye düşünmesi gerekiyor.

İthal edilen her şey Euro’yla, Dolar’la. Ama “biz kura bakmıyoruz” diyorlar.

Bakın; petrolü, doğalgazı, hammaddeyi, enerjiyi, teknoloji ürünlerini, pek çok tarım ürününü dışarıdan alıyorsunuz. Dolara bakmayıp da nereye bakacağız?

Neymiş, “biz zaten rekabetçi kur istiyorduk” diyorlar. Siz tam 130 milyar doların üzerindeki döviz rezervini sata sata eksiye indirdiniz. Kuru belli bir noktada tutmak için. Buna rağmen tutamayınca da “biz rekabetçi kur istiyorduk” diyorlar.

Rekabetçi kur, kurun yüksek olması demek.

Bizi, halkı cahil sanıyorlar ya, kur artınca sevineceğimize inandıracaklar bizi.

Siz kimi kandırıyorsunuz?

Kusura bakmayın, bu halkı cahil yerine koymaktır. Bu milletin gözleri açık, kalp penceresi açık. Her şeyi görüyor, bir kenara yazıyor.

Zamanı gelince, merak etmeyin, hesaplaşma günü sizi bekliyor.

Kusura bakmayın, biz üzülüyoruz. Kendi milli paramızın böyle adeta pul olmasına üzülüyoruz.

Kur artınca A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Elektriğe, benzine, mazota, ilaca, yeme zam geldiğini bu millet görmüyor mu zannediyorsunuz?

Peyniri, çocuk mamasını marketlerde kilitli kutularda satmaya başladılar. Düşünün, çocuk mamasına çalınmasın diye kilit takılan bir ülke haline gelmiş durumdayız.

Muhtaç olmayan vatandaşımız bunu yapar mı? Bunların “nerede hata yaptık” diye kendilerini hesaba çekmeleri lazım.

Market fiyatları neredeyse günlük, haftalık artıyor. Halkın cebi yanıyor. maaş yetmiyor. Siz neden memnunsunuz?

Enflasyon aldı başını gidiyor. Onlara sorsanız yüzde 10, yüzde 12. E biz sokağa çıkıyoruz. Vatandaş pazara, markete, alış verişe gidiyor. Aldığı ürüne gelen zam hiç de öyle yüzde 10 falan değil.

Esnafa enflasyonu soruyorum. Yüzde otuz, kırk, elli diyen var.

Vatandaş aldığı üründen, sattığı maldan biliyor enflasyonu. Birilerinin masa başında adeta “rakamları ayarlama enstitüsü” gibi çalışıp ilan ettikleri oranlardan değil.

Öyle bir hale geldik ki, zenginle fakir arasındaki gelir uçurumu büyüdü, büyümeye de devam ediyor.

Hayat pahalılığı can yakıyor, can alıyor.

Asgari ücret, sefalet ücretine dönmüş durumda.

Net asgari ücret 2.324 tl.

Oysa 4 kişilik bir ailenin zorunlu aylık harcamalarının ne olduğunu bu millet biliyor.

Vatandaşımız asgari ihtiyaçlarını karşılayamıyor.

Arkadaşlar bunun adı “alım gücü.” Vatandaş a-la-mı-yor.

Bakın Zonguldak’ta emeklilerimiz, işçilerimiz, sabit gelirli vatandaşlarımız çok. Maaşlara verilen zam, devletin açıkladığı enflasyon kadar. Bilemediniz, üzerine bir-iki puan koyun.

Peki gerçek enflasyon ne? Sokaktaki, pazardaki fiyat artışı ne? Yüzde 30, 40, 50 esnafımızın kendi telaffuz ettiği rakam.

Bu, aradaki fark kadar halkımız yoksullaşıyor demek. Satın alım gücü düşüyor demek.

Vatandaşımızın alım gücünü kuvvetlendirmek devletin asli bir görevidir. Ama bugünkü hükûmet tam tersine halkımızın alım gücünü zayıflatıyor.

Ben ve arkadaşlarım boş aldığımız hazineyi dolu teslim ettik. Bizim hesabımız ortada, başımız dik.

Şu andaki hükûmet ne yaptı?

Hazineyi tüketti, kasa boş. Ülke borç batağında. Doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırdılar memleketi.

Biz ekonomi yönetimini bıraktığımızda bütçe açığı 24 Milyar Lira. Yıl 2015. 2020 yılında 239 Milyar Lira. Tam on misli.

Devletin faiz ödemeleri biz bıraktığımızda 53 milyardı. Meclis’ten gelecek yıl için 179 milyarlık bir faiz ödeneği istiyorlar.

Hani faize karşıydılar...

Soruyorum onlara;
Vicdanınız sızlamadan nasıl çarçur ettiniz bu milletin kaynaklarını? Har vurup harman savururken hiç mi durup düşünmediniz? Hiç mi vicdanınız sızlamadı?

Bir yandan israf edip, bir yandan da itibardan tasarruf edilmez diye farklı bir şekilde anlatmaya çalıştılar ama bu halk görüyor.

Arkadaşlar, bunlar yönetemiyorlar ve arkasından da halkımızın onuruyla oynuyorlar.

Üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile Türkiye’nin sorunlarını çözmek mümkün değil.

Fakirleşiyoruz, korkarım ki bu zihniyet devam ederse daha da fakirleşeceğiz.

Allah korusun, bu günler iyi günler. Allah beterinden saklasın diyoruz ama kötü yönetimde ısrar bugünleri bile mumla aratır hale getirebilir.

Doğru politikalar, doğru adımlar ile sorunların çözümü mümkünken bugünkü hükûmet ısrarla, inatla hatalarına devam ediyor.

Artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.

Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Mevcut yönetimle güven ortamını sağlamak mümkün değildir.

Bu yönetim başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecek.

Bakın kendi vatandaşımız parasını başka ülkelere götürüyor. Yastık altında tutuyor. Korkuyor. Devlete güvenmiyor kimse.

Güven olmayan ülkede döviz kuru artar, işsizlik artar, yoksulluk artar, açlık artar.

Bu ülkenin vatandaşları, insan haysiyetini yok sayan, insan onurunu ayaklar altına alan bir ekonomi yönetimini hak etmiyor.

Bu ülkenin vatandaşlarına bu kötü yönetimin bedelini ödetemezsiniz. Kimse artık halkımızdan bunu beklemesin.

Kendileri yaşam standartlarından en küçük bir taviz vermezken, hiç kimse halkımızdan yokluk karşısında sabır göstermesini beklemesin.

Sizin göreviniz vatandaştan yokluk karşısında sabretmesini istemek değildir. Sizin göreviniz; bu ülkeyi topyekün zenginleştirmek, refahı arttırmaktır.

Zenginleşmeyi şöyle anlıyorlar: Üç beş tane zengin türerse, zenginleştik zannediyorlar. Ekonomi yönetiminin amacı üç beş tane zengin türetmek olamaz.

Ekonomi yönetiminin amacı bir ülkeyi topyekûn zenginleştirmektir. Refahın bana yayılmasını sağlamaktır.

Zengin ile fakir arasındaki uçurumun kapanmasını, gelir dağılımının daha adil olmasını sağlamaktır.

Bu bizim kaderimiz değil arkadaşlar. Bu kötü yönetim bu ülkenin kaderi değil. Biz, bu kötü yönetimi sona erdirmek için yola çıktık.
Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız.
Biz ülkemizi zenginleştireceğiz.

Biz, vatandaşımız gece yastığa başını koyduğunda evinin kirasını, çocuğunun harçlığını dert etmeyeceği günler için çalışıyoruz.

Biz, bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

Biz, devletin imkanlarını iktidar ve yandaşlarına değil; millete, sadece millete hizmet eder hale getireceğiz.

DEVA Partisi bu ülkeyi zenginleştirmek, her bir vatandaşımıza rahat bir nefes aldırmak için yola çıktı ve hep birlikte bunu başaracağız.

***
Kıymetli arkadaşlarım,

Dün biliyorsunuz Merkez Bankası Başkanı gece yarısı kararnamesi ile görevden alındı.

Yine tek kişinin imzasıyla. Bu sistemde her şeye tek kişi karar veriyor malum. Hep söylüyoruz Türkiye 1’den büyüktür.

Yok deseler de, ekonomi uçuyor deseler de lamı cimi yok; Türkiye’de şu an derin bir ekonomik kriz var.

Daha evvel de söyledim, bunun tek sebebi:
Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemidir, kötü yönetimdir.

Ortak aklı yok ettiler. Köklü kurumlarımızın itibarını sıfırladılar. Liyakatı ortadan kaldırdılar. Bugün hangi kurum, layıkıyla, korkmadan işini yapabiliyor?

Merkez Bankası Başkanı’nın bir gece operasyonuyla değiştirilmesi bunun yeni bir yansımasından ibarettir.

Bu sistem ve yönetim anlayışı değişmedikçe, kişileri değiştirerek sorunları çözmek mümkün değildir.

Sayın Cumhurbaşkanı ve ekonomi yönetimi, talimatlarını uygulayan kişileri değiştirerek ekonomide yaşanan çöküş tablosunun sorumluluğundan kaçamazlar.

O kadar kolay değil.

Bunun tek sorumlusu sizsiniz ve biz bunu size hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz!

Biz DEVA Partisi olarak Merkez Bankasının da, BDDK’nın da TÜİK’in de bağımsızlığını sağlayacağız. Bu kurumları yeniden ayağa kaldıracağız. Daha önce de söyledim, bunu bir ayda yapacağız.

Dürüst ve işinin ehli kadroları alacaksınız; organizasyon şemasını hızlıca gözden geçireceksiniz; açık hedefler vereceksiniz. Bağımsız kurullar kurmak için, “Siz doğrusunu, bildiğinizi yapın”.

Tabii ki genel çerçeve ve ortak hedefler olacak. Ama bir kurum bağımsızsa, o kurumun bağımsızlığına saygı göstereceksiniz. Niye o kurum bağımsız?

Günlük siyaset, kısa vadeli bakışa sebep olabiliyor.

Günlük siyaset, Merkez Bankasına dönüp “Para bas biraz” diye talimat verebiliyor.

Günlük siyaset, BDDK, TÜİK gibi kurumlara yanlış yaptırabiliyor.

Günlük siyaset, TÜİK’e dönüp, “Rakamlarla oyuna, biraz daha güzel göster rakamları” diyebiliyor.

İşte böyle olmaması için bu kurumlar bağımsız.

***
Kıymetli Zonguldaklı hemşehrilerim,

Zonguldak; şairin dediği gibi “kahrın ve zulmün önünde dimdik” duranların kara elmas diyarı...

Binlerce kardeşimizin yerin altında ter döktüğü şehrimiz.

İşçi hakları dendiğinde, en önce sesi yükselen, yıllardır hak mücadelesi veren Zonguldak, bugün işçinin, emeğin ne durumda olduğunu gayet iyi biliyor.

Geçtiğimiz günlerde Meclise getirdikleri torba yasayı gördünüz.

Çalışanlar sefalet ücretine mahkum olsun ama kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin uzatılsın dediler. Çalışanlar 1 yıl daha 1.168 liraya mahkûm edilsin dediler.

El insaf arkadaşlar. El insaf.

Günlük 40 lira yapıyor bu. Tek başına bir kişinin bile geçinemeyeceği bu tutarla insanlar aile geçindirmeye çalışıyor. İnsaf.

Diyelim ki daha yüksek maaşla iş buldu bu çalışan, “Haydi tazminatlarımı alayım da geçeyim” diyebiliyor mu? Yok, o da mümkün değil.

Önceki varlık barışı uygulamalarında varlıklar üzerinden %1, %2 gibi oranlarda vergi alınırken, bu düzenlemede varlıklar üzerinden herhangi bir vergi alınmayacağı yer alıyor. Sıfır. Oysa sıradan vatandaştan yüksek ÖTV ve KDV ödemeleri altında eziliyor maalesef.

Yahu sizin bu vatandaştan istediğiniz ne? Derdiniz ne? Parası olana vergi muafiyeti, tanıdıklarınıza vergi affı ama gariban halka düşük gelirle yaşamaya çalışıyor.

Bu böyle olmaz arkadaşlar. Bu ülkede çalışan herkes alnının terinin karşılığını almalı. DEVA Partisi iktidarında alacak.

Bu ülkedeki herkes insan onuruna yakışır bir hayat yaşamalı. DEVA Partisi iktidarında yaşayacak.

Emek dünyamızın bir diğer önemli sorunu sendikal haklar...

Biz sendikal hakların AB ve ILO standartlarına uygun hâle getirilmesini önemsiyoruz.

Çalışanların sendikal haklarından yararlanması sağlanmalı ve sendikalı iş yerlerinin de rekabet gücü korunmalıdır.

Devlet, sendikal haklardan korkmaz, bunları güçlendirmek toplumu güçlendirmektir. Ekonomiyi güçlendirmektir.

Değerli arkadaşlar, Alaplı’nın fındığının değeri, kıymeti bilinmiyor. Fındık üreticisi zorlanıyor. Nasıl zorlanmasın? ülkemizde üreticiler desteklenmiyor ki.

Çiftçilerimiz zorlanıyor. Geçinemiyor. Harcadıkları emek, kazançlarına değmiyor.

Bir de üstüne artan kurla maliyetleri artıyor. Daha da mağdur oluyor.

Mazota, gübreye, ilaca, tohuma, zam üstüne zam yapılıyor. Hani dolara bakmıyorlardı ya. Ama çiftçimiz bakıyor.

Hayvancılıkla geçinen halkımız desteklenmiyor. Süt üreticileri de desteklenmiyor. Maliyetler artıyor, süt fiyatları değişmiyor.

Teşvik takviminin belirlenmemesi üreticimizi korumasız bırakıyor.

Arkadaşlar Zonguldak’ta büyük bir üretim imkanı var. Bundan yararlanabilmek için tarıma ve hayvancılığa dayalı organize sanayi bölgeleri kurulmalı ve özellikle organik tarım desteklenmelidir.

Yem üretimi için etüt çalışmaları yapılmalıdır.
Biz üreticimizin, çiftçimizin sesini duyuyoruz, dertlerini görüyoruz.

Zonguldak’taki tersanelerin durumuna baktığımızda da durum iç açıcı değil. Tersanelerde çalışanların sayısında hızla azalma görüyoruz.

Tersanecilik gün geçtikçe zayıflıyor.

Yine, Filyos liman projesi var meşhur... Biliyorsunuz. Sürekli gündemde, sürekli şov yapılıyor ama proje yerinde sayıyor.

Zonguldak gibi büyük bir Karadeniz şehri için limanlar da yetersiz. İhracatı güçlendirecek, üretimi arttıracak, ekonomiyi canlandıracak böyle bir imkandan faydalanmamak Zonguldak’ı geride bırakıyor.

Zonguldak’da demiryolu da eksik, trenlerle ilgili sorunlar var. Hem demiryolu olan, hem deniz kıyısı olan şehri karayoluna mahkum etmek akılcı değildir arkadaşlar.

Bu şehrin ticaret için kullanabileceği ağları çok geniş, biz tüm bunların rasyonel politikalarla, çözüleceğini biliyoruz.

Ulaşımı canlandırmadan, lojistiği kolaylaştırmadan Zonguldaklı nasıl üretsin? Biz hepsine DEVA olacak projelerimizle geliyoruz arkadaşlar.

İşsizlik Zonguldaklıların da canını yakıyor. İş bulamayan gençlerimiz göç etmek zorunda kalıyor.
Bir deniz şehri olmasına rağmen balıkçılık geliştirilmiyor. Yine büyük bir potansiyelden Zonguldak mahrum bırakılıyor.

Hava kirliliği, Zonguldak’ın bitmeyen, kapanmayan yarası. Bu yüzden de içinden geçtiğimiz Covid-19 sürecinde maalesef Zonguldak en çok kayıp veren şehirlerimizden biri. Bu çok temel bir insan hakkı, devlet halkımızın sağlığını gözetmek ve havayı temiz tutmak zorunda.

Zonguldak, bir doğa harikası olmasına karşın turizmden gerekli katkıyı alamıyor. Çünkü burada da doğru politikalar uygulanmıyor.

Çaycumasıyla, Alaplısıyla, Devreğiyle, Kilimlisiyle, Gökçebeyiyle, Kozlusuyla, her bir köşesiyle benzersiz bir şehir bunları hak etmiyor.

Bunlar şehrimize yakışmıyor.

Biz Zonguldak’ın dertlerini biliyoruz, görüyoruz. Zonguldak’ın derdi çok ama devası hazır.

Biz, Zonguldak’ın şelaleleriyle, mağaralarıyla, eşsiz ormanlarıyla, deniziyle, tarihiyle turizmden gelir elde edeceği politikalar üreteceğiz.

Biz, gençlerimizin göçünü önleyecek imkanları şehre getirmek için çalışacağız.

Doğalgaz altyapısını güçlendireceğiz, başta enerji olmak üzere yatırım maliyetlerinin azalması için çalışacağız.

Zonguldak’ın demokrasiye ihtiyacı var. Zonguldak’ın atılıma ihtiyacı var. Zonguldak’ın DEVA’ya ihtiyacı var.

Biz Zonguldak’a DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Zonguldak hazır mı?
...
Değerli arkadaşlar,

Ülkemizdeki, şehrimizdeki gençler zorlanıyor.
Gençler mutsuz. Daha da kötüsü gençler umutsuz.
Gençler yarınlarının hayalini kuramıyor.
Gençler bir hayat inşa edebilecek güce sahip olacağını düşünmüyor.

Devlet onlara hizmet, eğitim, iş götürmediği için gençlerimiz oldukları şehirlerden göç etmek zorunda kalıyor, başka yerlere gitmek zorunda kalıyor. Zonguldaklı gençlerimiz de göç ediyor.

Köylerdeki, ilçelerdeki ve küçük şehirlerdeki gençlerimiz büyük şehirlere; büyük şehirlerdeki gençlerimiz ise fırsat yakaladığında yurtdışına göç ediyor.

Değerli dostlarım,

Bizim hedefimiz;
gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla eşit seviyede eğitim alabileceği,
eşit hayat yaşayacağı,
eşit ekonomik koşullara kavuşacağı,
ama en önemlisi de benzer hayaller kuracağı,
bir ülke.

Biz bunun için hazırız, biz gençlerle birlikte ülkemizin geleceği için hazırız.

***
Saygıdeğer katılımcılar, değerli arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık türkiye’nin DEVA’sı var zonguldak’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

7 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Mardin İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Mardin 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Mardin il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Mardinli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, İzmir‘de geçtiğimiz Cuma günü meydana gelen depremde, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. İzmir’e ve tüm çevre illerimize, geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Çok üzgünüz.

Umarım en kısa zamanda, hep beraber yaralarımızı sararız ve depremden etkilenen halkımızın zararlarına, dertlerine derman oluruz.

Başta İzmir ve çevre illerde etkilenen vatandaşlarımız olmak üzere hepimizin başı sağ olsun, hepimize geçmiş olsun.

...

Değerli arkadaşlar,
Bugün,
Camileriyle, kiliseleriyle, medreseleriyle, manastırlarıyla;

Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Ermeni’si, Süryani’si, Ezidi’siyle;
Tarih kokan sokakları, abbaraları, kaleleri, “Mezopotamya Denizi”yle; Kültür, sanat ve bilim alanında, dünya çapında, onlarca değer yetiştiren, 12 yaşında 13 kurşunla aramızdan ayrılan Uğur Kaymaz’ın şehrinden, Mardin’den, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
...
Değerli arkadaşlarım,
Ülkemiz derin bir yönetim krizi içinde.

Adına Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi denen, aslında tam bir sistemsizlik olan bu süreçte, her birimiz için hayati önemdeki birçok karar, yeterince istişare edilmeden tek bir kişinin imzasıyla alınıyor.

Tek bir kişi her şeye karar verebiliyor.

Birleşmiş Milletler’e gittiğinde “Dünya beşten büyüktür” diyenler, Türkiye’nin de birden büyük olduğunu unutuyor.

Bugün, halkımızın yüzde 98’i Meclisimizde temsil ediliyor. Fakat pek çok önemli karar bu Meclise gelmiyor bile. Tek bir imzayla milyonları etkileyecek adımlar atılabiliyor.

Türkiye bir merciden, tek kişiden ibaret değildir ve Türkiye birden büyüktür!

İşte bu yüzden biz parti programımıza açıkça bu sistemi değiştireceğimizi yazdık.

Biz yola çıktığımız ilk gün, daha 9 Mart’ta tüm Türkiye’ye Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi vaat ettik.

Evet arkadaşlar, biz, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi hayata geçirmeyi halkımıza taahhüt ediyoruz.

Çünkü;

Her türlü keyfiliği sıradan hale getiren mevcut yönetim sisteminde, denge ve denetleme mekanizmaları ortadan kaldırıldı. İktidar tek elde toplandı, Meclis ve yargı işlevini önemli ölçüde yitirdi.

Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkeleri terk edildi. Siyasal kutuplaşma ve toplumsal bölünme giderek derinleşti.

Hatırlayın; yeni sistemle beraber istikrar, ekonomik büyüme ve huzur getireceklerini vaat ettiler, değil mi?

Peki ne yaptılar?

Ekonomiyi dibe batırdılar.

Hukuku dibe batırdılar.

Demokrasiyi dibe batırdılar.

İşte biz DEVA Partisi olarak, sorunlarımızı derinleştiren, siyasal kutuplaşmayı ve toplumsal bölünmeyi körükleyen bu sisteme son vereceğiz.

Biz DEVA partisi olarak güçlü, uzun vadeli ve istikrarlı yönetim sistemi tesis etmeyi amaçlıyoruz.

Parlamenter sistem dediğimizde aklınıza sakın eski sistem gelmesin arkadaşlar. Biz eskiye dönüşü de savunmuyoruz.

Aziz milletimiz müsterih olsun, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimiz, 90’lı yılların sistemi değildir. 80 darbesinden sonra getirilen Anayasaya dönmek asla değil.

DEVA Partisi olarak kuvvetler ayrılığına ve insan haklarına dayanan, güçlü hükûmet, güçlü meclis ve güçlü yargıyı esas alan güçlendirilmiş parlamenter sistemden yanayız.

Peki Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimiz neyi içeriyor? Gelin hep birlikte sıralayalım. Tek tek anlatalım.

Birincisi, Cumhurbaşkanlığı makamının, halen geçerli olan Anayasadaki yemin metninde de vurgulandığı gibi, tarafsız olmasını sağlayacağız.

Partili bir cumhurbaşkanı tarafsız olamaz arkadaşlar!

Hem “üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getireciğim” diye yemin eden, hem de bir partinin genel başkanı olup, diğer partileri karşısına alan bir Cumhurbaşkanlığı makamı düşünülemez.

İkincisi; bakanlara daha çok yetki ve daha çok sorumluluk vereceğiz. Bakanlıkları ve tüm devlet kurumlarını güçlendireceğiz, saygın kılacağız. Yürütme yetkilerini aşağı kademelere doğru delege edeceğiz.

84 milyonluk bir ülke dar bir kadro ve tek bir merciiden yönetilemez. Üçüncüsü; yerel yönetimleri güçlendireceğiz.

Yerelin sorunları en iyi yerelden çözülür. Bunu çok iyi biliyoruz. Yerel yönetimlere daha çok yetki vereceğiz.

Doğrudan halk tarafından seçilenlerin, çok daha büyük bir sorumluluk hissiyle çalıştıklarını iyi biliyoruz.

Dördüncüsü; Meclisimizi güçlendireceğiz.
Meclisimiz, yürütmeyi, yani hükümeti etkin bir şekilde denetleyebilecek. Meclisteki muhalefet partilerinin bilgi edinme yollarını işlevsel hale getireceğiz. Gazi Meclisimizi, iktidar partisinin bir uzantısı olmaktan kurtaracağız.

Beşincisi; sivil toplumu güçlendireceğiz.
İfade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıracağız.

Konuşan, tartışan, soru soran, hakkını arayan bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz.

Sivil toplumu kanun yapım süreçlerine daha etkin bir biçimde dahil edeceğiz.

Altıncısı; hukuka ve adalete olan güveni ayağa kaldıracağız.

Anayasa Mahkemesine yapılan atamalarda meclisimizin nitelikli çoğunluğunu söz sahibi kılacağız.

Böylece tek bir parti veya ittifak, Yüksek Mahkeme heyetini tek başına şekillendiremeyecek.

Yargı mensuplarının özlük haklarını güvence altına alacağız.
Yargının tarafsız ve bağımsız çalışması, yargıya olan güveni arttıracak.

Kısacası değerli dostlarım,

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem;

Demokrasi, hukuk ve adaleti tesis edecek.

Bu sistemde tüm vatandaşlarımız haklarından daha iyi yararlanacak, herkes adil muamele görecek.

Ülkemiz derinleşen yönetim krizini güçlendirilmiş parlamenter sistem ile aşacak.

Evrensel hukuk devleti ve demokrasi standartlarına uygun, temel haklara öncelik veren bir yönetim sistemine hep beraber kavuşacağız.

Değerli arkadaşlar,

Biz, tüm Türkiye’ye yola çıktığımız ilk gün Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem sözünü verdik.

Biz, daha yola çıkarken açıkladığımız parti programımızla, güçlendirilmiş parlamenter sistem ile nasıl bir yönetim önerdiğimizi tüm Türkiye’ye ilan ettik.

Devletin vatandaşına hesap verdiği, şeffaf olduğu, öngörülebilir, adil, Anayasa ve yasalara bağlı bir yönetim sistemi inşası için biz hazırız.

Yeni Anayasa mutlaka gerekiyor. Bizim için Anayasa, tüm toplumumuzun "bir arada yaşama ilkeleri" demektir.

Bizim için "bir arada yaşama ilkeleri" insan onurunu merkeze almak, hak ve özgürlükleri güvencelemek, kuvvetler ayrılığını tesis etmek, doğayı ve çevreyi korumak, eşitlik, adalet ve laiklik ilkesi ile hukukun üstünlüğüne dayanmak, devletin ideolojik tarafsızlığını sağlamak, yerel yönetimleri ve sivil toplumu güçlendirmektir.

Bizim için bir arada yaşama demek toplumun tüm kesimlerinin yönetime demokratik katılımı demektir.

Bizim için demokratik katılım; devletin tüm kurumlarına istisna tanımaksızın hiçbir ayrım yapmaksızın tüm toplumsal farklılıkların ayrımsız ve ön koşulsuz katılımı demektir.

...
Saygıdeğer dostlarım,

Biz, hangi etnik kökenden olursa olsun, Hangi dinden, hangi mezhepten olursa olsun, İster Türkçe bilsin, ister bilmesin,
İster kadın ister erkek olsun
Herkesin eşit vatandaşlığını savunuyoruz.

Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanlarına yaraşır bir ülkeyi inşa etmek için geliyoruz!

...
Değerli Mardinli hemşehrilerim,

Tarım, Mardin’in temel geçim kaynaklarından birisini oluşturuyor. Bu bereketli topraklar, bölgenin besin kaynağı olabilecek güce sahip.

Fakat Mardinli çiftçimiz, artan maliyetler ve döviz kurundaki artışın ilaç fiyatı olarak, mazot fiyatı olarak, gübre fiyatı olarak çiftçimize yansıması çiftçimizin belini bükmüş durumda.

Ürün fiyatları artmıyor ama maliyetler hızla artıyor.

Bu neden oluyor? Şu an Türkiye’de çok kötü yönetilen bir tablo var.

Ekonomideki sorunlar hızla büyüyor.

Dün geceyarısı bir operasyonla tek imzalı bir operasyonla Merkez Bankası Başkanı görevden alındı ve yeni bir başkan atandı.

Ekonomide yaşananların esas sebebinin kurumsal ve ortak aklı dışlayan, liyakatı ortadan kaldırıp köklü kurumlarımızı çökerten Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ve kötü yönetimi olduğunu asla unutmamamız gerekiyor.

Siz ortak aklı ortadan kaldırırsanız, kurumların itibarını yerle bir ederseniz, “her şeyi ben yapacağım” derseniz Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi işte memleketi bu hale getirir.

Merkez Bankası Başkanı’nın bir gece ansızın yapılan operasyonla görevden alınıp, bir başka başkanın getirilmesi kötü yönetimin yansımasından başka bir şey değildir.

Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi değişmedikçe, bizi yöneten bu zihniyet değişmedikçe bu ülkenin sorunlarını çözmek mümkün değildir.

Bir önceki Merkez Bankası Başkanını “Bu laf dinlemiyor, söylüyoruz yapmıyor” diye değiştirdiler. “Söylüyoruz, yapmıyor” diye... Söylediklerini yapacak bir Merkez Bankası Başkanı getirdiler. Yine kur ve işsizlik almış başını gidiyor. Türkiye’nin faiz ödemeleri hızla artıyor.

Ben ayrıldığımda 53 milyar olan faiz ödemesi, gelecek yıl 179 milyara çıkıyor. Bütçe açığı biz bıraktığımızda 24 milyardı, bu yıl 239 milyar...

Bütün bu kötü yönetimin sorumluluğunu şimdi tek bir bürokrata yıkmaya çalışıyorlar.

Cumhurbaşkanı da ekonomi yönetimi de, talimatını harfiyen uygulayan kişileri değiştirerek, ekonomide yaşanan çöküşün ve bu olumsuz tablonun sorumluluğundan kurtulamaz.

Bu hükûmet bu ülkeyi bu hale düşürdü. Sizin dediklerinizden başka bir iş yapmayan bir bürokratı değiştirerek, suçu ona yıkarak, bu sorumluluktan kaçamazsınız! O kadar kolay değil.

Bu millet bu kadar saf değil.

Hepimiz ağır bir bedel ödüyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Mazota, gübreye, ilaca, tohuma, zam üstüne zam yapılıyor. Ama örneğin süt alım fiyatı bir yıldır sabit tutuluyor. Litresi 2 lira 30 kuruş.

Mevcut duruma birkaç rakam ışığında hep beraber bakalım değerli dostlarım. Son bir yılda;
Hayvan yemi hammaddelerinde ortalama artış yüzde 77.
Süt yeminde artış yüzde 63.

Besi yeminde yüzde 60.

Bu saydıklarım hani o bakmadıkları döviz kuru var ya, ona bağlı artışlar. ama mesele süt fiyatlarına gelince, hükümet her hangi bir artış vermiyor.

Üreticinin maliyetleri artıyor, ama cebine giren para küçülüyor, günbegün eriyor.

Değerli dostlar,

Doğru tarım politikaları uygulanmadan tarım ve hayvancılığı değil geliştirmek, mevcudu dahi muhafaza edemezsiniz.

Nitekim de edemiyorlar. varsa yoksa ithalat! Tabii bu ithalatı da kimler yapıyor? O da ayrı bir soru işareti.

Artık tarımda kendi kendine yeterli bir ülke durumunu da kaybettik. İthalata bağımlı hale geldik.

Hiçbir şeffaflık ve öngörülebilirlik yok maalesef. Hem çiftçilerimiz hem hayvancılık alanında çalışan vatandaşlarımız artan maliyetlerle baş başa bırakıldı.

Oysa Kızıltepe, Derik, Mazıdağı gibi Mezopotamya Ovası üzerine kurulmuş ilçelerde yapılacak nitelikli tarım faaliyetleri bölgemizin kalkınmasını da sağlayacak ölçekte.

Elektrik ve su maliyetleri çiftçimiz için karşılanamaz boyutta.

Ayrıca bölgenin kısıtlı su kaynakları da tükeniyor. Fakat yöntemler nesillerdir değişmiyor.

Tarım yapmak için artan maliyetler halkımızın belini büküyor.
Geleneksel çiftçilik yöntemlerini devam ettiren küçük tarım üreticisi zorlanıyor.

Oysa özellikle içerisinden geçtiğimiz pandemi dönemi sürdürülebilir yerel bir ekonominin ne kadar önemli olduğunu hepimize gösterdi.

Mardinli çiftçimiz tüm bu sebeplerle zorda, biliyoruz.

Biz, tüm bunların doğru tarım politikaları, çiftçilerin desteklenmesi, yerinden yönetimin güçlenmesi ile çözüleceğini biliyoruz.

Biz, sulu tarıma öncelik vereceğiz. Teknolojiyi sulama ile buluşturup çiftçimizin hayatını kolaylaştıracağız.

Çiftçinin durumu böyle, esnafın durumu iyi mi?

Esnaf kan ağlıyor. Satış yok. Siftah yok. Dükkan kirası, vergi, stopaj, elektrik ve doğalgaz parası derken esnaf neyle geçinecek? Aldığı malın parasını, işçisinin ücretini, vadesi gelen çeklerini, senedini nasıl ödeyecek?

Buldukları çözüm vergi borcunu ertelemek ve faizli kredi vermek. Sözde faize karşılar ya hani! Bu gidişle zaten faizli kredi borcu olmayan hiçbir vatandaş bırakmayacaklar ülkede.

Peki başka ülkeler ne yapıyor? Esnafa, küçük işletmelere karşılıksız destek veriyorlar. Evet karşılıksız destek, borç değil. Bunu daha güçlü bir ekonomiyle yapıyorlar.

Rasyonel, bilime dayanan ekonomi yönetimiyle yapıyorlar.

Üzülüyoruz dostlarım. Türkiye’nin potansiyeli bu değil. Mardin’in potansiyeli bu değil.

Bu kötü yönetim, her birimize varlık içinde yokluk, zenginlik içinde fakirlik yaşatıyor.

.....
Değerli dostlar,

Mardin un ihracatında ülkemizde birinci. Lafa gelince herkes bununla övünüyor. Ama kimse Mardin Organize Sanayi Bölgesinin yüksek maliyetle başa çıkmak zorunda kaldığını görmüyor.

Enerji maliyetlerinin artması, sanayicilerin yüksek faizli kredilere muhtaç bırakılması kimsenin umrunda değil.

Kur artınca elektriğin maliyeti artıyor. Sanayicinin her türlü girdi maliyeti artıyor.

Merkez Bankası’nın 1 Ocak 2019’dan itibaren 130 milyarlık dövizini sattılar, hiçbir işe yaramadı. Adeta kibrit çakıp yaktılar.

Şimdi de diyorlar ki, “Biz zaten kurun yükselmesini istiyorduk”.
Hani adam attan düşmüş, “zaten inecektim” demiş. Bunlarınki tam böyle.

Habur lojistik merkezi uzun süredir ulaştırma bakanlığının yatırım programına alınmayı bekliyor. Yine Mazıdağı-Mardin arası demiryolu da ulaştırma bakanlığının yatırım programına alınmayı bekliyor.

Habur sınırının ihracata açılan kapı olduğu düşünüldüğünde Mardin’in bunları beklemesi büyük bir kayıp arkadaşlar.

Ticari hacmi genişletecek, istihdamı arttıracak bu projelerin bir an evvel hayata geçirilmesi gerekiyor.

Mardin’in bir diğer sorunu da sınırın ötesindeki vahim durum.

Dış politikada yapılan bütün hataların bedelini Mardin, Urfa, Gaziantep, Şırnak Hakkari yaşıyor. Sınır boylarındaki bütün illerimiz yaşıyor.

Siz bütün dünyayla kavgalı hale gelin, sonra da “bütün dünya bize düşman”. Ne yapacakmış milletimiz? Bütün dünya düşman ya, dolayısıyla mevcut iktidarı destekleyip dünyaya karşı mevcut iktidarı kollayacakmış!

Siz kimi kandırıyorsunuz?

Diyelim ki bir mahallede 100 komşunuz var. 100 komşu da bize düşman diyorsunuz. Mahalle kötü diyorsunuz. O 100 komşuda mı problem, yoksa sizde mi problem diye adama sorarlar.

100 komşuyla birden kavgalı olan bir hane mi problemli, yoksa o mahalenin tümü mü problemli?

Siz durduk yere kavga çıkarın, her gördüğünüz kavgada ceketi çıkarın kolları sıvayın, taraf tutup o kavganın içine girin. Sonra “Bütün dünya bize düşman” deyin. Eee, neymiş? İktidarı destekleyecekmişsiniz ki iktidar devam edebilsin!

Ekonomiyle ilgili sorunları, hayat pahalılığını, işsizliği örtmek için dış politikayı kullanıyorlar. Ama bunun bedelini en çok da Mardin ödüyor.

Sınırlar açıkken, sınırın öbür tarafı müreffeh iken, kalkınıyor iken bölgemizin nasıl canlandığını gördük. Ticaretin ve yatırımın nasıl arttığını yaşadık. Dolayısıyla kimse suçu başkalarına aramasın, herkes kendisini hesaba çeksin

Biliyorsunuz, atasözümüz var: Keskin sirke küpüne zarar. Bu iktidar keskin sirke haline geliyor. Bol bol bağırıyor, dünyaya bağırıyor ama Türkiye’ye zarar veriyor.

Mardin’in bir başka sorunu da çarpık kentleşme. Bildiğiniz gibi kentsel dönüşüm tam da buna karşı geliştirilmiş bir formüldü.

Halkımızın sağlıklı konutta yaşamasının önünü açacak, şehirleri yaşanabilir kılacaktı.

Fakat maalesef –daha evvel de söyledim- konu inşaat olunca hemen rant gözlüklerini takıyorlar.

Öyle baktığınızda şehirlerimiz berbat olmuş, beton yığınına dönmüş durumda.

Bugün şöyle bir baktım, öyle yapılar var ki, beton bloklar... Arada nefes alacak yer yok. Yazıktır.

Bu kadar düzensiz yapılaşma; Mardin gibi tarihimizin, kültürümüzün adeta pırlantası olan şehrimize ihanettir.

Halkın yararı, çevreye maliyeti, deprem riski, her şey unutuluyor.

Biz DEVA Partisi olarak, Mardin’i yeşillendirmek, sosyal alanlar oluşturmak için çalışacağız.

İl Başkanımız her yerde belediye hizmetlerindeki aksaklıkları gösterdi. Yollar kazılmış, toprak yığılmış öyle duruyor. Kaldırımlar çamur...

Bunların hepsi düzelir, yeter ki işin başında dürüst ve işinin ehli insanlar olsun.

İsraf etmezse, yolsuzluk yapmazsa, yaptığı işi biliyorsa bütün memleket değişir.

Biz Mardin’i, tarihi dokusuyla, binlerce yıllık yapılarıyla kültürel çeşitliliğini de koruyarak yarınlara teslim etmek üzere çalışacağız.

Biz, bu çok dilli, çok sesli, kardeşlik şehrinin mirasını korumak için çalışacağız. Biz Mardin’e deva olmaya, Türkiye’ye deva olmaya hazırız.
Soruyorum şimdi, Mardin hazır mı?
...

Değerli arkadaşlarım,
Bugünkü iktidar, her gün haklarımızı ihlal ediyor.

Demokrasi askıda. Özgürlükler askıda. Adalet askıda.

Biz her birini askıdan indireceğiz. Her birini tek tek siz sahiplerine iade edeceğiz.

Seçilmiş belediye başkanlarını makamlarından indirip yerine atanmış kişileri oturtuyorlar.

Halkın iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında. Seçimler adeta bir aldatmaca haline getirilmiş.

İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor.

Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor.

Vatandaş oy vermiş, birilerini meclise seçmiş, birilerini başkan seçmiş; kimin umrunda!

Şunu açıkça görüyoruz: iktidarın kayyum politikası, kazanamadığı seçimlerde halkı cezalandırma yöntemine döndü.

Arkadaşlar; seçimlere ve seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi, demokrasinin temelidir.

Bizim sözünü verdiğimiz Türkiye’de, bağımsız ve tarafsız yargıdan başka hiç kimse, seçilmiş bir insanı görevden alamayacak.

Seçilmişlerin güvencesi, seçmen iradesinin güvencesidir.

Biz, seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz.

Seçmen iradesi gasp edilemez!

Biz, demokratik zemini daraltanlara, meşru siyaset kanallarını tıkayanlara karşı ısrarla siyaseti savunacağız.

Sözlerime sevgili Uğur’la başlamıştım. Atanmış kişiler, Mardin’in hafızalarında derin bir iz bırakmış Uğur Kaymaz’ın heykelini de yıktılar dostlarım.

Onlar silmeye çalışsa da biz buna müsaade etmeyeceğiz.

Biz devletin, bu ülkedeki her bir çocuğun, yaşam hakkını korumak zorunda olduğunu hatırlatmaya devam edeceğiz.

Biz çocuklarımızı çatışmasız, şiddetsiz, terörsüz şehirlerde büyütmek için canla başla çalışacağız.

Biz oyunuza, iradenize ve tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız! Biz, seçmen iradesine kayyum atanmaması için buradayız!

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için buradayız!

Biz, bu topraklara ölümü layık görenlere, siyaset yollarını kapatanlara karşı buradayız.

Biz bu bölgeyi onlarca yıldır yoksul bırakan, kalkınmasında en büyük engel olan terör örgütüne de sonuna kadar karşıyız.

Biz bu halkı, hukuksuz baskı politikaları ile, terör örgütünün baskısı arasında sıkıştıranlara karşı, mücadele etmek için buradayız.

Biz demokratik siyaset için hazırız. buradayız.

...

Değerli konuklar,

2002-2015 arasındaki yıllarda Kürtçe üzerindeki yasakların kaldırılmasına, bu alandaki haklarda iyileştirmelere tanık olduk.

Hatta Türkiye’de ilk lisans düzeyinde öğrenci alan “Kürt Dili ve Edebiyatı” bölümü, burada, Mardin Artuklu Üniversitesinde açıldı.

Fakat Kürtçe öğretmenlerinin atama haberlerini hiç duyuyor musunuz sevgili arkadaşlar?

Milli Eğitim Bakanlığı 2020’de sadece ama sadece 2 Kürtçe öğretmeni atamış. Burada zihniyet sorunu olduğunu görüyoruz.

Bugün geldiğimiz noktada anadil haklarına yönelik iyileştirmelerin birer birer geriye götürüldüğünü görüyoruz.

Bütün vatandaşlarımızın dilinin analarının ak sütü kadar helal olduğunu biliyoruz.

İnsanımızın anadilini, öz dilini bir çatışma konusu haline getiremezsiniz. Bu tarih öncesinden kalmış, eskimiş, köhne zihniyeti biz kabul etmiyoruz.

Demokratik devletler, vatandaşlarının anadili ihtiyaçlarına yönelik çözüm üretmekle mükelleftir.

DEVA Partisi iktidarında, vatandaşlarımızın anadilinin korunması, kullanılması ve geliştirilmesi amacıyla, gerekli adımları atacağız.

Vatandaşlarımızın anadile ilişkin taleplerini temel bir insan hakkı olarak görüyoruz.

Vatandaşlarımızın tüm haklarını derhal, pazarlıksız, talebe bağlı olmadan tanıyacağız.

İnsan hakları doğuştan gelen haklardır. Bu hakları oylamaya tabi tutamazsınız.

...

Değerli arkadaşlar,

2011’de yanıbaşımızda, Mardin şehrimizin biraz ötesinde bir iç savaş başladı.

Suriye’de başlayan çatışmalar, Mardini de etkiledi. Hatta çatışmalarda atılan havan toplarıyla vefat eden vatandaşlarımız oldu.

Sınırın öte tarafında da akrabalarımız var. Yüz yıl önce çizilen sınırlarla köyler ikiye ayrıldı, akrabaların bir kısmı bir yanda, bir kısmı diğer yanda kaldı. Bu denli büyük bir iç savaşta, akrabalarımız ateş hattındayken uygulanacak politikalar böyle mi olmalıydı?

Üzülerek söylüyorum ki hükûmet Suriye politikasında ısrarlı yanlışını korudu, koruyor.

Suriye’de iç savaş devam ediyor, milyonlarca insan yuvalarını, ailelerini, hayatlarını yitirdi. Evlerinden barklarından oldu.

Ülkemiz tüm bu sorunda sorunun tarafı olmaktan ziyade, sorunu çözmek için bir irade ortaya koyabilirdi.

Türkiye, Suriye’de bir taraf. Halbuki Türkiye barışı, huzuru tesis etmek için çok farklı bir rol oynayabilirdi. Hudutumuzu tabii ki koruyacağız.

Gerekirse hudutu korumak için hudutun bir miktar ötesinde olacağız. Bu bizim hakkımız. Ama Türkiye’nin niyetinden şüphe etmeye başlarsa karşı taraflar, o zaman yapılacak iş yapılmayacak hale gelebilir.

Barış sağlanmadıkça, komşumuzda kan ve gözyaşı akmaya devam ettikçe, acısı bize de yansıyor.

Hele hele komşularımızın iç ilişkilerine dar ideolojik yaklaşımlarla müdahale etmek ülkemize hiçbir çıkar sağlamıyor.

Fakat soruyorum şimdi: siyaset neden var arkadaşlar? Hiçbir sorun sonsuza kadar sürmesin, her çatışmanın bir çözümü olsun, acılar son bulsun diye var. Biz bunun için siyaset yapıyoruz.

Siyaset huzuru, barışı tesis edecek ki insanların refah seviyesi yükselsin, bölge kalkınsın, özgürlükler doyasıya yaşansın.

Bugün Türkiye hatalı dış ve iç politika tercihlerini savaşın ağır maliyetleriyle ödüyor.

Bununla birlikte Mardin’de bugün nüfusun %10’u civarında Suriyeli dostlarımız bulunuyor.

Hem Mardin’deki hem de diğer şehirlerimizdeki Suriyelilerin sosyal ve ticari hayata katılımında devletin organizasyon zaafiyeti sorunlara sebep olabiliyor.

Ayrıca Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı Suriyeli sığınmacıları siyasi pazarlık konusu yapmasını kabul etmek de mümkün değil.

Bir yandan ensar-muhacir örneği verip, insani kaygılarla kapıları açacaksınız, bir yandan da aynı insanları Avrupa’nın üzerine salmakla Avrupa’yı tehdit edeceksiniz. Bu insanların her biri can.

Binlerce sığınmacının Yunanistan sınırında maruz kaldığı sahneleri hatırlayın. Bunlar hepimizi derinden yaraladı.

Biz DEVA Partisi olarak; göçle ilgili sorunların insani boyutunu hassasiyetle değerlendireceğiz. Kısa vadeli popülist yaklaşımlardan uzak duracağız. İnsan onuruna yaraşır politikalar yürüteceğiz.

Ülkemiz dışında yaşanan ve uluslararası düzensiz göçe sebep olabilecek olayları hassasiyetle takip edeceğiz. stratejik bir yaklaşımla koruyucu ve önleyici tedbirler alacak, sığınmacıların güvenli ve gönüllü geri dönüş koşullarını oluşturacağız.

Şehirlerimizin ekonomilerinde katma değer oluşturabilecek iş gücünü en verimli şekilde kullanacağız.

Biz, eğitim ve sağlığa erişemeyen çocukları ve kadınları istismardan koruyacağız. İnsan ticaretinin önüne geçilmesi için koruyucu ve önleyici tedbirleri arttıracağız.

Refakatsiz çocukları koruyacak ve çocuk işçiliği ile etkin bir şekilde mücadele edecek farkındalık çalışmaları yürüteceğiz.

Temel politikaların ve programların uygulanmasından sorumlu olan kamu kurumlarının çözüm üretme kapasitelerini arttıracağız.

Göç politikalarının uygulanmasında, yerel yönetimlerin etkinliğinin arttırılması için, yetki ve sorumlulukları tanımlayarak yerel düzeyde politika üretimini destekleyeceğiz.

Ayrıca, politika üretim ve uygulama süreçlerinde tecrübe paylaşımı esası ile sivil toplumun etkinliğinin arttırılması için gerekli düzenlemeleri yapacağız.

Dış politikada saygın olacağız. Türkiye’ye itibar edecekler. Türkiye denince herkes önünü ilikleyecek. Türkiye konuşunca herkes dinleyecek.

Güçlü ülke böyle olur. Güçlü ülke çok bağıran ülke değildir.

Milletimizin refahını ve güvenliğini meydanlarda bağırarak değil, gerçek anlamda akılcı politikalarla güvence altına alacağız.

...
Değerli dostlarım;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için, adalet için yola çıktı.

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nın haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Mardin’in DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

6 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Siirt İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Siirt 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Siirt İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Siirtli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız; Hepinizi en içten duygularımla, saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, İzmir‘de geçtiğimiz Cuma meydana gelen depremde, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. İzmir’e ve tüm çevre illerimize de yürekten geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Çok üzgünüz.

Umarım en kısa zamanda, hep beraber yaralarımızı sararız ve depremden etkilenen vatandaşlarımızın zararlarına, dertlerine derman oluruz.

Başta İzmir ve çevre illerde etkilenen vatandaşlarımız olmak üzere hepimizin başı sağ olsun, hepimize geçmiş olsun.

...
Değerli arkadaşlar,
Bugün, bu toprakların kadim ilim diyarlarından birindeyiz.

Bugün, çok kültürlü, çoğulcu yapısıyla kardeşliğimizin en güzel timsallerinden bir ilimizdeyiz.

Bugün burada biz kendimizi evimizde hissediyoruz.
Hepinize misafirperverliğinizden ötürü tek tek şükranlarımı sunuyorum.
Bu kadim topraklar, hepimizin evi. tüm kimliklerin, renklerin ortak evi. Kürt’ün, Türk’ün, Arap’ın evi. Yüzlerce yıllık ortak evimiz.
Biz de evimizde olmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz, güven duyuyoruz. Heyecanımıza heyecan katıyorsunuz, iyi ki varsınız, sağ olun var olun.
...

Çok sevgili arkadaşlarım,
Ülkemiz derin bir yönetim krizi içinde.

Adına Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi denen, aslında tam bir sistemsizlik olan bu süreçte, her birimiz için hayati önemdeki birçok karar, tek bir kişinin imzasıyla alınıyor.

İstişare mekanizmalarını ortadan kaldıran bu sistemde tek bir kişi her şeye karar verebiliyor.

Birleşmiş Milletler’e gittiğinde “Dünya beşten büyüktür” diyenler, Türkiye’nin de birden büyük olduğunu unutuyor.

Bugün, halkımızın yüzde 98’i Meclisimizde temsil ediliyor. Fakat pek çok önemli karar bu Meclise gelmiyor bile. Tek bir imzayla milyonları etkileyecek adımlar atılabiliyor.

Adete öyle bir durumla karşı karşıyayız ki, yüzde 98 temsil gücüne sahip olan TBMM, 84 milyonda 1 kişiden daha büyük olamıyor.

Türkiye bir merciden, tek kişiden ibaret değildir ve Türkiye birden büyüktür!

İşte bu yüzden biz parti programımıza açıkça bu sistemi değiştireceğimizi yazdık.

Biz yola çıktığımız ilk gün, daha 9 Mart’ta tüm Türkiye’ye Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi vaat ettik.

Evet arkadaşlar, biz, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi hayata geçirmeyi halkımıza taahhüt ediyoruz.

Çünkü;

Her türlü keyfiliği sıradan hale getiren mevcut yönetim sisteminde, denge ve denetleme mekanizmaları tamamen ortadan kaldırıldı.

Meclis ve yargı işlevini önemli ölçüde yitirdi.

Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkeleri terk edildi. Siyasal kutuplaşma ve toplumsal bölünme giderek derinleşiyor.

Hatırlayın; yeni sistemle beraber istikrar, ekonomik büyüme ve huzur getireceklerini vaat ettiler, değil mi?

Televizyon kanallarında, mitinglerde, meydanlarda dediler ki: “Siz yeter ki şu sisteme oy verin, görün koalisyonlar devri bitecek”.

Ne oldu? Bırakın koalisyonları, önceden ittifak kurup seçime girmek zorunda kaldılar.

Peki ne sonuç elde ettik? Şöyle bir muhasebesini yapalım. İş dünyasından arkadaşlar bilirler, dönem sonlarında kâr mı ettik, zarar mı ettik diye hesap yapılır.

Bu Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin uygulandığı günden bu yana ne yaptılar?

Ekonomiyi dibe batırdılar.

Hukuku dibe batırdılar.

Demokrasiyi dibe batırdılar.

İşte biz DEVA Partisi olarak, sorunlarımızı derinleştiren, siyasal kutuplaşmayı ve toplumsal bölünmeyi körükleyen bu sisteme son vereceğiz.

Biz DEVA partisi olarak güçlü, uzun vadeli ve istikrarlı yönetim sistemi tesis etmeyi amaçlıyoruz.

Parlamenter sistem dediğimizde aklınıza sakın eski sistem gelmesin arkadaşlar.

Aziz milletimiz müsterih olsun, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimiz, 1980 darbesinden sonra getirilen Anayasanın devamı değildir. 90’lı yılların sistemi hiç değildir.

DEVA Partisi olarak kuvvetler ayrılığına ve insan haklarına dayanan, güçlü hükûmet, güçlü meclis ve güçlü yargıyı esas alan güçlendirilmiş parlamenter sistemden yanayız.

Güçler ayrılığı; yürütmenin, yasamanın ve yargının ayrı ayrı çalışması ve hiçbirisinin birbirinin üzerinde olmamasıdır.

Çok önemli bir söz vardır: Güç yozlaştırır. Uzun süre güç kullanımı ve mutlak güç de mutlaka yozlaştırır. İşte bu yürütme erkini elinde tutanlar süreyi uzatında hatalar yapmaya, oturdukları koltukları kendilerinin zannetmeye başlıyor.

Bütün milletten toplanan verginin nereye nasıl harcanacağının mutlaka Meclis tarafından bütçeyle belirlenmesi, keyfiliğin olmaması gerekiyor. Güçler ayrılığı olmazsa, yargının hükümet üzerinde denetimi olmazsa denetimsiz bir yönetim büyük yanlışların içine düşebiliyor.

Peki Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimiz neyi içeriyor? Gelin hep birlikte sıralayalım. Tek tek paylaşalım.

Birincisi, Cumhurbaşkanlığı makamının, halen geçerli olan Anayasadaki yemin metninde de vurgulandığı gibi, tarafsız olmasını sağlayacağız.

Partili bir cumhurbaşkanı tarafsız olamaz arkadaşlar!

Hem bir partinin genel başkanı olup, diğer partilere karşı cephe alıp hem de “ben tarafsızım” diyemez.

Hem “üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getireciğim” diye Anayasa gereği yemin eden, hem de bir partinin genel başkanı olup, diğer partileri karşısına alan bir Cumhurbaşkanlığı makamı olamaz.

O zaman bu ülke bölünür, parçalanır. Öteki olur, beriki olur. Kutuplar, kutuplaşma olur. Bu toplumun bütünlüğünü sağlayamaz, insanları kucaklayamazsınız.

İkincisi; bakanlara daha çok yetki ve daha çok sorumluluk vereceğiz. Bakanlıkları ve devlet kurumlarını güçlendireceğiz. Yürütme yetkilerini aşağı kademelere doğru delege edeceğiz.

Bütün bu koskoca ülkenin tüm kararlarının; süt fiyatından ve buğday taban fiyatından tutun, Covid salgını sebebiyle okulların ne zaman açılıp kapanacağına kadar bütün bunları tek bir kişiye bağlarsanız mümkün değil altından kalkması. O kişinin de 24 saati, haftada 7 günü var.

Bu kadar büyük bir ülkeyi, sorumluluğu ve yetkiyi yukarıdan aşağıya doğru delege ederek, tek tek her bir yöneticiyi güçlü kılarak yönetebilirsiniz.

Üçüncüsü; yerel yönetimleri güçlendireceğiz.

Yerelin sorunları en iyi yerelden çözülür. Ankara’dan koskoca ülkenin bütün detaylarıyla bilinmesi ve takip edilmesi imkansız. Her bir ilimizde, ilçemizde görüyoruz. Bunu çok iyi biliyoruz. Yerel yönetimlere daha çok yetki vereceğiz.

Doğrudan halk tarafından seçilenlerin, çok daha büyük bir sorumluluk hissiyle çalıştıklarını iyi biliyoruz.

Dördüncüsü; Meclisimizi güçlendireceğiz.
Meclisimiz, yürütmeyi, yani hükümeti etkin bir şekilde denetleyebilecek. Meclisteki muhalefet partilerinin bilgi edinme yollarını işlevsel hale getireceğiz. Gazi Meclisimizi, iktidar partisinin uzantısı olmaktan çıkartacağız.

Şu andaki Meclisimizin yüzde 98’lik bir temsil gücü var. Oysa hükûmet yüzde 50+1. Hesaptan korkmuyorlarsa, Meclise karşı her an hesap verebilir olmaları lazım. Aksi halde buna sistem denmez.

Beşincisi; sivil toplumu güçlendireceğiz.
İfade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıracağız.

Konuşan, tartışan, soru soran, hakkını arayan bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz.

Sivil toplumu kanun yapım süreçlerine daha etkin bir biçimde dahil edeceğiz.

Şu anda sivil toplum, iş dünyasını temsil eden örgütler, insan hakları örgütleri, çevre örgütleri tamamen pasifleştirilmiş durumda. En ufak bir eleştiri veya öneri getirseler teperine hemen sopa iniyor.

Demokrasi, sadece sandıktan sandığa işeyen bir sistem değildir. Demokrasi, iki seçim arasında sürekli olarak sivil toplum tarafından beslenir. Özgür basın tarafından sürekli rapor edilen, yorum yapılan bir rejimdir. Demokrasi böyle beslenir.

Çözüm için sivil toplum kuruluşlarımızla aynı masaya oturacağız. Altıncısı; hukuka ve adalete olan güveni ayağa kaldıracağız.

Anayasa Mahkemesine yapılan atamalarda meclisimizin nitelikli çoğunluğunu söz sahibi kılacağız.

Böylece tek bir parti veya ittifak, Yüksek Mahkeme heyetini tek başına şekillendiremeyecek.

Yargıyla ilgili yapılacak çok işimiz var. Mahkemelerdeki süreçlerin çok uzun sürdüğünün farkındasınız. Maalesef adalet çoğu zaman yerini bulmuyor, bulsa bile çok geç buluyor.

Yargının tarafsız ve bağımsız çalışması, yargıya olan güvenin arttırılması için çalışacağız.

Kısacası değerli dostlarım, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem;

Demokrasi, hukuk ve adaleti tesis edecek.

Bu sistemde tüm vatandaşlarımız haklarından daha iyi yararlanacak, herkes adil muamele görecek.

Ülkemiz derinleşen yönetim krizini güçlendirilmiş parlamenter sistem ile aşacak.

Evrensel hukuk devleti ve demokrasi standartlarına uygun, temel haklara öncelik veren bir yönetim sistemine hep beraber kavuşacağız.

Değerli arkadaşlar,

Biz, tüm Türkiye’ye yola çıktığımız ilk gün Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem sözünü verdik.

Biz, daha yola çıkarken açıkladığımız parti programımızla, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile nasıl bir yönetim önerdiğimizi tüm Türkiye’ye ilan ettik.

Devletin vatandaşına hesap verdiği, şeffaf olduğu, öngörülebilir, adil, anayasa ve yasalara bağlı bir yönetim sistemi inşası için biz hazırız.

Bizim için Anayasa tüm toplumumuzun "bir arada yaşama ilkeleri" demektir.

Bizim için "bir arada yaşama ilkeleri”; insan onurunu merkeze almak, hak ve özgürlükleri güvencelemek, kuvvetler ayrılığını tesis etmek, doğayı ve çevreyi korumak, eşitlik, adalet ve laiklik ilkesi ile hukukun üstünlüğüne dayanmak, devletin ideolojik tarafsızlığını sağlamak, yerel yönetimleri ve sivil toplumu güçlendirmektir.

Bizim için bir arada yaşama demek toplumun tüm kesimlerinin yönetime demokratik katılımı demektir.

Bizim için demokratik katılım; devletin tüm kurumlarına istisna tanımaksızın, hiçbir ayrım yapmaksızın tüm toplumsal farklılıkların ayrımsız ve ön koşulsuz katılımı demektir.

Biliyorsunuz şu an kamuda işe alımlarda bir mülakat sistemi var. Bu nasıl kullanılıyor? Yakını, referansı olmayanlar için kullanılıyor. Belli toplum kesimlerinin devlette işe girmesini engellemek için kullanılıyor. Biz adaleti tesis etmek için mülakat sistemini tamamen kaldıracağız.

...

Değerli arkadaşlar,

Memleketimiz büyük sorunlar yaşıyor. Zor günlerden geçiyoruz. Ama biz bu zor günlerin ülkemizin kaderi olmadığını, ülkemizin bunları hak etmediğini bildiğimiz için yola çıktık. Biz DEVA Partisi olarak çok çalışıyoruz.

Biz, hamasetle toplumu kutuplaştıranlardan değiliz. Derde deva olmaya geliyoruz.

Biz, halkımızın sorunlarına gözlerini kapatıp, sadece kendi şahsi ikbalini düşünenlere karşı, ülkemize çözüm olmaya geliyoruz.

Biz Doğu ile Batı, yoksul ile zengin, kadın ile erkek arasında yapılan ayrımcılığı sona erdirmek için geliyoruz.

Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanlarına yaraşır bir ülkeyi inşa etmek için geliyoruz!

...

Değerli Siirtli hemşehrilerim,

Güzel şehrimiz Siirt’in sorunlarını görüyoruz, dinliyoruz, biliyoruz. Siirt, gittikçe küçülen bir ekonomiyle baş başa.

Siirt, desteklenmiyor. Siirt, yoksullaşıyor.

Siirtli vatandaşlarımız, üreticilerimiz kredi ile geçinmeye çalışıyor. Borç alıyor, harcıyor.

Siz de artan dolar kurundan mağdur oldunuz.

Türk Lirası hem reel hem de nominal olarak tarihi düşük seviyesine indi. Gelişmekte olan ülkelerin para birimleri son dönemde dolar karşısında değer kazanıyor.

Bir tek bizim paramız pul oluyor. Kurlar fiyatları buluyor. Bugün üretilen pek çok ürünün maliyeti tamamen dövize bağlı.

Vatandaşımız bilmiyor mu; döviz arttığında mazota, ilaca, gübreye, yeme zam gelecek.

Sürekli mazeret üretiyorlar. Göz göre göre, Türkiye’nin yıllardır biriktirdiğimiz itibarı ve ekonomik gücü güneşin altında karın eridiği gibi eriyor.

Bu ülke bunu hak etmiyor.
Siirt bunu hak etmiyor.
Siirt’in insanları, gencecik kardeşlerimiz böylesine umutsuzluğu hak etmiyor.

Siirt’in ekonomisinde tarımın ve hayvancılığın önemli bir yeri var. Ama çiftçimiz desteklerden yoksun bırakılıyor. Çünkü her alanda olduğu gibi tarım da hayvancılık da günübirlik kararlarla yönetiliyor.

Mazota, gübreye, ilaca, tohuma, zam üstüne zam yapılıyor. Ama örneğin süt alım fiyatı bir yıldır sabit tutuluyor. Litresi 2 lira 30 kuruş.

Mevcut duruma birkaç rakam ışığında hep beraber bakalım değerli dostlarım. Son bir yılda;
Hayvan yemi hammaddelerinde ortalama artış yüzde 77.
Süt yeminde artış yüzde 63.

Besi yeminde yüzde 60.

Bu saydıklarım hani o bakmadıkları döviz kuru var ya, ona bağlı artışlar.

Hükûmet enflasyonu ne açıklıyor bu arada? Yüzde 11, 12... Bunlar şöyle bir çarşı pazar dolaşsalar, raftan şöyle bir ihtiyaçlarını alsalar, fiyatlara baksalar belki utanacaklar.

Zannediyorlar ki enflasyonu yüzde 11-12 açıklayınca bu millet inanacak.

Evinin ihtiyacı için alış veriş yapan herkes gerçek enflasyonun ne olduğunu biliyor.

Üreticinin maliyetleri artıyor, ama cebine giren para küçülüyor, günbegün eriyor.

...
Değerli dostlar,

Doğru tarım politikaları uygulanmadan tarım ve hayvancılığı değil geliştirmek, mevcudu dahi muhafaza edemezsiniz.

Nitekim de edemiyorlar. varsa yoksa ithalat! Birkaç rakam vereyim.

Yıl 2002. Türkiye’nin Yaklaşık 2 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatı ve ithalatı var. Yani dengede.

Geçen sene ithalatımız 9 milyar, ihracatımız 5 milyar. Yani tarım ürünlerinde tam 4 milyar dışarıya bağımlı hale gelmişiz.

Bir yandan mümbit araziler. Burası çok büyük bir ülke. Maalesef kötü yönetim sebebiyle tarımda kendi kendine yeterli bir ülke değiliz.

Hem çiftçilerimiz hem hayvancılık alanında çalışan vatandaşlarımız artan maliyetlerle baş başa bırakıldı.

Çiftçinin durumu böyle, esnafın durumu iyi mi?

Esnaf kan ağlıyor. Satışlar yok, saat 12, 1 oluyor siftah yok. Dükkan kirası, vergi, stopaj, elektrik ve doğalgaz parası derken esnaf neyle geçinecek? Aldığı malın parasını, işçisinin ücretini, vadesi gelen çeklerini nasıl ödeyecek?

Buldukları çözüm vergi borcunu ertelemek ve faizli kredi vermek. Sözde faize karşılar ya hani! Faiz kredi duymadım ben bugüne kadar. Bu gidişle zaten faizli kredi borcu olmayan hiçbir vatandaş bırakmayacaklar ülkede.

Peki başka ülkeler ne yapıyor? Pandemi bütün dünyada var.
Esnafa, küçük işletmelere karşılıksız destek veriyorlar. Evet karşılıksız destek.

Üzülüyoruz dostlarım. Türkiye’nin potansiyeli bu değil. Pandemiyle bundan 4-5 sene önce karşılaşsaydık, o zamanki ekonomimizin gücüyle bundan çok daha fazlasını yapardık. Ama maalesef ekonomi çok zayıf duruma düşmüş durumda.

Ben 2015’te ekonomi yönetimini bıraktığımda, devletin o günkü bütçe açığı 24 milyar lira. Bu yıl, kendileri açıkladı, 239 milyar lira.

Beş yılda on misline çıkan bütçe açığı var. Bu nasıl iş bilmezliktir, nasıl müsrifliktir?

Faiz ödemeleri... Bizim bıraktığımız yıl 53 milyardı devletin faiz ödemesi. Bu yıl 139 milyar. Gelecek yıl 179 milyar faiz ödeyeceklerini açıkladılar. Şu an Meclis’te görüşülüyor, o bütçeyi savunmaya çalışıyorlar.

Bu kötü yönetim, her birimize varlık içinde yokluk yaşatıyor.

Siirt’in narı, cevizi, fıstığı, üzümü, arpası, pirinci, balı, küçükbaş hayvancılığı üreticinin kaderine terk edilmiş durumda.

Pervari balı ve zivzik narının tanıtımı yeterince yapılmıyor.

Tillo ve Veysel Karani gibi kültürümüzde, inanç turizminde büyük önemi olan iki yöre de yeterince tanıtılamıyor.

Yine Siirt, jeotermal kaynaklara sahip olmasına rağmen, bundan faydalanılmıyor. Sağlık turizmine çevrilmiyor.

Siirt, turizm gelirleriyle gelişebilecek, zenginleşebilecekken, devlet Siirt’i duymuyor.

Ilısu barajından kaynaklanan sorunlar çözülmüyor.
Biz Siirt’in problemlerini de potansiyelini de görüyoruz, biliyoruz.

Siirt’te tarımı ve hayvancılığı geliştireceğiz. Çiftçimize, esnafımıza destek olacağız.

Siirtli kadınların gücünü çok iyi biliyoruz. Kadınların işgücüne katılmaları için işverenler için teşvikler uygulayacağız. Kadın girişimcileri destekleyeceğiz.

Gençlerimizin göçünü önleyecek imkanları şehre getirmek için çalışacağız.

Tarım Meslek Liseleri açacağız. Bu liselerden mezun olan gençlere destekler sunacağız. Böylece mesleğin gençleştirilmesini, gençlerimizin tarımla zenginleşmesini, ülkemizin kaliteli tarım ürünlerine ulaşmasını sağlayacağız.

Siirt’in yolları da unutuldu. Bugün Batman Havaalanı’na indik. Siirt’e gelene kadar, bu kadar bakımsız ve ihmal edilmiş bir yol görmedim son bir yılda.

Tüm Türkiye’ye duble yollarla övünen iktidar, Siirt-Eruh arasını hala bitiremiyor.

Bu gerçekten uzun ömürlü bir aşkmış! Öyle anlaşılıyor...
Bu yaşanan zorluklar Siirt’in kaderi değil değerli arkadaşlar.

Siirt’in demokrasiye ihtiyacı var. Siirt’in atılıma ihtiyacı var. Siirt’in DEVA’ya ihtiyacı var.

Biz Siirt’e deva olmaya, Türkiye’ye deva olmaya hazırız.

Soruyorum şimdi, Siirt hazır mı? ...

Değerli arkadaşlarım,
Bugünkü iktidar, her gün haklarımızı ihlal ediyor.

Demokrasi askıda. Özgürlükler askıda. Adalet askıda.

Biz her birini askıdan indireceğiz. Her birini tek tek siz sahiplerine iade edeceğiz.

Seçilmiş belediye başkanlarını makamlarından indirip yerine atanmış kişileri oturtuyorlar.

Halkın iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında. Seçimler adeta bir aldatmaca haline getirilmiş.

Siz görevden alacaktınız da o zaman niye seçim yaptınız ki?

İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor.

Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor.

Belediye başkanını görevden alınıyor, belediye meclisi işlevsiz kılınıyor, tek bir imza ve tek bir karar merciiyle o ilin meseleleri yürütülmeye çalışılıyor.

Vatandaş oy vermiş, birilerini meclise seçmiş, birilerini başkan seçmiş; kimin umrunda!

Şunu açıkça görüyoruz: İktidarın kayyum politikası, kazanamadığı seçimlerde halkı cezalandırma yöntemine döndü.

Siirt de adeta cezalandırılan illerimizden biri.

Oysa hatırlayın Siirt, 2003 yılında çok önemli bir adım atmıştı. O günün Başbakanını, bugünün Cumhurbaşkanını Meclise taşımış bir ildi.

Hatırlayın, o günkü vesayet odaklarının halkın oyunu gasp etmesi karşısında, muhalefet partisinin de desteği ile, Siirt seçimleri yenilenmişti. Bu sayede de bugünkü cumhurbaşkanı, o gün başbakan olabilmişti.

Siirt demokrasiye sahip çıkmıştı. Vesayetle mücadele etmişti.

Fakat ne oldu? Üzerinden yıllar geçince başka bir vesayet çıktı.

Değerli arkadaşlar, kimse halkın oyunu gasp edemez. Bu hukuksuzluktur.

Seçimlere ve seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi, demokrasinin temelidir.

Bizim sözünü verdiğimiz Türkiye’de, bağımsız ve tarafsız yargıdan başka hiç kimse, seçilmiş bir insanı görevden alamayacak.

Seçilmişlerin güvencesi, seçmen iradesinin güvencesidir.
Biz, seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz.

Seçmen iradesi milletin iradesidir. Bakın, TBMM’nin Genel Kurul salonunda o kürsünün hemen arkasında büyük harflerle yazar:

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”

Bunu düstur edinmeyen hiçbir iktidar bu milletin desteğini arkasında göremez. Siz önce egemenliğin millete ait olduğunu kabul edeceksiniz, adımları ona göre atacaksınız.

Aksi halde bu millet günü geldiğinde ne yapacağını çok iyi bilir.

Biz, demokratik zemini daraltanlara, meşru siyaset kanallarını tıkayanlara karşı, ısrarla siyaseti savunacağız.

Biz oyunuza, iradenize ve hatta tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız!

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için buradayız!

Biz, bu topraklara ölümü layık görenlere, siyaset yollarını kapatanlara karşı buradayız.

Biz, sokağa çıkma yasaklarının tarihe karıştığı, sabaha karşı operasyonların yapılmadığı bir Siirt için buradayız.

Biz bu halkı hukuksuz baskı politikaları ile, terör örgütü baskısı arasına sıkıştıranlarla mücadele etmek için buradayız.

Biz demokratik siyaset için hazırız. buradayız. Peki Siirt hazır mı?
...
Değerli konuklar,

2002-2015 arasındaki yıllarda Kürtçe üzerindeki yasakların kaldırılmasına, bu alandaki haklarda iyileştirmelere tanık olduk.

Ama bugün geldiğimiz noktada, yapılan iyileştirmelerden birer birer vazgeçiliyor.

Bütün vatandaşlarımızın dilinin, analarının ak sütü kadar helal olduğunu biliyoruz.

İnsanımızın anadilini, öz dilini, bir çatışma konusu haline getirmiyoruz. Bu tarih öncesinden kalmış, eskimiş, köhne zihniyeti biz kabul etmiyoruz.

Demokratik devletler, vatandaşlarının anadili ihtiyaçlarına yönelik çözüm üretmekle mükelleftir.

DEVA Partisi iktidarında vatandaşlarımızın anadilinin korunması, yaşatılması ve geliştirilmesi amacıyla üstümüze düşeni yapacağımıza söz veriyoruz.

Vatandaşlarımızın anadile ilişkin taleplerini temel bir insan hakkı olarak görüyoruz.

Vatandaşlarımızın tüm haklarını derhal, pazarlıksız, talebe bağlı olmadan tanıyacağız.

...

Değerli arkadaşlar,

İşsizlik almış başını gidiyor.

Gençlerde işsizlik oranı tarihi rekor kırmış durumda. TÜİK’in kendi açıkladığı rakamlar da bunu gösteriyor. Mızrak çuvala sığmıyor.

Daha da kötüsü gençlerimiz umudunu yitirmeye başladı.

Gençlerimiz liyakatla bir iş edinebileceklerine inanmıyor. Çünkü torpil, kayırmacılık, haksızlık her yerde.

Biz kimse haksızlığa uğramasın, kimse mağdur olmasın diye buradayız.

Özellikle kamuda işe alımlarda yazılı sınavdan yüksek puan alan gençlerin mülakatta elenmesi, gençlerimizin umutsuzluğunu arttırıyor.

Biz, kamuda işe alımlarda mülakatı kaldıracağız. Onun adamı, şunun adamı, o görüşten, bu görüşten diye gençlerimizin işsiz bırakılmasına son vereceğiz.

Vatandaşlarımız arasında hiçbir ayrımcılık yapmayacağız.

Gençlerin umudunu çalanlara karşı, gençlerle birlikte, yepyeni, özgür, zengin bir ülke için hazırız.

Türkiye’nin, hepimizin hak ettiği gibi demokratik, özgürlükçü, müreffeh bir hukuk devleti olması için biz buradayız.

Değerli dostlarım; bugün 6 Kasım.
Bugün Yüksek Öğretim Kurulu’nun kuruluşunun yıl dönümü.

YÖK, hepinizin bildiği gibi, öğretimin gelişmesinin önünde bir engel haline geldi.

Bu engelden en çok üniversiteli gençlerimiz etkileniyor. Üniversitelerin özerkliği ortadan kalkmış durumda.
Biz buna izin vermeyeceğiz.
Biz 12 Eylül darbesi kalıntısı Yükseköğretim Kurulu’nu kaldıracağız. ...

Saygıdeğer dostlarım;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nın haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Siirt’in DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

3 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Balıkesir İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Balıkesir 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Balıkesir il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Balıkesirli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen vatandaşlarımız; Hepinizi en içten duygularımla, saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, İzmir’de cuma günü meydana gelen depremde, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. İzmir’e, Balıkesir’e, tüm çevre illerimize ve komşumuz Yunanistan’a da yürekten geçmiş olsun dileklerimi bir kez daha iletiyorum.

...

Değerli konuklar,
Ben ve arkadaşlarım dün İzmir’deydik.
Söyleyecek tüm sözlerin anlamsız kaldığı tarifsiz bir acıya paydaş olduk. Çok üzgünüz.

Enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Göçük altında kalanlar için kurtarma ekipleri yoğun bir şekilde çalışıyor.

acı haberlerin yanında, güzeller güzeli Elif kızımızın 65 saat sonra, dünya tatlısı Ayda kızımızın 91 saat sonra kurtarılması gibi güzel haberlere de tanık olduk.

Büyük bir özveriyle, adeta nefes almadan, yoğun bir gayretle çalışan tüm arama ve kurtarma ekiplerine teşekkür ediyor, kendilerine Allah’tan kolaylıklar diliyorum.

Dün şahit olduk ki kurtarma ekipleri her bir enkazın başında canla başla çalışıyorlar. Bir canı kurtardıklarında, bütün

Gördüğümüz manzaranın bir daha tekrarlanmaması için her birimizin çok çalışması gerekiyor.

Umarım en kısa zamanda, hep beraber yaralarımızı sararız ve depremden etkilenen halkımızın zararlarına, dertlerine derman oluruz.

Hepimize geçmiş olsun.

.....

Değerli konuklar,

Hem Ege denizine hem Marmara denizine kıyısı olan,

Koylarıyla, dağlarıyla, Kaz Dağlarıyla

Yeşiliyle, mavisiyle bir doğa harikası olan Balıkesir’deyiz.

Yanıbaşımızda olan deprem felaketinin acısı nedeniyle, bugün sözlerimi kısa tutacağımı söylemek istiyorum.

Ancak dün İzmir’de iliklerimize kadar hissettiklerimizi de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yaşadığımız felaket bize bir şeyi tekrar gösterdi.

Haber gelir gelmez, ülkemizin dört bir yanından, tüm toplum kesimlerinden herkes seferber oldu, afet bölgesine akın etti.

Oteller, pansiyonlar kapılarını açtı, insanlar sokaklarda ellerinden ne gelirse yapmaya başladı.

Herkes birbirine yardım ediyor, elini tutuyor. artçıları umursamadan, kendi canını düşünmeden.

Peki niçin?

Çünkü bu toprakların insanı, kimliği ne olursa olsun; kökeni, inancı, görüşü ne olursa olsun; birbirini çok seviyor.

Başkasının acısını kendi acısı sayıyor. elini uzatmaktan imtina etmiyor. Biz birbirimizi çok seviyoruz, daha da seveceğiz.

Bu topraklar yüzyıllardır sevgiye, saygıya, birlikte yaşama iradesine şahit oldu.

İşte biz de DEVA partisi olarak, Cumhuriyetimizin 100. yılı yaklaşırken yeniden birleşmek, özgürleşmek, yarınları inşa etmek için yola çıktık.

Bildiğiniz gibi, Demokrasi ve Atılım Partisi 9 Mart 2020 tarihinde farklı kesimlerden, farklı dünya görüşlerinden, farklı kimliklerden 90 kişi tarafından kuruldu. Siz değerli teşkilat mensuplarımız ve gönüllülerimizle birlikte binlerce, on binlerce kişilik büyük bir aile olduk.

Peki DEVA partisi olarak neler yapacağız? Neyi taahhüt ediyoruz?

Öncelikle güçlendirilmiş parlamenter sistem ile meclisimizi kuvvetlendirip gerçek anlamıyla bir hukuk devleti inşa edeceğiz.

İfade ve basın özgürlükleri başta olmak üzere tüm özgürlükleri tesis edeceğiz. Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasinin gereği neyse onu yapacağız.

Demokratik bir hukuk devletine yaraşır biçimde, özgür ve müreffeh Türkiye için çalışacağız.

Vatandaşlarımızın doğuştan gelen, analarından emdikleri ak süt kadar helal olan tüm haklarını derhal, pazarlıksız, talebe bağlı olmadan tanıyacağız.

Biz; etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliğimizi dikkate alarak, bunları zenginlik bilerek toplumdaki tüm farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunuyoruz.

Her türlü ayrımcılığa karşıyız. herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesini sağlayacağız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni güçlendireceğiz. Meclis’in denetleme fonksiyonunu güçlendireceğiz.

Yargıyı tarafsız ve bağımsız hale getirip sadece halkımız için karar vermesini sağlayacağız.

Cuma günü yaşadığımız afet de gösterdi ki yerelden, yerinden hizmet hayati derecede önemli. Yerel yönetimleri güçlendireceğiz.

Çünkü Türkiye tek bir merkezden, dar bir kadro ile yönetilemeyecek kadar büyük bir ülke.

Seçilmişleri tarafsız ve bağımsız yargı kararları olmadan görevlerinden almayacağız.

Halk iradesini daima her şeyin üstünde tutacağız.

Şeffaf olacağız, denetlenebilir olacağız. Kayırmacılık gibi devlet yönetimine nüfuz etmiş hastalıkları temizleyeceğiz.

Devlet yönetimindeki tüm kişilerin hukukla ve etik kurallarla bağlı olmasını sağlayacağız.

Kamuda işe alımlarda mülakat sistemini sona erdireceğiz. Onun referansı, bunun referansı, şu etnik kimlikten bu dini inançtan diyerek vatandaşlarımız arasında ayrımcılık yapmayacağız.

Kadınların hayatın her alanında, eşit koşullarda yer alması için çalışacağız.

Kadınlara yönelik şiddeti sona erdirmek için devletin alması gereken her türlü önlemi alacağız.

Her konuda olduğu gibi, ekonomi yönetimini de işi bilenlerle yürüteceğiz. İşini iyi yapacak kişilerle çalışacağız.

Türk Lirasını yeniden itibarlı hale getirip, halkımızın refahını yükseltmek için çalışacağız.

Her birimizi, bugün doğan bebekleri bile borca sokan Varlık Fonunu kapatacağız.

Merkez Bankası, SPK, BDDK, TÜİK gibi tüm kurumları bağımsız kimliklerine kavuşturacağız.

İsrafa sebep olan hiçbir uygulamaya geçit vermeyeceğiz.

Kamu ihale kanununu tümüyle yenileyeceğiz. İhale ve satın alma süreçlerini tüm tarafların ve yurttaşların izleyebilmesine açık tutacağız. Kamuya alımlarda rekabeti tesis edip devlet harcamalarında tasarruf sağlayacağız.

Gençlerin özgür bireyler olduğunu kabul ediyoruz. Öğrencilerin ve gençlerin özgürce yaşaması için, kendileri olmaları için, gerekli ortamı oluşturacağız.

Türkiye’nin her köşesinde kaliteli eğitim sunacağız.
Öğrencilerin ve gençlerin ücretsiz internete erişimini sağlayacağız.
İnternet hizmetini tüm Türkiye için ucuz ve hızlı hale getirmek için çalışacağız. İnternet kullanımındaki haksız yasaklara, engellere son vereceğiz. Öğrencilerin ve gençlerin kullandığı teknolojik cihazlardan vergiyi kaldıracağız.

Dış ilişkilerde akılcı ve barışçı politikalarla, halkımızın menfaatlerini önceleyeceğiz. dar bir ideolojik bakışa ve şahsileştirilmiş yaklaşımlara son vereceğiz. bölgemizde ve dünyada sözümüzün gücünü arttıracağız.

Göçle ilgili sorunların insani boyutunu hassasiyetle değerlendireceğiz. kısa vadeli yaklaşımlardan uzak durup, insan onuruna yaraşır politikalar yürüteceğiz.

Çeşitli göç dalgalarının yol açtığı insani ve toplumsal sorunları çözmek için, uluslar arası planda hakkaniyetli sorumluluk paylaşımını esas alacağız.

Gerçekçi ve çözüm odaklı stratejiler geliştireceğiz. ...
Değerli arkadaşlar,

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Sadece şu son birkaç haftadır ülkenin içinden geçtiği tabloyu masaya yatıralım. Bugün iktidar olanları şöyle bir dinlediğimizde ülkemizin geleceği adına çok kaygılanıyoruz. Bu kadar gerçeklerden kopmuş, Türkiye’nin gerçeklerinden uzaklaşmış, ne söylediğini bilemeyen bir yönetimi bu ülke haketmiyor.

Ekonomiyle ilgili gelişmeleri takip ediyorsunuz. Döviz kurları artıyor, hayat pahalılığı herkesi yakıyor. İşsizlik her geçen gün aran bir sorun olarak karşımızda duruyor. Bütün bu tabloda şu anda bizi yönetenler ne yapıyor? Gerçekten büyük kaygılar duyuyoruz.

Özellikle yatırım yapabilecek, yeni iş sahaları oluşturabilecek insanların böyle bir ortamda önünü görebilmesi mümkün değil.

Bugün döviz kurları rekor seviyede. Şu gün, şu saat itibariyle. Geçen yılın başından itibaren bugüne kadar Merkez Bankasının dövizlerini sata sata, erite erite kuru belli bir noktada tutma çabasıyla maalesef tam 130 milyar doların üzerindeki bir döviz sattılar.

Bunu açıktan şeffaf yapmadılar. Hep örtülü, gizli operasyonlar.

Devlet muhasebesi açık. İşi bilenler rakamlardan, çapraz sorgulamalarla, piyasa verileriyle her şeyi görüyor. Milyarlarca doları zaten gizlemek, kapatmak mümkün değil. Diğer piyasa verilerinden bunlar toplanıyor.

130 milyar doların üstündeki döviz satışından sonra, şu an Merkez Bankasının satışla müdahale imkanı kalmayınca, Eylül ayında 2 puan faiz artışı yaptılar. Ekim ayında da üstü örtülü ama herkesin anladığı şekilde 2 puan daha arttırdılar. Ne oldu? Hiçbir işe yaramadı.

Şimdi hükûmet ne diyor durmadan? “Biz zaten rekabetçi kur istiyorduk” diyor.

Hani bir fıkra vardır. Adam attan düşer, ondan sonra da “Ben zaten inecektim” der. Bunlar attan düştü, beceremedi, “biz zaten yüksek kur istiyorduk” diyorlar.

Rekabetçi kur ne demek? Ben size tercüme edeyim, açık açık söyleyemiyorlar. Kurun yükselmesi demek. Açıkça söylesenize biz kurun daha da artmasını istiyoruz diye.

Yüksek kurun enflasyonu vurduğunu bilmiyor musunuz? Hayatı daha da pahalandırdığını bilmiyor musunuz? Çiftçinin her türlü girdisini, mazotunu, gübreyi, ilacı, hayvancılık yapanlar için yemi arttırdığını bilmiyor musunuz?

Peki vatandaşın geliri ne kadar artıyor? Emekli maaşı ne kadar artıyor? Kamuda işçilerin maaşı ne kadar artıyor? Sadece açıklanan enflasyon oranında artıyor.

Açıklanan enflasyon ne? Yüzde 11, yüzde 12.

Siz milleti saf mı zannediyorsunuz? Hiç alışverişe gitmiyor mu zannediyorsunuz?

Haftada bir çarşı pazar dolaşan, eline filesini, torbasını alıp biraz alış veriş yapan herkes enflasyonun ne kadar yüksek olduğunu görüyor. Sabit gelirlilerin maaş artışları açıklanan enflasyon kadar ama gerçek hayat bunun çok çok üstünde artıyor.

Türkiye’de herkesin satın alma gücü düşüyor. Topluca fakirleşiyoruz.

Bir zamanlar 12 bin 500 doları geçen milli gelirimiz, kendi açıkladıkları orta vadeli programa göre, bu yıl 8 bin 300 dolar olarak görünüyor.

Onun da tutması mümkün değil bu kur ve ekonomik daralmayla. Haydi diyelim ki açıkladıklarına inandık, biz 8 bin 300 dolarlık milli geliri biz 2006’da yakalamıştık zaten.

Her yıl, her ay bu ülke kan kaybediyor. Bunun düzelme ihtimalinin olmadığını gördüğümüz için yepyeni bir siyasi hareketle yola çıkmaya karar verdik. Yapamayacaklar, düzeltemeyecekler.

Her konuştukları artık bir skandal. Hükümetin büyük ortağı “Ekmek parasına muhtaç kimse yok, abartmayın” diyor. Küçük ortağı da “Ekmek parasına muhtaç olanlar var, onun için biz ekmeği askıya aldık” diyor.

İki ortak otursun anlaşsın önce bir aralarında. Hangisi doğru? ...
Değerli arkadaşlar,

Bir başka önemli konu da son İzmir depremiyle ilgili hükümet ortaklarından gelen ve akıllara durgunluk veren açıklamalar. Diyor ki "Keşke vatandaş çürük binada oturmasaydı”.

Yani bu kadar can kaybı varken, döndü dolaştı, suç yine hayatını kaybeden vatandaşımıza yüklendi.

Dün İzmir’de de muhtelif vesilelerle söyledim:

Bu facianın, bu kadar hayatın kaybolmasının en önemli sebebi hukuk devleti olmamasıdır.

Hukuk devletinde öncelikle ruhsatsız bir yapının inşaatına izin verilmez. Kimse buna cüret edemez. Kural varsa o kural uygulanır. Hukuk devletinde depremle ilgili yönetmelik varsa, o kurallara uygun yapılan binalara insanlar taşınır. Bina o kurala uygun yapılmadıysa, o binada oturulmasına izin verilmez.

Özellikle inşaat sektörü söz konusu olunca tepeden tırnağa devlet adına yetki kullanan, ister merkezi hükümet olsun ister belediyeler olsun, hemen bir rant gözlüklerini takıyor. “Dur bakalım burada ne rant var" diye bakıyorlar.

Hukuk unutuluyor, kural unutuluyor, ilkeler çiğneniyor. Herkes “kendi şahsi çıkarım ne olacak” diye bakıyor projelere.

Yazık günah değil mi? 100’ün üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetti.

Devletin en öneli görevi düzenleme yapmak ve arkasından denetleme yapmaktır. Yani düzene koyulan kurallara uyuluyor mu, uyulmuyor mu diye denetlemektir.

Daha önceki depremlerde müteahhitleri suçlayanları görmüştük ama hayatını kaybeden vatandaşları suçlayanları ilk defa görüyoruz gerçekten.

“Keşke” diyerek bu ülkeyi yönetemezsiniz. Devlet görevini yapamıyorsa,

Devlet vatandaşını dayanıklı konutta oturtacak şekilde kurallarını işletemiyorsa,

Devlet depreme karşı önlem almıyorsa “keşke” deme lüksü yoktur. Hükümetin ortağı bunu hep yapıyor.

İyi bir şey varsa kâra ortak, zarar varsa kenara çekilip keşke diyor. Sorumluluktan kaçıyor ama kaçamazsınız. Biz sizin bu sorumluluklardan kaçmanıza izin vermeyeceğiz.

Ne zaman sorumluluklardan kaçacak gibi yapsanız, tekrar tekrar sorumlu ve ortak olduğunuzu hatırlatacağız. Sorumlusunuz, ortaksınız. Bunu saklayamazsınız, gizleyemezsiniz.

İnsanların evi başına yıkılmışken, insanlar yakınlarının acısını yaşarken “keşke” deme lüksünüz yok.

Eğer illa “keşke” diyeceksek; bu imar barışı büyük bir yanlıştır, büyük bir hatadır.

Yıllarca birikmiş yapı stokuyla ilgili ne kadar problem ve hukuksuzluk varsa, tamamının üzerini kalın bir yorganla kapatıyorsunuz. Böyle bir şey düşünülemez. İmar barışı denilen uygulama, yılların birikmiş yanlış ve hatalarının üstünü örtme çabasıdır.

İzmir bu konuda en yüksek oranda imar barışı başvurularının olduğu bir şehir maalesef.

...

Değerli arkadaşlar,
Türkiye her konuda kötü yönetiliyor.

Ekonomiyle ilgili doğru rakamların açıklanmamasına alışmıştık ama can gibi en önemli konuda sağlıkla ilgili verilerle oynamak affedilebilir bir şey değil.

Yakından eğitimi de beceremiyorlardı, uzaktan eğitimi de yürütemiyorlar.

Evinde öğrencisi olan, okul çağında çocuğu olan herkes bunu görüyor. Yazık oluyor. Gençlerimizin, örencilerimizin neredeyse kayıp yılı olacak.
...

Değerli konuklar,

Biz Balıkesir’in sorunlarını da görüyoruz, dinliyoruz.

Balıkesir, coğrafi yapısı ve iklim koşullarıyla adeta bir doğa mucizesi.

Bu şehrin dörtte biri tarım alanı.

Şöyle bir baktığımızda;

Zeytinde, buğdayda, meyve ve sebze üretiminde tarımsal üretim açısından Balıkesir’in ne kadar önemli bir şehir olduğunu görüyoruz.

Fakat tarıma yeteri kadar destek verilmiyor, üreticilerimiz ve ürünlerimiz korunmuyor.

Döviz kuru arttıkça girdi fiyatları da artıyor.

Plansız ve programsız hareket edildiği için Balıkesir tarımda hak ettiği seviyeye ulaşamıyor.

Biz DEVA Partisi olarak, çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.

Tarım meslek liseleri açacağız. Bu liselerden mezun olan gençlere destekler sunacağız. Böylece mesleğin gençleştirilmesini, gençlerimizin tarımla zenginleşmesini, ülkemizin kaliteli tarım ürünlerine ulaşmasını sağlayacağız.

Balıkesir, hayvancılık alanında da ülkemizin en önemli şehirlerinden biri.

Süt üretiminden kümes hayvancılığına ve arıcılığa varana dek çok ciddi bir potansiyele ve güce sahip.

Fakat biliyorsunuz, süt üreticileri desteklenmiyor. Teşvik takviminin belirlenmemesi üreticimizi korumasız bırakıyor.

DEVA Partisinin kurucularından çok değerli Ahmet Edip Uğur’un belediye başkanlığı döneminde hazırlanan kitabın ismiyle, "50 Peynirli Şehir Balıkesir” desteklerden mahrum kalmamalı, dünya ile yarışabilmeli.

Bu kıymetli potansiyelden yararlanabilmek için tarıma ve hayvancılığa dayalı organize sanayi bölgeleri kurulmalı ve özellikle organik tarım desteklenmelidir.

Yem üretimi için etüt çalışmaları yapılmalıdır.

.....

Değerli arkadaşlar,

Balıkesir aynı zamanda bir turizm kenti. Balıkesir’in nüfusu yaz sezonunda 3 milyonu geçiyor.

Fakat Balıkesir’in turizm olanakları yeterince tanıtılmıyor.

Bölgenin altyapısını, turizm potansiyeline uygun bir şekilde güçlendirmek gerekiyor.

Edremit Körfezini turizm bölgesi ilan edip teşviklerden yararlandıracağız. Termal turizmindeki sorunları çözeceğiz.

Yaz sezonunda 3 milyonu geçen nüfusu da Balıkesir ve ülkemiz için bir kazanca çevirmemiz lazım.

Fakat bu yetmez. Balıkesir’i sadece yaz sezonunda değil, yılın dört mevsiminde cazibe merkezi haline getirmemiz lazım.

Balıkesir’in jeotermal kaynaklarını en iyi şekilde değerlendirmemiz lazım.

Bu kaynakların aynı zamanda enerji üretimi açısından güçlü bir potansiyel taşıdığının farkındayız.

Bu coğrafya; yenilenebilir enerji kaynakları olan rüzgar ve güneş enerjisinin kullanımı için son derece elverişli.

Bu bölge, biokütle ve biyogaz yatırımları için bol miktarda tarımsal ve hayvansal atık kapasitesine sahip.

...

Değerli arkadaşlar,

Bu şehirde 625 bin hektar ormanlık alan var. Balıkesir’in neredeyse yarısı orman arazisi.

Biz, orman işletmeciliğini geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Balıkesir’in kalkınma önceliklerini sizlerle birlikte belirleyeceğiz. Tek bir karar merciinden değil. Hedeflerimizi koyduktan sonra kent vizyonumuzu buna göre hayata geçireceğiz.

Balıkesir’de tarım, hayvancılık ve sanayi üreticilerinin, maden ve turizm işletmecilerinin, üniversitelerin bir araya gelip bu bölgenin hak ettiği biçimde kalkınması için birbirleriyle konuşmaya ihtiyaçları var.

Ama daha önemlisi bu konuşmaları duyacak, duyduklarından sonuçlar çıkartacak, işinin ehli bir hükûmete ihtiyaç var.

Yani, her alanda muazzam potansiyellere sahip olan, doğasıyla, tarihiyle, ormanıyla, kıyılarıyla, tarım arazileriyle, zenginliğin neredeyse topraktan fışkırdığı bu kentin DEVA’ya ihtiyacı var.

.....

Değerli arkadaşlar,

Tüm bu kalkınma hamlelerini yaparken, Balıkesir’in biyoçeşitliliğini, denizlerini, ormanlarını, havasını, suyunu koruyacağız.

Özellikle Kaz Dağları yöresi, ormanları, tarım alanları, su varlıkları ve barındırdığı tarihi ve kültürel alanlarla eşşiz bir bölge.

Dünyada sadece bu bölgede olan 32 bitki türü var.

TEMA Vakfının resmi verilere dayanarak hazırladığı rapora göre, maalesef, Kaz Dağları yöresinin yüzde 79’u maden arama ve işletme için ruhsatlandırılmış durumda.

Vatandaşlarımız ve sivil toplum kuruluşlarımız Temmuz 2019’dan bu yana Su ve Vicdan Nöbeti gibi eylemlerle Kaz Dağları’na sahip çıkmaya çalışıyor.

DEVA Partisi olarak biz de doğa ve tarihin buluştuğu Kaz Dağları’na sahip çıkmaya devam edeceğiz. Ormanlarımızı, tarım alanlarımızı, doğa ve kültürel

varlıklarımızı korumak, hem bugünümüz hem de yarınımız için, öncelikli olacak.

Bölgeye yapılacak yatırımların doğal yaşama zarar vermemesi için gereken tüm planlama ve denetimleri yapacağız.

Burada mutlaka dengeli bir yaklaşım şart. Dayatmalarla değil, mutabakatla hareket etmek gerekiyor. Ülke yönetiminde düstur olarak kendinize kutuplaştırmayı seçtiyseniz, bu ülkenin problemlerini çözemezsiniz.

Her konuda konunun taraflarıyla bir araya gelip ortak çözüm için çalışmak çalışmak zorundayız.

DEVA Partisi iktidarında ranta ve doğa yıkımına dayalı projelere geçit vermeyeceğiz.

Ormansızlaşmanın ve biyoçeşitliliğin azalmasının ekolojik yıkımın temel sebepleri olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Bu aynı zamanda nesiller arası adalet için de çok önemli. Eğer sadece kendi neslimiz için doğal zenginliklerimizi yok edersek, gelecek nesillerin bu dünyadaki hakkından çalmış oluruz.

Çocuklarımıza yaşanabilir bir çevre bırakma sorumluluğuyla hareket etmek zorundayız.

Canlı ve cansız tüm varlıkları koruyacağız.

Biz Balıkesir’in sorunlarını dinliyoruz, görüyoruz, biliyoruz.

Biz, Balıkesir’in sorunlarını çözmek için çalışmaya hazırız.

Biz, Balıkesir’in her alanda atılım yapmasını sağlamak için hazırız. DEVA Partisi hazır.

Peki Balıkesir hazır mı?

...

Değerli dostlarım,

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA'sı var.

Balıkesir’in DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

1 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Şanlıurfa İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ınŞANLIURFA 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Şanlıurfa il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Şanlıurfalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, Cuma günü İzmir’de yaşanan deprem felaketinde yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Biliyorsunuz, enkaz arama çalışmaları devam ediyor. Göçük altında kalanlar için kurtarma çabaları yoğun bir şekilde sürüyor.

Genel Başkan Yardıcılarımızdan oluşan ve İzmir İl Başkanımız Seda Hanım’ın da içinde olduğu bir grup arkadaşımız İzmir’de enkazla ilgili tespitler yapıyor ve gelişmeleri bizlere raporluyorlar.

Bugün aklımız, kalbimiz İzmir’de.
Umarım daha kötüye giden bir tablo ile karşılaşmayız.

Umarım kısa zamanda hep beraber yaralarımızı sararız ve depremden etkilenen vatandaşlarımızın zararlarına, dertlerine derman oluruz.

Başta İzmir ve çevre illerde, ayrıca komşu ülkelerde de hissedilen depremden dolayı hepimiz son derece üzüldük, kaygılandık. Allah beterinden saklasın. Hep beraber depremle ilgili tedbirlerin ne kadar önemli olduğu, depreme hazırlıkla ilgili yatırımların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlamamız gerekiyor.

...

Değerli konuklar,

Bugün eşsiz tarihinde birçok dine, millete, devlete ev sahipliği yapmış,

Göbeklitepesi ile UNESCO dünya tarih mirasında yer almış dillere destan Şanlıurfamızdayız.

Şanlıurfa, Türkleriyle, Kürtleriyle, Araplarıyla çok dilli, çok kültürlü bir şehrimiz. Üç semavi dinin de kutsal kabul ettiği bu topraklar her geleni büyülüyor.

Değerli arkadaşlar,
Farklılıklar bizim en önemli zenginliğimiz.

Tam bu bir arada yaşama kültüründen bahsederken iki gün önce gerçekleşen felakete dönmek istiyorum.

Yaşadığımız bu acı deprem felaketi bize bir şeyi tekrar gösterdi. Ne biliyor musunuz?

Haber gelir gelmez, ülkemizin dört bir yanından tüm toplum kesimlerinden herkes seferber oldu, afet bölgesine akın etti.

Oteller, pansiyonlar kapılarını açtı, insanlar sokaklarda ellerinden ne gelirse yapmaya başladı.

Niçin?

Çünkü bu toprakların insanı, kimliği ne olursa olsun; kökeni, inancı, görüşü ne olursa olsun; birbirini çok seviyor.

Başkasının acısını kendi acısı sayıyor. Elini uzatmaktan çekinmiyor. Biz birbirimizi çok seviyoruz, daha da seveceğiz.

Bu topraklar yüzyıllardır sevgiye, saygıya, birlikte yaşama iradesine şahit oldu.

Biliyorsunuz cumhuriyetimizin yüzüncü yılı yaklaşıyor. Türkiye, bu yüz yılda büyük başarılara imza attı.

Büyük badireleri hep birlikte atlattık.

Savaşlarla yıkılmış bir ülkeden genç bir demokrasi kurduk.

Her alanda ülkemizi ileriye taşıdık.

Ama bu yüzyılda büyük acılar da yaşadık.

Türkiye’de herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes en az bir kere mağdur oldu.

Adeta acılarımızda eşitlendik.
Biz DEVA Partisi olarak açıkça söylüyoruz ki:

Artık eski hesaplaşmaları, kavgaları arkada bırakıp, yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi. Kavgalar, hesaplaşmalar hiçbir sorunumuza çare olmadı.

Geçmiş, doğruları ve yanlışlarıyla, içinden geçtiğimiz ortak geçmişimizdir. Geçmişi değiştiremeyiz. Hiçbirimiz geçmiş üzerinde uzlaşmak zorunda da değiliz.

Ama geleceğin ipleri elimizde.
Yarınları, hepimizin ortak yarını yapabiliriz.
Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarına çevirebiliriz.

Kimliği, inancı, ideolojisi her ne olursa olsun herkesi, özgürlük, hak, adalet, demokrasi, ehliyet, fırsat eşitliği, hesap verebilirlik ilkeleri etrafında yeni bir toplumsal sözleşme yapmaya davet ediyoruz.

Artık konuşmaktan, fikirlerden, farklı kimliklerden, dünyadan, gelecekten korkmayan cesur, özgür ve zengin bir Türkiye istiyoruz.

İstiklal Marşı’nın girişinde söylendiği gibi; “Korkma Türkiye!” diyorum.

Daha zor şartlarda, 1923’te Cumhuriyet’i kurduk, 1950’de demokrasiye doğru adım attık.

Bir kere daha yapabiliriz!

Çünkü bu topraklar bunu başarabilir. Biz bunu başarabiliriz.
DEVA Partisi bunu başarabilir!
...

Değerli dostlarım,

Bu kadim toprakların, Şanlıurfamızın tarihini en iyi şekilde tanıtmamız gerekiyor. 2018 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine giren Göbeklitepe gibi, Gümrük Hanı’nı, Hazreti İbrahim ve Hazreti Eyyub makamlarını ve daha pek çok değerimizi bilmek, bunu tüm dünyaya hak ettiğişekilde tanıtmamız gerekiyor.

12 bin yıllık Urfamız bugün 2 milyonu aşan nüfusu, 500 bini bulan muhacir misafirleri ile koca bir metropol.

Şanlıurfa’nın sorunlarını biliyoruz.

Urfa hem tarım hem de sanayi açısından muazzam potansiyele sahip bir şehrimiz.

Bu potansiyelin gerçekleşebilmesi için altyapıya, ulaşıma, çiftçimizin desteklenmesine ve güçlendirilmesine ihtiyaç var.

Urfa’ya hep vaat edilip, ihalesi yapılıp sonraki seçime kadar unutulan tüm projeleri sizlerin de onaylayacağınız bir plan kapsamında DEVA Partisi iktidarı olarak en kısa zamanda ele alacağız.

Urfa’nın bereketli ovaları, tarım kaynakları, zenginlikleri var. Bu bereketli toprakların modern sulama imkanlarına kavuşması için çalışacağız.

Harranlı, Akçakaleli çiftçilerimizin kapalı sulama sistemine kavuşması için gayret edeceğiz.

Hilvan’da, Karakeçili’de, Viranşehir’de sulamanın yetersiz oluşu, ürün çeşidini olumsuz yönde etkiliyor.

Çiftçimiz için daha modern alt yapıların oluşturulması gerekiyor. Her şeyden önemlisi çiftçimizin desteklenmesi ve güçlendirilmesi gerekiyor.

Tarım sektöründe işverenin ve tarım işçilerinin sosyal güvenliğinin mutlaka sağlanması gerekiyor.

Tarım sektörü ülkemiz için çok büyük bir potansiyel. Şanlıurfa, geniş ve mümbit arazileriyle tarıma son derece önem vermemiz gereken bir ilimiz.

Tarımsal sanayinin Şanlıurfa’da gelişmesi gerekiyor. Tarım ürünlerinin ham haliyle başka ülkelere gönderilmesi değil, burada işlenmesi ve tarımsal gıda ürünlerine çevrilip Şanlıurfa’dan başka bölgelere gönderilmesi önem arz ediyor.

Şanlıurfa’ya yatırım gerekiyor. 150-200 bin Şanlıurfalı kardeşimiz, her sene mevsimlik işçi olarak başka bölgelere göçmek zoruna kalıyor. Seyahatleri çok kötü şartlarda ediyorlar.

Bu tablo Şanlıurfa’nın kaderi değil. Bunların hepsinin çözümü var. Önemli olan Şanlıurfa’ya yatırım yapılması. Hem tarıma, hem sanayiye, hem hizmet sektörüne, hem turizme yatırım yapılması ve Şanlıurfa’nın yeni iş imkanlarına kavuşması gerekiyor. Formül burada.

Yatırım için güven ortamı gerekiyor. Gençlerimizin çalışacağı iş yerlerinin oluşması için yatırım gerekiyor.

Bugün maalesef Türkiye’nin dört bir köşesinde yatırımlar durdu denecek kadar az miktara indi. Son iki yıldır çalışan sayısı hızla azalıyor. Bırakın yeni istihdamı, yeni iş sahalarını, yaklaşık Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi geldiğinden bu yana sürekli azalıyor. Güven ortamı mevcut yönetim eliyle artık oluşturulamaz.

Yapamayacaklar, o dönem kapandı. Mevcut yönetimin Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulamayacağını gördüğümüz için yeni bir siyasetle, DEVA Partisi’yle yola çıktık.

Pırıl pırıl bir ekip kurduk. Siyasete yeni başlayan çok sayıda arkadaşımız var. Bu arkadaşlarımızın ortak özelliği siyasetten önce ne yapıyorlarsa, işlerini iyi yapıyor olmaları. Tecrübeli arkadaşlarımız da siyaset yaptıkları dönemde kişiliklerini korumuş, siyasetin kirli alanından uzak durmuş ve tecrübesiyle ekiplerimize destek veren arkadaşlarımız.

Her meslek grubu var. Tarım sektöründen bahsediyoruz. Kurucularımızdan Sayın Müfit Yetkin bizzat tarım sektörünün içinde. Diyarbakır’dan Ali İhsan Merdanoğlu Bey tarım sektörünün içinde, yine kurucularımızdan.

DEVA Partisi biraz da damdan düşenlerin partisi.

...

Değerli arkadaşlar,

Şanlıurfa, Organize Sanayi Bölgesini limana bağlayacak olan Mürşitpınar Demiryolu projesiyle bir an önce buluşmalı. Ham made ve dış ticaret için son derece önemli olan demiryolu bağlantısını önceliklerimiz arasına alıyoruz.

Özellikle çiftçilerimiz için sulamada kullanılan pompaların elektrik giderleriyle ilgili sorunlar var. Burada büyük bir adaletsizlik var. Suyun geldiği topraklar var ama suyun gelmediği, toprak altındaki suyun pompalarla çıkarılıp tarımda kullanıldığı topraklar var. Bu ciddi bir maliyet getiriyor. Bu soruna köklü çözüm bulmak sulama projelerini tamamlamaktan geçiyor.

Kapalı sistem sulama suyun en verimli kullanıldığı alan.

STK’larla yaptığımız toplantıda da söyledim, hükümetin aklı, kafası tamamen rant projelerinde maalesef.

Yıllardır GAP dedi bu ülke, hâlâ tamamlanamadı. Özellikle sulama ayağı hala eksik. Burada sulama kanallarına ihtiyaç varken, sürekli Kanal İstanbul’u duyuyoruz. Bir Kanal İstanbul parasına Güneydoğu Anadolu’da suyun götürülmediği bir karış toprak kalmaz.

Öncelikleri neye göre kurguluyorsunuz? Burada çiftçimizin suya kavuşması gerekiyor.

Gap’ın mastır planında sulamayla birlikte meyve, sebze, çiçekçilik, tıbbi bitkiler, yağlı bitkiler gibi ürünlerin yetiştirilmesi de büyük önem taşıyacak.

Aksi halde GAP’ın başkenti Şanlıurfa’nın verimli ovaları dururken, sebze ihtiyacı başka bölgelerden karşılanıyor.

Biz, sulanabilir arazi miktarını arttırırken, arz açığımız olan ürünlerin üretilmesine de teşvik vereceğiz.

Bundan 12 yıl önce GAP eylem planında 1 milyon hektar olarak revize edilen sulama hedefinin ne yazık ki ancak yarısı gerçekleşti.

500 bin hektarlık verimli toprağın sulamayı beklediğini biliyoruz. Bununla ilgili adımlarımızı atacağız.

...
Değerli arkadaşlar,

Sınırın öte yanında yaşayan akrabalarımızın ve komşularımızın hak ettiği kalıcı barışa ulaşmasıyla birlikte, hep beraber kalkınmayı hedefliyoruz.

Bölgenin ekonomik, kültürel, sosyal ve insani olarak en yüksek düzeyde kalkınması, ancak bölgesel düzeyde işbirliğiyle mümkündür.

DEVA Partisi’nin vizyonu; tarımda ve sanayide kalkınmayı sağlarken, tüm vatandaşlarımızın kültürel ve sosyal haklarını korumaktır.

Değerli arkadaşlar, partimizin vatandaşlık anlayışını ileride devletin vatandaşlık anlayışı olarak hakim kılacağız.

Bu anlayış, hangi toplumsal kesime mensup olursa olsun, hangi etnik kökene, mezhebe mensup olursa olsun devletin vatandaşını aynı samimiyetle kucaklayabilmesidir.

Devletin görevi her bir vatandaşımızı olduğu gibi kabul etmek, insan olmaktan kaynaklanan ve anasından emdiği ak süt kadar helal olan bütün haklarını olduğu gibi tanımaktır. Devletin görevi vatandaşlarını dönüştürmeye çalışmak, toplum mühendisliğine soyunmak değildir.

Bu ülkenin bütün farklılığını, kültürel çeşitliliğini zenginlik olarak bilip bir arada, daha mutlu ve daha yüksek refaha ulaşmak için yürüyebiliyorsanız devlet o zaman yapması gerekeni yapıyordur.

Biz Şanlıurfa‘nın sorunlarını dinliyoruz, görüyoruz, biliyoruz.

Biz, Şanlıurfa‘nın sorunlarını çözmek için çalışmaya hazırız.

Biz, Şanlıurfa’yı daha yaşanabilir bir şehre dönüştürmek için hazırız.

Biz, Şanlıurfa’yı sadece ekonomik değil sosyal ve kültürel açıdan da kalkındırmak için hazırız.

DEVA Partisi hazır.

Peki Şanlıurfa hazır mı?

.....

Değerli dostlarım,

Şu an içine düştüğü durum ülkenin kaderi değil. Türkiye’nin kişi başına düşen milli geliri ben ve arkadaşlarımın ekonomi yönetiminde olduğu dönemde tam 12 bin 500 dolara çıkmıştı. Hükümetin son açıkladığı programda, bu yıl için milli gelirin 8 bin 300 dolara ineceğini görüyoruz. O da kendi açıkladıkları rakam, doğruysa tabii...

8 bin 300 dolar bizim 14 yıl önce yakaladığımız rakamdı. 2002 yılında 3 bin 600 dolardan aldık kişi başına düşen milli geliri, kısa süre içinde zaten 8 bin doları geçirdik.

Yıllar sonra makara geriye sardı, tekrar 8 bin 300 dolar.

Bu ekonomik daralma devam edere, kur artmaya devam ederse artık 8 bin dolarlık rakamlar bile hayal olacak.

Vatandaşlarımız işsizlik, hayat pahalılığı sorunu altında eziliyor.

Esnafımızdan en sık şu ifadeyi duyuyoruz: Saat 12:00, öğleden sonra 14:00, 15:00 olmuş. Diyorlar ki, “daha siftah yapamadık”. Geçen gün Edirne’de esnafımız “Bugün siftahım 3 Lira” diyor.

Bu sorunları çözecek vizyon bugünkü hükümette yok. Hatta problemleri inkâr ediyorlar. Siz problemleri inkar edince problemler ortadan kalkmıyor.

Halktan kopmamak gerekiyor. Eğer o irtibat bir koparsa, yönetenler ülkenin gerçeklerinden koparsa, artık bir değişiklik zamanı geldi demektir.

...
Değerli arkadaşlar,

Ekonomi sorunları sadece ekonomi politikalarıyla çözülmüyor.

Türkiye’de bir adalet, özgürlük, demokrasi, hukuk sorunu var. Biz DEVA Partisi olarak şöyle bir ilkeyle yola çıktık:

Bir siyasi parti ülke için öngördüğü ilke ve değerleri önce kendi içinde yaşatacak. Buna tüzüğümüzde yer vermeyi tercih ettik.

Parti içi demokrasi konusunda, parti tüzüklerine baktığımızda, en ileri olan parti DEVA Partisi. Bizim tüzüğümüzde ister milletvekili adaylıkları, ister il-içe yönetimleri olsun, yüzde 50 ön seçimle gelme kuralı var.

Yıllarca Şanlıurfa’nın en büyük şikayeti neydi? Ankara durmadan Şanlıurfa’ya isimler empoze ediyordu.

Biz DEVA Partisi olarak, Şanlıurfa’yı Ankara’ya taşıyacağız.

Şanlıurfa’nın hak ettiği şekilde temsil edilmesini sağlayacağız. Bu da tabandan, parti için demokrasiden başlıyor.

Kadınlar ve gençler partimizin ana gövdesini oluşturuyor. Kadın kolları, gençlik kolları gibi yapılar bizim partimizde olmayacak.

Kadınlarımızı ve gençlerimizi biz partimizin asli unsuru olarak görüyoruz. Kadın ve gençlik kotalarımızla bunu yaşatıyoruz.

...
Değerli konuklar,

Sözlerimin sonuna gelirken, Şanlıurfa teşkilatımızın kurulma aşamasında, gıyabında ilçe başkanı olarak seçtiğimiz, Covid salgını nedeniyle hayatını kaybeden Bozova İlçe Başkanımız sayın Hasan Arusoğlu’nu rahmetle anmak istiyorum.

Allah mekanını cennet eylesin.Allah yakınlarına sabır versin. Tüm Bozovalı kardeşlerimize de başsağlığı dileklerimi iletmek istiyorum.

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA'sı var.
Şanlıurfa’nın DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
Kalın sağlıcakla.

31 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Gaziantep İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın GAZİANTEP 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Gaziantep İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Gaziantepli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın çok değerli mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, güzel İzmirimizde dün meydana gelen depremde, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. İzmir’e ve tüm çevre illerimize, komşumuz Yunanistan’a da yürekten geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Çok üzgünüz.

Enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Göçük altında kalanlar için kurtarma ekipleri yoğun bir şekilde çalışıyor. Ben buradan tüm arama ve kurtarma ekiplerine teşekkür ediyor, kendilerine Allah’tan kolaylıklar diliyorum.

Şu an partimizden bir heyet de İzmir’de. Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız Sayın Mustafa Yeneroğlu, Kurumsal İletişim Başkanımız Sayın Sanem Oktar, Sosyal Politikalar Başkanımız Sayın Elif Esen ve Genel Merkez Yönetim Kurulu üyemiz Sayın İbrahim Dönertaş’tan oluşan bir heyet, dün akşamdan bu yana İzmir’de temaslarda bulunuyorlar, mahalle mahalle geziyorlar. Hasarları olduğu binalarda incelemeler yapıp, sürekli bize gelişmeleri ve gördüklerini raporluyorlar.

Umarım en kısa zamanda, hep beraber yaralarımızı sararız ve depremden etkilenen halkımızın zararlarına, dertlerine derman oluruz.

Başta İzmir ve çevre illerde etkilenen vatandaşlarımız olmak üzere hepimizin başı sağ olsun, hepimize geçmiş olsun.

.....

Çok sevgili arkadaşlarım,

Tarihiyle, kültürüyle 20’ye yakın medeniyetin izlerini taşıyan,

Evliya Çelebi’nin
“Şehr-i Ayıntab-ı Cihan” dediği, “dünyanın göz bebeği” bu medeniyet şehrinde,

“Gazi” ünvanıyla taçlandırılan,
Ülke ekonomimizin lokomotif şehirlerinden birinde, Gaziantep’teyiz.

İzmir’de yaşanan felaket nedeniyle bugünkü programımızı değiştirdik. Ben de sözlerimi mümkün olduğunca kısa tutacağım. Bir yandan kongremizi ve gereğini yapacağız ama bir yandan da gönlümüz, aklımız kuşkusuz İzmir’de. Ben buradan tekrar tüm İzmirlilere selamlarımızı, geçmiş olsun ve baş sağlığı dileklerimizi iletmek istiyorum.

Değerli konuklar,

Bildiğiniz gibi Demokrasi ve Atılım Partisi olarak 9 Mart tarihinde farklı kesimlerden, farklı dünya görüşlerinden, farklı kimliklerden 90 kurucu üyemizle yola çıktık. Siz değerli teşkilat mensuplarımız ve gönüllülerimizle birlikte binlerce kişilik büyük bir aile olduk.

Peki DEVA Partisi olarak neler yapacağız? Neyi taahhüt ediyoruz?

Çok yanlış ve problem var ama böylesine acılı bir günde, hükümetin yanlışlarını, devletin nasıl kötü yönetildiğini konuşmanın günü değil. Bugün acıyı paylaşma günü. O nedenle ağırlıklı olarak “kendimiz ne yapacağız”, “nasıl bir Türkiye hayal ediyoruz”, “ülkemiz için nasıl bir vizyonumuz var” bunları sizinle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle güçlendirilmiş parlamenter sistem ile Meclisimizi kuvvetlendirip hukuk devletini inşa edeceğiz. Güçler ayrımının olduğu, yasama-yürütme- yargının belli bir mesafede çalıştığı, hiçbir erkin bir diğerini baskı altına almadığı bir sistemden bahsediyoruz. Parlamentonun tam da merkezde olduğu, hem yasama görevini etkin olarak yaptığı hem de yürütme üzerindeki denetim fonksiyonunu gerçek anlamda yerine getirdiği bir sistemden bahsediyoruz.

İfade ve basın özgürlükleri başta olmak üzere tüm özgürlükleri tesis edeceğiz.

Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasinin gereği neyse onu yapacağız.

Demokratik bir hukuk devletine yaraşır biçimde, özgür ve müreffeh Türkiye için hep beraber çalışacağız.

Vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan tüm haklarını derhal, pazarlıksız, talebe bağlı olmadan tanıyacağız.

Biz, etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliğimizi dikkate alarak, bunları zenginlik bilerek toplumdaki tüm farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunuyoruz.

Her türlü ayrımcılığa karşıyız. herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesini sağlayacağız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni güçlendireceğiz. Meclis’in denetleme fonksiyonunu güçlendireceğiz.

Yargıyı tarafsız ve bağımsız hale getirip sadece halkımız için karar vermesini sağlayacağız. Mahkemelerimize “Değerli savcılarımız, değerli hakimlerimiz; evrensel hukuka, Anayasamıza, yasalarımıza bakın. Vicdanınızın sesini dinleyip, adil ve hızlı bir şekilde kararlarınızı alın” diyeceğiz.

Ben bugünden, DEVA Partisi iktidarında savcı ve hakimlere talimat telefonları gitmeyeceğinin sözünü veriyorum. Savcılarımıza, hakimlerimize notlar, pusulalar gitmeyecek. Aracılar gidip tehdit veya teşvik uygulayamayacak.

Kararnamelerle devleti yönetmeyeceğiz. KHK utancına son vereceğiz.

Yerel yönetimleri güçlendireceğiz. Çünkü bizim anlayışımız yerinden yönetimdir. 84 milyonluk bir ülke dar bir kadro ve tek bir karar mercii tarafından yönetilemeyecek kadar büyük bir ülkedir.

Seçilmişleri tarafsız ve bağımsız yargı kararları olmadan görevlerinden almayacağız.

Halkın iradesini daima üstün tutacağız.

Şeffaf olacağız, denetlenebilir olacağız. Hesap vermekten kaçmayacağız. Kayırmacılık gibi devlet yönetimine nüfuz etmiş hastalıkları kökünden temizleyeceğiz.

Devlet yönetimindeki tüm kişilerin sadece hukuk kuralları ve etik kurallarla bağlı olmasını sağlayacağız.

Kamuda işe alımlarda mülakat sistemini sona erdireceğiz. Hak edenin hakkını alacağı bir ülkeyi inşa etmek için yola çıktık.

Kadınların hayatın her alanında, eşit koşullarda yer alması için canla başla çalışacağız. Kadınlara yönelik şiddeti sona erdirmek için devletin alması gereken her türlü önlemi alacağız. Mesele kadına şiddetse bunun aması, fakatı yok. Yok hayat tarzı şöyleymiş, bunun aması fakatı olamaz diyoruz ve topyekun karşı çıkıyoruz.

Her konuda olduğu gibi, ekonomi yönetimini de işi bilenlerle yürüteceğiz. İşini iyi yapacak kişilerle çalışacağız.

Varlık Fonunu kapatacağız.
TMSF, BDDK, TÜİK gibi tüm kurumları bağımsız kimliklere kavuşturacağız. İsrafa sebep olan hiçbir politikaya geçit vermeyeceğiz.

Kamu ihale kanununu tümüyle yenileyeceğiz. İhale ve satın alma süreçlerini tüm tarafların ve yurttaşların izleyebilmesine açık tutacağız. Kamuya alımlarda rekabeti tesis edip devlet kaynaklarında tasarruf yapacağız.

Gençlerin özgür bireyler olduğunu kabul ediyoruz. öğrencilerin ve gençlerin özgürce yaşaması için, kendileri olmaları için gerekli ortamı oluşturacağız.

Türkiye’nin her köşesinde kaliteli eğitim sunacağız.

Öğrencilerin ve gençlerin ücretsiz internete erişimini sağlayacağız. Ders kitaplarını öğrencilere ücretsiz dağıtan bir Türkiye’den öyle bir Türkiye haline geldik ki, şu anda Türkiye’de internet kullanımı hem pahalı hem de yavaş. Dünyada internet hızı sıralamasında 101. sıradayız. Avrupa’da en yavaş internet bizde.

Bu tamamen bir öncelik meselesi. Kafanız sürekli rant projelerinde olursa, devlet kaynaklarını sürekli oraya akıtmak için çaba içindeyseniz, geleceğin ihtiyacı olan ve yüksek katma değerli üretimin, gençlerin en önemli ihtiyacı olan internet altyapısına gerekli kaynağı ayırmazsanız, Avrupa’da sonuncu olursunuz. Dünyada 101. olursunuz.

İnternet altyapısı bir defalık bir yatırım. Ne kadar uzun fiber optik hattı döşerseniz, internet o kadar hızlanır. Bu bir defalık yatırımın zamana yaygın bir şekilde karşılığını almak isterseniz bu internet Türkiye’de ucuzlar. Hesabı çok basit. Bırakın böyle 3-5 milyar dolarla çözülecek sorunları, çok daha büyük sorunları çözdük. Yaptık, yine yaparız inşallah.

İnternet hizmetini tüm türkiye için ucuz ve hızlı hale getirmek için çalışacağız. İnternet kullanımındaki haksız yasaklara, engellere son vereceğiz.

Dış ilişkilerde akılcı ve barışçı politikalarla, halkımızın ve ülkemizin çıkarlarını en ön plana koyacağız.

Bugün Gaziantep Ticaret Odası’nı, Gaziantep Sanayi Odası’nı ziyaret ettik. Türkiye'de son bir yıldır ihracatını arttırabilen tek şehir Gaziantep. Dediler ki, “Biz Gaziantep iş dünyası olarak kavgayı sevmeyiz, işimizi yaparız. Kavgayla kazancımızın artmayacağını iyi biliriz.” Bakın bu çok önemli bir formül.

“Keskin sirke küpüne zarar” diye bir atasözümüz var biliyorsunuz. Düşmanlarımızın sayısını azaltıp, dostlarımızın sayısını çoğaltırsan bu ülke aydınlığa kavuşacak.

Şöyle düşünün: Diyelim ki dünyada şu anda 200 ülke var. Yani 200 daireli bir sitede oturduğunuzu oturuyorsunuz. 199 komşunuz var. Dönüp diyorsunuz ki sizin evinizde oturan ailenize, “199 komşunun hepsi de bize düşman”. Problem acaba sizde mi, yoksa 199 komşuda mı? Bunu bir düşünmek lazım. Bir de o 199 komşuya sormak lazım, “Sizin bir komşu var, o nasıl?” diye. Çok yazık gerçekten.

Dar bir ideolojik bakışa ve şahsileştirilmiş yaklaşımlara son vereceğiz. Bölgemizde ve dünyada sözümüzün gücünü arttıracağız. Sözümüzün gücü bağırıp çağırmakla olmuyor. Sesin ne kadar yüksek çıkarsa o kadar etkili olmuyorsunuz. Bir süre sonra çok gürültü var diye kapatıyorlar, dinlemiyorlar. Az ve öz konuşacağız ama söylediğimizi dünya dinleyecek.

“Türkiye bir şey söylüyorsa kulak kabartalım, Türkiye doğruyu söyler, Türkiye kavgadan beslenmez, Türkiye insanlık ve barış için vardır bu dünyada” diyecekler.

Göçle ilgili sorunların insani boyutunu hassasiyetle değerlendireceğiz. Kısa vadeli yaklaşımlarla değil, insan onuruna yaraşır politikalar yürüteceğiz.

Çeşitli göç dalgalarının yol açtığı insani ve toplumsal sorunları çözmek için, uluslar arası planda hakkaniyetli sorumluluk paylaşımını esas alacağız. Gerçekçi ve çözüm odaklı stratejiler geliştireceğiz.

...

Değerli Gaziantepli hemşerilerim,

Gaziantep Türkiye’nin göz bebeği. Gaziantep’teki sanayi atılımı gerçek bir başarı hikayesi.

Gaziantepli yatırımcılarımız tüm ülkemize örnek olacak bir başarı ortaya koydu.

Biz DEVA Partisi olarak, Antepli sanayicilerimize daha öngörülebilir, daha istikrarlı bir iş ve yatırım ortamı hazırlayacağız.

Gaziantep sanayisinin yapısal sorunlarını çözmek de en önemli önceliğimiz olacaktır.

Gaziantepli üreticileri, daha yüksek katma değerli, ileri teknoloji ürünlerine, farklı üretim alanlarına yönlendirmek zorundayız. Çünkü değişim bu işin tabiatında var. Durursanız kaybediyorsunuz. Herkes yürürken bizim koşmamız lazım.

Gaziantep pek çok sektörde Türkiye lideri. Pek çok sektör var ama özellikle ayakkabıcılık konusunun bir miktar daha destek ve iyi bir planlamayla gerçekten çok farklı bir noktaya gelebileceğini düşünüyoruz.

Biliyorsunuz Gaziantep-Şanlıurfa sınırında iki büyük barajımız var. Tarım açısından baktığımızda, bu barajların sulama projeleriyle desteklenmesi gerekiyor.

Devletin en temel görevlerinden birisi tarımsal üretime ve köy kalkınmasına ilişkin uzun vadeli planlar sunmak. Gaziantep’in köylüsü, çiftçisi yeterli suya kavuştuğu zaman ülke ekonomisine şu an yaptığı katkının çok üzerinde zenginlik katacaktır.

İhracatta ülkemizde ilk beşi zorlayan bu güzide şehrimizin, sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında gerilerde kalmasını kabul etmiyoruz.

Hava kirliliği, ranta kurban edilen yeşil alanlar, trafik problemi, artan nüfus karşısında yetersiz kalan hastane ve doktor sayısı gibi problemler Gaziantep’in diğer önemli sorunları.

Biz Gaziantep’in sorunlarını dinliyoruz, görüyoruz, biliyoruz. Biz, Gaziantep’in sorunlarını çözmek için çalışmaya hazırız.

Biz, Gaziantep’i daha yaşanabilir bir şehre dönüştürmek için hazırız.

Biz, Gaziantep’i sadece ekonomik değil sosyal ve kültürel açıdan da kalkındırmak için hazırız.

.....

Değerli dostlarım,

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA'sı var.
Gaziantep’in DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

27 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Edirne İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Edirne 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Edirne il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Edirneli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız; Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.

Büyük usta Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye Camiiyle,

Tunca Nehri, Meriç Nehriyle,

Romanları, Pomakları, Arnavutları, Türkleri, Kürtleriyle

Avrupa’ya açılan kapımız, Avrupadan açılan kapımız Edirne’den sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, yaklaşmakta olan Cumhuriyet Bayramımızı şimdiden kutluyor, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını gururla ve minnetle anıyorum.
...

Saygıdeğer konuklar,

Bildiğiniz gibi Demokrasi ve Atılım Partisi olarak 9 Mart tarihinde farklı kesimlerden, farklı dünya görüşlerinden, farklı kimliklerden 90 kurucu üyemizle yola çıktık. Siz değerli teşkilat mensuplarımız ve gönüllülerimizle birlikte binlerce kişilik büyük bir aile olduk.

Hızla genişleyen kadrolarımız, ülkemizin DEVA Partisi’ne ihtiyacını gösteriyor.

İhtiyaç vardı çünkü uzun süredir ülkemiz çok kötü yönetiliyordu.

İhtiyaç vardı çünkü halkımızın dertlerini dinleyen, anlayan ve bu dertlerin çözümüne talip olan fazla kimse yoktu.

İhtiyaç vardı çünkü hukuk uzun zamandır yerlerde sürünüyor, demokrasi can çekişiyor, ekonomi ağır bir kriz içindeydi.

Eğitim, sağlık tüm alanlar kötüye gidiyordu.

İşte biz ülkemizin demokrasi ve atılıma şiddetle duyduğu ihtiyaç nedeniyle partimizi kurduk.

DEVA Partisi’ni Edirne’den Ardahan’a, Antalya’dan Rize’ye, Konya’dan Diyarbakır’a varana dek geniş kesimlerin bize seslenmesiyle kurduk.

...

Saygıdeğer konuklar,

Türkiye’nin en büyük sorunu nedir diye vatandaşımızın sesini duyduğumuzda, bize “işsizlik” diyor, “hayat pahalılığı” diyor, “ekonomi” diyor.

Gerçekten de Türkiye ekonomisi son yirmi yılın en kötü seviyelerinde. Günbegün fakirleşiyoruz.
Günbegün cebimizdeki para değer kaybediyor.
Paramız pul oldu.

Bugün çarşı ziyareti yaptık. Lokantalara uğradık. Garson arkadaşlar diyor ki: “Eskiden Bulgarlar gelirdi, bize Leva bahşiş bırakırdı. Paranın hiçbir değeri olmadığı için onu çöpe atardık”.

Bugün Leva neredeyse 5 Lira, şimdi “Keşke Bulgarlar gelse de biraz Leva harcasalar” diye esnafımız dört gözle Bulgar komşularımızı bekliyor.

Bulgaristan’ın para birimiyle Türkiye’nin para birimini karşılaştırıyoruz. İşler nereden nereye geldi. Türk Lirasının bütün bir coğrafyada güvenilir bir para birimi olduğu dönemi yaşadık.

Parayı pul yaparsanız, aynı ülkenin itibarı gibi paranın değerini bu hale getirirseniz vatandaşımızın gelecekle ilgili ümitsizliğine de katlanmak zorunda kalırsınız.

Ülkemizdeki yoksulluk tarihin rekor seviyesinde.

Zenginle fakir arasındaki gelir uçurumu büyüdü, büyümeye de devam ediyor.

Hayat pahalılığı can yakıyor, can alıyor.

Asgari ücret, sefalet ücretine dönmüş durumda.

Bugünkü iktidarın ortaklarından biri “askıda ekmek kampanyası” yapıp meydanlara ekmek astı. Biliyorsunuz. Geleneklerimizle dalga geçercesine, saygısızca.

Diğer ortağı da evvelsi gün “eve ekmek götüremiyoruz” diyen vatandaşa “abartıyorsun” dedi.

Ya hanginiz doğru söylüyor, bir karar verin hele?

Biri vatandaşın ekmek parasına muhtaç kaldığını meydanlara astığı ekmeklerle ilan ediyor, diğeri de ekmek parasına muhtaç olan kimse yok diyor.

...
Değerli dostlarım,

Ben ve arkadaşlarım boş aldığımız hazineyi dolu teslim ettik. Bizim alnımız açık, hesabımız ortada, başımız dik.

Şu andaki hükûmet ne yaptı?

Hazineyi tüketti, kasa boş. Ülke borç batağında. doğmamış çocuklarımıza kadar borçlandırdılar memleketi.

Soruyorum onlara;
Vicdanınız sızlamadan nasıl çarçur ediyorsunuz bu milletin kaynaklarını? Har vurup harman savururken hiç mi durup düşünmüyorsunuz? İsraf çok, hiç mi vicdanınız sızlamıyor?

Bakın, bunlar yönetemiyorlar ve arkasından da halkımızın onuruyla oynuyorlar.

Üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile Türkiye’nin sorunlarını çözmek artık mümkün değil.

Tekrar ediyorum:

Ülkede özgürlükleri askıya alırsanız, insan haklarını askıya alırsanız, adaleti askıya alırsanız, demokrasiyi askıya alırsanız; ekmeği de askıya koymak zorunda kalırsınız.

Ama biz tek tek hepsini askıdan indireceğiz dostlarım. Normalleştireceğiz bu ülkeyi.

Özgürlükleri askıya aldılar, biz özgürlükleri askıdan indireceğiz.

Adaleti askıya aldılar, biz adaleti askıdan indireceğiz.

Demokrasiyi askıya aldılar, biz demokrasiyi askıdan indireceğiz.

Halkımızı ekmek parasına muhtaç eden bu yönetime son vereceğiz.

Vatandaşa “abartıyorsun” deyip, yoksulun halini, vatandaşın halini anlamayan görmeyen bu yönetimin artık sonu yaklaşıyor.

...

Değerli konuklar, fakirleşiyoruz.

Hazinede para falan bırakmadılar.

Ben ve arkadaşlarımın dolu teslim ettiği kasa bugün boş.

Öyle dış güçler iç güçler falan yapmadı bunu.

Bunun tek nedeni kötü yönetim!

Artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.

Edirne’de de, Erzurum’da da, Diyarbakır’da da, Çorum’da da aynı ifadeyi duyuyoruz. Geliyorlar yanımıza, “Kurtarın bizi” diyorlar. Artık vatandaşımızın sabır sınırına geldiğini görüyoruz.

Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Mevcut yönetimle güven ortamını sağlamak mümkün değildir. Geçti artık.

Güveni tuğla tuğla inşa edersiniz, güven kazanmak vakit alır. Ama güveni kaybetmek çok hızlı olur. Kaybedilen bir güveni yeniden inşa etmeleri artık imkansız.

Bu yönetim başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecek.

Bakın kendi vatandaşımız parasını başka ülkelere götürüyor. yastık altında tutuyor. Korkuyor. Devlete güvenmiyor kimse.

Türkiye’nin bütçe açığı beş senede on kat arttı. Bir ülkenin bütçe açığı niye artar? İsraf ederseniz, kötü yönetirseniz artar. Vatandaş yokluk çekerken, hâlâ saray inşaatları devam ediyorsa o zaman bütçenizi denk getiremezsiniz. İki yakanız bir araya gelmez.

İtibardan tasarruf olmaz deyip ülkeyi borç batağına soktular.

Biz ekonomi yönetiminden ayrıldığımızda Türkiye’nin faiz ödemesi 53 milyar liraydı. Devletin ödediği faiz bu. Bu yıl tam 137 milyara çıkmış durumda.

Gelecek yıl 179 milyara çıkacağını şu anda Meclis’te görüşülen bütçede ilan etmiş durumdalar.

Hani siz faize karşıydınız? Hani önceki Merkez Bankası yönetimiyle uğraşıp duruyordunuz. “Faizci bunlar” diyordunuz.

Arka arkaya 50 milyar civarında faiz ödemek mi faizcilik, bu sene 137, gelecek sene 179 milyar faiz ödemek mi?

Bu bizim kaderimiz değil arkadaşlar. bu kötü yönetim bu ülkenin kaderi değil.

Toplumuzun bir kesiminde böyle bir hissiyat var: “Ne yapalım daha kötüsü olmasın bari” hissiyatı var. Öyle değil. Bu ülke bunu haketmiyor. İnanın şu andaki iktidarı destekleyen vatandaşlarımız daha kötüsünden korktukları için destek veriyorlar. Daha iyisi olsun diye destek vermiyorlar. Elimizdekini kaybederiz korkusuyla destek veriyorlar.

İnsanları kötüsüyle korkutarak mı oy toplamaya çalışacaksınız? Niye iyiyi vaat edemiyorsunuz?

Ekonomi yönetiminde öyle adımlar atıyorlar ki, bir bakkalın yanında iki aylık çıraklık yapan bir insan bunların yaptığı hatayı yapmaz. Azıcık bir ticaret, iktisat nosyonu olan bu hataları yapmaz.

Diyorlar ya bazen bizim için, “Zamanında dünyada para boldu, bunlar oturduğu yerden ekonomiyi iyileştirdi”. Öyle değil. 2002’de Amerikan Merkez Bankası bilançosu 800 milyar dolar. Bugün 7 trilyon vermişler. O günkü dolar maliyeti yüzde 4 buçuk. Bugün yüzde 0’ın az üstünde. Avrupa Merkez Bankasına bakıyorsunuz, o da yaklaşık 800 milyar eurodan 7 trilyon euroya çıkartmış. Maliyeti eksi.

Dünyada paranın en bol olduğu dönemde bu ülkeye böylesine yoksulluk çektirmek, esnafı kan ağlatmak, çiftçiyi perişan etmek bu ülkenin kaderi değil. Bu düzelir ve çabuk düzelir. Bırakın elin parasını, kendi insanımız, kendi yatırımcımız ürküyor. İnsanlar ürkünce yatırım yapmaz.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdirmek için yola çıktık.

Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

Doğmamış çocuklarımıza kadar her birimizi borca sokan Varlık Fonu’nu kapatacağız.

Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları 1 ayda yeniden ayağa kaldıracağız.

İktidar olanların niyetleriyle şekillenen, keyfi kararlarla ülkenin geleceğini karartan tüm uygulamalara son vereceğiz.

Devletin imkanlarını iktidar ve yandaşlarına değil; millete, sadece millete hizmet eder hale getireceğiz.

...
Kıymetli Edirneli dostlarım,

Biliyorum, sizler de bu kötü yönetimden fazlasıyla nasibinizi aldınız. yatırımlardan, desteklerden mahrum kaldınız.

Edirne bir tarım şehri...
Ama izlenen yanlış tarım politikalarıyla çiftçilerimiz zor günler geçiriyor.

Herkes krediyle, borçla ve o borcun faiziyle mücadele ediyor.

Kur arttıkça mazot fiyatları artıyor, gübre fiyatları artıyor, ilaç fiyatları artıyor, yem fiyatları artıyor. çiftçimizin bütün masrafları artıyor. Üretim yapılamıyor.

Hani diyorlar ya “maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz” diye. Hayır vatandaşımız maaşını dolarla almıyor. Hükümet emeklinin, memurun, işçinin maaşını dolara göre artırmıyor.

Ama doğalgaza, elektriğe, akaryakıta dolara göre zam yapıyorlar. Piyasada pek çok ürüne dolar arttıkça zam geliyor.

Maliyetteki artışa rağmen çiftçilerimiz desteklenmiyor.

Artık tarımda kendi kendine yeten bir ülke durumunu da kaybettik. İthalata bağımlı hale geldik.

2003 yılında tarımsal ürünlerin ithalat ve ihracatı neredeyse birbirine yakınken, yaklaşık 2,2 milyar dolarken, 2019 yılında 5,4 milyar dolar ihracata karşın, 9,4 milyar dolar ithalat yapıldı. Yani netleştirip baktığımızda 4 milyar dolarlık mal, ürün dışarıdan satın alındı, açığımız oluştu.

Ülkenin hangi ürüne ne zaman ne miktarda ihtiyacı var? Bunu planlamıyorlar. Hiçbir şeffaflık ve öngörülebilirlik yok. Maalesef, Hem çiftçilerimiz hem hayvancılık alanında çalışan vatandaşlarımız artan maliyetlerle baş başa bırakıldı.

Çiftçinin durumu böyle, esnafın durumu iyi mi?

Esnaf kan ağlıyor. Satış yok. Siftah yok. Dükkan kirası, vergi, stopaj, elektrik ve doğalgaz parası derken esnaf neyle geçinecek?

Pandemi döneminde bile destek verilmedi. Arasta, Bedesten ve Ali Paşa tarihi çarşılarında dükkan işleten esnaf pandemi döneminde de kira ödedi. Bir kuruş kazanmadan. Başka ülkeler vatandaşlarına hibe verirken bizde gözler kapatıldı. Esnaf kaderine terk edildi.

Buldukları çözüm vergi borcunu ertelemek ve faizli kredi vermek. Sözde faize karşılar ya hani! Bu gidişle zaten faizli kredi borcu olmayan hiçbir vatandaş bırakmayacaklar ülkede.
...

Değerli Edirneli kardeşlerim,

Sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, Edirne, başta Selimiye Camii olmak üzere, külliyeleri, şifahanesi, Balkan Savaşlarından kalan ünlü tabyaları, roma eserleriyle eşsiz bir tarih şehri...

Bunun nasıl önemli bir turizm imkanı olduğunu biliyoruz. Biz DEVA Partisi olarak, gerekli kazı ve restorasyon çalışmalarıyla tarihi dokuyu ön plana çıkartarak şehrimizi bir açık hava müzesine dönüştürmeyi hedefliyoruz.

Nitekim mevcut yönetim, tarihi eserlerimizi korumayı beceremiyor. 575 yıldır ayakta duran tarihi Uzun Köprü ihmal ediliyor.

Biz, tarihimize sahip çıkacağız, ülkemizin tarih turizmini canlandıracağız.

Bugünkü yönetim altyapı sorunlarıyla ilgili de Edirne’nin sesini duymuyor. İki sene evvel yaşanan sel felaketinin ardından çözüme yönelik kalıcı adımlar atılmadı.

Ergene Nehri için gerekli önlemler alınmıyor. halihazırdaki kirlilik tehlikeli boyutlarda.

Biz, DEVA Partisi olarak Edirne’nin her yoğun yağışta sulara gömülmesine razı değiliz. Sele mahkumiyet bir kader değil arkadaşlar. Altyapının iyileştirilmesi ve sel felaketlerinin önlenmesi için çalışacağız.
...

Değerli dostlarım,

Bugünkü yönetimin “tek tipçi” anlayışı ülkemizde farklı kimliğe sahip pek çok vatandaşımızı incitiyor. Edirne’deki roman vatandaşlarımız da bundan nasibini aldı maalesef.

Açılım diye çıkılan yol, yine sözde kaldı.

Devlet roman kültürünü korumayı, geliştirmeyi, desteklemeyi görev edinmeli.

Defalarca söyledim, yine tekrarlıyorum:

Devlet tüm vatandaşlarının haklarını tanımak zorundadır. Bunlar pazarlık veya açılım konuları değildir. Temel hak ve özgürlükler siyasi iktidarların alıp verebileceği bir meta değildir.

Yine dostlarım, devlet her vatandaşına daha iyi yaşam imkanları sağlamak için çalışmak zorundadır. Roman vatandaşlarımız başta olmak üzere sağlıklı konutlarda oturmayan vatandaşlarımızın sosyal konutlara kavuşturulmasını hedefliyoruz.

Roman vatandaşlarımızın çocuklarının eğitimi için de gerekli her türlü çalışmayı yapacağız.

Bu şehir, Osmanlı İmparatorluğuna 88 sene başkentlik yapmış tarih dolu Edirne bunları hak etmiyor.

Biz Edirne’nin dertlerini biliyoruz görüyoruz. Edirne’nin derdi çok ama devası hazır.

Edirne’nin demokrasiye ihtiyacı var. Edirne’nin atılıma ihtiyacı var. Edirne’nin devaya ihtiyacı var.

Biz Edirne’ye deva olmaya, Türkiye’ye deva olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Edirne hazır mı?
...
Değerli konuklar,

Bugün Türkiye’de insan hakları ayaklar altında eziliyor.

İfade özgürlüğü yok. Fikrini söyleyenler işsiz kalıyor, tutuklanıyor. Olmaz arkadaşlar. Sırf beğenmediğiniz şeyleri söylüyorlar diye, düşünceyi suç sayamazsınız. Düşünceden suç olmaz.

Eğer bu ülkede tek bir tane düşünce olsun istiyorsanız, olmaz. Mümkün değil. İnsanların dilini kesemezsiniz. İnsanların düşüncelerini kontrol edemezsiniz. Düşünce polisliği yapamazsınız.

Herkesin aynı şeyi söylediği bir ülke, bir düzen olamaz. O düzenin adına demokrasi denemez.

Geçtiğimiz günlerde, bir sokak röportajında şu anki yönetimi eleştirdiği için bir vatandaşımızın evine baskın yapıldı ve o vatandaşımızı göz altına aldılar. Yahu ayıptır. Nereye kadar devam edeceksiniz buna?

Susturamadığınız herkesi tutuklayacak mısınız? Zaten habire hapishane inşaatı var. O hapishane inşaatlarının hızı bunların hızına yetişemez. O kadar kapasite yok.

Unutmayın, çevrenizde hep aynı şeyleri söyleyenler olursa, hakikatle bağınızı tamamen kesersiniz. Bu ülkede birileri çıkacak “yanlış yapıyorsunuz” diyecek. Buna tahammül edin. Bundan doğal bir şey yok ki.

Dinlemeye tahammül yok. Hayali bir Türkiye anlatmaya çalışıyorlar, ona da kimse inanmıyor. Hasta, hastalığını inkar ediyor. Tedavi aşamasına bir türlü geçemiyor.

Biz ise arkadaşlar, sözümüzün gücüne güveniyoruz. Biz eleştirilerimizin haklılığından güç alıyoruz.

Bir bakıyorsunuz, sosyal medyada eleştiri yapan gençler tutuklanıyor. Klavye ya, klavye... Klavyeden korkuyorlar.

Bir bakıyorsunuz, gazeteciler tutuklanıyor.

Ne istiyorsunuz? Her gazete aynı manşetle mi çıksın istiyorsunuz? Farklı hiçbir görüşe yer verilmesin mi istiyorsunuz?

Siz gazetecileri papağan mı zannediyorsunuz? Sizin her söylediğinizi tekrar etmek zorundalar mı sanıyorsunuz?

Uluslar arası değerlendirme raporlarında internet özgürlüğü konusunda “özgür olmayan” ülkeler kategorisindeyiz. Zimbabwe’nin Bangladeş’in bile gerisindeyiz.

Bunların hiçbirisi kaderimiz değil, kıymetli dostlarım.

Emin olun, hak ve özgürlüklerle ilgili bu sorunları düzelttiğimiz zaman ekonomimiz de düzelmeye başlayacak. Dış politikayı da, eğitimi de, sağlığı da düzelteceğiz. Çünkü bu bir zihniyet problemidir. Hakkı, adaleti, dürüstlüğü, liyakati ilke edinirseniz inanın her şeyi düzeltirsiniz.

Biz düzelteceğiz.

DEVA Partisi düzeltecek! ...

Sevgili dostlarım;

Tüm bu konuştuğumuz, anlattığımız iklim gençlerimizi adeta boğuyor. Ülkemizdeki gençler, dünyadaki akranları gibi eğitim alamıyor, onların yaşadığı hayatı yaşayamıyor, benzer hayaller kuramıyor.

Devlet onlara hizmet, eğitim, iş götürmediği için gençlerimiz oldukları şehirlerden göç etmek zorunda kalıyor.

Köylerdeki, ilçelerdeki ve küçük şehirlerdeki gençlerimiz büyük şehirlere; büyük şehirlerdeki gençlerimiz ise fırsat yakaladığında yurtdışına göç ediyor.

Bir de üstüne bugünkü iktidar, onları birilerine benzetmeye, tek tipleştirmeye çalışıyor. onların fikirlerine, karakterlerine, özgürlüklerine saygı duymuyor.

“Sen şusun, sen busun“ diye tek bir tornadan geçirmeye çalışıyor. düşünmeden emir almaya hazır tek tip genç yaratmaya çalışıyor.

...

Değerli dostlarım,

Gençler, özgür bireylerdir. biz onları birilerine benzetmeye çalışamayız. Birileri gibi olsunlar diyemeyiz. biz onların hak ettikleri imkanlara ulaşmasını ve onların kendileri olmasını istiyoruz.

Devletin görevi, gençleri bir şeye veya birine benzetmek değildir. onlara isteklerini, hayallerini gerçekleştirecek imkanları sunmaktır.

Ülkemizde gençlerimizin çoğu üniversiteden mezun olduğunda iş bulacağına inanmıyor.

Bunun en önemli nedeni ne biliyor musunuz? Liyakatla bir iş edinebileceklerine inanmıyor gençler. çünkü torpil, kayırmacılık, haksızlık her yerde.

Özellikle kamuda işe alımlarda yazılı sınavdan yüksek puan alan gençlerin mülakatta elenmesi, gençlerimizin umutsuzluğunu arttırıyor.

Biz, kamuda işe alımlarda mülakatı kaldıracağız. onun adamı, şunun adamı, o görüşten bu görüşten diye gençlerimizin işsiz bırakılmasına son vereceğiz.

Bizim hedefimiz;
Çocuklarımızın, gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla benzer seviyede eğitim alabileceği,
benzer hayat yaşayacağı,
benzer ekonomik koşullara kavuşacağı
ama en önemlisi de benzer hayaller kuracağı,
bir ülke.

Bizim hedefimiz;
gençlerimizin göç ederek dışarıda imkan kovalayacağı değil, devleti onların hizmetine sunacağımız bir ülke.

Biz bunun için hazırız, biz gençlerle birlikte ülkemizin geleceği için hazırız. ...

Sevgili dostlarım,

Türkiye Avrupa’nın en yavaş internetini kullanıyor. Dünyada 175 ülke arasında internet hızımız 101. sırada. Gençlerimiz hem eğitimde hem de sosyal hayatta tamamen dünya ile entegre yaşamak istiyor. ama bu yavaş internetle ve bu pahalılıkla mümkün değil.

Hem bilgi çağı deyip hem pahalı ve yavaş internet hizmeti sağlamak devletin yapacağı iş değildir.

Biz bu sorunu çözeceğiz. öğrencilere ücretsiz internet sağlayacağız. İnternet hizmetini ülke genelinde hızlı ve uygun ücretle sunacağız. ...
Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla, eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Edirne’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
Kalın sağlıcakla.

24 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Malatya İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Malatya 1. Olağan İl Kongresi Konuşması:

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Malatya il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Malatyalı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız; Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.

Değerli dostlarım,
Malatya iki cumhurbaşkanı, Türkiye’nin ilk başbakanını çıkarmış olan bir şehir.

Malatya, hem binlerce yıllık kadim tarihiyle hem de yakın tarihte yaşadıklarıyla bizim için çok önemli bir yere sahip.

Bundan tam 23 sene önce yaşanan 28 Şubat karanlığında en derin acıların yaşandığı şehirlerimizden biri Malatya.

Sırf namaz kıldırdığı için idamla yargılananlar, başörtüsü taktığı için eğitimden, işten uzaklaştırılanlar, inancı nedeniyle ekonomik lince maruz bırakılanlar... Bunların hepsine Malatya şahit oldu.

Biliyorsunuz, şu anda iktidarda olan parti 28 Şubat mağdurları adına yola koyularak geniş bir toplum kesiminin desteğini aldı.

Peki, Türkiye genelinde o gün destek verenlerin,
28 Şubat’ın iklimini en sert şekilde yaşayan şehirlerimizden biri olan Malatya’nın,
gerçekte istediği Türkiye bugünkü Türkiye miydi?

Acaba 28 Şubat’ta hor görülen kesimler nasıl bir ülke hayal etmişlerdi?

Aydınların fikirleri yüzünden hapis yattığı,
muhalefetin her görüldüğü yerde ezildiği,
tek bir sesin bütün sesleri bastırdığı bir ülke mi hayal etmişlerdi?

Devran dönsün ve aynı adaletsizlikler bu defa başkaları tarafından yaşansın mı istemişlerdi?

Hayır. Bu değildi istedikleri...

Bugünkü iktidar partisi, 28 Şubat sürecinden sonra, içinden geldikleri kesimlerin ezilmesine itiraz olarak ortaya çıkan bir partiydi.

O gün bu siyasi partiye destek verenlerin büyük çoğunluğu bugün derin bir hayal kırıklığı içinde.

“Biz böyle olmasını istememiştik” diyorlar.
“Bize yapılan haksızlıkları başkalarına yapmak için iktidar olmadık” diyorlar. “Bu yapılanlar bizim ahlakımıza, inancımıza, örfümüze, adetimize uymaz” diyorlar.

Öte yandan, büyük çoğunluk henüz yüksek sesle söyleyemiyor bunları.

Ama biliyorum ki, o adaletli insanlar aile meclislerinde, mahalle kahvelerinde, komşularıyla baş başa verdiklerinde bunları konuşuyorlar.

Malatya’da 18 yıl önce zulme uğrayanlar, bugün başkalarının ezilmesini istemiyor.

Malatya’da 18 yıl önce inancı nedeniyle aşağılananlar, bugün başkalarının aşağılanmasını istemiyor.

Malatya’da 18 yıl önce "tek tipleştirmeye" karşı mücadele edenler, bugün başkalarının tek tipleştirilmesini istemiyor.

İşte o yüzden ben şimdi buradan, zamanında iktidara taşıdığı partinin icraatlarını artık içine sindiremeyen, o yüce gönüllü insanlara sesleniyorum:

Aziz dostlarım,

Gelin, eski mağdurların yeni mağduriyetler karşısında kayıtsız kalmayacağını gösterelim.

Gelin, bu haksızlığa, bu zulme birlikte karşı çıkalım.

Gelin, kendisi gibi düşünmeyenlere hain diyenleri durduralım.

Gelin toplumu ikiye bölen, ötekileştiren, susturmaya çalışanlara “artık yeter” diyelim.

Değerli arkadaşlar,

Malatya İl Teşkilatımızın yaşadıklarına değinmek istiyorum. Kongremizi duyurmak için kongremizle ilgili tanıtım materyalleri hazırladılar. Bilboardlar için, farklı yerlerdeki LED ekranlar için sözleşmeler yaptılar. Yarın şu anda iktidarda olan partinin kongresi var.

Bizim kongre duyurularımızla ilgili hazırladığımız pek çok materyal indirildi, söküldü. Anons çalışmaları yapılıyordu. Bu gürültü kirliliği diyerek engellediler. İktidar partisinin araçları daha da yüksek sesle her türlü çalışmayı yaptı, onlara karışan yok. Bizim mütevazı bütçelerle yaptığımız tanıtım çalışmaları nasıl son dakikada iptal ediliyor? Malatya’nın sokaklarını, caddelerini hep beraber gördük. Nasıl oluyor?

Fark, bir cumhurbaşkanının aynı zamanda bir partinin genel başkanı olması. Biliyorsunuz, 2017 Anayasa değişikliği yaptık. Seçilen cumhurbaşkanının partisiyle ilişki kesilirdi. O madde çıkarıldı. Ama yemin maddesi değişmedi. Cumhurbaşkanının yemin maddesinin son bölümünü okuyayım: “Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma, büyük Türk milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Bu madde duruyor. Sayın Cumhurbaşkanı bu andı okuyarak görevine başladı.

Bir ülkenin sisteminde devlet başkanının tarafsızlığı çok önemlidir ve biz o maddeyi değiştirmedik. Ama seçilen cumhurbaşkanı, aynı zamanda hemen bir sonraki kongreyle partinin genel başkanı seçilince şimdi nasıl tarafsız olacak? Malatya’da bizim pankartlarımızı indirenler, bilboardlarımızı sökenler, LED yayınları durduranlar kimden güç alıyor da yapıyor bunu? Hukuk devletinde böyle bir şey olur mu? Biz de bu ülkenin anayasasına, siyasi partiler yasasına göre kurulmuş bir siyasi partiyiz. Bu ülkede bir sözleşme hukuku varsa onun normalde çiğnenememesi lazım. Bu sistem baştan sona son derece yanlış bir sistem oldu. Bu sistemin hızla değişmesi lazım.

...

Değerli arkadaşlar,

Bugün çok partili ve çok sesli demokratik hayatımızı tek sesli hale getirmeye çalışan bir yönetimle karşı karşıyayız.

Bu anlayış yüzünden toplum parçalara bölündü, kutuplaştırıldı. Biz DEVA Partisi olarak, Türkiye’yi yeniden birleştirmek istiyoruz.

Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıyız. Bunun refahını hep birlikte yaşamalıyız.

Biz insanların inançlarının gereğini korkusuzca ve huzurla yaşayabilecekleri özgür bir ortamı oluşturacağız.

Biz vatandaşlarımızın inanç, kültür ve referans ekseninde hak ve özgürlük taleplerini adalet temelinde karşılayacağız.

Biz, ötekileştirme hissi doğuran tüm uygulamalara son vereceğiz.

Bu kapsamda, Alevi vatandaşlarımızın başta Cem Evlerine ilişkin talepleri olmak üzere inanç, düşünce ve davranış temelinde birikmiş sorunlarının çözümü için gerekli her türlü adımı atacağız.

Biz tüm din ve inanç gruplarının kamusal görünürlüklerinin önündeki tüm kanuni ve idari engelleri ortadan kaldıracağız.

...
Saygıdeğer dinleyiciler,

Sözlerimin tam bu noktasında 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ı burada kendi memleketinde saygıyla anmak istiyorum.

Bugün, Özal gibi birleştirici, Özal gibi tüm kimliklerin özgürlüğünü savunan, halkımızın ekonomik refahını önceleyen bir siyasete ihtiyacımız var.

DEVA Partisi işte bu yüzden var. Biliyorsunuz Özal orta direğin ülkemizi ayakta tutacağına inanıyordu ve ekonomik reformlarla orta direği güçlendiriyordu. Hatırlıyorsunuz değil mi bunu?

İşte dostlarım, bugün artık o orta direk yıkılıyor.
Hükûmet ülkenin kurumlarını yerle bir ettiği için orta direk yıkılıyor! Siyasi hırsları nedeniyle koltuğu terk etmedikleri için orta direk yıkılıyor! Türkiye ekonomisi son yirmi yılın en kötü seviyesinde.
Günbegün fakirleşiyoruz.

Günbegün cebimizdeki para değer kaybediyor.

Ülkemizdeki yoksulluk tarihin rekor seviyesinde.

Gelir uçurumu büyüdü, büyümeye de devam ediyor.

Hayat pahalılığı can yakıyor, can alıyor.

Asgari ücret, sefalet ücretine dönmüş durumda.

Açıkladıkları son ekonomik programla fakirleştiğimizi zaten kendileri ilan ettiler. Evet, fakirleşiyoruz.

Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken kişi başına milli gelirimiz 12.594 dolar iken şimdi 8.381 dolara düşeceği açıklandı.

Merkez Bankası’nda yıllardır biriktirilen tam 120 Milyar dolar dövizi bir inat uğruna yaktılar.

İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükûmetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesinde!

Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda, 2015 yılında, 24 milyar TL olan bütçe açığı, 2020 yılında tam on katına çıkarak 239 milyar TL olacağını açıkladılar. 10 katı 10! Bitmedi, 2023 yılına kadar da bunun azalmayacağını açıkladılar.

Açıkladıkları programla Türkiye’nin yeniden borç faiz sarmalına geri döndüğü de tescil edilmiştir. Bütçeden yapılan faiz ödemeleri benim ayrıldığım yıl 53 milyar TL idi.

Bu yılki faiz ödemesi 137 milyar olarak ilan edildi. Gelecek yıl ise bu rakamın tam 179 milyara çıkacağı açıklandı.

Arkadaşlar, fakirleşiyoruz. Bunun tek bir nedeni var arkadaşlar, öyle dış güçler iç güçler falan değil: Kötü yönetim!

Ama artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.

Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Oysa ülkeyi yönetenlerin artık güven ortamını tesis etme imkanı kalmadı.

Bu yönetim başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecek.

Bakın kendi vatandaşımız parasını başka ülkelere götürüyor. Yastık altında tutuyor. Korkuyor. Devlete güvenmiyor kimse.

Güven olmayan ülkede döviz kuru artar, işsizlik artar, yoksulluk artar, açlık artar.

Bu ülkenin vatandaşları, insan haysiyetini yok sayan, insan onurunu ayaklar altına alan bir ekonomi yönetimini hak etmiyor.

Fakirleşiyoruz ve bunu iliklerimize kadar hissediyoruz arkadaşlar.

Bu ülkenin vatandaşlarına bu kötü yönetimin bedelini ödetmeye hakkınız yok. Kimse artık halkımızdan bunu beklemesin.

Kendileri yaşam standartlarından en küçük bir taviz vermezken, halkımızdan yokluk karşısında sabır göstermesini istemesin.

Bu bizim kaderimiz değil arkadaşlar. Bu kötü yönetim bu ülkenin kaderi değil.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdirmek için yola çıktık. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

Doğmamış çocuklarımıza kadar her birimizi borca sokan Varlık Fonu’nu kapatacağız.

Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları 1 ayda yeniden ayağa kaldıracağız.

Keyfi kararlarla ülkenin geleceğini karartan tüm uygulamalara son vereceğiz.

Devletin imkanlarını iktidar ve yandaşlarına değil; millete, sadece millete hizmet eder hale getireceğiz.

Biz DEVA Partisi olarak söz veriyoruz. Gece gündüz çalışacağız. Yönetenleri değil halkı zenginleştirmek için çalışacağız.

...

Kıymetli Malatyalı dostlarım,
Malatya üreten ve ürettiğini ihraç eden bir şehrimiz.

Evet dünya ekonomileri arasında söz sahibi olacaksak daha çok ve daha kaliteli üretmeli ve ihraç etmeliyiz.

Malatya 110’dan fazla ülkeye kayısı ihraç ediyor. Yine çok ciddi rakamlarda sanayi üretimi ve ihracatı yapıyor.

Başta İstanbul olmak üzere diğer illere göç etmiş Malatyalı iş insanlarının bulundukları şehirlerde gerçekleştirdikleri başarıları ve ekonomiye katkılarını da çok iyi biliyorum.

Devletin görevi bu girişimci insanlarımızı teşvik etmek ve onların önünü açmaktadır.

...

Değerli arkadaşlar,

Son yıllarda maalesef ülkemiz yerli yersiz gereksiz polemik ve kavgaların içine sokuldu. Ne zaman içeride işleri zora düşse, gidip başka ülke liderleriyle kavgaya tutuştular. Çoğu zaman da ülkemizin çıkarları için de değil, içeride halka hesap vermemek için, yapay gündem oluşturmak için bunu yaptılar.

Eskiden Türkiye arabuluculuk yapardı, hakemlik yapardı. Sözümüzün gücü vardı. Ama şimdi bunu kaybettik. Artık güvenilen değil şüphe duyulan bir ülke olduk. Doğu Akdeniz’de tamamen yalnızlaştık. Haklı olduğumuz konularda bile hakkımızı savunamaz olduk.

Son zamanlarda bazı körfez ülkelerinde başlayan Türk ürünleri boykotu maalesef tüm Arap dünyasına yayılma eğilimi gösteriyor.

Bu ciddi duruma bile hükûmetin tepkisi “gülüp geçiyoruz“ şeklinde oldu. Oysa ortada gülüp geçilecek bir durum yok.
Malatyalı sanayicimiz, ihracatçımız gülüp geçemiyor.

Dolar kuruna bakma..
hasta sayısını görmezden gel.. ambargolara gül geç..

Onlar gülüyor da yatırımcı kan ağlıyor. Farkında değiller. Ülkeyle bağları tamamen koptu, vatandaşın gerçek derdi ne, ekonomik durumu nasıl farkında değiller.

Biz dış politikadaki bu yanlışlara son vereceğiz. Sözümüzü gücünü artıracağız. Kavgadan beslenmeyeceğiz. Konuştuğumuzda tüm dünya Türkiye’nin sözüne kulak kabartacak.

...

Değerli konuklar,
Malatya okur yazarlık oranının en yüksek olduğu şehirlerimizden biri. Eğitime en çok önem veren şehirlerimizden birinde olduğumu biliyorum.

Fakat maalesef ülkemizin eğitim politikası da içler acısı. Biliyorsunuz şu pandemi döneminde uzaktan eğitimi de beceremeyip gençlerimizi mağdur ettiler.

Her gelenin yapboza çevirdiği, sistemle sürekli oynandığı ülkemiz maalesef eğitimde dünya sıralamasında çok gerilerde.

Türkiye, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı sonuçlarında son sıralarda yer alıyor. Üniversite mezunları iş bulamıyor.

Yaşanan sorunların temelinde, eğitim sistemimize uzun vadeli bakılmaması var.

Eğitim konusu sürekli olarak siyasi ve ideolojik bir çatışma alanı haline getiriliyor.

Yönetime gelenler “kendi fikrine benzeyen”, adeta tornadan çıkmış çocuklar ve gençler yetiştirmeye çalışıyor.

Oysa eğitim, çocukları devletin ideolojik görüşüne göre tornadan geçireceği bir araç değildir.

Eğitim, toplum mühendisliği yapmanın bir aracı değildir. Biz bu anlayışı sona erdireceğiz.

Biz DEVA Partisi olarak eğitimde öncelikle fırsat eşitliğini, adaleti ve insanı merkeze alacağız.

Türkiye’nin doğusu ile batısı, şehirleri ile köyleri arasındaki eğitim farkını azaltmak için çalışacağız.

Sadece parası olanın değil, herkesin iyi eğitim alması için çalışacağız.

Eğitimi üç yaşında başlatacağız. Çocuklarımızın erken yaşlarda, doğuştan sahip oldukları özellikleri dikkate alan bir eğitim sistemi kuracağız.

Dil eğitimini anasınıfından itibaren çocuklarımıza sunacağız. Bu ilkokulda da yoğun şekilde devam edecek.

Biz çocuklarımıza ezberlemeyi, ezberleri tekrar etmeyi değil, sorgulamayı öğreteceğiz. Soru soran gençlerden korkmayacağız!

Biliyoruz ki, soru sormak öğrenmenin en etkili yoludur. Sorgulamak, demokratik bir ülkede gençlerimizin sahip olması gereken en önemli özelliklerden birisidir.

Çağdaş dünyanın temelinde eleştirel düşünce yatar. Gelişmiş toplumlar, eleştiriyi bastıran değil, eleştiriyi teşvik eden toplumlardır. Biz, eleştirel düşüncenin önünü açacağız.

Çocuklarımıza, gençlerimize merak etmekten, eleştirmekten korkmamayı öğreteceğiz.

Çocuklarımızın analitik düşünmelerini geliştireceğiz. Sadece öğretime odaklanmayacağız; çocuklarımızın, gençlerimizin sosyal, duygusal ve psikolojik gelişimlerini de eşzamanlı sağlamak için çalışacağız.

Seçmeli ders çeşitliliğini artıracağız. Kişiselleştirilmiş ve esnek bir müfredat anlayışı getireceğiz.

Çocuklarımızın, gençlerimizin hayallerini kalıplara sokmayacağız.

Ezberlerle, sınav kaygılarıyla gençlerimizi korkuya boğmayacağız.

Tam da bu nedenle, gençlerimizin büyük kaygı duyduğu üniversiteye giriş sınavlarını yılda birkaç defa yapacağız. Hastalık veya benzer nedenlerle sınavı kaçıran gençlerimizin farklı tarihlerde sınava yeniden girme hakları olacak.

Hayat boyu tek mesleğe zorlayan katı eğitim modellerini terk edeceğiz.

Bunun yerine hayat boyu eğitim ile bireylerin değişmelerine imkan tanıyacak, zaman içinde değişebilecek isteklerine cevap verecek eğitim modelleri oluşturacağız.

İnsan ömrü uzuyor artık. Teknoloji de gelişiyor. Bu yeni dünyada gençleri tek bir mesleki kalıbın içine sıkıştırmak doğru mu? Bu gençleri, bizleri mutlu eder mi? Ülkeyi geliştirir mi?

Öğretmenlerimize, eğitimcilerimize de mesleklerinin itibarını yeniden iade edeceğiz. Hafife alınacak bir meslekten bahsetmiyoruz arkadaşlar. Öğretmenlerimiz, her birimizin yetişmesinde ailelerimiz gibi etkisi olan kişiler.

Öğretmenlik tek tek bireyleri yetiştirerek toplumu dönüştürme kudretine sahip bir meslek.

Bu nedenle öğretmenlerimizin de hayat boyu öğrenmesini merkeze alacağız. Meslek içi eğitimlerle gelişime ve zamanın ruhuna ayak uydurmalarını sağlayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak çocuklarımız için bir tek gün dahi kaybetmememiz gerektiğini biliyoruz. Bu yüzden çalışıyoruz. Tüm bunları, yarınlarımızı şimdiden kurmak için hiç vakit kaybetmeden ele alıyoruz.

Çünkü sevgili dostlarım, çocuklarımızın yarınları şimdiki gibi yanlış eğitim politikalarıyla yok edilemez.

Çocuklarımızın ve gençlerimizin DEVAsı hazır. Türkiye’nin yarınlarının DEVA’sı hazır.
...
Değerli dostlarım,

Biz iktidara geldiğimizde, DEVA Partisi olarak yoksulluğu ve işsizliği çözmek için yatırımın ve üretimin önünü açacağız. Şehirlerimizin yerel dinamiklerini harekete geçireceğiz.

Her il için özel projelerimiz olacak. Malatya hizmet bekliyor.

Malatya’nın ulaşım ve altyapı projelerinin bir an önce tamamlanması gerektiğini biliyorum.

Bir önemli sorun da sulama projelerinin tamamlanmaması. Sulama kanallarının eksik oluşu.

Ve artık çiftçilerimizin altından kalkamayacağı bir yük halini alan elektrik parası sorunu.

Eski su kanalları onarılıp mümkün olanlar kapalı sisteme alınmalıdır. Belediye ve Özel idareler de sürece dahil edilmelidir.

Sanayi üretiminin artmaması, tarım üretiminden yeterli verim alınamaması da üniversiteli işsiz sayısını artırdı.

Bu nedenledir ki Malatya’nın en büyük sorunu, ülkenin de en büyük sorunu olan işsizlik sorunudur.

Malatya’da kayısı üretimi ve ihracatını daha da artırmak için her türlü desteği vereceğiz.

Malatya, birinci derece deprem bölgesinde bulunmasına rağmen Kentsel Dönüşüm büyük oranda yapılamamış durumda.

Turgut Özal Üniversitesi’nin maalesef doğru düzgün bir kampüsü bulunmuyor. Akademisyen kapasitesi de yetersiz durumda.

Bir diğer üniversite İnönü Üniversitesi’ne yeterince ödenek verilmediği için Tıp Fakültesi hizmet sağlamakta yetersiz kalıyor.

Üniversitelerimizin bu sorunlarına özel olarak eğileceğiz.

Kent içi ulaşım yeterli imar yolları açılmadığı için tam bir karmaşa içerisinde. Otopark sorunu gittikçe büyüyor.

Malatya’nın Nazım İmar Planı çıkarılamamış.

Şehirleşme ile ilgili bu sorunların da çözümü için gereğini yapacağız.

Biliyorum, sizler de bu kötü yönetimden fazlasıyla nasibinizi aldınız. Yatırımlardan, desteklerden mahrum kaldınız. Ülkeyi yönetenlerin yaptıkları hataların cezasını çekiyorsunuz.

Bu şehir, Malatya bunları hak etmiyor. Bunlar şehrimize yakışmıyor.

Biz Malatya’nın dertlerini biliyoruz, görüyoruz. Malatya’nın derdi çok ama DEVAsı hazır.

Malatya’nın demokrasiye ihtiyacı var. Malatya’nın atılıma ihtiyacı var. Malatya’nın DEVAya ihtiyacı var.

Biz Malatya’ya DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Malatya hazır mı?
...

Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, eşitlik için adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var
Malatya’nın DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

23 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Kırşehir İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Kırşehir 1. Olağan İl Kongresi Konuşması:

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Kırşehir il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Kırşehirli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız; Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.

Ahi Evran’ın yaptığı gibi esnafı güçlendirmek ve şehirleri kalkındırmak için, Fatıma Bacı ve Bacıyan-ı Rum gibi, kadınların hayatın her alanında ön safta

yer alması için,

Aşık Said gibi bu dünyada misafir olduğumuzu bildiğimiz için,

Neşet Ertaş gibi kalplerden kalplere görünmeyen yollara talip olduğumuz için,

Bütün bu mirası taşımak ve yüceltmek için kurduğumuz Demokrasi ve Atılım Partisinin, Kırşehir 1. Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

...

Buraya Bolu’dan geldim.

Geçtiğimiz üç gün boyunca Genel Merkez kurul üyelerimizle birlikte Bolu’da bir araya geldik. Yaptığımız oldukça kapsamlı toplantılarda görüşlerimizi birbirimizle paylaştık. Genel Başkan Yardımcılarımızın sunumlarını tek tek dinledik. Hepsine bir de sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum.

Neticede, üç gün boyunca ortak aklı işlettik. Böylece önümüzdeki dönemki politika önerilerimizi planladık. Birbirinden değerli DEVA kadrolarının yönetime hazır olduğuna dair inancımızı bir kez daha perçinledik.

Bir kez daha ilan ediyorum: Ekonomi, hukuk, dış politika, eğitim, teknoloji, sağlık, tarım, sanayi, kültür, sanat gibi aklınıza gelebilecek her alanda DEVA Partisi, mevcut yönetimden çok daha becerikli en az on tane bakanlar kurulu çıkartır.

Kıymetli dostlarım,

Bildiğiniz gibi Demokrasi ve Atılım Partisi olarak 9 Mart tarihinde farklı kesimlerden, farklı dünya görüşlerinden, farklı kimliklerden 90 kurucu üyemizle yola çıktık. Kurul üyelerimizle birlikte sayımız önce 94’e çıktı. Siz değerli teşkilat mensuplarımız ve gönüllülerimizle ise binlerce kişilik büyük bir aile olduk.

Bu hızlı büyüme, ülkemizin DEVA Partisi’ne ihtiyacını gözler önüne seriyor. İhtiyaç vardı çünkü uzun süredir ülkemiz çok kötü yönetiliyor.

İhtiyaç vardı çünkü halkımızın dertlerini dinleyen, anlayan, bu dertlerin çözümüne talip olan kimse yoktu.

İhtiyaç vardı çünkü hukuk yerlerde sürünüyordu, demokrasi can çekişiyordu, ekonomi ağır bir kriz geçiriyordu. Eğitim, sağlık tüm alanlar kötüye gidiyordu.

İşte biz ülkemizin demokrasi ve atılıma şiddetle duyduğu ihtiyaç nedeniyle partimizi kurduk.

DEVA Partisi’ni Kırşehir’den Van’a, Edirne’den Hatay’a, Artvin’den Muğla’ya varana dek geniş kesimlerin bize seslenmesiyle kurduk.

...
Kıymetli misafirler,

Şu an devlet yönetiminde hiçbir etik değer, ilke kalmadı.
İnsanlığın binlerce yıldır biriktirip bugüne taşıdığı ilkeler, siyaset dünyamızdan,

devlet yönetminden silindi adeta.

Adalet, eşitlik, liyakat, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi en temel ilkeler yönetenler tarafından ayaklar altında çiğneniyor.

Biz DEVA Partisi olarak, partimizin temeline bu ilkeleri koyduk kıymetli dostlarım.

Buradan siz değerli yol arkadaşlarıma bir kez daha sesleniyorum.
Devlet yönetiminde hangi ilkeleri benimsiyorsak, partimizi de bu ilkelere

uygun şekilde büyüteceğiz.
Biz ilkelerimizden asla taviz vermeyeceğiz. İşine gelmediğinde ilkeleri çöpe

atanlardan olmayacağız.
Önce kendi kapımızın önünü temiz tutacağız. Adaletten, eşitlikten, şeffaflıktan

şaşmayacağız. Her an hesap vermeye hazır olacağız.

Tam da bu yüzden partimizin tüzüğünün yanı sıra bir de Etik İlkeler ve Değerler Yönetmeliği yayınladık. Parti mensuplarımız için etik olanla olmayanı yazılı hale getirdik. Tüm Deva Partililer bu yönetmelikle bağlıdır.

Peki bugünkü hükûmet ne yapıyor?

Geçtiğimiz hafta içinde, bütçede fonksiyonel sınıflandırma tablosu kaldırıldı.

Yani, iktidarın otoyol, köprü ve hastane gibi büyük projeler için ne kadar ödeme yaptığı artık öğrenilemeyecek. Türkiye Büyük Millet Meclisine, Milletin Meclisine yalnızca toplam bütçe sunulacak.

Hiçbir hukuk kuralını, etik değeri tanımıyorlar.

Değerli dostlarım,

Defalarca söyledik, bu bir zihniyet problemidir. Bir ülkede Meclisin egemenliğini zayıflatırsanız, millet egemenliğini zayıflatırsınız. Kurumları zayıflatırsanız, demokrasimize zarar verirsiniz.

Bu bütçe milletin bütçesi milletin. Kimsenin kendi malı mülkü değildir. Milletin parasını harcadıklarının farkında değiller. Bu paranın kalem kalem denetlenebilmesi gerekir. Bunu engelleme hakları yok.

İlkeler dedim ya saygıdeğer konuklar. Şeffaflık en önemli ilkelerden. Ama onlar karanlığı seviyorlar. Gizlemeyi tercih ediyorlar.

Soruyorum: Bu milletin parasını kullanırken gizli saklı ne yapıyorsunuz?

Bu ülkede aileler ay sonunu getirmek için harcadığı her kuruşu tek tek hesap ederken, siz neyi kimden saklıyorsunuz? Bu milletin kaynaklarını kimlere, nerelere harcıyorsunuz? Açık olun, dürüst olun.

Kıymetli dostlarım,

Biz Gazi Meclisimizin çiğnenen onurunu yeniden ayağa kaldıracağız.

Güçlendirilmiş parlamenter sistemi mutlaka tesis edeceğiz.

Söz veriyoruz, biz şeffaf olacağız.

Söz veriyoruz, israfa asla göz yummayacağız.

Söz veriyoruz, bu milletin alın teriyle kazandığı, vergi olarak ödediği, her bir kuruşun hesabını vereceğiz.

...

Saygıdeğer konuklar,

Türkiye ekonomisi son yirmi yılın en kötü seviyesinde.

Günbegün fakirleşiyoruz.

Günbegün cebimizdeki para değer kaybediyor.

Ülkemizdeki yoksulluk tarihin rekor seviyesinde.

Zenginle fakir arasındaki gelir uçurumu büyüdü, büyümeye de devam ediyor.

Hayat pahalılığı can yakıyor, can alıyor.

Asgari ücret, sefalet ücretine dönmüş durumda.

Geçtiğimiz hafta hükûmetin bir ortağı “askıda ekmek kampanyası” başlattı.

Yani dostlarım, ülkeyi yönetenler, bu halkı ekmek parasına muhtaç bıraktıklarını ilan etti. Utanç verici bir şey.

Bugün bu kampanyayı başlatan ortak, ekonomi ne zaman kötü olsa hükûmet ortağı. Hatırlayın üçlü koalisyon döneminde yaşanan ve yakın tarihimizin en büyük ekonomik krizi olan 2001 krizinde neler yaşanmıştı.

20’ye yakın banka batmıştı. Milli gelirin üçte biri kaybedilmiş, gecelik faizler %7500’leri görmüştü. Yıllık enflasyon % 70’leri geçmişti. Başbakanlığın önünde yazar kasalar fırlatılmıştı. Hatırlayın.

Halkımız yine açlık sınırındaydı. Yine becerememişlerdi de Dünya Bankası’ndan bir başkan yardımcısını ekonominin başına getirmişlerdi. Borcun faizini ödeyebilmek için dahi dış borca muhtaç duruma düşmüşlerdi.

Şu anda bunlar yine hükûmete ortak, ve ülkemiz yine derin bir ekonomik krizin içinde.

Biliyorlar da bunu.

Ortak oldukları hükümet yönetmeyi beceremeyip vatandaşı ekmek parasına muhtaç bırakıyor, sonra da bunlar ekmek asıyorlar meydanlara.

Üstelik, kadim bir geleneğimizi istismar edip, parti logolarıyla, fotoğraflarla yapıyorlar bunu.

Yahu siz bu ülkenin yerli ve milli geleneklerine bu kadar mı yabancısınız? Bizim topraklarımızda insanlara göstere göstere, şov yapa yapa ekmek

dağıtmak diye bir şey var mı yahu?
Bizim geleneğimizde, sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmaz.

İnsan önce utanır, “Nasıl oldu da halkı bir ekmek parasına muhtaç hale getirdik” diye düşünür.

Ama utanmıyorlar. Bir de kalkmışlar bize dil uzatıyorlar.

Bu nasıl pişkinlik ya?

Bu arada geçen gün grup toplantısında öfkeyle bize sataşıp partimizi ve beni kast ederek “siyasi fosil” demiş. Bize ve bana dedi. “Siyasi fosil” diye... Neyse..

Türkiye’nin en yeni siyasi hareketine, sahiplerinin gençler olduğu bir partiye siyasi fosil denemez.

Herkes her şeyi görüyor. Bu milleti yoksullaştıranları herkes görüyor. Hükümetin görevi bu ülkede tek bir çocuğun bile aç yatmamasını sağlamaktır.

Siz hükûmettesiniz! Küçük müçük, bugünkü hükûmetin ortağısınız.

Size bunu da biz mi hatırlatalım?

İşinize geldiği zaman iktidarmış gibi davranıyorsunuz, “astığım astık, kestiğim kestik” diyorsunuz. İşinize gelmediği zaman sanki hiç sorumluluğunuz yokmuş gibi mağdur şapkanızı takıp ekmeği asıyorsunuz. Hem de meydanın ortasında askıya asıyorsunuz.

Ülkenin içine düştüğü durumdan sonuna kadar siz de sorumlusunuz. Kaçamazsınız.

...
Değerli dostlarım,

Ben ve arkadaşlarım boş aldığımız hazineyi dolu teslim ettik. Bizim hesabımız ortada, başımız dik.

Şu andaki hükümet ne yaptı?
Hazineyi tüketti, kasa boş. Ülke borç batağında. Doğmamış çocuklarımıza

kadar borçlandırdılar memleketi.

Soruyorum onlara;
Vicdanınız sızlamadan nasıl çarçur ediyorsunuz bu milletin kaynaklarını? Har vurup harman savururken hiç mi durup düşünmüyorsunuz? Hiç mi vicdanınız sızlamıyor?

Arkadaşlar, bunlar yönetemiyorlar ve arkasından da halkımızın onuruyla oynuyorlar.

Üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile Türkiye’nin sorunlarını çözmek mümkün değil.

Tekrar ediyorum:

Ülkede özgürlükleri askıya alırsanız, insan haklarını askıya alırsanız, adaleti askıya alırsanız, demokrasiyi askıya alırsanız; ekmeği de askıya koymak zorunda kalırsınız.

Ekmeği askıya koyduğunuzda, artık bu memleket için, bu ülkenin vatandaşları için yapacak hiçbir şeyiniz kalmamış demektir. Artık çözüm öneriniz bitmiş demektir. Artık gitme vaktiniz yaklaşıyor demektir.

...
Saygıdeğer konuklar,

Ekonomimiz uzun zamandır karanlık bir tünelin içinde. Işık falan da görünmüyor.

Doğru politikalar, doğru adımlar ile sorunların çözümü mümkünken hükümet ısrarla, inatla hatalarına devam ediyor.

Birkaç hafta önce açıkladıkları ekonomik programla ülkeyi fakirleştirdiklerini zaten kendileri ilan ettiler.

Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken kişi başına milli gelirimiz 12.594 dolara çıkmıştı, şimdi 8.381 dolara düşeceği açıklandı.

İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesinde!

Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda, 2015 yılında, 24 milyar TL olan bütçe açığının, 2020 yılında tam on katına çıkarak 239 milyar TL olacağı açıklandı. 10 katı 10! Bitmedi, 2023 yılına kadar da bunun azalmayacağını açıkladılar.

Merkez Bankası’nda yıllardır biriktirilen tam 120 Milyar dolar dövizi bir inat uğruna yaktılar.

Açıklanan programla Türkiye’nin yeniden borç faiz sarmalına geri döndüğü de tescil edildi.

Bütçeden yapılan faiz ödemeleri benim ayrıldığım yıl 53 milyar TL idi. Bu yılki faiz ödemesi 137 milyar olarak ilan edildi. Gelecek yıl ise bu rakamın tam 179 milyara çıkacağı açıklandı.

Arkadaşlar, fakirleşiyoruz. Bunun tek bir nedeni var arkadaşlar, öyle dış güçler iç güçler falan değil: Kötü yönetim!

Artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.

Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Mevcut yönetimle güven ortamını sağlamak mümkün değildir.

Bu yönetim başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecek.

Bakın kendi vatandaşımız parasını başka ülkelere götürüyor. Yastık altında tutuyor. Korkuyor. Devlete güvenmiyor kimse.

Güven olmayan ülkede döviz kuru artar, işsizlik artar, yoksulluk artar, açlık artar.

Bu ülkenin vatandaşları, insan haysiyetini yok sayan, insan onurunu ayaklar altına alan bir ekonomi yönetimini hak etmiyor.

Fakirleşiyoruz ve bunu iliklerimize kadar hissediyoruz arkadaşlar.

Bu ülkenin vatandaşlarına bu kötü yönetimin bedelini ödetemezsiniz. Kimse artık halkımızdan bunu beklemesin. Kendileri yaşam standartlarından en küçük bir taviz vermezken, halkımızdan yokluk karşısında sabır göstermesini istemesin.

Bu bizim kaderimiz değil arkadaşlar. Bu kötü yönetim bu ülkenin kaderi değil.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdirmek için yola çıktık. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

Doğmamış çocuklarımıza kadar her birimizi borca sokan Varlık Fonu’nu kapatacağız.

Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları yeniden ayağa kaldıracağız.

İktidar olanların niyetleriyle şekillenen, keyfi kararlarla ülkenin geleceğini karartan tüm uygulamalara son vereceğiz.

Devletin imkanlarını iktidar ve yandaşlarına değil; millete, sadece millete hizmet eder hale getireceğiz.

...

Kıymetli Kırşehirli hemşerilerim,
Biliyorum, sizler de bu kötü yönetimden fazlasıyla nasibinizi aldınız.

Yatırımlardan, desteklerden mahrum kaldınız.

Artan dolar kuruyla mağdur oldunuz.

Kırşehir’in ekonomisinde tarımın önemli bir yeri var. Ama çiftçimiz desteklerden yoksun bırakılıyor. Çünkü her alanda olduğu gibi tarım da hayvancılık da günübirlik kararlarla yönetiliyor.

Mazota, gübreye, ilaca, tohuma, zam üstüne zam yapılıyor. Ama örneğin süt alım fiyatı bir yıldır sabit tutuluyor.. Litresi 2 lira 30 kuruş.

Dolar arttıkça girdi fiyatları artıyor. Hani dolara bakmıyorlardı ya.. Ama çiftçimiz bakıyor.

Doğru tarım politikaları uygulanmadan tarım ve hayvancılığı değil geliştirmek, mevcudu dahi muhafaza edemezsiniz.

Nitekim de edemiyorlar. Varsa yoksa ithalat! Tabi bu ithalatı da kimler yapıyor? O da ayrı bir soru işareti.

Artık tarımda kendi kendine yeterli bir ülke durumunu da kaybettik. İthalata bağımlı hale geldik.

2003 yılında Tarımsal ürünler ithalat ve İhracatı nerdeyse birbirine yakın iken, yaklaşık 2,2 milyar dolar iken, 2019 yılında 5,4 milyar dolar ihracata karşın, 9,4 milyar dolar ithalat yapıldı. Yani netleştirip baktığımızda 4 milyar dolarlık mal, ürün dışarıdan satın alındı, açığımız oluştu.

Ülkenin hangi ürüne ne zaman ne miktarda ihtiyacı var? Bunu planlamıyorlar. Hiçbir şeffaflık ve öngörülebilirlik yok maalesef. Hem çiftçilerimiz hem hayvancılık alanında çalışan vatandaşlarımız artan maliyetlerle baş başa bırakıldı.

Çiftçinin durumu böyle, Esnafın durumu iyi mi? Esnaf kan ağlıyor. Satış yok. Siftah yok. Dükkan kirası, vergi, stopaj, elektrik ve doğalgaz parası derken esnaf neyle geçinecek? Aldığı malın parasını, işçisinin ücretini, vadesi gelen çeklerini nasıl ödeyecek?

Buldukları çözüm vergi borcunu ertelemek ve faizli kredi vermek. Sözde faize karşılar ya hani! Bu gidişle zaten faizli kredi borcu olmayan hiçbir vatandaş bırakmayacaklar ülkede.

Peki başka ülkeler ne yapıyor? Esnafa, küçük işletmelere karşılıksız destek veriyorlar. Evet karşılıksız destek.

Değerli dostlar,

Bugün ahilik geleneğimizin kurucusu, Ahi Evran’ın şehrindeyiz.
Siz bu kültürü çok iyi biliyorsunuz. Ahilik kültüründe cömertlik, dayanışma, misafirperverlik, eli açıklık vardır.

Kırşehir esnafı bu ahilik kültürünün sahipleri olarak zaten, kendi ticari çıkarını halkına hizmetin gerisinde tutar. İşine saygı, çalışkanlık, yardımlaşma ve hakkı gözetme Ahiliğin temel ilkelerindendir. Kırşehir bunu biliyor, yüzyıllardır yaşatıyor.

Ama şu anki hükûmet esnafımızı adeta kendi kaderlerine terk etti.

Kırşehir’de halen devam eden cezaevi inşaatına harcanan para 270 milyon TL. Bu kaynak tarım ve hayvancılığa yönlenseydi, ya da esnafımıza destek için harcansaydı, Kırşehir için çok daha yararlı olurdu.

Ama yatırımı cezaevine yapıyorlar. Cezaevi inşa ediyorlar. İstihdam değil, demokrasi değil, hukuk değil cezaevi inşa ediyorlar.

Kırşehir sanayisinin gelişmesi için, üretimin yapılabilmesi için yeterli destek sağlanmıyor.

Kırşehir’in kendi hammaddeleri değerlendirilmiyor.

Devlet hastanesi sayısıyı daha önce ikiydi; tek hastaneye düşürülüdü. Yatak sayısı düştü. Kırşehir’de sağlık hizmeti vasatın altında kalıyor. Vatandaşlar çevre illere gitmek zorunda kalıyor. Halbuki Cezaevi ihale bedeliyle 100 yataklı tam 7 tane hastane yapılabilirdi.

Bu şehir, Kırşehir bunları hak etmiyor. Bunlar şehrimize yakışmıyor.

Biz Kırşehir’in dertlerini biliyoruz görüyoruz. Kırşehir’in derdi çok ama DEVAsı hazır.

Kırşehir’de tarımı ve hayvancılığı geliştireceğiz. Çiftçimize, esnafımıza destek olacağız. Sulu tarımı geliştirmek için Yamula barajından su getirme projesini hayata geçireceğiz.

Kırşehirli kadınların, tıpkı Fatıma Bacı’nın zamanındaki gibi ön planda olması için çalışacağız. İşgücüne katılmaları için işverenler için teşvikler uygulayacağız. Kadın girişimcileri destekleyeceğiz.

Gençlerimizin göçünü önleyecek imkanları şehre getirmek için çalışacağız. Doğalgaz altyapısını güçlendireceğiz, başta enerji olmak üzere yatırım

maliyetlerinin azalması için çalışacağız.
Bir eğitim şehri olan Kırşehir’in üniversite ile birlikte yükselmesini

hedefleyeceğiz.

13. yüzyılda Kırşehir Emiri Cacabey tarafından yaptırılan Gök Bilimleri Medresesi Dünyanın İlk Astronomi Okuludur. Burası aynı zamanda gökyüzünün, güneşin, ayın ve yıldızların hareketlerini inceleyen bir gözlem evi olarak yıllar boyu ayakta kalmış, ancak maalesef günümüzde işlevini yitirmiştir. Gerekli çalışmalar başlatarak Gökbilimleri medresesinin yeniden işlev kazanmasını sağlayacağız.

Jeotermal Enerji kaynakları bakımından zengin olan Kırşehir’in, gerekli tanıtımlar ve çalışmalar yapılarak Sağlık Turizmi açısından cazibe merkezi hâline getirilmesi için çalışacağız.

Kırşehir’in demokrasiye ihtiyacı var. Kırşehir’in atılıma ihtiyacı var. Kırşehir’in DEVAya ihtiyacı var.

Biz Kırşehir‘e DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Kırşehir hazır mı?
...
Değerli konuklar,

Ülkemiz genelinde kadınlarımız layık oldukları hayatı yaşayamıyor. Hak ettikleri mesleklerde çalışamıyor.

Biz DEVA Partisi olarak öncelikle kadın istihdamına odaklanacağız. Bu ülkeyi kalkındırmak için öncelikli hedef kadınlar ve gençler olacak. Kadınların ve gençlerin ekonomik hayata katılımlarını teşvik edeceğiz.

Gençlere, kadınlara sadece hibe ve teşvikler vererek değil, aynı zamanda doğrudan danışmanlık vererek kendi işlerini kurmalarının önünü açacağız.

Kadınların, erkeklerle eşit fırsatlardan yararlanmasını sağlaması için azami çaba göstereceğiz.

Biz kadınları; güçlü, üretken ve her alanda söz sahibi konuma getirmek için çalışacağız.

Kadınlara yönelik ayrımcılığa sebep olan her türlü uygulamayla mücadele edeceğiz.

Siyasette kadın sayısını artırmak için çalışacağız. Daha evvel de söyledim: Siyaset, sadece erkeklere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Biz

kadınlarla birlikte bu ülkenin kalkınacağını, adalete kavuşacağını, özgürleşeceğini çok iyi biliyoruz.

...
Sevgili dostlarım;

Tüm bu konuştuğumuz, anlattığımız iklim gençlerimizi adeta boğuyor. Ülkemizdeki gençler, dünyadaki akranları gibi eğitim alamıyor, onların yaşadığı

hayatı yaşayamıyor, benzer hayaller kuramıyor.
Devlet onlara hizmet, eğitim, iş götürmediği için gençlerimiz oldukları

şehirlerden göç etmek zorunda kalıyor, başka yerlere gitmek zorunda kalıyor. Köylerdeki, ilçelerdeki ve küçük şehirlerdeki gençlerimiz büyük şehirlere;

büyük şehirlerdeki gençlerimiz ise fırsat yakaladığında yurtdışına göç ediyor. Bir de üstüne bugünkü iktidar, onları birilerine benzetmeye, tek tipleştirmeye

çalışıyor. Onların fikirlerine, karakterlerine, özgürlüklerine saygı duymuyor. “Sen şusun, sen busun“ diye tek bir tornadan geçirmeye çalışıyor.

Düşünmeden emir almaya hazır tek tip genç yaratmaya çalışıyor.

Değerli dostlarım,

Gençler, özgür bireylerdir. Biz onları birilerine benzetmeye çalışmıyoruz. Birileri gibi olsunlar istemiyoruz. Biz onlara hak ettikleri imkanların sunulmasını ve onların kendileri olmasınını istiyoruz.

Devletin görevi, gençleri bir şeye veya birine benzetmek değildir. Onlara isteklerini, hayallerini gerçekleştirecek imkanları sunmaktır.

Bizim hedefimiz;
Çocuklarımızın, gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla eşit seviyede eğitim alabileceği,
eşit hayat yaşayacağı,
eşit ekonomik koşullara kavuşacağı
ama en önemlisi benzer hayaller kuracağı,
bir ülke.

Bizim hedefimiz;
Gençlerimizin göç ederek dışarıda imkan kovalayacağı değil, devleti onların

hizmetine sunacağımız bir ülke.

Biz bunun için hazırız, biz gençlerle birlikte ülkemizin geleceği için hazırız.

...

Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafa eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var Kırşehir‘in DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

18 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Karabük İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Karabük 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Karabük il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Karabüklü gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Karabük teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Tarihi dokusu ve doğal çeşitliliğiyle, böylesi büyüleyici bir şehirde, böyle güzel dostlarımın arasında olmaktan mutluluk duyuyorum.

Değerli arkadaşlar,

Sözlerimin hemen başında 18 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını kazanan Azerbaycan halkına selamlarımı iletiyorum.

Can Azerbaycan’ın bağımsızlığının 29. yılını kutluyor, kardeşlerimizin topraklarının bir an önce işgalden kurtulmasını ve Kafkasya’da barış ve istikrarın hüküm sürmesini yürekten diliyorum.

Değerli konuklar,
Bu ülke cumhuriyet tarihi boyunca bir kısır döngü yaşadı.

Üste çıkanın altta kalanı ezdiği; ezilenlerin de bir gün üste çıkıp ötekileri ezmeye çalıştığı bir ülke oldu bu topraklar.

Biliyorsunuz, şu anda iktidarda olan parti, bundan 18 yıl önce, “altta kalanlar” adına yola koyularak geniş bir toplum kesiminin desteğini aldı.

Peki geniş toplum kesiminin gerçekte istediği Türkiye bugünkü Türkiye miydi?

Aydınların fikirleri yüzünden hapis yattığı, muhalefetin her görüldüğü yerde ezildiği, tek bir sesin bütün sesleri bastırdığı bir ülke mi hayal etmişlerdi?

Devran dönsün ve aynı adaletsizlikler bu defa başkaları tarafından yaşansın mı istemişlerdi?

Hayır. Bu değildi istedikleri...

Bugünkü iktidar partisi, 28 Şubat sürecinden sonra, içinden geldikleri kesimlerin ezilmesine itiraz olarak ortaya çıkan bir partiydi. O gün bu siyasi partiye destek verenlerin büyük çoğunluğu bugün derin bir hayal kırıklığı içinde.

“Biz böyle olmasını istememiştik” diyorlar
“Bize yapılan haksızlıkları başkalarına yapmak için iktidar olmadık” diyorlar. “Bu yapılanlar bizim ahlakımıza, inancımıza, örfümüze, adetimize uymaz”, diyorlar.

Büyük çoğunluk henüz yüksek sesle söyleyemiyor bunları.

Ama biliyorum ki, o adaletli insanlar aile meclislerinde, mahalle kahvelerinde, komşularıyla baş başa verdiklerinde bunları konuşuyorlar.

Şimdi ben buradan, büyük umutlarla iktidara taşıdığı o siyasi hareketin icraatlarını artık içine sindiremeyen, o yüce gönüllü insanlara sesleniyorum:

Aziz dostlarım,

Gelin, eski mağdurların yeni mağduriyetler karşısında kayıtsız kalmayacağını gösterelim.

Gelin, bu haksızlığa, bu zulme birlikte karşı çıkalım.
Gelin, kendi fikrinden olmayanları hain ilan edenleri durduralım.

Gelin toplumu, ikiye bölen, ötekileştiren, susturmaya çalışanlara “artık yeter” diyelim.

Evet sevgili dostlarım,

Şu anda ülkeyi yönetenlerin “yerli ve milli” söyleminin arkasına sığınıp yaptığı pek çok şey milletimizin zararına.

Biz onların bu dar, içe kapalı, toplumu ayrıştıran, kendi içinde kutuplaştıran ve belli kesimleri ötekileştiren milliyetçilik tanımını reddediyoruz.

Bu ülkede yaşayanların hak ettikleri özgürlük ve refah seviyesine ulaşmasını sağlayacak hiçbir şey yapmıyorlar.

Gerçek milliyetçilik, her bir vatandaşın kendi hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayabileceği bir ortam oluşturmaktır.

Gerçek milliyetçilik, bu ülkede yaşayan herkesin başını dik tutabilmesini sağlamaktır.

Gerçek milliyetçilik, vatandaşının çocuğunun geleceğinden kaygı duymadan başını yastığa koymasını sağlamaktır.

Gerçek milliyetçilik, “ulusal çıkar” gibi bahanelerle insanların sağlığıyla, canıyla alay etmek değildir.

Gerçek milliyetçilik, gençlerin hayallerini çalmak değildir.

Maalesef dostlarım, bugün ülkeyi yönetenler uyguladıkları politikaların başına “milli” gibi “yerli” gibi sıfatlar ekliyor ama yaptıklarının millilikle de yerlilikle de alakası yok.

Bugünkü yönetim, kendi seçmen tabanını daha bağımlı hale getirmek için, diğer toplum kesimleri tamamen öteleyerek devleti yönetiyor.

İnsanları siyasi fikrine, mensubu bulundukları topluma, etnik kökenine, dinine, diline, cinsiyetine göre ayırıyor, ötekileştiriyor.

Biz bu anlayışı kabul etmiyoruz.

Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışır, eşit, adil, özgür bir ülke inşa etmek için geliyoruz.

Biz hazırız, geliyoruz.

Karabük hazır mı?

...

Kıymetli misafirler,

Türkiye ekonomisi son yirmi yılın en kötü seviyesinde. Günbegün fakirleşiyoruz.

Günbegün cebimizdeki para değer kaybediyor.

Dün, dünya yoksullukla mücadele günüydü.

Ancak, ülkemizi yönetenlerin yoksullukla mücadele gibi bir dertleri yok.

Türkiye OECD ülkeleri arasında yoksulluk sıralamasında gelir dağılımı en bozuk 3’üncü ülke oldu.

Bugün TÜİK işsizlik oranını yüzde 13,4 olarak açıklasa da gerçek işsizlik oranı yüzde 31. Yani her 3 kişiden biri işsiz.

Her 3 gencimizden biri ne işte ne de okulda. Türkiye’deki çocuk yoksulluğu da OECD ülkelerinin yaklaşık iki katı.

Nüfusun %71 gibi yüksek bir oranı borç ve taksit ödüyor. Gelir eşitsizliği alarm veriyor.

Türkiye'de en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10 arasındaki gelir farkı ise 13 kat.

AB Göreli Yoksulluk standartlarına göre ülkemizde 17 milyon yoksul bulunuyor. Yani nüfusumuzun tam beşte biri yoksul.

Gelir uçurumu büyüdü, büyümeye de devam ediyor.
Kötü yönetim ve enflasyonun faturası yoksul kesime kesildi.

Asgari maaşla insan onuruna yaraşır şartlarda 1 ay yaşamak mümkün değil. Net asgari ücret 2.324 TL. Bu tutar 4 kişilik bir ailenin gıda giderleri için açlık sınırının bile altında.

Gıda harcaması, giyim, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarından oluşan yoksulluk sınırı ise 7.973 TL. Yani asgari ücretin üç katından fazla.

Dostlarım, bu tutarlar ailelerin geçinemediğini gösteriyor, çocukların bu gelirlerle iyi eğitim alamayacağını gösteriyor, iyi beslenemeyeceğini gösteriyor.

Pandemi döneminde 1.000 TL gibi sosyal yardımlarla vatandaşa yoksulluk reva görüldü.

Yönetemiyorlar ve halkımızın onuruyla oynuyorlar.

Halkımızın onuruyla oynamayın. Önce yoksulluğa mahkum edip sonra lütuf gibi ekmek yardımından söz etmeyin.

Ama arkadaşlar, üzülerek söylüyorum ki bu yönetim anlayışı ile daha iyisini görmemiz mümkün değil.

Olmayacak. Memleketin sorunlarını bu hükümet yönetemeyecek.

Kıymetli dinleyiciler,

Devlet vatandaşına adil bir sosyal koruma sağlayamıyor.

Vatandaş da devlete güvenmiyor.

Sosyal yardımları bile objektif kriterlere göre değil siyasi tercihlere göre dağıtabiliyorlar.

Biz DEVA Partisi olarak;

İnsan onuruna yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.

Sosyal yardımları objektif kriterlere göre ve hak temelli yapacağız.

İhtiyaç sahiplerini kendimiz gidip bulacağız ve destek olacağız, onların talep etmesini beklemeyeceğiz.

Sosyal yardımları aile bazlı olarak yapacağız.

Devletin parasını israf etmeyeceğiz, halkımızın hak ettiği refah seviyesine ulaşması için kullanacağız.

...
Kıymetli dostlarım,

Bu yönetim yeni bir mağdur kimlik yarattı: KHKlılar. Yani Kanun Hükmünde Kararnamelerle kamudaki işlerine son verilen vatandaşlarımız...

KHK ile son dört yılda tam 125 bin 678 kişi işinden atılmış. Öyle yargı kararı falan olmadan, denetimden geçmeden KHK ile. Yani yürütme kendini hem yasama yerine hem yargı yerine koyarak vatandaşlarımızı işten atmış.

125 bin 678 kişi ne demek? Bu kadar insanın, yüzbinlerce ailenin ekmeğiyle oynamak demek. Aklınız alabiliyor mu?

KHK ile işlerine son verildiği sigorta kaydında görüldüğü için bu insanlar özel sektörde de işe giremediler. Ülkemizde korku iklimi öyle hakim ki özel sektör de onları işe almaktan korktu. KHK’lılar, haklarında yargı kararı olmadan “vatan haini” olarak etiketlenip toplumdan dışlandı, her türlü ayrımcılığa uğradı.

Bir devlet vatandaşına bunu yapar mı?
Vatandaşını işsizliğe, açlığa, yokluğa mahkum eder mi?

Bağımsız ve tarafsız yargı kararı olmadan, birilerinin nasıl yaptığı belli olmayan listelerle isimler alt alta konup binlerce insanın işine son verilir mi?

Bu olmaz. Adına olağanüstü dönem deseniz de olmaz. Devleti yönetenler, hukuka bağlı kalmak zorundadır.

Demokratik bir hukuk devletinde, eğer birinin suçla ilişkisi olduğuna dair şüphe varsa yapılacak olan adil yargılanma hakkı çerçevesinde gerçekleşecek olan idari ve adli soruşturmalardır. Tüm bu kararların da denetime açık olması gerekir.

Ama KHK ile işine son verilen vatandaşlarımızın işlerine geri dönebilmeleri için mahkemede beraat etmeleri bile yetmedi.

Arkadaşlar,

Devleti ayakta tutacak tek şey adalettir. Adaletin “sana göre”si, “bana göre”si, “bizce”si, “sizce”si olmaz.

Her koşulda ve herkes için adalet olmak zorundadır, devlet adil olmak zorundadır.

Buradan sesleniyorum; bağımsız ve tarafsız yargı makamlarınca haklarında kesinleşmiş karar verilmemiş herkes masumdur. Bu kişilerin sorunları acilen çözülmelidir. Bu kadar geniş mağdur kitlesini görmezden gelmek çok daha ciddi siyasi, sosyal ve ekonomik problemlere yol açar.

Bu nedenle hukukun temel ilkelerini uygulayarak, vatandaşlarımızın mağduriyetleri giderilmelidir. Bu insanlar tekrar topluma kazandırılmalıdır.

Özlük hakları iade edilmelidir. İtibarları iade edilmelidir. Yapılan hukuksuz işlemler nedeniyle maruz kaldıkları tüm zararlar telafi edilmelidir.

...
Saygıdeğer konuklar,

Ekonomimiz uzun zamandır karanlık bir tünelin içinde. Işık falan da görünmüyor.

Ekonomi yönetimi, lokomotif, tren falan diyerek durumu idare etmeye çalışsa da sizler trenin uzun zaman önce raydan çıktığını çok iyi biliyorsunuz.

Doğru politikalar ve doğru adımlar ile kolayca refaha ermemiz mümkünken, ısrarla, inatla yanlışlarından vazgeçmeyen bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız.

İki hafta önce ekonomik programla fakirleştiğimizi zaten hükümet kendisi ilan etti.

Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken kişi başına milli gelirimiz 12.594 dolar iken şimdi 8.381 dolara düşeceği açıklandı.

İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesinde!

Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda, 2015 yılında, 24 milyar TL olan bütçe açığı, 2020 yılında tam on katına çıkarak 239 milyar TL olacağını açıkladılar. 10 katı 10! Bitmedi, 2023 yılına kadar da bunun azalmayacağı açıklandı.

Açıkladıkları programla Türkiye’nin yeniden borç faiz sarmalına geri döndüğü de tescil edildi. Bütçeden yapılan faiz ödemeleri benim ayrıldığım yıl 53 milyar TL idi. Bu yılki faiz ödemesi 137 milyar olarak ilan edildi. Gelecek yıl ise bu rakamın tam 179 milyara çıkacağı açıklandı.

Arkadaşlar, fakirleşiyoruz. Bunun tek bir nedeni var arkadaşlar, öyle dış güçler iç güçler falan değil: Kötü yönetim!

Geçtiğimiz günlerde açıklanan bir başka karar da Merkez Bankası politika faizinin %2 arttırılması olmuştur.

Ne oldu? Acaba hükümet faiz lobisi karşısında direnemedi mi? Son yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı ısrarla faizin enflasyonun sebebi olduğunu iddia ediyordu. Yani faiz artarsa enflasyon artar diyordu. Sizin teziniz doğruysa niçin faizi artırdınız? Bu kadar hayat pahalılığı varken bir de faiz artışıyla enflasyonu daha da mı azdırmak istiyorsunuz?

Olmadı. Tutmadı. Merkez Bankası’nın faizini sessizce artırmasıyla beraber

bütün bu uygulamalarının yanlış olduğunu, yıllardır savundukları tezlerin içinin boş olduğunu itiraf ettiler. Çıkıp bu faiz artışını anlatacak, savunacak birisi oldu mu? O günden bugüne hükümetten bu konuda çıt yok.

Merkez Bankası’nda yıllardır biriktirilen tam 120 Milyar dolar dövizi bir inat uğruna yaktılar.

Arkadaşlar bunlar bilmiyorlar, ekonomi yönetimini de beceremiyorlar.

Ama artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.

Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Oysa ülkeyi yönetenlerin artık güven ortamını yeniden tesis etme imkanı kalmadı.

Bu yönetim başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecek.

Kendi vatandaşımız parasını başka ülkelere götürüyor. Korkuyor. Devlete güven yok.

Güvenin olmadığı bir ülkede döviz kuru artar, işsizlik artar, yoksulluk artar, açlık artar.

Bu ülkenin vatandaşları, insan haysiyetini yok sayan, insan onurunu ayaklar altına alan bir ekonomiyi hak etmiyor.

Fakirleşiyoruz ve bunu iliklerimize kadar hissediyoruz arkadaşlar.

Bu ülkenin vatandaşları kötü yönetimin bedelini daha fazla ödeyemez. Kimse artık halkımızdan bunu beklemesin. Kendileri yaşam standartlarından vazgeçemezken, halkımızın bu kötü yönetimin bedelini ödemesini istemesin.

Bu bizim kaderimiz değil arkadaşlar.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

Doğmamış çocuklarımıza kadar her birimizi borca sokan Varlık Fonu’nu kapatacağız. Ben 5 yıl direndim, hükümetteyken izin vermedim. Ben ayrıldıktan hemen sonra kurdular. Varlık Fonu dedikleri fonun devletin kendi açıkladığı bilançolarda bugün tam 63 Milyar Lira borcu var.

Şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesine uymayan hiçbir iktidara güven olmaz.

Bu sizin kendi malınız mülkünüz değil. 84 milyonun hakkı olan bir sitemi yönetiyorsunuz. Kimden neyi saklıyorsunuz? Kanun metnine her türlü denetimden aridir yazılır mı? Neyi gizliyorsunuz?

Bu emanettir. Emaneti koruyun, emanete zarar vermeyin. Kim ki “ben, ben” demeye başlar, ondan sonra hatalar birbirini kovalar. Devlet yönetimine emanet gözüyle bakmayanlardan korkun.

...
Kıymetli Karabüklü hemşerilerim,

Biliyorum, sizler de bu kötü yönetimin sonuçlarından fazlasıyla payınızı aldınız. Yatırımlardan, desteklerden mahrum kaldınız.

Yıllardır Eskipazar’da “Metal ve Metal Ürünleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi” kurulacağı söyleniyor. Büyük bir istihdam alanı yaratacağı düşünülen bu sanayi bölgesi bir türlü kurulmuyor. Nedenini bilen var mı? Size bir açıklama yapıldı mı?

Devlet böyle plansız, programsız, hesapsız yönetilince tüm projeler lafta kalıyor. Seçim dönemlerinde vaat olarak sıralanıp rafa kaldırılıyor.

Karabük, hava kirliliği yüksek şehirlerimiz arasında yer alıyor. Hele hele Covid-19 salgınına bir de hava kirliliğinin eklenmesi Karabüklü vatandaşlarımızın büyük bir sağlık riskiyle karşı karşıya bırakıyor.

Karabük’te hava kirliliğinin önlenmesi için acil tedbirler gerekmekte.

Yine bu salgın dönemi bize gösterdi ki Karabük’teki hastanelerin yatak kapasiteleri yetersiz. Karabüklü vatandaşlarımız tedavi için çevre şehirlere gitmek zorunda kalıyor.

Hastanelerin vatandaşlarımıza tam bir hizmet sunabileceği kapasitelere kavuşturulması gerekiyor.

Bunun şakası yok, taşımalı hasta ile tedavi olmaz arkadaşlar.

UNESCO tarafından “dünya mirası” listesine alınan Safranbolu, kendine has dokusu, yığma evleriyle gören herkesi büyülüyor. İlimizin de en önemli turizm gelirlerinden birini sağlıyor.

Fakat pandemi döneminde Safranbolu da gerekli ilgiyi göremedi. Oradaki esnafımız, yatırımcımız zor günler geçiriyor, biliyorum. Buradaki esnafımıza, iş insanlarımıza destek olunmalıdır. Aylardır iş yerleri kapalı kalmış turizm işletmelerinden şu süreçte turizm vergisi alınmamalıdır.

Sadece Safranbolu değil, Karabükteki büyük küçük birçok esnafımız da bu süreçten olumsuz etkilendi. Diğer ülkeler vatandaşlarına hibe verirken, enerji üretimi gibi zorunlu giderlerde indirim uygularken, bizim ülkemizde krediler verildi. Karşılıksız destekler verilemedi.

Dahası vatandaşa IBAN verildi. Onu da beceremediler.

Türkiye’nin ilk ağır sanayi fabrikası Kardemir, şehrimizin en büyük fabrikası. 1937’de kurulan ve bugün binlerce hemşerimize istihdam sağlayan bir fabrika. Fakat dostlarım orası da siyasal iktidarın haksız atamalarına sahne oldu.

Bunlar şehrimize yakışmıyor.

Biz Karabük’ün dertlerini biliyoruz, görüyoruz. Karabük’ün demokrasiye ihtiyacı var. Karabük’ün atılıma ihtiyacı var. Karabük’ün DEVAya ihtiyacı var.

Biz Karabük’e DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Karabük hazır mı?
...
Değerli konuklar,

Ülkemiz genelinde kadınlarımız layık oldukları hayatı yaşayamıyor. Hak ettikleri mesleklerde çalışamıyor.

DEVA Partisi’nin bu ülkeyi kalkındırmak için öncelikli hedefi kadınlar ve gençler olacak. Kadınların ve gençlerin ekonomik hayata katılımlarını teşvik edeceğiz.

Gençlere, kadınlara sadece hibe ve teşvikler vererek değil, aynı zamanda danışmanlık da yaparak kendi işlerini kurmalarının önünü açacağız.

Kadınların, erkeklerle eşit fırsatlardan yararlanmasını sağlaması için azami çaba göstereceğiz.

Biz kadınları; güçlü, üretken ve her alanda söz sahibi bir konuma getirmek için çalışacağız.

Kadınlara yönelik ayrımcılığa sebep olan her türlü uygulamayla mücadele edeceğiz.

Siyasette kadın sayısını artırmak için çalışacağız. Daha evvel de söyledim:

Siyaset, sadece erkeklere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Biz kadınlarla birlikte bu ülkenin kalkınacağını, adalete kavuşacağını, özgürleşeceğini çok iyi biliyoruz.
...

Saygıdeğer konuklar;

Ülkeyi yönetenler içe kapalı bir rejim inşa ettiler. Şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi temel ilkeleri tamamen sözlüklerinden çıkardılar.

Bunun en acı sonuçlarından birini maalesef içinde bulunduğumuz Covid-19 sürecinde görüyoruz.

Halkımızın sağlığını umursamadan, sayıları değiştirdiklerini ilan ettiler. Çok acı bir itiraftı bu.

Türk Tabipler Birliği aylarca “sayılar yanlış, bunları beşle çarpın, onla çarpın” diye feryat ediyordu. Ama sırf gerçekleri söyledikleri için kıymetli sağlık çalışanlarımıza “hain” dediler.

Ne zaman beğenmedikleri bir fikirle karşılaşsalar başlıyorlar hain demeye. Saymaya bir başlasak onlara göre ülkenin yarısı hain.

Bu hükûmetin hakikatle bağı kalmadı dostlarım.

Açıkladıkları tabloların doğruyu göstermediğini kabul ettiler. Bir de buna “ulusal çıkar” dediler. Halkımız hastalanıyor, ölüyor. Bunun şakası yok. Vatandaşını yaşatmaktan daha önemli hangi ulusal çıkar olabilir ki?

Aklımızla dalga geçer gibi “Vaka ayrı, hasta ayrı” açıklaması geldi. Ama her hastayı da hasta olarak görmediklerini söylediler. Testi pozitif çıkacak, hastanede yatacak, semptomları gösterecek. Sadece bu kişiler tablolara girdi. Bunların biri bile yoksa, diyelim ki ateşi yok, bu kişi tabloda da yok. Diyelim ki bu kişi hastanede yok, o zaman tabloda da yok.

Sonra da “semptom göstermeyenleri de paylaşacağız” dediler. Arkadaşlar, bu da yalan çıktı. Bu rakamları da sadece Dünya Sağlık Örgütü’ne verdiler. Bizim vatandaşımıza yine bu rakamlar açıklanmıyor.

Buradan soruyorum;

Yahu siz bu ülkenin insanlarından ne istiyorsunuz? Bütün özgürlüklerini bir bir ellerinden alıyorsunuz, adaletsiz bırakıyorsunuz, siz bu ülkenin insanından ne istiyorsunuz?

Ekonomiyi batırdınız, insanları kuru ekmeğe muhtaç ettiniz, ne istiyorsunuz?

Tüm dünyanın pençesine düştüğü Covid-19’la mücadelede onları yalanlarla kandırdınız. Tüm bu zulümler yetmedi de bir de vatandaşımızın sağlığına adeta göz diktiniz.

Böyle salgın falan yönetilmez. Böyle ülke yönetilemez.

Yeterli test yaptırmadılar. Test için insanları pozitif hastalarla aynı ortamlara soktular. Testi yapılanı toplu taşımayla evine gönderip “hadi git sonucunu bekle” dediler. İşler öyle bir noktaya geldi ki, sanki devlet hastalığın yayılmasını sağlamak için daha çok çaba harcadı.

Defalarca söyledik, test sayısını arttırın, test istasyonları kurun.

Ama her şeyden önce dürüst olun. Halka doğruları söyleyin. Verileri düzgün paylaşın. Önlem alın.

...
Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafa eşitlik için, adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var
Karabük’ün DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.

17 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Erzurum İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Erzurum 1. Olağan İl Kongresi Konuşması:

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Erzurum il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Erzurumlu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Erzurum teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Halkı için, milleti için gözünü kırpmadan canını ortaya koyanların şehrinde olmaktan onur duyuyorum.

Sizleri bugün,
93 Harbinde 3 aylık evladını evde bırakıp cepheye koşan, iki evladı Birinci Dünya Savaşında şehit olan Nene Hatun’un şehrinden,

Sizleri bugün,
Milli Mücadele’nin en önemli kongrelerinden birinin, Erzurum Kongresinin gerçekleştiği şehrimizden,

Kazım Karabekir Paşa’nın savunduğu topraklardan,

Sizleri bugün,
27 Mayıs Darbesi'nde en genç yaşta tutuklanan ve Yassıada’da yargılanan Erzurum vekili Abdulmelik Fırat’ın şehrinden selamlıyorum.

...

Erzurum Kongresi, Kurtuluşa giden yolda, o zor şartlarda Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında, 62 delegenin toplanmasıyla gerçekleşmişti.

Sözlerime o delegeler arasında yer alan, ayrıca Birinci Meclisimizin Erzurum mebusu da olan Hüseyin Avni Bey’in sözleriyle başlamak istiyorum:

“Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir.”

Evet değerli konuklar,

Bu sene birinci meclisimizin 100. Yılını kutladık. Bu yüz sene içinde meclisimiz çok badireler atlattı. Ama Gazi meclisimiz hiçbir zaman bugünkü kadar kıymetsiz, değersiz görülmemişti.

Savaş koşullarında bile görevine devam etmişti.

Birinci Meclis, her türlü tartışmanın yapıldığı, vatandaşların haklarının her şeyin üstünde tutulduğu gerçek anlamıyla milletin meclisiydi.

Milli Mücadele şartlarında, cephede savaş sürerken Hüseyin Avni Bey meclis kürsüsünden Erzurum’da tutuklanan bir gazetecinin haklarını savunmuştu. Evet, tam da o şartların içindeyken Hüseyin Avni Bey, bir gazetecinin haksız yere tutuklanmasıyla ilgili gensoru vermişti.

Kendisine “gensoru da ne oluyor” diyenlere ise
“Gensoru vazife oluyor, vatanseverlik oluyor. Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir” diye cevap vermişti.

O gün, o ağır şartlara, devam eden savaşa rağmen tutuklanan bir gazeteci için Meclis’te gensorunun görüşülmesi kabul edildi.

Hüseyin Avni Bey meclis kürsüsünden “Gazeteciliğin vazifesi budur. Şayet bunda kanuna aykırı sözler varsa Basın ve Yayın Kanunu vardır, adliyeye sevk ederler. Ben kendi kanaatime göre bütün gazetelerin serbest yazmalarını kabul ederim. Bence serbest yazılan yazılardan kıymetli yazı yoktur” demişti.

Bugün bu tartışmaların yapılabildiği bir Meclisimiz yok.

Bugün, Birinci Meclisteki gibi çoğulcu, herkesin kendi kimliğiyle, kendi hür fikriyle yer alabildiği bir Meclisimiz yok.

Bugün, yürütme organı tarafından değersizleştirilmiş, denetim görevini yapamayan, sistemdeki önemini yitirmiş bir Meclisimiz var.

Milletvekillerine kürsüde yaptıkları konuşmalar için dahi fezlekeler hazırlanıyor. Milletin seçtikleri görevlerinden alınıyor.

Daha evvel de söylemiştik: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin sesidir, demokrasimizin nefesidir.

O yüce kürsünün arkasında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazar. Bu düstur basit bir duvar yazısı değildir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin sesidir, çünkü Türkiye tek sesli bir ülke değildir. Yüce Meclisimizde Türkiye’nin tüm sesleri temsil edilir.

Ne yazık ki Meclisimiz çok sesliliğini yitiriyor. Hükûmet, milletimizin hür iradesine göz dikiyor.

Biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi, yargılanan bir milletvekiliyle ilgili hak ihlaline hükmetti. Ama alt mahkeme bu karara uymadı. Adeta “Sizi ilgilendirmez, istediğim gibi ihlal ederim” dedi.

Arkadaşlar böyle olmaz. Böyle hukuk olmaz, böyle devlet olmaz.

Anayasa Mahkemesi, bu ülkenin en yüksek yargı oranı. Alt mahkeme onun kararına uymak zorunda. Bu bir yasal zorunluluk.

Hele hele Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, hak ihlallerinde ülkemizdeki en önemli telafi mercii. Daha on sene evvel
bizlerin de içinde olduğumuz bir ekip bu hakkı getirmişti. Yapılan düzenleme tarihi nitelikteydi ve nitekim hak ihlallerini kısmen telafi etme imkanı geldi bu sayede.

Şimdi iktidar ve küçük ortağı kalkıp bireyler lehine hükmedilen bu “ihlal” kararlarına karşı çıkıyorlar. Yerel mahkemeler de bundan güç alarak “Anayasa Mahkemesi kararı bizi ilgilendirmez” diyebiliyor.

Bundan bir asır önce savaş ortamında dahi “Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir” diyebilen vekiller varken, ve bunun gereği yapılırken, bugünkü tablo içler acısı bir tablodur.

Buradan herkese sesleniyorum. Gerçek bir hukuk devletinde bunlar olamaz. Yargıyı; bir kişinin, bir grubun, dar bir zümrenin keyfine göre kullanamazsınız.

Kimse kusura bakmasın, halkımız mağdur edildiğine inandığında Anayasa Mahkemesine başvuracak ve elbette hakkını arayacak.

Anayasa Mahkemesi’nin kararları karşısında da herkes görevini yapacak. Bu kararlar bağlayıcıdır, yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak zorundadır.

Biz hukuk devletini hiçe sayan bu anlayışı reddediyoruz.

Kim ne derse desin biz insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, güçler ayrımını savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Biz adil olacağız. Biz yargıya müdahale etmeyeceğiz. Biz yargının tarafsız ve bağımsız olması için ne gerekiyorsa yapacağız.

Biz bunları gerçekleştirmek için hazırız. Türkiye’nin devası hazır.

Erzurum hazır mı? ...

Kıymetli dostlarım,
100 sene önce Hüseyin Avni Bey’in “Serbest yazılan yazılardan kıymetli yazı yoktur” dediği ülkede bugün her muhalif fikir cezalandırılıyor.

100 sene önce bir tek gazetecinin tutuklanmasına karşı mücadele edilen ülkede, bugün 120 civarında gazeteci cezaevinde, tam 715 basın kartı da iptal edilmiş.

Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün 2020 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ne göre Türkiye basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer aldı.

Bu utanç verici tabloyu Türkiye hak etmiyor.
Her eleştireni yargılıyorlar. Beğenmedikleri her görüşe saldırıyorlar.

Demokratik bir hukuk devletinde eleştiriden korkulmaz. Demokratik bir hukuk devletinde özgür basından korkulmaz.

Peki mevcut iktidar niçin korkuyor? Çünkü hiçbir konuda çözüm üretemiyor artık. Çünkü haksızlar ve bunu biliyorlar.

Oysa biz haklı olduğumuzu biliyoruz. Biz eleştirilerimizin haklılığından güç alıyoruz.

Ne istiyorlar? Her gazete aynı manşetle mi çıksın istiyorlar? Kimse farklı bir şey söylemesin, farklı bir haber vermesin mi diyorlar?

Kusura bakmayın, bu ülkenin baskıcı yöneticilere değil, özgür gazetecilere ihtiyacı var! Bu ülkenin tek sesliliğe değil çok sesliliğe ihtiyacı var!

Bu ülkenin hamasete, kavgaya, bağırıp çağırmaya değil, aklı selimle konuşmaya ihtiyacı var.

Bugün yaşananların hiçbirisi kaderimiz değil, kıymetli dostlarım.

Emin olun, hak ve özgürlüklerle ilgili bu sorunları düzelttiğimiz zaman ekonomimizi de düzeltmeye başlayacağız.

Dış politikayı da, eğitimi de, sağlığı da düzelteceğiz. Şu an yaşadığımız sorunların temelinde bir zihniyet problemi vardır. Hakkı, adaleti, dürüstlüğü, liyakati ilke edinirseniz inanın her şey çabuk düzelir.

Biz düzelteceğiz.

DEVA Partisi düzeltecek! ...

Değerli konuklar, saygıdeğer izleyiciler,

Biraz önce ifade ettim, şu anda Gazi meclisimiz 100 sene öncesinden daha geride.

Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi denilen sistemsizlikle, meclisimiz adeta yok hükmünde artık.

Bu sebepledir ki, biz sizlere güçlendirilmiş parlamenter sistemin sözünü veriyoruz. Meclisimizi eskisinden de daha güçlü hale getirerek milletin evi yapmaya gayret edeceğiz. Kanun Hükmünde Kararname gibi meclisin yetkilerini gasp eden uygulamalara da son vereceğiz.

Son 4 senede bu ülkede OHAL gerekçe gösterilerek bir KHK zulmü uygulandı, uygulanıyor. Bağımsız ve tarafsız yargı kararı olmadan binlerce vatandaşımızın işine son verildi. Tam 125 bin 678 kişinin işine son verildi arkadaşlar!

Demokratik bir hukuk devletinde, yapılacak tüm idari soruşturma veya yargılamalar, adil yargılanma hakkı çerçevesinde olmalıdır. Bir kamu görevlisinin hukuka aykırı eylemleri bağımsız ve tarafsız yargı kararı ile tespit edilmelidir.

Değerli dostlarım; OHAL KHKları ile herkesin ismi tek tek bir kararnameye yazıldı, herkes tek bir sepete atıldı, insanların işlerine, aşlarına son verildi.

Oysa KHK kullanılarak bireyler için idari işlem yapılamaz. Ama yapıldı, hukuk yok sayılarak yapıldı.

KHK ile işine son verilen vatandaşlarımızın büyük bir kısmı yargı tarafından aklandı. Ama bu vatandaşlarımız işlerine geri dönemediler. Bir kısmı hakkında dava bile açılmadı. Ama onlar da işlerine geri dönemedi.

Daha kötüsü ne biliyor musunuz?

KHK mağduru vatandaşlarımız, özel sektörde de işe alınmadı. Ülkemizde korku iklimi öyle hakim ki, özel sektör de onları istihdam etmekten korktu. Vatandaşlarımız böylece açlığa terk edildi.

Bunların hiçbiri hukuki değil. İnsani değil. Bir devlet vatandaşını yaşatmak için vardır, yok etmek için değil.

Güçlü devlet, vatandaşını ekmeğe muhtaç bırakan devlet değildir. Güçlü devlet, gazetecilerini aydınlarını hapse atan devlet değildir.

Güçlü devlet, hukukun üstünlüğü ilkesini çiğneyerek güç gösterisi yapan devlet değildir.

Güçlü devlet, özgürlüklerin kısıtlanmasını bir marifet sayan, doğarken kimlik kartı verdiği vatandaşını çaresizliğe terk eden devlet değidir.

Buradan sesleniyorum; bağımsız ve tarafsız yargı makamlarınca haklarında kesinleşmiş karar verilmedikçe herkes masumdur. Bu kişilerin özlük hakları iade edilmelidir. İtibarları iade edilmelidir. Yapılan hukuksuz işlemler nedeniyle maruz kaldıkları tüm zararlar telafi edilmelidir.

...
Saygıdeğer misafirler,
Ülkemiz çok ağır bir ekonomik krizin içinden geçiyor. Ekonomimiz son yirmi yılın en kötü durumunda.

Ülkeyi yönetenler yalanlarla kandırmaya çalışsalar da Türkiye fakirleşiyor. Paramız değersizleşiyor. Cebimizdeki Türk Lirası günden güne eriyor. Halkımız yoksullaşıyor.

Bugün Dünya Yoksullukla Mücadele günü aynı zamanda. Pandeminin de etkisiyle son dönemde çok sayıda işyeri kapandı. Pandemiden evvel başlayan ve devam eden ekonomik krizle işsiz, gelirsiz ve yoksul nüfusumuz arttı.

Hükümet ise, vatandaşlarının yoksullaşması karşısında etkili bir şey yapamadı.

Artık yoksulluk, basit bir gelir yetersizliğinin çok ötesinde bir hal aldı.

Nüfusun %71 gibi yüksek bir oranı borç ve taksit ödüyor.

Ülkemizde, en zengin yüzde 20, gelirin yaklaşık yarısını alıyor.
Ülkemizdeki en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10 arasındaki gelir farkı ise tam 13 kat.

Avrupa Birliği kriterlerine göre hesap ettiğimizde ülkemizde 17 milyon yoksul insan bulunuyor. Değerli arkadaşlar, bu nüfusumuzun beşte biri demek.

Askıda ekmek diye bir proje başlattılar. Bu yaptıklarından hiç utanmıyorlar mı? Bir ülkede adaleti, insan haklarını, demokrasiyi askıya alırsanız o ekmeği de askıya koymak zorunda kalırsınız.

Bu, iktidarın bir ortağının vatandaşının ekmek parasına muhtaç kaldığını açıkça ilan etmesi demek. Bu nasıl bir önerim anlayışıdır?

Bu nasıl bir utanmazlıktır? Söze gelince “yerli” diyorlar, “milli” diyorlar. Milliyetçilik askıya ekmek koymak değildir.

Milliyetçilik bu ülkenin her bir vatandaşını aynı samimiyetle kucaklayabilmektir.

Milliyetçilik, bu ülkenin her bir vatandaşının doğuştan gelen ve anasından emdiği ak süt kadar helal olan haklarını olduğu gibi teslim etmektir. Milliyetçilik bu ülkenin refahını topyekun yükseltmektir. Milliyetçilik kutuplaştırmak değildir. Bu ülkenin bazı vatandaşlarını, bazı kesimlerini ötelemek değildir.

Milliyetçilik bu ülkeyi topyekun kalkındırmaktır. Bu ülkenin çıkarlarını hem bölgesinde hem dünyada adamakıllı korumak ve savunmaktır.

Bu yoksulluk çözümsüz, dermansız DEVAsız değil arkadaşlar. Bu yoksulluk kaderimiz değil.

Değerli arkadaşlar,

Biz, yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız. İhtiyacı olanı biz gidip bulacağız ve yardım edeceğiz.
Biz bu yardımları aile bazlı ve hak bazlı yapacağız.
...

Saygıdeğer dinleyiciler,

Hatırlayın ne diyorlardı. Güya bütün sorunlarımızı bu yeni sistem çözecekti.

Peki ne oldu? Bu sistem neyi çözdü? Siz bir tek sorunun çözüldüğü gördünüz mü? Günden güne fakirleşiyoruz. Günden güne sorunlarımız artıyor. Her gün paramız değer kaybediyor. Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sisteminin başladığı gün dolar 4 buçuk liraydı, Bugün dolar neredeyse 8 lira. Bu ne demek? Paramız pul oldu pul.

Hükümet, lokomotif, tren falan diyerek ekonomiyi anlatmaya çalışsa da, sizler trenin uzun zaman önce raydan çıktığını çok iyi biliyorsunuz.

İki hafta önce açıklanan ekonomik programla, fakirleştiğimizi zaten hükümet kendisi ilan etti.

Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken, 961 milyar dolara ulaşan milli gelirimiz, bu yıl 702 milyara gerileyecek.

Aynı dönemde kişi başına milli gelirimiz 12.594 dolar iken şimdi 8.381 dolara düşeceği açıklandı.

Arkadaşlar tren raydan ne zaman çıktı görmüyor muyuz hepimiz?

İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesinde!

Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda, 2015 yılında, 24 milyar TL olan bütçe açığı, 2020 yılında tam on katına çıkarak 239 milyar TL olacağını açıkladılar. 10 katı 10! Bitmedi, 2023 yılına kadar da bunun azalmayacağını açıkladılar.

Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda yüzde 27,5 olan kamu borç yükü, bu yıl milli gelirin yüzde 41,1’ine çıkacaktır.

Açıkladıkları programla Türkiye’nin yeniden borç faiz sarmalına geri döndüğü de tescil edilmiştir.

Bütçeden yapılan faiz ödemeleri benim ayrıldığım yıl 53 milyar TL idi. Bu yılki faiz ödemesi 137 milyar olarak ilan edildi. Gelecek yıl ise bu rakamın tam 179 milyara çıkacağı açıklandı.

Arkadaşlar, fakirleşiyoruz. Bunun tek bir nedeni var arkadaşlar, öyle dış güçler iç güçler falan değil: Kötü yönetim! Yönetemiyorlar.

Geçtiğimiz günlerde açıklanan bir başka karar da Merkez Bankası politika faizinin %2 arttılması olmuştur.

Ne oldu? Acaba hükümet faiz lobisi karşısında direnemedi mi? Son yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı ısrarla faizin enflasyonun sebebi olduğunu iddia ediyordu. Yani faiz artarsa enflasyon artar diyordu. Sizin teziniz doğruysa niçin faizi artırdınız? Bu kadar hayat pahalılığı varken bir de faiz artışıyla enflasyonu daha da mı azdırmak istiyorsunuz?

Olmadı. Tutmadı. Merkez Bankası’nın faizini sessizce artırmasıyla beraber bütün bu uygulamalarının yanlış olduğunu, yıllardır savundukları tezlerin içinin boş olduğunu itiraf ettiler. Çıkıp bu faiz artışını anlatacak, savunacak birisi oldu mu? O günden bugüne hükümetten bu konuda çıt yok.

Arkadaşlar bilmiyorlar. Ekonomi yönetimini de bilmiyorlar.

Ama artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.

Devletin kara günler için yıllardır biriktirdiği yedek akçe hesabı vardır. Geçen yıl bir kalemde harcayıp bitirdiler. 2019’da biriken yedek akçeyi de 2020 yılının hemen başında hemen harcadılar. Sabredemediler.

Bir de çıkıp “kur bizi ilgilendirmiyor” diyorlar. Ya siz vatandaşın aklıyla alay mı ediyorsunuz?

Kur sizi ilgilendirmiyor da niçin akaryakıta zam yapıyorsunuz? Niçin elektriğe zam yapıyorsunuz? Bunların maliyetinin direkt döviz kuruna bağlı olduğunu bu halk anlamıyor mu zannediyorsunuz?

Devletin borcunun önemli bir kısmının döviz borcu olduğunu bu millet bilmiyor mu sanıyorsunuz? Kur önemli değil de, Merkez Bankası’nda yıllardır biriktirilen tam 120 Milyar dolar dövizi bir inat uğruna niye erittiniz, niye yaktınız?

Hele hele Erzurum gibi kışı çetin ve sert geçen bir şehirde, elektriğe doğalgaza ödediğiniz faturalarla ekonominin ne halde olduğunu çok iyi biliyorsunuz.

Hafta başında TÜİK, işsiz sayısının %13,4 olduğunu açıkladı. Ama sizler bunun gerçekte %31 olduğunu çok iyi biliyorsunuz.

Her üç kişiden biri işsiz değerli arkadaşlar.

Yatırım olmadan istihdam oluşmaz, işsizlik sorunu çözülemez. Yatırımcı ise güven ortamı ister.

Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Oysa ülkeyi yönetenlerin artık güven ortamını tesis etme imkanı kalmamıştır.

Bu yönetim başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecektir.

İşten çıkarmaların yasaklanmasıyla kayıtlı çalışanlar bordrolardaki yerlerini koruyabildiler. Ancak bu çalışanlar normal dönemde elde ettikleri gelirin çok altında bir gelirle yaşamak zorunda kaldı. Kısa çalışma ödeneği alan çalışanlara ortalama aylık 1.547 lira, ücretsiz izne ayrılanlara ise net 1.168 lira ödeme yapılabildi.

Asgari ücretin 2.324 lira,
Türk-İş tarafından açıklanan açlık sınırının 2.448 lira,
yoksulluk sınırının ise 7.973 lira olduğu bir ortamda,
bu ödenenler insanlık onuruna yakışmayan, sefalet ücreti denilebilecek düzeyde.

Bu ülkenin vatandaşları, insan haysiyetini yok sayan, insan onurunu ayaklar altına alan uygulamaları hak etmiyor.

Fakirleşiyoruz ve bunu iliklerimize kadar hissediyoruz arkadaşlar.

Bu ülkenin vatandaşları kötü yönetimin bedelini ödeyemez. Kimse artık halkımızdan bunu beklemesin. Bu ülkeyi yönetenler kendi yaşam standartlarından en ufak bir eksilme yaşamazken, hiç kimse halkımızdan bu kötü yönetimin bedelini ödemesini istemesin.

Bu bizim kaderimiz değil arkadaşlar.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

Doğmamış çocuklarımıza kadar her birimizi borca sokan Varlık Fonu’nu kapatacağız. Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları yeniden itibarlı hale getireceğiz.

İktidar olanların niyetleriyle şekillenen, keyfi kararlarla ülkenin geleceğini karartan tüm uygulamalara son vereceğiz.

...


Saygıdeğer izleyiciler, sevgili Erzurumlu hemşerilerim,
Erzurum Türkiye’nin yüzölçümü bakımından en büyük dördüncü ili. Tarım ve Hayvancılık için oldukça müsait arazi yapısı bulunuyor.

Erzurum; hayvan varlığı açısında Türkiye'nin en önemli ilerinden biri. Bu nedenle hayvancılığın gelişmesi için;

Hayvancılık İhtisas Organize Sanayi Bölgesi,

Erzurum’a ve bölgeye hitap eden “Ot ve Yem Borsası’’ ve

Modern bir süt fabrikası

kurulmalıdır.

Mevcut Et ve Süt Kurumu daha aktif hale getirilmeli ve kapasitesi artırılmalıdır.

Sözleşmeli besicilik modeli geliştirilmelidir.

Erzurum ve ilçelerinde Hayvan Borsası ve Hayvan pazarları kurulmalıdır.

Üretilen sütün sanayiye aktarılması ve işlenerek daha yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülebilmesi için “soğutmalı süt toplama merkezleri” kurulmalıdır.

Bitkisel üretimde verimliliği artırmak için laboratuvarı olmayan ilçelere birer adet “Toprak Tahlil Laboratuvarı’’ kurulmalıdır.

Başta Çoruh vadisi olmak üzere, mikro klima özelliğine sahip ilçelerde Elma, Armut, Vişne, Ceviz, Kiraz, Dut, Erik gibi bazı meyveler için Erzurum’a uygun katma değeri yüksek meyvelerin üretimi artırılmalıdır.

Erzurum ve çevresinde “Suni Tohumlama Üretim Merkezi’’ kurulmalıdır.

İspir ve Hınıs fasulyesi Erzurum'un marka ürünleri olarak tanıtılmalıdır. Bu ürünlerin organik üretimi artırılmalı, söz konusu ilçelerde bakliyat eleme, tasnif ve paketleme tesisi kurulmalıdır.

Böylesi geniş topraklara sahip ve stratejik bir konumda olan Erzurum’da üretim faaliyetlerinin artması ihracatımızı da artıracaktır.

Erzurum’un kışının uzun sürmesinin büyük bir dezavantaja sebep olduğunu biliyorum. “Kura bakmıyoruz” diyorlar ya, siz inşaat için, elektrik için, doğalgaz için mecbur bakıyorsunuz biliyorum. Bütün bu inşaat maliyetleri, enerji maliyetleri dövize bağlı olduğundan kur arttıkça maliyet artıyor.

Doğru ekonomi politikalarıyla Erzurum’un ayağa kalkacağını biliyorum.

Sanayi sektörünün payının en düşük olduğu şehirlerden olan Erzurum’un sanayisinin geliştirilmesi için önlemler alınması ve böylece istihdamın da artırılması gerekmektedir.

Yatırımcılarımıza özellikle yatırım maliyetlerini artıran tüm bu alanlarda teşvik uygulanması için politikalar geliştirilmelidir.

Bir üniversite şehri olan Erzurum’un dijital altyapısı güçlendirilmeli ve teknoloji alanındaki girişimciliğin önü açılmalıdır.

Erzurum nüfusu genç bir ilimiz. Gençlerde işsizlik oranı tarihin rekor yüksek seviyelerinde. Daha kötüsü gençlerimiz umudunu yitirmeye başladı. Gençlerimiz ülkemizden göç ediyor. İnsan sermayemizi kaybediyoruz.

Niçin bu gençleri kaybediyoruz? Çünkü gençlere istihdam yaratamıyoruz. Çünkü gençlere iş imkanı sağlayamıyoruz. Çünkü gençler özgürlük istiyor. Gençler geleceklerinden endişe duymak istemiyor. Gençler kendilerine saygı duyulmasını istiyor.

Biz ortak bir gelecek inşa etmek üzere yola çıktık. Ortak geleceğimizin yolu bugünden geçiyor. Bugün gençliğimize yatırım yapmazsak nasıl geleceği inşa edeceğiz?

Biz Erzurumlu anne babaların sesini duyuyoruz. Kaygılarını biliyoruz. Geleceğin dünyasında evlatlarının iyi yerlerde olmasını istiyorlar, biliyoruz. Biz gençlerimizin korkularını, hayallerini, taleplerini de biliyoruz.

İşte bu yüzden biliyoruz ki, DEVA Partisi hepimizin tek umudu!

Biz gençlerin umudunu çalanlara karşı, gençlerle birlikte yepyeni, özgür, zengin bir ülke için çalışmaya hazırız.

Erzurum, siz de hazır mısınız? ...

Değerli vatandaşlarım,

Bugün Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki haksız işgali nedeniyle masum canlar hayatını kaybediyor.

Ermenistan tarafından işgal edilen Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan Cumhuriyeti’nin öz toprağıdır. Biz, Ermenistan’ın bu hukuksuz işgali derhal sonlandırması gerektiğini düşünüyoruz ve Azerbaycan’ın uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını sonuna kadar destekliyoruz.

Biz yıllardır devam eden gerginliğin, savaşın, dökülen kanın artık nihai bir barış anlaşması ile sonlandırılmasını istiyoruz.

Başta Türkiye ve Minsk grubu olmak üzere tüm uluslararası kamuoyunu da yaşanan bu çatışmanın adil bir müzakere süreciyle derhal sona erdirilmesi için çalışmaya davet ediyoruz.

...
Kıymetli katılımcılar, ekranları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımız,

Biz, DEVA Partisi olarak özgürlük, adalet, eşitlik ve toplumsal barış için, insanımızın hak ettiği yaşam için yola çıktık.

Türkiye’de kutuplaşmadan değil, güvenden; kayırmacılıktan değil, liyakatten beslenen bir siyaseti hakim kılacağız.

Kadınların ve gençlerin en önde yer aldığı, herkesin eşit seviyede söz sahibi olduğu, engelli vatandaşlarımızın siyasette engellenmediği partimizle, adalet için, hukuk için, özgürlük için geliyoruz.

Biz, bu ülkedeki her bir bireyin eşit ve özgür vatandaş olması için mücadele edeceğiz!

Bakın çok açık ifade ediyorum;
Tüm Türkiye’ye, bu ülkenin bütün vatandaşlarına sesleniyorum.

Biz DEVA partisi mensupları olarak taahhüt ediyoruz ki, Türkiye’nin neresinde yaşarsa yaşasın, her bir vatandaşımızın insan olmaktan kaynaklanan tüm temel hak ve özgürlükleri tanınıp, yasal ve anayasal güvenceye bağlanıncaya kadar bu mücadelenin neferleri olacağız.

Temel hakların tanınması insan onuruna saygının gereğidir.

Bu haklar kimseyle müzakere edilemez. Bu haklar oylamaya tabi de tutulamaz.

Biz DEVA Partisi olarak, mevcut yönetimin, küçük ortağının peşine takılarak ortadan kaldırdığı bütün demokratik hakları yeniden sağlamak için çalışacağız.

Biz, etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliğimizi dikkate alarak toplumdaki tüm farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunuyoruz.

Her türlü ayrımcılığa karşıyız. Herkesin kendisini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesini sağlayacağız.

Kadınların yaşadığı her türlü baskı, ayrımcılık, kötü muamele karşısında dimdik duracağız ve buna karşı en etkili şekilde mücadele edeceğiz.

Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasinin gereği neyse onu yapacağız.

Demokratik bir hukuk devletine yaraşır biçimde, özgür ve müreffeh bir Türkiye için çalışacağız.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Ve biz hazırız!
Artık Erzurum’un DEVA’sı var. Türkiye’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

11 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Bitlis İl Kongresi Konuşması

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Bitlis 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Bitlis il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Bitlisli gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,

Her köşesinde farklı medeniyetlerin izleri olan tarih dolu şehrimiz Bitlis’in birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün, binlerce yıllık medrese geleneği ile bu toprakların kadim ilim diyarlarından birindeyiz.

Bugün, çok kültürlü, çoğulcu yapısıyla kardeşliğimizin en güzel timsallerinden birindeyiz.

Bugün burada biz kendimizi evimizde hissediyoruz. Hepinize misafirperverliğinizden ötürü tek tek şükranlarımı sunuyorum.

Bu kadim topraklar, hepimizin evi. Tüm kimliklerin, renklerin ortak evi. Kürt’ün, Türkün, Arap’ın evi. Binlerce yıllık ortak evimiz.

Biz de evimizde olmaktan dolayı büyük bir mutluluk duyuyoruz, güven duyuyoruz.

Heyecanımıza heyecan katıyorsunuz, iyi ki varsınız, sağ olun var olun. ...
Değerli konuklar, değerli katılımcılar,

Memleketimiz büyük sorunlar yaşıyor. Zor günlerden geçiyoruz. Ama biz bu zor günlerin ülkemizin kaderi olmadığını, ülkemizin bunları hak etmediğini bildiğimiz için yola çıktık. Biz DEVA Partisi olarak çok çalışıyoruz.

Biz, hamasetle toplumu kutuplaştıranlardan değiliz. Derde DEVA olmaya geliyoruz.

Biz, halkımızın sorunlarına gözlerini kapatıp, sadece kendi şahsi ikbalini düşünenlere karşı ülkemize çözüm olmaya geliyoruz.

Biz doğu-batı ayrımını, zengin-fakir ayrımını, kadın-erkek ayrımını sona erdirmeye geliyoruz.

Biz, Türkiye’nin haysiyetli insanlarına yaraşır bir ülkeyi inşa etmek için geliyoruz!

...
Kıymetli dostlar,

Güzel şehrimiz Bitlis’in sorunları çok, biliyoruz. Ülkemizin her köşesinde olduğu gibi burada da halkımız adaletsizliği derinden hissediyor.

İş kaybı, eğitim kaybı, hak kaybı, sağlık kaybı, değerler kaybı ile vatandaşımız aslında her şeyini kaybediyor.

Parasını, geleceğini, canını kaybediyor.

Ama Bitlis, çocuklarını eğitimsiz bırakanlar yüzünden en çok da geleceğini kaybediyor!

Evet, Bitlis maalesef çocuklarımızın eğitiminde devletin ihmali nedeniyle, yetersizlikler nedeniyle geri kaldı. Çocuklarımız, hele hele kız çocuklarımız eğitimden mahrum bırakıldı.

Yeterli okul yapılmaması, okulsuz köyler bırakılması, yeterli eğitimci istihdam edilmemesi, kitap ve diğer eğitim araçlarının tedarik edilmemesi nedeniyle çocuklarımız eğitimden mahrum kalıyor.

Bizlerin anne-babalar olarak en büyük derdimiz çocuklarımızın eğitimi. Biliyorum her biriniz evlatlarınızın, bu ülkenin çocuklarının eğitimde yaşadığı bu adaletsizliğin acısını derinden hissediyorsunuz.

Hükümet Pandemi döneminde çocuklarımıza uzaktan eğitim vermeyi beceremedi. Akıllarına her evde internet var mı, bilgisayar var mı, tablet var mı, hatta ve hatta elektrik var mı diye sormak bile gelmedi.

Bu bir tercih olamaz. Hükumet üyeleri, devlet parasını harcarken hoyrat olamaz. Ülkenin her köşesine eşit şekilde tüm imkanları sağlamak zorunda.

Evet, eğitim için benim Norşin’deki evlatlarıma, kardeşlerime bilgisayar vermek zorunda, benim Hizan’daki evlatlarımın derslere girebilmesi için internet altyapısını güçlendirmek zorunda.

Çünkü eğitim hakkı, devletin anayasal ödevidir. Herkese eşit şekilde eğitim imkanı sağlamak zorundadır.

Ama ülkenin ilgili bakanı da yoğun katılım nedeniyle sistemin çökmesine “iyi haber” diyor. Böyle devlet yönetilir mi? Çocuklarımızın geleceğiyle oynamak “iyi haber” olur mu? Çocuklarımıza, geleceğimize bu kötülüğü yapamazsınız.

Biz ortak bir gelecek inşa etmek üzere yola çıktık. Ortak geleceğimizin yolu bugünden geçiyor. Bugün gençliğimize yatırım yapmazsak onları yurt dışındaki akranlarından geri bırakmaya devam edersek nasıl geleceğimizi aydınlatacağız?

Biz Bitlisli anne babaların sesini duyuyoruz. Kaygılarını biliyoruz. Geleceğin dünyasında evlatlarının iyi yerlerde olmasını istiyorlar biliyoruz. Biz gençlerimizin korkularını, eksiklerini, yoksunluklarını, hayallerini, taleplerini de biliyoruz.

İşte bu yüzden biliyoruz ki, DEVA Partisi hepimizin tek umudu!

Biz çocuklarımızın, gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla eşit seviyede eğitim alabileceği,
eşit hayat yaşayacağı,
eşit ekonomik koşullara kavuşacağı

ama en önemlisi benzer hayaller kuracağı,
benzer hedefler için çalışacağı bir Türkiye için hazırız, geliyoruz.

Bitlis’in DEVAsı hazır.
Bitlis hazır mı?
...
Değerli konuklar,
Bugün Türkiye’de insan hakları ayaklar altında eziliyor.

İfade özgürlüğüne bakalım. Fikrini söyleyenler işsiz kalıyor, tutuklanıyor. Olmaz arkadaşlar. Sırf beğenmediğiniz şeyleri söylüyorlar diye, düşünce suç olmaz. Düşünceden suç olmaz.

Eğer bu ülkede tek bir tane düşünce olsun istiyorsanız, olmaz. Mümkün değil. İnsanların dilini kesemezsiniz. İnsanların düşüncelerini kontrol edemezsiniz. Düşünce polisliği yapamazsınız.

Herkesin aynı şeyi söylediği bir ülke, bir düzen olmaz. O düzenin adına demokrasi denmez.

Unutmayın, çevrenizde hep aynı şeyleri söyleyenler olursa, hakikatle bağınızı tamamen kesersiniz. Bu ülkede birileri çıkacak “Yanlış yapıyorsunuz” diyecek. Biz size “yanlış yapıyorsunuz” diyoruz. Siz hakikatle bağınızı kestiniz, artık hak da adalet de yakınınızdan geçmiyor.

Ama duymuyorlar. Duymayacaklar.

Demokratik bir hukuk devletinde eleştiriden korkulmaz. Küçük bir grup tek bir karar mercii memleketin bütün sorunlarını göremez, çözemez. Halkı dinleyeceksiniz, problemleri anlayacaksınız. Eleştirenleri dinleyeceksiniz. Hatasız kul olmaz. Hükümettekiler halkla temasını kestikleri için ülke maalesef bu duruma düşüyor. Çok dar bir kesimle irtibat halinde şu anda hükümet. Kendileri çalıp, kendileri oynuyor. Geniş kesimlerle irtibatlarını koparttılar. Farklı düşünenleri görmek, duymak istemiyorlar.

En ufak eleştireni hemen işten kovdurtuyorlar ya da alıp tutuklatıyorlar. Bastırmayla, sindirmeyle bu ülkeyi yönetemezsiniz. Biz eleştirilerimizin haklılığından güç alıyoruz. Haklı olmanın gücünü yaşıyoruz.

Bir bakıyorsunuz, sosyal medyada eleştiri yapan gençler tutuklanıyor. Klavye ya, klavye... Küçücük telefonun ekranından birkaç cümle yazmış çocuk. O akıllı telefonun ekranından, klavyeden korkuyorlar.

Bir bakıyorsunuz, gazeteciler tutuklanıyor.

Ne istiyorsunuz? Her gazete aynı manşetle mi çıksın istiyorsunuz? Farklı hiçbir görüşe yer verilmesin mi istiyorsunuz? Her insan birbirinin kopyası mı olsun istiyorsunuz?

Siz gazetecileri, yazarları, düşünürleri papağan mı zannediyorsunuz?

Bunların hiçbirisi kaderimiz değil, kıymetli dostlarım. Emin olun, hak ve özgürlüklerle ilgili bu sorunları düzelttiğimiz zaman ekonomimizi de düzeltmeye başlayacağız. Dış politikayı da, eğitimi de, sağlığı da düzelteceğiz. Çünkü bu bir zihniyet problemidir. Hakkı, adaleti, dürüstlüğü, liyakati ilke edinirseniz inanın her şeyi düzelir.

Biz düzelteceğiz.

DEVA Partisi düzeltecek! ...
Değerli konuklar,

Biliyorsunuz buraya Diyarbakır’dan, Batman’dan geldim. Sokak sokak Diyarbakır’ı gezdim, esnafımızı dinledim, kadınları dinledim. Batman’ı dinledim.

Adaletsizlik, ayrımcılık, haksızlıktan söz ediyorlar. Günümüz Türkiye’sinde bir utanç olsa da hâlâ bu adaletsizliklerin en temel meselelerinden biri Kürt meselesi.

Dün de dile getirdim, bir kere daha yüksek sesle söyleyeceğim: Dostlarım, ülkeyi yönetenler, son beş yıldır izlediği politikalarla Kürt sorununu yeniden diriltti!

2005 yılında o günkü Başbakan Diyarbakır konuşmasında “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” diyerek çözüme adım atmıştı.

Aynı kişi 2015’te “Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Artık Kürt sorunu yok, daha ne istiyorsun?” dedi ve çözümden vazgeçtiğini ilan etti.

2002 yılı öncesi Kürt sorunu deyince ilk akla gelen şey Kürtçe üzerindeki yasaklardı.

2002-2015 arasındaki yıllar ise Kürt dili üzerindeki baskıların son bulduğu, Kürtçe televizyon yayınının başladığı, üniversitelerde lisans üstü düzeyde Kürtçe programının açıldığı, şehirlerde Kürtçe tabelaların boy gösterdiği yıllardı.

Ama bugün görüyoruz ki Kürtçe eğitim veren enstitüler hem müfredat hem de kadro olarak zayıflatılıyor. Kürt dili çalışmaları yürüten akademisyenler, haklarında yargı kararı olmadan hatta soruşturma dahi açılmadan KHK ile mesleklerinden ihraç ediliyor. Vaktinde asılan Kürtçe tabelalar da birer birer kaldırılıyor.

Sizin bu milletin diliyle derdiniz ne? Kürt vatandaşlarımızın dili analarının ak sütü kadar helaldir. İnsanımızın anadilini, öz dilini bir çatışma konusu haline getirmeye hakkınız yok!

Bu tarih öncesinden kalmış, eskimiş, köhne zihniyeti biz kabul etmiyoruz. Biz çok iyi biliyoruz ki demokratik devletler, vatandaşlarının anadili ihtiyaçlarına yönelik çözüm üretmekle mükelleftir. Bu, devletlerin halkına sorumluluğu gereğidir.

Biz, sorumluluğumuzu çok iyi biliyoruz.

Ne derlerse desinler, ne yaparlarsa yapsınlar, biz çoğulcu demokratik bir hukuk devleti idealimizden asla vazgeçmeyeceğiz.

...

Saygıdeğer konuklar,

Hükumetin anlayışı, baskıcı rejimlerin tek tip insan yetiştirme anlayıştır. Kendilerinin aynısı olmayanı, hatta şakşakçılık yapmayanı ötekileştiren, adeta yok etmeye çalışan anlayıştır.

Biz DEVA Partisi olarak etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliğimizi dikkate alarak toplumdaki tüm farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunuyoruz.

Ülkemizde bugüne kadar herkesi kucaklayan bir vatandaşlık anlayışının hayata geçirilememesi toplumdaki birçok kesimin kendisini dışlanmış hissetmesine yol açmıştır.

Bunun kabul edilmesi mümkün değil. Bunun ülkemizi ileriye taşıması mümkün değil. Bunun halkımıza faydasının olması mümkün değil.

Ama biz geleceğe odaklanmak zorundayız dostlarım.

Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve geleceğe çevirmeliyiz.

Kimliği, inancı, ideolojisi ne olursa olsun herkesi, özgürlük, adalet, ehliyet, fırsat eşitliği, hesap verebilirlik ilkeleri etrafında yeni bir birlikteliğe davet ediyoruz.

Artık konuşmaktan, fikirlerden, farklı kimliklerden, birbirinden, dünyadan, gelecekten korkmayan cesur, adil, özgür ve zengin bir Türkiye için, biz hazırız!

Türkiye’nin DEVA’sı hazır. ...

Saygıdeğer konuklar,

Görüyoruz ki devlet adeta iflas etmiş durumda. Ekonomi tepetaklak, eğitim zayıf, sağlık zayıf, kimsenin yargıya güveni yok.

Dahası işkence günlerine geri döndük sevgili arkadaşlarım! 90’lı yılların kayıp haberleri gibi kayıplar duyuyoruz.

İki sene evvel Van’da mantar toplayan köylülere işkence uygulayan ve “terörist” diye anlatanlar, yargının köylülerin masumiyetini ispatlaması karşısında özür bile dilemedi.

Hatta birkaç hafta evvel yine Van’da, helikopterden atıldığı iddia edilen vatandaşlarımız hastaneye kaldırıldı. Gözaltına alınanlardan Servet Turgut, yoğun bakımdan çıkamadan ne yazık ki vefat etti.

Yetkililer olayın soruşturmasının sürdüğünü söylüyor. Dosya hakkında gizlilik kararı olduğu için soruşturmanın hangi aşamada olduğunu da bilmiyoruz.

Ama sorarım size, bildiğimiz kadarı bile, bize çok şey anlatmıyor mu?

2000’li yıllarda sıfırlanan işkencenin ve faili meçhul cinayetlerin geri dönüşünün alarm zillerini duymuyor musunuz siz de?

Fakat bunlar üstü örtülecek geçiştirilecek olaylar değildir. Biz bu ülkedeki herkese, yöneten her zümreye her bir canın kıymetini anlatacağız.

Biz DEVA Partisi olarak demokrasi için “önce insan” demekten yorulmayacağız.

Kamu görevlilerinin işlediği tüm suçların takipçisi olacağız. Çünkü bu halk, bu şehir, bu bölge, bu ülke bunu hak etmiyor.

Türkiye’de yaşayan her bir bireyin tüm haklarının güvencesi olmak için biz hazırız.

Bu ülkede kimse kimliğinden, siyasi fikrinden, düşüncesinden ötürü, hiçbir koşulda kötü muamele göremez, görmeyecek!

...
Saygıdeğer dostlarım,

Gelelim, en güncel gelişmeye... Altı yıl sonra birden “hatırlanan” ve müthiş bir hızla girişilen Kobani Soruşturması’na...

2014 yılında yaşanan ve 53 kişinin ölümüne yol açan şiddet olaylarının soruşturulmasına itiraz etmek, hukuk devletini savunan hiç kimse için mümkün değildir.

Fakat iktidar, bu olayları kendi siyasi amaçları için araçsallaştırıyor. Yargı birilerinin elinde toplumu terbiye edecek sopa değildir arkadaşlar!

Adalet, milletin hizmetinde olmak zorundadır. Yargı sadece millete hizmet etmek zorundadır. Yargı ülkeyi yönetenlerin keyfine göre kullanacakları baskı ve şantaj aracı olamaz!

Küçük ortağının peşine takılmış hızlı adımlarla 90’ların Kürt politikasına doğru koşan iktidarın birilerini düşmanlaştırmaya ve muhalefet partilerini tehdit etmeye ihtiyacı var.

O yüzden meclisi işlemez hale getiren siyasal iktidar, seçilmiş siyasetçileri keyfi yargılamalara maruz bırakıyor.

Biz, demokratik zemini daraltanlara, meşru siyaset kanallarını engelleyenlere karşı ısrarla siyaseti savunacağız.

Biz oyunuza, iradenize ve hatta tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız!

Biz, seçmen iradesine kayyum atanmaması için buradayız! Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için buradayız!

Biz, bu topraklara ölümü layık görenlere, siyaset yollarını kapatanlara karşı buradayız.

Biz, sokağa çıkma yasaklarının tarihe karıştığı, sabaha karşı operasyonların yapılmadığı bir Bitlis için buradayız.

Biz bu halkı hukuksuz baskı politikaları ile terör örgütü baskısı arasına sıkıştıranlarla mücadele etmek için buradayız.

Biz demokratik siyaset için hazırız. Buradayız. Peki Bitlis hazır mı?

...
Değerli misafirlerimiz,

Vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan bütün hakları koşulsuz, pazarlıksız, müzakeresiz bir biçimde ve tek taraflı olarak derhal tanınmalıdır.

İnsan hakları pazarlık konusu edilemez. Hak tanınmasından, lütuf gibi bahsedilemez. Biz milletimizin doğuştan sahip olduğu tüm hakları olduğu gibi tanıyacağız. Asla ve kat’a pazarlık konusu etmeden, müzakere etmeden, ülkenin koşulları gibi mazeretler üretmeden!

Biz DEVA Partisi olarak, Ak Parti’nin küçük ortağının peşine takılarak ortadan kaldırdığı ya da kullanılmaz hale getirdiği bütün demokratik hakları sağlayacağız.

Kendi vatandaşlarını tehdit gören, düşman gibi güvenlik soruşturmaları yürüten, hukuksuz ve haksız soruşturmalarla vatandaşlarımızın işlerine engel olan anlayışı bu topraklarda barındırmayacağız.
...

Değerli arkadaşlarım,
Ülke ekonomimiz son yirmi yılın en kötü seviyesinde.

Ülkeyi yönetenler yalanlarla kandırmaya çalışsa da Türkiye fakirleşiyor. Paramız değersizleşiyor. Cebimizdeki Türk Lirası günden güne eriyor.

Güya bütün sorunları bu sistem çözecekti.

Peki ne oldu? Bu sistem neyi çözdü? Siz bir tek sorunun çözüldüğü gördünüz mü? Günden güne fakirleşiyoruz. Günden güne sorunlarımız artıyor. Her gün paramız değer kaybediyor. Cumhurbaşkanlığı Sisteminin başladığı gün dolar 4 lira 55 kuruş idi. Bugün dolar 7 lira 90 kuruş. Bu ne demek? Paramız pul oldu pul.

“Biz döviz kuruna bakmıyoruz, ilgilenmiyoruz" diyorlar. Halkı cahil sanıyorlar. Bitlisli kadınlar alışveriş yapmıyor mu sanıyorsunuz? Bu fiyatları görmüyor mu sanıyorsunuz? Her gün cebindeki paranın eridiğini bilmiyor mu sanıyorsunuz? Sahi, siz kimi kandırıyorsunuz?

Fakirleşiyoruz ve bunu iliklerimize kadar hissediyoruz arkadaşlar.

Geçen hafta açıklanan ekonomik program da Türkiye’nin fakirleştiğini ilan etmiştir. 2013 yılında 961 milyar dolara ulaşan milli gelirimizin bu yıl 702 milyara gerileyeceği, aynı dönemde fert başına milli gelirimizin 12.594 dolardan 8.381 dolara düşeceği açıklanmıştır.

İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesine çıkmıştır. Ekonomi yönetimini bıraktığım 2015 yılında 24 milyar TL olan bütçe açığının 2020 yılında tam on katına çıkarak 239 milyar TL olacağı ve bu açığın 2023 yılına kadar da azalmayacağı açıklanmıştır.

Devrettiğimde yüzde 27,5 olan kamu borç yükü, bu yıl milli gelirin yüzde 41,1’ine çıkacaktır.

Geçen hafta açıklanan programla Türkiye’nin yeniden borç faiz sarmalına geri döndüğü tescil edilmiştir. Bütçeden yapılan faiz ödemeleri benim ayrıldığım yıl 53 milyar TL idi. Bu yılki faiz ödemesi 137 milyar olarak ilan edilmiştir. Gelecek yıl ise bu rakamın tam 179 milyara çıkacağı açıklanmıştır.

Geçtiğimiz günlerde açıklanan bir başka karar ise Merkez Bankası politika faizinin %2 artılması olmuştur.

Ne oldu? Acaba hükümet faiz lobisi karşısında direnemedi mi? Son yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı ısrarla faizin enflasyonun sebebi olduğunu iddia ediyordu. Yani faiz artarsa enflasyon artar diyordu. Sizin teziniz doğruysa niçin faizi artırdınız? Bu kadar hayat pahalılığı varken bir de faiz artışıyla enflasyonu daha da mı azdırmak istiyorsunuz?

Olmadı. Tutmadı. Merkez Bankası’nın faizini sessizce artırmasıyla beraber bütün bu uygulamalarının yanlış olduğunu, yıllardır savundukları tezlerin içinin boş olduğunu itiraf ettiler. Çıkıp bu faiz artışını anlatacak, savunacak birisi oldu mu? O günden bugüne hükümetten bu konuda çıt yok.

Artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.

Arkadaşlar bakın, bütün bu yanlışların bedelini bu millet ödüyor. Kur sizi ilgilendirmiyor da niçin akaryakıta zam yapıyorsunuz? Niçin elektriğe zam yapıyorsunuz? Bunların maliyetinin direkt döviz kuruna bağlı olduğunu bu halk anlamıyor mu zannediyorsunuz? Devletin borcunun önemli bir kısmının döviz borcu olduğunu bu millet bilmiyor mu sanıyorsunuz? Kur önemli değil de, Merkez Bankası’nda yıllardır biriktirilen tam 120 Milyar dolar dövizi bir inat uğruna niye erittiniz, niye yaktınız?

Devletin kara günler için yıllardır biriktirdiği yedek akçe hesabı vardır. Geçen yıl bir kalemde harcayıp bitirdiler. 2019’da biriken yedek akçeyi de 2020 yılının hemen başında hemen harcadılar. Sabredemediler.

Her birimizi hatta küçücük çocuklarımızı borca soktular, fakirleştirdiler.

Bundan dört yıl önce bir Varlık Fonu kurdular. Bu fonun en önemli özelliği ihale mevzuatının tamamen dışında olması, hiçbir düzenlemeye bağlı olmaması ve hiçbir denetim mekanizmasına tabi olmaması.

Ben yıllarca karşı koydum. Yanlış dedim. Burada kara delik oluşur dedim. Ayrılmamdan hemen sonra kurdular bu fonu.

Bugün devlet bilançosuna baktığımızda, bu fon tam 64 Milyar TL borca batmış. Adına varlık fonu deyip de memlekete yeni bir borçlanma mekanizması, yeni bir kara delik oluşturmak affedilir bir şey değil.

İktidara gelir gelmez yapacağımız ilk işlerden birisi bu fonu kapatmak olacak.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

...
Kıymetli konuklar,

Bitlis Dereüstü Islah projesi kapsamında yıkım kararı verilmesi nedeniyle Bitlisli esnaflarımız mağdur edildiler.

Yaklaşık 700 esnafımızın yaşadığı bu mağduriyetin adil bir şekilde telafi edilmesi gerekiyor.

Bitlis tüm Türkiye’de şehirlerarası otobüs terminali olmayan tek ilimizdir. Yıllardır halkımızın taleplerini duymayanlar, dinlemeyenler bir otobüs terminalini Bitlisimize çok gördü.

Yine Bitlis’e havalimanı projesinin akıbeti bilinmiyor. Kamulaştırma sorunu yok. Projesi hazır. ÇED raporu bile bitirildi. Ama havalimanı yok. Çünkü vatandaşa hizmet umurlarında değil.

Bitlis bunları hak etmiyor. Bu şehir ülkeye, dünyaya bağlanmayı hak etmiyor mu? Tatvan’ıyla, Ahlat’ıyla, Hizan’ıyla “denizi”yle bu şehir turizm gelirini hak etmiyor mu? Nemrut Kayak merkezinin cazibe yeri olmasını hak etmiyor mu?

Bitlis tütünü gibi son derece kaliteli bir tütünün ekimi sonlandırıldı. Tütünün satışı yasaklandı. Geçimi bu tütüne bağlı olan halkımızı düşünen oldu mu? Tütün üreticilerinin durumunu düşünen oldu mu?

Biz Bitlis’in daha çok derdi var biliyoruz. Bitlis’in derdi çok ama DEVA’sı hazır. Biz Bitlis’e yaraşır bir şekilde ulaşım sorunlarını çözeceğiz.
Bitlis’i yeniden tarımın ve üretimin merkezi yapacağız.
Tüm desteklemeleri sağlayarak meraları hayvancılığa açacağız.

Bitlis’in yıllardır yok sayılmış turizmdeki yerini tesis edeceğiz. Nemrut krater göllerinin turizm geliri elde edebilecek güzelliğini dünyaya duyuracağız ve her türlü teşviki sağlayacağız.

Biz hazırız Türkiye’nin DEVA’sı hazır.

Bitlis İl Teşkilatımız hazır mıyız?

...

Kıymetli katılımcılar, ekranları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımız,

Biz, DEVA Partisi olarak özgürlük, adalet, eşitlik ve toplumsal barış için, insanımızın hak ettiği yaşam için yola çıktık.

Türkiye’de kutuplaşmadan değil, güvenden; kayırmacılıktan değil, liyakatten beslenen bir siyaseti hakim kılacağız.

Kadınların ve gençlerin en önde yer aldığı, herkesin eşit seviyede söz sahibi olduğu, engelli vatandaşlarımızın siyasette engellenmediği partimizle, adalet için, hukuk için, özgürlük için geliyoruz.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Artık Bitlis’in DEVA’sı var. Türkiye’nin DEVA’sı var.
Ve biz hazırız!
Hepinize çok teşekkür ediyorum.

11 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Batman İl Kongresi Konuşması

BATMAN 1. OLAĞAN İL KONGRESİ

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Batman 1. Olağan İl Kongresi Konuşması:

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Batman il teşkilatımızın çok değerli başkanı,

Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Batmanlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Batman teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Ailemle birlikte yaptığımız gezilerde büyülendiğim Hasankeyf’i barındıran Batman’da olmak benim için tarihi bir an.

Evet, bunu söylerken dahi içim burkuluyor.

Maalesef, dünya harikası Hasankeyf artık sular altında. Tarihi 12 bin yıl öncesine uzanan güzelim Hasankeyf’i dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri sular altına gömüldü. Çok üzücü. Birçok medeniyetin ev sahibi artık sular altında.

Kültürümüze, tarihimize Batman’da değer veremedik. Ama bir şeye daha değer verilmiyor arkadaşlar, bir şeye daha. Bu harikulade şehirde yaşayan insanlarımızın canına da değer verilmiyor.

Evet, kıymetli dostlarım, tüm dünyayı saran Koronavirüs salgını ile mücadelede hükumetin süreci yanlış yönetimi, bize insan hayatını ne kadar değersiz gördüklerini gösterdi.

Biliyorsunuz, bundan bir süre önce, ailemle birlikte bu hastalığa yakalandık. Yaşadığım tecrübeye de dayanarak söylemeliyim ki basit bir hastalıkla karşı karşıya değiliz.

Batman da salgından en çok etkilenen şehirlerimizden biri. Salgın karşısındaki yetersiz sağlık kapasitesine çare bulunamadı. Çözüm bulunamadı. Batmanlılar çaresizce hastalığa terk edildi.

Yaklaşık 600.000 nüfuslu Batman’a 358 yatak kapasiteli Batman Bölge Devlet Hastanesini yeterli görüldü. Çevre illere de hizmet verdiği için normal zamanda bile yetersiz olan bu hastane pandemide de yeterli olamadı.

Geçtiğimiz günlerde Batman Sağlık Emekçileri Sendikası Başkanı’nın açıklamaları yansıdı basına. 15 bin civarında pozitif vaka, 40 bin civarında temaslı olduğunu söyledi. 5 bin 100 sağlık çalışanından 700’ünün enfekte olduğunu söyledi.

19 Eylül’de Sağlık Bakanlığının yaptığı açıklama da Batman’ın yüzde 76 doluluk oranı ile Türkiye’deki yatak doluluğu en yoğun ikinci il olduğunu gösterdi.

Hükûmetin artık herhangi bir şeyi yönetebildiğini söylemek imkansız. Pandemiyi de yönetemiyorlar. Üstelik halkımızın sağlığını umursamadan, sayıları değiştirdiklerini ilan ettiler.

Zaten Türk Tabipleri Birliği aylarca “sayılar yanlış, bunları beşle çarpın, onla çarpın” diye feryat ediyordu. Ama hükümet hastalıkla mücadele yerine hakikati söyleyen doktorlarla mücadele etmeye girişti. Onları susturmaya çalışmayı tercih etti.

Hatırlayın, küçük ortak hemen Tabipleri Birliğini ihanetle suçladı, kapatılsın dedi. Zaten beğenmedikleri bir fikirle karşılaştıklarında, açıkları ortaya çıktığında, doğruyu söylemedikleri ortaya çıktığı başlıyorlar hain demeye. Saymaya bi başlasak onlara göre ülkenin yarısı hain damgası yemek üzere.

Fakat sonra ne oldu? Türk Tabipler Birliği doğru söylüyormuş meğer. Meğer, hükûmet aylardır gerçek sayıları gizliyormuş. Meğer halkımızın sağlığı onların çıkarlarına uymuyormuş.

Evet sevgili vatandaşlarım, kandırma gerekçesine “ulusal çıkar” dediler. Ulusal çıkarlar sözkonusuysa rakamlar da doğruyu söylemeyebiliriz gibi bir ifade bile kullandılar. Halkımız ölüyor, ölüyor. Bunun şakası yok. Bundan daha büyük ulusal çıkar olur mu?

Aklımızla dalga geçer gibi “Vaka ayrı, hasta ayrı” açıklaması geldi. Ama her hastayı da hasta olarak görmediklerini söylediler. Testi pozitif çıkacak, hastanede yatacak, semptomları gösterecek. Sadece bu kişiler tablolara girdi. Bunların biri bile yoksa, diyelim ki ateşi yok, bu kişi tabloda da yok. Diyelim ki bu kişi hastanede yok, o zaman tabloda da yok.

Toplum sağlığı açısından bunun neye sebep olacağını öngörememek akıl alır şey değil arkadaşlar.

Problemi küçük göstererek onu yok edemezsiniz. Sayıları daha az göstererek halkı yanıltırsanız, olayı önemsizleştirirseniz, insanlar gevşek davranabiliyor, tedbir almadan sokağa çıkabiliyor, sosyal mesafeye uymayabiliyor.

Şu anda rakamlar net olarak ortaya konulmalı ki, problemin gerçek büyüklüğü ortaya koyulmalı ki herkes kendisine ve çevresine daha çok dikkat etsin.

Başka çaresi yok, gerçeği olduğu gibi paylaşmaktan başka bir çıkar yol yok. Ekonomide de gerçekler açıklanmıyor. Hükümetin açıkladığı enflasyon oranına bakıyoruz yüzde 11-12 civarında. Ben esnafa soruyorum aldığın mal geçen sene kaçaydı, bu sene kaça diye, kimi yüzde 30 diyor, kimi yüzde 40 diyor, kimi yüzde 50 diyor. Zam geldi diyor. Esnafın kendi alıp sattığı mal ile ilgili kendi beyanı, enflasyonun yüzde 30, yüzde 40, yüzde 50 gibi rakamlarda dolaştığını gösteriyor.

Devlet kaç açıklıyor? Yüzde 11... Buna vatandaş inanıyor mu? Halk inanıyor mu? Esnaf inanıyor mu? Çiftçi inanıyor mu?

Buraya gelirken bir pamuk tarlasına uğradık. Sordum çiftçilerimize. Geçen sene ilaç kaç paraydı bu sene kaç para? Geçen sene mazot kaç paraydı? Bu sene mazot kaç para? Geçen sene gübre kaç paraydı? Bugün gübre kaç para? Öyle yüzde 10, 11, 12 artan hiç bir şey yok bu memlekette. Halkımızın tespiti doğru. Bu ülkenin gerçek enflasyonu vatandaşın gördüğü bildiği enflasyondur.

Bir ev hanımını düşünün. Çarşıya, pazara, markete gitti. Alışveriş yapıyor. Geçen sene kaç paraya alıyordu, bu sene kaç paraya alıyor, bilmiyor mu?

Biz ekonomik verilerde bunu görüyorduk bir süredir. Enflasyon gibi, işsizlik gibi, toplam milli gelir gibi verilerin gerçeği yansıtmadığını görüyorduk, biliyorduk.

Ama değerli arkadaşlar bu sağlık, bu işin içinde can var. Bunun şakası makası yok.

İnsanların canıyla dalga geçemezsiniz, insanların sağlık verileriyle oynayamazsınız. Sağlıkla ilgili bir durumu, vatandaşa olandan farklı yansıtamazsınız.

Dürüst bir yönetim bunu yapmaz. yapamaz. Tablo açıklıyorlar ya, o tablodaki sayıların her birisi bir insan, bir can, kuru istatistik değil onlar.

Haydi, ekonomideki verilere istatistik gözüyle baktınız, ama konu cansa, insansa, sağlıksa, her bir rakamın altında atan bir kalp varsa, bir can varsa bununla oynayamazsınız.

Bu Covid salgını başladıktan hemen sonra Türkiye’de açıklanan ilk vaka partimizin kuruluş gününe denk geldi. Şimdi yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Türkiye’de ilk vaka şubat ayında görülmüş ama ne hikmetse açıklanmamış. Bizim partimizin kuruluş günü ilk vaka açıklandı.

Biz kuruluşumuzdan 7 gün sonra bir tedbir paketi açıkladık. 1 ay sonra daha geniş bir tedbir paketi açıkladık. Neyin yapılması gerektiğini söyledik. Çünkü bizim güçü bir ekibimiz var. Her konuda yetişmiş insan gücümüz var. Her konuyu şu andaki hükümetten çok daha iyi yönetecek ekiplerimiz var. Ben kolay kolay iddialı konuşmam. Hep temkin payı bırakırım.

Bizim Türkiye genelindeki Genel Merkez Kurul üyelerimize bakın, ki 94 kişi var, bugüne kadar görevlendirdiğimiz 75 il başkanımıza bakın, kurucu heyetlerimize bakın, yönetim kurullarımıza bakın, bütün bu ekibimizle şu anki hükümetten çok daha iyi 10 tane hükümet çıkartırız. Çok daha iyi 10 tane hükümet çıkartırız. Bakın iddialı konuşuyorum.

...

Kıymetli misafirler,

Maalesef siyasal iktidar, kuru hamasetle ülkeyi yönetmeye çalışıyor. Fakat bu esnada hukuku yok sayıyor. Başarı üretemiyorlar, sonuç üretemiyorlar, bir çözüm yok. Sorunlar sürekli büyüyor, hükümetin hiçbir konuda çözümü kalmadı. Türkiye’nin başarılı olduğu tek bir alan kalmadı.

Peki başarı ortaya koyamayınca millete ne anlatacaksınız? Boyuna hamaset... Şu düşman, bu düşman... Ötekileştirme ve kutuplaştırma. Bu toplumu sürekli negatif duygularla yükleme... Umut değil, korku salma.

Artık bu hükümetin bu memleket için, bu memleketin insanı için umut üretme imkanı kalmadı.

Umut üretemeyince, gelecek için bir umut veremeyince, bu ülkeyi korkutarak yönetmeye çalışıyorlar.

Düşmanlarla korkutuyorlar, kolluk güçleri ile korkutuyorlar, yargıya siyasi amaçları için maalesef kullanarak korkutuyorlar. Yargıyı siyasi amaçları doğrultusunda kullanarak korkutuyorlar ama bu çıkmaz bir yol. Biz bunu gördüğümüz için, yepyeni bir siyasete ihtiyaç olduğunu gördüğümüz için DEVA Partisini hep beraber kurduk.

Ülkede insan hakları ayaklar altında.

İfade özgürlüğü kalmadı. Fikrini söyleyenler işten atılıyor.

Sosyal medyada eleştiri yapan gençler tutuklanıyor. Gazeteciler tutuklanıyor, işten attırılıyor. Hükümetin işine gelmeyen bir haber mi yaptı, yorum mu yazdı? Hemen telefon, “şu adamı istemiyoruz, atın işten”. Onu gören diğer medya mensupları ister istemez otosansür uyguluyorlar.

Anayasa Mahkemesi üyelerine bile tehditler savruluyor. Halbuki en yüksek mahkeme. Güçler ayrımı gereği hükümetin gücünün yetmemesi gereken bir kurum...

Bakın son bir örnek: Osman Kavala için bir dosya daha yetiştirilmiş. Bir hukuk garabeti devam ediyor. Tam süre doluyor, beraat. Arkasından pat diye yeni bir iddianame. O toparlanıyor, hemen bir başka dosya. Bu bir örnek. Yargımızın siyasi amaçlara hizmet eder hale getirildiğinin acı örnekleri bunlar. Doğru bir, adalet bir, hak bir, hukuk bir.

Bizim yargımız bağımsız ve tarafsız olmak zorunda. Yargıçlarımız sadece evrensel hukuka, Anayasamıza ve yasal düzenlemelere bakacak. En sonunda da kendi vicdanının sesini dinleyip ona göre karar verecek. Telefonla verilen talimatlarla, gönderilen pusulalarla değil. Aracıların gidip yargıyı tehdit veya teşvik etmesiyle değil.

Kim ne derse desin biz, insan haysiyetini, hak ve özgürlükleri, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, kuvvetler ayrılığını savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Biz, bu ülkedeki her bir bireyin eşit ve özgür vatandaşlığını savunuyoruz! Biz, insan onurunun her şeyin üstünde tutulması gerektiğini savunuyoruz! Biz hazırız. Türkiye’nin DEVAsı bunları gerçekleştirmek için hazır. Saygıdeğer konuklar,

Altı sene önce yaşanan Kobani olayları var biliyorsunuz. 2014 yılında yaşanan ve 53 kişinin ölümüne yol açan şiddet olaylarının soruşturulmasına kimsenin itiraz etmesi mümkün değil. Ama yargıdaki dosyalar da ülkeyi yönetenlerin elinde, işlerine gelince rafa kaldırıp ihtiyaç duyduklarında raftan indirip kullanacakları baskı ve şantaj malzemeleri değildir. Bu iş oyuncak değildir.

Seçilmiş siyasetçilerden bahsediyoruz, o seçilmişlerin arkasında halkın iradesi var. Bunu yok sayarak bir adım atamazsınız bu ülkede sandık anlamsızlaşır, seçimler anlamsızlaşır. Seçim oluyor vatandaş gidip oy veriyor. Üç ay sonra, altı ay sonra idari kararla seçilmiş belediye başkanı indiriliyor yerine atanmış birisi getiriliyor, o zaman seçimi neden yaptınız?

Cesaretiniz varsa, “bundan sonra seçim yapmayacağız" deyin. Adaylık için başvurduklarında neden gereğini yapmadınız?

Hangi parti olursa olsun hukuksuzluk karşısında Türkiye topyekûn ayağa kalkmalıdır. İlkeli bir tutum gösteriyoruz. Kim zulme uğradıysa, kim haksızlığa uğradıysa biz onun partisine, etnik kökenine, dinine, mezhebine bakmıyoruz. Kim haksızlığa uğradıysa dimdik yanında yer alıyoruz. Hukuksuzluğa karşı çıkıyoruz.

Türkiye’nin çıkışı, demokrasi içinde işleyen bir siyasetle mümkün. Biz her birinizin iradesine, oyuna ve seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız.

Biz, bu topraklara ölümü layık görenlere, siyaset yollarını kapatanlara karşı buradayız.

Biz, bu ülkenin gencecik evlatlarını dağa çıkmaya zorlayan, şiddetle özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgemizin kalkınmasına, gelişmesine engel olan terör örgütüne de sonuna kadar karşıyız.

Biz devletin terörü ve terör örgütünü gerekçe gösterip yaptığı her tür hukuksuz uygulamaya da karşıyız.

Terör örgütünün de farklı gerekçeleri gösterip uyguladığı şiddete de karşıyız. Biz bu halkı hukuksuz baskı politikaları ile terör örgütü baskısı arasına

sıkıştıranlarla mücadele etmek için buradayız. Biz demokratik siyaset için hazırız. Buradayız. İl Teşkilatımız, Batmanlılar siz hazır mısınız? ...

Değerli konuklarımız,

Sizler, 12 Eylül günlerinin, 90lı yılların ağır işkence ve hak ihlallerini çok iyi hatırlıyorsunuz. Batman Barosu 90lı yıllarda sadece Batman’da işlenen faili meçhul cinayetlerin sayısının 513 olduğunu açıklamıştı. Bu; yüzlerce eş demek. Yüzlerce baba yüzlerce anne demek. Yüzlerce kardeş demek.

2002 sonrasında gerçekleşen en önemli değişiklik, faili meçhul cinayetlerin son bulması ve işkencenin sıfırlanmasıydı.

Ancak şimdi durum değişti.
İki sene evvel Van’da mantar toplayan köylülere işkence uygulayan ve “terörist” diye anlatanlar, yargının köylülerin masumiyetini ispatlaması karşısında özür bile dilemedi.

Hatta birkaç hafta evvel yine Van’da, helikopterden atıldığı iddia edilen vatandaşlarımız hastaneye kaldırıldı. Gözaltına alınanlardan Servet Turgut, yoğun bakımdan çıkamadan ne yazık ki vefat etti.

Yetkililer olayın soruşturmasının sürdüğünü söylüyor. Dosya hakkında gizlilik kararı olduğu için soruşturmanın hangi aşamada olduğunu bilmemiz mümkün değil.

Ama sorarım size, bildiğimiz kadarı bile, bize çok şey anlatmıyor mu?

Servet Turgut’un başına gelenler, 90’lı yılların karanlığında karakolların kapısından canlı girip bir daha çıkamayan kurbanları çağrıştırmıyor mu?

Çok açıkça söylüyorum: İnsan hayatı her şeyden önemlidir. Bunun hiçbir şekilde ‘ama’sı, ‘fakat’ı olmaz. Kamu görevlilerinin işlediği tüm suçlar tespit edilmelidir. Hukuki ve idari işlemler sonuna kadar adalete uygun olarak yürütülmelidir.

Bu halk, bu şehir, bu bölge, bu ülke bunu hak etmiyor.
Türkiye’de yaşayan her bir bireyin tüm haklarının güvencesi olmak için biz

hazırız.
Bu ülkede kimse kimliğinden, siyasi fikrinden, düşüncesinden ötürü, hiçbir

koşulda kötü muamele göremez, görmeyecek!

...

Saygıdeğer dinleyiciler, sevgili arkadaşlarım,

Hatırlayın, iktidar partisi iktidara gelir gelmez gündeme getirdiği konuların başında yerel yönetimin güçlendirilmesi geliyordu.

Muhalefetin engellemesi yüzünden o düzenleme o gün yapılamadı. Biz samimi olarak yerinden yönetime inandık.

O gün de inanıyorduk, bugün de inanıyoruz. Türkiye 84 milyonluk, çok bir coğrafya. Tem bir merkezden, dar bir kadroyla, tek bir karar merciinden yönetilemeyecek kadar büyük bir ülke burası.

Peki o günlerden bugüne geldiğimizde ne görüyoruz?
Seçilmiş belediye başkanlarına tahammül edemiyor, atanmış kişilerle şehirleri

yönetmeye çalışıyor.

Hem de bir- iki değil. 48 belediyeye kayyum atanmış. 6’sına da kazandıktan sonra YSK mazbata vermemişti zaten. Biz seçimleri önemsiyoruz. Ama iki seçim arasında sivil toplumun, medyanın problemleri dillendirmesi, sorunları tespit etmesi, yönetimi ikaz etmesi demokrasinin geleneğinde vardır. Katılımcı, özgürlükçü, gerçek bir demokraside olmazsa olmazdır.

Seçilmiş, halkın iradesini temsil eden insanın görevden alınması ancak ve ancak bağımsız ve tarafsız bir yargı kararıyla olmalı. Aksi takdirde halkımızın demokrasiye olan güveni sarsılır.

...

Sevgili dostlarım,

Bu yönetim ve küçük ortakları Kürt Sorununu yeniden oluşturuyor. diyorum ya, Kürtçe’ye yönelik baskılar da geri geldi. Batman’daki tabela yapbozunu hep beraber takip ettik.

Bir devletin uğraştığı şey, vatandaşının dilini engellemek olabilir mi arkadaşlar, sorarım size, devletin görevi Kürtçe’yi, Zazaca’yı, Lazca’yı engellemek midir?

Bu topraklarda konuşulan her bir dil, her lehçe bizim zenginliğimizdir. Bu nedenle, dil de dahil olmak üzere eğitime erişim ve eğitimde fırsat eşitliğinin önündeki her türlü engeli kaldıracağız.

Anadillerin kullanımı ve geliştirilmesi için demokratik bir hukuk devletinde gereken her türlü çalışma yapılmak zorundadır.

Biz DEVA partisi olarak deklare ediyoruz ki, bütün temel hak ve özgürlükler tanınıp yasal ve anayasal güvenceye bağlanıncaya kadar bu mücadelenin neferi olacağız.

Bu hakların tanınması insan onuruna saygının gereğidir.

Bu haklar kimseyle müzakere edilemez. Bu haklar bekletilemez; zamana, zemine, “ülkenin koşullarına” bağlanamaz. Bu hakların birileri tarafından talep edilmesi de beklenemez.

Vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan bütün hakları koşulsuz, pazarlıksız, müzakeresiz bir biçimde ve tek taraflı olarak derhal tanınmalıdır.

Tablo iç yaralayıcı bir tablo. İktidar partisi ve küçük ortağı bu ülkedeki barışı, birliği, beraberliği bozuyor. Belli kesimi ötekileştirerek bir başka kesimin oylarıyla ayakta kalmaya çalışıyorlar. Düşmanlaştırmayla iktidarlarını sürdürebiliyorlar. Ama halkımız gerçekleri biliyor. Hiç kimse vatandaşlarımız bilmeyen, görmeyen, söylenen her şeye inanan insanlar olarak görmesin. Bir kandırırsınız, iki kandırırsınız, üçüncüsünde insanlar gerçeği görür.

Sürekli yalanlarla, bir algı yönetimiyle götüremezsiniz. Er ya da geç gerçekler ortaya çıkar. Gerçeklerin öyle bir huyu vardır. Bu zaman meselesidir. Belli bir süre sonra gerçekler mutlaka ortaya çıkar.

Biz, etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliğimizi dikkate alarak toplumdaki tüm farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunuyoruz.

Biz, güçlü bir vatandaşlık anlayışı ile ayrımcılığı yok edeceğiz. Herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesini sağlayacağız.

Demokratik bir hukuk devletine yaraşır biçimde özgür ve müreffeh bir ülke inşa edeceğiz.

...
Değerli arkadaşlarım,

Ekonomimiz kötü yönetiliyor. Gittikçe daha geniş kesimler olumsuz etkileniyor. Pandemiden önce de ekonomimiz kötüydü.

Şimdi yeni bir gerekçe buldular: “Bütün dünyada salgın var biz ne yapalım?” Öyle değil. Geçen sene Türkiye’nin büyüme oranı yüzde 0.9. Yüzde 1 bile değil. Daha salgın hastalık yok.

Kötü yönetim daha da kötüleşti. Pandemi döneminde çok sayıda esnafımız iş yerini kapatmak zorunda kaldı. Küçük işletmeler büyük bir borç yükü altında. Hükümetin küçük işletmelerle ilgili yaptığı tek şey borç ötelemek.

Borcu öteliyor ama üzerine faizi ekleyip öteliyor. Mart ayındaki ödelemeri Eylüle ertelediniz, işte Eylül geldi, Ekim geldi. Zaten bu ayın ödemeleri var. Bir de o aydan ertelemeler geliyor. İki katına çıkıyor.

Halbuki demokrasinin iyi işlediği güçlü ülkelerde küçük işletmelere, çiftçiye, esnafa hükümetler direkt hibe şeklinde yardım yaptı. Dükkanı kapalı, geliri kesilmiş, üretim yapamıyor, gelir hanesi sıfır; siz hâlâ üzerine borç veriyorsunuz. Para kazanmıyor ki. Sadece borç yükünü arttırıyorsunuz o işletmelerin.

“Biz döviz kuruna bakmıyoruz, ilgilenmiyoruz” diyorlar.

Döviz kurunu belli bir noktada tutabilmek için Merkez Bankasının 120 Milyar Dolarını adeta kibrit çakıp yakarcasına tükettiler. Hiçbir işe yaramadı. Sonra Merkez Bankasına dönüp, bari faiz arttır, dediler. Ne oldu? Hem kur arttı, paramız pul oldu. Hem arkasından faiz arttı. Şu anda kapı kapı dolaşıyorlar, bir yerlerden döviz bulabilir miyiz diye.

Dövize bakmıyoruz diyorlar da, döviz artınca benzin artıyor, mazot artıyor, elektrik fiyatları artıyor. Siz bakmıyorsunuz ama vatandaş bakıyor, görüyor.

Hayat pahalılığını, işsizliği görüyorsunuz.
Türkiye’nin en önemli sorunu işsizlik. Genç nüfusumuzun yoğun olduğu

illerimizde en önemli ekonomik ve sosyal problem.

Gençlerimiz iyi eğitim alamıyor. Hele bu pandemi döneminde uzaktan eğitimle beraber evinde internet bağlantısı olmayan ya da internet bağlantısı için o ücreti ödeyemeyen, o internete bağlanacak cihazı elinde olmayan yüz binlerce öğrencimiz var.

Bakıyoruz, Kanal İstanbul gibi bir rant projesi olunca hemen ihale, hazırlıklar, kaynak. Ama en önemli ihtiyacımız olan eğitim olunca, öğrenci sayısının çok çok altında hazırlıklar.

Yakın tarihimizde hiçbir zaman durumu iyi olan ailelerle durumu zayıf olan ailelerin öğrencileri arasındaki eğitim fırsat eşitsizliği bu kadar büyük bir uçuruma ulaşmamıştı. Çok büyük bir haksızlık ve adaletsizlik var.

Geçtiğimiz günlerde Batman Barosu Başkanı bu tabloyu apaçık ortaya seren bir açıklama yapmıştı. Hakimlik ve savcılık için işe alımlarda yazılı sınavda Batman Barosu’na kayıtlı 8 meslektaşının yüksek puanlar aldığını, başarılı olduğunu, fakat hepsinin mülakatlarda elendiğini söylemişti.

Önce bakıyorlar, hangi partiye üye? Sonra bakıyorlar, kimin tanıdığı? Bir daha bakıyorlar, hangi toplum kesiminden, Türkiye’nin neresinden gelmiş? Sadece işe alımlarda da değil, terfi ve üst düzey atamalarda da yakın tarihte hiçbir zaman bu kadar büyük bir ayrımcılık yapılmamıştı.

...
Saygıdeğer arkadaşlarım, sevgili Batmanlılar,

Biz DEVA Partisi olarak hep birlikte çok çalışacağız. Türkiye için, Batman için çalışacağız.

Batman sadece petrol kenti değil. Birçok alanda potansiyele sahip.

Batman’da geniş bir organize sanayi bölgesi kurulmasına öncülük edeceğiz.

Dicle Nehri, balıkçılık için çok uygun bir yapıya sahip.

Batman insanının rahat bir nefes alması için sosyal alanlar kuracağız.

İluh Deresi, Batman'ın kanayan yarası, en büyük ayıplarından biridir. Onlarca hükûmet, yüzlerce seçim gören bu derenin ıslahını tamamlayacağız.

Batman, hava kirliliği açısından maalesef oldukça kötü.

Batman’da tekstil üretimi var ancak bir marka oluşturabilmiş değil. Bunlar iyi yönetim meselesi. Batman’ı iyi anlayıp gerekli destek ve teşvikleri verme meselesi.

Biz Batman’ın dertlerini biliyoruz görüyoruz.

Son olarak;

Siyasette genç ve kadın sayısını artırmak için elimizden geleni yapacağız. Daha evvel de söyledim: Siyaset, sadece erkeklere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.

Özellikle kadın konuklarımıza sesleniyorum.
Arkadaşlarınız, akrabalarınız, eşiniz, dostunuz. Konuşun, davet edin.

Bu ülkenin çıkışı sadece siyasette.
Sadece şikayet etmeyeceğiz, hep beraber haksızlığa hukuksuzluğa karşı

çıkacağız.
Bizler demokrasi, adalet ve eşitlik için yola çıktık. Her bir vatandaşımızın

hakkını korumak için yola çıktık.
Allah hepimizin yardımcısı olsun diyorum. Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

10 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Diyarbakır İl Kongresi Konuşması

DİYARBAKIR 1. OLAĞAN İL KONGRESİ

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Bitlis 1. Diyarbakır Olağan İl Kongresi Konuşması:

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Diyarbakır il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Diyarbakırlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Diyarbakır teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Melayi Ceziri’nin,
Ahmedi Xani’nin,
Feqiye Teyran’ın,
İdris-i Bitlisi’nin diyarından,

Şiirleriyle derdimizin dili olmuş Ahmed Arif’in,
Cahit Sıtkı’nın,
Sezai Karakoç’un memleketinden,

Adaletin peşinde ömrünü feda eden Tahir Elçi’nin,
Gözleriyle hafızalarımıza kazınan, 12 yaşında hayatını kaybetmiş Ceylan Önkol’un şehrinden,

Diyarbakır’dan herkese selamlarımı iletiyorum.

Sözlerimin hemen başında, bundan tam 5 sene önce, Ankara'da vahşi bir saldırı sonucunda hayatını kaybeden 103 vatandaşımızı da saygıyla anıyorum. Hepsine bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum, ailelerine sabır diliyorum.

Ve yine sözlerime başlamadan, Hatay ilimizde şu anda devam eden, Belen ve İskenderun arasındaki yerleşim alanlarını ve Arsuz ilçemizi etkileyen orman yangını sebebiyle vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Ümit ederim ki yangın bir an önce kontrol altına alınır ve en az hasarla söndürülür.

Değerli konuklar,

Ben bugün bu kürsüden sadece Diyarbakır’a değil, bütün Türkiye’ye seslenmek istiyorum.

Ülkemiz zor zamanlardan geçiyor.
Ülkemizde bir adalet sorunu var!
Haksızlık, hukuksuzluk almış başını gitmiş.
İnsan hakları ayaklar altında.
Özgürlüklerimizin her biri yavaş yavaş elimizden alınıyor.
İfade özgürlüğü kalmadı. Fikrini söyleyenler işten atılıyor, tutuklanıyor. Sosyal medyada eleştiri yapan gençler evlerinden alınıp götürülüyor. Gazeteciler haber yaptıkları için yargılanıyor.

Yargının en üst mahkemesine tehditler savruluyor!

İktidar partisi ve küçük ortakları, kendilerine göre bir “makbul vatandaş” kitlesi, “tek tip insan” kitlesi oluşturma gayretinde.

Artık Yeter!

Hukuk devletini hiçe sayan bu anlayışı asla kabul etmeyeceğiz.

Kim ne derse desin biz, insan haysiyetini, hak ve özgürlükleri, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, kuvvetler ayrılığını savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Biz, adil olacağız.

Biz, bu ülkedeki her bir bireyin eşit ve özgür vatandaş olması için mücadele edeceğiz!

Unutmayalım ki, devlet insan için vardır. Hiç bir şey insan onurundan, insan haysiyetinden daha önemli değildir.

Biz hazırız. Türkiye’nin DEVA’sı bunları gerçekleştirmek için hazır.

...

Kıymetli arkadaşlarım,

Biliyorum tüm bu adaletsizliğin ortasında, hukuksuzluğun ortasında, bugünün Diyarbakır’ında konuşulması gereken en önemli konulardan birisi Kürt meselesidir.

Bu meseleyi, sizlere, Diyarbakırlılara anlatmaya çalışmayacağım. Sizler bu meseleyi iyi biliyorsunuz, bizzat yaşıyorsunuz.

Onun içindir ki, bugün bu kürsüden, 5000 yıllık tarihinde nice medeniyete ev sahipliği yapmış bu kadim topraklardan; bu güngörmüş, bu çilekeş şehirden bütün Türkiye’ye sesleneceğim.

Evet, konumuz Kürt meselesi.

On yıllarca “Sözde Kürt Sorunu” denilerek inkar edilen,

Ancak 2000’li yılların başında adı konulabilen,

Ama ne yazık ki bugün yine yasaklı bir söz haline gelmeye başlayan Kürt meselesinden bahsedeceğim bugün.

Biliyorsunuz, “Kürt sorunu” lafı bugünkü rejimi en fazla rahatsız eden söz haline gelmiş durumda.

“Neleri eksik ki? Ne diye hala Kürt sorunu deyip duruyorsunuz” diyorlar.

Kabul etmeliyiz ki, mevcut iktidar partisinin ilk döneminde, Avrupa Birliği sürecinin hızlanmasının da katkısıyla, cesur reformlar gerçekleştirmişti.

Peki şimdi durum ne?

Bazı temel reformlar dışında çok fazla bir şey kalmadı geriye.

Ülkeyi yönetenlerin son yıllardaki tarzı, üslubu, kendilerine buldukları yeni ortakların saplantıları doğrultusunda atılan adımlar, yeniden Kürt sorununu oluşturdu ve sorun gittikçe büyüyor.

Aslında bu sorun, tüm ülkemizi, tüm vatandaşlarımızı ilgilendiren temel sorunların da yansıması. Şu anda toplumumuzun tüm kesimlerini etkileyen ve yeniden hızla büyüyen bir hukuk sorunumuz var. Adalet sorunumuz var. Hızla büyüyen bir eşit vatandaşlık sorunumuz var!

Her şey 2005 yılında o günkü Başbakanın Diyarbakır konuşmasında “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” sözleriyle başlamıştı.

Ve her şey 2015’te aynı kişinin “Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Artık Kürt sorunu yok, daha ne istiyorsun?” sözleriyle bitti.

Ben bu konuşmamda acı sonla biten bu hikayeyi unutanlara hatırlatmak ve nereden nereye geldiğimize şöyle bir bakmak istiyorum.

2002 yılı öncesi Kürt sorunu deyince ilk akla gelen şey Kürtçe üzerindeki yasaklardı.

2002-2015 arasındaki yıllar Kürt dili üzerindeki baskıların son bulduğu, Kürtçe televizyon yayınının başladığı, üniversitelerde lisans üstü düzeyde Kürtçe programının açıldığı, şehirlerde Kürtçe tabelaların boy gösterdiği yıllardı.

Ama şu anda görüyoruz ki, eğitim veren enstitüler hem müfredat hem de kadro olarak zayıflatılıyor. Vaktinde asılan tabelalar da maalesef birer birer kaldırılıyor.

Reform yılları; Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan Kürt aydınlarının büyük umutlarla Türkiye’ye döndüğü yıllardı.

Bugünse çok sayıda aydın ve siyasetçi her an tutuklanma tehdidi altında yaşamaktansa yurtdışına çıkıp gurbetçi olarak yaşamayı göze alıyor. Yani göç yine başladı.

Mesela Şivan Perwer 2013 yılında 37 yıllık ayrılıktan sonra Türkiye’ye gelip Diyarbakır’da o zamanki başbakanla el ele tutuşmuştu.

Aynı gün Diyarbakır’da başbakanla el ele tutuşan bir başka isim ise, mevcut iklim yüzünden Türkiye’de değil.

Hatırlayın, Ak Parti’nin iktidara gelir gelmez gündeme getirdiği konuların başında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi geliyordu.

Muhalefetin engellemesi yüzünden çıkarılamayan Yerel Yönetim Reformu Türkiye tarihinin o zamana kadar gördüğü en köklü reformlardan biriydi.

Peki o günlerden bugüne geldiğimizde ne görüyoruz?

Seçilmiş belediye başkanlarını makamlarından indirip yerine atanmış kişileri oturtuyorlar!

Hem de bir iki değil. 48 belediyeye kayyum atandı. 6’sına da kazandıktan sonra YSK mazbata vermemişti zaten.

Halk iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında. Seçimler adeta bir aldatmaca haline getirilmiş.

İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor.

Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor. Vatandaş oy vermiş, birilerini meclise seçmiş, birilerini başkan seçmiş kimin umrunda!

Şunu açıkça görüyoruz: İktidarın kayyum politikası, kazanamadığı seçimlerde halkı cezalandırma yöntemine döndü.

Kimse halkın oyunu gasp edemez.
Seçimlere ve seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi, demokrasinin temelidir.

Bizim sözünü verdiğimiz Türkiye’de, bağımsız ve tarafsız yargıdan başka hiç kimse, seçilmiş bir insanı görevden alamayacak.

Seçilmişlerin güvencesi, seçmen iradesinin güvencesidir.

Biz, seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz.

Seçmen iradesi gasp edilemez!

DEVA Partisi tüm Türkiye’nin, tek tek her birinizin oyunun güvencesi olacak.

...

Değerli arkadaşlarım,

Bu şehir, 12 Eylül’ün işkenceleriyle anıldığı gibi, hukuksuz pek çok fotoğrafa da sahne oldu.

2002 sonrasında gerçekleşen en önemli değişiklik, faili meçhul cinayetlerin son bulması ve “işkenceye sıfır tolerans” uygulamasıydı.

Bunlar elbette hayati önemde adımlardı. Ama ne yazık ki bugün bambaşka bir noktadayız.

İki sene evvel Van’da mantar toplayan köylülere işkence uygulayan ve “terörist” diyenler, yargının köylülerin masumiyetini ispatlaması karşısında özür bile dilemedi.

Hatta birkaç hafta evvel yine Van’da, helikopterden atıldığı iddia edilen vatandaşlarımız hastaneye kaldırıldı. Gözaltına alınanlardan Servet Turgut, yoğun bakımdan çıkamadan ne yazık ki vefat etti.

Yetkililer olayın soruşturmasının sürdüğünü söylüyor. Dosya hakkında gizlilik kararı olduğu için soruşturmanın hangi aşamada olduğunu da bilmiyoruz.

Ama sorarım size, bildiğimiz kadarı bile, bize çok şey anlatmıyor mu?

2000’li yıllarda sıfırlanan işkencenin ve faili meçhul cinayetlerin geri dönüşünün alarm zillerini duymuyor musunuz?

Son dönemde duyduklarımız, 90’lı yılların karanlığında karakolların kapısından canlı girip bir daha çıkamayan kurbanları çağrıştırmıyor mu?

Bu halk, bu şehir, bu bölge, bu ülke bunu hak etmiyor.

Suçu işleyen kim olursa olsun, isterse kamu görevlisi olsun, hukuki ve idari işlemler sonuna kadar adalete uygun olarak yürütülmelidir.

Türkiye’de yaşayan her bir bireyin tüm haklarının güvencesi olmak için biz hazırız.

Bu ülkede kimse kimliğinden, siyasi fikrinden, düşüncesinden ötürü, hiçbir koşulda kötü muamele göremez, görmeyecek!

...
Saygıdeğer dostlarım,
Gelelim, güncel bir gelişmeye...
Altı yıl sonra tekrar gündeme getirilen Kobani Soruşturması’na...

2014 yılında yaşanan ve 53 kişinin ölümüne yol açan şiddet olaylarının soruşturulmasına itiraz etmek, hukuk devletini savunan hiç kimse için mümkün değildir. Yargı tabi ki gereğini yapmak zorundadır.

Ama yargıdaki dosyalar da ülkeyi yönetenlerin elinde, işlerine gelince rafa kaldırıp ihtiyaç duyduklarında raftan indirip kullanacakları baskı ve şantaj malzemeleri değildir.

Birlikte düşünelim:

2015 yılının Şubat ayında, yani Kobani olaylarından dört ay sonra, hükümet üyeleri Dolmabahçe’de mutabakat metni okurken dört ay önceki Kobani ile ilgili çağrıdan haberdar değiller miydi?

Elbette haberdardılar. Ama o tarihlerde Çözüm Süreci devam ediyordu ve Dolmabahçe’deki o fotoğrafa ihtiyaçları vardı.

Yıllar geçti, aynı kişilerin bu sefer ihtiyaçları değişti.

Bugün ise küçük ortakların peşine takılmış, hızlı adımlarla 90’ların Kürt politikasına doğru koşan yönetimin birilerini düşmanlaştırmaya ve muhalefet partilerini tehdit etmeye ihtiyacı var.

Ancak unutmayalım ki, güçler ayrımının net olduğu bir hukuk devletinde Yargı siyasi amaçlara hizmet etmek için bir araç olarak kullanılamaz. Bu tablo kabul edilemez.

Türkiye’yi yönetenlere sesleniyorum:

Demokratik yollarla siyasi mücadeleye inanmış vatandaşlarımıza, âdeta ‘seçimler gereksiz’ duygusu yaşatarak, zaten büyümekte olan Kürt Meselesini daha da büyütmeyin.

Zaten büyük ölçüde işlevini yitirmiş olan bir Meclis var. Oradaki seçilmiş siyasetçileri keyfi yargılamalara maruz bırakmayın.

Daha dün çözüm sürecinde birlikte çalıştıklarınızı, şimdi apar topar düzenlenen fezlekelerle tutuklatmayın.

Biz, demokratik zemini daraltanlara ve meşru siyaset kanallarını engelleyenlere karşı ısrarla demokrasiyi savunacağız, çözümün siyasette olacağını savunacağız.

Biz oyunuza, iradenize ve hatta tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız.

...
Değerli konuklar, bizi izleyen değerli vatandaşlarımız,
Biz, bu topraklarda siyaset yollarını kapatan herkese karşı buradayız.

Onlarca yıldır terör eylemleri düzenleyen, gencecik çocuklarımızı dağa çıkmaya zorlayan, vatandaşlarımıza baskı yapan, siyasetin alanını daraltan terör örgütüne sonuna kadar karşıyız.

Oluşturduğu güvenlik sorunları nedeniyle bölgenin kalkınmasının önünde en önemli engel olan, bölgeye yatırım yapmak isteyenleri ürküten, yeni istihdam oluşmasının önüne set çeken terör örgütüne karşıyız.

Yöntem olarak şiddeti seçen ve ölümden beslenen tüm yapılara karşıyız.

Terör örgütleriyle mücadele çok yönlü bir mücadele olmalıdır. Sadece güvenlik enstrumanları değil, diplomasi ve uluslar arası siyasi ilişkiler de ustaca kullanılmalıdır.

Biz halkımızın kamu birimlerinin hukuksuz baskısı ile, terör örgütünün baskısı arasında sıkıştırılmasına asla izin vermeyeceğiz.

Biz sokaklarda TOMAların olmadığı, sabaha karşı operasyonların yapılmadığı bir Diyarbakır için buradayız.

Biz analar ağlamasın diye buradayız. Biz demokratik siyaset için hazırız. Buradayız.
Peki Diyarbakır hazır mı?

...

Biz DEVA Partisi olarak günümüz Türkiye’sinde, halkımıza ve siyasete güveniyoruz.

Herkesin de halka ve siyasete güvenmesi gerektiğini vurguluyoruz.

Hukuk dışı uygulamaları hiçbir koşulda kabul etmiyoruz.

Öte yandan, yapılan hukuksuzluklar terör eylemlerini asla meşrulaştıramaz.

Terör eylemlerinin varlığı da devletin hukuk dışı uygulamalarını meşru kılamaz.

Terörle sonuna kadar mücadele edilmelidir. Ancak bu mücadele hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde sürdürülmelidir.

Bizler, meşru siyaset yoluyla; adalet, özgürlük, demokrasi ve barış ilkelerine sahip çıkarak, yeni bir siyasi parti oluşturuyoruz.

...

Değerli arkadaşlarım,

Bu şehir cezaevinde Türkçe olarak öğrendiği tek cümle “Kamber Ateş nasılsın” diyen annelerin gözyaşlarına çok tanık oldu. Hatırlıyorsunuz değil mi?

Türkçe bilmediği için bir anne oğluna cezaevi görüşü boyunca sadece oğlunun ismini ve “nasılsın”ı söyleyebildi. “Kamber Ateş nasılsın” diye diye ağladı. Annelere evlatlarıyla anadilinde konuşmayı yasaklayanları gördük. Bugün onları hayırla anan var mı?

Eğer böyle giderse, şimdi yeniden Kürt Sorununu dirilten, vatandaşlarımızın demokratik haklarını elinden almaya çalışan hükumeti ve küçük ortaklarını da –açık söylüyorum- kimse hayırla anmayacak.

Bu topraklarda konuşulan her bir dil, her bir lehçe bizim zenginliğimizdir.

Resmi ve ortak dilimiz olan Türkçe’nin iyi öğretilmesinin yanında, anadili hakkı kapsamında bütün vatandaşlarımızın anadillerini kullanmaları ve geliştirmeleri için demokratik bir hukuk devletine yakışan bütün düzenlemeleri yapacağız.

Dil de dahil olmak üzere eğitime erişimin ve eğitimde fırsat eşitliğinin önündeki her türlü engeli kaldıracağız.

...
Bakın çok açık ifade ediyorum;
Tüm Türkiye’ye, bu ülkenin bütün vatandaşlarına sesleniyorum.

Biz DEVA partisi mensupları olarak taahhüt ediyoruz ki, Türkiye’nin neresinde yaşarsa yaşasın, her bir vatandaşımızın insan olmaktan kaynaklanan tüm temel hak ve özgürlükleri tanınıp, yasal ve anayasal güvenceye bağlanıncaya kadar bu mücadelenin neferleri olacağız.

Temel hakların tanınması insan onuruna saygının gereğidir.

Bu haklar kimseyle müzakere edilemez. Bu haklar oylamaya tabi de tutulamaz.

Bu haklar bekletilemez; zamana, zemine, “ülkenin koşullarına” bağlanamaz. Bu hakların birileri tarafından talep edilmesi de beklenemez.

Vatandaşlarımızın analarından emdikleri ak süt kadar helal olan bütün hakları koşulsuz, pazarlıksız, müzakeresiz bir biçimde ve tek taraflı olarak derhal tanınmalıdır.

Biz DEVA Partisi olarak, mevcut yönetimin, küçük ortağının peşine takılarak ortadan kaldırdığı ya da kullanılmaz hale getirdiği bütün demokratik hakları yeniden sağlayacağız.

Biz, etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliğimizi dikkate alarak toplumdaki tüm farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunuyoruz.

Her türlü ayrımcılığa karşıyız. Herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesini sağlayacağız.

Her bir vatandaşımızın kendi kimliğiyle, çekinmeden, korkmadan, baskı ve ayrımcılığa uğramadan yaşaması için gerekli toplumsal ve siyasal ortamı oluşturmak için çalışacağız.

Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasinin gereği neyse onu yapacağız.

Demokratik bir hukuk devletine yaraşır biçimde, özgür ve müreffeh Türkiye için çalışacağız.

...

Kıymetli misafirler,

Komşularımızla ilişkilerimizde bölgesel ve tarihsel hukukumuza aykırı uygulamalar görüyoruz. Bugünkü yönetim, komşularımızın her biriyle farklı çatışma alanları oluşturmak için adeta özel gayret gösteriyor.

Sınırın ötesinde yaşayan sivil halk düşman değil arkadaşlar! Türk, Kürt, Arap şehirleri bizim akrabalarımızın şehirleri. Irak’taki, Suriye’deki komşularımızla konuştuğumuz dil aynı. Güçlü bir tarih ve kültür ortaklığımız var.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, 100 yıl önce dedelerimizin, ninelerimizin bir arada yaşadığı şehirler adeta ortadan ikiye bölünmüş.

Şimdi biz sınırların böldüğü Suruçlu ile Kobaneliyi, Akçakaleli ile Tel Abyad’lıyı Ceylanpınarlı ile Resulayn’lıyı nasıl ayırt edebiliriz?

Bu insanların hepsi bizim için birdir, hepsi akrabamızdır.

Hepsinin barışı, huzuru, güvenliği, mutluluğu bizim için birdir.

Arap, Kürt, Türkmen, Müslüman veya Süryani...

Komşumuzun dinine, diline, ırkına bakabilir miyiz? Bakmayacağız.

Komşularımızla karşılıklı güven, dayanışma ve işbirliği esası ile ilişkilerimizi geliştireceğiz.

Biz ülkemizin toprak bütünlüğünü korumak ve sınır güvenliğini sağlamak kaydıyla, komşularımızla ilişkilerimizi iyileştireceğiz.

Güvenlik ihtiyacımızın düşman üreterek değil, dost kazanarak sağlanacağını gayet iyi biliyoruz.

Kavgayla, düşmanlıkla elde edilecek bir çözüm olmadığını da biliyoruz.

Bölgemizde ortak ilkeler ve değerler etrafında şekillenen işbirliği platformları kuracağız ve bunları koruyacağız. Merkezi insan olan, ülkemizin çıkarlarını en yüksek seviyede koruyacak bir dış politika uygulayacağız. Yurtta sulh, cihanda sulh diyeceğiz.

Türkiye’yi tüm müttefikleriyle, komşularıyla ve bölge ülkeleriyle, iç siyasetlerine karışmama ilkesi çerçevesinde, yapıcı ve dengeli diyaloglar kurabilir duruma getireceğiz.

Türkiyemizin, Güney Doğu Anadolumuzun, Doğu Anadolumuzun kalkınması için, ekonomimizin büyümesi için, tüm bölgeyi bir istikrar ve refah havzası yapmak zorundayız.

Biz krizlerden beslenmeyeceğiz.

Bağırarak çağırarak siyaset yapma devrine son vereceğiz.

Öfkeyi bir belagat aracı olarak kullanmayacağız.

Ülkemizi adalet ve hukuk temelinde uzlaştırıcı, sorun çözücü kimliğe kavuşturacağız.

Diplomasiyle, siyasi diyalogla, çözümden yana olarak, krizleri önleyerek güçleneceğiz.

Biz her zaman çözümlerin parçası olacağız, sorunların parçası olmayacağız.

Türkiye’yi hem içeride hem de bölgesinde barışın timsali yapacağız.

...

Değerli konuklar,

Ülkemizin içinden geçmekte olduğu ekonomik krizi eminim her biriniz tek tek hissediyorsunuz.

Biliyorum; Diyarbakır’da son dokuz ayda 890 esnaf kepenklerini kapattı. Ekonominin gerçek durumunu çok iyi gördüğünüzü biliyorum.

Hükümet bambaşka bir tablo sunmaya çalışsa da, hayat pahalılığı ve işsizliğin toplumumuzu nasıl etkilediğini görüyorum.

Hükumet yalanlarla, çarpıtmalarla kandırmaya çalışsa da siz enflasyonu da, döviz kurlarının etkisini de çok iyi biliyorsunuz.

“Biz döviz kuruna bakmıyoruz, ilgilenmiyoruz" diyorlar. Halkı cahil sanıyorlar.

Diyarbakır esnafı işyerine ürün alırken yükselen kuru hissetmiyor mu?

Diyarbakır çiftçisi mazot alırken yükselen kurdan etkilenmiyor mu?

Döviz kurundaki artışın er ya da geç elektrik fiyatlarına yansıdığını bu halk bilmiyor mu?

Halk her gün sokakta, pazarda, bakkalda, manavda gerçek enflasyonu da işsizliği de iliklerine kadar hissediyor.

Orta direk yıkılıyor değerli arkadaşlar!
Hükumetin yaptığı yanlışlar yüzünden orta direk yıkılıyor. Bunları görüyoruz.

Geçen hafta açıklanan ekonomik program Türkiye’nin fakirleştiğini ilan etmiştir.

2013 yılında 961 milyar dolara ulaşan milli gelirimizin bu yıl 702 milyara gerileyeceği, aynı dönemde fert başına milli gelirimizin 12.594 dolardan 8.381 dolara düşeceği açıklanmıştır.

İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesine çıkmıştır.

Türkiye her geçen gün yoksullaşıyor.

Artık yeter.

Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz.

Halkımız bunu hak etmiyor.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Biz bu yoksulluğu sona erdireceğiz.

Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız.

Bu milletin kaynaklarını küçük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları yeniden ayağa kaldıracağız.

İktidar olanların niyetleriyle şekillenen, keyfi kararlarla ülkenin geleceğini karartan tüm uygulamalara son vereceğiz.

Hukuk devletini yeniden inşa ederek güven tesis edeceğiz. Bu ülkeyi mahrum kaldığı yatırımlara kavuşturacağız. Güven ve istikrar ortamında ülkemizi çok daha müreffeh günlere taşıyacağız.

...
Değerli konuklar, değerli katılımcılar,

Biz bu şehrin üzerindeki vesayet bulutlarını kaldıracağız. Her türlü vesayete karşı duracağız.

Beş sene evvel Sur’da asla kabul edilemez bir işgal girişimi yaşandı.

Çıkan çatışmalarda ve yapılan operasyonlarda birçok Diyarbakırlı vatandaşımızın evi ve işyeri yıkıldı. Ardından devlet kamulaştırma uygulamaları yaptı.

Bugün tarihi Sur ilçemizde yaşayan vatandaşlarımız büyük bir mağduriyet yaşıyor.

Hükümet vatandaşlarımıza kira, nakdi yardım veya ev inşası seçenekleri sunmuştu. Fakat beş yıl geçti, ev inşası talep eden vatandaşlarımıza halen evleri verilmedi. Kira yardımları kesildi.

Buradan sesleniyorum; yaşanan bu mağduriyet bir an evvel son bulmalıdır!

Beş senedir mağdur olan vatandaşlarımızın zararları bir an önce tazmin edilmelidir.

...

Değerli dostlarım,

Diyarbakır’ın müthiş bir gençlik potansiyeli var.

Ancak gençlerimizin çoğuna iyi bir eğitim fırsatı sunulmuyor. Özellikle merkezden uzak okullara yeterli öğretmen ataması yapmıyor, yeterli eğitim malzemesi sağlamıyor.

Anne babalar çocuklarının geleceğinden endişe duyuyor. Bu ülkede anne babaların tek derdi çocuklarının eğitimi. Çocuklarının geleceği. Bu ülke ceketini satıp çocuğunu okutan anne babaların ülkesi.

Oysa devletin görevi her bir çocuğumuza, gencimize eğitimde fırsat eşitliğini sağlamaktır. Gelir adaletsizliğinin had safhada olduğu bu tarihi şehirde çocuklarımız sokakta çalışmak zorunda kalıyor. Mevsimlik işçi olmak için başka şehirlere göç ediyor.

Arkadaşlar, bu ülkenin en büyük kaynağı, en büyük zenginliği insan. Bizim öyle zengin petrol kaynaklarımız, zengin maden rezervlerimiz yok. Ama bizim dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz kadar iyi insan kaynağımız var. Gençlerimiz var. Çocuklarımız var.

Bizim gençlerimiz geleceğe korkuyla, kaygıyla değil; umut ve heyecanla bakmayı hak ediyor. Bu ülkenin çocukları iyi bir gelecek, iyi bir ülke hak ediyor.

Bizim doğu ile batı, kuzey ile güney, köy ile şehir ayrımı yapma lüksümüz yok. Türkiye’nin, bu ülkenin tek hedefi ortak bir gelecek olmak zorunda.

Biz çocuklarımızın, gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla eşit seviyede eğitim alabileceği, eşit hayat yaşayacağı, eşit ekonomik koşullara kavuşacağı ama en önemlisi benzer hayaller kuracağı, benzer hedefler için çalışacağı ülke için çalışacağız.

Dijitalleşen dünyanın gerisinde bırakılan gençlerimizi, diğer ülkelerde yaşayan gençlerle eşit seviyeye getireceğiz.

Gençlerimizin umudunu çalmaya kimsenin hakkı yok!

Biz öncelikle bu toprakların en ücra köylerine varana dek eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağız.

Biz, gençlerimize iş imkanları oluşturacağız.
Biz, kamuda işe alımlarda mülakat sistemini kaldıracağız.

Biz, işi ayrıcalıklı nüfuzlu kişilere değil ehil olana teslim edeceğiz. Tayin ve terfilerde de tek ölçümüz olacak, o da liyakat olacaktır.

Gençler, artık referans aramak zorunda kalmayacak. Tek referansları kendi bilgi ve birikimleri olacak.

...

Değerli Diyarbakırlılar,

Bereketli topraklar olarak ifade ettiğimiz yukarı Mezopotamya’nın yıldız şehirlerinden olan Diyarbakır’ın ekonomisi; tarım, hayvancılık, tarıma dayalı sanayi ve son yıllarda gelişim gösteren madencilik gibi sanayi tesislerinden oluşmaktadır.

Diyarbakır ekonomisinin lokomotifi olan tarım ve hayvancılığının ciddi yapısal problemleri mevcuttur.

Milyonlarca dönüm tarım alanına sahip Diyarbakır’da özellikle cazibeli sulama projelerinin bir türlü bitirilemeyişi çiftçiyi ciddi manada zorlamakta, hem üretim hem de ürün deseninde ciddi kayıplara sebebiyet vermektedir.

Silvan sulama projesinin bitirilememesinden dolayı sulama elektrikli pompalarla yapılmaktadır. Rantabl olmayan bu üretim modeli ile çiftçi ve ilgili elektrik kurumu arasında sürekli problemler baş göstermektedir.

GAP projesinin en büyük sulama barajlarından olan Silvan barajının bitirilmesi ile beraber 2 milyon dönümden fazla alan cazibeli su ile buluşturulacak, on binlerce bölge insanına istihdam olanağı sağlanacak ve çiftçi yılda en az iki ürün elde etmiş olacaktır.

Bölge için ciddi önem arz eden bu projenin bir an önce bitirilmesi gerekmektedir.

İktidarı Kanal İstanbul projesine milyarlarca lira harcamak yerine GAP projesi kapsamındaki sulama kanalarını bitirmeye davet ediyorum.

Bölgede özellikle sulama sıkıntısından dolayı stratejik öneme haiz pamuk, mısır ve buğdaydan istenilen verim alınamamaktadır. Bugünlerde hasadı gerçekleştirilen ve bölgenin beyaz altını olan pamuk, artan girdi maliyetleri ve fiyatlardaki istikrarsızlık sebebiyle eski cazibesini kaybetmiştir.

Pamuk destekleme primi son 3 yıldır hiç arttırılmamıştır.

Yaşanan ekonomik krizin en büyük sıkıntısını çiftçiler çekmektedir. Dolar kurunun artışından dolayı ilaç, gübre ve tohum gibi girdi maliyetlerdeki yüksek artışlar çiftçimizin üretim gücünü ciddi manada sekteye uğratmıştır.

Kırdan kente göçen vatandaşlarımızı tekrar köyüne döndürmek, tekrar üretim sürecinin içine almak için sosyal ve ekonomik projeler acilen devreye alınmalıdır.

Özellikle küçük baş hayvan yetiştiriciliği için uygun olan kırsal bölgelerimizde uygulanacak ayni destek projeler ile kentlerden kırsala dönüş hızlanacaktır.

Bu anlamada bölge iklimine uygun koyun yetiştiriciliği desteklenmelidir.

Koyun yetiştiriciliğine uygun meralarımızın çokluğu ve geçmiş tecrübeler bu alanın potansiyelini bize göstermiştir.

Ekonomik dönüşü kısa ve hızlı olan koyun yetiştiriciliği bölge ve ülke ekonomisine çok kısa zaman zarfında ciddi katkılar sağlayacaktır.

Arıcılık, ipek böceği üretimi, meyve işleme gibi alanlarda da önemli bir potansiyel mevcuttur.

...
Kıymetli konuklar,

Diyarbakır’da kentsel dönüşüm uygulamasını da beceremediler. Ya başlayıp yarım bıraktılar ve halkı mağdur ettiler ya da başlamadılar.

Diyarbakır’ın trafik sorununu çözemediler. Kürtçe tabelalarla uğraşmayı kendine dert edinen devlet, raylı sistemi Diyarbakır’a çok gördü.

Şehrin sokakları temizlenmiyor.

Açık söylüyorum: İktidar ülkeyi yönetemediği gibi Diyarbakır’ı da yönetemiyor. Sokaktaki sorunları göremiyor. Yaşadıkları dar çevrede halkın sesini duymuyor.

Diyarbakır binlerce yıllık tarihiyle, eşsiz Surlarıyla, Hevsel Bahçeleriyle, doğasıyla kenara itildi.

Diyarbakırlı gençlerimiz işsiz. Diyarbakırlı gençlerimizin umudunu çaldılar.

Diyarbakır’ın sorunu çok, derdi çok biliyoruz. Ama biz DEVA Partisi olarak, 2 milyon Diyarbakırlının, 17 ilçesiyle tüm Diyarbakır’ın DEVA’sı olmaya geliyoruz.

Şimdi Diyarbakır teşkilat mensuplarımıza soruyorum: Arkadaşlar Diyarbakır’ın DEVAsı olmaya hazır mısınız?

...
Kıymetli katılımcılar, ekranları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımız,

Biz, DEVA Partisi olarak özgürlük, adalet, eşitlik ve toplumsal barış için, insanımızın hak ettiği yaşam için yola çıktık.

Türkiye’de kutuplaşmadan değil, güvenden; kayırmacılıktan değil, liyakatten beslenen bir siyaseti hakim kılacağız.

Kadınların ve gençlerin en önde yer aldığı, herkesin eşit seviyede söz sahibi olduğu, engelli vatandaşlarımızın siyasette engellenmediği partimizle, adalet için, hukuk için, özgürlük için geliyoruz.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Ve biz hazırız!
Artık Diyarbakır’ın DEVA’sı var. Türkiye’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

4 Ekim 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Çorum İl Kongresi Konuşması

ÇORUM 1. OLAĞAN İL KONGRESİ
Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Çorum 1. Olağan İl Kongresi Konuşması:

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Çorum il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Çorumlu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Çorum teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün hem benim için hem de partimiz için tarihi bir gün. Bugün katılabildiğim ilk il kongremizi burada Çorum’da yapmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Aslında partimizin ilk il kongresi 20 Eylül’de Ardahan’da yapılmıştı, ancak sağlık durumum nedeniyle katılamamıştım.

Biliyorsunuz, bundan bir süre önce, ailemle birlikte COVID-19 sürecinden geçtik. Evde ve hastanede geçirdiğim günler boyunca sizlerle buluşacağımız günleri bekledim. Şimdi çok şükür iyileştim, eski sağlığıma kavuştum.

Yaşadığım tecrübeye de dayanarak söylemeliyim ki basit bir hastalıkla karşı karşıya değiliz. Kendimizi ve çevremizdekileri korumak adına tedbiri asla elden bırakmamalıyız. İnanıyorum ki, toplum olarak beraberce güçlü bir irade ortaya koyabilirsek bugünleri nispeten daha kolay atlatabiliriz.

Kongrelerimiz vesilesiyle her ne kadar gönlümüz sıcak bir kucaklaşma istese de, bir araya gelebilmemiz gerekli tedbirlere uymak şartıyla nasip oldu.

Ama bizler, her şeye rağmen durmuyoruz, yolumuza devam ediyoruz.

Bugün Erzurum’da, Balıkesir’de, Batman’da, Sakarya’da, ülkemizin dört bir yanında ilçe kongrelerimizi gerçekleştiriyoruz. Önümüzdeki haftasonu üç ilimizde, bir sonraki haftasonu iki ilimizde daha il kongrelerimizi gerçekleştireceğiz.

Türkiye’yi daha müreffeh, daha huzurlu ve daha özgür bir ülke yapacağımız bir hareket inşa ediyoruz. Ve bugün, milletimizin yaralarına deva olacağımız bu uzun yolun önemli bir adımını hep birlikte Çorum’da atıyoruz.

Eminim çoğunuz biliyorsunuz, Çorum benim ana ocağım.

İnsanlık tarihinin ilk yazılı barış antlaşması olan Kadeş Antlaşması, Hititler ile Mısırlılar arasında bu coğrafyada imzalanmış. Kadın erkek eşitliğinin ilk tarihsel belgesine bu bölgede imza atılmış.

İnanç özgürlüğünün, inançlara saygının vatanı Çorum’dan, barış kenti Çorum başlıyoruz yolculuğumuza.
Değerli konuklar, değerli katılımcılar,

Ülkemiz zor zamanlardan geçiyor. İşsizlik tarihin en yüksek seviyesinde. Hayat pahalılığı herkesin canını yakıyor. Adalet yok, hukuku mumla arar olduk.

Ama ümitsizliğe kapılmıyoruz ve biz her birimiz DEVA üyeleri olarak çok çalışıyoruz. Laf değil iş üretiyoruz. Dert değil çözüm oluyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, devletin iki kurumu arasında yaşanan ve demokratik bir ülkede asla rastlanamayacak bir polemiğe tanık olduk. Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir karar üzerine, bir hükümet üyesi Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı şahsen hedef alan, hem iftiralar içeren hem de tehdit kokan açıklamalar yaptı.

Mahkeme kararları elbette eleştirilebilir, ancak ülkedeki güvenliği sağlamakla yükümlü bir hükümet üyesinin bir yüksek yargı mensubuna sarfettiği sözler ülkemiz adına utanç vericidir. Hükümetin en önemli sorumluluk alanlarından birisi olan güvenlik konusundaki aciziyetinin itirafıdır. Hükümet kendi işini yapamadığını ilan etmiştir. Sokakların güvenli olmadığını, bir yüksek mahkeme mensubunun koruma olmadan sokağa çıkamayacığını kabul etmiştir.

Fakat bu olayın hem hüzünlü bir tarafı, hem de umut veren bir tarafı var.

Hüzünlü, çünkü bugün Anayasa Mahkemesi’ni hedef alanların bir kısmı, geçmişte Anayasa Mahkemesi’nin tarafsız ve bağımsız olmayışı yüzünden en çok sıkıntıyı ve acıyı çekmiş insanlar.

Askeri vesayet günlerinde, o yüce mahkemede görev yapan yargıçların hür iradeleriyle davranma cesaretine sahip olmaması yüzünden seçilme hakları gasp edilmiş, partileri kapatılmış, inanç özgürlükleri ayaklar altına alınmış insanlar.

Devran döndü, şimdi bu insanların bir kısmı iktidarda. Ancak bugünkü iktidarın kendisi, vesayet rejimindeki hak hukuk tanımayan iktidarlar gibi davranmaya

Bir yandan da iktidar, ne yazık ki, bugünün yüksek mahkeme mensuplarını vesayet rejiminin yargıçlarına benzetmeye çalışıyor.

Üstelik daha on sene önce Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını bizlerin de içinde olduğumuz bir ekip getirmişti. Yapılan düzenleme tarihi nitelikteydi ve nitekim hak ihlallerini kısmen telafi etme imkanı gelmişti bu sayede.

Sizinle önemli bir istatistiği paylaşmak isterim. 2016’dan 2020 Haziran ayına kadar Anayasa Mahkemesi’ne yaklaşık 220.000 bireysel başvuru yapılmış. Anayasa Mahkemesi esastan incelediği başvurulardan tam %91,8’i için hak ihlali kararı vermiş.

İşte şimdi bireyler lehine hükmedilen bu “ihlal” kararlarına karşı çıkıyorlar. Ne zaman özgürlükçü, demokrat, adil, hakka uygun bir karar verilse karşı çıkıyorlar.

Ama bir yandan da umut verici bir tarafı var bu olayın. Çünkü bu tablo bize gösteriyor ki, bugünkü rejimin hâlâ hizaya getiremediği, hala biat ettiremediği bazı kurumlar var ülkemizde.

Türkiye’de hâlâ hakimler var.

Birkaç gün evvel de iktidarın ortağı, çok matahmış gibi, parlamenter sistemden kalan kurumların ve Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılmasını istedi. Anayasa Mahkemesi’ne “engel” dedi. Cumhurbaşkanı da hemen destekledi.

Çünkü adalete inanmıyorlar. Yargı sadece onların beklediği, istediği kararı alırsa memnun oluyorlar. Aksi halde derhal iftira, tehdit, her türlü yıpratma ve yıldırma başlıyor. Adil değiller ve olmak da istemiyorlar.

Kimse kusura bakmasın, halkımız mağdur edildiğine inandığında Anayasa Mahkemesine başvuracak ve elbette hakkını arayacak.

Yargıya olan güvenin yerlerde süründüğü, talimatla kararlar verildiği günlerden geçerken, güvenebildiğimiz az sayıda kurumdan birisi Anayasa Mahkemesi iken, hukuk devletini hiçe sayan bu anlayışı asla kabul etmeyeceğiz.

Kim ne derse desin biz insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, güçler ayrımını savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Biz bunları gerçekleştirmek için hazırız. Türkiye’nin devası hazır.

Kıymetli Arkadaşlarım,
İktidar ülkeyi yönetemediğini her alanda itiraf ediyor.

Geçen hafta açıklanan ekonomik program Türkiye’nin fakirleştiğini ilan etmiştir. 2013 yılında 961 milyar dolara ulaşan milli gelirimizin bu yıl 702 milyara gerileyeceği, aynı dönemde fert başına milli gelirimizin 12.594 dolardan 8.381 dolara düşeceği açıklanmıştır.

İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihi en yüksek seviyesine çıkmıştır. Ekonomi yönetimini bıraktığım 2015 yılında 24 milyar TL olan bütçe açığının 2020 yılında tam on katına çıkarak 239 milyar TL olacağı ve bu açığın 2023 yılına kadar da azalmayacağı açıklanmıştır.

Devrettiğimde yüzde 27,5 olan kamu borç yükü, bu yıl milli gelirin yüzde 41,1’ine çıkacaktır.

Geçen hafta açıklanan programla Türkiye’nin yeniden borç faiz sarmalına geri döndüğü tescil edilmiştir. Bütçeden yapılan faiz ödemeleri benim ayrıldığım yıl 53 milyar TL idi. Bu yılki faiz ödemesi 137 milyar olarak ilan edilmiştir. Gelecek yıl ise bu rakamın tam 179 milyara çıkacağı açıklanmıştır.

Biz adil olacağız. Biz yargıya müdahale etmeyeceğiz. Biz yargının tarafsız ve bağımsız olmasını sağlayacağız.

Geçtiğimiz günlerde açıklanan bir başka karar ise Merkez Bankası politika faizinin %2 artılması olmuştur.

Ne oldu? Acaba hükümet faiz lobisi karşısında direnemedi mi? Son yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı ısrarla faizin enflasyonun sebebi olduğunu iddia ediyordu. Yani faiz artarsa enflasyon artar diyordu. Sizin teziniz doğruysa niçin faizi artırdınız? Bu kadar hayat pahalılığı varken bir de faiz artışıyla enflasyonu daha da mı azdırmak istiyorsunuz?

Olmadı. Tutmadı. Merkez Bankası’nın faizini sessizce artırmasıyla beraber bütün bu uygulamalarının yanlış olduğunu, yıllardır savundukları tezlerin içinin boş olduğunu itiraf ettiler. Çıkıp bu faiz artışını anlatacak, savunacak birisi oldu mu? O günden bugüne hükümetten bu konuda çıt yok.

Peki bu esnada bize ne oldu? Vatandaşlarımıza ne oldu? Türk lirasının değeri tarihin en düşük seviyelerinde.

Orta direk yıkılıyor değerli arkadaşlar!

Hükümetin yaptığı yanlışlar yüzünden orta direk yıkılıyor. Bunları görüyoruz. Yalanlarla, çarpıtmalarla kandırmaya çalışsalar da biz bunları görüyoruz, halk görüyor.

“Biz döviz kuruna bakmıyoruz, ilgilenmiyoruz" diyorlar. Halkı cahil sanıyorlar. Anlamaz sanıyorlar. Halk, her gün sokakta, pazarda, markette gerçek enflasyonu da işsizliği de iliklerine kadar hissediyor. Her üç kişiden biri işsiz. İnsanlar evine ekmek götürmekte zorlanıyor. Gençler, kadınlar iş bulamıyor.

Artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.

Arkadaşlar bakın, bütün bu yanlışların bedelini bu millet ödüyor. Kur sizi ilgilendirmiyor da niçin akaryakıta zam yapıyorsunuz? Niçin elektriğe zam yapıyorsunuz? Bunların maliyetinin direkt döviz kuruna bağlı olduğunu bu halk anlamıyor mu zannediyorsunuz? Devletin borcunun önemli bir kısmının döviz borcu olduğunu bu millet bilmiyor mu sanıyorsunuz? Kur önemli değil de, Merkez Bankası’nda yıllardır biriktirilen tam 120 Milyar dolar dövizi bir inat uğruna niye erittiniz, niye yaktınız?

Devletin kara günler için yıllardır biriktirdiği yedek akçe hesabı vardır. Geçen yıl bir kalemde harcayıp bitirdiler. 2019’da biriken yedek akçeyi de 2020 yılının hemen başında hemen harcadılar. Sabredemediler.

Her birimizi hatta küçücük çocuklarımızı borca soktular, fakirleştirdiler.

Bundan dört yıl önce bir Varlık Fonu kurdular. Bu fonun en önemli özelliği ihale mevzuatının tamamen dışında olması, hiçbir düzenlemeye bağlı olmaması ve hiçbir denetim mekanizmasına tabi olmaması.

Ben yıllarca karşı koydum. Yanlış dedim. Burada kara delik oluşur dedim. Ayrılmamdan hemen sonra kurdular bu fonu.

Bugün devlet bilançosuna baktığımızda, bu fon tam 64 Milyar TL borca batmış. Adına varlık fonu deyip de memlekete yeni bir borçlanma mekanizması, yeni bir kara delik oluşturmak affedilir bir şey değil.

İktidara gelir gelmez yapacağımız ilk işlerden birisi bu fonu kapatmak olacak.

Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.

Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları özerk hale getireceğiz. İktidar olanların niyetleriyle şekillenen, keyfi kararlarla ülkenin geleceğini hedef alan tüm uygulamalara son vereceğiz.

Saygıdeğer konuklar,

Ülkemizin en önemli ekonomik sorunu işsizliktir. Yatırım olmadan istihdam oluşmaz, işsizlik sorunu çözülemez. Yatırımcı ise güven ortamı ister.

Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Oysa bu iktidarın artık güven ortamını tesis etme imkanı kalmamıştır.

Bu iktidar başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecektir.

Hükümet geçtiğimiz hafta sağlık konusunda da vatandaşlarımıza gerçekleri sunmadığını itiraf etti. İktidar vahim bir açıklama ile Koronavirüs tablolarının gerçek durumu yansıtmadığını açıkladı.

Ekonomiyle ilgili verilere son dönemlerde güven azalmıştı. Ancak sağlıkla ilgili gerçekleri gizleyip ne yapmaya çalışıyorsunuz? Türk Tabipler Birliği aylardır verilerin gerçek olmadığını söyledi. Ama hükümet bunu söyledikleri için Tabipler Birliği’ni hain ilan etti.

Sırf turizm gelirlerini artırma gayesiyle sağlık istatistikleri tahrif edilemez. Bu halkın canının hiç mi kıymeti yok? Eğer mesele ülkenin çıkarlarıysa, en önemli milli çıkarımız halkımızın sağlığıdır.

Buradan yine hükümete ve ortaklarına sesleniyorum: Gerçekleri gizlemeyin. Yalan beyanda bulunmayın. Halkımıza doğruları açıkça söyleyin. Hiç kimsenin hayatını tehlikeye atmayın! Siz halka hizmet etmek için görevdesiniz. Hizmet edin!

Ben her bir hastane çalışanının nasıl fedakârlık içerisinde bu süreci yürütmeye çalıştığını bizzat gördüm. Haklarını alamasalar da her biri büyük bir risk altında kahramanca mücadele ediyorlar hâlâ.

Sağlık çalışanlarımızın yanında olun. Kimse hekimlerimize ve diğer sağlık çalışanlarımıza saldıramaz.

İstediği zaman para bulan iktidar konu sağlık ve eğitime gelince para bulamıyor. İlaç ve tıbbı malzeme tedarik eden firmalara borçlarını ödemiyorlar, ödeyemiyorlar.

Niye? Çünkü devletin bütçesi iflas noktasında. Hazinede para kalmadı. Borçları

ödeyecek paraları yok. Ama bu durumda bile Kanal İstanbul için ihale yapmayı ihmal etmiyorlar.

Hastalarımıza ilaç vermekte zorlandığımız günler yaşıyoruz. Niye? Ne oldu da bu duruma düştük. Bütün bunların sebebi kötü yönetim. Bu iktidar ülkeyi yönetemiyor. Yanlış ve günübirlik kararlar ile ülke yönetilemez. Kurumları ve liyakatı bitirdiğiniz zaman yönetemezsiniz.

Değerli vatandaşlarım,

Hamaset dışında ülkemize hiçbir şey sunamayan iktidar, çocuklarımızı da eğitimsiz bırakmıştır. Evlerinden bilgisayar ile derslere katılması gereken öğrenciler, imkansızlıklardan derslere katılamıyor. Çocukların eğitimi için zorunlu olan internet, bilgisayar, tablet sağlanamıyor. Öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz internet için yüksek ücretler ödemek zorunda kalıyor. Konu yeni bir ihaleyse kaynak bulunuyor, ama çocuklarımızın eğitimine sıra gelince yardım kampanyası düzenleniyor.

Eğitim bir haktır. Devletin görevi eğitimde fırsat eşitliğini sağlamaktır. Devlet, pandemi koşullarında öğrencilerimize evde ücretsiz olarak tüm eğitim imkanlarını sağlamak zorundadır. Eğitime erişim açısından baktığımızda, maddi imkanı olan ailelerle imkanı olmayan aileler arasında ilk defa uçurum bu kadar büyümüştür. Yoksul ailelerin çocukları eğitim imkanlarından mahrum kalmaktadır.

İktidar ne uzaktan ne yakından, eğitimi beceremiyor. Hâlâ eğitimde yol haritası belli değil. Bu sene sınavlara girecek öğrencilerimiz sınav müfredatını bilmiyor. Belirsizlikler gençlerimizin gelecek umudunu yok ediyor.

Buradan bir kere daha seslenmek istiyorum:

İktidar eğitimde yol haritasını derhal belirlemelidir. Öğrencilerimize ve eğitimcilerimize ücretsiz internet ve teknik donanım sağlanmalıdır. EBA sisteminin altyapısı güçlendirilmeli ve aksaklıklar giderilmelidir. Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı ve en ücra köylere dahi eksiksiz hizmet verilmelidir.

Ahlat’a, Marmaris’e yapılan saraylara yüz milyonlarca lira harcayan iktidar, çocuklarımızın geleceği için yapılacak eğitim harcamalarından kaçamaz.

Biz, insan odaklı, fırsat eşitliğini gözeten bir eğitim sistemi kuracağız. Çocuklarımıza hak ettikleri eğitimi üç yaşından itibaren ücretsiz sağlayacağız.

Değerli yol arkadaşlarım,

Bir ülkenin itibarı lükse yapılan harcamalarla değil, halkının yaşam standartları ile, çocuklarının geleceğine yaptığı yatırımlarla ölçülür.

Bugün kendi yetersizliklerini kimlik siyasetiyle örtmeye çalışan ve toplumu kutuplaştırarak iktidarını sürdürmeyi amaçlayan dar bir yönetim kadrosuyla karşı karşıyayız.

Bugünkü yönetime baktığımızda; insan haklarını, özgürlükleri, demokrasiyi, ekonomiyi onaracak, halkımıza insanlık onuruna yaraşır bir hayat sunacak siyasi iradeyi göremiyoruz. Bu iktidar ve yönetim anlayışı değişmeden, maalesef hiçbir sorunumuza çözüm üretmek mümkün değil.

Gençlerimiz, kadınlarımız, yatırımcılarımız ülkemizden göç ediyor. Son bir senede Türkiye’den 253.000’den fazla vatandaşımız göç etti. Bunların büyük çoğunluğu gençler.

Bu ülkede ailelerin en büyük yatırımı mala mülke değil, çocuklarınadır. Mevcut yönetim artık bu ailelere bir gelecek umudu sunamıyor. Gençler de ilk fırsatta Türkiye dışında bir hayat hayal ediyor. Ülkeden umudunu kesen vatandaşlarımıza yeniden burada huzur içinde ve özgürce yaşayacakları bir ortam sunmak zorundayız.

Kamu kurumlarında mülakat sistemi kullanılarak liyakatli kişiler değil, nüfuzlu kişiler işe alınıyor. Biz kamuda mülakat sistemine son vereceğiz. İşi referansı olana değil, ehil olana teslim edeceğiz.

Türkiye’nin, hepimizin hak ettiği gibi demokratik, özgürlükçü, müreffeh bir hukuk devleti olması için biz buradayız.

Bakın bugün esnafımız kepenklerini indirmek zorunda kalıyor. Çiftçilerimiz hızla artan girdi maliyetleri karşısında çaresiz kalıyor. Koronavirüs döneminde diğer ülkeler özellikle küçük işletmelere teşvikler, hibeler verirken bizde hükümet ne

Hem de çok iyi eğitimli donanımlı gençler. İnsan sermayemizi kaybediyoruz.

Niçin bu gençleri kaybediyoruz? Çünkü bu gençler sadece özgürlüklerin olduğu bir ortamda yaşamak istiyorlar ve geleceklerinden endişe duymak istemiyorlar.

Kendilerine ve düşüncelerine saygı duyulmasını istiyorlar.

Gençlerde işsizlik oranı tarihin rekor yüksek seviyelerinde. Daha kötüsü gençlerimiz umudunu yitirmeye başladı.

Biz gençlerin umudunu çalanlara karşı onlarla birlikte yepyeni, özgür, zengin bir ülke için hazırız.

yaptı? Küçük kredi uygulamalarıyla esnafımızın ve çiftçilerimizin sorunlarını sadece ertelemeye çalıştı. Üstelik üzerine faizini de ekleyerek yaptı bunu.

Bu adalet midir? Bu hak mıdır? Şatafata, gösterişe yapılan harcamalar kayıtsızca devam ederken esnafın kepenklerini kapatması sessizce izlendi.

Değerli arkadaşlar,

Bizim DEVA Partisi olarak amacımız, Türkiye’ye kaderinin bu olmadığını göstermektir. Söz değil; iş üretmektir. Türkiye’yi kutuplaştırmak isteyenlere karşı, bir araya gelebileceğimizi göstermektir.

Biliyoruz ki Türkiye, liyakatli bir kadronun öncülüğünde ve yeniden birlik olma iradesiyle yönetilirse, müreffeh günlere kavuşacağız. İşte bu kadro, sizlersiniz.

DEVA Partisi kadroları ülkemizin ihtiyaç duyduğu umut ışığıdır. Teşkilatımız, basının susturulduğu, televizyon kanallarının karartıldığı, meydanların boşaltıldığı şu günlerde, kapı kapı dolaşıp insanlara DEVA’yı anlatacaktır. Sesimizin Türkiye’nin her sokağında yankılanması için çalışmak hepimizin ülkemize borcudur.

Türkiye’de politika yapmanın tek şartının cüzdan doluluğu olduğu gerçeğini değiştiriyoruz. Bizim teşkilatımızın mensupları paraları ya da tanıdıklarıyla değil; birikimleri ve nitelikleriyle burada bulunan insanlardır.

Biz DEVA Partisi olarak, ülkemizin insanlarını can kulağıyla dinliyoruz. Zira, toplumun gündeminden kopmuş ve bir külliyeye, saraya, dar bir kadroya sıkışmış yönetim, milletimizin sorunlarına çözüm üretemiyor, üretemeyecek.  Olmayan gelirin ve çalışamayan işçinin vergi ve prim ödemelerini durdurmadı, sadece erteledi. Çalışamayan, dükkanını kapatan esnafa geçimi için yardım etmedi. Esnafımız, çiftçimiz kaderleriyle baş başa bırakıldı.

Biz siyaseti rant için, makam için, kendimize hizmet için yapmıyoruz yapmayacağız.

Biz siyaseti ülkemiz için, inandığımız değerler için, milletimizin huzur ve refahı için yapacağız. Biz siyaseti almak için yapmayacağız. Biz siyaseti emeğimizi, bilgimizi ve zamanımızı bu ülkenin hizmetine sunmak için yapacağız.

Kıymetli Çorumlu kardeşlerim,

Bu şehrin beş bin yıllık eşsiz bir tarihi vardır. Alacahöyük’ün, Hattuşaş’ın başkenti olan şehrimiz hem yatırımlardan hem turizmden mahrum olmuştur. Osmanlı’dan, Selçuklular’dan kalma tarihi eserlerin bulunduğu müzelerimizin, ören yerlerimizin tanıtımı yetersiz kalmıştır.

Dünyanın neresinde olursa olsun el üstüne tutulacak bu tarihi miras, hükümetin desteklerinden mahrum kalmış ve Çorum turizm merkezi olamamıştır.

Biliyorum, yıllardır Çorum teşviklerden, yatırımlardan, desteklerden mahrum kaldı. Öyle ki şehre en büyük istihdam sağlayan kurumlardan olan çimento fabrikası da iki sene önce kapandı.

Çorum İç Anadolu’nun Karadeniz’ e açılan kapısıdır. Yıllarca tarım şehri olarak bilinen Çorum’un tarımsal sanayide ve çeşitlenen sanayi kollarında büyük bir potansiyeli vardır. KOBİ’lerin güçlenmesiyle bir sanayi şehri olmaya adaydır.

Temelleri 1977 yılında atılan Çorum Organize Sanayi Bölgesi sadece Çorum için değil bölge için önemli bir imkan sunmaktadır.

İktidara geldiğimizde;

Çorum’un yetersiz olan sağlık altyapısını hızla iyileştireceğiz.

Çorum ilimizi hak ettiği düzeyde kamu yardım ve yatırımlarından faydalandırılacağız.

Ulaşım altyapısını yeni baştan ele alarak Ankara-Kırıkkale-Çorum-Samsun hızlı demir yolu projesini sonuçlandıracağız.

Sulu tarım alanlarını özellikle pirinç ekim alanlarını geliştireceğiz ve Osmancık pirincinin markalaşmasına yönelik her türlü desteği vereceğiz. Verimli tarım arazilerine sahip ilimizi gerekli destek ve yönlendirmeler ile, seracılık ve organik tarım ile, Ankara dahil yakın coğrafyanın 12 ay sebze üreticisi konumuna getireceğiz.

page11image3289570208

Özellikle çeltik tarımında kullanılacak makinaların üretimini ve üretilen pirincin paketlenmesi, kurutulması ve nişasta gibi katma değeri yüksek ürünlerin üretilebileceği fabrikaların kurulmasını destekleyeceğiz.

Obruk barajı ve Kızılırmak nehri kültür balıkçılığı yapmaya uygun bir ortam sunmaktadır. Kültür balıkçılığını önemli bir geçim kaynağı haline getireceğiz.

Entegre et ve süt ürünleri işleme tesis projeleri ile hayvancılık sektörünün katma değerini yükselteceğiz.
Bir tarım ve sanayi şehri olan Çorum’

da teknokent kurulmasına rağmen, üniversite

sanayi iş birliğinde ciddi bir mesafe kat edilememiştir. Üniversite sanayi iş birliğinin

ve Ar-Ge’

nin geliştirilmesine yönelik her türlü teşvik ve desteği vereceğiz.

Çorum’un savunma sanayi, demiryolu makine ve ekipmanları, hızlı tren setlerinin imalatı ve yerli otomobil üretimi konusunda önemli bir tedarikçisi olma konusunda her türlü yardım ve destekte bulunacağız.

İnanın bütün bunları yapmak dürüst ve işin ehli kadrolarla mümkün.

Çorum sanayide yüz üstü bırakıldı. Çorum altyapıda, ulaşımda yüz üstü bırakıldı. Çorum, yanlış tarım ve hayvancılık politikalarıyla göç veren bir şehre dönüştü, bazı köylerimiz adeta hayalet kasabalara döndü.

Bu üzücü tabloyu Çorum da Türkiye de hak etmiyor.

Çorum’un sorunu çok, derdi çok biliyoruz. Ama biz DEVA Partisi olarak, 528.422 Çorumlunun, 13 ilçesiyle, 759 köyüyle tüm Çorum’un DEVA’sı olmaya geliyoruz.

Şimdi Çorum teşkilat mensuplarımıza soruyorum: Arkadaşlar Çorum’un DEVAsı olmaya hazır mısınız?

Değerli arkadaşlar,

Sözlerime son vermeden önce vurgulamak istediğim son bir konu da Azerbeycan ve Ermenistan arasında devam eden çatışmalardır.

Kıymetli katılımcılar, ekranları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımız,

Biz, DEVA Partisi olarak özgürlük, adalet, eşitlik ve toplumsal barış için, insanımızın hak ettiği yaşam için yola çıktık.

İlk adımı buradan atıyoruz ama önümüzde çetrefilli bir yol, uzun sürecek bir mücadele var. Türkiye’de kutuplaşmadan değil, güvenden; kayırmacılıktan değil, liyakatten beslenen bir siyaseti hakim kılacağız.

Kadınların ve gençlerin en önde yer aldığı, herkesin eşit seviyede söz sahibi olduğu, engelli vatandaşlarımızın siyasette engellenmediği partimizle, adalet için, hukuk için, özgürlük için geliyoruz.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var ve biz hazırız. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

Ermenistan tarafından işgal edilen Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan

Cumhuriyeti’

nin öz toprağıdır. Biz, Ermenistan’ın bu hukuksuz işgali derhal

sonlandırması gerektiğini düşünüyoruz ve Azerbaycan’ın uluslararası hukuktan

kaynaklanan haklarını sonuna kadar destekliyoruz.