Ali Babacan Eskişehir Basın Toplantısı
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, yol arkadaşlarım,
Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin çok değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,
Değerli basın mensupları,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımıza buradan, güzel şehrimiz Eskişehir’den sevgilerimi, selamlarımı ve sevgilerimi gönderiyorum.
*****
Sözlerime dün meydana gelen acı olayla başlamak istiyorum.
Erzincan’in İliç ilçesindeki altın madeninde, toprak kaymasına bağlı olarak bir göçük felaketi yaşandı, biliyorsunuz.
İliç halkının uzun zamandır isyan ettiği, uyardığı, dikkat çekmeye çalıştığı maden; ailelerin evine ateş düşürdü.
9 işçi arkadaşım göçük altında kaldı. Arama kurtarma çalışmaları hala devam ediyor.
Gözümüz, kalbimiz İliç’teki kurtarma faaliyetlerinde… Allah, arama kurtarma faaliyetinde görev alan herkese güç kuvvet versin.
Ben bir kez daha buradan geçmiş olsun diyor, göçük altındaki madencilerimize bir an evvel sağ salim ulaşılabilmesini temenni ediyorum.
Olayın tüm yönleriyle de soruşturulmasını özellikle talep ediyorum.
*****
Değerli basın mensupları,
İlk günden beri söylüyoruz, ses yükseltiyoruz, feryat ediyoruz:
Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor.
Gazze’de bir katliam yaşanıyor.
Gazze’de vahşet yaşanıyor.
Gazze’de soykırıma varan bir büyük felaket yaşanıyor.
130 günü geride bıraktık.
28 binin üzerinde can kaybı var.
Bunlar ulaşılabilenler, tespit edilebilenler.
Enkazların altında, girilemeyen sokaklarda, bombalanan bölgelerde alınmayı bekleyen yüzlerce cenaze var.
Yaralı sayısı 70 bin civarına ulaştı.
Gazze’den gelen sayıların her birinin bir hikâyeye, bir yüze, bir hatıraya sahip olduğunu unutmamamız, hep hatırlatmamız gerekiyor.
Arkadaşlar…
Rakamlar, doğru, çok şey anlatır.
Ekonomiye dair çok şey anlatır rakamlar.
Rakamlar işte, “kişi başına düşen milli gelir” dersiniz, “borç” dersiniz, “faiz” dersiniz, “kur” dersiniz, her şey dersiniz.
Kiralardan bahsedersiniz, öğrencilerin aldığı burslardan bahsedersiniz. Asgari ücret…
Hepsi, birer rakam, birer veridir.
Bize bir ülkenin nasıl yönetildiğiyle ilgili rakamlar önemli ipuçları verir.
Amaaa...
Söz konusu insan yaşamı olduğunda, rakamlardan fazlasını konuşmak gerekiyor.
İşte tam da bu yüzden, bugün size Hind Recep’ten bahsetmek istiyorum.
Hind altı yaşında, küçük bir kız çocuğu.
Gazze’de akrabalarıyla beraber bindikleri arabaya İsrail askerleri tarafından ateş açılıyor.
Hind’in akrabaları ölüyor ve kendisi o ölen akrabaların ortasında araçta tek başına kalıyor.
Bir arabada, akrabalarının cenazelerinin ortasında mahsur kalan, 6 yaşında bir çocuk.
Telefonda, yardım istiyor:
“Çok korkuyorum” diyor.
“Lütfen gelin, beni alın” diyor.
Filistin Kızılayı’ndan iki görevli, Yusuf Zeyno ve Ahmed Medhun; Hind’in yardım çığlığına kulak veriyorlar.
Ambulansa biniyorlar, akrabalarının cenazesinin ortasında yaşam mücadelesi veren Hind için yola çıkıyorlar.
Fakat, yola çıkmalarından bir süre sonra, onlardan da o ambulanstan da haber kesiliyor.
On iki gün arkadaşlar. Tam on iki gün…
On iki gün sonra öğreniyoruz ki, yardım için yola çıkan ambulans da vurulmuş.
Hind arabada yalnız başına günlerce beklemiş.
Bekleye bekleye hayatını kaybetmiş…
Hind’in, ona kavuşmayı bekleyen ailesi ne diyor biliyor musunuz:
“Kızımın yardım çığlıklarını duyup da onu kurtarmayanlardan, kıyamet günü Allah’ın huzurunda hesap soracağım” diyor.
Aslında bunu tüm dünyaya söylüyor. Bunu tüm insanlığa söylüyor.
Hind’in yardım çığlıklarını duyup yola çıkmayanlara söylüyor.
İslam ülkelerine, komşu ülkelere söylüyor.
Filistinli çocukların çığlığını duymayan milyonlarca insana söylüyor.
Maalesef, bize söylüyor arkadaşlar, Türkiye’ye söylüyor.
Ses yükseltmeyi tweet atmak sananlara;
İktidar gibi değil, sivil toplum kuruluşu gibi davrananlara;
Hamasi nutuklar atıp, İsrail hükümetine karşı somut hiçbir yaptırım uygulamayanlara bunu söylüyor.
Değerli arkadaşlar, çok kez tekrar ettim, yine tekrar ediyorum:
Bu suçların failleri er ya da geç uluslararası yargı önünde hesap verecekler.
Nasıl Bosna zalimleri çıktılar, gün geldi, uluslararası mahkeme önünde hesap verdilerse;
Bugünkü İsrail hükûmeti de gün gelecek bunun hesap verecek.
Biz, yapılan bu katliamı, DEVA Partisi olarak, unutturmayacağız, unutturmayacağız.
Hind’in yardım isteyen sesini de ona yardıma koşanları da unutmayacağız.
*****
Değerli arkadaşlar,
İl il, ilçe ilçe dolaşıyor, Türkiye’nin dört bir yanında vatandaşlarımızın sorunlarını dinliyoruz.
Başkaları gibi “sahaya indik” demiyoruz.
Çünkü biz hep sahadayız. Çünkü biz zaten vatandaşlarımızın arasındayız, İnsanların içindeyiz.
Gittiğimiz her yerde, emekliler, öğrenciler, şoförler, geçim sıkıntısı çeken herkes etrafımızı çeviriyor ve dert yanmaya başlıyorlar.
Ne zaman ki arabamızdan, otobüsümüzden şöyle adımımızı kaldırma atsak anında etrafımızda dertli insanlar birikiyor, feryat ediyorlar.
Bundan yaklaşık 2 hafta kadar önce Yalova’daydım.
Merkezde, trafiğe araç trafiğine kapalı bir yaya bölgede yürürken baktım üç-dört moto kurye arkadaşımız oturmuşlar, bir şeyler atıştırıyorlar.
Biraz sohbet ettim, baktım; bir tanesi üniversite öğrencisi grafik tasarım okuyor.
Dedi ki; “Ben hem okuyorum hem moto kuryelik yapıyorum. Benim okuduğum bölüm bilgisayar, alet edevat çok sayıda malzeme satın almayı gerektiriyor. Ama ailemin bu masrafları karşılaması imkânsız. Dolayısıyla ben hem okuyorum hem de moto kuryelik yaparak hayatımı sürdürmeye çalışıyorum.”
Bir başkası, yine yanında oturan bir başka arkadaşı… O da hukuk öğrencisi.
O da geçinmek, kirasını ödeyebilmek, okul masraflarını çıkarmak için o da moto kuryelik yapıyor.
Çünkü arkadaşlar artık geçinmenin sadece zor değil, geçinmenin imkânsız olduğu bir vatandaş kitlesi oluşuyor Türkiye'de.
Hani “geçim zor” diyoruz ya zorluğu bırakın imkansızlaşıyor pek çok vatandaşımız için.
Eğer bir üniversite öğrencimiz, kendi oturduğu şehirde değil de bir başka şehirde üniversiteyi kazandıysa, yurt da çıkmadıysa, vay onun hâline...
Mümkün değil...
Geçen sene 100 binin üzerinde üniversite öğrencisi üniversiteyi kazandığı halde kayıt yaptırmadı; kayıt yaptıramadı.
Üniversiteyi kazandı başka bir şehirde, yurt çıkmadı. Çıkmayınca da bir baktı, hesap kitap okuması mümkün değil.
100 bin öğrenciden bahsediyoruz. Pırıl pırıl gençlerden bahsediyoruz.
Sadece öğrenciler değil, emeklilerimiz, gerçekten Türkiye’nin her yanında 16 milyon feryat duyuyoruz.
Emeklilerin hali de perişan:
En temel insan hakkı olan, “barınma hakkından” bile mahrum oluyorlar.
Evlerinde şöyle bir insanca yaşamak, başını sokacak bir ev bulmak artık emeklilerimizin bir kısmı için tamamen imkânsız hale geldi.
10 bin lira maaşla, bu kira seviyeleriyle hayatta kalmak çoğu emeklimiz için artık imkânsız hala geliyor.
Bakın geçen hafta, depremle yerle bir olan Kahramanmaraş’taydım, Adıyaman’daydım.
Bir vatandaşımız dedi ki; “ya başkanım burada şehrin yarısı yıkıldı, yarısı ayakta ama o ayakta olan dairelere güç, kuvvet yetmiyor. Kiralar 15 bin lira oldu, 20 bin lira oldu.” Kahramanmaraş’tan bahsediyorum…
Şimdi 20 bin lira kirası olan bir evi düşünün, asgari ücret ne kadar?
Artmış haliyle, yılbaşında zam verilmiş haliyle 17 bin lira.
Asgari ücretli bir vatandaşımız bu evde nasıl oturacak?
Ya da bir emeklimiz… Milyonlarca emekli şu anda 10 bin lira maaş alıyor. O da yılbaşında biliyorsunuz 7500’den 10 bine çıktı.
20 bin lira ev kirası olan, Maraş’ta 10 bin lira emekli maaş alan bir vatandaşımız nasıl geçinecek, ne yapacak?
Ve bunlar ekonomiyle ilgili sorunlar ama gençlerle karşılaştığımızda başka şeyler de çok sık duyuyoruz.
Gençler yanımıza geliyor, diyorlar ki; “Bir tweet atmaktan korkuyoruz”
Yanımıza geliyor, “Bir fotoğraf çektirelim, selfie yapalım” diyorlar ama ondan sonra hemen dönüyorlar “Ne olur bunu sosyal medyada yayınlamayın” diyorlar.
Çünkü “Mülakatlarda elerler bizi” diyorlar.
Düşünün ya bu ülkenin gençleri böyle korku ve baskı altında yaşıyor. “Aman kimse beni görmesin.”
“Bir siyasi parti var, genel başkanını da beğeniyorum, seviyorum. Şöyle bir fotoğraf çektireyim” diyor genç ama ondan sonra “ne olur yayınlamayın” diyor. “Başıma iş açılır” diyor.
Gerçekten yazık bu ülkenin emeklilerini, gençlerini bu hale getirenler utansın arkadaşlar.
Özel sektörde istihdam yaratılmıyor. İstihdam oluşturulmuyor.
Ama iş memuriyete gelince de partili yakınlar o memuriyet pozisyonlarına dolduruluyor.
İşlerine gelmeyeni mülakatta anında eliyorlar. Bakıyorlar “siyasi görüşü nedir? Acaba Cumhurbaşkanı ile ilgili hissiyatı nedir?”
En ufak bir terslik, bir tereddüt görürlerse o gencimizin mülakatta vay haline.
Ev hanımları yanıma geliyor, “Evladım iyi eğitim alamıyor, ben evlatlarımın geleceğinden endişeliyim” diyor annelerimiz;
Diyorlar ki: “Bizim evlatlarımız, bizim yaşadığımız standartları da tutturamayacak. Bizden daha kötü şartlar altında yaşayacaklar. Biz iyi kötü ev sahibi olduk. Zamanında iyi kötü araba aldık ama galiba benim evladım, hayat boyu çalışsa bir araba alacak parayı biriktiremeyecek” diyor anneler.
Ve ilk defa Türkiye Cumhuriyeti’nde bir nesil, bir sonraki nesille ilgili böyle bir endişeye sahip.
Çünkü bugüne kadar nasıl geldi, 100 yıllık Cumhuriyet?
Her nesil bir önceki nesle göre refahı arta arta arta geldi.
Evinde buzdolabı yoktu, ilk defa bir buzdolabı oldu. Evinde çamaşır makinesi yoktu ilk merdaneli de olsa bir çamaşır makinesi aldı, koydu.
Arkasından bulaşık makineleri geldi, değil mi? Artık elde değil makinede bulaşık yıkamaya başladı ülkemiz.
Ve iş döndü, dolaştı, şimdi o evine çamaşır makinesi, bulaşık makinası alabilen anne babalar kendi çocuklarının evlenip ev kurmayla ilgili masraflarını karşılayamıyor. Bu Türkiye’de ilk defa oluyor arkadaşlar…
Ve son 10 yıldır özellikle de 2018’den bu yana partili, taraflı Cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana, ülkede yoksulluk genişliyor, daha geniş kesimleri kapsıyor ve yoksulluk gittikçe derinleşiyor.
Bu kötü yönetim, bu iş bilmez kadro ülkeyi gerçekten çok perişan hale düşürdü.
Sebebi ve bütün bu olumsuzlukların sebebi arkadaşlar sadece ve sadece kötü yönetim ya.
Gençler diyor ki; “başkanım galiba bu ülke böyle.”
E ne yapsınlar? Kendilerini bildik bileli şöyle, 20 -25 yaşlarında bir genç düşünün, kendilerini bildik bileli ülke sürekli kötüye gidiyor.
Kendilerini bildik bileli gözlerini açtıklarından bu yana ülkenin başında bir kişi var ve ülke sürekli kötüye gidiyor.
Gençlerimiz bu ülkenin bir gün gelip ayağa kalkabileceği ile ilgili bir umuda sahip değil.
Yaşı biraz daha müsait olanlar Türkiye’nin iyi günlerini de hatırlayanlar; “ya bu ülke düzgün yönetildiğini de başarılı oluyor. Bu ülke düzgün yönetildiğinde, adalette de hukukta da ekonomide de ilerlemeler kaydediliyor. Ama kötü bir yönetim iş başındayken de ülke geriliyor.” Yaşı müsaade olanlar bunu biliyor ama gençler o günleri hiç görmedi.
Sürekli kötüye giden bir Türkiye gördüler, gözlerini açtıklarından bu yana.
İşte onun içindir ki, ben buradan gençlerimize sesleniyorum, diyorum ki, onlara; asla bu ülkeden umudunuzu kaybetmeyin. Bu ülke büyük ve güzel bir ülke. Dürüst ve ehil ellerde, dürüst ve ehil kadrolarla yönetildiğinde bu ülke hemen ayağa kalkar. Yürümeye başlar, koşmaya başlar.
Nasıl bir zamanlar, bütün dünya basının kapağındaysa Türkiye, nasıl bir zamanlar bütün dünya gazetelerinin manşetinde her gün Türkiye, Türkiye Türkiye çıktıysa, o günler yine geri gelir.
O 3 bin 500 dolardan alıp milli geliri 12 bin 500 dolara yükselttiğimiz, Avrupa Birliği standartlarına ulaşmak için her alanda reformlar yaptığımız dönemde, nasıl Türkiye için kullanılan ifadeler “dünyanın parlayan yıldızı, dünyanın ilham kaynağı, dünyanın rol modeli” diye dünya basında Türkiye yer aldıysa o günler hatta çok daha iyisi yine olur.
Yeter ki söylediğim gibi, Türkiye dürüst ve ehil kadrolar tarafından yönetilsin.
Sıkıntılar büyük arkadaşlar, bakın ekonomiden bahsettim, gençler üzerindeki genel anlamda toplumun üzerindeki bu ifade özgürlüğü ile ilgili baskıdan bahsettim ama bu şiddet meselesi de gerçekten artık sokağa düştü.
Şiddet her yeri sarmış durumda.
Sokak ortasındaki çatışmalara bakın. Her gün televizyon haberlerinde bir başka çatışma.
Şehirlerin ortasında oluyor bu, İstanbul’un ortasında, göbeğinde oluyor.
Bırakın tabancayı, artık uzun namlulu tüfekler, hatta el bombaları kullanıyor yani.
Böylesi, neredeyse işgal altındaki ülkelerde bile görünmez.
Bu nasıl vurdumduymazlıktır?
Ama bu ülkeyi yönetenler, çeteyle, mafyayla iş tutarsa,
Bu ülkeyi yönetenler, organize suç örgütleriyle böyle içli dışlı olurlarsa ülkenin geleceği nokta işte bu.
Çünkü değerli arkadaşlar, o uzun namlu tüfek kullananlar var ya şehrin ortasında el bombası atıp kaçanlar var ya bunlar bir şeylere güveniyor bir şeylere.
Bilseler ki, yakalandıkları anda canlarına okunacak,
Bilseler ki, yakalandıkları anda çok ağır cezalarla karşı karşıya kalacaklar, buna cesaret edemezler.
Bir şeylere güveniyorlar; “Ben bunu yaparım nasıl olsa. Abiler beni bir şekilde kurtarır, bir şekilde paçayı yırtarım” diyorlar.
“Ha oldu da yakalandım, gözaltı, belki kısa bir süre tutuklandım ama nasıl olsa bir şekilde beni buradan çıkarırlar. Çünkü bana bu talimatı verenler benim arkamdadır.” Suç işleyenlerin psikolojisi bu arkadaşlar, yazık bu ülkeye.
Sokak ortasında oluyor bunlar.
Bir hukuk devleti bunlara göz açtırmaz.
Kaynağı, sebebi kim olursa olsun, arkasındaki kişiler kim olursa olsun, kanun karşısında suç işleyen kimse hak ettiği cezayı görür. Hukuk devleti böyle sağlanır.
Bir ülkede asayiş, güvenlik böyle sağlanır.
Ve değerli arkadaşlar, özellikle bu Sayın Erdoğan’ın yanına kattığı bazı ortaklar biliyorsunuz tamamen bu tür yapılarla iç içe, farkları da yok.
Bunların bir ayağı siyasette öbür ayakları, çete, mafya suç örgütleri içinde onun için olmuyor.
Gerçekten çok yazık ya, bu güzel ve büyük ülkemize çok yazık.
*****
Ve arkadaş, işte biz bu yüzden buradayız.
DEVA Partisi bunun için var.
Biz bir yere gitmiyoruz.
Özellikle gençlere sesleniyorum,
Böyle yurt dışında okumak isteyen şöyle bir süre de olsa yurt dışında çalışmak isteyen gençlere sesleniyorum, biz buradayız, burada olmaya devam edeceğiz.
Bu ülkenin gençlerinin, hayallerine ulaştığı bir ülke olana dek;
Emekliler kiralarını rahat ödeyene; esnafımız, çiftçimiz bolluk bereketle tekrar tanışana dek;
Biz buradayız.
Kadına şiddet gündemden düşene dek;
Sokaklarımız insanlar için güvenli olana dek;
Biz buradayız.
Yaşam tarzı ya da dini inancı yüzünden;
Yaptığı meslek, üstündeki kıyafet veya taşıdığı bayrak yüzünden;
Şiddete maruz kalan tek bir vatandaşımız kalmayana dek;
Biz buradayız.
Ve burada olmaya da devam edeceğiz.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Eskişehir’deyiz.
Odunpazarı evleriyle, Porsuk’uyla, masal şatosuyla;
Parklarıyla müzeleriyle; şehre dinamizm katan öğrencileriyle, gençleriyle bir kültür kentindeyiz.
Bu güzel kentin, Eskişehir’in sorunlarının gayet iyi farkındayız.
Her yağmurda ilerleyemeyen araçların, çöpten geçilemeyen sokak aralarının farkındayız.
Trafikteki sorunların, toplu taşımadaki sıkıntıların farkındayız.
Tramvay seferleri seyrek.
İnsanlar gidecekleri yere gitmek için, hele bir de iş çıkış saatiyse, ikinci, üçüncü tramvayı beklemek zorunda kalıyorlar, farkındayız.
Düzensiz büyüyor Eskişehir; bunun cefasını da halkımız çekiyor.
Eskişehir – Alpu yolu bir türlü bitmiyor, bitirilemiyor.
Eskişehirli vatandaşlarımızın, uzun yıllardır süren yol talepleri, merkezi hükûmet tarafından adeta yok sayılıyor;
Bizim hayalimizdeki Eskişehir, bu değil.
Biz, sokakların her yaştan insan için güvenli olduğu bir şehir hedefliyoruz.
Sokak hayvanlarının; okula giden öğrencileri, çalışanları rahatsız etmediği bir Eskişehir hedefliyoruz.
Toplu taşıma araçlarının durağa zamanında geldiği, gideceği yere zamanında ulaştığı bir Eskişehir hedefliyoruz;
Kentsel yenilenmenin hızlı, pratik çözüldüğü bir Eskişehir hedefliyoruz.
Büyüyen, fakat çarpık büyümeyen bir Eskişehir; sosyal dokunun korunduğu bir Eskişehir hedefliyoruz.
Teşviklerin, sosyal yardımların; siyasi parti üyelik kartlarına göre değil, gerçek ihtiyaca göre dağıtıldığı EŞİT bir Eskişehir hedefliyoruz.
Kısacası arkadaşlar, biz, demokrasiyle şahlanmış, fırsat eşitliğinin olduğu, güçlü bir Eskişehir’i hep beraber kuracağız.
*****
Değerli arkadaşlar,
Yerelde çözümler üreteceğiz, merkezi hükûmete örnek olacağız.
Onlara bir şehir nasıl yönetilir göstereceğiz ki, ülke nasıl yönetilir anlasınlar.
Sizler de 31 Mart günü oy pusulasını elinize aldığınızda, damgayı DEVA logosunun altına basarak Eskişehir’i çok daha güzel günlere, çok daha yaşam standartlarının yükseldiği, çevre konusunda şehircilik konusunda artık Avrupa standartlarını yakalamış bir şehre inşallah hep beraber ulaştırmış olacağız.
Çünkü Eskişehir biliyor, demokrasinin yerelden başlayacağını bilincinde.
Çünkü Eskişehir, hakla, adaletle yönetilmeyi hak ediyor.
Eskişehir, iktidarın görmezden gelmesine, yatırım yapmamasına kurban edilemez.
Eskişehirliler gayet bunu biliyor.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bizim yerel yönetimler ve şehircilik anlayışımız aslında seçimler geliyor diye değil, bundan tam 2 sene önce açıkladığımız eylem planımızla ortaya konmuş durumda.
Pek çok siyasi parti apar topar bir şeyler yayınlıyor değil mi? “İşte şunu yapacağız, Bunu yapacağız”, seçim geliyor diye panik halinde yapılmış çalışmalar.
Oysa biz 2 sene önce ortaya koyduk bunu. Sayfalar dolusu böyle karınca doğası gibi yazılarla yazılmış bir şehircilik anlayışı bu var burada.
Yerinden yönetim anlayışı var. Yerele daha çok yetki, daha çok imkân var. Muhtarlara kadar daha çok yetki daha çok imkân var, bu çalışmada. Bizim vizyonumuz bu.
Ve ayrıca biz Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik.
Belediye başkanlarımız için bir “Etik Kurallar Bildirgesi” hazırladık. Bu Türkiye’de bir ilk.
Bunu hazırlamaya başladığımızda dedim ki arkadaşlarımıza; “Ya bir bakın. Hükûmet, devlet bugüne kadar bir şey yapmış mı? Bir şey yaptı, bizim mi haberimiz yok?”
Sıfır, hiçbir şey yok.
“Başka bir siyasi partinin böyle bir çalışması var mı? Bir araştırın” dedim. Yok.
Çünkü belediyecilik deyince çoğunun aklına hemen rant geliyor.
Belediyecilik deyince çoğunun gözlerinde dolar işaretleri, Euro işaretleri oluşuyor.
Çünkü para değerini kaybettiği için artık Türk lirası öyle çantada valizle taşınamıyor. Dolarlar, Eurolar çantada, valizde taşındığı için belediyecilik denince insanların gözünde dolar işaretleri Euro işaretleri oluşuyor.
İnanılır gibi değil işte.
Biz ne yaptık? İlk defa 3 sayfalık bir bildirgeyle bizim belediye başkanlarımızın, hangi ahlaki kurallara, hangi etik kurallara göre belediyeyi yöneteceğini belirledik.
Bizim adaylarımız bunu imza ediyorlar, ondan sonra belediye başkan adayımız oluyorlar.
Çünkü şu andaki kanuni düzenlemeler belediyelere çok geniş bir alan açıyor.
Lastik gibi sunuyor.
İşi kitabına uydurarak belediyecilik yapmak maalesef mümkün.
İşte o kanunun verdiği esneklik alanını biz bu ahlaki kurallar bildirgesiyle, sınırlıyoruz ve böylece bizim belediye başkanlarımızın hangi kurallar dahilinde belediyecilik yapacağına dair DEVA Partisi’nin kendi ilkelerini koyuyoruz ve belediye başkanlarımız göreve başladıktan sonra genel merkezimizden bir heyet sürekli olarak belediye başkanlarımızı denetleyecek, bu kurallara uymadıklarıyla ilgili sürekli gözlem altında olacaklar.
Türkiye'de bir ilk, çünkü diyoruz ya “biz sadece iyi, düzgün yönetmeyiz. Biz aynı zamanda temiz yönetiriz” diyoruz.
Sadece “ehliyet liyakat” demiyoruz. “Aynı zamanda dürüst insanlarla bu ülke yönetilmeli” diyoruz.
Bu iki nitelik arkadaşlar bir kişide buluşacak. Yani, ehliyet, liyakat işi bilme ve dürüstlük. Bu iki nitelik bir kişide buluşmadan kamu yönetimi olmaz.
Çünkü bir insan dürüst olabilir, iyi niyetli olabilir ama işi bilmezse yönetemez, ya da bir diğer insan işi bilir ama dürüst değildir, onlar da çok kötü çarpar.
Dolayısıyla bu iki niteliğin bir kişide buluşması lazım ve tüm kamu yönetiminin böyle kişilerden oluşması lazım.
Eğer Türkiye bir dönem pek çok alanda başarılı oldu ise bu başarının altında yatan asıl önemli unsur, dürüst ve ehil kadrolardır. İşi bilen ve dürüst insanların görev başına getirilmesidir. O dönemde Türkiye ayağa kalkmıştır.
Ondan sonra kadrolardaki nitelik bozulduğunda Türkiye maalesef her sene her sene daha kötü şartlara doğru yuvarlanıp gitmiştir.
*****
Evet, bu seçimler önemli, belediye başkanlarımızı seçeceğiz, belediye meclis üyelerimizi seçeceğiz ama aynı zamanda bu seçimde arkadaşlar hükûmete de bir uyarıda bulunmamız gerekiyor.
Yani iktidara bir mesaj vermemiz gerekiyor.
Bu seçimlerin sonucunda iktidarın alacağı mesaj şu olmamalı, “ya ben güven oyunu aldım, o kadar hukuksuzluk yaptım, haksızlık yaptım. Yine de hak beni destekliyor bak” diye bütün bu yanlışlarını götürüp tescil ettireceği bir seçim olmamalı bu seçim işte.
Onun için dedik ki, bu seçim, iktidara aklını başına al deme seçimi.
Onun içindir ki bu seçim sadece belediye başkanlarını seçtiğimiz değil, iktidarı uyaracağımız bir seçim.
Yani değerli arkadaşlar iktidara bir “sarı kart” gösterme seçimi bu seçim.
Sandıklar açıldığında iktidar demeli ki; “Ya galiba haddi aştık, galiba vatandaşın artık sabrı taştı, galiba artık ne desek inanmıyorlar, galiba ne yapsak desteklemiyorlar. Artık iş değişti” mesajını hükûmetin bu sandıktan alması lazım.
Sandıktan sarı kart çıkması lazım arkadaşlar, sarı kart.
İşte bu bilinçle inşallah bu 31 Mart yerel seçimlerine gidiyoruz ve hep beraber çok daha güzel bir Türkiye için çok daha güzel bir Eskişehir için hep beraber çalışmaya devam edeceğiz.
Evet, şimdi basın mensubu arkadaşlarımızın sorularına geçmeden önce ben adaylarımızı şöyle bir sahneye tekrar davet etmek istiyorum.
Büyükşehir Belediye Başkan adayımız;
Çelik Erimez.
Çelik Erimez, bankacılık ve danışmanlık yapmış, genç bir avukat arkadaşımız.
Sizlerle birlikte, inşallah, Eskişehir halkına çok iyi hizmetlerde bulunacak, biz kendisini seviyoruz, güveniyoruz ve tüm Eskişehir’inde kendisine güvenmesini bekliyoruz. Hayırlı olsun.
Odunpazarı, Belediye Başkan Adayımız Yunus Korkmaz, buyurun.
Yunus Bey 1992 doğumlu. Kendisi mimar; Odunpazarı inşallah 31 Mart’tan sonra Yunus Bey’e emanet.
Ve, Tepebaşı, Mustafa Özkarayanık.
Kendisi emekli astsubay. Ama şu anda kendi işini yapıyor. Tepebaşı’na DEVA’yı da Mustafa Bey getirecek.
Şimdi de daha önce Ankara’daki programlarda isimlerini açıkladığımız, tüm Türkiye’ye tanıttığımız dört adayımızı sahneye davet etmek istiyorum,
Alpu, Gökhan Memiş.
Kendisi İşletme mezunu. Kamuda da farklı görevlerde bulunmuş bir arkadaşımız. Alpu’ya hazırlanıyor inşallah.
Beylikova, Sertal Özuçak.
Sertal Bey, yıllardır tekstil sektöründe, 7 yaşından bu yana Eskişehir’de. Beylikova’ya inşallah en iyi hizmeti sunacak.
Çifteler Belediye Başkan Adayımız… Mustafa Taçkın.
Mustafa Bey, 30 yıldır esnaflık; inşallah esnaf olarak Çifteler’e vermiş olduğu hizmeti bundan sonra da kamuda belediyede verecek.
Son olarak ama alfabetik sıraya göre son olarak, Mahmudiye Belediye Başkan Adayımız... Sabriye Elbastı Delican.
Kendisi birçok şirkette yöneticilik yaptı. Sivil toplumda çok aktif. Şu anda kadın girişimcilerin oluşturduğu bir kooperatifle de aynı zamanda son derece fail bir şekilde çalışıyor. Mahmudiye’yi de inşallah DEVA’yla buluşturacak.
*****
Değerli Arkadaşlar,
31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun bir şekilde çalışacağız;
Kapı kapı dolaşacağız,
Ve halkımızın teveccühüyle Eskişehir’i DEVA Belediyeciliğiyle buluşturacağı.
Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun.
*****