GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN EYYÜBİYE İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Şanlıurfa il teşkilatımızın değerli başkanı,
Eyyübiye ilçe teşkilatımızın değerli başkanı, Kıymetli misafirler,
Siyasi partilerin değerli temsilcileri,
Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerimizin değerli temsilcileri, Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Basınımızın değerli temsilcileri;
Yüzlerce yıldır hep beraber olduğumuz;
Karşılıklı anlayışla, saygıyla, barış içinde yaşadığımız bu topraklardan,
Sevgi dolu sokakların,
Tarih kokan eserlerin diyarı,
Gerçek bir kültür başkenti Eyyübiye’den;
Hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Eyyübiye ilçemizin birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum. *****
Değerli arkadaşlar,
Yaklaşık bir sene önce, Urfa’ya il kongremizi yapmak üzere geldiğimde de söylemiştim.
“Kimliği, kökeni, inancı, görüşü ne olursa olsun; bu toprakların insanı birbirini çok seviyor” demiştim.
Aradan geçen bir yılda, 60’tan fazla şehre, 100’den fazla ilçeye gittim. Her yerde, gerçekten ülkemiz adına çok umut verici bir manzara gördüm:
Bu toprakların insanı, başkasının acısını kendi acısı sayıyor. İnsanlar birbirinin sevinciyle neşeleniyor.
Yüzyıllardır sevgiyle, saygıyla, birlikte yaşama iradesine sahip olan insanımız, çok daha iyi bir demokrasiyi ve çok daha yüksek bir refah seviyesini hak ediyor.
Ülkemizin dört bir yanında gördüklerimiz, bütün DEVA kadrolarına çok ciddi bir sorumluluk yüklüyor.
Gerçekten ülkemizin durumu kötü. Adalet bitmiş. Ekonomi yerlerde sürünüyor. Temel hak ve özgürlükler sınırlanmış. Sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz.
Bize düşen, emaneti en kısa sürede teslim almaktır.
Bize düşen sorumluluk, bu toprakların köklü demokrasi tecrübesinden aldığımız güçle, ülkemizde yaşanan demokratik gerilemeye artık bir son vermektir.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bugün size bir hikâye anlatmak istiyorum.
Hikâyenin konusu bugünkü iktidar partisi ve bir zamanlar bu ülkede yapılanlar.
Bildiğiniz gibi, ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı 1990’lı yılların ardından, ülkemiz 2001 yılında çok derin bir ekonomik kriz yaşamıştı.
Hatırlarsınız, krizlerin ortağı sayın Bahçeli, o dönemki üçlü koalisyonun ortağıydı.
O yıllarda, gecelik faizler yüzde 7500’leri gördü, 20’ye yakın banka batmıştı. İşte AK Parti, ağır bir ekonomik ve siyasi krizin ardından iktidarı devralmıştı.
Yıl 2002. Ben de o yıllarda, ülkemize hizmet için görevler aldım. Benim gibi bu ülkeye hizmet aşkı olan pek çok arkadaşımız çalışmaya başladı.
Hükûmetteki ilk görevim ekonomiyi yoluna sokmaktı. Arkasından AB müzakereleriyle ilgili başmüzakereci oldum. Arkadaşlarımla birlikte çok büyük emek verdik.
Yine o yıllarda, ülkenin tarihi dönüşüm sürecinde arkadaşlarımızla beraber başında olduk.
Bu sürecin arkasından Dışişleri Bakanı oldum. Ve gerçekten onurlu, itibarlı bir ülkenin Dışişleri Bakanı olmanın onurunu yaşadım. Hep beraber çalıştık. Arkadaşlarımla beraber ülkemizin itibarına itibar kattık. Bunun bu ülkenin başarabileceği bir iş olduğunu herkese gösterdik.
Bu ülke isterse başarıyor. Bu ülke isterse ayağa kalkıyor, koşuyor. Bunu gördük.
İşte AK Parti iktidarının ilk yılları, istişare mekanizmalarının işletildiği ve kararların ortak akla dayanarak alındığı yıllardı. O iyi yıllardan bahsediyorum.
Özellikle, Avrupa Birliği istikametinde attığımız adımlar, ülkemizin insan hakları ve demokratikleşme tarihine altın harflerle yazıldı.
Gelin, o yılları kısaca hatırlayalım. Ortak akla dayanan politikalarla neleri başardığımız konusunda hafızamızı bir tazeleyelim.
Avrupa Birliği ile müzakerelere son derece başarılı bir şekilde başladık. 33 faslın, 100.000 sayfalık müktesebatın, iki tur taramasını yaptık.
Açılış kriterlerini tamamlayıp, 10 faslı müzakereye açtık. 3 yılda yaptık bunların hepsini.
Türkiye’nin gündemini mafya ve çetelerin değil, demokratikleşme adımlarının meşgul ettiği günleri başlattık.
Olağanüstü halin kaldırılmasından, basın ve ifade özgürlüğünün güçlendirilmesine kadar, çok önemli alanlarda adımlar attık.
İstişarenin çalıştırıldığı o günlerde, halkımızın protesto hakkına sahip çıktık.
Vatandaşlarımızın, iktidar karşıtı yapılan cumhuriyet mitinglerine katılmasını dahi kolaylaştırdık. Bu vatandaşın hakkıdır dedik.
Protesto mitinglerinin yapıldığı meydanları ambulanslarla çevreleyerek, önce vatandaşımızın sağlığını düşündük. Bunlar Türkiye’de oldu başka ülkede değil.
Çünkü protesto hakkını, farklı düşünme ve eleştiri hakkını vatandaşlarımızın doğal hakkı olarak gördük.
Ortak aklın çalıştırıldığı o günlerde; terör ve terörle mücadeleden doğan zararların karşılanması hakkında kanun çıkarttık.
Anadilde savunma hakkının önündeki engelleri kaldırdık. Vatandaşımız mahkemeye gittiğinde savcıya, hâkime kendi anadilinde derdini anlatabilmeye başladı.
Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünün kurulmasını sağladık.
Bu esnada, Avrupa Birliği ile fasıl üstüne fasıl açtık.
Vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini genişleten sayısız değişiklik yaptık.
Hiç fena gitmiyor, değil mi? Neler neler yapmışız. Başka ülkede değil burada olmuş hepsi.
İktidar biraz dinlesin de ders alsın.
Demokratikleşme sürecinde o adeta sessiz devrim adını verdiğimiz, Teşkilat İşleri Başkanımız Sadullah Ergin Bey’in Adalet Bakanı olduğu süreçte, bir adım da 12 eylül 2010 yılında yapılan anayasa referandumunda attık.
O referandumla; ağır suç işlediği iddia edilen askerlerin, sivil mahkemelerde yargılanması sağlandı.
Hâkim kararı olmadan, yurtdışı çıkış yasağı konamayacağını yasal güvenceye kavuşturduk.
Kişisel verilerin korunmasına, anayasal güvence sağladık. Bunlar çok ileri uygulamalar.
Kamu denetçiliği kurumunu yeni bir hak arama yolu olarak düzenledik.
Sendikal hakları güçlendirdik.
Anayasa mahkemesine bireysel başvurunun yolunu açtık.
Şu anda bile, yargıda pek çok olumsuz karar, anayasa mahkemesi sayesinde adil sonuca ulaşıyor.
Bunları yaptık yine yaparız.
O yıllarda Türkiye; İstanbul Sözleşmesi’ni hazırlayan, kadın haklarının güçlendirilmesi hususunda uluslararası çapta öncü adımlar atan, demokratikleşmeyi önceliklendiren bir ülkeydi.
Ve 2013 yılında Türkiye’nin millî gelir açısından zirvesine ulaştık. 12 bin 500 dolar millî gelire ulaştık 2013’te.
Ben ve arkadaşlarım; her zaman kural bazlı bir yönetim anlayışını savunduk. Kurumları güçlendirdik. Ehliyet ve liyakati temel kriter olarak uyguladık.
Ülkemizin güven ve itibarını artırdık. Halkımızın refah seviyesini yükselttik.
O günlerde elde edilen olağanüstü başarılara katkı vermiş olmak, benim için hep bir onur kaynağı olacaktır.
*****
Şimdi burada bir virgül koyalım. Hikayemizin ikinci bölümüne gelelim.
Hikâye 2002’de başladı, 2013’te zirveye ulaştı. Şimdi ikinci bölümü başlıyor.
Aynı parti, şu anda iktidarın büyük ortağı.
Ama maalesef ortak akıl ortadan kayboldu. İstişare sıfırlandı.
O günlerde, tüm bu icraatın altında imzası olan kişiler -bizler gibi- teker teker ayrıldı.
Yanlış insanlar yönetim kadrolarına girmeye başladı.
Ortak aklın yerini, tek bir kişinin keyfi yönetimi devraldı.
Hukuk, adalet, ayaklar altına alınmaya başlandı.
Peki sonuçta ne oldu?
Olağanüstü hâl sürerken yapılan bir referandumla, tüm yetki tek kişinin elinde toplandı.
Türkiye gece yarısı kararlarıyla yönetilen bir ülke haline geldik.
Merkez Bankası başkanları mevsimlik işçiye döndü.
Bir gecede yoksullaşan bir başka gecede yine yoksullaşan bir ülke olduk.
Bugün artık aileler uykusuz geceler yaşıyor.
Kimisi çocuğunun yurt taksitini, kimisi mutfak alışverişini, kimisi dükkân kirasını nasıl ödeyeceğini kara kara düşünüyor.
Kimisi aldığı dolar borcunu nasıl geri vereceğini hesaplamaya çalışıyor.
İnsanlar, salonda ya da mutfakta oturuyorlar, ellerinde kâğıt kalemle, çocuklarımın geleceğini nasıl kurtarırım diye bunun hesabını yapıyorlar.
Yine bir gece yarısı gördük ki, Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir imzayla çıkmış. Bu geri adımla beraber, kadına şiddete adeta müsamaha gösteren bir ortam oluştu.
Her alanda ama her alanda geriye gidiyor.
Kürt sorunu diriltildi. Ülkemiz bir çözümsüzlük girdabı içine, kuru hamasete hapsedildi.
Bunu hep beraber yaşıyoruz.
Gündemi yeniden mafyalar ve çeteler belirler oldu.
Türkiye, uluslararası uyuşturucu trafiğinin göbeğinde yer alan bir “narko devlet” olarak anılmaya başladı.
Yazık değil mi bu ülkeye?
Tek kişinin çevresinde toplanan rant lobisi devreye girdi.
Defalarca değiştirilen ihale kanunuyla, 84 milyonun sürekli hakkı yeniyor. Her türlü kamu projesi çok pahalıya mal ediliyor.
Başka ne oldu memlekette? Hikayemize devam ediyoruz.
Sayın Erdoğan’a yapılan her eleştiri suç sayılmaya başlandı. Kendisi eleştirdiği zaman sorun yok. Ama biri onu eleştirirse ‘Vay, cumhurbaşkanına nasıl böyle söylersin’ diye dava açılıyor, soruşturma başlatıyor.
Farklı fikirler kolaylıkla düşmanlaştırıldı.
Devlet, kendi vatandaşıyla kavga etmeye başladı.
İktidar ortaya “haftanın düşmanı” panosu koydu. Bir pano açtılar oraya sürekli haftanın düşmanı diye isim yazıyorlar.
İçeride de dışarıda da kim hükûmeti eleştirirse hemen o düşman panosuna asıyorlar.
Bir Anayasa Mahkemesi’ni yazdılar o tahtaya, bir Avrupa’yı.
Bir sağlık çalışanları haftanın düşmanı oldu, bir akademisyenler.
Bir Kanal İstanbul’u istemeyenleri yazdılar tahtaya, bir üniversite öğrencilerini.
Herkes düşmanlaştırıldı, herkes. Eleştiren herkese düşman dediler. Ülkede büyük bir KHK zulmü de yapıldı, yapılıyor.
E tabii ülkede bu kadar sıkıntı bu kadar sorun bu kadar kriz var; düğün böyle olunca, kamber eksik olur mu? O da yerini aldı.
Krizlerin ortağı Bahçeli, yine her zamanki gibi şu andaki krizin de ortağı.
Zaten o ne zaman iktidar ortağı olsa, memlekette kriz oluyor. Onun için kendisine biz krizlerin ortağı diyoruz zaten.
Bakın arkadaşlar,
Şimdi soruyorum sizlere:
Ortak aklın çalıştırıldığı dönemde ilmek ilmek ördüğümüz bu demokratikleşme hikayesinin böyle sona ermesine izin verecek miyiz?
Bu ülke çok büyük başarılara imza attı. Biz o başarılan yerle bir olmasına izin vermeyeceğiz.
Sayın Erdoğan hiç kusura bakmasın. Biz ülkenim demokratik kazanımlarının o eski günlerine dönmesine izin vermeyeceğiz.
Biz bunun için buradayız. Bunun için Demokrasi ve Atılım Partisi’ni kurduk.
Sayın Erdoğan, her fırsatta, ben ve arkadaşlarımın yönetimde olduğu dönemin başarılarıyla övünüyor.
Şu anda bütün yetki elinde. 3 sene 3 aydır ülkeyi tek imzayla yönetiyor.
Ama dikkat edin. Başarılardan bahsederken bu son üç sene üç aydan bahsetmiyor.
Dönüyor dolaşıyor bizim dönemin yani iyi insanların, ortak aklın, istişarenin devrede olduğu dönemin başarılarını anlatıp duruyor.
Şimdiki iktidarın yaptıklarıyla, o günlerde yapılanlar arasında dağlar kadar fark var.
Herkes kendi muhasebesini yapsın. Bizim alnımız açık, başımız dik.
*****
Bakın değerli arkadaşlarım,
Kadrolar değişti. Dürüst ve ehil insanlar sistemden çıktı. Ortak akıl bırakıldı. İstişare bırakıldı. Memlekette ne oldu?
Şu anda Türkiye’de Merkez Bankası’nın uyguladığı faiz, Avrupa’nın en yükseği. Yüzde 18.
Bu ülkenin hazinesi şu anda yüzde 20 faizle borçlanıyor.
Daha bir ay önce hazinenin borçlanma faizi yüzde 17-18’di. Bir ayda iki üç puan daha arttı.
Daha bir ay önce dolar kuru 8,30’du, bugün çıktı 9,30’a. Hem kur arttı hem faiz hem de enflasyon artıyor.
Bütün yetki elinde. Elini tutan mı var? Madem ekonomistim diyorsun, benim alanım ekonomi diyorsun düzelt. Niye düzeltemiyorsun?
3 sene 3 ay olmuş. Bütün yetkiyi elinde toplamışsın. Artık bir mazeretin, bahanen olamaz.
Yapamaz, yapamayacak.
Bugünlerde biliyorsunuz yeni bir askeri operasyonun sesleri geliyor. Ancak burada açıkça ifade ediyorum.
Hükûmete sesleniyorum. Sakın ha, yapılacak veya yapılabilecek askeri operasyonları ekonominin bozulmasına mazeret olarak göstermeyin.
Ekonomi zaten bozuldu, bozuluyor. Böyle bir kolaycılığa kaçmayın.
Bu ülkenin ekonomik gücü iyiyken tabii ki kendini savunur, gerekeni yapar ama sakın ola bir hafta iki hafta sonra çıkıp da “Ne yapalım, askeri operasyon yaptık. Maliyeti büyük onun için ekonomi bozuldu, bozuluyor” demeyin.
Ekonomi şu anda bozuk. Daha bir operasyon yokken bozuk. Daha bir operasyon yokken kur, faiz fırlamış gitmiş. Faizin de kurun da enflasyonun da yükselmesinin sebebi kötü yönetim. Başka bir şey değil.
Şu anda bu ülkenin ekonomisinin bozulmasını en iyi bizim çiftçimiz anlıyor. Şanlıurfa biz kültür şehrimiz. Şanlıurfa bir turizm şehrimiz. Şanlıurfa bir sanayi şehrimiz.
Ama Şanlıurfa her şeyden önce bir tarım şehri. Çiftçimizin durumu ortada. Girdi maliyetleri aldı başını gitti.
Gübrenin fiyatı ikiye katladı. Üçe dörde katladı. Yemin fiyatı ikiye üçe katladı. Tohumun fiyatı ikiye üçe katladı. Bir yılda oldu bu.
Çiftçimizin maliyetleri çok hızlı bir şekilde arttı, artıyor.
Bunun temelinde ne var? Döviz kuru var. Döviz kuru arttığında bu ülkede A’dan Z’ye her şeye zam geliyor. Döviz kurunu kontrol edemeyince hükûmet A’dan Z’ye her şey pahalılaşıyor.
Çiftçimizin ödediği elektrik fiyatı üç sene üç ayda yani partili taraflı cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana tam yüzde 168 artmış.
Arkadaşlar Şanlıurfa’nın girişinde bir pankart açmışlar. “Bizi IMF’den kurtardın, bizi şu elektrik sorunundan da kurtar” diye pankart açmışlar.
İnşallah o sorunu da çözeceğiz.
Tarım eylem planımızı haziran ayında açıkladık. Ne var bu eylem planında?
Biz çiftçimize özel, düşük elektrik fiyatı uygulayacağız dedik.
Çiftçimizin gübre maliyetinin tam yarısını devlet olarak biz karşılayacağız dedik.
Çiftçimizin kredi borçlarını iki yıl ödemesiz sıfır faizle erteleyeceğiz dedik.
Sulama yatırımlarına öncelik vereceğiz dedik.
Şu anda Türkiye’deki bütün sulama yatırımlarının maliyetini toplayın bir Kanal İstanbul parası etmiyor.
Kanal İstanbul’a acele ediyorlar değil mi? Hükûmet kafayı bu Kanal İstanbul’a taktı.
Cumhurbaşkanı ne diyor? İnadına yapacağım diyor. Maliyetler korkunç.
Biz oturduk, Türkiye’deki bütün tarımsal sulama projelerini alt alta yazdık, topladık. Bütün kanallar, kapalı basınçlı sulama sistemleri, irsale hatları, yağmurlama, damlama sistemleri hepsini yazdık topladık Kanal İstanbul parası etmiyor.
Hükûmete Şanlıurfa’dan, bu tarım diyarından tekrar seslenmek istiyorum. Şu inadı bırakın. Kanal İstanbul projesini bir erteleyin ya.
Bu ülkenin tarımının, toprağının acil suya ihtiyacı var suya. Bu toprakların suyla buluşması gerekiyor.
2020 yılı zordu, 2021 yılı bir kuraklık yılı oldu. Diyorlar ki “ne yapalım, yağmur yağmadı, bu kulun elinde değil”.
Evet, yağmur yağdırmak kulun elinde değil ama sulama yatırımlarını yapmak, kanalları, irsale hatlarını yapmak, barajları yapmak, damlama yağmurlama basınçlı sulama sistemlerini yapmak kulun elinde.
Bunu biz yapacağız. Bu olacak.
Bizim yol haritamız hazır. Yol haritamız her konuda hazır.
Hiç endişeniz olmasın. Dersimizi iyi çalışıyoruz.
Her konuda eylem planları hazırlıyoruz. 90 günlük, 360 günlük eylem planları hazırlıyoruz.
Seçimlerden sonra kurulacak hükûmetin ilk 90 günde ve ilk 360 günde neler yapacağını bütün detaylarıyla hazırlıyoruz.
Bütçesini hazırlıyoruz. Tutamayacağımız hiçbir sözü vermiyoruz.
Açıkladığımız her şeyi yazıyoruz. Söz uçar yazı kalır diyoruz. Ve böyle açıklıyoruz.
Tarım eylem planından sonra afet eylem planımızı açıkladık. Arkasından sosyal politikalarla ilgili eylem planımızı açıkladık.
Türkiye’nin güçlendirilmiş parlamenter sisteme, demokrasiye geçiş eylem planını açıkladık.
20 tane alanda böyle eylem planları açıklayacağız. Dersimizi çalışıyoruz.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Değerli konuklar,
Hiç kimsenin şüphesi olmasın;
Biz bu demokratik gerileme dönemini sona erdireceğiz.
Demokratikleşme hikayesine kaldığımız yerden, daha da güçlü şekilde devam edeceğiz.
Ülkemizin itibarını yeniden yükselteceğiz.
Türkiye’yi barışın, özgürlüklerin ve zenginliğin memleketi yapacağız.
Bu keyfi yönetim anlayışı önce hukuku çiğnedi. O yüzden biz önce hukuku ayağa kaldıracağız. Hukuk ve adalet zeminini güçlendireceğiz.
Kötü yönetim halkımızı yoksullaştırdı. Biz, yeniden zenginleştireceğiz. Keyfi yönetim anlayışı Kürt meselesini diriltti. Biz bu meseleyi çözeceğiz.
Keyfi yönetim ranta, kayırmacılığa, inşaat ve betona dayalı kendi zenginini oluşturmayı hedefleyen bir büyüme modeli dayattı.
Biz, yatırıma, üretime, sanayiye dayalı; hakkaniyeti esas alan, topyekûn zenginleşmeyi hedefleyen, kapsayıcı bir modele geçeceğiz.
Keyfi yönetim, Merkez Bankası’nı talimatla çalışan bir kurum haline getirdi. Biz, Merkez Bankası’nı kanununda yazdığı gibi tam bağımsız hale getireceğiz.
Keyfi yönetim, ihaleler yoluyla çevresindeki üç-beş kişiyi daha da zenginleştirdi. Biz, kamu ihale yasasını sil baştan yeniden yazıp, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyacağız.
*****
Çok uğraştık arkadaşlar, çok.
Şu Avrupa Birliği’nin kamu alımlarıyla ilgili ihalelerle ilgili mevzuatı neyse şunu aynen uygulayalım Türkiye’de dedik. 28 tane ülke aynı mevzuatı uyguluyor. 28 ülke yatırım yapıyor. Kamu alımı yapıyor.
Almanya’sı, Fransa’sı, İtalya’sı bunların hepsi kamu parası harcıyor. Bu 28 ülke bu ortak mevzuatı uyguluyorsa getirin aynen biz de uygulayalım dedik. bundan niye korkuyorsunuz dedik. Niye çekiniyorsunuz dedik.
Olmaz dediler. Ve mevcut ihale yasasını 194 defa değiştirdiler. Yetmedi, şu andaki yasaya bir istisna maddesi koydular. Bütün büyük ihaleleri o istisna maddesiyle yapıyorlar.
3,5 kişiyi çağırıyorlar, sadece onlardan fiyat alıyorlar. Ya aç bakalım herkese bir şeffaf yap. Çok daha ucuza mal olacak bu işler. Yok.
84 milyonun ödediği vergiyi maalesef 3,5 kişinin zenginleşmesinde kullanıyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
İşte o yüzden biz, bugün burada, sadece bir ilçe kongresi yapmıyoruz. Biz bugün burada bir demokrasi hikayesi yazıyoruz hep beraber.
İşte sizler, Türkiye’nin demokrasi yolculuğunu anlatan bu hikâyenin yazarlarısınız.
Bir tarih yazıyoruz şu anda.
Konuşmaktan, fikirlerden, farklı kimliklerden, dünyadan korkmayan Türkiye’nin mimarları sizlersiniz.
Artık Türkiye’nin haysiyetli insanları için biz varız, DEVA Partisi var. Hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Kongremiz Eyyübiye’ye ve ülkemize hayırlı olsun.
Çok çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun, var olun.