16 Mayıs 2024 Ali Babacan 11. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
Değerli basın mensupları,
Değerli çalışma arkadaşlarım,
Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum ve bugünkü değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Ülkemiz şu anda bir Anayasa tartışmasının içinde.
Onlarca yıldır aslında süregelen, devam eden bir tartışma bu.
DEVA Partisi olarak bizim, bu konuda durduğumuz yer açık:
Biz vesayetin tam karşısında; demokrasinin, hukukun, adaletin ise tam yanında bir duruşla bu çalışmalarımızı yaptık, devam ediyoruz.
DEVA Partisi olarak biz anayasayı, milletimizin “bir arada yaşama ilkeleri” olarak gördüğümüzü bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Milletimizin bir arada yaşama ilkeleri.
4 sene önce, partimiz ilk kurduğunda programımıza açık açık yazdık:
Dedik ki; Türkiye’nin bugüne kadarki anayasa deneyimlerinden de yararlanarak, toplumsal talepleri merkeze alan, tüm farklılıkları değerli gören “toplumsal sözleşme” niteliğindeki bir anayasayı hayata geçirmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Yeni bir anayasa yapımının ve anayasa değişikliklerinin olağan dönemlerde, katılımcı ve müzakereci bir yöntemle, geniş bir mutabakatla olması gerektiğine inanıyoruz.
Bu programımızdaki açık ifadeler. Tam 4 yıl önce.
Şunu unutmamak gerekir:
Anayasal düzen tercihlerinden kaynaklanan sorunlar 2017 Anayasa değişiklikleriyle başlamadı, ama 2017 yılında yapılan anayasa değişiklikleri bu sorunları derinleştirdi.
Son Anayasa değişiklikleriyle, demokratik denge ve denetim mekanizmaları neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı ve Meclisin yargının işlevi önemli ölçüde azaltıldı, geri plana itildi.
Bu durum, demokrasinin seçim sandığına indirgenmesine, insan haklarının yoğun olarak ihlal edilmesine ve devlet kurumlarının işleyişinin tahrip edilmesine yol açtı.
Son 5 yıldır, 6 yıldır yaşadıklarımız herhalde bunların en acı örnekleri.
Her gün ama her gün buna bağlı sorunlar yaşıyoruz.
İşte o sebeple biz; Türkiye’nin neye ihtiyacı olduğunu biliyoruz:
Ödevimize çalıştık, gecemizi gündüzümüze kattık, Anayasa için çalışmaya çoktan başladık.
Hani tanınmış bir komedyenin esprisi var.
Çocuklar ekran başında el işi kartondan ev yapma programları vardı bir ara.
Komedyen diyor ki, çocuklar tam o el işi kartondan ev yapımıyla uğraşırken birisi çıkıyor, ekranı bir başka köşesinden, “işte evin yapılmışı burada” diye ortaya koyuveriyor.
İşte ben de diyorum ki, anayasanın yapılmışı burada.
Partimizi kurduktan sonra biz bu çalışmalara derhal başladık.
Yeni anayasa mı istiyorsunuz?
İşte yapılmışı var, yazılmışı var.
Yeni anayasanın neye göre yapılması gerektiği, hangi ilkeleri baz alması gerektiği açık açık yazılmış.
Tarih 4 Ekim 2021.
2,5 sene önce.
Modern Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var, doğru.
Biz bunu çalıştık ama bu çalışmayla da yetinmedik.
Ne yaptık?
Geçen seneki diğer partilerle yaptığımız çalışmalarda da kendi çalışmamızı içine koyduğumuz bir ortak anayasa paketi hazırladık.
84 madde, kodifikasyonu tamamlanmış, yazılmış.
Bakın arkadaşlar, bunlar çok ciddi çalışmalar. Laf olsun diye yapılmış şeyler değil.
Şu andaki iktidar yıllardır yeni anayasadan bahsediyor değil mi? Yıllardır.
Ortada tek bir madde çalışma gördünüz mü?
Geçen sene biliyorsunuz apar topar bir madde hazırlamaya çalıştılar.
Malum bir konuyla alakalı.
Ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
Toplumun önüne bir tek maddeyi yazıp koyamadılar.
Ve şimdi de diyorlar ki; Yeni Anayasa.
Şu anda ne yapıyorlar?
Usulünü konuşma zamanıymış. Önce usul, sonra içerik.
İçerik ne zaman başlayacakmış?
1 Ekim.
Göreceğiz, izleyeceğiz.
Bu konuda, yeni anayasa konusunda söylenen her şey samimiyet testinden geçmek zorunda.
Evet, her seçimden sonra kurulan yeni h hükûmete ve aynı zamanda seçimlerden sonra oluşan yeni siyasi tabloya belediye başkanları olsun, şu olsun, bu olsun bir kredi açılır.
Yani her seçim sonrası adeta kara tahta şöyle bir silinir, yeni şeyler yazılmaya başlanır.
Dolayısıyla hükûmetin yeni anayasa çalışmalarına da diğer bu konuda katkıda bulunmak isteyenlere de biz bu krediyi açmış durumdayız.
İzleyeceğiz, takip edeceğiz.
Madem yeni anayasa konusunda hemfikiriz;
İşte, madde madde çalışılmış, üzerine aylarca kafa yorulmuş;
Temel hak ve özgürlüklere; hukuk devletinin temel ilkelerine dayanan çoğulcu bir Anayasa çalışması hazırladık.
Burada çok yoğun bir emek var.
Merkezine insan onurunu alan; devletin ideolojik tarafsızlığını gözeten bir Anayasa. Hazır.
Güçler ayrılığını tesis eden, eleştiri hürriyetini güvence altına alan bir Anayasa. Hazır.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru alanının genişletildiği bir Anayasa. Hazır.
Katılmadığınız kısımlar varsa, söyleyin.
Deyin ki; “sizin bu çalışmanızda şu yanlış, şu eksik.”
Tamamdır.
İki buçuk yıl oldu, bugüne kadar ciddi hiçbir eleştiriyle karşı karşıya kalmadık.
İnsan onurunu merkeze alan bir Anayasa’ya itirazınız varsa, söyleyin.
Katılımcı, çoğulcu, toplumun her kesimini kapsayan, yaşam hakkını, hürriyeti koruyan bir Anayasa’ya itirazınız varsa, söyleyin.
Yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlandığı bir Anayasa’ya itirazınız varsa, söyleyin.
DEVA Partisi’nin, Anayasa çalışması çoktan hazır.
Buradan iktidara sesleniyorum:
Anayasa tartışmalarını, kendi şahsi gündeminizi dayatma ortamı olarak görmeyin.
Kendi şahsi gündeminizde bir vesile olarak bilmeyin.
Yeni anayasa mutlaka toplumun her kesimine kulak verilerek hazırlanmalı.
Bakın arkadaşlar, bu konuda iktidar önce şu sorulara cevap vermek zorundadır;
Herkesin kaybettiği, kazananın olmadığı bu sisteme gerçekten son vermeye bu sistemi gerçekten değiştirmeye niyetli misiniz değil misiniz?
Yoksa sadece kendi dar gündeminiz için bir hazırlık derdinde misiniz?
Yüzünüzü demokrasiye dönmeye; belki de en önemlisi yüzünüzü millete dönmeye hazır mısınız?
Yüzünüzü toplumun tüm kesimlerine dönmeye hazır mısınız?
İktidar bu sorulara cevap vermeden, bu konudaki yaptıkları çalışmalara, yapacakları çalışmalara inandırıcılığı ve bu konuda samimi olup olmadığının anlaşılması, anlatılması mümkün olmayacaktır.
*****
Değerli arkadaşlar,
Cumhuriyet’in 100. yılını geride bıraktık.
Bir zamanlar, ülkeyi 90’ların karanlığından, faili meçhullerinden kurtaracağına inandığımız, benim de zamanında kurucusu olduğum siyasi hareketin 22 yıllık iktidar sürecinden sonra işte düştüğü durum, geldiği nokta maalesef ortada.
Karanlık aynı; değişen tek şey arabalar, araç plakaları.
Susurluk’taki siyah Mercedes’leri herhalde hatırlıyorsunuz.
Gene siyah arabalar, çakarlı arabalar.
O gitti, yerine iddianamelerden bilhassa uzak tutulmaya çalışılan başka araçlar geldi.
Ankara’nın orta yerinde bir insan, bir baba, bir evlat, bir eş, Sinan Ateş katledildi.
Gönderilen mesajlar ortada, görüntüler ortada, ısrarla korunmaya çalışılanlar da ortada.
Olan biteni herkes görüyor, herkes duyuyor.
Ama iktidardan ciddi bir ses yok.
Sayın Erdoğan'ın dünkü konuşmasına bakıyoruz bu konuları teğet geçiyor, es geçiyor.
Ankara’nın orta yerinde işlenen bir cinayet, açıkça karartılmaya çalışıyor.
Görüyorlar, görmezden geliyorlar. Duyuyorlar, duymazdan geliyorlar.
Susuyorlar.
Güçleri, bazı dernek yöneticilerine dahi yetmiyor.
Güçleri, evinde şüphelilerin yakalandığı vekillere yetmiyor.
Bu gerçekle de bir türlü yüzleşemiyorlar.
Güçleri, yanı başlarında duranlara, iktidarın tepesinde kayyum gibi bekleyenlere yetmiyor.
Yanlış yoldasınız.
İktidardakilerse sesleniyorum.
Yanlış ortaklarla berabersiniz.
Bu kir, üzerinize çoktan sıçradı.
Çıkın ve temizlenin artık yahu.
Bütün milletin gördüğünü, bildiğini, kendi parti mensuplarınızın üzülerek, içten içe, hayıflanarak izlediklerini kimseden saklayamıyorsunuz.
Aynaya bakın, ve yüzleşin artık.
Kimlerle ortaksınız? Ben size söyleyeyim.
Siz sizden aldığı cüretle seçimlerin hemen ertesi günü “Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır” diyerek gözünü demokrasiye dikenlerle ortaksınız.
Yüzleşin:
Siz, buldukları ilk fırsatta millî iradeye parmak sallayanlarla ortaksınız.
Yüzleşin:
Siz, sokak ortasında öldürülen, evlatları yetim bırakılan bir babanın katillerini koruyanlarla ortaksınız.
Siz, bomboş iddianameyle senelerdir cezaevinde tutulanlara yapılan hukuksuzluk devam etsin diye kürsüden size ve millete parmak sallayanlarla ortaksınız.
Siz, Türkiye’yi o karanlık günlere geri götürmeye çalışanlarla ortaksınız.
Siz o karanlıklardan, hukuksuzluklardan, adaletsizliklerden beslenenlerle ortaksınız.
Evet, artık yüzleşin.
Şu olanlara bakın!
Yargıdaki, kolluktaki bu klikleşmenin ülkeyi getirdiği yeri görmüyor musunuz?
Bakın arkadaşlar, falanca partinin hâkimi, filanca partinin savcısı olmaz!
Milletin savcısı olur, milletin hâkimi olur.
Yargı; Anayasaya bakar, yasalara bakar ve vicdanına bakar ve ona göre karar verir.
Yargı karar verirken; siyasi partilerin genel merkezlerine bakmaz,
Yargı karar verirken; Beştepe’ye bakmaz.
Yargı dediğim gibi anayasaya bakar, yasalara bakar ve vicdanına bakar, ona göre karar verir.
Siyasileşmiş, klikleşmiş bir yargı adalet dağıtamaz!
Onlarca yıldır bunu yaşadık.
Hala görmüyor musunuz, anlamıyor musunuz?
Benim yargım, şunun yargısı, bunun yargısı...
Her gelen iktidar kendi kolluğunu, kendi yargısını oluşturmanın derdine düşüyor.
Yeter artık!
Hep beraber, “milletin yargısını”, “milletin kolluğunu” oluşturmayla ilgili bir çaba göstermedikçe bu ülkede hukukta, adalette düzelmez.
Olanlardan hiç mi ders almıyorsunuz?
Defalarca yaşanmış bu olayların tekrar tekrar bu millete yaşatılmasından hiç utanmıyor musunuz?
*****
Değerli arkadaşlar,
Birkaç gün önce kamuda tasarruf tedbirleri açıklandı.
Bu olumlu bir adım.
En azından bunun gerekliliğini nihayet anladılar.
Tam 5 yıldır söylüyoruz ya, “tasarruf” diyoruz, “tasarruf” diyoruz, “tasarruf” diyoruz.
“Har vurup harman savuruyorsunuz. Yazıktır, bu kaynaklar bu milletindir” diyoruz.
Nihayet bir paket açıkladılar.
Ancak ülkenin ekonomisindeki açıklarla karşılaştırdığımızda alınan tedbirlerin son derece yetersiz olduğunu görüyoruz.
Genel seçimlerden bir yıl sonra, geç de olsa alınan tedbirler, “miş gibi” görünen göstermelik adımlardan ibaret kalmamalı.
Tam anlamıyla, “topyekûn bir tasarruf seferberliği” başlatılmalı bu ülkede.
Sayıştay denetiminden kaçınma, ihale yasasından muafiyet gibi eski usul alışkanlıklara derhal ve net biçimde son verilmeli.
Kamu ihale yasasını zamanında ben çıkarttım.
“Muafiyet, muafiyet, muafiyet” diye yasada muafiyet maddelerinde alfabedeki harfleri tükettiler ya.
Z harfi yetmedi en sonunda ondan vazgeçtiler, bütün ihaleler orada bir kolay madde var, acil işler midir, nedir? Açık bir yarışma olmadan tamamen davet usulü yapılmaya başlandı.
Milyar dolarlık projeler, yıllarca sürecek projeler, “Çok acil bunlar, bizim bir ay iki ay bekleyecek vaktimiz yok, acil” deyip yarışmasız, ihalesiz yapılan maddelerle adrese teslim olarak verildi.
Asıl paranın büyüğü orada ya.
Açıkladıkları paket rakamı da kendileri açıklamadılar ama piyasanın işte tahmini 100 milyar kadar, 100 milyarın üzerinde bir rakam.
Trilyonluk projeler var, milyarlarca dolarlık projeler var bu ülkede.
Şimdi baktığınız zaman bu tabloya “Kamu özel işbirliği projelerine el atılmalı ve varlık fonu gibi paralel hazine uygulamalarına son verilmeli.”
Yetmez:
İsraf ve yolsuzluğun esas kaynağı olan kamu ihale yasası baştan aşağı yenilenmeli.
Biz söyledik bakın dedik ki; 27 tane Avrupa Birliği ülkesinin uyguladığı tek bir ihale mevzuatı var.
Denenmiş.
Bütün bu ülkeler çalışıyor.
Ortalama yolsuzluğa bakın Avrupa'da, Türkiye'den çok daha düşük mü?
Düşük.
Niye alıp da o mevzuatı aynen uygulamıyorsunuz?
Neden kaçıyorsunuz? Neyi kaçırıyorsunuz?
Denenmiş, çalışmış bir ihale mevzuatı. Kamu alımları mevzuatı. 33 fasıldan birisi.
Defalarca söyledik, “Alın şunu Türkiye'de uygulayın” dedik.
Geçen sene genel seçimlere giderken, seçimi kazanırsak bunu yapacağımızı biz taahhüt etmiştik biliyorsunuz.
Israrla kaçıyorlar.
Asıl paranın büyüğü oralarda.
Atılan adımlar gayet değerli, tamam ama rakamların büyüğü başka yerlerde arkadaşlar.
Hiçbir kamu kuruluşu, Sayıştay denetimden muaf tutulmamalı.
Varlık fonu kurdular ya. Ben yıllarca engelledim. O zaman başbakan yardımcısı imza atmayınca kuramıyorlardı, yapamadılar.
Ben ayrıldıktan sonra ilk yaptıkları işlerden birisi Varlık Fonu.
Varlık fonu ne demek?
Varlık fonu, devletin en önemli değerlerini, şirketlerini, varlıklarını içine koydukları bir fon.
Kanun çok kısa. Bir okuyum Varlık Fonu Kanunu.
Diyor ki: “Bu varlık fonuyla biz aklımıza geleni yaparız. Kimse de bize hesap soramaz.”
Kanun özü bu.
Sayıştay denetimden muaf.
Kimse bakamıyor, edemiyor.
Varlık fonunun başında kim var?
Onun kararnamesi de ilginçtir.
Varlık fonunun başına yapılan kararnamenin ataması şudur; “Ben Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan'ı Varlık Fonu'nun başına getirdim” diyor.
Kararname de ilginç bir kararnamedir yani.
Şimdi ne oldu?
Varlık Fonu dediğiniz varlık değil mi?
Varlık Fonu’nu şu anda borca batırmış durumdalar.
Ne kadar borcunun olduğunu da böyle kayıtları karıştırıp kurcalayıp bakmadan da anlayamıyorsunuz.
Şeffaf değil.
Sayıştay girip bakamıyor oraya.
Siz ne yapıyorsunuz arkadaş? Ne ediyorsunuz?
Bakamıyor.
Unutmayalım bakın Sayıştay kim? Sayıştay Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yürütmeyi denetleyen bir kurum bakın.
Sayıştay meclis adına çalışan bir kurum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hükûmet üzerindeki, yürütme üzerindeki en önemli denetim yapısı Sayıştay'dır.
Sayıştay'ın denetim fonksiyonunu neredeyse tamamen bitirdiler.
İşte diyorum ki; gerçek tasarruf diyorsanız, tasarrufta samimiyseniz gelin hesaplarınızı Sayıştay’ın, denetimine açın.
Asıl israf, asıl yanlış kararlar nerede oluyor, nasıl oluyor o zaman millet görsün.
Millet görsün ki o oradaki israflardan da geri adım atın.
Yeter mi?
Yetmez:
Mademki tasarruf diyorsunuz, o zaman bu tasarrufu en tepeden başlayın.
Alınan tedbirlerin lafta kalmaması, kamunun her birimi tarafından uygulanmasını istiyorsanız bu tedbirlerin en tepeden başlaması gerekiyor.
Bakın, israf da tasarrufta yukarıdan aşağıya akar.
Ben bunu tam 13 yıl bu ülkenin hükûmetinde görev yapmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum.
İsraf da tepeden aşağıya başlar, tasarruf da tepeden aşağıya.
Tam 11 yıllık hazine bakanlığım döneminde teslim aldığım çalışma odasının mobilyasıyla teslim ettiğim çalışma odasının mobilyası aynıydı.
Kumaşların, oturduğumuz kumaşların yüzü eskidiği için koltukların iskelesini koruduk, sadece koltuğun yüzünü değiştirdik.
Devletin bütün parasını yöneten, 100 milyarlarca dolarlık nakit akışını yöneten bütün kitlerin emir aldığı hazinenin başındaki bakan, 2012'de teslim aldığı odanın mobilyasıyla 2015'te teslim ettiği odanın mobilyası aynı oldu.
Biz bilmez miydik dayamasının döşemesini.
Ama niye?
Hazine bakanının odasındaki mobilyanın yıllarca değiştirilmediğini, oradaki tasarrufu gören insanlar kendisi israf yapmaya tenezzül edemez, cesaret edemez.
Onun için diyorum tepeden başlamalı.
Tepeden başlamalı derken de tabii ki Sayın Cumhurbaşkanı'na sesleniyorum.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz şu andaki sistemde, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'nde maliye ne yapıyor?
Vergi topluyor.
Hazine ne yapıyor?
Borçlanıyor.
Bu parayı alıyorlar, bir havuza koyuyorlar.
Bu havuzdan harcama yetkisi kimde?
Sayın Cumhurbaşkanı'nın kendisinde.
Eskiden hazinenin nakit akışı, onayı olmadan, Maliye Bakanı'nın imzası olmadan tek bir kuruş harcanamazdı.
Hem ayak freni vardı, hem el freni vardı sistemde.
Şimdi gaz, boyuna gaz.
Hatırlayın, biz de bizim Sayın Erdoğan'la gaz fren tartışmamız vardı ya baktı ki bu frenler çok engelliyor, hazine frenini de, maliye frenini de attı kenara, kendisi de bizzat bütçe yönetimini külliyeye taşıdı ve harcamayı kendisi yapıyor.
Gaz pedalı kendi elinde.
Gaz Sayın Erdoğan'ın elindeyken, diğer arkadaşların el freniyle, ayak freniyle uğraşması mümkün değil.
Zaten fren mekanizması da yok.
Harcama kararı yetkisi Sayın Cumhurbaşkanı'nın kendisinde.
Onun için diyorum ki; gerçekten tasarruf istiyorsak bu tasarruf tedbirlerini ve nasıl yapacağını Sayın Erdoğan'ın kendisi açıklamalı.
Yani gazdan ayağını nasıl çekecek?
Nasıl o harcamaları azaltacak? Kendisi açıklamalı.
Zaten yetkisi son derece sınırlı.
Harcama konusunda hiçbir adım atamayan, sadece vergileri toplayıp Cumhurbaşkanı'nın emrine sunan, borçlanıp Cumhurbaşkanı'nın emrine sunan kurumların tasarruf tedbiri alması ya da bu tedbirleri uygulaması mümkün olmaz.
Samimi de olmaz.
Ben buradan sesleniyorum:
Et kuyruklarındaki emekliler için elinizi taşın altına koyun.
Üniversiteyi kazanan fakat yurt çıkmadığı için okuyamayan öğrenciler için elinizi taşın altına koyun.
Asgari ücretle geçinemeyen milyonlar için; bu millet için;
Elinizi taşın altına koyun.
Sayın Erdoğan, gerçekten, samimi bir şekilde tasarruf istiyorsanız tasarruf nasıl olur, insanlara örnek olun, bütün kamuya siz şahsen örnek olun.
Bu olmadan olmaz.
*****
Bakın arkadaşlar rakam 100 küsur milyar.
Bu senenin bütçesinde sadece faize ayrılan ödenek ne kadar?
1 trilyon 254 milyar.
Kur korumalı mevduata ödenen rakam ne kadar?
Gizli saklı. Zor buluyorsunuz rakamları ha.
Merkez Bankası Başkanı, eski başkan, bir önceki başkan diyelim. Çok eskiyemiyor Merkez Bankası Başkanları da, eskiyemeden değişiyor.
Bir önceki başkan ne dedi?
Burada sıkıştırılınca komisyon da rakamı verdi.
Artı bir de Merkez Bankası'nın bilançosu açıklandı.
Baktık ki orada da büyük bir zarar.
Sonra anladık ki yaklaşık 1 trilyon lira da bunlar kur korumalı mevduata kur farkı vermiş.
Yüksek faiz, devletin yüksek faiz ödemesi niçin oldu?
İktidarın yanlışları yüzünden.
“Bu Kur Korumalı Mevduatı yapmayın, bu devleti hazineye batırma projesidir” dedik.
İnat ettiler, yaptılar.
Bu bir trilyon da kendi elleriyle oluşturdukları bir masraf.
Dışarıdan gelip dış güçler herhalde yaptırmadı.
Kendi elleriyle yaptılar.
Kendi elleriyle yükselttikleri faize ve kendi elleriyle başladıkları kur korumalı mevduata sadece bir yılda ödenen 2 trilyon 250 milyar, tasarruf ne kadar?
100 kusur milyar.
Tasarruf gerçekten önemli bir konu.
Biz takipçisi olacağız.
Öyle göstermelik küçük tedbirlerle gerçekten bu ülkenin tasarruf ediyor demesi, bu sorunları aşması mümkün olmayacak.
*****
Değerli arkadaşlar,
Genel seçimlerden bu yana bir yıl geçti.
14 Mayıs'ta meclis oluştu, geçen seneki 14 Mayıs'ta.
28 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı seçildi ve hükûmet bir yılı doldurdu.
Ekonomi yönetimi değişti ama bir yılın şöyle samimi bir muhasebesini yapalım.
Ekonomi yönetimi değiştikten sonra bugüne kadar ne oldu?
Politika faizi neredeyse altı katına çıktı.
Sonuç değişti mi? Değişmedi.
IMF yetkilileriyle beraber pozlar verildi, sonuç değişti mi?
Değişmedi.
Tablo ortada:
Öğrenci de geçinemiyor, emekli de.
Asgari ücretli de geçinemiyor, beyaz yakalı da.
Daha dün esnaf kredilerinin faizi artırıldı.
%7,5'lü bir zamanlar biliyorsunuz. Şimdi borçlanılan tarihe bağlı olarak %17 ile %29 arasında esnafımız faiz ödemek zorunda kalacak.
Dikkat edin, Bu yüksek faizin menfaatçisi kim?
Yüksek faizi ödeyen kim? Hazine faizinden bahsediyoruz değil mi?
Hazine faizini kim ödüyor?
Hazine bu parayı nereden buluyor?
Milletten toplanan vergilerden.
Millet vergi ödüyor, vergiler toplanıyor, hazine faizi ödeniyor.
Peki, banka faizini kim ödüyor?
Bankaya borçlanan esnaf ödüyor, bankaya borçlanan çiftçi ödüyor, bankaya borçlanan bizim hayvancılıkla uğraşan, üreten herkes ödüyor, tüketici ödüyor.
Peki, faizi kim alıyor?
Zaten parası olan alıyor.
Parası var, hazine bonosuna yatırıyor, faiz alıyor.
Parası var, bankaya yatırıyor, faiz alıyor.
Yüksek faizli ortamda değerli arkadaşlar, kazanan zaten parası olandır, kaybeden zaten parası olmadığı için borç almak zorunda olandır ve millettir.
Şu andaki sistem tamamen milletten alıp bir avuç insana servet transferi ve gelir transferi yapılan bir sistemdir.
Geçen hafta çay alım fiyatları açıklandı.
19 lira. Beklenti 25 lira idi.
Çay üreticisinin maliyetine bakın, gübre fiyatlarına bakın, rakam tutmuyor.
Ve ilk defa Rize'de çay üreticisi iktidar partisinin il başkanlığı önüne geldi, çaylarını döktü.
Dedim ya, 22 yıl sonra iktidarın geldiği yere bakın.
Bir zamanlar hak hukuk diye yola çıkan, karanlık Türkiye'yi aydınlatacağız diye yola çıkan iktidarın 22 sene sonra yozlaşma, hukuksuzluk ve adaletsizlik sebebiyle geldiği noktaya bakın.
Yine dün açıklandı.
Dün bayağı veri açıkladı TÜİK, Hepsine de baktık.
Ülkemizde geçen yıl doğum sayısı düştü ve doğurganlık hızı %1,51 ile tarihin en düşük seviyesine indi.
%1,51.
Türkiye'de hiçbir zaman bu doğurganlık hızı bu kadar aşağı inmemişti.
Doğurganlık hızı %2.1'in altına indiği zaman o ülkenin nüfusu küçülmeye başlıyor ve nüfus yaşlanıyor arkadaşlar.
Biliyorsunuz pek çok gelişmiş ekonomide bu doğurganlık hızının, doğum sayısının %2.1'in altına düşmemesiyle ilgili olağanüstü teşvikler var.
Çünkü bir ülkenin gücü, bir ülkenin bekası aynı zamanda nüfusunun korunmasından ve nüfusunun güçlenmesinden geçiyor.
Ama ülkedeki ekonomik şartlar ve ülkedeki umutsuzluk, yarınları görememe endişesi, başta kadınlar olmak üzere bütün aileleri etkiliyor.
***
Değerli arkadaşlar,
Asgari ücret bu yılbaşında açıklandığında demiştik ki, şimdilik açlık sınırının üzerine çıktı ama birkaç ayda enflasyon bunu eritecek ve birkaç ay sonra bu asgari ücret açlık sınırının yine altına inecek demiştik.
Ve oldu.
Nisan ayında açıklanan açlık sınırı, Türk- İş açıklıyor biliyorsunuz, 17 bin 725 lira.
Yani 4 kişilik bir aile sadece karnını doyurabilmek için 17 bin 725 liralık bir aylık gelire ihtiyaç duyuyor.
Şu anda asgari ücret bunun altında.
Hani gıdanın üzerine bir de elektriği, suyu, ısınmayı, eğitimi, sağlığı da eklediğimizde yoksulluk sınırı ne kadar?
57 bin 736 lira.
Ben şimdi buradan ekran başındaki vatandaşlarımıza soruyorum.
“Aylık 57 bin 736 liranın üzerinde gelirim var” diyen Türkiye'de kaç tane hane halkı vardır?
Şöyle bir bakın.
Kaç haneye ayda 57 binin üzerinde bir gelir geliyordur?
Gerçekten “Geçen yıldan daha iyiyiz. Ailemin ekonomisi düzeliyor” diyen var mı bilmiyorum.
Et fiyatlarında, pirinçte, makarnada, tavukta, peynir fiyatlarında bir iyileşme gördünüz mü?
Son hükûmetin bir yıllık karnesine bakıyoruz ya.
Konut fiyatlarında, kiralarda bir iyileşme gördünüz mü?
Alın size dün açıklanan bir başka rakam:
2013’te kirada oturan hane halkı %21,3.
2023’te kirada oturan hane halkı %27,8’e çıkmış durumda.
Kirada oturanların sayısı son 10 yılda tam %30 artmış.
Yani 100 hane halkı 10 sene önce kirada oturuyorsa şu anda 130 hane halkı artık kirada oturmak zorunda.
Hani bir zamanlar meşhur “ev arabası, anahtar arabası” meselesi vardı değil mi?
Bu iktidar ne yapmış? Son 10 yılda vatandaşlarımızın sahip olduğu evin anahtarını elinden almış ve “sen artık kirada oturacaksın” demiş.
Rakamlar bunu gösteriyor, TÜİK'in rakamları.
Oturduğu evin sahibi olanlar ise azalmış yüzde olarak hane halkında.
Yani daha az ev sahibi var, daha çok kiracı var şu anda Türkiye'de.
Dedim ya, servet transferi yaşanıyor, bir gelir transferi yaşanıyor.
Niye?
Bir kişi bir projede 10 tane daire sahibi oluyor, bir şekilde birinde oturuyor, 9'unu kiraya veriyor.
Bütün bu imar meseleleri, imarda olan yolsuzluklar, bu emsal değişikliğiyle ve imar planı değişikliğiyle dağıtılan rant, Türkiye'de servet dağılımını ve gelir dağılımını bozan en önemli konulardan birisidir.
Onunla çalıştık, onu da hazırladık.
Hatırlayın, 2014'te ben başbakan yardımcısıyken bunları çalıştık ekip olarak.
O zaman İbrahim Bey Hazine Müsteşarımız ve Sayın Erdoğan'a sunduk.
Hiçbiri kabul görmedi ve bu siyasetin finansmanı, siyasetin özellikle kirlenmiş finansmanı da ağırlıklı olarak bu emlak piyasası, emsal değişikliği ve imar planı değişikliklerinden yürüyor.
Geçen sene hazırladığımız, diğer partilerle beraber imzaladığımız metinlerin hepsinde bunları işledik.
“Bunlar Türkiye'nin ihtiyacıdır” dedik. Herkesin imzasını aldık.
Ve bu iddialarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz.
Yani söyleyeyim, Türkiye'de hukuk ve adalet tam işlemedikçe, Türkiye'de adil dağılıma dayanan bir ekonomik sistem kurulmadıkça bizim yapılacak çok işimiz var, yürünecek çok yolumuz var.
Ve bakıyoruz, bizdeki bu irade muhalefetin çoğunda yok.
Benden başka bu dokümanları hâlâ gösteren bir genel başkan var mı ya?
Var mı hâlâ?
Biz imzamızın arkasında izliyoruz.
Ben merak ediyorum, diğer imza atanlar imzasının arkasında mı değil mi?
Çıkıp açıklarlarsa çok mutlu olurum gerçekten.
O günkü mecburiyetten mi oldu bu imzalar, yoksa samimi miydi?
2300 maddelik ortak eylem planında, 84 maddelik anayasa değişikliğinin hepsinin altındaki imzamızın bugün hala biz arkasındayız.
Çünkü biz ülke yönetimini çok ciddiye alıyoruz.
Ülkeyi gerçekten yönetecek kadrolarla, programlarla ve hazırlıklarla yola çıkıyoruz.
Siyaseti günlük polemik üretmek ya da günlük laf üretmek olarak görenlerden değiliz.
Siyaseti bu ülke için fikir üretmek, proje üretmek, bu ülkenin yarınları için gerçekçi, adil, demokrasiye ve hukuk düzene dayanan bir zemine oturtmak alanı olarak görüyoruz, bunun iddiası olarak görüyoruz.
*****
Değerli arkadaşlar;
Bakın 1 Temmuz yaklaşıyor.
Enflasyon rakamları ortada, açlık sınırı ortada, yoksulluk sınırı ortada.
Hükûmetten bugüne kadar gelen açıklamalar ne asgari ücrette ne de asgari emekli maaşında 1 Temmuz'da herhangi bir değişiklik olmayacağı yönünde.
Şimdi ben buradan Sayın Erdoğan'a seslenmek istiyorum;
1 Temmuz'da asgari ücreti arttırmamak, asgari ücretle çalışan herkese zulümdür.
1 Temmuz'da asgari emekli maaşını, o 10 bin lirayı arttırmamak, asgari emekli maaşı alan herkese zulümdür.
Siz kendi elinizle yanlış politikalarınız yüzünden enflasyonu patlatın ve bunun bedelini de asgari ücretliye en düşük emekli maaş alan vatandaşlara ödetin.
Böyle bir şey olmaz.
Böyle adalet olmaz.
Onun için buradan iktidara çağrımız; 1 Temmuz'da hem asgari ücrette hem de asgari emekli maaşında ciddi, kayda değer, gerçek enflasyonu dikkate alan bir artış yapın.
Gerekirse ne olması gerektiğiyle ilgili rakamlar da veririz.
Ama bazen bu rakamlar partiler arasında açık arttırma konusu da oluyor biliyorsunuz.
Bir rakam söylüyorsunuz, bir başka parti bir gün sonra biraz daha yükseğini söylüyor.
Bu da oluyor.
Onun için gerekirse rakamları da ortaya koyarız, ne olması gerektiğini de söyleriz.
Daha 1 Temmuz'a vakit var ama bugünden çağrım, derhal oturun, sosyal taraflar bir araya gelin ve 1 Temmuz'daki asgari ücretin ne olması gerektiğini gerçek şekilde hesaplayın, emeklerimizin derdini dinleyin ve onlara da gerekli artışları 1 Temmuz'da yapın.
Bir başka rakam.
Diyanet'te, Kızılay'da kurban rakamlarını açıkladı değil mi?
Yani kurbanlık fiyatlarını açıkladılar.
Rakam ne kadar?
11 bin 750 lira.
Hatırlayın, bizim dönemimizde o bayram ikramiyeleri ilk emeklere verilmeye başlandığı dönemde bir bayram ikramiyesiyle bir kurbanlık koyunu alınabiliyordu.
Mesele satın alma gücü değil mi, refahın ölçüsü, bu parayla ne alabildiğiniz değil mi?
Bakın bir emekli ikramiyesi, bayram ikramiyesi, bir kurbanlık koyunu alabiliyordu.
Şu anda kurbanlık koyun, yine Kızılay'ın ve Diyanet'in açıkladığı rakam 11 bin 750 lira, emeklerimizin bayram ikramiyesi 3 bin lira.
Herhalde bu durum emeklerimizin içine düştüğü durumu ortaya koyuyor.
Bakın kurban bayramı geliyor.
Kurban bayramında hiç olmazsa emeklerimizin mutfağına et girsin.
Emeklerimiz sabaha kadar ucuz et kuyruklarında bekliyor biliyorsunuz.
Etin kilosunu yüz lira, yüz elli lira ucuza alabilmek için saatlerce kuyruklarda bekliyor 75- 80 yaşındaki insanlar.
Hiç olmazsa Kurban Bayramı’nda emeklilerimize bu kurban alma imkanını zamanında yaptığımız gibi tekrar sağlayın.
*****
Değerli arkadaşlar,
Hep söyledik, hep uyardık:
Sadece vergi artırarak, faizi yükselterek bu ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz.
Son bir yıldır yapılanlara bakıyorum, Allah aşkına, kayda değer ne var?
Yani yeni ekonomi yönetimiyle beraber ne yapıldı?
Faiz arttı, vergiler arttı.
Faiz 6 kat arttı.
Vergiler de pek çok kalemde özellikle ÖTV başta olmak üzere ciddi şekilde arttırıldı.
KDV %8'den 10'a, %18'den 20'ye çıkartıldı.
En temel ihtiyaçlarda, çocuk bezinde, benim uzmanlık alanım biliyorsunuz. %8'den %20'ye çıktı.
%8'den %20'ye.
Şimdi böyle bir ülkede en temel ihtiyaçların bu kadar arttığı bu ülkede daha az sayıda doğum olmasından normal ne var?
Aileler bir bakıyor, bir hesap ediyor. Sadece vergi artışından %8'den %20'ye çıkmış.
Dolayısıyla, bu yapılanlar gerçekten ülke ekonomisini düzeltmez.
Her ekonomik programın değerli arkadaşlar üç ayağı olur.
“Üçlü saç ayağı” deriz biz buna.
Bir ekonomik programın maliye politikası ayağı olur, para politikası ayağı olur bir de yapısal reform ayağı olur.
Yani üç ayaklı bir sehpa düşünün.
Ve üç ayaklı sehpanın birinci ayağı, maliye politikası.
Yani vergilerle, gelirlerle ve giderlerle ilgili hususlar.
İkincisi para politikası.
Yani Merkez Bankası'nın faizle için alan politika seti.
Üçüncüsü de yapısal reformlar.
Son bir yıldır uygulanan bu ekonomi politikasının üçüncü ayağı yok.
Yapısal reform ayağı yok.
Onun için bu iki ayaklı sehpa ayakta durmaz.
Bu devrilir.
Ama o yapısal reformlar tabii, Sayın Erdoğan'ın karar vermesi gereken konular.
Maliye'nin, Merkez Bankası'nın yapabileceği işler değil, onların harcı değil.
Yapısal reformlar bizzat Sayın Cumhurbaşkanı'nın adım atması gereken konular.
Şeffaflık olmadan, TÜİK verilerini doğru açıklamadan bir ekonomik program yürümez.
İşi çok iyi bilen iktisatçılarla oturuyoruz, konuşuyoruz. Diyorum ki; TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamını siz doğru biliyor musunuz?
“Yok ya yanlış” diyorlar.
Peki, doğru olmayan bir enflasyon rakamına dayandırılan bir merkez bankası faiz politikası, gerçek olmayan bir enflasyon rakamının üzerine inşa edilen bir ekonomi programı. Bu yürüyebilir mi?
Ya önce siz şu TÜİK’ten başlayın.
Dosdoğru, dürüst bir şekilde gerçek enflasyonu TÜİK ölçsün, ilan etsin ki siz de para politikanızı ona göre ayarlayın.
Şeffaflık olmadan olmaz bakın, Merkez Bankası'nın arka kapısı artık yol geçen hanına döndü ya.
Arka kapı döviz satışlarından bahsediyorduk, şimdi de arka kapı döviz alımları başladı.
Niye arka kapı?
Çünkü şeffaf değil.
Rakamlar hep bir hafta sonra ve sonradan öğreniliyor.
Rakamlar sonradan geliyor.
Bugün eğer dolar kuru, diyelim ki 32 liraysa, ben bir vatandaş olarak şunu bilmek istiyorum;
“Arkadaş, bugünkü dolar kuru piyasanın kendi dengesinde oluşmuş bir kur mudur? Yoksa acaba Merkez Bankası bugün 1 milyar dolar aldı da kur öyle mi bu noktada oluştu?”
Bunu bilmek benim hakkımsa bütün vatandaşların hakkı.
Eğer bunu bilen bir avuç insansa, geniş kitleler, milyonlar bunu bilmiyorsa, buradan hak doğar, buradan haksız kazanç doğar.
Yahu ben, tam bakın 2002'den 2015'e kadar, Merkez Bankası'nın toplam piyasa müdahalesi arkadaşlar 8,5 milyar dolar ya.
Hepsi şeffaf, hepsi açık.
Bunlar arka kapıdan 400 milyar dolar sattılar, hepsi kapalı, hepsi örtülü.
Siz hangi ekonomi programından bahsediyorsunuz ya?
Eğer Türkiye'de kur rejimi dalgalı kursa, serbest kur rejimi varsa bunların açıklanması lazım.
Yok, siz başka bir kur rejimi uyguluyorsanız o zaman çıkın açıklayın.
Nasıl bir kur rejimi uyguladığınızı bilmek bu milletin hakkı.
Onun için diyorum ya üçüncü ayak eksik bakın bütün bunlar üçüncü ayakla ilgili, yapısal meseleler.
Senelerdir söylüyorum ama bıkmadan, usanmadan, söylemeye devam edeceğim.
Bu ülkenin tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında olmuş, Dışişleri Bakanlığı yapmış, Avrupa Birliği Bakanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak, 8 yıl Milli Güvenlik Kurulu üyeliği yapmış, devletin en özel dosyaları önünden gelmiş geçmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum;
Ne kadar hukuk, o kadar ekonomi.
Ne kadar hukuk, o kadar ekonomi.
Ne kadar hukuk, o kadar ekonomi.
Hazine, Merkez Bankası, diğer kurumlar ne yaparsa yapsın, fayda etmez.
Her bir kollukla ilgili, yargıyla ilgili bu kadar skandalların ortaya döküldüğü, bu kadar karmakarışık bir tablonun olduğu ülkede ciddi bir yatırım olur mu ya?
Ha kimler gelir? Yüksek faiz var ya, oraya bir gir çık yapıp acaba iyi para kazanabilir miyim diyenler gelir.
Merkez Bankası'nın bu arka kapıdan yaptığı döviz alımları, dövizler nereden geliyor?
Kısa vadede Türkiye'nin yüksek faiz cazibesine kapılanlar onu getiriyor.
Ne yapıyorlar?
Getiriyorlar dövizi, bozduruyorlar. Hemen faize yatırıyorlar kısa vadeli. Bir hafta, bir ay. Önemli değil. Ondan sonra tekrar onu alıp götürecekler.
Çünkü gelen para doğrudan yatırım parası değil.
Gelen döviz kalıcı döviz değil.
Gelen döviz ağırlıklı olarak şu anda verilen yüksek faizin cazibesiyle gelen döviz.
Onun için 1 trilyon 254 milyar devlet bu sene faiz ödüyor.
Kime ödüyor?
İçeriye de ödüyor ama dışarıdan gelip bu yüksek faizden istifade etmek isteyenlere de ödüyor.
Dünyanın pek çok yerinde iki yılda alamadıkları faiz gelirini burada bir ayda alıp gidiyorlar.
Yani döviz geliyor, Merkez Bankası'nın rezervleri iyi, tamam ama bu ağırlıklı olarak emanet para, ağırlıklı olarak kısa vadeli para.
Buna sırtınızı dayayıp ekonomi iyileşti diyemezsiniz.
Ne zamanki döviz kalıcı olur, ne zamanki doğrudan yatırımlar için gelir, işte o zaman ekonomi iyileşti dersiniz.
Genel seçimlerden bu yana tam bir yıl geçti.
Enflasyon arttı mı?
30 küsürdü ya bir sene önce.
Şimdi 60 küsür.
O da TÜİK'in rakamı.
Yani örtmeye çalıştığı rakam.
Halkın günlük hayatında bir iyileşme var mı? Yok.
Bıçak artık kemiğe dayandı.
Gördük; yapılan küçük pansumanlarla bu yarayı kapatmıyor, iyileştirmiyor.
Her yere yayılmış bu cerahat için, büyük bir operasyon; büyük bir ameliyat gerekli.
İktidara sesleniyorum:
Daha da gecikmeden, toplumun geniş kesimlerine nefes aldıracak somut adımlar atın.
İktidarın içindeki çıkar gruplarını uzaklaştırın; kriminal yapılanmalara müsamaha göstermeyin.
Daha bundan 8-9 ay önce büyük bir emniyet operasyonu olarak sunulan olaya bakıyorsunuz.
“Bu yanlış olmuş”. Operasyonu yapanları sonra gözaltına alıyorsunuz.
Bu nedir Allah aşkına ya?
Bu ne kadar karmakarışık bir düzendir.
Sayın Erdoğan'ın gücü tek elde toplama heyecanının, bu hevesinin sonucudur bunlar arkadaşlar.
Evet, gücü tek elde topluyor ama ortada bir sürü boşluklar oluşuyor.
Halbuki devlet kurumlarıyla güçlüdür.
Her bir devlet kurumu ne kadar güçlüyse devlet o kadar güçlüdür.
“Ben devletin başındaki insan olarak gücü toplayayım, devlette güçlü olsun”. Öyle bir şey yok.
Şu anda güçlü bir yargıdan bahsetmek mümkün mü?
Şu anda güçlü ekonomik kurumlardan bahsetmek mümkün mü?
Neymiş ben gücü tek elimde toplayacakmışım.
Tamam topladın ama sen devlet kurumlarını zayıflattın.
Zayıf kurumlar iş yapamıyor işte.
Şu rezalete bakın.
İktidara sesleniyorum, bakın.
Eğer samimiyseniz, ekonomiyi de düzeltmek istiyorsanız önce şu mevcut anayasaya uyun.
Mevcut anayasaya uymayıp, anayasa mahkemesinin kararlarına saygı duymayıp, yeni anayasa peşinde olmanızın inandırıcılığı olmuyor.
Herkes ne diyor?
İşte hükûmet gündemi değiştirmek için, ekonominin üzerini örtmek için anayasayı gündeme getirdi diyor.
Anayasa sizin için önemli bir metinse, bir üst hukuk normuysa, anayasa metnini siz bağlayıcı bir hukuk normu olarak görüyorsanız önce mevcut anayasaya uyun ki yeni anayasa konusundaki samimiyetinize güvensin millet.
Bugün eğer emeklilerimiz bayat ekmek kuyruğunda, et kuyruğunda ömür tüketiyorsa;
Bugün çalışan vatandaşlarımızın aybaşında aldıkları maaş bir hafta on günde tükeniyorsa;
Bugün herkes kredi kartlarına taklalar attırarak geçinmeye çalışıyorsa;
Bu; şu andaki iktidarın hiç bilmez tutumu yüzündendir.
Hak bilmez, hukuk tanımaz yönetim anlayışı yüzündendir.
Mademki millet bu yetkiyi iktidara vermiştir, madem o meşhur imza var ya, hani imza atmasa olmuyor hiçbir şeye işte o imza ve o kalem mutlaka artık bu dayanma gücü kalmamış, millete bir nefes olsun diye atılmalıdır.
Doğru işler için, yapısal reformlar için atılmalıdır.
***
Değerli arkadaşlar, sözlerimin sonuna gelmeden, gerçi son konu olarak ama belki de insanlığın, dünyanın şu andaki en önemli konusu olarak Gazze'den, Filistinli kardeşlerimizden bahsetmek istiyorum.
İsrail tüm dünyadaki protestolara ve çağrılara rağmen Gazze’deki soykırımına devam ediyor.
Mazlum Filistin halkının son sığınağı Refah’ta katliam devam ediyor.
Dün, biliyorsunuz 15 Mayıs, yani Filistin halkının yaşadığı büyük sürgününün yani Nekbe’nin 76. Yıl dönümüydü.
14 Mayıs'ta biliyorsunuz İsrail Devleti kuruldu ve 15 Mayıs o günden beri Filistin halkının büyük zulme uğramaya başladığı ve sürgüne başladığı tarihti.
Bu mazlum halk, 76 yıl sonra çok daha büyük bir acı, sürgün ve soykırımla karşı karşıya.
Hep söylüyorum, Filistin’e barış, huzur gelmedikçe, 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti kurulmadıkça, bölgemizde huzurun barışın sağlanması mümkün olmayacaktır.
Bugüne kadar olmadı, yine olmayacaktır.
10 Mayıs’ta, BM Genel Kurulu’nda önemli bir karar tasarısı oylandı biliyorsunuz.
Ve 140'ın üzerinde ülke buna destek verdi.
Filistin devletine tam üyelik hakkı tanınması ve mevcut gözlemci statüsüne ek olarak bir dizi yeni hak ve ayrıcalıklarla mevcut misyonunun güçlendirilmesi çağrısında bulunan karar genel kurulda kabul edildi.
Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi var bir de biliyorsunuz.
5 ülkenin ayrıcalıklı haklarının olduğu ve Birleşmiş Milletler sisteminin de en yanlış, en antidemokratik yapısının olduğu Güvenlik Konseyi'nden bahsediyoruz.
5 ülke, hangi ülkeler bunlar?
İkinci Dünya Savaşı'nın galibi ülkeler.
İkinci Dünya Savaşı'nın galibi 5 ülke, Birleşmiş Milletler kurulurken kendine bu özel hakkı alıyorlar.
Hangi hak bu?
Veto Hakkı.
196 ülke bir yana, tek bir ülkenin veto hakkı bir yana.
Demokratik değil. Onun için Birleşmiş Milletler sistemi çöküyor.
Onun için Birleşmiş Milletler etkinliğini kaybediyor.
Benim şimdi buradan Amerika Birleşik Devletleri'ne çağrım: Bugüne kadar sürdürdüğünüz yanlı ve yanlış tutumu artık bırakın ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'nda bu konuyu veto etmeyin.
Aksi halde İsrail'in bu vurdum duymazlığı, İsrail hükûmetinin bu soykırımı, bu katliamı sizi de gittikçe içine çeken bir insanlık suçu haline geliyor.
Bu İsrail hükûmetine destek veren, bunu onaylayan, bunlara yol açan herkes insanlık suçlarına da ortaktır, savaş suçlarına da ortaktır.
Hükûmetin gecikmiş de olsa almış olduğu bu ticaretle ilgili ambargo kararı önemli bir adımdır.
Biliyorsunuz biz bunu 31 Mart seçimlerinden önce yaptığımız pek çok konuşmada gündeme getirdik.
Bunun rasyonalitesi, hesabı kitabı ayrı.
Ama bir de bir duruş ortaya koymak lazım. Bir de bir mesaj vermek lazım. Her şey para değil.
Çok gecikmeli de olsa hükûmet baskı altında kala kala kala kala nihayetinde bu kararı verdi.
Ama Türkiye'nin tek başına alacağı ya da birkaç ülkenin almış olduğu bu karar yeterli olmaz.
Bunun uluslararası toplumun daha koordineli bir şekilde daha koordineli ve toplu bir şekilde uygulamasıyla ancak bunun caydırıcı gücü güçlenir ve gerçekleşir.
İşte biz diyoruz ki; uluslararası topluma gelin bu ve benzer ambargoları. Yani mali ambargolar, askeri ambargolar, siyasi ambargolar, diplomatik ambargolar bunlar mutlaka arttırılmalı ve bu caydırıcı güç, uluslararası toplumun caydırıcı gücü mutlaka gösterilmeli.
Öte yandan hem Amerika Birleşik Devletleri yönetimine hem de pek çok Avrupa hükûmetine sesleniyorum: İsrail'in soykırımını protesto eden öğrencilere karşı takındığınız tavır o protestolara karşı yaptığınız müdahaleler Batı'nın, Avrupa'nın temel değerlerine aykırıdır.
Gösteri ve yürüyüş hakkı en temel haktır, barışçıl protesto en temel haktır.
Şu ana kadar eğer Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri jeopolitik meselelerde yüksek bir zemine sahip olduysa bu kural bazlı bir uluslararası sistemin sonucudur.
Siz bu kural bazlı sistemden cayıyorsanız, temel haklardan, özgürlüklerden uzaklaşıyorsanız, Batı'nın en ortaya koyduğu ve zamanında övündüğü en temel değerlere aykırı hareket ediyorsanız, artık bu eski etkiniz, eski gücünüz, o eski ahlaki zemininiz kalmamış demektir.
Dolayısıyla buradan onlara da çağrım, öğrencilerin yakasından düşün, bırakın bu üniversite öğrencileri, hem de dünyanın en iyi üniversitelerindeki en başarılı öğrencilerinin vicdanının sesi bütün dünya tarafından duyulsun.
Evet değerli arkadaşlar, sözlerime şimdilik burada son veriyorum.
Eğer sorusu olan basın mensubu arkadaşlarımız varsa onların sorularına cevap vermeye çalışayım.
****