Özlem Gürses: Bir yanda da Çağlayan Adliyesi'nde dakikalar içinde başlayacak olan TÜSİAD soruşturmasının ilk duruşması Sayın Babacan.
Ali Babacan: Özlem Hanım Ankara'dan günaydın herkese. İyi yanlar diliyorum size. Gerçekten bu tam da 19 Mayıs Gençlik Bayramımızın, Atatürk'ü Anma ve Gençlik Bayramımızın kutlandığı bugünlerde gençlerimizle ilgili arka arkaya gösterdiğiniz haberler, yaptığınız yorumlar gerçekten ülkemiz adına çok çok üzücü. Açıkça söylüyorum şu andaki iktidar gençlere bir gençlik borçlu. Şöyle bir baktığımızda son 10 yıl, 12 yıl Türkiye'de pek çok şeyin kötüye gittiği ama özellikle de gençlerimizin artık yarınlarından umudunu kaybettiği, kendilerine yaşamak için başka ülke aramaya başladıkları bir dönem oldu gerçekten ve bu bizi çok yaralıyor. Yani ne zaman gençlerle oturup sohbet etsek onların gözündeki o karanlık, o umutsuzluk, mutsuzluk ülkemin yarınları adına iç parçalayıcı bir durum. Şöyle haber akışına bakıyorsunuz yine bir gözaltı dalgası var. Ülkenin en büyük sanayici kuruluşlarını temsil eden kuruluşun yani TÜSİAD'ın hem yönetim kurulu başkanı hem yüksek işaret kurulu başkanı, mahkeme önünde sadece ve sadece gerçekleri anlattıkları için hesap vermek zorunda kalıyorlar. Böyle bir ülkede ekonomi dediniz, yatırım dediniz, yeni yatırım olur mu? İnsanlar böyle bir ülkenin yarınlarına güvenip de paralarını riske atarlar mı? Ancak ne yaparlar? Yüksek faizin cazibesine gelirler, parayı koyarlar, o yüksek faizi alıp çıkarlar ve şu anda Türkiye'de iki yıldır olan maalesef bu. Bir kesim bakıyorsunuz faiz altında eziliyor, sanayiciler, KOBİ’ler, esnaf, borcu olan herkes yüksek faiz altında eziliyor. Ama öte yandan da çok az sayıda insan kur korumalı mevduata ve faize yatırdığı parayla servetine servet katıyor. Ve özellikle çok ciddi bir servet transferi yaşanıyor şu anda Türkiye'de. Sadece ülke içinde borcu olanlardan servet sahibi olanlara bir transfer değil, aynı zamanda Türkiye içinden yurt dışına bir servet transferi yaşanıyor. Bu yılki bütçede bakın tam 2 trilyon lira faiz ödeneğe konulmuş durumda. Bu sadece hazinenin ödediği faiz… Bir de bankaların vatandaştan topladığı mevduat için içeriye ve dışarıya ödediği faizle düşündüğünüzde, inanın ülke ekonomisi çok büyük bir sarsıntının, çok büyük türbülansın tam da içinde aslında. Ve olan yoksulu oluyor, olan emekliye oluyor, olan asgari ücretli oluyor ve olan işsiz gençlerimize oluyor. Bakın daha yeni açıklandı biliyorsunuz bir hafta önce, TÜİK'in rakamları diyor ki ‘15-29 yaş arasındaki gençlerin 4 milyon 800 bini ne eğitimde ne işte.’ 4 milyon 800 bin gencimiz şu anda ev genci. Çalışmıyor da okulda da değil.’ Ve şu anda bu orana baktığımızda OECD ülkelerinin en yükseğiyiz. Avrupa'nın en yükseğiyiz. Avrupa'da bu oran %11 iken bizde %26-27'lerde… Gerçekten nereden bakarsak bakalım bütün bu siyasi kriz, bütün bu kötü yönetim, hukuksuzluk, adaletsizlik herkesi vuruyor ama belki de en çok gençleri vuruyor. Onun için gençlerimiz isyan ediyor, onun için gençlerimiz sesini duyurmaya çalışıyorlar. Onun için diyorlar ki ben daha demokratik ve daha adil bir Türkiye'de yaşamak istiyorum diye gençlerimiz yollarda, caddelerde, meydanlarda ve bizim bir umudumuz vardı. Belki gün gelir bu ülkede iktidar değişir ve işler düzelmeye başlar umudumuz vardı. Siz bu umudumuzu elimizden alıyorsunuz diye gençlerimiz yüksek bir sesle kendilerini duyurmaya çalışıyorlar. Çok üzülüyoruz gerçekten. Evet sanırım arkadaşlar da ekrana düşürdüler şu anda. Bakın şu rakamlara bakın ya. Yazık değil mi? Türkiye açık ara bir numara. Hangi konuda? Gençlerde ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerimizin sayısında. Ortalama yüzde 11, bizde yüzde 26. Tam 4 milyon 800 bin genç 15-29 yaş arası… Biraz önce verdiniz istatistikler değil mi? Yani genç yaşta olup da iş kazalarında ölen binlerce insanımız… Yazık değil mi bunlara? Ve bütün bunun sorumluluğu bakın devlet de ha başka kaçamaz. Ülkeyi yönetenlerde iş sağlığı ve güvenliği sorumluluğu devletin üstündedir. Ülkeyi yönetenlerin üstündedir. Gençler için onurlu ve yüksek bir refah içinde yaşayacakları iş imkanlarını oluşturmak, o ekonomik ortamı oluşturmak devletin sorumluluğudur. Hükümetin sorumluluğudur. Başkasının değildir. Ve şu anda ülkeyi yönetenler en temel sorumluluklarının gereğini yerine getirmemektedirler.
Özlem Gürses: Peki neden sizce böyle? Yani bütün bu soruşturmaları, bütün bu gençlere yönelik uygulamaları siz hukuki olduğunu düşünüyor musunuz? Kamuoyuna sorulduğu zaman herkes bunları siyasi olduğunu düşünüyor. Zamanlamasının, kapsamının, şeklinin, şemalinin… Yani bugün mesela jandarma kolluk güçleriyle gözaltı işlemi yapılıyor. Aynı anda işte gazetecilerle ilgili başka haberler çıkıyor. Birtakım gazeteciler farklı ekranlarda kimlerin gözaltına alınıp, ne zaman gözaltına alınıp, nasıl tutuklanacağını, işte efendim Silivri'de kimin itirafçı olacağını, kimin ne anlatacağını. Hepsini önceden servis ediyorlar. Hepsini sosyal medya hesaplarında, bazı gazetelerde okuyoruz. Ertesi günde uygulama yapılıyor.
Ali Babacan: Özlem Hanım aslında burada iki grup sorun var. Şimdi birinci grup, birinci tür sorun ifade özgürlüğüyle ilgili hususlar. Yani insanlar sadece ve sadece söyledikleriyle alakalı ağır yargı süreçlerine tabir tutuluyorlar. Polis eşliğinde ifadeye götürülme, sabahın erken saatlerinde evlere yapılan baskınlar, gazetecilere, sivil topluma, sanatçılara uygulanan gözaltı ve tutuklama uygulamaları, yargının uygulamaları. Bunlar ifade özgürlüğünü kısıtlamaya dönük uygulamalar. Yani konuşmayın, kafamı bozmayın, atalım size içeri uygulamaları… Biz bunlara külliyen karşıyız. Bizim parti programımızın, DEVA Partisi programının birinci bölümü özgürlüklerle başlar. İfade özgürlüğü der, basın özgürlüğü der ve ondan sonra hukuk, adaletler daha sonra ekonomiye geçer. Çünkü bunlar olmayınca ekonomi olmaz. Yani burada bu bahsettiğiniz konulardan birinci grup ifade özgürlüğü. Ve bunların defaten çözülmesi lazım. Ve inanın çözülmesi ben daha önce de söyledim, bu kadar hızlı. Ülkede bir iktidar değişikliği, demokrat bir zihnin bu ülkenin başına gelmesi, iklimi birdenbire değiştirir ve herkes bir anda nefes alır, oksijen gelir sisteme. Çözümü çok kolay inanın. İkinci grup konular ise bu yolsuzluk iddiaları, şaibeler. Şimdi bunlar her kamu yöneticisiyle alakalı yapılabilecek iddialar. Yani hiçbir kamu yöneticisi, hiçbir belediye başkanı, hiçbir bakan denetimden âri değildir. Herkes işini şeffaf ve hesap verebilirlik kavramı içerisinde yapmak zorundadır. Dolayısıyla ülkeyi yönetenler, belediyeyi yönetenler günü geldiklerinde hesap sorulduğunda her zaman bu hesabı vermeye hazır olmak zorundadırlar. Ancak işin esası, yani yargıda biliyorsunuz usul ve esas diye bir kavram vardır. İşin esasının makul yargı süreçleriyle yürümesi lazım. Şimdi bu ülkenin bir büyükşehir belediye başkanı Allah aşkına ne zaman mahkeme çağırsa gider, mahkemeye derdini anlatabilir. Avukatları bilgi verebilir ama bir yandan da işini yapmaya devam edebilir. Bu tutuklu yargılanma istisnai bir şey olması gerekir hukukta. Kuralın tutuksuz yargılanma, tutuklu yargılanmanın istisnai bir işlem olması lazım. Biz son iki aydır İstanbul Büyükşehir ile ilgili yapılan her şeye, Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili yapılan bütün bu uygulamalara usulen karşıyız. Yani bunun çok daha makul yargı süreçleriyle daha insani süreçlerde yapılması mümkündür. Yargı hesap sorabilir, sorumluluk mevkinde olanlar da gider hesabını verir ama usul çok daha makul olmadır. Bir de işin esası vardır. Bu iddialarda yine makul yargı süreçlerinde adil ve hızlı bir şekilde neticeye ulaştırılması gerekir. İddiaların her zaman için hesap verebilirlik çerçevesinde gidip anlatılması, izah edilmesi gerekir. Fakat bugüne kadar bu iddialar ve bugüne kadar tanıkların söyledikleri, basına yansıyan bilgilere baktığımızda henüz kamuoyu ikna olmuş değil. Yani bu operasyonun, İstanbul Büyükşehire yapılan operasyonun, CHP ile ilgili bu kurultay şaibelerinin doğru olup olmadığı konusunda henüz kamuoyu ikna olmuş değil. Evet bahsettiğiniz gibi gazeteciler daha operasyonlar olmadan önce haber veriyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı bakıyorsunuz konuşmalarında zaten yapılacakların bir hafta on gün önce iz düşümünü söylüyor. Yani adeta haber veriyor. Bakın şuralarda şuralarda bir şeyler olacak diyor. Şu da olabilir diyor. Bu da olur diyor. Bunların bağlantıları var diyor. Belli ki yargı içinden önceden ona bilgi geliyor. Bu bilgiyi zaten konuşuyor. Arkasından da yargı bakıyorsunuz derhal harekete geçip muhtemelen aldıkları talimatla bu talimatın gereğini yerine getiriyorlar. Yargının tarafsız olması lazım. Adil ve hızlı çalışması lazım. Aksi halde bu ülkede, inanın insanlar mutlu olmaz, refah yükselmez, bu ekonomik kriz çözülmez. Adalet olmayınca ekonomi olmaz, hukuk olmayınca ekonomi olmaz. Dilimde tüy bitti ben bunu yıllardır anlatıyorum. Hatırlarsanız ta 2013-2014'te ne diyordum? Adalette, hukukta sorun var. Eğitimde sorun var. Bunları çözmezsek bu ülke orta gelir tuzağına düşecek diyordum. Ve maalesef hepsi oldu.
Özlem Gürses: Sadece orta gelir tuzağına da değil, bambaşka şeylere de düştü. Sizin gönderdiğiniz grafiklerde, hukuk endeksinde Türkiye'nin yerlerde süründüğünü zaten görüyoruz. Ben iki konuyu daha beğenmenizi rica edeceğim. Bunlardan birisi, hani söylediniz ya, Sayın Cumhurbaşkanı turpun büyüğü diyor, daha neler olacak diyor falan. Aa birdenbire iki gün içerisinde yeni bir dalgaya, bir operasyona ya da bir son dakikaya uyanıyoruz. Birincisi bu. İkincisi de Sayın Mehmet Şimşek'in Londra'daki yatırımcı toplantısında, biz Şubat'tan beri bu sürecin içindeydik, haberdardık dediği iddiası. Bu iddiayı bir kadın gazeteci, bir yazılı gazetede, bir YouTube kanalında ifade etti diye, o kişiyle ilgili soruşturma başlatıldı. Sayın Bakan, hayır ben böyle bir şey söylemedim dedi, bununla ilgili bir açıklama yaptı. Ve o kişiye yönelik olarak da yine suç duyurusunda bulunacağını ve yargıyla ilgili olarak gereken adımları atacağını ifade etti Sayın Bakan. Ama yine iddialar o ki Sayın Bakan'ın, yani Sayın Şimşek'in, özellikle Külliyede yaptığı görüşmelerde bu kayyum meselesini, TÜSİAD'a yönelik hamlelerin biraz fren mekanizmasına ihtiyacı olduğu yönünde önerilerde bulundu. Çünkü ekonominin durumu ortada, yani kayyum kelimesi cümlenin içinde geçtiği anda, işte Rasim Ozan'ın tweetiyle piyasaların ne hale geldiğini gördük. Sadece 19 Mart tutuklamaları için, bendeki bilgi, 70 milyar doların üzerinde rezerv yakıldı. Yani bir yandan da böyle şeyler oluyor. Mehmet Şimşek diyor ki hayır ben bilmiyorum. İşte biliyordu veya yatırımcı toplantısında şöyle bir cümle kurdu diyenlere hemen bir kovuşturma. Kanaldan videolar kaldırılıyor, işte efendim RTÜK devreye giriyor falan. Bunlar yaşanıyor. TÜİK enflasyon rakamları doğru mu değil mi, eksik mi değil mi bunu bile bilmiyoruz. Yani daha biz hakikatin kendisiyle yüzleşmeden ekonomideki, hukuktaki sorunları nasıl çözeceğiz? İkinci boyutta şu, AK Partili belediyeler var, AK Partili yetkililer var ya da farklı siyasi partiler, iktidarda olduğu için özellikle AK Parti’yi söylüyorum. Buralarda da yapılıyorsa rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, köy projeleri var. Bunlarla ilgili çakarlı araç kullananlar. Yani insanların kendini eşit ve güvende hissetmediği, bilgiye ulaşamadığı ve hakikatin kendilerine ifade edilmediği bir Türkiye iklimindeyiz Sayın Babacan.
Ali Babacan: Tespitlerinizde aynen katılıyorum. Gerçekten şu anda ekonomi yönetiminde görevli olan bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ki Ekonomik Koordinasyon Kurulunun başı o şu anda ve Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanı. Her ne kadar bu iki isim yıllarca benim yakın çalışma ekibimde olsalar da büyük resmim konusunda ellerinde hiçbir güç olmadığı için, büyük resmi düzeltecek hiçbir inisiyatif kullanamadıkları için sadece ve sadece ekonomi yönetiminde birkaç ismin çabaları bu ülkeyi kurtarmıyor. Hele hele o isimler yanlışları savunmaya başladıklarında, yanlışlara doğru demeye başladıklarında, bu kadar hukuksuzluk, adaletsizlik varken hala ekonomiyi kurtaracaklarını düşünerek, uluslararası yatırımcılar olsun, yerli yatırımcılar olsun, işlerin iyi gittiğine, iyi gideceğine inandırmaya çalışıyorlarsa kendi kredi belirtilerini de bitirirler. Şimdi bu arkadaşlarının yapması gereken gidip, ülkenin Cumhurbaşkanı'na efendim yanlış yapıyorsunuz, bu kadar hukuksuzluk, adaletsizlik varken ekonomi düzelmez, bırakın biz gidelim demeleri lazım. Ya hukuk konusunda, adalet konusunda bize yardımcı olun, şu zemini sağlamlaştıralım, bu ülkenin ne konusunu düzeltelim ya da siz her gün hukuk ve adaleti katlederken bu ülkenin ne konusunu düzeltemeyiz demeleri lazım. Ama bunu diyemiyorlar. Bunu diyebilecekleri cesaretleri yok, ben tanıyorum çünkü. Yani hadlerine mi? Mesela AK Parti belediyelerinden bahsettiniz. İnanın parti fark etmiyor Özlem Hanım ya, belediyelerin çoğunun durumu berbat. Öyle bir belediyecilik kültürü oluştu ki Türkiye'de iktidar, muhalefet fark etmiyor. Belediyecilik böyle olur zannediyor herkes. Halbuki ya temiz belediyecilik diye bir şey var. Bu iddia ortaya konulabilir, bu yapılabilir. Bakın çözümü çok basit, ben hep söylüyorum. Bir ayda Meclisten kamu ihale yasası, Avrupa Birliği'nin kullandığı kamu ihale yasası geçirilebilir. 28 ülke şu anda bütün kamu alanlarını böyle yapıyor. Merkez hükümet, belediyeler, yatırımları tek bir ihale mevzuatıyla yapıyor Avrupa Birliği. 27 adli üyesi artı İngiltere, 25 ülke bunu yapıyor.
Özlem Gürses: Özür dilerim araya girdim Sayın Babacan ama bizde ise İhale Yasası geçen 23 yıl içinde yüzlerce kez değişti. Adrese teslim ihaleler yapılıyor ve herkes kafasına göre yeniden değiştiriyor. Bu dediğinize eminim AK Parti'nin içindeyken de söylüyordunuz. Yapabildiler mi? Yaptırabildiniz mi? Yaptılar mı?
Ali Babacan: Bakın ben başbakan yardımcısıyken defalarca açıklamam var. Yolsuzluk çoğalmaya başladığında ve bunlarla ilgili önlem alınmadığında çıktım televizyon kanallarında tek tek canlı yayınlar görürsünüz, basın toplantıları görürsünüz. Ali Babacan ne diyordu biliyor musunuz? Biz bu partiyi kurarken adına AK dedik. Niye AK dedik? Çünkü o zaman bir hortumculuk vardı biliyorsunuz. Bu hortumları keseceğiz. Temiz yönetim örneği ortaya koyacağız. Lekesiz, temiz, berrak, şeffaf bir yönetim ortaya koyacağız iddiasıyla AK Parti kuruldu. Bu partinin adı AK. Partinin adına AK deyip de yolsuzlukla mücadelede sağlam bir duruş ortaya konulmazsa bu partinin de ülkenin de bekası meselesine haline gelecek diyordum ben o günlerde. Defalarca açıklamalarım var. Siz eminim yakından takip ettiniz o günlerde. Yolsuzlukla mücadele yapılmıyor. Gereken yapılmıyor diye feryat ediyordum ben o günlerde. Zaten ayrılmam ve DEVA Partisi'ni kurup yeni bir yol açmaya başlamamın da asıl ana sebebi budur. Yolsuzluklardır, hırsızlıklardır. Ülkenin ve hükümetin etrafına sarmalanan menfaat şebekesidir. Ve bunlarla mücadelede sağlam bir duruş ortaya konulmamasıdır. O gün bugündür bakın Türkiye kötüye gidiyor. Yazık oluyor bu ülkenin kaynaklarına. Bir avuç insan zengin oluyor. Geniş kitleler gittikçe yoksullaşıyor. Fakat şunu görüyorum ki maalesef bu yolsuzluk kültürü bulaşıcı. Öyle sadece bir yerlerde kalmıyor. Bakıyorlar birbirlerine ya kardeşim herkes yapıyor. Artık Türkiye'de iş yapmanın usulü bu diye bulaşıyor sağa sola. Halbuki birilerinin çıkıp arkadaş ben bu düzeni değiştireceğim. Belediyelerde, bakanlıklarda yolsuzluğa kesinlikle müsaade etmeyeceğim diye masaya yumruğunu vurması lazım birilerinin ya. Ha biz bunu yapacağız ayrı. Her şeyimiz hazır her şeyimiz. Kamu İhale Yasası Avrupa Birliği standartlarında hazır. Bakın bir ayda biz bunu Meclisten geçiririz. Üç ay sonra uygulamaya başlar. Görün o zaman tasarrufu. Asıl o zaman enflasyon nasıl düşüyor görün. Ya Allah aşkına sadece vergi yükseltmekle, sadece faizleri yükseltmekle ülkede enflasyon düşer mi ya?
Özlem Gürses: Şimdi sizin gönderdiğiniz grafiklere bakıyorum. Şimdi görüyorum grafiklere bakıyorum sizin gönderdiğiniz enflasyon rakamıyla ilgili 2025 için açıklanan enflasyon rakamları. Sürekli olarak kendini revize eden ve yukarı doğru giden bir grafik bu. Şeffaflık endeksini veriyor şu anda arkadaşlar. O da önemli çünkü yerlerde sürünüyor şeffaflık endeksi. TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamı doğru mu değil mi onu bile bilmiyoruz. Bakın yapılan işte bir kayyum cümlesiyle bile %10 değer kaybedebiliyor piyasalar. 71 milyar doları cayır cayır yakabiliyor Sayın Bakan Şimşek ve diyor ki zaten biz bugünler için bu parayı biriktirmiştik. Hukukun üstünlüğü endeksine bakıyorum. Orada da yerlerdeyiz şeffaflığın endeksinde olduğu gibi. Ama gene uçan şahlanan bir şey var. O da faiz oranları. Bütçe faiz ödemeleri burada sürekli olarak Ozan Bingöl'le de konuşuyoruz bunu. Sürekli olarak yükselmiş. 2024 bütçesinde faize ödenen rakam 1298 milyar TL iken sizin grafikleriniz 2025 bütçesinde 1950 milyar TL'ye çıkmış. Biz niye bu kadar çok faiz gideri ödüyoruz ya. Neden yani bir yandan da asgari ücret ve açlık sınır grafikleriniz var. Asgari ücretin açlık sınırının çok altında kaldığını görüyoruz. Temmuz ayı yaklaşıyor. Şimdi bu hükümet herkese soruşturma açarken işte gazetecilerin üzerinde bir baskı iklimi yaratırken asgari ücretle ilgili toplumun geniş kitlelerinin revizyonunu, taleplerini, keza emeklilerle ilgili, işsiz gençlerle ilgili onu da koymuşsunuz. Ne eğitimde ne istihdamda olan gençler. Sizin veriniz görüyorum onu. Şahlanmış durumda. Grafiğin en sağ tarafında kırmızı bir çizgi uzaya doğru uzuyor. Yani bunlarla ilgili bir çözüm neden üretmiyor? Rasyonel olan, 23 senedir iktidarda olan ve devletin tüm mekanizmalarını bütün gücüyle elinde tutan bir iktidarın. Bakanlıklar, genel müdürlükler, aklınıza gelen her şey, küresel iklimdeki bütün dış politika ilişkileri, uzantıları, yani aklınıza gelen her güç odağını elinde tutan 23 yıllık bir iktidar. Niye ekonomiyi düzeltmiyor? Niye enflasyon düşmüyor? Niye gelir adaleti? Sağlanmıyor. Ben gerçekten samimiyetle kalpten soruyorum. Anlamıyorum hakikaten.
Ali Babacan: Öncelikle rejideki arkadaşları tebrik ediyorum. Sizin bu anlatım hızınıza göre bütün grafikleri arka arkaya tam anında tam dakikasıyla gösterdiler. Gerçekten rakamlar ortada. Ülkemizin durumu tek kelimeyle ifade edersek kötü, iki kelime kullanırsak çok kötü. Burada en önemli sebebi kötü yönetim. O zaman bütün dünyada bir gerçek var. Uzun süre ülkeyi yönetme gücünü elinde tutmak güç zehirlenmesine yol açıyor. Güç yozlaştırıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. AK Parti kurulurken üç dönem kural koyuldu. Ama daha sonra bu kural çöpe atıldı. Çünkü üç dönemden sonra ülkeyi yöneten, partiyi yöneten yoldan çıkar. Güç zehirlenmesine uğrar diye biz kuruluş tüzüğüne yazdık bunu. Ama Erdoğan uymadı. Dediler ki efendim siz giderseniz ülke batar. Diyemediler ki biz sizden menfaat deniyoruz. Sizin açtığınız alan bize büyük menfaat sağlanıyor. Siz giderseniz yerine başka birisi gelirse bu menfaat alanları kapanabilir. Biz batarız diyemediler. Ülke batar aman başımızda olmaya devam et dediler. Yanlış yönlendirdiler. Tam da meselenin özünde bu var. Yani ülkeyi yönetenlerin hukukla ve süreyle sınırlanması lazım. Bizim vatandaşımız Daron Acemoğlu'nun iki iktisatçıyla beraber Nobel İktisat Ödülü’nü almasında tam da özünde bu vardır. Kurumların güçlü olduğu ülkeler topyekûn zenginleşir. Gücün tek elinde toplandığı ülkelerde geniş fakirlik olur. Bir avuç insan zenginleşir. Tam da oluyor şu anda Türkiye'de. Dolayısıyla yapılması gereken artık Sayın Erdoğan'ın yavaş yavaş ülke yönetimini başkalarına devredeceği bir hazırlığı yapmasıdır bugünden itibaren. Şu anda eğer Erdoğan 22 yıldır iş başındaysa, bunun ilk 10 yılında Avrupa Birliği süreci, rasyonel ekonomi politikalarıyla Türkiye'de iyi şeyler olmuştur, onu da hakkı teslim etmek lazım orada. Ama daha sonraki 10 yılda tam da bahsettiğim güç zehirlenmesinin başladığı dönemde bu ülke her alanda kötüye gidiyorsa ve daha da üzülerek söylüyorum daha da kötüye gitmeye devam edecekse, eğer Sayın Erdoğan bu ülkede tarihte son dakikada da olsa bir olumlu not düşmek istiyorsa ülkede demokrasinin önünü açmalıdır, ülkede hukukun önünü açmalıdır. Kendinden sonrasıyla ilgili düzenli bir güç dönüşümü buna orderly transition of power denilir siyaset biliminde. Yani gücün düzenli bir şekilde dönüşümü ve el değiştirmesini sağlayacak sistemi, dönüşümü bugünden planlamak zorundadır. Ya Allah aşkına Merkel Almanya'da tekrar başbakan olamaz mıydı? Popülaritesi tabandaydı. Çok başarılı bir döneme mührünü bastı. Merkel niye bıraktı? Kendisi isteyerek bıraktı. Çünkü yeter dedi daha fazla bu ülkeyi yönetirsem ben de güç zehirlenmesine kapılacağım. Kendime de Almanya'da zarar vereceğim dedi. Onun için Merkel bıraktı. Yoksa yeniden seçilirdi rahatlıkla. Ama bu bilinçli olması lazım liderlerin. Ve ben şuna da üzülüyorum ve katılmıyorum. Hani Erdoğan'la bir müzakereye oturalım, onun tekrar aday olmasının önünü açalım karşılığında da şunu alalım. Bu yanlış bir müzakeredir bakın. Yani özellikle ana muhalefet partisine buradan seslenmek istiyorum. Bu Türkiye için yanlıştır. Zaten 2023 seçimleri Erdoğan'ın 3. dönemidir. Bakın biz o seçimlerden önce YSK'ya gittik dilekçe verdik. Dedik ki Cumhurbaşkanı'nın ikinci dönemidir artık üçüncü dönem aday olma hakkı yoktur dedik. Çünkü 2017'de seçildi mi birinci dönem? 2017 anayasa değişikliği. 2018'de birinci dönem seçildi. Düzeltiyorum. 2014'te birinci dönem seçildi. Daha sonra 2018'de ikinci dönem seçildi. Artık üçüncü dönemidir aday olamaz dedik. Resmen dilekçe verdik. Bakın diğer partiler yapmadı bunu. Biz dilekçe verdik. Fakat YSK dedi ki yok 2017 anayasa değişti. Evet 2014'de seçilmişti ama anayasa değiştirildiği için biz Erdoğan kilometresini sıfırladık. Dolayısıyla 2018 birinci dönemdir 2023 artık ikinci dönemdir dedi. Önünü açtı. Biz hala aynı noktadayız. Hukuki görüşümüzü değiştirmedik. Dolayısıyla hukuken de yanlıştır. Böyle bir müzakereye girmek de yanlıştır. Türkiye için yanlıştır. AK Parti'nin kuruluş felsefesine kuruluş akitnamesine de aykırıdır. Anayasaya da aykırıdır. Artık Sayın Erdoğan'ın bunca yıllık hizmetten sonra tarihte olumlu bir iz bırakarak olumlu bir not düşerek en azından Türkiye'de iyisiyle kötüsüyle uzunca süre ülkeyi yönetmiş. Ama demokrasinin önünü açarak kendisinden sonrakilerin önünü açarak da gerçek bir lidere yakışan bir tutumu da göstermiştir diye tarihe not düşmesi lazım. Yoksa ben burada duracağım ben olacağım koltuğu bırakmayacağım diye inat ettikçe bu ülke de zarar görüyor aslında kendisi de zarar görüyor. Bir eski dost olarak da ona tavsiyemdir ve artık bundan sonra böyle bir müzakere yapılmaması gerekir. Hadi önünü açalım hadi bir dönem daha hak verelim ama şöyle yapalım böyle yapalım bunlar bize göre DEVA Partisi'ne göre yanlış işlerdir. Bunu da not olarak düşmek istiyorum.
Özlem Gürses: Çok önemli şeyler söylediniz bence yani birçok manşet verdiniz bu açıklamalarınızda. Şimdi dün Dem Parti sizi ziyaret etti. DEM Parti dün İmralı'da 8 saat süren bir görüşme gerçekleştirdi. Arkasından da siyasi parti ziyaretlerine yeniden başladı ve siz de yine ziyaret edilen isimlerden biri oldunuz. Komisyon meselesine nasıl bakıyorsunuz çözüm süreci denilen konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çünkü tabii ki PKK'nın kendini feshetmesi ve silah bırakması hepimizin ne güzel oldu diyeceği bir şey ama öte yandan tabii kent uzlaşısı dosyası açılıyor. İşte Van'a Mardin'e kayyum tanıyor. Gencecik çocuklar Boğaziçi Üniversitesinde son derece sağlıklı bir eylem yaptıkları için gözaltına alınıp tutuklanıyorlar. Yani insanın kafası karışıyor açıkçası.
Ali Babacan: Aslında şimdi iç siyaset açısından sadece iç siyaset açısından büyük resme baktığımızda aslında Erdoğan ne yapıyor? Bir yandan birilerini tamamen düşmanlaştırırken, ötekileştirirken kendi yanına çekebileceği başkalarını arıyor. Yani iç siyaset sadece iç siyasete baktığımızda niye bunlar oluyor dediğimizde büyük resim bana açıkçası bunları söylüyor. Ancak iç siyaset hesabı şunun hesabıdır bunun hesabıdır şöyleler böyleler bir de Türkiye için bir hesap yapmamız gerekiyor. Bu ülkenin yarınları için bu ülkenin bekası için bir hesap yapmamız gerekiyor. Bizim hesabımızda DEVA Partisi kuruldu kuralı hep o hesap bizim hesabımız sadece Türkiye başka bir hesabımız yok. Terör Türkiye'nin 40 yıldan fazla devam eden çok önemli bir sorunu. Sayın Bahçeli bu açıklamaları yaptıktan bu yana yani ekim ayında grup konuşmasıyla beraber bu süreci başlattı başlatalı hep şunu söyledik. Bu çok önemli bir meseledir. Eğer Türkiye'de terör sorunu çözülecekse ve bunun ihtimali %5 bile olsa biz gideriz o %5 ihtimali bile destekleriz dedik. Çok açık destek verdik bakın ilk günden bu yana hiç ikircikli tutuma girmedik. Ama fakat demedik şunu da dedik ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaşıyoruz. Çünkü zordur bu işler dünyada çatışma çözümü dediğimiz alan çok geniş bir alandır. Böyle nakış işler gibi işlenmesi gerekir. Benim de yakından izlediğim ve hatta bir tanesinde de öncü olduğum Filipinler'deki çatışma çözümü çok örnekle biliyoruz. Dolayısıyla eğer doğru işletilirse başarıya ulaşabilir %5 bile ihtimal olsa biz bu ihtimali destekleriz dedik. Dolayısıyla bu tarihi fırsatı Türkiye'ye kesinlikle kaçırmamalıdır bir. Bunu tespit olarak kayda düşürmek istiyorum. Ancak şunu da görmemiz gerekiyor ki örgütün kendini feshetmesi ve silahları bırakıyor olması tabii ki kimsenin itiraz edemeyeceği bir konu. Yani bu iyi bir şey. Ben artık terörden vazgeçiyorum silahları da bırakıyorum diyor. Buraya kadarki kısmı çok iyi. Ama bundan sonra yönetilmesi gereken çok çok hassas bir süreç var. Ve burada her an doğru anlatılmadığı zaman toplumsal iletişim iyi yapılmadığı zaman hemen ortalığı bulandırabilecek, şüpheleri ayağa kaldırabilecek pek çok da konu var. Nedir bunlar? Mesela tutuklu ve hükümlü hastalar var, yaşlılar var. Bunlarla ilgili çözümler ne olacak? Ya da Öcalan'ın durumu, İmralı'daki durumu ne olacak? Bunların önümüzdeki süreçte konuşulması gerekecek. Bahçeli'nin dediği gibi gelsin Mecliste konuşsun onlar açıkçası bakın toplumun sinir uçlarıyla oynayan konular bunlar. Yani bu kadar ileri şeyleri söyleyip yani toplumun sinir uçlarıyla oynayıp bu işe muhalefeti de gereksiz yere köpürtmemek lazım. Yani olacağı konuşup olmayacağı hiç konuşmamak lazım. Başka ne var? Şimdi örgüt fes oluyor ama bu örgütün mensupları ne olacak? Bunların içerisinde daha yeni zorla ailelerinden kopartılıp daha çıkarılan gençler var. Bu örgütün bir yönetim kadrosu var. Asıl bir o yönetim kadrosu ne olacak yani iki uçta değil mi bir yönetim kadrosu var. Her türlü işin içinde olmuş bir de daha yeni katılan zorla ailelerinden kopartılan gençler var. Bir de bu ikisinin arasında grup grup bir sürü örgüt elemanı var. Bunlarla ilgili nasıl çözümler üretilecek? Çok hassas konular bunlar. Diyelim ki bunları çözüm sürecinde ki bakın aslında ifadeyi de tam terminolojiye doğru oturtmak lazım. Bu çatışma çözümü süreci. Yani terörsüz Türkiye dediğimiz. Başka yeni bir terminolojide barış süreci dediğimiz bir süreç ama öte yandan şöyle bir geriye çekelim kendimizi bir daha büyük resme bakalım bir de bizim Kürt vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerle ilgili sorunları var. Bunlarla ilgili de bir sürecin artık çalıştırılmaya başlaması gerekiyor ve bizim eskiden beri çözüm dediğimiz konu da tam orası aslında hak ve özgürlüklerle ilgili konular. Buralarda da yine anayasa değişikliği gerektirebilecek, yasal düzenlemeler gerektirebilecek ya da en azından uygulama ile düzeltilebilecek çok husus var. Şimdi bunlarla ilgili neler yapılacak? Biz baştan beri şunu söyledik, DEVA Partisi'nin kurduğu kuralı dedik ki bu iki süreç birbirinden ayrı yürümeli. Yani terör örgütü ile mücadele, terör örgütünün varlığına son verilmesi ayrı bir hatta yürümeli. Kendi vatandaşlarımızın hak ve özgürlükle ilgili konular ayrı bir hatta yürümeli ve bunlar asla birbirine karıştırılıp pazarlık konusu edilmemeli. Yani mesele bizim Kürt vatandaşlarımızın hak ve özgürlükler ise defaten tanınmalı ve hiçbir pazarlığa konu edilmemeli. Eğer siz ben bu hak ve özgürlüğü tanırım ama karşımda da örgüt şunu yapsın demeye başladığınızda örgüte güç aktarmış olursunuz. Ve çalışmaz, mutlaka akamete uğrar. İki ayrı hatta yürümesi lazım. Fakat her iki hattın da toplumsal iletişiminin düzgün yapılması lazım. Ben hayret ediyorum ya. Yani Ekim'den bu yana 7-8 ay geçti. Muhalefetle görüşmeyi sadece muhalefet içinde yapıyorlar. Dem Parti bu sorumluluğun üstleniyor ki, dün onlara da söyledim. Ya çok ağır bir yük var üzerinizde dedim ya. Siz muhalefet olarak muhalefeti ikna etmeye çalışıyorsunuz, muhalefete iletişimini yapıyorsunuz. Bu işi başlatan kim? Bu işin öncülüğünü yapan kim? İktidar değil mi? Sayın Bahçeli değil mi? Erdoğan sonradan bu işi sahiplenmeye başlamadı mı? Ya bunu yapması gereken AK Parti'nin, MHP'nin yani iktidarın muhalefette konuşup bizlere olayları anlatmaları lazım. Üstelik DEM Parti ve İmralı heyetindeki bilgi sınırlı asıl çalışma yapan devletin kurumları. Ya bu çalışma yapan devletin kurumları geliyor, bizi bilgilendirmiyor. Dem Parti'ye diyorlar ki, ya gidin siz muhalefette de konuşun, işte onları idare edin, şöyle böyle… Böyle bir şey olmaz. Bu iş doğruysa, yapılan iş doğruysa, bu ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıp açıkça sahiplenecek. Ben yapıyorum diyecek, her şeyi ben yaptım ben ettim demiyor mu? Yani yeri gelince ben yaptım ben ettim. Diyecek ki ben yapıyorum, ben başlattım, ben sahibiyim deyip milleti ikna edecek. Muhalefet partilerine, hani kendisi artık külliyede ayrı bir yerde görüyor ya kendisini herkesin üzerinde bir yerlerde, normalde bu ülkenin idaresinin başında, yürütmenin başında kim varsa çağırır muhalefeti, bizzat bilgilendirir. Ya en azından sen bir kurumları görevlendir. De ki bu işin içindeki arkadaşlara, ya gidin şu muhalefete de içten bilgi verin, anlatın. Ki onlar da desteklesin bu süreci. Bunların hiçbirisini yapmıyor. Diyor ki DEM partililere, yani tabi onlar kendi inisiyatifleri de yapıyor olabilirler ama muhtemelen konuşuluyor. Ve onlar muhalefete turluyor. İşin özünde çok büyük bir hata var. İş doğruysa sahiplenin. Ben Sayın Erdoğan'a buradan sesleniyorum. Yaptığınız iş doğruysa sahiplen arkadaş. Sahiplen. Ben yapıyorum de. Doğru de. Kendi kitleni de ikna et. Muhalefete de anlat. Ya da doğru kanallardan bilgi ver. Böyle bir şey olmaz ya. Elinin ucuyla. Başarılı olursa diyecek ki ben yaptım. Başarısız olursa da işte zaten bunların işiydi deyip elini sabunlayıp çıkacak meseleden. Bu kadar da fırsatçılık olmaz ya. Evet ben de böyle bir şey hissediyorum ama... Bizim meselemiz Türkiye bakın, Türkiye.
Özlem Gürses: Siz geçenlerde ama daha enteresan başka bir şey söylediniz. Siz diyorsunuz ki iktidar muhalefete veya Türkiye'nin güvenlik bürokrasisi muhalefete bilgi versin. Doğru. Türkiye'nin en önemli, en kadim, en aslında krizli, çatışmalı meselelerinden birini konuşuyoruz. Bunu ekrana üç tane gazeteci bu işin sözcüsü yaparak ya da sosyal medyada birtakım troll görünümlü, neydi belirsiz yorumcuları işte efendim bu işin sözcüsü yaparak bu sorunu çözmek, yani bir yetişkin tutumu da değil bana sorarsanız. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bu sorunun çözümüyle ilgili daha kolonları yere basan sağlam bir çerçevesi, bir yol haritası olmalıdır diye düşünüyorum. Vardır belki de ama açıklanmıyor belki de. Şimdi siz dediniz ki Cumhurbaşkanı yeni bir yerel yönetimler yasası tasarısına hazırlanıyor. Belki bunun içinde federal valiler olacak bilmiyorum. Belki il, ilçe, büyükşehir belediyelerinin yetkileri, bütçeleri sınırlandırılacak bilmiyorum. Ama siz dediniz ki bu yasa tasarısını bir kendisi bir de yanındaki birinci halkadaki belki üç kişi bilir. Kendi bakanları bile bilmiyor olabilir ya da AK Parti'nin Genel Merkezindeki kurmayları bile bilmiyor olabilir dediniz. Hani böyle bir durumda siz iktidardan muhalefete bilgi bekliyorsunuz. Pek mümkün gözükmüyor çünkü gene sizin ifadeniz bu yerel yönetimler yasası bile Sayın Cumhurbaşkanı'nın uhdesinde ve çok dar bir halka tarafından şu anda tasarlanıyor.
Ali Babacan: Doğru deminki konuyu hemen bir kapatayım. Çünkü komisyon diye sordunuz ya komisyonla ilgili de görüşlerimi ifade ettikten sonra bu yerel yönetimlerle ilgili yasa hazırlıklarına geçeyim. Bu mecliste bir komisyon oluşturulması gerçekten önemlidir. Biz ilk günden beri ne dedik? Bu işin çözüm adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi dedik. Bakın ilk basın toplantım ilk açıklamalarım. Ne diyorum? Yüzde beş ihtimal bile olsa destekleriz. Ne diyorum? Ne diyorum? Adres Meclistir diyorum. Ve nihayetinde dönüyor dolaşıyor. Meclise sıra geliyor. Tabii ki Mecliste mutlaka bir komisyon oluşmalıdır. Ama sadece meclis oluşturan komisyonla bu işin yürümesi de mümkün değildir. Sivil inisiyatifi, sivil toplum kuruluşlarını bu işe emek veren, kafa yoran pek çok insan var. Onların da mutlaka bir şekilde devreye alınması lazım. Yani bu komisyonla, bu işi iyi bilen uzmanların da mutlaka iletişim içerisinde olması lazım. Bu komisyonun şimdi yüz kişilik komisyondan bahsediliyor değil mi? Şimdi bak yüz kişilik komisyonda sadece herkes elindeki bildiriyi okur, iş biter. Bu komisyonun gerçekten karşılıklı görüş alışverişi yapılabilecek ve istişare için zemin olabilecek bir komisyon olması lazım. Şimdi eğer işte her partiden birer kişi olsun, gruplar orantılı temsil edilirse ama yüzde 51 ile kontrol bizde olsun diye o yüz hesabına ulaştılarsa bu yanlış bir iş ya. Yani siz bunu eğer sahiplendirmek istiyorsanız, gerçekten insanları ikna ederek ve tüm toplum sahiplenerek bu sorunu çözmek istiyorsanız Meclise güvenin. Bu muhalefette de bu ülkeyi seven çok sayıda parti var merak etmesinler yani. Bu ülkeyi sadece düşünen iktidar tarafı değil biz de bu ülkeyi düşünüyoruz. Yapıcı muhalefet yapmaya bu konuda hazır çok sayıda parti var korkmasınlar muhalefetten. Yüz sayısı bakın açık söylüyorum olmaz o komisyon göstermelik bir şey olur. Çünkü buralarda önemli olan komisyonun temsil gücü olacak kadar büyük ama komisyonda karşılıklı rahat bir görüş alışverişinin olabileceği kadar da küçük olması lazım. Yani bir optimum sayıda olması lazım bu komisyonun. İlla kontrol bizde olsun illa 51 bizde olsun diye komisyonu kurarsanız zaten o sahiplendirme istişare ortamını baştan yıkmış olursunuz. Komisyon niye kurulur Mecliste? Sağlam bir istişare değil mi? Sahiplendirme herkesin sahiplenmesi sağlama ve nihayetinde de karar alma. Tabi karar konusu bu komisyonda mı olacak yoksa diğer ihtisas komisyonlarına mı gönderecek onların da konuşulması gerekiyor. Çok detay var ama biz hazırlanıyoruz daha fazla bu yayında vaktinizi almayayım ama biz bütün detaylarıyla Mecliste bu iş nasıl sürdürülmeli yürütülmeli kendi görüşlerimiz var bunları ayrıca açıklayacağız. Gelelim ikinci sorunuza yani yerel yönetimlerle ilgili konulara. Bugüne kadar aslında biz ne duyduk sadece Cumhurbaşkanı'nın bir konuşmasından yerel yönetimlerle ilgili yasal değişiklikler lazım dedi ve bir şeyler söyledi. Fakat baktık ki bu konudan haber olan kimse yok. Kim hazırlıyor bunları? Kim çalışıyor? Amacınız ne? Açıkçası ben yerel yönetimlerden ilk bahsettiğimde düşündüm ki hani bu hak ve özgürlük hattı var ya ikinci hat orada da yerinden yönetim yani yerel yönetimlerle ilgili daha çok yetki daha çok sorumluluk gibi şeyler beklerken baktım bir okudum açıklamaları başka şeyler var. Tam tersine kaymakamlara, valilere vurgu var. Yani daha merkezi kontrol var. Şimdi bunlarla açıkçası yerel yönetimler reformu olmaz. Ha orada haklı gördüğüm bir unsur var. O da bu büyükşehir olmayan belediyeler var ya. Türkiye'de 81 vilayetimiz var ama 30'u büyükşehir 51 büyükşehir değil. O 51 ilde çok ciddi koordinasyon sorunu var. Yani özellikle kırsalda vatandaşlarımız sahipsiz büyükşehir olmayan belediyelerde belediye hizmetlerinin ulaşımıyla ilgili bir sürü boşluklar var. Yetki alanları karışık. Oralarda gerçekten bir reform yapmak gerekiyor ve vatandaşa hizmetin ulaşmasıyla ilgili ciddi adımlar gerekiyor. Yani Erdoğan açıklamalarından doğru gördüğüm orası var. Ama eğer siz seçilmiş belediye başkanlarını tamamen atanmış kaymakam, atanmış valilerin ağırlıklı olarak inisiyatifine bırakacaksanız. O zaman geçenlerde birisi söylemiş ya hiç uğraşmayalım. Türkiye'de bir tek cumhurbaşkanı seçilsin. Belediye başkanlarını da o atasın. Valileri de kaymakamları da zaten iktidarın il başkanlarını atıyor. İlçe başkanını atıyor. Tek yetki tek yetki hepsini tek yetki. Başka da uğraştırmasın kimseyi. Bu işin sonucu oraya gider. Eğer valide kaymakamda daha çok yetki belediye başkanı üzerinde daha çok tahakkümden bahsediyorsak hiç uğraşmasın. Belediye başkanlarını da atasın geçsin. Ondan sonra buna kolaysa demokrasi diye yuttursun millete yani. Böyle olmaz. Bakın yerinden yönetim kavrayışı vardır. Ademi merkeziyetçilik diye bir anlayış vardır. Türkiye büyük bir ülke. Avrupa'nın en büyük toprakları bizde. Avrupa'nın en büyük nüfusu bizde. Bu kadar büyük bir ülkeyi tek bir merkezden Ankara'dan Ankara'daki külliyeden o 1200 odada tek bir odanın içerisinden yönetmek imkansızdır. Bu kadar büyük bir ülkeyi her şeye ben karar vereceğim. Her şeye karışacağım. İmar değişikliği varsa haberim olacak. Ankara'da bir büyük bir gayrimenkul projesi varsa benden habersiz ne yapıyorsunuz? Böyle bir ülke yönetilmez ya. Böyle bir şey olmaz yani. Yönetemezsiniz, elinizden üzerine bulaştırırsınız ve bunun da ceremesini minnet çeker şu anda olduğu gibi. Türkiye gibi büyük bir ülkede mutlaka yetkinin yukarıdan yani yönetim kademesinin üstünden aşağıya doğru delege edilmesi lazım. Ve Ankara'dan merkezden de yerele doğru, çepele doğru yetkinin delege edilmesi lazım. Çünkü yerel sorunu daha iyi görür. Yerel daha çabuk çözüm üretir, daha hızlı hareket eder. 6 Şubat depremlerinde yaşadık. 48 saat, 72 saat sistem tamamen kilitlendi. İş makineleri parklarda durdu. İnsanlar enkazlardan altında can verdi o zaman ya. İçim parçalandı. Niye? Çünkü herkes talimat bekliyor. Ya arkadaş deprem oldu ya ne talimatı demiyor kimse. Adım atabilir miyiz? E Silahlı Kuvvetler acaba bir şey yapalım mı diye talimat bekliyor. Şimdi bu kadar büyük bir ülke böyle yönetilemez. Eğer belediye yerel yönetim reformu diyorsak yerinden yönetim, daha çok yetki paylaşımı. Ama mali konularda bakın mali konularda yepyeni bir kamu ihale yasası. Ve arkadaş ben temiz belediye ilişkisi istiyorum. AK Partili muhalefet fark etmez. İşinizi temiz yapacaksınız. Yolsuzluk yapanın, hırsızlık yapanın canına okurum diye gerçek yerel yönetim reformu budur. İmar rantlarını kesinlikle vergilendirmeniz gerekir. İmar rantları vergilendirmediği sürece imar rantları gayrimeşru şekilde paylaşılır. Siyasetin finansmanı, siyasetçinin cebinin finansmanına gider bu paralar. Bakın yıllardır söylüyoruz bunu. Hepsinde çözümün basit ama o irade lazım irade. Yani ben bu ülkede yolsuzluk istemiyorum arkadaş. Çalmayacağım da çaldırmayacağım diye sağlam bir irade lazım. Böyle bir irade ülkenin başında olmadıktan sonra Türkiye maalesef bu haliyle, bu kötü haliyle, bu sıkıntılı haliyle yıllarca, on yıllarca devam eder.
Özlem Gürses: Peki son sorum ekonomiyle ilgili olacak. Ekonomiyi biraz konuştuk ama temmuz yaklaşıyor. Önce sizinle ilgili bir video var elimde. Onu bir göstermek istiyorum. Onu alabilir miyiz? Lütfen bir izleyelim…
Emekliler perişan. Gençler perişan. Asgari ücretler perişan. Onlar en iyi durumdaymış gibi gözüküyor. Ama onlar da perişan. Üniversite öğrencileri ülkeyi terk ediyor. Göç veriyoruz. Şimdi Temmuz'da asgari ücret komisyonu toplanacak. Siz 2025'in sonuna kadar ekonomide bir düzelme bekliyor musunuz Ali Babacan?
Ali Babacan: Özlem Hanım, ekonomide düzelme eğer sadece makro birkaç veriyle ifade ederseniz içlerinden de seçerek işte şunu düzelttim, şunu düzelttim deyip de bardağın sadece şöyle bir %5'lik dolu kısmını gösterip de asıl boş kısmını göstermezseniz ekonomiyi tanımlamış olmazsınız. Ekonomi halk için vardır. Ekonomi millet için vardır. Ekonomi bu ülkenin emeklisi için, işçisi için, memuru için, alın teriyle çalışan kazanan, KOBİ’si için, esnafı için vardır. Çiftçisi için vardır. Ekonomi bunun için vardır. Ekonomi düzelecek. Nasıl düzelecek? Eğer vatandaşlarımızın yüzü gülüyorsa, çiftçinin yüzü gülüyorsa, esnafın yüzü gülüyorsa ekonomi düzelmiştir. Onlar feryat ederken, ekonomi düzelttim diyemezsiniz. Hangi veriyi açıklarsanız açıklayın inanmazlar. Biraz önceki görüntüler benim geçen cuma günü Eyüp Sultan'da vatandaşlarımıza yaptığım sohbetlerden, o ayaküstü yaptığım diyaloglardan seçilme bazı görüntüler. Herkes feryat ediyor. Bir dokunuyorsunuz, bin ah işitiyorsunuz. Ama niye bu sıkıntı çekiliyor? Ta zamanında, damat zamanında o 2018'de yetki tek elde toplandı ya yetkiyi tek eline aldıktan sonra damadı ekonomi başına getirdi ya o gün TÜİK'in verileriyle oynamaya başladılar. O gün gerçekleri gizlemeye başladılar. O gün insanların gözünün içine baka baka enflasyon konusunda yalan söylemeye başladılar. Ve enflasyon konusundaki yalanların en büyük mağduriyetini şu anda emeklimiz yaşıyor asgari ücretimiz yaşıyor. Niye? Enflasyon kadar zam verdik daha ne istiyorsun diyorlar. Ya arkadaş bir dakika ya. Kimi aldatıyorsun? Hangi enflasyon? Senin açıkladığın uydurma TÜİK enflasyona göre zam veriyorsan bu emeklinin hakkından çalmaktır. Bu kul hakkıdır. Sayın Erdoğan'ın kendi anlayacağı dilden konuşuyorum. Bakın kul hakkıdır. Kul hakkı. Kul hakkının hesabını veremezsiniz. Dosdoğru enflasyonu açıklayın. Ondan sonra da ona göre emekli zammını verin. Şimdi diyecekler ki bizim arkadaşlar değil mi? Mehmet Şimşek, Cevdet Yılmaz ya TÜİK'in rakamlarını artık düzeltiyoruz. TÜİK'in rakamlarını düzeltiyorsanız Allah aşkına TÜİK'in alışveriş sepetindeki fiyatları bir açıklayın ya. Niye hala gizliyorsunuz? Niye? Eskiden TÜİK alışveriş sepetindeki fiyatları açıklardı. Bakın bütün memurları, bütün emeklileri, bütün işçileri ilgilendiriyor bu söyleyeceklerimi. Eskiden TÜİK alışveriş sepetindeki fiyatları açıklardı. Peynirin fiyatı bu. Zeytinin fiyatı bu. Pantolon bu. Gömlek bu. Domates, soğan, biber, patlıcan bu derdi. Bu fiyatlara göre ben bu enflasyonu hesap ediyorum derdi. Bu fiyatları kararttılar Özlem Hanım artık açıklamıyorlar. Sen enflasyonu yüzde otuz sekiz diye açıklıyorsun da arkadaş peynirin kilosu kaça? Hesabı neye göre yaptın? Zeytinin kilosu kaça? Yok diyor onu söylemem diyor. Ayçiçeğin litresi kaça? Onu söylemem diyor. Şeffaflık olmadan güven olmaz. Güven olmadan ekonomi olmaz. Mehmet Şimşek, Cevdet Yılmaz'a çağrımdır. TÜİK'in rakamları doğru diyorsanız sepetindeki fiyatları da açıklayın arkadaş. Niye gizliyorsunuz ya? Yani siz damadın ayıbını örtmek için uğraştığınız sürece, başkalarının yanlışını kamufle etmek zorunda kaldığınız sürece bu kadar hukuksuzluğun, adaletsizliğin çıkıp da savunmasını yaptığınız sürece itibarınız yerle bir olur. İtibar olmayınca ekonomi yönetilmez. Olmaz. Merkez Bankasının dövizinden bahsettiniz. Merkez Bankası'nın döviz alışı satışı tamamen şeffaftı ya. Bağımsız Merkez Bankası. Girin web sitesine bakın. Ne kadar döviz aldım? Ne kadar döviz sattım? Merkez Bankası sürekli açıklardı. Derdi ki bugün 1 milyon lira aldım. Derdi ki ertesi gün 3 milyar dolar sattım. Bunu açıklardı Merkez Bankası. Bunu damat döneminde kararttılar. Hatırlayın meşhur 128 milyar dolar. İlk defa ben bir canlı yayında söyledim o rakamı. Bakın ilk defa. 130 milyar sonra 128 olarak reklamlaştırıldı başka yerde. İlk defa ben açıkladım ya Merkez Bankasının arka kapısından döviz satıyor bunlar dedim. Açıklamadan satıyorlar dedim. 19 Mart operasyonundan bu yana satılan döviz miktarı 57 milyara ulaştı. 57 milyara. 57 milyar dolar. Gene arka kapıdan satılıyor bu. Cevdet Yılmaz, Mehmet Şimşek sizlere sesleniyorum. Merkez Bankasını niye şeffaflaştırmıyorsunuz? Kimden korkuyorsunuz? Şeffaflık olmayınca güven olmaz. Güven olmayınca ekonomi olmaz. Yüksek faiz, yüksek vergiyle milleti ezerek fakiri daha fakir, zengini daha zengin yaparak bu ülkenin ekonomisini kurtaramazsınız ya. Olmaz. Onun için topyekûn değişiklik lazım Özlem Hanım topyekûn. Bu ülkede topyekûn iktidar değişikliği lazım. Şu anda bu yozlaşmış zihniyet, bu güç zehirlenmesine kapılmış zihniyet. Ülkenin başında olduğu sürece hiçbir sorunumuzu çözemeyiz. Biz bunu çok erken aşamada gördük. Bakın 2019 değil mi ben ayrıldım. 2020'de DEVA Partisi'ni kurduk. Çünkü biliyorduk. Yani başkaları olayları böyle görürken biz dürbünle değil teleskopla görüyorduk. Tehlike geliyor diyorduk. Bu tehlike geliyor. Biz hazırlanmalıyız dedik. Onun için her konudaki çözümlerimizi hazırladık. A'dan Z'ye, eğitimden sağlığa, ekonomiden dış politikaya bütün çözümlerimizi hazırladık. Biz hazırız dedik. Çünkü bu gelen tehlikeyi teleskopla gördük. Yani insanlar şimdi hani bazen uzay taşları gelir ya ya da gök taşları, büyükleri teleskopla ancak görürsünüz. Bizim elimizde o teleskop vardı. Çünkü ülkeyi yönetmeyi biliyorduk. Devlet yönetimini biliyorduk ve insanları tanıyorduk. Tehlikeyi zamanında gördük. Yolları ayırdık. Hak dedik. Adalet dedik. İfade özgürlüğü dedik. Yola çıktık. Ve inşallah bu yol başarılı olacak. Er ya da geç başarılı olacak. Çünkü biz doğru meşru bir zeminde yürüyoruz. Siyasetin meşru bir zeminde yapıyoruz. Attığımız her adım meşru adımlardan oluşuyor. Hedefimiz meşru. Bu ülkeyi evet yönetme iddiasıyla yola çektik ama o hedefe giderken attığımız her bir adım da meşru adımlardan oluşuyor bakın. Sağ sol yapmıyoruz. Zikzak yapmıyoruz. Yanlış yollara girmiyoruz. Ya hedefimiz çok önemli. O hedefe ulaşmak için kardeşim hukuksuzluk da yapılır, yolsuzluk da yapılır demiyoruz. O hedefe meşru yoldan, meşru adımlarla ulaşmanın mücadelesini veriyoruz. Ben bunu ziyarete yaşadım. Çıkrıkçılar Yokuşu'nda yüzlerce esnaf arasında tek faturalı çalışan vakti zamanında bizdik. KDV’sini tam ödeyen vergisini ödeyen bizdik. Vehbi Koç birinci olurdu. Rahmetli Babam on beşinci, on altıncı olurdu Ankara'daki sıralamalarda. Çıkrıkçılar Yokuşun'da bir dükkandan yapardık bunu. Dolayısıyla bu düzensizlik, hukuksuzluk içerisinde ya böyle gelir böyle gider demedik. Ticarette dosdoğru çalıştık ve Çıkrıkçılar Yokuşu'nun en çok işini yapan, en büyük işletmesi haline geldik. Siyasette de inşallah bunu yapacağız. Dosdoğru çalışacağız. Bütün bu kirlenmiş siyasette temiz siyaset örneğini ortaya koyacağız ve meşru adımlarla da hedefimize ulaşacağız. Çünkü başka çare yok. Yani düzgün insanlar, temiz insanlar siyasette olmadığı sürece yanlış insanların eline kalıyor bu iş.
Özlem Gürses: Çok teşekkür ediyorum. DEVA Partisi kurucu Genel Başkanı Ali Babacan Bey'imle birlikteydi Ankara Stüdyo'da kendisine hemen uğurluyorum ve tekrar sıcak gündeme dönüyorum.