22 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Yozgat İl Kongresi Konuşması

22 Kasım 2020

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN YOZGAT İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Yozgat İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Yozgatlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor,
Yozgat teşkilatımızın 1. Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

Karslıoğlu Konağıyla, Karabıyık Köprüsüyle, Çapanoğlu Camiiyle, Roma Hamamıyla Anadolumuzun tarihten bugüne uzanan en köklü şehirlerinden birinden, kültür dünyamıza çok sayıda değer yetiştirmiş bu güzel şehirden, Yozgat’tan sesleniyorum size.

***
Değerli arkadaşlarım,

Türkiye’de siyaset 9 Mart 2020 tarihinde, DEVA Partisi’nin kurulmasıyla, yepyeni bir soluk kazandı.

Türkiye’nin birbirinden güzel renkleri, partimizin çatısı altında bir araya gelmeye başladı.

Aylardır il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, köy köy teşkilatlanıyoruz. Ne görüyoruz, biliyor musunuz?

Tünelin sonundaki ışığı görüyoruz arkadaşlar. Tünelin sonundaki ışığı. Gittiğimiz her yerde insanların beklentisini görüyoruz, hissediyoruz. Ülkemiz karanlık zamanlardan geçerken hepimizin DEVA’sını kurduk.

Şu anda ülkemiz, çetelerin yeniden devlet yönetiminde söz sahibi olmaya başladığı, toplumsal kutuplaşmanın hızla tırmandığı, beceriksiz politikalarla ekonominin dibe vurduğu zamanlardan geçiyor.

Gelin hep beraber günümüz Türkiye’sinin bir fotoğrafını çekelim arkadaşlar: Şu anki iktidar partisi ve onun küçük ortağı, ülkemizi iflasın eşiğine getirdiler.

Partili cumhurbaşkanlığı sistemi başlayıp, yakın akrabanın önemli bir göreve getirilmesinden bu yana, hazinenin borcu iki yılda ikiye katlandı, ikiye.

2018 yılında arkadaşlar, genel seçim yapılıp Partili Cumhurbaşkanı göreve başlayıp ilk kabinede en yakın akrabasını görevlendirdiği tarihte Türkiye’nin hazinesinin toplam borcu, 860 milyar TL’ydi. Bakın buraya dikkatinizi özellikle çekmek istiyorum. Gençler bu rakamlar sizin için önemli gelecekte bakacaksınız Türkiye nereden nereye gelmiş. Ve hep beraber bu ülkeyi çok daha güzel günlere götüreceğiz.

Bakın Haziran 2018 Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nin iç dış toplam borcu 970 milyar TL arkadaşlar. Bugün ne kadar biliyor musunuz? Bu yakın akrabanın ortadan kaybolduğu, arkasından da ekonomi yönetimindeki böyle değişikliklerle bir panik halinde toparlanmaya çalışılmaya başlandığı gün bu rakam çıkmış 1 trilyon 860 milyar. Tam ikiye katlayan hazine borcu söz konusu.

Düşünebiliyor musunuz? Birkaç kişinin kötü yönetiminin bu memlekete maliyetinin ne kadar büyük olduğunu hesap edebiliyor musunuz?

Yanlış para ve maliye politikalarıyla ülkemizi derin bir ekonomik krize sürüklediler.

Aynı dönemde Merkez Bankası’nın rezervlerini erittiler. Biz yıllarca, bu ülkenin çalışanlarının alın teriyle, üretimiyle, ihracatıyla ve bu ihracattan gelen dövizlerle, kara gün parası olarak biriktirdiğimiz 130 milyar doları iki yılda bitirdiler. Adeta kibrit çakıp yaktılar. Bir de Merkez Bankası’nı borca soktular. Merkez Bankası’nın döviz rezervi eksi 44 milyar dolar artık.

Bakın, 130 milyar dolarlık rezervi erittiler, bitirdiler. İki yılda.

Ve şu anda Merkez Bankası’nın elindeki dövizden tam 44 milyar dolar daha fazla piyasaya borcu var.

Birkaç kişinin kötü yönetimidir bu, başka bir şey değildir.

Türkiye’yi getirdikleri noktada, her üç kişiden biri işsiz veya atıl durumda. İş aramaktan vazgeçmiş insanlarımız, “artık bulamam bundan sonra” diye.

Çarşı pazar enflasyonunu yüzde 30’lara, 40’lara, 50’lere kadar yükselttiler.

Ben esnafa soruyorum, esnaftan gelme birisiyim. Alıp sattığı malın fiyatı neydi, ne oldu? Bazı ürünlerde %100’ü bile geçmiş durumda.

Tabii onlar yüzde 10-12 açıklıyor ama gerçek enflasyonu sokağa çıkan, pazara giden sizler çok iyi biliyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz. Çünkü halkımız buna bedel ödüyor.

Peki emekliye, memura, sabit gelirliye maaş zammını neye göre yapıyorlar? O açıkladıkları makyajlı enflasyon oranlarına göre maaşları arttırıyor. Oysa gerçek enflasyon almış başını gitmiş. Bunun neticesinde halkımızın satın alma gücü hızla eriyor.

Gerçekleri halkımızdan gizlemeyi bir huy haline getirdiler. Köklü kurumlarımızın güvenilirliğini sarstılar.

TÜİK binasına adeta bir makyaj odası kurdular. Orada rakamları işlerine geldiği gibi boyayıp servis ediyorlar.

İletişim diye anladıkları şey propaganda aygıtından ibaret. Ankara’da Konya yolu üzerindeki “Algıları Ayarlama Enstitüsü’nde” ha bire propaganda makinesini çalıştırıyorlar.

Değerli arkadaşlar,
Partimizi kurduğumuz günden beri uyardık.

Bakın, 17 Mart’ta, 18 Nisan’da, 8 Ağustos’ta pandemi yönetimi ve ekonomiyle ilgili açıklamalar yaptık.

Hem problemleri ortaya koyduk hem de önerilerimizi, tavsiyelerimizi açıkladık. Hatta biz tavsiyeleri açıkladıkça, Cumhurbaşkanı ne dedi “Bir de bana ders vermeye kalkıyorlar” dedi.

Ama şu son iki haftadır görüyoruz ki baya öğrenmişler. Bizim sekiz aydır yaptığımız açıklamalardan neredeyse kopyala-yapıştır olan açıklamalar gelmeye başladı. Çok enteresan.

Fiyat istikrarının, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının, mali disiplin ve yapısal reformların altını çizdik.

Kamu ihalelerinin açık ve fırsat eşitliğine dayalı hale getirilmesi gerektiğini söyledik.

Doğruları anlatmaktan dilimizde tüy bitti.
Ancak biz yılmayacağız. Doğruları anlatmaya devam edeceğiz. Doğruları anlatmak bizim toplumsal ve ahlaki sorumluluğumuzdur.

Onların rahatları kaçsa da kulaklarını kapatsalar da ders almak istemeseler de, biz doğruları söylemeye devam edeceğiz. Tavsiyelerimizi anlatmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Ekonominin bu kötü durumda olmasının en önemli sebebi, şu andaki yönetimin hukuku çiğnemeyi bir alışkanlık haline getirmesi.

Mafyanın, çetelerin, karanlık güçler kol gezdiği, Cumhurbaşkanı’nın desteğiyle mahkemelerin anayasaya uymadığı bir dönemde, hukuk reformundan bahsediyorlar.

Beş adım geri, bir adım ileri adım atarak yürümeye başladılar.

Şimdi bakıyorsunuz “insan hakları eylem planı” hazırlığı yaptıklarını söylüyorlar. Ama “bal bal” demekle ağız tatlanmıyor. “Hukuk hukuk” deyince, insan hakları ihlalleri durmuyor.

Bakıyoruz açıklamalarına;

İnsan hakları eylem planı hazırlıyorlarmış, bu kapsamda insan haklarını konularını “ekonomik hayatın paydaşlarıyla” tartışacaklarmış.

Bu ne demek? Ekonomi dibe vurunca akıllarına insan hakları geliyor demek.

Yani bu ülkenin petrol kaynakları, doğal gaz kaynakları olsa, hazırı satıp parasını yiyip dağıtarak yönetseler ekonomiyi, akıllarına insan hakları falan da gelmeyecek.

Laf aramızda, öyle yapan epeyce de ülke var etrafımızda. Hazır petrolü, gazı sat, parasını ye, vatandaşa birazını dağıt, insan haklarını da unut, git.

Allah Türkiye’yi o duruma düşürmesin arkadaşlar. Peki ne vaat ediyorlar?

Piyasa mekanizmasında rekabetçiliğin sağlanmasını, mülkiyet hakkının korunmasını ve sözleşme serbestisini vaat ediyorlar.

Arkadaşlar, hani bir söz vardır: “Uyan da balığa gidelim”.

Mülkiyet hakkı, bundan 800 sene önce yazılan insan hakları belgelerinde yer alıyor. Siz yeni mi keşfettiniz?

21. Yüzyılda Türkiye’yi düşürdükleri durum bu: Mülkiyet hakkı konusunda adımlar atılacağını vaat ediyorlar. Zaten Türkiye bütün o konularda zirveyi görmüştü, bizim dönemimizde. Mülkiyet hukukuymuş, sözleşme hukukuymuş, insan haklarıymış, biz zirveyi yaşattık Türkiye’ye o dönemde.

Ama sorun bununla sınırlı değil arkadaşlar. Şimdi soruyorum onlara:

Siz “insan hakları eylem planını” çalışırken hangi insan hakları kuruluşunu, hangi sivil toplum kuruluşunu davet ettiniz?

Basit bir suçlamayla yıllarca tutuklu yargılanan, sonra da suçsuzluğu ortaya çıkıp beraat eden bir kimseyle görüştünüz mü hiç?

Gözaltındayken işkence gördüğünü söyleyen tek bir vatandaşımızı çağırıp dinlediniz mi hiç?

Bu dediklerimi korkarım ki yapamazsınız. Genç yaşta özgür yıllarını kaybettirerek, toplumsal itibar katline uğrattığınız, hakkına girdiğiniz bu insanların gözünün içine bakacak durumda değilsiniz artık.

Bugünkü hükümete sesleniyorum:

İnsan hakları ihlalleri; ekonomik aktörlerle konuşularak çözülecek bir sorun değil. Yanlış yerlerde geziyorsunuz. Çözümü yanlış yerlerde arıyorsunuz.

Zaten sırf bu sözlerinizden bile anlıyoruz ki buradaki niyet insan hakları falan değil. Ekonomiyi idare etmeye yetecek bazı adımların arayışı bu. O kadar.

Kendilerince, yatırımcıları kandıracak kadar insan hakkı yani.

Ziya Paşa’nın dizeleriyle soralım “sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?”

Kusura bakmayın, halkımız cahil değil. Bu halk görüyor, biliyor.

Siz bu ülkeye yatırım yapabilecek insanların gerçekleri görmediğini mi sanıyorsunuz?

Samimiyseniz hemen şimdi yapmanız gereken ilk iş şu: Hakimlere ve savcılara sesleneceksiniz ve diyeceksiniz ki:

“Size gelen hiçbir pusulaya veya talimata göre hareket etmeyin. Aracıların tehdit ve teşviklerine kulak asmayın. Evrensel hukuk kurallarına uyun, anayasaya bağlı kalın, yasalara uyun, vatandaşın hakkını devlete karşı da koruyun. Vicdanınız rahat olsun.” Bu kadar.

Ve diyeceksiniz ki, “benden de size artık bir talimat gelmeyecek. Rahat olun. Şöyle rahat bir nefes alın.”

İnanın bu kadar basit. Çok basit.

Sonra da tüm hâkim ve savcılarımızın telefon numaralarını rehberinizden sileceksiniz. Sileceksiniz ki eski huylar depreştiğinde tekrar arayıp “şunu tutukla, şunu bırak” diyemeyin.

Bu kadar basit. “Reform, meform” diyorlar, tamam o da ihtiyaç ama o reformlara gelmeden önce yapılacak çok basit şeyler var. Samimi bir açıklama bu ülkenin sorunlarının yarısını çözer.

Bakın bir bakan kayboldu gitti, boş koltuk, kur düştü. Boş koltuk görüntüsü bile piyasayı rahatlattı.

Demek ki bizler, bu kadro bu işin başına gelse memleket nasıl kanatlanıp uçacak, bu onu gösteriyor bize.

Hemen arkasından da kolluk kuvvetlerine dönün ve şunu söyleyin: “Artık işkence bir ceza yöntemi olarak kullanılmayacak arkadaş. Bundan böyle işkence yapan her kimse en ağır şekilde cezalandırılacak. Hiçbir kişiye en ufak bir tolerans dahi gösterilmeyecek.”

Bu söylediklerinizin ciddiye alınması nasıl sağlanır, siz iyi bilirsiniz.

Önce siz buralardan bir başlayın hele.
Önce hükümet samimi olarak adaletin yakasından bir düşsün.

Sonrasında bakın nasıl sadece ekonomik haklar değil, tüm haklar vatandaşımızın lehine işlemeye başlayacak.

***
Değerli arkadaşlar,

Şimdi ekonomiyi dibe batırdıklarını anlamaya başlayınca, “insan hakkı” dediler bir de dün Avrupa Birliği’nden de söz etmeye başladılar.

Pabuç pahalı tabii. Senelerce “Eyyy Batı” diye diye siz ülkeyi içe kapattınız. Avrupa Birliği’ne “biz yolumuza, sen yoluna” diye meydan okuyup durdular.

Dün de kalkmış, “Biz kendimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kuracağız” diyor. Cumhurbaşkanı’nın açıklaması bu.

Nihayetinde bu konuda da bizim sözümüze geliyorlar arkadaşlar. Memleket adına iyi.

Kavga etmeyin, Türkiye’nin “sözünün gücünü” artırın, “Türkiye’nin itibarını” artırın, sorunlarımızı diplomasiyle çözün deyip durduk. “Çözümlerin parçası olun, sorunların parçası olmayın” dedik.

Hani diyoruz ya kopya çekiyorlar diye. Lafta yine kopyaya devam. İcraatta bir şey görmedik tabii henüz.

Diyoruz ki, senelerdir tüm dünyayla kavga eder hale geldiyseniz, “bütün dünya düşman bize” diyorsanız, düşünün ki bir mahallede oturan bir kişi var “mahallenin hepsi bana düşman” diyor. Ya problem sende mi yoksa o mahallede mi onu bir düşünmek lazım.

Sanki yıllardır Avrupa düşmanlığı yapan başkalarıymış gibi, hiçbir şey olmamış gibi, Cumhurbaşkanı daha dün birden ani bir viraj aldı, U dönüşü yaptı.

Tekrar ediyorum, dün dedi ki; “Biz kendimizi Avrupa Birliği’nde görüyoruz, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kuracağız”.

Bir de maşallah o kadar hızlı bir U dönüşü ki bu, yetişebilene aşk olsun.

Siz düne kadar düşman ilan ettiğinize birden dönüp sarılmaya çalışıyorsunuz. Bütün dünya da böyle izliyor. “Ne yapıyor bunlar?” diyor.

Sayın Erdoğan, biraz yavaş. Bakın sizin peşinizde bol bol yandaş gazeteci, bolca troll, pelikan melikan çeşitli kuş sürüleri de var. Böyle hızlı manevra yaptığınızda virajı alamayıp kaza yapıyorlar. Sağa sola savruluyorlar... Tamam siz on beş gündür böyle hızlı virajlar alıyorsunuz da arkadan gelenler yetişemiyor, kaza yapacak, kafa göz yaracaklar. Dikkat edin.

Tam da burada milletimizin Cumhurbaşkanı’na bir soru sorma hakkı var. Milletimizin cevabını beklediği konular var.

Anlıyoruz, bu U dönüşünü yapacağınızı söylüyorsunuz, 180 derece döneceğinizi söylüyorsunuz da sizin bunca zamandır Avrupa’yla, Avrupa Birliğiyle, NATO’yla, batıyla yaptığınız kavgaların bu milletin sırtına yüklediği maliyet ne olacak peki?

Türkiye’ye yatırım gelmiyor bu kavgacı tutum yüzünden. Turist gelmemeye başladı. Bizim Anadolu’da bir söz vardır; “Kavgalı eve kız verilmez,” diye. Eskiden geçerli bir deyimdir.

Bakın, birkaç tane örnek vereceğim;

S400 füzelerine milyarlarca dolar para verdiniz, kullanamıyorsunuz. F35 savaş uçaklarına milyarlarca dolar para verdiniz, onları da alamadınız. Şimdi bizim para verdiğimiz uçakları başka ülkelere satıyorlar.

Hem milyarlarca doları kaybet hem F35’leri kaybet, hem de S400’leri. Bu mu dış politika? Bu mu güvenlik politikası?

Bu millete bir açıklama borcunuz var.

Biz diplomaside, dış ilişkilerde, dış politikada “kazan kazan” kavramını biliriz. Böyle küçük bir pastayı paylaşmak değil de pastayı büyütürsünüz, işi genişletirsiniz, herkesi kazandırırsınız. Bunların kazan kazandan anladığı yok, memleketi düşürdükleri durum “kaybet kaybet”.

Ekonomideki, dış politikadaki, güvenlik politikalarındaki yanlışların bu millete ödettiği bedelle ilgili bir açıklama borcunuz var.

Bu büyük ülke, sizin “deneme tahtanız” değil. Ekonomide dene yanıl, dış politikada dene yanıl, güvenlik politikalarında dene yanıl. U dönüşü yap, 180 derece dön kusura bakmayın, her bir vatandaşımız bu ağır bedeli şu anda ödüyor. Yoksulluk olarak, gelir dağılımındaki bozulma olarak ödüyor.

Peki bu yanlışlarınızın maliyeti konusunda hiç açıklama yapmayacak mısınız?

Yanlış adımlarınız soncunda yoksullaşan vatandaşlarımıza, umudunu yitiren gençlerimize, en azından bir açıklama borcunuz var.

“Ben şurada hata yaptım” demeyecek misiniz? Hiçbir şey yokmuş gibi.

Merkez Bankası’nın döviz rezervini bitir, Merkez Bankası’nı bile borca sok, hazinenin borcunu ikiye katla, bu memleketi yoksullaştır. Ee? Yakın akraba ortadan kaybolunca millet bütün bunları unutacak, sanki sorumluluk da ortadan buharlaşacak.

Biz bunu vatandaşlarımıza unutturmayacağız, her yerde anlatacağız. Bu millet ödüyor bu bedeli.

Partili Cumhurbaşkanı, en yakın akraba el ele verip iki yılda ülkeyi bu duruma düşürdüler. Öyle bir kişinin ortadan kaybedilmesiyle bu sorunlar ortadan kalkmıyor. Bu milletin ödediği bedel ortadan kalkmıyor.

***
Değerli arkadaşlar,

Hiç merak etmeyin, bu hükûmet miadını doldurdu. İktidar partisine gönül vermiş dostlarımız da hiç merak etmesin, artık DEVA Partisi var.

Bakın şu andaki hükümet aynı zamanda sosyal yardımlarla, sosyal desteklerle, desteğe ihtiyacı olan vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını az da olsa karşılamaya çalışıyor. Ve sanki kendi keselerinden lütuf dağıtıyor gibi yapıyorlar bu işi. Yardım yaparken hemen parti logosu. Halbuki o yardımların hepsi sizlerin ödediği vergilerden toplanan paralarla tekrar bu ihtiyacı olan kesime dağıtılıyor. Şöyle de bir hava oluşturmaya çalışıyorlar, “Bakın, biz gidersek bu yardımlar kesilir.”

Tabii iktidar partisi teşkilatı da bu konuda aktif. Kime yardım verilecek, ne kadar verilecek.

Vatandaşlarımızı bu yardımların kesilmesiyle korkutuyorlar. Halkımız müsterih olsun. Biz bunların yaptığından çok daha fazlasını yaparız. Biz işin başına geldiğimizde ülke topyekûn zenginleşir. Yardıma ihtiyaç duyan vatandaşlarımızın zaten sayısı azalır. Ülkeyi yönetmek vatandaşları önce yardıma muhtaç duruma düşürüp ondan sonra onlara verdiğiniz destekle övünmek değildir.

Önemli olan bu ülkenin bütün insanlarını alnının teriyle, bileğinin gücüyle hayatını kazanmasını sağlamaktır. Ve yardıma ihtiyaç duyan insanların sayısını azaltmaktır.

Herkes çok rahat olsun, ülke topyekûn zenginleştiğinde, bundan en çok da yoksul vatandaşlarımız ve sosyal destek ihtiyacı olan vatandaşlarımız istifade edecektir.

Şu anda kasa boş, tam takır, verecek bir şey yok.

Ezilenlerin umudu olarak çıktıkları yolda, hakka inanan, adalete inanan insanlarımızı da sürekli incitiyorlar. Onlara destek olan halkımızın duygularıyla, umutlarıyla, hatta itibarlarıyla oynadılar.

Ama artık derler ya; “dönülmez akşamın ufkundayız”.

Biz DEVA Partisi olarak tüm hazırlıklarımızı yapıyoruz. Ehliyet ve liyakat sahibi tüm kadrolarımızla beraber emaneti teslim almanın hazırlığındayız.

Biz, hiç kimsenin kendini öteki hissetmediği, devletin vatandaşına hizmetkâr olduğu, herkesin devlete aynı aidiyet duygusuyla sahip çıkacağı, herkesin eşit vatandaş olacağı bir Türkiye için çalışacağız.

Demokrasi için, atılım için çalışacağız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
DEVA Partisi hazır.
Şimdi sizlere soruyorum,

Yozgat hazır mı?
***
Değerli arkadaşlarım,
Ekonomimiz son yirmi yılın en kötü günlerini yaşıyor.

Bizim onlara dolu teslim ettiğimiz kasayı, hazineyi boşalttılar. Merkez Bankası’nın rezervlerini tükettiler. Son iki yılda hazinenin borcunu ikiye katladılar.

Şimdi de vatandaşın sıkıntılarını çözecek kaynak yok ellerinde.

Esnafa, küçük işletmelere ancak bir borç yapılandırması önerebiliyorlar.

Açıkladıkları yapılandırma takvimine göre de son başvuru tarihi 31 Aralık. İlk ödeme günü ise 31 Ocak.

İşyerlerinin bir kısmı zaten kapalı. Bir kısmı açık, ama siftahsız günler geçiriyor.

Vergi, SGK borcu olan vatandaşlarımız, esnafımız ne kazanacak da hangi borcunu ödeyecek? Günlük geçimini sağlayamıyor; bir de eski borcunun yeni taksitlerini mi ödeyecek? Nasıl ödeyecek?

Geçtiğimiz Mart’ta erteledikleri SGK primleri vardı ya, Kasım’da Aralık’ta onların da ödenmesi geldi.

Yahu dükkanlar kapalı, ekmek kapısına kilit vuruldu. Hâlâ vatandaştan vergi toplamanın derdindesiniz.

Arkadaşlar, bunlar artık esnafın halini unuttu, ev hanımlarının halini unuttu, öğrencilerin halini unuttu, açın halini unuttu.

Tepeden tırnağa toplumun pek çok kesimi yoksullaşıyor, bunlar farkında değiller.

Geçenlerde gördük, Malatya kongremizden bir gün sonra, bir esnaf kardeşimiz dedi ki; “Cumhurbaşkanım eve ekmek götüremiyorum,” dedi.

O ne dedi? “Abartma, al şu keyif çayını iç” dedi.

Pandeminin başında bütün ülkeler kendi vatandaşlarına karşılıksız destek verirken, bunlar IBAN numarası verdi. Gerçeklerden kopmuşlar onun için ülkede işler kötü gidiyor.

Salgın nedeniyle canının derdiyle uğraşması gereken vatandaşlarımızın adeta yakasına yapışıyorlar “vergi vergi” diye, “SGK primlerini” öde diye.

Böyle olmaz! Böyle devlet yönetilmez!
Bu milletin ne halde olduğunu bilmeden devlet yönetilemez!

Arkadaşlar, yıllarca ekonomiyi yönetmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum; yapılacak şey çok açık:

Derhal ama derhal küçük işletmelerin tüm vergi, stopaj ve SGK prim ödemelerini pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin. Bize ders vermiyorlar ama derse çok ihtiyaçları var. Bunları söylemek zorundayız. Çünkü esnafı bilmiyorlar, koptular. Şu pandemi bitene kadar esnafın yakasından düşün.

Pandemi sonrasında da bu ödemeleri uzun vadeye yayın.
Kredi borçları en az bir yılı ödemesiz olmak üzere, uzun vadeye yayılmalıdır.

Ancak böyle bir yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır. Uzun vadeli ve sıfır faizli yapılandırma.

Bugün Almanya mali kural uygulayan bir ülke. Biz 2008-2009 krizinden sonra Türkiye’ye mali kuralı getirmeye çalıştık biliyorsunuz, engellediler.

Bugün eğer Almanya karşılıksız bu kadar hibeyi, desteği verebiliyorsa bunun en önemli sebebi mali kuralının olmasıdır. Türkiye’de benim ve arkadaşlarımın getirmeye çalıştığımız mali kuralı bunlar önce reddetti. Ve o gün bugündür de dikiş tutmuyor ülke.

Esnafımıza, küçük işletmelere, kapalı kaldıkları dönem boyunca derhal kira desteği sağlanmalıdır.

Tüm bu salgının maliyetini tek başına vatandaşın üzerine yıkamazsınız. Devlet olmanın da bir sorumluluğu var.

Şu an eğer ekonomimiz kötü durumdaysa, sadece ama sadece sizin kötü yönetiminiz yüzünden bu halde. Vatandaşlarımızın bir kusuru yok!

Vatandaşımız “suçum bunlara oy vermek miydi?” diyor. Haklılar.

Anne-babalar gece başlarını yastığa koyduklarında, ertesi gün çocuklarımızın karnını doyurabilecek miyiz diye kaygı duyuyorlar.

İş bulduklarında çocuklar dahi çalışmak zorunda kalıyor.

Bu milleti nasıl bir yokluğa mahkûm ettiğinizin farkında mısınız? Kayıtlı çalışan çocuk işçi sayısı 720 bin. Kaldı ki kayıt altına alınamayan yüzbinlerce çocuk sokakta, görüyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Bugünkü iktidarın; halkımızın refahı için, zenginleşebilmesi için, yarınlara umutla bakabilmesi için, çocuklarımızın iyi şartlara kavuşabilmesi için bir projesi, bir çözümü yok artık.

Bugünkü iktidardan ve ortaklarından ülkemizi geliştirebilecek tek bir şey dahi beklemiyoruz.

Bu yüzden artık gitme vakitleri yaklaşıyor diyoruz.

Çarşının, pazarın fiyatlarını bilmeyen, esnafın, memurun halini görmeyen, ev kadınlarının, gençlerin umutlarını yok eden bu iktidarın gitme vakti geliyor arkadaşlar.

***
Değerli Yozgatlı dostlarım,
Yozgat’ın sorunlarını da görüyoruz, dinliyoruz, biliyoruz.
Yozgat’ın ilçeleri, köyleri göç veriyor.
Geçtiğimiz 20 yılda 200 binden fazla hemşerimiz Yozgat’tan göç etmiş. Can yakan işsizlik sorununun bir mağduru da Yozgat oldu.

Çünkü Yozgat’ın tarihi, sahip olduğu doğal ve kültürel zenginlikleri, tarım ve hayvancılık alanındaki potansiyeli, termal kaynakları, değerli madenleri yeterince değerlendirilemiyor.

Yozgat bir tarım şehri, bir hayvancılık şehri. Ama çiftçiler topraklarını bırakıp, hayvanlarını bırakıp göç etmek zorunda kalıyorlar.

Çünkü ürünleri için açıklanan taban fiyatlar ürün maliyetini karşılamıyor.

Hayvanlarına yedirecekleri yemin fiyatı her geçen gün artıyor.

Yaşadıkları yerlerde altyapı sorunları hâlâ devam ediyor.

Tarımsal destek mekanizmaları yetersiz, tarımla uğraşanların sosyal güvenceleri yok.

Bu bir kısır döngü halini almış durumda.

Bu sorunları gidermek için zamanında projeler yapılmıştı.
Tarım ve hayvancılık ürünlerini çeşitlendirmeye, tarımsal destek mekanizmalarını arttırmaya, Yozgatlıya istihdam sağlamaya dönük projeler...

Ama bu projeler ya rafa kaldırıldı ya da bazı adımlar atıldıktan sonra durdular. Bu projeler arasında koordinasyon da yok, bu projelerin yaygınlaşması için bir çaba yok, Yozgat’ın sorunlarını çözecek bir akıl, fikir, yönetim zihniyeti yok!

Bizim bunların hepsini çözecek, Yozgatlı çiftçimize deva olacak projelerimiz hazır.

Yönetimdekiler aile içi kavgalarıyla uğraşmaktan Yozgat’ın sesini duymuyorlar.

Mesela Yozgat, Türkiye'nin en fazla şekerpancarı üretimi yapan illeri arasında ikinci sırada yer alıyor. Şekerpancarı üreticilerimiz sıkıntı çekiyor.

Mesela Yozgat’ta hayvan varlığı artırılmaya çalışılıyor. Yozgat’ın üniversitesinde Veterinerlik Fakültesi var. Ama bakıyorsunuz fakültenin hayvan hastanesi yok.

Bu sorunlar saymakla bitmez arkadaşlar...
Oysa Yozgat’ın sorunları çözülemeyecek sorunlar değil.

Yozgat’ın üniversitesi var. Yozgat’ın çalışkan insanları var. Yozgat’ın verimli tarım arazileri var.

Yozgat’ta tarımın teknolojiyle buluşması, ürün çeşitliliğinin arttırılması, bilinçli tarım yapılması, tarımsal destek ve sübvansiyonların, tarımsal üretime aktarılması, meyveciliğin ve jeotermal kaynaklar kullanılarak yapılan seracılığın güçlendirilmesi gerekiyor.

Yozgat, Doğu Anadolu’yu batıya, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan karayollarının kesiştiği noktada.

Biz, bu coğrafi konumu avantaja çevirecek projeler üzerinde çalışacağız.

Yozgat’ın Saat Kulesi, Büyük Camii, Fatih Camii, Hayri İnal Konağı, Başçavuş Camii var.

Antik kentleri var, kiliseleri var.

Büyük Nefes Antik Kenti, Çeşka Yeraltı Şehri, Alişar Höyüğü, Hattuşaş, Kerkenes Harabeleri, Sarıkaya Roma Hamamı var.

Çok sayıda arkeolojik eserin bulunduğu bir müzesi var. Yozgat’ın jeo-termal kaynakları var.

Yozgat, tarihi İpek Yolu’nun üzerinde. İpek Yolu’nun Yozgat’tan geçen bölümünde 4 ayrı han ve kervansaray var.

2011 yılında bir proje yapılıp bu han ve kervansarayların turizme kazandırılması planlanmıştı. Bakıyorsunuz, 5 yılda tamamlanacak proje şimdi rafa kalkmış.

Yozgat’a bırakın yabancı turisti, ülkemizden de çok turist gelmiyor.

Neden arkadaşlar? Çünkü bolca laf üretiliyor ama hiçbir şey yapılmıyor.

Bir şey yapacak kaynak da kalmadı artık. İsraf ettiler, tükettiler.

Yozgat’ın potansiyelini görmüyorlar. Ülkemize kattığı, katacağı değeri görmüyorlar.

Değerli arkadaşlar,

Yozgat’ta sanayi gelişemiyor. Az sayıdaki sanayicinin en önemli derdi kalifiye eleman. Çünkü Yozgat, yetişmiş insan gücünü göçle kaybediyor.

Yozgat’ta tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ve güçlendirilmesi önemli demiştim.

Yozgat’ta turizmin gelişmesi, sanayinin gelişmesi, Yozgat’ta üretilenin Yozgat’ta işleneceği sanayi tesisleri kurulması da çok önemli.

İşte bu yapılabildiği zaman, Yozgat sürekli göç veren, sürekli nüfusu azalan bir şehir olmaktan çıkacak.

Yozgat’ta göç tersine dönecek!

Yeter ki devlet kurumları, üniversite, sanayicilerimiz ve çiftçilerimiz iş birliği içinde çalışsın.

Yeter ki çiftçilerimize, sanayicimize gereken destek verilsin, yeter ki üniversitemiz desteklensin, cesaretlendirilsin.

İşte bunların olabilmesi için rantı değil, hayatı önceleyen bir yönetim anlayışına ihtiyaç var.

O yönetim tarafından liyakata uygun atanmış, işini en iyi biçimde yapabilen bürokratlara ve kurumlara ihtiyaç var.

Yani DEVA’ya ihtiyaç var!

***
Saygıdeğer arkadaşlar;

Deva Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Yozgat’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.