TBMM 3. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarım,
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
3 gün sonra Cumhuriyetimizin 100. Yaşını kutlayacağız.
Biz bu hafta, 100. Yaş programımızı başlatmış bulunmaktayız.
Kökümüz tarihin derinliklerinde. Geçmiş medeniyetlerimizden aldığımız güçle ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimizin birikimiyle yarınlara bakıyoruz.
Pazartesi günü Hatay’daydık, bugün öğleden sonra Anıtkabir’i ziyaret edeceğiz.
100.Yıl programımızın ana teması “Birlikte, Yüz Yüze, Nice Yüzlere”.
“Yüz yüze bakalım ki, daha nice yüzlerimiz olsun” diyoruz.
Biraz açayım:
Ülkemiz farklı fikirlerin ötekileştirildiği, farklı mahallelerin birbiriyle konuşmadığı ağır ve sancılı dönemler gördü. Görmeye de devam ediyor.
Türkiye’de herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes en az bir kere mağdur oldu.
Adeta acılarımızda eşitlendik.
Biz DEVA Partisi olarak hep tekrar ettik, bir kere daha söylüyorum:
Artık eski hesaplaşmaları, kavgaların geride bırakılması gerekiyor. Yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi.
Kavgalar, hesaplaşmalar hiçbir sorunumuza çare olmadı.
Geçmiş, doğruları ve yanlışlarıyla, içinden geçtiğimiz ortak bir geçmiş,
Geçmişi değiştiremeyiz. Geçmiş konusunda uzlaşmamızda kolay olmayabilir.
Ama bugünün ve yarının ipleri elimizde.
Yarınları, hepimizin ortak yarını yapabiliriz.
Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarınlara çevirebiliriz.
Mahallelere bölünmüş insanlarımızın arasındaki duvarları yıkabiliriz.
Yıkalım ki yüz yüze bakalım.
Birbirimize sırtımızı dönmeyelim.
Biz DEVA Partisi olarak diyoruz ki:
Yüz yüze bakalım ki, daha nice yüzlerimiz olsun.
Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlu olsun.
*****
Değerli Basın Mensupları,
100. Yıl programımız çerçevesinde geçtiğimiz pazartesi günü Hatay’daydım.
Cumhuriyet Bayramı’nı önce Cumhurla birlikte anmak istedim.
Binlerce yıllık kadim geçmişiyle Hatay, bizim köklerimizi ve bir arada yaşama kültürümüzü güçlü bir şekilde temsil ediyor.
Deprem anında ırk, din, mezhep, siyasi görüş ayrımı yapmaksızın birbirinin yardımına koşan Hataylılarla buluştum.
Antakya sokakları gezdim, vatandaşlarımızla dertleştim.
Hem Hatay’ın günlük problemlerini hem de önümüzdeki 100 yılı Hataylı vatandaşlarımızla konuştum. Bütün bu programın bir özetini birkaç parça halinde de sosyal medya hesaplarımızda ayrıca kısa özet videolar olarak paylaşacağız birkaç güne kadar.
Hatay’ın depremden bugüne sorunları bitmiyor.
8 ay tamamlandı, 9. Aya doğru giriyoruz hâlâ çadırlarda yaşayan insanlarımız var. Ve yağmur yağdığında çadırların altı çamur oluyor. Çadırların içerisinden yağmur suları sel olup akıyor.
Çocukların eğitim hayatı düzene girmiş değil. Okul sayısı az ve bu nedenle ders saatleriyle ilgili, ulaşımla ilgili çok ciddi sıkıntılar var.
Antakya’daki vatandaşlarımız, pek çok sağlık hizmeti için 100 km ötedeki Dörtyol’a gitmek zorunda kalıyorlar.
Her konuda belirsizlik var ve plan program yok
Yeni imar planı çıkacak deniliyor, ancak eski imar planına göre inşaat ruhsatları veriliyor. Bizzat gittim yerinde gördüm; bir bakanın temel attığı ve sadece Asi Nehri’nin yatağına 30 metre mesafede kazılmış temeller var.
İnanılır gibi değil. Plan yokken, eski plana göre inşaat ruhsatı veriliyor.
Buradan Hükümete çağrıda bulunuyorum:
Hatay için acilen bir koordinasyon mekanizması kurulmak zorunda. Diğer bütün illerimizin, depremden etkilenen illeriminiz için acilen koordinasyon mekanizmaları kurulmak zorunda. Bunu depremin 3. Günü akşam yine Hatay’dan bütün Türkiye’ye duyurmuştum. Bu sadece Merkezi hükümetin ‘ben her şeyi herkesten iyi bilirim, bildiğimi yaparım. Kimsede bana karışamaz’ tutumuyla çözülebilecek sorun değil.
Merkezi hükümetin, yerel yönetimlerin ve sivil inisiyatifin içinde olduğu koordinasyon mekanizmalarıyla ancak depremle ilgili sorunlar çözülebilecek. Aksi halde, 8 ay bitmiş, 9 aya yaklaşıyoruz ve hala yüz binlerce insan mağdur.
*****
Kıymetli Basın Mensupları,
Geçtiğimiz gün çok acı bir haberle karşılaştım.
Genç bir yazar arkadaşım Oğuzcan Acar, annesiyle beraber cinayete kurban gitmiş…
21 yaşındaki kardeşi de komada, yaşam mücadelesi veriyor.
Oğuzcan’ı da kaybettiğimiz bu cinayet, yine bir kadın cinayeti…
Oğuzcan’ın annesi Züleyha Acar, 3 sene evvel eşinden şiddet nedeniyle boşanmak için yargıya başvurmuş.
Şiddet nedeniyle koruma kararı da çıkmış.
Ama geçtiğimiz akşam Nevzat Acar, eve gelip hem çocuklarına hem eski eşine ateş açmış; ardından da kendisini öldürmüş.
Nevzat Acar’ın önceden de şiddet girişimleri var ancak yeterli tedbirler alınmamış.
Suç bile olmaması gereken fikir suçu iddialarında dahi, anında tutuklamalar yapılırken, kadına şiddette katliamların önü açık tutulması anlaşılır gibi değil.
Çok üzücü. Çok kahredici.
Gencecik yazar arkadaşım Oğuzcan’ı ve annesini maalesef kaybettik. Allah rahmet eylesin.
Kardeşi Nur Seda’ya da buradan acil şifalar diliyorum.
Ülkemizi şiddet sarmalından çıkarmak zorundayız.
Aile içi şiddete de kadına şiddete de sokaktaki şiddete de hep beraber dur demeliyiz.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bugün, içinde bulunduğumuz ekonomik tabloya da kısaca değinmek istiyorum.
Ülkemizde şu anda çok derin bir psikolojik bunalım var. Bununda en önemli sebebi yaşanan ekonomik kriz.
İnsanlar gelecek kaygısıyla yaşıyor.
Kendi yerli ve milli paramız o kadar değersizleşti ki, vatandaşlarımız elindekini avucundakini korumak için çare arıyor.
Bilgisi ve ilgisi olmayan binlerce insan, sağdan soldan duyduğu farklı yöntemlerden medet umuyor.
Bunlar hep çaresizlik yüzünden.
Böyle bir ortamda, böyle bir kaos ortamında dolandırıcılık faaliyetleri de fazlasıyla artmış durumda.
Bakın, son bir aydır benim ismimin de karıştırıldığı bazı sahte haberler, uydurma reklamlar vatandaşlarımızın önüne düşüyor. Uydurma söyleşiler var ki bu uydurma söyleşilerin karşı tarafı olan gazeteci arkadaşlarında bu konuda suç duyuruları var.
Biz ne yaptık? Hem bu konular önümüze geldiği anda bir açıklama yaptık “Sakın ha bu haberlere inanmayın” dedik ve arkasından da suç duyurularına başladık.
Ancak ben buradan vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum:
İnternet üzerinde benim veya bir başkasının isminin üzerinden kullanarak, herhangi bir yatırım tavsiyesi reklamı, uydurma haberi karşınıza çıktığında lütfen o linklere tıklamayın.
Tanımadığınız, bilgisine güvenmediğiniz insanlardan gelen bu tür paylaşımları açmayın.
Dolandırıcıların tuzağına düşmeyin.
Kriz zamanlarında ortaya çıkan sahtekarlara aldanmayın. Ve bunu sosyal medyada özellikle finansal okur yazarlığı düşük olan kesimleri hedefleyerek yapıyorlar. Bir haberin gerçek haber mi, yoksa gerçek süsü verilmiş bir fotoğraf olduğunu belki de görüpte anlayamayacak kesimler üzerinden oynayarak bu işi yapıyorlar. Ben buradan tekrar basınımızın önünde ve kamuoyunun önünde huzurunda bu uyarıyı yapmak istiyorum.
*****
Değerli basın mensupları,
İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırılar yoğun bir şekilde devam ediyor.
Gazze’de büyük bir insanlık faciası yaşanıyor.
Bugüne kadar 1400 İsrailli, 6.500’den fazla Filistinli hayatını kaybetti.
Ölen Filistinlilerin yarısı çocuk. Kadınlarla çocukları topladığın zaman, toplam sayısı ölenlerin 3’te 2’nden fazla ediyor.
Geçici bir ateşkes sağlanması konusunda anlaşma sağlanabilmiş değil. Bakın kalışı değil, geçici bir anlaşma. Yani silahlar belli süre sussun, insani yardım ulaşsın konusunda bile bir anlaşma yok.
Pek çok Batı ülkesi Rusya’nın Ukrayna’yı hukuksuz bir şekilde işgaline karşı çıkmıştır ve Ukrayna’ya askeri yardımda finanslar yardıma bulunmuştur.
Şimdi aynı ülkeler, İsrail’in Gazze’yi hukuksuz bir biçimde işgal etmesini desteklemekte, işgal eden tarafa yani İsrail’e, finansal ve askeri destek vermektedir.
Bu tam bir çifte standarttır. Tam bir tutarsızlıktır.
Bakın, daha dün, Beyaz Saray sözcüsü mealen ne demiş:
“ABD ateşkese karşıdır, çünkü ateşkes Hamas’ın yararına olacaktır. İsrail Gazze’yi Hamas’tan temizlerken sivil ölümler kaçınılmazdır”
Başka ne demiş?
“Bu süreç karışık olacak, çirkin olacak ve suçsuz siviller de zarar görecek” demiş.
İnanılır gibi değil.
Yahu arkadaş, savaşlarda sivillerin korunması uluslararası insancıl hukukun temel ilkeleridir. “Ben hedef gözetmeden düşmanı hedef almak için her yeri bombalarım ama düşmanın etrafında da siviller var anlamam, onlarda arada ölürse ölür” böyle bir şey yok.
Bakın, siz şunu diyemezsiniz: “Biz bir terör örgütüyle savaşıyoruz, arada siviller tabi ki ölecek”. Böyle bir şey yok. Uluslararası hukukta böyle bir şey yok.
Bunu demek, “ben uluslararası anlaşmalara uymuyorum”, “uluslararası hukuku tanımıyorum” demektir.
Bu durum 1949 Cenevre Sözleşmelerine, 1977 tarihli ek protokollere aykırıdır. 1998’de imzalanan Roma Statüsüne aykırıdır.
İsrail hükümetinin işlediği insanlık suçlarına ABD tarafından açık destek verilmesi kabul edilemez.
Hiçbir ayrım yapmadan sivillerin üzerine her gün bomba yağdırmak, ardında da en temel insani ihtiyaçların Gazze’ye girmesini kısıtlamak insanlık değildir. Hukuksuzluktur, suçtur.
Şu anda Gazze’ye en temel insani ihtiyaç malzemeleri; Su, gıda, ilaç.
Hastanelerin jeneratörlerinin çalıştıracak yakıt temininde bile çok büyük sorun var.
Bunlar bakın, sadece Gazze’den gelen haberler değil, Birleşmiş Milletler ’in kendi tespitleri ve kendi resmî açıklamalarından da görüyoruz. Tarafsız gözlemcilerinde tespitidir bu.
Hastanelerin bir kısmı tamamen bombalanmış, devre dışı kalmış. Geri kalan hastanelerde de yaralılar, ölümcül hastalar tedavi görememektedir.
Bu savaştan önce Gazze'de yaşayan 2 milyon 200 kişiye, günde 150 kamyonluk bir tedarik söz konusuydu. Yani orada yaşayan 2 milyon 200 kişinin ihtiyacı günlük 150 kamyonluk bir sevkiyatla karşılanıyordu. Abluka altında ya sadece tek bir kapıdan girişler var…
Birlemiş Milletler açıkladı, “günde en az 100 kamyon insani yardım girmezse burada insanlar ölecek” dedi.
İlk gün izin verilen kamyon sayısı 20, ikinci gün 17 kamyon. Yani bu ne demek? “Orada insanlar ölsün bize ne” demek.
Uluslararası kuruluşları ve hükümetleri derhal hukuka davet ediyorum.
Onları insanlığa davet ediyorum.
*****
Değerli Arkadaşlar,
Sayın Erdoğan’ın İsrail konusundaki tutumuna da kısaca değinmek istiyorum.
Öyle anlaşılıyor ki, arabuluculuk veya garantörlük çabaları sonuç vermeyince, Erdoğan İsrail’e karşı tutumunu sertleştirdi.
Evet, İsrail’in yaptıkları gerçekten en sert tutumu hak ediyor.
Ancak, ben buradan Sayın Erdoğan’a şunu sormak istiyorum:
Siz önce İsrail’le Türkiye’nin ilişkilerini tamamen bozdunuz. Bunun gerekçesi de Filistinli kardeşlerimizin karşı karşıya kaldığı tecrit, onların karşı karşıya kaldığı zulüm. Kutsal mekanlara yapılan her türlü saygısızlık, her türlü provokasyon. Ve yine İsrail’in yerleşke sayılarını çoğaltması ve genişletmeseydi. İlişkilerin bozmanın sebebi, özü bunlardı.
Daha sonra siz tuttunuz, ilişkileri düzeltmek için büyük bir çaba içiresine girdiniz.
Büyükelçi gönderdiniz, Büyükelçi göndermelerini talep ettiniz. Bakın bu ilişkileri düzeltme çabası, Türkiye tarafından geldi. Türkiye, İsrail'in peşinden koştu ilişkileri düzeltmek için.
Bundan tam 36 gün önce, bu tarihten tam 36 gün önce de Sayın Erdoğan gitti New York’ta Netenyahu’nun elini sıktı.
Peki şimdi soruyorum: Siz İsrail’le ilişkileri bozduktan sonra, İsrail hangi adımları attı da ilişkileri düzelttiniz?
İlişkileri bozduktan sonra, Filistinli kardeşlerimizin hayatlarında nasıl bir düzelme oldu da ilişkileri tekrar düzeltme için gayret gösterdiniz.
İsrail'in kutsal mekanlara saygısı ile alakalı hangi düzelme oldu?
Mescidi Aksa'nın hemen hemen her gün taciz edilmesi söz konusu değil miydi?
Yerleşkelerin sayısı çoğalmıyor muydu? Yerleşkeler çoğalmıyor muydu?
Bütün bunlar devam ederken ilişkililer bozmak için gerekçe gösterdiğiniz her şey yerinde dururken ve büyürken niçin tutunuz ilişkileri birdenbire düzeltmeye karar verdiniz? Ben buradan sayın Erdoğan’a soruyorum…
Bozdu, bozmasına gerekçe gösterdiği hiçbir şey düzelmeden gitti ilişkileri düzeltmek için gayret etti. Şimdide büyük bir açığa düştü. Onun “U” dönüşleri, onun manevraları, çabasıyla.
Bakın, bu çok büyük bir tutarsızlıktır, bu ülkemiz için çok büyük bir itibar kaybına sebep olmuştur, bu tutarsızlıklar. Böyle bir sarıl, bir bağır, itibarlı ülkeler bunu yapmaz. Tutarlı bir dış politika çizgisi olur itibarlı ülkelerde.
Ülkemiz adına gerçekten üzülüyorum.
Avrupa Birliği ve Dışişleri Bakanlığı yapmış bir insan olarak bu tabloya gerçekten çok üzülüyorum.
Yazık… çok yazık diyorum.
*****
Değerli basın mensupları,
Bugünkü haftalık değerlendirme toplantımıza katıldığınız için teşekkür ediyorum. Ve soruların varsa toplantının bundan sonraki bölümünü soru-cevapla devam ettirilelim.
Buyurun.
*****