GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN BÜYÜKÇEKMECE İLÇE KONGRESİ KONUŞMA METNİ
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
İstanbul il teşkilatımızın ve Büyükçekmece ilçe teşkilatımızın değerli başkanları,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,
Değerli muhtarlarımız,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Büyükçekmece ilçe teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.
Türkiye’yi il il ilçe ilçe geziyoruz. Sadece ben değil genel başkan yardımcılarımız, genel merkezde görevli tüm arkadaşlarımız, yönetim kurulu üyelerimiz, kurucularımız. Ülkemizi bir nakış dokuma hassasiyetiyle damla damla kuşatıyoruz.
Daha geçen hafta Çorum’daydım, Yozgat’taydım, Sivas’taydım, Tokat’taydım. Gittiğimiz her ilde ve ilçede çarşı, pazar esnafımızla, çiftçilerimizle buluştuk. Genç arkadaşlarımızla, öğrencilerimizle oturduk, dertleştik. Vatandaşlarımızı dinledik. Dertlerini anlamaya çalıştık. Bir yandan da ülkemizdeki bütün bu sıkıntıları, sorunları vatandaşlarımızdan dinledik. Kendi çözüm önerilerimizi de onlara aktardık.
Bugün de Büyükçekmece’deyiz. Büyükçekmece’de aslında 12 Eylül tarihinde hep beraber ilçe binamızın açılışı vesilesiyle çok güzel bir programda buluşmuştuk. Bugün Büyükçekmece ilçemizde yaptığımız ikinci program. Bu kongre vesilesiyle sizlerle beraber olmak büyük bir mutluluk. Bu organizasyondan emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Yarın da Sultangazi ilçemizdeki benim katılacağım ilk programı gerçekleştirmiş olacağız. Önümüzdeki hafta yine İstanbul’dayız. Aralık’ta yine İstanbul’dayız. Artık İstanbul’da yoğun bir şekilde sahadayız.
Şunu görüyoruz ki; İstanbul DEVA’nın damlalarına aslında hasret kalmış. Biz de gerçekten İstanbul’u özlemişiz. Karşılıklı bir hasret giderme süreci yaşıyoruz aynı zamanda. İstanbul en büyük ilimiz. Aynı zamanda dünyada Türkiye’nin en çok tanınan, en çok ziyaret edilen ili. İşte bu güzel ilimizde, 39 ilçesiyle Türkiye’nin en büyük ilinde. Artık DEVA Partisi her yerde var. Her caddede sokakta varız. İnşallah bütün ilçe teşkilatlarımızın mahalle görevlilerini tespit etmesiyle beraber her mahallede olacağız.
Sandık bölgesi görevlerimizi belirlememizle beraber her sandık çevresinde olacağız. Mutlaka dokunacağız. Hem dinleyeceğim hem de bol bol vatandaşlarımıza anlatacağız.
Bizim medya imkanlarımız sınırlı ama teşkilatlarımız aracılığıyla bu aracıya yani medyaya çok da bağımlı kalmadan birebir vatandaşlarımıza dokunarak yolumuza devam edeceğiz.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bizler hükûmetteyken, liyakatli kadrolar varken, istişare ve ortak akıl varken, Türkiye bir özgürleşme dönemi yaşadı. Bir zenginleşme dönemi yaşadı. Bir yandan demokratikleştik bir yandan da kalkındık. İki sütuna dayanan bir reform süreci yaşadık hep beraber Türkiye’de.
Gerçekten bir dönem bizlerin de içinde olduğu bir ekip Türkiye’de bir tarih yazdı. Bunu gerçekleştirdik. 3500 dolardan aldık milli gelirimizi 12500 dolara ulaştırdık. İhracatımızı 36 milyar dolardan aldık 132 milyar dolara ulaştırdık. Bunu bu ülkede Türkiye’de gerçekleştirdik.
Ardından özellikle bizler ayrıldıktan sonra, ortak akıl ve istişare bir kenara bırakıldıktan sonra ülkemizde keyfi yönetim egemen oldu.
2018’de partili ve taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile hak ve özgürlüklerimiz birer birer elimizden alınmaya başladı.
Bu kötü yönetimle; ülkemiz, ekonomiden dış politikaya, tarımdan hukuka kadar her alanda geriledi, geriliyor.
Hani bu ucube sistemin oylanacağı günlerde Türkiye’nin uçacağı söyleniyordu ya...
Türkiye bir yere uçmadı. Ama Türkiye, bu ülkenin gençlerinin ilk buldukları uçakla başka ülkelere uçmak istediği bir ülke oldu.
Türkiye adeta uçurumdan aşağı itildi.
“İstikrar getireceğiz” vaatleriyle sunulan bir sistem, ülkemizi yoksullaştırdı. Bu sistem ülkemizi dünyada yalnızlaştırdı, demokrasiden uzaklaştırdı.
Başka bir ülke düşünüyor musunuz ya? Dış politikanın olmadığı bir ülkede nelerin yaşandığını hep beraber şahit oluyoruz. Daha bundan beş sene önce 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğu söylenilen, bu hükûmetin bakanlarının kontrol ettiği medyanın hain diye ilan ettiği, 15 Temmuz’a destek verdi diye itham ettiği bir ülkenin veliaht prensini geçen hafta devlet töreniylekarşıladılar.
Ben bu geçen süre içerisinde bir özür duymadım. Burada birilerinin çıkıp bu milletten, bu halktan özür dilemesi lazım. Değil mi? Ya o ülkenin yetkilileri çıkıp diyecek ki, “Evet ya biz hata ettik. Kusura bakmayın çok büyük hata ettik. Bir darbeye destek verdik. Özür diliyoruz.” diyecek.
Ya da bizim ülkemizin hükûmeti, cumhurbaşkanı diyecek ki, “Ya biz sizi haksız yere itham etmişiz kusura bakmayın” diyecek. Özür dileyecek. Ama bir ülkenin diğerinden bir şekilde özür dilemesi lazım böyle bir buluşma için. Bu kadar yüzsüzlük olabilir mi ya? Bu millet bu kadar kandırılabilir mi?
Ne oldu? Bu hükûmetin cumhurbaşkanının kendi kabinesinde bakanlar itham ederken, gazetelerin birinci sayfasında, televizyon haberlerinin birinci sırasında bu ülke düşmen ilan edilirken ne oldu da döndünüz dolaştınız bugün dost oldunuz. Ben bunu bu ülkenin vatandaşı olarak merak ediyorum.
Aynı zamanda bu ülkede üç sene Avrupa Birliği Bakanlığı, iki sene Dışişleri Bakanlığı yapmış bir tecrübem olması itibarıyla da merak ediyorum. Bu ülke,
bu millet, 84 milyonluk ülke sizin sürekli aldatmacalarınıza, kandırmacalarınıza maruz kalmak zorunda değil ki. Hangisi doğru, hangisi?
Daha son aylara kadar bu ülkeyi itham etmeniz mi doğru bunlar haindi, düşmandı diye? Yoksa dostum diye kucaklayıp bize çok para getirin diye yalvarmanız mı doğru? Bunlardan birini açıklamanız lazım.
Ama değerli arkadaşlarım, biz adına sistem denen, ama tam bir sistemsizlik olan bu süreci artık tarihe gömeceğiz.
Bugünün ve yarının Türkiye’sinden silip atacağız.
Tabii sorun sistem sistem diyoruz ama sadece sistemle de ilgili değil. Ülkeyi yöneten zihniyetle ilgili. Hep diyoruz sadece sistemin düzelmesiyle bu ülkede işler düzelmez. Topyekûn bir zihniyet değişikliği lazım. Topyekûn bir iktidar değişikliği lazım diyoruz. Ancak öyle bu ülke toparlayacak diyoruz.
Hiç endişeniz olmasın bakın. Bu partili taraflı cumhurbaşkanlığı sistemi, tarih kitaplarında kısa bir bölüm olarak yer alacak. Yarım sayfa bir sayfa. Türkiye’nin uzun tarihinde yarım sayfa bir sayfa yer alacak. Ne diyecekler o bölüme? Türkiye’nin gerileme dönemi diyecekler. Nasıl ülkelerin bir yükselme dönemi vardır, duraklama bir de gerileme dönemi vardır. İşte bu da bizim yakıntarihimizin o sürecin bizim gerileme dönemimiz olarak tarih kitaplarında yazacak.
Tarih kitapları, bu taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin uygulandığı dönemi, bu sistemi “bir kişinin duyguları ve dürtüleriyle koskoca ülke hızla fakirleşti, yoksullaştı, geriledi” diye anlatacak.
Gelin, şöyle bir muhasebe yapalım:
Çok da fazla detaya girmeden sadece bizlerin ekonomi yönetiminin başında olduğumuz dönemde ortak aklın ve istişarenin ve liyakatli kadronun olduğu dönemde Türkiye’de ne oluyordu? Son üç yıldır taraflı partili cumhurbaşkanlığı döneminin yani Sayın Erdoğan’ın tek imzayla aklına geleni yaptığı dönemde memleketimizde neler yaşandı kısa birkaç grafikle görelim.
Biliyorsunuz, biz Türkiye ekonomisinin yönetimini iki defa teslim aldık. Bir;2002. Krizden hemen sonra. İki;2009. Küresel krizden hemen sonra. İkisinde de kriz vardı. Çok şükür ikisini de çözdük ekonomiyi ayağa kaldırdık.
Çok karanlık günlerden ülkemizi aydınlığa, refaha ulaştırdık. Ama şu tek kişilik sistemin muhasebesini bir yapmamız lazım.
Büyüme hızıyla başlayalım.
Hani rakamları eğip bükerek “şu kadar büyüdük, bu kadar büyüdük” diye övünüyorlar ya... Bakalım büyüme bizim dönemde nasılmış, son üç yıldır nasıl? Grafikle görelim.
Grafik-1 (büyüme hızı-mukayeseli)
Arkadaşlar, bu yıllık büyüme oranı. Bu şu demek? Yüzde 7,3 ne demek biliyor musunuz? Her sene ortalama arka arkaya 7,3 büyüme demek. Yani ekonomimizin büyüklüğü 100 ise bunu 107,3 yapıyorsunuz. 107,3’ün de 7,3’ünü alıyorsunuz. Yani katmerliye katmerliye çarpan etkisiylebüyütüyorsunuz ekonomiyi.
Bu biraz teknik bir tabir ama geometrik ortalama. Aritmetik ortalama değil yani. Yüzde 7,3’leri çarpa çarpa büyüyorsunuz. Bir yıl yüzde 7 büyüyorsunuz, oraya geliyorsunuz, bir daha onun yüzde 7’si.
Tam 11 yıl boyunca yani ekonomi yönetiminde ehil kadroların, liyakatli kadroların, istişarenin ve ortak aklın olduğu dönemde ortalama büyüme hızı bu. Bu teşhir edilmiş, tarihe geçmiş.
Gelelim partili staraflı cumhurbaşkanlığı sistemine. Ortalama kaç? Yüzde 3,6.
Tabii bu eski rakamlar güvenilir, sağlam rakamlar. TÜİK’in bağımsız bir şekilde hesap edip açıkladığı rakamlar. Oysa şu son 3,6 TÜİK’in, değişen TÜİK’in, bağımsızlığını kaybeden TÜİK’in, hükûmetin tamamen emri altına giren TÜİK’in makyajlanmış rakamları. Bu rakama inanıyorsak, 3,6’ya inanıyorsak bu kendi açıkladıkları.
Bunlar büyüyoruz diyorlar ama, büyümeyi hisseden bu ülkede kimse var mı?
Çıkıyor cumhurbaşkanı, ben hayret ediyorum. İki lafın başı “Şu kadar büyüdüki bu kadar büyüdük.”
Her gün sokaklardayız. Ertesi gün ben vatandaşlarımıza soruyorum. Ekonomimiz büyümüş haberiniz oldu mu diyorum.
Diyorlar ki bana “Bizim cüzdanımız küçüldü, biz bunu biliyoruz” diyorlar. “Her birimiz cüzdanımızın küçüldüğünü hissediyoruz.”
Her şey çok açık, ülke ekonomisi ne zaman şaha kalkmış ne zaman ilerlemiş. Vatandaşımızın mutfağı ne zaman huzurla dolmuş, hepsi çok açık, çok net.
Bir başka veri: dolar cinsinden kişi başı milli gelire bakalım.
Grafik-2 (dolar cinsinden mg-mukayeseli)
Dolar cinsinden önemli çünkü bu dünyaya göre satın alma gücümüzü gösteriyor. Teknoloji ürünlerine, özellikle maliyeti döviz bazında olan ürünlere ne kadar kolay erişiyoruz ne kadar zor erişiyoruz. Onu gösteriyor bu.
Diğer ülkelere göre ne kadar zenginiz ne kadar fakiriz bunu gösteriyor. Onun için dolar bazından kişi başına düşen milli gelir önemli. Ne olmuş? Liyakatli kadroların, istişarenin, ortak aklın devrede olduğu dönemde Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir yılda ortalama yüzde 12,2 büyümüş. Bu da geometrik ortalama. Yani katlaya katlaya gidiyor.
Yüzde 12 büyüyorsunuz, büyüdüğünüz noktanın da yüzde 12’sini alıp bir daha büyüyorsunuz. Öyle bir büyüme.
Peki, gelelim son üç yıla. Partili taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi başlamış. Tek yetkiyi istiyorum diyen tek yetkiyi eline almış. Aklına eseni yapmaya başlamış. Ne olmuş? Yıllık ortalama yüzde 2,9 milli gelirimiz düşmüş. Hesap ortada.
Bakın, biz artırmışız onlar düşürmüş. Biz bu milleti zenginleştirmişiz, onlar yoksullaştırmış. Muhasebe burada. Hesap çok açık.
İşte bunun için gerileme dönemi diyorum.
Görünen köy kılavuz istemez. Her şey ortada.
Bakın, bizim ekonomide en başarılı olduğumuz dönemde, dış politikada en başarılı olduğumuz dönemlerde ki o 2002-2009 arası her alanda ne diyorlardı?
O ehliyetli, liyakatli kadrolar çalışırken, istişareyle iş yapılırken ne diyorlardı? Çok güçlü bir liderlik var, güçlü lider bu başarıyı elde etti diyorlardı değil mi?
O dönemi hatırlayalım. Güçlü lider. Güçlü lider geldi başarı elde etti. Peki şu son üç yıldır ülkede güçlü lider yok mu? Üstelik bütün gücü tek elinde toplayan bir lider yok mu? Yargıyı tamamen kontrol altına alan, Meclisi tamamen kontrol altına alan, sivil toplumu susturan, özel sektörü sindiren, aklına geleni yapan bir lider yok mu şu an? Böyle bir cumhurbaşkanı yok mu?
Peki niye başaramıyor? Demek ki neymiş? Öyle güçlü lider tek başına her şeyi başarırmış, süper kahraman falan yok öyle bir şey ya. Yok öyle bir şey. Onlar filmlerde, hikaye kitaplarında... Yok öyle bir şey.
Bir ülkenin gücü güçlü kurumlarında olur. Bir ülkenin gücü hukukla yönetilmesiyle olur. Bir ülkenin gücü kurallara bağlı bir yönetim anlayışıyla olur. Bir ülkenim gücü iyi yetişmiş, iyi eğitim almış, genç bir nüfusuyla olur.
Bütün bunlar olacak ama tabii ki bir koordinasyon lazım. Tabii ki bir eşgüdüm lazım. Tabii ki bir yönetim kadrosu lazım. Ama siz önce temelleri sağlam tutacaksınız.
Siz liyakatli kadroları devre dışı bırakın, yanlış insanları etrafınızda toplayın, istişareyi bir kenara bırakın, benim alanım ekonomi deyin, ben ekonomistim deyin, ekonominin kitabını yazdım deyin ondan sonra memleketin ekonomisini böyle batırın. Geldiğimiz nokta bu.
Bu tutarsızlığı herhalde fark etmek lazım değil mi? Daha iki hafta önce biz ekonominin kitabını yazdık diyor. İki hafta sonra şimdiye kadar yaptığımız şeyler yanlıştı bize engel oluyorlardı artık biz modelimizi değiştireceğiz diyor. Ya bir karar ver hangisi. Yani gerçekten başarılı oldun, ekonominin kitabını mı yazdın zamanında yoksa geçmişte bir sürü yanlışlar yapıldı artık ben aklıma gelen doğruları mı yapıyorum diyorsun? Bir karar ver. Bu kadar tutarsızlık olmaz ki ya.
İnanın bu milleti cahil yerine koyuyorlar. Bu milleti anlamaz zannediyorlar. Hiç öyle zannetmesinler. Millet her şeyim farkında. Daha yeni bakın Sivas’ta, geçen hafta yolda yürüyoruz akşamüstü arkadaşlarımızla esnaf ziyareti yapıyoruz. Baktık kaldırımın üstünde bir hacı amca tabii Sivas soğuk akşamüstü yün beresini takmış, uzun sakalı var, bir taburenin üzerine oturmuş yolunda kenarında kağıt mendil satıyor.-
Yaşı zannederim 74,75. Selam verdik, selamünaleyküm aleykümselam. Nasılsınız dedim, sağlık sıhhat nasıl... Döndü, iyiyim evlat ya dedi. Sonra ayağa kalktı biraz zorlanarak, dedi ki “Ben seni iyi tanıyorum, sizin zamanınızda bu ülkede işler çok iyi gitti. Çok hizmetiniz dokundu. Ama bunlar şu anda mahvettiler. Gönlüm de desteğim de sizinle” dedi. Oturdu kenarda kağıt mendil satmaya devam etti.
Bu Anadolu’nun bağrında oluyor. Onlar zannediyorlar ki anlamazlar ya ne anlatsak yutarlar ne anlatsak doğru kabul ederler. Öyle değil.
Yalanı bir söyle iki söyle üç söyle bir süre sonra adamlar “ya dur ya bu doğru mu değil mi, bir dakika.” der. Eskiden gelen güvenle söylenmiş birinci yalan zemin bulabilir. Eskiden gelen güvenle söylenmiş ikinci yalan da belki inandırabilir. Ama siz üçüncü, dördüncü yalanı söylüyorsanız biter. Yılların biriktirdiği güven sıfır olur.
Ama bunların ülkemize verdiği zarar, keşke bu kadarla sınırlı kalsaydı. Gerçekten arkadaşlar farkı görüyorsunuz.
Bu milletin alın terini, bilek gücünü, akıl gücünü nasıl küçülttüler görüyorsunuz. Rakamlar ortada.
Biz gördükçe kahroluyoruz.
Bir bizim dönemimizdeki hayat standardına bakın, bir de şimdikine. Daha dün gece birkaç gençle sohbet ediyoruz. Bir tanesi “Ben üniversite birdeyken dört beş aylık KYK bursumu biriktirdiğimde tam 15 gün Avrupa’da tatil yaptım ve iyi otellerde kaldım. İyi restoranlara gidip yemek yedim” dedi. Şu anda 25,26 yaşında. Ne zaman olmuş? 7,8 sene önce. Bakın daha 7,8 sene önce. KYK bursu için verilen para bir gencimizin 15 gün Avrupa’da tatil yapmasına yetecek bir para. Bugün böyle bir şey mümkün mü?
Euro ile çarpın bakalım. Bir şişe su Almanya’da kaça bir çarpın. Bir kutu meyve suyu İtalya’da kaça. 13,14’le çarpınca acayip rakamlar ortaya çıkıyor. Bildiğiniz gibi değil yani. Bunların hepsi hayal oldu. Bir zamanlar bu kendine güvenen, bütün dünyayı ben giderim görürüm ama memleketimi de severim diyen gençler artık kendi geleceklerini başka ülkelerde kurgulamak istiyorlar. Kendi yarınlarını başka ülkelerde planlıyorlar. Yazıktır. Çok yazık.
Bir konu daha var. Sayın Erdoğan Davos’ta “One minute” demişti. O zaman ekonomiye bir şey oldu mu? Hatırlayalım o günleri. Piyasalar karıştı mı kur sıçradı mı? Niye hiçbir şey olmadı? Çünkü temellerimiz sağlamdı. Çünkü Merkez Bankasının rezervleri yüksekti. Merkez Bankasının yedek akçelerini istiflemiştik duruyordu yedek. Merkez Bankasının rezervlerini hazırlamıştık.
Merkez Bankasının rezervleri kendi tabirleriyle söyleyeyim, ekonomik savunma cephanesidir. Yoksa niye biriktiriyorsunuz rezervi? Rezerv ne işe yarar? Rezerv kötü günler içindir. İçeride ya da dışarıda olabilecek riskli, kötü gelişmelere karşı ya da pandemi yaşadık, bu tür gelişmelere karşı ülkenin koruma kalkanıdır.
One minute dedi bakın hiçbir şey olmadı. Sonra bizler ayrıldık. Ortak akıl bir kenara atıldı. İstişare bir kenara atıldı. Bir önceki Amerikan başkanı Trump’tan bir mektup geldi hatırlıyor musunuz? “Aptal olma” mektubu.
O günler de piyasadaki çalkantıyı hatırlıyorsunuzdur değil mi? Yok, Papa ziyaret edildi, edilmedi, şu serbest bırakıldı, bırakılmadı. Devamlı piyasalar çalkalandı durdu. Siz işte o ekonominin temelini zayıflatırsanız, ülkenin Merkez Bankası rezervlerini cayır cayır satarsanız eksi 50 milyar dolara düşürürseniz, yedek akçeleri sıfırlarsanız işte elin adamı gelir size bu ağır lafları da söyler. Tek bir kelimeyle karşılık veremezsiniz çünkü korkarsınız. Ya galiba piyasalara bir şey oluyor, galiba ülkeye zarar verecek bunlar diye.
Siz sağlam tutun ülkenizi, ekonominizi sağlam tutun. Ondan sonra da rahat rahat göğsünüzü gere gere bütün dünyada doğrular konuşun. Hiç merak etmeyin bakın, nasıl ülke içerisinde hakkı, adaleti konuşan itibar görürse dünyada da öyle. Siz dünyada hakkı konuşun, adaleti konuşun, tutarlı olun; itibar, saygı görürsünüz. Sözünüzün gücüyle pek çok işi yaparsınız.
O sözün gücü, itibar; paranın da askeri gücün de çok daha üstünde çıkar sağlar ülkeye. Çok daha büyük başarılar elde edersiniz. Bunlar hem ülkemizin itibarını iki paralık ettiler, hem ekonomimizi.
Hem sözümüzün gücünü yok ettiler hem cebimizdeki parayı.
Hem iddialı bir ülke olma vasfımızı sıfırladılar, hem gençlerin hayallerini. Bu kadar hızlı bir kötüye gidiş olamaz.
Ama gittik geldik ne oldu? Bir yandan “nas” bir yandan “kurtuluş savaşı”. Bu nidalara hapsolduk. Bir yandan vatandaşlarımızın en temiz dini duygularını istismar edecek bir yandan da en temiz milli duygularını istismar edecek. Ne olacak? Bu bütün ekonomik sorunların üzerini kapatmaya çalışacak. Bu kadar ucuz değil. Artık biz varız. Biz sizin yanlışlarınızı gösteriyoruz, işaret ediyoruz. İzin vermiyoruz. Halkımızı aldatmanıza izin vermiyoruz, vermeyeceğiz. Doğruları anlatacağız.
Ama çok rahatsız oluyorlar. Ne oldu? Sayın Erdoğan kendine bağlı medyasıyla bir “ekonomik kurtuluş savaşı” diye bir şey uydurdu. Biz de çıktık hemen birkaç saat sonra öyle bir yok dedik ya. Ekonomik kurtuluş savaşı falan yok dedik. Siz ne diyorsunuz dedik. Yani milletimize açlığa razı olur, fakirliğe, yokluğa razı ol çünkü savaştayız mı demek istiyorsunuz dedik.
Bu millet her türlü fedakarlığa, her türlü cefakarlığa hazır olur, razıdır ama ülkemiz gerçekten bir savaşın içindeyse razıdır. Sizin kendi kendinize çıkarttığınız ekonomik krizin bedelini bu millet ödemek zorunda değil ya. Kimse kusura bakmasın.
Sözüm ona, halkımıza vatan diyerek, bayrak diyerek, toprak diyerek nas diyerek; yoksulluğa, açlığa göz yummasını sağlayacak. Bu kadar ucuz değil artık. Biz varız biz. Hiç.
Sözüm ona milleti “krizin sebebi dış güçler” diyerek kandıracaklar. Yok artık. Hangi kurtuluş savaşı, hangi dış güç ya?
Olan biten, sadece, hükümetin yanlışlarının bedelini bu milletin ödemek zorunda kalmasıdır.
Yanlışı hükümet yapıyor, hesabı millete kesiyor. Hiç kimseyi kandıramazlar.
Ha bu bir itirafsa bilelim. “Biz ülke ekonomisini 100 sene öncesine, işgal günlerindeki ekonomik seviyeye döndürdük” diyorlarsa o ayrı mesele.
Maşallah çöküşte çok başarılılar ama, biz bu kandırmacaya müsaade etmeyeceğiz.
Biz zamanında bu ülkenin önce demokrasisini ve hukukunu ayağa kaldırdık. Eş zamanlı olarak ekonomisini canlandırdık. Bir yandan Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamak için sürekli anayasal ve yasal reformlar yaparken bir yandan da ekonomide aklın ve rasyonalitenin gereğini yaptık. Vatandaşımızın refah seviyesini arttırdık.
Bunları, bugünkü iktidar har vurup harman savursun diye yapmadık.
Merkez bankasında yedek akçe biriktirdik, döviz rezervleri biriktirdik. Biz yaptık bunları, biz.
Ve taraflı, partili cumhurbaşkanı, akraba bakanla el ele verip hepsini çarçur etti.
Neredeyse 3 yıl oldu, 2019’un başında cayır cayır satmaya başladıkları 130 milyar dolarlık döviz rezervini, nereye, ne zaman, nasıl sattıklarını hala açıklamadılar. Soruyoruz nerede bu para diyoruz. İlk açıklaması; “pandemi için harcadık.” İkinci açıklaması; “yerinde duruyor.” Üçüncü açıklaması; “deprem oldu şuraya buraya.” Bir dediği bir dediğini tutmuyor. Ama bu milletin alın teriyle, helal kazancıyla kuruş kuruş biriktirilen her şeyi hiç ettiler.
Bu iktidar her sıkıştığında vatandaşlarımızın ya tertemiz milli duygularını ya da dini duygularını istismar ediyor.
Yeter artık, gerçekten yeter.
Bu iş bilmezlik, bu kötü yönetim, doğmamış çocuklarımızın yarınlarından çalıyor.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Şu an ülkemizin tüm sokaklarında endişe hakim. Özellikle şu son bir hafta on gündür izliyoruz. Herkes bu iş nereye gidiyor, bu ülkenin hali ne olacak, benim halim ne olacak diyor. Tüm ev hanelerinde yarınlara yönelik kaygı hakim.
Bir gün sonrasının nasıl olacağına dair korku hakim. Paramızın değeri tarihin en düşük en dip noktasında.
Biraz teknik bir ifade ama nominal olarak da reel olarak da en dip noktada.
Anlık gelen zamların altında nefes almaya çalışıyoruz.
Sayın Erdoğan, senelerce meydanlarda yağ kuyruklarından bahsetti. Hani o ülkemizin o eski günleriyle ülkenin o parlak günlerini mukayese ederken 1990’larla 1970’lerle ülkemizin o zirveye çıktığı 2009,2010,2011,2012,2013 yıllarını mukayese ederken hep eski kuyruklardan bahsediyordu. Haklı tabii. Bu ülkede 30-40 sene evvel bunlar yaşandı. Gençler bunu bilmezdi.
Ama bu kötü yönetimin sayesinde, artık yeni nesil de kuyrukları görmeye başladı.
Bakın Sayın Erdoğan vaktiyle ne demiş?
Video - Erdoğan zam
Artık var. Maalesef yine var. Bunları Meclis kürsüsünde söylerken 2009 bütçesi diyor. O dönemlerde söylüyor. Ülkede işlerin iyi gittiği dönemde 1970’lerdeki, 1990’lardaki kötü günleri hatırlatıyor. Ama artık bu memlekette tekrar bayat ekmek kuyruğu var. Sık sık gelen zamlardan önce depolarını doldurmak isteyenlerin oluşturduğu benzin kuyrukları var. Marketlerde miktar sınırı uyarılarıyla satılan ürünler var. Ya un, kahve... Asmışlar, ‘Bir paketten fazla alamazsın’ diyor. Bolluk ülkesini yokluk ülkesine çevirdiler. Ülkeyi o eski karne günlerine döndürüyorlar hızla.
Karne şu demek... Belki gençler bilmeyebilir. Vatandaşa şöyle yazılı bir çizelge veriyorsunuz. Bir dönem ekmek karnesi uygulanmış bu ülkede yani günlük bir kişinin bir ekmek hakkı var, iki derse alamıyorsun. Ve karneye de yazıyorlar. Bir ekmek hakkın vardı aldın diye kenarına işaretliyorlar. O gün ikinci bir ekmek alamıyorsun, bunu yaşadı bu ülke.
Ben kendi çocukluğumda gayet iyi biliyorum. Bizim arabamızda benzin karnesi duruyordu torpidonun gözünde. Çünkü haftalık benzin alma limiti vardı. Gidip öyle haftada iki üç defa depo doldurmak yok. Yaklaşık haftada yarım depoluk hakkı vardı herkesin. Ben bunu özellikle gençlere anlatıyorum. Ancak o yarım depo benzini alırsan bir hafta idare edeceksin onla. Arabaya fazlabinmeyeceksin. Toplu ulaşımla gideceksiniz. Bunları yaşadı bu ülke.
Sayıyla un alıyoruz, zam korkusuyla kuyruklara giriyoruz. 50 kuruş civarında ucuza almak için bu ülkenin vatandaşları bayat ekmek kuyruğunda beklemeye başladı. O 2009’da bizlerin işin içinde olduğu, ortak aklın, istişarenin içinde olduğu dönemde 1970’leri, 1990’ları hatırlatıp o günün başarılarıyla övünen Sayın Erdoğan, bugün ülkeyi 2009’lardan ta alıyor götürüyor 1970’lerin 1990’ların ülkesi haline çeviriyor. Şu anda yaşadığımız bu.
Dünyanın en büyük 21. Ekonomisine sahip, Avrupa’nın en geniş topraklarına sahip, Avrupa’nın en büyük ve en genç nüfusuna sahip bu ülke bu hale düşürülemez. Bunu ancak kötü yönetim yapar ya.
İşte bizler, ülkemizi istikrara ve refaha kavuşturma amacıyla bir yola çıktık. Demiyoruz ki 2013’teki o zirveye tekrar döneceğiz. Hayır. Çok daha ilerisine gideceğiz.
Biz milli geliri 3500 dolardan alıp 12500 dolara çıkarttığımızda dedik ki; ya bunu 2002,2013 arası 11 yılda milli geliri neredeyse 4’e katlayan bir akıl, bir ekonomi politikası, bir istişare zemini bundan sonraki 10 yılda 2013’ten 2023’e rahatlıkla 25000 dolar ulaştırır dedik. Hesap ortada bakın.
2002’de 3500 dolardan almışsınız, 2013’te yani 10 yıl sonra 12500 dolara çıkmış milli gelir. Neredeyse 4’e katlamış. E, 11 yılda 4’e katlanan bir milli gelir 2013’ten 2023’e yani geriye kalan 10 yılda 2’ye katlamaz mı?
Ne dedik o gün? 25000 dolar hedefledik dedik. 25000 dolarlık bir milli gelir hedefimiz var bizim dedik. 2023 ile alakalı. Eylül ayında Sayın Erdoğan’ın imzasıyla orta vadeli program açıklandı. 2023 hedefi ne biliyor musunuz? O da daha dolar kuru 8 iken. Şimdi 12,13. Bütün hesap alt üstü oldu ama varsayalım ki 8 liralık dolarla 2023 hedefi 10700 dolar.
Biz koymuşuz 25000 dolar hedef zamanında, Sayın Erdoğan indirmiş bunu 10700’e. Muhasebe bu. Biz 2008’de 11000 dolardık ya. 2002’de 3500. Ve ta 2023’e yazdığı hedef:10700. Tabii bu yeni kurla böyle 12,13 liralık dolarla o da bir hayal artık bitti. Mümkün değil. Çünkü şu anda aynı Nasreddin Hoca’nın bineğinden düşüp de zaten inecektim dediği gibi. Kuru patlatınca, enflasyon hızla artınca ne diyor? Biz yeni bir politikaya geçtik diyor. Bir bildiğimiz var diyor. Yok ya hiçbir bildiğiniz yok ya. Bilmiyorsunuz. Olay bu.
DEVA Partisi’nin her bir adımı, Türkiye’yi zenginliğe yaklaştırıyor.
Bizim hedefimiz net, bizim yolumuz belli.
Özgür ve zengin bir Türkiye için yola çıktık. Bunu hepimizin ihtiyacı var. Hem bugünün hem yarının artık DEVA’ya ihtiyacı var. İşte bu yüzden tüm üyelerimiz, tüm gönüllülerimizle birlikte damla damla ülkemizin her köşesinde büyüyoruz.
Bu iktidarın ortakları, bir de “tüm dünyada kriz var” diyerek, yaşadığımız krizi sıradan göstermeye çalışıyor.
Yok arkadaşlar. Dünyada bizdekine benzer nitelikte bir kriz falan yok. Bazı temel hammadde fiyatlarında dolar bazında artışlar oldu. Pandemiyle beraber tedarik zincirindeki aksamalar fiyatları bazı ürünlerdeki fiyatları dolar bazında artırdı. Ancak bizde fiyatlar hem o dolar bazındaki artış kadar bir de kurdaki artış kadar artıyor. Katmerli, çarpanlı artıyor bizde fiyatlar.
Hiçbir ülkede bizdeki kadar büyük bir paranın değer kaybı olmadı. Hiçbir ülkede bu kadar yüksek bir devalüasyon yaşanmadı. Bu kendi tabirleriyle yerli ve milli bir kriz. Ev yapımı, el yapımı bir kriz. Dünyayla mukayese edecek bir durum yok burada.
Bizim yaşadığımız bambaşka bir şey.
Olan biten burada, Türkiye’de. Çünkü Türkiye’de işi bilmezler iş başında.
Az kaldı az. Bu ülkenin bugününün ve yarınının üstüne karabulut gibi çöken bu iktidardan ve zihniyetinden kurtulmamıza az kaldı. Sayılı gün çabuk geçer. Seçim ilkbaharmış, sonbaharmış, bilemediniz en geç 2023 haziranmış. Sayılı gün çabuk geçer. Biz bunu biliriz.
Kimsenin şüphesi olmasın, endişesi olmasın, biz, DEVA Partisi olarak emaneti teslim almaya geliyoruz inşallah.
Önce hukuku ve kurumları ayağa kaldıracağız. Güveni tesis edeceğiz. Türkiye’yi hızla refaha ve huzura kavuşturacağız.
Kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz.
Güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyümeyle topyekûn zenginleşeceğiz.
Gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye için çalışacağız.
Çünkü DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, İstanbul’un DEVA’sı var, Büyükçekmece’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok çok teşekkür ediyorum.