29 Ocak 2025
Ali Babacan- 29 Ocak 2025 Haftalık Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Bugün aramızda olan Tüm Emekliler Sendikası’nın çok değerli başkanı ve yöneticileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve bu salonda bizleri izlemekte olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Yeni Yol Grup’unun bu ikinci grup toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli arkadaşlar,
Ülkece kötü günler geçiyoruz.
Üzgünüz ama aynı zamanda öfkeliyiz.
Yurdun dört bir yanında, vatandaşlarımız hayatını kaybediyor.
“Ne oldu, niçin öldü bu insanlar?” diye sorduğumuzda, aldığımız cevaplar aynı:
Denetim yapılmadı… Tedbir alınmadı.
Son iki haftada 100’den fazla insanımızı yanan oteller, sahte içkiler, durduk yere çöken binalar yüzünden kaybettik.
Evet, bizler kadere inanan insanlarız.
Ancak, bunca büyük felaket olurken, insanlar ölürken, ülkeyi yönetenlerin sadece “Kader planı” deyip olayları geçiştirmesi mümkün değildir.
Önce “tedbirini” alacaksın, sonra “takdir Allah’ındır” diyeceksin.
Hepimiz gayet iyi biliriz ki, her kim bir sorumluluk makamındaysa, “tedbir” almakla mükellef olan da odur.
Peki, nedir tedbir?
Bir: Açık, şeffaf, akılcı kurallar koyacaksın!
İki: Kurallara uyulup uyulmadığını sıkı bir şekilde denetleyeceksin!
Üç: Kurala uymayana caydırıcı, etkin bir yaptırım uygulayacaksın!
Ve bunları ehil kadrolarla yapacaksın.
Bu kadar basit yahu!
İnanın bu kadar basit!
Ama bunların gerçekleşmesi için ülkeyi yönetenlerin aklının, zihninin gerçekten memleket meseleleriyle meşgul olması lazım.
Biraz önce değerli genel başkanlar anlattı; mümkün olsa da bu ülkede şu an yetki sahibi olan insanların şöyle beynini açıp içinde ne oluyor ne bitiyor bir görebilsek.
Beyninden geçenlerin yüzde kaçı memleket meselesi, yüzde kaçı şahsi meseleler keşke bir anlayabilsek.
Bakın ister merkezi hükûmet ol, ister yerel yönetim, fark etmez!
Kural aynı.
İster bakanlık ol ister belediye, fark etmez!
Tedbir deyince mesele aynı.
İster işletmenin sahibi ol, ister çalışanı, fark etmez!
Mesele aynı.
Çözüm burada, çözüm “tedbir almakta”.
Peki bunlar ne yaptı?
Daha yangının dumanı tüterken, cenazeler kaldırılmadan, başladılar birbirlerini suçlamaya.
“Vallahi biz değil, onlar” deme yarışına girdiler.
Ülkenin Cumhurbaşkanı da tuttu “siyasetçiler kayıkçı kavgası yapıyor” dedi.
Sanki kendisi siyasetçi değilmiş, konunun tarafı değil gibi hareket etti.
Yahu kavganın bir tarafı hükûmet…
Bu hükûmetin başında kim var?
Sayın Erdoğan yok mu?
Siz nasıl hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi, hiç olayın içinde değilmiş gibi kenara çekilip “kayıkçı kavgası” diye tribünlere çıkıyorsunuz.
Evet, bu konunun sorumlusu hükûmettir ama bir o kadar da yerel yönetimlerdir, belediyedir.
Sorumlu, otelin sahipleri ve yöneticileri mi?
Evet.
Sorumlu Turizm Bakanlığı mı?
Evet.
Sorumlu Çalışma Bakanlığı mı?
Evet.
Sorumlu İl Özel İdaresi mi?
Evet.
Bolu Belediyesi mi?
Evet, evet, evet …
Aslında az veya çok hepsi de sorumlu.
Daha önce söyledim, tekrar ediyorum.
Bu konuda Sayın Erdoğan, derhal Devlet Denetleme Kurulu’nu devreye sokmalıdır.
Neymiş? İç İşleri Bakanlığı müfettiş göndermiş.
Bakanlığın müfettişi kendi personelinin, kendi yöneticilerinin suçunu ortaya çıkartmak konusunda böyle bir ortamda rahat çalışır mı?
Turizm Bakanlığı’nın kendi teftiş sistemi böyle bir sorunun çözümünde çalışır mı?
Çalışmaz.
Bütün sistemi denetleme yetkisine sahip olan şu an da Türkiye’de ne vardır?
Bir: Yargı vardır ki; süreç yürüyor göreceğiz nereye gideceğini.
İki: Meclis vardır. Mecliste araştırma komisyonu çok önemli olacaktır bu konuda.
Üç: İdari denetim açısından da Devlet Denetleme Kuruludur.
Bu yangından ders alıp, bundan sonra benzer faciaların yaşanmaması için neler yapılması gerektiğini çalışan da yine Devlet Denetleme Kurulu ve hemen yanında oluşturulacak bir komisyondur.
Büyükşehirler ve diğer iller için acilen yeni bir yangın sistemi kurulmalıdır.
Burada belli ki sistemde sorun var.
Evet, insan kaynağı sorumlu, yetkili insanlara baktığınızda liyakat sorunu var, ahlaki sorunlar var var ama bir de sistemin bütünüyle ilgili de sorunlar var.
Kurumlar arası koordinasyon gerektiren bu çalışmayı herhangi bir bakanlık değil, ancak Cumhurbaşkanlığı yapabilir.
Sayın Erdoğan bu sorumluluktan kaçamaz.
Kartalkaya’nın sorumluları er ya da geç ortaya çıkacaktır.
Ancak, sistemde köklü bir değişiklik yapılmazsa ve bu nedenle ileride yangınlarda yeni canlar yitirilirse, bunun tek bir sorumlusu olacaktır; o da ülkenin Cumhurbaşkanıdır, ben açık söyleyeyim.
Değerli arkadaşlar,
Kartalkaya'da hayatını kaybedenleri hakkıyla anmak, ancak bundan sonrası için gerekli önlemleri almakla olur;
Başka canlar yitip gitmesin diye, tüm sistemi gözden geçirmek ve yenilemekle olur.
Dile kolay, 78 can kaybettik.
78 can, 78 hayat...
Mesele sadece bir rakamdan ibaret olunca, belki söylemesi kolay oluyor.
78 deyip geçiyoruz ama her biri bir insan, her biri ayrı bir hayat…
Şöyle kapağı kaldırıp, yitip giden canlar kimler diye bir bakalım:
Tek tek isim isim saymayınca rakam telaffuz etmek kolay oluyor.
Rümeysa Gültekı̇n, Bilal Gültekı̇n, Enes Gültekı̇n, Zehra Sena Gültekı̇n, Bekir Sadık Gültekı̇n, Yusuf Sinaneddin Gültekı̇n, Muhammed Selim Gültekı̇n...
Artık Gültekin ailesinin bir ferdi gibi olmuş Sümeyye Güner ile birlikte, kocaman, mutlu bir aile...
8 kişi arkadaşlar ...
Hepsi gittiler…
Ben Bolu’da aile evlerinde de ziyaret ettim geri kalan sadece dostlarımız, gözü yaşlı yüreği yaşlı iki dede, iki nine.
O kadar.
Çok acı, çok.
Sözcü gazetesi yazarlarından Nedim Türkmen...
Eşi Ayşe Neva Türkmen...
Çocukları Ala Dora Türkmen, Yüce Ata Türkmen...
Dile kolay, fakat isimleri tek tek söyleyince çok zor, çok.
Her birinin hikâyesini layığıyla anlatabilmek belki mümkün değil;
Fakat hepsinin bir isminin, bir hayatının olduğunu hatırlatmak mümkün.
Belki nasıl güldüklerini, nasıl ağladıklarını...
Hayatını kaybeden yavrularımızın sevdiği oyunları...
İlk adımlarını, ilk sözcüklerini burada anlatamayacağız belki ama en azından isimlerini anarak onları yad etmek istiyorum.
"Yaşamışlardı" demek istiyorum, tarihe not düşmek istiyorum.
"Bu insanlar bu ülkede yaşadılar ve önlenebilir bir felakette hayatını kaybettiler" diye not düşmek istiyorum.
Soyadları birçoğunun aynı.
İnsanlar aileleriyle, sevdikleriyle kucak kucağa hayatlarını kaybettiler.
Alya Turan, Müge Turan;
Ömür Kotan...
Doktor baba, öğretmen anne ve üç çocuk. Bir çekirdek aile: Habibe Çetiz, Ahmet Çetiz, Vedat Çetiz, Sedat Çetiz, Esat Çetiz;
Vedia Nil Apak; henüz 2014 doğumlu bir yüzücü... Annesi Ferda Apak;
Mine Akı̇şli, Şenol Akı̇şli, Gülçin Akı̇şli...
Bir anne ve çocukları: Ebru Boduroğlu, Alican Boduroğlu, Elif Naz Boduroğlu…
Kürşat Yıldız, Nergiz Yıldız…
Eren Bağcı; Benim de mezun olduğum TED Ankara Koleji, 10. sınıf öğrencisi...
Akıl alır, idrak edilebilir bir felaket değil bu.
İnanın, içimiz yanıyor.
78 kişi deyiverince, kolay.
Fakat bitmiyor arkadaşlar, bitmiyor...
Ayşemin Elif Doğan, Doğa Doğan, Mert Doğan, Mavi Doğan, Ceren Yaman Doğan, Duygu Doğan, Lalin Doğan...
Mehmet Cem Doğan, Ayşe Maya Doğan...
Bir anne ve kızı: Müge Suyolcu ve Pera Suyolcu...
Atakan Yalçın ve kızı Derin Yalçın...
Bir baba ve iki çocuğu: Yılmaz Sarıtaş, Doruk Sarıtaş, Nehir Sarıtaş...
Bir baba, amca ve iki çocuk: Can Tokcan, Atıl Enis Tokcan, Atlas Kaan Tokcan, Kemal Tokcan...
Özüm Karataşlı…
Bir başka aile. Anne baba ve iki çocukları: Kıvanç Güngör, Burcu Güngör, Kerem Güngör, Pelin Güngör…
Feray Kanpolat, Oya Kanpolat…
Erhan Tüzgı̇ray ve evlatları Defne Tüzgiray, Demir Tüzgiray...
Defne Arkadaş ve kızları; Dila İnal, Ela İnal...
Kübra Altın ve kızı Alya Altın…
Yardım çığlıklarını duyup insanları kurtarmak için otele tekrar giren iki arkadaş...
İsmi gibi Yiğit Gençbay ve Alp Mercan…
Seden Nurgül Dayı, Süleyman Dayı, Ela Dayı, Buse Dayı...
Laura Kurtınadze...
Otel çalışanları: Dilara Ermanoğlu, Eslem Uyanık, Esra Nazı̇k ve Şevval Şahı̇n...
İşte acının gerçeği tek tek bu isimler.
Ben buradan, bu kürsüden hepsini rahmetle anıyorum;
Yakınlarına sabır diliyorum.
Acı düştüğü yeri yakıyor arkadaşlar.
Bir daha böyle acıların yaşanmamasını Allah’tan temenni ediyorum.
Ama şunu tekrar ifade ediyorum ki; bu sorumluluktan yetki makamında olan hiç kimse kaçamaz.
Eğer ülkeyi yönetiyorsanız, bir bakanlığı yönetiyorsanız, eğer bir belediyeyi yönetiyorsanız, yetki sizdeyse sorumlulukta sizde.
Kaçamazsınız.
Dünya ahiret kaçamazsınız.
Bunun hesabını er ya da geç vereceksiniz.
Değerli arkadaşlar,
Ülkemizin sorunları büyük, dertler büyük, yaralar büyük ama bu yaraların şu anda en büyüğü, herhalde en acısı da ekonomide geçim sıkıntısında yaşananlar.
Şu anda emeklilerimizi en geniş temsil eden kuruluşlardan bir tanesi aramızda.
Tüm Emekliler Sendikası’nın Başkanı ve yöneticileri aramızda.
Gerçekten emeklilerimiz şu son 20 yılın en zor dönemini yaşıyorlar.
Rakamlar inanılır gibi değil.
Bakın daha Aralık 2024'te Türk İş’in açıkladığı 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı, yani sadece ve sadece temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için gereken aylık rakam, 68 bin 675 lira.
Ev kirasını bir kenara bırakın.
Giyimi kuşamı bırakın.
Çocukların okul masraflarını bırakın.
Sadece karın doyurmak için gerekli olan, açlık sınırı için gerekli olan rakam, 21 bin 83 lira.
Peki en düşük emekli maaşı ne oldu arkadaşlar?
Ne yapıldı?
Bu yılbaşında %15,75 artışla 12 bin 500’den 14 bin 469’a çıkarttılar.
Sanki liraların çok değeri varmış gibi.
14 bin 469 ...
Bu ne demek?
Emekliyi değil yoksulluğa açlık sınırının da altına mahkûm etmek demek.
Bakıyorsunuz bütçeye en büyük kalem faiz.
Tam 2 trilyon lira, eski parayla 2 kentilyon, bakın katrilyon değil, 2 kentilyon lira bu iktidar faiz ödüyor.
Kime ödüyor?
Zaten parası olana ödüyor.
Ve inanın şu son uygulanan ekonomik adımlar, alınan kararlar vergi artır, faiz artır.
Kim ödüyor bunu?
En yoksul ödüyor.
Faizi kim alıyor?
Zaten parası olan alıyor.
Yakın tarihimizde yaşanmamış bir servet transferi yaşanıyor arkadaşlar şu anda Türkiye'de.
Ve bu servet transferi baktığımızda, var olanın varlığına varlık katılıyor, yok olandan alıp var olana aktarıyor.
İnanılır gibi değil.
Ve inanın çözüm çok kolay.
İnanın çok kolay.
Bu işi hiç bilmesek, yapmamış olsak diyeceğiz ki; “ya ülkenin durumu bu”
Fakat öyle değil.
Ehil ve dürüst kadroları iş başına getirin, adaletle yönetin ve istişareyle karar alın.
Bakın nasıl bu sorunlar hızlı bir şekilde çözülüyor.
Çözüm çok basit inanın.
Değerli arkadaşlar,
Sorunlar büyük ama son aylarda muhalefetin, basının, sivil toplumun ve sanat dünyasının üzerindeki baskının gittikçe arttığına da hep beraber şahit oluyoruz.
Muhalefet belediyelerine operasyon ardına operasyon düzenleniyor.
Bir muhalefet partisinin gençlik kolları başkanı gözaltına alınıyor, ardından adli kontrol altında tutuluyor.
Bir başka muhalefet partisinin genel başkanı tutuklanıyor.
Gazeteciler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, ev hepsinde tutuluyor.
Bir menajerlik şirketi yöneticisi 12 yıldan sonra “etki ajanlığı” suçlamasıyla tutuklanıyor, aksini söyleyen oyunculara yalan tanıklıktan soruşturma başlatılıyor. Tam bir kara mizah konusu.
Muhalefet belediyeleri, eğer herhangi bir hukuki sıkıntı yoksa ne yapıyorlar?
Kaynaklarını kısıyorlar.
İşte Çelikhan Belediye Başkanımız burada.
Yaşadığı zorluğu her gün kendisi görüyor, anlatıyor bize.
Büyük bir ayrımcılık var arkadaşlar.
Muhalefet belediyelerine iş yaptırmamak için iktidar kasıtlı olarak onları engelliyor, işlerine mâni oluyor.
Aslında olan ne biliyor musunuz?
İktidar zayıfladıkça, var gücüyle yargı sopasına sarılıyor.
İktidar, ülkenin sorunlarına çözüm üretemedikçe, zemin kaybettikçe, siyasi rakiplerini ve kendisine karşı duran her şeyi yok etmek istiyor.
Ben buradan onlara seslenmek istiyorum:
Özgür basını susturarak bir yere varamazsınız, hâlâ anlamadınız mı?
Sanatçılar üzerinde baskı kurarak bir yere varamazsınız, anlamadınız mı hâlâ?
Olmuyor. Yıllar geçti olmadı, olmayacak da.
Gayet iyi farkındayız:
Siz, gözaltılarla, tutuklamalarla sadece muhataplarına değil, aslında topluma da gözdağı vermeye çalışıyorsunuz.
Bir iş insanını atıyorsun içeri diyorsunuz ki bütün iş dünyasına; “Bak kafamı bozma seni de atarım içeri”.
Bir Sivil Toplum yöneticisini atıyorsun içeri, diğer Sivil Toplum Kuruluşlarına diyorsunuz ki; “Bakın örnek orada, fazla konuşma”.
Bir gazeteciyi ev hapsine alıyorsunuz, diğerini tutukluyorsunuz. Diyorsunuz ki bütün gazetecilere; “Ayağınızı denk alın yoksa haliniz budur”.
Her şeyin farkındayız.
Ancak yaptıklarınız ters tepiyor, ters tepmeye mahkûm.
Hukuku ayaklar altına alıyorsunuz, Anayasa’yı çiğniyorsunuz.
Hukuksuzluk yaparak, adaletsizlik yaparak ülkenin bekasını tehlikeye atıyorsunuz.
Ve bunu yaparak bir kısım muhalefete de örnek oluyorsunuz.
Muhalefet zannediyor ki iktidar olmak bu.
Diyorlar ki; “Biz de şu sopayı ele geçirsek de bizde bunlar gibi biraz eziyet etsek”.
Ancak şunu bilin: Baskılar arttıkça, biz demokratik bir Türkiye için sesimizi daha da yükselteceğiz.
Hep birlikte, adalet için, eşitlik için, özgürlük için var gücümüzle mücadele edeceğiz.
Ve bu mücadeleyi yapacak hazirun bu salonda, yürekleri bu salonda.
Söyledim, tekrar söylüyorum: Gün gelecek, yaptıklarınızdan utanacaksınız.
Gün gelecek başınız yere eğilecek.
Eninde sonunda bu ülkede makul insanlar kazanacak;
Barış isteyenler, huzur isteyenler, kardeşlik isteyenler kazanacak.
Şunu da ekleyeyim:
Muhalefette olup da iktidar sopasını ele geçirmeye çalışanlar var ya, o bir kısım muhalefet var ya, o sopayı biraz da ben savurayım diyenler var ya…
Onlar da kazanamayacak.
Dönüşümlü zorbalık peşinde olanlar…
Onlar da kazanamayacak.
Kim kazanacak?
Biz kazanacağız biz…
İşte bu birlik beraberlik, bu kardeşlik kazanacak. (…)
Değerli arkadaşlar,
Son bir konuya daha değinip sözlerimi tamamlamak istiyorum.
Sinan Ateş davasının üstü bu gürültüde, bu hengamede apar topar kapatıldı.
İkinci soruşturma dosyasındaki bütün sanıklar hakkında takipsizlik kararı verildi.
Sanıkların kim oldukları malum, kimle iltisak içinde oldukları ortada.
Rahmetli Sinan Ateş’in eşi, Ayşe Ateş bir açıklama yaptı.
Onun sözleri, her şeyi tüm açıklığıyla anlatıyor.
Onun sesini ben buraya taşımak istiyorum.
“Bu kararla birlikte Sinan Ateş’in neden katledildiği, katledilmesi talimatını kimlerin verdiği gibi sorular cevapsız kaldı” diyor Ayşe Ateş.
“Elleri kanlı azmettiricilere normal hayatları hediye edilirken, bana ve iki kızıma bir ömür boyu ölüm tehdidi altında yaşamak layık görüldü” diyor Ayşe Ateş.
Şimdi Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum:
Biz biliyoruz, tanığız: Sinan Ateş davasında, iktidarın arzu ettiğinden başka bir kararın çıkması mümkün olmadı.
Keşke yargıya bu kadar müdahil olmasaydınız.
Öte yandan da yine biliyoruz, tanığız:
Sinan Ateş’in katillerini, katillerine arka çıkanları yargılatmak aslında sizin elinizde.
Kapalı kapılar ardında ne pazarlıklar yaptığınız bizi zerre kadar ilgilendirmiyor.
Siyasi bekanız için kimleri ezip geçtiğinizi, kimlerle el sıkıştığınızı da gayet iyi gördük, görüyoruz.
Siyasi bekanız için dün ak dediğinize bugün kara dediğinizi gördük.
Siyasi bekanız için 28 Şubatçılarla birlikte yan yana yürüdüğünüzü gördük.
Fakat bu kadarını biz bile tahmin etmiyorduk.
Sayın Erdoğan, siz zalim değiniz Sisi’yle el sıkıştınız; katil dediğiniz Veliaht Prens’in ayağına kadar gittiniz, bir de para istediniz.
Fakat sorum açık, sorum net.
Bu gece kafanızı yastığa koyun ve kendi kendinize şu soruyu sorun:
“Babamın katillerini bul Tayyip Dede" diyen Sinan Ateş’in kızlarının yüzüne burada değilse de dar-ı bekada nasıl bakacak, onlardan nasıl helallik isteyeceksiniz?
Sayın Erdoğan, kapalı kapılar ardında yaptığınız pazarlıklar bizi ilgilendirmez;
Ama, oğlunun kahrından ölen Musa Ateş’in yüzüne, dar-ı bekada nasıl bakacak, ondan nasıl helallik isteyeceksiniz?
Sorum oldukça açık. Cevabı vicdanınıza ve Allah’a havale ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
Biz bu gece inşallah kafamızı yastığa rahat koyacağız.
O yüzden buradayız, o yüzden Yeni Yol dedik.
Bu düşünceler içinde hepinizi tekrar saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Yolumuz açık, Yeni Yol’umuz tekrar hayırlı olsun diyorum.
Sağ olun, var olun.