6 Kasım 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Maltepe İlçe Kongresı̇ Konuşması

6 Kasım 2021

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN MALTEPE İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
İstanbul il teşkilatımızın değerli başkanı, Maltepe ilçe teşkilatımızın değerli

başkanı,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın kıymetli temsilcileri,

Değerli muhtarlarımız,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Maltepe ilçe teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Bugün size yokluktan bahsedeceğim.

Yokluk derken, sadece içinde olduğumuz bu yoksullaşma sürecini kastetmiyorum.

Bu derin yoksulluğa da sebep olan “politika yokluğundan” bahsedeceğim. “Çözüm yokluğundan” bahsedeceğim.

Evet, bugünkü iktidarın artık hiçbir alanda politikası yok. Hiçbir alanda çözüm önerisi yok.

İlk olarak, geçtiğimiz haftaya damgasını vuran dış ilişkiler krizlerinden başlayayım.

Bugünkü iktidarın hiçbir alanda olmadığı gibi bir dış işleri politikası yok.

10 büyükelçi konusunda yaşanan krizin sonunda neler olduğunu hep beraber izledik.

Partili medya “büyükelçilerden, on ülkeden geri adım” başlığı atarken uluslararası medya “Erdoğan geri adım attı” dedi.

Sadece bu olay dahi, “kim nereye adım attı” diye kayıkçı kavgasıyla geçiştirilemeyecek derin bir hakikati gözler önüne serdi.

Dış politika alanında bugünkü iktidarın hiçbir çözüm önerisi yok.

Uzunca bir süredir, Sayın Erdoğan’ın günlük psikolojisine bağlı olarak yürüyen, şahsileştirilmiş dış ilişkilerin ağır bir yansımasıyla karşı karşıyayız.

Bildiğiniz gibi, geçen hafta, sınır ötesi operasyon ile ilgili mecliste oylanan bir tezkere gündemdeydi.

Ne büyük ortak ne de küçük ortak sınır ötesi operasyona gerekçe olan tehditleri açık açık saymadı.

Sınır ötesi operasyon yetkisinin, hangi gerekçe ile, 2 yıllık bir süre için, yani önümüzdeki seçimleri de kapsayacak şekilde alındığının açıklaması yapılmadı.

Bundan önceki operasyonlarla, hangi başarıların kazanıldığı veya hangi eksiklerin kaldığı izah edilmedi.

Bu hükûmetin artık bir hesap verme, verebilme kaygısı yok. Ben yaptım oldu, atı alan Üsküdar’ı geçti diyor.

Elbette ülkemizin güvenliği önemli.
Elbette bu topraklarda yaşayan milyonların can ve mal güvenliği korunmalı.

Ancak, iktidar, özellikle son yıllarda, dış politika ve dış güvenlik meselelerini kendi iç siyasi çıkarları için kendi bekası için kullanıyor. Sorun burada.

Evet, bu iktidarın bir dış politikası yok.

Ve dış politikasızlığın bedelini, ülkemizin gerilemesiyle ve itibar kaybetmesiyle ödüyoruz.

*****

Şu anda Türkiye dünyada artık itibarlı bir ülke olarak anılmıyor. Akşamda sabaha duruş değiştiren, ne yapacağı belli olmayan, her an her şeyin beklendiği bir ülke haline geldik.

Hiçbir tutarlılığı olmayan, neye niçin karar verdiği belli olmayan bir ülke haline geldik.

Biz şu anda dünyanın en ileri hava savunma sistemlerinden biri olan F35 projesinin 4 ana ortağından birisi olarak işe başladık. 4 ana ortak vardı. Birisi de Türkiye’ydi.

İtibarlı, güvenilen bir ülkeye böyle dünya çapında önemli olan bir projenin ortaklığı layık görüldü. Bu çok önemliydi.

Ve Sayın Erdoğan’ın ifadesi ‘tam 1 milyar 400 milyon dolar para verdik bu işe’. Uçaklar üretimden çıkmaya başladı. Uçakların tescil belgesini aldık. Tapusunu aldık. Parasını ödediğimiz, tescilini yaptırdığımız, tapusunu aldığımız uçakları bu hükûmet teslim alamadı.

Böyle eyy naraları atmakla, ona buna kafa takmakla bu iş olmuyor. Keskin sirke küpüne zarar.

Ne oldu? Gittiler Rusya’dan S-400’leri aldılar mı?

Yine Sayın Erdoğan’ın ifadesi, 2 buçuk milyar dolar da ona para verdiler mi? Sistemler geldi, kapakları açıldı, Türkiye ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. Hemen geri kapağını kapattılar.
Bakın, bugün depolarda kapağı kapalı duruyor bu sistemler. Bu nasıl dış politika ya? Bu nasıl dış güvenlik politikası?

1 milyar 400 milyon dolar sen F35 projesine ver, uçakları alama. 2 buçuk milyar dolar S-400’e ver, kullanama. Ne anladık?

Bu ülkenin bu kaynaklarına yazık değil mi? Üstelik bu F35 projesi Türkiye’nin çok önemli bir ihracat projesiydi. Binlerce şirketimiz bu uçakların parçalarını üretecekti. Bu uçakların kritik pek çok sistemi burada, Türkiye’de üretilecek.

Şimdi neyin pazarlığı dönüyor? Ya madem F35’i vermiyorsunuz bari siz biraz da bize F16 verin. Para vermiştik ya hani onu ona sayın. Böyle dış politika mı olur ya?

Hakkımızla isteyeceksin, alacaksın. Niye en son nesil uçağın zaten hakkın varken tapusu varken alamıyorsun da taa 25-30 sene öncenin teknolojisine tekrar müşteri oluyorsun? Niye?

Herhalde bu beceriksizlik. İş bilmezlik. Politikasızlık. Gerçekten akıl duruyor. Sürekli zarar ediyoruz. Sürekli itibar kaybediyoruz.
Evet arkadaşlar, dış politikası yok dedik.
Şu andaki hükümetin başka nesi yok? Devam edelim.

Hukuk ve adalet politikası yok.
Yargının, iktidarın güdümüne girdiği bir dönemden geçiyoruz.

Hem iktidarın büyük ortağı Sayın Erdoğan’ın, hem de küçük ortak Bahçeli’nin, hukukun temel ilkelerini umursamadığı, hukuk güvenliğinin olmadığı bir dönemi hep beraber yaşıyoruz bu ülkede.

Hukuk devleti kalmadı. Hak ve özgürlükler büyük bir sorun alanı haline geldi.

Kendi Anayasa Mahkememizin aldığı kararlara uyulmuyo. Uyulmamasının en büyük destekçisi de Sayın Erdoğan.

Alt mahkeme Anayasa Mahkemesinin kararına uymuyorum diyor, bu ülkenin cumhurbaşkanı da uymayabilirim diyor. Uymuyorum, saygı duymuyorum dersen bu ülkede adaletten, hukuktan bahsedebilir misin?

Daha da korkuncu, Anayasa Mahkemesi, iktidar ortakları tarafından, bakanlar tarafından tehdit ediliyor.

Anayasa Mahkemesinin başkanı bizzat hedef gösteriliyor. Ayıptır ya.

Hatta ve hatta, krizlerin ortağı Sayın Bahçeli, defalarca bu Anayasa Mahkemesini kapatmak lazım dedi. Kusura bakmayın bu sizin haddinize değil.

Bu ülkenin bir anayasası varsa bu anayasaya hep beraber uyacağız. Yok, anayasa değişikliğine, yeni bir anayasaya ihtiyacımız varsa bunun meşru demokratik yolları var. Bu yoldan yürüyeceksiniz.

Gayri meşru, kayıt dışı yollardan hukuka uymamakla, anayasaya uymamakla, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymamakla siz bu ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz. Hayal hayal.

Hukuk olmadan adalet olmadan ekonomi düzelmez. Hukuk ve adalet olmadan bu ülke yatırım almaz. Bu ülkenin insanları bu ülkeye yatırım yapmaz.

Ne olur? İşsizlik çoğalmaya devam eder. Bu ülkenin gençleri iş bulamaz. İnanılır gibi değil, akıl alır gibi değil.
Bu hoyrat söylemlerin ucu bucağı kaçtı arkadaşlar.
İşte bugünkü yönetimin zihniyeti bu.

Kendileri gibi düşünmeyen her kurum kapatılsın, kendileri gibi olmayan herkes susturulsun istiyorlar. Ama o devir bitiyor artık ya. Artık etkisi yok bunların.

Hukuk ve adalet zeminine ayağını sağlam basmayan hiçbir iktidar kalıcı olmaz. Gidici olur. Tezden gidici olur.

Bakın son dönemde, bir Osman Kavala krizi yaşandı. Ülkeyi yönetenler, Türkiye’nin altına imza attığı sözleşmelere uymuyor. E sen altına imza atmışsın. Altına imza attığın akdin, sözleşmenin gereğini yapmazsan güvenilir bir ülke olabilir misin? Kendi vatandaşların sana güvenir mi? böyle bir ülkeye ve yönetime güvenir mi?

Ne oluyor işte gençlerimiz, bir an önce kendilerine başka bir ülkede hayat kurmak istiyorlar. Yazık değil mi? bu ülkenin pırıl pırıl gençleri kendi yarınlarını bu ülkede görmüyorlar.

Bu Kavala dosyasında, inadına sürdürülen bu hukuksuzluk yüzünden ülkemiz, Avrupa Konseyi bakanlar komitesinin bazı kararlarıyla karşı karşıya bırakılabilir.

Avrupa Konseyi ile bu denli büyük kriz en son ne zaman olmuştu biliyor musunuz arkadaşlar?

En 12 Eylül darbesinin ardından yaşanmıştı. Askeri darbe döneminde oldu bu ya.

Sadece bu bile içinde bulunduğumuz hukuksuzluğun en çarpıcı örneği.

Ülkeyi neredeyse bir askeri darbe döneminin hukuksuzluk dönemine döndürdüler. O seviyeye getirdiler.

Yazık, çok yazık.

Tam 19 sene önce, 12 Eylül anayasasının izlerini silme vaadiyle iş başına gelen bu iktidar, şu anda, 12 Eylül dönemine benzer hukuksuzlukların içinde.

Zamanında asker vesayetine karşı çıkanlar, şu anda, kendileri yeni bir vesayet anlayışının odağı oldu.

Ben varım başka hiçbir şey önemli değil diyor. Anayasa 50+1, ben de 50+1’im diyor. Anayasaya uymama hakkını görüyor kendisinde.

Bakın, bir demokraside eğer hukuk yoksa, demokratik yollarla seçilenler kendilerini hukukla bağlı görmezse o ülke kaosa gider. O ülke otokrasiye gider. Demokrasi eğer hukuk yoksa bir süre sonra otokrasiyi getirebilir. Demokrasi ancak sağlam bir hukuk çerçevesiyle kıymetlenir.

Halkın iradesi btabii ki önemlidir ama hukukta halkın seçtiği TBMM tarafından oluşturulur. Yine hukuk Meclisin komisyonlarında Meclisin genel kurulunda oluşturulur. Hukuk demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Şu anda ne oluyor?

Elin adamı bu ülkeyi yönetenlere ne diyor? Sen kendi vatandaşının temel haklarını yok sayıyorsun. Bunu elin adamı söylüyor. Sen niye konuşturuyorsun ki onları? Onların haddine mi düşmüş.

Bir hükümetin, kendi vatandaşlarının haklarını ihlal etmekte olduğunu, elin adamlarından duyması kadar kötü bir durum olabilir mi?

Siz bunları niye konuşturuyorsunuz? Niye Türkiye’yi dünyada bu hale düşürüyorsun?

Hukukun üstünlüğü endeksinde dünyada 117. sıradayız. O listede yan yana olduğumuz ülkeleri görseniz, inanın insan utanıyor, üzülüyor. Türkiye buraya mı layık diyorsunuz.

Bugünkü iktidara soruyorum: Siz niye kendi evinizin içini derli toplu tutmaya çalışmıyorsunuz da elin adamın konuşmasına izin veriyorsunuz? Yapmayın bunu. Gerek yok.

Diyorum ki onlara; bırakın şu yargının yakasını da adalet neyse o yerine gelsin.

Bu tür davalarda hiçbir şey normal akmıyor. Eğer Sayın Erdoğan bizzat bir davayı takip ediyorsa onun talimatı olmadan mahkemeler hiçbir adım atamıyor. Adaletmiş, hukukmuş, yasalarmış, insan haklarıymış hep bir kenara. Hepsi bakıyor ya acaba başımıza bir iş gelir mi. Savcılar, hakimler korkuyor. Ya ben bunu hapiste tutacağım ya da ben hapse gireceğim diyor.

Bu ülkenin mahkemeleri bu duruma düştü. Yazık, çok yazık. *****
Peki değerli arkadaşlarım, gelelim ekonomiye.
Şu anki hükümetin bir ekonomi politikası var mı?

Para politikası, maliye politikası, makro ekonomi perspektifi, mikro hedefleme... bunların hiç birisi yok arkadaşlar.

Az evvel 12 Eylül dedim ya, Sayın Erdoğan’ın her konuda ben karar vereceğim demesi ve liyakatli kadroların tamamen devre dışı kalması yüzünden, ekonomi politikası diye bir şey yok.

Sayın Erdoğan, âdeta muhtıra döneminde olduğu gibi gece yarısı tek imzalık kararnamelerle bu ülkenin ekonomisiyle ilgili adımlar atıyor.

Ama adımlar nasıl? Bir sağ bir sol. Bir ileri bir geri. Bir strateji yok, plan yok, program yok. O gün canı nasıl istiyorsa.

Merkez Bankası’nın internet sitesine baktığımızda, yönetici kadro olarak bir başkan, başkan yardımcıları ve para politikası kurulu gibi isimler görüyorsunuz.

Orada ismi geçenlerin gerçekten o kurumu önettiğine inanan var mı? Yok. Kaç tane iktisatçı görevlendirirse görevlendirsinler, başkanın adı hiç önemli değil. Biri geliyor biri gidiyor zaten. Mevsimlik işçiye döndü Merkez Bankası başkanları.

Merkez Bankası bağımsız çalışması gereken bir kurum. Tek görevi var. En önemli görevi; fiyat istikrarı. Fiyat istikrarı ne demek? Paramızın değerine sahip çıkmak demek. Fiyat istikrarı ne demek? Bu ülkedeki enflasyonun düşük ve kontrol altında seyretmesi demek.

Merkez Bankasının görevi bu. Bunu bağımsız olarak yapmayınca hükümetin talimatıyla iş yapmaya başlıyor Merkez Bankaları. Enflasyonu önlemenin yolu yok. Merkez Bankası bağımsız değilse hükümetin talimatıyla iş yapmaya başlamışsa o ülkede enflasyon asla düşmez. Düşüremeyecekler. Olmayacak.

1990’lı yıllarda yaşadık, 80’li yıllarda yaşadık. Bu ülkede tam 34 yıl 2-3 haneli rakamlarda seyretti. Ne zaman tek haneye düştü? Merkez Bankası bağımsız oldu, biz o bağımsızlığa dikkat ettik. İki yılda sadece iki yılda 2003-2004’te enflasyon tek haneye düştü. Şu anda Merkez Bankasının bağımsızlığı diye bir şey kalmadı.

Bunlar, işte o yüzden de kurdaki artışa engel olamıyorlar. O yüzden satın alma gücümüz kalmadı.
O yüzden vatandaşlarımız kendi paramıza güvenmiyor.
O yüzden yerli de yabancı da yatırım yapmaya korkuyor. Yeri gelmişken arkadaşlar,

Rekabet kurumu tarafından bazı zincir marketlere de cezalar kesildi biliyorsunuz.

Rekabet kurumu da Merkez Bankası gibi, bağımsız çalışması gereken bir kurum. Bu kurumları biz niye bağımsız yaptık? Niye bağımsız kurumları güçlendirdik? Çünkü günlük siyasi rüzgarlarla bu kurumlar iş yapmaya başlarsa artık görevlerini değil hükümetin günlük ihtiyaçlarını gidermek için hükümetin günlük hesaplaşmalarının aleti olmak için kullanılacaktı da o yüzden bağımsız olmalarını istedik.

Rekabet kurumu da hükümetin elinde oyuncak olmaması gereken bir kurum.

Sayın Erdoğan ne yaptı? “Fahiş fiyat etiketi” diye bir şey uydurdu. Diyemiyor ki ben yanlış yapıyorum, o yüzden kur artıyor, o da gidiyor fiyatları artırıyor diyemiyor. Bu fahiş fiyatların sorumlusu marketler diyor. Bazı marketleri hedef gösterdi, rekabet kurumu da peşinden bu marketlere cezayı kesti.

Peki marketlerde fiyatlar fahiş de; bakkalda, manavda, pazarda fiyatlar çok mu uygun? Bir bu beş market çok pahalı mal satıyor diğer çok ucuz. Fahiş fiyat cezası değil mi? Peki, pazardaki yüksek fiyatı ne yapacaksın? Bakkaldaki, kasaptaki, manavdaki yüksek fiyatları ne yapacaksın?

Fiyatlar her yerde yüksek.

Arkadaşlar, evet, ortada bir fahiş fiyat problemi var. Kesinlikle var.

Ancak, fahiş fiyatların en önemli sebebi “fahiş döviz kurları”dır.

Türkiye’de döviz kuru arttığında, A’dan Z’ye her şeyin maliyeti artar, A’dan Z’ye her şeye zam gelir. Bilmiyor musunuz bunu.

Bunu ilkokul çocukları bilir siz kimi kandırıyorsunuz? Kur arttığında her şeye zam geliyor.

Evet, fahiş fiyatların en önemli sebebi, fahiş döviz kurlarıdır,
Fahiş döviz kurların sebebi de ekonominin kötü yönetilmesidir. Suçu hiç oraya buraya atmasınlar. Fahiş fiyatların sorumlusu belli.

Bunun tek bir sorumlusu var. Bu fahiş fiyatların altında tek bir imza var.

Fahiş fiyatların altında, partili taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin imzası var. Sayın Erdoğan’ın imzası var.

Siz Rekabet Kurumuna talimat vereceksiniz, gidin şunların üzerine diyeceksiniz, arada başka neler görüşülüyor onları da bilmeyiz. Gidin Rekabet Kurumuna canlarına okuyun şunların diyeceksiniz. Enflasyonun sorumlusu ben değilim bunlar diyeceksiniz. Kimseyi kandıramazsınız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Ekonomideki politikasızlığın bedelini, yüksek enflasyon olarak gördük, görüyoruz.

Makyajlanmış rakamlar dahi, tüketici enflasyonunu %20 civarında, üretici enflasyonunu ise %46’nın üstünde gösteriyor. Bunlar TÜİK’in makyajlanmış rakamları.

Artık mızrak çuvala sığmadığı için TÜİK bile üreteci fiyatlarındaki enflasyonu taa 2002’nin üzerinde gösteriyor. 19 yıl önce Sayın Erdoğan’ın o ilk seçildiği dönemin üzerinde gösteriyor.

TÜİK bile son bir yılda patlıcana yüzde 67, domatese yüzde 62, bibere yüzde 51 zam geldiğini söylüyor.

Doğal gaz ve elektik zamları birbiriyle yarışıyor.
Bakın, iki gün evvel, twitter’da bir anket yapalım dedim.

Vatandaşlarımıza, son bir yılda gerçek enflasyon oranını yüzde kaç hissettiklerini sordum.

Video-1 twıtter yorumları

Yorumlara bakın arkadaşlar. Seçeneklere yazdığım oranlar bile düşük kalmış.

%70 diyen, 100 diyen, 300 diyen... Daha acısı tek tek ürünleri yazanlar... “Geçen sene tonunu 800 liraya aldığım kömürü, 1800 TL’ye yarım ton aldım” diyen...

İşte gerçek tablo bu. Vatandaşın hissettiği enflasyon bu. TÜİK ne derse desin. TÜİK diyor Sayın Erdoğan’da tekrar ediyor biliyorsunuz. Enflasyon yüzde 19 mertebesinde diyor. Halbuki biraz çarşıya, pazara çıksa, alışverişe çıksa görecek öyle olmadığını. Bizim vatandaşımız her şeyi biliyor.

Video-1 çıkış

Değerli arkadaşlarım,

Bunlar ekonomiyi mahvetti.

Bu ülkenin ekonomisini berbat ettiler.

Gerçekten çok üzülüyorum.

Yazık değil mi? Bu ülkenin haysiyetli insanlarına yazık değil mi?

Bu hükümetin bir ekonomi politikası yok.

Bu hükümetin hiçbir konuda çözümü yok.

Ne var, Sayın Erdoğan’ın, “benim alanım ekonomi”, “ben ekonomistim” diye diye aklına her geleni yapması var.

İyi de, bu ülke sizin deney laboratuvarınız değil ki.

Aklınıza her geleni “hadi bir de bunu yapalım” diye bu ülkeye dayatırsanız, sonuçları böyle felaket olur işte.

*****

Ha bu arada, çözüm önerileri yok diyoruz ya ama şu partili medyanın çözüm önerileri var.

Şöyle bir göz atalım:

Video-2 partili medyanın çözüm önerileri kolaj Video-2 çıkış

Alışverişe tek başına ve tok karnına çık, çocuklar olmasın diyor.

Cazip kokular yoldan çıkarmasın evde hiçbiri kalmaz diyor.

İkramları geri çevirin diyor. Olur da hoşunuza gider alırsınız sakın uzak durun diyor.

Gurme reyonunda zemin titrer, yavaşlar, daha çok alırsınız diyor. Öneriler bunlar.

Bir başka taraflı medya. 4 lezzetli bayat ekmek tarifi. Bayat ekmekten yemek tarifi.

En son öneri de Enerji Bakanından geldi. Doğal gaz pahalılaştı ya daha az ısıtın evi diyor. Çözüm basit.

Evet, bunlar vatandaşlarımızla iyiden iyiye dalga geçiyorlar artık.

Bu ne demek? İşi tam yüzsüzlüğe vurmak demek.

*****

Yeri gelmişken, şikâyet eden bir vatandaşımıza, Sayın Erdoğan’ın önerdiği bir çözümü de hatırlatmamız gerekiyor.

video-3 iktidarın çözüm önerileri “al keyif çayı iç” Video-3 çıkış

Bunlar sadece ülkenin gerçeklerinden ne kadar koptuklarını gösteriyor. Evime ekmek götüremiyor diyen vatandaşın derdini dinlemek yerine ‘Ya abartma, keyif çayını iç’ diyor. Bu ülkenin gerçeklerinden kopma.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Yokluktan bahsediyorduk ya, devam edelim.

Bir başka husus, 2013 yılından beri sürekli işaret ettiğim bir konu...

Bugünkü iktidarın bir eğitim politikası yok.

Kaliteli, nitelikli eğitime erişimde fırsat eşitliği yok.

Varlıklı ailelerin çocuklarıyla, maddi durumu zayıf olan ailelerin çocukları arasında cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir zaman makas bu kadar açılmamıştı.

Anne-babalar çocuklarının yarınlarından hiçbir zaman bugünkü kadar endişe etmemişlerdi.

Sözde bedava kitap dağıtıyorlar değil mi?

İçinizde çocuğu okula giden çoktur. Bedava verilen kitaplar yeterli oluyor mu? Takviye kitap denen sektör oluştu. Ve bedava kitap yetmiyor. Verilen kitaplar yeterli olmuyor.

Olmuyor, bunu herkes biliyor.

Bir öğrencinin senelik masrafı sadece bu takviye kitaplar, ilave kurs derken 4 bin lirayı, 5 bin lirayı buluyor.

Hele liselere giriş sınavına ve üniversite sınavına girecek olan arkadaşlarımızın bir aylık masrafı asgari ücretin altında değil.

Gücü yetemeyen ise, bu yarışta en geriden başlayıp yetişmeye çalışıyor.

Bu hak da değil reva da değil.

Bu ülkenin tertemiz çocuklarının hak ettiği bu olamaz. Yetenekli çocuklar sadece ailesinin imkanları sınırlı olduğu için hak ettikleri eğitimi alamıyor. Hayata hak ettikleri gibi bir donanımla başlayamıyorlar. İçimiz yanıyor.

Eskiden bu ülkenin güçlü anadolu liseleri, güçlü fen liseleri vardı. Yoksul ailelerin çocukları oralardan bir şekilde sisteme girerlerdi. İyi üniversitelere girme yolları vardı. Bunların hepsi kapandı şimdi yok.

Üzülerek söylüyorum ki, artık her alanda yokluk vadeden bu iktidar, gençlere de “size bu ülkede ekmek yok” diyor.

Tablo bu. Onun için gençlerimiz hayatını ekmeğini başka ülkede kurabilir miyim hazırlığı içinde.

Bu arada yeri gelmişken bugün yükseköğretim kurumunun, YÖK’ün kuruluş yıldönümü.

40 yıl oldu.

Muhtemelen bu son yıl dönümlerinden biri olacak.

Çünkü ilk seçimden sonra iktidara geldiğimizde YÖK’ü kapatacağız.

*****

Evet değerli arkadaşlarım,

Şimdi de sizlerle, her alandaki bu politika yokluğunun bizi getirdiği noktayı paylaşmak istiyorum:

Yoksulluk.

Yoksulluk hızla artıyor, her geçen gün fakirleşiyoruz. Satın alım gücü hızla düşüyor.

İşte sizin bir adalet politikanız yoksa, bir dış politikanız yoksa, bir ekonomi politikanız yoksa, bir eğitim politikanız yoksa, varacağınız sonuç yoksulluktur.

*****
Değerli arkadaşlarım,

Biz DEVA kadroları olarak bu “yok” devrini kapatacağız.

Biz, geçmişin vesayetçi ve katı devletçi aklına da karşıyız, bugünün popülist otokratik uygulamalarına da karşıyız.

Biz, tüm vatandaşlarımızı, yepyeni bir sözleşmeye davet ediyoruz.

Biz, vatandaşlarımızı, tam demokratik, özgür ve zengin bir Türkiye’ye davet ediyoruz.

Önce bu tek kişilik yönetim sistemine ve bu zihniyete son vereceğiz. Ortak akıl ve istişare ile güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz. Hukuk devletini ayağa kaldıracağız. Güçlü kılacağız.
Yargının tehditle, korkuyla yaşamasına son vereceğiz.

İktidarın sopasını yargının üzerinden kaldıracağız.

Yargının da vatandaşlarımıza karşı sopa olarak kullanılmasına son vereceğiz.

Hak ve özgürlüklerden bir adım dahi geri atmayacağız.

Gasp edilmiş bütün hakları iade edeceğiz.

Her türlü hak, ne var ne yoksa KHK’lı vatandaşlarımız dahil ne kadar hak gasp edildiyse iade edeceğiz.

Eğitim bütçesini artıracağız.

Bakın bu hafta milli eğitimin bütçesi belirlenecek. Bu bütçenin ne kadar olacağı önemli ama bir o kadar da bu harcamaların yerinde ve etkili, doğru kullanılması da önemli.

Biz 3 yaşından itibaren başlatacağımız eğitim sürecinde en doğudan en batıya, en güneyden en kuzeye; fırsat eşitliğini sağlamak üzere yoğun bir şekilde çalışacağız.

Adalet sadece yargının hızlı ve doğru çalışmasıyla değil, adalet aynı zamanda sosyal adalet. Adalet aynı zamanda eğitimde fırsat eşitliği. İşe girerken ki fırsat eşitliği. Adalet aynı zamanda kadın erkek fırsat eşitliği. Adalet aynı zamanda üst düzey devlet görevlendirmesinde fırsat eşitliği.

Bu kapsamda, fiber ağlarla yurdun her köşesine internet erişimini sağlayacağız. Yavaş, pahalı ve çağdışı internet dönemini kapatacağız.

Eğitimin en önemli unsuru olan öğretmenlerimiz için öğretmenlik meslek kanunu çıkaracağız.

Çünkü biliyoruz ki, nitelikli eğitimin yolu, yaptığı işten zevk alan, mutlu, nitelikli öğretmenlerden geçer.

Öğretmen eğitimde çok önemli. Bir numaralı faktör. Şunu sormak istiyorum. İlkokulda, küçük yaştaki öğretmenin hayatın boyunca çok büyük etkisi oluyor. Kişiliğin gelişmesinde, düşünme dünyasında hatta zihni becerilerde çok büyük etkisi var.

İlkokul 3. Sınıftaki öğretmeninin ismini bilenler el kaldırsın. Hemen hemen kaldırmayan kimse yok. Peki, ilkokul 3. Sınıftayken o günkü Milli Eğitim Bakanının ismini hatırlayan var mı? Demek ki o günkü hükümet kimmiş, Milli Eğitim Bakanı kimmiş hiç önemli değil. Ama o günkü öğretmeni herkes hatırlıyor.

Demek ki hayatı üzerinde çok önemi var. İşte onun için eğitim öğretmen stratejisi demek.

Deva iktidarında öğretmenler eğitim politikasının kurbanı olmasına izin vermeyeceğiz.

Öğrenciler de öğretmenler de mağdur olmasın diye güzel bir sistem kuracağız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Biz, gençlerin kaçmak değil, yaşamak istediği bir Türkiye hedefliyoruz.

Kimsenin kendini ikinci sınıf hissetmediği, eşitliğin sağlandığı bir Türkiye hedefliyoruz.

Özgür Türkiye’yi hedefliyoruz, zengin Türkiye’yi hedefliyoruz.

Kimsenin kaygısı, kimsenin endişesi olmasın. Bu günler bitecek. Artık bu iktidar müsait bir yerde inecek.

Biz bu yokluk günlerini sona erdireceğiz.
Ülkemizin tüm sorunlarını, meşru demokratik siyaset zemininde çözeceğiz.

Bu kapsamda; tüm travmaları, korkuları, geride bırakacağımız yeni bir sistemin inşası için çalışıyoruz.

Her alanda, kapsamlı bir şekilde hazırladığımız eylem planlarıyla, iktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde yapacaklarımızı kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Türkiye tarihinde ilk kez, bir siyasi parti seçim öncesi böyle detaylı bir planlama yapıyor. Böyle bir şey hiç yapılmadı bu ülkede.

Bize diyorlar ki ya bunlarla ne uğraşıyorsunuz. Öyle lafla peynir gemisini yürütüyorlar diyorlar. Böyle değil. Biz çalışmaya alışığız.

Biz siyaseti sadece laf üretme alanı görmüyoruz. Biz siyaseti iş üretme alanı görüyoruz.

Çünkü değerli arkadaşlar, bizim için siyaset; bir koltuk sevdası değil, vatandaşlarımıza en gelişmiş ülkelerin standartlarında bir yaşam sunma gayretidir. Siyasetin amacı budur. Günü kurtarmak değildir.

Bu kapsamda tarım, afet, sosyal politikalar ve son olarak dijital dönüşüm ve teknoloji politikalarındaki acil eylem planlarımızı açıkladık. Çalışmaya devam ediyoruz.

Ülkemizi, merkezinde insan olan; kapsayıcı, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü demokrasiye ulaştırmak için var gücümüzle çalışıyoruz.

Artık Türkiye’nin devası var, İstanbul’un devası var, Maltepe’nin devası var. Biz hazırız.

Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyor, Maltepe ilçe kongremizin hayırlı olmasını diliyorum.

Çok çok teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun.