Ali Babacan: “1 Ekim’de Bahçeli’nin başlattığı sürece biz en başından destek verdik; devlet yönetme tecrübesi olunca meseleyi anlıyorsunuz”

12-05-2025
Ali Babacan: “1 Ekim’de Bahçeli’nin başlattığı sürece biz en başından destek verdik; devlet yönetme tecrübesi olunca meseleyi anlıyorsunuz”

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, PKK’nın fesih kararı öncesinde T24’ten Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtladı. Babacan, yüksek enflasyon, PKK’nın silah bırakma süreci, İmamoğlu’nun tutukluluğu ve Erdoğan’ın yeniden adaylığına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

“1 Ekim’de Bahçeli’nin başlattığı sürece biz en başından destek verdik”

1 Ekim sürecine klasik bir refleksle reddetmediklerini belirten Babacan, “Klasik muhalefet refleksi gösterip her şeye de itiraz etmiyoruz. Mesela 1 Ekim’de Bahçeli’nin başlattığı sürece biz en başından destek verdik. Hatta daha o zaman Cumhurbaşkanının gündeminde ne kadar var onu da bilmiyorduk. Ben hep diyordum ki ‘Bu işin başarılı olması için Cumhurbaşkanı'nın pozisyonunu belirlemesi lazım.’ O muhtemelen önce izledi, maya tutmaya başlayınca da sahiplendi. Sahiplensin önemli değil. Hatta bazıları şöyle düşündü muhalefetten ‘PKK silah bırakıyor, feshediyor kendini. Bu acayip prim yaptırır Erdoğan'a. Dolayısıyla biz buna karşı çıkalım.’ Klasik muhalefet refleksi bu. Oysa biz başından itibaren ‘Kim prim yapacaksa yapsın Allah aşkına, yeter ki memleketin bu sorunu çözülsün, çok önemli’ dedik. Direkt destek verdik” ifadelerini kullandı.

“Bizim devlet yönetme tecrübemiz olduğu için meseleyi erken anladık, muhalefet partileriyse geç uyandı”

Ali Babacan, “Zafer Partisi ve İYİ Parti dışında siyasette ‘Terörsüz Türkiye’ye yekten karşı çıkan pek kimse yok gibi” sorusunu;  “Evet, çünkü ne oldu? DEM Parti ve İmralı heyeti bunun iletişimini yaptı. DEM heyeti meseleyi başta anlayamayan muhalefetin bunu anlamasına yardımcı oldu. Rahmetli Sırrı Süreyya, Ahmet Türk ve Pervin Hanım, daha sonra DEM Eş Genel Başkanları muhalefet turları yaptı biliyorsunuz. Muhalefet de meseleyi biraz daha anlamış oldu ve onlar da farklı farklı aşamalarda, desteklerini nihayetinde verdiler” şeklinde yanıtladı. Süreci ilk günden itibaren desteklediklerini belirten Babacan, “Biz ilk gün destek verdik çünkü devlet yönetme tecrübesi olunca anlıyorsunuz meseleyi. Bu tecrübe olmadığı için diğer muhalefet partileri geç uyandılar ama sonunda neredeyse herkes destekledi. İyi de oldu. Bu iş için uğraşan rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in süreçte hep sağlık sorunları vardı. Ahmet Türk’ün keza, hâlâ da var, tedavi görüyor, Allah şifa versin. İkisindeki hissiyat da hep şuydu: ‘Yeter ki bu iş çözülsün, ben kendi canımı veririm.’ Ben ikisini de bunu demeye hazır gördüm. Pervin Hanım bir önceki çözüm sürecinde 32 kere İmralı'ya gitti geldi. Çok büyük emek var bu işlerde. İyi de bir hafıza var” şeklinde yanıtladı.

“Erdoğan müstakil şahsiyet bırakmadı; bıraktığı an AK Parti kalmaz”

Kendisine Erdoğan sonrasına dair yöneltilen soruya Ali Babacan şu yanıtı verdi: “Erdoğan sonrası zaten apayrı bir dünya. Erdoğan sonrası çok farklı olacak. Geçen ay bir araştırma kuruluşu sormuş ‘Erdoğan siyaseti bugün bıraksa kime oy verirsiniz?’ diye. Şimdi tabii bu çok farazi bir soru ama belki de ilk defa sorulan bir soru. AK Parti’nin oyu yüzde 13’e düşüyor. Bizim oy oranımız ise yüzde 5,5 civarına çıkıyor. AK Parti'nin oyunda çok düşüş oluyor. Çünkü Erdoğan kendinden başka müstakil siyasi şahsiyet bırakmadı AK Parti'de. Bir Erdoğan var, başka kimse yok. AK Parti demek Erdoğan demek olduğu için de zaten o bıraktığı anda AK Parti diye bir şey olmaz yani”

“Kadro hareketi artık hikâye oldu”

Erdoğan sonrasına dair Ali Babacan şu ifadeleri de kullandı: “Bir parti, bir kadro ortada yok. Evet AK Parti başta kadro hareketiydi ama artık hikâye oldu bunlar. Kendisinden başka önemli duruşu olan insanların hepsini teker teker eritti ya da o insanların kendisi ayrıldı. Yani Erdoğan sonrası bambaşka bir siyaset olur Türkiye'de. Her şey sıfırdan, yeniden başlar. Bir de tabii dedim ya, ‘Erdoğan sonrası’ çok farazi bir durum. Şu anda Sayın Erdoğan görevinin başında, ‘Gideceğim, bırakacağım’ falan da demiyor yani. Kendi değerlendirmelerine göre yönettiği bir Türkiye'deyiz şu anda.”

“Ailemle 28 Şubat’ı yaşadım, rövanşist hislerle olmaz; o iktidar sopasını kıracağız”

19 Mart’ı; 28 Şubat ve 27 Nisan’a benzetmesine dair sorulan soruda Ali Babacan, rövanşist hislerin sona ermesinin gerekliliğini bir kez daha vurguladı. Babacan, “Ben kendi ailemde 28 Şubat'ı yaşamış, hatta ta halamın neslinde, tabii 1960'larda bile benzer süreçleri kendi ailemde de yaşamış bir insanım. Kendi kız kardeşlerimde yaşadım o zorlukları. O zorlukla ailece de yaşamış birisiyim. Dolayısıyla gücü ele geçirmenin başkasının haklarını kısıtlaması kısır döngüden Türkiye artık çıkmalı. Bunun çıkışı da böyle rövanşist hislerle olamaz. Yani ‘İktidar sopasını ben elime alayım, biraz da ben kullanayım.’ Ben kaç konuşmamda kullanmıştım bunu, ‘O iktidar sopasını alacağız ve kıracağız. Bir daha kimse kullanmasın diye sopayı kıracağız demiştim” dedi.

“Biz ciddi rakibiz ama siyaset yapmak, insanlıktan çıkmak anlamına gelmez”

Ali Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la DEVA Partisi’nin kurulması sonrasında deprem ve taziyeler olmak üzere üç kez telefonda görüştüğünü belirtirken, “Siyaset yapıyor olmak, insanlıktan çıkmak anlamına gelmiyor. İnsani bağlar hep önemli ama biz ciddi rakibiz. Şaka maka değil. Öyle yönünü değiştirecek, etki altına alınabilecek bir rakip falan da değiliz. Etki altına alınabilecek birisi olsaydım, ben zaten sistemde ve etki altında olmaya devam ederdim. Onun için ciddi rakibiz” ifadelerini kullandı.

“Liderliğin ve iktidarın sürdürülmesi için bir meşru zemin gerekiyor”

Ali Babacan, kendisine yöneltilen Erdoğan’ın ‘geniş toplumsal itiraza rağmen iktidarda kalmak için her şeyi yapan bir lider’ opsiyonunu zorlayıp zorlamayacağına dair soruya şu yanıtı verdi: “Liderliğin ve iktidarın sürdürülmesi için bir meşru zemin gerekiyor. Sadece hukuki meşruiyet değil, siyasi meşruiyet de gerekiyor. Hukuki meşruiyet zeminini zaten önemli ölçüde çürümüş durumda. Yüzde 52 oy almış olmanın getirdiği bir hukuki meşruiyet belki vardır ama yüzde 52 ucu ucuna bir destek. Soru her zaman nedir? Bugün seçim olsa ne olur? Soru budur. Bugün zaten hükümetin bu sorunun cevabıyla sıkıntısı var.”

“İktidarın etrafındaki menfaat şebekesi ister ki bu iktidar güçlü devam etsin”

“Siyasi meşruiyet zemini kendi tabanlarında dahi tepki oluşturacak şeyler yapılarak eritilirse artık iktidarın sürdürebilirliği kalmaz. Bunu kendi görmese bile herhalde etrafındaki menfaat şebekesi görür. Çünkü bu iktidarın etrafındaki menfaat şebekesi ister ki bu iktidar güçlü devam etsin. Çünkü bilir ki ancak iktidar güçlü devam ederse oradan nemalanmaya devam edebilir. İktidarın kendi meşruiyet zeminini kendi eline yok ettiği bir durum menfaat şebekesine dokunur.”

“Cumhurbaşkanı’nın dosyalardan haberi olduğunu kendini tutamamasından biliyoruz”

Ali Babacan “Erdoğan’ı İmamoğlu operasyonuna devletin içindeki bir yapı ikna etti” varsayımına itiraz ederek “Sistem öyle değil artık. Bu otoriter sistemlerde devlet kurumları, maalesef yargı dahil, artık talimata göre hareket edebilecek bir kıvama geliyor. Bizde de maalesef öyle şu anda. Tabii ki işini düzgün yapmaya çalışan çok sayıda savcımız, hakimimiz var. Ama bazıları da korkudan veya teşvik sebebiyle de hatta ‘Efendim ne yaparsak hoşunuza gider?’ moduna girebiliyor. ‘Sizin için ne yapabilirim?’ Bunları çok üzülerek söylüyorum ama maalesef durum bu. İş buraya gelmişse Erdoğan da bunu kullanır. Açıklamalarına baktığımızda Cumhurbaşkanının aslında bu dosyalardan haberdar olduğunu biliyoruz. Dosyaların nereye doğru akacağının sinyal veriyor, tutamıyor çünkü kendini. Gayet iyi takip ediyor ve ‘Şu olacak, bu olacak’ diyor, oluyor da yani. 12 saat içerisinde İstanbul Üniversitesinin aldığı karar, hemen ertesi sabah gözaltı, farklı farklı dosyaların bir koordinasyonda işletilmesi, ayrı ayrı süreçlerin hep birlikte paketlenmesi…Bütün bunlar ancak belli bir noktadan çıkan talimatın ve bir koordinasyonun sonucu olabilir” ifadelerini kullandı.

“Kayyım atanabilirdi; tepkinin bu kadar kuvvetli olacağını ölçemediler ya da ekonomi üzerindeki etkisini tahmin edemediler”

19 Mart ve sonrasında yaşanan kayyım tartışmalarına dair Ali Babacan; “CHP yönetimi kayyım konusunda gerçekten korktu. Ben Saraçhane’ye geçmiş olsun ziyaretine gittiğimde, CHP'nin olağanüstü kurultay kararını aldığı gündü hatırlıyorsanız. Özgür Özel’le yaptığım görüşmede onları ciddi şekilde endişeli gördüm. Yine Genel Merkeze yığınak yaptılar, ‘Kayyım gelirse içeri sokmamaya çalışalım’ diye düşündüler. Kurultay kararı zaten kilometreyi sıfırlamak içindi. Sonuçta kayyım olmadı. Ama yapabilir miydi? İkisini de yapabilirlerdi açıkçası. Yapamadılar çünkü birincisi, toplumsal tepkinin bu kadar kuvvetli olacağını belki ölçemediler. İkincisi de ekonomi üzerindeki etkilerin bu kadar büyük olacağını da belki tahmin edemediler. Bakın ben protestolara katılan gençlere sorduğumda aldığım yanıt genelde ‘Benim ülkede belki bir gün işler düzelir umudum vardı. Umudumu elimden aldınız’ oldu. Bunun yüzünden sokaklardaydılar. Tabii bir kısmı İmamoğlu için sokaktaydı ama en az yarısı da umudunu kaybettiği için. Bu kadar önemli bir toplumsal tepki ve bu kadar büyük bir ekonomik hasar belki beklemiyorlardı” dedi.

“Siyaset bizim için meslek değil; bu yüzden ekibimi etki altına almak kolay olmaz”

Erdoğan’ın ciddi rakiplerini de enterne edebilmiş ya da ittifakına destek noktasına getirmiş olmasının kendisine hatırlatılması üzerine Ali Babacan şu yanıtı verdi: “Bu işin şakası yok. Biz siyasi bir egzersiz yapmıyoruz burada. Bazıları için siyaset meslek oluyor. Allah korusun hele hele bir de para kazanma alanı olarak görülürse, o zaman siyaset kalıcı bir egzersize dönüşüyor. Bizim için öyle değil. Bizim partideki her arkadaşımızın kendi işi var, ailesinin geçimini sağladığı bir konu var, istisnasız böyle. Herkes kendi maddi kaynaklarından fedakârlık ederek siyaset yapıyor. Böyle bir ekibin etki altına alınması kolay değil. Onun için bizimle en büyük uğraşma şekli medyada karartma uygulama. Tüm vatandaşların finanse ettiği TRT’den bugüne kadar tek bir programa davet olmaz mı? İktidarın etki alanındaki bir sürü televizyon kanalı var. Bir kere bir mülakat olmaz mı? Sıfır. Hükûmetin etkisi altında olan kanalları biliyorsunuz, gazeteleri biliyorsunuz, sıfır davet, sıfır haber.”

“AK Parti’den ayrılmamın kök sebepleri yoksuzluk ve hukuksuzluklardır”

Ali Babacan, “Adalet Kalkınma Partisi’ne dönüş kapısının net olarak kapalı olup olmadığına” dair sorulan soruyu ise keskin bir dille reddetti: “Ben ayrılacağımı ona net olarak herkesten önce açıkladım, ilk benden duydu. 2019 yerel seçimleri dönemiydi, gittim dedim ki; ‘Ben sessizce ve mümkün olan en az zararı verecek şekilde ayrılacağım. Ondan sonra ayrı bir çalışma başlatacağız. Bunu dışarıdan, sağdan, soldan duymayın, ben size anlatıyorum.’ Baş başa konuştuk. Bu konuşmadan sonra da ben aynı ona önceden anlattığım şekilde deklare ettim ayrıldığımı. Yani bizim sürecimiz çok farklı işledi. Ali Babacan ve DEVA süreci çok farklı işledi. Oradan ayrılmamın kök sebepleri var. Yolsuzlukla mücadelede sağlam bir duruş ortaya koyulmaması ve hukuksuzluk.”

“Allah için Dışişlerimizin Suriye'yle ilgili politikası fena gitmedi”

“19 Mart, Kürt meselesinin çözümü açısından da bir risk yaratmadı mı?” sorusunun sorulması üzerine Babacan; Erdoğan’ın kendisi açısından risk görmesi halinde masayı devirebileceğini söyledi: “Kendisi açısından, kendi iktidarı açısından en ufak bir risk gördüğünde masaya devirebilir. Bugüne kadar mesela Allah için bizim Dışişlerimizin Suriye'yle ilgili politikası fena gitmedi. Ama ne olacak bilemiyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı her zaman her konuda çok hızlı zigzag yapabilecek oluşu endişe kaynağı. Artık iç siyasette işine ne geliyorsa -ki bu tehlikeli bir şey- ve kendi iktidarını sürdürebilir kılacak ne varsa onu yapabilir. Geri kalan her şeyde zigzaglar olabilir diye insan korkuyor”

“‘Türkiye mi DEVA mı’ seçeneğinde ‘Türkiye’ dedik fakat şu an DEVA olmadan Türkiye olmayacak”

Ali Babacan, röportajda Altılı Masa’ya dair de konuştu: “İktisatta ‘ex ante’ ve ‘ex post’ kavramları vardır. Şimdi seçim sonucunu gördüğümüzde ‘Altılı Masa çok da iyi bir fikir değildi’ diyebilmek mümkün, ex post olarak baktığımızda. DEVA olarak tabii biz kendi kimliğimizle seçime giremedik. Kendi logomuz koyamadık. Seçim afişlerimizde dedik ki ‘DEVA için CHP’ye oy ver.’ Ok koyduk CHP’ye. İnsanların bir kısmı verdi, bir kısmı vermedi. Cumhurbaşkanlığı oy pusulasına baktı insanlar, Ali Babacan yok. Dedik ki ‘Beni seviyorsanız Kemal Bey'e oy verin.’ Bizim açımızdan zor bir seçim oldu. Ama bunu biliyorduk. Çünkü ‘Türkiye mi, DEVA mı?’ diye iki seçenek önümüze koyduğumuzda biz ‘Türkiye’ dedik. ‘Önce Türkiye’ dedik. Fakat şu anda artık önce DEVA diyoruz çünkü DEVA olmadan Türkiye olmayacak, onu görüyoruz. Biz artık iki kutuptan birisini tercih etmek zorunda bırakılmak istemiyoruz. 12 Ekim’deki ikinci büyük kongremizle beraber yeni bir strateji açıkladık biliyorsunuz. Şimdi o stratejiyi böyle tuğla tuğla inşa ederek yürüyoruz” dedi.

“Erdoğan’ın yapması gereken demokrasinin önünü açmaktır”

“Erdoğan için yeniden bir adaylık konuşulamayacağını savunuyorsunuz” sorusu üzerine, “İster AK Parti'nin kuruluşu açısından bakın, isterseniz anayasa açısından bakın, isterseniz evrensel yönetim ilkeleri açısından bakın, şu anda Erdoğan'ın yapması gereken artık kendinden sonrasıyla ilgili düzgün, düzenli bir değişimi hazırlamaktır. Türkiye'de demokrasinin önünü açmaktır. Ve evet, 20 küsur yıllık iktidarının belki ilk 10 yılında iyi şeyler yapmış, son 10-15 yılında büyük hatalar yapmış bir liderdir. Ama eninde sonunda görevi bırakıp kendinden sonrasında Türkiye demokrasisinin önünü açmış bir lider olarak iz bırakmasını ben kendisi için de daha sağlıklı bir yöntem olarak görürüm.”

“Sağlam finansman yapımızla bütün dünyaya örnek olduk, yine yapabiliriz”

“Şu anda demokrasi Avrupa'da da saldırı altında. Amerika'da da gerçekten demokrasinin ve kurumların ciddi saldırıya uğradığı bir dönemdeyiz. Şimdi böyle bir dönemde Türkiye'nin bambaşka bir ilham kaynağı olması mümkün. Nasıl 2008-2009 ekonomi krizinde bütün dünyanın parmakla gösterdiği bir ülke olduk. Nasıl Avrupa'nın manşetlerini süsledik biliyorsunuz. Dergi kapaklarıydık. Niye? Çünkü her yer krizdeyken biz sıyrıldık, çıktık. Ve sapasağlam bankacılık sistemimizle, sağlam finansman yapısıyla bütün dünyaya örnek olduk. Bunu o zaman nasıl yaptıysak, bugün yine yapabiliriz. Türkiye bütün dünyada yeniden demokrasiyle hukuk devleti örneği haline gelebilir.”

“Şimşek’e sordum, Cumhurbaşkanı’nın rakipleri için mi rezerv biriktiriyorsunuz?”

Ali Babacan’a röportajda Merkez Bankasının ‘yaktığı rakam’ da soruldu. Ali Babacan, soruyu “17 Mart'tan bugüne bilebildiğimiz kadarıyla 57 milyar dolar. Çünkü Merkez Bankası şeffaf değil ya artık açıklamıyor ne kadar sattığını, ancak dolaylı hesaplarla bulabiliyoruz. Son açıklanan dolaylı tablolardan çıkarttığımız kadarıyla 57 milyara ulaştı. Ben biliyorsunuz bunu sordum ben Mehmet Şimşek’e kendisi ‘Rezervleri bugünler için biriktirmiştik’ deyince. Cumhurbaşkanı siyasi rakiplerini tek tek eleyebilsin diye mi biriktirmişler bu dövizi? Bir 50 milyar dolar İmamoğlu için biriktirildiyse bir 50 milyar dolar da bundan sonra ortaya çıkabilecek başka bir isim için mi biriktiriliyor? Bu, Sayın Erdoğan'ın kendi eliyle çıkarttığı bir kriz. Dışarıdan gelen bir şok falan değil. Bu tam olarak şuna benziyor; karşıdan düşman gelebilir diye tedbir olarak savaş geminiz var, topunuz var, topu karşıya çevirmiş bekliyorsunuz. Erdoğan ne yaptı? Topu aşağı çevirip attı ve kendi gemisinin altını kendisi deldi. Cephanesini gemisini korumak için değil kendi gemisini delmek için kullandı. Şimdi neden o gemi su alıyor?” şeklinde yanıtladı.

“Şu anda güçlü bir hükümet olsa dünyadaki pek çok savaşı Türkiye durdurabilir”

Türkiye’nin yakalayabileceği tarihi fırsata ilişkin, Ali Babacan şu değerlendirmede bulundu: “Türkiye demokrasisi saldırı altında, kurumlar yok ediliyor falan filan. Ama Türkiye’nin buradan hızla çıkıp bir başarı hikayesine dönülebildiğini yine gösterebiliriz dünyaya. Yine mümkün. O gün ekonomiyle yaptık, bugün demokrasiyle ve hukukla yapabiliriz. Bugün bunun için jeopolitik açısından çok önemli fırsat var. Şu anda güçlü bir hükûmet olsa, itibarlı bir hükûmet olsa belki de pek çok savaşı Türkiye önleyecek ya da durduracak.”

“Hazine, risk yönetimiyle çalışması lazım; 2008-2009 krizinde bunu başarmıştık”

Röportajda ekonomiye de değinen Babacan, kendi yönetimiyle şimdiki ekonomi yönetimini kıyaslayarak şu ifadeleri kullandı: “Biz iç piyasada döviz cinsinden borçlanmayı kesmiştik, bitirmiştik. Onu da tekrar başlattılar, iç piyasada döviz cinsinden borçlanıyorlar. Bütün bunların hepsi Hazine’nin çalışma koşullarına bağlanıyor. Hazine’nin mutlaka bağımsız olması ve risk yönetimiyle çalışması lazım. Ne demek istediğimi anlatmak için bizim dönemimizden örnek vereceğim. Biz bir ‘middle office’ kurmuştuk, bir orta ofis. Bunun amacı da risk yönetimiydi. Devlet borcunun döviz kuruna ve faize olan bağımlılığını minimuma indirmek ve devlet borç stoğunun ileriye doğru ekonomik ve finansal depremlerden korunmasını sağlamak için bunu yapmıştık. Bunun sonucunda da 2008-2009 krizi gelip vurduğunda Türkiye’ye hiçbir şey olmadı, sapasağlam ayakta kaldık. Bunu sağlayabilmemizin nedeni risk yönetimini başarmış olmamızdı.”

“Geçen yıl, Kur Korumalı Mevduat’a ödedikleri kur farkı 800 milyar”

“Fakat iş döndü dolaştı nereye geldi? Rahmetli Özal'ın gençlere vasiyetle, ‘Aman bir daha ülkenin başını böyle büyük dertlere sokmayın’ dediği Kur Korumalı Mevduatı (KKM) getirdiler tekrar. Yine Özal’ın ifadesiyle söylüyorum; “Bu kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir” diyor. O günlerin gazetelerin manşetlerindeki bu sözlerin kupürleri var elimde, isteyene çıkartıp gösterebilirim. Özal’ın bunu vasiyet etmesinden yıllar sonra tuttular şapkadan tavşan çıkartırcasına ekonomiyi kurtaracak formülün bu olduğunu ilan ettiler. Cevdet Yılmaz ile Mehmet Şimşek ekonomi yönetimine geldiklerinden beridir de yine bundan kurtulmaya çalışıyorlar. Ama o kadar büyük bir rakam ki, azalttılar azalttılar hala kurtulamadılar. Geçen sene sadece Kur Korumalı Mevduat için ödedikleri kur farkı 800 milyar lira. Hazinede para olmadığı için de bunun tamamını Merkez Bankasına karşılıksız para bastırıp ödettiler.”

“Devletin risk yönetimi anlayışı bitti; maksat günü kurtarmak”

“KKM’nin neden olduğu açığı kapatmak için Merkez Bankası’na karşılıksız 800 milyar lira bastırılmasının enflasyona yansıması kaç puan olmuştur sizce? Onun hesabı çok zor olmayabilir. Geçen sene tarım desteğinin tamamı 90 milyar. ‘Bayram ikramiyesi verdik vermedik’ dediği rakamın tamamı 28 milyar. Sadece KKM için karşılıksız para bastırıp da ödedikleri 800 milyar. Cevdet Yılmaz ve Mehmet Şimşek'ten önce Hazineden de ödeniyordu, Merkez Bankasından da karşılıksız para bastırıyordu. Fakat daha sonra baktılar ki bütçede para sıfırlandı artık Hazine’den hiç ödememeye başladılar. Yeni Merkez Bankası yönetimine de dediler ki ‘Arkadaş bu yük tamamen artık sizde.’ Onlar da para basıp basıp ödedi. Bugün kur farkı çıkartıp gene ödeyecekler. Onun için hasar maalesef çok büyük. Devletin, Hazine’nin, Merkez Bankasının risk yönetimi anlayışı bitti. Böyle bir şey yok artık. Maksat tamamen günü kurtarmak. Altın cinsinden borçlanma gibi şeyler çok yanlış işler, yapmamaları lazım arkadaşların.”

SONRAKİ HABER

Ali Babacan: “Türkiye’nin önünde, tüm vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin ihya edilmesi için yeni bir fırsat penceresi açılmaktadır”

Sık Sorulan Sorulara Cevaplar


                        

BASIN BÜLTENİNİ
İNDİRİN

Haber ekinde bir basın açıklaması mevcut ise aşağıdaki indirme ikonu ile indirebilirsiniz.

12-05-2025