“Artık somut adımlar atmanın da vakti geldi de geçiyor; Bahçeli net, Erdoğan’dan hiçbir açıklama duymadık”
“Bir ülkenin iktidar partisi, sorumluluğu komisyona havale edip suskunluk içinde bu süreci yönetemez”
“Sayenizde koskoca Türkiye Cumhuriyeti, postmodern bir taş devri yaşıyor”
“Bu ülke, emeğiyle yaşamak isteyen insanlara mezar olan bir ülke olmamalı”
“Biz bu ülkeyi çok seviyoruz; Cansu’lar, Nisa’lar, Tuğba’lar ölmesin diye çalışıyoruz”
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu üyesi milletvekillerinin İmralı 'ya gidişi konusunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a tavrını açıkça ortaya koyma çağrısı yaptı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu konuda net bir tutum aldığını söyleyen Babacan, "Bu iş doğruysa çıkın toplum önünde savunun, çekinceniz varsa bunu da söyleyin. Ama milletten kaçmayın” dedi.
Yeni Yol TBMM Grup toplantısında konuşan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, TBMM’de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na ilişkin sürecin belirsizliklerle ve siyasi hesaplarla tıkandığını vurguladı.
“Artık somut adımlar atmanın da vakti geldi de geçiyor; Bahçeli net, Erdoğan’dan hiçbir açıklama duymadık”
Babacan, konuşmasında komisyon sürecindeki belirsizliğe dikkat çekerek iktidarın sorumluluktan kaçtığını söyledi. Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun artık dinleme aşamasını tamamladığını belirten Babacan, somut adımların atılması gerektiğini vurguladı: “TBMM çatısı altında kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bugüne kadar yeterince dinleme yaptı. Artık somut adımlar atmanın da vakti geldi geçiyor. Geç kalıyoruz. Aylardır devam eden tuhaf bir tartışma gündemi sürekli işgal ediyor. Malum konu, İmralı’ya gidip gitmeme meselesi. Biz ilk günden bu yana diyoruz ki, Öcalan’ın Komisyon’a iletmek istediği mesajlar varsa, bu mesajlar bir şekilde Komisyon’a aktarılmalıdır. Mesajların hangi yöntemle aktarılacağını da Komisyon’da temsil edilen siyasi partiler istişareyle karar vermelidir. Bu konuda Sayın Bahçeli, ilk günden bu yana ısrarla Komisyon’dan bir heyetin İmralı’ya gitmesi gerektiğini söylüyor. Mesajların bu yöntemle Komisyon’a aktarılması gerektiğini savunuyor. Kendisi oldukça net. Ancak bu konuda ne Sayın Erdoğan’dan, ne partisinin sözcüsünden, ne grup başkanından, ne grup başkan vekillerinden somut hiçbir açıklama duymadık. Şimdi diyorlar ki, Cuma günü Komisyon toplanacak, bu konuyu oylayacak. Komisyon’da en çok milletvekili ile temsil edilen AK Parti’nin bu konudaki tutumuyla ilgili kamuoyuna yapılan tek bir kelimelik açıklama yok. Biz böyle bir tutumu biz doğru bulmuyoruz.”
“Sayın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin açık bir şekilde sorumluluk almasının vakti gelmiştir”
“Sayın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin açık bir şekilde sorumluluk almasının vakti gelmiştir. Bu konuda elini değil, gövdesini taşın altına koyması gerekenler, taşın yanına bile yaklaşmak istemiyorlar şu an. Bir ülkenin iktidar partisi, sorumluluğu komisyona havale edip suskunluk içinde bu süreci. Hep beraber yüklenelim dedik ama bunlar ne yapıyor; yük size, eğer bir getiri olursa bize. Böyle bir şey olamaz. Ben buradan AK Parti yönetimine seslenmek istiyorum: Bu iş doğruysa, çıkın toplum önünde savunun; gerekçelerini de açıklayın. Çekinceleriniz varsa, bunu da söyleyin. Ama milletten kaçmayın.”
“Süreci AK Parti adına değil de devlet adına yürütüyormuş gibi davranmanızın kime ne faydası var?”
“Sayın Cumhurbaşkanı; İmralı’ya kimin gideceğine izin vermekten, DEM heyeti ile ne zaman ve kimlerle görüşmeye kadar; kimlerin tahliye edileceğine karar vermekten, komisyonun hangi STK’ları, kimleri kabul edeceğine kadar birçok konuyla detaylı olarak bizzat ilgileniyor. Cumhurbaşkanı olarak süreç hakkında izin veriyor, onay veriyor, talimat veriyor. Ancak gelin görün ki, AK Parti Genel Başkanı olarak vermiş olduğu kararları ve bu kararların sebeplerini kamuoyuna izah etmiyor; bundan kaçınıyor. Sayın Erdoğan, siz ‘yaparsa AK Parti yapar’ sloganını sürekli kullanıyorsunuz. Şimdi bu süreci AK Parti adına değil de devlet adına yürütüyormuş gibi davranmanızın kime ne faydası var? Milletimiz olan bitenin farkında değil mi Allah aşkına?”
“Böyle süreçler inançla, özgüvenle, milleti ikna ederek yürütülür”
“Herhangi bir konu üzerine saatlerce konuşuyorken, bu mesele hakkında bir cümleyi, yer yer bir paragrafı aşan konuşmanız neredeyse hiç olmadı bugüne kadar. Hâlâ sürecin başarısından emin değilmiş gibi davranıyorsunuz. Bir sorun çıktığında ‘Buna devlet karar verdi, muhalefet de ortak oldu; benimle alakası yok.’ diyebilmek için susuyorsanız, bu doğru değil. Böyle süreçler inançla, özgüvenle, milleti ikna ederek ve milleti karar alma süreçlerine dahil ederek yürütülür; ancak böyle başarılı olur. Eğer hâlâ başarısızlık ihtimaline yatırım yapıyorsanız hem iktidar ortağınıza hem de görevlendirdiğiniz bürokratlara büyük haksızlık yapıyorsunuz. Tarihi bir dönemeçteyiz. Bizim ‘yanlıştır’ dememize rağmen çok istediniz; hem devlet başkanı oldunuz hem de iktidar partisinin genel başkanı oldunuz. Anayasa’daki açık hükme rağmen partili, taraflı bir cumhurbaşkanı oldunuz. Bu iki sıfatı bir arada taşımanın ikilemini de işte şu anda yaşıyorsunuz. Bir şapka genel başkan, diğer şapka cumhurbaşkanı. ‘Her iki şapkayı da beraber taşımanın nimetlerinden ben istifade edeyim, külfetini başkalarına yıkayım’ diyemezsiniz.”
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Yeni Yol grubunda yaptığı konuşmada son haftalarda art arda yaşanan işçi ölümlerinden adalet sistemindeki çöküşe, denetim eksikliğinden ekonomik güvensizliğe kadar pek çok başlıkta hükümete sert eleştiriler yöneltti. “Ölümlerin sebebi ortada: Ölümlerin sebebi ihmal, ölümlerin sebebi denetimsizlik, ölümlerin sebebi alınmayan tedbirler. Bu ölümler, iş güvenliğini maliyet olarak gören anlayışın sonucudur” ifadeleriyle başladığı konuşmasında Babacan, hem Dilovası ve İstanbul’daki ihmaller zincirine, hem de açıklanması beklenen yargı paketi ve infaz düzenlemesine değindi.
“Sadece şu son iki haftada ülkemizde yaşananlara baktığımızda, kaybettiğimiz canları gördüğümüzde kahroluyoruz”
Konuşmasına, geçtiğimiz hafta Dilovası’nda hayatını kaybeden işçileri anarak başlayan Ali Babacan, Türkiye’de işçi ölümlerinin artık olağan hale gelmesine sert sözlerle tepki gösterdi. Son iki haftada yaşanan iş cinayetlerinin ülkenin içinde bulunduğu tabloyu açıkça ortaya koyduğunu belirten Babacan, “Sadece şu son iki haftaülkemizde yaşananlara baktığımızda, kaybettiğimiz canları gördüğümüzde kahroluyoruz. Bakın, geçtiğimiz hafta Dilovası’nda büyük bir facia yaşandı. Dile kolay, tam 7 can, 7 emekçi vatandaşımız ihmalsizlikler sonucu, denetimsizlikler sonucu hayatını kaybetti. Şu haberi okudum, içim parçalandı. ‘Yangın merdiveni ve acil çıkışı olmayan depoda cenazeler, kapının forkliftle kırılmasıyla açılabildi, çıkarılabildi.’ Haber böyle diyor. Yangından kurtulmayı bırakın, cenazelerine bile erişilemeyen emekçilerden söz ediyoruz. Yıl 2025, Türkiye’de karşılaştığımız manzara bu. Ölümlerin sebebi ortada: Ölümlerin sebebi ihmal, ölümlerin sebebi denetimsizlik, ölümlerin sebebi alınmayan tedbirler. Bu ölümler, iş güvenliğini maliyet olarak gören anlayışın sonucudur. Bu ölümler, denetimin kâğıt üzerinde yapılmasının sonucudur; bu ölümler, Kartalkaya'dan İliç’e, görevi ihmali alışkanlık haline getirmenin sonucudur” dedi.
“Bu ülke, emeğiyle yaşamak isteyen insanlara mezar olan bir ülke olmamalı”
Konuşmasına Dilovası'nda ve Kulp’ta hayatını kaybedenlerin ailelerine, yakınlarına başsağlığı dileyerek devam eden Babacan, “Bu ülke, emeğiyle yaşamak isteyen insanlara mezar olan bir ülke olmamalı. Bu ülke, denetimi kâğıt üzerinde yapanların, ihmali alışkanlık haline getirenlerin ülkesi olmamalı. Bu ülke, 16 yaşındaki bir kızın; Cansu'nun akşam işten evine dönemediği bir ülke olmamalı. Sadece Dilovası mı? İşte yine geçtiğimiz hafta Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde viyadük inşaatında çalışan 4 işçi kardeşimiz iskelenin çökmesi sonucunda hayatını kaybetti. Hepsi can, hepsi insan…” ifadelerini kullandı.
“Otelse otel, yemekse yemek, hastaneyse hastane: Her birinin denetimi hükümette, her birinin sorumluluğu ilgili bakanlıkta”
Açıklamalarının devamında Babacan, İstanbul’da geçtiğimiz günlerde yaşanan ve bir aileyi yok eden acı olayı hatırlatarak ihmaller zincirinin aileyi hayattan kopardığını söyledi: “İşte evvelsi gün İstanbul’un göbeğinde yaşananlar: Böcek ailesi kaldıkları otelden dışarı çıktılar. Yemek yediler, son kez biraz gezdiler dolaştılar birlikte eğlendiler ailece birlikte oldukları o gün onları hayattan kopardı. Otelde mi bir şeyler oldu, yedikleri bir şeyden mi hala açıklığa kavuşmuş değil fakat bir aileyi yok eden ihmaller zincirini biliyoruz, görüyoruz ve buradan haykırıyoruz… Otelse otel, yemekse yemek, hastaneyse hastane: Her birinin denetimi hükümette, her birinin sorumluluğu ilgili bakanlıkta. Sorumluluk otelde mi? Turizm Bakanlığı oraya, gidecek gerekli denetimi yapacak. Sorumluluk ailenin kritik durumunu öngöremeyen hastanede mi? Sağlık Bakanlığı oraya, gidecek denetleyecek. Sorumluluk yemeklerde mi? Yiyecekleri satanlar da mı? İlgili bakanlık, oraya gidecek denetimini yapacak.”
“Sayenizde koskoca Türkiye Cumhuriyeti, postmodern bir taş devri yaşıyor”
“Bu ülkenin kurumlarında ehliyet ve liyakati yok ettiniz. Bütün kararları bir merkezde toplayıp kurumları zayıflattınız. Malum menfaat şebekesi, bu kurumları vatandaşa hizmet eden kurumlar olmaktan çıkarıp sadece kendi çıkarlarına hizmet eden aygıtlar haline getirdi. Beslenmeyi denetimsiz hale getirdiniz, insanların elinden güvenli gıdaya erişimi aldınız. Kiraları arşa çıkardınız, insanların elinden barınmayı aldınız. Hukuku, adaleti ortadan kaldırdınız; insanların elinden güvenliği, emniyeti aldınız. Sayenizde koskoca Türkiye Cumhuriyeti, postmodern bir taş devri yaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti ilkel bir kabile devleti değildir. Türkiye Cumhuriyeti, yemek yiyen vatandaşlarını toprağa vermeyecek kadar güçlü ve büyük bir ülkedir.”
“Acımız çok büyük”
Babacan, konuşmasında geçtiğimiz günlerde yaşanan askeri uçak kazasına da değindi. Kazada hayatını kaybeden askerler için başsağlığı dileklerini ileten Babacan, hem şeffaf bir soruşturma hem de benzer olayların tekrar etmemesi için gerekli tedbirlerin ivedilikle alınması çağrısında bulundu: “Geçtiğimiz günlerde bir askeri nakliye uçağımızın düşmesi sonucunda hayatını kaybeden 20 şehidimizi de tekrar rahmetle anmak istiyorum. Acımız çok büyük. Şehitlerimizin kederli ailelerine, yakınlarına ve silahlı kuvvetlerimize başsağlığı diliyorum. Bu kazanın sebeplerinin en kısa zamanda açıklığa kavuşturulmasını, benzer kazaların tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirlerin de derhal alınmasını diliyorum.”
“Siyasileşmiş, klikleşmiş bir yargı adalet dağıtamaz”
Babacan, Türkiye’de adalet sisteminin içine sürüklendiği krizle ilgili sert değerlendirmelerde bulundu. Yargının siyasetin etkisi altına girdiğini vurgulayan Babacan, hukukun tarafsızlığının ciddi şekilde zedelendiğini ifade etti: “Adaletin terazisi dengesini çoktan yitirdi. İktidar yargıyı bir sopa gibi kullanmaya devam ediyor. Mahkemeler, farklı düşünenleri susturmak, eleştirilerin önünü almak ve korkuyu büyütmek için bir baskı aracına dönüşmüş durumda. Gazeteci, siyasetçi, akademisyen fark etmiyor; kim biraz sesini yükseltirse baskı görüyor, kim hak talep etse keyfi kararlarla karşılaşıyor. Kayırmacılık ve kadrolaşma ile bazı mahkemeler iktidarın tut dediğini tutuyor, sal dediğini salıyor. Bu durumdan yargı camiamızın büyük bir bölümünün son derece rahatsız olduğunu da ifade etmek isterim. İşini düzgün yapmaya çalışan binlerce savcımız ve hâkimimiz, Türkiye’de yargıya olan güvenin bu kadar azalmış olmasını üzüntüyle ve kaygıyla izliyor. Siyasetin yargı üzerindeki bu baskısından yargı camiası da mustarip. Unutmayalım: Siyasileşmiş, klikleşmiş bir yargı adalet dağıtamaz. Üstelik siyasetin müdahil olduğu ve talimatla hareket eden bir yargının verdiği zararın telafisi imkânsızdır.”
“Temel ilkemiz ‘cezada adalet infazda eşitlik”
Babacan, konuşmasında kamuoyunun merakla beklediği infaz düzenlemesi ve yeni yargı paketine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu. Henüz Meclis’e gelmeyen düzenlemeler konusunda hükümeti şeffaf olmaya davet eden Babacan, özellikle 31 Temmuz Covid yasası mağdurlarıyla ilgili taleplerin görmezden gelinemeyeceğini söyledi: “Bugünlerde herkesin gözü kulağı açıklanacak yargı paketinde ve infaz yasasında. Henüz Meclis’e gelmedi, bekliyoruz; detaylı değerlendirmemizi son teklifi gördüğümüzde ayrıca yapacağız. Ancak şunu ifade etmek isterim ki, 31 Temmuz Covid yasası mağdurları konusunda da, infazda eşitlik isteyenler konusunda da bizim duruşumuz net. Temel ilkemiz ‘cezada adalet infazda eşitlik’. Bu nedenle 31 Temmuz Covid yasasında, hukuk devleti ve eşitlik ilkesi gereği, ‘aynı tarihte işlenmiş aynı infaz rejimine muhatap aynı suça’, ‘aynı cezanın’ verilmesi ne kadar hak ise; uygulanacak indirim ya da iyileştirmenin de aynı olması hukuk ve adalet için gereklidir. Bu nedenle 11. yargı paketine Covid düzenlemesinin ve infaza ilişkin taleplerin mutlaka eklenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu eksiklikler giderilmeden getirilecek olan 11. yargı paketi ihtiyaçları karşılamaktan son derece uzak olacaktır.”
“Ülkemizde de çocukların önemli bir kısmı akranlarıyla eşit fırsatlara ve haklara erişimden yoksun”
“Yarın 20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günü. Çocukların yaşadığı eşitsizlikler ve haklarına erişimde karşılaştıkları zorluklar sebebiyle Dünya Çocuk Hakları Günü her geçen yıl daha fazla önem kazanmakta. Nitekim iki yıl boyunca Gazze’de gördüğümüz korkunç tablo, artık çocukların bizzat kasti hedef hâline bile geldiğini bize gösterdi. Çocuklar en büyük hakları olan yaşama hakkından, korunma ve gözetilme hakkından bile Gazze’de mahrum kaldı. Ülkemizde de çocukların önemli bir kısmı akranlarıyla eşit fırsatlara ve haklara erişimden yoksun. Dijital riskler, ihmal, istismar, zorbalık, bağımlılık, yoksulluk, çeteler gibi pek çok alanda büyük sorunlar var. Bu tabloyu besleyen ve içinden çıkılmaz hâle getiren sebeplerin başında da adalet sistemindeki yozlaşma ile derinleşen yoksulluk gelmekte. Bundan iki yıl önce milletvekilimiz Elif Esen arkadaşlarıyla birlikte Çocuk Hareketi’ni başlattı. Meclis çatısı altında, farklı partilerden milletvekillerinin, uzmanların, çocukların, gençlerin birlikte çalıştığı bir sivil inisiyatif, bir platform kuruldu. Yarın yıllık toplantısını gerçekleştirecek olan Çocuk Hareketi, birlikte çalıştığı STK uzmanları, akademisyenler, hukukçular, eğitimciler ve sağlıkçıların desteklediği ve farklı alanları çalışan komitelerden oluşuyor. Eğitim Komitesi, Sağlık Komitesi, Çocuğun Korunması ve Adalet Komitesi, Sosyal Politikalar ve Yatırım Komitesi gibi komiteler… Akran zorbalığını önleme, sağlıklı beslenme, aşı, koruyucu aile gibi alanlarda güzel çalışmalar yapılıyor. Ben bu çalışmaların içinde olan, katkı veren herkese teşekkür etmek istiyorum. Çocuk Hareketi’nin her bir mensubuna şükranlarımı sunmak istiyorum.”
“Bir ülkenin gençleri kendi ülkesine güvenmiyorsa, iş insanları kendi ülkesine güvenemiyorsa bu ülkenin yarınları kararır”
Babacan, konuşmasının dış politika ve ekonomiyle bağlantılı bölümünde Türkiye’den hızla artan beyin ve sermaye göçüne dikkat çekti. Londra’daki görüşmelerinden edindiği izlenimlerin kaygı verici olduğunu belirten Babacan, gençlerin ve iş insanlarının ülkeye duyduğu güvensizliğin Türkiye’nin geleceğini tehdit ettiğini söyledi: “Geçen hafta Londra’da hem bir düşünce kuruluşunun yaptığı toplantıda Türkiye’yle ve bölgemizle ilgili değerlendirmelerde bulundum, hem de Londra’da yaşayan gençlerimizle ve iş insanlarımızla görüşmeler yapma fırsatı buldum. Türkiye’de yaşanan, Türkiye’den dışarıya doğru yaşanan beyin ve sermaye göçünün hangi boyutlara ulaştığını daha iyi müşahede ettim. Gençlerimiz yer yer eğitim kalitesi sebebiyle, yer yer emeklerinin karşılığını alamadıkları sebebiyle ama belki de daha çok özgürlük ve umut arayışıyla maalesef imkân bulabildiğinde başka ülkelere gidiyorlar. Türkiye’de diyorlar konuşamıyoruz, kendimizi baskı altında hissediyoruz, fırsat eşitliği yok. Torpil yoksa hak ettiğimiz işe giremiyoruz, yükselemiyoruz. Kendi işimi yapıyorum, ticaretle uğraşıyorum ama özel ilişkiler yoksa ben para kazanamıyorum, rekabet içinde var olamıyorum diyorlar. İş insanlarımız her an birileri mallarına çökecek korkusuyla yaşıyor bu ülkede. Hızlı bir şekilde birikimlerini, sermayelerini ve işlerini başka ülkelere taşıyorlar. Çok acı. Bir ülkenin gençleri kendi ülkesine güvenmiyorsa, iş insanlar, sermaye sahipleri kendi ülkesine güvenemiyorsa bu ülkenin yarınları kararır.”
“Allah’ın izniyle, bu büyük ve güzel ülkeyi bir kabustan uyanma hızında ayağa kaldıracağız”
‘Geri adım yok’ çağrısını yineleyen Ali Babacan, konuşmasının ekonomi ve umut vurgusu içeren bölümünde vatandaşların artan çaresizliğine rağmen mücadeleden vazgeçmeyeceklerini söyledi. Ülkenin potansiyeline güvendiklerini belirten Babacan, Türkiye’nin hızla toparlanabileceğini ifade etti: Gezdiğimiz şehirlerde, sokaklarda, çarşıda, pazarda konuştuğumuz her vatandaş aynı şeyi söylüyor: ‘Artık hiçbir şey düzelmeyecek…Hâlimiz ne olacak?’ Bu sesi duyuyoruz. Bu çaresizliği görüyoruz. Ama asla kabullenmiyoruz. Biz tükendiği yerde, umudu yeniden büyütmek için buradayız. Ne diyoruz? ‘Hazırız, geliyoruz’ diyoruz. ‘Geri adım yok’ diyoruz. Bu ülkenin potansiyeli var. Bu milletin bereketli elleri var. Ve biz, Allah’ın izniyle, bu büyük ve güzel ülkeyi bir kabustan uyanma hızında ayağa kaldıracağız. Nasıl korkulu bir rüyadan uyanırsınız, iyi ki rüyaymış dersiniz. İnanın o hızda düzelir pek çok şey bu ülkede.”
“Biz bu ülkeyi yorgun ve yozlaşmış iktidardan kurtarırken; vizyonsuz bir muhalefete de teslim etmeyeceğiz”
Ali Babacan, konuşmasında mevcut iktidar–muhalefet denklemine sert eleştiriler yönelterek Türkiye’nin bu dar alana sıkıştırılamayacağını söyledi. Mevcut kutuplaşmış yapının ülkeye umut veremediğini vurgulayan Babacan, yeni ve üçüncü bir yolun artık kaçınılmaz olduğunu belirtti: “Milletimiz bu iki kutuplu siyasete mecbur değil. Biri baskıcı, diğeri hazırlıksız. Biri kutuplaştırıyor, diğeri bir yön gösteremiyor. İkisi de bu millete umut vermiyor. İşte bizim bu siyah ve beyazla sınırlanmış siyasete itirazımız var. Milletimizi, iktidar ile ana muhalefet arasında bir tercihe zorlayan bu çarpık siyaset denklemine itirazımız var. Biz bu ülkeyi yorgun ve yozlaşmış iktidardan kurtarırken; vizyonsuz bir muhalefete de teslim etmeyeceğiz. Tam da bu sebeple yeni bir yol lazım dedik. İşte buradayız, bir aradayız. Adaletle yola çıktık, ahlakla yola çıktık. Ve doğru bildiğimiz yoldan asla sapmadık, sapmayacağız. Biz, Allah’ın izniyle, milletimizle omuz omuza, bu ülkeyi hak ettiği aydınlığa taşıyacağız.”
“Biz bu ülkeyi çok seviyoruz; Cansu’lar, Nisa’lar, Tuğba’lar ölmesin diye çalışıyoruz”
“Biz bu ülkeyi çok seviyoruz arkadaşlar çok. Bu ülkenin insanlarını, bu memleketin her bir evladını çok seviyoruz. Ayırmıyoruz, ayrıştırmıyoruz; çünkü biz kutuplaşmadan değil, birlikten güç alıyoruz. Biz bu ülkenin gençlerini seviyoruz; umutlarını yitirmesinler diye çalışıyoruz. Biz bu ülkenin kadınlarını seviyoruz; emekleri görünür olsun, hakları teslim edilsin, güvenle ve özgürce yaşayabilsinler diye çalışıyoruz. Cansu’lar, Nisa’lar, Tuğba’lar ölmesin diye çalışıyoruz. Hiçbir kadın adı artık acı haberlerde anılmasın diye çalışıyoruz. Biz bu ülkenin işçisini, çiftçisini, esnafını, memurunu seviyoruz. Alın teriyle yaşasınlar, emekleriyle ayakta dursunlar diye çalışıyoruz. Biz bu ülkenin yaşlılarını, emeklilerini seviyoruz; bir ömrün karşılığı olarak en azından bir lokma huzur bulsunlar diye çalışıyoruz. Biz bu ülkenin çocuklarını seviyoruz; dışarıda yedikleri yemekler yüzünden hayattan koparılmasınlar diye çalışıyoruz. Biz bu ülkenin her köşesini, her bir taşını, her bir karış toprağını, her bir insanını seviyoruz. Ve tam da bu yüzden, bu mücadeleyi sürdürüyoruz; mücadeleye devam edeceğiz.”