Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan, gündemi Sözcü'den Deniz Zeyrek'e değerlendirdi. Zeyrek'in iki gün boyunca yayınlanan yazı dizisi şöyle:
Çarşamba günü DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile röportaj yapma ve partisinin geride bıraktığı bir yılı konuşma fırsatım oldu. DEVA Partisi 600'den fazla ilçede, 81 il merkezinde başkanlar belirleyip, binalara tabelasını asmış. 47 ilde ve yaklaşık 300 ilçede kongre yapmış ve “seçime girebilecek” partiler arasına ismini yazdırmış. Babacan, DEVA Partisi'nin seçime girme hakkına en kısa sürede ulaşan partilerden biri olduğuna dikkat çekti.
Babacan, “Ülkede şartlar kötüleştikçe bizim parti olarak çalışma motivasyonumuz artıyor. Ülkede yeni bir siyasi iradeye, iktidar değişikliğine ihtiyaç hızla büyüyor. Her gün diyoruz ki iyi ki bu işe başlamışız. İyi ki DEVA Partisi'ni kurmuşuz” ifadelerini kullandı.
Babacan'a sorduğum sorular ile yanıtları şöyle:
■ İttifaklar içinde yer alacak mısınız?
Biz ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem' istiyoruz. İktidar ‘sistemden memnunuz' diyor. Muhalefet tarafı da ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem' diyor. Bizim durduğumuz nokta sistem açısından baktığımızda muhalefetle örtüşüyor ama ekonomi bazında bazı muhalefet partileriyle örtüşmüyor. O yüzden iş birliğini tema bazlı düşünüyoruz. Şu anda Türkiye'nin en önemli sorunu sistem. ‘Güçlendirilmiş parlamenter sistem' konusunda biz hazırız ve yasama, yürütme ve yargı maddelerinde değişiklik öngören 74 maddelik bir anayasa değişikliği metnimiz var. CHP ve İYİ Parti'yle ikili bazda ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem'le ilgili diyalog ve istişare süreci başlattık. Bu bir vizyondur, hedeftir.
■ Daha geniş bir anayasa değişikliği istiyor musunuz?
Elbette yeni anayasa vaadimiz var. Ancak yeni anayasa normal ve sivil bir dönemde yapılır. Bugün o ortam yok. 2017'deki gibi insan hakları konusunda mevcut anayasanın askıya alındığı, olayların tartışılmadığı, tartıştırılmadığı bir dönemde anayasa değişikliği yapılmaz. 2017'deki değişikliği hatırlayın. İlk ifade “Atı alan Üsküdar'ı geçti” oldu. Bu zihniyeti ortaya çıkaran bir söylemdir. Önceliğimiz hızlı bir sistem değişikliği.
■ Salgınla mücadeleyi ve son kapanma kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kapanma gerekliydi ama biz bunu yeterli görmüyoruz. En az 14 gün üretim tesislerinin de dahil edildiği bir kapanmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Ancak bunun eş zamanlı olarak ekonomik destekle yapılması gerekiyor. Beraberinde de bir aşılama ile birlikte planlanmalı. Pandemi yönetimi, yoğun bakım kapasitesine göre yapılıyor. Yoğun bakım kapasitesi varsa kapanma olmuyor. Herhalde iki kat yoğun bakım olsa hükümet iki kat kapanmaya iki kat ölüme razı olacaktı. Bu doğru değil. Her biri can.
■ Siz muhafazakar insansınız. Alkol yasağıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ben salgınla alkol yasağı arasında mantıksal hiçbir bağ kuramıyorum. Alkol yasağıyla zihinlerinin gerisinde başka bir sebep var mıdır? ‘Fırsattan istifade ne kadar yasaklasak o kadar iyidir' mi diyorlar?
Asıl konu tuzak kurmak. Muhalefeti seçtikleri bazı konularda kendi peşlerine düşecek ya da yaptıklarına itiraz edemeyecek noktaya getirmekten fazlasıyla hoşlandıklarını görüyorum. Öyle temalar buluyorlar ki muhalefet desteklemek ya da sessiz kalmak zorunda kalıyor.
Ramazan ortasında herhangi bir muhalefet partisi çıkıp ‘niye bu yasağı koydunuz, alkol satılmalı' dediğinde muhafazakar kitle üzerindeki etkiyi biliyorlar, ölçüyorlar ve böyle yönetmeye çalışıyorlar ama lafla peynir gemisi yürümez. Hükümetin yaptığı söylemle algıyla gidebildiği yere kadar götürmeye çalışmak, muhafazakarları da etraflarında tutmaya çalışmak. Bu tür yöntemler iktidar açısından birkaç ayı kurtarır da yılları kurtarmaz. Bu kötüye gidiş eğilimini durdurmaz. Bunu sahada görüyoruz. Hükümetin işi artık çok çok zor.
■ 2023'te iktidar değişir mi?
Kuvvetle muhtemel. Sahadaki tablo iktidarın bir sonraki seçimlerde kaybedeceğini gösteriyor. Hükümetin artık bu ülkeyi yönetme kabiliyetinin kalmadığı çok açık görünüyor. Ancak soru işareti şu? Muhalefet yönetebilir mi? Vatandaşlarımızın bu konuda içinin rahat etmesi, muhalefete güvenmesi lazım. Vatandaşlarımızın maalesef ‘mevcut gitsin' diye muhalefete oy veriyor. Oysa ‘Bunlara oy vereyim çünkü bunlar daha iyi yönetir' diyebilmeli. Bu çok kritik bir eşik. AK Parti'ye oy verenler ‘acaba daha kötüsü olur mu' diye korkuyor. Özellikle muhafazakar ve dindar kesimde bu korkular hakim. Zaman ilerledikçe insanlar gerçekleri görecek. Yeter ki korkularından kurtulsunlar.
■ Muhalefette ortak aday olur mu?
Bunları konuşup, birbirimizi anlamamız lazım. 2018 seçimlerinde bütün siyasi partiler almaları gereken mesajı aldılar. Şu anda sadece diyalog ve istişare diyoruz. İşbirliği sonraki adım olur.
■ ABD Başkanı Biden'ın ‘soykırım' konusundaki açıklamasına Cumhurbaşkanı'nın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her sene 24 Nisan yaklaşırken aylar önce harekete geçilirdi. ABD başkanının bu ifadeyi kullanmaması için. Cumhurbaşkanı bu yıl sanki sıradan bir şeymiş gibi karşıladı. ABD başkanı seçileli beş ay olmuş, görüşememiş. Telefona çıkmak büyük bir ödül oldu. NATO zirvesi marjında görüşme vaat etmiş. Bir başka ödül daha. Bu iki ödül karşılığında soykırım ifadesi alttan alındı. Dışişleri Bakanlığı'nı çalıştırmazsanız ülkenin geleceği nokta bu.
■ Bu bir zayıflık göstergesi mi?
Kesinlikle… Ekonomik zayıflık göstergesi. Kaybolan rezerv için ne diyor? ‘Turşusunu mu kuracaktık?'. O döviz rezervlerde olsaydı, Türkiye dış tehditlere bu kadar açık hale gelmeseydi, pandemi ekonomiyi derinden vurmasaydı, o özgüven olsaydı, Türkiye daha dik durabilirdi. Bu tam bir hezimet ve hafif atlatılacak ya da geçiştirilecek bir konu değil.
■ Kürt meselesi konusundaki tavrınız nedir?
Biz siyaseti karşıtlık üzerinden değil, kendi pozitif gündemimiz üzerinden yapıyoruz. İktidar başta olmak üzere bazı partiler karşıtlıklar üzerinden siyaset yapıyor. Şu anda Türkiye'de en önemli karşıtlık aracı, terör ve PKK. Bizim siyaset tarzımız bu değil. Bu ülkenin Kürt sorunu olduğunu kabul ediyoruz. Madem ‘var' diyoruz o zaman çözüm için çalışacağız.
■ Selahattin Demirtaş'ın yaşadığı durumla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Herhangi bir davada hüküm verici pozisyonda olmak istemiyoruz. O da bir çeşit siyasi müdahale olur. Davaların savcısı da avukatı da olmak yanlış. Biz prensip olarak tutuklu yargılanmalara karşıyız. Siyasi içerikli davaların çoğu hükümetin mikro müdahaleleriyle gerçekleşiyor. Yargı bağımsız çalışmadıktan sonra nasıl adil hükmedecek. Otoriter rejimlerde hakim-savcılara şöyle telkinler verilir: ‘Siz kendinizi liderin yerine koyun, o ne yapardı diye düşünün ona göre karar verin.' Böyle bir baskı ortamında ‘nasıl karar alırsam cezalandırılırım' psikolojisiyle savcıların hakimlerin çalışmaması lazım."
"Algı şu: Para kayıp, damat da kayıp"
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile yaptığımız söyleşinin siyasi bölümünü dün yazmıştım. Bugün de sohbetimizin ekonomiyle ilgili bölümünü aktaracağım.
Babacan, hükümetin zor durumda olduğunu söylemişti. Kendisine “Bu ülkenin ve halkın da zor durumda olduğu anlamına gelmez mi? Siz bu ekonomik tablodan nasıl bir çıkış öngörüyorsunuz” sorusunu yönelttim.
Yanıtı şöyle oldu:
“Tüm yaşananların sebebi kötü yönetim. Türkiye iyi yönetildiğinde bu sorunların büyük kısmı çok çabuk çözülür. Ekonomiyle ilgili alanlarda problemlerin kahir ekseriyetinin hızlı bir şekilde döndürülebileceğine inanıyoruz. Dış ilişkilerde Türkiye'nin itibarı çok hızlı düzeltilebilir.”
Babacan'a göre, kripto para dolandırıcılığı da geçmişteki banker krizi ile 20 bankanın batması olayları gibi kötü yönetimden kaynaklanıyor. Babacan, konuya dair şu yorumu yaptı:
“Devlet zayıf olunca, devletin denetleme düzenleme kurumları zayıf olunca, hele hele devlet yetkilileriyle bu suiistimali yapanlar arasında özel ilişkiler olduğunda mağdur olan yine vatandaş oluyor.
2002 ile 2015 arası niye böyle bir skandal olmadı? Çünkü kimse cesaret edemedi. Aracı kurum olmak, hatta döviz bürosu açmak dahi izne tabidir. Kötü niyetliler bilir ki devlet enselerindedir. Bu hissiyat ortadan kalkınca hele hele o kötü niyetlilerle yetkililer arasındaki özel ilişkiler olunca bu mağduriyetler ortaya çıkar.”
Geçmişte AK Parti iktidarlarının en uzun süre Hazine Bakanlığı yapan ismi olan Babacan'la konuşup da kayıp 128 milyar doları sormamak olmazdı. Benim aklımda en çok sorumluluğun kimde olduğu sorusu vardı. Babacan, söze kendi döneminden örnek vererek başladı:
“Biz 12 yıllık dönemde sadece 12 kez müdahale etmişiz. Toplam 8 milyar dolar kullanmışız. Hepsini açıklamışız. Hâlâ Merkez Bankası'nın web sitesinde duruyor.”
Ardından şimdiki ekonomi yönetimine çok net bir soru yöneltti:
“Siz neyi gizlemek istediniz ki bunu kamu bankaları üzerinden dolambaçlı yaptınız. Niçin şeffaf yapmadınız?”
Kaç kere müdahale edildiğinin bilinmediğini ama 1 Ocak 2019'dan sonraki 21 ayda 130 milyar dolarlık bir kayıp rezerv olduğunun bilindiğini anlatan Babacan, en önemli müdahalelerin 2019'daki 31 Mart yerel seçimlerinden önceki üç ayda yapıldığına dikkat çekti. Babacan'a göre iktidar, bu adımı yerel seçim öncesinde “ekonomiyi ne güzel yönetiyoruz”, “kurda istikrar var” diyebilmek için kullanmış olabilir.
Bütün bilgilerin Merkez Bankası ile Hazine ve Maliye Bakanlığı'nda olduğuna işaret eden Babacan, Bakan Lütfi Elvan'ın sorunun cevabını bildiği halde “Merkez Bankası Başkanı açıklasın” demesine ise özellikle dikkat çekti.
Birçok iktidar mensubunun farklı farklı açıklamaları neden yapmış olabileceğini sormam üzerine de Babacan şunları söyledi:
“İnsanlar neyi biliyor: 130 milyar rezerv yok, bir de damat yok. Kaç kişi geldi bana şunu söyledi: Damat aldı gitti bu parayı. Sahada böyle bir algı var. İkisi de ortada olmayınca, bu algıyı yıkmak için ‘Para kayıp değil, yolsuzluk yok, sattık, Türk lirası aldık, varlıklar yer değiştirdi' demek istiyorlar. İktisat bilenlerin saçma sapan bulduğu ifadeler bunlar. Diyorlar ki bizim seçmeni idare edelim yeter.”
Yanıtını en çok merak ettiğim bir soru da “Bu rezerv kaybının bugün yaşanan yoksullaşmayla ilgisi var mı” sorusuydu. Babacan şu yanıtı verdi:
“Bu kadar döviz rezervi olsaydı. Merkez Bankası çok rahat para basardı. Bastığı para karşılıksız para olmazdı. Türkiye'nin bir mali kuralı olsaydı, bu dönemlerde çok rahat parasal genişlemeye gider, bütçe açığı yapabilirdi. Almanya gibi ülkeler bunu yaptı. Biliyorlar ki mali kural onları çok kısa sürede açığı kapatmaya yönlendirecekti. İki önemli hata var:
Birincisi mali kuralın bizzat Sayın Erdoğan tarafından engellenmesi, ikincisi de döviz rezervlerinin pandemi başlamadan önce sıfırlanması.”
Peki vatandaştaki “Salgında köprülere ödeme yapıyorsunuz, vatandaşa vermiyorsunuz” algısının somut karşılığı var mı?
Babacan, bu soruyu yanıtlarken, önce Kamu Özel İş Birliği projelerindeki garanti ödemeleri için bütçeye 31 milyar TL konulduğunu anımsattı.
Tarıma verilen desteğin tamamının ise 23 milyar TL'de kaldığına dikkat çeken Babacan, şöyle konuştu:
“Tarım destekleri yüzde 5 artmış, Cumhurbaşkanlığı bütçesindeki artış yüzde 28. Bu pandeminin ortasından bir de Kanal İstanbul'un temelini atacağız diyorlar. Yani akıl fikir şu anda tamamen ihale üzerine. Bir an önce bu büyük projelere girmek istiyorlar. Bunu yaparak ülkeyi borç yükü altına sokuyorsunuz. Biz de diyoruz ki imkanlar varsa önce pandemiden olumsuz etkilenen vatandaşlar, esnaf için kullanılsın. Geçenlerde yapılan açıklamayı gördünüz, toprağın vatan olması için yapılan benzetme ne? Arazi ve arsa. Zihin o işte.”
Bugün 1 Mayıs. Zaten zor olan yaşam koşulları, ekonomik kriz ve salgın önlemleri nedeniyle daha da zorlaşan işçi ve emekçilerin bayramı kutlu olsun!