Mersin Milletvekilimiz Mehmet Emin Ekmen’in 2026 Bütçe Görüşmeleri Açılışındaki Konuşması

08-12-2025
Mersin Milletvekilimiz Mehmet Emin Ekmen’in 2026 Bütçe Görüşmeleri Açılışındaki Konuşması

BÜTÇELER VE YAPIM SÜRECİ

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

2026 yılı bütçe görüşmeleri için bir aradayız, hazirunu saygıyla selamlıyorum.

Bütçeler iktidarların aynasıdır; gelirleri toplar ve harcarken tercih ettikleri önceliklerini, gelir toplama yöntemlerini, harcama iradesini ortaya koyan metinlerdir. Bir bütçe iktidarın devlet yönetimine bakışını çıplak biçimde ortaya koyar.

Bir iktidarın temel politik kabulleri ve siyasi pratiği hakkında hiçbir fikir sahibi olmasanız dahi, o iktidarın bir bütçe teklifini ele alarak, söz konusu iktidarın temel kabullerini, temel anlayışını, vizyon ve perspektifini bu metni analiz ederek anlayabilirsiniz. Bütçeler iktidarların zihniyet haritasıdır. 14 gün boyunca konuşacağız ama bugünden çok net olarak şunu söyleyebiliriz ki: Bu bütçe hukuk devletinin bütçesi değildir, bu bütçe şeffaflık bütçesi değildir, bu bütçe kamu adına kamu kaynaklarının ve harcamalarının denetimini garanti altına alan bir bütçe hiç değildir.

Bu bütçe milletin değil; faizcisinden müteahhidine ayrıcalıklı bir azınlığın, imtiyazlıların, bir avuç mutlu azınlığın bütçesidir.

TBMM VE BÜTÇE

Bütçeyi hazırlamak ve yürürlüğe koymak kolay bir iş değildir. Aylarca kurumlar ve bürokratlar hazırlık yapıyor, sonra TBMM olarak biz, Plan Bütçe Komisyonu’nda, Genel Kurul’da yaklaşık 2 ay çalışarak bütçe kanunu teklifini onaylarız. Evet, bütçeyi onaylarız.

Basit bir soru; TBMM külli iradesi veya bir milletvekili bütçeye ne kadar tesir edebiliyor? Ne kadar tesir edebilmekteyiz?

Cevap: sıfır veya sıfıra yakın.

Peki o zaman Meclis’i yaklaşık iki ay bu bütçeyle niye meşgul ediyorsunuz?

Bu sorunun birkaç yönü var. 

Birincisi, bırakınız muhalif siyasi parti ve vekillerini, iktidar ve ittifak partisi milletvekillerinin toplam kalitesini ve katkısını bu bütçeye ne kadar yansıtabiliyoruz?

Diğer taraftan burada virgülüne, kuruşuna dokundurmadan geçirdiğiniz bütçeyi Sayın Cumhurbaşkanı nasıl yönetiyor?

Harcama kalemleri arasında istediği kaydırmaları yapabiliyor mu? Yapabiliyor.

Bütçeyi artırabiliyor, bütçe kanunundaki ödeneklerden daha fazlasını harcayabiliyor mu? Maalesef harcayabiliyor.

Bu bütçe çıkmaz ise, bu durum Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı sisteminde herhangi bir sorun ya da sorgulama yaratacak mı? Hayır.

Çünkü bir önceki yılın bütçesi belli oranlarda güncellemelerle geçerli olacak.

O zaman sorumuza dönelim; bütçenin yapımında katkımız yok ise, bütçenin uygulanmasında denetim hakkımız yok ise, bütçenin çıkmaması dahil hiçbir şeyi değiştirmeyecek ise biz Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni iki ay boyunca bu bütçeyle niçin meşgul ediyoruz?  Tarihsel olarak vatandaşın devlete karşı en büyük kazanımı olan, parlamentonun en temel hakkı olan bütçe hakkı işlevsiz bir hale dönüştürülmüş ise bu parlamentoyu iki ay niçin bu süreçle meşgul ediyorsunuz?

Bu arada şunu hatırlatmak lazım; bu yıl Plan Bütçe Komisyonu’nda icazetle yapılan tek ilave düzenleme, devlet memurları arasında açık dengesizlik yaratacak bir maaş düzenlemesiydi, bunun da geri çekileceği ifade ediliyor. Yani düşünün koskoca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün iktidar yönetimi ve milletvekilleri iki aylık çalışmalar boyunca bütçede tek bir konuda değişiklik yapmanın icazetini aldı veya onlara bu iş yaptırıldı, onu da geri çekecekler.

Bu iş, tıpkı Resmî Gazetede üniversitesi yanlış yazılan rektör atamaları gibi, tıpkı yürürlüğe girmeden değiştirilen diğer mevzuat örnekleri gibi, istişare edilmeden, yeterince tartışılmadan, yapılan komisyonda metne eklenip, Genel Kurul’da geri çekilecek bu düzenleme Türk Tipi Başkanlık sisteminin özeti oldu. 

ŞİMDİ ASIL SORUYA GELELİM:

Bütçe kimin bütçesi değildir?

Bu bütçe; faizciye, müteahhide, israf ve gösterişe ayrılan trilyonlarca liraya karşılık;

Kuraklık ve don felaketinin zararları karşısında tedbirler alınmayan ve desteklenmeyerek yalnız bırakılan, hasadını yapacağı hafta pamuğa, göbek marula, cennet hurmasına, fıstık ve bademe ve daha birçok ürüne verilen ithalat izinleri ile ithalatçıya ezdirilen, bahçesindeki narenciyesi, işçilik bedeli kadar etmeyen, çiftçinin,

Gebe hayvanını, süt ineğini kestiren, ağılına yem koyamayan, canlı-karkas et ithalatı ile iflasa sürüklenen davarcıya, ayrılan sadece 168 Milyar TL tarımsal destek ödemesi nedeniyle bu bütçe çiftçinin/hayvancının bütçesi değildir,

Bu bütçe ayda bir et yiyemeyen, kahvede 10 liraya çay içemediği için, parklarda vakit geçiren, torununun cebine harçlık koyamayan, açlık sınırı değil sefalet sınırı altında yaşayan emekliye reva görülen 16 bin 881 TL en düşük emekli maaşı nedeniyle emeklinin de bütçesi değildir.

Bu bütçe, 6 milyar 737 Milyon TL ile ödeme bu bütçe, sokaklarda güvenle yürüyemeyen, caydırıcı olmayan infaz sistemi nedeniyle her gün şiddete maruz kalan, şiddetin her türlüsü altında ezilen, anne olarak evladının ihtiyaçlarını karşılayamayan kadının da bütçesi değildir.

Bu bütçe, gençlere bağımlılıkla mücadele için kişi başı 4 TL, gençlik desteğine günlük 3 TL ayrılan bu bütçe; her köşe başında uyuşturucu satıcılarıyla karşılaşan, uyuşturucunun pençesine düştüğünde gerekli tedavi ve rehabilitasyon desteği alamayan, kumar ve bahis bataklığında yaşam yerine intiharı tercih eden, gecelerini sosyal medyada gündüzlerini yatakta uyuyarak geçiren, gideceği bir iş, işe gitse alacağı düzgün bir ücret ve sosyal güvencesi olmayan, spordan bilime yeteneklerini keşfeden ve destekleyen mekanizmalardan yoksun gençliğin de bütçesi değildir.

Bu bütçe; siftah yapamayan, eline asgari ücret kadar gelir geçmeyen, maliye uygulamaları altında ezilen, elektrik parasından tasarruf için işyerinde karanlıkta oturan esnafımızın da bütçesi değildir.

Bu bütçe, yüksek enflasyon nedeniyle maliyetleri, ücret girdileri artan ama baskılanan kur nedeniyle fiyatlarını artıramayıp pazar kaybeden, bu nedenle konkordato ilan eden, işçilerini içi kan ağlayarak kapıya koyan başta tekstilciler olmak üzere KOBİ’lerin ülke ekonomisini ayakta tutan sanayicinin, üreticinin de bütçesi değildir.

Bu bütçe, elinde mahkeme kararı olduğu halde işine dönemeyen KHK’lıların, çocuk yaşta müebbetle yargılanan melun darbe gecesi eline silah değmemiş er ve kursiyer teğmenlerin, icra dairelerindeki yoğunluk nedeniyle alacağına kavuşamayanların, haciz altında bunalan borçlunun, cezaevlerinde adalet bekleyenlerin, velhasıl hayatın her alanında hukuk ve adalet arayanların ve mücadelesi verenlerin de bütçesi değildir.

Bu bütçe kimin bütçesidir?

Ülkenin kaynakları, devletin tüm hakları, fakir fukaradan alınan dolaylı vergiler, asgari ücretli ve emekliden sakınılan gelirler, milletin bin bir fedakârlıkla biriktirdiği hazinedeki yani beytülmaldeki, yani hepimizin ortak kasasındaki birikim kime ve nereye harcanmaktadır?

2 trilyon 742 Milyar TL faiz gideri,

101 Milyar TL garanti ödemeler için müteahhitlere ayrılan pay,

Bir türlü vazgeçilemeyen davetiyeli ihale sistemi ile üç liraya yaptırılan bir liralık işler, 

Vazgeçilemeyen israf ve gösteriş harcamaları ile, bu bütçe,

Tefecinin, rantiyecinin, müteahhidin, itibarı gösterişte arayan siyasetçi ve bürokratın bütçesidir.

 

Sayın Başkan,

Değerli Milletvekilleri,

Bütçenin temel amacı kaynaklarımızı en verimli şekilde kullanmak. Ülkemizi ve insanımızı zenginleştirmek, her bir vatandaşımıza hak ettiği müreffeh ve özgür bir yaşam sunmaktır. 

Türkiye uzun yıllar boyunca kaynaklarını terörle mücadeleye ayırmak zorunda kaldı. Eğer bugün feshedilen PKK hiç var olmasaydı ve kaynaklarımızı verimli kullansaydık, bugün dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yer alabilirdik. Meclis Başkanımız bazı konuşmalarda 50 yılımızı esir alan, en az 50 bin insanımızın canına mal olan terörle mücadelenin finansal bedelini 3 trilyon dolar olarak hesaplıyor. Ülke tarihimizde böyle bir parantez olmamış olsaydı, bugün bambaşka şeyler konuşuyor, çok daha ileri şehirlerde, iyi kalkınmış, açlık sınırından, mutlak yoksulluktan uzaklaşmış bir ülke de yaşıyor olabilirdik.

Böyle bir miras devraldık ama evlatlarımıza sorunlarını çözmüş, şiddet, tedhiş ve terörün hak aracı olmaktan çıktığı gerçek anlamda katılımcı bir yönetim, hukuka gönülden bağlı bir devlet sistemi, özgür ve müreffeh insanların yaşadığı bir ülke bırakabiliriz. Böylelikle, bundan sonraki kuşakların, bizim için siyasetçilerin “2010’lu, 2020’li yıllarda tarihsel dönüm noktalarını ıskalanmasaydı…” diye yorum yapmalarını ve sitem etmemesini de sağlamış oluruz.

Geçtiğimiz yıl yapılan bütçe görüşmeleri, 2024 yılı meclis açılış programında Sayın Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek tokalaşması ve devamındaki gerçekten çarpıcı ve tarihi gelişmelerin ardından yapılmıştı.

Hatırlayalım, Sayın Devlet Bahçeli Orta Doğu’daki bir alt üst oluşun, adeta 3. Dünya savaşına gidişin eşiğinde, içeriyi tahkim etmek gerektiğini, bu tahkimatın en önemli aşaması olarak da ülkemizdeki silah, şiddet, tedhiş ve terör sarmalının sona ermesi yönünde bir çağrıda bulunmuştu.

15 ay sonra şunu belirtmekten gocunmamak gerekir ki sayın Devlet Bahçeli hepimizi şaşırtan, şok eden bir üslupla; elinde bir balyoz önyargılardan, ön kabullerden, alışkanlıklardan oluşan, birikmiş öfke ve kinden beslenen, yıkılmayacağı zannedilen Berlin duvarlarına hamle üstüne hamlelerde bulundu.

Duvarlar belki henüz yıkılmadı ama statüko sarsıldı ve herkes çatışma çözümünün gereği olan yeni fikir ve bakış açılarını anlamaya, konuşmaya ve tartışmaya çalıştı.

Peki Sayın Bahçeli’nin tutarlı duruşuna ve hızına, iktidar ne kadar ayak uydurabildi? Bugün geldiğimiz noktada bu sürecin istenen seviyeye ulaştığını söylemek mümkün değildir. Evet, yaşanan yol kazalarına rağmen süreç ilerlemektedir ancak ulusal, bölgesel ve uluslararası konjonktürün bu kadar uygun olduğu, ülke içi dinamiklerin sonuç almaya bu kadar yakın olduğu bir süreç, aradan geçen 14 aya rağmen istenen seviyeye gelmemiştir. Sürecin en büyük problemi, sürece girişilirken öncelikle belirlenmesi gereken fesih ve tasfiye sürecine dair hukuki statünün, yasal adımların bugün itibari ile henüz atılmamış olmasıdır. İnşallah Komisyon’un raporu bir an önce çıkar ve yasa teklifleri Meclis’e gelir.

Süreç yönetimi hakkında başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum. İnsanlar, Sayın Devlet Bahçeli’nin şaşırtıcı ve sıra dışı çağrısını ve devamındaki konuşmalarını dinlediğinde, kendisinin ülkemizin bekası ve istikbali adına ciddi bir durum tespiti yaparak bu adımları attığını düşündü.

Haydut devlet, soykırımcı terör devleti İsrail’in saldırganlığı karşısında önce ülkemizin sonra bölgemizin insanları ve devletlerini, din-dil mezhep farkı gözetmeksizin ayetteki ifadesiyle “bir vücudunun azaları gibi” bir araya getirmek gerekliydi ki önce İsrail’in haddi bildirilsin sonra da yeni bir tarihsel strateji ve birliktelik bina edilebilsin.

Şöyle düşündü insanlar; devletin 50 yıldır mücadele ettiği ve yok etmeye çalıştığı bir terör örgütü, o örgütün lideri ve üyelerine böyle bir çağrıda bulunuluyorsa bu çağrının gerekleri muhtemelen herkesi ve her kesimi kapsayan bir kuşatıcılık kapsayıcılıkla yerine getirilecekti.

Bu çağrıya esas olan tehdit analizi ve çağrının gerekleri, muhalif olsun olmasın her düşünceden her renkten vatandaşımızın devleti ile kucaklaşması ve bütünleşmesini gerektirir. İktidarın yönetim tarzı artık bu çağrıdan sonra bu yönde şekillenecek demektir.

Evet, biz 1 Ekim 2024’ü milat kabul edip o güne kadar hukuk devleti, özgürlükler, adalet ve demokrasi alanındaki sorunların tedrici olarak sona ermesini beklerken, 14 ay sonra bu alanlarda hiçbir iyileşme olmadığı gibi,

1 Ekim’den bu yana;

- Bırakınız kayyum uygulamasına son verilmesini, yeni kayyum atamaları devam etti,

- Hukuk güvenliğini ve kişilerin masumiyeti ilkesini hiçe sayan, bir davetle adliyeye gelecek siyasetçileri şafak sökmeden gözaltına alıp bir de bunun video kliplerini yayınlayan, sosyal medya trol ağlarıyla gizli kaşeli belgelerin servis edildiği, siyasiler tarafından lansmanı yapılan sayısız soruşturmayı hep beraber gördük. Soruşturma usullerinin gayri hukukiliği, hoyratlığının bedelini sadece ekonomide değil; hukuka, insana, yaşama dair göstergelerin her birinde ayrı ayrı birlikte hissettik, yaşadık.

- Herkes kendini özgürce ifade edecek ve Yeni Türkiye’yi birlikte inşa edeceğiz diye beklerken, sosyal medyada veyahut da sokakta görüş bildiren gazeteci, akademisyen ve vatandaşların kendini cezaevinde bulması öyle bir hale geldi ki bırakınız muhalifleri veya gayri memnunları, AK Parti’nin eski Milletvekili Sayın Hüseyin Kocabıyık Cumhurbaşkanı’na hakaretten; Erdoğan ve AK Parti savunuculuğunu ateşli bir şekilde yaparak birçok kişiyi incitmiş Furkan Bölükbaşı’nın Cumhurbaşkanı’nı tehditten cezaevine girdiği ve bütün bunları bir yılda yaşadık.

- Hasta hükümlü ve tutukluların tahliyesini beklerken, hasta haliyle cezaevine konulan ve niçin tutuklandığını hala anlayamadığımız yapımcıları siyasetçileri gördük.

- Devlet kurumlarının onayıyla el değiştirmiş medya grupları gibi muhalif medya gruplarına da bir gecede el konulunca TMSF Türkiye’nin en büyük medya patronu oluverdi. Ve medya iyice nefes alamayan bir alan haline geldi.

- Hakkında soruşturma yapılmayan, takipsizlik ve beraat kararı alınan KHK’lıların işe iadesini beklerken bu yıl içinde mahkeme kararı alınan birçok KHK’lının görevine iade edilmediğine tanık olmaya devam ettik.

- AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması inadından vazgeçileceğini beklerken hepimize bedel ödeten bu hukuk dışı tavırda ısrar edildi.

- Siyasetin konusu olan, partilerin içinde, seçim mevzuatına göre bitmesi gereken kongre tartışmalarıyla aylarca kamuoyu meşgul edildi, siyaset zehirlendi, seçimli demokrasilere inanç zayıflatıldı. Bir yıl sonra, ağayla marabanın örneğinde olduğu gibi, niçin yenildiğini bilmediğimiz bu halttan da vazgeçildi. 

- Bütün bu işlemlerin de tek bir başsavcılık ve tek bir yargı çevresinde yürütülüyor olmasının garabetini de iktidar partisi milletvekillerinin takdirine bırakıyorum.

- Velhasıl devletin doğrudan gücü, araçsallaştırılan yargı ve siyasi iktidarın hegemonyası ile kontrol altında tutulan medya ve sair tüm güçlerle toplumsal alanı, siyaset alanını hatta siyasi partilerin içini dizayn etme girişimlerini biz bu bir yıl içerisinde gördük.

Ben 1 Ekim süreci vesilesiyle hukuk, adalet ve yargı uygulamalarındaki çelişkilere dikkat çekiyorum ama eminim bizi izliyorsa Sayın Mehmet Şimşek, bu uygulamaların ekonomi üzerindeki maliyetini ve bütün çabasına rağmen bu maliyeti nasıl geriletemediğini de içten içe düşünüyor ve hayıflanıyordur. Öyle ya 100 ülkenin 95’inde uygulansa sonuç alacak tedbirler en katı haliyle bizde uygulanıyor ve biz 2,5 yıl sonra hala baskılanan kur, yüksek faiz-yüksek enflasyon altında eziliyoruz. Her geçen gün fakirleşiyor, her geçen gün daha ağır bedeller ödüyoruz. Oysa Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın her zaman vurguladığı gibi; iyi bir ekonomiye dair bilinen tüm kurallar, ancak hukuk güvenliğinin olduğu, adaletin hâkim olduğu, insanların kendini özgür hissettiği ülkelerde uygulanırsa sonuç alınabilir. Hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasiye dair minimum standartların uygulanmadığı ülkelerde (ki artık maalesef Türkiye bu ülkelerden biridir) 10 Nobel ödüllü iktisatçıları iş başına getirseniz bile bir sonuç alamazsınız. Medeniyetimizin alimler yüz yıllar önce "Küfr ile abad olunur belki ama zulm ile asla" dediğinde işte tam da buna işaret ediyordu.

Konumuza dönersek, önceki gün sabahın erken saatlerinde Siirt meyve ve sebze halinde vatandaşlarımızla sohbet ederken bir vatandaşımızın şu çarpıcı cümlesi belki de bu bir buçuk yılın özetiydi: “Vekilim bu kadar can alan/can alıcı bir meseleyi çözmeye çalışıyorken başka alanlarda yeni sorunlar üretmek ve insanların bu sürece olan güvenini azaltacak işler yapmaktan niçin vazgeçmiyorlar?” Bu vatandaşımızın sorusunu ben de AK Parti Grubu’na ve vekillerine soruyorum.

Siyasetin sadece sürecin temkinli destekçilerini değil, sürece doğrudan karşı olanları da anlama sorumluluğu vardır. Bu aynı zamanda, sürecin sağlıklı ilerlemesinin de gereğidir.

Sürece destek ile güven arasındaki devasa boşluğu anlayıp gereğini yaptığımızda, sürecin ruhuna aykırı uygulamalardan vazgeçip, tasfiye sürecinin Sadece Öcalan ve PKK için değil benzer örnekler için de sonuç üreteceğini, sürecin en büyük vaadi olan Hukuk- Adalet- Demokrasi- Özgürlük alanlarında atılacak adımların sadece Kürtler için değil, 85 milyon vatandaşımız için de geçici olacağını anlatırsak, buna uygun davranırsak; sürece güven artacak, sürecin ihtiyacı olan yasa ve uygulamalar üzerindeki şüpheler azalacak,  süreç hızlanıp başarıyla da bitecek İnşallah.

Belki de hepimizin vazifesi, aramızdaki niza ve tartışmaları hatta mümkünse ülkenin gündemini üç ay boyunca dondurarak evveliyatla Millî Kardeşlik, Dayanışma ve Demokrasi Komisyonu’nun gündeminde olan fesih ve tasfiye sürecini başarıyla tamamlamak, sonra da hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasi alanlarında ülkemize çağ atlatacak, her bir vatandaşımızı özgür ve müreffeh kılacak adımları atmaktır. Ama geriye dönüp baktığımızda buna uygun bir yılı geri de bıraktığımızı maalesef iddia edemeyiz.

Bu vesileyle Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Cumhurbaşkanımız’a yaptığı çağrıyı tekrarlamak istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanı hemen şimdi, siyasi parti liderlerini davet ederek, başta Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi sürecinin gerekleri olmak üzere, ülkenin yakıcı sorunlarını bir masanın etrafında konuşsun, müzakere etsin, dinlesin ve ortak aklın gereğini uygulasın,  işte o zaman yürütülen programda ve sunulan bütçede Faiz-Vergi-Borsa-Kur dörtlüsünün göstergeleriyle ölçülmeye çalışan ancak ekonominin de nasıl bir rahat nefes alacağını hep birlikte göreceğiz.

Genel Kurul’u saygıyla selamlıyor, 2026 Yılı Bütçesinin muhalefetten gelecek tenkit ve tavsiyeler dikkate alınarak milletimizin lehine sonuçlar üretecek şekilde uygulanmasını diliyorum.

SONRAKİ HABER

Adana Milletvekilimiz Sadullah Kısacık: “Su kaynaklarımız tükeniyor acil eylem zamanı!”

Sık Sorulan Sorulara Cevaplar


                        

BASIN BÜLTENİNİ
İNDİRİN

Haber ekinde bir basın açıklaması mevcut ise aşağıdaki indirme ikonu ile indirebilirsiniz.

08-12-2025