11 Haziran 2025
Ali Babacan 11 Haziran 2025
Haftalık Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve bizleri bu salonda izlemekte olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor;
Yeni Yol grubunun haftalık toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin hemen başında, evvelki gün genç yaşta vefat eden Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’e Allah’tan rahmet diliyorum;
Acılı ailesine, sevenlerine ve Cumhuriyet Halk Partisi camiasına da başsağlığı diliyorum.
Ferdi Zeyrek, Manisalıların sevgisini, teveccühünü, geniş desteğini kazanmış bir siyasetçi idi, genç bir belediye başkanı idi.
Hastanedeyken yaşlısıyla genciyle, her siyasi kesimden insanın duasını aldı.
Kendisi ’ne bir kez Allah’tan daha rahmet diliyorum.
Rabbim mekânını cennet eylesin.
Değerli arkadaşlar,
Uluslararası Kriz Gurubu bundan 5 gün önce Gazze’yle ilgili önemli bir rapor açıklayarak İsrail hükûmetini açık bir dille suçladı.
Raporun adı: “Gazze’de açlıktan ölüm deneyi”
Son derece dikkatli hazırlanmış ve ciddiye alınması gereken bir rapor.
Bu rapor şunu söylüyor:
İsrail hükûmeti, “Gazze halkını açlığa mahkûm etmeyi” uzun dönemli bir savaş metodu olarak, bilinçli bir şekilde kullanmaktadır.
Raporda somut veriler var:
2 milyon 200 bin Gazzeli’nin tamamı ölümcül bir “gıda güvenliği” riskiyle karşı karşıya.
Nüfusun yarıdan fazlası, dördüncü aşamada, “acil durum” kapsamında; yani yemek artıklarıyla hayatta kalmaya çalışıyor.
Daha da korkutucu olan, nüfusun neredeyse dörtte biri, yani yaklaşık 550 bin kişi, beşinci aşamada, “felaket” aşamasında. Yani bu insanlar tamamen tükenmiş durumda ve hayatta kalma ihtimalleri gittikçe zayıflıyor.
Tek başına bu veriler bile durumun ne kadar vahim olduğunu aslında ortaya koyuyor.
Şu beslenme verilerine bir bakın:
Yine bu rapordan beslenme verileri;
İsrail’in yeni oluşturduğu sözde “yardım mekanizması” ile, yani “Gazze İnsani Fonu” ile Gazzelilere sağlanan günlük kişi başı gıda 1.750 kalori değerinde.
Oysa İsrail makamlarının kendi belirlediği, bir insan için günlük gerekli asgari miktar 2.279 kalori.
Asgari hayatta kalma için gerekli kalori 2.279, şu anda İsrail devletinin bu gıda programıyla Gazzelilere sağladığı 1.750
1945’te ABD’de yapılan Minnesota açlık deneyi şunu gösteriyor: Uzun süre gerekli kalorinin altında besin aldıklarında, insanlar, iç organlarının yavaş yavaş iflas etmesiyle hayatlarını kaybediyorlar.
1,5 yılı aşkın süredir yetersiz beslenmeyle mücadele eden ve adeta bir soykırımla karşı karşıya olan Gazzeliler, şimdi de günde 1750 kalorilik bir gıda temini ile yavaş ama planlı bir ölüme terk ediliyorlar.
Üstüne üstlük, insanlar bu yardımlara ulaşmak için çatışma alanlarını aşıp biyometrik kontrol noktalarından geçmek zorunda bırakılıyor.
Bu canice yolculuğun kendisi, açlık ve hastalıkla mücadele edenler için başlı başına ölüm sebebi oluşturuyor.
Sonuçta bu rapor diyor ki;
İsrail hükûmeti, bilinçli bir şekilde, “açlığı” bir silah olarak kullanmaktadır.
İşte durum arkadaşlar, bu kadar vahim.
Hepimizin yakından takip ettiği gibi, geçtiğimiz günlerde Norveç bandıralı Madleen adlı bir tekne Gazze’ye insani yardım götürmek üzere yola çıkmıştı.
Tam da bu raporun bahsettiği insanlık faciasına dikkat çekmek için 12 gönüllü harekete geçmişti.
Gemi, Akdeniz açıklarında İsrail donanması tarafından hukuksuzca durduruldu ve mürettebat kaçırıldı.
Dikkatinizi çekiyorum, operasyon açık denizlerde, kıyı şeridinden tam 100 mil uzakta yapıldı. Yani uluslararası hukuk tamamen çiğnendi bu operasyonla.
Aralarında bir vatandaşımızın da bulunduğu insani yardım gönüllüleri, açlıkla kuşatılmış bölgeye ilaç, gıda ve temel ihtiyaç malzemesi aslında ulaştırmak istiyordu.
Tekne silahsızdı.
Yükü ekmek, yükü ilaç, yükü suydu; fakat en çok da insanlığın onurunu taşıyordu bu tekne.
Buradan net bir şekilde söylüyorum:
Açlığa mahkûm edilen bir halkın sesine ses olmak suç değildir. Asıl suç, yardım koridorlarını kapatmaktır.
Abluka altındaki bir halka yardım eli uzatmak suç değildir. Onları açlığa mahkûm etmek suçtur.
Bugün değilse de yarın, bu suçu işleyenlerin her biri uluslararası hukukun önünde tek tek hesap verecektir.
Kimsenin şüphesi olmasın arkadaşlar;
“Ben sadece emirleri uyguladım” diyen Nazi subayları nasıl kurtulamadılarsa, bu emirleri verenler de yargılanmaktan kurtulamayacaklar.
İşte bunun için, bu sorumluların yaşayacakları sonu buradan ilan etmek istiyorum:
Başkomutan sıfatıyla, yaşanan soykırımının en büyük sorumlusu olan, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından da arananlar listesinde olan Başbakan Benjamin Netanyahu!
Günü geldiğinde yargılanacak, yaptıkların için insanlık önünde insanlık suçu sebebiyle yargılanacak ve insanlık önünde af dileyeceksin.
Gazzelilerin aç bırakılması, sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılması ve yerinden edilmesi gibi eylemlerin arkasında duran, bu cürümleri işleyen eski ve yeni Savunma Bakanları!
Günü geldiğinde yargılanacaksınız, yaptığınız insanlık suçu için af dilemek zorunda kalacaksınız.
Askeri operasyonları planlayan, onay veren, teşvik eden eski ve yeni Genelkurmay Başkanları!
Günü geldiğinde yargılanacak, af dileneceksiniz.
Emirleri veren ve uygulayanlar: Hepinize tek tek sesleniyorum:
Günü geldiğinde yargılanacaksınız;
Günü geldiğinde af dileneceksiniz.
Bakın, yıllar öncesinden, İsraillilerin çok iyi bildiği ibretlik bir yargılamadan, Yahudi soykırımının bir numaralı aktörlerinden olan Adolf Eichman’ın yargılamasından bahsetmek istiyorum.
Kudüs’te yargılanırken ne demiş? “Ben sadece emirleri yerine getirdim” demiş.
Ne demiş? “Ben sadece kocaman bir makinenin küçük bir dişlisiyim” demiş.
Ne demiş? “Sorumlu olan ben değildim, hiçbir Yahudi’yi kendim öldürmedim” demiş.
Söyledikleri onun gibi bir savaş suçlusunu nasıl kurtaramadıysa, bugünkü İsrail yöneticilerini de söyleyecekleri kurtaramayacak.
Suça bulaşmış her bir hükûmet üyesi, zamanında Kudüs’te yargılanan gibi yargılanacak ve hesap verecek.
Değerli arkadaşlar,
Gazze konusunda iktidar birçok kez nasıl sınıfta kaldıysa yine sınıfta kaldı:
Hükûmetin tepkisi yine tabiri caizse "klavye delikanlılığından” ibaret.
İcraat yok, tweet atmakla meşguller, iki satırlık yazılı açıklama yapmakla meşguller.
İcraat yok, hamasete sarılıyorlar.
İcraat yok, slogan atıyorlar.
Filistin konusunda duyarlı vatandaşlarımızın -özür dileyerek söylüyorum- gazını almaktan başka yaptıkları bir çaba yok.
Yahu, ben inanın hatırlatmaktan bıktım, bunlar unutmaktan bıkmadı arkadaşlar.
Hükûmettekilere seslenmek istiyorum:
Arkadaş, siz iktidar değil misiniz?
Siz herhalde tweet atmaktan daha fazla yapacağınız şeyler olmalı; icraat yapacaksınız icraat.
Sayın Erdoğan, icraat için daha ne bekliyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz?
Başkanlık sistemini isterken, kimse beni engellemesin, kurumlar önüme taş koymasın diyen siz değil miydiniz?
İşte bütün yetki elinizde.
Bütün kurumları çökerttiniz.
Yargı sizde, bağımsız kurullar, bakanlar, bürokratlar hepsi sizin elinizde.
Hakimler, izniniz olmadan atanmıyor, savcılar sizden habersiz iş yapamıyor.
O zaman diyorum ki; hodri meydan:
Madem One Minute’ü tek başınıza, kimseye güvenmeden söylediniz; buyurun, çıkın aynısını söyleyin, görelim etkisi oluyor mu olmuyor mu?
O gün bütün dünyada ses getirmişti. Niye?
Çünkü itibarlı, güvenilir, güçlü bir Türkiye’nin Başbakanı olarak bunu söylüyordunuz.
Siz bu ülkenin güvenirliliğini, itibarını kendi elinizle yerle bir ettiniz ya!
Bol bol laf, bol bol hamaset. Hala doğruyu söylemiyorlar.
“Ticaret yapmıyoruz” diyorlar, “ticareti engelledik, engelliyoruz” diyorlar, hala tam gaz ticarete izin veriyorlar. Ticaretinin önüne gelen engelleri de kendi elleriyle açıyorlar. İnanılır gibi değil.
Bakın arkadaşlar;
Bu yaşadığımız bu Madleen isimli teknenin hadisesi ilk defa yaşanmıyor değil mi?
Bir Mavi Marmara hadisesini yaşadık.
Ne yaptı bunlar?
Mavi Marmara’dan sonra oradaki vatandaşlarımızı bir şekilde Türkiye'ye getirmeyi büyük bir başarı gibi sundular.
Sonra tekneyi getirdiler, dediler ki; "Bak tekneyi de kurtardık."
Peki, ölen vatandaşlarımızla ilgili ne oldu?
Hafızaları tazelememiz lazım ki arkadaşlar, bu hükûmetin ne kadar çok yalpa yaptığını ne kadar çok zikzak yaptığını ne kadar çok “U dönüşü" yaptığını hatırlatmak zorundayız.
Bunun için itibarları kalmadı. Bunun için güven oluşturmuyorlar.
Mavi Marmara'da hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelere tek tek dava açtı değil mi?
Dava açtılar; “Biz hakkımızı istiyoruz” dediler.
Ve bunların bir kısmı şöyle ya da böyle dava sonuçlarından ya da uzlaşmayla bir şekilde o davalar çözüldü.
Ama bazı vatandaşlarımız dediler ki; “biz hakkımızdan vazgeçmiyoruz, biz hakkımızı arayacağız”
Ve o insanların haklarından vazgeçirmek için uygulanan metot ne oldu hatırlıyor musunuz?
Gittiler İsrail'le bir anlaşma yaptılar. Sonra anlaşmaya getirdiler buradan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirdiler.
Ve o anlaşmanın bir maddesi olarak da vatandaşlarımızın mahkemelerde hak talep etme imkanlarını engellediler.
Davalar otomatik düştüğü anlaşmadan sonra.
Çünkü uluslararası anlaşma, bizim kendi iç hukukumuzda, kendi iç hukuk sistemimizin üzerinde bir yargı normal olarak kabul edildiği için bütün o davalar o anlaşmayla otomatik düştü.
Kendi vatandaşlarımız kendi hakkını arayamadılar, bunların gidip İsrail'le yaptıkları ikili anlaşmanın getirdiği bir madde hükmü sonucunda.
Ondan sonra sizin itibarınız kalır mı ya?
Ondan sonra yapacağınız çağrıların, yapacağınız söylemin bir değeri kalır mı dünyada?
Burada çok ciddi bir ikiyüzlülük var arkadaşlar, dikkat edin.
Bu teknede 12 insan var değil mi? Belki sekiz ülkenin, on ülkenin vatandaşı bunlar.
Ya bu ülkeler eğer gerçekten bu vatandaşlara sahip çıkıyorlarsa, açık denizlerde giden bu tekne değil mi? “Bu tekneye ben dokundurtmam” diye bu teknenin etrafına o ülkelerden en az birkaç tanesi, bir güvenlik botu, en azından basit bir askeri tedbir alabilirdi.
Niye almadılar bunu, niye yapmadılar?
Elin İsrail'i geldi kendi sahilinden yüz mil ötede bu askeri operasyon yaparken, o teknedeki insanların vatandaşı oldukları ülkelerin devletleri niye sessizce izledi?
Uluslararası denizlerde oluyor ve bu geliyorum diyor, geliyor diyor. Öyle birdenbire sürpriz, baskın falan değil.
İnanın iki yüzlünün daniskası bu ya. Bol bol hamaset, bol bol söylem.
Bakın ben açık söylüyorum, sonuç veremeyecek bir işi bu insanlara yaptırıp da ondan sonra tweet atmanın, açıklama yapmanın hiçbir anlamı yok. Hiçbir kıymeti yok.
Bu sadece bölgede İsrail'in caydırıcı gücünü arttırır.
Sadece İsrail'in şımarıklığını arttırır, başka bir işe de yaramaz.
Siz eğer yapabiliyorsanız gidin devlet olarak bunu yapın, yapamıyorsanız da kusura bakmayın sessizce haddinizi bilin, en azından susun onurunuzu koruyun!
İnanılır gibi değil arkadaşlar, inanılır gibi değil.
Bu iş gerçekten kökten çözülmek zorunda, kökten.
Kökten çözülmesi için de ülkelerin sapasağlam bir işbirliği yapması lazım.
“Biz Filistin davasına sahip çıkıyor muyuz, çıkmıyor muyuz arkadaş? Bırakın bu iki yüzlüğü” denmesi lazım. Birileri çıkıp bunun öncülüğünü yapması lazım.
Ve bu iş açık söylüyorum Türkiye'ye düşer, Türkiye'ye düşer ama şu andaki gibi itibarını kaybetmiş, söylediği sözün hiçbir gücü kalmayan bir iktidar eline de bunun olması mümkün olmayacak.
Değerli arkadaşlar,
Bir bayramı daha, bir Kurban Bayramı’nı daha geride bıraktık.
Ancak, ülkemizde bayram coşkusunun yerini, her geçen yıl büyüyen dertler ve geçim sıkıntısı alıyor.
Hani büyüklerimiz “Nerede o eski bayramlar” derdi ya, durum tam da öyle.
Eski bayramların bolluğu artık ülkemizde yok.
Kurban kesenler azalıyor, muhtaç insanların sayısı çoğalıyor.
Türkiye’de milyonlar artık bayram coşkusunu yaşayamıyor.
Biliyorsunuz, kurbanlıklar ortada kalınca, satılamayınca, ne dediler? “Et ve Süt Kurumu bunu satın alacak” dediler.
İşe bakın ya, sen devlet olarak vatandaşın refahını düşür, bir kurban alacak parası olmasın cebinde, ondan sonra de ki; “Tamam merak etmeyin ben bunları alıyorum.” Berbat bir durum, berbat.
Bugün memlekette en düşük emekli maaşı 14.600 lira.
Asgari ücret 22 bin lira.
Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırı mayıs sonunda 25 bin liraya çıkmış durumda.
Açlık sınırı 25 bin, asgari ücret 22 bin, en düşük emekli maaşı 14.600.
Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken sadece gıda masrafında bahsediyorum, 25 bin liradan bahsediyorum.
Bunun içinde en büyük kalem olan barınma yok; elektrik, su, gaz faturaları yok, çoluk çocuğun eğitim masrafı yok, “bir akşam dışarı çıkalım çay içelim” yok. Yok yok yok…
Vatandaşlarımız bu bayramı yaşayamadı.
Bu iktidar vatandaşına gerçek bir bayram borçlu.
Bakın, yılın yarısını dolduruyoruz.
1 Temmuz tarihi yaklaşıyor.
Hem asgari ücrette hem de asgari emekli maaşında bir ara zam şarttır.
Bu ülkede, enflasyonun çok düşük olduğu dönemlerde bile, hep 1 Temmuz’da bir ara zammı verilmiştir.
Enflasyonun yüzde 6’ya-5’e düştüğü yıllarda yılın ortasında yüzde 2 de olsa, 3 de olsa 6 aylık enflasyon kadar en az ara zam verilmiştir.
1 Temmuz’da ara zam vermemek, emekliden, asgari ücretliden çalmak demektir.
Bakın, geçen yıl bunu yaptılar. İlk defa 2024’te bunu yaptılar. 1 Temmuz’u pas geçtiler. Şimdi aynısını bu yıl yapmaya hazırlanıyorlar. İnanılır gibi değil.
Enflasyonun sorumlusu, vatandaşlarımız değildir ki! Enflasyonun suçlusu hükûmetin kendisi.
Akıl dışı politikalarla, enflasyonu da kuru da patlatan hükûmetin kendisi.
Ama kendi suçunun, kendi sorumluluğunun cezasını millete çektiriyor.
Hükûmet bu sorumluluğunun bedelini ödemeli, 1 Temmuz’da mutlaka ara zamları yapmalıdır.
Burada bir konuya daha dikkatinizi çekmek istiyorum:
Kamuda çalışan yüzbinlerce işçinin 2025-2026 döneminde alacağı zam ve diğer haklar için çerçeve protokol görüşmeleri hala sonuçlanmadı.
Haziran ayına geldik, 2025’in ocak ayının rakamları konusunda hala anlaşılmış değil.
Hükûmeti, bu görüşmeleri acilen sonuçlandırmaya çağırıyorum.
İşçilerimize, hak ettikleri insan onuruna yaraşır bir artış sağlanmaya davet ediyorum.
Resmi enflasyonun bile yüzde 35 olduğu, halkın enflasyonun bunun birkaç katı olduğu bir ortamda, sözleşmeleri geciktirmek işçinin hakkından çalmak demektir.
Kıymetli Arkadaşlar;
Bir hukuk devleti, adaleti sadece mahkeme salonlarında değil, toplumun vicdanında da inşa eder.
Ama bugün, vicdanları son derece rahatsız eden bir tabloyla karşı karşıya kaldık.
İnfaz yasasında yapılan son değişiklik, toplumda adalet duygusunu zedeleyen bir düzenleme oldu gerçekten.
Apar topar Meclis’ten geçirdiler biliyorsunuz.
Bayram tatilini de kullanarak; “Bakın ya uzatacağız ya da hemen bitirip tatile çıkacağız” diye adeta baskıyı da oluşturdular, apar topar geçirdiler.
Evet, insan odaklı infaz modelleri, çağdaş ceza hukukunun önemli bir parçasıdır.
Ancak, bu tür düzenlemeler, toplumda adalet duygusunu zedelememeli, güveni aşındırmamalıdır.
İktidar, aylardır “bayram öncesi infaz indirimi” dedi, çıtayı, beklentileri yükseltti.
Ancak söylenenlerin gereğini yapılmadı.
Devlete karşı silahlı eylem yapanlar için düzenleme yapmayı göze alanlar; çocuklarını gönderdikleri okul veya abone oldukları gazete sebebiyle hükümlü olanları gündeme getiremediler.
Böyle devlet yönetilmez, böyle adalet sağlanmaz.
Unutmayalım: Ceza politikalarının amacı sadece cezanın kendisini vermek değildir;
Toplumda huzurunu sağlamaktır, suç işlenmesini önlemektir, suçluları ıslah etmektir ve belki de en önemlisi toplum vicdanını onarmaktır.
Son 20 yılda 43 kere değiştirilen bu infaz kanunu, yap-boz tahtasına dönmüştür.
Bizim hep savunduğumuz “Cezada adalet, infazda eşitlik” ilkesi bu yapılan düzenlemelerle de sağlanamamıştır.
Biz, cezayı yok sayan bir af anlayışına da hakkaniyeti gözetmeyen bir infaz düzenlemesine de karşıyız.
Bu yasa, daha dengeli, daha kapsayıcı ve daha vicdani bir zeminde ortak akıl ile yeniden ele alınmalıdır.
Çünkü bir ülkede adalet yara alırsa, sadece hukuk değil; umut da yıkılır. Bunu unutmayalım.
Değerli arkadaşlar,
Burada konuşmaktan dilimizde tüy bitti.
Duymuyorlar, görmüyorlar, umursamıyorlar.
Ama biz vazgeçecek miyiz? Vazgeçmeyeceğiz.
Bu sanal kumar denen illetten, uyuşturucu denen illetten; her türden bağımlılıktan gençlerimizi kurtarana kadar vazgeçmeye niyetimiz de yok.
İktidardakiler! Size sesleniyorum:
Bizim ısrarımızı sakın ola hafife almayın.
Bizim inadımızı sakın ola küçümsemeyin.
Bakın söylüyoruz:
Bizzat izin verdiğiniz sanal kumarı da;
Dağıtımını izlemekle yetindiğiniz her türden uyuşturucuyu da; bu topraklardan atana değin size rahat vermeyeceğiz.
Sakın unutacağımızı, vazgeçeceğimizi düşünmeyin.
Bu konuyu kafanıza kafanıza işleyeceğiz ki; bir gün utanıp geri adım atarsınız diye.
İnadımız inat, biz bu toprakları annelerin ağlamadığı topraklar kılmaya; gençleri bağımlılıktan kurtarmaya ant içtik.
Haziran ayının son haftasında da, Yeni Yol gurubuna mensup partiler olarak, bütün Türkiye'de bir farkındalık çalışması organize ediyoruz.
Hükûmet yapmıyorsa biz yapacağız, taşın altına elimizi koyacağız.
Buradan duyuruyoruz ve hodri meydan diyoruz.
Devletin kenarına köşesine çöreklenmiş çetelere;
Gençleri zehirleyerek servetine servet katan uyuşturucu tacirlerine;
Geçişine, satışına, ticaretine göz yumanlara, sessiz kalanlara;
O devlet yetkililerine, her birine tek tek sesleniyoruz:
Gençlerimizi kurban etmenize izin vermeyeceğiz.
Size teslim edecek tek bir gencimiz yok.
Sizin cebiniz dolsun diye uyuşturucu bataklığına bırakacak tek bir gencimiz yok.
Ne yapacaksanız buna göre yapın, uyarıyoruz!
Ticareti mi bırakırsınız, birbirinizi mi ispiyonlarsınız, onu bilmem.
Bizim sözümüz söz, buradan bir kez daha tekrar ediyoruz:
Gençlerimizi kurban etmenize izin vermeyeceğiz.
Değerli Arkadaşlar;
Sözlerimin sonuna gelirken,
Bu pazar Babalar Günü.
Ve şimdi, buradan tüm babalara seslenmek istiyorum.
Biliyoruz ki ülkece zor zamanlardan geçiyoruz.
Ama bizim kitabımızda umutsuzluğa yer yok.
Çünkü biz biliyoruz ki, “Allah bir zorluğun ardından mutlaka bir kolaylık verir.”
Dualarla büyüttüğünüz evlatlarınız için yılmadan mücadele ediyorsunuz.
Sırtınızda borç ama yüreğinizde umut taşıyorsunuz.
Şimdi o sabrın, o gayretin karşılığını alma zamanı inşallah yaklaşıyor.
Çünkü siz, gecenin en karanlık anında bile bir çıkış yolu arayanlarsınız.
Çocuğunuzun gözleri düşmesin diye, kendi başınızı öne eğenlersiniz.
Bugün belki zordasınız, belki sofradaki ekmek az.
Ama biz inanıyoruz:
Bu ülkenin babaları yeniden güçlü olacak.
İş bulacak, emeğinin karşılığını alacak.
Çocukları daha güzel günlerde yaşayacak.
Biz bu düzeni değiştirmeye kararlıyız. Size layık olduğu bir Türkiye inşa edeceğiz.
El ele vereceğiz ve birlikte başaracağız inşallah.
Babaların inancınız varsa, umut vardır.
Babaların duanız varsa, yol açıktır.
İyi ki varsınız. İyi ki her sabah umutla ayağa kalkıyorsunuz.
Tüm yüreğimle Babalar Gününüzü şimdiden kutluyorum.
Bu duygular içerisinde hepinizi bir kez daha saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Sağ olun, varolun diyorum.