11 Ocak 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Kilis Basın Toplantısı Konuşması

11 Ocak 2024

Ali Babacan Kilis Basın Toplantısı


DEVA Partisi’nin çok değerli genel merkez kurul üyeleri,

Çok değerli milletvekillerimizim,

Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız

Kıymetli yol arkadaşlarım,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşların değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,

Bugünkü Kilis Buluşmamıza hoş geldiniz diyorum (…)

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza buradan, Kilis’ten selamlarımı ve sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Değerli basın mensupları, değerli yol arkadaşlarım

İl il, ilçe ilçe dolaşırken, bir kişinin sessizliği dikkatimizi çekiyor.

Her konuda konuşan, köşe yazarlarına laf yetiştiren, partisinin bir ilçedeki gençlik kolları başkanına kadar müdahale eden o kişi epeydir tek bir konuda sessiz. O konudan hiç bahsetmiyor.

Sabah akşam konuştuğu, “Benim alanım” dediği, kendisine göre uzmanlık alanı olan konuda sessiz.

“Nas var” diyordu;

“Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” diyordu.

Laf dinlemiyor deyip Merkez Bankası başkanlarının birini getiriyor birini götürüyordu.

Evet, Sayın Erdoğan’dan bahsediyorum.

Seçimlerden bu yana tam 7 ay geçti, ülkenin Cumhurbaşkanı faiz konusunda bugüne kadar tek bir laf etmedi.

Merkez bankası 7 ayda 7 kez faiz artırdı, Erdoğan susuyor.

Bir dönemler faizi ağzından düşürmeyen, dönemin Merkez Bankası Başkanı’nı pırıl pırıl bürokratlarını, meydanlarda yuhalatan, “Ben demiyorum ki Nass var” diyen Erdoğan, Merkez Bankası faizleri %8,5’tan %42,5’a çıkarttı “Gık” demiyor…

“Faiz o kadar da sebep değilmiş.” demiyor.

Aylardır bu konularda hiç konuşmuyor.

Buradan sizlerin huzurundan kendisine seslenmek istiyorum:

Sayın Erdoğan;

Kendi kendinize uydurduğunuz bir tez yüzünden koskoca Türkiye’yi senelerce bir deney laboratuvarına çevirdiniz.

85 Milyonluk bu ülkenin her bir vatandaşını adeta kobay muamelesiyle karşı karşıya bıraktınız.

“Ben bilirim” dediniz ve aklıevvel danışmanlarınızla birlikte ülkeyi fakirleştirme yolunda inatla yürüdünüz.

Sonunda faizi de patlattınız, enflasyonu da patlattınız, doları kurunu da patlattınız.

İnsanlar işlerinden oldular, evlerinden oldular, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla bozuştular.

Kiracılar ev sahipleriyle kavgalı oldular.

Döviz borç aldılar, ödeyemediler, mahkemelik oldular.

İnsanlar, ekonomik kriz yüzünden intihar ettiler, canlarından oldular.

Şimdi soruyorum: Bu olanlarının hesabını kim verecek?

Daha geçtiğimiz günlerde, bir alışveriş merkezinde bir vatandaşımız intihar girişiminde bulundu.

Sonrasında gazeteciler gitti, eşiyle röportaj yaptılar.

İntihar girişiminde bulunan, ağır yaralanan vatandaşımızın eşi ne dedi biliyor musunuz?

“Marketlerde tarihi geçmiş ürünleri atıyorlar, biz ancak o ürünlerle karnımızı doyuruyoruz” dedi.

“Devlet büyükleri fakirin halinden anlamıyor” dedi.

"Kâğıt toplamaya çıkıyorduk, eşimin bu halinden sonra artık ona da çıkamayız” ’ dedi.

Vatandaşı düşürdüğünüz hal bu. Sizin vatandaşlarımızı düşürdüğünüz durum bu.

Bu verdiğim örnek istisna falan değil. Türkiye'nin her yerini geziyoruz. Ülkenin yarısından fazlası sizin yani iktidarın sebep olduğunuz enflasyonun altında nefes almak için mücadelesini veriyor.

Hangi şehirde olursa olsun hangi ilçede olursak olalım, arabamızdan otobüsten adımızı şöyle sokağa attığımız anda hemen yanımıza emekler geliyor. “Perişanız” diyorlar, “ne olacak bizim halimiz” diyorlar. “7.500 liraya başkanım bırakın geçinmek artık biz evimizin kirasını ödeyemiyoruz” diyorlar.

Sayın Erdoğan; Buradan Kilis’ten sesleniyorum, serhat ilimizden sesleniyorum; siz, vatandaşın eve götürdüğü ekmek üzerine bir bahse girdiniz. “Benim alanım” dediniz. “Ben ekonomistim” dediniz.

Ve vatandaşın, işleriyle, ekmeğiyle bir kumar oynadınız ve kaybettiniz. Ama kaybeden sadece siz olmadınız ki 85 milyona kaybettirdiniz.

Şimdi, hiçbir şey olmamış gibi davranmak yok.

Faizin adını almayıp, faiz konusu gündeme geldiği zaman kaçıp, saklanmak da yok. Konuşmak zorundasınız.

Birinci damadınızla el ele verip, bile isteye bu ülkeyi mutlak yoksulluk bataklığına soktuğunuz günlerin cevabını vermek zorundasınız.

Hiçbir şey olmamış gibi davranamazsınız.

Ve değerli arkadaşlar kendisi için burada 3 ihtimal var:

Ya bu işi bilmiyor;
Ya birileri kendisini aldattı;
Ya da kendisi 85 milyonu aldattı.

Eğer bilmiyorsanız çıkın, “ben yanlış biliyormuşum” deyin. “Benim bilgisizliğim ve inadım yüzünden bu ülke bu hale düştü” deyin. İnsanlardan en azında bir özür dileyin ya.

Eğer birileri sizi aldattıysa, daha önce yaptınız, çıkın “aldatıldım” deyin.

Yok, eğer bile bile seçimden önce faizi %8,5’a indirtip, “Ben iş başında olduğum sürece bu ülkede faiz çıkmaz, indi daha da indi” deyip, seçimden sonra %42,5’a çıkardıysanız, bu milleti aldatmışsınızdır, o zaman da çıkıp hesap verin.

Ama ne olursa olsun, önce çıkın vatandaşlarımızdan bir özür dileyin yahu. Böyle hiçbir şey yapmamış gibi, hiçbir şey yokmuş gibi davranamazsınız, siz ülkenin Cumhurbaşkanısınız.

Üstelik tek imzayla aklınıza gelen her şeyi yapma yetkiniz var şu anda.

Bugün bir bakanın kulağından tutar atar, öbür bakanı oturtursunuz oraya değil mi? Bu gece bir kararnameyle Merkez Bankası Başkanı’na “kalk oradan” deyip yeni bir başkan oturabilirsiniz.

Böylesine her konuda yetkili bir kişinin memleketin şu anda en önemli sorunu olan ekonomi konusunda, faiz konusunda eğer sesi çıkmıyorsa susuyorsa arkadaşlar biz vatandaş olarak sormak zorundayız.

“Konuş” demek zorundayız. “Ne oldu ya?” demek zorundayız ve o da bunun cevabını vermek zorunda. Demokrasilerde öyle yok.

Demokrasilerde “e ben aklıma eseni yapayım. Ondan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranayım.” Böyle bir şey yok.

Ve ben buradan, Sayın Erdoğan’a sesleniyorum, bu vebalin altında kalmayın, en azından bir helallik isteyin helallik! Bunu bari yapın ya.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Gerçekten ülkemizin sorunları büyük, gittikçe de büyüyor. Ama bölgemizde de son derece sıkıntılı bir tabloyla karşı karşıyayız.

Sınırımızın birkaç yüz km aşağısına doğru indiğinizde gerçekten yakın tarihimizin en büyük insanlık suçlarından birisi işleniyor. Yakın tarihimizin en büyük savaş suçlarından birisi işleniyor.

İsrail hükûmeti tarafından Gazze’de sürdürülen bu sistematik saldırılar, 100 güne yaklaştı ve artık açık bir katliama, adeta bir soykırımına dönüştü olay.

Gazze’de tam bir vahşet yaşanıyor.

Gazze’de ölenlerin sayısı 23.000'i geçti. YİRMİ ÜÇ BİN.

Çoğu kadın, çocuk.

Bu katliama, yaşanan bu soykırıma iktidarın tepkisi son derece cılız.

Bakmayın, bağırıp çağırdıklarına. Bu bağırma, çağırma, o ses köpüğünü alın,
“Ya iyi de kardeşim siz bağırıp, çağırıyorsunuz, ne yapıyorsunuz?” diye sorun, bir şey yok.

Ticaret aynı gaz devam ediyor. Ticarete artarak devam ediyor. Her ay yüzlerce gemi İsrail’e Türkiye’den mal satıyor ve bunun içerisinde İsrail'le askerlerin kullandığı, kullanabileceği malzemeler var, eşyalar var.

Dışarıdan bizim hükûmete bakan birisi der ki bilmeyen birisi, “Allah Allah” der; “bunlar iktidarda değiller mi?” “Acaba muhalefetteler de mi böyle konuşuyorlar?” der.

Eski bakanları, yeni bakanları, arkadaşları eşleri dostları toplanıyorlar; bizim milletimizin Filistin hassasiyeti Gazze hassasiyeti çok yüksek onları da davet edip “miting” yapıyorlar.

Ama arkadaşlar bakın,

Bugün itibariyle Gazze nüfusunun tam %85’i evlerinden barklarında edilmiş durumda.

Gazze nüfusunun neredeyse tamamı kıtlıkla karşı karşıya.

2 milyondan fazla insan aç.

Anneler çocuklarını emziremiyor.

Anne babalar, zar zor buldukları az biraz gıdayı çocukları yesin diye kendileri aç yatmaya razı oluyor her gün.

İnsanlar, günde 2 litreden az bir suyla hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.

Bu tablo, şimdi fark edilmeyen, fakat ileride ortaya çıkacak pek çok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor.

En son okuduğum bir habere göre, Gazze'de bugün 150 kişiye bir tuvalet düşüyor. Düşünebiliyor musunuz o hijyen şarjlarını, düşünebiliyor musunuz o insanların hangi şartlarda hayatta kalma mücadelesi verdiğini.

İnsanlar bugün hala hayatlarını kaybetmemişlerse, yarın hastalıklardan hayatlarını kaybedecekler.

Değerli arkadaşlar,

İsrail hükûmeti tarafından sürdürülen bu operasyon, sistematik bir katliamdır.

Apaçık insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.

İsrail hükûmeti Gazze’ye operasyonu başlatır başlatmaz, Gazze’de yaşayanları açlığa ve susuzluğa mahkûm etmek için gerekli adımları atıp, planını en başından buna göre uygulamıştır.

Onun için bombalamaya kuzeyden başladı. Niye? Kuzeyde yaşayanları güneye, Güney’de yaşayanları da Mısır sınırına yığmak için ve Gazze’de oturanları evinden, barkından, yurdundan etmek için bunu yaptı. Asıl zihinlerin arkasında işgal var, işgal.

“Filistinlileri alalım atalım şu sınırın ötesine, Mısır gitsin, onlara yaşayacak diyerek bulsun ben de geleyim buraya oturayım” asıl niyetleri bu, bunu görmemiz gerekiyor.

Onun için ben buradan Kilis’ten, Gazze’deki bütün Filistin halkına, selamlarımı ve bu mücadeleye devam etmeye çağrı mı yapmak istiyorum?

Asla oturdukları toprakları terk etmesinler. İsrail hükümeti ne kadar baskı yaparsa yapsın ne kadar o topraklardan onları böyle tehcir etmeye çalışırsa çalışsın orada tutunmak, dayanmak son derece önemli.

Bilhassa Bureyc, Nuseyrat, Maghazi mülteci kampları bunlar, insanlar çadırlarda şurada burada yaşıyor ve o kamplara hava saldırısı düzenliyorlar ya!

Çadırda yaşayan insanların üzerine bombaları yağdırıyorlar. Bunlar derhal son bulmalı.

İnsanların temiz suya ve yiyeceğe ulaşması için gerekli adımlar derhal atılmalı.

Kalıcı bir barış ortamının tartışılması içinde derhal bir ateşkes ilan edilmeli.

Ve buradan gerçekten Türkiye’nin bütün bu olanlar karşısında, bir şey yapamamasının ben içimdeki derin acısını hissediyorum. Bir zamanlar Dışişleri Bakanlığı yapmış, bu ülkenin Avrupa Birliği Bakanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak, devlet memleket meselelerinde güvenlik meselelerini bilen bir arkadaşınız olarak bunu söylüyorum.

Çok yazık oldu ya?

Türkiye'nin ekonomik gücünün bizzat bizzat iktidarın kötü yönetimi sebebiyle zayıflamasının dış politikadaki bu zikzakların “U” dönüşlerinin Türkiye'nin itibarını çökertmesinin bedelini çok ağır bir şekilde biz şu anda ödüyoruz.

Çünkü arkadaşlar borç alan emir alır.

Gittiler bunlar tek tek tek tek yalvar, yakar başka ülkelerden borç para istemeye başladılar. Bu arkadaşımız tam 11 yıl ekonominin başında oldu. Gidip de biz tek bir ülkeden tek bir yıla boş para istemedik.

Siz gidip de daha dün “katil” dediğiniz bir Veliaht Prensi kucaklayıp para isterseniz, daha dün “15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörüdür” dediğiniz ülkenin emirini gidip sarılıp kucaklayıp para isterseniz, “Sisi” diye diye adeta şeytanlaştırdığınız bir kişinin dönüp dolaşıp peşinde koşup “ya şöyle bir elini sıksam şöyle bir aynı karede fotoğraf verebilsem” dediyseniz, bunları yaptıysanız artık o ülkenin itibarı gerçekten çok çok zayıf bir duruma düşmüş demektir.

İtibarsız, itibarını kaybetmiş uluslararası sistemde, dış politikada sözünün gücünü yitirmiş bir ülkenin de nedeninin bir kıymeti olmuyor arkadaşlar.

Çünkü mesele çok bağırmakta değil, mesele söylediğiniz şeyde, sözün gücünde. Sözün gücü önemli.

“Ne kadar çok yüksek sesle bağırsam o kadar etkili olurum.” Öyle değil ya, olmuyor işte. İstediğin kadar ne yaparsan yap olmuyor, güvenilir ve itibarlı bir muhatap olmadıktan sonra söylediklerinizin hiçbir etkisi yok.

İşte bunun için değerli arkadaşlar artık Türkiye’de bambaşka bir çalışma yapmak zorundayız.

Ne yapmalıyız,

Buradan önce ülkenin Cumhurbaşkanı’na, iktidar partilerine, sonra muhalefet partilerine seslenmek istiyorum.

Barışın en önemli unsuru, diyalogdur.

Diyalogsuz barış olmaz.

Gazze için, iktidarı muhalefeti Türkiye’deki herkes sorumluluk almaya davet ediyorum. Ortak bir yol haritası üzerinde çalışmaya davet ediyorum. Bu uğurda türlü siyasi bahanelerle birlikte hareket etmekten durdurmamalıdır.

Mesele Filistin ise Mesele Gazze ise

Tekrar ediyorum:

Gazzelilerin sesinin, iç siyaset gündeminde kaybolmasına, hamasi söylemler, kavgalar arasında yitip gitmesine izin vermeyiz, veremeyiz. Yazık oluyor gerçekten bu insanlara.

Bir olmalıyız, birlik olmalıyız. Mesele Filistin ise Mesele Gazze ise iktidar muhalefet demeden Türkiye olarak tek ses olmalıyız.

Çünkü şu anki iktidarın artık dış politikada itibari yok, sözünün gücü yok. Ancak hep beraber Türkiye olarak ayağa kalkıp, Türkiye olarak bir şeyler söylersek ancak o zaman muhataplar dikkate alacaktır.

İsrail’e destek olan tüm aktörlerin de akıllarını başlarına almasını sağlamalıyız.

Yaşananlar sadece 2 milyon Gazzelinin değil, tüm dünyanın meselesidir. İnsanlığın meselesidir. Orada hayatını kaybeden sadece 23 bin Gazzeli değil arkadaşlar. Orada kaybettiğimiz sadece 23 bin insan değil. İnsanlığı kaybettik, gerçekten çok yazık.

Tekrar ediyorum; İsrail’e destek olan tüm devletlere ve kamuoyuna sesleniyorum.

Gelin, bu suça ortak olmayın.

Bilin ki, tarih sizi affetmez.

Nasıl Bosna Hersek’te zamanında katliam yapanlar, nasıl Bosna Hersek’te adeta bir soykırımı girişimiyle sivillerin canlarına kastedenler er ya da geç gitti hesap verdiyse, bugün bu katliamı yapanlar ve bu katliama sessiz kalanlar da gün gelecektir mahkemeler önünde ama en azından dünya kamuoyu vicdanının önünde hesap vereceklerdir.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Kıymetli vatandaşlarımız,

Burada Kilis’teyiz, Duymayan varsa duysun, bilmeyen varsa bilsin:

DEVA Partisi, 31 Mart yerel seçimlerine kendi adıyla, kendi adaylarıyla girecek!

Türkiye’nin her köşesinde seçim günü eline pusulayı alan vatandaşlarımız DEVA Partisi’nin logosunu o tercih listesinde görecek.

Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımız gönül rahatlığıyla etkin ve temiz yönetime oy verebilecek.

Kilisin sorunlarını biliyoruz,

Büyük bir istihdam sorunu var. Gençlerimiz iş arıyorlar, bulamıyorlar.

Sadece Kilis’te değil, çevredeki çoğu ilde problem büyük.

Gaziantep’e gidin Şanlıurfa’ya gidin her yerde problem büyük.

Buna, kayıt dışı çalışmanın fazlalığı notunu da düşmek lazım.

Gençlerimiz işsiz kalmakla sigortasız çalışmak arasında bir tercihe zorlanıyor.

Yine tabii Kilis deyince en önemli sorun bu sığınmacılar sorunu.

Kilis biliyorsunuz, Kilis'te yaşayan vatandaşlarımızdan çok daha fazla sayıda Suriyelinin gelip yerleştiği bir ilimiz oldu.

Ve inanın bu, dünyanın bir başka yerinde olsaydı var ya, dünyanın başka hiçbir yerinde hiçbir şehir bu yükü kaldıramazdı.

Çünkü Kilis’in öyle büyük bir yüreği var ki, o büyük yürek kendinden daha fazla bir nüfusa kucak açtı, kapı açtı ve sınırın hemen üstesinde ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan kadınlar, çocuklar sivillere bağrını açtı ve 10 yılı geçti, 10 yıldır Kilis’te bu durum devam ediyor.

Tabii ki bunun getirdiği dünya kadar sorun var. Sosyal sorunlar var. Ekonomik sorunlar var, istihdam sorunları var, var var var…

Ama değerli arkadaşlar bizim bu sorunu ayrımcılığa prim vermeden, insan hakkına saygılı bir biçimde çözmemiz gerekiyor.

Tekrar tekrar söyleyeceğim. Biz diğer bazı muhalefet partileri gibi “mancınığa koyalım. Bunları öbür tarafa yollayalım” bunu diyemeyiz. Bu bize de yakışmaz insan olan hiç kimseye yakışmaz.

Vatandaşımızı yalanlarla da kandıramayız.

İnsan onuruna yaraşır bir politika ile bu sorunu çözmemiz lazım ve geri dönüşün planlı programlı olması lazım.

Bu millete de bunun yakıştığını gayet iyi biliyoruz.

Suriye politikasında hükûmet ta ilk işin ilk başında düğmeyi yanlış yerden iliklemeye başladı.

Çünkü hükûmetin bir göç politikası yok arkadaşlar. Onun için eline yüzüne bulaştırdı her şeyi ve bu meselenin çözümü için Suriye’de kalıcı barışın sağlanması için Türkiye’nin aktif bir aktör olması lazım.

Türkiye'nin itibarlı sözünün gücü olan bir ülke olması lazım.

Ama şu andaki hükümetin bir göç politikası yok arkadaşlar. Bir göç politikası yok.

Bu yüzden oluyor bütün bunlar.

Ve ne yapıyorlar? Türkiye'ye gelen Suriyelilere sürekli olarak vatandaşlık veriyorlar.

Aslında geçici sığınma statüsü altında olan insanların bizim kanunumuza göre çok açık hüküm var, kanun hükmü vatandaşlığa başvuru hakları bile yok.

“Vatandaşlık için başvuramazlar” diyor, ilgili kanun maddesinde. Fakat bir başka kanun maddesi var ki onda da diyor ki, “Bakanlar Kurulu kararıyla istisnai vatandaşlık verilebilir.”

Anayasa değişti 2017’de Bakanlar Kurulu’nun yetkisi Cumhurbaşkanı’nın şahsına verildi.

Dolayısıyla o gün bugündür Cumhurbaşkanı tek bir imzayla istisnai vatandaşlıklar veriyor.

Ve bugüne kadar Türkiye’de vatandaşlık verilen 200 binin üzerindeki Suriyelinin vatandaşlığı, çoğu bunların istisnai vatandaşlık, yani ülkenin Cumhurbaşkanı’nın tek bir imzayla “seni vatandaş yaptım” demesiyle vatandaş olan insanlar.

Ve buradaki en önemli sorun şu arkadaşlar, yaklaşık yuvarlayarak söylüyorum rakamları, kesin rakamlar, resmi rakamlarda bir türlü açıklanmadığı için devletin de kesin rakamları ne kadar bildiğinden emin de olmadığım için, çünkü hesap kitap kayıt hayrola yani, yaklaşık 4 milyon Suriyelinin 200 binden fazlasına vatandaşlık verilmiş durumda.

Bu ne demek?

Geri kalan 3 milyon 800, ne diyor? “Ya ben biraz daha kalayım Türkiye’de” diyor. “Dönmek için acele etmeyeyim” diyor.

“Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kıymetli bir şey. Biraz daha bekleyin. Belki Sayın Erdoğan gönlünden kopar bir gece benim için de bir imza atıverir” diyor.

İşte bu kuralsız, prensipsiz, şartsız ve belli kurallara bağlanmayan vatandaşlık vermenin en önemli sorunu bu arkadaşlar.

Eğer Türkiye’den geri dönüşler hızlı olmuyorsa, yeterince Suriyeli tekrar kendi ülkesine dönmek istemiyorsa bunun en önemli sebeplerinden birisi, “Biraz daha bekleyin, belki vatandaşlık olabilir. Belki tombala bana da çıkabilir” beklentisi.

Dolayısıyla bu yanlışa derhal “dur” demesi lazım hükûmetin.

Kayıtsız kuralsız vatandaşlık dağıtmaya da ülkenin Cumhurbaşkanının derhal son vermesi lazım.

Bakın bu dedikleri mi hiç duyuyor musunuz?

Çıkıp da aynı faizden bahsetmediği gibi değil mi, faizin adını almıyor, Suriyelilerin vatandaşlıklarından hiç bahsediyor mu ülkenin Cumhurbaşkanı?

Diyor mu ki; “ben tek imzayla bunları vatandaş yaptım.”

Eğer yanlışsa çıksın söylesin, bu söylediklerin hepsi şimdi kayıt altında değil mi? Bak kameraların önünde konuşuyoruz ve şu anda bu Türkiye’ye canlı yayın.

Ben buradan sesleniyorum, eğer dediğim yanlışsa Sayın Erdoğan tek imzayla Suriyelileri, 10 binlerce Suriyeliyi, -toplam sayı 200 bini geçti- vatandaş yapmadıysa desin ki; “yok, hayır, ben yapmadım.”

Peki, kendisi yapmadıysa kimin yaptığını açıklasın?

Bakın hiçbir cevap gelmeyecek, buna cevap veremeyecek arkadaşlar.

Çünkü bazı konularda susmayı tercih ediyor. Bazı konularda zihninin gerisindekinin vatandaşlarımızın tarafından, kahir ekseriyeti tarafından gayet de nahoş karşılanacağını biliyor. Onun için adını bile anmıyor bazı şeylerin.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gerçekten ülkemiz zor bir dönemden geçiyor ama bu zor dönemin en büyük sıkıntılarının birisini yaşayan ilimizde burası, Kilis.

Yerel seçimlere doğru gidiyoruz.

Yerel seçimlerle ilgili biz ne yaptık? Biz eylem planı açıkladık. Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı ve bunu seçimlerden çok önce hazırladık biz, 2 yıl önce yayınladık bunu.

Şu anda yerel seçimlere gidiyoruz. Partilerden hangisinin böyle bir hazırlığı var sorun bakalım.

Deyin ki; “ya siz olur da hani kazanırsanız ne yapacaksınız? Nasıl bir belediyecilik anlayışınız var?”

Bizim kadar detaylı böyle karınca yazısı gibi madde madde, madde madde yazıp ilan eden bir başka parti varsa buyursun söylesin. Ama yok. Çünkü biz dersimiz iyi çalışıyoruz. Çünkü biz plan program hazırlık olmadan bu ülkeyi yönetmeye kalkmanın ülkeyi ancak zarar verdiğini söylüyoruz.

Biz bununla da yetinmedik, ne yaptık? Bir de ayrıca belediyecilikle ilgili Etik Kurallar Bildirgemizi yayınladık.

Yani bizim belediye başkan adayımız olan herkes ne yapıyor? Bu 3 sayfalık bildirgeyi imzalıyor. Ondan sonra belediye başkan adayımız oluyor.

Yani diyorlar ki bizim adaylarımız; “biz seçildiğimiz anda bu ahlaki kurallar çerçevesinde etik kurallar çerçevesinde Belediye Başkanlığı yapacağız” diyorlar.

Ve arkadaşlar, bu da Türkiye’de bir ilk.

Ya düşünebiliyor musunuz? Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutladık. Ya 3 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi bu? Bu sadece bizim aklımıza mı gelmeliydi?

Çünkü maalesef Türkiye’de “belediyecilik” deyince akla ilk gelen kelime “rant” arkadaşlar “rant” sorun da tam özünde o var.

Belediyecilik deyince haksız kazanç, belediyecilik deyince adam kayırma, eşe dosta ahbaba rant dağıtma.

Biliyorsunuz bu belediyecilikle ilgili halk arasında, şöyle bir sözle döner dolaşır denir ki başkanlar için “ya çalıyor ama biraz da bir şeyler yapıyor” ya arkadaş biraz değil çok şey yapsın ve çalmasın ya.

Olur mu öyle bir şey? Ne demek yani?

Tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır değil mi bizim kültürümüzde, inancımızda “tüyü bitmemiş yetimin hakkı” deriz. Ya sen devlet yönetiyorsan belediye yönetiyorsan hem işini düzgün yapacaksın hem de çalmayacaksın, çaldırmayacaksın.

İşte bizim belediyecilik anlayışımız bu ve böyle çalışıyoruz.

Dolayısıyla bu seçimle arkadaşlar şöyle, yerel yönetimlerde gerçekten bir değişimin daha düzgün ve daha temiz yönetimin başlaması için önemli bir vesile ama aynı zamanda bu seçimler Merkezi hükûmete de bir uyarın seriyi taşıyor.

Yani eğer merkezi hükûmetten memnun değilsek, eğer emeklerimiz, çiftçilerimiz bu ülkede perişansa, seçimlerden 7 ay 10 gün sonra hâlâ bu ülkede enflasyon yüksek seyretmeye devam ediyorsa, merkezi hükûmete de bu seçim bir uyarı seçimidir.

Merkezi hükûmete “Arkadaş aklını başına al deme” seçmedir bu.

“Seni uyarıyorum, eğer bir an önce kendine gelmezsen bu sorunları çözmeye başlamazsan bir sonraki genel seçimde artık seni görmek istemiyorum” deme seçimidir.

Yani bu yerel seçim değerli arkadaşlar iktidara bir “sarı kart” gösterme seçimidir.

Hep beraber sarı kartı göstereceğiz. Yani sadece belediye başkanlarımızı seçmeyeceğiz, aynı zamanda iktidara; “Kendine gel” diyeceğiz.

Biz sana destek verdik %52 için söylüyorum. %52 için zaten 48 istemiyordu ama 52 de destek veren oldu.

O 52 puan içerisinde arkadaşlar en az 15-20 puan “Biz memnun değiliz” diyor. “Yapamıyorlar” diyor, “yapamayacaklar” diyor. “Bu ülkedeki sorular sadece büyüyecek” diyor.

Dolayısıyla eğer böyle diyorsak hep beraber yerel seçimlerde öyle bir sonuç görmeliler ki karneleri öyle bir sonuç göstermeli ki ya “bu iş kötü bir an önce değerlenip toparlanalım” dedirtmeliyiz iktidara, bu yerel seçimlerin ayrıca böyle de bir özelliği var.

*****

Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları.

Şimdi gerçi hepiniz tanıyorsunuz biliyorsunuz ama ben şimdi Abdullah Sakar Bey’i şöyle bir yanıma davet edeyim.

Abdullah bey, Kilis’in evladı.

Burada okudu, sizlerle çalıştı. Kilis'te çok geniş de bir sosyal çevresi olan bir arkadaşımız.

Kilis'in gençlerine, işçilerine, çiftçisine DEVA olacak ve Kilis’in sorunlarını gerçekten çözebilecek bir arkadaşımız.

Ben kendisine güveniyorum.

Ama şunu da ifade edeyim ki, bizim kadrolarımız bizim il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız gerçekten hem çok düzgün insanlar hem de çok işin ehli insanlar çok.

Kısa bir şey anlatayım şu depremle alakalı. Kilis'te tabii depremden etkilendi. Gerçi Yavuz Bey 26 ay dedi ama ben deprem dönemde de bir Kilis’e uğrayıp geçmiştim.

Doğru kongreden bu yana 26 ay ama depremden sonra da şöyle gelip bir geçmiş olsun ziyaretinde bulunmuştum. Hatta burada bir yardımlaşma kuruluşunun deposuna beraber gitmiştik. Oradaki lojistik sistemlerini incelemiştik.

Şuraya geleyim, deprem oldu, ikinci gün 6’sında deprem oldu, 7’sinde ben AFAD’daydım Ankara'da. Cumhurbaşkanı Yardımcısı orda, AFAD yönetimi orada.

Dedim ki, “bizim teşkilatlarımız sadece pazartesi salı ayın 6’sında, 7’sinde 100 TIR yardım topladı, tamamen gönüllü oluştu, hızlı bir şekilde oluştu. Bütün Türkiye genelinde 81 ilden.

“Siz bizi adresler söyleyin. Biz de bu tırların plakasını ve içindeki malzeme lisesini verelim” ki bu dağıtımın AFAD eliyle olmasından doğal bir şey yok değil mi? Hani devlet kurumu bu iş için dolayısıyla “bunu herhalde siz iyi yaparsınız” dedim. “Tamam” dediler. Bir isim ve telefon numarası verdiler.

Ara ara yok bize tek bir adres bildirmediler arkadaşlar, yok.

3. gün geldik Hatay’a işte Sadullah Ergin Bey’in ailesinin bulunduğu bina komple yıkılmıştı biliyorsunuz, çok sayıda yakını vefat etti. Başı sağ olsun Adana eylesin tekrar.

Hatay’a geldik 3. gün, hiçbir hareket yok.

Kendi uydu telefonumuzu getirdik. Uydu yayın aracımızı getirdik. Jeneratörlerimizi getirdik ve yanımızda da bidonlarla benzin mazot getirdik, Aksaray’dan buraya.

Fakat hareket yok.

Bir yandan enkazlar bir yandan cenazeler ama büyük bir sessizlik var, başka hareket yok.

Hemen ertesi gün 4. gün.

Gaziantep'e geçtik İslâhiye’ye, o zaman Ertuğrul Bey bizim İslâhiyeli kendisi, Gaziantep il başkanımızdı baktım orada bir depo tutmuşlar, tırlar oraya iniyor ve yardımlar oradan dağıtılıyor.

Depremi 4. günü. Devlet tarafında neredeyse hiçbir hareket yok. Bizim arkadaşlarımız çalışmaya başlamış.

5. günü Malatya’daydım baktım 2 metrekare depo tırlar iniyor, yardımlar dağıtılıyor.

Kahramanmaraş’a geçtim, orada depo ayarlamış arkadaşlar gelen yarımlar toplanıyor, küçük araçlarla köylere dağıtılıyor.

Yahu koskoca devlet varken devletin bu işte sorumlu kurumları varken.
2,5 yaşındaki bir siyasi partiye mi düşmeliydi bu ya? Bunu şunun için örnek veriyorum, bakın,

Nasıl hızlı organize olabiliyor bu millet? Düzgün ve işin ehli olan insanlara işi teslim ettiğinizi emanet ettiğinizde nasıl hızlı harekete geçebiliyor, nasıl sorunlar yerelden çözülebiliyor.

İşte biz bunu DEVA Partisi olarak ortaya koyduk. Devlet kurumlarını yapamadığını biz birkaç gün içerisinde yaptık.

Onun için şunu söylüyorum, yani bizim çok şükür insan kaynağı yapımız dediğim gibi hem temiz düzgün hem de işin ehli insanlar.

Ve ben hep şunu söylüyorum, adaylarımıza Abdullah Bey de Ankara’ya geldiğinde söyledim, bu iş ilk konuştuğumuzda diğer adaylarımıza şunu soruyorum, “sen, mevcut belediye başkanından bu işi daha iyi yapar mısın?” Bir saniye bile tereddüt etmeden bütün hatalarımız “evet” diyor, bitti.

Peki, diğer bildiğin adaylar, adayların hepsi belli değil. “Diğer bildiğin adaylardan iyi yapar mısın?” Tereddütsüz, “evet”

Ne demek? Demek ki bizim adaylarımız kendisine güveniyor. Biz adaylarımıza güveniyoruz ve vatandaşlarımızın güvenini de sağladıktan sonra inşallah bu iş olacak.

Biz kendimize güveneceğiz ki o güven vatandaşlarımıza tüm insanlarımıza yansıyacak.

Ve inşallah Allah kısmet ettiğinde seçimlerden sonra göreceğiz, DEVA belediyelerinin olduğu her yerde fark olacak arkadaşlar.

Her yerde DEVA’nın farkını milletimize göstereceğiz inşallah.

Ve böylece demokrasiyi yerelden ayağa kaldırıp, bir sonraki genel seçimlerde de bu ülkenin merkezi hükûmetinin yönetiminde olup Türkiye’nin her bir yerinde demokrasiyi, özgürlüğü, adaleti ve tabii ki ekonomiyi yeniden ayağa kaldıracağız.

Ben tekrar hem değerli Abdullah Bey kardeşime hem bütün Kilis teşkilatımıza hem teşekkür ediyorum. “Yolunuz açık olsun” diyorum.

Güzel ilimize bu potansiyelinin çok büyük olduğu ve bu kalbi büyük, gönlü geniş ilimize çok daha iyi hizmetleri yapabilmeleri için bu seçimlerin bir vesile olmasını diliyorum. Hepinize tekrar saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.

*****

Bu gece mübarek Regaip Kandili.

Bu akşam saatinden itibaren de artık 3 aylar başlıyor. Bu 3 aylar vesilesiyle de başta Gazze’de bu büyük katliama maruz kalan kardeşlerimiz olmak üzere zulüm altında baskı altında yaşayan herkesin acılarının dinmesini diliyorum.

Ve şimdi bu noktada eğer basın mensubu arkadaşlarımızın bana veya Abdullah Bey’e soruları varsa bu sorulara cevap vermeye çalışalım.

*****