12 Ocak 2024
Ali Babacan Diyarbakır Basın Toplantısı Konuşması
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilatımızın çok değerli mensupları,
Değerli belediye başkan adaylarımız,
Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin kıymetli temsilcileri, değerli muhtarlarımız, sevgili basın mensupları,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor, bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, bu kadim şehirden, Diyarbakır’dan selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
*****
Değerli basın mensupları,
Kıymetli arkadaşlarım,
Sizleri Diyarbakır Büyükşehir belediye başkan adayımız ve ilçe belediye başkan adaylarımızla buluşturmak için buradayız.
Yöneteceğimiz belediyelerde israfı yok edeceğimizden;
Çiftçilerimize, hayvancılarımıza nasıl destek olacağımızdan;
Etkin değil, aynı zamanda temiz yönetme iddiamızdan;
Kentsel yenilenme vizyonumuzdan;
Gençlere, kadınlara dair plan projelerimizden bahsetmek için buradayım.
Fakat değerli arkadaşlar,
Burası, Diyarbakır, diğer bir çok şehrimiz ve ilçemiz gibi, seçmen iradesinin gasp edildiği bir şehir.
Burası, seçimle kazananların yerine başkalarının atandığı bir şehir.
Burası, iktidarın kayyum politikalarıyla sandığın yok saydığı bir şehir.
Beştepe’dekilere göre Diyarbakırlının oyu önemsiz.
Beştepe’dekilere göre Diyarbakırlının oyu değersiz.
Değerli arkadaşlar,
Demokrasilerde böyle bir şey olmaz.
Sayın Erdoğan, belediye başkanlığı ile çıktığı yolda, o günkü vesayet düzenine karşı mücadele ederek, halkın oylarıyla kazandı.
Ama şimdi, iş döndü dolaştı, kendisi bir vesayet düzeni oluşturdu. İşte bizim buna itirazımız var.
Ben öyle Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de başka konuşup Diyarbakır’a geldiğimde lafı değiştirenlerden değilim.
Bir kez de Diyarbakır’dan, yüksek sesle söylüyorum:
İktidarın uyguladığı kayyum politikası, halkın iradesini yok saymaktır.
Bu kayyum politikası, halkı cezalandırmaktır.
Kayyum politikası, demokrasimizin orta yerine açılmış koca bir çukurdur.
Kayyum politikası, demokratik siyaset yapmayı anlamsızlaştıran, seçme seçilme hakkını askıya alan bir uygulamadır.
Biz, partimizi ilk kurduğumuzda, bunları bütün detaylarıyla açıkça parti programımıza yazdık, tüm Türkiye’ye duyurduk. Bunu bugün söylemiyoruz. Taa 4 sene önce yazılı olarak ilan ettik.
Aynı yerde duruyoruz.
Değerli arkadaşlar,
Ben bunları dile getirmek zorundayım.
Çünkü, bunları açıkça ortaya koymadan, yerel seçimlerden bahsetmenin bir anlamı yok.
Seçimi, sandığı konuşmanın bir anlamı yok.
Hep söyledim, söylüyorum:
Bu ülkenin sorunlarının çözümü meşru, demokratik siyasetten geçer.
Herkes iddiasını, çözümlerini projelerini ortaya koyar;
Halk kimi seçerse, belediyeyi de yerel yönetimleri de kanunlar kurallar çerçevesinde o yönetir.
O kadar.
Bunun dışındaki her uygulama, demokratik açıdan da meşru değildir;
Vicdani açıdan da meşru değildir.
*****
Değerli kardeşlerim,
Dün Kilis’teydik; önceki gün Gaziantep’teydik.
Bu hafta Adana’ya da gittik, Niğde’ye de gittik, Tarsus’a da gittik.
Gittiğimiz her yerde, halkımız etrafımızı çeviriyor, feryat ediyor.
Ülkenin her coğrafyasında; doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde;
Her kesim insanda, şu anda bir numaralı sıkıntı, bir numaralı sorun, değerli arkadaşlar geçim sıkıntısı.
İktidar herkesi yoksullaştırdı.
“Rahat geçinebiliyorum, benim bir sorunum yok” diyen insan neredeyse kalmadı.
Asgari ücretlisi de geçinemiyor, emeklisi de geçinemiyor.
Memuru da geçinemiyor, esnafı da.
Çiftçisi de geçinemiyor, işçisi de.
Öğrencisi de geçinemiyor, işletmecisi de.
İnsanlar, değerli arkadaşlar, yoksullukta eşitlendi.
Bu yönüyle baktığımızda en ‘eşitlikçi’ iktidarla karşı karşıyayız.
Dokunmadığı tek bir insan yok. “Herkese dokunacağız” diyor ya, gerçekten herkese dokundular ama “yoksullukla” dokundular.
Bize gelen tek bir kişi yok ki, “ben bu iktidarın ekonomi politikasından memnunum, bana dokunmadı” diyen, tek bir kişi…
Tek bir kişi yok ki, benim standardım düşmedi, eskisi gibi yaşayabiliyorum desin.
Yok.
Ha etraflarındaki o bir avuç çıkar grubu var ya!
Hani Cumhurbaşkanı'nın böyle cepten cebe konuştuğu bir avuç çıkar ve elinde para olan grup var ya, onlar halinden memnun olabilir ama bakıyoruz memlekette değerli arkadaşlar vergi rekortmenleri listesine ilk 100 kişiden 76'sı “aman ha benim adımı açıklamayın” diyor. Ülke bu hale geldi ya.
Şimdi bunu artık neye yorarsınız bilmem. Bu gelir uçurumu çok arttı, fakirle zengin arasındaki fark çok büyüdü. Çekindiklerinden, şöyle çok da afişe edilmek istemediklerinden mi isimlerinin yayınlanmasını istemiyorlar?
Yok, acaba şimdi isim afişe edilirse birileri gelir çöker diye mi korkuyorlar, yoksa bir yerlerden, bir şeylerden utandıkları için mi isimlerini gizlemek istiyorlar? Artık onu kendileri bilir.
Ama ilk defa Türkiye'de böyle bir durumla karşı karşıyayız arkadaşlar.
Ve o iktidarın etrafındaki çıkar kümesi var ya, o ilk 100 vergi ödenen arasında herkes öyledir demek istemiyorum, orada da bir yanlış anlamı olmasın ama o iktidarın etrafında kümelenenler, inanın şu anda 85 milyon onlara çalışıyor.
Artmış haliyle 2024 asgari ücreti, 17 bin lira.
Türk-İş’in açıkladığı, dört kişilik bir aile için açlık sınırı, yani asgari gıda harcaması ne kadar? Sadece gıda harcaması Aralık’ta 14 bin 400 lira. Ocak’ta daha da artacak.
Ama asgari ücret yeni haliyle 17 bin lira insanların eline ne zaman geçecek? Ocak ayının sonunda geçecek.
Yani gıda harcamalarından sonra asgari ücretlinin elinde yaklaşık 2.000 TL kalacak.
O da ocak ayında. Ocaktan sonraki her ay o rakam daha da eriyecek.
Eee?
Kış geldi, bu nasıl ısınacak bu insanlar?
Hangi parayla işe gidip gelecekler, dolmuş, otobüs parası ödeyebilecekler?
Hangi parayla komşu ziyareti yapacaklar, hangi parayla eve misafir çağıracaklar?
Hadi hepsini geçtim:
Ellerinde kalan 2.000 lirayla nasıl kira ödeyecekler, nasıl yaşayacaklar?
Emeklilere, yaşlılık aylığıyla geçinmek zorunda olanlara daha gelmedim bakın.
KYK burslarıyla, kredileriyle geçinen öğrencilere daha gelmedim.
Şanslı olan, iyi kötü çalışıp her ay eline asgari ücret geçenlerden bahsediyorum.
Onlar bile geçinemezken, emeklilerimiz nasıl geçinecek, gençlerimiz nasıl üniversite okuyacak, yaşlılarımız nerede, nasıl kira ödeyecek?
Gerçekten memleketin her bir yanında perişanlık diz boyu.
Ve inanın kuzey güney fark etmiyor, doğu batı fark etmiyor.
Ülkenin neresine giderseniz gidin, şöyle merkezlerin birkaç adım dışına çıktığınızda ülkenin gerçek ekonomik fotoğrafını görüyorsunuz. Ve her sokağa çıktığımızda biz bu tabloyu çok açık görüyoruz arkadaşlar.
Bu ülkenin başına bir “Kur Korumalı Mevduat” diye bir ekonomik felaket açtılar.
“Asrın felaketi” diyorlar ya 6 Şubat depremlerine, şu anda Türkiye'de asrın ekonomik felaket de bu Kur Korumalı Mevduat.
Bakın yeni hükûmet seçimden sonra iş başına geldiğinden bu yana, yani son 6 ayda, 2023'ün sadece son 6 ayında, Kur Korumalı Mevduat için Merkez Bankası'nın ödediği rakam 800 milyar lira. 800 milyar lira.
Bu yılki bütçede faiz için ödeyeceklerini açıkladıkları rakam 1 trilyon 250 milyar.
Peki, Türkiye'deki bütün tarımsal destek, bütün çiftçilerimize, milyonlarca çiftçiye verilen destek ne kadar biliyor musunuz? Sadece 91 milyar arkadaşlar.
Bakın diyorum ya “bir avuç insan” diye.
Elinde parası olan faize yatıran. Elinde parası olan Kur Korumalı Mevduata yatıran insanlara sadece son 6 ayda 800 milyar ödemişler. Kur farkı.
Bu yıl faize ödeyeceğiz diye ilan ettikleri rakam 1 trilyon 250 milyar. Bu yıl kur korumalıya daha ne kadar ödeyecekleri onu ilan etmediler. Onu daha bilmiyoruz. Ama çiftçiye verilen desteğin tamamı 91 milyar. Geldiğimiz nokta bu arkadaşlar.
Gerçekten iktidarda olanlar memleketin ne hale geldiğini, ülkeyi ne hale getirdiklerini bilmiyorlar.
Eskiden Keçiören’de bir apartman dairesi otururken o Türkiye'nin zirve yaptığı yıllarda bütün dünyada başımız dik dolaştığımız, itibarlı olduğumuz yıllarda Keçiören’de bir apartman dairesinde oturuyordu.
Komşuları vardı ya. Şöyle girerken çıkarken karşılayacağı, hâl hatır soracağı. Apartmandan çıktığında emeklilerle karşılaşırdı. Ama ne zamanki kendisini külleye hapsetti ne zamanki vatandaşlarla insanlarla olan bağını koparttı, o gün bugündür Türkiye belini doğrultamıyor arkadaşlar.
*****
Ve şu da üzücü bakın,
Şu anda iktidarda kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanlar,
Gençlere “aman ha evlenin” diyenler, hep iktidarda değil mi?
Evli çiftlere “üç çocuk” diyen, aile kurumunu sözüm ona önemseyen bir iktidar var, değil mi?
“Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi” diyen bir Cumhurbaşkanının yönettiği bu ülke, ama ülkenin geldiği noktada bırakın ev-araba almayı, asgari ücretlinin açlığa mahkûm olduğu bir ülke haline geldi burası.
Mutlak yoksulluk geri geldi ülkeye, mutlak yoksulluk!
Bir dönem biz bunu sıfırlamıştık. Türkiye'de dünya standartlarına göre “mutlak yoksul” diye tanımlanacak kesim Türkiye'de sıfırlanmış idi.
Ama şimdi tekrar başladı. Tekrar yaygın ve derin bir yoksulluk var artık bu ülkede.
Gençler aç. Biz “iktidar toplumu açlığa mahkûm etti” derken, değerli arkadaşlar hamaset yapmıyoruz. Gerçeklerden bahsediyoruz.
Araştırma sonuçları ortada.
OECD'nin yaptığı Türkiye'nin de tam üye olduğu OECD'nin yaptığı bir araştırmanın sonucunu söyleyeceğim size. Ve yeni bir araştırma bu.
Türkiye'de her 100 öğrenciden yaklaşık 20’si, haftada en az 1 gün parası olmadığı için yemek yiyemiyor, öğün atlamak zorunda kalıyor.
Her 100 öğrencimizden 20’si, haftada en az 1 gün, 3 gün olan var 5 gün olan var, bakın.
Körpecik çocuklar, öğrenciler yeteri kadar parası olmadığı için öğün atlıyor, yemek yiyemiyor bu ülkede. Okulda aç olarak derslere giriyorlar.
Çocuklarını aç bırakan bir ülke oldu Türkiye.
Anne babaları gizli gizli ağlatan bir iktidar var bu ülkede.
*****
Gerçekten arkadaşlar,
Ben, buradan hep birlikte tarihe bir not düşmek istiyorum,
Sizden bir şahitlik istiyorum.
Çünkü bunlar, ellerindeki propaganda makinasıyla, bambaşka bir Türkiye’yi kayıtlara geçirmek istiyorlar.
Eğer onların kanallarını izlerseniz Türkiye bambaşka bir ülke,
İşte bu sebeple, bugün burada tarihe bir kayıt düşelim diyorum.
Değerli arkadaşlarım,
2024 yılı Türkiye’sinde, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu Türkiye’de;
İnsanların bir kilo peynir almakta zorlandığı bir dönem yaşıyoruz,
Şahit misiniz?
Değerli kardeşlerim,
2024 Türkiye’sinde, iktidarın aya gideceğim diye övündüğü Türkiye'de;
Ev araba almak hayal oldu, insanlar kiralarını ödemekte zorlanıyor, ayın sonunu getiremiyor.
Şahit misiniz?
2024 Türkiye’sinde, “Büyüdük, zenginleştik, uçtuk, kaçtık” diye kendi televizyon kanallarında sürekli propaganda yapılan bu ülkede;
Emekliler ucuz ekmek kuyruğunda nöbet tutuyor. Akşam gidip bayat ekmek alıp evine götürüyor,
Şahit misiniz?
Evet, böylece Türkiye'nin gerçek durumunu tespitini yaptık. Hep beraber kayıtlara geçirdik.
Günün birinde bugünün kayıtları açıp bakıldığında iktidarın anlattığı hayaller, iktidarın anlattığı uydurma tablo değil, Türkiye'nin gerçek tablosu kayda geçsin diye sizlerden bu şahitliği istedim.
Ama arkadaşlar, asla bu ülkeden umudumuzu yitirmeyeceğiz.
Bu büyük ve güzel ülkemiz için hep beraber her türlü çaba göstermeye devam edeceğiz.
İnşallah, bu günleri hep birlikte dayanışma içinde, siyaset üreterek, çalışarak ama çok çalışarak atlatacağız.
İnşallah, çocuklarımıza zengin ve özgür bir Türkiye bırakacağız.
Bu ülke zaten büyük ve güzel bir ülke. Ama bu ülkenin aynı zamanda özgür ve zengin bir ülke olması gerekiyor. Bu da ancak çalışmayla mümkün. Çabayla mümkün.
Ve ancak ve ancak meşru, demokratik siyaset yoluyla ve bu yolda mücadeleyle mümkün.
*****
Değerli arkadaşlar,
Biz, Diyarbakır’da kuzuyu hatırlayan, Ankara’da kurdun yanı başında hizaya girenlerden olmadık.
Ülkemizin DEVA’sının her zaman birlikte, beraberlikte, barışta, demokraside olduğunu söyledik; söylemeye de devam edeceğiz.
Demokrasinin YERELDEN başlayacağını söyledik, söylemeye devam edeceğiz.
Sayın Erdoğan Diyarbakır’a geldiğinde, şehirde Kürtçe afişler asılıyor değil mi? Görüyorsunuz sağda, solda.
Ankara’ya gidinceee işler hemen değişiyor.
Ankara'ya ayağa bastığı anda ortaklarını hatırlıyor, başka bir zihin dünyasında gömülüyor. Ve anında burayı unutuyor.
İşte daha geçtiğimiz ay, meclis genel kurulunda bütçe görüşmelerinde yine bir Kürtçe krizi daha yaşandık. Takip etmişsinizdir.
Neymiş, Meclis kürsüsünde bir milletvekili Kürtçe konuşmuş
Ne büyük ayıp değil mi? Ne büyük suç?
Biliyorsunuz, ülkemizde en çok konuşulan ikinci dil, Meclis çatısı altında ısrarla ama ısrarla yok sayılıyor. Bugünün Türkiye’sinde ya!
Meclis tutanaklarını bir açıp baksanız ki internette hepsi var. Merak edenler girsin şöyle baksın o günlerde o konuşmalarda tutanaklara ne geçiyor? Yani kürsüden bir iki kelime bir iki cümle Kürtçe konuşuyor ya milletvekilleri. Ama meclis kayıtlarına tutanaklara nasıl geçiyor?
Bazen X yazıyorlar. Bazen “Bilinmeyen dil” yazıyorlar.
Yahu siz Fransızcayı, İngilizceyi konuşulduğunu da biliyorsunuz da bu ülkede en çok konuşulan ikinci dili mi konuşulduğunu da anlamıyorsunuz da “bilinmeyen dil” diye yazıyorsunuz.
Şimdi en son tutanaklara baktık. “Bakalım” dedik sefer ne yapacaklar?
Üç nokta koymuşlar, altına da “Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi” demişler. “Türkçe olmayan kelimeler”
Ya şunun adını bir koyun ya.
Değerli arkadaşlar,
Bu ülkede eğer Kürt sorunu varsa bu sorunun tabii ki pek çok bileşeni var ama en önemli bileşeni bu “dil” meselesidir. Ana dil meselesidir.
Siz bunun adını koymazsanız bu ülkede bu sorunu çözemezsiniz, bu ülkede eşit vatandaşlıktan bahsedemezsiniz;
Bu ülkede temel haklardan bahsedemezsiniz.
Ne oldu Meclisteki kürsü özgürlüğüne?
Ne oldu Meclis Kürsüsündeki de ifade özgürlüğüne?
Ki çok temel bir konudur ya. Meclis çatısı altında her bir vekil kendini seçenleri temsil eder. Oradaki her bir vekil adı üstüne milletvekilidir. Milletin vekilidir. Orada kendi şahsı için olmaz. Orada temsil ettiği bazen on binler bazen yüz binler için oradadır. O kürsüde aslında millet konuşmaktadır. Onun için kürsü dokunulmaz dediği bir kavram vardır. Onun için meclis kürsüsü çok önemli.
Ya aynısını Süryanice için de yaptılar. Mardin vekilinin Süryanice bayram kutlamasına tahammül olmadı.
Yine tutanaklara üç nokta, “Türkçe olmayan dil” yazdılar.
Arkadaşlar biz, insanların dilleriyle, kültürleriyle kavga eden bir Türkiye istemiyoruz.
Biz, milletvekillerinin meclisten çıkartılıp polis aracına bindirildiği bir Türkiye istemiyoruz.
Biz, insanların kimliklerinin ezilip geçildiği bir Türkiye istemiyoruz.
Çağdışı kavgaları istemiyoruz.
Bıkmadınız mı bu kavgalardan?
Bu kavgalar yüzünden bu ülke, bu millet neler çekti ya? Gencecik evlatlarımız bu kavgalara kurban gitmedi mi Allah aşkına ya?
Bakın daha geçenlerde bir platformda yayınlanan diziden bir sahne gündem oldu.
Sahne şöyle: Bir kadın, Kürt bir kadın bir mahkeme salonunda.
İfade veriyor. Fakat ifadesini Kürtçe verdiği için, hakimler kadının ifadesini tutanağa şöyle geçiriyorlar:
“Bilinmeyen bir dilde konuşmakta ısrar ettiği için...”
İzleyenler vardır belki; çok paylaşıldı, çok konuşuldu bu sahne ama Diyarbakır için bu sahne öyle bir dizi film sahnesi değil. Diyarbakır için bunlar yaşanan gerçekler. Siz hayatlarınızda bunları burada yaşadınız, akrabalarınızda, eşinizde, dostunuzda bunları gördünüz.
Ve nelerden sonra? Mahkemelerde anadilde savunma hakkı nihayet 2013’te tanıdık da, böyle ayrımcı zihniyetlerin mahkemelerdeki ceberrutluğundan kurtulmuş olduk.
Ama ne zaman? Dikkat edin 2013. Ne zaman? Ülkede ekonominin zirve yaptığı yıl. Ne zaman? Faizlerin yüzde 4.6'ya düştüğü yıl.
Ne zaman? Türkiye'nin uluslararası itibarının dünyada en güçlü olduğu yıl.
Dolayısıyla neymiş arkadaşlar? Türkiye ne zaman kendine güvense ne zaman ülkenin özgüveni yerinde olsa bu sorunlar sorun olmaktan çıkıyor.
Ne zaman ki Türkiye zayıflıyor ne zaman ki ülkede iktidardakiler kendilerinden korkmaya başlıyorlar, o zaman bu ayrımcı politikalar başlıyor.
Hizmet üretemeyince, icraat üretemeyince, ortaya doğru düzgün bir başarı koyamayınca bunlar siyaseti başlıyorlar ayrımcılık üzerinden yapmaya.
Başlıyorlar siyaseti kutuplaştırma üzerinden yapmaya.
Başlıyorlar kimlik siyaseti yapmaya.
Çok çalışacağız arkadaşlar çok. Gerçekten bu güzel ve büyük ülkenin çok hizmete ihtiyacı var. Ve o güçlü ve büyük Türkiye'yi yeniden yakalayacağız. Yeniden o özgüvenle bu meselenin üzerinden aşıp geçeceğiz inşallah.
Gerçekten arkadaşlar, şöyle bir 2002 yılı öncesini hatırlayın; Kürt sorunu deyince bu Kürtçe yasaklar, ülkenin çok önemli bir problemiydi. Daha da büyük sorundu.
Benim de ekonominin başında olduğum yıllarda ve dışişleri bakanı olduğum, Avrupa Birliği Bakanlığı yaptığım dönemde yani Türkiye'nin zirve yıllarında dil üzerindeki baskılarda kademe kademe hafifledi;
TRT Şeş yayınına başladı değil mi?
Arkasından adı, döndü dolaştı TRT Kurdî oldu. Ne kadar da normalleşti iş. Şimdi Türkiye'nin neresine giderseniz gidin. TRT'nin bir Kürtçe televizyon kanalı olduğuyla alakalı vatandaşlarımızın hiçbirisinde en ufak bir tepki farklı bir görüş duymuyorsunuz.
Çünkü arkadaşlar bu toplum birlik ve beraberlik toplumu. Bu toplumun mayasında kardeşlik var, birlik var, beraberlik var. Ne kadar bu ayrımcılık varsa bunların hepsi inanın suni, yapay.
Sadece ve sadece birileri siyasette 3-5 tane oy daha fazla alsın diye üretilmiş ayrımcılık bunlar dikkat edin.
Ve üniversitelerde lisan süslü düzeyde Kürtçe program açıldı, şehirlerde tabelalar görmeye başladık. Daha önce de 2013'teki gelişmeden bahsettim. Ana dilde savunma hakkı tanındı.
Şimdi şu geldiğimiz yere bakın:
Bugünkü iktidar döndü dolaştı, 90’lı yıllara götürüyor ülkeyi. Sadece ekonomik açıdan değil sadece yüksek enflasyon sadece geçim sıkıntısı hayat pahalılığı açısından değil. Ama her alanda her alanda memleketi 2002 öncesine park etmeye çalışıyorlar.
Tuttular en sonunda, Diyarbakır’ın meşhur bir işkencecisinin adını da İzmir’de bir ilkokula verdiler.
Ne biçim iş bu?
Ama ne demişler? Kılavuzunu doğru seçeceksin değil mi? Ortaklarını doğru seçeceksin. Yanlış ortaklar yanlış kılavuzlar, seni yanlış yollara sokar. Gerçekten inanılır gibi değil.
Arkadaşlar, bu arada şunu da açıkça ifade etmek istiyorum:
Sanmayın ki tehlikenin kaynağı sadece bu Erdoğan'ın sağındaki, solundaki o Türkiye'nin karanlık günlerinin temsilcisi olan isimler. Tehlike sadece orada değil bakın.
Bir de bunlardan yüz bulan, bunların “hata” dediklerini dahi savunan, zehirli bir güruh var bu ülkede.
Bu güruh pek çok muhalefet partisine de nüfuz etmiş durumda.
Irkçılıkla, öfkeyle, düşmanlıkla beslenen;
Kürtçe duyunca kaşları çatılan;
Siyaseti düşman üretmekten ibaret gören, popülist bir güruhtan bahsediyoruz size.
Ve bunlar farklı farklı siyasi partilerin içinde de var.
Hatta bazı muhalefetteki siyasi partilerde bakıyorum öyle bir hale geldiler ki; ya ellerine bir imkân geçse şu andaki iktidardan daha ceberut olur bunlar inanın. Bunu da görüyoruz ve kaygıyla izliyoruz.
Bu iktidarın yönetim stili, otoriterleşme aynı bir virüs gibi siyasete bulaşıyor arkadaşlar.
İnsanlar düşünüyor ki; “demek ki ülke böyle yönetilebiliyormuş, demokrasi, hukuk o kadar da önemli değilmiş. Ben de iktidar sopasını bir ele geçirsem ben de şu andaki iktidarın yaptığını yaparım ama ne yaparım? Üste çıkıp bu sefer alttakileri benzemeye başlarım.”
Onun için çok dikkat etmemiz gerekiyor çok. Bu otoriterlik virüsü, bu antidemokratiklik virüsü, bu popülizm virüsü, bu ırkçılık ayrımcılık virüsü siyasete yayılıyor arkadaşlar.
Ve bu virüsten hep beraber korunmamız gerekiyor.
Çok şükür DEVA Partisi bunların hepsine aşılı. Biz ilk baştan bu konularda ayrımcılıkmış, ırkçılıkmış, kutuplaştırmamış bunların hepsinden zaten aşılı bir şekilde doğan bir siyasi partiyiz.
Onun için diğer muhalefet partileri içindeki bu zehirli ideolojiyi de biz reddediyoruz.
İster iktidarda olsun ister muhalefette; otoriter zihniyetin her türünü reddediyoruz. Ve bu şekilde inşallah yolumuza devam edeceğiz.
*****
Değerli arkadaşlarım,
İktidar ve diğer ortakları tarafından büyütülen, muhalefeti de içine katan bu ayrımcı ideoloji, hayata öyle bir sirayet ettirilmeye çalışılıyor ki;
Topluma öyle bir yayılmaya çalışılıyor ki;
Bu ayrımcılık, bulduğu en ufak bir yarıktan, öyle bir sızıyor ki hayatın içine;
Artık kimsenin, bunun karşısında sessiz kalma, kayıtsız kalma gibi bir lüksü yok.
Öyle ki, birlik beraberlikle anılması gereken, dostlukla anılması gereken sporda bile yeşil sahalar bile; şiddetten, düşmanlıktan nasibini alıyor bu ülkede.
Türkiye’deki futbol maçlarında bazen neler yaşandığını inanın çok üzülerek ve aynı zamanda kaygıyla izliyoruz.
Spor demek dostluk demek, spor demek kardeşlik demek. Spor demek şöyle uluslararası spor müsabakalarına bakın, bazen böyle iyice hasım düşman ülkelerin takımları maç yapar, izleyiciler gelir o sahaya o maçı beraber izler ve o beraber maç yapmış olmaktan bir olumlu dalga yayılır o ülkelere değil mi?
Sporun en önemli amaçlarından birisi de budur
Ama ırkçılığın taraftar grupları arasında nasıl büyütüldüğünü, yeşil sahalarının buna nasıl alet edildiğini de hep beraber izliyoruz.
Amedspor’a yöneltilen öfkeyi, fiziki şiddete varan ırkçı muameleyi görüyoruz.
Ve reddediyoruz!
90 yılların simgelerini, sloganlarını, katillerini pankart yapıp, maçlarda insanlara gösteriyorlar. Böyle bir şey olur mu? Hiç utanmıyorlardı ya!
O gencecik çocukları, o körpe zihinleri, maç izlemeye gelen lise öğrencilerini, üniversite öğrencilerini. Daha o yaşlarda ayrımcılıkla zehirliyor bunlar ya.
Bakın arkadaşlar, bunları yapanlar var ya, bu ayrımcılığı, bu ırkçılığı yapanlar var ya, bunlar bu ülkenin en önemli beka tehlikesidir arkadaşlar. En önemli.
Bu ülkenin yarınları, ayrımcılıkla, kutuplaştırmaya kazanılmaz.
Bu coğrafya, bu topraklar tam bin yıldır kardeşliğin coğrafyasıdır.
Hiç kimse bu kardeşlik tohumunu, bu kardeşliğin mayasıyla yoğrulmuş bir toplumu birbirine düşürmeye kalkmasın.
Bu ülkenin yarınlarını birlikte kazanmak zorundayız arkadaşlar.
Nasıl bin yıldır yaptıysak hep beraber bundan sonra da bu ülkenin yarınlarını beraberce kazanmaya devam edeceğiz. Ve adaletle, eşit vatandaşlıkla inşallah kazanacağız. Bunu gerçekleştireceğiz.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Diyarbakırlılar 31 Mart günü oy pusulasını ellerine aldıklarında hem büyükşehirde hem de ilçelerde DEVA Partisi’ni görecekler ve gönül rahatıyla damgayı damlanın altına inşallah basacaklar.
Ve inşallah Diyarbakır Büyükşehir’e de bütün ilçelerimize de DEVA olacak adaylarımızı işlerinin başında göreceğiz.
Bakın arkadaşlar, şu anda bu kayyum uygulamasına maruz kalan belediyelerimiz için çalışmak, bizim sadece Diyarbakır’a olan borcumuz değildir;
Bizim demokrasiye olan borcumuzdur.
Adalet’e olan borcumuzdur.
Diyarbakır için biz dersimize çalışıyoruz.
İlçe ilçe, mahalle mahalle sorunları şu anda tespit ediyoruz.
Tüm DEVA kadroları, aday oldukları her yerde gerekli hazırlıkları yaptılar, yapıyorlar.
Milyonlarca dönüm araziye sahip Diyarbakır’ın, tarım ve hayvancılığa dair bir türlü iyileşmeyen, iyileştirilmeyen sorunları var.
Dolar kurunun artmasıyla beraber, tarım ve hayvancılıkta maliyetler almış başını gitmiş.
Gıda enflasyonu arttı diye faize arttırıyorlar.
Ya gelin şurada Diyarbakır'da Bismil'de çiftçilik yapan, Ali İhsan Bey burada olduğu için Bismil'e örnek veriyorum. Bismil'de çiftçilik yapan sekiz on tane çiftçiyi alın bir karşınıza oturtun ve size sorunları inanın 10 dakikada özetlerler yani. Çözümleri de söylerler.
Bu ülkede enflasyonu düşürmenin yolu çiftçiye verilen destekle çiftçimizin maliyetini aşağıya doğru çekmektir. Enflasyonu düşürmenin yolu budur.
Siz kur korumalıya 800 milyar karşılıksız para basıp dağıtırsanız, çiftçiye de sadece 90 milyar bir yıl boyunca destek verirseniz bu ülkede gıda enflasyonu falan düşmez. Düşmeyecek de.
Ama bütün bu sorunların gerçekten şöyle bir özüne baktığınızda ekonomik kriz eklenince, Diyarbakır'da yaşayan çiftçilerimiz de hayvancılarımız da büyük bir zorluk içerisindeler.
Diyarbakır’da, kredi kartı borçları son bir yılda %243 artmış.
%243 artmak ne demek? 100 ise 343 oldu demek. %100’ü geçince bazen bu % hesapları karışıyor.
%243 artış ne demek?
İnsanların 100 lira borcu varsa 243 daha eklenmiş, 343 lira borcu olmuş demek. Bir yılda ya.
Diyarbakır'da yaşayanların mali tablosunu özetini bu veriyor. Hükûmet ne derse desin. “Büyüdük uçtuk kaçtık…” Ne açıklarlarsa açıklasınlar burada hesap belli.
Hayvancılıkla uğraşan üreticilerimiz işi bırakıyor.
Maliyetler öyle arttı ki, çiftçilerimiz ne kadar çok üretirse, o kadar çok zarar ediyor.
Tüm bu sorunların hepsinin farkındayız.
Ama çözümü inşallah yerelden başlatacağız ve iktidara bu iş nasıl yapılır örnekleriyle göstereceğiz.
*****
Türkiye'nin dört bir köşesinde olduğu gibi Diyarbakır’da da uyuşturucu madde kullanımı artmış durumda.
Ve aslında bu işte yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Çünkü yerel yönetimler yereli en iyi bilenler. Mahalle mahalleyi tanıyanlar.
Gençleri sahipsiz bırakmayacak, onları bu illetten kurtarmak için yereldeki tüm imkanlarımızı seferber edeceğiz.
Gençlerimizin sağlıklı ve sıhhatli bir yaşam sürdürmesi bir numaralı meselemiz.
Hep söylüyoruz; gençler bizim önceliğimiz.
Genç girişimcilerimize mekân ve eğitim desteği vereceğiz, istihdam alanları oluşturacağız.
Hâlâ suyu olmayan, yolu olmayan köyler varken, ülkeyi yönetenlerin derdi sadece tabelalar. Tabelalarla mücadele ediyorlar.
Ne dedik, ülkemizin her bir lehçesi, her bir dilimiz, bizim zenginliğimiz.
Onları yerine koyacağız ve gerçek sorunların çözümü için bizim belediyelerimiz işbaşında olacak.
Depremin ardından 4 binden fazla binamızda “ağır”, 3 binden fazla binamız “orta” hasarlı olarak kayda geçmiş durumda, burada, Diyarbakır’da.
Ama bakıyoruz doğru düzgün bir ilerleme yok. Ciddi bir çalışma yok.
Çünkü atanmışlar, sadece kendilerini atayana karşı sorumludurlar.
Oysa seçilmişler, kendilerini seçene, seçmene, vatandaşlarımıza karşı sorumlu hissederler kendilerini. O psikolojiyle çalışırlar.
İnsanlarımız evlerini güçlendirecek paraları olmadığı için, hasarlı binalarda yaşamak zorunda kalıyorlar.
Deprem, tüm illerimizde ve ilçelerimizde birinci önceliğimiz olacak.
Deprem eylem planımızda da belirtiğimiz gibi, kentsel yenilenme projelerini daha düşük maliyetli, kolay ödenebilir bir hale getireceğiz.
*****
Ve kentsel yenilenmeyi de demokratikleştireceğiz.
Her konuda hazır arkadaşlar, her konuda.
Bakın bizim, Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planımız ta bundan iki sene önce yayınlandı. Ta iki sene önce DEVA belediyelerinin ne yapacağını, nasıl yapılacağını çalıştık, hazırladık. Ev ödememizi yaptık biz.
Ve hazır bir şekilde vatandaşlarımızın karşısına çıkıyoruz.
Buna da yetinmedik.
Belediyecilikle alakalı bir “Etik Kurallar Bildirgesi” açıkladık. Bu ne demek?
Bizim adaylarımız, aday olduklarında bu üç sayfalık bildirgeyi imzalıyorlar. Ahlaki kurallar, etik kurallar bildirgesini imzalıyorlar. Ondan sonra adayımız oluyorlar ki seçildikten sonra, iş başına geldikten sonra sadece işlerini düzgün yapmayacaklar, etkin yapmayacaklar ama aynı zamanda temiz bir şekilde belediyeleri yönetecekler.
Ve bunun içindir ki biz ne diyoruz? Hem etkin yönetiriz, sonuç alırız ama hem de temiz yönetiriz diyoruz.
Ne diyoruz? Hani halk arasında yaygınlaşan bir ifade var “Çalıyor ama biraz da bir şeyler yapıyor.” Bu ne demek ya? Nasıl bir kültürü şu anda Türkiye'nin bütün kılcal damarlarına kadar pompaladı bu iktidar? Farkında mısınız?
Niye çalsın ya? “Hem çalmasın hem de işini düzgün yapsın” diyoruz biz.
Ve değerli arkadaşlar, bu seçimler sadece belediye başkanlarını seçeceğimiz seçimler değil. Bu seçimler aynı zamanda merkezi hükûmeti şöyle bir uyaracağımız, onlara bir mesaj vereceğimiz seçimler.
Yani sadece belediye meclis üyelerini, büyükşehir belediye başkanımızı, ilçe belediye başkanlarımızı seçmiyoruz.
Verdiğimiz oyla Ankara'ya, Külliye ‘ye de bir mesaj veriyoruz.
Ve bu seçimde değerli arkadaşlar, Ankara'ya, Külliye ‘ye vereceğimiz mesaj ne olmalı biliyor musunuz? Bir “sarı kart” olmalı. Sarı kart.
Gençlerimiz Diyarbakır'a DEVA olacak, Türkiye'ye DEVA olacak inşallah.
Çünkü bu iktidara bir mesaj vermemiz gerekiyor. Bir uyarmamız gerekiyor. “Aklını başına al dememiz” gerekiyor ki genel seçim günü geldiğinde de eğer memleketin hali böyle berbatsa ki maalesef üzülerek söylüyorum düzelmeyecek bu işler. Kadroları iyi bildiğim için olmayacağını biliyorum. O zaman ne yapacağız? O zaman da hep beraber kırmızı kartı göstereceğiz. Ve yeni bir iktidar Türkiye'de inşallah iş başına olacak.
*****
Değerli arkadaşlar,
Şimdi sizlere belediye başkan adaylarımızı tekrar taktim etmek istiyorum.
Büyükşehir adayımız: Cenap Ekinci beyi davet edeyim sahneye.
Cenap beyi sizlere, Diyarbakırlılara emanet ediyorum.
Eğil. Zeynel Beyi de hemen alalım, Zeynep Bekil’i
İlçeleri alfabelik sırayla gidiyor.
Ergani’de, Süleyman Efe’yi, alalım yanımıza
Kayapınar adayımız Hebun Aytekin…
İşte huzurunuzda, adaylarımızla beraber tekrar ediyorum:
Ne demiştik?
Bir, biz işimizi düzgün yaparız.
İki, tertemiz yönetiriz.
31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun bir şekilde çalışacak;
Diyarbakır’ı da layık olduğu gibi, demokrasiyle, adaletle ve tertemiz yöneteceğiz inşallah.
Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.