Değerli milletvekillerimiz,
Değerli genel merkez kurul üyelerimiz,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor,
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gerçekleştirdiğimiz ilk haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bölgemiz ağır ve sancılı bir dönemden geçiyor.
Uzun yıllara devam eden Filistin ve İsrail meselesinde, geçtiğimiz cumartesi gününden bun yana yaşanan olaylar, hepimizi, her birimizi derinden sarsmış durumda.
Şu an sadece DEVA Partisi Genel Başkanı olarak karşınızda değilim. Zamanında dışişleri bakanlığı yapmış, Filistin-İsrail arasındaki çatışma çözümü için bizzat inisiyatif almış bir devlet adamı olarak yanı zamanda karşınızdayım.
Oturduğu yerden ahkam kesen, bu mesele için alın teri dökmeyen insanlarla kimse beni karıştırmamanızı rica ediyorum.
Masum insanların kanı üzerinden yapılan hamaset, barışa ve çözüme hizmet etmedi, hizmet etmeyecek.
Ben zamanında bu çatışmanın çözülmesi için bizzat taraflarla görüştüm, emek harcadım, çalıştım.
Dışişleri Bakanlığımızda mevcut olan eşsiz tecrübe ve birikimi hep devrede tuttum.
Dünyada bu konuyla alakalı dürüst, samimi, sivil inisiyatif alan herkesle irtibatlı oldum.
Dış politikamızın şahsi hırslar veya dar ideolojik yaklaşımlarla esir almasına da asla izin vermedim.
Hatırlatmak istiyorum arkadaşlar, o dönemde Türkiye, sözüne itibar edilen, güvenilir, taraflar arası rahat diyalog kurabilen bir ülkeydi.
Türkiye, kendi içinde sorunlarını hızla çözebilen, demokratikleşme çabası ve ekonomik refah seviyesiyle özgüvenle hareket eden bir ülkeydi.
Kendi içinde başarılı olan bir ülkenin sözü daha çok dinleniyordu. Kendi içerisinde sorunu çözmüş özgüvenli bir ülke tüm dünyada daha etkili olabiliyordu.
Göreve başladığım ilk haftalarda, Bağımsız Filistin devletinin kurulması amacıyla Filistin-İsrail çatışma çözümünü başlatmak amacıyla düzenlenen Annapolis Konferansı’na katıldım.
Arkasından tam 11 ülkeyi bizzat ziyaret ettim, doğrudan devlet başkanlarıyla, dışişleri bankalarıyla ve parlamentoda, varsa eğer o ülkede parlamento, parlamento üyeleriyle istişareler yaptım. Duruşumuzu aktardım.
O dönemlerde meseleyi çözmeye odaklanırdık. İç kamuoyuna mesaj verme kaygısıyla rasyonalite dışı hiçbir şey yapmazdık.
Dış politika konusunda bazen içeriye konuşarak popülerite elde edersiniz, çözülmesi gereken gerçek sorunu da darmadağın edersiniz. Bir günlük manşet olma uğruna hem ülkenizin itibarına hem de muhataplarınıza zarar verirsiniz.
Ne demek istediğimi dış politikayı takip eden arkadaşlarımız gayet iyi anlayacaktır.
Ben, Filistin-İsrail meselesinde, tam bir samimiyetle hep onurlu duruşu savundum, savunuyorum. Ve savunmaya da devam edeceğim.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Kıymetli basın mensupları,
Filistin halkı ile bizim halkımız arasında insani, dini ve kültürel bağlardan oluşan bin yılı aşan bir geçmiş vardır. Beş yüzyıllık birlikte yaşama tecrübesi vardır. Bu arka plan iki halk arasında derin bir kardeşlik bağı oluşturmuştur.
Türkiye’nin bir kardeşinin kaderiyle ilgilenmesi en doğal sorumluluğudur. Filistin davasının en yakın takipçisi olmamız bu işin tabiatında vardır.
Filistin meselesi artık evrensel bir adalet ve vicdan meselesine dönüşmüştür. Haklı ve meşru davaların bir sembolü olmuştur.
Dünyanın dört bir yanında Filistin halkı ile dayanışma içinde olan halklar vardır.
Bu dayanışmanın Birleşmiş Milletler kararları ile sabit olan meşru bir temeli de bulunmaktadır.
Türkiye, kardeşlik hukukunun yanı sıra ahlaki olarak da Filistin davasına sahip çıkmaktadır.
Bugün uluslararası toplumun kahir ekseriyeti, Filistin’in işgal altında bulunmasının bölge istikrarını zedeleyen başlıca unsur olduğuna da mutabıktır.
Bölgemizin son elli yıldır karşılaştığı tehditlerin ve sorunların altında doğrudan veya dolaylı olarak bu mesele olduğunun da gayet iyi farkındadır.
Ülkemiz, bölgesel barış ve güvenliğin geleneksel savunucusu olarak ihtilafın adil ve kalıcı biçimde çözümüne destek vermek zorundadır.
İşte bütün bu yukarıdaki sebeplerle, yakın tarihe baktığımızda, Türkiye’nin Filistin davasının her aşamasında Filistin halkına aktif destek verdiğini görürüz.
Birkaç örnek vermek gerekiyorsa:
Ta 1949’da Nakba’dan sonra Birleşmiş Milletler, Filistinli mültecilerin eğitim, sağlık, barınma, beslenme vb. ihtiyaçlarını karşılamak üzere UNRWA’yı kurmuştu. Türkiye başından beri bu ajansın Danışma Komitesinin Daimî Üyesi olarak görev yapmaktadır. Bakın, insani meseleler diyoruz taa 74 yıl öncesine gidiyoruz. O zamanlardan kalan, üç dört nesildir devam eden sorunlardan bahsediyoruz.
Türkiye BM’de 1975 yılında kurulan Filistin Halkının Vazgeçilmez Hakları Komitesinin Daimi Üyesidir.
Yine, Türkiye, 1975 yılında kurulan İslam İşbirliği Örgütü Kudüs Daimi Komitesinin üyesidir.
1988 yılında Filistin Devleti ilan edildiğinde de ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye olmuştur. Ankara’daki Filistin Caddesi adını ilk Filistin Büyükelçiliğinin o caddede açılması sebebiyle verilmiş bir isimdir.
Birleşmiş Milletler 1978 yılında 29 Kasım tarihini Filistin Halkıyla dayanışma günü ilan edilmiştir. Ve o gün bugündür Filistin davasını canlı tutulmasına vesilesi olarak devem etmektedir.
Dolayısıyla, Filistin Davası her zaman Türkiye’nin öncelikli dış politika konusu olmuştur.
Her dönem, iktidar ve muhalefet partilerinin üzerinde önemli konuda uzlaştığı belki de tek konu Filistin olmuştur.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bugün şunun altını çok kalın şekilde çizmek istiyorum:
Hamas’ın geçtiğimiz cumartesi günü sivillere yönelik yapmış olduğu saldırılar kabul edilemez. Asla savunulamaz. Barışın sağlanmasına hizmet etmez.
Her ne kadar ilk gün gelen haberlerin, görüntülerin bir kısmının doğruluğu teyit edilmiyor olsa da;
Masum insanların kanı dökülürken, savunulacak bir haklı dava olmaz.
Aksine, karşı tarafa, orantısız güç kullanımı için bahane vermiş olursunuz.
Diğer yandan, İsrail’in savaş ilanını, Ortadoğu’da haritayı değiştirme söylemini kabul etmek de mümkün değildir.
Gazze’de, yarısı çocuklardan oluşan sivillerin hiçbir ayrım gözetmeden günlerce ağır bombardıman altında tutulmasını ve öldürülmesini haklı görmek, savunmak mümkün değildir. İnsanlık adına utanç vericidir.
Zaten onlarca yıldır büyük bir baskı ve zulüm altında ezilen Gazze halkının elektrik, su ve gıda gibi temel insani ihtiyaçlarından mahrum bırakılması asla kabul edilemez.
Milyonlarca masum insanın toplu cezalandırılması insanlığa sığmaz.
Bir yanlışa, başka bir yanlışlarla cevap verilmez.
Bir insanlık suçuna, daha büyük bir insanlık suçuyla karşılık verilmez.
Savaşın bile bir hukuku vardır.
Bir devlet, eğer gerçek bir devletse, uluslararası hukuka uygun hareket eder.
Yapılanlara karşılık olarak, sivil insanları katletmek asla kabul edilemez.
Faili kim olursa olsun, bilerek, hedefleyerek sivillerin, kadınların, çocukların öldürülmesi savaş suçudur, insanlık suçudur.
Filistin-İsrail meselesinin çözümü ve bölgesel barış bu şekilde sağlanamaz.
Tam da bu nedenle cumartesi günü yaptığım açıklamada Filistin halkının haklı davasına gölge düşürenleri de İsrail devletini de uluslararası hukukun ve insanlığın temel değerlerinin gerekliliklerini yerine getirmeye çağırdım.
Tarafları itidale ve gerilimi daha da tırmandıracak adımlardan kaçınmaya davet ettim.
Ortadoğu’nun, ölümü değil barışı konuştuğumuz bir coğrafya olması gerektiğinin de altını çizdim.
Geçen 6 gün sonrasında bu çağrımı çok daha güçlü biçimde tekrarlıyorum.
Bakın eğer bu sorun erken aşamada önce ateşkes görüşmeleriyle, sonra kalıcı bir barış arayışı ile hemen ele alınmazsa, uluslararası arabuluculuk, uluslararası çatışma sistemleri, çözümleri derhal devreye girmezse bu sadece İsrail ile Filistin arasında kalan bir mesele olmaktan çok öteye taşabilir.
Bölgede Ürdün önemli bir ülkedir. Ürdün’ün iç istikralı İsrail-Filistin meselesinin gidişatına bağlıdır.
Lübnan zaten tamamen çökmüş bir devlet yapısına sahip ama aynı zamanda çok kırılgan ve bu meseleden derhal etkilenebilecek başka bir ülkedir.
Yine İran’ın uzaklarda olsa da bu meseleyle ilişkisi, alakası bugün için ve yarınlarda alacağı boyut açısından bölgemiz açısından önemli bir risk unsurdur. Onun için ateşi bu aşamadayken söndürmek gerekir. Ateş büyüdükçe söndürmek zorlaşacaktı.
*****
Değerli basın mensupları, değerli izleyiciler,
Filistin-İsrail arasındaki sorunların kökünde Filistin topraklarının işgali, Filistin halkının yıllardır temel haklarından ve insan onuruna yaraşır bir yaşamdan mahrum bırakılması yatmaktadır.
Bu kök sebepler ortadan kalkmadan bölgede barışı tesis etmekte mümkün değildir.
DEVA Partisi’nin bu konudaki duruşu açıktır. Biz çözümün BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulması gerektiğini söylüyoruz.
Çözüm iki devletli çözümdür. Bunun dışındaki her şey insanlık trajedisinin büyüyerek artmasıdır.
İsrail, üç İlahî din için mukaddes olan Kudüs’le ve Mescid-i Aksa ile ilgili provakatif uygulamalardan vazgeçmedikçe; bilinçli ve hukuksuz bir şekilde yerleşkeleri yaygınlaştırmaktan vazgeçmedikçe; kalıcı barışın asla sağlanamayacağını görmek zorundadır.
Türkiye’nin çatışmanın tarafları olan her iki halkla da köklü insani ilişkileri vardır.
O nedenle Filistin-İsrail meselesi bizim için alelade bir dış politika meselesi, herhangi bir ülke konusu da değildir.
Pek doğal olarak yakın takipçisi olacağımız, her fırsatta halkların yaşam hakkını ön planda tutacağımız bir meseledir.
Geldiğimiz noktada yaşananlar, tüm dünya için ortak adalet ve vicdan sorumluluğuna dönüşmüştür.
Seneler içerisindeki sayısız barış görüşmelerinin devam etmesinin, diğer ülkelerin arabuluculuk yapmasının sebebi de budur.
Arkadaşlar, bizim Filistin’e bir teşekkür borcumuz var:
Filistin halkı, tüm insanlığa “haklı bir dava” için direnmenin anlamını gösterdi.
Filistin bugün; Arap ve İslam dünyasının da ötesinde Latin Amerika’dan Uzak Doğuya, Avrupa’dan Afrika’ya varana dek haklı bir direnişin sembolü olmuştur. Bu her şeyden önce Filistin halkının başarısıdır.
Ancak geçmişte de belirttiğim ve biraz öncede tekrar ettiğim gibi; bu başarıya gölge düşürmeye çalışanlara göz yumamayız.
Evet, Hamas’ın sivilleri hedef alarak yaptığı saldırıları kabul etmek mümkün değildir.
Öte yandan, Hamas’ın yaptığı eylemlerden tüm Filistin halkının sorumlu tutulmasını, sivil halkın hedef alınarak misliyle karşılık verilmesini kabul etmek de mümkün değildir.
Hiçbir siyasi veya askeri bileşenin eylemlerinden, bir ulusun tamamının sorumlu tutulmasını kabul etmiyorum, kabul etmiyoruz.
Bu noktada şunu da belirtmek istiyorum ki; uzun yıllardır Gazze’ye yapılan, Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırıları da asla ama asla kabul etmedik, etmiyoruz.
Bölgemize onurlu bir barışı hediye etmek zorundayız.
Bu çerçevede hem Dışişleri Bakanlığımıza ve hükûmete hem de dünyaya meselenin çözümü için tavsiyelerimi de iletmek istiyorum.
Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu meseleyi çatışma çözümü zemininde ele almalıdır.
Haklı- haksız; bizden- sizden demeden, taraflara askeri destek sağlama yarışına girmeden; öncelikle ateşkesin sağlanması ve nihayetinde de kalıcı barışın inşası için taraf olunmalıdır.
İslam İşbirliği Teşkilatı derhal toplanmalıdır. Arap Birliği ile ilgili adımlar atıldı, yetmez. İslam İşbirliği Teşkilatı çok daha kapsayıcıdır, çok daha geniş bir temsil gücüne sahiptir. Çünkü bu sadece bir Arap-İsrail meselesi değildir.
İnsan canının sayılara indirgendiği, insanlığın ayaklar altında ezildiği bu dönemde, savaştan yana tavır alan herkesin bunda da vebali vardır, sorumluluğu vardır.
Şunu da ifade etmek isterim: İktidarın, İsrail-Filistin meselesinde ilk 6 günde ortaya koymuş olduğu tutumu ve diyalog için yaptığı çağrıyı da olumlu olarak değerlendiriyorum.
Kadınların, çocukların canları söz konusuyken, itidalle hareket etmekten vazgeçilmemesi gerektiğini vurguluyorum.
Geçmişte dillendirdiğim bir husus daha tekrarlamak istiyorum:
Kimse uluslararası hukukun üstünde değildir. Kimse haksızlık, hukuksuzluk yapma ayrıcalığına ve hakkına da asla sahip değildir.
Türkiye her zaman mazlum Gazze halkının yanında olmuştur, olmaya da devam edecektir.
Öte yandan, antisemitizme varan sözleri ve davranışları da her zaman kınadığımı ve kınayacağımı da belirtmek isterim.
Bizler, bu dönemi yaşayan siyasetçiler olarak, Ortadoğu’yu barış bölgesi yapma sorumluluğuna sahibiz. Ve bu sorumluluğumuzu da asal unutmamız gerekiyor.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Kıymetli basın mensupları,
Bölgemizi derinden etkileyen ve daha da büyük çapta etkileme potansiyeli olan Filisitin-İsrail meselesinden sonra ülkemizin içinde en can yakıcı soruna kısada olsa değinmek istiyorum: Ekonomi.
İktidar, açıkladığı uydurma rakamlarla ve ürettiği suni gündemlerle sorunların üzerini örtmeye çalışsa da vatandaşlarımız ekonomimizin içinde bulunduğu derin krizin gayet iyi farkında.
Dünkü grup konuşmasında Sayın Erdoğan neler demiş, şöyle bir akşam basın özetlerine baktım, neler neler söylemiş.
Demiş ki: “Enflasyondaki yüksek oranlı artışlar, tüm dünyanın sorunudur”
Ya şimdi siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz ki? Türkiye'de enflasyon niye Avrupa'nın dünya ortalamalarının 10 misli, 20 misli? Çıkın önce bunu bir açıklayın.
‘Dünyada da enflasyon var, bizde de.’ Ya millet enflasyon yüzde 5’e- 6’ya çıktı diye telaş ediyor, önlem alıyor bizdeki enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 70’lerde, gerçek bağımsız araştırmalarda yüzde 130’larda görünüyor. ‘E bütün dünyada var canım bizde de var ne olacak?’ diyor. Kimseyi kandırmayın ya.
Şu anda Türkiye'deki enflasyon dünyanın en yüksek oranlarından birisi ve bu özellikle sabit gelirli vatandaşlarımızın canını yakıyor.
Başka ne demiş: “Bu programın başarısı ancak devlet kurumları yanında üreticisinden toptancısına, perakendecisinden tüketicisine, çalışanından kendi adına alım-satım yapanına kadar tüm kesimleriyle 85 milyonun tamamının fedakarlığı ve kararlılığıyla mümkündür.”
Bir dakika durun orada! Fedakârlık diyor, kararlılık diyor.
Dolar kurunu patlatan; bu ülkede üretim yapan sanayiciler mi? KOBİ'ler mi? Bu ülkede ticaret yapmaya çalışan toptancılar mı? Bu ülkede dolar kurunu patlatan sizsiniz. Kendinizsiniz.
Öte yandan KDV'yi ve ÖTV'yi arttırıp fiyat artışlarına sebep olan bu fiyat artışlarıyla da enflasyon tekrar azdıran perakendeci esnafımız mı Tüketiciler mi? Yo, bunu da yapan sizsiniz. Kimden hangi fedakarlığı bekliyorsunuz? Hangi kararlılığı bekliyorsunuz?
Hiç boşuna uğraşmayın diyorum kendisine. Yüksek enflasyonun suçlusu olarak başkalarını göstermeyin.
Sonra demiş ki: “Sadece, belirsizlik ortamını fırsat bilip üç kuruş daha fazla kazanmak uğruna ülkesine bu kötülüğü yapanlar…” Bak bak bak. Ne diyor? Enflasyon suçlusu olarak başkalarını gösteriyor yani.
Ya bu ülkede enflasyonu da döviz kurumda yanlış ve akıl dışı politikalar sebebiyle patlatan Sayın Erdoğan'ın kendisidir. Ama dünkü konuşmasında öyle bir hava oluşturuyor ki bunun sebebi başkaları. ‘Ben değilim başkaları yaptı. Ben onlarla mücadele edeceğim.’
Ne diyor? “Bu kötülüğü yapan fırsatçılar” diyor. Bu kötülüğü siz yaptınız siz, başkası değil.
O kadar ikaz ettik. O kadar uyardık. ‘Yanlış yoldasınız’ dedik. ‘Şunlar, şunlar, şunlar yanlıştır. Yapmayın, bu ülkeye yazık etmeyin’ dedik. Kafasının dikine gitti ve ülkeyi bu krizinin içine soktu.
Bir de şunu herhalde takip ettiniz. Yeni bakan ne diyor? Hemen göreve gelir gelmez. Hatta devir testinde ne diyor? “Rasyonel politikalara dönmemiz gerekiyor” Bu ne demek? Demek ki 5 yıldır rasyonel olmayan politikalar, akıl dışı politikalar yüzünden bu ülkede enflasyon patlamış demek. Yeni Bakan kendisi görevi devir testinde söylüyor. ‘Artık bu saçmalıkları yapmayacağız’ diyor mealen.
Peki bu rasyonel olmayan akıl dışı politikaların talimatını kim verdi zamanında? Merkez Bankası'nın bağımsızlığını alıp ‘laf dinlemiyor, ben laf dinleyenlerle çalışacağım’ diyen kimdi? Kendisiydi.
Açık söylüyorum: Bu iktidar enflasyonla ilgili açık bir yüzleşme yapmadan bu ülkede enflasyonu düşmeyecek. Önce yüzleşmesi lazım. ‘Evet arkadaşlar yanlış yaptım. Yanlış talimatlar verdim Merkez Bankası'na. O yüzden elime yüzüme bulaştırdım. Enflasyon da patladı. Döviz kuru da patladı. Ama yanlış mı anladım, hatadan döndüm ve artık başka bir politika izleyeceğiz.’ Bunu demiyor. Hala suçu başkalarına atmaya çalışıyor.
Enflasyon, yapılan yanlışlar yüzünden arttı.
Sayın Erdoğan çıkıp da “Yanlış yaptık, yanlışımızdan dönüyoruz” demedikçe hiç kimse enflasyonun düşeceğine inanmaz, inandıramazsınız.
*****
Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları,
Hep söyledim, tekrar ediyorum, seçim öncesi söylenenlerle seçimden sonrası yapılanlar pek çok konuda tam 180 derece ayrı.
Ne dedi? ‘Ben görevde olduğum sürece faiz düşmez ancak iner’ dedi. Dört ayda Merkez Bankası dört kere faiz arttı. Bu ay kuvvetle muhtemel tekrar artacak. Beşinci kere.
Ya seçimden daha iki üç hafta önce ‘faiz inmez düşecektir deyip de seçimden hemen sonra beş ayda beş kere faiz arttırmak insanları aldatmak değil mi?
Ayrıca mazot fiyatlarını 20 lirada götürüp götürüp götürüp de seçimden hemen sonra 40 liraya patlatmak, aldatmak değil mi?
Döviz kuruna 20 lirada ki yeni Merkez Bankası Başkanı da Bakan da açıkladı. ‘Mayıs'ta sonuna kadar kur tutuldu’ dedi değil mi? Ne demek? Tutuyor, tutuyor, ondan sonra kuru patlatan 27, 28, 30’a çıkartmak, aldatmak değil mi?
Değerli arkadaşlar, aldattı. Onun için seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.
‘Mülakatı kaldıracağız’ dediler ne oldu? Dört ay geçti ya. Seçimden sonra da mülakatı kaldıracağız diye milyonlarca gence ümit ver. ‘Bak ben artık ayrımı yapmayacağım. Sadece partilerim benim gibi düşünenleri işe almayacağım. Sınav sonucu neyse herkesi işe alacağım’ de, İnsanları kandır. Oyları al cebine koy. Seçimden sonra da dön, bunu hiç açıklamamış gibi davran. Helalinden kazanmadı.
Bakın arkadaşlar, ekonomi şeffaflık ister. Malum 128 milyar konusu vardı değil mi? İlk ben gündeme getirmiştim bir televizyon canlı yayında, siyasetçi olarak bir genel başkan olarak ilk ben Türkiye'de gündeme getirmiştim. Sonra büyüdü. Bir yıl boyunca gündem oldu.
‘128 milyar dolar gizli saklı arka kapıdan satıldı’ demiştim. Bunun üzerine şu ana kadar bir 226 milyar dolar daha satılmış durumda. Rakam çıktı 354 milyar dolara. 354 milyar dolar. Ve ne diyorlar? ‘İşte şunun için yaptık da bunun için yaptık da’ Önce bir inkâr etti biliyorsunuz. ‘Böyle bir şey yok’ dedi, Sayın Erdoğan kendisi. Hepsinin video kayıtları var. Çıkarıp gösteririz de şimdi vaktinizi almayalım. Sonra ‘Evet, satılabilir ne olacak?’ dedi. Yeni ekonomi ekibi de ‘Satıldı ama diyor kayıt dışı değil’ diyor. E yok bir de kayıt dışı satsaydınız.
Biz satıldı derken Merkez Bankası'nın Ankara'daki kasaların önüne tırları çekip de kayıt dışı olarak oradaki dövizleri yüklediniz bir yerlere götürünüz demiyoruz ki.
Kayıt dışı sattınız demiyoruz ama gizli sattınız diyoruz. Şeffaf olmadan sattınız diyoruz. Ve hala şeffaf olmadan satmaya devam ediyorsunuz diyoruz. Kimin malını kimden gizliyorsunuz diyoruz.
Ve diyorlar ki; ‘artık kuru bastırmak için yapmayacağız.’ Kur nasıl böyle sabit gibi gidiyor, onu da hepsini anlayacağız. Hepsi ortaya çıkıyor. Bu gerçekleri gizlemenin imkânı yok. Bir süre sonra hepsi ortaya çıkıyor. Onu da göreceğiz.
Ama şunu söylüyorum arkadaşlar bakın, sadece ve sadece seçimlerden sonra yeni ekonomi ekibi iş başına geldikten sonra açıklanan rakamlara sadece baktığımızda 30 milyar dolar daha gizli bir şekilde satılmış durumda. Tahminen en az bir 10 milyar dolar daha açıklanmadığı için bazı rakamlar henüz hesap edemedik ama muhtemelen toplamda da 40 milyar dolar daha gizli satılmış durumda sadece dört ayda.
Ya biz 13 yılda topu topu 8 milyar doları şeffaf satmışız Merkez Bankası'nın üzerinden. Yani Merkez Bankası'nın doğrudan piyasa müdahaleleriyle 13 yılda 8 milyar dolar, rakam hepsi şeffaf. Toplam 354 milyar, sadece son dört ayda 40 milyar ve hepsi gizli sattı.
Şeffaflık olmadan güven olmaz. Güven olmayınca ekonomi düzelmez.
Kur korumalı mevduat. Tahminen 700 milyarlık kur farkı var şu ana kadar. Tahminen. Onu da tam açıklamıyorlar. Böyle kerpetenle diş söker gibi verileri çekebiliyorsunuz. O da işte burada komisyonda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Plan Bütçe Komisyonu'nda Merkez Bankası Başkanı sıkıştırıyorlar da mecburen açıklamak zorunda kalıyor. O güne kadar siz niye söylemediniz bu rakamları?
Merkez Bankası'ndan ne kadar kur farkı ödüyorsunuz bu hesaplara? Niye açıklamadınız bugüne kadar? Bu parayı nereden buluyorsunuz?
Ben söyleyeyim; Basıyorlar arkadaşlar, para basıyorlar. Kur korumalı mevduatın kur farkını ödemek için para basıyorlar. Para basmaya devam ettikçe de enflasyon artacak.
Rahmetli Özal eski ‘DÇM’ denilen yeni adı KKM ya eski adı bunun DÇM. Bunu kaldırırken özel basın toplantısı yapıyor. Diyor ki; ‘bu ülkede on yıllarca enflasyon yüksek seyrettiyse sebebi bu dövize çevrilen mevduat hesabıdır’
Şu anda da aynı çukura düşmüş durumda bu ülkenin ekonomisi. ‘Asrın felaketi, 104 milyar dolarlık deprem maliyeti var’ diyorlar. Ama asıl asrın ekonomik felaketi de 125 milyar dolara ulaşan bu kur korumalı mevduat hesaplarıdır. Ve bunlara ödenen kur farklarıdır. Para basılarak hepimizin cebinden enflasyon yoluyla toplanarak o ödenen kur farklarıdır. Ve hala gizli.
Çıkın açıklayın. Bunun Merkez Bankası sürekli ödemiyor mu? Ödedikçe çıksın desin ki ‘ben bu ay şu kadarlık kur farkı ödedim.’ Ama tabii bu utancın bu ağır vebalin altından kalkmakta zorlandıkları için açık olmuyorlar, şeffaf olmuyorlar bu konuda.
‘Merkez Bankası'nın rezervleri arttı arttı’ diye bir açıklama dolaşıp duruyor biliyorsunuz. Ne yapmışlar biliyor musunuz? Gitmişler daha çok borçlanmışlar. Daha çok borçlandığı parayı da kasaya koymuşlar, ‘bak daha çok paramız var’ diyorlar.
Rakamlar orta, en son 29 Eylül rakamları. Bürüt 122 milyar dolar, Net 21 ama net döviz pozisyonu eksi 65 milyar dolardı hala. Döviz pozisyonu değişmiyor. Arttı dedikleri rakamların hepsi borç, borç. Merkez Bankası'nın kendi öz sağlam rezervi değil. Vadesi geldikçe ödemek ve kasayı boşaltmak zorunda kalacağı rezervlerden bahsediyoruz burada.
Bütçe. Bütçe açığını kapatmak için vergi saldılar. Kamunun kontrol ettiği fiyatları arttırdılar. Fakat bütçe açığını kapatmanın değerli arkadaşlar, bakın biz İbrahim Bey'le beraber tam 11 yılın bütçesini yaptık. 11 yılın bütçesini yönettik.
Bütçe açığı planlananından fazla olursa iki tane önemli yöntem vardır. Gelirleri arttırırsınız ama giderleri de aşağıya çekersiniz. Gelirleri arttırmak yönüyle ilgili bir sürü tedbir aldılar değil mi? Vergi saldılar, kamu fiyatlarını arttırırlar. Peki giderleri azaltmak için ne yaptılar? Tasarruf adına bugüne kadar ne yaptılar ya?
Ne diyor? ‘Herkesten fedakârlık bekliyorum’ diyor. ‘Üreticisinden toptancısına, çiftçisinden esnafına, tüketicisinden üreticisine, herkesten fedakârlık bekliyorum’ diyor değil mi? Daha dün Erdoğan'ın grup konuşması.
Peki sizin de fedakârlık yaptınız ya. Herkesten fedakârlık bekliyorsunuz da siz lüksten, şatafattan, israftan hangi fedakarlığı yaptınız? Hangi tasarruf tedbirini bugüne kadar açıkladınız?
Böyle bütçe yönetilmez.
Bakın geçmişe bakın. Bizim yönettiğimiz bütçelerin tamamında tedbir ihtiyacı olduğu anda hep iki yönlü tedbir alınmıştır. Gelir arttırıcı tedbirler ve özellikle de gider düşürücü tedbirler yani tasarruf tedbirleri. Bütçe böyle yönetilir.
Paraya ihtiyaç oldu mu vergi sal, paraya ihtiyacı oldu mu para bas. Bu 1970’lerin, 90’ların o yüksek enflasyon döneminin politikasıdır ve hala da devam etmektedir.
Ve sonuçta buradan zarar gören kim? Orta direkt. Orta direkt çöktü arkadaşlar.
Bakın işçi, emekli, memur, sabit Türk lirası cinsinden gelir olan herkesin şu anda fakirleştiğini görüyoruz Türkiye'de.
Türk lirası cinsinden maaş alan bütün vatandaşlarımız fakirleşti. Satın alma gücü düştü.
Şu anda bakıyoruz en düşük memur maaşı 22 bin lira. Yoksulluk sınırının yarısı.
Asgari ücret açlık sınırının tam 2 bin lira altına düşmüş durumda şu anda. Yıl sonuna doğru bu fark ettikçe çoğalacak.
En düşük emekli maaşı 7500 lira ve 1 Temmuz'da herkesin maaşına zam yaptılar, emekleri unuttular. Çünkü başka şeylerle meşguller. Seçimi kazandık tamam kafa başka yerlerde.
E şimdi biz bastırınca emekli dernekleri bastırınca dediler ya hadi bari bir 5 bin lira dağıtalım. Şimdi siz zamanında enflasyonun gerektirdiği maaş artışını yapmayın, ondan sonra ülefe dağıtır gibi arkadan herkese ‘5 bin lira güzellik yapıyorum’ diye açıklayın. Kimse kanmaz, kanmıyor.
Ve değerli arkadaşlar; Memur ve emekli maaşlarına verilen zam 15+10 diye açıklandı değil mi? Bunun 15+10 bileşiği 26,5’tur. Yani yüzde 15+10 yüzde bileşiği 26,5 gelir tam. Kendi açıkladıkları enflasyon yüzde 33. Kendi açıkladıkları enflasyonun artında bir memur ve emekli maaş zammı açıkladılar.
Bir de ilgili bakan çıkmış ne diyor? Yılbaşı’nda diyor yüzde 50 zam yapacağız. Ya arkadaş niye milleti kandırmaya çalışıyorsun? Bu yüzde 50 zam yapacağın dediğinin zaten yüzde 30’u senin 2023’te ürettiğin yüksek enflasyonun farkı.
2023’te zaten cebinden almışsın herkesin. Yüzde 30 makas oluşmuş 2023’ün makası, onu yılbaşında vereceksin. O yüzde 30’un üzerine bir de 15+10’un 15 ekliyor, bir de bileşiğini hesap ediyor ‘yüzde 50 zam yapacağız’ diyor. Kimse kimseyi kandırmasın.
Şu anda ülkenin orta direnin çökmüş olduğunu sabit gelirli, ücretli, bütün vatandaşlarımızla fakirleştiğini, yoksullaştığını, satın alım gücünün düştüğünü yaşayan herkesi biliyor.
Vatandaşlarımıza esnafı, pazarcı, çiftçiyi karşı karşıya getirdiler.
Kiracılarla ev sahipleri de düşman ettiler ya. Ya bu ülkede aşağı yukarı işte yüzde 60-40, 65-35 oranı da yıldan yıla değişir, kiracı, ev sahibi oranı vardır. Kiracılarla ev sahiplerini birbirine düşürdüler. Tamamen sebep kötü yönetim. Başka bir şey değil.
Tarımı. Ülkenin tarımı mahvettiler. Perişan ettiler. Sürekli olarak dışarıya, ithalata bağımlı bir ülke haline geldi Türkiye şu anda.
Büyükbaş, küçükbaş hayvan stokumuz düştü, sayılar düştü. Yüzde 3, yüzde 5 gibi tek bir yılda düşüşler var. Çünkü üreten zarar ediyor. Daha çok ürettikçe daha çok zarar ediyor. Üretimden vazgeçiyor çiftçimiz.
Mazot fiyatları yüzde 100 artıyor. Mısır'a verilen artış yüzde 5.
Gübreye, yeme, tohuma en az dolar kuru hatta daha fazlasıyla zam geliyor, buğdaya verilen yüzde 36. Ve yüzde 36 da lafta kalıyor ha lafta. ‘6,05'ten 8,25 TL'ye çıkarttık’ diyorlar, randevu bile vermiyorlar. Çiftçi gidiyor elindeki buğdayı mecburen 6 liraya, 7 liraya satmak zorunda kalıyor. Fili artış yüzde 10’da 15’te kalıyor.
Tarım destek bütçesi, bakın arkadaşlar. Bu yıl 63 milyar, gelecek sene 95 milyar.
Hatırlayalım, KKM'ye ödenen kur farkı ne kadar? Kümülatif 700 milyar. Çiftçiye bu sene 63 milyar, gelecek senenin bütçesi geliyor işte, Orta Vadeli Programda açıkladılar ya 95 milyar, Kur Korumalı Mevduatın kur farkı 700 milyar. Öncelikleri görüyorsunuz. Öncelik zaten parası olanda.
Tarıma destek olmadıkça arkadaşlar bu ülkede gıda enflasyonu düşmeyecek. Son iki haftadır bunu iki ayrı ortamda söyledim, izah ettim. Hatta benden sonra duyup, öğrendik, tekrar edenler oldu bunu. Türkiye'de gıda fiyatlarıyla enflasyonun mücadelesi, gıda fiyatlarıyla düşmesini sağlamak öyle tüketim bastırmakla olmaz.
Yeni bakan çıkmış diyor ki ‘enflasyonun sebebi, maaşlar arttı, maaşlar yüzünden enflasyon fazla’ diyor. Yani demek istiyor ki ‘milletin de bol para var, bol para harcıyorlar, o yüzden de enflasyon artıyor’ diyor. Vay yavrum vay.
Bu işler Londra'dan, New York'tan görüldüğü gibi değil arkadaşlar. Bu işler Türkiye'de yaşamakla, Türkiye'de yaşayanlarla hemhal anlaşılması gereken meseleler.
Türkiye'de gıda fiyatları enflasyonunun sebebi maliyet artışıdır. Mazot artarsa, gübre artarsa, tohum artarsa, yem artarsa, çiftçinin maliyeti artarsa ne yapacak çiftçi? Artan maliyetin tam karşısını bile alamıyor. Çiftçi de zarar ediyor. Üstelik halkımıza daha pahalıya gıda ürünü tüketmek zorunda kalıyor.
Dünyada gıda fiyatları düşüyor. Türkiye'de gıda enflasyonu patlıyor ya. Temel ihtiyaç bu, temel.
Söyledim, tekrar ediyorum. Mazotta, elektrikte, gübrede, tohumda, yemde çiftçiye destek vereceksiniz ki maliyetler aşağı insin. Enflasyon gıda da böyle düşer. Merkez Bankası'nın faizini yükseltip siz bu ülkede gıda enflasyonu düşüremezsiniz ya.
Faiz yükseldi diye milletin kemerini sık. E kemeri sıkınca ‘daha az gıda tüket’ de bu böyle enflasyon düşmez. Böyle ancak siz insanlık onurunu düşürürsünüz, enflasyon düşüremezsiniz.
Sulama. Ne yapıp edip bütün yatırım bütçesinin öncelikli olarak sulamaya verilmesi gerekiyor. Başka türlü olmaz, olmayacak, çözülemeyecek arkadaşlar.
Peki diyorlar ki iyi de reçeteniz ne? Reçete burada. 23 tane Eylem Planı. Her şey var. Biliyorsunuz seçimlerden hemen sonra ben Sayın Cumhurbaşkanı'na bir set gönderdim. Bütün bakanlara gönderdim. Bakan yardımcılarına gönderdim. Bütün milletvekillerine gönderdim. Tabii mecliste şöyle bir hadise oldu. Onu da belki görmüştünüz. Bazıları böyle DEVA falan yazdığı için çok korkmuş ‘aman başıma bir iş gelir mi?’ diye koridorlara bırakmışlar. Birkaç tane koridorlarda gördük. Çok önemli değil. Hani 600 kişiden 400, 500’ü okusa, istifade etse, şöyle bir karıştırsa yine bu bizim için önemlidir. Çünkü burada akıl teri vardır, alın teri vardır ve bugüne kadar çıkıp da ya bir Allah'ın kulu dememiştir ki ‘siz şurada şunu yanlış yazmışsınız.’ Olabilir de bu kul yaptı bunu. Hata olur ama olmadı. Çünkü dersimiz iyi çalıştık. Çünkü damdan düşenler ile konuştuk. Çünkü derdi dertliden dinledik ve işin uzmanlarıyla çalıştık. Partilimiz olsun olmasın.
Bugün için hükümete yine de ekonomi konusunda 10 acil atılması gereken adımla ilgili tavsiyelerimi sunup, sözlerime son vermek istiyorum.
Ekonomik ve sosyal konseyi derhal toplayın. Korkmayın ya. Yani sendika temsilcileri gelsin. Esnaf temsilcileri gelsin. Sanayici gelsin, üretici gelsin. Ülkenin cumhurbaşkanı olarak onları dinleyin şöyle bir masa etrafında bir dinleyin. Korkmayın.
Gerçeklerle yüzleşmekten korkmayın. Gerçeklerle yüzleşmekten korktuğu için ekonomik sosyal konseyi toplamıyor. Anayasanın gereği ya. Anayasanın gereği nasıl kurulacağı belli. Nasıl toplanacağı belli. Yapmıyor. Bu geniş istişareyi yapmadan da düzgün doğru kararlar alamıyorlar.
Bağımsız kurumları bir an önce bağımsız yapın. TÜİK başta olmak üzere. Merkez Bankası başta olmak üzere. TÜİK'in şu andaki kadrosunu derhal değiştirin, atın. Olmaz.
Talimatla enflasyonu yüksek açıklayan bir kadro son bir aydır iki aydır gerçeğe yakın bir enflasyon açıkladı diye o kadroya güvenemezsiniz.
‘Yarın seçim geliyor, talimat gelir, kardeşim düşür tekrar der’ hükümet, yine düşürür o kadro. Çünkü daha önce yapmış. Yani son iki aydır enflasyonu yüksek gösterdi diye ‘TÜİK yola geldi. TÜİK kredibilite kazandı.’ Böyle bir şey yok. Olmayacak da yani. Onun için o kadronun hemen değişmesi lazım ve TÜİK'in dışarıdan denetlenmesi lazım.
Şeffaf olun şeffaf. Şu Merkez Bankası'ndan sattığınız döviz açıklayın. Kur Korumalı Mevduata ne kadar kur fark ediyorsunuz açıklayın.
Kamu alımları, derhal kamu alımları mevzuatını değiştirin, derhal. Meclis açık. Getirin Avrupa Birliği Mevzuatını, biz de destek verelim. Ben buradan söylüyorum, DEVA Partisi Genel Başkanı olarak. 15 milletvekilimize derhal destek verelim. Avrupa Birliği'nin Kamu Alımları Mevzuatını getirin Türkiye'ye, 27 tane ülke uyguluyor. Açık şeffaf bir ihale sürecini Türkiye'de yasal hale getirin, biz de ona destek verelim açık söylüyorum burada.
Tasarruf. Derhal tasarrufa başlayın. Tasarruf olmadan kalkınma olmaz. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ deyip ülkeyi borç batağının içine soktunuz yani.
Kural bazlı bir yönetim anlayışı lazım. Kural bazlı. Merkez Bankası açıkça kurallarını koyacak. ‘Forward Guidance’ dediğimiz merkez bankacılığının bir ön yol gösterme iletişim metodu vardır. Bunu yapın. Yapmıyorlar, yapamıyorlar çünkü ne yapacaklarını kendileri de bilemiyor. ‘Bu ay bu faizi artık ama gelecek ay acaba izin çıkar mı? Acaba Sayın Erdoğan döner de başka bir şey söyler mi?’ Onun için kıdım kıdım ileriye doğru ne söylediği belirsiz bir merkez bankacılığı var, olmaz.
Bütçede mutlaka mali kural sistemini getirin. Kuralsız yönetim keyfiliktir.
İstihdamla ilgili tedbirleri derhal alın. Kadın genç istihdamını artıracak aktif içgüdü politikalarıyla tedbirlerini derhal alın.
Tarımda bahsettiğim tedbirleri de alın.
Eğitimde, 4 ay geçti. 4 tane kayda değer eğitimle ilgili yeni bir şey hatırlıyor musunuz? Aklınızda bir şey var mı? ‘Eğitimle ilgili şöyle bir şey yapıldı’ diye. 4 ay geçti, 4 tane adım hatırlayamıyorsunuz. Yok. Sağlıklı öyle.
Ve belki de ekonomi için en önemli tavsiye değerli arkadaşlar, hukukun üstünlüğü ilkesini yaşayın, yaşatın. Yargı bağımsızlığı olmadan, güçler ayrımı olmadan öngörülebilirlik olmaz, öngörülebilirlik olmadan ekonomi düzelmez. Sözlerimi tamamlıyorum.
Bizlerle beraber olduğu için değerli basın mensuplarımıza özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Şimdi biz kendi iç toplantımıza geçeceğiz ama geçmeden önce basın mensubu arkadaşlarımızın soruları varsa sorularına kısaca cevap vermeye çalışayım. Ondan sonra biz kendi iç değerlenme toplantımıza devam edeceğiz diyeyim ve hemen başlayayım.