Amasya 1. Olağan İl Kongresi
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Amasya il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sevgili Amasyalı gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Amasya teşkilatımızın 1. Olağan İl Kongresi’ne hoş geldiniz diyorum.
***
Şehzadeler diyarı,
Ferhat’ın şirin uğruna dağlarını deldiği,
Mustafa Kemal Paşa’nın “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı
kurtaracaktır” sözlerini kaleme aldığı,
Amasya Genelgesi’nin yazıldığı bu topraklardan hepinizi selamlıyorum. Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin başında hatırlatmak isterim ki,
Bugün İstiklal Marşımızın 100. yıl dönümü.
“Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet” şiarıyla bağımsızlık ve özgürlük mücadelemizin simgesi olan İstiklal Marşımızın yüzüncü yılını kutluyorum. Bu vesileyle İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif’i rahmetle ve saygıyla anıyorum.
***
Değerli arkadaşlar,
Salı günü partimizin 1. yaşını kutladık.
Eşi benzeri görülmemiş bir kutlama gerçekleştirdik.
On binlerce üyemizle birlikte, 81 şehirde, binlerce mahallede aynı anda halkımızla buluştuk.
Kuzeyiyle güneyiyle, batısıyla doğusuyla Türkiye’nin dört bir köşesinde milletimizin derdini dinledik, milletimize DEVA’yı anlattık.
Çünkü değerli arkadaşlar, DEVA Partisi tam da bunun için kuruldu. Halkımızın derdini dinlemek, anlamak ve çözümlerini gerçekleştirmek için yola çıktı.
Biz DEVA Partisi’ni kurduk;
Çünkü ülkemizin yarınlarına gidecek bir yol kalmamıştı ve biz yeni bir yol açmaya karar verdik.
Klasik muhalefet anlayışının bu kötüye gidişi durduramayacağını gördük.
DEVA Partisi’ni kurduk çünkü mevcut siyasi düzenin tamamından rahatsız olan halkımızın arasındaydık.
Evet, biz DEVA Partisi’ni ülkemizin her kesiminden gelen insanlarla birlikte yol yürümek için kurduk.
Öteki-beriki demeden, ocu-bucu ayırmadan aynı masanın etrafında, 84 milyonun tamamının sesi olmak için buluştuk.
İşte tam bu yüzden, 9 Mart günü, birinci yıl dönümümüzde sokakta, milletimizle beraber bu yürüyüşü kutladık.
Yolumuz zorlu değerli arkadaşlar.
Ama biz yorulmuyoruz. Ama biz yılmıyoruz. Çalışıyoruz. Çok çalışıyoruz.
Sadece eleştiren, sadece şikâyet eden 'muhalefet’ değil, sorunları çözmek için çalışan, çözüm üreten, öneri üreten bir 'muhalefet’ nasıl olur bunu
gösteriyoruz.
Yepyeni bir siyasi dil inşa ediyoruz. “Ben onunla konuşmam, bunun elini sıkmam, şunun masasına oturmam” demiyoruz. Bağırmıyoruz, kavga
etmiyoruz.
Ülkemizin sorunları için aslolanın karşılıklı konuşabilmek olduğunu biliyoruz.
Çünkü biz, herkesin güven içinde yaşadığı bir Türkiye’yi inşa etmek için buradayız.
Temel amacımız, herkesin insan onuruna yaraşır iş, aş, huzur ve refah sahibi olduğu bir Türkiye’dir.
Hedefimiz; yatırımla, üretimle, ihracatla, bilek gücüyle, alın teriyle, akıl teriyle büyüyen, herkese fırsatlar sunan bir Türkiye’dir.
DEVA Partisi bu Türkiye’yi sağlayacak tek siyasi partidir. Ve biz hazırız. Tüm Türkiye sathında 81 ilde, bütün ile başkanlarınız görevinin başında ve emaneti
teslim almaya geliyoruz.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bugün Amasya’da, yüz yıllar öncesinden beri adı eğitimle anılan bir şehirdeyiz.
Şehzadeler yetiştiren, devlet yöneticileri yetiştiren ve tarihinin her bir hücresinde, dokusunda eğitim olan bir şehirdeyiz bugün.
Biliyorsunuz bugünkü iktidar ekonomiden hukuka, sağlıktan dış ilişkilere hiçbir şeyi yönetemediği gibi eğitimi de kötü yönetiyor.
Hele hele pandemi koşulları da eklenince eğitim konusunu içinden çıkılmaz bir hale getirdiler.
Türkiye’nin son 20 yılına baktığımızda, “Ne yaptık, Türkiye hangi alanda başarılı oldu, hangi alanda başarısız oldu?” diye analiz ettiğimizde üzülerek söylüyorum ki eğitim çok geri kaldığımız alanlardan birisi oldu ve pandemi şartları zaten sıkıntılı olan eğitim alanını daha da problemli hale getirdi.
Olan çocuklara, gençlere oluyor. “Sınav var mı, ertelenecek mi, okula gidilecek mi, ne zaman okul kapanacak?” derken tamamen bilinmez bir düzenin içine hapsoldular.
Bildiğiniz gibi en son okulların kademeli açılmasına karar verdiler. Tabii biz okulların açılması konusunda herhangi bir itirazda bulunmuyoruz. Okulların açılması artık gereklidir, zamanı gelmiştir.
Ancak okulların açılmasıyla biz, okulların açılmasının, doğru ve iyi bir yönetimle faydalı olacağını düşünüyoruz.
Peki mesele okulları açmak mı?
Mesele şu an için okulları açmakta değil. Mesele, okulların tekrar
“kapanmamasını” sağlamakta.
Açmak kolay okulları ama ne yapmalıyız ki okullar tekrar kapanmasın. “Okulları açtım” demekle olmuyor, maharet tekrar kapanmamasında.
Bu nedenle, okullarda sağlık önlemleri azami ölçüde alınmalıdır. Dezenfekte çalışmaları, dersliklerde mesafe, öğrencilerimizin mutlaka maskeli olması ve bunlara harfiyen uyulması bu işin olmazsa olmazı. Tabii okul yöneticilerimize, öğretmenlerimize çok iş düşüyor burada.
Ana hedef, tedbirlere uyularak okulların açık tutulmasını sağlamak olmalıdır. Tüm süreçlerde bilgi ve veriler vatandaşlarımızla şeffaf olarak paylaşılmalıdır.
Şu andaki hükûmetin en önemli eksikliği, verileri şeffaf bir şekilde vatandaşlarla paylaşmıyor olmasıdır. Biz aylardır bastırdık hatta “Vaka sayısı 30 bin oldu” dedik. “Bak düşük açıklıyorsunuz” dedik. Bizden 10 gün sonra da “29 bin 800 küsur tane vaka varmış” dediler. Bizim bastırmamızdan sonra ancak gerçek vaka sayısını açıkladılar.
Eğitime cumartesi günleri de devam edilmeli ve öğretmenlere ek ücret ödenmelidir.
Fiziksel şartlar yeniden düzenlenmelidir.
EBA’ya erişim konusundaki sıkıntılar hızla çözülmeli, böylece hem evde hem okulda eğitim faaliyeti devam etmelidir.
Bunun için gereken internet altyapısı kurulmalı, hiçbir çocuğumuz mağduriyet yaşamamalıdır.
Eğitimde fırsat eşitliği çok önemli. Evinde hızlı internet bağlantısı olan eğer birkaç kardeş okula gidiyorsa; her bir okula giden çocuğumuz için ayrı ayrı tablet ya da bilgisayar sahibi olan vatandaşlarımızla bu imkânlara sahip olmayan vatandaşlarımız arasında çok ciddi fırsat adaletsizliği oluştu.
Genel anlamda baktığımızda eğitimde, Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman varlıklı ailelerin çocuklarıyla gelir seviyesi düşük ailelerin çocukları arasında bu kadar büyük bir fırsat adaletsizliği oluşmamıştı. Ülke olarak ilk defa böyle bir şey başımıza geliyor.
Bizim tavsiyelerimiz bunlar. Umarım takip ederler, umarım ders alırlar, umarım uygularlar.
Ama değerli arkadaşlar hep söylüyorum, buradaki temel sorun zihniyet. Eğitim sistemimizdeki tüm aksaklıklar kısa vadeli bakıştan kaynaklanıyor.
Eğitim sürekli olarak ideolojik bir çatışma alanı haline getiriliyor.
Yönetime gelenler kendi fikrine benzeyen, adeta tornadan çıkmış çocuklar ve gençler yetiştirmeye çalışıyor.
Oysa eğitim, çocukları devletin ideolojik görüşüne göre tornadan geçireceği bir araç değildir.
Eğitim, toplum mühendisliği yapmanın bir aracı değildir. Biz bu anlayışı sona erdireceğiz.
Parti programımız çok açık. Şu anda iddialı konuşuyorum, bizim eğitim politikamız, eğitim ile ilgili yaptığımız hazırlıklar diğer tüm benzer hazırlıklar mukayese edildiğinde en ileri en güncel ve günümüzün, yarınlarımızın gereği olan hazırlıklar.
Biz DEVA Partisi olarak eğitimde öncelikle fırsat eşitliğini, adaleti ve insanı merkeze alacağız.
Türkiye’nin doğusu ile batısı, şehirleri ile köyleri arasındaki eğitim farkını azaltmak için çalışacağız.
Sadece parası olanın değil, herkesin iyi eğitim alması için çalışacağız.
Eğitimi üç yaşında başlatacağız. Çocuklarımızın erken yaşlarda, doğuştan sahip oldukları özellikleri dikkate alan bir eğitim sistemi kuracağız.
Çocuklarımızın erken yaşlarda doğuştan sahip olduğu özellikleri dikkate alan bir eğitim sistemi kuracağız. Başarısız öğrenci diye bir şey yok. Her öğrencimizin, her çocuğumuzun, her gencimizin, her evladımızın iyi olduğu alanlar var. Belki biraz daha geriden geldiği alanlar var. Her çocuğumuzun başarılı, iyi olduğu alanları erken yaşlarda kavrayıp o alanda daha ilerlemesine destek verici bir eğitim anlayışını Türkiye’ye getirmek zorundayız.
Dil eğitimini anasınıfından itibaren çocuklarımıza sunacağız. Bu ilkokulda da yoğun şekilde devam edecek.
Dil eğitimi erken yaşlarda verilmesi gereken bir eğitim. Yine o yaşlar kaçırıldığı zaman ileriki zamanlardaki dil eğitimi verimli olmuyor ve çocukların erken yaştaki dil öğrenme fırsatını kaçırdığınız zaman ileriki yaşlarda aynı verimi alamıyorsunuz.
Biz çocuklarımıza ezberlemeyi, ezberleri tekrar etmeyi değil, sorgulamayı öğreteceğiz. Soru soran gençlerden korkmayacağız!
Biliyoruz ki, soru sormak öğrenmenin en etkili yoludur. Sorgulamak, demokratik bir ülkede gençlerimizin sahip olması gereken en önemli özelliklerden birisidir.
Çağdaş dünyanın temelinde eleştirel düşünce yatar. Gelişmiş toplumlar, eleştiriyi bastıran değil, eleştiriyi teşvik eden toplumlardır. Biz, eleştirel düşüncenin önünü açacağız.
Çocuklarımıza, gençlerimize merak etmekten, eleştirmekten korkmamayı öğreteceğiz.
Çocuklarımızın analitik düşünmelerini geliştireceğiz. Sadece öğretime odaklanmayacağız; çocuklarımızın, gençlerimizin sosyal, duygusal ve psikolojik gelişimlerini de eşzamanlı sağlamak için çalışacağız.
Seçmeli ders çeşitliliğini artıracağız. Kişiselleştirilmiş ve esnek bir müfredat anlayışı getireceğiz.
Çocuklarımızın, gençlerimizin hayallerini kalıplara sokmayacağız.
Ezberlerle, sınav kaygılarıyla gençlerimizi korkuya boğmayacağız.
Tam da bu nedenle, gençlerimizin büyük kaygı duyduğu üniversiteye giriş sınavlarını yılda birkaç defa yapacağız. Hastalık veya benzer nedenlerle sınavı kaçıran gençlerimizin farklı tarihlerde sınava yeniden girme hakları olacak.
Aşağı yukarı 12 yıllık eğitim döneminden sonra saatlerle ifade edilen bir sürede hayatının geri kalanını etkileyecek önemde olan üniversite sınavlarını tek bir fırsat, tek bir gün birkaç saatte sınırlı tutmayacağız. Alternatif günleri olacak.
Hayat boyu tek mesleğe zorlayan katı eğitim modellerini terk edeceğiz.
Bunun yerine hayat boyu eğitim ile bireylerin değişmelerine imkân tanıyacak, zaman içinde değişebilecek isteklerine cevap verecek eğitim modelleri oluşturacağız.
İnsan ömrü uzuyor artık. Teknoloji de gelişiyor. Bu yeni dünyada gençleri tek bir mesleki kalıbın içine sıkıştırmak doğru mu? Bu gençleri, bizleri mutlu eder mi? Ülkeyi geliştirir mi?
Gençlerimiz hayatları boyunca belki bir, belki üç meslek değiştirebilecek bundan sonra. 18 yaşında seçtiği meslek, 10 sene sonra geçerliliğini tamamen kaybedecek. İşte o noktada üniversitelerimizi hayat boyu öğrenim merkezi haline getirerek kısa süreli programlarla öğrencilerimizi yeni alanlara, gençlerimizi yeni mesleklere döndürebilecek, yöneltebilecek bir sistemin de altyapısını kurmuş olacağız.
Öğretmenlerimize, eğitimcilerimize de mesleklerinin itibarını yeniden iade edeceğiz.
Eğitimde en önemli konu öğretmen. “Eğitim unsurlarının en önemi konusu nedir?” diye 1’den 10’a kadar sıralayacak olursak birinci sırada öğretmen, ikinci sırada yine öğretmen, üçüncü sırada yine öğretmen. Dördüncü, beşinci sırada başka şeyler sıralayabiliriz ama öğretmen, öğretmen, öğretmen.
Hafife alınacak bir meslekten bahsetmiyoruz arkadaşlar. Öğretmenlerimiz, her birimizin yetişmesinde ailelerimiz gibi etkisi olan kişiler. Öğretmenlik tek tek bireyleri yetiştirerek toplumu dönüştürme kudretine sahip bir meslek.
Bu nedenle öğretmenlerimizin de hayat boyu öğrenmesini merkeze alacağız. Meslek içi eğitimlerle gelişime ve zamanın ruhuna ayak uydurmalarını sağlayacağız.
Biz DEVA Partisi olarak çocuklarımız için bir tek gün dahi kaybetmememiz gerektiğini biliyoruz. Bu yüzden çalışıyoruz. Tüm bunları, yarınlarımızı şimdiden kurmak için hiç vakit kaybetmeden ele alıyoruz.
Çünkü sevgili dostlarım, çocuklarımızın yarınları şimdiki gibi yanlış eğitim politikalarıyla yok edilemez.
Çocukların ve gençlerin DEVA’sı hazır. Türkiye’nin yarınlarının DEVA’sı hazır.
****
Eğitimden bahsetmişken özellikle Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte gündemimizin ortasında üniversitelerin özerkliği tartışması düştü.
Biz üniversiteler ile ilgili ne diyoruz? “İdari özerklik ve bilimsel özgürlük” diyoruz. Üniversitelerin mutlaka kendi potansiyellerini ortaya koyması için, uluslararası sıralamalarında kendilerini daha yukarıda görebilmeleri için mutlaka bu iki şart yerine getirilmeli: İdari özerklik ve bilimsel özgürlük.
Şu an bakıyoruz ‘Dünyanın En İyi 500 Üniversitesi’ içerisinde, ‘Dünyanın En İyi 1000 Üniversitesi’ içerisinde her sene sıralamalar yapılıyor, Türkiye’deki ki üniversitelerden birkaç tanesi ya girebiliyor ya giremiyor. Bu uluslararası rekabette nerede olduğumuzu maalesef çok acı bir şekilde bize gösteriyor.
Bu özerklik nasıl sağlanacak? Öncelikle bizim parti programımızda açık bir şekilde yazdığımız bir konu var. Nedir? Diyoruz ki “Biz YÖK’ü kapatacağız. Üniversiteleri tek merkezden şablonlarla, tornadan çıkmış kurulu yöneten bir kurumun, tek bir merkezden yöneten bir kurumun bugünün dünyasında, bugünün Türkiye’sinde yeri yok” diyoruz.
Kuşkusuz bir akreditasyon mekanizmasına ihtiyaç var. Kuşkusuz kontenjanlar konusunda bir koordinasyon ihtiyacı var. Bir performans değerlendirme ihtiyacı var ama onun adresi bugünkü YÖK değil arkadaşlar. Yeni mekanizmalarla yeni kurumsal yapılar oluşturmamız gerekiyor.
Bizim üniversitelerimizin dünya sıralamasındaki başarısı demek, gençlerimizin yarının çok çetin geçecek dünya rekabetindeki başarısı demek. Eğer biz bugün üniversitelerimizi dünya ile rekabet eder hale getirmezsek o üniversitelerden mezun olan gençlerimiz dünya yarışında geri kalırlar. Zaten şu anda bunu yaşıyoruz. Bakın maalesef Türkiye yüksek teknolojide, yüksek katmanlı üretimde çok geri kaldı. 2012-2013 yıllarında yakaladığımız 12.500 dolarlık milli gelir bugünkü yönetimle, bugünkü zihniyetle artık bir hayal. 800 küsur dolara düşürdüler tekrar mlii geliri. Biz 3.500 dolardan aldık tam 12.500 dolara yükselttik milli geliri.
Benim bakanlığım döneminde defalarca vurguladığım birkaç konu vardı. Diyordum ki “Türkiye eğer eğitimde, hukukta gerekeni yapmazsa, eğitimde ve hukukta sorunlarını hızlı bir şekilde çözmezse orta gelir tuzağına düşecek” diyordum. Defalarca uyardım. Bu “orta gelir tuzağı” ilk defa benim kullandığım bir terminolojidir. Türkiye bilmiyordu o zaman. 3.500 dolardan 12.500 dolara çıkmanın heyecanını coşkusunu ve nimetini yaşıyordu Türkiye ülke olarak. Ama o günden bu uyarıları yaptık ve maalesef bu yönetim şu andaki yönetimde olan zihniyet hem hukukta ülkeyi dibe vurdurdu hem de eğitimde ülkeyi dibe vurdurdu. Ve geldiğimiz sonuç belli. Artık patinaj yapan büyüyemeyen bir ekonomi ile karşı karşıyayız.
İşte bu yüzden biz diyoruz ki Türkiye’nin ihtiyacı özgür, özerk ve performansa dayalı üniversiteler.
Ve değerli arkadaşlar, tıpkı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizde yaptığımız gibi, toplumu yeni üniversite sistemi üzerinde tartışmaya davet ettik.
İnternet sitemiz üzerinden yazılan önerilerin ardından düzenleyeceğimiz çalıştay ile “Yeni dünya, yeni üniversite, yükselen Türkiye” modelimizin detaylarını kamuoyu ile paylaşacağız.
Çünkü biz sorunları tespit ediyoruz. Çalışıyoruz ve çözüm önerilerimizi ortak akılla, istişare ile geliştiriyoruz.
Slogan atarak, koskoca üniversite sistemi sorununu tek kişiye, tek bir üniversiteye indirgemesini doğru bulmuyoruz. Tabii ki görüşler önemlidir, tabii ki özgür bir şekilde yürüyüşle, toplantıyla eleştiriler tabii ki gündeme gelebilir ama büyük resime de bakmak zorundayız.
Bu bir sistem sorunudur ve DEVA Partisi bu sistemi düzeltecek tek partidir.
*****
Değerli arkadaşlarım,
Nasıl ki eğitim için istikrarlı ve verimli bir sistem gerekiyorsa, aynısı ekonomi için de geçerli.
Eğitimin reçetesini söyledik. Şimdi bir reçete de ekonomiye yazalım.
Bakalım ekonominin reçetesi yönetenlerin zihniyetine acı mı gelecek, tatlı mı gelecek?
Birincisi; ekonomiyi düzeltmenin yolunun hukuk devletinden geçtiğini büyük puntolarla masalarının üzerine yazıp sabah, akşam günde 10 defa okumaları lazım. Duvarlarına asmaları lazım. Yanlarında çalışan insanlara söylemeleri lazım. “Bak oğlum, kızım bana günde 10 kere hatırlat. Ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer, ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktan geçer” diye. Bu öğrenmezlerse ne yaparlarsa yapsınlar beyhude, olmaz.
Bir ülkede hukukun üstünlüğü yoksa hukuk devleti yoksa hukuki güvenlik yoksa o ülkede o ülkeye yatırım gelmez. O ülkenin kendi insanı, kendi sermayeleri kendi ülkesine yatırıp yapmaz. Şu anda bu ülkenin en önemli problemi işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı. Bunun çözümü yatırımlardan geçiyor, doğrudan yatırımlardan geçiyor. Yeni sıfırdan yatırımlardan geçiyor. Yeni yatırım olmadan yeni iş sahası açılmadan işsizlik sorunu çözülmez. Yeni yatırım yapacak insan mutlaka hukuki güvenlik ister. Bu kadar basit.
Tekrar ediyorum, ekonomiyi düzeltmenin yolu hukuktur.
Tabii biz hukuk deyince onlara acı reçete gibi gelebilir. Hiç acı gelmesin, hukuku duyunca yüzünüz öyle hiç ekşimesin. Hukuku uygulamak zorundasınız. Bu tedaviyi reddetmeyin.
İkincisi; eksik, gedik, ağır, aksak değil. Tam demokrasi olacak ve güven sağlayacaksınız. Şeffaf olacaksınız. Cebinizdeki cüzdanı gösterip, kredi kartı borcunuzu saklamak gibi ucuz hesaplar yapmayacaksınız. Niyetinizden kimse şüphe duymayacak.
Üçüncüsü; dürüst ve işin ehli bir kadronuz olacak. Bakın; birisi çok dürüst olabilir ama işinin ehli değildir. Bu olmaz. Birisi işini iyi yapar ama dürüst değildir. O da olmaz. Hem dürüst hem de işin ehli kadrolarınız olacak.
Dördüncüsü; ekonomik programınızın bir iç tutarlılığı olacak. Öyle sağdan bakınca bir şey, soldan bakınca başka şey görmeyeceksiniz. Hedefiniz net olacak, bir dediğiniz bir dediğinizi tutacak.
Beşincisi; Merkez Bankası, TÜİK gibi kuruluşlar bağımsız çalışacak. Bunun da pazarlığı yok. Yarı bağımsız değil, tam bağımsız çalışacak. Merkez Bankası, TÜİK, SPK, BDDK, EPDK bağımsız olarak çalışması şart olan kuruluşlar. Bu kuruluşları siz günlük siyasetin mahkûmu haline getirirseniz o ülkede öngörülebilirliği oluşturamazsınız.
Kimsenin aklında gelmemeli ki “Ben şöyle bir adım atarsam, şöyle bir karar alırsam, şöyle bir görüş bildirsem, şöyle bir beyanatta bulunsam acaba
Cumhurbaşkanı telefon açıp beni fırçalar mı?”
Cumhurbaşkanı’nın etrafındaki bir ekip var ya, ekonomiden zerre kadar anlamayan sürekli yanlışlarla, sürekli ekonominin gerçekleriyle ters düşen söyleyen ekip... İşte o ekipte kimi zaman ‘trollvari’ hareketlerle, kimi zaman basın üzerinden düzgün iş yapmaya çalışan kurumları maalesef olumsuz etkiliyor. İşte bağımsız kurumlardaki ve kurullardaki insanların korkmaları lazım. Doğru bildiklerini yapmaları lazım. Doğru bildiklerini yaparken de onlara siyasi bir müdahalenin devletin en tepesinden ya da çevrelerindeki halkalardan gelmemesi lazım.
Altıncısı; kural bazlı olacaksınız. Kuralları açıklayacaksınız ve attığınız her bir adım açıkladığınız kurallar içeresinde yerini bulacak. Ancak böyle öngörülebilir olursunuz. Ben sabah kalktım aklıma bir şey geldi açtım telefonu talimat verdim, “Şunu yapın” dedim. Böyle olmaz. Ya da akşam kulağıma biri bir şeyler fısıldarken “Ya iyi fikir galiba” dedim. Sabah talimat verdim, şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın. Böyle olmaz. Keyfilikle ekonomi yönetilmez. Dürtülerle, duygularla ekonomiyi yönetmezsiniz. Ekonomi rasyonalite üzerinden yönetilir. Ekonomi kurallarla yönetilir, güçlü kurumlarla yönetilir. Kural bazlı yönetim diyoruz, kural bazlı.
En önemli kural, mali kural. Bizim parti programımızda yazan bizim zamanında getirmeye çalıştığımız ve maalesef engelledikleri mali kural. Bu kuralı da koyacaksınız ki ileriye doğru öngörülebilir olun ve kötü zamanlarda eliniz rahat olsun.
Bakın ben iddialı konuşuyorum. Bizim dönemimizde Türkiye o mali kuralı getirseydi, uygulamaya başlasaydı bugünkü pandemi şartlarında 100 milyarca Türk lirası esnafımıza, ihtiyaç duyan vatandaşlarımıza rahatlıkla dağıtabilirdi bu dönemde ve karşılıksız olarak bu destek verilebilirdi. Yapamadılar. Niye? Güven yok. Bugün para basıp dağıtmaya çalışsalar, yarın buradan geri dönmeyeceklerinin hiçbir garantisi yok. Ne oldu? Nisanda, mayısta biraz para basmayı denediler, baktılar bütün dünya bunu yapıyor ama mali kuralı olan ülkeler yapıyor bunu para basıyorlar dağıtıyorlar. Yeter ki bastığınız paranın karşılığı olsun ve yeter ki bastığınız para kurallar içerinde önceden tanımlanmış, kurallar içerisinde yapılmış bir işlem olsun. Euro bölgesi bunu yaptı, Avrupa Birliği yaptı. Amerika Birleşik Devletleri bunu yaptı. Japonya yaptı. Dünyanın en büyük ekonomileri yaptı. Dünyanın küçük de olsa güçlü olan ekonomileri bunu yaptı. Niye Türkiye yapamadı? Siz zamanında kuralla kendinizi bağlamak istemezseniz, hukuka da kendinizi bağlı hissetmezseniz “Aklıma geleni bugün yapayım, kimse bana karışmasın, kimsede beni denetlemesin” gibi bir zihniyetle bu koskoca ülkeyi yönetmeye çalışırsanız işte ülkenin düşeceği durum budur.
Bu reçeteyi uzatabiliriz ama bunlar acil ihtiyaçlar.
Bu reçetenin adı nedir biliyor musunuz? DEVA ekonomisi.
Türkiye’yi içine düştüğü fakirlikten, bu ekonomik dar boğazdan kurtaracak olan DEVA ekonomisidir.
Rahat bir nefes almamızı sağlayacak olan DEVA ekonomisidir.
DEVA ekonomisi; adil rekabete, verimliliğe, özel sektör öncülüğüne ve fırsat eşitliğine dayanır.
Kaliteli büyümenin yoludur.
Büyümenin nimetlerinden halkın adilce faydalanmasının yoludur.
DEVA ekonomisi; büyümenin vatandaşa daha iyi eğitim ve daha iyi sağlık hizmeti olarak geri dönmesidir.
DEVA ekonomisi; gelir adaletsizliğine bir son vermektir. Yoksulluğa yeter artık demektir. Bu iş bilmezliği kabul etmemektir.
Bu reçete ne zaman uygulanacak biliyor musunuz değerli arkadaşlar?
Ekonomi reformları açıklanınca, ekonomi yönetimleri değiştirilince değil; bu iktidar değişince uygulanacak.
İktidara geldiğimizde hem hukuka hem de insan onuruna yaraşır bir yaşama kavuşacağız.
Uzun vadede bir ülkenin ekonomik kalkınmasının, büyümesinin en önemli formülü eğitimden geçiyor. Eğer siz bugünkü çocuklarımızı, gençlerimizi yarınlarının bilgisiyle becerisiyle donatmazsanız ülkenin ekonomisinde başarılı olmak mümkün olmaz, imkânsız. Çünkü bugünün dünyasında para bol. Bugünün dünyasında finansman sorunu yok. Kaynak sorunu yok. Trilyonlarca dolar, trilyonlarca euro kaynak hazır bol bol. Havuz dolu. Denizler dolusu para var, finansman var ve olacak da. Para kıtlığı olmayacak dünyada. Ama dünyada ne kıtlığı olacak? İyi yetişmiş insan kıtlığı olacak. İşte iyi yetişmiş insanın değeri her şeyden fazla olacak.
Dünyanın belki yer altında kaynakları var ama asıl kaynakları biz yer üstünde arayacağız. Hele hele ülkemiz için bu ülkenin kaynağı, bu ülkenin çocukları ve gençleri. Kaynağımız bu. Ne kadar iyi yetiştirirsek, ne kadar iyi eğitirsek o kadar zenginiz. Formül çok basit ama ona da bugün başlamak zorundayız. Bir gün dahi ertelemeyiz. Kaçırdığımız her gün, her ay, her yıl nesillere mal oluyor ve inanın o kayıpları telafi etmek ileride çok zor. Bunun içindir ki eğer ekonomide Türkiye’nin toparlanmasını istiyorsak, eğer ekonomik sorunların hızlı çözülmesini istiyorsak benim bugünkü hükûmete vereceğim en önemli iki tavsiye; hukuk ve eğitim. Bu ikisini önlerine koysunlar, ekonomi arkadan toparlanır gelir. Ha adamları yoksa adam göndeririz. Bilmiyorlarsa öğretiriz.
Bakın biz şunu da demiyoruz “Bekleyelim seçim olsun, DEVA iktidarında işler toparlar.” Biz bugünden düzelmesini isteriz bu ülkenin ama bu ülkeyi yöneten zihniyetin buna açık olması lazım. Hukuka bağlı olması lazım. Kendisini anayasa ile bağlı hissetmesi lazım. Eğitime gerçekten önem vermesi lazım. Eğitimi ideolojik bir çatışma alanı, belli bir siyasi görüşün gençleri kalıba sokma alanı görmemesi lazım. Önce buralarda bir anlaşmak lazım. Önce bu zihniyetlerini değiştirmeleri lazım. Olur mu? Çok zor. Zaten olmayacağını bildiğimiz için biz bu işe başladık.
****
Değerli Amasyalı hemşerilerim,
Amasya’nın sorunlarını da dinliyoruz, görüyoruz, biliyoruz.
Her türlü tarım için verimli topraklara sahip olmasına rağmen Amasya tarımda
hak ettiği yerin çok gerisinde. Pancar, soğan, bamya, kiraz, elma...
Dahası çiftçilerimiz yüksek girdiler nedeniyle büyük ekonomik darboğazda. Traktörleri bile haczedilmiş çiftçilerimiz var.
Böyle bir şey yoktu Türkiye’de. Böyle bir uygulama yoktu. Bakın nereden nereye geldiler. Hem girdi maliyetini arttırarak çiftçiyi zor durumda bırakan kendileri hem de zor durumda kalan çiftçinin elindeki malı, mülkü, traktörü almaya çalışan da kendileri. Böyle bir şey kabul edilebilir mi?
Ve tarımsal girdinin en önemli maliyet kaynağı döviz kuru. Yem, gübre, ilaç, mazot, traktör bunların hepsinin maliyeti döviz.
Hani ortadan kaybolan bir bakan vardı. Ne diyordu “Biz kura bakmıyoruz” diyordu. Hani o partili Cumhurbaşkanı ve akraba bakan ele ele verip de ülkenin 130 milyar dolar döviz rezervini erittiler ya. İşte o dönemde ne diyorlardı, bir yandan dövizi eritiyorlar bir yandan da “Biz kura bakmıyoruz” kontrol edemeyince “Rekabetçi kur istiyoruz” gibi saçma sapan birbirinden tutarsız ifadeler.
“Kura bakmıyoruz” dediler. “Rekabetçi kur” dediler. İyi de o kur geldi çiftçiyi vurdu.
Artan maliyetler de çiftçimizin, üreticimizin belini büktü. Satış fiyatları, ürün fiyatları o kadar artabildi mi? Artamadı. Çünkü vatandaşın alım gücü artmadı ki nereye fiyatı istediğiniz gibi arttırıyorsunuz, mümkün değil. Arada çitçimiz sıkıştı kaldı. Maliyet arttı, satış fiyatını artıramadı pek çok üründe ve arada sıkıştı kaldı. Çoğu üründe de zarar etmeye başladı. Daha çok ürettikçe, daha çok zarar etmeye başladı ve evine ekmek götüremeyen vatandaşlarımızın sayısı hızla çoğaldı.
Bakın arkadaşlar, burada açıkça bir kez daha ifade etmek istiyorum:
Dünya çapında yaşanan pandemi krizi bir kez daha gösterdi ki tarım çok kilit bir sektör. Artık bir ülkenin geleceği, kendi kendine yeten bir tarım sektöründen geçiyor.
Türkiye, bu konuda olağanüstü bir potansiyele sahip. Fakat temel ürünlerin hemen her birinde bu ülkeyi ithalata mahkûm eden tarım politikası anlayışıyla karşı karşıyayız. Pamuğun, buğdayın, mısırın ithal edilmesi. Böyle şeyler bilemedik biz. Böyle bir şey yoktu. Hatta övünürdük “Türkiye kendi kendine yeter” derdik.
Sadece kendi kendine yeten değil, tüm dünyaya tarım ürünlerini, tarıma dayalı sanayi ürünlerini, gıdayı ihraç edebilecek bir potansiyelimiz var. Bizden toprak olarak çok daha küçük ülkeler Türkiye’nin on misli, yirmi misli üretim yapıyorlar, ihracat yapıyorlar, dünya pazarına hâkim oluyorlar. Türkiye niye yapamıyor? Çünkü kötü yönetiliyor. Kötü yönetimin ağır bedelini ödüyoruz maalesef biz. Her alanda olduğu gibi tarımda da bunu ödüyoruz.
Biz;
İnsana, toprağa, çevreye saygılı; üretici ve tüketicinin haklarını koruyan; sağlıklı ve sürdürülebilir bir üretimi esas alıyoruz.
Veriye ve bilime dayalı; yüksek katma değer üreten, rekabetçi, yenilikçi bir tarım sektörü oluşturmak istiyoruz.
Çiftçiyi desteksiz, sahipsiz bırakıp, tarıma da “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra”
diye bakarsanız; çiftçimiz de bu zor duruma düşer. Memlekette kendi ihtiyacı olan gıda ürünlülerini bulamaz dışarıdan döviz verip satın almak zorunda kalır. Ülkenin düşeceği durum budur.
Maalesef memleketimizi, milletimizi aç bıraktılar aç.
O yüzden önce çiftçilerimize sahip çıkmak, onların gelirlerini, yaşam standartlarını düzeltmek zorundayız.
Çözüme buradan başlamamız gerekiyor ve çitçimizin yeniden, köylümüzün yeniden bu milletin efendisi olduğunu, olması gerektiğini biz buradan herkese uygulamalarımızla göstermek zorundayız.
Biz, sulanabilir alanların genişletilmesine yönelik yatırımlara öncelik vereceğiz.
Varsa yoksa Kanal İstanbul’la yatıp kalkıyorlar. Biz “Bakın” diyoruz “Türkiye’de tarımsal sulamada eksikler var, bitmiş barajlar var bunların sulanma yatırımları yapılmamış. Damlama sulama için yatırım gerekiyor. Barajdaki suyun toprakla buluşması için ilave yatırımlar gerekiyor. Su kanalları gerekiyor.” Biz “su” diyoruz, “kanal” diyoruz Cumhurbaşkanı yatıyor kalkıyor “Kanal İstanbul” diyor. Niye? Çünkü öyle bir rant çevresi var ki etrafında “Çiftçiyle, tarımla uğraşacağınıza bakın burada koskoca İstanbul. İkinci bir boğazı yap. Boğazda gayrimenkul pahalı mı? Pahalı. İkinci bir gayrimenkul yapsak ne kadar para kazanır bu işten ya” diyorlar ve o gözlerini kör eden rant o çevrelerin baskısıyla Sayın Erdoğan inatla, ısrarla “Kanal İstanbul, Kanal İstanbul” diyor.
Burada iddialı bir şey söylüyorum; Kanal İstanbul’a harcanan parayla Türkiye’nin sulama yatırımlarının tamamı fazlasıyla yapılır. Eğer siz ülkenin geleceğini daha çok düşünüyorsanız, bu ülkenin gıda güvenliğini düşünüyorsanız, bu ülkenin çiftçisini, köylüsünü düşüyorsanız bırakın şu Kanal İstanbul’u. Belki ülke daha zenginleşir, ileride imkânlar genişler o zaman bakılır bu tür projelere. Bir yandan da çevresel etkilere bir bakın. Daha çevre analizi bile tam yapılmadan apar topar yangından mal kaçırır gibi ne yapıyorlar? “Hemen temel atacağız, hemen ihale yapacağız.”
Galiba artık biraz da yavaş yavaş gidici olduklarını anladılar da onun için bu kadar acele ediyorlar. “Gitmeden önce şu büyük projeleri bir an önce verelim de ondan sonra ne olacağı belli değil” gibi bir hissiyat galiba yavaş yavaş şu andaki hükûmeti sarıyor diye okuyorum, sadece bu konudaki yaklaşımdan.
Kanal İstanbul’u bırakın, siz su kanalı yapın. Sulama projelerini geliştirin. Damla-sulama sistemini Türkiye’nin genelinde yaygınlaştırın. Asıl bu ülkenin geleceği oralarda yatıyor.
Amasya’nın altyapı sorunları hâlâ devam ediyor.
Bununla beraber hava, su ve toprak kirliliği ile de mücadele ediyor Amasya.
Özellikle Yeşilırmak Nehri’nin günbegün artan kirliliğine karşı acilen tedbir alınmalıdır.
Atık su tesislerinin kapasitesi arttırılmalıdır.
Yine aynı şekilde hava kirliliği ile ilgili de tedbirler arttırılmalıdır. Temiz hava, temiz su ve temiz toprak en temel haklardandır.
Doğayı, çevreyi gözümüz gibi korumak zorundayız. Bu, sadece bugünümüze karşı değil, bizden sonraki nesillere karşı da sorumluluğumuzdur.
Amasya, olağanüstü güzelliğiyle büyük bir turizm şehri olabilecekken maalesef yeterli desteği görmüyor.
Tarihi kalesi, Kral Kaya Mağarası, termal kaynakları, doğasıyla adeta kenara itilmiş durumda... Bu potansiyelin layıkıyla değerlendirilmesi ve başta Amasya olmak üzere ülkemiz için bir katma değere çevrilmesi gerekmektedir.
Konumu itibariyle Amasya doğu ile batı arasında bir lojistik noktası olabilecekken maalesef bu da değerlendirilmiyor.
Amasya’da organize sanayi bölgeleri de yetersiz. Böyle olunca değerli arkadaşlar, üretimde geriye düşülüyor, istihdam sağlanamıyor, işsizlik artıyor
ve gençler şehirden göç ediyor.
Amasya’nın sorunu çok, derdi çok. Dinliyoruz, biliyoruz, görüyoruz.
Amasya’nın demokrasiye ihtiyacı var, atılıma ihtiyacı var. Ama arkadaşlar Amasya’nın DEVA’sı hazır.
Şimdi de size sormak istiyorum: Amasya hazır mı?
*****
Saygıdeğer arkadaşlar,
Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.
Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.
Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.
Gerçekten arkadaşlar, vatandaşlarımızın şu anda yarınları için güvenebileceği, destek verebileceği, kendi yarınlarını gönül rahatlığıyla teslim edebileceği yegâne parti, DEVA Partisi. Bunu görmemiz lazım. 9 Mart’ta eş zamanlı olarak 81 ilde binlerce ilçede sokaklardaydık, çarşıdaydık, pazardaydık. Türkiye’nin dört bir yanında çok güzel kareler geldi. Adeta toprağın suya susadığı gibi şu anda ülkemizin düzgün siyasete ihtiyacı var. Düzgün insanların siyasette olmasına ihtiyacı var. Vatandaşlarımızın gönül rahatlığıyla destekleyeceği kadrolara çok büyük ihtiyaç var. İşte o büyük ihtiyacı karşılayacak yegâne parti DEVA Partisi.
Sorumluluğumuz çok büyük. Omuzlarımızdaki yük çok büyük. Gerçekten bu vatandaşın, bu milletin umudu haline gelmiş bir partinin mutlaka ve mutlaka başarılı olması gerekiyor. DEVA Partisi’nin başarısı, Türkiye’nin başarısıdır. Bunu görmemiz lazım ve bu ruhla gece gündüz çalışmamız lazım. Çalmadığımız kapı bırakmamamız lazım. Ziyaret etmediğimiz işyeri, ev bırakmamamız lazım.
Çünkü DEVA Partisi;
Kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Amasya’nın DEVA’sı var. Ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.