GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
4. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI
Değerli basın mensupları,
Dünkü il başkanları toplantımız vesilesiyle aramızda olan çok değerli il başkanlarımız, değerli teşkilat mensuplarımız
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm değerli dostlarımız,
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
***
Değerli basın mensupları,
Biliyorsunuz bugün 15 Aralık Dünya Çay Günü. Bu vesileyle Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki tüm çay üreticilerimize buradan özellikle muhabbetlerimi iletmek istiyorum.
Dünyada üzerine kar yağdığı için ilaçlama yapılmayan, herhangi bir böcek, haşere içermeyen tek çay olan Doğu Karadeniz bölgemizin çayının aynı zamanda tiryakilerini de buradan kutluyorum.
Türkiye’nin gündemi yoğun.
Biz, DEVA Partisi olarak ülkemizin gündeminin de ötesinde bir yoğunlukla çalışmaya devam ediyoruz.
Hem günlük gelişmeleri çok takip ediyoruz, analiz ediyoruz, doğru bir perspektif ortaya koyuyoruz;
Hem de ülkemizin yarınlarıyla ilgili detaylı hazırlıklar yapıyoruz.
Bugünden seçim sonrasıyla ilgili her şeyi hazırlıyoruz. Kadrolarla, planlarla, programlarla her şeyi hazırlıyoruz.
Her an ülkemizin bir başka caddesindeyiz.
Her mahallede bu kötü yönetimin acısını görüyoruz.
Her sokakta kötü yönetimin ödettiği bedel altında ezilen vatandaşlarımızla karşılaşıyoruz.
Şu son dönemde, Türkiye’nin dört bir yanından ekmek kuyruğu fotoğrafları paylaşılıyor. Ülkenin düştüğü durum bu.
Milyonlarca vatandaşımız açlıkla sınanıyor.
Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz gün bir ayet okuyarak, yokluk, yoksulluk, açlık konusunda halkımıza sabır tavsiye etti.
Bu ekonomik krizi, bir imtihan gibi sunmaya çalıştı.
Değerli arkadaşlar, bu açlık, bu yoksulluk, bu enflasyon bir doğal afet değil.
Bir deprem, bir sel felaketi, bir tsunami yaşamadık.
Bu kriz, Erdoğan’ın kötü yönetiminin sonucu çıkmış bir kriz.
Erdoğan ve yanındaki krizlerin ortağı Bahçeli, sürekli olarak halkımızın milli ve dini duygularını istismar ederek iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Ne zaman bir sorundan bahsetseler; hakikati ve çözümü konuşmak yerine hemen bir ayet okuyorlar. Hemen meseleyi İstiklal Savaşı’na getiriyorlar.
Bakın, bu milleti kandırabileceğinizi zannetmeyin. Halkı bu yalanlara inandırabileceğinizi zannetmeyin.
Biz bu aldatmacalara, bu oyunlara, geçit vermeyeceğiz. Gerçekleri sürekli olarak yüzlerine çarpacağız.
Bugün elektrik faturamıza, ekmek fiyatlarına, ayçiçek yağına, A’dan Z’ye her şeye gelen zam, o yağ tenekelerine vurulan kilit Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin imzasını taşıyan sonuçlar.
Arkadaşlar,
Dolar 14’ün üstüne çıktı. Merkez Bankası 1 Aralık’tan bu yana tam 4 kere, zaten borçlanarak topladığı döviz rezervlerini satarak piyasaya müdahale etti. Sözüm ona müdahale etti.
Sadece iki gün önce, piyasa tahminlerine göre tam 2,5 milyar doları birkaç saat içinde cayır cayır yaktılar.
Ay başından bu yana, 4 milyar doları bu müdahalelerle yaktılar.
“Yaktılar” diyorum, çünkü Merkez Bankası döviz sattığında, piyasaya müdahale ettiğinde bir işe yaraması lazım. Zaten borç aldığınız dövizi satıyorsanız bunun bir sonuç getirmesi lazım. Sonuçgetirmiyorsa bu dövizi yakmaktan başka bir şey değildir.
Döviz müdahalelerinin piyasaya yön verebilmesi lazım. Piyasadaki oynaklığı azaltabilmesi lazım.
Bunların hiçbirisi olmadı.
Bu müdahalelerin etkisi ne? Sıfır. Koca bir sıfır. Hiçbir işe yaramadı.
Faydası Yok, küçücük bir faydası yok.
Sonuçta zaten ekside olan Merkez Bankası net döviz pozisyonu daha da eksi seviyelere düştü. Devletin döviz borcu daha da arttı.
İşte daha dün, kur 14 lirayı geçince başladılar döviz satmaya.
2,5 milyar doları sattılar. Kur kısa bir süre sonra tekrar 14’ün üzerine çıktı. Biraz 13 küsurlarda dolaştı, tekrar nerede olacaksa oraya vardı.
Bir saat önce baktığımda 14,60’tı. Tarihi rekor seviyelerde dolaşıyor.
Yani milli paramız şu an, bu toplantıyı yaptığımız anda tarihin en değersiz anını yaşıyor.
Bir tanesi de demiyor, diyemiyor ki: “Biz bu borç aldığımız dövizleri niye yakıyoruz arkadaş ya? Niye bunu yapıyoruz?”
Yahu arkadaşlar bu kadar bilmemezlik olmaz. Bu kadar inat olamaz.
Hadi tamam, anlıyoruz ki ekonomi ilmine dair basit bir bilginiz dahi yok. Ama kaç kere aynı deneyi yaptınız. Kaç kere denediniz.
Bu denemelerden bari bir şey öğrenseydiniz.
Bu kadar öğrenmeye kapalı bir zihin olabilir mi ya?
Sen öğrenmek için okuma, öğrenmek için ilme bakma, öğrenmek için düzgün iktisatçıları dinleme; ardından, büyük bir deneme-yanılma süreci başlat ve her seferinde de batır. Şu anda olan bu.
Yine ders almıyorlar.
Yarın Para Politikası Kurulu’nun ne yapacağını göreceğiz.
Niye bir şey öğrenemiyorlar biliyor musunuz arkadaşlar? Bu bir zihniyet meselesi.
Eğer yeni bir şeyler öğrenmeye zihin kaplıysa ne anlatsak boş.
Geçenlerde beni kastederek ne dedi? ‘Bana ders vermeye kalkıyor’ dedi. Derse ihtiyacı var. Bilmiyor; bildiğini zannediyor.
Ne oldu? İktisat ilminde olmayan bir tezi son aylarda inat ve ısrarla gittikçe dayatıyorlar. İnatla ve ısrarla bunun peşinden koşuyorlar.
Ve her seferinde yanılsalar da hatada ısrar ediyorlar. Aylardır tekrar ediyorum, etmeye devam edeceğim:
Sayın Erdoğan; Türkiye Cumhuriyeti sizin yanlış tezlerinizin deneme tahtası değil!
Bu koskoca ülke bir deney laboratuvarı değil. Bu ülkenin vatandaşları da sizin deney kobayınız değil!
Yazık, günah!
Bakın ne oldu? Son üç ay...
Eylül ayında Merkez Bankası faiz indirince, kur arttı, enflasyon arttı. Hep beraber gördük mü?
Ekim ayında Merkez Bankası faiz indirince, kur yine arttı, enflasyon arttı.
Kasımda üçüncü kez Merkez Bankası yine faiz indirdi, yine kur arttı, yine enflasyon arttı.
Üç kere denediniz ya. Faiz talimatla düşmez.
Bunlar ne yapıyor? Benzine kibrit çakıyor, patlayarak yanıyor. ‘Allah Allah, böyle olmaması lazımdı’ diyor. İkinci ay yine benzine kibrit çakıyor, yine patlıyor, yine ‘Allah Allah, niye böyle oluyor’ diyorlar. Üçüncü kere yine kibrit çakıyor, benzin yanıyor, patlıyor, ‘Niye oluyor bu?’ diyorlar.
İnanın bu kadar basit ya.
Allah aşkına anlamıyor musunuz? Görmüyor musunuz? Anlamadınız mı? Öğrenmiyor musunuz?
Haydi bilmiyorsunuz, yaptığınız deneylerden de en ufak bir fikir almadınız mı? En ufak bir şey öğrenmediniz mi?
Niçin tekrar tekrar bu ülkeye zarar veriyorsunuz?
***
Cumhurbaşkanı iki de bir ne diyor? “Ben faize karşıyım”. Bir de ‘nas’ diyor. Bakın arkadaşlar, burada tam ibretlik bir sonuçla karşı karşıyayız.
Eylül ayından bu yana merkez bankasının kısa vadeli faizi yüzde 19’dan yüzde 15’e düştü.
Ancak aynı dönemde Hazine’nin 5 yıllık borçlanma faizi yüzde 17’den yüzde 23’e çıktı.
Merkez Bankası’nın faizini talimatla 4 puan indiren Erdoğan, hazinenin borçlanma faizinin tam 6 puan artmasına sebep oldu.
Bunu göremiyorlarsa gerçekten yazık ve gerçekten ayıp.
Ya madem nas diyorsun, sen Merkez Bankası’nın faizine karşısın da Hazine’nin ödediği faizine karşı değil misin?
Senin anladığın şekliyle nas, sadece Merkez Bankası faizi için mi geçerli?
Hazine ödüyor bu faizi, Hazine...
Eylülden bu yana Hazinenin ödediği faiz tam 6 puan arttı. Senin yanlışların yüzünden bu ülkenin hazinesi tam 6 puan daha fazla faiz ödemeye başladı.
Üstelik bu faizler milletten toplanan vergilerle ödeniyor. Merkez Bankası’nın aldığı faiz hazinenin verdiği faiz. Bütçeden ödediği faizi.
Bakın, bu yılki 2021 yılındaki bütçede, faiz ödemesi 180 milyar idi. 180 katrilyon. Zaten arta arta geliyor. Bizim dönemimizde her sene sabit 50 milyar civarındaydı. Ekonomi büyüyor şu var bu var ama 50 milyar dolar ortalama ödeniyordu. Bu sene 180’e çıktı. Gelecek yılın bütçesinde tam 240 milyar, 240 katrilyon eski parayla faiz ödemesi koydular. Bu tabii eski kur ve eski faize göre. Kur çıktı 8’den, 14’e 15’e 16’ya. Faiz çıktı mı, hazinenin ödediği faiz yüzde 17’den yüzde 23’e. Ne olacak? 240 milyarın da çok üzerine faiz ödemesi olacak gelecek sene.
Bütçeden ödenen bu faiz, hazinenin borçlanma faizi. Erdoğan’ın bundan bahsettiği yok. Varsa yoksa kafayı takmış Merkez Bankası’na, ’bağımsız bağımsız ’ deyip duruyordu ya... ne oldu? Ele geçirdi. Tamam. Talimatla her şeyi yaptırıyor mu Merkez Bankasına? Yaptırıyor, faizi indirtiliyor. Hazinenin faizi ne oluyor? Hazinenin ödediği faiz şu anda gerçekten çok yüksek bir faiz. Gerçekten anlamıyorlar.
Merkez bankası faizini düşürdük diyorsunuz da hazinenin faizlerini patlattığınızdan neden bahsetmiyorsunuz? Bir de ondan bahsedin. ‘Ben faize karşıyım.’ Ee ne oldu. Sonuca bakın sonuca. Karşıyım diye mücadele etmeye çalıştığın faiz hazinenin borçlanma faizi olarak patladı. Geldiğimiz nokta bu.
Ne diyordu? ‘Benim alanım ekonomi’ diyordu. ‘Ben ekonomistim’ diyordu. ‘Bu işin kitabını yazdık’ diyordu.
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Sonuca bakacaksın sonuca. Karne ortada. Karne: Yüksek kur, yüksek enflasyon ve daha yüksek borçlanma faizi. Sonuç bu.
Erdoğan yüzünden bu ülkenin hazinesi, 5 yıl vadeli borçlanırken, yani tam 5 yıl boyunca yüzde 17 yerine, yüzde 23 faiz ödeyecek demek. Geçen hafta salı günü 5 yıl vadeli hazine borçlanma yaptı. Bu ne demek? 5 yıl boyunca sabit bu faizi ödeyeceğim demek. Bu ne demek? Bugün borçlandığın zaman ileriye doğru 5 yıl boyunda yüzde 23, 23, 23 ödeyeceğim demek. Kısa vadeli de değil. Merkez bankası kısa vadeli, gecelik ya da bir hafta. Ama hazinenin 5 yıl vadeli faizden bahsediyoruz.
Gecelik haftalık faizlerle oynarken, aynı bilmeyen birisisinin elektronik bir cihaza keserle, baltayla müdahale ettiği gibi belli bir alana müdahale ederken asıl öbür tarafta bu milletin tam 5 yıl boyunca 6 puan daha faiz ödemesine sebep oluyor. Sonuç bu.
Arkadaşlar, gerçekten ekonomimizi mahvettiler! Berbat ettiler!
Bunların saçmalıkları sebebiyle, 70 yaşındaki emeklilerimiz yağmur altında ekmek kuyruğunda bekliyor.
Bu kötü yönetim sebebiyle, esnafımız ışıklarını açmadan dükkânda müşteri bekliyor. Elektrik fiyatları aldı gitti. ‘Yakamıyorum’ diyor. Gündüz saatlerinde sıfır. Ha akşama doğru hava kararınca 10 tane ampul varsa dükkânda birini yakıyor onunda idare ediyor.
Vatandaşların evine bakıyoruz buzdolapları boş.
Hani Erdoğan övünüyordu ya, Avrupalılar arabalarının depolarını doldurmaya buraya geliyor diye,
Kendi vatandaşımız dolduramıyor deposunu artık.
Ne deposu ne arabası. Tencereyi dolduramıyor vatandaşımız.
Bu yanlışlarınız sebebiyle, pazara giden kadınlar Çanakkale’de şahit oldum bir torbaya 3 adet biber alıp evine dönebiliyor.
Ve ısrarla, inatla devam ettiğiniz bu hatalar sebebiyle kendi vatandaşlarımız ülkemizi terk ediyor. Çok üzülüyoruz.
Gençlerin yüzde 70’inin, yüzde 80’inin terk etmek istediği bir ülke oldu burası. Görmüyor musunuz bunu, bilmiyor musunuz, duymuyor musunuz?
*****
Değerli arkadaşlar,
Dün bir de haberlere ne yansıdı, dövize endeksli iç piyasa için tahvil çıkartacaklarmış.
Biliyorsunuz, bazen vatandaşlarımız ellerindeki üç kuruşluk para erimesin diye döviz alabiliyor.
Çünkü Türk lirasına güvenin yerlerde süründüğü bir dönemdeyiz.
Dolayısıyla, banka hesaplarında döviz cinsinden birikim tarihi yüksek seviyede. 2001,2002 krizinde bile bankalardaki döviz mevzuatı bu kadar yüksek olmamıştı oran olarak. Şu anda yaklaşık yüzde 65.
Bankalarda vatandaşlarımızın yüz lirası varsa bunun tam 65 lirası döviz cinsinden tutulan mevduat. Bu paramıza güvenin ne kadar azaldığının en önemli göstergelerinden birisi.
Kendi vatandaşımız kendi paramıza güvenmiyor. Haklı olarak. Hükümet de çözüm bulmuş: Dövize endeksli tahvil.
Yani vatandaşa diyecek ki “Sen döviz alma, bu tahvili al, tahvili dövize göre değerlendireceğiz, sonra sana ödeyeceğiz.”
Yani, Merkez Bankasını döviz borcuna batırdıkları yetmiyormuş gibi, bir de ülkenin Hazinesini, kendi vatandaşına, dövize endeksli bir şekilde borçlandırmaya başlıyorlar.
Biz bunu sıfırlamıştık. Bizden önceki dönemde, 90’larda bunu yapıyorlardı.
Yani, Hazine iç piyasa için dövize endeksli veya döviz cinsinden borçlanma yapıyordu. Biz bunu kaldırdık, eski borçları ödeyip sıfırladık. Sıfırladıktan sonra bir daha asla böyle bir şey yapmadık.
Şimdi o eski döneme yeniden sürüklüyorlar ülkeyi.
Bir ülkenin Hazinesi, milli Hazinesi kendi vatandaşına borçlanırken, başka bir ülkenin para birimiyle borçlanır mı?
Hani millilik? Hani yerlilik?
Hâlâ akılları nerede inanılır gibi değil.
“Hukuka uyalım, hukuk devletini tesis edelim. Güveni oluşturalım. Ülkeyi düzgünce yönetelim de ekonomi düzelsin” diyeceklerine, her türlü cambazlığı deniyorlar.
Boş çabalar bunlar değerli arkadaşlar boş.
Kaybedecek bir dakika bile yokken, bu tür işlerle oyalanan bir iktidar, ciddiyetini tamamen yitirdiğini ilan etmiş demektir.
Karşımızda hukuksuzluğu içselleştirmiş, ciddiyetsiz bir kötü yönetim var.
Her alanda krizin içindeyiz. Sadece şu anda bir ekonomik krizden bahsetmiyoruz.
Yargıda adalet kalmadı.
Mecliste, milli iradenin esamesi yok.
Ekonomide, kaynak kalmadı.
Hastanelerde sağlık kalmadı.
*****
Bugün biliyorsunuz Türk Tabipleri Birliği çağrısıyla sağlık çalışanlarımız grevde. Ameliyatlar yapılamıyor.
Evet, ameliyatların dahi yapılamadığı günlerden geçiyoruz. İlaçlar bulunamıyor.
Sağlık çalışanlarımız gün yüzü görmüyor. Avrupa’nın en düşük sağlık çalışan ücretleri bizim ülkemizde.
En yoğun çalışma şartları da en ağır çalışma şartları da bizim ülkemizde. 36 saatlik nöbetlerle, oldukça zor şartlarda hem kendileri hayatta kalmaya çalışıyorlar hem hastaları hayatta tutmaya çalışıyorlar.
Bir de ne yaptılar geçtiğimiz günlerde? Sayın Erdoğan ve ilgili Bakan gazetecilerin önünde müjdeyi kim verecek yarışıyla adeta hekim ücretlerine zam yapılacağını duyurdular.
Üstelik bu açıklamada, diğer sağlık personelinin ücretlerine dair de tek laf edilmedi.
Hemşireler, teknisyenler, sağlık hizmetinin diğer bileşenleri dışlanmış oldu. Sağlık camiasını da itinayla adeta birbirine düşürdüler.
Sonra ne çıktı? Zam müjdesi fos çıktı. Balon çıktı.
Meğer zam dedikleri zaten döner sermayeden gelen ek ödemenin maaşlarına yansıtılmasından ibaretmiş.
Ama herkesi önce birbirine düşürdüler, sonra da bu saçmalığın içinden çıkamayacaklarını da anlayınca, Meclis’te ilgili yasa maddesini geri çektiler. Döndüler sıfır noktasına, başlangıç noktasına.
Özetle bu konuyu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
İşte şimdi, zor şartlarda çalışan sağlık çalışanlarımız sesini en azından duyurabilmek için bugün grev yapıyor.
Temennimiz, en kısa sürede bu adaletsizliğin sona ermesi ve sağlık personelimizin huzurlu çalışma ortamının tesis edilmesi.
Ancak, bu iktidarın bunu yapma kapasitesi de kalmamış durumda. Bunu çok iyi görüyoruz.
Bizim hedefimiz, bizim planlamamız çok açık: Sağlık çalışanları mesleklerinden soğutan koşullarla karşı karşıya. İşte o koşulları düzelteceğiz.
Tedaviyi alanın da verenin de memnun olduğu bir sistemi hızlı bir şekilde oluşturacağız.
Bunu yapmak zorunda olduğumuzu ve yapacak kadrolara sahip olduğumuzu çok iyi biliyoruz.
Biliyorsunuz biz her alanda 90 ve 360 günlük acil eylem planlarımızı açıklıyoruz.
En kısa zamanda da sağlığın DEVA’sı eylem planımızı kamuoyuyla paylaşmayı planlıyoruz.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bu krizden çıkışın yolu belli. Hem maliyetleri hem de fiyatları aşağı çekmenin yolu belli: Hem sistem hem de iktidar değişikliği.
Bugünkü iktidara ayrılan sürenin artık sonuna geldik.
Bunun için önce Sayın Erdoğan’la ve krizlerin ortağı Bahçeli’yle vedalaşacağız.
Bakın görün o zaman bu ülkenin ekonomisi nasıl rahatlıyor. İnanın seçimlerden sonra bu ülkeyi düzgün yönetecek bir kadronun iş başına geleceği şöyle bir belli olsun. Seçimlerden sonra nasıl bir ekonomi politikası uygulanacağıyla ilgili net bir tablo ortaya konsun. Anında ekonomik göstergeler düzelmeye başlar.
Bu hükûmetin gitmekte olduğu çok daha güçlü ve düzgün yönetecek bir kadronun iş başına geleceği belli olsun hemen ekonomik göstergeler düzelmeye başlayacaktır.
Biz kuşkusuz bir iktidar değişikliği, bir yönetim değişikliğinin şart olduğunu düşünüyoruz ama bir yandan da sistemi değiştireceğiz. Sistem değişikliği de önemli. Ülkeyi gece yarısı kararnameleriyle fakirleştiren partili taraflı Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminden inşallah ilk fırsatta kurtulacağız. Milletimizin her kademede belirleyici olduğu güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz.
Bu ucube sistemin tüm enkazını, kısa sürede temizleyip, hukukun üstünlüğüne ve güçler ayrımına dayanan yepyeni bir sistemi inşa edeceğiz.
Taraflı cumhurbaşkanlığı sisteminin önemsizleştirdiği Gazi Meclisimizi ayağa kaldıracağız.
Türk, Kürt, Sünni, Alevi... Hiç fark etmez.
Yaşam tarzı, cinsiyeti, sosyal statüsü hiç fark etmez.
Temel hak ve özgürlükleri, herkes için güvenceye kavuşturacağız.
Demokrasiyi, bütün kurum ve kurallarıyla güçlendireceğiz.
Yasama, yürütme ve yargı her biri ayrı ayrı güçlü olacak. Yargının yürütme üzerinde etkin bir denetim fonksiyonu olacak.
Meclis’in yasama organının yürütme üzerinde etkin bir denetim gücü olacak. Ekonomiyle ilgili bağımsız kurumlarımızın güvencesi olacağız.
Tüm sorunlarımızı, demokrasimizi ayağa kaldırarak çözeceğiz.
Değerli basın mensupları, Bugünkü basın buluşmamıza katıldığınız için tekrar teşekkür ediyorum, sorularınız var ise şimdi onları cevaplamak üzere sözü size bırakıyorum.
Soru-Cevap Bölümü
Soru: İktidarın mevcut ekonomik şartları ortaya sunarak olağanüstü hâl ilan edebileceğine dair iddialar var. Bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zaman zaman sekteye uğrasa da demokrasimiz her girdiği çatışmadan galip çıkmıştır. Demokrasiye kast edenler, halk iradesini tanımayanlar ise her seferinde kaybetmiştir. Tarihimiz bunun sayısız örnekleriyle doludur. Yerli yersiz OHAL uygulamaları da demokrasimize zarar veren uygulamalardır. OHAL’in özü Anayasa’nın temel haklarla ilgili maddelerinin bir süre için askıya alınması demektir. Yani benim başka önceliklerim var arkadaş, hak hukuk tanımam, insan haklarını, mülkiyet hakkını, sözleşme hakkını tanımam demektir. Hukuki karşılığı budur. Bu nedenle OHAL gibi ihtimallerin konuşulur hale gelmesi dahi hükûmetin ekonomiyi hangi noktaya getirdiğini açık bir şekilde göstermektedir. Bu tür düşünceler ve olası uygulamalar ekonomik krizi derinleştirip tam bir çöküşe dönüştürür. Hükûmetin acilen bu tür dedikoduları kesin bir dille reddetmesi gerekir.
Soru: Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, yeni ekonomi modeli olarak sunulan ekonomi politikalarının 'Çin modeli' olarak gösterilmesine karşı çıktı, bunun Türkiye'ye özgü bir model olduğunu savundu. Ayrıca bu modelin başarılı olamaması halinde üzüleceğini söyledi. Bu konuya ilişkin bir değerlendirmeniz olur mu?
Ben hep söylüyorum. Bu hükûmet aynı Nasrettin Hoca’nın hikayesi gibi... Attan düştü, “Ben zaten inmeyi planlıyordum” diyor. Bir planım, bir bildiğim var diyor. Ne yaptığımızı biliyoruz diyor. İyi de senin attan düştüğünü herkes gördü. Mahallenin meydanında attan düştün. Üzerini başını çırpıp ben zaten inmeyi planlıyordum diyor. Yaptıkları bu. Daha bir hafta, on gün önce ‘Çin modeli’ diyorlardı; şimdi dönüyorlar ‘Bizim yerli modelimiz’ diyorlar. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Üstelik szi kendinize hangi modelin adınıu koyarsanız koyun. Bir zamanlar dünyada bir Türkiye modeli vardı. Özellikle bizim o 12500 dolarlık milli gelire ulaştığımız yıllarda; 2011, 2012, 2013’te herkes Türkiye modelinden bahsediyordu. 2014’te Dünya Bankası bir kitap yayınladı. Türkiye’nin reformlarını fasikül fasikül içeren bir kitap. Bu kitabı bütün gelişmekte olan ülkelere dağıttı. Bizden heyetler istediler. 20’den fazla ülkeye heyet gönderdik. Eğitimde, sağlıkta, Merkez Bankası yönetiminde aklınıza gelen her alanda biz gittik başka ülkelere kendi reformlarımızı anlattık. Gerçek Türkiye modeli o dönemde yaşandı. Hatırlayın, Davos’ta o en büyük salonda ben konuşmacıyım. Bugün hala aynı görevi yapan Financial Times Gazetesi’nin baş yazarı, moderatör bana dedi ki; “Bizim Avrupa olarak sizden öğreneceğiniz çok şey var. Bize ne ders verirsiniz” dedi. Avrupa ne yapsın, ne tavsiye edersiniz dedi. Ertesi gün dünya basınının manşetindeydi. Türkiye modeli o. Şu anda bir modelden bahsediyorsak, illa bir model adı vereceksek, herhalde ‘Erdoğan’ın gerileme dönemi modeli’ diyebiliriz. Dolayısıyla şu anda ne yaptığını bilen bir hükûmet yok. Gerçekten çok üzülüyoruz. 84 milyonluk bir ülke. Avrupa’nın en büyük topraklarına, Avrupa’nın en büyük nüfusuna sahip, Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip bir ülkeden bahsediyoruz. Bu koskoca ülkenin bu kadar beceriksiz bir şekilde yönetilmesi, bu kadar temel hataların tekrar tekrar yapılması yazık. Ama tabii bedelini kendileri ödemiyor. Hatta ifadelere bakın. “Benim kaybedecek çok şeyim var” diyor. Senin bir maaşın var diyor. Olsa olsa enflasyon altında ezilirsin, benim varlığım çok, çok kaybedecek olan benim diyor. Kafaya bakın ya. Yani bu kafayla bir ülke yönetilebilir mi? Bir ülkenin yöneticileri sadece ve sadece varlıklı insanların varlığını koruma üzerinden bir ekonomik model oluşturabilir mi? Kafa bu. Demek ki zihinlerinin gerisinde zaten zengin olanın varlığını korumak var. Ha işe de yarıyor ha. Dövizi olanın işine yarıyor. Döviz katlaya katlaya gidiyor. Varlığı olanın işine yarıyor bakın. Diyelim ki Türk lirası mevduatı mı var, öde, mevduat faizleri yükseldi. Türk lirası mevduatı olanın yüksek faizden daha çok getirisi var. Elinde Hazine tahvili, Hazine bonosu tutanlar daha üç ay önce yüzde 17 faiz alırken şimdi yüzde 23 faiz alıyor. Toplumdan koptular ya. Bu ülkenin insanlarıyla oturup dertleşemiyorlar. Bizim yaptığımız gibi, buradaki il başkanlarımızın, teşkilat mensuplarımızın yaptığı gibi alınları açık, başları dik yürüyemiyorlar. Çarşı Pazar gezemiyorlar. Bunun için toplumdan tamamen koptukları için sadece kendi etrafındaki varlıklı insanlarla konuşa konuşa bu ülkenin hem ekonomisine büyük zarar veriyorlar hem de çok geniş kitlelerin daha da yoksullaşmasına sebep oluyorlar. İşin özü ve sonucu bu maalesef.
Soru: CHP eski milletvekili gazeteci Barış Yarkadaş, millet ittifakına Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin de dahil edileceğini, yeni ittifak isminin de Büyük Millet İttifakı olacağını iddia etti. Siz bu iddiayı nasıl değerlendiriyorsunuz, Büyük Millet İttifakı kurulur mu? Siz de dahil olur musunuz?
İttifaklar ve cumhurbaşkanlığı meselesinde biz bugün itibarıyla hiçbir şey söylemiyoruz. İttifak meselesi bir seçim ittifakıdır ve seçim tarihi yaklaşınca konuşulacak, gerekirse yapılacak bir iştir. O günkü şartlarda bu kararın verilmesi lazım. Biz siyasi partilerle yakın bir diyalog içindeyiz. Cumhur ittifakında olmayız. Mevcut AK Parti ve MHP’nin tarafında olmayız. Onlarla beraber hareket etmeyiz onu açıkladık. Ama bu seçimlere giderken DEVA Partisi, tek başına mı hareket edecek veya bir ittifak içinde mi olacak onla ilgili kararı günü gelince vereceğiz. Bugünden herhangi bir şey söylemiyoruz. Parlamenter sistem konusunda altılı bir masa kuruldu. Biz oraya eşit aktör olarak oturduk. Konsensüsle çalışan bir masa oldu. O masanın konsensüs masası olmasını teklif ettik ve o şekilde kabul edildi. Ve o masada çalışıyoruz. Ama o masa bir ittifak masası değil.
Soru: Kılıçdaroğlu aday olup olmayacağı yönündeki soruya karşılık, “İttifak kabul ederse bir sorun yok. Bir araya gelip, oturup konuşmamız ve ondansonra karar vermemiz gerekiyor” diye yanıtladı. Bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz, Kılıçdaroğlu'nun adaylığını 'uygun' görüyor musunuz?
Bugünden partimizin verilmiş hiçbir kararı yok. Günü geldiğinde bu konular değerlendirilir. Partimizin yetkili organlarında bu kararlar alınır.