15 Ekim 2025
Ali Babacan 15 Ekim 2025 Haftalık Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve bizleri bu salonda izlemekte olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor;
Yeni Yol grubunun haftalık toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Sözlerimin hemen başında, Dünya kupası elemelerinde, önce Bulgaristan’a karşı 6 gollü galibiyeti ve dün akşam da Gürcistan’a karşı 4 gollü galibiyeti için Millî Takımımızı tebrik ediyorum.
Bu üstün performanslarının, başarılarının daim olmasını diliyorum.
Milli takımlarımızın voleybolda ve basketbolda yakaladıkları tarihi başarıların, bu yıl futbolda da gerçekleşmesini gönülden temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
Şimdi sizlere, yüreğimize bir nebze olsun umut düşüren Gazze’deki ateşkesten bahsetmek istiyorum.
Evet… Bu ateşkes yıkımın gölgesinde yaşamlarını sürdüren milyonlar için bir umut oldu.
Ateşkes, hepimiz için, ama en çok da insanlık için umut oldu.
Zulmün karanlığına bir ışık doğdu, mazlumun duası karşılık buldu.
Bu ateşkesin gerçekleşmesinde emeği geçen, bu topraklardan ve dünyanın dört bir yanından sesini yükselten, zulme karşı dimdik duran, “Bir kibrit de ben yakayım” diyerek umudu büyüten tüm aktivistlere, sivil toplum kuruluşlarına ve vicdan sahibi insanlara yürekten teşekkür ediyorum.
Sumud Filosunda, Özgürlük Filosunda; Gazze’ye merhamet taşıyan, Gazze’ye umut taşıyan, başta milletvekillerimiz Sema Hanım, Necmettin Bey ve Mehmet Bey olmak üzere herkese şükranlarımı sunuyorum.
Bu çağrılar olmasa, bu ateşkesin belki de bir satırı bile yazılamazdı arkadaşlar.
Mısır’daki zorlu müzakerelerde gösterdikleri gayret için Türkiye, Mısır ve Katar heyetlerine teşekkür etmek istiyorum.
Burada imzalanan iki belge var. Bazen de birbirine karışıyor, onun için bir açıklık getirmekte de fayda görüyorum.
Bir, 8 Ekim akşamı istihbarat başkanları arasında imzalanan, ateşkesin ilk aşamasının detaylarını gösteren bir belge var. Bir de 13 Ekim akşam Şarm El- Şeyh’de 4 devlet başkanının imzaladığı ayrı bir belge var.
Bu ikisine ayrı ayrı bakmamız gerekiyor, birazdan birkaç hususun özellikle altını çizmem gerekecek bu belgelerle ilgili.
Ancak unutmayalım… Şu anda sadece bir ateşkesten bahsediyoruz. Ateşkes bir zafer değildir arkadaşlar.
Bu sadece yeni bir imtihanın başlangıcıdır.
Mücadele, direniş devam edecektir.
Gerçek zafer; adaletin tecelli ettiği, sorumluların hesap verdiği, mazlumların acıdan alev alan yüreklerinin soğuduğu gün ancak kazanılacaktır.
Gerçek zafer, zalimlerin elleri kelepçelendiğinde, soykırımının hesabı sorulduğunda kazanılacaktır.
Gerçek zafer, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen bir Filistin Devleti kurulduğunda kazanılacaktır.
Değerli arkadaşlar,
Bu ateşkes geçmişin suçlarını silmez, silemez.
Sizlere şimdi soruyorum;
Hastanelere, okullara, sivillerin yaşadığı çadırlara uzanan katliamları unutacak mıyız? (…)
Yardım dağıtım noktalarında açlıkla mücadele eden kadınlara çocuklara açılan ateşleri unutacak mıyız? (…)
Şimdi dünya politika sahnesinde yeniden uygar bir figür olarak pazarlanmaya çalışılan o şahsı;
Gazze’de binlerce çocuğun, annenin, sivilin katliamından sorumlu o şahsın yaptıklarını;
Netanyahu’yu unutacak mıyız? (…)
Affedecek miyiz? (…)
Affedecek miyiz? (…)
Affetmeyeceğiz arkadaşlar.
Bu hususta Türkiye temkini asla elden bırakmamalıdır.
Netanyahu'ya yeniden biçilmeye çalışılan ‘devlet adamı’ rolüne asla ve hiçbir koşulda göz yumulmamalıdır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılarınca soykırım suçuyla itham edilmiş, hakkında insanlığa karşı işlenmiş suçlardan tutuklama kararı çıkarılmış bir katilin yeri, politika sahneleri olamaz.
Netanyahu'nun yeri Miloseviç'in yanıdır.
Netanyahu'nun yeri, Karadziç'in yanıdır.
Değerli arkadaşlar,
Bakın, çok uyanık olmak zorundayız. Bu Pazartesi akşamı yani bahsettiğim 13 Ekim akşamı 4 devlet başkanı tarafından imzalanan metne baktığımızda, inanın ben çok kaygılandım. O metnin ateşkesle falan alakası yok. Çok da kısa bir metin. Şöyle girip internetten bir okuyun. O 4 imza, Sayın Erdoğan’ın da imzasının olduğu o belge ne diyor, bir bakın. İnanılır gibi değil. O belge arkadaşlar, öncelikle bu Abraham anlaşmalarının bir genişletilmiş şekli sadece.
Özellikle metindeki “İsrail ile bölgesel komşuları arasında dostane ve karşılıklı yarar sağlayan ilişkiler…” ifadesine dikkatinizi çekmek istiyorum.
Gazze sorununun çözümü derken, bölgesel normalleşmenin de ötesinde İsrail merkezli bir güvenlik mimarisinin orada inşa edildiğini görüyoruz, o belgede.
Protokolün içeriği ile 2020’de Abraham Anlaşmaları arasındaki paralellikler gerçekten açıktır. Bakın bunlar kiminle imzaladılar? Birleşik Arap Emirlikleri’yle değil mi, başka Körfez ülkeleriyle. Ne diyor bu anlaşmalarda:
1) “Terörle mücadele” başlığı altında İsrail’in güvenlik önceliklerini merkeze alıyor. “Terör” dedikleri de Filistin direnişi, başka bir şey değil.
2) Filistin meselesinin somut ve nihai bir çözümünden ziyade, mesele insani yardımlar ve kalkınma projeleriyle sınırlandırılıyor.
3) Başta enerji, ulaştırma ve teknoloji alanlarında entegrasyon olmak üzere bölgesel iş birliği teşvik ediliyor.
Filistin açısından baktığımızda ise protokolün hiçbir somut kazanımı yok. Filistin’e getirdiği bir kazanım yok. Ateşkes meselesi, dikkatinizi çekiyorum 8 Ekim’de zaten orada imzalandı, detayları döküldü. O da Barış Anlaşması denenin daha ilk safhası ve sonraki safhaları da çok zor görünüyor. Bu belge Sayın Erdoğan’ın imza attığı belge.
Filistin davasının meşruiyetinin temel referansı olan 242 ve 338 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararlarına hiçbir atıf yok.
Oysa, on yıllardır bu kararların uygulanmasının mücadelesi veriliyor. Türkiye Cumhuriyeti de hem siyasi olarak hem de diplomasi olarak bunun mücadelesini verip geldi bugüne kadar.
Metinde Filistin meselesinin özü olan "İşgal" ifadesi geçmiyor bile.
İki devletli çözüme, Doğu Kudüs'teki Filistin haklarına bir atıf yok.
Batı Şeria’daki Filistin topraklarını delik deşik eden yerleşkelerin adı bile geçmiyor.
İsrail askerleri Gazze'de “kısmen” geri çekiliyor.
Ateşkes sonrası işgal etmeye devam edeceği Gazze topraklarından muhtemelen hiçbir zaman çıkmamanın da planlarını çoktan yapmış durumda bunlar.
Hukuken Filistin Yönetimi altında olması gereken Gazze’nin yönetimi, İsrail ve uluslararası güçler arasında paylaştırılıyor.
1967 sınırlarına dönüş, Kudüs’ün statüsü, Filistinli mültecilerin dönüş hakkı gibi meselelerin adı bile geçmiyor.
Yani sözün kısası, gerçek bir barışın hiçbir parametresi ne 8 Ekim, ne de 13 Ekim belgelerinde yer almıyor.
Diğer taraftan, “bölgesel istikrar” ve “ortak güvenlik” kavramları, İsrail’in güvenliğini garanti altına alacak şekilde tanımlanmış o belgede.
Yani; ortada Filistin’in değil, İsrail’in güvenlik zeminini pekiştiren bir belge var.
Türkiye de artık, dikkat edin, öyle “arabulucu” bir ülke falan değil o bölgede, “bölgesel güvenlik mimarisinin” bir asli unsuru olarak Türkiye’nin imzası o belgenin altında.
Buradaki ortak payda ise İsrail’in güvenlik parametreleri.
İşin bir pazarlanışına bakın, bir de işin özüne bakın arkadaşlar.
Değerli Arkadaşlar,
Biz bu topraklarda asırlardır zulme karşı duran, mazluma kol kanat geren bir milletiz.
Biz, inancımızın ve vicdanımızın gereği olarak insanlığa kulak verir, haksızlığa asla susmayız.
Biz bu sorumluluğa hiçbir zaman sıradan bir diplomatik mesele olarak bakmadık.
Bu yaşanan acıları bir insanlık borcu olarak ele aldık.
Ve şimdi bir gerçeğin daha altını çizelim:
Bugün Amerika, önce arabulucu olmuş, ardından yükü üç ülkenin; Türkiye’nin, Mısır’ın ve Katar’ın omuzlarına bırakmıştır.
Bundan böyle, Filistin davasındaki her bir karış kaybın faturası, Türkiye’nin de içinde olduğu bu üç ülkeye kesilecektir.
Bu tablo bize gösteriyor ki artık çok daha dikkatli olmalıyız.
Her adımımızı hikmetle, ferasetle ve milletimizin onuruna yakışır şekilde atmalıyız.
Biz insani değerleri baz alarak hareket ederiz ama aklımızı asla bir kenara koymayız.
Unutmayalım, Filistin meselesiyle ilgili on yıllardır, defalarca masalar kuruldu.
Ama ardından bombalar yeniden yağdı. Mazlumların yine öldürülmesine şahit olduk ve çocuklar yine yetim kaldı.
Hepimiz biliyoruz ki, tam iki yıldır, İsrail’in işlediği suçların en önemli destekçisi ABD yönetimleri olmuştur.
İşte tam da bu yüzden, Türkiye’nin üzerine düşen, Trump’ın kefilliğine soyunmak değil, süreci uluslararası garanti mekanizmalarıyla, sağlam bir zeminde yürütmektir.
O imza arkadaşlar unutmayın, Filistinli kardeşlerimize karşı Trump’a verilen bir kefaletin imzasıdır. Yani o imza, bu üç ülkenin, Türkiye, Katar ve Mısır’ın imzası, Filistinli kardeşlerimize “Merak etmeyin, iş kontrol altında, siz işine bakın” demenin imzasıdır.
İsrail’in yeniden saldırıya kalkışmaması için uluslararası yaptırımların da bir an önce devreye sokulması gerekir.
Çünkü mazlumun kaderi, zalimin iki dudağı arasına bırakılmaz, bırakılamaz.
Eğer adaletin teminatı, barışın sigortası, insanlığın sesi olacaksak; her aşamada çok çok dikkatli olmak zorundayız.
Unutmayalım:
Gazze’de 70 bin insan Filistin davası uğruna can verdi.
70 bin insan Filistin’in özgürlük mücadelesi uğruna, bağımsızlık mücadelesi uğruna canını verdi.
Biz, bu onurlu direnişi her zaman destekleyeceğiz.
Biz, Gazze’yi asla yalnız bırakmayacağız.
Filistinli kardeşlerimizin yanında dimdik duracak, onların seslerini dünyaya duyurmaya devam edeceğiz.
Adaletin tecelli edeceği güne kadar da onların yakalarını bırakmayacağız. Öyle bir şey yok.
Sen on binlerce masum insanın canına kastet, savaş suçu işle, insanlık suçu işle, soykırımı yap. Ondan sonra “İşte ateşkes oldu” de, ellerini sabunla çık. Öyle bir şey yok. Dur arkadaş, nereye gidiyorsun? Hesap vereceksin, hesap vereceksin. Öyle kaçmak yok.
Peşlerinde olacağız ve suçlarının cezasının karşılığını çekene kadar onları durmadan, durmadan rahatsız etmeye devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Yeni Yol Grubu olarak çok kıymetli katkılar sunduğumuz Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, her hafta toplanıp çalışmalarına devam ediyor.
Komisyonda, dinleme oturumları sona ererken, yavaş yavaş artık, önümüzdeki haftalarda örgütün fesih süreciyle ilgili de yasal düzenlemelerin yavaş yavaş gündeme almasını bekliyoruz.
Meclis’te görüşülecek infaz düzenlemeleri ile ilgili bizim duruşumuz net.
Diyoruz ki, “Cezada adalet, infazda eşitlik”.
Önümüzdeki haftalarda bu ilkemiz çerçevesinde atılacak her adıma destek vereceğimizi de şimdiden beyan etmek istiyorum.
Komisyon, örgütün feshiyle ilgili yasal düzenlemeleri tamamladıktan sonra, hem isminin hem de görev tanımının gereği olarak, temel hak ve özgürlükler konusunda da üzerine düşeni yapmalıdır.
Sayın Bahçeli’nin son bir yıldır yaptığı konuşmalarda oldukça kapsamlı bir şekilde işlediği demokratikleşme ile ilgili konulara ek olarak, Alevi vatandaşlarımızın hak ve talepleriyle ilgili konuları da dile getirmesini kıymetli buluyoruz.
Komisyon, milletimizin eşit vatandaşlık temelinde, en yüksek hak ve özgürlük standartlarına ulaşması için bir yol haritası da hazırlamalıdır.
Zaten bugüne kadar komisyona sunulan görüşlerin ağırlıklı bir bölümü de bu konularda olmuştur.
Öte yandan, herkes, bu sürecin son derece özenli bir şekilde yürütülmesi için üzerine düşeni yapmalıdır. Geçen hafta Salı günü bu salonda atılan bazı sloganlar, ciddi tepkilere de yol açmıştır.
Tüm siyasi partiler, bütün bu süreç boyunca, toplumumuzun sinir uçlarına dokunacak söz ve eylemlerden uzak durmalı, hep beraber sürecin selametle sonuçlanması için gayret göstermelidir.
Değerli arkadaşlar,
Ülkemizin her yerinde organize suç örgütleri, çeteler, mafya cirit atıyor.
Dijital ortamda, ki Pazartesi günkü Millî Gazete’nin manşetiydi, dijital ortamda “kiralık katil” ilanları veriliyor.
İstanbul’un orta yerinde, çeteler gündüz kuşağı programı yapıyor; iktidardakiler seyrediyor.
İstanbul'un orta yerinde suç örgütleri devlete meydan okuyor, emniyet seyrediyor, yargı seyrediyor.
Suç örgütleri, “Biz istediğimizi yaparız, canlı yayında bile suikast yaparız, kimse de bize karışamaz” diyor;
İktidardakiler! Size sesleniyorum:
Türkiye Cumhuriyeti’ni çeteler karşısında aciz duruma düşüremezsiniz.
Yok Casperlarmış, yok Şirinlermiş, yok Daltonlarmış…
Bunlara karşı gereken mücadeleyi vermeyip, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni bir “çeteler lunaparkı”na çeviremezsiniz.
Vatandaşlarımız ülkenin sokaklarının güvenliğe kavuşmasını istiyor.
Vatandaşlarımız huzur istiyor.
Muhalifler için, gazeteciler için, kafayı taktığınız menajerler için her fırsatta masaya vurduğunuz yumruğu, bir kez de şu çeteler için vurun yahu.
Çeteler çaresizlikten beslenir arkadaşlar.
Çetelerle mücadele etmek istiyorsanız, eğitimdeki sorunları çözün. İstihdam alanlarını artırın. Gençlerin umudunu artırın.
Ama asıl en önemlisi, helal kazanç imkanlarını artırın.
ÖNCE ŞU EKONOMİYİ DÜZELTİN EKONOMİYİ!
Günlük bir kahve parası dahi vermediğiniz öğrenciler şu anda çetelerin elinde.
Ev alma hayallerini yerle bir ettiğiniz, yarınlarını yıktığınız gençler çetelerin elinde.
Bakın, sadece 2024 yılında tam 200 binden fazla çocuk suça sürüklenme sebebiyle işlem görmüş bu ülkede.
Bu rakam, 10 yıl öncesine göre, %50 artmış durumda.
Suça konu fiillere bakıyoruz; yaralama, hırsızlık, uyuşturucu…
Bunlar çocuk ya. Sadece bir yılda, 2024 yılında 202 bin çocuk.
Ülkemizde 3 milyon çocuk örgün eğitim sisteminin dışında kalmış durumda.
Gerçekten durum felaket!
Bir başı boşluk, bir vurdumduymazlık…
İnanılır gibi değil.
Belediyelerle uğraşmak için harcadıkları enerjinin, zamanın yarısını çetelerle uğraşmaya ayırsınlar, inanın bu sorun ülkenin gündeminden çıkar.
Unutmasınlar. Devletin en önemli varlık sebeplerinden birisi, iç güvenliği sağlamaktır. Vatandaşının güvenliğini sağlamaktır.
Değerli arkadaşlar,
Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde ülkeyi kendisi yönetmiyormuş gibi;
Ülkede yaşanan hiçbir şeyden sorumlu değilmiş gibi konuşmalar yaptı yine.
Zaten ne zaman Rize’ye gitse, ben söylediklerini özellikle bir takip ediyorum. Bakalım Rize’de ne diyecek hemşehrilerine diye.
Ne demiş:
“Koronavirüs salgınından beri tüm dünyada olduğu gibi bizim de başımızı ağrıtan enflasyon” demiş.
“Enflasyonun önce kontrol altına alınmasını, ardından da düşüş politikasına ve patikasına girmesini sağladık” demiş.
Şimdi bu söylediklerinin hangi birini düzeltelim, inanın şaşırdık.
Milletimiz her şeyin farkında.
Pandemi döneminde bütün dünyada enflasyon bir miktar yükseldi, doğru.
Ama bizdeki enflasyonun patlaması 2022 yılındadır.
Pek çok ülkede enflasyon tek hane iken Türkiye’de enflasyon 2022’de %80’i geçmiştir.
Pandemi 2020 ya 2021. Bizdeki enflasyonun patlaması 2022.
%80 enflasyonun sebebi pandemi falan değildir.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığına son verdiler, karşılıksız para bastırdılar.
Kur korumalı mevduat denen felaketi de bu ülkenin başına sardılar.
Türkiye’de enflasyon bunun için artmıştır.
Ve sizin Rizeli hemşehrileriniz de bunun gayet iyi farkında.
Yapmayın, gerçekleri saklamaya çalışmayın.
Sakın ola tarihi yeniden yazmaya falan da kalkışmayın.
Benden size tavsiye: Çıkın, bu milletten bir helallik isteyin.
Yıkılmaya yüz tutan yuvalardan helallik isteyin.
Yarınlarından ümidini kesen gençlerden helallik isteyin.
Kapanan dükkânlar için esnaftan; işsiz kaldığı için eve ekmek götüremeyen çalışanlardan helallik isteyin.
Evlatlarını sanal kumara, sanal bahse; evlatlarını kolay para için çetelere kurban veren ana babalardan çıkın bir helallik isteyin.
Gerçeklerle yüzleşmezseniz, şeffaf olmazsanız, hiçbir ekonomi yönetimi sizi kurtarmaz, hiçbir ekonomi yönetimi bu enflasyonu da düşüremez.
O yüzden benim size tavsiyem; kürsülerden mazeret uydurmayı bırakın.
Değerli arkadaşlar,
Sayın Erdoğan, yine Rize’de bir başka konuşmasında da diyor ki:
“Yasa dışı şans oyunları, sanal bahis ve kumar gibi alışkanlıklara gençlerimiz kurban ediliyor.” Bakın fiil ortada, kimin kurban ettiği belli değil, kurban ediliyor.
“Sivil toplum kuruluşlarımızın ve iş dünyamızın da sorumluluk alması, elini taşın altına koyması gerekiyor”.
Ne güzel değil mi?
Sorumluluğu STK’lara, iş dünyasına ve ailelere havale et, elini yıka çık.
İktidardakiler!
Her zamanki gibi kulağınızın üstüne yatıyorsunuz ve sorumluluktan kaçıyorsunuz!
Biz bu kürsüden defalarca haykırdık: “Sanal kumarın sanal bahsin yasal olanı yasa dışı olanı fark etmez” dedik.
Her gencin cep telefonuna bir kumarhane yerleştiren sizsiniz dedik.
Unutmayalım, defalarca yüzlerine vuracağız, vurmaya devam edeceğiz.
Bu ülkede hem sanal kumar, hem de sanal bahis bizzat bu hükûmetin verdiği lisanslarla oynatılıyor arkadaşlar, kelime oyunu yapıp yasa dışı ile mücadele edeceğiz, kumarla mücadele edeceğiz deyip kendi izin verdiklerini bir kenarda tutuyorlar.
Adım atmak için daha ne bekliyorsunuz dedik.
Dilimizde tüy bitti. Ama değişen bir şey olmadı.
Şimdi de çıkıp çağrı yapıyorlar, sorumluluğu başkalarına yıkıyorlar…
Oysaki çözüm ellerinde.
İptal edin şu lisansları. O lisansı veren tek imza. Türkiye’de 6 tane şirkete sanal bahis oynatan, bir tane şirkete sanal kumar oynatan, o izni veren, o lisansı veren tek imza.
Ben diyorum ki şimdi o tek imzayı atana:
Bir imza daha at, iptal et. Bu kadar basit.
Çekin fişi, bitir işi.
İnanın Rizeli hemşehrileriniz de bunun bu kadar kolay olduğunu gayet iyi biliyor.
Nedir sizi durduran?
Yoksa, o menfaat şebekelerini mi bir türlü aşamıyorsunuz? Yoksa kendi elinizle onları o kadar mı güçlendirdiniz?
O şebekeleri darmadağın etmeden, bu ülke selamete ermeyecek…
Olmayacak…
Ama madem bunlar adım atmıyor arkadaşlar, biz atacağız.
Az kaldı. Sayılı gün çabuk geçer.
Bu batağa saplanmış evladı için gözyaşı döken;
Dağılmaya yüz tutmuş ailesi için feryat eden tüm anne ve babalara buradan söz veriyorum:
Biz bu ülkenin yarınlarını, gençlerimizin umudunu çalan sanal kumar denen o kangrenli kolu kökünden kesip atacağız.
Bu bataklığı biz kurutacağız; bu karanlık işleyişi biz bitireceğiz.
Evlatlarımızı koruyacak, ailelerin huzurunu yeniden tesis edecek adımları da atacağız.
Kimse menfaat çarklarının arkasına saklanamayacak.
İktidarımızın ilk saati diyorum inanın, ilk saati. Öyle ilk gün, ilk ay değil. İlk saat, ilk imzalardan biri, at imzayı, çek fişi bitir işi, bu kadar.
En önemlisi de, biz, yarınların şansa bırakıldığı bu ekonomik düzeni kökünden değiştireceğiz.
Bu ülkede alın terinin, akıl terinin karşılığını aldığı bir sistem kuracağız.
Helal kazancın mümkün olduğu, herkese fırsat eşitliğinin tanındığı bir ekonomik program uygulayacağız.
Gençlerimizin kolayca iş bulduğu, özgür ve zengin Türkiye’yi çok hızlı bir şekilde inşa edeceğiz.
Bu ortam arkadaşlar bu ortam gençleri oralara doğru sürüklüyor. Her 3 gencimizden biri şu anda ne eğitimde ne işte. Ne yapıyorlar?
Şanslarının peşinde, cep telefonlarına gömülmüş kendilerine bir umut, bir kazanç kapısı arıyorlar.
Ama unutmayalım, kumarda kazanan hep kasadır, o menfaat şebekesidir. Kaybedense gençlerimizdir, bu ülkenin evlatlarıdır.
Değerli arkadaşlar,
Bizim derdimiz bu ülkenin onuru, bizim derdimiz bu ülkenin huzuru, bizim derdimiz bu ülkenin yarınları.
Ne diyorsak, ne konuşuyorsak bunun için söylüyor, bunun için konuşuyoruz.
İster gönlü AK Parti’de olsun, ister CHP’de olsun, ister başka partide…
Hiçbir vatandaşımızı dışlamıyoruz. Çünkü biz, kimlikler üzerinden siyaset yapmıyoruz.
Biz milletimizi bütün renkleriyle seviyoruz, bütün renkleriyle kucaklıyoruz.
Özümüz sözümüz bir. Aleyhimize olacağını bilsek dahi, her daim hakkı konuşuyoruz, adaleti elden bırakmıyoruz.
Ancak Türkiye’de öyle bir grup var ki, onlar siyaseti iki kutba hapsetmek istiyorlar.
Sürekli ayak oyunlarıyla meşguller.
Öyle sanıldığı gibi sayıları da fazla değil ha. Sadece sesleri çok çıkıyor.
Ama hep bir ajanda, hep bir plan peşindeler. Kafalarında sürekli hinlik. Ona buna parmak sallayıp duruyorlar.
Yahu arkadaş, 15 gün oldu, bitirin artık, nedir derdiniz diyoruz. Söyleyecek olanlar söyleyeceklerini söyledi, biz de söyledik ama bunlar parmak sallamaya devam ediyorlar, bitmiyor.
Ama biz ne dedik? “Geri adım yok” dedik. Bizde geri adım yok.
Bunların sesi kesilinceye değin bizde durmak yok, bizde geri adım atmak yok.
Değerli arkadaşlarım; bizim çekinecek hiçbir şeyimiz yok.
Alnımız ak, başımız dik. Biz utanmayacağız, ama onlar utanacak.
Açıkça ifade edeyim, onlara yaranmanın imkânı yok arkadaşlar.
Onlar “Bizden başkası yok, sadece biz varız” diyen dar bir zihniyetin üyeleri.
Onların, bizim bu ülkeye vaktince yaptığımız hizmetleri görmeye niyetleri yok.
Bu ülkeye daha nice katkılar sunmak için hazır olduğumuzu anlamaya niyetleri de yok.
Çünkü onların derdi, bizim ne yapıp ne yapmayacağımız değil.
Onların derdi, bizim “kim” olduğumuz.
Onların derdi, bizim taşımaktan onur duyduğumuz “kimliğimiz”.
Hiç kusura bakmasınlar. Biz bu ülkeyi, bir avuç muhterise bırakmayacağız.
Bu millet de her seçimde onlara diyecek ki; “Asıl olan siz değilsiniz kardeşim, asıl olan biziz.” Her seçimde milletten o cevabı alacak bunlar.
İşte biz, tam da su sebeple buradayız.
Bu ülkenin lafta değil, özde demokratları olarak buradayız.
Bu ülkenin makul insanları olarak buradayız.
Çünkü biz birlikte güçlü, birlikte kararlıyız.
Allah aşkına kendine demokrat diyenler, kendi halinde küçük bir YouTube kanalında, söylediği sadece “CHP yarın iktidara gelse ne yapacağı konusunda kimsenin tam bir fikri yok, özellikle ekonomi politikalarında” diyor. Bir YouTube kanalında. Nasıl üzerine gittiler ya? Tweet’ini sildirdiler.
Bu mu sizin demokratlık anlayışınız? Allah ellerine düşürmesin.
Değerli Arkadaşlar,
Evet…Ülkemizde dert çok.
Ama inanın, hiçbiri de çözümsüz değil.
Yeter ki bu ülkeyi, demokrat zihinler yönetsin.
Yeter ki bu ülkeyi, temiz kalpler yönetsin.
Yeter ki bu ülkeyi, milletin derdini kendi derdi bilen insanlar yönetsin.
Yeter ki cesaretle, inançla, kararlılıkla birlikte yürüyelim.
Biz buradayız… Bir aradayız.
Umudu büyütmek için, yarınları kurmak için, bu ülkenin evlatlarına hak ettikleri bir Türkiye’yi bırakmak için buradayız.
Artık yeni bir yol var.
Karanlıktan aydınlığa çıkan, umutsuzluktan umuda uzanan bir yol…
Ve biz, o yolu hep birlikte yürüyeceğiz.
Bu ülkenin gençleriyle, kadınlarıyla, emeklisiyle, işçisiyle, çiftçisiyle, esnafıyla omuz omuza yürüyeceğiz.
Çünkü bu ülke bizim. Türkiye bizim. Umudu yeniden yeşertecek olan da biziz!
Biz bu memleketi ne bir avuç muhterise ne de menfaat şebekelerine bırakmayız!
Korkumuz yok! Buradayız!
Omuz omuza, yürek yüreğe buradayız!
Yarınlarımızı çalanlara geçit vermeyeceğiz.
Kararlılıkla yürümeye devam edeceğiz!
Bu ülke ne koltuğa yapışıp kalanlara; ne de iktidar sopasını ele geçirmekten başka dertleri olmayanlara mahkûm değildir.
Bu ülke, asırlardır umutla yoğrulmuş bir milletin eseridir.
Ve bu millet, tarihi yeniden yazacak kudrete sahiptir.
Sözlerimi bu duygular ile sonlandırırken hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.