Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın 1. Olağan Bingöl İl Kongresi Konuşması
DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul üyeleri, Bingöl İl Teşkilatımızın çok değerli Başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Sevgili Bingöllü gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Bingöl Teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.
...
Bugün sizlere;
Urartulardan Medlere, Perslerden Romalılara, Osmanlı’dan günümüze kadar uzanan,
Zazaların, Kürtlerin, Türklerin, bir arada huzurla yaşadığı,
Zağ Mağaraları, Çır Şelalesi, Urartu Yolu, Buban Bacaları, Yüzen Adasıyla Güzel şehrimiz Bingölden sesleniyorum.
...
Değerli dostlarım,
Biliyorsunuz ülkenin durumunu yere göğe sığdıramayanlar, aylardır millete masal anlatanlar geçen hafta iflas ettiklerini açıkladılar.
Ekonomimiz uçuyor diyenler, kendi kendilerini yalanladılar. Ekonomiyi batırdılar, şimdi de ortadan kaybolalım diyorlar.
Yahu durun! Nereye kayboluyorsunuz? gitmenin de bir adabı var, bir usûlü var.
İki senede ülkeyi iki kat borca soktuğunuzu gizleyip kaybolabileceğinizi mi zannediyorsunuz?
Değerli arkadaşlar şu Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi var ya, ne zaman başladı bu iş? Haziran 2018’de.
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle Cumhurbaşkanı göreve geldikten sonra ilk kabinede de yakın akrabasına önemli bir görev verdi.
2018’in ortasından bugüne kadar, pek çok gösterge bozuldu, ekonomimizde ciddi sıkıntılar yaşadık, yaşıyoruz ama sadece tek bir rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bakın, Haziran 2018’de Hazinenin toplam borcu, iç dış toplam 970 Milyar TL. Şu anda ne kadar biliyor musunuz bu rakam? Tam 1 Trilyon 863 Milyar TL. İkiye katlamış, ikiye.
İki yılda devletin borcunu ikiye katlayıp daha sonra ortadan yok oldular.
Arkadaşlar, ilgili kişi sosyal medyada paylaştığı mesajdan sonra bir devir teslim törenine dahi gelemedi.
Bakın devlette gelenektir, bir belediye başkanı seçilir, diğer belediye başkanıyla bir devir teslim töreni yapar. Bir vali gelir eski vali ile bir devir teslim töreni yapar. Bir bakan ayrılır, ayrılırken yeni bakanla bir devir teslim töreni yapar.
Ortada yok. Kime güvenip de devir teslim törenine gelmiyor? Kime güvenip de ortadan hiçbir şey yokmuş gibi kayboluyor? Bunu bir sorgulamak lazım.
Niye ortadan kayboldular arkadaşlar? Çünkü milletin içine çıkacak yüzleri yok. Bu milletin gözünün içine bakacak yüzleri yok.
Türkiye’yi yoksullaştırdılar. Anayasayı askıya aldılar. Hukuku çiğnediler.
Şimdi devlet protokolünü hiçe sayarken de kendilerini o makama, sırf akrabası olduğu için getirenlere güveniyor.
Buna nepotizm deniyor arkadaşlar. Siyaset Biliminde nepotizm. Bu çok eski bir hastalık, yeni değil. İlk defa Türkiye’de de olmuş değil. Ama uzun süre görev yapanlarda bu hastalık biraz ortaya çıkıyor. Uzun süre güç kullanımıyla alakalı bir sıkıntı.
Biz bütün bunların sorumlusunun kim olduğunu biliyoruz arkadaşlar. Bu sistem ile ülkenin kaderinin sadece tek bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştığını çok iyi biliyoruz, görüyoruz.
Milletimiz de her şeyi görüyor artık. Kimseden saklayamazsınız, bitti artık.
O yandaş, sürekli talimatınızla yayın yapan basın kuruluşları olsun, devletin hepimizin verdiği vergilerle gelir sağlayıp da tamamen bir parti propagandası haline getirilen devletin basın kurumlarının yaptıklarına da artık vatandaşlarımız inanmıyor, bitti o.
Kimse bu milleti kandırmaya çalışmasın.
Asıl sorumluluğun kimde olduğunu, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminde kararların tek kişi tarafından alındığını bu millet biliyor.
İstediğiniz kadar siz kadroyu değiştirin. Değişen insanlar nihayetinde tek bir kişinin talimatıyla, hem de detaylı talimatıyla iş yapan insanlardı. Siz birkaç kişiyi değiştirip hiçbir sorumluluğunuz yokmuş gibi yeni kadroyla ve yeni bir programla yola çıkıyorum diyemezsiniz. Bunu bu millet yutmaz.
...
Değerli arkadaşlar,
Bakın, dün Sakarya’da hükümete bir çağrıda bulunduk. Ne dedik? Bizden kopya çektiler demiştik ya. Güçlü ekonomi için güçlü hukuk. Biz bunu 2018’den beri sürekli vurguluyoruz, süreli.
Şimdi bizden kopya çektiklerini lafta söylüyorlar, ama kopya çeken öğrencilerin hali belli olur. Kopya çeker, ondan sonra asıl sınav günü geldiği zaman o sınavdan çakar. Bu iş kopyayla olmuyor.
Ben, dün gerçi Sakarya’da sordum ama bugün Bingöl’de tekrar sormak istiyorum:
Madem “hukuk” diyordunuz, ihale mevzuatını onlarca kez niye değiştirdiniz? Niye en büyük ihaleleri bir istisna maddesiyle acil işler kapsamına alıp yarışmayla yapmadınız?
Kimlerin vergi borçlarını neye göre sildiniz?
Varlık fonunu neden kurdunuz? Varlık fonuna hangi şirketleri kattınız?
Neden bu varlık fonunun denetimsiz kurulmasını istediniz?
Sayıştay'ın bile denetiminin olmayacağı bir yapı kurdunuz.
Niçin bu fonu kurulduktan hemen sonra 63 Milyar lira borca soktunuz?
Ben tabi Milyar diyorum ama bazen eski altı sıfır atılmadan önceki alışkanlıklar da hala var. Eski parayla arkadaşlar 63 Katrilyondan bahsediyoruz.
Böyle bazen 63 Milyar deyince günlük hatta hala kullanılabiliyor. 63 Katrilyon eski parayla, 63 Milyar yeni parayla varlık fonu şu anda borca batmış durumda. Hani varlık fonuydu? Amaç başka, niyet başka.
“Doğmamış çocuklarımıza kadar bizi neden borçlandırdınız?” diye ben bugün tekrar soruyorum. Sanki daha iktidara yeni gelmiş gibi, birkaç göstermelik değişiklikle işlerin düzeleceğini de zannetmeyin. Olmayacak!
Hukuk güvenliğinden bahsetmeye başladılar, “hukuk güvenliği”
Biz sabah akşam “hukuk güvenliği” derken, yeni akıllarına geliyor.
Türkiye bir düşünce suçluları ülkesi olmuş durumda.
Fikrini söyleyenler cezaevine giriyor.
Uydurma iddianamelerle gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler cezaevlerine konuyor.
Gençlerimiz tweet atmaktan korkar hale geldi.
Kanun Hükmünde Kararnamelerle on binlerce insan mağdur edildi. On binlerce insan “terörist” diye damgalandı.
İnsanlar fişlendi.
Değerli arkadaşlar, işkence yaygınlaşıyor, normalleşiyor. Bu çok vahim bir durum.
Geçenlerde biliyorsunuz Van’da bir hadise oldu, helikopter hadisesi. Ya da olduğu iddia ediliyor. Soruşturma gizli ve devam ediyor.
Fakat şunu bir iyi düşünmek lazım. Böyle bir hadisenin olduğu iddia ediliyor değil mi? İddia ne? Vatandaşlarımız helikopterden aşağı atılıyor. İddia bu.
Doğru yanlış, soruşturma süreci var ama vatandaşlarımız diyor ki; “Ya bu devlet bunu yapar mı? Bu hükümet bunu yapar mı? Belki de yapar.”
İşte bu var ya, bu durumun ne kadar kötü bir noktaya geldiğini bize gösteriyor.
Normal bir hukuk devletinde böyle bir iddia ortaya atıldığında milletin demesi lazım ki; “Yok ya öyle bir şey olur mu? Devlet öyle bir şey yapar mı, bizim kolluk kuvvetlerimiz yapar mı öyle bir şey, kendi vatandaşına bunu yapar mı?” diyebilmesi lazım.
Ama böyle bir olayın doğruluğu ihtimalini eğer insanların böyle kafasında döndürebiliyorsa, bu bile ülkenin ne hale düştüğünü bize gösteriyor.
''Hukuk, hukuk'' diyorlar, peki bunca hukuksuzluğu kim yaptı?
Hakimler Savcılar Kurulu 2 gün önce biliyorsunuz, Osman Kavala hakkında AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nde ihlale sebep olanları tespit etmek için yargılandığı mahkemeden kararları istedi.
Şimdi bakacağız iş nereye gidiyor? Biz hep diyoruz ya ''Düşünce suçluları, düşünce suçluları'' partimizin kurulduğu ilk aylarda ben söyledim.
Bana sordular, dediler ki; ''Peki, siz bugün ülkenin yönetiminin başına gelseniz ilk neleri yapardınız?'' diye. Ben dedim ki; ''İlk olarak bu düşünce suçluları, ifade suçlarıyla ilgili önce bir açıklama yapardım.''
Ne derdim? “Artık, değerli vatandaşlarım, serbestsiniz. Gençler, düşünürler, STK'lar, gazetecilerimiz serbestsiniz. İstediğinizi artık yazabilirsiniz.”
Bu bu kadar basit arkadaşlar, bu kadar basit.
Bazıları tabii umutsuzluğu baya ciddi bir mesele olarak bize gösteriyor ama gençlerimiz orada bir pankart kaldırıyor, “Yitirilen umutlardan” bahsediyor gençlerimiz.
Şimdi bu Türkiye’nin gerçeği. Tabii değerli arkadaşlar, biz bir kadro hareketiyiz, gerçekten problemler büyük ama bu problemlerin üstesinden güçlü bir kadroyla geleceğiz. Güçlü kadro da işe burada, bu salonda.
Biz bunları söyledik. Hatta dedik ki; “Eğer hala tutuklu, hükümlü düşünce suçlusu varsa, ki var, Meclisten sonraki ilk gündem maddesi hemen düşünce suçluları ile ilgili, kim ceza yediyse hemen onlara bir af”.
Tabii ki şiddet ayrı, terörizm ayrı. Bunları karıştırmıyoruz. Gerçek anlamda düşünce suçlularından biz burada bahsediyoruz. Sadece yazıp çizdiği için, eleştirdiği için kendini hapiste bulanlardan bahsediyoruz.
Şimdi dönelim bu Osman Kavala meselesine. 1000 günden fazladır bu vatandaşımız cezaevinde. Hukukçu arkadaşlarımıza dosyalarını incelettim.
Osman Kavala’yı, Ahmet Altan’ı ve daha nice kişiyi senelerdir cezaevinde nasıl tutuyorlar bilmiyor muyuz?
Yarın öbür gün yine kopya çekip inşallah hepsini de serbest bırakırlar diye umut ediyorum bu arada, onu da söyleyeyim.
Ama bu bile sizin hukuka uyduğunuzu göstermez. Öyle değil. Talimatla içeri at talimatla serbest bırak. Hukuk bu değil arkadaşlar, hukuk anayasaya, yasalara ve devlet yönetim kurallarına bağlı olmak, bunlarla kendini bağlı hissetmektir.
Devlet yöneticisi açısından baktığımızda hukuk budur.
Şimdi birkaç göstermelik iyileşme ile “Artık her şey değişiyor, akılları başlarına geldi, pragmatizm oldu, U dönüşü oldu”... Artık millet buna inanmaz. Ne yaparsanız yapın.
Yasalarımızda, anayasamızda yer alan hükümleri uygulamadığınızı gayet iyi biliyoruz. Hangi reformlardan bahsediyorsunuz?
Bunların hepsi bu dönemde oldu, özellikle son yıllarda artan oranda oldu ve bizler bunu gayet iyi biliyoruz.
Tekrar ediyorum, bu bir zihniyet meselesi. tek bir kişinin ağzından "hukuk" çıkınca uygulanan şeyin adı hukuk değildir arkadaşlar, “hukuk hukuk” demekle o memlekette “hukukun üstünlüğü var, hukuk devleti var” diyemeyiz.
Biz aylardır tekrar ediyoruz: “O bir kişinin talimatlarını değil, hukuku uygulayın!” diyoruz. Bütün yargı sistemimize bunu söylüyoruz. “Kendinizi serbest hissedin” diyoruz, “evrensel hukuka bakın, anayasanıza bakın, yasalara bakın bir de vicdanınızın sesini dinleyin,” diyoruz ve hep bunu söyleyeceğiz.
Değerli arkadaşlar, Türkiye 1’den büyüktür.
Buradan açıkça tüm ülkemiz adına sesleniyorum:
“Yeter artık!” diyorum, “Korkma Türkiye” diyorum.
Bu hukuksuzluğa, bu yoksulluğa, bu iş bilmezliğe, bu ciddiyetsizliğe artık bir son vermenin zamanı geldi.
DEVA Partisi bu ülkenin haysiyetli insanlarıyla birlikte, bu ülke için, bu ülkenin gençleri, çocukları için yola çıktı. Bu köhne zihniyet sona erecek.
Biz bu ülkede herkesin hukuk güvenliği içinde, başı dik yürümesi için çalışıyoruz. Biz halkımızın huzuru, mutluluğu ve refahı için geliyoruz!
Değerli arkadaşlarım,
Bu ülkeyi korkuyla yönetmeyi artık bir alışkanlık haline getirdiler.
Bakın daha evvelsi gün, Cumhurbaşkanı kendi partisinin kaderi ile ülkenin kaderinin aynı olduğunu söyledi.
Şimdi ben soruyorum; Bu nasıl bir anlayış?
Bu ülke sizden de partinizden de büyüktür bunu unutmayın.
Bu milletin nice çalışkan, fedakar evlatları var. Bu milletin ehliyet sahibi, liyakat sahibi nice gençleri var. Dürüst ve işini bilen nice insanlarımız var.
Sizden de partinizden de çok daha iyi yönetirler bu ülkeyi. Hiç merak etmeyin. Gözünüz arkada kalmasın.
Tabii bu ifade çok üzerinde durulması gereken bir ifade. Bu ifadeyi şöyle bir analiz etmek gerekiyor. Şu anda Cumhurbaşkanının başında olduğu partiyle ülkenin kaderi aynıymış. Bu ne demek? Aslında ifade şunu kastediyor. “Biz batarsak ülke de batar” diye aslında satır aralarında bir tehdit var, dikkat edin. Ya da daha vahimi yine satır aralarını okuyacak olursak, “Biz batacaksak ülke de batsın” ifadesi.
Artık yetti. Bakın, bu milleti korkutmaktan vazgeçin.
...
Değerli arkadaşlar,
Biz bu ülkeyi korkutarak yönetenlere karşı İstiklal Marşımızın girişinde söylendiği gibi, “Korkma” diyoruz. “Korkma Türkiye” diyoruz.
DEVA Partisi bu ülkenin üzerinden, işte bu korku iklimini kaldıracak. İnanın çok kolay. Bir anda.
Bakın geçen hafta olan, kur almış başını gitmiş, faizler artmış. Sonra birden bir değişim oluyor, daha hiçbir şey yok ortada.
Hafta sonu dolar kuru yüzde 10 düşüyor. Ne oldu? Daha somut bir adım yok, bir şey yok.
Ama piyasa nasıl değerlendiriyor bunu, “yerine kim gelirse gelsin, herhalde ondan çok daha iyi yapar” diye değerlendiriyor.
Ama dikkat ederseniz o eski günlerdeki, bu istikrar günlerindeki ekonomik göstergelerde yok, öyle bir şey yok. Çünkü nihai karar verici yine aynı kişi. O değişmedi ki, alttaki birkaç kişi değişti.
DEVA Partisi, değerli arkadaşlar, bu ülkede yaşayan herkesin hakkının ve hukukunun teminatı olacak. Hiç kimse endişe etmesin.
Bakın şu anda bir başka korkutma aracı da ne biliyor musunuz? Özellikle sosyal yardım, sosyal destek alan vatandaşlarımıza, el altından “Bak biz gidersek, yardımlar da kesilir mesajı veriliyor.” El altından.
Destek, yardım kolileri hazırlanıyor, üzerinde koliden büyük etiketler, parti logoları, forslar.
Vatandaşlarımız müsterih olsun. Anayasamızın gereğidir, Türkiye Cumhuriyeti bir sosyal hukuk devletidir. Hiç kimse endişe etmesin.
Ülkenin ekonomik imkanları ne kadar güçlenirse, öncelikle vatandaşlarımız daha rahat iş sahibi olacaktır, daha rahat çalışma imkanlarına ulaşacaktır, daha rahat iş bulacaktır.
İşsizlik azalacaktır.
Devletin yardımlarına olan ihtiyaç azalacaktır.
Ama yine de her şeye rağmen, desteğe ihtiyacı olan, yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımız daha güçlü bir ekonomide daha çok destek alacaktır. Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın.
Herkesin, A’dan Z’ye, en dar gelirli vatandaşımızdan durumu iyi vatandaşlara kadar herkesin refahı artacaktır. Çünkü bizim politikamız, bizim büyümeden, ekonomiden, ülkenin zenginleşmesinden anladığımız, üç beş kişinin zenginleşmesi değil bu milletin topyekûn zenginleşmesinden biz bahsediyoruz. Topyekûn. Hiç korkmayalım.
DEVA Partisiyle birlikte, hiçbir vatandaşımız düşünmekten, konuşmaktan korkmayacak.
Kimseyi geçmişin karanlık günleriyle, karanlık güçleriyle korkutmaya çalışmasınlar.
...
Değerli konuklar,
Biliyorsunuz tüm dünya Koronavirüs salgını ile boğuşuyor.
Bu virüs sağlığımızı hedef aldığı gibi, ekonomimizi de etkiliyor. Eğitimden turizme hayatın her alanını etkiliyor.
Salgınla mücadelenin şeffaf bir şekilde ilerlemesi gerektiğini söylemekten dilimizde tüy bitti.
Partimiz kurulduktan bir hafta sonra dedik ki; “Açık, şeffaf yürütün şu işi” dedik. “Gizli kapaklı yürütmeyin,” dedik. Gerçekler neyse vatandaşımızla paylaşın dedik, yapmadılar.
Bu mücadelede en ön safta olan doktorlarımızın meslek örgütü olan Türk Tabipler Birliği, açıklanan rakamlarla ilgili problemleri söyledi.
“Biz doktoruz, hastanelerde çalışan biziz, hükümetin açıkladığı rakamlar başka bizim sahada gördüğümüz başka” dediler.
Ama sadece bu şüphelerini dile getirdikleri için topa tutuldular ve hemen ellerinde hazır etiketler var, bastırılmış etiketler, üzerinde hain yazan.
Hemen etiketlerden birini aldılar, Tabipler Birliği’ne yapıştırıverdiler. “Kapatılsın” dediler. Bunların hepsi kayıtlarda.
Doktor arkadaşlarımız vardır nasılsa salonda, iyi biliyorlar.
Sonra ne oldu?
Dediler ki, “Biz aslında size rakamları böyle biraz makyajlayarak söylüyorduk”
Bunu da itiraf ettiler.
Ortada çok basit bir soru var arkadaşlar:
Kaç vaka pozitif çıktı? Yani kaç kişi bulaştırıcı ve taşıyıcı?
Bakıyorsunuz Avrupa’ya, Türkiye kadar nüfusu olan ülkelere: İtalya’ymış, İspanya’ymış, Fransa’ymış, rakamları açıklıyor bu ülkeler.
Bir tek Türkiye mi var? Bir tek Türkiye mi hasta var ama vaka var diye iki ayrı kategoride rakamları açıklayıp “biz işte vaka sayısını değil de hasta sayısını açıklıyorduk” diyen.
Uluslararası standartların tamamen dışında iş yapıyorlar.
Ama bu alışkanlık.
Yani bu rakamlarla oynama, kötü bir alışkanlık.
İlk TÜİK biliyorsunuz başladı. TÜİK’in açıkladığı enflasyon yüzde kaç? %11-12.
Yani bir yılda, son bir yılda bütün Türkiye’deki ortalama fiyatlar %11-12 artmış.
Şimdi biz çarşı pazar dolaşıyoruz. 20 tane şehre gittik. Kaç tane esnafa girdik çıktık.
Hepsine soruyoruz:
“Senin aldığın sattığın mal, geçen seneden bugüne kadar yüzde kaç arttı?” diye.
%20 diyen var, 30 diyen var, 40 diyen var, hele böyle biraz ithal ağırlıklı bir ürünse %100’e yakın artışlar var.
TÜİK kaç açıklıyor? %11-12.
Emekliye zammı, memura zam verirken kendi açıkladığı oranda, %11-12 oranında zam veriyor.
Ama gerçek hayat öyle değil...
Rakamlarla oynuyorlardı ama sağlıkla ilgili rakamlarla oynayacaklarını açıkçası gerçekten tahmin etmek zor.
Biz buna rağmen, 17 Mart’ta yani ilk Koronavirüs vakası ortaya çıktıktan sonraki, hemen bir hafta sonraki yaptığımız açıklamada 2 sayfa hükûmete yapması gerekenleri tavsiye olarak söyledik.
Bu maddelerden bir tanesi de bütün verileri güncel ve şeffaf bir şekilde halkımızla milletimizle paylaşın dedik. Bir şeyi saklamayın dedik.
Fakat korktuğumuz başımıza geldi.
İnsanları bilgilendirmekten niye çekiniyorsunuz?
Niye şeffaf davranmıyorsunuz?
Halkımızın sağlığını niye riske atıyorsunuz?
O açıklamadıkları, bizden gizledikleri vaka sayısı var ya?
Arkadaşlar, her gün tespit edilen vaka sayısına göre ülkemiz dünyada ilk 5’te, ilk 5’te.
Her gün “2-3 bin yeni hastamız var”, diye açıklanıyor vaka sayıları halâ açıklanmıyor.
İşin içindeki insanların tahminleri göre 30-40 bin civarında, vaka sayısı.
Ve bu ortaya çıkınca da demişlerdi ki “Biz 15 Ekim’den itibaren artık vaka sayısını da açıklayacağız.”
Fakat, 15 Ekim geçti, 16 Ekim geçti, 17 geçti; geldik Kasım’ın ortasına. Halâ bir şey yok. Bu sözlerinden acaba niye caydılar? Niçin açıklama yapmıyorlar?
Değerli vatandaşlarım, bakın hastanelerde yer bulunamıyor. İnsanlar uzun kuyruklarda bekliyor. Yoğun bakım yatağı için 112 Acil Çağrı Servisi’nde uzun bekleme listeleri oluşmuş durumda.
Siz eğer baştan, Türkiye’deki gerçek durumun ne kadar vahim olduğunu, ne kadar çok vaka olduğunu eğer açıklasaydınız, bu durumun ciddiyetini gerçek bir şekilde vatandaşlarımızla paylaşsaydınız, ben eminim ki tedbir konusunda halkımız çok daha dikkatli olacaktı.
Siz problemi olduğundan küçük gibi gösterince ister istemez toplumda bir rahatlık oluyor.
Daha rahat davranıyor insanlar. Maskesine dikkat edemeyebiliyor. “Ya zaten topu topu Türkiye’de 2-3 bin kişi, beni mi bulacak?” diye düşünebiliyor.
Ama öyle değil.
Gerçek rakamlar paylaşılsa, bu kadar bu salgının Türkiye’de yoğun bir şekilde bütün illerimizi ilçelerimizi etkileyeceğini biz düşünmüyoruz açıkçası.
Eğer dürüstçe, gerçek durum paylaşılsaydı vatandaşlarımızla vatandaşlarımız da ona göre tedbirde daha çok dikkat ederlerdi.
Dünyada, vaka sayısı-hasta sayısı ayrımı yaparak vatandaşına gerçeği söylemeyen tek ülke de Türkiye, biliyor musunuz?
Artık bizim verileri alıp da uluslararası raporlara koymaktan bile çekiniyorlar. “Ya bu Türkiye’den gelen bir rakam. Doğru mudur yanlış mıdır, bilemeyiz.” diyorlar.
Üstelik tabii ülkede medya karartması da olduğu için basınımız da maalesef bu durumu açıklığıyla ortaya koyamıyor. Herkes korkuyor, çekiniyor.
Bir haber yapan, hükûmetin arzusu isteği dışında ya da öngördüğü çizgi dışında haber yapan yorum yapan kişilerin patronlarına bir telefon gidiyor hemen.
Hem de en tepelerden ha... Tek tek uğraşıyorlar insanlarla, tek tek. “Bunu işten at!” İster özel sektör olsun, ister devlet olsun, artık o medya kuruluşu o kişiyi işte tutamıyor.
E bir kişinin işten çıkarıldığını gören diğer meslektaşları da ister istemez otosansür uygulamak zorunda kalıyor.
Çok açık söylüyorum değerli arkadaşlar; bu Koronavirüs salgını, pandemi dönemi, bu ülkenin her alanda iflas ettiğini bir kez daha tescil etmiş oldu.
Vatandaşlarımız gerçekten zorluk çekiyor. Acil ve etkili tedbirler alınmadıkça, Allah korusun, bir de mevsim de şimdi kış, önümüz kış, tablo daha kötüleşebilir.
Koskoca devletin salgına karşı aldığı tek önlem, dediğim gibi, “maske tak” olamaz.
Daha kapsamlı çalışmalar gerekiyor.
Ama bunun için de sosyal taraflarla beraber çalışmak gerekiyor.
Konunun taraflarıyla oturup aynı masada mesai yapmak gerekiyor.
Bir “Bilim Kurulu” var biliyorsunuz. Biz ta baştan da söyledik, bu Bilim Kurulu güzel ama bunun kompozisyonunun genişletilmesi lazım.
Yani sosyal bilimcinin, siyaset bilimcilerin işin sağlık yönünü hep beraber tartışmaları lazım.
Çok disiplinli bir çalışma haline gelmesi lazım bu işin.
Çok disiplin derken, asker disiplininden bahsetmiyoruz burada.
Farklı disiplinden gelen insanların beraberce çalıştığı gruplardan bahsediyoruz. Dolayısıyla böyle bir çalışma lazım.
Ve hükûmetin, insanları dinlemeye, eleştiriye açık olması lazım. ...
Değerli arkadaşlar;
bu hükûmet; hazineyi boşaltıp, ülkeyi borç batağına sokunca Koronavirüs’le ilgili, bu salgınla ilgili ekonomik tedbir de alamaz hale düştü.
Gelişmiş ülkeler gibi "siz yeter ki sağlığınızla ilgilenin" diyerek karşılıksız destek de vatandaşlara verilemedi.
Şu anda ekonomisi güçlü olan pek çok ülkenin yaptığı bu. Vatandaşlarına karşılıksız destek vermek. Borç vermek değil. Şu anda Türkiye’de esnafa, küçük işletmelere, çiftçilere verilen desteklere bakın, hepsi borç ve faizli borç. Ben daha faizsizini duymadım.
E zaten eski ödemeleri var, eski kredi borçları var, kira işliyor, elektrik yanıyor, bir de üstüne yeni borcunun taksitleri ödeniyor. Bu borç vermekle çözülmez arkadaşlar bu iş. Ama karşılıksız destek verecek de kaynak yok, tükettiler.
Bakın Merkez Bankası’nda bizim yıllardır biriktirdiğimiz bir yedek akçe hesabı vardır.
Merkez Bankası kârının her sene belli bir yüzdesini alır, yedek akçeye koyar. Geçen sene, 2019’da bir günde yedek akçeyi aldılar ve müteahhitlere dağıttılar. Yaptıkları bu.
2019’da biriken yedek akçeyi de 2020’nin Ocak ayında hemen, defaten harcadılar, bitirdiler. Yedek akçe Merkez Bankası’nın bir ihtiyat hesabı ama bir de Merkez Bankası’nın döviz rezervi var. Bakın biz bu döviz rezervini, yaklaşık 23 Milyar dolarlardan aldık tam 135 Milyar dolara çıkarttık.
Sonra ben ve arkadaşlarım ayrıldıktan sonra yavaş yavaş erimeye başladı ama son 2 yılda arkadaşlar eksi 39 milyar dolara düştü bu.
Diyeceksiniz ki Merkez Bankası rezervi nasıl eksi oluyor. Çok kolay. Merkez Bankası açıyor kasasını, bak dövizim var diyor.
Ama o döviz piyasadan borç aldığı döviz, kendi dövizi değil. Bankalardan almış ve süresi sınırlı borçlar günü gelince o dövizler iade edilmek zorunda.
Dolayısıyla nasıl kısa zamanda, nasıl bu memleketin kaynaklarını heba ettiklerini, hangi rakama bakarsanız bakın görüyoruz.
İşte Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldiğinden bugüne kadar iki yılda borç ikiye katlamış. Merkez Bankası rezervi de eksi 39 Milyar dolara düşmüş. Bir de tabii daha vahimi değerli arkadaşlar, çok da öncesine gitmeyelim, daha iki ay önce cumhurbaşkanının bir açıklaması var.
Diyor ki; “Ekonomimiz pik yapıyor, tavanda” diyor, “tavana doğru pik yaptı” diyor. Daha iki ay önce.
Sonra geçtiğimiz hafta sonu Merkez Bankası Başkanı görevden ayrılıyor, ilgili bakan birdenbire ortadan kayboluyor. Bir açıklama koyuyor sosyal medya hesabına ve o gün bugündür yok ortada.
Ve daha da vahimi ne biliyor musunuz? Açıklama da damadın babasından geliyor.
Şimdi bu işte yakın akraba ilişkileriyle devlet ilişkilerini siz bu kadar iç içe sokarsanız, ondan sonra bu millet için atık hayırlı bir hizmet üretemezsiniz, biter. Ülke de tükenir, siz de tükenirsiniz. Gideceği yer bu onun.
Şimdi, açıklamaya dönelim. İki ay önce pik yapıyor açıklaması, ekonomimiz gayet iyi açıklaması.
Hatta küçük ortak biliyorsunuz askıda ekmek kampanyası başlatıyor, “vatandaş artık ekmeğe muhtaç kaldı” diyor, büyük ortak diyor ki “abartmayın, yok öyle bir şey.”
Hem de bizim Malatya programımızdan hemen bir gün sonra oluyor bu ifade. Sonra iki ay sonra da Merkez Bankası başkanı gidiyor, ilgili bakan ortadan kayboluyor, ekip değişiyor. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, iki ay önce devlet sisteminin en başındaki kişi nasıl böyle bir ifade kullanır?
İki tane ihtimal var: Ya artık gerçekleri görmüyor ya da artık samimi değil. İkisinden birisi. Ve nereden bakarsak bakalım her ikisi de memleketimiz için tablonun artık ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor.
...
Değerli arkadaşlar;
Bu Merkez Bankamızın rezervlerine kadar her şeyi tükettikleri için tek bir önlemin bile maliyetini üstlenemiyorlar bu virüs salgını ile ilgili.
Bir de diyorlar ki acı reçeteden kaçınmayız. Ne demek acı reçete? Size keyif çay için halkımıza acı reçete mi?
Kendilerinin, çevrelerinin yaşam standardında küçücük bir değişiklik olmayacak,
ama halkımızın acı reçeteye bağlı olmasını beklemesinler. Hiç kusura bakmasınlar. Böyle bir şey olmaz.
Biz “insanı yaşat ki devlet yaşasın” kültürüne sahip bir milletiz. Ben buradan sesleniyorum;
Sağlıkla ilgili durum vahim. Gerçekleri bir an önce halkımıza açıklayın. Sağlık Bakanlığı elindeki tüm verileri halkımızla şeffaf bir şekilde paylaşsın.
Günlük vaka sayılarının 30-40 binleri geçtiğini halkımıza söyleyin. Şeffaf olun.
Ve derhal ama derhal önlem almaya başlayın. Salgının daha fazla yayılmasını önlemek için gerekenler ne ise, istişare edin, ortak akıl üretin ve hemen yapın.
Sizin göreviniz bu ülkede yaşayan insanların yaşam hakkını gözetmek. Yaşam hakkını korumak. Derhal önlem alın!
***
Değerli arkadaşlar,
Pandemi, esnafımızı olumsuz yönde etkiledi.
Dükkanlar kepenklerini kapattı.
Pandemi döneminde esnafımız siftah yapamadı, cepler boş kaldı ama faturalar gelmeye devam etti.
Elektriği, suyu, doğalgazı, kirası derken cepler boşaldı.
Gelişmiş ülkeler vatandaşlarına karşılıksız destek verirken, bizdeki hükümet esnafımıza borcu reva gördü.
Halkımız kredilerle geçinmeye çalıştı, şimdi taksitler üst üste geliyor. Kazanç yok, ama harcama çok.
Hazineyi borçlandıranlar, pandemi döneminde esnafımıza borçlanarak yaşamayı reva gördüler.
Bizim vatandaşımız bunları hak etmiyor. Bu milleti hem açlığa mahkum edip hem de canını tehlikeye atamazsınız.
***
Değerli arkadaşlarım,
2002-2015 arasındaki reform yıllarında, hukuki iyileştirmelerden birisi de anadil konusunda attığımız adımlardı.
Fakat geldiğimiz noktada Zazaca ve Kürtçe öğretmenlerinin atama haberlerini hiç duyuyor musunuz sevgili arkadaşlar?
Öğretmen ataması olmayınca, seçmeli Zazaca dersi verilemiyor.
İçinde bulunduğumuz eğitim-öğretim döneminde, Zaza dili öğretmenliği için bir tane bile kontenjan açılmadı.
Bingöl Üniversitesi’nde Zaza Dili ve Edebiyatı okuyan gençlerimiz adeta işsizliğe terk ediliyor.
Arkadaşlar, anadil yaşatılmalıdır. Bu topraklarda Zazaca dahil hiçbir dilin, hiçbir lehçenin kaybolmasına izin veremeyiz. Bizim kültürümüzdür, bizim zenginliğimizdir.
Enstitüler kurarak, dil üstündeki baskı ve yasaklamaları kaldırarak ana dilleri yaşatacağız.
Yeni nesillere aktaracağız. Bütün vatandaşlarımızın anadilinin analarının ak sütü kadar helal olduğunu biliyoruz.
Tarih öncesinden kalmış, eskimiş, köhne zihniyeti biz kabul etmiyoruz.
Demokratik devletler, vatandaşlarının anadili ihtiyaçlarına yönelik çözüm üretmekle mükelleftir.
Deva Partisi iktidarında,
Vatandaşlarımızın anadilinin korunması, kullanılması ve geliştirilmesi amacıyla, gerekli adımları atacağız.
Vatandaşlarımızın tüm haklarını derhal, pazarlıksız, talebe bağlı olmadan tanıyacağız.
...
Değerli Bingöllü hemşerilerim,
Bingöl il teşkilatımızın yaş ortalaması 34.
Gerçekten Türkiye’nin dört bir yanında, siyasete yepyeni bir soluk geliyor. Bizim kadromuz değerli arkadaşlar, siyaset tecrübesi olan ama siyaset tecrübesi olmayan arkadaşlardan oluşuyor.
Tecrübesi olan arkadaşlarımız siyasette olan riskli bir alanda siyasetin o kötü alanlarına girmemiş, siyaseti kirletmemiş, siyasetten de kirlenmemiş tertemiz bir siyasi tecrübesi olan kadromuz var, bir.
İkincisi de daha önce hiç siyaset yapmamış ama hangi konuda olursa olsun kendini ispat etmiş, dürüst, düzgün ve yaptığı işte başarılı olan arkadaşlarımız ilk defa DEVA Partisi ile beraber siyasete adım atıyorlar.
Bu DEVA Partisinin gerçekten yepyeni bir siyaset hareketi olmasının en önemli formülü. Biz kendimizi tanıttıkça anlattıkça Türkiye’nin dört bir yanında teşkilatlanmamız hızlı bir şekilde yaygınlaştıkça vatandaşlarımız DEVA Partisinin nasıl bir parti olduğunu, gerçekten yeni ve bu ülkenin problemlerini çözecek, bu ülkenin sorunlarını çözecek bir parti olduğunu daha iyi anlayacaklar.
Tabii siyasette eski kodlar var.
Sağdır, soldur, liberaldir, muhafazakardır falan. Biz bu kategorilerden hiçbirine girmiyoruz.
Biz kendi içinde yeni, ana akım ve kitle partisi hedefiyle yola çıktık. Bizim partimize ilgi gösteren vatandaşlarımıza baktığınızda, web sitemize üye olmak veya gönüllü olmak istiyorum diye başvuran, bilgilerini giren vatandaşlarımıza baktığımızda daha önce her türlü siyasi tercihi görüyoruz.
Çok şükür bizim burada Bingöl’de gördüğümüz ilgi ile Balıkesir’de, Edirne’de gördüğümüz ilgi arasında fark yok. Hem coğrafya olarak tüm Türkiye’ye hitap eden hem de siyasi görüş ideolojik eğilim olarak yine tüm Türkiye’ye hitap eden bir siyasi parti inşa ediyoruz şu anda.
Bu gerçekten çok kıymetli ve ülkenin ihtiyaç duyduğu birleştirici, bütünleştirici, kucaklaştırıcı siyasi hareket de biz DEVA Partisinin çatısı altında oluşturuyoruz.
Bingöl’ün sorunlarını biliyoruz.
Biz Bingöl’ün sorunlarına deva olmak için hazırız.
Bingöl’de çarpık kentleşme çok ciddi bir problem.
Rant gözlüklerini takanlar, şehrin toplumsal yapısını, estetik yapısını, mimarisini hiç umursamamışlar.
Birinci dereceden deprem bölgesi olan Bingöl’de inşaatların denetlenmesiyle ilgili ciddi sıkıntılar var.
Kentsel dönüşüm uygulamaları tüm Türkiye’de olduğu gibi burada da çözüm üretmiyor.
Biliyorsunuz, Bingöllü 923 aileye “1 yılda anahtar teslim” sözü verildi ve oturdukları 295 hane yıkıldı.
Ardından da 2 defa temel atma töreni gerçekleştirdiler ama üç yıldır bir çivi bile çakılmadı.
Kira yardımının sözü verildi ama bu sözde de durulmadı.
Kentsel dönüşüm projelerinin amacı birilerinin rant elde etmesi değildir. Vatandaşların afete dayanıklı hanelerde oturmasını sağlamaktır.
Biz öncelikle afet öncesi riskin en aza indirilmesine yönelik tedbirleri planlayacağız.
Bu kapsamda tüm yapıları denetleyeceğiz. Deprem ve sel açısından en riskli bölgelerden başlayarak bir yeniden kentsel dönüşüm programını derhal uygulayacağız.
Böylece hastane, okullar ve diğer kamu binaları öncelikli olmak üzere tüm yapılarımızı depreme ve diğer afetlere dayanıklı hale getireceğiz.
Bunun için gerekli her türlü tedbir ve gerekli her türlü kaynağı, arsa tahsisini sağlayacağız.
Çünkü arkadaşlar, bizim doğal afetlere bir tek canımızı feda etme lüksümüz yok. Devlet, üzerinde yaşayan insanların her türlü can ve mal güvenliğini almak zorunda. Biz DEVA Partisi olarak bu sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve vatandaşlarımızın can güvenliğini en üst seviyeden korumak için çalışacağız.
O yüzden biz DEVA Partisi olarak afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden de taviz vermeyeceğiz.
Afet tehlikesi ve riskleriyle ilgili verilerin toplandığı ve periyodik olarak değerlendirildiği şeffaf bir afet bilgi sistemi de kuracağız. Çünkü vatandaşından bilgi gizlemek, vatandaşının ölümüne sebep olmaktır.
Afet eğitimlerini tüm okullarda ve medyada yaygın ve sürekli hale getireceğiz.
Afet sırasında ve afet sonrasında yapılacaklar için ise bir afet yönetim sistemi oluşturacağız.
...
Değerli yol arkadaşlarım, kıymetli misafirlerimiz
Az önce koronavirüsten bahsettim. Biliyorsunuz, 2010 yılında ihalesi yapılan 250 yataklı Bingöl Devlet Hastanesi ancak 2017 yılında hizmet vermeye başladı.
Bu zaman diliminde Bingöllü vatandaşlarımız mağdur oldu. Yapılacağı sözü verilen hastaneler için bir tane kazma bile vurulmadı. Mevcut hastanelerde teçhizat ve doktor yetersizliği yaşanıyor.
Bingöl’deki bir hastanın ameliyat için çevre illere sevkedilmesi ciddi bir sorundur.
Taşımalı hasta diye bir sistem olur mu? Bunlar yapıyorlar. Halkımızın sağlığı adeta yollarda tükeniyor.
...
Değerli arkadaşlar,
Bingöl’ün bir diğer sorunu da ulaşım.
2010 yılında ihalesi tamamlanan Bingöl-Erzurum ve Bingöl-Diyarbakır yol inşaatı halen bitirilmedi.
Bu kadar önemli bir yolun
bitirilememesi, Bingöl’e verilen değerin maalesef arzu ettiğimiz gibi olmadığını gösteriyor. Ulaşım yetersizliği olunca ne oluyor arkadaşlar?
Yatırımcının maliyeti artıyor.
Zaten ekonomik öngörülmezlik, hukuki güvensizlik yüzünden yatırımcı korkuyor.
Bir de üstüne yol masrafı olunca yatırımcı Bingöl’e yatırım yapmaktan kaçınıyor.
Yatırım olmadıkça Bingöl’ün ekonomisi de yara alıyor.
İşsizlik rekor seviyede. Bingöl’de istihdam yaratmak adına somut adımlar atılmıyor.
Gençlerimiz işsiz bırakılıyor.
Bakın, Bingöl’de canına kıyan gençlerimiz oldu.
Gençlerimizin yarınlardan umudunu kesmesi, hayatını sona erdirmeyi düşünmesi bile hepimiz adına utanç verici arkadaşlar.
Gelecek kaygısı, işsizlik can yakıyor, can alıyor. DEVA Partisi, bu ümitsizliğe son vermek için hazır.
Biz, kamuda işe alımlarda mülakat sistemine son vereceğiz. Gençlerimizin yazılı sınavlardan aldıkları yüksek puanlara rağmen işsiz bırakılmalarına sebep olan mülakat sistemini kaldıracağız.
Onun adamı, şunun yakını, o partiden, bu fikirden diyerek gençlerimiz arasında liyakate, bilgiye değer vermeyen bu uygulamaları kaldıracağız.
Halkımızın refah seviyesini layık olduğu seviyeye yükselteceğiz.
Bingöllü çiftçilerimize de destek verilmiyor, üreticilerimiz ve ürünlerimiz korunmuyor.
Döviz kuru arttıkça girdi fiyatları artıyor. Çiftçilerimizin maliyetleri artıyor, ama ülkeyi yönetenler destek yerine çiftçilerimizi kredi batağına sokuyor.
Plansız ve programsız hareket edildiği için Bingöl tarımda yeterli üretim sağlayamıyor.
Biz DEVA Partisi olarak, çiftçilerimizin gelirlerini öngörülebilir ve istikrarlı kılmayı hedefliyoruz.
Tarımda bir strateji yok arkadaşlar. Bakın, 2002’de Türkiye’nin tarımsal ürün ihracatı ve tarımsal ürün ithalatı aşağı yukarı aynı rakam. Yaklaşık 2 Milyar dolar civarında.
Bugün geldiğimiz noktada, tarımsal ürün ithalatımız çıkmış 9 Milyara, ihracat da ancak 5 Milyarda kalmış. Yani Türkiye şu anda tam 4 milyar dolar tarım ürünlerinde, gıdada dışarıya bağımlı bir ülke haline gelmiş. Bu bir strateji, bir uzun vadeli planlama eksikliğinden kaynaklanıyor. Ama baştan da dedim ya böyle stratejiyle, planla, programla, anayasayla, yasalarla, hukukla, kurallarla
kendini bağlamak istemeyen bir yönetim zihniyeti var şu anda. Problemin özünde bu var. Akla gelenin hemen yapılma dürtüsü var. Plansız, programsız bir ülkeyi yönetemezsiniz. Tarımla ilgili elinizde orta ve uzun vadeli ciddi bir hazırlık yoksa bunun en büyük acısını da çiftçilerimiz çeker.
Tarım meslek liseleri açacağız. Bu liselerden mezun olan gençlere destekler sunacağız. Böylece mesleğin gençleştirilmesini, gençlerimizin tarımla zenginleşmesini, ülkemizin kaliteli tarım ürünlerine ulaşmasını sağlayacağız.
Bingöl, hayvancılık alanında potansiyelinin de çok altında kalıyor.
Süt üretiminden küçükbaş ve büyükbaş hayvancılığına varana dek çok ciddi bir potansiyele ve güce sahip olmasına, potansiyele sahip olmasına rağmen değerlendirilmiyor.
Süt üreticilerimiz desteklenmiyor.
Teşvik takviminin belirlenmemesi üreticimizi korumasız bırakıyor.
Bu kıymetli potansiyelden yararlanabilmek için tarıma ve hayvancılığa dayalı organize sanayi bölgeleri kurulmalı ve özellikle organik tarım desteklenmelidir.
Yem üretimi için etüt çalışmaları yapılmalıdır.
Bingölümüzün sorunları çok. Bugünkü iktidar Bingölümüze verilen desteğin, oyların kıymeti bilinmiyor. Sandıkla işleri bitince ortadan kayboluyorlar.
Ama değerli yol arkadaşlarım, biz
Bingölümüzün kalkınması için gereken her türlü desteği sağlayacağız.
Biz Bingöl’ün sorunlarını biliyoruz. Bingöl’ün demokrasiye ihtiyacı var. Bingöl’ün atılıma ihtiyacı var. Biz Bingöl için tüm Türkiye için hazırız.
Soruyorum şimdi; Bingöl hazır mı? ...
Saygıdeğer arkadaşlar;
DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var,
Bingöl’ün DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.