16 Kasım 2023 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın TBMM 5. Haftalık Değerlendirme Toplantısı

16 Kasım 2023

 
Ali Babacan, TBMM  5. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşma Metni
 
Kıymetli basın mensupları,
 
Ekranları başında bizleri izleyen değerli dostlarımız,
 
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz diyorum. 
 
*****
 
Geçtiğimiz hafta değerlendirme toplantımızı yapamadık. 
 
Çok sevgili babam Hilmi Babacan’ı kaybettiğim için maalesef bir araya gelemedik.
 
Bu vesileyle, bir kez de sizlerin huzurunda kendisini anmak istiyorum.
 
Anneler, babalar, büyüklerimiz kuşkusuz eşsizdir. Eminim hepinizin farklı farklı hikayeleri var. 
 
Benim de babamla aramdaki ilişki özel bir ilişkiydi.
 
Hem evde hem de küçük yaşta tezgâh başına geçtiğim Çıkrıkçılar Yokuşu’nda, ondan çok şey öğrendim. 
 
Doğruyu, hakkı, adaleti, helalinden kazanmayı… 
 
Sevgiyi, saygıyı…
 
Kim olursa olsun, önce dinlemeyi…
 
Eğitimin değerini, alınterinin kıymetini, yardımlaşmayı…
 
Vefatının ardından hiç tanımadığım insanların babamla anılarını dinledim, okudum. 
 
Çıkrıkçılar Yokuşu’nun samimi, dürüst, güvenilir esnafı Hilmi Babacan’ın oğlu olmaktan bir kez daha onur duydum. 
 
Bu vesileyle, babamın vefatını takip eden ilk dakikalardan itibaren beni yalnız bırakmayan tüm yol arkadaşlarıma özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
 
Arayan, soran, cenaze merasimine ve taziyemize gelen, acımızı paylaşan, sosyal medyadan ve diğer mecralardan bana mesaj ileten herkese de tekrar şükranlarımı sunuyorum.
 
Allah tüm geçmişlerimize rahmetiyle muamele etsin.
 
*****
 
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
 
Sözlerimin başında KKTC’nin kuruluşunun 40.Yılını kutlamak istiyorum.
 
15 Kasım Cumhuriyet Bayramı’nı tebrik ediyor, Kıbrıs şehitlerimizi minnetle, rahmetle anıyorum. 
 
Haklı davalarında Kıbrıs Türkeri’nin hep yanında olacağımızı, adada adil ve kalıcı bir çözüm için her zaman gayret edeceğimizi de özellikle ifade etmek istiyorum. 
 
*****
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bir önceki toplantımızda sözlerime kıymetli Anayasa Hukukçumuz Ergun Özbudun’u anarak başlamıştım.
 
Ergun Hocamızı kaybettikten bir hafta sonra ülkemizde bugüne dek görülmemiş bir Anayasa krizi yaşadık, yaşıyoruz. 
 
Tarihte görülmemiş bir skandalla karşı karşıyayız.
 
Bizim partimizde hukukçu arkadaşlarımızın temsili çok güçlü hem genel merkezimizde hem teşkilatlarımızda. Hukuka çok önem veren bir siyasi partiyiz. Gerçekten bizim hukukçu arkadaşlarımızın tamamı, hukuk konusuna yakın aşına olan arkadaşlarımızın tamamı hayretler içerisinde şu anda.
 
Tüm Türkiye gibi bizde hayretler içerisindeyiz. 
 
Ülkemizde adaletsizliğin hızla arttığı son yıllarda, Anayasa Mahkemesi, hukuk namına bir nebze de olsa nefes almamızı sağlayan bir kurum şu anda. 
 
Buna rağmen, iktidarın küçük ortağı mahkemenin kapatılması için sabah akşam bağırıyor.
 
Bu yetmezmiş gibi, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi görevini yaptığı için mahkemenin yargıçları hakkında suç duyurusunda bulunuyor.
 
İnanılır gibi değil. 
 
Bu, tarihimizde bir ilktir.
 
Yargıtay'dan gelen açıklamalar sadece bir “yargısal aktivizm” veya Anayasa Mahkemesi’ne karşı yapılmış bir “saygısızlık” olarak değerlendirilemez. 
 
Yapılan, yasama, yürütme ve yargı erklerinin tamamını hedef alan açık bir darbe girişimidir;
 
Anayasal düzeni alt üst etme teşebbüsüdür.
 
Geçtiğimiz gün Krizlerin Ortağı bu sefer de Anayasa Mahkemesi’ne “adalet düzeninin safrası ve sancısı” demiş, sonra da bir kez daha “Ya kapatılmalı ya yeniden yapılandırılmalıdır” demiş.
 
AYM Başkanı’na “Cesaret’in varsa Kandil’e git” demiş. 
 
Devlet ciddiyetinin, millet sorumluluğunun en ufak bir kırıntısına sahip olan bir insan böyle laflar edemez.
 
Defalarca söyledim, tekrar ediyorum; Sayın Bahçeli bu ülkenin yaşadığı her krizinin ortağı olmuştur. Ekonomik krizlerinin de ortağı olmuştur, bugün yaşanan Anayasal krizinin ortağıdır. Onun için biz kendisine “krizlerin ortağı” diyoruz. 
 
Nerede kriz, orada Bahçeli.
 
Ülkemiz, onarılması güç bir hukuk krizinin ortasındayken, Bahçeli yine ortada, yine sahnede.
 
Bunlar yetmiyormuş gibi, ülkenin Cumhurbaşkanı da çıkıp önce Anayasa Mahkemesi’ne karşı açık tutum alıyor, arkasından da hakemliğe soyunuyor.
 
Şimdi buradan Sayın Erdoğan’a soruyorum:
 
Siz sporu takip edersiniz.
 
Havadayken tuttuğu takımı ilan edip, ayakları karaya bastığında hakem olmaya heveslenen birisine dünyanın neresinde hakemlik yaptırırlar?
 
Siz bu milletle dalga mı geçiyorsunuz?
 
Üstelik, Anayasaya göre, böyle bir konuda Cumhurbaşkanına hakemlik görevi falan düşmez. Böyle bir rolü yoktur Cumhurbaşkanın. 
 
Herkesin Anayasa’nın açık hükümlerine uyması gerekir. O kadar. 
 
Madde 153 ne diyor? 
 
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” Diyor.
 
Bu kadar açık ve net. Burada gri bir alan yok, burada bilinmeyen bir şey yok.
 
Yani, Anayasa Mahkemesi’nin kararları, Yargıtay’ı da bağlar, Cumhurbaşkanı’nı da bağlar. Diğer tüm yargı organlarını da bağlar. 
 
Buradan yine Sayın Cumhurbaşkanına ve bu konuya müdahil olan herkese soruyorum; 
Siz kimi aldattığınızı zannediyorsunuz?
 
Siz, bu milletin kafasını karıştırıp, yargıyı tamamen “bağlı” ve ”taraflı” yapmaya çalışıyorsunuz. Asıl zihninizin gerisindeki bu.  Anayasa Mahkemesi’nde çalışmaz hala getirip, itibarını sıfırlayıp, asıl derdiniz bu ülkenin yargısını tamamen kendinize bağlı ve kendinizden yana taraflı bir yargı sistemi haline getirmeye çalışıyorsunuz. 
 
Ben, bu noktada, şunu açıkça ifade etmek istiyorum:
 
Mevcut Anayasa’yı tanımayanların, uymayanların, “yeni anayasa” laflarına itibar etmemiz mümkün değildir. 
 
Siz Anayasa’yı bir üst hukuk normu olarak kabul ediyor musunuz, kabul etmiyor musunuz?
 
Önce bunu söyleyin.
 
Anayasa ile kendinizi bağlı hissediyor musunuz? Hissetmiyor musunuz? Önce bunun cevabını verin. 
 
Anayasa sizin için önemsizse, zaten uymayabiliyorsanız, yeni anayasa deyip de bu milleti boşa oyalamayın!
 
Bizden konuda destek falan da beklemeyin.
 
Arkadaş, samimi iseniz, önce mevcut Anayasa’ya uyun bir görelim. 
 
Şu anda ülkeyi yönetenlerin zihni arka planı şöyle arkadaşlar; diyorlar ki ‘Biz %50+1’i aldık, cebimize koyduk mu? E Anayasa da 50+1. Demek ki uymayabilirim. Bu millet, şimdiye kadar yaptığım çalışmalara baktı, bana 50+1’i verdi, demek ki benim Anayasa’ya uymama hakkım var.’ Böyle bir şey yok ya, hukuk devletinde böyle bir şey yok. 
 
Eğer Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletiyse, demokrasiyle hukukun aynı eş değerli iki sütun olarak orada sapasağlam durması gerekiyor. 
 
Demokrasi tabii ki çok önemli bir değerimiz. Demokraside seçimler var, halkın yönetimi var, halkın yönetimi var ama demokrasinin yanında sapasağlam bir hukuk sütunu da olmazsa, o zaman bu ülke seçilmişler eliyle otokrasiye gider. Bu ülke seçilmişler eliyle kaosa götürülür. 
 
Son toplantımızda da söylemiştim: Demokrasi hukuk olmadan yeteri kadar değerini bulmaz. Dolayısıyla biz hükümete diyoruz ki; 50+1’i almış olabilirsiniz ama eğer Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse, siz hukukun üstünlüğüne saygı göstermek, bunu uygulamak, Anayasa’nın ve yasanın gereğini yerine getirmek zorundasınız. 
Yenisi gelene kadar mevcut Anayasa geçerlidir. Değişene kadar mevcut kurallar, kanunlar, Anayasa hükümleri geçerlidir. 
 
Kanunları, Anayasa’yı değiştirmenin yeri de Meclis’tir. Bu Meclis’in çatısı altında yapılıyor bu çalışmalar, bu yasama organı yapıyor bu çalışmayı. 
 
Eğer mevcut kurallarla sıkıntınız varsa, getirirsiniz, gücün yetiyorsa buradan geçirirsiniz, gücünüz yetmiyorsa da mevcuda razı olursunuz ve uygularsınız, bu kadar. Nokta.
 
*****
 
Ancak, değerli arkadaşlar, hiç kuşkunuz olmasın, milletimiz gayet ne olup bittiğinin gayet iyi farkında.
 
Birilerinin, yargıyı, kendi siyasi görüşlerine ve çıkarlarına hizmet edecek kadrolarla doldurma gayretinde olduğunun herkes farkında. 
 
Yargının siyasallaşması son zamanlarda yoğunlaştı. Birileri, yargı mensuplarını yanıma alayım, benim taraftarlarım yargı mensubu olsun ki yargıya işim düştüğünde onlar benden yana taraf olsun istiyor. Bunun için kendine yakın insanları farklı yargı organlarına sürekli doldurma çabası içindeler. 
 
Mevcut Anayasa’ya uygun davranan, hukuk normlarına sadakatle çalışan yargıçları ve Anayasa Mahkemesi’ni ve Yargıçları da Bahçeli’nin veya Beştepe’deki bir avuç danışmanın şahsi hırslarına heba edemeyiz.
 
Bunların asıl istedikleri, açık söylüyorum, Anayasa Mahkemesi ile uğraşanların, yargıyı nüfus etmek isteyenler asıl istedikleri; Çetelerin, mafyaların cirit attığı bir düzende; halkın iflahının kesilmesi…
 
İstedikleri; haksızlığın hakka galebe çalması…
 
İstedikleri; bu ülkenin Ali kıran baş kesenlere kalması, yargının da buna alet edilmesi. 
 
Asıl niyetleri bu.
 
Haftalar evvel İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın kendi adliyesindeki rüşvet düzenine, haksızlığa isyan edip HSK’ya yaptığı başvuruyu burada gündeme getirmiştim. 
 
Türkiye'de de uzun bir süre gündemde kaldı. Hatta sırf bu konuyu farklı bir perspektifte günde getirdiği için bir gazeteci arkadaşımız şu anda tutuklu yargılanıyor. 
 
Bir Başsavcı açık açık hukuk çürüdü diye isyan ediyor. Bu işleyen gazetecide kendini hapiste buluyor. 
 
Geçen hafta bir başka dilekçeyi daha öğrendik. İstanbul’da bir hâkim, tıpkı Başsavcı gibi HSK’ya dilekçe yazmış ve “Yargıda herkesin korktuğu bir yapılanma” olduğundan söz etmiş.
 
Arkadaşlar; bu yapılanmalar kimden alıyor bu gücü? Kim var bunların arkasında? Arkasını sağlam düşündüğü bir yere dayamayan yargı mensuplarının böyle cüretkâr işler yapması mümkün değil. 
 
Bu iddiaların ortaya atıldığı bir ülkede Adalet Bakanı olan kişinin bunlarda daha önemli hangi işi olabilir?
 
Bu iddialar neden gereği gibi soruşturulmuyor?
 
Beştepe’deki hukukçu danışmanlar, “milli yargı” - “gayrı milli yargı” diye birilerini etiketleme yarışına gireceklerine; önce bu ülkedeki hukukun nasıl yok edildiğini, vesile olduğunu bir anlatsınlar.
 
Buradan şu cevabı verelim: Anayasa Mahkemesi bu ülkenin iç mahkemesidir ve anayasal bir kurumdur.
 
Mahkeme hakkındaki “gayrı milli” ithamları asla kabul edilemez.
 
“Gayrı milli” unsurları arayanlar; hukuku ezip geçen danışmanlara, rüşvet çarkının paydaşı olmuş yargı mensuplarına dönüp baksınlar. 
 
Hukuka ve vicdanına göre kararlarını veren Anayasa Mahkemesi Yargıçlarına da sadece ve sadece teşekkür etsinler. 
 
Asıl “gayrı milliler”, bu ülkenin anayasal düzenine kastedenlerin kendileridir. 
 
Biz, Anayasa’nın açık hükümlerini ihlal edenlerin, Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamayanların bu gücü nereden aldıklarını gayet iyi biliyoruz.
 
Biz, bu hoyratlığını kabul etmeyen, içine sindirmeyen milyonlarla beraberiz.
 
Ben, AK Partililer içinde, bütün bundan rahatsız olan çok sayıda insan olduğunu biliyorum.
 
Kimi yüksek sesle söylüyor ama kimi belki ancak fısıltı ile bunları dillendirebiliyor. 
 
Çünkü onlar, yargıyı; küçük ortağın, krizlerin ortağının kurmaya çalıştığı haksız düzene yedirmek istemiyorlar. Ne olup bittiğinin gayet farkındalar. 
 
Buradan AK Parti’deki akli selim, makul insanlara sesleniyorum: 
 
Sizi dönüşü olmayan karanlık bir dehlizlere sokuyorlar.
 
Sesinizi çıkarın. Gün bugündür.
 
Susmayın, hakka sahip çıkın.
 
Hep söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim.
 
Hukuk olamadan değerli arkadaşlar bu ülkenin hiçbir sorunu çözülmez. 
 
Bu ülkenin hiçbir krizi hukuk olmadan çözülmez.
 
Bırakın ülkeye yeni yatırımcı cezbetmeyi, mevcut yatırımcılar Türkiye’de artık yatırımlarını küçültüyor veya tamamen sona erdiriyorlar. 
 
Çünkü hukuk olmadan ekonomi de olmaz.
 
Son haftalarda önemli bir finans kuruluşu Türkiye’deki operasyonlarını minimize etme kararı aldı. 
 
Bir başka önemli otomotiv kuruluşu, dünyaca ünlü bir otomotiv kuruluşu Türkiye’deki operasyonlarını sona erdirme kararı aldı. 
 
Ve değerli arkadaşlar bütün bu olumsuzluk bütün bu hukuksuzluk  
 
Ve değerli arkadaşlar, bütün bu olumsuzluk, bütün bu hukuksuzluk, bütün bu krizler dönüyor dolaşıyor, ülkenin bütçesini vuruyor, hazinesini vuruyor ve en çok da ülkenin geçim derdinde olan işçisini vuruyor, emeklisini vuruyor, memurunu vuruyor.
 
Çiftçisini vuruyor, esnafını vuruyor. 
 
Bakın, daha geçtiğimiz gün, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi 2 yıl vadeli yıllık %42 faizle borçlandı. 2 yıl vadeli.
 
Bu ne demek?
 
Birinci yıl %42 faizi ödeyecek, ikinci yıl bir %42 daha ödeyecek. Bunun bileşiğini aldığımızda 2 yılın toplamında %102 ediyor. 
 
Yani Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi'ne bugün 100 lira borç veren, 2 sene sonra 202 lira olarak parasını geri alacak demek. 
 
Aradaki 102 lira faizi kim ödeyecek? 
 
Bütün millet. Vergi ödeyen, KDV ödeyen, gelir vergisi ödeyen bütün millet ödeyecek.
 
Peki, aynı ülkenin Merkez Bankası bu 2 yıl için enflasyonu ne açıkladı? Enflasyon tahminini ne kadar açıkladı? 
 
Birinci yıl için, yani 2023 için %36, 2024 için %14. Bu yılki enflasyon 36, gelecek yılki enflasyon %14, Merkez Bankası'na göre 36, 14.
 
Ama Cumhurbaşkanı'na doğrudan bağlı olan hazine bu yıl 42, gelecek yıl bir 42 daha ödeyeceğini taahhüt etmiş durumda.
 
Yani 2 yılın toplamındaki %55'lik enflasyona karşı 2 yılın toplamında %102 faiz ödüyor bu ülkenin hazinesi. 
 
Yetmedi. 
 
Daha geçtiğimiz gün Cumhurbaşkanı'nın tek imzasıyla, Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla devlete geç ödeme yapan vatandaşlarımızdan yıllık %42 faiz alınacağı da ilan edilmiş oldu. 
 
Hani faiz düşmanı Erdoğan? Hani faizle mücadele edeceğim diyen Cumhurbaşkanı?
 
 
Nerede? Kendi imzasıyla. ‘Devlete vergi borcunu bir yıl geç ödersen %42 faiz alırım senden’ diyor.  
 
Üstelik Merkez Bankası açıklamış enflasyonu %36, bu yıl gelecek yıl içinde açıklamış %14. 
 
Gerçekten değerli arkadaşlar büyük bedel ödüyoruz. 
 
Ve hep söylüyorum bu ülkenin ekonomisi sadece ve sadece ekonomi politikalarıyla düzelmez. Asla düzelmeyecek de. 
 
Ancak rüyalarında görürler, yapamazlar. Bu hukuksuzluğa, bu adaletsizliğe devam ettikleri sürece, ülkeyi böylesine yargı darbelerine mahkûm ettikleri sürece, bu darbe teşebbüslerine arkadan arkaya destek verdikleri sürece bu ülkenin ekonomik krizlerini asla çözemezler, çözemeyecekler. 
 
Değerli arkadaşlar,
 
Bu vesileyle, İçişleri Bakanlığı’nın son dönemde yoğunlaşan operasyonlarına da değinmek istiyorum.
 
Çetelere, mafyaya ve kara para aklayanlara karşı yapılan çalışmaları dikkatle takip ediyoruz.
 
Resmin tamamına henüz vakıf değiliz. 
 
Parça parça kareler görüyoruz. Ama henüz resmin bütününü görmüyoruz. 
 
Onun için erkenden de ileri şeyler söylemek istemiyoruz bu konuda. 
 
Ancak kendisinden evvel 6 yıl o koltukta oturan ve Bahçeli'nin grup toplantılarında aldığı alkışlarla bilinen önceki bakan döneminde bu örgütlerin nasıl olup da serbestçe cirit attığının da açıklığa kavuşturulmasını bekliyoruz. 
 
Yani sadece her gün işte bu operasyonu yaptık, şunu yaptık, şunu çökerttik diye açıklama yetmiyor. 
 
Evet bunu yaptınız ama aynı iktidar değil mi? 
 
Bir önceki bakan döneminde bütün bu mafyatik yapıların, çetelerin, organize suç örgütlerinin nasıl oldu da bu ülkede serbestçe hareket edebildiklerinin de açığa kavuşturulması gerekiyor. Bunlara destek verenlerin, bunlara alan açanların kim olduğunu da ortaya çıkması gerekiyor.
 
Bunların siyasetteki bağlantılarının, bürokrasideki bağlantılarının, yargıdaki bağlantılarının da açığa kavuşturulması gerekiyor. 
 
Yani sadece ‘bunlar suçluydu, bak yakaladık’ tamam. Ama bunların ortakları kimdi? Bunu bilmek de bizim hakkımız, bütün milletin hakkı. 
 
Operasyonla çökertildiği söylenen örgütler son 6 yıldır nasıl olmuş da rahat hareket edebilmişler bunu biz öğrenmek istiyoruz. 
 
Bu ülkenin vatandaşları olarak bilmek istiyoruz. Umarız ki İçişleri Bakanlığı'nın operasyonları hukuk düzenini ve adaleti tesis edecek nitelikte sonuçlara Türkiye'yi ulaştırır. 
 
Ayrıca yine toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili hakkın hatırlanmasından da memnun olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
 
 
Geçtiğimiz hafta, uzun süre sonra Cumartesi Anneleri’nin eylemine bir müdahale yapılmadı ve evlatlarını kaybetmiş aileler Galatasaray Meydanında toplanabildiler.
 
Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkının iktidar tarafından keyfi bir şekilde engellenmesinin son bulmasını temenni ediyorum. 
 
Sadece Cumartesi anneleri değil, engellenen, izin verilmeyen ve anayasal hak olan toplantı ve yürüyüş hakkını kullanılması bugüne kadar engellenen tüm gruplarında, tüm hak örgütlerinin de önlerinin açılmasını temenni ediyorum. 
 
İçişleri Bakanlığı ve konuyla ilgili yargı organlarından bir talebimiz daha var. Son haftalarda sosyal medya fenomenleri üzerinden kara para aklama iddiaları, bunların yargı, kamu bürokrasi ve siyaset bağlantılarında yoğun bir şekilde kamuoyunun gündeminde olduğunu biliyoruz. Ve bu konularla ilgili mümkün olan en kısa zamanda kamuoyunun şeffaf ve doyurucu bir şekilde bilgilendirmesini de yine talep ediyoruz. 
 
Yargıdan, hukuktan bahsetmişken değerli basın mensupları, bu geçtiğimiz akşam yaşanan gelişme, yani Hrant Dink'in katili Ogün Samas'ın denetimli serbestlikle beraber serbest bırakılması da yine kamuoyunun gündeminde. 
 
Bakın, 12 Temmuz tarihinde bu yıl henüz meclis yaz tatiline girmeden o günkü bir torba yasaya alelacele bir madde konuluyor. İnfaz yasasıyla ilgili bir madde, torba maddenin 12. yasası.
 
O torba yasaya o madde girince de bizim Mersin milletvekilimiz Mehmet Emin Ekmen hemen kısa bir söz alıyor ve soruyor, ‘bu nedir diyor, bu maddeyi niye koydunuz alelacele torba yasanın içerisine?’
 
Normalde infaz yasası gibi çok önemli konulardan gelip meclis altında önce komisyonlarda tartışılması lazım. 
 
Bu madde kimleri hedefliyor? Bu maddeden kimler istifade edecek? Bu infaz yasası eğer erken tahliyeyi ya da denetimli serbestliği beraberinde getiren bir düzenleme ise hedef kitle nedir? 
 
Bunun hiçbirisi bu meclisin çatısı altında konuşulmuş değil.
 
Adalet komisyonu, tahliye komisyonu olarak bile devreye sokulmamış. 
 
Direkt torba yasasının içerisine 12. madde olarak bu konuyor ve meclisten hiçbir açıklama yapılmadan jet hızıyla geçiriliyor. 
 
Şimdi biz bugün tekrar soruyoruz, ölümcül hastalıkla mücadele eden, yaşı 70'in 80'inin üzerinde olan, binlerce hükümlü ve tutuklu şu anda hapiste iken, bu infaz yasası başka daha kimleri acaba tahliye için vesile olarak kullanılacak? 
 
O gün açıklamadınız, hiç olmazsa bugün açıklayın diyoruz. 
 
Niye açıklamıyorsunuz? Hedefiniz nedir? 
 
Eğer makul, kamu vicdanında kabul görecek bir hedefiniz varsa çıkın açıklayın. Ama hiçbir şey söylemiyorsanız, demek ki bunun arkasında başka niyetler var.
 
Yok, başka niyetimiz yok. İyi niyetli bir şeyse çıkın açıklayın ya. 
 
Deyin ki, bu yasa kapsamında, ‘bu 12. Torba Yasa'nın 12. maddesi kapsamında şu şu şu hükümler, şu şu şu tutuklular, şu şartlarda infaz kolaylıklarından yararlanacak’ diye çıkın açıklayın da hep beraber bilelim. 
 
12 Temmuz'da bir madde geçiriyorlar. Geliyoruz Kasım ayına, o madde çalışıyor ve kamuoyunu yıllarca meşgul eden ve hala karanlık yönleri olan bir cinayetin suçlusu, hükümlüsü bir anda denetimli serbestlikle tahliye ediliyor. 
 
Hukuk, adalet... Bunlar olmadan olmaz. Bunlar olmadan siz ne bu ülkede kamu vicdanını rahatlatabilirsiniz ne de gerçek anlamda insan hak ve özgürlüklerini yaşatabilirsiniz. 
 
Defalarca da söylüyorum, bu ekonomik krizi de asla ama asla çözemezsiniz. 
 
Değerli Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, 
 
Haftalardır KYK yurtlarındaki vakalar bizleri, aileleri, gençleri korkutuyor.
 
Biliyorsunuz peş peşe yaşanan asansör kazalarından sonra, şimdi de yurtlardaki yemeklerle ilgili sorunları görüyoruz, duyuyoruz. 
 
Birkaç gün evvel Isparta'da 90 öğrenci yurtta yediği yemekten zehirlendi. Bakın bunlar münferit olaylar sayılmaz, sayılamaz. 
 
Büyük bir ihmaller zincirinin olduğu ve burada ciddi bir yönetim zafiyeti olduğunu bize bu gösteriyor. 
 
Yönetim biliminde bu böyledir. Bakarsın semptomlar oluşur. Orada burada demek ki burada bir kötü yönetim var. Burada bir ihmal var. 
 
Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil. 
 
Ve KYK yurtlarında kalan kimler? Kendi yaşadıkları şehirde, evde, üniversiteye girmedikleri için ya da başka bir şehirde üniversiteyi okumak istedikleri için ve ailelerin de maddi durumları yeterli olmadığı için devlet yurdunda kalan öğrenciler değil mi? 
 
Bir bakıma ailelerin devlete emanet ettiği gençler bunlar. Kendilerini devletin imkanlarına emanet eden gençler bunlar. Tam da devlete emanet edilmiş gençlerimizin burada hayatı, canı söz konusu. 
 
Dolayısıyla acilen tedbir bekliyoruz. Derhal ama derhal iktidarı bu konuda sorumluluk almaya davet ediyoruz. 
 
Bir başka hayat meselesine değinmek istiyorum şimdi. 
 
Geçtiğimiz hafta meclisten yine jet hızıyla bir yasa geçti. Komisyonlara gelmesiyle çıkması bir oldu, genel kurula gelmesiyle çıkması bir oldu. 
 
Kentsel Dönüşüm Kanunu'ndan bahsediyorum. 
 
Yine bu kanun hazırlanırken depremin yaralarının sarılması ve depremden mağdur olan vatandaşlarımızın sorunlarının bir an önce çözüme kavuşturulmasını beklerken baktık ki burada inşaat var. 
 
Hemen bir rant gözlüğünü takalım bakalım. 
 
Yasada özellikle inşaat deyince rant gözüyle bakanlara çok geniş bir alan açılmış oldu. 
 
Bu yasayla iktidar depremin yaralarını sarmak için arazi satılacağını ve yeni rant projeleri yükselteceğini beyan etti. 
 
Şimdi arkadaşlarımız bir kanun teklifi hazırlıyor. Bu kanun teklifi hükümet için bir samimiyet testi olacak. Tekirdağ Milletvekilimiz Cem Avşar'ın yaptığı çalışmada şunu önereceğiz.
 
Rezerv alan ilan edilebilecek yerlerin depreme karşı dirençli olmayan yapı stoku ile ilgili sınırlandırılmasını teklif edeceğiz. 
 
Diyeceğiz ki eğer samimiyseniz hazır bu depremden istifade edip depremin üzerine milyarlarca dolarlık bir rant mekanizması kurma niyetiniz yoksa gelin bizim bu teklifimize destek verin. 
 
Yok eğer bu teklifimize destek vermiyorsanız biliyoruz ki burada derdiniz rant. Ama gözlerimiz üzerlerinizde olacak. 
 
81 ilde 922 ilçede gözümüz bu projelerin üzerinde olacak. 
 
Yapılan yanlışları oluşacak rantta tek tek tek tek ilan edeceğiz. 
 
İyi niyetse depreme karşı hazırlıksa deprem sonrası yaraları sarmaksa evet. Ama haksız, hukuksuz, adaletsiz, kayıt dışı rant oluşturmaksa hayır.
 
Değerli Basın Mensupları,
 
Netanyahu hükümeti ve savaş kabinesi tam 40 gündür, her gün, Gazze’de insanlık suçu işlemekte. 
 
Hastaneler, okullar, ibadethaneler, sivillerin yoğun bir şekilde bulunduğu mahalleler, sivillerden oluşan kendi zorlarıyla kaçan, yer değiştiren insanların oluşturduğu konvoylar her gün bombalanıyor. 
 
Yaklaşık 12.000 sivil bugüne kadar hayatını kaybetti. Çocuk, kadın acımasızca katledildi. 
 
Gazze'de yaşayan toplam 2 milyon 300 bin kişinin 1 milyon 700 bini şu anda yerinden, yurdundan edilmiş durumda. Kendi evini terk etmiş durumda. 
 
Bakın sadece kuzey değil, kuzeyden güneye doğru nüfus bombalanarak zorla yer değiştiriliyor. Ama güneydekiler de daha güneye ve Mısır sınırına doğru, refah kapısına doğru tahliyeye zorlanıyor.
 
2 milyon 300 bin kişiden 1 milyon 700 bini kendi vatanında, kendi toprağında göçebe olmuş durumda. 
 
Gazze adım adım işgal edilirken her gün çocuklar ölüyor, her gün kadınlar ölüyor. 
 
Uluslararası hukuk her gün ihlal edilirken ABD ve pek çok Avrupa ülkesinin hükümeti yapılanlara açık destek veriyor. 
 
İşte son Birleşmiş Milletler Genel Kurul Oylamasında gördük. 121 ülke zulme hayır dedi ama ekonomisi, hali vakti, askeri gücü yüksek olan, ağırlıklı olarak bu ülkelerden oluşan ülkelerde zulme, kıyıma, etnik temizliğe devam için oy kullandı.
 
Bunlar, bu ülkeler açık söylüyorum suça ortak oluyorlar, zulme ortak oluyorlar.
 
Gazze'de arkadaşlar sadece insanlar ölmüyor. Gazze'de insaf ölüyor. Gazze'de vicdan ölüyor. Gazze'de insanlık ölüyor. Gazze'de uluslararası hukuka dayanan dünya düzeni ölüyor. 
 
Ben şimdi o ülkeleri yönetenlere soruyorum. 
 
Sizin derdiniz nedir? Sizin korktuğunuz bir şey mi var? Sizi acaba neyle korkutuyorlar, neyle etki altına alıyorlar ki böylesine insafsız bir tutumun, savaş suçunun, insanlık suçunun ortağı oluyorsunuz? 
 
Biz biliyoruz ki o ülkenin halkları böyle düşünmüyor. O ülkenin halklarının insandan yana, hayattan yana tutum aldığını da biliyoruz.
 
Ama yönetenler bir şekilde etki altında. Yönetenler bir şekilde korkutuluyor. Yönetenler bir şekilde güçten, paradan, yana tutum alıyor. 
 
İsrail hükümetinin her gün işlediği cinayetler karşısında bu ülkeleri yönetenlerin bu kadar aciz olması, bu kadar zafiyet içine düşmesinin sebebi nedir? Bunu hep beraber sorgulamamız lazım.
 
Ukrayna'ya karşı yapılanlarının karşısında dururken Filistinlilere yapılanlara karşı nasıl böyle bir destek tutumu alabiliyorsunuz diye sormak lazım onlara. 
 
Dünyanın güneyi vicdanının sesini dinleyip Filistinli kardeşlerimizin yanında dururken bu ülkeler nasıl olup da insanlığını unutuyor, nasıl olup da bu etnik temizliğe destek veriyorlar? Gerçekten hayretler verici bir tablo. 
 
Ama tarih olanların hepsini kaydediyor. Bu ülkeleri yönetenler aradan onlarca yıl geçse de bu ayıplarının, bu utançlarının altından kalkamayacaklar. 
 
Bilsinler ki bugün olanları unutmayacağız, unutturmayacağız. Hep onların yüzlerine vuracağız. 
 
Evet, onlar insanlık suçunun ortaklarıdır. Onlar İsrail hükümetinin işlediği savaş suçlarının ortaklarıdır. 
 
Değerli Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, 
 
Sözlerimin sonuna gelirken birkaç küçük hatırlatma ve açıklama da yapmak istiyorum. 
 
Bizim biliyorsunuz DEVA Partisi olarak ikinci olağan kongre sürecimiz başlamış durumda ve Türkiye genelinde ilçe kongrelerimiz başladı. Hemen hemen her gün Türkiye'nin farklı yerlerinde, farklı ilçelerde kongrelerimiz gerçekleşiyor. 
 
Bir yandan da 31 Mart yerel seçimleriyle ilgili hazırlıklarımız büyük bir hızla devam ediyor. 
 
Biz bugün öğleden sonra komisyon toplantılarımızı gerçekleştirmeye başlıyoruz. Bölge komisyonlarımız ve üst komisyonlarımız ilk defa bugün şehirlerdeki tabloyu ve gelen adaylarla ilgili önerileri değerlendirmeye başlıyor. 
 
Tabi bu bugüne kadar bizim teşkilatlarımızın içinden gelen önerilere dönük bir çalışma ama partimiz de aday adaylığı ve nihai adaylıkla ilgili süreci de önümüzdeki pazartesi günden itibaren resmen başlatıyor. 
 
Biz bir iç değerlendirme sürecini bugüne kadar çalıştırdık. Bütün il ve ilçe başkanlarımıza dedik. Ne düşünüyorsunuz? Var mı adaylarınız? Bize önerileceğiniz isimler var mı? Bunları bir çalışın dedik. 
 
Komisyonlarımız gitti. Yerinde tespitler yaptılar. Ve bugün öğleden sonra bu komisyon toplantılarına başlıyoruz. Önümüzdeki hafta devam ediyoruz ve ilk tur açıklayacağımız adaylarla ilgili bir çalışmayı yapıyoruz. 
 
Evet, adaylık müracaatlarımız resmi olarak pazartesi günü başlıyor. Ve 29 Aralık Cuma günü saat 17:00'de sona eriyor. 
 
Ve bu takvim içerisinde özellikle kadın adaylarımızın mümkün olduğunca çok olmasıyla ilgili de özel bir gayret, özel bir çabamız var. 
 
Başta Kadın Politikaları Başkanımız Elif Esen Hanım olmak üzere, Kadın Çalışmaları Koordinatörümüz Bahar Kayserili olmak üzere partimizdeki kadın erkek ayırmadan bütün arkadaşlarımızın çabası bu seçimlerde mümkün olan en fazla sayıda kadın adayla yerel seçimlere gitmek. 
 
Buradan tüm Türkiye'ye, tüm kadınlara çağrım; Gelin hep beraber elimizi taşın altına koyalım. Gelin siyasette var olalım çünkü bu ülkenin sorunlarını çözmenin yolu meşru demokratik siyasettir.
 
Başkaları kayıt dışı işlerle uğraşıyor olabilir. Başkaları yargıya nüfuz edip yargıyı siyasallaştırarak ülkenin yönetimini ele geçirmeye çalışıyor olabilir. 
 
Her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa başvurarak bu ülkede iktidar olmaya çalışıyor olabilir. 
 
Bizim yolumuz açık, kafamız çok net. 
 
Biz bu ülkenin sorunlarını meşru demokratik siyaset yoluyla çözmeye talibiz.
 
Attığımız her bir adım meşrudur.
 
Bu meşru demokratik siyaset çalışmamızda da çok daha fazla sayıda kadının yer almasını, elini taşın altına koymasını arzu ediyoruz. 
 
Ama elini taşın altına koy deyip de yalnız bırakmak yok. 
 
Hep beraber bu yolda olan, bu yola başını koyan kadın adaylarımızın arkasında olacağız. Hep beraber onlara sahip çıkacağız, destekleyeceğiz ki Türkiye genelinde mümkün olan en fazla sayıda belediye başkanı ve meclis üyesi DEVA’lı olacak ve kadın olacak. 
 
Erkekler alınmasın. Tabii ki erkekler de partimizin çok çok önemli değeri ama arkadaşlar mesele siyasetse kadınların siyasette varlığı ve daha güçlü olması özel çaba gerektiriyor özel destek gerektiriyor. 
 
Pozitif ayrımcılık kelimesi biraz eskidi ama bunu yapmamız gerekiyor. 
 
Ben tekrar hem ikinci olağan kongre sürecimizin hem de 31 Mart yerel seçimlerinin partimiz için ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.
 
Sözlerime son veriyorum.