Ali Babacan TBMM 6. Haftalık Değerlendirme Toplantısı
Değerli basın mensupları,
Değerli arkadaşlarım,
Ekranları başında bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarım,
Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Bugünkü Haftalık Değerlendirme Toplantımıza hoş geldiniz.
*****
Bu sabah acı bir haberler uyandık. Bir maden ocağı kazası daha yaşandı. Siirt’in Şirvan ilçesinde maden ocağında meydana gelen göçükte 3 madenci kardeşimizim hayatını kaybetti. Emre Gökduman, Orhan Gültekin ve Zekai Can Çalık’a Allahtan rahmet diliyorum. Ailelerine sabır diliyorum. Yaralı kardeşlerimizin bir an önce sağlıklarına kavuşmalarını temenni ediyorum.
Bu kaza tüm yönleriyle soruşturulmalı ve ihmali olan, eksiği, kusuru olanda mutlaka yargı önünde hesap vermeli.
*****
Değerli arkadaşlar,
Geçtiğimiz pazartesi günü, 20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günüydü.
20 Kasım, Birleşmiş Milletler “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”nin kabul edildiği tarihtir.
Her yıl bu tarihte Dünya Çocuk Hakları Günü kutlanır.
Bu sene 20 Kasım, Gazze’de yüz binlerce çocuğun gözyaşları arasında maalesef anıldı.
Tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bu vahşette çocuklar, bebekler can çekişirken pek çok ülke ya İsrail hükümetine destek verdi, veriyor, ya da sessiz kalarak bu zulme ortak oluyor.
Bu vahşete destek veren tüm ülkeleri, bu ülkenin yöneticilerini bir kez daha şiddetle kınıyorum.
Bu vicdansızlıkla, bu riya ile, insanlık gözümüzün önünde ölüyor.
Biliyorsunuz Mısır’ın ve Katar’ın öncülüğünde bir arabulucuk yapılmaya çalışıldı.
İstenen sadece ve sadece 4 günlüğüne silahların susması ve bu arada da insani yardımların insanlara ulaşmasıydı.
Fakat bu sabah aldığımız kararlar onu gösteriyor ki; İsrail hükümeti, savaş kabinesi bu kısa süreli silahların durması teklifine de son dakikada reddetti, bozdu ve maalesef savaş tüm acımasızlığıyla Gazze'de devam ediyor ve edecek.
*****
Çocuk haklarına bahsedince değerli arkadaşlar, birazda ülkemize bakmak istiyorum.
Ülkemizde milyonlarca aile şu anda mutlak yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor.
Gittiğimiz her yerde günde tek öğünle beslenen, yeterli gıdaya, ete, yoğurda, süte ulaşamayan çocuklarla karşı karşıya kalıyoruz.
Çocukların beslenme çantalarının boş olduğunu görüyoruz.
Ekonomik krizin, yoksulluğun en sert vurduğu, yine ülkemizdeki çocuklar…
Tam da bu nedenle çocuk yaşta ekmek parası için çalışan çocuklarımız var. Çalışırken, iş kazalarında ölen çocuklarımız var.
FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin raporuna göre sadece 2022 yılında ülkemizde 81 çocuk iş cinayetlerinde kurban olmuş durumda.
Yine aynı rapora göre;
62 çocuk intihar sonucu, 60 çocuk şiddet sebebiyle, 37 çocuk şüpheli ölümler sonucu, 30 çocuk bireysel silahlanma nedeniyle, 541 çocuk ihmal nedeniyle yaşamını kaybetmiş, sadece 2022 yılı içerisinde.
*****
Bitmiyor;
İnsan Hakları Derneği’nin 2022-2023 raporu ise tam ibretlik.
Bu rapora göre özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kolluk görevlilerinin eylemi sonucunda 3 çocuk hayatını kaybetmiş durumda.
Resmi hata/ihmal sonucu 4 çocuk yaşamını yitirdi, 254 çocuk ise çeşitli
Şekillerde yaralandı.
Mayın ve açık alanlardaki patlayıcıların infilakı sonucu 3 çocuk ağır şekilde yaralandı. 19 çocuk şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.
Şüpheli çocuk ölümlerinin en çok yaşandığı iller Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak.
Bölgede intihara sürüklenen 10 çocuk yaşamını yitirdi. 4 çocuk
İntihar teşebbüsünde bulundu. Bu rapora göre, çocuk intiharları en çok Şırnak ve Mardin’de yaşandığını görüyoruz. 1 çocuk ise hapishanede intihara sürüklendi.
Toplumsal alanda şiddet sonucu en az 8 çocuk yaşamını yitirdi, 13 çocukta yaralandı.
Yine en az, dikkat ederseniz rakamları ‘en az’ diye söylüyorum, raporu hazırlayanların bulduğu, tespit ettiği sayılar bunun daha fazla olduğunu tahmin ediliyor. Ama kanıtlanmış, ispatlanmış sayılar olduğu için en az bu rakamları veriyorum.
En az 279 çocuk toplumsal alanda cinsel istismar ve saldırıya maruz kaldı. 4 çocuk kaçırılarak alıkonuldu, 3 çocuk fuhuşa zorlandı.
Çocukların özgürlüğüne ve güvenliğine yönelik ihlaller sonucu; en az 191 çocuk gözaltına alındı. 3 çocuk tutuklandı. Gözaltında 2, hapishanelerde 1, gözaltı yerleri dışında 16 olmak üzere en az 19 çocuk işkence ve kötü̈ muameleye maruz kaldı.
Bu sayıları böyle peş peşe sıralayınca sanki basit gibi geliyor, ama verdiğim sayıların her biri bir can, her biri bir çocuk.
Durum gerçekten vahim.
Arkadaşlar;
Ülkemizin her bir kilometrekaresini çocuklar için güvenli kılmadıkça, ülkemizin her karışını gülen çocukların yuvası yapmadıkça, tam demokrasiye ulaştığımızı söyleyemeyiz.
Çocukların huzurla, güvenle ve barış içinde büyüdüğü Türkiye’yi inşa etmeden refaha da feraha da kavuşamayız.
Bütün bu anlattıklarımın hem Gazze'de hem Türkiye’de yaşandığının burukluğu ile söylüyorum:
Dünya çocuk hakları günü kutlu olsun!
*****
25 Kasım Cumartesi günü “Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele” günü.
Bu yıl sadece İlk 10 ayda 253 kadın eş veya sevdikleri tarafından öldürüldü.
Şüpheli ölüm sayısı ise 194.
Topladığınız zaman, 447 kadın hayatını kaybetti. Bunlar raporlara geçmiş, tespit edilebilmiş sayılar.
Partimiz kuruldu kuruları söylüyoruz, sürekli ısrar ediyoruz İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmelidir. Bu hükümet, Cumhurbaşkanı attığı tek imzayla Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak Türkiye'de kadına şiddetle ilgili bu ülkeye verilecek en büyük zararı vermiştir, vermektedir.
Bu değerli arkadaşlar, bir iklim meselesi. Bu ülkede yaşayan insanların genel anlamada bir yaşam kültürü meselesi. Eğer siz siyasetin en tepesinde, ülkenin en başında kadına şiddete karşı sağlam bir duruş koymazsanız o gevşeklik devletin bütün kılcal damarlarına kadar nüfus eder. Kolluğa nüfus eder, yargıya nüfus eder.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak Türkiye’de kadına karşı şiddete yol açan, açık kapı bırakan ve bu konudaki duruşu zayıflatan bir adımdır.
İstanbul Sözleşmesi’ne bağlı yasalar vardır. Bu yasalar yetersizdir. Daha da en önemlisi uygulamadır.
Uluslararası Sözleşmeler bizim iç hukukumuza göre kendi hukuk normlarımızın daha üstünde bir düzenlemedir. Herkes uymakla mükelleftir. İç yasal düzenlemelerimiz bu sözleşmelere göre uyumlu hale getirilmek zorundadır. Uluslararası Sözleşme var, yasalar var ama bir de bunun uygulaması var. Uygulama da tamamen siyasi iradeye bağlıdır.
Bu ülkenin şu anda siyasi iradesine, ülke yönetimine en yüksek noktada temsil eden kişi Sayın Erdoğan’dır, Cumhurbaşkanıdır. Eğer sayın Erdoğan, Kadına şiddete karşı sağlam bir duruş ortaya koymazsa bu ülkede her gün daha fazla kadın canını kaybeder, saldırıya uğrar, haksızlığa uğrar.
İşte bunun içindir ki; defalarca çağrıda bulunduk ama 25 Kasım vesilesi ile ben bir kez daha buradan Sayın Erdoğan’a çağrıda bulunuyorum; İstanbul Sözleşmesi’ne dönün. Sözleşmenin gereğini yapın. Yasal düzenlemeleri hale eksik tamamların ve uygulama konusunda da bu ülkenin kadınların hakkını verin. En önemli hak eğer yaşama hakkıysa yaşama hakkını bu ülkenin kadınlarına verin. Bu sizin ülkenin Cumhurbaşkanı olarak en temel sorumluluklarınızda birisidir.
Biz DEVA Partisi olarak cumartesi günü İstanbul’da Kadın Çalışmaları Koordinatörlüğümüz başkanlığında bir etkinlikte bulunacağız. Bütün arkadaşlarımız, İstanbul teşkilatımız ve Genel Merkezimizdeki arkadaşlarımız orada olacaklar. Ve kadına karşı şiddet konusunda hep beraber “Hayır” diyeceğiz, itirazımızı, sağlam duruşumuzu tekrar ortaya koyacağız.
*****
Değerli Basın Mensupları,
İktidar ortaklarının son dönemdeki kavgalarını görüyorsunuz. Seçimden bu yana henüz 6 ay bile geçmeden…
50+1 meselesinden bahsediyorum… Aralarındaki meselenin ne olduğunu, ne olmadığını bir kenara bırakıyorum.
Bu Sayın Erdoğan ile Sayın Bahçeli arasındaki mesele. Biz onların arasındaki meseleye de ilgi gösterecek durumumuzda yok fazla üzerinde yorum yapacak durumumuzda yok.
Şunun açık açık söylemek istiyorum ki: Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi, kazanan kişiye olağanüstü yetkiler veriyor.
Şu andaki mevcut sistem. Adına sistem dediğimiz ama kendi içinde tam bir sistemsizlik olan bu ucube durumdan bahsediyorum.
Cumhurbaşkanına; bilgisinin, görgüsünün, yeteneklerinin ötesinde bir hükmetme gücü veriyor şu anda mevcut anayasa.
Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret gören, geri kalan hiçbir fonksiyonunu çalıştırmayan krizlere sebep olan bir durumdan bahsediyorum.
İşte biz, tam da bu sebeple, partimizi kurduğumuz ilk günden bu yana “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” diyoruz.
Güçlü yasama, güçlü yürütme ve güçlü yargıdan bahsediyoruz.
Gücün tek bir kişide değil, birbirini denetleyen erkler arasında paylaştırıldığı; denge kontrol mekanizmasının tam olarak dert edildiği bir yönetim sisteminden bahsediyoruz. Toplumun her aşamada katılımcı demokrasiyle “denetim yetkisine” sahip olduğu bir sistemden bahsediyoruz.
Ama maalesef 2017’de apar topar, kimseyle istişare etmeden, yangından mal kaçırırcasına meclise getirilip hızlı bir şekilde geçirilen ve uzmanların uyarılarına aldırmadan uygulanmaya başlanılan bir sistem ülkemizi maalesef yokuş aşağı yuvarlamakta.
Dış politikadan ekonomiye, sağlıktan hukuka, gençlikten turizme her alanda daha kötü günler yaşadık, yaşıyoruz.
Şöyle 2018’den bu yana bir bakın. Ülkemizde iyiye giden ne var?
“Ülkemizin şu sorunu vardı ama çözüldü” diyebileceğimiz ne var? Her alanda ama her alanda ülkemiz zemin kaybediyor.
Hukukta adalette zemin kaybediyoruz, ekonomide zemin kaybediyoruz, eğitimde, sağlıkta zemin kaybediyoruz, uluslararası ilişkilerde sürekli itibar kaybediyoruz.
Baskıcı, totaliter bir sistem yüzünden 85 milyon sürekli kaybediyor.
Ne diyordu Sayın Erdoğan hatırlayalım, o kampanyada, o anayasa değişikliğinin yapılacağı referandum öncesi kampanyada; “Başkanlık sistemi gelecek koalisyonlar bitecek” demiyor muydu?
“Artık ülkemiz koalisyonsuz yönetilecek” demiyor muydu?
Şu anda iktidar ortağı kaç parti var, kendisi bile de bilmiyor.
Seçime giderken yanına kattıklarının kaç tanesi kendiyle beraber olur, olacak kendi de bilmiyor.
*****
Adına "Türk Tip” denen bu ucube sistem aslında tek bir kişi için kaleme alınmıştı.
Bizzat Sayın Erdoğan bu ülkeyi kafasına göre yönetsin diye kaleme alınan bir sistemdi bu.
Şahsına özel yapılan Anayasa’yı, yine kendi bedenine uyacak şekilde kesip biçmenin derdinde.
“Yeni Anaysa yeni Anayasa” dedikleri var ya “Hala bana engel olanlar var şöyle bir önüm açılsın. 3 dönem kuralı var, 2 dönem artı bir de parlamentonun hakkını sayarsak ‘e bunu açalım. “
Ne oluyor? “50+1 artık zor. 50+1’i tutturmakta artık zorlanıyorum. Durmadan yanıma ortak almak zorunda kalıyorum. 45+1 ile 40+1 ile 35+1 ile seçilebileyim.”
Demokrasilerde değerli arkadaşlar, Anayasa bir kişi için hazırlanmaz. Anayasa herkes için hazırlanır. Herkes uysun diye hazırlanır.
Bizim ülkemizde parti genel başkanları jübile yapmasını, zamanı gelince kenara çekilmesini bir türlü bilmiyorlar, öğrenemiyorlar.
Cumhurbaşkanlığı da "sınırlı ve süreli” bir görevdir. Hukukla sınırlı süreyle sınırlı bir görevdir.
Erdoğan da her hafta anayasayla uğraşacağına artık mevcut pozisyonundan zaman içerisinde bir onurlu çıkışın hazırlığını yapmak durumundadır.
Ülkeye hizmet etmek istiyorsa, bunun yolu sınırsız yetki ve sonsuz görev süresi değildir.
Nitekim kendisi bundan 10 yıl önce vakıf kurmaktan bahsediyordu. Hayır işleri ile uğraşacağım diyordu hatırlayalım.
“3 dönem kuralı” vardı AK Parti kurulurken. O ilk tüzüğü yazan kaleme alanlardan birisi de benim.
Ama 3 dönem geldi bırakmadı, bırakmıyor.
Durdukça da maalesef hele hele 2018’den bu yana bu yeni sistemle ülke zarar görüyor.
*****
Bugün anlıyoruz ki AK Parti’de de Cumhurbaşkanının kendisi de, AK Parti’deki bazı arkadaşlar, Cumhurbaşkanın kendisi de aslında sistemden rahatsız.
Tabii açıklamalarından anladığımız kadarıyla onun rahatsızlığı daha fazla demokrasi için bir rahatsızlık değil.
Denge ve kontrol mekanizmaları oluşturmayı, sistemi demokratikleştirmeyi falan da istemiyor.
Ne diyor?
“Daha dar bir seçmen grubunun beklentisine hitap edeyim, daha az sayıda seçmenden aldığım destekle aynı yetkiyi hatta daha fazlasını kullanayım”
“Oylarım düşse de koltuğumu koruyayım, oylarım düşse de başkalarına ihtiyacım olmadan ülkeyi kafama estiği gibi yöneteyim” diyor.
Hemen peşinden küçük ortak tabii durur mu? Arkasından cevap yetiştiriyor “krizlerin ortağı” ya sisteme âşık olduğu için hemen savunmaya geçiyor.
E sistemde en büyük kâr onun. Böyle bir ortaklık dünyada pek görülmemiştir. Kara ortak ama zarara karışmıyor. Bir tane kabine üyesi vermiyor.
Uygulamadan doğacak sorunların ortağı olmuyor ama ne oluyor?
İktidarın parçası olarak sürekli devlet kurumlarına nüfus etme kadrolaşma peşinde.
Onun içindir de %10’luk oyu ile Sayın Bahçeli şu anda ülkenin başında kayyum gibi hareket etmekte.
Sorumluluk yok, vatandaşın önünde hesap vermek yok; ama kâra ortak.
İktidarın bütün imkanlarından hoyratça istismar ediyor, istifade ediyor.
Ben buradan iktidara sesleniyorum:
Yaşanan tüm krizler, şu an içinde olduğunuz ittifaktaki sorunlar, yargıdaki bu gruplaşmalar çeteleşmeler…
Hepsinin çaresi için, size altın tepside çözümü sunuyorum.
Gelin bu sistemi değiştirelim.
Ülkemizi, yüz yılı aşmış, 100’üncü yaşına ulaşmış Cumhuriyetimizi, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ile taçlandıralım.
Reçete burada…Bu sadece DEVA Partisi’nin çalışması değil, Güçlü Demokrasiye Geçiş Eylem Planı, Çok sayıda anayasa hukukçusunun, dünyada iyi işleyen demokrasileri tanıyan, bilen sosyal bilimcilerin, siyaset bilimcilerinin katkısıyla hazırlanmış bir çalışma.
Biz bunu Ekim 2020’de 2 sene önce açıkladık. 2 sene önce detayıyla ortaya koyduk.
Bu da yetmedi benden başka hiç gösteren yok artık ama 6 partinin ortak imzasıyla bir anayasa değişiklik önergesi haline getirdik biz bunu.
Kodifikasyonu tamamlanmış, meclise teklif olarak sunulmaya hazır hap gibi hap hazır her şey hazır.
Dolayısıyla biz burada tekrar tekrar söylüyoruz ki; Dünyanın hiçbir yerinde hem bu kadar gücü elinde toplamış hem de yüzde 50 şartı olmadan iktidara gelmiş bir cumhurbaşkanının olduğu bir demokrasi yok.
Öyle bir şey yok.
Meseleyi sadece %50+1 olarak görmemek lazım.
Bu mesele memleket meselesidir ve memleket için en hayırlı olanı hepimiz için en hayırlısıdır diyoruz.
Gelin onla bunla hiç uğraşmayalım güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçelim.
Sayın Erdoğan inadını bıraksın.
Gerçekten şunu iktidar olarak masaya yatırsınlar.
Ve bunu iyi incelediklerinde görecekler ki hem kendileri için hem de ülkemiz için hayırlı olanı bu.
Gerçek demokrasi burada.
Ülkemizin gerçek anlamda hukuk devleti, gerçek anlamda bir ekonomik refah devleti olmasının yolu burada.
Başka yerlerde çözüm aramasından. Ülke gündemini de sürekli “Anayasa Anayasa Anayasa” deyip meşgul etmesinler.
Her hafta bir anayasa başlığı atıyorlar bütün ülke bunu konuşuyor. Burada derin sorunlar var, Gazze’de her gün yüzlerce insan ölüyor kadın ölüyor çocuk ölüyor.
Ekonomik krizden bütün bir ülke 85 milyon inim inim inliyor şu an bu ülkede ama sürekli “Anayasa” yok 50+1 yok şu yok bu.
Bakın biz bu tartışmalarında çatışmalarında içine girmeyiz. Burada niyet önemli.
Siz hukuka bağlı gerçek anlamda hukukun üstünlüğünün olduğu bir Türkiye istiyor musunuz istemiyor musunuz?
Eğer hukukun üstünlüğüne inanıyorsanız gerçek anlamda bir hukuk devleti olmasına inanıyorsanız Türkiye Cumhuriyeti'nin önce mevcut anayasaya bir uyun.
Anayasa mahkemesi kararlarına saygı duyun uyun. Bunu görelim ki sizin için anayasanın önemli bir hukuk metni olduğuna ikna olalım.
Ondan sonra ancak Anayasa konuşulabilir.
Bu haliyle Anayasa konusunda bizim hiç kimseyle konuşacak bir şeyimiz olmaz.
Önce mevcut Anayasa’ya uyun samimiyetinizi ispat edin ondan sonra Anayasa değişikliği ile ilgili konuları parlamenter sistemi baz alacak şekilde gelin konuşalım.
*****
Değerli arkadaşlar
Ekonomik kriz evreler değiştirerek devam ediyor.
Ülkemizde yoksulluk hızla yaygınlaşıyor hızla.
Her geçen gün sabit gelirli vatandaşlarımız, işçilerimiz, memurlarımız, emeklilerimiz kaybediyor.
Hayat sürekli pahalanıyor ama sabit gelirli vatandaşlarımız yüksek enflasyon altında inim inim inliyor.
Bu şartlarda ülkenin Cumhurbaşkanı ne yapıyor?
5 yıldır söylediklerini hani 2017'de anayasa değişti 2018'de tek yetkili cumhurbaşkanı olarak seçildi ya o gün bugündür nakarat.
Bakın şu videoyu hemen gösterelim. Çünkü arşiv olmayınca, kayıt olmayınca hafıza maalesef unutuyor.
Şöyle bakalım 2018'den bu yana Sayın Erdoğan neler demiş?
Ne diyor? Kur, faiz, enflasyon şeytan üçgeni diyor.
Ya 2018'den bu yana tek yetkilisin. Elinde her türlü imkân var.
Bağımsız kurum falan da bırakmadın. Merkez Bankasıydı, yargıydı, TÜİK'di tamamını kontrol ediyorsun. Elini tutan mı var?
Bu ülke gitmiş bu vatandaşa yetkiyi vermiş. Hangi şeytan üçgeninden bahsediyorsun?
Şeytan üçgeni ise eğer kur faiz enflasyon Sayın Erdoğan şu anda bu şeytan üçgeninin müsebbibi. Mağduru değil müsebbibi.
Bu ülkede eğer enfeksiyon patladıysa kendi yanlış politikaları yüzünden. Bu ülkede eğer faizler merkez Bankası faizleri şu son 6 ayda 6 buçuktan %35'e çıktıysa bugün muhtemelen 37,5 40 kaç olacak göreceğiz. Bu ülkede döviz kuru 2018'de 4 iken şimdi 28'i geçtiyse bunun müsebbibi kendisi.
Şeytan üçgeninden bahsediyorsa bu şeytan üçgenini oluşturan kendisi.
Hazine %42 ile borçlandı geçen hafta.
Cari açığı yüksek faizle finans eden diyor.
Kim yüksek faiz ödüyor?
Hazineye bugüne kadar gelmiş geçmiş en yüksek faizi ödeyen ödeten kendisi değil mi? Ama 5 yıldır nakarat dikkat edin.
Seçimden bir ay sonra ekonomide sıkıntı yok diyor kur olmuş 19.
Bu arada Merkez Bankası her Allah'ın günü arka kapıdan döviz satıyor “aman kur 20'yi geçmesin rezil olmayalım seçim döneminde” diye ‘ekonomide sıkıntı yok’ diyor.
Daha sonra görevlendirdiği bakan da ne diyor “kuru baskı altında tutmuşlar şimdi biraz artırdık” diyor.
Ve en son ayakları yere basmazken havada yine bazı laflar etmiş bakın. Ne diyor?
“Türk lirası bundan sonra artık değerlenecek” diyor. Yani diyor ki “artık Türk lirasının reel olarak değer kaybettiği sürecin sonuna geldi” diyor. “Reel olarak değer kazanma ihtimali yüksek” diyor.
“Faziletli bir döngüye gireceğiz inşallah” diyor.
Bu kelimeler var ya buram buram tercüme.
Ekonomi literatürünü ve jargonu bilen insanlar bilir bu “faziletli döngü” falan dediği bir ekonomistin zamanında bulduğu bir jargondur.
Belli ki ekonomi yönetiminden sorumlu arkadaşlar ya Sayın Erdoğan'ın önüne bir metin koymuşlar sen buradan al bunu oku diye ya da İletişim Başkanlığı her zaman yaptığı gibi uçakta söylenenleri sonradan müdahaleler olur ya biliyorsunuz. Yanlış bir şey söylediyse çıkarılabiliyor bazı şeyler sonradan eklenebiliyor artık nasıl olduğunu bilmiyoruz ama buram buram tercüme kokan laflar ediyor.
Neymiş bundan sonra Türk lirası reel olarak değerlenecekmiş.
Yani ne demek istiyor? Türk lirasının reel olarak değerlenip reel olarak değer kaybının ne olduğunu Allah aşkına çıksın kâğıda bakmadan bir açıklasın göreyim.
Ama kâğıda bakmayacak.
Türk lirasının reel değerlenmesi nedir reel değer kaybı nedir bir söylesin.
İnanın ne dediğini bilmiyor.
Sürekli laf laf laf ama sonuçta bunun bedelini 85 milyon ödüyor arkadaşlar.
Ve ekonomik kriz dediğim gibi bakın evrelerle devam ediyor.
Hep söylüyoruz ekonomi politikası ile bu ülkenin ekonomisi düzelmeyecek ve hukuk olmadan adalet olmadan bu ülkede refah yükselmeyecek.
Düşmeye devam edecek.
****
En son 2024 yılına ilişkin Asgari Ücret görüşmelerini de takip ediyorsunuzdur.
Konuşmalar başladı.
Yapılan açıklamalara bakılırsa yine bir algı operasyonu hazırlığı var asgari ücretle ilgili.
Biz tabii kolay kolay kül yutmayız. Vatandaşlarımıza gerçeği anlatırız. Ama ilgili bakanlar ne diyor? Ücretlerin gelecek yıl için hedeflenen enflasyon oranında artırılabileceği...
Ya arkadaş sen önce bu yılın gerçekleşen enflasyon farkını bir öde o birikmiş hak. Şimdiden bu yılın enflasyonu kadar değil gelecek yıl için kendi öngördükleri hedefledikleri düşük uydurma enflasyon hedefi kadar asgari ücret artırmanın hazırlanıyorlar.
Ve ne diyorlar? Ara zam da yapılmaz artık diyorlar.
Enflasyonu düşürecekler ya Temmuz'da da ara zamma falan ihtiyaç yok diyorlar.
Buradan iktidara sesleniyorum. Bu ortaya koyduğunuz enflasyon hedeflerinin siz hangisini tutturdunuz?
Bu yılın başında enflasyon için ne diyorlardı? %20 demiyorlar mıydı? 2023'ün enflasyonu %20 civarında olacaktı.
Şu anda Merkez Bankası’nın söylediği tahmin %65. O da TÜİK'in uydurma rakamları.
Gerçek enflasyonun %100'ün üzerinde olduğunu bağımsız araştırmalar zaten bize söylüyor.
Onu bunu bırakalım arkadaşlar bakın nasıl TÜİK ne derse desin.
Somut somut.
Ben bunu daha önce birkaç defa göstermiştim yine gösteriyorum. Bu somut herkesin cebindeki 200 lira değil mi?
Bu tedavüle girdiği gün 134 dolar ediyordu. Bugün ne kadar biliyor musunuz? 7 dolar bile etmiyor. 7 dolar etmiyor şu an.
Şu 200 liranın değerini 134 dolardan 7 dolara düşürenler çıkıp anlatsınlar. “Evet, hata yaptık” desinler.
Şapkalarını önüne koyup düşünsünler.
Biz her gün yargıya müdahale edip anayasa “mahkemesini tanımıyoruz” deyip “kararlarını tanımıyoruz” deyip bu Türk lirasına değer kazandırmanız mümkün değil, bu olmayacak.
Bu ülkenin bir vatandaşı olarak üzülerek söylüyorum. Olmayacak yapamayacaksınız.
Çünkü hukuk olmadan ekonomi olmaz.
Ve bunun da belki en somut halini nerede görüyoruz? Bakın asgari ücret konuşuyoruz değil mi?
Şu grafiğe bir bakın arkadaşlar. Bu açlık sınırı bakın “yoksulluk” demiyorum, açlık sınırı sürekli artıyor ama asgari ücretteki artışlar hiçbir zaman açlık sınırını dahi yakalayamıyor.
Bu ne zaman?
Ekim itibariyle.
Şimdi bu Kasım’da artacak bu 13.684 liralık açlık sınırı artacak. Aralıkta bir daha artacak, Ocak’ta bir daha artacak. Ancak ocak sonunda vatandaşlarımızın eline yeni asgari ücret geçecek bakın.
Bu üç defa daha artacak ondan sonra yeni asgari ücret ne çıkarsa o ancak Ocak sonunda işçinin eline geçecek.
Sürekli refah kaydı.
Emeklilerle ilgili durum daha da vahim. Bakın şu en düşük emekli maaşına bakın ya.
Açlık sınırı artarken emekli maaşları nasıl geride kalıyor makas nasıl açılıyor.
Şu hale bakın bu insaf mı bu insanlık mı?
Açlık sınırından bahsediyoruz ve üstelik geçtiğimiz 1 Temmuz’da bu 7500 en düşük emekli maaşı alan vatandaşlarımızı tamamen unuttular.
Sonra baskı baskı baskı ne dediler? “Dur ya emekliler biraz mağdur bari 5.000 liralık bir 100. Yıl hediyesi verelim.”
Sen zaten emeklinin cebinden almışsın. Enflasyon yoluyla zaten emekli maaşını eritmişsin arkasından kendi elinle enflasyonla erittiğin maaşı sözüm ona telafi etmek için 5.000 lira.
O 5000 lirayı da ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
Ne dediler “tamam emeklilere vereceğiz ama çalışan emeklilere vermeyeceğiz.”
Çiftçileri unuttular arada.
Çiftçinin emeklisi mi olur? Çiftçi gözünü yumduğu güne kadar toprakla uğraşır. Vefat ettiği güne kadar çiftçi çiftçidir.
Yok, çalışan çiftçinin emekli değerlendirmesinin farklı yapalım 5.000 lira ona verelim mi vermeyelim mi derken batırdılar.
Çünkü arkadaşlar artık bu hükümet toplumdan koptu. Sorunun da özü burada.
Toplumdan kopan bir hükümetin bu ülke için doğru kararlar alması mümkün değil.
Onun için sürekli zemin kaybediyor ülke onun için sürekli fakirleşiyoruz.
Bakın son grafik.
Seçime kadar dolar kurunu tutuyorlar seçimden sonra zıplaya zıplaya zıplaya gidiyor.
5 yıldır söylediğini Erdoğan tekrarlıyor “ya kur tamam merak etmeyin halledeceğiz.”
Yapamıyor olmayacak.
Ve kur arttıkça bu enflasyonu vuracak.
Enflasyon arttıkça bu ülkenin sabit gelirli bütün vatandaşları bundan zarar görecek zarar görmeye de devam edecek.
*****
Değerli Basın Mensupları,
Geçtiğimiz hafta ülkemizin farklı yerlerinde sel felaketleri yaşadık. Altyapı sorunları, tedbirsizlik ve doğal afetler karşısında yeteri kadar hazırlığı baştan yapmamak vatandaşlarımızın canına mal oluyor.
Batman’dan, Diyarbakır’dan, çok sayıda hayatını kaybeden vatandaşımız oldu.
İstanbul’dan Zonguldak’a çok acı haberler aldık.
Sel felaketi nedeniyle yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum.
Bahsettiğimiz şehirlerde bu afetlerden etkilenen diğer bölgelerde evleri, işyerleri zarar gören vatandaşlarımıza da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Bizim Afet Yönetimi Eylem Planımız şu an burada yok ama ilk 2 nolu eylem planımızdır. Çünkü bu ülkenin doğal afetlere karşı hazırlanması, depreme karşı sele karşı hazırlanması öncelikli meselemizdir ve bununla ilgili hem idari düzenlemeler yapılmalı hem de yeni bir devlet mimarisi gerekmektedir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı mutlaka ayrılmalı “Şehircilik ve Afet Yönetimi Bakanlığı” kurulmalıdır.
Çevre ve Şehircilik bir arada olduğu zaman şehirciliğin o rant var ya rant, rant oraya gelen bakan olsun bürokrat olsun hepsinin gözünü karartıyor bir süre sonra.
Ne çevreyle ilgilenen kalıyor ne de doğal afetlere karşı hazırlıkla ilgilenen kalıyor.
Dolayısıyla bizim baştan beri söylediğimiz ve ilan ettiğimiz devlet mimarisinde çevre ayrılmalıdır.
Afet yönetimi ve şehircilik ayrı bir bakanlık haline getirilmelidir. Yoksa bu sorunlar asla çözülmeyecek çözülemeyecektir.
*****
Değerli arkadaşlar;
Burada 3 haftadır söylüyorum ama inadına söylemeye devam edeceğim. Bunu geçen hafta söylemiştiniz demeyin lütfen.
Çünkü çok önemli bir konudan bahsediyoruz burada.
Bu yargıdaki krizi ve yargıda krize sebep olan konuları unutmayacağız, unutturmayacağız.
Tüm bu krizlerin ortasında inisiyatif aldığını görmediğimiz, ne yaptığını henüz anlayamadığımız Adalet Bakanına, tabi bakanlar nihayetinde Cumhurbaşkanının yetkilerini paylaşan kişiler. Asıl yetki Cumhurbaşkanı’nda.
Ben hem Adalet Bakanına hem de Cumhurbaşkanına soruyorum: İstanbul Anadolu Adliyesi Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya yaptığı yargıdaki çeteleşme, rüşvet ve çıkar örgütlenmesi ile ilgili şikâyet ne oldu?
Ne yapıyorsunuz? Soruşturma var mı yok mu hangi aşamada? Bunları takip edeceğiz.
Öyle sümen altına alınmasına üzerinin örtülmesine göz yummayacağız. Bunun takipçisi olacağız.
Bu ülkede yargı sadece bağımsız olmakla sorunlar çözülmüyor arkadaşlar.
Yargının evet bağımsız olması lazım ama yargının aynı zamanda tarafsız hareket edebilmesi lazım.
Hükümetin Cumhurbaşkanının etkisinden uzak çalışan yargının kendi başına kaldığında da tarafsız çalışabilmesi lazım.
Bu da yargının insan kaynağı yapısından tutun yargının işleyiş düzenine kadar yargının denetim mekanizmasına kadar yargı mensuplarının işe alırken mesleki eğitimine kadar, yargıdaki etik kurallara kadar çok kapsamlı bir konudur.
Dolayısıyla sadece bağımsız yargı demiyoruz. Aynı zamanda tarafsız çalışması gereken bir yargıdan biz burada bahsediyoruz.
Bir kez daha ben iktidarı seçim vaadini gerçekleştirmeye davet ediyorum. Adaleti yargıdaki tarafsızlığı bağımsızlığı sağlama konusunda gerekli adımları atma konusunda uyarıyorum.
***
Değerli Arkadaşlar,
Yarın 24 Kasım Öğretmenler Günü.
Öğretmenlerimizin son derece zor koşullarda çalıştığını, sınıf mevcutlarının özellikle büyükşehirlerdeki kalabalıklığını, enflasyon karşısında eriyen maaşlarıyla geçinemediklerini çok büyük zorluklar çektiklerini gayet iyi biliyorum.
Bugün İstanbul'da çalışan bir öğretmenin aldığı maaşla bir ev kirasını nasıl ödeyeceği, geçimini nasıl sağlayacağını çıksın Sayın Erdoğan şöyle bir hesap etsin de göreyim.
Öğretmen maaşı ne kadar? İstanbul'da kiralar ne kadar? İstanbul'da bir devlet okulunda çalışan bir öğretmen nasıl geçinecek şöyle bir ortaya koysun.
Ve bir başka seçim vaadi. Mülakat.
Bunlar mülakatı kaldıracağız demediler mi? Mülakatı sona erdireceğiz demediler mi?
Ne oldu?
Başta öğretmenler olmak üzere hiçbir alanda mülakat falan kalkmış değil arkadaşlar.
Çünkü mülakatı bunlar kendi işlerine gelmeyenleri, kendinden olmayanları eleme aracı olarak kullanıyor.
Mülakat gerçekten o devlet memuru bu yapacağı iş için uygun mudur değil midir onun ölçümü değil.
Referansı var mıdır? İktidar partisinin teşkilatlarından birinin yakını mıdır? Partiye yakın mıdır? Cumhurbaşkanı ile ilgili böyle hissiyatı nedir? Bunları ölçmeye çalışıp kendilerine yakın gördüklerini işe alıp uzak gördüklerini eleme aracıdır şu an Türkiye'de mülakat.
Dolayısıyla ben buradan Sayın Erdoğan'a diyorum ki sözünüzü tutun.
Seçimden önce söz verip seçimden sonra yan çizmeyin.
Mülakatı kaldırın.
Mülakatı kaldırmadan bu ülkede eleman alımlarda kamuya memur alımlarında adaleti fırsat eşitliğini sağlamak mümkün değildir mümkün de olmayacaktır.
*****
Değerli basın mensupları,
Sözlerimin sonunda, A Milli Futbol Takımımızı gerçekten tebrik etmek istiyorum.
A Milli Takımımız tarihinde ilk kez grup elemelerini lider bitirerek Almanya’da yapılacak olan EURO 2024 Avrupa Şampiyonası’na katılma hakkı kazandı.
Bizlere bu gururu yaşatan ay yıldızlı milli takımımızın tüm oyuncularını yöneticilerini de kutlamak istiyorum.
*****
Toplantımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyorum.