16 Şubat 2022 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 11. Haftalık Değerlendirme Toplantısı Konuşması

16 Şubat 2022

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
11. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI

Değerli basın mensupları,

Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,

Değerli konuklarımız,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

*****
Değerli arkadaşlar,
Oldukça yoğun bir haftayı daha geride bıraktık.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz perşembe günü hem partimiz için hem de ülkemiz için tarihi bir günü İstanbul'da gerçekleştirdik. Ekonomi ve finans politikaları eylem planımızı kamuoyuyla paylaştık.

119 ana başlık halinde, ekonomi alanında yapacaklarımızla ülkemizde nasıl bir atılımı gerçekleştireceğimizi anlattık.

Biliyoruz ki, Türkiye’nin güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyüme modeline ihtiyacı var.

Kredi pompalamasına değil, verimliliğe dayanan sağlam bir büyümeye Türkiye'nin ihtiyacı var.

İnşaat ve imar rantlarına değil, sanayi ve tarım başta olmak üzere yüksek katma değerli sektörlere dayanan bir büyüme modeline Türkiye'nin ihtiyacı var.

Tüketime ve kamu harcamalarına değil, yatırım ve ihracata dayanan bir modele ihtiyaç var.

İşte bu kapsamda, 119 ana başlıktan oluşan eylem planımızı kamuoyuyla paylaşmış olduk.

Biliyorsunuz, DEVA Partisi’nin, önümüzdeki seçimlerden sonraki ilk 90 günde ve 360 günde uygulayacağı politikaları teker teker açıklıyoruz.

Bu açıkladığımız 5. eylem planıydı. Biliyorsunuz tarımla başladık, arkasından afet yönetimi, sosyal politikalar, dijital teknoloji ve dönüşüm derken 5.eylem planımız da Ekonomi ve Finans Politikalarıyla ilgili.

Şunu çok iyi görmemiz gerekiyor ki arkadaşlar; Türkiye tarihinde bir ilki gerçekleştiriyoruz.

Türkiye’de bugüne dek böylesine kapsamlı bir hazırlıkla vatandaşın önüne çıkılmamıştı.

Biz adım adım taahhüt ediyoruz. Çünkü ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı çok çok iyi biliyoruz. Hem yolu biliyoruz hem de nasıl yürüyeceğimizi biliyoruz.

*****

Değerli arkadaşlar,

Öte yandan, biliyoruz ki, ülkemizin sorunları acil.

Haklı olarak, vatandaşlarımızın seçimi beklemeye sabrı yok, tahammül kalmadı artık.

Mevcut hükûmetin de seçimleri beklemeden, derhal yapması gerekenler var.

Bundan üç ay önce, 24 Kasım tarihinde, hükûmetin acilen atması gereken adımlar konusunda bir çağrı yapmıştık. 21 maddelik kapsamlı bir paketi derhal uygulamaları hükûmetin uygulaması gerektiğini söylemiştik.

Acil önlemler. Daha dolar kurunun 18'leri görmediği bir tarihti 24 Kasım.

O günden bu yana ülkemizin ekonomisi hızla kötüleşmeye devam ediyor. Bunun acı ve yakıcı sonuçlarını da ülkemizde yaşayan her bir vatandaşımız derinden hissediyor.

Yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı aldı başını gitti. Elektrik, doğal gaz ve akaryakıtta yapılan zamlar, her haneye ateş olarak düştü.

İşte bu doğrultuda, bugün tekrar, iktidarı özellikle şu dört konuda acil bir özel destek programı oluşturmaya çağırıyorum.

Burada bir kez daha sıralıyorum. Hükûmete çağrıda bulunuyorum:

Bir: Dar gelirli vatandaşlarımızı gıda, elektrik, doğal gaz, kömür ve benzeri temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışlarına karşı koruma maksadıyla özel bir destek programını oluşturun. Buna ilave olarak, elektrik ve doğal gaz faturalarındaki vergileri derhal indirilmesini sağlayın. Bir imzaya bağlı, bir kararname. Bu kadar kolay.

İki: Çiftçilerimiz için gübre, tohum, ilaç, elektrik, mazot, yem gibi girdi maliyetlerindeki artışları telafi edecek özel bir destek programı oluşturun.

Üç: Esnafımız için özel bir doğrudan destek, kredi ve garanti mekanizması oluşturun.

Dört: İktidarın sebep olduğu enflasyon karşısında ezilen ihtiyaç sahibi ailelere, doğrudan gelir desteği sağlayın.

Bunları derhal yapın. Vurdumduymaz olmayın.

Vatandaşlarımızın artık dayanacak gücü kalmadı. İnsanlar isyanın eşiğine gelmiş durumda.

Ben buradan hükûmeti tekrar uyarıyorum.
Bu bir acil durumdur. Derhal, ama derhal bu tedbirleri alın.

Her hafta her hafta, önümüzdeki aylarda da göreceğiz ki hükûmet bunları yapmazsa Türkiye'de sosyal huzur, sosyal barış ciddi bir risk altına girecektir.

Artık vatandaşlarımızın dayanacak, tahammül edecek gücümüz kalmamıştır.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz, Türkiye’nin özellikle yakın tarihindeki ekonomi hafızasını gayet iyi bilen, geçmişin doğrularını ve yanlışlarını süzme yetkinliğine sahip DEVA kadrolarıyız.

34 yıl boyunca çift haneli rakamlarda, yüzde seksenlerde, yüzde yüzlerde seyreden enflasyonu tek haneye düşüren ekonomi yönetiminin hafızasına dayanarak şunu çok açık ifade etmek istiyorum:

Önümüzdeki ilk seçimlerden sonra biz enflasyonu, iktidarımızın en geç ikinci yılında tek ve düşük haneli rakamlara yeniden indireceğiz.

Ancak, bunun yalnızca ekonomi ve finans alanında atılacak adımlarla mümkün olmayacağını da bilmemiz gerekiyor.

Hep söylüyorum, Türkiye'nin elindeki ekonominin düzelmesi, sadece ekonomide alınacak tedbirlerle mümkün değildir.

Güçlü ekonominin yolunun güçlü bir demokrasiden, adaletten, özgürlüklerden, hukukun üstünlüğünden geçtiğini de her defasında vurguluyorum.

Türkiye, gecenin karanlığında imzalanan kararnamelerle yönetildiği sürece, ekonominin asla düzelmeyeceğini de hep altını çizerek ifade ediyorum.

Her gece Resmî Gazete takip ederek, ülkedeki tek kişinin keyfini anlamaya çalışıyoruz.

Gecenin birinde, ikisinde, üçünde yayınlanan Resmî Gazetelerde.

Daha evvel de demiştim, sayın Erdoğan Resmî Gazete’yi şahsi günlüğü gibi kullanıyor artık. Ciddiyeti, saygınlığı kalmadı. Bakın daha birkaç gün önce son örneğini yaşadık.

Resmî Gazete’nin 13 Şubat tarihli sayısına baktığınızda Cumhurbaşkanı kararıyla kırmızı etin KDV’si %18’e çıkartıldı.

Üstelik, bazı temel gıda ürünlerinde KDV’nin %1’e indirileceği bir dönemde yapıldı bu.

Bir yandan açıklama, "%1'e indiriyoruz KDV'yi" bir yandan bir baktık Resmî Gazetede %18'e çıkmış etin KDV'si.

Sonra bir baktık, kamuoyunda tepkiler yükselince, yine Resmî Gazete ile, “düzeltme” geldi. Neymiş “Sehven” olmuş. Sehven.

Şöyle sözlük anlamını açıp bakıyoruz sehven nedir diye?

Türk Dil Kurumu sözlüğündeki tanımı şu: “Dalgınlık veya unutkanlık sonucu oluşan yanlışlıkla.” Sehven ifadesinin anlamı bu.

İşte Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin özeti: Dalgınlık veya unutkanlık sonucu oluşan yanlışlık arkadaşlar.

Sistemin özeti bu.
Koskoca ülkeyi “sehven” yönetiyorlar şu anda.

İşte o yüzden biz 9 Mart 2020 günü, daha yola çıkarken DEVA Partisi olarak söz verdik. Bu sistemi sona erdireceğiz dedik.

Demokrasimize büyük darbe vuran, kurumları ortadan kaldıran ve yoksulluk üreten partili ve taraflı cumhurbaşkanlığı sistemine son vereceğiz dedik.

Bakın arkadaşlar, inanın bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.

Bu KDV indirimi var ya gıdadaki KDV indirimi, fazla bir işe yaramayacak. Neden? Çok basit.

Gıda üreticilerinin girdilerinin çoğu %18 KDV oranına tabi.

Yani gıda üreticileri maliyetlerini oluştururken %18 KDV ödüyor çoğu girdi maliyetlerinde.

Girdileri tedarik ederken ödedikleri %18 KDV’yi, ürünlerini satarken aldıkları %1 ile karşılamaları da mümkün değil.

Devletten vergi iadesi almanın ne kadar zor olduğunu bilen üreticiler, bu farkı mecburen fiyatlara yansıtmak zorundalar.

KDV oranı düşerken, KDV’siz fiyatlar artacak. KDV'nin dahil olmadığı o içerideki fiyatlar artacak. Ancak üreticiler bunu böyle telafi etmek zorunda kalacak. Bu kadar basit.

Örneğin, bir gıda üreticisi enerjiye %18 KDV ödüyor değil mi? Elektriğe, doğal gaza -ki üretimin en önemli maliyeti şu anda enerji. %18 KDV'yi ödüyor. Hükümet diyor ki, "Tamam ama sen satarken %1 KDV alacaksın" diyor.

Aradaki %17 ne oldu? Bunu kim ödeyecek? Devlet KDV iadesini tam ve zamanında yapıyor mu? Hayır, yıllar sürüyor. O da alabilirse. Devletten vergi iadesini çoğu üreticimiz alamadığına göre üretici bu fiyat farkını yansıtmak zorunda kalacak.

Bir yandan KDV %1'e iniyor derken, KDV'siz fiyatların artışı KDV indiriminin çoğunu alıp götürecek.

Ben hep söylüyorum, bakın. Bir bakkalın yanında iki ay çıraklık yapan, bunların yaptığı hataları yapmaz.

Siz eğer gerçekten fiyatların düşmesini istiyorsanız. Önce gidin gıda üreticilerinin ödediği girdi maliyetlerindeki KDV’yi düşürün, şu elektriğin doğal gazın üzerindeki KDV’yi düşürün. Ondan sonra dönün onlara mal satarken ki KDV'sini indirin.

İnanın bu basit hesabı yapmaktan bile acizler.
Diyorum ya hep, ülkeyi “sehven” yönetiliyorlar. Yaptıkları bu.

*****
Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz hafta, bir başka önemli gelişme de Türkiye'nin uluslararası finans piyasalarındaki ve Türkiye'nin kendi iç finans piyasalarında baz aldığı kredi notunun düşmesi.

Biliyorsunuz, Türkiye'nin kredi notu geçtiğimiz hafta bir kademe daha aşağıya düştü. B+’ya indi.

Yani iflas seviyesine iki notumuz kaldı. İki kademe daha not düşerse artık Türkiye iflas seviyesine inmiş olacak. Zaten birkaç hafta önce göstermiştim bu ekranda. Giriş katın tam dört kat altında bizim yatırım kredi notumuz diye.

Sıfır yatırım yapılabilir derecenin 4 kat zaten altındaydı Türkiye.

Gerçekten, değerli arkadaşlar, çok çok üzücü bir durum Türkiye'nin kredibilitesinin aşağıya düşmesi demek.

Türkiye'nin güvenilirliğinin aşağı inmesi demek. Peki neden ne?

Kredi notunu düşüren kuruluş açıklamış nedenini, diyor ki. Bir; yüksek enflasyon diyor. İki; Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının rezervlerinin eksiye düşmüş olması diyor. Üç; politikalara olan güvensizlik diyor. Dört; öngörülemezlik diyor.

Dört tane sebep sayıyor bu kredi notunun bir derece daha aşağı düşmesine. Yazık günah.

Her kredi notu kaybı değerli arkadaşlar, bu devletin bu hazinenin daha yüksek faiz ödemesi demektir. Her kredi notu düşmesi Türkiye'nin risk biriminin artması ve vatandaşlarımızın daha yüksek faiz ödemesi demektir. Kredi notunun düşmesi, tüm esnafımızın, sanayicimizin daha pahalıya borçlanması demektir.

Hep diyoruz. Ekonomi diyorsak güven. Ekonomi diyorsak, itibar, istikrar.

Kredi notu düşen, kredibilitesi düşen bir ülkenin her alanda daha yüksek bir bedel ödemek zorunda kaldığını hepimiz görüyoruz, biliyoruz ve inanın çok üzülüyoruz.

Bir de neye başladılar? Vatandaşlarımızdan altın topluyorlar. 1500 noktada belirledik diyorlar. Getirin altınları diyorlar. Niye getirecekmiş vatandaş altınını? Sebep? Ne yapacaksınız bunu? "Getirin sisteme girsin". Bakın, siz güveni oluşturun. Zaten sistem dışı ne var ne yoksa yavaş yavaş gelir merak etmeyin. Ama güveni sağlayamazsanız avcunuzu yalarsınız. Hiçbir şey olmaz. Mümkün değil.

İster yastık altında olsun ister kiralık kasada olsun, ister yurt dışında olsun, ister sistem dışında olsun, nerede olursa olsun. Siz güveni sağlayamazsanız vatandaşlarımız getirip kaynaklarını sizin gösterdiğiniz adreslere teslim etmezler .

Ülkede savaş mı var ya?

Allah korusun gerçekten çok sıkıntılı bir dönem bir savaş olur. Derler ki, mecburuz artık bu millî mücadele meselesi o zaman bizim vatandaşımız gelir. Küçük kızının kulağındaki küpeyi bile devleti için teslim eder.

Ama vatandaşa sizin beceriksizliğinizin bedelini ödetme gibi bir hakkınız yok. Yönetemiyorsunuz. Ekonomi yönetiminde her türlü yanlışı yap, her türlü bilim dışı işi yap, Allah'ın verdiği aklı kullanma, akıl dışı işler yap, sıkışınca vatandaşa dön 1500 noktadan getirin altınlarınızı. Ayıp bir şey.

Biz bu ülkede arkadaşlar bakın 2001 krizini yaşadık, 2008-2009 krizini yaşadık böyle bir şey yapmadık.

Vatandaşının altınına muhtaç kalan bir devleti bu ülkeye asla reva görmedik biz. Siz güveni oluşturun zaten kaynaklar gelecektir.

Güveni oluşturmazsanız da asla, asla hiçbiri olmayacaktır.

*****
Değerli arkadaşlar,

Biz, DEVA Partisi olarak, Türkiye’nin istişare ve uzlaşma ile çözülemeyecek hiçbir sorunu olmadığına inanıyoruz.

Türkiye’nin, sorunlarını, tüm farklılıklarıyla beraber bir “biz” düşüncesi etrafında çözebileceğini düşünüyoruz.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta sonu, altı siyasi partinin genel başkanları olarak Ankara’da buluştuk.

Yarının Türkiye’sini inşa etmek için son derece önemli bir adım attık.

Toplantının ardından ortak yayınladığımız açıklamada da bunu vurguladık.

Hedefimiz; Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir.

Ancak, görüyoruz ki, Türkiye’nin Avrupa standartlarına yükselmesi hedefi krizlerin ortağı Bahçeli’yi rahatsız etmiş.

Öyle ki, dünkü konuşmasında Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normlarını bilmediği için “Bahsedilen bu normlar nelerden ibarettir?” diye sormuş.

Google’a yazıp öğreneceği şeyleri grup toplantısında ülkeye soruyor. Bunlar yeni konular değil ki. Bunlar ta Türkiye, Avrupa Konseyi’ne kurucu olurken altına imza ettiği sözleşmeler bunlar.

Çünkü mesele burada insan insan... Önce insan. Bunu anlamıyor. Bunu dağarcığına sığdıramıyor. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Devlet, insan için var. Bunu zihninde kurgulayamayan bir partinin genel başkanı bu ülkenin hiçbir sorununa çözüm üretemez hiçbir sorununa.

Şimdi krizlerin ortağının, Türkiye’ye her alanda zarar veren düşünce dünyasını şöyle bir izleyelim.

(VİDEO - KOLAJ BAHÇELİ)

Spiker: İktidara her hafta idam için seslenen Bahçeli ‘Getirin bu bahsi kapatalım’ restini daha güçlü çekti.

Bahçeli: İdamsa idam, işte er meydanı işte Türkiye Büyük Millet Meclisi

Spiker: MHP lideri ‘TTB korona kadar tehlikeli’ dedi. Birliğin kapatılmasını istedi.

Spiker: MHP lideri Devlet Bahçeli Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılmasını istedi.

Bahçeli: Anayasa Mahkemesi kapanmasın da hak ve hukukun itibarı mı kaybolsun?

Spiker: Bunlara daha sonra fırsat olduğunda devam ederiz şimdi birde askıda ekmek tartışmamız var biliyorsunuz,

Bahçeli: Biz askıya koyduk, ekmeksizler birer birer saklandıkları delikten fırlayarak ortaya çıktılar.
Spiker: MHP lider Devlet Bahçeli’nin tepkisi de sertti Boğaziçi Üniversitesi’ndeki protestolara.

Bahçeli: Evlat değil başı ezilmesi gereken yılanlardır.

Spiker: Sevgili izleyiciler MHP Lideri Devlet Bahçeli şu an sosyal medya hesabından, twitter üzerinden bir paylaşım yaptı. Ekranlarına getirelim bu paylaşımı: “Anılan gazetecinin tutuklanmasıyla bağımsız ve tarafsız yargı süreci başlamıştır”.

Bahçeli: Bizim ne Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nden ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden duyacağımız ve öğreneceğimiz hiçbir şey yoktur.

Evet, çünkü bunu öğrenme ve idrak etme becerisi yok. İşte görüyorsunuz.

Bizim gibi tam demokratların ülkemizi taşımak istediği noktada, Bahçeli’nin zihniyetine yer yok arkadaşlar.

Hani “Avrupa normları nelerden ibarettir” diye soruyor ya...

Sayın Bahçeli Anayasa Mahkemesini kapatmak isteyedursun; tam demokratların arzusu, Türkiye’nin gerçek bir anayasal demokrasiye kavuşmasıdır .

Anayasamızın, hak ve özgürlüklerimizin koruyucusu ve denetleyicisi olan Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığıdır, tarafsızlığıdır, özgürlüğüdür.

İdam gibi, gelişmiş demokrasilerde yer alması mümkün olmayan ve olmayacak yöntemlerin, ceza adalet sistemimize bir daha geri gelmemesidir.

Sayın Bahçeli’nin zihniyetine sığmayan normlar; Türkiye’de sivil toplumun güçlenmesidir. Meslek birliklerinin çoğulcu demokratik siyasi hayatın etkin parçaları olmalarıdır.

Gazetecilerin hedef gösterilmediği, fikir ve basın hürriyetinin el üstünde tutulduğu bir demokrasi seviyesidir.

Anayasal bir hak olan protesto hakkını kullanan gencecik öğrencilerimize, “başı ezilmesi gereken yılanlar” gibi çirkin ifadelerle saldırmamaktır.

Türkiye’nin Avrupa normlarına yükselmesi; Sayın Bahçeli’nin bir daha askıya ekmek koymaya ihtiyacının kalmamasıdır.

Avrupa normları; milletimizin, sıkıntı çekmeden, gönül rahatlığıyla sofrasını kurmasıdır.

Ülkedeki her bir bireyin tek tek özgürleşmesidir, zenginleşmesidir. Bu kadar basit arkadaşlar.

Bahçeli, bu ülkeyi aşağı çekmek için paçamıza asıladursun, bu ülkenin kanatlanmasına asla engel olamayacaktır.

Hiç endişeniz olmasın. Bu ülke mutlaka yükselecek ve bu yükselmeden krizlerin ortağı bile sayemizde yararlanacaktır.

Bu kadar basit.

*****

Değerli basın mensupları,

Bugün değinmek istediğim bir diğer husus da Cumhurbaşkanı’nın önceki gün gerçekleştirdiği Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti.

Bakıyoruz, bir yanda, o günkü şartlarda legal bir bankaya yatırdığı para ve legal bir derneğe üyeliği nedeniyle tutulduğu cezaevinde 84 yaşında hastalıktan hayatını kaybeden Nusret Muğla...

Diğer yanda, 5 yıl boyunca tarihimizin en kanlı gecesi olan 15 Temmuz hain darbe girişiminin arkasında olduğunu iddia ettiği Birleşik Arap Emirlikleri’yle kucaklaşan Sayın Erdoğan...

Elinizi vicdanınıza koyun: Bu manzara hak mıdır, adalet midir?

Uluslararası ilişkilerde sürekli yalpa yapmayı alışkanlık haline getiren Sayın Erdoğan’a soruyorum:

Nusret Muğla 84 yaşında, 5 yıl tutulduğu cezaevinde hayatını kaybederken, 15 Temmuz’un finansörü olmakla suçladığınız Birleşik Arap Emirlikleri ile sarmaş dolaş olmayı nasıl vicdanınıza sığdırabiliyorsunuz?

Bu mu sizin adaletiniz?

Değerli arkadaşlar,

Gerçekten üzülüyoruz ve kızıyoruz. Bir yandan vatandaşlarımız her an adaletsizlikle yaşıyor, diğer yandan dış ilişkiler tamamen tek bir kişinin duygu ve dürtüleriyle şahsileşmiş şekilde yürütülüyor.

Bir öyle, bir böyle...

15 Temmuz’u desteklemekle itham edilen Birleşik Arap Emirlikleri, birdenbire Sayın Erdoğan’ın yakın dostu oldu.

Bakın arkadaşlar,

15 Temmuz öyle herhangi bir tarih değildir.

251 insanımızın şehit olduğu, binlerce insanımızın gazi olduğu bir gece o gece.

Eğer o gecenin arkasında Birleşik Arap Emirlikleri varsa, böyle bir ülkeyle sarmaş dolaş nasıl oluyorsunuz diye soruyorum.

Yok eğer o gecenin arkasında bu ülke yoksa, 15 Temmuz hain darbe girişimi böylesine sulandırılabilir mi?

Biz kimseye “Bozduğun ilişkileri neden düzeltiyorsun” diye sormuyoruz.

Ama sayın Erdoğan’ın bu millete bir cevap borcu var. Birleşik Arap Emirlikleri 15 Temmuz’un arkasında mıydı, değil miydi?

Cevap verin yahu. Bir vatandaş olarak bunu bilmek benim hakkım. Herkesin hakkı. Evet ya da hayır, bir cevap verin.

Eğer bu ülke bunun arkasında ise hangi hakla siz kendi vatandaşlarınızın hakkını, hukukunu, onurunu çiğnetiyorsunuz?

Yok arkasında değilse bu ülke, bu ülke yalansa, yanlışsa bunca senedir milletimizi, halkımızı neden aldattınız? Çıkın söyleyin.

Yoksa, bir suç örgütü liderinin yayınladığı videolar mı acaba sizi bazı şeylere mecbur bıraktı?

Ama arkadaşlar, ortada görünen bir net konu var, o da 3-5 milyar dolarlık bir anlaşma var ya ortada net görünüyor.

Soruyorum size:

Merkez Bankası’nda kuruş kuruş biriktirdiğimiz 130 milyar doları, 2019 yerel seçimleri öncesinde akraba bakan ile el ele verip, arka kapıdan cayır cayır sattıktan sonra, siz sadece 4 buçuk milyar dolarlık bir rakamı teröre destekle suçladığı ülkeden borç para istemeyi nasıl tanımlarsınız?

Çıkın söyleyin “Deniz düştük, yılana sarılıyoruz. 4 buçuk milyar dolara mahkûm olduk, mecbur olduk” deyin. Onu da söyleyin mesele paraysa.

20 Aralık 2021 tarihinde, Türk lirasını dövize endeksleyen devleti batırma kampanyasına başlarken, dolar kurunu düşürmek için arka kapıdan 9 milyar doları cayır cayır sattılar, aynı 130 milyar doları sattıkları yöntemle arka kapıdan gizli saklı, dolaylı, dolambaçlı yollarla sattılar.

Sen 9 milyar doları birkaç günde cayır cayır yak sonra git bunun yarısı kadar parayı, 4 buçuk milyar dolar gelecek diye Birleşik Arap Emirlikleri’nin arkasından dön dolaş. “Borç ver, SWAP anlaşması yap” diye yalvar dur.

Yazık ya. Bu ülke buna layık değil.

Bunun bir adını koymak lazım. Bu yaptıklarına bir isim vermek lazım. Bunun adı en hafifinden basiretsizliktir.

Bunun adı hesapsızlıktır.

Bunun adı günübirlikçiliktir.

Başka bir şey değildir.

*****

Değerli basın mensupları,

Bu otoriter iktidar demokrasiyi zayıflattığı için, ekonomiyi zayıflattığı için dış politikada da taviz üstüne taviz veriyor.

Peki ekonomimizi güçlendirmemiz için ne yapılması gerekiyor?

Yıllardır ben formülü söylüyorum:

O zirveye ulaştığımız 12.500 dolarlık millî gelire ulaştığımız yıllarda da hep söylüyordum. Eğer bunları yapmazsak bu ülke orta gelir tuzağına düşecek diyordum ve maalesef düştü.

İki önemli konu arkadaşlar. Ekonomimizi yükseltmenin yolu eğitim ve hukuktan geçer .

İşte bu nedenle ülkemizde kuvvetler ayrılığını, hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını yeniden tesis etmek bir mecburiyettir. Bu olmazsa asla ekonomide başarı sağlanamaz.

Türkiye’yi insan haklarına dayalı bir hukuk devleti haline getirmek gerçek bir beka meselesidir.

Hukuk devletini inşa etmezseniz bu ülkenin ekonomisi de itibarı da uluslararası gücü de etkinliği de gittikçe aşağıya doğru batar.

Öte yandan, beka meselesi olarak gördüğümüz bir diğer alan ise eğitimdir.

Gençlerin yüzde 80’inin kaçıp gitmek istediği bir ülke en büyük beka tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Sizin kendi vatandaşınız, kendi genciniz kaçmak istiyor bu ülkeden. İşte asıl beka meselesi buradadır.

Eğitim Politikaları Başkanlığımız, seçimlerden sonraki ilk 90 günde ve ilk 360 günde uygulayacağımız eylem planıyla ilgili çok detaylı ve güzel bir hazırlık yapıyor.

Aylarca süren yoğun bir istişare dönemindeyiz şu anda. Görüşe açtığımız yüzden fazla maddeyi içeren bu eylem planımızı çok geniş çevrelerce tartışılıyor, konuşuluyor. Derinlemesine değerlendiriliyor.

Eğitim, 84 milyon vatandaşımızın tamamını ilgilendiren bir konu tamamını. Hiç kimse bu konu beni ilgilendirmiyor demez. Doğası gereği de diyemez.

İlkokuldan yükseköğretime kadar her alanda atılacak adımlara ilişkin kapsamlı bir çalışma yürütüyoruz.

Türkiye’nin özgür, özerk ve performansa dayalı bir üniversite modeline ihtiyacı olduğunu biz biliyoruz.

Çünkü üniversitelerinde idari özerkliğin ve bilimsel özgürlüğün olmadığı bir ülke, fikrî yoksunluğa ve yozlaşmaya mahkumdur.

O nedenle, üniversite sistemimizin ifade özgürlüğü ve liyakat temelinde yeniden inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Liyakatin, eğitim sürecinin her alanında ödüllendirilmesi, gayret gösteren gençlerin başarısını ve imkanlarını artıracak ve adaleti sağlayacaktır.

Başarılı olan hakkını alacaktır. Başarılı olmak için gayret edenin arkasında sistem duracaktır.

Bunun için de eğitimin her alanında kaybettiğimiz fırsat eşitliğini geri kazanmamız gerekiyor.

100. yılını yaklaştığımız cumhuriyetimizin hiçbir döneminde maddi durumu iyi olan ailelerin çocukları ile, maddi durumu zayıf olan ailelerin çocukları arasındaki fırsat eşitsizliği hiçbir zaman bu kadar büyük olmamıştı.

Eskiden her ilin güçlü bir lisesi vardı. Biraz sonraki nesillere gelelim. Anadolu Liseleri, güçlü Fen Liseleri vardı.

Anadolu’nun, Trakya’nın bağrından çıkan yoksul ailelerin çocukları o liselerden iyi eğitim alıp en iyi üniversitelere girerlerdi. Şimdi öyle bir şey kalmadı.

Maddi durumu zayıf olan bir ailenin çocuğunun iyi bir liseye, iyi bir üniversiteye girmesi tamamen imkansızlaştı. Bu adalet mi? Yazık değil mi?

Üstelik bu ailenin maddi durumunun da zayıflamasının tek sebebi şu andaki kötü yönetim, başka bir şey değil. Bu ülkede refah düşüyorsa, gelir adaleti bozuluyorsa, yoksulluk artıyorsa, işsizlik artıyorsa bunun tek sebebi; bu kötü yönetim.

İşte biz bu makası daraltmak için yani eğitimde fırsat eşitliğini hedefleyecek bir projeyi de biliyorsunuz daha önce açıkladık. Bu eylem planımız içinde de yer alıyor. “Eğitim Destek Banka Kartı” bu uygulamayı hayata geçireceğiz.

Velilere temin edeceğimiz “Eğitim Destek Banka Kartı” ile öğrencilerimizin temel ihtiyaçlarını kendi tercihleri doğrultusunda karşılayacak bir sistemi kuracağız.

Bunun kaynaklarını ayırmak gerekiyor. Diğer sosyal desteklerden ayırmak gerekiyor. Eğitim bambaşka bir alan. Eğitimin, kaynağının, desteğinin apayrı bir hesap içerisinde, apayrı bir destek mekanizmasıyla yürütülmesi gerekiyor.

Diğer bütün destekler bir yana eğitim desteğinin bir yana, ayrı ayrı yürütülmesi ve yönetilmesi gerekiyor.

Biliyorsunuz, bizim ta zamanında 2003-2004’te başlattığımız proje vardı. Şartlı nakit desteği diye. Dünya Bankası, bütün gelişen ülkelere bunu örnek olarak gösterdi. Dünyadaki en başarılı örneklerden birisi olarak.

Biz, o zaman eğitim desteğini apayrı bir kalem olarak verdik. Ve anneye verdik. Çünkü bu destek ailenin babasına verildiği zaman bazen duman olabiliyor. Ama desteği bizzat anneye verdiğiniz zaman anne o desteği sadece ve sadece çocuğu ve çocuğunun eğitimi için harcıyor.

Milyonlarca ailede bunu gördük. Test ettik. Dünyada da en başarılı örneklerden birisi olarak bu tescil edildi. Ama o ne zaman? Türkiye’de daha okuma yazma oranı düşük olduğu, çocukların ilkokula bile gitme oranıyla ilgili sıkıntıların olduğu bir dönemdi.

Ama bugünün Türkiye’sinde artık farklı bir Türkiye’deyiz. Farklı modellerle bunu yapmamız gerekiyor. Sonuçta eğitimle ilgili desteğin ayrı bir mekanizmayla, eğitim kartıyla verilmesi gerekiyor.

Bu karta, her eğitim-öğretim döneminin başında, hanedeki öğrenci sayısı ve ihtiyacı oranında kaynak yükleyeceğiz.

Her öğrencimizin ihtiyacına göre destek almasını sağlayarak, fırsat eşitliğinin önündeki engellerden birini de kaldırmış olacağız. En azından dengelemek için önemli bir çaba ortaya koymuş olacağız.

*****
Değerli arkadaşlar,

Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum. Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Değerli basın mensuplarının sormak istediği sorular varsa, cevaplamak üzere şimdi sözü kendilerine bırakıyorum.

Çok teşekkürler.