Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın Erzurum 1. Olağan İl Kongresi Konuşması:
DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri, Erzurum il teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Sevgili Erzurumlu gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Erzurum teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.
Halkı için, milleti için gözünü kırpmadan canını ortaya koyanların şehrinde olmaktan onur duyuyorum.
Sizleri bugün,
93 Harbinde 3 aylık evladını evde bırakıp cepheye koşan, iki evladı Birinci Dünya Savaşında şehit olan Nene Hatun’un şehrinden,
Sizleri bugün,
Milli Mücadele’nin en önemli kongrelerinden birinin, Erzurum Kongresinin gerçekleştiği şehrimizden,
Kazım Karabekir Paşa’nın savunduğu topraklardan,
Sizleri bugün,
27 Mayıs Darbesi'nde en genç yaşta tutuklanan ve Yassıada’da yargılanan Erzurum vekili Abdulmelik Fırat’ın şehrinden selamlıyorum.
...
Erzurum Kongresi, Kurtuluşa giden yolda, o zor şartlarda Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında, 62 delegenin toplanmasıyla gerçekleşmişti.
Sözlerime o delegeler arasında yer alan, ayrıca Birinci Meclisimizin Erzurum mebusu da olan Hüseyin Avni Bey’in sözleriyle başlamak istiyorum:
“Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir.”
Evet değerli konuklar,
Bu sene birinci meclisimizin 100. Yılını kutladık. Bu yüz sene içinde meclisimiz çok badireler atlattı. Ama Gazi meclisimiz hiçbir zaman bugünkü kadar kıymetsiz, değersiz görülmemişti.
Savaş koşullarında bile görevine devam etmişti.
Birinci Meclis, her türlü tartışmanın yapıldığı, vatandaşların haklarının her şeyin üstünde tutulduğu gerçek anlamıyla milletin meclisiydi.
Milli Mücadele şartlarında, cephede savaş sürerken Hüseyin Avni Bey meclis kürsüsünden Erzurum’da tutuklanan bir gazetecinin haklarını savunmuştu. Evet, tam da o şartların içindeyken Hüseyin Avni Bey, bir gazetecinin haksız yere tutuklanmasıyla ilgili gensoru vermişti.
Kendisine “gensoru da ne oluyor” diyenlere ise
“Gensoru vazife oluyor, vatanseverlik oluyor. Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir” diye cevap vermişti.
O gün, o ağır şartlara, devam eden savaşa rağmen tutuklanan bir gazeteci için Meclis’te gensorunun görüşülmesi kabul edildi.
Hüseyin Avni Bey meclis kürsüsünden “Gazeteciliğin vazifesi budur. Şayet bunda kanuna aykırı sözler varsa Basın ve Yayın Kanunu vardır, adliyeye sevk ederler. Ben kendi kanaatime göre bütün gazetelerin serbest yazmalarını kabul ederim. Bence serbest yazılan yazılardan kıymetli yazı yoktur” demişti.
Bugün bu tartışmaların yapılabildiği bir Meclisimiz yok.
Bugün, Birinci Meclisteki gibi çoğulcu, herkesin kendi kimliğiyle, kendi hür fikriyle yer alabildiği bir Meclisimiz yok.
Bugün, yürütme organı tarafından değersizleştirilmiş, denetim görevini yapamayan, sistemdeki önemini yitirmiş bir Meclisimiz var.
Milletvekillerine kürsüde yaptıkları konuşmalar için dahi fezlekeler hazırlanıyor. Milletin seçtikleri görevlerinden alınıyor.
Daha evvel de söylemiştik: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin sesidir, demokrasimizin nefesidir.
O yüce kürsünün arkasında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazar. Bu düstur basit bir duvar yazısı değildir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin sesidir, çünkü Türkiye tek sesli bir ülke değildir. Yüce Meclisimizde Türkiye’nin tüm sesleri temsil edilir.
Ne yazık ki Meclisimiz çok sesliliğini yitiriyor. Hükûmet, milletimizin hür iradesine göz dikiyor.
Biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi, yargılanan bir milletvekiliyle ilgili hak ihlaline hükmetti. Ama alt mahkeme bu karara uymadı. Adeta “Sizi ilgilendirmez, istediğim gibi ihlal ederim” dedi.
Arkadaşlar böyle olmaz. Böyle hukuk olmaz, böyle devlet olmaz.
Anayasa Mahkemesi, bu ülkenin en yüksek yargı oranı. Alt mahkeme onun kararına uymak zorunda. Bu bir yasal zorunluluk.
Hele hele Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, hak ihlallerinde ülkemizdeki en önemli telafi mercii. Daha on sene evvel
bizlerin de içinde olduğumuz bir ekip bu hakkı getirmişti. Yapılan düzenleme tarihi nitelikteydi ve nitekim hak ihlallerini kısmen telafi etme imkanı geldi bu sayede.
Şimdi iktidar ve küçük ortağı kalkıp bireyler lehine hükmedilen bu “ihlal” kararlarına karşı çıkıyorlar. Yerel mahkemeler de bundan güç alarak “Anayasa Mahkemesi kararı bizi ilgilendirmez” diyebiliyor.
Bundan bir asır önce savaş ortamında dahi “Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir” diyebilen vekiller varken, ve bunun gereği yapılırken, bugünkü tablo içler acısı bir tablodur.
Buradan herkese sesleniyorum. Gerçek bir hukuk devletinde bunlar olamaz. Yargıyı; bir kişinin, bir grubun, dar bir zümrenin keyfine göre kullanamazsınız.
Kimse kusura bakmasın, halkımız mağdur edildiğine inandığında Anayasa Mahkemesine başvuracak ve elbette hakkını arayacak.
Anayasa Mahkemesi’nin kararları karşısında da herkes görevini yapacak. Bu kararlar bağlayıcıdır, yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesince tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak zorundadır.
Biz hukuk devletini hiçe sayan bu anlayışı reddediyoruz.
Kim ne derse desin biz insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, güçler ayrımını savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.
Biz adil olacağız. Biz yargıya müdahale etmeyeceğiz. Biz yargının tarafsız ve bağımsız olması için ne gerekiyorsa yapacağız.
Biz bunları gerçekleştirmek için hazırız. Türkiye’nin devası hazır.
Erzurum hazır mı? ...
Kıymetli dostlarım,
100 sene önce Hüseyin Avni Bey’in “Serbest yazılan yazılardan kıymetli yazı yoktur” dediği ülkede bugün her muhalif fikir cezalandırılıyor.
100 sene önce bir tek gazetecinin tutuklanmasına karşı mücadele edilen ülkede, bugün 120 civarında gazeteci cezaevinde, tam 715 basın kartı da iptal edilmiş.
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün 2020 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ne göre Türkiye basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer aldı.
Bu utanç verici tabloyu Türkiye hak etmiyor.
Her eleştireni yargılıyorlar. Beğenmedikleri her görüşe saldırıyorlar.
Demokratik bir hukuk devletinde eleştiriden korkulmaz. Demokratik bir hukuk devletinde özgür basından korkulmaz.
Peki mevcut iktidar niçin korkuyor? Çünkü hiçbir konuda çözüm üretemiyor artık. Çünkü haksızlar ve bunu biliyorlar.
Oysa biz haklı olduğumuzu biliyoruz. Biz eleştirilerimizin haklılığından güç alıyoruz.
Ne istiyorlar? Her gazete aynı manşetle mi çıksın istiyorlar? Kimse farklı bir şey söylemesin, farklı bir haber vermesin mi diyorlar?
Kusura bakmayın, bu ülkenin baskıcı yöneticilere değil, özgür gazetecilere ihtiyacı var! Bu ülkenin tek sesliliğe değil çok sesliliğe ihtiyacı var!
Bu ülkenin hamasete, kavgaya, bağırıp çağırmaya değil, aklı selimle konuşmaya ihtiyacı var.
Bugün yaşananların hiçbirisi kaderimiz değil, kıymetli dostlarım.
Emin olun, hak ve özgürlüklerle ilgili bu sorunları düzelttiğimiz zaman ekonomimizi de düzeltmeye başlayacağız.
Dış politikayı da, eğitimi de, sağlığı da düzelteceğiz. Şu an yaşadığımız sorunların temelinde bir zihniyet problemi vardır. Hakkı, adaleti, dürüstlüğü, liyakati ilke edinirseniz inanın her şey çabuk düzelir.
Biz düzelteceğiz.
DEVA Partisi düzeltecek! ...
Değerli konuklar, saygıdeğer izleyiciler,
Biraz önce ifade ettim, şu anda Gazi meclisimiz 100 sene öncesinden daha geride.
Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi denilen sistemsizlikle, meclisimiz adeta yok hükmünde artık.
Bu sebepledir ki, biz sizlere güçlendirilmiş parlamenter sistemin sözünü veriyoruz. Meclisimizi eskisinden de daha güçlü hale getirerek milletin evi yapmaya gayret edeceğiz. Kanun Hükmünde Kararname gibi meclisin yetkilerini gasp eden uygulamalara da son vereceğiz.
Son 4 senede bu ülkede OHAL gerekçe gösterilerek bir KHK zulmü uygulandı, uygulanıyor. Bağımsız ve tarafsız yargı kararı olmadan binlerce vatandaşımızın işine son verildi. Tam 125 bin 678 kişinin işine son verildi arkadaşlar!
Demokratik bir hukuk devletinde, yapılacak tüm idari soruşturma veya yargılamalar, adil yargılanma hakkı çerçevesinde olmalıdır. Bir kamu görevlisinin hukuka aykırı eylemleri bağımsız ve tarafsız yargı kararı ile tespit edilmelidir.
Değerli dostlarım; OHAL KHKları ile herkesin ismi tek tek bir kararnameye yazıldı, herkes tek bir sepete atıldı, insanların işlerine, aşlarına son verildi.
Oysa KHK kullanılarak bireyler için idari işlem yapılamaz. Ama yapıldı, hukuk yok sayılarak yapıldı.
KHK ile işine son verilen vatandaşlarımızın büyük bir kısmı yargı tarafından aklandı. Ama bu vatandaşlarımız işlerine geri dönemediler. Bir kısmı hakkında dava bile açılmadı. Ama onlar da işlerine geri dönemedi.
Daha kötüsü ne biliyor musunuz?
KHK mağduru vatandaşlarımız, özel sektörde de işe alınmadı. Ülkemizde korku iklimi öyle hakim ki, özel sektör de onları istihdam etmekten korktu. Vatandaşlarımız böylece açlığa terk edildi.
Bunların hiçbiri hukuki değil. İnsani değil. Bir devlet vatandaşını yaşatmak için vardır, yok etmek için değil.
Güçlü devlet, vatandaşını ekmeğe muhtaç bırakan devlet değildir. Güçlü devlet, gazetecilerini aydınlarını hapse atan devlet değildir.
Güçlü devlet, hukukun üstünlüğü ilkesini çiğneyerek güç gösterisi yapan devlet değildir.
Güçlü devlet, özgürlüklerin kısıtlanmasını bir marifet sayan, doğarken kimlik kartı verdiği vatandaşını çaresizliğe terk eden devlet değidir.
Buradan sesleniyorum; bağımsız ve tarafsız yargı makamlarınca haklarında kesinleşmiş karar verilmedikçe herkes masumdur. Bu kişilerin özlük hakları iade edilmelidir. İtibarları iade edilmelidir. Yapılan hukuksuz işlemler nedeniyle maruz kaldıkları tüm zararlar telafi edilmelidir.
...
Saygıdeğer misafirler,
Ülkemiz çok ağır bir ekonomik krizin içinden geçiyor. Ekonomimiz son yirmi yılın en kötü durumunda.
Ülkeyi yönetenler yalanlarla kandırmaya çalışsalar da Türkiye fakirleşiyor. Paramız değersizleşiyor. Cebimizdeki Türk Lirası günden güne eriyor. Halkımız yoksullaşıyor.
Bugün Dünya Yoksullukla Mücadele günü aynı zamanda. Pandeminin de etkisiyle son dönemde çok sayıda işyeri kapandı. Pandemiden evvel başlayan ve devam eden ekonomik krizle işsiz, gelirsiz ve yoksul nüfusumuz arttı.
Hükümet ise, vatandaşlarının yoksullaşması karşısında etkili bir şey yapamadı.
Artık yoksulluk, basit bir gelir yetersizliğinin çok ötesinde bir hal aldı.
Nüfusun %71 gibi yüksek bir oranı borç ve taksit ödüyor.
Ülkemizde, en zengin yüzde 20, gelirin yaklaşık yarısını alıyor.
Ülkemizdeki en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10 arasındaki gelir farkı ise tam 13 kat.
Avrupa Birliği kriterlerine göre hesap ettiğimizde ülkemizde 17 milyon yoksul insan bulunuyor. Değerli arkadaşlar, bu nüfusumuzun beşte biri demek.
Askıda ekmek diye bir proje başlattılar. Bu yaptıklarından hiç utanmıyorlar mı? Bir ülkede adaleti, insan haklarını, demokrasiyi askıya alırsanız o ekmeği de askıya koymak zorunda kalırsınız.
Bu, iktidarın bir ortağının vatandaşının ekmek parasına muhtaç kaldığını açıkça ilan etmesi demek. Bu nasıl bir önerim anlayışıdır?
Bu nasıl bir utanmazlıktır? Söze gelince “yerli” diyorlar, “milli” diyorlar. Milliyetçilik askıya ekmek koymak değildir.
Milliyetçilik bu ülkenin her bir vatandaşını aynı samimiyetle kucaklayabilmektir.
Milliyetçilik, bu ülkenin her bir vatandaşının doğuştan gelen ve anasından emdiği ak süt kadar helal olan haklarını olduğu gibi teslim etmektir. Milliyetçilik bu ülkenin refahını topyekun yükseltmektir. Milliyetçilik kutuplaştırmak değildir. Bu ülkenin bazı vatandaşlarını, bazı kesimlerini ötelemek değildir.
Milliyetçilik bu ülkeyi topyekun kalkındırmaktır. Bu ülkenin çıkarlarını hem bölgesinde hem dünyada adamakıllı korumak ve savunmaktır.
Bu yoksulluk çözümsüz, dermansız DEVAsız değil arkadaşlar. Bu yoksulluk kaderimiz değil.
Değerli arkadaşlar,
Biz, yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız. İhtiyacı olanı biz gidip bulacağız ve yardım edeceğiz.
Biz bu yardımları aile bazlı ve hak bazlı yapacağız.
...
Saygıdeğer dinleyiciler,
Hatırlayın ne diyorlardı. Güya bütün sorunlarımızı bu yeni sistem çözecekti.
Peki ne oldu? Bu sistem neyi çözdü? Siz bir tek sorunun çözüldüğü gördünüz mü? Günden güne fakirleşiyoruz. Günden güne sorunlarımız artıyor. Her gün paramız değer kaybediyor. Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sisteminin başladığı gün dolar 4 buçuk liraydı, Bugün dolar neredeyse 8 lira. Bu ne demek? Paramız pul oldu pul.
Hükümet, lokomotif, tren falan diyerek ekonomiyi anlatmaya çalışsa da, sizler trenin uzun zaman önce raydan çıktığını çok iyi biliyorsunuz.
İki hafta önce açıklanan ekonomik programla, fakirleştiğimizi zaten hükümet kendisi ilan etti.
Ben ve arkadaşlarım yönetimdeyken, 961 milyar dolara ulaşan milli gelirimiz, bu yıl 702 milyara gerileyecek.
Aynı dönemde kişi başına milli gelirimiz 12.594 dolar iken şimdi 8.381 dolara düşeceği açıklandı.
Arkadaşlar tren raydan ne zaman çıktı görmüyor muyuz hepimiz?
İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesinde!
Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda, 2015 yılında, 24 milyar TL olan bütçe açığı, 2020 yılında tam on katına çıkarak 239 milyar TL olacağını açıkladılar. 10 katı 10! Bitmedi, 2023 yılına kadar da bunun azalmayacağını açıkladılar.
Ben ve arkadaşlarım ekonomi yönetimini bıraktığımızda yüzde 27,5 olan kamu borç yükü, bu yıl milli gelirin yüzde 41,1’ine çıkacaktır.
Açıkladıkları programla Türkiye’nin yeniden borç faiz sarmalına geri döndüğü de tescil edilmiştir.
Bütçeden yapılan faiz ödemeleri benim ayrıldığım yıl 53 milyar TL idi. Bu yılki faiz ödemesi 137 milyar olarak ilan edildi. Gelecek yıl ise bu rakamın tam 179 milyara çıkacağı açıklandı.
Arkadaşlar, fakirleşiyoruz. Bunun tek bir nedeni var arkadaşlar, öyle dış güçler iç güçler falan değil: Kötü yönetim! Yönetemiyorlar.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan bir başka karar da Merkez Bankası politika faizinin %2 arttılması olmuştur.
Ne oldu? Acaba hükümet faiz lobisi karşısında direnemedi mi? Son yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı ısrarla faizin enflasyonun sebebi olduğunu iddia ediyordu. Yani faiz artarsa enflasyon artar diyordu. Sizin teziniz doğruysa niçin faizi artırdınız? Bu kadar hayat pahalılığı varken bir de faiz artışıyla enflasyonu daha da mı azdırmak istiyorsunuz?
Olmadı. Tutmadı. Merkez Bankası’nın faizini sessizce artırmasıyla beraber bütün bu uygulamalarının yanlış olduğunu, yıllardır savundukları tezlerin içinin boş olduğunu itiraf ettiler. Çıkıp bu faiz artışını anlatacak, savunacak birisi oldu mu? O günden bugüne hükümetten bu konuda çıt yok.
Arkadaşlar bilmiyorlar. Ekonomi yönetimini de bilmiyorlar.
Ama artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor.
Devletin kara günler için yıllardır biriktirdiği yedek akçe hesabı vardır. Geçen yıl bir kalemde harcayıp bitirdiler. 2019’da biriken yedek akçeyi de 2020 yılının hemen başında hemen harcadılar. Sabredemediler.
Bir de çıkıp “kur bizi ilgilendirmiyor” diyorlar. Ya siz vatandaşın aklıyla alay mı ediyorsunuz?
Kur sizi ilgilendirmiyor da niçin akaryakıta zam yapıyorsunuz? Niçin elektriğe zam yapıyorsunuz? Bunların maliyetinin direkt döviz kuruna bağlı olduğunu bu halk anlamıyor mu zannediyorsunuz?
Devletin borcunun önemli bir kısmının döviz borcu olduğunu bu millet bilmiyor mu sanıyorsunuz? Kur önemli değil de, Merkez Bankası’nda yıllardır biriktirilen tam 120 Milyar dolar dövizi bir inat uğruna niye erittiniz, niye yaktınız?
Hele hele Erzurum gibi kışı çetin ve sert geçen bir şehirde, elektriğe doğalgaza ödediğiniz faturalarla ekonominin ne halde olduğunu çok iyi biliyorsunuz.
Hafta başında TÜİK, işsiz sayısının %13,4 olduğunu açıkladı. Ama sizler bunun gerçekte %31 olduğunu çok iyi biliyorsunuz.
Her üç kişiden biri işsiz değerli arkadaşlar.
Yatırım olmadan istihdam oluşmaz, işsizlik sorunu çözülemez. Yatırımcı ise güven ortamı ister.
Ülkemizin sorunlarının çözümü ancak ve ancak bu milletin, çalışanların ve yatırımcıların geleceğe güvenle bakmasıyla mümkündür. Oysa ülkeyi yönetenlerin artık güven ortamını tesis etme imkanı kalmamıştır.
Bu yönetim başta olduğu sürece yatırımcı yatırım yapmaktan çekinecek, yeni istihdam oluşmayacak, işsizlik sorunu artmaya devam edecektir.
İşten çıkarmaların yasaklanmasıyla kayıtlı çalışanlar bordrolardaki yerlerini koruyabildiler. Ancak bu çalışanlar normal dönemde elde ettikleri gelirin çok altında bir gelirle yaşamak zorunda kaldı. Kısa çalışma ödeneği alan çalışanlara ortalama aylık 1.547 lira, ücretsiz izne ayrılanlara ise net 1.168 lira ödeme yapılabildi.
Asgari ücretin 2.324 lira,
Türk-İş tarafından açıklanan açlık sınırının 2.448 lira,
yoksulluk sınırının ise 7.973 lira olduğu bir ortamda,
bu ödenenler insanlık onuruna yakışmayan, sefalet ücreti denilebilecek düzeyde.
Bu ülkenin vatandaşları, insan haysiyetini yok sayan, insan onurunu ayaklar altına alan uygulamaları hak etmiyor.
Fakirleşiyoruz ve bunu iliklerimize kadar hissediyoruz arkadaşlar.
Bu ülkenin vatandaşları kötü yönetimin bedelini ödeyemez. Kimse artık halkımızdan bunu beklemesin. Bu ülkeyi yönetenler kendi yaşam standartlarından en ufak bir eksilme yaşamazken, hiç kimse halkımızdan bu kötü yönetimin bedelini ödemesini istemesin.
Bu bizim kaderimiz değil arkadaşlar.
Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçücük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz.
Doğmamış çocuklarımıza kadar her birimizi borca sokan Varlık Fonu’nu kapatacağız. Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları yeniden itibarlı hale getireceğiz.
İktidar olanların niyetleriyle şekillenen, keyfi kararlarla ülkenin geleceğini karartan tüm uygulamalara son vereceğiz.
...
Saygıdeğer izleyiciler, sevgili Erzurumlu hemşerilerim,
Erzurum Türkiye’nin yüzölçümü bakımından en büyük dördüncü ili. Tarım ve Hayvancılık için oldukça müsait arazi yapısı bulunuyor.
Erzurum; hayvan varlığı açısında Türkiye'nin en önemli ilerinden biri. Bu nedenle hayvancılığın gelişmesi için;
Hayvancılık İhtisas Organize Sanayi Bölgesi,
Erzurum’a ve bölgeye hitap eden “Ot ve Yem Borsası’’ ve
Modern bir süt fabrikası
kurulmalıdır.
Mevcut Et ve Süt Kurumu daha aktif hale getirilmeli ve kapasitesi artırılmalıdır.
Sözleşmeli besicilik modeli geliştirilmelidir.
Erzurum ve ilçelerinde Hayvan Borsası ve Hayvan pazarları kurulmalıdır.
Üretilen sütün sanayiye aktarılması ve işlenerek daha yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülebilmesi için “soğutmalı süt toplama merkezleri” kurulmalıdır.
Bitkisel üretimde verimliliği artırmak için laboratuvarı olmayan ilçelere birer adet “Toprak Tahlil Laboratuvarı’’ kurulmalıdır.
Başta Çoruh vadisi olmak üzere, mikro klima özelliğine sahip ilçelerde Elma, Armut, Vişne, Ceviz, Kiraz, Dut, Erik gibi bazı meyveler için Erzurum’a uygun katma değeri yüksek meyvelerin üretimi artırılmalıdır.
Erzurum ve çevresinde “Suni Tohumlama Üretim Merkezi’’ kurulmalıdır.
İspir ve Hınıs fasulyesi Erzurum'un marka ürünleri olarak tanıtılmalıdır. Bu ürünlerin organik üretimi artırılmalı, söz konusu ilçelerde bakliyat eleme, tasnif ve paketleme tesisi kurulmalıdır.
Böylesi geniş topraklara sahip ve stratejik bir konumda olan Erzurum’da üretim faaliyetlerinin artması ihracatımızı da artıracaktır.
Erzurum’un kışının uzun sürmesinin büyük bir dezavantaja sebep olduğunu biliyorum. “Kura bakmıyoruz” diyorlar ya, siz inşaat için, elektrik için, doğalgaz için mecbur bakıyorsunuz biliyorum. Bütün bu inşaat maliyetleri, enerji maliyetleri dövize bağlı olduğundan kur arttıkça maliyet artıyor.
Doğru ekonomi politikalarıyla Erzurum’un ayağa kalkacağını biliyorum.
Sanayi sektörünün payının en düşük olduğu şehirlerden olan Erzurum’un sanayisinin geliştirilmesi için önlemler alınması ve böylece istihdamın da artırılması gerekmektedir.
Yatırımcılarımıza özellikle yatırım maliyetlerini artıran tüm bu alanlarda teşvik uygulanması için politikalar geliştirilmelidir.
Bir üniversite şehri olan Erzurum’un dijital altyapısı güçlendirilmeli ve teknoloji alanındaki girişimciliğin önü açılmalıdır.
Erzurum nüfusu genç bir ilimiz. Gençlerde işsizlik oranı tarihin rekor yüksek seviyelerinde. Daha kötüsü gençlerimiz umudunu yitirmeye başladı. Gençlerimiz ülkemizden göç ediyor. İnsan sermayemizi kaybediyoruz.
Niçin bu gençleri kaybediyoruz? Çünkü gençlere istihdam yaratamıyoruz. Çünkü gençlere iş imkanı sağlayamıyoruz. Çünkü gençler özgürlük istiyor. Gençler geleceklerinden endişe duymak istemiyor. Gençler kendilerine saygı duyulmasını istiyor.
Biz ortak bir gelecek inşa etmek üzere yola çıktık. Ortak geleceğimizin yolu bugünden geçiyor. Bugün gençliğimize yatırım yapmazsak nasıl geleceği inşa edeceğiz?
Biz Erzurumlu anne babaların sesini duyuyoruz. Kaygılarını biliyoruz. Geleceğin dünyasında evlatlarının iyi yerlerde olmasını istiyorlar, biliyoruz. Biz gençlerimizin korkularını, hayallerini, taleplerini de biliyoruz.
İşte bu yüzden biliyoruz ki, DEVA Partisi hepimizin tek umudu!
Biz gençlerin umudunu çalanlara karşı, gençlerle birlikte yepyeni, özgür, zengin bir ülke için çalışmaya hazırız.
Erzurum, siz de hazır mısınız? ...
Değerli vatandaşlarım,
Bugün Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki haksız işgali nedeniyle masum canlar hayatını kaybediyor.
Ermenistan tarafından işgal edilen Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan Cumhuriyeti’nin öz toprağıdır. Biz, Ermenistan’ın bu hukuksuz işgali derhal sonlandırması gerektiğini düşünüyoruz ve Azerbaycan’ın uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını sonuna kadar destekliyoruz.
Biz yıllardır devam eden gerginliğin, savaşın, dökülen kanın artık nihai bir barış anlaşması ile sonlandırılmasını istiyoruz.
Başta Türkiye ve Minsk grubu olmak üzere tüm uluslararası kamuoyunu da yaşanan bu çatışmanın adil bir müzakere süreciyle derhal sona erdirilmesi için çalışmaya davet ediyoruz.
...
Kıymetli katılımcılar, ekranları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımız,
Biz, DEVA Partisi olarak özgürlük, adalet, eşitlik ve toplumsal barış için, insanımızın hak ettiği yaşam için yola çıktık.
Türkiye’de kutuplaşmadan değil, güvenden; kayırmacılıktan değil, liyakatten beslenen bir siyaseti hakim kılacağız.
Kadınların ve gençlerin en önde yer aldığı, herkesin eşit seviyede söz sahibi olduğu, engelli vatandaşlarımızın siyasette engellenmediği partimizle, adalet için, hukuk için, özgürlük için geliyoruz.
Biz, bu ülkedeki her bir bireyin eşit ve özgür vatandaş olması için mücadele edeceğiz!
Bakın çok açık ifade ediyorum;
Tüm Türkiye’ye, bu ülkenin bütün vatandaşlarına sesleniyorum.
Biz DEVA partisi mensupları olarak taahhüt ediyoruz ki, Türkiye’nin neresinde yaşarsa yaşasın, her bir vatandaşımızın insan olmaktan kaynaklanan tüm temel hak ve özgürlükleri tanınıp, yasal ve anayasal güvenceye bağlanıncaya kadar bu mücadelenin neferleri olacağız.
Temel hakların tanınması insan onuruna saygının gereğidir.
Bu haklar kimseyle müzakere edilemez. Bu haklar oylamaya tabi de tutulamaz.
Biz DEVA Partisi olarak, mevcut yönetimin, küçük ortağının peşine takılarak ortadan kaldırdığı bütün demokratik hakları yeniden sağlamak için çalışacağız.
Biz, etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliğimizi dikkate alarak toplumdaki tüm farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunuyoruz.
Her türlü ayrımcılığa karşıyız. Herkesin kendisini bu ülkenin eşit ve özgür bir vatandaşı hissetmesini sağlayacağız.
Kadınların yaşadığı her türlü baskı, ayrımcılık, kötü muamele karşısında dimdik duracağız ve buna karşı en etkili şekilde mücadele edeceğiz.
Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasinin gereği neyse onu yapacağız.
Demokratik bir hukuk devletine yaraşır biçimde, özgür ve müreffeh bir Türkiye için çalışacağız.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Ve biz hazırız!
Artık Erzurum’un DEVA’sı var. Türkiye’nin DEVA’sı var. Hepinize çok teşekkür ediyorum.