19 Kasım 2025
Ali Babacan 19 Kasım 2025 Haftalık Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve bizleri bu salonda izlemekte olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor;
Yeni Yol grubunun haftalık toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sadece şu son iki haftada ülkemizde yaşananlara baktığımızda, kaybettiğimiz canları gördüğümüzde kahroluyoruz.
Bakın, geçtiğimiz hafta Dilovası’nda büyük bir facia yaşandı.
Dile kolay, tam 7 can, 7 emekçi vatandaşımız, ihmalsizlikler sonucu, denetimsizlikler sonucu hayatını kaybetti.
Şu haberi okudum, içim parçalandı.
“Yangın merdiveni ve acil çıkışı olmayan depoda cenazeler, kapının forkliftle kırılmasıyla açılabildi ve çıkarılabildi.”
Haber böyle diyor.
Yangından kurtulmayı bırakın, cenazelerine bile erişilemeyen emekçilerden söz ediyoruz.
Yıl 2025, Türkiye’de karşılaştığımız manzara bu.
Ölümlerin sebebi ortada: Ölümlerin sebebi ihmal, ölümlerin sebebi denetimsizlik, ölümlerin sebebi alınmayan tedbirler.
Bu ölümler, iş güvenliğini maliyet olarak gören anlayışın sonucudur.
Bu ölümler, denetimin kâğıt üzerinde yapılmasının sonucudur;
Bu ölümler, Kartalkaya'dan İliç’e, görevi ihmali alışkanlık haline getirmenin sonucudur.
Hayatını kaybeden Hanım Gülek, Dilovası’nda 65 yaşındaydı.
Evinde torun sevmesi gereken yaşta, bir kozmetik fabrikasında.
Şengül Yılmaz, 55 yaşında.
Tuncay Yıldız, yoğum bakımdaydı, sonra o da hayatını kaybetti; yaşı 48.
Gerçekten çok acı arkadaşlar çok.
Esma Dikan, 31 yaşında.
İki yıldır sigortasız çalıştığı, yangın merdivensiz olmayan o atölyede hayatını kaybetti.
Ardında üç acılı çocuk, bir acılı eş bıraktı Esma Dikan.
Tuğba Taşdemir daha 18'inde. Nisa Taşdemir, 17'sinde.
Cansu Esatoğlu; daha 16 yaşında gencecik kız, gencecik kızlarımız.
“Gençler iş beğenmiyor” diyenlerin, gençlere layık gördükleri işlerde işte bu işler arkadaşlar.
Can güvenliği olmayan, emeğin değersizleştirildiği işler bunlar.
Bu ülke, emeğiyle yaşamak isteyen insanlara mezar olan bir ülke olmamalı.
Bu ülke, denetimi kâğıt üzerinde yapanların, ihmali alışkanlık haline getirenlerin ülkesi de olmamalı.
Bu ülke, 16 yaşındaki bir kızın; Cansu'nun akşam işten evine dönemediği bir ülke olmamalı.
Sadece Dilovası mı?
İşte yine geçtiğimiz hafta Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde viyadük inşaatında çalışan 4 işçi kardeşimiz iskelenin çökmesi sonucunda hayatını kaybetti.
Hepsi can, hepsi insan…
Dün bir kafede kahve içerken boğazına isabet eden bir kimyasal maddenin ki hâlâ ne olduğu anlaşılamadı, genç bir mühendis arkadaşımız şu anda hastanede yaşam mücadelesi veriyor.
Bakın biz, bu düzene “alışın” diyenlerden değiliz, olmayacağız.
Tek bir kişinin bile alın terinin, emeğinin, hayatının hiçe sayılmadığı bir Türkiye'yi, el birliğiyle, omuz omuza vererek kuracağız inşallah.
Buradan, Dilovası'nda ve Kulp’ta hayatını kaybeden gençlerimizin, büyüklerimizin ailelerine, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Allah rahmet eylesin, mekânları cennet olsun.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'yi öyle bir ülke haline getirdiler ki hukuku ortadan kaldırdılar.
Adaleti ortadan kaldırdılar, layığıyla geçinmeyi ortadan kaldırdılar.
Fakir her geçen gün daha fakirleşirken, zengin her geçen gün daha zenginleşirken, güvenliği ortadan kaldırdılar.
Sokakta yürümek, trafiğe çıkmak, iş yerine gidip helalinden kazanç peşinde olmak artık hayattan kopma sebebi oldu.
Bakın, Rojin’le ilgili sırlar hala çözülemedi.
Her tarafta ihmal, her tarafta denetimsizlik.
Türkiye’de yaşama çıtası sürekli aşağı düşüyor.
Can güvenliği, gıda güvenliği, barınma güvenliği, sağlık güvenliği…
Hepsi tehdit altında.
İşte evvelsi gün İstanbul'un göbeğinde yaşananlar:
Böcek ailesi kaldıkları otelden dışarı çıktılar.
Yemek yediler, son kez birlikte gezdiler, dolaştılar, güldüler.
Ama ailece birlikte oldukları o gün, onları hayattan kopardı.
Otelde mi bir şeyler oldu, yedikleri bir şeyden mi, hala açıklığa kavuşmuş değil.
Fakat, bir aileyi yok eden ihmaller zincirini biliyoruz, görüyoruz; buradan haykırıyoruz…
Otelse otel, yemekse yemek, hastaneyse hastane:
Her birinin denetimi hükümette.
Her birinin sorumluluğu ilgili bakanlıkta.
Sorumluluk otelde mi?
Turizm Bakanlığı oraya gidecek gerekli denetimi yapacak.
Sorumluluk ailenin kritik durumunu öngöremeyen hastanede mi?
Sağlık Bakanlığı oraya gidecek denetleyecek.
Sorumluluk yemeklerde mi? O yiyecekleri satanlarda mı?
İlgili bakanlık oraya gidecek, denetimlerini yapacak.
Bu bakanlıklar niye var?
İktidardakilere ve etraflarındaki menfaat şebekesine şimdi seslenmek istiyorum:
Bu ülkenin kurumlarında ehliyet ve liyakati yok ettiniz.
Bütün kararları bir merkezde toplayıp, bütün kurumları zayıflattınız.
Malum menfaat şebekesi, bu kurumları vatandaşa hizmet eden kurumlar olmaktan çıkarıp, sadece kendi çıkarlarına hizmet eden aygıtlar haline getirdi.
Beslenmeyi denetimsiz hale getirdiniz, insanların elinden güvenli gıdaya erişimi aldınız.
Kiraları arşa çıkardınız, insanların elinden barınmayı aldınız.
Hukuku, adaleti ortadan kaldırdınız; insanların elinden güvenliği, emniyeti aldınız.
Sayenizde koskoca Türkiye Cumhuriyeti, postmodern bir taş devri yaşıyor.
Türkiye Cumhuriyeti ilkel bir kabile devleti değildir.
Türkiye Cumhuriyeti, yemek yiyen vatandaşlarını toprağa vermeyecek kadar güçlü ve büyük bir ülkedir.
Vatandaşın görevi hayatta kalmak değildir, devleti yönetenlerin görevi insanları yaşatmaktır.
Değerli Arkadaşlar,
Geçtiğimiz günlerde bir askeri nakliye uçağımızın düşmesi sonucunda hayatını kaybeden 20 şehitimizi de tekrar rahmetle anmak istiyorum.
Acımız çok büyük.
Şehitlerimizin kederli ailelerine, yakınlarına ve silahlı kuvvetlerimize de başsağlığı diliyorum.
Bu kazanın sebeplerinin en kısa zamanda açıklığa kavuşturulmasını, benzer kazaların tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirlerin de derhal alınmasını diliyorum.
Değerli arkadaşlar,
Adaletin terazisi dengesini çoktan yitirdi.
İktidar yargıyı bir sopa gibi kullanmaya devam ediyor.
Mahkemeler, farklı düşünenleri susturmak, eleştirilerin önünü almak ve korkuyu büyütmek için bir baskı aracına dönüşmüş durumda.
Gazeteci, siyasetçi, akademisyen fark etmiyor...
Kim biraz sesini yükseltirse, baskı görüyor. Kim hak talep etse, keyfi kararlarla karşılaşıyor.
Kayırmacılık ve kadrolaşma ile bazı mahkemeler iktidarın tut dediğini tutuyor, sal dediğini salıyor.
Bu durumdan, yargı camiamızın büyük bir bölümünün son derece rahatsız olduğunu da ifade etmek isterim.
İşini düzgün yapmaya çalışan binlerce savcımız ve hakimimiz, Türkiye’de yargıya olan güvenin bu kadar azalmış olmasını üzüntüyle ve kaygıyla izliyor.
Siyasetin yargı üzerindeki bu baskısından yargı camiası da müzdarip.
Unutmayalım.
Siyasileşmiş, klikleşmiş bir yargı adalet dağıtamaz.
Üstelik siyasetin müdahil olduğu ve talimatla hareket eden bir yargının verdiği zararın telafisi imkansızdır.
Adalet hayatın her alanına sirayet eden bir kavramdır.
Adalet, okulda çocuğun eşit fırsatlarla eğitim görmesidir.
Adalet, iş yerinde emeğinin karşılığının verilmesidir.
Adalet, insanların sokakta güven içinde yürüyebilmesidir.
Adalet, toplumsal yaşamın her alanı için güvencedir.
Milletimiz her şeyin farkında, ama en çok da kaybolan bu güven ortamının farkında.
Bugünlerde herkesin gözü kulağı açıklanacak yargı paketinde ve infaz yasasında.
Henüz meclise gelmedi. Bekliyoruz. Detaylı değerlendirmemizi son teklifi gördüğümüzde ayrıca yapacağız
Ancak şunu ifade etmek isterim ki, 31 Temmuz Covid yasası mağdurları konusunda da, infazda eşitlik isteyenler konusunda da bizim duruşumuz net.
Temel ilkemiz “cezada adalet infazda eşitlik”.
İşte bu nedenle 31 Temmuz Covid yasasında, hukuk devleti ve eşitlik ilkesi gereği, “aynı tarihte işlenmiş aynı infaz rejimine muhatap aynı suça”, ”aynı cezanın” verilmesi ne kadar hak ise; uygulanacak indirim ya da iyileştirmenin de aynı olması hukuk ve adalet için gereklidir.
Bu nedenle 11. yargı paketine Covid düzenlemesinin ve infaza ilişkin taleplerin mutlaka eklenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu eksiklikler giderilmeden getirilecek olan 11. yargı paketi ihtiyaçları karşılamaktan derece uzak olacağını da şimdiden ifade ediyoruz.
Meclis tatile girmeden önce iktidar ortakları ne dedi? “İnfaz düzenlemesi en geç Ekim ayı içerisinde Meclis’e getirilecek” dedi. Hükümlülerin ve ailelerin de ciddi bir beklenti içerisine girmesine sebep oldu.
Meclis ne zaman tatile girdi? Temmuzda. Hangi aya geldik? Ekim.
Tutmadı, Kasımdayız. İçeride hürriyeti kısıtlı vatandaşlarımıza ve dışarıdaki yakınlarına verilen sözün havada kalmaması ve gereğinin mutlaka yerine getirilmesi gerekiyor.
Tarih verdiniz, Ekim'de geldiniz. Kasım geldi geçiyor hâlâ bir adım yok.
Biraz önce Selçuk Bey ifade etti, Meclis açıldı açılalı arkadaş, bir iş yok, yapılmıyor, yürümüyor. Teklifler geliyor gidiyor, geliyor gidiyor. Ama Meclis temel görevi olan yasama görevini neredeyse iki aydır yapamıyor.
Devlet yönetiminde olanların ve iktidar sahiplerinin vatandaşı aldatması söz konusu olamaz. Vatandaşlarımıza bir söz verilmişse mutlaka yerine getirilmelidir.
İktidara hatırlatalım!
Hukuk olmadan, adalet olmadan, bu ülkede hiçbir sorun çözülmez, çözülemez.
Bütün sistemi tek bir kişiye bağladılar ya, koskoca Meclis’i de tek bir kişinin talimatlarıyla hareket ettiriyorlar ya... Sorunun tam da özünde bu var arkadaşlar.
Önemli, kamuoyunun dikkatini çekecek ne var ne yoksa Meclis’e gelmiş ya da gelmemiş o tek bir kişinin iznini, olurunu almadan hareket edemiyorlar.
86 milyonluk bu koskoca ülkenin, Avrupa'nın en büyük nüfusuna sahip, Avrupa'nın en büyük topraklarına sahip, böylesine büyük bir ülkenin tek bir kişinin iki dudağının arasına sıkıştırılması, işte böyle işlemeyen bir sistemi beraberinde getiriyor.
Bakanlıklar çalışmıyor, işlemiyor. Meclis istemiyor, işleyemiyor, görevini yapamıyor.
Değerli arkadaşlar,
TBMM çatısı altında kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bugüne kadar yeterince dinleme yaptı.
Artık somut adımlar atmanın da vakti geldi, geçiyor. Geç kalıyoruz.
Aylardır devam eden bir tuhaf tartışma gündemi sürekli işgal ediyor.
Malum konu, İmralı’ya gidip gitmeme meselesi.
Biz ilk günden bu yana diyoruz ki, Öcalan’ın Komisyon’a iletmek istediği mesajlar varsa, bu mesajlar bir şekilde Komisyon’a aktarılmalıdır.
Mesajların hangi yöntemle aktarılacağını da Komisyon’da temsil edilen siyasi partiler istişareyle karar vermelidir.
Bu konuda Sayın Bahçeli, ilk günden bu yana, ısrarla, Komisyon’dan bir heyetin İmralı’ya gitmesi gerektiğini söylüyor.
Mesajların bu yöntemle Komisyon’a aktarılması gerektiğini savunuyor. Kendisi oldukça net.
Ancak, bu konuda ne Sayın Erdoğan’dan, ne partisinin sözcüsünden, ne de gurup başkanından, gurup başkan vekillerinden somut hiçbir açıklama duymadık bugüne kadar.
Şimdi diyorlar ki, Cuma günü Komisyon toplanacak, bu konuyu oylayacak.
Komisyon’da en çok milletvekili ile temsil edilen AK Parti’nin bu konudaki tutumuyla ilgili kamuoyuna yapılan bir kelimelik açıklama yok.
Biz böyle bir tutumu biz doğru bulmuyoruz.
Bakın, bu sürecin en başında biz ne dedik?
“Bu süreç zor bir süreçtir” dedik.
Dünyadaki pek çok “Çatışma Çözümü”nü bizzat yakından izlemiş, önemli birkaç tanesini yönetmiş insanlar olarak, “zordur bu işler” dedik.
Ama dedik ki; “bu işin başarı ihtimali %5 bile olsa biz gideriz, o %5 ihtimali bile destekleriz” dedik. “İhtiyatlı bir iyimserliğe sahip olmak zorundayız” dedik.
“Çünkü siyasetçiler ve devlet adamları için kötümser olmak sorumluluktan kaçmaktır” dedik.
Türkiye'nin en genç siyasi partilerinden birisi olarak, ilk destek verenlerden birisi biz olduk.
AK Parti aylar sonra topa girdi. Sayın Erdoğan aylarca sustu. Tek kelime etmedi bu konuyla ilgili.
Baktı ki, kamuoyunda bir miktar destek oluştu. Ondan sonra az az dokunup geçmeye başladı.
Peki arkadaşlar, bu komisyon niye kuruldu? Bu komisyon niye var?
AK Parti'yle Milliyetçi Hareket Partisi'ni topladığınızda mecliste genel kurulda net bir çoğunlukları yok mu? Var.
Her bir komisyonda net bir çoğunlukları var mı? Var.
İstedikleri her kanunu yeri geldiğinde bastırıp geçirmiyorlar mı?
Muhalefetten gelen en makul önerileri ret oyuyla engellemiyorlar mı?
Peki, her konuda “Mecliste çoğunluk bizde, aklımıza eseni yaparız” diyen iktidar niye bu komisyonu kurdu?
Bilmiyoruz zannetmesinler.
Bu komisyon, bu önemli işin ve riski yüksek olan bir işin riskini muhalefetle paylaşmak için kuruldu.
“Bu yükün altından biz tek başına kalkamayız. Omuz verin, hep beraber bu yükü beraber taşıyalım. Biz bunun riskinden korkuyoruz” dediler. Onun için bu komisyon kuruldu.
Yoksa niye var bu komisyon?
Biz ne dedik? “Ya bu önemli meseledir” dedik.
“Diğer yaptıkları yanlıştır. İstişaresiz bir şekilde Meclis’te her şeyi bastırıp geçiyorlar. Ama bu yanlıştır. Bu yaptıkları doğrudur” dedik.
Eğer bu kadar önemli ve tarihî bir meselede bir istişare heyeti kuruluyorsa, bizim de görüşümüz ve desteğimiz isteniyorsa bu tarihî sorumluluktan kaçamayız, dedik.
Komisyonda yer aldık ve Yeni Yol Grubu olarak ben burada bizi temsil eden her üç milletvekili arkadaşımıza da gerçekten teşekkür ediyorum. Yeni Yol Grubu olarak da gerçekten komisyona çok ciddi etkin bir katkı verdik bugüne kadar.
Belki 51 kişilik komisyonda 3 kişiyiz ama o komisyondaki fikri ağırlığımız inanın çok çok önemli.
Buradan artık Sayın Erdoğan’ın ve AK Parti’nin açık bir şekilde sorumluluk almasının vakti geldi, arkadaşlar.
Bu konuda elini değil, gövdesini taşın altına koyması gerekenler, taşın yanından bile geçmek istemiyorlar şu anda.
Bir ülkenin iktidar partisi, sorumluluğu komisyona havale edip, suskunluk içinde bu süreci yönetemez.
Hep beraber yüklenelim, dedik. Tamam. Ama bunlar ne yapıyor? Yük size, eğer bir getirisi olursa, bize. Böyle bir şey olmaz.
Ben buradan AK Parti yönetimine seslenmek istiyorum:
Bu iş doğruysa, çıkın toplum önünde savunun. Gerekçelerini de açıklayın.
Çekinceleriniz varsa, bunu da söyleyin.
Ama milletten kaçmayın.
Bakın arkadaşlar,
Sayın Cumhurbaşkanı; İmralı’ya kimin gideceğine izin vermekten, DEM heyeti ile ne zaman ve kimlerle görüşmeye kadar; kimlerin tahliye edileceğine karar vermekten, komisyonun hangi STK'ları, kimleri kabul edeceğine kadar birçok konuyla bizzat detaylı olarak ilgileniyor. Bunu biliyoruz.
Yani, Cumhurbaşkanı olarak süreç hakkında izin veriyor, onay veriyor, talimat veriyor.
Ancak gelin görün ki, AK Parti Genel Başkanı olarak vermiş olduğu kararları ve bu kararların sebeplerini kamuoyuna izah etmiyor. Bundan kaçınıyor.
Sayın Erdoğan, siz “yaparsa AK Parti yapar” sloganını sürekli kullanmıyor musunuz?
Şimdi bu süreci AK Parti adına değil de, devlet adına yürütüyormuş gibi davranmanızın kime ne faydası var?
Milletimiz olanın bitenin farkında değil mi Allah aşkına?
Herhangi bir konu üzerine saatlerce konuşuyorken, bu mesele hakkında bir cümleyi, yer yer bir paragrafı aşan konuşmanız neredeyse hiç olmadı bugüne kadar.
Hâlâ sürecin başarısından emin değilmiş gibi davranıyorsunuz.
Bir sorun çıktığında “Buna devlet karar verdi, muhalefette ortak oldu. Benimle alakası yok.” diyebilmek için susuyorsanız bu doğru değil.
Böyle süreçler inançla, özgüvenle, milleti ikna ederek ve milleti karar alma süreçlerine dahil etmekle yürütülür. Ve ancak böyle başarılı olunur.
Eğer hala başarısızlık ihtimaline yatırım yapıyorsanız, hem iktidar ortağınıza hem de görevlendirdiğiniz bürokratlara büyük haksızlık yapıyorsunuz.
Tarihi bir dönemeçteyiz.
Bizim “yanlıştır” dememize rağmen; çok istediniz; hem devlet başkanı oldunuz, hem de iktidar partisinin genel başkanı oldunuz. Anayasadaki açık hükme rağmen partili, taraflı bir cumhurbaşkanı oldunuz.
Bu iki sıfatı bir arada taşımanın ikilemini de işte şu anda yaşıyorsunuz.
Bir şapka genel başkan, öbür şapka devlet başkanı.
“Her iki şapkayı da beraber taşımanın nimetlerinden ben istifade edeyim, külfetini başkalarına yıkayım.” diyemezsiniz.
Sorumluluk alın, çıkın ortaya.
Değerli arkadaşlar,
Yarın 20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günü.
Çocukların yaşadığı eşitsizlikler ve haklarına erişimde yaşadıkları zorluklar sebebiyle Dünya Çocuk Hakları Günü her geçen yıl daha fazla önem kazanmakta.
Nitekim, tam iki yıl boyunca Gazze’de gördüğümüz korkunç tablo artık çocukların bizzat kasti hedef haline bile geldiğini bize gösterdi.
Çocuklar en büyük hakları olan yaşama hakkından, korunma ve gözetilme hakkından bile Gazze’de mahrum kaldı.
Ülkemizde de çocukların önemli bir kısmı akranlarıyla eşit fırsatlara ve haklara erişimden yoksun.
Dijital riskler, ihmal, istismar, zorbalık, bağımlılık, yoksulluk, çeteler gibi pek çok alanda büyük sorunlar var.
Bu tabloyu besleyen ve içinden çıkılmaz hale getiren sebeplerin başında da adalet sistemindeki yozlaşma ve derinleşen yoksulluk gelmekte.
Bundan iki yıl önce milletvekilimiz Elif Esen arkadaşlarıyla birlikte Çocuk Hareketi’ni başlattı.
Meclis çatısı altında, farklı partilerden milletvekillerinin, uzmanların, çocukların, gençlerin birlikte çalıştığı bir sivil insiyatif, bir platform kuruldu.
Yarın yıllık toplantısını gerçekleştirecek olan Çocuk Hareketi, birlikte çalıştığı STK uzmanları, akademisyenler, hukukçular, eğitimciler ve sağlıkçıların desteklediği ve farklı alanları çalışan komitelerden oluşuyor.
Eğitim Komitesi, Sağlık Komitesi, Çocuğun Korunması ve Adalet Komitesi, Sosyal Politikalar ve Yatırım Komitesi gibi komiteler;
Akran zorbalığını önleme, sağlıklı beslenme, aşı, koruyucu aile gibi alanlarda güzel çok çalışmalar yapıyorlar.
Ben bu çalışmaların içinde olan, katkı veren herkese teşekkür etmek istiyorum.
Çocuk Hareketi’nin her bir mensubuna şükranlarımı sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
Geçen hafta Londra'da hem bir düşünce kuruluşunun yaptığı toplantıda Türkiye ile ilgili ve bölgemizle ilgili değerlendirmede de bulundum, hem de Londra'da yaşayan gençlerimizle ve iş insanlarımızla görüşmeler yapma fırsatı buldum.
Gerçekten Türkiye'de yaşanan, Türkiye'den dışarıya doğru yaşanan beyin göçünün ve sermaye göçünün hangi boyutlara ulaştığını orada daha iyi müşahede ettim.
Gençlerimiz yer yer eğitim kalitesi sebebiyle, yer yer emeklerinin karşılıklarını alamadıkları sebebiyle ama belki de daha çok özgürlük ve umut arayışıyla maalesef imkân bulabildiğinde başka ülkelere gidiyorlar.
“Türkiye'de” diyorlar, “konuşamıyoruz. Kendimizi baskı altında hissediyoruz. Türkiye'de fırsat eşitliği yok. Torpil yoksa hak ettiğimiz işe giremiyoruz. Torpil yoksa yükselemiyoruz. Kendi işimi yapıyorum, ticaretle uğraşıyorum. Ama özel ilişkiler yoksa ben para kazanamıyorum. Rekabet içerisinde var olamıyorum” diyorlar.
İş insanlarımız, her an birileri mallarına çökecek korkusuyla yaşıyor bu ülkede.
Hızlı bir şekilde birikimlerini, sermayelerini ve işlerini başka ülkelere taşıyorlar.
Çok acı arkadaşlar.
Bakın, bir ülkenin gençleri kendi ülkesine güvenmiyorsa, iş insanları, sermaye sahipleri kendi ülkesine güvenemiyorsa o ülkenin yarınları kararır.
Çünkü ekonomide ne vardır? Emek vardır, sermaye vardır.
Şu anda hem gencecik beyinlerin hem de sermayenin ülkeyi terk etmekte olduğu bir dönem yaşıyoruz. Gerçekten çok yazık oluyor.
Biz bu ülkenin gençlerini, beyinlerini ve sermaye birikimini kaybediyoruz.
Ve inanın tek bir sebebi var, o da kötü yönetim. Başka bir şey değil.
Değerli arkadaşlar, her ekonomik krizde ciddi sorunlar birikir ve o sorunları çözmek için de akılcı, adil, şeffaf çözümler üretilir.
Şu anda Türkiye dört-beş yıl çok yüksek enflasyon ve kurdaki büyük bir artışı yaşadığımız bir dönemden geçti.
Arkasından son üç yıldır da çok yüksek faizin ekonomik sistemi çökerttiği bir dönem yaşadı, yaşıyor.
Bütün bu dalgalanmalar, yüksek enflasyon, yüksek kur, arkasından yüksek faizin oluşturduğu hasar hem hane halkı bütçesinde hem de şirketlerimizde çok büyük.
Dolayısıyla hem hane halkı borcunda hem de esnafımızın, çiftçimizin, kobimizin borçlarında yeniden yapılandırmanın zaruret haline geldiği bir dönemdeyiz.
Fakat “yeniden yapılandırma” deyince bu çok hassas bir konudur.
“Borçları silelim, faizleri silelim.” Böyle bir şey yok. Çünkü ödeyen ile ödemeyen arasındaki adaleti korumak zorundasınız.
Ve bu konudaki en önemli zorluklardan birisi nedir biliyor musunuz?
Ödeyemeyen ile kasten ödemeyen arasındaki ayırımı ve adaleti yapmak da çok zordur.
Biz bunu hem 2001-2002 krizinden sonra hem de 2008-2009 krizinden sonra tereyağından kıl çeker gibi hallettik.
En ufak bir şikâyete yer vermeden adalet içerisinde hakkaniyetle çözdük.
Fakat şu anda bakıyorum o dönemlerde bizimle beraber çalışmış arkadaşlar sanki o dönemler hiç yaşanmamış gibi başka işlerin peşindeler.
Bu ülkenin gerçeklerini bilmek, esnafın, KOBİ’nin, sanayicinin, çiftçinin halinden anlamak ayrı bir iş arkadaşlar.
Bakın, yeniden yapılandırma ise ne yapmak gerekiyor?
Önce o fahiş faizleri bir kenara etmek gerekiyor.
Yeniden yapılandırmayı sadece enflasyon bazlı yapmak gerekiyor. Ödemenin uzun vadede ve ödenebilir taksitlerle yapılması gerekiyor.
Örneğin çiftçi borcusuysa ise taksitlerin hasat zamanına denk getirilmesi gerekiyor.
Devletin vergi ve sigorta alacaklarını mutlaka yüksek faizlerden arındırıp enflasyona endeksli bir şekilde güncelleyip, taksitlendirmesi gerekiyor.
Mesele bankaların, vatandaşlarımızın bankalara olan kredi kartı ve tüketici kredisi borcu ise bunu mutlaka Bankalar Birliğinin ve Katılım Bankaları Birliğinin inisiyatifiyle yürütmek gerekiyor. Onlar da daha çok tahsilat yapmak ister. Onlar da adalet yapmak ister. Eğer siz devlet olarak “ondan aldım, buna verdim” derseniz bu adalet olmaz.
Bunlar ekonominin çok temel ilkeleridir.
Ama bakıyorum, bir yandan iktidardakilere bakıyorum, bir yandan bazı muhalefetten gelen önerilere bakıyorum, inanın tamamen işbilmezlik.
Türkiye'nin gerçeklerini bilmemenin sonucunda edilen boş laflar ve yanlış uygulamalar.
Bunların hepsi çözülür. On dakikada anlatırız on dakikada. On dakikada “bakın şunu şöyle çözeceksiniz, bunu böyle çözeceksiniz” diye anlatırız. Ha istemezlerse de biz bunu kamuoyuna bir başka ortamda, bugün vakit vaktimizi biraz hayli geçirdik. Başka ortamda da sunarız, anlatırız. Doğrusu nedir? Anlatırız ki umarız ki duyarlar ve istifade ederler.
Arkadaşlar,
Gezdiğimiz şehirlerde, sokaklarda, çarşıda, pazarda konuştuğumuz her vatandaş aynı şeyi söylüyor:
“Artık hiçbir şey düzelmeyecek…Bizimi hâlimiz ne olacak?”
Bu sesi duyuyoruz. Bu çaresizliği görüyoruz.
Ama asla kabullenmiyoruz!
Biz tükendiği yerde, umudu yeniden büyütmek için buradayız.
Ne diyoruz?
Hazırız. Geliyoruz, diyoruz. (…)
Geri adım yok, diyoruz.
Bu ülkenin potansiyeli var. Bu milletin bereketli elleri var.
Ve biz, Allah’ın izniyle, bu büyük ve güzel ülkeyi bir kabustan uyanma hızında ayağa kaldıracağız.
Nasıl korkulu bir rüyadan uyanırsınız. “Ya iyi ki rüyaymış” dersiniz. İnanın o hızla düzelir pek çok şey bu ülkede.
Ekonomi politikalarının en önemli ayağı yapısal reformlardır.
Yapısal reform demek; rekabetin adil, piyasanın şeffaf işlemesi, demektir.
Yapısal reform demek; vatandaşın pazarda kaliteli ürüne, uygun fiyatla ulaşabilmesi, demektir.
Yapısal reform demek; kamu harcamalarında israfın önlenmesi, kul hakkının korunması, demektir.
Yapısal reform demek; ihalede şeffaflık, devlet işinde adalet, demektir.
Hep diyoruz ya “Kamu İhale Yasası” diye.
Kamu ihalesi dediğin şey, birilerinin zenginleşme aracı değil, milletin alın terinin emaneti, demektir!
Ama ne yazık ki, iktidara baktığımızda yapısal reform adına hiçbir şey yapmadıklarını görüyoruz.
Koca bir sıfır. Yaptıkları tek şey vergiyi artır, faizi artır, bekle işler düzelsin. Olmadı, olmuyor işte.
Enflasyon %30’un altına düşmüyor. Düşüremiyorlar.
Bakın bu ülkede taa 2017'den beri enflasyon iki hane. Yakın tarihimizin en yüksek enflasyon oranı sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduğu ama partili taraflı Cumhurbaşkanı olduğu dönemde yaşanmıştır.
Vergiyle vatandaştan alıyorlar, faizle bir avuç varlıklı olanı daha da varlıklı hale getiriyorlar.
Ya üretim, ya verimlilik, ya tasarruf.
Bunların hiçbiri yok.
Milletimizin emeğini, alın terini sömüren menfaat şebekeleri “Aman bu düzen iyi, bozmaya gerek yok” diyor.
“Biz halimizden memnunuz” diyorlar.
Bakın bu hafta yine bir iddia ile karşı karşıya geldik.
Neymiş…
Et ve Süt Kurumu’nun Genel Müdürü, kendi şirketi üzerinden devlete et satmış.
Benzer şeyleri de daha önce görmüştük, duymuştuk. Yok dezenfektanlar, şunlar bunlar.
Değerli arkadaşlar,
Bakın bu iddia doğruysa, bu yapılan siyasi ahlaka aykırıdır, görevin kötüye kullanılmasıdır.
Bu, milletin sofrasına uzanan kirli bir eldir.
Devletin kurumları böyle bir iddiayı taşıyamaz.
Kimse “açıklama yaptık, konu kapanmıştır” diyemez.
Bu iş öyle basın duyurusuyla geçiştirilecek bir mesele değildir.
Bu iddialar derhal, açıkça ve sonuna kadar soruşturulmalıdır.
Gerçek ortaya çıkana kadar da kimse koltuğunda rahatça oturmamalıdır.
Bugün bu ülke eti ithal eden, mısırı, pamuğu, pek çok hububat ürününü ithal eden bir ülke durumuna düştü. Niye böyle?
Çünkü tarıma yeterince destek verilmiyor.
Başka ülkeler kendi çiftçisini daha çok desteklediği için ve sulama yatırımlarına önem verdikleri için oralarda üretim maliyeti düşük. Bunun için bizim çiftçimiz rekabet edemiyor.
İçeride fiyatlar yüksek kalınca, maliyetler yüksek kalınca da birileri ne diyor? Bu menfaat şebekesi. “Efendim, biz çözeriz.”
Nasıl çözeceksin?
Şu ülkeden ucuza malı getiririz, işi çözeriz. İyi de o ülkeden o ucuza mal getirenler kim?
Bugün Türkiye'de bir et ya da canlı hayvan ithalatı için bir uğraşın bakalım. Yapabiliyor musunuz?
O izinler kimlere, ne zaman, nasıl veriliyor?
Hangi ülkeye verilen izin ne zaman açılıp ne zaman kapanıyor?
Diğer tarımla ürünleriyle ilgili ithalat izinleri, bazen ihracat izinleri yerine göre ne zaman açılıyor, ne zaman kapanıyor?
Hepsi ayrı ayrı tekerlerden oluşmuş durumda arkadaşlar.
Hepsinin ayrı bir menfaat odağı var. Zaten bu menfaat odaklarının toplamına biz “menfaat şebekesi” diyoruz.
O ithalatçılara hep özel alan açılıyor, imtiyazlar veriliyor.
Çiftçi kan ağlarken, ithalatçılar parayı koyacak yer bulamıyor.
Sistem şu anda Türkiye'de üretimi değil, ithalatı teşvik ediyor.
Üreten canından beziyor, ithal eden varlığına varlık ekliyor.
İktidardakiler, size sesleniyorum!
Bu benzer nitelikte kaçıncı yolsuzluk iddiası.
Kafanızı kuma gömmeyi bırakın artık. Milletimiz her şeyi görüyor zaten.
Yol ayrımındasınız.
Ya bu vatandaşın yanında olacaksınız, ya da zengin ettiğiniz menfaat şebekelerinin yanında olacaksınız...
Artık kılıf yok, mazeret yok.
Unutmayın, tarih de millet de hesap sorar.
Az kaldı zaten. Hesap günü yaklaşıyor. Sandık günü yaklaşıyor.
Biz ne yaptığımızı da, ne yapacağımızı da çok çok iyi biliyoruz.
Türkiye’yi akıl, ahlak ve adalet üzerinde yükseltmeye geliyoruz.
Evine ekmek götüremeyen işsiz gencin, umutsuz esnafın, hak arayan her vatandaşın, hali harap emeklinin;
Her birinin sesi olacağız, güçsüzün yanında duracağız, haksızlıkla mücadele edeceğiz.
Milletimiz bu iki kutuplu siyasete mecbur değil.
Biri baskıcı, diğeri hazırlıksız.
Biri kutuplaştırıyor, diğeri bir yön gösteremiyor.
İkisi de bu millete umut veremiyor.
İşte bizim bu siyah ve beyazla sınırlanmış siyasete itirazımız var!
Milletimizi, iktidar ile ana muhalefet arasında bir tercihe zorlayan bu çarpık siyaset denklemine itirazımız var!
Biz bu ülkeyi yorgun ve yozlaşmış iktidardan kurtarırken; vizyonsuz bir muhalefete de teslim edemeyiz.
Tam da bu sebeple yeni bir yol lazım dedik.
İşte buradayız, bir aradayız.
Adaletle yola çıktık, ahlakla yola çıktık.
Ve doğru bildiğimiz yoldan asla sapmadık, sapmayacağız.
Biz, Allah’ın izniyle, milletimizle omuz omuza, bu ülkeyi hak ettiği aydınlığa taşıyacağız.
Biz bu ülkeyi çok seviyoruz arkadaşlar, çok.
Bu ülkenin insanlarını, bu memleketin her bir evladını çok seviyoruz.
Ayırmıyoruz, ayrıştırmıyoruz; çünkü biz kutuplaşmadan değil, birlikten güç alıyoruz.
Biz bu ülkenin gençlerini seviyoruz.
Umutlarını yitirmesinler diye çalışıyoruz.
Biz bu ülkenin kadınlarını seviyoruz.
Emekleri görünür olsun, hakları teslim edilsin diye çalışıyoruz.
Cansu’lar, Nisa’lar, Tuğba’lar ölmesin diye çalışıyoruz.
Biz bu ülkenin işçisini, çiftçisini, esnafını, memurunu seviyoruz.
Alın teriyle yaşasınlar, emekleriyle ayakta dursunlar diye çalışıyoruz.
Biz bu ülkenin yaşlılarını, emeklilerini seviyoruz.
Bir ömrün karşılığı olarak, en azından bir lokma huzur bulsunlar diye çalışıyoruz.
Biz bu ülkenin çocuklarını seviyoruz.
Dışarıda yedikleri yemekler yüzünden hayattan koparılmasınlar diye çalışıyoruz.
Biz bu ülkenin her köşesini, her bir taşını, her bir karış toprağını, her bir insanını seviyoruz.
Ve tam da bu yüzden, bu mücadeleyi sürdürüyoruz; sürdürmeye de devam edeceğiz.
Bu ülkenin yarınları için, çocuklarımız için, torunlarımız için;
Bu ülkenin onuru, özgürlüğü, adaleti için buradayız.
Ve tam da bu yüzden, gece gündüz demeden, yorulmadan, yılmadan çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.
Ve inanın, biz bu ülkeye yakışanı hep birlikte başaracağız.
Birlikte güçlü olacağız.
El birliğiyle bu ülkeyi yeniden ayağa kaldıracağız.
Konuşmamım başında söylediğim gibi;
Bir kişinin bile alın terinin, emeğinin, hayatının hiçe sayılmadığı bir Türkiye'yi, hep birlikte, omuz omuza vererek kuracağız inşallah.
Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
İşlerinizde, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Sağ olun, var olun.