Elif Çakır: Karar TV ekranlarından herkese iyi akşamlar diliyorum. Gündem özel yayınıyla karşınızdayız. Taha Akyol'la beraber bu akşam DEVA Partisi lideri Sayın Ali Babacan'ı ağırlıyoruz. Yayınımızı Ankara DEVA Partisi Genel Merkezi'nden gerçekleştiriyoruz. Öncelikli olarak biz de hoş geldik, siz de hoş geldiniz.
Ali Babacan: Evet, hoş geldiniz. Sizleri tekrar burada ağırlamak bizim için büyük bir mutluluk. Hoş geldiniz.
Taha Akyol: Programımıza hoş geldiniz.
Ali Babacan: Hoş bulduk. Çok teşekkürler. Sağ olun.
Elif Çakır: Öncelikli olarak elbette ki ebediyete irtihalinin 87. yıldönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı, sevgi ve rahmetle yad ediyorum. Her geçen gün daha fazla minnetle diyorum. Belki bizler de bir mesaj vermek isteriz 10 Kasım'la alakalı olarak. Buyurun.
Taha Akyol: Atatürk'ün Türkiye'de bu kadar sevilmesinin iki sebebi var: Birisi milli mücadele lideri olarak bağımsızlık fikri. Bağımsız bir ülkeyi kurması. Öbürü de, bu kurulan yeni ülkenin rejimi, siyaseti, uyguladığı metotlar ne olursa olsun modernite kavramını, muasırlaşma kavramını ön plana çıkarması. Dolayısıyla bugün bağımsız Türkiye ve medeni bir Türkiye diye düşünen herkesin kafasında kendisinin yorumladığı, saygı duyduğu, milli bir simge haline gelmiş olan Atatürk var. Anıtkabir bundan dolayı ziyaretlerle doluyor, taşıyor.
Eli Çakır: Evet.
Ali Babacan: Evet, bugün 10 Kasım. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, ölümünün vefat yıldönümünde sizlerle bu programı gerçekleştiriyoruz. Türkiye'nin gerçekten büyük bir imparatorluk döneminden sonra, yoğun savaşların, ve milyonlarca insanın şehit düşmesinden, gazi olmasından sonra, mevcut vatanımızın, tekrar sağlama alınması, cumhuriyetimizin bu vatan üzerinde kurulması ve Osmanlı coğrafyasına baktığımızda, özellikle Türkiye'nin doğusuna ve güneyine baktığımızda, Türkiye'nin doğusundaki ve güneyindeki bütün ülkelerden belki de çok daha istikrarlı olması, çok daha sağlam bir sisteminin olmasını aslında biz hep beraber Atatürk'ün zamanında kurmuş olduğu bu, bu cumhuriyete borçluyuz. Hem Türkiye'yi o günün, çağının üstüne taşımak için gösterdiği gayret ve toplumumuzu her alanda ilerletmek için gösterdiği gayret de tabii her türlü takdirin üstünde. Ben de saygıyla ve rahmetle anıyorum kendisini.
Taha Akyol: Atatürk'ün, Türkiye'de çok bilinmeyen, insanlara da fazla anlatılmayan bir yönü hakkında birkaç cümle söylemek isterim izin verirseniz. Diplomasi tarafı. Milli savaş kahramanı, devrimci, işte medeni hayatı falan bunlar çok söyleniyor. Ama bir de onun diplomasi tarafı var. 1930'ların başında meclise yaptığı bir konuşmada; “bizim dış politikamızın esası medeni alem içinde iyi geçimli bir millet olmaktır.” İyi geçimli millet.
Ali Babacan: Yurtta sulh, cihanda sulh oradan geliyor zaten.
Taha Akyol: “Cihanda Sulh”un bir başka ifadesi bu. İyi geçimli bir millet olarak silah kullanmadan Hatay'ı nasıl aldığını bir diplomasi dosyası olarak iyi incelememiz lazım. Bir diğer örnek; Millî mücadele sırasında Türk ordusu, Sakarya Savaşı'nda Yunan'ı mağlup etmiş, ta Afyon'a kadar, Eskişehir'den Afyon'a kadar gelmişiz. İngilizler araya giriyorlar. Ateş kesin. Etrafındaki, Gazi’nin etrafındaki birçok insan diyor ki; “ya galip geldik, Yunan perişan, saldırmaya devam edelim.” Mustafa Kemal'in cevabı; “ateşkesi kabul ettiğimizi söyleyelim. Arkasından şartlarımızı söyleyelim.” Bu büyük bir diplomasi. Muzaffer bir komutan. “Ateşkesi kabul ediyoruz” diyor. Arkasından İngiltere'ye şartlarını söylüyor; “Ateşkesin devamı için Yunan işgalinin tamamen sona ermesi lazım.” İngiltere, Türkiye'yi harpçu, o zamanki bir deyim, savaş yanlısı olarak suçlayamıyor. Bunu bugün dış politika konuları çok görüşülüyor. Biraz Ali Paşa'nın dış politikasını, Lozan'ı, Atatürk dönemini, Adnan Menderes dönemini incelemek lazım dış politikayı iyi anlamak için. Size de soracağız. Sizin de Dışişleri Bakanlığınız oldu. Size de soracağım bu konularda bir şeyleri.
Eli Çakır: Şimdi şöyle, çok şeyi konuşacağız, ekonomiyi konuşacağız tabii ki. Türkiye ekonomisi bir türlü düzelmiyor. Merkez Bankası’nın bu bağlamdaki hani enflasyon hedefleri her geçen gün daha hedef büyütüyor, düzelmiyor. Ekonomiyi konuşacağız, çözüm sürecini konuşacağız. Terörsüz Türkiye'yi konuşacağız. Çok şey var konuşacağımız. Ben bugün bir de şunu yaptım. Yayına gelmeden önce gençlere biraz böyle sorular dedim ki; “siz olsaydınız Ali Babacan'ın karşısında sizler neler sorardınız” diye. Onlardan böyle soru desteği de aldım. Onların buradaki temsilcisi olarak da size o aldığım soruları yönelteceğim. Elbette ki, yayından gelen, yani yorumlarda gelen sorulardan gördüklerimin hepsini okuyorum. Zaman zaman merak ediyorlar, okuyorum. Oradan seçtiğim soruları da yönelteceğim Sayın Babacan'a. Ama en çok, en çok, en çok merak edilen bir şeyle başlamak istiyorum. Çok cevap verdiniz fakat Beştepe'den bir türlü tekzip gelmedi. 1 Ekim resepsiyonunda bir fotoğraf Türkiye'de bir anda böyle siyasetin, politikanın gündemini değiştiriverdi. Herkesin aklında bir soru var. “Ali Babacan AK Parti'ye dönecek mi?” sorusu. Dönerse ekonominin başına gelecek mi tekrar? Bu AK Partili siyasetçiler içerisinde, mecliste, AK Parti teşkilatlarında hatta Beştepe'de bile sanki böyle karşılık buldu. Satın alınmış bir fikir. Bu kadar karşılık bulmasının sebebi nedir? Yani sizin AK Parti'ye dönme fikri.
Ali Babacan: Öncelikle belki şunu söylememde fayda var. Biz Türkiye'nin bu ülkenin yönetiminin tümüne talibiz. Devlet politikası bir bütün. Ekonomi yönetimini ayırıp ayrı bir hatta yürütmek diye bir şey yok. Eğitim politikası diğer politikalardan bağımsız değil. Hukuk ve adalet politikaları diğer pek çok konuyla iç içe. Dolayısıyla biz şu anda Türkiye'yi yönetmeye en hazır siyasi partiyiz. Bunu sözlerimin başında ifade etmek istiyorum. Hatta “hodri meydan” demiştim biliyorsunuz, bir grup konuşmamda. Biz her sorunun çözümünü detaylı bir şekilde ortaya koyduk. Binlerce sayfalık çözümümüz hazır. Bizim gibi hazır olan bir başka siyasi parti varsa ama aynı detayda, getirsinler, koysunlar masaya ve konuşalım. Ben bugün Sayın Erdoğan'la da, Sayın Özgür Özel'le de Türkiye'deki her politik alanda, her sorun alanında konuşmaya hazırım. Çünkü biz hazırız. Kendimizden çok eminiz. Öncelikle bunu ifade etmek istiyorum. Bu bir. İkincisi, ben AK Parti'nin ilk kurucu 73 kişisinden birisiyim biliyorsunuz. Yani şöyle bir kuruluş gününe dönelim. 14 Ağustos 2001. Kimler vardı o zaman? Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, değil mi? Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksoy, Tayyip Erdoğan, Ali Babacan diye bir grup 73 kişi. Ben onlardan birisiyim. Sadece bir kurucu değil, aynı zamanda partinin tüzüğünü, partinin programını ve 2015'e kadarki bütün seçim beyannamelerini hazırlayan ekibin ya içindeyim ya başındayım. Bütün fikriyat, Türkiye'nin sorunlarının nasıl çözüleceği. Hatırlar mısınız? Bir yüz küsur maddelik bir acil eylem planı vardı AK Parti'nin.
Taha Akyol: Evet.
Ali Babacan: Bir yılda yapılacaklar listesi. Onu hazırlayan ekibin içindeyim ben. Dolayısıyla sadece hani bir kurup geçmedik. Büyük bir emek harcadık ve çok şükür o emeğin karşılığını aldık. Yani Türkiye nereden bakarsanız bakın en az on yıl, on yıl, AK Parti'nin iktidarının ilk on yılında büyük başarılar elde etti. Ben de o dönemdeki o başarıların katkı sunanlardan birisi olarak, o dönemdeki başarılara katkı vermiş insanlardan birisi olarak hep gurur duyarım. Onu da kayda geçirmek isterim. Ancak partinin kuruluşundaki o ilk kurucu değerler ve ilkeler ki hala yazılıdır ve buna karşı yapılan uygulamalar. Bunlar zaman içerisinde ayrışmaya başladı. Yani uygulamalar, partinin kuruluş ilke ve değerlerinden uzaklaştı. Zaten bizim kavgamız, benim nihayetinde ayrılmam bu sebeplerden oldu. Niye ayrıldım ben? Ayrılmamın sebeplerini defalarca açıkladım. Dedim ki; “hukuksuzluk, adaletsizlik var bu ülkede” dedim. Dedim ki; “kadrolarda kalite çok düştü. Ehliyet, liyakat artık aranmıyor insanlarda görevlendirmeler yapılırken” dedim ki; “kararlar eskiden istişare ile alınıyordu, şimdi istişare falan kalmadı.” Hele hele başkanlık sistemiyle beraber bir kişinin tek başına her şeye yetkili olduğu bir sisteme geçtik. Eğitimde sorunlar var, sağlıkta sorunlar var. Hatırlarsanız, “hukuk ve eğitimde kötüye gidiyoruz” diye ben 2013'te, 2014'te defalarca konuşmalar yaptım. “Bu ikisi düzelmezse bu ülke orta gelir tuzağına düşecek” dedim. Bunların hepsini zamanında açıktan söyledim, uyardım yani. Yani benim AK Parti'den ayrılmamın kök sebepleri var. Ve bugün itibariyle baktığımızda bu kök sebepler olduğu gibi yerinde duruyor. Hatta bazı konularda benim ayrılmam 2019'dur. Yani altı yıl olmuş. Bazı konularda sorunlar büyüdü bile. Yani bırakın çözümü büyüdü bile. Ve bu sorunların biz farkına vardık. Gerçekten “hatalar var” diye bir idrak, bir kabul şu anda ben görmüyorum. Ne Sayın Erdoğan'da ne de parti yönetiminde görmüyorum. Bu sorunların çözümüyle ilgili bir irade de görmüyorum. Şimdi bunlar olduğu gibi yerinde durduktan sonra, bu işte geriye dönüş, bir arada olma, iş birliği, bunları konuşmanın bir anlamı yok. Ama şu da var ki bakın, biz her partiyle diyaloğa da açığız. Yani diyalog, konuşabilme, bu çok önemlidir. Biz her partide, her siyasi partide olduğu gibi AK Parti'de de diyaloğa açığız bakın. Ama diyalog ayrı, iş birliği ayrı bir şey. İş birliği için ortak hedefler gerekir. Ortak bir payda gerekir. Sorunların farkındalığında buluşmak gerekir. Sorunların nasıl çözüleceğinde buluşmak gerekir. Dolayısıyla dışarıdan yapılan pek çok yakıştırma var. Ben bunu anlıyorum. Şu anda Türkiye'nin bir sıkışmışlığı var, onu da anlıyorum. Bugün iktidarda da bir çözüm arayışı var. Hani “rakiplerimizi eleye eleye, bu iş olmuyor yani. Biz bu ülkenin sorunlarını nasıl çözeceğiz” diye bir arayış da var. Onu da anlıyorum. Ama sorunları çözmek için önce bu sorunların varlığını kabul etmek lazım. Ve çözmek için de bir irade, açık irade ortaya koymak lazım. Bugün itibariyle ben buradayım.
Eli Çakır: Bunu birazcık daha açalım mı Sayın Babacan?
Ali Babacan: Tabii.
Eli Çakır: Yani mesela diyorsunuz ki, kök sorunlar orada duruyor. Ama anlıyorum ki bir sıkışıklık da söz konusu. İktidarda bir çözüm arayışı içerisinde, dediler ki size, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ki, “ya ekonomiyi gel toparla nasıl istiyorsan. Bak ülke uçurumun kenarında toparlanmıyor.” Bunu bir vatanperverlik, vatanseverlik olarak görüp de bu ekonomiyi tamam ben geleyim, düzelteyim demez misiniz? Ya da bunu demek için kök sebepler diyorsunuz. Bir düzelme de görmüyorum diyorsunuz. Ne olursa gidersiniz. Hani anladığım kadarıyla tam kapıyı da kapatmıyor gibisiniz.
Ali Babacan: Gitmek gelmek diye bir şey söz konusu değil önce. Bak biz müstakil bir siyasi partiyiz. Kendi çizgimizi belirlemişiz. Türkiye'nin her yerinde teşkilatlanmışız. Biz müstakil bir siyasi partiyiz öncelikle. Yani gitmeler, gelmeler, dönmeler. O kelimeleri ben kullanmak istemiyorum doğrusu. Biliyorsunuz 2023 seçimlerinden sonra ne yaptılar? 2023 seçimlerinden sonra benim çalışma ekibimde olmuş. Uzun yıllar beraber çalıştığım iki ismi önemli görevlere getirdiler. Bunlardan birisi Cevdet Yılmaz'ı. Ki 2005-2015 tam on yıl yakın çalıştık Cevdet Bey'le. Onu cumhurbaşkanı yardımcısı yaptılar. Mehmet Şimşek'i de Hazine ve Maliye Bakanı yaptılar. Onunla da sekiz yıllık beraber çalışmışlığımız var. Yani bizim yakın ekibimizde olan ve sorunların çözümü konusunda işin içinde olmuş arkadaşlar. Fakat, şu 2,5 yıllık tecrübe gösterdi ki, sadece ekonomide verilmiş sınırlı bir sorumlulukla, en iyi politikaları bile uygulamaya çalışsanız o ülkenin sorunları çözülmüyor olmuyor. Nitekim Türkiye'deki ekonomik sorunlar, fakirlik, yoksulluk ve gelir adaletinin bozulmasından baktığımızda sürekli devam ediyor. Fakirlik Türkiye'de gittikçe yaygınlaşıyor. Gelir dağılımı da, servet dağılımı da gittikçe bozuluyor. Ve bu arkadaşlarımızın ülkenin gerçek sorunlarına çare olacak, çözüm bulacak bir performansları bugüne kadar olmadı. Olamadı yani. Çünkü çok temel konular var. Mesela ekonomi diyorsanız mesela şeffaflık gerekiyor değil mi? Yani Merkez Bankası'nın alıp sattığı döviz miktarının şeffaflaştırılması lazım. Ya da TÜİK'in enflasyon sepetinin şeffaflaştırılması lazım, ki insanlar inansın. Bunu yapabildiler mi? Yapamadılar. Niye? Çünkü şeffaflaştığı anda damat döneminin bütün sorunları ortaya dökülecekti. Yapamadılar. İşte nepotizmin zamanındaki yanlış bir adımın bugün hala ülke ceremesini çekiyor. Halbuki şeffaflaşabilseydi her şey. “Ya tamam bakın, biz bir yeni ekonomi yönetimi ekibiyiz. Artısıyla eksiyle herkes, her şey ortada, her şeyi şeffaflaştırdık” diyebilselerdi bugün başka bir noktada olabilirdik. Yine bir başka önemli sorun, iktidarın etrafına öbeklenmiş şu anda bir menfaat şebekesi var. Ve o menfaat şebekesi Ali Babacan'ın adını duyduğu anda zaten tüyleri diken diken oluyor. Diyorlar ki; “Ali Babacan'ın herhangi bir şekilde, herhangi bir iş birliği, başka modelde, yani bir şekilde iktidara, mevcut iktidara yakın olduğu zaman biz artık ekmek yok burada” diye biliyorlar yani. O menfaat şebekesi de bu iş olmasın diye büyük gayret içerisinde şu anda. Onun da gayet iyi farkındayız. Bu iş olsun olmasından öte, bakın biliyorsunuz biz durduğumuz yerde duruyoruz. Aslında 1 Ekim’den bu yana değişen tek şey nedir? Yani ilk defa 1 Ekim resepsiyonunda, resepsiyon salonundaki, resepsiyon salonunun yanındaki mermerli salondaki oturma düzenine Meclis Başkanı bizi davet etti. Bir de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna bizi Cumhurbaşkanı davet etti. Aslında bu iki davetin dışında başka bizim herhangi bir görüşmemiz, herhangi bir iletişimimiz de yok. Onu da açıkça ifade edeyim yani. Fakat o davetler ve o davetlerde çekilen bazı fotoğraflar pek çok spekülasyona sebep oldu. Pek çok senaryolar, pek çok şeyler yazıldı, çizildi. Ama biz o tartışmaların hep dışında durduk dikkat ederseniz hep dışında durduk. Biz ilkelerimizi, değerlerimizi tekrar tekrar vurguladık. Şu da önemli. Bakın bizim Tayyip Bey'le bir şahsi meselemiz yok. Yani mesele şahsi değil. Mesele ülkenin nasıl yönetileceği ile alakalı. Biz ülkenin nasıl yönetileceği konusunda ayrı fikirlere sahibiz. Yoksa bizim siyasete bakışımız çok farklı. Yani siyasete girince insanlıktan çıkmak gerekmiyor. Bazıları siyasete girince insanlıktan çıkıyor. En insani konularda bile bakıyorsunuz farklı davranmaya başlıyor. Bizim insanlığımız sapasağlam yerinde duruyor. Yani önce insan diyoruz, insanlık bir yana her şey bir yana diyoruz. Dolayısıyla onu da ben özellikle vurgulamak istiyorum. Bu şahsi bir mesele değil yani tamamen ülke meselesi, memleket meselesi ve bu ülkenin nasıl yönetileceği ile ilgili fikir ayrılığı.
Taha Akyol: Ben de tam bunu sormak istiyordum size. Kabaca on yıl Tayyip Bey'le beraber çalıştınız.
Ali Babacan: Evet.
Taha Akyol: Başbakan olduğu dönemde, cumhurbaşkanlığı döneminde çalışmadınız.
Ali Babacan: Aslında tam süre vermek gerekirse 2001-2015, tam 14 yıl.
Taha Akyol: 14 yıl beraber çalıştınız.
Ali Babacan: Hem MKYK'daydım, Milli Güvenlik Kurumunda, partinin MKYK'sındaydım. Milli Güvenlik Kurumundaydım.
Taha Akyol: Daha çok ekonominin başındaydınız. Kısa süre Dışişleri Bakanı oldunuz.
Ali Babacan: Avrupa Birliği Bakanlığı yaptım. Biliyorsunuz ilk başmüzakereciydim. Avrupa Birliği reform sürecini de ben yönettim o dönemde. Doğru. 14 yıl çok yakın çalıştık. Doğru.
Taha Akyol: Ben size şunu soracağım. Sizin teşebbüsünüzle meclise bir mali kural kanunu geldi. Eğer bu kanun ulaşsaydı bütçe açıkları kanunla sınırlanacaktı.
Ali Babacan: Doğru.
Taha Akyol: Aşağı yukarı son yıllarda ekonominin belini büken bütçe açıkları olmayacaktı. O zaman Tayyip Bey bunu engelledi. O zaman gazeteci olarak takip ettik. Gazetelerde yazılı. Ben buradan size şunu soracağım. Sizin kafanızdaki ekonomi yönetimine dair disipline Tayyip Bey uyabilir mi? Bundan sonra Tayyip Bey'le ne yapılabilir? Anlamak için soruyorum bunu.
Ali Babacan: Şöyle, “Kural bazlı yönetim anlayışı” tabiri çok önemli bir kavramdır. Kural bazlı yönetim anlayışı. Hukukun üstünlüğü daha genel bir kavramdır. Hukukun üstünlüğü daha genel bir kavramdır. Ama kural bazlı yönetim anlayışı demek, illa kanunda, şurada burada yazmasa da yaptığınız her işi belli bir kural setine dayandırmaktır. Çünkü kural koymak öngörülebilir hale getirir işi. Yani bir işin kuralı varsa daha öngörülebilir olur o ülke. Ya bugün monarşide bir kral, bir padişah bile kural bazlı yönetebilir. Yani Osmanlı döneminde de örnekleri vardır.
Taha Akyol: Tabii tabii.
Ali Babacan: Yani kanunları koyarlar. “Ben padişah mıyım? Padişahım. Kral mıyım? Kralım. Tamam, yetki bende mi bende ama ben bu kuralları koyuyorum. Ve bu ülkeyi kendimi de bu kurallara bağlı olarak yöneteceğim.” Bu o ülkeyi öngörülebilir hale getirir. Yani bir kişinin keyfine göre değil, kuralların hükmettiği bir ülke haline getirir. Ve herkes ne olacağını ne olmayacağını da bilir bir ülkede. Dolayısıyla bahsettiğiniz aslında mali kural da bunlardan birisi. Yani oradaki bizim amacımız neydi? Biz evet enflasyonu tek haneye indirdik. Tam 12 yıl boyunca da tek hanede gitti. Bakın hani enflasyon yüzde altı, yedi, sekiz, altı, yedi, sekiz. Fakat bizim amacımız enflasyonu ileri ekonomilerde, gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi %3-4 bandına indirmekti. Yani %5’in de altına indirmekti. Ve bunun da ancak uzun vadeli öngörülebilirlik ile olacağı kanaatine artık. Merkez Bankası bağımsız o gün çok iyi Merkez Bankası başkanlarımız var değil mi? Durmuş Yılmaz var, Erden Başçı var. Sapasağlam arkadaşlar bunlar yani. Ama maliye politikası tarafında da her sene meclise gönderilen bir bütçe var ve o bütçede bir sene sonra ne olacağıyla ilgili bazen insanlar bilemeyebiliyor yani. Halbuki mali kuralla beraber biz uzun vadeli ülkenin maliye politikasını da öngörülebilir hale getirmeyi hedeflemiştik. Ancak öyle bu ülkede enflasyonun %3-4 oranlarına inip orada kalacağının garanti edileceği kanaatine varmıştık. Ve enteresandır, plan bütçe komisyonunda oy birliğiyle geçti o biliyor musunuz?
Taha Akyol: Muhalefet bile oy verdi.
Ali Babacan: Muhalefet, muhalefetteki bütün partiler oy verdi. Oy birliğiyle geçti plan Bütçe Komisyonu'ndan. Tam genel kurula gelmesine dört saat kala birileri araya girdi ve Sayın Erdoğan'ın fikrini değiştirdiler. O da açtı, talimat verdi. “Bu kanunu durdurun” dedi. Araya girenler kimler? Düzensizlikten, kuralsızlıktan istifade edenler. Araya girenler kimler? Bahsettiğim menfaat şebekesinin parçası olan insanlar.
Taha Akyol: İsim vermez misiniz? Politikacılarsa bunlar isim verin yani.
Ali Babacan: Şöyle. Ben bir de şuna inanıyorum şimdi. Bir yargı bağımsız, tarafsız bir yargı sonucunda bir insanla ilgili bir hüküm oluşmadıysa o insanla ilgili konuşmaktan ben hep çekinirim.
Taha Akyol: Masumiyet karinesi.
Ali Babacan: Yani bilinir edilir falan ama. Tarafsız, bağımsız bir yargı çalıştı mı, karar delillerle, sanıklarla bağlandı mı? Ancak ondan sonra konuşmak lazım dolayısıyla. Ama şimdi gitseniz AK Parti Genel Merkezi'ne “Ali Babacan dün akşamki programda kimlerden bahsediyor” diye sorsanız, orada bir isim listesi hemen önünüze koyar oradakiler.
Taha Akyol: Tahmin ederler diyorsunuz.
Ali Babacan: Bilinmeyen şeyler değil, tahminler. Ama dediğim gibi yargı kararı olmadıkça herkes masum. Öyle masumiyet karinesinde ben çok önemsiyorum. Dolayısıyla o sistem girdi ve engellendi. Şimdi Elif Hanım'ın başta sorduğu soru. Yani hiçbir şey değişmeden, yani her şeyin olduğu gibi bir yapıda bugün değil, Cevdet Yılmaz değil, Mehmet Şimşek inanın on tane Nobel ödüllü iktisatçıyı getirin koyun, şu anda Türkiye ekonomisinin başına yapamazlar, Hiçbir şeyi düzeltemezler. Mümkün değil yani. Çünkü mesela enflasyonla mücadelede tasarruf da çok önemli değil mi?
Taha Akyol: Tabii.
Ali Babacan: Tasarruf edecek. Biz 34 yıllık yüksek enflasyonu iki yılda nasıl tek haneye indirdik hatırlayın, 2003-2004 tasarruflu indirdik. Taaa 2014'e 15'e kadar da hep tasarrufla gittik. Sonra hatırlarsanız bir gaz fren tartışması başladı. Ben diyorum ki tasarruf. Başka arkadaşlar diyor ki; “yok bu kadar yetti tasarruf ya biraz da artık şöyle rahatlayalım kardeşim sık sık sık nereye kadar?” Benim adım Fren Ali’ye çıkmıştı o zaman hatırlayın. Tasarruf, tasarruf, tasarruf diye. Şimdi bugün de tasarruf gerekiyor. Ve tasarruf etmedikleri için enflasyon düşmüyor. Bu yılın bu yılın enflasyona bakın, 2025 enflasyonuna. 2025 enflasyonu ile ilgili hedef aslında %9’du biliyor musunuz?
Taha Akyol: Evet.
Ali Babacan: Bundan üç sene önce diyorlardı ki; “2025'te biz enflasyonu tek haneye indireceğiz” diyorlardı. Evet, şimdi Merkez Bankası'nın en son açıkladığı bu yıl sonu tahmin %31,5 ve artık Merkez Bankası yöneticileri de patinaj yapmaya başladıklarını itiraf ettiler. En son basın toplantısında sizler de izlediniz, başkan, başkan yardımcıları.
Taha Akyol: Orada Osman Cevdet Akçay'ın çok önemli açıklamaları oldu. Onu ayrıca soracağım size.
Ali Babacan: Evet, evet. Çünkü Merkez Bankası’nın elinde faizi arttırmaktan başka hiçbir enstrüman yok. %8,5 faizi çıkarttılar, %50’ye. Aradan 2,5 yıl geçti, ine ine faizin indiği nokta %39,5. Bakın 2,5 yılda faizi on puan ancak indirebildiler. Daha da indiremiyorlar. Çünkü enflasyon inmiyor değil mi? Çünkü niye? Sadece faizi artırarak enflasyon inmez. Nokta. Tasarruf. Tasarruf. Tasarruf. Bu tasarruf ruhu olmadıktan sonra olmaz. Tasarruf için ne yapacağız? Kamu ihale yasası var ya, kamu ihale yasasını derhal değiştirmek gerekiyor ya. Avrupa Birliği'nde uygulanan, 28 ülkenin uyguladığı bir kamu ihale yasası var. 33 fasıldan birisi Avrupa Birliği müktesebatında 100 bin sayfalık müktesebatta, 33 fasıldan birisi kamu alımlarıdır. Ben ilk başmüzakereciydim bakın hepsini biliyoruz. Onun Türkiye'de uygulanmasıyla ancak gerçek tasarruf sağlanır. Ancak ondan sonra enflasyon düşer. Peki Cevdet Yılmaz'ın, Mehmet Şimşek'in buna gücü yeter mi? Bu iki arkadaşımız belki bunun çıkmasını çok istiyor olabilirler ama oradaki menfaat şebekesi buna izin verir mi? Yeni bir Kamu İhale Yasası, buna izin verirler mi? Mevcut sistemde mümkün değil. Yani buyursunlar yapsınlar. Kamu ihale yasası düşmeden, ülkede gerçek anlamda tasarruf olmadan bu ülkede enflasyon düşmez. Biz inşallah bakın, bu Kamu İhale Yasasını var ya, en geç bir ayda Meclis’ten geçiririz. Üçüncü ayda da uygulamaya sokarız. Görün tasarruf nasıl sağlanıyor? Görün enflasyon nasıl düşüyor? Şu anda mümkün olmayacak. Ağızlarıyla kuş tutsalar olacak.
Taha Akyol: Niye yapmıyorlar bunu? Ali Bey niye yapmıyorlar?
Ali Babacan: Menfaat şebekesi, menfaat şebekesi. Bunu yaptırmıyor. Çünkü onların menfaati kesilecek. Devletin tasarruf etmesi demek, daha az para harcaması demek. Devletin tasarruf etmesi demek, devletin bütün alımlarının daha şeffaf yarışmayla yapılması demek. O zaman kimsenin menfaati kalmayacak ki. Devlet neyi alacaksa şunu alacaksa, devlet kim en ucuza veriyorsa ondan gidip alacak. E şimdi deprem konutları yaptılar değil mi? Deprem konutlarına bir bakın. 1 liraya mal olacak konutu en az 2 lira, 3 liraya melettiler yani. Bakın biz aynı parayla inanın en az iki katı konut imalatı yapardık. Aynı parayla şu anda 650 bin konut ihtiyacının tamamını biz bitirmiştik. Eğer o kamu ihale yasası devreye girseydi, Avrupa Birliği'nin kamu ihale yasasına göre bu deprem konutları yaptırılsaydı, yapmadılar. Peki aradaki farkı kim kazanıyor? O menfaat şebekesi kazanıyor. Çok büyük paralar bunlar. Dolayısıyla Ali Babacan o menfaat şebekesinin korkulu rüyasıdır. Asla istemezler ha! Bir gün AK Parti sistemi, “Artık yetti, olmuyor. Kendimize de zarar veriyoruz, memlekete de zarar veriyoruz. Bu işleri şöyle topyekûn değiştirmek lazım.” Hani bir reset düğmesi vardır ya. Evet. Ya da bilgisayar donar kalır da fişi çekip düğmesini kapatarak tekrar bir aç kapa yaparsınız. Bir gün günün birinde AK Parti'de öyle bir irade oluşursa, bir aç kapa, bir reset iradesi. O zaman belki bir şeyler konuşulmaya başlanabilir yani. Onun haricinde ben çok zor görüyorum ve içim yanarak zor görüyorum. Çünkü ülkenin kötüye gittiğini ve kötüye gitmeye devam edeceğini de gördüğüm için bunu söylüyorum.
Eli Çakır: Bunu biraz açabilir miyim müsaadeniz olursa Taha Bey. Şimdi siz diyorsunuz ki o reset düğmesine basılırsa ya da bir şeylerden hani feragat yani düzelmeye karar verirlerse... Cümlelerimi de çok özenle seçmeye gayret ediyorum. Çünkü biraz önce dediniz ki bir siyasi partiyiz, bir yere gittiğimiz yok. Ekonomi yönetimini devralırım mı diyorsunuz?
Ali Babacan: Bakın, biz o işleri çok yaptık.
Eli Çakır: Mesela herkesin merak ettiği bir şey. Bir soru bu…
Ali Babacan: Bakın, biz ülkeyi, ülkeyi yönetmenin tümüne talibiz. Kısmi bir şeye talip değiliz. Biz bu ülkenin yönetiminin tümüne talibiz. Niye talibiz? Çünkü en hazırlıklı biziz. Ya hazırlığı olmayanlar neyi nasıl yapacaksınız Allah aşkına?
Eli Çakır: Peki buradaki sorun nereden kaynaklanıyor? Mehmet Şimşek de başarılı bir isimdi ama ekonomi düzelmedi.
Ali Babacan: 500 maddelik eğitim programı yapmışız ya. CHP'de AK Parti getirsin. Ne yaptılar? Eğitimle ilgili planları, programları nedir? Ya koysunlar şöyle bir önümüze bir tartışalım... Ya biz orada ekonomiyi düzeltirken eğitimde saçma sapan işler yapılacak değil mi? Düzelir bu ekonomi düzelmez. Biz orada ekonomiyi düzeltmeye çalışırken hukukta, adalette her türlü yanlış yapılacak. Bu ekonomi düzelir düzelmez olmayacak duaya biz niye âmin diyelim yani? Ülke yönetimi bir bütün. Onun için biz bu bütüne talibiz. Bakın bizim hiçbir partiyle ilgili bakın bir önyargımız yok, bir aramızda perde yok, duvar yok. Biz öyle görüyoruz. Yani bizim aramızda AK Parti'yle böyle bir perde yok, duvar yok, öyle bir şey yok. Yani oradaki hâlâ bulunan arkadaşlardan bir kısmı zaten bizim da eski arkadaşlarımız.
Taha Akyol: Az önce takdir ederek söylediniz iki ismi.
Ali Babacan: Evet, evet,
Taha Akyol: Takdir ediyorsunuz yani.
Ali Babacan: Orada çok iyi niyetli bir sürü arkadaş var
Taha Akyol: Tabii.
Ali Babacan: Şimdi AKP'de aslında kadrolar üç, üç bölümden oluşuyor kabaca. Yani AKP'de hükümette kadrolar. Şimdi birinci bölüm. İyi niyetli, hâlâ bir şeyleri düzeltme çabasında olan insanlar. Bir grup öyle bir insan var. Zor olduğunu görüyorlar, patinaj yapıldığını görüyorlar. Ama hâlâ iyi niyetlerini koruyorlar diyelim. Birinci grup o. İkinci grup, korkuları sebebiyle orada. Yani ben burada değil de başka yerde olsam başıma bir iş gelir. Korkuları sebebiyle orada. Üçüncü grup, menfaati sebebiyle orada. İşte bu üçüncü grup bizim asla yollarımızın kesişemeyeceği bir grup yani. İktidarın oralarda öbeklenmiş ve kendi şahsi menfaatleri için orada duruyorlarsa biz onlarla yapamayız. Olmaz. Ben niye ayrıldım ki? Bütün bunları gördüğüm için ayrıldım. Bu menfaat şebekesinin temellerinin atıldığını gördüğüm için ayrıldım. O menfaat şebekesinin ülkenin kaynaklarını yavaş yavaş kendi çıkarlarına doğru yöneltmeye başladıklarını gördüğüm için ayrıldım. Ve bununla ilgili düzeltme iradesi de görmediğim için ayrıldım. Onun için bakın biz hiç kimseyle kapıları kapatmıyoruz. Öyle aramızda duvarlar yok, perdeler yok. Biz Cumhuriyet Halk Partisi'yle bile oturmuşuz değil mi? O bile kelimemi bir kerede kullanmıştık.
Taha Akyol: Niye bile diyorsunuz?
Ali Babacan: Çok takılmışlar. Niye?
Taha Akyol: Ben de onun için soruyorum. Neden öyle diyorsun?
Ali Babacan: Yani bile ne demek? Bu hakaret midir? Falan filan. Epey bir döndü biliyorsunuz. Sosyal medyada da döndü, ana akım medyada da döndü.
Eli Çakır: Ama öyle yani.
Ali Babacan: Niye? Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi'yle bizim köklerimiz ayrı. Cumhuriyet Halk Partisi ile biz mesela partinin geçmişini konuşmaya başlasak anlaşamayız ki olmaz yani. 2023'te biz niye masaya oturduk onlarla? Ülkenin yarınlarında buluşmak için.
Taha Akyol: Bir de ortak program çıktı ortaya.
Ali Babacan: Ortak programda buluştuk. Ben hatta o günlerde hatırlarsanız Altın Masa kurulumu devam ediyor. Birkaç televizyon kanalında demiştim ki; "Biz CHP'nin geçmişini o masada konuşmuyoruz, geçmişini konuşsak on dakikada kalkarız o masadan. O masada biz Türkiye'nin yarınlarını konuşuyoruz" demiştim ve o gün de çok kızmışlardı, o gün de saldırıya. Biz o kadar alıştık ki artık. Yani bu trol saldırısına, şuna buna çok alışık ol. Hiç umurumuzda da değil. Doğru bildiğimizi aynen yapmaya devam ediyoruz. Kim ne derse desin. Tabii ki eleştirileri dinliyoruz ama bir şeyler var. Yani bir ideolojik saplantıya batmış bir kitle var. Bir paralı menfaat ilişkisiyle çalışan başka kitle var. Yani onlarla bir şeyimiz olmaz yani. Şunun için demiştim onu “bile” ifadesi şunun için kullandım. Yani ayrı ayrı köklerden olan partiler olarak bile oturmuşuz. AK Parti ile bizim kökümüz aynı. Yani çıkış noktamız aynı. Ben siyasete AK Parti ile başladım. Yani bizim ailede siyasetle ilgilenen hiç kimse yokken, parti üyeliği bile yokken, ilk defa bizim aileden, hatta geniş aileden ilk defa siyasette giren ben oldum
Taha Akyol: Sizi kim çağırdı AK Parti'ye?
Ali Babacan: O zaman bizim Abdullah Gül'le daha yakın temasımız vardı. O Ankara'daydı. Ailece bizim Çıkrıkçılar Yokuşu'ndaki sonra sitelerdeki işyerimize alışverişe gelirlerdi, işte hanımlar alışverişe derken de biz erkekler oturur sohbet ederdik. Yani tanışıklık oradan oluştu. Zaten bizim siyasetle temas noktamız Çıkrıkçılar Yokuşu'nda ve sitelerdeki işyerimizdeki bir yuvarlak masamız vardı. O yuvarlak masada kesişti. Onun dışında çıkıp da biz başka dışarlarda bir şey yapmadık siyasetle ilgili o güne kadar. Onun için demek istediğim, biz herkesle oturur konuşuruz. Yeter ki bu memleketin faydasına olsun. Ama bir de gerçek bir şey olsun, yani gerçekten önümüzü görelim. Gerçekten bu ülkenin sorunlarını çözme konusunda bir irade görelim. Ve her şeyden önemlisi de artık bu menfaat şebekesi yerin dibine batsın. Biz ülkenin menfaatlerini koruyalım. Ülkenin menfaati için çalışalım, iradesini görelim. O irade olduktan sonra niye konuşmayalım, niye görüşmeyelim?
Taha Akyol: Ben bu noktada bir şey sormam lazım. Tam yeri geldi. Siz Kamu İhale Yasasının bozulmasının, ekonomideki bozulmanın temel sebeplerinden biri olduğunu söylediniz.
Ali Babacan: Kesinlikle.
Taha Akyol: Mali kuralın çıkarılma ışığının ekonomideki kuralsızlığın bir örneği olarak anlattınız.
Ali Babacan: Doğru.
Taha Akyol: Sizin hazırladığınız 2011 seçim bildirisinin ekonomi bölümünde 2023 yılında Türkiye'de fert başına milli gelirin 25 bin dolar olacağı öngörülüyordu. Halbuki 13-14 bin dolarda kaldı.
Ali Babacan: 13 binde kaldı.
Taha Akyol: 13 binde kaldı. Yarısı.
Ali Babacan: 25 bin idi hedef. 13 binde kaldı. Ama 13 bine ulaşmayı büyük bir başarı diye sundular yani. Propaganda aygıtı çalıştı.
Taha Akyol: 2011 yılında bakıyorsunuz, biz 2023'te Cumhuriyet'in 100. yıldönümünde fert başına milli geliri 25 bin dolar olan bir ülke olabiliriz diyoruz.
Ali Babacan: 500 milyar dolar ihracat, 25 bin dolar milli gelir…
Taha Akyol: Fert başı milli gelir.
Ali Babacan: Yani çarp nüfusu 2 trilyon dolarlık ekonomik büyüklük ve dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi olmak. İlk 10.
Taha Akyol: Niye olmadı? Olabilir miydi gerçekten de?
Ali Babacan: Kesinlikle olurdu. Kesinlikle olurdu. Yani niye biliyor musunuz?
Taha Akyol: Ha niye? Niye kesinlikle diyorsunuz?
Ali Babacan: Hesap çok basit. Şimdi 2002'de Türkiye'nin milli geliri 3500 dolar, 3500. 2013'te 12 bin 500 dolar. Yani on yılda neredeyse dörde katlayan milli gelir var.
Taha Akyol: Yılda bin dolar gibi.
Ali Babacan: İkinci on yılda da ikiye daha katlar dimi bu? Yani ilk on yılda dörde katlayan milli gelir, ikinci on yılda da ikiye katlar. Basit hesap. Onun haricinde tabii ki biz bir sürü makroekonomik modeller yaptık. Tahmin modelleri. Çok kaliteli bir tahmin ekibimiz çalıştı bunun. Yani öyle kafadan atmış rakamlar değil bunlar yani. Planlamadan, Hazineden, Merkez Bankası'ndan ve bazı düşünce kuruşlardan ekonomik planlama yapan, modelleme yapan ve tahmin modellerini iyi bilen bir ekiple çalıştık buna. Ama oradaki temel varsayım neydi? O 2011'de 2023 hedeflerini koymamızdaki temel varsayım, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde geriye gitmemesi. Bakın ilerlemesi diye uyuyor mu? Geriye gitmemesi.
Taha Akyol: Hiç olmaz, evet.
Ali Babacan: Avrupa Birliği sürecimiz nedir? Temel haklardır, özgürlüklerdir. Demokrasinin iyi çalışmasıdır.
Taha Akyol: Kurallı yönetim.
Ali Babacan: Hukuk-hukukun üstünlüğüdür. Kural bazlı yönetimdir, şeffaflıktır, hesap verebilirliktir falan yani. Temel 7-8 tane kural var zaten o kadar. Yani oralarda en azından mevcudu muhafaza edersek rahatlıkla bu milli gelir ikiye katlanacak demiş idik. Ama mevcutta muhafaza edilemedi ki. Bütün bu alanlarda Türkiye geriye geriye gitti. Yani hukukun üstünlüğü endeksinde kaç no'lu grafik? Dört no'lu grafik. Şimdi buradan benim bulmam epeyce arkadaşlar çok sayıda grafiği koymuşlar
Taha Akyol: Onu görelim. O önemli evet.
Ali Babacan: Rejiye de verilebilir belki. Bakın, hukukun üstünlüğü endeksi. Mavi çizgi emsal ülkeler…
Taha Akyol: Türkiye gibi.
Ali Babacan: Emsal ülkeler demek, gelişmekte olan ülkeler. Orada da tutup da Norveç'le, İsveç'le falan mukayese etmiyoruz. Yani Kuzey Afrika'yla mukayese etmiyoruz. Emsal ülkeler işte işin içinde Brezilya var. Ne bileyim Güney Afrika var. Tayland var. Meksika var. Filipinler var. Yani Türkiye ile mukayese edilebilecek ülkelerde aşağı yukarı sabit gitmiş, Türkiye'deki hukukun üstünlüğü endeksinde dibe inmişiz. Ve geçtiğimiz hafta yeni rakam açıklandı biliyorsunuz.
Taha Akyol: Evet.
Ali Babacan: Yeni rakam da bundan farklı değil.
Eli Çakır: 2002 ve 2005 arasında da hatta emsal ülkelerden yukarıya çıkmışız, değil mi? Daha üstte.
Ali Babacan: Kırmızı çizgi biziz.
Eli Çakır: Evet.
Ali Babacan: Yani emsal ülkelere göre sürekli aşağıya doğru gidiyoruz. Yani emsal ülkelerde hukukun üstünlüğü aşağı yukarı sabit gibi giderken, bizde hangi yılda bozulmaya başlamış, bakın. 2013-14'e kadar aşağı yukarı bir çizgi ama ondan sonra tepetaklak iniyor. Benim de en çok uyardığım, bakın hukukta, eğitimde problem var dediğim yıllarda tepetaklak.
Taha Akyol: Bir de şey çok enteresan. Onu lütfen ekranda tutalım arkadaşlar. Hukukta bozulmayla, ekonomide bozulma beraber gidiyor.
Ali Babacan: Tabii, aynen.
Eli Çakır: Evet.
Taha Akyol: Bu çok önemli. Oradaki o kırmızı aşağı doğru giden grafik hem hukukun bozulması hem ekonominin bozulması.
Ali Babacan: Kesinlikle. Kesinlikle.
Elif Çakır: 2014'ten itibaren çöküş başlıyor.
Ali Babacan: Evet. Şimdi şeye bakın mesela şeffaflığa bakın. Şimdi şeffaflık endeksi hangisidir? O da beş no'lu grafikmiş. Heh, onu da buldum buradan rejideki arkadaşlar da bulacaklar eminim. Bakın şeffaflıktaki durumumuza ne kadar benziyor, değil mi? Bak, şeffaflığı artırmışız. TÜİK yasasını çıkartmışız o zaman.
Taha Akyol: 50 Hangi yıl?
Ali Babacan: 50 2013. Yani milli gelire de zirvedeyiz.
Eli Çakır: Yine 2013.
Ali Babacan: Hukukun üstünlüğü de aynı. Aynı. Yani 2013 aynı zamanda mali kuralı çıkartmaya çalışıp Türkiye'nin kazanımlarını sabitleme çabamızın olduğu yıldır. Bakın 2013-2014. Yani bu kazanımlarımızı nasıl koruyacağız?
Taha Akyol: Sizin rant ekonomisinden şikâyet ettiğiniz yıl.
Ali Babacan: Tabii ki.
Taha Akyol: Sanayi geri gidecek diye uyardığımız yıl. Evet.
Ali Babacan: Yani bu sanayi ile inşaat sektörü arasındaki denge bozuldu. Tabii ki inşaat sektörü çok önemlidir ama, yani oradaki emsal değişikliği de birdenbire oluşan haksız kazançla, sanayideki kazancı mukayese ettiğinizde 30 yıllık sanayiciler sanayiyi bıraktı, gayrimenkul işine girdiler. Çünkü dediler ki; 30 yılda sanayide kazanamadığımızı biz 3 yılda gayrimenkulde kazanıyoruz dedik. Türkiye'nin kaynakları üretim ve ihracata gidecekken ağırlıklı olarak gayrimenkul projelerine harcandı ve onunla ilgili de ben epey bir kavga ettim biliyorsunuz o zaman. Yani Tayyip Bey ile karşı karşıya geldik kaç kere yani. O günkü sabah gazetesi, aynı sabah gazetesi inşaatçıları üzerime saldı. Her gün manşette bir başka inşaat şirketinin sahibi beni eleştiriyordu. “Olur mu canım inşaat çok önemli” Ya inşaat önemli biliyoruz ama. Yani aradaki dengeyi korumamız lazım. İnşaat sektörü de çok önemli. Büyük bir istihdam kaynağı. Türkiye evet inşaatla da büyüyecek ama eğer sanayiyi öldürerek bütün kaynakları inşaatı aktarıyorsanız, o da yanlış dedik. Şeffaflık endeksi paldır küldür indi aşağıya bakın. Niye? Bakın o zirve hangi dönemdir? TÜİK'in yasasını çıkarttık. TÜİK'i bağımsız yaptık. Aynı Merkez Bankası gibi. TÜİK'in çalışma standartlarını Avrupa standartlarına getirdik. Eurostat nasıl ölçüm yapıyorsa TÜİK de aynı ölçümü yaptı. Soru formlarına kadar metodoloji, örneklem, her şey her şeyi eşitledik. Türkiye'den çıkan bir veriye bütün dünya güvenir hale geldi. Bunu yaptık. Ama ondan sonra ne oldu? Ekonominin kendisini düzeltemeyince, ekonominin kendisini bu sefer rakamları düzeltmeye çalıştılar. Rakamları olduğundan farklı açıklamaya çalıştılar. Şeffaflık endeksinde aşağı yukarı gittik. Aslında bu şeffaflık endeksinin tersten okunması da yolsuzluk endeksidir. Tabii. Yani şunu şöyle bir simetriğini alıp yani şeffaflık aşağı indikçe yolsuzluk artar ülkelerde. Çünkü karanlıkta suç daha kolay işlenir. Yani şeffaflıkla aydınlıkta kolay kolay suç işlenmez. Ama karanlıkta suç daha kolay işlenir. Dolayısıyla bu grafiğin bir ayna şeyi de Türkiye'deki yolsuzlukların geldiği boyutlardır. Onun için işte bunları düzeltme iradesi olmadan Elif Hanım, ilk sorunuza gene dönüyorum. Yani bunları düzeltecek miyiz? Böyle bir irade var mı? Yani Türkiye'yi gerçekten şeffaf yönetelim iradesi var mı? Gerçekten hukukun üstünlüğüne bağlı bir yönetim şeklini Türkiye'de tekrar hâkim kılalım. Öyle bir irade var mı? Biz bu soruları ben AK Parti'den ayrıldım, 2019 yılında da soruyordum hâlâ soruyorum. O sorularım değişmiyor. İnşallah günün birinde cevabını alırım da bu ülke de bu girdiği çıkmazdan çıkar başkanım.
Elif Çakır: Peki şimdi yine gündemdeki aslında birbiriyle de bağlantılı. Bir taraftan ak parti ile gerek 29 Ekim resepsiyonu, gerek 1 Ekim'deki o fotoğraflar Devlet Bahçeli'nin de MHP'li Devlet Bahçeli'nin de biraz tepkisini çekti sanki. 29 Ekim resepsiyonu ile alakalı olarak sizi işaret ettiğini söyleyenler de oldu. Kamuoyundaki algı da biraz öyleydi. Soru soru içine geçti ama dedi ki; “biz dedi gitmediysek, bir de dedi bir bakalım. İşte Anıtkabir'e koşa koşa gidenler, resepsiyona işte gidenler, boy boy fotoğraf verenler. Bakalım kim ne yapıyor diye belki de görmek istedik” dedi. Sizin isminiz tabii ki çokça geçtiği için ekonomi yönetimini devralacak AK Parti ile işte tekrar arada köprüler kuruyor deyince biraz böyle oklar yine sizi gösterdi.
Ali Babacan: Bazı yorumlar okudum biraz sosyal medyada galiba onu köpürtmüşler.
Elif Çakır: Eşzamanlı olarak CHP’yi de çok sert eleştirmeye başladınız.
Ali Babacan: Bizim hep şikâyet ettiğimiz malum troller varya ama bazı ana akım medya da ara ara trollük yapıyor he. Yani sadece bir grup trollüğü suçlamayalım. Yani bazı gazetelerin manşetlerine baktığımızda onlar da bize trollük yaptı o dönemde. O 1 Ekim'den sonra falan, 29 Ekim’den sonra gene yapanlar oldu. Çok önemli değil. Biz zaten hadlerini bildiriyoruz, geçiyoruz, işimize bakıyoruz yani. Ama haksızlığa uğradığımız zaman da sessiz kalmayız. Onu da ortaya koymamız lazım. Şimdi o sayın Bahçeli'nin o günkü açıklamalarından biz pek üzerimize alınmadık açıkçası. Yani yakıştırmalar yapıldı.
Elif Çakır: Neden?
Ali Babacan: Çünkü öyle bir ilişki şeklimiz yok Sayın Bahçeli'yle, bir. İkincisi işte sabah Anıtkabir'de yok, resepsiyonda var konusu. Biliyorsunuz şöyle yürüyor. Bu Cumhurbaşkanlığının düzenlediği etkinlikler şöyle yürüyor. 29 Ekim günü bir Anıtkabir ziyareti var. Bir tebrik kabul programı var Külliye’de. Bir de akşam resepsiyon var. Bize davetiye sadece resepsiyonla ilgili geldi. Yani tebrikle ilgili bir davetiye biz almadık. Anıtkabir ziyaretiyle ilgili bir bilgilendirme ya da davet de bize ulaşmadı. Mesela bugün 10 Kasım'dı değil mi? 10 Kasım sabahı yine bir Anıtkabir programı yapıldı. Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla böyle grubu olan partilerin genel başkanları gibi bir kriterleri mi vardı nedir tam bilemiyorum yani. O devlet protokolünde bir şeyler var. Dolayısıyla biz bu 10 Kasım'la ilgili de herhangi bir bilgilendirme bize yapılmadı. Biz onu biliyorduk zaten. Dolayısıyla DEVA Partisi kuruldu kurulalı biz ne yapıyoruz? 10 Kasım Anıtkabir ziyaretimizi münferiden müstakilen birkaç gün önce yapıyoruz. Mesela bu hafta da ne yaptık? Cumartesi günü genel merkezden ve teşkilatlardan arkadaşlarımıza gittik. Kendi özel çelengimizi koyduk. Orada hem hatıra defterine, anı defterine, Anıtkabir defterine görüşlerimizi yazdık ve arkadaşlarımızla beraber münferit müstakil programı peşinen yaptık. Çünkü bu devlet protokolü programına şimdiye kadar DEVA Partisi kuruldu kurulalı davet edilmedik hiç yani. Onu neye göre yapıyorlar, nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama biz münferiden görevimizi yerine getiriyoruz. Dolayısıyla bu şekilde de baktığımızda o günkü Sayın Bahçeli'nin açıklamalarını çok da arka planda ne vardır ne yoktur bilmiyorum yani. Ama bizim Sayın Bahçeli'yle özellikle bu “Terörsüz Türkiye” diye adlandırdıkları süreçte, bizim 1 Ekim süreci dediğimiz süreçte ve bu komisyon çalışmalarında partilerimiz arasında iyi bir diyaloğumuz var. Ve Sayın Bahçeli'yle biz son iki bayramdır bayramlaşıyoruz. Ben onu sağlık sorunlarının olduğu bir dönemde geçmiş olsun diye telefon ettim. Dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi de son iki bayramdır bizimle resmi olarak bayramlaştı. Yani onların bir heyeti DEVA Partisi'nin genel merkezine geldi. Bizim bir heyetimiz de Milliyetçi Hareket Partisi'nin genel merkezine gitti. İlk defa bu son iki bayramdır da bayramlık olduk. Dolayısıyla bizim diyalog kanallarımız açık ve çalışıyor. Onun için buralardan arka planda ne vardı ne oldu çok açıkçası bilmiyoruz.
Elif Çakır: Eş zamanlı olarak CHP'ye yönelik çok sert söylemleriniz oldu. Şu Altılı Masa’ya 2023 seçimlerinden bu yana yürüyen bir şey var, Milletvekili, işte CHP listelerinden seçilme. Bu zaman zaman böyle tavan yapıyor. Bu dönemde de yine bu fotoğraf üzerinden. “İşte bak gördünüz mü? Milletvekilleri bizim CHP'nin rozetiyle seçildi. Şimdi AK Parti'ye bunlar komple gidiyorlar” gibi şeyler oldu. Siz bunlara aslında çok fazla cevap vermiyordunuz. Fakat bu sefer en sert böyle eleştirilerinizin hedefine CHP de oturmaya başladı. Biraz bunun da etkisi var. DEVA Partisi bir politik söylem farklılığına da gidiyor diyebilir miyiz acaba? Niye bu kadar CHP'yi hedefe oturttunuz?
Ali Babacan: Şöyle aslında bizim orada seslendiğimiz ve “bunu yapmamanız lazım. Haksızlık yapıyorsunuz” diye uyardığımız kitle hâlâ bugün bu meseleleri gündemde tutan kitle. Bugünkü CHP yönetimi uzun bir süredir bunu dillendirmiyor. Bakın, CHP'nin bugünkü yönetimi uzunca bir süredir dillendirmiyor. Ne zaman dillendirilir bunu, kendi büyük kongrelerinde. O Kılıçdaroğlu'yla Özgür Özel'in yarıştığı kongrede kendi iç kavgalarının bir parçası yaptılar bunu. Yani Kılıçdaroğlu'nu ve ekibini bir bakıma kötülemek için. “Bak bunlar yanlış yaptı” demek için çıktılar dediler ki; “işte bak Kılıçdaroğlu büyük bir hata yaptı. Bu milletvekili sayısı şöyle oldu, böyle oldu” diye kendi iç kavgalarında bizi kullandılar. Ama ondan sonra yeni yönetim yerlerine oturduktan sonra o gün bugündür biz CHP yönetiminden bir şey duymuyoruz. Ha onu da belki yeri gelmişken söyleyeyim. Yani Özgür Özel'in 2023 seçimleri öncesinde ortak listelerle alakalı canlı yayınlarda söylediklerine bir bakın. Bir de daha sonra parti içindeki o kavgada kurultay kavgasında söylenenlere bakın. Orada da çok ciddi bir zıtlık var. Ama bizim açımızdan bunlar geride kalmış konular. Bizim açımızdan. CHP'nin şu andaki yönetimde, CHP'nin şu andaki yönetimi de bunu artık dillendirmiyor. Çünkü o gün biz anlaştık. Kurumlarda devamlılık vardır bakın. Devamlılık esastır. Bir kurum dış ilişkilerinde bir önceki yönetimin yaptıklarını yapboz yapmaz yani. Çünkü kurumda devamlılık esas ise o da saygın bir kurumsal, sürekli olan bir kurumsa, kendi iç işleyişiyle alakalı konularda tabii ki değişikler olabilir ama üçüncü tarafları ilgilendiren konulardaki tutumlarının, davranışlarının bir süreklilik sağlaması lazım. En azından Türkiye'nin ana muhalefetine yakışan budur. Biz işte o sürekliliği görmedik. Yani bir yönetim değişince başka partilerle olan ilişkilerinde bir alt üst olma durumunu izledik. Fakat bugün itibariyle ve uzunca bir süredir CHP'nin yönetimi bundan bahsetmiyor. Kim bahsediyor? Sözüm ona, CHP'yi destekleyen medya ve hep bahsettiğim bir trol ordusu. Bunu onlar dillendiriyor. Dolayısıyla benim bu konuda son haftalarda sarf ettiğim sözlerin hepsinin hedefi o sözüm ona, CHP'yi destekleyen bazı medya kuruluşlarıyla. O malum hepinizin bildiği, zaman zaman herkesin mağdur olduğu ya da…
Taha Akyol: Özgür Özel size telefonu açtı değil mi?
Ali Babacan: Eee evet, evet o açtığı telefonun konusu gerçi şuydu. O 1 Ekim fotoğrafından sonra epeyce bir yazıldı çizildi ya, o trol orduları da epey bize saldırdılar. Yani Özgür Bey beni niye aradı? Ya “bu bizim kurumsal bir duruşumuz değildir. Bunun CHP yönetimiyle alakası yoktur. Biz de bunlardan bazen muzdarip oluyoruz. İşte bu medya kuruşları her ne kadar bizi desteklese de tamamen kontrol ettiğimiz kuruşlar da değildir.” Ve aynı zamanda kendi partisi içinden de böyle ileri geri bazı açıklamalar yapan olmuştu bir iki gün içerisinde. Onlarla ilgili de bir iç süreçleri olacağını bana söyledi ve o şekilde biz normalde o gün itibariyle o defteri kapattık. Ama biz CHP yönetimiyle defteri kapatıyoruz. Fakat birileri ısrarla ve inatla o defteri kapatmak istemiyor. Onlar o defteri açık tuttuğu sürece de biz her şeyi söyleriz, konuşuruz yani. Onlar da o lafları işitmeye hazır olsunlar. Çünkü bu mesele sadece benim meselem değil. Bu koskoca bir DEVA teşkilatının meselesi. Bu bizim kendi hakkıyla, alın teriyle milletvekili seçilmiş vekillerimizin hakkı. Yani ben ne teşkilatımızın ne de milletvekillerimizin hakkını bunlara yedirmem. Yani böyle bir şey yok. Yani onlar gitsinler bir önceki yönetimle hesaplaşsınlar, bir önceki yönetimle ne işleri varsa onları konuşsunlar. Bizim üzerimizden kendi iç kavgalarını yürütmesinler. Yani onun için tekrar ediyorum, bugünkü CHP yönetimiyle bu konu, bu defter bizim için çoktan kapanmıştır. Bir gün açarlarsa biz de açarız. Çünkü defterde yazılanlar çok açık. Bize ne tekliflerle geldikleri, hangi simülasyonları sundukları hâlâ kayıtlarımızda var. Onların şahitleri var her iki partide de. Eğer daha fazla uzatma söz konusu olursa o zaman o siciller, defterler açılır. Kim ne söylemiş, kim neyi teklif etmiş, DEVE Partisi'nin hakkı neymiş? Bir de bakın şöyle bir utanmazlık yapıyorlar. Gerçekten büyük bir utanmazlık. Bizim 2024 seçimlerindeki oylarımızı 2023 seçimlerinde çıkarttığımız milletvekili sayısına bağlıyorlar. Bu ahlaksızlık değil mi ya? Diyorlar ki; “yüzde şu kadar oy almış parti.” Bir dakika arkadaş dur orada, ya şu kadar oy almış partilerin 2024 yerel seçiminden bahsediyorsun. Bambaşka bir dinamik, bambaşka bir ortam, tabii bambaşka bir ortam. Utanmadan, ahlaksızca yerel seçimlerdeki oy oranını getiriyorlar. Diyorlar ki; “bu oyla bu kadar milletvekili seçilir mi? Ya arkadaş dürüst olsana, doğruyu söylesene ya! “2023 seçimlerinde ortak listeyle girdik” desene. Ben daha önce de söyledim. Cumhuriyet Halk Partisi bir hayır kuruluşu değil, Sebil Çeşmesi değil. Herkese bedavadan milletvekili dağıtacak bir kurum mu? Değil mi? Cumhuriyette yaşlı bir parti, ana muhalefet partisi. O gün kendi işlerine gelmese, kendi çıkarları olmasa niye böyle bir teklifle gelsinler bize? Biz gidip istememişiz ki onlar teklif etmiş. Onlar ısrar etmiş. Bunların hepsini unutuyorlar. Tutuyorlar, bambaşka bir seçimin sonuçlarıyla bambaşka bir seçimin milletvekili sayısını karşılaştırıyorlar. Ve bunu da yapanlar kendine akademisyen diyen adamlar. Bakıyorsun bilmem ne akademisyen, bilmem ne araştırma, bilmem ne stratejist, hepsi trol, hepsi trol. Başka bir şey değil yani.
Taha Akyol: Evet. Şimdi son günlerde Merkez Bankası çok konuşuluyor. Çünkü biraz önce siz de söylediniz, enflasyon hedefi tutmadı. Kendileri yukarı yönlü revize ettiler. Bir de Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Profesör Osman Cevdet Akçay'ın açıklamaları oldu. O da basında çok yer aldığı müzakere ediliyor, tartışılıyor. Bugün Profesör Cevdet Akçay'ın konuşmaları basında da bayağı yazıldı, çizildi, konuşuluyor. Cevdet Akçay'a bir soru soruluyor. Deniliyor ki; bu enflasyonun düşmesi neden gecikti böyle? Şu cevabı veriyor: Nerede olacağını kestirmek zor. Yani enflasyondaki düşüşün nerede olacağını kestirmek zor. Geciktiği çok aşikâr. Düşmesinin geciktiği çok aşikâr. “Nerede olacağını kestirmek zor. Buradaki sıkılık kavramını biraz bence sorgulamakta fayda var.” Yeterli sıkılık ve sıkılaştırma yapılmadı diyor. Siz de bir ekonomist olarak Sayın Akçay'ı da tanıyorsunuz. Çok iyi bir ekonomisttir. Ne diyorsunuz? Bunu nasıl anlayalım?
Ali Babacan: Şimdi Cevdet Bey Boğaziçi’nden ve bankacılık tecrübesi olan iyi bir iktisatçı. Ve benim de bir kahve program serim vardı biliyorsunuz. Bu bir dönem böyle arka arkaya.
Taha Akyol: Evet, yaptınız.
Ali Babacan: Sekiz on tane program yaptık. Hatta ilk programı biz Cevdet Bey'le yaptık. Çünkü onun iktisat bilgisine güvendiğim için. Şimdi Cevdet Bey'in açıklamalarını ben takip ettim. Yani aslında Merkez Bankası'nın görev alanı ve yetki alanının bu işi kendi başına çözmeye yeterli olmadığını aslında tespit ediyor. Yani hani bir anlamaya.
Ali Babacan: Yani bir meseleyi bir anlama çabası var. Bir de aktarım mekanizmalarından da bahsetmiş galiba orada. Yani diyor ki; “biz ulaştırıyoruz ama yani bakıyoruz işte o sıkılaştırma, aktarım mekanizmalarına yeterince sıkılaşma olarak ulaşmıyor galiba” diyor. Şimdi orada benim şöyle bir tespitim var. Özellikle bu reel sektör ile bankacılık ilişkilerinde bir TGA denen bir oran vardır. Takibe geçen alacak oranı. Bu takibe geçen alacak oranı arttığı zaman işte şirketler sıkışmıştır, borçlarını ödemekte güçlük çekiyorlardır. Dolasıyla bankalar tahsilatta takibe alır. Yani takibe geçen alacak. Fakat uzunca bir süredir Türkiye'de bankalarla BDDK arasındaki ilişki eskisi gibi değil. Yani bankalarla BDDK arasındaki ilişkiler, bu kredilerin nasıl yönetileceği konusunda daha farklı işliyor şu anda. Ve maalesef ekonomideki pek çok veri de şeffaflık olmadığı için tam Merkez Bankasına ulaşmıyor olabilir. Yani Türkiye'nin gerçekleri, reel sektörün gerçekleri. Bu veri bir de veri aktarım mekanizması da var ya. Ülkenin gerçekleri karar vericilere doğru akıyor mu akmıyor mu? Şimdi böyle baktığımızda şu anda Türkiye'de konkordatoya giden şirket sayısındaki artış var.
Taha Akyol: BDDK Tahsil edilmeyen banka alacakları konusunda ne yapıyor? Ben onu anlamadım.
Ali Babacan: Ya şöyle. BDDK’yla bankalar arasında hep bir görüşme trafiği olur. Bu alacakların kalitesiyle ilgili sınıflandırmalar olur. Yani BDDK'yla bankalar arasındaki ilişki bazen BDDK'nın daha sıkı bir duruşuyla şekillenir, bazı dönemlerde de BDDK daha gevşek bir şekilde bakabilir, daha iyimser bakabilir, yani iyimserlik, kötümserlik. Biz mesela eskiden yıllarca olabilecek en kötümser tarafta durduk. İyice sıktık, sıktık ki hani Türkiye'nin gerçek tablosu ortaya çıksın diye. Fakat uzunca bir süredir o ilişki öyle değil artık. Yani BDDK daha bir müsamaha içerisinde bakıyor bankalarla ilişkilerle.
Taha Akyol: Yani olduğundan daha iyi mi gösteriyor?
Ali Babacan: Yani olduğundan daha iyi derken iyinin kalibrasyonu neye göre yapacaksınız? Yani nerede tutacaksınız, nasıl yapacaksınız? Bize göre olması gereken uluslararası standartlarda ve uluslararası bankacılık standartlarında bir denetim raporlama. Ama Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullar bazen bundan daha sıkı, bazen de daha gevşek olmayı getirebiliyor. Mesela biz bütün dünyada, özellikle Avrupa'da sermaye yeterlilik rasyosu %8 iken biz Türkiye'de bunu %12 olarak uyguladık bankalara. Dedi ki; “Türkiye'nin risk faktörü daha yüksektir Avrupa ortalamasına göre. Dolayısıyla bankalar %12 sermaye yeterliliğe sahip olmalıdır” dedik ve o şekilde onu istedik. Avrupa ortalaması %8 iken daha sıkı bir yerde durduk. Yani sermaye yeterlilik rasyosu da bunlardan biridir. Şimdi izleyicilerimiz fazla böyle teknik şeylerle belki yormak da istemiyorum bugün. Ama sonuçta şu var. Sonuçta bir reel sektörün gerçekleri var. Konkordatolar arttı mı? Arttı. Açılan şirket sayısı azaldı, kapanan şirket sayısı çoğaldı. Ve başta giyim sanayi olmak üzere pek çok sektör feryat ediyor. Yani burada, bu salonda biz geçtiğimiz hafta Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği ile ortak basın açıklaması yaptık. Feryat ediyorlar. Yani 200 binin üzerinde istihdam kaybı var, son bir senede sadece giyim sanayinde bakın. İhracatta büyük zorluklar var. Çünkü maliyetler artmış fakat kur artmadığı için ihracatçılar sıkışıp durmuş durumda. Ve bunlar borçlarını ödemekte büyük güçlük çekiyorlar. Bir şekilde bankalarla ilişkilerini sürdürüyor olabilirler ama bu Cevdet Bey'in bahsettiği aktarım mekanizması, sıkılaştırma, o şu anda şirketlerin canına okumuş durumda. Yani şirketler gerçekten o sıkı politikanın altında inim inim inliyor aslında. Dolayısıyla biraz daha belki Merkez Bankası'nın reel sektörü daha yakından dinlemesi lazım. Bir de kurumsal değil de yani arada bir sürü dernekler var, şunlar var, bunlar var. Şimdi o dernekler de korkuyor. Bu derneklerin başkanları falan da rahat konuşamıyor. Yani kurumsal olarak konuştuğunuzda “her şey daha güzel, her şey güzel, daha da güzel olacak” gibi laflar duyabiliyorsunuz. Yani aradan o dernekleri, sivil toplumu falan şöyle bir kenara koyup asıl dertlilerle konuşması lazım Merkez Bankası'nın. Yani çok zor değil. Yani bugün gitsin böyle bir Ostim’i mesela Merkez Bankası'nın anketörleri şöyle bir turlasın. Yani yüz tane Ostim esnafına bir sorsun bakalım, geçen sene mi işi iyiydi, bu sene mi iyi? Yani borçlarını ödemekte kolay zorluk çekiyorlar mı, çekmiyorlar mı? Bakın şu anda faizlerin düşmüş halinde bile Türkiye'de kredi faizleri nereden baksanız yıllık %55-60 arasında. Yani bugün bir şirket bankadan kredi kullanıyorsa yıllık bileşik %55-60’tan daha aşağı faiz bulma, para bulması mümkün değil. Enflasyonun %30 olduğu bir ülkede. 31 küsur bitecek dimi? Yuvarlayarak söylüyorum, enflasyonun %30 olduğu bir ülkede şirketler %60faiz ödüyorsa bu sıkının da sıkısı para politikasıdır. Yani daha ne kadar sıkacaksınız bu insanları? Onun için burada veri aktarımında ben daha çok problem görüyorum. Yani sıkılaştırmadan, reel sektöre aktarımı değil de Türkiye'nin gerçek bilgisinin karar vericilere aktarımında sorun görüyorum. Durum hiç iyi değil yani. Yani aradaki bakın %30 reel faiz. Dünyanın her yerinde çok, çok, çok, çok sıkı bir politika yani. Çok, çok, çok, çok, çok sıkı.
Elif Çakır: Gerçek enflasyon oranında bu mudur peki? Türkiye'nin gerçek enflasyonu?
Ali Babacan: Onu bilemiyoruz. Yani TÜİK işte %30 küsürlerde açıklıyor. Merkez Bankası da “31 küsur bitecek bu sene” dedi. Ama 30’un altına indiremiyorlar. Uğraşıyorlar, inmiyor. Herkesin şüphesi var. Bu gerçek enflasyon mu diye. Biz de diyoruz ki TÜİK'e ve ülkeyi yönetenlere. Mesela Cevdet Yılmaz, Mehmet Şimşek sorumlu şu anda. “Ya TÜİK'in şu enflasyon sepetini açıklayın” diyorum. Eskiden açıklanıyordu bu. Yani TÜİK eskiden enflasyonu açıklarken yanında bir de 400 kalemin fiyatını açıklardı. Derdi ki; peynirin kilosu bu. Ayçiçek yağının litresi bu. Gömleğin fiyatını bunu aldım, pantolonun fiyatını bunu aldım, işte domates, biber, patlıcan. Neyse her şeyi yazardı fiyatlarını. Bir önceki ayın fiyatlarını da yazardı. Derdi ki;” bu fiyatlara ben bakıyorum ve enflasyonu böyle hesap ediyorum” derdi. Şimdi TÜİK bunların tamamını kararttı. Bu fiyattan hiçbiri görmüyorsunuz.
Taha Akyol: Mahkemeye bile bildirmiyor. Mahkeme yazı yazdı, “Sepette neler var bunları bildir” diye.
Ali Babacan: Evet. İşte özel bilgidir falan filan diye. Yani milletin her gün alışverişte gördüğü rakamları 86 milyonun alışverişte gördüğü rakamı siz kimden gizliyorsunuz ki? Onun için güven istiyorlarsa, yani herkes bizim açıklamamıza, enflasyon rakamlarına güvensin istiyorlarsa, o zaman eskide olduğu gibi yıllarca Ali Babacan'ın bu ülkenin ekonomisini yönettiği yıllarda olduğu gibi bunları şeffaf bir şekilde açıklasınlar. Biz de görelim. Ama biliyorlar ki geçmişe doğru açıkladıklarında dedim ya, o dönemin foyası ortaya çıkacak, o dönemin foyası ortaya çıkmasın diye de arkadaşlar kıvranıp duruyorlar, ezilip duruyorlar. Yani bir yandan yapılması lazım, biliyorlar. Bir yandan da yapamıyorlar. İki arada bir derede bu işi götürmeye çalışıyorlar.
Taha Akyol: Ben bunu soracaktım. Bilmiyorlar mı ki niye yapmıyorlar diye. Siz de dediniz ki pekâlâ biliyorlar ama yapamıyorlar.
Ali Babacan: Onun için Elif Hanım da bana soruyor ki ekonominin başına işte gelenleri gördük, ne yapabildiklerini.
Taha Akyol: Cevabın aldık.
Ali Babacan: Topyekûn, Topyekûn, Topyekûn revizyon gerekiyor burada topyekûn. Her şeyiyle reset gerekiyor. Aç kapa gerekiyor.
Elif Çakır: Evet. Çok büyük umutlarla geldi. Mehmet Şimşek'te büyük büyük böyle umutlar oluşturdu. O da ekonomi yönetimini devraldığı gün dedi ki, “artık hani Türkiye'nin başka çıkış noktası yok. Ekonomi rasyonel zemine oturacak” diyerek-
Ali Babacan: “Rasyonalite geri dönme” dedi.
Elif Çakır: Evet. Devraldı.
Ali Babacan: Rasyonalite vardı. Yani rasyonalite hani akılla Allah'ın verdiği aklı kullanmak yani. Allah'ın verdiği aklı kullanmamışlar. Biz tekrar aklımızı kullanalım bari demesi yani. Tercümesi bu rasyonalitenin.
Elif Çakır: 2,5 yılı geçti ama bugün geldiğimiz noktada işte yabancı yatırımcı gidiyor, tamam onu anladık da yerli yatırımcı da üretim yerlerini işte Mısır'a taşıyor, Tunus'a gidiyor, başka ülkelere gidiyor. Yerli yatırımcımızı da kaçırır hale geldik. Muhalif iş adamları şikayetleniyordu da. Ama bugün geldiğimiz noktada iktidara yakın, iktidarın her politikasını cansiperane savunan yatırımcılar da iş adamları da sermaye grubu da artık böyle şikayetlenmeye başladı. MÜSİAT mesela MÜSİAT şikâyet ediyor bugün.
Ali Babacan: Ankara Sanayici Odası’nın geçen yaptığı açıklama cesurca bir açıklamaydı, Ankara Sanayicisi Odası. Çünkü bıçak kemiğe dayanınca artık bağırmaya başlıyor insanlar ama yani niye bıçak kemiğe dayayınca yani daha erken söyleseler, daha erken feryat edebilseler. O cesaret olsa, bu hükümetin korkusu olmasa üzerlerinde belki daha erken tedbir alınacak, daha erken adımlar atılacak.
Elif Çakır: Şimdi bir tarafta bu var, bir tarafta da bir yandan da Cumhurbaşkanı Erdoğan sürekli, bunu siz tabii nasıl yorumlarsınız bilmiyorum ama ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak yani halimize şükredin. Bak eskiden bu yoktu gibi söylemleri var. Mesela diyor ki; “25 yıl önce toplu iğne bile üretemiyorduk. Şimdi bakın tank yapıyoruz” diyor. Bugün de bunu tekrar söyledi. Hâlinize şükredin olarak ben bir vatandaş olarak böyle anlıyorum. Siz yıllarca ekonomiyi yöneten birisi olarak nasıl bunu nasıl değerlendiriyorsunuz bunu sormak isterim. Bir de Mehmet Şimşek'in, Mehmet Şimşek'e rağmen bugün ekonominin düzelmemesinde, düzelememesinde Mehmet Şimşek'in şahsi, kişisel başarısızlıkları mı var? Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? Yani onun performansı, neyi yapamadı ya da ona rağmen mi düzelmiyor? Biraz bunu böyle yorumlamanızı isteyeceğim sizden.
Ali Babacan: Aslında ekonomi yönetiminin son 2,5 yıldır yaptığı iki şey var. Faizi artırmak ve vergileri artırmak. Onun haricinde şöyle bir hafızanızı yoklayın. Ne yaptılar ne yapabildiler? Tasarruf adına bir şey yapabilirler mi? Koca bir hiç. Yapısal reform adına bir şey yapabilirler mi? Koca bir hiç.
Elif Çakır: Kendisi yapıyor ama. Mehmet Şimşek dedi ki; kağıtların dediği arkalı önlü yazıyorum dedi. Yani o da yapıyor.
Ali Babacan: O bizim taa hazinede Türkiye'nin parlak dönemlerinde uygulamamız. Hazinenin bir geleneğidir. O arkalı önlü kullanmak. Foto kağıtlarını. Benim bakanlığım döneminde başlamıştır o. Şimdi bu ikisinin dışında bir şey yapamadılar. Yapamıyorlar çünkü güçleri yetmiyor. Menfaat şebekesi izin vermiyor. Ama bu konuda, bu konuda şöyle-
Taha Akyol: Bir TÜİK'in rakamlarının gerçekçi olması gerektiğini söylemiştim.
Ali Babacan: Doğru.
Taha Akyol: Hiçbir şey olmadı.
Ali Babacan: Yani şu var. Tabii bu arkadaşlarımızın üzerinde büyük bir sorumluluk var. Ama aynı zamanda büyük bir vebal de var. Vebal de var. Büyük bir sorumluluk ve vebal. Şimdi bu büyük sorumluluk, vebal hem doğruları yapma konusunda gayret hem de yanlışları engelleme konusundaki gayret şeklinde olması lazım. Yani yanlışlar konusunda eğer hiçbir şey yapamıyorlarsa, doğrular konusunda da artık güçleri, kuvvetleri yetmiyorsa, yani hala ısrarla “her şey güzel, daha da güzel olacak” diye insanlara bir şeyler anlatmaları bana göre doğru değil. Çünkü 86 milyonun vebali var. Bakın 86 milyonun vebali. Konuştuğunuzu inanarak konuşacaksınız. Ağzınızdan çıkan her bir kelime kalbinizden süzülen kelimeler olacak. Böyle olmazsa vebal altına girersiniz. Onun için bu arkadaşlarımızın doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilecek cesarete önce bir ulaşmaları lazım. “Ya kardeşim sen bu işlerden sorumlusun. Niye olumsuz konuşuyorsun” dendiğinde “ben gerçekleri söylemek zorundayım” diyebilmeleri lazım. Başka halde olmaz. Yani o zaman ne oluyor insanlara doğruyu söylememiş oluyorlar. Yani kötü bir tabloyu daha iyi gibi sunuyorlar. Ya da “merak etmeyin daha iyi olacak” diye anlatıyorlar. Peki kendileri inanıyor mu daha iyi olacağına? Gerçekten inanıyorlar mı yani? Bu kafayla, bu kadar hukuksuzluğun, adaletsizin olduğu dönemde. Şeffaflığın kaybolduğu…
Taha Akyol: Mehmet Şimşek ile görüşüyorsunuz. Siz bizden iyi bilirsiniz. İnanıyorlar mı? İnanmıyorlar.
Ali Babacan: Görüşüyorsunuz derken bizim Mehmet Bey’le son temasımız evet o 29 Ekim resepsiyonunda çıkışta bir, bir iki dakikalık bir yan yana yürümedir.
Taha Akyol: Havaalanında görüştünüz onun kaleleri. Epeyce bir ay önce falan.
Ali Babacan: Havaalanında karşılaştık.
Taha Akyol: Karşılaştınız.
Ali Babacan: Babamın taziyesine gelmişti. Dolayısıyla işte biri taziye, biri havaalanı karşılaşması, birisi resepsiyon karşılaşması falan. Onun haricinde görüşüyorsunuz derken oturup böyle konuşuyoruz, dertleşiyoruz. Öyle bir durum yok.
Taha Akyol: Halinden hiçbir şey anlamadınız mı yani? Halinden hiçbir şey anlaşılmıyor muydu?
Ali Babacan: Ya şöyle…
Taha Akyol: Sıkıntılı halimi vardı. Oh ne güzel gidiyoruz…
Ali Babacan: Sorunları sıkıntıları gördüğüne ben inanıyorum içten içe. Ama bunları çözebilecek bir imkânı var mı? Bir iradesi var mı? Onu da, onu da göremiyorum. Yani onu da göremiyorum. Yani en azından yapılması gerekenleri şöyle çıkıp bir açıklayabilirler ya, değil mi? Yani diyebilirler ki; bu ülkede Kamu İhalesi Yasası’nın değişmesi lazım ve tasarruf lazım, diyebilmeliler. Yani TÜİK'in şeffaflaşması lazım, diyebilirler. Yani. Ya bunu şimdi söylemediklerinde açıkçası benim gözümde...
Taha Akyol: Anayasa Mahkemesi kararları uygulansın, demeliler.
Ali Babacan: Değil mi? Yani bunları söylemeyince benim gözümde puan kaybediyorlar açıkçası. Çünkü biz bunları söylüyorduk ya. Yani doğruya doğru, eğriye eğri diyorduk. Hatırlarsanız ben başbakan yardımcısıyken, yani bütün koordinasyondan sorumluyken, Bakanlar Kurulundan daha uzun süreler koordinasyon toplantısına başkanlık ederken, her hafta, her hafta ben açık açık diyordum. Yani hukukta, eğitimde işler kötüye gidiyor. Bunlar olmazsa orta gelir tuzağına düşeriz, düşeceğiz diyorduk. Diyordum.
Taha Akyol: Ben hatırlıyorum.
Ali Babacan: Defalarca söyledim. Bakın defalarca biz bu partiyi kurarken adını AK koyduk. AK ne demek? AK temiz, lekesiz değil mi? 2001 şartlarını düşünün. Ne diyordu o zaman Tayyip Bey? “Bu hortumları keseceğiz” diyordu. Hortum lafı vardı o zaman. “Hortumları keseceğiz” diyordu. Ve çok tutmuştu o ifade. Partinin adını AK koyduk. Ben 2014'te, 2015'te defalarca kürsü konuşmalarında canlı yayınlarda söyledim. Biz dedim, bu partinin adını AK koyduk. Ben kuruculardan birisiyim. “Ama partinin adını AK koyup da yolsuzlukla mücadele konusunda sağlam bir duruş ortaya koymazsak, bir irade ortaya koymazsak bu bir beka meselesi haline gelecek” diyordum. Bunu açık açık söylüyordum yani. Ama bugün Cevdet Yılmaz'dan, Mehmet Şimşek'ten böyle bir şey duyamıyorsunuz. Asla mümkün değil yani ve yanlış, yanlış. Çünkü ekonomi demek güven demek. Güven. Güven. Güven de nasıl oluşur? Üç tane kuralı vardır güvenin. Çok basit. Bir, konuşunca doğruyu söyleyeceksin. İki, söz verince tutacaksın. Üç, emanete ihanet etmeyeceksin. Bu üçünü yap. Güven böyle oluşur. Şimdi bu güven oluşmadan ekonomi düzelmez. Ekonomi demek güven demektir yani. Şimdi hukuk dediniz, Anayasa Mahkemesi kararı dediniz, Ahim kararı dediniz. Bunlar çok ciddi işler ya. Ve anayasa ihlalleri o kadar yaygınlaştı ki bakın bazıları haber bile olmuyor. Daha geçtiğimiz hafta bir anayasa ihlali daha yapıldı biliyor musunuz? Hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yapıldı. Belki de farkına varmadınız. Bakın ben hemen söyleyeyim…
Elif Çakır: Şimdi Tayfun Kahraman’ı söyleyeceksiniz zannediyordum.
Ali Babacan: Yok, yok. YSK üyeleri seçildi ya. YSK üyeleri. YSK üyelerini kim seçiyor? Meclisin Adalet Komisyonu ile Anayasa Komisyonu bir karma komisyon oluşturuyor. İki komisyon birleşiyor.
Taha Akyol: Yüksek Seçim Kurulu, hakimler ve savcılar.
Ali Babacan: HSK.
Taha Akyol: HSK evet.
Ali Babacan: Hakimler ve Savcılar Kurulu'ndan üye seçilecek. Bu üye seçiminin anayasada tek tek yazılmış, tadat edilmiş, öyle insaniyete bırakmıyor. Anayasada tadat edilmiş. Diyor ki, önce bu karma komisyon bir araya gelir. Yani meclisin adalet komisyonuyla anayasa komisyonu iki tane ağırlığı olan komisyon değil mi? Onlar bir araya geliyor. Bütün o hukukçular iktidardan, muhalefetten. Hepsi bir arada. Ve onlar HSK üyelerinin seçimini üç turda yapıyorlar. Ben çok detaya girmeyeyim ama diyor ki üçüncü turda diyor kura seçilir diyor.
Eli Çakır: Kura seçilir. Hatırladım şimdi.
Ali Babacan: Kura yapmadılar. Üçüncü turda tekrar yarıştırdılar. Yüksek oy alanı gönderdiler Meclis Genel Kurulu'na. Ve bu ikinci defa aynı ihlal ikinci defa. Şimdi birinci defada biraz haber olmuştu. Bu ikinci defada baktım hiçbir yerde haber değil ya. Millet buna da alışıyor yani. Anayasa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çatısı altında.
Taha Akyol: Anayasa mahkemesine götürüldü. Birinci defası anayasa mahkemesine götürüldü ama daha bakmadı.
Ali Babacan: Şimdi Anayasa Mahkemesi ne desin? Yani HSK üyeler seçilmiş gönderilmiş. Yani mutlak butlan mı desin, ne desin yani? Bunlar aslında hiç seçilmemişti mi desin? Bu üyelerin orada olmaması mı gerekiyordu desin? HSK'nın o günden bugüne aldığı kararların hepsi yok hükmünde midir desin? Ne desin, ne desin Anayasa Mahkemesi yani? Bir de bu Anayasa Mahkemesiyle ilgili konular ve anayasayla ilgili konularda uymamanın kamu yöneticileri ve özellikle yargı açısından bir yaptırımı yok.
Taha Akyol: Yok.
Ali Babacan: Yani çıkıyor bir mahkeme, bir alt mahkeme. Bilmem kaçıncı mahkeme. “Anayasa Mahkemesi karar aldı, ben uymuyorum” diyor. Uymamanın bir müeyyidesi yok.
Taha Akyol: Yok.
Ali Babacan: Yani normalde olması gereken HSK'nın, HSK'nın hemen devreye girmesi ve HSK'nın uymayan hakimle ya da savcıyla ilgili derhal işlem başlatması. Ama HSK üye seçiminde, üye seçiminde maalesef öyle bir sistem işliyor ki oradaki HSK üyelerinde korkuları var yani. Onlar da bir şey yapamıyorlar. Onun için anayasa, hukuk çok önemli. Ve o kadar üzüldüm ki, yani ikinci defa aynı şey. Üstelik meclis çatısı altında. Hadi bir kere hani rahmetli Özal da demişti ya onu okuyunca da çok üzülmüştüm. “Bir defa anayasa değiştirilmekle bir şey olmaz” diye bir ifadesi var.
Taha Akyol: Onun çok basit bir konuydu. Özel televizyonlar konusuydu.
Ali Babacan: Evet, evet. İşte yine de Taha Bey ya hukuk, hukuktur.
Taha Akyol: Muhakkak, gayet de.
Ali Babacan: Yani bakın kural, kuralı sevmiyorsanız kuralı değiştirmenin yolu var. Ama kural varsa o kurala uyacaksınız.
Taha Akyol: Tabii. Evet.
Ali Babacan: Beğenmiyorsanız değiştirmeye çalışacaksınız. Yani öbür türlü sonu yok ki. Yani işte bir kere uymadılar o HSK üyesini kurayla. Çünkü kuranın ruhu bu. Niye kurayla seçilecek?
Taha Akyol: Gelenek haline geldi.
Ali Babacan: “Yani muhalefetin de ya da farklı düşünenlerin da bir şansı olsun. İlla çoğunluğu olan bastırıp geçmesin” diye orada kura var değil mi? Yani kura aslında farklı düşünenlere bir şans veriyor. Ama siz oylattığınız zaman bir oy farkla bile seçildi derseniz bu sefer çoğunluğu elinde tutan istediği gibi HSK'yı oluşturur. Yani işin ruhunu geliyorlar, hançeri saplıyor kalbine yani.
Taha Akyol: Bir de 13 kişilik YSK da bir kişi ya onu da bırak kur aydan çıksın, ona bile tahammül edemiyorlar.
Ali Babacan: Yani iki defadır anayasal meclisin çatısı altında haber de olmuyor. Hadi bu AİHM kararları, AYM kararları, özellikle tutuklanan ya da hükümlü olanlar var ya. Mesela Demirtaş meselesi var. Kavala meselesi var. Bu Can Atalay meselesi var değil mi?
Taha Akyol: Tayfun Kahraman.
Elif Çakır: Tayfun Kahraman kararı şu anda…
Ali Babacan: Biz bunların hepsinin dosyalarını inceledik. Ya yani Anayasa Mahkemesi baktı, AİHM baktı. Ya “bu insanların hapiste olmaması gerekiyor” dedi. Hâlâ hapisler. E bu nasıl iş? Yani bu nasıl hukuk devleti? Mesela bir de bu, o belli bir güruh şeyden korkuyor değil mi? Yani gittik o 1 Ekim fotoğrafında tık diye bir deklanşöre bastılar, bir kare çektiler ya. Aha dediler bunlar “Anayasa da tamam”. “Bunlar anayasayı geçirecek”, hemen şey hesabı yapıyorlar. Aha diyorlar 400’ü geçti. Eyvah ya, biz Allah aşkına ona buna boyun eğecek bir parti miyiz ya? Hamdolsun, biz kimsenin karşısında boyun eğmeyiz. Doğru neyse onu yaparız. Ya anayasa, anayasa diyoruz da. Mevcut anayasaya uymayan bir iktidarın anayasayı değiştirme ya da yeni bir anayasa konusundaki çalışmalarını nasıl ciddiye alabiliriz ki? Uymuyorsun ki. İleride de zaten uymayabilirsin. O zaman bunu değiştirmekle niye uğraşıyorsun yani? Yani senin için bu anayasa bağlayıcı bir hukuk normu değil. O zaman niye uğraşıyorsun değiştirmekle?
Taha Akyol: Belli yani.
Ali Babacan: Ben bunu defalarca söyledim. Ha dediler ki “ya peki çok olumlu, iyi bir şey gelirse.” Bir de Meclis'te bir komisyon var ya, özellikle Kürt sorunuyla ilgili falan çok olumlu teklifler de gelirse o zaman Anayasa’nın Meclisteki oylaması madde madde, her madde ayrı oylanıyor ve çift dikişle oylanıyor.
Taha Akyol: Tabii öyledir.
Ali Babacan: Yani ben bunu diyorum ya. Ya madde madde. “Aha” diyorlar “bak, aha tamam, bak bitti.” Ben en sonunda bunu “paranoya” diye tanımlamak zorunda kaldım. Hem o fotoğrafa bakıp da işte bizi şöyle gitti, gidecek diyenlere ya da 29 Ekim'e bakıp da “U dönüşü” falan diye bir gazete manşet attı ya. Bunlara ben çünkü doktor arkadaşlarımızla konuştum dedim tıpta bir tanımı var mı bunun? Ya bu ruh hali nedir? Dediler ki; paranoya. Yani paranoya ne demek? Yersiz korku, endişe. Ama bir de üstten bakma da var ha. Paranoyanın tanımında. Çok enteresan. Bana tanımı getirdiler, ya tam dedim bu ifade tuttu valla. Üstten bakma var mı? Var. Kendilerinden iyi bilen kimse yok. Memleketin sahibi sadece onlar sözüm ona. Bu memleketin gerçek sahipleri var. Ya siz ne derseniz deyin Allah aşkına. Üstten bakıyorlar. Geri kalan herkes onlar için ciddiye alınmaz. Bir de tutturmuşlar “Siyasal İslamcılar şöyle, Siyasal İslamcılar böyle.” Bu ne demek? Yani tamamen köşelenmiş, belli bir kalıba sıkışmış bir ideoloji demek yani. Arkadaş sen nasıl genellersin ya? Biz öyle bir genelleme yapıyor muyuz? Biz öyle bir şey yapıyor muyuz? Biz kiminle ilgili öyle bir genelleme yaptık yani. Üstelik o da ayrı bir tartışmadır. Siyasal İslamcıyız şudur budur… Yani biz Müslümanız ama ülkeyi yönetme ilkelerimiz adalet üzerine, liyakat üstüne ve istişare üzerine o kadar. İslam dini de zaten bundan başka bir şey söylemiyor. Hani yeri gelmişken o jargonu kullananlara da cevap vermiş olayım. Ne diyorlar işte. “Vay bunlar anayasaya şey yapacaklar mı?” Ya şimdi maddesine bakacağız. Eğer gerçekten bizim vatandaşlarımızın sorununu çözecek-Kronikleşmiş bir problemi çözecek bir anayasa değişikliği maddesi gelirse biz o maddeye destek veririz. Niye vermeyecek mişiz? Böyle bir şey yok ya? O kafa işte Mecliste kurulan komisyonla ilgili de ikircikli kafa, değil mi? Bir komisyon kuruldu ya, Türkiye'nin 40 yıllık terör sorununu çözecek arkadaşlar. Artık şiddet bitsin ya. Biz daha Türkiye'nin en genç siyasi partilerinden birisi olarak açıklamayı yaptı ya Bahçeli, ilk grup konuşmasını yaptı, ilk desteği verdik ya çıktık Dedim ki; “%5 bile ihtimal olsa biz de %5 ihtimal bile destekleriz” dedim. Niye bunu diyebildim? Çünkü biz devlet yönetmeyi biliyoruz. Ya bizim hem siyasetçi hem de devlet adamı kimliğimiz var. Öyle dışarıdan ahkâm kesenlerden değiliz. Yani bu ülkenin Milli Güvenlik Kurulu'nda olmuş en hassas, en mahremini bilip bu devletin ve milletin onurunu yükseltmek için çalışmış insanlarız. Bu oyuncak değil. Meseleyi biliyoruz. Meselenin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. “Burada bir çözüm ışığı var” diyoruz. Ve bizim hem MHP'yle hem de Sayın Bahçeli'yle tabii eskiden bayağı gergindi ilişkilerimiz. Ona rağmen ve Sayın Bahçeli'nin bu konuyu gündeme getirmesine rağmen biz direkt destek verdik. Yani hiç düşünmeden. Sayın Tayyip Bey bile aylar sonra destek verdi. Hatırlayın, biz kendimizi atmışız ortaya. Türkiye'nin en genç siyasi partilerden birisi olarak değil mi? Ama işi bilen birisi olarak atmışız ortaya. AK Parti, Tayyip Bey çok arkadan geldiler de destek vermeye başladılar sürece. Onun için biz yaptığımızdan çok eminiz. Çünkü çok istişare ediyoruz. Çok insanlarla konuşuyoruz. Bir konuda bir karar veriyorsak o kararın arkasında çok uzun süreçler var, uzun süreçler. Yani damdan düşenlerle konuşuyoruz, dertlerle konuşuyoruz. Meseleyi iyi anlıyoruz, çözüm üretiyoruz. Ondan sonra konuşuyoruz. Millet konuşuyor. Ondan sonra arkasını doldurmaya çalışıyor. Yani onun için bizim çalışma şeklimiz çok farklı.
Elif Çakır: Peki Sayın Babacan, şimdi sadece MHP lideri Devlet Bahçeli'ye kalsa aslında süreç daha hızlı ilerleyecek gibi gözüküyor. Yanlış mı yorumluyorum, katılır mısınız bilmiyorum. Hâlâ Cumhur İttifakı'nın, AK Parti'nin, Cumhurbaşkanı'nın biraz sanki hâlâ böyle bir gönülsüzlüğü var gibi bir algı var kamuoyunda. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bilmiyorum. Çünkü komisyon uzuyor.
Ali Babacan: Bence iki sebebi var. Birincisi, Suriye'deki durum henüz netleşmemiş durumda. Biliyorsunuz Ahmet Şahan Washington'a gidecek. Bizim dışişleri bakanı da ondan bir iki gün önce gitti. Muhtemelen konu Suriye. Bir de Gazze'de de kritik bir dönemden geçiyoruz ya Gazze'de şimdi iki yıllık geçici bir yönetim kurulacak. Bir de bir görev gücü, bir istikrar gücü oluşacak. O yönetim nasıl olacak, istikrar nasıl oluşacak? Bütün onların da tam hararetli tartışmalarının ortasındayız şu anda. Suriye'nin cumhurbaşkanı da Washington'da. Muhtemelen bu konular konuşulacak. Dolayısıyla bizim aslında iç sürecimiz Suriye'de olup bitenden bağımsız değil.
Taha Akyol: Kesin.
Ali Babacan: Yani Suriye'de Türkiye'nin güvenlik endişelerini uzun vadeli giderecek bir tablo oluşmadıkça, bizim iç sürecimizin ondan bağımsız yürümesini ben pek mümkün görmüyorum.
Taha Akyol: Suriye'deki iç güvenlik dediğiniz YPG meselesi. PKK'nın Suriye kolu değil mi?
Ali Babacan: Yani YPG, PYD diyorduk eskiden. Ama şimdi artık devlet jargonunda SDG'ye döndü. Artık Suriye Demokratik Güçleri ifadesi var. O biraz daha işte işi yumuşatma ve biraz daha çözüm odaklı bir yaklaşım. Ben bunu destekliyorum bu arada. Yani sorun yok. Eğer kullandığınız jargon karşı tarafı yumuşatırken kullanıverin, ne olacak? Yeter ki iş çözülsün. Yani mesele değil. Eee yani şu andaki biraz yavaş gitmesini ben ona bağlıyorum. Çok işin arka perdesinde, iç yüzünde ne olup bittiğini bilemem. Ama hani bulmaca çözmeyi iyi bilen birisi parçaları görünce tamamını görmeye başlar ya. Biz bu bulmacanın parçalarını gördüğümüz zaman parçalarından tamamını anlıyoruz diyebilirim.
Eli Çakır: Komisyondan umutlu musunuz? Türkiye umutlanmalı mı? Çünkü o kadar çok komisyon kuruldu ki.
Ali Babacan: Komisyonun görevi aslında PKK lağvedildikten sonra PKK mensupları ne olacak? Komisyonun ilk görevi bu. Ama daha sonraki görevi de demokratikleşme. Zaten adına biz koydurduk biliyorsunuz. Yoksa ilk ismi başkaydı komisyonun. Biz dedik ki; “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” dedik. Yani bir terör örgütünün mensuplarının ne olacağıyla ilgili kurulan bir komisyonun adında demokrasi ne alaka? Milli dayanışma ne alakası var? O zaman “Terörsüz Türkiye Komisyonu” de geç. Ben buna itiraz ettim biliyorsunuz. Terörsüz Türkiye yanlış bir isimdir, diye. Hemen baktım, dalga geçenler mi ararsın, köşesine taşıyanlar mı ararsın… Ne demekmiş terörsüz? Yanlış bir isim, dedim. Sonuçta dediğim oldu yani o isim olmadı. Başka bir isimle kuruldu komisyon. Yani bu PKK ile ilgili meselelerden sonra da bana göre o komisyonun oturup demokratikleşme ile ilgili bir rapor hazırlaması lazım. Yoksa eksik kalır bu iş yani. Bir ayağı topal kalır, bir ayağı topal kalır. Ama PKK mensuplarının ne olacağıyla ilgili komisyona somut bir önerinin gelmesi ki bunu MİT getirecek. Başka kim getirecek, bunu kim çalışacak? Zaten muhtemelen bu çoktan konuşuldu edildi ki bu iş buraya kadar geldi. Yani MİT'in elinde muhtemelen bir taslak da var. Onu bir noktada getirecekler komisyona. Ama mesele sadece PKK'dan ibaret değil ki. Mesele Suriye'de ne olacak? Yani açıkçası Suriye kaynaklı Türkiye'ye ileride gelebilecek her türlü riske karşı sağlam tedbir almak gerekiyor.
Taha Akyol: Kesinlikle.
Ali Babacan: Biz Suriye'nin iç içine karışmayız. Ama mesele Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliği ise bizim hudut güvenliğimiz ise o zaman kimse kusura bakmasın. Suriye'de ne olup bitiyordu ona da bakarız. Suriye yeniden şekillenirken nasıl şekilleniyor ona da bakarız. Çünkü Suriye'nin yeni şekli, yeni yönetim yapısı Türkiye için bir güvenlik riski oluşturuyorsa onunla ilgili de şerhlerimizi, itirazlarımızı koyarız ortaya yani.
Eli Çakır: Komisyonun Öcalan'ı dinlemesine DEVA Partisi nasıl bakıyor? Partiniz sizin bakış açınız açıkçası.
Ali Babacan: Bu tartışmaya açıkçası biraz nasıl diyeyim, yani o kadar önemli bir süreç yürüyor ki şimdi. Ya bu kadar önemli bir süreçte biraz kozmetik bir konu olarak görüyorum. Yani hani kozmetik nedir? İşin hani görüntüsü ve süsü ile alakalı bir konu. Doğru ifade kullanıyorum bilmiyorum yani. Yani görüntü ve süsü ile alakalı bir konu. İşin özü ne? İşin özü Öcalan, PKK'yı ilk kuran kişi mi? Bu örgütün başında olmuş mu yıllarca? Hâlâ örgüt bunun söylediklerini dikkate alıyor mu? 27 Şubat'ta o çağrıyı yapması, örgütün lav etme kararı ve silah bırakma kararını getirdi mi? Getirdi. Dolayısıyla Öcalan'ın mesele PKK ise Öcalan'ın görüşleri, söyledikleri, söylemedikleri önemli. Süreci etkiliyor çünkü. Öcalan'ın görüşlerinin bir şekilde komisyona aktarılmasını ben kıymetli bulurum bir şekilde. Ama bunun şekli şemali nasıl olur? Onun için de komisyon çalışsın. Numan Bey zaten Numan Bey'in asli, asli görevi bu oldu şimdi, Meclis Başkanımızın. Taraflarla konuşup bir çözüm üretecekler. Nasıl bir çözümse yani Öcalan'ın görüşleri, düşünceleri komisyonun bilmesi lazım.
Elif Çakır: Herkes sizin gibi bakmıyor hocam büyük bir kriz olarak duruyor.
Ali Babacan: Ama kriz nereden çıkıyor? Bana göre kozmetik bir konudan. Hani o İmralı'ya komisyondan bir heyet gidip onu dinlesin mi? Yok Öcalan Ankara'ya getirilsin de komisyondan bir heyette Ankara'da bir yerde mi görüşülsün? Yok işte video konferansla mı konuşsun? Yok, yazılı bir mesaj mı göndersin? Yani sonuçta bu iletişim bence gerekli. Böyle bir iletişim. Ama iletişimin nasıl olacağı artık komisyonun işi diyorum yani.
Taha Akyol: Şöyle olmaz mı yani, sembollerin ciddi siyasi anlamlar da taşıdığını gayet iyi bilirsiniz. Meclisin oraya gitmesi yerine komisyon üyeleri Öcalan'da neyi merak ediyorlarsa, neleri sormak istiyorlarsa. Mesela ben komisyon üyesi olsam “KCK kendini feshedecek mi etmeyecek mi?” diye sorarım. Sorularını tespit etsinler. Üyelerin hepsi MİT'e versinler. MİT gitsin sorsun, cevabını getirsin.
Ali Babacan: Bu da metottur mesela. Bu da bir öneridir. Zaten şu ana kadar Öcalan'ın İmralı'da…
Taha Akyol: İtibarsızlaşma durumu var tabii.
Ali Babacan: Şimdi şu ana kadar bakın Öcalan hapse atıldı, atılalı Öcalan'ın dışarıyla olan teması…
Taha Akyol: Sadece MİT.
Ali Babacan: Kimin görüşüp görüşmeyeceği, hangi sıklıkta görüşüleceği. Bazı dönemler oldu, biliyorsunuz. Aylarca kimseyle görüştürülmedi, değil mi? Yani görüşme trafiği tamamen kapandı. Ya da dışarıya hangi mesajı aktaracağı. Yani bütün bunların hepsi devletin kontrolündedir. Dışarıya hangi mesajın aktarılacağı. Şimdi bugüne kadar hep kontrollü gitmiştir iş. Yani ne yazıldı ne söylendi, oraya ne dedi, buraya ne dedi falan. Çünkü devletin süzgeci içinden geçmeyince o mesaj çıkmıyor oradan. Yani öyle basit bir şey var, bir yöntem var. Dolayısıyla bu zaten orada öyle bir kontrol var. Yani burada topyekûn bir çözüm. Yani Suriye'siyle beraber, PKK'sıyla beraber topyekûn ve büyük bir çözüm olursa ve artık Türkiye, “Suriye kaynaklı bir tehdit benim için yok. Bu iş çözülmüştür” kanaatine ulaşırsa…
Taha Akyol: Önemli olan bu. Evet.
Ali Babacan: PKK mensuplarıyla ilgili de ne olacağı, nasıl yapılacağı bir uzlaşmaya varılırsa, bundan sonra bütün bunların bir önemi kalmayacak diye de ben inanıyorum. Yani kim nereye gitmiş, heyet mi oraya gitmiş, Öcalan şöyle mi yapmış, böyle mi yapmış? Ama bugün için önemli. Çünkü bugün için hâlâ herkes kaygılı. Bugün için hâlâ sürece güven yeteri seviyede değil. Yani insanlar umutlu. Ama “Güveniyor musun?” diye sorunca güvenmiyorum diyorlar. “Keşke olsa” diyorlar. “Peki olacak mı?” diye soruyorsunuz. “Galiba olmayacak” diyenler daha fazla. Yani böyle bir güvensizlik ve kaygının hâkim olduğu bir ortamda bu kozmetik konular çok büyüyebiliyor. Dolayısıyla belki görüşmeden önce yani hem Suriye hem Türkiye konusunda daha herkesin içini rahatlatan bazı gelişmeler olursa, yani güvenlik riskleriyle ilgili konular tamamen şöyle gündemden kalkarsa, o gün gelsin inanın bunları tartışma konusu olmaktan bile çıkar. Yani işin kozmetiği öyle de olur, böyle de olur. “Ne olacak ki” dersiniz yani. “Öyle olsun, böyle olsun.” Ama şu andaki bu kaygı endişe, şüpheden kaynaklı. Şüphe acaba diyor herkes. Acaba. Yani şimdi komisyonun oraya gitmesi değil mi? Bir Öcalan'a şey katacak. Yani bir farklı bir şey katacak. Şimdi peki bugün o gün mü? Yoksa Suriye'de önce farklı bir şeyler mi görmemiz gerekiyor mesela? Değil mi? Yani bunlar eminim ki, bunlar eminim ki, çünkü bu işlere bakan arkadaşlar, yani dedim ya hâlâ üç gruptan bahsettim yönetimde. Bir, iyi niyetli insanlar var. Allah'tan bu konulara bakan arkadaşların büyük bir çoğunluğunu ben birinci grupta görüyorum. Yani bu, bu terörle ilgili konular. PKK, PYD meselesi, Suriye'de olup bitenler. O işle ilgilenen arkadaşların büyük bir bölümünü birinci grupta, yani iyi niyetli, bu memleket için çalışan insanlar olarak görüyorum. Onun için de bir miktar içim rahat. Ama yine de gördüğümüz sıkıntılar olsa, sorunlar olsa da ya kendilerine bunları ulaştırıyoruz ki artık bir irtibat var. Biliyorsunuz bunlar geldiler bizim gruba brifing verdiler. Geliyorlar, gidiyorlar. Yani irtibat var. Bizim AK Parti ile diyaloğumuz yok ama bu konuyla ilgili kritik devlet birimleriyle diyaloğumuz var. Dolayısıyla biz endişelerimizi, kaygılarımızı bildiriyoruz. Onlar da açabildikleri kadar anlatabildiklerini anlatıyorlar bizim arkadaşlarımıza. O şekilde yürüyoruz. Biraz daha sabır diyorum ben bu konuda biraz daha sabır. Yani önemli, aşama aşama gidiyor. Biraz daha sabredelim. Yani muhtemelen birkaç hafta içerisinde inşallah umudumuz birkaç hafta içerisinde daha rahatlayacağı bu işlerin. Çünkü Suriye'de işler fena gitmiyor. Yani bir müzakere var. O müzakerede ilerlemeler sağlandı. Ama bir yandan müzakere masası varken öbür tarafta da eli silahlı adamlar karşılıklı tetikte bekliyor. Bizim sınır bu tarafta da bekliyor. Sadece Suriye içinde değil. Yani onu bilmeniz lazım. Yani dolayısıyla bir yandan da silahlar bekliyor. Ama bir yandan da müzakere masası var. Son haftalarda da müzakere masasından olumlu haberler geliyor. Evet ama bu şeydir. Bitene kadar her zaman risk vardır. Yani bakarsınız masa dağılır, silahlar konuşmaya başlar. O da Allah korusun, o bile olabilir. İnşallah o noktaya varmadan bu iş çözülsün diye umut ediyoruz, dua ediyoruz. Bir de önerilerimizi, tavsiyelerimizi de söylüyoruz.
Taha Akyol: PKK’nın silah bırakma kararı alması, sembolik olarak bir miktar silahını yakması. Bunlar çok umut verici, çok pozitif şeyler.
Ali Babacan: Semboliğin ötesine de adımlar atıldı yani.
Taha Akyol: Gerek MİT, gerek Milli Güvenlik Kurulu, “evet, PKK elindeki silahları bize veya bizim de güvendiğimiz falanca yere teslim etti. Şu anda artık elinde silah yok” açıklamasını henüz yapmadı. Orada da bir teyakkuz var.
Ali Babacan: Süreç bitmedi çünkü.
Taha Akyol: Bitmedi çünkü. O bakımdan sürecin böyle ihtiyatlı yürümesini ben de doğru buluyorum. Size benim esas soracağım…
Ali Babacan: Yani mağaralardan epeyce boşaltılanlar oldu bizim bildiğimiz kadarıyla.
Taha Akyol: Oldu.
Ali Babacan: Epeyce silah teslim alındı, teslim edildi ama sıfırlanmadı henüz.
Taha Akyol: Sıfırlanmadı, evet.
Ali Babacan: Sıfırlanmadı yani. Yani şimdi silah bırakma kararı var PKK'nın. Ama bu kararın icrası devam ediyor.
Taha Akyol: İcrası devam...
Ali Babacan: İcrası henüz tamamlanmadı.
Taha Akyol: Tamamlanmadı evet.
Ali Babacan: Onun için çok dikkat etmek lazım.
Taha Akyol: Biraz önce “mevcut anayasayı uygulamıyorsunuz, yeni anayasayı niye istiyorsunuz?” Gibi bir şey kullandınız. Ben orada size şunu sormak istiyorum. Sayın Erdoğan'ın seçimleri öne alarak veya bir anayasa değişikliğiyle üçüncü defa aday olmak istediğini artık kendisi de söylüyor. DEM bu konuda anahtar durumda sanıyorum. Çünkü başka bir partinin buna oy vermesi muhalefetten gözükmüyor. Siz DEM’ilerle de DEM Partisi’nden temsilcileri sizlerle de görüştü, Eş Genel Başkanlar. Siz DEM’ in Cumhurbaşkanlığının tekrar üçüncü defa veya dördüncü defa aday olması için seçimlerin öne alınmasını destek vereceği gibi bir izlenim edindiniz mı, edinmediniz mi?
Ali Babacan: Şimdi tabii bu tamamen kendi kararları, kendi takdirleri.
Taha Akyol: Sizde bir izlenim var mı?
Ali Babacan: Bir noktada şöyle bir sınamayla karşı karşıya kalabilirler, bir noktada. Bu terör sorunu tamamen çözülürse, PKK diyelim ki lağvetti kendisini, silahların tamamı bırakıldı. Örgüt elemanlarıyla ilgili çıkış yolları konusunda kararlaştırıldı. Bu yasa çıktı. Eve dönüş yasası artık ne dersen ona. Suriye'de de taşlar yerine oturdu. Suriye'de de öngörülebilir ve Türkiye'yi rahatsız etmeyecek bir tablo oluştu. İşte o noktada sıra neye gelecek? O noktada sıra demokratikleşme ile ilgili, temel hak ve özgürlüklerle ilgili konuları konuşmaya gelecek sıra. Bizim de bu komisyonun ikinci görevi olarak söylediğimiz iş. Şimdi o noktada, yani DEM partinin tabii bir, bir sınaması olacak. Yani bir yandan, yıllardır istedikleri ve önem verdikleri pek çok konu var ki biz yani DEVA Partisi olarak da “Kürt sorunu vardır” diyoruz. Ve bu sorunu nasıl çözüleceğini de 354 maddeyle sıralamışız. Yani sadece Kürt sorunu değil, bizim Alevi vatandaşlarımızın da sorunları var. Türkiye'de ciddi bir insan hakları sorunu var. Türkiye'de ciddi özgürlükler sorunu var. Var, var. Şimdi bu sorunların çözülmesi ile Erdoğan'ın tekrar aday olup olmaması, yani bir paket halinde günün birinde bir aralarında bir müzakere konusu haline gelir mi? O müzakere noktasına geldiğinde DEM partinin tutumu, davranışı nasıl olur bilemiyorum. Yani o Kendi kararları ve kendi sınamaları
Taha Akyol: Bunu kendilerine sordunuz mu?
Ali Babacan: Ben böyle bir sınamanın günün birinde, karşılarına gelebileceğini ifade ettim kendilerine. Tabii zor bir sınama olacak açıkçası. Yani bir yandan ciddi sorunlar var değil mi? Yani bizim Kürt vatandaşlarımızın ciddi sorunları var. Yani o sorunlara gerçekten köklü çözümlerin üretilebileceği bir senaryo, anayasa yoluyla, ciddi bir şekilde, sahici bir şekilde gündeme gelirse ve bunun karşılığında da başka talepleri olursa önemli bir sınama kendileri için. Bilmiyorum ne karar verirler ne yaparlar. Onlar için bir şey söylemem de zor.
Taha Akyol: Yani böyle bir soru var ortada.
Ali Babacan: E tabii ama kendi kararlarıdır. Kendi kararları.
Taha Akyol: Muhakkak kendileri karar verir.
Ali Babacan: Ama bizim DEVA Partisi olarak tutumumuz ne bu konuda? Yani biz diyoruz ki biz kural bazıyız ya.
Taha Akyol: Evet.
Ali Babacan: Bize fazla kuralcı derler, şu derler, bu derler. Tamam.
Taha Akyol: Fazla kuralcılık iyidir.
Ali Babacan: Evet. Biz hukuk devletini savunuruz. Hukukun üstünlüğünü savunuruz. Kurallara göre çalışırız. Kuralları değiştirmek metodu biçesi olur. Ama her an kural neyse uyarız. Uyması gerektiğini düşünürüz. Yani hem AK Parti'nin kuruluş tüzüğü, benim de altında imzam olan, Sayın Erdoğan'ın da imzasının olduğu AK Parti'nin kuruluş tüzüğüne göre, Sayın Erdoğan'ın artık genel başkan olmaması gerekiyor. Çoktan üç dönemi doldu. Bir. İkincisi, yine anayasamıza göre de yine Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı görev süresi doldu. Yani görev süresiyle ilgili kısıtlama var biliyorsunuz anayasada. Ki biz sayı saymayı biliyoruz, değil mi? 2014'te seçilmedi mi ilk? 2014, Bir. 2018, iki. 2023, üç. Yani anayasada bir dördüncü dönemin hiçbir yolu yok yani. Ve biz bununla ilgili gittik YSK'ya dilekçe verdik. 2023 seçimlerinde. “Seçim erkene alınamadıktan sonra” dedik, “Sayın Erdoğan aday olamaz” dedik. Çünkü biz sayı saymayı biliyoruz. Hukukçularımız var. Hukukçularımız tam bir mutabakatla tekrar aday olmaması gerektiğini söylüyor bu anayasa göre. Ama YSK ne dedi? “Yok” dedi. “2014'te seçildi. 2017'de anayasa değişikliği olunca” dedi. Biz kilometreyi sıfırladık.” Dedi.
Taha Akyol: Anahtar cümle o. Anayasa değişikliği.
Ali Babacan: Kilometreyi sıfırladık. Peki kilometrenin sıfırlanacağı anayasa yazıyor mu? Yazmıyor.
Taha Akyol: Yazmıyor.
Ali Babacan: Ama maalesef aynı anayasa diyor ki; “YSK'nın kararı nihaidir” diyor.
Taha Akyol: İtiraz edemezsin.
Ali Babacan: “İtiraz edemezsin” diyor. Şimdi sırf o yüzden, sırf o yüzden biz daha fazla büyütmedik bunu. Çünkü YSK'nın nihai sözünün de anayasa gereği uygulanması gerektiğinin de farkındayız maalesef. Yani onun çünkü bir itiraz şeyi yok, biliyorsunuz yani. Şimdi oradan da baktığımızda biz görevimizi yaptık. Dilekçemizi verdik. YSK da cevaben “yok” dedi. “Ben böyle düşünüyorum” dedi. Biz de tamam dedik. Daha fazla da büyütmedi, ileri götürmedik yani. Ama bugün itibariyle gene bize soracak olsanız, hem AK Parti'nin kuruluş tüzüğü gereği genel başkanlığının artık bırakması gerekiyor. Anayasamız gereği cumhurbaşkanlığının dönem sorunu doldu ve artık yani Tayyip Bey'in sağlığı sıhhati hâlâ yerindeyken kendinden sonrasıyla ilgili tatlı bir dönüşümün de bugünden hazırlığını yapması lazım.
Taha Akyol: Kesinlikle.
Ali Babacan: Tatlı bir dönüşüm. Buna şey derler biliyorsunuz. “Orderly transition of power” derler. Yani ülke sağ salim, düzensiz bir kaos olmadan, insanların vicdanında kabul görecek bir şekilde demokrasiden, sandığın namusundan, hukukundan emin olacağı bir şekilde hukuka riayetle bir tatlı dönüşümün zamanı bize göre geldi. Çünkü evet, biz AK Parti'yi kurduk demi. İnsanlar da güvendi. Bu otobüse bindi. Fakat daha sonra otobüsü kullananlar yol kazası yaptı. Yani otobüsü çıkmaz yollara soktular, çamura batırdılar. Şimdi orada ısrar etmenin bir anlamı yok yani. Yani burada artık ne olması lazım? Tekrar yeni bir gayret, yeni bir yol. Yani yeni bir şoför. Bununla artık yola devam etmek lazım. Ve bunu Tayyip Bey'in sağlığında ve kendi hâlâ insanların şöyle baksanız nereden bakarsanız bakın, yani şöyle ya da böyle ömründe bir defa dahi Tayyip Beye oy vermiş milyonlar var bu insanlarda değil mi? Yani bir zamanlar %70-75 gibi bir oran görmüştüm bir yerlerde. Yani son yirmi yıldır bir defa dahi destek veren ve bu seçmenin %70-75 bir defa olsa bile desteğini vermiş. O desteğini veren insan bir kere bir oy kullanınca bir bağ oluşur. Yani hani bir ne kadar da sevmeseniz, kızsanız da o bir bağ oluşur. O bağı tamamen kopartmak zor olur. Yani seçmen psikolojisi de öyledir. Siyaset yapanlar için de öyledir. Bizim için de öyledir. O bağ, yani o psikolojik bağ önemlidir. Dolayısıyla insanların hala o bağı dururken hatta belki en az belki bu ülkenin hala yani en kötü, en kötü şartlarda bile üçte biri hâlâ Sayın Erdoğan'ı az ya da çok desteklerken, yani hâlâ durum böyleyken, yani kendi döneminde tatlı bir dönüşümün önünü açacak yani ve Türkiye'yi yeni bir yola, yeni bir ufka, yeni bir hedefe doğru yönlendirecek tercihlerde bulunmasını ben çok arzu ederim doğrusu. Yani bunu yapsa-
Taha Akyol: Bekliyor musunuz? Tayyip Beyden böyle bir davranış bekliyor musunuz?
Ali Babacan: Bunu yapsa tarihe nasıl geçer? Yani ülkeyi en uzun süre yöneten iktidarın başında oldu deme. Yani diyelim ki seçimler 2027'de, 2028'de. Diyelim ki 2028. Tamam. 2002-2028. Yirmi altı yıl. Bu yirmi altı yılın ilk yarısında güzel şeyler daha çok oldu Türkiye'de. Son yarısında da kötü şeyler daha çok oldu. Günahıyla, sevabıyla, artısıyla, eksiğiyle bir döneme, bir döneme imzasını atmış, tarihe geçmiş bir devlet başkanı olarak ama güzel bir dönüşümün, tatlı bir dönüşümün de hazırlayıcısı olarak önümüzdeki dönemi yönetse, ben ülkemiz için de kendisi için de çok iyi olacağını düşünüyorum açıkçası.
Taha Akyol: Bunu temenni ediyorsunuz da bekliyor musunuz?
Ali Babacan: Bilemem. Onu bilemem. Ama benim eski bir yol arkadaşı olarak, yani eskiden ailece çok yakındık. Yani ailece çok yakındık. Herhâlde en uzun süre ben çalıştım onunla. En uzun süre ve en yakın ben çalıştım bütün AK Parti sistemi içerisinde en yakın ve en uzun süre bakın, on üç yıl bakan ve en yakın. Yani zamanında uzun yol arkadaşlığı yapmış birisi olarak da kendi, yani benim ona candan gönülden tavsiyem bu. Öyle diyeyim yani.
Taha Akyol: Ama bekliyorum demiyorsunuz.
Ali Babacan: Bilemem ki. Nihayetinde kendi kararı çünkü.
Elif Çakır: Yavaş yavaş biraz toparlayalım arzu ederseniz. O, bu infaz yasası çok sorular arasında, çok fazla. Türkiye'nin de en önemli gündem maddelerinden bir tanesi infaz yasası. Biraz bu Milli Birlik Dayanışma Kardeşlik Komisyonuna bu kadar böyle Türkiye'nin umut bağlamasının sebebi de bu. Yani bir yandan terörsüz Türkiye işte. Hani PKK ile beraber bir sorun çözülürken, bu sorunun bir yanında bu infaz, yani ülkenin bütün katmanlarını saran bu adalet mağduriyetlerini giderecek, bu infaz yasasıyla alakalı bir gelişme olur mu? Bu beklenti de var. Şimdi on birinci, işte yasa reform yasa paketi gündemde. Buraya bir şey gelir mi?
Ali Babacan: Biz orada bir ilke koyduk kendimize. Hukukçu arkadaşlarımıza da söyledim. Bakın bir ilke koyalım. Çünkü ilke olmayınca insan sağa sola savrulabiliyor.
Taha Akyol: Tabii.
Ali Babacan: Dedim ki, ilkemiz şu olsun. Ceza da adalet, infazda eşitlik. Yani önümüze ne gelirse meclise ne gelirse bu ilke çerçevesinde bakalım. Çünkü bir sürü detay var burada. Yani o kadar çok detay var ki. Hastalar var, yaşlılar var. Tamamen cezaevi yönetiminin inisiyatifine geçen süreçler başlıyor belli bir yıldan sonra biliyorsunuz. Orada bakıyorsunuz cezaevlerinin bir kısmı bir şey yapıyor, bir kısmı başka bir şey yapıyor. Dolayısıyla bu cezada adalet ve infazda eşitliği sağlayacak bir yaklaşım kesinlikle gerekli. Zaten bizim burada 8 nolu eylem planımız KHK mağduriyetlerinden bahseder ama sadece KHK mağduriyeti değil, aynı zamanda haksız yere hükmü olan insanların nasıl adalete ulaşacakları ile ilgili de bir sürü çalışma var burada yani. Biliyorsunuz Türkiye'de 2 milyonun üzerindeki insan terör örgütü üyeliğiyle hakkında savcılık süreci başlatılmış durumda. Bir ülkede 2 milyon terörist, terör üyesi olur mu ya? Terör örgütlerin nispeten sayısı belli olur. Bir ideolojisi olur, hedefi olur, davası olur, elinde silah. Ortalığı birbirine katar yani ama sayıca belirli bir sayısı vardır. Yani şimdi 2 milyon üyeli bir terör örgütü olmaz yani.
Elif Çakır: Sadece siz ekonomistsiniz Ali Bey. Şimdi mesela Türkiye'nin siz bunu söylüyorsunuz, bunlar tekil. Yani tekil 2 milyon kişi terör soruşturmasından geçti. Bunun yansımaları, yani ailesi saydığınız zaman 10 milyona yakın. Şimdi KHK mağduriyeti var ki bakın programda biz konuşuyoruz ama yandan sürekli akıyor. KHK mağduriyetleri ile alakalı Sayın Babacan'a sorar mısınız? KHK mağduriyetleri var. FETÖ davalarında oluşan çok büyük mağduriyetler var. Her bir dosya ayrı bir mağduriyet. Ya bir ülkenin, şey açıkladığı için bunu söyleyebilirim, TMSF açıkladığı için söyleyebilirim. Bir ülkenin, bir devlet 1375, yani 1400’e yakın şirketine kayyum atar mı terör diye? Bir ülkede 1400’e yakın, yani 1400 şirkete terör damgası yapıştırılmışsa ve kayyum atanmışsa o ülke nasıl bir ülkedir? O devlet nasıl bir devlettir diye sormamız gerekmiyor mu?
Ali Babacan: TMSF'nin aslında görevi geçici bir görev.
Eli Çakır: Evet.
Ali Babacan: Geçici. Yani davalar devam edene kadar, hani şirketlerde istismar olmasın diye geçici olarak, hani yönetimi üstlenmek. Ama davalar sonuçlandıktan sonra da bu şirketleri artık tutmamaları gerekiyor. Şöyle ya da böyle TMSF'nin yönetimine geçmiş kayyum atanan şirketler, hele hele medya şirketi o zaman tamam, bitti. İlelebet bırakmazlar onları yani. Hazır seyircisi olan medya şirketi kayyum TMSF'nin eline geçmiş bitti. Artık onlarla ilgili başka bir şey beklemeyin yani. Ama sadece medya şirketleri tabii bir sürü şirketler var.
Eli Çakır: Medya değil, şirket diyorum yani. Sermaye grupları.
Ali Babacan: Şimdi şöyle, aslında biraz şöyle, şeye sardı. Bunların farklı farklı belki sebepleri var ama tabii burada asıl en önemli mesele FETÖ.
Eli Çakır: Evet.
Ali Babacan: Yani bu FETÖ terör örgütüyle ilgili meseleler. Şimdi bu ilk 15 Temmuz'dan sonra, tabi Türkiye gerçekten büyük ve hain bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kaldı. Yani bu ülkenin Büyük Millet Meclisi, bu ülkenin F-16 uçakları tarafından bombalandı yani. Bundan, bundan büyük ihanet olabilir mi yani?
Taha Akyol: Tarihimizde tek olay bu.
Ali Babacan: Tabii, tabii.
Taha Akyol: Meclisin bombalandığı tek olay.
Ali Babacan: Yani bunlar aklını kaçırmış, aklını kaçırmış, tamamen robotlaşmış bir talimatla her türlü çılgınlığı yapabilecek bir kadro oluşturmuşlar zaman içerisinde yani. Ve böyle bir kadro çok tehlikeli bir kadrodur. Yani aklını kilitleyip, emir kulu olan insanlar çok tehlikelidir de. Ne yapacakları belli olmaz. Bir kişinin ya da bir grubun talimatı neyse gözü kapalı yaparlar geçer. Çok tehlikelidir yani. Dolayısıyla bu FETÖ ile alakalı önümüzdeki dönemde de olabilecek risklere karşı devamlı uyanık olmamız lazım. “Ya bu iş bitti, çözüldü. Ya artık mağduriyetler var, mağduriyetlere eğilelim gibi bir şey değil bu” yani. Çünkü bu adamların yetiştirilme tarzı ve eğitimi kendilerini gizlemek konusunda. Kendilerini gizleme konusunda çok iyi eğitim almış hepsi. Ya nereden ne çıkacağını bilemezsiniz yani. Devletin devamlı uyanık olması lazım. Ve devletin, iyi ayırt etmesi lazım. Yani devlet derken yargıyı da katarak, idareyi de bunun içine katarak söylüyorum. Şimdi 15 Temmuz'dan sonra ne oldu? Bir, genel bir yargıya talimat gitti. Korumacı reflekslerle iki yıl da OHAL devam etti biliyorsunuz. Korumacı reflekslerle ne dendi? “Kurunun yanında yaş dayansın. Acımayın, acınacak hale düşersiniz.” İki tane talimat.
Taha Akyol: Söylendi evet.
Ali Babacan: Yani acımayın, acınacak hale düşersiniz. Kurunun yanında yaş dayansın. Bu neydi? O OHAL döneminde, yani güvenlik reflekslerinin ve güvenliğin tamamen öncelendiği, bir dönemi yaşadık Türkiye olarak hep beraber. Ve o iki sene sürdü. Ama o iki sene sonra artık, artık yani bir normalleşmenin başlaması lazımdı. Bir normalleşme dönemi. Şimdi o normalleşme hâlâ aslında tamamlanmadı Türkiye'de. O normalleşmek için adımlar gerekiyor. Normalleşme adımları için de bizim burada yazdığımız bir sürü şey var yani. Detaylı tek tek, tek tek yazdık hepsini. Nasıl çözüleceğini, ne olacağını. Dolayısıyla artık onun zamanı geldi. Bir normalleşme zamanı geldi. Dolayısıyla artık bugün itibariyle kurunun yanında yaş yanmasın diyoruz. Yani acımayın, acınacak hali tamam, o iki yıl OHAL döneminde anladık. Çünkü devletin tamamen kendini koruması gereken bir dönemdeydi. Tamam, risk almayalım, tamam. Ama artık bundan sonra devletin sadece kudret elini değil, biraz da şefkat elini de ortaya çıkartması lazım. Yani biraz daha o şefkat de lazım. Ama bunu yaparken asla risk almamak lazım. Asla. Yani kritik devlet birimlerinde, yani güvenlikle ilgili devlet birimleri, kritik devlet birimlerinde çooook, çok dikkatli olmak lazım. Hiç belli olmaz.
Eli Çakır: Bu adalet mağduriyetleri, KHK problemi. Ya tamam ya FETÖ konusunda devlet dikkatli olsun ama hukuk çalışsın. Yani hukuk sistemi çalışırsa…
Ali Babacan: Bağımsız yargı, bağımsız yargı çalışsın.
Eli Çakır: Hukuk çalıştığı zaman bu kadar mağduriyet, yani suçlu suçsuzdan ayırt edilebilir.
Ali Babacan: Kesinlikle, kesinlikle.
Eli Çakır: KHK meselesinde de zaten en büyük problem beraat kararları alanlar var. Ama ben sadece beraat kararı alan değil. Sadece o değil, ben bu mahkemelerin kişisel olarak, yani pek çok davaydı, biliyorum. Bu mahkemelerin yargılama sistemlerine de güven duyamıyorum. Çünkü siyasallaşmış bir yargı var. Dolayısıyla komple bu dosyaların bir gözden geçmesi gerekiyor. Çünkü OHAL Komisyonu da bu mağduriyetleri gidermek için yapıldı ama olmadı.
Ali Babacan: Aslında sorun olmadığı hâlde, ceza hükmüyle sonuçlanan davalar için diyorsunuz değil mi? Ama bir de beraatla sonuçlananlar var ya.
Taha Akyol: Tabii, tabii. Hiç soruşturma açılmayan mağdurlar var.
Ali Babacan: Berat için kaç kademe yargıdan geçiyor. Beraat o kadar zor ki beraat almak. Beraat alanlar zaten birinci kademe, ikinci kademe temiz mimiz, bütün o aşamaları aşmış ve savcısı ile hakimiyle herkes demiş ki ya bu adam suçsuzmuş gerçekten demiş. KHK ile da işten çıkarılmış. Dolayısıyla, yani bunu, bunun bir şekilde özlük haklarının iadesi lazım.
Eli Çakır: Ve bunlar tekrar geri dönemiyorlar. DEVA Partisi ne yapacaksınız?
Ali Babacan: Güvenlik birimleri ayrı bakın onu, ben bunu söyleyince kızanlar da oluyor ya “olur mu öyle şey” diye. Ya kusura bakmasınlar yani. Devletin, bu devletin güvenliği, bu milletin bekası çok kritiktir. Dolayısıyla “e ben bilmem, işte şuradaydım. İşte çok kritik bir devlet güvenlik birimindeydim. Beraat ettim. Tekrar aynen görevimi iade edeyim” diye istediğinde “buyur otur da” denmeyebilir yani. Hani o da o kadar da değil.
Taha Akyol: Söylediğiniz idari hukuk prensiplerine de uygun.
Ali Babacan: Tabii ki.
Taha Akyol: O kadro dolmuşsa başka türlü telafi edersiniz.
Ali Babacan: Bakın insani açıdan, bak, insani açıdan özlük hakları, iade-i itibar, yani ailesine iade-i itibar hepsi tamam, tamam, tamam ama yani kritik birimlerde kimin görev alıp almayacağına da idari karar verir yani. O da yargı, yargı diyemez ki; “sen şunu tekrar genel müdür yap, sen şunu tekrar daire başkanı yap.” Yani o kadar da değil. Ona dikkat etmek lazım. Bunu şimdi söyledim ya bir sürü şimdi yazan çizenler olacak ama hiç önemli değil. Biz doğru bildiğimizi her yerde söylüyoruz.
Elif Çakır: İnfazla alakalı net bir şey söylemediniz yalnız.
Ali Babacan: Ama çok, çok detaylı. Şimdi detay ayrı ayrı durumda olan kişilerin ayrı ayrı şeyi var ya. Ben ilk olarak…
Taha Akyol: Adalet ve eşitlik.
Ali Babacan: Ceza da adalet, infazda eşitlik dedim. Şimdi size yazanlar olabilir. Şimdi onlar kendi konularıyla ilgili. “Peki benim durumum ne olacak?” diye yazıyorlardır eminim. Ama o işte detaylı çalışma şeyi yani. Ben şimdi buradan hani tek tek, tek tek-- yani ayrı bir üç saatlik program yapmak gerekir. Onun için de benim hukukçu arkadaşlar da yanıma almam lazım. Ceza hukukçularını falan. Onlarla, onlarla beraber konuşmamız lazım. Ben sadece ilkeleri koyabiliyorum yani.
Elif Çakır: Siz biraz önce dediniz ki bir sorum benim kaynadı gibi oldu. AK Parti'nin kurucuları isimlerinden birisiniz. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da diyor ki; AK Parti'den önce diyor, Türkiye'de toplu iğne üretilmiyordu. Siz AK Parti'yi kurarken kurduğunuz dönemde nasıl bir Türkiye vardı?
Ali Babacan: Bunu mecazi anlamda söylüyorsa, hani bir mecaz yapıyorsa tamam ama yani toplu iğne üretimi…
Taha Akyol: Pek de yakışıksız bir mecaz değil.
Ali Babacan: Şu doğru bakın. Cumhuriyet, Cumhuriyet kurulduğunda toplu iğne üretilmiyordu. Onu tabii tarih hepimizden daha iyi bilir. O doğru bir tespit. Yani Cumhuriyet kurulduğunda gerçekten toplu iğne bile üretiliyordu.
Taha Akyol: Kibrit yapılamıyordu.
Ali Babacan: Evet. Ama daha sonra bunların hepsi yapıldı. Yani zaten o rahmetli Menderes, hele hele rahmetli Özal'la beraber Türkiye neler neler yapmaya başladı. Bakın bugün gidip Amerika'dan istediğimiz F-16 uçakları var ya. Ben öğrenciyken burada Ankara'da TAI'de F-16 fabrikasını gezdim. Üretim hattından çıkan F-16 uçaklarının test uçuşlarını izledim. 1980’lerden-90’lardan bahsediyoruz.
Taha Akyol: Turgut Özal dönemi.
Ali Babacan: Turgut Özal dönemi. Aradan geçmiş 35 yıl. Yani Ankara'da biz F-16 üretiyorduk o zaman. Yani dolayısıyla, mecazi anlamda söylemiş olabilir. Ha şu doğru, bak şu hakkı da teslim etmek lazım. Yani 2001'in Türkiye’siyle 2025'in Türkiye’si farklı.
Taha Akyol: Ama daha farklı olmalıydı, değil mi?
Ali Babacan: Farklı. Yani özellikle hani ekonomik büyüklük mesela o günkü ekonomiyle bugünkü ekonomi bir değil, büyüdü yani. O günkü ihracat 36 milyardı şimdi çok yükseldi. O günkü sanayi altyapısı başkaydı. Şimdiki sanayi altyapısı başka. O doğru. O konuda hakkını teslim etmek lazım. Ama öyle toplu iğne falan da değil mesele.
Elif Çakır: İktidar olarak bakarsak da hakkını teslim etmek lazım. AK Parti'yi birazcık ben yani bu iktidarda şey olarak görüyorum. Yani bir eve giren kiracı aldığım gibi teslim ederim diyen, eğer hani orayı boyattı ise işte boyası salladı ise boyalarını söküp işte bir şey varsa onları da sökmeye çalış. Çünkü enflasyonda aynı. İşte yoksulluk 2001 Türkiye’sini neredeyse geçti. Yoksulluk da öyle, ekonomide öyle, enflasyonda öyle. Adalet sistemine baktığımız zaman bir 2001'deki yani bir tek işte bugün şey yok, Devlet Güvenlik Mahkemeleri yok.
Ali Babacan: O gün, o günlerden ama şey vardı, biliyorsunuz değil mi? AK Parti hakkında kapatma davası açıldı.
Elif Çakır: E şimdi de var.
Taha Akyol: Başka bir vesayet…
Ali Babacan: Bir e-muhtıra yedik. 27 Nisan E-muhtırasını yedi. Ya yedi derken onu yutmadık tabii. Daha sert cevabını verdik. Onları hatırlarsınız.
Elif Çakır: Benzeri pek çok şey var yani.
Ali Babacan: 367 kararı var değil mi? O zamanlar mesela Baykal'ın CHP'si vardı. Şimdi hani diyorlar ya bile ifadesini kullandı. Baykal'ın CHP'sine biz bunları yaşadık. Yani 367 kararını savunan, “eşi başörtülü birisi olan nasıl olur bu ülkenin cumhurbaşkanı” diyen bir kafa vardı orada yani.
Taha Akyol: Anayasa Mahkemesi skandal 367 kararından bahsediyorsunuz.
Ali Babacan: Tabii, tabii, tabii. Yani onları, onları da yaşadık. Fakat şu var tabii çok AK Parti'nin ciddi bir mağduriyet dönemi vardı. Mağduriyet dönemi. Zaten o mağduriyet ve vatandaşın o mağduriyeti görmesiyle beraber AK Parti güçlendi, başarı üretti. Ama daha sonra özellikle hukukun bir kenara bırakılmasıyla, yönetimin merkezileşmesiyle beraber bu sefer başkalarını mağdur eden bir dönem başladı. Yani bir zamanların mağdurları mağdur olmuşları ki ben de onların içindeyim.
Taha Akyol: Tabii.
Ali Babacan: Zamanların mağdurları işte ailece, her şeyiyle yani. Şimdi bir süre sonra devlet yönetme gücünü çok uzun süre kullanınca o gücün verdiği güç ile beraber bu sefer başkalarına mağduriyet yaşatmaya başladı. Sorun orada yani onun için bir reset düğmesi lazım diyorum ya. Onun için bir otobüsünün hem yolunun hem şoförünün değişmesi lazım diyorum ya.
Taha Akyol: Yani tarihi bir kanun. Hakikaten uzun süre devam eden iktidarlar yargıyı siyasallaştırıyor. Bunun ispatı bütün ülkelerin hukuk tarihleri. Bizimki de dahil.
Ali Babacan: Evet. Her ülkede öyle. Amerika'da bile konuşuluyor değil mi şimdi? Supreme Court'un üyelerine bakıyorlar. Ya bunun çoğunu şimdi Trump atadı. Bundan nasıl adil karar çıksın ki diyorlar yani.
Taha Akyol: Hatta Amerika'da bu yüksek mahkeme tartışmaları yapılırken Türkiye'yi örnek verenler de oldu.
Ali Babacan: Tabii, tabi.
Taha Akyol: “Bir iktidar bu kadar uzayınca yargıya hâkim oluyor. Demek ki iktidarların değişmesi lazım” diye.
Ali Babacan: Evet, evet. Geçen bir karikatür gördüm. Hani New York'ta belediye başkanı seçildi ya.
Taha Akyol: Mamdani.
Ali Babacan: Mamdani. Trump gazete haberini okuyor, “Mamdani“ diye. Ya diyor, ben bir Erdoğan'a sorayım bu durumda ne yapmak lazım diye. Belediye başkanı seçildi ya. O bilir, diyor bu işi nasıl çözecek? Bir sorayım bakayım diyor.
Elif Çakır: Şey vardı bir de yolsuzluktan mı başlıyorduk? Ajan suçlaması, casusluk soruşturması.
Taha Akyol: Ben şunu soracaktım. Emisyonda çok dikkat çekici bir artış var. Bu neyin göstergesi? Mahfi Eğilmez bunun enflasyonla ciddi mücadele edilmediğini ifade etti. Benim de aklıma acaba bir seçim hazırlığı mı diye geliyor. Ekonominin 2027'de mesela, 2027'de bir seçim ekonomisi uygulama takati var mı?
Ali Babacan: Ya her şeye rağmen Türkiye güçlü biliyor musunuz? Her şeye rağmen. Yani her şeye rağmen bakıyorsunuz ben 2002'de devraldığımız hazineye, merkez bankasına bakıyorum. Bir de her şeye rağmen bugünkü hazine, merkez bankasına bakıyorum. Ya 2002'den çok daha iyi durumda aslında bankalara bakıyorum. Bizim bankalarımız 2002'den çok daha iyi.
Taha Akyol: Çeyrek asırda olsun o kadarı artık
Ali Babacan: Dolayısıyla şöyle diyeyim, yani öyle bir miras var ki, yani ye ye bitmiyor hâlâ. Öyle bir miras var şimdi. Ama bu sonsuza kadar gitmez. Ha seçim popülizmi yapacak bir marj var mı? Var maalesef. O da var yani. Çünkü bir ülkenin gerçek kriz, yani krizlerin en büyüğü, krizlerin anası nedir diye soracak olursanız bana. Bir, devletin borcunu ödeme günü gelir ve devlet ödeyemez. Özellikle döviz borcunda.
Taha Akyol: Türkiye ondan uzak.
Ali Babacan: TL borcunu şöyle ya da böyle öder de devlet, para basar gene öder yani. Merkez Bankası bağımlı olduğu için bağımsız Merkez Bankası ama şimdi yapıyor. Döviz borcunu ödeyememesidir gerçek kriz, bir. İkincisi, bankada paranız vardır ama gidip çekmek istediğinizde banka der ki “Yok ödeyemiyorum.” Bu iki krizlerin anası bu iki konudur. Şimdi Türkiye her ikisinden de uzak bir noktada şu anda çok şükür.
Taha Akyol: Evet, çok şükür.
Ali Babacan: Dolayısıyla uzak bir noktada. Ama şu anda yaşadığımız artık ne biliyor musunuz? Bir krizden öte içten içe bir çürüme, bir yavaş çöküş, geniş bir yoksullaşma, fakirleşme. Yani aslında bu krizin, şu anda yaşadığımız krizin sosyal yönü çok daha ağır basıyor. Yani finansal yönünden çok, sosyal yönü çok ağır basıyor. Kobilerin alın teriyle, akıl teriyle kazanmaya çalışan herkesin mağdur olması, rekabette çalışan herkesin büyük sorunlar çekmesi. Öyle farklı bir kriz yaşıyoruz şu anda Türkiye'de yani. Şimdi Mahfi Bey'in tespitleri doğru. Zaten bilançoya baktığınızda Merkez Bankası'nın bilançosunda bunlar görülüyor. Şunu unutmayalım, Merkez Bankası bir yandan yüksek faiz uyguluyor ama, hani Cevdet Akçay'dan da bahsettiniz ama bir yandan da kur korumalı mevduat için Merkez Bankası sadece geçen yıl 800 milyar TL karşılıksız para bastı. 800 milyar TL. Şimdi niye? Çünkü hazinede para yok. Kur kurunun kur farkını nereden bulacağız? Dediler ki Merkez Bankası sen bas verelim. Şimdi karşılıksız para basma ifademe de baktım. Bununla ilgili de bayağı bir hafta iktisatçılar arasında epey bir tartışma çıktı. Karşılıksız para bu dönemde bu yanlış bir jargondur falan diye. Sonra başka iktisatçılar da onlara cevabını verdi. Tartışma kendi aralarında kapandı diye tahmin ediyorum. Şimdi 1970'lerden bu yana Amerikan Merkez Bankası altın karşılığı dolar basmıyor. Eskiden şu güvenceyi veriyordu. “Ben ne kadar dolar basıyorsam o kadar altın o kadar altınım var stokumda” diyordu. Yani bu aslında dolar altın değerinde diyordu. 1970'lerden sonra bu bağ koptu. Ondan sonra zaten “karşılıklı” diye bir şey yok. Aslında teknik olarak hepsi karşılıksız. Hiçbir şey altına bağlı değil ki. Dolayısıyla para paranın arzı tamamen enflasyonla alakalı. Reel sektörün durumuyla alakalı, bankaların durumuyla alakalı. Yani orada hem bilim var hem sanat var belki de bugünkü Merkez Bankacılığında…
Taha Akyol: Sanat tarafı da var.
Ali Babacan: Ve baktığımızda yani ekonominin bağımsız, merkez bankası bağımsız değilse, hükümetin talimatıyla iş yapıyorsa Faizi olması gereken noktadan daha düşük yerde tutması da parayı ucuzlaştırması aslında karşılıksız para basmadır. Çünkü karşılığı olmayan bir iş yapıyor. Yani ekonomide karşılığı olmayan bir iş yapıyor. Bağımsız bir merkez bankasının olmadığı bir ülkede talimatla hareket edebilen bir Merkez Bankası’nın olduğu bir ülkede enflasyon düşmez. Böyle bir şey mümkün değil. Yani bir ara bakarsınız “Müdahale yok. Bak ne güzel” dersiniz. Sonra bir gecede her şey değişebilir. Yani seçim ekonomisi olabilir mi dediniz ya mesela. Ya şunun önünde bir engel var mı? Yani bu akşam mesela Tayyip Bey karar verdi ve dedi ki; “arkadaşlar yetti artık” dedi ya. “Şöyle bir size 2,5 süre verdik, %50’ye çıkarttınız, indire indire ancak 39,5 indirdiniz. Ben kabul etmiyorum bunu. Seçim de yakın. Şöyle bir rahatlatalım ortalığı indirin” diye talimat verse Merkez Bankası’nın indirmekten başka çaresi var mı şu anda? İtiraz edebilir mi? Farklı bir şey yapabilir mi? Anında görevden alır hepsini. Çünkü Merkez Bankası başkanlarını görevden alma yetkisini aldı önce kendisine. Hatırlıyor musunuz? Dedi ki; işte ben dedi bağımsız kurumda olsa görev süresi dolmadan görevden alabilirim diye kendinden önce bir yetki aldı.
Taha Akyol: Kendi kendine yetki verdi.
Ali Babacan: Bu yetkiyle de görevden aldı. Bunu da açıkladı böyle yaptım diye. Bu böyle olduğu sürece, yani şimdi Mahfi Bey de bir ara hazine müsteşarı da yapmıştır. Mahfi Bey de bu işi iyi bilen insandır. Cevdet Bey de bu işi iyi bilen insandır. Fakat mesele iyi bilmekle olmuyor ki. Yani ekonomi yönetimi bir bütün. Yani finans sektörüyle, reel sektörüyle bir bütün. Beklenti yönetimi ile bir bütün. Yani böyle bir merkez bankası düşünün ki 3 yıldır sürekli enflasyonun tek haneli tek haneye düşeceğini söylüyor Merkez Bankası olarak. Hükümet yedi yıldır söylüyor. Bakın 2017'de enflasyon Türkiye'de iki haneye çıktı 2017'de. Yıl 2025 hâlâ %30. Ve şu anda indireceğiz dedikleri yıl da 2027. Yani hükümet itiraf ediyor ki 2017'den, on yıl boyunca Türkiye tek haneli enflasyonu yüzünü görmedi yani. Niye? Merkez Bankası o gün bugündür bağımsız. 2017'de bağımsızlığı alındı hatırlayın. Laf dinlemiyorlar. Siz kitabı kitap yazdınız. Kitabınızın kapağı değil mi?
Taha Akyol: Teşekkür ediyoruz.
Ali Babacan: “Laf dinlemiyor” kitabın kapağı. Yani o dönemin yanlışlarına işaret ettiniz. Olmaz yani olmaz. Onun için diyorum ya reset düğmesi, topyekûn değişiklik.
Elif Çakır: Yabancı yatırımcı da o yüzden Mehmet Şimşek'in bütün çabalarına rağmen Türkiye'ye gelmiyor. Çünkü hani ekonomide tekrar Tayyip Bey…
Ali Babacan: Yabancı yatırımcı bakın tek şeye geliyor biliyor musunuz? Faize. Merkez Bankası'nın rezervi onun için yükseldi. Bu kadar doların Türkiye'ye gelmesinin tek sebebi yüksek faizi alıp gitmek. Çünkü şu anda Türkiye'de kazandıkları faizi dünyanın başka hiçbir yerinde kazanamıyorlar.
Taha Akyol: Dolayısıyla üretime hiç katkısı olmuyor.
Ali Babacan: Bakın hisse senedi piyasasına döviz girmiyor. Bakın yabancı girişi yok. 2,5 yıldır hisse senedi, borsa yabancı girişi yok. Doğrudan yatırım yeni sıfırdan yatırım yok. Tam tersine dediğiniz gibi yatırımlar başka ülkelere taşınıyor.
Elif Çakır: Üretimlerini taşıyorlar.
Ali Babacan: Yani bizim asıl önem verdiğimiz “Greenfield” dediğimiz sıfırdan yeni tesis inşaatıdır. Yani yabancı yatırım mevcut tesisi almaya gelir. Veya yeni tesis kurmaya gelir. En kıymetlisi yeni tesis kurmak için Türkiye'ye döviz girmesidir. Yani hem döviz, hem istihdam, hem daha çok üretim, hem daha çok ihracat. Asıl odur. Kazandıran odur yani. Bunların hiçbirisi olmuyor. Gelen döviz ve gelen para da sadece tatlı faizi yemek için. Yani geliyor, alıyor, götürüyor, geliyor, alıyor, götürüyor. Geliyor, alıyor, götürürken de orada havuzda bir miktar döviz oluyor. O da Merkez Bankası'nın rezerv rekoru diye anlatılıyor yani.
Taha Akyol: Greenfield deyince aklıma geldi. 2016 yılının başlarında Rahmi Koç'un. Rahmi Koç, sanayici. Artık sanayici deyince ne kadar önemli, değerli olduğu anlaşılıyor. Bir sözü var. “Kaynaklar taşa, toprağa gitti. Greenfield yatırımlara gitmedi. Teknolojiye gitmedi. Verimliliğe gitmedi.” Aynı şeyleri siz de söylediniz.
Ali Babacan: Hangi yılda söylemişti bu sözleri?
Taha Akyol: 2016.
Ali Babacan: Ben ne zaman söylemiştim? 2013-14.
Taha Akyol: Bendeki kayıtlarda 14. Sizin sözünüz.
Ali Babacan: 2013 Eğitim ve hukuk vurgusunu çok yaptığım yıl. Orta gelir tuzağı. 2014 olabilir. Doğru, 2014'te bu inşaatla sanayi arasındaki dengenin bozulması. Yani.
Taha Akyol: Şimdiki akıbet siz 2014'te diyorsunuz.
Ali Babacan: Biz çünkü yani çok şükür elimizde ülkenin yarınlarını görmeyle alakalı çok kuvvetli bir teleskop var bizim elimizde. Yani başkaları önünü göremiyor. Şu andaki hükümet burnunun ucunu göremiyor yani. Daha bakın bir ay önce ülkenin cumhurbaşkanı dedi ki; “yıl sonu enflasyonu yüzde 28,5” dedi. Kayıtlarda ya bir ay önce. Bugün Merkez Bankası diyor ki; 31,5. Ya artık yılın sonuna gelmişiz. Bakın burunlarının ucunu göremiyorum.
Taha Akyol: Yüzde kaç demişti? Ben onu bulayım.
Ali Babacan: 28,5.
Taha Akyol: Yüzde 28,5.
Ali Babacan: Evet, kendi ifadesi 28,5. Şimdi bir ay sonra Merkez Bankası…
Taha Akyol: Revize edinmeden önceki hedefi söylemiş.
Ali Babacan: Eee, tabii Merkez Bankası henüz açıklamamıştı. Açıklamamıştı. Ama, burada Stratejik Planlama Bütçe diye bir daire var. Külliye’nin içinde. Değil mi? DPT'yi bozdular. Sonra oraya gecekondu bir şey kurdular. Asıl DPT yok şimdi eski bizim bildiğimiz DPT. O elinin altında. Yani illa Merkez Bankası’nın mı açıklamaması gerekiyor? Orada kendi elinin altında çok iyi iktisatçıların olması lazım. Çok iyi tahmin yapanların olması lazım. Merkez Bankası'ndan önce Külliye ’de bilmeleri lazım ne olacağını. Ama bizim elimizde, yani o devlet yönetme ve ekonomi yönetmenin verdiği tecrübe ile bir elimizde teleskop var. Yani çok uzakları görüyoruz. Onun için bizim 2013-14'teki uyarılarımız, 2019'da benim AK Parti'den ayrılmam, 2020'de DEVA Partisi'ni kurmamız. Bunların hepsi maalesef bu kötü günlerin geleceğini gördüğümüz içindi yani. Çünkü bu sebep sonuç ilişkisi yani. Yani yanlış yerden başlarsanız ülke yanlış yere götürürsünüz. Mesele o.
Taha Akyol: Biz 5 yıldır program yapıyoruz değil mi? Beş yıldır siz diyorsunuz ki kötü gidiyor, kötü gidiyor.
Ali Babacan: Keşke yanılsaydım. Ve bunu söylerken de hâlâ içim yanıyor. Bu ülkenin vatansever bir evladı olarak içim yanarak söylüyorum.
Taha Akyol: Tabii.
Ali Babacan: Ama elimizden bugün için bu geliyor. Ne zaman ki millet bize yetkiyi verir, ne zaman ki o yetkiyi biz milletten alırız, sadece üzülme, sadece hayıflanmayla, sadece plan program değil, icrayı da inşallah gerçekleştiririz.
Elif Çakır: Yani her programda aslında sizin o videonuzu gösteriyorduk biz. İşte altı ay sonra ve hakikaten ilk 2020 Mart ayında söylemiştiniz. Her altı ayda bir sorduğumuzda da her şey çok daha kötüye gitmiş. Keşke gerçekten haklı çıkmasaydınız.
Ali Babacan: O çok çabuk düzelir. Bakın umutsuzluğa yer yok. Çünkü bir devlet adamı için, bir siyasetçi için umutsuzluk yok. Umutsuzluk ne biliyor musunuz? Ya da kötümser olmak aslında sorumsuzluktur. Yani kötümserlik sorumsuzluktur. Ya işler kötü olmayacak. Biz ne diyoruz? Trendi söylüyoruz ama çok çabuk da düzelebileceğini söylüyoruz. Bu ülke istişare ile yönetildiğinde, sağlam kadrolarla yönetildiğinde, adaletle yönetildiğinde de hemen ayağa kalkar diyoruz. Yani şimdi umut var orada. Çünkü doğru işler yapılınca doğru sonuçlar alacağımızı da iyi biliyoruz.
Elif Çakır: Şimdi buraya gelmeden önce, yani soruları oluştururken gençlere programın açılışında da söylemiştim. Çok yoğun gençlerin merak ettiği bir şey var. Beyin göçü. Yani artık Türkiye'de gençler kendilerine bir yarın göremiyorlar. Ve yoğun bir şekilde gidiyorlar.
Ali Babacan: Maalesef.
Elif Çakır: Bunların büyük bir çoğunluğu işte burada iş bulamadığı için değil, iş bulanları da gidiyor. Çünkü işi de olsa, iyi bir geliri de olsa Türkiye'de sıkışmışlık hissiyle gidiyor. Bir beyin göçü var. İktidar da zaman zaman bunu engellemek için bazı söylemler, işte politik hamlelerde filan bulundu ama bu hâlâ Türkiye'nin büyük sorunlarından bir tanesi. Gençler şunu merak ediyor Sayın Babacan, bu beyin göçünü, iktidara geldi ya da tekrar geri getirmek için önünde bir plan, bir strateji var mı? Bir, bunu soruyorlar. İkincisi de mevcut ekonomi yönetiminde hatalı bulduğu, yani şunlar çok yanlış gidiyor dediği üç somut şey söyleyebilir mi? Bize diyorlar. Ben iki şeyde bunları özetlemek isterim.
Ali Babacan: Aslında bakın dediniz ki fabrikalar göçüyor.
Elif Çakır: Evet.
Ali Babacan: Sermaye göçüyor. Çünkü bizim kendi sermayelerimiz artık birikimlerini başka ülkelere de kaydırmaya başladılar. Para da göçüyor. Kendi paramız. Dışarıdan yüksek faiz için gelen para var. Ama kendi öz, yerli milli sermayemiz başka ülkelere göçüyor. Ve genç beyinler göçüyor. Yani aslında Türkiye gidemeyenlerin ülkesi haline geldi. Gülay Göktürk'ün bizim de biliyorsunuz kurucumuz GMYK üyemiz. Onun güzel bir yazısı vardı vakti zamanında ama farklı bir konjonktürde. “Türkiye gidemeyenlerin ülkesi” diye. Maalesef yine gidemeyenlerin ülkesi olduk. Bu çok acı bir durum. Acı bir durum. Ama bunu tersine döndürmek de çok zor değil. Yani birkaç senede bu akım tersine dönebiliyor. Biz bunu defalarca yaşadık, Türkiye'de yaşadık. Şimdi bunun için ne gerekiyor? Aslında gençlerin en çok önem verdiği konu ne biliyor musunuz? Özgürlük.
Elif Çakır: Özgürlük, evet.
Ali Babacan: Yani tercihlerinin çok olması. Yani mali imkanlar da aslında gençleri özgürleştirdikleri, özgürleştiği için önemli. Yani geliri iyi olunca seçenekleri çoğalıyor.
Taha Akyol: Tabii.
Ali Babacan: Mesela parası yoksa tatil diye bir seçeneği yok. Ama hani iyi bir işte çalışıyorsa biraz geliri varsa o zaman tatil seçenekleri oluşuyor. Aslında para da özgürleştirmek için önemli yani. Asıl burada önemli olan özgürlük. Fakat maalesef Türkiye'de o özgürlük iklimi kalmadı yani. Bakın 19 Mart'tan sonra sokaklara dökülen gençler var ya, onlarla ilgili çok güzel araştırmalar yapıldı. Belki bakmışsınızdır. Yani o gençlerin yarıdan fazlası ne CHP, ne İmamoğlu. Yarıdan fazlası aslında, “siz iktidar olarak benim seçme özgürlüğümü elimden alıyorsunuz. Benim seçeneklerimi sınırlıyorsunuz. Yarın gün gelir sandık gelir belki bu ülkede ben oyumla bu ülkenin kaderini değiştirebilirdim. Ama siz benim o seçeneğimi ortadan kaldırıyorsunuz” diye insanlar, yani gençlerin aşağı yukarı yarısı bu sebeple yollara döküldü. En büyük sorun o biliyor musunuz? Yani insanların özgür hissetmesi. İfade özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü. Bunlar çok çok önemli. Bir de ikinci önemli konu da gençlerimiz için fırsat eşitliği. Yani eğitimde fırsat eşitliği, işe girerken fırsat eşitliği. Şimdi eğitimde, yani maddi durumu zayıf bir ailenin bir çocuğunun iyi bir üniversiteye girmesi artık neredeyse hayal oldu Türkiye'de. Yani eskiden güçlü Anadolu liseleri vardı FEN Liseleri vardı değil mi?
Taha Akyol: Gelecekteki çok büyük bir tehdit
Ali Babacan: Yani yoksul ailelerin de çocukları oralara girerdi. Oralardan iyi üniversite. Şimdi o hatlar tamamen kapandı. Çünkü aradaki eğitim kalitesi çok düştü. Dolayısıyla eğer gencin ailesinin durumu, maddi durumu zayıfsa, gencin işte seçeneği kalmıyor ki fırsat eşitliği kaldırıyor.
Elif Çakır: Bu kadar imkansızlığın içerisinde iyi bir üniversiteye girse, başarı elde etse, işte sınavlara girse…
Ali Babacan: Mülakat da eleniyor.
Elif Çakır: Mülakat da eleniyor, yine yok yani.
Ali Babacan: Evet aynen. Geçen işte bir gencimiz değil mi? Yani Türkiye'de yedinci olmuş, İzmir'de birinci olmuş. Mülakat da elemişler.
Elif Çakır: Mülakatta sonuncu oluyor.
Ali Babacan: Onun için biz dedik ya mülakatı kaldıracağız dedik. Aslında Tayyip Bey de 2023 seçimlerinden önce söz verdi, “mülakatı kaldıracağız” dedi. Ama ne oldu? Seçimi kazandıktan sonra o sözler unutuldu. Dedim ya güven için üç, üç anahtar kelime, üç anahtar kavram. Konuşunca doğruyu söyleyeceksin, söz verince tutacaksın, emaneti iade etmeyeceksin.
Elif Çakır: Evet. Son bir şey. Şimdi oğlunuzla alakalı siz dün bir yayına katıldınız. Orada da küçük oğlunuz Emir'le alakalı. İşte 14 yaşında, kanunlarda da var, işte çırak ya da bir yerde çalışmaya başlayabiliyor.
Ali Babacan: Tabii.
Elif Çakır: Bununla alakalı da dediniz ki; benim oğlum da çalıştı, değil mi? Bu söyleminiz metroya bindiğini, işte çalıştığını, ondan sonra kendinizden bir kişisel hikayenizi paylaştınız aslında. Bu sosyal medyada epeyce konuşuldu ama bir taraftan da linçleniyorsunuz sanırım.
Ali Babacan: Hâlâ yayına girdiğim saatlerde devam ediyor. Sosyal medyada epey konuşuluyormuş, tartışılıyormuş.
Elif Çakır: Yani tuzunuz kuru dendi, edebiyat yapıyorsunuz dendi. Tuzunu biraz tuzunuz…
Ali Babacan: Bunlar, bunlar inanın hayatın gerçeklerinden kopuk yorumlar onu söyleyeyim. Ben bunu hangi kontekste söyledim? Biliyorsunuz bizim dün akşam yayınlanan bir YouTube yayınımız vardı. Hakan Çelik'in kendi YouTube kanalında. Teknoloji ağırlıklı, istihdam, işgücü piyasası, dış politika ağırlıklı bir program yaptık. Orada bu eğitimden bahsederken ben de mesleki eğitimin öneminden bahsettim. Çocukların erken yaşta iş hayatıyla tanışmasının öneminden bahsettim. Bizim kendi eğitim programımızda mutlaka lise yıllarından itibaren gençlerin az ya da çok iş hayatıyla iç içe olması ve okuluyla beraber iş hayatında tanıyarak yetişmesi gerektiğinden bahsettim ki bunların hepsi bizim programımızda var. Yeni söylemiyoruz. Örnek olarak da dedim ki; benim küçük oğlum 14 yaşını geçen sene doldurdu, 2024'te. 2025'in yazında iki ay çıraklık yaptı dedim.
Elif Çakır: Evet.
Ali Babacan: Şimdi bu çıraklık niye önemliydi? Çünkü hayatı tanıması, genç yaşta bir işyerini görmesi, sosyal çevresini genişletmesi, alın terinin ne kadar kıymetli olduğunu anlaması. Yani düşünün tezgâhın arkasına geçecek, patates kızartacak, müşterilere içecek şeyi verecek, para alacak, para verecek. Bu hayatın kendisi yani. Şimdi bunu genç yaşlarda ancak öğrenmek mümkün oluyor. Yani ilerleyen yaşlarda zorlaşıyor. “Ağaç yaşken eğilir” diye bir atasözümüz var değil mi? Ağaç yaşken eğilir. Genç yaşta gençlerin farklı sektörleri tanıması lazım. Farklı işyerlerine girip çıkması lazım ki üniversite tercihlerinde ve nihayetinde meslek tercihlerini doğru yapsınlar. Benim büyük oğlum da öyleydi. Yani o da 14 yaşından sonra çalışmaya başladı. Amerika'da master yaparken haftada beş gün, üç gün okula gitti, iki gün bir yapay zeka firmasında çalıştı. Şeyde bu MIT'de yapay zekayla çalışan bir firmadaydı. Yani üç gün okul, iki gün benim. Şu anda o Amsterdam'da yine o büyük veri, yapay zekâ, o işlerle ilgili. Gelinimiz de öyle. Onlar zaten meslektaş. Bakın 14-15 yaşında başladı. Şu anda 29 yaşında hâlâ çalışıyor. Ama o küçük yaşta kapacaklarını belli bir yaşı geçtikten sonra çocuklar kapamıyor, olmuyor yani. Bir de iş beğenmek de zorlaşabiliyor. Halbuki alın teri o kadar kıymetli bir şey ki. Yani bugün Hollanda'dan bakın. Örnek verelim tekrar. Yani 14 15 yaşındaki çocuklar eğer çalışmıyorsa tuhaf diye bakılıyor. Ya hiçbir iş yapmıyor mu sizin çocuk diyorlar. Ya bizim çocuklar oturduğu semtte 14-15 üstü Hollandalı çocukların tamamı mutlaka bir şeyler yapıyor. Okulun dışında bir şeyler yapıyor. Şimdi biz bunu söyleyince de artık ahkam kesenler şöyle dedi böyle. Bunun önemi yok ya, öğrenecekler, öğrenecekler. Bizim bir görevimiz de bir görevimiz de doğrular konusunda, doğrular konusunda doğru bildiğimizi ısrarla inatla söylemeye devam etmek. Yani doğru bildiğimiz konudan bizi çeviremezler, ya doğru bildiğimiz yoldan… Yani şu anda değil mi? Ülkeyi yöneten şu andaki iktidar gücü bizi doğru bildiğimiz yoldan çevirememiş de. Yani istihdam nedir, şu nedir bilmeyen insanların lafıyla harekete çekilme durumumuz yok yani. Ki o çok da şey değil. Sosyal medyada bir akım gelir geçer. Asıl siz bir sanayiciye sorun. Gidin şu Ostim’de, İvedik Organik Sanayi'de bir işletme sahibiyle bir konuşun. Ali Babacan'ın yaptığı doğru mu değil mi? 14-15 yaşındaki bir gencin o yaşlarda çalışmaya başlaması doğru mu değil mi diye alın teri, akıl teri döken, gerçek hayatın içinde, sanayinin içinde olan, üretimin içinde olan herkes der ki bu %100 doğru. Bir tane bulamazlar buna karşı çıkacak yani. Ama dışarıdan atıp tutmak kolay.
Taha Akyol: Zaten o yüzdendir ki Türkiye'de herkesin üniversite mezunu olması şeklinde yanlış bir politika izlendiğinden dolayı sanayi aradığı vasıflı emeği bulamıyor.
Ali Babacan: Kesinlikle.
Taha Akyol: Öbür tarafta da gençlerin %25’i, dört gençten biri cebinde diploma olduğu halde çalışacak iş bulamıyor.
Ali Babacan: Ne eğitimli ne işsiz olan gençler. 18-25 yaş arası. Evet, bu rakam maalesef %31’e çıktı biliyor musunuz?
Taha Akyol: Öyle mi? Ben dörtte bir olarak biliyordum.
Ali Babacan: Öyle de %31 şu anda. Yani üçte bir oldu yani maalesef OECD ortalaması %11, Türkiye'de %31. Yani her üç gencimizden biri şu anda okula da gitmiyor, bir yerde de çalışmıyor. Biraz da bununla da alakalı. Yani tabii eğitim sistemi, sanayinin ihtiyacı olan nitelikte insan eğitimi falan. Bunlar çok önemli konular. Ben bunları biraz daha o dünkü yayında biraz uzun uzun anlattım. O anlatırken de bizim küçük oğlumuzu örnek verdim. Yani oradan neler yazmışlar, etmişler yani önemli değil.
Elif Çakır: Peki çok teşekkür ediyoruz. Çok sağ olun.
Ali Babacan: Ben teşekkür ediyorum. Sağ olun. Zahmet ettiniz. Ankara'da böyle güzel sohbet ettik. Yeniden buluştuk.
Taha Akyol: Çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.
Ali Babacan: Karar'daki bütün çalışma arkadaşlarınıza, tüm Karar ekibine de buradan gönül dolusu sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum Ankara'dan.
Elif Çakır: Biz en kısa zamanda sizi İstanbul stüdyomuza bekliyoruz inşallah.
Ali Babacan: İnşallah inşallah. Biz geçen aslında bir uğradık, bir akşam sohbet ettik de siz yoktunuz. Taha Bey vardı. Bir şey çıkmış galiba. Yoksa oturduk bir akşam güzel bir sohbet ettik. Yani dost sohbeti iyi de iyi de oldu. Sağ olun.
Elif Çakır: En kısa zamanda bekliyoruz tekrar inşallah. Evet, programımızın sonuna geldik. Karar TV ekranlarında Gündem Özel yayınıyla karşınızdaydık. Taha Akyol'la beraber DEVA Partisi lideri Sayın Ali Babacan'ı ağırladık. Yayınımızı DEVA Partisi Ankara Genel Merkezi'nden gerçekleştirdik. Bence güzel bir yayın oldu. Ali Bey'in kuralları var. Ak Parti'ye gitmeyecek. Bu etik, ilkesel bazda kök problemler diyorsunuz. Bunlar devam ettiği müddetçe.
Ali Babacan: Kök sebepler.
Elif Çakır: Kök sebepler devam ettiği müddetçe hiçbir birliktelik ya da beraber bir araya gelme mümkün değil.
Ali Babacan: Konuşuruz ama biz işbirliği zor olur.
Elif Çakır: Zor olur.
Ali Babacan: Biz herkesle konuşuruz. Konuşma ile ilgili hiçbir sorunumuz yok.
Elif Çakır: “Ekonomi yönetimi değil, biz tamamına talibiz” diyor sayın Ali Babacan. Güzel bir yayındı. Umarım sizler için de keyifli geçmiştir. Bir sonraki yayında görüşünceye kadar hepinize hayırlı geceler diliyorum.