20 Mayıs 2024
Ali Babacan’ın DIKTIO düşünce kuruluşunun toplantısında yaptığı konuşmanın Türkçe metni
Değerli konuklar, hanımlar, beyler;
Böylesine seçkin bir hazirunla bir arada olmak benim için büyük bir onur ve ayrıcalık.
Beni bu toplantıya davet ederek istişarede bulunmamıza olanak sağlayan Anna'ya en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Öncelikle Türkiye'de olup bitenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
İkinci olarak AB-Türkiye ilişkilerine değineceğim.
Üçüncü olarak Yunanistan - Türkiye ilişkileriyle ilgili son gelişmeleri sizlere aktaracağım.
Akabinde Balkanlardaki mevcut durumu değerlendirmek istiyorum.
Son olarak da komşu ülkelerde vuku bulan iki savaşa değineceğim.
***
Türkiye'yle başlayalım.
Uluslararası toplumdaki Türkiye algısının gayet farkındayım. Ancak hesaba katılması gereken pek çok konu var.
Türkiye, Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan ve Afrika'ya yakın erişimi bulunan bir ülke.
Türkiye; aynı anda Balkanlar'da, Kafkasya'da, Orta Doğu'da bulunan ve Orta Asya'ya yakın erişime sahip bir ülke.
Türkiye hem bir Akdeniz ülkesi, hem bir Karadeniz ülkesi ve hem de Hazar Denizi Havzası'nda varlık gösteren bir ülke.
Türkiye; Avrupa Konseyi'ne, AGİT'e, NATO'ya ve İslam İşbirliği Teşkilatı'na üye bir ülke.
Biz aynı zamanda Avrupa Birliği'ne aday bir ülkeyiz. Dünyada müstakil bir ülke olarak Afrika Birliği'nin stratejik ortağı sıfatını taşıyan 6 bağımsız ülkeden biriyiz.
Türkiye, yabancı misyon sayısı bakımından Çin ve ABD'den sonra dünyada üçüncü ülke konumundadır. Dünya çapında Çin'in 274, ABD'nin 271, Türkiye'nin ise 252 yabancı misyonu bulunuyor.
Muhtemelen çok az kişinin dikkatini çekmiştir ancak 44 Afrika ülkesinde büyükelçiliğimiz bulunuyor. Buna karşılık Ankara'da büyükelçiliği bulunan 38 Afrika ülkesi var.
Türk Hava Yolları, Afrika'da tek başına 59 noktaya uçuyor.
Yine Türk Hava Yolları, dünya çapında 128 ülkeye uçarak dünya rekorunu elinde tutuyor.
Böylesine çeşitlilik içeren bir coğrafyanın kalbinde yer almak bizi çok özgün bir konuma sokuyor.
Bu durum, iyi yönetildiği takdirde yalnızca Türkiye için değil, iş birliği yaptığımız ülkeler için de büyük fırsatlara gebe.
***
Saydıklarımız arasında Türkiye'nin en entegre ilişkiler ağı bulunan bölge Avrupa'dır.
Avrupa, Türkiye’nin en büyük ticaret, yatırım, turizm ve kültür ortağıdır.
Türkiye, Avrupa Konseyi aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sistemine entegre olmuştur.
AGİT aracılığıyla Türkiye, Avrupa'nın güvenlik perspektifinin bir parçasıdır.
Türkiye, NATO aracılığıyla birçok Avrupa ülkesiyle birlikte dünyanın en önemli güvenlik ittifakının içinde yer almaktadır.
Türkiye, OECD aracılığıyla birçok Avrupa ülkesiyle birlikte çok sayıda alanda yüksek standartları hedef edinmiş bir cemiyetin parçasıdır.
2003 ve 2004 yıllarında Kopenhag Kriterleri'ni siyasi alanda yeterli düzeyde karşılayan Türkiye'nin AB'ye tam üyelik müzakereleri 2005 yılında başladı. Ben de Türkiye'nin ilk AB baş müzakerecisiydim.
2003-2006 yılları arasında AB'ye katılmak için gereken reformları çok yüksek bir hızla hayata geçirebildiğimizi gösterdik. Bu reformlar Türkiye'nin yönetim sistemini geliştirmesine yardımcı olarak vatandaşlarımızın daha yüksek yaşam standartlarına erişmesine olanak sağladı.
Gelgelelim bu süreç, çoğunlukla siyasi nedenlerden dolayı ivme kaybetti.
Fransa dahil birçok ülkenin ablukalarıyla karşılaştık. Daha sonra, şartları kusursuz biçimde gerçekleştirsek bile Türkiye'nin AB'ye katılmasının bazı üye ülkeler tarafından onaylanmayacağını hissetmeye başladık.
Türkiye'de başkanlık sistemine geçilmesiyle beraber son beş yılda yönetim erki merkezileştirildi. Bu durum, denge ve denetleme sisteminin yanı sıra bağımsız kurumları da etkiledi.
İnsan haklarına, özgürlüklere, hukukun üstünlüğüne, demokratik mekanizmalara yönelik eleştiriler daha da arttı.
2023 ve 2024 yılları bizim için seçim yıllarıydı.
Geçen yılki genel seçimler Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın az farkla kazanmasıyla sonuçlanmıştı. Bu yılki yerel seçimlerde ise muhalefet açık ara farkla galip geldi.
Kuşkusuz ki ülkemizin demokrasi pratiklerinde ciddi sorunlar bulunuyor, ancak her iki seçim de vatandaşın sandığa olan inancını bir kez daha kanıtladı.
Seçimlerin ardından ülkemizin kaderinin hâlâ vatandaşların elinde olduğunu ve vatandaşların oy verme yoluyla bazı şeyleri değiştirebileceğini görmüş olduk.
Vatandaşlarımızda demokratik bir sisteme yönelik güçlü bir talep var.
Bizler bunu yerine getirmek için çalışıyoruz.
En nihayetinde, ben bir gün Türkiye'nin AB üyeliğine hazır olabileceğine yürekten inanıyorum.
Ancak soru şu: O gün geldiğinde AB Türkiye'ye hazır olacak mı?
Bir konunun daha altını çizmek gerekiyor; son beş yılda sadece demokrasimizle değil, ekonomimizle de ilgili ciddi sorunlar yaşadık.
Ekonomi alanında yanlış insanların görevlendirilmesi ve hatalı politika tercihleri sonucunda makroekonomik dengeler büyük zarar gördü; bütün bunlar yüksek enflasyona, yüksek faiz oranlarına ve gelir dağılımının bozulmasına yol açtı.
Yeni ekonomi kurmayları, bu sorunları çözmek için elinden geleni yapıyor. Maliye politikası ve para politikası tarafında önlemler alındı. Ancak yapısal reformlara ciddi bir ihtiyaç var.
***
Sırada üçüncü konumuz var: Türkiye Yunanistan ilişkileri:
Her iki tarafın da ilişkilerin daha iyiye gitmesi yönündeki çabalarını memnuniyetle takip ediyorum.
Zaman zaman her iki ülke de iç politikada yaşananlara takılıp kaldı. Şu anda her iki ülkede de seçimlerin geride kalmasıyla birlikte çok değerli ve uzun soluklu bir fırsat kapısı açılmış durumda.
Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi ve Doğu Akdeniz konusunda uzun süredir devam eden pek çok sorunun olduğu malum. Hem ikili ilişkilerimizi hem de Türkiye'nin AB'ye katılım sürecini her zaman etkileyen 60 yıllık bir Kıbrıs meselesi var.
Ancak çevre ülkelerdeki pek çok örneğin aksine Yunanistan ve biz her zaman doğrudan konuşabiliyoruz, üçüncü tarafların müdahalesine ihtiyaç duymuyoruz.
En zor zamanlarda bile diplomatlarımız karşılıklı saygıya dayalı dört dörtlük bir iletişim içerisinde olduklarını kanıtladılar. Bu, ileriye dönük olarak da önemli bir değer teşkil edecektir.
Şunu asla unutmamamız gerekiyor: Bizler NATO müttefikleriyiz.
Pozitif bir gündemimiz var, potansiyeller daha da büyük. Halklarımız birbirine sahip çıkıyor. İhtiyaç anında birbirimizin yardımına koşan ilk ülke oluyoruz.
Maalesef aramızdaki sorunların hızlı bir çözümü yok. Hem teknik ve hukuki olarak karmaşık hem de uzun bir geçmişe sahip sorunlardan söz ediyoruz.
Tabii ki sabırla bunlar üzerinde çalışmaya devam etmemiz gerekiyor ama aynı zamanda her iki tarafın da kazançlı çıkacağı sonuçlara yol açacak pozitif bir gündemle ilerlemeliyiz. Ekonomi, ticaret, yatırımlar, turizm, iklim değişikliği ve afet iş birliği bu potansiyel alanlar arasında yer alıyor.
Sürece odaklanarak 15-20 yıllık bir perspektif ortaya koymamız gerekiyor. İşin püf noktası daima bağlantı halinde kalmak olacak.
Pozitif gündemimiz, yalnızca karşılıklı fayda sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda siyasi iklimi de iyileştirerek sorunlara ilişkin çözüme ulaşmaya yardımcı olacaktır.
Yunanistan-Türkiye ilişkileri; yerel yönetimler, üniversiteler, düşünce kuruluşları, iş dünyası, sivil toplum aracılığıyla geliştirilerek iki ülkenin de yararlandığı bir ortam yaratılabilir.
Türkiye ve Yunanistan, iyi bir işbirliğiyle Balkanlar'ın tamamına büyük faydalar sağlayabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen Aralık ayında Atina ziyaretinin ardından Başbakan Miçotakis, geçtiğimiz Pazartesi günü Ankara'yı ziyaret etti.
Şu ana kadar Türkiye ve Yunanistan arasında 5 adet Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi toplantısı gerçekleştirildi.
Mart ayında Türkiye Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu ile Yunanistan Odalar Birliği arasında yeni bir Karma Ekonomik Komisyon kuruldu.
İki ülke arasındaki ortak hedef, yıllık ticaret hacmini 6 milyar dolardan 10 milyar dolara çıkarmak olarak belirlendi.
Deprem ve yangın gibi acil durumlarda yeni bir İşbirliği Anlaşması imzalandı.
Dahası, küresel ısınma ve iklim değişikliği de her iki ülkeyi etkileyecek ortak bir düşman.
Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanında İşbirliğine İlişkin yeni bir Anlaşma da yapıldı.
10 Yunan adasını ziyaret eden Türk vatandaşları artık sınırda hızlı vize alabilecek.
Terörle mücadele, insan ticareti ve göç konularında da işbirliğinin güçlenmesi bekleniyor.
Son olarak, güven artırıcı önlemlerin uygulanması büyük önem arz ediyor.
***
İkili ilişkilerimizin hemen ardından her iki ülke için de büyük önem arz eden başlıca konu Balkanlar.
Balkanlar, ülkelerimizin ortak komşusu. Bölgedeki gelişmeleri çok yakından takip ederek barış ve istikrara katkı sağlamak için elimizden geleni yapmalıyız.
Bu bağlamda, Balkan ülkeleriyle siyasi ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve bu ilişkilerin sürdürülmesi büyük önem arz ediyor.
Görece küçük bir coğrafyada yer alan Balkan ülkeleri, kendi aralarında büyük bir çeşitliliği temsil ediyor. Ortak çıkarlar, ortak değerler ve idealler etrafında birleşmek için güçlü bir çabaya ihtiyacımız var.
Balkan ülkelerinin Avrupa Atlantik örgütlerine entegrasyonu uzun vadeli siyasi istikrar ve kalıcı barış için en önemli gündemi oluşturuyor. Bu aynı zamanda ortak ekonomik refaha giden başlıca yollardan biri.
***
Bölgemiz şu anda biri Rusya ile Ukrayna arasında, diğeri İsrail ile Filistin arasında olmak üzere iki savaşa sahne oluyor.
Bu savaşların her ikisinin de bölgenin geri kalanı için oldukça riskli sonuçlar doğurabileceği gerçeği oldukça endişe verici.
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı kabul edilemez. Uluslararası hukuka aykırıdır. Hiçbir ülke komşusunu işgal etmeye kalkışamaz.
Bu kapsamda Türkiye, Ukrayna'nın yanı sıra Rusya ile de diyalog kurabilme avantajına sahip. Bizler, Rusya ile ilişkiler söz konusu olduğunda “her ne koşulda olursa olsun diyalog halinde kalmanın” en iyi strateji olduğuna inanıyoruz.
Malumunuz, AGİT misyonuna ve Rusya ile Ukrayna arasındaki Minsk çalışmalarına uzun yollardır çoğunlukla Türk diplomatlar başkanlık ediyordu. Her iki taraf da diplomatlarımıza güven duyuyordu.
Ateşkes ve nihayet barış zamanı geldiğinde Türkiye'nin bu özgün rolü çok değerli olabilir.
Gazze'deki savaşa bakıldığında, İsrail hükümetinin uluslararası hukuku ihlal ettiğini, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediğini görüyoruz. Bu durum tolere edilemez.
Uluslararası toplum, tam da olması gerektiği gibi, Rusya'nın saldırganlığını ve uluslararası hukuku ihlal etmesini kınayarak Ukrayna ile dayanışma içinde kararlı bir tavır sergiledi. Ancak İsrail hükümetinin Filistinlilere yönelik saldırıları söz konusu olduğunda bariz bir çifte standart yaklaşımı hakim oldu. Bu durumun özellikle endişe verici olduğunun altını çizmek istiyorum.
Batı’nın “kurallara dayalı uluslararası sistem”in gelişmesinde ön saflarda alması, jeopolitik konularda en değerli varlığı olan ahlaki zeminin oluşmasını sağlamıştı.
Ancak maalesef bir zamanlar Batılıların el üstünde tuttuğu insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi değerler, bugün bizzat Batılı hükümetlerin çoğunun kendi eliyle hurdaya çıkarılıyor.
Unutmayalım ki Gazze onlarca yıldır ağır tecrit altında bir açık hava hapishanesi konumunda. İsrail hükümetinin kutsal ve mukaddes mekanlara yönelik saygısızlığı ve saldırıları da bu gerilimi alevlendiriyor. Uluslararası toplumun sayısız uyarısına rağmen Batı Şeria'da hukuka aykırı yerleşim alanları devamlı suretle yayılıyor.
İsrail hükümeti temel insan haklarını sürekli ihlal eden bu pervasız politikalara son vermediği sürece kalıcı barış asla sağlanamayacaktır.
Sözlerime son vermeden önce, 10 Mayıs'ta BM Genel Kurulu'nda oylanan tasarıya değinmek istiyorum. Söz konusu tasarıda, BM Güvenlik Konseyi'ne, Filistin devletine tam üyelik verme ve bir yandan da Filistin’in BM’deki mevcut misyonunu bir dizi yeni hak ve ayrıcalıklarla güçlendirme çağrısında bulunuldu.
Oylamada tasarının lehinde oy kullanan 143 ülke arasında yer alan Yunanistan'a da verdikleri destekten dolayı takdirlerimizi ifade etmek isterim.
Dinlediğiniz için çok teşekkürler.