22 Haziran 2025
Ali Babacan- Uyuşturucu ile Mücadele Zirvesi 22 Haziran 2025
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Siyasi partilerin bugün aramızda bulunan çok değerli temsilcileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Bugün bu program vesilesiyle bizlerle beraber olan madde bağımlısı gençlerimizin değerli aileleri,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Yeni Yol olarak düzenlemiş olduğumuz Uyuşturucu ile Mücadele Zirvesi’ne hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
****
Sözlerimin hemen başında bu sabah erken saatlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin İran'a başlattığı saldırıları şiddetle kınadığımı ifade etmek istiyorum.
İsrail'in bir süredir devam ettirdiği, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin de katıldığı bu saldırılar, uluslararası hukukun tamamen ihlalidir.
Hele hele Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimî üyesi olan bir ülkenin, yani Amerika Birleşik Devletleri’nin hukuku kendi eliyle ayaklar altına alması demek, artık bundan sonra dünyada bir istikrarsızlık döneminin fiilen başlaması demektir.
Bugün bir başka ülke, İran'a saldıracak olsa Güvenlik Konseyi’nin görevi hukuksuz bir saldırıysa buna engel olmak, durdurmak gerekirse askeri güç oluşturup buna karşı çıkmaktır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin askeri güç oluşturma ve hukuksuzluklara karşı mücadele etme, karşı savaş açma yetkisi bile vardır.
Böyle bir kurulun daimî üyesinin saldırıyı kendisinin yapması kabul edilebilir, affedilebilir bir şey değildir arkadaşlar.
Biz buna benzer bir senaryoyu aslında 2003 yılında Irak'ta gördük.
Ne dediler? “Irak’ın Kitle imha silahları vardır” dediler.
Hatırlayalım Amerika, arkasından İngiltere'yi kattı, arkasından İspanya'ya kattı. Güvenlik Konseyi’nden geçiremediler, NATO’yu yanlarını alamadılar ama nihayetinde Irak'a bir savaş açtılar.
Sonunda da ortaya çıktı ki o günün Dışişleri Bakanı Powell ne dedi? “Elimizdeki aslında istihbarat sağlam değilmiş” dedi.
O günün İngiliz Başbakanı çıktı, ne dedi? “Ya biz Amerikalıların istihbaratı var zannettik, biz de savaşa katıldık ama hepsi boşmuş” dedi.
Bunu yaşadık bakın, 22 sene önce bunu yaşadık.
Amerikan yönetiminden dahi “İran’ın elinde bir nükleer silah olup olmadığı ile ilgili kanıtlanmış bir bilgimiz yok” diyenler varken, bunları gerekçe gösterip İran'a saldırmanın hiçbir hukuki zemin yoktur, bir dayanağı yoktur.
Bu sadece güçlü olanın, elinde askeri güç olanın “Gerektiğinde ben hukuku çiğnerim” demesinin bir başka vahşi örneğidir.
Eğer mesele nükleer silahlarsa biz, bölgemizde hiçbir ülkenin nükleer silaha sahip olmasını istemiyoruz.
Türkiye'nin politikası budur.
Bölgemizde biz kitle imha silahları istemiyoruz.
Peki, İsrail'in nükleer silahı var mı?
Sorulduğu zaman ne diyorlar? ”Reddetmeyiz, kabul de etmeyiz” diyorlar.
Ama unutmayalım ki; Cumhurbaşkanları, zamanın Cumhurbaşkanı Şimon Perez ne demişti? Ağzından kaçırdı, dedi ki; “İlk kullanan biz olmayacağız” dedi. Yani zımnen varlığını kabul etti.
Eğer mesele kitle imha silahıysa, mesele nükleer silahsa o zaman uluslararası toplumun, özellikle bölge ülkelerinin, İsrail'in bu silahlardan arındırılması ile ilgili bir çaba göstermesi gerekiyor şu anda.
Yoksa adalet nerede? Hukuk nerede?
“Benim var” diyor “Ama senin silahın olamaz” diyor. Böyle bir şey kabul edebilir bir şey değil ve hep beraber, başta bölge ülkeleri olmak üzere buna karşı çıkmalıyız.
Şunu da biliyorum ki; maalesef bölge ülkelerinin bir kısmında da bir İran karşıtlığı var. Ama İran karşıtlığı başka bir şey, bir başka ülkenin İran'a uluslararası hukuku çiğneyerek saldırması karşısında sessiz kalmak başka bir şey.
Buradan uyarılarımızı yapmak zorundayız.
İsrail'in İran'a saldırmaya başladığı ilk saatlerde ben açıklama yapmıştım. Demiştim ki; “Amerika bu işin dışında durmalıdır. Eğer Amerika işin içine girerse, saldıran taraf olarak işin içinde olursa bu ateş, bölgesel bir nitelik kazanır ve bu savaş başka ülkelerin de içine çekecek büyük bir felakete dönüşebilir.”
Umarız ki; bir an önce müzakere masası kurulur. Umarız ki; bir an önce bu sorun diplomasiyle çözülür.
Hâlâ vakit vardır. Hâlâ geç kalınmamıştır. Bir an önce yapılması gereken sadece Amerika-İran değil başka tarafsız ve muteber ülkelerin de masaya oturmasıyla bu sorunun diploması ile müzakere masasında çözülmesidir.
Mesele nükleer meseleyse, bu nükleer meselenin çözümü masadan geçer, diplomasından geçer, müzakereden geçer.
Değerli arkadaşlar, değerli katılımcılar,
Bugün biz buraya tabii ki çok önemli bir konuyu görüşmeye, tartışmaya ve aynı zamanda da bir beyin fırtınasıyla çözüm üretmeye geldik.
Gün boyu devam edecek tartışmalarla, gün boyu devam edecek programla da umarız ki yeni fikirler oluşacaktır, farkındalık artacaktır, hafta boyu devam edecek programlarla da tüm ülke sathında bu meselenin ne kadar büyük olduğu ve çözüm için ne kadar büyük bir gayret gösterilmesi gerektiğinin umarız ki farkındalığı oluşacaktır.
Bugün buraya sadece öfkemizi değil, sesimizi de taşımaya geldik.
Bugün buraya, yıllardır büyümekte olan, artık üstü örtülemeyecek boyutlara gelen bir felaketin hesabını sormaya geldik.
Onun için “Hesap Vaktidir” diye yazdık
Bugün burada, yüzbinlerce ailenin sessiz çığlığına, ses olmak için toplandık.
Artık “Hesap Vaktidir” dedik.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye, bu iktidarın yönetiminde, dünyanın en büyük uyuşturucu merkezlerinden birisi haline gelmiştir.
İktidar, bunun hesabını vermek zorundadır.
Dünyanın dört bir yanından uyuşturucu baronlarının bu ülkede ne aradıklarının hesabını bu iktidar vermek zorundadır.
İktidar, gemi gemi yakalanan uyuşturucuların yanında, yakalanmayanların da göz yumulanların da hesabını vermek zorundadır.
Son iki-üç yıl içinde ülkemizde yakalanan uyuşturucu tacirlerinin şöyle listesine bir bakın inanın inanılır gibi değil.
Yok yok.
Bakın, birkaç tane örnek veriyorum.
İngiliz uyuşturucu baronu da, Çinli uyuşturucu baronu da Türkiye’de yakalanıyor, ne hikmetse.
Belçika genelinde uyuşturucu dağıtımını organize eden İngiliz uyruklu Mohammed Zakir.
İstanbul’da Büyükçekmece’de yakalanıyor.
Vietnam’da kırmızı bültenle aranan Çin uyruklu Chen Xuefeng.
Nerede yakalanıyor? Bağcılar’da yakalanıyor.
Çin uyruklu Vietnam’da aranıyor bulunduğu yer Bağcılar, adam buradan çıkıyor.
Bir başkası…
Shamil Amirov. Rus. Nerede yakalanmış?
Yine İstanbul’da, bu sefer Fatih’te yakalanmış.
Yeni Zelandalı Hohepa Ngakuru. Yakalandığı yer yine İstanbul.
Yeni Zelanda- İstanbul ON YEDİ BİN kilometre mesafe arkadaşlar.
Adam orada aranırken İstanbul’da çıkıyor.
Demek ki; ne büyük pazar olmuş Türkiye?
Ne büyük bir merkez haline gelmiş?
Belli ki birileri “gel” diye çağırmış bunları.
Ona demişler ki; “Türkiye, uyuşturucu tüccarları için bulunmaz fırsatlar sunuyor. Gel burada işini rahat yaparsın” demişler.
Şimdi iktidardakilere soruyorum:
Çin'deki uyuşturucu baronunun Bağcılar'da ne işi var Allah aşkına?
Rus uyuşturucu şebekesinin Fatih’te ne işi var?
Acaba, kim bu insanlara “Gel Türkiye’ye, burada işini rahat yaparsın, emniyettesin” mesajını göndermiş.
Dedik ya, “Hesap vakti”.
Bakın, bugün önümüzdeki tablo gerçekten dehşet verici bir tablo.
Her köşe başında torbacı var. Okul önlerinde, park köşelerinde, sokak aralarında uyuşturucu satıcıları cirit atıyor.
Bu kadar önemli bir trafik merkezi yaparsanız bu ülkeyi, bu kadar mal giriyor, çıkıyorsa tabii ki bir kısmı Türkiye’de kalıyor, tabii ki bir kısmı Türkiye’de tüketilmeye başlanıyor.
Zincirin bir ucunda mücadele var; diğer ucunda vurdumduymazlık, ihmalkârlık, boşluk var.
Sinsi bir afet gibi yayılan, her gün daha fazla aileyi yakan, nice ocakları söndüren, derin bir yaradır bu.
Üstelik bağımlılık sadece bireyleri ve aileleri değil; mahalleleri, şehirleri ve nihayetinde bütün toplumu tehdit eden bir mesele haline dönmüştür şu anda.
Biraz önce değerli genel başkanlar istatistiklerle açıkladı. Uyuşturucunun kendisi, dağıtımı, kullanılması başka suçlar için de zemin harcıyor, o zemini hazırlıyor.
Uyuşturucu kullananlar maalesef kendileri kendileri olmaktan çıktıkları için suç işlemeye daha eğimli insanlar haline getiriyor.
Adaletin ve kolluk sisteminin tüm halkaları aynı kararlılıkla çalışmadıkça arkadaşlar, bu bela bitmesi mümkün değil.
Sadece polisiye tedbirlerle, sadece göstermelik operasyonlarla, bir iki afiş, bir iki kamu spotu ile bunun çözülmesi de mümkün değil, olmayacak.
Bu iş; kökten, topyekûn, kararlı ve uzun soluklu bir devlet politikası olmadıkça bu iş çözülmeyecek.
Devletin görevi sadece suçluyu yakalamak değildir, Devletin görevi asıl o bataklığı kurutmaktır!
Uyuşturucu ticareti ve uyuşturucu kullanımı için elverişli hale gelen o zemini, bataklığı kurutmak zorundadır devlet.
Çünkü, mesele sadece suçla mücadele değil; bağımlılığın kök nedenleriyle aynı zamanda mücadeledir:
Bu bağımlılığı oluştursan sosyal ve ekonomik koşulları ortadan kaldırmanın mücadelesidir.
Kriz arkasına kriz yaşayan, her türlü ekonomik kriz yaşayan, eğitimi sistemi çöken bir ülke aynı zamanda sosyal ve ekonomik olarak bu bağımlığın yayılmasına uygun bir zemin haline gelmiş demektir.
Aileyi korumak, gençliği eğitmek, sosyal destek vermek, önleyici politikalar geliştirmek bu işin olmazsa olmazı.
Bakın size evladı uyuşturucuya bulaşmış ailelerin yardım çığlıklarının sadece iki tanesi okumak istiyorum. Aynen kendi cümleleri ile aktarmak istiyorum size,
Bir bağımlı annesi diyor ki;
“Bizim sesimizi duyun, bizim gözyaşlarımızı görün. Biz burada tiyatro oynamıyoruz.” Diyorz.
Hiç merak etmesinler. Bakın, biz duymak, görmek ve gereğini yapmak için buradayız.
Bir baba diyor ki;
“Evlatlarımız ölüyor. Yan odada çocuğum kendini öldürüyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum.” Diyor.
Ne acı değil mi? Aileler evlatlarının kendi gözlerinin önünde yavaş yavaş yok oluşlarını izliyorlar.
Değerli Arkadaşlar,
Bu kadar açık ve derin bir sorun karşısında, bir de iktidarın yaklaşımına bakıyoruz:
İhmalkârlık, ilgisiz, vurdumduymazlık.
Bunlar en hafif ifadeler…
Daha ileri ifadeler kullanmak belki de bugünkü toplantının ruhuna zarar verir diye özellikle kullanmıyorum. İşbirlikçiler, ortaklar, bu işe zemin hazırlayanlar “Ya birileri bu işten para kazanıyorsa biz kazanalım arkadaşlar” diye fırsatçılık yapanlar, onlardan bahsetmiyorum.
İktidar bakıyor görmüyorlar.
Duyuyor işitmiyorlar.
Biliyorlar konuşmuyor.
Sorunu kökten çözmek yerine, günü kurtarmaya çalışıyorlar.
Ama gerçek apaçık ortada:
Uyuşturucu çeteleri büyüyor.
Torbacılar artık her köşe başında.
Gençlerimiz sistemin boşluklarında kayboluyor maalesef.
Bakın, çok açık ifade ediyorum:
Bir millet, kendi evlatlarını böylesine kaderine terk edemez.
Bir devlet, gençliğinin göz göre göre yok oluşuna seyirci kalamaz.
İktidarın görevi algı yönetimi değil, çözüm üretmektir.
Bunlar zannediyorlar ki; İletişim Başkanlığı ile bir algı oluştururuz, öyle gider. Gitmiyor, olmuyor.
İşte biz, bugün burada, tam da bu yüzden sesimizi yükseltmek için bir aradayız.
Bu ihmalkarlığı kabul etmiyoruz.
Bu ilgisizliği reddediyoruz.
Bu vurdumduymazlığı elimizin tersiyle itiyoruz…
İktidar adım atsa da, atmasa da; görse de, görmese de; “biz buradayız” diyoruz.
“Biz bu işe sahip çıkacağız” diyoruz.
Biz, toplumun vicdanı olarak sesimizi yükseltmeye, çözüm üretmeye, yol göstermeye devam etmek zorundayız.
Unutmayalım:
Uyuşturucu ve her türlü bağımlılıkla mücadele, öncelikle bir, “güçlü bir siyasi irade” ister. İki, “kararlı bir devlet politikası” ister. Üç, “topyekûn bir toplumsal dayanışma” ister.
Yani devlet politikası haline getirmediğiniz sürece, güçlü bir siyasi iradeyle “ben bunu çözeceğim arkadaş” diye masaya yumruğunuzu vurmadığınız sürece ve toplumu da içine katan, sivil toplumu da içine katan bir mücadele başlatmadıkça bu işin çözülmesi mümkün değil.
İşte biz arkadaşlar, bu işin siyasi bir irade ile sahip çıkıldığını görmüyoruz.
Şu anki iktidar bu işi çözmek için bir siyasi irade ortaya koymuş değil. Tam tersine iktidar içinde bu işten nemalananlar, bir menfaat şebekesi olduğu için, bu iktidar eliyle bu işin çözülmesini açıkçası söylüyorum; mümkün görmüyoruz.
İşte bu yüzden diyoruz ki:
Artık susmak yok! Artık görmezden gelmek yok! Artık oylamak, oyalanmak yok!
Onun için “Hesap Vakti” diyoruz.
Değerli Arkadaşlar;
Şimdi buradan, evlatları uyuşturucuya bulaşmış, geceleri uykusuz kalan, yüreği yanık annelere, babalara, ailelere seslenmek istiyorum.
Biliyorum…
Her gün gözünüz kapının zilinde, her gece kulağınız telefonda.
Bir haber gelir mi? Acaba bir sıkıntı var mı? Yeni bir vaka var mı?
Ya da “Acaba müjdeli dönüş olur mu?” diye bekliyorsunuz.
Evladınız için ağlıyorsunuz. Dua ediyorsunuz. Allah’a sığınıyorsunuz. Sabrediyorsunuz…
Ama bilin ki yalnız değilsiniz.
Bilin ki feryadınız boşluğa gitmiyor.
Bilin ki sizinle beraber yüreği yanan milyonlar var.
Çünkü biz inanıyoruz: “Bir insanı kurtarmak, bütün insanlığı kurtarmak gibidir.”
Bu yüzden diyoruz ki:
Hiçbir evladımızı bu bataklığa terk etmeyeceğiz!
Hiçbir gencimiz bu illete yenik düşmeyecek!
Hiçbir aile, çaresiz kalmayacak!
Gençliğimizi kurtaracağız!
Kaybolan gençlerimizi yeniden hayata kazandıracağız!
Bu mücadeleyi kararlılıkla, inançla, büyük bir azimle yürüteceğiz.
Değerli Arkadaşlar,
Sözlerime son verirken,
Bu programın hazırlık sürecinde gece gündüz çalışan tüm arkadaşlarımıza,
Ortak akılla yasa tekliflerini, araştırma önergelerini, çözüm önerilerini hazırlamaktan olan ve bundan sonra bu işi Meclis’te gündemde tutacak değerli milletvekillerimize,
Sahada, ekranlarda, meydanlarda, bu sesi duyuran teşkilat mensuplarımıza,
Bağımlılıkla mücadelede; bağımlı insanlarımızı ve ailelerini yalnız bırakmayan tüm sivil toplum kuruluşlarına,
Ve tabi ki; bu programı başlatan ve bugüne getiren milletvekili arkadaşlarımız Sayın Elif Esen’e, Sayın Selçuk Özdağ’a ve Sayın Mesut Doğan’a özellikle şükranlarımı sunmak istiyorum.
Bu programın ilk fikir aşamasından bu yana destek veren, bu programa öncülük eden çok değerli Genel Başkanlarımız Sayın Ahmet Davutuğlu ve Sayın Mahmut Arıkan’a da buradan huzurlarınızda tekrar teşekkürlerimizi sunmak istiyorum.
Bu programdan, ülkemiz için hayırlı sonuçlar almamız dileğiyle, hepinize saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.