24 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Tekirdağ İl Kongresi Konuşması

24 Kasım 2020

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın
1. Olağan Tekirdağ İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Kurul Üyeleri, Tekirdağ İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı, Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Tekirdağlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Tekirdağ Teşkilatımızın Birinci Olağan İl kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Üç Kemaller diyarında, sizlerle bir arada olmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

Hani eski Tekirdağ mebusumuz, usta edebiyatçımız Yahya Kemal demiş ya, “mektepten memlekete gitmek lazım.” Biz mektebi de biliriz, memleketi de sevgili arkadaşlar.

İşte her gün memleketteyiz. Sizlerin parlayan gözlerinden güç alıyoruz. Merhaba Tekirdağ, merhaba mavi gözlü şehir!

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
***
Sevgili arkadaşlar,
Bugün 24 Kasım. Başımızın tacı, sevgili öğretmenlerimizin günü.

Başta kendi öğretmenlerim olmak üzere, tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü en içten duygularla kutluyorum.

Sıradan bir meslekten bahsetmiyoruz arkadaşlar. Tek tek bireyleri yetiştirerek toplumu geliştirme kudretine sahip çok değerli bir meslek öğretmenlik.

Her birimizin yetişmesinde tıpkı ailelerimiz gibi öğretmenlerimizin de çok önemli bir yeri var.

Bugün de öğretmenlerimiz; pandemi döneminde bu ülkenin yarınları etkilenmesin, çocuklarımız eğitimsiz kalmasın diye canla başla uğraşıyorlar.

Ancak, öğretmenlerimiz normal derslerden çok daha fazla gayret ve zaman harcamalarına rağmen, uzaktan eğitim bahanesiyle almaları gereken ücreti de tam alamıyorlar.

Tabii öğretmenlerimizin emeklerinin karşılığı asla ödenemez.

Arkadaşlar,

Biz öğretmenlerimizin, eğitimcilerimizin mesleklerinin itibarını artıracağız.

Öğretmenlerimizin de hayat boyu öğrenmesini merkeze alacağız.

Meslek içi eğitimlerle gelişime ve zamanın ruhuna uyumu sağlayacağız.

Ülkemizdeki öğretmen açığının farkındayız.

Bu pandemi döneminde özel okullarda çalışan eğitimcilerimizin de sorunlarının da farkındayız.

Bugünkü iktidarı, derhal eğitimcilerimizin sesini duymaya davet ediyoruz.

Ülkemizin bugününü de yarınlarını da belirleyecek yegane araç eğitimdir. Hep söylüyorum; ülkemizin doğal kaynakları, yer altı zenginlikleri yok. Ülkemizin tek sermayesi insanları, gençleri.

İşte bu gençlerin yetiştirilmesi çok değerli eğitimcilerimizin emekleriyle ancak mümkün.

Ve değerli arkadaşlarım, Öğretmenler Günü vesilesiyle, tüm öğretmenlerimizin, eğitimcilerimizin önünde ve sizlerin huzurunuzda saygıyla eğiliyorum.

***

Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz şu pandemi döneminde her alanda problemler yaşandı. Eğitimi de beceremediler, sağlığı da beceremediler.

Sağlık çalışanlarımız, ülkemizin COVID-19 salgınını en hafif atlatmak ve can kayıplarını önlemek için canla başla çalışıyorlar. Bu hükümetin kendilerine reva gördüğünü maalesef hepiniz biliyorsunuz.

Doktorlarımızın meslek örgütlerini karalıyorlar, tehdit ediyorlar. Canları pahasına icra ettikleri mesleklerini değersizleştiriyorlar.

Sırf beğenmedikleri sözleri söyledikleri için Türk Tabipler Birliği’ne de “hain” dediler.

Biliyorsunuz bunu da huy edindiler. Ne zaman birinin fikrini beğenmeseler ne zaman birileri onlara “yanlış yapıyorsun” dese, hemen alıyorlar ellerine hazırda beklettikleri damgayı, yapıştırıyorlar “hain” diye.

Buradan şu anki hükûmete sesleniyorum:

Koronavirüs, sağlık çalışanlarımız için mutlaka bir meslek hastalığı olarak sayılmalıdır.

Çalışma koşulları iyileştirilmeli, ek istihdamla çalışma koşulları insanileştirilmelidir.

Değerli arkadaşlar,
Dedim ya, maalesef sağlığı da yönetemediler, eğitimde de yönetemiyorlar.

Uzaktan eğitimi de beceremeyip çocuklarımızı mağdur ettiler. Hele gelir seviyesi düşük aileler ve o ailelerin çocukları bu uzaktan eğitim döneminde büyük bir mağduriyet yaşıyorlar. Kolay değil, her evde internet bağlantısı yok her aile o internet bağlantısını ödeyebilecek güçte değil. Hele üç dört çocuğu olan ailelerde hepsi de öğrenciyse geliri düşük aileler için çok büyük bir mağduriyet oluşturuyor.

Pandemi öncesinde de zaten yapboza çevrilen, eğitim sistemi yüzünden ülkemiz maalesef dünya sıralamasında çok gerilerdeydi.

Türkiye, uluslararası öğrenci değerlendirme programı sonuçlarında son sıralarda yer alıyordu.

Üniversite mezunları iş bulamıyordu.
Engelli çocuklarımızın eğitime erişimi zaten çok sınırlıydı.

Ülkemizde kayıt altında olan her 100 engelli çocuğumuzdan sadece 13’ü özel eğitim alabiliyordu.

İşte bu eğitime erişebilen özel gereksinimleri olan çocuklarımız ve aileleri de mağduriyet yaşıyor.

Ama biz çözeceğiz değerli arkadaşlar.

Eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerini iyileştireceğiz.

Rehabilitasyon merkezlerini güçlendireceğiz.

Çocuklarımızın ‘ne yapamadıklarına’ değil, ‘neler yapabileceklerine’ bakacağız.

Ekonomik imkanları sınırlı ailelerin çocuklarının, akranlarıyla fırsat eşitliği oluşturacak şekilde, haklardan faydalanmalarını sağlayacağız.

Çocuğa ve aileye sosyalleşme imkanları sağlayacak, bakım ve kreş evleri açarak ailelerinin günlük ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olacak, ihtiyaç halinde bakımın devamlılığını sağlayacağız.

Buradan bir kere daha hatırlatmak istiyorum: DEVA Partisi engelli kotası olan tek parti.

Biz engelsiz hayat, engelsiz siyaset için çalışmaktan vazgeçmeyeceğiz!

Bakın bugün bizim Tekirdağ’da Merkez ilçe başkanımız kendi konusunda çok başarılı bir kadın ilçe başkanımız ve biraz önce fotoğrafta hep beraber gördünüz, Türkiye’de bir başka örneğini ben bilmiyorum ki engelli kadın ama kendi konusunda çok başarılı bir başka siyasi partinin böyle bir ilçe başkanı olsun.

Değerli arkadaşlar,

Biz tüm toplumumuza her bir vatandaşımıza fırsat eşitliğini sunmak zorundayız. Ama fırsat eşitliği demek herkesin kendi durumuna göre, kendi iyi olduğu ya da eksik olduğu konulara göre düzenlenmiş bir fırsat eşitliğinden bahsediyoruz.

Toplumumuzun farklı kesimlerinden gelen insanlarını, farklı özelliklere sahip olan insanlarımızın herhangi bir yarışta, devlete işe girmekte, siyasette, terfide, üst düzey görevlendirmelerde mutlaka fırsat açısından baktığımızda eşit konuma getirecek bir sosyal devlet anlayışını bu ülkede hakim kılmamız gerekiyor.

***

Sevgili arkadaşlar,

Pandemi dedik. Eğitim sisteminden bahsettik.

Tüm bu saydıklarımız ekonomimizi de çok etkiliyor.

Eğitim sisteminin bir de görünmeyen, hiç hesaba katılmayan, eğitime bağlı hizmet üreten esnaf kesimi var.

Pandemi bütün esnaf kardeşlerimiz gibi, eğitime bağlı hizmet üreten esnafımızı da perişan etti.

Okulların kapanması ve uzaktan eğitime geçilmesiyle; kırtasiyeciler, kantinciler, özel yurtlar, servis taşımacılığı ve şoförlüğü yapanlar, hepsi etkilendi.

Ama tek sorun pandemi değil arkadaşlar?

Ekonomimiz son yirmi yılın en kötü günlerini yaşıyor. Bizim onlara dolu teslim ettiğimiz Merkez Bankası kasaları boşaldı, hazinenin kasaları boşaldı.

Merkez Bankası’nın rezervlerini tükettiler. Son iki yılda hazinenin borcunu ikiye katladılar.

Geçen sene, ortada pandemi falan yokken, ülkenin büyüme hızı sadece yüzde 0,9. Arkadaşlar, bu koskoca ülke nasıl olur da dünyada kriz yokken yüzde bir bile büyüyemez? Aklınız alıyor mu?

İşte bu ancak kötü yönetimle olur.

Hiç karışmasalar, gölge etmeseler inanın bu ülkenin ekonomisi daha hızlı büyür.

Canlı örneğini de iki hafta önce yaşadık. Bakın, ne oldu 2018’in haziranında partili cumhurbaşkanı görevine başladı, en yakın akrabasını da ekonominin başına getirdi. İki yıldır durum felaket. İlgili bakan ortadan kayboldu. Yok oldu, hala o gün bugündür gören var mı bilmiyorum. Koltuk boş kaldı bir süre.

Birden ekonomik göstergeler düzelmeye başladı. Demek ki gölgeleri bile bu ülkenin ekonomisini bu hale düşürmeye yetiyor. O gölge kalkınca bile nefes alıyor.

Düşünün ki bir de iktidar değişikliği olsa, dürüst ve işin ehli olan insanlar iş başına gelse, bu ülkenin büyük potansiyelini düşünebiliyor musunuz?

Ellerinde vatandaşın, esnafın sıkıntılarını çözecek kaynak da yok, kalmadı.

Esnafa, küçük işletmelere ancak bir borç yapılandırması önerebiliyorlar. Zaten borcunu ödeyen esnafa diyorlar ki; sonra öde. Sonra öde derken de arada faizi çalıştırıyorlar. Zamanında faizci diye, faiz lobisi diye bütün etrafı suçlayanlar şimdi esnafın o kredisini yeniden yapılandırırken faizi çalıştırmaya devam ediyorlar.

Açıkladıkları yapılandırma takvimine göre de son başvuru tarihi 31 Aralık. İlk ödeme günü ise 31 Ocak.

İşyerlerinin bir kısmı zaten kapalı. Bir kısmı açık, ama siftahsız günler geçiriyor. Vergi, SGK borcu olan vatandaşlarımız, esnafımız ne kazanacak da hangi geliri elde edecek de hangi borcunu nasıl ödeyecek?

Esnafımız günlük geçimini sağlayamıyor; bir de yeni bir yapılandırmanın taksitlerini mi ödeyecek? Nasıl ödeyecek? Geçtiğimiz mart’ta erteledikleri SGK primleri vardı ya, kasım’da aralık’ta onların da ödenmesi geldi. Zaten kira, stopaj, elektrik derken sayaç çalışmaya devam ediyor.

Hükûmete el insaf diyoruz! Dükkanlar kapalı, servis araçlarının 13 mart’tan bu yana kontağı kapalı, ekmek kapılarına kilit vuruldu. Hâlâ vatandaştan vergi toplamanın derdindesiniz.

Arkadaşlar, bunlar artık esnafın halini unuttu, ev hanımlarının halini unuttu, öğrencilerin halini unuttu, öğretmenlerin halini unuttu, açın halini unuttu.

Toplum tepeden tırnağa yoksullaşıyor, bunlar farkında değiller.

Sabah, Çorlu’nun cadde ve sokaklarında esnafımızı ziyaret ettik, pazara girdik. Pazarcı esnafımızın en önemli şikâyeti ne biliyor musunuz? Artık diyorlar “vatandaşlarımız alışverişe geldiğinde güçleri yetmiyor. Fiyatlar arttı gitti fakat vatandaşımızın bu fiyatlara meyve sebze alacak gücü kalmadı,” diyor pazarcı esnafımız.

Maliyetlerin hepsi artıyor. Maliyetlerin çoğu döviz kadar artıyor. Ama vatandaşımızın geliri kur kadar artmıyor. Diyorlardı ya “Biz kura bakmıyoruz” diye. Ama vatandaş bakıyor.

Sohbet ettiğimiz her esnaf hemen “bu dövizin hali ne olacak?” diyor. Hükümet bakmıyor ama. Bakmayınca sanki problemin ortadan kaybolacağını zannediyorlar. Ya da ilgili bakanı, akrabayı ortadan yok edince bu milletin iki senede üzerine yüklenen borcun, yükün unutulacağını zannediyorlar. Öyle bir şey yok.

Değerli arkadaşlar,

Pandeminin başında pek çok ülke kendi vatandaşlarına karşılıksız destek verirken, bunlar IBAN numarası verdi. “Siz bize destek olun” diye. Böyle bir şey olur mu? Bu kadar kopmuşlar bu kadar. Bu uzun süre güç kullanımının getirdiği yozlaşma, siyaset tarihinde bu var. Çok uzun süre devlet gücü kullananları o güç bozuyor. Şu anda tam da onu yaşıyor Türkiye. Ama bozulan keşke bir,iki kişi olsa, bütün millet bunun bedelini ödüyor.

Salgın nedeniyle canının derdiyle uğraşan vatandaşlarımızın adeta yakasına yapışıyorlar “vergi vergi” diye, “SGK primlerini” öde diye. Yetmiyor bir de “devlete yardım et” diyorlar.

Siz bu milletin yıllardır ödediği vergileri ne yaptınız, hele bir onu açıklayın. Yakın akraba bakanı ortadan kaybetmekle, üç beş adamı değiştirmekle bu hesabı kapatamazsınız. Bu hesabı kapatmanıza biz izin vermeyiz. Sürekli hatırlatacağız, sürekli konuşacağız. Merkez Bankası’nı nasıl borçlandırdınız, bu ülkenin kaynaklarını nasıl tükettiniz?

Bakın Merkez Bankası’nın rezervlerini biz 23 milyon dolardan aldık, tam 136 milyar dolara çıkarttık. Nasıl çıktı oraya? Bu ülkenin üretimiyle, ihracatıyla, ihracattan gelen dövizlerle o döviz rezervimiz yükseldi. O döviz rezervleri buradaki Çorlu’daki fabrikada çalışan işçilerimizin alın teriydi, bilek gücüydü, onların emeğiydi. Türkiye’nin her yerinde çalışan, uğraşan, alnının teriyle para kazanan ve üreten, ihraç eden insanlarımızın Türkiye’ye getirdiği dövizdi onlar.

Partili, taraflı Cumhurbaşkanı başladı göreve, yakın akrabasını göreve getirdi, iki yılda tam 130 milyar dolarlık Merkez Bankası’nın rezervlerinde erime oldu arkadaşlar. Şu anda eksi 44 milyar Merkez Bankası’nın rezervleri. Nasıl eksi oluyor diyeceksiniz. Merkez Bankası açıyor kasasını bak dövizim var, altınım var diyor ama elindeki dövizden, altından tam 44 milyar dolar daha fazla piyasaya borcu var Merkez Bankası’nın. Oradaki dövizler swap anlaşmalarıyla emanet alınmış dövizler. Oradaki dövizler zorla bankaların elinden alınmış ve emanet olarak konulmuş dövizler. Merkez Bankası’nın kendi dövizi değil. Tamamen örtülü, karanlık operasyonlar. Ne kadar döviz sattıklarını açıklamıyorlar.

Son basın toplantısıyla ben hükümete tavsiyelerde bulundum. Ama ne zaman tavsiyelerde bulunsak bunlar diyor ki “Bize ders vermeye kalkıyor,” ama derse ihtiyacınız var işte. Olan sadece size olmuyor ki, 84 milyon ülke bundan zarar görüyor.

Değerli arkadaşlar,

Böyle olmaz! Böyle devlet yönetilmez! Bu milletin ne halde olduğunu bilmeden devlet yönetilemez!

Değerli arkadaşlar,

Bize ders vermeyin diyorlar ama derse çok ihtiyaçları var. Bunları söylemek zorundayız. Çünkü esnafı bilmiyorlar, koptular.

Ev ödevlerini ellerine tutuşturuyoruz, daha ne bekliyorlar?

Yıllarca ekonomiyi yönetmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum; yapılacak şey çok açık: derhal ama derhal küçük işletmelerin tüm vergi, stopaj ve SGK prim ödemelerinin pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin.

Pandemi sonrasında da bu ödemeleri uzun vadeye yayın. Kredi borçlarını, en az bir yılı ödemesiz olmak üzere, uzun vadeye yayın.

Kasayı boşalttığınız için desem ki daha çok destek vermeniz lazım ama kasayı boşalttınız, bitti. Devletin sağ cebini, sol cebini, ön cebini, arka cebini bitirdiniz.

Merkez Bankası’nın yıllardır biriktirdiği yedek akçeleri, geçen sene bir günde alıp müteahhitlere dağıttınız. Bu yılın yedek akçesini daha ocak ayında biriktiği anda hemen bitirdiniz, tükettiniz.

Esnafımıza, küçük işletmelere, günlük yevmiye ile geçinen bütün çalışanlarımıza, sanatçılarımıza, kayıt dışı çalışanlara dahi doğrudan destek verilmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Şu anda tüm dünya bu krizi böyle atlatıyor.

Değerli arkadaşlar bu kredi borçları var ya böyle ocakta hemen taksit başlatıyorlar. Sayılı gün çabuk geçiyor. Ocak dediğin yarın erteliyoruz diyor ocakta tekrar ödemeyi başlatıyor. Bunlar bilmiyor.

İnanın herhangi bir bakkalın, manavın yanında çok fazla değil iki ay çıraklık yapmış bir insan bu hatayı yapmaz, bunu yapmaz.

Şöyle biraz alışveriş nedir, ödeme nedir, kira günü geldiğinde, elektrik faturası geldiğinde onun kaygısını yaşayan insanlar bu hatayı yapmazlar.

Böylesine sıkıntılı bir dönemde, esnafımızın gerçekten çok zor durumda olduğu bir dönemde bu kredi borçlarının en az 1 yıl, arada taksitlerin olmayacağı şekilde ötelenmesi lazım.

Daha sonra kalanı da çok uzun vadeye yaymak lazım. Parayı tükettiniz anlıyorum da hiç olmazsa alacağınızın peşine bu kadar sarılmayın, bu kadar esnafı sık boğaz etmeyin. Gerçekten sorun çok büyük.

Esnafımıza, küçük işletmelere de kapalı kaldıkları dönem boyunca, en azından talimatla kapattırıyorsunuz ya “restoranlar, kahvehaneler kapalı.” Adamın açma imkanı yok, hiç olmazsa o süre kira yardımı yapın, en azından kirasını karşılayın.

Ancak böyle bir yeniden yapılandırma esnafımızı rahatlatır. Uzun vadeli ve kesinlikle sıfır faizli yapılandırma. Başka türlü öde öde bitmiyor, erteleniyor ama büyüyerek erteleniyor.

Değerli arkadaşlar,

Bugün karşılıksız bu kadar hibeyi, desteği verebilen ülkeler varsa, bunun en önemli sebebi mali kurallarının olmasıdır.

Bazı dostlarım hatırlar, biz 2008-2009 krizinden sonra Türkiye’ye mali kuralı getirmeye çalıştık. Meclisten, plan bütçe komisyonundan da oy birliğiyle geçti, bütün muhalefet milletvekilleri, hepsi bizi destekledi “Bu çok iyi bir şey” diye. Tam genel kurula geldi, o günün Başbakanından, birkaç bakanın da yönlendirmesiyle meclise telefon ve dururdular. Egellediler. O gün bugündür de dikiş tutmuyor ülke.

Değerli arkadaşlar,

Bakın eğer bugün Türkiye’nin bir mali kuralı olsaydı şu anda çok rahat bir şekilde Merkez Bankası TL üretirdi. Mali kural çerçevesinde de Merkez Bankası’nın ürettiği likidenin tüm sistemi rahatlatıcı etkisi olurdu. Çünkü mali kural o likidenin nasıl ve ne zaman normale döneceğini de tanımlayan bir kuraldı aynı zamanda.

Bunların hiçbirini yapmadılar ve şu anda bunun ağır bedelini bu ülkenin insanları ödüyor.

Tüm bu salgının maliyetini tek başına vatandaşın üzerine yıkamazsınız. Devlet olmanın da bir sorumluluğu var.

Şu an eğer ekonomimiz kötü durumdaysa, sadece ama sadece sizin kötü yönetiminiz yüzünden bu halde.

Vatandaşlarımızın bir kusuru yok! Vatandaşımız “Suçum bunlara oy vermek miydi?” Diyor. Haklılar.

Anne-babalar gece başlarını yastığa koyduklarında, ertesi gün çocuklarımızın karnını doyurabilecek miyiz diye kaygı duyuyorlar; çocuklarımızın eğitimi ne olacak diye kaygı duyuyorlar!

Değerli arkadaşlarım,
Bu kaygı dolu günlerin sonu yaklaşıyor.
Çünkü bu iş bilmez yönetimin sonu yaklaşıyor. Bu hükümet miadını doldurdu. Artık Türkiye’nin bir DEVA’sı var. DEVA Partisi hazır.
Emaneti teslim almaya yürüyoruz inşallah.
***
Değerli arkadaşlar,

Biliyorsunuz Merkez Bankası geçen hafta politika faizini %10,25’ten %15’e yükseltti. Yani Merkez Bankası’nın politika faizi son iki ayda %6,75 artmış oldu. Şu anda Türkiye, dünyada en yüksek politika faizi uygulayan ülkelerden birisi oldu.

Merkez Bankası açıklamasında diyor ki; “Önümüzdeki dönemde parasal duruşun sıkılığı, enflasyonu etkileyen tüm unsurlar dikkate alınarak, enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar kararlılıkla sürdürülecektir”.

Teknik ifadeleri ben size tercüme edeyim:

Parasal sıkılaştırma demek, faizi artırmak demek. Merkez Bankası diyor ki; “faizi epeyce yükselttim, enflasyon düşene kadar da yüksek tutacağım”. Yani yüksek faiz enflasyonu düşürecek diyor.

İyi de daha birkaç gün öncesine kadar Cumhurbaşkanı her konuşmasında nakarat gibi tekrar ediyordu, “faiz sebep, enflasyon neticedir” diyordu!

Sayın Erdoğan; siz “vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur” diyordu bir zamanlar.

Siz “enflasyonun anası da babası da faizdir. Bunu bilmeyenler bilsin” diyordu.

Siz 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinden önce “siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle nasıl uğraşılır göreceksiniz” diyordunuz.

Eğer bugün yıllardır savunduğunuz bu tezin çöktüğünü kabul ediyor, yani %15 faiz artırımını onaylıyorsanız, bu ülkenin insanlarına niçin bugüne dek bu yanlışta ısrar ettiğinizi açıklamak zorundasınız.

Niçin paramızı pul ettiniz?

Bu milletin alın teriyle yıllardır biriktirdiği 130 milyar dolarlık döviz rezervini iki yılda niçin ve ne uğruna heba ettiniz?

Niçin döviz rezervimizi eksi 44 milyar dolara düşürdünüz?

2018 yılında partili cumhurbaşkanı olarak göreve başlayıp, en yakın akrabanızı ekonomi yönetiminin başına getirdiğiniz günden beri hazinenin borcu iki yılda ikiye katladı. 970 milyar liradan, 1 trilyon 935 milyar liraya yükseldi.

Niçin ülkemizde her üç kişiden birisi işsiz ya da atıl?

Senelerdir haksızca iftira attığınız, suçladığınız, hakkına girdiğiniz hatta miting meydanlarında yuhalattığınız arkadaşlarımızın hepsinin hakkını teslim etmeniz gerekmiyor mu?

Eğer hak, hukuk, kul hakkı kavramları sizin için hala önemliyse, itham ettiğiniz, yuhalattığınız, rencide ettiğiniz tüm bu insanlardan en azından bir helallik dilemelisiniz.

Fakirleşmesine sebep olduğunuz milletimize de bir açıklama yapmak zorundasınız.

Bizi, doğmamış çocuklarımıza kadar neden fakirleştirdiniz, neden gençlerimizin umutlarını kararttığınızı açıklamak zorundasınız.

Adeta kibrit çakılıp yakılan 130 milyar dolarlık döviz rezervini, hazinenin 1 trilyon 935 milyar liraya çıkan borcunu, yaşanan tüm kayıpları, mağduriyetleri açıklamak zorundasınız.

Siz bu halkı hatırlamıyor, bilmiyor, görmüyor mu sanıyorsunuz? Ama yanılıyorsunuz!

Oysa hatırlamayan birisi varsa, o da sizsiniz. Siz bu halkı unuttunuz. Sorun orada.

Bir zamanlar hizmetkârı olacağını söylediğiniz halkımıza efendi olmaya kalkışıyorsunuz. Bugün sokaktaki hayatla, insanların şikayetiyle, ekonominin gerçekliğiyle, aranızda bağ kalmadı.

Ama halkımız hatırlıyor sayın Erdoğan. Çünkü hatalarınızın bedelini halkımız ödüyor. Onlar bunu yaşıyor fiilen.

Sokaktaki vatandaşımız, sürekli makyajlayarak açıklanan enflasyon rakamlarının gerçek olmadığını biliyor.

Sizin meydanlarda “vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle, ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur” diye konuştuğunuzu da hatırlıyor.

Arkadaşlarımıza olmadık iftiralarla faizci iması yapıldığını da hatırlıyor. Ama bir şeyi daha hatırlıyor halkımız.

Ben ve arkadaşlarımın işin başında olduğumuz dönemdeki rahatlığı, yüksek satın alma gücünü, kurabildiği hayalleri hatırlıyor.

Bizim dönemimizdeki politika faizinin neredeyse iki katını uyguladığınızı herkes görüyor.

Gerçeklerin üstünü örtebileceğinizi, halkın gözünü boyayabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Yapamazsınız. Türkiye TÜİK’in makyajlama odasından yönetilemez.

Yıllarca ekonomiyi yönetmiş bir kardeşiniz olarak ben de bir şey hatırlatmak istiyorum.

Çok değil, iki hafta öncesini hatırlatmak istiyorum.

Bakan olarak görevlendirdiğiniz akrabanızın ortadan kaybolmasıyla, milletimizin ödediği bu ağır bedelin sorumluluğu buharlaşmaz, ortadan kaybolmaz.

Bakın, ben ve arkadaşlarım görevden ayrıldığımız yıl, bu ülkenin toplam faiz ödemesi 53 milyar lira. Bu yılın bütçesinde, 2021 için öngörülen faiz ödeneği 179 milyar lira. Aradaki fark 124 milyar. Şu andaki Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi 125 milyar zaten. Eğer faiz ödemeleri artmasaydı, aradaki farkı Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi kadar bir bütçe daha oluşturabiliyordunuz. 1 milyon öğretmenimizin gelirini ikiye katlayabilirdiniz. Ama siz şimdi onu faiz diye sağa sola dağıtıyorsunuz. Niye dağıtıyorsunuz? Kötü yönetiminizin sonucu olarak dağıtmak zorunda kalıyorsunuz.

Dene yanıl, dene yanıl, U dönüşü yap. Bir bakıyorsunuz Şangay 5’lisi, bir bakıyorsunuz Avrupa Birliği. Takip edenlerin başı dönüyor. Bu kadar hızlı U dönüşleri, 180 derece dönüşler...

Dış politikada deneme yanılmalar, güvenlik politikasında deneme yanılmalar, ekonomide deneme yanılmalar.

Bu ülkeyi bir deneme tahtasına çevirdiniz. Ülkeyi koca bir laboratuvar, bu ülkenin vatandaşlarını da kobay haline getirdiniz.

Kusura bakmayın, Türkiye sizin laboratuvarınız değil! Vatandaşlarımız da kobay değildir.

Deneyleriniz insanları yoksullaştırdı. Bu ülkenin çocuklarının geleceğine mâl oluyor!

Deneyleriniz yüzünden işsizlik artıyor!

Sizin deneyip yanılmalarınız hem ekonomimizi hem de halkımızı bunalıma sokuyor.

Yahu, sizin şu deneyleriniz, yüzünden doğmamış çocuklarımız bile borca giriyor!

Ama biz vatandaşımızın ne halde olduğunu görüyoruz, onların sesini duyuyor, sorunlarını biliyoruz!

Ekonomiyi batırdıklarını anlamaya başlayınca, Avrupa Birliği'nden söz etmeye başladılar.

Pabuç pahalı tabii.
Görüyorsunuz, dün ne diyorlardı, şimdi ne diyorlar.

Sayın Erdoğan’a tekrar sesleniyorum: şu virajı biraz yavaş alın. Peşinize takılan yandaş gazeteciler, troller falan var. Pelikan melikan çeşitli kuş sürüleri var. Siz virajı hızlı alınca onlar sağa sola savruluyorlar. Kaza yapıyorlar, kafa göz yarıyorlar.

Arkadaşlar biz bu düzene son vereceğiz. Çünkü Türkiye birden büyüktür. 84 milyon, birden büyüktür.

***

Sevgili arkadaşlar,
Tekirdağ'ın sorunlarını görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz.

Tarihi, denizi, doğası, tarım alanları, turizmi, sanayisi ile belki de Türkiye’nin en sorunsuz ili olması gereken Tekirdağ’ın sorunları bile almış başını gitmiş. Neden? Çünkü kötü yönetim...

Tekirdağ hem verimli toprakları ile ülke ve bölge sanayisine hammadde sağlayan bir tarım şehri; hem de 14 organize sanayi bölgesi ve bir Avrupa Serbest bölgesi bulunan çok önemli bir sanayi şehri.

Bu güzel şehir doğal kaynakları ve stratejik konumu ile çok önemli bir avantaja sahip. Nitekim bu avantaj hem yerli hem de yabancı yatırımların Tekirdağ’a gelme nedeni.

Tekirdağ’da 1500’den fazla sanayi kuruluşu var. Ar-Ge merkezleri var. Elektrik santralleri var. Tekirdağ Türkiye’nin en çok vergi ödeyen şehirleri arasında ilk 10’da yer alıyor.

Peki, bunca üretim yapan Tekirdağ’da bu üretim refah yaratmış mı sevgili arkadaşlarım. Maalesef bu soruya cevabınızın hayır olduğunu biliyorum.

Çünkü vergi ödemelerinde ilk 10’a giren bu güzel şehir, kamu yatırımları sıralamasında son yıllarda sürekli gerilemekte.

Sağlık yatırımları, eğitim yatırımları yetersiz. Fakat bir yatırım var, cezaevi yatırımı, 400 milyon. Bakın sanayi şehri burası, buranın görmek istediği ne daha çok üretim, daha çok ihracat ama kaynaklar nereye cezaevine.

Biz hep söylüyoruz adalet, yargı sistemi tutuksuz yargılanmayı esas, tutukluluğu istisna olarak uygulamak zorunda. Aksi halde siz daha çok cezaevi inşa edersiniz bu ülkede.

Bunlar çok temel hukuki ilkeler arkadaşlar. Bakın son iki haftadır hükümetin açıklamalarında bir olumlu rüzgar esti değil mi? Herkes dedi ki “bunların galiba akılları başlarına geliyor. Herhalde hatalarından anladılar.”

Ekonomiyi dibe vurdurunca, kur tavana sıçrayınca herhalde artık biraz daha düzgün işler yapılacak. En azından açıklamalara bakıyoruz, bizim sekiz aydır söylediklerimizi de kopyala-yapıştır yapıyorlar, bire bir Cumhurbaşkanı’nın konuşma metnine koyuyorlar.

Ama biz ne dedik, önce ihracata bakmak lazım dedik. Nitekim tutuklu yargılanmayla ilgili konularda şu anda yüksek istişare üyesi olan bir kişinin kendi şahsi görüşleriyle ilgili bir açıklaması oldu.

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi, ne demek? Kafa kafaya verip istişare edeceği tecrübeli bir heyet.

Şahsi görüşleri, elinde uygulama gücü de yok ama bakın o açıklamaya bile dayanamadılar. Bir iki kişinin tutuksuz da yargılanabileceğinden söz etti, o kadar.

Halbuki bütün bu olanlardan, fakirleşmeden, krizden ders alması gereken bir hükümetin şu anda tam tersine “Galiba biz yanlış yaptık, yargıyı biraz rahat bırakalım, yargıya artık talimat vermeyelim, bu siyasi davalardan elimizi ayağımız çekelim,” demesi lazım. Eğer gerçekten reform diyorsanız,

Eğer gerçekten reformdan bahsediyorsanız önce hakimlere, savcılara talimat vermekten vazgeçeceğiz diye açıklayın ve hemen hakimlerin, savcıların telefon numaralarını da rehberinizden silin, eski huylar depreşir, yine telefonlar açılabilir, silin ki bir daha o huylar depreştiğinde aramayın, arayamayın.

Tekirdağ gibi bir ile yeni cezaevi, çok üzücü.

Tekirdağ Türkiye’nin en hızlı büyüyen şehirlerinden birisi arkadaşlar. Altyapı yatırımlarının bu hızlı büyümeye göre planlanması lazım. Kentleşmenin bu hızlı büyümeye göre planlanması lazım.

Biz tüm bunlara uygun planlamalarla Tekirdağ'ın gelişiminin önünü açacağız.

Değerli arkadaşlar,

Sanayi ürünlerinin fiyatları seneler içinde tarım ürünlerinin fiyatlarından fazla yükseldi.

Tekirdağ’ın tarımı olumsuz etkilendi. Köylümüz asgari ücretle fabrikalarda çalışıyor. Tarlalarını ise inşaat rantçıları topluyor.

Köylümüz fakirleştikçe şehre göç artıyor. Köy okulları kapanıyor.

Yeni konut imarlarının verimli topraklar üzerine verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

Verimli toprakların korunması gerektiğine, Ergene’nin temizlenip tarımın tüm Trakya’ya yayılması gerektiğine inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Tekirdağ Türkiye’nin pek çok yeri gibi deprem riski taşıyor. Depreme ilişkin önlemlerin alınması, kentsel dönüşüm yapılması lazım.

Sanayileşmenin bugüne dek plansız bir biçimde sürdürülmesinin yarattığı çevre sorunları var. Bu sorunların tespit edilmesi, ele alınması, çözülmesi lazım.

Çorlu ve Çerkezköy’deki sanayi tesislerinin çevre kirliliği açısından iyileştirilmesi, üretimin çevre hassasiyetiyle devam etmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım,

Tekirdağ, Şarköy’de bulunan mavi bayraklı plajı, Kumbağ Plajı, Kastro Koyu, Istranca Dağları, Karaçam Ormanları, tabiat parkları, camileri, kiliseleri, müzeleri ile,

Marmara Denizi’nde kilometrelerce devam eden kumsalları ve yamaç paraşütü tutkunlarının uğrak yeri Uçmakdere Köyü’yle, çok büyük bir turizm potansiyeli barındırıyor.

Ancak bu potansiyel de yine aynı plansızlık nedeniyle tam olarak kullanılamıyor ve ayrıca, çevre sorunları nedeniyle de sürekli tehdit altında.

Bu plansızlıklar yüzünden, bu altyapı eksiklikleri yüzünden Tekirdağ halkı sanayileşmeyi, neredeyse bir ceza olarak yaşamayı hak etmiyor.

Tekirdağ halkı, bu üretkenliğin, bu çalışkanlığın karşılığında, katma değeri daha yüksek ve dış ticarette daha fazla talep edilen ürünleri üretmek için desteklenmeyi hak ediyor.

Üretimin çevreye duyarlı olarak yapılmasını, demiryolu ve liman kapasitesinin arttırılmasını, şehrin imar edilmiş olmasını hak ediyor.

Tekirdağ halkı okulları, hastaneleri, sinemaları, tiyatroları, kültürel olanakları ile refah içerisinde bir şehri hak ediyor.

Tekirdağ’ın hak ettiği refaha kavuşabilmesi için aslında her şeyi var.

Tek eksik, yeni bir yönetim zihniyeti. Rantı değil, hayatı önceleyen, ayrışmayan, ayrıştırmayan bir yönetim zihniyeti.

O yönetim tarafından liyakata uygun atanmış, işini en iyi biçimde yapabilen bürokratlar ve kurumlar, bölgenin sanayicisiyle, çiftçisiyle, turizm yatırımcısı ve esnafı ile iş birliği içerisinde bütün bunları kolaylıkla hayata geçirebilir.

Tekirdağ’ın da tüm Türkiye gibi demokrasiye ihtiyacı var. Atılıma ihtiyacı var. Tekirdağ’ın DEVA’ya ihtiyacı var sevgili arkadaşlar.

DEVA hazır! Soruyorum şimdi, Tekirdağ hazır mı?

***

Saygıdeğer arkadaşlar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı. Çözüm haritamız belli.
Çözümün sözcüsü bizler olacağız. Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var, Tekirdağ’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.