Ali Babacan Polatlı Basın Toplantısı Konuşma Metni
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Çok değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,
Teşkilatımızın çok değerli mensupları,
Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin kıymetli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,
Sevgili basın mensupları,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
Bugünkü Polatlı’da düzenlemiş olduğumuz aday tanıtım programımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, Polatlı’dan selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
*****
Evet, memleketimdeyim, Ankara’dayım, Polatlı’dayım.
Değerli hemşerilerim;
Geçtiğimiz iki hafta içinde Konya’dan Bursa’ya, Adana’dan Diyarbakır’a, Kilis’ten Niğde’ye, Balıkesir’den Gaziantep’e, Mersin’den İzmir’e vatandaşlarımızla birlikteydik.
Bugün bu programdan sonra kısmet olursa Eskişehir, oradan Bozüyük Bilecek, oradan Yalova, Kocaeli, Sakarya derken önümüzdeki günlerde de yoğun bir şekilde vatandaşlarımızla buluşmaya devam edeceğiz.
Biz başkaları gibi “sahaya indik” demiyoruz, çünkü zaten sahadayız. Biz hep vatandaşımızla beraberiz, vatandaşlarımızın arasındayız.
Çünkü biz gücümüzü insanımızdan alıyoruz, gücümüzü sizlerden alıyoruz.
En son 21 Aralık 2021 tarihinde yine burada, Polatlı’da bir program yapmıştım.
Ne zamandı? Yaklaşık 2 seneyi geçti, 2 sene 1 ay olmuş,
O gün Polatlı Ticaret Odası ile programımız vardı, hatırlarsınız.
Ve o programımızdan tam bir gün önce akşam, Sayın Erdoğan şapkadan tavşan çıkarır gibi bir uygulamayı çıkarıp bu ülkenin başına musallat etmişti.
Evet “Kur Korumalı Mevduat” sisteminden bahsediyorum.
Hatırlarsınız…
Millet de şaşırdı, “Allah Allah acaba iyi bir şey mi bu?” dedi.
Oysa gide gele açıkladığı şey, 1970 model bir devleti batırma projesiydi.
Rahmetli Özal’ın “kendini uyanık sananların dalavere yöntemi” dediği bir projeydi;
Bakın o günden kalan bir gazete manşetini size gösteriyorum. Özal, kendinden önceki dönemde o günkü adıyla “DÇM” denen sistemi, yani bugünkü adıyla Kur Korumalı Mevduat Sistemi’ni sona erdirdiğinde bir basın toplantısı yaptı ve basın toplantısında kendi kullandığı ifadeler bu gazete kupüründeki ifadeler. Ne dedi o zaman gelecek nesillere?
“Gelecek nesillere vasiyetim olsun” dedi. “Gençler ders alın, bir daha böyle yanlış işler yapmayın bu ülkede” dedi.
Ülkenin Cumhurbaşkanı, Özal sayesinde kurtulduğumuz bataklığı getirip ülkenin başına yeniden musallat etti.
Kendi ifadesi arkadaşlar, Kur Korumalı Mevduat için Özal ne dedi biliyor musunuz? “Kendine uyanık sananların dalaveresi.” İfadeye bakın ya…
Ve ne dedi? “Eğer bu ülkede yıllarca enflasyon yüksek seyrettiyse bunun sebebi bu DÇM'dir” dedi. “Yani bugünkü adıyla Kur Korumalı Mevduat’tır” dedi.
İnanır gibi değil ya.
Ben de hemen ertesi sabah, burada Polatlı’dan, “Bu uygulama, ülkenin yarınlarını ipotek altına alma uygulamasıdır” dedim. Hala ipotek altında şu anda yarınları ülkenin.
“Kendi parasını değersiz gören, elin parası ile güven vermeye çalışan bir yönetim ayakta kalamaz” dedim.
“Bunlar eskinin istikrarsız Türkiye’sinin, yoksul Türkiye’sinin projeleridir” dedim.
Hatırlayalım, o günlerde dolar ne olmuştu? 11 buçuk lira.
Büyük proje dediler değil mi? Büyük proje. “Çözüm bulduk.”
Dolar 11 buçuk lira.
Şu anda: 30 lira 30 kuruş.
Bu devleti batırma projesi değildir de ne bu?
Euro. Bu projeyi açıkladılar ya, “bulduk bulduk” tavşan çıkarttılar şapkadan.
Euro, o günlerde kaç lira oldu?
13 lira.
Bugün: 33 lira.
Ne oldu?
Döviz iki yılda tam üçe katlamış.
Bu devleti batırma projesi değildir de ne Allah aşkına?
Polatlı benim söylediklerime şahit, bu topraklar benim o gün uyarılarına şahit.
Tam 125 milyar dolarlık KKM oluştu, Türkiye. 125 milyar dolar.
Seçim oldu, yeni ekonomi yönetimi geldi, “rasyonaliteye dönmek gerekiyor” dedi. Bu ne demek?
“Yani bunlar akılsız işler yapmışlar, biz yeni ekonomi yönetimi olarak bunları düzeltmeye çalışacağız” demek değil mi? Türkçesi bu.
Ancak tam 8 aydır yeni ekonomi yönetimi uğraşıyor uğraşıyor, bu Kur Korumalı’nın üçte birini ancak çözebildi. Üçte ikisi hala duruyor. Ve hala devlet buna kur farkı ödüyor.
O işte bahsettiğim kurdan, yani 11 liradan 30 liralık artış, dolarda, Euro’da 13 liradan 33 liraya artış var ya, bütün o aradaki kur farkını devlet çatır çatır ödüyor şu anda ya.
Kur Korumalı’nın, kur farkının milyarlarca liralık paranın kimin cebinden çıktığını biliyorsunuz değil mi?
Hepimizin cebinden çıkıyor, hepimizin.
Sizin cebinizden çıkıyor, vatandaşın cebinden çıkıyor.
İşte o yüzden ben Kur Korumalı Mevduat denen illete “devleti batırma projesi” diyordum.
Vatandaşın cebine göz diken, devletin kasasını boşaltan iktidarın; “ülkeyi batırma projesi” diyordum.
Çünkü dolar, Euro her yükseldiğinde, aradaki farkı Hazine ödedi, Merkez Bankası ödedi.
Hazine topladı, vergiden ödedi.
Merkez Bankası nasıl ödüyor? Karşılıksız para basarak ödüyor.
TÜİK’in açıkladığı enflasyon bile %65’e dayandıysa; halkın enflasyonu %100’ü geçtiyse, bunun en önemli sebeplerinden birisi de bu Kur Korumalı Mevduat’ tır.
Yani enflasyonla 85 milyonun cebinden alıp bankada parası olan bir avuç insana vermektir.
Bugün dünden daha fakirsek;
Bugün 21 Aralık 2021’den, yani Kur Korumalı’nın açıkladığı günden daha yoksullaştıysak millet olarak, işte bunun en önemli sebeplerinden birisi Kur Korumalı Mevduat uygulamasıdır.
Motorlu taşıtlar vergisini bir kere daha arabası olan herkes ödemek zorunda kaldıysa;
Akaryakıt ÖTV’sini üçe katlandıysa;
KDV %8’den %10’a, %8’den %20’ye, %18’den %20’ye arttıysa, bütün o toplananlar, bu Kur Korumalı Mevduat’a gidiyor arkadaşlar.
85 milyondan fedakârlık bekleyen hükûmet, elinde zaten parası olana, yüz milyarlarca lira kur farkı ödemeye devam ediyor.
Bakın, 2023 ortasına kadar bu Kur Korumalı Mevduata ödenen 312 milyar TL.
Merkez Bankası açıklamıyordu, ne zamanki Plan Bütçe Komisyonu’nda yeni başkanı sıkıştırdı milletvekilleri, ağzından baklayı çıkarıverdi. “Evet 312 milyar ödedik.” dedi.
Yeni ekonomi yönetimiyle beraber artık Hazine bunu ödemiyor. Para yok çünkü. Kim ödüyor bunu? Seçimden bu yana Merkez Bankası ödüyor.
Peki, Merkez Bankası ne kadar ödedi? Açıklamıyorlar.
Ancak biz Merkez Bankası bilançosunu okumayı bildiğimiz için geçen senenin bilançosuna baktık, çarptık, böldük, yaklaşık olarak hesap ettik. Tam 800 milyar daha sadece seçimlerden bu yana Merkez Bankası kur farkı ödemiş arkadaşlar.
Yani, 312 milyarın üzerine sadece 7 ayda bir 800 milyar daha ödenmiş.
Ve bunu Merkez Bankası karşılıksız para basarak ödemiş. Nereden bulacak Merkez Bankası parayı? Çünkü unutmayın, vergi hazine topluyor, hazine harcıyor. Merkez Bankası parayı nereden buluyor? Basıyor. Bunun için enflasyon yükseliyor.
Bir mukayese edelim. Polatlı'dayız. Tarımın, çiftçiliğin merkezindeyiz.
Bu yılın bütçesinde bütün tarım desteklerinin toplamı çiftçimize, hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın tamamına verilen destek bu yılın bütçesinde 91 milyar lira. Kur korumalıya seçimden bu yana ödenen 800 milyar lira.
Yetmedi. Bu yılın bütçesinde faize ne kadar para ayırdılar?
1 trilyon 254 milyar TL.
Tarıma 91 milyar,
Niye çiftçimizin hali perişan? Niye Türkiye'de küçükbaş, büyükbaş hayvan popülasyonu hızla azalıyor? Herhalde bundan daha iyi bir açıklaması yok. Rakamlarla ortaya koyuyoruz işte.
Kur korumalıya 800 milyar,
Faize 1 trilyon 254 milyar.
Çiftçiye 91 milyar.
Bu çiftçiyi batırma projesi değil de ne?
Bu ülkeyi batırma projesi de ne Allah aşkına ya?
Hani diyorlar ya 6 Şubat depremleri asrın felaketi diye.
Ben size aslın ekonomik felaketini söyleyeyim. Asrın ekonomik felaketi de bu Kur Korumalı Mevduat’ tır arkadaşlar.
Bunu o kadar söyledik.
Feryat ettik, “Yapmayın” dedik. Dinlemediler.
İnadına inadına yaptılar. Ve sonuçta herkes bunun bedelini ödedi, ödüyor.
Bugün eğer 200 liraya bir kilo peynir alamıyorsa vatandaşımız işte bunun sebebi bu yanlış politikalardır.
*****
Değerli arkadaşlar,
Biz diyoruz ki devletin kurumları şeffaf olmalı;
İnsanlar, oylarıyla iktidara emanet ettiği bu devleti yönetme gücüyle iktidarın neler yaptığını açık ve şeffaf bir şekilde izlemek zorundadır.
Kimsenin babasının parası değil bu ya. Bu para milletin parası.
Israrla söylüyoruz bakın, seçimden bu yana yeni ekonomi yönetimi işbaşına geldiğinden bu yana söylüyoruz. “Rakamları şeffaflaştırın” diyoruz. Açıklayın diyoruz.
Kur Korumalıya ne kadar ödüyorsunuz? Biz Merkez Bankası'nın bilançosundan böyle iğneyle kuyu kazar gibi rakamları çarpıp, bölüp hesaplamayalım mı? Siz açıklayın diyoruz.
“Açıklayın” diyoruz; Suudi Arabistan’dan, Katar’dan, BAE’den, Rusya’dan ne kadar borç para aldınız, neyin karşılığında aldınız? “Açıklayın” diyoruz.
Ses yok, tık yok. Hiç duydunuz mu?
Ülkenin Cumhurbaşkanı kapı kapı dolaşıyor. Elin adamından borç para istiyor ve borç para da bir miktar veriyorlar ama rakamları açıklanmıyor.
Bu devlet, bu ülke hangi ülkenin emirine, veliaht prensine ne kadar borçlandı? Ne kadar boynu büküldü?
Demiyor muydu kendisi? “Borç alan emir alır” diye. Kendi ifadesi bu.
Hangi ülkeden hangi borcu aldın ve bunun karşısında hangi emiri almak zorunda kaldın ya da ileride kalabilirsin? Açıklayın diyoruz.
Merkez Bankası'nın arka kapısından ne kadar döviz sattın? Bunu açıklayın diyoruz.
O birinci damat döneminde başladı biliyorsunuz Merkez Bankası'nın arka kapısından döviz satışı.
İlk ben açıkladım Türkiye'ye. “Ya Merkez Bankası'nın dövizi bir yere gitmiş arkadaşlar, yok” dedim.
İlk defa bir televizyon canlı yayında ben açıkladım Türkiye'ye bunu. “Tam 130 milyar dolar kayıp” dedim. Nerede? En sonunda itiraf etmek zorunda kaldılar. “Evet, biz bunu sattık” dediler.
Önce Sayın Erdoğan inkâr etti. “Yok dedi öyle bir şey” dedi. Sonra “ya devletin dövizi mi sorulur?” dedi. Bunların hepsi kayıtta. Videoların hepsi var yani.
Sonra “evet sattıysak biz sattık, ne olacak” dedi. Ya o 130 milyar doları gizli sattıkları yetmedi. 130 milyarın üzerine bir 254 milyar dolar daha sattılar biliyor musunuz bugüne kadar?
Etti mi size 384 milyar dolar? Niye gizliyorsunuz?
Bu arkadaşınız ekonominin başındayken tam 13 yıl boyunca Merkez Bankası sadece 8,5 milyar dolar satmış. Hepsi şeffaf, hepsi açık, hepsi ilan edilmiş.
Bunlar 384 milyar dolar satmış, hepsi gizli saklı. Doğru hesaptan kaçar mı ya? Doğruysan açıkla arkadaş. Niye gizliyorsun?
Seçim bitti, ekonomi yönetimi değişti, açıklanan hiçbir şey yok.
Bakıyorsunuz haberlerde, gazetelerde, Merkez Bankası'yla ilgili tür türlü haberler var. Ama bizim istediğimiz asıl bilgi yok.
Ben yeni ekonomi yönetimine buradan seslenmek istiyorum:
Arkadaşlar, kendinizden öncekilerin ayıbını örteceğim derken, Cumhurbaşkanının saçma sapan uygulamalarını meşru göstermeye çalışırken, kendinizi bitiriyorsunuz.
İtibarınızı yok ediyorsunuz.
Böyle giderse, bu ülkenin ekonomisine faydanız olmayacak. Hayırla anılmayacaksınız.
Gerçekten “bu ülkeye faydamız olsun” istiyorsanız önce şeffaflaşın. Açıklayın, Merkez Bankası'nın ne yaptığını da açıklayın. Gerçek enflasyonu da açıklayın.
Yine birinci damat döneminden bu yana TÜİK enflasyonu gizliyor, saklıyor. Gerçek enflasyonu açıklamıyor.
Çünkü TÜİK'in terazinin ayarını bozdular arkadaşlar.
Artık terazi bozuk.
Halkın enflasyonu %100’ün üzerinde TÜİK hala 65 diye açıklıyor.
Emekli maaşlarını o 65 enflasyona göre arttırıyorlar. O da bir grup emekliye.
7.500 lira maaş alan emeklinin maaşı 10 bin lira oldu değil mi?
Ocak 2023’te 7.500 lira, Ocak 2024’te 10 bin lira. Artış ne kadar? %33.
TÜİK'in ayarı bozuk terazisiyle ölçtüğü enflasyon ne kadar? %65, Gerçek enflasyon %100.
Bu mu ya? Halktan yana iktidar olmak bu mu? Halkın iktidarı olmak bu mu?
Hep beraber izliyoruz arkadaşlar:
Koskoca Merkez Bankası, döndü dolaştı, magazin haberlerinin gündemi oldu.
Herkesin cebindeki paranın değerini korumayla görevli olan Merkez Bankası Başkanı, apartman görevlisinden ne konuştuğuyla magazin oluyor, haber oluyor. Yok aile yakınlarıyla ilgili haber oluyor.
Siz başarılarınızla haber olacaksınız ya.
Düşürdüğünüz enflasyonla haber olacaksınız.
Değerli arkadaşlar, bu haberleri öğreniyoruz ama asıl ülkenin gerçek rakamlarını duymuyoruz hükûmetten.
Biz arkadan dolaylı öğrenip vatandaşı açıklamak zorunda kalıyoruz.
Hep söylüyorum “Doğru hesaptan kaçmaz”.
Yaptığınıza güveniyorsanız, yaptığınız doğruysa, çıkın açıklarsınız.
Daha dün katil ilan ettiğiniz Veliaht Prensi’nden gidip sarılıp para istiyorsanız, 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün finansörü olmakla suçladığınız ülkenin emirine gidip sarılıp para istiyorsanız, bunlar da size para veriyorsa kimden ne kadar aldığınızı açıklayın. Niye gizliyorsunuz? Niye?
Bir şöyle sorun.
Rusya'ya doğal gaz borcunu ödeyemiyorsanız Rusya'ya da borçlanıp boynunuz bükülüyorsa çıkın bunu da açıklayın. Tık yok bakın. Ben kaç aydır bunu gündeme getiriyorum.
Bizim dönemimizde olduğu gibi her ay muntazam bir gün, bir dakika şaşmadan borcunu gününde ödüyor musun doğal gaz borcunu. Yoksa borç taktığın borcu biriktiriyor musun? Bunu açıkla diyorum. Tık yok dikkat edin, tık yok. Gizliyorlar, saklıyorlar.
Derhal yapılması gereken şu:
Merkez Bankası başkanı çıkıp bu soruların hepsine cevap vermeli.
Yoksa yeni ekonomi dediğim gibi kendi itibarını eritiyor, bitiriyor.
Hakkında çıkan envai çeşit dedikoduya da hemen açıklık getirmelidirler. Merkez Bankası bu ülkenin en önemli kurumlarından birisidir. Hepimizin cebindeki paranın değerini korumayla sorumlu bir kuruluştur. Böyle basit bir şey değil ya. Çocuk oyuncağı da değil yani.
İnsanların yediğinden içtiğinden fedakârlık yapmasını bekliyorsanız;
Kahvesinden, çayından fedakârlık bekliyorsanız;
Şeffaf olmak zorundasınız.
Bilgilendirmek zorundasınız ki insanlar niçin fedakârlık yaptıklarını bilsinler.
Ne diyor yeni ekonomi üretimi? “Vatandaşlarımızdan fedakârlık bekliyoruz.”
Niye bu fedakarlığı yapsın? Bu fedakarlığın sonunda ne olacak? Bu ülke nasıl düzlüğe kavuşacak? Hangi ekonomik programla siz bu enflasyonu düşüreceksiniz? Çıkın açıklayın ya.
Ve değerli arkadaşlar ülkenin Cumhurbaşkanı bu işlerin sorumluluğundan kaçamaz.
Çünkü 2017 Anayasa değişikliğinden ve 2018’den bu yana tek yetkili o.
Merkez Bankası başkanlarının kulağından tutup dışarı çıkaran da o, yeni başkanı alıp kolundan tutup oturtan da o. Ve bunu tek imzayla yapıyor. Tek imzayla.
Madem tek yetkili o, tek sorumlu da o.
Bunun hesabını vermekle mükellef olan asıl kişi de ülkenin cumhurbaşkanı.
*****
Değerli arkadaşlar,
Polatlı'dayız.
Çiftçilerimizin yoğun bir şekilde alnının teriyle, bileğinin gücüyle ürettiği bir ilçemizdeyiz şu anda. Bir şehrimizdeyiz.
Bakın, gıda enflasyonu ülkede yüksek değil mi? “Biz enflasyonu düşüreceğiz” diyorlar. Nasıl düşüreceksiniz? “Faizi yükselttik, enflasyon düşecek.”
Ya arkadaş bakın Türkiye'de gıda enflasyonu yüksekse bunun asıl sebebi çiftçimizin girdiği maliyetlerinin yükselmesidir.
Çiftçimizin üretirken satın almak zorunda kaldığı her şeyin fiyatı kat kat kat kat arttı bu ülkede. Gübre fiyatları katlaya katlaya arttı.
İlaç fiyatları katlaya katlaya arttı.
Mazotun fiyatı, elektrik fiyatı katlaya katlaya arttı.
Yemin fiyatı katlaya katlaya arttı.
Çiftçi bir yandan artan maliyetler bir yandan da arzu ettiği fiyata ürününü satamaması arasında sıkıştı kaldı.
TMO fiyat açıklıyor. Ha randevu alıp da ürününü satarsan ne ala… Çiftçilerimiz ne yaptı? Randevu alıp da ürünü satamadığı için gitti piyasaya açıklanandan çok daha ucuza buğdayını satmak zorunda kaldı.
Mısırın fiyatı %5 arttırıldı ya.
O da TMO'ya satabilirsen… Satamayanlar gitti geçen senenin de altında fiyatla piyasaya mısırını satmak zorunda kaldı.
Maliyetler katlamış ama çiftçimiz ürününü gereken fiyata satamıyor.
Bir yandan da enflasyonda bakıyorsunuz sepette en çok fiyatı artan ürünlerin başında gıda ürünleri geliyor.
Şimdi ben buradan Sayın Erdoğan'a sesleniyorum. Gelsin Polatlı’da Ticaret odasında, borsada, nerede olursa olsun. Şöyle on tane çiftçimizi bir karşısına alsın. Bir anlatsın, “Ben faizi indireceğim dedim. Seçimden sonra da 5’e katladım. %8,5’tan faizi %42,5’a artırdım.”
Bugün belki bir daha artacak faiz. Göreceğiz.7 ayda 7 kere faiz artırdı.
Desin çiftçimize anlatsın; “Ben faizi artırıyorum. Onun için enflasyon düşecek görün” desin. Benim bu bağlantının nasıl kurulduğunu bir anlatıversin ya. Bir anlatsın.
Bakın biz buradan Polatlı'dan anlatalım.
Gıda enflasyonu nasıl düşer? Gıda enflasyonu düşürmenin yolu bizim çiftçimize destek vermektir.
Biz kendi programımıza yazdık açıkladık. Hepsi burada.
“Çiftçimizin gübre maliyetinin yarısını devlet karşılamalıdır” dedik.
Devletin buna yetecek parası var. Fazlası da var hiç merak etmeyin.
Tam 11 tane bütçeyi yapan ekibin başında oldum ben. 11 yılın bütçesi. Devletin buna verecek parası var. Hiç sorun yok.
“Yemin yarısını devlet karşılamalı” dedik.
“Çiftçimizin mazotunu, elektriğini çok daha uygun fiyatlarla devlet sağlamak zorundadır” dedik.
Sulama yatırımları.
“Türkiye'deki bütün sulama yatırımları 5 yılda bitirilir” dedik.
Buraya yazdık, hesabını kitabını yaptık.
Çünkü biliyoruz ki toprağı suyla buluşturduğunuzda verim artıyor.
Verim ikiye katlıyor, üçe katlıyor.
Verimin artması demek, birim maliyetinin düşmesi demek.
Aynı gübreyle, aynı emekle, aynı tarladan iki kat, üç kat ürün aldığınızda ne oluyor? Ton başına maliyet düşüyor. Hesap bu kadar basit. Ama yapmıyorlar. Çünkü öncelik farklı.
Gıda enflasyonu düşürmek istiyorsanız çiftçimize destek vereceksiniz. Maliyeti aşağıya çekeceksiniz ki fiyatlar da düşsün. Bu kadar basit ya.
Bilmiyorlar arkadaşlar, bilmiyorlar ve toplumdan da koptular. Çiftçiden de koptular, emeklilerden de koptular.
Etrafını bir çıkar şebekesi çevrelemiş. Alınan her karar o etrafındaki çıkar şebekesinin işine gelecek kararlar.
Etrafındakiler parası olanlar. Etrafındakiler faiz alanlar Kur Korumalı’dan kur farkı alanlar. Onun için bu kararlar çıkıyor.
Hükûmetin etrafını saranlar kendileri için en faydalı karar neyse o kararı aldırtıyorlar.
Ülkenin Cumhurbaşkanı cepten cebe bir çiftçiyle konuşuyor mu? Ama cepten cebe parası olan bir sürü insanla konuşuyor. Cepten cebe müteahhitlerle konuşuyor.
Onlar kendileri çıkarına devletin ne karar alması gerekiyorsa o kararı aldırtıyorlar.
Onun için bu ülke gittikçe bataklığa saplanıyor.
Onun için herkes yoksullaşıyor.
Onun için çiftçimiz, emeklimiz feryat ediyor.
Ülkenin her yerinde arabadan indiğimiz anda, otobüsümüzden indiğimiz anda etrafımızı emekliler sarıyor.
“Ne olacak bizim halimiz?” diyorlar. “Bizim torunlarımız ne olacak?” diyorlar.
Ve ilk defa bir nesil kendinden sonraki neslin geleceğinden endişeli. Kendi yaşadığı refahtan, refah seviyesinden kendi çocuklarının torunlarının daha kötü şartlarda yaşayacağından şu anda ülkede herkes endişeli.
Biz bunu cumhuriyet tarihinde görmemiştik. Böyle bir şey hiç olmadı.
Çünkü her nesil kendinden sonraki neslin daha iyi şartlarda yaşadığını basamak basamak yükseldiğini göre göre geldi bugüne kadar.
İlk defa son on yıldır gelecek neslin yarınlarından endişe ediyoruz. “Bizden daha kötü şartlarda yaşayacak bu çocuklar” diye. Akıl alır gibi değil ya.
*****
Değerli hemşerilerim,
Hep tekrarlıyoruz:
İnşallah biz var olduğumuz sürece, DEVA Partisi olduğu sürece biz bu ülkede yanlışlara karşı çıkacağız.
Yanlışa yanlış diyeceğiz ama doğrunun da ne olduğunu söyleyeceğiz.
Bakın bizden başka var mı ya? Sorun. İşte seçim geliyor. Siyasi partiler gelecekler, kendilerini anlatacaklar, adaylarını anlatacaklar. Laf çok. Maliyeti de yok. Konuşmaktan bedava bir şey de yok. Ama biz emek ortaya koyuyoruz.
Yazılı açıklıyoruz yazılı. Söz uçuyor, yazı alıyor.
Adaletten, sağlığa, eğitimden, ekonomiye, güvenlikten, göç meselesine kadar hepsinin çözümü var burada ya. Her konuda uzmanlar ve damdan düşenler beraber çalışmış.
Tarım 1 nolu Eylem Planımız. Ziraat Odaları Birliği’yle biz çalıştık. Bitirdik çalışmamızı, gönderdik taslağı, dedik “açın bakın, eksiğimiz varsa tamamlayalım. Öneriniz varsa ekleyelim.”
Mesele yargı mı? İki yüz tane hukukçu çalıştı. İki yüz hukukçunun emeği var. Göz nuru var çalışmamızda. Her konuda bizim çözümüz hazır.
Mesele önce insan mı?
Bizim olduğumuz yerde baskıya, zulme karşıyız.
Adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşıyız.
Bizim olduğumuz yerde barış olacak inşallah.
Huzur olacak, eşitlik olacak.
Bizim olduğumuz yerde şeffaflık olacak, demokrasi olacak, atılım olacak.
Bizim olduğumuz yerde inşallah çiftçilerimize toprağa bereket olacak.
O yüzden arkadaşlar, DEVA Partisi varsa, umutsuzluk yok.
Vakit, mahalle mahalle dolaşma vakti;
Vakit, Türkiye için sorumluluk üstlenme vakti.
Vakit, yaşanan bu nöbetleşe zorbalığa karşı çıkma vakti.
Tekrar ediyorum:
Duymayanlar olabilir, bilmeyenler olabilir.
Bir kez daha söylüyorum ki:
Biz; 31 Mart seçimlerine DEVA Partisi olarak, kendi adımızla, kendi logomuzla, kendi adaylarımızla giriyoruz;
Biz buradayız;
Gece gündüz çalışmaya, çözüm üretmeye devam edeceğiz;
Gençler temiz yurtlarda, insanca koşullarda yaşayana dek;
Biz buradayız.
Emekliler kiralarını rahat ödeyene; esnafımız, çiftçimiz bolluk bereketle tekrar tanışana dek;
Biz buradayız.
Kadına şiddet gündemden düşene dek, her sokak kadınlar için güvenli olana dek;
Biz buradayız.
Yaşam tarzı ya da dini inancı yüzünden;
Yaptığı meslek, taktığı takke veya taşıdığı bayrak yüzünden;
Şiddete maruz kalan tek kişi kalmayana dek;
Biz buradayız.
Tüm bu ayrıştırma çabasına karşı burada durmaya devam ediyoruz;
Milletimizin rahatını bozanlara, biz sürekli rahatsızlık vereceğiz.
Biliyoruz. Bizden çok rahatsızlar.
Hatırlayın, 14 Mayıs akşamı, 28 Mayıs akşamı, Sayın Erdoğan seçimi 52’ye 48 kazandı değil mi? Çıktı Kısıklı’daki evinin önünde, öyle mikrofonu aldı ve içinden gelenleri konuşmaya başladı. Daha üçüncü dakikada bizden bahsetti, DEVA’dan bahsetti. Geldi Ankara'ya ikinci üçüncü dakikada bizden bahsetti, DEVA’dan bahsetti.
Çünkü biliyor ki, biliyor ki en çok rahatsızlığı verecek olan biziz. Çünkü biliyor ki ülkeyi kendisinden çok daha iyi yönetecek kadrolar bizleriz. Onun için rahatsız oluyor.
Biliyor ki muhalefetin bir kısmına bakıyor; “zaten bunlardan bir şey olmaz” diyor “ama bu DEVA var ya DEVA” diyor “bunlar ileride başımıza iş çıkaracak” diyor. Gayet iyi biliyor.
Ama işte biz bu rahatsızlığı vermeye devam edeceğiz.
*****
Arkadaşlar,
Erdoğan'ın yanındaki ortaklardan da biraz bahsetmek istiyorum. Yani bizler ayrıldıktan sonra düzgün ve temiz kadro dağıldıktan sonra kimleri yanına ortak aldı? Biraz onlardan da bahsetmek istiyorum. Ve özellikle o küçük ortaktan bahsetmek istiyorum;
Nasıl ki dünya güneşin etrafında dönüyorsa;
Nasıl ki bir gün 24 saatse;
Nasıl ki kış gelince havalar soğuyor, su sıfır derecede donuyorsa;
Krizlerin ortağı da kriz çıkarmaya devam ediyor.
Tabiatı bu, yapacak bir şey yok.
Yine geçen gün kürsüden esmiş gürlemiş.
Belli ki, kriz görünce kaçırmak istememiş.
Sağa sola sövüyor; DEVA diyor.
Müfteri diyor DEVA; bayraksız diyor DEVA;
Artık her konuşmasının başında DEVA’yla başlıyor. Çünkü o da görüyor. O da anlıyor, “ya bunlar bizi epey rahatsız edecek” diyor. İçteki dürtü bu.
Kürsüden hakaretler yükseliyor, bağırıyor çağırıyor.
Önündeki mikrofonun ne işe yaradığını da öğrenemedi.
Bakın Sayın Bahçeli, bu mikrofon denen alet, bağırmadan sesinizi duyurmanıza yarıyor. Yani bağırmasanız da normal bir tonda konuşsanız da insanlar duyuyor. Çünkü mikrofon denen bir şey var. Ama sağ olsun kendisi hiç şaşırtmıyor.
Israrla bağırıyor, hakaret ediyor.
İnanın kızmıyoruz, üzülmüyoruz;
Öfkelenmiyoruz bile.
Çünkü bu böyle, öğrendik.
Nasıl ki iki artı iki dört ederse, Bahçeli de kriz çıkarır.
Güneş doğudan doğar, Bahçeli kriz çıkarır;
Tabiatı bu; tanıyoruz.
Ülkenin girdiği siyasi krizlerden tanıyoruz;
Ta Genel Başkan oldu ki Ülkücü Camia, Milliyetçi Hareket bu ülkenin zor günlerinde gerçekten önemli bir duruş ortaya koymuştur. Ancak bakıyoruz ki Bahçeli Genel Başkanı olduğundan bu yana olmuyor.
Kendisini 28 Şubatlardan tanıyoruz;
Yargı krizlerinden, fırlatılan yazar kasalardan tanıyoruz.
O 2001 krizinde yazar kasa Başbakanlık binasının önünde fırlatıldığında, Bahçeli hükûmete ortaktı, başbakan yardımcısıydı. Ve ofisi de çalışma makamı da o Başbakanlık binasının içindeydi.
Çok iyi hatırlıyoruz.
Bu belli, kendisi belli
Ancaak;
Tanımakta zorlandığımız kimler biliyor musunuz?
“Gereğini yapmıştır” deyip arkasında duranlar;
Kaymakamın kendisi bile inkâr etmişken, imama şiddet iddialarını alkışlayanlar;
Yumruk yiyen vatandaşımıza geçmiş olsun demekten imtina edenler.
Biz onları tanımakta zorlanıyoruz,
Tanımakta zorlandığımız, Bahçeli’yi yanına ortak edenler.
Tanımakta zorlandığımız, geldikleri yeri, yapılan haksızlıkları, adaletsizlikleri unutanlar.
Ve onlara diyoruz ki; “Neredeeen nereye”
Kendi çok sık kullanıyor değil mi? Ve ben de Sayın Erdoğan'a soruyorum, söylüyorum “Nereden nereye?”
Konuşmamın başında söyledim, yine söylüyorum:
Hiç kusura bakmayın;
Biz, bunlara rahatsızlık vermeye devam edeceğiz.
Hukuk ve adalet karşıtı herkese rahatsızlık vereceğiz.
Şiddeti öven, nefret ve hakaretten başka bir şey bilmeyen herkese rahatsızlık vermeye devam edeceğiz.
*****
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’nin her köşesinde, seçim günü eline pusulayı alan vatandaşlarımız, DEVA Partisi’nin logosunu ve adayını o pusulada görecek.
Bizler de Türkiye’nin her yerinden vatandaşlarımızı etkin ve temiz belediyecilikle, DEVA Belediyeciliğiyle buluşturacağız.
İnşallah çözümü yerelden başlatacağız.
Bakın bizim belediyecilikle ilgili çalışmamız seçim geliyor diye değil. Taa iki sene önce hazırlanmış bir çalışma. Karıca duası gibi, sayfalar dolusu hazırlığımız var belediyecilikle, yerel yönetimlerle alakalı.
Sorun diğer partilere, “arkadaşlar siz ne yapacaksınız” diye. Laf kalabalığından başka ellerinde böyle sağlam, takvime bağlanmış ne zaman ne yapılacağı yazılmış bir şey var mı yok mu? Sorun. Yok.
Bu, belediyeyi etkin yönetmenin belgesi. Bir de biz ne dedik? Biraz önce Serhat kardeşim de söyledi. Biz aynı zamanda belediyeyi bu Etik Kurallar Bildirgesi’ne göre yöneteceğiz dedik.
Bu ne demek? Bizim seçilen belediye başkanlarımız belediyeyi bu ahlaki kurallara göre yönetecek demek.
100 yıllık Cumhuriyet’te, 70 yıllık çok partili demokrasi hayatımızda ilk defa DEVA Partisi böyle bir şey hazırladı biliyor musunuz? Bunun başka örneği yok.
Hatta dedik ki; ya başka partiler ne yapmışlar? Hani belediye başkanları için bir etik kurallar, ahlaki kurallar, yazılı bir şeyler var mı yok mu diye baktık. Yok. Bomboş, yok.
Çünkü belediye deyince çoğunun aklına “Rant” geliyor.
“Belediyecilik” deyince çoğunun gözlerinde dolar işaretleri oluşuyor.
Halbuki biz “Temiz belediyecilik” diyoruz. Bunu da lafta değil, bakın böyle tam üç sayfada açıklanmış bir şekilde o kitabına uyduran belediye başkanlarından olmasın bizim başkanlarımız diye.
O kanunun esnekliklerinden yararlanıp kanunları sündürüp yanlış işler yapmasınlar diye bu belgenin altına imza atıyorlar, ondan sonra bizim adayımız oluyorlar.
Dolayısıyla kitabına uydurup da başkanlık yapanlardan değil kitaba kanuna ve ahlaki kurallara uygun belediye başkanlığı yapacak bizim arkadaşlarımız.
İnşallah bunu seçimlerden sonra göreceğiz ve DEVA Belediyeciliğiyle Türkiye'yi tanıştırmış olacağız.
*****
Değerli arkadaşlar,
Evet seçimlere gidiyoruz, bu seçimler başkanlarımızı seçeceğimiz seçimler ama aynı zamanda bu seçimler hükûmete iktidara da bir uyarıda bulunmak için önemli fırsat.
Yani şu son seçimlerden bu yana 8 ay geçti. 8 aydır eğer ülkedeki gidişattan memnun değilseniz, şu son 8 ayda yaşananlardan memnun değilseniz, bu hükûmetin icraatından memnun değilseniz bu seçim aynı zamanda hükûmeti bir uyarma seçimi.
Yani biz bunu hükûmete bir “sarı kart” seçimi olarak söylüyoruz hep.
Sarı kart ne demek?
“Yanlış yoldasın arkadaş” demek.
Sarı kart ne demek?
“Hataların var, seni uyarıyorum” demek.
Sarı kart ne demek?
“Kendine gel” demek.
Dolayısıyla bu yerel seçimlerde vereceğimiz oylar sadece belediye başkanlarımızı, belediye meclis üyelerimizi seçeceğimiz seçimler değil, aynı zamanda hükûmete sarı kart göstereceğimiz seçimler.
Ve inşallah yerel seçimlerde damgayı DEVA’nın o damla logosunun altına vuracağız. İktidara da inşallah hep beraber sarı kartı göstereceğiz.
Değerli arkadaşlar, değerli misafirlerimiz
Bugün burada hep beraber Polatlı için partimizin, DEVA Partisi’nin belediye başkan adayı olan Sadık Serhat Uğurlu'nun isminin açıklanması lansmanı için buradayız.
Serhat Bey biliyorsunuz kuruluşumuzdan bu yana bizimle beraber. Polatlı'da bizim DEVA Partisi'nin ilçe başkanıydı. Kendisi avukat. Polatlı'da bilinen, sevilen, herkesin takdir ettiği, güvenilir bir arkadaşımız.
Ve biliyoruz ki inşallah seçildiği ve belediye başkanı olduğu anda Polatlı'ya adaletle ve içten, candan hizmet edecek bir arkadaşımız.
Hem düzgün hem de temiz belediyecilik anlayışını uygulayacak bir arkadaşımız.
Onun için ben diyorum ki Serhat kardeşim Polatlı için hayırlı olsun. Polatlı için uğurlu olsun diyorum.
Hepinize saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.