26 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Adıyaman İl Kongresi Konuşması

26 Kasım 2020

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
1. OLAĞAN ADIYAMAN İL KONGRESİ KONUŞMASI

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez Genel Kurul Üyeleri, Adıyaman İl Teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Adıyamanlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın kıymetli temsilcileri, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Adıyaman Teşkilatımızın Birinci Olağan İl Kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Güneşin en güzel doğup en güzel battığı mekanın, Nemrut’un gölgesinden;

Medeniyetin ayak izlerini taşıyan kadim ilim şehrinden,

Ovaları tütün kokan, farklı renklerin kültürlerin bir arada huzur içinde yaşadığı Adıyaman’dan sizlere sesleniyorum bugün.

***
Değerli arkadaşlarım,

Türkiye siyaseti 9 Mart 2020 tarihinde DEVA Partisi’nin kurulmasıyla yepyeni bir soluk kazandı.

9 Martta çıktığımız adalet, özgürlük, eşitlik yolunda, Türkiyemizin dört bir köşesinde teşkilatlanmaya devam ediyoruz.

Ülkemizin dört bir yanında, sizlerle birlikte, damla damla büyüyoruz, umudu yeşertiyoruz.

Biz, her gün büyüyen ailemizle birlikte çok çalışıyoruz, daha da çok çalışacağız.

Çünkü bu ülkenin, bir an önce bu kötü yönetimden kurtulması gerektiğine inanıyoruz. Bu büyük ülkenin ancak işini bilen, liyakat sahibi, ehil insanlarla hak ettiği seviyeye ulaşacağına inanıyoruz.

Biz bunun için hazırız, DEVA Partisi hazır.

***
Değerli dostlarım,
Güncel bir konu var, hepiniz takip ediyorsunuz.

Dün akşam hükümetin ilgili bakanı bir açıklama yaptı. Aylardır hepimizden gizlenen bu pandemiyle ilgili vaka sayılarını açıkladı. Son 24 saatteki vaka sayısının 28.351 olduğunu söyledi.

Tabii eğer bu sayıya inanacaksak. O da başka bir mesele.

Geçtiğimiz haftalarda yaptığım pek çok konuşmada ben, vaka sayısı açısından Türkiye’nin dünyada ilk beşte olduğunu söylemiştim.

Tahminimiz isabetliymiş, doğruymuş.

Dün açıkladıkları rakam, Amerika ve Hindistan’ın hemen peşinden vaka sayısında dünyada üçüncü olduğumuzu gösteriyor.

Dünkü açıklamaya şöyle bir bakalım arkadaşlar: açıklama yapmak demek, bir şeyi açıklığa kavuşturmak demektir.

Dünkü ifadeler, bugüne kadar topluma tam olarak neyi açıkladıklarını bile anlaşılmaz kıldı. Şimdiye kadar açıklanan her şey de bir bakıma anlaşılmaz kılındı.

Dün hasta tanımı yeniden yapıldı, bu sefer de “sadece hastanede yatanlar” denildi.

Anlıyoruz ki günlük tablolarda açıkladıkları hasta sayıları da doğru değil.

Bunların hepsini bize doktorlarımız izah etti. Hangi pandemiyle ilgilenen doktorla konuşursanız konuşun zaten gerçek tablonun bu açıklanan tablodan çok farklı olduğunu biz görüyorduk. Bakıyorduk, tek bir hastanedeki açıklanan rakamlar, o ilin toplamından fazla çıkıyordu. Tek bir il için bazen kazayla yerel yöneticilerin açıkladığı rakamlar Türkiye’nin toplamından fazla çıkıyordu.

Bu da yetmedi, Türk Tabipler Birliği, sağlık çalışanlarımız aylardır feryat ediyor. “Ölüyoruz” diyorlar. Tabipler Birliği gerçek rakamların çok daha yüksek olduğunu söyleyince ne yaptı hükümet? Hazır ellerinde beklettikleri bir damga var, üzerinde de “hain” yazan bir damga, getirdiler, Tabipler Birliği’ne de tak “sen hainsin” dediler, “vatan hainisin” dediler.

Alışkanlık haline geldi. En ufak eleştiri, en ufak yanlışa işaret etmek, artık tahammülleri yok sanki her şeyi mükemmel yapıyorlarmış gibi en küçük eleştiri, en samimi, içten sesler dahi ortaya çıktığında hemen “vatan haini”. Bu kelimeyi de çok ucuzlattılar. Bu ihanet kelimesi o kadar ucuz değil. Günlük, iki kelimede bir geçen bir ifade haline getirdiler bunu.

Gerçeği söylemek, halkımızın sağlığını önemsemek değerli arkadaşlar vatana ihanet falan değildir. Biz doktorlarımızın, sağlık çalışanlarımızın yanındayız. Bir kez daha her birine müteşekkir olduğumuzu ben buradan ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar;

Doktorlarımızın, sağlık çalışanlarımızın fedakarca verdikleri mücadele olmasaydı var ya şu anda ülke çok daha kötü bir durumdaydı.

Her şeye rağmen, itibarlarının her gün ayaklar altına alınmalarına rağmen, her gün feryat etmelerine rağmen “Ya bu problem çok büyük, öyle açıkladığınız gibi değil biz yaşıyoruz, hastanedeyiz,” demelerine rağmen maalesef sürekli rencide edildiler.

Buradan tekrar hükûmete sesleniyorum: Artık yeter!
Şeffaf olun.
Halkımız ölüyor.

İşin ucunda bu milletin hayatı var. Sırf propaganda yapmak için olur olmadık şeylere “Beka meselesi” diyorsunuz. Gerçek beka arkadaşlar, bu milletin canıdır, sağlığıdır.

Siz insanımızın sağlığını aylardır tehlikeye attınız. Özellikle 1 Hazirandan itibaren neredeyse tek bir önlem almadan bu hastalığın yayılmasını izlediniz. Üstelik rakamları da olduğundan küçük açıklayarak sanki problem büyük bir problem değil, az sayıda hasta var dolayısıyla “vatandaşlarımıza şöyle moral verelim.” Ama siz eğer gerçeği olduğu gibi, zamanında açıklasanız belki de vatandaşlarımız çok daha dikkat edecekti.

Her gün 28 bin vaka var diye ki o rakam doğruysa, sadece bunların açıkladıklarına ben dayanarak bunları söylüyorum, 28 bin vaka bir günde olduğunu duyan milletimiz, tedbirler konusunda çok daha dikkat edecekti. Bir bakıma gerçekleri saklayarak, gizleyerek vatandaşlarımızın belki de daha rahat hareket etmesine sebep oldunuz. Bunun vebali var, günahı var.

Ekonomiyi batırdığınız için, pandeminin tedbirleriyle ilgili kararları verirken “biz sadece sağlığa bakmıyoruz, ulusal çıkarlara da bakıyoruz,” dediler. Bu ülkenin kendi vatandaşının canından, sağlığından daha önemli bir çıkarı olabilir mi? Bu nasıl mantık?

Biz bu anlayışı reddediyoruz. Ülkemizdeki her bir ferdin hayatı, yaşam hakkı, sağlığı bizim için esastır.

Tekrar hükûmete soruyorum:
İzah edin. Anlatın. Bugüne dek neden tüm bilgileri gizlediniz? Bugüne dek neden milletimizi yanılttınız?
Neden şu anda dahi tam şeffaf olamıyorsunuz?
Bu halkın yaşamından daha önemli ne var?

Bakın arkadaşlar, Türkiye’deki ilk pandemi vakası, daha sonra anlaşıldı ki aslında ocak şubattan itibaren varmış ama beklemişler, beklemişler ilk pandemi vakasını bizim partimizin kuruluş günü açıkladılar biliyorsunuz. Artık orada bir şey var mı yok mu bilmiyoruz, vebali boyunlarına.

Ama ilk pandemi vakası ne zaman açıklandı, 10 Mart’ta.

Biz hemen 17 Mart’ta, daha yedi günlük siyasi partiyken bir açıklama yaptık. Bu pandemi ile ilgili hükûmetin hem sağlık hem de ekonomi tarafında neler yapması gerektiği ile ilgili reçete yazdık ve onlara açıkladık. Tüm Türkiye ile paylaştık.

Oradaki maddelerden biri neydi biliyor musunuz? “Pandemi ile ilgili gelişmeleri, verileri, istatistikleri zamanında ve şeffaf olarak toplumla paylaşın” dedik. 17 Mart’ta ilk vakanın yedinci günü, biz bunu niye söyledik, çünkü biliyorduk. Huylu huyundan vazgeçmez.

Bugün, esnafın “%30, %40, %50 enflasyon var bu memlekette” dediği bir ülkede siz devlet olarak enflasyonu %11,%12 olarak açıklıyorsanız ve bütün her şeyi olduğundan daha iyi gibi vatandaşlarımıza sürekli anlatmaya çalışıyorsanız, “ekonomi uçuyor, kaçıyor” diyorlardı, daha yeni “pik yapıyor” diyorlardı. Arkasından da hepsini değiştirmek zorunda kaldılar.

Bu kötü bir alışkanlık, mutluluk oyunu. Her şey güzel daha da güzel olacka. Öyle değil. Biz bunu bildiğimiz için o açıklamayı yazdık, bugünlerin geleceğini biliyorduk.

Bizzat Cumhurbaşkanı “Bir de bize ders vermeye çalışıyorlar,” dedi beni de kastederek. E derse ihtiyacınız var. Ne yapalım? Bizden ders almıyorsanız hiç olmazsa şu olanlardan ders alın, başınıza gelenlerden, bu memleketin başına getirdiklerinizden ders alın.

***
Değerli arkadaşlar,
Son birkaç haftadır ülkeyi yönetenler yeniden “hukuk” demeye başladılar. Ekonomi öyle kötü bir noktada ki, hukuk şimdi yeni akıllarına geldi.

Ama onların dilindeki hukukla bizim bildiğimiz gerçek hukukun hiç ilgisi yok anlaşılan. Daha birkaç gün evvel kendi partilerinden birisi hukukun temel ilkelerinden bahsedince hemen yaylım ateşine tuttular. Hem Cumhurbaşkanı hem de küçük ortak birlikte saldırdı. Neticede, bir istifa daha gördük.

Bu kişi yakın akraba olmayınca tabii devlet terminolojisi akıllarına geldi. Biliyorsunuz en yakın akraba ortadan kaybolurken “af” falan gibi kelimeler kullanılmıştı. Neyse.

Hani hukuk reformu diyorlardı?

Bakın arkadaşlar, kendi partilerinin içinde, hukukun dillendirilmesine bile müsaade etmiyorlar.

Muhalifleri susturmayı öyle bir alışkanlık haline getirdiler ki, konuşan kendilerinden de olsa da hemen susturuyorlar.

Hadi anladık; muhalefetle yarışıyorsunuz. Bu yarışın adil bir yarış olmaması için zaten uğraşıyorsunuz. Devletin televizyonunu muhalefete kapatıyorsunuz. Elinizdeki iktidar olanaklarını kullanarak ses çıkaranları bastırıyorsunuz.

Ama demek ki bu da yetmemiş. Kendi partilerindeki az sayıda sağduyulu insanları bile susturuyorlar artık.

Peki bunu ne zaman yaptılar değerli arkadaşlar? Küçük ortak, kendi parti arkadaşlarına hakaret dolu açıklamaları yaptıktan sonra.

%10’luk genel başkan, devleti de büyük ortağı da yönetiyor.

Kendi yapıları içindeki düzenlemelere kadar ne olacağına küçük ortak karar veriyor.

Yahu bu millet size boşuna mı oy verdi? Gidin partinizin anahtarını küçük ortağa teslim edin diye mi oy verdi? Devletin rotasını küçük ortak belirlesin diye mi oy verdi? Demokrasi bu değil, milletin egemenliği bu değil.

Bakıyoruz küçük ortağa, büyük ortak üzerinde neredeyse vesayet oluşturmuş durumda. Büyük ortağın sorunlarının nasıl çözüleceğini de küçük ortak belirliyor.

Büyük ortağın kurucularını, büyük ortağın gözü önünde fırçalıyorlar. Hem de ağza alınmayacak, yakışıksız, seviyesiz ifadeler kullanıyor.

Büyük ortak, kendi mensuplarının itibarını bile savunamaz halde. Bu kadar dümen suyuna girdiler.

Türkiye siyaseti çok sayıda enteresan olaya şahit olmuştur ama, bir siyasi partinin direksiyonuna başka bir partinin genel başkanının geçmesine herhalde ilk defa tanık oluyoruz.

Durum gerçekten vahim sevgili arkadaşlar. Büyük ortağın çalışma arkadaşlarına küçük ortak karar veriyor.

Peki neden böyle oluyor? Çünkü partilerinde sadece tek bir kişinin fikrine önem veriliyor. Çünkü getirdikleri bu partili cumhurbaşkanlığı sistemi ayaklarına dolanıyor.

Hani nereden nereye diyoruz ya... 20 yıl önce adalet için yola çıkanların ümidine bir bakın, bir de şimdi tek kişinin sözüne mutlak itaat hallerine bakın. Yazık gerçekten, çok yazık.

Samimi değiller arkadaşlar. Kaç kere söyledik.

En ufak bir farklı fikre tahammülü olmayanlar hangi demokrasiden, hukuktan, ifade özgürlüğünden söz edilebilir? Bunun samimiyetine kim inanır? Birinin istifasını iste, bir başkasını disiplin kurula sevk et...

En ufak bir farklı fikre, üstelik hukuk gibi adalet gibi konularda dahi farklı bir fikre dahi tahammül edemeyenler, bu ülkeye hukuk da demokrasi de vaat edemezler.

Biz, hukuk reformundan bahsedip sonra saklanmayın dedik. Hemen, hızla, şu anda yapılacak birçok iş var. Hadi başlayın dedik.

Ama onlar, bu konulara karşı ne kadar tahammülsüz olduklarını, yanlışta ne kadar ısrarcı olduklarını bir kez daha gösterdiler.

***

Değerli arkadaşlar,

Ülkemiz bu yönetim yüzünden ifade ve basın özgürlüğü alanında vahim bir noktada.

Onlarca gazeteci cezaevinde, tam 715 basın kartı iptal edilmiş.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2020 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ne göre, Türkiye basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer aldı.

Sonlardayız arkadaşlar. Bu listede son sırada Kuzey Kore yer alıyor. Bizim bir üstümüzde Belarus, bir altımızda ise Ruanda var.

Bu utanç verici tabloyu Türkiye hak etmiyor. Türkiye’nin ligi bu mu olmalı Allah aşkına?

Her eleştireni yargılıyorlar. Beğenmedikleri her görüşe saldırıyorlar.

Dün Sayın Erdoğan yargıya sesleniyor. Bir an için acaba bizim günlerdir kendisine söylediğimiz çağrıyı mı yapacak diye bekledim.

“Ey hakimler savcılar. Bağımsız olun, tarafsız olun, sadece hukuka ve vicdanınıza göre karar verin” diyecek zannettim.

Ama nerede... yine yargıya talimat verdi: “Birileri yargıyı eleştiriyor, gerekeni yapın” dedi.

Bir de bunu yaparken anayasanın 138. maddesini hatırlatıyor. Daha okuduğu maddenin ne dediğinden haberi yok.

Sayın Erdoğan, yargıyı eleştirmek anayasaya aykırı değil. Sizin yaptığınız, yani yargıya talimat vermek anayasaya aykırı.

Değerli arkadaşlar,

Demokratik bir hukuk devletinde eleştiriden korkulmaz. Demokratik bir hukuk devletinde özgür basından korkulmaz.

Peki mevcut iktidar niçin korkuyor? Çünkü hiçbir konuda çözüm üretemiyor artık. Çünkü haksızlar, çünkü başarısızlar. Ve bunu biliyorlar.

Oysa biz haklı olduğumuzu biliyoruz. Biz eleştirilerimizin haklılığından güç alıyoruz.

Biz “haklı olanın güçlü” olduğu bir Türkiye istiyoruz. “Güçlü olanın haklı sayıldığı” bir ülke istemiyoruz.

Hükümete sesleniyorum: ne istiyorsunuz? Her gazete aynı manşetle mi çıksın istiyorsunuz? Kimse farklı bir şey söylemesin, farklı bir haber vermesin mi diyorsunuz?

Kusura bakmayın, bu ülkenin baskıcı yöneticilere değil, özgür gazetecilere ihtiyacı var! Bu ülkenin tek sesliliğe değil, çok sesliliğe ihtiyacı var!

Bu ülkenin hamasete, kavgaya, bağırıp çağırmaya değil, aklı selimle konuşmaya ihtiyacı var.

Bugün yaşananların hiçbirisi kaderimiz değil, kıymetli dostlarım.

Emin olun, hak ve özgürlüklerle ilgili bu sorunları düzelttiğimiz zaman ekonomimiz de düzelmeye başlayacak.

Bakın yakın akraba bakan bir gün ortadan yok oldu, koltuk boş kaldı, dolar kuru %10 düştü. Düşünebiliyor musunuz?

Dış politikayı da eğitimi de sağlığı da düzelteceğiz.

Şu an yaşadığımız sorunların temelinde bir zihniyet problemi vardır. Hakkı, adaleti, dürüstlüğü, liyakati ilke edinirseniz inanın her şey çabuk düzelir.

Biz düzelteceğiz.

Söz veriyoruz!

DEVA Partisi düzeltecek!

Değerli arkadaşlar,

Biz her gittiğimiz şehirde, muhakkak yerel basınla bir araya geliyoruz. Bugün burada da Adıyaman basınımızın güzide temsilcileriyle sohbet ettik.

Biz bir ülkenin demokrasisinin düzelmesi için, o ülkenin medyasının tepeden tırnağa özgürleşmesi gerektiğine inanıyoruz.

Ama bu değişim ta en tepeden başlamalı arkadaşlar. Eğer siyasetin tepesinden medyanın tepesine telefon giderse, “şu yazıyı beğenmedim, onu işten kovun” denilirse olmaz.

Bu uygulamalar otosansüre yol açar. Meslektaşının başına geleni gören gazeteciler özgürce yazamaz, haber yapamaz. Bu iklim, insanların düşüncelerini özgürce ifade etmesini engeller. Bu da medyada tek sesliliğe yol açar.

Değerli arkadaşlar,

Yeni yapılan bir düzenlemeye göre, gazetecilerin yıpranma hakkından faydalanabilmeleri için, basın iş kanunu kapsamında sigorta yaptırmaları ve İletişim Başkanlığı tarafından basın kartı almaları gerekiyor.

İletişim başkanlığı dediğimiz de hani şu propaganda makinesi olarak çalışan kurum var ya, o...

Oysa anayasa mahkemesi, 25 Aralık 2019’da dedi ki, yıpranma hakkında basın kartı olup olmamasının bir önemi yoktur.

Biz, gazeteciliğin çok zor şartlarda yapılan bir meslek olduğunu biliyoruz. Gazeteciler kar kış dinlemeden, sabahtan gece yarılarına kadar haberin peşinde koşarlar. Haberin saati olmaz, haberle yatıp haberle kalkarlar.

Bu ağır ve yıpratıcı koşullar altında çalışan gazetecilerimizin fiili hizmet süresi zammından faydalanabilmesi de basın kartı şartına bağlandı.

Böyle olmaz arkadaşlar. Biz tüm gazetecilerimizin sosyal haklarına mutlaka sahip çıkacağız.

Yerel basınımız da bu kötü yönetimden nasibini fazlasıyla alıyor.

Zaten ağır krizde olan ekonomiye pandemi de eklenince yerel basının ilan ve reklam gelirleri neredeyse durma noktasına geldi.

Tirajlar düştü. Firmalar reklam vermez oldu.

Yerel basının önemli gelirlerinden biri olan basın ilan kurumu ilanlarının da azalmasıyla, basılı yerel gazetelerimiz büyük bir zarara uğradılar.

Biliyorsunuz baskı maliyeti de arttı. Ortadan kaybolan yakın akraba bakanın dolara bakmadığı süreçte, dolar aldı başını gitti, kağıt ve mürekkep masrafları fırladı.

Çalışan maaşları, SGK primleri, kira, stopaj, vergi falan derken, gelirler de azalınca yerel basınımız büyük bir kriz yaşamaya başladı.

Biz yerel basınımıza da derhal destek sağlanmasını istiyoruz.

Bugünkü iktidarın iş bilmezliği ve kötü yönetimi yüzünden yerel basınımız ekonomik krizin sancılarını böyle yoğun yaşamamalı.

Biz yerel basınımıza da faizsiz kredi desteklerinin verilmesini, taksitlerinin en az bir sene geri ödemesiz yapılandırılmasını öneriyoruz.

Yerel basınımızın birikmiş SGK ve vergi borçlarının faizsiz olarak ötelenmesini öneriyoruz.

Ayrıca yerel kanallarımızdan alınan uydu bedellerinde indirim yapılmasını ve yine yerel kanallarımızdan alınan RTÜK payları bir süre alınmamasını öneriyoruz.

Yerel basın, demokrasimiz için su gibi önemli. Yereli de sustururlarsa, hayal alemine mahkum edecekler bizi. Propaganda aygıtlarını kullanarak, yandaş kanallarını kullanarak farklı bir ülke gösterecekler. Biliyorsunuz bunu yapan ülkeler var.

Ama biz buna müsaade etmeyeceğiz. Yerel basınımızın da sesi olacağız.

Biz hem dijital hem de yerel basınımızın desteklenmesi gerektiğini çok iyi biliyoruz.

Medyasına baskı uygulanan bir ülkeye, haberlere engel olunan bir ülkeye yatırımcı gelmez; o ülkenin ekonomisi de düzelmez.

Biz basın özgürlüğü için, demokratik kamuoyu için buradayız.

DEVA Partisi ifade özgürlüğünün, haber alma hakkının ve basın özgürlüğünün yanındadır ve her zaman yanında olacaktır.

***
Değerli Adıyamanlı hemşehrilerim,

Adıyaman’ın da tüm Türkiye gibi demokrasiye ihtiyacı var. Atılıma ihtiyacı var. Adıyaman’ın DEVA’ya ihtiyacı var sevgili arkadaşlar!

Adıyaman’ın sorunlarını görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz. Değerli arkadaşlar,

Kötü yönetim yüzünden işsizlik almış başını gitmiş.

Evet, ülkemiz zor zamanlardan geçiyor. İşsizlik tarihin en yüksek seviyesinde. Hayat pahalılığı herkesin canını yakıyor.

Gençlerde işsizlik oranı çok yüksek seviyelerde. Daha kötüsü gençlerimiz umudunu yitirmeye başladı.

Kamu kurumlarında mülakat sistemi kullanılarak liyakatli kişiler değil, nüfuzlu kişiler işe alınıyor.

Gençlerimiz çaresizliğe mahkum ediliyor. İşe alımlarda liyakatin yerini sadakat almış durumda. Ehliyetin yerini torpil almış durumda.

Adıyaman’ın da en önemli sorunu işsizlik. Sanayi üretiminin artmaması, tarım üretiminden yeterli verim alınamaması, tarımın modernize edilememesi Adıyaman’da işsiz sayısını artırdı.

Ben ve arkadaşlarım işin başındayken, işsizliği üç senede beş puan aşağı düşürdük. Tüm dünyada 2008-2009 mali krizi yaşanırken, ekonominin başına geçmem istendiğinde işsizliği yüzde 14’lerden yüzde 9’a indirdik.

Bu kolay bir şey değildir arkadaşlar.

Hem hâlihazırda işsiz olan vatandaşlarımıza iş imkanları oluşturacaksınız, hem de yeni mezun olan gençlerimiz iş imkanına ulaşacak.

Bunu bir kere daha yapmamamız için hiçbir sebep yok.

Önce güven ortamını sağlayacağız, ardından işin başına ehil insanları getireceğiz.

Yatırımların ancak güven ortamında yapılabileceğini, istihdamın ancak güven ortamında artacağını çok iyi biliyoruz.

***
Sevgili dostlar; Adıyaman bir tarım şehri.

Adıyaman bir ilçesini ve yüzlerce köyünü Atatürk Barajı’na feda etmiş. Ancak buna karşın Atatürk Barajı’ndan yeterli düzeyde faydalanamıyor.

Barajın yanı başındaki tarım arazilerinde sulama sorunu var arkadaşlar. Hep diyorum, bir kez daha diyeceğim bu nasıl bir plansızlık, nasıl bir iş bilmeme halidir.

Elektrik parası sorunu çiftçilerimizin altından kalkamayacağı bir yük halini alan Adıyaman’ın tarım arazilerini daha iyi değerlendirmemiz gerekiyor.

Biz çiftçiliği, yoksulluğun adı olmaktan çıkaracak projeler geliştireceğiz. Çünkü çiftçilik, modern ve kazançlı bir iş olmalı.

İnanın tarımı, teknoloji ve bilimle buluşturmak çok kolay.

Biz DEVA Partisi olarak alternatif ürünler ve üretimler için araştırmalar yapacağız, projeler geliştireceğiz.

Çiftçilerimiz için eğitim ve kurslar düzenleyeceğiz.

Çünkü ülkemizin topyekun kalkınmasını istiyorsak Adıyaman’ı üniversitesi ile meslek liseleri ile modern tarım yapılan bir şehir haline getirmemiz gerekiyor.

Bu sayede Adıyaman’da yaşanan işsizlik sorunu da büyük oranda çözülecek. Biz tüm bu sorunların iç içe olduğunu biliyoruz.

Belediye ve özel idarelerin sürece dahil edilmesiyle, planlama ve işbirliği ile bu sorun çözülür.

Değerli arkadaşlar,
Adıyaman’da çiftçilerin en önemli gelir kaynağı tütün.

Tütün öyle bir konu ki hem üreticisinin hem de tüketicisinin korunması gerekiyor.

Ama bugün bakıyoruz üreticisi de mağdur, tüketicisi de mağdur. Tütün ithalatı almış başını gitmiş. Koskoca tütün sektörü ithalata bağımlı hale gelmiş. Maalesef ülkemizde sigara tüketimi azalmıyor ama tütün üretimi yıldan yıla düşüyor, çiftçilerimiz üretmekten vazgeçiyor. En fazla göç, eskiden tütün ekimi yapılan kırsal alanlardan veriliyor.

Tütün üreticimiz fakirleşiyor ise buradan kimlerin kârlı çıktığı açık değil mi sevgili arkadaşlarım?

Türkiye’nin uluslararası piyasalarda marka değeri taşıyan en önemli tarımsal ürünlerinden birisi tütündü.

Gelinen noktada çiftçimiz sahipsiz, korumasız. Çiftçimizin hakları da emekleri de hiçe sayılıyor.

Biz DEVA Partisi olarak, tütünün önemli bir ihraç ürünü olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak üreticilerin ilçe ilçe üretim alanlarını ele alarak hareket edeceğiz.

Buna göre destekler ve yeni üretim modelleri sunacağız. Yetiştirilen ürünü yok saymak yerine daha iyi seviyeye nasıl getirilebilir bunun için çalışacağız.

Öte yandan, konu açılmışken, özellikle genç arkadaşlarımızdan, bir abileri olarak, sağlığa zararlı alışkanlıklardan uzak durmalarını rica ediyorum.

Değerli arkadaşlar,
Tüm bunları bütüncül bir bakış açısıyla çözmek için DEVA Partisi hazır. Adıyaman’da büyük bir kentleşme ve konut sorunu yaşanıyor dostlarım.

Adıyaman’ın kentsel dönüşüme ihtiyacı var. Hem konut sorununun çözülmesi için hem de afetlere karşı önlem alabilmek için kentsel dönüşüme ihtiyacı var. Ayrıca Adıyaman’ın tarihine yaraşır bir şehir olabilmesi için de kentsel dönüşüme ihtiyaç var.

Arkadaşlar kentsel dönüşüm dediysek, bu yönetimin yaptığı gibi rantı önceleyen bir dönüşümden bahsetmiyoruz elbette.

Kentsel dönüşüm, şehrimizin ihtiyacına göre yapılmalı. Kentlerimizi, içinde yaşayan insanların güvenlikleri, mutlulukları, rahatlıkları hedeflenerek, tarihi dokusunu koruyarak dönüştürmeliyiz.

Ama bununla bitmiyor elbette. Kentsel dönüşüm projelerinin çalışması için genel ekonomik tablonun olumlu olması lazım. Üretilen konutlara müşterilerin bulunabileceği, konutların rahatça satılabileceği bir tablo olması lazım.

Talep yoksa, üretilen konutları satın alacak maddi güç vatandaşlarımızda yoksa, kentsel dönüşüm projeleri de çalışmaz.

Şu an Türkiye’nin her yerinde kentsel dönüşüm projeleri önemli bir şekilde aksamış durumda. Bir sebebi bu projelerin rant amacıyla hareket etmesi, diğer sebebi de ekonomide yaşanan derin kriz.

Yani arkadaşlar, sözün özü, bu ülkenin ekonomisi mutlaka düzeltilmek zorunda...

Bu ülkenin insanları işsizlikten, atıl kalmaktan kurtarılmak zorunda.

Bu ülkenin ekonomisi artık ehil ellere bırakılmak zorunda. Bu ülkenin ekonomisi deneme-yanılma tahtası değil.

Değerli arkadaşlar,

Adıyaman’ın özel bir tarihsel dokusu var. Adıyaman, tarihin bilinen en eski yerleşim yerlerinden birisi.

Adıyaman’da bulunan antik kentler, anıtlar, kaya mezarları, kaleler, köprüler, kiliseler, camiler, bütün bir uygarlık tarihine tanıklık ediyor arkadaşlar.

Ama Adıyaman da ülkeyi yönetenlerin yaptıkları hataların cezasını çekiyor. Adıyaman, tüm dünyadan gelen turistlerin Nemrut’ta gün doğumunu izlediği, Antik kentleri gezdiği,
Müzeleri ziyaret ettiği,

Yöresel yemekleri tattığı,

Gelenin tekrar tekrar gelmek istediği bir kültür turizmi kenti olmayı, bir inanç turizmi kenti olmayı, bir arkeoloji turizmi kenti olmayı hak ediyor.

Hastaneleri, okulları, turizm tesisleri, sinemaları, tiyatroları, kültürel ve sosyal olanaklarıyla müreffeh bir şehir olmayı hak ediyor.

Biz Adıyaman’ın dertlerini biliyoruz, görüyoruz.

Adıyaman’nın demokrasiye ihtiyacı var. Adıyaman’nın atılıma ihtiyacı var. Adıyaman’nın DEVA ‘ya ihtiyacı var.

Biz Adıyaman’a DEVA olmaya, Türkiye’ye DEVA olmaya hazırız. Soruyorum şimdi. Adıyaman hazır mı?

***
Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla, eşitlik için adalet için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız. Artık Türkiye’nin DEVA’sı var Adıyaman’nın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.