Ali Babacan Sözcü TV Başkent Kulisleri programı
Mehmet Bal: 26 Aralık, günlerden Perşembe saatler ise efendim 22.30'u gösterirken, 2024 yılının son başkent kulislerinden hepinize merhabalar. Önümüzdeki saat süresince aslında memleket meselelerini masaya yatıracağız. Sadece memleket değil, bizleri yakinen ilgilendiren, hemen yanı başımızdaki kaynayan kazan; Suriye’yi ve Orta Doğu'daki gelişmeleri de değerlendireceğiz. En önemli konulardan biri muhakkak cebimizde olacak. Vatandaşın bu konuda ne düşündüğünü, asgari ücreti ve beraberinde de siyasi partilerdeki son gelişmeleri konuşacağız. Kimle konuşacağız? Hemen yanı başında değerli meslek büyüğüm, Saygı Öztürk. Efendim hoş geldiniz. Sözcü Medya grubu Ankara temsilcisi ve beraberinde ise Sayın Veli Toprak da bugün bizlerle birlikte olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi Sözcü gazetesinin şefi. Sizler de hoş geldiniz.
Veli Toprak: İyi akşamlar.
Mehmet Bal:: Hemen konuğumuza dönelim. Önemli bir konumuz var. Hem gündemdeki gelişmeler açısından hem de şu andaki olduğu konumu itibariyle DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan. Efendim hoş geldiniz başkent kulislerine.
Ali Babacan: Teşekkür ederim, sağ olun.
Mehmet Bal: Gündem sıcak, ben bu sıcaklık içerisinde aslında DEVA Partisi'nde de sıcaklıklar var. Asgari ücretten tutun da konuşacağımız onlarca konu var memleket meselelerinde ama herkesin de merak ettiği bazı istifalar var. İstifa ile başlasak Saygı Abi, sohbetimize…
Saygı Öztürk: Yeneroğlu. Yeneroğlu ile olur. Başlayalım efendim. Siz tabii partinizde gerçekten Yeneroğlu'nun önemli; başından beri önemli, partinize katkıları olan bir isim. Yaptığı açıklamalar, kendisinin Avrupa ülkesinde doğması, biraz daha olaylara farklı bakışı çok ilgi çekiyordu. Özellikle insan hakları konusundaki duyarlılığı da belliydi. Ve ayrılmasını açıkça söylemek gerekirse bizler şaşırdık. Siz nasıl buldunuz?
Ali Babacan: Bizler üzüldük kuşkusuz. Bütün partideki arkadaşlarımız derin bir üzüntü duyduk Mustafa Bey'in ayrılmasından. Mustafa Bey bizim kurucularımızdan ve gerçekten kuruluştan bu yana, partimizin kuruluşundan bu yana çok büyük emeği oldu, çok büyük katkıları oldu. Bizim partimize kurulduk kurulalı bir saat katkı veren de, geceli gündüzlü beş yıldır çalışan bütün arkadaşlarımız da bizim için yeri çok önemlidir, kıymetlidir. Mustafa Bey özellikle mesele haksa, adaletse çok büyük hassasiyeti olan bir arkadaşımız. Ve bütün bu çalışmaları da yoğun bir duyguyla yapan, duygu yoğunluğuyla sürekli çalışan bir arkadaşımız. Dolayısıyla üzüldük ama Mustafa Bey'in Türkiye'ye katkıları devam edecektir. Ülkemiz için çok kıymetlidir Mustafa Bey. Bizim dostluğumuz hep baki olur. Bundan sonraki süreçte de onunla irtibatımız devam eder. Ayrılma niyetini bana zaten vakitlice bildirmişti.
Mehmet Bal: Aralık'ın başındaydı galiba değil mi kendisi de?
Ali Babacan: Doğru, doğru, evet Aralık ayının başında söylemişti. Daha sonra meclisin kapanmasıyla beraber zamanlamasına artık kendisi bu şekilde karar verdi. Meclisin kapanıp tatile girmesiyle beraber de kararını duyurdu. Umarım ki kendisi için bir başka başlangıç olur öyle diyeyim. Ama bizim dostluğumuz baki olacaktır. Ayrılırken de benden helallik dilemişti. Ben dedim, yine konuşuruz demiştim. Sonra telefonla da konuştuk ettik ama ben buradan canlı yayında da bütün Türkiye'ye söyleyeyim ki; Mustafa Yeneroğlu'na benim şahsi hakkım sonuna kadar helal olsun. Çok büyük katkısı var. Türkiye için büyük kıymettir Mustafa Bey. Biz partili olsun olmasın işini iyi bilen iyi yapan herkesle çok rahat irtibat kuruyoruz. Çok rahat onlarla çalışıyoruz. Partili olmasa da bizim şu anda çalışmalarımıza katkı veren çok insan var. Eminim ki biz de tüm Türkiye'de Mustafa Bey'in hak ve adalet odaklı çalışmalarından istifade etmeye devam edeceğiz.
Saygı Öztürk: Efendim, siyaset biraz hareketlendi. İstifalar oluyor. Yeni parti; AKP'ye katılanlar oluyor. Belki önümüzdeki günlerde CHP'ye katılanlar olacak. Partinizden yeni istifalar bekliyor musunuz? Bir de siyasetteki bu dalgalanma ne olacak böyle? Ne olmak istiyor, mesela Gelecek Partisi'nin AKP'ye genel başkanının, katılacağına ilişkin açıklamalar var. Sizde de böyle bir durum söz konusu mu? Çünkü AKP'den geldiğiniz için belki böyle zaman zaman isminiz de geçiyor yani.
Ali Babacan: Şöyle, bizim partimizden ayrılıp da AK Parti’ye katılacak herhangi bir arkadaşımız olmaz. Niçin? Çünkü ben olayım, AK Parti’den ayrılan diğer arkadaşlarımız olsun veya siyasete bizimle başlayan arkadaşlarımız olsun. AK Parti’den ayrılışımızın kök sebepleri var. Nedir bunlar? Türkiye'deki hukuksuzluklar, adaletsizlikler; yolsuzlukla mücadele konusunda iktidarın sağlam bir duruş ortaya koymaması. Şimdi bunlarda herhangi bir değişiklik yok. Yani benim AK Parti'den ayrıldığım 2019 tarihinden bugüne kadar hiçbir değişiklik yok. Ayrılmamızın sebepleri aynen yerinde durduğuna göre benim ya da başka arkadaşlarım AK Parti'ye dönmesi söz konusu olmaz. Tutarsızlık olur çünkü yani bunun bir izahatı gerekir. ‘Ne oldu da ne değişti de dönüyorsun’ derler. Dolayısıyla bizde böyle bir şey olmaz. Biz sapasağlam yerimizde duruyoruz. Siyasi tutumumuz, siyasi pozisyonumuz, kurulduğumuz gün neyse aynı devam ediyor. Biz özgürlükler diye başladık. Parti programımızın ilk bölümüne özgürlükler dedik, ifade özgürlüğü dedik, basın özgürlüğü dedik. Türkiye'deki hukuk ve adaletle ilgili sorunları yazarak ilk parti programımızı oluşturduk. Bugün 5 sene önce açıkladığımız parti programımıza baktığımızda tespit ettiğimiz sorunların hepsi yerli yerinde duruyor. Çözülmüş hiçbir sorun yok. Tam tersine mevcut sorunlar arttığı gibi yeni sorunlar da eklenmiş durumda. Ve ben tekrar söylüyorum; şu anda bu iktidarın Türkiye'nin sorunlarını çözme imkânı kabiliyeti kalmamıştır. Ben bunu 5 sene önce DEVA Partisi'ni kurduğum günde söylemiştim. Bakın bugün Türkiye çok daha kötü bir noktada. O güne göre değişen bir şey yok. Çünkü ülkeyi yönetmeyle alakalı, yapılması gerekenlerle alakalı temel ilkelerde olması gereken hiçbir şey şu andaki iktidarda biz görmüyoruz.
Bir ülkeyi yönetmek için çok önemli ilkeler vardır. Birincisi adalet ilkesi. Yani şu andaki iktidar “Yargı bağımsız çalışsın, yargı tarafsızca istediği kararı versin” der mi? Tam tersine yargıya talimat vermekten, yargıya hükmetmekten gayet memnun bir iktidar var şu anda Türkiye'nin başında, bunu unutmayalım. Ya da şu andaki iktidar ya ‘Bu yolsuzluklar aldı başına gitti, buna bir çözüm bulmak gerekiyor, bunu engelleyelim, durduralım’ der mi? İktidarın etrafını saran menfaat şebekesi buna mümkün değil izin vermez. Ben eğer %5 bile düzelme ihtimali görseydim, ihtimalin kırıntısını görseydim kalır mücadele ederdim. Bu ihtimalin sıfırlandığını gördüğüm anda, ikna olduğum anda artık bağı koparttım, ayrıldım. Daha sonra da yepyeni bir çıkışla DEVA Partisi ile yola çıktık ve kararlılıkla da yolumuza devam ediyoruz. Biz yaptığımız işten çok eminiz. Doğru yerde durduğumuzdan çok eminiz. Türkiye ne zaman, nasıl başarılı oldu biliyoruz. Adaletle yönetince, temiz, dürüst ve ehil kadrolarla ülkeyi yönetince, istişareyle kararlar alınınca bu ülke başarılı oluyor. Ama eğer adalet mefhumu yoksa, kadrolar dürüst veya ehil değilse, kararlar istişaresiz alınıyorsa o zaman başarı elde etmek mümkün değil. Onun için sorunlar sadece büyüyor Türkiye'de.
Mehmet Bal: Buradan yola çıkarak şunu sormak istiyorum. Biraz önce dediniz ki yeniden AKP'ye veya herhangi bir partiye ayrıldıktan sonra tekrar dönüşü tutarsızlık olarak nitelediniz. Ama şu anda halihazırda siyasete baktığımızda birçok ismi görüyoruz. Geçen gün de Yamal'a da AKP'de grup toplantısında Cumhurbaşkanı rozetini taktı. Peki bu tutarsızlığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Zira birçok isim var hâlâ AKP'ye dönmek için sürekli mesaj gönderen diyeyim aslına bakarsanız. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz, süreci?
Ali Babacan: Arkadaşların iyi bir izahat vermesi lazım. Ne değişti diye sormamız lazım onlara. Ve bu sorunun cevabını kendilerine vermesi lazım. Ne değişti, ne oldu? Şimdi siyaset başarı için yapılır. Güç ve iktidar için siyaset yapılır. Ama aynı zamanda siyaset ilkeler ve değerlerle yapılır. Eğer siyaseti ben sadece güç ve iktidar için yapıyor olsaydım mesela hiç ayrılmazdım ki. İktidardaki parti, gücünün zirvesindeki partiden niye ayrıldım ki? Yani ilkeler ve değerler de güç ve iktidar kadar önemlidir. Her partinin kuşkusuz iktidar iddiası olmalıdır. Ama iktidar iddiasını ilke ve değerler çerçevesinde sürdürmelidir. Yani siyaset sadece “ben iktidarda olayım” diye yapılmaz. Üstelik hak ve adalet üzerine yürümeyen bir iktidarın ülkeyi bu kadar sıkıntılara soktuktan sonra, milyonlarca insanı fakirlik sınırı değil açlık sınırının altına indirdikten sonra ne faydası var bu ülkeye? Yani hangi sorunu çözebiliyorlar ki bu ülkenin? Dolayısıyla AK Parti'den ayrılıp sonra dönen veya dönme niyetinde olan insanların önce bir izahat vermesi lazım. Ne oldu, ne değişti? Yani bunun bir izahatını vermeleri lazım. Dolayısıyla ben ve arkadaşlarımız sapasağlam bir yerde duruyoruz ve biz bambaşka bir yoldan yürüyoruz. Yani kurulduk kurulalı dikkat edin. Söylediklerimizde, tutumumuzda, adalet ısrarımızda, hukuk ısrarımızda, Türkiye'nin her alandaki sorunlarının çözümüyle ilgili ortaya koyduğumuz çözümlerde bir değişiklik yok. Burada şimdiye kadar gelmiş geçmiş en detaylı yargı reformu var mesela. 198 maddelik yargı reformu. Ben Avrupa Birliği baş müzakerecisiydim. Avrupa Birliği reformları çerçevesinde dahi bu kadar detaylı bir yargı reformu çalışması olmadı Türkiye'de. 198 maddede yargı nasıl düzelir tek tek anlatmış durumdayız. Bunun başka bir örneği yok Türkiye'de. Sağlık sorunları nasıl çözülür tek tek burada hepsi var; eğitim var, hepsi var. Ve bütün bu sorun alanlarına kapsamlı bir şekilde çözüm üretip, ‘İktidar yanlış yapıyor, doğrusu budur ve biz bu doğruları yapmaya talibiz’ diyen tek siyasi partide biziz açıkça söyleyeyim. Yani muhalefette eleştiren çok da... 'Arkadaş yanlış tamam, peki sen ne yapacaksın?' diye sorduğunuzda bunun detaylı cevabını hazırlayan başka bir siyasi parti var mı? Sizler de işin içindesiniz.
Saygı Öztürk: Onun her konuda ilgili böyle bir çalışma yaptınız. Kapsamlı çalışmalar, raporlar yaptınız. Bunları bastınız, dağıttınız. Bu kadar kıymetli çalışmalar yapılıyor. Hakikaten önemli meselelere yani Türkiye'nin hemen her meselesine el attınız. Her meseleyle ilgili de çözüm önerileri de ortaya koydunuz. Ancak bir faydası olmuyor mu efendim? Nedir yani Türkiye'de bu kadar kıymetli çalışmalar karşılık bulunuyor mu?
Ali Babacan: Yani şöyle bunlar bana göre olmazsa olmazı. Yani bir siyasi partinin ülkeyi nasıl yöneteceği, sorunları nasıl çözeceğiyle ilgili kapsamlı bir hazırlığı yoksa bir iktidar iddiası yoktur. Yani iktidar iddiası olup da, ‘Peki iktidar olsan ne yapacaksın?’ diye sorduğunuzda bunun cevabı yoksa o zaman aslında iktidar iddiası yoktur. Ya da iktidara geldiği zaman bocalar yıllar kaybolur gene o parti bir şey yapamaz. Bu işin olmazsa olmazı. Ama tek başına yeterli mi? Değil. Bu gerekli olmazsa olmaz ama tek başına yeterli değil. Önemli olan bu ülkenin sorunlarını çözebilme iddiasını, ülkeyi iyi tanıma ve ülkeyi hak ettiği standartlara yükseltme iddiasını ve bu konudaki yeterliliği milletimize anlatabilmek, izah edebilmek. Biz kurulduk kurulalı bunu yapabildik mi? Hedeflediğimizin altında kaldık. Yani arzu ettiğimiz kadar vatandaşlarımıza ulaşıp bakın ‘Biz buradayız ve bu sorunları çözeriz, kadromuz da hazır. Bütün çözümlerimiz hazır’ mesajını vatandaşlarımıza ulaştırmakta bugüne kadar yetersiz kaldık. Bu ne demek? Yani medyayla ilgili sınırlar belki en önemli konulardan bir tanesi. Şu anda Türkiye'de herhalde kabaca medyanın 3'te 2'si tamamen hükûmetin kontrolünde, iktidarın kontrolünde ve oralarda bizim yer almamız, bizim vatandaşlarımıza ulaşmamız o kanallardan hemen hemen imkânsız. Dolayısıyla 3'te 2'de öyle bir kapalılık var. Geriye kalan 3'te 1 üzerinden biz ancak çalışabiliyoruz ama o 3'te 1 üzerinden ulaşabildiğimiz toplum kesimi de aslında iktidarın hitap ettiği, iktidarın asıl destek aldığı toplum kesimiyle çok da örtüşmüyor. Öyle de bir sorunumuz var. Dolayısıyla bunlar ama hiçbirisi mazeret değil. Yani bunları mazeret, bahane olarak söylememiz mümkün değil. Çünkü bunları biz bile bile başladık. Yani bu zorlukları bilerek başladık. ‘Aa böyleymiş tüh’ falan demiyoruz yani. Bu zorlukları bilerek başladık ama istikrarlı ve kararlı bir şekilde doğru bildiğimiz yolda da yürüyoruz. Çizgimiz çok açık, çok net yani. “Bu ülkede tam demokrasi olmadan bu ülkenin sorunları çözülmez” diyoruz. “Bu ülkede bu mevcut başkanlık sistemi değişmeden, gerçek bir parlamenter sistem yürürlüğe girmeden bu ülkenin sorunları çözülmedi, çözülmeyecek de” diyoruz. Ve görüyoruz yani 2017'den bu yana bu mevcut başkanlık sistemi başladı başlayalı ülkedeki sorunlar sadece büyüdü. Yani takvime bakın, tam 6,5 yıldır ülke Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile yönetiliyor ve sadece sorunlar büyüyor. Yani enflasyon, 34 yıllık enflasyonu Türkiye'de tek haneye indi, indirdik. Ama ne zamanki başkanlık sistemi başladı, ne zamanki Merkez Bankası'na talimat verilmeye başladı enflasyon Türkiye'de tekrar patladı. Yani hâlâ çift hane ve yüksek haneli enflasyon devam ediyor bu ülkede.
E sağlıkla ilgili sorunlar büyüyor. Hastanelerde kuyruklar, randevu kuyrukları uzuyor. Bir tetkik için randevu isteyin, bir MR için randevu isteyin. Aylarca sıralar oluştu. Ama öte yandan bakıyorsunuz bu hastaneler tam kapasiteyle çalışmıyor. Yani orada tam dolu olmayan binalar var, tam kullanılmayan cihazlar var ve kuyrukta bekleyen insanlar var. Türkiye gibi büyük bir ülkenin yönetimi ancak gücü ve yetkiyi delege etmekle olabilir. Yani gücü ve yetkiyi delege edeceksiniz. Yerine yetki devredeceksiniz. Kademeleri aşağıya doğru yetki devredeceksiniz. Ve diyeceksiniz ki, ‘Arkadaş hedef bu. Siz kendi kararınızı kendi alınız ama o hedefe yürüyün’ diyeceksiniz. Şimdi şu andaki sistemde her şey bana sorulsun. On binlerce imza atıyor Cumhurbaşkanı. Attığı imzanın hangisini biliyor, hangisinin farkında ben bilmiyorum yani. Resmî gazetede her gün bir şey var. Okuması etmesi mümkün değil yani. Ama tek imza. Sorumluluğu paylaştığı başka kimse yok. Halbuki alttan o kararlar oluşmalı. Her şey Cumhurbaşkanı'na çıkmamalı. Yerelde pek çok sorun tespit edilmeli ve çözülmeli. Bunlar düzelmeden Türkiye de düzelmez. Yani mevcut sistem devam ettiği sürece bir gün iktidar değişse dahi Erdoğan gider, Merdoğan gelir ama hiçbir şey düzelmez ülkede. Onun için mutlaka istişareye dayanan, nitelikli kadrolara dayanan ve adalet kavramını asla hiçbir noktada elden bırakmayan bir yönetim anlayışı lazım. O yönetim anlayışı da şu andaki iktidarda yok, ama bakıyoruz başka siyasi partilerde de mevcut sistemle iktidarı ele geçirme çabasını da görüyoruz. Ondan da kaygılanıyoruz açıkçası. Yani “O iktidar sopasını biraz da ben ele geçireyim, biraz da ben kullanayım.” Fark etmez yani roller değişir ama ülkede durum değişmez. Kötüye gidişe devam eder.
Veli Toprak: Türkiye'nin birçok sorunu var ama mecliste de şu an 6. bir grup kurma sorunu var. Hafta içinde Nedim Yaman'ın istifasından sonra Saadet Partisi grubu düştü. Kulislere yansıyan bilgiye göre dün akşam 3 lider bir araya geldiniz. Saadet Partisi, DEVA Partisi, siz; ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Sayın Davutoğlu ile birlikte yeni bir grup kurma temasları çalışmaları bir süredir devam ediyor. Gelinen aşama nedir? Yani önümüzdeki günlerde bu 3 partinin bir arada olacağı bir çatı grubu oluşacak mı? Böyle bir gruba siz katılacak mısınız?
Ali Babacan: Şöyle ki; bu Mecliste siyasi partilerin bir çatı grup içinde çalışması, yani siyasi partilerin yan yana gelip bir grup oluşturması son derece önemli bir model. Ve Avrupa demokrasilerinde de olan bir model. Yani bugün Avrupa Parlamentosuna bakın, Avrupa Parlamentosu’nda grup dediğiniz aslında partilerin bir araya getirip oluşturduğu gruplardır. Yoksa Türkiye'de grubu olan parti dediğimiz sadece bir sayı meselesi. Yani sayı 19 ise grup yok, 20 ise grup var. Bir sayıdan ibaret. Halbuki grup, yani Avrupa demokrasilerinde grup ifadesi partilerin yan yana gelip bir birliktelik oluşturması... Bizim sistemimizde bunun bir yasal altyapısı yok. Yani bu düşünülmemiş. Keşke olsa, bir gün olsa.
Dolayısıyla biz ne yaptık? Meclis çalışmalarında ve daha da ötesindeki çalışmalarda geniş bir iş birliğini nasıl kurabiliriz diye epeydir bu işe kafa yoruyoruz. Ve hatırlarsanız bizim 12 Ekim'de yaptığımız 2. Olağan Büyük kongremizde ben bir mesaj verdim. Dedim ki, “Türkiye'yi ana muhalefetle iktidar bloğu arasında tercihe bırakmamamız lazım. İkisinden birini tercih etmek zorundasın demememiz lazım milletimize. Milletimize bu ikisinden farklı bir yeni yol mutlaka göstermemiz lazım. Bunun için de,” dedim ki, “biz DEVA Partisi olarak Türkiye için aynı hedefi, aynı hayali paylaşacağımız siyasi partilerle ve münferit siyasetçilerle beraber yol yürümek isteriz” dedim. Bunun çağrısını 12 Ekim'de yaptığımız Büyük Kongremizde de yaptım. Ve bu çatı modelinde Eylül ayından itibaren biz aslında diğer siyasi partilerle görüşmeye başladık. Öncelikle Saadet Partisi ile çalışmalarımız belli bir noktaya gelmişti. Daha sonra Gelecek Partisi ile çalışmalar belli bir aşamaya gelmişti. Salı günü Nedim Yamalı'nın istifasından sonra zaten olgunlaşmış bir çalışmayı artık hayata geçirmeyle ilgili bir prensip kararı aldık. Dün üç genel başkan öğlen saatlerinde bir araya geldik. Sayın Davutoğlu ve Sayın Arıkan ve ben bir araya geldik. Zaten üzerinde epeydir çalıştığımız kadrolarımızın da üzerinde çalışıp bir çerçeve oluşturduğu bir modeli hayata geçirmeyle ilgili prensip kararı aldık. Ama prensip kararı şu demektir, yani karar aldık bitti demek değil. Yani prensipte dedik ki; “Böyle bir model artık uygun, bu model üzerinde çalışmaya devam edelim” kararı aldık. Ama henüz son noktayı koyup işi bağlamış değiliz. Heyetlerimiz bugün de bir araya geldiler, toplandılar. Bu önümüzdeki süreçte de bu toplantılar devam edecek. Ve bu çatı grup formülünü biraz ete kemiğe büründürmeyle ilgili de bir çalışmaya devam edecek arkadaşlarımız. Ama bizim kendi partimiz içerisinde bazı iç süreçlerimiz var. Diğer partilerin kendi içlerinde yapmaları gereken istişare süreçleri var. Yani nihayetinde bu partilerin kendi iç süreçlerini tamamlayıp belli bir noktaya getirip ondan sonra dönüp nihai kararları oluşturup ilerlememiz gerekiyor. Yani biz şu an itibariyle bu meseleye olumlu bakıyoruz. Ve Türkiye'ye yepyeni bir modeli, yepyeni bir iş birliği modelini de kazandırmayı arzu ediyoruz.
Veli Toprak: Seçime kadar gidebilecek bir grup mu bu çatı? Yani buradaki anlaşma...
Ali Babacan: Şimdi burada şöyle, siyasi partiler kendi kimliklerini, kendi tüzel kişiliklerini, kendi parti programlarının olduğu gibi koruyorlar. Yani her bir parti kendi iddiasını, kendi parti programının olduğu gibi koruyor. Dolayısıyla bu çatı grupla ne yapıyoruz? Bu siyasi partiler kendi özgün kimlikleriyle devam ediyorlar ama daha yakın ve beraberce yol yürümeye başlıyorlar. Belki bunu öyle tanımlamak lazım. Bu birlikteliğin biz sadece üç partiyle sınırlı kalmamasını, ileride genişlemesini de arzu ediyoruz. Onun için üzerinde çalıştığımız formülasyon; kapı açık. Bundan sonra başka partilerin katılımına ya da münferit siyasetçilerin katılımına açık. Ve gittikçe genişleyen bir iş birliğinin bir nüvesi olarak görüyoruz. Yani sadece hani grup kurduk, iş bitti değil. Yani bu birliklerin safha safha genişlemesi ve seçime doğru giderken de ana muhalefetle, iktidar bloğunun arasında bir sağlam, gerçekçi, güçlü bir tercih olarak vatandaşlarımızın önüne çıkmak istiyoruz.
Saygı Öztürk: Altılı Masa gibi bir şey yani. Altılı Masa modeli yani.
Mehmet Bal: Altılı Masa yani aslında Türkiye'nin de çok uzak olmadığı, denediği ama günün sonunda sonuç alamadığı bir sistem.
Saygı Öztürk. Efendim mesela az önce diyorsunuz ki, dediniz ki işte Parlamenter Sistem olması gerekiyor. Hiç Parlamenter Sistemin adı artık hiç alınmıyor. Hiç yok.
Ali Babacan: Şimdi biz anmaya devam edeceğiz. Hem de ısrarla ve inatla devam edeceğiz. Çünkü bakın çıkış orada. “Parlamenter Sistem istiyorum” demeyen, Parlamenter Sistem konusunda iddialı olmayan partilerin iç niyeti, mevcut sistemle iktidar sopasına el alıp o sopayı biraz da ben kullandım demek. Bu dönüşümlü zorbalık haline gelir. Yani gücü eline geçiren diğerlerine eziyet eder. Üste çıkan alttakini ezer. Mevcut sistem öyle bir sistemdir. Onun için parlamenter sistem şart. Şu andaki çalışmamız Altılı Masa'dan çok farklı.
Saygı Öztürk: Bir araya gelmiştiniz de o anlamda.
Ali Babacan: Ona bakarsak 2018 seçimlerinde de biliyorsunuz bir Cumhur İttifakı vardı. Millet İttifakı vardı değil mi? Evet. Biz Altılı Masa'ya niye “ittifak” demedik de “Altılı Masa” dedik ilk başlangıçta? Çünkü ilk baştan adını ittifak olarak koymadık. Yani önce bir iş birliği zemini oluşturalım. Birbirimizi anlayalım. Aynı Türkiye hedefinde bakalım buluşuyor muyuz? Bu konuda emin olalım. Ondan sonra adına “İttifak” diyelim dedik. Ve bir araya gelmemizden bir sene sonra falan adına biz ittifak dedik. Hatırlıyorsanız... Millet İttifakı adına çok sonra ulaştı. Şunu söyleyeyim; mevcut sistemde eğer seçimi kazanmak istiyorsanız gerçek bir şekilde, yani “Sadece bir siyaset egzersizi yapmayayım, ben seçimi kazanmak istiyorum” diyorsanız. 50 artı 1 mecburiyeti var. Üstelik Cumhurbaşkanlığında 50 artı 1 yetmiyor. Bir de dönüp Meclis’te de eş zamanlı bir Meclis çoğunluğu sağlama mecburiyeti var. Bugün itibariyle hiçbir siyasi parti tek başına ben bunu yaparım diyemiyor. AK Parti diyebiliyor mu? Sayın Erdoğan diyebiliyor mu? 2017'de sistem değişti, 2018 seçimlerinde Sayın Erdoğan Sayın Bahçeli ile ortaklık kurmak zorunda kaldı. AK Parti ile MHP ortaklığı yani Cumhur İttifakı 2018 seçimleriyle beraber bir mecburiyet haline geldi. Çünkü şu andaki sistem değişmediği sürece 50 artı 1 mecburiyeti var. 50 artı 1 de ancak birlikteliklerle ulaşılabilen bir sonuç.
Veli Toprak: Yeni koalisyonlar demek. Geçmişte eleştirdiğimiz koalisyonları yeni modelde farklı zeminde görüyoruz bu koalisyonları.
Ali Babacan: Şöyle olurdu; koalisyonlar seçim sonuçları ortaya çıkardı. Meclis aritmetiğine göre Meclis’te çoğunluğu sağlayacak ve güven oyu alabilecek bir hükûmet kurulurdu. Şimdi ne oluyor? Şimdi seçimden önce bu birlikteliği oluşturmak gerekiyor ki; Cumhurbaşkanlığında 50 artı 1 Mecliste de yine 300 artı 1 sağlanabilsin. Bu ikisi de çok önemli. Bu iki hedef birden çok önemli. Yani eğer gerçekçi olmak istiyorsak, eğer gerçekten başarılı olmak istiyorsak, seçimde kazanmak istiyorsak; hem Cumhurbaşkanlığında 50 artı 1 hem de meclis çoğunluğu hedeflemek zorundayız. Bu da ancak birlikteliklerle mümkün, mevcut anayasal düzende. Parlamenter Sistem’e geçilse dediğiniz gibi ne olur? Bu birliktelikler baştan bir mecburiyet olmaz. Herkes seçime girer. Meclis aritmetiği ortaya çıkar. Ondan sonra bu Meclis aritmetiğine göre güven oyu alabilecek bir hükûmet kurulur, iktidar kurulur. Dolayısıyla şu andaki sistemle parlamenter sistem birbirinden çok çok farklı. Biz bu gerçeği görmemiz lazım.
Bazen şu oluyor yani, yani siyaset sadece ideoloji içinde yapılabiliyor. Yani öyle partiler var ki bir dar ideolojisi var ve “O ideolojiye hitap edeyim. Yüzde yarım bir iki alayım ve bu bana yeter. Çünkü ben kimlik siyaseti yapıyorum” diyor. Yani “kimlik siyaseti yapıyorum” ya da “ideoloji siyaseti yapıyorum.” Biz, Türkiye'yi yönetme iddiasıyla ortaya çıkan bir siyasi partiyiz. Dolayısıyla dar bir kimlik, dar bir ideoloji siyaseti yapamayız. Geniş birlikteliklerle bir iktidar yürüyüşünün hazırlığını bugünden yapmamız gerekiyor. Tekrar ediyorum, Türkiye'yi bu ikisinden birisine mahkûmsun parantezden kurtarmamız gerekiyor. “İktidar bloğuna ya da ana muhalefetten birisini tercihe mecbursun” sıkıştırmasından Türkiye'yi kurtarmak istiyoruz. Türkiye'ye bir nefes aldırmak istiyoruz. Şu anda yaptığımız çalışmada tam da bunun nüvesi, bunun bir başlangıç noktası. Sadece mesele, sayı 20'den 19'a düştü grup; mesele o değil. Bizim sadece ve sadece grup derdimiz olsaydı, bir buçuk yıldır DEVA Partisi'nin grubu yok. Biz grubumuz olmadan yürüyoruz. “İlla grup olsun” deseydik, şimdiye kadar bir formülasyon bulmuştuk. Dolayısıyla sadece grup için yapılan bir çalışma değil bu. Yani Türkiye'yi yeni bir tercih, güçlü bir tercihle buluşturmanın bir nüvesi. Bu partiler arasındaki iş birliği sadece bir Meclis grubuyla değil, daha genişlemesi lazım. Başka partilerin, dediğim gibi başka siyasi kimliklerin, şahsiyetlerin de katılımıyla bunun büyümesi, gelişmesi lazım. Bizim vizyonumuz bu. Ama tabii ki bu sadece DEVA Partisi'nin gayretiyle değil, beraber yol yürüyeceğimiz diğer partilerin gayreti ve çoğaltacağımız, genişleteceğimiz, ortaklıklarla, birlikteliklerle bu mümkün olacak.
Veli Toprak: Mehmet sokağın sıcak gündemine geçelim mi?
Mehmet Bal: Geçelim ama ben bir sonraki soruyu sorayım mı? Sayın Babacan öyle deyince aklıma geldi hemen. Şimdi efendim siz bu uzun süredir çalışmayı yürütüyorsunuz. Önümüzdeki süre içerisinde de bu çatı olayı ete kemiğe bürünecek. Ama bu sırada AKP'den gelen bir çağrı olsa sizin çatı grubunu nasıl etkileyecek onu düşünüyorum ben bir taraftan. Çünkü birçok milletvekilinin önümüzdeki süre içerisinde gerek Cumhuriyet Halk Partisi'ne gerek AKP'ye dönebilecekleri, ki bunları da baktığımızda Gelecek Partisi'nde, Saadet Partisi'nden isimleri olabileceği, biraz önce siz “DEVA’ dan kimse böyle bir şey yapmaz, tutarsızlık olur” dediniz ama böyle bir süreç yaşarsak ne olur?
Ali Babacan: Bizim bu birliktelik ve bu iş birliğinin genişlemesi aynı zamanda bir çekim merkezi, bir güç merkezidir. Dolayısıyla bu çekim merkezinde, güç merkezinde buluşan milletvekillerinin, siyasetçilerin başka yerlere doğru hareketlenme sebebini de aslında azaltır, o sebepleri de zayıflatır. Dolayısıyla bu birliktelik aslında bir bakıma bir güç birliğidir, yeni bir çekim merkezidir. Yani bunu da mutlaka dikkate almak lazım. Ve biz açıkçası bu yola çıktıktan sonra, ki bunları oturduk konuştuk bütün detaylarıyla arkadaşlarla, yani “herhangi bir şekilde iktidarın cazibesine bugünden katılma ihtimali, niyeti olan arkadaşlar varsa, o arkadaşlarla hiç başlamayalım” dedik yani bunu çok açık konuştuk.
Veli Toprak: Bu diğer partiler için diyorsunuz değil mi?
Ali Babacan: Üç genel başkan olarak bunları değerlendirdik. Yani, bakın bir yola çıkıyoruz. Dolayısıyla varsa eğer öyle arkadaşlarımız hani bir şekilde falan onu baştan bilelim, sonradan sürpriz olmasın. Öyle bir niyet varsa burada başlangıçta olmalarına gerek yok. Hani eğer öyle bir niyetleri varsa başka tercihleri de olabilir ama bugün söylesinler. Yani yarın sürprizlerle karşı karşıya kalmayalım.
Veli Toprak: Sayın Genel Başkanların tavrı nasıldı? Öyle isimler var mı peki?
Ali Babacan: Genel Başkanların dünkü buluşmamızdaki tavrı kendi arkadaşlarından oldukça emin görünüyor herkes. Yani özellikle AK Parti'ye kayış açısından. O konuda herkes kendi milletvekillerinden oldukça emin görünüyor. Bizim zaten öyle bir şey olmaz. Yani çok büyük tutarsızlık olur. Yani bizim arkadaşlarımız memleketini iyi tanıyan, tutarlılık diye bir derdi olan, ilkeleri, değerleri olan arkadaşlarımız…
Saygı Öztürk: Siyaseti, derler ya, kaygan zemin efendim, belli de olmaz.
Ali Babacan: Tabii ki insan faktörü her yerde var ama bir de biz arkadaşlarımızı tek tek bildiğimiz, tanıdığımız için. AK Parti'den ayrılma gerekçelerini de gayet iyi bildiğimiz için. Beraber yola çıkarken de bu konularda çok net olduğumuz için ve bu konuları da sürekli istişareyle götürdüğümüz için açıkçası biz hani DEVA Partisi'ndeki arkadaşlarımızdan gayet eminiz. Diğer iki genel başkanla dün yaptığımız görüşmelerde de bu konuyu açıkça konuştuk. “Eğer bir risk varsa bugünden bilelim. Hepimiz eminsek bu yolu yürüyelim” diye. Bunu açık konuştuk yani. Bir de tabii sayılarımız rahat yani, şey değil, böyle şimdi uç uca değil. Yani uç uca böyle hani o yirmide falan sayıları olsa neyse de sayılarımız rahat yani…
Saygı Öztürk: Otuz dört.
Ali Babacan: Şöyle tabii ki bu teorik olarak o yapılan matematik çok tutmayabilir. Önemli olan bizim yani yirminin üzerinde rahat bir sayıda bu grubu oluşturmamızdır. Bu çatı grubu oluşturmamızdır. Zaten bu büyüyecektir, genişleyecektir. Yeni bir çekim merkezi olacaktır. Çünkü bugüne kadar Gelecek ve Saadet'in ikili bir grubu söz konusuydu. Saadet Partisi'nin çatısı altında buluşulan bir model söz konusuydu. O modelle bugüne kadar devam ettiler. Bir buçuk yıllık bir süreç yaşadılar. Ama bundan sonra modeli değiştiriyoruz. Yani bir çatı grup modeline geçiyoruz. Dolayısıyla herhangi bir parti bir başka partiye geçmiyor. Tam tersine ortak bir çatıda milletvekilleri buluşmuş oluyor. Bu daha farklı bir model.
Veli Toprak: Çatının adı var mı efendim? Gökyüzü filan gibi isimler söyleniyordu
Ali Babacan: Henüz koymadık. Henüz koymadık. Ama burada en önemli, en önemli ortak zemin bizim için demokrasidir, haktır, adalettir, en önemli ortak zeminimiz odur yani. Dolayısıyla bunları ifade edecek bir isim geliştirmek zor değil. Ama bu çatının tüzel kişiliği siyasi parti olsa da isminde parti, partisi gibi bir isim de geçmesin diyoruz ki bir hani zihin karıştırıcı bir şey ortaya çıkmasın. Adı artık demokrasi için birlik mi olur? Demokrasi grubu mu olur? Başka bir isim mi olur? Bilmiyorum. Onları zaman içerisinde konuşuruz ama dediğim gibi yani dün öğlen itibariyle bu sadece bir prensip karardır. Henüz netleşmiş böyle mürekkeplenmiş imzalanmış bir karar henüz değildir. Çünkü her partinin kendi iç istişare…
Saygı Öztürk: O zaman biz imzalanmış bir konuya geçelim. Veli diyor ki bir sıcak gündeme geçelim.
Ali Babacan: Gündemimiz hepsi sıcak. Hangi sıcak?
Mehmet Bal: Tabii tabii. Daha sokağın ve geniş kesimlerine ilgilendiği. Asgari ücret. Cumhurbaşkanı grup toplantısında bir gün önce akşam saatlerinde tweet atarak bunu duyurdu. Normalde biz bekliyoruz ki; Meclis’te grup toplantısında açıklasın. Rakamı açıkladığında da milletvekilleri coşkulu bir şekilde alkışlasın diye bekledik ama bir gün önce, tırnak içinde mahcup-utangaç bir ifadeyle sosyal medyadan duyuruldu. Normalde biz geçmiş yıllardan hatırlıyoruz. Meclis’te grup toplantısında veya başka bir toplantıda kalabalıkları coşturacak onların alkışlarını alacak şekilde rakam açıklanıyordu. Acaba rakam kamuoyunun ve geniş kesimlerinde tatmin etmediği düşük bir rakam olduğu için mi sosyal medyadan açıklamak zorunda kaldı? 22.104 lira. Açıklarken de Cumhurbaşkanı; “Geniş kesimleri enflasyonu ezdirmeyeceğiz demiştik. Yine de ezdirmedik” diye de bir açıklaması oldu. Bu rakam geniş kesimleri enflasyonu ezdirmeyecek bir rakam mı?
Ali Babacan: Şimdi Sayın Erdoğan'ın bu konuda yaptığı açıklamalar birbiriyle tamamen tutarsız yani. Öncelikle bakıyorsunuz Meclis’ten daha yeni geçen bir bütçe var değil mi? Geçtiğimiz cuma gecesi Meclis’ten 2025 bütçesi geçti. Şimdi o bütçede Sayın Erdoğan'ın imzasıyla Meclis’te sunulan ve Meclis’ten geçen bütçede 2025 için devlet vergi gelirlerinin %46 arttıracağını söylüyor. Yani “2024’te devletin vergi gelirleri 100 ise 2025’te 146 olacak bu” diyor. Yani “Gerçekleşen enflasyon kadar devlet ben vergilerimi arttıracağım” diyor. “Gerçekleşene göre arttıracağım” diyor. Fakat o bütçeyi imzayla Meclis’e gönderen Sayın Erdoğan, asgari ücrete gelince diyor ki; “Ya beklenen enflasyon var” diyor. Yani, “Gelecek senenin tahmini bir enflasyonu var” diyor. “Bak %17,5-20, Ben onun üzerinde zam veriyorum” diyor. 22 yıllık iktidarda asgari ücret her zaman gerçekleşen enflasyona göre arttırılmıştır. 1 Temmuz'da her zaman ara zam verilmiştir. Ara zam. Şimdi 22 yıldır gerçekleşen enflasyona göre yani, çalışan hakkı doğuyor, doğan hakkını veriyorsun. Yani kaybettiğini telafi ediyorsun yıl sonundaki zamlı aslında. Şimdi zaten kaybettiği hakkı sen verme, de ki; “Ya o ayrı bir şey, gelecek senenin enflasyonu bu olacak, ben bu kadar artıyorum senin maaşını.” Böyle bir şey yok. Bu tamamen kul hakkıdır. Tamamen hak yemektir. Başka bir şey değildir ve olmamıştır. Bakın ben tam 11 yıl ekonominin başındaydım asla böyle bir şey yapmadık. Gerçek enflasyon arttı mutlaka güzel bir refah payıyla asgari ücret arttı arttı geldi. Asgari ücretin satın alma gücü sürekli arttı arttı arttı… Enflasyonun en düşük olduğu dönemlerde bile 1 Temmuz'da bir ara zam verdik biz. 1 Temmuz'da. Enflasyon %6 iken bile arada mutlaka bir ara zam aldı asgari ücreti. Çünkü yıl sonuna kadar beklerseniz hak yemiş oluyorsunuz. Mesela şu anda açıklanan asgari ücret ta 31 Aralık 2025'e kadar geçerli değil mi? Arada biriken enflasyon ne olacak? O hak ne olacak? İnanılır gibi değil. Yani şu anda Sayın Erdoğan bu yaptığı artık Türkiye'nin gerçeklerinden ne kadar koptuğunu da bize gösteriyor. Ve üstelik bakın bu ekonomi politikası falan değil. Diyorlar ki efendim enflasyonla mücadele… Ya arkadaş sen çatır çatır yüzde 50'yi faizi öderken enflasyonla mücadele edemiyorsun. Bütçeden 2 trilyon lira faiz ödeneği koyuyorsun. Asgari ücrete gelince, 'Enflasyonla mücadele biraz fedakârlık.' Yani faiz geliri olanına diyorsun ki ‘Sen fedakârlık yapma bak ben sana tatmin edici bir faiz vereceğim’ diyor. ‘Hiç fedakârlık yapma sen’ diyor. ‘Yeter ki paranı Türkiye'de tut, yeter ki faize koy paranı’ diyor. Ondan fedakârlık beklemiyor. E dönüyor asgari ücretliden fedakârlık bekliyor. Böyle bir ekonomi politikası olamaz yani. Yani ekonomi politikasının önceliği insandır. Yani fakirin fukaranın ahını alarak bir ülkenin ekonomisi düzelmez. Mümkün değil. Yapamayacaklar da onun için. Olmayacak da yani. Ben çok üzülüyorum. İçim yanıyor. Yani bu işleri hiç bilmesek deriz ki; ya ne yapsınlar işte yok falan filan ne yapsın anca böyle. Öyle değil. Bu ülke düzgün yönetilince herkesin topyekûn refahı artıyor. Bu ülke doğru kararlarla, doğru bir kadroyla yönetildiği zaman topyekûn zenginleşiyor. Ama yanlış kararlarla, bir avuç insanın menfaati için kararlar alındığında da ne oluyor? Bir avuç hali vakti yerinde insan oluyor. Geniş kitlelerde mahvoluyor.
TÜİK'in kendi rakamı, bakın TÜİK'in. Son 5 yılda ülkede yaşayanların sadece %5'inin geliri artmış. %5. Geri kalan %95'i geliri ya düşmüş ya sabit kalmış. Real anlamda diyorum, enflasyondan alınmış anlamda söylüyorum. Uygulanan ekonomi politikasının sonucu TÜİK'in verileriyle de açıkladığı gibi hali vakti yerinde %5, yoksulluk içinde inleyen bir %95… Gelinen, yapılan ekonomi politikasının sonucu bu maalesef.
Mehmet Bal: Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı için “Türkiye gerçeklerinden koptu” dediniz. O zaman bir geçmişe dönelim, eski açıklamasına. Onu dinleyelim ardından sohbetimize kısa bir açıklama devam edelim…
Erdoğan Video: Asgari net ücreti 22.104 lira olarak belirlemiş bulunuyoruz. Evin kirasını kim ödeyecek? Elektrik parasını kim ödeyecek? Çoluk çocuğun okul masrafını kim karşılayacak?
Veli Toprak: Ne diyorsunuz diye sormamız lazım Sayın Babacan.
Ali Babacan: Valla aynı soruları Sayın Erdoğan'a sormak lazım. Çünkü şu anda açıkladığı asgari ücret kabaca 4 kişilik bir ailenin sadece gıda masrafı. Bakın şu asgari ücret açıklamadan önceki tablo. Ne kadar ekranlarda görünebiliyor ama… Açlık sınırına bakın, asgari ücrete bakın, Yaptığı sadece asgari ücreti açlık sınırı çerçevesine yükseltmek. Yani bu ne demek? Diyor ki; “Sen karnını doyur ama kirayı nereden bulursun bilmem” diyor. “Üstüne başına kıyafeti nasıl alırsın bilmem” diyor. “Çocuğun okula gidiyor bana ne ben karışmam” diyor. Açlık sınırının bile altında olan bir asgari ücreti bugün için açlık sınırına çıkarıyor. 1 ay, 2 ay, 3 ay, 4 ay sonra baktığımızda o bile açlık sınırının altında kalacak. Çünkü enflasyon yükselmeye devam edecek. Ama asgari ücret 1 Ocak'tan 31 Aralık 2025'e kadar sabit kalacak. Bu bir zulümdür, kul hakkıdır. Yani inanılır gibi değil. Yani bu özgüven, bu cesaret, yani bu vurdumduymazlık, İnanın şaşırtıyor. Bu Suriye'deki oluşan iklime mi sırtını dayadılar? “Bir dakika ya burada savaş var, burada kahramanlık, burada fetih… Dolayısıyla idare edin artık.” psikolojisinde mi bunu yaptığı; ki bu yetmez, çok yanlıştır. Ekonomiyi doğru yönetirlerse, herkes topyekûn refaha artar. Ama ekonomiyi batırırlarsa böyle kendi hatalarının bedelini...
Saygı Öztürk: Ne yapılması lazımdır efendim? Siz mutlaka bunun hesabını kitabını siz de yapmışsınızdır. Yani asgari ücret şu kadar olmalı. Ne derdiniz? Sizin görevde olsanız veya...
Ali Babacan: Asgari ücrette ölçü şudur; yani mutlaka gerçek enflasyon. Öyle TÜİK'in açıkladığı uydurma enflasyon değil yani. Gerçek enflasyon artı mutlaka bir refah payı. “Ekonomi büyüdü” diyorlar ya, şu anda ekonominin büyümesinden faydalanan %5, ama bu vatandaşın %95’nin ekonomi büyümesinden pay aldığı yok. Tam tersine geriye gidiyor. Mevcut refahını da kaybediyor. Bunun doğrusu odur. Ama bunun yapılması için devletin dürüstçe…
Saygı Öztürk: Asgari ücret komisyona katılan işçiler böyle bir rakam hazırladılar.
Ali Babacan: 29 bin küsur değil mi?
Saygı Öztürk: 29 bin 583 lira. Onlar da diyor efendim, %45 enflasyon aynı bunun üzerine refah payı. O da %20 diyor ama onu biraz pazarlığa bırakıyorlar. En azından hiçbir şey beklemezse bir 24, 25 civarında bir beklentileri vardı. Yani rakam böyle çıkıyor ama bunu vermeyeceklerdi…
Ali Babacan: “Onu veremezler” diye de söylüyorlardı. Çünkü bu hükûmet veremez. Evet. Bu hükûmet veremez. Çünkü batırdılar, memleketi batırdılar. Onun için veremezler. Başka bir iktidar bu büyük ve güzel ülkede…
Saygı Öztürk: Efendim yine bu civarda mı olması lazımdı? 29 bin falan civarında mı olması lazımdı?
Ali Babacan: Şimdi bu hangi varsayımla, TÜİK'in enflasyon rakamının doğru olduğu varsayımıyla?
Saygı Öztürk: Evet.
Ali Babacan: Öyle bir hesap.
Veli Toprak: Hesaplama oradan.
Ali Babacan: Hesap öyle. Peki, TÜİK'in enflasyonu gerçek enflasyon mu? TÜİK niye enflasyon sepetini açıklamıyor? TÜİK'in kanunu Meclis’ten ben çıkarttım. Bağımsız bir kurum haline getirdik. Aynı Merkez Bankası gibi bağımsız bir kurum yaptık TÜİK'e. Yıllarca TÜİK enflasyonu açıklarken bu enflasyonu hesap ederkenki alışveriş sepetini açıkladı. Dedi ki; “Bir kilo peynirin fiyatı bu. Bir kilo zeytinin fiyatı bu. Domates, salatalık, patlıcanın fiyatı bu. Ben bu fiyatları kullanarak enflasyonu hesap ediyorum, enflasyon da bu çıkıyor” dedi. Dikkat edin son 5-6 yıldır o sepeti açıklamıyor TÜİK.
Mehmet Bal: Evet.
Ali Babacan: Sadece diyor ki; “Enflasyon budur.” Ya tamam arkadaş enflasyon bu da sen bu enflasyon hesabında peynirin kilosunu kaç saydın? Zeytinin kilosunu kaç saydın? Sütün kilosunu kaç saydın? Etin fiyatını kaç saydın? Söylesene. Ortalama kira fiyatı ne koydun söylesene. Yok, o gizli. Ya doğru hesaptan kaçar mı? Ya ben bizim bu yeni ekonomi yönetimindeki arkadaşlara da hayret ediyorum. Sayın Şimşek değil mi? Sayın Yılmaz, bunlar benim yakın çalışma ekibimde olan arkadaşlar. Ya yıllarca biz bu işi şeffaf yaptık. Onun için güven oluştu. Onun için hak, adalet içinde uğraştık. Şeffaflık da sağladık. Yıllarca şeffaf yaptık da siz niye bunu şeffaf hale getirmiyorsunuz? Yani acaba daha önceki bakanların, hani damadın şunun bunun açıklarını kapatma derdiyle mi uğraşıyorsunuz? O zaman siz de güveni sağlayamazsınız ki! Yani sizden öncekilerin yaptıkları yanlış, hata “Aman ya ne de olsa damat şimdi kayınpeder de Cumhurbaşkanı.” Eğer bu kaygıyla, bu kaygıyla örtüyorlarsa büyük hata yapıyorlar. Ya o işi hiç yapmayacaklar, Yapıyorlarsa da dürüst şeffaf yapacaklar. Böyle bir şey yok ya. Bu devlet sorumluğudur bu, milyonlarca insana karşı ahlaki sorumluluktur, vicdani sorumluluktur.
Ya bu ülkede Merkez Bankası yıllarca bütün döviz işlemlerini şeffaf yaptı. Ne kadar döviz aldı sattıysa anında kendi web sitesinde yayınladı. E niye şu anda yayınlamıyorsunuz? Kimin parasını kimden gizliyorsunuz ya? Ya Sayın Erdoğan'ı anladık o bilir bilmez meseleleri. Tamam. Ama bu arkadaşların görevlilerinin hakkını yerine getirmesi lazım. Şeffaf bir şekilde çalışmaları lazım. Böyle bir şey olmaz yani. Çünkü şeffaflık olmadan başarı sağlanmaz. Çünkü şeffaflık olmadan güven sağlanmaz. Onun için çok zor görüyorum ben Türkiye'nin durumunu ya. Bir yandan kalbim istiyor ki; ya bir an önce bu işler çözülsün. Bir an önce, ama bir yandan da aklım diyor ki; ya olmayacak yani maalesef.
Veli Toprak: Sayın Şimşek'le uzun yıllar beraber çalıştınız. Şu an ekonomi yönetimindeki bazı isimler mesai yaptığınız isimler.
Ali Babacan: Doğru.
Veli Toprak: O zaman bugünle karşılaştırdığım zaman daha başarılı bir ekonomik görünüm vardı. Aradaki fark ne? Bir siz yoksunuz. Bir de Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'ne geçildi. Karşılaştırdığınız zaman burada sorunlu olarak…
Ali Babacan: O kadar önemli faktörler ki…
Veli Toprak: Hayır. Burada karşılaştığımız zaman…
Ali Babacan: Sorunun temeli zaten yani…
Veli Toprak: Sorun... Sistem mi? Yoksa ekonomi yönetimi mi?
Ali Babacan: Asıl sorun Sayın Erdoğan'ın iş tutuş tarzı. Yani başkanlık sistemiyle beraber bütün yetkiyi kendinde toplaması ve bakanların çalışmalarının çok daralması. Bizim dönemimizdeki bir müsteşar şu andaki bakanlardan daha yetkiliydi yani. Bizim dönemimizde mesela tasarruf değil mi? Tasarrufu nasıl sağlayacaksınız? Bizim dönemimizde para harcaması devletin Maliye Bakanı'nın ödeneği serbest bırakması ve Hazine Bakanı'nın da nakdi serbest bırakmasıyla gerçekleşirdi. Şu anda Hazine ve Maliye Bakanı'nın böyle bir yetkisi yok. Hazine ve Maliye Bakanı'nın görevi borç para bulmak, vergi toplamak ve bunu Sayın Erdoğan'ın hizmetine sunmak. Harcama yetkisi tamamen Külliye’de şu anda. Bu çok önemli bir sistem değişikliği. Bir fren yok. Yani diyor ki, “Arkadaş sen bana para getir” diyor. “Ben harcayacağım” diyor. “Nereye harcayacağıma ben karar vereceğim” diyor. Maliye ve Hazine Bakanı'nın şu andaki görevi, Sayın Erdoğan'a para bulmak. Borç ya da vergi olarak. Harcamayı orası yapıyor, eskiden öyle değildi. Yani ilgili bakanın imzası olmadan Başbakan istiyor diye, Cumhurbaşkanı istiyor diye tek kuruş para harcanmazdı. Sistemin fren mekanizmaları vardı. Bir ara biliyorsunuz benim adım Fren Ali'ye çıkmıştı. "Ya bu her şeye engel oluyor" diyor. Arkadaş, israf varsa ben engel olurum ya. İsrafa izin vermem, kimse kusura bakmasın. Kimsenin babasının malı bu değil. Değil bu. Tüyü bitmemiş yetimin burada hakkı var. Bu devletin, milletin parası. İsabetli bir yerse tamam. Ama kaynak neyse ona göre harcayacaksınız.
Hatırlıyorsanız ben bir ara “tasarruf, tasarruf, tasarruf” diyordum. “İtibardan tasarruf olmaz” ifadesi, bana verilmiş bir cevaptır o günlerde. Bir basın arşivine bakın. O bana verilmiş bir cevaptır. Ben Başbakan yardımcısıyım; “Ya israf arttı” diyorum. “Bu yanlış” diyorum. “İtibardan tasarruf olmaz” cevap. Basın üzerinden konuşmaya başladık bir süre. Yani öyle öyle gitti. Ama nasıl biliyor musunuz? İleriye doğru bakın. Bütün bunlar hani tecrübe, kıymetli falan ama asıl bundan sonra Türkiye ne yapacak? Bu sorunları nasıl çözeceğiz? Şimdi bu sorunları çözmek için öncelikle şeffaflık ilkesine herkesin inanması lazım. Çünkü aydınlıkta suç oranı düşer. Karanlıkta suç daha çok işlenir. Şeffaflık aydınlıktır. Aydınlık olduğu zaman kötü niyetler bile yanlış yapmak konusunda tereddüt ederler. Şeffaflığın tam da özü budur yani. Şimdi öncelikle şeffaflık konusunda bir niyetin sağlam olması lazım. Yolsuzlukla mücadele konusunda sağlam bir niyet ortaya konması lazım. Bunlar şu anda yok. Böyle bir şey yok. Kırıntısını göremiyoruz. “Tasarruf” diyorlar değil mi? Ya yöntemini söylüyorum bakın, “Siz olsanız ne yapardınız” diye soruyorlar değil mi? Ne yapardık? Yazıyor burada. Avrupa Birliği'nin kamu alımları mevzuatını, yani kamu ihale mevzuatını alıp Türkiye'ye aynen uygulardık. Maksimum iki aydır iki ay. İki ayda ben o mevzuatı gelir Türkiye'de uygulamaya sokarım. Bu kadar basit. Ondan sonra görün nasıl tasarruf. Yahu 28 ülke aynı kanunda kamuya mal alıyor. Aynı kanunda ihale yapıyor. Türkiye niye yapmıyor bunu? Nasıl Türk Tipi Başkanlık Sistemi varsa Türk Tipi İhale Mevzuatı var. Asıl işin özü ne? İşi benim adama vereyim. Eşit bir şekilde, fırsat eşitliğiyle, yarışmayla iş yapılmasın. Kim bana yakınsa işi o yapsın. Bu kamu ihale yasasını biliyorsunuz, istisna maddesinde harfler tükendi ya A, B, C, D diye. O da yetmedi. Bir istisna maddesi var, “Acil işler” diye milyar dolarlık işleri acil işler kapsamına alıyorlar. Yeterince yarışma olmuyor. Ben buradan Sayın Erdoğan'a, Sayın Cevdet Yılmaz'a, Sayın Mehmet Şimşek'e tekrar sesleniyorum. Tasarruf diyorsanız, tasarruf devletin parayı harcarken hangi mevzuata göre harcadığıyla yapılır. Avrupa'daki 28 ülkenin kullandığı yasayı getirin burada uygulayın. “Bilmiyoruz, beceremiyoruz” diyorsanız hemen ben size buradan bu fasikülü alırım, gönderirim alır okuyup öğrenirsiniz. Basit şeyler yani zor şeyler değil.
Veli Toprak: Sorunun çözümü o kadar basit mi?
Ali Babacan: İnanın o kadar basit ya. İnanın o kadar basit. Bakın ben bu ülkenin Cumhurbaşkanı olsam bugün var ya, 10 tane sapasağlam, işi bilen, dürüst insanı alırım, ekonominin başına koyarım. Haftada sadece 2 kere, 2 saatlik toplantılarla zaten ekonomik sorunları çözerim. İnanın basit. Dürüst ehil kadro. Bu kadar. Çaldırmayacaksın, israf etmeyeceksin. Bakın görün nasıl bu kaynaklar bereketleniyor, nasıl bu ülke ayağa kalkıyor. Ama vaktimi neye harcarım? Vaktimi adalete harcarım, hukuka harcarım. Yargı reformu zor iştir. Özellikle yargının insan kaynağı yapısını değiştirmek zor iştir. Yani oturmuş bir yargı sistemini bağımsız ve tarafsız çalışan bir sisteme nasıl dönüştüreceksiniz? Bunlar zor iştir. Ona ona emek harcarım. Dönerim, Türkiye'de gerçek anlamda bir eğitim reformu için zamanımı harcarım. Ya nesilleri kaybediyoruz ya. Yani iyi bir eğitim sisteminden geçmeyen her bir kuşak Türkiye'nin yarınları için kayıp kuşaklar olarak hayata atılıyor. Yazık. Gençlerimize yazık. Sadece kötü yönetim. Başka bir sebebi yok. Bakın Türkiye'nin yaşadığı sorunların sebebinin kökünde kötü yönetim var. Başka hiçbir şey yok. Düzgün yönetimde bu güzel ve büyük ülke ayağa kalkıyor, koşmaya başlıyor. Yani tarihimizde sürekli Türkiye böyle kötü olmadı ki. Parlak dönemler oldu. Başarılı olduğumuz dönemler oldu. Başarılı olduğumuz dönemlere bakın, başarılı olduğumuz dönemlerde güçlü kurumlar var. “Ben çok güçlüyüm. Her şey benden sorulur. Tek imzayla ben karar veririm” denilen dönemler değil. Güçlü kurumların olduğu dönemlerde Türkiye başarılı oldu. Ne zamanki Merkez Bankası bağımsız oldu, güçlü oldu, enflasyon düştü. Ne zamanki adalet biraz siyasi etkiden uzak, bağımsız çalıştı, o zaman hak daha iyi yerini buldu.
Şimdi şöyle baktığımızda, bakın, bugün Daron Acemoğlu değil mi, bizim vatandaşımız, Nobel Ödülü aldı. Bazı medya kuruluşlarına baktım, neler neler söylüyorlar utanmadan ya, ya bizim vatandaşımız mı, böyle bir şey olur mu? Nobel Ödülü kazanmış. Niye kötülüyorlar biliyor musunuz? Çünkü Nobel Ödülü kazandığı konu, tam da iktidarın açık alanı, açıktaki alanı. Diyor ki, “Hangi ülkede kurumlar güçlüyse, bağımsızsa” diyor, “kurumlar hangi ülkede itibarlı ve iyi çalışırsa” diyor, “o ülkede vatandaşlar topyekûn zenginleşiyor” diyor, “topyekûn refah artıyor” diyor. Yani bu gerçeği tarihi verilerle ve güncel verilerle ispat etmişler, bir ekonomik realite olarak ortaya koymuşlar ve Nobel Ödülü kazanmışlar. Yani çalışma diyor ki, “Güçlü lider tek imzayla her şeyi çözer..." Değil, böyle değil. Dünyada hiçbir zaman böyle olmamış. Sorunlar nasıl çözülür? Güçlü kurumlarla çözülür. Güçlü bir yargı sistemi, güçlü bir merkez bankası, güçlü güvenilir bir istatistik kurumu. Herkesin itibar ettiği, “Ya TÜİK diyorsa bu rakam doğrudur, arkadaş ben eminim” diyebildiği bir sistem. Şu anda Türkiye'de kurumlardan hiçbirinin önemi yok. Önemli olan bir kişi var. Bir de Ankara'da Beştepe'de, Külliye denen bir yer var, bir tek o. Başka hiçbir şeyin önemi kalmadı ki memlekette.
Veli Toprak: Sayın Babacan, aynı zamanda paramızın da çok güçlü olması lazım. Bu hayat pahalılığından dolayı paramız da pul oldu. Şu an tedavülde olan banknot 200 lira, yanılmıyorsam siz ekonomiden sorumlu bakanken çıktı.
Ali Babacan: Evet, o yanımda var. Hep taşıyorum o.
Veli Toprak: 200 lira var mı?
Ali Babacan: Var var.
Veli Toprak: İşte pul olan paramız bu. İnsanlar çuval çuval...
Saygı Öztürk: Nasıl efendim pul oldu, bir anlatır mısınız o 200 lira?
Ali Babacan: 2009 yılında bu tedavüle çıktı. 2009 yılında tedavüle çıktığında 134 dolar ediyordu bu, 134 dolar. Şu anda 6 dolar bile yetmiyor. 5 küsur var. Yani 134 dolardan 5.6 dolara düşmüş bu. 6 dolar bile değil. Bu 134 doların içerisinden birileri 127 doları çalmış. Yani hasbelkader o gün bir evin köşesinde unuttuysanız 200 lira, 2009 yılında bugün bakıyorsunuz aha 127 dolar çalınmış. Nasıl çalınmış? Enflasyon yoluyla çalınmış. Nasıl çalınmış? Merkez Bankası'na karşılıksız para bastırılmış. Nasıl çalınmış? “Kur Korumalı Mevduat” diye ucube bir sistemi getirip Merkez Bankası'na karşılıksız para bastırıp oradan Kur Korumalı Mevduat’a para yatıranlara kur farkı ödenerek çalınmış. Baktılar bütçede para yok. Eskiden biliyorsunuz yarısını Kur Korumalı Mevduat’ın yarısını bütçeden yarısını Merkez Bankası'na ödüyorlardı şekline göre. Şimdi yeni ekonomi yönetimi dedi ki; “ya bütçede para yok arkadaşlar” dedi. Döndü Merkez Bankası'na “Bari hepsini sen öde” dedi. Ve Mayıs 2023 seçimlerinden sonra Kur Korumalı Mevduat’ın kur farkı tamamen Merkez Bankası'na ödeniyor. 800 milyar lira ödendi bugüne kadar. Nasıl ödendi? Merkez Bankası parayı nereden buldu? Merkez Bankası vergi toplamıyor ki. Ama Merkez Bankası'nın elinde banknot makinesi var.
Veli Toprak: Karşılıksız basmanın maliyeti.
Ali Babacan: Şunun maliyet 7 senttir, basmanın maliyeti. Eğer itibarlı devletseniz bunu basarsanız 7 sente mal olana bu 134 dolarlık bir değeri vardır, çünkü “benim sözüm vardır. Arkasında önünde benim imzam vardır. Bu devletin itibarıdır” derseniz 134 dolar itibari değeri olur paranın. Ama ülkenin itibarını düşürürseniz, ekonomi kötü yönetirseniz 134 dolarlık para iner bugün 5 dolar 60 sente. Yazık günah ya.
Veli Toprak: Şimdi bir araba veya ev almak istediğiniz zaman çuval çuval banknotlar taşınıyor.
Ali Babacan: Evet.
Veli Toprak: Bir de şey tartışması var. 500 veya 1000 liralık banknotlar basılmalı mıdır? Böyle bir şey asacak bakar mısınız? Bir çözüm olur mu?
Ali Babacan: Şimdi bu baskı nereden geliyor biliyor musunuz? Bu baskı kayıt dışı gayrimenkul alışverişi yapanlardan ağırlıklı bir de kayıt dışı bu araç alışverişi yapanlardan geliyor. Diyorlar ki; “Artık bu çuvalları biz taşıyamıyoruz, ne olur yeni banknot çıkarın da öyle yapalım.” Şimdi bakın bugün bir alışverişte diyelim ki evinize birkaç eşya aldınız, koltuktu işte bir şeydi, 35 bin lira para tuttu. Bu 35 bin lira parayı siz mobilyacıya ödemeye çalıştığınızda mobilyacı der ki; “Ben bunu alamam bu parayı” der 35 bin lirayı. “Bunu bankadan bana EFT yapman lazım ya da kredi kartıyla ödemen lazım” der. Çünkü 35 bin lira limitin üstündedir ve bunu mutlaka bankadan geçirmeniz gerekir. 35 bin liralık bir alışveriş için. Peki, 35 bin liralık mobilya alışverişi yaptığınız evi 35 milyona alıyorsunuz değil mi? 35 milyona o evi alırken işlemi nakit yapmanız serbest. Onun için tapularda çuvallarla para taşınıyor. Peki ben soruyorum burada ya 35 bin liralık mobilyayı parasını bankadan geçirtiyorsun da 35 milyonluk evin alışverişine niye nakit işleme izin veriyorsun? Niye? Çünkü imar rantı. Bu konutların bu kadar pahalı olması imar rantı sebebiyle.
Bu oluşan iman rantının haksız şekilde, usulsüz şekilde paylaşılması, kayıt dışılık, tapuda dairenin değerini, 35 milyonluk dairenin değeri ben söyleyeyim, 10 milyona 15 milyondan fazla gösterilmiyor. Onun için nakitler taşınıyor, onun için çuvalla paralar taşınıyor. Yani gerçek değeri olsa, tapu değeri olsa bankadan getir götür parayı. Peki, o çuvallarla para nereden geliyor, onun kaynağı ne, kim kazanıyor? Yani alnının teriyle, bileğinin gücüyle, hakkıyla, asgari ücretle çalışan nakit alıyor mu? Yok, banka hesabına yatırılıyor. E bugün memur, emekli, banka hesabına yatırılıyor. Peki, bu çuvalla parayı kim kazanıyor, yani çuvalla paraları kim kazanıyor? Bu çuvalla dolaşan nakit paraların, inanın çoğu kayıt, hepsi kayıt, çoğu kayıt dışıdır. Ve çoğu da haksız kazançtır. Biz onun için imar rantları diye söyleye söyleye dilimizde tüyü bitti biliyorsunuz.
Saygı Öztürk: Siz nasıl yapacaksınız, bir ucuz konut projeniz yok mu efendim?
Ali Babacan: Şimdi ucuz konut projesinin iki tane temel ayağı var. Bir, arsa üretimi. Bu arsa üretiminin hızlı bir şekilde yapılması, haksızlığa yol açmayacak şekilde yapılması. Biliyorsunuz bu emlak piyasasında şu vardır, “Ya buradan abi imar geçti, tarlam arsa oldu.” Şimdi bu çok yavaş yapılıyor. Ve sürekli birilerine rant sağlayacak şekilde bu arsa üretiliyor Türkiye'de. Bugün bakın, Florida'da Miami'de bir ev alın, evin maliyetinin içerisinde arsa payı %25-30'dur. Türkiye'de %50 bu. Niye? Çünkü arsa üretimi yavaş ve her arsa üretiminde, her imar planı değişikliğinde bu değişiklikle kime ne kazandıracağız hesabı yapılıyor Türkiye'de açıkçası. Çoğu böyle yürüyor. Ve bu meseleler belediye meclislerine geldiğinde iktidar muhalefet de fark etmiyor. Oy birliğiyle geçiyor bu işler. Kazan kazan kazan formülasyonları oluşuyor. Kazanan kim oluyor? Bu imar işlerini yapanlar, emsal değiştirenler.
Saygı Öztürk: Rant.
Ali Babacan: Evet. Kaybeden kim oluyor? Nihayetinde daire alırken o %50 arsa bedelini ödemek zorunda kalan vatandaş oluyor. Onun için pahalıya mal oluyor. Bu bir. Yani hızlı arsa üretimi, adil bir değer artışıyla ve değer artışlarının da adilce vergilendirilmesiyle yapılması ki biz bunların hepsinden hazırız, kanunlarının hepsi hazır yani. Burada emsal artış vergisi var, değer artış şarjı var, hepsi var. Nasıl olacağı hepsi var, hepsinin çalıştık hazır yani. Şimdi bunları bir yapın. Hızlı arsa üretin. Bakın nasıl arsa bedeli düşüyor. Şimdi Allah aşkına Miami'den daha mı değerli Türkiye'nin herhangi bir yerindeki şey? Yani niye orada %30 arsa payı var da Türkiye'de %50 arsa payı var? Kafadan zaten %20, en az %20 bizim vatandaş pahalıya mal oluyor. Arsa payı yüksek, arsa payı da birilerine rant dağıtıldığı için. Bir o. İkincisi finansmanın bolluğu. Yani finansmanı bollaştırmak gerekiyor. Finansmanı bollaştırmanın da yolu Kamu Finansmanı Kurumu’nu kurmaktır. Bakın bunu biz her şeyle çalıştık. Hazır. Bütün dünyadan Türkiye'ye bu konuda kaynak akıtmanın yolu bu. Kanun Finansmanı Kurumu’nu kurun, mekanizması da burada var. Finansman işini bilenler detaylı, ben onları 5 dakikada anlatırım. Biz en geç 6 ayda bunu başlatırız, yürürlüğe sokarız bakın. En geç 6 ayda başlatırız, kurumu kurarız, yürürlüğe sokarız. Milyarlarca dolarlık yeni konut üretimine uygun kaynak buluruz. Arsa üretim. Kaynağı bulun zaten tamam. İnşaat nedir? Arsan varsa, paranda varsa inşaat olur. Konut olur. Bol konut olur. Ucuz konut olur. Böylelikle evlilikler çoğalır.
Gençler şimdi evlenmekten korkuyorlar, çocuk sahibi olmaktan korkuyorlar. Yani kadınlar da doğurganlık hızı biliyorsunuz, tarihi düşük seviyede. 2024'te doğan bebek sayısı tarihimizin en düşük seviyelerinde. Yani gençler evlenmekten korkuyorlar. “Hadi evlendik ya çocuğumuza nasıl bakacağız” diyorlar. “Bu çocuğun üstü başı okul falan yapamam” diyorlar yani. Niye? Sırf birileri kazansın diye ben ona üzülüyorum.
Saygı Öztürk: Efendim süremiz azaldığı için biraz hızlı hızlı bir konuyu daha sormak istedim. Şimdi biliyorsunuz Suriye'deki gelişmelerden sonra Türkiye Cumhurbaşkanımızın büyük bir zafer kazandığı şeklinde de çokça yorumlar yapılıyor. Siz nasıl görüyorsunuz efendim Suriye'yi de oradaki gelişmelerde yakından takip eden birisi olarak?
Ali Babacan: Evet şimdi bizim çok iyi bir dış politika ekibimiz var. Arkadaşlarımız sağ olsun dakika dakika her şeyi arazide takip ediyorlar. Bana dakika dakika bilgi akıyor. Yani şu anda HTŞ nerede? Eş-Şara nerede? Hepsi, hepsi belli… Çok yakından takip ediyoruz ve Suriye'de hem riskler var ama aynı zamanda da çok önemli bir fırsat penceresi açılmış durumda. Bu fırsat penceresinin akıllıca kullanılması lazım. Ama 'önce insan' diyerek ve Suriye'de yaşayanların refahı, barışı ve bir an önce hayatın normale dönmesi için bu pencerenin kullanılması gerekiyor. Türkiye'nin burada rolü, sorumluluğu çok önemlidir. Yani bir 900 kilometrelik sınırı olan bir ülke olarak çok önemlidir.
Bizim Dışişleri Bakanlığı'ndan gelen açıklamalara baktığımızda olayın gerçek safhaları daha net anlatılıyor, daha doğru bir bilgilendirme var. Ama iktidarın, iletişim mekanizmasının iç kamuoyuna pompaladığı bambaşka bir algı dünyası yani. Arazideki gerçek başka, içerideki pompaların algı başka. Şimdi HTŞ dediğimiz örgüt, Türkiye'den talimatla hareket eden bir örgüt değil. Ama Türkiye ile iletişim içinde olan bir örgüt. HTŞ'nin önce Halep, arkasından Hama, Humus ve Şam'ı kontrol altına almasıyla ilgili bu operasyon, muhtemelen Türkiye'ye önceden haber verilen, Türkiye'den bir zımni yeşil ışık alan ama tamamıyla Suriye halkının kendi yürüttüğü bir operasyon. Önce onu görmemiz lazım.
Peki bundan sonra ne olacak? Bundan sonra Suriye'de toprak bütünlüğünün korunduğu, siyasi birliğin korunduğu, çoğulcu bir demokrasi, çoğunlukçu değil, çoğulcu bir demokrasiyle yönetilen bir Suriye mutlaka hedeflenmeli. Yani Suriye'de yaşayan bütün grupların, tabii ki çoğunlukta olan Sünni Arapların ama aynı zamanda azınlıkta olan Nusayrilerin, yani Arap Alevilerinin, aynı zamanda Hristiyanların ya da diğer etnik unsurların, yani Kürtlerin, Türkmenlerin ya da diğer grupların, mutlaka adil bir şekilde temsil edildiği bir yönetim ve azınlık hakların korunduğu çoğulcu bir demokratik sistem. Şimdi hedef mutlaka o olmalı ama o yola doğru giderken, şimdi 1 Mart'a kadar biliyorsunuz geçici bir görevlendirme var, başbakan, bakanlar falan, 1 Mart'tan sonra bir geçiş hükûmeti kurulması gerekecek. Geçiş hükûmetinin dönemi de bir seçimle son bulup demokrasi dönemine geçmek gerekecek. Fakat bu süreçlerde iç güvenlik için bir millî polis teşkilatı, dış güvenlik için de bir millî ordu kurmak gerekiyor. Bu son hafta HTŞ'nin öncülüğünde diğer silahlı grupların birleşerek, kendi insan gücünü ve silah varlığını birleştirerek bir millî yapıya dönme iradesi çok önemli. Fakat bizi kaygılandıran PYD-YPG buna katılmadı. Onlar dışarıda durduğu sürece bir sorun kaynağı olabilir orada. Nihayetinde Suriye'de bütün bu silahlı güçler niye vardı? Rejime karşı masum insanları korumak için vardı değil mi? Rejimin zulmünden masum sivilleri korumak için vardı. Rejime karşı mücadele için vardı. Şimdi rejim devrildi. Rejim devrilince bu grupların birbirleriyle çalışmaya girmemesi gerekiyor. Bir koordinasyon gerekiyor. Türkiye'nin HTŞ üzerinde ve diğer gruplar üzerinde bir etkisi var. Bu etkiyi yapıcı yönde, varış yönünde Türkiye'nin kullanması gerekiyor. Ve uluslararası kamuoyunun, başta da ABD'nin bu YPG-PYD meselesinin sona ermesi için sağlam bir duruş ortaya koyması gerekiyor. Çünkü YPG-PYD'nin şu anda orada varlığının yegâne dayanağı Amerika'nın verdiği destek. Ben bu olaylar ilk başladığında da söyledim. Hâlâ söylüyorum. Bakın dedim, bu Amerika Afganistan'dan bir günde kaçtı. O en son Kabil'den havalanan uçağın görüntülerini hatırlıyorsunuzdur. Siviller tekerleri tutuyor. Dolayısıyla Amerika bugün var olur, yarın yok olur. Elin adamına güvenerek, sırtını dayayarak iş yapılmaz. Bu bölgenin insanlarının kendi arasında konuşarak sorunlarını çözmeleri gerekir. Dolayısıyla bu örgütün yönetimindeki bütün yabancı unsurların çıkması lazım Suriye'den. İlk önce inkâr ediyorlardı değil mi? Bunlar ne diyorlardı? “Suriye Demokratik Güçleri” diyorlardı. Ya arkadaş Suriye Demokratik Gücü dediğin dışarıdan başka örgütlerden getirmiş, örgütün ele başlarına koymuştun oraya komuta seviyesine. Şimdi onları bir gönder. Yok diyorlardı, şimdi kabul ettiler. Dediler ki; “Biz dışarıdan gelenleri göndereceğiz.” Demek ki; dışarıdan gelenler varmış. Onları bir gönder. Gerçek Suriyeliler…
Saygı Öztürk: Ülkemizde bulunanlar da yavaş yavaş gitsin artık ülkelerine.
Ali Babacan: Ülkemizde bulunanlar, şartlar düzeldikçe zaten yavaş yavaş döneceklerdir. Yani burada gönüllü ve onurlu geri dönüşü de ben çok önemsiyorum. Hep 'önce insan' demek lazım, 'önce insan'. Dolayısıyla bu insani kaygılarımızı bırakmayacak şekilde Suriye'deki güvenliğin ve istikrarın oluşmasıyla beraber zaten Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin hepsi olması da önemli bir kısmı, ya dönme niyetine sahip olur, ya döner. Orada yeni bir hayat kurmak için mutlaka mücadele ederler, çalışırlar. Ama öncelikle Suriye'de sahanın güvenli olması lazım. Bu güvenliğin sağlanması lazım. Ve bu bölgenin sorunlarını bizim bölge insanları olarak çözmemiz lazım. Elin Amerikalısına, elin Rus'una falan güvenerek iş yapmamaları lazım.
Ve Suriye'deki sorunların çözümünün mutlaka Suriyelilerin öncülüğünde ve Suriyelilerin sahiplendiği şekilde gitmesi lazım. Yani bu konuda ben gerçekten Dışişleri Bakanlığımızdan gelen açıklamaları gayet sorumluluk içerisinde yapılan açıklamalar olarak görüyorum. Yani "Bu Suriyelilerin işidir, Suriyeliler öncülük etmelidir", tamam. Ama olup bitenin iç kamuoyuna anlatılma şekli; her yeri fethetmişiz… Yani illere plaka numarası dağıtıyoruz. Şimdi dışarıdan bakanlar bu iletişim kampanyasının bizzat hükûmet eliyle yapıldığını biliyorlar, yani o kadar saf değil bu insanlar yani. E şimdi sen bir yandan Dışişleri Bakanlığına; “Tamam sen başımızı derde sokmayacak şekilde doğruları söyle ki hani sıkıntı olmasın” de, ondan sonra iç kamuoyuna dön bambaşka bir hikâye anlat. Bu ikili iletişim doğru değil, dürüst bir yaklaşım da değil. Yani gerçek neyse sahadaki neyse onu aynen vatandaşlarımıza anlatmak lazım. Onun ötesine geçtiğimiz zaman, bu yani zafer ya da fetih ya da kahramanlık duyguları eğer çok yükseltirseniz bir süre sonra kendini besleyen unsurlar haline gelip yanlış kararlar aldırtır. İç siyasi kaygılarla eğer dış politikayı yürütürseniz, hatalar yaparsanız sadece kendinize değil el aleme de zarar verirsiniz.
Mehmet Bal: Efendim, çok teşekkür ediyoruz. Suriye'deki son durum, asgari ücret, DEVA Partisi'ndeki ve siyasetteki son gelişmeleri konuştuk. Ayağınıza sağlık, çok teşekkür ediyoruz.
Saygı Öztürk: Yeni yılınız da kutlu olsun bu arada efendim.
Ali Babacan: Sağ olun. Umarım ki 2025 yılı 2024'e göre daha huzur içerisinde daha sükûnetle geçer. Gönlümüz bunu temenni ediyor. Ama aklımız da diyor ki; nasıl düzelecek bu işler?
Veli Toprak: Yılbaşı programınız belli mi efendim?
Ali Babacan: Ben Ankara'dayım ve evdeyim. Yani 31 Aralık gecesi Ankara'dayım ve evdeyim.
Mehmet Bal: Teşekkür ediyoruz efendim.