Mehmet Akif Ersoy: Nasılsınız?
Ali Babacan: Ben iyiyim, sağ olun. Siz nasılsınız?
Mehmet Akif Ersoy: Sağ olun, çok teşekkür ederim. Hemen başlayalım. Önümüzdeki bir saat boyunca çok fazla başlığımız var. Hızlı hızlı umarım toparlarız hepsini. Terörsüz Türkiye'yle başlamak isterim. DEM Parti heyeti ilk olarak DEVA Partisi'ni ziyaret etti diye anımsıyorum değil mi?
Ali Babacan: Son turda, evet.
Mehmet Akif Ersoy: Son turda ilk sizi ziyaret ettiler. Ne konuşuluyor o ziyaretlerde? Ne konuştunuz hem süreçle ilgili hem yaklaşımınızı paylaşarak isterseniz başlayalım.
Ali Babacan: Aslında bu süreç biliyorsunuz Sayın Bahçeli'nin 1 Ekim'de DEM milletvekillerinin Meclis’te elini sıkmalarıyla ilk sinyallerini veren bir süreç. Ama daha sonra Ekim ayında yaptığı, arka arkaya yaptığı grup konuşmalarıyla da artık varlığı tamamen ortaya çıkan bir süreç. Dolayısıyla biz Sayın Bahçeli'nin o ilk ilk grup konuşmasını dinleyince ve o grup konuşmasını metne şöyle ciddi bir şekilde eğilip de baktığımızda gördük ki; burada çok ciddi bir çalışma var. Yani o konuşma metnindeki kullanılan ifadeler, kelimeler MHP metin yazarlarından çıkan bir metin değil, Sayın Bahçeli'nin jargonu değil. Bunun arkasında çok ciddi bir çalışma olduğunu anladık.
Mehmet Akif Ersoy: Öncesinde bir çalışma olduğunu düşündünüz. Bu çok tartışıldı.
Ali Babacan: Tabii, Sayın Bahçeli'nin ilk grup konuşmasını yaptığı günün akşamı ben olağanüstü toplantı yaptım. İlgili bütün arkadaşları çağırdım. Madde madde metni deşifre ettik. Oradaki kavramlar, cümleler dedik “bu iş ciddi.” Ve ilk yaptığım basın açıklamasında da şunu söyledim, dedim ki; “Bu çok önemli bir süreçtir. Eğer çözüm için %5 bile bir ihtimal olsa biz gideriz o %5 ihtimali bile destekleriz” diye ilk açıklamayı yaptım. Ama daha önceki tecrübelerden de bildiğimiz için zor bir süreç tabii ki tabiatı itibariyle. Onun için de “İhtiyatlı bir iyimserlikle biz bu süreci izleyeceğiz” diye açıkladım. Ve o günden bugüne de hem konuyla ilgili bizi bilgilendirmek isteyen ya da bizimle istişare etmek isteyen herkesle konuşuyoruz. Çok yakından takip ediyoruz ve bizim katkımızı isteyen, önerilerimizi isteyen, tavsiyelerimizi isteyen herkese de tavsiyelerimizi veriyoruz.
Mehmet Akif Ersoy: Süreç içerisinde öyle olduğuna dair kanaatiniz daha da pekişti mi?
Ali Babacan: Tabii ki.
Mehmet Akif Ersoy: Yani arka planda şimdi biz şunu biliyoruz, Sayın İbrahim Kalın'ın Milli İstihbarat Teşkilatı'nın, bu süreç içerisinde çok aktif rol oynadığını, çok büyük bir çaba içerisinde olduğunu yapılan açıklamalar, bizim anlamaya çalıştığımız o ama sizin o kanaatinizi pekiştiren ne oldu süreç içerisinde yaptığınız temaslarda?
Ali Babacan: Sayın Bahçeli'nin birinci ve ikinci açıklaması, grup konuşması. Daha sonra DEM Parti'nin bizi ve diğer partileri ziyaret etmeye başlaması ve sürecin akışı, gündeme gelen konular. Şimdi ben daha önce dünyadaki çatışma çözümü örneklerini çok yakından takip ettiğim için ve kendim Dışişleri Bakanı iken de Filipinler'de biliyorsunuz o Güney Adalar'da ciddi sorunlar vardı. Oradaki çatışma çözümünün bizzat ara buluculuğunu başlattığım için Dışişleri Bakanı döneminde, ya bu konular nasıl çözülür, ne yapar? Yani nihayetinde nereye doğru bir hedef koyarsınız? Bu tecrübe sahip bir insanım. Artı kadromuzda da bu işleri bilen, çok iyi bilen arkadaşlarımız var. Dolayısıyla bizim çok iyi, hızlı bir şekilde analiz edip bu işin nereye gidebileceğini görmemiz mümkün oldu. Ama tabii bulmaca çözer gibi gidiyoruz. Yani nasıl bin parçalı bir bulmaca olur, hani 50-100 parçasını yerleştirdiğinizde yavaş yavaş şekillenmeye başlar. Dolayısıyla biz bulmaca çözer gibi parça parça ilerledik. Bir de bizim çok iyi bir dış politika ekibimiz var yani emekli büyükelçilerden oluşan. Şam'da büyükelçilik yapmış, Tahran'da büyükelçilik yapmış, Birleşmiş Milletler ‘de daim temsilci, Rusya-Ukrayna tampon bölgede AGİT görev gücünün başkanlığını yapmış arkadaşlarımız var. Benim başdanışmanım arkadaşım var, başka büyükelçilerimiz var, genç kadromuz var. Zaten bu dış politika ve dış güvenlik meselesi bizim çok yakından izlediğimiz bir konu. Her an dünyanın neresinde ne oluyorsa zaten takip ediyoruz, biliyoruz. Ve biz “bu konu, özellikle terörün çözülmesiyle alakalı konu, tam destek veririz” dedik. Tabi bu sadece birinci hat. Yani terörün bitmesi birinci hat. Bir de bunun hak ve özgürlükler hattı var. Ki Sayın Bahçeli'nin konuşmalarında bugüne kadar baktığımızda o hak ve özgürlük hattıyla ilgili de çok ipucu var. Hatta bizim milletvekilimiz Mehmet Emin Ekmen onları derledi, toparladı, bir rapor haline getirdi, bu hak ve özgürlük bölümünü. İlk önce Celal Adan aradı, daha sonra Sayın Bahçeli aradı kendisini. “Çok iyi bir çalışma olmuş.” Yani adeta o şimdiye kadar kayıt düşülen noktalarda biz şunu gördük ki; aslında iki tane hat var burada. Yani bir, terörün çözülmesi hattı, bir de kendi vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerle ilgili konular. Ve bunlar birbiriyle müzakere edilmeden gitmesi gerekiyor. Ki bizim DEVA Partisi olarak zaten ilk kurulduğumuz günden beri diyoruz ki; çatışma çözümü kısmıyla yani terör örgütünün varlığına son verilmesiyle ilgili hattın, hak ve özgürlükler hattından bağımsız yürümesi lazım. Zaten çözüm sürecinin en önemli sorunu buydu. Daha önceki, bir önceki çözüm süreci denemesinin en önemli sorunu bir terör örgütünün yapıp yapmayacağı şeylerde kendi vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin tanınıp tanınmaması masada pazarlık konusu haline getirdi. Bu yanlıştı yani. Biz beş yıldır diyoruz ki; “bunların ikisi ayrı ayrı hatta yürümeli” . Ki zaten bu da öyle oldu şu anda ayrı hatlarda yürüyor. Biz kronolojiyi farklı düşünüyorduk. Yani biz diyorduk ki; önce hak ve özgürlük defaten yerine gelmeli ki terör örgütünün istifade edeceği hiçbir konu kalmasın. Kendi vatandaşlarımız mı? Vatandaşımız. İster Kürt olsun ister Alevi olsun ne olursa olsun bütün vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükleri derhal tanınmalı. Ondan sonra dönüp terör örgütünün varlık sebeplerinin zaten önemli ölçüde yok olduğu bir dönemde örgütü yalnızlaştırıp sadece silah değil sadece askeri güç değil, sosyoekonomik enstrümanlarla, diplomasiyle, uluslararası siyasetle bu konuyu nihayet bir çözümle ulaştırmak. Yani şimdi kronoloji bizim düşündüğümüzün tersi gidiyor ama sorun değil.
Mehmet Akif Ersoy: Tersi mi gidiyor şu anda?
Ali Babacan: E tabii, biz zaten tabii önce şimdi terör örgütü varlığından son verecek ondan sonra hak ve özgürlük hattı çalışmaya başlayacak. Yani biz tersinin olmasını düşünüyorduk. Normalde kendi vatandaşımıza niye bekliyoruz ki?
Mehmet Akif Ersoy: Önce hak ve özgürlük konusu bitmeli gibi bakıyorsunuz.
Ali Babacan: Biz tabii ben 5 yıldır bunu söylüyorum. Yani bu konu çözülecekse böyle çözmek. Bu önemli değil ama sonuçta...
Mehmet Akif Ersoy: Burada mesela bir anayasa değişikliği hususundaki pozisyonunuzla benzer olur mu? Yani müspet yaklaşır mısınız?
Ali Babacan: Şimdi anayasada ne olacağını bilmiyoruz. Yani iktidar daha yeni ilk defa bugün 10 kişilik bir Anayasa Komisyonu kuracağını ilan etti bakın. Daha ortada tek bir madde yok. Halbuki biz Türkiye'nin en genç siyasi partilerden birisi olarak kendi anayasa çalışmamızı yaptık. 115 madde olarak açıkladık, zamanında. Hatta 2023 seçimlerine giderken de diğer partilerde de ortaklaşan bir ortak anayasa metni yayınladı hatırlarsanız, 84 maddelik bir anayasa metni. Kodifikasyonu tamamlanmış, eski madde yeni madde, gerekçe… Yani yarın sabahleyin Anayasa Komisyonuna sunulmaya hazır bir teklifimiz var bizim zaten. İşin garip tarafı iktidarın sürekli “yeni anayasa yeni anayasa” deyip de daha bugün ilk defa 10 kişilik bir ekip kurup “hadi bakalım çalışmaya başlayın” demesi. Niye bu kadar geç kaldılar o da tabii ayrı bir soru işareti.
Mehmet Akif Ersoy: Ama bir çalışma zaten bildiğim kadarıyla orada da var. Sadece onun üzerine yeniden bir anayasayı birazdan konuşalım tekrar.
Ali Babacan: Ama geri planda ne var hiç bilmiyoruz. Yani tek bir maddesi bile duyurulmadı.
Mehmet Akif Ersoy: Değişmesi gerektiğini düşünüyorsunuz. Bir Anayasa değişikliği var…
Ali Babacan: Bizim parti programımızda Yeni Anayasa diyor zaten. DEVA Partisi'nin programı Yeni Anayasa.
Mehmet Akif Ersoy: Orada peki sistem konusunda aynı noktada mısınız? Parlamenter Sistem konusunda aynı noktada mısınız?
Ali Babacan: Parlamenter Sistem, kesinlikle. Aksi halde Türkiye'nin sorunları çözülmez inanın. Yani biri gelir biri gider iktidarların ama sorunları çözemeyiz. Parlamenter Sistem dediğimiz aslında nedir? Denge kontroldür. Güçler ayrılığıdır…
Mehmet Akif Ersoy: Başkanlık sisteminde denge denetleme olursa gibi bir şeye yakın durmuyor musunuz?
Ali Babacan: Şimdi parlamentonun güçlü olması gerekiyor. Parlamenter Sistem’den kastımız güçlü bir parlamenton. Ve parlamentonun içinden hükûmetin oluşması. Bakın parlamentonun içinden başbakanın olması. Yürütme erkiyle Meclis’in daha işçi olması. Şu anda tamamen kopmuş durumda. Bakanlar biliyorsunuz milletvekili değil artık. Yani yürütme ayrı bir hattan gidiyor. Meclis yani var olsa da yok olsa da çok da iktidarın önemli gördüğünü düşünmüyorum açıkçası Meclis’in. Niye? Mesela şu anda Mecliste ne görüşülüyor? Kanun hükmünde kararnameyle bir sürü kararlar alınmış. Anayasa Mahkemesi demiş ki; “Bir dakika ya Cumhurbaşkanı'nın böyle bir yetkisi yok ki. Bunu Meclisten geçirmeniz gerekiyordu” demiş. Şimdi şu anda Meclis bunları konuşuyor mesela. Yani “Torba Yasa” dediğimizin içinde bir sürü kanunla yapılması gerekirken kanun hükmünde kararnameyle tek imzayla Cumhurbaşkanı'nın yaptığı düzenlemeler tekrar Meclis’te düzeltilmeye çalışıyor şu anda.
Mehmet Akif Ersoy: Anayasa'ya birazdan gideriz tekrar, Türkiye'yi biraz daha açalım. Anayasa’da çünkü hem Cumhurbaşkanı'nın adaylığı konusunda en çok tartışılan konulardan bir tanesi.
Ali Babacan: Tabii tabii onlar kritik konular.
Mehmet Akif Ersoy: 100 kişilik bir komisyon kurulması önerisi var Sayın Bahçeli'nin. İktidarın yaklaşımı sanki silah bırakma çağrısından sonra olsun gibi. Yani öyle demiyorlar ama öyle algılanıyor.
Ali Babacan: Çağrı var da silahlar bırakıldıktan sonra.
Mehmet Akif Ersoy: Çağrı değil de bırakma işlemi bittikten sonra komisyon kurulmalı. Sayın Bahçeli hemen, DEM parti hemen kurulmasını öneriyor. Sizin orada komisyonla ilgili bazı şerhleriniz var sayısal konulara dair.
Ali Babacan: Doğru.
Mehmet Akif Ersoy: Nedir o?
Ali Babacan: Şöyle, bu konunun bir kısmı mutlaka Mecliste yürütülmek zorunda. Meclis’te bu işlerle ilgili bir komisyon gereklidir ama yeterli değildir. Yani bir tabir vardır, “komisyona havale etme” gibi. Yani bu konu bir komisyona havale edecek mesele değil. Bu konu çok ciddi bir konu. Meclis’te bir komisyon kesinlikle olmalıdır. Ve bu komisyon istişare için, konunun her yönüyle görüşülmesi için ve konuyu sahiplendirme için önemli olacaktır. Fakat kararların nihayetinde şu anda mevcut olan ihtisas komisyonlarından geçmesi gerekir. Eğer Meclisin topyekûn bu işe sahiplenmesini istiyorsak, düşünüyorsak. Peki, böyle bir komisyon kurulacaksa bu komisyonun eğer gerçekten istişare komisyonu olmasını istiyorsak o zaman sayısının makul bir sayısı olması lazım.
Mehmet Akif Ersoy: Nedir makul sayısı?
Ali Babacan: Komisyon kurulduğunda herkesin elindeki metni okuyup, bildirisini okuyup 100 kişinin arka arkaya, ondan sonra işin kilitlenebileceği bir yapıya da dönebileceğiyle ilgili endişelerimiz var. Çünkü hele hele 100 kişilik komisyon salonunda, basında olduğunda orası adeta herkesin kendi pozisyonunun bildirgesini okuyacağı bir mekân, bir zemin haline gelebilir. Amacından uzaklaşabilir. Bu işlerde ideali nedir? İdeali karşılıklı rahat görüş alışverişinin bulunabileceği kadar küçük olmalı. Ama Meclisi ve tüm siyasi partileri temsil edecek kadar da büyük olmalı. Yani arada bir yerde bir optimum sayı gerekir.
Mehmet Akif Ersoy: Oransal olarak da Sayın Bahçeli’nin önerisine katılıyorsunuz o zaman. Yani milletvekili sayısı kadar temsilci göndermesi...
Ali Babacan: Aslında daha önce örnekleri var. Mesela 2012 anayasa çalışmasında bir Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Ve siyasi partilerin milletvekili sayısından bağımsız olarak her grubun eşit sayıda temsil edildiği ve nitelikli çoğunlukla karar alınacak bir komisyon kurulmuştu 2012'de. Yani eğer gerçekten bu iş sahiplendirilsin isteniyorsa, eğer bu iş gerçekten 50 artı 1'i elinde tutan karar verip geçsin değil de daha geniş bir sahiplenme olmasını eğer istiyorsak, illa oransal değil o oranların biraz daha temsil gücünü yükseltecek bir şekilde değiştirmesi de mümkün olabilir.
Mehmet Akif Ersoy: Makul sayı nedir?
Ali Babacan: Burada sonsuz seçenek var. İşte bu tamamen parametrelere bağlı. Yani ayarlarsınız. Şu anda herhalde bildiğim en büyük komisyon mecliste 40 kişilik falan yani şu anda. O bile sınırdadır yani. O bile sınırdadır. Daha sayıları büyüttüğün zaman karşılıklı konuşma olmaz orada. Karşılıklı konuşma olmayınca da sadece işte “komisyonsa komisyon kardeşim kurduk işte, meclisse meclis işte Meclis’te de yürüyor” demek olur o. Amacından sapar. Bu mesele Mehmet Akif Bey çok önemli. Yani memleketin gerçekten tarihi bir anındayız şu anda. Çok kadim bir sorundan bahsediyoruz. On binlerce canımızı yitirdiğimiz bir sorunun çözümünden bahsediyoruz. Sadece komisyonun görevi, terörün çözümü değil ama aynı zamanda bu komisyonun görevi hak ve özgürlüklerle ilgili çalışmaları da yapmak olmalıdır. Yani bu komisyonun geniş bir perspektifle çalışması gerekir. Yani dar bir pencereden bakmamalı bu komisyon meseleye.
Mehmet Akif Ersoy: Yani etkili yetkili de olmalıdır. Meclis komisyonlarına benzememelidir. Doğru mu anlıyorum? Öyle olduğunda işte bu sayısal şeyler direkt girer ama.
Ali Babacan: İşte şu andaki İhtisas Komisyonlarının en büyüğü yanlış hatırlamıyorsam 40 kişi civarında yani. O da plan bütçedir muhtemelen. Daha büyük bir komisyon var mı bilmiyorum, tam sayılar önünde değil ama...
Mehmet Akif Ersoy: Bu söylediğimiz Türkiye'nin geleceğini şekillendirecek bir sürecin...
Ali Babacan: Tabii ki tabii ki öyle. Parlamentoda 600 milletvekili var biliyorsunuz. Önemli olan 600 milletvekilinin mümkün olacak çok sayıda bu işi sahiplenmesi. Dolayısıyla bu komisyon artı yerine göre Adalet Komisyonu değil mi? İçişleri Komisyonu. Bunların hepsinin devreye girmesi gerekecek. Belki bazı konular plan bütçeye belki gelmesi gerekecek. Zaten sırf bu komisyonla kalmayacak ki. Bu komisyonun yanında bir Adalet Komisyonu. Anayasa değişikliği gerekecek konular Anayasa Komisyonuna gidecek. Dolayısıyla başka komisyonların da zaten devreye girmesi gerekecek. Ne kadar çok sahiplendirilirse bu konu o kadar fayda olur. Ama bana göre bu komisyona çok kilitlenmemek lazım. Mesele sadece Meclis ve komisyon değil. Mesele aynı zamanda sivil toplumun bu işi sahiplenmesini sağlamak. Mesele aynı zamanda bu işin düşünce önder olan bir sürü insan var, ömrünü bu işe vermiş bir sürü akademisyen var. Bu işin düşünce önderliğini yapmış insanlar var. Bunların da bir şekilde devreye gireceği bir yapıyı da bu komisyonun yanında oluşturmak gerekiyor. Yani sadece resmi kanallardan gitmemeli bu, sivil inisiyatif de mutlaka devrede olmalı. Ama hepsinin uygulaması dönecek dolaşacak yürütme erginde neticelenecek. Hepsinden daha önemlisi de Sayın Erdoğan'ın yani ülkenin Cumhurbaşkanı'nın bu işin öncülüğünü yapması. Yani eğer bu işe inanıyorsa bu iş doğrudur diyorsa bizzat bu işin öncülüğünü yapması. Ki son haftalardaki açıklamalarına bakıyorum, gittikçe daha derinlemesine ve daha geniş bir şekilde Sayın Erdoğan da artık konuyu sahiplenmeye başladı. Mesela ilk haftalarda öyle değildi. İlk haftalarda biz diyorduk ki...
Mehmet Akif Ersoy: Mesafeli mi?
Ali Babacan: “Sayın Erdoğan bu işin neresinde?” diyorduk. Hayır hiç konuşmuyordu. Bu iş yokmuş gibi davranıyordu ilk haftalarda hatırlayın. Sayın Bahçeli konuşuyordu, Erdoğan'ın ne düşündüğünü hiç bilmiyordu. Sonra yavaş yavaş açıklamaya başladı.
Mehmet Akif Ersoy: Sayın Bahçelinin konuşmasındaki arka planındaki o iki sene ya da siz dediniz hani iyi bir hazırlık var bunun önünde.
Ali Babacan: Evet.
Mehmet Akif Ersoy: O Sayın Erdoğan'dan habersiz bir şey olamaz herhalde.
Ali Babacan: Habersiz olması mümkün değil ama kendisinin ne kadar sahiplendiği çok çok önemli. “Tamam gidin arkadaşlar Sayın Bahçeli ile konuşun. İkna edebilirseniz o bu işin öncülüğünü yapsın. Belki de çok sever kendisi öncülüğünü yapmak isteyebilir. Bir bakalım nereye gider. Eğer tutarsa ben daha sonra devreye girerim. Ama baktık ki halkta çok tepki var, ben kenarda çekilirim. Bu iş öylece yatar.” Bu da olabilir, bilemiyoruz yani.
Mehmet Akif Ersoy: Sayın Erdoğan çok güçlü olduğu bir dönemde, yani oy noktasında, sizin de o süreç içerisinde AK Parti'ye siyaset yaptığınız dönemde Çözümü Süreci’nde büyük bir risk almıştı bu meseleye dair.
Ali Babacan: İşte sütten dili yandı ya.
Mehmet Akif Ersoy: Ondan dolayı olabilir.
Ali Babacan: Şimdi yoğurt üfleyerek yiyor. Halbuki şu andaki gerçekten sıcak sütle soğuk yoğurt gibi farklı bana göre ortam. Çünkü o zamanki ortamda hatırlayalım AK Parti tek başına bu işin mücadelesini veriyor. Ki ben Başbakan Yardımcısıyım o günlerde. Önce Dışişleri Bakanı'yım bu arada. Tabii Oslo süreci falan var ya sonradan ortaya çıkan. Ben Dışişleri Bakanı'yım o günlerde, sonra Başbakan Yardımcısıyım. Bütün süreci takip ediyorum. Sadece AK Parti tek başına mücadele veriyor. CHP şiddetli muhalefet ediyor. MHP şiddetli muhalefet ediyor. O gün hatırlarsanız bir akil insanlar grubu oluşturmak zorunda kalmıştık. Onlar il il dolaştılar da hiç olmazsa topluma biraz anlatalım diye. Çünkü muhalefetten rüzgâr sert ve ters esiyor yani. Şu anda oysaki tam farklı bir durum var. Şu anda 1-2 parti hariç, bunu belki fırsatçılık olarak gören 1-2 parti var. Çok şey değil ama. Partilerin çoğunluğu ve Meclis’in bayağı nitelikli çoğunluğunu temsil eden partiler bu süreci az ya da çok destekliyor. Çok kıymetli bir şey. Ve sayın Erdoğan aslında büyük bir konfor alanı var şu anda.
Mehmet Akif Ersoy: İlerlemeyeceğini düşündükleri için, fırsatçı gibi bir şey dediğiniz için söylüyorum. Sayın Müsavat Dervişoğlu karşı çıkan isimlerden birisi mesela. Biz bir yayın yaptık, sordum ben “Niye karşısınız?” diye. “Terörsüz Türkiye'ye karşı değiliz ama bu işin risklerini çok büyük görüyoruz” diye uzun uzun anlattı. Risklerinden dolayı veya olmazlıklarından dolayı karşı çıktıklarına dair ifadeleri var.
Ali Babacan: Tabii işte o nasıl baktığınıza bağlı. Çünkü çok can kaybettik. Artık analar ağlamasın diyoruz biz.
Mehmet Akif Ersoy: Tam orada riskler neler sizin açınızdan diye sormak istiyorum. Siz risk olarak ne görüyorsunuz, görüyor musunuz riski?
Ali Babacan: Riskler tabii çok risk var.
Mehmet Akif Ersoy: Nedir o risk? Geçmişteki tecrübenin üzerinden de sorayım.
Ali Babacan: “%5 bile ihtimal olsa destekleriz” dedik. Bu ne demek yani? “Bu iş zor ama çok önemli, yeter ki olsun biz destekleriz” dedik. Böyle açık tutum aldık, ilk günde. Riskler neler? Öncelikle bu terör örgütünün silah bırakması ve kendini feshetmesi sürecinde infaz yasası dahil, şu anda biliyorsunuz 10. Yargı Paketi diye bir infaz yasasının içinde bazı unsurlar olacak gibi görünüyor. Onlar riski konularda olabilir, daha rahat yönetilebilecek konularda olabilir. Bilmiyoruz. Hala İnfaz Yasası Meclis’e gelmiş değil, bilmiyoruz ne olduğunu. Ona dikkat etmek gerekecek. İkinci konu örgüt elemanları ne olacak? Şimdi örgüt elemanlarıyla ilgili bir çıkış henüz gösterilmiş değil. Yani yönetim kadrosu ne olacak? Teröre bulaşmış olanlar ne olacak? Daha zorla ailesinden koparılıp kaçırılmış ama hiç daha terör eylemine bulaşmamış gençler ne olacak? Şimdi bununla ilgili çözümler üretmek gerekiyor ve bu çözümler de bazen toplumun sinir uçlarıyla oynayan şekilde sunulabilir bu çözümler. Yani bu çözümlerin nasıl sunulacağı, ne yapılacağı çok çok kritik. Bu işin iletişimi çok önemli. Onun için ben ilk günden beri diyorum ki; Sayın Erdoğan bu işin sahiplenmeli ve kendisi kendi tabanı dahil halka ikna edici bir tutumu koymalı diye onun için söylüyorum. Risk orada çünkü yani. Bu bizim kendi iç konularımız ama bir de asıl riskin büyüğü Suriye'de PYD-YPG meselesi. Yani Suriye'deki PYD-YPG yapısı bu sene sonuna kadar nasıl evrilecek? Nereye evrilecek? Evet bir anlaşma yapıldı. Yani Mazlum Abdi ile Ahmed Şara arasında biliyorsunuz bir anlaşma yapıldı 8 maddelik komisyonlar kuruldu. Komisyonlar çalışıyor. Orada işler iyiye gidebilir ama orada işler Türkiye'nin arzu etmediği noktaya doğru da gidebilir. Üstelik en büyük risk, en büyük risk de İsrail'in Suriye'nin iç işlerine müdahalesidir bütün bu süreçle bakan. Bir numaralı risk, bir numaralı. Çünkü İsrail kendi içinde istikrarlı güçlü bir Suriye görmek istemiyor. Bölünmüş bir Suriye görmek istiyor. Yani Arap Alevilerin ayrı bölgesinin olduğu, Dürzilerin ayrı bölgesinin olduğu, Kürtlerin ayrı bölgesinin olduğu ve bu yapıya bakınca tabii Türkmenlerin de ayrı bir bölgesinin olduğu parçalı ve zayıf bir Suriye görmek istiyor. Ve o parçaları birbirine düşürecek, o parçaları birbiriyle sürekli gergin ve kavga halinde tutacağı bir Suriye istiyor. Çünkü güçlü bir Suriye, nüfusunun çoğunun Müslüman olduğu ve Sünni Arap olduğu, dolayısıyla İsrail'in şımarıklıklarına asla izin vermeyecek, İsrail'e haddini bildirecek bir Suriye olduğunu bildiği için baştan Suriye zayıf bir Suriye olsun istiyor. Burada Suriye içerisindeki yapıların buna çok dikkat etmesi gerekiyor. Yani sırtlarını, hiç kimsenin sırtını İsrail'e dayamaması gerekiyor. Ve bu bölgenin insanları olarak bu sorunları biz bize çözmemiz gerekiyor. Bin yıldır biz bu coğrafyada beraber yaşıyoruz, Kürtler, Türkler daha binlerce yıl inşallah beraber yaşayacağız. Ama elin adamına güvenerek ya da enin adamının çıkarları doğrultusunda herhangi bir iş yapmamak gerekiyor. Yeter ki biz birbirimize güvenelim. Biz birbirimize güvendikten sonra sorun olmaz. Hepimiz insanız. Bakın ben Dışişleri Bakanı'yken yıllarca söylediğim bir şey vardı. Bu bölgemizle ilgili, bu coğrafyamızla ilgili. Diyordum ki; “Orta Doğu'da öyle bir vizyonumuz var ki bizim, sınırların anlamsızlaşacağı, insanların rahat hareket edebileceği, ülkeden ülkeye rahat hareket edebileceği, ürünlerin rahat hareket edebileceği, finansın rahat hareket edebileceği, fikirlerin rahat hareket edebileceği bir coğrafya hayal ediliyoruz biz” diyordum. Ve gittiğim bütün ülkelerde de bu vizyonu anlatıyordum. Güçlü bir Türkiye olarak, ekonomisi sağlam bir Türkiye olarak, itibarlı bir Türkiye olarak ben bunları anlatıyordum bütün bu coğrafyada ve ötesinde. Çünkü bu “Kazan kazan” sonucunu getirecek.
Mehmet Akif Ersoy: 2011'e kadar da ciddi bir mesafe kat edilmişti diyebiliriz. Ondan sonra bir anda Arap Baharı ve süreçlerle büyük ihtimalle başka bir noktaya geldi.
Ali Babacan: Evet, evet. Yani orada açıkçası Türkiye'nin de dış politikada ciddi hataları oldu. Yani başka ülkelerin iç işlerine çok müdahil olduk o dönemde. Bu yanlıştı yani. Özellikle Arap coğrafyasında biliyorsunuz tarihi bir Türkiye ile ilgili bir algı vardır.
Mehmet Akif Ersoy: Osmanlı'dan kalma.
Ali Babacan: Evet. Yani onlara çok dikkat etmek lazım. Yani “ya geliyorlar bizim içimize oynuyorlar, geliyorlar bizim iç siyasetimize oynuyorlar” Havası kötü bir şey.
Mehmet Akif Ersoy: İmparatorluk damarları kabardı.
Ali Babacan: Yani orada da gereksiz yere, gereksiz yere bazı bölge ülkelerindeki yönetimleri biz ürküttük açıkçası o dönemde. O yanlış oldu. Halbuki o ülkenin kendi iş dinamikleriyle bir yönetim gelir, bir iktidar gelir. Kim gelirse gelsin biz o iktidarla iyi geçiniriz. Türkiye'nin çıkarları da bunu gerektirir. O ülkelerle olan ilişkilerimizin uzun vadede iyi gitmesi de bunu gerektirir. Çünkü önemli olan Türkiye'nin o ülkelerin halklarıyla olan bağdır. O ülkelerin halklarıyla bağ sağlam kurarsanız Türkiye güvenilir bir ülkedir. Türkiye'nin kimsenin toprağında gözü olmaz. İntibasını halklarda oluşturursanız zaten uzun vadede kazanan siz olursunuz. Onun için o dönemde de hataları oldu ama bunların hepsi büyük çoğunlukla telafi edilebilir şeyler. Fırsat kaçtı falan filan demiyoruz, Türkiye büyük ve güçlü ülke, yine sadece bu coğrafyanın değil dünyanın en önemli aktörlerinden birisi rahatlıkla olabilecek bir ülke Türkiye.
Mehmet Akif Ersoy: Bu Terörsüz Türkiye'ye dair son sorum olsun. Süremizi de dikkatli kullanalım diye. DEM Partili yaptığınız görüşmelerin onların beklentisi ne?
Ali Babacan: Şimdi DEM Parti resmin sadece bir kısmını görüyor. Yani resmin tümünü görmüyor.
Mehmet Akif Ersoy: Ne demek bu?
Ali Babacan: Yani DEM Parti'nin muhatap olduğu devlet birimleri onlara elini ne kadar açarsa o kadarlık kısmını görüyorlar. DEM Parti'den öte İmralı var değil mi? Kandil var. İran ve Suriye ayağı var işin. Hatta Avrupa örgütü var Avrupa yapılanması var.
Mehmet Akif Ersoy: DEM Parti İmralı, Kandil, İran, Suriye ayaklarını görmüyor mu? Oraları görüyordur…
Ali Babacan: Şimdi oraları görüyordur ama bizim devlet tarafında, devlet birimleri tarafındaki nihai hazırlık konusunda ne kadar bilgilendirilmişlerdir ne kadar bilgilendirilmemişlerdir ondan emin değiliz. Çünkü en son bizi ziyaretlerinde de sorduğumuz soruların bir kısmına cevap alamadık. “Henüz biz de bilmiyoruz” dediler.
Mehmet Akif Ersoy: Mesela?
Ali Babacan: Yani mesela diyelim ki, en basitinden bu İnfaz Yasası değil mi? Yani, “Ne gelecek? Ne bekliyorsunuz? Sizinle konuşuyorlar mı?” Yani bizi en son ziyaret ettikleri günlerde daha yeni yeni konuşmaya başlamışlar mesela “bu İnfaz Yasası ne yapalım ne edelim.” Tabii İnfaz Yasası’nın sadece bu örgütü ilgilendiren ayağı yani yoksa İnfaz Yasası daha geniş bir hazırlık. Onun için onlar da soruyorlardı. Hatta ben dedim ki onlara; “Bakın sizin üzerinizde çok yük var. Bütün muhalefeti bilgilendirme yükü sizin üzerinizde. Yani muhalefet muhalefeti bilgilendiriyor. Bunun doğru olanı eğer bu hazırlık bir devlet birimi, Sayın Cumhurbaşkanı'na bağlı bir devlet birimi tarafından yapıldıysa bu bilgilendirme yükünün de o birimler tarafından üstlenilmesi lazım. Yani bu hazırlığı yapan madem iktidar o iktidarın gelip bizleri bilgilendirmesi lazım. Şimdi o yükü de size yıkmış durumdalar. Bu yük de ağır bir yük işiniz kolay değil” diye kendilerine de söyledim. Hatta ben onlara söyledim pazartesi günü salı günü grup konuşmalarında ne dediler; “Artık iktidarın bu işin bilgilendirmesini yapması gerekiyor” diye bizim toplantıdan bir gün sonra da kendi grup konuşmalarında söylediler.
Mehmet Akif Ersoy: Sizin de öyle bir beklentiniz var mı? Yani Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan veya iktidardan bu hususta ilgili veya Sayın Cumhurbaşkanı'nın tüm siyasi partilerin genel başkanlarını topladığı ve bu sürece dair bilgilendirme yaptığı konuştuğu bir toplantı organizasyonu randevulu talebi...
Ali Babacan: Bence gerekir, gerekir. Şimdi MİT kime bağlı? Cumhurbaşkanına doğrudan bağlı değil mi? Arada bakan falan da yok. Peki, MİT başkanı böyle bir çalışmayı kendisinden habersiz yapar mı? Yapmaz. Dolayısıyla ya kendini doğrudan ya da görevlendireceği yetkili bir kişinin bu bilgilendirmeyi yapması lazım. Eğer muhalefetten tam destek istiyorlarsa bunu yapmaları lazım. Bakın biz bunu yapmamalarına rağmen, “tek bir can kaybının biz vebalini taşıyamayız” diye sürece çıktık biz destek verdik Mehmet Akif Bey kolay bir şey değil. Türkiye'nin en genç partilerinden birisi olarak bunu yaptık, risk aldık çünkü “memleketimiz için bu çok önemli” dedik. Sayın Cumhurbaşkanı da belki bunu zamanında “bir deneyelim bakalım ne olacak?” diye bakmış olabilir. Muhtemelen de öyle baktı. Ama biz adeta kendisinden daha cesaretli bir şekilde girdik meselenin içerisine. Ama ne yapıyoruz? Hep risklere dikkat ediyoruz. Hep uyarıyoruz, “Aman diyoruz şuna dikkat edin. Aman buna dikkat edin. Şurası çok önemli diyoruz. Bakın burayı daha dikkatli inceleyin. Şunu detaylandırın.” Suriye ile ilgili konularda çok yakın takip ediyoruz. Hem Suriye'deki aktörlere mesajlar veriyoruz, kamuoyuna açık mesajlar veriyoruz. Hem de Suriye'deki aktörlerle muhatap olanlara mesajlar veriyoruz. Gerçekten önemli bir fırsat. Bu fırsatın kaçmaması gerekiyor. Gereksiz iç siyasi tartışmaları da bunu boğamadan...
Mehmet Akif Ersoy: Siyaset üstü bir yerde konumlandırmak gerekiyor gibi bir yaklaşım var. Siyaset üstü bir şey yoktur. Siyaset her şeyi kapsar ama...
Ali Babacan: Siyaset üstü değil de... Türkiye sorunlarını siyasetle çözecek. Siyaset üstü ifadesine...
Mehmet Akif Ersoy: İfadesi doğru olmayabilir…
Ali Babacan: Ama belki partiler üstü denilebilir, partiler üstü. Yani bunu parti meselesi yapmadan, şu parti bu parti meselesini yapmadan partiler üstü bir mesele olarak. Bir memleket meselesi olarak. Çünkü nihayet çözüm siyasetle olacak. Yani biz demokratik siyasete inanıyoruz. Türkiye'nin sorunlarının ancak meşru demokratik siyasetle çözüleceğine inanıyoruz. Ve dolayısıyla yine siyasetle çözeceğiz bunları ama risklere de son derece dikkat etmek gerekiyor. Hele hele dediğim gibi dışarıdan işi bozabilecek ülkelere ve aktörlere de son derece dikkat etmek gerekiyor.
Mehmet Akif Ersoy: Komisyon silah bırakmadan da kurulabilir diye düşünüyorsunuz diye anladım.
Ali Babacan: İkisi arasında illa bağ kurulmuş kurulmamış çok önemli değil ama şöyle bir endişem var. Komisyon kurulduğu anda ilk toplantısını yapacak ya... İlk toplantısını yaptığında orada kesin fırsatçılıklar olacak öyle diyeyim yani. Gelip herkes beyanını okuyacak ve o komisyondaki tartışmalar ve erken aşamada çıkacak gereksiz gerginlikler bu işin akışına zarar da verebilir. Onun için komisyon olmalı. Ama büyüklüğü, çalışma usulü dedim ya hani basit çoğunluk mu, nitelik çoğunluk mu, kompozisyonu...
Mehmet Akif Ersoy: Hatta komisyon seçilecek üyelerin bile bu hassasiyet taşıyanlardan olması ve bu gereksiz tartışma ve şeylerden uzak duracak isimlerden seçilmesi...
Ali Babacan: Yani keşke ama tabii her parti kendi üyesini kendi belirleyeceği için hani tam tersine şu da çıkabilir.
Mehmet Akif Ersoy: Sürekli etekleyen partiler ya açısından.
Ali Babacan: Şimdi böyle ortamlar şöyle ben çok ülkede bu çatışma çözümünü izlediğim için çok ülkede. Yani çıkar bir iki parti onun üzerinden acayip reklam yapar bu işler üzerinden, acayip reklam yapar.
Mehmet Akif Ersoy: Siyaset.
Ali Babacan: Kendi popülaritesinin bir zemin olarak orayı görür. “Ya kardeşim yaptığın memleketin aleyhine zarar veriyorsun.” “Olsun ben parti olarak kazanıyorum ya” diye düşünebilir yani. Bunlara dikkat etmek gerekiyor. Ben hep baştan söylüyorum; “İhtiyatlı iyimserlik” diyorum bakın, İhtiyatlı iyimserlik. Yani iyimser olacağız ama çok çok da ihtiyatlı olacağız. Ve yine vurguluyorum ki; sadece mesele terörün bitmesi değil, asıl Türkiye'nin daha önemli meselesi bakın açıkça, hak ve özgürlük sorununu çözmesidir. Yani bu sorunları aşmadan Türkiye şöyle başını kaldıramayacak. Türkiye ileriye doğru emin adımlarla yürüyemeyecek. Yani bizim kendi içimizde birliğimizi, beraberliğimizi güçlendirmemiz lazım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin bu ülkeyi, bu vatanı aynı samimiyette sahiplenmesi lazım. Kimsenin birini bir diğerinden üstün görmemesi lazım. “Hepimiz eşitiz ve bu ülkenin vatandaşıyız” diye birbirimize sarılmamız lazım. Bunun da yolu hak ve özgürlüklerle ilgili sorunları bir an önce çözmekten geçiyor.
Mehmet Akif Ersoy: Sürem az diye, şimdi İstanbul Belediyesi'nin soruşturmalara geçmeden önce anayasayla ilgili az önce konuştuk biraz. Ona bir değineyim. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tekrar aday olmaması gerektiğini düşünüyorsunuz. Yeni anayasayı bununla ilişkilendiriyor musunuz? Cumhurbaşkanı bu arada geçtiğimiz günlerde “benim böyle bir derdim yok” gibi bir ifade de kullandı.
Ali Babacan: Şimdi yeni anayasa meselesi şöyle. Bir, daha ortaya koydukları tek bir madde yok. Bakın biz 115 madde koymuşuz. Bunun 84'ünde 6 parti mutabık kalmışız. Daha iktidar tarafında hiçbir şey yok, tek bir madde yok. Şimdi tek bir madde bile ortada olmayınca tabii insanlar şüpheleniyor. “Acaba, Sayın Erdoğan sadece ve sadece kendisi bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmak, hatta belki cumhurbaşkanlığının süre sınırını kaldırmak için mi bunu istiyor?” diye, ister istemez insanlarda şüphe oluşuyor. Dolayısıyla bu şüphelerin bir an önce ortadan kalkması gerekiyor. Anayasayla ilgili bir başka önemli konu da şu andaki iktidar mevcut anayasaya uymuyor. Anayasa Mahkemesi karar veriyor, “Uymuyorum” diyor, “Saygı duymuyorum” diyor. AHİM kararları var, “Uymuyorum” diyor. Daha geçen hafta Meclis’te HSK oylamasında Anayasa Komisyonu ve Adalet Komisyonu’nu, ki Meclis’in en önemli hukuk sorumlu olan iki komisyonun ortak oturumunda, Karma Komisyonu'nda Anayasa delindi. HSK üyeleri seçilirken anayasanın açık hükmüne uymadı bunlar. Ben de diyorum ki; iktidarın anayasayı bağlayıcı hukuk normu olarak görme derdi yok, gerektiğinde uymayabiliyor. Peki gerektiğinde uymayabildiği bir hukuk normunu niye bu kadar önemsiyor? Eğer anayasayı önemsiyorsa iktidar önce uymadığı maddelere bir uysun, şu AYM kararlarını bir gereğini yerine getirsin, ahim kararlarını uygulasın, anayasayı önemsediğini bize göstersin ki; ondan sonra oturup yeni anayasa çalışılsın. Bir başka önemli konu Erdoğan'ın görev süresine gelince de, iki temel prensip gereği biz artık Sayın Erdoğan'ın Türkiye'nin önünü açması ve tatlı bir dönüşümün öncülüğünü yapması gerektiğini düşünüyoruz. Niye? Bir, AK Parti'nin kuruluş akitnamesidir. Kuruluş akitnamesinin yani parti tüzüğünün altında benim de imzam var, Sayın Erdoğan'ın da imzası var.
Mehmet Akif Ersoy: Üç dönem kuralı.
Ali Babacan: Üç dönem, üç dönem.
Mehmet Akif Ersoy: Onları çok geçtik ama efendim.
Ali Babacan: Geçtik diye bir şey yok ama o kuralı niye koyduk? Lider sultası olmasın dedik. Çünkü uzun süre devlet gücünü kullanmak...
Mehmet Akif Ersoy: Yani onlar delindi.
Ali Babacan: Onları deldiğimiz için ülke bir durumda işte. Sebebi de bu. Onlar delindiği için uzun süre devlet gücünü kullanmak insanları bozuyor. Güç zehirlenmesi oluyor. AK Parti'nin kuruluşunda biz böyle masalarda bunları çalıştık. Dedik ki; “lider sultası olmamalı. Tatlı bir dönüşüm olmalı. Bir kişi uzun süre gücü elinde tutarsa, ülkeyi yönetme gücünü, güç zehirlenmesi oluyor. Güç yozlaştırıyor, mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor” dedik. Onun için onu yazdı. Türkiye de rezil oldu şu anda bakın. Yazık değil mi? Bizim 2023 yılında hedefimiz 25 bin dolarlık milli gelirdi. 2023'te. 2024'te işte 15 küsür bu yılda 16 bin doları tutturacağız diye övünüyorlar. 2025'te 16 bin dolar. Ya biz 2023'te 25 bin dolar hedeflemiştik. Niye tutmadı?
Mehmet Akif Ersoy: Ama işte orada şöyle bir şey oluyor, iktidarla konuştuğunuzda bunu yani 15 Temmuz'u öngörmemiştiniz mesela. Ya da etrafınızdaki savaşları öngörmemiştiniz. Ya da işte Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı...
Ali Babacan: Bunların hepsi hikâye. Bakın 2008-2009 krizinde 100 yılın en büyük krizini yaşadık. 100 yılın en büyük küresel ekonomik krizini yaşadık. Türkiye güçlenerek çıktı ya. Böyle bir şey yok. Bunların hepsi hikâye yani.
Mehmet Akif Ersoy: Sayın Cumhurbaşkanı dese ki, bunu Sayın Özgür Özel'e de sordum, Sayın Müsavat Dervişoğlu’na da sordum, “Erken gidelim, 6 ay önce gidelim seçime. Ben de aday olayım. Beni sandıkta yerim.” Ne dersiniz?
Ali Babacan: Şimdi biz prensip olarak sadece AK Parti'nin kuruluş akitnamesi yani tüzüğü değil, aynı zamanda anayasa gereği de Erdoğan'ın tekrar aday olamayacağını söylüyoruz. Niye? 2014 birinci dönemiydi. 2018 ikinci dönemiydi. 2023 zaten üçüncü dönemi şu anda.
Mehmet Akif Ersoy: Ama anayasa değişikliğinden sonra...
Ali Babacan: O YSK'nın yorumu.
Mehmet Akif Ersoy: Evet.
Ali Babacan: Bizim anayasa hukukçularımız...
Mehmet Akif Ersoy: Orayı geçtik ama efendim.
Ali Babacan: Bizim anayasa hukukçularımız böyle düşünmüyor. Geçtik ama YSK'nın bize göre yanlış bir kararıyla şu anda Sayın Erdoğan hala aday oldu ve seçildi. Bizim anayasa hukukçularımızın konsensusu bu.
Mehmet Akif Ersoy: Bu tartışma muhalefete çok şey kaybettirmedi mi geçmişte? Geçmişte bu tartışma yapıldı ve çok şey kaybettirmedi mi siyaseten?
Ali Babacan: Şimdi bakın şöyle, bir hukuk, her şeyin üstünde hukuk. Eğer hukuku çiğneyeceksek o zaman anayasanın da hükmü yok, hiç bunları konuşmayalım. Yani anayasa komisyonunda anlamı yok.
Mehmet Akif Ersoy: Usul esastan önce gelir diyorsunuz.
Ali Babacan: Yani hukuk çok önemli ve hukukun bir sebebi var. Niye iki dönem kuralı var, niye üç dönem kuralı var? Çünkü dünyada ispat edilmiş bu. Bir kişi uzun süre devlet gücünü kullanırsa bozuluyor. Kendine de zarar veriyor, ülkeye de zarar veriyor. Onun için Türkiye'nin selameti için ve Sayın Erdoğan'ın da hiç olmazsa son dakikada demokrasinin önünü açıp, ülkenin önünü açıp kendinden sonrası ilgili tatlı bir dönüşümde hazırlığını artık yapması gerektiğini biz düşünüyoruz. Ve bunu bir pazarlık konusu yapmanın da yanlış olacağını düşünüyorum.
Mehmet Akif Ersoy: Erken seçim talebiniz var mı?
Ali Babacan: Bir muhalefet partisi hemen seçim olsun ister, hemen. Önceki seçimden bu yana iki yıl geçmiştir. İki yılda Türkiye'nin sorunları çoğalmıştır. İki yıl önceki faizlere bakın, bugünkü faizlere bakın. İki yıl boyunca Türkiye'de enflasyon hala yüksek seyretmiştir. İki yılda Türkiye'de hukuksuzluk, adaletsizlik artmıştır. Ve bu iktidar bu ülkenin sorunlarını çözememektedir. Dolayısıyla ne kadar erken Türkiye'de bir iktidar değişikliği olsa, o kadar çabuk Türkiye'nin sorunları çözülmeye başlar. Dolayısıyla biz tabii ki hemen seçim isteriz. Ancak seçimin olması, yani reel politika açısından baktığımızda da iki yolu var. Ya Cumhurbaşkanı'nın yetkisini kullanıp seçime götürecek, ya da meclis 360 oyla ülkeyi erken seçime götürecek. Başka türlü seçime gitmenin imkânı olmadığını da biliyoruz reel politika.
Mehmet Akif Ersoy: Aday olmayı düşünüyor musunuz Cumhurbaşkanlığında seçim olsa?
Ali Babacan: Ben DEVA Partisi'nin Genel Başkanı olarak doğal cumhurbaşkanı adayıyım zaten. Yani mevcut sistemde 2017'de anayasa değişikliğinden sonra...
Mehmet Akif Ersoy: Ama öyle yapmadınız 6'lı masada başka bir...
Ali Babacan: Şimdi doğal aday diyorum ya, doğal olanı bu zaten. Doğal olanı bu. Dolayısıyla bunun dışındaki şeyler doğal değil. Seçim dönemi geldiğinde, seçim dönemi geldiğinde konjonktürde, işte partilerin işbirliği mekanizmalarında hem 2018'de hem de 2023'te farklı modeller uygulandı. Fakat biz Türkiye'nin en iddialı siyasi partilerinden birisi olarak ve ülkenin sorunlarını çözmeye en hazır parti olarak, evet biz hazırız ve ben DEVA Partisi'nin cumhurbaşkanı adayıyım.
Mehmet Akif Ersoy: Peki teşekkür ederim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik soruşturmaları nasıl yorumluyorsunuz? Yani bu bir yolsuzluk soruşturması mıdır? Yolsuzluk olduğunu düşünüyor musunuz? Siyasi bir dava olarak mı görüyorsunuz? İkisi ortasında bir şey gibi mi görüyorsunuz? Buyurun.
Ali Babacan: Şimdi usul ve esas dediniz ya, usulen baktığımızda bu bir siyasi operasyon. Yoksa diploma, Büyükşehir'le ilgili iddialar, CHP'nin kurultayıyla ilgili şaibeler ve terör işbirliği, yani bu kendi uzlaşırız dediğimiz dört ayrı konunun paketlenip de 18 Mart akşamı başlayıp, 19 Mart sabaha bitecek 12 saatlik bir operasyona dökülmesi bu ancak siyasi bir koordinasyonla olur. Yani dört ayrı konunun böyle yargıda ve başka organlarda eş zamanlı olarak gerçekleşmesi işin tabiatına aykırı. Dolayısıyla usulüne baktığımızda bu bir siyasi operasyon. Ve en büyük soru işareti şu, Sayın İmamoğlu eğer “Ben Cumhurbaşkanı adayım” demeseydi bu operasyonlar yapılacak mıydı yapılmayacak mıydı? En büyük soru işareti bu, işin usul açısından baktığımızda. Gelelim esasına. Esasında da masumiyet karinesi diye bir şey var. Yani aksi ispat dinledikçe herkes suçsuzdur. Ancak şu da bir vaka ki; Türkiye'de işini temiz yapmaya çalışan az sayıda belediye başkanları var. Yani temiz belediyecilik mücadelesi veren az sayıda belediye başkanı var. Ama belediyelerimizin kahir ekseriyetinde maalesef az ya da çok yolsuzluk var. İktidar muhalefet de fark etmiyor. Buna da çok üzülüyoruz biz. Yani böyle olmaması lazım Türkiye'nin. Belediyelerin çoğunda maalesef sıkıntılar var ve bunları düzeltme iradesi de çoğu partide ve çoğu belediyede görmüyoruz. Onun için temiz yönetim, siyasi etik, siyasi ahlak, yolsuzlukla mücadele, imar rantları meselesi bizim DEVA Partisi'nin en önemli varlık sebebi.
Mehmet Akif Ersoy: Cumhurbaşkanı da benzer bir şey söyledi. Çok özür dilerim. Bölüyor gibi oluyorum. Kusura bakmayın.
Ali Babacan: Daha hızlı, daha dinamik oluyor böyle.
Mehmet Akif Ersoy: Şey dedi ya, bunda birtakım değişiklikler yapmalıyız yerel yönetimlerle ilgili diye.
Ali Babacan: Sadece kısa bir konuşma. Somut hiçbir şey yok. Ama oradan benim anladığım bazı konular var ki, merkezi hükümetin yetkilerini arttırıyor. Valilerin, kaymakamlarının yetkilerini arttırıyor, belediyelerin yetkilerini azaltıyor diye okudum ben o konuşmasını.
Mehmet Akif Ersoy: “Beytü'l-mal’ e uzattırmamalıyız. Buna müsaade etmeyeceğiz. Bunun için gerekirse yasal düzenler yapacağız.”
Ali Babacan: Önce bir kendi belediyelerinden başlasa öyle iyi olacak ki. Yani kendi belediyelerinden başlasa. Bakın Ankara Büyükşehir'le ilgili değil mi? Şu andaki Büyükşehir Belediye Başkanı bir önceki başkanla ilgili 200 tane dosya hazırladı. Ve dedi “Ben buralarda sorun görüyorum. Bunu incelesin yargı” dedi. Hiçbir şey yapılmıyor. Hiçbir şey. Ülkeyi yönetmenin en önemli ilkelerinden birisi şeffaf olmak ve her zaman hesap vermeye hazır olmak. Hesap vermeye hazır görmüyorum ben Sayın Erdoğan'ı ve kendi belediyelerini. Bu kadar kayyum atandı değil mi? Yani AK Partili belediyelerden hiçbirisi bir hata yapmadı mı? AK Partili belediyeler acaba çok mu temiz? Ki onlarla ilgili bir şey yapılmıyor.
Mehmet Akif Ersoy: Ya da hepsi mi temiz? Temiz olan da vardır, olmayan da vardır.
Ali Babacan: Bu soruyu en güzel ne yapacaksınız biliyor musunuz? Belediyelerle iş yapan iş dünyasının temsilcilerine soracaksınız. Onlar size rapor hemen verir. Diyeceksiniz, “Şu belediye nasıl temiz çalışıyor mu? Şu belediye nasıl? Parayla iş dönüyor mu yoksa düzgün çalışıyorlar mı?” İş dünyası raporu veriyor özel görüşmelerde. Ve maalesef ben üzülüyorum çünkü düzgün çalışan belediye sayısı az, yanlışlık içerisinde olan belediyelerin sayısı çok. Dolayısıyla İstanbul Büyükşehir'e geldiğimiz zaman da biz dosyaların içeriğini parça parça öğreniyoruz. Orada da bulmaca çözer gibi yani. Şimdi önce tutuklama kararı aldılar. Arkadan dosyaları ve şahitleri ya da işte tanıkları ya da itirafçıları topluyorlar. Yani iş tersten gidiyor. Normalde önce bunlarla yapılıp ondan sonra somut bir şey ortaya çıktığında gözaltı, tutuklama gerekirse olmalı yani. Şimdi önce gözaltı tutuklama, arkadan dosyaları toparlama, daha savcılık iddianamesi hazırlamış değil falan filan. Ters yürüyor işler. Onun için de toplum ikna olmuyor. Yani AK Parti seçmeninin bile bugün yarısı İstanbul Büyükşehir'le ilgili konularda; “Ya bu kadar da olmaz ki diyor. Burada bir haksızlık var galiba” diyor. AK Parti'yi destekleyen seçmenin bile yarısı. Onun için asıl ilk sorusuna dönecek olursak işin usulü kesinlikle yanlış ama esasıyla ilgili gelişmeleri de takip ediyoruz. Masumiyet karinesi esasını da takip ediyoruz.
Mehmet Akif Ersoy: Peki. Yani bunlar varsa soruşturulmalı, araştırılmalı.
Ali Babacan: Bütün belediye başkanları her zaman hesap vermeye hazır olmalı. Yani belediye başkanları işini açık yapmalı, şeffaf yapmalı ve her zaman da hesap vermeye hazır olma işinin tabiatı bu zaten.
Mehmet Akif Ersoy Kumarhanelerle ilgili de merak ediyorum. Çok önemli bir açıklamanız oldu. Ekonomi, ekonomiyle ilgili devam edelim. Şimdi enteresan da bir dönem. Sayın Mehmet Şimşek aslında hem iktidar hem muhalefet cephesinden bir dönem. “Evet Mehmet Şimşek doğru isim ve orada olmalı ve bu ekonomi politikalara devam etmeli” gibi bir yaklaşım vardı. Sonra bu soruşturmalarla birlikte Sayın Özgür Özel'in Sayın Şimşek'e karşı çok sert açıklamaları da oldu. Ekonomi doğru yönetiliyor mu? Bu işi yapmış birisisiniz, buyurun.
Ali Babacan: Ekonomi öyle bir alan ki; adalet ve hukuk konusunda ne kadar yanlış varsa gelir ekonomiyi vurur. Dış politikada ne kadar yanlış varsa gelir ekonomiyi vurur. Eğer eğitimde siz gereğini yapmazsanız, nitelikli iş gücünü yetiştirmezseniz o gelir ekonomiyi vurur. Dolayısıyla, “Ekonominin başında zamanında Ali Babacan'la çalışmış, Ali Babacan'ın yakın çalışma ekibinde olmuş birisini koyalım, o da işi çözsün” diye düşünüyorlarsa bu kadar kolay değil, olmaz yani. Ekonominin düzelmesi için topyekûn bir reform programı lazım, topyekûn. Bakın Türkiye çok büyük bir ülke, çok güzel bir ülke. Ya şu anda biliyor musunuz bizim dünyada tam 252 tane diplomatik misyonumuz var. Amerika ve Çin'den sonra 3. sıradayız dünyada. Türk Hava Yolları 128 ülkeye uçuş yapıyor, dünyada en çok ülkeye uçuş yapan Türk Hava Yolları. Sadece Afrika'da 44 büyük elçilimiz var. Ben Dışişleri Bakanı oldum da 12 taneydi bunların sayısı. Bir Afrika programı başlattık sessiz, 44 ülkeyi hedefledik ve 44'ünde şu anda büyük elçilimiz var. Krizde Avrupalılar büyük elçilik kapattı, binalarını satışa çıkarttılar 2008-2009'u bizde. Biz o binaları satın aldık, onların bayrağını indirdik, kendi bayrağımızı çektik. Şu anda 44 ülkede bizim büyük elçilimiz var Afrika'da bakın. Bu dünyayla ne kadar bağlı olduğumuz ve dünyada ne kadar önemli bir yere sahip olduğumuzu tek başına gösteriyor. Bu kadar büyük potansiyel var ki, potansiyeli doğru kullansanız Türkiye'nin ekonomisi katlaya katlayabiliyor. En son bakın iki tane önemli fırsat değil mi? Bir, Avrupa'da savunma harcamaları mecburen artıyor çünkü Trump NATO güvencesini Avrupa'dan çekiyor. Avrupa artık daha çok para harcayacak ama harcayacakları parayı besleyecek bir savunma sanayi kapasiteleri yok. Türkiye savunma sanayisinin büyük bir fırsat Avrupa pazarı şu anda.
Mehmet Akif Ersoy: Bunu değerlendiriyor sanki biraz Türkiye.
Ali Babacan: Tabii büyük bir fırsat, kaçırılmaması gereken bir fırsat yani. Onların şimdi şartları işte, Avrupa Birliği, “Hukuk” diyor, “Demokrasi” diyor, yani bir set çekebilirler ama o seti Türkiye'ye aşar çünkü ihtiyaçları var. Ya da bir önemli fırsat, ne oldu Amerika gümrük vergilerini değiştirdi bütün dünyada. Ama Türkiye'den Amerika ihracat ürünlerinde gümrük vergisi düşük. Alın size koskoca bir Amerikan pazarı. Bakın son 3 yıldaki ihracatımıza bakın ya, 254 milyar, 255 milyar, 262 milyar. Artmıyor ihracat, yerinde sayıyoruz. Çünkü yatırım olmuyor, çünkü güven yok. Hukuk, adalet olmayınca güven yok. Güven olmayınca yatırım olmuyor.
Mehmet Akif Ersoy: Faizin yüksek olmasıyla ilgili olabilir mi yatırımın olmaması?
Ali Babacan: Faizin yüksek olmasından önceki dönemlerden beri olmuyor bu yatırım. Yatırım güven meselesi bakın, güven. Güven olmayınca yatırım olmaz. Faiz niye yüksek? Faiz de güvensizlik ortamı olduğu için mecburen yükseltmek zorunda kaldı.
Mehmet Akif Ersoy: Nasıl çıkacağız buradan biz? Yani bu doğru bir yöntem, onu soruyorum. Sizin iyi bildiğiniz bir alan. Sayın Şimşek'in ekonomi yönetimi, “evet budur böyle olmalıdır” diye mi bakıyorsunuz? Onursuz şeyler de söylüyorsunuz.
Ali Babacan: Sayın Şimşek'in tek başına çözebileceği hiçbir şey yok. Tek başına çözebileceği hiçbir şey yok. Yani “Sadece faizi arttırayım, vergiyi arttırayım, ekonomi düzelsin.” Böyle bir kolay iş yok. Türkiye hukukta, adalette derhal gerekeni yapmalıdır. Derhal hukuki güvenliğin olduğu bir ülke olmak zorundadır. Güven olmadığı için faizi yükseltmek zorunda kaldılar. Onun için o yüksek faizin cazibesiyle ancak döviz geliyor Türkiye'ye. Merkez Bankası'nın rezervleri o yüksek faizin cazibesiyle yükselebildi ve sadece faize geliyor dışarıdan para, başka yere gelmiyor. Dolayısıyla önce hukuk ve adalet zeminini kesinlikle sağlamlaştırması gerekiyor. Bir başka önemli konu, Şimşek'in ve Cevdet Yılmaz'ın el atmadığı, Kamu İhale Yasası. Devletin korkunç bir israfı var. Kamu İhale Yasasını Avrupa Birliği standartlarına getirin, görün nasıl tasarruf sağlanıyor memlekette. 33 fasıldan bir tanesi Avrupa Birliği müktesebatında kamu alımlarıdır. Şu anda 28 ülke aynı mevzuatla kamu alımı yapıyor. Devlet parasını aynı mevzuatla harcıyorlar. Biz yıllardır diyoruz ki; “arkadaş eğer tasarruf diyorsanız, şu Avrupa Birliği'ndeki 28 ülkenin, 27 artı bir İngiltere, uyguladığı kamu ihale yasasını getirin, uygulayın, tasarruf nasıl sağlanır görün” diyoruz. Yapmıyorlar. Sayın Şimşek bunu yapabilir mi? İmkânsız. Dokundurmazlar oralara. O iktidarın etrafındaki menfaat şebekesi, o menfaatinin kesileceği alanlara kesinlikle dokundurmaz. Oralara dokunmayınca da düzelmez bu. İstihdam meselesi değil mi? Şu anda 4 milyon 750 bin gencimiz ne eğitimde ne işte. 4 milyon 750 bin. Ne yapmak gerekiyor bunların? Bir an önce, bir an önce bu eğitim programlarıyla, mesleki eğitim programlarıyla yeni meslekler kazanmaları gerekiyor. Ev gençleri bunlar. Evde oturuyorlar. Ne çalışıyorlar ne işteler ne eğitimdeler. Gençlerimizin ellerindeki diplomayla, sanayimizin ihtiyaç duyduğu insan kaynağı arasında çok büyük kopukluk var. Ne yapmak gerekiyor? Derhal gençlerimizi 3 aylık, 6 aylık, 1 yıllık programlarla yeniden eğitmek gerekiyor. Yeni alanlarda beceri kazandırmak gerekiyor. Okullar akşamları boş, hafta sonları boş. Okul binası hazır, hocalar boş, geceleri boş, hafta sonu boş. Çalışacağız, gençlerimizi yetiştireceğiz ve o gençler ellerine sertifikalarını aldıkları zaman, iş garantili istihdamla hemen karşılanacaklar. Yani işverenlere diyeceğiz ki; “Bakın bu sertifikayı alan genci sen al, korkma. Biz bu gencin sigorta birimiyle, vergisiyle zaten bir şey almıyoruz. Onları da almayız senden. Yeter ki onu işe al ve o genç hayata tutunsun, işe tutunsun.” Bu programlar tamamen bedava olacak. Bu programların öğle yemeği parası, yol parasını devlet verecek. Bakın bunları yaptık, 2009'da ben tekrar ekonomiye dönünce, işsizlik fırlamıştı %13-14'ü o yıl. Düşürdük %8'e ve bunu çok hızlı yaptık. Ve yılda sadece ve sadece 300 milyon dolar gibi çok düşük bir maliyetle bunu gerçekleştirdik. Kadınlara iş gücü, kadınların iş gücüne katılımı %30'lardan %46'a arttı birdenbire. Kadın istihdamıyla ilgili özel programlar yaptık. Bunların hepsi hazır Mehmet Akif Bey, hepsi. İnanın o kadar kolay ya. Ve daha önce de yaptığımız ve bildiğimiz işler. Türkiye'nin çözülemeyecek, inanın hiçbir sorunu yok. Bakın ben bu ülkenin bugün Cumhurbaşkanı olsam, 10 tane sağlam arkadaşımı koyarım ekonominin başına, derim ki; “arkadaşlar hemen kurumlara çeki düzen verin.” Bir ayda kurumlar ayağa kalkar. Haftada iki kere, ikişer saatlik toplantıyla ekonomiyi ayağa kaldırırım. O iş kolay. Bildiğimiz iş zaten.
Mehmet Akif Ersoy: Ama şimdi az önce dediniz ki hukuk ve bunları yapmadan olamaz.
Ali Babacan: Kesinlikle. Ondan sonra dönerim bakın haftada ikişer kere sadece ikişer saatlik toplantıyla ekonomi tamam. Çözdük. O bizim işimiz. O bizde. Ondan sonra dönerim, çöken eğitim sistemini ayağı kaldırılım.
Mehmet Akif Ersoy: Sayın Mehmet Şimşek neyi eksik yapıyor? Yani siz tek başınıza bunu çözebiliyorsunuz.
Ali Babacan: Ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunda diyorum ben.
Mehmet Akif Ersoy: Cumhurbaşkanı olduğunuzda özür dilerim.
Ali Babacan: Ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunda diyorum. Yoksa ekonomi yönetimi yapacağı hiçbir şey yok. İmkânsız. Ülkenin Cumhurbaşkanı'nın bu iradeyi ortaya koyması.
Mehmet Akif Ersoy: Rasyonel bulmuyor musunuz?
Ali Babacan: Rasyonel ama dar alanda. Dar alandaki rasyonellerin bir sonucu olmaz. Sonucu olmaz. Bakın Cevdet Yılmaz 2005-2015 benim en yakın çalışma ekibimdeydi. Avrupa Birliği çalışmaları dahil. Ben Başmüzakereciyken. Mehmet Şimşek'i Londra'dan bulup getiren biri. Arkadaşlarımızı iyi tanıyorum. Niyetleri iyi. İşi bilirler mi? Bilirler ama güçleri yok. Çünkü ülkeyi asıl yöneten siyasi iradenin yani ülkenin Cumhurbaşkanı'nın, “ben bu ülkede hukuk istiyorum, adalet istiyorum arkadaş” demesi lazım. Ülkenin Cumhurbaşkanı'nın, “ben bu ülkede yolsuzluk istemiyorum. Getirin şu ihale yasasını düzeltin hemen arkadaş.” Bir ayda bu ihale yasası Meclis’ten geçer. Üçüncü ay uygulamaya başlanır inanın ya. Kolay işler bunlar ama en tepedeki iradenin bu işe sahip çıkması lazım. Masaya yumruğunu vurup “Bu işleri düzelteceğim” diye irade koyması lazım ortaya. Menfaat şebekesinde kırıp atması lazım etrafındaki menfaat şebekesinde. Aksi halde bu sorunları çözmesi Türkiye'nin mümkün olmayacak bakın. İstihdam programları bahsettim ya. Bir yılda tamamlanır ya. Bir yılda milyonlarca genç iş bulur. Yaptık. 2009-2010 rakamlarına bakın, yaptık. Aynısını hatta daha iyisini yapmak bugün mümkün Türkiye'de. Yoksa gençler işsiz kalınca ne oluyor? Sanal kumar, sanal bahis Türkiye'de patladı gitti Allah aşkına yazık. Yani bu işsizlikten çaresizlikten...
Mehmet Akif Ersoy: Bir dakikamız kalmış. Ben asıl dış politika soracaktım. İstanbul'da bugün Lavrov dedi ki; “Müzakereleri İstanbul'da yapalım.” Ama sizin dikkat çektiğiniz bir husus ve çok can yakıcı bir hale gelmiş. Eşimizden dostumuzdan falan duymaya başladık. Böyle etrafımıza hiç ummadığımız insanların telefonlarında...
Ali Babacan: Bakın tek bir dava dosyası. Bizim il başkanımız, hukukçu il başkanımızın kontrol ettiği bir dava dosyası. 272 milyar para dönmüş, tek bir kumar bahis sitesinden. 272 milyar TL. Dava dosyasından rakamlar bunlar. 1600 gencin banka hesapları kullanılmış, ücreti karşılığında. 1600 genç şu anda davalık. Bakın. Milyonlarca insan bu yanlışın içine batmış durumda. Çünkü çaresizlik, boşluk ve geleceğini görememek bahis ve kumarın Türkiye'de yaygınlaşmasına sebep oluyor. İktidar da hiçbir şey yapmıyor. İsteseler bugün fişini çekerler. Bunların tamamının arkasında ödeme sistemi var. Ödeme sisteminin tamamı BDDK'nın lisans verdiği kuruluşlar ya. BDDK'ya diyeceksin, “Kapat arkadaş şunu” diyeceksin, kapatacak. Anlık, anlık bu sanal kumar, sanal bahis, anlık bitecek.
Mehmet Akif Ersoy: Yani bitirilebilir bir şey.
Ali Babacan: Bitirilir. Bitirmiyorlar. Tam tersine izin veriyor ya, lisans veriyor. Sanal kumar oynanmasını, lisansını veren bugün ülkenin Cumhurbaşkanı böyle bir şey yoktu.
Mehmet Akif Ersoy: Neden böyle bir şey yapsın?
Ali Babacan: Neden? Çünkü sanal kumar lisansını verdiği kişi aynı zamanda onu en çok destekleyen bir medya kuruluşunun sahibi. Paraya ihtiyacı olunca ne oldu? O lisansı verdiler, “Tamam sen biraz bunu oynat, oradan para kazan da bari para ihtiyacını böyle gör” diye. Bu kadar. Ve lisans bedelsiz verildi. Bakın son dış politika dediğiniz Rusya, Ukrayna değil mi? Bir örnek, bir örnek. Rusya, Ukrayna iki yıldır savaş hattı yani cephe değişmiyor. Orada "War of Attrition" dediğimiz bir şey var. Her iki tarafta aslında iki yıl boyunca bu işte anlaşmaya oldukça hazır. Burada dürüst, güvenilir bir ara bulucu gerekiyor. O kadar, başka bir şey değil.
Mehmet Akif Ersoy: Türkiye’yi işaret ettiler…
Ali Babacan: Türkiye doğal zaten, iki ülkeyle de konuşabilen doğal bir ülke. Bakın, Gürcistan Savaşı'nı yaşadık 2008'de. Ben Dışişleri Bakanı'yım. Rusya, Gürcistan'a girdi biliyorsunuz. Neredeyse Tiflis’i ele geçiriyorlardı. Biz gittik, Sayın Erdoğan ile ben, o Başbakan, ben Dışişleri Bakanı'yım. Karşımızda Medvedev, Putin, Lavrov, Mite tercüman, 3 saat konuştuk. Ben dedim ki Putin'e, “Ya dedim siz P5 üyesisiniz. İtibar her şeydir, sözün gücü her şeydir. Para gücü, askeri gücünden daha önemlidir itibar. Siz kendi itibarınızdan yiyorsunuz. Bir komşunuzu işgal ettiğinizde Allah aşkına, itibar diye bir şey kalır mı? Rusya'nın uluslararası hukuka bağlı ile ilgili bir intiba kalır mı dünyada? Hukuku çiğneyen itibarlığını kaybetmiş bir ülke olursunuz.”
Mehmet Akif Ersoy: Şimdi Amerika değil, Kanada'yı ver, Grönland’ı ver.
Ali Babacan: Bu 2008...
Mehmet Akif Ersoy: Şimdi oralara geldik, orman kanununa gidiyoruz.
Ali Babacan: 2008 ama işte 2008'de ne yaptık mesela? Rusya, Gürcistan anlaştı. Çok az bir kayıpla, savaş bitti. Ve o gün bugündür Gürcistan diye hala bir komşumuz var. Yani güvenilir, sağlam, itibarlı bir ara bulucu. Ama şuna güvenecekler yani, “Ya bunlar taraf tutmuyor ve gerçekten bunlar hakkı konuşuyor, adaleti konuşuyor.”
Mehmet Akif Ersoy: Şu an Türkiye o pozisyonda mı sizce?
Ali Babacan: Türkiye kendi içerisinde, kendi anayasasını delen, kendi anayasasını uygulamayan bir ülke yani. Şu anda Türkiye'nin avantajı hem Rusya'yla hem de Ukrayna'yla diyaloğu olan bir ülke. Ama Türkiye, efendim, uluslararası hukuk diyebilir mi şu anda? Yani kendi içinde, kendi hukukunu çiğneyen bir hükümet var.
Mehmet Akif Ersoy: Ama her ikisi de Türkiye'ye güven duyuyor. Ve Lavrov bugün söyledi, “İstanbul'da olsun” dedi.
Ali Babacan: İstanbul'da olma ama Türkiye bakın, burada Türkiye ev sahipliği yapıyor. Ara buluculuk ayrı bir şey, ev sahipliği ayrı bir şey.
Mehmet Akif Ersoy: Ama iki tarafta da görüşebilen tek...
Ali Babacan: Bakın, diyalog ayrı bir şey, sözü, gücü ayrı bir şey. Sözün gücü ancak hukuka riayet de olur, prensiple hareket etmek de olur. İtibarlı olduğunuzda sözünüzün gücü olur. Özet, Türkiye'miz büyük ve güzel ülke, çözülemeyecek hiçbir sorun yok. Yeter ki ehil ve dürüst kadrolar tarafından bu ülke yönetilsin. Çözülemeyecek hiçbir sorunumuz yok.
Mehmet Akif Ersoy: Çok teşekkürler. Sağ olun. DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan özel röportajda misafirimizdi. İyi akşamlar diliyoruz, hoşça kalın.