Kocaeli
2. Olağan İl Kongresi
Çok Değerli çalışma arkadaşlarım,
Değerli divan,
Değerli il başkanımız, Değerli il başkan adayımız,
Değerli ilçe başkanlarımız,
Teşkilatımızın çok değerli mensupları,
Bu kongre vesilesiyle bizlerle beraber olan siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin çok kıymetli temsilcileri,
Değerli muhtarlarımız,
Sevgili basın mensupları,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
Kocaeli 2. Olağan İl Kongremize hoş geldiniz diyorum.
*****
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, Kocaeli’nden selamlarımı, sevgilerimi iletmek istiyorum.
Sözlerimin hemen başında geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Kilis Musabeyli İlçe Başkanımız Özgür Ay’ı rahmetle anmak istiyorum.
Elim bir kaza sonucu kendisi vefat etti, ailesine, sevenlerine bir kez daha baş sağlığı diliyorum; teşkilatımızın, partimizin başı sağ olsun diyorum.
*****
Değerli arkadaşlar;
Bir süredir siyasi partiler arasında yumuşama-normalleşme cümleleri kuruluyor.
Ülkeyi senelerdir gerenler, insanları kutuplaştıranlar, sanki bunlar hiç olmamış gibi, sanki bunlar yaşanmamış gibi “Normalleşme” diyor, “Yumuşama” diyor.
Sayın Cumhurbaşkanı bir de ne dedi:
“Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Gereken adımları atacağız” dedi.
Sonrasında ne oldu söyleyeyim:
Yumuşama dedikleri, ülkenin Cumhurbaşkanının muhalefet partisi genel başkanıyla kahve içmesinden ibaret kaldı.
Oturdular, konuştular, dağıldılar.
Normalleşme dedikleri, bu.
Maalesef, ülkemizdeki siyasetin hali bu.
Bir tarafta iktidar partisi, diğer tarafta ana muhalefet partisi.
Ana muhalefet partisinin de geçmişinde işine geldiği zaman bu ülkeyi nasıl gerdiğini gayet iyi hatırlıyoruz.
Ülkemizi yöneten, hükümetin tepesindeki isim, muhalefet lideriyle selamlaşmayı, “yumuşama” sanıyor.
Muhalefet genel başkanıyla oturup memleket meselelerini konuşmasının adı da “normalleşme” oluyor.
Peki sonuç? Koca bir hiç.
Sayın Erdoğan son grup konuşmasıyla 90 gün bile sürmeyen bu süreci de bitirmeye niyetli olduğunu açıkça ortaya koydu.
“Bu kadar. Ancak 3 ay yapabildik. Normalleşme, yumuşama bu kadar” dedi.
“Biz özümüze, aslımıza dönüyoruzun” ilanının geçen haftaki grup konuşmasında adeta yaptı.
Arkadaşlar, ülkemizi getirdikleri hali bundan daha iyi ifşa eden bir şey olamaz.
Biz ilk günden bu yana siyasi partiler arasında diyalog olmasının önemli olduğunu hep söyledik, söylüyoruz.
Siyaset konuşula konuşula çalışılması gereken bir alandır.
Düşman ülkeler bile arka planda oluşturdukları kanallarla irtibat halinde olurlar.
Cephede savaşılar ama arkada kanallar işler.
Dolayısıyla siyasi partiler arasında diyaloğun olmaması zaten düşünülemez.
Ama bu samimi olmalı, sürekli olmalı.
İşine geldiğinde taktik olarak yumuşayım işime geldiğinde de “Öfke bir hitabet sanatıdır” diye insanları “etkileyim” demek olmamalıdır bu.
Bu şekilde hareket ederseniz kimsenin güvenini kazanamazsınız.
Bu millete bir faydanız da olmaz. Seçimden sonra tam 3 ay memleketin gündemini bununla işgal ettiler.
Dikkat edin.
Seçimde iktidarın önemli bir güç kaybı söz konusu, memlekette gerçekten çok yaygın ve derin bir yoksulluk ve fakirlik söz konusu ama bu gündemin üzerine kaybetmişliğin ve yoksulluk gündemin üzerini 90 gün boyunca bu yumuşamayla, normalleşmeyle örttüler.
Sabah akşam televizyonları açtığınızda; “O onu mu ziyaret edecek? O ona mı gidecek?” Bunun tartışmaları yapıldı.
3 ayımız böyle heba oldu gitti.
Milletimiz de yakıcı sorunlar altında ezilmeye devam etti.
Bakın, adına ister yumuşama deyin, ister normalleşme deyin; bizim tek ve basit bir isteğimiz var:
HAKKA UYULSUN, HUKUKA UYULSUN… Bu kadar!
Biz, hakkı tutup, yerden kaldırsınlar istiyoruz.
Boş laflarla boş kahve içmelerle değil.
İktidar asıl üzerine düşeni yapsın, işini yapsın istiyoruz.
Bir devletin en önemli görevi ne?
Adalet.
Adil yönetim, hakça yönetim… Asıl milletimizin arzusu bu, beklentisi bu.
Ben bugün Sayın Erdoğan’a eski günlerini şöyle bir hatırlatmak istiyorum.
Çünkü unutuyor.
Hele hele iktidarda çook uzun süre kalınca hiç hatırlamıyor o günleri.
Bir zamanlar kendisi de ötekiydi; kendisi de dışlanan, devlet tarafından hor görülendi.
Bunu hatırlatmak istiyorum:
Bir zamanlar o da selam verilmeyen, görüldüğünde yol değiştirilenlerdendi.
Bunu hatırlatmak istiyorum:
Bakın, hep birlikte izleyelim:
“VIDEO 1 - Erdoğan: Daha geçenlerde, gece yarısı saat 2 civarıydı, başımı iki elimin arasına aldım düşündüm düşündüm, sonra kendi kendime ağlamaya başladım. Biz bu ülkenin evladı değil miyiz, bu ülkede doğduk bu ülkede büyüdük.”
Ne acı değil mi?
Bir ülkenin İstanbul Büyükşehir belediye başkanı, ‘Ben bu ülkenin evladı değil miyim’ diyor, gözyaşı döküyor.
Ama, bugünlere dair de çok şey anlatıyor…
Sayın Erdoğan; şunu bilin:
Sizin yıllar önce geceleri düşünüp göz yaşlarınızı tutamadığınız duyguyu, bu ülkede şu anda milyonlar yaşıyor.
Milyonlarca insan ucuz ekmek kuyruğunda beklerken soruyor:
“Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?”diyor.
Açlık sınırının altında maaş alan emeklimiz, asgari ücretlimiz soruyor:
“Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?”diyor.
Harçlığı öğlen yemeğine yetmeyen milyonlarca öğrencimiz soruyor:
“Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?”diyor.
Milyonlarca insan terör soruşturması geçirirken soruyor:
“Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?”diyor.
Binlerce insan, basit bir yargı süreci dahi geçirmeden KHK’larla işinden atıldığı için soruyor:
“Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?”diyor.
Sayın Erdoğan, ben de şimdi size soruyorum:
Bu ülkenin çalışanları, öğrencileri, memurları;
Bu ülkede yaptıklarınızı onaylamayan, size oy vermeyen, siyasetinizi doğru bulmayan insanlar, bu ülkenin vatandaşı değil mi?
Soruyorum:
KYK bursuyla geçinmeye çalışan, başka ülkelerde yaşayan yaşıtları istedikleri cep telefonunu alırken, vergisiz cep telefonu vaadiyle kandırılıp, sonra 9 bin 500 TL sınırlama ile karşılaşan gençler, bu ülkenin vatandaşı değil mi?
****
Hep beraber dik duracağız arkadaşlar, hiç endişeniz olmasın.
Çok şükür bizim alnımız açık başımız dik.
Veremeyeceğimiz de hiçbir hesap yok.
Onun için bugün burada karşınızda sapasağlam, emin adımlarla bu ülkenin yarınlarına yürüyen bir siyasi parti var.
****
Sayın Erdoğan’a sormaya devam ediyorum;
Artık kendi vatandaşlarımızın gidemediği tatil beldelerinde, müstemleke ülkelerde olduğu gibi, yurt dışından gelen turistlere hizmet eden, fakat kendileri denize giremeyen çalışanlarımız, bu ülkenin vatandaşı değil mi?
Üniversitede öğretim görevlisi olma hayalleri kuran;
Bir belediyede işe girme hayalleri kuran;
Özel bir şirkette çalışıp ev alma, araba almaya hayalleri kuran;
Aile kurma, evlenme hayalleri kuran;
Fakat imkânsızlıklar yüzünden yapamayan gençlerimiz, bu ülkenin vatandaşı değil mi?
Arkadaşlarıyla bir kahve içmek için bile hesap kitap yapmak zorunda kalan öğrencilerimiz;
Filistin için ‘Ticareti kes’ diye slogan attığı için göz altına alınan gençler, bu ülkenin vatandaşı değil mi?
Arkadaşlar,
Sayın Erdoğan 90’lı yıllarda devletin tepesindekilerin görmezden geldiği, diyalog kurmadığı insanları bilir.
Bilmiyorsa da buradan hafızasını tazeletmek istiyoruz.
Ben de o insanlardandım, kendisi de o insanlardandı.
Taleplerinin duymazdan gelindiği insanlar;
Kılık kıyafetinden dolayı üniversitelere alınmayan, yemin törenlerinde yaka paça dışarı çıkarılan insanlar.
Gerçekten şaşırıyorum, o günleri Sayın Erdoğan ne çabuk unutuyor?
Nasıl oldu da, kendisinden başkasını temsil edenlere bir selamı çok görmeye başladı?
Selam vermek, kahve içmek lütuf.
Büyük açılım değil mi?
3 ay bunun türküsünü söyledi.
“Yumuşama, normalleşme.”
Normalleşme derken eski durumun anormal olduğunu kabul etmiş oluyor.
Normalleşme demek ne demek? “Ben anormallik yapıyordum şimdi normal hareket ediyorum” demek.
İçinde eskinin yanlışının itirafı var.
Benim kendisine tavsiyem, az önce izlettiğim videoyu açıp, birkaç kez de kendisinin izlemesi, dinlemesi.
Buradan sesleniyorum:
Videoda söylediğiniz gibi, yine bir gece sabaha karşı başınızı iki elinizin arasına alın ve bir düşünün:
Geldiğiniz yeri, geçtiğiniz kalabalıkları, yaptığınız mitinglere katılan o temiz duygulu insanları düşünün.
Etrafınızdaki dostlarınızı, gidenleri, gidenlerin yerine gelenleri düşünün.
Bugün yanı başınızdakileri düşünün.
Geldiğiniz yeri düşünün.
Ve bir cevap verin:
Zulmedenlerden mi olacaksınız? Yoksa haktan yana mı olacaksınız?
Yumuşamada samimi misiniz? Yoksa topluma öfke yaymaya tam gaz devam mı edeceksiniz?
Bu milletin aklını, ferasetini asla hafife almayın.
İnsanlar her şeyi izliyor, gayet iyi biliyor.
Ve günü geldiği zaman da söyleyeceğini sandık başında söylüyor.
Samimi olun.
Geldiğiniz yeri, geçtiğiniz yolları, yaşadığınız zorlukları unutmayın.
Ve bi karar verin:
28 ŞUBATÇILARIN İZİNDEN Mİ GİDECEKSİNİZ, YOKSA MİLLETLE BERABER Mİ OLACAKSINIZ?
Bir karar verin.
*****
Değerli arkadaşlar,
Ankara’nın orta yerinde işlenen karanlık bir cinayetin, Sinan Ateş cinayetinin ilk duruşması yarın görülecek.
İktidar için de, ülkemizdeki adalet ve yargının içinde bulunduğu durum içinde gerçekten büyük bir sınav Sinan Ateş davası.
Son dönemde çoğalan yargıdaki gruplaşmaların ve yargı içerisinden yaşanan krizlerin bir sınavı.
Ekran başındaki vatandaşlarımıza, buradaki yol arkadaşlarıma, sizlere soruyorum:
Sinan Ateş davasında, iktidarın istemediği, onaylamadığı bir karar çıkar mı? Buna inanan var mı?
Soruyorum:
Yok.
Arkadaşlar, bu davadan çıkacak sonuç herkesi ilgilendiriyor:
Ben şimdi, iktidarın ve küçük ortağının parti mensuplarına, milletvekillerine, bakanlara, kıymeti kendinden menkul danışmanlara seslenmek istiyorum:
Yarın başlayacak davada, sadece Sinan Ateş cinayetinin zanlıları yargılanmayacak.
Yarın başlayacak davada, henüz farkında olmasanız da, sizin vicdanınız, sizin insanlığınız da yargılanacak.
İktidara ve iktidara yakın olanlara buradan bunu hatırlatmak istiyorum.
Davaya dahil edilmeyen ifadeleri de biliyorsunuz; isimleri baktık dosyada yok.
Katillerin hangi yapılarla iltisaklı olduğunu da biliyorsunuz; kimlerin evinde yakalandıklarını da biliyorsunuz.
İktidara ve yakınındakilere sesleniyorum.
Bu cinayetin kimler tarafından organize edildiğini de biliyorsunuz; emri kimlerin verdiğini de biliyorsunuz.
Ama önümüzdeki günlerde bir karar vermeniz gerekiyor:
Sinan Ateş cinayetini işleyen karanlığın mı yanındasınız; yoksa hukukun mu yanındasınız?
Kürsülerden bağırarak millî iradeye parmak sallayanların mı yanındasınız, yoksa demokrasinin mi yanındasınız?
Sayın Erdoğan size de sesleniyorum:
FAİLİ MEÇHULLERİN, 90’LARIN KARANLIK CİNAYETLERİNİN Mİ YANINDASINIZ;
YOKSA GÖZLERİNİZE BAKARAK ‘BABAMIN KATİLLERİNİ BULUN TAYYİP DEDE’ DİYEN SİNAN ATEŞ’İN EVLATLARININ MI YANINDASINIZ?
Gelin, partinize gönül verenlerin yüzünü yere düşürmeyin.
Gelin, demokrasiye, hukuka, adalete inanan bu ülkenin vatandaşlarının yüzünü yere düşürmeyin.
Bu güzel ülkeyi, iktidarda bir gün daha fazla kalmak uğruna, çetelere teslim etmeyin.
Sinan Ateş davasına sahip çıkın;
Sinan Ateş’in katillerini, katillerini koruyanları, bilaistisna hukuk önüne çıkarın.
Biliyorsunuz geçtiğimiz haftalarda Merhum Sinan Ateş’in eşi Ayşe Hanım genel merkezimizde bizi ziyaret etti.
Uzun bir sohbet yaptık.
Hukukçu arkadaşlarımız zaten dosyaya derinlemesine hâkim.
İnşallah yarınki başlayacak davada da bizim hukukçu arkadaşlarımız ve vekillerimiz partimizi temsilen süreci yakından takip edecekler.
Ama Ayşe Hanım’ın anlattığı bir şey var ki gerçekten arkadaşlar insanın tam da kalbine vicdanına dokunuyor.
2 kızı var biliyorsunuz.
Biri 9 biri 14 yaşında, doğru hatırlıyorsam.
Ve küçük kızı diyor ki her gün kendisine evden çıkmadan önce, “Anne ne olur beraber çıkalım. Çünkü seni de öldürürlerse ben yalnız kalacağım. Hiç olmazsa beraber ölürüz” diyor.
Ya 9 yaşındaki bir kız çocuğuna bunu yaşatanlar utanmıyorsa, ben artık insanlık adına diyecek başka bir şey bulamıyorum arkadaşlar.
Yazık yahu.
Ve ben Ayşe Hanım’a söyledim bakın : “Sizin bu mücadeleniz sadece eşinizin hakkını arama mücadelesi değil. Sizin verdiğiniz bu mücadele Türkiye’de bir dönem kapanacak, yeni bir dönem açılacak mı açılmayacak mı bunun mücadelesi.”
“Türkiye yeniden hukuk, yeniden adalet deyip ayağa mı kalkacak yoksa hukuksuzluklar içerisinde karanlıklar içerisinde sürünmeye devam mı edecek?” Bunun mücadelesi dedim kendinse.
Ve dediğim gibi yarından itibaren başlayacak davayı çok yakından takip edeceğiz.
Ve her zaman olduğu gibi bu davada da hakkın yanında, hukukun yanında, adaletin yanında olacağız hep beraber.
*****
Değerli arkadaşlar
Hak dedik, hukuk dedik ama bir ülkede adaleti sağlamanın en önemli araçlarından birisi de ekonomi politikalarıdır ve vergi politikalardır.
Biliyorsunuz yeni ekonomi yönetimi bir vergi paketi hazırlıyor.
Muhtemelen bürokrasinin hazırladığı ve geniş bir çeşit olarak hükûmete sunulan bir paket öyle ya da böyle bayramın ortasında sızdı.
Yakında Meclis’e geldiğinde paketin nihai halinde neler olacak göreceğiz.
Çünkü nu açılan serginin içerisinden hükûmet hangilerini seçecek meclise getirecek göreceğiz.
Ancak ben buradan, Sayın Erdoğan’ın geçen yıl 14 Mayıs seçimlerinden hemen sonra neler söylediğini de şöyle bir hatırlatmak istiyorum.
Çünkü hatırlatmazsanız unutuyor.
Hatırlatmazsak milletimizden unutanlar da oluyor.
Bakın, 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı 1. Turu yapılmış 28 Mayıs seçimlerine gidiliyor. 2. Tura gidiliyor ve 18 Mayıs’ta Sayın Erdoğan ne demiş şöyle bir izleyelim:
VIDEO 2 - Erdoğan: Vergileri düşürerek esnafımıza ve çiftçimize özel sübvansiyonlar yaparak, insanımızı rahatlatacağız. Asgari ücretten memur ve emekli maaşlarına kadar, her konuda benzer adımlar atıyoruz. Türkiye yüzyılını, milletimizin sırtına yeni yükler bindirerek değil, milletimizin yükünü hafifleterek inşa edeceğiz.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin 1. Turuyla 2. Turu arasında ne diyor?
“Türkiye yüzyılını milletimizin sırtına yeni yükler bindirerek değil, milletimizin yükünü hafifleterek inşa edeceğiz” diyor.
Yeni yüzyılın 1. Yılındayız. Dakika 1 gol 1.
Seçimlerden bu yana 13 ay geçti.
Bu süre içerisinde, yükü hafifleyen var mı?
Her gün zam haberi.
Her gün vergi artışı haberi.
Aradan geçen bir yıldan uzun bu sürede; ben daha iyi geçinebiliyorum, ekonomik açıdan daha rahatım diyebilen var mı?
Yok arkadaşlar.
Bakın millete söz verdiklerinin tam tersini yapıyorlar.
Çünkü artık milleti görmüyorlar, umursamıyorlar.
“Nasıl olsa ben seçimi geçirdim. Oyları cebime koydum Bir sonraki seçime daha uzun var. Nasıl olsa millet unutur ben şu anda gerekeni, istediğimi, arzu ettiğimi yapayım” diyor.
Orta gelirli, dar gelirli, geçim sıkıntısı yaşayanlar umurlarında bile değil.
Seçimi kazanana kadar “faizi indireceğim” de, ”vergiyi indireceğim de;
Oyları al cebine koy;
Seçimlerden sonra faize de bindir, vergiye de bindir.
Bu halkı aldatmak değil de nedir Allah aşkına?
Sayın Erdoğan’ın “benim alanım ekonomi”, “ben ekonomistim” diye diye 5 yılda tamamen rasyonalite dışı, akıl dışı bir uygulamayla patlattığı enflasyonun bedelini milletimiz şu anda yüksek faizle ve yüksek vergiyle ödüyor.
Yazıktır, günahtır bu millete yahu.
Dünyadaki en yüksek ikinci faizi bizim Merkez Bankası uyguluyor şu anda.
Sen enflasyonu kendi elinle patlat, sonra da millete bedel ödet.
Bir de diyorlar ki: “Türkiye’ye döviz geliyor, döviz rezervi artıyor.”
Hükûmete yakın medya her gün değil saat başı haber yapıyor. “Döviz rezervi rekor kırdı, döviz rezervi rekor kırdı” diye.
Bir, açıkladıkları rakam bürüt, Merkez Bankası’nın borcunu söylemiyorlar. Net rakam bunun çok çok altında ve asıl net döviz pozisyonu da hala eksi.
Bunu söylemiyorlar.
Peki, bu bürüt rakam niye artıyor?
Siz kimi kandırdığınızı zannediyorsunuz yahu.
O gelen döviz, ayda %5 faizi buradan alıp dışarıya götürmek için geliyor.
Elinde doları olanlar, dünyada 1 yılda kazanamadığı faizi, Türkiye’de 1 ayda kazandığı için geliyor.
Kısa vadeli geliyor, faizi alıyor çıkıyor. Bakıyor ki para tatlı.
“Bir ayda yüzde 5 alıyorum Türkiye’den” diyor. Daha çok getiriyor.
100 milyon dolar getiriyor 1 ay sonra 105 milyon dolar alıyor götürüyor.
Bunu görünce 200 getiriyor 300 getiriyor.
Kısa vadeli.
Şu andaki bu kısa vadeli faizin yüksekliğinden istifade etmek için döviz geliyor şu anda.
Ekonomi yönetimi de ne diyor? “Rezervimiz arttı”.
Cumhurbaşkanı ne diyor? “Bak rezervimiz arttı”.
O para artıyor da o rezervin artmasının sen maliyetini hesap etsene.
O rezervin artan kısmının maliyeti her ay yüzde 5 bu millete.
Her ay yüzde 5.
Bilin ki, bu ara ne kadar çok döviz geliyorsa, bu memleket o kadar çok yurt dışına faiz ödüyor arkadaşlar.
Hesap çok açık çok basit.
Hiç bilmesek, hiç bu işleri yapmasak diyeceğiz ki “Demek ki ancak böyle oluyor”.
Bilmesek diyeceğiz ki “İşte Türkiye böyle ne yapalım. Dünyanın her yerinde enflasyon var bizde de var. Herkes faiz artırdı biz de faiz artırdık.”
Dünyanın en yüksek enflasyonlarından birisi şu anda Türkiye’de bunun sebebi sadece ve sadece kötü yönetim.
Dünyadaki ikinci yüksek Merkez Bankası faizi Türkiye’de.
Bunun sebebi sadece kötü yönetim.
Fakat, biliyoruz arkadaşlar. Biz bu işi biliyoruz.
Hem de çok iyi biliyoruz.
Başbakanlık ofisinin önüne yazar kasa fırlatacak kadar vatandaşımızı isyan ettiren 2001 krizinden bu ülkeyi çıkarmış bir ekibin başında olduğum için söylüyorum.
Tüm dünyayı etkileyen 2008-2009 krizinin ülkemizi teğet geçmesini sağlayan kadroyu yöneten bir arkadaşınız olarak söylüyorum bunu.
Hiç bu işleri yapmasak bizi de aldatacaklar ha kandıracaklar.
Gayet masum cümlelerle gerçeği bambaşka sunuyorlar.
Şu tabloya bir bakın:
< Grafik 1 - Asgari ücret - Açlık sınırı >
< Grafik 2 - En düşük emekli maaşı - Açlık sınırı >
Bakın üstteki kırmızıçizgi açlık sınırı, alttaki de asgari ücretli.
Peki, bu asgari ücret ne olacak arkadaşlar asgari ücret?
Bu asgari ücret 1 Temmuz’da artmadığına göre bu sabit gidecek değil mi yıl sonuna kadar.
Peki, açlık sınırındaki şu artışa bakın.
Açlık sınırı da yılsonuna kadar tam gaz artmaya devam edecek.
Ve aradaki fark bizim çalışanlarımızdan, asgari ücretlilerimizden çalınandır arkadaşlar çalınan. Başka bir şey değil.
Açlık sınırı niye artıyor, enflasyon niye artıyor?
Bu ülkenin Merkez Bankası sadece geçen yıl 800 milyar lira karşılıksız parayı bastı kur farkı diye ödedi kur farkı.
Kime ödedi?
Yine Sayın Erdoğan'ın icadı şapkadan çıkarttı ya, 1970 model bir tavşan, “Kur Korumalı Mevduat” diye.
Bu Kur Korumalı Mevduat’ın kur farkını ödemek için Merkez Bankası’na para bastırdı.
Merkez Bankası’nın para basması ne demek?
85 milyonun cebinden enflasyon yoluyla çalmak demek.
Herkesin cebindeki parayı aldığı maaşı eritmek demek.
Vergi sadece böyle açıkça ilan edilerek salınmıyor dikkat edin.
Bir de enflasyon yoluyla vergilendiriliyor bu millet.
Baktılar bütçede para yok merkez Bankası’na döndüler "Bas 800 milyarı çünkü para yok. Biz bunu kur farkı olarak ödeyeceğiz."
Ne oldu? 85 milyonun cebinden toplandı enflasyon yoluyla bir avuç bankada kur korumalı mevduatı olan insanın hesabına yatırıldı.
Bu adalet mi?
Gelelim en çok emekli maaşına.
1 Temmuz geldi onu da “Artırmayacağız” diyorlar.
Şu farka bakın makasa bakın.
Aylık 10 bin lira rakam yılsonuna kadar sabit devam edecek fakat açlık sınırı artmaya devam edecek.
Değerli Arkadaşlar bakın,
1 Temmuzda asgari ücrette de, en düşük emekli maaşında da mutlaka ve mutlaka artış olmalıydı.
Bu hak yahu!
Diyorlar ki "Bu Makro dengenin gereği" falan filan.
Biz hiç anlamıyoruz o Makro dengeden falan da sizden öğreneceğiz öyle mi?
Milleti fakirleştirip satın alma gücünü iyice kırıp yerlerde süründürüp bu ülkede enflasyonu düşüremezsiniz.
Kendi elinizle elektriğe yüzde 38, 1 Temmuz’da zam yapıyorsunuz yahu.
Milleti süründür ama “Enflasyon var mecbur elektriğe zam yapacağız.”
Peki, sen mecbur elektriğe zam yapıyorsun da asgari ücretli, emekli elektrik alırken elektrik faturası öderken ona bedel ödemek zorunda değil mi?
Bakın arkadaşlar hiç lami cimi yok.
Ben tam 11 yıl bu ülkenin ekonomisinin başında oldum.
Hiçbir zaman ne emekli zammını ne asgari ücret artışını enflasyonun altında bırakmadık.
Asla yapmadık bunu.
Böyle bir şey yok.
11 yıl boyunca Türkiye'de asgari ücret de emekli maaşları da hep enflasyon artı refah payı kadar artmıştır.
Şu anda enflasyonu patlatan hükûmet ama ceremesini çeken milyonlar.
Böyle bir şey kabul edilemez.
Bakın arkadaşlar kuraldır, kural.
Bu insan hakkıdır.
Kul hakkıdır kul.
Biz bilmiyor muyduk IMF'ye Türkiye'nin 23 milyon dolar borcu varken en büyük ekonomik krizin ortasında ekonomi yönetimini devralırken söylemeyi bilmiyor muyduk?
"Ya kusura bakmayın tablo çok kötü. Onun için idare edin biz zam falan veremeyeceğiz" demeyi bilmiyor muyduk yahu.
Niye artırdık?
Dedik ki bu kul hakkıdır.
Sen kul hakkını ödemezsen kul hakkının gereğini yerine getirmezsen başarılı olamazsın.
Çünkü milyonların ahını alırsın.
En az enflasyon kadar gerçek ama ha TÜİK'in açıkladığı uydurma rakam değil, gerçek enflasyon kadar en az maaşlar artmak zorunda.
Eğer büyüdük diyorsanız ekonomi büyüyor diyorsanız Sayın Erdoğan çıkmıyor mu söylemiyor mu her 3 ayda bir "Büyüdük, büyüyoruz”. İşte o büyümenin hakkı yani refah payını da enflasyonun üzerine eklemeniz lazım.
Biz öyle yaptık.
Hesaplar ortada, tüm rakamlar ortada dönün bakın.
İnanmayanlar da gitsin incelesin.
11 yıl boyunca ben ekonominin başındayken hep gerçek enflasyon artı refah payı kadar arttı bu milletin geliri.
Böyle bir şey olur mu.
Şu elektrik zammına bir bakın.
İnanın uyanıklığın dik alası.
Niye 1 Temmuz?
Hadi seçimden hemen sonra zam yapmaya utandık falan, seçime kadar tuttuk falan filan…
1 Haziran'da yapın.
Ama biliyorlar ki 1 Haziran'da yapsalardı o zaman bu %38'lik zam enflasyon hesaplarının içine girecekti.
Ve 1 Temmuz’da emekliye memura ve sözleşmeli işçilere verecekleri zammın içerisine bunu da eklemek zorunda kalacaklardı.
İlk 6 ayın enflasyon hesabına girmesin diye 1 Temmuz’u beklediler.
Biliyorsunuz 1 Temmuz asgari ücretin ve asgari emekli maaşının gözden geçirilmesi gereken tarih değil mi?
Yani, emekliye, memura, sözleşmeli işçilere ilk 6 ayın enflasyon farkı verilirken, elektrik zammı hesaba katılmayacak.
Kendini uyanık zannedenlerle ilgili söylenecek çok laf var ama hakaret kategorisine girebilir falan diye bir yandan da bizlere yakışmak diye söylemek istemiyorum ama içim dolu gerçekten yani.
Asgari ücretliler ve asgari emekli maaşı alanlar hiçbir fark almadan elektriğe yüzde 38 zammı ödeyecekler.
Bu hak da değil adalette değil.
Neymiş, enflasyonla mücadeleymiş.
Ali Babacan döneminde enflasyon tek haneye düştü, yıllarca da tek hanede kaldı. Ama hiç bir zaman, ne emekli maaşı, ne de asgari ücret enflasyonun altında kalmadı.
Peki biz nasıl başardık bunu?
İnanın bilmiyorlar.
Dibimizde çalışanlar bile anlamamışlar ben onu görüyorum.
Bunlar, yıllarca ekonomideki başarının keyfini sürdü. Ama bu başarının nasıl sağlandığını hiç anlayamamışlar.
Onun için yapamıyorlar. Onun için çuvallıyorlar.
Ne diyor Erdoğan? “Ben imza atmasam yapamazdı ki” diyor.
Al at işte imzayı, al at.
Tek başına imza atmaya başladığın günden bu yana enflasyon sürekli arttı bu ülkede yahu.
Sürekli arttı.
Bir konu daha:
“Ekonomi şu kadar büyüyor” diyorlar, ”başardık” diyorlar değil mi?
Madem ekonomi büyüyor, bunun nimetini yine TÜİK rakamlarına bakıyoruz milletin sadece yüzde 5’i görüyor.
Son 5 yıldır Türkiye’de reel olarak geliri artan nüfusun sadece yüzde 5’i.
Bu da TÜİK’in rakamları.
TÜİK’çiler de ne yaptıklarını bilmiyorlar ki açıklıyorlar.
Yoksa hemen onu da perdelerler üzerine hemen bir örtü örterler.
Nasıl enflasyonla ilgili artık güven kaybı oldu.
TÜİK’in açıkladığı rakam bu.
Milletin yüzde 95’inin geliri son 5 yıldır ya düşmüş ya sabit kalmış bu ülkede.
Vatandaşın ekmeğini küçülterek krizden çıkılmaz.
Yoksulun ahını alarak ekonomi düzeltilmez.
Bu vatandaşın boğazından geçen lokmaları küçülterek mi başaracağınızı zannediyorsunuz?
Emeklinin açlık sınırının altında bir maaşla hayat sürdürmesine sebep olarak mı başardığınızı zannediyorsunuz?
Asgari ücretlinin, aylık 17 bin lirayla geçim mücadelesi vermesine sebep olarak mı başaracağınızı zannediyorsunuz?
Bunun adı başarı mı?
Ama dedim ya; bilmiyorlar, umursamıyorlar.
Milleti fakirleştirmek pahasına bazı göstergeleri iyileştirmekle övünüyorlar.
Bakın arkadaşlar yeri gelir ekonomide faiz artışı gerekir. Yeri gelir bütçe açığını kapatmak için vergi düzenlemeleri gerekir.
Rakamlara şöyle yüzeysel baktığınızda bazen bunları ülkeler yapmak zorunda kalır.
Ama eğer mesele zenginleşmeyse mesele eğer ekonomide büyümeyse gerçek zenginleşme milletle beraber milletle birlikte zenginleşmedir.
Topyekûn zenginleşmedir.
Biz bunu yaptık.
Rakamlar ortada.
Gene TÜİK rakamlar ha.
Yıllarca bu ülkede gelir dağılımı düzelmiş, ekonomi büyürken zenginle fakir arasındaki uçurum daralmış bu ülkede.
Rakamlar ortada.
Ama son beş yıldır o da tersine döndü.
Zenginle fakir arasındaki uçurum gittikçe artıyor.
Emekli maaşını, asgari ücreti insan onuruna yaraşır seviyede tutulmak zorunda.
Biz kimseyi aç, açıkta bırakmadık.
Emeklilerimizi, çalışanlarımızı maaşlarından az biraz artırdıklarıyla tatil yapacak aşamaya getirdik.
Hatırlayın.
Emekli maaşlarından artırdıklarıyla gidiyorlardı bir hafta paket dur İtalya tatili yapıyordu emekliler.
Bu ülkede bu yaşandı arkadaşlar unutmayalım.
Öğrencilerimizi burslarıyla rahat geçinebilecekleri bir refah seviyesine ulaştırmıştık.
Şimdi hepsi hayal oldu. Gençlerin tabiriyle “yalan” oldu.
Yeni vergilerle de belli ki millet zenginleşmeyecek.
Belli ki fakir daha fakir, zengin daha zengin olacak.
Hükûmete soruyorum:
Belli ki millet zenginleşmiyor. Ama diyorsunuz ki ekonomi büyüyor. Peki siz kimi zenginleştiriyorsunuz?
Şu yüzde 5’i bir bilsek.
***
Keşke o kültür olsa.
Ama biliyorsunuz o istifa kültürünün terminolojisini bile değiştirdiler.
Neydi? Af dilemek miydi, affını rica etmek miydi, affını istemek miydi?
Evet.
Yani tabii bakan çok yakın olunca istifa kelimesi bile olmuyor şimdi. Her gün yüz yüze bakıyor yani. Onun için yeni bir kelime icat etmek gerekti.
Ve devletin resmi belgelerine onu da yazdılar.
***
Şimdi soruyorum: Amacınız sizin vatandaşa hizmet mi etmek? Yoksa dışarıdan döviz getirenlere aylık yüzde 5 faiz ile mi? Onlara mı hizmet etmek?
Çıkın açıklayın.
Dar gelirli, orta gelirli bu ekonomik buhrandan nasıl kurtulacak; açıklayın.
Ev hanımları nasıl daha rahat alışveriş yapacak, çıkın açıklayın.
Öğrenciler, emekliler, çalışanlar nasıl geçinecek; kiralarını nasıl ödeyecek çıkın açıklayın.
Biz de öğrenelim, millet de öğrensin ne yaptığınızı, ne yapmaya çalıştığınızı.
Hadi iktidar tarafı böyle ama ben bakıyorum da bazı muhalefet partilerinden gelen açıklamalara, onların sözüm ona ekonomiyle ilgili sundukları önerilere ya diyorum çok yazık oluyor bu ülkeye.
Gerçekten yazık oluyor yani. Tamamen hayal.
Yani iktidardakiler nasıl yıllar sonra yanlış yollara girdilerse bazı muhalefet partileri de artık acemilik mi dersiniz? Tecrübesizlik mi dersiniz? Ya da yirmi yıldır hayal aleminde, akademik alemlerde yaşayıp da ki akademisyenlere saygımız sonsuz, yeni fikir üretmek açısından ama bir de işin pratiği var ya, pratiği.
Bir damdan düşmek denen bir şey var bu ekonomi yönetiminde.
***
Bakın şu vergi paketine çok kısa bir giriş yapacağım ben.
Ticarette de değerli arkadaşlar, vergi politikalarında da bir kavram vardır.
Nedir bu?
Sürümden kazanmak, sürümden kazanmak.
Ben Çıkrıkçılar Yokuşu'nda esnaflık yapmış bir arkadaşınızım.
Ticarette sürümden kazanmak nedir?
Fiyatını makul tutacaksın, kar oranının düşük olacak ama çok satarak kazanacaksın.
Yani bazı genişleteceksin, ciroyu arttıracaksın.
Ve kar akdi düşük olsa da yine kazanacaksın.
İşte biz yıllarca devlette Çıkrıkçılar Yokuşu'nun sürümden kazanmak kavramını uyguladık.
Ekonomiyi büyüttük ekonomiyi.
Gerçek büyüttük.
Daha yüksek teknoloji, daha yüksek katma değer olmadan sürümden kazanmak olmaz.
Daha yüksek değer üreten bir ekonomik modele geçmeden olmaz.
İhracat 36 milyar dolardı, 132 milyar dolara çıktı.
Ve bu 6 yıl gibi zamanda oldu.
Türkiye'nin üretim bazı genişledi.
KDV oranını temel bütün ihtiyaç ihtiyaçlarda, gıda, giyim, sağlık, eğitim, yüzde 18’den 8’e düşürdük bir anda.
Maliye bürokrasisindeki bazı arkadaşlar çok tedirgindi.
Ya dediler, “Sayın Başbakan Yardımcım 18’den 8. Bizim gelirler yarı yarıya düşer” dediler.
Arkadaş bak öyle değil. Gıdada da giyimde de bu ülkede kayıt dışı çok.
Sen gidip her bakkalın başına bir tane denetçi koyabiliyor musun? Her manavın kasabın başına bir tane vergi denetçisi koyabiliyor musun?
Koyamıyorsun.
Gıda, konfeksiyon atölyesi yüz binlerce konfeksiyon atölyesi var bu değil mi?
Koyabiliyor musun?
Ve karar verdik. 18’den 8’e düşürdük.
Vergi gelirlerimiz düşmedi arttı ya.
Sayın Erdoğan'a ve ekonomi yönetimindekilere dönün bir o günlerdeki hesaba kitaba bakın diyorum şimdi ya bir hatırlayın.
KDV oranını yüzde 18’den 8’e indirdik. KDV tahsilatımız çoğaldı.
Niye?
Çünkü sürümden kazandık vergide.
Bilmiyorlar, bilmiyorlar.
Zannediyorlar ki vergi oranını yükselteyim, daha fazla vergi toplayım.
Ekonomiyi vergiyle boğarsanız mümkün değil. Yapamazsınız.
Kurumlar vergisi oranını yüzde 33’ten önce 30’a indirdik, sonra da 20’ye indirdik.
Hiçbir şey olmadı ha.
Tahsilatımız arttı.
Şimdi bunlar tekrar 25’e çıkarttılar bakın.
Üstelik yatırım çevreleri açısından gittikçe vergi oranını düşüren bir ülke mi caziptir? Yoksa vergi oranlarını artıra artıra giden bir ülke mi caziptir?
Ya sen o yüzde 20’den 25’e kurumlar vergisini artırıyorsun ama onu artırmasan, düşük tutsan bu ülkede yatırım artacak.
Daha çok ticari faaliyet olacak, daha çok üretim faaliyeti olacak, daha çok kurumlar vergisi matraha ulaşacak ve sen yine aynı vergiyi toplayacaksın arkadaş.
Hani hiç yapmasak, bunları Türkiye'de tecrübe etmesek dersiniz ki; “Ya ne yapsınlar işte hani bu kadar.”
Türkiye böyle öyle değil ya. Hepsi yaşandı bu ülkede.
Hepsi tecrübe edildi. Ve vergi tahsilatımız arttı.
Bakın arkadaşlar, vergi sistemi ekonomik faaliyeti boğacak noktaya geldiği anda o kâğıt üzerinde hesap ettiğiniz hiçbir vergiyi toplayamazsınız.
Bir de inanın akıllarda durgunluk veriyor ya.
Biz diyoruz ki gübreye yeme 1 Nolu Tarım Eylem Planı’mızda diyoruz ki; Gübreye ve yeme çok yüksek destek vermek lazım. Gübrenin de yeminde yarısının devlet tarafından karşılanması lazım diyoruz.
Niye?
Çünkü enflasyonu kökünde kurutacaksınız, kökünde.
Çiftçinin maliyetini aşağıya çekeceksiniz ki; bu ülkede gıda fiyatları artmasın. Gıda enflasyonu düşsün.
Bunlar ne yapıyor?
Ya bu gübrede yemde taslakta yazan, meclise getirirler mi bilmem…
“Biz KDV alalım.”
İşte “Yüzde 11’den yüzde 20’den KDV alalım.”
Ya sen yüzde 10 yüzde 20 KDV almaya başladığın anda gübrede yemde bu ülkede enflasyon artmayacak mı?
Faizi yine yüksek tutmak zorunda kalmayacak mısın?
Yüksek faizi yine ödemek zorunda kalmayacak mısın?
Üstelik enflasyon arttığı için gıda enflasyonu alttan yukarı doğru iten bir şey arkadaşlar.
Bakın yem, ette değil mi, Gübrede bütün gıda üretiminde, tarımsal üretimde enflasyonu aşağıdan yukarı itecek.
Daha yüksek enflasyon rakamı çıkacak. Daha yüksek enflasyon rakamı çıktığı anda da emekliye, memura sen daha fazla zam vereceksin ya.
Burada toplamaya çalıştığın yüzde 10, yüzde 20 KDV’nin kaç katını faiz olarak ve emekli memur maaş farkı olarak ödemek zorunda kalacaksın.
İnanın bu kadar basit işlerde nasıl böyle büyük hatalara düşüyorlar akıl alır gibi değil.
Asıl siz vergi mi arıyorsunuz asıl siz kayıt dışılık mı arıyorsunuz?
Öyle çok küçük esnafla, bakkalla, kasapla, manavla uğraşmanıza gerek yok.
Siz büyüklere gidin büyüklere. Büyüklere gidin.
Bu salondaki arkadaşlarımızın bir kısmı eminim ki bir gayrimenkul alımı satımı yapmıştır değil mi?
Gayrimenkul alım satımında gerçek değerle tapu değeri arasında bire iki, bire üç, bire dört fark olduğunu bilmeyen var mı bu ülkede ya?
Maliye bürokrasisinin üst düzey çalışanlara o teknisyen arkadaşlara da sesleniyorum;
Ya siz ömrünüzde şöyle bir tane küçük bir arsa alıp sattıysanız bir tane daire alıp sattıysanız bunu bilmeniz lazım ya.
Asıl siz kayıt dışılık arıyorsanız gidin daha büyük işlere bakın.
Oralara bakın buraları nasıl daha iyi vergilendirebiliriz diye.
Ama gerçekçi olarak nasıl vergilendirebiliriz diye.
Gerçekçi olması lazım.
Orada da yani ben bunu söylüyorum ya orada da abuk subuk bir iş yaparlar ondan sonra bakarsınız onu da öldürürler gayrimenkul sektörünü.
Öyle de değil.
Yani gerçekçi olması lazım.
İnsanların vicdanen ödemeye hazır olduğu ve kayıt dışılıktan zaten olan o tedirginliği atıp “ya bu kadar da devletin, milletin hakkıdır” diye ödemeye razı olduğu oranlarla yürümeniz lazım.
Otomobil alım satımında tapu işlemlerinde hala Türkiye'de nakit işlem hukuken serbest biliyor musunuz arkadaşlar?
Bu vergi paketinden sonra bazen yazan çizerlere baktım da hani köşe yazarlarına şunlara bunlara baktım ha bunlar bunu bilmiyor ha.
Yani şu anda tapu işlemlerindeki tapu belgesi nakit işlemin bir belgesi yani.
Gidip örnek veriyorum 10 milyon lira alıp bir daire alıyorsanız 10 milyonu bavulda götürüp tapuda bugün Türkiye'de işlem yapabiliyorsunuz ya.
Sayın Erdoğan da bilmiyor olabilir.
O da bilmiyorsa bilsin, öğrensin diye buradan söylüyorum.
Ekonomi yönetiminin başındaki arkadaşlar bunun bir kısmı bunlardan habersiz olabilir.
Araba alıp satıyorsunuz, noter belgesi aynı zamanda bir nakit işlem makbuzudur, nakit işlem.
Diyorlar ki; işte 7-8 bin 10 milyardan üstü zaten bankadan geçiyor falan öyle değil.
Şimdi orada küçük küçük delikleri tıkamış görüntüsü var ama öbür tarafta koca koca büyük delikler var, yarıklar var sistemde.
Uzlaşma, uzlaşma müessesesi maliyede.
Uzlaşma heyetinin verginin sadece cezasını değil, aslını da sıfırlama yetkisi var.
Ve hiç kimsenin hesap sorma yetkisi yok.
Nihai karar uzlaşma heyetinin.
Eminim ki o paketten ilk çıkacak unsurlardan birisi o.
Çünkü uzlaşmadan bugüne kadar en çok istifade edenler hükümete en yakın olan şirketler.
Eminim ki o paket ortaya düştü, bayramdan bu yana bayramda bile aramış olabilirler ha.
Tatilde falan ne yapayım ya çok önemliler yani.
“Aman başkanım yani bu uzlaşma çok önemli. Çünkü maliye denetçileri hata yapıyor biz bunu uzlaşmada düzelttiriyoruz.”
Yüz milyonlarca dolar bir anda sıfırlanabiliyor.
Böyle bir yetki var o uzlaşma komisyonunda.
Evet bir başka konu.
Harcadığın parayı nereden buldun?
Hani eskiden bir “Nereden buldun kanunu” vardı ya o serveti varlığı nereden buldun idi.
Bu sefer fark var, harcadığın parayı nereden buldun? Kanunu.
Ya bu paketi tabii hazırlayanlar belli ki hükümete yakın çevrelerle biraz kopuk ben onu anlıyorum. Teknik olarak hazırlamışlar.
Ya şu anda iktidara yakın olanların kahir ekseriyeti, harcadıklarının hani içlerinde temiz düzgün insanlar da var şimdi onun için kahir ekseriyeti kelimesini kullanıyorum.
Yanlış anlaşılmasın.
Böyle bir şeyi daha meclise gelmeden buharlaştırırlar o paketten.
Ya da öyle bir değişir ki yani getirmişsiniz, getirmemişsiniz farkı kalmaz.
Şimdi para harcıyorsun, harcadığın parayı nereden diye soruyorsun?
Bir, bugünkü iktidarın asla yapamayacağı bir iş.
İki, gerçek anlamda makro perspektifine baktığınızda değerli arkadaşlar doğru bir iş değil.
Çünkü sen devlet olarak kazanırken denetleyememişsin.
Kazanırken vergini alamamışsın. Oradaki beceriksizliğini geliyorsun bir başka yanlışla düzeltmeye çalışıyorsun.
Makro açıdan da doğru değil.
Dolayısıyla bütün bunların gerçekçi olması lazım.
Samimi olması lazım.
Türkiye'deki reel sektörle Türkiye'deki gerçek ticaret hayatını bilen insanlarla konuşula konuşula yapılıyor olması lazım.
Bir konu daha arkadaşlar.
Başkanlık sistemiyle ilgili çok önemli bir husus var.
Ekonomi yönetiminde büyük bir değişiklik var.
Ne kadar farkında insanlar bilmiyorum ama eskiden vergiyi maliye toplardı. Hazine borçlanma yapardı. Yine maliyenin onayı ve hazinenin onayı ile devlet para harcardı.
Yeni sistemde başkanlık sisteminde harcama tamamen külliye de harcama yetkisi.
Maliyenin görevi vergi toplamak, hazinenin görevi borç para toplamak, topladığı parayı Sayın Erdoğan'ın emrine vermek ve harcama yetkisi sadece Cumhurbaşkanı'nın elinde.
Eskiden bir el freni vardı, ayak freni vardı sistemde.
Şimdi fren yok.
Tam gaz.
Eğer siz bütçe dengelerini düzeltmek istiyorsanız, bütçe dengelerini düzeltmek için vergi de kullanılacak metottur ama asıl tasarrufa bakın ya. Asıl israfa bakın, asıl yolsuzluğa bakın.
Eğer gerçekten tasarruf etmek istiyorsanız, bütçe açını kapatmak istiyorsanız gelin Avrupa Birliği'nin kamu alımları mevzuatını Türkiye'de uygulayalım.
Biz yazdık işte buraya.
Kendi eylem planımız da var.
Hatta 6 partinin yaptığı çalışmaya da soktuk.
Dedik ki; 28 ülke eğer kamu alımlarını, ihalelerini bu mevzuata göre yapıyorsa siz niye kaçıyorsunuz?
Korktunuz kaçtınız ne var?
Açıksanız, dürüstseniz, şeffafsanız gelin kamu alımlarını böyle yapalım.
Her bir kamu alımındaki israf o kadar büyük ki.
Siz vergi de ne yaparsanız yapın, orada delikler büyük, oradan akıp gidiyor.
Evet, bütçede tedbir gerekir ekonomi yönetiminde. Bütçe açınızı kapatmanız gerekir ama bunun yolu vergi sadece vergi salmak değildir.
Giderlerde de dikkat edeceksiniz.
Bir başka konu arkadaşlar.
Kaç kişi farkında bilmiyorum.
Son 5 yılda kamuya tam 1. 5 milyon insan alındı.
Devlet çalışanının sayısı üç onda sekizden, beş onda üç milyona çıktı.
Sessiz sedasız ve mülakatla.
Yani kendilerine göre seçerek yapıyorlar.
1.5 milyon insan.
Ve bu 1 Temmuz zamlarıyla beraber en düşük memur maaşı ne kadar olacak?
40 bin lirayı geçecek 1 Temmuz zammıyla beraber.
Asgari ücret 17 binde bakın devam ediyor ama son dönemde işe alınan 1,5 milyon insanın geliri ne asgari ücret ne emekli falan değil yani.
Helal olsun memurumuzun hakkı 40 bindir daha fazladır ama bu adalet değil yani.
Adalet değil.
Yani siz 5 yılda 1.5 milyon insanı işe alıp hangi metotlarla nasıl işe biliyorsunuz, onların maaş artışıyla ilgili en az enflasyon kadar bir artış uygularken geri kalanlara enflasyon farkı vermemek adalet değil.
Dolayısıyla kesimler arasındaki adalet de Türkiye'de bozuldu, bozulmaya devam ediyor.
***
Evet, değerli arkadaşlar son bir de bu deprem konusuna değinip sözlerimi tamamlamak istiyorum.
Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz İstanbul Bahçelievler’de bir bina daha çöktü.
Yanlış anlamayın bakın deprem olmadı. Fırtına yok, doğal afet yok, sel yok, şu yok, bu yok.
Bina dururken kendi yerine çöküyor.
Geçenlerde bir daha olmuştu biliyorsunuz.
Yakınlarda bir inşaat yok, yanlış yapılan bir iş makinesi hamlesi yok, şu yok, bu yok.
İstanbul Bahçelievler’de bir bina kendinden çöküyor.
Bakın arkadaşlar aslında bu nedir biliyor musunuz?
Bir kent bir şehir adeta dile gelmiş konuşuyor. Kendini bize anlatmaya çalışıyor.
Bir kent diyor ki İstanbul diyor ki; “Önlem alın” diyor ya.
“Binalar kendi başlarına bakın çöküyor, bir şeyler yapın” diyor.
“Deprem olursa çok canlar gidecek, çok insanın canı yanacak” diyor.
İstanbul'u dinleyen yok, kulak veren yok.
Ben hemen hemen her konuşmamda söyledim. Bugün de tekrar ediyorum:
Ülkemizin bir numaralı sorunu şu anda deprem sorunudur.
Evet ekonomi, yoksulluk can yakıyor ama asıl şu ileriye doğru baktığımızda çok çok kaygılanmamız gereken ve acil tedbir almamız gereken konu depremdir.
Depreme karşı iktidar-muhalefet demeden çözüm üretmek zorundayız.
Kamu-sivil toplum el ele verip formül bulmak zorundayız.
Rant duyunca koşanlar, kamu arazilerini görünce dosya dosya projelerle gelenler; onlara da seslenmek istiyorum;
İstanbul’un büyük bir kentsel yenilenmeye, depreme karşı bir seferberliğe ihtiyacı var.
Şu rant gözlüklerinizi bir kenara koyun ve İstanbul için hemen şimdi çalışmaya başlayın.
Kocaeli için geciktik.
***
Bu kadrolar olarak inşallah göreceksiniz. Gün gelecek bu ülkenin gerçekten DEVA’sı biz olacağız arkadaşlar.
Hiç hiç endişeniz olmasın.
Yok çünkü yok. Ya alın birini vurun ötekine ya. Yok.
Yazık bu ülkeye yani.
***
Kocaeli için geciktik.
Vaktiyle, 99’da çok büyük acı yaşadık.
Kahramanmaraş için, Gaziantep için geciktik;
Bu kez ‘Biz Kocaeli’nde söylemiştik’ demeyelim.
Biliyorsunuz Kahramanmaraş'ta kongremizi yaptığımız otel yıkıldı arkadaşlar.
Allah benzetmesin.
Orada da çok uyarmıştık.
Bu bölgede deprem riski çok yüksek demiştik.
Bu kez gecikmeyelim.
Sadece İstanbul için değil, tüm Türkiye için, bir an önce harekete geçelim.
Büyük deprem seferberliğini başlatalım.
****
Değerli yol arkadaşlarım,
Değerli parti mensuplarımız,
Sözlerimin sonunda Türkiye'nin daha demokratik, daha özgür, daha adil yarınlara ulaşması amacıyla yol arkadaşlığı yaptığım bütün partilerimizi buradan Kocaeli'nden selamlamak istiyorum.
Kocaeli İkinci olağan İl Kongremizin partimize ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Şampiyon Kocaeli'ne nice güzel coşku içinde kongreler diliyorum.
Tekrar hepinize saygılarımı, sevgilerimi söylüyorum.
Sağ olun, var olun.