14 Temmuz 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın İstanbul 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

14 Temmuz 2024

Ali Babacan İstanbul 1.İl Kongresi Konuşma Metni

Merhaba İstanbul!

Tarihimizin başkenti, kültürümüzün başkenti, ekonomimizin başkenti İstanbul, Merhaba!

Değerli genel merkez kurul üyelerimiz, değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Merhaba!

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, kıymetli muhtarlarımız, kıymetli misafirlerimiz hepinize Merhaba!

Sizleri saygıyla, sevgiyle selamlıyor, İstanbul teşkilatımızın 1. Olağan İl Kongresine hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen vatandaşlarımıza da buradan, İstanbul’dan en içten selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.

*****

Bugün sözlerime, yarın sekizinci yılını dolduracak 15 Temmuz’u anarak başlamak istiyorum.

15 Temmuz 2016 gecesi, demokrasimize karşı gerçekleşen hain darbe girişimi, milletimizin direnişiyle engellendi.

251 şehidimiz, demokrasiyi savunmak için hayatını kaybetti.

Binlerce insanımız yaralandı.

Milletimiz, o gece devleti ayakta tuttu.

O gece vatandaşlarımız demokrasi aşkıyla sokaklara çıktı.

O gece, binlerce insanımızın güçlü direnci sayesinde, darbeciler amaçlarına ulaşamadılar.

Halkımızın sağduyusu, cesareti ve demokrasi sevdası, tankların önüne set çekti.

Darbeciler, milletimizin bedeniyle ördüğü o kutlu duvarı aşamadılar.

Cümle alem bir kez daha gördü ki;

Gücünü tankların paletinden alanlar, gücünü haktan ve meşruiyetten alanları asla geçemezler.

Daha evvel söyledim tekrar ediyorum:

Bize düşen; vatandaşlarımızın emanetine sahip çıkmaktır.

251 şehidimizin bize bir emaneti var, bizim de o emanete sahip çıkmamız gerekiyor.

O emanet nedir?

O emanet, Türkiye'nin bir daha sabah erken kalkanın, gece geç yatanın darbe yapacağı bir ülke olmasına izin vermemektir.

O emanet, tankların gölgesinde, namluların ucunda darbe planları yapanların, bütün heveslerini kursaklarında bırakmaktır.

O emanet, halkın oylarıyla seçilmişleri, silahla, baskıyla sindirmeye çalışanlara göz açtırmamaktır.

O emanet, devlet kurumlarına yapılan personel alımlarında sadece ve sadece liyakati esas almaktır.

Bizler, darbelerin kan, zulüm ve gözyaşı anlamına geldiğini çok iyi bilen insanlarız.

Bu millet darbelerin acısını on yıllardır sokakta, okulda, cezaevlerinde, işkence odalarında gördü ve çok çekti darbelerden.

Biz bu acıyı çok iyi biliriz.

Bakın arkadaşlar, seçimle gelen ancak seçimle gider!

Bunu herkesin zihnine kazımalı.

Buradan milletimize verdiğimiz sözü bir kez daha tekrarlamak istiyorum:

Koşullar ne olursa olsun, biz, “sivil siyasete” gözümüz gibi bakacağız.

27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın, 27 Nisan’ın ve 15 Temmuz’un mağdurlarını da asla unutmayacağız.

Yarınlara tertemiz bir demokrasi bırakmak için olanca gücümüzle çalışacağız.

Bu kürsüden bir kez daha, demokrasi için canlarını veren şehitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizdeki siyaset tablosuna şöyle bir bakıyoruz:

Biz çözümle geliyoruz, bakıyoruz diğerleri öfkeyle geliyorlar.

Biz birleştirmeye geliyoruz; ‘birleştirelim’ diyoruz, diğerleri ayrıştırmaya geliyorlar.

Biz barışmaya geliyoruz; diğerleri kavgaya geliyorlar.

Bakın, ben bunu sadece iktidar için söylemiyorum, muhalefetinde bir kısmı için söylüyorum.

İkisi de aynı öfke siyasetiyle, aynı yöntemlerle, ayırarak ayrıştırarak geliyor.

Arkadaşlar, söylüyorum:

DEVA, bu ayrıştırıcı siyaset dönemini kapatmak için burada.

Milli değerlerimizi istismar eden bir siyasete bizde yer yok.

Dinimizin kutsallarını sömüren siyasete bizde yer yok.

Şiddet siyasetine, öfke siyasetine bizde yer yok.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde farklı şehirlerimizde şiddet olaylarıyla karşı karşıya kaldık.

Dükkânlar taşlandı, araçlar yakıldı, insanlar şiddet gördü.

Antalya’da bir genç öldürüldü.

Demokrasi diyenler, insan hakları diyenler sessiz kaldı.

Ötekine saygıdan, farklılıkları kucaklamaktan bahsedenler sınıfta kaldı.

Şuraya dikkatinizi çekmek istiyorum:

Bir siyasi parti, kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın, ben demokratım desin, şu desin bu desin…Asıl siyasi partiler kimliklerini olaylar karşısındaki duruşlarıyla belli ederler.

Siyasi partilerin gerçek kimlikleri sınamalarla ortaya çıkar.

Her şey açık ve net arkadaşlar:

Ülkenin muhalefeti en ufak bir krizde kim olduğunu hatırlıyor; aslına rücu ediyor.

Filistin’e destek mitinginde bir vatandaş mı yumruklandı? Dikkatli bakın: Ne oldu? Muhalefet nerede? Şiddetin yanında.

Bir yerlerde bir şekilde iktidarı ele mi aldılar? Muhalefet nerede? Eş dost kayırmanın yanında, haksız rantın yanında.

Ülkenin iktidarı da muhalefeti de bakıyoruz, çıkar neredeyse orada.

Biz, milletimize başka bir yolun mümkün olduğunu göstermek için dört yıl önce yola çıktık.

İnsani değerleri, hakkı hukuku; hiçbir ayırım yapmadan, herkes için savunarak DEVA Partisi’ni kurduk.

Emin olun arkadaşlar, ilk gün partimizi nasıl kurduysak; yarınların birlik beraberlik içindeki Türkiye’sini de hep beraber böyle kuracağız.

Bu ülkeyi, şiddeti savunanlara da ırkçılara da otoriterler eğilimleri gösterenlere de asla teslim etmeyeceğiz.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Ben şunu açık söyleyeyim arkadaşlar; partimiz kurulduktan sonra iki seçim geçirdik. Ve her geçirdiğimiz seçimde de büyük sınavlar verdik. Teşkilatımız da büyük sınavlar verdi.

Ancak bugün itibariyle bu salonda bulunan, DEVA Partisi'nin teşkilatlarında, kılcal damarlarında, Genel Merkezi’nde görev alan, çalışan, çaba gösteren herkes bir demokrasi kahramanıdır arkadaşlar.

Partimizin teşkilatlarında, Genel Merkezi’nde her şeye rağmen sağlam bir duruşla mücadeleye devam eden her bir arkadaşım bir adalet kahramanıdır. Hak kahramanıdır, hukuk kahramanıdır.

Ülkede olup biteni görüyoruz ya, gerçekten çok yazık, çok üzülüyoruz.

Bazıları iktidara gelmeyi iktidar sopasını ele geçirmekten ibaret görüyor. “O sopayı biraz da ben kullanayım” diyor.

Bazılarının inanın, bu ülkede hakla, hukukla, adaletle, demokrasiyle böyle bir derdi yok.

“Sadece ve sadece iktidar olalım. 22 yıl yeter artık. Onlar gitsin, biraz da bu gücü biz kullanalım” derdinde bazıları. Bunu gayet iyi görüyoruz. Öyle parlamenter sistemmiş, şuymuş buymuş… Çoğunun inanın böyle bir derdi yok.

“Mevcut sistemle gücü ele geçireyim biraz da sırayı biz kullanalım.” Dert bu. İşte bunu gördükçe inanın kahroluyoruz.

Bunu gördükçe çalışma mücadelemiz daha da kuvvetleniyor. Bunu gördükçe demokrasi ve adalet yolundaki azmimiz çok daha güçleniyor.

*****

Değerli Arkadaşlar,

Dün ABD Başkan adayı Trump’a yapılan saldırıyı izledik.

Siyasetteki kutuplaşmanın, gerginliğin, öfkenin, nefretin, toplumu hangi noktalara getirebileceğinin bir başka canlı örneğini Türkiye saatiyle dün akşam gördük.

Ben Sayın Trump’a buradan geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Hangi ülke olursa olsun; umarım ki bu hadise, siyasette öfke ve nefret pompalayanların nasıl bir vebal altında olduklarını göstermek açısından ibret verici olur.

Umarım ki bu hadise, başka yeni hadiseleri tetiklemez.

Umarım ki bu hadise, herkesin aklı selime dönmesi içinde bir vesile olur.

*****

Değerli arkadaşlar,

Gelelim tekrar ülkemize.

Soruyorum: Türkiye bir sömürge ülkesi mi? (…)

Bu ülkenin vatandaşları bir sömürge valisinin boyunduruğu altında mı yaşıyor? (…)

Biz bağımsız, egemen bir ülke değil miyiz? (…)

Fakaat, belli ki iktidardakilerin zihin dünyası farklı bir noktada.

İktidarın başındakiler, ekonomi yönetimin başındakiler belli ki bu millete farklı bakıyor.

Milletle ilişkisi ayrı bir mecrada seyrediyor.

Çıkıyorlar, ekran karşısında, “Yurt dışına gidenler zaten ayrıcalıklıdır” diyorlar.

“İmkânı olmayan biri nasıl yurt dışına gitsin” diyorlar.

“Madem imkânı var, ödesin yüksek harcı” diyorlar.

Gerçekten çok yazık.

Zihinlerindeki sıradan bir vatandaşımızın öyle başka bir ülkeye seyahat etme hakkı yok.

Bu zihniyet, gençlere “Çıkar telefonunu” diyenlerin zihniyetinden farklı değil arkadaşlar.

Bu zihniyet, kendi vatandaşlarına “Çıkar bakalım pasaportu, paran yoksa o pasaportun cebinde işi ne?” diyen bir zihniyet;

Öğrencilere, emeklilere, “Haddini bil, senin neyine iyi bir hayat yaşamak” diyen bir zihniyet.

Biz de buradan “HAYIR!” diyoruz, HAYIR diye haykırıyoruz.

Siz zenginleşirken, yanı başınızdakiler zenginleşirken, bu ülkenin vatandaşları, çalışanlar, emekliler insanca bir yaşamdan geri kalıyor.


NATO zirvesine gidiyor, 4 uçakla güç gösterisi yapıyor. Bilmiyor mu onlar bu ülkede insanların ne kadar perişan yaşadığını?

İnsanları fakirlik, yoksulluk içinde yaşayan bir ülkenin eğer devlet başkanı gidip de boy boy uçaklarla bir yerlerde gövde gösterisi yapıyorsa bu sizin itibarınızı artırmaz. Artırmaz.

Sadece ve sadece bu ülkenin nasıl kötü yönetildiğini gösterir.

Milyonlarca insan açlık sınırının altında bir aylık gelirle yaşam mücadelesi verirken sen kime neyin gücünün gösterisini yapıyorsun ya? Bilmiyor mu insanlar Türkiye'de nasıl zor şartlar yaşandığını?

Görmüyorlar mı dünyanın en yüksek ikinci faizinin burada, Türkiye'de ödendiğini?

Bilmiyorlar mı dünyanın en yüksek enflasyonlarını yaşayan ülkelerden birisinin Türkiye olduğunu? Gerçekten çok yazık.

Bizim hedeflediğimiz Türkiye’de;

Gençler istedikleri gibi yurt dışına gidecek. Gezmek, yeni yerler görmek, para karşılığı dağıttığınız pasaportların sahipleri kadar, hatta onlardan daha çok bu ülkenin gençlerinin de hakkı.

Bizim hedeflediğimiz Türkiye’de;

İnsanlar kimseye muhtaç olmadan rahat rahat geçinecekler; tatillerini yapacaklar, bu bir haktır. Bir restoranda, kafede hesap öderken iki kere düşünmeyecekler.

Bizim hayalimizdeki Türkiye bu arkadaşlar.

Bizim hayalimizdeki Türkiye, özgürlüğün hâkim olduğu, vatandaşlarının refah içinde yaşadığı Türkiye.

Bizim hayalimizdeki Türkiye, yönetenlerin, vatandaşlara kendi yaşamlarından daha azını layık gördüğü bir Türkiye değil.

Bizim hayalimizdeki Türkiye; başı dik, alnı ak, ekonomisi güçlü bir Türkiye.

Bu ülkenin siz eğer itibarını arttırmak istiyorsanız şöyle bir hukukun üstünlüğü endeksinde dünyada bir üst sıralara taşıyın bakalım.

Adaletin, hukukun gerçekten tercih ettiği bir ülke haline getirin, ondan sonra gidin ülkenin itibarı nasıl oluyormuş bir görün.

Bizim hayalimizdeki Türkiye, insan onurunu ayaklar altına alan bu yoksulluğun ortadan kalktığı bir Türkiye.

İnşallah hep birlikte bu Türkiye’yi kuracağız.

İnşallah ülkemizi, vatandaşına sömürge valisi gibi davranan bu zihniyetten kurtaracağız.

Bunu daha evvel başarmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum:

Hatırlayalım;

Bu ülkede emekliler emekli maaşından arttırdıkları parayla Avrupa'da şöyle bir beş altı gün tatil yapabiliyorlardı.

Bu ülkede gençler KYK burslarından kenara koydukları parayla yazın Avrupa'da interrail'le trenle tatil yapabiliyorlardı.

Bu ülke bunu yaşadı. Tabii aradan 10 yıl, 12 yıl geçtiği için belki bugün liseye giden üniversiteye giden gençlerimiz bunları bir hayal olarak görüyor olabilir.

İmkânsız olarak da görüyor olabilirler.

Ben gençlerimize buradan sesleniyorum; Asla arkadaşlar bu ülkeden umudunuzu kesmeyin. Bu ülke büyük bir ülke, güzel bir ülke, güçlü bir ülke. Yeter ki düzgün yönetilsin ya. Ihanın çok kolay. İnanın çok kolay yani.

Yani hiç bu işleri yapmamış olsak biz de deriz ki; “Ya zor işte bizden bu kadar olmuyor arkadaş yani. Böyle orta halli bir ülkeyiz. Orta gelirli, orta demokrasili bir ülkeyiz” deriz. Öyle değil ya.

Bu ülkenin çok büyük bir potansiyeli var.

Biz 2023 yılı için 25 bin dolar milli gelir hedefini koyarken inanarak koyduk. Hesap kitap yaparak koyduk. Hayali bir hedef değildi ki o.

İhracatçısıyla, sanayicisiyle, iş dünyasıyla, akademisyenleriyle, uzmanlarıyla beraber çalışarak o 25 bin dolarlık hedefi koyduk. Onu biz çalıştık. Teknik ekiple çalıştık. Uzmanların görüşüyle çalıştık. İşte İbrahim Bey aramızda o günlerden bu çalışmaların nasıl yapıldığını gayet iyi biliyor. Öyle bir siyasi hayal hedef falan değil. Gerçek bir hedefti.

Ne oldu?

Geçen seneyi 13 bin dolarlık milli gelire kapattık. Yazık değil mi?

Olabileceğin yarısına mahkûm ettiler bu ülkeyi. Gerçek potansiyelinin, gerçek gücünün yarısına “razı ol” dediler bu millete.

Bu millet böyle bir kötü yönetimi hak etmiyor arkadaşlar.

Gerçekten bu millet çok daha düzgün kadrolarla, liyakatli kadrolarla, adaleti, hakkı, hukuku gözeten ve gerçek anlamda demokrat bir kadroyla yönetilmeyi hak ediyor.

Lafta demokratlık çok kolay ha.

Bakıyorum kendine “demokrat” diyenlere şu anda, diyorum yani sınamalarla ortaya çıkıyor gerçek kimlik, her demokratlık sınavında çakıyorlar.

Çünkü zihinlerin dünyasındaki yönetim modeli başka bir şey.

Gerçek demokrasi arkadaşlar, bugünün dünyasına baktığımızda, dünyayı da az çok bilen, çok yerinde görmüş, çok insanda tanıyan birisi olarak söylüyorum, gerçek demokrasi şu anda Avrupa Birliği'nin dahi tam gerçekleştiremediği ama ideal olarak tanımladığı demokrasi.

Yani eğer Türkiye bir demokrasiyi hedefleyecekse bunun bir standarda olması lazım.

Demokrasiden bahsetmek kolay.

“Ben demokratım” demek de kolay. Dünyada demokrat cumhuriyet diyen onlarca ülke var. Gidiyorsunuz tam diktatörlükle yönetiliyor. Ülkenin adına bakıyorsunuz, falanca demokrat cumhuriyeti, demokratik cumhuriyeti…

Gerçek demokrasi, ikinci dünya savaşından sonra 50 milyon insan öldükten sonra biz bu savaşları tekrar nasıl yaşamayız? Biz nasıl ortak değerlerle herkesin refahı yaşayabileceği, sosyal devlet anlayışının nasıl toplumun her kesimine faydalı olabileceği bir modeli oluştururuz arayışıyla önce 6 ülkeyle başlayan, sonra 27-28 ülkeye ulaşan Avrupa Birliği'nin demokrasi standartları.

Avrupa Konseyi'nin, Türkiye'nin de tam üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin demokrasi standartları.

Hatırlayın, geçen sene Altılı Masa'nın ilk ortak dokümanında, ilk bir sayfalık imzalı dokümanında ne demiştik? Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi'nin standartlarında bir demokrasi.

Aradan vakit geçtiği için ben burada daha rahat açıklayabilirim. O metinlere bunları derç eden biz olduk arkadaşlar.

Çünkü emin olamadık. Demokrasi deyince aynı dilimi konuşuyoruz. “Bunları yazalım ki dedik. Yarın ülkeyi yönetme imkanını bu millet bize verdiğinde aynı dili konuşalım, aynı demokrasiden bahsedelim.” Bunun için yaptık bunu.

Şu anda tabii Avrupa'nın durumuna bakıyoruz; Pek çok ülke Avrupa Birliği'ne üye olsa dahi kendi değerlerinden uzaklaşmış durumda. Kendi demokrasi standartlarından geriye düşmüş durumda. Onlar bize ölçü değil. Biz dünyanın en iyi standartlarına hedefleyeceğiz arkadaşlar.

Ve DEVA Partisi'nin bu konudaki tutumu çok nettir. Kim ne derse desin.

Sağlam standartlar koymadan ne konuşsanız boş.

İşte biz DEVA Partisi'ni gerçek hakiki demokratların partisi olarak kurduk ve inşallah bu yolda da emin adımlarla yürüyeceğiz.

Değerli arkadaşlar, biz Türkiye'mizle gurur duyuyoruz. Bu güzel ve büyük ülkemizle gurur duyuyoruz.

Evet, özgür ve zengin Türkiye’yi hep birlikte kuracağız.

*****

Bakın arkadaşlar,

Defalarca söyledim, tekrar ediyorum.

Güven nasıl kazanılır, güven?

Şeffaf olacaksınız.

Şeffaflık olmadan, güven olmaz. Güven olmadan da bir ülkenin ekonomisinde başarı gelmez.

Geçen hafta epey bir TÜİK’i konuşuldu değil mi memlekette?

Elif Hanımlar da güzel bir program yaptılar. Milletvekillerimizle beraber herhalde Evrim Hanım oradaydı. İrfan Bey oradaydı. Başka arkadaşlar da vardı. Ankara İl Başkanımız, diğer arkadaşlar.

TÜİK'in şu ana kadar yaptıklarının yanlış olduğunu bir kere daha milletimizin önünde haykırdılar. Çok da tartışıldı.

Kimsenin pek tanımadığı, bilmediği bir başkan vardı. Şöyle bir kamuoyunun önüne çıktı ki millet; “eyvah TÜİK'in başında böyle birisi mi varmış yani?” Zamanında görevlendirilmiş hükümetin tanımıyla malum görev adamlarından bir tanesi. Ne deniyorsa yapan yönetim profili çok geniş ya şu anda.

Enflasyonu indir diyor, indiriyor. Ne uğraşacak? Düşür diyor, düşürüyor. Tamam, daha iyi TÜİK başkanı mı olur yani? Neyse. Çok girmeyelim o meseleye ama arkadaşlar;

Bakın, bu şeffaflık sorunu sadece TÜİK’le sınırlı değil.

Bu sorun, bir yönetim tarzı sorunu.

Şu andaki iktidarın iş yapma tarzı şu:

Ben aklıma geleni yaparım, kimseye de hesap vermem.

Aklıma geleni yaparım, kimseye de hesap vermek zorunda kalmam.

Demokrasilerde böyle bir şey yok. Demokrasilerin en temel ilkelerinden ikisi arkadaşlar şeffaflıktır ve hesap verebilirliktir. Çünkü demokrasilerde iktidar millet adına milletin verdiği vekalet ne işini yapar?

Asil oradayken vekil milletten gerçekleri saklayamaz ki! Asil orada 85 milyon.

Millet, demokraside vekaleti yani ülkeyi yönetme yetkisini sınırlı süreyle iktidara verir. İktidarın şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesi işte o sınırlı süreli verilen vekaletin gereğidir.

Siz kimin malını kimden saklıyorsunuz ya? Kimin rakamını kimden saklıyorsunuz?

İşte bu hastalıklı yaklaşım, ülkemizi yüksek enflasyon ve derin bir yoksulluk sorunu ile karşı karşıya bırakmış durumda.

Dedim ya bakın şeffaf olmayan sadece TÜİK değil.

Ben şimdi buradan İstanbul'dan bu kürsüden ülkeyi yönetenlere soruyorum. Başta Sayın Erdoğan'a soruyorum, ekonomi yönetimine soruyorum. Tamam TÜİK şeffaf değil. Bunu da anlattık, öillet de iyi anladı sanırım şu son bir haftada ama arkadaşlar Merkez Bankası da şeffaf değil ya.

Merkez Bankası niçin yaptığını ettiğini açıkça ortaya koymuyor. Niçin bu ülkenin Merkez Bankası hala arka kapıdan döviz alıp satmaya devam ediyor?

Özellikle de yeni ekonomi yönetimine buradan seslenmek istiyor.

Yeni ekonomi yönetimindeki arkadaşların bir kısmı ben ekonominin başındayken bizim ekipteydi değil mi?

Ya biz tam 13 yıl neden Merkez Bankası'nın verilerini anlık yayınladık da siz bunu saklıyorsunuz?

Hadi 2023'e kadarını anladık, algı yönetiminden gelen damat ekonomiyi de algıyla yönetebileceğini zannetti. Kayınpederle beraber batırdılar, enflasyonu patlattılar.

Peki, bir yalı geçti, yeni bir Merkez Bankası Başkanı var, yeni bir Hazine Maliye Bakanı var. Siz Merkez Bankası'nı niye şeffaf çalıştırmıyorsunuz? Ya 13 yıl boyunca Merkez Bankası 3 milyon dolar alsa satsa, bakın milyon dolar diyorum ha... Merkez Bankası için küçük rakamlardır bunlar. 3 milyon dolar alsa satsa şeffaf bir şekilde web sitesinde yayınlardı.

Bunların son 3-4 yılda sattığı döviz 400 milyar dolara geçti. Aldığı da belki 50 milyar 100 milyar dolar gibi rakamlar. Ya açıklamıyorlar. Niye açıklamıyorsunuz? Niye gizliyorsunuz?

Bir soru daha ekonomi yönetimine de Merkez Bankası'na da.

Bu ülkenin kur rejimi nedir? Bizim dönemimizde çok açıktı. “Dalgalı Kur” diyorduk. “Serbest Kur Rejimi” diyorduk.

“Merkez Bankası ancak aşırı oynatlık döneminde alım ya da satım yönünde müdahale yapar” diyorduk. “O müdahaleyi de şeffaf bir şekilde açıklar” diyorduk.

O günkü kur Piyasada oluşan kurdur. Aşırı oynaklık varsa Merkez Bankası bazen girer alır, bazen girer satar ama ne kadar aldığını ne kadar sattığını açıklar ki herkes o kurun nasıl orada oluştuğunu görsün bilsin.

Şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kur rejimi yok arkadaşlar.

Seçimden önce “kuru bastırmışlar” diyen kendileri değil mi? Seçimden sonra da “bastırmadık” dediler kuru. Birden işte 18'lerden çıktı 30'lara değil mi dolar kuru?

Peki, son aylarda bakıyorsunuz. Durmuş saat gibi hiç değişmiyor. Serbest kur rejimde böyle bir şey olur mu?

Peki, velev ki serbest kur rejimi uygulamıyorsunuz. Peki hangi kur rejimi uyguluyorsunuz?

Doları siz nerelerde tutmaya çalışıyorsunuz? Dolar kuru ile ilgili önünüzdeki hedef nedir? Hangi şartlarda ne yapacaksınız? Ne kadar alacaksınız? Ne kadar satacaksınız?

Arkadaşlar bu işler şu anda tamamen karanlık ya. Tamamen karanlık. Ama unutmayın bakın, suç karanlıkta işlenir. Karanlıktan istifade edenler olur. Karanlıkta haksız kazanç elde edenler olur.

Millilikten, yerlilikten bahseden bu hükümetin kendisi değil mi? Sabah akşam Sayın Erdoğan milli, yerli deyip durmuyor mu? “Biz milli yerliyiz” diyor, “diğerleri milli yerli değil” diyor.

Peki, Türk lirası bu ülkenin milli ve yerli para birimi değil mi? Bu ülkenin parası, para birimi değerli arkadaşlar aynı zamanda itibarıdır.

Bir ülkenin para birimi, o ülkenin ekonomisinin güven unsuru olmalıdır.

Şu son bir yılda paramız niye daha kaybetti? Ne yaptınız? Son 3-4 aydır ne yapıyorsunuz? Çıkın açıklayın ya.

Deyin ki; Biz şu kadar alım yaptık. Çünkü artması işte deyin ki enflasyonu arttıracaktı. Biz de bunu istemedik. Onun için kur burada durmalı… Ama çıkın bir şey söyleyin.


En ufak bir açıklama yok.

En ufak bir hesap verme, sorumluluk duygusu yok.

Çünkü diyorum ya bunlar da artık bu minnetin emanetini biz yönetiyoruz hissi uçmuş gitmiş.

Bunlar diyor ki; “Hepsi bizim, Merkez Bankası da bizim. Hazine de bizim. Aklımıza geleni yaparız. Kimseye de hesap vermeyiz.”

Hiç kusura bakmayın. Bu millet sizin yanlışlarınızın şu anda çok ağır bir bedelini ödüyor. Çok ağır bir bedelini ödüyor.

Bu ağır bedeli ödeyen millete çıkıp açıklamak zorundasınız.

Bu soruların cevabını açık ve dürüst bir şekilde vermediği sürece, Merkez Bankası da ekonomi yönetimi de güven kazanamaz.

Merkez Bankası’nın da acilen şeffaflaşması ne yaptığını, ne zaman yaptığını, niçin yaptığını kamuoyuna çıkıp net bir şekilde açıklaması gerekir.

Bu hepimizin hakkı. Cebinde Türk lirası taşıyan Türk Lirası cinsinden maaşı olan herkesin bunu bilmek hakkı, her bir vatandaşımızın bunu bilmek hakkı.

“Size ne sana ne biz aklımıza geleni yaparız” diyemezsiniz. Bunun vebalinin sorumluluğunun altından hiçbir zaman kalkamazsınız.

*****

Değerli arkadaşlar,

Dert çok ama şöyle Türkiye'nin biraz dışına çıkıp yanı başımızdaki coğrafyaya baktığımızda gerçekten içimiz kan ağlıyor, yüreğimiz dağlanıyor.

Gazze’de 9 aydan beri büyük bir insanlık dramı yaşanıyor.

Okullar vuruldu, hastaneler vuruldu ama İnsanlık geç kaldı.

İnsanlar hapse atıldı, işkence gördüler… İnsanlık geç kaldı.

Altı yaşındaki Hind Recep arabada onlarca kurşunla, ailesiyle birlikte katledildi… İnsanlık geç kaldı.

Geçtiğimiz günlerde İsrail tarafından Han Yunus’ta yine bir okul vuruldu.

Dokuz ayda İsrail, sivillerin sığındığı 320 okuldan 188’ine saldırdı.

114 okulu, üniversiteyi tamamen yerle bir etti, yıktı.

8.500’den fazla öğrenci bu okul binalarının içerisinde can verdi.

Zaten bir açık hava hapishanesine dönen ve bu açık hava hapishanesinde yaşayan insanları daracık bir alana sıkıştırdı, sıkıştırdığı bu alanda da her gün üzerlerine uçaklarla bomba yağdırıyorlar.

80 bin ton bomba arkadaşlar, 80 bin ton.

Küçücük bir yer. Gazze dediğimiz. Zaten çoğunluğu insanlar boşalttı. Gazze içinde de küçücük bir alana sıkıştılar. O küçücük alana sıkışan insanların tepesine de her gün bomba yağdırıyorlar.

İnanılır gibi değil.

Kendi güvenlikleri söz konusu olduğunda, tüm imkanlarını seferber eden pek çok Batılı devletler, farklı coğrafyalardaki katliamlara çoğu zaman sessiz kalıyor, hatta bazen bu katliamlara destek oluyor.

Sokağa çıkan, İsrail’e karşı ses yükselten binlerce insanı burada tenzih ederek söylüyorum:

Batı’nın iki yüzlülüğünü, devletlerin, iktidarların çifte standartlı tavrını hep birlikte gördük, görüyoruz.

Geçtiğimiz günlerde Ukrayna’daki bir çocuk hastanesi, Rusya’nın hava saldırıları sırasında vuruldu.

Bu saldırının hemen ardından liderler tek tek Rusya’yı kınadı, üstüne Ukrayna’ya yeni yardımlar yapma kararı alındı.

Kınanmalıdır ve mağdurun tabii ki gerektiğinde yanında yer alınmalıdır.

Bunlar doğru ve gerekli adımlardır.

Hastanelerin, okulların hedef alınması savaş suçudur, kınanması gerekir.

Ama şunu da sormak zorundayım:

Kiev’de hastane vurulunca savaş suçu oluyor da Gazze’de hastane vurulunca savaş suçu olmuyor mu?

9 aydır hastaneleri vurdular, okulları vurdular, evleri vurdular.

Gazetecileri vurdular. Savaşın gölgesi altında futbol oynayan çocukları vurdular.

İşte görüyoruz, özellikle Avrupa’da İsrail destekçisi siyasetçiler seçimlerde artık zayıflıyorlar. Halklar rahatsız.

Bakmayın, siyaseti şöyle ya da böyle etkileyen, şöyle ya da böyle siyaseti adeta köleleştiren bir mekanizma da kurulmuş. Onun da farkındayız. Ama geniş kitlelerin köleleşmesi söz konusu olmaz. Onlar görürler, bilirler.

Fakat bu Avrupa'daki bu tür siyasetçilerin, siyasi partilerin güç kaybı yetmez, yetmeyecek. Yani bununla biz avunamayız.

Buradan bir kez daha sesleniyorum:

Srebrenitsa’da katledenler nasıl lanetle anılıyorsa, siz de öyle anılacaksınız.

Onlar er geç nasıl hesap verdiyse, siz de er geç hesap vereceksiniz. Bizler de bunun takipçisi olacağız.

İnsanların vicdanı önünde yargılandınız, fakat dünya kamuoyu önünde de; mahkemeler önünde de yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.

Katliamcılar, katliamlara göz yumanlar, yardım edenler… Sizlere sesleniyorum:

Karadzic nasıl yargılandıysa, Mladic nasıl yargılandıysa öyle yargılanacaksınız.

Yüzlerce yıl onlarla birlikte anılacaksınız.

Şu anda bunların elinde bir dünya ölçeğinde bir propaganda makinesi olabilir. Siyaseti şöyle ya da böyle etkiliyor olabilirler.

Ama insanlık vicdanı bunu asla unutmayacak.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında demokrasi mücadelesi veriliyor.

Kuzeyden güneye, batıdan doğuya pek çok ülkede otokratik yönetimlere karşı hak ve özgürlük mücadeleleri şu anda yürütülüyor.

DEVA Partisi olarak bizim bugünün dünyasındaki duruşumuz net, durduğumuz yer belli.

Biz dünyada demokrasiyi savunanlarla aynı yerdeyiz.

Dünyanın her yerinde, yasaklara karşı direnenlerle, aynı yerdeyiz.

Rusya’da gazeteleri kapatılan, slogan attıkları için 10 yıl hapis cezası alan savaş karşıtlarıyla, aynı yerdeyiz.

Gazze’de duvarları yıkmak için, insanlık onurunu savunmak için ayağa kalkanlarla, aynı yerdeyiz.

Belarus’ta hileli seçimleri kabul etmeyenlerle, ailece hapse atılanlarla, aynı yerdeyiz.

ABD’de polis şiddetine karşı sokağa çıkanlarla; Filistin için eylem yaptığında kampüsten atılan gençlerle, aynı yerdeyiz.

Çin’de sadece kimliklerinden dolayı zulme uğrayan Uygurlarla, aynı yerdeyiz.

Avrupa’da İslamofobiye ve popülizme karşı direnenlerle, aynı yerdeyiz.

Biz demokrasi neferiyiz arkadaşlar, demokrasi neferi.

İşte o yüzden ülkemizi hak ettiği yere; gelişmiş demokrasilerin ileri seviyelerine ulaştırmayı hedefliyoruz.

Bu sayede eğitimde yükseleceğiz. Ülkemizin her köşesinde eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağız.

Bu sayede tek tek, birey birey gerçek haklarımıza kavuşacağız. Kolektif hakları da güvence altına alacağız.

Bu sayede ekonomide de güçlü olacağız.

Bu sayede, dış politikada sözü dinlenen, itibarlı ve güçlü bir ülke olacağız.

Bu yüzden, DEVA’lılar olarak üzerimize düşen büyük sorumluluğun farkında olmamız gerekiyor.

İnanıyorum ki evlatlarımız, güçlü demokrasiye sahip, güçlü ekonomiye sahip, güçlü adalete sahip bir Türkiye’de büyüyecekler.

Bunu hep beraber sağlayacağız. Asla yılmadan, yorulmadan, çalışarak sağlayacağız.

Evlatlarımız, Avrupa’nın başı dik Türkiye’sinde büyüyecek.

Bunu hep beraber göreceğiz.

Tüm bu duygular içerisinde hepinizi tekrar sevgiyle, saygıyla selamlıyorum; kongremizin partimize, ülkemize, milletimize ve tabii ki bu güzel şehrimiz İstanbul'a hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bu kongrede aday olan, il yönetimi için aday olan, delegeli için aday olan, il başkanlığı için aday olan tüm kadromuza buradan tekrar huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Hepsini şimdiden tebrik ediyorum ve bu kutlu yolda, bu kutlu yolculukta demokrasi, özgürlük, hak ve adalet yolunda, Allah yardımcımız olsun diyorum. Hepinize sevgilerini, saygılarını sunuyorum.

Sağ olun.