21 Temmuz 2024 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Ankara 2. Olağan İl Kongresi Konuşması

21 Temmuz 2024

Ankara İkinci Olağan
İl Kongresi


Merhaba Ankara!

Merhaba değerli yol arkadaşlarım;

Dört yıl önce ülkedeki yanlışlara hayır demek için, bu ülkeyi değiştirmek için bu yola çıkanlar; Merhaba!

Bu yolda ilk günkü gibi dik, ilk günkü gibi umutla yürüyenler; Merhaba!

Bugün Ankara’da böylesine güzel bir coşku ve güzel bir heyecanla 2. Olağan İl Kongremizi gerçekleştiriyoruz.

Buraya gelen tüm misafirlerimize, bizlerle olan bütün arkadaşlarımıza hoş geldiniz diyorum.

*****

Değerli Genel Merkez Kurul Üyelerimize,

Değerli Ankara İl Başkanımıza, ilçe başkanlarımıza, teşkilat mensuplarımıza,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın değerli temsilcilerine, kıymetli muhtarlarımıza, saygılarımı sevgilerimi sunarak konuşmama başlamak istiyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

Sözlerime, 50. yılında 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında hayatını kaybeden şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnetle anmak istiyorum.

20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı’nı tekrar tebrik ediyor, canı gönülden kutluyorum.

Ankara’dan Yavru Vatan’a sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum.

*****

 


Değerli arkadaşlarım,

Ülkemizde ekonomi kötü, vatandaşlarımız çok derin bir geçim sıkıntısı çekiyor… Ama oralı olan yok, umursayan yok.

Deprem tehlikesi her geçen gün büyüyor. Uzmanlar uyarıyor, her gün tekrarlıyor… Ama dinleyen yok, kulak veren yok.

Yol ortasında yürürken iki yurttaşımız elektrik akımına kapılıp hayatını kaybediyor… Ama özür dileyen yok, çıkıp istifa eden yok.

Herkes ötekini suçluyor.

Bildikleri tek şey var: Bizden mi, onlardan mı?

Bizim mahalleden mi, karşı mahalleden mi?

Biz bundan bir siyasi çıkar sağlar mıyız, sağlamaz mıyız?

İktidarın da muhalefetin de yaklaşımı işte bu kutuplaşma üzerine kurulu.

Her tarafta bir ayrı klik, her tarafta bir başka örgütlenme, bir başka çeteleşme.

Geçtiğimiz günlerde bir fotoğraf düştü önümüzde.

Sizler de gördünüz muhakkak.

Kimileri tarafından basitleştirilmeye, “Ne olacak canım” diyerek hasır altı edilmeye çalışılsa da arkadaşlar, bu fotoğraf önemli bir fotoğraftı.

Ülkenin Özel Harekât Başkanı, Bahçeli’nin, nam-ı diğer Krizlerin Ortağı’nın elini öpüyor.

Ama öyle böyle bir el öpme değil ha.

Öyle bir eğiliyor ki, vücudu öyle bir şekil almış ki, küçülmüş küçülmüş; neredeyse iki büklüm olmuş.

Kendini sevdirme gayretiyle adeta bir virgüle dönüşmüş.

Böyle bir şeyi kabul etmek, geçiştirmek mümkün değil arkadaşlar.

Bakın bu basit bir hadise değil.

Özel Harekât Başkanı’nı geçtim; herhangi bir devlet kurumunda yönetici pozisyonunda olan bir kişinin, iktidarın ortağı karşısında böyle eğilmesi kabul edilecek bir şey değil.

Bir kişi de arkadaşlar ya. Diğerleri de sıraya dizilmiş.

El öpme sırasına.

Akılla mantıkla açıklanamayacak bir sıra bu.

Kim, Krizlerin Ortağı’nın gözüne girecek, kim minnetini ona daha iyi sunacak sırası.

Kim, daha iyi el öpecek sırası; kim karşısında daha çok eğilecek sırası.

Kim, artık ayyuka çıkmış kliğin tepesine uzanacak; kim aşağı basamaklarda yer alacak sırası.

Maalesef değerli arkadaşlar, biz bu görüntüleri çook gördük çok.

Bu ülke, bu millet, bu devlet bu anlayış yüzünden çok çekti.

Memleket bunlar yüzünden neler çekti.

Buradan iktidar ortaklarına sesleniyorum:

Siz, birilerini bir yerlere atamak için, insanları böyle sıralara dizdiniz. Fakat emeklilerimiz geçinemiyor, ekmek sıralarında bekliyor.

Siz, el öpenleri evladınız belleyip, sizden olmayanı mülakatlarda elediniz. Fakat çalışanlarımız aç; ucuz et sıralarında bekliyor.

Siz, yargı ve emniyette “bizden” ve “bizden değil” diye klikler oluşturdunuz. Fakat gençlerimiz yarınlarından umutsuz, vize sıralarında bekliyor.

Millete reva mı bu arkadaşlar?

Bunların yaptıkları yüzünden ülkemiz, insanların birbirine güvenmediği, sokakları güvensiz, katillerin serbest kaldığı bir ülke oldu.

Yargıdaki ve emniyetteki el öpme sıralarının sonucu bu.

Fakat hep söyledik, söyleyeceğiz:

Bu ülkenin yarınlarını, hiç kimsenin karşısında eğilmeyen, bu ülkenin çalışkan gençleri kuracak.

Bu ülkenin yarınlarını, el öpmek için sıralarda bekleyenler değil, Elif gibi dik duranlar kuracak.

Bunu aklınızın bir köşesine yazın ve sakın ola unutmayın:

Bu ülkenin yarınlarını, işini dosdoğru yapan, haktan, hukuktan, adaletten sapmayan, hakimler, savcılar, polisler, askerler kuracak.

Bu ülkenin yarınlarını, katilleri koruyup kollayanlar değil, yargıda emniyette klikler kuranlar değil; birleştirenler, barıştıranlar, hak diyenler, adalet diyenler kuracak.

Karşısındaki memurlara el öptürenler değil, “Sen Türkiye Cumhuriyeti devletinin memurusun, askerisin, polisisin… Eğilme, dik dur!” diyenler kuracak.

Hayret ediyorum ben şu andaki iktidara.

Olanlardan hiç ders almamışlar gibi.

Bu ülkenin yargısındaki, kolluğundaki klikleşmenin, belli grupların, belli hatların yargıya ve kolluğa doğrudan etki edebilmesinin, bu ülkenin başına neler getirdiğini unutmadınız mı siz ya?

Bu ülke 15 Temmuz’u yaşamış bir ülke.

15 Temmuz nedir?

15 Temmuz, yargıda, kollukta ve ordudaki bir kliğin darbe teşebbüsüdür, unutmayın.

Devlet yönetiyorsanız, devletin görevlisiyseniz, emir-komuta zinciri doğrudan çalışacak.

Devletin görevlisi yetkilisi, devletin polisi askeri sadece ve sadece amirinden talimat alacak.

Öyle sağdan soldan, yandan arkadan, kulağına fısıldayanlardan değil, el öptürenlerden değil, sadece ve sadece amirlerinden talimat alacak.

Bu ülkenin hâkim ve savcısı, yasaya bakacak, anayasaya bakacak, yasalara bakacak, vicdanının sesini dinleyip, ona göre karar verecek.

İçinde bulunduğu kliğin etkisinde kalarak, o klikten gelenlerle, o klikten gelen talimatlarla karar vermeyecek.

Aksi halde Türkiye Cumhuriyeti gerçek demokrasi de olamaz, gerçek hukuk devleti olamaz, bu ülke selamete eremez arkadaşlar.

İnanın darbecilerin biri gider, biri gelir. Böyle bir şey olamaz.

Biz mülakatı niye kaldırmak istedik? Niye kaldırılmalı dedik?

Çünkü hak eden herkes, bu ülkenin devletinde memur olsun, bu ülkede polis olsun, asker olsun, hak eden herkes mülakatlarda elenmeden hakim olsun, savcı olsun diye biz bu mülakatı kaldırmak istedik.

Sayın Erdoğan da seçimlerden önce söz verdi değil mi?

Ne dedi?

Baktı sıkıştı, sıkıştı, “Mülakatı kaldıracağız” dedi. Ne oldu?

Bakın, yıl 2018. 2018’in sonu.

Devlette çalışan sayısı o tarih itibarıyla 3 milyon 600 bin kişi.

Yıl 2008, Aralık.

Şu anda ne kadar? 5 milyon 200 bin kişi.

Tam bir milyon 600 bin kişi artış var.

Ne zamandan bu yana?

Partili, taraflı Cumhurbaşkanı göreve başladığından bu yana.

Biz sürekli ekonomi yönetiminin başındayken bunun kavgasını verirdik.

60-70 bin, yıllık İbrahim Bey sayılar o civarda değil mi? 60.000-70.000, yıllık, bakın. Kavga ederdik, “71 mi olsun, 73 mü olsun” diye.

Kiminle kavga ediyoruz? Ülkenin başbakanıyla.

“O daha çok alalım” diyor, biz “Yok” diyoruz, “Yeter, gerek yok. Bütçe belli, hesap belli, kitap belli” diyoruz. Ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'yle beraber freni olmayan ne ayak freni ne el freni olmayan bir dönem başladı arkadaşlar.

Bu 1.600.000 kişi, işe alınan 1.600.000 kişinin kahir ekseriyeti, “sen hükümete yakın mısın değil misin? Erdoğan'ı seviyor musun, sevmiyor musun?” Bu kriterlerle işe alınan kişiler.

Üstelik en düşük memur maaşı şu anda ne kadar? 39.200 lira. En düşük memur maaşı. Asgari ücret ne kadar? 17.000 lira.

Uçakta gelirken gazetecilere açıklama yapıyor, diyor ki, “Ya bunlar asgari ücreti artır artır deyip duruyor” diyor. “Sırtlarında küfe yok ki bunların” diyor. Daha yeni açıklaması. Tabii bu işe aldığı bir milyon altı yüz bin kişinin asgari ücretle alakası yok. Kendi cumhurbaşkanlığı döneminde işe aldığı bir milyon altı yüz bin kişinin asgari ücretle alakası yok.

1.600.000 kişinin her biri 1 Temmuz'da zam aldı. Hani mülakatla eleyerek kendine yakın olanlardan aldı, dolduruyor. Hepsi zam aldı 1 Temmuz'da. Ama iş asgari ücretliye gelince “Zam yok” diyor. “Sırtında bunların küfe yok” diyor.

Ya asgari ücreti devlet ödemiyor ki. Asgari ücret devletin bütçesinden, kasasından çıkan bir rakam değil ki. Asgari ücreti kim ödüyor?

Asgari ücreti işveren ödüyor. Zaten sağduyulu bütün işverenlerimiz bizim 1 Temmuz'da gereken desteği çalışanına verdi. İmkânı olan, az çok para kazanan, işi iyi olan ki şu anda salonda bazı işverenler kafa sallıyor ben anlıyorum onların 1 Temmuz'da fark verdiklerini.

Türkiye'de çok, Ankara ve İstanbul ayrı. Anadolu'ya bir git, asgari ücrette çok çalışan var. Hele hele Doğu’ya doğru git, asgari ücreti bile alamayan çok insan var.

Şu anda Türkiye'de gerçekten büyük bir zulüm var.

Ne zulmü?

Sayın Erdoğan kendi eliyle yanlış tezlerini bastıra bastıra inat ede ede ede enflasyonu patlattı. Ama bu enflasyonun karşılığını asgari ücretliye vermedi, vermiyor. Şimdi diyecekler ki bazı iktisatçılar “Ya Ali Babacan popülizm yapıyor” diye. Bir dakika orada durun. Öyle dışarıdan atıp tutmakla olmaz. Bu Ali Babacan tam on bir sene bu ülkenin ekonomisinin başında oldu. Neymiş? Ücretleri artırırsan enflasyon artarmış.

Ya adam zor geçiniyor ya. Sen yoksulun kesesinden alarak, yoksulu daha da yoksul yaparak abat olamazsın. Bu ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz. En zor krizlerde dahi iki tane krizden biz bu ülkeyi çıkarttık. İlk krizden. En zor kriz dönemlerinde dahi asgari ücretli de emekli de en az enflasyon kadar zam almıştır. Hatta üzerine bir de refah payı almıştır bizim dönemimizde. Böyle bir Temmuz'u pas geçelim. Böylece de ekonomi düzeltelim, böyle bir şey yok.

O teorilere dışarıdan bakıp da “bu ülkede enflasyon şöyledir, böyledir” diyenlere sesleniyorum. Bu ülkede 34 yıllık enflasyonu iki yılda tek haneye indiren ekibin başındaki kişi olarak sesleniyorum. Yoksulun ahını alarak bu ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz. Böyle bir şey yok. Onun için kendinize gelin. Ben ne yapıyorum diye bir düşünün ya.

*****

Değerli arkadaşlar,

Kalkınma deyince, iktidarın aklına sadece taş, beton ve inşaat geliyor.

Sanayi yatırımı, teknoloji yatırımı, üretim, ihracat bu iktidarın öncelikleri arasında yer almıyor.

Peki ne uğruna?

Haksız rant uğruna arkadaşlar.

Birilerini zengin etmek uğruna.

Bu kadar inşaat yapılıyor, bu kadar ev yapılıyor ama tarihin en büyük konut krizini yaşıyoruz.

Kiralar beş kat, altı kat arttı. Hatta İstanbul’dan gelen arkadaşlarımız var, on kat arttı. Ev sahipleriyle kiracılar mahkemelik oldu.

Satın almaya kalksanız, ev fiyatları aldı başını gitti. Gençlerin, çalışanların ömür boyu çalışıp bir ev sahibi olma hayallerini yok etti bunlar.

Bu kadar yapılaşma oldu da vatandaşın hayrına mı oldu?

İşte en son TÜİK’in açıklaması, “Ev sahibi misin, kiracı mısın” diye soruyorlar, kiracıların oranı hızla artıyor.

Ev sahiplerinin oranı düşüyor, kiracıların oranı artıyor.

Niye? Çünkü bir kişi 3 tane, 5 tane, 10 tane daire sahibi oluyor, öbürü oturacak bir tane eve sahip olamıyor.

Ev sahibiyle, kira kavgasıyla hayatını geçindirmeye çalışıyor.

Şehirlerin siluetleri bozuldu, tarihi dokulara halel geldi. Kültürel alanlar, yapılar bir bir yok oldu.

Şehirlerin nefes alma alanları bir bir yok oldu; taş oldu, beton oldu.

İstanbul’da işte, deprem anında toplanma alanlarına, şöyle bir eski imar planlarına bakın, bir de şu anda uydu fotoğraflarına bakın. Bir de şu andaki uydu fotoğraflarına bakın.

Deprem anında toplanma alanlarının çoğu şu anda bina olmuş durumda.

Ne uğruna? Rant uğruna.

Tek kalem oynatmayla birileri zengin olsun, birileri ceplerini doldursun diye; binalar yapıldı, fakat şehirler, insanların kira ödeyemediği, ev alamadığı şehirler haline geldi.

Ben bunu bugün söylemiyorum. Bakın yıllar öncesinden bir video izleteceğim sizlere.

Ta 2014 yılından bir video:

VİDEO: “İnşaat sektörü de bizim desteklediğimiz çok önemli bir sektörümüzdür. Hatta gelişmiş ülkelerde dahi şöyle baktığınızda ortalama milli gelirlerin %8'i inşaat sektöründen gelir. Kurallı, şeffaf bir şekilde yönetilmesi gerekiyor ki hangi sektöre yatırım yapayım dediğinde insanlarımız, yatırımcılarımız sektörler arasındaki kararlarını daha sıhhatli bir şekilde verebilsinler. Aksi halde çok kolay ve böyle bir gecede, bir kalem değişikliğiyle, bir mevzuat değişikliğiyle sağlanan rantların söz konusu olduğu bir alan varken ister istemez sanayi gibi böyle uzun vadeli gerçekten çok emek isteyen, ciddi fedakârlık isteyen bir sektöre ister istemez ilgi düşebiliyor. Bunu yeniden bir dengelememiz gerekiyor.”

Ne güzel kibar kibar anlatıyor. Çünkü ülkenin başbakanı var ikna olmuyor. Ne yapacaksın?

Anlayana çok ağır ifadeler var burada.

Üslup yumuşak ama ifadeler çok ağır.

Tam 10 yıl önce arkadaşlar, 2014.

AK Parti içindeyken, hükûmette başbakan yardımcısıyken, devlet protokolünde beşinci sıradayken ben bu uyarıları yapıyorum.

“Yapmayın” dedik; “Hatalı, kontrolsüz yapılaşmanın sonucu sadece şehirler için değil, ekonomimiz için de çok ağır olacak” dedik.

“İnşaatta kısa sürede bu kadar kazanç imkânı varken, kimse bu ülkede sanayi yatırımı yapmaz” dedik.

30 yıllık sanayicilerden bizzat duyduğum sözlerdir, diyorlar ki; “30 yılda sanayide kazanamadığımı, 3 yılda bir tane gayrimenkul projesinde kazanıyorum başkanım, ne uğraşacağım sanayiyle” diyor.

Peki 30 yılda sanayide kazanamadığını 3 yılda nasıl kazanıyor?

Şimdi ben onu anlatayım size. Çok basit.

Konut inşaatında biliyorsunuz değerli arkadaşlar kabaca %50 arsadır, %50 de inşaat maliyetidir kabaca Türkiye’de. Gelişmiş ülkelerde bu arsa oranı düşer yüzde 30’a, 25’e, 20’ye, 15’e kadar.

Çünkü harıl harıl arsa üretilir, harıl harıl arsa üretilince de konut daha ucuza mal olur, insanlar daha ucuza konut satın alma imkanına sahip olur.

Ama Türkiye’de bu kasıtlı yapılıyor bakın.

Arsa üretimi özellikle yavaş yavaş yapılıyor.

Özellikle bekleniyor, imar rantları oluşsun, emsal değişikliği olsun diye.

Şimdi 50-50 dedik değil mi? 50 arsa 50 de inşaatın maliyeti. Peki ne yapılıyor?

Emsal değişikliği dediğimiz, imar planı değişikliği dediğimiz sistem ile on katlı yere siz otuz kat izin veriyorsunuz.

Bu ne demek? On katın arsa maliyeti yüzde 50-50 ama ilave oluşturduğunuz yirmi katın arsa maliyeti sıfır.

Arsa maliyetsiz artı yirmi kat inşaat üretiyorsunuz. Yani arsa maliyeti kadar bir rant oluşuyor orada. O yirmi katın arsa maliyeti kadar. Peki bu rant nasıl oluşuyor? Bir kalem oynatarak.

Çoğu belediye meclisine de iktidar muhalefet anlaşıyor ha bu işlerde. Kazan kazan çünkü. Kazan kazan kazan kazan… Hepsi kazanıyor. Ve bu rant, bu oluşan rant arkadaşlar kayıt dışı olarak paylaşılıyor.

Tabii rant yine bu kibar ifadelerden kurtulamıyoruz. Bu tam bir yolsuzluk, tam bir haksızlık, başka bir şey değil. Kalemi oynatıyorsun, 20 katlık binanın arsa payı kadar orada haksız kazanç oluşturuyorsun.

Tabii onu inşaatı yapana öyle yedirtmiyorlar, bedava yedirtmiyorlar. Ne yapıyorlar? “Bize ne vereceksin? Yapalım da bize ne vereceksin?” Bu sefer bunu yapan, imza eden, izin veren hatta maalesef yargıya gittiğinde ilgilenen kim var kim yoksa bu sefer oralarda paylaşılıyor bunlar arkadaşlar.

Türkiye'de üzülerek söylüyorum siyasetin kayıt dışı haksız yollardan finansmanında önemli bölüm buralardan geliyor. Çarklar böyle dönüyor.

Hatırlayalım;

“Ben bunu düzeltelim. Şu emsal artış harcı getirelim. Değer artış vergisi getirelim” dediğimde hep beraber Sayın Erdoğan'a sunuşlar yaptığımızda kanunlar hazırlayıp önünü koyduğumuzda ne dedi? “Biz bunları yaparsak partiye il başkanı, ilçe başkanı bulamayız” dedi.

Ya biz 81 il başkanı nasıl bulduk? 650 ilçe başkanı nasıl bulduk ya? Sen niyetini sağlam tut niyetini. Niyetini bozma, niyetini sağlam tut. Allah doğrunun yardımcısıdır. Biz böyle yola çıktık. Ve böyle de yürüyoruz.

Bu salonda ev alan, daire alan arkadaşlarımız vardır. Belki gençlerin daha gücü yetmiyordur ama gençlerin de gücünü yeteceği günler gelecek inşallah, biz getireceğiz. Ev alan, daire alan arkadaşlarımız vardır. Soruyorum. Ev alıp, daire alıp tam gerçek ödediğiniz bedelden faturasını, tapusunu alabilen kaç kişi var Allah aşkına ya?

Bak herkes kafa sallıyor, yok diyor değil mi? Niye? Niye? Şöyle bir düşündünüz mü niye? Yani bu sadece inşaatı yapanın kurumlar vergisini kaçırsın, katma değer vergisini kaçırsın meselesi değil. Bu aynı zamanda bahsettim ya bir rant oluşuyor ya o tapuda yazan değerin, faturanın üzerindeki değerin üzerinde ödenen her şey kayıt dışı, nakit.

Şimdi tapulara bakıyorum, eskiden çantayla gidiyorlardı, şimdi bavulla gidiyor millet para değer kaybettiği için. Bavullar görüyorsunuz tapu dairelerin içerisinde ya da çuval görüyorsunuz, o çuvallar o tapu dairelerindeki el değiştirilen kayıt dışı tapu alışveriş rakamına yansımayan rakamlar var ya hepsi dönüyor dolaşıyor yolsuzluk parası olarak, rant parası olarak ve siyasetin kayıt dışı finansmanı olarak bir yerlere gidiyor.

Bakın bunları açık açık söylüyorum. Bunları benim kadar açık konuşabilen başka bir siyasi parti genel başkanı var mı diye bir bakın, dinleyin.

Benim şu andaki eleştirdiğim sistemi benden başka eleştiren bir başka lider daha varsa görelim. Niye yok? Niye yok?

Daha fazla ileri gitmeyelim. Biz muhalefeti pek eleştirmiyoruz biliyorsunuz. İktidar zaten belli ama muhalefet de çok eleştiriliyor. Daha fazla ileri gitmeyelim ama herhalde herkes ne demek istediğimi anlıyor arkadaşlar.

Ve sonuç ortada:

Bu ülkede gelir dağılımı bozuldu, toplumsal yapı örselendi.

Toplumu saran şiddeti sakın bu anlattıklarımdan bağımsız düşünmeyin arkadaşlar.

Toplumsal adalet, sosyal adalet hissi yok oldu bu ülkede.

Geçen Bilkent’te çok eskiden beri tanıdığım, sevdiğim bir hoca, bir profesör, “Öğrenciler artık çalışmıyor, öğrencilerin bir not ortalaması derdi kalmadı” diyor.

Çünkü “Daha yüksek ortalama getireyim, böylece daha iyi bir iş bulayım” diye öğrencilerin öyle bir hissiyatı yok.

Biliyor ki, notu ne olursa olsun iş bulmak için torpil gerekiyor, tanıdık gerekiyor.

Bütün üniversitelerde öğrencilerin çalışma gayreti azaldı. Bu haksızlık ve adaletsizlik yüzünden ülkede.

Ülkenin yarısı, diğer yarısıyla kavgalı.

Ülkenin yarısı, diğer yarısıyla mahkemelik durumda.

Son beş yılda TÜİK'in rakamı bu, vatandaşlarımızın sadece %5’inin geliri reel olarak artmış.

%95’in geliri ya düşmüş ya sabit kalmış, bu ülkede.

Diyorum ya inşaat sanayi dengesi çok önemli diye.

2023’te ihracat geçen seneye göre sadece %0,5 artmış. %1 bile değil.

İlk 6 ayın ihracat rakamlarına bakıyorsunuz, artış geçen seneye göre sadece %2.

Çünkü ülkede gerçek anlamda katma değer üreten, sanayi yatırımı, üretim, yüksek teknolojili üretim ve buna bağlı ihracat maalesef kötü gidiyor.

Çünkü siz insanlara koca bir kolay para kazanma alanı oluşturuyorsunuz.

Orada bu koca kolay para kazanma alanı varken insanlar niye uğraşsın?

Sanayicilik kolay bir iş mi?

ARGE yapacak, alın teri dökecek.

Mustafa Bey de burada, ARGE yapıyor harıl harıl. Kolay iş değil.

Rekabet içinde iş yapıyorsunuz, hangi alan olursa olsun rakibiniz var.

Kolay değil, alın teriyle, bilek gücüyle para kazanmayı bu ülkede istisna haline getirdiler.

Kolay para kazanmak esas, alın teriyle, bileğinin gücüyle para kazanma istisna haline getirildi.

Rakamlar ortada…

Ben buradan Sayın Erdoğan’a ve Erdoğan’ın yakınındakilere seslenmek istiyorum:

O gün dinlemediniz, bari bugün dinleyin.

Zararın neresinden dönülse kardır.

Bu toplumun, kentlerimizin sosyal dokusuyla daha fazla oynamayın.

Kafa yoracaksanız buna kafa yorun.

İşte vergi paketi mecliste. Vergi tahsil etmek istiyorsanız, asıl siz imar rantlarına bakın.

Buralardaki haksız kazancı önleyin ki, sanayi yatırımları artsın.

Değerli arkadaşlarım,

Bakın gerçekten şu anda vergi paketi mecliste değil mi? İnanın çok üzülüyor insan. Yani şu karşıdaki bakkalın yanında iki ay çıraklık yapan birisi böylesine vahim hatalar yapmaz.

*****

Buradan Sayın Erdoğan’a bir kez daha seslenmek istiyorum;

Çok istediniz, tek yetkili oldunuz. Ülkede olan her şeyden tek başınıza sorumlusunuz. Bakanların siyasi sorumluluğu yok arkadaşlar dikkat edin, topluma karşı sorumlulukları yok, bir kişiye sorumlulukları var, eskisi gibi değil

Eski sistemde bakanların siyasi sorumluluğu olurdu, halka, vatandaşlara ve meclise hesap verme sorumluluğu olurdu.

Şu anda öyle bir şey yok.

Gensoru diye bir şey ortadan kalktı biliyorsunuz.

Nass var diye diye, hem enflasyonu hem faizi patlattınız.

İşte şu andaki bütçedeki bugüne kadar, 6 ayda ödenen faiz geçen sene ödenen faizin kat kat üstünde.

“Kur Korumalı Mevduat” diyerek ülkenin hazinesine çok büyük zararlar verdiler.

Kur Korumalı Mevduat için Merkez Bankasına karşılıksız para bastırdılar, milyonlarca çalışanın, sabit ücretli herkesin cebinden enflasyon yoluyla aldılar, Kur Korumalı Mevduat’ı bankada tutanların hesabına eklediler.

800 milyar ya, 800 milyar bu ülkenin merkez bankası karşılıksız para bastı kur korumalının kur farkını ödemek için.

Ekonomi politikanız yüzünden insanlar maaşlarını, üç kuruş birikimlerini bahislerde kaybediyorlar.

Amerika’da bir deyim vardır, bu piyango bahis gibi şeylere “fakir vergisi” derler.

Çünkü insanlar normal şartlarda kazanma ümidini kaybedince, bu sefer bahiste kumarda para kazanmaya çalışıyorlar.

İnsanlar işlerinden, evlerinden oldular.

Aileleriyle, akrabalarıyla kavgalık oldular.

Döviz borç aldılar, ödeyemediler mahkemelik oldular.

İnsanlar bunların ekonomi politikaları yüzünden intihar ettiler.

İntihar haberleri biliyorsunuz yayınlanmıyor, yasak. Neymiş? Millet şey yapmasın.

Ama gerçek rakamlara bakın, felaket.

Vatandaşlarımızın düştüğü hal bu.

Ben şimdi soruyorum, bunun hesabını kim verecek?

Tam 6 yıldır bu ülkenin başında olan, her şeye yetkili olan kişi vermeyecek de bunun hesabını kim verecek?

Sayın Erdoğan siz, vatandaşın eve götürdüğü ekmek üzerine bir bahse girdiniz.

“Ben ekonomistim, benim alanım ekonomi, benim tezim bu” dediniz, ısrarla, inatla merkez bankasına yanlış talimatlar verdiniz.

İnsanların birikimleriyle bir kumar oynadınız ve kaybettiniz.

Şimdi öyle ortadan kaybolmak yok.

Dikkat edin, fazla ekonomi konuşmuyor.

Ağzından faiz kelimesi çıktı mı?

Merkez Bankası faizi %8,5’tan %50’ye Cumhurbaşkanı’nın izni olmadan, onayı olmadan çıkarabilir mi?

Peki faizi yarım puan, bir puan indirirken her gün faiz konuşuyordu da şimdi niye ağzından faiz kelimesi çıkmıyor?

Açık söylüyorum;

Ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıp “Ben hata yaptım” demedikten sonra, “Ben yanlış yapmışım, Merkez Bankası’na karışmamam gerekiyordu, yanlış talimat vermişim, o yüzden enflasyon patladı” demedikten sonra, ister ekonominin başına Ali Babacan’ın eski çalışma arkadaşlarını getirin, ister Merkez Bankası’nın başına Nobel ödüllü iktisatçılar getirin, bu ülkenin ekonomisini getirin, bu ülkenin ekonomisini düzeltemezsiniz.

Piyasa nefesini tutmuş, “Acaba pat diye bir gecede bunlar görevden alınır mı” diye.

Çünkü niye?

Sonuç verirse “Ben yaptım” diyecek, sonuç kötü olursa “Bunların yüzünden oldu, aldım görevden.” Böyle bir şey olmaz.

Kendi bakanınız bile “Rasyonel, yani akılcı politikalara döndük” diyor.

Yeni göreve getirdiği bakan ne diyor? Demek ki “Benden önce bunlar akılsız işler yapmış” diyor.

Ama o da yetmiyor.

Çünkü sadece ekonomi politikasıyla bu ülkenin ekonomisi düzelmez.

Hukuk olmadan, adalet olmadan ekonomi olmaz, olmayacak da.

“Anayasa mahkemesinin kararlarını tanımam, uymam, saygı duymam, mahkeme uymayabilir” dediğiniz sürece, her gün hukuk ihlali yaptığınız sürece bu ülkenin ekonomisi düzelmez.

İnsanlar yatırım yapmaz.

İşte ülkenin kısa vadeli borcu rekor kırdı. 235 milyar dolar. Bu ne demek?

Önümüzdeki bir yılda vadesi dolacak 235 milyar dolar borcu var bu ülkenin.

Sayın Erdoğan’dan bunu duydunuz mu?

Bu sadece rezerv kısmını söylüyor.

Diyor ki, “Kasamda para var.” İyi de o paranın neredeyse iki mislini sen dışarıya borç olarak ödemek zorundasın. Vadesi gelecek borcun varken ve bu elindeki paranın neredeyse iki katı iken o rezerv bir anlam taşıyor mu? Çünkü kısa vadeli para geliyor arkadaşlar, kısa vadeli. Kısa vadeli geliyor, aylık yüzde beş cebine koyuyor, gidiyor. Yüz milyon dolar getiriyor, yüz beş milyon götürüyor. Bir milyar dolar getiriyor, bir milyar elli milyon dolar götürüyor. Bundan tatlı kazanç yok.

Nas. Bu can bu tende olduktan sonra… Ve tarihin en yüksek faizini ödeyen bir hazine, tarihin en yüksek faizini ödeyen bir devlet. Bu devletin de başında “Nas var, sana bana ne oluyor” diyen bir Cumhurbaşkanı.

Ben buradan yine kendisine sesleniyorum bakın,

Konuşmadığınız konuları bilmiyormuş gibi yaparak bunun sorumluluğundan kurtulamazsınız yani. Öyle iletişim politikasıyla “ben yokum işte bunlar götürüyor” diye sorumluluktan kaçamazsınız.

Yanlışlarınızla yüzleşmeniz ancak size güven sağlayabilir. Yanlışlarla yüzleşmeden kimse güvenmez.

Bu vebalin altında kalmayın ve çıkın insanlardan helallik isteyin helallik. “Ben yanlış bir tezde inat ettim. O yüzden millet fakirleşti. Hata yapmışım” deyin ki insanlar Merkez Bankası'nın da da ekonomi yönetiminin de yeniden bir ters yüz olmayacağına inansın.

*****

Değerli arkadaşlar,

Bakın şu vergi paketlerine de çok hızlı bir değinmek istiyorum.

Bir tabir vardır “sürümden kazanmak” diye. Sürümden kazanmak. Bu bir ticaret tabiridir. Çıkrıkçılar yokuşunun, Sultanhamam'ın, Tahtakale'nin tozunu yutanlar bunu iyi bilir.

Bu ne demek? Kar haddini düşük tutarsın. Malı ucuz satarsın ama çok satarsın. Oradan para kazanırsın. Buna sürümden kazanmak denir.

Biz bunu aldık, devlet yönetiminde vergide uyguladık. Yani vergi oranlarını düşürdük, ekonominin tabanını büyüttük. Düşük vergi oranlarıyla daha fazla vergi topladık.

Katma değer vergisini pek çok üründe yüzde 18’den 8’e indiriverdik.

Bütün giyimde, kuşamda bakın insanın en çok para harcadığı yerler gıdada. Sağlıkta eğitimde…

Maliye bürokrasisi epey bir tereddüt ediyordu. “Ya 18’den 8’e düşürdük. Şimdi vergi gelirlerimiz yarı yarıya düşecek.”

“Ya arkadaşlar bir şey olmaz ya. Bir şey olmaz. Çünkü bu sektörlerin hepsinde zaten insanlar %18'i yüksek buluyor. Ödemede güçlük çekiyor. Sen 8'e indir, insanlar daha çok kayıt içine girecektir. Ve vergi konusunda daha çok ılımlı bakacaktır ve tahsilat olacaktır.” Ve oldu. %18'den 8'e indirdiğimiz her alanda daha çok biz katma değer vergisi topladık.

Kurumlar vergisini %33'ten %20'ye indirdik. Ve bütün dünyaya gösterdik ki bakın Türkiye'de kurumlar vergisi düşüyor. Gelin buraya yatırım yapın.

İmkân bulduğumuz sürece daha da düşüreceğiz. Başka yerlere yatırım yapmayın, gelin Türkiye'ye yatırım yapın diye.

Ne oldu? Bunlar tuttular. Yüzde 20’lik kurumlar vergisini 25'e çıkarttılar. Arkasından da bazı projeler için de 30'a çıkarttılar. Şimdi yap-işlet-devretlere çok para veriliyor diye eleştiri var ya çünkü ihalesiz yaptılar o işi. Çok pahalıya mal ettiler.

Şimdi onlardan %30 vergi alacağız diyorlar. Yani bir yanlışı bir başka yanlışla düzeltmeye çalışıyorlar.

Bakın arkadaşlar, vergi sistemini ekonomik faaliyeti boğacak noktaya getirmemeniz gerekiyor. Onu getirdiğiniz anda kâğıt üzerinde yaptığınız hiçbir hesap tutmaz.

Vergi mi arıyorsunuz?

Öyle küçük esnafla, berberle bakkalla, kasapla, manavla uğraşmayın.

Asıl büyüklere gidin büyüklere…

Biraz önce bahsettiğim imar rantlarına gidin.

Asıl paranın büyüğü orada. Kazancın büyüğü orada. Haksızlık orada. Oralardan nasıl bu adaleti sağlayacağım ve oralardan nasıl vergi alırım diye biraz oralara kafa yorun.

Siz tam gaz israfa devam edin;

Bedelini yurt dışı görüp gelecek çalışanlar, gençler ödesin…

Siz milyarlık vergi afları getirin, uzlaşma yoluyla Maliye’nin alacağını sıfırlayın;

Bedelini tüm sabit gelirliler ödesin.

Arkadaşlar, öyle yağma yok.

İsrafı ve yolsuzlukları gerçek anlamda önlemeden; şeffaflığı tam sağlamadan getirilen vergiler sonuç vermez, toplumda adalet hissi de oluşturmaz.

Ne biz kabul ederiz; ne de bunu halkımızın vicdanı kabul eder.

Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum:

Bu iş öyle kolay değil.

Mademki aynı gemideyiz, mademki bu ülke hepimizin ülkesi;

Tasarrufa önce kendinizden, önce iktidarınızın yanı başınızdakilerden başlayın.

Tasarrufa, zamanında türlü vergi aflarıyla destek çıktığınız, kayırıp kolladıklarınızdan önce bir başlayın.

Tasarrufa milletten değil; milleti bu hale getirenlerden başlayın.

En tepedekilerden başlayın en tepedekilerden!

NATO'ya gidiyor, 4 tane 5 tane uçakla güçlü ülkeyiz. Bir ülkenin gücü, o ülkenin vatandaşlarının zenginliğiyle orantılıdır arkadaşlar.

Bir ülkenin milyonlarca vatandaşı yoksulluk içerisindeyse, geçim sıkıntısı içindeyse, buna rağmen sen 4-5 tane uçakla eğer birilerine hava atmaya çalışıyorsan, buna başarı denmez. Kimse de sana bu sebeple itibar göstermez. Der ki, “Ya sen ülkede milleti yoksullaştırmışsın. Ondan sonra geliyorsun dört beş uçakla buralarda kime neyin havasını atıyorsun?” derler.

Bilmiyorlar mı ülkedeki durumu? Türkiye deyince sadece dört tane beş tane geldiğin uçağı mı görüyorlar? Konvoyunu mu görüyorlar? Bir de bu ülkenin ekonomik verilerini görüyorlar ve geniş kesimlere yaygınlaşmış yoksulluğu görüyorlar.

*****

Değerli arkadaşlar,

Ülkemizde sıkıntı çok. Ama, hiç endişeniz olmasın.

Bunların inanın kolayca çözülecek sorunlar.

Hiç bu işleri yapmamış olsak deriz ki “Çok zor iş, koskoca ülke nasıl düzelir?”

İnanın ben şu anda bu ülkenin Cumhurbaşkanı olsam, 10 tane sapasağlam ekonomi yönetimine dürüst ve ehil insanları koyarım, haftada sadece 2 kere ikişer saatlik toplantıyla bu ülkenin ekonomisini en geç 2 yılda düzeltirim.

Bu kadar basit.

İşin ehli ve dürüst kadroları işin başına koyacaksın, bir de iyi koordinasyon sağlayacaksın.

Bu kadar basit.

Peki vaktimi neye harcarım? Eğitime harcarım.

Vaktimi neye harcarım? Bu ülkenin dış politikasında açılan yaraları onarmaya, bu ülkenin yeniden tüm dünyada itibarlı ve saygın bir ülke olması için harcarım.

Vaktimi neye harcarım? Şu bozulan gittikçe de perişan olan sağlık sistemini hemen düzeltmeye harcarım. Asıl sorunlar orada.

Bir ara Salih Memecan bir karikatür çizmişti. Bana “Bebecan” diyorlardı, hala Erdoğan arada bir “Bebecan” falan der. Karikatürde ben böyle küpleri üst üste koyuyorum ve ekonomi yazısı oluşturuyorum. Erdoğan da geliyor, “bizim için ekonomi diyor, çocuk oyuncağı” diyor. Beni göstererek. Onu bulsak da bir göstersek.

Yani bu kadar da tabii hafife almak istemem çocuk oyuncağı falan diyerek ama ciddi bir iştir, önemli bir iştir ama düzgün yönetilince bir ülkenin ekonomisi toparlanıyor.

Biz bunu yaptık, yine yaparız. İki krizden bu ülkeyi çıkarttık, bu krizden de çıkarız evelallah. Hiç, hiç endişemiz yok.

Çünkü kadrolarımızla da hazırız, çözümlerimizle de hazırız. İşte her yerde çözüm kitapları, sayfalarca.

Geçen meclis başkanı davet etti, “Ya anayasa çalışmaya başlayacağız ne yapalım ne edelim?” “Bizim çalışma hazır, bitti” dedik, önüne kitapları koyduk, geldik. Siz başlayın çalışmaya, ne kadar sürerse sürsün. Bizim bitti yani, hazır.

Onun için her konuda hazırız, her konuda.

Üzerine arkadaşlar, basa basa söylüyorum bakın, üzerine basa basa söylüyorum ve meydan okuyorum. Bu ülkeyi yönetmeye en hazır parti DEVA Partisi'dir. Gördük, hepsini gördük. Hepsini gördük, iyi de anladık. Bunun içindir ki tam bir özgüvenle biz hazırız diyorum.

Geçtiğimiz Pazar, İstanbul’daydık. Bugün Ankara’dayız.

Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Kimsenin karşısında eğilmeyen, onurlu, dik insanları için buradayız.

İnanıyorum ki evlatlarımız, güçlü demokrasiye sahip, güçlü adalet sahip, güçlü ekonomiye sahip bir Türkiye’de büyüyecekler.

Ve evlatlarımız Avrupa'nın başı dik Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olarak dünyanın her yerinde onurla yürüyecekler

Bu yüzden Türkiye’nin DEVA’sı var,

Ankara’nın DEVA’sı var diyorum.

Tüm bu duygular içerisinde hepinizi tekrar selamlıyor; kongremizin partimize, ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Sağ olun, var olun...