Düzce
1. Olağan il kongresi
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Düzce il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız,
Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,
Sevgili Düzceli gönüldaşlarımız,
Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,
Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;
Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, düzce teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.
***
Bugün;
Sinekli, balıklı, kardüz, pürenli, derebalık, topuk, torkul, odayeri gibi güzelyaylalarıyla;
Adını tarihin heybetli sayfalarından alan akçakoca’nın denizi ve kumsalıyla;
Güzeldere, samandere şelaleleriyle;
Yeşil ile mavinin birleştiği bu doğa harikası düzce’de olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
***
Değerli arkadaşlarım,
Deva partisi 9 mart günü yolculuğuna başladı. Türkiye tarihinde bir ilke imza atarak, ilçe ilçe, şehir şehir hızla teşkilatlanıyoruz.
78 il ve 468 ilçede kurucu heyetlerimizi görevlendirdik. Bugünkü düzce il kongremizle beraber 40 ilimizde kongre sürecimizi tamamlamış oluyoruz.
Bakın daha 9 ayımızı doldurmadık. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu kadar kısa sürede, bu kadar hızlı teşkilatlanma ne demek?
Ülkemizin su gibi ihtiyacı varmış deva’ya, işte bu demek.
Biz ülkemizin bu kötü gidişattan kurtulması için deva’ya ihtiyaç olduğunu ve bu nedenle parti kurduğumuzu söylerken işte bunu kast etmiştik. Bu kurak topraklara damla damla yayılıp umudu yeşerteceğiz demiştik.
İşte bugün 40. İl kongremizle umudu büyütüyoruz, ülkemizin doğusunda batısında, güneyinde kuzeyinde, her yerinde filizleniyoruz.
Âdeta rekor kıran bir hızla ülkemizin her tarafına erişen demokrasi ve atılım partisi’nin tüm üyelerine ve gönüllülerine buradan sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkür ediyorum.
9 ay bile dolmadan, hem de pandemi kısıtlamalarında, böylesi bir hızla ülkemizin kılcal damarlarına dek yayılabilmek, sizlerin her birinizin fedakârca çalışması sayesinde oldu.
Sağ olun, var olun.
***
Değerli arkadaşlarım,
Biz en temel ilkemizi “önce insan” diyerek ifade ettik.
Önce insan. Önce sağlık.
İçinde bulunduğumuz günler, kelimenin gerçek anlamıyla “canımızın derdinde” olduğumuz günler…
Evet, tüm dünyayı etkisi altına alan covid-19 / koronavirüs salgını sağlığımızı tehdit eden ve can alan bir hastalık.
Ancak arkadaşlar, ülkeyi yönetenler, bu salgını da kötü yönetti. Önlem alması ve salgını kontrol altında tutması gerekenler neredeyse sadece izlemekle yetindiler.
Geçtiğimiz salı günü partimizin genel merkezinde sağlık meslek örgütlerini ağırladık.
Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği, Türk Hemşireler Derneği, tüm radyoloji teknisyenleri ve teknikerleri derneği ve sağlık ve sosyal hizmet emekçileri sendikasını genel merkezimizde misafir ederek bu süreçte yapılanların ve yapılmayanların neler olduğunu değerlendirdik.
Öncelikle arkadaşlar, bu saydığım meslek örgütleri, sağlık çalışanlarının en geniş temsilini sağlayan oluşumlar. Ancak biliyor musunuz, bugünkü iktidar, bu dernekleri dinlemiyor bile.
Böyle bir şey olabilir mi? Siz mesele bu kadar büyük bir sağlık problemiyken, doktorlarımızı, hemşirelerimizi, eczacılarımızı temsil eden meslek kuruluşlarını nasıl dinlemezsiniz? Bunun bir mantığı olabilir mi?
Kaldı ki değerli arkadaşlar, bu saydığım dernekler aylardır bugünkü iktidarın bizden gerçekleri sakladığını söylüyordu.
Sahada olanlar onlar, halkımızın canını kurtarmaya çalışanlar onlar. Gözlerini kırpmadan kendi sağlıklarını feda edenler onlar.
Ama bu iktidar, bir kez olsun onları dinlemedi.
Bir bilim kurulu oluşturdu. Bilim kuruluna sınırlı bir grubu dahil etti. Yetmedi, onlardan da bilgileri gizledi.
Şaka yapmıyorum arkadaşlar, sözde pandemiyle mücadele için bilim kurulu kurdular. Onlardan da hakikati gizlediler.
Aylardır hepimizden vaka sayılarını gizlediler. Daha yeni yeni açıklamaya başladılar. Ki uzmanlar bu sayıların da gerçek olmadığını söylüyor.
Doğruyu söylemedikleri ortaya çıktı hâlâ da gizlemeye devam ediyorlar.
Siz bu millete hizmet etmek için seçildiniz. Bu millete hizmet edecek kişi halktan hakikati gizleyemez. Böyle bir hakkı olamaz. Göreviniz bu ülkeye, bu millete hizmet etmek olmak zorunda.
Giz-le-ye-mez-si-niz! Bu halktan bilgi gizleyemezsiniz. Şeffaf olmak zorundasınız. Bunun aması fakatı lakini yok. Hiçbir mazereti yok.
“vatandaş önlem alırdı-almazdı” tartışmasından daha net bir tavırdan söz ediyorum.
Şeffaflık temel bir ilkedir.
Arkadaşlar insanlar ölüyor. Halkımız ölüyor. Bundan daha acil daha önemli hiçbir gündem olamaz.
Salgın başladıktan sonra sağlık bakanlığı çeşitli reklamlar/ilanlar yayınladı. Hatırlıyor musunuz? Şöyle yazıyordu: koronavirüs alacağınız tedbirlerden güçlü değildir
Ben de buradan hükümete sesleniyorum: koronavirüs hükümetin alacağı tedbirlerden güçlü değildir.
Aylardır tedbir almayan sizsiniz. Aylardır yapılması gerekenleri söyleyenlere kulaklarını kapatan da sizsiniz.
Bugün eğer bu kadar fazla can kaybediyorsak, bugün eğer hastalık hızla yayılıyorsa, bu sadece iktidarın yanlış politikasından kaynaklanıyor. Kimse suçu başka yerde aramasın.
Salgınla mücadele iyi yönetilmedi.
Başka ülkelere bakıyoruz; ortak akılla halkın sağlığını önceleyen ülkelerde böyle tablolarla karşılaşmıyoruz. Şu yanı başımızda Yunanistan’da bu kadar can almayan, bu kadar yayılmayan koronavirüs nasıl olur da Türkiye’de insanları böyle süründürür?
Çünkü Türkiye kötü yönetiliyor.
Çünkü salgınla mücadelede de kötü yönetiliyor.
Özellikle hazirandan beri, neredeyse hiç önlem alınmıyor. “turizmden biraz para gelsin de ekonomi hareketlensin” zihniyetiyle baktıkları için, önlem almadılar.
Hastalığın yayılmasını umursamadan vatandaşa “maske tak” demekle yetindiler.
Bugünlerde, resmi verilere göre, günde yaklaşık 200 vatandaşımızı kaybediyoruz. Bakın arkadaşlar özellikle “resmî” diyorum. Gerçek sayıdan emin değiliz.
Ama arkadaşlar hiçbir şey olmuyormuş gibi iş hayatı devam ediyor. Alışveriş merkezleri açık. Adliyeler açık. Belediyeler açık. Tüm kalabalık mekanlar açık.
Buradan bir kez daha sesleniyoruz; derhal ama derhal konunun ilgili tüm taraflarıyla görüşün. Gerçekleri öğrenin. Halkımıza karşı şeffaf olun. Ve insan hayatını merkeze alarak acil tedbirler uygulayın.
Bu halk sizin salgını kötü yönetmeniz nedeniyle, yanlış politikalarınız nedeniyle ölüyor. Artık buna bir son verin!
***
Bir de arkadaşlar, geçtiğimiz pazartesi gecesi cumhurbaşkanı salgınla ilgili yeni önlemleri canlı yayında açıkladı. Tüm Türkiye ne olacağını merak ettiği için ekran başındaydı.
Ama arkadaşlar huylu huyundan hiç vazgeçer mi? Vatandaş can derdinde bunlar başka bir şeylerin derdinde. Yine başladı muhalefete saldırmaya.
Sayın Erdoğan, bir kez olsun, mesela söz konusu sağlık iken, aklınıza tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olduğunuz gelmiyor mu?
Bir kez olsun, anayasa gereği tarafsız olmanız gerektiği aklınıza gelmiyor mu?
Olmuyor değerli arkadaşlar,
Kavgasız, hamasetsiz konuşamıyorlar. Ülke bütünlüğünü değil kutuplaştırmayı ilke edinmişler.
Ama biz bu zihniyeti kabul etmiyoruz. O yüzden biz, tüm Türkiye’nin sesi olmak için çalışacağız. Ayrımcılık yapmadan ülkemizin ve halkımızın menfaatleri için çalışacağız.
***
Değerli arkadaşlar,
Salgınla ilgili bir diğer iç yakıcı sorun ise maalesef medya karartması. Ülkemizdeki baskı ortamında, en büyük kayıplarımızdan biri de basın özgürlüğü oldu.
Şu anda hastanelerde yer yok. Yoğun bakımlar doldu. İnsanlar torpil ayarlamaya çalışıp yakınlarına yatak arıyor. Halkımız nefessiz kalıyor, tedavi imkanına ulaşamıyor.
Bunları medyada görebiliyor muyuz?
Buradan bir kez de medyaya sesleniyorum: hayat mücadelesi veriyoruz. Vatandaşlarımız, en temel hakkı olan sağlık hakkına erişemiyor. Yaşam hakkı ihlal ediliyor. Bunları gösterin, paylaşın.
Çünkü özgür basın hayat kurtarır.
Bu vesileyle, hâlâ çoğulcu demokrasi adına mesleğini hakkıyla yapan, yapmaya çalışan gazeteci arkadaşlarımızı da anmak isterim.
Bugünkü iktidarın ekonomik yıpratmasının yanı sıra, ideolojik denetim aracına dönüştürdüğü rtük cezalarıyla karşı karşıyalar.
Geçtiğimiz gün Haber Türk Televizyonu RTÜK tarafından cezalandırıldı. Biz halkımızın haber alma hakkının ve basın özgürlüğünün çoğulcu demokrasi için bir zorunluluk olduğunu söylüyoruz.
Basının baskıyla karşılaşması tüm ülke için, demokrasi için bir tehdittir. Özgür basının yanındayız, susturulmaması için elimizden gelen çabayı göstereceğiz.
Son dönemde haber alma hakkını kullanabilmek için elimizde kalan tek yer kısıtlı erişimiyle; sosyal medya.
Ama arkadaşlar bugünkü iktidar orayı da engellemek için çalışıyor.
Biliyorsunuz bir yasa çıkardılar. O yasaya göre yaptırımlar uygulanmaya başlandı.
Yandaş medyada ve devlet kanalında ne yayınlanıyorsa sosyal medyada da sadece onu görmemizi istiyorlar.
Eğer bu inatlaşma devam ederse içe kapalı, dünyadan kopuk, daha da fakir bir ülke olacağız.
Bir de ne yaptıklarının hiç farkında değiller.
Bakın, hazine ve maliye bakanları kayıplara karışmadan evvel, istifasını sosyal medyadan paylaştı. Kendi abisinin başında olduğu gazete ve televizyon bile istifayı yayınlamadı.
Eğer sosyal medya olmasaydı, kayıp bakan istifasını duyuracak mecra bile bulamayacaktı.
Özgürlük herkese ve her zaman lazım. Size bile…
Ama en çok da milletimize lazım. Bu halk bu millet, özgür, dünyayla entegre ve zengin bir ülkeyi hak ediyor.
Kimse Türkiye’yi sahipsiz sanmasın. Türkiye sahipsiz değil arkadaşlar.
Deva partisi, işte bu ülkeyi içe kapatanlara, bu ülkeyi fakirleştirenlere, bu ülkeyi yalnızlaştıranlara, bu ülkeyi susturanlara karşı hazır ve burada!
***
Değerli dostlarım,
Halkımız her gün yoksullaşıyor.
Vatandaşımız aylardır ekonomik krizi iliklerine kadar hissediyor.
İşsizlik gittikçe büyüyor.
Açlık her geçen gün artıyor.
Umudunu yitirip canına kıyanlar var. Yazıktır bu millete.
Bugünkü asgari ücret, açlık sınırının altında bir tutar. Dört kişilik bir ailenin asgari ücretle geçinebilmesi mümkün mü?
Bakın kış geldi. Elektrik faturası, doğalgaz faturası kapıda. Vatandaş artan bu pahalılıkta karnını mı doyuracak, çocuğuna uzaktan eğitim için bilgisayar mı alacak, kirasını, faturalarını mı ödeyecek?
Çalışanların neredeyse yarısının aldığı ücret bu.
Yine TÜRK-İŞ’E göre yoksulluk sınırı da 8 bin lira.
Soruyorum, kaç ailenin eline aylık 8 bin lira geçiyor?
Cumhurbaşkanlığının bütçesini yüzde 28 arttıranlar bunların farkında değil.
Ülkeyi “çalışan yoksullar topluluğuna” çevirdiler.
Vatandaşımız çalışıyor, çabalıyor, gecesini gündüzüne katıyor. Çalışmaktan çocuğunun yüzünü bile göremiyor. Ama, eline geçen para yine yoksulluk sınırının altında.
Bugünkü iktidara bakıyoruz. “ekonomi yukarı doğru pik yapıyor” diyor. Vatandaş öyle demiyor?
Ziyaret ettiğimiz illerde vatandaşlarımız bana “ekonomi dip yapıyor dip” diyorlar. Çok haklılar.
Ziyaret ettiğimiz her ilde, caddelerde sokaklarda esnafımızla birlikte oluyoruz. Dükkanların içini boş görmekten üzülüyorum.
“elektrik parasını ödeyemiyoruz, kirayı ödeyemiyoruz, zor durumdayız” diyorlar.
“çıldırdık artık” diyorlar.
Ama bugünkü iktidar etrafına bakıyor, sağına soluna bakıyor. Gördüğü insanların hali vakti yerinde maşallah. Sadece üç beş kişinin zenginleşmesini zenginlik sanıyorlar.
Halkın arasına çıktıkları da yok. Biliyorsunuz “bir sokağa çıkalım” dediler, Malatya’ya gittiler. Orada bir vatandaşımız “ekmek alamıyoruz” deyince sayın Erdoğan “abartma” dedi.
Yeter artık, el insaf artık.
Değerli arkadaşlar, bizdeki asgari ücret, tüm dünyanın “ucuz işçilik” gözüyle baktığı Çin’in bile gerisine düştü. Çin’de bile çoğu şehirde asgari ücret daha yüksek.
Hak mı, reva mı bu? Vatandaşlarımıza layık gördüğünüz hayat standardı bu mu?
Bakın, pandemi nedeniyle iş yerlerini de kapattılar. Evet halkımızın sağlığı için kapanma gerekiyor ama bunun tüm ekonomik yükü sadece vatandaşa yüklenebilir mi? Bu vatandaş kara günler için vergi vermedi mi size? Nerede o vergiler?
Bakıyoruz, günlük çalışan, günlük kazandığıyla geçinen vatandaşlarımıza destek var mı? Yok. Esnafa tek kuruş hibe var mı? Yok.
O dükkanları kapatmalarını siz söylediniz.
“ekmek kapına kilidi vurdum, para kazanman kazanmaman umrumda değil” diyerek önlem mi olur?
Derhal küçük işletmelere, esnafımıza nakit desteği sağlayın. Şu süreci atlatmalarını sağlayacak faizsiz kredi verin. Geri ödemelerini de pandemi etkisi geçene kadar öteleyin.
Kira desteği sağlayın. Vergi, SGK hepsini pandeminin etkisi bitene kadar erteleyin. Hele hele stopajı hiç almayın.
Aylar geçti arkadaşlar, halkımız hem sağlığıyla boğuşuyor hem açlık sınırında yaşıyor.
Bunlar hazineyi boşalttılar ama kendi harcamalarına kaynak buluyorlar. Sıra vatandaşa gelince bırakın yardımı, ıban vererek vatandaştan yardım toplamaya çalışıyorlar.
Bir de dün bir açıklama yapmışlar. “salgın nedeniyle sıkıntı yaşayan bazı ülkelere bütçe desteği vermeye çalışıyoruz” demişler.
Anlıyoruz ki artık şuur falan da kalmamış. Ekonomi çökmüş, vatandaş aç biilaç yaşıyor.
Madem paranız var, bu vatandaştan ne istiyorsunuz? Ne diye hâlâ yardım istiyorsun, “vergi vergi” diye yakasına yapışıyorsun?
Gelişmiş ülkeler şu salgın döneminde hemen hızla vatandaşına hibe verirken, “sen evde kal ve yeter ki sağlığınla ilgilen” derken, bu iktidar tüm ekonomik yükü vatandaşa yüklüyor.
Bu halk bu yoksulluğa müstahak değil, bu yapılanlar bu halka reva değil.
Biz deva partisi olarak;
İnsan haysiyetine yakışmayan bu yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar uygulayacağız.
Biz zenginlikten üç-beş zengin türetmeyi değil, bu milletin topyekûn refaha kavuşmasını anlıyoruz.
Bunun için deva olmaya geliyoruz.
Bunun için Türkiye’nin demokrasi ve atılıma ihtiyacı olduğunu söylüyoruz.
Biz hazırız. Deva partisi hazır!
***
Değerli Düzceli arkadaşlarım,
Düzce, İstanbul ile Ankara arasında yer alan stratejik konumuyla herkesin bildiği bir yer. Ama aslına baktığımızda, çoğu insan Düzce’yi tam bilmez, çünkü Düzce’den geçip giderler. Oysa düzce bir saklı cennettir.
Bugüne kadar düzce turizmi yeteri kadar tanıtılmadı. Düzce kendi ayakları üstünde durdu.
Düzce; yaylalarıyla, Akçakoca denizi ve kumsalıyla,
Şelaleleriyle, mağaralarıyla, kuş cennetiyle, gölüyle,
Bir turizm merkezi olmayı hak ediyor.
Değerli arkadaşlarım,
Düzce bir tarım şehri. Fındık üretimiyle de bir tarım merkezi.
Düzce’nin ilçeleri, köyleri ağırlıklı olarak fındık üretimi ile geçiniyor.
Ancak fındık üreticisi, bu ülkenin bütün çiftçileri gibi desteksiz ve sahipsiz bırakılıyor.
Biliyorum, fındık üretiminde yapısal sorunlar var. Son yıllarda iklimin farklılaşması nedeniyle sorunlar daha da çoğaldı.
Fındık üretiminin sadece desteklenmeye değil, araştırılmaya, planlanmaya ihtiyacı var sevgili dostlarım.
Fındık üreticisinin sorunlarını bilen, fındık üretiminin sorunlarını araştıran, bilimsel çözümler üreten, çiftçimize ve fındık üretimine sahip çıkmayı hedefleyen bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Çevresel etkileri kontrol altına alınmış, ekosistemle barışık bir fındık üretimini hedefliyoruz.
Bütün bunları bütüncül bir bakış açısıyla, çiftçiyle, üniversiteyle, devlet kurumlarıyla iş birliği içinde gerçekleştirmeyi hedefleyen bir vizyonumuz var.
O yüzden müsterih olun sevgili dostlarım. Derdiniz var ama devanız da var.
Çünkü biz gıda sektörünün ve gıda güvenliğinin dünya gündeminin ilk sıralarına yerleştiği bugünlerde; çiftçimizin, tarımsal üretimin ve gıda üretiminin de devası olmayı hedefliyoruz.
Değerli arkadaşlar,
Düzce’de son yıllarda sanayi tesislerinin sayısı artıyor.
Girişimciler, yatırımcılar düzce’nin potansiyelini, düzce’nin coğrafi avantajlarını görüyor, geliyor yatırım yapıyor.
Bu elbette hepimizi sevindiriyor.
Ama düzce’de sanayi plansız gelişiyor sevgili arkadaşlar.
Hem coğrafi olarak plansız gelişiyor hem de sanayileşme düzce’ye havanın kirlenmesi, suyun kirlenmesi olarak yansıyor maalesef.
Hep söylüyorum.
Bir şehirde sanayi varsa, o şehir bunun mükafatlarını yaşamalı.
Sanayileşmenin bedeli ceza değil, mükafat olmalı. Üretimin çevreye duyarlı bir şekilde ilerlemesi gerekiyor.
Sanayinin daha fazla gelişmesi için gereken destekleri, teşvikleri, altyapı yatırımlarını geliştireceğiz.
İl genelinde nitelikli işgücüne erişim sorunu olduğunu biliyoruz.
Nitelikli iş gücü yetiştirmek için gereken mesleki eğitimin planlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Düzce’de ar-ge kapasitesini artıracağız, teknolojik tabanı geliştireceğiz. Düzce; yüksek katma değerli ve küresel pazarda talep edilen ürünlerin merkezi olmayı hak ediyor.
Değerli dostlar,
Düzce'de çok sayıda tır şoförü arkadaşım olduğunu da biliyorum.
Mevcut yönetimin dış politikayı da kavga arenası haline çevirmesi, tır şoförü arkadaşlarımızı da zor durumda bırakıyor.
Vize sorunları yaşanıyor, sınır kapılarında bekletiliyorlar. Avrupalı tır firmalarına uygulanmayan kotalar, bizim tır firmalarımıza uygulanıyor. Bu sebeple de rekabet edemez hale geliyorlar.
Değerli arkadaşlar biz, dış politikadaki bu kötü yönetimi de sona erdireceğiz. İhracatımızın artması için, tır şoförlerimizin bu yaşadıkları mağduriyetin sona ermesi için ülkemizin dış politikadaki gücünü ve etkisini arttıracağız.
Değerli Düzceli arkadaşlarım,
Düzce, deprem denilince aklımıza ilk gelen şehirlerimizden birisi. 17 Ağustos ve 12 kasım 1999 depremlerinin acısını hiçbir zaman unutmuyoruz.
Peki depremle mücadelede neredeyiz?
Tablo iç açıcı değil. Bakın, ilgili bakan iki yıl evvel, Türkiye çapında dönüştürülmesi gereken 6,7 milyon konut bulunduğunu açıklamıştı.
Aradan iki yıl geçti, sayın Erdoğan çıkıp yenilenmesi gereken bina sayısını açıkladı. Kaç dersiniz?
Evet, aynı sayıyı açıkladı. 6,7 milyon dedi.
Yahu bu siz iki yılda ne yaptınız? Kanal İstanbul’la yatıp, kanal İstanbul’la mı kalktınız? Neyse…
Düzce 1. Derecede deprem bölgesinde yer alıyor.
Bizim doğal afetlere tek bir canımızı bile feda etme lüksümüz yok. Devlet, toprakları üzerinde yaşayan insanların her türlü can ve mal güvenliğini almak zorundadır.
Devletin vazifesi, afet olduğu gün acıyı paylaşmak değil, o acı yaşanmadan vatandaşını korumaktır.
Biz deva partisi olarak bu sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini korumak için çalışacağız.
Deva partisi olarak biz bu ülkede vatandaşının ölümüne göz yuman, katil binalara ruhsat veren, denetlemeyen, afetler yüzünden ölümü bu toprakların kaderi gören zihniyete son vereceğiz.
Üç kuruşluk rant uğruna vatandaşımızın hayatını riske atan, önemsemeyen bu zihniyete son vereceğiz.
Kentsel dönüşüm projelerini ranta göre değil, afet risklerini dikkate alarak, vatandaşın yararına göre tesis edeceğiz.
Mevcut yapı stokunu güçlendirmek için gereken sermaye yetersizliğine çözüm üreteceğiz.
Afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden de taviz vermeyeceğiz. Afet tehlikesi ve riskleriyle ilgili verilerin toplandığı ve periyodik olarak değerlendirildiği şeffaf bir afet bilgi sistemi de kuracağız.
İmar barışından yararlanan yapıların ivedilikle takip ve tetkik edilmesini sağlayacağız.
Değerli arkadaşlar,
Düzce’nin altyapı problemleri olduğunu da biliyoruz.
Ankara ile İstanbul arasındaki karayolunun orta yerinde yer alan güzel Düzce’mizde yeni bir atılım yapacağız.
Şehrimizi, kentsel dokusuna uygun sosyal, kültürel, sportif olanakları ile imar edeceğiz.
Kentiçi ulaşımı gelişen sanayiye uygun olarak planlayacağız.
Düşünün sevgili Düzceliler,
Düşünün ki Düzce’nin çiftçisi kaliteli ve verimli bir şekilde fındığını üretiyor,
Düşünün, Düzce’nin sanayi alanları teknolojiye dayalı, katma değeri yüksek ürünler üretiyor.
Düşünün hem Türkiye’den hem de tüm dünyadan alternatif tatil yapmak isteyenler; yaylada kalmak, şelaleri görmek, kuş cennetinde huzur bulup, Melen çayında rafting yapmak isteyenler; Akçakoca’da denizin tadını çıkartmak isteyenler Düzce’ye geliyor.
Düşünün, düzce hastaneleri ile, okulları ile, üniversitesi ile, sineması, tiyatrosu, sosyal ve kültürel olanaklarıyla bir yıldız gibi parlıyor.
İşte biz böyle bir Düzce’yi hedefliyoruz değerli arkadaşlar.
Düzce'nin demokrasiye ve atılıma ihtiyacı var.
Düzce’nin DEVA’ya ihtiyacı var.
Düzce için biz hazırız, DEVA Partisi hazır.
Şimdi Düzceli yol arkadaşlarıma sormak istiyorum:
Düzce hazır mı?
***
Saygıdeğer dostlar;
DEVA Partisi, kadınlarla, gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;
Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.
Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.
Toplumu kutuplara ayırmayacağız.
Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.
Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var.
Düzce’nin DEVA’sı var ve biz hazırız.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.