İlker Karagöz: Ali Babacan Çalar Saatte. Hoş geldiniz.
Ali Babacan: Hoş bulduk.
İlker Karagöz: Nasılsınız?
Ali Babacan: Ben iyiyim. Siz nasılsınız?
İlker Karagöz: Sağ olun. Teşekkürler. Gündem yorgunluğu var mı üzerinizde? Bir taraftan da nasıl hissettiğinizi öyle sorayım.
Ali Babacan: Bunca yıl devlet yönetimi ve siyasette olduktan sonra gündem yorgunluğu diye bir şey olmuyor. Dünyada da, Türkiye'de de ne kadar yoğun gündem olursa olsun hepsini çabuk anlayıp yön vermeye çalışıp, bir şekilde de etkili olmaya çalışıyoruz. Bütün ekibimizle beraber.
İlker Karagöz: O yorgunluğu yaşayan vatandaş. Özellikle ekonomi başlığında.
Ali Babacan: E tabii o ayrı bir şey. Yani o günlük hayatın geçim sıkıntısının vatandaşlarımız üzerindeki ağırlığı gittikçe büyüyor. Fakir fukaralık ülkede diz boyu. Çarşı-pazarı maalesef yüksek fiyatlar sarmış. İnsanlar artık kiloyla değil taneyle alıyor. Pek çok meyveyi, sebzeyi. Bu eski bolluk Türkiye'sinin yerini maalesef yokluk Türkiye'si almış durumda şu anda.
İlker Karagöz: Masamızdaki market sepeti de aslında bunun bir sembolü. Bir taraftan kamuda tasarruf denilirken binilen makam araçları Sayın Ali Erbaş'ın makam aracının temsili hali masamızda sürekli duruyor. Diğer taraftan da vatandaşın işte market sepeti. Maalesef sizin de tarif ettiğiniz gibi. Ama nasıl oluyorsa enflasyon da 0,87. Her tarafta böyle çarşı pazar, kuyumcu dükkânıyken, kuyumcu dükkânı gibiyken nasıl enflasyon bu kadar küçük gelebiliyor, bu kadar düşük gelebiliyor? Onu anlayabilmiş değiliz. Bugünkü başlığımız "Bu hak mı?" Sizin dün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kürsüden bir çıkışınız üzerine bizim de Çalar Saatte kullandığımız bir başlık. Asgari ücret, burada tartışmaları başladı. Kısacık bir ses dinletmek istiyorum. CHP lideri Özgür Özel'den bu sesi dinleyelim. Ardından siyasetle yeniden ekonomiye dönmek istiyoruz. Özgür Özel, asgari ücretle ilgili nasıl bir beklenti içinde olduklarını, CHP'nin nasıl bir beklenti içinde olduğunu açıkladı. CHP ne diyor, ne kadar olmasını istiyor?
“En az 39. Biz bunun altında yokuz” dedi Özgür Özel. Sizin de bir hesabınız var. Ama diğer taraftan da esnaflığınız var. Küçüklüğünüzden beri Çıkrıkçılar Yokuşu, bir hayatı okuyuşunuz, hayatı görüşünüz var. Bizim de önümüzde bir hesap makinesi var. Hesaplasanız acaba enflasyonda böyle karşımıza çıkan tabloyla birlikte asgari ücret ne olmalı? DEVA Partisi lideri Ali Babacan'a göre.
Ali Babacan: Asgari ücretin tespitindeki en önemli faktör biliyorsunuz enflasyon oranıdır. Ve Türkiye'deki enflasyon oranıyla alakalı herkesin kafasında büyük bir soru işareti var. Yani TÜİK'in açıkladığı enflasyon doğru mu değil mi? Eskiden TÜİK bütün ürünlerin fiyatlarını açıklarken son yıllarda bu fiyatları tamamen kararttı. Eskiden derdi ki TÜİK "Domatesin fiyatı bu, patlıcanın fiyatı bu, Ayçiçek litre fiyatı bu" derdi, liste yayınlardı ve "Ben buna göre de enflasyonu hesap ediyorum" derdi. Fiyatların hepsini kararttı. TÜİK diyor ki şimdi, “enflasyon %31, inanırsanız inanın” diyor. Vatandaşlarımızın belki bir kısmı inanıyor ama büyük bir kısmı inanmıyor.
İlker Karagöz: Siz?
Ali Babacan: Son yıllarda, son yıllarda TÜİK'in enflasyonu daha doğru ölçme ile ilgili bir çabası olduğunu biliyorum. Ama daha önceki yıllardan gelen büyük farklar var. Yani daha önceki yıllarda özellikle o damat dönemi diyelim, o dönemde gerçekten biz de güvenmiyorduk. Çarşıya, pazara çıkan hiç kimse güvenmiyordu. Yani TÜİK'in çok ciddi bir rehabilitasyona ihtiyacı var. Ve TÜİK'in dışarıdan bir denetime ihtiyacı var. Yani TÜİK'e dışarıdan iyi bir denetim mekanizması kurup akademisyenlerden oluşan, bu işi iyi bilenler, istatistikçilerden oluşan ve hayatı bilenlerden, esnaftan oluşan bir heyetle TÜİK'in bütün metodolojisini gözden geçirmesi lazım. Ve TÜİK'in şeffaflaşması lazım. TÜİK şeffaflaşmadan TÜİK'in rakamlarına güvenmek mümkün olmaz. Asgari ücretle yapılan bütün hesaplar tabii ki TÜİK'in verilerini baz alıyor. TÜİK'in verilerini baz aldığımızda “Asgari ücret ne olmalı?” diye bir hesabı yapmak aslında çok zor değil. Geçen sene biliyorsunuz ilk defa asgari ücreti gerçekleşen enflasyona, yaşanan enflasyona göre değil, hedeflenen beklenen enflasyona göre arttırdılar. Bu tarihte ilk defa oluyor. Daha önce hiç yapılmamıştı. Bunu bazı iktisatçılar önerir, enflasyonla mücadele çerçevesinde ama hayatın gerçeğini bilenler de reddeder. "Olur mu kardeşim öyle bir şey” der. Çünkü iktisadın bir teori alanı vardır. Uygulaması imkânsız. Ama uygulaması imkânsız olarak bizim gördüğümüz teori alanını getirdiler. Maalesef ilk defa asgari ücreti geçen sene uyguladılar.
İlker Karagöz: Ekonominin başındayken siz yine o iktisatçılar önünüze getirdi mi? Hedef enflasyona göre yapalım dediler mı?
Ali Babacan: Özellikle IMF'ten çok geldi o zamanlar. Biz yapmadık tabii. “Kardeşim” dedik, “burası Türkiye. Siz gidin oturun oturduğunuz yerde.” “Biz kendi hesabımızı kitabımızı da yaparız. Vatandaşımızın hakkını da yedirmeyiz. Tabii ki işverenini de sıkıntıya sokacak bir iş de yapmayız” dedik. Ben tam 11 yıl asgari ücret tespit sürecinin içinde oldum, 11 yıl. Yani dışarıdan gazel okumak kolaydır bu işlerde. Ama işin içinde olduğu zaman, o sorumluluğu hissettiğiniz zaman hem işverenin, yani fabrikaların çalışması, istihdamın artması, üretimin, ihracatın artmasını sağlayacak bir maliyet modeli kurmanız gerekiyor. Ama öte yandan da işçimizin alnının tek bir damla terinin de hakkını sonuna kadar koruyacak ve kul hakkına girmeyecek bir dengeyi de kurmanız gerekiyor. Bu kolay değildir. Onun için asgari ücrette ne yapılması gerektiğiyle ilgili çok basit bir hesap var.
İlker Karagöz: Hemen unutmadan şu soruyu sorayım. Eğer hedef enflasyon teklifi gelirse, ki hani bunu yaşadınız, o teklif ağırlıkta IMF'den mi gelir? Öyle mi oluyordu geçmiş dönemde? IMF bunu teklif ediyordu ama siz “hayır” diyordunuz.
Ali Babacan: Çünkü oradaki teorisyenler vardır. Enflasyonu düşürmek için…
İlker Karagöz: Geçen sene böyle olmuş olabilir mi?
Ali Babacan: Zaten bu konuyla ilgili ben daha önce birkaç defa açıklama yaptım. “Şu anda uygulanan” dedim. “IMF'siz bir IMF programıdır” dedim. “IMF programlarının bile bir sosyal destek ayağı olur. IMF programlarının bir insaf yüzü vardır. Şu andaki uygulanan programın o insaf yüzü de yok” dedim. Bunu defalarca açıkladım zaten yani. Dolayısıyla geldiğimiz nokta bu. Geçen sene biliyorsunuz gerçekleşen enflasyonla beklenen enflasyon arasında yüzde 15 bir fark vardı. Yani bütün asgari ücretlerimizin aslında geçen seneden kalan bir yüzde 15’lik hakkı var. Dolayısıyla ne yapmamız gerekiyor? O yüzde 15’i önce bir şuraya yazmamız gerekiyor. Bu yılın enflasyonu ne çıkacak? İşte dünkü açıklanan rakamlara da baktığımızda 30 civarında çıkacak. Belki 31.
İlker Karagöz: 30, 31 böyle bir civardan söz ediliyor.
Ali Babacan: E oradan da, bir 30’u ekleyelim. Etti 45. Bir de ülke ekonomi büyüyor ya yüzde 3,7 büyüme açıklandı, değil mi? E bir refah payı denen bir şey vardır. Yani büyümeden herkesin bir pay alması lazım. Yoksa nüfusun sadece yüzde 5’i büyümeden pay alsın, yüzde 95’i geriye gitsin; böyle bir adalet yok. Büyümeden de yüzde 5 pay eklediğimizde etti tam 50. Tabii ki bu işin müzakere masasında 1 puan, 2 puan; ileri geri bunlar konuşulur. Bir müzakere payı mutlaka vardır. TÜİK enflasyonunu baz aldığımızda şu anda yapılması gereken asgari ücretteki artış en az yüzde 50’dir. Ama TÜİK enflasyonu değil de hayatın gerçek enflasyonunu baz alalım. Gerçekten çarşıya pazara çıktığı zaman insanlar neyle karşı karşıya kalıyor? Bunu da dikkate alalım dediğinizde tabii bunun üstüne doğru çıkabilir.
İlker Karagöz: Çok daha üzerine çıkıyor.
Ali Babacan: Ama şu var. Bakın bu benim bahsettiğim rakamlar hep net rakamlar. Bilmiyorum biraz önceki videoda gösterilen rakam brüt müdür, net midir? Ben onu anlayamadım. Benim bu dediğim net rakam.
İlker Karagöz: Net rakam.
Ali babacan: Net. İşçinin eline geçen net. Ancak burada şunu da yapmak gerekiyor. Asgari ücret üzerinde biliyorsunuz gelir vergisi vardır. Bir de sosyal güvenlik primi vardır.
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: Bu da işverenin üzerindeki bir yüktür. Yani teoride işçi kendi vergisini ödüyor gibi görünür ama sonuçta döner dolaşır, işveren, işçi adına gider, vergiyi yatırır. Dolayısıyla asgari ücretin işveren üzerindeki yükünü de asla %50 falan arttırmamak lazım. Ona çok dikkat etmek lazım.
İlker Karagöz: Yani en az %50.
Ali Babacan: Evet.
İlker Karagöz: Ama brüt
Ali Babacan: Ele geçen, işçinin eline geçen net rakamın %50 artması lazım. Ama işverene maliyetinin beklenen enflasyona, hani diyor ya hükümet “beklenen” madem çok beklenen enflasyon istiyorsunuz, o zaman kendi vergi gelirlerinizi beklenen enflasyona göre ayarlayabilirsiniz. Mesela gelecek sene için 2026 için beklenen enflasyon %16 değil mi?
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: O zaman devlet şunu rahatlıkla yapabilir. Sosyal güvenlik primini ve vergi yükünün %16 artacağı şeklinde işverene yükünün, %16 artacağı şeklinde bir hesap yapabilir. İşçinin eline geçen net %50 artabilir ve aradaki farkı kompanse etmek için de çok basit bir satırlık bir kanundur, bilmiyorlarsa hemen onlara yazarız o kanunu. Yani o aradaki, farkın da yani %50 ile %16 arasındaki işveren üzerindeki farkın da bir kanunla, devlet tarafından bir destek faslıyla kapatılması da mümkündür. Yani asgari ücret ele geçen netin %50 artması gerekiyor. Ama işveren üzerindeki vergilerin sadece %16 artması gerekiyor. Ölçü bu.
İlker Karagöz: En düşük.
Ali Babacan: Arada çok büyük fark var. Bakın o hiç konuşuluyor mu?
İlker Karagöz: Konuşulmuyor.
Ali Babacan: Konuşulmuyor çünkü Çıkrıkçılar Yokuşu’ndan gelince hayatın içinde olunca işveren tarafını da düşünmek lazım. Çünkü işyerleri kapanınca insanlar işsiz kalıyor bakın. Yani sadece tekstil sektöründe yüz binlerce insan işini kaybetti ya da kaybetmek üzere şu anda. Sadece tekstille şu anda. Gerçekten sıkıntı çok büyük. İşverenlerimiz de yaşatmamız lazım. Onların da üretmesi ve fabrikalarını, üretim tesislerinin hayata tutunması lazım. Yoksa birdenbire insanlar işsiz kaldığında maaş iner sıfıra. Allah korusun.
İlker Karagöz: En düşük 33 bin lira ama DEVA Partisi lideri Ali Babacan hesabına göre hayatın da gerçek enflasyonuna göre asgari ücret ne olmalı net olarak?
Ali Babacan: Net işte en az yüzde elli arttıralım. Şu anda 22 bin 105 ya da 104 diye hatırlıyorum. Ona %50 eklenirse 33 bin, yüz 57,5 ama bir de makineyle hesap edelim. 22 bin 104 çarpı, 1,50= 33 bin 156 ediyormuş.
İlker Karagöz: En düşük olması gereken. Ama bunun da üzerinde hayatın gerçek bir enflasyonu da var. TÜİK'in anlatmadığı bu hesabın da gözetilmesi gerekiyor.
Ali Babacan: Ha şu da var İlker Bey. Bu rakamlar özellikle muhalefet için her zaman bir açık artırma konusudur. Şimdi Ali Babacan bunu diyor ya. “Ya bunun üzerine hadi Ali Babacan dediyse bu kesin olur, bu verilebilir bir rakamdır” diye “insanlar inanır muhtemelen. Biz biraz daha üstüne verelim” diye bir açık artırmaya da dönebilir. Tabii yıl sonuna kadar da vakit var. Bir de gerçekçi olmak lazım. Eğer varsa 11 yıl boyunca asgari ücret tespit işinin başında olan bir başka kişi, belki onunla da konuşabiliriz. Yoksa herkes açık artırmaya bunu tabi tutabildiler.
İlker Karagöz: Efendim şimdi hemen hızlı bir şekilde siyasetin konularına, başlıklarına geçelim. Özellikle yürütülen bir Terörsüz Türkiye süreci var. Önce İçişleri Bakanlığının soruşturma başlattığı bir durum var, bir görüntü var, karşımıza çıktı. Mesut Barzani Türkiye ziyareti. MHP lideri Devlet Bahçeli “rezalet” dedi. Sonra Barzani'den gelen açıklamaya Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da karşı çıkışı var. “O sözler düzeltsin.” MHP lideri Devlet Bahçeli'ye yönelik cümleler “Düzeltsin” dedi. Şimdi bu görüntüye siz ne diyorsunuz? Yani gelen o güvenlik görevlileri, üniformaları, uzun namlulu silahları...
Ali Babacan: Şimdi o görüntü gerçekten toplumumuzun büyük bir kesimini rahatsız etti. Ancak bu olmayabilirdi. Yani o görüntü niye oluştu diye bakmak lazım.
İlker Karagöz: Kim izin verdi bu görüntüye?
Ali Babacan: Evet, normal şartlarda... Mesela beni ben Dışişleri Bakanlığı yaptım değil mi?
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: Devlet sisteminde Dışişleri Bakanlığının protokol mekanizması Cumhurbaşkanlığına da eski sistemde Başbakanlığın da tamamının üstündeydi. Yani devlet protokol işi Dışişleri Bakanlığı'nın işiydi. Bir heyet mi gelecek yurt dışından? Bu gelecek heyetin sayısı, o heyetin programının bütün detayları, korumalarsa kılık kıyafetleri, taşıyabilecekleri silahlar… Bunların hepsi ziyaret öncesi konuşulur. Ziyaret olmadan konuşulur ve bunlar çalışılır önceden. Her iki tarafta da rahatsızlık oluşturmayacak, her iki tarafın da önceden mutabık kalacağı bir çerçeveye bağlanır, ondan sonra ziyaret gerçekleşir. Fakat maalesef özellikle 2017'den bu yana devlet sistemi tamamen çökertildiği için, yani devletin bütün o Osmanlı döneminden bugüne kalan bir hariciye geleneği var değil mi? Niye hariciye denir? Ta Osmanlı döneminden gelen bir devlet geleneği vardır bu dış politikada ve dış ilişkilerde. Bu gelenekler de yıkıldığı için Dışişleri Bakanlığı da tamamen önemli ölçüde pek çok konuda devre dışı bırakıldığı için maalesef bu görüntüler oluştu. Bir sonraki ziyaretinde eminim ki iki taraf da konuşur eder, bir daha rahatsızlık oluşturmayacak bir çözüm de bulunur. Fakat sadece bu görüntüler değil, arkasından yapılan açıklamalar da hiç hoş olmadı. Yani tam da Türkiye içerisinde gerçekten çok hassas bir sürecin yürütüldüğü bir dönemde, mecliste bir komisyon çatısı altında 40 yıllık bir terör sorununun çözülmesi ve Kürt vatandaşlarımızın sorunlarının çözülmesiyle ilgili çok hassas bir süreç yürütülürken, bu tartışmalar iyi olmadı. Onun için tarafların bir an önce artık bu işi daha fazla konuşmaktan kendini geri çekip bir dahaki sefere bunu karşılıklı konuşarak devlet usulüne uygun bir şekilde düzenlenmesi ile ilgili de önlemler alınabilir. Önlenebilir bir konuydu bu. Ama dediğim gibi devlet yapısı, özellikle hariciye geleneği Türkiye'de bozulduğu için böyle bir tatsız görüntüyle karşı karşıya kalındı.
İlker Karagöz: Bugün süreçte önemli bir gün. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden üç parti vekilleri İmralı'ya gitti. Resmen terörist başı Öcalan da muhatap olarak sürece dahil ki zaten açıklamalar da yapıyor. Bu bir şart mıydı İmralı'ya gidilmesi gerekli miydi? Ya da işte bu bir tartışma konusu idi. Terörsüz Türkiye süreci için “ok yaydan çıktı” dedi mesela MHP lideri. Milli ve tarihi bir hedeftir, açıklaması yaptı. Şart yok. Al ver ilişkisi yok, açıklaması yaptı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bugün artık açıklama bekleniyor. Yani ne konuşulduğu, o tutanaklardan ne var, Türkiye'nin de şeffaf bir şekilde duyması gerekiyor. Sizce Terörsüz Türkiye süreci şeffaf bir zeminde doğru bir zeminde ilerliyor mu? Nasıl gözlemliyorsunuz?
Ali Babacan: Aslında güvenlik ile ilgili konular da böyle yüzde yüz şeffaflık olmaz. Yani mesele güvenlikse, bazı konular bilmesi gerekenler esasına göre yürütülür. Ama demokratik süreçlerin ise tamamen şeffaf olması gerekir. Yani her ülkenin kendi güvenliğiyle ilgili konularda devletin her zaman bir mahremi vardır. Yani bunu öncelikle bir kenara yazmamız lazım. Çünkü nihayetinde sonuç almak önemlidir. Nihayetinde elde ettiğiniz sonuç önemlidir. O sonuca giderken ki yolla ilgili konular bazen devletin mahremi olarak kalabilir. Bugün mesela Milli Güvenlik Kurulu toplanıyor değil mi? Milli Güvenlik Kurulu toplantıları canlı yayınlanır mı ülkede? Böyle bir şey olabilir mi yani? Çünkü orada devletin mahremi konuşulur. Bu ayrımı yapmak lazım, bir. İkincisi, şunu unutmayalım ki şu anda bir çatışma çözümü sürecinin içindeyiz. Bakın bu uluslararası literatürde bu süreçlere “Çatışma Çözümü” denilir. Biz DEVA Partisi'ni kurduk kuralı şunu diyoruz; “Klasik yöntemlerle Türkiye'de terörü bitiremezsiniz. Çatışma çözümü yöntemlerini izlemelisiniz. Dünyada bunun pek çok başarılı örneği oluştu, o örneklerden de istifade etmelisini”z diye defalarca söyledik. Çatışma çözümü ifadesini çok kullandık. Şu anda aslında yapılan bir çatışma çözümü süreci. Çatışma çözümü sürecinin esası diyalogdur. Yani herkesin herkesle konuşuyor olabilmesidir. Dolayısıyla PKK terör örgütünü ilk kuran kişi Öcalan değil mi? Öcalan'ın hâlâ örgüt üzerinde az ya da çok etkisi var mı? İşte belki Irak tarafındaki etki farklı, Suriye tarafındaki etki farklıdır ama bir etkisi var. Örgüt üzerinde hâlâ etkisi olan bir insanla konuşmak tabii ki gerekecektir. Hatırlayalım, 27 Şubat çağrısı vardı değil mi Öcalan'ın?
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: 27 Şubat çağrısından sonra bunun sahada gelişmeleri etkilediğini gördük. Toplantılar yapıldı, örgütün fesih kararı alındı, silah bırakma kararı alındı. Şimdi kararlar alındı ama bunun daha uygulama süreci devam ediyor. Şimdi uygulama sürecinin selametle tamamlanması için bu süreçte Öcalan'la temas trafiğinin mutlaka devam etmesi gerekiyor. Peki bu temas trafiğinin nasıl olacak? Kim nasıl konuşacak? Bugüne kadarki temas trafiğini ağırlıklı olarak devlet birimleri götürdü. Yani ağırlıklı olarak MİT başkanlığı olmak üzere devlet birimleri o temas trafiğini götürdü ve mesajlar devlet birimleri üzerinden gitti geldi. Ama Son bir yıla baktığımızda İmralı Heyeti dediğimiz, DEM Partili siyasetçilerden oluşan heyetin de İmralı'ya gidip geldiğini, mesajları getirip götürmeye başladığını gördük ve bu mesajların alenileştirildiğini gördük. En sonda da komisyondan bir heyet gitsin gitmesin, görüşsün görüşmesin tartışması oldu. Aslında biz dedik ki; bakın, bu komisyonda böylesine hassas bir konuyu oylama meselesine getirip komisyonda bir çatlağa gerek yok. Eğer komisyondan gitmek isteyenler varsa, Komisyonda temsil edilen gruplardan, Öcalan'la görüşmek isteyenler varsa ki bunların hepsi milletvekili ve milletvekillerinin mahkumlarla görüşme hakkı vardır. Yani bir milletvekili, bir avukat her zaman bir hapishaneye gidip bir mahkumla görüşebilir. Bunun için çok böyle hani aileler için ya da diğer ziyaretçiler takvimler vardır ama avukatlar ve milletvekilleri için takvim de yoktur. Bizim önerimiz şuydu ilk önerimiz; dedik ki, gitmek isteyen varsa üç kişi, beş kişi neyse onlar gider gelir. İntibalarını, görüşlerini komisyona sunarlar, iş biter. Ama gidilsin mi, gidilmesin mi diye bunu bir oylama haline getirirseniz burada çatlak oluşur dedik. Bunu komisyon toplantısından önceki önerilerimiz olarak sunduk. Fakat bir şekilde bu illa oylamaya doğru gitti. Maalesef bu oylamada da gereksiz bir çatlak oluştu ve bir yandan bu oylama çatlağı, bir yandan Barzani'nin ziyareti ve bütün bunlar maalesef son iki haftada bu süreçle ilgili bir olumsuz rüzgâr estiriyor. Ve ben bundan kaygılıyım açıkçası.
İlker Karagöz: Kaygılısınız.
Ali Babacan: Ben kaygılıyım. Çünkü bu işlerde iklim çok önemlidir bakın. Siyasi iklim çok önemlidir. Toplumsal iklim çok önemlidir. Bu iklimi bozduğun zaman, yani karda kışta mesafe kaydedemezsiniz. Şimdi sis kaplandığında araba yavaş gider. Kar yağdığında patinaj yaparsınız. Yani iklimi korumak çok önemli. Onun için benim şu anda bütün taraflara çağrım, bir an önce şu iklimi bir düzeltelim.
İlker Karagöz: Mesela şimdi, özür dilerim efendim, bu cellat polemiği de aslında iklimi bozan bir durum mudur?
Ali Babacan: Çok gereksiz tartışmalar.
İlker Karagöz: Cumhuriyet Halk Partisi ile DEM arasında yaşanan bir tartışma. Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil oldu. Bugün gazeteler, iktidara yakın gazeteler manşetinde. E, bir taraftan da yani DEM, AK Parti, MHP arasında, hani Erdoğan'ın DEM'i savunmasının ardından "Böyle bir ittifak mı doğuyor acaba?" gibi siyasi tartışmalara da sebep oldu.
Ali Babacan: E tabii ki, yani şu anda baktığımızda Sayın Erdoğan bu gelişmelerden, oldukça memnun görünüyor. Yani DEM Partinin, bir bakıma, yani muhalefet, tarafından şöyle ya da böyle tema bazında da olsa iktidar tarafıyla daha yakın çalışıyor olmasından, Sayın Erdoğan memnun görünüyor. Fakat, bakın “Çatışma Çözümü” dediğimiz, yani şiddetten, terörden normal bir düzene geçilmeye çalıştığımız bir dönemde, herkesin kullandığı kelimelere çok dikkat etmesi lazım. Şimdi cellat ne demek? Cellat idam cezasını uygulayan insandır değil mi? Türkiye'de idam cezası falan diye bir şey kalmamışsa, 20 sene önce kaldırılmış bu ceza. Avrupa Birliği'ne uyum süreci içerisinde. E şiddeti bitirmeye çalışıyoruz. Terörü bitirmeye çalışıyoruz. Yani herkesin, herkesin bu konuyla ilgili konuşurken, “kırk boğum derler” ya, yani ağzından çıkacak kelimeyi kırk boğumdan geçirerek, sürerek konuşması lazım. Ve iç siyasetin de belagatin de günlük rüzgarına kapılmaması lazım. Ve şöyle bir şey lazım İlker Bey, şu anda gerçekten bakın hassas bir dönemdeyiz. Ben kaygılıyım. Ya bu iklim bozulursa bu iş yürümez, tıkanır. Ki biz bakın ilk destek veren partiyiz. “%5 bile ihtimali olsa biz bu süreci destekleyeceğiz” dedik. Sayın Erdoğan'dan aylar önce biz açık destek beyan ettik. “Gerçekten bu konuda iyimser olmak zorundayız” dedik. “Siyasetçiler ve devlet adamları için kötümserlik, sorumluluktan kaçmaktır” dedik. “İyimser olacağız ve çalışacağız, destek vereceğiz” dedik. Girdik sürecin içerisine. Ama kaygılıyım. Bu kaygıları gidermenin de en önemli yollarından bir tanesi bugün bu kadar tarihi bir mesele ise, bu ülkenin bekası ile ilgili mesele ise, kadim bir mesele ise hiç siyasi parti ayırımı yapmadan, ülkenin Cumhurbaşkanı'nın liderleri şöyle bir davet edip, “Arkadaşlar, bakın bu memleket meselesi. İç siyasi çekişmeleri, çatışmaları bir kenara bırakalım. Gelin, bu ülkede on binlerce insan ölmüş. Artık anneler ağlamasın. Gelin bu konuda diğer konular bir tarafa, bu konu bir tarafa, gelin bu konuyu beraber çalışalım ve beraber yürütelim” diyebilmesi lazım.
İlker Karagöz: Cumhurbaşkanı Erdoğan'a böyle bir çağrınız var. Liderler masası kurun çağrısı.
Ali Babacan: Kesinlikle. E mecliste komisyon niye kuruldu? Meclisteki komisyon aslında bütün partilerin temsil edilmesi gereken bir masa değil mi? E partilerin hepsi orada. Grupların hepsi var. Katılmayan gerçi bir iki parti oldu, çok önemli değil. Yani o, olumsuzluk üzerinden bir fırsat olarak gördüler kendileri için. Çok önemli değil. Ama kahir ekseriyeti orada. Bakın dikkat edin, gruplar orada. Milletvekilleri orada. Orada bir Türkiye masası kurulmuş. Ama o kadar önemli bir konuda bir de liderler masası lazım. Yani ülkenin, Cumhurbaşkanı'nın şu hesabı yapmaması lazım. "Ya bu iş olursa, burada başarıyı elde edersek bunu ben sadece kendime yazdırmak istiyorum. Başarı olmazsa da komisyona ya da işte bu işi yürüten bürokratlara yıkar geçerim" gibi bir basit bir fırsatçılık aklından geçmemesi lazım.
İlker Karagöz: Gözleminiz nasıl?
Ali Babacan: Yani şu anda daha önceki olumsuz tecrübelerimize dayanarak ben, Cumhurbaşkanının bu konuda tereddütlü ve risk almaktan uzak bir tutumda olduğunu görüyorum. Bir miktar da acaba buralardan bir fırsat çıkar mı? Özellikle DEM Parti'ye gibi bir fırsat çıkar mı diye de baktığını da düşünüyorum. Ama-
İlker Karagöz: Yeni anayasa fırsatı mı? Seçimde aday olabilme fırsatı mı?
Ali Babacan: Anayasa belki daha ileri aşamalar çok çok erken onları konuşmak için. Ama niye olmasın ileride değil mi? Eğer böyle bir şey olursa niye olmasın? Onlar da belki ileride gündeme gelebilir. Bu kadar tarihi meselede bakın, herkesin kendi siyasi partisiyle ilgili konuları şöyle bir kenara bırakıp “bu iş önemli” diye çalışması lazım. Biz Türkiye'nin en genç siyasi partilerinden birisi olarak bir muhalefet partisiyiz değil mi şu anda? Evet, iktidara yürüyoruz ama şu anda muhalefet partisiyiz. Milliyetçi Hareket Partisi gibi iktidarın ortağı olan ve kurulduk kurulalı da Sayın Bahçeli'nin pek çok ithamına maruz kalmış bir siyasi partiyiz biz. Buna rağmen dedik "ya bu çok önemlidir ya bu memleket meselesidir" dedik. "Millet meselesidir" dedik, gittik destek verdik. Sayın Bahçeli'nin bu konuda yaptığı açıklamalara destek verdik. Biz bu süreci destekleyeceği dedik. Biz bu cesareti gösterdik de, yani 23 yıldır bu ülkeyi yöneten ve bütün sorumluluğu tek imzayla üzerinde taşıyan insan, bizim üstlendiğimiz bu sorumluluğu, bizim gösterdiğimiz bu cesareti niye gösteremiyor? Ben anlamakta güçlük çekiyorum. Kazanacaksak bütün ülke kazanacak. Kazanacaksak ben kazanayım zihniyetinin böylesine önemli bir konuda bu ülkenin cumhurbaşkanının da olmaması lazım. Ne olacak? Sayın Özel’i bir davet etsen ne olacak ki? Değil mi?
İlker Karagöz: Efendim?
Ali Babacan: Sayın Özel’i, Sayın Erdoğan davet etse. DEM Parti de otursa, MHP de otursa, İYİ Parti de otursa, gelirlerse. Hep beraber hani mecliste temsil edilen partiler. Şöyle bir masa etrafında otursak, herkes bir görüşünü söylese. Nihayetinde iktidar tabii ki son kararı verecek, uygulayacak olan iktidardır ama o partiler arasındaki ve liderler arasındaki bu meseleyle ilgili iklimin ısınması, iklimin yumuşaması bu sürecin önünü açacaktır. Aksi halde her an bir yol kazasına maruz kalabilecek bir süreçten bahsediyoruz. Ve bu konuda gerçekten herkes üzerine düşeni yapmalı. Böylesine önemli bir fırsat bakın bir daha gelmeyebilir. En son 10 sene önce denenmişti. Habur’da patladı biliyorsunuz. Aslında Habur’daki mesele gayet kolay da yönetilebilirdi o gün. Devlet birimleri arasındaki bir koordinasyonsuzluk, bir kamuoyu iletişim hatası, başarılı olabilecek bir süreci birdenbire durdurdu ve o gün bugündür de bir şey olmadı.
Bakın, bu işin aktörlerinin yaşı ilerliyor. Öcalan'ın yaşı ilerliyor, Erdoğan'ın yaşı ilerliyor. Bahçeli'nin yaşı ilerliyor. Yani bir on sene sonra, “ya bugün olmazsa bir on sene sonra tekrar deneriz.” Böyle bir şey de yok. Yani hazır bu iklim oluşmuşken ben bunu açıkçası son fırsat görüyorum. Bu son fırsatı kaçırmayalım. Siyaset olarak hep beraber sahip çıkalım.
İlker Karagöz: Son fırsat.
Ali Babacan: Çünkü İlker Bey bakın dünya karışıyor. Kuzeyimizde savaş var. Güneyimizdeki bir iç savaş daha yeni yeni çözülmeye çalışılıyor. O da her an tekrar kötüye gidebilir. Filistin-İsrail savaşı vardı biliyorsunuz. E orada bir ateşkes var ama hâlâ hemen hemen her gün insanlar ölüyor. Bütün bu ateş çemberinin ortasında Türkiye var. Kıyılarımızın hemen 20-30 mil kuzeyinde iki-üç tane gemi vuruldu, biliyorsunuz.
İlker Karagöz: Karadeniz'de.
Ali Babacan: Karadeniz'de. Hemen kıyılarımızın 20-30 mil kuzeyinde. Biz bir an önce kendi içimizde birliğimizi, beraberliğimizi, huzurumuzu sağlamak zorundayız ki dışarıdan gelebilecek her türlü riske karşı daha hazır olalım. Kendi iç meselelerimizle uğraşmayalım. Ve bunun için de dediğim gibi bir irade var. Bu irade önemli. Bu iradeyi ve toplumsal destek fırsatını kaçırmayalım.
İlker Karagöz: Siyaseten de bir fırsat olarak görülmesin diyorsunuz.
Ali Babacan: Şunu görüyoruz. Vatandaşlarımız bu işi istiyor. Yani vatandaşlarımız “bu iş çözülsün, bir şekilde çözülsün” diyor. Çok geniş bir toplumsal destek var. Ha detayları sorduğunuzda işte şu olsun, bu olsun, şu olsun, bu olsun. E tabii insanlar bazen tam anlamayınca, anlamadıkları konularda endişeleri oluyor ve endişelerde tepkileri de olabiliyor. Rezervleri de olabiliyor. Ama o rezervleri aşmanın yolu yine siyasettir. Yani siyasette liderlik böyle zamanlarda gerekir ya. Yani liderlik, kamuoyundaki endişeleri gidermektir. Liderlik, toplumda eğer meseleyi tam anlamama, anlamamanın getirdiği endişeler, korkular varsa onları aşmanın yolu siyasi liderlik de olur. Tam da şu anda eğer Erdoğan "Ben liderim" diyorsa, "Ben siyasi liderim" diyorsa bu liderliğini konuşturması, göstermesi gereken an şu andır. Bu fırsat kaçta anda bir daha bu fırsatı bulamayabiliriz ve hep beraber, "Ya tüh vah" deriz ya, "bir tane fotoğraf karesinden gereksiz tartışmalar yaptık" deriz. Ya da şu oldu da "Vay o kelimeyi niye kullandın, niye tartıştılar, niye kavga ettiler ki bir kelime üzerinden” diye hep beraber üzülürüz.
Ali Babacan: Onun için şu anda bana göre bu süreçte bir reset düğmesi vardır ya hani. Bir aç kapa yaparsınız bilgisayar donduğu zaman. Yani ben biraz o ihtiyacı hissediyorum. Bir reset düğmesi vardır. Dolayısıyla Sayın Erdoğan'ın bir reset düğmesine basıp "Ya arkadaşlar durun herkes bir sakinleşsin, gelin bir konuşalım. Neredeyiz, ne yapıyoruz? Bizim planımız bu, düşüncemiz bu." Yani 8-10 kişiyi toplasa, bu işin mahremine de girerek, hani özel konulara da girerek durumu anlatsa, ya önemli bir konu, "Gelin hep beraber sahip çıkalım, gelin hep beraber omuz verelim bu işe" dese, ben bu işten kaçacak bir tane siyasi parti genel başkanı görmem ya. Ya böylesine bir çağrı olacak, "Gelin arkadaşlar beraber bu terörü bitirelim" diyecek ve "Bana ne?" diyecek. "Ben yapmam" diyecek. Olmaz yani.
İlker Karagöz: Bu çağrıyı yapmayacağını bekliyor musunuz?
Ali Babacan: Ya şimdi, Cumhurbaşkanıyla alakalı şunu yapar, bunu yapmaz demek zor.
İlker Karagöz: Yakından tanıyorsunuz o yüzden dedim?
Ali Babacan: Tabiİ biz Tayyip Bey'le çok yakın çalıştık, yani yıllarca çok yakın, ailecek çok yakın olduk.
İlker Karagöz: Bu çağrıya uyan var mı Sayın Erdoğan? Liderler masası çağrısı.
Ali Babacan: Şöyle pek çok konuda çok rahat ve pragmatik hareket edebiliyor. Yani çok çabuk farklı kararlar alabiliyor. Ben yapmasını arzu ederim.
İlker Karagöz: Bakalım böyle bir çağrı gelecek mi? Çünkü çok önemli.
Ali Babacan: Ben kendisine buradan, ben kendisine buradan bu çağrıyı yapmasıyla ilgili bir çağrı yapıyorum kendisine.
İlker Karagöz: Bir daha alayım, bir daha alayım.
Ali Babacan: Buradan kendisine çağrım, böyle bir çağrı yapın. Herkes otursun, hep beraber sakinleşelim. Herkes bir diline, belagatin dikkat etsin. “Ve hassas bir konu arkadaşlar. Durum budur, budur. Gelin hep beraber bu işi...” Tamam, diğer konularda kavga edebiliriz, anlaşamayabiliriz. Ekonomide anlaşamayabiliriz. Evet, hukukla, adaletle ilgili durum berbat. Evet, şu anda Ana Muhalefet Partisi üzerinde çok ciddi bir baskı var. Bunu da anlıyoruz, ediyoruz. Ama bakın CHP bile gitti o komisyona oturdu, değil mi? Komisyona oturdular, bu önemlidir yani. Diyebilirlerdi ki "Yav kardeşim bu kadar belediyelerimize kayyum atamış, bu kadar saldırı altındayken biz sizin hiçbir şeyinize destek vermeyiz" diyebilirler ama bunu demediler. Geldiler o komisyona oturdular. Bu bir fırsattır. Kimin için fırsattır? Tayyip Bey için fırsattır. Hazır böyle bir durum varken oturup konuşmak lazım meseleleri. Yoksa hep beraber pişman oluruz. Yani niye olmadı, niye yürümedi diyiveririz. Bugüne kadarki resme baktığımızda ön planda Bahçeli görünüyor değil mi? Sayın Bahçeli bunu ilk açıkladı ve hâlâ çok sağlam bir şekilde arkasında duruyor. Ve devletin ilgili birimleri de sürecin tekniğini yönetmeye çalışıyor. İşin siyaset tarafında da sadece komisyona verilmiş bir yük var. Yani bir bakıma siyaset tarafı komisyona havale edilmiş durumda.
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: İşte o komisyona havale etmemek lazım. Siyasi liderlerin liderler olarak bu işe sahip çıkması lazım. Onda bir çerçeve oluşup o çerçevenin de komisyonda uygulanması lazım. Yoksa komisyondaki arkadaşlara da yazık, onlara da yük yani. E liderlerinden fazla bir ses çıkmıyor. Buradaki arkadaşlar “bunu mu yapsak, şunu mu yapsak” falan diye siyasi yükü de oradaki komisyon üyeleri çekmek zorunda kalıyor. Bu başka türlü de yönetilebilir. Ve başka türlü yönetilirse ben inanıyorum ki bu başarıya ulaşır. Bunu bakın sadece bu mesele için değil, dünyadaki pek çok çatışma çözümünü izlemiş, bazı çatışma çözümü konularında da bizzat işin içinde olmuş bir insan olarak söylüyorum. Filipinler'de eskiden bir terör örgütü vardı. Sürekli sorun çıkardı. Sürekli güvenlik hadiseleri yaşanırdı, insanlar ölürdü. Şu anda tamamen çözülmüş durumda. Bu nasıl çözüldü? Bak benim Dışişleri Bakanlığı dönemini de kapsayacak bir süreçte Türkiye'nin de müdahale olduğu bir çatışma çözümüyle çözüldü. Ve şu anda herkes mutlu. Oradaki Müslüman azınlık da mutlu. Filipinler'in diğer adalarında yaşayan insanlar da mutlu. Çözülebilir.
İlker Karagöz: Ülkemizde de bu formül üzerinden ilerlensin… Son fırsat mı diyorsunuz?
Ali Babacan: Bizden geldiler, resmen arabulucu olmamızı istediler o zaman. Dışişleri Bakanı bizzat geldi dedi ki; “ya bu çok ama dedi aman kimse duymasın. Çünkü biz devlet olarak bir başka devleti kendi vatandaşlarımıza arabulucu olarak davet etmemiz bizi içeride zor duruma sokar. Bunu sessizce götürebilir misiniz?” Dediler. Biz de “tabii ki” dedik. Sessizce götürdük ve uzun sürdü ama neticeye vardık. Dolayısıyla burada iklim, iklim önemli. Bu iklimde ancak siyasi liderlikle bu iklim düzeltebilir ve bunun da bir an önce yapılması lazım.
İlker Karagöz: Efendim şimdi siyasetten yine son bir soru olsun. Sonra ekonomiye geçelim. Çünkü asıl hazırlığımız ekonomi üzerinden. Sayın Babacan senelerce ekonominin başında, memlekette önemli adımlar, onları da gördük. Bir taraftan iki aydır Sayın Babacan'ın ismini AK Parti'de de çok fazla duymaya başladık. E ne oluyor? Yine kendisine soracağız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, burada devam eden dava ve bu davanın TRT'den yayınlanması. Bahçeli destekledi. CHP zaten istiyor. Erdoğan kapıyı aralık bıraktı. E Meclis'te biz MHP ve AK Parti'nin oylarının “hayır” ya da “ret” şeklinde çıktığını gördük. Ne düşünürsünüz? TRT'den yayınlanmalı mı?
Ali Babacan: Şimdi biliyorsunuz pek bu konu pek çok ülkede davaların nasıl yürütüleceği, bunun kamuoyuyla nasıl paylaşılacağı pek çok ülkede farklı farklı yöntemlerle yapılıyor. Biz daha çok neye bakıyoruz? Bu Avrupa Konseyi'ne bakıyoruz. Avrupa Birliği'ne bakıyoruz. Dolayısıyla burada bakmamız gereken kriterler oradaki referanslar olması lazım. Çünkü Türkiye, Avrupa Konseyi'nin kurucu ülkesidir. AHİM sistemindeki bir ülkedir. Ve bizim yargı reformuyla ilgili pek çok konumuz aslında oradaki sistemin izlerini taşır. Dolayısıyla bunu burada yapılacak iş, gidip oradaki referanslara bakıp Avrupa Konseyi'nin referanslarıyla nasıl bir süreç yürütebilir ve bu işte şeffaflık nasıl sağlanabilir? Hangi aşamada, hangi konular kamuoyuyla nerede, nasıl paylaşılmalıdır? Bunların hepsinin bir ince çalışması gerekir. Yani TRT'de canlı yayınlansın ya da tamamen kapalı yürüsün gibi iki uç arasından başka formüller de bulunabilir. Yani burada önemli olan, evet bir mahkeme var ama bu süreç kamuoyu vicdanında ne kadar karşılık buluyor değil mi? Asıl çözülmesi gereken soru bu. Ya maalesef yargıya ve adalet sistemine olan güven şu anda yerlerde süründüğü için Türkiye’de, bir bakıma milletin vicdan terazisine, milletin adalet terazisine bu işi nasıl taşıyabiliriz? Asıl soru o. Dolayısıyla bunun çözümüyle ilgili de pek çok formül bulunabilir. Ha çalışır nihayetinde ortak TRT yayınıysa o da olur yani. Biz ona da hani tamamen kategorik karşı değiliz. Ama bu iki uçta dolanma yerine farklı yöntemler de olabilecek olabilir diye ben düşünüyorum.
İlker Karagöz: Dünyadan örneklerle ilerlesin. Peki Almanya'ya gittiniz davetli olarak. İngiltere'ye gittiniz davetli olarak. Ekonomi başlığına bir geçiş de yapmış olalım. Sürekli şunu duyuyoruz. Almanlar bizi kıskanıyor. İşte ne bileyim, Batı bizi kıskanıyor. Gittiniz, gördünüz, konuştunuz, bilgiler paylaştınız. Orada bir kıskançlık gördünüz mi Türkiye'ye yönelik?
Ali Babacan: Ya şöyle, ben hem İngiltere'de hem de Almanya'da kendi vatandaşlarımızla, oradaki iş insanlarımızla ve aynı zamanda düşünce kuruluşlarıyla toplantılar yaptım ve toplantılara gelen kişilere baktığımızda da oradaki pek çok büyükelçiliklerden geldiler, dinlediler. İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan geldiler, not aldılar, soru-cevap, bayağı yoğun programlar yaptık. Şimdi ben gittiğim her toplantıda, yani “şu andaki iktidara kızıp da Türkiye'yle ilgili olumsuz bir kanaate sahip olmayın” dedim. Ana mesajım oydu. Ya Türkiye büyük bir ülke. Türkiye bugün diplomatik misyon sayısı, büyükelçilik ve başkonsolosluk sayısı açısından baktığımızda, dünyadaki üçüncü ülke. Çin, Amerika, arkasından biz geliyoruz. Yani dünyayla en çok hangi ülke entegre? Diplomatik misyon açısından, diplomasi açısından diye baktığımızda Çin'den, Amerika'dan sonra üçüncü sıradayız. Bugün Türk Hava Yolları, dünyada en çok ülkeye uçuş yapan havayolu. 130’dan fazla ülkeye İstanbul'dan uçmak mümkün bugün. Sadece Türk Hava Yollarıyla. Dolayısıyla-bu ülkenin büyüklüğünü, turizmde artık dünya dördüncüsü olduğumuzu, yılda 60milyon insanın Türkiye'yi ziyaret ettiğini, bunların hepsini herkese anlattım ve anlatıyorum. Ama Türkiye'nin özellikle bu adalet ve hukukla ilgili karşı karşıya kaldığı sorunlar, yeri geldiğinde anayasanın tanınmaması, Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararlara başka mahkemelerin uymaması, AİHM kararlarının ki rahmetli Özal getirmiştir Türkiye'ye bakın. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının AİHM’e başvuru hakkı Özal'ın döneminde gelmiştir. Yani “kendi iç sistemimiz tıkanırsa, bir bakıma binanın ana şalteri olan bir sigortası olur ya. Gitsinler insanlar oraya başvurabilsin” diye. o gün bugündür de çalışır fakat AİHM kararları anayasamızda hüküm olduğuna rağmen Türkiye'de uygulanmıyor. Ve bunlarla ilgili bütün konular özellikle yatırımcılar açısından, iş dünyası büyük bir soru işareti.
İlker Karagöz: Selahattin Demirtaş'ın tahliyesini bekliyor.
Ali Babacan: Evet, evet.
İlker Karagöz: Yani haftalar geçti.
Ali Babacan: Dosyası bomboş. Yani öyle bakın. Demirtaş, Kavala, Can Atalay, ya bu-bunların dosyaları boş.
İlker Karagöz: Tayfun Kahraman.
Ali Babacan: Evet, bu insanların tutuklu hükümlü olmasını gerektiren bir şey yok dosyalarda.
İlker Karagöz: Gazeteciler tutuklu. Fatih Altaylı.
Ali Babacan: Bunu kendi Anayasa Mahkememiz yeri geliyor söylüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yeri geliyor söylüyor ama uygulanmıyor. Şimdi böyle bir ülkede ekonominin düzelmesi mümkün değil. Çünkü hukuk yoksa, adalet yoksa ekonomi olmaz. İnsanlar kendini hukuki açıdan güvende hissetmeden yatırım yapmaz. Yeni iş alanı olmaz. Parası olan, yatırımı olan bile başka ülkelere bunu taşıma derdine girer.
İlker Karagöz: Ya Mehmet Şimşek ne yapsa bu taraf düzelmeden, adalet düzelmeden…
Ali Babacan: Olmuyor işte. Olmuyor. Zannettiler ki “2023 seçimlerinden sonra biz Ali Babacan'ın yakın çalışma arkadaşlarından alırız, ekonominin başına koyarız, onlar da bu işi toparlarlar” zannettiler. Hâlbuki mesele bir-iki kişiden ibaret değil. Mesele, topyekûn ülkenin yönetiminin revizyonu. Topyekûn yönetim sisteminin değişmesi. Hukukla, adaletle ülkenin yönetilmesi; ehliyetli, liyakatli kadrolarla yönetilmesi, dürüst ve ehil insanların kadrolarda olması ve kararların mutlaka, mutlaka istişare ile alınması.
İlker Karagöz: AK Parti'de Ali Babacan isminin son iki ayda bu kadar sık konuşulması, yükselmesi neye bağlıyorsunuz?
Ali Babacan: Aslında biliyorsunuz bir 1 Ekim ve 29 Ekim resepsiyonları ve o resepsiyonlarda çekilen bazı fotoğrafların tetiklediği tartışmalar bunlar. Ama ben şöyle okuyorum açıkçası; Biliyorsunuz ben AK Parti'nin ilk kurucu 73 isminden birisiyim. Yani parti tüzüğü, parti programını yazan, redakte eden ekibin de içindeydim aynı zamanda. Öyle dışarıdan değil, içinde yani. Bütün seçim beyannameleri, beş yıllık kalkınma planları… Hepsinin, hepsinin koordinasyonun başındaydım ya da içindeydim bakın. Asıl partinin kodları ve Türkiye'nin o başarılı döneminin formülünü, püf noktalarını bilen bir insanım. O 73 kişi içerisinde Tayyip Erdoğan var, Abdullah Gül var, ben varım, Abdüllatif Şener var, Cemil Çiçek var. Var, var, var.
İlker Karagöz: Bülent Arınç var.
Ali Babacan: Bülent Arınç var. Cemil Bey galiba sonradan onun karıştırıyordu.
İlker Karagöz: Hüseyin Çelik.
Ali Babacan: Hüseyin Çelik var, var, var, var. Ve AK Parti'nin en başarılı olduğu dönemde, özellikle 2003-2013 arasında da ben çok kritik görevlerdeydim. Dolayısıyla AK Parti camiasıyla, AK Parti seçmeniyle, özellikle AK Parti seçmeniyle bizim gönül bağımız hep durmuştur. Yani ben ayrılsam da DEVA Partisi'ni kurmuş olsak da arkadaşlarımızla beraber o gönül bağı duruyor zaten. Ya bizi farklı, dışarıda, uzakta bir insan olarak zaten görmezler.
İlker Karagöz: Vatandaşla ki gönül bağının dışında bir de AK Parti'nin içinde bu kadar Ali Babacan isminin konuşulması.
Ali Babacan: Önce taban çok önemli. Yani bu tabandaki o şey önemli. Oradaki tabandaki gönül bağı duruyor.
İlker Karagöz: Sayın Davutoğlu’nda yine burada ağırladığımızda, efendim o fotoğraflara baktık, işte gerçek Türkiye fotoğrafı, e bu cümleleri de duyduk. E “davet gelse gider misiniz?" Diye bir soru yönelttik. Aynısını size de sorayım. Davet gelse hangi şartlarda gidersiniz? Gider misiniz, diyeyim.
Ali Babacan: Öncelikle gitme gelme kelimelerini biz kullanmıyoruz. Bir de benim söylediklerim aman karıştırılmasın. Yani benim söylediklerimin kendi içinde ve daha önceki söylem silsilesiyle mutlaka değerlendirilmesini özellikle burada tekrar bir vurgulayayım. Şimdi şuraya getirmek istiyorum sözü. O fotoğraflar ya da o tartışma, insanlarda o eski güzel günleri çağrıştırdı. “Ya eskiden gerçekten iyi şeyler vardı, güzel şeyler vardı. Ali Babacan da buradayken güzel şeyler oldu” diye o eski güzel günleri hatırladı insanlar. Dolayısıyla öyle bir toplumsal duygu var. Onu biz gittiğimiz bütün illerde görüyoruz. Teşkilatımız da hissediyor. Ancak şunu unutmayalım. Ben ve AK Parti'de siyaset yapan arkadaşlarımız biz niye ayrıldık, niye ayrıldık? Kuruluşu olduğumuz, kuruluşu olduğumuz, kuruluşuna imzası olduğumuz partiden niye ayrıldık? Çünkü dedik ki; “hukukla, adaletle ilgili sorunlar var” dedik. Ta 2012'de, 13’te defalarca Başbakan Yardımcısıyken ben bunu söyledim. “Bakın, hukukta, adalette işler kötü. Bunları düzeltmezsek orta gelir tuzağına düşeceğiz” dedim. Defalarca söyledim bunları. İkincisi kadrolar. “Kadrolarda dürüst ve ehil insanlar gidiyor, yerine dürüst olmayan ve işi bilmeyen insanlar geliyor” dedik. Yanlış bu “Bu kadrolarla bu ülke yönetilemez" dedik. “Artık kararlar istişare edilmeden alınıyor” dedik. “İstişaresiz kararlarla yanlışlar yapılır, yanlışlar çoğalır” dedik. “Yolsuzlukla mücadelede gereken yapılmıyor” dedik. Defalarca açıklamam vardır benim. “Bu partiyi kurarken adını AK koyduk. AK ne demek? Lekesiz, temiz. Böyle bir partinin yolsuzlukla mücadele konusunda sağlam bir duruş ortaya koyması lazım. Yoksa bu beka meselesi haline gelecektir” dedik. Ben bunu Başbakan Yardımcısıyken söyledim defalarca kürsü konuşmalarında ve televizyon kanallarında. Bu sebepler, bizim ayrılma sebeplerimiz. Benim ayrılmanın kök sebepleri. Peki dönüp baktığımızda bu sebeplere bunların hepsi yerinde duruyor. Hukukla, adaletle ilgili sorunlar var mı? Var. Kadrolarla ilgili problemler var mı? Var. İstişare var mı? Pek çok konuda yok. Peki yolsuzlukla mücadelede bir irade var mı? Yok. E peki ayrılma sebeplerimiz yerinde dururken nasıl olacak da tekrar bir birliktelik olacak? Ya bu işin, bu işin özünde yok yani.
İlker Karagöz: Yani ekonomide ihtiyaç var denilirse de yine bunları mı hatırlatacaksınız? Bunları düzeltmeden ben bu AK Parti'ye gelmem. Kuruluştaki Ak Parti başka…
Ali Babacan: Gelip bakın biz DEVA Partisi'yiz öncelikle bakın.
İlker Karagöz: Katkı vermem ya da işte o çalışmaların içinde…
Ali Babacan: Yani burada partiler arası meseleyi konuşuyoruz yani. DEVA Partisi'yle Ak Parti arasındaki mesele bu. Yoksa Ali Babacan, AK Parti gitme gelme meselesi değil yani. Öyle bir şey değil. Yani DEVA Partisi'yle AK Parti olarak konuşuyoruz burada. Şimdi, bu sebepler şu anda olduğu gibi ortada duruyor. Peki bu sebepleri ortadan kaldırıcı bir irade görüyor muyuz bugün itibariyle? Yok. Peki ileride böyle bir irade ortaya konulabilir mi? Onu da bilemiyorum. O kendi tercihleri çünkü. Bakın biz 2023 seçimlerinde CHP'yle bile, bile dememe çok takıldılar, onun için onu da izah etmek için söylüyorum. Özgür Özel'e soruyor bir gazeteci arkadaşımız. "Ya Ali Babacan bile" diyor, "bile" diyor. Ya CHP'yle bile biz oturmuşuz masaya. Niye? E çünkü siyasi kodlar ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi'nin şöyle bir, yakın tarihteki geçmişine baktığımız zaman bizim katılmadığımız, uzlaşamayacağımız pek çok konu var. 2023’te o günkü parti yönetimi ne dedi? “Helalleşme” dedi. “Yanlışlarımız vardı, biz artık düzeltmek istiyoruz” dedi. Bir düzeltme iradesi ortaya koydu. Ve onlarla biz tuttuk bir anayasa paketi hazırladık. 2300 maddelik ortak eylem planı hazırladık. CHP'nin geçmişinde değil, ülkenin yarınlarında buluştuk. Cumhuriyet Halk Partisi'yle, İYİ Parti'yle. O gün altı parti biliyorsunuz. Partilerin geçmişlerini konuşmadık. Ülkenin yarınlarında buluştuk. Ve bir ittifak içerisinde yer aldık. Hep beraber.
İlker Karagöz: DEM yoktu orada. O altılı masada DEM de varmış gibi davranıldı Cumhur İttifakı tarafından. Nasıl bir tartışma yaşanmıştı? Şimdi başka mesela DEM'e yakınlık başka.
Ali Babacan: Şimdi o günlerde seçim kampanyasında, Pervin Hanım, Pervin Buldan'ın bizim genel merkezde bizi ziyaretinde benimle olan görüntülerini sürekli televizyonlarda döndürüyorlardı. “Bakın kimler kimlerle beraber” diye. “Altılı Masa teröristlerle iş birliği yapıyor” diyorlardı. Fakat iş döndü dolaştı, Pervin Hanım, rahmetli Sırrı Süreyya Bey şimdi, onun yerine Mithat Bey heyette. Bakıyorum Külliye’ye gidiyorlar, geliyorlar. Tayyip Bey'le konuşuyorlar. Yani o gün "Konuşmak doğru" diyorduk. "Biz konuşarak meseleleri çözeceğiz" diyorduk. "Siz teröristlerle konuşuyorsunuz" diyorlardı. E şimdi bizim dediğimiz noktaya geldiler bakın. Yani bu aslında Tayyip Bey için çok önemli bir dönüştür. Yani pek çok konuda pragmatik olabiliyor, onu söylüyorum. Mesela bu konuda, yani DEM ile olan ilişkilerde ve terör sorununu çözümde çok önemli bir dönüş yaptı ve pragmatik davrandı. Diğer konularda benzer bir pragmatizm olur mu? Farklı bir şey olur mu? Bugünden bir şey söylememiz mümkün değil. Ama bu kafada devam ettiği sürece yönetim, iktidar, iktidar bu kafada devam ettiği sürece "bizim yaptığımız doğru kardeşim, biz bildiğimizi yapmaya devam ettiğimiz" sürece de yollarımızın kesişmesi mümkün olmaz. Dolayısıyla biz hiçbir partiyle kapıları kapatmıyoruz. Hiçbir partiyle aramıza duvarlar örmüyoruz. Ne Ak Parti’yle ne Cumhuriyet Halk Partisi’yle ne de diğer partilerle. Her partiyle diyaloğun esas olduğunu söylüyoruz. Ama mesele iş birliğiyse, beraber bir şeyler yapmaksa, onu yapmak için bir ortak zemin lazım, ortak hedef lazım. Ortak ilkeler ve değerler lazım. O ortak zemin olmadıktan sonra iş birliği de mümkün olmaz.
İlker Karagöz: Süremiz azalırken dün de aslında buna değindiniz. Vatandaşlarda da bir tepki doğurdu. Üst düzey bürokratlar ve onlara seyyanen 30 bin zam yapılması. Sonra tabii ayrıca bir zam daha yapılacak ve siz de dediniz ki bu hak mı? Bunu biraz açar mısınız? Nasıl yaklaşıyorsunuz?
Ali Babacan: Öncelikle bu işin usulü bana göre çok yanlış. Yani özlük haklarıyla ilgili bir konu… Bütçe görüşmeleri sırasında ve Plan Bütçe Komisyonu'nun bütçeyi görüştüğü son gün apar topar bir önergeyle sunulması yanlış bir iş. Şu anda İlker Bey; kamuda çalışan, devletten maaş alan 5 milyon 290 bin insan var Türkiye'de. 5 milyon 290 bin insan var. Ve bunlar farklı farklı dönemlerde farklı farklı mevzuatla işe girmiş insanlar. Ve özlük hakları açısından baktığımızda da çok geniş ve karmakarışık bir yapı var. Eğer mesele belli vasıfta olan, yönetici vasfı olabilir ya da teknik birikim olabilir, tecrübe olabilir; yöneticilik ve birikim açısından bazı insanları kamuda tutabilmek, özel sektöre kaymalarını önlemek ise o zaman çok daha geniş bir perspektiften bir çalışma yapılabilir. Ama bu çalışma yapılırken mutlaka adalet ilkesi ile yapılmalı. Yani biz bu işin öncelikle usulüne karşıyız. Şimdi bakıyoruz, kimler? Yani TBMM Genel Sekreteri, SGK Başkanı, AFAD Başkanı. Talim terbiye nedir? Yönetici, yönetici, yönetici. Başka kimler?
İlker Karagöz: TÜİK Başkanı, Endüstri Kurumu Başkanı.
Ali Babacan: Bütün yöneticiler. Başka nedir? Kontrolör, Baş kontrolör, baş denetçi. Bu da nedir? Yani biraz özel birikim gerektiren, özel tecrübe gerektiren görevler. İşte uzmanlar, değil mi? Uzmanlık sistemindeki insanlar. Uzuyor, uzuyor, uzuyor. Bir sürü listede insanlar var. Ben ihtiyacı anlıyorum, gereksinimi anlıyorum. Ama bu yöntemin yanlış olduğunu söylüyorum.
İlker Karagöz: Yeni bir haksızlık ortaya çıkarıyorsunuz.
Ali Babacan: Evet, yeni bir haksızlık ortaya. Yani bir işi düzeltirken başka yeri bozuyorsunuz. Hele hele çalışanlarla emekliler arasındaki denge bozuldu gitti. Yani bugün bir bakın üst düzey bir kamu yöneticisinin, bir mesela müsteşarın eski sistemde, bir müsteşar yardımcısının ya da bir genel müdürün, genel müdür yardımcısının çalışanlarla, emekliler arasındaki uçurum dağıldı gitti. Çok büyük bir fark oluştu. Yani eskiden çalışanla, belli devlet görevlerinde çalışanlarla onların emekliler arasında hep bir denge gözetilirdi. Bu denge falan da kayboldu gitti. Yani eğer bir şey yapılacaksa topyekûn ve adalet ilkesine bağlı kalmak lazım. Sağlam, objektif kriterler koymak lazım ve buna göre yapmak lazım. Yoksa apar topar “şurada ben bunu çözüvereyim de ondan sonrasına bakarım” demek usul olarak da yanlış, adalet de sağlamaz, başka adaletsizlikler doğurur.
İlker Karagöz: Demografi açısından ortaya çıkan olumsuz bir tablo var. Daha fazla işte gencin evlenmesi ve çocuk sahibi olması da teşvik edilmeye ya da işte telkinlerini duyuyoruz biz siyasette. Büyük Birlik Partisi lideri Destici, Mustafa Destici de "Evli olmayana iş vermeyelim" dedi. Yani meseleyi bu şekilde çözebilmek mümkün mü? İnsanlar neden evlenmiyor? Boşanma oranları neden bu kadar arttı? Kısacık buna da bir yorum alayım.
Ali Babacan: Sanırım bu hani “gençler evlensin, çoluk çocuk sahibi olsun, evliliği teşvik etmemiz lazım. Nasıl teşvik edeceğiz?” derken ifade edilmiş sözler galiba bunlar. Şu önemli tabii, ya aile kurumu bizim toplumumuzun temel direğidir. Toplumsal yapımızdan. Mutlaka aile kurumunu desteklememiz lazım. Evlenmek isteyen gençlerimizin gönül rahatlığıyla, maddi kaygılar olmadan evlenebilmesi lazım. Evlenen gençlerimizin çocuk sahibi olmak için, ülkenin yarınlarına, daha güzel yarınlarına ulaşabilmek için ekonomik açıdan da psikolojik açıdan da daha rahat olmaları lazım. Yani bu baskı ikliminin olmadığı, özgür bir Türkiye'de ve insanların yarınlara umutla bakabildiği bir Türkiye'de evlilik daha çok olur ve daha çok bebek dünyaya gelir. Ama korkuların olduğu, baskıların olduğu ve ekonomik açıdan insanların önünü göremediği dönemde de evlilik sayısı azalır, çocuk sayısı azalır. Şu anda bakın geçen yıl ilk defa, daha 2025 istatistikleri yayınlanmadı ama 2024 yılında ilk defa Türkiye'deki boşanma sayısı, evlilik sayısının üçte birini geçti. Bu tarihimizde ilk defa oluyor. Evlenenlere ve boşananlara bakıyorsunuz, üç kişi evlendiyse bir kişi boşanmış bu ülkede.
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: Ya bir de mevcut yuvalar yıkılıyor. Bu yuvaların yıkılmasının arkasında ekonomik sebepler var. Sanal kumar, sanal bahis meselesi var bakın.
İlker Karagöz: Sosyal sebepler de var.
Ali Babacan: Sosyal sebepler var. Yani var, var, var. Şimdi öncelikle boşanma sebeplerine inmek gerekiyor. Bunları ortadan kaldırıcı devletin tedbir alması gerekiyor. İnsanlar, gençler niye evlenemiyor? Bunların destek lazım. Ama en önemlisi, en önemlisi de bir umut lazım, Umut.
İlker Karagöz: Yani “evli olmayana kamuda iş vermeyelim” demek...
Ali Babacan: Yani o, artık onu Sayın Destici'ye sorun. Ben bir şey demeyim. Yani o kendi sözü. Artık çok şey yapmak istemem ama buradaki amaç yani evliliği teşvik.
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: Ama tabii ki gençlerimizin de iş bulması lazım. Evli olsun, olmasın, yani çalışmak isteyen herkesin insan onuruna yakışır bir iş ve insan onuruna yakışır bir maaşa sahip olması lazım. Temel ilke bu. Ama bunun olması için de umut, umut. Yatırımcı, iş insanı, umut sahibi olacak, yatırım yapacak, yeni iş yerleri açacak. Gençlerimiz umut sahibi olacak, çalışacaklar, iyi okullardan mezun olacaklar, işlerde çalışacaklar, evlenecekler, çoluk çocuk sahibi olacaklar. Ama bunların hepsi umut, umut, umut. Ama insanların umudunun tükendiği, yarınlarını göremediği bir ülkede maalesef bunların hepsi bitiyor. Kadınlarda bakın doğurganlık hızı 1.45’e düştü ya.
İlker Karagöz: Bir karanlıktan çıkılması gerekiyor yani.
Ali Babacan: Fransa'da şu anda doğum Türkiye'den daha fazla düşünün. Fransa'nın altına düştük, Avrupa'nın altına düştük. Normalde Avrupa'da olsun, Amerika'da, Japonya'da, nüfus yaşlanır ama zenginleşerek yaşlanır. Yani zenginleşerek yaşlanan bir nüfus vardır. O işte zenginleşerek yaşlanan nüfusa gelip Türkiye'de tatil yapıyor biliyorsunuz yani sahillerde bakın.
İlker Karagöz: Bizim emeklimizde…
Ali Babacan: Ama Türkiye zenginleşemeden yaşlanıyor, bakın. Nüfusumuz yaşlanıyor, doğum hızı az-alıyor, nüfus yaşlanıyor ama zenginleşmeden, üstelik fakirleşerek yaşlanıyor. Ve ilk defa Türkiye'de bir nesil kendinden sonraki neslin geleceğinden kaygılı. Ben çok anne babadan duyuyorum, “ya biz çok şükür hani bir şekilde okuduk, işimiz oldu, gelirimiz oldu. Bir şekilde çocuklarımıza bir standart yaşattık ama kendi çocuklarımızın bizim standardımızın çok daha altında bir hayat süreceğinden korkuyoruz. Bizim onlara sağladığımız imkanları, çocuklarımızın torunlarına sağlayamayacağından endişeliyiz” diye. Türkiye'de ilk defa oluyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, kurulalı hep ileri, hep ileri, hep ileri gitmiştir. Zikzak olmuştur ama istikamet hep ileri olmuştur. Hep yukarı olmuştur. Şimdi ilk defa son on yıldır arka arkaya istikamet geri ve Türkiye aşağı doğru iniyor.
İlker Karagöz: Şimdi tabii çocuklarla ilgili bir kaygı daha var. E, kalıcı yaz saati. Ve burada bir düzenleme istiyorsunuz, bekliyorsunuz. E, buradaki çağrınızı da hemen öğrenebilir miyiz?
Ali Babacan: Bu son derece yanlış bir uygulama bakın, son derece. Damat döneminin uygulamasıdır.
İlker Karagöz: Tasarruf var mı efendim? Varsa da psikolojik olarak yok herhalde.
Ali Babacan: Akşam, elektrikler den tasarruf edelim derken sabah elektrikler yakılıyor. Şimdi sabahleyin İstanbul'da siz tabii çok erken saatte başlıyorsunuz ama normalde ailesini…
İlker Karagöz: Sürekli karanlıktayız, aydınlatmaya çalışıyoruz.
Ali Babacan: Yani ailede okuyan bir çocuğu olan, okula gidecek, Ya da bir fabrikada çalışan insanlar sabah uyandığında şu an da elektrikleri yakmıyor mu İstanbul'da?
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: E ne oldu? Akşam yakacak elektriği sabah yakmaya başladı insanlar. Bu çok fark etmez bakın. Önemli olan, önemli olan çocuklarımızın aydınlıkta, güven içerisinde okula gitmesidir. Şu anda çocuklar karanlıkta okulda çıkıyor. İşte aralık ayının sonuna doğru İstanbul'da neredeyse güneş 8 buçukta doğacak. Çocuklar okula vardığında daha güneş yeni yeni doğmaya başlıyor. Bu doğru değil. Bunun bir an önce düzeltilmesi lazım. Bir an önce normalleşmesi lazım. Ve Türkiye saat dilimi olarak da saat uygulaması olarak da Avrupa kıtasından kopmuş durumda. Yani Türkiye sadece hukukta, adalette, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi kriterlerinden kopmadı. Türkiye saat diliminde de saat uygulamalarından da baktığımızda oradan kopmuş oldu. Bunların düzeltmesi lazım. Çok kolay da inan bir düzenleme yani. Bir resmî gazetede yayınlanacak bir satırdır. Hemen düzeltilebilir. Ama bu ısrardan, inattan da hükümetin vazgeçmesi lazım. Yani şu zor. “Ya hata yaptık, düzeltiyoruz” demek Tayyip Bey'e zor geliyor, bunu anlıyorum. “Hata yaptık, düzeltiyoruz” ama daha önce yaptı pek çok konuda. Bu konuda da yapar, başka konularda da yapabilir. Yeter ki bu ülke, düzlüğe çıksın. Şu seçime kadar daha kötüye gitmeyelim.
İlker Karagöz: Bugüne kadar sürekli yapılan hatalar bir şekilde düzenleniyor ya da düzeltiliyor. Belki burada da sizin yaptığınız çağrı ve pek çok izleyicimizin de yaptığı çağrı şeklinde kalıcı yaz saati uygulamasından vazgeçilir. Efendim, son sorumuz, yerli üretimi de destekleyecek bir çıkışınız, çağrınız. Hatta taksicilerin de belki de dikkatini çeken bir çağrıydı. Onu da duyalım efendim.
Ali Babacan: Biliyorsunuz şu anda, Türkiye'de yeni araç alımında ÖTV çok yüksek.
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: Bir de üzerine %20 KDV'yi eklediğinizde aracın gerçek değerinin çok daha üzerinde bir bedelle insanlar otomobil almak zorunda. Ve taksilerimiz de aşağı yukarı son dokuz, on yıldır yenilenemedi. Yani en son hatırladığım kadarıyla 2016'da bir ÖTV'siz taksi satışı düzenlemesi yapıldı. 2016'da bir yenileme oldu. Ama dokuz yıldır artık taksilerimiz eski. Şöyle bir İstanbul'da, bir taksiye bindiğinizde bakın arabanın dışına, içine, eski. Ve bu süre içerisinde de teknoloji değişti. Yani bundan dokuz sene önce elektrikli otomobil hayatımızda yoktu. Şimdi elektrikli otomobil diye bir gerçek var.
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: Bakım onarım masrafı çok daha düşük. E, yakıt tasarrufu çok daha iyi.
İlker Karagöz: Siz de kullanıyor musunuz?
Ali Babacan: Evet, bizim ailemizde de var elektrikli otomobil. Doğru.
İlker Karagöz: Yani ne kadar tasarruflu olduğunu test ederek anlıyorsunuz.
Ali Babacan: Tabii, tabii çok, çok. Yani işte biz üç yıldır kullanıyoruz. Daha bir kere bakıma gitmedi. Yani balataları değişmedi. Çünkü gazdan ayanızı çekince kendisi yavaşlıyor ya, frene basma ihtiyacı da az. Yani balatalar yıpranmıyor. Bir tek cam suyunu doldurduğunuz bir yer var. Camın silecek suyu. Bu silecek suyunun suyunu dolduruyorsunuz, devam ediyorsunuz.
İlker Karagöz: Taksici esnafı için de böyle bir çağrınız var şimdi.
Ali Babacan: Ne yağ değişimi var ne parça. Hani 10 binlik bakım, 15 binlik bakımlar oluyor ya, öyle bir şey de yok. Bakım falan da yok. Taksiler için, onun için ideal. Dolayısıyla biz şöyle bir proje önerdik. Dedik ki, “Şu anda bir tane yerli markamız var. İleride iki markamız olsa, üç markamız olsa onlar için de olabilir. Ama şu anda bir tane yerli markamız olduğu için bu yerli markamızın taksilerde kullanılmasıyla ilgili bir kampanya başlatsın” çağrısında bulunduk. Dedik ki; Bu yerli markamız taksilere özel, gerekirse spektrinde de bazı uyarlamalar yapılarak üretilebilir. Ve ÖTV'siz, KDV'siz bir şekilde, ki fiyat bayağı düşüyor. Aynı zamanda KOSGEB'in de uygun finansman paketiyle beraber yani taksi, taksici esnafımızın rahat ödeyebileceği şekilde taksiler yenilenebilir. Bu mümkün ve biz bunu hükümete öneriyoruz. Yani şu anda biz iktidar olsak bunu yaparız. Eğer yapmazlarsa biz iktidar olunca zaten yapacağız. Ama iki yıl daha ya da bir yıl daha neyse seçim ne zaman bilemiyoruz. Hani hem taksicilerimiz hem vatandaşımız bu çileyi çekmesin, bir an önce ülke düzelsin diye hükümete çağrı yaptık. Ve bu projeyle beraber hem halkımız en son teknolojiye sahip tertemiz, pırıl pırıl taksilerde yolculuk edecek; hem taksici esnafımızın başı ağrımayacak. En modern teknolojiyi kullanmış olacaklar. Maliyetleri çok çok düşecek. Yani, bakım onarım için sanayiye git gel olmayacak.
İlker Karagöz: Bakalım bu sizin teklifiniz. Acaba hükümet nasıl yaklaşacak?
Ali Babacan: Ve taksi duraklarına şarj istasyonu kurulması çok kolay. Şarj istasyonunda kullanılan elektrik var ya?
İlker Karagöz: Evet.
Ali Babacan: Bu elektrik toplu pazarlıkla normalden de daha ucuza alınabilir. Çünkü dağıtım şirketleriyle oturup konuşacaksınız, “Arkadaş şu kadar bin taksi var, şu kadar durağa da ben şarj istasyonu koyuyorum. Taksiciye özel sen elektriği kaç para yapacaksın?” Bu oturulmuş pazarlığı yapılır, bunlar çok kolay. Ve böylece, şehirlerimizin çehresi değişir. Yılda 60 milyon insan geliyor, Türkiye'yi ziyaret ediyor yabancı. Bakarlar, sağına bakarlar, soluna bakarlar. Kendi yerli markamızı görürler. “Ya bak, Türkiye'de böyle marka varmış” derler. Yarın kendi ülkelerinde satılmaya başladığında daha güvenerek alırlar. Yani bunu reklam pek çok, yani kazan, kazan, kazan projesi bu. Ama sırf biz teklif ediyoruz diye yapmazlarsa da o zaman ayıp ederler yani. Başka ne diyeyim?
İlker Karagöz: Efendim çok teşekkür ederiz. Çok sağ olun. Geldiniz çalar saate. Bir taraftan süreçle ilgili Ali Babacan'ın önemli çıkışı, önemli çağrısı var Cumhurbaşkanı Erdoğan'a. Yine ekonomiyle ilgili anlattıkları asgari ücret hesabı, hesap makinesi ile DEVA Partisi lideri Ali Babacan, cumhurbaşkanı adayı aynı zamanda DEVA Partisi'nin Çalar Saatte konuğumuzdu. Teşekkür ederim.
Ali Babacan: Ben teşekkür ediyorum, sağ olun.
İlker Karagöz: Ve ben de şimdi bir soruyla bir başka habere gideceğim. Biz bu memlekette, bu zengin memlekette evlatlarımıza bir öğün yemek veremiyor muyuz?