9 Ekim 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Küçükçekmece İlçe Kongresı̇ Konuşması

9 Ekim 2021

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN KÜÇÜKÇEKMECE İLÇE KONGRESİ KONUŞMASI

Saygıdeğer konuklar,

Değerli yol arkadaşlarım,

Küçükçekmece’nin demokrasiye ve atılıma hasret kalmış kıymetli insanları,

Siyasi partilerin ve sivil toplum kurumlarımızın değerli temsilcileri,

Kıymetli muhtarlarımız,

Değerli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

*****

Bugün bu salonda, Türkiye’nin huzura kavuşacağı günlerin hasretiyle yanıp tutuşanları görüyorum.

Adil bir Türkiye’nin, eşitlikçi bir Türkiye’nin, özgürlükçü bir Türkiye’nin mimarlarını görüyorum.

Yoksulluğun kader olmadığını haykıran, haysiyetli insanları görüyorum. Bugün burada, heyecanı gözlerinden okunan DEVA kadrolarını görüyorum. Hepiniz Küçükçekmece birinci olağan ilçe kongremize hoş geldiniz.


*****

Değerli arkadaşlar,

Şu anda ülkemizde hayal ile gerçeği artık ayırt edemeyen, yönetme kabiliyetini neredeyse tamamen yitirmiş bir iktidarla karşı karşıyayız.

Güzel söz, yerini tehdide bırakmış...

Bu hükûmette artık, insanları ikna etme diye bir çaba görmüyoruz. Varsa yoksa kötü söz, tehdit. Başka bir şey bilmiyorlar.

Uyarıları, ikazları ciddiye almayıp, sadece inat etmekte ısrar eden bir yönetim anlayışı var.

Biliyorsunuz, bir rant projesi var. Hükûmet Kanal İstanbul diyorlar. Taa 2011 yılında biliyorsunuz gündeme geldi. Kanal İstanbul “Çılgın Proje” diye takdim edildi.

Gerekçe neydi? İstanbul Boğazı özellikle Karadeniz Havzası’nın yanıcı maddelerinin sevkiyatı için bir rota, petrol kimya ürünlerinin sevkiyatı için bir rota. İstanbul için bu bir risk. Dolayısıyla buna çözüm bulalım. Alternatif bir kanal açalım. Gemilerin Rotasını oraya iletelim diye.

Proje ilk açıklandığında biz dedik ki bu gerekçeyle baz alırsak Boğaziçi’nin çevresini ve İstanbul’un kalbini bu tehlikeden korumayı gerekçe olarak alırsak bu proje değerlendirmeye değer bir proje dedik.

Bir sakınca görmüyoruz dedik. Ama hangi şartla? Çok detaylı etki analizlerinin yapılması şartıyla. Yani böyle üstünkörü değil. Şu anda bu proje nasıl yürüyor?

Cumhurbaşkanı “Ben projeyi istiyorum arkadaş” diyor. İnadına yapacağım diyor. Siz getirin bakalım şu çevre etki analizlerini, getirin raporları bir göreyim diyor.

Bürokrasinin eli ayağı dolaşıyor. Cumhurbaşkanı talimat vermiş. Ben yapacağım, bana çevre raporu getirin diyor. Bürokrasinin nasıl çalışacağını kestirmek o kadar zor değil.

Ne yapacaklar? O rapora Sayın Erdoğan’ın istediği türden bir değerlendirme yazıp verip baskıdan kurtulacaklar. Sistem böyle çalışıyor. Fakat zaman içerisinde biz gördük ki tam 10 yıl geçmiş.

10 yıl boyunca eğer doğru düzgün bilimsel değerlendirmeler yapılmadıysa bu projeyle ilgili akıllı çalışmalar ortaya konmadıysa buna rağmen bu projede bir acele ve inat varsa hele hele seçimde geliyor ya... Gider ayak bu projenin adı varsa artık bizim bu projenin gerekçesini sadece ve sadece rant olarak görmemiz lazım. Onun için biz bunun adına “Rant İstanbul” diyoruz.

Her ne kadar Sayın Erdoğan bu projenin maliyetiyle ilgili böyle bir rakamdan bahsettiyse de tahminler 20 milyar dolardan başlayıp 60 milyar doların üstüne kadar çıkıyor.

Mevcut iktidarın görev süresinde asla tamamlanamayacak bir projeden bahsediyoruz. Şurada seçime en fazla 18-19 ay var. Bilemediniz 20 ay. Haziran 2023 son tarih.

Bu iktidarın görev süresinde bitmemesine rağmen ve seçim günü ortada sadece bir sürü hafriyatın oluşacağı bir tablo olmasına rağmen acele ediyorlar. Alelacele başlatma hevesindeler.

Bir kere gözlerine “rant gözlüklerini” taktılar mı, durdurabilene aşkolsun. Rant, rant, rant.

Sayın Erdoğan “500 bin kişilik şehir kuracağız” diyor. Yine bağımsız değerlendirmeler, bu TOKİ, ilgili bakanlık bu alana bakar. 2,5 milyon kişilik şehri bu alana yığar diyorlar.

Bağımsız gözlemciler 2 milyondan da bahsediyor. Sayın Erdoğan’ın ifadesi 500 bin ama İstanbul’a şu anki nüfus yetmiyor mu ya? Hani amaç İstanbul Boğazı’nı ve İstanbul’u korumaktı? 500 bin kişilik şehirden bahsediyor ve bu rant gerçekten gözlerini kör etmiş durumda.

Bakın, Küçükçekmece, bizim için İstanbul’un yaşatılması gereken göz bebeği.

Ama iktidar nasıl bakıyor? Sadece üç beş kişinin zenginleşeceği bir projenin geçiş güzergahı olarak bakıyor.

Bakın, uzmanlar senelerdir “İstanbul depremi” diye uyarıyor. İstanbul kaç tane fay hattının geçtiği ve tarih boyunca da defalarca depreme maruz kalmış bir şehrimiz.

Uzmanlar depremin vaktini bilmek zor diyor. Ama er geç gelecek diyorlar. Uzmanlar uyarıyor.

İktidar ne yapıyor? 3 adet canlı fay hattının bulunduğu bir bölgeyi, yerleşime açmaktan söz ediyor.

Partimizin ilgili politika başkanlıkları geçtiğimiz aylarda bir rapor yayınladılar. “Rant İstanbul” projesini her açıdan irdelediler.

Bu proje;
Ekonomik yıkım demek.

Mülklerin, milletin, milyonlarca dolar kaynağını hem de kıt kaynağını bu projeye yığması ülke için bir yıkım. Çünkü döviz üretmeyecek. Kaç tane gemi geçecek?

Bir gemiden siz kaç dolar alacaksınız da bu Erdoğan’ın ifadesi 15 milyar dolar, bağımsız değerlendirmeler 20 ile 60 milyar. 20 ile 60 milyar doları siz kaç tane gemiden kaç lira para isteyerek alacaksınız ya? Bir hesabını ortaya koyun. Mümkün mü bu para? Mümkün değil.

Kafalarındaki hesap, öyle bir rant oluşacak ki oradan oluşacak rant herkese yeter bu projeyi de karşılar. Böyle bir hesapla girdiler işin içine. Hesap bu.

Bu proje,

Afet riskini göz ardı etmek demek.

Kültür mirasımızı tehdit etmek demek. Kaç tane tarihi yer var o güzel yerde.

Doğayı tahrip demek.

İstanbul’un çok kıymetli olan temiz su kaynaklarının bir kısmını kalıcı olarak yok etmek demek.

Uluslararası hukuku yok saymak demek.
Arkadaşlar, İstanbul’un şu anda “Rant İstanbul” diye bir projeye ihtiyacı yok.

Bütün etki analizleri yapılır, bütün analizler bağımsız, tarafsız bir şekilde yapılır; bilim insanları der ki “bu proje gerçekten gerekli, şu şu mahsurları da böyle çözeriz” diye ortaya raporları koyarlar. O zaman bakılır.

Ama alelacele bir rant kaygısıyla hele hele seçimlere bu kadar kısa bir süre kala bu proje üzerinde ısrar varsa inat varsa biz burada iyi net görmüyoruz.

İstanbul’un bu projeye acil ihtiyacı yok. Ama İstanbul’un çok çok acil ihtiyaç duyduğu bir yatırım alanı var.

Kısaca izah edeyim:

Bakın, bazı çalışmalara göre Küçükçekmece’de 13 bine yakın orta, ağır ve çok ağır hasarlı bina var.

Keza ilgili bakanın kendisi, tüm İstanbul için açıkladığı rakam 300 bini acil 1 buçuk milyon konutun yenilenmesi gerektiğini söylüyor. Bu hükûmette bakan unvanı almış birinin söylediği rakamlar bunlar. Sayıya bakın.

Buradan iktidara çağrı yapıyorum.

Milyarlarca dolar kaynağı bu rant projesine ayıracağınıza bir an önce İstanbul’u bir sonraki depreme hazırlayın. Binaları güçlendirmeye ayırın.

İnsanların güvenli konutlarda yaşamasını sağlayın.

Kentsel yenilenmeyi yerinde uygulayın.

Yeter artık.

Hükûmet sıkışınca ne yapıyor? “Biz İstanbul’a ihanet ettik” diyor değil mi? bu Sayın Erdoğan’ın kendi ifadesi. “Biz bu şehre, İstanbul’a ihanet ettik” diyor.

Madem bunun farkında, biz de diyoruz. İstanbul’a ihanet etmeyi bırakın. Yazıktır, günahtır bu şehre diyoruz.

Devletin vazifesi, afet olduğu gün acıyı paylaşmak değildir. Tabii iki acı paylaşılır ama şu anda bakıyoruz afette sonra devletin apar topar yapmaya çalıştığı acıyı paylaşmak zararı kısmen karşılamaya çalışmak.

Asıl önemli olan o acının yaşanmaması için tedbir almaktır, vatandaşını korumaktır. Doğal afet olur ama hükûmete düşen una karşı hazırlanmaktır, tedbir almaktır.

Devletin görevi, halkın her türlü can ve mal güvenliğini temin etmektir. Anayasal görevidir bu devletin.

Devletin görevi hükûmetin etrafındaki 3-5 kişiyi daha da zenginleştirmek değildir. Bir rant lobisi oluşturup o rant lobisinin kendi aralarında paylaşacağı az sayıda kişinin paylaşacağı bir zenginlik üretmek değildir.

Sizin göreviniz; bu ülkede yaşayan insanların, onurlu, haysiyetli ve güvenli bir şekilde yaşamasını sağlamaktır.

*****
Değerli arkadaşlar,

Maalesef, Türkiye gün geçtikçe yoksullaşan bir ülke olduk. Hangi rakama hangi göstergeye bakarsak bakalım Türkiye zemin kaybediyor.

Ülkemizde gelir dağılımı gittikçe bozuluyor.
Dar gelirli vatandaşlarımızın satın alma gücü hızla düşüyor.

Ama Sayın Erdoğan “uydurulmuş bir gerçeklik” dünyasında yaşamaya ve konuşmaya devam ediyor. Bütün milletin de o uydurulmuş gerçekliğe inanmasını bekliyor.

Bakın ne diyor?

Video-1 Erdoğan
“Memurumuz da işçimiz de toplu sözleşmelerden sonra halden memnun. Enflasyonun yüzde 20’nin altında olduğu bir dönemde ortalama yüzde 30’luk artışlarla çalışanın, üretenin, sabit gelirlinin yanında olduğumuzu çok açıkça ortaya koyduk.”

Bunu daha 3 gün önce söylüyor. 3 tane cümle var 3 tane faul var. “İşçiler, memurlar halinden memnun” diyor.

“Enflasyon yüzde 20’nin altında” diyor. “Yüzde 30’a varan artışlar yaptık” diyor.

Şöyle bir masaya yatıralım. Çünkü konuşan şöyle ya da böyle ülkenin hala cumhurbaşkanı. Aynı zamanda hükûmet başkanı. Bütün yetkiyi tek elinde toplamış insan değil mi?

Memur dediği, işçi dediği kesim çok geniş bir kesim. Bu ülkenin emeklileri var. Mamur emeklileri var. Sabit gelirli milyonlarca vatandaşımız var. Onlar hakkında kullanıyor bu ifadeleri.

Rakamlar çok açık:
Temmuz 2018’den, Eylül 2021’e kadarki 3 yıl 3 aylık süre içinde;

En düşük emekli maaşı toplam kümülatif %52 artmış, en düşük memur maaşı toplam %56 artmış.

Aynı dönemde; TÜFE’deki artış %59, gıda enflasyonu ise %73!

Rakamlar ortada o günden bugüne hepsinin endeksi var. 3 yıl 3 aylık cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin yürürlükte olduğu döneme bakıyoruz.

Partili cumhurbaşkanının göreve gelmesinden bu yana geçen toplam 3 yıl 3 aylık süredeki gerçek tablo bu.

Tekrar edelim; maaş artışı %52, %56; TÜİK’in enflasyonu, makyajlı haliyle bile, %59, %73.

Yani ne demek? Hükûmetin kendi açıkladığı TÜİK’in kendi açıkladığı rakamlara göre dahi makyajlanmış enflasyona dahi baktığımızda hem memurumuzun hem de işçimizin reel anlamda geliri düşmüş.

Ama ne diyor? Onlar memnun diyor. Enflasyon 20 biz yüzde 30’dan verdik diyor. Bir yandan da rakamlar ortada.

İleriye doğru veriyor rakamları ama ileriye doğru verdiği rakamlarda enflasyonla ilgili bir parametre var. Orada enflasyon parametresini ileriye doğru koyduğu enflasyonu da olabilecek enflasyonun daha altında düşünüyor.

Buna rağmen Sayın Erdoğan “Hem işçiler hem de memurlar hallerinden memnun” diyor.

Arkadaşlar “uydurulmuş gerçeklik” dediğimiz bu. TÜİK’in enflasyonuna göre satın alma gücü düşmüş. Herkes biliyor ki gerçek enflasyon çok daha yüksek.

TÜİK’in enflasyonuna göre bile satın alma gücü düştüyse reel enflasyona göre bu ülkenin hem memuru hem işçisi satın alma gücünü kaybetmiş durumda. Rakamlar çok açık.

Bir de ne diyor? Enflasyon %20’nin altında diyor. Doğru, TÜİK’in açıkladığı rakama bakın yüzde 19 küsur.

Allah aşkına, çarşıya pazara gidip de yüzde 19-20 enflasyon gören var mı aramızda?

Rakamları ayarlama enstitüsü’nün, yani TÜİK’in, makyajlı verilerine göre bile gıdada TÜFE artışı %29. Bunlar makyajlanmış rakamlar. ÜFE ise %43 artmış.

Sayın Erdoğan diyor ki, enflasyondan daha fazla zam verdik biz insanlara. Elle tutulur hiçbir yanı yok söylediklerinin.

Bakın, bu ülkede tam 34 yıl boyunca enflasyon çift haneli seyretti. Hatta ara ara, o 2002’den önceki 34 yıldan bahsediyorum ben üç haneli rakamları gördük. Yüzde yüzün üzerindeki enflasyonu gördük.

Ne yaptık? Ben ve arkadaşlarımın görevde olduğu dönemde -o 2003,2004- aldık bu enflasyonu iki yılda tek haneye düşürdük.

Ufak tefek iniş çıkışlarla birlikte, enflasyonu yıllarca belli bir mertebede tutmayı başardık. Ama bizler ayrıldıktan sonra ipin ucu kaçtı. Yine Türkiye yüksek iki haneli enflasyon dönemine girdi.

Bir de şimdi, cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine bakın. Özellikle şu son 3 yıl 3 aylık döneme bakın.

Resmi rakamlara göre bile enflasyon artık hep çift hanelerde. İnmiyor. Tek hane artık bir hayal.

Enflasyon sürekli yukarı doğru hareket ediyor. Üretici fiyat enflasyonu ise 2002’deki kriz rakamının bile üstünde. 2002’deki ÜFE’nin de üzerinde üretici fiyatlarında bir artış var.

Bir yandan maliyetler artmış, üretici fiyatları artmış ama bizim esnafımız o yüksek maliyeti henüz tam fiyatlarına yansıtamıyor. Çünkü vatandaşın gücü yetmiyor.

ÜFE’nin yüzde olup TÜFE’nin yüzde 19 olması bunu işaret ediyor. Ne diyor? Yani maliyetler yüzde 45 artmış ama tüketici fiyatı yüzde 19 artmış diyor. TÜİK’in makyajlanmış rakamları bile böyle diyor. Maliyet baskısı var ama vatandaşın satın alma gücü yok.

Sayın Erdoğan “maaşlara zam yaptık” diyor. Evet maaşlara artış yapılıyor. Ama açıklanan makyajlı enflasyon rakamları baz alınarak bu artışlar yapılıyor. Zaten sorun da tam burada.

Emekli maaşları enflasyon kadar artırılıyor. Hangi enflasyon? Devletin resmi açıkladığı enflasyon. Gerçek enflasyon o değil ki.

Bu artışlar, halkımızın fiilen yaşadığı enflasyon üzerinden yapılmıyor. TÜİK’in makyajlı enflasyonu üzerinden yapılıyor.

Ayrıca, maaşlara zam yapılırken baz alınan enflasyon tahminleri, yani ileriye doğru yapılan tahminlerde bugüne kadar hiçbir zaman tutmadı, tutmuyor. Çünkü hep olabilecekten daha küçük rakamlar yazıyorlar oraya. Onun için ne diyorlar? Enflasyon daha yüksek çıkarsa farklı veririz sonradan diyorlar.

Defalarca gördük ki TÜİK’in enflasyonuna göre yapılan zamlar, vatandaşın cebine yaramıyor. Türkiye’de satın alma gücü fiilen düşüyor.

Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’yi il il, ilçe ilçe geziyoruz.

İşçi ve memur öyle Sayın Erdoğan’ın biraz önce ekranda söylediği gibi hayatından memnun falan değil.

Sabit gelirli vatandaşlarımız halinden memnun değil.

Gittiğimiz her yerde önümüzü kesiyorlar. Ben geçinemiyorum diyor emeklimiz. Geçen sene bir aylık emekli maaşıyla doldurduğum torbayı bu sene dolduramıyorum diyor.

Fiyatlar arttı, emekli maaşı arttı ama emekli maaşı fiyatlar kadar artmadı. İki kere iki dört. Bir aylık emekli maaşıyla alabildiği sepet küçüldü. Doldurabildiği torba küçüldü.

Her geçen gün mağduriyetler artıyor. Her geçen gün yoksulluk artıyor.

Maaşa yapılan artışlar, büyük zamların karşısında eriyor gidiyor. Aynı güneşin altında karın erimesi gibi eriyip gidiyor.

Bu iktidarın, bütçeyi borç ve faiz sarmalına sokması, işçinin de memurun da refahından sürekli çalıyor. Karşı karşıya kaldığımız tablo maalesef bu.

Peki bu enflasyonun sorumlusu kim?

Sayın Erdoğan’a sorsanız hep başkaları. Mutlaka faturayı kesecek, suçu atacak birilerini buluyor. O akraba bakanla beraber ekonomiyi yönetirlerken ne yaptılar? Patates, soğan depolarını bastılar. Pazarcı esnafına terörist ifadesini kullandılar. Niye? Biz yapmadık, onlar yaptı demek için. Şimdi de hedefte ne var? Zincir marketler var.

Bu kötü tablonun sorumlusu çok açık. Bu kötü tablonun gerçek sorumlusu; hukuku askıya alan, vatandaşı “uydurma gerçeklikle” avutmaya çalışan, halkın refahını düşünmeyen bugünkü iktidar ve ortaklarıdır. Enflasyonun gerçek sorumlusu bugünkü iktidardır.

Sayın Erdoğan hiç sağa sola bakmasın. Niye bu faiz yüksek? Niye bu enflasyon yüksek? Niye bu kur yüksek? Bunun sebebi ne diye başka yerlerde aramasın. Aynaya baksın kâfi. Sebep Erdoğan, yüksek faiz, yüksek enflasyon, yüksek kur sonuç. Denklem çok açık.

Üstelik dikkatle izliyorsunuzdur. Ne Sayın Erdoğan ne de Bahçeli eskisi gibi sokağa çıkamıyor artık. Bütün buluşmalar daha önceden planlanmış. İçeriye girenlerin tek tek kontrol edildiği hatta aşı kontrolünden, PCR kontrolünden geçirildiği insanlarla ancak muhatap oluyorlar.

Daha önceden ayarlanmış insan gruplarıyla buluşuyorlar. Rastgele sokağa çıkıp bir kahvehaneye girip insanlarla çay içemiyorlar. Arabayı durdurup rastgele bir caddeye, pazara gidip insanlarla konuşup ülkenin gerçek halini gerçek tablosunu göremiyorlar.

Geçen yıl Sayın Erdoğan bir iki kere denedi biliyorsunuz. Ne oldu? Vatandaşımız dedi ki “Sayın Cumhurbaşkanı eve ekmek götüremiyoruz”. “Abartıyorsun, al keyif çayı iç” dedi. Sokağa çıktığındaki en son benim hatırladığım tablo bu.

Gerçekten artık göremiyorlar, dinlemiyorlar.
Ama biz hep beraber kadro olarak sürekli halkımızla iç içeyiz. Her gün milletimizin feryadını dinliyoruz.

Koruma ordularından ve konvoylarından vatandaşın sesini duyamayan Sayın Erdoğan’a kolaylık olsun diye, bizim kendi gördüğümüz caddelerdeki sokaklardaki tablodan sadece 40 saniyelik bir derleme hazırladı arkadaşlar. O derlemeyi şöyle bir izleyelim. Vatandaşın gerçek sesini gerçek sözünü izleyelim.

Video-2

Vatandaşın sesi, sözü bu. Şöyle Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli sokağa çıksınlar bir hayatımdan memnunum diyen vatandaşlarımızı bir bulsunlar. Neredeymiş onlar biz de merak ediyoruz. Biz hiç karşılaşmıyoruz. Hayatımdan memnunum diyen insanları biz göremiyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Biz vatandaşımızın sesini duyuyoruz. Halini görüyoruz. Derdini biliyoruz. O yüzden çözüm üretiyoruz. Bunun için çalışıyoruz.

Bakın, hangi konu olursa olsun önce bir sorunun varlığını tespit etmek, önce bir hastalığı teşhis etmek lazım. Önce hastanın kendi hastalığını kabul etmesi lazım. Aksi halde tedavi aşamasına geçemezsiniz. Sorunları çözemezsiniz.

Eğer ülkenin cumhurbaşkanı çıkıp da benim vatandaşım hayatından memnun, enflasyon yüzde 20’nin altında diyorsa artık o cumhurbaşkanının bu ülkenin sorunlarını çözme kabiliyeti bitmiş demektir.

Çünkü sorunu inkâr ediyor, yok diyor. Yok dediği sorunu çözmek için gayret etmesini bekleyebilir misiniz? Böyle bir mantık var mı? Sorun yok diyor. Demek ki bunlar iş başında olduğu sürece bu ülkenin maalesef hiçbir sorunu çözülmeyecek gibi fakat hiç endişeniz olmasın.

Bunlar çabuk çözülür. Bakın, bu arkadaşınız iş başına geldiğinde kendi ekibiyle beraber çalışmaya başladığımızda ve ortak aklın, istişarenin çalıştığı dönemde sadece ve sadece doğruları yapıp eğrilere karşı dimdik durduğumuz dönemde çok büyük başarılar elde ettik.

Hazinenin yüzde 66 olan borçlanma faizini aldık, yüzde 4,6’ya indirdik. Yüzde 66’dan yüzde 4,6’ya. Milli geliri 3.500 dolardan aldık tam 12.500 dolara çıkarttık. Bunu yaptık. Ama nasıl yaptık? Öncelikle düzgün bir ekiple, iyi bir hazırlıkla yaptık. Planla programla yaptık. Şu anda Türkiye Avrupa’nın en yüksek faizini ödüyor biliyor musunuz?

Merkez Bankası ne yaptı? Yüzde 19’dan yüzde 18’e indirdi değil mi faizi? Bu hangi faiz? Merkez Bankası’nın gecelik ya da haftalık piyasaya borç verip aldığı faiz.

Fakat bu karar zamansız olduğu için henüz vakti gelmediği için neye sebep oldu? Bir, dolar kurunun yüzde 8,3’ten taa 9’lara kadar artmasına sebep oldu. Bunun yanına ilave olarak da Hazinenin borçlanma faizlerinin tam 1,5 puan artmasına sebep oldu.

Bakın, bir taşla iki kuş vurdu. Bir yanlış faiz kararını Merkez Bankası’na dayattı. Bir taş hangi iki kuşu vurdu? Bir, doları fırlattı, bir de Hazinenin borçlanma faizini fırlattı. Aynı anda oldu bu.

Bu yanlış karar, zamansız karar sebebiyle Hazine bugün daha fazla borçlanma faizi ödüyor. Ve kurda artış oldu, kur artışı hemen birinci tur, ikinci tur etkilerken enflasyonu biraz daha yükseltecek. İki kere iki dört. Kur artınca A’dan Z’ye bu ülkede her şeye zam geliyor. Her şeyin fiyatı artıyor.

Fakat bilinçsiz yönetince böyle oluyor. Bakın, piyasa faizi talimatla düşmez. Öyle tek yetkiyi elime alayım, emredeyim piyasaya faizi düşür diyeyim düşürsün, böyle bir şey yok. Olmuyor, bakın yapamıyor.

3 yıl 3 ay oldu ya. Ne faiz düşüyor ne enflasyon. Hem faiz artıyor hem enflasyon. Bu ülkede faizleri düşürmenin, enflasyonu düşürmenin yolu güvenden geçer güvenden. Güven olacak. İstikrar olacak. Bolluk olacak.

Enflasyonun düşmesi için bol üretim olacak. Mal bolluğu, ürün bolluğu olacak. Yatırım olacak. Kendi insanımız bu ülkeye güvenecek. Daha çok yatırım yapacak.

Sağda solda korkup da birikimini böyle dövizde tutan, altında tutan, ne olur ne olmaz diye korkan, kiralık kasalarda tutan, yurtdışında tutan vatandaşlarımız ben güveniyorum diyecek, kaynakları sisteme koyacak, Türkiye’ye getirecek ki, işte o zaman hem faiz düşer hem kur sakinleşir hem de enflasyon makul seviyelere iner. Bunun başka çaresi yok.

Ekonomiyi düzeltmenin yolu güvendir. Güven olmayınca mümkün değil. Peki, güveni nasıl kazanacaksınız? Güveni nereden, nasıl sağlayacaksınız? Güveni sağlamanın en önemli adımı hukuktur, hukuk.

Hukuk zemini sağlam olacak. Bir ülkenin yöneticileri kendi anayasayla, hukukla bağlı sayacak. Anayasaya, hukuka, kurallara uyacak. Eğer siz hukuk zeminini yok ettiyseniz, ülkede adaleti ayaklar altına aldıysanız insan hakları konusunda, özgürlükler konusunda, demokrasi konusunda ülkeyi sürekli geriye götürürseniz bu ülkenin ekonomisini ancak rüyanızda düzeltirsiniz, rüyanızda. Düzeltemezsiniz. Yapamazsınız. Olmaz.

Ancak uydurulmuş gerçeklikle vatandaşlarımızı aldatmaya çalışırsınız. Ama artık kimse yutmuyor. Herkes kendi yaşadığını biliyor. Sayın Erdoğan, enflasyon yüzde 20’nin altında desin. Vatandaşımız gülüp geçiyor artık. Gittiğimiz her yerde konuşuyoruz.

Her yerde ben vatandaşlarımıza soruyorum. Devlet enflasyonu yüzde 19 açıkladı, ne diyorsunuz diyorum. Doğru mudur diyorum. Herkes gülüyor geçiyor. “Yok, bırak ya, böyle bir şey yok” diyorlar. İnanmıyor insanlar.

İnsanların inanmadığını ısrarla, inatla uydurulmuş gerçek olarak sunmaya çalışıyor. O da yürümüyor, olmuyor.

Ben bugün soruyorum tekrar Sayın Erdoğan’a:

Merkez Bankası’nın faizi yüzde 18. Niçin hala Avrupa’nın en yüksek faizi bizim Merkez Bankası faizi. Niye indirmiyorsun diyorum. “Faiz sebep enflasyon sonuç” diyordu. E faiz sebep enflasyon sonuçsa, faizi indirince enflasyonun da inmesi lazım. Bu tez doğruysa öyle değil mi?

Niye bir puan indiriyor? Niye şöyle bir 5 puan indirmiyor? 19 faiz yüksek de 18 düşük mü? Hadi yarın 17’ye indirdiniz. 17 düşük bir faiz mi?

Faiz sebep, enflasyon sonuç ise sebebi indir aşağıya enflasyon da düşsün. Yok, eğer yanılmışım bu doğru değilmiş diyorsa o zaman bu millete bir özür borcu var. Bir özür dilemesi lazım. Ben yıllarca yanlış bir tezi bastırmışım, o yüzden bu ülkenin ekonomisi böyle dibe battıkça batıyor, yanıldım desin.

Yok, iddiası doğruysa o zaman Merkez Bankası’nın öyle bir puan falan faiz puanı indirmesi yetmez. Sayın Erdoğan’ın tezi doğruysa şöyle indirsin bir yüzde 5’e. İndirsin 3’e. Yok, eğer bunu itikadî bir mesele olarak istemiyorsa o zaman sıfıra indirsin, yok etsin.

Kötü bir şeyin azı çoğu yok. Eğer kötüyse 19’da kötü 15’te kötü 10’da kötü. Hepsi kötü. İndirsin sıfıra, kurtulalım şundan.

Arkadaşlar bakın, ekonomi yönetimi demek rasyonalite demek. Ekonomi yönetimi demek akıl demek. Ortak akıl demek. İstişare demek, bilim demek.

Siz, kendi dürtülerinizle, kendi keyfinizle bu koskoca ülkenin ekonomisini yönetmeye çalışırsanız benim alanım ekonomi, ben ekonomistim deyip de kimseye sormadan, danışmadan, akıl dışı, rasyonalite dışı işler yaparsanız o ülkenin ekonomisi düzelmez.

Bakın, biz yola çıktık. Ve inşallah hazırlanıyoruz. Her alanda hazırlanıyoruz. Çok kısa zamanda ülkemizde “Deva ekonomisi”ni yürürlüğe sokacağız.

Nedir Deva ekonomisi? Deva ekonomisi; adil rekabete, fırsat eşitliğine, özel sektör öncülüğüne ve verimliliğe dayalı bir ekonomik sistem demektir.

Kaliteli bir büyümenin; tutarlı, öngörülebilir, ortak akla dayanan, şeffaf ve hesap verebilir politikaların adıdır Deva ekonomisi.

Deva ekonomisi; her bir vatandaşımızın insan onuruna yaraşır iş, gelir ve refah içinde olması demektir.

Bu ülkenin insanlarının yatağa aç gitmediği, yarınlarından endişe etmediği bir refah seviyesidir.

Deva ekonomisi;

Esnafın kepenk kapatmadığı, faturalarını ödeyebildiği, emeklilerin saygın bir gelir elde ettiği bir ülkenin anahtarıdır.

İşte biz, umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak diyoruz ki;
Bu milletin daha fazla fakirleşmesine müsaade etmeyeceğiz.
Hem döviz kurlarında hem de faizlerde istikrarı elde edeceğiz.
Hayat pahalılığını önleyeceğiz. Vatandaşın satın alım gücünü yükselteceğiz.

Yaptık. İki tane önemli krizden bu ülkeyi çıkarttık. İyi bir ekiple, ortak akılla, istişareyle bunu gerçekleştirdik. 2001’in o derin krizinden çok şükür ülkemizi çektik, çıkarttık.

2008-2009’un o yüz yılda bir yaşanan büyük krizinden ülkemizi çektik çıkarttık. Yaptık. Yine yaparız evellallah.

Deva ekonomisiyle işçimizin de memurumuzun da emeklimizin de yüzü gülecek.

Hatırlayalım. Bizim emeklimiz, şöyle bir 5-6 aylık maaşıyla Avrupa’da tatil yapabiliyordu ya. O günün basın arşivlerine bakın. O günün gazete ilanlarına bakın. Sayfalar dolusu yurtdışı tatil ilanı veriyordu gazeteler.

Üstelik fiyatını da Türk lirası koyuyorlardı ya. Bir haftalık İtalya turu şu kadar Türk lirası yazıyordu, beş günlük Fransa programı Türk lirası olarak şu kadar diyordu. Bunu yaşadık bu ülkede.

Memurumuz bir yıllık maaşıyla bir otomobil satın alabiliyordu. Geçenlerde bir arkadaşımız 2013 yılındaki bir gazete ilanını gösterdi. Gerçekten çok manidar. Tam sayfa otomobil ilanı. Bolluk var. İstediğiniz marka. Fiyatlarını yazmış. Yıl 2013. Öyle çok basit de değil orta bir otomobilin fiyatını yazmış ilana. Bugün 2021’de bir Iphone fiyatı biliyor musunuz?

2013’te bugünkü bir Iphone fiyatına en iyi otomobillerden birisini alabiliyorsunuz. Bu ülke bunları yaşadı. O 2.500 dolar milli geliri gördüğümüz yıl bu ülke bunları yaşadı. Biz başardık yine başaracağız.

Aileleri kara kara düşünmekten kurtaracağız.

Dünya piyasaları para içinde yüzerken, insanlar parayı koyacak yer bulamazken, Avrupa’da eksi faiz, Amerika’da yüzde 0,25 faiz varken ülkemizi bu döviz kıtlığına, bu yokluğa, bu açlığa göz yumanlara artık siz bir durun, müsait bir yerde inin diyeceğiz.

Halkın geçim sıkıntısını bilen, işinin ehli kadrolarla sorunları çözeceğiz.

Kimsenin şüphesi olmasın; önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

Deva iktidarında bu verimli topraklarda, işsizlik değil, yoksulluk değil, açlık değil;

Bereket akacak. Bolluk akacak. Refah akacak. Deva Partisi kadrolarıyla hazır.
Biz hazırız. Emaneti teslim almaya geliyoruz. Küçükçekmece hazır, İstanbul hazır.

Tekrar bu güzel ilçemize, Küçükçekmece’mize kongremizin hayırlı olmasını diliyorum. Bu kongrede iş başına gelecek, görev alacak tüm arkadaşlarımıza başarılar diliyorum. Yolumuz açık. Bahtımız açık olsun diyorum.

Sağ olun var olun.