Ali Babacan Düzce Basın Toplantısı
DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri,
Siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarımızın çok değerli temsilcileri, değerli muhtarlarımız,
Çok değerli il başkanımız, ilçe başkanlarımız,
Değerli basın mensupları,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Değerli yol arkadaşlarım,
Türkiye gerçekten zor dönemlerden geçiyor.
Daha dün evvelsi gün ve önceki gün deprem bölgesindeydim.
Kahramanmaraş’taydım, Adıyaman’daydım, Gaziantep ve Şanlıurfa'daydım.
Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.
Rabbim hepsinin mekânını cennet eylesin.
Son bir yıldır birçok kez depremin olduğu bölgedeydim. Bazı illere üç kere dört kere gittim. Ama özellikle yıl dönümünde de orada olmak istedim.
Düzce’den Kahramanmaraş’a, Adıyaman’a gitmemiş olanlar vardır;
Hatay’a, İslâhiye’ye, Nurdağı’na uğramamış olanlar da vardır;
Ama, Düzceliler deprem bölgesinde yaşananları çook çok iyi anlarlar.
Maraş’taki ağıtları, Adıyaman’daki gözyaşlarını, Hatay’daki acıyı çok iyi anlarlar.
Düzce; afetlerin büyüğünü 17 Ağustos 1999’da ve hemen peşinden 3 ay sonra 12 Kasım 1999’da yaşamıştı;
17 Ağustos gecesi sönen hayatları, umutları, 12 Kasım akşamı yok olan yarınları, biten hayalleri yaşamıştı.
O günlerde de tıpkı bugün olduğu gibi en çok söylenen neydi biliyor musunuz? UNUTMAYACAĞIZ.
Ne söyleniyordu? UNUTTURMAYACAĞIZ.
Üzerinden tam 25 sene geçti.
“Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz” cümlesi slogandan ibaret kaldı.
“Deprem öldürmez, bina öldürür” cümlesi slogandan ibaret kaldı.
“Unutmayacağız” daa, unutturmayacağız” daa; unutuldu.
Yapılan tatbikatlar gösterişte kaldı.
Maalesef, üzerinden 25 sene geçse de 99 depremleri ile yaşadığımız acıdan, ders çıkartılmadı.
Zihniyet değişmedi arkadaşlar, zihniyet.
6 Şubat günü, depremin olduğu saatte, Adıyaman’da binlerce insan 04.17’de duran saat kulesine doğru yürürken “Sahipsiz Memleket!” diye haykırmıştı.
O cümlenin yüreğime nasıl oturduğunu tarif edemem.
Ülkemizin her köşesinde “sahipsiz memleket” hissi yaşanıyor şu anda.
Her afette, her felakette, yurdumun bir başka köşesi “sahipsiz” kalıyor.
Eşten, dosttan, vatandaştan gayrı; hükûmet ve yöneticiler ortadan yok oluyor.
Düzce bunu yaşamadı mı? Düzce bunu çok iyi anlar.
Aynı 25 sene önce olduğu gibi bu depremde de ilk 48 saat, ilk 72 saat, hatta bazı yerlerde dört gün, beş gün hiçbir şey yapılmadı.
Bir yandan o Türkiye inşaat sektörüyle büyük ya, bir yandan iş makinaları parklarda kilitli kaldı, bir yandan da enkazların altında insanlar çığlıklarla, haykırışlarla yardım bekledi.
İşte: Eşe dosta ruhsatsız binalar, haksız rantla zenginleşen müteahhitler, denetlenmeyen yapılar…
Yapılanların çoğu; olası bir depremi, olası bir felaketi göz ardı ederek birilerinin haksızca zenginleşmesini hedefleyen işlerden ibaret.
İşte değerli arkadaşlar, biz, bunun için buradayız.
Türkiye’ye kader olarak dayatılan bu zihniyeti değiştirmek için buradayız.
Koltukların sahipleri değişse de insanımızı düşünmeyen kafaları değiştirmek için buradayız.
Bu zihniyete kimsenin mahkûm olmadığını göstermek için buradayız.
Buradayız ve burada olmaya devam edeceğiz
*****
Değerli arkadaşlar,
6 Şubat’ın yıl dönümünde teslim edilen konut sayısı vadedilenlerin çoook çok altında kaldı.
Depremden sonra Sayın Erdoğan ne dedi?
“Bir sene içinde 319 bin konut hazır olacak.” dedi
Ne zaman vadetti bunu? Tam depremle o genel seçimlerin olduğu tarihin arasındaki söyledi. Genel seçimlere giderken “319 bin konutu bir yılda tamamlayacağız” dedi. Milletimizde buna inandı.
Peki nerede bu 319 bin konut?
Bakın, depremzedelerin ihtiyacı olan 850 bin konu, o ayrı.
Ama bir yılda tamamlanmasını taahhüt ettiği rakam 319 bin.
Ben şimdi soruyorum; “O 319 bin konut nerede?”
Yarısını bile yapmadılar. Çeyreğini bile yapmadılar.
Kahramanmaraş’ta söz verdiklerinin 10’da birini bile yapamadılar.
İnsanlar hala konteynırda hala çadırda.
Hatırlayalım, O Irak'tan şehit haberimiz geldiğinde, ne oldu? Baktılar ki şehidin ailesi Maraş'ta bir çadırda yaşıyor. Şehit ailelerin evlerine büyük hemen bayraklar asılır. Hemen ziyaretler başlar.
Baktılar şimdi “bayrak assak bir türlü asmasak bir türlü. Assak durum ifşa olacak. Asmasak sıkıntı olacak.” Elleri ayaklarına dolaştı.
14 Mayıs seçimlerine giderken vatandaşlarımıza bir hayal sattılar. Ve o hayalle destek aldılar.
Acı dolu insanlarımızın tertemiz duygularını istismar ettiler.
Yapamayacaklarını bile bile bu sözü verdiler.
Diyorum ya, “Geçen seneki mayıs ayı seçimini kazandılar, ama helalinden kazanmadılar.”
Ben o günlerde çıktım açıkladım: “Arkadaş, TOKİ 20 yılın ortalaması her yıl 50-60 bin konut yapabilmiş. 20 ortalaması bu. Ortalama yılda 50-60 bin konut yapabilen TOKİ nasıl olacak da bir yılda 312 bin konut yapacak ya? Şunu bir açıklayın” dedim.
“Bunun kaynağını nereden bulacaksınız? Söyleyin hele. Nasıl yapacaksınız bu konutları? Hangi kapasiteyle yapacaksınız? Bunu açıklayın” dedim.
Sustular. Cevap veremediler.
Ve değerli arkadaşlar,
Biz hemen ne yaptık çıktık? Dedim ki; “bu kafayla giderseniz yapamazsınız” dedik.
Bakın hemen 6 Şubat depremlerinden bir ay sonra biz 6 Mart'ta deprem raporumuzu açıkladık. Ve bu deprem raporunda madde madde madde madde neler yapılması gerektiğini açıkladık.
Yüzlerce madde ve hükûmete gönderdik bunu.
Dedi ki; “bakın iş bilmiyorsunuz. Beceremiyorsunuz. Boşa atıp tutuyorsunuz. Hayali hedefler gösteriyorsunuz insanlara. Eğer 312 bin konut yapmak istiyorsanız bunun finansmanın nasıl sağlanacağı burada yazıyor” dedik. “Açın öğrenin bakın” dedik.
Ama bilmeyince o zemin olmayınca iş üretmekle değil de laf üretmekle ülkeyi yönetmeye bir alışınca o alışkanlıktan vazgeçmiyorlar.
Hepsi var hepsi. Para nereden nasıl bulunur? Hepsi var.
Dahası ne? Adıyaman'a depremden hemen birkaç ay sonra gittim. Oradaki oda başkanlarıyla bir çadırda buluştuk. Mimarlık Odası Başkanı ve aynı zamanda Mühendisler Odası Başkanı. Genç arkadaşlar, feryat ediyorlar.
Bana açtılar rakamları gösterdiler; “Başkanım, bu Çevre Bakanlığı'nın bu TOKİ standartlındaki bir dairenin maliyetiyle ilgili yaptığı açıkladığı tablo bir deprem konutunun bir dairenin 680 bin liraya mali olacağını gösteriyor.”
Açıklayan kim? Çevre Bakanlığı.
Peki, aynı Çevre Bakanlığı'na bağlı olan TOKİ Adıyaman'da o daireleri ne kadardan vermiş? Vermiş diyorum çünkü ihale falan yok. Hani ihale deniyor ya. Yok ki yarışma falan yok. Veriyor “al sen yap” deniyor.
Çevre Bakanlığı'nın şubat ayında 680 bin lira diye açıkladığı maliyet, TOKİ'nin verdiği rakam 1 milyon 700 bin lira. Eğer müstakil hani o köy eviyse 3 milyon lira, 3,5 milyon lira.
Hani geçen diyor ya, adını unuttum şimdi, AK Parti'den birileri “ne güzel, bak ev yıkıldı ama villa veriyoruz ona” diyor.
Dolar 18 lirayken, 3 milyona, 3,5 milyona siz yaptırdınız o evleri. Yazık değil mi?
Bir de yaptırdığınız evleri gösteriyorsunuz da hâlâ konteynerde, çadırlarda yaşayan insanlardan niye bahsetmiyorsunuz?
Diyor ki; “ben bardağın %10’unu doldurdum, bak bardak dolu” diyor. İyi de bardağın %90’nı boş, onu niye göstermiyorsun?
Yaşam alanları sınırlı, istihdam yok, iş güç yok.
İnternet sorunlu; hatta hatta telefon erişimi dahi bazı bölgelerde hâlâ sınırlı.
Arkadaşlar, bakın;
İşte Erdoğan ürünü 2024 Türkiye’si bu.
Yollar çamur, delik deşik, çukurlu.
Temiz suya erişmek pek çok bölgelerde hâlâ sorun…
Erdoğan ürünü 2024 Türkiye’si bu.
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni aciz ve yetersiz bir hale düşürdüler.
Koskoca devlet kurumlarını, vatandaşlarına hizmet edemeyen, insanların derdini çözemeyen hale düşürdüler.
İşte, Erdoğan 2024 Türkiye’si bu.
Şimdi, yine bir seçim arifesindeyiz.
Yine “biz yaparız, biz ederiz” diyerek ortada dolaşıyorlar, değil mi?
Yine sazı ellerine aldılar, “Biz çözeriz” diye her yerde bağırıp çağırıyorlar.
Neymiş? “Gerçek belediyecilik.”
39 ilin belediyesini seçimle kazandılar değil mi?
8 tanesine de sonradan la el koydular.
Etti mi size 47...
Deprem bölgesindeki 11 ilin 10’u bizzat başkanların, belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı'na bağlı çalıştığı, Cumhurbaşkanı'ndan talimatla çalıştığı yerler.
Ne diyor Hatay'a? “E merkez hükûmetle yerel yönetim uyum sağlamazsa böyle olur” diyor.
Onu söylediği günün ertesi günü ben Kahramanmaraş'taydım. Ertesi gün Adıyaman'daydım.
Kahramanmaraş'ta feryat ediyorlar; “Başkanım, bir dakika, buradaki belediye AK Parti. Burada da bir şey olmuyor.” diyorlar ya.
Söz verdiklerinin yüzde 10'unu bile yapamadılar konu sayısı olarak.
Ertesi gün Adıyaman'daydım. Besni’de ilk adımı attığım esnaf ne dedi biliyor musunuz? “Ya o Hatay'da yaptığı açıklamayı görünce dedi ben ağladım” dedi.
“Adıyaman'da belediye onların burada da bir şey olmadı ki” dedi. “Niye Hatay'da öyle söyledi ki, yazık değil mi millete” dedi.
“Niye ayrımcılık yapıyor bu ülkenin Cumhurbaşkanı” dedi.
İşte bizim gerçek gönlü açık vatandaşlarımızın tespiti bu.
Ne diyorlar? “Gerçek Belediyecilik” diyorlar değil mi?
Eşe dosta adrese teslim ihaleler yapanlar onlar değil mi?
Sadece kendinden olanlara belediye kaynaklarını bağlayanlar onlar değil mi?
Belediyelere yakınlarını, sadece kendi partisindekileri dolduranlar onlar değil mi?
Bu mu diye soruyorum buradan Sayın Erdoğan, bu mu sizin gerçek belediyecilik anlayışınız?
Ben buradan kamu spotu gibi bir uyarıda bulunmak istiyorum:
Değerli arkadaşlar,
Değerli Düzceliler,
Değerli vatandaşlarımız:
Size kendilerini belediye başkanı adayı olarak tanıtan ve vaat veren birtakım şahıslara inanmayın.
Yapmadılar. Yine yapamayacaklar.
Yapamadılar. Yine yapamayacaklar.
Zihniyet aynı olduğu sürece; yapma, başarma imkânları da yok.
Zaman, yeni bir yol çizme zamanı;
Zaman, yeni bir şeyler yapma zamanı;
Zaman, zihniyeti değiştirme zamanı.
O yüzden, biz buradayız;
O yüzden, Düzce’deyiz;
O yüzden başımız dik, alnımız ak karşınızdayız ve sizlerleyiz.
*****
Bakın değerli arkadaşlar,
Biz bütün bu meselelerde, bu imar rantlarında, bu yolsuzlukla mücadelede, siyasi etikte, 2013, 2014, 2015 yıllarında çalışmalarımızı yapıp sunduğumuzda ve Meclis’ten geçirmek için ki Başbakan'ın imzasıyla gidiyor değil mi bunlar Meclis’e? Bakanlar Kurulu tasarısı olarak gidiyor Meclis’e.
Bize ne dedi biliyor musunuz? “Ya ülkede yolsuzluk mu var ki bunlarla uğraşıyorsunuz siz?” dedi. “Üstelik bu sizin dediklerinizi yaparsam ben partime il başkanı, ilçe başkanı bulamam” dedi.
Şimdi aramızda il başkanları var. Sadece bizim Düzce'deki kurucu il başkanımız yok. Demokrat Parti'nin il başkanı var. Gelecek Partisi'nin il başkanı var. Şimdi bu partiler il başkanları bulamadılar mı ya?
Bizim DEVA Partisi olarak şu anda gireceğimiz ilk seçim. Dolayısıyla belediyemiz şu anda hiç yok. İlk defa belediye başkanlarımız seçilecek. Merkez Hükûmetti yokuz. İktidarın açık ya da gizli ortağı da değiliz.
İşine geldiğinde iktidar tarafında görünen işine gelmediğinde muhalefetçilik oynayanlardan da değiliz.
Bizim hiçbir kamu imkânımız olmamasına rağmen 81 il başkanı 650 tane ilçe başkanımız nasıl bulundu? Demek ki isteyince oluyormuş ya.
Demek ki niyeti temiz tutunca sağlam tutunca oluyormuş.
İşte arkadaşlar biz o belediye deyince rant gözlüklerini takanlardan değiliz. Belediyecilik deyince gözlerinde dolar, Euro işaretleri oluşanlardan da değiliz.
Biz belediyeciliği biraz önce Murat Bey'in de söylediği gibi, sadece ve sadece halkımıza hizmet kurumları olarak görenleriz.
*****
Değerli arkadaşlar,
Düzce, doğasıyla, tabiatıyla çok çok özel bir şehir.
Doğasıyla, tabiatıyla; tüm Türkiye'nin daha iyi tanıması, daha iyi bilmesi gereken bir şehir.
Düzce daha fazla vatandaşımız tarafından görülmesi, ziyaret edilmesi gereken bir şehrimiz.
Daha fazla turist çekmeyi hak eden bir şehrimiz.
İstanbul ve Ankara’nın ortasındaki bu güzel şehir, bir turizm merkezi olmayı hak ediyor.
Fakat yeterince bilinmiyor, tanınmıyor, tanıtılmıyor.
Biz farkındayız;
Akçakoca’yı görüyoruz, o güzel denizini, kumsalını, doğasını biliyoruz.
Güzeldere’yi, Samandere’yi, şelalerini biliyoruz.
Ama sadece “bilen biliyor.”
Tanıtım yok. Destek çabası yok.
Biz Düzce'nin hakkıyla Türkiye'nin iç ve dış turizmden payını alması için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz
Düzce’nin su kemerlerini, antik kentlerini duyuracağız.
İnsanlar Düzce deyince yol üstü bir şehri değil; doğal güzelliklerini ve denizini, kumunu, ormanını, şelalelerini bilecek.
*****
Değerli arkadaşlar,
Gittiğimiz her yerde söylüyoruz:
“Çiftçiye destek olmadan enflasyon düşmez” diyoruz.
“Tarıma destek verilmeden Türkiye’de gıda fiyatları ucuzlamaz, gıda enflasyonu düşmez” diyoruz.
Düzce bir tarım şehri. Fındık üretimiyle önemli merkezimiz.
Düzce'nin ilçeleri, köyleri tarımla uğraşıyor, fındık üretiyor, önemli bir geçim kaynağı.
Ancak fındık üreticisi, bu ülkenin bütün çiftçileri gibi sahipsiz.
Üstüne bir de iklim değişikliğiyle ilgili sorunlar eklenince üreticimizin gerçekten sıkıntıları haç safhaya ulaşmış durumda.
Tarımda değerli arkadaşlar çiftçimize destek vermekten başka bir çıkış yolu yok.
Dünyada geçen sene gıda fiyatları %10 düştü. Türkiye'de gıda fiyatları %70 arttı.
O da TÜİK'in bozuk terazisiyle ölçülmüş enflasyon ha, gerçek enflasyon, gerçek gıda enflasyonu %100’ün üzerinde.
Peki dünyada gıda fiyatlarının %10 düştüğü bir yılda niye halkımızın en temel ihtiyacı olan gıda maddelerinin fiyatı hızla artmaya devam ediyor?
Çünkü değerli arkadaşlar bu hükümet ekonomiyi yönetmeyi beceremiyor.
Her alanda beceriksiz olduğu gibi ekonomi yönetiminde eline yüzüne bulaştırmış durumda.
Şimdi ne yapıyorlar? Enflasyon yüksek. Yeni ekonomi yönetimi geldi. Peki ne yapacaksınız? “Faizi yükselteceğiz.”
Ya siz gelin Düzce'deki bir fındık üreticisine bunu bir anlatın ya. Deyin ki; “senin gübre fiyatın arttı. Mazot fiyatın arttı.” Hayvancılıkla uğraşıyorsa “yem fiyatın arttı. Elektriğe zam geldi. Tohuma zam geldi. Katlıya katlıya bunlar arttı. İşte biz faizi de artıracağız. O şekilde biz gıda fiyatlarını düşüreceğiz, enflasyonu düşüreceğiz.”
Bu nasıl çalışıyor? Gelin bir anlatın ya.
Anlatabilen aşk olsun.
Bakın arkadaşlar, Türkiye'de gıda fiyatlarının yüksek olmasının yegâne sebebi maliyetlerdeki artıştır.
“Öyle vatandaşımızın hali vakti yerinde parayı koyacak yer bulamıyor, bol bol alışveriş ediyor. O kadar çok talep var ki fiyatlar artıyor.” Öyle değil ya.
Türkiye'de gıda fiyatları arttıysa bunun sebebi çiftçimizin maliyetinin artmasıdır. Nokta.
Dolayısıyla ne yapmamız gerekiyor?
Çiftçimize destek vermemiz gerekiyor.
Biz programımızı açık açık yazdık.
Ve programımızı seçimlerden sonra, seçimlerde %48’de kaldık ya. Bütün bu hazırlıklarımızı, bütün bu çözümlerimizi Cumhurbaşkanı'na, bakanlara, bakan yardımcılarına, hepsine gönderdik. Dedik ki “burada akıl teri var.”
Bu her konuda uzmanların hazırladığı bir çalışma. Sizin gibi sadece etrafına yandaşları toplayanlardan değiliz biz. Her konuda en iyi bilen kimse biz onlarla çalışıyoruz. Hangi partilerin olduğuna bakmadan çalışıyoruz. Ve öyle hazırlıyoruz bunları.
Tarım Eylem Planı, bakın bunu iki buçuk sene önce açıkladık. 1 nolu eylem planı. İlk adımı toprağa attık. Sayfalar dolusu. Dedik ki; “gübrenin tam yarısını devlet karşılanmalı” dedik. “Yemin yarısını devlet karşılanmalı” dedik.
“Ve elektriği, mazotu çiftçimize uygun şartlarda, uygun fiyatta ayrı özel fiyatla temin etmek gerekiyor” dedik.
“Türkiye'deki bütün sulama projelerini beş yılda tamamlamak gerekiyor ve bunu yapacak bu ülkenin, bu devletin gücü var” dedik.
Ama gel gelelim ne yaptılar? 2014 bütçesine bakıyoruz, tarıma verilen destek arkadaşlar, bu yılın bütçesinde 91 milyar lira.
Bu yılın bütçesinde faize konulan ödenek ne kadar biliyor musunuz? Tam 1 trilyon 254 milyar lira.
Ya siz şu 91 milyarlık tarım desteğini bir çıkarın 200’e, bir çıkarın 300’e tarımda maliyetleri aşağı çekecek misiniz? Çekeceksiniz.
Bunun sayesinde enflasyon düşecek mi? Düşecek. Ve böylece faizi artırmak zorunda kalmayacaksınız ya.
Şu tarıma verdiğiniz desteği ikiye üçe bir katlayın bu kadar yüksek faiz vermek zorunda kalmayacaksınız. Hesap o kadar basit.
Çünkü Merkez Bankası, yeni yönetim ne yapsın? Elinde bir tane enstrüman var. Faizi indirmek, faizi bindirmek.
Cumhurbaşkanı ne dedi? Seçime doğru giderken “faizi indireceğim” dedi, “daha daha indireceğim” dedi. “Ben görevde olduğum sürece faiz artmaz, daha da inecek” dedi.
Ve Merkez Bankası'na talimatı verdi, faizi yüzde 8,5’a indirtti, seçime öyle gitti. Aynı 319 bin konut sözü verdi ya, faizi de daha da düşüreceğinin sözünü verdi.
Seçimden sonra ne oldu? 8 ayda 8 kez faiz arttı bu ülkede. %8,5’luk faiz çıktı %45’e. Çiftçinin bir de faiz yükü artmış oldu. İnanın bu kadar basit ya.
Bu bütçe yapmak değerli arkadaşlar, tamamen öncelik meselesi.
Bu arkadaşınız tam 11 yılın bütçesini hazırlayan ekibin başında oldu. 11 yılın bütçesini biz bağladık, Meclis’e biz gönderdik. Öncelik meselesi.
Öncelik çiftçi mi, yoksa rant mı?
Bir rakam daha vereyim. Merkez Bankası'nın sadece seçimden aralık sonuna kadar ki, 7 ay içerisinde ödediği kur farkı, “Kur Korumalı Mevduat” diye bir şey icat etti ya Cumhurbaşkanı. Şapkadan tavşan çıkarttı. Tabii 1970 model bir tavşan. Özal'ın “yapmayın, etmeyin, yazıktır bu memlekete” dediği bir tavşan çıkarttı, Kur Korumalı Mevduat.
Sadece seçimden aralık sonuna kadar Merkez Bankası'nın Kur Korumalı Mevduat için ödediği kur farkı 800 milyar.
Hatırlayalım bu yılın tarım desteği ne kadar? 91 milyar. Merkez Bankası'nın sadece ödediği kur farkı 800 milyar.
Merkez Bankası nereden buluyor parayı? Merkez Bankası vergi toplamaz. Merkez Bankası nereden buluyor parayı? Basıyor arkadaşlar, basıyor. Karşılıksız para basıyor.
Siz bir yandan karşılıksız parayı basın, kur farkı diye mevduat sahiplerine, bankada zaten parası olanı ödeyin, çiftçiye de sadece bütün Türkiye'deki çiftçilerin tarımın tamamına sadece 91 milyar destek verin. Ondan sonra da ekonomi yönetiminden bahsedin. Hey yavrun hey… Olmayacak, olmayacak. Olmuyor. Yapamıyorlar.
Zannetti ki; Ben Ali Babacan'ın yakın çalışma ekibindeki bir iki kişiyi alır ekonomi yönetimine koyarsam bu iş düzelir. Olmuyor olmuyor. Yapamıyorlar.
Çünkü değerli arkadaşlar ekonomi yönetimi sadece ekonomiden ibaret değil. Ekonomi yönetimi sadece faizi artır, vergiyi bindirden ibaret değil.
Ekonomi yönetimi aynı zamanda dürüstlük, şeffaflık.
Ya 9 ay oldu ya. Hala Merkez Bankası’nın rakamlarının hepsi karanlık.
Hiçbir şeffaflık yok. Bahsettiğim 800 milyarı biz dolaylı yollardan hesap ediyoruz. Açıklamıyorlar. Söylemiyorlar.
Soruyoruz “arkadaş ne kadar kur fark veriyorsunuz?” Söylemiyorlar.
“Merkez Bankası'ndan siz ne kadar döviz satıyorsunuz?” diye soruyoruz. Söylemiyorlar.
Bakın tam 11 yıl boyunca benim ekonominin başında olduğum dönemde 11 yılda toplam Merkez Bankası 8,5 milyar dolarlık döviz sattı. Piyasaya müdahale için. 8,5 milyar. Bunun hepsi şeffaf. Girin bakın web sitesine. Hala açıklanmış durumda orada durur.
Birinci damattan bu yana, Merkez Bankası tam 400 milyar dolarlık döviz sattı arkadaşlar. Ve bunu açıklamıyorlar. Biz bunu dolaylı yollardan hesap ediyoruz.
Merkez Bankası bilançosundan bakıyoruz döviz yok ortada ha diyoruz demek ki satmışlar diye öyle buluyoruz.
Bugün dolar diyelim ki ne kadar? 30 lira 50 kuruş mu? 30 lira 60 kuruş mu? Şunu bilmek hepimizin hakkı, Bu 30 lira 60 kuruşluk dolar kuru, acaba piyasada kendiliğinden, dengede oluşmuş bir kur mudur? Yoksa acaba bugün Merkez Bankası 5 milyar dolar satıp kuru ancak oralarda mı tutabiliyor? Bunu bilmek herkesin hakkı.
Buradaki esnaflık yapan kardeşlerimizin hakkı. Düzce’deki fındık üreticilerinin hakkı.
Üreticilerin, fabrikaların, atölyelerin bunu bilmek hakkı. Çünkü bunu bir avuç insan biliyorsa, diğerleri bilmiyorsa, bu bilgiye sahip olan haksız para kazanır ya. Niye şeffaf yapmıyorsunuz?
Niye gizli saklı satıyorsunuz bu dövizi?
Hadi damadı anladık. Ondan sonraki çapsızları da anladık. Ama yeni ekonomi yönetiminden bizim beklentimiz gerçekten şeffaflıktı.
Ve ben bu yeni ekonomi yönetimindeki arkadaşlara sesleniyorum.
Bakın, sizden öncekilerin ayıbını, kusurunu kapatacağım derken kendi kredibilitenizini tüketiyorsunuz. Şeffaflık olmadan olmaz.
Bu yeni ekonomi yönetimine sesleniyorum. Şu TÜİK'in yönetimini derhal değiştirin.
TÜİK bu ülkede gerçek enflasyonu açıklamıyor. Makyajlı düşük farklı bir enflasyon rakamı açıklıyor. Bunu yapmak helal değil.
Nasıl ölçüde tartıda eğer siz doğruyu yapmazsanız, müşterilerinizi esnaf olarak aldatırsanız bu helalinden kazanmak değildir değil mi? Bu haramdır. Ölçüde tartıda hile yapmak haramdır.
Bir esnaf çocuğu olarak bunu söylüyorum. Bu bizim ticaret kültürümüzdür. Ahilik kültürünün de gereğidir.
Ama bunlar ne yapıyor? TÜİK'e gerçeğinden daha düşük enflasyon açıklattırıyor. 2018’den bu yana böyle.
Ve dönüp bizim emeklimizin, asgari ücretlimizin maaşını o TÜİK'in açıkladığı düşük enflasyon kadar arttırıyorlar. Diyorlar ki “işte size enflasyon farkı verdik ya. “Arkadaş hangi enflasyon farkı ya?
Diyorum ya seçimi kazandı ama helalinden kazanmadı.
TÜİK'in ölçüsüyle, terazisiyle oynayıp, enflasyonu gerçeğinden düşük açıklayıp bunu da millete doğruymuş gibi anlatıp “bak ben ekonomi iyi yönetiyorum” deyip, “bak enflasyon farkını size veriyorum” deyip seçimi kazanmak helalinden kazanmak değildir arkadaşlar.
Gerçekten üzülüyoruz ya. Bakın arkadaşlar.
.
*****
Değerli arkadaşlar,
Düzce’de gençler şu anda alışveriş merkezlerine hapsolmuş durumda.
Sosyal hayat yok. Sosyal imkân yok.
Bizim hedefimizdeki Düzce, böyle bir Düzce değil.
Biz; gençlerin sosyalleşebilecekleri imkanları oluşturacağız.
Sokakların her yaştan insan için güvenli olduğu bir şehri hedefleyeceğiz.
Sokak hayvanlarının okula giden öğrencileri, çalışanları rahatsız etmediği bir şehir inşallah kuracağız.
Toplu taşıma araçlarının durağa zamanında geldiği, gideceği yere zamanında ulaştığı;
Kentsel yenilenmenin hızlı, pratik çözüldüğü bir Düzce kuracağız.
Teşviklerin, sosyal yardımların siyasi parti üyelik kartlarına göre değil; ihtiyaca göre dağıtıldığı bir Düzce kuracağız.
Kısacası arkadaşlar, demokrasiyle şahlanmış bir Düzce kuracağız.
*****
Değerli arkadaşlar,
Biz yerinden yönetmeye inanıyoruz yerinden. Ve öyle merkezden gelen buyruklarla değil. Ne dedi dün? “Buyruğumdur.” Bakalım nereye doğru gidecek bilmiyorum.
Yani bir sonraki genel seçime kadar artık bu hadsizlik, bu hukuksuzluk “ben dedim oldu, ben yaptım oldu anlayışı” nereye kadar gidecek bilmiyorum.
Peki, madem buyruk verince bu iş oluyor da şu bir buyruk ver de bir enflasyonda düşsün ya. Dört yıldır, beş yıldır niye sürekli enflasyon artıyor?
Niye zamanında bir 200 liralık banknot biliyorsunuz değil mi? 200 liralık banknot, 2009’da ilk tedaviyle çıktı. Bu ne kadar ediyordu biliyor musunuz arkadaşlar? 134 dolar ediyordu. Şu anda bu banknot 7 dolar bile etmiyor.
134 dolardan inmiş 6 küsüre…
Peki, bunun içerisinden 127 dolar nereye kaçtı? 134-7= 127 değil mi? Bu iki 200 liralık banknotun içerisinden 127 doları kim çaldı? Nereye gitti?
İnanın inanın çok üzülüyoruz. Yazıktır, günahtır bu ülkeye. Bu ülkenin gençlerine yazık.
Bugün arkadaşlarıyla bir kahve içmeye gidiyorlar. Adam başı 70 lira, 80 lira, 100 liradan aşağı kalkamıyor gençler.
Yerinden yönetim anlayışı olmayınca şehirler de kendine gelemiyor.
Şehirlerdeki büyük projeler eğer rant varsa mutlaka Ankara'nın Beştepe'nin onayından geçmek zorunda. Eğer rant varsa “dur bakalım” diyor. “Dur dur dur dur bir dakika bir dakika bir dakika. Bizim bakmamız lazım.”
Deprem bölgesinde de inanın böyle ya.
Kahramanmaraş'ta benim kongremizde konuşma yaptığım otel yıkıldı. Un ufak oldu. Gittim baktım iki gün önce bu otelin olduğu yere otelin parselinin belki otuz kırk katı bir alanda devasa bir inşaat var. Dedim arkadaşlar “ne oluyor burada? Ne yapıyorlar?” Bilmiyoruz dediler.
Bizim il başkanımız, milletvekilimiz oradaki projeye ulaşamıyor ne projesi olduğuna. Ve doğrudan Ankara'dan talimatla yürüyen bir iş. Doğrudan Beştepe'nin kontrolünde bir iş. Maraş'ın ortasında.
Bunlar inanın belediyecilik dedikleri anda rant. Başka bir şey yok. Deprem bölgesinde bile böyle.
Ama inşallah inşallah değerli arkadaşlar biz onlara bir şehir nasıl yönetilir, göstereceğiz ki ülke nasıl yönetilir anlasınlar.
Sizler de, inşallah 31 Mart günü oy pusulasını elinize alıp, DEVA logosuna basacaksınız inşallah.
Çünkü Düzce, demokrasinin yerelden başlayacağını iyi biliyor.
Çünkü Düzce, hakla, adaletle yönetilmeyi hak ediyor.
Düzce, iktidarın görmezden gelmesine, yatırım yapmamasına kurban edilecek bir şehrimiz değil.
Düzceliler bunu biliyor.
*****
Değerli Düzceli dostlarım,
Biz iki şeyi ısrarla söylüyoruz.
Ne diyoruz?
Belediyeleri, bir, biz iyi yönetiriz.
İki, biz temiz yönetiriz.
Düzce’yi layık olduğu gibi, demokrasiyle, adaletle ve tertemiz yönetimle inşallah buluşturacağız.
Bakın biz yerel yönetimler ve şehircilikle ilgili eylem planımızı bundan tam iki sene önce açıkladık. Seçim geliyor diye apar topar yapılmış bir çalışma değil bu.
Belediyecilikten, şehircilikten ne anladığımızı sayfa sayfa bütçesi takvimi hesaplanmış bir şekilde açıkladık.
Bu belediyeyi etkin yönetmenin, iyi belediyeciliğin yol haritası.
Ama bir önemli daha çalışma yaptık ya arkadaşlar. O da nedir? Etik Kurallar Bildirgesi. Yani “biz sadece belediyeyi etkin yönetiriz” demiyoruz. “Aynı zamanda etik kurallara uygun temiz yönetiriz” diyoruz.
Ve bir siyasi parti ilk defa Türkiye'de böyle bir, iki, üç sayfalık Etik Kurallar Bildirgesi açıkladı. Baktık bir örneği var mı diye? Yok.
Kimsenin aklına gelmemiş. Yüz yıllık cumhuriyet ya…
Çünkü değerli arkadaşlar,
Sadece bugünkü kanuna baktığınızda kanun işi kitabına uydurmaya müsait bir kanun. Lastik gibi sünüyor nereye çekerseniz.
İşte onun için biraz önce dediğim o Adıyaman'daki 680 bin liralık maliyet olan inşaatı 1 milyon 700 bin liraya ihalesiz verebiliyorlar. İşte bizim bu Etik Kurallar Bildirgemiz, mevcut kanunlar içerisinde belediyenin nasıl temiz yönetileceğine dair bir bildirge.
Bizim adaylarımız bunu bu üç sayfayı okuyor altına imza ediyorlar. Ondan sonra belediye başkan adayımızı okuyorlar. Türkiye'de bir ilk.
Şimdi biz bunu açıkladık. Bir ay sonra baktık. Sayın Erdoğan kendi partisinin belediye başkanlarıyla ilgili bir yemin metni hazırlatmış. Onu da işte seçim beyannamesinin başına koymuşlar. Böyle uzun bir şey değil. Kısacık bir yemin.
Fakat bu iş yeminli olmuyor. Bu iş zihniyetli oluyor. Kendisi, Cumhurbaşkanı olarak göreve başlarken çıktığı meclis kursuna yemin etti değil mi? Anayasada yazıl bir yemin metnini okudu ve “namusum ve şerefim üzerine ant içerim” dedi.
O yemin metninde ne yazıyor?
“Görevimi tarafsızca yapacağıma” diyor. Peki, şu anda Sayın Erdoğan'ın bu ülkeyi tarafsızca yönettiğini kim iddia edebilir? “Benim partim” diyor. “Benim şuyum, benim bunun. Benden misin, değil misin? Bu tarafta mısın? O tarafta mısın? Beni kimsin? Öteki misin?”
Hatay'da söyledikleri, yeminine uymuyor arkadaşlar.
Yine aynı yemin metninde ne diyor? Anayasaya uyacağıma diyor. Anayasada ne yazıyor? Anayasa Mahkemesi'nin kararları 153. Madde ne diyor?
“Anayasanın anayasa mahkemesinin kararları nihayet yargıyı da yürütmeyi de yasamayı da özel tüzel bütün şahısları da bağlar ve derhal uygulanır” diyor.
Sayın Erdoğan ne diyor? “Saygı duymuyorum” diyor. “Uyumuyorum” diyor. “Alt mahkeme uymayabilir” diyor.
Peki ne oldu yemin metninde? Öncelikle bir ülkenin başındaki insanın kurallarla, hukuk normlarıyla kendini bağlı hissetmesi lazım.
Eğer kurallarla ve hukuk normlarıyla kendini bağlı hissetmeyen bir zihniyetle ülkeyi yönetiliyorsa, sizin istediğiniz kadar belediye başkanlarınız yemin etsin.
Diyecekler ki; “ya sayın Cumhurbaşkanımız tamam siz de yemin ettiniz ama durumu ortada. Demek ki bu yemin metni var ama seçilince iş değişiyor.”
Dolayısıyla bir kıymeti yok. Kıymeti yok.
Ve değerli arkadaşlar bakın,
Seçimlere gidiyoruz. Evet. Bu seçimlerde belediye başkanlarını seçeceğiz. Belediye meclis üyelerini seçeceğiz. Doğru.
Ama aynı zamanda bu seçim merkezi hükûmetin yani iktidarın yapıp yapmadıklarıyla alakalı da onlara bir mesaj verme seçimi. Yani hükûmetin yaptıklarından memnun muyuz değil miyiz? İktidardan memnun muyuz değil miyiz? Bu seçim aynı zamanda iktidara bir uyarı seçimi.
Eğer iktidardan memnun değilsek, iktidarı ikaz etmek istiyorsak, yanlış yoldasın diyorsak bu seçim aynı zamanda değerli arkadaşlar şu andaki iktidara bir “sarı kart” gösterme seçimi.
Bu “sarı kartı” hep beraber gösterelim bakın. Yoksa seçim sonuçlarına bakıp da bu “sarı kartı” halkımızın bu uyarısını almazlarsa bugüne kadar yaptıkları her şey diyecekler ki; “bak size ne oluyor ya? Ben haksızlığı da yaparım. Hukuksuzluğu da yaparım. Sözümü de tutmam. Anayasaya da uymam. Ama bu millet beni destekliyor. Size ne?” Deyip şu ana kadar ki yapılan bütün haksızlık, hukuksuzluk inanın katlayarak devam eder.
Şu ana kadar ki bütün bu pervasızlık katlayarak devam eder. Onun için gelin hep beraber bu seçimde sadece belediye başkanlarımızı, belediye meclis üyelerimizi seçmeyelim. Aynı zamanda bu seçimde iktidara bir uyarı mesajını “sarı kartı” inşallah hep beraber gösterelim. D
*****
Değerli arkadaşlar,
Şimdi Murat Caymaz kardeşimi sahneye davet etmek istiyorum.
Evet, Düzce Belediye Başkan adayımız, Murat Caymaz.
Kendisi tüm Düzce’nin iyi bildiği, yakından tanıdığı bir isim.
Hem kamu sektörü hem de özel sektör tecrübesi olan bir arkadaşımız.
Yani bir bakıma kamu yönetme gücü elinde olmuş. O sınavdan geçmiş. Çünkü biliyorsunuz yoklukla imtihan oluyor, bir de varlıkla imtihan oluyor. Varlıkla imtihan daha zor bir şey. Ama o varlıkla imtihandan da geçmiş, anlının akıyla.
Ve ilk günden bu yana yol arkadaşımız. Uzun yol arkadaşımız.
Sizlerle birlikte Düzce halkına en iyi biçimde hizmet edecek.
31 Mart’a kadar hep beraber, çok yoğun bir şekilde çalışacağız; ayaklarımızın altı su toplayana kadar kapı kapı dolaşacağız inşallah. Ve halkımızın teveccühüyle Düzce Belediyesi’ni de hep beraber kazanacağız.
Ama ama makam imkanlar için değil. Biz belediyeciliği makamdan ibaret bir şey olarak görmüyoruz. Baştan da söyledim. Belediyecilik bizim için bir hizmet aracı o kadar. Vatandaşlarımıza daha iyi onlara daha layık bir hizmeti sunmak için bir çalışma alanı, bir gayret alanı.
Biz Murat Bey’e güveniyoruz, Düzce’ye güveniyoruz.
Kendisini sizlere emanet ediyorum.
Şehrimize, ülkemize hayırlı olsun.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.
*****