Taner Öztürk: Agro TV izleyicileri fuarın 3. gününde burada çok fazla ziyaretçi var ama işin bir de siyasetçi ziyaretleri var ki onlar da gerçekten burada Türk tarımının nabzını yakalamaya, çiftçinin sorunlarını dinlemeye çalışıyorlar ki çok önemli bir ismi şu an Agro TV standında ağırlıyoruz. DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan bizimle birlikte. Sayın Babacan'a hoş geldiniz.
Ali Babacan: Hoş bulduk, teşekkür ediyorum, sağ olun.
Taner Öztürk: Çok teşekkür ediyorum, çok yoğun bir ilgi vardı. Bize de zaman ayırdığınız için ki çiftçinin dertleri fazla, tarımın beklentileri var. Herkes sizin de ne anlatacağınızı merak ediyor. Şimdi Konya Türk tarımı için çok önemli özellikle tarımın başkenti olarak da adlandırılıyor. Önce buradan başlayalım. Evet, tarımın merkezindeyiz ama siz DEVA Partisi olarak Türk tarımını nasıl yorumlarsınız, nasıl görüyorsunuz?
Ali Babacan: Konya'dayız, Konya Ovası'ndayız. Tarımın tam merkezindeyiz. Konya gerçekten sadece tarımıyla değil aynı zamanda hızla büyüyen sanayisiyle de çok güzel bir şehrimiz. Aynı zamanda bir kültür başkentimiz. Çiftçilerimizin Konya'da olsun başka illerde olsun yaşadığı sorunları, sıkıntıları çok yakından takip ediyoruz. Özellikle şu son 7-8 yıldır maliyetlerdeki artış herhalde çiftçilerimizin şu andaki en büyük problemi. Gübre fiyatlarını takip ediyorsunuz. Yem fiyatları, tohum fiyatları, elektriğe yapılan arka arkaya zamlar ki şu son zam özellikle yine çok etkiledi. Mazot fiyatlarının 7-8 yıldır nereden nereye geldiğine baktığınızda gerçekten çiftçimiz zor durumda ama asıl Türkiye'de tarımın şu anda en önemli sorunu bir numaralı sorunu su...
Taner Öztürk: Çok doğru.
Ali Babacan: Evet, Konya Ovası'nda su sorunu büyük. Fakat aynı zamanda Çukurova'da su sorunu büyük. Gidiyoruz, Güneydoğu'da su sorunu büyük.
Taner Öztürk: Ege'de var değil mi? Aydın'da yakın zamanda.
Ali Babacan: Ege'de, Aydın'da yani gerçekten şu anda tarımın suyla acilen buluşması en önemli konu. Bunun için de tabii yatırım gerekiyor. Sulama yatırımlarının Türkiye'de bir an önce tamamlanması gerekiyor. Biz bunun hesabını kitabını yaptık. Türkiye'deki bütün tarımsal sulama projelerini 5 yılda tamamlamak mümkün. Yani aklınıza ne kadar baraj gelirse, gölet gelirse, basınçlı kapalı dağıtım sistemi, isale hatları, yağmurlama, damlama, ne diyorsanız alt alta toplayın, toplayın, toplayın, toplayın 5 yılda bunun tamamını bitirmek mümkün… Ancak şu andaki devlet bütçesinde en büyük kalem bakıyorsunuz faiz.
Taner Öztürk: Evet, maalesef ki…
Ali Babacan: Bir örnek vereyim. Geçen yılki bütçede tarım desteği doksan milyar lira. Faize ödenen bir trilyon üç yüz milyar lira. Tarıma verilenin tam 14 katı geçen seneki bütçede faize verilmiş durumda. Yetmedi, yine geçen seneki bütçede tam 800 milyar lira Kur Korumalı Mevduat için fark ödendi, döviz farkı ödendi. Fakat baktılar bütçede para yok. Bunu da Merkez Bankasına döndüler, Merkez Bankasına karşılıksız para bastırıp 800 milyar lirayı Kur Korumalı Mevduat sahiplerine ödediler. Tekrar ediyorum; geçen yıl çiftçiye ödenen 90 milyar TL, faize ödenen 1 trilyon 300 milyar, Kur Korumalı ödenen 800 milyar. İkisini topladığınız zaman çiftçimize verilen desteğin tam 22 katı rantiyeye verilmiş durumda. Şimdi bu şartlarda gerçekten Türkiye'de tarımın ilerlemesi, tarımdaki sorunların çözümü çok zor. Onun için önceliğin değişmesi gerekiyor. Bütçe hazırlanırken her şeyi bir kenara bırakıp ‘Önce çiftçi, önce tarım, önce sulama’ demek gerekiyor. Ben tam 11 tane bütçeyi hazırlayan ve Meclisten geçiren insanım, 11 yılın bütçesini… İyi biliyorum. Bunu yapmak mümkün… Bu tamamen öncelik meselesi… Nereye ne kadar para arayacaksınız? Devletin eğer önceliği tarımsa, çiftçiyse bunu bütçeye yazacak. Ne kadar ihtiyaç varsa koyacak. Ondan sonra faiz de şuydu buydu daha sonra hesap edilecek. Şu andaki sorunun da tam da özünde bu var.
Taner Öztürk: Peki, şöyle bir kanun da var zaten. Çiftçiye ödenen destekler gayrisafi yurt dışı hasılanın yüzde 1’inden az olmamak kaydıyla… Şimdi sizin anlattığınızdan ben şöyle bir sonuç çıkartıyorum. Bunun çok çok altında kalıyor. Peki, kaynak mı yok ya da var biz bu kaynağı çiftçiye aktaramıyor muyuz? Sorun nerede size göre?
Ali Babacan: Şimdi öyle bir yasal düzenleme var. ‘Gayrisafi yurt dışı hasılanın yüzde 1’i kadar tarımsal destek verilir’ diye. Ama her bütçe yine bir kanun olduğu için, Bütçe Kanunu olduğu için her bütçe hazırlanırken o Bütçe Kanunu’nda da oraya yazdığınız rakam oluyor, kanunun o yüzde 1 baypas edilmiş oluyor. Bu dediğim gibi mesele yüzde birden öte, mesele devletin ve ülkeyi yönetenlerin önceliği… ‘Benim önceliğim çiftçidir, önceliğim tarımdır, önceliğim sulamadır’ demedikten sonra bu iş mümkün değil… Üstelik biliyorsunuz tarımsal maliyetler çok arttı. Şimdi tarımsal maliyetler artınca bu gitti gıda enflasyonunu vurdu. Şu anda Türkiye tüm OECD ülkeler içerisinde gıda enflasyonunun en yüksek olduğu ülke…
Taner Öztürk: Evet, yakın zamanda bir grafik de paylaşıldı bununla ilgili… Yüzde 36’ya yakın bir enflasyon rakamı çıktı.
Ali Babacan: Doğru. Yani bütün OECD'ye gıda enflasyonun en yüksek olduğu ülkeyiz. Peki bu nasıl düşecek? Şimdi Konya'da çiftçilik yapan bir vatandaşımıza bunu anlatalım. Diyelim ki ‘Evet senin maliyetlerin çok yükseldi. Enflasyon çok yükseldi. Biz şimdi faizi yükselteceğiz ve böylece enflasyon düşecek.’ Şimdi bunu çiftçimize herhangi bir çiftçimize bir anlatsınlar da görelim. Burada büyük bir hata var. Çünkü Türkiye'deki gıda enflasyonunun sebebi maliyet artışı. Talep kaynaklı bir enflasyon yok Türkiye'de. Maliyetler arttı için fiyatlar arttı. Ne yapmak lazım? Çiftçimizin maliyetini düşürmek lazım. Enflasyonu bu şekilde aşağıya düşürmek lazım.
Taner Öztürk: Nasıl düşürülecek peki maliyeti?
Ali Babacan: O da çok basit... Bir sulamayla suyu toprakla buluşturarak verimli arttırmak gerekiyor. Bir dönüm arazide 100 kilo yerine ya da bir ton yerine 2 ton, 3 ton verim aldığınızda suyla beraber işte birim maliyet düşer. Bir. Ama ayrıca devletin mutlaka gübre fiyatının yarısını karşılaması gerekiyor. Yem fiyatının yarısını karşılaması gerekiyor.
Taner Öztürk: Peki, destekler var. Bunlar yeterli değil mi?
Ali Babacan: Elektriğin ve mazotun mutlaka devlet tarafından çiftçimize uygun şartlarda ulaştırılması gerekiyor. Şu andaki destekler diyorum ya topla topla 90 milyar tutuyor, bu rakamla çözülmesi mümkün değil... Bütçe hazırlanırken sulama ile ilgili mutlaka ciddi bir yatırım bütçesi konması lazım. Tarıma destekle ilgili ciddi bir bütçe konması lazım ki maliyetler düşsün. Tarım maliyetleri düşünce gıda fiyatları düşecek. Gıda fiyatları düşünce enflasyon düşecek. Enflasyon düşünce faizi artırmaya gerek kalmayacak. Yüksek faize gerek kalmayacak. Bütçede bu kadar faizle para ödemeye gerek kalmayacak. Kural şu; çiftçiye destek ver, böylece yüksek faiz ödemek zorunda kalma. Faize ödeyeceğin parayı çiftçiye öde. Formül çok basit. Tabii çiftçimizin en önemli sorularından birisi de finansman ve finansmana erişim. Ziraat Bankası adı üstünde çiftçinin bankası… Fakat Ziraat Bankası başka konularda o kadar çok meşgul ki o iktidarın etrafındaki menfaat şebekesi Ziraat Bankasının kaynaklarını çektiği için Ziraat Bankası çiftçiye yeterince kaynak ayıramıyor. Ayırdığı kaynağın da maliyetleri çok yüksek. Mutlaka çiftçiye çok daha uygun şartlarda finansman imkânı sağlamak lazım. Bu mümkün. Ziraat Bankası ‘Öncelik tarımdır, öncelik çiftçidir. Sen ziraatı, tarımı destekle. Ondan eğer paran kalırsa git başka yerlere kredi ver’ diye talimatlandırdığınızda bu çözülür. Ama şu anda Ziraat Bankasının önceliği de tarım değil. Çünkü çiftçilerimiz gidiyor talep ediyor, diyorlar ki ‘Para yok. Bu kadarlık tahsisat var.’ Hem finansmanın bol olması lazım hem de ucuz olması lazım. Böylece tarım maliyetleri aşağı iner. Böylece Türkiye'de gıda fiyatları düşer ve böylece Türkiye'de enflasyon düşer.
Taner Öztürk: Şimdi geçmişte ekonomiyi de yönetmiş birisi olarak şu an biliyorsunuz bazı politikalar hayata geçirildi. Enflasyonun düştüğü söyleniyor. Ne dersiniz? Yani gerçekten enflasyon düşüyor mu? Mesela farklı kurumlar farklı rakamlar açıklıyor. İşte çiftçinin enflasyonu da çok yüksek hâlâ... Nerede yanlış var ya da biz hangi rakamları doğru kabul edeceğiz?
Ali Babacan: Şu anda açıklanan enflasyon rakamlarına maalesef insanlarımız güvenmiyor. Niçin? Çünkü TÜİK eskiden alışveriş sepetinin fiyatlarını açıklardı. Yani TÜİK enflasyonu açıkladığında derdir ki ‘Benim alışveriş sepetim bu. İçinde peynir var, zeytin var, biber var, domates var. Peynirin fiyatı şu, zeytinin fiyatı şu’ diye TÜİK eskiden açıklardı. Fakat son yıllarda TÜİK bunu açıklamıyor. TÜİK'in alışveriş sepetindeki ürünlerinin fiyatlarının ne olduğunu kimse bilmiyor. Sadece diyor ki ‘Ay sonunda ya da her ayın üçünde enflasyonu yüzde 3 hesap ettin’ diyor. ‘Yıllık enflasyon yüzde 38’dir’ diyor. İyi de arkadaş, sen bu enflasyonu hesap ederken peynirin kilosunu kaç liradan kabul ettin? Sütün litresini kaç liradan kabul ettin? Gömleğin, pantolonun fiyatını kaç lira yazdın? Onu açıkla ‘Yok onu söylemem’ diyor. E peki TÜİK yıllarca bunu açıkladı. Yıllarca enflasyonu açıklarken yanında ürünlerin fiyatını açıkladı da şimdi niye TÜİK o ürünlerin fiyatını gizliyor? Niye açıklamıyor? Bunu gizlediği için de insanlar şüpheleniyor. Ya dürüstsen, doğruysan, açıkladığın rakam doğruysa, güveniyorsan o zaman o enflasyon rakamını hesap ederken kullandığın fiyatları da bir söyle bakalım. Yıllarca böyle yapıldı, şimdi niye gizliyorsun? Dolayısıyla TÜİK'in şeffaflaşması gerekiyor bir an önce. Ve enflasyon sepetindeki ürünlerin fiyatını açıklaması gerekiyor ki insanlar inansın. Yoksa vatandaşlarımıza soruyorsunuz, ‘Sen enflasyonu kaç hissediyorsun’ diye. Vatandaşımız, yüzde 60 diyor, 70 diyor, 80 diyor, 90 diyor. TÜİK ‘Yüzde 38’ diyor. E o zaman insanlara inanmıyor. ‘Peki rakamını açıkla. Bu yüzde 38 nasıl hesap ettin? Koy rakamları’ diyor. TÜİK, ‘Yok onları söylemem’ diyor. Ya doğru hesaptan kaçar mı? Aç defterini söyle, ‘Yok defterimi göstermem’ diyor. ‘Enflasyona inan’ diyor. Onun için güven kayboldu. Bir an önce bu güvenin tekrar inşa edilmesi lazım. Yani TÜİK'in gerçek verileri hesap etmesi ve bunlara açıklaması lazım.
Taner Öztürk: Şimdi Sayın Babacan, işin yine tarımsal üretim kısmından bahsedelim. Özellikle süt ve et kısmını da konuşalım. Zira size de belki paylaşmıştır çiftçilerimiz. Süt üreticisi çok sıkıntıda... Maliyetlerinin çok altında ürününü veriyor ama bayağı bir inek kesimi söz konusu. Et kısmına baktığımızda besici maliyetinin altında kestiriyor ama vatandaş da gidip kasaptan ya da marketten et alamıyor. Bir tarafta da devam eden bir ithalat var. Sütte dengeyi kuramıyoruz. Ette hâlâ ithalata bağımlıyız. 2028 hedefi kondu. Artık ithalatın bitirileceği yönüne dair. Siz inanıyor musunuz? Biter mi sizce?
Ali Babacan: Bu politikalar devam ettiği sürece Türkiye et ithalatına mahkûm devam eder. Niçin? Çünkü hayvancılık yapan üreticilerimiz zarar ediyor. Türkiye'de büyükbaş ve küçükbaş hayvan popülasyonu gittikçe azalıyor. İneğini kesiyor, kalanlara yem parası yapıyor. Bitince bir tane daha kesiyor, onun parasını yine yem parası yapıyor. Çiftçimizin hayvan sayısı azalıyor. Özellikle gençler hayvancılık yapmak istemiyor. Çiftçilik yapmak istemiyor. Babaları diyor ki ‘Oğlum kızım git sen kendini kurtar. Bak ben zarar ediyorum, olmuyor bu iş’ diyor. Gençlerin hevesli olmadığı, gençlerin yapmak istemediği bir tarım sektörü var şu anda Türkiye'de. Bu sektörün önü karanlık demek. Ne yapılması lazım? Mutlaka hayvancılıkta da yemin maliyetinin yarısının devlet tarafından karşılanması lazım. Bu şart… Diğer girdi maliyetlerinin mutlaka üreticilere piyasa şartlarından daha uygun sağlanması lazım. Bütün dünya bunu yapıyor bakın. Hayvancılığına destek vermeyen ülke dünyada hemen hemen yok. Biz hayvancılığa destek vermeyince ya da yeterli destek vermeyince bu sefer başka ülkelerde daha ucuza bir şekilde üretilen ürünler Türkiye'ye giriyor. Türkiye çok büyük bir canlı hayvan ithalatçısı oldu. Çok büyük bir et ithalatçısı oldu. Avrupa'nın en büyük toprakları bizde. Avrupa'nın en büyük ve en genç nüfusu bizde ama şu anda biz dışarıdan et ithal ediyoruz. Bu tamamen politikasızlık ve kötü yönetim… Tabii hükûmet, iktidar yakından takip edemiyor. Yani insanlar, çiftçiler ne şartta yaşıyor? Bunu bizzat yerinde tespit etmiyorlar, edemiyorlar. Hükûmetin hemen yanı başındaki insanlar genelde o büyük ithalat yapan firmalar. Canlı hayvan ve et ithalatı yapan firmalar iktidara daha yakın insanlar. Dolayısıyla duydukları nedir? Hayvancılıkla ilgili ben ne yapayım? Fiyatlar arttı diyor, soruyor ben ne yapayım? ‘Efendim, kolay’ diyor, ‘Hemen ithal edelim, düşer fiyatlar’ diyor. Tamamen bir kolaycılık şu anda. Yani artan maliyetler, artan fiyatlara karşı ithalatla üreticimizi ezmeye dayanan bir yöntem var şu anda ve bu çok yanlış, düzeltmek mümkün. Ama dediğim gibi bütçede öncelik çiftçi, öncelik hayvancılık, öncelik üretim… Bütçenin öyle hazırlanması lazım.
Taner Öztürk: Şimdi birazdan zaten sizin parti politikalarınızı da soracağım. Özellikle tarımla ilgili olarak ama peki şimdi baktığımız zaman yönetenler kısmına yapılan açıklamalarda, ‘Türkiye ithal eden değil, ihraç eden konumda artı kendi kendimize yeterliliğimiz fazla olduğu’ söyleniyor. Bunlar hep dile getiriliyor. Yine Avrupa'da 1’inci dünyada 8’inci sıradayız. Bunlar hep dile getiriliyor. Şimdi kafalar yine karışıyor. Sahada farklı, açıklananlar farklı… Burada kime inanacağız Sayın Babacan?
Ali Babacan: Aslında şuradaki fuar alanında çok sayıda çiftçimiz var. Ülkeyi yönetenler gelseler, şuraya bir masa koysalar, şu koridorlardan geçen çiftçilerimizden rastgele üç beş tanesini otursalar, bir onar dakika dinleseler var ya, bu iş hemen düzelmeye başlar. Ama yapmıyorlar. Niye yapmıyorlar? Çünkü şu anda iktidarın önceliği ithalat yapan büyük firmaların kârlılığı… Şu anda öncelik maalesef burada. Asıl büyük patronlar hükûmetin yanında ithalatla uğraşan firmalar. Bunun için düzenliyor. Bu sorunu çözmek için derdi dertliden dinlemek lazım. Şimdi diyorsunuz açıklanan gayet güzel şeyler var işte, ‘Tarım Türkiye'de uçuyor, kaçıyor. Her şey çok iyi.’ Ama onu diyenler gelse şurada otursa, çiftçilerimizden gerçek tabloyu dinlese, çok daha farklı olduğunu anlayacaklar. Dolayısıyla gerçeği yaşayanlardan öğrenmek lazım. Bir algı rüzgârıyla bu iş yürümüyor. Lafla peynir gemisi yürümüyor. Lafla çiftçilik de olmuyor. Derdi yaşayandan dinlemeleri ve ona göre çözüm üretmeleri lazım. Bizim bütün çözümlerimiz hazır.
Taner Öztürk: Onları soracağım. Onlar da duruyor. Sayın Babacan, planlı üretim modeli biliyorsunuz yıllardır aslında en büyük sıkıntımız da hep söylüyorduk. Geçen sene domates çiftçisi eylemler yaptı, ürününü satamadığı için… Bu sene patates üreticisi tam zarar ediyordu; Adana'da, Hatay'da, Mersin'de zirai don etkili olunca depodaki patatesler bir anda 30-40 liraya fırladı fiyatı. Onlar bir şekilde kurtardı ama soğan üreticisi zarar ediyor. Planlı üretim modeli ya da diğer hamleler mesela hayvancılığın yol haritası açıklandı yine. Bunlar çözüm olmaz mı sizce?
Ali Babacan: Tek tek ürün için ürün ürün Türkiye'de çok ciddi bir planlama yapmak gerekiyor. Bölge bölge planlamak yapmak gerekiyor. Havza havza planlama yapmak gerekiyor. Bütün planlama olmazsa olmaz. Çiftçilerimizi de buna göre yönlendirmek gerekiyor. ‘Önümüzdeki yıl dünyada şu ürünlerin üretimi biraz düşecek. Dolayısıyla arz açığı olabilir. Siz bu ürünlere yönelin’ diye çiftçilerimizi yönlendirmek gerekiyor. Şu anda böyle bir genel yönlendirme yok. Ama her şeyden öte her şeyden öte maliyetin acilen düşürülmesi gerekiyor. Türkiye'de tarımı kurtaracak ve çiftçimizi şu anda içinde bulunduğu krizden çıkaracak konu maliyetin bir an önce düşürülmesi, tarımın girdi maliyetlerin aşağı doğru çekilmesi… Şu andaki acil ilaç bu. Yani acil ihtiyaç bu. Planlama olmazsa olmaz zaten ama acil ihtiyaç maliyetlerin aşağı çekilmesin.
Taner Öztürk: Zaten çiftçinin de en büyük kanayan yarısı. Biraz şu küresel iklim değişikliğini de konuşalım. Çünkü İklim Kanunu var biliyorsunuz şu an görüşülen… Ne dersiniz? Bakışınız nedir sizin bu İklim Kanunu’yla ilgili? Bir de mesela bir su kanunumuz hala yok. Suyu yönetebiliyor muyuz sizce? İklim Kanunu buna çözüm olur mu?
Ali Babacan: İklim Kanunu’nu biz çok yakından takip ettik. İklim Kanunu’yla ilgili Türkiye'de bazı eksikleri tamamlayıcı olumlu unsurlar var. Ama yine her konuda olduğu gibi ileriye dönük sıkıntı çıkarabilecek de çok husus var. Bir sürü belirsizlikler var kanuna baktığınızda… Nasıl çözüleceği belli olmayan bir sürü unsur var. Bütün bunların yeniden ele alınması gerekecek. Evet İklim Kanunu şu anda geçti, geçiyor ama bir noktada bunun revize edilmesi gerekecek. Bunların hepsi yapılır. Ama asıl büyük resme baktığımızda şu anda küresel ısınma bir gerçek. İklim değişikliği bir gerçek. Küresel ısınmayla iklim değişikliğiyle mücadelenin mutlaka dünya çapında yapılması gerekiyor. Çünkü bugün Çin'de bir termik santral eğer baca sistemi iyi değilse ve atmosferi kirletiyorsa Türkiye'deki ısınmaya da sebep oluyor. Bugün diyelim ki Meksika'da bir kimyasal tesis çevreyi kirletiyorsa, atmosferi kirletiyorsa o da küresel ısınmaya sebep oluyor. Özellikle iklim değişiklikle ilgili mücadelenin ülkeler arası bir iş birliğiyle yürümesi gerekiyor. Ülkeler arası iş birliği de şu anda maalesef yok. Biliyorsunuz Amerika'da yeni yönetim Paris İklim Anlaşması’ndan çıktı. ‘Ben uymayacağım’ dedi. ‘Ben yapmıyorum bunları’ dedi. Şimdi dünyanın en büyük kirleticisi, stok anlamda da akım anlamda da dünyayı en çok kirleten ülke ‘Ben buna uymayacağım’ diyor. Onlar atmosferi kirletirken, onlar dünyadaki bu ısınmaya ve iklim değişikliğine sebep olmaya devam ederken Türkiye'nin kendi başına yapabileceklerini burada sınırlı var. Türkiye öncelikli olarak iklim değişikliğinin etkilerinden kendini koruması lazım. Küresel ısınma bir gerçek, bunun etkilerinden kendini koruyacak tedbirler alması lazım.
Taner Öztürk: Nasıl koruyabiliriz mesela?
Ali Babacan: Bu tedbirin de en önemli kaynağı su… Yani tek bir damla suyun bile kıymetini bilen bir su yönetim sistemi kurulması gerekiyor Türkiye'de. Ayrı bir su işlerinden sorumlu bir bakanlık kurulması gerekiyor. Su meselesi böyle arada kaynayacak mesele değil… Tamamen konusu çevre, iklim değişikliği ve su yönetimi olan ayrı bir bakanlık kurulması lazım. Ve Türkiye'deki ilk kaynağından başlayıp toprakla buluşana kadar ki tüm su planlamasını bu bakanlığın yapması lazım ve yatırımların da dediğim gibi en geç 5 sene içerisinde tamamlanması lazım. Bu yatırımlar 5 senede tamamlanmazsa inanın Türkiye'de tarımın işi daha kötü olacak, üretim daha düşecek… Çiftçimiz daha büyük zorluklarla karşı karşıya kalacak. Şimdi Konya Ovası'ndayız, büyük obruklar oluşuyor biliyorsunuz burada. Yani birdenbire bakıyorsunuz koca koca alanlar çöküveriyor. Bu çöküntü bazen 3-5 metre bazen 30 metre… Şimdi biraz önce çiftçi arkadaşlarımızla konuşuyoruz. Su kuyularının derinliği 200 metreyi bırak, 300 bırak, 400 metreye ulaşmış durumda. 400 metreden yer altından su çıkararak tarımda eğer siz suyu kullanırsanız, o kadar elektrik parası verirseniz tarım yapamazsınız. Çeviremezsiniz bu işi... Onun için mutlaka şu Mavi Tünel’in mesela Konya'da tamamlanması lazım. Dağıtım sisteminin tamamlanması lazım. Toprağın mutlaka ve mutlaka suyla buluşması lazım. Ama kaynağından toprağa ulaşana kadar da suyun zayi olmaması için, böyle açık arklarda falan değil, kapalı basınçlı sistemde modern sulama sistemlerinde tarlaya götürmesi lazım ki sisteme diyelim ki bir ton su veriyorsanız bu bir ton suyun en az 800-900’ü toprağa ulaşmalı… Bir ton sisteme veriyorsunuz belki toprağa bunun 200-300’ü anca ulaşıyor şu anda. Aradaki zayi oluyor.
Taner Öztürk: Çok haklısınız, ki vahşi sulama dediğimiz o yöntem maalesef ki hâlâ geçerli… Gelelim artık birazcık da sizin çözüm önerilerinize. Siz zaten bu tarımla ilgili geçmişte açıklamalarınızı yapmıştınız ama böyle bakıyorum araştırmalarında ‘Çiftçiliği Kalkındırmanın 7 DEVA’sı’ ya da işte ‘Hayvancılığın 7 DEVA’sı’ başlığı adı altında böyle sıraladınız… Bu başlıkları da bizimle paylaşın ama şunu merak ediyorum: Sizin bu teklifleriniz ya da bu hazırladığınız öneriler hayata geçirilirse Türk tarımı hangi noktaya gelir sizce? Sizden dinleyelim ayrıntılarını.
Ali Babacan: Türkiye'de tarımsal üretimi önümüzdeki 10 yıl içerisinde ikiye katlamak mümkün.
Taner Öztürk: Nasıl olur?
Ali Babacan: İkiye katlamak… Verim, verim artışı. Ve aynı zamanda çiftçinin kâr etmesi ve yeni nesillerinde tarıma, çiftçiliğe ilgi göstermesi… Tarım yapılan arazilerin daralması değil, genişlemesi… Çiftçimiz zarar edince, ne kadar çok üretiyorsa o kadar çok zarar edince bu sefer ektiği alanı daraltıyor. Ya da kirayı veriyor, kurtuluyor tarlasını… Halbuki çiftçimizin ekim alanını genişlete genişlete, büyüye büyüye işini yapması lazım. Verim arttığında özellikle sulamayla beraber ilaçlamanın, tohumun, gübrenin daha bilinçli ve daha ucuz maliyetle, daha uygun şartlarda, daha geniş bir şekilde kullanılmasıyla Türkiye'de verimi artırmak mümkün. Özellikle havza planlamasıyla yani her bir bölgemizin suyuna, toprağının kalitesine, iklime göre planlanmış bir şekilde havza bazında planlanmış bir şekilde yapılan tarım Türkiye'deki toplam verimliliği de arttıracaktır. Hangi bölgede en uygun ürün neyse o ürünün yetiştirilmesiyle daha büyük bir verim artışı sağlanacaktır. Dolayısıyla 10 yılda Türkiye'deki tarım üretimini ikiye katlamak mümkün. Bunun hepsinin hesabını kitabını biz yaptık. Ama öncelikle dediğim gibi devlet bu işe kaynak ayıracak. Sulama yatırımlarını 5 yılda tamamlayacak. Ziraat Bankası'nın kaynaklarını ‘Önce tarım, önce çiftçi’ diyecek. Önce çiftçimizi destekleyecek. Çok uygun şartlarda uzun vadeli kredi sağlayacak çiftçimize. Gübrenin yarı fiyatını devlet karşılayacak. Yemin yarı fiyatını devlet karşılayacak. Ve elektriği, mazotu, elektriği çiftçimize de çok daha uygun şartlarda devlet ulaşmasını sağlayacak. Bütün dünya çiftçisini tarımını desteklerken bizim bütçede para faize gidiyor, Kuru Korumalı Mevduat’a gidiyor. Bütçedeki parayı çiftçiye harcayacaksınız. Hesap bu kadar basit… Çiftçiye destek vereceksiniz, maliyet düşecek, fiyatlar düşecek, enflasyon düşecek, bu kadar yüksek faiz ödemeye gerek kalmayacak. Formül çok basit… Ama şu anda ülkeyi yönetenler gerçeklerden uzak oldukları için çiftçimizin halini anlamadıkları için doğru kararlar almıyorlar. Yanlış kararlar alıyorlar ve Türkiye'yi gittikçe daha fazla daha fazla dışarıya bağımlı, gıdada ve özellikle ette dışarıya bağımlı bir ülke haline getiriyorlar. Bu gerçekten büyük bir tehlike… Çünkü içinde bulunduğumuz yüzyılda gıda güvenliği olmazsa olmaz. Gıda güvenliği… Yani Türkiye'nin mutlaka kendine yetecek hatta taşacak, kendine yetecek ve fazlasını ihraç edecek bir tarım politikasına mutlaka ulaşması lazım. Bu mümkün, çözümü burada… Ben bunu seçimlerden hemen sonra Sayın Cumhurbaşkanı'na, bakanlara hepsine gönderdim. ‘Bakın çözüm burada’ dedim ya… ‘Eğer okuyup anlayamıyorsanız elemanlarımızı gönderelim, yardım etsinler’ dedim. Çözüm burada… Basit… Ama maalesef şu anda öncülük rant… Şu anda öncelik faiz, rant… Ve zenginin daha zengin olduğu çiftçimizin, asgari ücretlimizin, emeklimizin gittikçe zor şartlarda yaşadığı bir ülke haline geldi Türkiye. Bunu da sadece ve sadece sebebi yanlış kararlar, yanlış yönetim… Başka bir şey değil yani.
Taner Öztürk: Başka bir şey değil. Şimdi başlangıçta da konuşmuştuk, gençler biliyorsunuz artık bu işten uzaklaşıyor. Peki bahsettiğiniz bu eylem planıyla birlikte gençleri de ya da yurt dışına kaçan gençlerimiz de tekrar ülkemizde tutup tarımın içine dahil edebilir miyiz sizce?
Ali Babacan: Bizim buradaki en önemli yapacaklarımızdan birisi tarım liseleri… Tarım liseleri… Yani çiftçilerimizin çocuklarını gönderip bilinçli bir şekilde tekniğine, ilmine uygun bir şekilde tarım yapabilmelerini sağlamaları bu tarım liseleriyle mümkün olacak. Tarım liseleri gençlerin topraktan kopmamasını sağlayacak. Tarım liseleri tam da lise çağında yani 14, 18 yaş arasında gençlerin bilerek, tekniğini de bilerek toprakla iç içe yetişmesini sağlayacak. Gençlerimiz için en önemli konu bu ama belki daha da önemlisi genç çiftçimiz babasının çalışıp para kazandığını, ailesini rahat geçindirdiğini görebilecek. Yani bizim hedefimizdeki Türkiye şu: her çiftçimizin kapısının önünde yeni bir traktör ve yeni bir araba… Gençler bunu görecek ki ‘Benim babam çiftçi, ailemizi de geçindiriyor. Halimiz vaktimiz de çok iyi. Ben babamın, annemin mesleğini devam ettireceğim’ diyecek. Babası, annesi şikayetçiyken ‘Ya oğlum git sen şehirde kendini kurtar’ derken gençlerimiz tarım yapmaz, kopar... Ondan sonra da döneriz tarımda, tarlada çalıştırarak insan bulamayız bu ülkede. Ondan sonra dışarıdan gelen işte Afganistan'dan gelen, şuradan buradan gelenlerle de hayvancılık ve tarım dönmeye başlar Türkiye'de, ki bu çok yanlış bir iş olur yani…
Taner Öztürk: Sıcak bir bilgi yani konu olduğu için bunu da sormak istiyorum. Biliyorsunuz yakın zamanda limon ihracatına bir yasak getirildi. Ancak tepkiler gelince hemen geri dönüldü. Şimdi geçmişte de aslında bu benzer kararları gördük. Yani bunlar bu kararlar alınırken çünkü siz de geçmişte yönetimde bulunduğunuz için hani bu kararlar alındığı zaman hiç düşünülmüyor mu? Ya da bunun sonucu kime nasıl zarar verir? Hiç gündeme gelmiyor mu?
Ali Babacan: Şimdi Türkiye'de 2017’de anayasa değişti, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi geldi. Kararlar artık sadece tek bir kişiden çıkıyor. Bakanların karar yetkisi yok. Eskiden Bakanlar Kurulu vardı, şimdi Bakanlar Kurulu diye bir şey yok, Kabine var. Niye Kabine? Çünkü bakanların tek tek yetkisi yok. Tek yetki bir kişiyde... O bir kişi yetkisini ne kadar bakanlarla paylaşırsa o kadar... Yetkiyi paylaşmıyorsa sayın Cumhurbaşkanı'nın kendisine gidiyor kararlar… E bu kadar büyük bir ülkede, 85 milyonluk bir ülkede eğer limona kadar, limonun ihracat yapılıp yapılmamasına kadarki kararlar illa Cumhurbaşkanı'na gidiyorsa o ülke artık yönetilemiyor demektir. Eskiden güçlü bakanlar vardı, kararları bakanlar verebilirdi. Bakanlar tüm Türkiye'nin sathında çalışırdı; çiftçinin halini dinlerdi, anlardı, iç koordinasyon sağlanırdı ve ona göre kararlarını alırdı. Şimdi rüzgâr bir yerden esiyor, diyelim ki ne rüzgârı esiyor… ‘Efendim işte bu limon fiyatları çok arttı. Halk şikâyet ediyor. Manavda limon tanesi şu kadar oldu’ falan filan… ‘E vay canına demek ki ihracat var. Onun için artık kes ihracatı…’ İhracat kesince de fiyat tepe taklak düşüyor aşağıya. ‘E vay canına…’ Bu sefer de ‘Fiyat çok düştü, aç ihracatı…’ Ya şu üç beş kişi bir araya gelin, Allah aşkına bir Türkiye'nin güney illerinden şöyle 10 tane limon üreticisini bir oturtun. Limon üreticisini bir dinleyin. ‘Arkadaş nedir siz bir anlatın derdin nedir? Üretim nasıl? İhracat nasıl?’ Dinleyin, istişare edin, ondan sonra karar alın. Çünkü devlet yönetiyorsanız bakın üç tane çok önemli ilke var. Devlet yönetiyorsanız birinci ilke adalettir, adalet. Her zaman adaletle hareket edeceksiniz. İkinci ilke ehliyet, liyakattir. Yani işi ehline teslim etmektir. İşi ehline vereceksin, o bakan işini bilecek. Üçüncü önemli ilke de mutlaka karar alırken istişare edeceksin. Yani iyi bir istişare kuruluyla konuları konuşacaksın, değerlendireceksin, istişare sonucunda karar alacaksın. Şimdi limonla ilgili şöyle oturup bir 2 saat bir istişare heyeti kurulsa, 2 saat konuşulsa mesela örnek verildiği için söylüyorum bu gelgitler yaşanmaz. Ama bu yapılmadığı için bir gün kulağına bir şey fısıldıyor karar vericilerin, ‘Efendim şöyle şöyle yapalım.’ ‘Tamam yap.’ Ertesi gün öbür kulağına birileri başka bir şey fısıldıyor, Tamam böyle yap.’ Bu ülke böyle yönetilmez yani. Bu ülke gerçekten güçlü kurumlarla yönetilir, ehil kadrolarla yönetilir ve adaletle, istişareyle yönetilir.
Taner Öztürk: İstişare, liyakat, adalet dediğiniz gibi… Son bir sorum daha olacak. Gıda Komitesi biliyorsunuz özellikle fiyatların belirlenmesinde etkin rol oynuyor. Siz Gıda Komitesinin varlığını doğru buluyor musunuz, olmalı mı?
Ali Babacan: Şimdi önemli olan komiteymiş, komisyonmuş, şuymuş bunlar değil… Önemli olan herhangi bir konuda karar veriyorsanız, o konunun taraflarını aynı masada oturtabilmek ama o masada oturanların da tek tek dürüst ve ehil insanlardan oluşması… Yani orada herhangi birisinin, herhangi bir ithalatçının çıkardığı falan korumayacak. Orada memleketin çıkarını koruyacak, üreticinin çıkarını koruyacak ve Türkiye'de bol, kaliteli ve uygun şartlarda, uygun fiyatlarda gıdanın vatandaşlarımıza ulaşmasını sağlayacak… Hem çiftçinin yüz gülecek hem vatandaş kaliteli ve uygun fiyatlı gıdaya ulaşacak. Önemli olan bunu sağlayabilmek… Bunu sağlamak mümkün ama o iradeyi koymak gerekiyor. Dürüst ve ehil insanlardan oluşan bir yönetim kadrosuyla bu iş mümkün, aynı zamanda istişareyle mümkün…
Taner Öztürk: İstişareyle mümkün… Bir soru daha soracağım size Sayın Babacan. Şimdi genelde iş paraya odaklandığında ekonomiyi bildiğiniz için özellikle soruyorum. Gösterilen kişi “Mehmet Şimşek'ten onay çıkmıyor” şeklinde Sayın Bakan'dan. Yani benim de aklıma şöyle bir soru geliyor. Bütçede gerçekten sıkıntı var da mı çıkmıyor Sayın Şimşek'ten yoksa bir politika var buna uyguladığı için mi? Buna yorumunuz nedir?
Ali Babacan: Şimdi bu işlerde hep bir günah keçisi olur. Yani bir iyi birisi olur bir de birisine de kötü rol oynamak düşer. Şu anda hükûmette herhalde anladığım kadarıyla bazı arkadaşlara bir kötü rol düşüyor. Şimdi ülkedeki ekonomik sıkıntıların temelinde kuralsızlık var, adaletsizlik var, insanların önünü görememesi var. Asıl sorunlar burada… Bu sorunları çözmek gerekiyor. Türkiye'de devlet büyük bir vergi topluyor mu topluyor. Bakın son iki yılda gelir vergisi arttı. Kurumlar vergisi arttı. KDV arttı. ÖTV arttı. Devlet bütün vergi kalemlerini arttırdı. Demek ki para geliyor. Ama para nereye gidiyor? Faize gidiyor, Kur Korumalı Mevduat’a gidiyor. Düzgün bir yönetimle, tarıma destek vererek, maliyetleri aşağıya çekerek, fiyatları aşağıya çekerek, gıda enflasyonu düşürerek enflasyon düşer ve böylece yüksek faize ihtiyaç kalmaz. Faizde de bu kadar büyük para ödemeye gerek kalmaz. Çözüm asıl oralarda. Ama bunu anlamıyorlar. Çünkü bakanların tek tek bunları yapacak bir yetkisi yok. Bir de büyük bir menfaat şebekesi var, iktidarın başına öbeklenmiş bir menfaat şebekesi… O menfaat şebekesinde alınan bütün kararların kendi lehlerine, kendilerine para kazandıracak şekilde olmasını sağlıyor. Mesela devlet bütçesinde tasarruf mümkün… Kamu İhale Yasası var biliyorsunuz değil mi? Kamu Alımları Yasası… Avrupa Birliği'nde şu anda 28 ülkenin uyguladığı Bir Kamu İhale Yasası var. 28 ülke aynı yasayla kamu parasını harcıyor. Ben diyorum ki niye bunu Türkiye'de uygulamıyorsunuz? Getirin Türkiye'de uygulayın ki biz bunu 3 ayda uygulamaya sokarız, devletin 2 liraya 3 liraya mal ettiği deprem konutunu bir liraya mal etmek mümkün… 200 bin deprem konutu yaptılar değil mi 2 yılda? Biz aynı parayla 400 bin deprem konutu yapardık. Formül nasıl? Formül ihale yasasını değiştirmek ve devletin parasını nasıl harcayacağını düzgün kurallara bağlamak ve yarışmayla buna karar vermek... Devlete hangi ürünü kim daha ucuza kim daha kaliteli getirirse ondan o ürünü almak ona iş yapmak… Ama yapmıyorlar. Bak 28 ülke, Almanya’sı, Fransa’sı, İngiltere'si, İtalya'sı, İspanya'sı hepsi Kamu İhale Yasası’nda… Tek bir Kamu İhale Yasası uyguluyor, bunlar büyük ekonomiler ama Türkiye buna tınmıyor. Biz diyoruz ki ‘Getirin uygulayın, bakın nasıl tasarruf sağlanıyor, nasıl kaynak açığa çıkıyor görün. Açığa çıkan kaynağı da çiftçiye aktarın’ diyoruz. ‘Çarçur ettiğiniz, israf ettiğiniz parayı oradan kurtaralım Kamu İhale Yasasıyla, oradaki tasarrufu getirelim çiftçimize aktaralım, tarıma aktaralım’ diyoruz. Çözüm basit... İş bilenin kılıç kuşananın…
Taner Öztürk: Tabii kısıtlı zamanda ben birçok soruyu size yönetmeye çalıştım. Bilemiyorum benim atladığım ya da sizin özellikle belirtmek istediğiniz bir başlık varsa yine tarıma dair, onu da alalım lütfen.
Ali Babacan: Ben belki son olarak özellikle genç çiftçilerimize seslenmek istiyorum, ki fuarda bugün gezerken az sayıda olsa da onlara rastladım. Çünkü şu anda 40 yaşın altında çiftçi görmek çok zor Türkiye'de. Genç çiftçilerimize dedim ki aman işinize sarılın… Ama zarar ediyoruz… İdare edin, sabredin ama tarımı bırakmayın, toprağı bırakmayın. Çünkü sizler de bu toprağını, tarım bırakırsanız yarın bu büyük ve güzel ülkenin toprağını, tarımını işleyecek insan kalmayacak. Bu sefer devlet para verse de çalıştırarak kimseyi bulamayacak. Destek vereceksiniz. ‘Yok ben yapmam’ diyecek. Onun için genç çiftçilerimize buradan benim mesajım, bu güzel ve büyük bir ülkeden asla umutlarını kesmesinler. Topraktan kopmasınlar… Sabretsinler, dayansınlar… Her sorun çözülür inşallah.
Taner Öztürk: Evet. İnşallah çözülür diyelim. Peki. Sayın Babacan çok teşekkür ediyorum.
Ali Babacan: Ben teşekkür ediyorum. Sağ olun.
Taner Öztürk: Çok sağ olun. Teşekkür ediyorum. Ayağınıza sağlık. Tekrar iyi ki geldiniz. Evet değerli izleyiciler konumuz DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan'da tarım konuştuk, hayvancılığı konuştuk, gıdayı konuştuk ve parti politikalarını Sayın Babacan bizimle paylaştı. Çözüm önerilerini tek tek anlattı. Özellikle vurguladığı liyakat, adalet ve bir de işin şeffaflık kısmı bunlar en önemli başlıklardadır. Gençlere de yine önemli çağrısı vardı. Sizler de zaten şahit oldunuz. Çok teşekkür edelim Sayın Babacan'a. Araya gidelim. Teşekkür ediyoruz. Sonrasında devam edeceğiz.