9 Nisan 2025
Ali Babacan- 9 Nisan 2025
Haftalık Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve bizleri şu anda bizleri bu salonda izlemekte olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Yeni Yol grubunun 11. toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz…
Sözlerimin hemen başında Polis Teşkilatımızın kuruluş yıl dönümünü kutluyorum ve bu hafta boyunca gerçekleştirilecek tüm etkinliklerde polislerimizin, Emniyet mensuplarımızın sorunlarının biraz olsun gündeme getirildiği, kendi mesleki ve psikolojik gelişimlerinin mutlaka gündeme getirilip tartışıldığı, çözümler üretildiği bir hafta olmasını temenni ediyorum.
Ve bu ülkenin iç güvenliği için çalışan her bir arkadaşımıza, kardeşimize de işlerinde başarılar diliyorum.
Değerli arkadaşlar,
Gözümüz görüyor, kulağımız duyuyor;
Çok şükür aklımızı da kimseye emanet etmedik.
Bu yüzden yaşananlar bizim gözümüzde çook net.
28 Şubat -27 Nisan e-muhtırası ne demekse;
İktidarın 18 Mart’tan bu yana yaptıkları da bizim için o demek.
367 kararı, parti kapatma davaları ne demekse;
Üniformalılar ya da üniformasızlar tarafından ülkemizin içine düşürüldüğü demokrasi krizleri ne demekse;
İktidarın son haftalarda yaptıkları da bizim için o demek.
Biz ise, dün neredeysek bugün de oradayız.
Hiç değişmedik.
Dün demokrasinin yanındaydık, bugün de oradayız.
Onlar ise savruldular, yollarını kaybettiler.
Şu tutuklu olan gençlere bakıp da üzülmemek mümkün mü yahu…
Neden tutuklular? Ne yapmışlar?
“Demokrasiyi elimizden alamazsınız” demişler.
“Benim bir sandık umudum vardı, benim o umudu karartamazsınız.” demişler.
Başka ne demişler?
“Sabrediyordum. Gün gelir, belki Türkiye’yi daha iyi bir yönetim iş başına gelir. Bu iktidar koltuğa bi yapıştı, galiba kalkmayacak.” demişler.
Düşün ya artık şu gençlerin yakasından.
Bırakın gençler özgürce taleplerini dile getirsinler.
Bırakın gençler “özgür ve zengin bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz” desinler.
Bunu yüksek sesle dillendirsinler, haykırsınlar.
Peki, iktidardakiler ne diyor?
Kaba saba tavırlarıyla, “Bakın kafamı bozmayın, sesi çok çıkanı atarım içeri” diyor.
Mesele sadece şu an tutuklu olan 299 genç değil arkadaşlar,
Mesele bundan sonra anayasal hakkı olan, gösteri, yürüyüş, protesto çalışmalarına katılacak herkese gözdağı vermek, ana babalara gözdağı vermek, “Bakın, görün, haliniz öyle olur” demek.
299 gencin tutuklu yargılanması demek aslında fiilen anayasadaki bir hakkı askıya almak demek.
Ey iktidardakiler!
Kendinize gelin ve aklınızı başınıza alın!
İktidar, gençlere, ana babalara meydan okuma yeri değildir.
İktidar, kin tutma, rövanş alma makamı değildir.
Bakın bu çocuklar sınavlarını kaçırıyorlar. İnadınıza devam ederseniz okullarında dönem kaybedecekler, yıl kaybedecekler.
Sizde hiç vicdan yok mu?
İktidardakilere soruyorum:
Çok ciddi sağlık sorunları olan, hapishaneyle hastane arası mekik dokuyan Mahir Polat’ı siz niçin hala tutuklu yargılıyorsunuz?
Bir başka dava yüzünden tam 5 aydır hapiste olan, kendi ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan, tekerlekli sandalyeyle hareket edebilen 78 yaşındaki Melek İpek’le ilgili niçin hiç bir şey yapmıyorsunuz?
Arkadaşlar, sadece iki örnek veriyorum ama bakıma muhtaç, yaşlı ve hasta on binlerce insan var şu anda hapishanelerde.
Her türlü teknolojik imkân varken, alternatif uygulamalar varken, bu vurdumduymazlık nedir Allah aşkına?
Yok kanun, mevzuat diyorsanız işte Meclis.
Hak adına, insan adına ne getiriyorsanız Meclis burada.
Getirin biz de destek verelim.
Mazeret üretmeyin.
Ben Sayın Erdoğan’a sesleniyorum:
Belli ki unuttu; buradan, bu kürsüden hatırlatıyorum:
Eyy Erdoğan! Unutma!
İktidar olmak demek, “önce insan” diyebilmektir.
İktidar olmak demek, her daim adaletle hareket etmek demektir.
İktidar olmak demek, vicdan sorumluluğu demektir, ahlak sorumluluğu demektir.
İktidar olmak demek, vebal korkusunu yüreğinin tam ortasında hissedebilmek demektir.
Unutma!
Bakın arkadaşlar,
Teşhisi iyi koyacağız ki, tedaviyi iyi yapalım.
Teşhisi madde madde sayıyorum şimdi size:
Bir: Karşımızda artık kendi vesayetini ilan etmiş, milletle bağını koparmış bir iktidar bulunmaktadır.
İki: Bu iktidarın talimatıyla hareket eden savcılar, 28 Şubatçıların talimatıyla hareket eden savcılardan farklı değildir.
İktidardakiler! Size sesleniyorum, not alın bunları.
Teşhis olmazsa tedavi başarılı olmaz.
Üç: İktidar, meşruiyetinin yegâne kaynağı olan sandığı ortadan kaldırarak, aslında kendi ipini çekmiş, kendini savunmasız, güçsüz bırakmıştır.
O çok sırtını dayandığı demokrasiyi, sandığı anlamsızlaştırmaktadır.
Dört: Milletimiz yeri ve zamanı geldiğinde, önüne ilk sandık konulduğunda, bu iktidara gereken cevabı verecektir.
Söylemekte hiç beis yok. İktidarın sandıktan ne anladığını sizlere göstermek istiyorum.
Sandık günü geldiğinde nasıl bir oy pusulası görmek istediklerini sizinle paylaşmak istiyorum.
Buyurun, iktidarın demokrasi anlayışını en iyi anlatan oy pusulası burada. DEVA Partili gençlerin buradaki grup toplantısına hediyesidir.
[Her seçenekte Erdoğan’ın olduğu oy pusulası]
Hayallerindeki, rüyalarındaki oy pusulası bu.
Türkiye’yi getirmek istedikleri nokta da bu.
Sandık mı? Al kardeşim sandığı önünüzden.
Ama başka bir tercihiniz yok. Basacaksın mührü.
İstediğinin altına bas. Serbestsin.
Özgürlük ya, işte özgürlük burada.
Demokrasiye sahip çıktığı için tutuklanan, haksız yere hapishanede tutulan genç arkadaşları adına, size bu oy pusulasını takdim etmek istiyoruz.
Şöyle de bir not yazmışlar arkadaşlar arkasına:
“Milletin karşısında olanlar nasıl yenildiyse, 28 Şubatçılar nasıl yenildiyse, siz de öyle yenileceksiniz. Haksız yere hapishanelerde tutulan gençleri de oradan alacağız. Bu iktidar gençler tarafından gönderilecek. Bu iktidara son verecek olan sesi gür çıkan yeni nesildir. İmza: DEVA’lı gençler.
Değerli arkadaşlar,
Ne dedik?
“Milletimiz yeri ve zamanı geldiğinde, önüne ilk sandık konulduğunda bu iktidara gereken cevabı verecektir.” dedik.
Yine söylüyoruz: 28 Şubatın paşaları nasıl gittiyse, bugünkü vesayetçiler de paşa paşa gidecektir.
Kimsenin şüphesi olmasın.
Ancak, o gün gelene kadar da çok dikkatli olmak zorundayız.
Türkiye’deki oluşturulmak istenen siyasi tabloyu da iyi okumak zorundayız.
Demokrasi için bir olmak, beraber hareket etmek zorundayız.
Maalesef, diploma iptali ve tutuklamalardan sonraki süreçte yaşananlar birlik ve beraberliğe zarar verebilecek türlü eylemleri de beraberinde getiriyor ve buna da üzülüyoruz arkadaşlar.
Siyaset üretmeyenler o panikle ne yaptılar?
Hemen asıllarına rücu ettiler. İnsanlarımızı birbirinden ayıracak yeni yol ve yöntemler ortaya attılar.
Dakika bir, gol bir.
Bir zamanlar insanları kılık kıyafetleri yüzünden ayrıştıranlar, şimdi içilen kahveleri ayrıştırmaya başladılar.
Yetti mi, yetmedi.
Mobilyayı nereden aldığını, çikolatayı nereden, kimden yediğini ayrıştırdıklarını gördük bu süreçte.
Çünkü onlar için ayırma-ayrıştırma yoksa, siyaset de yok.
Tek bildikleri bu: Benden misin, onlardan mısın?
Çünkü bunlar kutuplaşmadan besleniyorlar.
Siyaseti kutuplaşmadan, kutuplaştırmaktan ibaret sanıyorlar.
Sonra, yetmemiş olacak, başladılar sanatçıları ayırmaya:
Dediler ki: “Şu paylaşım yaptı bizden”, “şu bir şey demedi haa demek ki onlardan”;
“Şu bilmem kimin adamı”,
“Şu dükkan şunlardanmış”, ”Bu dükkan bunlardanmış” dediler;
Ülkeyi sokak sokak ayırmaya giriştiler.
İktidarın tam da istediği, iktidarın işine gelen “Bizden misin, onlardan mı?” siyasetine yeni kriterler eklemekte hiçbir beis görmediler.
O yüzden üzerine basa basa söylüyoruz:
Demokrasiye sahip çıkmak için ellerinden geleni yapan iyi niyetli yurttaşlarımızı da tenzih ederek de söylüyoruz.
Biz, kendi siyasi bekaları için milleti ayıranların, ayrıştıranların karşısındayız;
Biz, bu kargaşanın içinde makulün sesini kısmaya çalışanların da karşısındayız.
Biz, esnafı, işletmeciyi, kafeleri, dükkanları bizden ve onlardan diye ayıran zihniyetin karşısındayız.
Bu ülkenin sanatçılarının, bir yandan iktidarın, bir yandan da muhalefetin sopasını ayrı ayrı yemelerine göz yumamayız.
Hep söylüyorum; bir yanlış, bir başka yanlışla düzeltilmez.
Ayrıştırana karşı, “biz de ayrıştırırız” denilmez.
“Sen kutuplaştırırsan, ben de kutuplaştırırım” demek doğru olmaz.
Biz bu oyunu bozmak zorundayız arkadaşlar.
İktidara da, ana muhalefete de sesleniyorum:
Türkiye gibi büyük bir ülkeyi Fatih ve Harbiye ikiliğine mahkûm edemezsiniz.
Tahayyülünüz, ufkunuz bu kadar dar olabilir.
Fakat bu ülke okyanuslara sığmaz.
Bu ülke ikinizden de büyüktür.
Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye bir bütün olarak AK Parti’den de, CHP’den de büyüktür arkadaşlar (…)
O yüzden buradaki arkadaşlarıma, kardeşlerime, ekran başındaki vatandaşlarımıza sesleniyorum:
Eşimizin dostumuzun dükkanına “bir kez” gidiyorsak;
Siyasi kimliğine bakmaksızın, henüz siftah yapmamış esnafın dükkanına “iki kez” girmek zorundayız.
DEVA’lı komşumuzun, Gelecek Partili, Saadet Partili komşumuzun hatırını “bir kez” soruyorsak;
AK Partili, CHP’li veya başka bir partili komşumuzun hatırını “iki kez” sormak zorundayız.
Ayırmayalım, ayrıştırmayalım, toplumun kutuplaştırılmasına göz yummayalım.
Bu ülkenin alnı ak, başı dik insanları olarak bir olalım, beraber olalım.
Değerli arkadaşlar,
İktidar gözünü sandığa dikmişken, ülkenin dört bir köşesine baktığımızda insanlar çok derin bir geçim sıkıntısı çekiyor.
Çalışanlardan asgari ücretliye, esnafa emekliye herkes dertli, herkes sıkıntıda.
Fakat en çok sıkıntıda olan şüphesiz değerli arkadaşlar, emekliler.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir fotoğrafa rastladım.
Belki içinizde rastlayanlarda olmuştur.
Bir emeklimiz bir direğe bir el yazısıyla iş ilanı asmış.
Burada biraz küçük ama ben okumaya çalışayım.
[İş ilanı ]
Diyor ki,
“İş arıyorum” diyor.
“70 yaşındayım kaynak tesisat işlerinden anlarım” diyor
“Bahçelerimize bakarım” diyor; “sağlık problemim yoktur, 4-5 saat çalışabilirim” diyor.
Çünkü biliyor 70 yaşında iş bulmak zor.
Çünkü biliyor 70 yaşında çalışmak zor.
Okudum, inanın içim parçalandı.
Avrupalı yaşıtları emekli maaşlarıyla ülke ülke dolaşırken bizim emeklimiz ay sonunu getiremiyor.
Avrupalı yaşıtları Türkiye'nin her köşesinde istedikleri yerde tatil yaparlarken, bizim yaşlarımız memleketlerine gitmek için otobüs bileti alamıyor.
Yıllarca bu ülkeye emek vermiş, bu ülke için çalışmış; primini zamanında yatırmış emeklilerimiz, kiralarını ödeyemiyor, bırakın kirayı bayramda torunlarına harçlık veremiyor.
Bakın, TÜİK’in açıkladığı sadece ilk üç aylık enflasyon bile %10’un üstünde.
Gerçek enflasyonu saymıyorum. TÜİK’in kabul ettiği, itiraf ettiği ilk 3 aylık enflasyon bile %10’un üstünde
Emeklilerimizin şu yılın başındaki aldıkları zamla şu andaki aldıkları maaşa bakıyorlar, zam şu anda buharlaşmış durumda.
3 ayda yılbaşında aldıkları zammın anlamı kalmadı.
Yılın geri kalanına daha fakir devam edecekler.
Uyguladıkları politikalarla enflasyonu patlatanlar, Türkiye’nin siyasetini de ekonomisini de istikrarsızlığa sürükleyenlerin inanın bunlar umurunda değil artık.
Onlar her gün farklı bir gündem oluşturarak fakirliğin fukaralığın üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Bakın, 1 aydır bambaşka bir gündem değil mi?
Bakın, daha ne gündemler gelecek önünüze.
Neler nelere üretecekler.
Amaç fakirlik, fukaralık konuşulmasın, emeklinin, çiftçinin, esnafın durumun üstü örtülsün.
Değerli arkadaşlar,
Konuşmamı hassaten gençlere seslenerek tamamlamak istiyorum:
Biliyorum gençler, öfkelisiniz; ben de öfkeliyim.
Biliyorum, üzgünsünüz; ben de üzgünüm.
Biliyorum, ülkemizin yarınları için endişelisiniz; ben de endişeliyim.
Ama umutsuzluğa, karamsarlığa yer yok.
Siz gençsiniz, bunu unutmayın.
İnşallah önünüze daha nice sağlıklı, huzurlu yıllar bekliyor sizi.
Makamları ellerinde tutanlar elbet bir gün gidecek.
Bizler bu kürsülerden artık sizlere seslenemediğimizde, sizler bizim yerimize bu kürsülerde olacaksınız.
O gün elimizde kalan, birbirine düşmanca bakan insanlardan müteşekkil, ikiye ayrılmış bir Türkiye olmamalı.
Baskının, zulmün her zaman karşısında olun;
Ayıranların, ayrıştıranların, ikiye bölenlerin karşısında durun;
Hep milletin yanında olun.
İnanın, kalp kırmak gibi bir lüksümüz yok.
Bu ülke ancak bir olarak, birlik olarak düzlüğe çıkabilir.
Ve bizim güçlenmekten başka çaremiz yok.
Şu içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşananları görüyorsunuz.
Biz bir olmayınca, beraber olmayınca güçlenemeyiz.
İçinde bulunduğumuz coğrafyaya da bir katkımız olmaz, faydamız olmaz.
İkiye bölünmüş, ortadan ikiye karpuz gibi yarılmış bir Türkiye’nin kendine de faydası olmaz İslam alemine de faydası olmaz.
Diyalogdan, çözümden, tartışıp konuşmaktan, fakat yine de konuşmaktan başka çıkışımız yok.
Emin olun birleştikçe kazanacağız, birleştikçe daha güzel yarınlarda buluşacağız.
Bu duygular içerisinde sözlerimi sonlandırırken, hepinize tekrar saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.
Ekran başındaki vatandaşlarımızın ailelerine, dostlarına gönül dolusu sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.