26 Mart 2025
Ali Babacan 26 Mart 2025
Haftalık Grup Toplantısı
Değerli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Değerli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerinin kıymetli temsilcileri,
Değerli basın mensupları,
Ekranları başında ve şu anda bizleri bu salonda takip etmekte olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor;
Yeni Yol grubunun 10. toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli arkadaşlar,
150 yıllık demokrasi tarihimiz; 100 yıllık cumhuriyetimiz büyük bir saldırı altında.
Milli iradenin tecellisi, bu kez siyasetin bizzat kendisi tarafından tehdit ediliyor.
Kendi bekasını, ülkenin bekasından üstün gören bu iktidar; Milletin tırnaklarıyla kazıyarak, onlarca yıl emek vererek, bedeller ödeyerek kazandığı demokrasiyi yerle bir etmeye çalışıyor.
Usul, teamül, etik, kural, kanun ne varsa ayaklar altına aldılar; hiçbir eleştiriyi görmüyorlar, duymuyorlar, umursamıyorlar.
Genç arkadaşlarımız bilmeyebilir.
Türkiye’de demokrasinin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sürekli sallanan askeri darbe tehditleri vardı.
Yapılan darbeler, dönem dönem demokrasiyi kesintiye uğratırdı.
Millet sandık hakkını, tabiri caizse, üst üste koyduğu cenazelerle yeniden kazanırdı.
Unutmayalım: Darbeler sadece askeri darbelerden de ibaret değildi.
Siyaset ve bürokrasi eliyle de millete parmak sallamayı alışkanlık haline getirenler vardı.
“Biz asılız, bu ülkede bizim irademiz dışında hiç bir şey olamaz” diyenler vardı.
Yıllar boyu, tüm bunlara son vermek için mücadele ettik.
“Milletin iradesinin üzerinde hiçbir güç yoktur” dedik; kapatma davalarına, 367 kararlarına karşı dik durduk.
“Üniformalı ya da üniformasız hiç kimse seçilmişlere parmak sallayamaz” dedik; e-muhtıralara, darbe girişimlerine karşı dik durduk.
Dik durduk ve dik durmaya devam ediyoruz.
Fakat şu anda iktidarda olanlar, yollarından döndü;
Yola çıktıklarını, yolda bulduklarıyla değiştiler.
En acısı; kendilerine emanet edilen makamları, kendilerine “kıble” bellediler.
Dinimizin, “Adaleti titizlikle ayakta tutan kimselerden olun” emrine rağmen, adaleti ayaklar altına aldılar.
Hakka, hukuka sırtlarını döndüler.
Nihayetinde bir Ramazan günü, milyonlarca insanın seçme hakkına girdiler.
Şu dün olanlara bir bakın Allah aşkına. 7 muhabir arkadaşımız tutuklandı.
Muhabirin görevi nedir? Haberi yakalamak ve yayınlamak; vatandaşlarımıza gelişmeleri doğru bir şekilde aktarmak değil midir?
Bir değil, iki değil, tam 7 tane gazeteciden bahsediyoruz arkadaşlar.
Nedir bu Allah aşkına?
Nasıl oldu da, birbirinden tamamen ayrı kuruluşlarda çalışan muhabirler eş zamanlı olarak aynı suçu işlediler?
Ne oldu da, önce “adli kontrolle serbestsiniz” dediler, sonra apar tutar hepsini tutukladılar?
Gazeteciler ve basın üzerindeki bu baskı hızla artıyor.
Aslında, vatandaşlarımızın haber alma özgürlüğü hızla ellerinden alınıyor.
Unutmayalım, basın özgürlüğünün kısıtlandığı bir ülkede ne hukuktan bahsedilebilir, ne de demokrasiden.
Buradan iktidardakilere sesleniyorum;
Beni duyun, dinleyin:
Bu millet, 15 Temmuz gecesi, “siz işinize geldiğinde demokrasiyi askıya alın” diye sokağa dökülmedi yahu.
Bu millet, “işinize geldiğinde sandığı ilga edin” diye darbelere karşı durmadı.
Sayın Erdoğan, iyi dinleyin;
Bu millet; hatta benim kendi halalarım, kız kardeşlerim, “gelin, çektiğimiz zulüm üzerine bir iktidar kurun” diye o eziyetleri çekmediler. (…)
Bakın arkadaşlar,
Türkiye, demokrasiyi bedeller ödeyerek kazanmış, bu uğurda bir başbakanını, rahmetli Adnan Menderes’i kaybetmiş bir ülkedir.
Türkiye, “Rey demek namus demektir” diyen Arslanköylülerin; demokrasi için bedel ödediği bir ülkedir.
Türkiye, milli iradenin üstünde hiçbir gücün olmayacağını bilen, bunu pek çok kez tecrübelerle yaşamış bir ülkedir.
Sanmayın ki, bu kürsüdeki itirazım sadece ana muhalefet partisine veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne düzenlenen operasyonla ilgili;
Sanmayın ki itirazım, sadece büyükşehir belediye başkanının tutuklanmasıyla veya Şişli’ye atanan kayyumla ilgili.
Hayır arkadaşlar;
Benim itirazım, milli iradeye parmak sallamanın, bu ülkede daimi bir alışkanlık haline gelmesine;
Benim itirazım, üste çıkanın alttakini etmesine;
Benim itirazım, bu dönüşümlü zorbalık düzenine.
Zamanında Yüce Meclis’ten, araçlara bindirilerek gözaltına alınanlar için itirazım var.
“Bu hanıma haddini bildiriniz” denilerek, taciz edilenler, yuhalananlar için itirazım var.
Partisi defalarca kapatılan merhum Necmettin Erbakan Hocamız için itirazım var (…)
Kendisi çoktaan unuttu ama;
Bir şiir okuduğu için hapse atılan, siyaset yapması yasaklanan, Keçiören’de bir apartman dairesinde oturan o eski Recep Tayyip Erdoğan için de itirazım var.
Değerli arkadaşlar,
Tüm bu yaşananların, adaletsizliğin, hukuksuzluğun bedelini kimileri özgürlüklerini kaybederek ödüyor;
Kimileri ellerinden alınan yönetimlerle, kimileri ellerinden alınan seçme hakkıyla ödüyor.
Fakat kati olan bir şey var ki, bu yaşananların bedelini ekonomik olarak tüm Türkiye ödüyor.
İnanın söylemekten biz yorulduk, onlar kulak tıkamaktan yorulmadılar:
Hukuk olmadan, ekonomi olmaz.
Adalet olmadan, ekonomi olmaz.
Ne kadar hukuk, o kadar ekonomi.
Ne kadar adalet, o kadar ekonomi.
İnanın bu kadar basit.
Soruyorum buradaki haziruna:
Şöyle bir düşünün. Cebinizde üç-beş bin lira para var.
Gidip de, hakkında türlü dedikodular çıkmış, sözüne itibar edilmeyen, milletin “uzak dur” dediği bir kişiye paranızı verir, onunla ortak işe girişir misiniz?
Girişmezsiniz değil mi?
Herkesin “Buna güvenilmez, haksızlık yapar, birilerinin parasına çöker” diye uyardığı birine cebinizdeki parayı borç da olsa verir misiniz?
Vermezsiniz.
Bu iktidar iş başında olduğu sürece bu ülkeye kim, neden, ne için para getirir ki?
Hazine Bakanı’nın tweet atmak için VPN kullanmak zorunda kaldığı bir ülkeye kimse güvenir de borç verir mi?
Ana muhalefet partisinin Cumhurbaşkanı adayı yapmak istediği bir Belediye Başkanı’nın tutuklandığı; muhabirlerin, gazetecilerin göz altına alındığı, ev hapsinde tutulduğu bir ülkeye yatırımcı gelir mi?
Gelmez arkadaşlar, gelmez.
Gelmedi, gelmiyor da zaten.
Bakmayın şu son 2 yıldır ultra yüksek faizle ve sadece o yüksek faizin cazibesiyle gelen bir miktar döviz girişi olduğuna Türkiye’ye.
Yatırım için para gelmiş değil bakın.
Şirketlere ortak olmak için, şirketlere sermaye koymak için para gelmiş değil Türkiye’de.
Son 2 günde gelen ve 3 günde önemli bir kısmı çıkan paranın tamamı zaten yüksek faiz için gelmişti.
Bu ülkeye hayrı olacak, bu ülkeye faydası olan bir para değildi zaten o.
Üzülerek söylüyorum değerli arkadaşlar, olmadı, olmayacak.
İşte önümüz bayram.
Bayram neşesi mahallemize ulaşamaz oldu.
Bir zamanlar, bayram sabahları güzel sofraların kurulduğu, çocukların, gençlerin yeni kıyafetlerini giydiği, büyüklerin küçüklere harçlık verdiği sabahlardı.
Eve gelen misafirler güzel sofralarda ağırlanır, ikramların sonu olmazdı.
Şimdilerde ise verilen emekli ikramiyesi şeker dağıtmaya, torunlara harçlık vermeye bile yetmiyor.
Nerede o eski bayram sabahları diyoruz.
Geçmişin refah seviyesini özlüyoruz.
Ülkeyi getirdikleri durum maalesef bu.
Emekli ikramiyesi dedik değil mi?
Şu yaptıklarına bakın Allah aşkına, düşüne düşüne düşüne 3 bin lirayı 4 bin liraya çıkarmaya zar zor karar verdiler.
Şimdi de bunu ödemek için gerekli olan yasal düzenlemeyi becerip de meclisten geçiremedikleri için önce bir 3 bin lira ödüyorlar arkadan “Bin lirayı daha sonra ödeyeceğiz” diyorlar.
Sayın Erdoğan, neredeeen nereyee, neredeeen nereyee.
Ne oldu?
Allah aşkına 2017’de “Bu fakire yetkiyi verin faiz de düşecek enflasyon da düşecek. Göreceksiniz” diyen o değil miydi?
Şimdi bütün yetki elinde, mecliste çoğunluk sende. Emeklilerin bayram ikramiyesini 3 bin liradan 4 bin liraya artırmayı beceremiyorsun.
Onu bile taksit taksit ödemek zorunda kalıyorsun.
Çünkü arkadaşlar kafa başka yerlerde kafa, ülkeyi yönetenlerin kafası başka yerlerde.
Ben bu ülkeyi daha iyi nasıl yönetirim, emeklimizin, asgari ücretlimizin yüzünü nasıl güldürürüm diye kafaları çalışmıyor.
Vara yoksa koltuk.
Bu koltuğu ben nasıl korurum? İktidarı nasıl olur da elimden bırakmam? Nasıl olur da başkalarının önünü engellerim?
Yargı oyunuyla, siyasi ayak oyunlarıyla nasıl bir daha bir daha iş başında kalmaya devam ederim?
İnanın kafalarındakinin çoğu bu.
Onun için memlekette işler iyi gitmiyor, onun için memlekette sorun arkasına sorun üretiliyor.
Değerli arkadaşlar,
Demokrasi ”seçimsiz” olmaz.
Ama, “hukukun” olmadığı yerde de demokrasi olmaz.
Ben hep söylüyorum bakın, demokrasiyi sandıktan ibaret zannedip hukuka uymazsanız, demokrasi seçilmişler eliyle ülkeye kaos getirir.
Hep unutulur; demokrasi, “şeffaflık” olmadan da olmaz.
Açık söylüyorum:
Türkiye’nin neresinde olursa olsun, yolsuzluklara karşı mücadele etmek iktidardakilerin en temel görevidir.
Bir yerde bir yetimin hakkı yendiyse, bir yerde ihaleye fesat karıştırıldıysa, bir yerde bir arazi haksız şekilde ranta açılıp birileri zengin edildiyse, bununla mücadele etmek de iktidardakilerin en temel görevidir.
O yüzden benim Sayın Erdoğan’a bir önerim var:
Sayın Erdoğan, eğer siyasetteki kirlenmeye karşı mücadeleniz samimi bir mücadeleyse bunu belli belediyelerle sınırlı tutmayın.
Gelin, belli belediyelere gerçekleştirdiğiniz operasyonların tarafsızca, objektif gerekçelerle yapıldığına bu milleti ikna edin görelim bakalım.
Gelin, bu operasyonların siyasi bir sebep taşımadığına tek bir imzanızla insanları inandırın.
Gelin, iktidar muhalefet demeden, tüm belediyeleri kapsayan bir “etik kurallar bildirgesi” yayınlayın ve imzalayın.
Etik kurallar bildirgesi arkadaşlar.
Örneği burada.
Yapılmışı var.
İşte bizim hazırladığımız etik kurallar bildirgesi…
Birleşmiş Milletlerin Greco Sözleşmesi’nden tutun, Türkiye’nin altına imza bastığı, OECD’nin temiz kamu yönetim kurallarından tutun, Avrupa Konsey’inin, AB’nin kamu yönetimindeki ahlaki değerlerinden tutun, Türkiye’nin altına imza ettiği bütün kurallar burada tek tek sayılı.
1,2,3 sayfa…
Basit.
Ne yapacak Sayın Erdoğan?
Okudum, anladım, imza.
Bu kadar.
[Etik kurallar bildirgesi]
Peki, bu etik kurallar bildirgesinde biz ne diyoruz?
Çok basit yahu çok basit.
İnanın ilkokul 5. Sınıf, 6. Sınıfa giden bir çocuk bunları anlar.
Çok kolay.
Diyoruz ki; dürüst olamayan, işini şeffafça yapmayan bizden değildir diyoruz.
Başka ne diyoruz?
Akrabaya, eşe, dosta kayırmacılık yapan bizden değildir diyoruz.
Ne diyoruz?
Görev, unvan ve yetkilerini kullanarak, etik dışı aracılıkta bulunan belediye başkanları bizden değildir diyoruz.
Başkanlık makamını kötüye kullanarak, kendisine veya başkalarına özel ayrıcalık, çıkar, kazanç sağlayan bizden değildir diyoruz.
Bu kuralları üç sayfada sıralıyoruz.
Sayın Erdoğan; var mısınız, yok musunuz?
Bakın, siz siyasette otoriterliğin ustası olabilirsiniz ama biz siyasette temiz siyasetin, ahlaklı siyasetin ustasıyız. Ona göre… (…)
Burada itiraz ettikleriniz varsa söyleyin.
Yoksa “Bunlar doğru arkadaş, bunları yapmamız gerekir” deyin.
Gelin, etik kurallar bildirgesini burada Mecliste bir yasa haline getirelim.
En geç 2 haftada biter.
Gelin, iktidar muhalefet ayrımı yapmaksızın tüm belediyelere imzalatın.
Var mısınız yok musunuz?
Hodri meydan diyorum.
Öyle, bazı belediyelerdeki hukuksuzluklara karşı çıkıp, bazılarındaki hukuksuzluklara göz yummakla olmaazz!
Bir belediyeye haram olanı, diğer belediyeye helal kılmak olmaazz!
Yoksa hala, bir zamanlar bana dediğiniz gibi “Bunları yaparsam partime il başkanı, ilçe başkanı bulamam” mı diyorsunuz hala?
Zamanında demişti.
Basına da düştüğü için.
Bir toplantıda söylediği ifadedir, basına da ertesi gün düştü.
Çünkü 30 kişi vardı salonda ve hala kayıtlardadır.
Peki, bunları yaparsak il başkanı, ilçe başkanı bulamıyoruz da biz nasıl 81 il başkanı bulduk?
Nasıl 650 ilçe başkanıyla yola çıktık?
Demek ki; isteyince oluyormuş.
Demek ki; niyetini, kalbini sağlam tutunca oluyormuş.
Gelin bu etik sözleşmeyi tüm yurttaki belediyelere imzalatın;
Aksine davranan olursa da gereğini yapın.
Söz, biz bu mücadelenizi ilk alkışlayanlardan olacağız.
Söz, yolsuzlukla kim mücadele ediyorsa, kim yetimin hakkını en çok savunuyorsa onu ayakta ilk alkışlayan biz olacağız.
Yolsuzluk yapanlarınsa tam karşısında duracağız.
Evet arkadaşlar,
İktidara çağrımız var, ama;
Yaşananlarla ilgili dört bir yandan iddialar ortaya atılırken, muhalefetin üzerine düşen görevi yerine getirip getirmediği konusunda da bazı soru işaretlerimiz var.
Biz, tüm itirazlarımızı; haksızlığın, yolsuzluğun yanında olmadığımızın şerhini düşerek yapıyoruz.
Bu sebeple tekrar ediyorum: Ana muhalefet partisi de bu süreçte üzerine düşenleri eksiksiz bir şekilde yerine getirmelidir.
Bu millet, er ya da geç, “Kardeşim bunlar kuru iftiradır” demeyi de bilir, ama yeri gelir “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” demeyi de bilir.
Bu sebeple muhalefete de sesleniyor; şerhlerimizi burada bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Bir: İktidar tarafından ortaya atılan iddiaları görmezden gelmek, vatandaşlarımızın şüphesini artırır.
İki: Ortada yolsuzluk iddiaları varsa, bu iddiaların her biri tüm soru işaretleri ortadan kalkana kadar, tekrar ve tekrar izah edilmelidir.
Üç: Eğer bir kayırmacılık varsa, iktidarın anti-demokratik uygulamaları bu kayırmacılığı aklamak için sebep olamaz.
Bu sebeple, ortadaki her iddiaya titizlikle cevap verilmeli, tüm soru işaretleri açıklığa kavuşturulmalıdır.
Makamının üzerine gölge düşmüş herkesten detaylı izahat istenmelidir.
Suça bulaşmış, eli harama dokunmuş tek bir kişi dahi korunup kollanmamalıdır.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin sonuna gelirken, bir mesaj da yurt dışına, bazı ülkelere buradan göndermek istiyorum.
Yapılan iki yüzlülüğü de teşhir etmek istiyorum.
Türkiye’ye demokrasi dersi verenlere, anında meydanlardan canlı yayınlara geçenlere, buradan seslenmek istiyorum.
Fazla uzatmaya da niyetim yok:
Sokaklarında Gazze demenin yasak olduğu ülkelerden alınacak tek bir demokrasi dersimiz olamaz bizim.
Kefiye takmanın gözaltı sebebi olduğu ülkelerden alınacak tek bir adalet dersimiz yoktur bizim.
Gazze’de öldürülenleri görmezden gelenlerden alınacak tek bir insanlık dersimiz yoktur bizim.
Bu Avrupa Birliği’ne bazı üye ülkeler, bazı hükûmetler inanın ne yaptıklarının farkında değil.
Belli bir lobi, bu İsrail hükûmetinin lobisi bunları nasıl etki altına aldıysa gölgelerinden korkuyorlar.
İnsanlıklarını unutuyorlar.
Açın okuyun bu Avrupa Birliği niye kuruldu, niye var?
50 milyon insan öldükten sonra 2. Dünya savaşından sonra niye bu ortak değerler oluşturuldu?
Niye “Önce insan” denildi?
Yıllar sonra unuttular, kendi değerlerini de unuttular ve Avrupa Birliği’ni Avrupa Birliği yapan değerleri şu anda Avrupa ülkelerinin pek çoğu artık ayaklarıyla eziyorlar, çiğniyorlar.
Onlar ne yaparsa yapsın.
Bizim yolumuz belli, duruşumuz net.
Evet arkadaşlar,
Karanlık günlerden geçiyoruz ama, bizim kitabımızda umutsuzluğa yer yok.
Bu ülke çok badireler atlattı, bunları da inşallah atlatacak.
Bu büyük ve güzel ülke, on yıllar boyu kök salmış ve artık bu toprağın bir parçası olmuş demokrasiden öyle kolay kolay vazgeçmez, vazgeçiremezler.
Rahat olalım; ama asla “rehavet” içinde olmayalım.
Demokrasi mücadelesinden asla vazgeçmeyelim.
Çalışalım, ama emrolunduğu gibi dosdoğru çalışalım.
Sözlerime son verirken;
Bu gece idrak edeceğimiz Kadir Gecesi’ni tebrik ediyorum.
Ramazan Bayramınızı şimdiden kutluyorum.
Bayramlar; paylaşmanın, dayanışmanın, yardımlaşmanın zamanıdır.
Bayramlar; birbirimize ulaşmanın, kucaklaşmanın, barışmanın zamanıdır.
Bayramlar; kaybettiğimiz sevdiklerimizi hatırlamanın, şükrün ve muhasebenin zamanıdır.
Yaklaşmakta olan bayramın ülkemiz için, İslam Alemi için ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Bu duygularla sizleri bir kez daha selamlıyor;
Bayram için yola çıkacak vatandaşlarımızdan dikkatli olmalarını, trafik kurallarına uymalarını özellikle rica ediyorum.
Nice bayramlara diyorum.
Kalın sağlıcakla.