19 Mart 2025
Ali Babacan 19 Mart 2025
Haftalık Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, değerli parti yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri, kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve şu anda bizleri bu salonda izleyen çok değerli misafirlerimiz hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Yeni Yol grubunun bu 9. toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerime, 110 yıl önce Çanakkale’de destan yazan kahramanlarımızı anarak başlamak istiyorum.
Çanakkale zaferi, inancın ve cesaretin olduğu yerde, umutların asla tükenmeyeceğini bizlere öğretmiştir.
Bu zafer şüphesiz yıllar sonra dahi saygıyla anılacak; her bir nesil tarafından minnetle yad edilecektir.
“Çanakkale geçilmez” diyerek, büyük bir vatan ve özgürlük mücadelesi veren, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere her bir kahramanımızı, tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Değerli arkadaşlar, dün Gazze’de katliam bırakıldığı yerden aynen devam etmeye başladı.
Artık soykırım diye rahatlıkça adlandırabileceğimiz isimlendirebileceğimiz boyuta varan bu insanlık suçu, bu savaş suçu pervasızca devam ediyor.
Buradan Gazze’deki bütün kardeşlerimize, bütün Filistinli kardeşlerimize, orada kalıp direndikleri için, toprakları uğruna can verdikleri için ve Gazze Gazzelilerindir deyip inadına orada bu mücadeleye devam ettikleri için selamlarımı iletiyorum.
Gerçekten zor bir mücadele. Kadın, çocuk dinlemeden, sivil dinlemeden üzerlerine bombalar yağdırılarak katledilen insanlardan bahsediyoruz.
Bir bakıyorsunuz yüzlerce insan ortadan yok oluyor. Yüzlerce insan şehit oluyor ve inanılır gibi değil. Ve bu da dünyanın gözünün içine baka baka yapılıyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin yönetimini de arkasına alan, desteğini alan İsrail Hükûmeti gerçekten büyük bir vurdumduymazlık ve büyük bir şımarıklık içerisinde katliama devam ediyor.
Ama şunu unutmayalım. Bizler sapasağlam durduktan sonra tüm İslam alemi sapasağlam durduktan sonra er ya da geç bu mücadele başarılı olacaktır.
Bugüne kadar nasıl İsrail Devleti, Filistinleri o topraklardan süremediyse, nasıl hala bu mücadele devam ediyorsa bilsinler ki değil yüzlerce binlerce yıl bu mücadele devam edecektir. Çünkü o topraklar Filistinli kardeşlerimizindir, Gazzelilerindir.
Değerli arkadaşlar,
Yerel seçimlerden bu yana bir yıl geçti. Bu bir yılda dünya değişmeye devam ediyor. Coğrafyamız değişiyor. Kimi ülkelerde yönetimler değişiyor, yönetim biçimleri değişiyor.
Ama önemli bir trend var ki, o da bu otokratik liderlik hevesi, dünyanın dört bir köşesine yavaş yavaş yayılıyor. Popülist otokrat liderler bakıyorsunuz yavaş yavaş dünyada çoğalıyor.
E Türkiye'deki iktidar da bunu görüyor. Baktılar ki otoriterlik peşinde olanlar çoğalıyor, iktidar da boş durmuyor. Harekete geçiyor.
Diyor ki, “Bir dakika arkadaşlar, siz bir kenara çekin hele. Burada bu işin ustası var” diyor. “Bu popülist otokratlık modeli bizim patentimizdedir. Bunu biz uyguluyoruz on yıldır Türkiye'de. Kambersiz düğün olmaz” diyor.
Ve işte bir yıldır ellerinde sopa tek tek muhalefet belediyelerini dolaşıyorlar. Yargı sopasını sallayarak güya hukuksuzlukları ortaya ortaya çıkarıyor, güya kirli yönetimle savaşıyorlar.
Dün akşam saatlerinde başlayan ve bugün devam eden operasyonlara baktığımızda, iktidarın, idare ve yargı gücünü kullanarak siyaseti dizayn etme girişiminin en bariz örneklerini görmeye devam ediyoruz.
En azından bu diploma meselesine baktığımızda, dünün mazlumlarının, kendi maruz kaldıkları muameleyi, muktedir olduklarına başkalarına katbekat uyguladıkları, gerçekten ibret alınacak bir meseledir arkadaşlar.
Hep diyorum ya dönüşümlü zorbalık diye. Zamanın mazlumları güç eline geçince başkalarına zulmetmeye başlıyorlar.
Uzun süre iktidarda olmanın getirdiği bir sonuç bu arkadaşlar. Güç zehirlenmesi. İktidarda belli bir sürenin üzerinde durduklarında güç zehirlenmesi denen bir gerçek sadece Türkiye'de değil dünyanın her yerinde görülüyor.
Bu sabahki operasyonlara gelince, bakın üç tane başlık var değil mi?
Bu başlıklardan bir tanesi mali konular. Bir tanesi bu artık kent uzlaşısı mı diyelim ya da terörle ilgilendirilen hususlar mı diyelim, o başlık. Üçüncüsü de Gezi Olayları.
Şimdi, tarafsız ve bağımsız bir yargının olduğu ülkede; bu kadar farklı farklı meselelerin, hele hele taa bundan on üç sene önce on iki sene önce yaşanmış olaylarla ilgili dosyaların, böyle eş zamanlı olarak, adeta zaman ayarlı bir bomba olarak getirilip de ülkenin gündemine bırakılması mümkün olmaz arkadaşlar.
Tarafsız ve bağımsız yargının çalıştığı bir ülkede her yargı süreci kendi mecrasında işler. Eğer birbirinden bu kadar farklı konular, birbiriyle bu kadar alakasız konular; kimi on iki yıldır, kimi bir yıldır, kimi altı aydır süreçlerden geçiyor da, kamuoyunun gündemine eş zamanlı olarak bir sabah geliyorsa, bu, bu işin tamamen siyasi müdahaleyle yürüdüğünün en açık göstergesidir.
Gerçekten bugün Türkiye'nin yaşadıkları, değerli arkadaşlar, daha önceki yaşanan o siyaset içinde görünen ya da asker eliyle olmasa da farklı vesayet odakları eliyle yapılan darbe teşebbüslerinden farklı bir şey değildir.
Evet, darbe deyince biz askeri darbeleri anlarız, değil mi? Asker gelir meclisi kapatır, demokrasinin kepengini indirir, der ki “Ben yönetime el koydum”.
Ama Türkiye sadece askeri darbelerin yaşandığı bir ülke değil ki. Türkiye daha önceki 367 örneğinde gördüğümüz gibi ya da bürokrasinin yargıyı da kullanarak, idari imkanları da kullanarak aldığı kararlarda da gördüğümüz gibi, sivil ortamda da darbeleri ve darbe teşebbüslerini görmüş bir ülkedir.
İşte şu anda bu sabah yaşadığımız, eş zamanlı olarak demokrasinin pek çok unsuruna müdahale eden, seçilmiş pek çok belediye başkanına eş zamanlı olarak müdahale eden bu süreç maalesef seçilmiş bir iktidar eliyle, sandıktan çıkan bir iktidarın eliyle yapılan adeta bir darbe teşebbüsüdür.
Bu, Türkiye'de demokrasiyi anlamsızlaştırmanın teşebbüsüdür. Bu, Türkiye'de sandığın kutsallığını sona erdiren bir teşebbüstür.
Eğer Sayın Erdoğan bu konularla ilgili hiç konuşmasa, bu konularla ilgili en ufak bir sinyal tutum almasa diyeceğiz ki, ya “Tamam yargı bu, süreç işletiyor”. Değil. Kendisi demiyor muydu, “Ya bekleyin hele, turbun büyüğü heybede” diyen kendisi değil miydi? Sadece bu ifadesi bile bütün bu süreçlerden haberdar olduğunu, bütün bu süreçlerin kendisinden izin onay alınmadan yapılamadığının belki de en önemli işarettir.
Gerçekten çok yazık. Demokraside mücadele yeri sandıktır. Hukuk içerisinde, adalet içerisinde ve fırsat eşitliği içerisinde bir demokratik yarıştır demokrasiyi kutsal yapan.
Gücü ele geçirenin yargıyı da, idareyi de kullanarak, devletin bütün imkanlarını kullanarak muhalefeti susturması, sindirmesi, muhalefetin alanını gittikçe daraltması artık demokrasi değildir. Başka bir yönetim rejimidir.
Bu süreçleri biz çok yakından izleyeceğiz. Bütün bu dava süreçlerinin dosyalarına ulaşabildiğimiz kadar ulaştık, ulaşmaya da devam edeceğiz.
Şu var ki, hiç kimse kanun önünde ayrıcalıklı değildir. Varsa bir suçu, varsa bir yanlışı, tabii ki hukuk devleti işlemleri çerçevesinde hesabını da vermelidir.
Ama şöyle baktığımızda, bir iktidar belediyelerine bakıyoruz, bir de muhalefet belediyelerine bakıyoruz: Ya bu iktidar belediyelerinde en ufak bir tane bir dosya ya da benzer bir süreç görüyor muyuz?
E bilen biliyor. En azından imarla ilgili, en azından bu rantlarla ilgili pek çok konuda; inşaat sektörü de biliyor, kendine bir tane daire alıp da tapusunu gerçek değerinden gösteremeyen herkes biliyor ki bu tür sorunlar iktidar belediyelerinde de olabilir.
Ama mesele iktidar belediyeleri olunca, daha önce örneklerini gördük, ne yapıyorlar? Başkanları çağırıyorlar, diyorlar ki “Siz arkadaşlar bırakın”. Oradaki yaptırım nedir? Ya sen görevini bir sessizce bırak. Biz arkadan gereğini yaparız. Ama mesele muhalefet belediyeleri olunca bakıyorsunuz süreç çok çok farklı işliyor.
Türkiye artık, değerli arkadaşlar, iki yargılı bir sisteme geçti, iki yargılı.
Bir, iktidar ve iktidarın muhatap olduğu belediyelerle ilgili, konularla ilgili yargı; bir de muhalefetin muhatap olduğu, muhalefeti ilgilendiren konularla ilgili yargı.
Ve ikisinin standartları tamamen farklı. Artık çift standartlı, ikili yargının Türkiye'de maalesef en bariz örneklerini görmeye başladık.
Halbuki biz güçler ayrımı deyince neyden bahsediyoruz? Yürütme, yasama ve yargının ayrılıklarından bahsediyoruz. Yargı içinde ayrılık, yargı içinde güçler ayrımı diye bir şey yok. Senin yargın, benim yargım. Muhalefetle uğraşacak, muhalefetin üzerinde baskı oluşturacak yargı ve iktidara dokunmayacak yargı.
Gerçek demokraside, tam demokraside bunlar kabul edilemez arkadaşlar. Gerçekten üzülüyoruz. Ülkemiz adına üzülüyoruz. Bu ülkenin gençleri adına üzülüyoruz. Ama aynı zamanda da kızıyoruz.
Şu anda Türkiye'de ciddi bir enflasyonla mücadele programı var değil mi? Benim yakın çalışma ekibimde olan iki arkadaşımızı getirdi, birisini Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak görevlendirdi. Birisini de Hazine ve Maliye Bakanı yaptı.
Zannetti ki “Ya işte Ali Babacan bu işleri bilir. E nasılsa derler ya ‘yavuz atın yanında olan ya huyundan ya suyundan’, bu arkadaşları koyarsak bu işi ben toparlarım”.
Anlamadı, anlamıyor. Yüzlerce kez söyledim tekrar ediyorum. Hukuk ve adalet olmazsa ekonomi olmaz. Ne kadar hukuk, o kadar ekonomi. Ne kadar adalet, o kadar ekonomi.
Ya siz tam iki yıldır bu milletten fedakarlık istiyorsunuz değil mi? 2023 seçimlerinden bu yana, sabır diyorsun, sabredin diyorsunuz.
Bu kadar emeklinin sabrı, bu kadar asgari ücretlinin fedakarlığı niye? “Ya biz işte ekonomiyi toparlıyoruz. Bir program uyguluyoruz. E programda bunun külfeti var. E külfeti de topluma yayıyoruz. Onun için sabredin”.
İyi de, milletin iki yıldır çektiği külfeti iki yıldır çektiği yoksulluğu, sıkıntıyı siz bir sabah yaptığınız bir operasyonla tamamen boşa düşürüyorsunuz yahu.
Ben açık söyleyeyim. Bugün sabahki yapılan operasyonların siyasi ve ekonomik sonucu arkadaşlar, Türkiye'nin iki yıllık çektiği ekonomik acıya, ekonomik sıkıntıya bedeldir ya. Böyle bir şey kabul edilemez. Çünkü hukuksuzluğun olduğu, siyasi motivasyonla yargı kararlarının alınabildiği, muhalefete alan açılmadığı, hukuk devletinin yok edildiği, sandığın ve demokrasinin anlamsızlaştırıldığı bir ülkede ekonomi düzelmez, refah artmaz.
Mesele sadece ekonomi de değil. Ekonomi konuşunca sanki her şeyi gelip de paraya bağlamış gibi oluyoruz. Mesele o da değil. Mesele insan onuru ya. Mesele özgürce yaşamak. Mesele gençlerimizin yarınları umutla bakabileceği bir Türkiye'yi hedeflemek.
İnsanlar şu anda bu ülkeden umudunu yitiriyor. Adil bir şekilde, şeffaf bir şekilde, alnımın teliyle çalışayım, para kazanayım diyemiyor artık bu ülkede.
Bu ülkede siyasetin alanı daraltılıyor. Siyasetçilere şu anda verilen mesaj bu. “Bakın hiç uğraşmayın ya”.
Geçenlerde de açıkladı ya. “Nasılsa emri hak bir gün vaki olacak. E bu koltuklarda da ilelebet oturamayacağız” dedi. Bu ne demek? “Ya ben kafaya koydum artık. Ömrüm ve sağlığım yettiği sürece buradayım. Başkasına da bu iktidar yok” demek. Bu o demek yani.
Şimdi eğer durum gerçekten böyleyse, durum böyleyse, o zaman değerli arkadaşlar Türkiye artık bir rejim değişikliğine gitmiş demektir. Artık Türkiye'de seçilmiş bir iktidar eliyle bir darbe yapılmış, ama her darbenin geçici niteliği vardır ya; askeri darbeyi yapan generaller ne der hemen? “Ya bu geçici” derler “merak etmeyin. Bir süre sonra demokrasiye geçeceğiz” derler, ama bunların öyle normal demokrasiye falan geçme niyetinin de olmayacağı bir rejim değişikliğini şu anda maalesef Türkiye'de uygulamaya çalışıyorlar. Bunu dayatmaya çalışıyorlar.
Ama beyhude beyhude… Türkiye artık çok değişti. Türkiye artık insanların uyandığı, insanların ne olup bittiğini gayet iyi anladığı bir ülke. Bakmayın şu anda sessiz olduklarına. Bakmayın seslerini çıkarmadıklarına. Bu ülkede artık demokrasi bilinci yükselmiştir. Bu ülkede demokrasi hayattadır. Evet, hastadır ama hayattadır.
Şu anda Sayın Erdoğan ve şürekası ne kadar demokrasiyi öldürmek için çaba gösterirlerse göstersinler, bu millet bu demokrasiyi ayakta tutacaktır. Hiç kuşkunuz olmasın.
Bunu inşallah hep beraber yapacağız, hep beraber. Hep beraber.
Biz milletimizle buluşacağız. Çalışacağız. Çok çalışacağız. Dosdoğru çalışacağız.
Ve geçen hafta da söyledim, İstiklal Marşımızın ilk kelimesi, ilk ifadesinde yer aldığı gibi korkmayacağız. Çalışacağız.
Hep söylüyoruz değerli arkadaşlar, hep söylüyoruz. Yeni Yol, ilkeli bir siyasetin yolu olarak açılmıştır.
Biz iktidara da muhalefete de alternatif bir siyaset üretmek için Yeni Yol grubunu oluşturduk.
Vatandaşlarımıza “Çaresiz değilsiniz, biz varız” demek için Yeni Yol’u kurduk. Yeni bir yol mümkün diyerek yola çıktık.
Görüyoruz; ilkesiz siyaset Türkiye'yi esir almış durumda. O yüzden Türkiye'nin Yeni Yol’a büyük ihtiyacı var.
Bizim derdimiz, bakın arkadaşlar, kimseyle değil. Bizim derdimiz belli bir zihniyetle. Bizim derdimiz otoriterliğin her türlüsüyle.
Otoriterliğin oradan gelmesi, buradan gelmesi önemli değil. İktidarın otoriterliğiymiş, muhalefet içerisindeki otoriter eğilimlermiş. Hiç fark etmez.
Biz otoriterliğin tümüne karşıyız. Bizim derdimiz, demokrasiye karşı olanlarla. Bizim derdimiz, ötekine saygı duymayanlarla, kendinden olmayanı yok sayanlarla.
O yüzden bir kez daha, burada bulunmaktan ve buradaki dostlarımızla yeni bir yolda yürümekten memnuniyetimi, mutluluğumu ifade etmek istiyorum.
İyi ki Yeni Yol var diyorum. İyi ki sizler varsınız diyorum. Ve bu duygular içerisinde hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.