12 Mart 2025
Ali Babacan 12 Mart 2025
Haftalık Grup Toplantısı
Kıymetli Genel Başkanlarımız,
DEVA Partisi’nin, Gelecek Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin değerli milletvekilleri, yöneticileri,
Kıymetli teşkilat mensuplarımız,
Sivil toplum kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin değerli temsilcileri,
Kıymetli basın mensupları,
Ekranları başında ve şu anda bizleri bu salonda izlemekte olan değerli konuklar,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Yeni Yol Grubu’nun 8. toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimin hemen başında, “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım” diyerek, bağımsızlığımızı bu topraklara kazımış olan İstiklâl Marşımızın kabulünün 104. yılını kutluyorum.
Millî Mücadele yıllarımızın unutulmaz şairi Mehmet Akif Ersoy’u da huzurlarınızda saygıyla ve rahmetle anıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Geçtiğimiz hafta konuşmama “Barış savaştan iyidir” diyerek başlamıştım.
“Diyalog çatışmadan iyidir” demiştim.
Terör örgütünün feshine yönelik çağrının önemli olduğunu vurgulamıştım.
Öte yandan, çekincelerimizi de dile getirmiştim.
Ancak arkadaşlar, iktidar cephesi hâlâ suskun.
Hâlâ güçlü bir ses yok, hâlâ tam sahiplenilen bir süreç de yok.
Her konuda konuşan, her konuda topa giren gerektiğinde köşe yazarlarıyla bile icabında laf dalaşına giren Sayın Erdoğan’ın, bu sürecin tam olarak neresinde olduğunu kimse bilmiyor.
Ülkenin Cumhurbaşkanı, Cumhur’un Başkanı değilmiş gibi, yaşananlarla ilgisizmiş gibi davranıyor.
Sık sık “Başkomutanı benim” diyen Sayın Erdoğan, böylesine önemli bir güvenlik meselesini es geçmeyi tercih ediyor.
Bakın, biz ne dedik?
Çok açık! Net!
“Yeter ki bu ülke bu sorunu çözsün; biz değil elimizi, gerekirse bedenimizi taşın altına koyarız” dedik.
Şimdi sıra Sayın Erdoğan’da…
İnsanları tereddütte bırakmayın.
Meydanı, etrafınızdaki ne dediğini bilmez insanlara bırakmayın.
Meydanı o malum danışmanlarınıza da… Hiiç bırakmayın.
Zerre kadar siyasi sorumluluğu yok Külliye ’den sallıyor. Sanki hükûmeti, iktidarı temsil ediyormuş gibi.
Yok eğer, “Ben konuşmam, bu konuda risk almam” diyorsanız, o zaman çözüm belli.
Biz şimdi Sayın Bahçeli’den rica ediyoruz.
Lütfen bir telefon da Sayın Cumhurbaşkanına açın ya.
Sayın Cumhurbaşkanını da arayın ve kendisini bu süreçle ilgili biraz cesaretlendirin.
“Korkmayın deyin.” “Ben konuşuyorum ama; millet sizi de duymak istiyor” deyin (…)
Bakın, neredeyse 4 ay oldu 4.
Sayın Erdoğan’a baktığımızda; bu konuda kararlı bir duruş yok, siyasi irade emaresi yok, ama belki de her şeyden önemlisi, açıklanmış bir yol haritası yok.
Gayet fırsat kollayan bir şekilde kenarda bekliyor.
İş tutarsa “Ben yaptım, ben çözdüm” diyecek.
En ufak bir arıza çıkarsa da işte “Bunlar olmadı, beceremedi ben dememiş miydim?” deyip işin içinden sıyrılıp çıkacak.
Tipik, klasik.
Halbuki bu ülkenin Cumhurbaşkanıysanız, “Ben başkomutanım” diyorsanız, risk alacaksınız risk.
İnanılır gibi değil.
Böylesine önemli bir konuda, bu kadar kenarda durmak, topa girmemek, izlemek ve buralardan nasıl oy devşiririm hesabını yapmak yakışmıyor, yakışmıyor.
Değerli arkadaşlar;
Bakın, terör örgütüne silah bıraktırma sürecindeki tavırla ilgili bir şerh de, muhalefet için düşmek istiyorum.
Muhalefetten bazıları bu süreçten nedense çok rahatsız oldu.
Zaten sınavlar sonucunda ortaya çıkıyor gerçek duruş.
İmtihanlardan geçmeyince ne olduğunu tam anlayamıyorsunuz.
Bazıları ne dedi muhalefetten? “Yok canım öyle iş mi olur” dediler, inkâra sarıldılar.
Yapılan çağrı metnini didik didik ettiler, “Aslında öyle değil böyle” deyip olmayan anlamlar aramaya kalkıştılar.
Neredeyse terör örgütüne dönüp “Yahu siz niçin silah bırakıyorsunuz ki?” diye seslenecekler;
Neredeyse terör örgütüne “Bakın, bu iktidar sizi kandırıyor” diyecekler.
İnanılır gibi değil!
Bakın, açık ve net söylüyorum:
Yıllardır bu ülkenin doğusuna kocaaa bir set çekip, yüzünü sadece batıya dönenler bu sorunu çözemezler arkadaşlar.
“Bizim ne işimiz var Ortadoğu’da?” deyip sırtını bize en yakın coğrafyaya dönenler bu sorununun nasıl çözüleceğini bilemezler.
Buradan hatırlatmak istiyorum:
Bu millet, şahsi iktidar hesaplarını, Türkiye’nin çıkarlarının önüne koyanları affetmez.
İktidar olsun, muhalefet olsun.
Tarih, çekimser kalanları değil, taşın altına bedenini koyanları yazar; Elif gibi dik duranları yazar tarih.
Arkadaşlar, bizim durduğumuz yer ilk günden belli, ilk günden.
Ne diyoruz? “Süreci ihtiyatlı bir iyimserlikle yakından takip ediyoruz“ diyoruz.
Ne diyoruz? “Eksiklikler, yanlışlar şunlardır; doğrular, çözümler de bunlardır” diyoruz.
Risklere işaret ediyoruz, tehlikeler konusunda uyarıyoruz.
Bu konularda gerçekten yaşanmışlıklara sahip, tecrübeye sahip bir kadro olarak konuşuyoruz.
Boşa atıp tutmuyoruz.
Ama nihayetinde, “%5 bile çözüm ihtimali olsa, biz gider o ihtimali destekleriz” diyoruz.
Türkiye’nin en genç siyasi partilerinden birisi olarak “fırsatçılık” yapmıyoruz, ”sorumluluk” alıyoruz “sorumluluk”.
Değerli arkadaşlar,
Suriye’deki son gelişmeleri de yakından takip ediyoruz.
Lazkiye ve çevresinde yüzlerce silahsız masum insanın can vermesi içimizi yaktı.
Bakın, Esad rejimi 8 Aralık’ta düştü değil mi?
Tam 9 Aralık’ta bir sabah canlı yayında, uzunca bir canlı yayında benim ilk işaret ettiğim tehlike, risk tam da Lazkiye çevresinde olanlardı.
“Bakın en acil ve en büyük risk burada.” Dedim.
“Evet Nusayri kimlikli, Nusayri tabana sözüm ona dayanan bir rejim düştü bir başka yönetim devraldı ama asla rövanşist, intikamcı duygulara izin verilmemelidir. Suriye’de yaşayan Arap Alevi’si halk mutlaka korunmalıdır.”
Rejimin düştüğü tarih 8 Aralık, ben bunu 9 Aralık’ta canlı yayında söylüyorum.
Ve korktuğumuzda işte geçtiğimiz günlerde maalesef Suriye’nin başına geldi.
Çok hassas bir dönemden geçiyor Suriye.
Etnisite, din veya mezhep üzerinden çıkarılan çatışmaları doğru okumalı, bu tartışmaların bu topraklarda büyümesine asla izin vermemeliyiz.
Sivil kayıpların önüne geçmek için her türden önlemin alınması gerektiğini, itidali hiçbir şekilde elden bırakmamak gerektiğini bir kez daha hatırlatıyorum.
Yeni bir iç savaş provasına kimse izin vermemeli; Şam yönetimi de insanların hakkını gözeterek, hukuk içinde hareket etmelidir.
Daha önce de söyledim: Suriye'nin yeni güvenlik yapısında bir yeknesaklık gerekiyor, tam bir disiplin ve koordinasyon gerekiyor.
Ve Suriye’deki bütün gruplarında bu disiplin ve koordinasyonun sağlanmasına yardımcı olması gerekiyor.
Aksi halde Allah korusun durum çok zorlaşabilir. Fırsat kollayanlar meydanı boş bulabilir.
Birileri, Suriye’deki istikrar bozulsun diye, ısrarla farklılıkları kaşımaya devam ediyor.
Suriye'de yaşayanlara refah, barış çok görülüyor.
Bu çerçevede, evvelsi akşam Şam yönetimi ile PYD arasında imzalanan anlaşma da önemlidir.
Ancak, bu anlaşmanın uygulama detayları belli değildir, ileride ihtilaf üretmeye açık yönleri vardır.
Dolayısıyla “Bunlar anlaştı, bitti artık rahatladık” değil.
Orada durumu şimdilik idare edecek, topu ileriye doğru yuvarlayacak bir sürü madde var.
Didik didik ettik anlaşmayı, arka planını da çok yakından inceledik.
Onun için Suriye’de bir potansiyel sıkıntı alanı orada hala duruyor.
Dolayısıyla, Şam yönetimi ile PYD/YPG arasındaki ilişkilerin bundan sonraki süreçte de böyle mercek altına değil mikroskop altına alınıp çok yakından takip edilmesi gerekiyor ki; Suriye’de gerçek anlamda barış ve huzur sağlanabilsin.
Biz şunu biliyoruz ve söylüyoruz:
Demokrasiye kavuşmuş, istikrarını sağlamış bir Suriye bölge için değerlidir, kıymetlidir.
Suriye'de toprak bütünlüğü mutlaka korunmalı, siyasi birlik sağlanmalı, çoğunlukçu değil, çoğulcu bir demokratik sistem inşa edilmelidir.
Çoğunlukçu dediğimiz demokrasi nedir?
%50 artı 1’i cebine koyan, aklıma eseni yaparım demektir.
Çoğulcu demokrasi nedir?
Ülkeyi yönetme iradesini sağlayanların en küçük azınlığın dahi hakkını, hukukunu koruyarak, onları da yönetim sistemine katarak ülkeyi yönetmesi demektir.
Çoğulcu demokrasi diyoruz biz Suriye’de.
Suriye'de yaşayan bütün grupların yönetimde adil bir şekilde temsil edilmesi sağlanmalıdır.
Bu geçiş süreci içinde geçerlidir, nihai oluşacak hedeflenen demokratik Suriye için de geçerlidir.
Arapların, Kürtlerin, Türkmenlerin; Sünnilerin, Alevilerin, Hristiyanların, Dürzilerin; bütün grupların, eşit ve onurlu vatandaş olduğu bir Suriye hedeflenmelidir.
Biliyoruz ki kışkırtanlar olacak.
Biliyoruz ki istemeyenler, taş koyanlar olacak.
Bazı bölge ülkeleri ve devrilen rejimin artıkları, Suriye’de istikrar olmasın diye ellerinden geleni yapacaklar.
Hatta Türkiye’yi de bu istikrarsızlığın içine çekmek için çalışacaklar.
İşte tam da bu yüzden çok çok dikkatli olmalı, itidali de asla elden bırakmamalıyız.
Ve açık söylüyorum, bu işin sorumluluğu biz de arkadaşlar.
Biz, bu toraklarda tam bin yıldır kardeşçe yaşayan halklar olarak ve daha binlerce yıldır da beraber yaşayacak halklar olarak, kendi aramızda bu sorunları konuşup diyalogla, hukuk çerçevesinde çözmek zorundayız.
Bu coğrafyada hiç kimse sırtını okyanus ötesinden gelenlere dayamasın.
Sırtını dayayanların bir günde Beyaz Saray’ın Oval ofisinde işlerin nasıl ters dönebileceğini gördüklerini de herkes hatırlasın.
Biz bize çözeceğiz biz bize.
Hiç kimse gidip Gazze’de soykırımı yapanlara güvenip bu coğrafyada adım atmasın.
Biz bize çözeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Ülkemiz, siyaset üretmekten çoktaan vazgeçmiş, her biri birer çıkar grubundan farksız hale gelmiş bazı siyasi partilerin içi boş tartışmalarıyla vakit harcayıp duruyor.
Dönüp dolaşıp, ülkeyi tekrar tekrar aynı tartışmaların içine çeken iki kutup oluştu Türkiye’de.
İktidarıyla muhalefetiyle el ele verdiler, ülkemizi yine eski bir tartışmanın; bir diploma tartışmasının içine soktular.
Çünkü söyleyecek sözler tükendi, icraatta yok. “Ne yapalım, nasıl polemik üretelim. Başlayalım diploma meselesine... “
Çünkü millet umurlarında değil, memleket umurlarında değil.
Geçim sıkıntısı çeken halkımız, gençlerimiz, diplomalı işsizler umurlarında değil.
Bakın, geçtiğimiz günlerde bir semt pazarında bir genç arkadaşımızla sohbet ettim.
Şimdi sözü kısa da olsa ona vermek istiyorum.
Diploma tartışanlara, diploması olan bir genç kardeşimizden bir mesaj iletmek istiyorum:
[Video]
Görüyorsunuz “İki üniversite diplomam var” diyor arkadaş.
“Diploma gerçek olunca bir işe yaramıyor Türkiye’de” diyor.
Anne babalarının türlü zorluklarla okuttukları, dişinden tırnağından eksiltip harçlık gönderdikleri gençlerin durumu böyle.
Mülakatlarda elenen; torpili olmadığı için işe giremeyen gençlerden sadece bir tanesini izledik.
Milyonlarcası aynı durumda.
Ama bu gençler, iktidarın gündem konusu bile değil.
Bakın, gittiğim bu pazarda giyilmiş, kullanılmış kıyafetler satılıyor arkadaşlar; ikinci el giysiler.
Hani dönüşüm kumbara kutuları var ya bazı yerlerde onun içine atılan kıyafetlerde bu pazarda satılıyor.
En çok alışverişe gelen kim biliyor musunuz? Kaç tane esnafa sordum. “Sizden en çok alışveriş eden kim?
Cevap ne biliyor musunuz? Üniversite öğrencileri.
Şu hale bakın yahu.
İki üniversite bitiren pazarcı kardeşimin sattığı giyilmiş, kullanılmış kıyafetleri, yenisini almaya parası yetmeyen üniversite öğrencileri alıp giyiyor.
Sayın Erdoğan! Memleketi ne hale getirdiğinizi görüyor musunuz?
Bu gençlerin sesini duyuyor musunuz?
“Üniversite sayımız 200’ü geçti” diyor.
İyi de sen o üniversiten mezun olan gençlerin hakkaniyetle, adil bir şekilde iş bulacağı bir ekonomik ortamı sağlayamıyorsan, 200 değil 400 tane üniversite açsan kaç yazar.
Kalite, kalite.
Dertleri sayı.
“Şu kadar Adalet Sarayı yaptık”.
Adalet yok.
“Şu kadar Şehir Hastanesi yaptık”.
Sağlıkta büyük sıkıntı var.
“Derslik sayısını şu kadara çıkarttık”.
Eğitimde sıkıntı var.
Ama ortak payda ne? Adalet Sarayı, Şehir Hastanesi, derslik ortak payda inşaat.
Bunlar inanın konu ne olursa olsun işin inşaat tarafına takılıyorlar.
Kafa orada, rant orada, ihalesiz iş verme orada.
Onun için sayılarla götürüyorlar bu işi.
Hiç mi içiniz sızlamıyor?
Sormuyor musunuz kendinize, “ben nerede hata yaptım?” diye.
Şu açıklanan istatistiklere bir bakın.
Bugün ne işte ne eğitimde olan gençlerimizin oranı OECD’de birinci.
Bugün her 10 gencimizden 4’ü artık ekran bağımlısı.
Günde 5 saat, 6 saat, 8 saat neredeyse mesai yapar gibi ekran karşısına bağlanan gençlerimiz var.
Ee niye?
Çünkü iş bulamamış.
Niye?
Ailesinin o kadar emek verdiği, fedakârlıkla kendisine kazandırdığı, kendisinin de alın teriyle kazandığı bir diplomanın artık bugünkü Türkiye’de değeri yok.
Ülkede sanal kumar, sanal bahis almış başını gitmiş.
Bu yüzden gencecik insanlar kendi canlarına kıyıyor.
İşte bayram yaklaşıyor.
Üniversite öğrencileri memleketine gitmek için otobüs bileti almaya kalktığında, geçen bayrama göre en az %50, %60 daha fazla bilet parası ödemek zorundalar.
Yazık, gerçekten çok yazık.
Peki en verimli çağlarında çalışmış, prim ödemiş, alın teriyle emekliliğini hak etmiş vatandaşlarımızın durumu daha mı iyi?
İşte bayram ikramiyeleri gündemde değil mi?
Meclis’e teklif geldi.
Nihayet baklayı ağızlarından çıkardılar. 4.000 TL
Bakın, 2018’de 1.000 TL olan bayram ikramiyesini sadece TÜİK’in makyajlı enflasyonuyla bile bugüne getirseniz, 9.392 TL ediyor.
Ama dikkat edin 2018’den bugüne.
2018 ne demek, unutmayın; Partili, taraflı Cumhurbaşkanının tam yetkili işin başına geldiği, damadını ekonominin başına koyduğu tarih.
TÜİK’e talimatlar verilip “Enflasyonu olduğundan daha düşük göster” diye talimatların başladığı tarih.
Sadece TÜİK’in açıkladığı enflasyonla bile bugüne getirsek 1000 lirayı, bayram ikramiyesini 9.392 TL ediyor bugün.
Hiç olmazsa kendi açıkladığını enflasyona uyun yahu.
Kendi açıkladığınız enflasyonun gereğini yerine getirin.
Bir başka karşılaştırma;
2018’deki asgari ücretle orantı kurarak 1000 lirayı bugüne getirdiğimizde de 13.793 TL ediyor.
Meclis’e gelen teklif 4.000 TL.
Bunların yönettiği ekonomi işte bu kadar, bu kadar.
Daha ötesine zihinleri yetmiyor.
Sayın Erdoğan’ın ekonomistliği 4.000 TL’nin ötesine yetmemiş.
Tablo ortada.
Güzelim ülkeyi mahvettiler, perişan ettiler bu ülkenin ekonomisini.
Neymiş, emeklilerimizden fedakârlık bekliyorlarmış. Neymiş, sabır bekliyorlarmış.
Sayın Erdoğan!
Siz, faizde parası olandan herhangi bir fedakârlık istediniz mi bugüne kadar?
Siz, kur korumalı mevduata para yatıranlara sabır diliyor musunuz?
Onlar faizlerini tıkır tıkır alıyor.
Gerektiğinde Merkez Bankası’na karşılıksız para bastırıp, onların faizini de kur farkını da ödüyorsunuz.
Emeklilere gelince, “para yok”.
Emekliler gelince, ”fedakarlık yapın, sabredin”.
Nedir bu emeklilerin sizden çektiği yahu!
Bakın ülkeden öyle bir hava oluşturdular ki beka meselesi.
“Çok önemli güvenlik sorunlarımız var, aman ha. Herkesten fedakârlık bekliyoruz.”
“Çünkü her yerde sorun var, bizde de sorun var” Ee? “Sabredin”.
Biraz da şu faiz alanlara dönünde “Sabredin” deyin.
Kur korumalı mevduatı apar topar bu ülkenin gündemine 40 yıldan sonra tekrar sokup, rahmetli Özal’ın “Kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir. Bir daha getirmeyin bu ülkenin başına böyle bir belayı” diye uyardığı meseleyi ülkenin başına sarın… Yeni ekonomi yönetimi şimdi her gün açıklama yapıyor “azalttık, azalttık, azalttık” diye, daha sonra da tutun bunun bütün maliyetini milyonlarca emeklinin sırtına yıkın.
Olan budur arkadaşlar.
Bu gençlerin, bu asgari ücretlilerin çektiği nedir?
Artık gerçekten yeter!
Sen tut, elin yabancısına dünyanın faizini öde; kendi vatandaşını da enflasyon altında inim inim inlet.
Sizin ekonomi yönetiminden anladığınız bu mu?
Devlet, millet için vardır, millet.
Siz ise yıllardır, devletin imkanlarını bir avuç menfaat şebekesine peşkeş çekmekle meşgulsünüz.
Değerli arkadaşlar,
Ülkemiz gerçekten pek çok alanda geriye gidiyor.
Adalette geriye gidiyoruz, demokraside geriye gidiyoruz, ekonomide geriye gidiyoruz, eğitimde geriye gidiyoruz, sağlıkta geriye gidiyoruz.
Bir zamanlar elle tutulur bir sağlık sistemimiz vardı.
Vatandaşlarımız sağlık hizmetlerinden nispeten memnundu.
Ancak, özellikle son yıllarda, diğer tüm alanlarda olduğu gibi sağlık alanda da hizmet kalitesi hızla bozuldu.
İnsanımız hastanelerden 3-4 aydan evvel sonuç almadan artık çıkamıyor.
Süreç şöyle işliyor…
Önce doktor randevusu: Hastalarımız minimum 3-4 hafta bunu bekliyor…Doğru mu? (…)
İşte 2 ay.
Nihayet doktora diyelim ki muayene olabildiniz. İstenilen tetkikler için örneğin MR için, aylarca bekliyor musunuz? Doğru mu? (…)
6 ay, 7 ay, 8 ay…
Sağlık sigortası var değil mi, sağlık sigortası. Peki, sağlık sigortası ne diyor? “Vatandaşlarımızın cebinden para çıkmadan biz sağlık hizmetlerini vereceğiz” diyor.
Asgari ücret alan bütün vatandaşlarımız sigorta primi yatırıyor. Bu sigorta priminin içerisinde sağlık sigortası da var.
Peki, “sağlık sigortam var, MR çektireceğim” diyorsunuz tamam, para almıyor tamam ama 7-8 ay bekleyeceksin.
Fakat orada başka bir kapı var. Parasını ödersen hemen birkaç güne MR çektirebiliyorsun.
Yahu sosyal devlet bu mu arkadaş?
“Genel Sağlık Sigortası” deyip te herkese karşılıksız, ücretsiz sağlık hizmeti vereyim deyip te, “Evet ücretsiz ama 7-8 ay bekle, ücretini verirsen hemen MR çektirebilirsin” demek sosyal devlet mi?
Adalet mi?
Hak mı?
Ülkeyi getirdikleri durum bu.
Bakın bir ara Türkiye’de bıçak parası denen şey kalkmıştı değil mi?
Hatırlayalım bıçak parası nedir?
Bir hastanede, devlet hastanesinde ameliyat olabilmek için dışarıdan ödenen ilave ücret.
Şimdi duyuyoruz ki bunlar tekrar başladı.
Evet, genel sağlık sigortası, ücretsiz tedavi ...
8 ay beklersen ücretsiz ama hemen tedavi olmak istiyorsan “MR’a şu kadar para ödeyeceksin, ameliyat için şu kadar para ödeyeceksin”.
Diyelim ki; MR’da çektirdik, tetkikleri de aldık.
Tekrar doktora şu sonuçları göstereyim derken yine ilave süre gerekiyor.
Diyelim ki; teşhis de konuldu. Tabi yeni bir tetkik istenmezse…
Tedavi süreci bazen 3-4 ay önce, bazen 5-6 ay sonra başlıyor.
Nadir hastalıklarda ise vatandaşımız adeta kaderlerine terk ediliyor.
Hastaneden çıkınca iş de bitmiyor.
İlaç ve aşı tedarikinde ciddi problemler yaşanıyor. Birçok hastamız ilacına ulaşamıyor.
Ameliyat malzemesi için de hastalardan ilave para isteniyor.
“Acil ameliyat” diyor doktor, sıra geldi, randevu geldi, teşhis konuldu falan diyor ki doktor, “Acil ameliyat”.
“Tamam olayım”.
“Bir dakika, aşağıda malzeme yok. Malzeme parası 3 bin lira, 5 bin lira, bunu ödersen biz seni ameliyat edebiliriz. Ödemezsen kusura bakma malzeme yok”.
Sayın Erdoğan duyuyor musun bunları haberin var mı?
O çok övündüğün Şehir Hastanelerinde insanlar ameliyat olacağı zaman malzeme maliyeti, ameliyat malzeme maliyeti vatandaşlarımızdan isteniyor. Haberin var mı?
MR, çekinmek, röntgen çekinmek, tetkik yaptırmak eğer hemen birkaç gün içinde olacaksa insanlardan para isteniyor para haberin var mı?
Milyonların haberi var Külliye’nin o yüksek ve kalın duvarlarından içeriye ses gitmiyor belli ki.
İşte o sesi duyurmak için biz buradayız.
Sadece sesi duyurmak için değil, çözüm üretmek için buradayız.
Daha iyisini yapmak için buradayız.
Değerli arkadaşlar,
Bakın gerçekten sağlık şu anda memleketine en önemli sorunlarından birisi haline geldi.
Gerçekten çok üzülüyoruz ama aynı zamanda da kızıyoruz.
Bir zamanlar bu ülkenin sağlık sistemi dünyada dillere destan olmuştu.
Ehil ve dürüst kadrolarla bu memleket yönetildiğinde sağlık sistemi herkes için örnek teşkil ediyordu.
Ben bir akşam Davos’ta tam 4 saat oraya gelen bütün sağlık yöneticilerine, zincir hastane sahiplerine, 30 tane ülkeden gelen sağlık bakanına bizim sağlıkta yaptıklarımızı anlattım.
İnanın ağızları açık dinlediler, 4 saat.
Dünyada sağlıktaki en iyi, işi en iyi bilmesi gerekenlerin olduğu bir ortamdan bahsediyorum.
150 kişi var salonda, 4 saat.
Nereeeeden nereeeye.
“One minute” demekle olmuyor, boşa nara atmakla olmuyor.
Lafla peynir gemisi yürümüyor.
İş üreteceksin iş, icraat üreteceksin, çözüm üreteceksin.
Velhasıl…
Alınamayan randevuların, konulamayan teşhislerin, yapılamayan ameliyatların, temizlenmeyen hastanelerin, bulunamayan ilaçların, göç eden hekimlerin ülkesi haline geldik.
Hal böyle olunca da, kaçınılmaz olarak şu sonuç ortaya çıkıyor:
Türkiye’de sağlıklı yaşam süresi AB ortalamasının çok gerisine düştü arkadaşlar.
Dikkat edin, hükûmet, sağlık sistemindeki çöküşün ayıbını kapatmak için, hastalarla sağlık çalışanlarını karşı karşıya getiriyor.
Klasik.
Enflasyon mu yükseldi, hemen kuru soğan depolarını bol bol kendi televizyonlarında yayınlıyorlar.
Hatırlayalım o günleri, depo sahipleri soğanları stok etmiş de enflasyonu onlar yükseltmiş.
Bir suçlu lazım ya.
Esnafla vatandaşı karşı karşıya getirdiler, “Enflasyonun sebebi manadır, enflasyonun sebebi marketlerdir” diye.
Şimdi de sağlıktaki kendi beceriksizliklerinin üstünü örtmek için; kötü yönetim sonucu sebep oldukları aksaklıkları kapatmak için; inceden inceye sağlık çalışanlarını suçlayan bir iletişim çizgisi izliyorlar.
Yani, her türlü aksaklığın sebebi olarak sağlık çalışanlarını işaret ediyorlar.
Halkı, doktorların yakasına yapışmaya davet ediyorlar utanmadan.
Ayıp gerçekten çok ayıp!
Doktoru vatandaşa kırdırarak sağlık sorununun üzerini örtemezsiniz.
“Ben hastane yaptım ama doktorlar vatandaşa bakmıyor, çalışmıyor. Siz gidin doktorlardan hesap sorun” demekle sağlıktaki ayıbınızın üstünü kapatamazsınız.
Ne vatandaşlarımız bunu hak ediyor; ne de gecesini gündüzüne katarak çalışan bu ülkenin onurlu hekimleri bunu hakkediyor.
Buradan, sağlık çalışanlarımızın hak ettiği değeri bulacağı bir Türkiye sözünü vererek, tüm sağlık çalışanlarımızın ve doktorlarımızın 14 Mart Tıp Bayramı’nı şimdiden içtenlikle kutluyorum.
Tekrar hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.