Ali Babacan Habertürk’te “Para Gündem” programında gazeteci Sena Alkan ve Yavuz Barlas’ın sorularını
Sena Alkan: İçeride de enflasyonla bir mücadelemiz varken önemli başlıkları konuşacağımız bir de konuğumuz var. Kim bizimle beraber? DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Yavuz Barlas'la sorularımızı soracağız. Hoş geldiniz Sayın Başkan, çok teşekkür ederiz bize katıldığınız için.
Ali Babacan: Hoş bulduk, teşekkür ediyorum, sağ olun. Siz de hoş geldiniz.
Sena Alkan: Çok teşekkürler. Şöyle ben ilk soruyu bir size sorarak başlayayım, sonra devam ederiz. Önce bir Amerika'dan başlayalım, dünyanın gözü de orada ya. Bütün bu yaşananları nasıl izliyorsunuz, merak ettim. Amerika Başkanı Donald Trump'ın bütün bunları bir politika çerçevesinde, belki bir yapı bozum politikası çerçevesinde yaptığını mı düşünüyorsunuz? Yok derler ki, nasıl tarif edelim, “bu histerik bir şımarıklığın neticesi de yaşanıyor olabilir şu anda dünyada” denir. Siz nasıl bakıyorsunuz, neye hedefliyor Amerikan Başkanı?
Ali Babacan: Aslında şu anda Amerika Birleşik Devletleri çok ciddi bir stratejik panik içerisinde. Niçin bir panik içerisinde? Çünkü dünyanın en büyük ekonomisi olma özelliğini çok yakında kaybedecek. Çin dünyanın en büyük ekonomisi olarak birinci sıraya yerleşecek çok yakında. Bunun bir paniği var Amerika'da. İkincisi yine teknoloji konusunda, Çin pek çok alanda çok ilerledi ve Avrupa'yı zaten saymıyorum, Avrupa teknolojide çok çok geri kalıyor şu anda dünyanın geri kalanıyla mukayese ettiğimizde ve Amerika teknolojideki üstünlüğünü de bir süre sonra Çin'e kaptıracak. Dönelim askeri güce, şu anda dünyanın en büyük donanması Çin'in. Yani donanma büyüklüğünde Çin Amerika'ya geçmiş durumda. Her üç alanda da yani ekonomide, teknolojide ve askeri alanda Amerika Çin karşısında bir panik atak yaşıyor şu anda. Bunu belki Trump yönetimine kadar biraz daha suhuletle, ikili ilişkileri mümkün olduğunca rayında tutmaya çalışarak yönetmeye çalıştılar. Ama artık bundan sonra baktılar ki iş kötüye gidiyor; rastgele ve doğrusu plan program da yapmadan, diplomasiyi, ikili ilişkileri, her türlü nezaketi ve teamülü de bozacak bir şekilde, “öncelik benim için Amerika Birleşik Devleti'dir. Ben artık kafama eseni yapacağım. Başka kimseyi tanımam. Aksi halde geri kalıyorum” diye bir davranış kalıbı içerisinde… Bütün bunları bu büyük resmin içerisinde okumak lazım. Yoksa şu anda ekranlarda gösterdiğiniz işte tarifeler, gümrük oranları, şunlar bunlar tamamen paniğin sonucu. Şimdi burada yazdığı tabloda bir sürü oranlar görüyorsunuz mesela değil mi? Bu oranların bir kısmı ertelenmiş durumda ki 3-4 gün önce açıklandı. Sanırım ayın 2’siydi bunun açıklanması. Bunların bir kısmı ertelenmiş durumda. Bir kısmı değiştirilmiş durumda. Trump diyor ki; “Ben kesinlikle bunu yapacağım, vazgeçmeyeceğim” diyor. Üç gün sonra “Vazgeçtim ya biraz esnek olmalıyım” diyor. Bunların hepsi panik. Bir stratejik panik. Panik halinde her düğmeye basarak Amerika’nın bu çıkmazın içinden kurtulması da mümkün olmaz. Yani burada yapılması gereken, yine evet her ülkenin kendi öncelikleri olabilir ama diyalog kanallarının açılması lazım. Hele hele Çin'le Amerika arasında mutlaka diyalog kanallarının açılması lazım. Ki ben bunu geçen sene Çin'de katıldığım konferansta, çok eski dostlarımız var tabii Çin'in üst düzey yönetiminden tanıdığımız çok insan var, hepsine söyledim. Ve yine geçen aralık ayında İsviçre'de katıldığım toplantıdaki Amerikalı dostlarımıza da söyledim; “Bakın, Çinli dostlarımızla da sizinle de konuşuyorum. Endişeliyim. Çünkü ilişkiler çok çok gergin. Bu gerginliğin sonunda iyi bir sonuç çıkmaz. Yani Çin için de iyi bir sonuç çıkmaz. Amerika için de çıkmaz. Dünya için de çıkmaz yani.”
Sena Alkan: Ne dediler size hem Çinliler hem Amerikalılar?
Ali Babacan: Birbirleri hakkında çok olumsuz ve artık böyle rekabet değil de düşmanca sözler sarf ediyorlar. Yani Çin'in dünyayı en açık olarak bildiğimiz, dünyayla en entegre olarak bildiğimiz, çok akıcı şekilde İngilizce konuşabilen iyi dostlarımızla konuştuğumuzda Amerika ile ilgili diyorlar “Bunlar artık bize düşman. Doları bize karşı silah olarak kullanıyor bu Amerika” diyorlar. Amerikalılar diyor ki; “bu Çinliler çok kötü geliyor, düşmanca geliyorlar ve biz onlara karşı tedbir almalıyız, gerekeni yapmalıyız.” Ve aralarında konuşmuyorlar. Çin ile Amerika arasında doğrudan bir iletişim kanalı yok. Aracısız konuşamıyorlar. Her iki tarafa da söyledim, “Bakın bu iş yanlış” dedim…
Sena Alkan: Orada sizi arabulucu yapmışlar gibi bir şey olmuş Sayın Başkan.
Ali Babacan: Yani arabulucu demesek de işte iki taraf da dertlerini döküyor. Çünkü zamanında her iki tarafla da çok iyi ilişkilerimiz olduğu için, şahsi dostluklarımız da olduğu için bunu görüyorum. Tabii bütün bu kavga gürültüde de Avrupa çok geri kalıyor. Asıl Türkiye'nin biliyorsunuz yatırım ve ticaret olarak ilişkisinin önemli bölümü Avrupa’yladır. Gümrük Birliği'nde Türkiye. Yani yatırımın çoğu Türkiye'ye Avrupa'dan gelir. Türkiye'nin en büyük ihraç pazarı Avrupa'dır. Asıl bizim büyük pazarımız bütün bu hengamede geride kalıyor. Türkiye de o Avrupa havuzuyla beraber geride kalacak. Dolayısıyla Türkiye'nin gerçekten bir an önce şu iç sorunlarını çözüp, şu iç kavga gürültüyü bitirip güçlenmesi lazım. Türkiye inanın kendi içinde güçlenmezse, bu küresel rekabet ve husumet ortamında çok daha geriye düşecektir. Biraz önce yayına girmeden önceki haber serisini şöyle bir izledim. Yazık bu ülkeye ya. Yani diğer ülkeler dışarıdan gelen krizlere karşı korunmaya çalışırken, Türkiye şu anda bizzat iktidarın kendi eliyle kriz üretildiği bir ülke haline geldi. Bakın şu krizlere, şu haber olan konulara bakın. Bunların tamamı iktidarın Türkiye'de kendi eliyle ürettiği krizlerdir yani. Kendi kendimize ediyoruz yazık. Bunca önemli olaylar varken dünyada, her ülke kendini bu dışarıdan gelebilecek kötü gelişmelere karşı korumaya çalışırken, dışarıdan gelecek krizlere karşı ülkesini korumaya çalışırken, Türkiye bizzat iktidarın eliyle kriz çıkaran bir ülke haline geldi. Türkiye güçlenmeden Sena Hanım mümkün değil bakın, Türkiye kendi içinde ekonomik olarak güçlenmek zorunda. Türkiye hukukta, adalette güçlenmek zorunda. Türkiye teknolojide çok hızlı bir şekilde ilerlemek zorunda. Yoksa inanın bizden sonraki nesil çok daha geri kalmış, çok daha fakir ve çok daha güçsüz bir Türkiye'de yaşamak zorunda kalacak. Ben bundan ciddi bir şekilde endişeliyim. İktidarın kafasındaki sadece, “Ben bu koltuğa nasıl yapışacağım, ben bu koltuktan nasıl kalkmayacağımın” derdinde şu anda iktidar. İnanın ülkeye falan düşündükleri yok bunların. Bu ülkeyi düşünen, bu ülkenin yarınları için kaygılı olan bir iktidar, tutup da kendi eliyle bir hukuk krizi çıkarıp, birkaç günde 40 milyar dolar rezervini eritir mi ya? Kendi halka açık şirketlerinin değerini birkaç günde 40 milyar dolar düşürür mü? Ülkenin geleceğini gerçekten düşünen bir iktidar, kendi eliyle bu kadar büyük zararı verir mi? Şu faizlere bakın ya, son birkaç haftada ticari faizler, bireysel kredi faizleri 5 puanla 10 puan arası arttı. Hazinenin 2 yıllık tahvilinin faizi %10 arttı. Merkez Bankası ilk defa Likidite Senedi çıkarttı, %60 faizli. Sayın Erdoğan, “faiz, faiz, faiz” deyip Sayın Erdoğan bunları nasıl görmez? İnanılır gibi değil yani.
Sena Alkan: Peki ne yapmalı?
Ali Babacan: Bakın Merkez Bankası geçen ay muhtemelen bir basamak daha faiz düşürecekti, bir %2,5 daha faiz düşürecekti. Düşüremedi, baktı ki ortalık karışık, düşüremedi. Tam tersine gecelik repo faizini %42'den %46'ya çıkartmak zorunda kaldı. E kur arttı. Bugün Türkiye'de doların 1 lira artışının, Türkiye'nin toplam dış borç sona etkisi 525 milyar lira. Dolar 1 lira arttığında Türkiye'nin dış borcu 525 milyar lira artıyor. Bunun yaklaşık yarısı özel sektörün borcu. Yazık, günah bu ülkeye ya. Dünyadan bahsediyoruz, ortalık karmakarışık. Türkiye'de de kendi kendini tahrip eden, kendi kendine zarar veren bir iktidar işbaşında. İnanın çok üzülüyorum ama aynı zamanda da çok kızıyorum. Bu ülke buna layık değil ki ya. Bu ülke gencecik insanların, 299 gencin şu anda tutukluğu yargılanmasına buna layık değil ki. Gençlerin ümidinin karartıldığı bir ülke olmak zorunda değil Türkiye. Sebebi sadece kötü yönetim başka bir şey değil inanın ya. Şu anda Türkiye çok kötü yönetiliyor. Bir an önce içerde bizim güçlenmemiz lazım. Bir an önce ayağa kalkmamız lazım. Bakın yakın coğrafyamızda işler gittikçe karışıyor. İran'la ilgili büyük riskler var. Yani İran'la ilgili ya nükleer pazarlıkta bir sonuç çıkacak ya da İran'a bir savaş açılacak. Zaten Suriye'de bir iç savaşın eşinden yeni yeni dönülüyor. Suriye'de ne olacağı belli değil. İsrail durmadan Suriye'nin her köşesini bombalıyor. “Aman Suriye güçlenmesin” diye. İran'da risk var. Irak daha tam güvenliğini sağlayamamış. Kuzeyimizde Rusya ve Ukrayna arasında savaş var. Amerika'nın açtığı bu ticari savaşları herkesi etkileyecek. Türkiye kendi içinde güçleneceğine bizzat iktidar eliyle zayıflatılıyor şu anda. Ben en çok buna üzülüyorum ve kızıyorum.
Yavuz Barlas: Peki Sayın Babacan, yani şimdi tam böyle hani tabloyu çizmişken siz, hem politik tarafı bir kenara bırakıyorum. Bir tarafı da ekonomi tarafına bırakıyorum. Tam bu dönemde yani bir revizyon, yürütülen ekonomik programında güçlendirilmesi için, hukuki anlamda vesaire bunu da ayrıca ekleyebilirsiniz zaten ama. Nedir? Bugünden itibaren Türkiye'ye revize etmesi gereken bir program var mıdır? Ya da sizin önerileriniz var mıdır bununla alakalı? Nedir, çözüm öneriniz?
Ali Babacan: Yavuz Bey şu anda bir ekonomik program yok ki. Yani siz yıllardır Türkiye ekonomisini çok yakından izliyorsunuz. Benim ekonomi başında olduğum dönemde de çok yakından izlediniz. Türkiye Cumhuriyeti'nin her zaman bir ekonomik programı olurdu. Gerçekçi hedefleri olurdu. Ekonomik programın bir para politikası ayağı olurdu. Maliye politikası ayağı olurdu. Bir yapısal reform ayağı olurdu. Şu anda bir ekonomik program yok. Şu anda sadece yüksek faiz ve yüksek vergiyle bir finans krizi çıkmasın, bir ödemeler dengesi krizi çıkmasın, Türkiye'de bir döviz sıkıntısı, bir dövizi bulamama, o 70 cent’e muhtaç olma var ya hatırlarsanız, öyle bir durum olmasın diye son derece acı bir reçete uygulanıyor şu anda Türkiye'de. Hani acı reçete kullanırsınız sonra iyileşirsiniz. Öyle de değil. Yani insanlara sürekli acı reçeteyi yutturuyorlar şu anda. Emeklimizin durumu ortada, asgari ücretlimizin durumu ortada. Milyonlarca insanın büyük fedakarlığıyla, milyonlarca insanın fakir fukaralığa düşmesiyle onlara sürekli “sabredin, fedakârlık yapın” diye adeta avutulmaya çalışılmasıyla yürüyen bir ekonomi uygulama seti var. Ekonomi programı yok şu anda Türkiye'de. Ne yapılması lazım? İnanın çözüm de o kadar kolay ki ya. Ben ona da üzülüyorum. Bu kadar kolay çözülecek meseleler şu anda kötü bir yönetim elinde çözülemiyor. Mevcut sorunlar çözülemiyor. Üstelik kendi kendilerine de kriz üretiyorlar. Bakın ben bugün bu ülkenin cumhurbaşkanı olsam ilk yapacağım iş derhal ama derhal şu Ekonomik Sosyal Konseyi toplamak olur. Çünkü bir ülkenin cumhurbaşkanının doğrudan derdi yaşayanlardan dertleri dinleyebilmesi lazım. Ekonomik Sosyal Konsey’de sendikalar vardır, emeklilerin temsilcileri vardır, iş dünyasının temsilcileri vardır, bütün sosyal taraflar vardır. “Arkadaşlar siz bana bir anlatın, bir dinleyin derdiniz nedir?” Derdi dertliden bir dinlemek lazım. Madde 1, madde 1. Anayasa’nın gereğidir ya, Sayın Erdoğan “yeni anayasaya” deyip duruyor değil mi? Anayasanın gereğine uymuyorsun ki arkadaş ya şu anda anayasa diyor ki; “Ekonomik Sosyal Konsey toplanır” diyor. Niye toplamıyor Cumhurbaşkanı? Uymadığı anayasayı da “değiştireceğim” diyor “yeni anayasa” diyor durmadan. Derhal yapması lazım bakın. Başka ne yaparım? Derhal ama derhal ekonomik kurumların başındaki 10 temel kişiyi derhal değiştiririm. Dedim ki; “arkadaş altınıza da dürüst ve ehil insanları görevlendireceksiniz.” Haftada sadece 2 defa 3'er saatlik toplantıyla o kurumlar arasındaki koordinasyon sağlarım ama asıl ondan sonra vaktimi hukuka ayırırım, adalete ayırırım. Yargı sistemi çökmüş durumda ya. Savcılarımız, hakimlerimiz inanın hükûmetin sağından, solundan, tepesinden yaptığı baskı altında iş yapamaz hale geldiler. Acayip bir yargı çıktı ortaya. Tarafsız ve bağımsız bir yargının olmadığı ülkede güven olmaz. Güven olmayınca da ekonomi olmaz. “Ne alakası var canım” derlerdi. Hep bana derlerdi hatırlarsanız 2012-2013, “Hukuk olmayınca, eğitim olmayınca bu ekonomi olmayacak. Türkiye orta gelir tuzağına düşecek” diyordum yıllarca, çabalıyordum o zaman. Diyorlardı ya “Hukuk-ekonomi çok uzak alan değil mi?” Değil işte gördük. Bir yargı darbesi yaptılar. Bir diploma krizi, arkasından bir haksız tutuklama, gereğince gerekçelendirilmemiş bir tutuklama. İşte 40 milyar dolarlık değer kaybı şirketlerde, Merkez Bankası'nın rezervlerinde de 40 milyar doların üzerinde bir kayıp. Görüyorsunuz ne kadar alakalı. Çünkü ekonomi demek, güven demek. Güven demek de hukuk demek, adalet demek. Hukuki güvenlik demek. Dolayısıyla bir an önce bu yargının toparlanması lazım. Başka ne yapardım? Bakın kurumların başına koyduk ya 10 kişiyi. Merkez Bankası'nın derhal şeffaflaşması lazım. Ne kadar döviz alıyor ne kadar döviz satıyor bunun açıklaması lazım. Damat döneminde bir kararttılar. O döviz alıp döviz satma rakamlarını gizlemeye başladılar. Hala açılmadı bakın. Yeni ekonomi yönetimi, Cevdet Yılmaz, Mehmet Şimşek, damat döneminin yanlışlarını mecburen devam ettiriyorlar. O dönemin ayıbı ortaya çıkmasın diye karartmaya çalışıyorlar. Bizim dönemimizde tam 13 yıl boyunca Merkez Bankası'nın aldığı sattığı döviz rakamları şeffafken şimdi niye gizliyorsunuz? Niye arka kapıdan döviz alıp satıyorsunuz? Bu milletin hakkı değil mi? Bugün dolar 38 liraysa acaba kendiliğinden piyasada dengede mi oluştu bu 38 lira? Yoksa Merkez Bankası bugün 5 milyar dolar sattı da ancak onu 38 lirada zor mu tutuyor? Benim bunu bilmek vatandaş olarak hakkım. Sen tutuyorsun Zoom toplantısında yatırımcılara New York'taki Londra'daki yatırımcılara Merkez Bankası Başkanı olarak söylüyorsun “Dün şu kadar sattık bu kadar aldık” diye milyonlarca küçük yatırımcıdan bu bilgiyi gizliyorsun. Niye açıklamıyorsun? TÜİK, şeffaf olması lazım. TÜİK alışveriş sepetindeki fiyatları niye gizlemeye başladı? Eskiden TÜİK derdi ki; “Benim alışveriş sepetim bu peynirin fiyatı şu, zeytinin fiyatı şu” patates, soğan, domates, neyse pantolon, gömlek yazardı, “Bu fiyatlardan ben bu enflasyonu hesap ettim ve enflasyon oranı şu” derdi. TÜİK'in kanunu ben çıkarttım. TÜİK’i bağımsız bir kurum yaptım o zaman. Peki TÜİK'in bu enflasyon sepetini niye şimdi gizliyorlar? Niye TÜİK'in enflasyon sepetindeki alışveriş sepetindeki peynirin, zeytinin, domatesin, biberin fiyatını niye açıklamıyorlar? Çünkü biliyorlar ki açıkladıkları anda o damat dönemindeki TÜİK'in rakamlarıyla oynandığı ortaya çıkacak, foyaları ortaya çıkacak. Ben açık söylüyorum bakın, Cevdet Yılmaz'a da Mehmet Şimşek'e de buradan çağrımdır; arkadaşlar benim eski çalışma arkadaşlarımsınız, siz kendinizden önceki dönemlerin yanlışlarını ayıplarını, yalanlarını kapatmaya çalışacağım derken, kendi itibarınızı yerle bir ediyorsunuz ya. Sizin sorumluluğunuz aslında bu milletedir, evet Cumhurbaşkanı sizi görevlendirmiştir ama sorumluluğunuz millete karşıdır. Önceki dönemlerin ayıbını örteceğim diye kendi itibarınıza da yazık etmeyin bu ülkenin ekonomisine de yazık etmeyin diye buradan çağrımdır.
Sena Alkan: Şimdi çok uzun süredir hane halka enflasyon beklentilerine baktığımızda, sanki vatandaş enflasyonun düşeceğine bir türlü ikna olamıyor gibi. Mesela biz konuşurken bile bana gelen mesajlar var. Sabah izleyicilerimiz bizim yayınımıza katılmayı seviyorlar ve diyorlar ki; “Yumurtanın tanesi 10 lira oldu Sena, simit 20 lira oldu Sena. Biz ne yapacağız böyle? Gıda enflasyonu deseniz bir başka başlık. Şimdi burada, az önce saydınız ya atılması gereken adımları ama özel olarak bu vatandaşın rahatlaması için, uzun süredir biz enflasyonla mücadele ediyoruz ne yapılması lazım? Sizce enflasyonla mücadelede ne zaman nasıl ne şekilde rahatlarız? Yani ne zaman “biz yumurta 10 lira oldu, limon 100 lira oldu” demeyi bırakırız.
Ali Babacan: Türkiye'deki enflasyonun patlamasının sebebi Sayın Erdoğan'ın yıllarca “Nas var” deyip Merkez Bankası'nı yanlış yönlendirip, “laf dinlemiyor” diye Merkez Bankası'nın başkanlarını değiştirip zamanında döviz kurunu patlatmasıdır. Bakın ben hep gösteriyorum döviz kurunun patlaması Türk lirasının değerini düşüren en önemli bir faktör olmuştur ve şu anda Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı en önemli sorun olmuştur. Şu 200 lira tedavüle çıktığında Sena Hanım 134 dolar ediyordu, 134 dolar, bugün ancak 5 dolar ediyor ya 5 dolar. Niye böyle oldu? Çünkü Sayın Erdoğan döviz kurunu patlattı. Döviz kuru patlayınca A'dan Z'ye bütün maliyetler arttı. Türkiye'deki enflasyonun sebebi maliyet artışıdır. Yoksa insanların hali vakti yerinde, insanlar o kadar çok alışveriş ediyor ki, o kadar çok paraları var ki, çarşıya çıktıklarında hiç fiyata bakmıyorlar diyelim ki, şu kalem 100 liraysa alıyor esnaf “ya 100 liraya sattım bitti kalem” diyor “bari diyor bir 150 lira diyeyim bunun fiyatına” diyor. 150 lira fiyat koyuyor millet kapış kapış 150 liraya da alıyor. Böyle bir enflasyon yok ki Türkiye'de. Bazı ülkelerde bu olur gerçekten yani bir şekilde çok para bolluğu olur insanların geliri çok artar çok alışveriş etmeye başlarlar ve alışverişten dolayı fiyatlar artmaya başlar. Türkiye'deki enflasyon böyle değil. Zaten onun için yanlış bir reçete uyguluyorlar hem acı reçete hem de yanlış reçete uyguluyorlar. Türkiye'deki enflasyonun sebebi maliyetlerdir. Gıda enflasyonu dediniz değil mi? OECD içerisindeki en yüksek gıda enflasyonu şu anda Türkiye'de. Bakın rejiye ben birkaç grafik vermiştim üç nolu grafiği bir ekrana düşürebilirler mi bilmiyorum… Niye en yüksek gıda enflasyonu bizde? Çünkü mazot arttı, gübre arttı, elektrik arttı, yem arttı, tohum arttı. Gıdada, üretimde, tarımda maliyetler arttı. Maliyet artınca gitti bu nihai ürün fiyatlarını vurdu. Yoksa, çiftçi o kadar rahat ki buğdayı istediği fiyata satıyor, arpayı, mısırı istediği fiyata satıyor, dolayısıyla çok da para kazanıyorlar çiftçi. Onun için de gıda fiyatları arttı. Değil ya, çiftçi kan ağlıyor bugün. İnanın son dönemin en zor yıllarını yaşıyor çiftçimiz. Gençler artık tarımdan uzaklaşıyor. “Ne yapmak lazım?” diye sordunuz ya gıda enflasyonuyla ilgili ne yapmak lazım? Derhal ama derhal tarımsal destekleri artırmak lazım. Biz buraya bakın tek tek yazdık. Burada “Türkiye'nin DEVA’sı” dediğimiz bu kitapta her şey var her şey. Tarımda ne yapacaksınız? Derhal ama derhal gübrenin yarısını devlet karşılamalıdır, gübre maliyetinin yarısını. Derhal ama derhal yem maliyetinin yarısını devlet karşılamalıdır. Çiftçimize elektrik, mazot çok daha uygun şartlarda temin edilmelidir. Sulama yatırımları mutlaka Türkiye'de derhal tamamlanmalıdır. Hesap kitap yaptık, ben tam 13 tane bütçe geçirdim Meclis’ten ya. 13 tane bütçe yapan ekibin başında ben vardım. 13 yılın bütçesi. Bunlar rahatlıkla yapılır.
5 yılda Türkiye'deki bütün sulama yatırımlarını tamamlayabilirsiniz. Bugün Çukurova, su su diye inliyor ya. Ceyhan'ın, Seyhan'ın iki tane nehir aktığı obamızda su yok. Türkiye'de ciddi bir kuraklık sorunu var. Ama niye var? Çünkü su yatırımları yapılmamış. Baraj yapacaksın, gölet yapacaksın, ishale hatları yapacaksın. Konya'nın Mavi Tünel… Yıllardır bitmiyor. Bir an önce ama bir an önce Türkiye'nin bu sulama yatırımlarının tamamlaması lazım. Kapalı basınçlı sulama dağıtım sistemine geçmesi lazım. Yağmurlama damlamalara geçmesi lazım. Böylece verimliliğin artması lazım. Gıda fiyatlarını düşürmenin yolu tarıma daha fazla destektir. Bakın rakam veriyorum ya. Geçen sene tarıma destek sadece 90 milyar lira. Bütün tarımsal destekleri toplayın, bütçe de 90 milyar lira. Faize ödenen 1 trilyon 300 milyara. Sen tarıma verdiğin desteğin tam 14 katını faize ödüyorsun. Niye? “Enflasyon arttı, tamam ben de faizi yükselttim. Faizi yükselterek enflasyon düşecek.” Ya arkadaş sen gıdaya, tarıma desteği artır, maliyetleri düşür. Zaten enflasyon düşecek. Enflasyon düştüğü için faizi bu kadar yükseltmek zorunda kalmayacaksın. Bu kadar yüksek faiz ödemek zorunda kalmayacaksın ya. Bu kadar basit. Bakın 90 milyar tarıma verdiler geçen sene, 1 trilyon 300 milyar lira faiz. Bu sene faiz 2 trilyon. Geçen sene verdikleri faiz yetmedi, Merkez Bankası'na döndüler, tam 800 milyar liralık karşılıksız para bastırdılar. Ne için bastırdılar? Kur Korumalı Mevduat’ın kur farkını ödeyeceğiz diye. Yazık günah değil mi millete ya? 800 milyar liralık karşılıksız para basmak ne demek? 85 milyonun cebindeki Türk lirasını, evet benim de cebimdeki bu 200 lirayı, bütün vatandaşlarımızın, asgari ücretlimizin, emeklimizin cebindeki 200 liranın değerini düşürmek demek. 85 milyondan çalıp bir avuç Kur Korumalı Mevduat’ta parası olanın kur farkını ödemek demek. Tarıma ver 90 milyar lira, kur korumalıya 800 milyar lira kur farkı öde. Bu mu ekonomi yönetimi ya?
Sena Alkan: Dün Cumhurbaşkanı dedi ki, “şiddetli bir kasırga geliyor” dedi. Özellikle bu küresel ticarette yaşananlar için. Türkiye'nin ise hazırlıklı olduğunu söyledi. Siz bu şiddetli kasırgayı nasıl tanımlıyorsunuz? Türkiye dahil, Türkiye'deki vatandaşlar dahil bizi ne bekliyor?
Ali Babacan: Yani Sayın Erdoğan'ın kasırgadan tarif ettiği bu dünyadaki ticaret savaşları. Yani karşılıklı olarak ülkelerin gümrük vergilerini artırmaları ve bu gümrük vergilerinin artışlarıyla beraber tabii bu fiyatlara yansıyacak. Her ülkede artık ürünler daha pahalı olacak. Bir enflasyon dalgası gelecek. Enflasyon dalgasını önlemek için merkez bankaları bazılarının faiz artışında bulunmak zorunda kalacak. Hem hane halkı zorluk çekecek, hem şirketler zorluk çekecek ve böylece de hisse sene fiyatları, şirket değerleri, varlık değerleri düşecek. Yani Sayın Erdoğan'ın kasırga diye, tabii onun çok bildiği konular olmasa da önüne konulan metinden okudukları bunlar. Kasırga dediği bu. Şimdi mesele şu. Dünyadan kasırga gelir de sen kendi gemini sağlamlaştırıyor musun arkadaş ya? Kasırga geliyor olabilir de sen kendi geminin içerisine alıyorsun, gemindeki topları aşağı çeviriyorsun, geminin dibini kendi attığın topla deliyorsun. Gemin su almaya başlıyor.
Sena Alkan: Fırsat yakalayabilir deniyor. Buna katılmıyorsunuz o halde. Öyle mi anlıyorum? Doğru mu anlıyorum? Türkiye için bir fırsat penceresi.
Ali Babacan: Fırsat dediği de şu, Türkiye'de %10, vergi %10 ya Türkiye'nin gümrük vergisi. Hazır Türkiye'den Amerika'ya ihraç edilen ürünlerin gümrük vergisi sadece %10 iken, diğer ülkelerden ithalatın Amerika'ya çok daha yükseltilmişken, Amerikan pazarında Türkiye için bir alan açılabilir, dediği de bu. Evet ama bu alan nasıl açılır? Yatırımla açılır. Bizim ihracatımızın artması için önce yatırım gerekiyor, üretim gerekiyor. İnsanlar yatırım yapmaktan, üretim yapmaktan korkuyor. Yatırım yapmaktan, üretim yapmaktan korkulan bir ülkede, ihracatı nasıl artıracaksınız? Şimdi Avrupa'da bir savunma paniği var değil mi? Amerika çekiliyor, işte “Biz savunmasız kalacağız. Savunma harcanmamızı artıralım.” İyi de Avrupa'da bu savunma harcamasını artıracak kadar bir üretim kapasitesi yok ki. Evet, Türkiye için oradan da savunma sahnesi için çok önemli bir fırsat açılabilir. Yani Avrupa'nın artacak savunma harcamalarını besleyecek bir üretime ihtiyaç var. Ve Türkiye orada da gerçekten çok önemli bir fırsat yakalayabilir. Ama bunların hepsi Türkiye'de yatırımın artmasıyla mümkün. Yoksa yatırımın artmadığı bir ülkede ihracatı nasıl artıracaksınız? Önce bir sanayinin altyapısını geliştirmeniz lazım. Ama o yatırım yapacak kişilere, siz yurt dışı yasağı koyuyorsunuz. TÜSİAD'ın Yüksek İstişare Kurulu Başkanı'na, Yönetim Kurulu Başkanı'na hükûmeti azıcık eleştirdi diye, ekonomideki gerçekleri şöyle söyledi diye yurt dışı yasağı koyuyorsunuz. Diyorsunuz ki iş dünyasına, “Bak konuşanı atarım içeri.” Ya da “Konuşana yurt dışı yasağı koyarım. Pasaportunu elinden alırım” diyorsunuz. Ondan sonra aynı insanlara diyorsunuz ki; “Arkadaşlar yatırım yapın fırsat var.” Yapar mı yatırım ya? Niye Türkiye’ye yapsın? Gider başka ülkeye yapar. Daha çok kendini güvendiği ülkeye yapar. Onun için bizim güçlenmemiz, öncelikle şu kendi içimizdeki sorunları çözmemiz de mümkün. Ve bunun yoklu adaletle çözülmesi de mümkün.
Yavuz Barlas: Sayın Babacan, bu çerçevede yabancı yatırımını da bir değerlendirirseniz. Çünkü örneğin Çin mesela buna bakar mı? Bu bahsettiğiniz şeye bakar mı? Yani Avrupa yatırımcılarının baktığını biliyoruz. Avrupa yatırımcıları daha çok hukuki birtakım konuları daha önceliklendirir ama örneğin Çin yatırımları açısından bu önemli midir? Yani başka alanlardan yatırım gelme ihtimali var mıdır? Bunu bir değerlendirir misiniz?
Ali Babacan: Bakın Çin'de demokrasi yok. Ama Çin kural bazlı bir yönetimin olduğu ve aynı zamanda meritokrasinin çalıştırıldığı bir ülkedir. Yani nitelikli insanların önemli pozisyonlara getirildiği bir sistemle bugün Çin başarılı olmuştur. Demokrasi yoktur ama meritokrasi vardır Çin'de. Yani nitelikli insan gücü vardır ve kural bazlı yönetim anlayışı vardır Çin'de. Bunun için başarılı olmuştur. Türkiye'de bu da yok. Yani nitelikli insanlardan oluşan bir yönetim anlayışı da yok, kural bazlı bir yönetim anlayışı da yok. Dolayısıyla Çin yatırım yapacağı ülkede bunları arar. Çin'i, Amerika'yı bırakın. Bizim kendi yatırımcımız ya, önce kendi insanımız Türkiye'ye güveniyor mu? Kendi insanımız Türkiye'ye güveniyor mu? Siz İstanbul'dasınız, şöyle büyük yatırımcılarla birebir konuştuğunuzda, sohbet ettiğinizde ki ben çoğunu iyi tanırım, eski dostluklarımız vardır. Türkiye'ye şimdiye kadar büyük yatırım yapmış, büyük sanayiciler. Sorduğunuzda, “Sen ülkene güveniyor musun? Sen yatırım yapmışsın ama mesela bu kadar daha bir yatırımı 5 sene içerisinde yapar mısın?” diye sorduğunuzda “evet” cevabını alabiliyor musunuz, alamıyor musunuz? Mesele bu. Önce bir ülkenin kendi yatırımcısı, kendi insanı, kendi ülkesine güvenecek ki yabancı gelsin yatırım yapsın. Çinli de yapar bu ülkeye yatırım, Avrupalı da yapar. Dünyada para bol bakın. Yani bir bu 2008-2009 krizi, arkadan bir de pandemi, Covid, dünyadaki likiditeyi tam 12 misline çıkartmış durumda. 20 yıl önce 800 milyarlık bilançolar, dolar, euro, fark etmiyor, Japon Merkez Bankası'nın bilançoları çıkmış, her biri bugün 10 trilyon doların üzerine, değer olarak yani. Şimdi bu kadar bol paranın olduğu bir dünyada yatırım gelir. Niye? Bir sürü dolar milyarderi oluşuyor dünyada değil mi? Her gün yeni bir dolar milyarderini görüyorsunuz. Bir paralı bir kesim var. Bunlar gelir Türkiye'ye yatırım yapar. Ama ne zaman yapar? Güvenirse yapar. Ne zaman yapar? Önce bizim kendi yatırımcımıza sorar. “Arkadaş sen bu ülkenin vatandaşısın. Kendi ülkene güveniyor musun? Gel seninle ortak olalım ama yatırım yapayım mı ben? Kendini güvende hissediyor musun?” diye sorar. Bir ülkenin iktidarı kendi yatırımcısına güven veremiyorsa, başkası gelip o ülkeye yatırım yapmaz, olmaz.
Sena Alkan: Güven esastır, diyorsunuz.
Ali Babacan: Çin yatırımı dedik değil mi? Otomobil üretecekler burada dedik. Tamam. Ama ne oldu? 7 bin otomobilin dolduğu bir önceki gemiyi gördük daha. Temel atılmamış durumda otomobil fabrikasına, önce bir ithal otomobiller geldi. Bakalım yatırım ne zaman olur? Nasıl olur? Güvenirler mi? Nereye gider? Bunları biliyorsunuz yatırım yapmaya karar verip vazgeçen de çok. Volkswagen biliyorsunuz. En önemli yatırımlarından birisini Türkiye yapacaktı. Sonra korktu vazgeçti gitti, bir Doğu Avrupa ülkesine yatırım yaptı Volkswagen. Milyar dolarlık yatırımdı, kaçırdık biz onu. Onun için güven, güven, güven. Başka bir çaresi yok. Yani Yavuz Bey sordu başta “Siz olsaydınız ne yapardınız?” diye değil mi? Şimdi enflasyon diye sordu Sena Hanım. Ne yapmamız lazım mesela? Enflasyon nasıl düşer? Sadece faiz artarak düşmez ki. Aynı zamanda tasarrufla düşer. Devletin tasarruf etmesi lazım. Devletin harcamalarına dikkat etmesi lazım. Çok önemli bir konu. Ben bugün bu ülkenin Cumhurbaşkanı olsam derhal ama derhal Avrupa Birliği’nin Kamu Alımları Mevzuatını getiririm Türkiye'de uygularım. Bir ayda Meclis’ten geçer bu. Üçüncü ayda da uygulamaya geçer. 1 Temmuz'da Avrupa Birliği’nin Kamu İhale Yasasını ben Türkiye'de uygulamaya başlatırım. Görün tasarruf nasıl sağlanıyor. Görün o zaman “200 bin konut yaptık” diyorlar deprem konutu, aynı parayla ben nasıl 400 bin konutu yaparım aynı parayla o zaman gösteririm insanlara. Çünkü çok büyük israf var. Devletin parası isabetle harcanmıyor. 28 ülkenin uyguladığı Kamu İhale Yasasını niye Türkiye'de uygulamıyorsunuz? Neden korkuyorsunuz? Hadi Erdoğan'ın anlıyorum da etrafındaki o menfaat şebekesi izin vermez ama Cevdet Yılmaz'ın Mehmet Şimşek'in bunun için mücadele etmesi lazım. Demesi lazım; “Sayın Cumhurbaşkanım, büyük israf var paramız araya gidiyor. 1 milyona mal olacak deprem konutu biz 2 milyon liraya, 3 milyon liraya mal ediyoruz. Yazık bu insanlar bekliyor. Evi yok bunlar hala çadırda yaşıyor, konteynerde yaşıyor. Getirelim şu Avrupa Birliğinin ihale yasasını getirelim, Türkiye'de uygulayalım, tasarruf sağlayalım, her bir kuruş devlet parasını daha dikkatli harcayalım.” Enflasyonu bakın düşürecek en önemli hususlardan birisi budur. Yani sadece para politikası ile enflasyon düşmez. Maliye politikası da gerekir. Maliye politikası demek tasarruf demektir. Maliye politikası sadece vergi artırmak değildir. Sen vergi artırırsan, ÖTV'yi KDV'yi artırırsan gider o fiyatları artırır. Yani “maliye politikası sıkacağım.” Nasıl sıkacağım? “Vergi artıracağım.” E sen ÖTV'yi, KDV'ye arttır, e gidiyor o da fiyatları vuruyor yine enflasyon artıyor. Bu mu ya maliye politikası? İnanın bilmiyorlar, ekonomi yönetimi açısından söylüyorum, bildiklerini de uygulayamıyorlar. Çünkü Sayın Erdoğan'ın onlar üzerindeki tahakkümü alanlarını çok çok darlaştırıyor. Şu andaki sorunun tam da özü bu.
Sena Alkan: Teşekkürler. Şimdi vaktimiz çok kısalmış. Siz Dışişleri Bakanlığı da yaptınız. Ben dünyaya ilişkin, bakışınızı merak ettiğim için birkaç soruyu hadi peşi sıra sorayım o halde. Birincisi, yeni bir döneme mi giriyoruz Sayın Babacan? Yeni bir dünya düzeni mi bekliyor bizi? İkincisi, az önce dediniz ya, “ABD stratejik panik içerisinde.” Başlarken ilk cümleniz bu oldu. Böyle dünyanın en büyük süper gücü olarak adlandırılan bir ülke stratejik panik içerisindeyse, tam karşısında pasifiğinde bir başka ülke yükseliş içerisindeyse, bu çokça adlandırılan Tukidides tuzağına takılır ve ikisi savaşır. Böyle bir ihtimali siz görüyor musunuz?
Ali Babacan: Bakın Sena Hanım, sadece 2024 yılında ve bu yılın başında benim katıldığım herhalde en az 7-8 tane uluslararası toplantı oldu. Ruslar da beni ısrarla St. Petersburg'a davet ettiler. Kendi iç çalışmalarını yaptıkları toplantılara davet ettiler. Gayet stratejik konuları benimle konuşmak istediler, istişare etmek istediler. Bölgesel yapıları konuşmak istediler. Havaalanından aldılar, getirdiler, götürdüler. Çin'e gittim, Hangzhou, Şangay. Havaalanında kapıda karşıladılar uçağın kapısında. Getirdiler, götürdüler. Dünya ekonomisi nereye gidecek, ne olacak, nasıl yapacağız? Bu konferanslarda benden konuşmayı istediler. Avrupalıların tamamen kapalı kendi iç toplantılarına, tam 250 tane Avrupalı CEO'nun katıldığı toplantıda, Helsinki'de oturduk, Avrupa'nın geleceğini tartıştık, oradaki bilim insanlarıyla, siyaset bilimcilerle. Tamamen Avrupalıların bizim halimiz ne olacak toplantısına davet ettiler. Orada katıldım, konuştum. Bu sene Haziran'da yine benzer bir toplantı var, Avrupalıların kendi iç meselelerinin konuşulacağı. Yani ben bütün bu coğrafyada sadece dışarıdan değil, bu insanların kendi iç dünyasını da iyi okuma şansına sahip birisiyim. O geniş çevre, dünyanın her yerindeki geniş ilişkiler, onların kendi iç ruh halini, iç dünyasını da iyi okumama yardımcı oluyor. Şu anda Sena Hanım dünya şöyle bir durumda; İkinci Dünya Savaşı'nı yaşadık değil mi? 20. yüzyılda. 50 milyon insan öldü. Ve daha sonra Birleşmiş Milletler bazlı, çok taraflı bazlı bir düzen kuruldu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ve İkinci Dünya Savaşı'ndan alınan derslerle beraber oluşturulan düzen, Birleşmiş Milletler diyorum ama, arkasında NATO'su var, bizim de içinde olduğumuz, Dünya Sağlık Örgütü var, OECD'si var, daha sonra Avrupa Birliği kuruldu biliyorsunuz. Pek çok yapı kuruldu. Şu ana kadar bildiğimiz, öğrendiğimiz, ezbere dayanan her şey artık değişecek. Her şey değişecek. Dünyayla ilgili bildiğimiz hiçbir şey artık geçerli değil. Yepyeni bir döneme giriyoruz. Bunun çok iyi farkında olmamız lazım. Belirsizlikler çok. Avrupa kendi iç geride kalmışlık psikolojisini yaşıyor şu anda. Nüfusu büyümüyor, göç alamıyor siyasi sebeplerle. Nüfus büyümüyor. Teknolojide geri kaldı, ekonomide yerinde duruyor. Evet refah duruyor ama bir sonraki nesile o refah aktarması mümkün olmayacak Avrupa'nın. Amerika'yı anlattık. Çin evet önemli bir güç elde ediyor, fakat Çin'in kendi iç sosyal istikrarıyla ilgili sıkıntılar var, riskler var. Onlar da ondan korkuyor. Çok zengin var Çin'de, çok fakir var şu anda. 1 milyar 600 milyon nüfus. Sosyal istikrarı nasıl koruyacaklar? En büyük dertleri şu anda o. Afrika'sı ayrı, Hindistan'ı ayrı şu bu. Çok belirsizlik var ama önemli olan biz ne yapacağız? Türkiye ne yapacak? Türkiye'nin derhal ama derhal yapması gereken kendi içinde güçlenmek, kendi ayağına kurşun sıkmamak, kendi gemisinin altını delmemek. “Kasırga geliyor” diyor, kendi gemisinin altını deliyor eş zamanlı olarak. Ya akıllı bir kaptan bunu yapar mı? Şu gemimi sağlamlaştırayım arkadaş der. Geminin içindekileri iyi bir organize eder değil mi? Delikler varsa delikleri kapatır. “Arkadaşlar dışarıdan kasırga geliyor, kendi içimizde bir olalım, beraber olayım” der. Gemi içindekileri kavga ettirir mi birbiriyle? Gemi içerisine kutuplaştırır mı? “Sen ondansın, sen şundansın” diye. Ülkeyi karpuz gibi ikiye yarmaya çalışıyorlar. Ha iktidar yapıyor, muhalefette bunun üzerine, benzinin üzerine ateşle gidiyor. Yangına, körükle gidiyor muhalefet de. Muhalefet de kutuplaştırmaya başladı. Ana muhalefetten bahsediyorum, CHP'den bahsediyorum. Senden misin benden misin? Sanatçılara kadar bulaştılar ya. Sanatçılar bir oradan bir buradan sopa yemek zorunda mı Allah aşkına? Bu ülkenin sanatçıları. Onlar da özgür, görüşünü söyler. Senden yana olmak zorunda da değil, ondan yana da olmak zorunda değil. Kendi hür iradesiyle görüşünü söyler kardeşim. Nasıl ayırırsınız bu toplumu?
Yavuz Barlas: Siz peki muhalefette görüşüyor musunuz?
Ali Babacan: Tabii görüşüyoruz.
Yavuz Barlas: Peki bu görüşlerinizi iletebiliyor musunuz?
Ali Babacan: Tabii ki söylüyoruz, kamuoyunun üzerinden de söylüyoruz. Özel görüşmelerimizde de söylüyoruz. Tabii ki söylüyoruz. Buradan canlı yayında söylüyorum, herkes duyuyor. Özel görüşmelerimizde de söylüyoruz. Bakın dışarıdan kasırga varsa içeriği sağlam tutmamız lazım. İçeride bir olmamız lazım, beraber olmamız lazım. Toplumca güçlenmemiz lazım. Ekonomide bir an önce rasyonaliteye, bir an önce aklın gereğine dönmemiz lazım. Hukuku, adaleti bir an önce sağlamlaştırmamız lazım. Evet, bu kriz dönemlerinde, fırtınalı dönemlerde çok büyük fırsat kapıları da açılır. Ama o fırsat kapılarından yararlanmak, öncelikle kendi içerinizde aklı başında bir politikayla ve birlik, beraberlik içerisinde, kendi içerisinde güçlenmeyle beraber olur. Türkiye, adalette, hukukta güçlenmedikçe, ekonomi de asla güçlenemez. Hukuk olmadan ekonomi olmaz. Adalet olmadan ekonomi olmaz. Bunları böyle kafalarına çivi çakar gibi söylemeyince anlamıyorlar. Zannediyorlar ki biz her türlü hukuksuzluğu yaparız, ondan sonra ekonomiyi de toparlarız. Olmadı, olmayacak da. Yapamayacaklar. Ama bu kadar dışarıda fırtınanın olduğu bir dönemde Allah aşkına yazıktır Türkiye'ye ya. Yani kendi içimizde güçlenmemiz lazım. Kendi içimizde sorunlarımızı bir an önce çözmemiz lazım. Hem kendi coğrafyamızda hem de daha geniş bir bölgede Türkiye'nin bir istikrar timsali olması lazım. Hukukta, demokraside örnek ülke olması lazım. Ya bu imkânsız değil ki, bunu yaptık zamanında. Türkiye zamanında anayasasının 3'te 1'ini değiştirdi, üstelik muhalefetle iktidar el ele verdi. Bakın, Sayın Baykal döneminde unutmayın. Hatırlarsınız 2003-2004 Anayasa’nın 3'te 1'ini Meclis’te uzlaşmayla değiştirdik. Referandum olmadığı için o günleri insanlar unuttu da. Ben Avrupa Birliği başmüzakereci olduğum için, ilk başmüzakereci olduğum için Kopenhag Siyasi Kriterlerini ana muhalefet, o günkü CHP ile iktidar partisi biz beraber değiştirdik. Avrupa Birliği müzakerelerine öyle başladık. Bütün Avrupa Türkiye bayraklarıyla donatıldı ya. Türkiye Cumhuriyeti pasaportunun değeri oldu. Geçen bir Almanla karşılaştım bir resepsiyonda, dedik “ya sağ olun ben sizin zamanınızda Türkiye Cumhuriyeti pasaportu aldım” dedi. Ben o zaman ona sormuştum, demiştim, “Ya sen Almansın yani bizim pasaporta niye ihtiyacın var?” Demişti ki; “ya sizin pasaport Afrika'da, Güney Amerika'da çok kapı açıyor. Çünkü Avrupa'nın oralarda bagajı var. Kötü tarihi var. Ama Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu ben masaya koyduğum zaman Afrika'da ve Latin Amerika'da kapılar açıyor bana. Ben onun için istiyordum Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” diye. Daha birkaç ay önce bir resepsiyonda karşılaştığım bir Alman bana bunu söylüyor, şu anda Türkiye'de hala iş yapan bir Alman. Böyle bir ülke olmuştuk biz. Bugün eleştirdiğimiz o Avrupa basını, Amerikan basını Türkiye'ye yere göre sığdıramıyordu. Manşettik, dergi kapaklarıydık. “Yıldız ülke Türkiye, başarılı ülke. İlham kaynağı Türkiye” diye. Bunları yaptık ama nasıl yaptık? Eş zamanlı olarak demokraside, hukukta, adalette yükseldik ve ekonomide akıllı işler yaptık. O iki sütun üzerinde o zaman Türkiye yükseldi. Tek ayaklı sandalye olmaz. Tek ayaklı masa durmaz. Sadece ekonomide faiz arttırayım, vergi arttırayım, ekonomi düzelsin. Üzülerek söylüyorum, rüyalarında görürler. Olmaz. Üzülerek söylüyorum, bakın bu ülkenin vatandaşı olarak. Ama çözüm mümkün. Ve çok hızlı çözülür ya. İnanın şu durumda bile çok hızlı çözülür. Bakın ben ekonomi kurumlarını inanın bir ayda ayağa kaldırırım ekonomi kurumları. Altı ayda ekonomi nefes alır, en geç iki yıl içerisinde Türkiye'de enflasyon tekrar tek haneye iner. Nasıl zamanda ihracat 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çok kısa bir süre içerisinde arttıysa gene artar. Ticaret Bakanı diyor ki; “Mart’ta %3 ihracatımız arttı diyor.” “%3, büyük müjde.” Ya %3 nedir arkadaşlar? Katlaya katlaya artmış bu ülkede ihracat zamanında. Nasıl artmış? Yatırımla artmış. Önce güven olacak. Yatırım olacak. Üretim olacak ki o malları ihracat edeceksiniz. İhracatınız öyle artacak.
Sena Alkan: Çok teşekkür ediyorum, DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan. Süremizin sonuna geldik. O nedenle noktalıyoruz. Ekonomiye, dışarıya içeriye dair görüşlerinizi bizimle paylaştınız. Sağ olunuz katıldığınız için. Habertürk.com Genel Yönetmeni Yavuz Barlas’la beraber.
Ali Babacan: Ben de teşekkür ediyorum. Ben de şimdi hemen buradan şimdi Konya yolcusuyum. Onun için böyle biraz kısa vakitte sıkıştırdık. Konya’ya gidiyorum.
Sena Alkan: İyi yolculuklar dileyelim. Konya'ya selam.
Ali Babacan: Orada büyük bir tarım fuarı var. Türkiye'nin en büyük tarım fuarı Konya'da kuruluyor her sene. Orada hem çiftçilerimizle buluşacağız hem tarım sanayisiyle uğraşan arkadaşlarımızla buluşacağız. Ben de selamlarınızı İstanbul'dan selamlarınızı Konya'ya ileteceğim.
Sena Alkan: Çok teşekkür ediyoruz. İyi yolculuklar diliyoruz. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan konuğumuzdu Yavuz Barlas'la ağırladık.