Ali Babacan, NOW TV'de Çalar Saat programı
Ali Babacan: Şahsen sağlık sıhhat olarak iyiyim ama ülkenin durumu maalesef kötü. Türkiye'nin durumu kötüyken de insanın kendini iyi hissetmesi mümkün değil maalesef.
İlker Karagöz: Ve herkesin de verdiği yanıt “Memleket gibiyiz”. Bugünkü başlığımızda ‘Memleketin hali bu’. Bu başlık altında konuşacağız. Sizlerden de mesaj bekliyoruz. Sayın Ali Babacan'la ekonomi ağırlıklı olacak elbette ama siyasetin sıcak konularına, başlıklarına da bakacağız. Sonra memlekette olanlar, dış politikada olanlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, dışarıda ve yok sayılması, Güney Kıbrıs kesiminde, Rum kesiminde Türkiye Cumhuriyeti'nin, Türk Cumhuriyetleri'nin büyükelçilik açması… Deneyimli bir isim siyasette. Dışişleri Bakanlığı görevi de üstlendi, ekonominin de başında yer almış bir isim Ali Babacan. Hepsine birlikte bakacağız. Efendim Sırrı Süreyya Önder. İsterseniz buradan başlayalım.
Ali Babacan: Sırrı Süreyya Önder'e gerçekten Allah'tan şifa diliyorum. Çok sevdiğimiz Türkiye'de siyasette her kesim tarafından sevilen ve son aylarda da gerçekten çok önemli bir rol üstlenmiş bir siyasetçi. Umarım ki bir an önce eski sağlığına kavuşur, umarım ki bir an önce bu tedavi süreci başarıyla sonuçlanır. Türkiye çok ciddi ve önemli bir süreçten geçiyor şu anda. Yani bir terör örgütünün silah bırakması ve kendi kendini feshetmesiyle ilgili çok kritik bir süreçten geçiyor. Ve Sırrı Süreyya Önder hem daha önceki açılım denilen süreçte çözüm denilen süreçte ve bu son süreçte çok önemli bir rol oynadı.
İlker Karagöz: Bu süreçlerde yer aldı ve hatta belki de sağlığından da oldu. Hapiste yattı.
Ali Babacan: Tabii çözüm sürecinde neler neler çekti. Önce dendi ki ona ‘Sen Kandil'e git görüş.’ Sonra da ‘Vay niye Kandil'e gittin’ diye hapis yattı. Acayip acayip şeyler yaşandı Türkiye'de maalesef. Ama ben kendisine Allah'tan acil şifalar diliyorum. İnşallah düzelir. İnşallah kalbi barış için atmaya, çarpmaya devam eder.
İlker Karagöz: Efendim şimdi Türkiye'nin sıcak gündemi… Şu anda CHP lideri Özgür Özel Marmara Cezaevinde Ekrem İmamoğlu ile bugün de bir görüşmeleri olacak. Bir yandan da MHP lideri Devlet Bahçeli'nin çıkışı oldu, açıklaması oldu. Yani eğer ‘Bir delil, bilgi varsa bunun gereği yapılsın. Yoksa burada bir sürüncemede bırakılmasın’; ivedilikle bu dosyanın da tamamlanması gerektiği yönünde mesajlar veriyor. Size de soracağım bu soruşturma nasıl ilerliyor? Ekrem İmamoğlu neden tutuklu? Ama önce kısa bir haberimiz var hazır. Ekranlarınıza getirelim.
İlker Karagöz: Efendim, Ekrem İmamoğlu sizce neden tutuklu? Kendisi diyor ki: “Ben siyasi mahkûmum.”
Ali Babacan: Şu anda Sayın İmamoğlu'nun gözaltı süreci, tutukluluk süreci hatta ta diplomadan başlayan sürece aslında ağırlıklı olarak bir siyasi operasyondur. Bunu bir yargı süreci olarak okumak doğru değildir. Çünkü birbirinden tamamen ayrı dört ayrı konunun paketlenip de bir günde gündeme getirilmesi ve bu dört ayrı birbiriyle oldukça alakasız konunun tek bir günde eş zamanlı yargı süreçlerine sokulması en azından zamanlama açısından baktığımızda bir siyasi operasyondur. İşin yargı tarafı, oradaki iddialar şunlar bunlar, yargının kendi süreçlerinde farklı farklı işleyebilecek ve tutuksuz yargılanarak da aslında bakılabilecek konular. Biliyorsunuz Sayın Erdoğan da zamanında bir şiir okudu diye hapse atılmıştı. Fakat Sayın Erdoğan'ın yargı süreci boyunca görevinin başında olduğunu unutmamamız gerekiyor. Şöyle bandı bir başa saralım. Mahkeme karar veriyor, ceza veriyor, hâlâ görevine devam ediyor. Ne zamana kadar? Yargıtay bu cezayı onayana kadar… Ne zamanki Yargıtay da onuyor, ceza kesinleşiyor ki haksız bir ceza, o gün için de haksız. Yani dört satır şiir okudu diye bir insan hapse atılmaz, olmaz böyle şey, kabul edilemez yani. Ama sadece usul açısından, yargı usulü açısından ben bunu mukayese ediyorum. Yargıtay kararından sonra hapis cezası uygulanıyor. Kısa bir süre sonra da çıkıyor. Fakat burada siyasetin yargı üzerinde kurduğu bu tahakküm var ya, Türkiye için o kadar kötü ki… Hukuk çalışmadıktan sonra bir ülkede ne insanlar mutlu olur ne de o ülkenin ekonomisi iyiye gider. Bu mümkün değil. Bakın ne zamanki Türkiye'de hukuk geriledi, ekonomi de geriledi. Şu 5 numaralı grafik çok enteresandır. Türkiye'de hukukun üstünlüğü açısından neredeyiz, ne oluyor memlekette? Bakın, emsal ülkelere bakıyoruz, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne, bir de Türkiye'ye bakıyoruz. Ne zaman bozulmaya başlıyor? Benim hep o orta gelir tuzağı diye işaret ettiğim 2013 yılı. ‘Orta gelir tuzağına düşeceğiz. Çünkü hukukta ve eğitimde işler kötü gidiyor. Eğer hukukta ve eğitimde Türkiye bir an önce toparlanmazsa, Türkiye'de artık bir orta gelir tuzağı gerçekleşecek ve Türkiye artık gerilini artıramayacak’ diye uyarıyorum ya, yıl 2013 bakın. Ondan sonra paldır küldür, paldır küldür düşüyor. Türkiye'de bu orta gelir tuzağı ifadesini en çok kullanan ve en çok gündeme getiren ben oldum 2013'te. Ekonominin zirvede olduğu yıl… Çünkü görüyordum sıkıntıları.
İlker Karagöz: Sizle birlikte çalışırken Mehmet Şimşek mesela orta gelir tuzağını duymadı mı? Bugün yaşananları nasıl yorumluyor acaba?
Ali Babacan: Aynı hükûmette beraber çalışıyorduk. Ben Ekonomik Koordinasyon Kurulunun Başkanı’ydım. O da o kurulun üyesiydi. Dolayısıyla beraber çalışıyorduk. Yani hukukun ekonomi için ne kadar önemli olduğunu her iktisatçı bilir. Çünkü hukuk demek öngörülebilirlik demek, hukuk demek güven demek… Bir ülkede yaşayan insanlar kendini güvende hissetmiyorsa, o ülkede hukuk güvenliği yoksa o ülkenin ekonomisinin düzelmesi mümkün olmaz. Tam tersine bu endekste ne kadar gerilerse ülke, ekonomi de o kadar geriler. Ben hep söylüyorum ne kadar hukuk o kadar ekonomi… Ne kadar adalet o kadar ekonomi… Bu yaşadıklarımız, son bir aydır yaşadıklarımız da aslında bu iki konunun ne kadar iç içe olduğunu bize gösterdi. Ciddi bir hukuk ihlali yapıldı. Yargı süreçlerinin kendi doğal akışına bırakmayıp siyasi müdahaleyle hukuk ihlalleri yapıldığı zaman ülkenin başında neler geldi hep beraber yaşadık. Ülkenin başına gelenler bakın cidden çok büyük maliyetler bunlar. Sadece halka açık şirketlerimizin değerindeki düşüş 40 milyar dolar. Yani borsa endeksi 10 bin 800 civarında seyrederken bugünlerde 9 bin 300 civarında seyrediyor borsa endeksi. Ve aradaki farkı hesap ettiğinizde halka açık şirketlerin değer kaybını hesap ettiğinizde 40 milyar dolar. Yani bugün halka açık olan şirketlerimizin değeri 40 milyar dolar düşmüş durumda. Merkez Bankasının rezervlerindeki erime 50 milyar dolara ulaştı, son 4 hafta içerisinde. 50 milyar dolar Merkez Bankasının rezerv kaybı var ve üstelik o rezerv çok yüksek faiz vererek biriktirilmiş bir rezervdi. Dünyanın en yüksek faizlerinden birisini vererek o döviz Türkiye'yi ancak cezbedebilmişti. Bir hukuk ihlali, siyasi operasyon derken ülkeyi maalesef bu noktaya getirdi. Enflasyon beklentisi yükseldi.
İlker Karagöz: Mehmet Şimşek eğer burada siz de diyorsunuz ki bu bir siyasi operasyondur. Mehmet Şimşek tablolara bakar, rakamlara bakar, dünyadaki ölçümlere bakar ve eğer böyle bir durum varsa ‘Olmaz’ diye ses yükseltmesi gerekmez mi? Bir de bu operasyondan acaba haberi var mıydı? Hani MASAK ya da çerçevesinden Mehmet Şimşek’in haberinin olmama ihtimali var mı?
Ali Babacan: Onu tabii kendisine sormak lazım. Haberi var mıydı yok muydu? Kendi bileceği iş. Ama Sayın Şimşek’in bu hukukla ekonomi bağlantısını ben bildiğine inanıyorum. Ama şu andaki sistemdeki bakanlar eskisi gibi değil. Bakanlar çok güçsüz, çok zayıf. Şu anda Cumhurbaşkanı'nın iradesine karşı herhangi bir bakanın herhangi bir şey söylemesi ya da yapması mümkün değil. Bir anda kendini kapı dışında bulur. Peki, ayrılabilir mi? Ayrılmak, istifa etmek bile bu dönemde cesaret ister. Haddine mi ya? Sen nasıl istifa ediyorsun kardeşim? İnsanlar başlarına iş geleceğinden korkar.
İlker Karagöz: Şimşek istifa edemez mi?
Ali Babacan: Bana göre korkar, istifa etmekten bile korkar bana göre. Çünkü istifa ettiğinde başına neler gelebileceğini kendisi de hesap edemeyebilir. Öyle bir korku ikliminde yaşıyor insanlar. Bakmayın yani dışarıdan görüldüğü gibi değil. Hiçbir bakan bugün böyle rahat istediğini yapan, kendi inisiyatif alanı olan, yetki alanı olan bir şekilde işini yapmıyor. Unutmayalım bahsettiniz ya 2017… 2017 sistem değişikliğinden sonra icra yetkisi sadece Cumhurbaşkanı'nın kendisinde. Bu bir kabineye sadece geçici olarak bunu paylaştırıyor. Kabineye paylaştırıyor.
İlker Karagöz: Ama hızlı bir sistem olmayacak mıydı bu Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi? Böyle aksama olmayacaktı, bakanlar hızlı bir şekilde devlette yaşanan tıkanıklığı açacaklardı. Sonra “Bu kardeşinize yetkiyi verin faizle, enflasyonla, dolarla, onunla bununla nasıl mücadele edilir göreceksiniz” dememiş miydi?
Ali Babacan: Bunların hepsi denmişti çok doğru. Ama sonuçlara baktığımızda tam tersi oldu. Faizler Türkiye'de son iki yıldır dünyanın en yüksek noktalarına çıkmış durumda. Kaldı ki son bir aydır hazinenin borçlanma faizlerinde 10-11 puanlık artış var. Yani şu anda hazine içeriden ya da dışarıdan borç alırken %10 ya da %11 daha fazla faizle ancak o parayı elde edebiliyor, borçlanabiliyor hazine. Merkez Bankasının gecelik repo faizlerini %42'den %46'ya çıkartmak zorunda kaldılar. Mart sonunda normalde Merkez Bankasının faiz düşürmesi beklenirdi. Faizi düşüremedi. İşte bugün yine Merkez Bankasının karar günü biliyorsunuz. Para Politikası Kurulu bugün toplanıyor. Normalde bugün bir faiz daha düşürmesi gerekiyordu. Normal şartlarda bana göre Mart'ta 2,5 Nisan'da 2,5 toplamda 5 puanlık bir faiz düşüşü gerekiyordu. Herkes de böyle bekliyordu. Ama bunu yapamayacak Merkez Bankası. Bu ne demek? Merkez Bankasının faizleri olması gerekenin en az 5 puan üzerinde olacak. Eğer bugün Merkez Bankası bir adım atmazsa. Kaldı ki Merkez Bankası şu andaki faizlerle döviz kurunu tutmakta da zorlanıyor. Yani döviz kurunu bu 38'de, doları 38'de tutmak için habire dolar satmak zorunda kalıyor. Yaktığı dolar 50 milyar dolara ulaştı. 50 milyar dolar döviz müdahalesiyle kuru 38'de tutmaya çalışıyor. O bile son derece kırılgan. İşte dün akşam ne oldu? Bir dedikodu çıktı ‘Acaba CHP'ye kayyum mu atanacak?’ diye. Döviz yine hareketlendi. Baktım işte 38'den çıkmış 38,2’ye, 38,3’e. Dün gece Merkez Bankasının ne kadar döviz sattığını henüz bilmiyoruz. Çünkü açıklamıyor Merkez Bankası. Bir süre sonra haftalık rakamlardan ya da piyasa oyuncularından en direkt bilgilerle ulaşılabiliyor. Onu da gizliyorlar.
İlker Karagöz: Bu kadar basit mi? Yani bir kişi çıkıyor sosyal medyada bu paylaşımı yapıyor. Ondan sonra da “İyi ki ben yanılmışım öyle değilmiş” diyor. Önce net cümlelerle “CHP'ye kayyum atanacak” diyor, sonra net cümlelerle kendisini yalanlıyor ki araya Adalet Bakanı bir sosyal medya paylaşımıyla, iyi ki devreye giriyor. İletişim Başkanlığı devreye giriyor. Fakat arada yine dolarlar mı yandı?
Ali Babacan: Ama mesele şu ki bakın yani bir gazetecinin o da kredibilitesi herkes artık karar versin, kendisi takdir etsin ama öyle bir gazetecinin, tek bir ifadesiyle eğer bir piyasa bu kadar hareketlenebiliyorsa demek ki sistem çok kırılgan. Demek ki ‘Ekonomimiz çok sağlam. Ekonomimize hiçbir şey olmaz’ diye yıllardır vatandaşlarımızı yanıltan hatta aldatan Sayın Erdoğan demek ki doğruyu söylemiyor. O kadar kırılgan bir ekonomi var ki bir gazetecinin attığı bir tweet ile hemen piyasa bozuluyor. Halbuki sağlam bir demokraside, sağlam bir hukuk sisteminde, sağlam bir ekonomide birkaç kişinin yazdığıyla değil yani kim ne yazarsa yazsın, kim ne söylerse söylesin ekonomiye hiçbir şey olmaması lazım.
İlker Karagöz: Dün bir kayıp yaşadık mı?
Ali Babacan: Yani o döviz alıp satanlar belki artı eksi bir şeyler yaşamış olabilirler bilmiyorum onu yani. Ama bu sert piyasa hareketlerinde olabilir fakat normal bir ekonomide, normal bir demokraside böyle haberler çıktığı zaman ‘Hadi canım sen de’ denmesi lazım. Ana muhalefet partisine de kayyum atanıyormuş. Ya buna insanlar güler ya… Normal demokraside böyle bir şey olur mu? Bir ülkenin ana muhalefet partisine sürekli gece gündüz kayyum korkusu yaşatılır mı? Bu Türkiye'nin en büyük demokrasi ayıbıdır. Böyle bir şey kabul edilemez. Hele hele bir gece ansızın acaba gelip kayyum mu oturacak ana muhalefet partisinin başına? Böyle bir demokrasi olabilir mi?
Demokrasiyi bu kadar kırılgan yaparsanız ve bunu ‘Ya tabii ki olabilir evet yaparlar mı yaparlar’ diye bir ortam var ve o ortamda bu tweet atıldığı için bu kadar ekonomiyi etkiliyor. Normalde sağlam bir demokraside böyle bir tweet’le ‘Hadi canım sen de’ denmesi lazım.
İlker Karagöz: Yani bunun toplumsal zemini de var artık diyorsunuz.
Ali Babacan: Toplumsal zemini de var, piyasa oyuncuları da buna hemen inanmaya hazır. Yani her an böyle bir şey olabilir korkusu var ki bir kişinin attığı tweet bu kadar etkiliyor. Yoksa bu kadar etkilemez, mümkün değil yani. Sağlam bir demokraside mümkün mü? Kim inanır? Bugün Almanya'da durup dururken mesela bir gece yarısı önemli bir muhalefet partisinin başına kayyum atacak diye birisi bir tweet atsa Alman piyasası oynar mı yerinden? Euro kuru etkilenir mi? Sıfır yani.
İlker Karagöz: Böyle bir ülkeye yatırım gelir mi? Şimdi tarifini de yapalım. Cumhuriyet Halk Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı tutuklu. Cezaevinde 25 gündür. Sonra muhtemel rakibi Ümit Özdağ günlerdir tutuklu, aylardır tutuklu. Tutuklandığı günden hakim karşısına çıkıncaya kadar geçen zaman 5 ay. Gençler tutuklu. Hâlâ cezaevinde olanlar var. Lisedeki çocuklar, gençler öğretmenler için ses yükseltiyor. Şimdi müjdeler veriliyor. Hayal kırıklığı yaratan müjdelerimiz var. Hani memleketin hali bu. Bu ülkeye yatırım gelir mi?
Ali Babacan: Gelmiyor zaten. Dışarıdan gelmeyi bırakın bizim kendi yatırımcımız artık Türkiye'yi bir yatırım yeri olarak seçmiyor. Doğu Avrupa'ya ciddi yatırım kayıyor şu anda Türkiye'den. Mısır başta olmak üzere pek çok ülkeye yatırım kayıyor. Normalde Türkiye'ye yatırılacak milyarlarca dolar şu anda adres olarak başka ülkeleri kendisine zaten seçmiş durumda. Bir ülkenin kendi vatandaşı kendi ülkesine güvenip yatırım yapmazsa dışarıdan o ülkeye yatırım gelmesini unutun, mümkün değil. Düşünün ki dışarıdan Türkiye'ye bakan bir kişi oradaki iş insanları korkuyor, yatırımlarını başka ülkelere taşımaya çalışıyor. ‘Öyle bir ülkeye geleyim ben paramı emanet edeyim, yatırım yapayım’ der mi? Bunun bedeli yüksek işsizlik olarak maalesef ödenecek. Gençlerimiz zaten iş bulmakta güçlük çekiyor. Ne eğitimde ne işte dediğimiz genç kitle şu anda OECD'nin en yüksek sırasında. Bakın o da çok enteresandır. Bakın OECD ortalaması %12, Türkiye'de %27,9. Ne eğitimde ne de istihdamlı olan gençler. Neredeyse 3'te 1'e yakın. Yani neredeyse her 3 gencimizden birisi boş ve ev genci dediğimiz bir kategori oluştu. Ev genci.
İlker Karagöz: Ama TÜİK'in işsizlik rakamlarında görmüyoruz efendim bunu.
Ali Babacan: Bunlar aslında enteresan bir şekilde TÜİK'in rakamlarını deştiğinizde var ama TÜİK bunu bu şekilde açıklamıyor. TÜİK sadece bir düz işsizlik oranı veriyor. O işsizlik oranı da şöyle hesap ediliyor. Sorduğunuz zaman bir kişiye, ‘Sen iş arıyor musun? Bulabiliyor musun?’ Cevabın şu olması gerekiyor. ‘Evet, iş arıyorum ama bulamıyorum.’ Buradaki gençlerden bazıları iş aramaktan zaten vazgeçmiş. ‘Mümkün değil, benim torpilim yok, tanıdığım yok. Ben nasıl iş bulacağım ki’ diyor. İş aramaktan vazgeçmiş. Gece yaşıyorlar. Gece bilgisayar oyunları şunlar bunlar ekran bağımlılığı, gündüz de uyuyorlar çünkü aile fertleri ile bile muhatap olmak istemiyor şu anda gençler. Çünkü aile fertlerinin yanında eziliyorlar. Düşünün ki 24-25 yaşındaki bir genç gidip arkadaşlarla bir kahve içmek için babasından annesinden para istemek zorunda. Harçlık istemek zorunda. O gencin psikolojisini düşünebiliyor musunuz? Zaten bütün bu olaylarda değil mi? Yani 17'sindeki diploma, 18'deki tutuklama kararı. Niye bu kadar genç sokaklardaydı? Bu kadar genç sokaklarda sadece ben CHP'yi destekliyorum sadece İmamoğlu'nu destekliyorum diye sokakta değildi ki. Gençlerin önemli bir kısmı da ‘Arkadaş yazık bu ülkeye ettiğiniz benim umudumu karartıyorsunuz. Benim bu ülkede gün olur da iktidar belki değişir hayalimi yok ediyorsunuz. Belki Türkiye'de bir gün işler düzelir beklentimi kırdınız. Bir oturdunuz ülkenin başına, o koltuğa yapıştınız kalkmayacaksınız kardeşim’ diye sokaktaydı. Bunu çok iyi okumamız lazım. İşte bu rakamlarla da sabit… Sosyal dokumuzu takip eden, iyi bilen herkes de bunu şu anda görüyor, takip ediyor. Gençlere yazık. Bu iktidar inanın gençlere şu anda bir gençlik borçlu. Şu anda gençler gençliğini yaşayamıyor.
İlker Karagöz: Bu iktidar gençlere bir gençlik borçlu. Şu anda ekran karşısında olan arkadaşlarımız yaşadıklarınızı belki bizimle paylaşmak isterseniz Sayın Ali Babacan, DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan bir tarif yapıyor. Belki de siz de kendi hayatınızı bir anlatmak istersiniz. Biz bu kaybettiğimiz milyar dolarlarla neleri başarabilirdik. Mesela Merkez Bankasının 50 milyar dolarlık rezervi uçtu gitti ise bu para cepte olsa neyi başarabilirdik?
Ali Babacan: Merkez Bankası rezervi kara gün parasıdır. Yani iyi günlerde biriktirirsiniz. ‘Ak akçe kara gün içindir’ derler ya atasözü, ak akçe kara gün içindir. Merkez Bankasının bu akçeleri yani dövizleri kara gün içindir. Ama kara gün ne demektir? Allah korusun bir deprem olur, uluslararası piyasalarda bir kriz çıkar. Allah korusun bir sıcak çatışma olur, güvenlik meselesi olur, şu olur, bu olur, kötü günlerde kullanmak içindir. E siz kendi kendinize çıkarttığınız bir hukuk krizinde, bir yargı krizinde bu döviz rezervini tüketmek zorunda kalıyorsanız bu tamamen iş bilmezliktir.
İlker Karagöz: “Rezerv harcanmak içindir. Para o yüzden biriktirilir” dedi Mehmet Şimşek.
Ali Babacan: Ama bu kendi kendine çıkarttığın kriz için harcamayacaksın bunu. Dışarıdan kontrol edemediğin bir kriz çıkarsa onun için biriktiriyorsun yani. Gün gelir de Cumhurbaşkanı'na adaylar çıkar, karşısına rakipler çıkar, o rakipleri elimine etmek için bize para gerekir. Onun için biriktirmişler bu rezervi. Bunun için birikmişler. Erdoğan'ın karşısındaki rakipleri teker teker elimine etmek için mi biriktirildi? Bunun için miydi bu rezerv? Yoksa gerçekten bu ülkenin sıkıntı yaşayabileceği günler için bu döviz rezervini biriktirmek mi gerekiyordu? Kaldı ki zaten eksiye düşmüştü unutmayalım. Eksiye düşmüş bir rezerv vardı. Sayın Erdoğan'ın tamamen bilime aykırı olarak, akla aykırı olarak Merkez Bankasına verdiği yanlış talimatlar yüzünden bu ülkede enflasyon zaten patlamıştı. Döviz rezervleri zaten eksiye düşmüştü. Unutmayalım ki eksiye düşmüş döviz rezervini artıya çıkartmanın çabasını verdi son ekonomi yönetimi ve büyük bir bedel ödettiler memlekete. Dünyanın en yüksek faizini ödeterek o döviz rezervi birikti. Maliyeti çok büyük bir döviz rezerviydi o. Ve maliyeti çok büyük bir döviz rezervinde bir ay içerisinde 50 milyar doları yaktılar geçtiler. Bakın sadece Türk Lirası'ndaki 1 liralık değer kaybı, döviz kurunun 36'dan 37'ye çıkmasının maliyeti, borç stoku açısından baktığımızda 525 milyar lira. 525 milyar lira. Eğer 2 puan artarsa diyelim ki 36'dan 38'e çıktı. 1 trilyon lira. Yani Türkiye'nin dış borcundaki artış 1 trilyon lira döviz kurunun 2 puan artması. Bir örnek vereyim tarıma destek geçen sene 90 milyar. Emeklilere ikramiye değil mi? Çok büyük mesele oldu. Ne kadar zam vereceğiz? 1000 lira ilave ikramiye. 1000 lira ilave ikramiyenin maliyeti 28 milyar. Emekliye 1000 lira verdik 28 milyar. Tüm tarım desteği 90 milyar, geçen senenin bütçesinde. Kur 2 lira arttığında ülkenin döviz borcundaki artış 1 trilyon. Ve bu borcun aşağı yukarı yarısı da özel sektör. Bu maliyetin yarısı da özel sektörün sırtına yıkılmış durumda. Bunlar çok büyük rakamlar bakın çok büyük.
İlker Karagöz: Bizim yani başarabileceğimiz bir sürü sorunu bu rakamlar çözebilecekken mesela emekliye 1000 liralık ikramiye bunu konuştuk, ne kadar az olduğunu konuştuk. Ne kadar? 30 milyar TL diyelim. Ama 36'dan 37'ye dolar geldiğinde giden para 500 milyar TL.
Ali Babacan: Aynen öyle. Korkunç, korkunç… Büyük bir felaket. Şu anda Türkiye'ye büyük bir ekonomik felaket yaşatıyorlar.
İlker Karagöz: Göz ardı edilen emekli, göz ardı edilen çiftçi… Önemsenen ne oluyor?
Ali Babacan: Önemsenen iktidar ve koltuğa yapışma… Yani ‘Koltuğa yapıştım ve kalkmayacağım’ demenin bedeli şu anda bu Türkiye'nin ödediği. Başka bir şey değil yani. Şu var bakın belediye başkanları olsun, ülkeyi yöneten diğer kamu yöneticileri olsun hata yapabilirler. Kanunları çiğnediklerinde, hatalar yaptıklarında da bağımsız tarafsız süreçler işler. İdari denetimi işler, yargı denetimi işler, belki gerekirse meclis denetimi işler, araştırma komisyonu, hatta soruşturma komisyonu hepsi olabilir. Bunların hepsi olur. Ama bunların ayrı ayrı hatlarda ve kendi doğasında akması lazım. Bir hukuk devletinde, olur da bir ilçe belediye başkanı, kanuna aykırı bir hareket ettiyse, bunu da yargı gerçekten objektif taraftarız bir şekilde tespit ettiyse, o tabii ki bir yaptırımla karşı karşıya kalır. Normaldir de. Ama bekleyip bekleyip de bu kadar birbirinden farklı konuları, dört ayrı konuyu, biliyorsunuz bir diplomasi meselesi var, CHP'nin kurultayıyla ilgili şaibeler var, belediyedeki yolsuzluk iddiaları var. İddia diyorum çünkü bunların hepsi kanıtlanması gerekir. Artı bir de bu terörle işbirliği, terör ilgisi ile ilgili konular var. Durdunuz durdunuz da yıllarca arkadaş, bir gün içerisinde mi bunu böyle bu bombayı patlatacak şekilde hareket ettiniz? Aynı güne denk gelmiş dava. Böyle bir şey olabilir mi? Bu belli ki bir siyasi koordinasyon ve bir talimatla bu yapıldı.
İlker Karagöz: Devlet Bahçeli de burada bu soruşturmalarda bir ivedilik istiyor. Sizce ne demek istiyor?
Ali Babacan: Haklı, haklı… Çünkü Türkiye'de yargı sisteminin hem adil çalışması gerekiyor hem de hızlı çalışması gerekiyor. Burada hız da önemli. Çünkü zamanında yetişmeyen adalet, zamanında sağlanmayan adalet, adalet değildir. Eğer gecikme varsa, o gecikme yüzünden mağduriyetler varsa, insanlar mağdur oluyorsa, insanlar haksız yere hapis yatıyorsa, ülkedeki hukuksuzluk sebebiyle ekonomi bu kadar zarar görüyorsa, o zaman yargının bu işi böyle ağırdan alma lüksü yok. Bir an önce hızlı bir şekilde çalışıp, neyse sonucunu ortaya koyması lazım. Ve Türkiye'nin de bu ortamdan bir an önce sıyrılıp, kurtulması lazım. Ve bu yargı sürecinin de bağımsız yürümesi lazım. Adil yürümesi lazım. Burada iki tane büyük soru işareti var. Bağımsız mı? Değil. Çünkü Sayın Erdoğan'ın her şeyden haberi var. Yoksa durup durup da söyler miydi, “Turpun büyüğü heybede” diye. Belli ki geliyorlar, dosyaları önüne koyuyorlar. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Yani Cumhurbaşkanı'nın herhangi bir yargı dosyasına ‘Getirin bakayım’ deme hakkı da yok, lüksü de yok. Yargının, ‘Efendim böyle bir durum var haberiniz olsun, ne yapalım?’ diye sorma keyfiyeti de yok. Yargının ayrı hatta yürümesi lazım.
İlker Karagöz: Cumhurbaşkanı'nın konuşma metnine, bu tür cümlelerin eklenmesi, “Turpun büyüğü heybede, bunlar daha buzdağının görünen yüzü, dananın kuyruğu, bakın işte asıl o zaman kopacak…” Bütün bir soruşturmaya hakim görüntüsü, ciddi bir eleştiri kaynağı…
Ali Babacan: Tabii ki belli ki bu tek kişi değil, orada bir mekanizma, bu bilgileri alıyor ve bu bilgileri siyasi söylem ve strateji olarak da Cumhurbaşkanı'na telkin ediyor. Ya da kendi ‘Kardeşim yapın bunu böyle’ diyor. Artık o kendi işlerine nasıl dönüyor bilmemiz mümkün değil. Kendi işleri. Biz sonuca bakıyoruz ama sonuçta 2017 anayasa değişikliğinden sonra ve 2018'deki partili, taraflı bütün yetkiyi elinde toplayan Cumhurbaşkanı göreve geldikten sonra bu ülkenin yüzü gülmedi. Bu ülkenin ekonomisi düzelmedi. Bu ülkede hiçbir sorun çözülmedi.
İlker Karagöz: Şunu da sormak istiyorum. Türkiye'nin en etkili, en seçkin okullarında okudunuz, başarıyla da mezun oldunuz. Sonra lisans, sonra yüksek lisans. Bir gün gelir de ben de Cumhurbaşkanı adayı olursam benim de diplomam iptal edilebilir mi acaba diye bir kaygınız var mı?
Ali Babacan: Türkiye'de artık ‘Ya bu da olmaz kardeşim’ diyemiyorsunuz. Hiçbir konuda böyle bir şey yok. ‘Ya bu da yapılır mı?’ diyemiyorsunuz. Çünkü şu anda gözünü karartmış ve rakiplerini elimine ede ede seçime doğru yürümek isteyen bir iktidar var ülkenin başında. Ama bu tabloya bakıp da bizim Türkiye'den ümidimizi kesecek halimiz yok. Bu tabloya bakıp da teslim olacak halimiz de yok. Hiç endişeniz olmasın. Milletimiz rahat olsun. Yürüyeceğiz, kararlı bir şekilde yürüyeceğiz. Korkmadan yürüyeceğiz. Bir kişiyi elimine eder başkası gelir, öbürünü elimine eder başkası gelir. Bilecekler ki bu mücadelede bu mücadelede demokrasi galip gelecek. Demokrasi er ya da geç kazanacak. Çünkü milletimizin demokrasiye olan bağlılığı defalarca test edildi, defalarca tescil edildi. Bu millet bu ülkede demokrasi istiyor. Ve bu millet demokrasiyi alacak. Bu millet hukuk istiyor, adalet istiyor. Bu millet hukuku da adaleti de alacak er ya da geç alacak. Buna karşı duramazsınız.
İlker Karagöz: Er mi geç mi peki mesela erken seçim sizce… Böyle bir tarih… Yaklaşıyor mu?
Ali Babacan: Şimdi seçim tarihi ve Erdoğan adaylığı kendi sağlığını nasıl hissettiği ile alakalı… Yani kendi sağlığını eğer yeterli görüyorsa ki bu tamamen kendi bileceği bir iştir. Bir dönem daha aday olmak ister. Bir dönem daha aday olmanın yolu da Meclis kararı ile erken seçimden geçer. Erken seçimin tanımı ama yok ki… İşte bir sene mi iki sene mi? Seçimi bir ay bile önce çekseniz, adı erken seçim oluyor teorik olarak. Hukuki şartı sağlıyorsunuz. Dolayısıyla yani kendi sağlığını yeterli hissedip de ‘Evet ben tekrar aday olmak istiyorum’ diye kendi iç kararını verirse, o zaman erken seçim için de her şeyi yapar. Ya da dönem süresini kaldırmak, dönem sayısını kaldırma ile ilgili bir anayasa değişikliği de isteyebilir. Bu konuda kendisine yeni ortaklar da arayabilir. Orada büyük bir pazarlık masası da kurulabilir. Bunların hepsi önümüzdeki aylarda ve 1-2 yıl içerisinde mümkün olan gelişmeler. Yani diyorum ya artık ‘Ya bu da olmaz kardeşim. Bu da yapılır mı?’ diyebileceğimiz hiçbir şey kalmadı Türkiye'de. Her şey olabilir. Ama bizim görevimiz ne? Bizim sorumluluğumuz ne? Hem ahlaki sorumluluğumuz, hem vicdani sorumluluğumuz kararlılıkla demokrasi çizgisinde yürümek ve kararlılıkla bu mücadeleyi meşru demokratik zeminde yapmak. Ben şuna inanıyorum. Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez. Hükûmet büyük yanlışlar yapıyor olabilir ama biz doğru bir zeminde meşru bir zeminde ve demokrasi zemininde bu mücadeleyi vermeye devam edeceğiz. Ve inşallah başaracağız. Çünkü bu büyük ve güzel ülke çok daha düzgün yönetilmeye layık. Gençler Dünyanın OECD'nin en çok işsiz genci olmak zorunda değil. Bu ülke büyük bir potansiyelle sahip ve bu potansiyelin açığa çıkması dürüst ve ehil bir kadro ile mümkün. Hangi partiden olursa olsun bakın parti ayrımı yapmıyorum burada. Çünkü maalesef siyaset Türkiye'de oldukça kirlenmiş bir alan. Ama siyasetin içerisinde hâlâ temiz düzgün insanlar var. Hâlâ bu ülke için kalbi atan, bu ülke için canını vermeye hazır insanlar var. Dürüst ve ehil insanlar var hâlâ. Dolayısıyla dürüst ve ehil bir kadronun yöneteceği Türkiye çok çabuk ayağa kalkar, koşar kanatlanıp uçar. Bunu hiç yapmasak dersiniz ki ya çok zor artık bu halden nasıl çıkacak? Değil. Çok şükür biz iflasın eşiğindeki bir Türkiye'yi aldık ayağa kaldırdık. Avrupa'nın en başarılı ekonomisi yaptık bakın. Avrupa'nın en başarılı ekonomisi yaptık. Avrupa'nın en başarılı ekonomisi yaptık. Gene olur.
İlker Karagöz: 2002-2001 o yılları söylüyorsunuz hani sizde ekonominin başındaydınız. İflasın eşiğindeki bir ülkeyi koşar hale getirdik dediniz. Şu anda ne durumda Türkiye?
Ali Babacan: Şu anda iflas riski açısından baktığımızda hâlâ 2002 gibi kötü değil. Çünkü 2002'de geldi IMF bana dedi ki ‘Ya artık sizin için bir iflas programı yapmamız lazım. Bu dönmeyecek belli yani Türkiye bu işi beceremeyecek. Bunu düzenli bir şekilde yapalım bu iflası.’ Ben dedim ‘Bakın ben yıllarca ticaretle uğraşan bir aileden geliyorum, üçüncü nesil. İflas ederek işe başlayan bir iktidar hiçbir zaman güven kazanamaz. Güven olmayınca da ekonomi zaten düzelmez. Dolayısıyla iflasla ilgili biz kesinlikle bir çalışma yapmayız ekonomi yönetimi olarak. Sizin bu çalışmayı yapmanıza da ben izin vermiyorum çünkü bunu engelleme hakkım var. Ben IMF'in üyesiyim, hissedarım. Ve IMF’in benim hakkımda gıyabi bir çalışma yapmasına da kesinlikle izin vermiyorum. Bu konunun tek bir kelimesini tek bir cümlesini duymak istemiyorum ve biz bu ülkenin ekonomisini güvenle yeniden inşa edeceğiz güvenle. Borcu ödeyeceğiz. Daha az borçlanacağız, ödeyeceğiz daha az borçlanacağız.’ O şekilde ayağa kaldırdık. Ama unutmayalım bakın eş zamanlı olarak 2003'te ve 2004'te Türkiye'de Anayasa’nın üçte biri değişti. Baykal'ın CHP'si Baykal'ın CHP'si o günkü iktidarda zaten Mecliste iki tane parti var, iş birliği içerisinde anayasanın üçte birini değiştirdik biz o zaman. Hukukta, adalette, demokraside çok köklü değişikler yaptık Anayasa’da… 2003 ve 2004'te Türkiye Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince karşıladığı için müzakerelere başlayabildi. Yani mesele sadece ekonominin dürüst, ehil insanlar tarafından işi bilen insanlar tarafından yönetilmesiyle kalmadık. Aynı zamanda Avrupa Birliği sürecinde de ilerledik. Dolayısıyla o iki sütun üzerinde Türkiye yükseldi. Demokrasi, hukuk, adalet sütünü yani Avrupa Birliği süreci ve sağlam bir ekonomi yönetimi sütununda Türkiye yükseldi. Yoksa tek ayaklı sehpa durmaz. Masaya bir tane ayak koyun o masa devrilir. Şu anda iki yıldır yapmaya çalıştıkları yeni ekonomi yönetimiyle zannediyorlar ki ‘Ali Babacan'ın en iyi iki arkadaşını yakinen çalışma arkadaşlarını alalım’, Cevdet Yılmaz ile Mehmet Şimşek'ten bahsediyorum, ‘koyalım ekonominin başına, zaten Ali Babacan'ın yanında bunlar yıllarca beraber çalışmadılar mı? Yavuz atın yanında olan ya huyundan ya suyundan… Nasılsa bilirler işi düzeltirler’ zannettiler ama arkadaşlar çırpınıyor çırpınıyor çalışıyor çalışıyor olmuyor. Çünkü sadece ekonomiyle bu iş olmuyor.
İlker Karagöz: Sizi arıyorlar mı fikir için?
Ali Babacan: Yok öyle bir temasımız yok ama korkarlar, çekinirler herhalde. Ara ara denk geliyoruz, karşılaşıyoruz bir yerlerde karşılaşıyoruz.
İlker Karagöz: Onlar da ne olacak bu memleketin hali diyorlar mı size?
Ali Babacan: Denk geldiğinde de konuşuyoruz. Arkadaşlarımızın tabii iç dünyasının rahat olmadığını ben biliyorum. Çünkü yıllarca beraber çalıştık yani. Cevdet Yılmaz ile 2005'te başladık, 2015'e kadar. Mehmet Şimşek ile 2007'de başladık, 2015'e kadar.
Yani çok uzun süreler bunlar. İşlerini de iyi bilen arkadaşlar. Ama sadece ekonomi yetmiyor.
İlker Karagöz: Yani mesela Hazine ve Maliye Bakanlığında mı ekonomi politikaları oluşturuluyor? Yoksa Beştepe'de mi oluşturuluyor? Yani Mehmet Şimşek'e ne kadar alan açılıyor?
Ali Babacan: Beştepe'de oluşturulanların sonucunu gördük.
İlker Karagöz: Ben bir sonuç göstereyim size. Yönetimimizden bir rica edeyim gelsin. Şimdi siz de vurgu yapıyorsunuz, 2017 senesi işte referandum. Referandum sonrasında da Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'ne adım attı. 2015'ten beri Avrupa'da Mart aylarındaki yıllık enflasyon 2017 sonrasında ciddi bir kırılma yaşıyor ve Türkiye fark atıyor, fark atıyor, fark atıyor. Tabii bu TÜİK'in verilerine göre. Mart 2021, Mart 2022 zaman hızla akarken ülkeler değişiyor.
Ali Babacan: Burada sayfaya sığmadığı için tabii ekran yettiği kadar koyuyorlar. Kırmızı delmişti bu duvarları çıkmıştı dışarı ancak böyle oturtuyorlar. Bakın 2015'ten beri diyor. 2015 hangi yıl? Unutmayalım, benim artık sistemden ayrıldığım, ben artık yokum dediğim yıl. 2017 hangi yıl? Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'ne geçildiği yıl. Ama 2017'den sonra ilk seçimde ne yaptı Sayın Erdoğan? Tuttu damadını ekonominin başına koydu. Nepotizm değil mi? En büyük hastalıktır, en büyük. Yani tutup da o kadar bu ülkenin yetişmiş insanı varken, bu işi çok daha iyi yapabilecek insanı varken tuttu, her gece gördüğü akrabasını ekonominin başına koydu ve büyük bir felaketin önünü açtı. Zaten büyük hasar o zaman oldu. Türkiye en büyük o zaman kaybetti. TÜİK'in verilerini gizlemesi o zaman başladı. Merkez Bankası'nın döviz alışını, satışını gizlediği dönem o zaman başladı.
İlker Karagöz: 128 milyar dolar vardı mesela.
Ali Babacan: Hatırlıyorsunuz. Türkiye'de siyasi çevrelerde ilk ben gündeme getirmiştim, ilk ben. Arka kapıdan satılmış arkadaş. Bunu Merkez Bankası yayınlamıyor, haberiniz var mı diye feryat ettim o zaman. Yıllarca, yıllarca bu 2015 öncesi, Merkez Bankasının aldığı, sattığı tek bir dolar döviz yayınlanırken, ekranlarda herkes görürken bunu gizlemeye başladılar. Çünkü neymiş? ‘O kadar iyi yönetiyorlarmış ki Merkez Bankası müdahale etmese bile döviz kuru güzel gidiyormuş’ falan. Sırf yalan, uydurma, aldatma… TÜİK'e talimat vermeye başladılar ‘Enflasyonu düşük açıkla’ diye. Şimdi diyecek ki TÜİK ‘Yok, öyle bir şey yok.’ Peki, o zaman ben de buradan TÜİK’e diyorum ki ‘Eğer enflasyon rakamına güveniyorsan enflasyon sepetindeki fiyatları açıkla.’ Yıllarca TÜİK zamanında peynirin fiyatı şu, zeytinin fiyatı bu, salatalık, domates, patlıcan, biber, gömlek, pantolon fiyatı bu diye açıklarken ve buna göre enflasyonu hesap ederken şimdi TÜİK sen niye gizliyorsun bu rakamları? Yeni ekonomi yönetimindeki arkadaşlar, bakanlar niye TÜİK'i açıklayın demiyorsunuz? Sırf ne biliyor musunuz? Eski dönemlerinin foyası ortaya çıkmasın diye. Önceki dönemlerde enflasyonun gizlendiği, saklandığı ortaya çıkmasın diye TÜİK şu anda alışveriş sepetindeki, kendi TÜİK'in örneklemindeki fiyatları açıklamıyor artık. Doğru hesaptan kaçar mı ya? Senin enflasyon rakamın doğruysa açıkla. Senin sepetindeki peynirin fiyatı kaç? Etin fiyatı kaç? Açıkla. Niye gizliyorsun? Diyor ki, “Yok onu söylemem” diyor. Ama diyor “Enflasyon diyor %39, inanın buna” diyor. Ben niye inanacakmışım?
İlker Karagöz: Şimdi mahkemede sorduğunda “Yani anlatırız da siz anlamazsınız” gibi de bir savunması olmuştu. O da aklımda kalmış. Efendim çok önemli bir konu. Siz de tabii ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bunun takibini de yaptınız. Can Atalay milletvekili seçildi. Anayasa Mahkemesi ‘Hak ihlali var’ dedi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesinin işte bu kararını tanımadı. Şimdi biz bu hak ihlali kararının Meclis Genel Kurulu'nda okutulduğuna tanıklık ettik. Bundan sonra hani bu korsan bir eylem diye AK Parti tarafından nitelendiriliyor. Hatta AK Parti'den ya da işte Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş diyor ki, Anayasa ve iç tüzükten kaynaklanan yetkilerimi kullanacağımı beyan ediyorum. Gülizar Biçer Karaca ve kâtip üye Sibel Suiçmez tarafından hani onlara yönelik olarak bir de kınama mesajı. Numan Kurtulmuş anayasaya iç tüzüğe vurgu yapıyor. Anayasa Mahkemesi'nin kararı tanınmamış bir milletvekili bu sebeple cezaevinde. Buna ne diyeceksiniz bir haberimizi izleyelim soluklanmanızı isteyeceğim rica ediyorum. Bir haberimizi izleyelim üzerine konuşalım.
VİDEO
İlker Karagöz: Evet, Numan Kurtulmuş'un burada anayasaya vurgu yapması, iç tüzüğe vurgu yapması ama diğer tarafta da zaten tartışma Anayasa Mahkemesi’nin kararının tanınmaması değil mi? Yine sığınılacak liman anayasa.
Ali Babacan: Şimdi bu kadar uzun bir açıklama bir panik, bir panik. Usul açısından baktığımızda haklı Sayın Kurtulmuş, usul açısından… Bizim hukukçu arkadaşlar da baktı. Sadece teknik açısından bakarsanız, Meclis nasıl çalışıyor, öyle böyle falan filan. Meclisin hani sürecinde hangi şey gerçekten hukukta karşılığı budur, o açıdan söylediklerinde haklı ama bu kadar uzun bir açıklama yapma bir de paniğin de göstergesi. Niye? Acaba Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bir sıkıntı çıkar mı? Acaba Sayın Cumhurbaşkanı arayıp da bir fırça atar mı korkusuyla da meclis işliyor, onu da unutmamamız lazım. Şimdi bizim hukukçu arkadaşlarımız özellikle üzerinden zaman geçmiş bazı konuların derinlemesine indiler ve detaylı bir şekilde baktılar. İster Can Atalay olsun, ister Osman Kavala olsun, hatta ister Selahattin Demirtaş olsun bakın bu dosyalarda şu anda bu isimlerin tutuklu yargılanmasını gerektirecek hiçbir şey yok. Tutuklu yargılanması... Hani yeni dosyaları tam bilemiyoruz. Diyeceksiniz ki işte şurada yeni bir dosya var, burada yeni bir dosya var. Belki daha gizli süreçler var sonra yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Onları bilemiyoruz ama üzerinden zaman geçince zaten gizli diye bir şey kalmıyor. Her şey ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu üç isim içinde süreçler üzerinden epey zaman geçtiği için tutuklu yargılanmaları gerektirecek hiçbir şey yok.
İlker Karagöz: Ümit Özdağ ile Osman Kavala cezaevinde tanışıyor. Ümit Özdağ şunu söylüyor, ‘Keşke ben Osman Kavala ile daha önceden tanışsaydım da onun yaşadığı mağduriyeti ben de anlatsaydım.’ İnsanlar cezaevinde karşılaşıyor.
Ali Babacan: Öyle, öyle... Ama biz biliyorsunuz yıllardır bunu söylüyoruz, yıllardır. Bu tamamen talimatla yürüyen yargı süreçlerinin bir sonucu. Burada büyük bir adaletsizlik var, büyük bir haksızlık var. Bakın sadece ve sadece hükümeti eleştirdiği için ve ekonomideki gerçekleri olduğu gibi söylediği için. Yani eleştirdiği çok dozu ayarlı bir eleştiri. TÜSİAD'ın bugün Yüksek İşaret Kurulu Başkanı ile Yönetim Kurulu Başkanı ikisinin birden yurt dışı yasağı var. Bu iki isim Türkiye dışına çıkamıyor. Bunlar ihracat yapılan dünyayla en yoğun yatırım ve ticaret ilişkisi olan firmaları temsil eden insanlar.
İlker Karagöz: Mehmet Şimşek devreye girdi mi peki, onlar yurt dışına çıkabilsin diye?
Ali Babacan: Öyle bir şeyler duydum. Toplantı oldu biliyorsunuz, Avrupa Birliği ile bir toplantı yapıldı. Avrupa Birliği ile ilgili toplantı önemliydi çünkü bir ekonomik diyalog toplantısıydı o. Ve tam da Amerika'nın Avrupa'dan desteğini çektiği ve Avrupa'nın yeni ortakları aradığı bir dönemde yani Türkiye'ye normalde böyle yapışması lazım Avrupa Birliği'ne. Kendimize büyük ve sağlam bir ortak bulduk diye yapışması lazım Türkiye'ye. Tam da böyle bir dönemde ve bu toplantıdan hemen önce Türkiye'de çok ciddi bir siyasi operasyon... İnsanların hapse atılması, Cumhurbaşkanı olan bir insanın bütün toplumun vicdanında ‘Ya kardeşim bu olmaz böyle bir şey’ denecek şekilde bir yargı sürecine tabi tutulması bu Avrupa Birliği ile olan ekonomik diyalog toplantısının da içini boşalttı tabii. Şimdi Avrupa Birliği ekonomik diyalog ama Avrupa Birliği demek, demokrasi demek, hukuk demek, adalet demek.
İlker Karagöz: Mehmet Şimşek ne anlatmış olabilir ki orada?
Ali Babacan: Orada eminim ki zor anlar yaşamıştır. Yani ben çünkü Avrupa Birliği'nin o masası var ya Başmüzakereci olarak ve Dışişleri Bakanı olarak...
İlker Karagöz: Senelerdir burada olan TUSİAD nerede? Yüksek İstişare Kurulu Başkanı nerede diye sormuşlar mıdır mesela? Ne demiştir Mehmet Şimşek?
Ali Babacan: Yani vereceği bir cevap yok.
İlker Karagöz: Devreye girdim ama gelemediler mi dedi?
Ali Babacan: Bilemiyorum kendisine sormak lazım ama bir Hazine ve Maliye Bakanı için son derece zor bir durum. Çünkü bir yandan hani ekonomiyi toparlamaya çalışıyorsun ama arka tarafta birileri sürekli arkanızdan zarar verici işler yapıyor. Geminin kaptanı diyor ki “Kasırga geliyor” diyor değil mi Sayın Erdoğan? Ya bu “Ticari savaşlar var, kasırga geliyor” diyor ama bunu söylediği günlerde o geminin toplarını şöyle aşağı doğru çeviriyor kendi gemisinin altını bombalıyor. Gemiyi deliyor yani. Ondan sonra diyor ki; “Arkadaşlar tamir edin şu gemiyi”. Aynı gemide olan insanları kutuplaştırıyor. Senden misin benden misin? Sanatçıları kutuplaştırıyor.
İlker Karagöz: “Türkiye bu dönemi kolay atlatacak” dedi, değil mi?
Ali Babacan: Şimdi şöyle, Türkiye'nin şansı var. Ticari savaşlarının yaşandığı bir dönemde, Türkiye'nin şansı var.
İlker Karagöz: Bu ekonomi yönetimi ile şansı mı var? Yoksa bizden fikir alsalar şansları var gibi mi?
Ali Babacan: Ülke olarak şansı var Türkiye'nin. Büyük bir fırsat var onu söylüyorum. Bu ticari savaşlar Türkiye'nin önünde koca bir fırsat kapısı açıyor aslında. Bu fırsat kapısı nedir? İki tane önemli alan var burada. Birincisi pek çok ülkeden Amerika'ya olan ihracatta gümrük vergisi yükseltilmiş iken Türkiye'den alınan ihracatta sadece %10. Burada Amerika pazarında büyük bir alan açılıyor. İkincisi savunma sanayide çok önemli bir fırsat oluşuyor Türkiye için çünkü Avrupa Birliği savunmaya çok büyük paralar harcayacak. Bunun kararını aldılar. 100 milyarlarca dolar ve bu parayı harcayabilecekleri sanayi yok. Yani Avrupa'daki savunma sanayinin üretim kapasitesi bu parayı absorbe edecek gibi değil. Mutlaka yeni üretim kapasitesi oluşturmak gerekiyor. Yani yeni savunma sanayi yatırımları gerekiyor. Türkiye'de de bu zaten var. Bu yatırımlar Türkiye'de de olabilir. Zaten gümrük birliğindeyiz değil mi? Yani savunma sanayiden Türkiye çok büyük bir pay alabilir şu anda. Çok büyük bir pay alabilir. Korkunç bir fırsat var orada. 100 milyarlarca dolar para harcanacak.
İlker Karagöz: Şüpheniz, endişeniz var mı peki?
Ali Babacan: Var. Yani potansiyel var ama bu potansiyeli kullanacak bir devlet yönetme aklı yok şu anda. Yani bu potansiyeli gerçekten bu ülke için, bu devlet için nasıl kullanırım değil, ‘Ya arkadaş ben bu koltukta daha fazla nasıl otururum? Daha fazla nasıl yapışırım?’ Halbuki ülkesini seven bir lider şunu yapar İlker Bey, ‘Ya emri hak bir gün vaki olacak. Onun ne zaman olacağını da ben bilemem. Ama benden sonraki Türkiye nasıl bir Türkiye olmalıdır? Benden sonra böyle en az 4-5-6 tane sapasağlam bu ülkeyi iyi yönetecek insanlar kim olmalıdır?’ Bunun hazırlığını yapar yani. Yani 22 yıldır iktidarda olan bir insan bir 5 yıl daha 5 yıl daha nasıl yapışırım hesabını yapmaz artık. Benden sonra bu ülke ehil ve dürüst insanlar tarafından nasıl yönetilir? Benden sonra en az 5-6 tane, bu ülke büyük bir ülke, en az 5-6 tane her biri bu ülkeyi çekip çevirecek güçte, birikimde, dürüstlükte kimler var diye bunun hazırlığını yapar. Bunun kapısını oluşturur.
İlker Karagöz: Ali Babacan, DEVA Partisi'nin Genel Başkanı, acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha aday olursa rakip çıkacak mı Erdoğan'a?
Ali Babacan: Zaten DEVA Partisi'nin Genel Başkanı Ali Babacan, Cumhurbaşkanı adayı, doğal aday yani.
İlker Karagöz: Teşkilatta böyle bir istek var, beklenti var, doğal adaysınız ama sizdeki hissiyatı da merak ediyorum.
Ali Babacan: Zaten Sayın Erdoğan'ın ilk günden beri bizimle uğraşması, ilk günden beri bütün kendine bağlı basın yayın organlarına talimat verip de ‘Bu DEVA Partisi'ni karartacaksınız, adını bile geçirmeyeceksiniz’ demesinin temelinde o korku var. Korkmasa niye karartsın? Korkmasa niye bizi mesela TRT hiç haber yapmıyor? Niye Sayın Erdoğan'ın talimatıyla ve ona bağlı bir şekilde çalışan bir sürü yayın organı var değil mi? Yani haber kanalları var, yok CNN Türk var, A Haber var, var var var bir sürü kanal var. Diğer kanallar var. Niye Ali Babacan'ın adı geçmiyor? Mesela niye ben şu anda sizin yayınınızdayım da mesela TRT'de ya da A Haber'de ya da CNN Türk'te ya da bir sürü kanal var, oralarda niye bir kere bile DEVA Partisi kuruldu, 5 yıl oldu arkadaş yahu. 5 yıldır bir kere bile bir yayın yapılmaz mı? Niye talimat veriyor? Çünkü korkuyor. Ali Babacan'ı gösterirseniz o güçlenir. Ali Babacan bana yarın en büyük rakip olur diye korktuğundan karartıyor. Çok açık yani.
İlker Karagöz: Rakip olmak istiyor musunuz?
Ali Babacan: Rakibim zaten şu anda. DEVA Partisi'ni kurduğum anda ‘Biz bu iktidara rakibiz’ dedik, onun için kurduk DEVA Partisi'ni. ‘Siz yapamıyorsunuz artık’ dedik, ‘olmayacak’ dedik. Bak bütün grafikler, göstergeler olmadı, olmuyor, olmuyor, olmuyor yani. Tabii halkımızda da şu haklı kanaat var: ‘Ya tamam bunlar yapamıyor da arkadaş kim yapacak? Evet, bunlar beceremiyor artık ama kim yapacak?’ İşte biz onun için varız. ‘Biz yapacağız’ diye buradayız. Onun için DEVA Partisi'ni kurduk. Bunun için bütün bunları hazırladık. İktidar iddiası olmayan bir siyasi parti bu hazırlığı yapar mı? Siz çok konuk ağırlıyorsunuz. Gelen genel başkanlara ya da Cumhurbaşkanı adayıyım diyenlere sorun. ‘Türkiye için hazırlığınız nerede?’ deyin. Ya eğitimle ilgili fikriniz nedir diye bir sorun bakalım. Ben sizinle burada bakın süre veriyorum 10 saat eğitim konuşurum. Sizinle burada 10 saat dış politika konuşurum. Ben sizinle burada 10 saat sağlık sistemi nasıl düzelir diye bunu konuşurum. Ve bunları altı dolu bir şekilde konuşurum. Boşa atıp tutmam. Her birisi birbiriyle entegre, her politika alanı birbiriyle entegre bir şekilde bu ülke nasıl düzgün yönetilir bunu konuşurum. Zaten bu iddianın sonucudur. Bizim bu iddiamız olmasa, iktidar iddiamız olmasa bu hazırlıkları niye yapacaktık?
İlker Karagöz: O zaman şöyle yapalım ama bizim süremiz tabii sınırlı olduğu için süremizi yetirmeye de çalışalım. Eğitimi de konuşalım. Dış politika, Dışişleri Bakanlığı görevi de üstlendiniz. Mesela Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, adada işgalci mi de böyle bir pozisyonda kalıyor. Türk Cumhuriyetleri gidiyorlar, Güney Kıbrıs Rum kesiminde büyükelçilik açıyor. Peki, mesela buna bir itiraz cümlesi gelmez mi hükûmetten? Şimdi bakıyoruz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanıyın diye Türkgün gazetesinin manşetinde Milli Savunma Komisyonu Başkanı Hulusi Akar'ın cümlesi var. Ama mesela bu cümle Milli Savunma Bakanı’yken söylenmez mi? Hani Komisyon Başkanı’yken mi söylenir? Bunu da hatırlatayım. Haberimiz hazır. İzleyelim.
VİDEO
İlker Karagöz: Binali Yıldırım başbakanlıktan ayrılırken daha doğrusu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçerken koltuk elimde kaldı demişti. Şimdi bir koltuğu var kendisi ak sakallı ama yaşadığımız da çok büyük bir problem var. Bununla ilgili biz cümle neden duyamıyoruz?
Ali Babacan: Avrupa Birliği Orta Asya Cumhuriyetleri ile daha yakın bir ekonomik iş birliği istiyor. Çünkü Amerika devreden çıkınca dedim ya yeni ortaklar arıyorlar kendilerine. Türkiye düzgün yönetilse Türkiye'ye de sarılacaklar bırakmayacaklar yani. Gidiyorlar başka ortaklar arıyorlar. Bu ortaklara tabi mali imkânlar sağlıyorlar. 12 milyar dolardan 12 milyar Euro’dan bahsedildi değil mi şimdi? Ama bunlar siyasi şartla geliyor. Yani kimse kimseye bedava para vermiyor. Dolayısıyla bu paket içerisinde eminim ki o ülkelere ya arkadaşlar siz hani Avrupa Birliği ile ilişkileri gelişmek istiyorsanız bu para da var her şeyde var ama ya küçük bir detay var. Rum kesiminde kendi tabirleriyle Kıbrıs Cumhuriyeti diyorlar. Biz Güney Kıbrıs Rum kesimi diyoruz. Biz orayı tanımıyoruz çünkü. Biz orayı tanımıyoruz Türkiye olarak. Ama küçük bir detay var orayı zaten siz tanıyorsunuz. Yani unutmayalım orada bir detay var zaten bu ülkeler tanıyor ama diplomatik ilişki geliştirmek açısından büyükelçilik açıyorlar. Zaten tanıma eskiden var. Üzerine bir büyükelçilik açıyorlar. Bu neden oluyor? Çünkü Türkiye'nin zayıflığından zayıf düşmesinden kaynaklanıyor. Türkiye bu ülkelerle zaten ilişkisini geliştirmiş olsa 12 milyar Euro ne ya? Türkiye zamanında gitti Yunanistan'a kredi teklif etti. Türkiye zamanında 5 milyar dolar IMF kredi teklif etti. Türkiye böyle güçlü bir ülkeydi bir zamanlar yani. Bakmayın bunların bu hale düşürdüğüne ülkeyi. Bunu yapacak güçteyiz. Türkiye gidip bu ülkelerle zaten ilişkileri geliştirseydi ‘Avrupa Birliği 12 mi veriyor? Al sana kardeşim 24. Bırakın yapmayın bu işi’ diyebilirdi. Bugün Sayın Erdoğan’ın diyecek gücü var mı? Yok. Kasırga geliyor diyen kaptan kendi gemisinin altını delmiş gemidekileri birbiriyle dövüştürüyor yani. Böyle yönetilen bir ülke. Onun için gelirler adamlar da açarlar büyükelçiliği tabii. Sonra da sesleri çıkamaz, gıkları çıkamaz. Genel açıdan baktığımızda diplomatik ilişki olarak baktığımızda çok da abartılacak bir şey de değil. Onu da söylemek lazım. Onu da kayda geçireyim çünkü eski Dışişleri Bakanı olarak hani meseleleri de sadece siyasi polemikle götüremeyiz yani. İşin diplomasi çerçevesine bakmamız lazım. Yani burada çok da abartmamak lazım, çok da büyütmemek lazım ama yine de bu diplomasi mücadelesi de Türkiye için bir kayıptır. Ama çok da abartmamak lazım. Biz olsak bu kaybı kesin yaptırmazdık. Derdik, arkadaş ya para meselesi, sizin paraya mı ihtiyacınız var, neyine ihtiyacınız var? Bir de şu an niye bugüne kadar açmadılar? Değil mi? Bakın Kıbrıs Savaşı 1974. 1974'ten bugüne kadar niye açmadılar da bugün açıyorlar? Çünkü Türkiye'nin en zayıf, en etkisiz, bakmayın içeride esip gürlediklerine dışarıda da sözünün az geçtiği bir dönem olduğu için bunu yaptılar yani. Sayın Yıldırım'ın falan yapacağı, söyleyeceği hiçbir şey yok bu konularla yani. Hiçbir şey yapamaz, söyleyemez, konuşamaz, izinsiz tek kelime edemez. Arkadaşları iyi tanıyoruz, biliyoruz. Şu anda Sayın Erdoğan var ve sesi çıkamayan bir sürü insan var yani.
İlker Karagöz: Dış politika bilir mi Binali Yıldırım? Alt yapısı var mıdır bu konuda? Ülkeler arasında öyle bir disiplini yürütebilir mi?
Ali Babacan: Yani şu andaki o görev öyle çok bu birikime ihtiyacı olan bir görev değil. Biraz onursal bir görevdir bu. Yani o aksakallar grubu falan biraz onursal bir görevdir. Öyle birikime çok da gerekli olan bir görev değil ama tabii ki devlet görevi yapmıştır, bakanlık yapmıştır, kısa sürede olsa başbakanlık yapmıştır. Dolayısıyla aşinalığı olabilir konularla ilgili yaptığı görevler gereği. Ama bu pozisyon dediğim gibi birikim gerektiren bir şey değildir yani.
İlker Karagöz: Efendim şimdi hemen bir Ankara'ya döneceğiz. Ankara'da Now Haber’den Alican Uludağ bizleri bekliyor. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi için kurultay iptali davası. Bu davayla ilgili konuşacağız. Hem belki biraz bu süreci anlatır Alican bizlere….
VİDEO
İlker Karagöz: Bu arada bir operasyon 525 Torbacı, Ankara'nın çevre illerinden gelen emniyet güçleri bu operasyonun da gerçekleştiğini de söyleyelim. Yani Ankara'da niçin izinler iptal edildi? Bunun son dakika bilgisini ekranlarınıza yansıtalım. Narkokapan’da Ankara operasyonunda 525 uyuşturucu satıcısı gözaltına alındı. Gençler nasıl bir kapanın içinde tutuluyor? Sizin de efendim notlarınızın içinde.
Ali Babacan: Bakın 525 kişi değil mi? Ben buradan soruyorum. Güvenlik ve yargı birimlerine soruyorum. Ya siz bu olayın bu kadar büyümesine niye göz yumdunuz? Niye izlediniz? Niye 525 değil de 5 iken bunları enselemediniz? Niye sayının 10, 20, 30, 40 olmasını izlediniz? Bunların sayısı 525'e çıkıncaya kadar on binlerce gencimiz, çocuğumuz bu uyuşturucuyu kullanmadı mı? Zarar görmediler mi? Aileler perişan olmadı mı? Neyi beklediniz? Neyi izlediniz? Yoksa acaba birilerinden izin mi almanız gerekiyordu böyle bir operasyon için? Ben soruyorum. Neyi beklediniz bugüne kadar? 500 kişi ya.
İlker Karagöz: Bir 6 aylık takipten söz ediyoruz.
Ali Babacan: Uyuşturucuyla mücadele eden bir devletin olay küçükken derhal müdahale etmesi lazım. Kimseye göz açtırmaması lazım. Bakın sağlam bir irade ortaya konulursa İlker Bey bu olur, olur. Ama bu uyuşturucu işi o kadar büyük paranın döndüğü bir alan ki, o kadar büyük paralar dönüyor ki burada. Yani devleti yöneten yukarıdan aşağıya insanların tek tek paranın esiri olmayan insanlar olması lazım. Bu çetelerin, mafyaların etkileyemeyeceği kadar sağlam insanlar olması lazım. Niye beklediniz bu zamana kadar? Türkiye şu anda her keseye uygun uyuşturucunun satıldığı bir ülke haline geldi. Bugün çok yoksul semtlerde bakıyorsunuz o yoksul semtlerin okullarının önünde ona göre fiyata ayarlanmış maddeler var. Bakıyorsunuz semt biraz iyileştikçe, sosyoekonomik durum iyileştikçe ona uygun var. Ta pudra şekerine kadar çıkıyor biliyorsunuz fiyatlar yani. Olacak şey değil bu. Yani ‘Bu işte çok büyük operasyon yaptık, başardık.’ Bugüne kadar niye beklediniz diye ben soruyorum. 6 aylık takip. Küçükken olay hemen hareket edin. Hemen durdurun. Bu 6 ay boyunca gençler zehirlendi. Belki yeni binlerce gencimiz uyuşturucu müptelası haline geldi. Niye beklediniz? İnanılır gibi değil.
İlker Karagöz: Efendim iki önemli başlığımız daha var. Onları da konuşmak istiyorum. İlki adalet bakanıyla cuma günü DEM heyetinin, İmralı heyetinin buluşması olacak mı olmayacak mı? Ya da önümüzdeki haftaya mı kalacak onu bilemiyoruz.
Ali Babacan: Ertelendi diye ben biliyorum sanki.
İlker Karagöz: Biz de öyle duyduk ama tam bir yanıtı, açıklaması geldiğinde paylaşalım istedim. Acaba terörist başı Öcalan, “Fiziki özgürlüğünü de konuşuyoruz. Biz bunu Beştepe'de de konuştuk. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da ilettik” dedi Pervin Buldan. Siz buradaki duruma, burada olana bitene ne diyorsunuz? Nasıl yaklaşıyorsunuz? Yani fiziki özgürlük, umut hakkı?
Ali Babacan: Şimdi dünyada çatışma çözümü denen bir alan var. Dünyada şöyle son 20 yıla baktığımızda çok sayıda terör örgütü varlığına son verdi. Ben de Dışişleri Bakanı’yken Filipinler'in Güney Adalarındaki bir terör örgütünün varlığına son verilmesiyle ilgili bir çalışmada Filipinler Dışişleri Bakanı'nın benden talebi üzerine biz ara bulucu olduk sessiz bir şekilde ve sorunu çözdük. Şimdi bu terör örgütleri silah bırakıp fes edildikten sonra o örgüt elemanlarıyla ilgili çözümler bulmak gerekiyor. Hele hele elemanlarının ağırlıklı bir bölümü yurt dışında olan PKK için söylüyorum, burada çözümler üretmek gerekiyor. Peki, ne yapacaksınız? Kategoriler oluşturmak gerekiyor. Suça bulaşmışlar, eli kanlı olanlar ya da henüz daha yeni dağa çıkmışlar, henüz bir eyleme katılmamışlar gibi kategoriler oluşturmak gerekiyor. Ve her kategoride terörist içinde ayrı ayrı politikalar oluşturmak gerekiyor. Çatışma çözümünün zor alanlarından birisi budur. Ve şu anda da tam bu zor alan çalışılıyor aslında. Fakat ben şunu hissediyorum diyeyim. Çünkü ancak devlet birimleri bunu daha iyi görür. Bununla ilgili de çalışmaların çoktan hazır olmuş olması lazım. Yoksa Sayın Bahçeli'nin gidip de o grup konuşmasında ilk açıklamaları yaptı ya herkes bir şaşırdı, şok oldu ‘Ya bu nedir, nasıldır’ falan filan diye. ‘Öcalan gelsin mecliste’ konuşsun, o metni ben okuduğumda dedim ki bu metin Sayın Bahçeli'nin kalemi değil. Bu metin MHP'den çıkmaz, onların metin yazarından çıkmaz. Böyle bir strateji oradan olmaz. Belli ki bu işi çalışmış, çatışma çözümünü anlayan insanlar getirmiş bunu anlatmış Sayın Bahçeli'ye. Kuvvetle muhtemel devletin bir iki birimi bunu yapan. Bu çalışmayı bu kadar yapan ve Sayın Bahçeli'nin bu işi sahiplenmesini ve öncülüğünü sağlayan bir hazırlığın mutlaka bu teröristlerle ilgili ne olacağıyla ilgili hazırlıkları vardır. Ben bunu hissediyorum. Bir şey bildiğimden değil ama eğer yapmadılarsa zaten kardeşim bu işe niye girdiniz yani. Şimdi bu teröristler ne olacak? Binlerce örgüt elemanı ne olacak bunlar? Terörist başı ne olacak? Şimdi bunların hepsinin hazırlığı vardır diye bir hissiyatım var. Ama bu tabii hissiyat sadece içime doğdu değil. 8 yıl Milli Güvenlik Kurulu üyesi olmuş, Dışişleri Bakanı olarak başka ülkelerin çatışma çözümlerini de izlemiş hatta bizzat bir çatışma çözümünü de gerçekleştirmiş birisi olarak bu hazırlığı yapanların o hazırlığı vardır diye ben tahmin ediyorum.
İlker Karagöz: Altı doludur, bu yorumu yapıyorsunuz böyle anlatıyorsunuz.
Ali Babacan: Öyle olması lazım. Yapmadılarsa o zaman işin yarısını yapmışlar. Yürümez yani. İş çalışmadan olmaz.
İlker Karagöz: En önemli kısmını mı yapmamış olurlar? Söylemek kolay.
Ali Babacan: Tabii, tabii… Bunu baştan planlanır bu işler çok baştan planlanır. Konuşulur ve kamuoyunu rahatsız etmeyecek çözümler bulunur. Bakın yani bu toplumun böyle sinir uçlarına dokunacak, toplumu galeyana getirecek, ‘Kardeşim ne yapıyorsunuz siz?’ dedirtmeyecek çözümler bulunur. Makul çözümler bulunur. Yani bunların da çalışılmış olduğunu ben tahmin ediyorum, hissediyorum.
İlker Karagöz: Efendim şimdi bir haber paylaşmak istiyoruz. Bu sürecin içinde yaralan kişi Sırrı Süreyya Önder, çok ağır bir ameliyat geçirdi. Ve şu anda hastanede yoğun bakımda uyutuluyor. Siz de söylediniz ben o toplantı ertelendi diye biliyorum dediniz. Biz de hani bir tarihi net olarak duyalım ve öyle paylaşalım istedik. Evet, bu toplantı ertelendi. Cuma günkü toplantı ertelendi. Ve ne zaman olacak tabi bunu hâlâ bilmiyoruz. İleri bir tarihe ertelendi şeklinde açıklama geldi. DEM heyeti ile İmralı heyeti ile Adalet Bakanı'nın görüşmesi ileri bir tarihe ertelendi. Şimdi madem Sırrı Süreyya Önder dedik, kalp sağlığımız diyelim. Bu da çok önemli bir konu. Hemen kalp sağlığımızla ilgili hazırladığımız önemli bir haber ve önemli bir hoca. Prof. Dr. Bingür Sönmez uyarıları var.
VİDEO
İlker Karagöz: Bingür Hoca kalbin ilacını da anlattı. Yayın çıkışında öyle değil mi efendim siz de Sırrı Süreyya Önder için hastaneye gideceksiniz.
Ali Babacan: Evet, ben bir uğrayacağım. Mutluluk dedi, kalp için mutluluk. 19 no’lu grafik. Yani ülkedeki bu iklim, hukuksuzluk, adaletsizlik, ekonomik sorunlar bakın mutluluk endeksi.
İlker Karagöz: Bizim gülüşümüz bile borçlu. Çocukların söylediği bu. Yani büyük bir felsefe aslında. Bizim gülüşümüz bile borçlu. Buyurun efendim.
Ali Babacan: Ülkenin mutlulukta geldiği nokta bu. Çünkü şu anda gençlerden bahsettik ama esnafımız büyük sorun yaşıyor. Çiftçilerimiz şu anda çok büyük sorun yaşıyor. 63 ilde büyük bir don felaketi yaşandı ve henüz hiçbir çözüm açıklanmadı. Yani derhal çiftçilerimizin borçlarının ertelenmesi gerekiyor. Derhal devlet destek sisteminin devreye girmesi gerekiyor. Derhal bu çiftçilere yeni krediler açılması gerekiyor. Bu don gerçekten özellikle yaş, meyve, sebze de çekirdekli olsun çekirdeksiz olsun çok büyük bir hasar oluşturdu. 63 ilde hızlı bir hasar tespit ve hızlı bir devlet destek mekanizmasının da hemen devreye girmesi lazım. Çünkü tarımda gerçekten zaten büyük sorunlarımız var. Çiftçimiz çok zor durumda. Bir de bunun üzerine bu don felaketiyle maalesef sıkıntılar çok büyüdü. Hep söylüyorum gübre desteğini mutlaka %50 devletin karşılaması lazım. Yemin %50'sini devletin karşılaması lazım. Mazotun, elektriğin çiftçimize uygun şartlarda teslim edilmesi lazım. Sulama yatırımlarını 5 yılda tamamlamak mümkün. Hesabı kitabı hepsi var. 5 yılda bütün Türkiye'deki sulama yatırımlarının tamamlanması lazım. Bugün Konya ovasında su yok, Çukurova'da su yok. Susuz tarım bu ülkenin potansiyelini kullanamamak demektir. Susuz tarım çiftçinin zarar etmesi demektir. Susuz tarım gıdanın çok pahalı olması demektir. Bunların hepsini yapmak mümkün. Ama bunun için de ülkenin düzgün yönetilmesi gerekiyor. Hep söylüyorum.
İlker Karagöz: Proje okullarla ilgili bir cümleniz var mı efendim?
Ali Babacan: Proje okullarla ilgili gerçekten yapılan insafsızlık. Tam da sınav dönemine girerken, ülkenin gözde okulları değil mi? Proje okulları, gözde okullarında böyle bir öğretmen değişikliği, öğrenci öğretmen ilişkisinin koparılması büyük bir insafsızlık. Ve aynı zamanda iş bilmezlik. Öğretmenlerle ilgili her türlü kararın objektif kriterlere göre ve komisyonlar tarafından verilmesi lazım. Şu anda proje okullarındaki öğretmenlerin atanması, yerlerini değiştirmesi falan tamamen keyfi. Hiçbir kurala tabi değil. Ve tek kişinin “Yap kardeşim” demesiyle olabilecek kadar kolay işler. Böyle olmaması gerekiyor. Öğretmenlerin mutlaka başarısına göre ödüllendirilmesi gerekiyor. Ve bunun kurullar tarafından objektif kriterlere göre yapılması gerekiyor. Bunların hiçbirisi yok. Yani sistem kalmadı, kurum kalmadı ülkede. Kurumları berbat ettiler. Çok yazık ettiler bu ülkeye. Evet, ülkemiz sıkıntıda, zor durumda ama son olarak şunu söyleyeyim. Çünkü benim de ayrılmam gerekecek şimdi. Saatte on buçuk. Bu büyük ve güzel ülkeden asla umudumuzu kesmeyelim bakın. Çok büyük ve çok güzel bir ülkemiz var. Avrupa'nın en büyük toprakları bizim. Avrupa'nın en büyük nüfusu bizim. Avrupa'nın en genç nüfusu bizim. Başlı başına bu hazır, her şey hazır. Yani su var, düzeltiyorum. Su yok, sulara yatırım gerekiyor. Şeker var, un var, yağ var. Ama bunu helva yapıp başarıya ulaştıracak bir iktidar yok bugün Türkiye'de. İktidarın şu anda tek yoğunlaştığı konu, koltuktan kalkmamak ve buraya yapışmak. Onlar koltuğa yapışmada ısrar ettiği sürece ve Türkiye'de bir değişim, bir iktidar değişikliği olmadığı sürece, bütün bu anlattığımız sorunlar katlana katlana büyür. Bu ülke hiçbir sorunu çözemez ama dürüst ve ehil insanların yönetiminde Türkiye koşar. Kanatlarını uçar. Bu büyük ülkeyi sevelim. Asla umudumuzu kesmeyelim. Çalışalım ama emrolunduğu gibi dosdoğru çalışalım.
İlker Karagöz: Efendim çok teşekkür ederim. Memleketin halini konuştuk. DEVA Partisi Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı adayı, Sayın Ali Babacan'la. Tekrar teşekkürler. Şimdi hızlı bir mola.