Nagehan Akbulut Varol: Gündem Ankara Programı'ndan merhaba. Konuk ve konuklarımızla siyasetin gündemini tutmaya devam ediyoruz. Bugünkü konuğum bir genel başkan. Aynı zamanda hem genç hem deneyimli. Siyasetin deneyimli ismi DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan. Efendim hoş geldiniz.
Ali Babacan: Hoş bulduk. Teşekkürler, sağ olun.
Nagehan Akbulut Varol: Hem deneyimli dedim hem genç dedim. Zira siyasete girdiğiniz zaman iki kimliğinizle birlikte ön plandaydınız. 11 yıllık bir hükûmet deneyiminiz var. Şimdi bir genel başkan olarak karşımdasınız. Tekrar hoş geldiniz diyorum. Ben hızlı başlayacağım. Zira gündem çok yoğun. Özellikle dış politikada, hemen Suriye sınırımızda yaşanan olaylar çok hızlı değişiyor. Anlık haritaların değiştiği bir süreç yaşıyoruz. 13 yıllık Esad yönetimi bir anlamda bir hafta içerisinde, kısa süre içerisinde devrildi. Ayrıntılar düşmeye başladı ama ortada da ciddi bir tablo var. Biz bunu gördük aslında. Nerede gördük? Irak'ta gördük. İşte Kaddafi'de hani benzer bir durum gördük. “Coğrafya kaderdir” demek istemiyorum ama maalesef bu bölgeye baktığımızda hep bunu görüyoruz. Son tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ali Babacan: Bölgemizde bir zalim rejim daha düştü. Kendi insanına işkence eden, kendi insanının üzerine havadan bombalar yağdıran, protestocuların üzerinde kimyasal silah kullanan ve vahşi işkenceler uygulan bir rejim artık yok.
Nagehan Akbulut Varol: Aslında ben bu kadar kötü olduğunu… Görüntüler dökülünce gördük, duyuyorduk ama gerçekten bu kadar kötü olduğunu düşünememiştim.
ALİ BABACAN: Suriye'de yaşayanlar daha iyi biliyordu, hissediyordu. Zaten Suriye'den bu kadar yoğun bir göç dalgası bütün dünyaya oldu ise bunun sebebi rejimin zulümden kaçıştır. Onun için bu kadar milyonlarca insan farklı ülkelere göçmek zorunda kalmıştır. Bu rejimin çökmesi, rejimin artık olmaması hepimiz için sevinilmesi gereken bir husus. Ama bu sevincin de kimsenin kursağında kalmaması lazım. Son derece kırılgan ve hassas bir döneme girdiğimizi de bilmemiz lazım, görmemiz lazım.
Nagehan Akbulut Varol: Sayın Cumhurbaşkanı 2-3 aylık bir hassas döneme işaret etti. Bu acil tablonun bence, acil planı ne olmalı ya da nasıl adımlar atılmalı?
Ali Babacan: Bir atasözü vardır, “Su uyur düşman uyumaz” diye. Bakın çok hızlı, beklenmedik derecede hızlı gelişmeler oldu. Halep düştü, Hama düştü, Humus düştü, en son da Şam düştü. Fakat İsrail hemen ertesi gün Golan Tepeleri’ndeki askeri kuvvetlerini güçlendirdi. Şam'a doğru ilerlemeye başladı ve şu anda İsrail birlikleri Şam'a neredeyse bir taş atım mesafesinde. Ve Suriye kendi ordusunun ağır silahlarının, uçaklarının, savaş gemilerinin hemen hemen tamamını yok etti. 350 noktayı bombaladı. Yani son 40-50 yılın en büyük hava saldırısıdır bu İsrail'in, herhangi bir yere yaptığı en büyük hava saldırısıdır ve bunu çok kısa zaman içerisinde yaptı.
Nagehan Akbulut Varol: Aslında 7 Ekim 2023 müdür bugünkü tablonun sebebi?
Ali Babacan: Tabii olaylar zincirleme olaylar... Yani doğru, bu Hamas'ın İsrail'e düzenlediği saldırı pek çok olayı beraberinde tetikledi. Ama şunu da unutmamak lazım ki; İsrail Devleti, İsrail Hükûmeti her türlü uluslararası hukuk çiğneyerek, temel insanlık değerlerinden uzak bir şekilde savaş suçu işleyerek, insanlık suçu işleyerek Gazze'de bir operasyon yürüttü. 50 bin insan öldü. Bunların çoğu kadın, çoğu çocuk. Zaten Orta Doğu'daki meselelerin çoğunun aslında kökünde, özünde İsrail-Filistin meselesi vardır. Pek çok Orta Doğu meselesinin şöyle biraz derinle indiğinizde, kök sebeplerine indiğimizde oraya ulaşırsınız. İsrail-Filistin meselesini çözmeden Orta Doğu'daki pek çok sorunu çözmek zaten mümkün olmayacaktır. Ama son dönemde tabii ki Suriye en önemli konu. Suriye ile ilgili nelere dikkat etmek lazım bundan sonraki süreçte? Evet, Sayın Cumhurbaşkanı demiş olabilir 2-3 ay diye ama Birleşmiş Milletler ‘in daha önce Suriye ile ilgili yaptığı çalışmalar var. Astana süreci var. Daha önce 2015'te arka arkaya alınan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı var. Dolayısıyla onlara da baktığımızda ve bugünlerde Birleşmiş Milletler’den gelen açıklamalara da baktığımızda aşağı yukarı ne yapılması gerektiğiyle ilgili bir yol haritası mevcut. Nedir bu yol haritası? Öncelikle bir geçiş süreci işletmek gerekiyor Suriye'de. Yani bir geçiş hükûmetinin kurulması gerekiyor ki şu andaki...
Nagehan Akbulut Varol: Kurulan bir hükûmet var.
Ali Babacan: O geçiş hükûmeti değil henüz. O rejim düştükten sonra bir boşluk olmasın diye çok hızlı bir görevlendirme ve çok hızlı bir vaziyet etme.
Nagehan Akbulut Varol: Acil plan gibi.
Ali Babacan: Gibi, gibi. Zaten açıkladılar 1 Mart'a kadar geçerli olacak bu yönetim. Ondan sonra asıl geçiş süreci hükûmeti oluşturulacak. Geçiş süreci hükûmeti oluşturulurken de mutlaka temsil gücü yüksek bir hükûmet olması gerekiyor. Yani Suriye'deki bütün kesimlerin temsil edildiği bir yönetim kurmak gerekiyor.
SUNUCU: Hani Arap'ı, Kürt'ü, Yezîdîsi, Nusayri’si hepsinin içinde olacak.
Ali Babacan: Evet. Yani etnisitesine bakmadan, dinine, mezhebine bakmadan bütün kesimler baktığı zaman kendilerini orada görmeli, yönetimde görmeli ki; “Evet bu bizim de hakkımızı, hukukumuzu koruyan bir yönetimdir” diyebilsin. Bir de bu geçiş sürecindeki en önemli konulardan bir tanesi de millî polis gücünü ve millî orduyu oluşturmak. Yani Suriye'de şu anda pek çok silahlı grup var ama bu silahlı grup sadece kendi bağımsız hareket ediyorlar ve kendi insanlarını korumaya odaklılar.
Nagehan Akbulut Varol: Çete mantığı gibi demek istemiyorum ama peki bu geçiş hükûmeti aynı çatı altında toplayabilecek mi?
Ali Babacan: İşte o zor bir iş ama gerekli bir iş.
Nagehan Akbulut Varol: Çünkü çok feodal bir yapı işte orada aşiretler var siz daha iyi biliyorsunuz sahayı.
ALİ BABACAN: Öyle ama toplasanız işte en fazla 5-6 tane yapı var. Yani bu 5-6 yapıyla bir şekilde konuşup, o 5-6 yapının tabii bazılarının arkasında ülkeler var, bazı ülkelerin arkasında başka yapılar var. Dolayısıyla o yapıları bir şekilde derleyip toparlayıp aynı çalışma esasına dayanan, aynı ilkelere dayanan bir iç güvenlik birimi bir de dış güvenlik biriminin, yani millî polisin ve millî ordunun kurulması lazım. Aynı zamanda yine Birleşmiş Milletler’in teknik çalışmasıyla 18 ay içerisinde bir seçimin yapılabileceği öngörülüyor.
Nagehan Akbulut Varol: Sandık gelmeli diyorsunuz.
Ali Babacan: Evet, aynen öyle. Ama sandıkla beraber tabii bir anayasa sonucu o sandığa doğru gitmek gerekiyor. Yani seçimin nasıl yapılacağı, nasıl bir devlet yapısı kurulacağı bununla ilgili de bir anayasa çalışması gerekiyor. Yani iş çok Suriye'de. Yani bugün güvenlik, bugün asayiş sağlansa dahi, bugün uzlaşma sağlansa dahi en az bir buçuk yıl, belki daha uzun sürebilecek bir hazırlık dönemine ihtiyaç olsun. Nihayetinde nasıl bir Suriye görmek istiyoruz? Aslında o çok önemli. Yani burada öncelikle herkesin uzun vadeli hedefte buluşması lazım. Uzun vadeli hedef ne olmalı Suriye ile ilgili? Mutlaka temsil gücü yüksek, çoğulcu bir demokrasi hedeflenmeli Suriye'de.
Nagehan Akbulut Varol: Herkes yeterince temsil edilmeli.
Ali Babacan: Kesinlikle. Ama çoğulcu demokrasi ne demek? Azınlık haklarının da korunduğu bir demokrasi demek. Yani şu anda bu geçiş sürecinde en önemli risklerden bir tanesi rejimin bir bakıma temsil ettiği, rejimin içinden çıktığı Nusayriler. Suriye'deki Nusayrilere karşı herhangi bir rovanşist tutum, bir intikam hissiyatıyla herhangi bir girişim olmaması gerekiyor. Bunu önlemek gerekiyor. Oradaki Nusayri vatandaşları da koruyacak, her bir sivili, kadınları, çocukları koruyacak bir yaklaşım gerekiyor.
Nagehan Akbulut Varol: Herkesin güvencesi olacak bir bağlamda diyorsunuz.
Ali Babacan: Kesinlikle. Temel hak ve özgürlükler çok önemli. Bunlar tanınmalı ama azınlık hakları belki de yeni Suriye'nin inşasında en önemli konu olacak. Yani her bir azınlık diyecek ki ,“Benim hakkım güvence altında. Ben burada ezilmeyeceğim”.
Nagehan Akbulut Varol: Bu bir tam demokrasi tanımına giriyor.
Ali Babacan: Kesinlikle. Yani şu ana kadar rejim biliyorsunuz bir azınlık rejimi güçle, kuvvetle, zulümle çoğunluğa hükmetti. Rejim azınlığa dayanıyor ama çoğunluğa zulümle hükmediyor. Halbuki iş değiştiğinde, demokrasiye döndüğünde bu sefer çoğunluğun da azınlığı tahakküm etmemesi lazım. Yani “biz çoğunluğuz” deyip azınlıkları görmezden gelmemesi lazım. Bu çok ince bir dengedir. Belki de Suriye'nin yarınıyla ilgili en önemli konu budur.
Nagehan Akbulut Varol: Bunun kurulabileceğini görüyor musunuz bu tabloda?
Ali Babacan: Eğer dikkatli, iyi bir çalışma yapılırsa olur tabii ki. Yani umutlu olmak zorundayız. Ama böyle nakış işler gibi de işlenmesi gerekiyor bunun. Yani o hassasiyette çalışılması gerekiyor ve nihayetinde de Suriye'nin doğal kaynaklarında tüm Suriyeliler tarafından adilce paylaşılacağı bir düzen gerekiyor. Toprak bütünlüğü çok önemli. Siyasi birlik çok önemli. Egemen, özgür bir Suriye devletinin, bir Suriye demokrasisinin nihai hedef olarak ortaya konması son derece önemli.
Nagehan Akbulut Varol: Egemen, özgür bir Suriye. Nasıl bir Suriye görmeliyiz ve bunu nasıl istediğiniz çok önemli dediniz.
Ali Babacan: O hedefi koyacaksınız ki bütün aktörler o hedefe doğru çalışsın. O hedefi koymazsanız kafa karışıklığı olur. Herkes yolda kaybolur yani.
Nagehan Akbulut Varol: Peki, kimse yolda kaybolmasın, bunu beğendim. Peki bu süreçte muhakkak ki perde arkasındaki aktörler de işin içine girecek. Amerika girecek, İran belki olacak, Rusya olacak, İsrail şimdiden, ilk günden harekete geçti. Bu bağlamda soruyorum, Türkiye, sizin bahsettiğiniz Suriye tablosunun oturabilmesi için ne yapmalı? Ya da nasıl adımlar atmalı? Niye soruyorum? Devlet aklına yakından tanık oldunuz. Dışişleri Bakanlığınız var. MGK toplantılarına katılmış bir isimsiniz. Bu çerçevede devlet aklı nasıl hareket etmeli?
Ali Babacan: Öncelikle Suriye'deki bütün gruplarla diyalog içerisinde olabilmek gerekiyor. Herkesle konuşulabilen bir Türkiye lazım burada. Türkiye'nin rolü ve sorumluluğu çok önemli olacak önümüzdeki dönemde. Yani hükûmet umarım ki bu büyük sorumluluğun yerine getirecek, bu büyük sorumluluğun hakkını verecek adımlar atar. Bu da herkesle kolayca konuşuyor olmakla mümkün.
Nagehan Akbulut Varol: Sanki orada bir adım önde gibiyiz. Sayın Hakan Fidan bölgeye biraz daha hâkim gibi duruyor.
Ali Babacan: Öyle ama özellikle Suriye içerisindeki bazı gruplarla da diyaloğu ilerletmek, geliştirmek lazım. Türkiye çünkü Suriye'nin iş meselelerinde taraf oldu. Artık bir taraf Türkiye. Türkiye'nin desteklediği orada silahlı gruplar var. Kendi millî ordumuz var bizim Suriye içerisinde. Dolayısıyla Suriye'deki bu varlığımızı mutlaka istikrar için, barış için kullanmak ve en karşıt düşman olarak bildiklerimizle dahi konuşuyor olabilmek lazım. Çünkü bu sorunlar çözülecekse yine nihayetinde diyalogla çözülecek. Tabii ki silahlı gruplara karşı silahlı güçlerinizin olması gereklidir. Ama sadece silah kullanarak sorunlar çözülmez, bunu bilmek lazım. Dolayısıyla Suriye ile ilgili bir zafer sarhoşluğuna girmemek lazım. Evet bu resme baktığımızda Türkiye belki kazanan kulübünde, Rusya ile İran da kaybeden kulübünde gibi görünüyor. Ama unutmayalım ki; asıl diplomaside, uluslararası siyasette hüner “kazan kazan” formüllerini oluşturabilmektir. “Ben kazanayım öbürü kaybetsin” formülleri değil, “kazan kazan” formülünü oluşturabilmektir. Çünkü İran da bizim komşumuzdur, Rusya da bizim kuzeyden komşumuzdur. Dolayısıyla bizim hem İran'la hem de Suriye ile de konuşuyor olmamız lazım. Hep uzun vadeye bakmak lazım ve sorunları çözmek istiyorsak sorunların barışçıl yollardan, diyalog yolundan çözülmesi temel olmalı, esas olmalı. Umarım dediğim gibi bu büyük sorumluluğun hakkını verecek bir tutum, duruş ve uygulamayı görürüz bizim hükûmetten.
Nagehan Akbulut Varol: Efendim demin bu zafer sarhoşluğuna kapılmayalım dediniz, bu önemli bir uyarı. Bu çerçevede sormak istiyorum. Zira iki yıl dediniz, bu iki yıl süre içerisinde tüm Suriye'nin unsurlarının temsil edileceği bir yapının kurulması gerektiğini ifade ettiniz. Ve nasıl bir Suriye istediğiniz çok önemli tespitlerinde bulunuyorsunuz. Sizin bir çözüm planınız olabilir mi? Ya da nasıl gidersek, hangi adımları atarsak hem Türkiye adına “kazan kazan” yakalamış oluruz. Ne söyleyeceksiniz?
Ali Babacan: Şimdi öncelikle Türkiye'nin devlet olarak Suriye ile ilgilenen bütün ülkelerle konuşuyor olması lazım. Öncelikle o uzun vadeli hedefte buluşmak lazım. Ya arkadaş, sen nasıl bir Suriye görmek istiyorsun? Suriye'nin komşuları var. Suriye ile şöyle ya da böyle uzaktan ilgilenen ülkeler var. Yani öncelikle bu uluslararası toplumu ve Suriye ile ilgilenen ülkeleri aynı sayfada buluşturabilmek için bir gayret lazım. Ama eş zamanlı olarak da Suriye'nin içindeki grupların yaşamak istediği Suriye'nin aynı Suriye olduğunun da teyidi lazım. Yani Suriye içinde de Suriye'nin yarınlarıyla ilgili insanların aynı sayfada buluşması lazım. Bu hedefi koymak çok önemli. Hedef koymazsanız, dediğim gibi yolda kaybolursunuz. Yapılması gereken ilk adım bu. Asıl hedef ne? Ondan sonra geçiş hükûmetiyle de bir geçiş süreciyle de o hedefe adım adım nasıl ulaşılacağının bir yönetim yapısını kurmak gerekiyor. Bir geçiş yönetimi kurmak gerekiyor. Bu geçiş yönetiminin de daha önce söylediğim gibi temsil gücü yüksek, herkesle konuşan bir geçiş hükûmeti. Çözüm buralarda, bunları sağlam bir şekilde ortaya koymak gerekiyor.
Nagehan Akbulut Varol: Türkiye'deki Suriyeliler, onların dönüşü... Hani kapılara bakıyorsunuz dönüşün bir kısmı var. Çok farklı şeyler de paylaşılıyor. Sizce bizim ülkemizdeki Suriyeliler sizin bahsettiğiniz Suriye'ye ulaşma noktasında hareket ederler mi? Hızlı bir boşalma mı bekliyorsunuz yoksa biraz daha temkinli bir süreç mi olur onlar adına?
Ali Babacan: Öncelikle Suriye'de iç güvenliğin sağlanması, can güvenliğinin sağlanması, temel konu. Zaten biliyorsunuz Türkiye'de yaşayan Suriyeliler uluslararası statü olarak göçmen değil. Aslında tam teknik tabir geçici koruma altındaki insanlar.
Nagehan Akbulut Varol: Yeni dalga olur mu? Şimdi iç güvenlik dediniz de Sayın Babacan, sonuçta orada eğer o sizin bahsettiğiniz dengeler kurulmazsa belki hani bir kısım azınlık, çoğunluğu elde edip azınlığa bu sefer başka bir şekilde yaklaşırsa yeni bir dalga gelir mi?
Ali Babacan: Bu önümüzdeki aylarda eğer hani Allah korusun işler ters giderse, içeride güvenlik riski artarsa yeni göç dalgalarını da bu tetikleyebilir. Yani bu Türkiye için de ciddi bir risk oluşturabilir. Onun için bu geçici süreci dediğim gibi nakış işler gibi işlenmesi gerekiyor. Ve herkesin aklı selimle hareket etmesi gerekiyor. Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin geri dönüşlerinin de oradaki istikrarın, güvenliğin sağlanmasıyla beraber doğal olarak zaten olacağını biz bekleriz. Burada hani gönüllü, onurlu bir geri dönüş çok çok önemlidir. Ve aynı zamanda şunu da unutmayalım ki; bakın geçici koruma altındaki insanlar diyoruz değil mi? Geçici ne demek? Yani ilelebet kalmak için burada değiller demek. Koruma ne demek? Can tehlikesi olduğu için. Kendilerini, canını korumak için buraya gelmişler. Ve biz de onların can emniyetini sağlamak için onları kabul etmişiz. Yani bu çok önemlidir. Yani geçici koruma çok önemlidir. Hem koruyacağız hem de geçici olduğu konusunda da herkes aynı fikre sahip olacak.
Nagehan Akbulut Varol: Burada doğanlar için hani sonuçta nüfus, Türkiye'de doğmakla nüfusluk hakkı, vatandaşlık hakkı kazanamıyoruz ama bir de düzenini kuran insanlar var. Ciddi bir zaman dilimi oldu. Burada insanlar yerleşti, yerleşik bir hayata döndü.
Ali Babacan: Herkesin vatanı, tabii kendi vatanının yeri ayrıdır. Bu sürecin gönüllü olması çok önemli. Dolayısıyla hani ben hep söylüyorum yani siyaset yapmak insanlıktan çıkmak değil. Yani önce insani değerlerimize sahip çıkacağız. Ve maalesef bu Suriye'de olup bitenler de inşallah bu ülkemizde biliyorsunuz Suriye rejimine sempati besleyen bir sürü insan vardı yani. Siyasi çevreler de vardı. Suriyelilerle ilgili ırkçılık yapan bir sürü siyasiler vardı. İşte çevreler vardı. Umarım ki bütün bunlar da bu kötü siyasetin bu vesileyle sona ermesini beraberinde getirdiğine dair benim bir ümidim var, bakalım göreceğiz. Umudumuzu hep koruyacağız. Çünkü masum insanlar üzerinden, koruma altındaki insanlar üzerinden siyaset yapmak açıkçası basit ve kolaycı bir yaklaşım. Biz bunu hiçbir zaman yapmadık. İnsanlığımızı unutmayacağız ama Suriye'deki istikrarın, güvenliğin, can güvenliği oluşmasıyla da beraber Suriyelilerin de düzenli bir şekilde, gönül bir şekilde ülkelerine dönmesi gayet doğal bir süreç olacaktır. Ama önce dediğim gibi o bu yani başta söylediğim ateşkesin sürmesi, can güvenliğini sağlaması temel esas yani. Ve nasıl bir Suriye'ye dönecekler değil mi? Önlerini gördükleri hukuk, hukuk üstünlüğünün yaşandığı, eşit vatandaşlığın yaşandığı bir Suriye'ye dönmeleri gerekecek. Bunun için de başta Türkiye olmak üzere uluslararası topluma büyük görevler düşüyor. Tabii ki asıl iş Suriyelilerin ama bu zor dönemlerde sadece Suriye halkının kendi kapasitesiyle, kendi imkanlarıyla bu işleri çözmesi zor olabilir. Dolayısıyla bizim desteğimiz Suriye halkının hep yanında olacaktır.
Nagehan Akbulut Varol: Bizim için başka bir boyutu var. PKK, YPG boyutu var biliyorsunuz. İç siyasette de Sayın Bahçeli'nin söylemiyle hareketlendiği bir süreç. Hani gördüğümüz kadarıyla hükûmet ya da devlet aklının bazı şeyleri erkenden haber aldığı ve ona göre bir konuşlanma süreci iç siyaseti de şekillendirdi. Onu görüyoruz. Yani bugünden dünü değerlendirerek bunu söylüyorum ben. Bu çerçevede bakarsanız iç siyaset adına bu çağrıyı da değerlendirerek neler söyleyeceksiniz Sayın Bahçeli'nin söylemi, neler söyleyeceksiniz?
Ali Babacan: Aslında bu Sayın Bahçeli'nin 1 Ekim'den itibaren başlattığı süreç ya da oluşturmaya çalıştığı iklim son iki haftadır Suriye'de olup bitenden çok da bağımsız olmayabilir.
Nagehan Akbulut Varol: Devlet aklı onu görmüş gibi duruyor.
Ali Babacan: Yani olabilir. Bazı akademisyenler yazdı o metni önüne koydu. Ya da devlet birimleri belki bir brifing verdi. Bunların hepsi ihtimal dahilinde olan şeyler ama biz şunu söyledik biliyorsunuz yani her ne kadar Bahçeli'nin sözlerinde çok ileri ifadeleri olmayacak işler olsa da genel anlamda yani çözüm odaklı, çözüm gayretli bir yaklaşım varsa ve bu yüzde beş bile ihtimal olsa yani küçücük bir ışık bile görsek çözüm için, “Biz bunun arkasında oluruz, buna destek veririz” dedik. Yani klasik böyle muhalefet refleksleriyle hareket etmek doğru değil hiçbir parti için, biz zaten böyle bir şey yapmıyoruz. DEVA Partisi'nin zaten böyle bir usulü yok. Bu önemli ama nihayetinde baktığımızda Suriye'de yaşayan Kürt nüfus biliyorsunuz bunların kimlikleri bile yoktu. Vatandaşlıkları yoktu. Suriye rejimi bunları vatandaş olarak bile tanımıyordu kendi topraklarında yüzlerce yıllardır yaşayan insanlar oldukları halde. Dolayısıyla Kürtler dahil Suriye'de yaşayan tüm kesimlerin hakkını hukukunu gözetecek ve onların da yönetim sistemine angaje edileceği, dahil edileceği bir çözüm çok çok önemli olacak. YPG-PYD meselesi tabi bu bir örgüt, bu örgütün PKK ile bağlantısını da dünya âlem biliyor. Kimi kabul ediyor kimi görmemezlikten geliyor ama bu da bir gerçek olarak karşımıza. Ben hep söylüyorum; PKK artık anakronik bir yapıdır. Bölgemizin bugünkü gerçeklerine baktığımızda aslında bugünkü Orta Doğu coğrafyasında PKK'nın yeri yoktur, varlık sebebi yoktur. Çünkü niye bu örgüt var? Kök sebeplerine indiğinizde aslında o kök sebeplerinin çoğu ortadan kalkmış durumda. Yani bunu bir artık adını koymak gerekiyor ve “çatışma çözümü” dediğimiz alandaki tecrübelerden de istifade ederek artık bu sorunu çözmek için büyük bir gayret gerekiyor, nihayete erdirmek gerekiyor. Ama bunun için de yine diplomasi önemli, siyasi diyalog önemli, sorunları konuşarak çözme gayreti önemli. Her zaman söylüyorum bir silahlı örgüt varsa ona karşı kuşkusuz sizin de silahlı gücünüz olacak. Bir silahlı mücadele enstrümanınız her zaman olacak. Ama yeterli mi? Değil. Gerekli ama yeterli değil.
Nagehan Akbulut Varol: Güvenlik ve özgürlük dengesi diye bir önceki süreçte devam etmişti hatırlarsanız Çözüm Süreci’nde. “Güvenlik ve özgürlük dengesi” diye hükûmet hareket etmişti. Şimdi de kayyum sürecine bakarsanız, şimdi de bakıyorum ben ama siz nasıl değerlendireceksiniz?
Ali Babacan: Aslında şöyle; güvenlik, özgürlük böyle bir terazinin iki kefesi gibi aslında bazıları tarafından anlatılır. Yani denir ki eğer güvenlik istiyorsan özgürlükten biraz fedakârlıkta bulunacaksın. Yok özgürlük istiyorsan o zaman güvenlik riski olur. Ben buna inanmıyorum. DEVA Partisi olarak da inanmıyoruz biz buna. Yani hem güvenlik hem özgürlük eş zamanlı olarak sağlanabilir. Bunlar birbirini dışlayan kavramlar değildir. Özgürlük ortamı içerisinde güvenliği sağlamak zaten devlet olmanın bir hüneridir. Eğer devlet yönetme iddianız varsa bunu ortaya koyacaksınız. Yoksa birinden birini seç diye vatandaşlarınızı zorlayamazsınız. Yani bu çok doğru bir şey değil. Onun için artık dediğim gibi bu PKK anakronik bir örgüt olarak kalmıştır coğrafyamızda ve mutlaka bu işin de bir çözüme ulaştırılması gerekir. Ama bütün bu konuştuklarımız tabii ki Amerika'da şimdi yeni bir yönetim geliyor. İkinci Trump yönetimi başlayacak. Bugüne kadar Amerika Birleşik Devletleri maalesef bu YPG-PYD yapısının arkasında oldu. Milyarlarca dolar verdiler. 2000 TIR’lık askeri destek sağladılar. Ve bunu da onların kara kaşı kara gözü için yapmadılar. Kendi çıkarları için yaptılar. “Benim askerim ölmesin onlar ölsün” diye yaptılar. Yani umarım ki bunun farkındadırlar. Ya da kendi Amerika'nın çıkarları, İsrail'in çıkarları işte İran'ın Akdeniz'e doğru olan etki alanını sınırlamaktan geçiyorsa onun için yaptılar. Ya da Suriye'deki bazı önemli stratejik ya da doğal kaynak ifade eden noktalara kontrol ise onun için yaptılar. Amerika bugün var yarın yok. Amerika Afganistan'da biliyorsunuz birdenbire çıktı. Birdenbire, ani çıktı. Ne oldu? O Amerika ile beraber hareket eden Afgan vatandaşlarının o uçak kanatlarından sarkışını, yerlere dökülüşünü gördünüz. Dolayısıyla belki Suriye'de yaşayan Kürtlerin PYD/YPG diye bir kısmının sempatisi vardır, bir kısmının yoktur. Bir kısmı belki hiç sevmiyordur, o ayrı ama buradan benim Suriye Kürtlerine çağrım; elin adamına güvenip bir iş yapmasınlar. Biz bu coğrafyanın insanlarıyız. Nasıl bizim Kürt vatandaşlarımızla kardeşsek biz Suriye yaşayan Kürtlerle de kardeşiz. Ve öyle olmaya da devam edeceğiz. Biz hep bu coğrafyada olacağız. Hep kardeş olacağız, hep komşu olacağız. Ama elin adamı bir gün var, bir gün yok. Onlara sırtlarını dayayıp bir iş yapmasınlar yani. Biz kendimiz çözelim meseleleri.
Nagehan Akbulut Varol: Aynen onu söyleyeceğim. O heykeller inerken Saddam'ın heykelleri aklıma geldi. Terliklerle dövülüyordu. Hani öyle görüntüler gördük. Şimdi yine aynı heykeller devrilince, hani önümüzde de bir Irak örneği var. Hani herhalde bunlar da bunu muhtemelen görecektir. Orada da hani parçalanmalar, dağılmalar siz de biliyorsunuz. İnşallah hani o konuda Suriye halkı da Kürtler de artık o bölgedeki, o coğrafyadaki herkes de biraz daha aklı selimle hareket edilir.
Ali Babacan: Libya'da Kaddafi rejimi çöktü ama Libya şu anda iki başlı. İstikrarın, güvenliğin olmadığı bir yapıya dönüştü. Irak tam 20 sene oldu değil mi? 20 sene sonra Irak'a bakıyorsunuz hâlâ istikrar yok. Irak'ın kuzeyinde bir bölgesel yönetim oluşturuldu. Ama o bölgesel yönetimin kontrol ettiği bölgelerde, tam istikrar var mı? Demokrasi iyi işliyor mu? Hukuk devleti çalışıyor mu? Buralarla ilgili büyük soru işaretleri var. Onun için yani önümüzde kötü örnek çok. Dolayısıyla kötü örneklere bakıp, Suriye'de aynı hataları tekrar etmemek lazım. Onun için biz “toprak bütünlüğü “diyoruz. Onun için biz “siyasi birlik” diyoruz. Çünkü bizim coğrafyada sınırı çizmek zordur. Çünkü sınırı çizdiğiniz anda birilerini bölersiniz. Ama sınırlar olmadan beraberce yaşayabilmek daha kolaydır her zaman. Dolayısıyla böyle ülkeyi bölelim, parçalayalım, mozaiğe döndürelim, herkes kendi bölgesinde yaşasın falan öyle değil. Bugün artık iletişimin çok kolay olduğu bir çağ yaşıyoruz. Bugün artık insanların çok kolay yer değiştirebildiği, paranın çok kolay yer değiştirebildiği, ürünlerin çok kolay yer değiştirebildiği bir dönem yaşıyor şu anda dünya. Böyle bir dünyada bölelim parçalayalım değil, tam tersine hep beraber olalım. Hep beraber güçlü olalım. Hep beraber zenginleşelim. Ama ikimizdeki farklılıklarında hakkını, hukukunu koruyalım. Çoğunluk da azınlığa tahakküm etmesin. Azınlık da gücü ele geçirdi mi çoğunluğa zulmetmesin. Yani bu dengeyi kurduğumuz anda bu iş olur. Ama kuramazsak da çok yazık olur yani. Bak yani 60 yıl geçti. Suriye'deki Baas rejimi tam 60 yıl sürdü. İşte zindanlardan görüntüleri görüyorsunuz. Yani ne acılar, ne ölenler. İnsanlar akrabalarını bulamıyorlar. Yıllar önce annesini kaybetmiş bulamıyor, öbürü evladını kaybetmiş bulamıyor. Yaşıyor mu, yaşamıyor mu belli değil. Bunların hepsi can, hepsi insan. Onun için ben hep söylüyorum. Bugünkü başkanlık kurulu toplantımızda da söyledim arkadaşlarımıza. Yani mesele ne olursa olsun önce insan diyerek başlamamız gerekiyor. Önce insan. Önce Suriye'deki canlar, insanlar, yaşayanlar. Oralardan buralara doğru bir sistem tasarımı gerekiyor. Yol haritası gerekiyor, plan yapmak gerekiyor. Tek bir kadının, tek bir çocuğun daha canı yanmadan biz bu işleri nasıl çözeceğiz, buralara odaklanmak gerekiyor. İsteyince olur. Bazı ülkelerin böyle derdi olmayabilir. Şimdi İsrail'in insanlık diye bir derdi mi var Allah aşkına? 50 bin kişiyi öldürdüler, geçtiler Gazze’de. Baktılar Suriye'de boşluk var. Su uyur, düşman uymaz. Anında girdiler. 350 yeri bombaladılar. Yani neredeyse utanmasalar Şam'a da girecekler yani. Ama şu anda yüzleri yok onu yapacak. Yani yüzleri olmadığı için bir şey yapamıyorlar. Dolayısıyla çok dikkat etmek lazım. Ve bizim kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz lazım. Kendimiz derken bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak Kürt demeden, Türk demeden, Arap demeden, Hristiyan demeden, Müslüman demeden, Sünnî demeden, Alevî demeden, biz yüzlerce yıldır beraberiz. Yine beraber yaşamaya devam edeceğiz. Ama birbirimizin hakkına, hukukuna riayet ederek beraber yaşayacağız. Bunu düstur edinirsek sorunlar azalır. Yok sen ben kavgası, “Sen söylesin, sen şöylesin, ben böyleyim” dersek de bitmez bu sorunlar yani. Ve olan da insanlar olur, canları olur yani.
Nagehan Akbulut Varol: Sayın Genel Başkanım sizi çok ümitvar gördüm. Ben sizi destekliyorum o bağlamda. İnşallah süre için çok güzel bir gelecek yaşar, görürüz deyip hemen ekonomiye geçmek istiyorum eğer sizin için de uygunsa. Zira şimdi şu sıralar yılın son ayındayız. Yılın son ayı demek ekonomik açıdan da oldukça önemli bir süreç. Nedir? Asgari ücret. Hükûmetle işveren arasında süreç başladı. İkinci toplantı 16 Aralık'ta. Gözümüz binlerce çalışanın gözü kulağı orada. Piyasa ona bakıyor. Son dönemde hani siz ekonominin de uzun süre dümeninde oturdunuz. Şu anda yan yana olduğunuz isimler hükûmette. Ama bu asgari ücret çekirdek bir ücret haline dönüştü. Hani ben de ekonomiye baktım bir dönem ama hiç bu kadar biz “Asgari ücret ne olacak? Ne kadar artacak?” diye hiç bu kadar şey yaşamadık. Bahisler kurulmaya başlamış yani hani maalesef. Hani insanların emeği bir bağlamla hani o noktalara kadar geldi. Yine bir beklenti çok yüksek. İsterseniz oradan başlayalım. Asgari ücret için nasıl bir şey olur?
Ali Babacan: Şöyle yani Türkiye'de helalinden, alın teriyle, bilek gücüyle para kazanmak çok çok zorlaştı. Asgari ücret şu anda açlık sınırının altında. Yani asgari ücret ne demek? Bir ailenin geçinmesi için gereken asgari para demek. Kirasıydı, üst başıydı, gıdasıydı, okul masraflarıyla hepsiyle beraber bir ailenin asgari geçinmesini sağlayacak ücret demek. Şu anda öyle mi? Asgari ücret sadece gıda harcamasına yetmiyor şu anda. Yani dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcamasını toplayın, 17 bin lira olan asgari ücretin yanında 20 bin liranın üzerinde bir gıda harcaması görüyorsunuz. Bu hesabın içerisinde kira yok, üst baş yok, çocukların okul masrafı yok, hiçbir şey yok, sadece karın doyurmaya. Yani asgari ücret şu anda dört kişilik bir ailenin karnını doyurmasına dahi yetmiyor. Şimdi böyle olunca da ne oluyor? İnsanlar özellikle gençlerde kolay yoldan para kazanma hevesi oluyor. Bu sanal bahis ve kumar değil mi? Bunun bir yasal olanı var bir de yasal olmayanı var. Son dönemlerde yasal olmayanla ilgili epey bir iktidarın yapmaya çalıştığı şeyler var. Peki, yasal olmayan kumar kötü de yasal olan kumar iyi bir şey mi? Siz hatırlarsınız, 1990'larda Türkiye'de kumarhaneler kapatıldı değil mi? Niçin kapatıldı? Bugün Ankara'da bir kumarhane açmaya çalışsanız izin alabilir misiniz? İstanbul'da açabilir misiniz? Açamazsınız. Peki Ankara'da İstanbul'da kumarhane açmaya izin alamazken herkesin cebine bir kumar makinesini bu hükûmet nasıl koydu? Yani bunu sormak lazım. Herkesin cebinde şimdi. Küçücük çocuklar kumar oynayabiliyor. Eğer kumar 1990'larda aile facialarına sebep olduğu için, kötü bir alışkanlık olduğu için, özellikle küçükleri gençleri korumak için yasaklandıysa neden sonra getirip niye bunu serbest bırakıyorsunuz? Üstelik ne yaptılar? Milli Piyango İdaresi'ni özelleştirdiler ya. Bu özelleştirdikten sonra bu işini verdikleri şirkete birdenbire bir lisans daha verdiler. Sessizce. Dediler ki; “Sen artık Türkiye'de sanal kumar, sanal bahisle oynatabilirsin” diye. Yasal olanla yasa dışı arasındaki farkı anlamaya çalışın Allah aşkına. Şuna bakın, ekran aynı ekran. Bu da balon bu da balon. Bu balonu böyle uçurmuş, öbürü de böyle uçurmuş. Bu yasal olanı bu yasa dışı olanı. Farkı ne? Farkı ne? Yani bakın ekran tasarımlarına bakın. Şuna bakın. Yasal olanda da incik boncuk, yasa dışı olanda da incik boncuk. Küçücük çocuklar herhangi bir akıllı telefondan ki artık her ailede var, neredeyse herkeste var. Bu kumarı oynayabiliyorlar. Hangi mantıktır ki; “Nas” deyip Merkez Bankası'na talimatla iş yaptıran bir iktidar sanki faizle ilgili Nas var da kumarla ilgili Nas yokmuş gibi buna izin verdi. Nasıl yaptılar, inanın akıl fikir ermiyor. Ama bakıyorsunuz aynı zamanda bunu oynatmasına, sanal bahis ve kumarı oynatmasına izin verdikleri kuruluş aynı zamanda hükûmeti en çok destekleyen medya kuruluşlarından bir tanesi. Yani bakıyoruz ki işte kankalarına para kazandırmak için özel bir izin verilmiş ve sadece onlara verilmiş bir izin. İnanın akıl fikir alır gibi değil ya. Yani vicdanı olan bir insan, şu kadarcık bir ahlaki endişesi olan insan buna izin verir mi? O zaman dönsünler kumarhaneler tekrar açılsın değil mi? Yani Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de her yerde tekrar açılsın. Eğer bu iyi bir şeyse, faydalı bir şeyse yapsınlar tekrar. İnanın hiçbir tutarlılık yok. Hiçbir tutarlılık yok ve gençler adına ben çok endişeliyim. İnsanların hayatı kararıyor. Genç yaşta insanlar borca batıyorlar. Genç yaşta her türlü can emniyeti, kendi canlarıyla ilgili yani ciddi eğilimler, şunlar bunlar. Çok endişeliyim. Umarım ki; Türkiye'de helalinden kazanmakla ilgili aklı başına gelir. Yeniden bu işleri tamamen devreden çıkarırlar ve alın terini ve bilek gücünü tekrar kıymetli hale getirirler. Tekrar asgari ücrete gelelim. Şimdi asgari ücretle ilgili Sayın Erdoğan'ın ve ekonomi yönetiminin daha önce pek duymadığımız yeni bir tabiri var. O tabir nedir? Beklenen enflasyon.
Nagehan Akbulut Varol: Aslında Sayın Cumhurbaşkanı uçakta “Enflasyona ezdirmeyeceğiz” diye bir açıklaması var.
Ali Babacan: Ama hangi enflasyon diye sorduğunuzda son açıklamasında beklenen enflasyon. Yani beklenen enflasyon nedir? 2025 yılının tahmini enflasyonu. Hâlbuki şu ana kadar Türkiye'de asgari ücretler hep gerçekleşen enflasyona göre verilmiştir. Yani 2024 yılında enflasyon ne olduysa en az o kadar zam verilmiştir. Bu sene tuttular böyle şapkadan tavşan çıkarırcasına dediler ki beklenen enflasyon. “Tamam, enflasyona karşı ezdirmeyeceğiz”. Hangi enflasyon? Beklenen enflasyon. Beklenen enflasyon dediğin ne? Senin sadece tahmin olarak açıkladığın bir rakam. Hatta orada bile uzlaşamıyorsunuz ki. Merkez Bankası 17,5 diyor, öbürü bilmem 26 diyor falan filan.
Nagehan Akbulut Varol: Bu yıl son olarak 44,5-45 ifadesi kullanıyor.
Ali Babacan: Bu yıl sonu itibariyle gerçekleşen enflasyon. Beklenen 2025, ama gerçekleşen 2024. Gerçekleşenle ilgili doğru. 44-45 civarında bir şey bekleniyor, evet ama bu da TÜİK'in rakamı, TÜİK’e inanıyorsanız. Peki, TÜİK'e diyorsunuz ki, soruyorsunuz; “Ey TÜİK sen bu enflasyonu nasıl hesap ettin? Bu enflasyonu hesap ederken domatesin, biberin, patlıcanın fiyatını bir söyle bakalım. Peynirin, zeytinin, yağın, ayçiçek yağının bir fiyatını söyle. Hangi fiyatları koyarak sen bu enflasyonu hesap ettin?” TÜİK diyor ki, “Onu söylemem”. Sepet? “Sepeti söylemem”. Ya iyi de arkadaş, tam 11 yıl boyunca Ali Babacan Türkiye ekonomisinin başında oldu. Bütün bu süreçte TÜİK şeffaf bir şekilde sepetini gösterirken, TÜİK ne diyordu? “Benim sepetim bu” diyordu. “Bak içinde peynir var, zeytin var, domates var, biber var, ayçiçek yağı var. Benim sepetim bu” diyordu. “Sepetimdeki ürünlerin fiyatı bu” diyordu. Bir ay sonra aynı sepet, iki ay sonra aynı sepetin fiyatını takip ediyordu ve enflasyonu hesap ediyordu. Şu andaki TÜİK ne yapıyor? “Ben sepetimi göstermem” diyor. “Sepetteki ürünlerin fiyatını da söylemem” diyor. “Ama” diyor, “enflasyon budur” diyor. Ben niye inanayım o zaman senin enflasyonuna? Doğru hesaptan kaçar mı? Niye şeffaf değilsin? Açıkça söyle bakalım, öğrensin herkes. TÜİK'in alışveriş sepetindeki domates kaç liraymış, peynir kaç liraymış bilelim. Bunu niye gizliyorsun? Yani ben buradan yeni ekonomi yönetimine de seslenmek istiyorum. Sayın Cevdet Yılmaz olsun, Mehmet Şimşek olsun yakın çalışma ekibimizdeki arkadaşlardı. Yani yıllarca biz şeffaflıkla kazandık, kazandırdık. Şeffaflıkla bu ülkeyi büyüttük.
Nagehan Akbulut Varol: Mali disiplin, benim sizin için gözümdeki en karşılık bulan tabir buydu.
Ali Babacan: Mali disiplin ama bu işin ancak şeffaflıkla, güvenle düzeleceğini bilir bu arkadaşlar. Peki, niye şeffaf olamıyorsunuz? Ben oradan sesleniyorum; Bakın, şeffaflıkla bu ekonomiyi düzeltebilirsiniz. Şeffaf olmakla, güvenle düzeltebilirsiniz. Ve siz hiç kimsenin yanlışını örtmek zorunda da değilsiniz. Daha önce damat döneminde her türlü yanlış yapılmış olabilir. TÜİK yalan söylemiş olabilir ama siz bugün güven oluşturmak istiyorsanız TÜİK'i şeffaflaştırın, yeni bir yönetim atayın ve TÜİK'i dışarıdan denetletin ki güvensin insanlar. Ve asgari ücretin mutlaka gerçek; TÜİK’in uydurma değil, gerçek enflasyon ve gerçekleşen enflasyona göre artırılması lazım. Beklenene göre değil. Gerçekleşen enflasyon, TÜİK'in bile dediği rakam şu anda 47, bir ay daha kaldı. Belki 44 olur, 45 olur. Neyse. Artı bir de refah payı vermek lazım. Büyümeden bahsetmiyorlar mı Allah aşkına? Ne diyorlar?
Nagehan Akbulut Varol: Büyüme bu sene biraz daha aşağı eğilimli olacak. Sayın Cevdet Yılmaz'ın bütçe sunumundaki ifade bu. Yani şimdi büyümeyi feda ederek enflasyonla mücadele edilir mi? İşte işçinin alım gücü, alın teri diyorsunuz. Yeniden helal kazanca dönülür diyorsunuz. Yani bunları feda ederek bir yere varılabilir mi?
Ali Babacan: Fakir fukaranın ahını alarak ekonomi abat edilmez. Bunlar fakir fukaranın ahını alıyorlar. Devraldıklarında bu enflasyon %38 idi; bu yeni ekonomi yönetimi Mayıs, Haziran 2023’te ekonomi yönetimi devraldıklarında enflasyon %38 idi. Şu anda %47. Yani hani nerede? Başarı nerede? Geçen biliyorsunuz Putin'in bir açıklaması var. Ekibi de kıkır kıkır gülüyor. İnanın çok üzüldüm ya. Böyle bir şey olur mu yani? Bir başka ülkenin devlet başkanı dalga geçiyor. “Evet ya düşürürler enflasyonu. 80'den 50'ye inmiş” diyor. Ekibi de gülüyor kıkır kıkır. Böyle bir şey olur mu? Ya inanın, çok üzülüyorum, içim parçalanıyor. Bu ülke bunu hak etmiyor. Bu ülke çok daha iyi yönetilmeyi hak ediyor. Eğer gerçekten enflasyonu siz düşürmek istiyorsanız, öncelikle tasarruf tedbirleri alın. Hani nerede tasarruf? Şimdi devlet nereden ne kadar tasarruf etti ya? Herkesten tasarruf bekliyorlar değil mi? Fedakârlık bekliyorlar. İşte gençlere diyorlar ki biraz işte “Sigarayı az iç, şunun tüketimini azalt, sonra oradan tasarruf et”. Peki sen devlet olarak nereden tasarruf ettin bugüne kadar? Siz çözümünüz ne diye sordunuz ya, bizim çözümümüzün hepsi burada bakın, Türkiye'nin DEVA’sı. Tasarruf istiyorsanız devlette ne yapacaksınız? Kamu alımları mevzuatını, yani Kamu İhale Yasası’nı baştan aşağı değiştireceksiniz. Şu anda Avrupa Birliği'nde 28 ülkenin uyguladığı bir ortak kamu alım mevzuatı var. Türkiye'ye getirin, nasıl her şey daha ucuza mal oluyor görün. Ya bugün deprem konutu yahu. Deprem konutunda inanın maliyetler bire iki, bire üç. Sayın Erdoğan ne dedi? Deprem oldu değil mi? 6 Şubat 2023. Mayıs 2023’te seçim var? Orada ne dedi? “Bir yılda 650 bin konut yapacağım” dedi. Bir yılda... Neredeyse iki yıl oldu, konut sayısı şu anda 150 bin. Peki, bunu kaça mal etmişler? Adıyaman'da bizzat bana mimar mühendisler, oda başkanlarının, o genç mühendislerin mimarlarının bana gösterdikleri hesap çok açık. Çevre Bakanlığı'nın inşaat maliyeti var, bir de deprem konutlarının yapıldığı fiyat var. 3 misli, 3 misli. Bu ne demek? Eğer dürüstçe, gerçek yarışmayla bu deprem konutları verilse 3 liralık iş 1 liraya mal olacak. Yani aynı parayla 150 bin konut değil, 450 bin konut yapılırdı bugün. Açık söylüyorum, biz olsaydık aynı parayla bugün 450 bin konutu teslim etmiştik. Tasarruf böyle ya. Alabildiğine savurganlık, alabildiğine israf. Adı ihale. Milyar dolarlık işlerde ihale, yarışma falan olmuyor. Adrese teslim veriliyor, “Bu fiyata yap” deniyor. Böyle yürüyor işler, bunu da herkes biliyor. E böyle bir ülkede enflasyon düşer mi? Biz enflasyonu nasıl düşürdük biliyorsunuz, hatırlarsanız 2003'te benim ilk yaptığım şeylerden birisi Kamu İhale Yasası’nı tamamen sıfırdan yeniden yazdık. Hatırlarsınız. Ve hatta o dönemde bazı kabinedeki bakanlar dahil çok eleştiri geldi bana. Dediler ki, “Biz bununla iş yapamayız, bu bizim elimizi kolumuzu bağlar”. Yok işte yaptık. Enflasyonu da düşürdük, işte yaptık, ekonomi de büyüdü. Hani diyorlar ya, “Enflasyonu düşürecekseniz biraz büyümeden fedakârlık edeceksiniz”. Hadi canım oradan. Allah aşkına 2003’ten tutun 2008'e kadar Ali Babacan ekonominin başında olduğu dönemde biz hem enflasyonu düşürdük hem de hızlı büyüdük. Bunu yaptık ya. Yani diyorum ya birinden birini seçeceksin, hep o kafa. Hani güvenlik özgürlük diye sordunuz ya. Şimdi diyorlar ki “Ya enflasyonu seç ya büyümeyi”. Eğer enflasyonu düşüreceksek büyümeden fedakârlık edeceksin. Peki, büyüme dedik. Şu anda bir büyüme rakamı açıklıyorlar değil mi?
Nagehan Akbulut Varol: Sayın Cevdet Yılmaz'ın açıkladığı bir rakam var.
Ali Babacan: TÜİK onu da açıklıyor. Yani TÜİK bir büyüme rakamı da açıklıyor, tamam. “Büyüdük” diyorlar. Ama son bir yılda sanayi üretimi Türkiye'nin düştü. Bu da TÜİK'in rakamı. Ve tam yüzde üç düştü. Bakın. Sanayi üretimi yüzde üç düşüyor ama “ekonomi büyüdü” diyorlar. Demek ki büyüyen üretim değil. Demek ki büyüyen tüketim. Demek ki büyüyen geniş kesimler değil. Büyüyen bir avuç parası olan insan. Bu yüksek faiz politikası fakiri daha fakir yapar, zengini daha zengin yapar. Çok basit. Çünkü faizi kim alır? Zaten parası olan alır. Faizi yükseltti mi parası olan daha çok faiz alacak. Borcu olan da daha çok faiz ödeyecek. Yani yüksek faiz politikası fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapar bir ülkede.
Nagehan Akbulut Varol: Bu kadro sizinle birlikte yürüyen deneyimli bir kadro. Bunları görmüyor mudur dersiniz? Sizinle birlikte yürüyen bir kadro.
Ali Babacan: Doğru. Bizimle beraber yürüdüler ama biz sadece ekonomiyi makro göstergelerinde ibaret bir alan olarak görmedik. Hep esnafla işçi olduk, reel sektörde işçi olduk. Aldığımız her karar başta geniş kitlelerin, esnafın, KOBİ'nin tepkilerini bilerek, onların nabzını tutarak ve onların işlerini kolaylaştırarak oldu. Şu andaki ekonomi yönetiminin KOBİ diye bir derdi yok. Esnaf diye bir derdi yok. “Makro birkaç tane göstergeyi iyileştirelim, yabancılara para kazandıralım. Yabancılar para kazandıkça Türkiye'ye döviz getirsin. Türkiye'ye döviz geldikçe de kur fazla artmasın. Böylece enflasyonu düşürelim”. Hesap bu hesap. Bunun sonucunda ne yaparsınız? Bu ülkenin kaynaklarını dışarıya yüksek faiz olarak aktarırsınız ama ülkedeki vatandaşlarımızın yoksulluğu artar, fakirliği, fukaralığı daha da derinleşir. Bu ekonomi politikasının sonu budur.
Nagehan Akbulut Varol: Üç yıllık bir reçete diyor Sayın Şimşek, 3 yıl sonra nasıl bir tabloyla karşılaşırız bu şekilde devam edilirse?
Ali Babacan: Bakın yapısal reform olmadan, hukuk ve adalette gerekenler yapılmadan bu ülkenin ekonomisi değil 3 yıl, 33 yıl geçse düzelmez. Örnek; 34 yıllık yüksek enflasyon dönemi. Ta bakın 1970’ten tutun 2004’e kadar Türkiye'de enflasyon iki haneydi, üç haneydi. 34 yıl. İlk defa biz tek haneye indirdik ve tek hanede tuttuk. Nasıl tuttuk? Bunu sadece doğru ekonomi politikasıyla tutmadık. Aynı zamanda Avrupa Birliği reformlarıyla beraber tuttuk. Avrupa Birliği'nin özellikle hukuk ve adalet alanında, demokrasi alanında, insan hakları alanındaki reformlarını bir bakıma o standartları biz Türkiye'de uygulayarak o sonucu elde ettik. Yani “Ben yargıya talimat vereyim, yargı emir kulu olsun. Ülkede hukuk adalet olmasın ama ekonomi düzelsin”. Rüyanızda görürsünüz. Olmaz bu yani. Ya da ülkede şeffaflık olmasın. “İhaleleri yarışmasız bir şekilde eşe dosta vereyim. Bir liralık iş üç liraya mal edeyim. Bu kadar israf olsun. Ondan sonra ekonomi düzelsin”. Rüyanızda görürsünüz. Olmaz bu yani. Ne kadar hukuk o kadar ekonomi. Ne kadar adalet o kadar ekonomi. Bunu anlamadılar anlamıyorlar. Onun için olmayacak. Ve şuna üzülüyorum bakın. Ekonomide biliyorsunuz dönem dönem kemer sıkma politikalar olur. Dönem dönem gerekir dersiniz ki “Gerçekten bir süre sabredeceğiz. Dişimizi sıkacağız”. Tamam. Ama bunun sonucunda bir güneş doğar, sabah olur, bir aydınlığa ve bir feraha bir feraha, refaha ulaşırsınız. Şu anda üzüldüğüm şu dişimizi sıkacağız, kemer sıkacağız, zorluğu çekeceğiz. Sonuçta o aydınlık da gelmeyecek yani. Aynı sıkıntılar bu ülkede devam edecek. Bakın ben böyle konuşurken milletimizin moralini bozmak istemem. Kalbim diyor ki; ya keşke daha iyi olsa ama aklım da diyor ki maalesef bu kafayla bu hukuksuzlukla, adaletsizlikle bu ekonomi düzelmeyecek. Suriye ile ilgili de Türkiye'nin belki kontrolünde şeyler var. Türkiye'nin kontrol edemediği şeyler var. Dolayısıyla orada o geniş alanda doğrular yapıldığında işlerin düzelme ve rayına girme ihtimali var. Bu onun için iyi bir şey. Ama dönüp Türkiye içindeki ekonomiye baktığımızda bu tamamen hükûmetin kendi kontrol ettiği bir alan ve artık hukuka adalete inanmayan, böyle bir derdi olmayan, anayasayı tanımayan “Ben anayasaya uymam, saygı duymam” diyen bir yönetim. Güven olmadan, hukuk olmadan, hukuki güvenlik olmadan ekonomi düzelmez. Güven olmadan insanlar Türkiye'de yatırım yapmaz. Bakın üretim düşüyor diyoruz değil mi? Sanayi üretimi. Sanayici yatırım yapmıyor. Sanayici parasını artık parası varsa faizle değerlendiriyor. Parası yoksa zaten üretim yapacak takati yok, Bu yüksek faiz altında eziliyor. İhracatçı artan maliyetlerle kur arasında döviz kuru arasında sıkışıp kalmış durumda. İhracat yüzde bir iki arttı diye müjde haberleri veriyorlar. Ya Allah aşkına biz bir ihracatı 2002’den 2008’e, 6 yılda bakın 6 yılda 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıkarttık ya. Dört misli artış demek bu. Öyle yüzde iki üçten bahsetmiyoruz. Dört kat artıştan bahsediyoruz. Ve bu üretim yatırım ne oldu? E şu anda hukukun olmadığı, güvenin olmadığı bu ülkede sanayici yatırım yapar mı Allah aşkına? Varsa imkânları dışarıda değerlendirir. İmkânı yoksa zaten battı gitti yani. Çok zor. Bu yüksek faizi ödeye ödeye eziliyor insanlar altında. Onun için kolay olmayacak yani önümüzdeki süreç. Bu kafa, bu yönetim tarzı iş başında olduğu sürece bu ülkenin ekonomisi düzelmeyecek. Çok üzülerek bunu söylüyorum. İçimde yanarak söylüyorum ama gerçek bu. Yani hukuka, adalete inanan, fırsat eşitliğine inanan ve “Ben arkadaş bu ülkede yolsuzluk da istemiyorum, israf da istemiyorum” diyen bir iktidar iş başında olmadan bu ülkenin ekonomik sorunları düzelmeyecek.
Nagehan Akbulut Varol: Sayın Genel Başkan, ekonomiden hemen sonrasında iç siyasete dönmek istiyorum. Zira yeni bir oluşum var. DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi. Uzun süredir hani oldu olacak, bir araya gelecekler, yepyeni bir platform, demokrasi platformu adı altında. Aslında bugüne kadar Babacan hep tek başına durmayı, salı günleri ben sizi mecliste gelip basın toplantılarınızı izledim. Tek başına yürümeyi planladı ve bunu ortaya koydu. Şimdi bir birliktelikle karşımıza çıkıyorsunuz. Neden buna ihtiyaç duydunuz? Bu birliktelik, 35 milletvekili yanılmıyorsam. Önümüzde anayasa var, erken seçim kararı var. Bu çerçevede bu birlikte hareket etme nasıl bir sonuç doğuracak?
Ali Babacan: Aslında biz siyasette kuruluşumuzdan itibaren hep işbirliği ve diyaloğu çok önemsedik. Diğer siyasi partilerle iletişimde olmayı, gerektiğinde işbirliği yapmayı da çok önemsedik. Ama bu iş birliği modeli, şekli şemali uygun ve işleyebilir bir şey olması lazım. Yani olmayacak bir işbirliği ancak ümidi artırır, daha sonra da hayal kırıklığı oluşturur. Dolayısıyla biz aslında son iki aydır bazı partilerle...
Nagehan Akbulut Varol: Bu işbirliği olacak değil mi Sayın Genel Başkan?
Ali Babacan: Yani şöyle ya da böyle zaten bu ismini andığınız partiler bizim diyaloğumuzun iyi olduğu partiler. Yani milletvekillerimiz arasında gayet güzel diyalog var. Mecliste daha sık böyle bir arada olduğumuz, meclis çalışmalarında zaten sürekli dirsek temasında olduğumuz siyasi partiler bunlar. Kaldı ki biz sadece Saadet Partisi ve Gelecek Partisi ile değil, başka partilerle de diyalog ve işbirliği içerisinde olmayı arzu ediyoruz. Çünkü mevcut sistemde anayasa değişmediği sürece, parlamenter sisteme geçilmediği sürece, mevcut sistemde seçime girerken mutlaka işbirlikleri gerekiyor. Ne zamanki 2017 anayasa değişti, başkanlık sistemi geldi, Sayın Erdoğan ne yaptı? Apar topar Sayın Bahçeli'yi yanına ortak katmak zorunda kaldı. Daha sonra da baktı, bir ortak da yetmiyor. En son 2023 seçimlerinde galiba 7 kişiyi dizdi yan yana falan yani. Ancak 52'yi ittirip zor buldu. Dolayısıyla mevcut sistemde 50 artı 1'i yakalamak ve meclis çoğunluğunu yakalamak partiler arasındaki işbirliğini gerektiriyor. Peki, bekleyip biz bu işbirliğini seçime 5 kala mı yapalım? Yoksa şimdiden bu ülkenin yarınlarında buluşabileceğimiz partilerle bugünden diyaloğu sıklaştıralım, işbirliği mekanizmalarını genişletelim ve bugünden beraberce aynı Türkiye hedefine doğru mu yürüyelim? Yani bizim şu anda çalışmamız bu. Ve bunun da önemli olacağını düşünüyoruz. Ve bunun da işleyen, çalışan, makul bir formatta olmasını önemsiyoruz. Burada partiler yan yana gelip birleştiler, tek parti oldular değil yani. Her partinin kendi kimliği vardır, kendi hitap ettiği kitle vardır ama aynı zamanda hedeflediğimiz Türkiye aynı Türkiye mi? Yani Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in çalıştığı, hukukun, adaletin işlediği, fırsat eşitliğinin olduğu, rasyonel ekonomi politikalarının uygulandığı, temel hak ve özgürlüklerin korunduğu bir Türkiye mi? Eğer bu hedefte buluşuyorsak, buluşabiliyorsak, biz farklı geçmişlerden gelmiş olabiliriz. Belki şimdiye kadar bizi destekleyen, gönül veren vatandaş kitleleri birbirinden biraz farklı olmuş olabilir ama bu birlik beraberlik nihayetinde Türkiye'nin yarınları içindir. Dolayısıyla biz bunu önemsiyoruz. Ve bu yolu beraber yürüyebileceğimiz dostlarımızla yürüyelim istiyoruz. Ama bugün için bundan daha öte geçmem mümkün değil. Hem Saadet Partisi’nden hem Gelecek Partisi'nden arkadaşlar, yani milletvekilleri olsun, genel başkan yardımcıları olsun, teşkilatları olsun, aslında sevdiğimiz, tanıdığımız, bildiğimiz arkadaşlar, değer verdiğimiz arkadaşlar. Dolayısıyla böyle bir diyalog şu anda devam ediyor. Ama dediğim gibi bu sadece üç partiyle sınırlı kalmamalı. Bu iş birliğini biz daha da genişletmeliyiz. Daha geniş bir işbirliğinin daha da anlamlı ve daha da güçlü olacağına da inanıyoruz. Bununla ilgili de temaslarımız var. Onu diyeyim artık ondan ötesini bugün için söyleyemiyorum.
Nagehan Akbulut Varol: Sizi çok yordum ama son sorum olsun Sayın Genel Başkanım. Gördüğüm kadarıyla bu ittifak ya da bu çatı erken seçim hamlesi gibi geldi. Bu parlamentodan bir erken seçim kararı çıkar mı? Yani erken seçim kararı çıkarsa da Sayın Cumhurbaşkanı'nın adaylığı süreci, bu tartışma birbirine paralel gidiyor. Bunu sormak istiyorum. Bu parlamentodan erken seçim kararı çıkar mı? Çıkarsa hangi tarih? Ne söyleyeceksiniz?
Ali Babacan: Şu önemli; yani yarın seçim olacakmış gibi herkesin hazır olması lazım. Öyle yani muhalefet partilerinin yarın seçim olacakmış gibi her an hazır olması lazım prensip olarak.
Nagehan Akbulut Varol: Sayın Süleyman Demirel'in bir söylemi vardı. “Seçim ağızdan çıktı mı bir daha, mızrak ağızdan çıktı mı çuvala girmez” derdi.
Ali Babacan: Öyle eski dönemlerde, o dönemlerde öyleydi. Şu anda anayasaya göre başkanlık sisteminde seçim iki türlü oluyor. Ya mecliste nitelikli çoğunluğu sağlayacaksınız, 360 milletvekili veya Cumhurbaşkanı resen seçime götürebiliyor. İki tane seçim şekli var. Daha önceki dönemlerde güvenoyu almayınca hükûmet düşüyordu. Yani Mecliste 50 artı 1 herhangi bir anda bulamazsanız hükûmet düşüveriyordu. Eski sistem öyleydi. Ama yeni sistem öyle değil. Yani yeni sistem erken seçimi zorluyor. Peki, Sayın Erdoğan ister mi bir erken seçimi herhalde ona bakmak gerekecek. Çünkü AK Parti'nin, MHP'nin Cumhur İttifakı olarak ülkeyi erken seçime götürecek bir meclis çoğunluğu yok.
Nagehan Akbulut Varol: Devlet Bey'e bakacağız. O işler biraz Devlet Bey'in söylemiyle ortaya çıkıyor.
Ali Babacan: Ama meclis çoğunlukları yok. 360'ı bulamıyorlar şu anda. Yani öyle bir imkanları yok. Peki, Erdoğan ister mi? Daha bir buçuk yıl olmuş. Yani niye üç buçuk yılını yaksın ki? Çünkü onun zihin dünyasında “Daha üç buçuk yılım var” yani? Şu olur belki 5 yılın dolmasına bir süre kalır. Belki bir yıl, hadi bilemediniz bir buçuk.
Nagehan Akbulut Varol: Sayın Elitaş'ı ben konuk ettim; o da 2027'nin Ekim'i diye bir tarih ön gördü.
Ali Babacan: O da altı ay öncesi. O zaman işte muhalefet destek verir mi yani? Şimdi eğer Erdoğan yeniden aday olmak istiyorsa bu ancak ve ancak meclis kararıyla erken seçime gidilirse olur. Yoksa kendisi erken seçime gitme kararı alırsa yeniden aday olamıyor mevcut anayasaya göre. Peki 6 ay kala sadece Sayın Erdoğan aday olsun diye onun önünü açmak için Parlamento da muhalefet buna destek verir mi? Muhalefet onu niye desteklesin? Yani ben daha önce de söyledim. Dedim ki; Sayın Erdoğan'ın üç dönemi 2014'te doldu. Ve Sayın Erdoğan AK Parti'yi kurarken akitleşti. Ben de kurucuyum biliyorsunuz. Kendisi de kurucuydu. 70 kişilik kurucular kurulu. Sonra 50 de milletvekili katıldı kuruluştan sonra. Biz akitleştik. Üç dönem kuralını koyduk. Üç dönem kuralı özellikle de genel başkan içindi. Yok, belediye başkanıymış, milletvekiliymiş falan, o değil. Asıl o kural genel başkan için konuldu. Ve Sayın Erdoğan da çıktı o günlerde bol bol bunu anlattı. Bu kuralın konmasının sebebi de lider sultasının olmaması. Kendi ifadesidir. “Bundan sonra bu partide lider sultası olmayacak” dedi. “Çünkü 3 dönem kuralımız var” dedi. Ne oldu? 2014'ten bu yana Türkiye'de iyiye giden ne var? İyileşen ne var Allah aşkına? Her alanda sorunlar büyüyor. Dolayısıyla ben artık Sayın Erdoğan'ın o ta 2001'deki akdine uymasına ve artık düzenli, muntazam bir geçişle bu ülkede bir yönetim değişikliği, bir iktidar değişikliği olması gerektiğini düşünüyorum. Yani yeniden yeniden yeniden aday olacağım derken hem kendini çok yıprattı, yıpratıyor, hem de ülke zarar gördü, zarar görüyor. Gerek yok buna yani. Seçim tarihi, yani dediğim gibi belki 1 yıl, 1.5 yıl erkene çekilirse çekilir. Belki o da olmaz. Yani belki daha sonrasıyla alakalı, yani Sayın Erdoğan'ın kendisinden sonrasıyla alakalı başka bir fikri olabilir o gün geldiğinde. Yani belki kendi değil de başkasını belki düşünebilir. Bilemiyorum yani onlar artık kendi iç meseleleri bilemiyorum. Dolayısıyla biz ne yapacağız? Muhalefet olarak özellikle DEVA Partisi olarak ve dostlarımızla, beraberce bu yolu yürümek istediğimiz diğer partilerle beraber her an seçim olabilir diye hazırlanacağız ama işte gevşetmeyeceğiz. Yani “Hele bir seçim olsun ondan sonra bakalım” falan demeyeceğiz. Hazırlanacağız. DEVA olarak her şey hazır. Yani ekonomiden dış politikaya, sağlıktan eğitime aklınıza gelecek her alanda Türkiye'nin sorunlarının çözümü hazır. DEVA hazır, kadrolarımız hazır ve Türkiye'nin iktidarında söz sahibi olup bu ülkeyi yönetmeye biz talibiz. Artık “DEVA zamanı geldi” diyoruz. Çünkü kendimize güveniyoruz. Kadrolarımıza güveniyoruz. Ve inanın bu ülkeyi yönetmeye en hazır parti DEVA Partisi. Ekonomi bilgisiyle, dış politika bilgisiyle. Eğitim politikalarıyla, sağlık politikalarıyla. En hazır biziz. Eğer başka bir parti varsa “Biz de hazırız” diyorsa koysun çalışmasını ortaya görelim. Sağlıkla ne yapacaksın arkadaş? Siz hani çok misafir ağırlıyorsunuzdur burada. Konuklarınıza sorun. “Sizin parti olarak sağlık reformunuz nasıl?” diye bir sorun bakalım. Ne cevap alacaksınız? “Eğitimdeki hedefiniz nedir?” diye soralım, ne cevap alacaksınız? 500 maddelik eğitim reformumuz var burada 500 madde. 500 madde değil, 5 maddeyi saysınlar, “Ben şunu yapacağım, bunu yapacağım eğitimde” diye. Yok. Zaten bu ihtiyaç olduğu için biz DEVA Partisi’ni kurduk. Yani iktidarın artık yozlaştırdığını, bu ülkeyi yönetemediğini gördüğümüz için ama aynı zamanda muhalefetten de bir şey çıkmayacağını gördüğümüz için biz DEVA Partisini kurduk. Onun için yola devam ediyoruz. Ya ülkenin ana muhalefetine bakıyoruz, ülke adına üzülüyoruz ya. Yani zihin dünyaları karışık, içleri karışık. Yani bu koskoca Türkiye, bu büyük ve güzel ülke çok daha kaliteli bir siyaseti hak ediyor. Biz de zaten siyasete o kaliteyi gerçekten getirmek için buradayız. Vatandaşlarımızın hak ettiği o güzel yarınlara Türkiye'yi ulaştırmak için buradayız.
Nagehan Akbulut Varol: Efendim ağzınıza sağlık, çok keyifli bir program oldu. Umarım siz de benim kadar keyif almışsınızdır. Çok uzun süre olmuştu sizinle böyle yüz yüze görüşmeyeli. Çok teşekkür ederim.
Ali Babacan: Ben teşekkür ediyorum, sağ olun.
Nagehan Akbulut Varol: Kolaylıklar diliyorum. Hem bölgeye hem ekonomiye hem de siyasete ilişkin değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim, ağzınıza sağlık.